You are on page 1of 714

Ebu'f Hayr-ı Rûmî

S A 1 .1 ),

>5BA*C«
Ebu'l Hayr-ı Rûmî

S m
\ L 2
S* a«ş
© Bu kitabın her türlü yayın hakkı UKİD (Uluslararası Kalkınma ve işbirliği Derneği) aittir. Tüm hakları saklıdır.
Kitabın tamamı veya bir kısmı, 5846 sayılı yasanın hükümlerine göre, kitabı yayımlayan yayınevinin ve
yazarının önceden izni olmadan elektronik, mekanik, fotokopi veya herhangi bir kayıt sistemiyle çoğaltılamaz,
yayımlanamaz ve depolanamaz.

ISBN: 978-605-4088-17-1

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı


Yayıncı Sertifika No:16359

ALİOĞLU YAYINEVİ
Çatalçeşme Sokak. 29/11
34410 Cağaloglu /İSTANBUL
www.alioglu.com

Birinci Baskı: Temmuz 2007, Destan Yayınlan


İkinci Baskı: Şubat 2013 ALİOĞLU YAYINEVİ

Kapak Tasarımı: M.Nazif GÜLER


Dizgi: Necati Demir - M. Dursun Erdem

Baskı: ENES BASIM YAYIN MATBAACILIK Ltd. Şti.


Litros yolu Fatih Sanayi Sitesi. No: 12/210
Topkapı / Zeytinbumu - İSTANBUL
Matbaa Sertifika No: 12469

Cilt: ERDOĞANLAR CÎLTEVİ

Fahrettin Kerim Gökay Mahallesi.


Kayışdağı Caddesi.Terzioğlu Apt. No:73. D.8
Ziverbey. Kadıköy/İSTANBUL
Tel. 0216- 449 58 02
www.ukid.oig.tr
Ebu’l Hayr-ı Rûmî

SALTIKNÂME
(SALTIK GAZİ DESTANI)

Prof. Dr. Necati DEMİR


Doç. Dr. M. Dursun ERDEM

CİLT I, II, III


Prof. Dr. Necati DEMİR: 20 Nisan 1964’te Ordu’da doğdu. Kumanlar İlkokulu
(1974), Ordu Fatih Ortaokulu (1977), Ordu Fatih Lisesi (1980) Atatürk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1987)
mezunudur. Yüksek lisansını Cumhuriyet Üniversitesinde, doktorasını
Selçuk Üniversitesinde tamamladı. Demir; Gaziantep Sarısalkım
Ortaokulunda Türkçe Öğretmeni, Sivas Cumhuriyet Lisesinde Türk
Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, Cumhuriyet Üniversitesinde Türk Dili
Okutmam olarak çalıştı. 13 Haziran 1996’da Cumhuriyet Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümüne Yardımcı
Doçent olarak atandı. 30 Kasım 2000’de Doçent, 9 Şubat 2006’da
Profesör oldu. Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Ortaöğretim
Sosyal Alanlar Bölümünde öğretim üyesi ve bölüm başkam olarak 13
yıl çalıştı. Altmış beş kitabı, yüzden fazla makalesi bulunmaktadır. Bu
kitaplarından dört tanesi Harvard Üniversitesinde, yirmi sekiz tanesi
Almanya’da, bir tanesi de Avusturya’da yayımlanmıştır. Necati Demir,
Almanya’da yayımlanmakta olan Zeitschrift für die Welt der Türken
/Journal of World of Turks dergisinin kurucusu ve editörüdür. 2010
yılından beri Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi
Bölümü Öğretim Üyesi ve Bölüm Başkanı olarak görev yapmaktadır.

Doç. Dr. Mehmet Dursun ERDEM: 28 Eylül 1977’de Ordu’ya bağlı Aybastı
ilçesinin Karamanlı köyünde doğdu. İlkokulu Aybastı Merkez
İlkokulunda, ortaokulu, Aybastı Lisesinin ortaokul kısmında tamamladı.
Liseyi Ordu Lisesinde bitirdi. 1994 yılında Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümüne başladı. 1998 yılında
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümüne araştırma görevlisi olarak girdi. 2001 yılında yüksek
lisansını bitirip 2005 yılında Yeni Türk Dili Bilim Dalında doktora
unvanını kazandı. Aynı yıl Atatürk Üniversitesi Erzincan Fen-Edebiyat
Fakültesine Yardımcı Doçent olarak atandı. 2008’de Doçent oldu. 2011
yılından beri Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesinde görev
yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.
İÇİNDEKİLER

TAKDİM............................................................................................................................ 7
ÖN SÖ Z ............................................................................................................................. 13

SALTIK GAZİ DESTANI


(METİN: TÜRKİYE TÜRKÇESİ)

BİRİNCİ CİLT
San Saltık’ın Gazaları ............................................................................................. 21
Saltık Gazi’nin Rumeli’ye Geçmesi ..................................................................... 40
San Saltık’ın Kabe’ye Seferi .................................................. ................................ 56
Şerifin Harcmevan (Amasya)’ı Fethedip Haraca Bağlaması ........................ 62
San Saltık’m İstanbul ve Balkanlara Seferi ........................................................ 64
Seyyid Şerifin Kaf Dagı’na Gitmesi ................................................................... 89
Şerif in Göçüp Kefe Diyanna Gitmesi .............................................................. 121
San Saltık’ın Habeş Memleketine Gitmesi ........................................................ 150
San Saltık’ın Mısır Seferi ve Nil Nehri’nin Kaynağını Bulmaya Gidişi ...... 153
San Saltık’ın Nil Nehri’nin Kaynağını Bulması ............................................... 170
San Saltık’m Habeş Diyannı Fethetmesi ........................................................... 172
Şerif Saltık’ın Habeşistan’a Tekrar Sefer Etmesi ............................................... 215
Şerif Saltık’ın Hindistan’a Sefer Etmesi .............................................................. 227
Saltık’ın Kaknus’a Gitmesi .................................................................................... 244

İKİNCİ CİLT
Şerifin Türkistan Vilayetlerine Gitmesi ............................................................ 261
Şerifin Rum İline Geçmesi ................................................................................... 275
Anadolu Evliyalannm Öncüleri .......................................................................... 293
Şerifin Sultan Alaeddin’in Yanma Gitmesi ....................................................... 304
Firengistan’ın Fethi ve Sedd Hikâyesi ................................................................ 322
Babil Hikâyesi ........................................................................................................... 346
Saltık’m Rad Cazu’yu Yakalaması ....................................................................... 375
Bakır Gemi ve Denizdeki Sihir ............................................................................ 390
Atabek’in Kuhistan Diyanna Gelmesi ............................................................... 410

ÜÇÜNCÜ CİLT
Saltık Gazi’nin Maşnk Diyanna Seferi ............................................................... 433
Saltık Gazi’nin Mağrip’e Gidip Cinnistan Kalesi’ni Alması .......................... 481
Saltık Gazi’nin Berr-i Arap Badiye Seferi ........................................................... 487
Edime Cengi ve İşan’ın Hezimeti ..................................................................... 505
Sultan Alaeddin’in Küffar Tarafından Esir Edilmesi ................................... 515
Saltık Gazi’nin Umlak Sarayı’nı Harap Etmesi ve Yakması ile
Zerdanuş’u Öldürmesi ......................................................................................... 529
Saltık Gazi’nin Rahip Bihrus Lainin Üzerine Seferi ..................................... 533
Saltık Gazi’nin Nirkab Dağı’ndaki Ejderhayı Öldürmesi ............................ 547
Asfar Küffanyla Saltık Gazi’nin Büyük Gazası .............................................. 559
Saltık Gazi’nin Aguş’u Helak Etmesi ............................................................... 567
Duhter’in Mihriban Adlı Kızı Alıp Kaçması .................................................. 577
Diğer Gaza .............................................................................................................. 582
Saltık Gazi’nin Asfar İle Cengi .......................................................................... 587
Saltık Gazi’nin Manastır Melikini Esir Etmesi ve Öldürmesi .................... 593
Saltık Gazi’nin Son Gazası ve Vefatı ................................................................. 608
Büyük Gaza, llyas’ın Küffan Hezimete Uğratması ve Şehit Olması ......... 625
Ayas Bey’in Eflak Meliki İle Cenk Etmesi ...................................................... 638
Tatar Han’ın Kıssası ............................................................................................. 643
Umur Bey’in Rumeli’ye Geçmesi İle Osman Gazi Ve Evladının
Rumeli’ye Geçmesi ............................................................................................... 652

ÖZEL İSİMLER DİZİNİ ............................................................................................. 665

KAYNAKÇA .................................................................................................................. 699


TAKDİM

“Geldikti bir zamanlar San Saltık’la Asya’dan


Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan”

Yahya Kemal Beyatlı

Efsanelerin ve destanların her milletin hayatında önemli bir yeri var­


dır. Ancak her millet Türkler kadar efsane ve destana sahip değildir.

Tarih sahnesinde kendini göstermesiyle birlikte, yaşanan tarihle yan


yana bir efsanevi tarih oluşturan Türk Milleti’nin efsanevi hayatı, onun
tarihini bir destanlar tarihine dönüştürmüştür. Bırakınız tarih öncesiyle
alakalı anlatımları, yakın tarihte bile, elle tutulur, gözle görülür olayların
kısa sürede nasıl bir destansı kimliğe büründüğünü görmekteyiz.

Aslında efsaneler, insanların kendi coğrafyalarındaki ilginç mekan­


ları, kendilerine ait gördükleri kişileri, nesneleri, düz akılla çözemedik­
leri bir takım meseleleri çözme gayretinden doğmuştur. Elinde, hadise­
leri izah edecek yeterli veriye, gözleme sahip olmayan topluluklar, kişi,
mekan ve eşyalara, yaşanmış olayları da işin içine katarak olağanüstü an­
lamlar yüklerler.

Genellikle sözlü anlatımlarda ifadesini bulan bu anlam yüklemeler,


giderek kutsallaştırmaya dönüşür. Dilden dile yayılır, nesilden nesile ge­
çer ve milli kültürün bir parçası haline dönüşür. Böylece, izah edileme­
yen bir hadiseyle başlayan sürecin sonunda, söz konusu kişi, eşya veya
mekan, toplumu birbirine bağlayan, milli varlığın devamında önemli bir
öge ortak bir manevi değer haline gelir.

Bu manevi değerler, insanların birbirlerine daha sıkı sarılmalarım,


dayanışmalarını ve geleceğe ait planlar, hedefler, ülküler edinmelerim
sağlar. Çünkü bunlar, vakit geçirmek için anlatılan içi boş şeyler olma­
yıp, kişinin yaşadığı coğrafyayla ve toplumla olduğu kadar metafizik ha­
yatla da ilişkisini kurup geliştiren öğeler içerir.
Bu yönüyle Türk efsaneleri, dengeli ve huzurlu bir içtimai hayatı sağ­
lamak için gerekli ahlaki kuralları öğrettiği kadar; toplumdaki diğer in­
sanlarla kardeşlik ve dayanışmayı, düşmanlara karşı cesur ve donanım­
lı olmayı, vatana sahip çıkmayı ve tabiatla barışık yaşamayı da ön planda
tutmaktadırlar. Bu yönleriyle, iyi ve güzel olanların nesilden nesile akta­
rılması, kötü ve çirkin olanların azalması için önemli bir görev ifa ederler.

Destanlar efsanelerle kıyaslandıklarında yaşanan tarihi gerçeklere


daha yakın, daha iç içedirler. Efsanelerdeki belirsizlik, destanlarda daha
görünür, anlaşılır bir hal almıştır. Böylelikle, efsaneler bir toplumun ru­
huna tutulabilecek bir ayna iken, destanlarda bununla kalınmaz, tarihe
de bir ayna tutulabilir.

Anlatımlarda olağanüstülük görülse de konulann çoğu tarihi gerçek­


lere dayanır. Yaşanan hadiselerin ana hatları olduğu gibi muhafaza edil­
mekle beraber, detaylar edebi anlamda süslenir, abartmalarla daha çeki­
ci ve ilginç hale getirilir.

Sıradan insan için güzel bir hikaye, hoş bir anlatım şeklinde değer­
lendirilebilecek destanlar, bir tarihçi ve bir araştırmacı için bir toplumun
tarihi hakkında bir hayli bilgiyi elde edebileceği kıymetli bir kaynak va­
zifesi görür.

Bir milleti tanıyıp anlamanın yolu, onun destanlarım bilmekten ge­


çer. Çünkü destanlar, bir milletin nasıl yaşadıklarını, manevi ve mefku-
revi boyutlarını da içine alacak şekilde anlatırlar. Bir toplumun geçmişte
neler yaptığı yanında, ne yeyip ne içtiği, hangi aletleri kullandığı, tabiat­
la ve diğer topluluklarla nasıl bir ilişki içerisinde olduğu, inanç sistemle­
ri, Yaratıcı ile ilişkileri, hedef ve ideallerini en güzel şekilde destanlardan
öğrenmek mümkündür.

Destanlar, toplumun içine düştüğü zor ve meşakkatli durumları an­


lattığı gibi, sıkıntılardan nasıl kurtulduğunu da anlatır. Bunlan yaparken
bilhassa alta düşmenin sebepleri ile üste çıkmanın hangi esaslar çerçeve­
sinde gerçekleştiğini öne çıkararak topluma hem ders verir hem de hedef
tayin eder. Yeri geldiğinde ibret alınacak bir çöküşün, yeri geldiğinde şev­
ke getirecek bir yükselişin dile getirildiğine şahit oluruz.

Türk Milleti, tarihte ortaya çıkışından itibaren diğer kültür unsur­


larıyla olduğu gibi, efsane ve destanlarıyla da tarihi oluşturup yazması­
nı bilen bir millet olmuştur. Tarihinin efsaneliği ve destansılığı kadar, ef­
sane ve destanlarının tarihi yaparken icra ettiği rol de o derece dikkat çe­
kicidir.

Bu nedenle Türk Tarihi’ni anlayabilmek için destanların bilinmesi


kadar, Türk Milleti’nin tanınması için de destanlarımızın bilinmesi ge­
rekmektedir. Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Velî, San Sal­
tık Baba, Mevlana, Hacı Bayram Velî, Gül Baba ve sayılabilecek yüzler­
ce kişi, tarihi şahsiyet olduklan kadar efsanevi birer şahsiyet olarak milli
benliğimizi oluşturmada rol oynamışlardır ve oynamaktadırlar.

Bunlardan San Saltık Baba, alp-eren kimliği ile Balkanlara yerleşmiş,


oranın Türkleşmesi ve İslamlaşmasında öncülük yapmış gazi dervişlerin
öncüsüdür. Gaziliği ile Türk fütuhatçılığının güce, kahramanlığa, azim-
karlığa ve irade gücüne dayanan yönünü gösterirken; dervişliği ile de fü­
tuhatın kuru bir cihangirlik davası olmadığının mesaj lannı vermiştir.

İnsanları bir araya gelmeye, birbiriyle konuşup tanışmaya, hoşgörü


ve karşılıklı anlayışa davet eder ve bu yolda gerektiği zaman hançerine
dahi el atmaktan çekinmezken, nihai gayenin mutlu ve huzurlu bir gele­
ceği inşa etmek olduğu inancıyla hareket etmekteydi.

Onun efsaneleşen hayatı ve Balkanlar’da yüzyıllarca banş ve huzura


kaynaklık eden felsefesinin günümüz nesillerince de bilinmesi bölgemiz
ve dünyamız için önemli bir kazanım olacaktır.

Uluslararası Kalkınma ve İşbirliği Demeği (UKİD), kurulduğu 2006


yılından bu yana Balkanlara özel bir önem vererek çalışmalar yapan bir
dernektir. San Saltuk Baba’nın Balkanlar için taşıdığı önemden hareket­
le 2012 yılında Babadağ’da l.San Saltık Buluşması’m gerçekleştirdik.
Onun, Anadolu'da ve Balkanlarda 750 yıl sonra da ne kadar büyük bir
manevi çekim gücüne sahip olduğuna bizzat şahit olduk. Bu yakılan çe-
rağ etrafında dalga dalga oluşmaya başlayan halkaların, yeniden barış,
kardeşlik ve hoşgörü rüzgarlarının esmesine yol açtığını şimdiden görü­
yoruz. Buna rağmen böylesine kuşatıcı, birleştirici tesire sahip olan Gazi
Veli San Saltık'ın ve Saltıkname'nin aydınlarımız tarafından bile yete­
rince tanınmamış olmasi ciddi bir ihmali göz önüne koymaktadır. Hal­
buki Batiİllar Sari Saltık'in Balkan toplulukları üzerindeki büyük etki­
sini gördükleri yıllardan beri ona sahip çıkmaya çalışmışlar, daha da
ileri giderek onu bir hıristiyan azizi gibi gösterme çabasına girmişlerdir.

Bilindiği gibi 2013 yılı San Saltık Baba’nm Balkanlar’a gidişinin 750.
Yılı’dır. Bu vesile ile yapılacak faaliyetler çerçevesinde onun efsanevi ha­
yatını anlatan ‘Saltıkname’yi bastırarak kamuoyunun hizmetine sunmayı
önemli bir görev olarak addettik. Prof. Dr. Necati Demir ve Doç. Dr. Meh­
met Dursun Erdem tarafından hazırlanan elinizdeki bu eseri, tıpkı bası­
mıyla birlikte 4 cilt halinde yayınlıyoruz. Bu eser, San Saltık Baba hak-
kmdaki tek yayınımız olmayacaktır. San Saltık hakkında bilinmesi ge­
reken her şeyin elde edilebileceği bir külliye oluşturmak gayretindeyiz.
İnşallah bu arzumuzu kısa sürede gerçekleştireceğiz.

Saltıkname ile ilgilenen tüm otoriteler, San Saltık konusunda temel


kaynak olduğundan şüphe edilmeyen bu eserin her bakımdan derinle­
mesine ve sistematik bir analizinin yapılmasına büyük bir ihtiyaç du­
yulduğuna, ancak bu ciddi çalışmaya teşebbüs eden birinin henüz orta­
ya çıkmadığına işaret etmektedirler. Bu sebeple ve ihtiyaç duyulan yeni
araştırmalara yol açacağı inancıyla bu yayınımızı tüm üniversitelere, kü­
tüphanelere, San Saltık ve Salükname üzerinde çalışabilecek araştırma
merkezlerine ulaştırmayı amaç edindik. Dileğimiz kısa sürede San Saltık
üzerine yeni araştırmalarin yapılması, yeni kitaplann basılmasıdır.
Burada öncelikle San Saltık Buluşmaları'nm gerçekleşmesi, Saltık-
name'nın basımı ve kültür coğrafyamızda dağıtımı için büyük teşvikle­
rini gördüğümüz Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a şükran­
larımızı sunuyoruz. İnsanımızın yaşadığı her yerde, hayırlı her projeye
destek amacıyla hazır ve nazır olan Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
(TİKA) Başkanlığına'ya ve değerli yöneticilerine, eserin hazırlanmasın­
dan basımına kadar olan süre içerisinde emeği geçen herkese teşekkür
ediyor, yayınımızın başta bilim dünyası olmak üzere ilgili herkes için
beklenen yaran sağlamasını temenni ediyorum.

Musa Serdar Çelebi


Uluslararası Kalkınma ve İşbirliği Demeği
Yönetim Kurulu Başkam
O N SO Z

Destanlar, milletlerin tarihlerini kendi bakış açılarından yorumladığı


metinlerdir. Bu tür metinlerde, bir milletin hayat felsefesi, idealleri, yaşama
tarzı, folkloru, tarihi, edebiyatı, sosyolojisi bir hazine olarak karşımıza çık­
maktadır. Bir başka söyleyişle destanlar, bir milletin kendisine yönelik en
önemli belgeleridir.

Saltık-nâme, Türkiye’de yazılmış destanların en hacimlilerindendir. Fa­


tih Sultan Mehmed’in şehzadesi Cem Sultan’m emriyle Ebu’l-Hayr-ı Rumî
tarafından kaleme alınan bu eser, Anadolu Türklüğünün en önemli kaynak­
larından biridir. Destan unsurlarının yanında, eserde tarihi gerçekliklere de
yer verilmesi; bu eseri, Anadolu destan silsilesi içerisinde çok önemli bir ko­
numa getirmiştir. Üslup ve dil özellikleri bakımından ve dönemin nesri açı­
sından hazine değerinde bir dil yadigarıdır.

Saltık-nâme, hakkında çok kıymetli çalışmalar yapılmıştır. Ancak önce­


ki çalışmalar hazırlanırken yararlanılan nüshaların eksik olmasından dola­
yı tam bir metnin ortaya koyulamayışı ve eserin Türkiye Türkçesine akta­
rılıp halka sunulamayışı, bir eksiklik olarak hâlâ karşımızda durmakta idi.

Saltık-nâme’nin tam bir nüshası, Necati Demir tarafından bulunmuştur.


Tam bir nüshasının bulunması, Saltık-nâme’nin yeniden çalışılmasını gerek­
li kılmıştır. Tam metin ortaya çıkma imkanı doğunca eserin, hem Türk hal­
kının hem de bilim dünyasının hizmetine sunulması da zorunlu hâle gel­
miştir.

Saltık-nâme’nin metnini oluştururken şu an bilmen altı nüshaya ulaştık


ve nüshaları tek tek inceledik. Metni kurarken nüshalar arasındaki farklılık­
ların çokluğu, bizi başka arayışlara yönlendirdi. Tenkitli metin hazırlamak
yerine, olaylann tam olduğu bir eser ortaya koymaya gayret ettik. Topkapı
nüshasını esas aldık, Topkapı nüshasındaki [T] eksik kısımları Milli Kütüp­
hane nüshasından [MK] ve Necati Demir nüshasından [ND] tamamladık.
Böylece hikâye kurgusuna sahip metni kurmayı başardık, düşüncesindeyiz.

Edebiyat tarihlerinde ve yayımlanan kitaplarda Saltık Gazi’nin ismi ge­


nellikle “Saltuk” olarak tercih edilmiştir. Ancak, elimizde bulunan ve ilk say­
falan tam olan nüshada eserin başlığı “Haza Gazâ-yı San Saltık”tır. Bütün
yazma nüshalarda bu isim yine “Saltık, Saltıh” olarak geçmektedir. Biz bu
yüzden “Saltık” biçimini tercih ettik. Bu durumu özellikle belirtmekte fay­
da vardır.

Battal-nâme, Dânişmend-nâme ve Saltık-nâme; Türk tarihi, Türk ede­


biyatı, Türk dili ve Türk kültürü açısından son derece önemlidir. Biz bu du­
rumu göz önüne alarak bu üç eseri, hem Eski Türkiye Türkçesiyle hem de
Türkiye Türkçesiyle dizi halinde okuyuculara sunmak için bir çalışma baş­
latmıştık. Çok uzun bir çalışma sürecinin sonunda, serinin son kitabı olan
Saltık-name’yi yayımlamanın heyecanını yaşamaktayız. Eserin muhtevası,
nüshalann farklılığı, olaylann çokluğu ve giriftliği sebebiyle çalışmamız çok
uzun zaman almıştır.

Çalışmamız Giriş, Saltık-nâme’nin Metni (Eski Türkiye Türkçesi), Özel


İsimler Dizini ve Tıpkıbasım’dan oluşmaktadır.

Giriş bölümünde; Türk Kültüründe Destan, Saltık-nâme hakkında bilgi


veren konulanna yer verilmiştir. Saltık-nâme’nin Türk destan kültüründeki
yeri, yazan ve yazılış tarihi, konusu, şahıs kadrosu, coğrafyası, dili ve üslu­
bu, hakkında yapılan çalışmalar ve nüshalan üzerinde durulmuştur.

Çalışmamızın ikinci ve en önemli bölümü, Saltık-nâme’nin trans­


kripsiyonlu metnidir. Metin kurulurken bütün nüshalardan yararlanılmış,
ilk olarak bütün nüshalann çeviriyazısı oluşturulmuştur. Aslında metni,
karşılaştırmalı-tenkitli olarak yayımlamak istemiştik. Ancak çok nüshası ol­
duğu ve nüshalar arasında çok fark bulunduğu için bunun yerine hikâye ve
olay bütünlüğüne dayalı metni ortaya koyduk. Metnin sayfa ve satır numa­
ralan, tarafımızdan verilmiştir. Metin kısmında, bazı özel durumlar hariç,
günümüz imlâ ve noktalama sistemi kullanılmıştır. Metin harekeli olduğu
için yazıldığı dönemin dil özelliklerini aksettirmektedir. Metnin yazılış bi­
çimine genelde bağlı kalmakla birlikte, bazı yerlerde düzeltmeler yapılmış­
tır. Metni kurarken [ ] işareti, bizim tarafımızdan eklenilen veya değiştirilen
unsurlan; { ) işareti ise müstensihin dalgınlıkla yazdığı ve metinden çıkanl-
ması gereken unsurlan ifade etmektedir.

Özel Adlar Dizini Bölümü, metinde geçen şahıs ve yer isimlerini kapsa­
maktadır. İsimlerin önüne, ismin geçtiği varak numaralan verilmiştir. Eser­
de geçen pek çok ismin, tarihî özelliği bulunmaktadır.
Tıpkıbasım bölümüne ise metin kurulurken esas aldığımız yazmalar
yerleştirilmiştir. Yani çeviriyazı metnini kurarken hangi nüshadan hangi va­
raklan almışsak, tıpkıbasım bölümüne de sırasıyla onları yerleştirdik.
Bütün bunlan yaparken gözden kaçmış İlmî ve teknik hatalarımızın bu­
lunmaması elbette mümkün değildir. İçeriği çok geniş olan eser hakkında
eksiklerimiz de kalmış olabilir. Hatalarımızın düzeltilmesi ve eksiklerimi­
zin tamamlanması için konuya vakıf olanlann ve okuyucularımızın tenkidi­
ne muhtaç olduğumuzu belirtir, hatalarımızın iyi niyetimize bağışlanması­
nı temenni ederiz.
Bu eser hakikaten zor şartlar altında vücuda getirilmiştir. İki buçuk yıl­
lık yorucu bir çalışmanın ürünüdür. Ne kadar uygun olur, bilinmez. Fa­
kat bu çalışmaların ne şartlar altında oluşturulduğunun bir örneği olarak
şunu anlatmak yerinde olacaktır. Bu çalıma sırasında, Dr. Mehmet Dursun
ERDEM’in ablası sayın Özlem ÇAKMAK, kanser hastalığıyla boğuşmaktay­
dı. Özlem Hanım; kardeşi Mehmet Dursun ERDEM’e, bu eseri bitirdikten
sonra ziyaretine gelmesini ve kitabı da beraberinde getirip kendisine oku­
masını istemişti. Ancak ömrü yetmedi, eserin bitişini göremedi, kardeşine
de hasret gitti. Bu eserin özellikle üçüncü cildi, gözyaşlanyla birlikte oluştu­
rulmuş bir kitaptır. Dolayısıyla bizi gayretlendiren ama kitabı görmeye ömrü
yetmeyen kardeşimiz Özlem ÇAKMAK Hanımefendiye rahmet diliyoruz.
Yine bizden önce Saltık-nâme üzerine yaptıkları çalışmalarıyla bize yol
gösteren bilim adamlanna, özellikle bu eser konusunda tecrübelerinden is­
tifade ettiğimiz kıymetli hocalarımız Prof. Dr. Halûk Şükrü AKALIN’a, Fa­
hir lZ’e ve Prof. Dr. Kemal YÜCE’ye; Bor nüshasını kendi imkanlarıyla bize
ulaştıran Dr. Mediha (AKSU) KARAGÖZ’e, Arapça ibarelerin çözülmesinde
bize yardımcı olan Doç. Dr. Metin ÖZDEMİR’e teşekkür borçlu olduğumu­
zu belirtmek isteriz.
Bu eseri oluştururken büyük yardımlannı gördüğümüz sevgili ve vefa­
kar çalışma arkadaşlarımız Arş. Gör. Sibel ÜST’e, Tarih Öğretmeni Kubilay
GÜlle ve Arş. Gör. Özkan AYDOĞDU’ya teşekkürlerimizi sunmak, bizim
için çok önemli bir borçtur.

Sivas-Erzincan, 11 Temmuz 2007

Prof. Dr. Necati DEMİR


Yrd. Doç Dr. Mehmet Dursun ERDEM
Bu çalışmamızı; Türkiye'yi Türk vatanı yapan
Dânişmend Gazi, Saltık Gazi.Taptuk Emre, Yunus Emre,
Mevlanâ Celaleddin Rumî, Hacı Bektaş Veli, Güvenç Abdal,
Ahmed Fakih, Ahi Evran, Emir Sultan, Şeyh Edebali,
Karaca Ahmed, Hacı Bayram Veli, Nasreddin Hoca
ile diğer gönül erenlerinin kutlu ve temiz ruhlarına
ithaf ediyoruz
SALTIK GAZİ DESTANI

METİN

TÜRKİYE TÜRKÇESİ
BİRİNCİ CİLT
SALTI K GAZİ DESTANI

BİRİNCİ BÖLÜM

[ND2]* 0 5SARI SALTIK’IN GAZALARI

<2)Bisnülla h irrahman irrah im


0) Elhamdüli'ilahi rabbü’l- ‘âlemin v e ’s-salavâtü v e ’s-selamü ‘ala hayrl
halkihi Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecma ’in <4>emma ba ’de.
Rivayet edenler şöyle anlatırlar ki Sarı Saltık’ın (5) asıl ismi, Hızır’dır.
Seyyid Battal Gazi’nin neslindendir. Gayet yürekli ve cesur bir (6) yiğittir. Kırk
yaşına geldiğinde evliyalar arasına girip Allah dostlarından birisi olmuştur.
Onun çok sayıda gazanamesi ile (7) çok sayıda cengi vardır. Kâfirler, “Baba”
diye yâd ederlerdi. On iki yerde makamı vardır. Baba (8) dedikleri Babadağı’nı
Sarı Saltık fethetmiştir. Hâlâ kasabada makamları ve tekkesi bulunmaktadır.
Tekkenin koyunu ve sığırı <9) çoktur. Edime ile İstanbul arasında olan
Babaeskisi’ni de o fethetmiştir. Kasabanın <10) kenarında olan kubbe, Sarı Saltık
makamıdır.
Kâfirler, Sarı Saltık’ın ölümünden sonra yine bu kasabayı aldılar. Daha
sonra (ll) burayı Sultan Orhan fetheyledi ve ayrıca Bursa’ya deniz yolu ile
giderken Babakıyas da meşhurdur.
Rivayet eden anlatır; Seyyid Battal <l2) Gazi, rüyasında Hazret-i
Peygamberi gördü. Hazret-i Peygamber, ona:
-Oğlum! Senin neslinden bir şahıs gelecek. İsmi, Hızır olacak. Yani, (l3)
Sarı Saltık olacak. Anadolu’ya gelip nice kiliseler harap edecek. Anadolu, onun
sebebiyle İslam (14) ile dolacak. Onunla ümmetim kuvvetli olacak ve çok
kâfirleri bilek gücüyle Müslüman edecek. Sen ise çok kısa bir zamanda tl5)bana
ulaşacaksın. Şehit olup şehadet şerbetini içeceksin, deyip gözden kayboldu.
Seyyid (16) Battal uyanıp:

Necati D em ir nüshası: Saltık Gazi Destanı’nın ilk tespit edilen beş nüshasında, destanın
giriş kısmı yoktur. Necati Demir’in özel kütüphanesinde bulunan Saltik-name nüshası tam
olduğa için destanın giriş kısmı bu nüshadan alınmıştır. Bu sebeple beş numaralı metne
kadar olan bölüm, Prof. Dr. Necati Demir (ND) nüshası esas alınarak çeviriyazısı
yapılmıştır (Adı geçen nüsha hakkında geniş bilgi için bk. Necati Demir, “ Saltuk-nâme’nin
Yeni Bulunan Altıncı Nüshası Üzerine”, Bilge, S. 15, Kış 1998, s. 58-61).
“Alemlerin Rabb ’ı olan Allah ’a hamd ü senalar olsun. O ’nun salat u selamı yaratılanların
en hayırlısı olan Hazret-i M uhammed’in ehl-i beytinin ve sahabelerinin üzerine olsun.
Bundan sonra ” anlamında dua cümlesi.
-Es-salavatü ve ’s-selam, deyip hemen çabucak bu olayı bir kâğıda not
etti ve yanına bir de vasiyetname (l ’ yazıp bir adam ile Malatya’daki dostlarına
gönderdi. Vasiyetnamede:
-Bu vasiyetnameyi iyi (18) saklayın. Seyyid Hızır’a erişince ona veriniz,
dedi.
O adam, (,9) vasiyetnameyi aldı, çıkıp gitti. Daha sonra Seyyid Battal
Gazi, Mesih Kalesi’ne gitti. (20) Birkaç gün cenk ettikten sonra Hazret-i Seyyid
Battal (2I) Gazi, Mesih Kalesi üzerinde şehit oldu. (22) Rahmetü’llahi ta ’ala
'aleyhi bi-rahmeten vasi'aten”* Son çengini [ND3] (1) Ravza-ı Mutahhara-ı
Resulu’llah’ta sallalahu ta ’ala ‘aleyhi ve selem rüyasında görmüştü:(3)
-Oğlum! Senin toprağın Anadolu olacak ve şehadet şerbetini (4) orada
içeceksin. Lâkin İslam üzerine bir bölük kâfir (5) yine hücum etti. Gidip onları
engelle, bu defa da İslama yardımcı ol ve (6) hizmet et, diye buyurdu. Seyyid
Battal Gazi uykudan uyanıp: (7)
-Es-salatü v e ’s-selamii aleyke ya Resul. Hey, hey! Allah, Allah! Ben
dilerdim ki (8) Hazret-i Peygamber’e yakın bir yerde şehadet şerbetini içeyim.
Lâkin hüküm, Allah’ındır, (9) deyip savaş araç gereçlerini ve silahlarını giydi:
-Ey Huda! (10) Yaşlı, zayıf ve çaresizim. Çok çaresizim, diyerek (ll)
kâfirlerin diyarına gitmek üzere yola çıktı.
Bir iki gün yürüdü. Bir gün kaba kuşluk vaktinde gördü ki (12) bir adam
gelmekte. Önüne çıkıp kim olduğunu sordu. Malatya’dan, kendi dostlarından
<l3) imiş. Tanıdı, merhabalaştı. Gelen kişi de Seyyid’i tanıdı, elini ve ayağını(l4)
öptü ve şöyle dedi:
-Ya Server! Dostlarının üzerine kayser (l5)oğlu Kanatos iki yüz bin asker
ile hücum eyledi. Sizinle yaptığı <l6) anlaşmayı bozdu. Dostlarınız, beni size
gönderdi. Şükürler olsun, (l7) şimdi size rastladım, uzak yolum yakın oldu, dedi.
Battal Gazi, bunları duyunca:(18)
-Allah’ın selamı üzerine olsun ya Resul, dedi. Sonra ikisi birlikte yola
çıktılar.
(19) Battal Gazi, Malatya’ya gelip dostları ile görüştü. Hemen (20)
Abdülvehhab Gazi ’y i başkomutan olarak görevlendirdi. Yirmi bin kadar İslam
askeriyle (21) kâfirlerin üzerine sefere çıktılar. Kâfirler, Mamuriyye’yi yani
Ankara’yı [ND4] (1) kuşatmışlardı. Mamuriye Dağları, kâfir askerleri ile dolup
taşmıştı. Mamuriye halkı, (2) bunlardan âciz kalmıştı.
İslam askerleri, bir tepe üzerine çıkıp (3) baktı. Bir de ne görsünler? Dağ
taş, her taraf kâfir ile dolmuş. Seyyid Gazi, (4) tepe üzerinde durup kâfirlere

Allahuteala, ona çok rahmet etsin.” anlamında dua cümlesi.


**
Geniş Bilgi için bk. Necati Demir-Kutlu Özen, Abdülvehhâb Gâzi ve Gaza Arkadaşları,
Sivas 1996.
karşı gök gürlemesi gibi bir nara attı. Öyle haykırdı k i(5) sanki o ovada deprem
oldu. Çağırıp:
-Ey Kanatos! Hani bana verdiğin (6)söz? İslama kast etmeyeceğim, diye
yemin ettin. İslama yeniden kast etmek (7) nereden icap etti, dedi ve İslam
askerine işaret verdi.
(8) Bir taraftan gaziler tekbir getirip kâfirlere hücum ettiler. Kâfirler de
yürüdü. Cesetlerden tepeler oluşmaya başladı. Seyyid Gazi, öyle savaştı ki
kâfirleri (l0) üç gün, üç gece kırdı. Kâfirleri yendiler. İki (ll)bin kişiyle Kanatos
kaçtı, Mesih Kalesi’ne sığındı. (12)
Seyyid Gazi, kırılan kâfirlerin malını ve davarlarını bir araya topladı,
müminlere (13) taksim etti. Beşte birini de Bağdat’a halifeye gönderdi ve
söyledi:
-Ey müminler! (l4) Sizler geriye Malatya’ya dönün, şehri bekleyin. Ben
kayserin <l5> ardından yetişip bulunduğu mekânı başına yıkayım. Mevla izin
verirse kendisini esir ve helak edeyim. Lâkin ömrüm sona yaklaştı.<17)
Birlikte bunca nimet yedik ve karındaşlık ettik. Hepsini bana helal edin.
Oğullarına <l8) çok vasiyetler edip vedalaştı. Sonra kayserin bulunduğu yeri
öğrenip <l9)Kanatos’un yanına gitmek üzere yola çıktı.
Bir gün Mesih Kalesi’ne ulaştı. Kalenini karşısında (20) bir tepe üzerinde
nara attı, dolaşıp yattı. Rüyasında Peygamberi (2l)gördü. Buyurur ki:
-Ya evlat! Bu kalenin harap edilmesi ve bu ilin fethi [N D 5](l)için senin
neslinden bir şahıs gelecek. İsmi Hızır, lakabı Sarı Saltık olacak. (2) Anadolu’ya
ayak basıp nice kiliseleri harap edecek, nice kâfiri İslama (3) döndürecek. Sen
ise çok kısa bir zaman içerisinde bana ulaşacaksın. Şehit olup şehadet şerbetini
(4) içeceksin, deyip gözden kayboldu.
Seyyid Battal Gazi (5) uyanıp, “Es-salatü v e ’s - s e l a m dedi. Hemen bu
olayı bir kâğıda (6) yazdı. Yanma bir de vasiyetname yazıp bir adam ile
Malatya’daki dostlarına (7>gönderdi:
-Bu vasiyetnameyi iyi saklayın. (8) Neslim Seyyid Hızır’a ulaştığınızda
ona veriniz, dedi.
O adam vasiyetnameyi (9) alıp gitti. Battal Gazi, üç gün o kaleye hücum
etti. Sonunda,(l0) Mesih Kalesi’nin üzerinde şehit olup şehadet şerbetini içti.(ll)
Kâfirler hücum ettiler ki Seyyid BattaPm (12) mübarek cesedini ateşte yakalar.
Tanrı bir yağmur (13) verdi. Gök gürledi, şimşekler çatladı, Seyyid’in cesedini
kum ve toprak ile (14) örttü, belirsiz etti. Hikâyenin geri kalanı, Battal Gazi
Destanı'nda* anlatılmaktadır.

Geniş bilgi için bk. Necati Demir-Mehmet Dursun Erdem, Battal Gazi Destanı, Hece yay.,
Ankara 2006; aynı yazarlar, Battal-nâme, Hece yay., Ankara 2006.
[T6]* (3) Seyyid Battal Gazi şehit olduktan uzun bir süre sonra Eyne Gazi
ve Melik Danişmend (4) Gazi * geldi. Kâfirleri kırıp güçsüz bıraktılar.
Anadolu’da Kıravan ili, ki ona şimdi Karaman (5) derler, Müslüman olup
yürüdüler. Harcıvan ili, ki (6) şimdi ona Bercan ili (Amasya) derler, orayı
düşmanlardan aldılar. Bu bölgede gazalar yaptılar. Kâfirler ve o (7) diyarların
beyleri yollara bekçiler koydular. Kuş uçurtmaz oldular. Surlar yaptılar,
kaleler inşa (8) edip içerisine çekildiler.
Müslümanlar, bir çaresini bulamadılar. Buğur Denizi’nden (9) gemiye
bindiler, yola çıkıp geldiler, Anadolu’da Cezire-i Uşşak’a yani Sinop’a çıktılar.
(10) Seyyid Gazi’nin neslinden ve Ali oğullarının aslından, ki burada
zikredilmektedir, (II) Seyyid Haşan ibn-i Hüseyin ibn-i Muhammed ibn-i Ali ile
gelip adanın önü ve (12)yam ile muhkem kaleyi feth ettiler,<13) içine girdiler.
Seyyid Battal Gazi zamanında Emir Ömer, ki Malatya beyidir, onun (I4)
neslinden Emir Ali o diyarın halkını hoşgördü. Seyyid [T7] (1) Hüseyin’e
hatiplik verdiler. O kale sarp idi yürüdüler,(2) kâfirler ile savaştılar, gazalar
ettiler.
O zamanlarda doğu tarafından (3) Cingis Han, halife üzerine sefer
düzenledi ve hücum edip halifeyi şehit ettiler. (4) Çıktılar, Bağdat’ı aldılar.
Anadolu’ya geldiler, denizi geçtiler, <5> kâfirleri birbirine çiğnettiler. Geri dönüp
Anadolu’ya geçtiler. Üngürüs (6) kâfirleri yürüyüp eriştiler. Cingis’i (7) ardından
bastılar, nefes aldırmayıp (7) bütün askerlerini kırdılar. Halife yerine Al-i Selçuk
padişah oldu, Sultan Mahmud (8) Sebüktigin tahta oturdu. Acem’den gelip
Mısır’da Sultan Tahir, hilafet makamına oturdu, (9) Mısır’a hükmetti. Abbas
zayıf düştü, <12) halifenin çocukları ortadan kalktı. (10) Fakat Sultan Tahir şöyle
yemin etti:
-Mısır’a kuldan sultan olacak, halife (ll)üç gün tahtta oturacak. Ona sonra
teslim edecek, adalet ve dinin kurallarıyla (l2) hükmedecek.
Sultan <l6)Tahir de çok gazalar yaptı, denizleri <l3) Frenklerden fethetti.
Sonunda Seyyid Hüseyin vefat etti. Oğlu Haşan yiğit idi (M) ona hatiplik
verdiler. Çok gazalar etti. Şöyle ki Harcuna yani Amsaya vilayetinde onun (l5)
heybetinden kimse evinden dışarı çıkamazdı. Harcenan yani Amasya meliki,
hile ile [T8] (1>Hasan’a zehir verdi. Haşan, o vakit Kastamonu’ya gidip oturdu.
(2) Fedai erişip Seyyid’i gördü, gafil yakalayıp Seyyid’e su ile zehir (3) verdi.
Seyyid vefat etti. Bazıları da şöyle anlatır; o kâfir, Seyyid’e hançer ile vurup
şehit(4) etti.
Seyyid öldükten sonra halk, Seyyid’i alıp bir dağ üzerine çıkardı, onu
orada gizlice (5) defnettiler. Oğlu vardı, adına Şerif Hızır derlerdi üç yaşında
idi. (6) Şerifin anasına Rebi derlerdi çok üzüldü, başka bir kimseyle evlenmedi

Bu kısımdan sonra Top kapı nüshası esas alınmıştır.


**
Geniş Bilgi için bk. Dânişmend Gazi Destanı, Hece yay, Ankara 2006.
Seyyid’e (7) pek ilgi göstermediler. O, büyüyüp yiğit (14) oldu. Adına
Abdülaziz derlerdi, Şerife ilim (8) öğretti. Şerif Seyyid, ilimde olgunlaştı,
fakirlik onu çok zor bir duruma soktu. (9) Bu arada annesi de vefat etti. Defnedip
üzgün bir şekilde oturdu. Bir lalası vardı, (10) adı Seravil idi. Lalası, içeri girdi:
-Niçin üzgünsün, ciğerimin köşesi, dedi. (ll) Şerif ağladı:
-Benim hâlimden senin haberin var mı? Annem öldü, yalnız kaldım. (12)
Hitabeti başkalarına verdiler, bana niçin vermediler, dedi.
Seravil; Şerifin elini tuttu, Emir (13) Ali’nin huzuruna geldi:
-Ya Emir! Bu Şerifin hâli budur, babasının yerini ister, dedi. <l4)
Emir Ali de Şerifin hakkını vermedi. Eline dilekçe verdiler, Sultan
Süleyman Sebüktigin (l5) neslinden idi, padişah oldu, ona gönderdiler.
Şerif, sultana [T 9 ] (1>erişince durumu haber verdiler. Sultan emretti:
-Getirin, göreyim, dedi.
O <2) vakit sultan, Gazvin’den tarafa, Azerbaycan’a gelmişti. Niyeti <3)
Anadolu’ya gelmek ve buraya yerleşmekti. Şerif, ona erişince sultanının yanma
çıkıp <4) elini öptü, saygı gösterdi. Padişah baktı, Seyyid’m güzel (5) yüzünü
gördü:
-Merhaba ya Şerif, dedi.
Şerif, henüz on dört yaşında <6) idi. Sultan, Seyyid’e hâzineden maaş
verilmesini emretti. Günlük kırk dirhem şahî*(7) verdiler.
Sultan; Anadolu’ya geldi, av yapardı. Şerif, önünden hiç (8> av
kaçırmazdı. Sultan, Şerifte hünerler gördü, döndü lalası Seravil’e : <9)
-Bu, atası Hasan’dan daha yiğit olacak, dedi.
Sultan; kaftanlar ve mallar bağışladı, geri (l0) şehrine gönderdi. Şerif
gelince Harcınevan yani Asmaya beyine, İstanbul’da oturan (l ) Rum kayseri
aslından Elyon Yahş tekfurdan elçiler geldi:
-Sizlere müjdeler (l2) olsun! Cingis’in Filban’da üç bin askerini kırdılar,
göz (l3) açtırmadılar. Frenk padişahı, dokuz Rum beyi ile ittifak etti, asker
topladı. (l4) Bir milyon Hrıstiyan ve Nasranî yürüyüp Muhammedîleri ortadan
<l5) kaldıracak. Bunca yıldır yaptıklarının intikamını alacaklar. Mekke’lerine
tekrar putlar koyup [T10] (1Jdolduracaklar. İşte Rum beyi Edime, İç il askeri(2)
ile Gelinbolu Boğazı’ndan geçti. Gidip öte yakada olan Rumîlerin <3) hepsiyle,
Harcınevan yani Amasya kavmiyle, Vuşak-ı Tekür ile yardım edin. Hazırlanın,
biz de (4) ulaşmak üzereyiz. Ayrıca Mamuran’a geliyoruz, orada toplanınız. (5)
Üngürüs beyi Serdal-ı Asferî, orduya baş komutan olmuştur, bilesiniz, dediler.
Harcınevan yani Amasya (6) meliki Tırbanos emretti, şenlikler yaptılar.
Haraç verdi,(7) Haynup’a yani Sinop’a haber gönderdi ki:

Şahî: Eskiden gümüşten, sonraları bakır ile nikelden yapılan bir İran parası.
-Vaktinize hazır olun, size neler edecekler, <8)dedi.
Şerif, Emir Ali’nin yanma oturuyordu. Hemen ayağa kalktı. (9) Gelen
elçinin yüzünü ve kulağını kesip eline verdi:
-Allah, bu fırsatı Müslümanlara <l0) vermiştir. Bilmezler mi ki bizim
neslimizden Seyyid Battal, onlara ne işler etmiştir. (II) Hâlâ onun adından
korkarlar, çocuklarını onunla korkuturlar. Onlara (l2) bir iş edeyim ki onu
unutup beni analar, dedi.
Elçi gelince haber verdi. (13) Tırbanos, o elçiyi İstanbul’a teküre gönderdi.
Tekür lain (I4) elçiyi dinledi. Daha sonra Üngürüs kralına bildirdi. Kral, gazaba
gelip askerlerini topladı. (15) Hemen geçide doğru yola çıktılar.
Bu tarafta, Şerifin yaptığına [Tl 1] (1)beyler çok öfkelendi:
-Sen bu tür işleri niçin yapıyorsun? Henüz bir çocuksun. (2) Senin bu tür
işleri yapman doğru mudur, dediler.
Şerif onların sözüne (3) incindi, üzülüp evine geldi, yattı, uyudu.
Rüyasında Seyyid Gazi’yi (4) gördü. Ona:
-Ciğerimin köşesi! Kalk, sefere çık. Senin karşmda (5) kimse duramaz.
Yürü, filan mağaraya var, benim bindiğim Aşkar’ı orada(6) bulacaksın. Ayrıca
savaş aletlerin ve elbiselerin de orada. Tiğ-ı Dahhak’ı beline tak. Keyyus’un
süngüsünü ve diğer (7) silahları da al. Güştaseb kalkanı ve Hamza’nm bütün
silahları oradadır, dedi.
(8) Şerif uyandı, Seyyid’in ruhuna dua etti. Kalktı, o dağa çıktı,
mağarayı buldu. Gördü ki içinde bir at bekliyor. At; sarı, alnı sakar, ak tüyü
güveze (10) benzer. Şerife karşı yürüdü, sonra geri kaçtı. Şerif ileri yürüdü, atı
tutup bindi. (ll) Sürdü, şehre geldi. Şerifi savaş elbisesini giymiş gördüler:
-Ne yapıyorsun, bu ne hâl, dediler.
-Kuşandım, hazırlık yaptım, (l2) gazaya gidiyorum, dedi. Abdurrahman-ı
Sülukî gelip:
-Ya Şerif! (I3) Harcınevan’da yani Amasya’da babanı daha yeni
öldürdüler, sen burada laf ediyorsun. Senin ilk işin, (l4) babanın intikamını
almaktır. Eğer er isen onu yap, kâfirlerden hakkım (15)al, dedi.
Şerif, onun sözüne daha da incindi. Ertesi gün Harcmevan’a yani
Amasya’ya gitmek üzere [T12] (l)yola çıktı.
Diğer tarafta, Harcınevan yani Amasya meliki de ordusuyla Tayy
Ovası’na <2) konmuştu. Tekfurun gelmesini bekliyordu. Orada (3)bir kilise vardı,
içinde kırk ruhban oturuyordu. Harcmevan yani Amasya meliki her gün o (4)
kiliseye gelirdi, küfrünü yapıp giderdi.
Şerif, dört kitabı (5) okumuştu, on iki türlü dil bilirdi. İlmi, ehlinden
öğrenmişti. <6) Şerif, doğru Aşkar’ı bulduğu mağaraya geldi. (7) O mağaranm
önünde indi, oturdu:
-Atımı bu mağarada bırakayım, varıp (8) Tırbanos’u bulayım, bakalım
nasıl olur, dedi.
Mağaraya atım koydu, namazım kıldı. (9) Doğru o klişeye geldi. Tırbanos
orada idi. Kargaşa içindeydiler, <10) hem de kalabalık idi. Bir yere gelip oturdu.
Akşam olup Tırbanos’un (ll) çadırına gitmesini bekledi. Ruhbanlar kalktılar.
Baktılar, (l2)Şerifi gördüler:
-Kimsin, diye sordular. Şerif:
-Harcınevan yani Amasya melikinin kullarındanım. Ruhbanı (l3) dinlemek
için kaldım, dedi.
Şerifi hoşgördüler. Seyyid Şerif oturdu. Ulu (14) papazları kalkıp minbere
çıktı, ruhbanlara:
-Biliyor musunuz ki bu Muhammedîler (l5) bize niçin galiptir, sebep
nedir? Cevap verdiler:
-Bilmeyiz, dediler. O rahip:
-Bunun sebebi [T13] (1) şudur; Peygamberlerinin sözünü tutarlar, birbirine
muhabbet ederler. Ruhbanın (2) biri:
-Bu Türkler, öldüklerinde cennete girerler mi, diye sordu. Rahip:
-Girmezler, (3) fakat gelirler, kapıdan bakarlar, sonra geri giderler, dedi.
O sırada ruhbanlar içinden on <4) yaşında bir oğlan ayağa kalkıp, geldi.
Papaza sövdü ve:<5)
-Ey murdar! Yalan söyleme. Şimdi dünyada Türkler sizi evinizde, <6)
mülk ve diyarınızda durdurmayıp çıkarırlar. Gelip cennet kapısından (7) bakan
Türk, girip sizi cennet içinden çıkarmaz mı? Öyle susup geri döneceklerine <8)
inanmıyorum, dedi. Rahip:
-Senİncil ve Mesih’i inkâr ediyorsun, (9) dedi. Oğlan:
-Siz inandınız da ne fayda buldunuz? Bunları görün. Nasıl (l0) tepenizi
dövüyorlar, görün, dedi.
Ruhbanlar yerlerinden kalkıp oğlanı dövmeye niyetlendiler. (11) Oğlan
kaçarak Şerifin üzerine geldi. Şerif yerinden kalktı, (I2) o ruhbanın birine öyle
bir yumruk vurdu ki <l3) tepesi üzerine yıkıldı. Papazın cam cehenneme gitti.
Rahipler, oğlanı bırakıp (14) Şerifin üzerine yürüdüler. Şerif; kilise kapısını
kapattı, kılıcını eline aldı. ( 5) Ruhbanları tutup otuzunu kırdı, onunu da
yaraladı. O ulu papaz, [T 1 4 ](l) Şerif e:
-Sen kimsin, sen niçin bizi bu hâle getirdin, dedi. Şerif:
-B en(2) peygamber nesliyim, dedi.
Rahip, peygambere küfretti:
-Sen bir genç (3) oğlan olasın, bunun gibi iş yapasın. Muhammedîler
sihirde maharetliymiş, (4) dedi. Şerif, bunu duyunca:
-Bre melun! Ben sana seni bildireyim, deyip, (5) öfkelendi. O oğlan:
-Ya Şerif! Muhammed’i seversen vur bunların (6) boyunlarını, aman
verme, dedi.
Şerif, hemen kılıcını eline alıp onların boyunlarını vurdu. (7) Kilise içinde
ne buldularsa aldılar, geri yola revan oldular. Sürdüler, o (8) mağaraya eriştiler.
Oğlanın yanı sıra, Abdüsselim’in iki oğlu Muhammed ve Ali de çıkageldi.
Seyyid Şerif, onları görünce sordu:(l0)
-Niçin geldiniz? Onlar:
-Sizi arıyoruz. Neredesiniz?
Seyyid Şerif, mağaradan(ll) tarafa gitti ki Aşkar’ı ala. Gördü ki Aşkar’ın
yerinde, gök renkli (12) at bağlı. Aşkar, bütün savaş aletleri ve silahlarla ortadan
kaybolmuş. Hatta Tiğ-ı Dahhak’ı <l3) bile eyere asmış, bırakıp gitmiş. Yazılı bir
mektup gördü, atm alnı (14)üzerinde asılı. Eline alıp okudu:
-Ya Şerif! Bu at, İmam Ali’nin Zülcenah (l5) atıdır. Bu ata; Hazret-i
Resul, Hazret-i Ebubekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, [T 1 5 ](l) Hazret-i
Ali, Haşan, Hüseyin ve Abbas binmiştir. Üzerindeki silah, Hazret-i Ali’nindir.
(2)Al, bununla gaza et, Aşkar’dan feragat et. Nasibin bu kadardır, demiş.
<3) Server o atı çekip dışarı çıktı, atı bağlayıp oturdular, yemek yediler.
Arapça <4)konuşurlardı. Zira Haynup halkı Arap idi. Şerif, oğlana:(5)
-Adın nedir, diye sordu. O Rum oğlan:
-Hüsrev’dir, dedi. Şerif, tekrar adını Hüsrev(6) verdi. Orada dinlendiler.
Diğer tarafta ertesi gün Tırbanos, kiliseye geldi. (7) Ruhbanların helak
olduğunu görünce feryat etti, etrafa (8) adamlar saldı. Bunu kim yaptı, diye
soruşturmaya başladı. Şerifin ardından Tırbanos’un adamları<9) yetiştiler. Şerif,
hızlıca sıçrayıp Zülcenah’a bindi. Karşılayıp (I0) gelen kâfirleri bir bir kamkam
kılıcıyla tepeledi dört kâfiri helak 015 etti. Üçü kaçıp gitti.
Şerif atını sürdü, Cezire-i Uşşak’a yani Sinop’a geldi. Şehir-i <12)
Haynup’a girdi. Dostları onu karşıladı, saygı gösterdiler. Hep birlikte mescide
inip oturdular. (13) Şehir beyi Emir Ali gelmedi. Şerif sordu:
-Bey nerede? Oğlu Emir <14)Osman:
-Hastadır, dedi.
Şerif gelip Emir’i ziyaret etti hatırını sordu. (15) Birkaç günden sonra
vefat etti. Emir Osman, sultanm huzuruna varıp [T 1 6 ](1) ferman aldı, geri geldi.
Diğer tarafta, üç kişi kaçarak Tiryanos’un yanına (2) geldi hikâyeyi
bildirdiler:
-Bu işleri yapan bir genç oğlandır, dediler. Tirbanos (3) melunun casusları
da gelip:
-Bu işleri yapan, Haynup’ta Şerif (4)Hasan’ın oğlu Şerif Hızır’dır, dediler.
Tiryanos bu haberi işitince öfkelendi, (5) Emir Osman’a elçi gönderdi.
Elçi, Haynup’a geldi. Mektubu getirdi, (6) şehir beyi Osman önüne koydu.
Y azmış ki:
-Bana itaat eyle. Şerifi tut, bana <7) gönder, öldüreyim, intikam alayım.
Yoksa kuşatır bu adayı(8) alırız, sizleri kırarız, demiş. Şehrin önderleri:
-Nasıl yapalım? Bu kavgayı bu oğlan <9) çıkardı. En iyisi Şerifi
Tirbanos’a verelim, belayı üzerimizden (I0) def edelim, dediler. Emir Osman
başını kaldırıp:
-Ey halk! İslam dini (11) yolunda çalışıp çabalayanı böyle mi edersiniz?
Siz, nasıl peygamberin neslini tutup kâfire verebilirsiniz? Hepimizi (12) kırsalar
bile biz böyle yapamayız, dedi.
Sad bin Ubade’den nakildir: <13) Bir gün Osman’ın halifeliği zamanında
bir kişi Hazret-i Ali’ye sövdü. Osman, dilinin kesilmesini emretti. (14) Ali,
kendisi rica ederek kurtardı. Hazret-i Ömer hilafette iken (15) bir münafık
Hasan’a ve Hüseyin’e kötü gözle baktığı için onun iki gözünü çıkardılar.
Hazret-i Ebu Bekir, [T17] (1) Haşan ve Hüseyin’i gördüğü zaman ayağa kalkıp
onlara değer verirdi, dizine alıp (2) okşardı. Hazret-i Resul onlara, “Gözümün
nuru!” derdi. Siz onun neslini ne (3) sebeple tutarsınız, el vurup kâfirlere
verirsiniz, münafıktan yana olursunuz, dedi.
Orada bulunanlar, utancından <4) başlarını önüne eğdiler. Emir Osman,
elçiye:
-Git, beyine haber ver, o bize gelmezse (5) biz ona varırız. Dünyanın kaç
bucak olduğunu ona gösteririz, dedi. Elçi, bu söz üzerine oradan ayrılıp gitti.
(6) Bu tarafta Şerif, kendisi, başına iki işaret koydu. Biri kızıldır. K
Hüseynîlerin elbisesidir. (7) Biri de yeşildir. Yeşil Hasanîlerin elbisesidir. Bu
Seyyid, bu Said şehit alametleriyle donandı. (8) Zira Şerif, baba tarafından
Hüseynî ve anne tarafından da Hasanî idi. Atını sürüp mescide geldi, Emir (9)
Osman’ın huzuruna çıktı. Talha ibni Abdülaziz:
-Ya Seyyid! Emir (10) hazretleri, seni Tiryanos’tan kurtardı, dedi. Şerif:
-Tiryanos’un elçisinin istekleri ne idi (ll)bana söyleyiniz, dedi.
Durumu anlattılar. Şerif:
-Ben Tiryanos’u ele geçirmeden (!2) ölmem, dedi.
Dostlarına veda edip atına bindi, yola çıktı. (13) Emir Osman, engel
olmaya çalıştı. Fakat baktı ki çaresi yok, ısrardan vazgeçti. Şerif, atını sürdü.
Tiryanos’a (4) erişti, kendisini onun beylerine tanıttı:
-Ben Frenk’ten geliyorum. Frenk, (I5)batı taraftadır. İşittim ki krai asker
toplarmış. İslam toprağı [T18] (l) üzerine yürüyecekmiş. Geldim ki bu beylere
hizmet edeyim. Tiryanos baktı, (2) gördü ki bu yiğit bir gençtir:
-Ben Harcmevan yani Amasya (3) beyi Tiryanos’um. Türklerle göğüs
göğüse duruyorum, onlarla mücadele ediyorum. Rum’un kapısı, benim <4)
elimdedir. Bana hizmet edersen benden yaramazlık görmezsin, dedi.
Şerif, razı (5) oldu. Tiryanos, Şerifi iç oğlanı olarak yanına aldı. Çok
sevindi. Sevindiğinden birlikte kalkıp <6) ava çıktılar. Biraz av yaptılar. Yalnız
kaldılar. Tiryanos, bir dereye indi. Şerif e:
-Gel beri,(7) dedi.
Şerif, bunu fırsat bilip yanına indi. Tiryanos lain, kast etti ki Şerif e (8) el
uzata, öpe ve kucaklaya. Şerif, yumruk ile onun göğsüne vurdu. At ile geri geri
<9) kaçtı. Tiryanos öfkelenip kılıcını eline aldı, koştu. Şerif, Sad Vakkas (10>
yayını çabucak kurdu, bir ok çıkardı. Oku öyle bir attı ki Tiryanos’un
boğazından dışarı çıktı. (ll) Tiryanos atın üzerinden düştü, can verdi. Seyyid,
hemen atından indi. Onun başını kesip (12) heybeyesine koydu. Oradan ayrılıp
yola çıktı.
Tiryanos’un askerleri biraz sonra geldi, beyler onun başını (l3) buldu,
feryat ve figan ettiler. İstanbul tekürüne haber saldılar, durumu bildirdiler. (14)
Tekür, İç ilde yani Edime şehrinde idi. Bu haberi krala gönderdi. Kral lain,
haberi(l5) duyunca buyurdu:
-Ordu hazırlanıp yürüsün, dedi. Kıravan melikinin ve Yunan [T19] (1)
beyinin oğlunu önden gönderdi:
-Gidin, sizler Türklerden (2) ilinizi alın. Yunan tahtı Kayseri’dedir,
KıraVan’dadır, dedi. <3) Yaklaşık kırk bin asker ile geldiler, denizi geçip
yürüdüler.
Bu tarafta Emir Osman, sultana haber gönderdi. Durumlarını ve
düşmanın geldiğini bildirdi. (5) Bu arada Şerif de çıkageldi. Tiryanos’un başını
getirip en yüksek burca astılar. Gemileri (6) de denizde hazır ettiler. Eğer
kâfirlere karşı koyamaz isek binip denize açılırız, (7) diye kırk parça gemi
hazırladılar. Müslümanlar toplanma borusu çaldı, yaklaşık on bin kişi (8)
toplandı. Hazırlık yaptılar.
Diğer tarafta, Harcmevan yani Amasya halkı yas tuttu. Tiryanos’un oğlu
Şemmas’ı, babasınm yerine geçirip asker topladılar. Otuz bin er ile <l0)
yürüdüler, Cezire-i Uşşak’a yani Sinop’a gelip burayı yağmaladılar.
Müslümanlar kaçıp 01'kaleye girdiler, savaş hazırlığı yaptılar. Kâfirler, gelip
kaleyi (12) kuşattı.
Bu tarafta sultan, Müslümanların meliki, Mısır’a ve Horasan’a adamlar
gönderdi. Duyurular yapıp <13) asker topladılar. İslam diyarından dört yüz bin
asker topladılar. (14)
Diğer tarafta Kıravan, büyük bir ordu ile Anadolu’ya (15) geçti, Anguriyye
şehri üzerine yürüdü.
Bu taraftan [T20] (1) Harcmevan yani Amasya ordusu, Haynup’u (Sinop)
kuşattı. Çok şiddetli savaşlar (2) oldu. Müs limanlardan Abdurrahman-ı Sülukî,
Şerife:
-Ey uğursuz! (3) Senin öcün için bu halk ya esir olacak ya da helak
olacak. Bu belayı başımıza sen açtm, dedi. Şerif öfkelenip:
-Kâfirler (5) arasında bulunuyorsunuz, niçin gaza yapmıyorsunuz, dedi.
Abdurrahman:
-Sen (6) çok yürekliyesen dışarıya çık, bu kavme cevap ver. Hile ile bir iş
kendini ne sandm, dedi. Şerif:
(7) yaptın,

-Gelin, dışarı çıkalım. Er, anadan nasıl doğarmış görün, dedi.


Şerif, delikanlılığa o yıl adım atmıştı. Yoldaşlarma <9) emretti, kırk kişi
savaş elbiselerini giyip dışarı çıktı. Başları (l0) üzerine ak bir tülbentten sancak
diktiler. Şerif bir nara attı. Sandılar ki (ll> yerler yarıldı, gökler yıkıldı. Halk,
takdir etti. Şerifin narasmı yeni işitmişlerdi. (12) Herkes hayran oldu. Şerif,
Zülcenah’ı (13) meydana sürdü, gösteri yapıp er diledi. Karşısına Kars-ı Rum
geldi. (l4) Bir süre cenk ettiler. Sonunda Şerif, Kars’a kılıcı öyle bir vurdu k i(l5)
başıyla bir kolu havaya uçtu. Düştü, can verdi. Ardınca biri daha [T21] 0) girdi.
Onu da öldürdü. Yedi tane daha kâfir tepeledi. En sonunda meydana girmeye <2>
kimse artık cesaret edemedi. Bakıp durdular.
Şerif, atını tepip düşman askerlerinin alayına (3) saldırdı. O kırk yâran de
atlarını tepti, saflar bozdular, sancaklarını yere yıktılar. (4) Kâfirler dağıldı,
dönüp kaçtılar. Şemmas lain, dönüp Harcmevan (5) diyarına, yani Amasya’ya
ulaştı. Korkusundan dağ başındaki hisara (6) saklandı, kapıyı kapatıp oturdu.
Müslümanlar, orada olan kâfirleri kırdılar. (7) Mallarını ganimet ettiler, Şerife
dualar ettiler, şehri kuşattılar. Sultana (8) fetih haberini gönderdiler, hediyeler
verdiler.
Diğer tarafta kral lain, Anguriyye (9) şehrine geldi. Acem ve
Arabistan’dan çıkan askerler, İslam padişahı Süleyman ile <l0) çıkageldi.
Kavaniyye şehrinde hazırlık yapıp yola çıktılar. Kâfirlerin öncüleri yürüdü.
Yunan ve Kıravan meliki ve diğer kâfirler <l2) orduları ile yetişip geldi. Bu
taraftan Şerif, bin yiğit ile <l3) yola çıktı, sultanın yanma geldi, orduya karıştı.
O zaman Selçuklu sultanı, (l4) Sultan Gıyasüddin Keyhusrev idi.
Süleyman vakti derlerdi. (15) Şerifi görünce lütufta bulundu. Karşısında yer
gösterdi, oturttu. [T22] (l) Burada savaş için tedbirler düşündüler. Hep birlikte
bir taraftan saldırmaya (2) karar verdiler. Şerif:
-Hazırlık yapayım, savaş başlayınca cenk edeyim, dedi.
(3) Sultan buyurdu, çavuşlar yürüdü. <4) Saflar oluşturdular, ala
bağladılar. Sultana fil üzerinde bir taht hazırladılar. <5) Padişah tahta oturup
yüksek bir yerde durdu,<6) savaş meydanını seyretti.
Diğer tarafta kâfirler de savaş davulları dövdüler,<7) Müslümanlara karşı
durup saf ve alay bağladılar. Şern’un adlı bir kâfir,(8) atını tepip meydana girdi,
er diledi. Sünnilerden Bürtus adlı bir er (9) meydana girip o kâfiri öldürdü.
Başka bir kâfir daha girdi. O (10) gazi aman vermedi, o kâfiri de öldürdü.
Nastor-ı Eflakî girip 11u o gaziyi şehit etti Sonra gazilerden beş er daha şehit
etti Şerif, (12) hemen bir kez nara atıp meydana girdi. Nastor’un karşısına çıkıp
(13) mızrağını öyle bir vurdu ki bağrından çıktı, götürdü, yere oturttu. Sultan: (14)
-Bu erliği yapan kimdir, dedi. “Şeriftir.” dediler. Sultan dua etti: (15)
-Berhudar olsun, dedi.
Seyyid Şerif dururken gördü ki bir atlı [T23] (l)geldi, selam verdi:
-Sen kimsin, dedi. Şerif:
-Benim o (2) Şerif, dedi. O atlı:
-Aç yüzünü göreyim, dedi. Şerif açtı. Gördü k i(3) genç bir yiğittir:
-Ya Şerif! Sen de benim gibi yiğitsin. İn, boynuna (4) kefen tak, seni krala
götüreyim. Ondan rica edeyim, belki suçunu affeder. (5) Eğer sözümü tutmaz
isen seni öldürürüm, dedi. Şerif:
-Çok konuşma, hünerini göster, göreyim, dedi.
O yiğide, Rum ordusunda Aliyon-ı Rumî derlerdi. Gürbüz bir er idi. (7)
Karşı karşıya gelince Aliyon-ı Rumî, hemen eline kılıcım alıp bir süre (8) cenk
etti. Şerif:
-Sen nerenin beyisin, diye sordu. Aliyon:
-Ben, Bahri beyi <9) Süvar’m oğluyum. Tekürün yanında bizden daha
büyük bir bey yoktur, dedi. Seyyid: <l0)
-Tekür ne zaman gelecek, diye sordu. Aliyon:
-Haber geldi, yarm Frenk beyi ve Relim (ll) padişahı, Zirvi vilayetinin
beyleriyle birlikte ulu papa gelecek. Geride kalan Frenk <l2) komutanları da
beraber gelecekler, dedi. Şerif:
-O zaman yarm meydana girelim, yarm cenk edelim. Talih kime (l3)
gülecek, görelim, dedi.
Aliyon, güle güle döndü. Şerif de döndü.(l4) İki ordu ayrıldı. Şerif kıyafet
değiştirip kâfirlerin (I5) araşma girdi, doğru kral divanma geldi. Gördü ki kral
oturmuş, [T24] (1)beyler de ayakta beklerler. Kral dönüp Aliyon’a:
-Şerifi bugün niçin tepelemedin, diye sordu. Aliyon: (2)
-Benden bugün aman diledi. Yarın onu tutayım. Bir genç oğlandır,
getireyim, dedi. (3) Şerif bu sözü işitti, hiç tınmadı:
-Hayırsız, yarm ben seni yakalarım, diye (4) sabreyledi.
Ertesi gün oldu, hemen haberciler gelip haber verdiler:
-Tekür ve Papa, (5) ki bütün cemi kâfirlerin ulusudur, geliyorlar. Kral,
beylerle binip karşılamaya gitti. (6) O gün cenk etmediler. Şerif de atına bindi,
kâfirlere karışıp birlikte (7) gitti. O gün Müslümanlar da cengi ertelediler.
Yüksek yerlere çıkıp (8) kâfirleri seyrettiler.
Yedi yüz bin Frenk askeri çıkageldi. Dokuz yüz bin Rum <9) çerisi ile
birbirine karıştılar. Kral, tekür ve papayı karşıladı. Atından inip saygı gösterdi,
tekrar atına bindi. Papa; kralı soluna, tekürü sağına aldı, gelip (ll) otağında
atından indi. Divan kurdular, papaya armağanlar verdiler. Sonra papa, teküre:
( 12 )

-Hemen bir mektup yazıp Müslümanların beyine gönderin, dedi.


Bunlar yazdılar, bir kâfire (13) verip gönderdiler. Mektup sultana geldi,
açıp okudular. Demiş ki: (l4)
-Ey Müslümanların sultanı! Bize haraç ver. Sizler Rum’dan çıkıp gidiniz.
(15) Fırat’a dek bize teslim edin. Yok derseniz, sizi bu mülk içinde yaşatmam.
[T25] Ben papayım, sizden Mesih’in intikamını almaya geldim.
Frengistanlıların en büyük <2) kurnazıyım. Ben kayserler beyiyim. Düşünmeyin.
Şimdiye kadar Frenk’ten gelen (3) Felyonların en kuvvetlisiyim. Yedi bin
Filaren benim önümde (4) hizmetçidir. Dünyanın bütün kâfirlerini getirdim.
Haraç verirseniz, size zarar vermem. Yok derseniz, (5) görün size neler
edeceğim. Ayrıca o Şerifi bana gönder, iç oğlanı edeyim.
<6) Sultan, bunları sonuna kadar dinledi. Bu sözlere Sultan Gıyas güldü,
Seyyid’e: (7)
-Ya Şerif! Ne dersin, diye sordu. Şerif:
-Ne olur, bana izin veriniz. Gideyim, savaşayım, dedi.
Sultan emretti. (8) Elçinin burnunu ve kulağını kestiler, kovaladılar. Elçi
bu durumda gelince (9) kâfirler çok öfkelendiler:
-Yarın savaş şiddetli olsun, diye emrettiler.
Orada bulunan (l0) Sünniler, birbiriyle helalleşip hazır oldular. Sad bin
İshak, ki Haynup (ll)erenlerindendir, Şerife:
-Yarın cenk olacak, dedi. Şerif:
-Ya Sad! Endişe etmiyorum. (l2)Eğer ölürsem şehit olurum. Öldürürsem,
mutlu olurum, dedi. Seyyid, Rum oğlanı Hüsrev’e:
-Sen, benim yanımdan gitme, dedi.
O gece Müslümanlar, ellerine şehadet <l4) kınasını yaktılar. Seher
vaktinde kalktılar, ata binip hazır beklediler.
Diğer taraftan kâfirler (l5) de geldiler. Müslümanları hazır gördüler,
şaşırdılar. Hazırlık yapıp [T26] (1) meydana yürüdüler. Ortada papa ve Frenk
beyleri durdu. Sağ tarafta (2) tekür, solunda kral lain durdu.
Türklerden Şerif meydana at saldı, (3) girip nara attı. Gösteri yapıp
çağırdı:
-Ey kâfirler! Tanrı ^yardım (4) ederse bu kere sizi öyle helak edeceğiz ki
bir daha bunun gibi ordu( ) toplayamayacaksınız, dedi.
Kâfirler, Şerifin bu sözünü işitince <6) hayran kaldılar. Felyon Frenk, ki
Pup’tur, ona bu Frengistan’da Felyon derler, <7) nitekim Rum beylerine kayser
derler, sordu ki:
-Bu ses nedir? (8)
-O Şerif isimli bir gençtir. O:
-Bu genç bir oğlan değil, (9) ancak devdir. Aliyon-ı Rumî onun katında
hazır idi, buyurdu:
-Yürü, meydana (l0) gir. Bunun işini bitir ya da tut, benim yanıma getir,
dedi.
Aliyon, (ll) atını meydana sürüp Şerif e karşı durdu. Şerif:
-Sen kimsin, diye sordu. O :(l2)
-Seninle geçen gün cenk eden Aliyon’um. Hemen atından in, bana itaat
e t.(l3) Seni papaya ileteyim, dedi. Seyyid Şerif:
-Sen Müslüman ol, seni ben Sultan <l4) Gıyasüddin’in huzuruna ileteyim.
Yok dersen öldürürüm, dedi. Aliyon-ı Rumî(l5)gülüp:
-Ya Şerif! Bu gece bir rüya gördüm. Sabah vardım, içki içtim. Gönlüm
[T 2 7](l) kabul etmedi, istifrağ ettim, ağzımdan büyük bir yılan çıktı. Rüyamda,
(2) ağzımdan kara bir kuş çıktığını gördüm. O çıktı, yerine beyaz bir kuş girdi,
dedi. (3) Şerif:
-Ya Aliyon! Müslüman oluyorsun, dedi.
Aliyon öfkelendi eline kılıcını aldı, <4) istedi ki Şerife hamle yapa. Şerif,
Aliyon’a ayağının tabanıyla öyle bir (5) vurdu ki atından yüzü üzerine yıkıldı.
Kalkar kalkmaz Şerif hemen göğsüne çıktı, (6) hançerini boğazına dayadı.
Aliyon gözünü açtı:
-Ne yapıyorsun ya Şerif, dedi. Şerif:(7)
-Başını kesiyorum, dedi. Aliyon:
-Rüyamı bana güzel tabir etmedin. Onu (8) tabir et, ondan sonra öldür,
dedi. Şerif:
-Umarım, Müslüman olursun. Tabiri (9)odur, dedi. Aliyon:
-Üstümden kalk, sana ne diyeceğim bak, dedi. Şerif kalktı. Aliyon, (l0)
parmak kaldırıp iman getirdi. Şerif, ona Ilyas-ı Rumî admı verdi. (11) Aliyon:
-Sen bana ad verdin, ben de sana bir ad vereyim. Müslümanlar sen i(l2)
onunla ansınlar, dedi.
Şerif, kabul etti. Ona Saltık, diye ad verdi. Fars dilince; <l3) güçlü, kutlu
ad demektir.
Daha sonra Ilyas atına binip kâfirlerden (,4)yana döndü:
-Er gönderin, ben Müslüman oldum, dedi. Aliyon’un sesini (l5) işitince
kâfirler feryat edip:
-Şerif Saltık, büyü yaptı. Aliyon’u deli etti [T28] (l) yoksa Aliyon döner
değildi. Yaşlı bir papaz vardı. Tekür,<2) ona:
-Git, Aliyon’u efsunla. Belki aklı başına gelir, dedi. Rahip, (3> meydana
geldi:
-Ya Aliyon! Ne oldun, deli mi oldun da böyle söz <4) söylersin? İçine
şeytan girdi. Sana efsun edeyim de çıksın. Gei seni efsunlayayım. (5) Aklın
başına gelsin, dedi. Aliyon:
-Saçma sapan konuşma! Müslüman o l,(6) yoksa seni öldürürüm, dedi.
Papaz öfkelendi. Aliyon, o rahibi öldürdü. <7) Bir tane daha girdi, onu da
öldürdü. Sekiz kâfir tepeledi. Sonunda Amlak-ı (8) Rusi at tepti, Aliyon’u
atından düşürdü. İlyas düşünce (9) Şerif, atını meydana sürdü. Erişti, Amlak’ın
başını tuttu, kılıcını çaldı, <l0) iki parçaya böldü. Ardınca Şeddad-ı Çahi girdi.
Şerif Saltık onu da <n) tepeledi. Ivaz-ı Lehi girdi onu da öldürdü. Sonunda
Giribanos-ı Cesarigirip (l2) Şerif Saltık’a:
-Sen nasıl bir ersin ki bizim bunca serverlerimizi öldürdün, (l3,dedi.
Şerif ile cenge başladılar. Aralarında yaptıkları pek çok hamle sonuca
ulaşmadı. Bu sırada (l4) Hüsrev-i Rumi bir ata binip geldi. Elinde ok ve yay
vardı. Attı, (l5) Giribanos’u ağzından vurdu. Giribanos düştü, canı cehenneme
[T 2 9](l) gitti. Şerif, Hüsrev’i görünce öfkelendi. Hüsrev:
-Ya Şerif! <2) Ya Server! Öfkelenme. Fırsatını bulur bulmaz kâfiri hemen
öldürmek <3 gerek. Bunların dirisi neye yarar ki dedi.
Şerif geri gelip Hüsrev’i aldı, meydandan <4) çıkardı. Geri döndüler. İki
taraftan, savaşa ara vermeyi işaret eden davullar çalındı. Geçip dinlendiler.
O gece Hüsrev, kıyafetini değiştirip gizlice kâfirlerin ordusuna gitti.
Rum, Rus ve Frenk askerlerinden meşhur otuz beyi çadırlarında tepeledi.
Başların kesip getirdi, (7) Şerifin çadırındaki halının altına sakladı. Ertesi gün
kâfirler geldiler, beylerini başsız (8) buldular. Feryat ederek tekür ve pup katına
geldiler. Pup olan Felyon: (9)
-Bu işi Şerif Saltık yapmıştır. Bre domuzlar! Düşman karşınızda
duruyor, <10) siz içki içersiniz, aklınız gider. Türkler gelir, sizi hep kırar. (ll) Siz
farkında bile olmazsınız, dedi.
Bunun üzerine içki içmeyi yasakladılar. Kim içki içerse (l2) öldürülecekti.
O gün ölen kâfirlerin feryadını Müslümanlar işittiler, durumu bildiler, merak
(l3) ettiler. Şerif ten sordular:
-Bu işi siz mi yaptınız? Şerif:
-Bilmiyorum. Ben yapmadım. Ben de bu (l4)işe hayran oldum, dedi.
Sabah oldu. O gün savaş davulları vurdular. Karşılıklı durdular. Cenk
naraları(15) attılar. İlk olarak İlyas-ı Rumî meydana girip yirmi yedi kâfiri [T30]
(l) öldürdü, üç kâfiri de esir etti. Akşam olunca savaşa ara vermeyi işaret eden
davulları dövdüler. (2) İki taraf da meydandan çekildi. Oturup dinlendiler.
Diğer tarafta Frenk beyleri toplandı. (3)Dört ulu bey:
-Şimdi Felyon Frenk bize yasak eyledi, dinimizde <4) onun buyurduğunu
yapmamak yoktur. Varalım dışarıda, falan kilisede içelim, (5) askerlerden
uzaktır, dediler.
Dokuz bey; dördü Frenk, üçü Rum beyi, ikisi(6) Yunanîlerden idi. Anatol
Yunanî derler. Rum dilince adları budur; Geylüvan-ı (7) Efrenci, Persan-ı
Venedik, Mesnun-ı Gedalani, Çerdevan-ı Çenusi; Rumîlerden (8) Behrenos,
Şehrenos, Tarmos Rumî; Yunanîlerden Bardin-i Kıravanî ve Kayseriyye (9>
melikinin oğlu Giryanos. Ata bindiler, sürdüler, o kiliseye geldiler. İndiler,(l0)
oturdular. Ateş yaktılar, nimetler pişirdiler.
Bu arada Hüsrev, Şerife gelip dua etti:(l 0
-Ya Server! Falan kilisede suret değiştirmiştim. Kâfirleri gördüm, o
kilisede (12) toplanmışlar. Fırsattır, dedi.
Şerif, hemen hazırlığını yapıp gitmek <l3) istedi. Kalktı, çadıra geldi.
Elbiselerini ararken çadırdaki halıları kaldırdı. <l4) Bir de ne görsün? Otuz tane
kesik baş yatıyor. Merak edip Hüsrev’e:
-Bu nedir, diye sordu. (15) Hüsrev:
-O kâfirlerin başıdır. Gece gittim. Çadırlarına girip hepsini [T31] kestim.
Şerif:
-Bana niçin söylemedin, dedi. Hüsrev:
-Senden korkuyorum. (2) Onun için söylemedim, dedi.
Şerif, o başları alıp Sultan Gıyas’a getirdi Hikâyeyi (3) anlattı. Sultan
Hüsrev’e çok iltifat etti, sonra:
-Ya Şerif! Gafil (4>olma. Genç bir kişidir. Aman, kâfire tutulmayın sakın,
dedi.
Şerif geri otağına (5) geldi. Hüsrev’i İlyas’a gönderdi. Lalası Seravil’i
yanma çağırdı:
-Hazır olunuz, (6) dedi.
İlyas da gelince hazırlık yaptılar, yola çıktılar. Yürüyerek gittiler, (7) o
kiliseye ulaştılar. Hüsrev, Şerif e:
-Nasıl yapalım, dedi. Şerif:(8)
-Burada bir mağara var. Siz burada gizlenin. Benim naramı duyduğunuz
zaman, gelip cenk(9) edin. Fakat ben çağırmadan asla gelmeyin, dedi.
Şerif, onları mağarada bıraktı. (l0) Kendisi, Rumîler gibi giyinip kilisenin
yanına geldi. Gördü ki dört (ll) kâfir, kilise önünde oturmuş. Beyler ise bu
kilisenin içine girip oturmuşlar, <12)içmekteler.
Şerif, kullar arasına karışıp bir yerde oturdu. O beylerden(13) Frenk beyi
Geylevan:
-Ey Yunan ve Kıravan beyleri! Sizin kadar kötü kimse (14) âlemde yoktur.
Türkler, ilinizi elinizden aldılar. Sizler tekürün yanında <l5) ağlayıp
sızlıyorsunuz. Bir de diyorsunuz ki Ermeniler, Rum’dan Frenk’ten iyidir. [T32]
(l)Zira İskender-i Zülkameyn Yunan’dan çıktı, dersiniz. Gayret etmiyorsunuz,
dedi. <2)0 Yunan beyinin oğlu:
-Siz, bizim kadar Türk görmediniz. Eğer görseydiniz <3) çoktan işiniz
biterdi, dedi.
Frenç beyi elindeki kadehin dibini, <4) Yunan oğlunun üzerine serpti.
Yunan oğlu:
-Ben kayserin aslıyım. <5) Buna rağmen bana hakaret edersin. Olsun.
Varayım, Türk olayım. Sizlere neler yaparım, siz görün, dedi. (6) Frenç beyi:
-Ben de Felyon neslindenim. Bütün beylerin en büyüğü, benim. (7)
Papa’dan sonra Frenk’te Papa ben olurum. Yürüyüp Türkleri kırıyorum,
Hristiyanları (8) kuvvetlendiyorum, dedi. Yunanzade:
-Hey köpekler! Şimdi bir genç adam (9) sizin canınıza ateş soktu.
Elinizden gelmez ki cevap veresiniz, dedi.
Geylevan (l0) lain ayağa kalktı, Yunan oğlu Kasım’a vurdu. O da
yerinden sıçrayıp (ll) kılıcını çekti, laine öyle vurdu ki onu ikiye böldü. O
dışarıdaki (l2) kâfirler, Kasım’a üşüştüler. Kasım, nara atıp bunlarla vuruşmaya
başladı. Şerif (l3)bu durumu görünce gök gürlemesi gibi bir nara attı:
-Benim, Şerif Saltık, cihan pehlivanı! <l4) Korkma ya Kasım, dedi. Kasım,
Şerifi karşıladı.
Bu tarafta İlyas <l5) ve Hüsrev, Şerifin sesini işidip [T33] (l) koşup
geldiler. O kiliseye eriştiler. Kasım, kâfirlere saldırdı. (2) Kıravan meliki çıktı,
yaralı bir şekilde kiliseden kaçtı. Şerif, beylerin geride kalanlarının <3) başını
kesti. Kasım geldi, Şerifin mübarek elini öptü. O kiliseyi yaktılar, ateşe <4)
verdiler. Malını alıp yola çıktılar. Kasım, kelime-i şehadeti tekrar ederdi. (5>
Geldiler, askerler karıştılar. Kâfirlerin başlarını süngüye taktılar, şenlikler
yaptılar.
Kıravan (6) meliki geldi, tacını tekür önünde yere vurdu, feryat edip
durumu anlattı. (7) Bunun üzerine tekür, Rum beylerine atlarına binmelerini
emretti. İlk olarak Eflak <8) kralı, sonra Üngürus kralı, Alaman, As kralı, Leh
kralı, Giruçehu <9) kralı, Rus kralı ve Çesar kralı atlarına bindiler. Bunlardan
başka Rum beyleri ile kendisinin (10) eli altında olan meliklerden Melik-i Argaç,
Kuh-ı Argaç’ta onlara (l 1’ katıldı.
Anadoluda yedi büyük dağ vardır. Her birine bir melik hükmederdi. (l2)
Onlar da yürüdü. Sonra Balkan meliki Tangar, atına bindi. O gün halk ile tl3)
Tekfur meliki de bindi. Onun arkasından Karacin meliki, Talkıyan meliki, (l4)
Afram meliki, Bagdanos meliki de atlarına bindiler. Rivayet ederler ki bu tekür,
beylere şöyle buyurdu: (l3)
-Türkleri bir yana itmeyince atlarımızdan inmeyeceğiz, dedi.
O, Felyon [T34] (1)Frenk’e haber gönderdi:
-Sizler de atlarınıza binin. Büyük bir savaş yapacağız. Ne kadar (2) Türk
var ise hepsini yeryüzünden silelim. Bunlarla bir bir cenk olmaz, dedi.
Frenkler ve Rumıler atlarına bindiler. (3) Bu taraftan da Sünniler atlarına
binip yürüdüler. Savaş davulları vuruldu, sancakları<4) kaldırdılar. Atları sürüp
iki tarafın da ordusu birbirine karıştı. Çok şiddetli bir savaş oldu. (5) Sonuçta
Sünniler, yenilmeye yüz tuttu.
Bu sırada Harcmevan yani Amasya ordusu ile Şemmas (6) lain çıkageldi.
Yenilmek üzere olan ordu ile çarpıştı, Sünnileri kırdılar. Türkleri, Cebelü’l-
Miftah’a kadar (7) sürdüler. Müslümanlar geldiler, bir dağın eteğine sığınıp
beklediler. Sultan yüzünü göğe (8) tuttu. Tam bu sırada, Acem yolundan Talha-i
Gürcistanî çıka geldi. Ermeni (9) ve Müslüman karışık, otuz bin kişiyle kâfire
saldırdılar. Çok şiddetli bir savaş oldu. Türkistan (10) ordusu gayret edip Rum
ordusunun yüzünü döndürdü, geriye sürdü.
Şerif(ll)dostlarını yanma topladı:
-Düşman ordusunun önündekiler, Asfürîlerdir. Onlar <l2) olmasa bu
orduyu yenerdik. Biz Üngürus kralının üzere yürüyelim, dedi.
El birliği (I3) yapıp kılıçlarını ellerine aldılar, saflar söktüler. Cenk ede
ede, kral laine (l4) ulaştılar. Şerif nara atıp:
-Ya melun! İşte eriştim, dedi.
Kral, gürzü eline (l5) alıp Şerife hamle yaptı. Şerif, krala kamkam
kılıcıyla vurdu, başmı önüne [T35] (1) düşürdü. Hemen yâranlar kılıç vurdular,
laini parça parça ettiler. Üngürus leşkeri(2) kaçtı. Kralın başmı süngüye taktılar,
geri cenge başladılar. Şerif, kırk (3) arkadaşıyla Leh kralı üzerine yürüdü. Onu
da sancağı dibinde öldürdüler. Şerif, bu defa (4) atını Çflı beyine sürdü. Onun da
başmı kestiler, süngüye geçirdiler. Yürüdüler, (5) Rus kâfirinin üzerine atlarını
sürdüler. Önemli beyler, yer yer kaçmaya yüz tuttu. O (6) arada Rus kralını esir
ettiler. Rus kralını tutanlar, elini ayağmı bağlayıp sürüyerek <7) getirdiler. Çesar,
Alaman ve Eflak krallarını da yendiler. Onlar kaçtılar. <8)Teküronlara:
-Durun, diye bağırdı, kimse sözün dinlemedi:
-Er evde gerek,(9) sağlığı yerinde gerek, deyip kaçtılar, gidiverdiler.
Felyon Frenk, ki papa derlerdi, (l0) kralların kırıldığını görünce Frenk
beylerini getirtti:
-Eşyalarınızı toplayın. (li) Ben gördüm, bu Rumîlerden talih yüzünü
döndermiş. Bunlar bizim (12) grubumuza ve size dokunmadan ardımdan gelin,
dönelim. Eğer <l3) duracak olursak iş kötüye varacak, dedi.
Papa Frenk ordusuyla <l4) döndü. Sancaklarını önüne bırakıp kaçtı.
Kıravan ordusu, (l5) Arap dilince Rumîlere derler, onlar kaldılar. Tekrar gayrete
geldiler, cenk ettiler. Fars ve Acem, [T36] KıravanRum ile cenk etti.
Kıravan ordusunun beyinin adı, Taynos (2) idi. Öte Rum yakasında bir
şehir ve diyarı vardı. Rum içinde, <3) asıl Kıravan onlar idi. O şehre, Üsküp
derlerdi. O şehrin beyinin yanında iki (4) ulu bey vardı. Birine Sırf-ı Rumî ve
birine Laz derlerdi. Onlar, <5) akraba idi. Onları alıp Kıravan çerisiyle birlikte
kaçtılar, gittiler, dağıldılar. Tekür (6) yalnız kaldı, beylerine döndü:
-Siz cenk edin, ben Şerif Saltık’ı <7) yakalayacağım, dedi.
Fakat ordunun yanından kaçtı, İstanbul’a gitti. Rum askerleri, (8) tekürün
kaçtığını duyunca dağılıp kaçtılar. Kıravan meliki, Harcınevan yani Amasya <9)
beyi Şemmas ile birlikte Harcınevan’a kaçtı. Küffar ordusu hezimete uğrayınca
çok kâfir (l0) esîr ettiler. Çok miktarda ganimet ele geçirdiler. Sultan
Gıyasüddin, Şerifi iki gözünden (11) öptü. Müslümanlar şenlikler yaptılar ve
bayram ettiler. Sultan Gıyasüddin, Şerife kaftanlar giydirdi, <l2> beylerine ve
Şerîfin arkadaşlarına iltifatlar etti. Sonra Emir Osman’a tembih etti:
-Sen,<13) bu Şerifin sözünden dışarı çıkma, dedi.
Ondan sonra Rus melikini (I4) getirdiler, iman arz ettiler. Ayağa kalktı,
hemen dua edip iman getirdi. <15) Halife ona kendi kaftanını ve tülbendini
giydirdi. Adını, İshak verdi. Kıravan mülkinde [T37] (l) beylik verdi. Şerifi
yerine gönderdi.
Daha sonra Cezire-i Uşşak’a yani Sinop’a geldiler. Yunan meliki, (2)
Kasım’a geri kendi memleketinde tımar verdi. Sultan Gıyasüddin, mutluluk ve
safa ile (3) geri tahtgâhına gitti.
İKİNCİ BÖLÜM

SALTIK GAZİ’NİN RUMELİ’NE GEÇMESİ

Rivayet ederler <4) ki bu tarafta Şerif, yâranlarından ayrıldı. Suret


değiştirip yine (5) Rum’a gitti. Oraya erişti, askerler oradan geçmeye niyet edip
dururlardı. (6) Onların bazısı Kilaşpol’dan, bazısı Feranospol boğazından
geçerlerdi. (7) Şerif, Kilaşpol boğazına geldi. Gördü ki askerler, oradan (8)
kimseyi geçirmemekte.
Şerif, bir papaz suretine girmişti. O kâfirlerden gemi istedi,<9) vermediler.
Şerif, oradan ayrıldı. Deniz kenarına doğru biraz gitti, bir kiliseye ulaştı. Gördü
ki kâfirler (l0) kilisenin içine girmişler, içerlerdi. Kalabalıktılar. Şerif bir
kenarda oturdu. (ll) Gece oldu, hemen Şerif yerinden kalkıp bu kâfirleri hep
öldürdü. (l2) Kilisenin yanında bir gemi vardı, balık avladıkları sandalı alıp
bindi, (13) denize doğru açıldı. Geldi, Rumeli’ne geçti. Kenarda durdu, o (l4)
sandalı suya batırdı.
O sırada gördü ki karşıdan bir alay kâfir gelmekte. (l5) Şerif e:
-Nereden geliyorsun, diye sordular. Şerif:
-Rum-ili’nden, Bosna’dan geliyorum, dedi. [T 3 8 ](l) O kâfirler:
-Morina ilindeniz, bizim kavmimiz var. Onların sağlığını (2) bilmiyoruz,
merak ediyoruz, dediler. Şerif:
-Ben de o vilayete gidiyorum. Sizin haberinizi onlara vereyim, dedi. (3)
Onlar geçip gittiler.
Şerif, oradan doğru Rum-ili’ne gitti. <4) Mugalgar denilen yere erişti.
Orada muazzam bir kilise vardı. Oradaki kiliseye girdi, (5> ruhbanlara selam
verdi. Orada bulunan keşişler sordular:
-Nereden geliyorsun? (6) Şerif:
-Kilaş şehrinden geliyorum,dedi. Frenkler:
-Felyonu Pap buradan <7) geçti mi, diye sordular. Şerif:
-Yelken attılar, öte tarafa geçmek ister, dedi.
O sırada bir adam geldi, rahiplere <8) haber verdi:
-Pap geliyor. Ruhbanlar, Şerife:
-Sen gelmez diyordun, işte <9)yetişti. Bizi yanılttın, dediler.
Hemen Pap’a hediyeler alıp karşılamaya gittiler, saygı (l0) gösterdiler.
Pap, doğru kiliseye geldi. Oradan beyler şarap getirdiler. Yiyip 10 içmeye
başladılar. Şerif, onlara hizmet etmeye başladı. Kâfirler (l2)sarhoş oldular. Pap:
-Kalkın, kilise kapısını sağlamlaştırın. Üstümüze kimse (l3) gelmesin,
dedi.
Şerif, kalkıp kapıyı kilitledi. Pap, elindeki kadehi Şerife <l4) sundu. Şerif
aldı, yere koydu, içmedi. Pap:
-Niçin içmiyorsun, diye sordu. Şerif:<l5)
-Midemde rahatsızlığım var. Şarap içme, dediler. Perhiz yapıyorum,
dedi. Felyon: [T 39](1)
-Pekiyi yiğit! Öyle olsun, dedi.
Pap, iyice sarhoş oldu. Hepsi birlikte gidip yattı. (2) Şerif kalktı, fırsatı
ganimet bilip orada bulunan kâfirleri kırdı. Pap’ı bağladı, (3) kiliseden dışarı
çıkardı. Getirip derede bir ağaca bağlayıp bıraktı. Sabah (4) yakın olunca Pap
gözünü açtı, Şerifi gördü. Baktı ki Şerif, Merrih gibi yalın kılıç elinde <5)
karşısında bekliyor. Felyon:
-Kimsin, beni niçin bağladın, diye sordu. Şerif:
-Ben (6) Şerifim. Hemen iman getir, Müslüman ol. Yoksa seni
öldürürüm, dedi. Pap:(7)
-Ya Şerif! O senin inandığın dinin hakkı için söylüyorum. Ben kâfir
değilim. Gizli din (8) tutuyorum. Kâfirler benim üzerime hücum ettiler. Onun
için geldim. Bundan böyle (9) Müslümanların üzerine çeri çekip gelmeyeceğime
ant içeyim, dedi. Şerif:
-Yok, benim önymde (lü) gel, iman getir, dedi. Pap:
-Şimdi ben sana uyarsam memleket elden gider. <n> Sana yılda bin dinar
hediye vereyim, dedi. Şerif: (8)
-Benim önümde ikrar eyle,(l2) işiteyim, dedi. Pap:
-Ben rezil olurum, dedi. Şerif:
-Eğer (l3) benim buraya geldiğimi söylemez isen ben de seni kimseye
söylemem, dedi.
Felyon imana geldi. Şerif:
-Seni burada <l4) bırakayım, ben varıp askerlerine haber vereyim, deyip
geldi. Kâfirlere:
-Beyiniz falan (l5) yerde. Şerif Saltık gelmiş, beyinizi bir ağaca bağlamış,
işkence yapıyormuş. Yetişin, [T40](l) dedi.
Bunlar geldiler, onu ağaçta bağlı buldular. Çözdüler, alıp makamına
geldiler. (2) Birazdan kiliseden feryat figan ederek kâfirler geldiler:
-Bu gece Şerif(3) Saltık gelmiş, papazları kırmış, dediler.
Pap, hemen bir mektup yazdı, İslambol’a <4) teküre gönderdi:
-Ben kendim, gözümle Şerif Saltık’ı gördüm. (5) Denizi geçip, iç ile girdi.
Gafil olmayınız, niyeti sana zarar vermektir. Ben hile ile kurtuldum. (6> Aman!
Dikkatli olunuz, dedi.
Mektup, teküre ulaştı. Okuyunca çok korktu. Kalktı, (7) İstanbul’dan çıktı,
Edime hisarına gitti.
Raviler rivayet ederler (8) ki İstanbul’a dört günlük uzaklıkta eski bir kale
vardı. Bu kaleyi, Âdem peygember (9) oğlu İslam oğlu Adrin yapmıştı. Oğlu
Edime etrafına hendek kazdırmıştı. Çevresi (l0) bataklık idi, bir yanı da akarsu
idi. Sarp idi, çekme köprüleri vardı. (ll) İçinde, camdan yapılmış büyük bir
kilise var idi. Bütün kâfirler, onu ziyaret ederlerdi. O kiliseyi, Cevher-
Şenah-ı Rumî yapmıştı. Hazret-i İsa, onun içinde kırk gün hücreye kapanmıştı.
<l3) Her kâfir gelip orada hücreye girerler, tavaf ve ziyaret ederlerdi. (14>
Sadakalarını verirlerdi. O şehre, Edime derlerdi. Rum mülkünün a sıl(l5) iç ili o
idi. Tekür doğru oraya girip, kapılarım kapattırdı, oturdu. Pap [T41] (l) da
Mağalgar’dan kalkıp geldi. O da Frenk ve Latin askerleriyle birlikte Edime <2)
hisarına ulaştı. Pap, Latin beyi Mihal Miryanos ile birlikte hisara gelip tekür (3)
ile buluştular. Yürüdüler, o kiliseye geldiler.
Şerif, Latin kiliselerinin içinde (4) idi. Rahip kıyafetinde, o kiliseye geldi.
Şehir ortasında bir kilise gördü. (5) Baktı ki kâfirler kilisenin duvarına yüzünü
sürerler. Şerif düşündü. Latin’in ulu bir rahibi (6) var idi. Adı, Calut idi. Sihirle
gökte uçardı. Bütün (7) kâfirler ona itikat ederlerdi. Şerif, onun bu özelliğini
işitmişti. İleri geldi, tekürün (8) elini öptü:
-Babam Calut size selam gönderdi. “Mesih’in inayeti üzerlerine (9) olsun.”
dedi. Sonra başından çıkardı, teküre bir mektup sundu. Tekür alıp okudu.
(10) Şerif, on iki dil yazıp okurdu. Tekür, Pap ve Latin beyi (ll) başl
açıp Şerife hürmet ettiler, içeriye alıp kiliseye yerleştirdiler. “Calut’un oğlu (l2)
imiş” diye saygı gösterdiler.
Şerif, minbere çıkıp yüksek sesle İncil okudu. <l3) Kâfirler hep ağlaştılar,
kendilerden geçtiler. Minberden indi. Tekür (14) buyurdu; nimetler, şaraplar
getirdiler. Şerif, o nimetlerden yemedi, sadece zeytinden <15) yedi ve şarap
içmedi:
-Perhiz yapıyorum, bana zararlıdır, dedi. Pap, bakıp Şerifi [T42] (1)
gördü, gözü ısırdı. Beylere:
-Korkarım ki bu herif Şerif tir, (2)dedi. Tekür:
-Bu bir din ulusudur. Senbunu başkasıyla karıştırma, dedi.
Beylerden (3) birisi ayağa kalkıp Şerifin yanına geldi, oturdu:
-Sizi (4) burada tanıyan Latin adamları var. Sizin için Calut oğlu değildir,
derler, dedi.
Şerif<5) onun sözünden korktu, cevap vermedi. O Frenk yerinden (6) kalkıp
Pap ve tekürün beylerinin yanına geldi:
-Kesin olarak anladım, bildim ki bu kişi Şeriftir. <7) Bu, bizim dinimizin
düşmanıdır, dedi. Bunun üzerine Pap, teküre:
-Bunu hile (8) ile tutalım, dedi. Şeker şerbetini ezdiler, bir kadeh şarabın
içine kattılar, (9) getirdiler. Şerif, mihrabın önünde oturmuştu, önüne koydular.
Tekür ve (10) Pap gelip hemen bir kadeh Şerife sundular, yanında oturdular.
Şerif, o (ll) tatlı şerbeti ellerinden alıp içti. Biraz sonra, otururken aklı başından
<l2) gitti. Hemen kalktılar, Şerifi bağladılar. Zindana iletip hapsettiler.
Sabah (13) olunca Şerifin aklı başına geldi, kendisini hapsihane içinde
gördü, ah etti. Başka çaresi olmadığı için kazaya rıza (I4) ıgösterdi. O arada
cellatlar çıkageldiler, alıp Şerifi tekürün divanına getirdiler. ( 5) Tekür:
-Ya sihirbaz Şerif Saltık! Talihim, seni benim ayağıma [T43] (l) nasıl
getirdi. Bin bir türlü hile ve cambazlıklar yapıyorsun. Sana öyle bir iş edeyim
ki(2)bütün âleme ibret olsun, dedi.
Emretti, şehrin önüne çok miktarda odun yığdılar, <3) İstediler ki Şerifi
ateşte yakalar. Bir kimseye çok kızdıklarında ateşte yakarlardı.
O (4) gün Seyyid Şerifi orada hapsettiler ve bir mancınık düzenlediler ki
Şerifi ateşe atalar. (5) O yığılan odunu yaktılar. Ateş, o kadar yandı ki hiç kimse
yaklaşamazdı. (6) Şerifi getirdiler, o mancınığa koydular ve ateşe attılar.
Bunu raviler <7) şöyle rivayet ederler ki; Şehir karşısında bir tepe vardı,
Hazret-i Hızır (8) oraya erişti. Meğer orada Sünni cinnîlerden Menucher cinnî,
Hazret-i Hızır’ı (9) ziyaret etmeye geliyordu. Orada askerleri gelirken gördü. Bir
eli bağlı oğlanı havada,<l0) yukarıdan aşağa ateşin içine düşerken gördü. Hemen
yetişip (ll) kavradı, tuttu, alıp Hazret-i Hızır’a getirdi. Şerifi, Hazret-i Hızır’ın
önünde yere koydu. Hazret-i Hızır, (l2) Şerifi görüp yerinden kalktı, elini
ayağını çözüp:
-Su gözüne ateş almayınca sana ölüm yoktur. Alamet odur, korkma, dedi.
Şerif, <l4) Hazret-i Hızır ve Menucher oturdular. Şehre bakıp ateşi
gözlediler. (l5) O sırada İlyas Peygamber çıkageldi. Birbiriyle görüştüler,
oturdular. [T44](,) Hazret-i İlyas, Şerifin hatırını sordu. Şerif: <2)
-Siz bu kâfirler içinde ne yapıyorsunuz, dedi. Hazret-i Hızır:
-Bu makam, Rum’da arz-ı Şeriftir. (3) Gaziler ocağı olacaktır. Bundan
sonra kırk yıl, (4) her sabah namazını biz burada kılacağız. Her kim kırk gün
oruç tutarsa, kırk (5) sabah namazını burada kılarsa, dine bağlanırsa, biz ona
görünürüz. Bizden istifade <6) ederler, dedi.
O makama şimdi, Hızırlık derler. Hazret-i Hızır ile Hazret-i İlyas <7)
kalkıp gittiler.
Hazret-i Hızır, Şerife veda edip:
-Korkma, (8) şimdi ağzını aç, dedi. Şerif ağzını açtı. Ağzına barını (9)
verdi. Şerif bir o kadar daha kuvvetlendi, veliliği daha daha da belirgin hâle
geldi. Gözünden gönlünden (l0) perde gitti, bütün gizli kalan sırları açığa çıktı.
Sonra İlyas Peygamber, Şerife ruhların duasını (ll) öğretti, ki İsm-i Azam’dır.
Hızır Peygamber, mekleklerle ilgili duayı öğretti. (l2) Hazret-i Hızır, kayboldu.
Menucher cinnî:
-Ya Şerif! Ben kulunuzu duadan unutmayın, dedi. (13) Şerif:
-Sen benim dünya ve ahiret kardeşim ol, dedi. Menucher, Şerif e (l4) bir
dua öğretti:
-Her ne zaman sen bu duayı okursan, askerlerimle birlikte yanında hazır
<15) olurum, dedi. Sonra izin isteyip, gitti.
Şerif, yerinden kalkıp [T45] (1) şehre indi. Şehirde bir köprüye geldi.
Köprü başında bir kâfir, Şerife bakıp:<2)
-Şu yiğit, o yaktığımız Saltık’a benzer, dedi. Arkadaşlarından biri: (3)
-Bu Türkler sihir bilirler, yanmazlar. Kitaplarda işitmedin mi ki Battal’ı
kaç kez yaktılar, (4) geri dirildi. Kuyuya bıraktılar, geri çıktı. Bu da onun
oğludur, <5)belki de ölmemiştir, dedi. Şerif ileri varıp:
-Yiğitler! Kendi aranızda ne konuşuyorsunuz? Konuştuğunuz konuyu <6>
bana söyleyin, ben de bileyim, dedi. Orada bulunan kâfirler:
-Sen nereden geliyorsun, diye sordular. Şerif:(7)
-Sırf ilinden geliyorum, bir misafirim, dedi. Onlar:
-Burada Seyyid Şerif adlı <8) bir Türk ortaya çıktı. Bize çok işler yaptı.
Çok sayıda Nasranmin kanını (9) döktü. Tekürün şansına, kendi ayağıyla geldi.
Tuttular, yaktılar, helak ettiler. <10) Onu konuşuyoruz, dediler. Şerif:
-Tekürün şansı artsın, din düşmanlarını <!1)ortadan kaldırdı, dedi.
Sonra yoluna devam etti. Doğru kaleye girdi. Kale kapısı <l2) üzerine,
burçta davullar dövüp şenlikler yapıyorlardı.
Şerifin yandığı haberi (l3) âleme yayıldı. Müslümanlar işitip üzüldüler.
Şerif, hisar içine <14) girdi. O tarafta bir kilise vardı, kalenin bir kapısına yakın
idi. tl5) O kilise, büyük kilisenin biraz küçüğü idi. Misafir kâfirler orada
kalırlardı. [T46](1) Şerif, doğru o kiliseye gelip oturdu. Söylediler:
-Nereden gelip nereye gidyorsun? Cevabı şöyle idi:
-Sırf <2) ilinden, Rahul ruhbanın oğlu Şemun’um. Geldim. Buradaki
papazların ilimde olgunlaştığını söylerler. Bu yerin (3) papazları ile konuşmak
istiyorum ki ehil kimdir, bileyim. Tekür ve Pap papazları yanında, (4) biz de
hürmet ve izzet bulalım. Mal sahibi olalım. Birkaç dinar sahibi olalım.
Beylerden(5) de hediyeler alalım.
O rahipler şadman aldılar, tekürün huzuruna (6) varıp arz ettiler. Tekür,
Pap’ın huzuruna varıp:
-Ya Felyon! Durum (7) budur ki bir rahip oğlu gelmiş, aşağı kilisede
vaazlar verirmiş, dedi.
Pap, tekür (8) ve beyler atlarına binip o kiliseye geldiler. Atlarından
indiler, oturdular. Şerif ayağa kalktı, (9) beylere saygı gösterdi:
-Ya Mesih ümmeti! İçinizde, ilimde en önde olan gelsin <l0) tartışalım,
dedi.
Üç yüz keşiş ve papazın patrikleri ileri gelip Şerif (11) ile tartıştılar. Şerif,
hepsini susturdu. Sonra ayağa kalktı, minbere çıktı. Vaaza (12) başladı, İncil’i
tefsir etti. Bütün kâfirler ağlaştılar. Kendilerinden <l3) geçtiler. Tekür dönüp,
Papa’ya:
-Ya Felyon! O yaktığımız Türk şimdi (l4) sağ olmalıydı. Buna, ancak o
cevap verebilirdi, dedi. Pap:<15>
-Bu yiğit de ilimde olgunlaşmış, dedi.
Şerif minberden indi, varıp tekürün ve Pap’ın elini öptü: [T47]
-Sizler sağ olunuz. Biriniz Rumîlerin kayseridir, biriniz bütün Frenklerin
(2) Felyonı’dır. Sizler uzun ömürlü olunuz. Türkün ciğerleri ve ödleri parça
parça olur, diye dua etti. Sonra (3) devam etti:
-Beyler! Bilmiş olun ki bu gece düşümde Mesih bana dedi ki “Benim
eşeğimin (4> ayağıyla ümmetimi meftuzla. Enselerine vur. Hangisine şiddetli
vurursan, önce o (5)cennete gidecek.”
İsa’nın eşeğinin ayağı, meğer o şehrin içinde ulu bir kilisede, abanos bir
sandıkla (6) asılmıştı. Gittiler, getirdiler, Şerifin önüne koydular. Şerif, sandığın
kapağını açtı. İçinden bir eşek ayağının gümüşlenmiş kıçını çıkarıp getirdi.
Sonra ayağa kalktı, güzel sesle (8) İncil okudu, ağladı. Orada bulunan kâfirler
hep ağlaştılar. Şerif:
-Ey halk! (9> Bilmiş olun ki ben gökyüzüne İsa’ya çıkarım, buluşurum.
Eğer inanmaz iseniz görün, (l0) bu elimdeki ayak sayesinde kilisenin kapısına
uçayım, dedi.
Şerif, orada Menucher cinnînin (ll) öğrettiği duayı okudu. O peri geldi.
Şerif:
-Beni götür, (l2) kubbeye çıkar, dedi.
Kâfirler gördüler ki Şerif uçtu, havada durdu. Sonra tekrar (13) aşağıya
indi:
-İnandınız mı, dedi. Kâfirler hep baş açıp:
-İnandık sana, ey din (l4) ulusu! Mesih’e eş kişi imişsin. Kerem eyle bizim
suçumuzu, Mesih’ten bize a f (15)dile, dediler. Şerif:
-Şimdi hiç birinize hürmet etmem. Adam başına birer altın [T48] (l>
alırım, Hazret-i İsa’ya iletirim, dedi.
O akılsız ve idraksiz kavim ne kadar adam varsa (2) erkek ve kadın
geldiler. Şerif, bunların enselerine o eşeğin ayağıyla öyle vurdu (3) ki
burunlarından kan fışkırmaya başladı. Çoğunun aklı giderdi. Bu nezaketle <4)
Şerif, o kavme öyle bir dayak attı ki tarif edilemez. Mallarını o sandığa koydu.
(5)Artık verenin malmı sandık almazdı:
-Bana Mesih’ten izin yoktur, derdi.
Kalktı, (6> o malı bir araya topladı. Üç gün orada durdu. Dördüncü gün
Pap,(7) Frenklerin yanından ayrılıp gitti Şerif, tekürden izin alıp (8) İstanbul’a
gitmek üzere yola çıktı. Yolda bir hisara rastladı. O hisara, Civar derlerdi.
Orada da (9) büyük bir kilise vardı. Ruhbanlar, Şerifi karşıladılar. Saygı ile (10)
alıp kiliseye götürdüler, konaklattılar. Şerif, o iki sandığı getirdi. Birinde (ll)
topladığı altınlar, diğerinde ise eşek ayağı var idi. Tekür, ona vermişti. (12>
Çıkardı, o kavmi eşeğin ayağı ile günahsızlaştırdı. Ziyade mallarını aldı. Hep
birlikte Şerifin ayağına(13) düştüler.
Şerif oradan da ayrıldı. Başka bir hisara daha ulaştı. O kaleye, (l4)
Silvadin derlerdi. Orada olan ruhbanlar, Şerifin yaptığı bu kerameti
işitmişlerdi. (15) Aslmda Şerifin kerameti, bütün Rum’a yayılmıştı. Çıkıp
Şerifi karşıladılar. “Ayasu Dimitri” [T 49](l)diye başlarını açtılar. Yani “Bizim
ulu evliyamız” deyip Saltık’ı aldılar, kiliseye geldiler. (2) Şerif, o kavmi de
vaftizledi. Önemli bir miktarda mallarını aldı. Orada dururken (3>tekür:
-Saltık’ı öldürdüm, diye geri İstanbul’a döndü. Şerifi orada <4> buldu.
Vaaz ve nasihatini dinledi. Oradan da göçüp gittiler.
Sonunda <5) İstanbul kâfirleri karşılamaya geldiler, te küre dualar edip:
-Devletin ziyade oisun. (6) Sen Şerifin ayağına gitmedin, o kendi ayağıyla
gelip helak oldu, ( ) dediler. Tekür:
-Ey kavim! Geri bir devlete eriştik. Rahul’un oğlu İsa <8) ile buluşmuş,
bize şefaatçi olmuş. Türklere galip göndermiş, bizi vaftiz <9) etti. Durum budur,
dedi.
Ruhbanlar ve Nasranfler kavmi çok mutlu oldu. Buhur ve (l0) tören ile
Şerif i karşıladılar, devlet adamlarının girdiği kapıdan içeri aldılar.
Şerifi doğruca Ayasofya dedikleri (ll) kiliseye getirdiler, kondurdular. O
şehirde tellal bağırttılar, bir araya toplandılar. Şerif minbere çıktı, güzel
sesle İncil’den birkaç ayet okudu. Kâfirlerin hepsi, (13) kendilerinden geçtiler.
Şerif, o kavmi üç gün vaftiz etti. Tekür kendisi de (14) gelip Şerif e saygı
gösterdi. Dördüncü gün, İstanbul rahipleri şarap ve yemek (15) getirip Şerife
ziyafet verdiler.
O gece kâfirler o kadar çok içtiler ki [T50] (l) kendilerinden habersiz
sarhoş oldular, yattılar. Şerif kalktı, o gece heladan necis <2) getirip o papazların
saç sakallarına bulaştırdı. Tekürün sakalına bile bulaştırdı. (3) Şerif şarap içmedi,
yemeklerden de çok yemedi. Özür diledi, dünya nimetlerinden uzak durmak
makbuldür (4) diye zeytin, şeker ve hafif yiyeceklerden yedi yalnız başına
ibadet yapmaya (5) gitti.
Sabah olunca tekür ve rahipler kalktı, yüzlerine hep (6) bok bulaşmıştı.
Şaşırıp kaldılar. Feryat ederek teküre geldiler. (7) Gördüler ki onun da suratı
bok. Söylediler:
-Acaba bu zerafeti bize kim yaptı?
Şerifin (8) olduğu hücreye geldiler. Şerif de kendine bok sürmüş, oturur.
Söylediler: (9)
-Ey bizim dinimizin sultanı! Sana ve bize bu hâl nedendir? Şerif o kavme
hışm (l0)edip:
-Ey som halk! İşiniz fesat ve yaptığınız işler yaramazdır. Beni inkâr
etmişsiniz. Bu gece Hazret-i İsa gökten indi, “Burası şeytanın indiği yerdir,
ayağını (l2) buraya basmıştır. Sen bu kavmin içinde ne ararsın?” deyip beni o
kadar (13) dövdü ki hatta necesim çıktı. İşte kaftanıma da bulaştı. Ben beni
biliyorum, <l4) sizi bilmiyorum. İşte size de azap etmişler, dedi ve ağladı. Tekür,
yerinden (l5) kalktı:
-Buyur, seni inkâr edenler kim ise hep kılıçtan geçireyim, dedi. [T51] (l>
Şerif:
-Mesih bana buyurdu, “O kavmin boyunlarını vur. Her tarafta fesatlık
yapan (2) halk onlardır. Gidin, size fırsat vereyim, Türkleri kırın.” Ben de
Harcınevan kavmine <3) gidiyorum. Hem sizin en iyileriniz Türkleri
kıranlardır, (4) dedi.
Tekür, bunları işitince ağladı:
-Onlar kimlerdir, buyur, dedi. <5) Şerif Saltık, papazları gösterdi. (6)
Rum’da meşhur altmış üç ulu keşişin boyunlarını vurdular. Sonra Şerif, bir
papaza kendisi(7) patriklik verdi:
-Halka yaramazlık etme, yoksa Mesih seni de helak eder, dedi. <8>
Bütün kâfirler ağlaştılar. Şerif, teküre:
-Sen de kimseye zulüm etm e,(9) yoksa helak olursun, dedi.
Bütün kâfirlerden ve tekürden izin alıp Şerif Saltık’ı (l0) gemiye koydular,
Yunan tarafına geçirdiler. Tekür de veda etti, ağladı.(ll) Sonra döndü, gitti.
Şerif, o çok miktarda mal ve eşek ayağıyla doğru (12)Ebrusak Kalesi’ne
geldi. Onun kavmini de vaftiz edip mallarını aldı, oradan (l3) Anguruyye
Kalesi’ne geçti. Bu kaleden de mal aldı. Tekür, Şerife kırk keşiş hizmetkâr
vermişti, birlikte giderlerdi. Oradan Harcınevan şehrinde yani Amasya’da (l5)
Şemmas’a:
-O din ulusu Şem’un rahip geldi, diye haber geldi.
Bütün halk [T52] (1) karşılamaya çıktılar, alıp izzetle kaleye geldiler.
Kiliseye girip o halkı vaftiz (2) etti, mallarını aldı, toplayıp kalktı.
O zamanlar Kastamonu küffar elinde idi. (3)Şemmas’a:
-Ben oraya da uğramak istiyorum, dedi.
Hazırlık yaptılar, Şemmas ile çıkıp bir ovada konakladılar. (4) Şerif, halk
arasında Tahir’in oğlu Mansur’u gördü ki o Müslümanların <5) casuslarından idi.
Mansur, şaşırmış Şerif e bakardı. Şerif(6) emretti:
-Şu kişiyi tutun, dedi.
Kâfirler hemen Mansur’u tuttular. Şerif: (7)
-Kimsin, bana doğru haber ver. Sen Türksün, dedi. Mansur inkâr etti.
Şerif:(8)
-Korkma, seni öldürmem. Yalan söyleme, dedi. Mansur âciz kaldı,
söyledi: (9)
-Müslümanlardanım. Şerif:
-Niçin geldin, doğruyu söyle, dedi. Mansur:(l0)
-Edirne’de Şerifi ateşte yakmışlar, kâfirlerin niyeti nedir,onu öğrenmeye
geldim, dedi. (ll)Şerif:
-Bize Hazret-i İsa rahmet etti, bu günahkâr kavmi vaftiz edeyim. Ondan
sonra (l2)çıkıp sizlere bir iş edeyim ki siz göresiniz, dedi.
Harcınevan yani Amasya halkı, Şerife dua ettiler: <13)
-Bu din ulusu, Mesih’in kendisidir, dediler.
Şerif, Mansur’u çadırına getirdi. <l4) Gece olunca çadır tenha kaldı,
Mansur’un yanına geldi, kendisini tanıttı. (15) Mansur, Şerifin ayağına kapandı,
hikâyeyi bir kâğıda yazdı:
-Dostlarım [T53] (1) bir araya toplansınlar, falan derbentte pusu kursunlar.
Biz oraya varınca çıkıp (2)yürüsünler.
Mansur’u gece, kimse duymadan kaçırdı.
Mansur’u (3) sabah kâfirler hapiste bulamadılar, gelip Şemmas’a haber
verdiler. Şemmas, Şerif e: (4)
-Sultanım! O Türk kaçmış, dedi.
Şerif öfkelendi, o yörede yatan kâfirleri(5) helak eyledi:
-Siz niçin gözetmediniz de o Türkü kaçırdınız, dedi.
Oradan (6) kalktılar, Kastamanu Kalesi’ne gittiler. Kıravan beyinin oğluna
tekür, tımar (7) vermişti. Karşıladılar, Şerifi izzetle alıp davullar döverek kaleya
(8) geldiler, orada konakladılar. Kiliseye gelip o kavmi de vaftiz etti. O eşek
ayağıyla (9) kâfirlere öyle sopalar vurdu ki ağızları, burunları kan oldu. Şerif
sordu: (10)
-Burada başka büyük kale var mıdır? Söylediler:
-Derbent Kalesivar.
Şerif, (ll)o tarafa doğru yürümeye başladı.
Bu tarafta, Mansur bin Tahir kaçıp MüsKimanlara (l2) haber getirdi.
Şerifin kâğıdını, Emir Osman’ın önüne koydu. Okudular, bütün <l3) dostları
mutlu oldu. Hemen Emir Osman buyurdu, hazırlık yapıp derbente <l4) indiler,
pusu kurdular. Kafirler bin yedi yüz kadar kişiyle vardılar. Bu dört yüz kırk (l5)
üç Sünni bir taraftan tekbir getirip at teptiler, naralar atıp cenge [T54] (l)
girdiler. Büyük bir karışıklık oldu. Kâfirler iyi bir direnç gösterdiler, Sünnileri
sürdüler, getirip <2)derbente tıktılar.
Şerif, bir süre sabretti. Gördü ki Sünniler zor duruma (3) düştüler. Server,
hemen atını sürüp bir kere nara attı. Şemmas, Kıravan şahının (4)oğluna:
-Bizim papamıza bak, Şerif gibi nara atıyor, dedi. Kıravan beyi: (5)
-Korkarım ki bu herif odur, dedi. Şerif, hemen bir kere daha gök
gürlemesi gibi haykırıp:
-Ey <6) kâfirler, ey lainler! Bilmiş olun ki ben Şerif Saltık’ım. Elimden
canınızı nasıl kurtaracaksınız, (7) dedi. Şemmas onu işitince:
-Vah! Bu, Saltık’ın kendisiymiş, gördünüz mü, (8) deyip atın başını
çevirdi, oradan uzaklaştı.
Kıravan meliki de kaçtı. Müslümanlar, (9) kâfirleri iyice kırdılar. Bütün
elbiselerini aldılar. O yenilmiş ordu, il içine <l0) dağıldı. Müslümanlar mutluluk
içinde dönüp Şerifin yanına geldiler, görüştüler. Şerifi (ll) mutluluk içinde
şehre getirdiler. Emir Osman, yolda gelirken Haşan ibni Şamur’a: <l2)
-Bu çokluk mal, Şerifin malıdır. Hemen bunu toplayalım, dedi. Haşan:
( 13)

-Ya Emir! Doğrusu budur ki evladınız Nefise Banu’yu Şerife veriniz,


dedi. (,4)
Emir Osman, bunu işitince konuşmadı. Bu konuyu burada bıraktılar,
şehre geldiler. <l5) Seyyid, o malın büyük bir bölümünü halka paylaştırdı. Halk
gelip Şerifin elini [T55] (l) öptü. Şerif, o halka dua etti. Biraz mal da Sultan
Gıyasüddin <2) hazretine gönderdiler. Hikâyeyi yazıp bildirdiler. Sultan işitince
(3)çok mutlu oldu, Şerife kaftanlar ile malı geri gönderdi.
Yemekte, içmekte, ibadette ve (4) ilimde sohbet ettiler. Şerif Saltık, cömert
bir biçimde elini açıp yetimlere, pirlere, kadınlara, (5) dullara sadakalar ihsanlar
ederdi.
Ebu Haşan bin Şamur, bir gün Şerife: (6)
-Ya Server! Malı çok dağıtma. Bu halk seni evlendirmek ister, dedi.
Seyyid Şerif,(7) o zaman on sekiz yaşında genç bir yiğitçik idi. O:
-Ya Haşan! B en (8) hiçbir ayıbı olmayan bir kız istiyorum, dedi. Haşan:
-Emir Osman’ın bir kızı var. Çok güzel. (9) Fakat daha dokuz yaşını yeni
geçti. On yaşını daha tamamlamadı. Seyyid Şerif: <l0>
-Üç yıl ona sabredelim. Onunla evleneyim, dedi. Haşan bu sözü, Emir (11)
Osman’a söyledi. Osman:
-Bu duruma razıyım, diye cevap verdi. Haşan, halka:(l2)
-Şerif, mescide gelsin. Hepimiz ağız birirliği yapıp ona söyleyelim, ısrar
<13)edelim, dedi.
Hepsi kabul edip sözleşti. Seyyid’e söylediler. Öğle namazında Şerif de
<14) mescide geldi, namaz kıldılar. Cemaat oturdu, söz açtılar. Şerife durumu (15)
söylediler. Şerif:
-Benim gözümle görmem gerek. Böylece Allah’ın emri yerine gelsin,
[T56] dedi.
(l) Şerif öyle deyince Emir Osman, birkaç önder kişi ile Şerifi alıp b
(2) getirdi. Oturdular. Buyurdu, Nefise Banu’yu donatıp gösterdiler. Şerif, 3)
yakından görünce gözü tuttu. Sözleştiler. Şeriften <4) üç yıl izin istediler. Bu
şekilde kararlaştırdılar. Şerif, yüzüğünü (5) hemen parmağından çıkarıp kızın
parmağına geçirdi.
(6)Diğer tarafta kâfirler kaçtılar, Rum mülküne gittiler. Saltık’ın işlerini,
<7) hilelerini ve becerikliliğini teküre haber verdiler. Bütün Rum beyleri hayran
oldular. (8) Tekürün öldürdüğü rahipler için feryat ve figan ettiler, her diyara
mektuplar (9) gönderdiler:
-Şerif Saltık dedikleri sihirbaz, ateşte yanmamış. Bize bunun (10> gibi hile
ve işler etti, gafil olmayın, dedi.
İstanbul ve Edime (11) kalesi arasında bir hisarcık vardı. Orada da bir
kilise vardı, içinde (12) görevli kırk ruhban bulunmaktaydı. Hazret-i İsa orada
yedi gün oturmuştu, (13> bayram etmişti. Kâfirler, orada gelip bayram ederlerdi.
Yedi gün büyük ve küçük (l4) bütün halk toplanıp törenler yaparlardı. Orada
yine bayram olmuştu. Tekürden buranın beyine mektup geldi ki:
-Aman sakının. Durum şöyle olmuştur. Saltık’tan [T57](l) korkun, demiş.
Kâfirler bu haberi işitince dağıldılar. Herkese (2) bir korku düştü. Her
kişiyi sorup teftiş eder oldular. O hisarın (3) beyine, İstifan-ı Rumî derlerdi. Bu
bey, haberi işitince Şerife hayran kalıp dedi ki:
-Eğer Şerif benim elime girse ben ona candan kul olurdum. Halk’a :(5)
-Hemen dağılıp gidin, dedi. Halk dağıldı, gitti.
Bu tarafta Şerif, Haynup Kalesi’nde oturmuştu. Şerif, ansızın hastalandı.
Humma gibi (7) titreyip düştü. Mescitten alıp evine getirdiler, yatırdılar. Şehir
içinde, (8) bir Yahudi tabip vardı. Şerifi tedavi ettirmek için onu alıp getirdiler.
Şerif, kendinden habersiz (9) yatıyordu. O tabip bir şerbet hazırladı, Şerife
verdi. Şerbeti içirir içirmez (1 ) Şerifin aklı gitti, delirdi. Ne yaptılarsa çare
bulamadılar.
Bir (ll) gün Şerif şehirden çıkıp gitti. Yalın ayak olarak (l2) Kavaniyye
şehrine doğru yürümeye başladı. Birkaç gün bekledi. Deli olmuştu. (13) Halk
Şerifi görünce çok acırdı.
O Yahuditabip kaçtı. Harcınevan’a yani Amasya’ya (14)ulaşıp Şemmas’a
haber verdi:
-Şerif deli oldu. Ona bir şerbet içirdim. (l5) Artık kendine gelebilecek
durumda değildir, dedi.
Şemmas da teküre haber gönderdi, [T58](1) Şerifin deli olduğunu
bildirdi. Tekür bu baberi öğrenince bir fedai (2) gönderdi ki Şerifi bula,
Kavaniyye şehrinde öldüre.
Şerif, günlerden bir gün Kavaniyye’den (3) ayrıldı. Kayseri’ye geldi.
Orada da durmayıp Sivas’a geldi. (4) Sivas’ta ulu bir devletli kişi vardı, adı
Hoca Hüseyin (5) Mali idi. Onun güzel bir oğlu vardı. Şerif onu görünce bir kez
(6) haykırdı, düştü, kendinden geçti. Şerifi, Giryanos tutmuştu. Kimse (7)
bilmezdi ki bu Şeriftir. Hoca, Şerifi görünce merak etti. (8) Gördü ki sarışın,
sarı sakallı bir yiğittir. Henüz yirmi yaşında (9) var yok. Sakalı henüz gelmeye
başlamış. Hoca:
-Bre deli! Ne istiyorsun, dedi. (l0)Şerif:
-Bu oğlanı sevdim, çok yiğit birine benzer. Onu yanıma almayınca
gitmem, dedi. (11)
Hoca, öfkelenip Şerife birkaç kez vurdu, dövdü. Şerif, ondan (l2) hiç yüz
çevirmedi. Ne kadar bağırıp çağırsalar da vazgeçmedi.
Sonra Hoca, şehirden çıkıp (l3) Sivas’a gitti. Şerif de arkalarından Sivas’a
geldi. Hoca, Şerifi (l4) görünce Sivas’ta hemen şehrin kadısına, subaşısına <l5)
haber verdi. Şikâyet edip:
-Bir deli herif oğluma musallat oldu, [T59] (l) ardımıza düşüp bizi
huzursuz etti, dedi. Kadı, yakalanması için hemen emretti.
(2) Şerifi tuttular, tımarhaneye koydular. Üç ay burada tedavi ett
İyileşmedi. (3) Sonunda serbest bıraktılar. Şerif, bir yıl o oğlanın mahallesinde (4>
dolaşıp yürüdü, terk etmedi. Sivas halkı ona, Sarı Saltık <5)derdi.
Rum’dan gönderdikleri fedai, bir gün sürüp Sivas’a geldi. Seyyid’i
uzaktan gözetirdi. Şerif, şehirden dışarı çıktı. Şerif (7) Gazi, Abdülvehhab
Gazi’nin şehit olup yattığı yere geldi. Orada (8> oturdu, ağladı, biraz yattı. O
fedai, bunu uzaktan gördü.
Şerif (9) yattı, uyudu. Hemen o lain geldi, Şerife üç kez hançer vurdu.
Hançerle yaraladı. (l ) Şerif ayağa kalktı, o ite öyle bir taş vurdu ki beynini
burnundan getirdi. (ll) Fedai, orada can verdi. Şerifin de çok kanı aktı. Şehir
halkı duydu, Şerifin <12) yaralarını bağladılar. Getirdiler, bir dükkânın altında
dört ay yatırdılar, tedavi (l3) ettiler. Yaraları iyileşir iyileşmez kalktı, o fedainin
hançerini yanında (l4) saklamıştı. O Hoca’nın oğlunun önüne geldi:
-Bana itaat e t,(15) yoksa seni öldürürüm, dedi.
Kırk gün bunu takip etti. Halk âciz oldu. [T60] (1) Şehrin önde gelenleri
toplanıp şehrin hacibi Umadî’nin huzuruna çıktılar, (2) söylediler:
-Bu deli, bir gün kan dökecek. Hançer elinde. Bir olay çıkarmadan tedbir
alın.
Kalktılar, (3) cümle halk gelip Şerifin üzerine saldırdı, hançeri almak
istediler. (4) Şerif Saltık vermedi, üç kişiyi yaraladı. Halk gördü k i(5) arada adam
telef olacak, iş büyüyecek. Şerifin üzerine üşüştüler, ağaç ve taşla (6) vurup
tuttular. Sürüye sürüye kadıya getirdiler:
-Bunu asmak gerek, dediler. <7)
Kadı, burca çıkarılıp idam edilmesi için emir verdi.
Raviler rivayet ederler (8) ki Sinoplular, bir yıl Şeriften haber alamadı.
Sonunda birisi gelip:
-Sivas’ta (9) Şerif i deli gördük, dedi, haber verdi.
Lalası Seravil, Kasım, Hüsrev, (10) İlyas ve İshak, bu dostları atlarına
bindiler ve Şerifi aramaya (11) çıktılar. Hikmet-i İlahî, bunlar eriştiklerinde
Şerifi idam etmek için burca çıkarıyorlardı. <l2) Şerifin idam edileceği yere
bunlar eriştiler. Seravü, o siyaset hâli görünce feryat ve figan edip haykırdı:
-Ey Sivas halkı! Nedir bu ettiğiniz (l4) iş? Bu kişi kimdir, biliyor
muzunuz, dedi. Sivaslılar:
-Kim olacak? Bir delidir. Fesadından <15) âciz kaldık, dediler. Seravil:
-Adı nedir, diye sordu. Sivas halkı:
-Sarı Saltık’tır. Kıravan [T61] (1)Türklerindendir. Seravil:
-Ey Sivas halkı! Bu Şerif Saltık’tır. Hastalık (2) içindedir. Yahudi bir
tabip şerbet içirdi, deli oldu. Ben bunun lalasıyım. <3) Bütün Haynup halkı
bunun için feryat ve figan ederler, yas tutarlar, dedi.
Bu sözler üzerine <4) kale dizdarı ve hacip çıktılar, (5) Şerifin ipini aldılar,
serbest bıraktılar. O oğlan karşıda (6) durmuş burca bakardı. Şerif, kendisini o
burçtan aşağı bıraktı. Kuş (7) gibi yere kondu. Koştu, gelip o oğlanın üzerine
düştü, sıkıca yakaladı, <8) sinesine çekip durdu. Halk ona şaşırıp hayran oldu.
Sonra dağıldılar, Şerifi (9) terk edip gittiler.
Şerif, sahradan geri şehre geldi. Halk:
-Bu deliye bir iş (l0)edelim, bu oğlan da kurtulsun, dedi. Hoca:
-Her kim 0 °buna bir çare bulursa bin akçe vereyim, deyip sözleştiler.
Bir kişiye izin verdiler. O şahıs, Sarı<12) Saltık’a:
-Ya Saltık! Bu oğlan Hoca’nın kuludur, satar. Eğer istersen (l3) sana
satarız, al, dedi. Şerif:
-Güzel. Alayım, fiyatını söyleyin, dedi. Halk:
-On (l4) iki bin baş kara koyun, on iki bin baş ak keçi getir. Al, bu oğlan
(l5)senin kölen olsun, dedi. Şerif:
-Hemen gideyim, getireyim, dedi. O şahıs, Şerife: [T 6 2 ](l)
-Belki gelmezsin, bize bir rehin ver, dedi.
Şerif ayağından papucunu çıkarıp (2) Hoca’ya rehin verdi. Halk hep
gülüştü. O papucu,(3) oğlanın babası aldı:
-Tek bu delinin elinden kurtulalım, dedi.
Şerif,(4) Sivas’tan ayrıldı. Gazbin’e gitmek üzere yola çıktı.
Şerifin dostlan üzülüp (5) yerlerine geldiler, olurdular. Emir Osman
sordu:
-Şerifin hâli nasıldır? Söylediler: <6)
-Öyle deli divane olmuş ki düzelmesi mümkün değil. Osman’a söylediler:
-Ya Emir! (7) Siz kızınızı istediğiniz birine verin. Şerifin işi tamam
olmuştur. Emir Osman:<8)
-Ey halk! Ben onunla üç yıla sözleştim, sözümden dönmem. Umarım <9)
ki Tanrı’nın inayeti yetişir, tekrar kendine gelir, dedi. Bunun üzerine kaldılar.
Şerif, Gazbin’den (l0) döndü, gezerek Şirvan’a geldi. Sonra Demürkapı’ya
vardı, oradan (ll) Ejderhan iline yürüdü. Bir gün yürürken Tatarlar içine (l2)
karıştı. Bir kadın, Şerif i görünce:
-Yazık şu yiğide, deli olmuş. <l3)Zübde-i herze* yese kurtulurdu, dedi.
Şerif, eline bir taş aldı, attı, o kadının (l4) başını yardı. Tatarlar, Şerifi
dövmek istediler. Kaçtı, Nogay iline gitti. (l5)Ot otlardı, yayan yürürdü. Oradan
Kıpçak iline indi, biraz daha gezdi. [T63] (l) Yürüdü, Deşthan iline geldi.
Yürüdü,<2) Çin’e gidiyordu.
Han, ava çıkmıştı. Uzaktan gördü ki bir kişi toza batmış gelmekte. (3)
Yakınlaşınca baktı, Şerif i gördü, tanıdı. Atını ileri sürdü. (4) Sıçradı, indi, geldi,
Şerifi iki gözünde öptü:
-Nasılsın, buralara niçin geldiniz, dedi. Şerif: <5>
-Bana bu kadar koyun ve bu kadar keçi ver, dedi.
Meğer o Han büyük savaşta kendisi bizzat (6) Şerif ile birlikte savaşmıştı,
deli olduğunu da işitmişti. Han emir <7) verdi, Şerife hediye olarak on ev birer
koyun getirdiler. Yirmi dört bin koyun ve keçi (8) topladılar. Han, hizmetçilere
emretti ki:
-Saltık nereye giderse birlikte gidin. (9) Koyunları ardınca sürün, dedi.
Hizmetçiler de öyle yaptı.

Ziibde-i herze: (?)


Şerif, geri Şirvan’dan (10) yana döndü. Ardınca o koyunları sürdüler.
Sonunda Anadolu sınırına yetiştiler. (1I) Dosdoğru Sivas’a geldi. Bir taraftan
şehir içine girdiler.
Şerif, (12)bir yıl Tatar’da eğlendi. Sivas halkı onu görünce:
-Hey! D eli(13) çıkageldi. Sayısıyla koyunları getirdi, dediler.
Hoca Haşan hayret edip (14) varıp pişman oldu, feryat etti. Halk:
-Sabret, görelim oğlanı (l5)neyler, deyip Y usuf u getirdiler:
-Al şimdi köleni, dediler. Şerif, oğlana bakmayıp: [T 6 4 ](1)
-Nerede rehinim, diye sordu. Halk:
-Eski pabuç idi, yabana attık, dedi. Şerif bir kez nara <2>atıp:
-Siz benim papucumu yabana attınız ise hatırımı da saymazsınız.
Koyunlar (3) da oğlan da sizin olsun, deyip Sivas’tan ayrıldı, Halep’e (4) gitmek
üzere yola çıktı.
Hoca bu hâli görünce, feryat eyledi. Şerifin ayağına (5) düştü. Şerif, razı
olmadı. Gitti, o oğlana lakap takıp gitti. Köle (6) Yusuf, dedi. O oğlan hemen
baş açık Şerifin ardına düştü. <7) Şerif, Halep ve Şam’dan çıktı. Deli divane
gezerdi. Birkaç gün(8)sonra Kudüs’e geldi. Yedi ay da orada oturdu.
(9) Bir gün bir Arap, Şerife baktı, gördü. Hemen kullarına emretti.
Şerifi tuttular. Evine getirdi, zincir ile bağladı. Türlü şerbetler ile (ll) ilaç yaptı,
çare edemedi. Şerif:
-Ey Arap! Bana herze verirsen belki(12) derman olurdu, dedi.
Hoca, Şerife baktı. Onun bu sözüne şaşırdı. İyi bir hekim idi, (13) anladı.
Şerifin aklına o Tatar kadınının dediği(14) gelmişti. Hemen Şerifi alıp hamama
götürdü. H erze-i<15) şerbeti içirdi.
Şerif o şerbeti içti, hemen [T65] (l) aklı başına geldi. Derhâl kendi hâlini
sordu:
-Bana ne oldu, dedi. (2)
Arap Hoca, hikâyeyi bir bir anlattı:
-Deli olmuşsun, durum budur, dedi. Seyyid kalktı, (3) Hoca’nın elini öptü.
Hoca Selim:
-Ya oğul Saltık! Dilerim ki (4) bu yıl benimle birlikte sen de Hacca gel,
dedi.
Şerif, kabul etti. Hoca’ya yoldaş (5) olup Hâlilürrahman’a gitmek üzere
yola çıktılar.
Onlar, Hâlilürrahman’a erişip (6) ziyaret ettiler. Oradan Mısır’a geçtiler.
Şerif, Hoca’ya:
-Dilerini ki ben (7) bu Mısır âlimleriyle görüş alışverişinde bulunayım,
bilim konusunda konuşayım, dedi. Hoca:
-Sesiz <8) ol, delilik etme, dedi. Şerif, kendisi, şehirde duyuru yaptırdı.
Tellallara dedi(9) ki:
-Rum’dan Şerif Saltık geldi, ders verir, diye duyuru yapınız.
(l0) Tellallar duyuru yapınca Mısır sultanı işitti. Ulemayı topladı.
konusunda tartıştılar. (ll) Şerif, Mısır ulemasının tamamını susturdu. En son bu
fetvayı verdi: <l2>
-Bu dört büyük mezhebin en kuvvetlisi Hanifı mezhebidir. (13) Hem
üstündür hem de büyüktür. Malik ve Hanbel, ikisi<l4) Şafıiye tabi oldular. İmam
Şafî de Ebu Hanife’ye tabi olmuştur. Sultan-ı ° 5) Hatip, Kadı Hanifl’dir.
Hepsine hükmedicidir. Zira Hazret-i Resul - [T66](I) “Numan bendendir” diye
buyurmuştur.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

(6) SARI SALTIK’IN KÂBE’YE SEFERİ

Raviler rivayet ederler ki (7) bu tarafta Şerif, Kâbe’ye yöneldi. Sultan


Şerife kullar ve mallar verdiler. (8) Hac vakti olunca geldiler, Medine’yi ziyaret
etmeyi istediler. Oraya kısa ve doğru (9) bir yol vardı. O yol, Yenbu’dan
kestirme olarak Medine’ye giderdi. <l0) Fakat Kabail Arap, o yolu kesmişti.
Kimseyi geçirtmezdi.
Şerif, oradan<n) gitmek üzere yola çıktı. Araplar:
-Buradan girilmez, Vadi-i Nar’dan girmek gerek. <12) Buradan geri dön,
dediler. Şerif:
-Niçin, diye sordu. Onlar:
-Yedi(13)kabile vardır, onlar haramidir. Bu yoldan kuş uçurtmazlar. Şerif:
-Yürüyün. (I4)0 kimdir? Benim önüme de gelsin bir göreyim, dedi.
Bu defa Hacılar, ikiye bölündüler. Bir kısmı, (l5> Şerife uydu. Zira
Şerifin gücünü ve yiğitliğini bilirlerdi, gittiler. [T67] (1) Hüzeyl Arap’ına
eriştiler. Onların bir beyi vardı, adına İfrit-i Hüzeylî derlerdi. (2) Şerif e karşı
geldiler:
-Siz kimsiniz? Korkmayıp buraya nasıl geldiniz, deyince <3) çöl tarafından
bir at sesi geldi.
Şerif baktı. Bir kayanın üzerinde, mükemmel (4) atı olan bir kişi duruyor.
Bir boz attır. O kişi, Şerife el saldı. Şerif(5) ona yaklaştı, selam verdi. Selamını
alıp atı Seyyid’e çekiverdi. Şerif:(6)
-Sen kimsin, diye sordu. O:
-Ben Menucehr-i cinnîyim. Bu atı sana Hazret-i Hızır gönderdi. (7) Adı,
Akabil’dir. Bu ata Hazret-i Hamza, Hazret-i Ali ve Hazret-i Abbas
binmişlerdir. Tanrı sana nasip (8) etti. Fakat silahın Zülcenah’tadır. Ben varıp
getireyim. (9)Giy, yürü, dedi.
Şerif, hemen o ata binip Anka gibi sürdü. (l0) İleri o Araplara vardı:
-Ne istiyorsunuz, dedi. O Araplar:
-Hemen soyunun, (ll) malınızı bize verin, bizden başınızı kurtarın, dediler.
Şerif:
-Ya Araplar! Kerem edin, (12) bize zahmet vermeyin. Verebileceğimiz
kadar size mal verelim. Eğer yok, derseniz (l3) biz sizi soyarız, size zahmet
ederiz. Zorbalığa iznimiz yoktur, dedi.
O Arap, Şerif e <l4) baktı. Mızrak ile saldırdı. Şerif, Taziyane-i Osman bin
Affan <l5) ile öfkelendi. Arap’ın mızrağı ortadan kırıldı, iki parça oldu. Arap
geçeyim deyince [T68] (1) ayağının tabanıyla öyle vurdu ki Arap atından yere
düştü. Dokuz adım yeri yuvarlanarak (2) gitti. Şerif onu takip etti. O İfrit Arap
onu gördü, öfkelenip <3) Şerifin üzerine tekrar saldırdı. Şerif:
-Benim Saltık-ı Rumî Şerif pehlivan! Gafil (4)olma ey Arap, dedi. Arap:
-Sen Rum’da anılırsın. Biz seni ne bilelim, (5) deyip kılıç ile Seyyid’e
hamle yaptı.
Seyyid Şerif, onun hamlesini merdane <6) savdı. Rüstem-i Zal’ın gürzünü
eline alıp İfrit Arap’a bir darbe (7) vurdu. Arap atından yere yıkıldı. Kalkınca
Şerif hemen erişti, kıpırdatmayıp sıkıca <8)bağladı, esir etti.
Orada bulunan Araplar bu durumu görünce feryat figan ettiler. (9)Atlarından
yere indiler, gelip Şerifin ayağına döküldüler. Şerif: (l0)
-Bundan böyle bu yolda haramilik yapmayın, diye yemin verdi.
Seyyid, İfrit’i de serbest bıraktı. (ll) Sonra yollarına gittiler. Şerif, o dağı aşıp
Medine yüzüne indi. İfrit(l2) Arap, yiyecek ve yemek getirip Şerife
ikramlarda bulundu.
Arap içine, Anter’den(l3)beri bu kadar iyi pehlivan gelmemişti. Hem Anter
nesli idi, Arap diyarında (l4) da erlik ile meşhur idi. Şerif, Arap diyarına bir
sada bıraktı. Sonra oradan(l5)kalkıp Medine’ye vardılar, Hazret-i Resul’ü
ziyaret etti. [T69] (l)0ngün Medine’de oturdular.
Şerif, Medine’nin şerifini <2)getirtti, ona:
-Sen kimin neslisin, diye sordu. O:
-Biz, Hüseyin nesliyiz. Hazret-i Peygamber,(3) Medine’yi Hüseyin nesline,
Mekke’yi de Haşan nesline vakfetmiştir. Ömer, Osman (4)ve Hamza’ya
Hâlilürrahman’ı verdiler. Abbas’a ise Kudüs-i Mübarek’i verdiler, dedi.
Şerif:
-Hangi(5>mezheptensiniz, diye sordu. Şerif-i Medenî:
-Ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebindenim, dedi. Şerif: <6)
-Söyle şimdi, bu Medine’de Rafızî kavmi vardır. Onlar bizim hep
düşmanmızdır, (7) bulman gerek, dedi. Şerif-i Medenî:
-Ya Server! Bu şehrin yarısı Rafızî’dir, dedi.
Server<8) onların kırılması için emir verdi. Gazadır”, diye fetvayı verdi.
Rafızîler (9)bunu işittince korktular, Şerifin yanına geldiler:
-Sen neden hükmedersin, bu dört mezhep <I0) haktır. Bizi batıl mıyız?
Özellikle Ebu Hanife’yi tercih edersin,<H) dediler. Şerif:
-Tâbi olmaları üzerine hükmettim. Belki Resulullah <l2) katında da
öyledir, dedi. O kavim:
-Öyle olduğunu nereden bilelim, diye sordular. (13) Şerif:
-Ashabın rivayetinde malumdur, dedi. Bir Rafızî lain (14) vardı, o kavim
içinden çıkıp Şerife:
-Sen Şerif değilsin. Eğer (l5) Şerif isen ispat eyle, kabul edelim, dedi.
Şerif o laini tuttu, hapsetti. [T70] (1>0 gece Seyyid-i Kainat ve Mefhar-ı
Mevcudat gelip Şerife (2)rüyasında:
-Ya evlat! Yarın kabrimin üzerine gel, selam ver. Ben sana cevap (3)
vereyim. Rafızîlerin hakkından gelesin, dedi.
Sabah olunca Şerif emretti, ne kadar (4) dışarıda ve içeride Rafızî varsa
toplayıp getirtti. O :(5)
-Ey halk! Eğer sizin tarikiniz batıl ise tövbe edip hak mezhebe girer
misiniz, (6)dedi.
Onlar yemin ettiler. Bunun üzerine Şerif yerinden kalktı, Ravza-i Mustafa
üzerine (7) gelip izzet ve edep ile durdu:
-Es-selamu aleyke yâ nebiyallah!” dedi. Kabir(8)içinden bir ses geldi:
-Aleyküm selam ya evlat, dedi. Şerife tekrar:(9>
- Sizin mezhebiniz, pek çok mezhepten birisidir, dedi. Tekrar ses geldi:
- Bizim mezhebimiz, (l0)tıpkı benim ashabımdan olan Ebu Bekir, (ll)
Ömer, Osman ve Ali’nin mezhebi gibi, Ebu Hanife’nin sonra Şafi, Malikî ve
Hambelîlerin de mezhebidir, dedi. Şerif tekrar:
- Rafızîlerin, (l2) Haricilerin ve Mutezile’nin durumu nedir, dedi.
Mezardan gelen cevap:
- Dinde münafık olanları <13) öldürün, dedi.
Artık ses gelmedi. Şerif, hemenkılıcını (l4)çıkardı:
-İmana gelin ey melunlar! Eğer imana gelmez iseniz Resul’ün emri
üzerine hepinizi kılıçtan (15) geçiririm, dedi.
Dört bin kişi bir anda tövbe ettiler, Seyyid’in ayağına [T 7 1 ](1) düştüler.
Berani kavminden üç yüz kişi bu mucizatı inkar etti. Şerif onları (2> kılıçtan
geçirdi temizledi.
Şerif, tekrar geri dönüp Mekketullah’a yöneldi. (3) Onuncu gün Kâbe’ye
girdiler. Mekke halkı onu karşıladı. Şerif, (4) Haram’a geldi. Gördü ki Hanefi
İbrahim makamında ve Şafî altın olduğunda, batısında <5) Maliki güneyinde
Hanbeli. Şerif:
-Ya Mekke Hatibi! Sen, Hanefî mezhebindensin. <6) Hemen bağlanın.
Kadı ve sultan, bu üçü böyle etmesi gerek, dedi.
Şerif, imsak şartı (7) üzere eyledi. Sa’yini*, tavaf, umre ve vakfesini edip
tamam etti. İhramını (8) orada çıkardı. Hacca gittiler.
Şerif, Cidde’ye geldi. Yemen diyarına seyre gitti. (9) Ticaret sebebi ile o
Hoca ile âlemi gezip, seyretti. İran ve Umman’ı (l0) gezdi. Çokluk mal ile gelip
Aden şehrinde gemiye bindi, diyardan <U) Tur şehrine yöneldiler. Yemen’den
Sağalu ve Dağarlu adlı heybetli kimseler de Şerif ile birlikte idiler. Şerife (l2)
çok hediyeler verdiler. Sonunda gelip geri Mısır’a çıktılar. Sultan, Şerifi
karşıladı. (13) Şerif, sultana hediyeler ve armağanlar verdi. Sultan da kaftan, mal
hediye etti. (14) Şerifi misafir ettiler, yemekler ve ziyafetler verdiler.
Sonra Şerif, sultandan izin (l5) alıp Seyyid Ahmed-i Bedevi sultanı
ziyaret etti. Oradan gemiye girip [T72] (l) İskenderiyye’ye geldi.
İskenderiyye’den geçip bir kaleye çıktı. Daha sonra <2) Kıravan diyarına
geldiler. Müslümanlar işitip Şerifi karşıladılar, zikr ile şehre getirdiler, orada (3)
ziyafet verip şenlikler yaptılar. O şehirden Şerif, Haynup’a bir adam gönderdi.
Kendisinin (4) selamet hâlini bildirdi.
Raviler şöyle rivayet ederler ki Şerifin üç yılı bu hâlde <5) geçti.
Dördüncü yıl idi, Hacca gidip Kıravan mülküne geldi. <5) Şerif deli ve avare
olunca tekür Pap’a haber gönderdi ki:
-Şerif deli oldu. (7) Şimdi toplayalım, bu kere hücum edelim, dedi.
Pap, geri ona bir mektup (8) yazıp gönderdi. Açtılar ve okudular,
İstanbul’da Ayasofya <9) içinde toplandılar. Zira öyle yapınız, demişti. Pap ve
tekür de orada idi. (IO)Pap’ın kâğıdındaki haber şöyleydi:
-Ya tekür! Sen ki Rum padişahısın. (U) Şöyle bilesin ve haberdar olasın ki
biz bundan sonra Türke galip gelemeyiz. Zira Mesih’i düşümde gördüm.
Bana, ‘Türk ile barış yapın. (l3) Sizden bir er çıka, sarışın, yeşil gözlü, çirkin
şekilli (l4) ağzı kokar ola. Gövdesi pullu cüzzam ola, Rus milletinden ola. (l5)0
zamana kadar bekleyin. Gökyüzündeki Mirrih yıldızı, ki siz onu görüyorsunuz,
[T73] (l) kıpkızıldır. Gah şarkta gah garpta doğar. Dolunay şimdi Türklere
yardım eder, (2) kılıcını sizin üstünüze salar. Bir vakit gelecek, ona yardım
edecek. O Türklerin (3) hakkından gele, onları kıra. Eğer o kimse gelmeden
yürürsek her Türk, başlı <4) başına Şerif Saltık olur. Böyle biliniz.”, demiş.
Tekür, bu sözü işitince <5>ağladı, feryat etti:
-O zamana dek Türk, bize yapacağını yapar. Bu <6)bize yeter, dedi.
Tekürünbir oğlu vardı, adı Alyanos idi. Yerinden kalktı:
-Pap (7) lain, Türkten korkmuş, ne gerekiyorsa söylemiş. Fakat ben,
denizden gemiler ile giderek Cezire-i Uşşak’ı yani Sinop’u ( ) alırım. Bunlar, bir
avuç Türktür, bizim aramızda nasıl iş başarabilir, dedi.
Üç yüz (9> parça gemi donattılar, İstanbul’dan Haynup’a doğru çekildiler.
Sonunda çokluk (l0) çeri gelip kenara çıktılar. Müslümanlar ile cenk etmeye

S a ’y: Hacda Safa ile Nevre arasında yürüme, koşma.


başladılar. Müslümanlar, hazırlıksız (11) bulunup hisara girmişlerdi. Şerifin
adamı gelip hâli böyle görünce (l2) Şerifin kendi el yazısıyla yazılmış mektubu
hisara bir okla (l3) attı. Müslümanlar mektubu bulup okudular. Şerifin nereye
geldiğini ve delilikten (l4) kurtulduğunu, akıllı olduğunu işitince bazısı inandı,
bazısı inanmadı. (l5) Şerif in dostları, Şerif e hemen bir adam gönderdiler:
-Ey pehlivan! Hemen [T74] (1) yetiş, hâlimiz Tanrı’ya emanet, diye
yazdılar.
Haberciyi gizli kapıdan çıkardılar, gönderdiler. (2) Gitti, Şerif e ulaşıp
haber verdi.
Şerif, mektubu okuyunca yerinden kalktı, atına bindi. (3) Sürdü, Haynup’a
yöneldi. Yaltınlaşınca malını ve <4) çadırını uzakta bir yere koydu. Şerif e ilaç
veren ve tedavi eden Hoca, Şerif ile <5) birlikte idi. Onu da orada koydu. Kendisi
yalnız sürüp şehrin karşısına (6) geldi, bir yüksek yerden baktı. Alyanos lain de
atına binmiş, (7) eline gürz almış, hisara yürümüş idi. Şerif, bir nara atmak (8)
istedi. Sabretti. Ankabil’i ileri sürdü, kâfirlerin arasına girdi. O kadar (9) yaklaştı
ki Alyanos’un yanına vardı, durdu. Kâfirler o gün sıkı(l0) durdular, cenk ettiler.
Top ve tüfek Ue Müslümanları kırıp hisara (ll) koydular. Burç üzerine çıktılar.
Alyanos’un sancağını hisara, burca dikmek istediler. (l2) Müslümanlar şehir
içinde sokaklara girip tekbir getirdiler, cenk ettiler. <13) Emir Osman, namaz
kılıp Tanrı’ya yalvarırdı:
-Sultandan asker (14) gele, yardım gele, derdi.
Bu tarafta, yardım etmeye gelen askerlerin yollarını Harcınevan yani
Amasya (15) kâfirleri kesti. Onların geçmesine izin vermedi. Orada da cenk
ederlerdi. Şerif gördü [T75] (1) ki Alyanos burç üzerine çıkmak ister. Hemen
ileri varıp:
-Ya kâfirler! Nereye (2) gidiyorsunuz? Şerif gitti ise geri gelir demez
misiniz, dedi.
Alyanos öfkelenip (3) kılıcını eline aldı, Şerifin üzerine yürüdü. Şerif, bir
kez nara attı:(4)
-Benim Şerif Saltık, gözünüzü acınız ey kâfirler, dedi. Elindeki kılıç ile
(5)Alyanos’a öyle çaldı ki atı ve kâfiri dört (6)parçaya böldü.
Müslümanlar, Şerifin narasını işitince baktılar, gördüler ki Alyanos’u (7)
tepeledi. Ölüsü diri, dirisi bir ejderha oldu. Sanki cansızlar idi, (8) canları geldi:
-Aferin! Kolun kuvvetli, ömrün ziyade olsun ey Server, dediler.
(9) Alyanos helak olunca kâfirler tarumar oldular, kaçtılar. Müslüma
(10) kaleden çıkıp kâfirleri ele aldılar, kırdılar. Kırk parça gemilerini ele
geçirdiler. (ll) Gerisi kaçtı, gitti. Karadeniz içine girip gittiler. Server atını
denize (l2) sürdü, ardlarmca denize girdi. Eliyle toprak saçardı. Su, kara olurdu.
(l3)Bu yer, Boztepe’nin önünde bellidir. Kâfirler, denize girip gittiler. Şerif:
-İnşallah (l4) helak olurlar, diye beddua etti.
Raviler rivayet ederler ki (15)o gemiler Karadeniz’e çıkınca Hak teala bir
yel verdi. O gemilerin [T76] (l) her birini bir taşa vurdu. Kimini kenara vurdu,
kimini batırdı. (2) Ancak üç parça gemi kurtulup İstanbul’a ulaştı. Onları da
şehir (3) önünde kenara attı. Onlar haber verdiler. Tekür matem tutup feryat ve
figan (4) eyledi. Bütün Rum diyarında Şerifin geri geldiği duyuldu.
(5) Bu tarafta Müslümanlar, Şerifi karşıladılar. Gelip elini öptüler, du
ve senalar eylediler. <6) O kâfirlerin malından sultana hediyeler gönderdiler.
Şerif, bu duruma <7)çok üzüldü, incindi:
-Padişahlar, bu diyarı niçin gözetmiyolar? <8) Padişahlık böyle mi olur,
dedi. Savaşta tahrip olan şehri hep birlikte imar ettiler.
Şerif (9) evine geldi oturdu. Emir Osman, Şerife kızı Nefise (IO)Banu’yu
verdi. Düğünlerini yaptılar, Şerif i gerdeğe koydular. Onlar sevgili ile (ll) murat
alıp murat verdiler. Şerif, dostları ve Müslümanlar, mutluluk içerisinde <l2)
yemekte ve içmekte...
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

<12)ŞERİF’İN HARCINEVAN (AMASYA)’I FETHEDİP HARACA


BAĞLAMASI

(13) Raviler şöyle rivayet ederler ki Şerif, Haynup’ta üç gün kaldı.


Dördüncü gün bir kişi kapıdan içeri girdi:
-Ey (l5> Müslümanlar! Sultan Gıyasüddin vefat etti oğlu İzzüddin [T77]
(1)tahta oturdu, dedi. Şerif, o adama öfkelendi:
-Bak, Müslümanlar bu hâlde (2) kötü duruma düştü. Bakınız, durunuz.
Buradan vazgeçtinizse bırakınız, bari (3)biz koruyalım, dedi. O şahıs:
-Ya Server! Niçin böyle diyorsun? Sultan <4)asker gönderdi Harcine yani
Amasya kâfirleri önlerine çıktı. Yol vermeyip yolu bağladılar. (5) Şemmas lain
ile ordusu önlerini kesmiş. Ne yapsınlar, dedi.
Şerif, bu haberi (6) işitince öfkelendi. Hemen hazırlık yapılması için
buyurdu. O adam geri sultana (7) gitti. Seravii Şerife:
-Ya Şerif! Zülcenah ahırdan gitti (8) Bütünelbisenizi ona kimiletti?
Atınız hani dedi.
Şerif, hikâyeyi anlattı. (9) Hemen İslam leşkeri toplandı, Harcine’ye
yürüdüler. Seyyid’in başı (10) üzerine beyaz bir sancak getirdiler. Yürüyüp
Hare inevan yani Amasya iline girdiler.
Yaklaşınca (11) gördüler ki Sincap Ovası’nda durmuşlar, cenk ederler.
Şerif öyle bir nara (12) attı ki yer gök sadasından doldu:
-Ey Şemmas lain! İşte (13) eriştim, sana neler edeceğim, gör, dedi.
Şemmas onu işitince:
-Eyvah! (l4) Bunca yıl gitmişken bu Saltık gene mi geldi dedi. Vezirine
(l5)ve naiplerine:
-Hemen dönün, kaçalım, dedi. Ne kadar beyi var ise eşyalarını [T78] (l>
döktü, kaleye kaçtılar.
Müslümanlar, onların malını ve eşyalarını (2) yağma ettiler. Sultanın
gönderdiği çerinin başı, Sad ibni Hızır idi. Attan <3) inip geldi Şerifin elini
öptü. İki ordu orada buluştu. Konaklayıp oturdular, (4) şadlıklar ettiler. Şerif
oradan çıktı, iki orduyu arkasına aldı. <5) Amasiyye tarafına yöneldiler.
Türk orduları kaleye erişince gördüler ki kâfirler burçları ve (6) surları
donatmışlar, cenge hazır duruma getirmişler. Amasya’da iki kale vardı. Birisi
(7) dağ üzerinde birisi de aşağı şehirde idi.
Şerifin ordusu, dağ tarafını (8) alıp kaleyi kuşattı. Zira Şemmas, onun
içine girmişti. Şerif buyurdu, cenge (9) yürüdüler. Çok sayıda Müslüman şehit
oldu. Kaleyi alamadılar.
Şerif, (l0) yüksek bir yere çıkıp bir taşa İshak Peygamber’in kemendini
bağladı ve o 0 u taşı attı. Çok sayıda kâfiri ortadan kaldırdı. Âciz olup aman (12)
dediler, hisarı verdiler. Şemmas, boğazına kefen takıp bağlılığını bildirdi. (13)
Haraca kestiler. İçine müminlerden emin on kişi koydular, (14> ıslah olup
oturdular. Şerif, Şemmas’a:
-Sakın (15}hile etme, yoksa senide ortadan kaldırırım, dedi.
Amasyalılar, Şerifin [T79] (1) atttığı taşı ziyaretgâh edindiler. Kalenin
dışındadır. O yüksek(2) yerde, ondan büyük taş yoktur.
Harcınevan yani Amasya halkını haraca bağladılar. (3) Şerif, oradan geri
dönüp Haynup tarafına yöneldi. Yürüdü, (4) Kastamonu üzerine gitti. Kıravan
beyinin oğlu da Şerif ten aman<5) diledi, haraca kesildi. Bunun üzerine Şerif:
-Hemen kalkın, gemileri hazır (6) edin, İstanbul’a gidiyoruz, dedi.
Yetmiş pare, iri ve ufak gemi hazır ettiler. <7) On dört bin kişi gemiye girip
Karadeniz’e açıldılar. (8) Denize çıktılar, gittiler. Bir yel çıktı, bunları alıp Kefe
diyarına sürdü. (9)0 zamanda Kefe kâfirlik idi. Şerif o kenara ordu ile çıkıp <l0)
hisarları fethetti. Oradan yürüyüp Çerkeş, Megriz, Abaza ve Levazeh (11)
tayifeleri ile gazalar etti. O diyardan çok mal ve esir alıp döndüler. <l2> Geri
dönüp bir kenara çıktılar. Çıktıkları yere Bağdan vilayeti derlerdi. O tarafı da
imaret ettiler.
Oradan kalkıp yola çıktılar, Rum iline yürüdüler. Gelip kenarda (l4) olan
hisarları vurdular. Doğru boğaza geldiler. Tekür lain, boğazı beklerdi. (!5)
Müslümanlar oraya giremediler. Şerif, Müslümanları geri Haynup’a gönderdi.
[T80] (l) Kendisi, suret değiştirip karaya çıktı. Bir ulu dağa çıktı, (2) ki oranın
adına, Kuh-ı Argaç derlerdi. Ağaç denizi gibi bir dağ idi. Şerif, orada yolunu (3)
şaşırdı, yedi gün dağ içinde avare kaldı.
Bu tarafta Sünniler, Haynup’a (4)çıktılar. Günlük işlerine baktılar. Huzur
ve güvenlik içerisinde oturdular.
BEŞİNCİ BÖLÜM

SARI SALTIK’IN İSTANBUL VE BALKANLARA SEFERİ

Şerif, Sultan İzzeddin’in adamına (5) öfkelenmişti. Adam dönünce varıp


Şerifin sözlerini sultana aktardı:
-Şerif, size (Ğ) öyle incinmiş ki demek olmaz. Geri aklı başına gelmiş,
dedi.
Sultan çok incindi. (7) Bir veziri vardı, adına Affan derlerdi. Ukbe
Kadı’ran <8) halkı kavminden idi. Rüşveti severdi. Şerifi sevmezdi. <9)
Gıyasüddin ölünce İzzüddin padişah oldu. O münafık, (10) güçlendi. Bütün
yetkiler elinde idi. Sultan ona çok güvenmişti. (U) O vezir, sultana:
-Siz bu Şerife o kadar yüz verdiniz ki (l2> size o yüzden asilik (l2) eder,
dedi.
Sultan emretti, mektup yazdılar. Emir Osman’a gönderdiler. Mektup (l3)
Haynup’ta Emir Osman’a geldi, açtılar okudular. Yazılmış ki:
-Şerif (14) Saltık, sultan tımarından azledilmiştir. Çıksın vilayetimden, (,5)
gitsin, durmasın, demiş. Emir Osman ve yâranler çok üzüldüler.
Bu tarafta [T81] (l) Saltık, Rum mülkünde o dağ içinde gezerken bir
kiliseye rastladı. (2) Gördü ki ruhbanlar toplanmış, nimetler pişirmişler. Hazır
olmuş. (3) Şerifi de çağırdılar ama Şerif onlardan yana varmadı, bir yerde
oturdu. <4) Kâfirler gelip:
-Kimsin, diye sordular. Şerif:
-Bir keşişim, dedi.
Keşişler (5) perhiz ehli olurlar. Bu yüzden öyle söyledi. O kilisede olan
papazlar ki okumuşlarıdır, onlar kalkıp (6) Şerif e geldiler:
-Buyurun, kiliseye varalım, dediler.
Şerif, kiliseye geldi. Kalktı, (7) eline çan alıp çaldı. Bunun üzerine kâfirler
de kalktılar. Şerif kürsülerine çıkıp <8) İncil’den ayetler okudu, manasını verdi.
Öyle bir sohbet eyledi ki kâfirler, (9) “Varsa Mesih, budur.” dediler.
Şerif kürsüden indi, oturdu. Nimetler getirdiler. <i0) Şerif, domuz eti var
diye, o yemekten yemedi. (l 11Şarap da içmedi:
-Perhiz yapan keşiş, içmez ve yemeği de çok yemez, dedi. (12)
Şerifin bu sözüne itaat ettiler, bal ve şeker şerbeti getirdiler. Onlar, şarap
(13) içtiler. İyice sarhoş oldular.
Şerif gece kalktı, cümlesini kılıçtan (l4) geçirdi. Seher vakti kalkıp
mallarını aldı, o dağa doğru yürüdü. Tekrar (15) on gün o dağ içinde gezdi. Bir
kâfir köyüne çıktı. O köy halkı, Şerifi [T82](l) görünce:
-Sen hırlı kişiye benzemiyorsun, dediler. Şerif onlara:
-B en(2) Şerif im, ne diyorsunuz, dedi.
Onlar hemen Şerifin önünden kaçtılar, gidiverdiler. (3) Er ve avrat, dağ
içine gizlendiler. Şerif, o köyü yaktı. Beş <4) gün daha gitti, bir kaleye ulaştı.
Bir gün karşıdan bir alay (5) insan çıkageldi, hemen Şerifi ortaya aldılar:
-Bre cazu! Geldin, falan (6) kilisede adamları öldürdün. Falan yerde köyü
yaktın, kaçtın. Seni(7) bırakır mıyız, dediler.
Şerif, hemen kılıcını eline aldı. O kavim üzerine yürüdü, <8) sekiz kâfir
tepeledi. Kalan kâfirler kaçıp kaleye girdiler. Şerif (9) kaleye saldırmadı,
yürüyüverdi. Üç gün daha gitti, büyük bir (,0) şehre rastladı. Oranın adına, Eski
İstanbul derlerdi. Çok büyük bir (ll) kale idi. Şerif, şehirden tarafa geldi. Bir
kiliseye geldi, orada (l2) konakladı. Ruhbanlar sordular:
-Nereden geliyorsun? Şerif:
-İstanbul’dan <l3) geliyorum, dedi. Onlar tekrar sordu:
-Hayırdır? Şerif:
-Şerif Sarı Saltık uslanmış, (l4) gelmiş, Rum iline geçmiş. Onun nerede
olduğunu bilmiyorlar. Tekür memleketlere (l5) haber gönderdi, dedi. Bunun
üzerine bir Yahudi yerinden kalkıp:
-Sen bu sözü söyleme. [T83] (l) O Saltık’ın kendine gelip geri akıllı
olması mümkün değildir. (2) Fakat onun adına bir kişi düzdüler, Türkler fesat
ederler. Bu Nasranîler akılsızdır, dedi. <3) Şerif öfkelendi:
-Hey Yahudi! Sen Mesih ümmetini nasıl horlarsın, dedi. Yahudi: (4)
-Ben ona bir nesne yedirdim ki artık kendine gelme imkânı yoktur, dedi.

Şerif bildi ki kendisine ot yediren, bu kâfirdir. Dönüp ruhbanlara: (6)


-Gördünüz mü bu iti? Bizim dinimizi horlar, dedi. Kâfirler:
-Buyurun, nasıl(7) yapalım, diye sordular.
Şerif kalktı, bir rahibin elinden asasını aldı. Cuhud’un başına (8) öyle
vurdu ki beyni burnundan geldi, can verdi. Orada bulunanlar hayran kaldılar. (9)
Zira Cuhud, bu Nasranîlerin düşmanıdır. O yüzden sevmezlerdi.
Yahudi helak (l0) oldu, ettiğini buldu. Şehrin beyi bunu işitince Şerifi
tutmak (111istedi. Kâfirler, Şerifi bir yerde sakladılar, vermediler.
Gece olunca Şerif, (l2) şehri on yerden ateşe verdi. O gece şiddetli bir
rüzgâr eserdi. On yerden ateş belirdi. ( 3) Şehir ve kalesi yandı. Şöyle ki bir ev
bile kalmadı. Halkı dağıldılar, <14) gittiler, tarumar oldular.
Şerif oradan ayrıldı, sekiz gün gitti. (l5) Bir şehre çıkageldi ki adına,
Eskipoluz derlerdi. O da büyük bir [T84] (1) şehir idi Gelip bir yerde konakladı.
O şehir kavmi gelip bu şehre(2)döküldüler, söylediler:
-Saltık geldi, şehrimizi yaktı.
O şehir halkı (3> çok korktu, şehirlerini sıkı sıkı beklediler. Şerif yine
gözetti, bir gece (4) şiddetli yel eserken dört yerden o şehri de ateşe verdi. Yarısı
<5)yandı, söndürdüler. Teküre haber saldılar:
-Şerif Saltık geldi, şehirleri (6) ateşe verip yürür. Âlemi haraba verdi. Bir
kolayım bulun, yoksa her taraf(7) viran oluyor, dediler.
Tekür emretti, bütün herkes kendisine bir kefil bulsun. Kefilliler, kefılsiz
<8) adam bulurlarsa ele versinler. Hem de öyle ettiler.
Şerif, oradan çıkıp (9) İstanbul’a yürüdü. Geldi şehre girdi. Sürdü, doğru
Ayasofya (10) dedikleri kiliseye geldi misafirhanesinde konakladı. Geleni gideni
soruyorlardı. (111Şerife:
-Nereden geliyorsun, diye sordular. Şerif:
-Laz mülkünden geliyorum. Bu makamı <l2) görmeye geldim, dedi.
Ruhbanlar hoşgördüler.
O gece Şerif kalktı, (13) ab-ı mamuriyye'nin olduğu havuzu harap etti
suyunu kiliseye döktü. Ayasofya’nın (l4) camlarım kırdı ve içinde olan
kandilleri parçaladı. Geri gelip (15) yapan o değilmiş gibi yerine yattı.
Seyyid, sarı sakallı idi. Karaya [T85] (l) boyamıştı, ondan
tanıyamamışlardı. Şehre böyle girmişti.
Sabah kâfirler kiliseye geldiler. Bu (2) hâli görüp feryat ve figan ederek
teküre geldiler. Tekür:
-Hemen tutun! (3)Bu işi burada yapan Saltık’tır. Bulun, diye feryat etti.
Hane hane aradılar. Nerede <4) sarışın kişi bulurlarsa tutarlardı, Sarı
Saltık derlerdi. Böylece (5) adı, Sarı Saltık kaldı. Arayarak misafirhaneye
geldiler, Şerifi gördüler. Benzetemediler, geri gittiler.
O gece tekür, Ayasofya’ya gelip papazları topladı. (7) Feryat ve figanlar
ettiler, it gibi gece tekür önünde ağlaşıp uluştular. (8) Gece yarısından sonra içip
sarhoş oldular, yattılar. Saltık, o gece (9>üç kâfir tepeledi. Geri gelip yerine yattı.
Ertesi gün kâfirler gelip (10) gördüler ki o muazzam kilisenin içi kana batmış.
Kâfirler ise helak olmuş, (ll) yatmaktalar. Tekrar feryat ve figan ile teküre
geldiler, durumu anlattılar.
Tekür bu işten(12) tedirgin oldu, beylerini bir araya topladı:
-Nasıl edelim de Şerifi (l3) ele geçirelim, diye görüş alışverişinde
bulundular.
Sonunda şu karara vardılar: Birkaç kişi Ayasofya’yı bekleyecek.
Ayasofya’nm(l4) içine gece her kim gelirse tutacaklar. Hem öyle de yaptılar.
(l5> Şerif, o gece şehri üç tarafından ateşe verdi. Gece [T86] (l) alevler
çıktı, şehir tutuştu. Feryat ve figan göğe çıktı. (2) Toplandılar, bin türlü bela ve
meşakkat ile ateşi söndürdüler. Fakat şehrin (3) dörte biri yandı, harap oldu.
Tekür bu hâli görüp çok üzüldü, ağladı. <4) Vezirler, tekürü alıp gönlü açılsın
diye şehirden çıkardılar, yaylaya (5) ilettiler. Şerif de onlarla birlikte çıktı. Asker
suretine girdi, gitti.
<6) O dağa ulaştılar ki o dağın adına, Macar Dağı derlerdi. Tekür, otağına
(7) oturdu. O gün elli Müslüman tutmuşlardı, getirdiler. Tekür, gazaptan o
Müslümanları şehit eyledi. Onlar haramilik ile gazaya gelmişlerdi.<9) Kâfirler, o
Müslümanları öldürdü. Teküre (l0)dua ettiler:
-İnşallah Saltık da tutula, böyle yaparız, dediler.
Şerif, o Müslümanlara (ll) acıdı, sabretti. Gece oldu, vakit gece yarısını
geçti. Yerinden kalktı, tekürün çadırına geldi. Bir yanından yarıp girdi. (l3)
Tekürün burnuna darı koyup o çadırın içinde yatanları hep kılıçtan <l4) geçirdi.
Sonra tekürü arkasına alıp götürdü. Bir ulu derede bir <l5) mağara vardı, oraya
iletti. Sonra aklını başına getirdi. Tekür gözünü [T87] (l) açtı, elini ardına bağlı
gördü. Feryat edip:
-Kimsin, dedi. Şerif: (2)
-Benim Saltık. Hemen imana gel, dedi.
Kâfir, küfretmeye başladı. Böyle yapınca Şerif, bir kılıç (3) vurdu,
belinden iki parçaya böldü. Sonra kılıcıyla parça parça etti. (4) Elini, ayağını,
başını, gövdesini bir ağaca süs yaptı. Rum <5) dilince bir kâğıt yazdı, başını
kulağını delip astı, gitti.
Ertesi sabah kâfirler kalkıp (6) tekürün haymesinde bu kırılan halkı
gördüler. Baktılar ki tekür yok, belirsiz. (7) Aradılar, gelip buldular. O derede
buldular, mağarada parçalamışlar, ağaca dizmişler. <8) Kâfirler onu görünce
feryat ve figan ettiler. Tekürün parçalarını tabuta (9) koydular, alıp gittiler. O
kâğıdı açtılar, okudular. Yazmış ki:
-Benim Saltık. Bu işleri, ben yaptım. O öldürdüğünüz elli Müslüman için
daha (10) neler yapacağım, göreceksiniz, demiş.
Kâfirler korktular. Tekürün oğlu Dimitriyani’yi <l2) tekür ettiler. Sürüp
geldiler, İstanbul’a girdiler. Kapıları kapattılar, beklediler. Şeriften çok
korktular.
Şerif oradan döndü, Edirne’ye <l4) yöneldi. Buranın bir beyi vardı. Adına,
Ayaman derlerdi. Şerif geldi, bir gece (1 } o beyi yattığı yerde bastı. Burnunu,
kulağını tutup kesti. Sonra [T 8 8 ](l) çıkıp Üsküpşehrine yöneldi.
Feriban memleketi derlerdi, o (2) ile vardı. Onun da fırsatını buhıp beyinin
burnunu ve kulağını (3) kesti. Oradan çıkıp Kayson şehrine vardı. Bir müddet
orada durdu. <4) Fırsat bulup bir gece sarayına girdi Beyinin burnunu ve
kulağını kesip (5) çıktı, gitti.
Şerif, oradan Morina vilayetine gitti O vilayetin bir beyi (6) vardı, ava
çıkmıştı. Şerif giderken üzerine çıkageldi. (7) Diğer beylerin burunlarının
kesildiğini işitmişlerdi. O bey,atının başını çekip (8) durdu:
-Nereden geliyorsun, haber ver, dedi. Şerif:
-Kayson’dan geliyorum, dedi. <9)Obey:
-Kayson beyinin burnunu ve kulağını kesenin haberini alabildiler mi,
diye sordu. (10) Şerif:
-Hiç haberlerini bilemediler, dedi. O bey:
-SenSaltık’a benziyorsun. <U) Doğru söyle, dedi. Şerif ağlayıp:
-Beni kime benzetirsin. Haşa! <12) Ben bir fakirim, Frengistan’a
gidiyorum, dedi. O bey güldü:
-Korkma, bize kırılma. (13) Biz Saltık korkusundan, her kişiyi Saltık’a
benzetiriz. İncinme miskin, dedi. (14) Şerif, ona dualar etti.
O bey emreyledi, Şerifi alıp saraya ilettiler, (I5) yerleştirdiler. Nimet
getirdiler, yediler. Şarap getirdiler. Melik içti, Şerif [T89] içmedi. O bey:
-Niçin içmiyorsun, dedi. Şerif:
-Biz keşişiz, perhiz ehliyiz. (2) Ne zaman perhize başlasak domuz etini
yemeyiz. Kan da yemeyiz, şarap (3) da içmeyiz. Hayvanat aslından sakınırız.
Sizler bilirsiniz ki ulemanın (4) sözünde perhiz asildir. Bizim yemek ihtiyacımız,
malumunuzdur, dedi. O bey, Şerif e : (5)
-Doğru söylüyorsun. Keşişlerden işitmiştim. O kadar perhiz ederlermiş,
(6) suyu bile az içerlermiş. Onun için istedikleri anda bir dağdan bir dağa
uçarlarmış, dedi. (7) Şerif:
-Bu az perhizle, biz de bir dağdan bir dağa uçarız. O bizim katımızda <8>
kolay bir iştir, dedi. O melik:
-İşte burada yakın bir ada <9) vardır. İçinde bin yedi yüz ruhban olur.
Erkekdirler, dişiden (10) içlerine kimse katmazlar. Onun bir papazı vardır, yukarı
havaya (ll>uçar. Her ne söylense, isterse yapar. Şerif:
-Eğer buyurursanız gidip (12) onları görelim, dedi
O bey kullarına emretti, bir kayık getirdiler. Ona (13) bindiler, diyara
gitmek üzere yola çıktılar.
Geldiler, adaya çıktılar. Rahipler (14) işittiler, karşıladılar. Alıp hürmet ve
izzetle onları kiliseye getirdiler, kondurdular. (l5) Mumlar yaktılar. Nimetler
getirdiler, yediler, götürdüler.
Şerif yerinden kalktı, [T90] (1) minbere çıktı. İncil’den birkaç ayet okudu,
vaaz etti. Kâfirler(2) ağlaştılar. Sonra oradan inip oturdu:
-Ey ulular! Dileriz ki (3) siz de hünerinizi gösteriniz, görelim, dedi.
Aralarından birisi:
-Ne olur, dışarı(4) çıkın, görün, dedi.
Dışarı çıktılar, kilise önünde oturdular. O rahibe <5) bir gömlek getirdiler.
Sihir okudu, havaya uçtu. Üfürdü, o (6) kâfir havada asılı kaldı. İn, dediler.
Aşağıdan çağırdılar, o kâfir: (7)
-Yardım edin. Bilmiyorum ne oldu. Aşağıya inemiyorum, dedi. Kâfirler,
Şerife baktılar: t8)
-Yardım edin, bu hâl sizden olmuştur. Kerem edin, dediler. Şerif güldü:
(9)

-Size bir şey söyleyeyim. Kabul edin, indireyim, dedi. Onlar:


-Olsun, edelim, (10) dediler. Şerif:
-Hepsini delmenizi istiyorum. (ll) Ben size durun diyene kadar batırın,
dedi.
Onlar kabul ettiler. Sekiz parça (12) kayık vardı, tuttular, oturdular. İş bitti,
kâfirler Şerifin (l3)yanına geldiler. Şerif:
-Bana hemen silah getirin ki cin leşkeri (14)ile cenk edeyim, görün, dedi.
Gittiler, silah getirdiler. Giydi, eline (l5)kılıç aldı:
-Ey keşişler! Size sorum vardır, doğru haber verin, dedi. [T91] (1)
Söylediler:
-Söyleyin. Şerif:
-İncil’de Hak teala demiş ki Mesih’ten <2) sonra Arakin adlı bir ulu
peygamber gelecek. O, hepsinin en ulusu olacak. (3) Artık ondan sonra
peygamber gelmeyecek. O, nur sahibi olacak. Sizlerden sorarım, <4) haber
veriniz. İncil’de oraya gelince niçin okumuyorsunuz, inkâr ediyorsunuz, dedi.
(5)0 havada kalan rahip:
-O, Muhammed’dir. Türklere peygamber gelmiştir, (6) bize değildir, dedi.
Saltık:
-Incil’de size Hak teala dedi mi ki onun (7) adını okumayın ve Türklere
peygamberdir, size niçin değildir? Rahip:(8)
-Tanrı demedi, dinimizin uluları vasiyet etmişlerdir, dedi. Şerif: (9)
-Bir şey ki İncil’de olmaya, ben onu kabul etmem. Ben İncil’in sözünü
(10) tutarım, dedi. Rahip:
-Öyle deyince Türklere itaat etmek gerek, dinlerine (ll) girmek gerek,
dedi. Şerif:
-Şimdi ey kâfirler! Bilin ki ben Saltık’ım. (l2) Çok söylemeyin, imana
gelin. Müslüman olun, canınızı kılıcımdan kurtarın, dedi. (l3)0 bey:
-Ne duruyorsunuz, dedi.
Bunun üzerine Miranos-ı Rumî Morina meliki yerinden (l4) kalktı. Kılıcını
eline aldı. Seğirtti, Şerif üzerine geldi. Saltık, ona karşıdan bir kez kılıcı ile
vurdu. Başı koluyla havaya uçtu. Canı cehenneme [T92] (l) gitti. Sonra yürüdü,
kâfirlerin dört yüz otuzunu kılıçtan geçirdi. (2) Kalanı o kayıklarını sudan
çıkardılar, deliklerini tutup içine girdiler. Kaçtılar, karaya döküldüler. Sonra
Şerif, o havadaki kâfiri de <4) öldürdü. Onun ölüsü havada asılı kaldı. Aşağıdan
onu okla (5) tepeledi. O kâfirler, kenara çıkıp kaçardı. Sırf beyi, leşkeriyle bu
Miranos’un (6)kızım almaya gelirdi. Vardılar, ona feryat etmeye gittiler.
Bu tarafta (7) Şerif bu kâfirleri kırdı, adada kaldı. Hemen Menucher’in
duasını (8) okudu. O cinnî, bir kayığa binip geldi. Şerifin imdadına yetişti. <9)
Şerif ile o kayığa binip gittiler.
Sırf malikinin oturduğu yere yakın bir noktadan (10) çıktılar. Şerif, doğru
ondan tarafa yürüdü. Cinnî kayboldu. (n) Şerif giderken o kaçan kırılmış
kavime yetişti. Şerif, kendini(12) bir çoban suretine koymuştu. Yolda bir domuz
çobanım öldürmüştü, (l3)onun elbiselerini kendisi giymişti. O kavmi karşılayıp:
-Nereye (14) gidiyorsunuz, diye sordu. O kavim:
-Bey hazretine gideriz. Bize Saltık kötü iş (15) etti, adamlarımızı kırdı,
diye ağlaştılar.
Sonra yollarına devam edip Sırf beyine [T93](l)doğru yürüdüler. Şerif:
-Sizin içinizdeki Tavis rahip, benim kardeşim (2) idi. O ne oldu, diye
sordu. Onlar:
-Önce onu öldürdü, sonra kalanları, dediler.
(3) Şerif, bu kez ağlamaya başladı. Onlar da birlikte ağlaştılar. Sürdü
ağlaşarak (4) Sırf beyi Matuman’ın önüne gelip takyelerini yere vurdular, feryat
ettiler:
-Bize hâl şöyle oldu, meded, dediler.
Onların içinde Şerif, o <6)kadar ağladı ki o bey acıdı:
-Hay! bu dertli çoban ne çok ağlar, dedi.(7) Söylediler:
-Bu miskinin orada kardeşi vardı. Saltık öldürdü. Darısı<8) bey hazretine.
Bey:
-Bre! Nasıl sözdür bu söylediğin, dedi. Birisi: (9)
-Kayırmayınız sultanım. Saltık korkusu bizim aklımızı almıştır. Şaştık,
(10)gerekli gereksiz söylüyoruz, dedi. O bey, Şerifi teselli edip:
-Gel, birlikte gidelim. (ll) Orada, adada Saltık’ı bulursak senin eline
verelim. Kardeşinin intikamını (l2)aL, dedi. Saltık, beyi alkışladı:
-Mesih senden hoşnut olsun, dedi.
(13) Oradan göçtüler. Adaya yaklaştılar, konakladılar. Bey, kayığa binip o
(14) adaya çıktı. O helak olanları gördü:
-Bre <l5) melunlar! Bir kişi bu kadar iş yaparken eliniz yok mu idi? Siz de
vuraydınız, dedi. Söylediler: [T 94](1)
-Server sandık. Kimse ona cevap edemez. Gördük, hemen kaçtık. (2)
Mesüı, onun şerrinden sultanımı saklaya.
Sonra o beyin ölüsünü Turhal(3) dedikleri şehre getirdiler. O ölen beyin
oğlu karalar giymişti. Gelip karşıladılar,(4) konaklattılar. Yedi gün yas tuttular.
Sekizinci gün, düğün ile meşgul olup kızı<5) verdiler. O bey, gerdeğe girmedi:
-Yerimde, bizim Kalabağ kayanın (6) keşişlerine varıp yeniden düğün
yapalım. Kızı öyle alayım, dedi.
Sonra (7) Sırf a gitmek üzere Nuberdah’a gittiler. Gelip şehir önünde
konakladılar. (8) Etrafa tellal saldılar:
-Ulu bey olanlar, Sırf tekürünün düğününe (9> falan yere gelsünler,
dediler. Kalabağ’ı tayin ettiler. Göçtüler, gittiler.
Şerif (l0) onlardan ayrılmazdı, birlikte giderdi. Ulaştılar. Bir yüksek
kayanın (ll) dibinde konakladılar. Aşağıdan çağırdılar. <l2) Dibinde bir köy vardı.
Kadınları orada olurdu. Kendileri yukarı (l3) dağda olurlardı. Kadın
çıkarmazlardı yukarıya. Gördüler ki (l4) bir zenbil yukarıdan aşağı indi. Bu
adamları bir bir çektiler, yukarıya (l5) çıkardılar. O kavimden hayli adam yukarı
çıktı. Şerif, bir kişeye [T 9 5 ](1) sordu:
-Niçin bize böyle edeler, başka bie yerden yolu yok mudur? Söylediler: (2)
-Hemen buradan çıkılır.
Bir bir çektiler. Sadece Şerif kaldı, onu da çekip (3) çıkardılar, oturdular.
Şerif, o yeri görünce hayret etti:
-Ne sessiz ve sakin bir <4>yerdir, dedi. Oturdular, düğün ettiler. Nimetler
pişirdiler. Üstünde (5) atlar koştular.
Bu beye, kızı verdiler. Buğur bey, kıza kast eyledi. O (6)beye, kız:
-Sen, beni Morina’dan buraya getirdin. Ben isterdim ki varayım (7) siyah
barınakta bir keşiş vardır, benim şeyhimdir. Ben onun duasını alayım, (8)geri
geleyim. Sen burada bana katlan. Ondan sonra gelip birbirimizden muradımızı
^alalım, dedi.
Sırf Padişahı izin verdi. Yanlarına birkaç hizmetçi ile uşak verdi, (l0)
onları gönderdi. Kız gitti. O bey, makamda içki içip eğlence (ll)yapıyordu.
Bir gece, Şerif fırsat bulup o kiliseye geldi. (l2) Kalan kâfirleri kırdı, o
beyi de öldürdü. Burada dört <13) papaz koydu, adamların çoğunu kayadan aşağı
atmışlardı. Orada (14)yukarıdaki hâli bilmediler. Seyyid, o kâfirlere:
-Siz ne dersiniz? (15) Müslüman olur musunuz, yoksa sizi de öldüreyim
mi, dedi.
Onlar, korkularından [T 9 6 ](1) imana geldiler. Şerif onlara:
-Aman! Bu durumu kimseye (2) söylemeyin, yoksa başınızı keserim, dedi.
Onlar kabul ettiler. Şerif kaya kenarına (3) geldi:
-Bunu asla kimseye söylemeyiniz, dedi.
Sonra onlara yemin verdi ki (4) zenbili kesmeyeler. Onlar kabul ettiler,
Şerif zenbile girdi onlar aşağıya (5) sarkıttılar. Rahibin biri “Hay!” deyince
urganı kesti. (6) Şerif, zenbil ile aşağıya uçtu. Başı, ayağı döne (7) döne aşağıya
gitti. Şerifin canı başına sıçradı. Dua etmeye <8)başladı, hem aşağı inerdi.
Tanrı’nın kudretinde (9) dağ dibinde büyük bir ağaç vardı. Zenbilin ipi ona
dolaştı, (10) ağaç budağına asılı kaldı. Kâfirler, aşağıya gelip Şerifi ağaçtan (ll)
indirdiler. Şerif, aklını topladı. Kâfirler sandılar ki ip kırıldı, (12) yukarıdan
düştü. Kâfirlerin bir ikisi aşağıda duranlara yukarıdan el salladılar: (l3)
-Bırakmayın, tutun, derlerdi. Onlar:
-Biz düşürdük, diyor <l4) sanırlardı. Onlar feryat edip:
-Bırakmayın, kaçmasın, derlerdi.
Şerif atına (15) bindi hemen yola çıktı. Yukarıdan zenbil ile kâfirler [T97]
(1)inip haber verdiler. Sırf leşkeri içinde feryat ve figan göğe ağdı. (2) Şerifi
aradılar, bulamadılar. Beylerinin ölüsünü alıp gittiler. Teküre (3) haber salıp
İstanbul’a bildirdiler. Bunlar, başlı başına tekür olmuşlardı. <4) Kayserin yerine,
İstanbul tekürünü görürlerdi. Bu haber büyük teküre <5) ulaştı, tekür matem
tuttu.
Bu tarafta Şerif, doğru kızın ardınca (6) gitti. O makama yetişti. Kız oraya
ulaşmıştı. Gördü (7) ki yüksek bir kaya. Bu kayanın ucunda bir kaya, burnu
içinde (8) bir mağara. Yüksek bir yere kapısı sağlamlaştırılmış. Şerif yaklaştı,
kızın yanına (9) gelip durdu.
Onlar gördüler ki bir keşiş çıkageldi. Şerif <10) kapıyı açıp o halkayı
yukarıdan aşağıya sürdü, su serpti. (11> Rahmet suyudur, diye onlara efsunlar
yaptı. Bunun üzerine Şerif, hemen eline ok ve <l2) yay alıp aşağıdan yukarı bir
ok attı. O kâfire şöyle vurdu ki <13)başı ayağına dönerek yere düştü:
-Hey nedir bu işin aslı, deyip kâfirler, Şerifin (l4) üstüne üşüştüler.
Şerif kılıcını eline aldı, o yedi yüz mürtedi (l5) kırdı. Kızı aldı, esir edip
yola çıktı. Doğru [T 9 8 ](1) o kayadan tarafa geldi.
Kalabağ kâfirleri Şerifi görünce cenk (2) edemediler. Karşılayıp saygı
gösterdiler. Şerif; doğru o yalının dibine (3) geldi çağırdı:
-Gelin, korkmayın. Sizin yaptığınızı ben yapmam. Bu kızı (4) size emanet
bırakıyorum. Kilisede otursun. Yok derseniz, sizin yanınıza çıkarım, başınızı <5)
keserim, dedi. O ulu papaz:
-Gelin, kızı alalım. Kendisi sonra (6) çıkmak isterse çıkarmayız, dedi.
Sonra Şerife:
-Kızı getir, alalım. Senden(7) korkarız, dedi. Şerif:
-Korkmayınız, size yaramaz bir şey yapmak istesem, önce de yapardım.
(8) Kız sizde emanet dursun, kimseye bunu vermeyin, dedi.
Hüma Banu’yı, melek (9) gibi yüksek makama çıkardılar. Şerif; oradan
Laz iline yönelip " yola çıktı, gitti.
Şerif, yolda giderken bir bölük insanın yürüdüğünü gördü. (ll> Onların
birisine sordu:
-Nereye gidiyorsunuz? Söylediler:
-Bosniya (I2) beyinin oğlu, Laz tekürünün kızını alır. Orada düğün ederler.
Oraya, düğüne (l3) gidiyoruz. Şerif onlara:
-Bir garip kişiyim. Sırf ilinden geliyorum. <l4) Kerem eyleyin, sizinle
birlikte gideyim, yoldaş olayım. Ne olur, dedi.
Kabul ettiler, yola (l5) revane oldular. Laz şehri, Nikobad’a geldiler.
Büyük bir kilise vardı, orada [T 9 9 ](l) konakladılar.
Onları görüp bir alay Bosna çerisi çıkageldi. İki güzel(2) oğlan ata binmiş,
karşılamaya geldiler. Kızıl altına benzer saçları, güzel (3) adamları var. Rum
halkı içinde onun gibi pak ve temiz tayife görmedi. (4) Seyyid:
-Ne olurdu bu halk Müslüman olsaydı, diye düşündü.
Sırf, Laz (5) Morina’dan ve dahasından bunlar daha da güzeldir. Bir
kâfirden sordu:(6)
-Bunlar, ne güzeldir, dedi. O kâfirler:
-Bunlar İshak Peygamber’in <7) oğlu Ays’m neslindendir. Rumîler,
Nuh’un (8) oğlu Yafes’in neslindendir, dediler.
Şerif, o insanları sebepsiz öldürmeye <9) kıyamadı. Hem itikatlarını gördü.
(IO)Tekrar o kâfirden sordu:
-Bu gelen iki yiğidin hangisi (ll) Bosin kralının oğludur? Buna krallar
derlerdi, çünkü (l2)o ulu bey idi. O kâfir:
-Birisi oğludur, birisi de Herasik (l3) ilinin tekürünün oğludur, dedi. Şerif,
sabretti.
Laz (l4) beyi gece olana kadar sürdü, o büyük kiliseye geldi. Oturdu, içki
içip eğlendi. <l5) Şaraplar içtiler, kan sarhoş olup yattılar. Şerif, kalkıp Laz
oğlunun [T100] (l) üzerine geldi. Tuttu, kiliseden dışarı bir yere getirdi, (2)
koydu. Sarhoş yiğitçik, kendisini bilmezdi. Oradan götürdü, yine yakın bir
viran(3) hisar vardı. Orada da bir bodrum vardı, oraya koydu,<4) sabretti.
Ertesi gün, yiğitciğin aklı başına geldi. Gördü ki bir adam (5) yanında
bekler, onu seyreder. Sordu:
-Kimsin? Şerif:
-Ben <6> Saltık’ım. Hemen imana gel, yoksa sana bir iş ederim ki nerede
olduğunu (7) bilemezsin, dedi.
Kâfir, bağırmak istedi. Ona bir kılıç vurdu, başı önüne (8) düştü. O başı
getirdi, bir yerde sakladı. Yine şehre geldi.
<9) Kâfirler, beylerini bulamayıp figan ederlerdi. Şerif, gece olana kadar
tınmadı.(10) Gece oldu, bu kere Şerif varıp çadırlarından bunlar ile (ll)olan o iki
civanı kaçırdı, o bodruma iletti. Onların akılları (l2) başına gelince sordular:
-Sen kimsin? Şerif:
-Hiç Saltık’ı işiteniniz (13) var mı, diye sordu.
Onlar, önlerinde kesik bir baş görünce ağladılar:
-Bize kıyma <l4) Server, ne istersen bizden al, dediler. Şerif:
-Size benkıyamam, (l5,eğer imana gelirseniz, dedi. Söylediler:
-Eğer biz imana gelirsek ilden, memleketten [T101] (1) çıkarız. Şerif
onlara:
-İkrar edin, ben kimseye sizi söylemem, dedi.
(2) Onlar çaresiz imana geldiler, Müslüman oldular. Şerif:
-Size <3) bir kâğıt vereyim. Kapalayık’ta ben bir kız bıraktım. Gitsin,
Herasik beyinin oğlu alsın, deyip bir kâğıt yazdı, onlara verdi. Hem indirip
yerlerine (5)gönderdi. Kendisi saklandı.
Onlar, geri yerlerine vardılar. Laz beyinin (6) ölüsünü oğluna ve
askerlerine haber verdiler:
-Biz gördük, falan yerdedir, dediler.
(7) O halk geldi. Laz beyinin oğlunun ölüsünü bodrumdan çıkard
Baktılar ki b a ş ı(8) yok. Laz oğlu Martonos söverdi. Şerif şöyle olsun, der idi. (9)
Şerif; kendi kulağı ile onu işitti, sabretti. Gece olunca Şerif (l0) kalktı, Laz
oğlunun yanma geldi. Kement attı, saray (ll) damına çıktı, aşağa indi. Sabah
yakm idi. O, derin uykuda yatar (12) iken üstüne çıkıp oturdu. Oğlan uyandı,
gördü k i(13) bir kişi hançer elinde göğsü üzerinde oturur. Sordu:
-Kimsin? Şerif:(14)
-Kim olsam gerek, Saltık’ım, dedi. Oğlan bağırmak istedi. Şerif:
-Bağırma,(l5) yoksa başını keserim, dedi. Oğlan korkusundan bağıramadı.
[T 102](1) Şerif:
-Niçin bana söversin, diye sordu. Oğlan:
-Babamı öldürdün, (2) başmı da nereye koydun bilmiyorum, dedi. Şerif:
-Falan yere gömdüm. Bu <3)kere sana kıyamam, azat ediyorum, dedi.
Şerif ayağa kalktı, yürüdü. (4) Saray damına vardı. Oğlan yerinden kalkıp
feryat ve figan etti:
-Bana bu gece Saltık geldi, dedi. Kâfirler:
-Hangi taraftan (6) geldi, diye sordular. Bu arada Şerif, damdan inip
saklandı.
Ertesi gün oldu, (7) kalktılar, düğün yaptılar. Hemen kızı Bosniya oğluna
verdiler, alıp ’ gitti. Herasik oğlu, Kilabağ’a adam gönderdi, Banu’yı istedi. <9)
Kâğıdı gösterdi, söylediler:
-Biz kızı ona da vermeyiz. Sana hiç vermeyiz. (10) Kızın gönlü burada
kalmak ister.
O Hersek-zade; Şerife (II) adam gönderdi, durumu bildirdi. Şerif, bunu
işitince çok mutlu oldu. (l2) Niyeti, kızı kimseye verirler mi diye tecrübe
etmekti. Böylece tecrübe (13) etti. O kavim ile birlikte yola çıktılar. Bosna
mülküne yaklaştılar, (l4) bir derbente eriştiler.
Bu arada bir adam çıkageldi bir kez nara atıp:
-Benim (l5) Saltık, Suluki Mariko. Nereye gidiyorsunuz? Sizin başınızı
[T103] (l) kesmeye, malınızı almaya geldim. Sizlere bir iş edeyim de görün,
dedi.
O yiğitler, cenk etmek için kılıçlarını ellerine aldılar. <2)Mariko çağırdı:
-Mesih başı için sizi hep kırarım. (3)0 kızları bırakın, gidin, dedi.
O yiğitler, cenge yürüdüler. Çok sayıda adam, Suluki’nin (4) elinde helak
oldu. Sonunda âciz kaldılar, kaçmaya niyetlendiler. Şerif, hemen<5) nara attı:
-Ben Martoyus-ı Rumî’yim, deyip Suluk’un üzerine atını saldı. (6) O iki
yiğit; at başını çekip durdular, seyrettiler. Şerif, Mariko’ya <7)yaklaştı:
-Ya lain! Meydanı boş mu sandın, dedi.
Mariko, harami idi ve (8) oralarda meşhur idi. Hemen Şerife karşı geldi:
-Ya Martinos! Sen ne kişisin ki benimle harp etmeye cesaret edersin,
dedi. Şerif:
-Boş <l0>konuşma! Er isen gel, hüner göster, dedi.
Marikos, kılıç ile saldırdı. Şerif, (ll) onun hamlesini boşa çıkardı.
Ayağının tabanıyla öyle bir vurdu ki kâfir atından yere (l2) düştü. Şerif, hemen
attan inip onu sıkıca bağladı. Götürüp (l3)Bosin oğlu Sirpal’e verdi:
-A i babana ilet. Hakkından gelsin, dedi.
(14) Sirpal; Şerifin yüzüne baktı, Şerifi tanıdı. Hemen atından
ayağına (l5) kapandı, teşekkür etti. Bütün leşkeri gelip Şerife dua ile [T104] 1 1
ikramda bulundular, saygı gösterdiler. O yiğitler, Şerifin erliğini ve ululuğunu
(2) halkına söylediler. Şerife birlikte gitmek için teklifte bulundular. Şerif:
-Siz gidin. (3) Nasip olursa ben sizi ziyaret etmeye çalışırım, deyip onları
gönderdi. Gittiler.
(4)Şerif oradan geri döndü, Rum iline geldi. Giderken ulu bir şehre (5)
geldi. Sırf ve Laz ilinin ortasında idi. Adına, Simanbol derlerdi. ( Orada
Cuhutlar otururdu. Kırk bin Cuhud, teküre haraç verirdi. (7) O şehre yaklaşınca
iki kâfire rastladı. Şerife baktılar: <8)
-Sen de kimsin? Türke benziyorsun. Şerif Saltık olmayasın, dediler.
Şerif:(9)
-Saltık’ın kendisiyim, ne demek istersiniz, dedi. Söylediler:
-Ne dersin, seni(l0) tutturalım mı?
Şerif; o iki kâfirin birini bir eline, diğerini de bir eline (ll) alıp yere vurdu.
Kast etti ki ikisini de öldüre. O hâli görünce <l2>ağladılar:
-Bize kıyma, ey kerem ehli server! Sana yaramaz bir şey yapmayacaktık,
dediler.
(l3) Şerif, onlara yemin verdi ki kendisini söylemeyeler. Şerif, onlar
salıverdi.
Giderken yol üzerinde bir akça buldular. Şerif, akçayı yerden aldı. (l5)0
iki kâfirin biri Yahudi ve biri Nasranî idi. Şerif e:
-Ya Şerif! [T105] (1) Biriz, arkadaşız. Tanrı bize senin gibi pehlivan (2)
verdi, yoldaş ve arkadaş olduk. O akçayı birlikte yiyelim. Şerif: (3)
-Güzel, olalım, dedi.
Yahudi melunun gönlü halva <4) istedi:
-Ya Şerif! Bu şehrin Yahudileri helvayı güzel pişirirler. Oradan alıp (5)
yiyelim, dedi. Şerif:
-Nerede yersiniz? Yahudi:
-Yolumuzun üzerinde bir pınar var, (6) orada biz oturalım. Sen git, helvayı
bize getir, dedi.
Atlarını sürdüler. O pınarın yanma geldiler, (7) oturdular. Şerif, o
Nasranî’ye:
-Sen neredensin, diye sordu. Nasranî: <8)
'Ben Ermeniyim. Rumîler bizi içlerinden sürüp çıkardılar, “Siz
Muhammed’e (9) ikrar ettiniz, peygamberdir, dersiniz. Murdar oldunuz.”
dediler. Bu şehri (l0) bize verdiler. O kavmin köyleri hep buradadır. Adlarına
Şariban derler. Bir insan grubu daha vardır, adma Sayib derler, Davudilerdir.
Onlar da <l2) başkadır. Bir birine yakın olurlar. Ben o Ermeni şehrindenim, dedi.
Şerif:(l3)
-Güzel. Siz burada oturun, ben size helva getireyim, dedi.
Şerif atını sürdü, şehre geldi. Helva (l4)aldı, geri pınara geldi. Yahudi, bu
Nasrani’ye:
-Türk (15) helva ile gelecek yemiyelim. Sen bana uy, hile ile Türkün
elinden helvayı [T106] (l)alıpyalnız seninle yiyelim, dedi.
Şerif geldi, oturdu. Helvayı Cuhud <2)ile kâfirin önüne bıraktı. Cuhud:
-Ya Şerif! Hoş (3) geldin. Fakat bu helva azdır. Yatalım, uyuyalım.
Hangimiz iyi rüya görürse* o yesin, dedi. Şerif:
-Öyle olsun, dedi.
Onlara karşı yattı. Uyur gibi (5) yaptı, vehme geldi:
-Belki bana hile yaparlar, dedi ve gözetti.
Bu (6) sırada Cuhud ile kâfir uyudu. Şerif hemen kalktı, o (7) helvayı yedi,
sessizce oturdu. Biraz sonra herifler uyandı. <8) Gördüler ki Şerif oturur.
Y ahudi:
-Hiç rüya gördün mü ya Şerif, dedi. (9) Şerif:
-Hayır, dedi. Yahudi:
-Ben gördüm. Bizim Musa, (10) Tur Dağı’na çıktı. Ben de birlikte çıktım.
O, Hak ile (1 'söyleşti. Ben de dinledim, dedi. Ermeni:
-Ben de İsa ile göğe <l2) çıktım. Hak ile söyleşti, ben dinledim, dedi. Şerif,
bunların yalan <I3) sözlerini dinledi:
-Gerçek söylüyorsunuz. Siz onlarla gittiniz, <l4) geri geleceğinizi
bilemedim. Helvayı ben yedim, dedi. Cuhud:
-Ya <l5> Saltık! Sen bize kötü iş ettin, kabalık yaptın. Hele biz de sana
[T107] (l)yapalım da gör, dedi. Şerif:
-Bre melun! Ne yaparsın, söyle, dedi.
(2) Hemen yerinden kalkıp Cuhud’un üzerine yürüdü. Cuhud yerinde
kalkıp kaçtı. Şerif, o kâfiri tepeledi. Yahudi kaçarak o (4) şehrin beyine vardı:
-Ya melik! Bize yardım et. Saltık Türk; falan kiliseye <5) geldi, oturuyor,
dedi.
O bey, hemen atına bindi. Çabucak (6) yetiştiler, Şerifi orada ortaya
aldılar. Şerif onlara:
-Derdiniz nedir,(7) diye sordu. Onlar:
-Sen, Şerifsin, dediler. Şerif:
-Haşa! Ben Magribzemin’de Arak (8) Yahudilerindenim. Bana iftira
ederler, deyip o beye Tevrat’ten birkaç ayet (9) okudu. O Yahudi beyi, Şerife
hayran kaldı:
-Kayırma, seni bilemedik, (l0) diye özür diledi. O gammaz Yahudi’yi
dövüp kovdılar. O gitti.
Onlar; Şerifi alıp (ll)hürmetle şehre geldiler, oturdular. Şerif, o beye:
-Ben perhizdeyim. (l2) Bir kenarda otururum. Kiliseye gitmek istiyorum,
dedi.
O bey, kendi sarayında (l3) Şerife bir yer verdi. Şerif orada dinlendi. Bir
gün Şerifin <14)olduğu sarayı silip süpürdüler:
-Buraya kayserin oğlu gelecek. Babası, Kayson’un (15) beyliğini verdi,
dediler.
O, kayser oğlanlarından tekürün [T108] (1) büyük oğlu Şem’un idi.
Çıkageldiler. Onları kondurdular. Ermeni beyi yaranda idi. ( Ayrıca Sabiler
beyi de birlikte idi. Konakladılar. Kayserin (3) oğlu teküre, kayser derlerdi. Bu
lainin adı, Şemun idi. (4) Çadırına geldi. Atından inerken Şerifi gördü:
-Bu (5) kimdir, dedi. O gammaz Yahudi ileri geri gelip:
-O Saltık’tır. (6) Bunlar bana inanmazlar, dedi.
Hemen Şem’un emretti, Şerifi tuttular. Şem’un: (7)
-Ya Saltık! Buraya niye geldin, isteğin nedir, dedi. Şerif:
-Devletin (8) artsın. Ben Saltık değilim. Bana iftira atmayın, dedi. Şem’un
hemen buyurdu: (9)
-Boynunu vurun, dedi. Veziri Hamos bırakmadı:
-Eğer sen bunun (10) kanını yere dökersen, bunun her damla kanından bir
Türk belirir. Her biri,(ll)bir Saltık olur, dedi. Şem’un:
-Ya nasıl edelim, diye sordu. Vezir:
-Denize (12) atalım. Balıklar yesin, kurtulalım, dedi.
Şem’un kabul etti. Şerifi elleri bağlı olarak alıp hisara getirdiler. (l3)
Perazin derlerdi, oraya ilettiler. Şerifin boğazına taş bağladılar, <14) denize
attılar.
Server denize düştü, doğruca deniz dibine indi. (15) Gözünü açtı, kendisini
bir makamda gördü ki su yok, deniz havada asılı. [T109](l) Bir yere inmiş,
orada adam yok, cinmler gelmişler. Şerifi orta yere almışlar. (2) Ak sakallı bir
pir ileri gelip selam verdi:
-Ya Şerif! Hoş geldin, (3)bizi mahcup ettin, dedi. Şerif ona:
-Siz kimsiniz, diye sordu. Onlar:
-Biz cirimleriz. (4) Yedi kat yer altında oluruz. Korkma, biz sana hizmete
geldik, dediler.
Şerifi (5) alıp şehirlerine geldiler. Oraya Züccac şehri derlerdi camdan
yapılmıştı.
Ş e r ifi(6) bir evde konuk ettiler, ağırladılar. Şerif, birkaç gün orada kaldı.
Bir gün (7)Cinler melikine:
-Dilerim ki beni dışarı, yeryüzüne çıkarınız. Varayım, kâfirler ile (8) gaza
edeyim, dedi. Cinler meliki:
-Ya Şerif! Her ne buyurursan bizim başımız <9) ve canımız üstüne. Fakat
bizim de senden bir dileğimiz vardır, onu kabul et, dedi. (l0) Şerif:
-Nedir ya Malikü’z-zaman, buyurun, dedi. Cinnî beyi, Şerife:
-Ya Server! (11) Benim bir temiz, pakize, bakire kızımı bir dev alıp kaptı,
gitti. Seksen (l2) gündür kızımın ne olduğunu bilmiyorum. Eğer o laini helak
etmezsen bizi (13)burada her zaman incitir, dedi. Şerif:
-Bana siz onun yerini gösterin,(l4) rahat olun, dedi.
Cinler meliki emretti, Şerife bir at getirdiler. Bindiler, melik ile (l5) yola
çıkıp gittiler. Bir yüksek dağa çıktılar. Üstünde mermerden [Tl 10] bir (1) hisar
yapılmış. Hemen melik geri çekilip durdu:
-O (2) devin makamı budur pehlivan, dedi. Şerif gök gürlemesi gibi bir
nara attı:(3)
-Ey lain! Gel, dışarı çık. Seninle işim var. Eğer yok dersen, <4) gelip
hisarın içinde başını alırım, dedi.
Dev işitince hemen(5) dışarı geldi, çağırdı:
-Ya sihirbaz Saltık! Buraya da mı geldin? Ben, kendim <6) sana
gelmeliydim. Sen, kendin gezerek ayağıma geldin. Talihim bana güldü. <7)
Elime iyi girdin, dedi. Şerif:
-Gel, şansını dene, gör, dedi.
Camus gürzünü (8) eline alıp Şerife karşı yürüdü. Kaleden dışarı gelip bir
darbe (9) vurdu. Şerif, kendisi meydandan geri durmuştu. Gürz yere dokundu,
(l0) yerin tozu havaya çıktı. Baktı, gördü ki Şerif aldırmıyor bile. (ll) Sağ ve
selamet duruyor. Dev lain; ara vermeden üç kere Şerife hamle (l2) yaptı, çare
idemedi. Sıra Şerif e geldi, hemen Hamza gibi devin <l3) üzerine yürüdü ve:
-Ya lain! Hemen Müslüman ol, elimden canını (14) kurtar, yoksa seni
helak ederim, dedi.
Dev, saçma sapan konuşmaya başladı. <l5) Server ona karşı yürüyüp
kılıcını öyle bir vurdu ki devin başı top [ T l l l ] (,) gibi önüne düştü. Dev feryat
edip can verdi. Şerif; melike (2> işaret etti, çıkıp hisara girdiler. Esir olmuş dört
yüz kız buldular.
Hisarı cinnîler zapt ettiler. Cinler meliki, Şerife dualar etti. Kızını (4)
Şerifin yanma çağırdı, Şerifi tanıttı. Ayağına <5) düştüler. Melik, kızları
yerlerine gönderdi. Şerif:
-Lütfedin, (6)beni bu dünya yüzüne çıkarın, dedi. Melik:
-Senden dilerim ki o kızı (7) kendine al, dedi. Şerif:
-Olsun, fakat ben dünya yüzüne çıkmayınca (8)onu alamam, dedi.
Şerif öyle diyince melik emretti, beraberinde getirdiler. (9) Şerifi
bindirdiler, alıp yukarı çıkardılar. Bir deniz kenarma koydular.
(l0) Ardmca melik, kendi leşkeri ve kızı ile dışarı geldi. Orada düğün
yapıp Şerife kızı verdiler. Şerif,orada on gün kadar kaldı. Sonra melike:
-Kız sizin yarımızda dursun. Ben geri bir iş için(l3) gideceğim, dedi.
Şerif, bunlara veda edip çıktı. Yolda giderken bir kâfire rastladı. <l4)
Sordu:
-Bu diyar neresidir, dedi. O kâfir:
-Frengistan mülkünde, (15) Züyerler ilinde, Felyon Frenk ilidir. Pap derler,
odur, dedi. Şerif: [T 112](l)
-Rum mülkü buraya yakın mıdır, diye sordu. O:
-İkisi sınırdaştır. Bizim ilden <2) çıkınca oraya varılır, dedi. Şerif:
-Sen Müslüman olur musun, diye sordu.
Kâfir, feryada (3) başladı. Şerif, hemen onun işini bitirdi. Elbisesini giyip
o ile (4) revane oldu. Bir kiliseye geldi. Gördü, Frenk ruhbanları toplanmışlar, ( ’
senlik yapıyorlar. Şerif sordu:
-Şenliğinizin sebebi nedir, dedi. Söylediler: (6)
-Bilmez misin, Şem’un bin Kayser, Şerifi tutup denize attı. Onun için
şenlik <7)yapıyoruz. Şerif:
-Bu iş olalı ne kadar oldu, diye sordu. Söylediler:
-Bir ay vardır. Şerif, o (8) kilisede kaldı.
Bu tarafta Müslümanlar, Şerifin denize atıldığını (9) kâfirlerden işittiler.
Şem’un teküre haber saldı, “Saltık’ı denize (l0) attım.” diye. Tekür,
Harcmevan’a yani Amasya’ya haber göndermişti. Mutlu oldular. (ll)
Müslümanlar işitip üzüldüler. Sultan İzzeddin’e (12) bildirdiler. Sultan İzzeddin,
gerçi Şerife öfkelenmişti ama acıdı. <13) Veziri Affan:
-Sultanım! Üzülme; sen kim, o kim? Size (l4) saygı göstermezdi. Fırsat
buldukça taht ve tacma el uzatıp mülk <l5)ve malına kast ederdi, dedi.
Sultan Keykubad İzzeddin, gâfıl melik [T l 13] (l) idi. Artık mukayyet
olmadı.
Diğer tarafta Harcmevan yani Amasya meliki, haraç göndermedi.<2) Asi
oldu, Müslümanları hisara koyup huzursuz etti. (3) Sultana sürekli haber
salarlardı, fakat derman yoktu, öyle kaldılar.
(4) İttifak ettiler ki denize girip geleler, Kefe nahiyesine geçeler.
zaman Kırım’da otururdu. Sultan Mahmud’un kızının oğlu, han olmuştu. (6>
Deşt vilayetine hükmederdi, gazi han idi. Onun hükmü altmda (7>olmayı karara
bağlamışlardı. Emir Osman, ittifak ile şehiri bırakıp denize girdi. Kefe (8>
diyarma çıktı. Sükun tutup Han hükmünde oldular. Han, onlara Kefe (9)
şehrinde dirlik verdi. Kefe beyliğini, Emir Osman’a verdi.
Diğer tarafta, Kıravan beyinin kızının bir oğlu vardı. (10) Nuşinrevan
neslinden 011 idi. Kıravan oğlu kayser neslinden idi, ona asker verdi. Geldiler,
Haynup (12) hisarına çıktılar. Tenha ve boş buhıp kâfirler, Müslümanların
evlerine girdiler. (l3) Şehrin mescidlerine çanlar astılar. O diyarı zapt ettiler,
kaldılar.
Bu tarafta, (l4) Şerifin oturduğu kiliseye kervan geldi. O gece orada
kaldılar, (l5) konakladılar, oturdular. Şerif, o kilisenin kâfirlerini o gece hep
[Tl 14] (1) kırdı. Ertesi gün kervan ile çıkıp gitti. Bir hisara eriştiler. Oraya,
Meton derlerdi. Oradan da gittiler, bir şehre daha yetiştiler, Rika derlerdi. (3)
Oradan da gittiler. Anbol denilen şehre ulaştılar. Şerif: (4)
-Bu şehir, ne güzel bir şehirdir, dedi. Söylediler:
-Bunun bir beyi vardır. Rum aslındandır,(5) Pap ona vermiştir. Bu şehri o
yönetir, kuvvetli kimsedir. <6> Yarın şehir önünde meydanda oturacak. Bütün
Frenk beylerine haber verilecek, (7) meydanıma gelin, diyecek. Hangisini
yenerse başını keser, burca asar. Çok gürbüz bir (8) civandır. Kast etmişti ki
gidip Şerif Saltık ile tutuşa. (9) Şerif, helak oldu. Pap izin vermez ki çıka, <l0>
Türkleri kıra.
Şerif onu dinledi, güldi. O kervan başı:
-Niçin (ll)gülüyorsun, diye sordu. Şerif:
-Ben de ulu bir pehlivanım, Rum içinde anılırım. Onu <12) işitip geldim,
dedi. Onlar:
-Hey! Senin düşündüğün gibi değildir. Sakın (l3) gafil olma, dediler.
Oradan gittiler, şehre gelip konakladılar.
Şerifin âdeti, kiliseye konmak (l4) idi. Gelip bir kilisede konakladı.
Ruhbanlar sordular:
-Nereden geliyorsun, (15) dediler. Şerif:
-Üsküp diyarındanım, meliki işitip geldim, dedi. [T l 15] (l) Rahipler
gülüştüler:
-Sen deli kişiye benzersin, dediler. Şerif:
-Niçin <2)öyle söylüyorsunuz, diye sordu. Onlar:
-Süleyman’ın devleri ondan korkarlar. Sen korkmazsın, dediler.
<3) Şerif, o deli diyen papazı yerinden kaldırıp bir yumruk vurdu. Ağzı,
burnu <4) kan oldu. Ruhbanlar üşüştüler, şiddetli cenk ettiler. Sonunda Şerifi
tuttular, (5) sürüp şehir beyine getirdiler, söylediler:
-Ya melik! Bu kişi bizi kilisede dövdü, (6) kırdı. O bey:
-Niçin böyle yaptın, diye sordu. Şerif:
-Bizi bunlar (7) horladı, bende öyle yaptım, dedi. O bey:
-Nasıl horladılar, diye sordu. Şerif: (8)
-Ben geldim ki sizinle meydanda cenk edeyim. Bunlar, men ettiler, dedi.
<9) O bey gülüp:
-Sen benimle cenk etme. Ben adamı öldürürüm, dedi. Şerif:(10)
-Eğer ben seni yenersem ben de seni öldüreyim mi, dedi.
O bey, kabul etti. (ll) Anlaştılar. Sabaha kadar sabrettiler.
Sabah oldu, kalktılar. (l2) Askerler meydana geldi, meydanın çevresini
sardı. Meydanı seyretmeye başladılar. (13) Kim meydana girecek derken melikin
kendisi meydana girdi, gösteri yaptı: (14)
-Kim geliyorsa gelsin, dedi.
Üç kâfir beyi girip cenk etti. Sonunda onları öldürdü. <15) Tekrar gösteri
yapıp:
-O misafir de gelsin, nasibini alsın, dedi. O [T116] (1) kavga eden
ruhbanlar hücüm edip söylediler:
-Ya deli kişi! Ne duruyorsun? <2)Er isen meydana gir.
Şerif, hemen atını meydana sürdü. Yetişti, gösteri(3) yaptı:
-Ya malik! Önce sen hamle yap, dedi. Melik:
-Ya Rumî! (4)Önce sen hamle yap ki hamleden mahrum olmayasın, dedi.
Şerif:
-Ya melik! (5) Akimı başma topla ki benim Şerife gidip cenk etmem
gerek idi. (6) İşte sana rast geldim, dedi.
Şerifin admı anmca o bey öfkelendi, kılıcını (7) eline alıp hamle yaptı.
Onun üç hamlesini Server savdı. (8) Sıra Şerife gelince elini atıp gürz-i giranı
eline aldı. Melike gürz ile (9) öyle bir vurdu ki atmdan tepesi üzerine düştü.
Şerif, hemen (10) sıçrayıp göğsüne çıktı. O bey gözünü açtı, gördü ki Şerif (11)
cellad-ı felek yani Merrih gibi göğsünün üzerinde durur. Yalın hançer (12)
elinde, kendisini helak itmek ister:
-Hey kişi hey! Ne yapıyorsun, dedi. Şerif:(l3)
-Ne yapacağımı bilmez misin? Nicelere sen ettin, şimdi sana ederler. (,4)
Başmı kesip kanını dökeceğim, dedi. O bey ağladı:
-Eyvah ya Ş erif<15) Saltık! Ben seni göreyim, ondan sonra öleyim derdim,
dedi. Şerif, onu duyunca göğsünden [T 1 1 7 ] (l)yukarı kalkıp:
-Ya melik! Yerinden yukarı kalk, dedi.
Melik, yerinden kalkıp (2) Şerif i iki gözünden öptü:
-Doğru söyle pehlivan, Şerif sen misin (3> yoksa, diye sordu.
Şerif, kendisini tanıttı. O bey:
-Sakın kâfirlere kendini (4) bildirme, dedi. Oradan Şerifi sarayına getirdi,
konukladı. Oturdular, <5) yediler, içtiler. Sonra sözü ortaya getirdiler. Şerif, o
melike: (6)
-İmana gelseydiniz iyi idi, dedi. Hemen o melik, imana geldi. Şerif ona,
(7) “Y usuf’ adı verdi.
Sonra Şerif izin alıp Filistin’e gitmek üzere yola çıktı. (8)Pap’m oturduğu
şehre ulaştı. O şehri, Angur cazu (9) yapmıştı. Büyük bir kale idi. Frengistan’da
ondan daha büyük bir kale yoktu. <l0) Felyon Frenk, onun içinde idi. Deniz,
hisarın kenarını döverdi. (II) Frengistan beylerinin gemisi ve insanları, oraya
gelip dururdu. Oraya (12) şimdi, Arumay derler. Pup dedikleri Frenk, onun
içindedir. O <13) zaman da orada oturudu. Onun içinde ulu bir kilise vardı. Gün
başına (,4) bir hücresi vardı. Adına, Azenteriyye derlerdi. Şerif, doğru o tarafa
yöneldi. (l5) Geldi, gördü ki bin ruhban içinde durur. Önünde [T l 18] (l) bir
havuz, ab-ı mamuriyye ile dolu. Büyük bir haç asmışlar.
Şerif kapıdan (2) gelip doğru içeri girdi. Oturdu, konakladı. Sordular:
-Nereden (3) geliyorsun, dediler. Şerif:
-Rum’dan, İstanbul’dan geliyorum, dedi. Onlar tekürdan haber (4)
sordular:
-Tekürün fikri nedir, dediler. Şerif:
-Türklerin üzerine varıp (5) onları ortadan kaldırmak ister ve Feriban
kavmini ileri götürmek ister, dedi.
(6) Gece oldu, Şerif yerinden kalktı. Hücrelerde bulduğu (7) papaz
tepeledi. Sonra geri yerine gelip o değilmiş gibi yattı.
Sabah oldu, <8> kâfirler kalktılar. Gördüler ki hâl böyle, hemen varıp
Pap’a bildirdiler: <9)
-Bu gece şöyle oldu. On dört rahip tepelendi, dediler. P ap:(10)
-Galiba, Şerif gibi bir Türk daha belirdi. Mesih ümmetini kırıp (ll)
yürürler. Hemen buyurdu:
-Ne kadar insan varsa hepsini Azenteriyye içine (l2) koyun. Ben varayım,
göreyim kimdir, dedi.
Hem öyle yaptılar, halkı kilise içine <l3) koydular. Pap, kendi beyleri ve
tekürleri ve bir nice adamları ile sürüp (l4) kiliseye geldi. Herkes saf saf durdu.
Hepsini gözden geçirdi. Bir a-a <l5) gözü Şerife takıldı, bildi. Başıyla Şerife
selam verdi. Hiç [T119] (l)tınn adı. Hemen dışarı çıktı. Beyler:
-Ne oldu? Daha görmediğiniz pek çok adam var, dediler. (2) Pap:
-Ey halk! Ben, Azrail’i gözümle gördüm. Bir kişi öldürmüştür. <3) O
adamı ne ateşte yakar ne de su boğar, deyip sarayına <4>dek sürdü.
Şerif ne zaman gelecek, diye ardına bakardı. Halk, onun niçin böyle
yaptığını bilemedi. (5) Şerif, o kiliseden gidip bir kiliseye daha vardı, (6)
konakladı. Biraz katlandı.
Bu tarafta raviler şöyle rivayet ederler; (7) Şerif, Sivas’ta bir yiğide hayran
olmuştu. Sonra da bırakıp gitmişti. <8) O yiğit Şerife aramak için Şam’a
gitmişti. Şerifi aradı, (9) orada bulamadı. Mısır’a gitti, orada da bulamayıp
Kâbe’ye gitti. Tekrar tl0) Kâbe’den Mısır’a geldi. Böyle arayıp dururdu. Bir kişi
ona:(1 )
-Şerif, Rum’a gitti, dedi.
Yusuf da İskenderiyye’ye gelip gemiye bindi, (12) Rum’a yöneldi. Sekiz
gün denizde gittiler. Tuş adasına çıktılar. (13) O arada bir gemi göründü, yetişti.
Karşıdan onu gördüler. Kenara döküldüler, (14) kaçtılar. O oğlanın adı Yusuf idi.
Onlardan sordu:
-Buradan(15) niçin kaçıyorsunuz? Söylediler:
-Bu bir bakır gemidir. Kış olduğu vakit denizde gezerken [T120] (1)
doksan gün tamam olunca geri kaybolur. Hangi gemiye rastlasa, bunun içinden
(2) adamlar çıkar. Eğer yüz üzeri yatarsan, söylemezsen, bunlar ölmüş deyip
bırakırlar, (3) giderler. Eğer konuşursan hemen helak ederler, gemiyi batınlar.
Fakat o <4)bakır gemi içinde olanlar kimdir, bilmeyiz, dediler.
Bu sözü söylerken hemen (5) o gemi erişti, geçti. Onun ardınca büyük bir
gemi daha geldi. İçi kâfir (6) dolu idi. Müslümanları gördüler, hemen saldırıp
cenk ettiler. Çok adam (7) kırıldı, geri kalanını tuttular. O Müslümanları alıp
götürdüler, Filistin’de (8) sattılar.
O arada Şerif; Y usuf u gördü, tanıdı. Onu tutan kişye sordu: (9)
-Gel, bunu bana sat, okutayım, dedi.
O da Şerife, Y usufu sattı. (l0) Onu kırk dinara satın aldı. Makamına
getirdi, önüne nimet koydu: (11)
-Beni tanıdın mı, diye sordu. Yusuf:
-Yok, dedi. Şerif:
-Bilmiş olasın ki ben Şerifim, dedi.
Y usuf(12) hemen Seyyid’in ayağına kapandı, ağladı. Şerif, Y usuf a:
-Seni bir bezirgâna (l3) verip göndereyim, Harcınevan’a yani Amasya’ya
git. Oradan kaç. Haynup’a varıp benim haberimi(,4) Müslümanlara bir bir söyle.
Ben de fazla beklemeden geleceğim, dedi. Yusuf, Şerifi o gün ziyaret etti.
Şerif bir bezirgân buldu, Harcınevan’dan gelmişti. Ona: [T 1 2 1 ](1)
-Bu oğlan benim kardeşimdir, adı Yanos’tur. Al, götür, bunu
Harcınevan’a ilet, (2)dedi. Y usuf u ona teslim etti.
O bezirgân, Y usufu Harcmevan’a yani Amasya’ya getirdi. Yusuf, <3)
biraz Rum dilini öğrendi. Harcınevan diyarına gelince gördü ki Müslümanlar(4)
kaçmışlar, gitmişler. Yusuf oradan Sivas’a gitti. Sivas’tan gelip bezirgânlarla<5)
gitti, deniz kenarında bir kaleye geldi. Oraya, Anthanos derlerdi. Oradan
gemiye (6) binip Kefe’ye geldi. Şerifin kâğıdını, Emir Osman’ın önünde koydu.
Okudular,(7) bildiler ki Şerif sağdır. Hâl ve hikâyesini işitip mutlu oldular. Han
(8) hazretine haber gönderdiler. Han çok mutlu oldu. Kurbanlar kesti, sadakalar
verdi.
<9>B u tarafta raviler şöyle rivayet ederler ki Şerif, o kilisede olan (10)
rahipleri hep tepeledi. Gecelerde fırsat bulup büyük (ll) kilisenin ma-i
mamuriyyesim döktü. Havuzunu parçaladı, harap etti. (12) Ertesi gün kâfirler
kalktılar. Gördüler ki üç kilisede insanlar ve ab-ı mamuriyye helak <l3) olmuş,
parçalanmış. Hemen atlarını sürüp Pap’ın huzuruna geldiler. Pap, o rahiplere:
( 14)

-Ne kadar misafir varsa gidip getirin, dedi.


Geldiler, o üç kilisedeki (15) misafirleri toplayıp getirdiler. Onların içinde
Şerif de bulunuyordu. Şerifi [T122](1) görünce emretti:
-Şu kişi kalsın, siz gidin, dedi. Şerif yalnız kalınca: (2)
-Ya Şerif Saltık! Seni bu kâfirlere diyeyim, ortadan kaldırsınlar, dedi. <3)
Şerif:
-Dünya kâfirleri bir yana olsa bana zararı yoktur. Olursa Hak’tan olur. <4)
Hiç korkmuyorum, dedi. Pap:
-Senden bir dileğim var. Benim dileğimi kabul edip, benim <5) ilimden
çıkıp git. Ben seni kötü saymıyorum. Fakat kâfirler duyarlar, sana onlardan (6)
zarar ve elem gelir, dedi ve devam etti:
-Ateşten kurtuldun, yanmadın. Denizde (7) boğulmadın. Biliyorum ki sihir
bilmezsin. Bu hâller nedir ki senden belirir,<8) bana söyle, dedi. Şerif:
-Sihir bilmesem, dualar bilirim. Her dua bin (9) sihri batıl eder, dedi. Pap:
-Neden öyle diyorsun, diye sordu. Şerif:
-Sihre <10) kimler hizmet ederler, onlar şeytandır. Dua ile bizzat melekler
ilgilenir, (ll)galip gelmez mi, dedi.
Şerif böyle deyince Pap takdir etti. Buyurdu, Şerife kaftan (l2) verdiler.
Elini tutup içeri kendi hücresine, makamına getirdi. Orada bir taht (l3)
kurmuşlardı. O büyük tahtın hemen altına girdi, bir kepenk açtı. <l4) Orası
mermerden yapılmıştı. Altında demirden yapılmış bir kapı çıktı. Şerifi içeri
davet etti. Şerif (l5) onun ardınca girdi. Yürüdüler. On sekiz ayak merdivenden
aşağı [T123] (1) indiler. Bir koridor içine girip gittiler. Şerif baktı. Bir kubbe,
mihrapta (2) seccade döşenmiş, bir kişi odurur. O kişi bunları görünce ayağa
kalktı, (3) hürmet etti. Sonra Pap, kâfir elbiselerini üzerinden çıkardı, Şerif de <4)
çıkardı. Başka elbiseler getirdi. Giydiler, başına tülbent sarındılar. Kalktılar, (5)
üçü öğle namazını kıldılar. Şerif, imamlık yaptı. Kur’an okudular, tamam edip
(6) oturdular. Sonra Şerif, Pap’a:
-Sen itikattasın. Niçin(7) Müslümanlar bunu bilmiyor, dedi. Pap:
-Ya Şerif! Biz kırk kişiyiz, bu kırk kişinin en büyüğü (8) benim. Fakat
onların içinde bana sırdaş, vezirimdir. Ben öldüğümde o (9) yerime geçer, birini
vezir edinir. Zamanla o da sırdaş olur, dedi. Şerif: (10)
-Niçin bir kişi daha sırdaş edinmezsin, diye sordu. Pap:
-Biri daha olunca (11) bizim aramıza fitne düşer, rezil oluruz. Kâfirler bizi
yok eder. (12)Hem Hazret-i Ali söylemişti, dedi. Şerif: (l3)
-Bu durum ne zamandan beri böyledir, dedi. Pap:
-Hazret-i Resul’den <l4) sonra Hazret-i Ömer, kayseri Şam’da yendi.
Felyon; (15) kayserin emrine girdiydi, kaçtı. O vakit Felyon’a, Arakil [T124] (1)
derlerdi. Görmüş ki o cenkte gökyüzünden melekler iner, müminlere (2) yardım
eder. Oradan dönünce Herakil, kaysere bunu anlatmış. H erakil(3) gülüp demiş
ki:
-Ben onu çoktan gördüm. Fakat bu kâfirler görmezler. Eğer t4) söylersen
bizi bunlar öldürürler.
Harakil gizli din <5)tutardı, Müslüman idi. Sonra Felyon, kaysere:
-Siz Müslümansınız, anladım. (6) Ben de Müslüman olurum, dedi.
Bunun üzerine kayser ile kaçıp gelirler. Burada bu âdet (7) böyle
kalmıştır. Ondan daha önce yüz kırk kişeden ulu vezir, bey (8) olur. Tertip ve
kanun üzere otururlar. O ölen Pap’ın oğlu, en aşağı (9) kalan yerde oturur. Bu
kanun üzerine daima yürürüz, dedi. (l0) Şerif:
-Sen çok eskiden beri Müslüman olduğun hâlde niçin leşker <U) çekip,
bunca kâfir leşkerini toplayıp bizim üzerimize geldin, sebep nedir, diye sordu.
(l2)Pap:
-Kâfirler bana saldırırlar, dedi. Şerif:
-Madem Felyon’dan beri (l3) Müslüman âdetleri ile yaşıyorsunuz, o hâlde
kalkınız, gidip Felyon’u ziyaret edelim, dedi
(l4) Kalktılar, onun mezarına geldiler. Kur’an okuyup dualar ettiler. Ş
ve Pap, geri kaysere <15) vardılar. Saraya gelip oturdular. Biraz zaman geçince
Pap ağladı. Şerif: [T125](1)
-Niçin ağlıyorsun ya Felyon, dedi. Felyon:
-Ya Şerif! (2) Bu dm Frengistan’da Latin derler, bir memleket var. Orada
bir kadın beyi var. Kadındır, çok çirkindir. Adma, Şemasil derler.
Sihirbazdır, sihirde mahirdir. Orada (4) oturmuştur, onun eri yoktur. Benim bir
oğhım vardı. Adma, Şemmas derlerdi. (5) Gayet güzel idi. O, Cezire-i Firdevs’te
bey idi. Gemiye (6) binip bana gelirken gemiler ile gelip onu esir eder. Onun
yaşlı bir (7) dadısı vardı, onu da tutar. Dadıyı azat eder, mal ve rızık verir. <8)
Oğluma eziyet eder. Oğluma bir araya gelmeyi teklif etmiş. <9) Oğlum kabul
etmemiş. Tutup onu hapse atmış. Üç yıldır hapiste yatırmakta. <l0) Gemiler
saldım ve ordu gönderdim, kimse onu yenemedi. Âciz kaldım. (U> Şimdi işittim
ki öldürmek istermiş, dedi. Şerif:
-Beni bezirgân kılığında ona gönder. (12) Varıp onun hakkından geleyim,
dedi.
Hemen Pap, Şerifin ihtiyaçlarını karşıladı. Gemi <l3) hazır etti, azığmı
koyup on oğlan hizmetkâr verdi. MaL, sermaye (l4) ve kumaş verdi.
Şerif, veda edip bezirgân kılığında yola çıktı. (l5) Frene diyarına geldi.
Oradan devam edip Milan, İspan, Alman, Cinevis [T126] 0 )ve Fıratkal’ı gezip
Latin diyarına yöneldi. (2) Mihran şehrine çıktılar. Gemiyi bıraktılar. O lainin
şehri idi.
Şerif, (3) doğru dadının adını sorup ona geldi. İçeri girip dadı ile buluştu.
<4)Ona Pup’tan selam etti:
-Oğlunun hâli nedir, diye ondan sordu.(5) Dadı ağladı:
-Yiğit! Hoş geldin, o hapiste yatıyor, dedi. Şerif:(6)
-Ben onu kurtarmaya geldim. Dadı:
-Oğul! Sen o lain <7) ile baş edemezsin. Sen sakın, dedi. Şerif:
-Hayrola. Korkma, dedi.
(8)Şerif; ertesi gün sürdü, pazar seyrine geldi. Gezerken işitti ki bir tellal
Frenk(9) dilince bağırmakta:
-Ey halk! Mülk isteyen kimse gelsin, melikeye haber versin. <l0) Sorusu
vardır. Her kim haber ederse, cevap verirse bu mülke padişah (ll)olsun. Eğer
vermezse başını alırlar.
Şerif, onu işitip hemen (l2)dadının yanına geldi:
-Bu gün bir tellaldan böyle bir söz işittim. <l3) Nedir aslı, dedi. Kadıncık
ağladı:
-Oğul! Onun ilk sorusu budur ki canlı denizi(l4> nerede gördün? K af Dağı
nasıldır? Altından şehir nerededir? Semender (l5) derisini kim almıştır? Simurg
nerededir ve onun düşmanı kimdir? [T127] (l) Yerden göge ateş gibi yanan
direk kimindir? İşte pehlivan! O <2) zalimin soruları bunlardır. Nişan ister, dedi.
Şerif merak etti. Hemen kalktı, (3) Menucher cinnmin duasını okudu.
Menucher çıkageldi. Şerif, Menucher’e soruları sordu. Menucher:
-Ya Şerif! Onların hepsi K af Dağı’nda olur. <5) Aslını görmek istersen
haber ver, dedi. Menucher öyle deyince Şerif: (6)
-Ya Menucher! Nice yerlerde bana kardeşlik ettin, yine kardeşlik ve
dostluk et. <7)Bana yardımda bulun. K af mülküne gideyim. Menucher: <8)
-Ya Server! Bilmiş ol ki senin bir oğlancığın olmuştu. Adını, Muhammed
verdilerdi. (9) Kırk günden sonra bir dev lain, fırsat bulup onı çaldı. Götürüp <l0)
K a fta bir yerde besledi, sakladı. Bir yıldır oradadır. O devi (11) sorarsan yer
altındadır. Onu öldür. Camus devin kardeşinin oğludur. (12) Keyvandev, derler.
Şerif, Menucher cinnîden bunu işitince canı yandı. (l3) Oğlancığa üzüldü,
gözünden yaş akıttı:
-Ya Menucher! Sivaslı (14)Köle Y usuf u, Haynup’a gönderdim. Ulaştı mı,
biliyor musun, dedi. Menucher:<15)
-Vardı, fakat Müslümanlar, Haynup’tan kaçıp il ve şehri terk ettiler.
[T128] (1) Kefe şehrine göçtüler. Durum şöyledir ki..., deyip işittiği gibi (2)
Şerif e olanları anlattı. Şerif, bu haberi işitince üzüldü: (3)
-Ya Menucher! Sultan İzzeddin, Müslümanlara gereği gibi yardım etmedi
mi, dedi.(4) Menucher:
-Sizden ötürü onlara hışmetti. Sizi ve onları, sultana (5) asi Affan anlattı.
Onun için vazgeçti, MüsKimanlardan yardımlarını (6) kesti. Müslümanlar da
ferağat ettiler. Sizleri azl etmiştir, dedi.
M eğer(7) Şerif in ulufesi haraç malından idi. Şerif:
-Hayr olur. <8) Atam Seyyid Cafer Gazi’nin Ukbe bin Velid’e ettiğini,
Tanrı izin verirse (9)ben de Affan’a yaparım, dedi.
ALTINCI BÖLÜM

(9) SEYYİD ŞERİF’İN (,0,KAF DAĞI’NA GİTMESİ

Raviler şöyle rivayet ederler ki Şerif, (II) hemen niyet edip kalktı. Sefer
hazırlıklarını yaptı. Dadıya veda (l2) etti. Varıp gemiye bindi. Menucher’e:
-Gemiyi sen doğruK af tan (l3)yana çek, dedi.
Şerifin yanında on kişi vardı. Hizmetkârı Pap vermişti, onun kulları (14)
idi. Kırk gün denizde gittiler, bir adaya çıktılar. Gezerken ( 5) adada büyük bir
kaz yumurtası bulup Şerifin huzuruna geldiler. Hemen [T129] (1) Şerif buyurdu
ki pişireler, yiyeler. Ateş üzerine koydular. Öyle bir ses çıkardı (2) ki sesinden
cezire içi doldu. İçinden ak bir nesne balgam gibi belirdi <3) sonra yayıldı. Şerif,
Menucher’e:
-Ya Menucher! Bu nedir, diye sordu. Menucher:
-Hey! Hemen (4) kalkın! Gemiye girelim. Bu büyük bir ejderha yuvasıdır,
dedi.
Hemen kalktılar, gemiye <5) girdiler. Yelken açınca o ejderhanın başı
ayağı belirdi. Harekete gelip gemiyi gözetirdi. Şerif, Menucher’e:
-Bırak çıkayım, şu (7) dağılan nesneyi okla helak edeyim, dedi. Menucher:
-Bu kötü bir canavardır. <8) Meğer Tanrı’dan yardım iste, yardım yetişsin,
sabreyle, deyip <9) gemiyi sürdüler.
O canavar büyüdü. Baktı, gemiyi görünce <l0) hemen geminin ardına
düştü, suya girip yürüdü. Nefesinin ateşinden halk (ll) bayılırdı. Ateş gibi
gelirdi. Akşama dek kaçtılar. Akşam yaklaşınca (l2) yetişti o anda karşıdan dağ
gibi bir nesne göründü. Menucher:(13)
-Ya Şerif! Şu görünen nedir, bilir misin, dedi. Şerif:
-Bilmiyorum, dedi. Cinnî: <l4)
-Umman yengeçlerinden bir yengeçtir. Çoğu ejderhanın helaki bu
canavar(15) elinden olur, dedi.
Cinnî gemiyi o tarafa sürdü, önünden [T130] (l) geçip gitti. O ejderha da
doğru o yengeç üzerine geldi. (2) Yengeç, o büyük kıskaçları ile tutup o ejderi
öyle kıstı ki iki (3) parça etti. Ejder öyle feryat etti ki sesinden cihan doldu.
Menucher:(4)
-Ya Server! Müjdeler olsun. Ejderi o canavar öldürdü. (5) Tanrı, bizi
onun kıskacından sakladı. Hak tealanın hikmetine (6) ve kudretine hayran
kaldılar.
Oradan sürüp bir adaya çıktılar, oturdular. t7) Deveden büyük kanatlı bir
canavar gördüler. Menucher:
-Ya Şerif pehlivan! <8)Bu canavar-ı Evran’dan iyi sakınmak gerek, dedi.
O canavar havaya kalkıp <9) kuş gibi uçtı, gitti. Bunlar orada
konaklamayıp gitti Bir cezireye daha (10) çıktılar, konakladılar. O Evren de
gelmiş, o adada konaklamış otururdu. (ll) Uzaktan gemiyi görünce bir kez
gürledi gezinip yürüdü. <12)Menucher:
-Eyvah! helak olduk, dedi
Şerif, hemen yerinden kalktı. (13) Eline bir fırengi çelikten ok alıp hazır
etti O canavar karşıdan <l4) gelirken göğsüne nişanlayıp attı. Oku öyle vurdu ki
(15) canavarın nefesi tutuldu. İleri gelemeyip başı üzerine suya düştü, [T131] (1)
helak oldu. N efesi yanına varan kimseye ateş gibi(2) dokunurdu.
O canavar helak olunca o adaya (3) çıkıp oturdular. Ateş yakıp yemek
pişirdiler. Uzaktan bin kadar <4) gemi yelkeni belirdi. Şerif ve o kullar, çokluk
düşmandır diye korktular. <5) Menucher, kendi cinnılerin çağırdı:
-Bakm, bunlar (6) kimlerdir, dedi. Cinnıler:
-Onlar gemi değildir. Umman denizine girdiniz, (7) bundan sonra görünen
yelken gibi balık kanatlarıdır. Bunun gibi (8) balıklar, bu Umman’da çok olur,
dediler.
O sırada karşıdan iki büyük meşale belirdi. (9) Menucher Cinnî:
-Ya Şerif! Bu gelen timsahtır. Ummanın yerlisidir. (10) Bu gemiye
çarparsa helak eder ve hem ne kadar balık varsa (ll)hep o timsahtan gizlendiler,
dedi.
Şerif, K a fa gittiğine pişman oldu. (12)Gönüne bunu getirdi:
-İş Hakk’ındır. Hakk’a sığındım, gidiyorum. (13) Kötüyse varsın kötü
olsun, dedi. O timsah yakınlaştı. Tanrı’nın (1 ’ hikmetini gör ki bir bulut yetişti.
Gök gürlemesi ve şimşek çaktı, yıldırım (l5) düştü. O timsahı vurup öldürdü.
Şerif bu alameti görünce [T 1 3 2 ](1) şükür secdesine kapandı:
-Ya Menucher! Bu sefer için Hak’tan bana işaret ile (2) müjde vardır.
Korkmuyorum, gideceğim, dedi. Menucher:
-Ya Server! Allahu(3)teala sana yardımcıdır, hiç korkma, dedi.
O adadan kalktılar, gittiler. (4) Seksen beş gün o deryada sefer ettiler, hiç
bir kenara ulaşamadılar. Sonunda karşıdan ( } bir ada belirdi. Gemiyi doğru
onun üstüne çektiler. (6) Menucher Cinnî:
-Yetmiş yıl önce, K af eteğine bir daha geldim idi. <7) O vakit burada bir
ada yoktu. Şimdi acaba hikmet nedir, dedi.
Onlar <8) merak ettiler, çıkıp orada yemek pişirdiler, yediler. Kokusundan
o (9) cin doydu. Cinnî gıdası, kokudur. Biraz oturdular. O anda ada hareket (l0)
etmeye başladı. Bir tarafı suya battı. “Hay ne hey ki?” deyip geldiler, hemen
gemiye (ll) bindiler. Ada bir taraftan suda yürüdü, battı, gitti. (12)Menucher:
-Server! Bildin mi nedir, diye sordu. Şerif:
-Yok bilemedim, dedi. O (13) Cinnî:
-Bu umman balıklarındandır. Kırılmış, yürüyemez olmuş. Bunca (l4)
yıldır burada sessizce dururmuş. Şimdi ateş ısısı arkasına (l5) değdi. Kalktı, gitti,
dedi.
Şerif çok şaşırdı. Oradan ayrılıp otuz gün daha [T 133](1) gittiler, bir yere
geldiler. Denizde girdap idi, ona düştüler. Server yüzünü <2) göğe tutup dua etti.
Hak teala kemâl-ı lütfundan bir yel verdi, (3) kurtuldular. Daha sonra bir kenar
göründü. Yürüdüler büyük bir adaya çıktılar. (4) Şerif, Menucher’e sordu:
-K af bu mudur? Menucher:<5)
-Buna, Vakvak adası derler, dedi.
Adaya çıktılar. Adada büyük bir ağaca rastladılar. <6) Meyvesi adam,
yaprağı kalkan gibi yuvarlak. (7> Adayı, dalları kaplamış. Gövdesini beş yüz kişi
ancak kucaklar. Şerif:(8)
-Acaba dünyada bundan büyük ağaç var mıdır, dedi. Menucher:(9)
-Ya Server! K a f ta öyle ağaçlar vardır ki bu onun yanında bir fidandır,
dedi.
Şerif, (10) Hak tealanın kudretine şaşırırdı. O adada bir balık (ll) baş
kaldırdı. Şerif:
-Şu ne büyük balıktır, dedi. Menucher:<l2)
-Bu denizde balıklar vardır ki her gün bunun gibi bin balık yer, dedi. (l3)
Daha sonra:
-Kalkın! K a fa yaklaştık, gidelim, dedi. Hemen bindiler.
<14) Üç gün daha gittiler, dördüncü gün bir kenara çıktılar, gemiyi iskeleye
bağlayıp (l5) oturdular. Menucher:
-Siz bekleyin, ben gideyim, burada bir peri [T134] (l) padişahı var,
getireyim. K af üe ilgili sorularınızı <2) ona sorunuz. Durumu biliniz, ona göre
hareket ediniz, dedi.
', Menucher’e (3) izin verdi. O cinnî gitti. Bir müddet sonra büyük bir

Orduyu görünce Şerif yerinden kalktı, onlara karşı yürüdü. Periler


padişahı, (5) Şerifi görünce hemen atından inip seğirtti. Gelip Şerifin ayağına
(6) kapandı. Görüştüler, hâl ve hatır sorıştular. Gelip bir yerde oturdular. (7)
Orada Menucher tütüs yaptı, periler hoşgördü. Periler de (8) çeşitli Kaf
yiyecekleri getirdiler, Şerifin önüne koydular. Yediler, dua ettiler. <9> Ondan
sonra Kafile ilgili konuyu ortaya getirdiler. O padişah, kendisi: (l0)
-Ya Şerif! Bu K afin Dahma-yı İskender, Süleyman ve Ramin-i Adi’den
(ll) öte bir derbendi var. Oraya kadar gidebiliyoruz. Oradan ötesini bilmiyoruz.
Zira bu K af (l2) Dağı, dünyayı bir halka gibi dolaşmıştır. Kuzey tarafı yüksektir,
yüzün <13) kaşı gibidir. O taraf, sizin geldiğiniz taraftır. O yükseğin (l4) öte
yüzünde büyük bir çöl vardır, içi cinnîlerle doludur. Adam olduğu (l5) yerde
gece olsa güneş cinnflerin üzerine doğar, gündüz olur. [T135] (1> Ay, dolunay
olsa onlara gece gibidir. Bu insan üzerine gündüz olur. <2) Orada güneşe engel
bu dağdır, dedi. Şerif tekrar sordu:
-Burada (3)kaç padişah vardır? O peri padişahı:
-Yedi padişahtır. (4) Adına Seba-i Müluke derler, dedi. Şerif:
-Başka yok mudur, diye sordu. O:
-Evet. (5) İki büyük padişah daha vardır. Onlar türbe-i Ramin’den öte
derbenttedir. Birisi (6)Nasranî’dir. Biz sürekli onlarla gaza ederiz, dedi. Şerif:
-Ya melik! O <7) sizden olan altı Sünni meliki davet edin. Gelsinler,
onlardan (8) da soralım, görelim. Belki K a fi görmüş bir kimse bulabiliriz. Bu
konuda bir bilenden (9) bir haber alırız, dedi.
O altı padişah; cinnîleriyle ve leşkerleriyle birlikte geldiler, (l0> oturdular.
O cinmieri çağırdılar, geldiler, oturdular. Sözü ortaya (ll) getirdiler, K af ile ilgili
sorular sordular. Onların içinde bir pir cinnî vardı: (l2)
-Ya Şerif Bu K afin hâlini derler, bir sihirbaz var idi. Denizin dibinde (l3)
oturur. Onu, Süleyman peygamber hapsetti. Onun bir peri (l4) talebesi var.
Adına, Teganuş derler. O bilir, dedi. Şerif: (15)
-Ya Menucher! Lutfeyle, benimle Teganuş’un yanına kadar gel. Oradan
sen [T136] (l) gel, bu on oğlanı al, gemi üe Cinnistan şehrine ilet. Orada (2)
dursunlar. Eğer ben sağ çıkarsam seni bulurum, dedi.
Orada bulunan on oğlanı, peri (3) sultanlarında emanet koydular.
Vedalaşıp Teganuş’tan (4) tarafa yöneldiler. Bir müddet gittiler, bir ulu dağa
çıktılar. O dağda mermerden (5) yapılmış bir kubbe vardı. İçinde bir pir
oturmuştu. Şerifi görünce bir k e z (6) çağırdı:
-Ey İnsanoğlu! Beri gel. Niçin geldin, göreyim, dedi. (7)
Şerif, Menucher ile o pirden yana revane oldular, onunhuzuruna (8)
vardılar, selam verip oturdular. Teganuş, Şerif e:
-Ciğerimin köşesi! <9) Niçin geldin, dedi. Şerif:
-Geldim ki K a fi bana tanıtasın, dedi. (10) Teganuş:
-Billah ya Şerif, Bu K afin nihayetini Allah bilir. Fakat (ll>budağın
ötesinde gün doğusu tarafında K afin aslı, yüksek yeri güneş (12) ısısından neft,
katran ve zift madenidir. Adına, Kuh-ı Şua derler. Bu yer (l3) altına aydınlık o
dağdan girer. Sonra yayılır. Onun içinde ateşten (14> cinnîler var. Semender
dedikleri canavar orada olur. O dağdan (15) ötesini biz bilmeyiz. Bu sorduğun
soruları bizim üstadımız Dahi’den [T 137](l) başka kimse bilmez, dedi. Şerif:
-Ya bizDahi’ye nasıl ulaşırız, diye sordu.
Teganuş (2) hemen yerinden kalkıp bir şişe yağ getirdi, Şerife içirdi ve (3)
yağladı:
-Siz benim ardımca gelin, dedi. Kendisi deniz içine (4) daldı.
Şerif ile Menucher onun ardınca denize daldılar. Su; Şerifin ağzına,
bumına (5) girmezdi, muallak dururdı. Suyun dibine indiler. Ayak üzere yürüyüp
<6) biraz gittiler. Bu sırada karşıdan bir alay atlı adam çıkageldi. O, (7) deniz
maliki idi. Deniz kavmi halkları, cinnîleri ile çıkageldi. Şerifi ve Teganuş’u (8)
görüp atından indi, bunlara hürmet etti. Sonra alıp sarayma getirdi, <9>
konukladı:
-Gelmene sebep nedir, diye sordu. Teganuş:
-Ya melik! (l0) Dahi’nin yanma gidiyoruz, dedi ve maslahatı bir bir
anlatıp bildirdi.
Bunun üzerine deniz (ll) maliki emretti. Atlar getirdiler. Bindiler, revan
olup gittiler. Deniz maliki (12)de birlikte gitti.
Giderken Şerif, deniz içinde acayip ve garayip yaratıklar gördü ki v a s f(l3)
olursa asıl maksadımızdan uzaklaşırız. On iki dağ aşıp bir yüksek yere (l4)
çıktılar. Gördüler ki küpe benzer büyük bir kervansaray ev var. Evin <l5) bir
kapısı bulunmakta. Demir kafes içinde ak sakallı bir pir durur. Şerif, [T138] (l)
Teganuş’a sordu:
-Niçin Süleyman nebi bunu hapsetti (2) dedi. Teganuş döndü, Şerif
hazretine:
-Ya Server! Rivayet ederler (3) ki bu Dahi bir gün o Nebi-i Kerim önünde
gazap ile demiş ki ‘Eğer ben senden <4) sonraya kalırsam bütün insanoğlunu
yok ederim.” Öyle deyince bu kişinin <5) sihir ilminde maharetli olduğunu
işitmiş, tutup hepsetmiş. Süleyman (6) hapsini herkez bozamaz, dedi.
Şerif, hemen Dahi’den tarafa varıp selam <7)verdi. Dahi selamını alıp:
-Merhaba ya Şerif! Hoş geldin. (8) Ey gözümün nuru! Bu gece bana o
Fahr-ı Âlem, Seyyid-i Beni-Âdem geldi senin (9) geleceğini dedi. Beni buradan
azat eyledi. Bir de (l0) artık sihirle uğraşmamak için bana tövbe verdi. Habib-i
Ekrem’in huzurunda iman getirdim, dedi.
Şerif (ll) yerinden kalktı, tekbir getirerek demir parmakları bozdı. Piri
içinden çıkardı. ( 2) Sonra oturup tütüs taamı getirip gıdalandılar. Bir süre sonra:

-Gelmene sebep nedir, dedi.


Teganuş, Şerifin sorularını deyiverdi. (l4)Pir, ağız açıp söze başladı:
-Ciğerimin köşesi! O melun sana önce (I5) sordu, canlı deniz dediği Zibak
denizidir ve birisi bu gördüğün K aftır. [T139] (l) Altın şehir dediği, Saba
şehridir. Semender bir canavardır, (2)ateş dağında olur. Simurg bizzat bu K afta
olur, bir kuştur. Onun (3) düşmanı bir ejderhadır. Yerden göğe direk olan, bir
dev karısıdır. <4) Sihirle bir kolunu ateş gibi yakar ve uzatır. Yukarı kaldırır,
tutar, dedi. Şerif:(5)
-Bu civa nereden gelip oluşur, dedi O:
-Ya Server! Şua Dağı’ndan (6) çıkar. Madeni odur, dedi.
Ondan sonra döndüler, denizden çıktılar. Deniz (7) malikine veda edip
gittiler. Gelip Teganuş’un makamına yetiştiler. Şerif, (8)Menucher’e:
-Kardeşlik, ancak bu kadar olur. Şimdeden sonra sen var, o (9) on oğlanı
al, git. Beni, Tanrı’ya emanet et. Görelim başımızdan (l0)daha neler geçer, neler
görürüz, dedi.
Bu duruma Menucher ağladı, Şerif ile helalleşip (ll) vedalaştı. Geri
döndü, gitti. Gelip o on kişiyi alıp Cinnistan’a (12) gitti. Oraya ulaşıp oturdu.
Gece ve gündüz Hak hazretine dualar edip (l3) Şerif hakkında hayırlar istedi.
Bu tarafta Şerif, Teganuş’a ve Dahi’ye (l4) veda edip o dağdan tarafa
revaneoldu. Çağırdı ki:
-Aç <15)ve susuz kaldığın zaman bunu ağzına al, doyarsın. Susuzluk gider.
[T 140] () Zayıf olduğun zaman bu kızıl cevheri ağzına al, kuvvetlenip sıhhat(2)
bulursun. Karamlıkta kaldığın zaman bu ak cevheri ağzına al, (3) her yönde bir
milden fazla yeri görürsün, elinde tutarsın. Görebildiğin yere (4) hükmedersin,
dedi. Şerifi gönderdi.
Şerif yola çıktı. (5) Giderken bir zaferan tarlasına rastladı. Biraz yer gitti,
karşıdan (6) bir şeytan belirdi. Arslan suretinde geldi, Şerif e yakınlaştı. (7)
Yüzünü yere kapayıp cin dilince Şerife selam verdi:
-Hoş geldin, dedi. (8) Şerif:
-Sen kimsin, diye sordu. Şeytan:
-Ben bir Müslüman devim. Senin geldiğini (9) işittim, sana geldim. Bir
kızım vardı. Burada bir dev vardır. Camus ( * Nerre’nin kardeşinin oğludur,
kızımı elimden aldı. O lainden âciz(11)kaldık, dedi. Şerif:
-Camus devi ben öldürürüm. O lain benim <12) oğlum Muhammed’i de
almış, kaçmış. Acaba öldürdü mü ki, dedi. O şeytan:(l3)
-Dert etme, büyük ihtimalle sağdır, dedi. Şerif:
-Onun makamı nerededir? Beni ilet, dedi.
<14) Meğer o Keyvan dev kendisi idi Şerifi hile ile yakalamak (15) istedi.
Alıp bir makama getirdi. Büyük bir saray idi. İçeri [T141] (1) girdiler, oturdular.
O haramzade dev, Şerifin önüne yemek koydu: (2)
-Bu yer, benim yerimdir. Yemek yeyiniz, ondan sonra gidelim, dedi.
Şerif yemeği yemek üzereyken bir ses geldi, “Yeme, sabret.” dedi. Şerif
yukarı (4) baktı. Gördü ki yeşil kanatlı, kuş suretinde nurdan bir şahıs, (5) elinde
bir kılıç tutar. Şerife selam verdi:
-Gafil olma, Hak (6) teala beni senin için zabit ve hafız yarattı. Adım
Rukail’dir. Bu lainden sakın. (7) Bu yürüdüğün K af Dağı’dır, bir nesneye
değme, aldanma, dedi. Şerif: (8)
-Seni arasam nerede bulabilirim, diye sordu. O melek:
-Senin dostun Menucher duasının müvekkiliyim, dedi.
(9) Şerif melekten bunu işitti, Tanrı’ya (10) şükredip kılıcını eline aldı.
bir nara attı ki Keyvan devin (ll) aklı gitti. Bu devler yüksek sesle bağırınca
bayılır düşerler, naraya güçleri <12) yetmez. Şerif, hemen o laini bağladı. Devin
aklı başına <l3)geldi:
-Ya Şerif! Bana kıyma, dedi. Şerif:
-Sana şu şart ile kıymayayım. (14) Bana doğruluk edip iman getiresin,
oğlum Muhammed’i ne yaptın, haber veresin <l5) ve bundan böyle
insanoğullarını incitmeyesin, dedi. Dev:
-Oğlun [T142] (l) sağdır, fakat benim bir kız kardeşim var, onun (2)
yanındadır, dedi. Dev, hemen imana geldi. Sözünde duracağına da ant içti.
Şerif, onu azat <3) etti. Dev, Şerifin ayağına kapandı. Sonra Şerifi alıp
yola revan oldu. (4) Bir müddet gittiler, ulu bir dağa yetiştiler. Karşıdan bir
deniz göründü. Deniz, dağın sol tarafında<5) idi. Dev, Şerife:
-Ya Server! Bu deniz, Zibak Denizi’dir. <6)Kim yaklaşsa taşıp karşı gelir,
dedi.
Şerif emretti, Keyvan (7) o denize karşı yürüdü. O deniz dalgalanıp su gibi
aktı, onlara doğru (8) geldi. Dev gidiverdi, kaçtı, durmadı. Şerif:
-Niçin kaçıyorsun, dedi. (9) O:
-Ya Server! Eğer bana yetişirse, hemen helak eder, dedi.
Oradan da gittiler, (10) bir dağa daha eriştiler. Güzel bir çaya geldiler.
Orada Kılburaklar <U) vardı. Şerifin üzerine seğirttiler, taş attılar. Attıkları taş
<l2) la’l, yakut, zümrüt ve zeberced idi. Zira bu K afin dağı, taşı; altın,(l3) gümüş
ve cevahirden idi. Suları şeker gibi, toprağı misk ve kafur (l4) idi. Keyvan dev o
kavime söyledi, dillerince bildirdi:
-Bu, Rum (l5) Şerifidir. K a fi seyretmeye ve av yapmaya gelmiş. Eğer siz
bununla düşmanlık ederseniz [ T l43] helak olursunuz, dedi.
O kavmin beyleri ileri gelip Şerife (2) selam verdiler ve saygı gösterdiler.
Yemek getirdiler, yediler. Oradan ayrıldılar, bir yere geldiler. '3) Nimtenler,
Şerifin üzerine üşüştüler. Çok şiddetli cenk ettiler, Nimtenleri kırdılar, (4)
kaçırdılar.
Keyvan, Şerifi alıp bir yana çıkardı. O taife, Şerif ardınca (5) yürüdü.
Gittikçe çoğaldılar. Şerif, dua edip yalvarırken (6) gördüler ki karşıdan bir atlı
çıkageldi. Şerif baktı, gördü ki Hazret-i Hızır’dır. (7) Hazret-i Hızır, erişip o
kavme işaret etti. H ep si(8) yere kapandı. Hazret-i Hızır:
-Ya Şerif! Tanrı, sana ilim (9) nasip etti, deyip hemen Şerif in eline sundu.
Şerif onu (10) yedi, sıhhat buldu. Hakk’ın kudretiyle o taifenin hâlini ve
dilini bilmeye <n) başladı. Hemen o anda Nimtenlere selam verdi. Nimtenler
sultanı (l2) gelip Şerifin ayağına kapandı. Nimtenler ikisi bir olur, bütün
olurlardı. (l3) Yani erkek dişisiyle çift olurdu. Şerif, Hak tealanın hikmetine (14)
hayran kaldı. Hazret-i Hızır:
-Ya Şerif! Bu yolda korkma, yalnız git, dedi.
Sonra <i5) veda edip oradan yola revan oldular, gittiler. Bir nice ulu dağ ve
sahra aştılar, [T144] (1) bir ovaya eriştiler. Karşıdan bir bölük maymun, ayı ve
canavar (2) başlılar çıkıp geldi. Keyvan çağırıp dillerince konuştu, Şerifi (3)
onlara tanıttı. Onlar, Şerife hürmet ettiler. Kondurdular, bir nice gün orada
kaldılar. <4) Şerif orada karıncalar gördü, atlara binmişlerdi. Oradan da (5) gittiler,
bir ulu dağ daha geçtiler. Karşıdan bir karanlık göründü. K eyvan:(6)
-Server! Karanlık budur, bu ışık dumanındandır, dedi. Geldiler, (7)
karanlığa yakın yerde konakladılar, oturdular. Keyvan:
-Ben kız kardeşime (8) varayım, oğlun Muhammed’i getireyim, dedi, gitti.
Birazdan Şerife <9) bir hatun, bir buçuk yaşında bir oğlancık getirdi. <l0)
Şerifin önüne koydu. Şerif, oğlancığı eline alıp iki gözünden öptü. <n)
Oğlancık Şerifi görünce korktu, ağladı. Şerif, Keyvan’a:
-Senden dilerem ki bu oğlancığı geri insanoğluna ilet ve bana <13) Emir
Osman kâğıdını getir, dedi. Keyvan:
-Ya Server! Biz cinnîler, <l4) doğal olarak kimseye görünmeyiz. Gözlerine
gözümüz uymaz. Nefsinizi kırınız, o vakit panzehirden daha iyi olur.
Nefesleri, bakışları kimya olur. [T 1 4 5 ] (l) Böyle olmasa müşküldür, dedi. Şerif:
-Ya Keyvan! Bir mektup yazayım, hâlimi <2) içinde anlatayım. Onlar
tekrar mektup yazıp oğlanın boynuna (3) takarlar. Sen alıp gelirsin. Hem
Menucher’e uğra, bildir. Seninle birlikte (4)gelsin, dedi.
Şerif, hemen bir mektup yazdı. Hâlini bildirdi. Sonunda dedi ki: <5)
-Sizler de hâlinizi bildiriniz. Cinnînin oğlanı ilettiğini gördüğünüzde
mektup (6) yazın, mektubu oğlanın boynuna takın. Alıp gelsin, dedi. Ayrıca
birkaç olay daha (7)yazdı. Muhammed’in boynına takıp Keyvan’ın eline verdi.
Keyvan kalktı, (8) K af eteğinden çıkıp Menucher’in yanma geldi. Akşam
mektubu eline <9) verdi. Keyvan akşam orada yattı. Ertesi gün oldu, kalktı,
Menucherile (10>gittiler. Muhammed’i ellerine alıp yola çıktılar.
Bu tarafta raviler rivayet ederler (11) ki oğlanın kaybolduğuna Emir
Osman ve Sünniler melul oldular. (12) Şerifin hatunu üzgün bir şekilde bağ
gezmesine çıktı. Köşke yakın yetişti idi. (13) Keyvan ve Menucher, oğlanı ona
ilettiler. Mektup boğazında <14) bağlı idi. Küffe Banu onu görüp hemen kâğıdı
okudu. Bildi ki kendi (15) oğludur ve yazı Seyyid’in el yazısıdır. Çok mutlu
oldu. Oğlancığını [T146] (1) iki gözünden öptü, bağrına bastı ve emzirdi.
Mektubu, babası Osman’a <2) gönderdi. Kendisi oğlunun yanına geri döndü.
Mektubu, Emir (3) Osman’ın önüne koydular. Alıp okudu. El yazısından
bildiler ki Şerif (4) yazmıştır. Kaf hikâyesini ve bütün ahvalini tamamen yazmış,
geri (5) mektup istemiş. Onlar da durumlarını ve sağlık durumlarını yazdılar,
bildirdiler. Mektubu (6) getirdiler, oğlanın boynuna astılar. Mektup kayboldu.
Oğlancığı (7)beslemekle meşgul oldular.
Bu tarafta Keyvan dev, mektubu alıp üçüncü gün (8) Şerife yetiştirdi.
Mektubu yanına koydu. Şerif okudu, <9) hâllerini bilip şad oldu. Keyvan’a
teşekkürler etti. (I0) Keyvan’ın kız kardeşine dönüp:
-Ya maymune! Bana haber ver ki bu soruları bileyim, dedi. O (111kız:
-Erim Cendevaki’den işittim. Bu senin dediğin, bu karanlıktan <l2)
ötededir, dedi. Şerif:
-Derbent hangisidir, diye sordu. Meymune:
-B u (I3> karanlıktadır. Sonra Şerif, Keyvan’a:
-Senin maslahatın tamam oldu. (l4)Sen burada sağ kal, ben gideyim, dedi.
Şerif, veda edip oradan karanlığa girdi. O (15) taşı eline aldı. Etraf hep
aydınlık olurdu. [T 147] (l) Dört gün yürüdü, bir yere yetişti. Gördü ki bir bölük
kavim, önünden gidip <2)her taraftan kaçarlardı. Şerif, onlara çağırdı ki:
-Ey kavim! Niçin kaçıyorsunuz? Onlar(3) söylediler:
-Elindeki ateşten kaçıyoruz. Gözümüzü açamıyoruz. Şerif:
-Bu cevherdir,(4) ateş değildir, dedi. O kavim:
-Aydınlık bize sıkıntı verir, dedi. Şerif:(5)
-Bana yol gösterin, öte taraftaki aydınlığa çıkayım, dedi.
Onlar, Şerife yol gösterdiler. (6) Kırk günde aydınlığa yakın bir dereye
ulaştı. Burası taşlık (7) idi, cevahir idi. Ondan biraz aldı. Bir gün sonra dışarı
aydınlığa (8) çıktı. Oraya baktı. Bir de ne görsün, karşısında ulu bir dağ. T aşı,(9)
toprağı hep cevher. O dağdan tarafa yürüdü. Üzerine çıktı, etrafa (l0) baktı,
ırakta bir dağ gördü. O dağ üzerinde kanatlı bir şahıs vardı. (ll) Yüzünü yere
koyup ağlardı. Yeri kavrayıp tutar, haykırırdı. Şerif,(l2) ondan tarafa gelip selam
verdi:
-Ya şahıs! Niçin yatıyorsun, kimsin, diye sordu. (13)0 şahıs:
-Ey insanoğlu! Sen burada ne yapıyorsun? Bu K af Dağı’na Âdem
neslinden (l4) kimse gelemez. Sen, İbrahim Hâlil aslından olmalısın. Biz
meleğiz, dedi. Şerif: <15)
-Ya melek! Ben, Hazret-i Muhammed’in neslindenim. Adım, Şerif
Saltık’tır. Ben; Allah’m [T148] (l) yardımıyla geldim, seni gördüm. Nedir bu
ettiğin iş, bana haber ver. (2) Melek:
-Ya Server! Hoş geldin, uğur getirdin. Bil ki bu <3) dağ, K a f tır. Cümle
dünyada olan dağlardan büyüktür. Bu karşıda (4) görünen dağ, denizin öte
gecesinde görünen Türkistan Dağı, Elbürz’dür. (5) Bu K af Dağı’ndan görünür.
Başka dağ görünmez ve benim burada (6) yatmamın sebebi, buraya ağırlık
vermektir. Eğer buraya ağırlık vermez isem deniz (7) bu dağı kımıldatır.
Ağlamamın sebebi şudur; ölmemeye çare arıyorum. <8) Onun çaresini
bulamadığım için haykırıyorum, dedi. Şerif, onu işitince ağladı.
(9) Şerif, o meleğe veda edip o dağdan aşağı indi. Bir deniz kena
yetişti. (l0' Atmdan aşağıindi. Bu at, Frengistan’dan gemiye (U) koyduğu at idi
Adı, Kurban idi. Oturdu, orada konakladı.
<l2) O sırada denizden bir at çıktı. Yeşil tüylü, kamı kızıl, kuyruğu (l3)
siyah, alnı ak bir at idi Kaşları ve yelesi de siyah idi. Çıkıp (14) ot otlamaya
başladı.
Şerif, o atı görünce imrendi.<l5) Kast etti ki o atı tuta. Kemendini dört kat
edip [T149] (1) attı. Kement, o atın boğazına geçti. At çekinip çabaladı. (2)
Sonunda yavaşladı, durdu. Şerif; atı tuttu, okşadı. Ne yapacağını düşünmeye
başladı. (3) Ağaca bağladı. Gece olunca gördü (4) ki denizin yüzünden yüz bin
çıra dışarı geldi. Adam şeklinde (5) bir halk denizden çıkıp taht kurdu. Bir kişi
çıktı, oturdu. Birazdan (6) gelip Şerifi gördüler, koşup beylerine haber verdiler.
(7)0 melik, yerinden kalktı. Şerifin huzuruna geldi, selam verdi: (8)
-Ya insanoğlu! Niçin geldin? Buraya insanoğlu gelmemiştir. Evet, bu
msanoğullarının varlığını işitiriz. Süleyman, Rüstem Dasitan, Hamza-yı <10)
Kenan, Belkıya, Temimdari, Abdurrahman, Feramurz, îsikender, Cafer <U)
buraya gelmişlerdir. Sadece bunlar anılır, dedi. Melik, Şerife:
-Sen kimsin ki buraya geldin, diye sordu. Seyyid (12) Şerif:
-Seyyid Cafer oğlanlarından ve onun askıdan Şerif (13)Saltık’ım, dedi.
Melik bu sözü işitince ileri gelip Şerif ile (14) görüştü, alıp tahta getirdi.
Oturdular, yemek getirip yediler. (15) Sonra Şerif, melike:
-Ya server melik! Bu atı sana emanet vereceğim. [T150] (1)Bunu bana
getireceksiniz. Akdeniz’de falan yere yakın bir yer vardır, (2) Tırablis derler,
orada bana verirsiniz, dedi.
O ata, Semend-i Sebz admı verdi ve (3) orada bıraktı. Ertesi gün atma
binip süvar oldu. Melik, o n a:(4)
-Ya Server! Bizim gece çıralarımızı gördün, hep cevherdir. Ateş değildir,
dedi.
(5) O gece, çırası olan taşlardan Şerife üç tane taş verdi. (6) Sonra
vedalaştılar, o melik denize gitti. Şerif, dağa revan oldu. (7) Altı gün gitti.
Yedinci gün bir sahraya ulaştı ki orada biten çimen zaferan (8) idi. La’l, yakut ve
inci cevahir, çakıl taşı gibi dökülmüş yatıyordu. <9) Biraz yer daha gitti, bir
kayalı yere erişti. Mağaralar var, içinde binden (l0) fazla dev yaşıyordu. Şerifi
görünce saldırdılar. ( Taş ve toprağa el vurup, hamle yaptılar. Şerif, onlara (l2>
uzaktan birer ok vurdu. Ok acısı ile feryat ederek (l3) kaçtılar. Gittiler,
dağıldılar. Oradan sürüp bir makama yetişti. Gördü (14) ki bir mermer direk
dikmişler. Birkaç satır İbri dilince yazmışlar. Şerif, (l5) onu okudu. Şöyle
yazılmış:
-Ben ki Rüstem-i Zal’ım. Süleyman Peygamber’in pehlivanıyım. Burada
[T151] (1) yitmiş bin dev ve şeytan üzerime üşüştüler. Onlardan üç bin (2)dev
öldürdüm. Geri kalanı kaçtılar. Kırdım, dağıttım. Bu direği burada nişan (3)
bırakıp gittim.
Şerif, Rüstem-i ZaPın ruhuna dua etti. Oradan revan olup (4)bir derbende
girdi. Dördüncü günde çıktı. Bir sahraya düştü, gitti. (5) Oradan biraz yer gitti,
karşıda bir künbet peyda oldu. Yakınlaştı, vardı. Kapısı (6) üzerine şöyle
yazılmış:
-Ben, İskender-i Rumî’yim. Bu makama geldim, kondum. Karanlık (7)
içine girdim. Ab-ı hayat istedim, bulamadım. Hızır’a nasip oldu, bana nasip <8)
olmadı, öldüm. Askerlerim buradan gedip yokluğa çıktılar. (9)
Şerif, orada çok tuhaf şeyler gördü. Kapıyı açtı, içeri girdi. (l0> Kapının
kolunu kırk kez sağma burdu. Sonra açıldı, içeri girdi. ( 0 Bir de ne görsün?
İçeriye bir kubbe yapmışlar. Karşısında yüksek bir sofa (12) üzerine İskender’i,
vezirler ve beyleri ile resmetmişler. Otururlar, güya (l3) birbirleriyle sohbet
ederler. İçeride bir kubbe içinde, bir taht üzerinde (I4) tabut ile İskender yatar.
Şerif, onun ruhu için dualar etti. Sonra <l5) geri dönüp dışarı çıktı, kapıyı sıkıca
kapattı.
Şerif, oradan biraz yer daha gitti, [T152] (l)bir dağa erişti. Dağın üzerine
çıktı. O dağ üzerinde melekler (2) gördü. Hesabı, kıyası yoktur. Hakk’a teşbih
ederler. Türlü sıfat (3) ve surette idiler. Şerif onlardan korktu. Onlardan birisi<4)
çağırdı:
-Ya Şerif! Bizden korkma. (5) Muhammed’in yüzü suyu hürmetine sana
melaike-i rahmandan ve ruhanîden (6) zarar gelmez. Ama şeytandan, hayvandan
ve insandan kork, dedi.(7) Şerif onlara saygı ve edep ile selam verip geçti, gitti.
Şerif, sonra bir (8) sahraya erişti. Gördü ki sahra ortasında yüksek bir
kubbe yapmışlar. <9) Çevresine yüksek avlu inşa etmişler, hendek kazmışlar.
Kapısında da karşı asma (10) köprüsü var. Kapı üzerine birkaç satır yazı yazılı.
İleri varıp okudu. (ll) Şöyle yazılmış:
-Ben Süleyman ibni Davud’um. Buraya kabrimi koydum, gittim. Buraya
(l2) gelen herkes bu kapıyı açıp beni görsün.
Şerif zorladı, <13) kapıyı açamadı, âciz kaldı. Tanrı’ya yalvardı. Tam o
sırada karşıdan Hızır (I4) çıkageldi. Şerife selam verdi, atından inip (15) kapıyı
açtı. Şerif içeri girdi, baktı. Acayip ve garayip [T 1 5 3 ] (l) hücreler gördü. Mal,
rızık ve cevher dolu. Orada her bir kubbeyi (2) gezdiler. Süleyman Nebi
kubbenin ortasında, bir taht üzerinde (3) bir tabutun içinde yatmakta. Tabut, ak
mermerden. Tahtın çevresine bir yılan dolaşmış (4) durur.
Hızır, o hayvana işaret etti. O yılan, geri çekildi. (5) Hızır, Şerifi yukarı
çıkardı. Hızır, Süleyman’nın tabutunun üzerindeki (6) kapağı kaldırdı. Şerif,
Hazret-i Süleyman’a baktı. Yatıyor, (7) uyuyor gibi. Kudret yüzüğü parmağında,
elini göğsünün üzerine koymuş durur. (8)E1 kaldırıp dua ettiler.
Dönüp dışarı geldiler. Hızır, kapıyı sıkıca kapattı. (9) Oradan ayrıldılar, bir
makama daha ulaştılar. Bir ulu kümbet gördüler. İnip o (10) büyük kubbenin
yanında konakladılar. Şerif, Hazret-i Hızır’a sordu:
-Bu nedir? (11) Hazret-i Hızır:
-Bu, Ramin ibni Adi’dir. Kendisi burada (l2) yatar. Çok av yapmıştır,
dedi.
Şerif, Hızır ile o makamı görüp seyreyledi. (l3) Ramin’in boyu seksen
karış idi. Dua edip çıktılar. Oradan Hızır,( 4) Şerife veda edip gitti. Şerif, atına
süvar ohıp (l5) gitti. Bir ulu dağa çıktı. O dağda sular akar, kuşlar ötüşür, [T154]
(1) çiçekler açmış.
Şerif, orada biraz kaldı. Dinlendi, (2) yatıp uyudu. Bir rüya gördü, uyandı.
Karşısında (3) zayıf, tek gözlü, köse bir ihtiyar durmakta. Bir kulağı da yok.
Şerif(4) haykırıp:
-Kimsin, dedi. O ihtiyar:
-Ya Şerif! Bilmiş ol ki ben şeytanım. (5) Sana geldim. Bu K af Dağı benim
mülkümdür. Sen burada ne arıyorsun veya benim (6) evladımı öldürmeye mi
geldin, dedi. Şerif:
-Ya melun! Ne oldu <7)ki sen kendini bildirdin, diye sordu. Şeytan:
-Şu iki ayıbımı öğrenirsin, (8) bir dua edersin de meşhur olurum, diye
korktum. O ayıplarım nişandır, (9) beni ondan tanırlar. Öğrenirsin diye korktum,
bir gözümden ve bir kulağımdan, (10) dedi. Şerif:
-Ya lain! GeL, Âdem’e secde et, tekrar makbul ol. (l 1(Şeytanlıktan vazgeç,
dedi. Şeytan:
-Ben vazgeçsem, evladım geçmez. (12) Onlar içinde nasıl edeyim? Beni
horlarlar. Yapamam, dedi Şerif:
-Ya lain! Ben de (13) senin evladını elime girdikçe kırarım. Sana da
evladına da lanet olsun, dedi. (14) Şeytan:
-Ya Şerif! Ben de insanoğulları kandırdım. (l5) İnançlarını kesmeyip
birbirin kırsınlar istedim, dedi. Şerif:
-Ya melun! O [T155] (1)yaptığın şey nedir, diye sordu. Şeytan:
-Hazret-i Ali’ye, Tanrı dedirttim. Rafızîler uydular, toplanıp <2)
Mazenderan’da bir bölük oldular. Halka fesat edip dururlar, dedi. (3) Şerif,
üzüldü. İblis:
-Ya Şerif! Niçin üzülüyorsun? (4) Daha ne fesatlar edeceğim. Ümmet-i
Muhammed içinde her kim şeriat eteğini tutarsa (5) kendisini benden ve
cehennemden kurtarır, dedi. Şerif:
-Ya melun! (6)Niçin bize yalan söylemezsin, dedi. İblis:
-Muhammed ehlinin (7)ve sahabenin bedduasından korkarım, dedi. Şerif:
-Kalk (8)ya melun! Yıkıl git karşımdan. Bana gam ve üzüntü verme, dedi.
İblis kayboldu.
(9)Şerif çok üzüldü. Müslümanların hâli darlıktadır diye istedi ki döne,
geri dünyaya gele. (l0) Tam o sırada Hazret-i Hızır (ll) geri çıkageldi. Şerife
selam verdi:
-Ey gözümün nuru! <l2)Niçin üzülüyorsun, dedi.
Şerif, İblis ile karşılaşmasını ve onunla konuştuklarını anlattı. (l3) Hazret-i
Hızır:
-Onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar, ne kadar kuvvetli olurlarsa
olsunlar, sonunda helak (l4) olacaklar. Asla mutlu olmazlar. Nitekim Kur’an’da
buyurur, “Kavin hu <l5>ta0âlâ inna ’llâhe lâ yuslifıü 0am ele ’l-müfs\d\n.” Hiç
bölücü ehlinden korkma. [T156] (l) Onların hasmı Hak’tır. Kırkı geçmeyeler.
Yezid bin Muaviye’den ibret (2) al. Ne kadar yıl çalıştılar, sonunda helak
oldular. (3) En sonunda bunlar da helak olacaklar. Bu din kıyamete dek kaim,(4)
daim ve bakidir, bozulmaz. Nitekim Kuran’da buyurur “Kavluhu ta0 âlâ dinen
kayjmen millete İbrâhjme hanifen” ** Her kim bu dini bozmak isterse kendisi(6)
helak olur, diye Şerife teselli verdi, gitti.
Şerif atına binip (7) K af Dağı’na yönelip gitti. Bir dağ dibine geldi. Gördü
ki büyük <8) saray yapmışlar. Şerif, doğru o saraydan tarafa gitti. Gelip (9)
kapısının önünde durdu. İçeriden bir ses geldi. Derbentten <l0)çıkıp:
-Gelen kimdir, dedi.
Şerif baktı. Bunu söyleyen aksaçlı (ll)bir kadındır. Şerif:
-Ana, benim. Konuk kabul eder misin, dedi. O (l2)dev karısı:
-Ya oğul! Sen bana ana dedin, korkma. Eğer (l3)öyle demeseydin benim
oğlullarım seni yerlerdi. Şerif:

Kur’an, Yunus suresi, 81. ayet: “Allah bozguncuların işlerini düzelmez".


Kur’an, En'âm suresi, 161. ay et “İbrahim ’in tek Tanrı 'ya inanan tevhit dinî'.
-Anam, senin (l4) düşündüğün kişi değilim ben, dedi. O kadın aldı, Şerifi
evine getirdi: (l5)
-Sen insanoğlusun. Buraya niçin geldin? Haber ver, dedi.
Şerif, o kadına durumu [T 157](l)bir bir nakletti. Kadın işitince güldü ve:
-Oğul! O (2) melunun dediği, bir eli yerden göğe ateş gibi yanar benim,
dedi.
Kadın hemen <3) bir elini yukarı kaldırdı, ateş gibi yanmaya başladı. Şerif:
(4 )

-Ey ana! Senin kaç tane oğlun var, diye sordu. Kadın:
-Altı oğlum var, (5)dedi.
Akşam yaklaşınca dev-iacuzun oğulları geldi. Gördüler k i (6) Şerifin atı
dışarıda. Hemen tutup boğazladılar, ateş yakıp pişirmeye (7) başladılar. Şerif,
bunu işitince incindi. Kadın:
-Üzülme (8) oğul, bundan sonra sana at lazım değildir, dedi. O oğlanlar
kadının (9) yanma gelince, kadın:
-Oğullar! Bir âdem geldi. Bana, ana dedi. Sizden onu (10) bağışlamanızı
istiyorum. Bubişirip yediğiniz at, onundur, dedi. Onlar:(ll)
-Olsun ana, görelim, dediler. Kadm, Şerifi onlara getirdi. Şerifi
görünce:<12)
-Ya insan! Biz senin atını yedik, seni de yeriz, dediler.
Şerif eline (13) gürz-i giranı alıp onların üzerine yürüdü. Onların birine bir
gürz vurdu.<l4) Yere yıktı, diledi ki öldüre. O kalanı feryat edip:
-Medet, kardeşimize (l5) kıyma. Sana itaat edelim, dedi.
Şerif, onu azat eyledi. O dev kalkıp [T 1 5 8 ] (1) Şerifin ayağma kapandı:
-Ya Server! Benim hatamı bana bağışla, dünya ve ahiret (2) kardeşimiz ol,
dedi. Şerif:
-Öyle olsun, ama dilerim ki bana (3> yardım edip Simurg-ı Anka tarafma
iletesiz, dedi. Onlar:
-Simurg’u <4)ne yapacaksın, diye sordular. Şerif:
-Onun düşmanmı görmek istiyorum, dedi.
O devler kabul (5) etti. Şerifi omuzlarına bindirip nice dere tepeden
geçirdiler, bir (6) dağa eriştiler. Ansızın karşıdan bir arslan peyda oldu. Yürüdü,
|7) devlere saldırdı. Devler, Şerifin yanma kaçmaya başladılar. Şerif onlara:(8)
-Beni aşağı indirin, dedi.
İndirdiler. Şerif ok ve yayı eline alıp karşıdan (9) arslan gelirken bir ok
attı. Ağzından öyle vurdu ki kuyruğu <l( dibinden çıkıp yere serildi. Arslan
düşüp helak oldu. Devler (ll) hayran kaldılar. Gelip derisini yüzdüler,
kuruttular, Şerife verdiler. (l2) Biraz yer daha gidince bir mağaraya eriştiler,
konup oturdular. Server (l3) mağaranın içine girdi. Gördü ki bir dağarcık asılı
durur, merak (l4)edip:
-Bu ne ki, deyince dağarcık bağı üzerindeki yazıyı gördü.
Yazılmış ki, İsmail <15) Peygamber kurbanı ve Ömer’in dağarcığıdır.
Şerif:
-Vay [T159] içinde yaş hurma olaydı, diye düşündü. Ağzını açtı. İçi dolu
hurma çıktı. (2) Alıp birkaçını yedi, şükretti. Bildi ki her ne istersen içinden (3>
çıkar. Mutlu ohıp dağarcığı götürdü. Geldi, o devlerle yayan, yola <4) revan olup
gittiler. Bir dağ aştılar.
Devlerin gücü tükendi. (5) Şerif, onlara o dağarcıktan çıkarıp yemek
verdi. Onları ağırladı. Tekrar (6) oradan çıktılar, gittiler. Bir dağı daha aştılar.
Bir sahraya inip gittiler.
(7) İkindide ulu bir ağaca yetiştiler. O devler söyledi:
-Bu ulu ağaç Simurg-ı Anka’nın makamıdır.
Şerif ileri yürüdü, o ağacın dibine gelip baktı. Gördü ki ağacın üstünde,
harman kadar yerde bir (l0) kuş yuvası. İçinde kuş yavruları, deve kadar. Her
biri orada dururdu. (ll) Şerifi görünce çığrışmaya başladılar. Şerif gördü ki
bunların (12) asıl anaları orada değil, sabretti. Devlere:
-Siz <l3)gidin, dedi.
İzin verdi, onlar gittiler, Şerif kaldı. Biraz katlandı, (14) gördü ki gelen
giden yok. Yattı, uyudu, uyandı. Gördü ki bir <l5) ejderha, o ağaca dolaşıp
yukarı çıkmak ister, yavrular [T160] (1)feryat edip çağrışmaya başladı.
Şerif yerinden kalkıp eline üç tane <2) ok aldı, o ejderhayı vurdu. Onu o
ağaca (3) mıhladı, helak etti. Tekrar yattı, uyudu. Biraz sonra uyandı. Gördü
ki bir büyük yılan, karşı ağaca tırmanmış çıkmakta. (5) Yavrucuklar çağrışırlar.
Birazdan Simurg çıkageldi. İki gagasında (6> iki fil getirip, yavrularına verdi.
Baktı, Şerifi gördü. Haykırdı,(7) üzerine geldi ki kapıp Şerifi helak ede. O kuş
yavruları analarına:(8)
-Sakin ol. Bizi ejderhadan o kurtardı. Onu (9) helak etti, dediler.
Simurg geldi, Şerifi uyur buldu. (l0) Üstine gölge yaptı, durdu. Şerif
uyandı,(ll) üstünde Simurg’u görünce hemen yerinden kalktı, bir kez haykırdı,
ok ile yayını eline <12) aldı. Simurg çağırdı ki:
-Ya Server! Atma, sabret.
Şerif, gördü (l3)ki kuş insan gibi konuşur. Şerif:
-Ne diyorsun, dedi.
Simurg aşağı inip Şerife <l4) selam verdi:
-Ya Server! Hoş geldin. Güneşte niçin yatıyorsun? Kalk, (15)ağaç dibine
gidelim. Gölgede biraz otur, dedi.
Şerif, [T161] (1) o söz üzerine ağaç dibine gelip oturdu. Simurg yemek
getirdi. (2) Server birkaç lokma yiyip, şükretti. Simurg:
-Ya Server! Sizler (3) bu diyara ne maslahata geldiniz, dedi.
Şerif, o cazunun sorularına (4) bir bir cevap verdi. Simurg onu dinledikten
sonra:
-Ya Server! Bizim bildiğimiz (5) şudur, o altın hisar Şua Dağı’ndan
ötededir, bir dağdır ve <6) ateştendir. Bunun ötesinde bir sahra daha var,
oradadır. Şua Dağı’nın <7) çevresini dolaşırsan üç yılda oraya varılmaz. Eğer
onun (8) üstünden geçersen ateşte yanarsın. Alevi göğe yetişmektedir. Zordur,<9>
ama benim bir erkek çiftim vardır. Süleyman Peygamber önünde (l0) günah edip
kaçmıştır, korkusundan o dağdan öte gitti. (11)0 vakit kanatları yandı idi. Şimdi
geri bitmiştir. Eğer istersen o (l2) gelsin, ondan sor. Oraları o bilir, dedi. Sonra
çağırıp onu getirdi.
O Simurg-i Bozork gelince Seyyid’e selam verdi, (,4) secdeye kapandı.
Seyyid selamını alıp sordu. O Simurg: <l5)
-Ya Server! O sorduğun hisar bu ateş dağından ötededir. Eğer [T 162](1)
buyurursan Muhammed Mustafa mucizatında iş kolay oldu. Din-i (2)
Muhammed aşkına pervane gibi yanarsam da dönmem. Belki (3) Tanrı,
günahımı bağışlar. Ya Server! Benim sözümü tutarsan (4) seni oraya iletirim.
Bana önce çok bol azık ve su gerek. İkincisi sana <5) Semenderin derisinden
kürk gerektir ki seni ateş yakmasın, dedi. Şerif:(6)
-Ya Anka! O dediğin Semender nerede bulunur, bildir, dedi. Anka:(7)
-Ya Server! Ben seni önce Şua Dağı’na ileteyim. O canavar sana karşı
çıkar, (8)kast eder. O vakit hamle edip öldürürsün, dedi.
Simurg-i Bozork, (9) Şerifi alıp arkasına bindirmek istedi. Server yürüdü,
(10) ona binemedi. Kuş da kuyruğunu tutup durdu. (II) Şerif o kuşun
kuyruğundan tutup arkasına (12) çıktı, oturdu. Sonra kuş:
-Kendini kement ile <l3) belinden sıkıca bağla, dedi. Server kendisini
bağlayınca (14) Simurg:
- Yiyecekleri sakla, gerek olur, dedi.
Hem öyle yapıp (l5)hazır ettiler. Şerif, dişi Simurg’a veda edip [T163] (1)
gökyüzüne uçtu. Bir de yere baktı ki ne görsün? (2) Dünya gözüne harman kadar
göründü. Gittikçe (3) yeryüzü hiç görünmez oldu.
Simurg, üç gün (4) uçtu. Gece gündüz gitti. Dördüncü gün olunca (5) bir
sıcaklık dokundu. Simurg:
-Şua Dağı’na <6) yaklaştık. Daha ileri gidersek hemen yanarız. (7) Ben
kurtulursam sen kurtulamazsın, dedi. (8) Aşağı indi, kondu.
Şerif, kuşun (9) üstünden kalkıp indi. Baktı, karsısında bir dağ <l0) gördü. O
dağ kıpkızıl ateş olmuş yanıyordu. Ona bakarken ( 0 kanatlı at şeklindeki bir
canavar haykırarak üzerine yürüdü, (12) saldırdı. Şerif bildi ki Semender
dedikleri, o (l3) kuştur. Hemen tutup ona bir ok vurdu, tepeledi. <14) Kalanı
kaçtılar, gittiler. Şerif arkasına o arslan (15) derisini giyerdi. Bu defa Semender
derisini soydu ve yağım [T 1 6 4 ] (1) alıp temizledi, derisini giydi. Semenderin her
bir organından (2) birer parça alıp sakladı, sonra Simurg’un yanına geldi. (3)
Simurg, Şerife hayran kaldı. “Bundan sonra iş tamamdır.” deyip oturdular.
Orada birkaç gün durdular. (5) Ateş denizi içinde türlü türlü insanlar
gördüler. Şerif(6) onlara çağırıp:
-Siz hangi dindesiniz, diye sordu. Birisi: (7)
-Biz cinnîleriz, şeytanîlerdeniz, rahmanilerden de vardır, dedi. (8> Şerif:
-Allah, ne kadar büyüktür. Zira yanan ateşin içinde canlı mahluk (9)
yaratmıştır. Her iş sana kolaydır, dedi.
Sonra Simurg’a yine (l0)bindi, o ateş içine gittiler.
(ll) Simurg her ne zaman su ve yimek istese Şerif onun ağzı
yiyecekten (l2) verirdi. Kendisi de Ömer-i Ümmiyye’nin dağarcığından her ne
<I3) isterse çıkarıp yerdi. Ama sıcaktan bayılırdı, fakat (l4> sabrederdi. Başım o
kürk içine çekerdi. Dumandan <15)çokzahmet çektiler.
Yedi gün uçtu, o büyük [T165] (l) dağın ötesine geçti. Simurg yüzünün
üzerine süzülüp (2) kanatlarını yer üstüne döşedi. Biraz yattı. Aklı başına gelince
(3) kalktı, Hak hazretine şükür ve sena etti:
-Ya (4) Server! Tanrı sakladı. Ateş içine düşmüştüm,(5) yanardık. İşte Şua
Dağı’nı geçtik. (6)Saba şehri yakındır. Kalk, yürü, dedi.
Simurg, Şerife veda edip (7) gitti. Şerif yalnız kaldı. Hakk’a yalvardı(8) ve
tevekkül etti. Bir miktar yer gidince bir karaltı göründü. (9) Yakınlaşınca büyük
bir köşk gördü. Kapısı bağlı idi. Şerif: (l0)
-Bu ne ki, dedi.
Sürdü, köşkün yanma geldi, oturdu. (ll) Hemen kapısını açılmış gördü,
içine (l2) girdi. İçinde bir kadın oturur. Kadının saçları ak. Seyyid’i görünce <l3)
çağırdı:
-Beri gel, dedi. Şerif, o kadının <14) yanma vardı, selam verdi. Kadm
selammı aldı. Şerife (15) hürmet etti. Şerif:
-Ya hatun! Siz kimsiniz, diye sordu. Hatun: [T 1 6 6 ] (1)
-Biz fakireye, Allah tealanm inayeti erişmiştir. (2) Bir cariyesiyim. Adım,
Istıfa-yı Zahide’dir. Benim büyük <3) kardeşim, Ahmed Temime’dir. Büyük
oğlum İlyas, (4) küçüğü Hızır’dır. Benim makamım burasıdır. Tanrı tealaya (5)
burada ibadet ederim, dedi.
Şerif onun elini öptü, (6) duasını aldı. Zahide, ona:
-Oğul Şerif! Sen <7) bu Saba şehrini arıyorsan o yakındır. Fakat tılsım ile
(8) kurulmuştur. Bu şehri Can kavminin sultanı Saba (9)inşa etmiştir. Bazıları(10)
Süleyman Peygamber kurmuştur, derler. Ama bizim bildiğimiz (11) Saba’nm
yapılışıdır. Oraya varınca bir süre (12) etrafa bak. Ondan sonra şehrin içine gir,
dedi. Şerif e bir dua verdi:
-Ne sihir ne hile ne de zehir; (l4) hiç birinin sana zararı dokunmaz, dedi.
Sonra Şerifi gönderdi.
(15) Şerif ona veda edip bir miktar gitti, mezarlıklara [T167] (l)uğradı.
şaşırdı. Mermerde bir tarih yazılı, (2) kazılı. Okudu. Yedi padişah yazmışlar.
Gelip orada (3) cenk etmişler. Orada kırılan halka mezarlarını yapmışlar. İlk
önce oraya kim gelmiş; (4) Ehremen Şah, Kahraman, Neriman, Tahmaras (5)
Diyübend, Seyf-i Zü’l-yezen, Süleyman ve İskender-iZü’l-kameyn. <6) Bunlar
asker ile gelmişler. Fakat ateşten dağı(7) geçememişler. Şerif:
-Bu kere geri dönersem bu yola gideyim. (8) Üç yılda da çıkardım. Kabul
ettim, yeter k i (9) kolay olsun, diye düşündü.
Bunu düşünüp gitti. Dört gün sefer eyledi. Bir (l0) büyük sahra geçti.
Sahranın bittiği yerde ulu bir hisar gördü. (I1) Hisara güneş ışığı vururdu. Kızıl
altından burç ve surları vardı. (12) Kapıları çelikten idi. Çevresini çok güzel
düzenlemişler. (13) Her burç arasına on beşer duvar yapmışlar. Sekiz yerden(l4)
kapı koymuşlar, köprüler asmışlar. Bir acayip hisar. <15) Doğu tarafında olan
kapının önüne otuz metrelik bir direk [T168] (l) dikmişler, üzerine mermerden
bir horoz yapmışlar. (2) Horoz kanat açıp durur. Ağzında pek çok anahtar (3)
tutmakta.
Şerif, onu görüp hayran kaldı. O <4> direğe birkaç satır İbri dilince yazı
yazılmıştı, okudu. Demiş ki:
-Ey buraya gelen kişi! Bu anahtarları sen toplayıp <6) bu kapıyı açarsan bu
şehri görürsün.
Şerif, bir (7) ok atıp o anahtarları vurdu. Horoz hemen (8) bir kez dönüp o
anahtarları yere bıraktı. Şerif (9) yerden aldı, doğru kapıya yürüdü, el vurdu. (l0)
Anahtarını bulup o kapıyı açtı, içeri girdi. Büyük bir ( 0 ejderha gelip Şerife
hamle yaptı. Şerif, <l2) bunun Cemad olduğunu ve tılsım ile meydana geldiğini
düşündü. Ayağının altını kazdı(13) bir çark çıktı. Şerif onu bozdu, ejderha yer
üzerine düştü.(14)
Şerif oradan geçti, şehir içine girip gezdi. <15) Her insan grubunu
yerleştirmişler. Sanatçılar, sanatlarını işleyip [T169] (1) dururlardı. Her biri
kendi işinde çalışıyordu. Şerif:
-Ben onları<2) canlı sandım, sonra gördüm ki tılsım imiş, bildim. Sonra üç
gün (3) o şehri seyran ve temaşa eyledim, her şeyini gördüm. (4) Şöyle ki
yabandan bir kimse gelip onu görse, “Bunlar canlıdır ve bu şehirlidir.” (5) derdi.
Çarşılar, evler, han ve hamamlar yapılmış. İçinde (6) insanlar var gibi. Alışveriş,
pazar, almak vermek, gelmek gitmek, (7) sanki gerçek. Yanlızea sözleri yok,
konuşma sesi gelmez. <8) Ondan geri kalan her şey benziyor, diye anlatırdı.
Şerif onları gördü, <9) işleri idare eden üstada hayran kaldı. Gece olunca
evli (1 * evine giderdi. Dükkân ve şehri kapatırlardı. Askerler (ll) nöbet
beklerlerdi. Şerif varıp bir yerde yattı. Sonra (12) kalenin tahtma gelip şehri
seyrederken karşıda büyük bir (l3) köşk göründü. Binanın içi dışı, tamamen (l4>
altından yapılmıştı. O köşkten tarafa yürüdü:
-Bu şehirde (l5) görmedik yer kalmadı. Bari şunu da göreyim, deyip ileriye
[T 1 7 0 ] (1) doğru yürüdü.
Şerif, köşkün kapısına gelip gördü. Kalabalık adamlar suretinde, (2)
tılsımat vardı. Toplanmışlar, divan toplantısı kurmuşlar. Bir padişah (3) oturmuş,
vezirleri ve beyleri ile görüş alışverişinde bulunur. Bu topluluk (4) başlarını
kaldırdı. Hepsi birden Şerifi gördü, hayran kaldılar. (5) İleri gitti, onlardan hiç
kıpırdayan olmadı, Şerife de hiçbir şey söylemediler. Şerif, içeri (6) saraya
girdi, anladı ki bunlar tılsımdır. (7) Güzel cariyeler ve oğlanları seyrederek
yürüdü. (8) Gördü ki bir hücre, bir taht kurulmuş. Şerif oraya varınca (9) akşam
oldu. Şerif:
-Bu gece burada yatayım, dedi. O tahtın (l0) altına girip gizlendi.
Bir süre sonra gördü ki (ll)bir büyük erkek dev, kapıdan içeri girip o taht
üzerine oturdu. (l2)Başladı sövmeye. Şerif:
-Şu melun acaba bana mı söver (l3) ki, diye kendi kendine söylendi,
sabretti.
Şerif, birazdan gördü ki o Cazu Semayil avrat, (l4) bir küpe binmiş, elinde
bir yılanı kamçı yapmış, saray önünde inip(15) durdu. Dev yanına geldi. O dev,
bir direk getirdi:
-Nerede idin, [T 1 7 1 ] (1) nerede eğlendin, diye ona bir yumruk vurdu.
Bu cazu avrat, devin ayağına (2) düştü. Özürler ile elinden kurtuldu. Taht
üzerinde (3) oturdular, yiyip içtiler. Cazu iç elbisesini taht kenarına koydu. <4)
Şerif ayağa kalktı, cazunun saçını kesti ve elbisesini aldı. Başını kesti, o (5) devi
tepeledi. <6) Kalktı, küpün yanma geldi. Gördü ki bu cazu, küpün içini(7) yeşil
yaprak ile doldurmuştu. Şerif, bu elbiseleri küpe koydu. (8) Biraz yaprağı iletip
yabana döktü, attı. Geri gelip küp <9) içine girdi, biraz yaprak ile kendisini
sakladı. Cazu seher vakti (l0) olmadan kalktı, geldi ki gide. Kendisini kızıl kana
bulaşmış (ll)gördü. Diğer devin de başı yok. Feryat etti. Saraym içini(l2)dışını
aradı, bulamadı. Sonunda küpe binip revan olmak(l3) istedi. Yılanı kamçı edinip
bir kez çarptı, küp hareket etmedi.(l4) Şerif:
-Ben içine girdiğim için uçmaz, diye düşünürken cazu sihir (15) okudu.
Bu defa küp havaya ağdı, ay ışığına [T172] (1) karşı giderdi. Şerifin küp
içinde olduğunu cazu<2)bilmedi.
Sabah olmadan bu, Latin diyarına (3) erişti. İndi, saray avlusunda
konakladı. Kendi içeri (4) köşküne gitti. Şerif, kalktı. Dev, o küpün içine K af (5)
yemişlerinden toplamıştı. Şerif, onları ve esbabı (6) alıp dışarı çıkmayı düşündü.
Saray kapıcıları Ş e rifi(7) görünce birbirine söylediler:
-Acaba bu kimdir? Birkaç kere gelip içeri (8) girdi. Acaba bu elindeki
nedir?
Zira Şerif o Semender (9) derisini giymişti; elinde, o arslan derisi içindeki
(10) elbise idi. Şerif, onların yüzüne hışım ile baktı, çıkıp (115gitti. Onlar:
-Bu da cazunun sihridir. Dikkate almayın, (12) bırakın gitsin, dediler.
Şerifi bıraktılar.
Şerif oradan çıkıp <13) doğru o dadının makamına vardı, kapıyı vurdu.
Dadı hem en(14) dışarı geldi. Şerifi görünce korktu:
-Kimsin, dedi.
Zira bir yıl, (l5) altı aydan fazla geçmişti. Onun için bilemedi. Şerif,
kendisini [T173] (l> tanıttı. Dadı mutlu olup kapıyı açtı, içeri davet etti. (2) Şerif,
kendi adını onlara Cahud-ı Frenk olarak söylemişti. İçeri girdi,(3) oturdu yemek
yedi.
Şerif yemeğini yiyip şükretti. Başından <4)geçenleri bir bir anlattı. Dadı:
-İşimiz hayırdır, inşallah. <5) Beyimin oğlu, azat oldu. Bildim, şüphem
kalmadı, dedi. Şerif o gün sabreyledi.(6)
Dördüncü gün hatun, Şerife iyi elbiseler giydirdi. Şerif, pazara çıktı. (7)
Cazu tellal bağırtmıştı. Götürüp, kara giyip matem tutmuştu. Şerif gelip halktan
(8) birine sordu:
-Nedir, dedi. Söylediler:
-Beyimiz bir diyarda otururdu. Bundan önce (9) orada bir kardeşi padişah
imiş, ölmüş. Bu yas onun içindir. Şerif güldü: (l0)
-Ya melun! O dev, kendi matemini tutuyor, halktan nasıl saklar, dedi ve
sordu:<n)
-O diyar neresidir? Söylediler:
-K af Dağı’na yakın imiş, gerisini beyimiz bilir.
Şerif(l2) o pazarda gezerken tekrar o tellal bağırdı. Dediler ki:
-Padişahın yedi <13) sorusuna her kim doğru cevap vere, padişahlık onun
ola. Mülke o hükmede. (14) Benim başımı da tutup kese. Eğer cevap veremezse
onun başını kesip burca asarım,05' dedi. Şerif hemen yerinden kalkıp o tellala:
-Ben cevap vereceğim. [T174] 0)Git, beyine haber ver, dedi.
Tellal, atını sürdü. Cazu melikin yanına gelip bildirdi. Hemen (2) buyurdu:
-Getirin, dedi.
Şerif, o saat Menucher duasını okudu. Menucher (3) cinnî geldi, Şerifin
ayağına kapandı. Hikâyeyi onlara sordu, bildi. Menucher <4) emretti, o on oğlanı
getirdiler. Diğer tarafta cazunun adamları gelip (5) Şerife:
-Sen misin bizim beyimize cevap verecek olan, dediler. Şerif:
-Evet, dedi. O halk gülüşüp:
-D eli(6) misin be herif, yoksa ecelin mi geldi, dediler. Şerif:
-Cevabı(7) beyinize veririm. Size söylemem, dedi.
O kavim, Şerifi alıp (8) saraya getirdi. Şerif(9)divana geldi. Onlar:
-Silahını ver, dediler. Şerif:
-Biz kilise memleketinin Frenklerindeniz. (10) Her nereye varsak
kılıcımızla varırız, dedi.
Bunu cazuya bildirdiler:
-Bırakın, gelsin, dedi. (il)
Şerif içeri girdi, selam vermedi, geçip gazap ile kürsüye oturdu. (12) Orada
oturan bütün beyler, Seyyid’in böyle merdane gelişine hayran <l3) kaldılar. O
cazu başını kaldırıp:
-Ya yiğit! Niçin gazap ile geldin? (l4) Oturan, duran ulu beylere niçin
hürmet etmedin, diye sordu. Şerif:
-Nasıl hürmet edeyim ki. (15) En son ya sen beni yahut ben seni
öldüreceğim, dedi. Cazu güldü:
-Ölümden korkuyorsan [T175](l) niçin benim sorularıma cevap vermek
istedin, dedi. Şerif:
-Sorulara cevap verememekten korkmuyorum. <2) İlla beylerin sözünde
durmayıp hilaf edersin, ondan endişeliyim, dedi. O cazu lain:
-Ey (3) oturan ve duran beyler, reisler ve ağalar! Bilin ve haberdar olun ki
eğer bu kişi bana cevap (4) verecek olursa bırakın beni öldürsün, kanım helal
olsun. Eğer ben galip olursam <5) ben de buna ne azaplar ederim görün, dedi.
Beyleri o meluneden isteksizce (6) söylediler:
-Öyle olsun, dediler. Cazu:
-Şimdi bana cevap ver. İlk sorum budur, (7) “O canlı deniz nerededir ve
gördün mü nasıldır?” Şerif:
-O deniz, K af Dağı’nın (8) kenar eteğindedir. Adam görse üzerine gelir,
helak eder, dedi. Cazu:
-GüzeL, bunu bildin, dedi. Döndü:
-İkinci, “Kaf, ne gibi bir dağdır?” dedi. Şerif:
-Bir dağdır ki yükseği (!0) ışıktır, ateş ohıp yanar. İçi cin, dev ve
canavarlarla doludur. Cevahir, (11) altın, incidir. Taşı ve toprağı misk ve
kafurdur,dedi. Cazu:
-Bunu da bildin. (l2) Üçüncü şudur, “O nedir ki karanılıktır? Orada hangi
kişinin eli ateş gibi yanar?” <13) Şerif:
-O karanlık, zulumattır. Onun ötesinde bir dev karısı vardır, onun eli ateş
(14) gibi yanar, dedi. Cazu:
-İyi bildin. Şimdi dördüncüden haber ver, “Simurg ne nesnedir?” (I5)
Şerif:
-Bir kuştur. Bir ağaç üzerinde yavruları var, dedi. Cazu:
-Bunu da bildin. [T 1 7 6 ](1) Onun erkliği var mıdır? Şerif:
-Vardır, şu şekildedir, dedi. Cazu:
-Güzel. <2) Beşinci sorum budur ki, “Onun düşmanı var mıdır, varsa
kimdir?” Şerif:
-Onun (3) düşmanı, bir ejderhadır. O ejderha, devamlı onun yavrularını
yermiş. Bu yıl o ejderhayı bir pehlivan <4) öldürdü. Mührünü de bohçadan
çözdü, çıkardı ve getirdi. (5) Bana vermiştir, şimdi o bendedir, dedi.
Cazu, mührü aldı. Onu görünce korktu: (6)
-Yiğit! Sana kıyamam. Sorular tamam oldu. Bundan sonrası çok zordur.
Şerif:
-Abes söyleme. (7) Beş soruna cevap verdim, o iki sorunu da sor, cevapını
al, dedi. Cazu:
-Ey kötü adam! Ben merhamet ederim, çünkü uslanmazsın. Şimdi altıncı
soruma cevap v e r,(9) Semender nerededir ve nasıl bir canavardır?” Şerif:
-O ateş denizinin içinde olur, (10) kanatlıdır. Birisini bir kişi öldürdü,
derisini giydi, sonra bana verdi. İşte giyiyorum, dedi. (ll) Çıkardı, Semender
postundan kaftanı, önüne bıraktı.
Cazu onu görünce çok (12) korktu. Bir süre konuşamadı. Şerif:
-Korkma ve şaşma. Daha sorun var, (l3)sor, dedi. Cazu:
-Senden niçin korkayım? Yedinci sorum, o altın hisardır, “Altın hisar
nerededir ve (l4) nasıldır?”, söyle. Şerif:
-O, Saba şehridir. İçindeki adamları tılsımdandır. (15) Onun halkını gören
diri sanır. Benzaif, K a fa girdim. Bu dediğim işleri yaptım. O [T177] (l) şehrin
içine girdim, sarayına vardım. Bir taht gördüm, altından idi. Bir dev (2) tahta
geldi, oturdu. Sonra sen geldin, bir küpe binmişsin. O dev seni dövdü, “Nerede
(3) idin?”, dedi Sen özür diledin. Sonra yattınız. Ben çıktım, onun başını kestim.
İşte (4) başı bu bohçadadır. Ondan sonra senin küpüne girdim. Sen geldin, sabah
(5) bindin, küp hareket etmedi. Elinde bir yılanı kamçı etmiştin, öfkelenip
vurdun. Havaya uçtu. (6) Gün doğmadan sarayın avlusuna geldin. Sen içeri
saraya gittin. Ben çıkıp şehre, evime gittim. İşte kapıcılar şahittir, beni
gördüler. Çıkıp saraydan <8)gittim, dedi.
Cazu, Şeriften bu sözleri işitti. Öfkelenip (9) kapıcılara:
-Bre hainler! Sizi hep kırayım. Bunu bana niçin demediniz, dedi. Şerif
hem en<l0)yerinden kalktı:
-Ya mehın! Senin bundan sonra kime hükmün geçer? Senin (il) emrin
kimseye geçmez. Başını keseceğim, dedi Cazu:
-Benim sihrimden senin haberin yoktur. (l2) Sen bu soruları bildikten
sonra benim başımı kesebileceğini mi sandın? Bu olacak şey değildir, <I3) deyip
sihre başladı. Şerif yerinden kalkıp bir nara attı:
-Gözünü aç, ben Camur’um, (l4)dedi.
Meğer bu Çamur meşhur bir Frenk pehlivanı idi, kaybolmuştu. Şerif,(l5)
Iztıfa-yı Zahide’nin verdiği duayı okudu, üfürdü. Cazunun sihri hemen [T178]
(l) batıl oldu. Şerif sıçrayıp cazunun göğsüne bir hançer vurdu. Cazu hemen (2)
tahttan aşağa yıkılıp düştü, canı cehenneme gitti.
Şerif, tahta geçip padişah (3) oldu. Emretti, cazunun ölüsünü ateşe
verdiler. Buyurdu, Felyon’un oğlunu <4) zindandan çıkarıp getirdiler. Server ona
kaftanlar getirdi:
-Seni bu diyara bey dikeceğim, (5) ne dersin, dedi. Bunun üzerine o oğlan,
Şerife:
-Ben emre itaat ederim, dedi.
Şerif oğlanı alıp götürdü, <6) dine davet etti. Oğlan:
-Ben Müslüman olurum ama bu memleket kâfirdir. Nasıl olacak, dedi. (7)
Şerif:
-Sen iman getir, ben seni burada bey ederim, dedi.
O oğlan iman getirdi, (8) Müslüman oldu. Şerif dışarı çıktı, o diyarın
beylerini topladı, Felyon’un (9) oğlunu bey tayin etti. Padişahlığı ona verdi.
Kendisi oradan ayrılıp gemiye bindi, (l0)doğru Pap iline geldi.
Pap, Şerifi karşıladı, Şerife hürmetler etti. Alıp sarayına getirdi, (ll)
konukladı. Kâfirler; Şerifi, Çamur Frenk sanırlardı. Olan hikâyeyi Pap’a (l2)
anlattı. Pap, oğlunu görmeye gitmek için hazırlık yaptı. Gemiler hazır etti. Şerif
izin istedi, <13) veda edip oradan ayrıldı. Rum’a gitmek üzere yola çıktı.
Bezirgân suretinde, (14) on kul ile birlikte Rika mülkündeki Anbolı’ya erişti.
Oranın padişahı Müslüman (l5) olmuştu. Adını, Yusuf koymuştu. Şerifi
karşıladılar, hürmet ile misafir ettiler. Şerife saygı gösterip [T179] (1)
ağırladılar. Anbolı’nun padişahı:
-Ya Server! Ben bu diyarda evlenmedim. Oğlum, kızım yok. Seninle
birlikte (2)giderim, dedi. Pap’a haber saldı ki:
-Ben Çamur ile Rum’a gidiyorum. Sen memleketini ve şehrini <3) zapt
eyle, dedi. Sonra Şerif ile geçip Bosin diyarına yöneldiler.
Sonunda Rum’a (4) yetiştiler, baktılar ki büyük bir ırmak akar. O ırmağın
bir ucundan ok atılsa öbür tarafına ulaşmazdı. Şimdi onun adına, Aksu (5>derler.
O zamanlar, Umak suyu derlerdi. Rum sınırı o idi. Yusuf, Şerife: (6)
-Rum’a geldik. Bundan sonrası Rum’dur, dedi.
Şerif, hemen atma mahmuz (7) vurdu. Suya girdi, yüzüp geçti. Ardmca
onlar da atlarını suya saldılar, yüzüp <8) geçtiler. Bir yerde oturdular,
konakladılar. Yemek hazırlayıp yediler.
Tam o sırada karşıdan (9) bir atlı çıkageldi. Savaş elbiselerini ve zırhlarını
giyinmişti:
-Bu ırmağı siz nasıl geçtiniz? (10) Niçin gemiye binmediniz, dedi. Yusuf,
Rum dilince:
-Bizim gemiye ihtiyacımız yoktur. Tanrı’mız (ll) geçirdi. Bu oturan
Şeriftir. Biz onun kullarıyız, dedi.
Öyle deyince Şerifin mübarek (l2)aklı karıştı:
-Kuvettli pehlivan oldum. Bütün dünya kâfirleri benden korkarlar, (13)
diye gurura geldi.
Sonra Tanrı, mağrurları sevmez diye korktu. <14) Tövbe etti. Tanrı’dan
korkup durdu.
O atlı, Y usuf tan bunları duyunca (15) gazaba geldi. Y usuf a elindeki kılıç
ile çaldı. Başını önüne bıraktı, şehit etti. Şerif, [T 1 8 0 ] (1) yerinden kalkıp:
-Hey melun! Ne yaptm, deyip atma bindi karşı vardı. (2)
Birbirine sarmaşıp cenk ettiler. Öğleye dek birbirlerini yenemediler. O
atlı çağırdı: (3)
-Ya Saltık! Ben Seyyaf-ı Rumî’yim. Bu Rum diyarında, bana denk kimse
yoktur. Seni iyi (4> buldum. Sen sihirbazsın, ateşte yanmazsın ve suda
boğulmazsm, dedi.
Şerif dostlarına <5) şöyle anlatır:
-O kâfir karşısında âciz kaldım. Çok güçlü bir kâfir idi.
B ir(6) süre cenk ettiler. Sonunda o kâfir, Şerife:
-İn atından, güreşelim, dedi.
Şerif hemen indi, (7) güreş tuttular. Orada biraz çalıştılar. Birbirlerini
yenemediler. Yerde köstek deliği (8) vardı, Şerifin ayağı ona rast geldi. Şerifin
ayağı deliğe geçti. Hemen yıkıldı, arkası üzerine düştü. Kâfir fırsat buldu,
Şerifin göğsü üzerine çıkıp oturdu. (10) Hemen hançeri çıkardı, Şerifin başm
kesmeye niyetlendi. Şerif anlatır ki:
-O hâlde Hakk’a yalvardım, dua ettim. O oğlanlar üzerime seğirdip
gelince (l2) gördüm ki o yatan şehit Rumî, başsız bir şekilde hemen yerinden
kalktı. Benim kılıcım <13) yalın bir şekilde yer üzerine duruyordu. Eline aldı,
geldi. Göğsümün üzerinde duran kâfire (14) kılıç ile öyle bir vurdu ki başı top
gibi yuvarlandı. O düştü, can verdi, üzerimden (l5) yıkıldı. O şehit de göğsünde
bir gürültü edip düştü, benim kılıcımı elinden [T181] (1) bıraktı. Kalktım,
kılıcımı aldım ve bu hâle çok şaşırdım. O oğlanlara buyurdum. (2) O şehiti
defnettiler ve o kâfiri soydular.
Şerif, Hak hazretine çok şükürler (3) ve tevbeler etti. Tanrı’nın hikmetine,
kudretine ve şehidin kalkıp kâfiri dildiğine (4) hayran kaldı. Oradan Bosin’e
gitmek üzere yola çıktı.
Bu tarafta Şerif, vaktiyle (5) Bosin beyinin oğlunun eline harami
Mariko’yı verip onları babasına göndermişti. (6) Onlar gelip babalarına ulaşınca
Şerifin ettiği iyiliği (7) söylemişlerdi. O vilayetin tamamı, Şerife muhabbet
duymuşlardı:
-Gelse de onu bir görseydik, Türk (8) olsa da fark etmez, derlerdi, Server’i
severlerdi.
Melik, yollarda adamlar yerleştirmişti. “Belki Şerif (9) gelir de zamanında
karşılayalım.” diyordu. Bosin Meliki:
-Ya Mariko! Ne dersin, (10) seni azat ettim. Şerifin yüzünün suyu
hürmetine günahını bağışladım, dedi.
Mariko, başını (11) tahtın ayağında koydu. Melikin hizmetinde kaldı. Hem
Mariko’ya beylik (12) de vermişti. İlk olarak askerlerle bir gün ava çıkmışlardı,
av yapıyorlardı. Seyyid uzaktan (l3) onlara baktı, tanıdı. O bey, oğullarını
bırakıp Mariko’ya gitti. (l4) Elindeki doğanı ava salmıştı. Şerif Gazi, ileri geldi.
Hemen o (15) doğan, bıldırcını alınca Server ona karşıdan bir taş vurdu. O doğan,
elindeki [T182] (l) avı bıraktı. Kaçtı, gitti. Mariko onu gördü, öfkelenip
Seyyid’e (2) karşı geldi:
-Kimsin? Benim avımı alıp benim doğanımı niçin vurdun, dedi. <3) Şerif:
-Ey bey! Bilmiş ol ki değil bu canavar, (4)sen de benim avımsın, dedi.
Mariko, Seyyid’i konuşmasından tanıdı. Hemen tutup atından indi,
ayağına kapandı, ( 1ağladı. Server:
-Ağlama, deyip başını kaldırdı, görüştüler.
Bosni meliki ve Herasik melikinin oğulları birlikte ava gelmişlerdi. Onlar
da işitip geldiler, (7) Şerif ile görüştüler. Hürmet ile Şerifi yanlarına alıp
melikin yanına geldiler. Melik (8) karşıladı, Şerifle görüştü. Yemekler döküp
ziyafetler verdi. Seyyid kırk gün orada (9) kaldı.
Onlar, Şerife mal ve nimet verdiler. Elbiseler, kaftanlar, atlar
bağışladılar. I0) Sayısız mal ve rızk ile hediye ve hürmetler ettiler. Sonra Şerif
izin alıp (ll) Kaysun’a yöneldi. Veda edip yola çıktı. Bir gün büyük bir hisara(12)
yetişti. Gördü ki bir topluluk toplanmış, yemek pişiriyorlar. Şerif onlara sordu:
(13)

-Nedir bu cemiyetinizin aslı, dedi. Onlar:


-Şemun ibni Herakil (14) ibni Dimitriyani Kaysun meliki, bu gün buraya
gelecek. Sizler de katılın, (15) konaklayın, konuğumuz olun, dediler.
O hisara, Karsuvan derlerdi. Server, [T 1 8 3 ] (1) atından inip konakladı. Bir
süre sonra Şem’un çok sayıda atlı ve (2) hizmetçi ile çıkageldi, çadırına yürüdü.
Yaklaşınca (3)baktı, karşıda Seyyid’in çadırını gördü ve sordu:
-B u (4) çadırlar kimindir, dedi. O kâfirler söylediler:
-Bosni’den bir bezirgân geldi, onundur. (5) Şem’un:
-Gidin, getirin ona haber sorayım. Şerif Saltık da (6) orada imiş, dedi.
Geldiler, Seyyid’i alıp Şem’un’a getirdiler. Şem’un, Şerife (7) hürmet
gösterdi:
-Hoş geldin, dedi.
Şerif, Şem’un’a birkaç hediye verdi. <8) Şem’un:
-Hoca! Bize doğru haber ver. O sihirbaz Saltık gelmiş, B osni(9) melikinin
yanında imiş. Oradadır, derler. Bu, gerçek mi, dedi. Şerif:
-Evet, (10) gerçektir. Der ki, “Ben ölürsem yerime benim gibi biri gelir.
Eksik olmaz. Kıyamete (ll) dek Muhammed dininin bekçileri olacaktır, kılıç
vuracaklardır.” Sizin başınızı almak için bizimle birlikte <12) gelmişti. Sizden
korkup falan köyde gizlendi, dedi. (13) Şem’un çok öfkelendi, Şerife:
-Ya Hoca! Ben onu denize attım. O nasıl (14) çıkıp dirilir ve geri gelir,
dedi. Şerif:
-Sultanım! Eğer onu tekrar elinle bağlamak (15) istersen kalk, atına bin.
Seni hemen ona ileteyim. Tut, tekrar öldür. Halkı, [T184] (1) âlemi ona güldür,
dedi.
Akılsız Şem’un, hemen atma atladı. Yanına <2) dört kişi alıp gitti. Şerif
ile birlikte köye yaklaştılar. (3) Şerif:
-Ya Şem’un! Sen burada dur. Bunlar köyün dört tarafmı beklesinler,
dedi.
(4) O kişileri naziklik ile köye saldı. Şem’un orada yalnız kaldı.
(5) Şerif, dönüp Şem’un’a:
-Ya Şem’un! Gel, seninle şu dereye inelim, duralım. (6) Nasıl olur
görelim, dedi.
Şem’un’u o dereye götürdü:
-Ya Şem’un! B eni(7) tanıdın mı, dedi. Şem’un:
-Yok, dedi. Şerif:
-Buraya kimi aramaya geldin, dedi Şem’un: (8)
-Saltık’ı arıyorum, dedi Şerif:
-İşte ben o Saltık’m hizmetine durmuşumdur, dedi <9)
Şem’un, hemen elini gürzüne attı, kast etti ki cenk (I0)ede. Şerif ona:
-Ey mekrn! İman getir, Müslüman ol, canını elimden kurtar, dedi
<U) Şem’un, Şerife sövdü. Şerif hemen göğsüne bir tekme vurdu.
Şem’un, atından <12) uzunlamasına yıkıldı. Hemen eliyle boğazını tuttu. Şem’un
can verdi. <13) Şerif, onun elbiselerini giydi. Kendi elbiselerini de ona giydirdi.
(l4) Şem’un’un burnunu ve kulağını kesti, yüzünü yere sürttü, (l5) tanınmaz hâle
getirdi. Kendi dua okudu. Ömer’in dağarcığına elini soktu, [T 1 8 5 ] (1) çıkardı.
Niyetle yüzüne sürdü, böylece Şem’un suretine girdi.
Birazdan (2)o dört kişi çıkageldi:
-Herhangi bir şey bulamadık, dediler. Şerif:
-Haberiniz yok, (3) beni buraya getiren Şerif imiş. Tanıdım, vurdum,
öldürdüm. Gidin, ayağına <4) ip takın. Sürüyerek askerlere dek götürün. Orada
bir idam sehpası yapsınlar, üçer ok vursunlar. (5) Ayrıca mal ve elbiselerini de
alın, dedi.
B irini gönderdi. Gidip o oğlanı tuttular. (6) Ne buldularsa aldılar, çadıra
getirdiler. Bu üç kişi bilmeyip Şem’un’un ayağına (7) ip taktı, it ölüsü gibi
sürüyerek askerlerin yanına getirdi:
-Devletin artsın, (8) düşmanımızı bu kere yok ettin. Artık dirilemez,
dediler.
(9) Bir dar ağacı yaptılar, Astılar, ona oklar vurdular. Ölü, kirpiye dö
Sonra ateşte yaktılar, (l0> külünü göğe savurdular. Bu haber âleme yayıldı,
Müslümanlar üzüldü. <H)
Bu tarafta, Şerif gelip Şem’un’un çadırına girdi, oturdu. <l2) Birkaç
günden sonra Kaysun’a gitmek üzere yola çıktı. Kaysun’a gelip içine girdi, (l3>
saraya girip oturdu. Beyler sakin oldular. Şerif o gece kalktı. Kasım, <l4)
Vasfıyye ve Patrik kiliselerine gidip ruhbanlarını (15) kırdı. Kasım Kilisesi’nin
içindeki büyük kandili parçalayıp ab-u n am u riyyesi'm [T186](l) döktü. Suyunu
saçtı. Sonra geri saraya dönüp oturdu. Ertesi gün (2) kâfirler, feryat ve figan
ederek saray kapısına, ğeİdiler. Durumu arz ettiler. Şerif:
-Ya beyler! 1'y}- Şerifi kendimiz öldürdük. Yahu bu ne hâldir, dedi.
Vezirler:
-Hey hap! Şu Saltık cazudur. (4) Galiba yine kendisini kurtardı, dediler.
Halkı oradan gönderdiler. Şerif, vezire:
-Teküre haber 'salın, hikâyeyi bildirin, dedi.
Hem de öyle ettiler. Haber saldılar. Şerif, vezire:<6)
-Babam Herakil’in yanına gidiyorum. Fakat gizli gidiyorum, dedi.
Şerif, dört adam daha alıp gece ile (7) şehirden çıktı. Veziri yerine koydu.
Sürdü, Kilabağ kayaya geldi. Yakınlaşınca o dört kişiyi bir yerde bıraktı:
-Siz, ben gelinceye kadar, burada gizlenin, dedi. (9) Sonra sürüp kaya
dibine geldi. O altındaki köy halkından sordu:
-Hüma Banu burada (l0)mıdır, yoksa gitti mi, dedi. Onlar:
-Sessizce oturur. Fakat çok beyler istedi, (11) kimseye varmaz. Uyuz
hastası oldu, kilisede oturdu, dediler. Şerif, o köy halkına:
-B en i(12) tanıdınız mı, diye sordu. Onlar:
-Tanımadık, dediler. O:
-Ben Şerifim. Hemen iman getirin, yoksa sizi ortadan kaldırırım, dedi.
(l3) O köy halkı gelip Şerifin ayağına düştü, yalvardı. Onlara tınmadı.
Şerif, köy başını çağırdı. Kendini tanıttı, Hüma Banu’yu istedi. O:
-Veremeyiz. Elinden ne gelirse (15) öyle yap, bildiğinden kalma, dedi.
Şerif:
-Size geleyim, dedi.
Geri gitti, o dört kişinin yanına varıp [T 187](1) birini Kaysun’a saldı:
-Askerlerim gelip bana yetişsinler, dedi.
O kişi, Kaysun’a (2) gelip askerleri alıp geri gitti. O köyde Şerif e
yetiştiler. Orada o üç kişi ile gizli otururdu. <3) Askerler gelince oradan göçüp
Kilabağ’a geldi. O kâfirler, Şem’un değildi diye karşıladılar, (4) feryat ettiler:
-Saltık sizden önce geldi, geri gitti, dediler. Şerif onlara öfkelenip: <5)
-Bre melun! Yalan söylüyorsunuz. Ben kendim onu öldürdüm, dedi.
Emretti o kavmi dövüp (6) kovaladılar. Sonra gelip kaya dibine kondular,
askerler konakladı. Şerif, kendi yirmi yedi kişiyle yukarı çıktı. Zenbille
çektiler. Papazlar karşılayıp dua ettiler:
-Sultanım! Sizden önce (8) Şerif Saltık geldi. Morina beyinin kızını bizden
istedi vermedik, dediler. (9) Şerif:
-Bre ne söylersiniz, ben onu öldürdüm, dedi. Papazlar:
-Hey! O sihirbazdır, (10) kimse onu öldüremez, dediler. Şerif:
-Çok konuşmayın, kimseye inanmayın. (11) İl haramileri onun adına gidip
gelirler, dedi. Sonra emretti:
-Hemen kızı beri getirin, (l2)göreyim, dedi. Papazlar:
-Kız kimseye varmaz, dediler.
Bunu duyunca Şerif hışım etti korktular. Kızı getirmek için (13) gittiler.
Şerif, kıza:
-Ne dersin, bana gelir misin, dedi. Kız:
-Ya Şem’un! Ben sana, yok (14) diyemem. Fakat Şerif ten korkuyorum.
Ansızın gelip beni ve seni öldürür. Sen sana kıyma, dedi. Şerif: (15)
-Ya nigar! Sana müjdeler olsun ki ben onu öldürdüm, dedi.
Kız, Şerif ile söyleşirken Şerifi [T188] (1) tamdı. Aklı başmdan gitti,
düştü. “Galiba bunaldı?” dediler.
Birazdan kız kalkıp hem en(2) kiliseden yana kaçtı, gitti. Şerif:
-Bre bırakmayın, ruhbanları öldürün. Bu fitne (3) onlarindir, dedi.
Kullar hemen o keşişleri kırıp öldürdüler. Server içeri gerip kızın (4) siyah
saçlarından kavradı, tuttu. Kız:
-Ya Şerif! Bana kıyma, dedi. Şerif: (5)
-Benim sırrımı kimseye demeyeceksen seni öldürmeyeyim, dedi.
O kızı kiliseden aldı, sınırsız mal bulup (6) birlikte aşağı indirdi. Kendi de
inmeye niyet etti. Kıza:
-Sen sonra ipi çarka <7) bağla. Ucunu sıkıca et, kendini aşağı sal. Ben
kavrayıp tutarım, dedi.
Kendisi indi. (8) Kendisinin inmesinin sebebi şu idi; kız önce indiğinde
kendisini askerlere söylemesinden korktu. (9) Bu defa, kız yalnız kalınca inmeye
korktu. Yukarıdan dedi ki:
-Ey sihirbaz! Hüma’nın <l0) yeri ve yuvası havadadır ve yere inmez. Bu
fikirden geç, senin elin Hüma’ya erişmez, dedi. (l 11Şerif:
-İn aşağı, yoksa çıkarım, seni öldürürüm, dedi.
Kız, onun sözünü dinlemedi. Server,(l2) Menucher duasını okudu. Cinnî
gelip Şerifi yerinden kaptı, o kayanın üzerine koydu. <13) Kız, Şerif i görünce
feryat etti:
-Ne olur, bana kıyma. Artık böyle inatlık yapmayacağım, dedi.
<l4> Şerif, kızı tutup bağladı ve ağzına gem vurdu, aşağı indirdi. (l5) Yerine
bir kâfiri çekti, çıkardı. Sıkıca bağlayıp ona:
-Sen hemen kendini [T189] (l) salıver, çark döne döne seni indirir. Yere
yaklaşınca asılı kalırsın. Korkma, dedi.
<2)Kendisi de indi. Kızı ata bindirdi, ağzına koyduğu gemi aldı.
O şahıs, kendisini yukarıdan attı. İpi uzun bağlamışlar, yere düşüp
ölecekti. Yere düşeceği(4) vakit Şerif, hemen ileri varıp onu bir elma gibi kaptı,
yere koydu. Bir süre <5) orası tenha kaldı. Kimse oraya çıkmadı. O inen kâfir,
canla kendini (6) Şerife kul etti.
Tekürden haber geldi:
t
-Bize haberiniz geldi. Yüzün <7) ak olsun, Saltık’ı öldürmüşsün. Mutlu
olduk, demiş.
Hemen Şerif sürüp (8) Kaysun’a gitmek üzere yola çıktı, şehre geldi. Kızı
kapının önüne getirdiler, sarayında (9) toplantı yaptı. Gece olunca ne kadar bey
varsa birer birer davet etti. İçeri (10) tek tek çağırıp kendisini tanıttı. İnanıp
Müslüman olanı bağışladı, (11) olmayanı öldürdü. Sabaha dek otuz altı beyi
tepeledi.
Şerif, (12) sabah olunca dışarı gelip bir nara attı. Kendisini bildirdi. (13>
Şehir kavmine:
-Ey halk! Kaçmakla elimden kurtulmazsınız. Şem’un’u ben öldürdüm.
Bana itaat <14)edin veya haraç verin, yoksa sizi kırarım, dedi. O şehir halkı:
-Biz sana haraç verelim, dediler ve (15) boyun eğdiler. Bin kadar kişi de
Müslüman oldu. Şerif, onları kendisine sipahi edindi. [T 1 9 0 ](l)
Şem’un’un öldüğü bütün dünyaya yayıldı. Şem’un’un öldüğü ve Şerifin
Kaysun (2) şehrini aldığını tekür işitince, kendisini tahttan aşağı attı. Feryat ve
figan (3) edip kendi eliyle başına toprak koydu, yas ve matem tuttu. Oğlu
Herakil’e haber saldı(4) ki:
-Askerleri topla, hemen git, cenk et.
Herakil, oğlu Şem’un’un öldüğünü duyunca (5) aklı gitti. Geri kendine
gelince ağladı, feryat eyledi. Hararetle (6) hemen emreyledi, çeriler toplandılar.
Üsküp hisarında idi. Feriban kavmi ile Kaysun’a gitmek üzere yola çıktı. (7)
Şerif o bin kişiye:
-Ne dersiniz? Bu gelen Herakil’in çerisine başka cevap verelim. (8) Siz
hisarda durun, dedi.
O on Frenk oğlanlarını, ki Şerifin kullarıdır, yanına davet etti. (9) Frenk
suretinde:
-Ben Kasım oğlu neslindenim. Adıma, Haşim Frenk derler. Latin ilinden
(10) geldim, dedi. Kasımın intikamım bu Rumîlerden alalım. Ben, Şerif değilim,
(11)dedi.
Bu haber öyle yayıldı. Meğer Kasım’ı bu kayserlerden birisi şehit etmişti.
Server (12) onun için öyle demiş. Diğer tarafta, Herakil tahta gelince:
-Ya Herakil! Bu kişiyi tanıyın, (13) Saltık değil imiş. Kasım neslinden
imiş, Haşim Frenk derler imiş ve “İntikamımı Rumîlerden almağa (14) geldim.”
demiş.
Herakil öfkelendi. Emretti, hisara yürüdüler. Şerif, o bin kişiyle dışarıya
(15) çıktı, hisara arkasını verip durdu. Server, meydana girip gösteri yaptı:
-Ey Herakil! [T191] (1) Benim, Haşim Frenk. Yüz Saltık bana rakip
değildir. Dedem Kasım’ı siz öldürdünüz. Hemen bana adam (2)verin, dedi.
Herakil, askerlerine emretti, bir taraftan at teptiler. Şerifi ortaya aldılar.
Ş erifin (3) üzerine bin yiğit at tepip bir gün bir gece cenk ettiler. Sonunda Şerif
varıp sancağı (4) yıktı. Herakil dönüp kaçtı, ordusu kırıldı. Bunca mal ve rızkı
ganimet ettiler.
Şerif, (5) askerlerin içine karıştı. Herakil, su kenarından gitti Büyük bir
ağaç dibine konakladılar, yattılar. (6) Otuz kişi idiler. Şerif bir kez nara attı:
-Benim Şerif, dedi. Herakil:
-Eyvah! Bu da bizimle (7) midir, dedi
Diledi ki kaça. Şerif ileri gelip Herakil’in önünü kesti:
-Ya melun!(8) Nereye gidiyorsun, dedi Herakil feryat ediyorum sanıp:
-İmdat, diye bağırdı. Şerif:
-Çare yoktur. Eğer (9) Müslüman olursan, kurtulursun, dedi. Herakil
sövmeye başladı. Hemen bir ok ile Herakil’i göğsünden vurdu. <l0) Herakil
yıkıldı, can verdi. Adamları kaçtılar. Gittiler, varıp teküre haber verdiler. Tekür
de (ll) feryat ve figan edip Kaysun’a gitmek üzere yola çıktı.
Bu tarafta Server, HerakiPin başını kesip at (12) boynuna taktı. Kaysun’a
geldi. Halk onu karşıladı, dua etti. (13) Herakil’in başmı görünce Şerife tekrar
dua ettiler. Oturdular, başını burca <14)astılar.
Bu arada haber geldi ki tekür büyük bir ordu ile geliyor. Şerif, Kaysun’un
bin (l5)yiğidini yanına toplayıp:
-Sîzler falan yerde pusu kuran. Ben, elçi suretinde teküre [T192] (1)
gidiyorum. Ne zaman nara atarsam gelip cenk edersiniz, dedi.
Şerif, onları pusuda (2) koydu. Kendisi elçi suretinde sürdü, teküre geldi.
Teküre haber verdiler:
-İşte, (3)Frengî Haşim’den elçi geldi, dediler. Tekür emretti:
-Hemen boynunu vurun, dedi. Vezirleri: <4)
-Sultanım! Bir haber alalım, sonra öldürün, dediler. Tekür:
-Hemen başına bir maskara bürüğü giydirin. (5) Tilki kuyruklarını takıp
içeri gönderin. Ona izzet budur, dedi.
O elbiseleri getirdiler. Şerif bunu <6) gördü, tınmadı. Şerifi güzelce
tuttular, giydirdiler. Gönlünden:
-Ey lain! Ben sana bu hakaretin tamamını (7) tek harekette çabucak
ederim, burnundan getiririm, dedi.
Sözün kısası, elçiyi bu hâlde teküre getirdiler, (8) içeriye tekürün yanına
çıkardılar. Çadır içine girince tekür hakaret ile Şerifin mübarek yüzüne ( *karşı
tükürdü. Şerif tınmadı:
-Yanmda kalmayacak ey lain, dedi, kendisini tuttu. (l0)Tekür:
-Bre itler! Nereden geldiniz? Saltık belasından kurtulduk idi, siz nereden
çıktmız, dedi.
Şerif mektubu çıkarıp önüne koydu. Tekür alıp vezir eline verdi: (12>
-Oku, dedi. Vezir okudu:
-Ben, Kasım aslından Haşim Frenk’im. Bana gelip itaat et. (l3) Yok
derseniz, işte Saltık’ı sana elçiliğe gönderdim. Şu anda seninle söyleşiyor,
demiş. Tekür onu(14)işitince:
-Bre yakalayın, medet, dedi.
Şerif, hemen yerinden kalkıp tekürün başına kılıcı (15) öyle bir vurdu ki
göğsüne dek iki parçaya ayırdı. Askerler onu görünce dağıldılar, kaçmaya
başladılar. [T193] (1) Şerif bir nara attı. O pusuda duran bin Müslüman yiğit,
çıktılar. (2) O şaşkın askerleri birbirine vurdular, yağmaladılar.
O kalabalık ordu, onların karşısında dayanamayıp (3) kaçtı. Mal ve
rızıklarını alıp Şerife getirdiler. Şerif ile geri dönüp Kaysun’a (4) geldiler.
Beylerden bir bey tuttular, Şerif e getirdiler. Şerif ona:
-Adın nedir,(5) diye sordu. O:
-Benim adım İsfan’dır, dedi. Şerif:
-Sen nerenin beyisin, diye sordu. O:
-Ben bir hisarın beyi idim. (6) Adına, Eski Pap Kalesi derler. Şerif:
-Ya Müslüman ol veya haraç ver, dedi.
O bey haraca (7) razı oldu, koyuverdiler. Yılda bin Filori vermeyi kabul
etti.
Diğer tarafta,(8) yenilen ordu kaçıp İstanbul’a geldi. Şem’un ibni Herakil
tekürün yedi yaşında küçük bir oğlu vardı. Onu bey olarak kabul edip tekür
yaptılar. Sonra Şerife elçi gönderip yılda (10) on bin Filori haraca razı oldular.
Barış yaptılar, böyle kaldılar.
YEDİNCİ BÖ LÜM

ŞERİF’İN GÖÇÜP K EFE DİYARINA (11) GİTM ESİ

Şerif; o bin yiğit ile, Hüma Banu ile Kaysun’un bütün malını aldı. (l2)
İçine, ulu bir kâfir bey dikti. Kefe’ye gitmek üzere yola çıktı. O on kulundan (l3)
birine kılavuzluk görevi verdi:
-Yürü, var. Önce Tuna’dan geçmek için kolay bir yol bul, dedi. <l4)0 da
gelip bir kolay yer buldu, orada bekledi.
Bu tarafta Şerif, bir hisarcığa <l5)yetişti. Beyi, karşılamaya geldi. Server’e
hizmet etti, nimet getirdi ve [T194] (l)iman arz kıldı. Şerif, o beye izzetler edip
hoşgördü. O bey:
-Server! <2) Kerem et, bu yerde bir makam edin. Oturalım, kâfirler ile gaza
edelim, dedi. Şerif:
-Ya melik! (3) Beni mazur gör. Çok uzun zamandır Kefe tarafından ve
Müslümanlardan ayrıyım, dedi.
O bin kişiden üç <4) yüzünü, o beyin yanında bıraktı. Beyin adma, Papa
Dimitri derlerdi. Şerif ona, (5) İbrahim” diye ad koydu. Ayrıca oradaki kaleye
ve şehre, “Baba” diye ad koydu. (6) Orada bir kilise var idi, onu mescide
çevirdiler, cuma namazını kıldılar.
Şerif oradan göçüp (7) doğru kılavuzun bulduğu geçide geldi. Ulaştılar,
oradan geçtiler, (8) gittiler. Her uğradıkları kalede, beyleri onları karşıladı, gelip
nimetler getirirlerdi. <9) Şerifin adı ve sanı, o diyar kâfirlerine yayıldı.
Oradan ayrıldılar, Özi <10> önüne geldiler. Özi suyunu geçip şehir önünden
gittiler. Bir miktar yer gittiler, (ll) bir hisara geldiler. Şerif buyurdu, oradan
Kefe’ye adam gönderdiler, bildirdiler. (l2) Emir Osman, gaziler ve müminler
karşılamaya geldiler. Şerife hürmetler ettiler. Atlarından (13) inip elini öptüler,
şenlikler yaptılar. Sonra Şerif i izzetle K efe’ye getirdiler. Şerif içeri, (l4) Nefise
Banu’nun yanma girip onunla görüştü. Hüma Banu da gelip (15) Şerifin hatunu
Nefise Banu ile görüştü. Oturdular, geçen hikâyeleri ortaya [T 1 9 5 ] (l) getirdiler.
Ertesi gün, Şerif mescide geldi. Başından geçenleri bir bir anlattı.
Yazdılar, (2) bu zamana hikâye kaldı.
Nakildir ki Şerif in Kefe’de mescit yaptırmasından sonra Seyyid (3) vefat
etti. O gittikten sonra kâfirler gelip Kefe’yi aldılar ve mescidleri yıkıp yerine
kilise yaptılar. Frenk dilince ona, Ezersatmelere diye ad koydular. (5) Saltık,
hem Hızır hem de İlyas’ın neslidir. Yani Hızır’ın kilisesidir, diye yâd olundu. <6)
Ta şimdi bile anılır, tekrar cami olmuştur, Kefe’de meşhurdur. Orada Server,
ibadet<7)ederdi. Bir gün onlar:
-Ya Şerif! Handan bize haber geldi ki Rus kâfirleri(8) toplanıp üzerimize
yürüdüler. Sultan İzzeddin’in kendisi çok sıkıntıdadır. (9) Onun üzerine
Mazenderan’dan düşman saldırdı. Sebzevar’ı ister. Ayrıca Rafızîler toplanıp
Sultan İzzeddin’i kaçırdılar. İki yıl oluyor ki <U) vilayet fesada bırakılmıştır.
Âlem birbirine vurmuştur, dediler. Şerif:
-Gam yemeyin, Hazret-i Hızır bana haber vermiştir. Bunların sonu
yoktur. Kuvvet bakımından üstünlük, müminlerindir. (l3) Fesatların işi,
kıyamete dek ileri gitmez. Ama Hakk’ın bu işinde bir hikmet vardır. <l4) Fakat
İzzeddin, MüsKimanlara zulm edenlere göz yumdu. Şüphesiz Tanrı, ona ettiğini
(l5) bildirir, dedi. Hemen sefer hazırlıklarına başladılar.
Kırım Han’ı, beyi Ömer’in yanına [T196] (1) geldi. Han; Şerif i karşıladı,
gelip görüştüler. Han; Şerifi getirip kondurdu, ağırladı. Birazdan Rus
kâfirleri geldi, diye haber erişti Han buyurdu: (3)
-Gafil olmayın, dedi.
Rivayettir ki kâfirlerin gelmesine sebep bu oldu ki (4) Kırım şehrinde
Kemal Ata derler, bir er vardı. Güçlü bir kişidir, Seyyid Saltık’tan (5) önce
vilayete erişmişti.
Raviler şöyle rivayet ederler ki Sultan Sarı (6) Saltık, Kefe diyarına geldi.
Kefe’yi fetheden, o idi. Zira K efe’nin Frenk (7) kapısı yerinde bir lasa burç var
idi. Sonra Cinevis gelip kaleyi inşa etti. (8) Seyyid zamanında, o burç dururdu.
Kefe’yi Seyyid alınca hisarın her tarafını (9) gazilerle yaptılar. İçinde bir ulu
cami inşa ettiler. Hâlen yine camidir. Kâfirler (l0) onu kiliseye çevirdiler. Adı,
Ezentımariyye konmuştur. Kefe malıdır.
Seyyid Sarı (ll) Saltık, doğru Kırım şehrine geldi. Üç yüz abdallar derler,
bazıları anlatır; (l2) Şerif, deli olduğu vakit idi. Köle Yusuf için koyun getirmeye
gittiğinde (l3) Sivas’tan kırk abdal kalkıp K efe’ye geldi. O vakit Kırım şehrinde
^4) Tatar Hanı otururdu. Sonra gazaya gitmiştir. Server gelip tekkeye kondu,(l5)
dinlendi Dervişler, şehre toprak testi ile çıktılar, sadaka talep ettiler.
Kimse onlara sadaka [T197] (1) vermedi. Hemen bir kadm, bir bazlamaç
verdi Devriler, Seyyid’in huzuruna geldiler, ağladılar: <2)
-Yıkılası şehirde bize hiçbir şey vermediler, dediler. Seyyid:
-Bir diyarda sadaka ve zek ât(3) verilmese o diyarın harabına delildir, dedi.
Dervişler:
-Server! Şehrin (4) halkının yüreği demirden veya taştan mıdır ki fukarayı
sevmezler, dediler. Server:
-Hak (5) teala bunlara bir Demir adlı, taş yürekli er göndere, aksak ola. Bu
şehrin harabı (6) onun elinde ola. Nitekim Tebriz’in de harabı, çapulcular
elinden ola, dedi
(7) Nakildir ki sonunda, onlar elinden harap oldular. Timurleng (8)
Kırım’ı o harap etti. Timurleng, Çağatay mülkündendir. O diyara Semerkand,
(9) Buhara denir.
Raviler anlatırlar; zekât ve (l0) sadaka vermedikleri meşhur olmuştu.
Güvenilmez ve acımasız hâle gelmişlerdi. Aralarında <H) çekişip dururlardı.
Birlik yoktu. Hakk’a asilik edip kötü konuşurlardı. (12)Hile ve yalan çok idi. (l3)
Kan dökmekten sakınmazlardı. Timur onları işitip, “Zalimlerdir, (l4) onları
doğru yola gitmeleri için ikaz etmek bana farzdır.” diye kırdı. Hep helak edip
Kırım’ı yıktı.
(15) Timurleng, Sivas’ı da yıktı. Orada genç kuzu boğazlarlardı. Kışın
sığırları pastırma [T 1 9 8 ] (l) için keserlerdi. Zulümdür diye, onları da helak etti:
-Bu, size, fiilinize göre <2) Allah hazretinden hışım verildi. Nerede zulüm
olsa, ben oraya varırım. Mazluma (3) sözüm yoktur, dedi ve Rum’u da yıktı.
Onların fesadı şu idi; (4) çarşı, pazar ve tartı görevlileri hâkimlerine rüşvet
verip eksik tartar, fiyattan eksiğine satarlardı. Fakir hakkını yerlerdi. Hıyanet,
fesat ve haksızlık ederlerdi. (6) Timur, onları öyle kırdı ki beşiğindeki
oğlancıklarını bile öldürdü.
Bazıları anlatır, (7> Sivas’ta ve Rum’da bir zulüm daha vardı. Tanrı o
kavmin helakına (8) onu sebep etti. O zulüm bu idi ki kediler ve köpekler
yavrulasa sokağa (9) bırakırlardı. Kedi ve köpekler bağıra bağıra can verirdi.
Timur onu işitip (10) gazap etti, derler. Zira Timur, adillik davasını sürerdi. <n)
“Zerre kadar zulme darılırım.” diye söylerdi. Yiğit kişi idi. Biri padişaha (l2)
mektup gönderse, o padişah mektubuna hürmet edip ayağa kalkmasa (l3)onun
üzerine varıp cenk ederdi.
Nitekim Sultan Yıldırım Han’a (l4) mektup gönderdi. İtibar etmediği
üstüne geldi. Enguri üstünde cenk etti. Yıldırım Han’ın askerinin birazı Deşt-i
Tatarîidi. Beyleriyle birlikte el öpmeye geldiler.
[T199] (1) Yıldırım, Tatarlardan korkup onların beyine zehir verdirdi.
Rahtu adıyla (2) bilinmektedir, Edirne’de yatar, Sarı Şeyh mezarlığında
malumdur. Yıldırım <3) ordusunu terk ettiler. On bin Tatar ile Timur’u karşıladı.
Onlara asi olup (4) Yıldırım’ı ele verdiler. Anadolu askeri kaçtı, gitti. Rum
ilinden kimse (5) yok idi. Kul tayifesi idi. Yıldırım kul içinden çıktı, cenge
yürüdü. (6)Cenk içinde ok dokundu, Yıldırım şehit oldu. Tayifesi:
-Yıldırım kul içinden çıktı, cenge yürüdü, şehit oldu, dedi.
Ordusu yenildi. <8) Ölüsünü alıp Bursa’ya kaçtılar, yürüdüler. Cenkte Deli
Mezid’i tuttular, (9) getirdiler. Kaçmadı, gayet gayretli kişi idi. Timur, onu
Yıldırım sandı. (l0) Kendisini gizledi. Yıldırım’m oğlu Emir Süleyman varıp
tahta geçti. Timur (11) Bursa’ya geldi, Mezid’i duydu. Yıldırım olmadığını
anladı, Deli Mezid’i öldürdü.
Bu tarafta (12) Emir Süleyman, Anadolu’ya varıp Timur’ı yendi, kırdı.
Timur yaralı olarak Acem’e kaçtı. (l3) Timur, Semerkand şehrinde yaradan
helak oldu. Tevarflı-i<l4) Osman’da malumdur.
Biz geldik Seyyid Sarı Saltık D estam 'm ; o, Kırım’da oturdu. Tanrı’nın
hikmeti (15> ile en son öldü. Dervişler, Kırım halkından incinince Server Saltık:
[T 2 0 0 ](1)
-Kalkın dervişler, bu şehrin sokaklarını süpürün, dedi.
Kalktılar, süpürdüler. Tatarlar görürler:
-Bu Türkler deli imiş, bakm sokak süpürüyorlar, (3) dediler.
Çünkü Server oradan ayrıldı, Kefe’ye geldi. Haynup’tan, asiler gemilerle
(4) geldiler, Kefe’yi aldılar. Seyyid, Kırım halkına incindiğinden Toprak Hisarı
kendine şehir (5) eyledi. Her ne kadar Seyyid, Kırım’ın sokaklarını süpürdü ise
de Hak teala şehre bir veba (6) verdi ki Kırım halkının yarısı helak oldu. Nice
kere duaya çıktılar, daha <7) beter oldu. Neden olduğunu bilmediler. Şehirden
çıkıp dağlara kaçtılar, dağıldılar. (8) Şehri ıssız koydular. Meğer bunların içinde
bir ayakkabıcı salih kişi varmış. Kazancının <9) yarısını fukaraya sadaka verirdi.
Ona düşünde bir bölük derviş gelip: (10)
-Ya Kemal! Kalk, bu halka söyle! Dervişlere; kurban, sadaka ve zekât
versinler(l 11 ki bu veba gitsin. Bu veba, fukaranın ahındandır. Dervişlerden dua
yetişti. tl2) Seyyid Sarı Saltık, size işaret verdi. Siz onun sırrını duymadınız ve
bilemediniz. (l3) Gidin, onun ayağına kapanıp tövbe edin, sadaka verin ki (14)
“Es-sadakatü tadrudü’l-belâ ve tüzfdü ’l-0um r”\ Biz gayb erenleriyiz, deyip
kayboldular.
(l5) Kemal kalkıp Han’a vardı, durumu anlattı. Han ve halk ka
Seyyid’in [T201] (1)ayağına düştüler:
-Bize kıyma! Memleketi harap etme, dediler. Seyyid:
-Nefes ok gibidir, atıldı m ı(2) dönmez. Bu şehir harap olmasın, veba def
olsun. Herkes birer kurban,(3) dört akça sadaka, bir bazlamaç versin. Dervişler
sadaka istediklerinde içinizden sadece (4) biriniz, bir bazlamaç verdi. Dört akça
verin ki bu bir dirhem gümüş kazanan, (5) bir başına varlıklıdır. Sadaka
verilmeli ve kurban kesilmeli. Bu sizin canınıza (6) feda ve bedel olur. Canınız
veba okundan kurtulur, göze kalkan olur. Gidin, <7) üç gün oruç tutun. Gece
namazını kılın. Böyle olursa bu yakında bela görmezsiniz. <8) Size fukara babası
Kemal A ta’yı verdim. Benim kurbanımı, sadakamı ona verin, dedi, gönderdi. <9)
Hem de öyle ettiler.
Müslümanlar o gün vebadan kurtuldular. Ondan sonra veba <10)
görmediler. Seyyid zamanında Kemal Ata, Seyyid’in dostu ve müridi idi. Orada
dervişlere (11) baş oldu, gazalar ederdi. Dervişlerle Kemal’in (4) dört su sığırı

Hadis: “Sadaka belayı def eder ve ömrü uzatır.”


vardı, (l2) beslerlerdi. Rivayettir ki onun biri gayet güçlü idi. Şöyle ki Kırım’ın
yolunu (13) kesmişti, çok adam helak eyledi. Seyyid’e şikâyete geldiler. Seyyid:
-Dünyada (14) aşikare dev sıfatı bundadır. Dev, hayvanat içinde en
vahşisi, güçKisüdür. (l5) Zira Hazret-i İmam Ali, Şam’a gelince orada su sığırı
gördü, [T 202] (1) - iH ezâ ifritü ’l-h ayvân ” yani bu hayvanın devidir, dedi. O da
İmam üzerine <2) hücum eyledi. Server, Zülfikar ile karşı vardı. Mübarek başmı
açtı. (3) Kızıllar giymişti. Zülfikar’dan ateş çıkardı. Su aygırı onu görünce dönüp
(4) kaçtı. İmam Ali, onun ardından yetişip tuttu. Kuyruğundan yapışıp kaldırdı,
(5) yere vurdu. Bir boynuzu parçalandı, derler. Şimdi yürü, git Kemal, sen de
nara a t,<6) dedi.
Kemal başını açıp, eline kılıç aldı ona doğru yürüdü. O hayvan <7) onu
çıplak görünce kaçtı. Kemal, o kadar kovaladı ki sığır perişan oldu. Sonunda (8)
onu bağlayıp götürdü. O yörede gaza edip o sığırlara binerlerdi, <9) cenge girerdi.
Kemal yanına bin dört yüz derviş toplayıp Han’la, Rus’a <l0) gazaya
birlikte gitti. Bir şehre vardılar. Kâfirler hisardan baktılar, dervişleri(ll) hep su
sığırına binmiş gördüler. Onların içinde dört kişi vardı. Onlar Kemal ile <l2)su
sığırına binerlerdi. Bazıları o gazada Sarı Saltık’ın da bulunduğunu söylerler.
Yanındakilerin (13) biri Kemal, biri Şehit Baba ve biri Köle Yusuf idi.
Kâfirler bunları (l4) böyle gördüler, korktular. Gelip haraç getirdiler. Şehit
Baba’ya, Şehit Baba demelerinin sebebi şu idi; <l5) sürekli, “Ben şehit olurum.”
derdi. Sonunda şehit oldu.
[T203] (l) Seyyid Saltık, K efe’yi sürdü. Edime şehrini, sonra da Kırım
şehrini yurt (2) edinmişti. Bu üç yerden uzak olmazdı. Server, ibadetlerini
eksiksiz yerine getirirdi.
<3) Kefe diyarında bir gazi vardı, Tatar idi. Adına, Kara Davut derlerdi.
Seyyid’den <4) sonra çok gazalar ve erlikler eylemiştir. Hacı Burhan’da, meşhur
bir mağarada yatardı. Ölüsü, diri gibidir, Tatarlar onu ziyaret ederler,
çürümemiştir. Nitekim Şirvan’da yatan ve (6) bir pir olan Demdemeki de
çürümemiştir. Velilikte bir erdir. Oturur, seyyahlar (7) görmüşlerdir. Nakildir ki
deri işleri ile uğraşan bir kişidir. Ayrıca bir mescit müezzini idi. Bir gece imam:
-Temcit<8) edeyim, dedi.
-Daha vakit var, biraz sabreyle Demdemeki, dedi.
<9) Bunun için ona Demdemeki derler. İmam öfkelendi:
-Ben bilmez miyim, ezanı oku, dedi. (l0)Demdemeki:
-Gel, ayağıma bas. Bak, arşta bile horoz ötmedi, dedi. İmam bakınca (ll)
arşta horozu gördü. Onun veliliği açıkça ortaya çıktı.
Geldik Kara Davut’a. <l2) Kara Davut, Çini yiğit idi. Seyyid’e hizmet
ederdi. Bazıları, Türkten idi derler. Onun gazası ve veliliği 3) Tatar’da
meşhurdur. Seyyid’e hizmet ederdi. Seyyid, ona:
-Ey Davut! Git, (14) sen de bir tarafta gazalar eyle. Gaza en üstün
ibadettir, dedi.
Bunu işitince Davut gazaya gitti. <15) Giderken bir dağa düştü. Yol
taşlarından ayrıldı. Bir feryat sesi işitip o [T204] (l) dereye indi. Atını bir ağaca
bağladı, ileri vardı. Gördü ki bir domuzu, bir ejderha yutmuş. (2) Ardından o
canavarı öyle görünce Davut kılıcını çıkardı. İleri vardı, yılanı (3) çaldı. Yılan
canavarı bıraktı, Davut’a yürüdü. Davut bir ağaca sarıldı. Yılan, (4) Davut’a
sarıldı ki yuta. O canavar baktı, Davut’uohâlde görünce <5)hemen bir taşa varıp
dişini biledi. Sonra gelip o ejdere öyle bir diş çaldı ki (6) ejder ortadan ikiye
bölündü. Düştü, can verdi. Canavar döndü, <7) gitti. Davut gelip ata bindi. Sen
iyilik yap. Eğer domuza bile (8) iyilik edersen karşına gelir. Daima bu canavar
kendisine edilen iyiliği anar idi.
Davut (9) oradan gidip bir sahraya çıkınca, Davut’u yedi bin Rus kâfiri
ortaya (10) aldılar. Davut yalnız başına bir ağaca arka verip dört gün, dört gece
kâfirlerle (ll) cenk etti. Buğur ile Davut, o ağaç dibinde el taşıyla cenk (I2)
ederdi. Kâfirleri yanına yaklaştırmazdı, adam gibi taşlar inerdi. Küffar âciz (13)
oldular. Çevresini kuşatıp durdular. Davut da çok yoruldu. Yalnız başına ne
yapsın, az kalsın <l4) tutacaklardı. Karşıdan toz koptu. Kemal Ata, gazilerle
çıkageldi. Kâfirlere <15) hücum ettiler. Davut’un üzerinden kâfirleri dağıttılar,
kaçırdılar. Davut’u aldılar, [T205] (l) Kefe tarafına döndüler. Bu sırada bir
domuz çıkageldi, Davut’un önüne baş koydu, (2) yüzünü dönderdi.
Davut gördü ki yılanın elinden kurtardığı canavardır:
-Gaziler! (3) Beni yılandan kurtaran, bu domuzdur, dedi.
Oradan gittiler, canavar ile birlikte bir batağa geldiler. Gördüler k i(4) döıt
yavrusu orada helak olmuş, bir büyük taş üstlerine düşmüş. “Bu nedir ki?”
deyince karşıdan büyük (5> bir ayının geldiğini gördüler. Bir taş getirmiş, o taşı
domuzlar üzerine bırakmış, (6) öldürmüş.
Davut, nara atıp üzerine yürüdü. Ayı, taşı bırakıp ağaca <7) çıktı. Bir
ağaçtan merdiven yapmış. Davud:
-Ya melun! Sen eziyet edicisin. “Küllü müzjn kıt t il ”* (8) hadistir. AA Seni
öldüreyim, dedi.
O ayı, yukarıdan Davut’a bir ağaç attı. (9) Davut bir ok vurdu, ayıyı
tepeledi. Domuz, Davut’un ayağına yüzünü sürdü, (I0) gitti. Kemal ile Davut
oradan gittiler, bir dağa çıktılar. Gördüler ki bir yiğit çoban, <n) çok sayıda
koyunla durur. Gazilere karşı gelip hürmet etti, bunlara koyunlar (12) boğazlayıp
konukladı. Yedirdi, içirdi:
-Ben de sizinle birlikte gaza etmeyi diliyorum, dedi. (13)
Gelip bunlara tabi oldu, koyunlarını bile sürdü. Nakildir ki en sonunda
Sarı(l4)Saltık’a gelip bir er oldu. Kefe tarafında meşhurdur, Çoban Ata derler.

Hadis: “Her eziyet veren öldürülür.”


(!5) Biz geldik bu tarafa. Çoban, bu askerlerin ardınca giderdi. Bir
mevziye yetiştiler. Orada çok sayıda [T206] (I) kâfir vardı. Onlarla orada cenk
ettiler. Çoban, gazilere yardım ederdi. Çok azgın (2) köpekleri vardı, onlara,
“Koma!” derdi. O itler, arslan gibi kâfirlere atılıp (3) yapışırdı, yırtarlardı, cenk
ederlerdi. O kâfirleri kırdılar. Gaziler, (4) çobana dua ettiler. Çoban:
-Benim efendim Seyyid’dir. Bu koyunlar onundur, derdi.
(5) Gazilere nasip ola diye, canla cenge girdi. Ziyade pehlivanlık edip cenk
(6) ederdi.
Oradan gittiler, ulu bir kiliseye yetiştiler. Gaziler kondular. Kilisenin (7)
çevre burç ve surları var idi. Kâfirler kapı yapıp üstüne çıktılar, gazilere <8)
küfürler ettiler. Çoban onu görünce gitti, yüksek bir yere çıktı: “Kâfirler, (9) ben
sizinle söyleşeyim.” diye. Çok büyük taşlar getirip kiliseye yuvarladı. (l0)
Kâfirler kaçtılar, kilise içine girdiler. Kemal ve Davut, Çoban’dan bu hâli (ll)ve
cesareti görünce hayran kaldılar, takdir ettiler. Kâfirler, gazilere: (12)
-Size nimet ve mal verelim, bizi yağmalamayın, diye yalvardılar. Barış
yaptılar.
(13)Oradan yine göçtüler, bir yere daha gittiler. Çoban:
-Bu tarafa gidelim. Bir (l4) şehir var, oraya akın düzenleyelim, diye
gazileri çekti. Pimak dedikleri <l5) şehre yetiştiler.
Adamın birisi, sığırları sınıra getirdi. Gaziler, onu yağma ettiler. [T207]
(1) O kişi kaçtı, bir şehre varıp haber verdi. O şehirden çok sayıda asker peyda
oldu. (2) Gaziler az idi, korktular. İş görmüş, ömür geçirmiş pirlerle görüş
alışverişinde bulundular. <3) Onların nasihatine ve tedbirine tabi olurlardı. Onun
için bereket, hürmet ve kuvvet (4) vardı. Her zaman işleri rast gelirdi.
“Dönelim.” dediler. O çoban bağırdı: (5)
-Siz durun, ben bu kavime cevap veririm, diye yürüdü.
Bunun üzerine Kara Davut da yürüdü. (6) O kavime karşı durdular.
Çoban’m on dokuz iti vardı, onları yanına (7) getirdi. Her birine bir ad
koymuştu:
-Eğer Seyyid Saltık’ın candan dostu iseniz (8)bu kâfirleri komayın, dedi.
O itler; yüzlerini yere sürüp kâfirlere hücum (9) ettiler, yürüdüler. Gaziler
de onların ardınca tepindiler. Büyük bir cenk oldu. (10) O itler ve av köpekleriyle
öyle cenk ettiler ki halk hayran oldu. İtler; aşağıdan (ll) yukarı “Hav!” diye
sıçrar, kâfirlerin suratını kavrardı, koparırdı. (12) Kimisi ayağını ısırır,
baldırlarıyla birlikte parçalardı. Sonunda kâfirler yenildiler, kaçtılar. (13) Şehre
gelip kaleye sığındılar.
Oradan Çoban yürüdü, Kemal’in huzuruna gelip: (l4)
-Server! Bu hisar sarptır. Bununla uğraşmayalım. Gelin bir tarafa daha (l5)
gidelim, dedi.
Gazileri aldılar, Şirin derler bir Tatar vardı, onlar gah Deşte gah Rus’a
[T208] (1) varırlardı. O vakit gelip yakında konmuşlardı, onların üzerine revane
oldular. Onlar (2) da gazileri karşıladılar, Müslümanlardı. Gelip buluştular, bir
araya geldiler. Hepsi bir araya toplandı, (3) birlikte etrafa akmlar ettiler. Rus
kâfirlerinden çok sayıda esir aldılar.
Çoban, o gazada çok (4) işler yaptı. Koyunlarıve gazada ele geçirdiği mal
ve eşyayı, Hoca H aşan(5) adlı bir bezirgân kişiyle Seyyid’e gönderdi:
-Benim sultanım, bunları gazilere (6) paylaştırsın, dedi.
Hoca, onları Seyyid’in yanma getirdi. Ayrıca gazilerden mektup (7)
getirmişti. Seyyid’in önüne koyup fetihlerden haber verdi. Seyyid mutlu oldu.
Çoban’a, (8) Davut’a ve Kemal’e dualar etti. O rızkı gazilere tutup adil olarak
taksim (9) etti, paylaştırdı:
-Bu gaza malında Sünnilerin nasibi vardır, diye paylaştırdı. <10> Kendisi
bir parça bile almadı:
-İnşallah biz de gazaya varırız, sizlere artık biz de ganimet göndeririz, (ll)
dedi. Servere dualar ettiler.
Bu tarafta gaziler sürdüler, bir tarafa (12) daha gittiler. Bir büyük nehire
yetiştiler, gayet derin idi. Sal yapıp (13) geçtiler, bir dağa düştüler. O sırada
karşıdan bir toz belirdi. Gördüler ki Gürhan <14) namıyla bilinen kâfirdir. Bin atlı
kâfirle yetişip geldi. Bu tarafta gaziler hazır durdular. (l5) Dört bin Şirin halkı,
Tatarlar da durdu. Kâfirlere karşı durup [T 2 0 9 ](1) saf bağladılar. Yer yer cenge
başladılar. Çoban itlerine yine, “Komayın!” diye işaret (2) etti. O güçlü itler,
onların arkalarmdan saldırdı. Gaziler de (3) atlarını sürdüler. Şiddetli bir savaş
oldu. Savaş gece de devam etti. Geceden sabah oluncaya dek (4> dövüştüler.
Seher vaktinde, Gürhan adlı kâfire köpekler üşüştüler. (5) At üzerinde parça
parça ettiler.
Kâfirler gördüler ki beyleri helak (6) oldu, bırakıp kaçtılar. Savaş araç
gereçlerini yabana saçtılar. Gazileri kuvvetli görüp (7) dağıldılar. Gaziler onları
takip etmediler, korktular. Bir yerde gizli pusuda (8) kâfir olabilir, diye
arkalarına düşmediler. Zira ayrıca âdettir. AliyyüT-Murtaza hazreti, cenkte (9)
aman diyeni öldürmedi, kaçanı takip etmedi ve düşmandan yüz çevirmedi. (l0)
Üç darbe yapmadan düşmanmı öldürmedi. İlk hamleyi o yapmadı. Gazilerin (ll)
başı odur, onun geleneklerini tuttular. Küffarı takip etmediler, sabrettiler. (l2)
Ayrıca tedbir olsun diye konaklamadılar, akşam oluncaya dek at üzerinde hazır
beklediler. (l3)
Akşam olunca atlarından inip konakladılar. Sonra Şirin kavmi, Kemal’in
huzuruna geldi. Erenler ve (14) beyler oturdular:
-Server! İşitiriz ki kâfirler ittifak ettiler. Deşt’e (15) varırlar, gelirler.
Doğrusu şudur ki Deşt’e gidelim, Han’m huzuruna çıkalım. Seyyid, [T210] (1)
bizden haber bekliyor. Ona da haber verip bildirelim. Kâfirler saldırabilir, gafil
olmasınlar. Kemal: (2)
-Çok içeri gittik, kâfirliğe düştük. Üç aydır, kâfir ilinde yürüyoruz. (3)
Dönmek vaciptir, dedi.
Hemen boru çalıp oradan göçtüler, döndüler, <4)Deşt’e gittiler.
Gezerken Kirmos dedikleri kâfire rastladılar. Onların bir beyi vardı. <5)
Bir gece rüya gördü. Rüyada onu Müslüman edip adına, Hüsrev dediler.
Uyandı, (6> rüyasını anlattı. Kâfirler onu öldürmek istediler. Atına binip kaçtı.
Şirin-i <7) Tatari içine düştü. O Şirin beylerinin ulusu Ferhad Mirza, Hüsrev’i
hoşgördü. (8) Kızını ona verdi. Kâfirler, Müslümanların üzerine gelmediler.
Kaçtılar, gittiler. Gaziler de onların arkasına düşmedi. (9) Göçtüler, Server’den
tarafa revane oldular:
-Neredesin Saltık Han, diyerek yürüdüler.
Giderken (l0) bir pınara yetiştiler, kondular. O gece orada yattılar. Ertesi
gün göçtüler, gittiler. (1 1Dört kâfir, onların ardınca oraya yetişti. Gördüler ki bir
Tatar, o pınara düşmüş,(12) su içinde durur. Bunlar da susuzlar. Kova sarkıttılar.
Tatar kovayı<l3) tuttu, koyvermedi. Rus kâfirleri:
-Bre Türk! Seni çıkarmayız, <l4)burada kal, dediler. Tatar:
-Ben de size su vermem. Susuz ölürsünüz, dedi. O Rus kâfirleri: (l5)
-Çıkaralım, söz ver, bizi öldürme, hem de bize su ver, dediler.
Tatar, onları öldürmeyeceğine ant içti, [T211] (l>kuyudan çıkardılar.
Tatar dışarı çıktı. Eline bir ağaç aldı, o dört kâfiri<2) döverek bağladı.
Onlar:
-Ant içtin, ne yapıyorsun, dediler. Tatar:
-Sizi öldürmeyeceğim dedim, işte <3) su için. Sizi alıp gideceğim, dedi.
O bön Rusları ipe dizdi, önüne kattı (4) ve gazilerin ardından yetişti.
Durumu gazilere anlattı. O Tatar’a, Mezik derlerdi. Tatlı konuşan bir kişi idi,
onları güzel konuşarak aldattı.
Gaziler oradan ayrılıp yürüdüler, göçe kona <6) gittiler. Çevreye akınlar
edip yağma ve talan ederlerdi. Bedus Suyu’ndan <7)geçtiler. Önlerince Çoban’ın
kendisi giderdi. Ardından da Kemal ile Davut yürürlerdi. Bir dağa (8)yetiştiler.
İndiler, konakladılar. Gaziler; atlarına arpa astılar, oturdular.
Ertesi sabah (9) bindiler, göçtüler. Bir alay kâfire rastladılar. Kâfirler,
bunları görünce <l0) cenge yürüdüler. Şiddetli bir cenk ettiler. Fakat yenildiler.
Kaçtılar, gittiler. Orada bir rahip:(ll)
-Türkler! Sizlere ulaşmadan bir ağaç altında Saltık’ı gördük.
Yakınlaşınca belirsiz (12)oldu, dedi. Kemal:
-Seyyid hazreti her yerde gazilerle birliktedir. (13) Veliler dünyadan
gitseler bile, ruhları cisimleşir. Cismi ne <l4) şekilde ise aşikâre gelir, birlikte
gaza ederler, dedi.
Nakildir ki Bayezid-i Bestami, <15) dünyadan gittikten sonra gördüler,
geri gelmiş, dervişler [T 212](l>arasında zikretmiş. Dervişin biri:
-Bu nedir Sultanım, dedi. Bayezid-i Bestami:
-Var, bir dirlik (2) eyle. Âlemde diril ki ölünce yine diri olasın. Biz ten
elbisesini dünyada bıraktık ise (3) yok olmadık, dedi.
Bayezid, Acem vilayetinin gözcüsüdür ve Arap ilinin Seyyid Ahmed’idir.
<4) Bazıları, Veysan der ve bu Rum’un Hacı Bektaş’ıdır. Fakat Seyyid hazreti;
evliyanın seyyididir, <5) iftiharıdır. Ona her iş kolaydır. O oturduğu yerden her
yere anında gider. Varır, gelir. (6) Kimse yerinden kalktığını bile göremez.
Rahip bu sözleri işitti, iman getirdi: <7)
-Ben İncil’de gördüm, ahir zamanda bir halk gelecek, dindar olacak.
Oturduğu yerden şarka (8) ve garba gidip gelecek. Orada olan hâli, her kişinin
sesini işidecek. Onlara gizli bir şey (9) olmayacak. Bütün olanları bilecekler.
Onlar Tanrı’nın dostlarıdır. Hak’tan her ne (10) isteseler bir sözleri iki
olmayacak. Şimdi Saltık da velidir, ona ben inandım, (ll)dedi.
Oradan da kalktılar, gittiler. Rus vilayetine sefer düzenlediler, döndüler.
(12) Ruhban, Müslüman olmuştu. Ona, Sad adını koymuşlardı. Yola çıktılar, o
gazilerden <l3) uzaklaştı. Geç kaldı. Bir dağa girdi. Karşıda bir ağaç belirdi. (l4>
Sad o ağaç dibine varınca Seyyid’i oturur gördü. Seyyid:
-Ya Sad! Sen(15) bize itikat ettin. Er, itikadı ile bilinir. İtikadını bozmadın
mı yeter. Gelberi, dedi. Sad, [T 213](l>Seyyid’e yakınlaşınca Seyyid ona:
-Gözünü yum, dedi.
Yumdu ve eline yapıştı, kaldırdı. <2)Sad, gözünü açtı. Kendini Kırım şehri
önünde gördü. Baktı ki (} Seyyid yok. Şaşırıp kaldı. Gidip hâli Müslümanlara
anlattı. Onlar:
-Seyyid, Kefe’de <4) toprak hisardadır. Mescidinde ibadet eder. Kırk gün
dışarı çıkmaz, ibadet için içeri kapanmıştır, dediler. (5)
Rahip buna hayran oldu, geldi, Seyyid’in ayağına kapandı, (6) hizmetinde
kaldı, derler.
Geldik bu yana. Kemal ile Davut kalktılar, Rus <7) diyarına sefer
düzenlediler.
Hikâyettir; Davut, Seyyid’den sonra da çok işler yapmıştır. (8) O zamanda
civan idi, gürbüz yiğit idi. O zamanda, Rus beyinin bir alay beyi çıkageldi. <9)
On bin kâfire hücum ettiler. Cenk içinde Davut’un üstüne üşüştüler. <10) Yüz
otuz kâfir de Davut’a kement attı. Çoğu, Davut’un boğazına geçti. (ll) Davut,
kementleri kollarına sardı. Bir kez haykırıp çekti, o kâfirleri (l2) yüzü üzerine
yıkıp kırk adım sürüdü. Bir ses işittiler: (13)
“0A leyke Ğavnullâhi* ya Davut!” diye. Kemal:
-Bu ses serverim, Seyyid Sarı <l4) Saltık’ın sesidir. Yürüyün gaziler, o
bizimledir. Kâfirin çokluğundan korkmayın, deyip (15) cenge yürüdü.
Tam bu sırada, karşıdan toz kalktı. Toz içinden Seyyid, yaya olarak
[T 214](l)çıkageldi:
-Komayın, diye çağırdı. Kâfirler, Seyyid’i görünce:
-Bu piyade iyi elimize (2) girdi, diye üstüne üşüştüler.
Seyyid o ağaçtan kılıç ile ki hurma ağacıdır, Peygamberin (3) kılıcıdır.
Onunla o kâfirleri hıyar gibi doğradı.
Kâfirler; önünden (4) kaçtılar, dağıldılar. Seyyid ile gaziler, üç gün orada
durup cenk ettiler. Dördüncü (5) gün kâfirler yenildi. Gaziler, Seyyid’i aradılar,
bulamadılar:
-Acaba ne oldu, dediler. (6)Bu sırada bir ses geldi:
-Ben gidiyorum, siz de gelin, diye.
Gaziler ganimet toplayıp döndüler, <7) gittiler. Ardınca bir toz koptu.
Gördüler, deve benzer cübbeli bir kâfir gelmekte. Gelir gelmez: <8)
-Türkler! Durun, sizlerden bana Saltık gelsin, dedi.
Gördüler ki hemen (9) şimşek gibi bir kılıç peyda oldu. Kâfire dokundu;
onu atıyla, elbisesiyle dört parça eyledi. (l0) Müslümanlar hayran oldular.
Raviler rivayet ederler; Seyyid, mescitte (ll> otururken ayağa kalktı.
Kılıcını çıkarıp bir kez salladı, mescit içine (l2) kanlar aktı. “Bu nedir?” dediler.
Seyyid:
-Filarık Rus, gazilere yetişti. Beni (l3) istedi, onları beğenmedi. Onun işini
tamam ettik, Şirin’i gazilerden savdık, dedi.
O zaman (l4) Müslümanlar anladılar ki ona, yakın ile uzak birdir.
Oturduğu yerden bile işini bitirir. (15) Server’e dualar ettiler. O gün ve saati,
tarih koydular. Sonra gaziler gelince [T215] (l) sordular. Bildiler ki Seyyid’in
veliliğidir, haberdar oldular.
Bu taraftan Kemal <2) Ata, oradan yine Davut ile göçüp bir yere daha
gittiler. Meğer kâfirler, oraya yakın bir yerde panayır (3>ederlerdi. Hem de Rus
melik, kızını o kâfirlerin beyine nişanlamıştı. Kızı <4)getiriyorlardı.
Kara Davut, ilim sahibi kamil bir yiğit idi. (5) Hemen atına binip yalnız
başına o kıza karşı gitti. Gece gündüz yürüdü. Karanlıkta, <6) onlar gafil iken
içlerine girdi. Kıza yaklaştı, varıp at üstünden kızı bir elma gibi kaptı,<7) gitti.
O kâfirler, meşalelerle ardına düşüp kovaladılar, yakalayamadılar. (8)
Kemal’in üzerine dek geldiler. Gaziler:

“Allah, sana yardım etsin" anlamında dua cümlesi.


-Hey! Bu nedir ki, deyip kalktılar. Atlara binip karşı vardılar.
Gördüler ki Kara Davut kızı ardına almış, kaçarak (l0) geldi. Gaziler
hemen kılıçlarını ellerine aldılar, o kâfirlere girdiler. Kırıp geçirdiler. Kâfirler;
(ll> orada olan mal, çeyiz ve araçları bıraktılar. Rus melikine feryat etmeye
gittiler. <12) Davut, o kızı kendine hatun edindi.
Gaziler döndüler:
-Neredesin D eşt,(l3)deyip gittiler.
Diğer tarafta kâfirler, Rus melikine vardılar. Rus beyi bu durumu işitince
kâfirlere haber salıp:
-Asker toplayıp hazırlık yapın, Deşt vilayetine gidin, dedi.
Niyeti, Tatar Han (l5) üzere gelmekti. “Seyyid, Kefe’de değildir.” diye
haber getirmişlerdi. Zira Seyyid, ibadet için hücreye kapanmıştı. [T216](l)
Kimseye görünmezdi. Rus meliki, leşkerle gelmekte.
Bu tarafta, gaziler giderek bir (2) diyara yetiştiler. Kemal, önde giderdi.
Gördü ki bir alay. Ariler, çıkageldi:
-Hey! Bu nedir, dediler. (3)
Bu kâfirler, gazileri görünce feryat edip cenge yürüdüler. Meğer ki
Moskos’un meliki ’ Gazan Tatar’ın yanında bir kâfir var idi Rus’tan idi.
Kızını ona vermişti (5) getiriyorlardı. O beyin adına, Zemad derlerdi. O bey
kendisi de orada idi. (6) Kemal’e karşı geldi. Kemal:
-Var yoluna git, biz de yolumuza gidelim, dedi. Zemad (7) sarhoş idi:
-Kemal, benden korktun değil mi? Bütün mallarınızı dökün. Bırakın, (8)
gidin. Benden başınızı kurtarın, dedi.
Zemad, Kemal’e bunları söylerken karşıdan bir sapan <9>taşı, ağzına öyle
bir vurdu ki başı havaya uçtu. Zemad can verdi. (l0) Meğer vuran Çoban imiş.
Gaziler, “Komayın!” deyip at saldılar. Kâfire, kurt (ll) koyuna girer gibi
girdiler. Kâfirler duramayıp kaçtılar. Gaziler o kızı, malı ve eşyaları 1 2) aldılar.
Yola revan oldular. Kemai kızı kendisine aldı. Meğer o kız ile (l3> bir kız daha
vardı, beylerden birinin kızı idi. Kemal onu, Müslüman olunca adını Sad
koydukları rahip (14) için sakladı.
Gaziler yürüdüler. Ur ağzına yaklaştılar, (15) orada konakladılar. Han’a
hediyeler gönderdiler. Kendileri doğru Seyyid Saltık’ın [T217] (l) huzuruna
vardılar. Geldiler, Kefe’ye eriştiler. Gelip Seyyid’in ayağına düştüler.
Ganimetten gazilere (2) nasip verdiler. Sonra orada düğün yaptılar. Üç kızı;
Kemal Ata, Davut ve Sad (3)üe evlendirdiler.
Seyyid hazreti sessizce otururdu. Han, Seyyid’e geldi <4) sohbetler ettiler.
Han:
-Rus kâfiri hareket etti, bize gelir, dedilerdi. <5) Dilerim ki ben tahta
varayım. O diyarda oturayım, gözeteyim ki kâfirler gelip Kefe adasına <6)
girmesinler, dedi. Seyyid:
-Doğrusu da böyledir. Hazır olun, gafil olmayın, dedi.
Han kalktı, (7) taht-ı diyarına geldi. Tahtına oturup dikkatli bir şekilde
takip etmeye başladı.
Bu tarafta Kemal, Seyyid’in yanında kaldı. <8) Server, Kara Davut’a:
-Sen de Han ile birlikte ol, onlardan ayrılma. Rus cemaatini kır, yere <9)
bırak, dedi. Davut; bir kıraç yere geldi, durdu.
Geldik Rus meliki kızının esir alınmasına. (l0) Rus Meliki, merak ve
gazap ile yürüdü. Kâfirlere, “Kırım şehrine gidiyorum.” diye haber saldı. (ll)
Tatarlar, hazırlığını yapıp beklemeye başladı.
Geldik bu tarafa. (l2) Davut,okıza:
-Baban Rus beyi bize gelir, cenk eder. Nasıl edelim <l3> de onu yenelim,
diye sordu. Kız:
-Bir alay oluşturun, aniden babamın durduğu sancağa <l4) saldırın.
Gerisini bırakın. O ölünce kalanı dağılır, kaçar, gider, dedi.
Davut, dört (I5) yüz yiğidi topladı. Rus’a gitmek üzere yola çıktı. Bir
yerde pusu kurup beklediler. [T218] (I) Küffar gelirken ansızın pusudan çıktılar.
Bir alay olup sancağa saldırdılar, göz (2) korkuttular. Çok şiddetli bir savaş oldu.
Sonunda sancağı yıktılar. Melik dönüp kaçtı. (3) Rus ordusunu kovaladılar,
yetişemediler. Sancağı alıp geri döndüler.
Sancak (4) Davut’un elinde, sağ ve salim geri geldiler. Han’a kavuştular.
Sancağı başı aşağa diktiler.
<5) Diğer tarafta Rus meliki, gazaba geldi. Sancağın alınmasından çok
utandı. Yemin (6) etti:
-Kara Davut’u ele geçirmeden atımdan inmeyeceğim, dedi. Yürüyüp
doğru (7)Deşt üzere gitti.
Bu tarafta Han, hazırlığını yapıp yollara karakollar <8) koymuştu.
Düşmanı gözetliyorlardı. Ne zaman gelecek, diye merak ederken haber geldi:
-Rus meliki <9) işte geldi, yetişti, dediler.
Bu tarafta Kefe’den, Kırım’dan, Kır’dan (l0) ve Küba’dan gaziler gaza
niyetine binip gazaya gittiler. Seyyid Sarı Saltık, arslan gibi <n) semendine
bindi. Sala vat ve tehlil ile gazaya yürüdü.
Bu sırada, (12) “Seyyid Sarı Saltık da geliyor.” diye kâfirlere haber geldi.
Rus meliki, orada durdu. (l3) Korktu. Leh, Hac ve Carkez beylerinin gelmesini
bekledi. Bir süre sonra onlar geldiler, (l4) kavuştular. Onlar gelince lain
gururlanıp, “Sarı Saltık gitti.” diye hemen <l5)yürüdü.
Bu tarafta, gaziler yürüdüler. Kara Davut, öncü olarak [T219] 0 ,yürüdü.
Rus ordusuna yetişince gördü ki kâfirler kalabalık. (2) Duramadı, geri döndü.
Seyyid, ona:
-Ya Davut! Bu gazadan sonra git, (3>Tarhan ilinde otur. Orayı gözet, dedi.
O gazadan sonra Davut, (4> oraya yerleşti. Fakat Seyyid’in bu sözünden
utandı. O gazada çok hünerler ve erlikler ( 1gösterdi. Kemal, Server’e:
-Sultanım! Bengideyim, kâfirlerin arkasını (6) kuşatayım, dedi. Seyyid:
-Gaziler hiç ayrılmasınlar ve düşman kaçarsa asla uzak gitmesinler (7) ki
alay bozulmasın. Düşman fırsat bulmasın. Orduya ani baskın (8) olmasın.
Sessizce bir araya toplanın, bekleyin. Onar onar birbirinizi gözetin. (9)
Birbirinizden ayrılmayın ki kâfirler aranıza girip bize el sunmasınlar, diye (l0)
vasiyet ve nasihat etti.
Gaziler geldiler, Han’a karıştılar. Han, (ll)dört yiğit pehlivan oğlanlarına
öğüt verdi:
-İslam dini yoluna, gayret (l2) kılıcını ele alıp kâfire vurun. Adı ve sanı
boş verin. Gazadan kaçmak ayıptır ki (l3) avratlarınızın yanında bile yüzünüz
kalmaz. Er olan, gayret üzere ölmelidir. Dünyada (l4) korkak ad ile diri olup
yürümekten, ölmek iyidir, dedi.
Sonra Han hazreti, kendisi savaş (l5) elbiselerini ve zırhlarını giyip Seyyid
katına geldi. Dua ve himmet talep etti. Vaktinde hazır durdu. [T220]
Diğer taraftan, kâfirin öncüleri yetişti. Kara Davut, Sad ve Kemal; bin
kişiyle sefere <2) çıktılar. Öncüleri ansızın bastılar, kırdılar. Öncüler kırılınca,
ileri varıp <3) orduya düştüler. Küffar ordusu, bir taraftan harekete geçti. İslam
ordusuna yönelip (4) yürüdüler. Seyyid onları gördü, bir adam gönderdi:
-Ey kâfirler! Anlaşmayı bozup <5) geldiniz, işte vardım. Hazır olun, dedi.
Onlar itibar etmediler:
-Bu Türk bize <6) yaygara eder, âciz kaldı, dediler.
Sarhoş olup yürüdüler, Müslümanlarla (7> karşı karşıya geldiler. Boru ve
davullar çalıp hazır beklediler.
Bu tarafta Sünniler, (8) bütün hazırlıklarını mükemmel bir biçimde
yaptılar. At üzerine binip kâfirler geldi, diye cenge hazır durdular. <9) Seyyid,
ordunun ortasında durdu. Meydan açıldı. Tatarlar da durdular. (l0) “Cenktir!”
diye Han buyurdu.
Kırk bin Tatar, saf durumuna geldi. Yüz seksen bin (ll)kadar Rus, Çesar,
Leh ve Hac kâfiri çıkagelip kondu. Saf bağlayıp(12) meydan açtılar, beklediler.
Şerif dönüp Rus meliki İshak’a:
-Tekrar (l3) oğluna nasihat et, Müslüman olsun. Yoksa başını keserim,
dedi. İshak (l4) meydana girip oğluna yüksek sesle çağırdı:
-Ya Manyos! Gel, iman (l5) getir, kurtul. Saltık bizimledir, yoksa seni
öldürür, dedi.
O lain dönüp [T 221](l)Çesar melikinin oğluna, Leh ve Hac oğlanlarına:
-Türkün hilelerini görün. <2) Şerif, çoktan helak oldu. Bunlar, adını
unutamazlar, dedi.
Emretti, İshak’ı ok yağmuruna tuttular. İshak, gene dönüp Şerife geldi.
Şerif:
-Vallahi (4) bunları bir yana itmeyince asla dönmem, dedi.
Atının kolanını sıkılaştırdı, kendisi <5) o orduya vurdu. Müslümanlar da
birlikte at saldılar. Çok şiddetli bir savaş (6)oldu. Müslümanlardan dört bin adam
şehit oldu.
Üç gün, üç gece (7) cenk ettiler. Şerif, sonunda cenk içinde Çesar
melikinin oğluna rastladı. O :<8>
-Şerif Gazi sen misin, diye sordu. Şerif:
-Ben Şerif Hacı’yım, hem gaziyim, dedi.
O (9> lain, karşısına durdu. Şerif; o ite bir mızrak vurdu, diğer yanına geçti.
Sonra <l0) başını kesti. Askerler bunu görünce Şerif Gazi’nin üzerine saldırdı. O
aralıkta (ll) Leh ve Hac oğlanlarını da tepelediler, başlarını aldılar.
O ordu yenildi. (l2) Kaçtılar. Şerif, mallarını yağma etmeleri için buyurdu.
Kendisi, Haynup’tan <l3) gelen on bin Müslüman ile Rus melikinin ardından
kovalamaya gitti. Orada da cenk ettiler. (l4) Şerif, o kâfirleri yirmi dört gün
kovaladı. Yirmi beşinci gün, Beskuy dedikleri <l5) şehre girdiler ki orası Rus’un
tahtıdır, o bey kaçıp şehre girdi. O şehrin [T222] 0) kâfirleri cümle o beye:
-Biz Şerif Gazi’ye cevap veremeyiz. Anlaşma <2) yap. Bizim üstümüzden
kazayı sav, gider, dediler.
O bey âciz kaldı. Kefeni <3) boynuna takıp Şerife geldi, itaat etti. Haraca
kestiler. Oradan Leh diyarına (4) gittiler. Onun beyi de karşılayıp itaat etti. Onu
da haraca kestiler. Daha sonra <5) Çesar mülküne yürüdüler. O diyarın beyi asi
olup Alaman diyarına kaçtı. (6) Onun tahtı, Semendun’a idi. Yedi tane büyük
şehri vardı. Onları; SalsaL, (7) Dal ve Cem inşa etmişti. Hepsine bir hisar
yapmıştı. Dal ibni Cem ibni Âdem (8) ki onun üç yüz altmış altı kapısı vardı, her
gün bir kapıda vergi alırdı. (9) Her kapıya, yılda bir sıra gelirdi. O hisarı da
aldılar, malını ve rızkını <l0)toplayıp Alman diyarına ve A s’a gittiler.
Alman ve As beyleri, Şerife (ll) elçiler gönderdiler. Mallar, rızıklar ve
eşyalar verdiler. Haraç ödemeye razı oldular. Uyurşivür <l2) diyarından da elçi
geldi, haraç getirdi. Uyurşivür, Rum’un sınırıdır. Oradan ötesi, (l3) Kuhistan’dır.
Oradan da Keşmir ve Türkistan’a ulaşılır, Müslümanlıktır.
Ş erif(l4) barış yapıp Çesar beyinin oğlunu istedi. Alman, on bin nüfuslu
bir Frenk diyarı idi. As <l5)da Rumîlerin sınırında idi. Onlar:
-Bizden kaçtı. Asfur-ı Rumî’nin yanma gitti. [T223] (1) Ona, Üngürus
derler, dediler.
Şerif, oradan Asfur’a döndü. Berberiyye’ye uğradılar. Yedi (2) gün
gittiler. Abadanlığa çıktılar. Orası; Üngürus, Alman ve Uyursivür tarafıdır.
Büyük bir şehrerastladılar. <3) Burada büyük bir kilise vardı. Kapısı kapatılmış.
Altun bir top kubbesinde dururdu. (4) Kızıl altından idi ve bir elmaya
benziyordu. Şerif Saltık:
-Bu nedir, diye sordulur. Onlar:
-Buna, Kızıl Elma derler, dediler.
Şerif emretti, konakladılar. Hemen beyine haber gönderdiler:
-Gelin, bizimle (6) cenk etmeyin. Şerif Gazi, bizimle birliktedir. Yoksa bu
şehri ateşe veririz. Haraca (7)razı olun, dedi.
O papazlar dışarı gelip Şerife:
-Biz haraca razıyız. Fakat(8) Kaydafan razı değildir, dediler. Şerif:
-Ben şimdi Kaydafan’a gidiyorum. Görün, onlara neler ediyorum, dedi.
(9) O şehri papazlar beklerdi. Vardılar, yemek getirdiler. Yediler ve
içtiler. (10) Şerif, Tatar Han’ı ve Emir Osman; gazilerle şehre girdiler, doğru
kiliseden tarafa geldiler. (ll) Şerif, nacak ile kilisenin kapısının kilidini kırdı.
İçeri girdiler, sınırsız mal gördüler. (12> Altın kandiller, eşyalar ve asılı bir
değnek; ne varsa kubbede asılı dururdu. Şerif <l3) emretti hepsini o altmış dört
bin Müslüman yağmaladı. Şerif, o değneği (I4) indirmek istedi. Ayrıca mihrap
üzerinde bir zırh ve bir taç da asılı dururdu. (15) Seyyid kastetti ki indire. O
sırada bir ses geldi “Onlara değmeyin!” diye.
Şerif karşıda [T224] (1)bir mermerde birkaç yazı gördü, okudu. Demiş
ki:
-Ben Baht-ı Nasr’ım. Kudüs’ü yaktım, (2) malını ve eşyalarını buraya
getirdim. O kandilleri Kudüs-i Şeriften getirdim. Bu değnek, (3) Musa’nın
asasıdır ve zırh Davut’undur. Bu taç ise Hazret-i İsa’nındır. Buraya koydum,(4)
gittim.
Şerif onlara dokunmadı. Çıktı, kendi eliyle kapıya kilit vurdu:
-Artık <5)açmayın, dedi.
O altın topu indirmeye çalıştı. Emretti. Askerler çıktılar (6> ki indireler.
Hemen Hazret-i Hızır geldi selam verdi:
-Ya Şerif! Onu indirmene gerek yoktur. (7)Ümmet-i Muhammed’den on
iki halife gelecek, onuncu halife indirecek. (8) O halifelerin ilki Ebu Bekir’dir,
İkincisi Ömer, üçüncüsü Osman’dır. Dördüncüsü Ali, <9) beşincisi Haşan,
altıncısı Hüseyin, yedincisi Ömer ibni Abdülaziz’dir ki o, Ümmiye
Oğullarındandır. Yirmi (10) dört yıldır o hutbeyi Ali ve dört halife adına okudu,
Haricîleri kırdı. Ondan (11) önce Süleyman halife, gizli din dutardı. Emretti üç
yıl<12) görünüşe göre sünnet üzere hutbe okundu. Sonra onu öldürdüler. Yerine
Abdülaziz (l3)oturdu, Haricîleri kırdı. Haccac ibni Yusuf üzüntüsünden helak
oldu. (l4) İtaat etti, öldürülecek idi. Haccac lain, onun önünde tövbe etti. (15)
Gönlünden Haricî helak oldu, hastalandı. Ömer bin Abdülaziz; Mekke’y i
[T225] (1) Harem-i Kâbe’yi ve Kudüs’ü imaret etti. Öyle hayırlar yaptı ki
anlatılamaz. Sonunda onu da hile ile (2) şehit ettiler. Âlem tekrar Haricîlerin
eline geçti. Sonra Abdülmelik, halife oldu. <3) On iki yıl o da tövbe edip hutbe
düzenledi. Şeriat üzere yürüdü. (4) Sonunda o Haccac lain, kızının oğlu İbrahim
ile geldi. Av yaparken ok ile İbrahim’i vurup (5) şehit etti. Tekrar âlem Haricî
oldu. Fesat lain, otuz dokuz yıl (6) orada kaldı. Kırka varmadı ama hilafet,
Ümmiye Oğullarında yetmiş dört yıl kaldı. Anlaşmazlık (7) budur. Sen yürü,
MüsKimanlara yetiş. (8) Rafızîler; Şam mülküne, Kâbe’ye ve Kudüs’e
kastettiler. Hak tealaya söz verdi Mülahide <9) tayifesini haram olan yerlere
bastırmayacak. Ona, sen sebep olasın. Ayrıca (10) bil ki Ebâ Müslim’in diktiği
halife, sekizinci halifedir. Beş tane kaldı. Ondan sonra (ll) kim olacaktır,
dördünü Allah bilir. Hele on ikinci mehdidir, dedi. Sonra Hazret-i Hızır
kayboldu.
Şerif, o şehirde bulunan Dal ibni Cem ibni Âdem’in türbesine geldi,
gördü. (13) O altın bahçeye ve altın köşke girdiler. Baktılar, hiçbir şeye el (l4)
vurmadılar. Daha sonra döndüler. O kadar mal ve rızık ellerine girdi ki hesaba
<15)gelmezdi. Dönüp yine Asfur üzerinden, zeminden Kefe diyarına geldiler.
Üngürus beyi; oradan [T226] (l) kaçtı, gitti. Şerifin önüne gelmedi. Eflak
meliki gelip ziyafet verdi. Geldiler, (2) onlar ile birlikte doğru Deşt iline çıktılar.
Geldiler, oturdular. Bir yıl sefer etmişlerdi.
Bir gün <3) haber geldi ki:
-Sultan İzzeddin işte kaçtı, geldi. Rafızîler, Acem mülkünü almışlar,
Gazvin’den (4) beri kovarak getirdiler, dediler.
Han, sultanı karşılamaya gitti ama Şerif gitmedi. <5) Yâranları da gitmedi,
K efe’de oturdular. Şerif:
- Müslümanlar, bilin! <6) Fesat ve zorbaların tamamı Acem ’den
Babil’dendir. Peygamberler, Arap’tan gelmiştir. (7) Yine kıyamete dek fesatlar,
bu Acem mülkünden gelecekler. Hayırlı insanlar değildir. Özellikle (8) Hazret-i
Resul, şarka beddua etmiştir. Bu Rum sağlam tayifedir, sadıktır. Haklarında, (9)
"Elif, lâm, mjm ğ u lib e tü ’r-rü m ”* gelmiştir. Hayırda ve şerde galiplerdir.
Onların başına bela geldiğini (l0) şuradan anlayın ki bu Rum mülküne geldiler,
dedi.
Sonra onların helaki için dua etti (11) elini yüzüne sürdü.
Bu tarafta Şerif, Rum iline göçünce Sebzevar’da (l2)bir Cuhud vardı. O,
Sebzevar’dan Mazenderan’a geldi. Mervan neslinden bir kişinin bir kızı (13)

Kur’an, Rum suresi, 1-2. ayetler: “Rumlar, (İranlılara) mağlup oldu”.


vardı, Cuhud ona âşık oldu. Ondan bir oğlan vücuda geldi. Beslediler,(l4) on
dört yaşına girdi. Adına İshak-ı Mazenderani koydular.
Bir gün bu lain, (l5)bir yerde otururken İblis lain çıkageldi. Onunla sohbet
etti:
-Ya İshak! [T227] (I) Senin adın Dadger olsun, dedi. İshak gitti, kendisine
böyle diyen pire:
-S e n (2) kimsin, diye sordu. O:
-Ben Hızır’ım. Sana yardım etmeye geldim. Âlemi alacaksın, dedi.
Dadger aldanıp ona hürmet etti. (3)0 :
-Yürü, git. Estervay’a in, orayı seyret, dedi.
Dadger başına yeşil sarındı, kızıl <4) alamet etti:
-Ben Seyyid’im, Hüseyin’in neslindenim. İşte alametim, dedi.
Şeytan buna eğitim yaptırdı. (5) Sihirler öğretti, Estervay’a gönderdi. O
gece İblis lain, Estervay melikinin (6) rüyasına girdi:
-Hüseyin neslinden bir seyit geliyor. Ona hürmet et. Zira dünyayı alıp (7)
tamamına hükmedecek. Sen de ona vezir ol, dedi.
O beye, Mirza Haşan derlerdi. Uyanıp (8) rüyasını beylerine anlattı.
Durdu, şehrin o tarafına çıktılar. Gördüler ki bir Seyyid, Mazenderan <9)
yolundan çıkageldi. Bunlar, onu görünce attan inip ona saygı gösterdiler. <l0)
Hürmet ile alıp saraya götürdüler. Dadger:
-Bana bu izzeti niçin edersiniz, dedi. Söylediler:
-Düşümüzde (ll)Hızır bize şöyle dedi. Dadger:
-Beni buraya Hızır gönderdi, dedi. O bey:(l2)
-Şimdi bize yardım etmen gerek. Malımız yoktur, dedi. Dadger
düşünüyorken kapıdan içeri(l3) kulları girdi:
-Boz atlı ve bir katır yükü olan yaşlı bir kişi içeri girmek ister, dediler. (14)
Dadger:
-Hızır’dır, dedi. Melik Mirza Haşan:
-Kalkın, karşılayalım, dedi.
Karşılamak için dışarı çıktılar. (l5) Hızır diye, şeytanın elini öptüler. Mirza
Haşan, yaşlı adamı gördü, onun bir gözü kör idi. O kendi kendine söylenmeye
başladı: [T228] (1>
-Ne oldu acaba, Hızır’ın gözü niçin çıktı ki?
Sormadılar. Cahillerdi, ne bilsinler. (2) İlim ve hikmet bilmezlerdi,
inandılar. Hem bu Rafızîlik; Acem tayifesinin gövdesi (3) içinde et, kan
olmuştur. Candan şeytan, onlara haber verdi. Sevindiler. O:
-Kalkın, <4) Mazenderan’dan Sebzevar’a yürüyün. Haricîlere kılıç vurun.
O üç kişinin adını <5) hutbede anmayın. Dört sevgili; Ali, Haşan, Hüseyin ve
Fatıma’dır. Onları anmayın! (6) Abdestte ayağınızı yıkamayın. Ashaba, lanet
edin. Evlada onlar şöyle (7) etmiştir, böyle etmiştir, diye iftiralarda bulundu.
O lainin ağzından, türlü türlü (8) muhalif rivayetler yazdılar. Şimdiki hâlde
Acem mülkünde olan Rafızîlerin sözlerinin (9) dayanağı, budur. O,
Dadger’dendir ve Müslümanlar ona, Dadger dediler. Zira din(l0) yolunda eğrilik
ile bulundu, eğrilik etti. İblis:
-Ya Dadger! Bilmiş olasın <U) sen hem velisin. Sana gelen halka söyle,
anlat. Sana (12) Cebrail gelecek. Sonra peygamber olursun, dedi. Sonra devam
etti:
-Senden velilik isterler. Bu duaları oku, duaların (l3) gerçekleşecek, dedi.
Daha ona türlü türlü sihirler öğretti. Dedi ki:
-Her nereden (l4)mal isteseler bu sihirleri oku, gerçekleşecek.
Dadger de öyle ederdi. Yer yarılırdı, (l5) malını dışarı bırakırdı. Halka
fitne ettirdi. Sahabeye dil uzatıp [T229] (l) söverdi. Yürüdü, bu fitne ile
vilayetleri aldı, fesat etti.
İzzeddin, (2) Acem mülküne padişah oldu. Ta Gazzin’e, Horasan’a ve
Rum’a dek (3) hükmederdi. İşitti ki bunun gibi bir kimse belirdi. Ordu gönderdi.
Horasan’da <4) ordusunu kırdılar. Mazenderan’a indiler. Onlar da uyup
yürüdüler, Acem mülküne (5) indiler. İzzeddin, tekrar ordu gönderdi. Tekrar
onun sihriyle âciz olup yenildiler <6) ve kaçtılar. Bu defa Sultan İzzeddin kendisi
yürüdü. Bu sırada Bacu Han’dan <7) Tatarlar aldanıp geldiler, Dadger’e uydular.
Kalabalık olup sultanın üstüne <8) yürüdüler. Dadger, sihirler yaptı.
Müslümanlar üzerine gök gürlemesi, şimşek ve yeller estirdi. <9) Karanlık
çöktürdü, daha başka fitneler de yaptı.
Sonunda sultanı yendiler, kaçırdılar. Acem mülkünü <l0) aldılar, zapt
ettiler. Bu aralıkta Geylanlan’dan bir kişi daha çıktı, adına İlyas (ll)derlerdi:
-Ben, Ali’ye denk bir kişiyim, dedi.
O diyarın Rafızîlerini toplayıp (l2) Tarhan iline yürüdü. Tatar illerini
birbirine vurdu. (l3) Adına, Çenmur dediler. O da Rafızîler tarafına bağlı idi.
Bu tarafta (l4) Meşaat meliki Muhsin Tuli, bir gece uykudan uyandı. Başı
ucunda, y eşil(l5) kanatlı bir kimseyi durur gördü. Korku ile sıçrayıp:
-Sen kimsin, dedi. O şahıs:
-Ben [T230] (l> Cebrail’im. Sana peygamberlik getirdim. Dadger ve
Çenmur gelip sana tabi olalar. Bu Rafızî dinini ileri götür. Şöyle bil ki Ali,
Tanrı’dır ve sen hem mehdisin hem de peygambersin. (3) Hiç tereddüt etme,
dedi. Muhsin:
-Bu halk benden mucize ister, ne cevap vereyim, dedi. (4> Şeytan:
-Bu duaları oku. Her ne dilersen olacak. Ben sana <5) bundan sonra
gelmeyececeğim. Rüya ile haber vereceğim. Ayrıca sana Kur’an öğreteceğim.
Sende ortaya çıkacak,(6) gönlüne akacak, dedi.
Muhsin, şair idi. Bu vasıta ile halkı aldattı. Muhsin, sabah kalkınca (7)
kavmine:
-Ey kavim! Bilin ki ben mehdiyim, (8) peygamberlik de geldi. Bana uyun,
dedi.
Arap dilince birkaç şiir okudu. <9) O halk önceden Rafızî idi. Kalktılar,
toplanıp Bağdat’a (10)geldiler. Şehri, Irak’tan aldılar. Gittiler, Irak’ın Medayin
şehrini, taht şehri (ll) yaptılar. Bu Melik Muhsin, kendinden evladına üç cüz şiir
nazm(l2) eyledi:
-Bunlardan okuyun. Bilin ki bu Kur’an’dır. Osman gödermiştir, bana (l3)
cüz verdi.” diye fitne çıkardı. Fakat bunlar o lanetlenmiş şeytanın ayartması idi.
( 14)

Muhsin, Dadger’e haber salıp davet etti. Dadger, onu kabul <l5> etmeyip
Muhsin’in adamını öldürdü:
-Ben varken o kimdir ki peygamberim diyor, dedi. Kabul [T231] (l)
etmeyip:
-Onu helak edeceğim, ona ne işler edeceğim, diye şeytanlıklar ederdi.
Çenmur, davete (2) varan kimseye öyle dedi. İkisi de gelip haber verdiler.
Melik Muhsin akıllı (3) idi. Yaptığına pişman oldu, peygamberlik davasının
arkasına düşmedi:
-Ben, zamanın mehdisiyim, (4)dedi. Şam mülküne haber saldı:
-Bana uyun, dedi. Mısır meliki, (5) İzzeddin’e kız vermişti. Gelip Şam’da
oturdu.
Cebelilburz’da <6) olan boy arasında bir oğlan vardı, adı Asfur olup
Mervan (7) neslinden idi. O kavim, Haricîlerdi, bir araya gelip:
-Âlem birbirine girdi. (8) Rafızîler yürüdü, bunca il aldılar, kimse karşı
gelemez, diye konuştular. (9) Gelip tabi oldular, uydular, çoğaldılar. Bu Asfur’u
bey yaptılar. Bir gün Şam üzerine geldiler. Mısır melikini gafil yakaladılar,
basıp yendiler. Melik kaçıp (ll) Mısır’a gitti. Şam, Ham ve Halep’i fethedip
aldılar. Hutbeden Ali evladının (12) adlarını çıkarıp Muaviye, Mervan ve Yezid
adlarını andılar.
Bu tarafta sultan, (l3) yer bulamayınca onlardan kaçtı. Doğru Kefe
diyarına, Tatar Han üzerine geldi, sığındı. İslam askeri, Kırım’a gelip döküldü.
(15) Mağlubiyetten dolayı rezil olmuşlar, mal ve hâzineyi döküp kaçmışlar.
[T232] 1
Onları Han karşıladı. Sultan İzzeddin, Han ile buluşup konakladılar.
İzzeddin Han:(2)
-Şerif Gazi’den ne haber var, nerededir, diye sordu. Han:
-Gazadan geldi,(3) K efe’de oturur. Kâfirleri haraca kesti, haraçlarını yiyip
oturur, dedi. İzzeddin: <4)
-Bize niçin gelmedi? Han dönüp:
-Size incinmiştir, onun için gelmedi, dedi.(5)
Sultan, hemen geri atma bindi. Şerifin yanma gitmek üzere yola çıktı.
Hisara yaklaştı. Müslümanlar (6) toprak bir hisar yapmışlardı, Şerif orada idi.
Sultan, hemen ona teveccüh etti. (7>Hisara yaklaşınca atmdan indi kapıdan içeri
girdi. Şerif(8) mescide gitmişti namaz kılıyordu.
Sultan, doğru mescide geldi. Yürüdü, içeri(9) girdi. Gelip Şerifin yanında
namaza durdu. Birazdan namazı bitirdiler. Şerif, sultana ilgi göstermedi.
Han’ı ve sultanı bilmezliğe vurdu. Emir Osman ileri gelip Ş e r ife :(ll)
-Ya Şerif! Bunlar size geldi. Sultandır, dedi.
Şerif hemen yerinden kalktı, (12) gönüllü gönülsüz yanlarına geldi.
Oturdular, sözü ortaya getirip olanları <l3)andılar. Sultan:
-Ben bana ettim, bana bu musibetler hep senin bedduandandır, dedi. <l4)
Şerif:
-İş senden değil ama bunu eden münafığı bulalım, dedi. Affan lain <l5)
başını önüne eğdi. Tatar Hanı:
-Ya Server! Sultan, sizden gazaya gelmenizi ve [T233] (l) Müslümanlara
yardım etmenizi diler, dedi.
Şerif kabul etti. Sultan yerinden kalktı, otağına geldi. (2)
Sabah oldu. Acem tarafından toz havaya çıktı, leşker belirdi. Saf saf (3)üç
yüz bin Rafızî askeri çıkageldi. En arkada Dadger lain; siyah bir ata (4) binmiş,
karalar giymiş, başına yeşil sarmış çıkageldi. Bir yüksek yere kondu.
Müslümanlar (5) bunlara bakardı. Şerif, Kefe halkı ile yüksek bir yere çıkıp
gelen orduyu seyretti. Şerif ile kalktılar, (6) bu lainin şevketini gördüler. Dadger,
kendi otağının önüne gelince baktı. Şerifin (7)alayını görünce:
-Bu ne tayifedir, değişik dururlar, dedi. Leşkerden beyler: (8)
-O, Şerif Saltık’m kendisidir, dediler. Dadger:
-Bilin, bana Hızır dedi (9>ki Şerif gelecek, sana itaat edecek. İşte alameti
belirdi, varıp karışmadılar. (l0) Hemen bir mektup yazın, dedi. Yazdılar ki:
-Ya Şerif! Ben Dadger’im, Sana mektubum ulaşınca(ll) bana gelip itaat
et ki seni huzurumda aziz kılayım, dedi.
Mektup (l2> Şerif e geldi. Şerif:
-Dadger meydana gelsin, ona yenileyim. Desinler ki “Yenildi. (l3) Ondan
tabi oldu.” deyip haber gönderdi. Dadger gerçek sanıp (14) emretti:
-Yarm meydana ben gireyim, dedi.
O gece yattılar, sabah olunca kalkıp (15) savaş davulları dövdüler.
Askerler kalktılar, sağ ve sol tarafta saf bağlayıp durdular. Onu gördüler.
[T 234] (l) Dadger kendisi meydana girdi, gösteri yaptı:
-Şah-ı Murad ortaya <2) getirdim. Size Tanrı’nızdan haber verdim, dedi ve
devam etti:
-Ya Şerif! Ne durursun? Gel, bana (3) itaat et. Bu Sünnileri aradan
götürelim, dedi.
Şerif, hemen at sürdü. İzzeddin (4)onu görünce ah etti:
-Diriga! Şerif de uydu. Benim ümidim o idi, dedi. Affan vezir:
-Bana inanmazdın. Şerif haindir derim, inanmazsın, dedi. (6)
İzzeddin hemen gelip yüksek bir yer üzerine çıktı, gerinip bakardı:
-Şerif acaba ne yapıyor,(7) derdi.
Şerif Gazi, meydana girip Dadger’e:
-Ya Dadger! Ne demek <8) istersin? Müslüman olur musun, yoksa
öldüreyim mi, dedi. Dadger:
-Ya Şerif! <9) Bu gibi sözleri bırak, yoksa helak ederim, dedi. Şerif:
-Ey lain! Elinden geleni<l0) eksik etme, dedi.
Dadger öfkelenip hemen sihre başladı. Şerifin üzerine vurdu. Bir yılan
(1I) Şerifin boynuna sarıldı, boğazını sıktı. Boğulmak üzere iken Şerif <l2) aklını
başına toplayıp çabucak Hızır duasını okudu. Yılan kayboldu. Şerif hemen (l3)
nara attı, Dadger’in üzerine yürüdü:
-Aç gözünü, ey rezil gafil! Asla adımı ağzına alma, (l4) dedi ve kendi
kurbanından bir ok alıp “Lahavle” okudu, attı. (l5)
Ok rast geldi, sol elinin avcımdan geçip dışarı çıktı. [T235] (1) Dadger
atından yıkılıp, düştü. Askerleri, Şerifin üzerine üşüştüler. Şerif el saldı, (2)
Sünniler bir uğurdan Rafızîlerin üzerine at teptiler. Onlar da tepindiler. <3>
Sultan ve Han da emretti. Askerler bir uğurdan, “Allah Allah!” deyip (4)
saldırdılar. İki leşker birbirine girdi. Çok şiddetli bir savaş oldu. (5) Tanrı,
Müslümanlara yardım etti. İkindi vaktinde verip Rafızîleri yendiler. Mirza
Hüseyin’i (6) tutup öldürdüler, başını göndere taktılar. Onu görünce ilk kaçan,
Bacu Han <7) Tatar idi. Onlar durmayıp kaçtılar. Dadger gördü ki iş yaramaz
oldu. (8) Birkaç adamı ile çıkıp bir kenara kaçtılar, gidiverdiler. Otağlar, çadırlar
ve (9) hazine yabana saçıldı. Kaçarak bir kenara gittiler. Yakın yerde bir kilise
vardı. (l0) Dadger gördü ki askerleri ardından yetiştiler. O kâfir hemen kiliseye
girdi. (ll)Papazlar:
-Kimsin, diye sordular. O:
-Hanhalkındanım. Yaralı oldum, geldim, dedi.
O papazlar, (l2) ona yer hazırladılar. İçeri girip gizlendiler, oturdular.
Akşam oldu. <13) Şerif, evvel askeri tamam etti. Sonra:
-Hemen bulun, Dadger kaçtı, dedi.
Akşam Şerifin casusu (14) Sad ibni Mahmud, gezerken o kiliseye geldi.
Dadger’i gördü (15) tanıdı. O papazlardan sordu:
-Bu kişi kimdir? Söylediler:
-Yaralı bir kişidir.
Sad [T236] (l) hemen dışarı geldi, gördü ki kardeşi Kemal Maggar gelmiş
kapıda bekliyor. S ad:(2)
-Kardeş! Hemen Şerife eriş, haber götürürelim. Dadger burada yaralı,
yatıyor, dedi.
Kemal Maggar, Şerife <3)gelip haber verdi:
-Ya Server! Dadger melun falan kilisededir, dedi.
Şerif, hemen atma (4) bindi. Kemal’i önüne bıraktı. Kiliseye geldi, gördü.
İndi, hançeri eline alıp (5) içeri girdi. O kâfirlere:
-O kişi nerede, diye sordu. Söylediler:
-İşte yatıyor. <6) Şerif onun yanma gelip bir kez nara attı:
-Ya Dadger zındık! Hile yapıp <7) elimden kurtulacaktın ya melun, deyip
yakasından sıkıca kavrayıp tuttu. (8)
Yüzü üzerine sürüyerek kilisenin ortasına çıkardı. Mermer üzerine (9)
bastı. Aman vermeyip hemen başını kesti. Hemen kilisenin kapısına (l0) çıkıp
askerlerine çağırdı.
Askerler işitip geldiler. Şerifin elinde Dadger’in (ll) başını gördüler,
Şerifin ayağına düştüler. Şerif emretti:
-O papazlar, Dadger’in ayağına <l2) ip takıp getirsinler. Meydanda başı
olmayan gövdeyi asın, üçer ok (l3)vurun, dedi.
Öyle yapıp Dadger’in ayağına ip taktılar, it leşini sürüdükleri (l4) gibi
sürüyüp meydan yerine getirdiler. Ok yağmuruna tuttular, sonra (15) ateşe
vurdular. Bu durum, bütün âleme yayıldı. Şerif:
-Şu Acem’den kimi [T237] (l) bulursanız kırın. Bu melunlar hep
Rafızîlerdir, dedi. Sonra bir kıran daha yaptılar.
(2) Sultan Han ve Melik Uc yardıma gelmişti. Hep birlikte orada
Çenmur üzerine yürüdüler. Tarhan iline çıktılar. O lainler kaçtılar.
Demürkapı’dan <4) içeri, Şirvan iline girdiler, kapıları yaptılar.
Sultan İzzeddin, Şerife <5) izzetler etti:
-Ya Server! Nasıl edelim, dedi.
Oraya, İskender Zülkameyn iki (6) kanatlı demir kapı yaptırmıştı. Üstüne
de bir kale inşa etmişti. Bir yanı deniz idi. Uçurum, (7) kayalık ve derindir. Orayı
beğendiler, orada durdular. Şerif, orayı öyle görünce hemen atından (8) inip
eteklerini beline soktu. İleri yürüyüp o kapıya yöneldi. (9)
Cenmurîler yukarıdan ok yağmuruna tuttular, hem taşlar attılar. Şerif hiç
gam (,0) yemeyip kalkanını büründü, doğru kapıya geldi. Deniz tarafına olan
duvarın (ll)kanadına el vurdu. O büyük demir kapıyı zor edip yerinden kopardı.
Deniz <l2) tarafına olan duvar tarafı yıkıldı, kapının bir yanı kaldı. K apıyı(13)
söküp yüksekten aşağı attı. Birucu yere dokundu, battı. (14) Bir ucu dışarıda
kaldı. Şerif, ırak yerden koşup o büyük burca bir tekme (l5) vurdu. O burç
yıkıldı. Onun üstünde olan adamlar helak oldular. [T238](1) O hisar önüne bir
kule dikmişlerdi. Şerif bir omuz vurdu, o kule (2) yıkıldı. Yerden kaldırdı,
arkasına alıp yükseğe çıkardı. Ona kemendini bağladı, (3) o hisara sıçradı.
Hisarın içindeki taşlan harap etti. Hemen (4) aman istediler, kapıyı açıp hisarı
verdiler. Şerif, onları azat eyledi.
Orada durmadılar, (5) göçüp gittiler. Askerler, Şirvan iline geçti. Çenmur
işitip (6)kaçmak istedi. Askerleri bırakmadı:
-Hani davan, dediler.
Bu tarafta Şerif, Demürkapı’dan geçip konakladı. Tekrar emretti, o
derbent kapılarını yaptılar, evvelki gibi ettiler. Sonra (8) Şerif, asker ile Şemak’a
yöneldi.
Çenmur, Şemaki’de oturmuştu. Sünniler (9) onların üzerine erişti. Bir alay
oldular. O doksan dokuz bin 0 } İslam leşkeri, Rafızılere yüz göstermedi.
Gözlerini açtırmayıp bir taraftan (11)hücüm ettiler. Çok şiddetli bir savaş ettiler.
Tekrar yerli yerine geçip konakladılar. Birbirini yenemediler. (12) O gece
yattılar. Sultan orta yere kondu. Han sağa, melik <13) sola kondu. Şerif kalbe
kondu, oturdular. O gece nöbetçiler çıkıp iki orduyu <l4) bekledi. Sabah olunca
tekrar kalktılar, saf bağladılar. Bu arada İblis çıkageldi, Çenmur’a:
-Müjdeler olsun ki sen bu gün Şerifi öldüreceksin, dedi.
Çenmur sarhoş idi, [T239] (1) hemen atına binip meydana girdi. Hoşluk
ile nara attı:
-Hey <2) sihirbaz Saltık! Beni, Dadger gibi sanma. Gel beri, nasibini al,
dedi.
Bu, Şerifin (3) arayıp bulamadığı bir şeydi. Hemen meydana geldi ama
merdane geldi:
-E y(4)lain! Muradın nedir, dedi. Çenmur:
-Muradım seni öldürmektir, bilmezmiş gibi yapma! Dadger’in (5)
intikamını ve kanım bugün senden alacağım, dedi. Şerif:
-Hünerini göster, eğer mert isen a l.<6)Erenler boş laf etmezler, dedi.
Çenmur, Şerife kılıç ile saldırdı. Şerif, onun hamlesini merdane <7) def
etti. Sıra Şerife gelince öyle bir mızrak vurdu ki mızrağın ucu Çenmur’un (8)
arkasından çıktı. Zorladı, götürüp başı üzerine aldı, askerlerden tarafa (9) döndü.
Çenmur’un atı da Şerifin ardınca koşardı. Götürüp yere vurdu. İnip başını(l0)
kesti. Göndere taktılar. Şerif Gazi çağırdı:
-Ey Müslümanlar, bu melunun <n) askerine göz açtırmayın, dedi.
Müslümanlar, o dinsizleri ve zındıkları ele aldılar, kılıçtan geçirdiler. (l2)
Kimisini esir ettiler. Mallarını ve avratlarını da yağma ettiler. Sultan; Şerife (l3)
mal ve cevahir hediye etti, özürler diledi. Hatta sultan, Şerifi tahta teklif etti.
(I4) Şerif:
-Sizler, devlet tahtında daim olun. Biz önünüzde bir kul gibi cenk (15)
edelim. Alemde nizam olsun. Müslümanlar kuvvet bulsun, dedi.
Kanun ve adalet üzerine yönetimi [T240] (l)hoşgördü. Daha sonra birkaç
gün daha orada kaldı.
Oradan kalktılar, gelip Sur (2) Suyu’nu geçtiler. Azerbaycan’a çıktılar.
Acem mülkünde olan Rafızîleri hane hane (3) teftiş edip kırdılar. Pekçok insan
kaçıp Melik Muhsin’in yanına geldi, durdu. Muhsin <4) üzerine seksen bin kişi
toplandı. Melik Muhsin, kendisinin şiir olarak kaleme aldığı o üç cüzü, ( 1
Mushaf-ı Şerifin Ve’n-nas suresinden aşağıya yazdı. Mushaf hâline getirip(6)
Sultan ibni Gıyas’a elçi gönderdi.
Azerbaycan sultanı, Surhab’da (7) otururdu. Sonra gelip Şam’ı ve Kazan’ı
yıktı idi. Muhsin’in elçisi l8) gelip Mushaf ve hediyeleri getirdi. Sultanın önüne
bir mektup olarak koydu. Şerif, (9) sultanın karşısında oturmuştu. Sultan,
mektubu Şerife verdi. Açıp okudu. (l0) Demiş ki:
-Ya İslamın sultanı! Bilmiş ol ki ben zamanın mehdisiyim. Mushaf (ll)
otuz üç cüzdür. Ali’yi ve evladını o cüzde anmıştır. Ashabın ulusu, <12) Ali’dir.
Biz Ali’yi anarız. Bu M ushaf ı görün. Şimdiye dek bu üç cüzü Sünniler (l3)
saklamışlardı, ben hâzinede buldum. Hak neyse görün. Yok derseniz, (14) bizim
ortamızı kılıç ayırır. Sultan, Şerife ve âlimlere:
-Ne dersiniz şu melunun (l5)hakkında, dedi. Şerif döndü:
-Bu Muhsin’in düzmesidir. Şair kişidir. [T241] (1) Ebu Bekir hilafette
iken sureleri toplamaya kast ettiler, (2) Araplar, kendilerinden şiirler yazıp deve
yükleri ile getirdiler. İmam Ali, (3) onları suya verdi. O yüz on dört sureyi,
kazana suyla koydu. (4) Bir süre kaynadı, bir şey olmadı. Şimdi bir M ushaf ı
kazana <5)koyun, görelim hangisi mahvolur ya da olmaz, dedi.
Hem de öyle ettiler. O zaman (6) M ushaf ı suya koyup kaynattılar. Geri
çıkardılar. Binlerce Müslüman gördü (7) ki o üç cüz şiir mahvolmuş. Diğerlerine
baktılar, (8)bir noktaya bile zarar gelmemiş. Hayran oldular. Şerif o elçiye:
-Git, o Muhsin dedikleri <9) azmış ve gafile söyle, tövbe etsin. Onun
Şerifine bakmam. Asil azmaz, <10) sağ yemez. Eğer o asil olsa muhalefet ve
eşkıyalık yapmaz. Eğer gelirse (ll) ya haram lokmadan ya da zinadandır. Onun
ameli, bozguncuların ameli olur. Şeran ne lazım(12) gelirse onu yaparız. Şeriatte
tehditten hiç farkı yoktur, öyle bilsin, (13)dedi ve elçiyi gönderdi.
Elçi Bağdat’a geldi, haber verdi. Muhsin ona (14) öfkelendi. Zira
Muhsin’in sıkıntısı vardı. Saray yakınında bir hamam vardı. (15) Oraya Arap
kabilelerinden bir yiğit gelmişti, külhancı olmuştu. Anası onu külhancıdan
kazanmıştı. [T242] (1) Muhsin derlerdi. O yiğit ile sevişirdi. Melik bir gün kendi
eli (2) ile tutup o yiğidi öldürmüştü. Avradı, sevdiğinden ötürü öldürmemişti. (3)
Şerif Gazi, olayı bildiği için Muhsin’e haber göndermişti. (4) Muhsin onu
görünce şaşırdı. Şerif Gazi, geri bir mektup <5) daha gönderdi. Muhsin’i Hakk’a
ve doğru mezhebe davet etti:
-Tövbe et, (6)dedi.
Muhsin ona öfkelendi. Şerifin elçisinin burununu ve kulağını (7) kesti.
Bir mektup yazdı, eline verdi:
-Evvel Allah. İkinci Muhammed. Üçüncü Ali’dir, dördüncü (8) Haşan,
beşinci Hüseyin’dir, demiş. On iki imamı yazmış. Ben şahidim hem de
mehdiyim, demiş. (9) Ashab-ı Resul hakkında, haşa, iftiralarda bulunmuş (10) ve
yazmış.
Kimse onları diline alıp söylemeye cesaret edemez. Burada söylemek,
hatadır. Bunun üzerine Sultan, ( 0 ulemayı topladı. Gelip oturdular. Şerif baş
kaldırıp:
-Ey (l2) Müslümanlar ve ey âlimler! Din yolunda kâmiller! Muhsin’in bu
sözüne ne dersiniz, dedi. (13) Hepsi fetva verdiler ki:
-Ashab-ı Resul’e iftira etmektedir, katli vaciptir. (14) Hata meyline tahdit
gerek, dediler.
Şerif hazretleri o fetvayı yazdı, (l5) gönderdi ve de bir fetva verdi. Ulema
kabul etti. Bu fetvaları yazıp [T 243](1) Muhsin’e gönderdiler:
-Hazır ol, üstüne varıyorum, gafil olma, (2) dediler.
Fetva Muhsin’e erişti, gördü. Tekrar gazaba geldi, elçiyi (3) öldürdü.
Şerif, Muhsin’in elçiyi öldürdüğünü duyunca (4) hazırlık yaptı. Tebriz’den
göçüp Bağdat’a yöneldiler. Yavaş yavaş (5) Bağdat’a eriştiler. Şehre yaklaştılar,
konakladılar.
Diğer tarafta, Muhsin (6) gördü ki İslam ordusu erişti. Korkusundan kalktı;
içeri, Şaşaa (7) tarafına çekildi. Orada bir kale vardı. Adına, Babile derlerdi. Ona
arkasını verdi,(8) durdu. Bu tarafta Sünniler ile Şerif, ordu ile birlikte Bağdat’a
vardı. Gördüler k i (9) Muhsin kaçmış.
Şerif, sultanın ordusunu ve hanları geride bıraktı. (l0) Kendisi, on bin
seçme Müslüman ile Muhsin’in üzerine <U) yürüdü. Bağdat yakınlarında büyük
bir hisar ve şehir var idi. Adına, Gavril derlerdi. (l2) Onun beyine, Şerif:
-Sen ileriden git, Muhsin’e söyle ve nasihat et. (13) Yoksa sonra ona hiç
fırsat tanımam. Ordusunu da kendisini de kırarım, dedi.
(14)Gavril beyi ileri gelip Muhsin’in askerlerine çağırdı:
-Ey kavim! Taş (I5) içine girseniz bile asla Şerifin elinden
kurtulamazsınız. Öküz boynuzuna girseniz [T244] (l) sizi bulmaya kararlı. Ant
içti. Eğer bu gün itaat ederseniz kurtuldunuz. (2) Eğer sonra aman isterseniz sizi
bırakmaz, kırar. Kendi başınıza ve canınıza (3) zulm eylemeyin. Sizden evvel
Şerife karşı çıkıp cenk edenlerin hâlini (4) işittiniz. Nasıl helak olduklarını
biliyorsunuz. Onlardan ibret almaz mısınız? Onlara cevap veren size vermez
mi, (5)dedi.
Gavril melikini ok yağmuruna tuttular. Onun yanında, Arabidin melikini
vurup öldürdüler. (6) Şerif bunu öğrenince on bin Sünni ile tekbir getirdi. Seksen
(7)bin Rafızîye at teptiler, saldırdılar. Akşama kadar (8)çok şiddetli savaş oldu.
Şerif, cenk içinde Muhsin’e rastladı. Elindeki kılıcını tepesine <9) tuttu,
Muhsin’e kılıç çaldı. Muhsin demir başlık giymişti. Togulgasını kesti, başını
dört(l0) parmak kesti. Oradan geçti, sancaktara bir kılıç vurdu. Sancağı yere
yıktı. (ll) Sancak askerleri kaçtı. Akşam yakın idi, Muhsin (l2) yaralı olarak
Babile dedikleri hisara girdi. Yarası ağır idi. Hisarın çevresine hendek kazdılar,
kapısını sağlamlaştırdılar, (l3) cenge hazır oldular.
Şerif, orada Muhsin’in ordusunun malını yağmaladı. Geri kalan askerleri
de (I4) esir etti. Sonra gelip hisarı kuşattılar. Savunması iyi yapıldığı için yedi
gün alamadılar. <15>Şerif Gazi çağırdı:
-Ya Muhsin! Gel tövbe ve istiğfar et. Yaptıklarından [T245] (l)ve işinden
vazgeç. Barış yapalım. Şeytan azdırdı, akıllı bir adamsın. Niçin Hakk’ı (2)
koyup batıla tabi oluyorsun, derdi. O ise hisardan, haşa, ashaba ve Şerife (3)
söverdi. Şerif:
-Bu hisarı alıp harap edeceğim. On yaşından (4) üzerini bırakmayıp hep
kılıçtan geçireceğim, diye ant içti.
Sekizinci günün gecesi Şerif, (5) hisarın çevresini dolanırdı. Bir yerine
geldi. Orada durdu, bekledi. Gördü (6) ki ses yok. Hemen kemendini çıkarıp
kalenin bedenine attı, burca çıktı. (7) Gördü ki burçtaki nöbetçi uyumuş,
dünyadan habersiz. Hemen (8) nöbetçinin boğazını tuttu, öldürdü. Burçtan aşağa
attı. Oradan (9) büyük bir yere geldi ki Muhsin orada yatardı. Kulları onu
beklerdi. Hemen hançerini eline (10) alıp otuz kulu tepeledi. Sonra burç kapısını
açıp içeri girdi. Muhsin uyandı: (ll)
-Kimsin, dedi. Server:
-Şerif Gazi’yim, dedi.
Muhsin yerinden kalkıp (l2) kaçtı. Şerif ardınca burç üzerine yetişti. Bir
yumruk vurup yıktı:
-Hemen Hakk’a iman getir,(13) ikrar et, dedi.
Muhsin, Şerif hazretlerine sövmeye başladı. Şerif:
-Haşa ki, sen helalzade olasın, dedi.
Muhsin’nin (l5) bir kayış kuşağı vardı. Şerif onu çözdü, boğazına taktı.
Kale bedeninden aşağı asıp bıraktı. [T246] <lf İndi, kırk askeri alıp yukarı
çıkardı:
-Siz inin, falan kapıya <2) varıp açın. Ben burçtan nara atayım, dedi. Hem
öyle de yaptı.
Sabah olunca (3) nara attı. Müslümanlar o kapıyı alıp kilidini kırdılar.
Dışarıdan (4) askerler erişip girdiler, kale içinde şiddetli cenk ettiler. Sonunda
kaleyi aldılar, o <5) melunları kırdılar. Muhsin, asılı olarak burçta dururdu.
Öylece bırakıp gittiler. O kaleyi(6) harap ettiler. Adadan Araplar gelip Muhsin’i
indirdi, ateşte (7) yaktılar. Zira onlardan çok kan dökmüş, haksız yere çok insan
(8) öldürmüştü.
Bu tarafta Şerif, varıp Şaşaa kavmini kırıp dağıttı. (9) Oraları zapt ettiler.
Tekrar Bağdat’a geldiler. Sultan, Şerife:
-Ya Server (10) bu işleri lütfettim. Allah’ın yanında kaybolmasın. Ya
Server! Fakat Şam ili (11) Haricîlerle dolmuştur. Oraya yardım etmeye himmet
buyurun. Dinimiz açısından murat olunan (12) gerekli yer oradır, dedi. Şerif
emretti:
-Bin kişi hazırlığını yapsın, elbiselerini değiştirip (l3) Şam’a gitsin.
Silahlarını eteklerinin altına saklayıp (14) cuma namazına gelsin. Asfur laini,
suçüstü yakalayacağımı umuyorum, dedi.
Hem öyle de (l5) yaptılar. Şam’a birer birer varıp köşelerde saklandılar.
Silahlarını [T 247](1) saklayıp cumayı orada kılarlardı.
Şerif Gazi, Şam’a (2) geldi. Bir yerde oturdu. Cuma günü oldu, sala
verdiler. Halk toplanıp (3) Ümmiye Camisi’ne geldiler, oturdular. Şerif,
yâranlarma haber etti. Geldiler, <4) mescit içine girdiler. Mihrabın solunda,
Asflır’a seccade bıraktılar. Birazdan (5) Asfur geldi. Sarışın, çirkin şekilli bir
herif idi. Gelip oturdu. (6) Minber ve mihrap önüne mahfile, bir miktar yer
bırakmışlardı. Diğer halk dışarıda(7) otururdu.
Şerif minber üzerine karşı, önünde oturmuştu. Birazdan (8) sala verildi.
Kalkıp sünneti kıldılar. Hatip kalktı, selam ve salat ile (9) hutbeye çıktı. Ezanı
okudular, müezzinler oturdular. Hatip kalkıp (10) ilk olarak ve Allah’ın adı ile
başladı, Hazret-i Peygamberi övdü. Ondan M!) sonra Ebu Bekir, Ömer, Osman’ı
andı. Daha sonra Muaviye, Mervan ve Yezid’i (12) andı. Sonra da Ali’nin
evladına lanet okudu. Bunun üzerine Şerif yerinden kalkıp: (I3)
-Ya lain! Hutbeyi yanlış okudun, evlattan dilini çek. Sana (l4) bu şekilde
hutbe okumam kim söyledi, dedi. Hatip:
-Sultanımız, Melik <15) Asfur emretti, dedi. Asfur kendi oturduğu yerden
Şerife sövdü: [T 248](1)
-Bre! Vurun şu herifi, dedi.
Şerif yerinden hızlıca sıçradı. (2) Asfur yerinden kalkınca iki bağrı arasına
hançeri öyle bir vurdu ki (3) ucu sırtından çıktı. Kan revan oldu. <4) Lain, can
acısıyla bir kez bağırdı. Düştü, canı cehenneme gitti.
Asfur’un (5) kulları, Şerifin üzerine yürüdüler. Bir kere nara atıp:
-Benim Şerif Gazi! (6) Küffarın katili, deyince, o bin gazi kılıçlarını
çıkardılar. <7) O lainleri kırdılar. Şehir halkı bunu işitti, bir araya toplandı:
-Bu lanetlenmişler, (8) önceleri de bizden çok adam kırdılar. Fırsattır,
deyip dört bin şehirli saldırdılar. (9) Bir reis tayin ettiler, önlerine alıp yürüdüler.
(l0) Haricîlerle şehir içinde öyle şiddetli bir cenk ettiler ki kan şehrin
sokaklarında (ll) sebil gibi aktı. Şerif buyurdu, Asfur’un ayağına ip taktılar. İt
ölüsü (12) gibi şehrin içine sürüdüler. Şerif, zaman zaman nara atıp bu kavmi
kırardı. <13) Üç gün cenk ettiler. Asfiır’a itaat eden halkı kırdılar. Şehir halkı da
Şerife yardım <l4)etti.
Üçüncü gün altı bin kişi, Ham ve Halep’ten çıkıp cenk(l5) için Bağdat’a
gelecekti. Onlar işittiler ki [T249] Şerif,(l) Şam’da Asfur’u öldürdü. Onlar da
içlerinde bulunan Haricî beylerini öldürdüler. (2) Koşup Şam’a gittiler. Geldiler,
bir taraftan onlar da Haricîleri öldürdüler. (3) O gün Haricîlere kan kusturdular,
hep helak ettiler. Yaklaşık (4) otuz bin adam kırdılar. Sünnilerden de çok sayıda
insan şehit oldu. Şam<5>halkı, Şerife gelip dualar ettiler:
-Bize izin ver, Asfur’u <6) ateşte yakalım, dediler.
Şerif kabul etti, o laini attılar. Lanet taşını attılar. (7) Şimdi de atarlar,
Asfur lain diye. Zira on bir bin Sünni Müslüman öldürmüştü. (8) O bölgeye
yirmi ay hükmetmişti. Asfur’un öldürülmesine Müslümanlar (9) çok mutlu
oldular.
Şerifin bu gazası da âleme yayıldı. Şerif, Şam’da oturdu. <l0) Üç mülkü
zapt etmişlerdi. Sultan İzzeddin, beylerini gönderdi. Tekrar eski huzuruna
kavuştu. (ll) Arap Memleket-i kabz oldu. Şerif, hazırlık yaptı. <l2) Hacca gitmek
üzere Şam’dan ayrıldı.
SEKİZİNCİ BÖLÜM

SARI SALTIK’IN HABEŞ MEMLEKETİNE (13) GİTMESİ

Raviler rivayet ederler ki evliyaların sultam Seyyid Şerif, Şam’da dört


<I4) ay oturdu. Yakında bir kabile vardı. Şam yakınlarında, Cebel tarafında
verimsiz <l5) yerlerde otururlardı. Onlar Nasirî ve Rafızî idi. Onların hakkında,
“Kâfirdirler” [T250] (1) diye din uleması fetva vermişti. Server kalktı, o kavmi
(2) kılıçtan geçirdi. Beylerini tuttu, Şam’a götürüp idam etti. <3)Bir gün Server’e:
-Kakum ve Çerçure’de bir avrat beyi vardır. Haramilik yapar. (4) Yolu
kesmiştir. Mısır sultanı onun elinden âciz kalmıştır, dediler. Server hemen <5)
atına bindi, yalnız revan oldu. Şam Meliki:
-Ya Server! <6)Yalnız gitme. Sabreyle, birlikte gidelim, dedi. Server:
-Ya melik! Ben Allah’a sığındım, (7) kendimi ona teslim ettim. Allah
rızasında her ne ise o olsun, dedi. Melik: (8)
-Server! Bu gittiğin tayife kötü kimselerdir, dedi. Server:
-Ya melik! (9) Kitaplarda işitmedin mi? Benim ceddim Seyyid Cafer
Battal Gazi, her yere yalnız <I0) giderdi. Ayrıca Aliyyü’l-Murtaza da kâfire karşı
yalnız giderdi. Ben de onların <n) nesliyim. Hiç korkmam. Hakk’a o kadar dua
ve teveccüh ederim. Ne olacağm o <I2)bilir, dedi.
Sonra melike veda edip Cercun ve <l3) Kakum’a yöneldi. Araplar gelip
oraya konmuşlardı, seksen bin (14) adam idi. Şerifin geleceğini öğrendiler,
beylerine haber verdiler. B ey:<l5)
-Ey halk! Ben Seyyid’e karşı durup onunla cenk edemem. Sizler ne
dersiniz, dedi. [T 251](1) Dünya halkı toplandı, bir kişiye karşı duramayıp helak
oldular. Kimi <2) başını alıp kaçtı. Ben kendi yerimi bırakıp kaçmam. Eğer
sizlerden hanginizi (3) isterse ona veririm. Sizlere ben haramilik edin demedim,
dedi.
Halk, beylerinden (4) bu sözü işitince bir bir dağılıp kaçtı. O kabile
beyine,(5) Şiban derlerdi. Server’e karşı gelip saygı gösterdi. Ziyafet verip affını
(6) diledi. Server, Şiban’a:
-Sana dokunmayayım. Şu yol kesen (7) Arapları getir, benim elime ver.
Sen de eline giren harami hırsızı idam (8)et. Buralar ancak böyle düzelir, dedi.
Şiban gidip o harami Arapları getirdi, bir bir (9) idam ve tahdit ettiler.
Server, Şiban’ı sonra yerine gönderdi. Kendisi (10) Mısır’a gitmek üzere yola
çıktı.
Bu tarafta Mısır halkı, Şerifin geldiğini işitti. Erkek ve kadın (ll)
Salihiyye’ye dek karşılamaya geldiler:
-Bize, Rum diyarından, gaziler sultanı Şerif gelir (l2) imiş. Yüzünü
görelim, dediler.
Sultan, beyler <l3) ve vezirler ile ata bindi. Server’i karşılamaya geldi.
Sultan, <14) atından aşağa inip yürüdü. Bütün beyler piyade oldu. Şerif de
atından (15) inip sultan ile görüştü. Halk, Server’in başına inci ve cevahirler
serptiler ve [T252] (1) dua talep ettiler. Server, onlara dua etti. Hep birlikte
Mısır’ın başkentine <2) revane oldular. Server’i atına bindirdiler. Sultan ile
birlikte Mısır’a (3) gelip meydanda konakladılar.
Server’e üç gün üç gece ziyafetler verdiler. (4) Sultan; fukaraya, ulemaya,
yetimlere ve miskinlere sadakalar (5) verip kurbanlar kesti. Meğer o zamanda
Nil (6) denizi taşmıştı. Sultan, Server ve halk; Nil’i seyretmeye gelip üç gün <7)
bayram ettiler. Ümmülkıyas’a gelip suyu kestiler. O arada gusül haceti oldu. <8>
Durdu ki gusül ede. İkindiden sonra timsah, derin <9) yerde adam bulsa boğup
helak ederdi. Hançersiz suya (l0) girmezdi. Server, gafil bir biçimde suya girdi.
Yüzerken büyük bir timsah (ll> Server’e ansızın yapıştı, suya batırıp Server’e (l2>
sarmaştı. Server “Hay!” deyinceye kadar kendisini suyun dibinde buldu.
Server hemen <l3) aklını başına toplayıp eli ile vurdu, timsahın gözüne
parmağını <14) rast getirip soktu, bir gözünü çıkardı. Timsah gözünün acısından
<l5) Server’i salıverdi. Server yüzdü, dışarı geldi. [T253] (l) Eline kılıcını alıp
geri suya girdi. Önüne rast gelen timsaha birer kılıç vurdu, (2) ortadan iki parça
etti. Aslında kılıç timsahı kesmez, ok ve <3) süngü kâr kılmaz. Bir kere nara atıp:
-Ya timsahlar! Eğer bir daha Mısır havalisine gelirseniz sizin hepinizi
kırarım, (4)göz açtırmam, dedi. Kırk dört(5) timsah tepeledi.
O kendisini tutan timsah, gözsüz bir şekilde dışarı geldi. Gözünün (6)
acısından karaya çıktı, kendisini kenara attı. Server onu da öldürdü. <7) Hak
teala, Server’in heybetini timsahlara ve o su içinde olan canavarlara (8>bildirdi.
Kaçıp dağıldılar, gittiler.
Server oradan döndü, Ümmülkıyas’a geldi. Ümmülkıyas, (9) suyu
kestikleri yerdedir. Yusuf Peygamber’in Mısır’a sultan olduğu vakit oraya
mermer bir direk dikilmiştir. (l0) Yusuf Peygamber, onu diktirince yirmi dört (ll)
kertikli ettirdi. Su yükselince hangi kertiğe kadar çıkarsa o yıl, Mısır’da (l2>
ucuzluk ona göre olur. Ekin ve biçim için onu bir nişan koydurmuştu, (l3)
dururdu.
Server’e, o direğin Said tarafında olan timsah yapışmıştı. <l4) Gördü ki o
tarafın timsahları kaçtı. Dönüp direğin Mısır tarafında olan timsahları da ele
aldı. Birkaç timsaha kılıç ile çaldı, [T254] (1) yaraladı. O timsahlardan birisi
ileri gelip Şerife güzel bir lisan ile (2) selam verdi:
-Ya Server! Bizi niçin böyle edersin? Bizim ne günahımız vardır, (3)
söyle, dedi. Server:
-İnsanoğullarına niçin yapışırsın? Kan dökmekten (4) korkmaz mısınız?
Firavun zamanında, Firavun’un ordusu, Musa Peygamberi(5) kovalarken getirip
Nil’e bırakırdı. At teptiniz, boğuldunuz, (6) insandan değişip ondan dolayı
timsah oldunuz, dedi. <7>0 timsah:
-Ey Server! Onlar bizim atalarımız, dedelerimizdir. Fakat biz timsah <8)
doğduk ve timsah büyüdük. Her canavar ve her mahlukat kendi halkına (9)
razıdır. Eğer bana, “Gel sen insan ol, ben timsah olayım.” dersen ben ona razı
<l0) olmam. Bütün yaradılmışlar böyledir, dedi. Server:
-Pekiyi niçin böyle yapıyorsunuz, diye sordu. O (ll)timsah:
-Ya Server! İsa ile Davut peygambere işinin ehli bir hekim (l2) geldi. Batı
tarafından idi. Adına, Arminas derlerdi. Bu <13) zulmü görüp ilim bir tılsım
dizdi. Bir yerde saklandı. (l4) Ümmülkıyas’tan Mısır tarafına geçen her timsah,
insanoğullarına bir ejderha görünür. Korkusundan çenesi kırılır, durmaz,
kaçıp gider. İnsana gelmezler. Bu zamana [T255] (1) dek yeryüzünde
insanoğluna timsah el vurmamıştır. Sen bizi sevmedin, dedi. (2) Server:
-Fesatların yanında sağlam adam olsa onlara, müfsidlerin sebebinden (3)
zarar gelir. Nitekim, “Kurunun yanında yaş da yanar.” atasözüdür. Bilmiş olun,
dedi. Timsah:
(4) -Ya Server! Senden dileriz ki bu insanoğullarına söyle
Ümmükıyas’tan (5) beri olan bu timsahlar, Müslüman ve ehl-i imandır. Onun
için insanlara el <6) sunmazlar. Bu direğin öte tarafında olan timsahlar ise
kâfirdir. Onlarla biz gaza ederiz, dedi. <7) Server:
-Mısır kavmine bunu bildirelim, sizi incitmesinler, dedi.
Server, bu hâli(8) sultana gelip bildirdi:
-Her kim burada bir timsah öldürse {9) ona kısas edin, ceza verin. Hem
Mısır şehrinde yasak ediniz. (l0) Mısır önünde kimse timsah tutmasın ve
öldürmesin, dedi. Bu konu kapandıktan sonra Server:
-Bana, tarih (l 0 bilen bir kişi bulun. Bu Mısır şehrinden bize haber versin,
bilelim, dedi.
DOKUZUNCU BÖLÜM

SARI SALTIK’IN MISIR SEFERİ VE NİL NEHRİ’NİN


KAYNAĞINI BULMAYA GİDİŞİ

(l2) Kâmil bir kişi, tarihten haberdar idi. Alıp getirdiler. Gelip Server ve
sultan (l3)huzurunda bu haberleri verdi:
Raviler rivayet eder ki ilk önce Mısır’ın Kalesi (l4) inşa edildi. Şimdiki
yerde İdris Peygamber’den önce Âdcm-i S afı<l5) yaşıyordu. O, kalenin taşlarını
yığmıştı. Çevre bomboştu, orta yerine [T256] (l) bir ağaç dikti. O ağacı, Cebrail
cennetten getirdi. Adı, Bilsan ağacıdır. Bazen kurur, <2) geri dibinden sürgün
çıkar, büyür. Derler ki o ağaç, tamamen yok olmayınca kıyamet kopmayacak.
Adem’den sonra İdris Peygamber (3) geldi. Ehremen Şah, o zaman
padişah idi. Geldi, İdris’i <4) ziyaret etti. Oradan kalktılar, bu şehre gelip yerli
kavmi(5) ziyaret ettiler. Ehremen Şah, İdris Peygamber’in icazetiyle bu kaleyi<6)
inşa etti. Bu şehri ve Mısır’ı; Âdem oğlu Yehsul’dan önce bir dev yapmıştı,
mamur (7) idi. Buranın havası iyi olduğu için Yehsun şehrinden geldiler, (8)
buraya yerleştiler. Ondan sonra Mısır yedi yerde kuruldu. Yehsun,
Ümmülkıyas, (9) Dürmun, Cabire ve Sevad kuruldu. En sonunda onlar harap
oldu. Eski Mısır’a <lü) geldiler. Yusuf zamanında bu şehrin adı, Cabire idi. Mısır
ise bayındır bir ülke idi.
Yusuf <n) gidince Firavun zamanı geldi. Musa, peygamber olup (l2) geldi,
İsrailoğullarını alıp bir gece bu şehirden göçtü. Nil’i öte geçti, (13}gitti.
Bu taraftan Firavun duydu, leşker ile ardına düşüp geldi. Suya (l4)
girdiler, boğuldular. Kıbtiler helak oldu, İsrailoğulları galip geldi. Mısır’ın <I5)
yerinde, kalenin önünden Nil’e varıncaya kadar evler yapıldı. Vardılar, şehir
durumuna getirip [T257] (l) Mısır’ı yaptılar, bayındır duruma getirdiler. Şehre
büyük bir sur çektiler, yirmi dört yerden kapılar koydular. (2) Bazıları kırk dört
yerden idi, derler.
Ondan sonra (3) Cabire şehri dururken Baht-ı Nasr zamanında, Kahkaha
ortaya çıktı. (4) Şehri, Mar-ı Kahkaha tuttu. Yılanlar, şehir içine yayıldı. Şehir,
yılandan harap oldu. (5) Bir süre şehir yılanların istilasında kaldı. Halkı kaçtı,
beri Mısır’a gelip (6) yerleşti.
Musa; peygamber olunca gittiler, yılandan şikâyet ettiler.(7) Mübarek elini
suyuna verdi. Getirdiler, Nil’e döktüler. Yılanlar gelip (8) Nil’den su içtiler,
hemen dağılıp gittiler. Orada bulunan yılanlar (9) sokmaz oldular.
Hazret-i Resul zamanına dek bu Mısır’ın karanlık şehri oldu. <l0) Hazret-i
Resul vefat edince Ebu Bekir (ll) hilafete oturdu, ashabı gönderdi. Gelip Şam
şehrini<l2) fethettiler. Hazret-i Ömer zamanında Hamsi, Hami ve Haiti ta Fırat’a
varıncaya kadar <13) fethettiler. Diyarbekir, Hamid, Arabil ve Bağdat’ı
fethettiler. Oradan geldiler, <14) ashap Mısır’a çıktı. Mısır’ı fethettiler. Leşker
başı, Amr bin As idi. <l5)Pehlivan kişiydi, Mısır’a hükmeyledi.
Osman zamanı geldiğinde, fetihler çok [T258] (1) oldu. Acem, Horasan,
Türkistan, Hint ve Habeş fetholdu. İmam Ali zamanında yine fetihler oldu, her
taraf İslama gelmeye başladı.
İmam Ali <3) zamanında, Muaviye asi olup hilafete kasteyledi. Ashap ile
Ali, Medine (4) üzerinde cenk ettiler. Muaviye asi olunca yenildi, kaçtı, Şam’a
geldi. <5) Mısır’dan Amr’ı davet edip:
-Eğer gidip beni halife ile barıştırabilirsen seni vezir edineyim, dedi.
<6) Amr bin As kalktı, İmam Ali’nin huzuruna geldi. Muaviye’nin (7)
dileğini söyledi. İmam, onun suçunu bağışladı. Amr’ı, geri Mısır’a gönderdi.
<8) İmam hazretini, Muaviye hile ile mescit içinde şehit etti. <9>Osman’ın
şehit olmasına Mervan sebep olmuştu. Bazıları Mervan bizzat şehit eyledi,
derler. (l0) Bazılarına göre ise Ebu Bekir’in oğlunun kulu Habeşi Ebu Derkan
şehit eylemişti. <n)Mervan onu görünce Ali’ye iftira edip:
-Ebu Bekir oğluyla bir olup (l2> Osman’ı öldürdü, der. Muaviye fitne edip
isyan eyledi.
<l3) Muaviye; cenkle çare bulamadı, hile ile İmam’ı şehit etti. <l4) Kendi de
cüzzam oldu. Kalktı, şehir şehir gezdi. Oğlu Yezid’i yerine <l5)vasiyet etti:
-Amr ibni As, [T259] (l) Amr-ı Nahs ve Abdülmelik ibni Ziyad ile
huzurundan bırakma, dedi.
Muaviye, cüzzam hastalığından geberdi. <2) İmam Hüseyin, Yezid-i Sani
zamanında zehirlendi. Haşan, avrat ile konuşmuştu. (3) Muaviye onu öğrendi,
korktu. O zehirleyen avradı, bir adaya bıraktı. Orada (4) aç ve susuz kalıp helak
oldu.
Hüseyin zamanı idi. Yezid, Amr bin A s’ı yanına çağırdı. (5) Kendisine
bağlanmasını istedi, kılıç çekti. Amr âciz kaldı, zorunlu olarak ona biat eyledi.
(6) Amr Nahs’ı getirdi, biat aldı. Abdülmelik’i de getirip biat ettirdi. (7) Bütün
Haricî leşkerini kendi ele geçirdi. Mal döktü, Hüseyin hazretlerini aldatıp (8)
götürdüler. Kerbela’da önünü kestiler:
-Ya Hüseyin! Gel, Yezid’e biat et. Ya da (9) söz ver, senden sonra halife
olsun, dediler.
Yezid, hainlik ederdi ve fitne <l0) çıkarırdı. Hüseyin:
-O haindir. Buna söz veremem. Çünkü şeran haine hilafet (ll) caiz
değildir, dedi. Haricîler saldırdılar:
-Elbet seni tutarız, dediler. Hüseyin: <l2)
-Ey kavim! Bırakınız. Ben Şam’a varayım, Yezid ile konuşayım, dedi.
Haricîler:
-Ya Hüseyin! (l3) Şam’a varırsın. Orada ashap çoktur. Seni görürler,
Yezid’i saymazlar. Sen(l4'burada biat eyle, dediler.
Hüseyin razı olmadı, <l5)cenk ettiler. Böri halkı idi, ortaya aldılar. Cenk
ettiler ki Hüseyin’i tutalar, [T260] (l) zorla Yezid’e getireler. Bilinmeyen bir
yerde hapsedip Yezid’e haber vereler. (2) O da gelip Hüseyin’e yalvara, biat
isteyip ala. Yezid, Abdülmelik’i çağırdı:
-Eğer <3) Hüseyin razı olmaz ise tutun, Kufe’de hapsedin. Ben gizlice
gidip yalvarayım. (4)0 , güzel huylu bir kişidir. Bana yok demez, demişti.
Tutmaya kastettiler. <5) Elvermeyince cenk ettiler. Evlattan, ashaptan ve
ashap(6) oğlanlarından yetmiş iki kişiyi orada şehit ettiler.
Cenk içinde İmam Hüseyin’i ok ile vurdular. <7) Hüseyin’i şehit ettiler. Bu
lain geldi, yattığı yerde mübarek başını (8) kesip Amr’a getirdi. Amr bunu
görünce:
-Eyvah! Bizim (9) hâlimiz bundan sonra dünyada ve ahirette tamam oldu.
Vay! Bizim başımıza ne (l0)hâl geldi, dedi.
Osman’ın katlinde Haccac lain:
-Ali bana yüz değnek vurdu. <M) Osman’ı, Ali öldürdü, deyiniz. Mervan’a
uyup gözünüzle görmeden <l2)zanla yalan şahadet edersiniz, dedi.
Haricîler, Şam’a ,l3) gelince bu zulmü gördüler. Ashap dağılıp gitti.
Ashaptan <l4) az kimse var idi. Yezid, Hüseyin’in şehadetini işitince gazaba
gelip: (15)
-Amr Nahs’ı, Abdülmelik’i ve Haccac’ı öldürün, dedi. Mervan, Yezid’e:
-Sen ne yapıyorsun? [T261] (l) Eğer sen Ali’nin evladına rağbet edersen
Hüseyin’in neslinden birini bey ederler, seni tahttan indirirler, dedi.
Yezid korktu. Onlara daha başka bir şey söylemedi. Mervan:<3)
-Hutbeden Ali’nin evladının adını giderdin, dedi.
<4) “Osman’ı Ali öldürdü.” diye iftira ettiği için İmam Ali ile düşman <5)
idi. Sonra gelip Kur’an’ı yanlış yazdı. “El-İmran” suresindeki “El-İmran’ı
kendi (6) adına “El-Mervan” yazdı. Cebrail, Hazret-i Resul’e bildirdi. (7) Hazret-i
Resul emretti; Ali, Mervan’ı döve döve mescitten dışarı çıkardı, (8) şehirden
kovdular.
Ebu Bekir, Ömer de sonra reddettiler. Sonra Osman, hilafetinin son (9)
yılında Hacc’a gelmişti. Hac’da elini öptü, tövbe edip:
-Senin akrabanım. <10> Beni esirge. Hadis vardır ki, “Bir kimse devlete
yetişe,kendi kavmini gözede.” deyip (l ’yalvardı.
Osman, suçunu affedip ona kâtiplik verdi. Sonra Ebu Bekir’in (l2) oğluna
Mısır’ı verdiler. Osman, meşhur yazardı. Mervan soysuzunun, Ebu Bekir ve (l3)
Ebu Bekir oğluyla düşmanlığı vardı. Bu kâğıt ki meşhurdur. “uk.bilü ev
ufctulü.”* yazdı. (l4) Ashap bunu duydu. Mervan’ı öldürmek istediler. Kaçtı.
Osman, oyuna düştü. Osman onu esirgeyip:
-Nedir ki, dedi. Mervan:
-Bana iftira atıp öldürmek isterler, dedi. [T 2 6 2 ](1) Osman:
-Ey kavim! Şeriata göre suç kimindir, görelim, dedi.
O arada Osman’ı da (2) şehit ettiler. Kimin şehit ettiğini bilemediler.
Yanında Ebu Bekir oğlunun kulunu elinde hançer, başsız (3) yatar buldular.
Derler ki o kul, Osman’ı öldürdü. O kulu da Mervan ( 1öldürdü. Bu kul, evin
ardından girmişti. Mervan’ı zanneyledi. Ali yaptırdı, (5) diye iftira attılar.
Bazıları da ikisini de Mervan öldürdü, derler.
<6) Mervan lain, Yezid’e öfkelendi. Amr ibni As bunu görünce, Amr-ı(7)
Nahs’a:
-Hey zalimler! İyi yapmadınız. Kıyamette Resul’e ne cevap vereceksiniz,
dedi. (8) Sonra oturup ağlaştılar. AmrNahs:
-Cevabını, Yezid verecek. Zulüm onundur. O hâkim, biz mahkûm <9>
olduk, dedi. Amr bin As:
-Halife, Hüseyin (l0> idi. Ona karşı kılıç çektiniz. Sizin katliniz helaldir,
dedi. Oradan evine gelip (ll) matem tuttu.
Bu tarafta Abbas, Kâbe’de hilafete geçti. <l2) Medine şehrine geldi. Asker
toplayıp Yezid’den Hüseyin’in, evladının, (1 ] ashabın intikamını almak istedi.
Medine şehrine gelince, Amr ibni Abbas’a adam gönderdi: <14)
-Sen halifesin, yürü, ben sana tabiyim, dedi. Abbas:
-Bana (15>tabi isen gel, Mısır’a çık. Ben Mısır’a gidiyorum. Orada seninle
buluşalım. Hem [T263] (l) Mağrip vilayetine girip ibn-i Mada’ya haber
gönderdim, geliyor, dedi.
Amr bin As onu işitti, (2) elli kuluyla Şam’dan çıkıp Mısır’a kaçtı. Yezid
onu işitip kendisi Amr’ın (3) ardına düştü. Habru’l-Kazra’da onlara yetiştiler.
Onlar, döndüler cenk ettiler. Amr (4) yaşlanmıştı. Kullarını öldürdü, kendisini
bir hücreye kapattı. (5) Amr yedi ay hapsoldu. Amr’ın <6) kaçmasının bir sebebi
de Yezid’in hutbeden Ali’nin adını gidermesi idi. Lanet etti: <7)
-Ya Amr! Fetva ver. Yoksa seni öldürürüm, dedi. Amru: (8)
-Olsun, vereyim, dedi.
Yezid, Amr ağzından lanet fetva verdi. (9) Amr bin As, iyi bir âlim idi.
Yezid alçağının böyle ettiğini gördü (l0)ve bir kâğıt yazdı, Yezid’e gönderdi:
-O üç lanetin (ll)birisi sensin, birisi Mervan ve birisi de Şemr’dir, dedi.

Bu söz noktasız yazıldığında iki şekilde okunur: 1. Uktulu: Öldürün, 2. Ukbulu: Kabul
edin.
Yezid onu öldürmek istedi. (12) Çıktı, kaçtı idi. Hapiste iken Yezid
öldürmek istedi. Mervan(l3) bırakmadı:
-Mısır malikidir. Mısır kavmi bize düşman olurlar, (,4> dedi.
O zamanlarda Abbas, Medine’de vefat etti. <l5) Medine halkı dağıldı.
Hilafete kimse oturmadı.
Nakildir [T264] (1) Hazret-i Resul, “Benden sonra Hak üzere halifelerim
otuz yıl <2) hükmedeler. Ondan sonra adil melikler hükmedeler, zalimlerin
hakkından geleler. (3)Şer ile olanlara, rahmet ola.” dedi.
Geldik bu tarafta. Hüseyin’in başını Mısır’a (4) gönderdi. Baş, Mısır’a
geldi. Mısır’da Amr ibni A s’ın bir kızı vardı, (5) ona gönderdi. Gördü, yakasın
yırttı, feryat edip başını açıp <6) defnetti. Emretti, üzerine cami yaptılar . Orada
olan Amr’ın beyleri (7) toplanıp o kızın yanına geldiler. O kızın adı, Kahire idi.
Söylediler:
-İyi etmedin, yerinden (8) karşı geldin. Belki de beyimiz Amr’ı
öldürmüştür. Hem sen bir kızsın, senin <9) bizim üstümüze hükmetmen şeriata
uygun değildir.
Kahire, onları kovdu. <IO)Gece olunca kalktı, halvete vardı:
-Hüseyin, din yoluna baş (ll) ve can verdi. Fesata biat etmedi. Ben de
memelerimi (l2> kesiyorum. Eğer ölürsem bari Yezid’in bu zulmünü görmem,
dedi.
O ahiret hatunu, (l3) Muhammed Mustafa sevgisi için kendisinin
memelerini kesti. Düştü, kendinden habersiz (l4) aklı gitti. Kan revan oldu.
Kahire bu hâlde yatarken (l5) Hazret-i Resul, rüya gibi:
-Kızım! Sen bizim dinimizin yoluna [T265] (1) bu kadar çalışıp canına
kıydın, korkma, deyip mübarek eli ile bir kez sığadı. <2) Yaraları, Allah’ın
kudreti ile iyileşti ve Kahire kalkıp salavat (3) getirdi. Tekrar Hazret-i Resul,
ona:
-Kızım! Nil’deki timsah, Salihiyye’de <4) çıkıp sana yardım edecek.
Üstüne bir bölük asker gelir. Korkma, münafık (5) askeridir, helak et. Sana dağ
ve taş yardıma gelecek, korkma, dedi.
Kahire, <6) dışarı çıkıp erkek elbiseleri giydi. Adam gönderip babasının <7)
beylerini, “Hasta oldum, ölüyorum!” diye çağırdı. Meğer o beyler, <8) Kahire’yi
tutup Yezid’e gönderme konusunda anlaşmışlardı. Hasta olduğunu işitince
kalktılar, kaleye (9) geldiler, içeri girdiler. Kahire, içeride güvendiği kullarını
saklamıştı. Onlar (l0) silah ile çıkıp beyleri tepeledi. Kahire dışarı geldi:
-Ey Mısır kavmi! (n) Bilin! Atam Amr’ı, Yezid öldürdü. Ben erkeğim.
Yezid, korkusundan (l2) ben miskini kız gibi besledi. Zira Yezid, Lut kavminden
idi. (13) Ey kavim! Eğer bana inanmıyorsanız bakın. (14) Kadının memesi vardır,
benim yoktur, dedi ve göğsünü açıp gösterdi:
-Bana (15) tabi olun. Hüseyin’in ve ashabın intikamını alacağım. Eğer yok
derseniz [T 266](1) sizi hep kırarım, dedi.
Halk ona uydu. Sikke ve hutbeyi, Kahire adına okudular. (2) Yezid’e kin
beslediler.
Yezid, onu işitti, yedi bölük <3) askeri Kahire üzerine gönderdi. Kahire
sabreyledi. Kış idi, yol da yağmurlu (4) iken asker geldi, Salflıiyye’ye çıktılar.
Kahire, on iki bin Sünni Mısır <5) kavmiyle karşı vardı. Bir kez kamçısını Nil
suyuna vurdu:
-Hüseyin bin Ali’nin (6) aşkına! Gelin, çıkın, dedi.
Hak yardımıyla Nil’den o timsahlar çıktılar ki (7) hesaba gelmez. Yezid
askerlerini ele aldılar, kırdılar, parça parça edip kanlar (8) döktüler. Kahire’nin
askerleri bu durumu gördü, hayran kaldı. Haricîler yenilip (9> gitti. Sonra
Kahire’nin askerleri yürüdü, bir bölük asker onlara erişti. (l0)O timsahlar suya
girdi. Dağdaki(ll) vahşi canavarlar bile inip cenk ettiler. Yezid’in yedi bölük (l2)
askerini Hakk’ın yardımıyla yendiler. Sonra batı tarafından askerler geldi.
Kahire ile (l3) bir oldular.
Diğer tarafta Yezid, Amr bin A s’ı hapisten çıkardı:
-Gel, bana a si(l4) ve düşman olmayacağına ant iç, dedi. Amr:
-Sen de bana lanet (l5> teklif eyleme. Bizim dinimizde kimseye lanet
yoktur, dedi.
Yezid, kabul etti. Anlaşma yaptılar. [T 2 6 7 ] (l) Yemin verdi:
-Beni bırakıp kimsenin tarafına geçmeyeceksin. Kızın Kahire bile olsa,
dedi.
<2) Nere olursa olsun Yezid ile birlikte giderdi. Üç yüz kişi
görevlendirmişti, Amr’ı beklerlerdi. (3) Kerb Gazi geldi. Ona karşı duramadılar,
kaçtılar.
Sonunda o (4) lain, Kerb’e hile ile zehir verdi. Kahire kaçtı, Mısır’ageld
Mısır şehrinin suru (5) harap idi. Yaptı, mamur kılıp demir kapılar koydu.So
bir gün ata bindi, (6) gezerken at bir nesneden ürktü, yere düşüp şehit oldu.
Sonra Yezid, Mısır’ı <7) aldı. Amr bin A s’m küçük oğulları vardı, Mısır’dan (8)
Şam’a götürdü.
Bu arada Müseyyeb bin Muhtar ayaklandı, Hams önüne geldi. (9) Kimse
ona karşı duramadı. Yezid haber saldı. Amr’ı getirdi:
-Var Müseyyeb’e <l0) nasihat et yahut onu tut, bana getir, dedi.Amr,
Nahsenve Şebr’i birlikte gönderdi. Amr ibni (ll)As:
-Ben yaşlandım, cenk için kuvvetim yoktur. Beni halife yapın, dedi.
Yezid: (12)

Geniş bilgi için bk. Necati Demir, Müseyyeb Gazi Destanı, Hece yay., Ankara 2007.
-Olmaz. Bizden din bahsine adam istemiş. Sen kadirsin, git, dedi.
Amr, çaresiz <l3) gitti. İki ordu karşı karşıya geldi. Amr ibni As (14)
meydana girdi:
-Gel ya Müseyyeb, seninle konuşalım, dedi.
Müseyyeb bin Muhtar, konuşmak için (l5)geldi:
-Ya Amr! Ne diyorsun? Bir sahabe-i kebir olasın, bu Haricîlerin içinde
[T 2 6 8 ] (l) ne ararsın, dedi. Amr bin As:
-Ya Server! Ben bilirim h âl(2) nedir, ama bunlar söylerler ki yerine geçip
halife olmak için Osman’ı, Ali katlettirdi. <3) O bizim kanlımızdır, derler, dedi.
Müseyyeb:
-Ya Resul’ün sahabesi! Biz işitiriz, (4) sen kendin gözünle gördün.
Hangimizin sözü gerçektir? Biz, haşa, Ali bu işi etmedi <5) deriz. O kendisi
ibadete kapandı. Resulullah ona demiş ki (6) “Osman’ın zamanında sen dışarı
çıkmayasın, ibadet için hücreye kapan.” Onun için girdi idi, dedi. (7)Amr:
-Gerçek dersin bu sözü. Ali’ye iftiradır. Bu zalimler Allah’tan (8)
korkmazlar, ResuPünden utanmazlar, dedi. Müseyyeb:
-Gel, bana biat et, kurtul. (9)Zira fırsattır, dedi. Amr:
-Ya Müseyyeb! Sen bu işi başaramazsan hâlin nice olur, (l0) dedi.
Müseyyeb:
-Şehit olurum. Haydutlukla dünyada sağ olmaktan (ll) şehadetle ölmek
daha iyidir, dedi. Amr:
-Senin askerin azdır, dedi. Müseyyeb:(l2)
-Şunu bilmez misin? Mısır’da on iki bin kâfiri yalnız başıma (l3) yendim,
kırdım, geçirdim. Ben bu kadar adamla Tanrı’ya sığınıp (l4) başaramaz mıyım?
Ben haklıyım. Bunlar zalimdir, dedi. Amr: (l5)
-Ben, seni uyardım. Zorluk şuradadır ki ben; oğlum, kızım ve ehl-i
beytime zulüm etmiş olurum. [T269] (l) Kuvvetlidir. Şimdiki durumda, gizli din
tutmak daha iyidir. Münafıklar çoğalmıştır. (2) Âlemi ıslah etmek, güçtür, dedi.
Müseyyeb öfkelenip:
-Ya Amr! Sahabe-i Resul (3) olasın, evlat ve din yolunda gayret
etmeyesin. Bir de oğlunu, kızını anarsın, dedi. Amr:
-Eğer k i(4>gelip sana uyarsam, Yezid lain onları kırar yahut ateşte yakar,
dedi. Müseyyeb:
-Sen din (5) ve hem İslam için gayret göstermiyorsun. Bu durumda seni
öldürürsem nasıl olur? Sen gerçek sahabedensin, dedi. <6) Amr:
-Ya Müseyyeb! Bu ihtilaf gününden, bize Resul hazreti haber vermiştir.
<7) “El-kâtil ve ’l-maktül f i cehennem .” , dedi. Müseyyeb:
-Yezid hakkında ne dersin, dedi. (8) Amr:
-Oehl-i nârdır. Hakkında hadis (9) vardır, dedi. Müseyyeb:
-O zaman bana gel, dön, dedi. Amr:
-Oğlancıklarıma kıyamam, dedi. Müseyyeb:(10)
-Sen asla ıslah olmayacaksın, deyip korkutayım diye bir ok attı.
(11) Ok, Amr’ın uyluğuna vurdu. Onu yaraladı. Sonra o yaradan
muzdarip oldu, âciz (12) kaldı. Yaralı bir şekilde Mısır’a ilettiler. Orada öldü,
defnettiler. <13)Amr ibni As; Mısır’da yatmaktadır, meşhurdur.
Bazıları şöyle anlatırlar; Amr, (14) öldü. Ona türbe yaptılar. Sonra
Müseyyeb, âlemi fethetti. Yezid’i <15) ve Mervan’ı helak etti. Haricîleri kırdı,
giderdi. Ondan sonra Haccac [T270] (1)geldi, âlemi yine Haricîler kapladı.
Müseyyeb Gazi’den sonra Ebü’l-Müslim geldi, âlemi Haricîlerden (2)
temizledi. Bir bir Mervan neslini katleyledi, giderdi. Bu zamana dek âlem
temiz (3) oldu. Mısır’ın durumu, imareti ve fethi budur. Halifelerin makamı ve
sultanların (4) olduğu yerdir. Burası, eski bir şehirdir. Dünyada buradan evvel
şehir olmuş yer yoktur. (5) Yine en son bu kalacaktır. Buraya Ümmü’l-dünya
derler.
Server ve sultan, o (6) kişiye hayran kalıp hediyeler verdiler. Şerif Saltık:
-Ya bu Nil denizi ne <7) yerden gelir, bilir misin, diye sordu. O kişi:
-Bu Nil denizinin haberini İskender’den (8) başka kimse bilemedi. O da
Cebelü’l-Kamer’e vardı. Hâkimlerin hikmeti ve kuvvetiyle (9) Cebelin dedikleri
dağları gemilerle geçti. Şimdiki zamanda, kimse o dağ (10) arasından geçmez. Bu
suyun dalgasından ve korkusundan gidilmez. Çetin (11) dağlardır ve hem de
rüzgârdan gidilmez, yel adamı yabana atar. Oraya gece gündüz gitsen <l2)yedi
ayda varılmaz. Oradan ötesinde ne olduğunu Allah bilir, dedi. Seyyid Server:
( 13)

-Ben oraları görmek ve seyretmek istiyorum, dedi. Sultan:


-Server! Bu (l4) sevdaları bırak. Kendini tehlikeye atma, dedi. Server:
-Bana dua etmeyi unutmayın. (15)Tanrı yardımcı olur, dedi.
Gemi hazırladılar. On kişi ile [T271] <!) kayığa girip gittiler. Said
vilayetini seyrettiler. Şehir şehir takip ettiler. Berber ilini (2) geçip Cebel-i
Kebir’e eriştiler. Üç kulesi vardır. Nil onun bir yanından geçerdi. (3) Oradan da
geçip Beriyye-i Habeş’e girdiler. On gün gittiler, Habeşistan mülküne (4)
çıktılar.

Hadis: “Öldüren ve öldürülen cehennemliktir”


Habeş padişahı, Seyyid’in geldiğini öğrendi. Karşılayıp hürmet etti. (5)
Yemekler getirip ziyafetler verdi. Server, orada birkaç gün dinlendi. (6> Sonra
melike veda edip, geri gemiye bindi, dört ay sefer etti.
Sonunda Zengibar (7) iklimine yetiştiler. Onlar kâfirdi. Gördüler ki
Müslümanlar gelip sudan(8) çıktılar. Karşılayıp:
-Bezirgân mısınız, dediler. Şerif:
-Yokbezirgân <9)değiliz, gelen Şerif-i Rumî’dir, dedi.
Zengibar halkı varıp(l0) beylerine bildirdiler:
-Ya melik! Rum’dan Şerif derler, bir pehlivan geldi, dediler. (ll)
Zengibar melikinin adı, Sinbat Zengi idi. Hışma gelip:
-Benim diyarımda (l2) Saltık ne yapar, dedi.
Hemen şuursuz bir gazap ile gürzünü eline aldı, sürdü (13) deniz kenarına
geldi. Atını suya tepti, kayığa kast edip nara <l4) attı. Şerif:
-Ya Sinbat! Ben buraya seninle harp ve cenk etmeye gelmedim. (15>
Kerem eyle, beni incitme, huzursuzluk çıkarma, dedi. Sinbat:
-Sen değil misin Rum’da bunca [T 272](l) işler eden, diye bağırdı.
Server gördü ki susmakla olmayacak. Küstah ve edepsiz bir heriftir.
Hemen (2) kartal gibi sıçradı, gemiden dışarı çıktı. Sinbat’a bir kılıç vurdu, (3)
Sinbat’ın başı top gibi suya düştü. Canı cehenneme gitti. Zengiler (4) saldırdılar.
Server, bir kere gök gürlemesi gibi nara atıp:
-Benim Şerif, dedi.
Sinbat’ın <5) iki oğlu vardı. Birine Şeddad, birine Azram derlerdi. Onların
ikisi işittiler ki babalarını (6) Şerif öldürdü. Ah edip yerlerinden kalktılar,
Şerifin üstüne seğirttiler, geldiler: (7)
-Hey haydut! Babamıza ne acımasızca kıydın, dediler.
Şerif hazreti, yetmiş iki türlü dili Allah (8) teala faziletiyle yazardı ve
okurdu. Sayfaları ve kitapları bilirdi. <9) Habeş diline de hâkim idi, su gibi
bilirdi. O kavime çağırıp: (l<))
-Ya kavim! Kalkın, size daha neler edeceğim görün, dedi.
Şerif, oradan dışarı gelip ileri yürüdü. Bir eliyle (ll) birinin kemerini tuttu,
diğer bir eli ile de birinin kemerini yakaladı. İkisini <l2) birlikte havaya kaldırdı.
Diledi ki yere vura.
-Aman ey zamanın pehlivanı, (l3)diye Şeddad ve Azram feryat eylediler.
Server, onları elinden yere koydu. Şeddad, aklını başına toplayıp Şerife:

-Ya Server! Bizim günahımızı bağışla, dedi.


Oradan gittiler, nimetler getirdiler. Server’e (15) ziyafet verdiler. Hem de
Sinbat’ı defnettiler. Server, Şeddad’ı orada babasının yerine bey dikti. Sonra
[T273] (1) gemiye binip Nil’de yürümeye devam ettiler. Bir diyara daha
eriştiler.
Süveyda’nın bir ucu (2) ona dayanmıştı. Bir beyi vardı. Nil kenarında
oturup içerdi, ahlaksızlık ederdi. (3) Karşıdan bir gemi gelir görünce, hemen
adamlarını gönderdi:
-Bakın, bu <4) gelenler kimlerdir, dedi. Geldiler, çağırdılar:
-Kimsiniz, neye geldiniz, dediler. Server (5) de çağırdı:
-Elçiyiz. Beyinize haber getirdik, bildirin, dedi.
O adamlar gelip (6) beyleri Melik Avz’a haber verdiler. O:
-Alın, gelin. Bu kimden gelir görelim, dedi. <7)
Gittiler, getirdiler. Server gemiden dışarı çıktı, silahını takıp melikin
yanına geldi. (8) Yer gösterdiler, oturdular. Melik Avz:
-Nereden gelirsiniz ve kimin elçisisiniz? Haber (9)verin, dedi. Server:
-Ya melik! Bizim bir beyimiz var idi, ona Tanrı gökten (10)elçi gönderdi,
peygamberlik verdi. Hükmeyledi ki; “Seni bu dünya halkına peygamber (ll)
gönderdim. Gelsinler sana tabi olup bana ibadet etsinler. Ben onları (12) yoktan
var eyledim. Ad verip yarattım. Onlar da bu iyiliklerime şükür için bana (l3)
gelip kulluk eylesinler.” dedi. Biz de o sultanımız hükmü ile nerede bir Tanrı
bilmez <14) kimse varsa gidip bildiriyoruz. Kabul ederse hoş, din erkanın
bildiririz, kalkıp gideriz. (l5) Eğer kabul etmezse kılıç ile söyleşiriz, dedi.
Melik [T274] (l) Avz bunuişitince:
-İyi dersin ama bizim diyarımıza peygamberlik haberi gelmedi. Bu <2)
zamana dek Süleyman ibni Davut âlemlere padişah oldu. Tahtını (3) yel
getirirdi, Habeş diyarına girdi. Davut peygamber, halkı dine davet etti. (4) O
zaman bildiler ki dünyada peygamber var imiş. Ondan sonra İskender geldi. (5)
O, Davut Peygamber dini üstüne geldi. Sonra İsa Peygamber (6) zamanı oldu.
İşittik ki bu Habeşiler beyi, onun dinine girmiş. Ondan (7) sonra Habeş’in bir
beyi varıp Hazret-i Muhammed’in dinine girmiş, diye haber (8) geldi. Artık
onların nasıl olduğunu bu Habeş halkı bilemedi. Kırk yıl kadar (9) var ki
Habeş’te bir melik çıktı. Adına, Cabir derler. Karısının adı, Salita’dır. <l0)Onun
ak mermerden bir putu var. Kendisi, ‘Tanrı’m.” der. Karısı da peygamberim,
diye halka davet dönderdi. Ne isterlerse o (12) puta söylerler, put muradlarını
verir. Biz de onlara tabi olduk, dedi. Server:(l3)
-Ya melik! Akıl sahibi bir meliksin. Bilirsin ki Tanrı yaratılmış değildir
ve yaratılmış bir kişi (14) bu yerleri ve gökleri düzenleyemez. Eğer
düzenleyebilseydi âdem oğlu düzenlerdi. İnsan (l5) bundan âcizdir.
Düzenleyebilse, insanın elinden hiçbir nesne kurtulamaz. Bunu akıl almaz.
[T 2 7 5 ] (l) Âdem’den son peygambere kadar gelenlerin (2) hepsi erkektir, kadın
değildir. Bizim peygamberimiz, bütün peygamberlerin en sonuncusudur. (3)
Ondan sonra peygamber gelmez. Bu senin dediğin lanetlenmiş şeytanın fesadı
<4>ve ayartmasıdır. Bir yerde kitap ve din olmasa şeytan ne isterse yapar, azdırır.
Cahillik, (5> murdar nesnedir. Bu halkı, küfr karanılığına uğratır. Ya melik! Ben
onların yanma gidiyorum, (6) göreyim nasıl olurmuş, dedi.
Bunun üzerine Şerif, hazırlığını yapıp Cabir-i Habeş’e gitmek üzere yola
çıktı. Bir süre sonra <7) büyük ir şehre erişti. Doksan yerden kapısı açılırdı.
Adma, Etvaliyye <8> derlerdi. Burçları ve surları sağlam idi. Gelip bir kapıdan
içeriye girdi,(9) Cabir’in divanma yöneldi. Atıyla gelip doğru divan içine girdi,
yükünü indirdi. (l0)Kapıcılar:
-Ne yapıyorsun, sen kimsin, dedi. Server:
-Misafirim. Kervansaraya (ll) konaklamaya geldim. Ne demek istersin,
dedi. Orada duran halk gülüştü: (l2)
-Deli misin? Burası ulu bir hanın sarayının divanıdır. Kervansaray
değildir. Çık, <l3) git, dediler.
Seyyid onlara aldırmadı. Kapıcılar hücum edip Seyyid’i vurmak istediler.
<l4) Server birine bir yumruk vurdu. Düştü, can verdi. Orada duran (l5)halk hep
birlikte saldırdı. Server, merdane durup nara attı: [T 276](1)
-Benim Saltık, cihan pehlivanı, deyip yürüdü.
Vezirler onu işittiler, Cabir’in huzuruna <2>girdiler:
-Ey şah! Bir kimse geldi. Cihan pehlivanıyım, diye halkı birbirine vurur.
(3)Ne buyurursunuz, nasıl edelim, dediler. Cabir:
-Alın, bana getirin, sorayım. İsteği (4) nedir, bilelim. Bir isteği varsa
verelim, dedi.
Vezir dışarı(5) gelip:
-Yiğit! Cenk eyleme, kavgayı bırak. Padişah seni ister. Gel, isteğin ne ise
söyle. İstediğini (6) kabul edecekmiş, dedi.
Seyyid ileri yürüdü, içeri Cabir’in yanına girdi. Server, (7) elini Cabir’in
göğsüne koyup yüksek sesle kelime-i tevhidi yâd eyledi. (8) Orada oturanlar
işittiler, vehm alıp hayran kaldılar. Cabir başmı kaldırıp: (9)
-Ya yiğit! Ne demek istiyorsun, söyle, dedi. Server:
-Ya Cabir! Bilmiş ol ki (l0)sana ehl-i İslamdan elçi geldim. Sözümü dinle
ve kabul et. Yok (l * dersen helak olursun. Sözüm budur; ahir zaman
peygamberi Muhammed <l2) Hakk’ın resulüdür, dini haktır. Ona iman getir.
Yerde, gökte Tanrı birdir. <l3) Şeytan, seni azdırmış. Yaptıklarına tövbe et. Sen,
beni Hak tealaya kul <l4) bil. Putperestlikten feragat edip canını cehennemden
kurtar. (15>Avradın da tövbe etsin. Zira Muhammed Mustafa’dan sonra [T277]
(1) bu dünyaya artık peygamber gelmez. Şöyle itikat edip Müslüman ol ki
küfürden (2) kurtulasınız, dedi.
Cabir serverden bu sözü işitince öfkelendi: (3)
-Put, seni helak etsin de bir göreyim. Bunu hemen ona iletin, diye işaret(4)
etti.
Serveri oradan alıp puthaneye geldi. Seyyid gördü ki mermerden bir
puttur. (5) Hemen ileri yürüdü, vardı; “lâ Havle velâ kuvvete illâ b i’llâhi”
okuyup yerinden oynattı, başının üzerine kaldırdı. Çevirdi, yere vurdu. Put
paramparça olup dağıldı. (7) Bunu gören halk bağırıp:
-Ne yaptın, dediler. Feryat edip Cabir’e haber verdiler. Cabir (8)ve avradı
saçını sakalını yolarak geldiler:
-İnsaf be bire deli! Bizim habercimiz putu ne yaptın, <9)dediler. Server:
-Ey cahiller! Şeytan bunun içine (10) girer, sizi de azdırır. Küfürden
vazgeçin, yoksa sizi kılıç ile doğrarım. İnsanlar işitir (ll) belki. Saltık, Mısır’dan
Habeş’e gelmiş, kâfirleri öldürmüş. O kişi, ilk önce (l2)putunuzu helak etmiştir,
dedi.
Bunu görünce Cabir, (13) kılıcını çekip cenk etmek istedi. Server, Cabir’i
yere öyle bir vurdu ki aklı başından (1 ) gitti. Kendinden habersiz oldu. Avradı
putu bırakıp Cabir’in üstüne düştü. Sonra (15) vezirler ve halk; Server’in üzerine
üşüştüler, cenk ettiler. Seyyid kılıcını eline alıp [T278] (l) on yedi kâfiri
tepeledi. Bu sırada Cabir kendine geldi, ayağa kalktı: (2)
-Bre kavim! Cenk eylemeyin. Gelen bu kimse, hayırlı kimse değildir.
Bunu doğru (3)bilelim. Bunu bir tarafa ederiz, dedi.
Halk, sakin bekledi. Bu padişahın (4) vezirlerinden biri, Mısır’a gelmişti.
Bir süre orada durmuştu, Seyyid’in yaptıklarını (5) işitmişti. O akıllı vezir, bir
bir anlattı:
-Bu öyle bir erdir ki dünyanın halkı(6) buna cevap veremez. Hem velidir,
kerametleri görülmüştür. Sıradan bir kişi değildir, dedi. (7) Vezir böyle deyince
Cabir:
-Doğru söylersin. Bizim işlerimizin (8) batıl olduğu anlaşıldı. Pekiyi, sen
niçin bunu bize daha önce söylemedin, bildirmedin, deyip vezire (9) öfkelendi.
Kalkıp Seyyid’in yanına geldi. Seyyid’i tutup iki gözündne öptü:<l0)
-Ya server! Ben hatamı anladım. Tövbe ettim. Mağrur olduk, sizi doğru
(ll)bilmedik. Hak dine döndük, diye iman getirdi. Avradı onu görüp: <l2)
-Deli mi oldun, ne gördün ki ona tabi oldun, dedi.
Cabir kalktı, avradının (l3) yanma gelip davet etti. Kadın kabul etmedi.
Hemen saçından tuttu, <l4) sürüyerek yüzü üzerine Seyyid’in huzuruna getirdi.
Öldürmek istedi. Seyyid (l5) izin vermedi, kurtardı. Orada Seyyid’in bu
keremini görünce, Salita da iman getirdi. [T279] (l) Sonra kalktılar, mutluluk ve

“Allah 'tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur”. Anlamında bir dua cümlesi.
sevinç içinde halkı Hak dine davet ettiler. Orada olan <2) diyar halkı, hep birlikte
Müslüman oldu.
Onlar, bir süre İslam dinine bağlı kaldılar. Sonra Cabir ve (3) Salita’nın
ölmelerine yakm azdılar, kâfir oldular. Uzak bir yer olduğu için kitap <4) ve
ilimden yararlanamadılar, cahil kaldılar.
Bu tarafta Server,<5) bir müddet orada onlarla durdu. Sonra Cabir’e veda
edip geri Melik (6) Avz’m yanına geldi. Onlar da Müslüman oldular, Seyyid’i
hoşgördüler.
(7) Server, melikin yanından ayrılıp gemisine bindi. Nil’e yöneldi.
gün daha sefer etti. <8) Yolda bir grup insana rastladılar. Çıplak dolaşırlardı.
Server’i görünce şaşırıp (9) hayran kaldılar. Konuşmaları, hayvanların sesine
benziyordu.
Server, onlarla muhatap olmayıp Nil’deki <l0) yolculuğuna devam etti,
gitti. Rivayettir ki Nil’in Mısır önünden dar yeri yoktur. (ll) O bile bir mile
yakındır. Ondan sonra kırk gün sefer eyledi. O çıplak <l2) kavmin yaşadığı
toprakların içine girdiler. Bir mezarlığa rastladılar. Geldikleri yerde canlıdan
eser göremediler. <l3) Sonra çok sayıda canavara rastladılar. Yetmiş gün daha
sefer (l4) ettiler. Burada timsahlar belirdi. Bu timsahlar, gemi içindeki insanlara
bile saldırırdı. <l5) O sırada karşıdan bulut gibi dağlar göründü. Gemiyi o tarafa
sürdüler. [T280] (l) Yedi gün gittiler. Dağlar ikiye bölündü. Her birisi bir kule
şeklinde idi. Nil, bu iki (2) dağ kulesinin arasından çıkardı. İki dağ arasından
doğduktan sonra Nil gelip akardı. Bu dağlar, sarı (3) kayadan idi. Nil’in havası
ve yeli öyle şiddetli idi ki sanki bir tufandı. (4) Adamı yabana atardı. Öyle bir
dalga vururdu ki köpüğünden üç günlük yerden,(5) öteye geçilemezdi.
O hâli görünce Server’in üzerine bir korku düştü. (6) Hayretler içinde
kaldı. Sonra buyurdu, gemiyi bir tarafına sürdüler. O tarafta, Ömer (7) adlı bir
bey daha vardı. Biraz onun tarafına gittiler. Tekrar Nil’in bir tarafına geçtiler. (8)
Orada, Safvan adlı bir bey vardı. Server, gemiyi ondan tarafa çevirmelerini
emretti. (9) Sürdüler, gelip bir kenara ulaşıp çıktılar. Su dalgasından daha ileri
gidemediler. <l0) Helak olmaktan korktular. Orada dinlendiler.
Bu sırada Safvan’ın adamları, <H)onları ve gemilerini görüp geldiler:
-Kimlersiniz, diye sordular. Server:<l2)
-Mısır’dan geliyoruz. Elçiyiz, Safvan’ın yanma geldik, dedi. Onlar da
beylerine varıp bildirdiler. (l3> Safvan:
-Gidin, onu alın. Getirin, göreyim, dedi. Gelip Seyyid’i <l4) davet ettiler,
beylerinin yanma getirdiler.
Safvan, Seyyid’i görünce saygı gösterdi, (l5)yer gösterdi:
-Safa geldin Server, inşallah hayırdır, dedi.
Server de [T281] 0) Safvan’a hürmet eyledi. Yemekler geldi, yediler ve
içtiler. (2) Dua ve sena ettiler. Sonra Safvan:
-İsteğiniz nedir, buyurun (3) yapalım, dedi. Server, dua edip:
-Mısır sultanı sizlere selam etti. <4) Der ki “Burada, Şerif Saltık adlı bir er
duruyor. Bütün dünya (5) beyleri ve Müslümanlar ona dosttur. Kâfirlerin hepsi
ona itaat etti. (6> Ondan korktular. Kendisi hak din üzeredir. Şimdi o kişi Nil’in
başım görmek üzere çıktı. Bize haber getirecek. Nereden gitti, bildirsin, dedi.
Kendisi Habeş’e (8) gitti. Ona lütfedip yardımcı olunuz.” diye haber gönderdi.
Safvan:(9)
-O kişi siz olmalısınız, deyince Server:
-Evet, benim. Tanrı’ya (l0) sığınıp geldim. Mutlu olacağımdan ümitliyim,
dedi. Öyle deyince Safvan: (ll)
-Senin adım, bezirgânlardan işitir idim. Gerçeksin. Hoş geldin. (12) Nil’in
nereden ve nasıl kaynadığım öğrenmek istiyorsanız, biz bilmeyiz. İşitiriz ki (I3)
Nil’in nereden çıktığım İskender ve Süleyman bilirler. Onlar gördüler. Başka
kimse (14)bilmez. Oraya kimsenin vardığı yok, dedi. Server:
-Ya melik! İskender, bu dağı(15) geçti mi, diye sordu. Safvan:
-Evet. Gemiler ile geçtiler. Karadan çıkıp bu dağları [T282] (l) aştılar.
Tekrar suya girip gitmişler. Varıp Cebel-i Kamer’e ulaşmışlar, acayipler (2)ve
garayipler görmüşler, dedi. Sonra Server:
-Ya melik! Ben de bu dağı aşıp <3)öte geçmek düşüncesindeyim. Oradan
gemiye binip giderim, dedi. Safvan:
-Server! Bu yere Habeş’te, (4)Tahum derler. Yani “nihayet” demektir. Bu
dağın üstüne adam çıkamaz. Yel; insanı uzaklara (5)atar, helak eder. Sakınmak
gerektir, dedi. Bu sözler üzerine Seyyid, melike:
-Ya Emir! (6) İskender geçip gittiyse ben niçin geçmeyeyim, dedi. Melik:
-İskender, hâkim (7) hikmetiyle ve ilim kuvvetiyle geçti. Her şeyin
çaresini onlar bilirlerdi. (8) Senin böyle bir imkânın yok ki geçesin, dedi. Server:
-Allah’ın inayetine sığındım, (9) yalnız başıma bu dağa giderim. Göreyim
takdir nedir, dedi.
O on adamdan (10) üçünü, Sad ve Amir’i yanlarına aldılar. Gemiyi orada
koydular, doğru o dağa doğru (l 1’yürüdüler.
Rüzgâr orada öyle bir eserdi ki elleriyle taşa yapışırlardı, (l2) yüzlerinin
üzerine giderlerdi. Sürünerek ilerlediler. Üç günde, dağ kulesine (1 ; çıktılar.
Dağ üzerine geldiler. Rüzgâr öyle sertleşti ki Amir’i alıp götürdü. Onu kavkas
<l4) dikeni gibi yuvalayıp uçurdu, taştan taşa vurup şehit etti. (15) O iki köle
korkup ağladı. Seyyid, onlara:
-Sizler dönün. İnin, gidin, [T283] (l)dedi.
Onlar korkularından Seyyid’e yalvardılar:
-Dön, dediler. Seyyid:
-Ben dönmem, <2)sizler dönün, dedi.
O hizmetçiler dönüp biraz yer gidince rüzgâr onları da yabana atıp helak
eyledi.
Seyyid onları görünce korktu. (4) Dönmeye niyetlendi. Tekrar gayret edip
Hakk’a yalvardı ve dua etti. Resul’e (5> şalavat getirip yürüdü. Taşa yapışarak
üç gün (6) böyle gitti, dağı öte geçti. Orada rüzgâr biraz dindi. Server bir yerde
(7) oturdu, biraz dinlendi. Kalkıp dağdan biraz aşağı indi. (8) Önüne bir ak kum
geldi. Kum, çok yumuşak idi. Beline dek battı. <9) Âciz olup kaldı. O kum
üzerine hemen oturdu. <l0) Nasıl edeyim, diye düşündü. Hem kamı da acıktı.
Ömer’in dağarcığından taam (ll) çıkardı, yedi.
Orada dururken karşıdan kanatlı bir at uçup geldi, (12) durdu. Server,
yerinden kalktı. Atı tutmak istedi. O <13) canavar kaçtı, tutamadı. Server bir nara
atınca, bir alay çıplak (l4) insan çıkageldi. Seyyid’i görüp üzerine saldırdılar.
Bunlar, (15) beyabanı insanlardı. Yani, yaban adamları idi. Server, onların
[T284] (l) birini kılıçla yaraladı. Kan gördüler, korktular, dağıldılar.
Uzaklaştılar, (2) bakışıp durdular. Karga cevize bakar gibi baktılar, sonra
uluştular, geldiler.
(3) Server, tekrar o atı tutmaya çalıştı. O kavimdan birisi seğirtip geldi, (4)
o canavarı yelesinden tuttu. Sürüyerek getirdi. Server’e verdi, <5> geri gitti.
Server; atı belinden tutup üstüne bindi, yola çıktı. (6) Gah uçardı, gah yürürdü.
Durmadı, bir ay sefer eyledi. O canavar,<7) Server’e alıştı. Sonra gitmedi, kovsa
sessizce dururdu. Server, <8) o kavimden ayrılınca mermer gibi döşenmiş yere
çıktı.
Orada (9) adamları gördü ki yerel bir dili konuşurlar. Mağaralara,
bodrumlara girmişler. (lü) Kapıları taştandır. O kavim Server’i görünce
karşıladılar, konuştular. (ll) Seyyid onların dillerini konuşup kendisini onlara
tanıttı.
Gidip beylerine (12) haber verdiler. Gelip Seyyid’i saygı ile karşıladılar,
alıp melike götürdüler. Tanıştılar, (l3) oturdular. Yemek getirdiler. Yediler,
şükreylediler. Ondan sonra melik:
-Server! (l4) Gelmene sebep nedir, bize söyleyiniz, deyince Seyyid,
durumu anlattı. Melik: (15)
-Server! Bu görmek istediğin Nil başı bir dağdan gelir. Adına, Cebelü’l-
Kamer derler. [T285] (l> Daha yukarısına, Kulle-i Şems derler. O dağ,
billurdandır. Oraya insanoğlu <2) varamaz. Zira vahşi canavarlar, devler ve
periler makamıdır, dedi. Seyyid: <3>
-Ya melik! Himmet eyle. O konuda endişe ettim. Fakat sizlere sorarım ki
bu taşlık (4)yerde nasıl yaşıyorsunuz? Ekini nerede ekip biçersiniz, dedi. Melik:
-Server! Bu bizim (5) yerimiz, atın yürümesiyle dört aylık yoldur. Ak
mermer gibidir ve toprak yoktur. <6) Ekin vakti, Tanrı bir tufan verir. Yel eser,
bir kızıl toprak yağar. Üç gecede <7) üç adam boyunca yığılır. Üzerine yağmur
yağar. Biz o vakit bu mağaralara (8) girip kapıları kapatırız. Tufan dinince
oradan dışarı çıkarız, ekin ekeriz. Ekin bitip büyür. (9) Onu biçip ambara
koyarız. Sonra tekrar bodrumlara girip kapıları kapatırız. Tanrı, (l0) tekrar bir
tufan verir. Yağmurlar yağar, seller akar. Yerimiz Nü tarafına alçaktır. (ll) O
toprak, sel ile gider. Nil’in ağustosta <l2) taşmasına ve kızıl akmasına sebep
budur, dedi.
Seyyid, Hakk’ın <I3)hikmetine hayran kaldı:
-Kuru taşta kullarına rızıklarını veren Allah, (l4) bana muradımı vermez
mi, dedi.
Yerinden kalkıp atı o tarafa sürdü. (15) Melik’e veda edip Cebelü’l-
Kamer’e yöneldi kırk gün o çölde sefer kıldı. [T 2 8 6 ] (1)
Sonra bir dağa çıktı, geldi. O dağ ateş gibi ışık verirdi billurdan idi. (2>
Server anladı ki CebeKi’l-Kamer burasıdır. Onun ışığından gözü görmez oldu.
Güneş (3) karşısından gidip sol tarafına geçti. Bir de ne görsün? Orada on iki
ırmak, (4) o dağ eteğinden çıkar. Her biri Ceyhun ve Fırat’tan da gür akar. O
gözlerin (5) çıktığı yerde, on iki burcu resmeylemişler. Onların kiminin
ağzından, kiminin gözünden (6) ve de kiminin kulağından çıkıp akarlar. Oradan
üç bölüğü karaya akar. Yedi bölüğü (7) denize giderdi. Bir bölüğü yere batar ve
biri havaya gider. Bulutlar gelip alırlar, giderler. <8) Orada Nil; şekerden tatb,
baldan leziz, sütten ak ve kardan soğuk (9) idi. Server içip gördü ve dedi ki:
-Şeker, onun için bu su ayağında bitermiş. (10>
Biraz o dağa doğru yürüdü. İnsana benzeyen bir taş gördü. Göğsünde (ll)
birkaç satır okudu. Orada:
-Ben Ehremen Şah’ım, Âdem oğlanlarındanım. Geldim, bu kaynaklan <l2)
gördüm. Bu on iki burcu tasvir edip bu muteber dağı seyrettim. Yukarı (l3)
Kulle-i Şems’e çıkamadım, hasretim kaldı. Orada ne var, bilmedim, demiş.
Server, o dağa çıkarken (l4) her menzilde bir pehlivanın nişanına ve
tarihine rast geldi. Her biri gelmiş, o yeri<l5)seyreylemişler. Ama kulede ne var
göremeden, gitmişler. Onlardan biri Ehremen Şah, Kahraman, [T287] (l)
Neriman, Rüstem ve Karhan, Adi Fercan, Sa Süvar, Tahmeras, Gazanfer <2)
Han, Cemşid Şah, Hamza ibni Kenan ve bunların emsali serverlerin her biri bir
yolla <3) gelmişler. Fakat dağın üstüne çıkıp ne olduğunu görmemişler.
Seyyid bir süre daha (4) gitti bir makama geldi. Burada Server’in üzerine
çok sayıda canavar geldi öldürmeye kastettiler. Seyyid, (5) onları helak eyledi.
Bir ara dinlenmek için oturdu. Örtülü bir kuyu gördü. Üstüne (6) tarih yazılmış.
Server varıp yazıyı okudu. Gördü ki Hazret-i Süleyman <7) orada bir devi
hapsetmiş, gitmiş.
Server orada dururken (8) üç dev çıkageldi Seyyid’e saldırdılar. Server
onları helak (9) eyledi. Oradan yürüdü, dağın arka yakasına gitti. Bir menzile
ulaştı. Orada bir makam (l0) düzenleyip, bir tarih yazmışlar. Seyyid o tarihe
baktı. İskender gelmiş, “Kulle-i (ll) Şems’e çıkıp acayipler gördüm.” demiş,
gitmiş.
Şerif, oradan biraz daha gidince bir makam (l2) daha gördü. Bir taht
üzerinde, bir şahsın sinesinde tarih kazılı (l3) durur. Onu da okudu. Süleyman
bin Davut gelip (l4) geçerken havadan görmüş. Zira Süleyman’ın tahtını yel
götürmüştü. Demiş ki “Burada (l5) acayip bir kavim gördüm. Zevkine ve
safasına diyecek yoktur. Görmeyince [T288] (l> kimse bilmez. Dünyada cennet
var ise budur. Ey gelen kişi! Hakk’ın hikmetini göresin.”
<2) Server, Süleyman’ın o sözüyle şevke geldi. Yürüdü, bir makama daha
ulaştı. O, Hazret-i Hızır’ın vardığı (3)yer idi. Orada durdu, biraz düşündü:
-Burada kalıp gitmeyeyim. Takdir alnıma ne yazdı ise (4) görürüm, deyip
yürüdü.
Bir miktar gidince dağ üstüne çıktı, daha ilerisine (5)baktı.
ONUNCU BÖLÜM

SARI SALTIK’IN NİL NEHRİ’NİN KAYNAĞINI BULMASI

Server baktı. Bir de görsün? Orada bir sahra ve onun ortasında güzel bir
şehir. <6) Çevresi bağ ve bostan. Lale, menekşe, sümbül ve reyhanın her çeşidi...
(7) Güller açılmış, çayır ve çimen... Güzel bir yer. O (8) şehrin bir tarafında bir
dağ. Taşı inciye benzer. Onun dibinden Nil suyu çıkar, <9) göğe fışkırır. Bir
minare boyu yukarı çıkıp geri yere dökülür. Sonra şehri dolaşır. Çıktığı (l0)
yerden kırk adım ileride yere batıp gider. Sonra varır, o dağın dibinden, (ll)on
iki yerden çıkar imiş.
O şehrin insanları kırk adım yerden girerler, çıkarlar. <12) Onlara yol
olmuş. Server onu görünce hayran oldu, durdu. O kavim (l3) Seyyid’i gördü, el
sallayıp çağırdılar:
-Gel, meclis kurup eğlenelim. Dünya geçer, <l4)bir huzur edelim, dediler.
Server, mutlu olup ihtiyarı kalmadı. (15) Oraya yöneldi, giderken karşıdan
ansızın kara bir bulut gibi nesne geldi, Server’i bürüdü. [T 289](l>
Birazdan gözünü açtı, kendisini o dağın bir kenarında gördü. Dağın
eteğine yakın <2) yerde, karşısında birkaç kişi durmakta. Server onlara:
-Kimsiniz, diye sordu. Onlar, Seyyid’e: <3)
-Server! Biz periyiz. Üstümüze dev ordusu geldi, bizimle cenk ettiler. <4)
Onlardan dört yüz dev, yukarı dağa çıkmışlar. Sizler üçünü öldürmüşsünüz. <5)
Birkaçı geldi, devlere haber verdi. Sandılar ki onun için geldiniz, (6) çok
korktular. Geri casus saldılar, “Görün, gelirse hazır olalım.” dediler. <7) Biz onu
duyduk. Vardık, sizi aldık, buraya getirdik. Kerem eyle Server! <8)Bize yardım
et. Bizim beyimizin adına, Melik Name derler. (9) İki kardeşi var. Birine Şatır ve
birine Bazır derler, dediler. Seyyid, perilerden (l0)bu sözü işitince:
-Yürüyün, melikin yanına gidelim, dedi. (ll) Server’in altına bir at
çektiler. Bazıları, FersiTayriile birlikte idi, derler.
(l2) Biraz gidince Seyyid, bir sahrada kalabalık bir ordu gördü. Seyyid,
ordudan <l3) tarafa yürüdü. Bir süre sonra yanına yaklaştı. Cin meliki, <l4>
karşılayıp Server’le görüştü. Ne kadar peri ve cin beyi varsa (l5) hepsi geldi,
Seyyid ile görüştüler. Seyyid’in elini öptüler. Mutluluk içerisinde Seyyid’i
[T290] (l> çadıra getirdiler. Yedirdiler, içirdiler. O gece yattılar. Sabah olunca
kalktılar. (2) Saf saf olup davullar dövdüler, sancaklar dikip meydan açtılar. (3)
Server, meydana çıktı. Girip gösteri yaptı, yüksek sesle çağırıp: (4)
-Ey kâfirler! Bu ettiğiniz işi benim anlamadığımı mı sandınız? Gelip
Müslümana (5) yardım etmeyeyim mi, dedi.
Bu sırada Server’in önüne büyük, iki başlı bir dev çıkageldi: <6)
-Ya Saltık! Sen bilirsin ki âdem âdemledir, cin de cinle. Bizden (7) sen ne
istersin ve de bilmez misin ki Süleyman’a Hak teala, “Devleri öldürme,
uslanana kadar hapseyle.” (8) dedi. Sen bizi niçin öldürmeye gelirsin, (9) dedi.
Server:
-Ya melun! Biz MüsKimanlarız. Cin ve ins hep biriz, <10) ayrılık yoktur.
Biz düşmanımızı sağ bırakmayız. Müslümanlığı kabul edip dost olmaz ise
elimiz yetişince (ll> öldürürüz, dedi. Sonra o dev:
-Ya Saltık! (l2> Çık, git meydandan. Sana bizden zarar gelmesin. Bizi
incitme, dedi.
Seyyid gazaba geldi, (l3) o laine bir kılıç vurdu. Başı önüne düştü, can
verdi. Diğeri(l 'feryat edip:
-İmdat! Yoldaşım helak oldu. Beni de öldür, dedi.
(15) Seyyid ona bakmadı. Devin arzusu, bir kez daha çalması idi. Geri
dirilecekti. Meğer deve [T291] (l) iki kere çalınca ölmezdi, yaralı kalırdı,
devlerin hâli böyle (2) idi.
Dev birazdan düştü, can verdi. Meydan sarsıldı. (3) Büyük bir dev yıkıldı,
kan sel gibi aktı. Devler, Seyyid’in bu (4) çalışını görünce Seyyid’den korktular.
Kaçıp gitmeyi düşündüler. (5) Beyleri bırakmadı, kendisi meydana girdi. Server
onu görünce göz açtırmayıp (6) bir gürz vurdu. Dev başının üzerine yere yıkıldı.
Bağladılar, alıp <7) gittiler. Devler tarumar oldular. Tutulan devin adı, Sana idi.
(8) Ona telkin ettiler, iman getirip yalvardı. Server onu azat etti. (9) Varıp Kaf
mülküne gitti.
Seyyid burayı fethedince cin melikine veda (l0> etti. O dağdan tarafa
revan oldu. Yanında dört cinnî vardı. (ll) Hızır makamına yetiştirene kadar
onunla geldiler. Orada da çok acayiplikler gördü. (12)
Seyyid geri oraya gelince niyet etti ki ki o şehir tarafına gide. O cinnîler
<l3) bırakmadılar. Seyyid baktı ki Hazret-i Hızır yetişti, Server’e selam verdi:
-Ya Seyyid! Nereye gitmek istiyorsun, bana söyle, dedi. Server:<l5)
-Ya Allah’ın Peygamberi! Bu şehir nedir ve bu kavim kimlerdir ki huzur
ve rahata, [T292] (l) zevk ve safaya boğulmuşlardır? Gidip görmek, onlara
karışmak istiyorum. (2) Yoksa cennet bu mudur, dedi. Hazret-i Hızır:
-Ya Şerif! Bunlar <3) insandandır. Bu şehre, Cavidan derler. Bu akan su,
Nil’dir. (4) Buradan çıkar, bunlar kıyamete değin ölmezler. Yiyip içerler, huzur
(5) ve rahattadırlar. Giysileri kirlenmez, libasları ağaçlarda biter. Bunun vasfı
kabil <6) değildir, dedi. Seyyid:
-Bunlar bu hâli neden buldular, deyince Hazret-i Hızır: (7)
-Ya Server! Tanrı, bunlara Kamil adlı bir peygamber gönderdi. Ona iman
(8) getirdiler. İstediler ki kıyamete kadar bu huzurla geçmeler. Hak(9) teala kabul
edip bağışladı. İşte huzur ederler, dedi. Server:(l0)
-Ya Nebi! Ben burada kalmak istiyorum, ne buyurursun, dedi. Hazret-i
Hızır:
-Ya Server! Bu hâl, (ll) bunlara mahsustur. Siz, Muhammed
ümmetindensiniz. Sen ahiret talebinde ol. (l2> Dünya fanidir, cennet iste. Günü
yaşayan olma. Server:(l3)
-Şimdi istiyorum ki gireyim, seyredeyim. Sonra senin yanma geleyim,
dedi. Hazret-i Hızır:
-Git. <14) Bu kavme, Muhammed Mustafa’dan haber ver. Zira deniz ve
karanm her tarafma onun haberi yetişir. (l5) Tanrı, seni onun için buraya getirdi,
dedi.
Seyyid, orada o cinnîlere [T293] (l) izin verdi. Kendisi o saadet ehli
kavme doğru revane oldu.
ON BİRİNCİ BÖLÜM

SARI SALTIK’IN HABEŞ DİYARINI FETHETMESİ

Şerif, onlara yöneldi. Hemen (2) o kavim, Şerifi karşıladı. Alıp şehre
gittiler. (3)
O şehrin halkı; erkeği, dişisi cümle seksen bin kişi idi. (4) Kırk bini, erkek
idi. Şehrin binası; altın, gümüş, cevher, <5) lal taşı, yakut, zümrüt ve zeberceddir.
Toprağı; misk, anber ve kafurdandır. <6> Bağ ve bahçesi, cennetten nişan verir.
O şehrin ortasında (7) bir cami var. Haftada bir kez cuma namazını kılarlar imiş.
Bir de bayram (8)ve şenlikler yaparlar. İçlerinde hasta, hastalık ve gam (9)yok.
Tamamı mutluluk içinde, yemekte ve içmekte idi.
Seyyid onları camiye (10> davet etti. Çıkıp vaaz edip Resul’ün
nübüvvetinden ve risaletinden (ll> haber verdi. Sonra Kur’an da okudu. İşittiler,
Resul’e iman getirdiler, (l2) davetini kabul ettiler.
Şerif, o şehir içinde üç gün dinlendi ve (l3) orada Nil’den su içti. Sandı ki
bal veya süttür. O kavmin (l * sakalları yok. Otuz yaşında yiğitler ve avratları on
beşinde gibi. Yaşlanıp <l5) ihtiyarlamazlar, kocamazlar.
Onlar, Seyyid’i sakallı görünce: [T 294](l)
-Daha başka yerlerde de insan var imiş, dediler, şaşırdılar. Sonra:
-Gel, gitme. Burada kal, dediler. (2) Seyyid:
-Ben Tanrı’nın emriyle yürürüm. Ben burada durmam, giderim, dedi.
Şerif, onlara veda <3) etti. O şehirden çıktı. Nişan için o cevherlerden biraz
aldı, Hazret-i Hızır’ın <4> yanına geldi. Hazret-i Hızır’ın o dağ dibinde, (5) deniz
kenarında bir makamı vardı. Oraya geldiler, oturdular. Hızır, balıklara: (6)
-Gidin, kardeşim İlyas’a haber verin. Seyyid Saltık benim makamıma
geldi, dedi. <7)
Bir süre sonra Seyyid gördü ki Hazret-i İlyas çıkageldi. Atından indi. (8)
Birbirine sarıldılar, oturdular. Biraz ilimden, Hak ibretlerinden (9) söyleştiler.
Taze hurma yediler, şükr ve hamt eylediler. Sonra kalktılar, öğle namazını
kıldılar.
(IO)Üç gün orada sohbet ettiler. Dördüncü gün onlar, Seyyid’e izin verip:
-Git, (ll>Tanrı’ya sığınıp insanoğullarından yana git, dediler.
Seyyid aldı, yürüdü. (l3) Gece yarısı oldu, uyandı. Feresü’t-tayr kişnedi.
Server baktı. (l4) Gördü ki karşıdan bir karaltı gelir. Hemen Feresü’t-tayr’a binip
bekledi. (15) Gördü ki bir aslan gelmekte, fil kadar var. Hemen kemendini eline
alıp üstüne yürüdü, [T295] (1) aslanla karşı karşıya geldi. Aslan, Server’in
üstüne atlamaya niyetli idi. Şerif, hemen kementle bağladı. <2) Süründü, çaresiz
kalıp yer üzerine yattı.
Seyyid, aslanı (3) orada bırakıp gitti. Bir akarsuya geldi. O su da Nil
suyundan (4) imiş. Orada abdest alıp yattı. Sabah yaklaştı, denizde bir büyük
balık peyda oldu ki başı buluta değerdi. Kanatları <6) ile suya vururdu. Deniz
dalgası geldi, çok sayıda balık çıktı, onunla (7> birlikte gitti. Server, Hakk’m
kudretine hayran kaldı. Atma binip gitti. Bir dereye rastladı. Onun içinde lal,
yakut, dürr, cevher, elmas, (9) zeberced ve zümürüt yığılmıştı; yaban taşı gibi
duruyorlardı.
(10) Seyyid, oradan nişan için cevahir aldı. O dağm dibini takip edip gitti.
(ll) Bir yere geldi ki oranm toprağı amber ve misk kokardı. Oradan da nişan (l2)
aldı, yürüdü. Bir yere daha geldi. O gece orada yattı. Yiyecek <l3) çıkarıp yedi.
Sabah olunca kalktı, yola çıktı. Giderken bir makama (14) erişti. Binanın üzerine
bir kubbe yapmışlar. Taşmda birkaç satır yazı yazılmış idi: (l5)
-Ben Davut oğlu Süleyman’ım. Buraya geldim. Güneşin sucaklığmdan
çok incindim. [T296] (l) Devler bu kubbeyi bir saatte yaptılar, üzerime örtü
eylediler. Oturdum. Buradan (2) kalktım, bu dağm deniz tarafma yürüdüm,
demiş.
Server de oradan deniz (4) tarafına indi, şaşılacak manzaralar seyretti. Bu
deniz, dağm bir tarafma çalardı.
Server; (4) o denize baktı, balıklar gördü. Her birinin kanatları, gemi
yelkeni gibi denizden (5) dışarıda dururdu. Garip canavarlar gördü ki onların
özellikleri anlatılamaz. Hak tealanın (6) kudretine şaşırıp kaldı. Oradan döndü,
Nil’e geldi. (7) Oradan da Feres-i Tayyar’ı sürdü. Bir yere geldi ki orası kayadan
idi. Oradan (8) Berriyye’ye yöneldi ki bu şehirden daha önce geçmişti. <9)Tekrar
dağ üstüne çıktı. Bu gidişte Nil’in diğer tarafmdan yürüdü, <l0) gitti. <n) Diğer
taraftan geldi. Tekrar o taraftan dağa çıktı. Üç (l2) yerde rüzgâr neredeyse
Server’i atacak idi. Server, bin türlü belayla geçip dağdan (13) aşağı indi.
Safvan, Şerifin adamlarını Melik Avz’ın yanma göndermişti. <l4) Bu
Safvan, melike veda edip gitti. Melik Gavz, birkaç günlüğüne <15) bir gemiye
binip gezmeye çıkmıştı. Şerif, Nil’in karşı geçesinden gördü. Sürdü, [T297] (l)
kenara çıktı. Melik Avz ile Server görüştüler, oturdular. (2) O yedi kişiyi, o
gemiyle Server’e getirdiler. Server gemisine bindi, (3) Avz’a veda edip öte
kenara geçti, gitti.
Bir dağa yetiştiler, konakladılar. <4) Server, birazdan dışarı gelip abdest
alıp gitti. Namaz kılardı. <5) Onu gördüler. Bir miktar asker, Seyyid’in üstüne
koyuldu, geldi. Server (6) namazı bitirdi. Kılıç vurdular. Tanrı esirgedi, kesmedi.
Seyyid’e:
-Siz, hangi millettensiniz? Siz, Muhammedîlere benziyorsunuz. Kan
dökücü bir grup(8) var, siz ona benziyorsunuz, dediler. Server, namazı bitirince
kalktı:
-Sizlere kim derler,<9) bizden ne istersiniz, diye sordu. Onlar:
-Bizim beyimize, Tul Zengi derler. Sizi dağdan gördü. (l0) Gidin, o
gelenleri öldürün. Muhammedîlere benzerler, dedi. Fakat ne şaşılacak bir
durum. Seni kılıç (ll) kesmez, dedi. Server:
-Ben Şerif im, Muhammed aslındanım. Hemen Müslüman olun, yoksa (12)
sizi hep kılıca geçiririm, dedi.
Bunlar gidip Tul’a haber verdiler. Tul, gazaba <13) gelip bir gergedana
bindi. Kedi yavrusu gibi, bir aslanı boğazından kavramış, <14) geldi. Server’in
yanına geldi, aslanı Server’in üstüne attı. Aslan yerinden (l5) kalktı. Server’in
atı, Feres-i Tayyar’ı kavrayıp parça parça etti. Yırtıp [T298] 0) helak eyledi.
Server:
-Hay zalim! Ne yapıyorsun, dedi.
Server, hemen ileri (2) gelip o canavara öyle bir kılıç çaldı ki başını
göğsünden kesti. (3) Tul Zengi feryat edip:
-Hey hayırsız! Aslanımı öldürdün, deyip gürz ile saldırdı. (4)
Gürz yere dokundu. Geri dönünce Server, kılıcı Zengi’nin koltuğundan
öyle bir (5> çaldı ki omuzundan bir kolu havaya uçtu. Tul, başını dönderip
gitti. Can acısından kaçtı. Server, duran (7> halka hücum etti. Yetmiş seksen
Zengi’yi bir anda kırıp bıraktı. Zengîler kaçtılar,<8)gittiler.
Server, oradan kalkıp Tul’un arkasına düştü. Gidip bir şehre yetişti. (9) O
şehir, Tul’un idi. Lain gelip sarayına girmişti. Gelmiş, taht üzerine yatıyordu.
(l0) Can acısından feryat edip duruyordu. Server, doğru saray kapısına geldi.
Kapıdan (ll) içeriye yol bulamadı. Atını sürdü, orada bir bağa girdi. Yürüdü, (l2)
gizli bir saraya rastladı. Tul’un üzerine geldi. Gördü ki bir taht üzerinde <13)
yatıyor, feryat ediyor. İleriye geldi:
-Ya Tul! Beni tanır mısın, ben kimim, dedi. Tul(l4) baktı, feryat edip:
-Bre üzerime bırakmayın düşmanımı, diye çağırdı.
Server gördü ki (l5> Zengîler kendisinin üzerine hücum ediyorlar. Server
ileri geldi, bir kısmını [T299] 1 ’ tepeledi. Tekrar Tul’un üzerine geldi. Tul, can
acısıyla ayağa kalktı. Kılıç ile <2)hamle yaptı. Server:
-Ya Tul! Gel Müslüman ol, dua edeyim. Allah’ın yardımıyla kolun <3>
gene yerine gelsin. Sağ ol, evvelki gibi sağlam ol, dedi. <4)
Tul, küfretmeye başladı. Server:
-Bu melunun ıslah olacağı yok, (5) deyip kılıcı vurdu. Başı önüne düştü,
canını cehenneme verdi.
(6) Server, saraydan dışarı çıktı. Tul’un başı elinde, bir nara attı. Şehir <7)
halkı, “Aman.” dediler. Server, onlara dokunmadı. Tul’un malını ve hâzinesini
alıp (8) oğluna verdi, orada bey eyledi. Tekrar kalkıp gemisine geldi. Gemiye
binip su akıntısına gittiler.
Otuz gün yürüdüler, bir hisara (10) geldiler. Hisar, topraktan idi. Onun
beyine, Asfavan derlerdi. İşitti ki Server (l 1}gelip çıktı. Beylerin topladı:
-Siz ne dersiniz? Bu Saltık’a karşı (12) duralım mı? Yoksa Tul,sizlere ve
âlemlere nasihat olarak yeter. (13) Biz de başımıza bela getirmeyelim. Bu Tul,
güçlü bir pehlivan idi. Habeşistan’da(l4)bir dengi yoktur, dedi. Beyleri:
-Server sizden ne isterse sorasınız, kabul ederiz, dediler. (l5)
Asfavan atını sürdü, Server’in çıktığı şehre geldi. Yemekler getirip
ziyafetler verdi [T300] (l) Server, orada birkaç gün durdu. Sonra kalkıp gitti. ( *
Kırk gün daha sefer eyledi. Bir gruba rastladılar. Geldiler, bir yerde
konakladılar. Meğer onlar, (3) insan yiyen yamyam tayfasından idi. Bunları
görünce saldırdılar. (4) Her birinin dudakları yumruk kadar var idi. Dişlerinden
başka yerlerinde beyaz<5)yoktu. Heybetli, korkunç, melun bir grup idi.
Server, kılıcını eline alıp (6) karaya çıktı. O kavimden yüz kişiyi tepeledi,
helak eyledi. Kalanı kaçtılar, (7) gittiler, dağlara dağıldılar. Server, onların birini
yakaladı, sordu:<8)
-Siz şehirde mi, yoksa yabanda mı oturursunuz? Doğru haber ver, dedi.
O :<9)
-Server! Bizim mülkümüzde hisar ve şehir olmaz. Biz yabanda otururuz
ama beyimiz bir (10)dağ üzerinde oturur. Buradan oraya dört aylık yoldur, kimse
varamaz, dedi. Server:(l 0
-Hele, Hak hazreti onun hakkından gelir, dedi.
Bunlar, Nil kenarında konuşurken (l2) karşıdan bir atlı belirdi. Bir
gergedana binmiş, sığırdan büyük bir arslanı(l3) elinde iki kat etmiş. Tavşan gibi
ayaklarından tutmuş, gelmekte.
Meğer (l4)ocenkten kaçıp varanlar haber eylemişler, gelen o imiş. Server
onu (l5>gördü, o yamyama sordu:
-Bu kimdir? O Zengi:
-Server! Antas’ın [T301] (l) kendisidir. İşte gelmiş. Bizim beyimizdir,
dedi.
Server hazır oldu. Yamyam Antas, (2) ileri gelip bir nara attı. Gürzünü
eline aldı, yürüdü, Server’e (3) bir darbe vurdu. Server yerini değiştirdi, gürz
yere battı. Çekip alırken Server geriden (4) kılıçla öyle bir çaldı ki Antas’ın bir
kolu ile başı önüne <5)düştü. Bir kez feryat edip bağırdı. Düştü, helak oldu.
(6) Server sürdü, o aslanı tuttu. Aslan el vermedi. Server aslanın
suratına tabanca ile öyle vurdu ki o canavar kedi gibi yere sindi. Alıp(8) gemiye
getirdi, bağladı. Oradan kalktılar, bir ay denizde gittiler. Habeş diyarının (9)
Tuhan dedikleri yerinden karaya çıktılar. O kavim, Seyyid’i bilirdi. Adını
işitirlerdi. (10) Gelip saygı gösterdiler, Server’e bir aslan getirdiler. Server
buyurdu, getirip (ll) aslanı yanında bağladılar. Kağan aslan idi, az kaldı o
canavarı (l2) öldürecekti. Hücum eyledi. O da aslanın üzerine yürüdü. Server
bilirdi k i<l3)aslanın kağanına hiç bir canavar karşı duramaz.
Meşhurdur; <l4) Simurg günah edip kaçarken Süleyman, yeryüzünde olan
bütün vahşi canavarları topladı. (15) En kuvvetlisinin arslan olduğunu gördü,
canavarların beyliğini ona verdi. Gökyüzünde ise [T302] (1) tavşancılı kuvvetli
gördü, kuşların beyliğini de ona verdi. Server koşup (2) geldi, tabanca ile bir o
aslana bir de diğer aslana vurdu. İki canavar da kaçtılar, <3) varıp bir yere
saklandılar.
Server kalktı. Gemisine bindi, yola (4) çıktı. Kırk gün daha sefer eyledi.
Nasranî beyine eriştiler. Onlar, Server’i karşılatıp (5) saygı gösterdiler, yemek
getirdiler. Server, birkaç gün orada (6) dinlendi. Sonra gemiye bindiler, gittiler.
Yirmi dört gün sefer ettiler. Geldiler, Müslüman Habeş iline ulaştılar, bir hisara
çıktılar. O diyarın <8) meliki şenlikler yaptı, karşıladı. Geldiler, Saltık ile
görüştüler. Getirip <9)konuk ettiler, ziyafetler verdiler.
Şerif, orada birkaç gün durdu. Sonra Berber’e gitmek için yola girdiler.
(l0) Oradan gelip Said’e çıktılar. Server, o yedi kişiyle aslanları 'n )ve malı Mısır
sultanına gönderdi. Kendisi oradan çıkıp Bahriyyat’a gitmek üzere yola çıktı.
<12)Nifal şehrine geldi. Orada konakladı.
Bir gün Server, dağ ve çölde av (13) yapardı. Büyük bir yol taşı gördü.
Baktı, birkaç satır yazılı. Dımışki (15)kılıç ile kazımış. Orada şöyle demiş:
-Ben Anter’im. Bu mili, Yemen’den getirdim. (l5> Elimde gezerim. Kim
bana karşı gelirse vururdum. Gazanfer-i Arap’m [T303] (l) saldığı gürzü tuttum.
Hamza ibni Kenane’nin öldüresiye attığı (2) taşların dördünü ben bir yerden
attım, götürdüm, demiş.
Server, Anter’in bu kadar kuvvetli olmasına (3) hayran oldu.
Nifal şehrinde, muallim bir hatip <4) vardı. Server, o direkteki yazıyı
okurken çıkageldi. Hemen Server’in (5) ayağına kapandı. Bir bağı vardı, Server’i
alıp getirdi, <6) köşkte misafir etti. Yemek getirdi, ziyafet verdi. (7) Server dönüp:
-Ya Muallim! Lütfedip bana bu Anter’in özelliklerini(8) anlat. Gazanfer’i
ve Hamza ibni Kenane’yi anlat, dedi.
Muallim kalkıp kitap (9) getirdi. Okudu, anlattı:
-Ya Server! Bu, Anter ibni Şeddad’dır. <l0) Babası, Zebib’dir. Ays
oğullarının kabilesinin seyyidi idi. Şeddad ölünce (ll> kardeşi Safvan tahta
oturdu. Anter’e pek rağbet etmedi. Bizim seyyidimiz (l2) Resul hazretinin
tarihinden doksan yıl önce ölmüştü. Bazıları <l3) yetmiş yıl önce idi, derler.
Safvan’ın güzel bir kızı vardı. (l4> Adına, Afife derlerdi. Anter, ona
canıgönülden âşık oldu. Safvan’a adamlar gönderip, (l5) kızı istedi. Safvan ona
kızını vermedi. Sonra kalktı [T304] (l) Anter, atma binip bir dağa çıktı. Kervan
basmaya başladı. Bir yıl haramilik <2) yaptı. İyi bir pehlivan oldu. Kimse onun
karşısında durmadı. Bütün âlem, ondan <3) korktu. Anter’den korktuğu için
kervanlar gelmez oldu. (4) Anter baktı ki kimse gelmez; kalktı, Arap kabilelerini
basmaya başladı. (5) Kırk kabilenin beyini öldürdü. Hiç kimse ona karşı
gelmedi. Adı, âlemde (6)meşhur oldu.
Safvan, Anter’den çok korktu. Vardı, (7) kızını Şaşa’a meliki Ömer’e
verdi. Ömer, kızı alıp giderken Anter dağdan (8) indi. Ömer’i öldürdü,
askerlerinin hepsini kırdı. Kız gördü, Anter’den kurtulmaz, (9) ileri gelip:
-Ya Anter! Beni bırak, erlik yap, bir kere daha babamdan (l0) iste. Eğer
vermezse işte, kırk kabile sana tabidir. Gelip, babamın başını(111 kesip beni al,
dedi.
Kızın bu sözüne Anter razı oldu. İbrahim Hâlil dinine itikadı vardı. (l2)
Kızı aldı, Safvan kabilesine getirdi. Orada serbest bıraktı. Kızın kendisi kalkıp
(l3) Safvan’ın huzuruna vardı. Anter’in erliğini ve kendine lütffettiğini<l4>anlattı.
Anter, kara yağız çirkin bir er idi. Kızın anası, Anter’i hiç sevmezdi. <l5) Feryat
etti:
-Bre kız! Ben seni Anter’e vermem, dedi. Kız:
-Anter gelir, sizi [T305] (1) öldürür. Kendinize bir çare, bir hazırlık yapın,
dedi. Safvan:
-Anter’den <2) çok mal ve rızk isteyelim. Veremeyip gider, dedi.
Avrat, kız ve babası (3)razı oldu. Orada bir karı vardı, o:
-Siz eğer dünya malını Anter’den (4) isterseniz bulup verir. Ama bir nesne
isteyelim ki bulamasın, âciz kalsın. Ancak o zaman onun elinden (5)
kurtulursunuz, dedi.
Sürdüler, Anter’in yanına geldiler:
-Ya Anter! Bizden kız mı istiyorsun, dediler. (6)
Her kim Anter’i görse aklı başından giderdi, onu dev sanırdı. Boyu <7)
kırk dört karış idi. Dev sanıp çevresinden kaçarlardı. (8) Anter’i bu heybet ile
görünce çok korktular. Saygılı bir biçimde:
-Muradını söyle,(9) dediler. Anter:
-Bana Afife’yi verin, severim. Karşılığında benden ne isterseniz (10>alın,
dedi.
O avrat hemen ileri geldi Anter’in önüne başını koyup: <U)
-Ya Seyyid Anter! Senden, cevher olarak gece parlayan yakut ister. O da
Aden denizinin dibindedir. Onu getir, Afife’yi sana verelim, dedi.
Anter bön ve kaba bir kişi idi: (l3)
-Ne olacak,getireyim, deyip söz verdi.
Anter oradan döndü, Aden denizine yöneldi. <l4) Aden denizine ulaşınca
atından aşağı indi. İki eteğini beline soktu, (l5) iki eliyle denizin suyunu dışarı
getirip Vadi-i İhma’ya dökerdi. Bu şekilde [T 306](l) yedi gün yedi gece çalıştı.
Vadi suyla doldu, taşıp geri(2) denize aktı. Öfkelendi. Taşlar getirdi, ona bir set
yaptı.
Deniz içinde olan deniz sahihleri onu görünce geldiler, meliklerine haber
verdiler:
-Bir şahıs <4) geldi, deve benzer. Yedi gündür bu denizi avcuyla taşıyıp
dışarı döker. Denizi <5) taşıyıp vadiye dökmek ister gibi, dediler. Deniz maliki,
bir bekçiye buyurdu:
-Git, (6) ona sor. Ne yapmak ister? Bu denizi böyle etmekteki amacı
nedir? Bize bildirsin, dedi.
O deniz (7>bekçisi dışarı geldi, çağırdı:
-Ya Anter! Bu denizi böyle edersin. Haber ver, muradın (8) nedir? Anter:
-Siz kimsiniz ki gelip bunu benden sorarsınız, dedi. Kapıcı:
-Biz (9) deniz bekçileriyiz, ya Anter,dedi. Anter:
-Sizin beyiniz veya (l0) büyüğünüz var mıdır, diye sordu. Bekçi:
-Vardır, sana bizi malik gönderdi, dedi. Anter:(ll)
-Bu denizin dibinde, Siracüleyl denilen bir cevher var imiş. Onu isterim.
Elim ile (l2)bu denizi taşıyorum, su tükenince o cevheri alacağım, dedi.
Bekçi, Anter’i dinledi. <l3> Malikin huzuruna gelip:
-Ya malik! O kişinin fikri, (14) denizi kurutup falan cevheri almak. Malik
korktu:
-Bu iş, bu şahsın (l5) elinden gelmese bunca gün çalışmazdı, dedi.
Kalktı, hâzinesinden kırk [T307] (l)tane cevher çıkardı, bir tabağa koydu.
Denizden dışarı çıktılar, Anter’in yanına gidip (2) cevherleri önüne koydular.
Anter, mücevherleri alınca çok mutlu oldu. Kendisi:
-Eğer (3) bunu bana getirmeseydiniz, denizi buradan başka bir yere
iletirdim, dedi.
Deniz maliki, veda (4) edip geldi. Anter, Safvan’a yetişti. Cevahiri
önlerine koydu. Kızın anası yine razı olmayıp (5) hile yaptı:
-Ya İbni Zeyneb, ya Anter! Biz sana kızı verdik, fakat Vadi-i Sur’da <6)
bir ejder belirdi. Onu öldür, gelip hemen kızı al, dedi.
Anter, razı (7) olup gitti. Zeynep isimli bir cariyeden doğduğu için
Anter’e, İbni Zeyneb derlerdi. <8> Hem de Habeşe idi. Her kimi kötü anmak
isteseler annesinin adıyla anarlardı. Anter, ejderhanın yanına (9) geldi. Bir büyük
taş getirdi, ejderi onunla öldürdü. Ejderin bir parçasını (l0) nişan diye götürdü.
Geri geldi. Kızın annesi tekrar:
-Anter! Biz sana (ll) kızı verince kabile beyleri gelirler, bizi öldürürler.
Senin sabit bir yerin yok. (l2) Sana bir kale gerek. Sen dışarı gittiğin zaman
kızım ve biz onun içinde kalmalıyız, dedi.
Anter, <13) bönlüğünden buna da inanıp bir dağ başında hisar yaptı. Adını,
Anter Kalesi(14)koydu. Kale tamamlanınca kızın annesi Saide:
-Ya Anter! Öğrenmişler, falan kabileler toplanmışlar. Sen ayrıldıktan
sonra bu kaleyi yıkarlar, dedi.
Anter’i bu yalan ile [T308] dört yıl aldattı. Anter, dört yüz kırk bir
kabileyi bastı. Beylerini tuttu, (2) kimini öldürdü, kimini esir edip kalesine
götürdü. Hicaz’da olan Kabayil-i(3) Arap’ı ele geçirip kendisine mekân edindi.
Kızı tekrar istedi. Kızın annesi âciz kaldı, (4) Anter’i, Mısır’a Melik Ziyan
aslmdan olan Melik Mukavkıs’ın babası Ankapıs’a (5) gönderdi. Melik-i Mısır
onu işitti, adamlar gönderdi. Anter’i gelip gördüler ki bir devdir. Bir insan
ejderhasıdır. Kimsenin buna karşı durmak ihtimali yoktur. (7) Eğer cihan halkı
toplanıp bir yere gelse ona cevap veremezler. Gidip barış yaptılar. (8) Mısır
meliki, Safvan’ı davet edip bağırıp çağırdı:
-Niçin bu pehlivanı aldatıyorsunuz? (9) Hemen kızı verin, fesada sebep
olmayın. Mısır, önce bir Avc ibni Anak’tan zorla (10) kurtulduydu. Şimdi
Avc’dan beterini ortaya çıkardınız, dedi.
Safvan (11) utanıp kızı, hemen Anter’e verdi. Mutlu oldu. Anter, bütün
Arap mülkünü (12) ele geçirip bin bir kabileyi bastı. En sonunda ecel yetişti. <13)
Bir ayağım üzengiye koyup atına bindi. At üzerinde mızrağına dayanıp <l4)can
verdi. Leşkeri yedi gün at üzerinde orada bekledi. Heybetinden yanına (l5)
kimse gelemezdi. Silahlarla donanmıştı, düşman üzerine gidiyordu. [T 3 0 9 ](l)
Kavmi, yedi gün sonra anladı ki Anter öldü. Onu elbiseleriyle koyup (2)
kaçtılar. Avradı gelip onu silahıyla birlikte defnetti. Zira, “Ben ölünce beni
silah ile gömünüz.” diye vasiyet etmişti.
Anter’i defnettiler. O zaman geçti, Kureyş (4) dönemi geldi. Peygamber,
dünyaya geldi. Fahr-i <5)Âlem zamanında ashap:
-Ya Resulullah! Ali, ulu pehlivan (6) olmuştur. Buna akran kimse gelmiş
midir, diye sordular. Hazret-i Resul:(7)
-Bizden evvel Anter gelmiştir. Güçlü pehlivan idi, ya Ali ve ya ashap!
Ali ve ashab:(8)
-Keşke onu biz de göreydik, dediler. Hazret-i Resul:
-Yürü ya Ali! Anter (9) Kale’si önünde, “Ya Anter ibni Rebiyye!” diye
çağır, görürsün, dedi.
İmam Ali ve (10) ashap oraya geldi. İmam çağırdı. Hakk’ın kudreti ile yer
yarıldı, bir şahıs (ll)kalktı. Silahıyla ve diğer savaş malzemeleriyle:
-Ya Ali! O Resul-i mübin geldi mi? Kitaplarda <12) yazılmıştır, ben ona
ikrar edip uydum, deyip iman arz kıldı. Sonra: (
-Ne çok yatmış, uyumuşum. “Muhammed ve Ali (14) geldi, kalk!” diye
kulağıma bir ses geldi. Şimdi hemen atıma bineyim, bütün âlemi kılıçtan
geçireyim. (I5) Dünya halkının tamamının işini bitireyim, dedi.
Server, bunları işitince hayretler içinde kaldı: AA
- “Üskün f i arzin [T310] (l)yâ 0Anter!”* dedi.
Anter’in hikâyesi budur. O dikili taşı Hazret-i Peygamber (2) gördü.
Mısır’a geldiği zaman o dikili taşı götürdü. Server:
-Ya bu Gazanfer(3) kimdir, dedi. Muallim:
-Server! Bu Gazanfer, Gazaba oğullarının seyyididir. Sad’ın oğludur. <4)
O da Anter’den önce idi. Cihan pehlivanlıkları etmişti. Kabayil-i Arap’ı
kendisine yurt edinmişti. (5) Yemen, Necid, Umman, İran, Taif ve Hicaz beyleri
ona tabi olmuşlardı. Yemen padişahının <6) kızını aldı. Bir süre o da cihana
hükmetti. Sonra ecel erişti, (7)öldü, dedi. Şerif:
-Ya buHamza-yı Kenane kimdir, dedi. Muallim:
-Ya Server! Bu Hamza’nın (8) adı, Cabe’dir. Kenan’ın oğludur. Mekke
şehrindendir ve Kureyş’e hısımdır. (9) Hişamoğullarındandır. O da çok işler edip
Kabayil-i Arap’ı kendine yurt edindi (l0)ve itaat altına aldı. Sonra Acem sultanı
Hüsrev’in kızını zorla aldı. Pek çok kere cenk (ll) edipHüsrev’i ilinden çıkardı.
Çok işler ve hünerler etti. K ızı(l2> en sonunda alıp Kaf Dağı’na gitti. On sekiz
yıl av yaptı. (13) Dünyanın tamamını dolaşmıştır. Sonunda o da öldü, gitti.
Bunların hikâyeleri (l4)budur, dedi.
Server ve muallim bağ içinde yimekte ve içmekte.
Diğer tarafta Rum’da İstanbul tekürü, (l5)beylerini ve adamlarını topladı:
-Ne ersiniz? İki yıldır Şerif ortada yok. [T311] (l) Habeşistan’da kaldı.
Onun işi tamam oldu. Gelin asker toplayalım, Rum’da (2) olan Türkleri kıralım,
âlemi geri Hristiyan edelim, dedi. Orada bir rahip: <3>
-Ya tekür! Bu defa, Mesih himmetinde onunla savaşalım. Yenemez isek
(4)Mesih’in ne sözünü ederim, ne de ona itibar ederim, dedi.
Tekürün Hamun adb bir veziri (5) vardı:
-Ya tekür! Bilmiş ol ki bu Türklere gökyüzünden melekler yardıma gelir,
(6) Tanrıları onlara yardım eder. Kitaplarda vardır. Muhammed Mustafa <7)
zamanında Herakil, kayserin üzerine yürüdü. Üç yüz bin kâfir, yüz bin (8) Frenk
ile Pap birlikte gittiler. Muhammed’e gökyüzünden on iki (9) bin alaca atlı ve
yeşil kanatlı kimseler indi, birlikte cenk ettiler. Kayserin ordusunu <l0) kırdılar
ve yendiler. Muhammed’den sonra, halifesi Ömer zamanında bir milyon (ll)
Rum ve Frenk toplandı. Mahan Ermeni’yi başkomutan tayin ettiler. Ömer’in
kırk (l2> dört bin askeri onları kırdı, helak etti. Ondan sonra Hüseyin bin A li,(13)
Aziz ibni Hakim ve Ömer bin Abdülaziz gelip İstanbul’u kuşattılar. Nice (14)
adamlar öldürdüler. Abdülmelik halife zamanında Rumîler, tekrar sefer (15)
düzenlediler. Müslümanlar onları kırdı. Rezil oldular. Sonra âciz olup tekrar
[T312] (1) Ümmiyyeoğulları ile barış yaptılar. Sonra Mervan hilafeti ele geçirdi.

“ Olduğun yerde kal ya Arıter"


Ebu’l-Müslim ayaklandı. Geldi, (2) Haricîleri kırdı. Mervan, kayserden yardım
istedi. Kayser, yedi yüz bin kişiyle (3) yardıma geldi. Hamza’nın neslinden
Behzad adlı bir er, Ebu’l-Müslim’e yardıma geldi. (4) Kayseri öldürdü, ordusunu
kırdı. Sonra Server onu öldürdü, <5) âleme hükmetti. Eksik bırakmayıp Rum’da
gaza ederdi. Bağdat’a geldi. <6) Abbasoğullaları halife olup yürürlerdi.
Harunürreşid adlı bir (7) halife gelip bu şehri fetheder, kavmini haraca keser.
Sonra bir nice zaman (8) geçti. Bu kayserler fırsat gözleyip dururlardı, İslama
kast ederlerdi. <9) Hüseyin Gazi, Malatya’da (10) durup gazalar ederdi. Hüseyin
Gazi’ninbir oğlu oldu. Adı, Battal idi. (ll) Kayserler yedi kere ordu ile üzerine
geldi. Çin, Maçin, Hıtay, Haver’den (I2) onun üstüne sayısız asker getirdiler.
Hepsini yalnız başına kırdı, kayserleri (l3) öldürdü. Onu tuttular, ateşe vurdular,
yanmadı. Zehir verdiler, ölmedi. <14) Kuyuya attılar, geri kurtuldu. Denize
saldılar. Geri çıktı, <15) boğulmadı. Kaf Dağı’ndan cinnîler gelip gelip bunlara
yardım ederlerdi. Hiç [T313] (I) kimse bunlara galip olamamıştır. Konuyu
açmamak, daha iyidir. Zira Şerif de (2) onun nesli, Hüseyin Gazi’nin oğludur.
Hazret-i Muhammed’in neslindendir. Sakının. Tekrar bir belaya <3) tutulmayın,
dedi.
Bu konuşmayı dinledikten sonra tekür dönüp vezire öfkelendi:
-Bu Şerif, sihirbazdır. <4) Ben ona bir sihirbaz bulsam, dünyayı ona dar
eder. Ayrıca bu belayı da def ederim, dedi.
Tekür <5) odasına gitti. O gece acayip bir rüya gördü. Rüyasında gördü ki
(6) deveden büyük bir kuş gelip saraymın üzerine kondu. Kanatlarını birbirine <7)
vurdu, çağırdı. Saray yıkıldı, altı üstüne geldi. O <8) kuşun ağzından ateşler çıktı.
Ateş, yer yer düştü. Çevreyi yakıp kapkara yaptı. Her yanık (9) yerden sular
çıkıp aktı. Her suyun üzerine onun gibi kuş dururdu. <IO)Bu gelen kuş kanadıyla
vuruyordu, tekürü alıp gitti.
Tekür, çaresiz feryat ederek <n) uyandı. Bu rüyadan çok korktu. Beylerini
ve ruhbanlarını toplayıp rüyasını bir bir (l2) anlattı. Beyler:
-Dün Şerifi andınız, onun hakkında kötü düşüncelerinizi (l3) söylediniz.
Ona malum olmuştur. Sizlerin tekrar hareket edeceğinizi anlamış,(l4) sihir yapıp
rüyanıza girmiş, dediler. Tekür:
-Eğer böyle ise okişi sihirbaz değil, veli imiş, dedi. (l5)
Kâfirler cevap vermediler. Tekür:
-Bu olanları yazıp [T314] (l) Şerife gönderelim, o tabir eylesin. Görelim
nedir, dedi.
Olanları yazdılar, Şerife gönderdiler. <2) Yazdıklarını bir bezirgâna
verdiler, alıp gitti.
Bu tarafta Server, Nifal şehrinde (3) oturuyordu. Berber sultanından bir
kişi gelip dua etti:<4)
-Server! Bize Habeşistan’dan bir bezirgân geldi, dedi ki “Siz (5)
Habeşistan’a gidince Tul Zengi adlı bir beyi öldürmüşsünüz. Onun bir amcası<6)
varmış, adı Mihentas imiş. Dört milyon Habeşi toplamış, (7) İslam topraklarına
saldırmak için hazırlık yapmış. Mihentas’ın divanında yetmiş dört vezir
bulunurmuş. Azametli ve heybetli (8) kâfirdir, gafil olmayasınız!” Server, o
kişiye:
-Git, melike söyle. (9) İnşallah ben miskin, onun askerlerini dağıtayım.
Onun yanına gelirim, deyip, o kişiyi gönderdi.
<l0) Server, kendi yanında olan kullardan ikisini Mısır sultanına gönderdi.
(ll> Mısır’da bir at vardı. Kavs-i Kuzah,diye ad koymuşlardı. Sultandan onu (l2)
istedi.
Bir bezirgân Mısır’a geldi, sultanın huzuruna çıktı. <l3) Tekürün kâğıdını
verdi. Sultan, o kâğıdı atla Server’e (l4) gönderdi. Server, kâğıdı okuyup
tebessüm etti:<l5)
-Kâfirler yine fitne çıkarmayı düşünmüşler. Tanrı ne olacağını bilir. Bir
rüya ile [T315] (l) bildirmiş. Kalktı; tabirini, gelen kâğıdın (2) arkasına bir bir
yazdı. Mühürledi, bezirgânın eline verdi. Bir mektup daha yazıp bezirgâna
verdi.<3>Mektupta:
-Tekür, beni gafil sanmasın. Benim yakın yerde, uzak yerde olmamın
farkı yoktur. <4) Bir fitne çıkarmasın. Bu İslam ordusunda öyle adamlar vardır ki
eğer ata binip cenge <5) yürürse, Şerifi size unuttururlar. Onlar bir yerde oturup
ibadet(6) ederler, kalkmazlar. Ben onların yerine hizmet ediyorum. Bu İslam,
yalnız bana mahsus <7) değildir. Gafil olmayın; evliya, azizler ve günahsızlar bu
dinin bekçileridir, dedi. (8)
Mektuba bunları da yazdı, bezirgâna verdi, gönderdi.
Server, Habeşistan’a gitmek <9> üzere hazırlığını yaptı. Kalktı, Habeş’e
gitmek üzere yola çıktı. Müslümanların padişahına geldi. Adına, Sabranil (l0)
derlerdi. Server’i karşıladı, saygı gösterdi. Konukladılar. Habeş sultanı: (ll)
-Server, nereye gidiyorsun, dedi. Server:
-Mihentas-ı Habeşi’ye gidiyorum. Onu etkisiz hâle getireceğim, dedi. (l2)
Sultan, Server’e:
-Mihentas’ın ülkesi buradan dört aylık yoldur. Size zahmettir. (l3) Bırakın,
onlar zahmet çekip yıpransınlar. Zayıf iken yakalayalım. Yüz yirmi (14)dört bin
zırhlı Habeş askerine gücüm yeter. “Yorgunlukla, kavime dokunma.” diyelim.
Yağmalayalım, (15) onları kırıp ganimet toplayalım, dedi. Server:
-Ant içtim, onları kendi [T 316](l) illerinde tepeleyeceğim, dedi.
Şerif kalktı, kendisini siyaha boyadı. Kendisini, baştan ayağa kadar <2)
kara siyaha boyadı, Habeşî rengine döndürdü. Sultana veda edip çıktı, Habeşli
Mihentas’ın <3)yanma gitmek üzere yola çıktı.
Diğer taraftta, bezirgân ile gönderilen kâğıt teküre ulaştı. Divan (4) içinde
yüksek sesle okudular. Demiş ki:
-Ya tekür! Bu dediğin rüya <5) bir delildir. İslamdan bir kişi gelecek. Cebr
ile mülkünü, şehrini ve tahtım (6) alacak. Sizin kavminizi helak edecek. Size
onlar hâkim olacak. Mal ve rızkınızın (7) sahibi olacaklar. Sen de en son onların
elinde helak <8) olacaksın. Sakın İslama kötü bir niyetin olmasın. Bu dinin
bekçileri çoktur. En (9) iyisi bile size Şerifi unutturur ve kıyamete dek eksik
olmazlar.
Bunları dinleyince tekür (10) taht üzerinde titredi:
- Beyler! Mesih kavminin bundan böyle işi tamam olmuştur, dedi. <n)
rahip başını kaldırdı:
-Bu Türklerin hükmü,(12) Mesih gelip gökten inene kadar sürecek. Mesih
önce bunları kırmalıdır. Türklerden dünyada (l3) eser kalmayıncaya kadar
devam etmelidir, dedi. Tekür:
-Bize bu yakınlarda, Türklerden bir zarar gelmeyecek. Delilik edip (l4)
Türklere karşı komayalım, savaş açmayalım. Haraç verip idare edelim. <l5)Bizi
şimdi bunlar incitmezler, dedi.
Tekür, bunun üzerine sultana tuhfeler ve armağanlar gönderdi. [T317] (1)
Barış yaptılar.
Şöyle rivayet ederler ki Şerif, Habeş’te dört yıl eğlendi. (2) Ülkeyi üç kere
gezdi, çok garip şeyler gördü. Hindistan’a gitti. Türkistan’a (3> gittiğinde de
tekür hareket edemedi. Müslümanlardan çok korkardı. Her bir <4> Türkü bir
ejderha sanırdı. Kâfirler içine, korku düşmüştü. Kıpırdamadılar. (5> Şerifin
adını anmamak için Rum’da yasak koydular. Halk (6) unutsun diye, buna çok
dikkat ederlerdi.
Bu tarafta evliyaların sultam Şerif Saltık, (7) Habeş’e gidiyordu. Yanına,
yedi kulun üçünü almıştı. Dördünü, ( *Habeş sultanının yanında bırakmıştı. On
gün katı çölde yürüdüler. Sonunda bir memlekete (9) çıktılar. O yerin beyine,
Afvan derlerdi. Geziye çıkmıştı, (l0) karşıdan dört atlının çıktığını gördü. Baktı
ki onlardan tarafa geliyorlar. Atın başını (ll) çekip bekledi. Yakınlaştılar, ona
yetiştiler. Afvan ileriye gelip:
-Kimsiniz, (l2) nereden geliyorsunuz? Bize haber verin, dedi.
Şerifin yanındaki kulların birine Kasım, (13) birine Haşim, birine Asım
derlerdi. Pehlivan yiğitler idi. Asım, atını <l4) ileri tepti. Afvan’a karşı yürüdü:
-Eğer bizi sorarsanız Tul (15) Habeşi’nin oğullarıyız. Mihentas’a
gidiyoruz. Babamızı, Şerif [T318] (1) öldürdü. Ondan intikamımızı almak
istiyoruz, dediler. Afvan:
-Ya yiğit! (2) Şerif, sizin atanız Tuli’yi nasıl öldürdü? O, güçlü bir
pehlivan kişi idi, (3)dedi. Asım:
-Meydanda ikisi cenk etti. Orada öldürdü, dedi. Server,(4) Afvan’a:
"Anlaşıldı ki büyük bir ihtimalle bu Şerif, Kaftan gelmiş devdir, dedi. <5)
Bu arada Şerifin altındaki Kavs-i Kuzah atı gördü, dönüp vezirine: <6)
-Şu atı, bu süvariden alın. Bana gerek oldu. İyi at. Yerine de bir a t(7)
verin, dedi. Asım’a:
-Gelin, bizimle birkaç gün kalın. Ondan sonra (8) Mihentas’a gidersiniz,
dedi. Pes vezir ileri gelip Asım’a: (9>
-Server’in altındaki şu atı beri getirin, padişah istiyor, dedi. Asım güldü:

-Ya vezir! Kişinin başı gitmeyince kimseye atını verir mi? Deli misin,
sen ne yapıyorsun, dedi.
Vezir, Asım’a öfkelendi. Asım, kılıç çıkarıp bir darbe vurdu. Sinesine
dek iki (l2)parçaya bölündü. Server:
-Bırakma ya Asım! Elin var olsun, dedi.
Vezirin kulları (l3) hücum etti. Asım’ı ortaya aldılar, cenge ve vuruşmaya
başladılar.
Bu tarafta (l4) Kasım ve Haşim, atlarını teptiler. Elllerine kılıçlarını alıp
vurdular, onları kırdılar. Köleler kaçıp (l5) Afvan’a yetiştiler, haber verdiler.
Hemen askerleriyle dönüp:
-Bre bırakmayın, dedi.
Kasım, [T319] (l) Haşim ve Asım, kendilerini kara renge boyamışlardı.
Görenler, Zengi sanırdı. (2)Afvan:
-Bırakmayın buZengileri, dedi.
O ordu, bunları ortaya aldı. (3) Cenge başladılar. Şerif bir kez nara atıp:
-Benim Saltık, diye at saldı. (4)
Yanar ateş gibi o kavme girdi. Çok şiddetli bir cenk oldu. Cenk içinde
Şerifin yolu, (5) Afvan’a uğradı. Ayağının tabanıyla bir tekme vurdu. Hemen
atından yedi adım geri düştü. (6) Kalkınca Şerif sıçradı, eşek kuyruğu gibi
sakalını kavrayıp tuttu: <7)
-Müslüman olur musun, yoksa seni öldüreyim mi? Ne dersin, dedi.
Afvan:(8)
-Gel, beni öldürme, azat et. Asla sana yaramaz bir iş yapmayacağım,
dedi.
Server üzerinden kalktı, (9) atma bindi. Afvan da kalktı, atma bindi. (l0)
Askerlerine:
-Sakin olun, dedi. Askerler hemen cengi bıraktılar. (ll) Server; Kasım,
Haşim ve Asım ile bir yere oturdu. Afvan kalkıp <l2) yemek getirdi, Server’den
özür diledi:
-Ya Server! Atasözüdür, “K edi(l3) pençesini vura aslana, diri kalırsa vara
uslana.” Ya Server! Şimdi, (l4) sizinle bizim hâlimiz böyledir. Şükürler olsun
geldiniz, kendimizi bize bildirdiniz, (15) dedi. Hizmetler edip özürünü kabul
ettirmeye çalıştı.
Server, onlara teşekkür edip [T320] (1> kalktı. Seylan-ı Habeş’in yanma
gitmek üzere yola çıktılar. Afvan da on atlı kuluyla birlikte Şerifle (2) birlikte
gitti, ayrılmadılar. Sonunda, Seylan diyarına yetiştiler.
Şerif kendisi, bezirgân gibi giyindi. (3) Bu on kulu donatıp sandık içine
koydu. Bir sandığa da Afvan’ı (4) Asım ile koydu. Seylan’a gitmek üzere
çıktılar. Seylan’a giderken Mirrihiz (5) şehrine yetiştiler. Şehir kapışma geldiler.
Kapıcılar:
-Nereden geliyorsunuz? Yükünüzde ne vardır? (6) Görelim, dediler. Şerif:
-Benim yüküm, inci ve cevahirdir. Lal ve yakuttan daha değerli (7)
nesnedir. Şah Seylan’a layıktır, ona getirdim, dedi. Kapıcılar gelip Seylan’a
haber<8)verdi. Seylaf:
-Alın, getirin de görelim, dedi.
Geldiler, Server’i ve bu yükleri <9) çektiler. Seylaf sarayına yerleştirdiler.
Bir hücrede dinlendiler. O gece yattılar. (10) Seherde Seylaf, adamlar gönderdi:
-Bezirgânı getirin, eşyalarını görelim. Beğendiğimiz (ll) cevherlerini
alalım, geri kalanmı ona verelim, dedi.
Kullar geldiler, Server’i davet (l2> ettiler. Server, Seylaf m huzuruna
geldi:
-Sultanım sağ olsun! Devletinde (l3> acayip cevherler getirdim, sultanıma
layıktır, dedi. Şerif, Kasım’a ve Haşim’e : (14)
-Gidin, o altı sandığı getirin. Bir taraftan açın. O cevher <l5) çıksın, Sultan
hangisini beğenirse alsın. Umarım ki padişah onları görünce [T321] (I) çok
beğenecek, dedi.
O iki kul, padişahın adamlarmı alıp sandıkları getirmeye gittiler. <2) Bu
sırada Seylaf, vezirlerine:
-Haşan, bu ne hoş kişidir. Bu er, bizi severmiş. İyi ki (3) bu cevherleri
bunca uzak yerden bize getirdi, dedi.
Bunlar kendi aralarmda söyleşirlerdi. Kullar, (4) sandıkları getirdiler. Yer
üzerine ortaya koydular. Bu aralıkta t5) iken sandık içinde birisi ansızın, yüksek
sesle aksırdı.<6) Orada duranlar ve Seylaf işittiler:
-Hoca! Bu nedir, dediler. Server:
-Sultanım! (7) Yolda gelirken bir canavarcık tuttuk, çok güzel ve
sevimlidir. Onu da (8) sultana hediye getirdim. Görünce çok seveceksiniz, dedi.
Vezirin biri: (9)
-Büyük bir canavara benzer, görsek, dedi. Şerif hemen yerinden kalkıp:
-Beyler! Acayip (l0) ve garip canavarlardır, şimdi göreceksiniz, dedi.
Seylaf:
-Ya bezirgân! Demin, bu bir (ll) canavardır, dedin. Şimdi bir tane daha
vardır, dersin. Söylediklerin birbirini tutmuyor, dedi. Şerif: ( 2)
-Evet sultanın! Devletinde canavarlar, birkaç tane vardır. İşte şimdi
seyret, (l3) gör, dedi. Hemen sandıkların kilitlerini aldı, bir kez kamçı ( 4) ile
vurdu:
-Ey canavarlar! Dışarı çıkın, padişah sizi görmek ister, <l5)dedi.
Her sandıktan ikişer pehlivan çıktı. Ellerinde yalın [T 322](l) kılıçlar. Bir
anda Seylaf ve beylerinin üzerine koştular. Server bir nara atıp:
-Benim, Saltık, <2,dedi.
Şerif, yerinden kalkınca Seylaf ın yakasını tuttu. Yere vurdu, bağladı. O
(3) kişiler sandıktan çıktılar, orada duran beylerini kırdılar. Dışarıdaki halk
duydu, saldırdı. (4) Server, Seylaf a:
-Ne dersin, bana uyar mısın, yoksa seni öldüreyin mi? İşte (5) Afvan
benimledir. O bana gelip uydu, kurtuldu. Sen de uyarsan kurtulursun, dedi. <6)
Seylaf:
-Senin hile ve düzenine hayret! Erliğin de hilene göre <7) olur, deyip
hayran kaldılar. Seylaf ve veziri bağışlanmayı dilediler. Server onları ( ’
koyverdi. Seylaf varıp gene tahta oturdu:
-Sana tekrar a si(9) olsam nasıl olur, dedi. Server:
-Ecelin çekerse olursun, dedi. Seylaf:
-Ya Server! Ben, seni evvelden de gizli gizli (l0) severdim. Haşa ki
döneyim, dedi.
Bütün halk gelip Şerife saygı gösterdi. Server’e üç gün (ll) orada
ziyafetler verdiler. Dördüncü gün, Seylaf da dâhil olmak üzere on kul ile atlara
bindiler:
-Biz senden (l2) ayrılmayız. Mihentas’a dek seninle birlikte gidelim,
dediler.
Birtus-ı Habeş’e gitmek üzere yola çıktılar. (l3) Kırk gün sefer eylediler.
Birtus’un taht şehri, Gencana’ya geldiler. Bir bağ içinde konakladılar. Birtus’un
<l4)adamları gelip:
-Nereden geliyorsunuz. Neyiniz var? Sattığınız eşya ve maldan haber
verin, dediler. Seylaf:
-Bezirgânız, geliyorduk. Bu yakın yerde bir harami varmış, Şerif-i Şami
derler. [T 323](l) O yolumuza indi, bizi tuttu, kırdı. Mal ve davarımızı elimizden
aldı. Kaçarak buraya geldik, dedi.
(2) Adamlar gidip Birtus’a bildirdiler. Birtus haramiyi duydu:
-O düşman (3) buraya da mı geldi, diye gazaba geldi. Varın o bezirgânları
hemen buraya (4) getirin. Ben onlara kendim sorayım, dedi.
Kullar geldiler, bunları alıp Birtus’a getirdiler. (5) İçeri girdiler ve Birtus’a
dua etmediler. Her biri bir yere geçip oturdu. Saltık (6) hemen sıçradı, Birtus’un
yanına geçip oturdu. Vezir kalkıp: (7>
-Hay edepsiz! Sultandır o oturan, bilmez misin, dedi. Şerif:(8)
-Sultan, Allah’tır! Birtus kimdir ki anarsın, dedi. Birtus çok sinirlendi:
-Ya küstah! (9) Bu kendinini bilmemektir. Akimı başma topla. Kalk,
karşıya otur, dedi. Server:
-Ya Birtus! (10) Bu tahtta siz çok oturmuşsunuz. Biraz da biz oturalım,
dedi.
Seyyid böyle deyince vezir hemen yerinden <U) kalktı, kılıcını eline aldı.
Niyeti, Server’e vurmaktı. Seylaf, karşıdan vezire kılıcı öyle bir çaldı (l2)ki başı
önüne düştü. Bir bir kalktılar, naralar attılar. Birtus kalkıp kaçmak istedi. <13)
Server yakasmdan sıkıca tutup yere vurdu, elini bağladı. O mecliste olan beyleri
(14) kırdılar. Server, Birtus’a gelip:
-Ne dersin? Bize uyar mısın, yoksa senin işini tamam edeyim mi, dedi.
(15)Birtus:
-Ya Server! Sana tabi oldum. Önceden düşman idim, şimdi sana dost
oldum, dedi. Şerif, [T 324](l) Birtus’u azat etti. Birtus baktı, Seylaf ı tanıdı:
-Sen de mi biliyorsun, dedi.
Seylaf kendi hikâyesini (2) anlattı. Birtus güldü:
-Seni takdir ediyorum. Bundan ötürü sana kul olayım, dedi.
Daha sonra Birtus, Server’i <3) oradan birkaç gün bırakmadı. Alıkoydu,
konukladı. Kendisi de on kul alıp, yoldaş ohıp <4) Server’le birlikte Mihentas’a
gitmek üzere yola çıktı.
Yolları üzerinde, bir Habeş beyi daha var idi. Üç <5) kardeşlerdi.
Babalarından sonra mülkü üçe bölmüşlerdi. Beylik yapıyorlardı. Birine Calut,
<6) birine Talut, birine Tarut derlerdi. Bir yere gelmiş, düğün yapıyorlardı. Calut,
(7) oğlunu evlendiriyordu. Mihentas’m gelmesini bekliyorlardı. Server, o (8)
askerlere yaklaştı. Geldi, bir yerde konakladı. Calut, Tahıt ve Tarut avdan
dönüp geliyorlardı. (9) Birtus:
-Server! Erlik budur ki bunları burada, meydanda, bütün halk bakarken
haklayalım, dedi. <l0>Server:
-Her ne derseniz, eğer sizler de razı iseniz, ben kabul ediyorum, dedi.
Kalktılar, atlarına (ll) bindiler. Onlara karşı vardılar. Haşim ileri varıp:
-Beylere sözümüz vardır, dursunlar söyleyelim, dedi. (12) Çavuşlar:
-Ya eşkıyalar! Burası, söz yeri midir ki? Durun, bekleyin, dedi.
Aralarında güçlü bir çavuş vardı. (I3) O, Haşim’e bir gürz vurdu. Haşim, o
çavuşa bir kılıç vurdu. Bir kohı düştü.
Çavuşlar, Haşim’in üzerine üşüştüler. Birtus, hemen bir nara atıp
Calut’un üzerine (15>saldırdı. Seylaf ve Afvan kullarıyla birlikte at teptiler.
Calut, “Bırakmayın!” diye askerlerine ve kardeşlerine [T325] (l) el
salladı. Kardeşleri hücum ettiler. Orada bir cenk ve bir arbede koptu. Akşama
dek cenk ettiler. (2) Akşam oldu. Karanlıkta Calut, Şerifin önüne çıkageldi.
Atını saldı. Geldi, Server’in (3) başına kılıç çaldı. Calut, geçince döndü, Server,
Calut’a mızrak ile vurdu. Seyyid’in mızrağının alevi, <4) Calut’un arkasından
çıktı. Calut, bir kere ah eyleyip attan düştü, can verdi.
Şerif, mızrak ile Calut’u (5) götürdü, yere vurdu. Talut onu görüp:
-Ah kardeşciğim! Düşmanın elinde helak oldun, deyip Server’in <6)
üzerine geldi.
Seylafın beş kulunu öldürdü, yetişti. O acıyla Şerife hamle yaptı. Server
ona da bir mızrak vurdu, kardeşine kavuşturdu. O da can verdi. Tarut bu hâli
görünce başını alıp (8)kaçtı. Calut’un oğlu ile gittiler.
Heban ordusu bu durumu görünce:
-Baş gidince (9) ayak dayanamaz, deyip kaçtılar.
Çadırlarını, hâzineyi ve eşyalarını döküp kaçtılar, (l0> gittiler. Server bir
yere çıkıp durdu.
Birtus ileri geldi, dua etti. Kendilerini yokladılar. <n) Birtus’un üç kulu,
Seylaf ın beş kulu, Afvan’m yedi kulu düşmüş. Kasım da çok ağır yaralanmış.
(l2) Onun yaralarını sardılar. Ölenleri defnettiler. Server:
-Bu malı ve eşyayı bir yere <l3) koyup saklayalım, dedi. Onları bıraktı.
Biraz durun, dinlenin, dedi. Çevreyi aramaya gittiler.
Şerif, çevreyi araştırırken <14) karşıda bir hisar gördü. Hemen geri döndü,
geldi. Kasım’ı ata bindirip geri gitti. <l5) Hisara yaklaştı, burç dibine gelip
çağırdı:
-Bu kalenin komutanı beri gelsin, dedi.
Komutan, [T326](l)burca geldi. Server:
-Ya komutan! Bizim şahımız Calut’un üzerine düşman geldi. (2)Ben onun
hazinedarıyım. Malını ve rızkını buraya koymak ister. Hem de bir has kulu (3)
yaralandı. İşte getirdim. Gelin kapıyı açın, alın, dedi.
Onlar geldiler, kapıyı açtılar. (4) Kasım’ı içeri aldılar, gittiler. Server atını
sürdü, bu tarafa arkadaşlarının yanına geldi. (5) Orada bulunan eşyaları ve malı
topladılar. Atlara yükleyip getirdiler, <6) bu hisara koydular. Kale komutanı,
birazdan bildi ki bunlar yabancı kişilerdir. Hemen (7) feryada başladılar. Cenge
niyetlendiler. Şerif bir nara attı:
-Benim, Saltık! Calut’u (8)ve Talut’u öldürdüm. Sizi de hep kırarım, dedi.
Kalenin kavmi bunu (9) işitti, cenge cesaretleri kalmadı. Aman istediler.
Server, (10) Haşim’i on kişiyle oraya koydu. O hisara, Mahfaz derlerdi. İçinde
çokluk (ll) mal da vardı. Server beş kulu ile Afvan, Seylaf, Asım’ı (l2) ve
Birtus’u yanına alarak Mihentas’ın yanma gitmek üzere yola çıktı. Talut’un
topraklarından çıktılar. O <13) vilayet karışık idi. Talut’un oğlu, Mihentas’a haber
gönderdi: <l4)
-O Saltık buraya geldi, bizi şöyle yaptı. Sizler de gafil olmayın. B elki(l5)
bu defa kastısizedir. Bilmiş olun, dedi.
Bu arada, Calut’un oğluna gelecek gelini getirdiler. [T327] (l) Bir hisar
vardı. Çok sağlam ve muhkem idi, alıp oraya gittiler.
Saltık kalktı, o (2) gelinin ardmca revan oldu. Onlar, hisara yakın bir <3)
sahrada konakladılar. Bu tarafta Server Saltık, doğru kale tarafma geldi. <4)
Yetişti kaleye çağırdı:
-Kapıyı açın, kızı buraya getirdim. Şu yakındaki <5) sahraya kondu, yarın
kendi gelir, dedi.
Gelip kalenin kapısını açtılar. (6) Server, adamlarıyla birlikte içeri girdi.
Doğru saraya çıktılar. Server, geçip tahta oturdu. (7) Kalenin komutanı Umlak’ı
yanına çağırdı:
-Ya Umlak! Şimdi dışarı (8) çık, haber ver. Calut geldi, Şerifi öldürmüş.
Kızı hemen beri getirsinler, dedi. <9)
Umlak, dışarı gelip anlattı. O sözü işittiler, şenlikler yaptılar. (10) Kalkıp
kaleye geldiler. Kale içine girdiler, doğru saraya çıktılar. Server, (11) onları
karşıladı. Gelini içeri aldılar. Gelin geldi, yerine geçti. Server:<l2)
-Ya Nigar! Hoş geldin, uğur getirdin, dedi.
Server, gelini canıgönül ile hoş karşıladı. <13) Kız baktı, Server’den
şüphelendi. Server Saltık onu gördü, Seylaf a: (l4)
-Kalk, dışarı çıkalım, saldıralım, dedi.
Dışarı geldiler. Server, Umlak’ı (l5)yanma çağırdı:
-Siz daha önce beni hiç gördünüz mü, dedi. [T328] (1)Umlak:
-Evet gördüm, dedi.
Server, hemen yüzünden örtüyü (2) kaldırdı. Zira o zamanlarda beyler, hep
örtü takarlardı:
-Bak yüzüme, <3)dedi.
Umlak onu görünce feryat edebileceğini sandı. Server, hemen bir nara (4)
attı. Umlak’ı kılıç ile çalıp iki parçaya böldü. Serverler <5) her taraftan naralar
attılar, kendilerini bildirdiler.
O halkı (6) kırdılar, hisarı fethettiler. Orada, çok miktarda mal ve hazine
var idi. (7) Bırakıp gitmeye kıyamadılar. Server, o beş kulu bekçi bıraktı. (8)
Asım’ı da buraya koydu:
-Geri gelip sizi alacağım, siz burada (9) durun, dedi.
Hem Asım ağır yaralı idi, onun için burada bıraktı. Afvan, (IO)Seylaf ve
Birtus’u yanma aldı, Mihentas’ın yanma gitmek üzere yola çıktılar. Tarun’un
(11) topraklarını geçtiler, Mflıentas-ı Habeş iline gittiler. Melik-i (12) Kebir’in
topraklarına girdiler. Halk karmca gibi kaynaşıyordu. Her taraftan (l3) asker
toplamışlardı. Birtus:
-Ya Server! Bu kavim ile nasıl mücadele edeceğiz, dedi. (14) Server:
-Gam yeme, inşallah işimiz hayır olacak, dedi.
Oradan kalabalık bir (l5) topluluğa eriştiler. Sayılamayacak kadar çok
insan toplanmıştı. Öyle bir kargaşa ve hengâme vardı ki [T329] (l) anlatılamaz.
Bildiler ki Mihentas’ın kendisi de oradadır.
Mihentas’ı görmek (2) istediler. O kalabalık askerin içerisinde biraz
gezdiler. Gezerken bir yerde, <3) büyük bir otağ gördüler. Atlarını sürdüler,
oraya geldiler. Gördüler ki <4) Mihentas için otağın önünde kızıl altmdan
yapılmış bir kürsü koymuşlar. O kürsüde oturmakta. (5>Gerinmiş, keyfi yerinde.
Elini dizine koymuş, yumruğunu sıkmış. Bıyıkları (6) göğsüne inmiş. Yüz tane
koyun pişirip önüne koymuşlar. (7) Tutar, lokma yapar, bir koyunu ağzına atıp
yer. Çevresinde (8) beyleri oturmış, içki içmekteler. Sarhoş olmışlar, bu şekilde
otururlar. Mihentas, beylerine: <9)
-Beyler! Biz sefer eylesek buradan Mısır’a acaba kaç ayda varırız, dedi.
Çevreden<10)beyler:
-Bir yılda varırız ancak, dediler. Mihentas:
-İşittim ki Saltık (U) gelmiş, Calut’u öldürmüş. Kardeşi Talut ile gelmiş.
(12) O ilde imiş, gezermiş. Biz burada, sessiz sessiz otururuz. Hemen göçelim,
gidelim. (l3)Hazır olun, dedi. Beyler:
-Biz hazırız. Siz ne zaman enrederseniz gideriz, (l4)deyip tekrar içmeye
başladılar.
Onlar içtiler, sarhoş ve akılsız duruma geldiler. (15) Gece olunca
çadırlarına gittiler. Birtus:
-Server! Bizim Habeş mülkünde, [T330] (l) bir kimseye hakaret etmek
için onun dübürüne keçe ile zift yapıştırırlar. (2) Bu gece, ben de bunlara bu işi
yapmak istiyorum, dedi. Server:
-Uygundur, öyle yapınız, dedi.
<3) Birtus, Seylaf ve Afvan kalktılar. Bu beylerin, vezirlerin çadırlarına (4>
gittiler. Bir yanmdan yarıp içeri girdiler. Burunlarına uyuşturucu verip
akıllarını (5) giderdiler. Dübürlerine ziftli keçeler yapıştırdılar, gittiler.
Mihentas’ın çadırına (6)giremediler. Server’in yanına gelip söylediler:
-Biz köleleriniz, diğer (7) beylere vardık. Fırsat bulup edeceğimizi ettik.
Sıra bu kere şendedir. (8) Kalkınız, Mihentas’ın yanına siz gidiniz, dediler.
Server yerinden kalktı, Mihentas (9) çadırına gitti. Bir yerden fırsat bulup
çadırı yardı, içeri girdi (l0) Birtus, Seylaf ve Afvan ileri vardılar. (11) Dübürüne
ziftli keçeyi yapıştırdılar, geri döndüler. Server, yazılı bir kâğıt çıkarıp otağın
(l2)kapısına astı. Sonra çıkıp gittiler.
Seher vakti oldu, Mihentas mahmurla <l3) yerinden kalktı. El vurdu,
makadında bir nesne yapıştırmışlar. Kalktı, kapıcıların (l4)birine:
-Gel bak, benim bu makadımda ne var, dedi O kapıcı (15) gelip baktı:
-Ya Padişah! Ziftli keçe yapıştırmışlar, dedi. Mihentas [T 331](1) gazaba
gelip:
-Bre haramzade! Ne bakar durursun, kopartıp atsana! Bana (2) bunu kim
yaptı, diye bağırdı.
Koparmak istediler. Herif, acısından feryat (3) etti. Dübüründe kıllar bir
kulaç olmuştu. Temizlik bilmezlerdi. Pis ve (4) murdar kâfirlerdi, dübürlerindeki
kıl posta dönmüştü. Oğlan,(5) keçeyi bin türlü bela ile kopardı. Mihentas:
-Bunu bana Saltık yapmıştır. (6) Belli ki gelmiş, benim uyku vaktimde
yanıma girmiş, bana bunun gibi hakareti de yapmış. Öldürmek istese (7)
öldürebilirdi. Siz burada ne gözetliyorsunuz, bire haramzadeler, diye
öfkesinden (8) kapıcıları tepeledi.
Kuşluk oldu, gördü ki beyleri gelmezler. Hemen çavuş lan<9) gönderdi:
-Ne oldu, niçin gelmezsiniz, diye sordu.
Beyler kalkınca bir de ne görsünler? Makatlarında ziftli keçe. Her bey,
(10)makadındaki ziftli keçeyi kopardı. Gelip Mihentas’a haber verdiler.
Mihentas, (ll) bunu işitince gazaba geldi. Beyleri, vezirleri de geldiler,
söylediler: (l2)
-Sultanım! Bu işi Saltık yapmıştır, dediler. Mihentas:
-Hemen atlarınıza binin. Gidelim, (13) varıp Türkleri kıralım, dedi.
Vezirler çağrıştılar, söylediler:
-Sultanım! Bu nasıl (l4) sözdür, nereye gidelim? Saltık burada. Biz
götümüzün acısından birkaç gün ata binemeyiz. (l5) Bize izin ver. Dübürümüz
yaralanmıştır, tedavi edelim. Mihentas: [T 3 3 2 ](1)
-Beyler! Gerçek söylüyorsunuz. Makadımın acısından ben de taht
üzerinde oturamıyorum. (2) Vay! Bu kötü adam, bize ne çirkin iş etti. Ne acayip
hilekâr herif imiş. <3) Biz şuna şükredelim ki benim başımı ve sizin başınızı
kesmedi. İy i(4) kişi imiş, dedi.
Derken gördüler ki kapının üzerinde bir kâğıt asılı. (5)Mihentas:
-Bre getirin, şunda ne var görelim, dedi.
Vardılar <6)getirdiler. Okudu. Yazılmış ki:
-Ben Saltık. Geldim ve bu (7) işleri ettim. Sen Mihentas’sın. Erlikte ve
padişahlıkta (8) âdet budur ki her kişi başına, bir kişi veresin. Cenk edelim. On,
yirmi, otuz ve (9) nihayet kırk kişi bir pehlivana gelsin. Misaldir ki “İki kedi, bir
arslana eşittir.” <l0) demişler. Ben sana geleceğim. Hilemi gördün, erliğimi de
gör. Fakat bir kişiye (ll> kırktan fazla adam göndermek âcizlik ve avratlıktır.
Eğer er isen sen kendin <12) meydana gel. Saadet kime yar olur, görelim. İslama
kast(l3) etmişsin. İşte ben ayağına geldim. Hünerini sen de göster. Mihentas:(l4)
-Beyler! Görün, beni ne ile korkutmak ister bu, dedi. Habeş beyleri <l5)
birbirine söylediler:
-İnşallah hemen gelmez. Eğer üzerimize gelirse iş kötü. Götümüzün
[T333] (1) üzerine oturamıyoruz. Makadımızın hâli iyi değil. Hep kızıl et (2)
olmuştur. Acısından yestekleyemez olduk, dediler. Sonra dağılıp gittiler.
(3) Bu tarafta Saltık; dönüp Birtus’a, Seylafa ve Afvan’a:
-Kardeşlerim, (4) yâranlarım! Benim gönlüm diler ki yarın atıma bineyim,
Mihentas’ın ordusunun üzerine süreyim. Tanrı, (5) alnımda ne yazmıştır,
görelim, dedi. Birtus:
-Server! Ne olur, biz kölelerin de birlikte gelelim. (6) Görelim, nasıl
oluruz? Nihayet senin yoluna can ve baş veririz, dediler. Saltık: (7>
-Ben dilerem ki siz gizli durun. Uzaktan beni seyredin, dedi. <8)
Sonra Server silahlarını hazırladı, Mihentas’ın ordusuna yöneldi.
Sabah güneş doğdu, (9) Kaftan baş gösterdi. Server, bir dağın üstünde
durup aşağı ( ()) indi. Öyle bir nara attı ki sanki gökler yıkıldı. (ll) Atlar ürküp
kaçtılar. Adamların ise aklı başından gitti. “Hey! <l2) ne oluyor ki?” diyene
kadar Server, ağzını açıp yüksek sesle çağırdı:
-Benim Saltık! <13) İşte geldim, ya Mihentas, dedi.
Habeş askerleri baktılar. Gördüler ki bir server, (l4) bir tepe üzerinde
durmuş. Silahlarını kuşanmış, elinde bir mızrak (l5) tutar. Coşkun bir sel gibi
üzerlerine akıp gelir, haykırır. Askerler: [T 334](l)
-Saltık geldi, diye at üzerine bindiler. Mihentas:
-Bre bakın! Bu nedir, dedi. (2) Beyler:
-Sultanım! Saltık geldi, haykırır. Der ki “İşte geldim. (3) Mihentas, er isen
gel.” Sultanım seni ister, buyurun. Mihentas gazaba gelip:
-Silahlarımı beri<4)getirin, dedi. Beyler, vezirler bırakmadılar:
-Hele görelim, nasıl olur? Eğer biz ona <5) cevap veremezsek sen
silahlanıp gidersin, dediler.
Askerler kalkıp saflar, (6) alaylar bağladılar ve hazır beklediler. Server o
tepeden aşağı indi gelip meydanın <7) ortasında durdu. Habeş dilince çağırdı:
-Ya Habeş kavmi! Beni aramak için Mısır’a gitmeyin. t8) İşte ben,
ayağınıza geldim. Sizi zahmetten ve sefer meşakkatinden kurtardım. (9) Beri
gelin, bu iş bir yana olsun, dedi.
Bir Habeş pehlivanı, Server’e karşı geldi. O pehlivanın (l0)adı, Hanyak-ı
Habeşî idi:
-Hey yiğit! Melik-i Kebir’in <n) önünde bunun gibi hareket etmek neden,
dedi. Server:
-Fazla konuşma. Hemen (12) hünerini göster. Bana tabi öyle sultanlar var
ki bu, onların atlarını bile çekemez, dedi.
(l3) Habeşi gazaba gelip Server’e hamle yaptı. Server, onun hamlel
engelledi. El sundu,<l4) atından kaptı, havaya attı. Aşağı inerken kılıcını çaldı,
iki parçaya böldü. Biri (15) daha girdi. Server onu da tuttu, çekip bez gibi iki
parça edip yırttı, yabana [T335] (1)attı.
Hikâyeyi gereksiz yere uzatmayalım. Bu şekilde yetmiş kâfiri, her birini
bir türlü, birer hamlede tepeledi. (2) Durumu gören Mihentas askerlerine:
-Bre bırakmayın, dedi.
Kâfirler hep birden (3) at saldılar, Şerifi orta yere aldılar, bir bir cenge
başladılar. Server<4)akşama dek vuruştu. Zaman zaman nara atıp:
-Bre avrattan (5) kötü adam! Bir kişiye yüz bin adam havale edersin.
Kendin kaçarsın, gelmezsin (6) öyle mi derdi.
Alay alay önüne katıp halkı, hıyar doğrar gibi doğrardı. Bir harman <7)
miktarı yere kimse gelemezdi.
Gece olunca (8) gizlice aradan çıktı, gitti. Sonra sürdü, yâranlarının yanma
geldi. Atmdan inip (9) su ile kanlarmı yıkadı:
-Serverler! O kâfir benim üzerime bütün askerlerini sürdü. (l0) Çok
zahmet çektim. Sonunda çıktım, geldim. Ama o (ll) kâfire neler edeceğim,
inşallah göreceksiniz, dedi.
O gece geçti, sabah oldu. Server, Mihentas’tan yana varmadı. <l2)0 dağda
ibadet ile meşgul oldu.
Diğer tarafta, Mihentas gördü ki Saltık gelmedi. <13) Saltık kaçtı, gitti.
Artık gelmez, diye içki içmekle meşgul (l4)oldu.
Gece olunca Server Saltık yerinden kalktı, atma bindi. (l5) Birtus, Seylaf
ve Afvan:
-Ya Server! Nereye gidiyorsun, dediler. Server:
-Bu gece, [T336] (l) gece baskını yapacağım. Görelim nasıl olur, dedi.
Onlar:
-Biz de geleceğiz, dediler. Server:<2)
-Ne olur gelin. Fakat dikkatli olun, gafil olmayın, dedi.
Kalktılar, (3) Mihentas’m karargâhına geldiler. Bir yerde durdular. Her
biri, bir Habeş padişahının (4) adını yâd edip her biri, bir yerden nara attılar. (5)
Yatan askerler ürktü, durdu. Sonra atlara bindiler. Kendileri, birbirine
girip (6)cenk ettiler. Birbirini kırmaya başladılar. Server ve arkadaşları:(7>
-İt dişi, domuz derisine, deyip bir kenara çıkıp durdular. <8)
Mihentas’ın askerleri, sabaha dek birbirine kılıç vurdular. Mihentas (9)
otağından dışarı çıktı, bir kürsüde oturdu:
-Beyler! (l0) Bu Şerif, Habeşistan’ı kendine bağlamış. Bu beyler gelip
askerimizi (ll) bastılar. Belli ki Saltık’a uymuşlar. Ben de onlara bir iş (l2)
edeyim, görsünler, dedi.
Sabah olunca gördüler ki kimse yok. Oraya, (l3) yabandan bir kişi bile
gelmiş değil. Yetmiş bin kadar adam kılıçtan geçmiş, (l4) birbirini kırmışlar.
Mihentas gazaba gelip:
-Gördünüz mü? Bu düzenbaz, bize nasıl hile yaptı? Bizi, bize kırdırdı.
Bize ne kötü iş yaptı, [T337] (l)dedi. Beyler söylediler:
-Sultanım! Bu er, kötü kimsedir. Dünya halkından <2) korkmaz. Bu er, hile
ile cihanı yıksa kadirdir, dediler.
Mihentas, çaresiz kaldı. <3) Kalktı, üzgün üzgün çadırına gitti. Hak teala o
gün <4) öyle sert bir rüzgâr verdi ki yer ile gök arasını toz tuttu. Çadırlar, (5)
yabana uçup gitti. Atlar ürktü. Her kişi, kendi canı ve başı kaygısına düştü. (6)
Göz, gözü görmezdi. Sanki Ad kavmine esen yel idi. Kâfirlere acayip bir hâl
oldu. Server çıkageldi. Gördü ki Mihentas, bir yerde gözünü <8) ovup durur.
Server:
-Hudavend! Beri gelin, sizi bir kuytu yere ileteyim. <9) Yel, size zahmet
vermesin, dedi.
İki kulu ile alıp bir dereye getirdi. Hemen <1()) ileri gelip bir kez nara attı.
Mihentas’a gürzü öyle bir vurdu ki Mihentas, (ll) hay deyince attan yedi adım
yer geriye düştü.
Birtus ve Seylaf yetişip (l2) bağladılar. Afvan, onu alıp bir mağaraya
götürdü. İçeri koydular, ayağından (l3'bağladılar. Server gitti, vezirlerden ve
beylerden rast geldiğine:
-Beri gelin, <l4) Mihentas falan yerdedir, dedi.
Onları da alıp getirirdi. Birtus ve Seylan çıkıp, (l5) onları tutup büyük bir
mağaraya götürürdü. Ayaklarını [T338] * bağlayıp giderlerdi. Orada durup
beklerlerdi.
O gün yatsıya dek; (2) otuz dört vezir, yetmiş altı bey ve kırk bir bey
oğlunu hile ile getirip (3) bağladılar. Yelin ardından Hak teala, (4) yağmur verdi.
Gök gürlemesi ve şimşek yeri göğü inletti. Birtus:
-Server! (5) Önemli kişileri hep tuttuk. Sabredin. Yağmurda (6)
dokunmayın, görelim nasıl olur, dedi.
Döndüler, mağaraya geldiler. (7) Server, içeriye girip meşale yaktı. Şerif,
ileri gelip eyitti:
-Ya (8)Mihentas! Hâlin nedir, nasılsın, dedi. Mihentas:
-Ya haydut! Bu hile, erlik (9>midir ki yaptın, dedi. Server:
-Ya Mihentas! Hâlin nedir, ey lain? Ya <l0) erlik midir, bir kişiye bir
orduyu havale etmek? Kendin avrat (ll)gibi köşe bucak kaçarsın, öyle mi, dedi.
O kâfir, yattığı yerden Server’in <!2) yüzüne tükürdü. Seylan, ayağıyla
onun suratına birkaç tekme vurdu. (13) Ağzı, burnu kan doldu. Seylaf:
-Server! Bunlara söz söyleme. D ışarı(l4) çıkaralım, boyunlarını vuralım.
Şu sandal ağaçlarına asalım. Askerleri(l5)görüp ibret alsın, dedi.
Hem de öyle yaptılar. Başlarını kesip ayaklarından baş aşağı [T339] (1)
astılar. Seylan ve Birtus:
-Server! Kalk, buradan gidelim, (2) dediler.
Oradan kalktılar, bir yere vardılar. Sabah oldu. Askerler, beylerini
yokladı. (3) Bir de ne görsünler? Ağaç (4) dallarına padişahlarının, beylerinin ve
vezirlerinin başları asılmış (5) durur. Feryat ettiler. Ölülerini aldılar. Mihentas’ın
oğlu Gartas’ı (6) tahta geçirip bey yaptılar. Söylediler:
-Nasıl edelim de bu Saltık’tan intikamımızı (7) alalım, deyip düşündüler.
Bu arada askerlere:
-Gafil olmayınız, diye tembih ettiler.
(8) Server, gece gelirdi. Bir taraftan girip çadırlar yarardı, <9) adam
öldürürdü. Sabah olunca bir iki yüz adam, başsız bulunurdu. <l0) Kâfirler, âciz
kaldılar. Bu durum, on gün devam etti. Birtus’u bir gece bir çadıra <n> girerken
kavradılar, tuttular. Sonunda bağladılar. <12) Aldılar, Gartas’ın huzuruna
getirdiler. Gartas bakıp Birtus’ı tanıdı:
-Bre <13)na-haydut! Sen ne gördün de o Saltık’a uydun, dedi.
Calut ve T alut(14>oğulları feryat ettiler:
-Bu haydut atalarımızı öldürdü. <l5)Fesad bunundur, dediler. Gartas:
-Saklayın, yarın bunun hakkından geleyim, deyip [T340] (l) hapse
gönderdi.
Bu tarafta Server, gördü ki Birtus gelmedi. Seylan’a :(2)
-Sizler durun, ben varayım. Birtus ne oldu göreyim, dedi.
Hemen karargâha <3)yöneldi. Seylan ve Afvan:
-Biz burada niçin duralım, dediler. <4>
Onlar da tebdil-i suret ettiler, gelip bir yerde durdular. (5) Saltık’ın ne
yaptığını ve Birtus’a ne olduğunu öğrenmek sitediler.
Bir de baktılar ki Birtus’un (6) boğazına kement takmışlar. Çevresinde bir
insan çıkageldi. Seylan ve Afvan, <7>ileri varıp celladın elinden almak istediler.
Gördüler ki Şerif hazretleri, (8) Birtus yanınca gelir. Kıpırdamadılar, sessizce
beklediler. Şerif de onları gördü, <9> işaret etti. Birlikte yürüdüler. Divana
geldiler. Birtus’u getirip siyasete (10)çökerttiler. Gartas başını kaldırdı:
-Bre Birtus, bak! Sen bir ulu melik (ll) olasın. Bir eşkıyaya uyup, gelip
benim atam Mihentas’ı ve beylerimizi öldüresin, (12)öyle mi? Cellada emretti:
-Vur boynunu, dedi.
Cellat, kılıcı elinde (13) Gartas’a dualar ederdi. Diledi ki Birtus’u katlede.
Server, gök gürlemesi gibi bir <14)nara attı. Orada duranlar sandılar ki İsrafil sur
vurdu. <l5) Kendilerini toplayınca cellada kılıcı öyle bir çaldılar ki ortadan ikiye
bölündü. [T341] (I) Seylan, fırlayıp Birtus’un bağlarını kesti. Birtus, celladın
kılıcını yerden (2) sunup eline aldı. Bir taraftan da o yürüdü. Her kim önlerine
geldiyse çaldılar, cenge <3) başladılar. Vezir, Server’in üzerine yürüdü. Server,
ona bir kılıç vurdu. İki parçaya böldü. (4) Sonra Gartas’ın üzerine yürüdü.
Gartas, yerinden kalkıp eline gürz alınca <5> hemen Saltık, ona kılıç ile çaldı.
Onu göğsüne kadar iki <6) parçaya böldü. Calut ve Talut oğlanları, Birtus ile
Seylaf da öldürmeye <7) başladı. Afvan, iki beyi tepeledi. Divan halkı, tarumar
oldu. <8) Server, yâranlarını yanına aldı. Cenk ederek dağa çıktılar, gittiler.
Akşam oldu, <9)gün karardı.
Diğer tarafta askerler, beylerinin ölüsünü aldılar ve defnettiler. Gartas’ın
(l0)oğlu İtvas’ı bey olarak atadılar. İtvas:
-Beyler! Bu Şerif yalnız geldi, (ll) babamı tepeledi. Benim ciğerimi kan
ile doldurup yüreğimi parçaladı. Bana yardım edin, bu dağı <12) çepeçevre
saralım. Ola ki ele geçirip hakkından geliriz, dedi.
Ordu toplandı, hep birlikte (l3> dağı ortaya aldı. Server anladı ki (l4)
kendilerini kuşatıp yakalamak isterler. Kalktılar, atlarına binip <l5) hazır
durdular.
Askerler, her taraftan halka halka gelip yetiştiler. Server, hemen [T342]
(l) bir nara atıp hücum etti. Halk, karşı duramadı. Dağıldı, kaçtı. Server, (2)
yâranlarıyla geçip sahraya yöneldi. İtvas’a haber verdiler:<3)
-Saltık çıktı, gitti dediler.
İtvas, beyleriyle Server’in (4) ardına düşüp kovaladı. Sahraya inince
Server, atının başını çekip (5) durdu.
İtvas yetişti. Saltık, hemen atını İtvas’ın üzerine (6) saldı. Hay, deyince bir
kılıç çaldı. İtvas’ın başı top gibi <7) yuvarlandı. O beyleri ele aldılar, kırdılar.
Şiddetli bir cenk oldu. Sonunda İtvas’ın leşkerini <8) kırdılar, önemli beylerini
öldürdüler. Geride kalan askerleri de taraf taraf kovaladılar. (9) Her biri,
Azrail’den kaçar gibi tarumar olup gitti.
İtvas’ın, <l0) Kapış adlı küçücük bir oğlu var idi. Birkaç bey onu aldı.
Mahdam adlı bir kale (ll) var idi, oraya götürdüler. Server’in askerlerin
karargâhından tuttuğu (l2) esir üç binden fazla idi. Onlara:
-Sizleri azat edeyim, kalkın. (13) Bu eşyaları toplayın, dedi.
Onlar da razı oldular. HemenMihentas’ın ve askerinin (14)mal ve eşyasını
alıp Itaf şehrine ilettiler. Bu şehir, Mihentas’ın başkenti idi. Şehir (1 * halkı
onları karşıladı. Boğazlarına kefen taktılar, geldiler. Server, geçip tahta oturdu.
Memleketin [T343] (1) beyleri, bir bir gelip itaat ettiler. Calut ve Talut’un
oğulları ile ölenlerin oğlanları (2) da geldiler, el öptüler.
Server, atalarının yerini geri onlara verdi, gittiler. (3) Kapış gördü ki
Server, onlara bir şey demedi. Kapış da atını sürüp Server’e (4) geldi, el öptü.
Server ona da atasının ve dedesinin yerini verdi. Server (5) oradan Asım’a,
Kasım’a ve Haşim’e haber gönderdi. Sürdüler, vardılar. <6) Onları, o hisarlardan
çıkardılar. Calut’un oğluna gelen kızı da birlikte (7) getirdiler. Geldiler,
Server’in elini öptüler. Karşısına geçip durdular. Server; (8) Kasım’a, Haşim’e
ve Asım’a:
-Dilerseniz sizlere buradan birer beylik vereyim, (9) padişah olun, dedi.
Onlar feryat edip:
-Allah göstermesin. Bize, beylik gerekmez. Biz senden <l0) ayrılmayız,
dediler, istemediler. Server:
-Şimdi o gelini getirin, Birtus’a <U)verelim, dedi. Seylan:
-Sultanım! O gelini bana verin. Zira ben daha bekârım, dedi. (12) Server:
-Ya Seylan! Bilmiş ol ki bu gelin, Birtus’undur. Ben rüyamda <13)
gördüm, gelin onun nasibidir, dedi.
Seylan, dua edip yerine oturdu. Seyyid, (l4)kıza haber gönderdi:
-Seni, Birtus’a verdim, dedi.
Kızın adı, Gülnar idi. (15) Feryat etti:
-Birtus kimdir ki ben ona varayım, diye ağladı. Babam Şeddad [T344] (1)
bin Ömer işitirse ne Birtus’u koyar ne de Şerifi, dedi.
Server onu işitti, (2) şaşırdı. Kız böyle dediği için gazaba geldi, hemen
buyurdu. Birtus’u ( ’ alıp Gülnar’ın çadırına getirdiler. Birtus’u içeri koydular.
Birtus, Gülnar’a (4) yakınlaşıp el vurmak istedi. Gülnar kalktı, Birtus’u yere
vurdu.(5) Çıktı, göğsüne oturdu. Niyetlendi ki öldüre.
Server, onu görüp (6) içeri girdi. Gülnar’ı, Birtus’un üzerinden alıp yere
vurdu. (7) İki elini sıkıca bağladı. Buyurdu, ayağından çadır direğine bağladılar,
(8)yere yatırdılar. Server, Birtus’a:
-Bu kız benim cariyemdir, (9) sana verdim, dedi.
Birtus, hemen Gülnar bağlı dururken çadıra girdi, muradını(10) aldı.
Gülnar gördü, iş olup bitti. Hiç tınmadı. Aradan babasına (ll) haber
gönderdi:
-Benim hâlim şöyle oldu, dedi.
Şeddad ibni Ömer, bunu (l2) işitti. Feryat edip takkesini yere vurdu.
Hemen asker toplayıp Saltık’ın üzerine <13)yöneldi.
Server bu tarafta gafil dururken Şeddad, dört yüz bin kâfirle <14) çıkageldi.
Server, atına süvar olup bekledi. Şehre arka verip Şeddad (15) ile şiddetli bir
cenk ettiler. Savaşa tutuştular. Bu cenk içinde Asım’ı şehit [T345] ( 1ettiler ve
geri durdular. Kasım ve Haşim de yaralandı. Server, cenk <2) ederken yüzünü
Hazret’e tuttu:
-İlahi! Bu yavuz tayifeyi sen kerem ve lütfundan (3) def eyle, deyince
gördüler ki gök yüzünde ateşler ve şimşekler belirdi. (4)
Kılıçlar oynayıp adamlar helak oldu, kanlar döktüler. Bir saatte (5)
Şeddad’ın ordusunu kırdılar.
Bu durumu görünce Şeddad, başını alıp kaçtı. Yakın yerde bir kale (6)
vardı, gidip kaleye sığındı. Server şaşırıp: (7>
-Bu ne hâl ki, deyip durdu.
Saldıranların kim olduğunu bilemediler. Düşünceye <8) daldılar. Server,
Kasım’ı ve Haşim’i şehit olmuş görünce çok üzüldü. (9) Server buyurdu. O üç
pak şehidi, şehir (l0) karşısında bir tepenin üzerine defnettiler. Üzerlerine kubbe
inşa ettiler. (ll) Gece oldu. Server, bu yiğitlerin şehit olmasına üzgün üzgün
oturdu. <l2)
Server otururken bir dere içinden çok sayıda meşale belirdi. Bir bölük atlı
çıkageldi. (l3> Doğru otağdan yana döndüler, geldiler. Birtus, Seylan ve Afvan
ileriye (14) vardılar:
-Kimsiniz, dediler. Hemen onların birisi ileri gelip selam verdi:(l5)
-Ya Birtus! Biz hepimiz, ruhanî cinlerdeniz. Beyimizin adına, Kanus
cinnî derler. Babasına, [T346] (1) Tamus peri derlerdi. Seyyid Battal’a yetişip
ona dostluk eylemiştir. (2) Tamus’un babası, Abdurrahman peridir. Ebu
Müslim’i dardan alıp kurtarmıştır. (3) Behzad ibni Haşim ibni Hamza’ya kızını
vermiştir. (4) Tamus’un oğlu Kanus ve diğer oğlu Kavuş geldi, bu leşkeri (5)
kırdı. Yerimiz Ümmü’l-Hayat’tadır. Server, K a fa giderken cin padişahım (Ğ)
davet etmiş. O melikler geldiği zaman, bizim melikimiz Şerife çok hizmet (7)
edip dostluk eylemiştir. Şimdi ona, bir hâl vaki oldu. Biz ona geldik, (8) dediler.
Birtus gelip Server’e bildirdi. Server, bunu işitince (9) yerinden kalkıp
dışarı çıktı. Kanus atından inip Server’e dua etti,(l0) elini öptü. Server, Kanus’u
gözlerinden öptü. Gelip çadırda oturdular. (ll) Server, onları iyi kokular ile
ağırladı. Ondan sonra Server:
-Ya Kamış! Gelmene <l2) sebep nedir, diye sordu. Kanus dua edip:
-Ya Server! Bizim yerimiz Kaftadır. (l3) Sizler geldiniz, K a fa girdiniz.
Ümmü’l-Hayat, K a f tır ve K af Dağı’nın (l4> eteğidir. Orada bir ifrit dev belirdi.
Adına, Cengal dev derler. O lain, her yıl mülkümüze <15) gelip harap eder.
Benim bir kızım vardı, gayet güzel idi. [T347] (l) Onu birine vermeye
niyetlendim. Bir gün gelmiş. Sihir ile sarayıma girmiş. <2) Kıza darı verip aklını
almış. Saraydan abp götürmüş. <3) Burada olduğunu öğrendim, kalktım,
makamına vardım. Çok cenk ettim. Sihir kuvvetiyle (4) beni yendi. Kendisi bu
Habeşistan’a geldi. Bir dağ vardır. (5) Adına, Mattılaü’l-Fark derler, onda
oturmakta. Yedi kere üstüne geldim, (6) çaresini bulup yenemedim. Sonunda
sizlerin burada olduğunuzu işittim. Kalktım, Hızır’a vardım, <7) size gönderdi.
Bizim atamız Tamus, dedeniz Battal’a yetişip hizmet etti. (8>Biz de size geldik.
Eğer buyurursanız bize yardım edin. Gayet makbule geçecek, dedi. <9)Server:
-Ya Kanus! Bu sihiri, sihirbazlar kimden öğrenirler, diye sordu. Kanus:
( 10)

-Ya Server! Bunların bir ulusu olur, gidip her zaman sihirbazlara (ll)
hizmet ederler. O öğretir. Cazularda okumak ve yazmak yoktur. <l2) Birbirinden
işitirler, dedi. Server:
-O büyük cazu kimden öğrenir, diye sordu. (l3) Kanus:
-Ya Server! Babil’de bir kuyu vardır. Orada iki melek var, b a şı(l4) aşağı
asılmıştır. Günah etmişlerdir. Sihri, onlar gökten indirdiler. (l5)0 cazu da gidip
bunlardan öğrenir. Onlar, kuyudan ona [T348] (l) haber verirler. O da gider,
kalana öğretir, dedi. Server:
-Onlar <2) Harut ve M aruftur ve sihri ve hileyi onlar getirdiler. Günah <3>
edip asi olunca onlarm amelini kaldırdı. O zaman Hazret-i İdris (4) zamanı idi.
Hak teala, Hazret-i İdris’e, amel edip sihri ortadan kaldırmak ve cazuları helak
etmek için hikmet-i has, ilm-i <5) nücum, remil, esma ve azayimleri gönderdi. (6)
Tanrı, onun da dermanını vermiştir. Kur’an indikten sonra sihirbazlar geçersiz
olmuştur. Ehl-i (8) hikmet-i has, olanları düşman yaratmıştır. Hikmette kâmil
olanlar; ilm-i istidlal ile istihare (9) ederler, onların haklarından geleler. (l<)) Ya
Kanus! Allah rast getirirse onu bir yana edeyim. Velakin o (ll) büyük cazu
nerededir? Beni ona ilet. Fakat Şeddad’ı ele geçirmeden gidemem, dedi. <l2)
Kanus:
-Cinnîler gitsinler, Şeddad’ı getirsinler, dedi. Server:
-Ne olur, bunu hemen yapm, dedi. (13)
Kanus izin verdi, iki cinnî gönderdiler. Şeddad’ı hisar içinde (l4)
döşeğinde yatarken yakaladılar, Server’in önüne ( getirdiler. Şeddad, gözünü
açtı. Kendini mecliste buldu. Nara [T349] (l)atıp kalkınca Seyyid, Şeddad’ın
göğsüne öyle bir yumruk vurdu ki <2) o an nefesi tutuldu, düştü. Elini ayağını
sıkıca bağladılar, hapse gönderdiler.
Sabah (3) olunca gidip o hisarı fethettiler. Server; Birtus’u, Seylan’ı, (4)
Afvan’ı o ganimet mallarıyla yerlerine gönderdi:
-Ya Afvan! Sen (5) Mısır’a yakmsın. Bu malı ve rızkı, Mısır sultanına
gönder. Bu ganimeti orada fukaraya (6) dağıtsınlar. Biraz da Medine, Mekke ve
Kudüs-i Hâlilülrahman fukarasına göndersinler, dedi. (7) Sonra onlara veda etti.
Afvan o rızkı ve <8) ganimeti, Seyyid’in buyurduğu gibi Mısır’a gönderdi.
Fukaraya paylaştırdılar. Hem (9> bir mektup da vermişti. Ona göre dağıttılar.
Server’e o yıl<l0) haremde olan fukara, suleha ve ulema dualar etti. Server’in (ll)
bu futuhlarını işittiler, âlem mutlu oldu. Rum’da olan gazilere de bildirdiler.
Rum (l2) kâfirleri, bu durumu işitince çok korktu. Vardılar, sultan hazretine (l3)
elçiler gönderdiler. Yedi yıllık sulh istediler. Sultan, üç yıla razı <l4) oldu. Barış
yapıp gittiler.
Bu tarafta evliyaların sultanı ve gazilerin (l5) başı Şerif Saltık, Habeş’te
kalmış ve Şeddad’ı da hapse göndermişti.
[T 350](1) Gece oldu, Server atını sürdü, Şeddad’ın huzuruna geldi:
-Ya (2) Şeddad! Gel Müslüman ol veyahut barış yapalım. Ne dersin? Bu
i|leri (3) görürsün ve işitirsin. Hepsini bilmene gerek yok. Bana Hakk’ın inayeti
( 1 ve Resul’ün şefaati yardımcıdır. Bana bu, Muhammed dininin yüzü
suyundandır. Yoksa <5) bir kişi bunca kavme yalnız başına nasıl cevap verebilir,
dedi. Şeddad:
-Sana, sihirbaz derler. Eğer sen sihirbaz değilsen bana ispatlamalısm.
Öyle (7) değilsen keramet göster, inanalım, dedi. Server:
-Ya Şeddad! <8) Benden ne istersin, dedi. Şeddad:
-Ya Server! Ben babamdan şöyle işittim (9) ki cazular ateşe, suya, rüzgâra
ve toprağa hükmedemez. Şimdi gel, akar suya (l0> işaret ver. Yiğit isen durdur.
Biz de sana inanalım, dedi.
Server buyurdu, (ll) hemen Şeddad’ın bağlarını çözdüler, elbiseler
giydirdiler. Herkes ırmak <l2) kenarına geldi. Server, Nil Irmağı’na bir
parmağıyla işaret edip:
-Akma, (l3,ya su, dedi.
Tanrı’nın izniyle o su akarken hemen durdu, akmadı. Hatta (l4)o ırmak üç
gün akmadı. Mısır’da her yerde, Nil’in üç gün <l5)akmayıp durduğu meşhurdur.
Şeddad onu gördü, Seyyid’in ayağına düştü, [T351] (l) Müslüman oldu.
Fakat Seyyid gidince Şeddad ve orada Müslüman (2) olanlar, tekrar cahil oldular
ve öldüler. Zira içlerine ulema girdi. Kitabın (3) emretmediği şeyleri yaptılar,
gaflette kaldılar. Fakat Seyyid’in muhabbetini gönüllerinden ölünceye dek
gidermediler. (4)
Şeddad, Server’e tabi oldu. Server, (5) Şeddad ile Birtus’u görüştürdü.
Sonra Şeddad:
-Ya Server! İki kızım daha (6) var. Onların birini Seylafa, diğerini de
Afvan’a verdim, dedi.
Server, o <7> iki kızı nikâh edip o iki servere verdi. Artlarınca gönderdi.<8)
Ondan sonra da Şeddad’ı yerine gönderdi. Server dönüp Kamus’a : (9
-Bizim amacımız tamam oldu. Şimdi sizin işinize bakalım, dedi.
Periler kalktılar, bir taht bağladılar. (10) Dört yerden tutup götürdüler.
Halk, cinnîlerin Server’i alıp gittiğin görürdü. Server, şehir kavmine veda etti.
Bu arada cinmler, aşikâre olmuşlardı. <l2) Halk onları görürdü. Bütün halk
şaşırıp:
-Bu Muhammed dini, (l3) ne ulu din imiş. Bütün tayf o dine bağlanmış,
dediler.
Server (l4) o halka dua etti, periler ile hava yüzüne uçup gitti. Server,<l5)
taht üzerinde oturmuştu. Havaya yükseldi. Yükseldiği yerden [T352] (1)
yeryüzü görünmez oldu. Biraz gittiler. Kamus, geri yeryüzüne <2) döndü.
Geldiler, bir dağ başına kondular. Oturdular, yemek getirdiler. Server (3) yedi.
Kamus ileri gelip başım Server’in ayağına koyup:
-O Cazu-ı<4) Çengal, buradadır. O dağ da budur, dedi.
Server, neşeli bir şekilde yerinden kalktı. (5) Silah giyip o dağın zirvesine
çıktı. Kapısı da çelikten bir burç yapmışlar. (6).
Server ileri vardı, o kapıya bir gürz (7) vurdu. Sesi gökyüzüne ulaştı. Kapı
içeri düştü. Server; o <8) burcun içine girdi, ileri yürüdü. Gördü ki bir taht
üzerine bir kız yatmış,<9) uyumakta. Server kızdan yana yürüyünce dışarıdan bir
ses geldi:
-Ya Saltık! (l0) İşte sana yetiştim. Ya Kamus! Seni Ümmü’l-Hayat’ta
yaşatmam. (111Burada benim üstüme Saltık’ı getirirsin, öyle mi, dedi.
Server ardına bakınca (l2) o melun, sert rüzgâr gibi yetişti. Server Tiğ-ı
Dahhak’ı iki eline alıp dışarı geldi. Bir de ne görsün? (l3) Bir acayip, heybetli,
çirkin şahıs. Domuz başlı, aslan pençeli, insan (l4) gövdeli, ifrit ayaklı. Öküz
misali. Değirmen taşını başının üzerinde (l5) götürüp geldi, Server’in üzerine
attı.
Server [T353] (1) geriye sıçradı, taş yabana düştü. Bir harman kadar yeri
çukur etti. (2)Toz, âlemi bürüdü. Dev, Server’i gürz altında helak oldu sandı:
-Ya <3)âdemî! Seni buraya ecelin getirdi. Yat şimdi burada, dedi.
Sundu, (4) değirmen taşını yerden almaya çalıştı. Server bir nara atıp (5)
kılıcı devin koltuğunun altında öyle bir çaldı ki bir kolu yere düştü. (6) O lain,
acısından öyle bir feryat etti dağlar ve çöller sesten yankılandı. (7) Bunun
üzerine dev:
-Er isen bir daha çalarsın, dedi. Server, gazaba (8) gelip bir daha çaldı.
Server deve tekrar kılıç çalınca, <9) dev kalktı. Server’e yapıştı, yaka yakaya
gelip cenge başladılar. Kamus <l0)onu görüp, feryat etti:
-Ya Server! Deve tekrar çalmaman lâzımdı. (ll)Bu lain, ikinci hamlede
dirilir, dedi.
Bir müddet cenk ettiler. Dev lain, <l2) Server’i üç kerre yere vurdu, pek
çok yerinden yaraladı. (l3) Server, devi öldürmeye bir çare bulamadı. Kendini
devin elinden kurtarmak istedi. Kamus bir periye işaret<l4) etti:
-Çendval’ın süngüsünü getir. Bu laini bir yana edelim, dedi. (i5)
O süngüyü getirip verdi. Server eline aldı. [T354] (l) Gördü, çelik bir
süngüdür. Elinde iken bir ucundan vurdu. <2) İçinden bir ateş alevlenip çıktı,
saçıldı. Devi helak <3) eyledi.
Server’e bunu vurmasını Kamus öğretmiş idi. Server, Kamus’a dönüp(4):
-Bu nasıl süngüdür, diye sordu. Kamus:
-Server! Deden Battal Gazi’d en (5) bize yadigâr kalmıştır. Mahallinde size
getirdik, kabul edin. Çendval cazuyu (6) Hamza öldürdüğünde onun elinden aldı.
Asıl A saf bin (7) Berhıya, Süleyman’a tılsım ile düzüvermiştir. Sonra İskender’e
kaldı. Ondan sonra (8)da elden ele Çendval’a geldi, dedi.
Server şükretti. Sonra Kamus (9) ile geldi, o burca girdi. O taht üstündeki
kızı uyandırdılar. (10) Kız bunları görünce ağladı:
-Korkmadınız da buraya (ll) nasıl geldiniz? Canınıza kıyarsınız, dedi.
Kamus:
-Ya kız! Ağlama. (l2) Saltık, cazuyu öldürdü. Sen kimin kızısın, bana
söyle, dedi. O kız:
-Ben, Kakum padişahının kızıyım. Bizim ilimizi bilirisiniz. Maskus’tan
<l4) ötede, Sincab ve Kıpçak iline yakındır. Bu dediğim diyarın beylerinin kızları
da (l5>burada tutsaktır, dedi. Kamus:
-Peri kızlarından Hurşid [T355] (l) Banu nerededir, biliyor musun, diye
sordu. Kız:
-Kamus cinnînin kızını sorarsan <2) o, Hırmas cazudadır. Çengal onu
armağan gönderdi, dedi.
Kamus, kızdan b u (3)sözü işitince üzüldü. Server:
-Ya Kamus! Üzülme. <4> O belayı da bir yana edeceğim, göreceksiniz,
dedi.
O burçtan yedi kız çıkardılar. (5) Her biri güzel kız idi, her birinin yüzü
ayın on dördüne benzerdi. <6> Server:
-Sizleri babalarınızın yanına göndereceğim. Ne gördünüzse onlara
anlatırsınız, <7)dedi. Hemen iki kız ileriye geldi:
-Ya Server! Birimiz İstanbul(8) te kürünün kızı, birimiz de Frenk’te oturan
Felyon’un kızıyız, dediler. Server:(9)
-Ben, Felyon’un bir oğlunu cazudan kurtardım. Latin’de bey ettim, bey
olarak bırakıp gittim. (10) İşte bir kızını da cazudan kurtardım, dedi.
Bunun üzerine kızlar gelip iman (ll) getirdiler. Server buyurdu, periler
onları babalarının yanına götürdü. Göz açıp kapayıncaya kadar <l2)
memleketlerine dek iletip saraylarına koydular. Bu kızlar kaybolalı bir yıldan
fazla zaman geçmişti. (l3) Bunların babaları, kızları Saltık’ın kaçırdığını
sanırlardı. (14) Doğrusunu öğrenmek için pek çok casus görevlendirmişlerdi.
Fakat onkar da sağlıklı bir haber alamamışlardı. (l5> Ansızın kızlarını görünce
sevindiler, hikâyeyi sordular. Onlar da [T356] (I) gördüklerini babalarına
anlattılar. Bir bir haber verdiler. Her biri şaşırıp Şerifin (2) erliğine, lütfuna ve
keremine hayran kaldı. Perilerin gelip ele geçirdiğini <3) işittiler.
Bu durum karşısında su kâfir beyleri, Server’e muhabbet beslemeye
başladılar: İlki tekür, ikinci ’ Felyon, üçüncü Kaydafan, dördüncü Kakum,
beşinci Sincab, altıncı (5) Kıpçak, yedinci Maskus idi. Server’in adı ve ünü
iklimlere tekrar yayıldı. (6) Müslümanlar ve kâfirler arasında söylenmeye
başladı.
Geldik bu bu tarafa. (7) Server Saltık, kızı yerine gönderdi. Kendisi oradan
ayrılıp (8) Kanus ile Hırmas cazunun yanına geldi.
Deniz içinde bir adaya (9) vardılar. Kamus peri buyurdu, periler tahtını
indirip yer üzerine koydular. Kamus(l0) peri dualar edip:
-Ya Server! O Hırmas cazu burada olur, dedi. Server hemen (l Eyerinden
kalktı, iki eteğini beline sokup:
-Atım, Kavs-ı Kuzah’ı getirin, dedi.
(l2) Kavs-ı Kuzah’ı getirip tuttular, Server atına binip cezire içine girdi
Cazuyu aramaya başladı. Uzaktan bir saray göründü. Bildi ki cazu oradadır. <14)
Saraya doğru yürüdü. O lain, sarayın kapısında durmuştu. Bir kez (l5) haykırdı:
-Ya Saltık! Nereye gidiyorsun? Elime iyi girdin. Benim sansım, seni
[T357] (l) ayağıma getirdi. Ben de seni aramaya çıkacaktım, ( sen kendin
geldin, deyip büyük bir gürzü eline aldı.
Kalkıp Server’in (3) üzerine seğirtti. İstedi ki Server’den önce davrana.
Server, öyle bir mızrak vurdu ki ' sinesinden girdi, sırtından çıktı. Canı
cehenneme kadar gitti. Server, Kamus’a <5> el salladı. Kamus gelip gördü ki
cazu helak olmuş. Hemen Server’in ayağına (6) kapandı. Yürüdüler, o saraya
geldiler, içeri girip gezdiler. <7)
Kamus perinin kızı Hurşid Banu’yu bir hücrede buldular. Orada, elleri
kolları bağlı genç bir yiğit daha (8) vardı. Server ile Kamus peri ileri geldiler, o
yiğide selam verdiler: (9>
-Sen kimsin, nerelisin? Kendini bize tanıt, dediler. O yiğit:
-Ya Server! <IO)Ben dostunuz Gaytas cinnî oğluyum. Adım, Hürmüz’dür.
Babam Müslümandır. Ben ve babam (l cenk için asker topladık. Sonra geldik.
Bu melun dev Hırmas, <l2) bizimle çok cenk yaptı. Sonunda cenkte beni
yakaladı. Üç yıldır (13) ben burada hapisim, dedi. Server, Kamus perinin yüzüne
baktı: (l4)
-Ya Kamus! Tanrı,senin damadını ayağına getirdi. Kamus: <l5)
-Ya Server! Sen bu sözü söyledin. Hayırlısı belki budur. Bir atasözü
vardır, [T 358](1) Kişi her gün üç kere gayb söylerse, rast gelir.” dedi. Server:
-Ben açık söylüyorum. Hurşid Banu’yu buna verdim, dedi. Kamus
üzüldü:
-Ya (3) Server! Ben Gaytas cinnî gibi kişinin oğluna kızımı vermem. Zira
bu (4) oğlan cariyedendir. Korkarım ki aslı temiz değildir. Benim aslım
bozulabilir, yaramaz olabilir, dedi. (5) Server:
-Bu söz, Yahudilerin sözüdür. Onlar, İshak Peygamber’in kanundandır. <6)
İsmail Peygamber ise cariyedendir. Şüphesiz (7) cahil oldular. Hâlbuki aslı,
Hacir Peygamber’in kızlarındandır. Sara, İbrahim (8) Peygamber’in kendi
hatunudur. Nemrud’un kızıdır. Kamus,(9) cariyeden doğan çocuktur. Helalzade
olur, haramzade olmaz, dedi. Kamus:(l0)
-Ya Server! Gaytas, saltanatta çok alçak bir kişidir, dedi. Server:
-Din veİslamında (l 11nasıldır, dedi. Kamus:
-Ya Server! (l2)Çok aşağıdır, dedi. Server:
-Saltanat ve şeytanatta bir harf ve üç nokta farkı(l3) vardır, dedi.
Kamus gördü ki Server’in sözünde işaret vardır. Söz söylemedi. (l4) İçeri
girdiler, Hırmas’ın mallarını bulup dışarı çıkardılar. Server (l5) bir yerde oturdu:
-Ya Kamus! İşte senin maslahatın tamam oldu. Ama [T359] (l)dilerimki
beni, bunlara sihir öğreten o büyük cazunun yanma ilet. Onun (2) hakkından da
gelmek istiyorum, dedi. Kamus:
-Ya Server! O cazu, dokuz yüz seksen yedi <3) yaşmdadır. Hazret-i
Resul’ün dünyaya gelmesinden önceden kalmıştır. (4) Hazret-i Resul’den sonra
gelen büyücülere Harut ve Marut sihir öğretmediler. Fakat Ebu Ali (5>Sina’ya
söylediler. Zira Hakk’m emri geldi. Müslümanlara faydası olsun. İlmini bilip (6)
sahirlere galip olunuz, dedi. Server:
-Ya Kamus! Şimdi hazırlık y ap ,(7)gidelim, dedi. Kamus:
-Ya Server! O cazu, yedi denizden ötedir. Yeri çetindir, dedi. (8) Server:
-Tanrı’ya sığınalım, korkma, dedi.
Kalktılar, <9) biraz yer gittiler. Kamus, Server’i boynuna alıp götürdü.
Kamus’un kızı Hurşid Banu’yu orada bulunan mallarla yerine gönderdi. (ll)
Hürmüz’ü de babasmm yanına gönderdiler. Server ile Kamus peri, ikisi gittiler.
<12) O denizleri bir bir geçtiler, bir makama geldiler. Kamus, Server’i aşağıda
bıraktı. Kendisi gitti, geri geldi: (13)
-Ya Server! Benim endişem ve korkum arttı, dedi. Server:
-Sen gizlen, (14) bir yerde bekle, dedi.
Kamus peri varıp bir yerde saklandı, Server’i (l5) gözetti. Akşam oldu.
Ay, her tarafı aydınlatmıştı. Server; yüksek bir yerde oturdu, [T360] (l) karşıyı
gözledi. Büyük bir ev gördü. Sürdü, o eve yakın geldi. O evin yanında (2) büyük
bir bağ gördü. Bahçe içinde bir taht kurmuşlar, çevresine kürsüler (3) ve
sandallar koymuşlar. Birazdan evin kapısı açıldı. Bir alay er (4) ve avrat çıkıp
geldi, bahçeye girdiler. Gelip o kürsülere oturdular. Her (5) taraftan cazular
küplere binip geldi. Bir araya toplandılar. Bir hengâme oldu, <6) ayağa kalktılar.
Birazdan bir koca ve bir karı, birer aslana binmişler ve birer yılan
ellerinde (7) kamçı edinmişler, geldiler. Tahta geçip oturdular. O iki aslanı,
tahtın iki yanma bağladılar. Bir süre sonra bir alay (9) oğlancık getirdiler.
Yedişer ve sekizer yaşmda. Bazıları da birer, ikişer ve üçer yaşında (l0) idi.
Server onları görünce kendi kendine, “Acaba bunları ne yapıyorlar?” dedi. (ll)
Bir yerden gizlice gözledi. Birazdan o cazu başmı kaldırıp: <l2)
-Bunları boğazlayın, pişirin, yiyelim, dedi.
Server’i şefkat ve acıma (l3) ateşi yaktı. O masumlara çok acıdı:
-Ya melun! Bu zulümler yanına (14) mı kalacak sanırsın? Karşına
gelmeyecek mi dersin, deyip kartal gibi yerinden sıçradı. O küplerin birine:
“Lcı havle velâ kuvvete, illâ b i’llâhi’l-0aliyyi'l-0az}m ” diye yazdı.
Seyyid’in [T361] (1) muradı, bu cazuların küplere binip kaçmalarmı
engellemekti. Toplamı, bin (2) üç yüz otuz dört cazu idi. Oğlancıkları tutup
ellerini, ayaklarım (3) bağladılar. Niyetleri, kuzucuk boğazlar gibi o insan
kuzucuklarını boğazlamaktı. Bıçağı ellerine (4) aldılar. İçinden birisi:
-Yüreklerini taze çıkaralım, yiyelim. Kanmı içelim, (5) sonra pişmişini
yeriz, dedi.
Cazular, dört yaşma girmedik erkek çocuklarının (6) yüreklerini yerler.
Böyle bir durum olduğunu sehhar bilseler o anda (7) oğlanm ağzına kurtulsun
diye tükürürler. “Cazu helak olsun.” davası budur.
(8) Server anladı ki bu oğlancıkları melunlar öldürecek. Acıdı
sabredemedi. Hemen kılıcını eline alıp bağ içine girdi. Bir kere (10) nara attı.
Server, en yaşlı cazu olan Adhan’ı gözledi. Üzerine atladı. (ll) Elindeki kılıç ile
öyle çaldı ki lain, göğsüne dek (l2) iki parçaya bölündü. O karı diledi ki kaça.
Ona da bir kılıç vurdu, başı önüne (13) düştü.
Cazular bu durumu görüp hep birlikte hücum ettiler. Hemen server onları
ele alıp:

Ulu ve büyiik olan Allah ’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur. ” Anlamında dua cümlesi.
-Ben (l4) size oğlancık boğazlayıp yüreciklerini yemek tatlı mıdır
göstereyim, deyip öyle ( kırdı ki kâfirlerin üç yüzünü kılıçtan geçirdi.
Kalanı [T362] (l) kaçtılar. Küplere bindiler ki uçalar. O küpler, hareket
etmediler. Sihirleri batıl <2) oldu. Server, onları eline aldı. İki yüzünü daha
öldürdü. Geri kalanlar, a f (3) dilediler. Server bir kere çağırdı:
-Ya Kamus! Neredesin, gel, dedi.
Kamus peri ileri<4) geldi. Server, o cazuları bağladı ve Kamus’a buyurdu.
Oğlancıkları ileri getirdiler, bağlarını çözdüler. Server o masumlara:
-Korkmayın! Sizleri <6) analarınıza babalarınıza göndereyim, dedi.
Server, onları okşadı. Kalktı; sihirleri ve hileleri batıl olsun, insanlar
onların şerrinden kurtulsun diye, cazuların (7) alınlarını ve enselerini dağladı. <8)
O <9>cazular feryat edip:
-Bizi helak eyle, böyle yapma, dediler.
Server, onları dinlemedi. (10) Gidip Adhan cazunun evine girdiler. Çok
miktarda mal buldular. Server:
-Toplayın, dedi. Kamus:(ll>
-Ya Server! Buradan bu malı ve bu kavmi çıkarmak zordur, nasıl
yapalım, dedi. Server (l2) üzüldü.
Bu sırada, karşıdan bir bulut çıktı. Yaklaşınca gördüler ki periler
gelmekte. <l3) Periler aşağı indiler, doğru Server’in yanına geldiler. Önlerinde
bir kişi gelmekte. Üzerine yeşiller giymiş, (l4> içinde kızıl renkli elbiseliler.
Geldiler, saygı ile selam verdiler. (l5)Server:
-Siz kimsiz? Önce onu bildirin, deyip selamlarını aldı.
Yeşil elbiseli peri geldi, [T363] (l)Seyyid’e saygılarını bildirip elini öptü:
-Ya Server! Ben Gaytas’ım. Oğlum(2) Hürmüz’ü kurtarıp azat etmişsiniz.
Size yardım etmeye geldik. (3) Şükürler olsun ki bize ihtiyaç kalmamış. Bu
zalimlerin hakkından <4) gelmişsiniz, dedi. Server:
-Size ihtiyacım var. Bu küçük oğlancıkları götürün, (5) uygun ailelere
teslim edin, dedi.
Periler, hemen onları götürdüler. Yerli yerine ilettiler. Orada bulunan <6)
mallan Gaytas götürdü. Server, tekrar Kamus’un arkasından atına bindi.
Gittiler, <7) yedi denizi geçip Gaytas’m yeri Ravzatü’l-İbad’a geldiler,
konakladılar. Server (8) buyurdu, Hürmüz’e Hurşid’i verdiler. Düğünler yaptılar.
Nikâhtan sonra birbirinden m urat<9) aldılar.
Server, Ümmü’l-Hayat’ta birkaç gün dinlendi. Birkaç gün sonra Server
(l0) atma bindi. O iki aslanı, periler getirdi. Kamus; Server’i n 11 getirdi, Habeş
diyarına ulaştırdı. Server, Kamus’a: ( 2)
-Yürü ya Kamus! Bizi duada unutma, dedi. Kamus ağladı:
-Ya Server! Senin, benim üstümde <l3) hakkınçoktur. Ben her zaman sizin
huzurunuzdayım, deyip veda etti, gitti. (14)
Server oradan ayrıldı. Atına binmiş yalnız başına giderdi. Karşıda bir dağ
(15) göründü. Dağın dibinde bir grup asker gördü. Server, atını ileri sürdü. Gördü
ki bu askerler [T364] (l) de perilerdir. Server’i gördüler, koşup geldiler. Elini,
ayağını öptüler, <2)dualar ettiler. Server:
-Siz kimsiniz? Önce onu bildirin, dedi. Onlar:
-Biz perileriz. Rum (3) mülkünde bir kâfir cinnî vardı. Geldi, bize saldırdı.
Biz de K aftan göçüp <4) geldik, o laini helak eyledik. Sizin burada olduğunuzu
işittik, ziyarete geldik, dediler. (5)
Birazdan beyleri geldi. Seyyid ile el sıkıştılar, kucaklaştılar. Geçip (6) otağ
içinde oturdular. Server sordu:
-Adınız nedir? O cinnî beyi:(7)
-Adım, Aynünnur’dur. Lakabım, Artifanis’tir, dedi.
Orada üç gün birlikte oldular. (8) Server, dördüncü gün veda edip Mısır’a
gitmek üzere yola çıktı. (9) Giderken Ketfal Habeşî’nin topraklarına ulaştı.
Ketfal, ulu bir tepenin üzerinde otururdu. <l0) Gezmeye çıkmıştı. Gördü ki
karşıdan heybetli bir at çıktı, gelmekte. İki aslan (ll) ardınca yürümekte. Atlı,
elinde bir mızrak tutmakta. Rüstem bin Zal görse onun heybetinden (l2)
korkardı. Ketfal kullarına emretti:
-Bu gelen atlı kimdir? Hemen öğrenip bana haber verin,(l3) dedi. Kullar
gittiler, Server’e selam verip:
-Sormak (l4) ayıp olmasın server, kimsiniz ve nereden geliyorsunuz,
dediler. Server:
-Biliniz ki (15) ben Saltık’ım. Ketfal’ın yanına gitmek istiyorum. Eğer
bana itaat ederse bırakıp gideceğim. Eğer [T365] ( olmazsa ben ona ne
yapacağımı biliyorum, dedi.
Kullar atlarını sürdüler, gelip Ketfal’a haber verdiler. (2) Ketfal, gazaba
geldi. Kalkıp silahlarını kuşanmak istedi. Vezir bırakmadı: <3)
-Ya melik! Bu, o Saltık’tır. Mihentas’ı, Gartas’ı, Atvas’ı, Taval’ı ve
Antas’ı (4) öldürmüştür. Ordularını dağıtmıştır. Cihan halkı, bunun elinden
âcizdir. <5) Ya melik! Gafletle kendini helak etme. Canına ve başına kıyma,
dedi. Ketfal:<6)
-Ya vezir! Nasıl tedbir alıp ona nasıl davranalım? Bize haber ver, dedi.
Vezir:
-Onun isteklerini kabul edin. (7) Bu insan ejderhasını üzerimizden
göndermenin başka bir yolu yoktur. Öyle de yaptılar. ( } Hep birlikte Server’i
karşılayıp saygı gösterdiler. Server’i bir kilisede konuk ettiler. Ketfal geldi, (9)
kucaklaştılar. Sonra uzun süre sohbet ettiler. Ketfal, Seyyid’e (10) hoşgöründü.
Server’e:
-Keşke buraya yerleşip kakaydınız, (11) dedi. Server:
-Ya Ketfal! Rum diyarından başka bir yerde oturamam. (l2) Müslümanlık
gaza ile olur. Gaza ve harp yapmak gerektir, deyip Ketfal’a veda etti. (13)
Ketfal, Server’e kırk Habeşî kul bağışladı. Ketfal, Server’e (14) ayrıca
bebrler* de bağışladı. Server, onları da alıp Timlah iline <15) gitmek üzere yola
çıktı. Bir süre sonra Timlah’a ulaştılar. Timlah, Ketfal’a kızını vermişti. O
[T366] (1) sebepten Seyyid’i karşıladılar, gelip hürmet ettiler. Bahşişler
verdiler, bir süre (2) Saltık’ı orada misafir ettiler.
Server ahir Saltık, oradan da veda edip Dermah’a gitti. <3) Onun iline
ulaştı. Dermah, genç idi. Itfan-ı Habeşî’nin kızını severdi. (4) İşitti ki Saltık
kerem ve mürüvvet ehli bir pehlivandır:
-Ah o Saltık bana (5) gelse, eline ve ayağına düşsem. Bana Mesuha’yı
ahverse, derdi. Sürekli böyle söylerdi.
Bu sırada bir haber geldi ki Şerif geliyor. Hemen yerinden kalktı,
karşılayıp (7) hürmetler ve izzetler eyledi. Getirip kondurdu, konuk etti. K endi(8)
durumunu anlattı, ağladı. Server:
-Şimdi ne hâldedir, diye sordu. Dermah:(9)
-Yehsun adlı bir padişahın oğluna vermek isterler. Fakat kız beni ister,
dedi. Şerif: (10)
-Kalkın, ata binin. Gidip kızı alalım, getirelim. Atası, ne derse desin. Eğer
kız <n)seni isterse kolay, dedi.
Kalktılar, yola çıkıp gittiler. Birkaç gün <l2) yürüdüler. Büyük bir şehre
ulaştılar. Dermah:
-Ya Server! O kızın babasının şeh ri<l3) budur, dedi.
Gelip bir yerde konakladılar, oturdular. Gördüler ki şehirden bir alay (l4)
er ile kadın çıktı. Çalgılar ile geldiler, sahrada kondular. Meğer kızı, Yehsun(i5)
almış, gidermiş. Yanlarına gelip konakladılar. Server, Dermah’a: [T 367](l)
-Bana kadın elbisesi bul, giyeyim, kızı sana alayım, dedi.
Kalktılar, bir kadın elbisesi <2) buldular. Server onu giydi. O insanların
bulunduğu yere gitti. Ulaştı, bir yerde oturdu. (3) Hiç kimse bir şey sormadı.
Sabah olunca kalktılar, yola çıktılar. <4) Dermah onlarla birlikte giderdi, fakat
uzaktan gözetirdi. Bir süre gittiler. Server, kadın (5) kılığında kıza yaklaştı.
Eğilip kıza:

Bebr: Eski kitaplara göre; Hindistan ve Afrika’da bulunan, kediye benzer, gayet büyük,
üstü yol yol tüylü, saldırdığı zaman derisindeki tüyleri kabarıp korkunç bir manzara arz
eden, aslanın bile korktuğu, azgın bir canavar.
-Ya Nigar! (6) Dermah, seni ister. Eğer ister isen seni Dermah’a
götüreyim, dedi. Kız onu işitti, a h <7) edip:
-Dermah nerededir? Hemen gidelim, dedi. Server:
-Ya Nigar! Sabret, (8)gece olsun, dedi.
O gün akşama kadar gittiler. Bir yere ulaştılar, konakladılar. Gece olunca
(9) Server, kızın yanına geldi. Kız kalkıp Server’e yer gösterdi. Server, (l0)
yüzündeki örtüyü açmadı:
-Kalk, dışarı çıkıp gidelim, dedi.
Kalktılar, dışarı (ll) çıktılar, atlarına bindiler. Dermah, hizmetkâr gibi
önlerine düştü. Sabaha d e k (l2)gittiler. Kız, Server’e:
-Dermah nerededir, diye sordu. Server:
-Ya Nigar! İşte <l3) önümüzden giden Dermah’ın kendisidir. Kız atından
aşağı inip Dermah <l4) ile görüştü. Tekrar atlarına binip yola çıktılar. Geldiler,
Dermah’in kullarının yanma (15)ulaştılar. Buluşup kendi şehirlerine geldiler.
Diğer tarafta [T368] (l)okavim, kızın kaçtığını anladı. Geriye dönüp itfan
katma geldiler, haber (2) verdiler, itfan, bu durumu dinleyince gazaba geldi.
Emretti, ordu hazırladılar. <3) Kalktılar, Dermah’ın üzerine gitmek üzere yola
çıktılar. Bu durumu işitince Yehsun da kalktı, <4) oğlu Şemmat ve itfan ile <5)
yürüdü.
itfan, Yehsun ve Şemmat’m gelmekte olduğu haberi geldi. Dermah:(6)
-Ya Server! Hisara girelim mi, ne dersiniz, diye sordu. Server:
-Sizler hisara girin, (7)ben dışarıda durayım, dedi.
Kız ve Dermah halkı, hep hisara girdiler. Server, dışarıda (8) durdu.
Düşman askeri gelip hisarı kuşattı. E lçi(9) gönderip:
-Kızı bize ver, barış yapalım, dediler. Elçi burç dibine gelip:
-Ya Dermah!(l0) Asla inat etme, kızı gönder, dedi. Dermah:
-Bu işi ben yapmadım. Onu, Saltık (ll) alıp getirdi. Bize emanet bıraktı.
Kendisi işte hisar önünde (l2) durur. Gidip onunla konuşun, dedi.
Elçi gidip Itfan’a söyledi. (l3)itfan leşkere:
-Hep birlikte yürüyün, dedi.
O asker, <l4) deniz gibi akıp yürüdü. Server, gök gürlemesi gibi bir nara
attı. Cendval’ın (l5) süngüsünü eline aldı. Süngü ateşler saçtı, o ordudan çok
adam yaktı, helak [T369] (1) etti, itfan onu görünce korktu, Yehsun ve
Şemmat’a:
-Bilmiş (2) olun ki biz bu kişiyle başa çıkamayız. Bu Saltık’ın nasıl bir
kişi olduğunu öğrenin, dedi. (3) O beyler:
-Ya ne dersiniz, nasıl yapalım, diye sordular, itfan:
-Gelin, barış yapalım. <4) Amik vadisinde bir ejderha belirmiştir, ona bu
eri salalım. Belki o ejder, bunu helak eder. Sonra Dermah’ın işi kolaydır.
Eğer bu er, <6) ejderi öldürürse canıgönülden buna kul olalım. İlimiz de beladan
<7> kurtulur. Kızı, Dermah’a verelim. Senin oğlun Şemmat’a bir k ız ım ı daha (8)
vereyim, dedi. Herkes bu söze razı oldu. Gelip Server’e:
-Ya Saltık! (9) Bize saldırma. Gel, seninle konuşalım. Sen güçlü bir
kişisin. Cenk etmeye gelmedik. (l0) Senden bir isteğimiz var. Ne dersin? Eğer
isteğimizi kabul edersen biz de Dermah ile (ll) barış yaparız. Bizim diyarımızda
bir ejderha <l2) belirdi. On yedi yıldır, yedi dağ arasında yatar. Senin için, nice
ejderha <l3) öldürmüştür, derler. Eğer onu öldürürsen biz sözümüzde duracağız,
dediler. Server kabul(l4) edip:
-Ya itfan! İyi düşünmüşsünüz. Öldürebileceğimi umuyorum, dedi. <l5)
Beyler geldiler, el sıkışıp kucaklaştılar. İki ordu bir olup [T370] (l) bir
yerde konakladılar. Server, Itfan’a:
-Şimdi bana o <2)canavarı gösterin, dedi.
O beyler kalktı, Server’i alıp gittiler. Atlarını sürdüler, (3) ulu bir dağa
çıktılar. Server, atından inip bir dağa daha çıktı. Baktı, bir de ne görsün? (4)
Büyük bir yılan, bu dağların içine girmiş yatmakta. (5) Bir kez hareket etti, ateşli
nefesinden dağ taş az kalsın yanacaktı. Server, onun heybetinden <5) geri durdu.
Korktu, bir an vazgeçmeyi düşündü. <7) O dağın eteğini takip edip gitti.
Giderken bir kubbeye rastladı. Gördü ki kapısı (8) çelikten ve kilitlenmiş. Kapı
üzerine birkaç satır yazı yazmışlar. (9> Server okudu, yazmışlar:
-Ben, Feramurz ibni Behzad’ım. Kardeşim, <l0) Hamza’dır. Kardeşimin
oğlu Salih ibni Muhammed’dir. Biz, Hamza ibni Abdiilmuttalib’in nesliyiz. <n)
Haşim ibni Hamza’nın oğlu, Behzad oğluyuz. Ona Arabistan’da, Leys ibni
Haşim derlerdi. <12) Ben onun oğluyum. K a fa gittim. K afta, Ramin ibni
Adi’nin türbesine girdim. (l3) O türbe, tolap gibi kalktı. O ravzanın tılsımını
bozup sakinleştirdim. İçine <l4) girdim, bir yayı tirkeşiyle asılı buldum. O yayı
ne zaman çeksem bir günlük yola (l5) sesi giderdi. O yay ile Basar devi
öldürdüm. Basar’ın kızını ele geçirip [T371] (l) geldim. İlime ulaştım. Bir gün
perilerle buraya geldim, kondum. Çok sert bir (2) rüzgâr esti, alametler belirdi.
Bir vezirim var idi, ilim ve hikmette mahir idi. (3) Bana, “Hikmetinde şöyle
görünüyor ki zamanla burada bir ejderha belirecek. Bu diyara (4) çok zarar
verecek.” Dedi. Ben bu duruma üzüldüm. O gece bana rüyamda, “Ya (5)
Feramurz! O ejderhanın belirmesine çok üzüldün. Buraya peygamber (6)
neslinden birisi gelecek. Onun adı, Saltık olacak. Senin yanında bulunan Ramin
(7) ibni Adi’nin yayı ile o canavarı helak etsin. Halkı onun şerrinden kurtaracak.
O, ulu <8) veli kişi olacak. Dünyada çok işler yapacak. Bu yayı ve terkeşi buraya
bırak.” dedi. Ben (9) de uykudan uyandım. Hemen buyurdum, bu kubbeyi
yaptılar. Yayı, terkeşi ile <l0) buraya koydum, gittim. Ey Server! Korkma, yürü,
gayret eyle, demiş. (ll)Server, Huda’ya şükür ve dua edip:
-Ya Rabbü’l-âlemin! Sana sığındım, sen (l2) kuvvet ver. Ben kulcağızına
çok lütuf ve kerem edip durursun. Bana; Ali’nin (l3) tiğ-ı kamkamım,
Hamza’nın süngüsünü, Abbas’ın kalkanını, Anter’in hançerini, Ramin’in (l4)
yayını ve okunu, Rüstem’in gürzünü, İskender’in otağını, Süleyman’ın
cübbesini, (l5) Ömer’in dağarcığını bağışladın. Ne olur, ben biçareye, bu
canavarın helakini [T372](1) nasip eyle. Beni, halk içinde utandırma, dedi.
Saltık, secdeler (2> edip yalvardı. Dua etti. Kalktı, kubbe kapısına gelip
eliyle açtı, (3) içeri girdi. O yayı asılı gördü, tirkeşi de yanında. Uzandı, ( *
“Bismillah” deyip aldı. Büyük bir yayı var idi.
Gayret edip birkaç kere ucu eğri demirle (5) tutup zorladı. Çekti, aldı.
Tirkeşi beline bağlayıp dışarı çıktı. (6) Yüz yirmi dört dane oku var idi, onun
birini içinden eline alıp <7) yüksek bir kaya üzerine çıktı. Salavat getirip yayı
eline aldı, oku (8) kirişe koyup attı. Hak rast getirdi. O (9) canavarın ağzına isabet
etti. Saplandı, kaldı. Canavar, öyle feryat (10) eyledi ki sadasından dağ ve taş
yankılandı. Başını minare <n) gibi kaldırıp bağırdı. Nefesi ateş gibi olduğu için
kimse etrafında duramazdı, yanardı. (12)
Server, oradan daha geriye çekildi. Korkarak bir yerde durdu. <l3) Eline
bir ok daha alıp o canavara tekrar attı. Bu kez göğsüne rast geldi, <l4) vurdu.
Canavar öyle çığırdı ki gökyüzü ve yeryüzü, sesiyle <l5) yankılandı. Canavar, bu
kere başını yere vurmaya başladı. Server bildi ki [T 373](1) canavarın işi tamam
olmaya yalandır. Tekrar bir ok daha daha attı, belinden vurdu. <2>Canavarın o
an cam çıktı. Çözüldü, uzandı. Dermah, onu görünce çığırdı: (3)
-Allah yardımcın olsun ya Server! Koluna kuvvet, dedi.
Server, o kayanın ardından dışarı(4) geldi. Bekleyen kavme selam verdi:
-Ey halk! Ben; K af Dağında, (5) Rum’da ve Acem’de ejder öldürdüm. Bu
kadar güçlü ve büyük ejderha (6) görmedim, dedi. Saltık daima anardı:
-Habeş’teki ejderha kadar canavar (7) görmedim. Hey Müslümanlar,
derdi.
itfan ve diğer beyler, ileri gelip l8) Server’in ayağına kapandılar. Özürler
dilediler. Habeş kavmine asla din telkin <9) eylemezdi. Zira bilirdi ki ıslaha
kabil tayife değillerdi.
O canavarın (10) uzunluğunu ölçtüler. İki yüz yirmi beş metreden uzun idi.
Kalınlığı ise yirmi beş metreye yakın vardı. (ll) Acayip ve garip bir canavar idi.
Server, oklarım (12) geri almaya çalıştı. Hararetinden ileriye varamadı. Sonunda,
kement atıp oklarını aldı. O (13) beylerle Server, arkadaş oldu. Geldiler,
Dermah’ın şehrine ulaştılar, orada kondular, itfan’ın kızını Dermah’a (l4)
verdiler, düğünler yaptılar. Diğer kızını da Yehsun’un oğluna alıverdiler.
Server, Dermah’a (l5) veda etti, itfan ile birlikte yola çıktı. Ketfal
adamlarına izin verdiler, [T374] (l) gönderdiler. Server, itfan’ın şehrine geldi.
Birkaç gün orada dinlendi. <2) Oradan da ayrıldı, Garman-ı Habeş’e gitmek
üzere yola çıktı.
Şerif, Garman iline ulaştı. (3) Garman meliki karşılayıp saygı gösterdi,
misafir etti. Yedirdi ve içirdi. <4) Birkaç gün sonra Server, ona da veda etti.
Garman meliki, Server’in yanma hizmetkârlar verip birlikte (5) gönderdi. Gelip
Hanzari’ye ulaştılar. Onlar, Nasranîlerdi. Onlara, Tun (6) da derlerdi. Seyyid’in
geldiğini işittiler; kadm erkek, büyük küçük (7) cümle halk, Server’i karşıladı.
Hürmetler gösterip onu misafir ettiler. <8>
Server’in mübarek gönlü, orada sıkılmaya başladı. Karanlık bastı.
Üzüntüden kurtulmak için Kavs-i Kuzah atma binip sahraya ava çıktı. Bir
ağaç dibinde (10) oturdu. İkindi vakti idi. Tavusa benzeyen bir kuş, sıcak ateş
gibi uçup geldi. <n) Kavs-i Kuzah’m üstüne konmak istedi. At kaçtı, uzaklaştı.
<l2) Server oturduğu yerden o canavara bir ok attı. Canavar düştü, <l3) öldü.
Arkasmdan bir tane daha çıkageldi. Server, onu da bir okla vurup (l4) öldürdü.
Kalkıp üstüne geldiler. Gördü ki ikisi de ejderhadır.
(15) Server, Tanrı’ya dua etti. Atma bindi, Hanzara’nm yanına geldi.
Onlara veda edip [T375] (l) gitti. Nil Nehri’nin geçildiği bir geçide ulaşmak
istedi. Server, geçit <2) bulamadı. Derin yere gelmişler. Server, Hanzara’nın
adamlarına sordu:
-Geçit nerededir,(3>bilmez misiniz, dedi. Onlar:
-Yerini unuttuk, dediler. Server, onlarm birine:
-Gidip bu suya çağır ve sor, (4) “Ya suyun sahibi! Bir sunun geçidi
nerededir?”
O kişi varıp bir kez çağırdı. Gördüler ki suyun her yerinden adamlar çıktı:
-Sultanımız ne buyurur, dediler. (6) Serverin yanındaki kişiler, hayran
oldular:
-Suyun geçidi (7) nerededir, bize haber verin. Saltık sizden sorar, dediler.
Onlar bir yere gelip gösterdiler. (8) Habeşîler gelip Müslümanlığı kabul
edip Server’e kul oldular. Server, (9) kırk kulu ve Hanzara’nm adamlarıyla gelip
çeçitten geçti. Doğru Müslüman H abeşî(10) iline geldi.
Server, orada dört kul bırakmıştı. Sad, Said, Ubeyd ve Haris. (ll)
Karşılamaya geldiler. Sultan ve beyler, Server’i karşılamaya gelip atlarından
indiler. El sıkışıp (l2) kucaklaştılar, gaza kutladılar. Getirip bir yerde Server’i
misafir ettiler, nimetler (l3) getirdiler. Yedirdiler, içirdiler. Şeker şerbetleri ve
lezzetli taamlar döktüler.
Server, (14) orada kırk gün durdu. Sonra Berber’e gitmek üzere yola
çıktılar. Bir gün Berber mülküne ulaştılar. Berberî meliki(l5) karşıladı, Server’e
hürmetler ve izzetler gösterip misafir etti. Bir nice gün konukladılar. [T 376](l)
Oradan Said iline geldiler. Said maliki karşıladı. Birkaç gün kalıp (2) Bicertan’a
geldiler.
Server, doğru Şerif Tarum’un yanma gitti. Geri, Neyfal şehrine uğradı. (3)
Oradan tarih bilgini hatip Aziz’i yanma aldı, Tarum şehrine geri döndü. Tarum
şehrinin halkı, Server’i (4) karşıladı. Hürmetler ve izzetler gösterip konuk etti. <5)
Misafir kaldığı saray, Ebu’l-Ala’nm idi.
Server, Mısır sultanma (6) bir arslan ve bir bebr armağan gönderdi. Arap,
Acem, Rum sultanlarına da birer arslan (7) ve birer bebr armağan gönderdi.
Armağanlarla dedi ki:
-Rum’daki kardeşlerim (8)ve yâranlarım nasıldır?
Saltık, ayrıca Tatar hanma da armağanlar gönderdi. Müslümanlar <9) işitip
mutlu oldular. İstanbul tekürüne ve Pap Felyon’a 'mektuplar gönderdi:
-Eğer ben on yıl daha gelmezsem orada bulunan Müslümanlar (ll)
sizlerden korkmazlar. Zira dört cin padişahına tembih ettim, “Her ne zaman
kâfirler, Müslümanların <l2) üzerine yürürse sizler yetişip Müslümanlara yardım
edin, dedim. Onlar, bana (l3) söz verdiler. Kıyamete dek Müslümanlara yardım
edecekler. Ellerinizi bağlayıp Müslümanların (l4) ellerine verecekler. Eğer
inanmazsanız, kızlarınızı cazu (l5) elinden aldığım zaman gönderdiğim cinlere
sorunuz, demiş.
Server, onlarla sözleşmişti. [T377] (l) Müslümanların sıkıntılı
zamanlarında yetişecekler. Bu durum meşhurdur. (2) Gazada kâfirler boylu,
büyük adamların geldiğini görürler. Kanatlı ve güzel elbiseli kişiler; bunları <3)
tutarlar, bağlarlar, Müslümanların ellerine verirler. Fakat Müslümanlar onları
görmezler. (4) Sebep nedir ki kâfirler görürler de Müslümanlar göremezler?
Delil budur ki Müslümanlar, (5) kuvvet ve ikrar sahibidir. Bunları görmelerine
ihtiyaçları yoktur. Onlara ise (6) ibret alıp Müslümanlar olsunlar, diye
görünürler.
Bunun üzerine tekür, papazlarını topladı. Saltık’m (7) kâğıdmı okudular,
işittiler. Tekür:
-Ne dersiniz? İşte kızımdan da sorun,<8) Saltık’ın sözünü bırakın, dedi.
Kız baş kaldırıp Seyyid’in erliğini anlattı. (9) Kâfirlerin başı aşağı düştü.
Tekrar barış yapmaya karar verdiler, sultana (l0) ve Şerife elçiler saldılar,
barıştılar. Server, üç yıl eğlendi. Habeş’ten sonra g e ri(ll>gitti. Umre’de bir yıl
dört ay kaldı. Geri geldi, Habeşistan’da dört (l2) yıl dolaştı. Bu, Tarum şehrine
ikinci gelişi idi. Bir daha gidecek. (l3)
ON İKİNCİ BÖLÜM

ŞERİF SALTIK’IN HABEŞİSTAN’A TEKRAR SEFER (13) ETMESİ

Biz geldik Server’e. Server, tekürün elçisini gönderdi Tarum şehrindeki


muallim ('^hatipile sohbet ederdi. Bir gün:
-Ya muallim! (l5) Arap diyarında en çok askeri toplayan padişah veya
sultan kimdir? Onu bana [T378] (1)anlat, dedi. Muallim dua edip başladı:
-Sultanım! Bu Arap memleketinde, Melik-i (2) Tuba melikinden daha
fazla asker toplayan olmadı. Tarihçiler, Arap tarihinden bahsederken onu
anlatmışlardır , dedi. (3>Server:
-Tuba kimdir? Bana anlat. Onun nasıl olduğunu öğrenelim, dedi.
Muallim dua edip: (4)
-Sultanım! Bu Âdem-i Safı, bütün insanoğullarının atasıdır. Dünyaya
gelip zürriyet <5) üretti. Ondan, Şit Peygamber oldu. Gitti, kardeşi(6) İslam bin
Âdem’i hilafete tayin edip padişah yaptı. Dünyadaki ilk padişah, o olmuştur.(7)
Ondan gelenler, oğuldan oğula padişah oldular. Cemşid, onun neslinden idi.
Bunların hepsi (8) Kisra’nın neslidir. Bu İslama, Keyyumers lakabı takmışlardı.
Onun büyük oğlunun <9) neslinden Tubba geldi. Ortancasından Cemşid geldi,
ondan küçük oğlunun neslinden (l0) Cevher Şah geldi. Kayserler onun
ne s ündendir.
En küçük oğlundan, bu Dahhak-ı (ll) Türk geldi. Bütün hakanlar, onun
neslindendir. Keyyumers, ulu kişidir. Âdem <l2) Peygamber ona dua etmiştir.
Onun nesli ta Muhammed Mustafa zamanına değin geldi.
Küleyb Tuba, iki<l3> kardeş kaldılar. Tubba, tahta geçip bey olmak için
babasını zehirledi. Bu Tubba, ( 4> büyüğü idi. Gitti, küçük kardeşini tutup
katleyledi. Onun bir küçücük oğlu vardı. Adına, Küleyb (l5) derlerdi. Bu oğlan
büyüdü. Şaşaa oğullarının koyunlarını güderdi. Tuba ona itibar etmezdi. [T379]
d)

Bir gün bu kabilede bir kız doğdu. Büyüyünce eşsiz bir güzelliğe
büründü. Sonunda, Küleyb <2) ile birbirine âşık oldular. Küleyb de güçlü bir
pehlivan oldu. Bu kızı Tubba’ya verdiler. Tubba’nın (3) seksen bölük askeri
vardı. Her bölüğü, seksen bin kişi idi. Sanan şehrinde <4) taht kurup oturdu.
Haber gönderdi:
-Şaşaa meliki, kızını bana versin, dedi.
Melik bunu (5) işitti, kabul edip kızı vermek istedi. Küleyb işitince
Asma’nm huzuruna gelip: (6)
-Ya Nigar! SenTubba’ya varır mısın, diye sordu. Kız ağladı:
-Nasıl edelim, padişahtır. (7) Emrine hilaf olursa iş yaramaz olur, dedi.
Küleyb:
-Sana Tubba’dan sandık ile çeyiz (8) gelir. Benim seksen bin yiğit
yoldaşım var. Çeyizi mal sandıklarına (9) koyalım, mal ve çeyizi bir yerde
saklayalım. Lazım olduğunda bize yardımı olur, dedi. (l0) Kız ile sözleştiler,
durdular.
Tubba, bir gün çeyiz ve mal gönderdi. Kıza arz (ll) eylediler. Kız, çeyizi
kabul etti. Sonra Küleyb’i yanına çağırdı:
-Hadi! Şimdi hazır. (12) Sana tabi olan yiğitleri getir, bu zalimi seninle bu­
yana edelim, dedi.
Tubba çok (l3) zalim idi. Küleyb gitti, seksen bin yiğidi silahları ile <l4>ajıp
kızın yanına geldi. Her sandığa bir yiğit koydu. Kilitleyip seksen sandığı (l 1
deveye yüklediler. Tubba’nın yanma gittiler. Küleyb suretine girdi. Tubba’ya
ulaştılar. [T 3 8 0 ] (1) Tubba askerlerinin tamamını, düğününe davet etmişti. Gelip
Sanan (2) sahrasmda, Tuba’nın sarayının önünde oturmuşlardı. Kızın geldiğini
görünce (3) karşıladılar, saraya ilettiler.
O sandıkları; çeyiz sandıklarıdır, diye (4) içeri, gerdek evine koydular.
Küleyb, hadim suretinde kapıda otururdu. Birazdan Tubba sarhoş olarak
çıkageldi. Beyleri onu gerdeğe koydu.
Şerbet içtiler. (6) Melik Tubba içeri kızın yanma girdi, oturdu. Birazdan
kız:
-Ya melik! Benim dışarıda (7) bir hizmetçim var. O da içeri gelsin, bizim
kadehimizi doldursun. Hem şair kişidir. (8) Şiirler okusun, dinleyelim, dedi.
Melik izin verdi, Küleyb içeri girip oturdu.(9) Kapıyı kapattılar. Kız:
-Ya Tubba! Şimdi ben, senin için buraya geldim. Küleyb beni(l0) severdi.
Beni, onun elinden zorla aldm ve babasını öldürdün. Belki gelir, <n) saraya
girer. Sana bir iş eder, dedi. Melik Tuba:
-Küleyb, benim heybetimden Arap diyarmda duramaz. <12) Kaçıp
gitmiştir. Eğer gitmemişse onu da babası gibi yaparım, dedi.
Birkaç Arapça şiir okudu. (l3)Kız, tekrar Tubba’ya:
-Eğer Küleyb burada ise nasıl yapalım, dedi. Tuba:
-Onu(l4) öldürürdüm, dedi.
Çok sarhoş idi, kendinden geçti. Padişahlara, fazla sarhoşluk (l5) iyi
değildir. Başının gitmesine sebep olur.
Tubba kendiden geçti. Bir süre sonra geri aklını topladı. [T 381](l) Biraz
daha şarkı söyledi, tekrar içti. Kız:
-Ya Tubba! Bu hizemetçi de güzel şarkı söyler. Eğer (2)buyurursanız o da
şarkı söylesin, dedi. Tubba:
-Ne olur, o da şarkı söylesin, dedi.
Küleyb, münasip birkaç beyit ve şiir (3) okudu. Babasıyla Tubba arasında
olanları ve maceraları söyledi, şarkı söyledi. <4)Tuba düşünüp:
-Sen Küleyb’e benziyorsun, dedi. Küleyb:
-Evet, benim, dedi.
Tuba, kılıcına el (5) vurunca Küleyb göz açtırmayıp Tubba’nın sinesinde
bir hançer vurdu. <6)Tubba düştü, can verdi.
Sonra sandıktan seksen kişi de dışarı çıktı. (7) Saray içinde kim varsa,
kimini tuttular ve kimini öldürdüler. Tubba’nın başmı kestiler. (8) Padişahların
götürdüğü ak sancağı Tubba’m kanma (9) buladılar, kıpkızıl oldu. Alıp saray
damına çıktılar. Naralar attılar. Tubba’nm başı (l0) Küleyb elindeydi. Askerlere
kendini tanıttı. Tubba’nm zulmünden halk incinmiş idi, (ll) gelip Küleyb’e tabi
oldular. Küleyb, padişah oldu. Kızı, kendi alıp eş edindi. (l2) Bu halife, yedi yıl
adaletle hüküm sürdü. Sonra tekrar zulme başladı. Yedi yıl halka (l3)
zulmeyledi.
Tubba’nın bir oğlu var idi. O, on dört yaşında idi. Tubba ölünce (l4) kaçıp
gizlendi. Büyük bir yiğit oldu, şehre arkasıyla odun getirirdi. (l5) Küleyb şöyle
zalim oldu ki Tubba’nm zulmünü unuttular. Küleyb zamanmda aşikâre,
armağan [T382] (1) diye rüşvet yer oldular. Fesat eylediler. Kendisi gafil idi,
şikâyetçileri dinlemezdi. <2)Vezirlerine itimat etmişti.
Halk, ondan nefret edip yüz çevirdi. Zalimin <3) helakini istediler. Hak
teala onların bedduasmı kabul eyledi.
Nakildir, Padişahların (4) zevali dört nesneden olur. Gurur, zulm, gaflet ve
açgözlülük. <5)
Küleyb’de, bu dört unsur mevcut bulundu. Helaki lazım (6) geldi. Birçok
kişi Amir’i orada gördü, odun getirirdi. Bir şahıs <7) gitti, Amir katına vardı.
Amir ile yakınlık kurdu:
-Gel ya Amir! Ben, seni (8) yine babanın yerine padişah edeyim, dedi.
Amir:
-Nasıl yapacaksm, diye sordu. O kişi:
-Burada <9) bir köy bunun zulmünden kaçtı, gitti. Orada bir bağ-ı rana
vardır. Onu Küleyb, kendine (l0) aldı. Her gün varır, onda eğlence yapar. Gel,
gece olunca biz onun işini orada tamam edelim, (ll)dedi. Kalktılar, o bağa varıp
saklandılar.
Akşam oldu, Küleyb (12) sarhoş bir şekilde o bağa geldi, geçip sarayda
oturdu. O kişiye, Ruhan derlerdi. <l3) Amir’e işaret etti. Hemen Amir yerinden
kalkıp saraya vardı. Gördü ki <I4) Küleyb yatmış, uyumakta. Amir, onu
öldürmeye kıyamadı. Ayağı ile bir iki kez tepti. Küleyb <l5) uyandı, Amir’i başı
ucunda gördü:
-Sen kimsin ki benim başımın üstünde [T 383](l)durursun, dedi. Amir:
-Ya Küleyb! Ben Amir’im. Babam Tubba’yı ne deyip öldürdün, (2) haber
ver, dedi.
Küleyb yerinden kalkınca Amir ona bir hançer vurdu, öldürdü. <3) Başını
kesti, dışarı geldi. Babasının yeşil bir sancağı vardı, onu bir ağaca (4) bağladı.
Sonra saray damının üzerine çıkıp nara attı. O yeşil sancağı dikti: (5)
-Ben Amir’im! Geldim, babamın kanını Küleyb’den aldım, dedi.
Halk, gelip Amir’e tabi oldu. (6) Bir süre Amir, adalet ve insaf gösterdi.
Bu Küleyb’in bir oğlu kaldı. Adına, Kab (7) derlerdi ve lakabı, Harbud idi. Şair
ruhluydu. Günlerden bir gün yol bulup <8) Amir’in meclisine girdi. Kasideler
getirdiler. Onu tanıyamadılar. Sultanla (9) sohbet arkadaşı oldu.
Amir’in bir veziri vardı. Adına, Hafik derlerdi. Tubba ve (l0) Küleyb’e
vezir olmuştu, ilimde çok mahir idi. O:
-Ya server! (ll) Gördüm, Küleyb oğlu seni öldürecektir. Daima baban
Tubba’ya da söyler idim, sakınmazdı, dedi.
Hafik evine gitti, Amir kaldı. Hamob, Amir’e şiir okudu. Nitekim
Küleyb’in <14)Tuba’ya okuduğu gibi. Amir, hayrete varmıştı.
Hamob, yerinden kalktı. (15) Yâranlarına haber verdi, içeri girdiler.
Hamob ileriye varıp hançer ile Amir’i vurdu, [T 384](l) şehit kıldı. Zira Amir
bir peygambere itimat ve itikat itmişti. Harbur, bu Amir’in (2) başın alıp dışarı
geldi:
-Ben, Kul ibni Küleyb’im, dedi.
Yâranları naralar atıp (3) yürüdüler. Kimse karşı durmadı. Babasının bir
kara baş mezarı var idi, onu bir (4) ağaca takıp sancak eyledi. Çok adam
öldürdüler, şehri fethettiler. Bu da (5) bir süre hükmeyledi. Sonra halk, Amir’in
oğlu Kays’ı getirdi, hücum etti. O (6>şehiri bastılar, yağmaladılar.
Bir gün böyle devam etti. Şimdi Arap’ta oraya, Yevm-i Kaysü’l-Bekur
derler. (7) Cenk ve harp ettiler. Bastılar, Harbur’u öldürdüler. Onun bir oğlu var
idi. Adı, (8) Fıras idi. Kaçıp gitti. Kays, tülbendini bir ağaca bağlayıp yürüdü.
Şehri aldılar. (9) Fıras bir kaleye ulaştı, oraya sığındı. Sonunda barış yaptılar.
Kays, padişah oldu. (l0) Onun neslinden Seyf-i Zü’l-Yezan geldi, askerleri ile
Mısır’a inip fetheyledi. Âleme (111hükmetti, gitti.
Nakildir ki ordu ile Mısır’a üç padişah geldi. Üçü <l2) de adil idi. Biri
İskender’dir, biri Abdurrahman Ebu’1-Müslim’dir, biri Seyf-i <l3> Zü’l-
Yezan’dır. Eğer zulm eyleseler, helak olurlardı.
Rivayettir, Medine (14) şehrinden Fahr-i Âlem zamanmda çekirgeler geldi.
Sultan-ı kâinat onlara işaret edip: (l5)
-Mısır üzerine gidin, dedi. Ashap:
-Niçin ya Resulu’llah! Mısır halkı da Allah kullarıdır, dediler. [T385] (l)
Hazret-i Sultan buyurdu:
-Mısır, darü’l-emindir. Düşman oraya varsa (2) helak olur. Bunlar,
Muzîlerdir, dedi.
Çekirgeler, Mısır <3) üzerine geldiler. Hak teala bir yel estirdi, onların
kanatlarını helak edip kırdı. <4>Garba döküldüler, kaldılar. Şimdi ot otlarlar.
İşte Tubba’nın hikâyesi budur, deyip (5) sözü tamam edince bir kişi içeri
girip feryat eyledi:
-Cebel-i Tarum’da seksen <6>Zengi tutup soydular, dedi. Server:
-Bu Zengiler kimdir, diye sordu. Muallim: <7)
-Zengistan’dan geldiler. Burada durakladılar, yol keserler, dedi.
Server, hemen kalkıp atına (8) bindi. O Zengilere vardı. Onlar da hazır
oldular. Server, onlara yalnız <9) saldırdı. Kırkını kırdı, tepeledi. Onlar da oklar
yağdırdılar, Server’i atından düşürdüler. (l0) At, ok yarasından helak oldu.
Server’in Kavs-iKuzah atı, Server’in yoluna (ll)kurban oldu.
Server, piyade olup otuz laini daha kılıçtan geçirdi. (l2) Helak oldular.
Server çok mal, eşya ve rızk toplayıp geri şehre (13) döndü. O şehir halkına malı
paylaştırdı. Seferden, Müslümanlara da çok <l4) mal verip Neyfal şehrine
gönderdi. Server, Tarum şehrinde oturdu. <l5) Mübarek gönlüne Hac sevdası
düştü. Kâbetullah’a gitmek istedi. [T386] n)
Rivayet edenler anlatırlar; Sultan hazreti, velilerin başı bir gece rüyasında
gördü k i(2) tekrar, Habeş diyarına sefer eyler. Uyandı:
-Biz tekrar, Habeş’e sefer ederiz, (3)dedi.
Server’in Habeş’e geri gitmesine sebep bu oldu, derler. (4) Server’in adı,
âleme yayıldı. (5) O vakit Habeş diyarında bir melik vardı. Tahum mülküne
hükmederdi. Bu (6) Habeşistan ili hesapta kırk padişahlık yerdir. Dünyanın
yarısı Habeş’tir, derler.
(7) O melik, Habeş’te padişah olunca bir gün Nil kenarına gitti.
Gezmekteydi. <8>Nil’i görünce vezirine:
-Bu su nereden gelir ve nereye gider, dedi. (9) Vezir:
-Ya melik! Bu bizim ilimizde bir kale var. Adına, Tahum derler. Orada
bir dağ (l0) vardır, o dağın içinden yarıp çıkar. O dağı ikiye bölmüştür. Üç
günlük <H)yere suyun köpüğünden varılmaz. Bilmeyiz ki o dağdan öte ne var ve
nereden <l2) gelir. Fakat İskender de buraya gelince bu dağdan öte geçmemiş.
Bazıları, <l3) İskender bu dağı geçip ötesinde acayip ve garip şeyler gördü.”,
derler. “İskender, <l4> bu dağın üzerine adam çıkarmış. Dağ çok yüksek olduğu
için rüzgâr o adamları yabana <l5) atıp helak etmiş.”, derler. Nil suyunun geldiği
yerin vasfı budur. Fakat şöyle [T387] (l) düşünürüz. Buraya eski Mısır
derlermiş, büyük bir şehir var imiş. <2) Bu dünya yıkılsa o mamur eder, fakat o
yıkılsa dünya halkı onu yapamaz. Mübalağada (3) derler ki o şehir on bin
mahalledir. Her mahallesi, on bin hanedir. Şuna göre (4) mukayese et. Bu
dünyanın en büyük şehridir, derler. Onun önünden akıp ondan aşağıda, (5) dört
günlük yerde denize girer, dedi.
O melikin adına, Amru Tuli derlerdi. Vezire tekrar <6) sordu:
-Mısır diyarında olanlar hangi dine taparlar, dedi. Vezir:(7)
-Onlar Muhammedîlerdir , dedi. Amru:
-Bu Habeş’te Müslüman var mıdır, diye sordu. Vezir:
-Evet! (8>Mısır’dan beri tarafı Habeş’tir. Oradan beri bir diyar var, Necaşi
ili derler. Nil’in (9) ötesidir. Oraya Müslümanlar hükmederler. Nil’in berisine bir
Nasranî beyi hükmeder,00’ Tun derler. Ondan geri kalanlar din bilmezler. Hatta
biz de, dedi. Amru:
-Ben bir (ll)din teklif edeyim, ona taptıralım, dedi.
O gece bu düşünceyle yattı. Şeytan (12) düşünde onu azdırıp bir çok nesne
gösterdi. Sabah kalktı, vezire rüyasını <13)anlattı. Vezir:
-Sana bir işaret olmuş. Durma, hemen uygula, dedi.
O rüyayı gördükten hemen sonra (14) hükmetti. Emredip üç yüz altmış
dört kızıl altından putlar dizdiler. (15) Gümüş zencirle onu getirip bir ağacın
dallarına astılar. O büyük ağacı, gümüş ve [T 3 8 8 ](1) altın ile kaplayıp inci ve
cevherlerle donattılar. Haçlar astılar. Sonra da gidip önünde dua <2 ettiler. O
kuru ağacın içine şeytanlar girip türlü türlü hileler yapardı. <3)Amru, her diyarın
beyine mektuplar gönderip davet etti. Hep gittiler, uydular. (4) Süveyda’nın
beyleri ve Zengiyan beyleri ona itaat edip Habeş’i zapt ettiler.
Sonra (5) Nil’in beri tarafındaki, Mısır yakasındaki Müslümanlara da bir
mektup gönderdi, davet etti. Melik Mahmud, Habeşî <6) sultanına gönderdi.
Mektupta demiş ki:
-Eğer bana itaat etmezsen N il(7) suyunu başka bir yere akıtırım. Siz susuz
helak olursunuz. Sultan:
-Beyler! Bu kâğıdı<8) Tarum şehrindeki Şerif e gönderelim, dedi.
Hem de öyle yaptılar, Şerife gönderdiler. Şerif Gazi(9) kâğıttan bu haberi
işitince gazaba gelip:
-İnşallah Amr’a bir iş (10) edeyim ki görsün, dedi.
Hazırlık yapıldı. Tarum halkı, Şerifi gönderdiler. Mekketullah (ll)
tarafına sefer etti. Gidip o yıl da hac görevini tamamladıktan sonra (12)Cidde’ce
geldi Sevakin’e geçti. O tarafın Arapları, Şerifi karşılayıp misafir ettiler. ( 3)
Sayif ve Berber’den Araplar gelip Şerif Gazi’yi ziyaret ettiler, gittiler. Sonra
Habeşistan’a (l4) yöneldi. Gelip İsra şehrine kondu. Habeş meliki Sultan
Mahmud karşıladı,(l5) izzetle konuk ettiler. Bu diyara Habeş’te, Cebreti [T389]
(1>derlerdi. Nil’in Arap tarafında olup halkı Müslüman idi.
Şerif, Habeş sultanına (2) bütün eşyalarını ve hizmetkârlarını emanet etti.
Suret değiştirip gemi ile Nil’i geçti. (3) Tahum’a gitmek üzere yola çıktı, gitti.
Şerif gördü ki hayvan gibi bir insan grubudur. Halk içinde çıplak <4)
yatmaktalar. Gelip Süveydan’a erişti gezmek istedi. Güneşten öyle yandı k i<5)
Habeşî’den hiçbir farkı kalmadı. Sonra bir yere ulaştı. Ulaştığı memleketin adı,
Enbay idi. (6) Batı tarafına yakın idi. O diyarda altın madenleri vardı.
Şerifin kendisi şöyle (7)rivayet eder:
-O diyarın âdeti şöyleydi; gece olunca (8) kalkarlardı, develerinin ayağına
keçe bağlarlardı. <9) Ellerine kamıştan bir kargı alırlardı. Bir torba da kül alıp
develerine binerler,(l0) gece gezerlerdi. Aşağı inmezlerdi. Zira o yerlerde yılan
çok olurdu. Yılan, (l 11 gece gezer, gündüz saklanırdı. Deveyi tabanından vursa
sezdirmezdi. (l2) Devenin ayağına onun için keçe sararlarmış. Gezerler, nerede
cevher ışık verirse (l3> o külü kamış ile üfürürlerdi. Çevreyi karıştırırlar, oraya
nişan ederlerdi Gündüz(l4> olunca gidip kazarlar, onu sızdırıp çıkarırlardı. Altın
batıya ondan<l5)yayılır, gelirmiş. Mısır’a çıkar, oradan da dünyaya gidermiş.
Şerif, o diyardan [T 3 9 0 ](1) göçtü. Tahum mülküne vardı. Antas şehrine
ulaştı. Oraya <2) ulaştığında bin kişi toplanmıştı. Çölde bir ağacı ortaya almışlar,
(3)secde ederlerdi. Şerif, o ağacın yanına geldi. Secde edenlere:(4)
-Ben batıdanım. Bu makama hizmet etmeye geldim, dedi.
Gittiler, Amru’ya (5) bunu söylediler. Amru, Şerifi davet edip yanına
getirdi, sordu:
-Niçin geldin? <6>Şerif:
-İşittim ki bu makamı sultan yaptı. Geri kalan <7) ömrümü burada
geçirmeye geldim, dedi. Amru’ya bu söz hoş geldi:
Bu, benim (8) mabuduma âşıktır. Bu şahıs oranın hizmetini görsün,
gözetsin. Garibin gönlü olsun, (9)diye tembih etti.
Şerif, o ağacın dallarına asılan kandilleri(l0) yakardı. Putları düzenlerdi. O
ağaca sürekli zeytinyağı döküp(M) neft sürerdi. Ağaca hizmet ettiğini sanırlardı.
Amr’a, Şerifin gayretini ve (l2) hürmetini anlatırlardı. Bu şekilde on beş gün
hizmet etti. On altıncı (l3) gece oldu, o kuru ağacın içine bol miktarda yağlı
pamuk soktu. Sabah<l4) olunca Amru ağacın yanına geldi, ziyaret etti:
-Haşa! Ey benim mabudum! <l5)Gei söyle. Muradımdan bana haber ver,
dedi.
Ağacın içinden bir ses geldi:
-Ya Amru! [T391](l)Beni iyi koru ki bana zarar gelmesin. Sana başka bir
haber vermeme gerek yok, dedi. Amru:
-Kimden korkuyorsun, d,ye sordu. O ağaçtan tekrar ses geldi:
-Şerif Saltık (3)bana kast etmiştir, düşmanımdır, dedi.
Amru, hemen emretti. Çadır(4) ipleri ile ona çepeçevre sardılar, bir yerden
kapı koydular. Şerif:
-Çalışm bire melunlar! (5) Benim için daha iyi oldu, dedi.
Bir gece fırsat buldu, delikten ağaca ateş vurdu.<6) İçinden tutuşup yandı.
Ağaç içinden feryatlar, figanlar belirdi. Kâfirler, gafil 1 sarhoş yatarlardı.
“Hey!” deyince o ağaçtan bir alev çıktı. Yatanlar (8) uyandılar, bir aydınlık
gördüler. “Hey! Bırakmayın.” diye seğirttiler. Geldiler ki söndüreler.
(9) Şerif eline yalın bir kılıç aldı, gelenlerin bir kısmını öldürdü.
Söylediler: <l0)
-Deli mi oldun. Hey er! Ne yapıyorsun, dediler. Şerif, bir nara attı:
-Ey kâfirler! Bilin ve haberdar olun. (ll) Ben, Şam’dan geldim. Şerif
Gazi’yim. Size neler edeceğim, dedi.
Halk, Amru’nun (l2)huzuruna çıkıp:
-Ey bizim sultanımız! Bil ki o ağaca hizmet eden ki^i,<l3) Şerif Saltık’ın
kendisiymiş. Şimdi o ağaca ateş vurdu, yaktı. Ağaç inleye (4) inleye yandı, gitti,
kül oldu. Söndürmeye gittik, bir kısmımızı öldürdü, dediler.
<15)Amru öfkelendi. Bir gürzü vardı, eline aldı, koşarak geldi: [T 392](l)
-Bre adam! Ne yaptın? Benim mabudumu ateş ile yaktın, öldürdün, dedi.
Şerif:
-Boş konuşma. (2) Mabud, Allah’tır O, “Hayyun kayyümun lâ-yemüt-
vâfıid” dir*, dedi.
Amr, hemen elindeki gürz ile Şerife (3> hamle yaptı. Şerif, gürze karşı
elinin içini tuttu. Yakaladı, kavrayıp tuttu, (4) boğazı dibinden zorlayıp çekti,
elinden aldı. Amr’a hamle yaptı:
-Hemen iman(5) getir, yoksa seni helak ederim, dedi.
Kâfir küfretti. Bu durum karşısında Şerif:
-Günahın senin (6) boynuna ey melun, deyip tepesine gürz ile vurdu.
Beyni çevreye saçıldı.(7) Düştü, can verdi.
Amr ölünce askerleri Şerife hücum ettiler. Yayan olarak sabaha dek(8)
cenk ettiler. Gün doğarken kâfirler her taraftan toplandılar, gelip çoğaldılar.
Şerif, âciz kaldı. Birkaç (9) yerinden de yaraladı.
Şerif, yüzünü gökyüzüne tutup Hak hazretine yalvardı. 110) Tam bu sırada,
sahra yüzünden bir atlı çıkageldi. Ardmca bir ordu geldi. Hep birlikte (l 0 tekbir
getirip kâfir askerlerine saldırdılar. Önden gelen, Hazret-i Hızır idi. (l2) Ardmca
gelen ise Menucher idi. Kırk bin kişilik ordusu ile (l3) erişti, kâfirleri kırdı. Mal
ve eşyaları aldılar, Şerife getirdiler. Hazret-i Hızır, (l4) Şerifi iki gözünde öptü:

“Diri, her şeyi gözeten, asla ölmeyen tek İlah.” (Bakara suresi, 255. ayete telmih).
-Ciğerimin köşesi! İblis’in oğlanlarından, bin<l5)üç yüz otuz erkek ve dişi
şeytanı ateşte yaktın. Bismillah, [T393] (l) diye ateş vururken kaçamadılar,
feryat ederek yandılar. Hak rızasını artırdın, dedi
Menucher de <2)geldi. Oturdular. Hazret-i Hızır:
-Ya Şerif! Bunları bırak. Geri git. Ehl-i İslama çık. (3) Bu yerin zaptı
güçtür, dedi.
Oradan kalktılar. Onların malını ve eşyalarını<4) alıp geri döndüler. Bir
yere geldiler. Hazret-i Hızır gitti. Diğerleri orada kaldı. Oturup dinlendiler. Bu
sırada bir bölük (5) insan çıkageldi. Şerif onları karşıladı:
-Durum nedir, dedi. Bunları görüp(6) söylediler:
-Buraya, Zengibar ili derler. Bir padişahı vardır. İlimizde bir cazu (7>
türedi. Her ay bir adam yer. Beyimiz âciz kaldı, Saltık. Fakat (8) barış yaptılar.
Kura atıyorlar. Kime düşerseonu veriyorlar. Bu kere kura,(9) bey oğluna düştü.
İşte onu iletiyoruz , dediler.
Şerif, hemen leşker-i cinnî askerlerini orada <ın) bırakıp kendisi gitti. Bu­
dağa eriştiler. Yukarıda, dağ başında bir hisar göründü.(ll) Şerif, önde giderdi.
O kavim ise ağlaya ağlaya gelirlerdi. Şerif kaleye çıktı,(l2) içeri girdi. Gördü ki
orada kimse yok. Merak edip yürüdü, bir saraya girdi. Kurulu bir taht(l3) gördü.
Gitti, bu tahtın altına girdi, oturdu.
Birazdan halk<l4) ağlaşmayı kesti. Dua ederek, secde kılarak içeri girdiler.
Beyin oğlunu getirdiler. Zengibar, beyin oğlunu (l5) tahtına geçirdi. Diğerleri
veda edip gittiler. O oğlan, yalnız kaldı.
Birazdan [T394] (1) bir alay güvercin gelip kondu. Bu sırada gök
gürlemesi oldu ve şimşek çaktı. (2>Yağmurlar yağdı, sonra dindi. O güvercinler
hep insan oldu. Seksen kişi, erkek <3) ve dişi. Bunların içinde bir kadın yalnız
ileri gelip tahta çıktı, oğlanı (4,öptü. Oğlan ağladı. Kadın:
-Bana yakınlık et, seni öldürmeyeyim, dedi.
Oğlan, kadının <5) sözünü kabul etti. Taht üzerinde yattılar. O seksen kişi
de birbiriyle (6) sarılıp yattı. İçinden biri:
-Gafil olmayın. Gömlekleri gelip (7) biri almasın. Yoksa sihrimiz batıl
olur, dedi.
Onlar uyuyunca Şerif kalktı, gömleklerini<8) başları ucundan alıp gizledi.
Tekrar taht altına girip yattı. Birazdan cazu (9) uyandı, gömleğini bulamadı.
Gazaba gelip o oğlana tabanca ile vurdu: <l0)
-Bizim gömleklerimiz nerede, dedi. O oğlan ağlayıp:
-Benim haberim yoktur. Ben seninle (ll)yattım, dedi. Cazu:
-Ben, seni boğazlayıp yerim. Doğru söyle, nerededir, dedi. Oğlan (l2)
ağladı:
-Bilmiyorum, dedi.
Cazu hemen emretti, o oğlanı tahttan aşağı indirdiler. (l3) Niyetlendiler ki
boğazlayalar. Oğlan feryat edip:
-İlahî! Şu yerleri ve gökleri(14) yaradan Tanrı, bana yardım et. Şam’da
Şerif adlı kulun var, her yerden zalimlere hazır (15) edip gönderirsin. Bana onu
gönder, bu zalimlere hakkını versin. Her kim sıkıntı anında O’nun [T 395](l)
adını anarsa gelirmiş. Eğer Muhammed dini hak ise o Şerif kulun bana yetişsin,
dedi. (2)
Şerif, bunu işitti. Sabrı kalmayıp taht altından dışarı çıktı, (3) bir nara attı.
O oğlanın yanma geldi. Kalkan cazuya bir kılıç vurdu,<4) tepeledi. Koşup saray
kapısını sılaca bağladı, çağırdı:
-Ey münafıklar! Benim (5) elimden nasıl kurtulacaksınız? Hemen iman
getirin, yoksa sizi hep helak ederim, dedi. (6)Cazular:
-Ya Şerif! Gömleğimizi almakla (7) bizi kırabileceğini mi sandm? Şimdi
gör, sana neler edeceğiz, dediler ve sihre başladılar.
Şerif, Hazret-i (8) Hızır’ın duasını okudu. Eline kılıcını aldı, cazulara kılıç
vurdu. Otuz sekizini tepeledi. Sonra (9) o cazuya yürüdü. O, taht altma girdi ve
kaçtı. Şerif, karının (l0) saçmdan sürüyerek dışarı çıkardı ve boynunu vurdu.
Gerisini esir alıp (ll) o hisarı yaktı. O oğlana:
-İman getir, dedi. Oğlan, iman(l2) getirdi. Sonra Şerif e:
-Ben seninle birlikte giderim, dedi.
Oğlanın babası<l3> durumu işitti, gelip Şerifin ayağına düştü. Hediye ve
armağanlar (l4) getirdi, ziyafetler verdi. Yediler, içtiler, birkaç gün orada
kaldılar. Sonra (15)veda edip yola çıktılar, gittiler.
Orada çok miktarda gergedan yakaladılar ve büyük [T 396](1) karıncalar
tuttular. Tutîler ve misk kedileri avladılar. Sonra Habeş diyarına (2) uğradılar.
Habeşliler, hürmetler ve izzetler ettiler. Şerifin adı, Habeş’te anıldı. Zira o
tepelediği (3) cazu, meşhur idi. Bütün Habeşistan ondan korkarlardı. Sad-ı
Habeşi iline (4) girdiler, geldiler. Onların makamı büyük ağaçların altı idi,
gölgesinde otururlardı. (5) Beyinin adı, Şuran idi. Şerif, o ile girince
yarımdakileri bir yerde (6) bıraktı. Kendisi Sudan’a gitti. Ulaşınca gördü ki bir
gergedan boynuzundan (7) taht yapmışlar, biri ağacm altında oturur. Halk ise
karşısında durur.
Şerif, gelip doğru(8) Sudan’a vardı:
-Kimsin, dediler. O:
-Elçiyim, Şerif-i Rumî’nin yanından geliyorum, dedi.
Adamları(9) Sudan’a haber verdiler. Sudan:
-Gelsin, görelim, dedi.
Şerif, ileriye varıp<l0) selam verdi. Yer gösterdiler, oturdu. Sudan:
-Elçi bey hoş geldin! 0 ^Ne için geldin, haber ver, dedi.
Şerif, hemen bir mektup çıkardı. Önüne koydu,(l2) sundu. Sudan, eline
alıp kâğıda baktı:
-Bizde okumuş olmaz ki bunu okuyamayız. (l3)Sen oku, bilelim, dedi.
Şerif mektubun içindekileri bildirdi:
-İman getir, Müslüman (l4)ol, demiş. Sudan bunu işitti. Şerife:
-Bu senin beyin Şerif, gelip benim ile (l5)cenk edecek kadar yiğit midir?
Gelsin, ona kendimi bildireyim. Görsün, [T397](l) Sudan kimdir, dedi. Şerif:
-Ya Sudan! Aklını başına topla. Tanrı, (2) Şerifi kâfirlere azap
yaratmıştır, dedi.
Sudan, hemen yerinden kalktı. Kast etti ki Şerife <3)bir zarar yapa. Şerif,
hemen bir nara attı. Naranın sesinden cihan sallandı. (4) Sonra Sudan’ın üzerine
yürüdü. Birbirlerine hamle yaptılar, cenge başladılar. Birçok (5) hamle sonuca
ulaşmadı. Sonunda Şerif bir kez haykırdı:
-Benim, Şerif Gazi, dedi. Sudan:(6)
-Bak! Sen misin o Şerif? Benim elime iyi girdin. Ben seni arasam
bulamazdım, <7)dedi ve yürüdü. Şerife bir gürz vurdu.
Server, onun darbesini savdı. Sıra Şerife (8) gelince Sudan’a kılıcı öyle
çaldı ki sinesine dek iki parçaya bölündü. ( ’ Düştü, can verdi. Şerif, o kavime:
-Gelin, iman getirin, dedi.
O (l0) tayife kaçıp gitti. Şerif, onları zapt edemedi. Geri gelip o kavim (ll>
yola koyulup gitti. Bir iklime ulaştılar. Oranın halkı mağaralarda otururdu.
Mağara kavmi onu (l2) görünce mağaralardan çıkıp kaçtı, hayvan gibi dağlara
gitti.
Şerif, (l3) oradan ayrılıp gitti. Onlara mukayyet olamadı. Oradan bir
iklime daha geldiler. <l4) Halkı, hayvanlar gibi kum içinde yatıyordu. Oradan da
gittiler. Nasranî(l5) Habeş iline geldiler. Oranın beyi, Şerifi karşıladı. Ziyafetler
verip misafir etti. [T398] (1) Birkaç gün orada dinlendiler. Sonra gelip Nil
denizini geçtiler, Müslüman Habeş’e geldiler. (2) Sultan Mahmud karşılayıp
hürmetler ve izzetler eyledi. O diyarda, bir ay oturdu.
(3) Şerif, oradan geçip Mısır’a geldi. Sultan karşılamaya gelip Şe
hoş gördü. Yedirdi v e (4) içirdi. Bir müddet orada oturdu.
Bir gün Şerif ava çıkmıştı, gezerdi. (5) Bir bölük insan ile kervan geldi,
kondu. Şerif, kervanı seyretmeye çıktı. Gördü ki kervanın başı olan kişinin
ellerinin tırnakları yok. Bir (7) güzel hatun kişi yanında oturur. Şerif, o kişiye
selam verdi:
-Niçin <8)bu kişinin tırnakları yoktur, diye sordu. O kişi:
-Bana bir hâl oldu. Hint (9) ikliminde başıma bir hâl geldi, orada oldu,
dedi. Şerif:
-Aslım bana anlat, dedi. (10)O hoca:
-Hindistan’da Sekaüb derler, bir Adim var. Oraya vardım, (I1) evlendim.
Bir güzel kadına âşık oldum. Kendime aldım, onunla bir nice günüm (l2) geçti.
Sonunda o hatunum öldü. Gittiler, beni o hatun ile mezara (13) ilettiler, birlikte
gömdüler. Meğer âdet bu imiş. Erkek veya kadından birisi ölse öbürü (14) ile
birlikte gömerlermiş. Üzerime kapıyı yaptılar, gittiler. Ben kaldım. (15) Birazdan
bir canavar çıkageldi. Meğer sırtlan imiş, ölü yerlermiş. [T399](1) Beni görünce
dönüp kaçtı, bir deliğe girdi. Kalktım, o deliği elimle kazdım. (2) Bu sırada
tırnaklarım çıktı. Sonunda bir delik açtım, dışarı geldim. Çıktım, yola revan (3)
oldum. Bir deniz kenarına yetiştim, oturdum. Gördüm ki bir tahtanın üzerinde
(4) bu hatunu deniz kenara götürdü. Meğer büyük bir hocanın avradı imiş. (5)
Bunlarm gemileri taşa dokunmuş, batmış. Hatun bu tahtaya sarmaşmış. Rüzgâr
(6) onu getirmiş, çıkarmış. Ben onu gördüm, o da beni. Biribirimiz ile konuştuk.
(7) Birazdan bir gemi geldi. Bizi görüp gemiye aldılar. Geldik, bir yere çıktık. (8)
Buranın padişahı öldü. Sürdüler, deniz kenarına geldiler. Bizi gördüler,(9) kura
çektiler. Kura bana düştü, beni padişah ettiler. O vilayette, üç yıl(10) padişahlık
yaptım. Dördüncü yıl bir düşman geldi, karşı koyamadım. Maldan, <H)
cevahirden götürdüm. Atımı sürdüm, bu diyara geldim, dedi. Şerif bunları
işitince Hindistan’a gitmek üzere yola çıktı.
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ŞERİF SA LTIK ’IN H İN DİSTAN’A SEFER (13) ETM ESİ

Raviler anlatır; Şerif Gazi hazırlık yaptı, hacca gitti. Varıp (l4)
Kâbetullah’ı tavaf etti ve hac görevini yerine getirdi. Geri dönerken Yemen
hacılarıyla Hicaz’dan, <15) Yemen diyarına gitti. Hicaz dağlarının arasında
giderken bir bölük Arap’a [T 4 0 0 ](l)rastladı. Arapları
-Nereye gidiyorsun? Önünüzde bir bebr vardır, yolu (2) kesmiştir.
Gitmeyin. Eğer önünüze çıkarsa bu halkı helak eder, dediler. Şerif:
-Nerededir? Gelsin, (3)ben de onu arıyorum, dedi.
Kafile ile göçüp o vadiye ulaştılar. Bebr, o vadi(4) içinde idi. Rastlayınca
kafileye saldırdı. Şerif ona(5) karşı vardı, tepesine kılıcı öyle bir çaldı ki bebr iki
parça oldu. Orada bulunanlar hayran (6) kaldı. Geldiler, Sanan şehrine çıktılar,
kondular. Yemen meliki, tahtını o şehre kurmuştu. (7) Şerifin geldiğini işitti,
gelip ayağına kapandı. Ziyafetler verdi. <8)Melik:
-Ya Şerif! Buraya gelmene sebep ne oldu, dedi. Şerif:(9)
-Hindistan’a gitmeye niyet ettim, dedi.
Melik buyurdu, hemen gemiler hazır (l0> ettiler. Aden şehrinden Şerifi
gemiye bindirdiler. Umman’dan gelmiş bir er vardı. Bu er, denizciliği (ll)
bilirdi. Onu yanına verdiler. İran şehrinden hocalar var idi, onları da (l2) gemiye
koyup gönderdiler. Denize açılıp gittiler. Bu gemi içinde (l3) bir bezirgân vardı,
Hint’in vasfını bir bir beyan etti:
-Kırk <l4) padişahlık yerdir. Bazıları otuz altı sultanlık yerdir, derler.
Şimdi<l5) bizim varacağımız yere, Bayır derler. Ondan aşağısı, Dekin ve Aşağı
Kalakut’tur. Samirilerdir. [T 4 0 1 ] (l) Ondan aşağıya, Kilanur derler. Onlar ateşe
taparlar, Mecusîdirler. Bir erkek (2) ölse avradını da ateşte yakarlar. Eğer avrat
ölse kocasını yakarlar, dedi. <3)Şerif:
-Oraya varalım. Görelim, nasıl olur? Allahuteala rast getirirse (4) onlara
bir iş edeyim, görünüz, dedi.
On gün gittiler. Bir adaya çıktılar, <5) kondular. O adada av yaptılar.
Büyük kuşlar avladılar. Tekrar kalkıp (6) gemiye bindiler, gittiler. On birinci gün
bir adaya eriştiler. Gemidekiler, Ş erife :<7)
-Bu adanın halkı sihirbazdır. Bizden adam başına bir altın haraç alırlar,
dediler. (8>Şerif:
-Haraç vermek, bizde zekâta eştir. (9) Kırkta bir akçadır. Biz onu
dinimizin gereği olarak veririz. Eğer almazlarsa geri döneriz, dedi. (10)
Gelip kale önüne ulaştılar, çıktılar. O cazular, hemen (ll) seğirdişip
geldiler. Her kişinin malını ve rızkını döküp eşyalarını saçtılar. (l2)Ne isterlerse
aldılar. Şerifin bile neyi varsa alacaklardı. Onlar:<13)
-Sen yalnız başına bir dinar ver, dediler. Şerif:
-Vermem, dedi.
Kavga ettiler. Şerif,<l4) onların birisine vurdu. Ağzı burnu kan oldu. Hep
birlikte Şerif in üzerine üşüşüp saldırdılar. <l5) Şerif:
-Ey kâfirler! Size anlattım. Hâlâ uyuyorsunuz öyle mi, deyip el vurdu.
[T402] (1) Hey diyince yedi cazuyu tepeledi. Kalanı kaçtılar, hisar kapısını
bağladılar. Şerif(2) bir nara attı:
-Bu yaptıklarınızı sizin yanınıza koyacak değilim, ey melunlar, dedi.
Yürüdü, kapıya gelip<3) bir tekme vurdu. Kapı kopup içeriye düştü. İçeri girdi.
Cazular (4> beyine haber ettiler. Ah edip yerinden kalktı, Şerifin üzerine geldi.
Cenk ettiler. (5) Şerif, orada üç yüz kişiyi tepeledi. Sonunda kaçtılar. Cazular
beyinin ardından(6>yetişip tepesine öyle bir kılıç vurdu ki başı önüne düştü.
Şerif, o hisarı aldı. (7) Malını ve rızkını hep gemiye koydu. Hisara ateş
vurdu, yaktı. Oradan ayrılıp yedi gün <8) gittiler. Karşıdan bir ada göründü.
Oraya geldiler, kondular. O kavim, Şerifin (9) cazulara yaptığını işittiler.
Geldiler, ayağına düştüler. Çok mutlu oldular, (l0) ziyafetler verdiler.
Şerif oradan da ayrıldı, gemiye binip gittiler. Üçüncü gün, karşıdan (ll)
Hint karasını gördüler. Geldiler, Bayır’a çıktılar. O diyarın halkı gelip Şerif <l2)
Gazi’nin elini öptüler, ziyaret ettiler. Şerif, orada birkaç gün durdu. Sonra
gemiye binip (1 } Kalakut’a gitmek üzere yola çıktı. Kalakut’a çıkınca gelip
hisar önüne iskele (l4) vurdular. O diyar, Samirîler idi. Buzağı başına taparlardı.
Şerif, dışarı(15) geldi:
-Bu kavim kalabalıktır, hele sabredeyim, dedi.
Bu arada gördü ki bir kişinin [T403] (l) boğazına ip takmışlar, diğer bir
kişi bağırmakta:
-Bu diyarda buzağı öldüren kişinin idam edilişini (2) gelip görün!
Şerif ileri gelip baktı. Asmaya <3) götürdükleri adam Sünnidir. Şerif
gazaba gelip, ileri vardı:
-Bre kavim! (4) Bunu sığırdan ötürü mü öldürüyorsunuz? Bunların dininde
sığırı boğazlamak vardır.(5) Onlar:
-Bizim dinimizde yasaktır, dediler. Şerif:
- Türklerin dininde <6) şöyledir; onlar kimseye itaat etmezler. Nas
Y ahudi(7>başka millettendir, dedi. Onlar:
-Bizim âdetimiz budur, dediler. Şerif Gazi:
-Ben izin vermem, (8> deyip ileri vardı. O Sünni kişinin boğazından ipi
aldı.
Halk hücum etti. <9) Şerif, bir kez nara atıp gök gürlemesi gibi haykırdı.
Kılıcını eline aldı:
-Benim, (l0) Şerif Gazi ve Saltık-ı Rumî, deyip onlardan dört kişi tepeledi.
Onlar kaçtılar. <n) Şerif:
-Sizi kırmaya geldim Rum’dan. Bırakmak yoktur, bre melunlar, bre
kâfirler, diye haykırdı.
O (l2) kavim Şerifin adını, gazalarını ve hünerlerini işitmişti. Bir gün bu
diyara da (l3> gelir, diye korkarlardı. İşittiler ki “Ben o kişiyim.” dedi, varıp
beylerine (l4) bildirdiler. Beylerinin de canı başına sıçradı. Hemen vezirlerini ve
beylerini topladı, (1) görüş alışverişinde bulundular. Onlar:
-Ya melik! Kimse onunla başa çıkamaz. [T404] (l)Ona hürmet etmek
daha iyidir. Tanrı kazasını başımızdan savarız, dediler.
Geldiler, izzetle Şerifi (2) alıp beylerine ilettiler. O bey, Saltık’ı karşılayıp
hoşgördü:
-Pehlivan! <3)Lütfedip bu bizim suçumuzu bağışla, dedi. Şerif:
-Eğer <4> Müslümanlara bunun gibi durumdan ötürü hükmedersen seni
bağışlamam, dedi.
Padişah, <5) bundan böyle kimseyi bu suçtan dolayı idam etmeyeceğine
ant içti.
Şerifi konuk ettiler, ziyafetler verdiler. Mal, (6) cevherler ve eşyalar
hediye ettiler. Ayrıca haraç vermeye razı oldular. Şerif, oradan tekrar (7) gemiye
binip Kilanur’a gitmek üzere yola çıktı.
Bir müddet deniz seferini sürdürdüler. Sonunda bir hisara (8) çıktılar.
Orası, Kilanur ilinin iskelesi idi. Adına, Garman derlerdi. <9) Bir beyi vardı, çok
inatçı idi. Gelip oraya çıktılar, şehir içine girip (l0) gezmeye başladılar. Gördüler
ki bir alay kâfir, bir tabut götürmekte. Önünde bir kadın, hem (ll) ağlar hem
döner. Kalan halk, davul zurna çalıp şenlikler yapmakta. Şerif Gazi, merak (l2)
edip bir kişiden sordu:
-Bu işin aslı nedir, dedi. O kişi:
-Bunlar Mecusîdir. (l3> Bir kimse ölse onun karısını da ateşe atarlar, kadın
da (l4) birlikte yanar. Eğer erkek de ölürse öyledir, dedi. Şerif, o hatunun yanına
geldi: (l5)
-Sen yanmaktan korkmuyor musun, diye sordu. Hatun:
-Korkuyorum, fakat beni bırakmazlar, dedi.
Şerif, tabutu götürenler ile [T 4 0 5 ](l) yürüdü. Ölülerin ateşte yakıldıkları
yere geldiler. İçeri girdiler, oturdular. Yediler, içtiler. (2) Kaktılar ki o biçare
kadını ateşte yakalar. Şerif bırakmadı:
-Ey halk! Deli misiniz? (3) Sağ bir insanı ne diye ateşte yakıyorsunuz,
dedi. Onlar, Şerife öfkelenip:
-Sen yerinde otur, bizim (4) âdetimize karışma. Yoksa sen bilirsin,
dediler. Bunun üzerine Şerif gazaba gelip:
-Lanet size de (5) batıl âdetinize de ey akılsız kâfirler, deyip hemen kalktı,
türbenin kapısını kapattı.
O kavmi ele alıp kılıçtan geçirdi. Elinden kurtulanlar kaçtılar, gittiler.
Şerif,(7) kırdığı insanları ateş içine attı, yandılar.
Diğer tarafta kâfirler, kaçıp (8) beylerinim yanına gittiler. Durumu
anlattılar. O lain ve dinsiz, hemen atına binip (9) ateş yakılan yere geldi. Atından
inip içeri girdi. Şerifi gördü:
-Hey (10)haydut! Bu insanları niçin öldürdün, dedi. Şerif:
-Ben öldürmedim, Namur öldürdü. (ll> İnanmazsan işte içeride yanıyor,
dedi. O lain:
-Namur nasıl gelip yakıp (12) öldürür? Onları sen yaktın, dedi. Şerif:
-Ya haydut! Namur onu (13) öldüremezse ve gelip yakamazsa sen ne diye
buna taparsın? Tanrı, ateşi yaratandır. (l4) Hemen aklını başına topla, yoksa seni
öldürürüm, dedi. O lain öfkelendi: (l5)
-Ya haydut! Ben senin işini bitireyim ve aklını başına getireyim, dedi.
Elinde [T406] bir kılıç ile Şerifin üzerine gelip çaldı.
Şerif, kılıca elini tuttu. Allahuteala (2) sakladı, bir kılını bile kesmedi.
Şerif kavrayıp herifin kılıcını elinden aldı, zorladı. (3) Kâfirin avucunun derisi
kılıcın kabzasında kaldı. O kılıcı geri ona havale (4) etti:
-Hemen Müslüman ol! Yoksa seni tepelerim ve gövdeni ateşe atarım,
dedi.
Kâfir küfür (5) söyledi. Başında devlet ve saadet yokmuş. Şerif, kâfire
kılıcı öyle bir çaldı ki (6) iki parçaya böldü. Kılıcın ucu yere battı. Kâfirin canı
cehenneme gitti.
Şerif, kâfirin (7) ölüsüsünü alıp içeride ateşe attı. Yanmaya başladı. O
şehir halkı hücum ettiler. Şerif (8)nara atıp dışarı geldi çağırdı:
-Benim Şerif Gazi! Ya kâfirler! Aklınızı başınıza toplayın, (9) iman
getirin, dedi. Halk, Şerifin adını ve ününü işitmişti. Öyle korktular ki (10)
akılları gitti. Hep birlikte:
-Ya Saltık! Aman ver, bize kıyma. Kerem (11) eyle, mürüvvet ehlisin,
dediler. Şerif de onların canını bağışladı:
-Artık <12>insanları ateşte yakmayı yasaklıyorum, dedi.
Artık insanları ateşte yakmadılar. İçeri o ulu beylerine haber gönderdiler:
-Rum’dan Saltık geldi, bize şöyle etti. Şehir beyini ve bunca adamları
kırdı, (l4) dediler. Bey, bunu işitince gazaba geldi:
-Bu nasıl iştir ki bir kişi<l5) gele, bu kadar iş ede. Rum’da adam yokmuş.
Burası Hint’tir. Görsün, ona burada neler eylerler, dedi.
Hemen buyurdu, [T407] (l) asker topladılar. Toplanıp Şerifin üzerine
yürüdüler. Bir rahip var idi. Bu rahip, yedi <2,yüz yaşında idi:
-Ben gidip o Şerif ile konuşayım. Bu Tanrı(3) kullarım niçin kırar, hem de
ne dindendir göreyim, dedi.
O bey, rahibe izin verdi. Rahibin adı. (4) Nilüfer idi. Geldi, Şerife yetişti.
İzin alıp hisara (5) girdi. Gelip Şerif ile buluştu. Yer gösterdiler, oturdu. Şerif
Gazi, o beyin (6> sarayına girip oturmuştu. Rahip:
-Ya Şerif! Niçin böyle yapıyorsun, sebep (7) ne, bu halkı niçin kırarsın?
Ne delil ile bunu yapmaktasın? Bana cevap ver bilelim, dedi. Şerif: <8>
-Kâfir olduğu için kırıyorum, dedi. Rahip:
-Kimler kâfirdir, haber ver, dedi. Saltık:
-Hakk’ı inkâr edenler, kâfirdir. ,9) Onlar asi olurlar, dedi. Rahip:
-Onlar kimlerdir, dedi. Şerif:
-İlk <l0) kâfir olanlardan birisi, Kabil idi. Allahuteala’ya asi ve kâfir oldu.
Müşrik olanlardan (ll,Nuh oğlu Kenan idi. O:
-Senin Tanrı’n bu halkı suda boğsa,<l2> benim Tanrı’mbeni kurtarır deyip
Allah’a ortak koştu. Tanrı, ikidir, dedi. Hud doğar, 11,1 kavmi üçtür, dediler, asi
oldular. Kıyameti inkâr ettiler, zındık oldular. Onları (l4> yel ile helak etti.
Hazret-i İbrahim zamanında Mecusîler ortaya çıktı, ateşe taptılar. Hazret-i
Musa ,l5) zamanında Yahudiler azdılar. Samirîler ortaya buzağıya taptılar.
[T408] 111 Sayibîler Davut halkıdır, ite taptılar. Ashab-ı K ehfin kelbini esas
aldılar. 121 Nasranîler eşeğe taptılar, kâfir oldular. Kabil, kâfir olduktan sonra
puta (3>taptılar, Cemşid sebep oldu. İdris göğe yükseldikten sonra böyle 141oldu.
Âlemi küfür ve zulmet tuttu. Hak teala bu âleme bir nur gönderdi ve buyurdu,<5)
“Sana her kim uyarsa hoş, uymazsa onları kılıçtan geçir.” dedi. (6) Âdem-i Safı
hangi din ve şeriat üzere geldiyse Muhammed Mustafa da o din üzeredir (7) ve
İbrahim Hâlil milletindendir. Bu kâfirlerin kanını dökmek bize mübahtır,
delilimiz (X) budur. Hem bize gökten kitap gönderdi ve tembih etti. Biz onun
için böyle ederiz, kimseye cebir <9) etmeyiz. Her ne yaparsak, Hakk’ın emriyle
yaparız, dedi.
Rahip yerinden kalkıp Şerifin <l0) ayağına kapandı:
-Söylediğin her söz, doğrudur, dedi ve iman getirdi. Şerif (ll) onu
hoşgördü. O rahip:
-Ya Server! İzin ver, gideyim. Bizim beyimiz Cibran’ı 021 hak dine davet
edeyim, dedi. Şerif:
-Ya pir! Gitme, o lain seni öldürür, (l3)göz açtırmaz, dedi. Rahip:
-Ya Şerif! Ben; Tevrat, İncil ve Zebur’da Muhammed’in (l4) vasfını
gördüm. Yedi yüz yıl daha mı yaşayacağım? Ne olur, onun gibi bir <I5) sultanın
yolunda ölürsem? Minnetim Allah teala üzerinedir, [T409] (1) dedi. Sonra
kalkıp Şerife veda etti. Cibran’ın yanına gitmek üzere (2) yola çıktı. Ulaştı, bir
nara atıp:
-Ya Cibran! Gözünü aç, ben İslam dinine <3) girdim. İman getirdim,
hemen sen de iman getir. Dünyada küfürden, ahirette cehennem (4) ateşinden
kurtul, dedi.
Cibran, gazaba gelip buyurdu. Rahibi orta yere aldılar. Biraz cenk (5)
ettiler, asasıyla dört kâfiri öldürdü. Sonra onu da şehit ettiler. Ölüsüne, (6)o gece
nur indi. Gördüler ve Cibran’a gösterdiler. Cibran buyurdu, yere gömdüler, (7)
ölüsüne kabir yaptılar. Cibran:
-Bunu Saltık cazuladı, Namur buna <8)dua etmiş, dedi.
Cibran, sonra yola çıktı. Şerifin olduğu yere geldi. Hisarın çevresini <9)
kuşattı, kondu. Şerif hisardan dışarı çıktı, biraz cenk ettiler. Hisar sarp idi. (l0)
Âciz kaldılar, dışarıdan Cibranîler çağırdılar:
-Ya kavim! Niçin cenk ediyorsunuz, dediler. Onlar: (II)
-Korkumuzdan ederiz. Eğer etmez isek Şerif bizi tepeler, dediler.
Server burçtan burca seğirdirdi. (l2) Gördü ki şehir halkı cengi
yavaşlattılar. Hemen atına süvar oldu, dışarı çıktı:
-Aman <13)ya Cibran, dedi. Cibran onu işitince:
-İzin verin gelsin, dedi.
Şerife izin verdiler. (l4) Şerifin elinde ok ve yay hazır idi:
-Bana gösterin, Cibran nerededir? <l5>Varayım elini öpeyim, dedi.
Şerife yol gösterdiler, doğru Cibran’ın yanına geldi. Cibran [T410] (l)
sancak dibinde, gergedan üzerine binmiş dururdu. Şerif, karşısına gelip durdu.
Cibran: (2)
-Ya Saltık! Nasıl oldu da âciz kaldın. En son gördün mü, miktarını bildin
mi, dedi. (3)
Şerif, hemen elini göğsüne koyup gök gürlemesi gibi bir nara attı. Öyle
haykırdı ki bütün asker <4'şaştılar: “Hay ne ki?” deyince Şerif, Cibran’a:
-Hemen iman getir, dedi.
Cibran gördü ki durum kötü. <5) Can alıcı, yanma gelmiş. Hemen atmm
başın çevirdi ki kaça. Şerif (6) Gazi kalktı, ardından yetişip iki bağrının arasına
öyle bir ok vurdu ki (7) at üstünden yeryüzüne muallak yıkıldı, helak oldu.
Askerler onu görünce <8) tarumar oldular. Öyle kaçarlardı ki Azrail’den kaçar
gibi kaçtılar, bir yere (9) geldiler. Toplanıp:
-Niçin kaçıyoruz? Kaçmakla Şerifin elinden kurtulamayız. Haraç
vermeye (10) razı olalım, başımızı kurtaralım, deyip haraç malını topladılar. Bir
h eyet(U) ile Şerife götürdüler.
Bu tarafta Şerif, Cibran’ın başın kesip (12) gövdesini ateşe attı. Başını
hisar burcuna asmıştı. Oturdu, kâfirler (l3) haraç getirdiler. Şerif:
-Yok! Böyle kabul etmem. Şimdi yemin edin. Bundan böyle (l4) diri
adamı ateşte yakmayacaksınız. Eğer yakarsanız, işitirsem gelirim, cümlenizi
kırarım, dedi. <l5)
Orada yaşayan kâfirler, uzun bir süre Şerif Gazi korkusundan canlı adam
yakamadılar. Haracı kabul ettiler. [T 4 1 1 ](l)
Şerif oradan ayrıldı, Sekalib’e gitmek üzere yola çıktı. Otuz gün sefer
eyledi. Otuz birinci gün, <2) o memlekete indi. Doğru tahtgâhına ulaştı. Büyük
bir şehir idi. Adına, Minyas (3) derlerdi. Gelip büyük bir handa konakladı,
dinlendi. Bir süre sonra şehre tellal<4>girip çağırdı:
-Falan gün, şehrin falan tarafında cevgan oynanacak. Oraya gelin <5)
seyredin, dedi.
Halk o gün sahraya çıktı. Bey ve atlı, hepsi bir araya (6)geldi. Padişah da
geldi, bir yerde oturdu. O diyarın halkı, (7) cevgan oynardı. Bu sırada birisi
mertlik davasını gündeme getirdi:
-Ya zamanın meliki! Ben (8) kulunuz, doğuda ve batıda çok meşhurum.
Himmet ediniz, Şam diyarına ineyim. Saltık’ı <9) bulayım, onunla harp ve cenk
edeyim. Onun başın keseyim, isterim. Şimdi gelmiş, Kilanur’da (l<>) Cibran’ı
öldürmüş. Bilirim, buraya da gelecek. Ona şah devletinde neler edeceğim,
göreceksiniz, (ll)deyip boş laflar söyledi.
Şerif, kayıtsız kalmayıp ileri vardı. Sultana (l2) dualar etti:
-Sultanım! Dilerim ki bana destur ola. Bu pehlivanınız ile meydanda
cevgan <l3) oynayıp cenk ü cidal edelim, dedi. Sultan Sekalib, Şerife:
-Sen kimsin, (l4> hangi tayfadansın, diye sordu. Şerif:
-Bir bezirgânım, Şam diyarından geldim. O Şerif <l5) dediğiniz pehlivanla
güreşmiştim. Dilerim ki bu kişi benimle gele cevgan oynaya. [T412] (l) Hüner
hangimizde, sultanımız görsün. Eğer o beni öldürürse senin yoluna canım
kurban (2) olsun. Eğer ben onu öldürürsem o da şah yoluna kurban olsun, dedi.
Sultan hemen (3> buyurdu:
-Bu meydanda, bu ere cevap verebilir, dedi.
Padişah emriyle o pehlivan meydana <4)girip Şerifi davet etti. Şerif:
-Ben meydana adalet ile varırım. Eğer fırsat <5) bulursam seni helak
ederim, dedi. O şahıs:
-Elinden ne gelirse yap, dedi.
Şerif (6) Gazi, hemen atını meydana sürdü. Eline cevgan alıp o altın topu
vurup (7) türlü türlü gösteriler yaptı. Halk hayran oldu. Sonra şahıs döndü: (8)
-Eline kılıç al, hamle yap, dedi.
Şerif, eline kılıç aldı. Biraz silahşorluk yaptılar. Sonunda (9) Şerif, bir ok
vurdu. O şahsın kalkanını göğsüne mıhladı. Şahıs, hemen attan (10) devrilip
düştü, can verdi. Melik Sekalib el salıp:
-Bre bırakmayın! Bu tacir, (ll) benim yiğit pehlivanımı öldürdü, dedi.
Şerif ileri varıp dua etti:(12)
-Ey melik! Hani anlaşmamız, benimle böyle kavlettiniz, dedi.
Melik, Ş erifi söyletmedi. Kast ettiler ki (13) öldüreler. Şerif, yüzünü
Hazret’e tutup bir kez nara attı:
-Ey Sekalib kavmi! (l4) Gözünüzü açın, ben bezirgân değilim. Ben, Şerif
Saltık’ım, sizi helak etmeye geldim, dedi. (15)Melik onu işitince:
-İmdat! Bunu yalnız iken tutun. Sonra kimse uyup [T413] (1)
kuvvetlenmesin, dedi. Meliğin yanında bir vezir vardı:
-Ya melik! (2) Bu er, cihanda yaptığı işleri hep yalnız başarmıştır. Buna,
kimse engel olamaz. Beni (3) dinlersen gel, bununla cenk etmeyelim, dedi.
Vezir bu sözü deyinceye kadar (4) Şerif, on kişi daha tepeledi.
Gördüler bu bir kişidir, fakat adam öldürmek buna <5) sinek kadar gelmez.
Melik, hemen çavuşlara emretti:
-Gidip o adama söyleyin. Burada kimse onunla (6) cenk etmez. İsteği
nedir? Bizden dilesin, verelim, dedi. Çavuşlar geldiler, söylediler: (7)
-Elini çek Server. Sana kimse kastetmez. İsteğin nedir, söyle. Şerif
onlara:
-Üç (8) isteğim var. Birincisi, önce iman getirin. İkincisi ya da haraç verip
barış yapın. (9) Ücüncüsü; bu diyarda bir zulm var, onu giderin. Bir kimse ölse
eşini de birlikte (1 ) öldürüyorsunuz. Öyle yapmayın, dedi. Onlar:
-Haraç verelim. Hem o (l 0 zulmü de ortadan kaldıralım, dediler.
Sonunda barış yaptılar. Şerife çok mal verdiler. Bazı gruplar, (l2) haraca
razı olmayıp Müslüman oldular. Şerif, o meliki hoşgördü. Çok korkardı. (l3)
Gece sarayında ve otağında yatmazdı.
Şehre geldiler, şehir halkı karşılayıp (14) Seyyid’i hoşgördüler. Birkaç gün
orada durdu. Şerif birkaç kafile ile kalktı, (l5) oradan ayrıhp Aynü’ş-Şems iline
gitmek üzere yola çıktı. Ulaştıklarında o diyarın padişahı [T414] (1> çerisi ile
kaçıp hisara girmişti. Meğer onun üstüne ( 1üç padişah gelmekte imiş. Birine
Ray-ı Azam meliki, birine Ray-ı Âdem meliki, (3) birine de Tuh-ı Heftümni
meliki derlerdi. Hepsi de Hindistan meliklerinden (4) idi. Bunların üçü bir olup
meliki yenmişlerdi. Gelip hisarı ortaya (5) almışlar, cenk ederlerdi. Aynü’ş-Şems
meliki yüzünü göğe tutup (6) dua ederdi.
Şerif, dağ başına çıkıp baktı. O kalabalık orduyu gördü, sabredemedi. Bir
kez nara atıp:
-Ey itler! îşte yetiştim. Benim, (8) Şerif Saltık, dedi.
O kalabalık orduya saldırdı. Kurt koyun sürüsünü (9) dağıtır gibi dağıttı. O
melikler:
-Hey! Ne oldu, dediler. Haber verdiler:
-Şerif(l0) geldi, erişti, dediler. O beyler:
-On iki bin fili Şerifin (ll) üzerine sürün, diye emir verdiler.
Server, fillerin önünce hisarın altına kadar geldi. Filler gelemediler. (l2)
Ateş attı, ürküttüler. Şerif, sarayın tachanesine gelip hisar beyine: <l3)
-Ne dersin, Müslüman olur musun? Olursan bu kavmi bir yana ederim.
Eğer yok derseniz <l4) bırakır girdim. Padişah feryat edip:
-Ey cihan pehlivanı! Bize yardım et. Her ne isteğin (l5) var ise kabul ettik,
diye yalvardı. Şerif o gece hisar dibinde yattı. [T 4 1 5 ] ( Sabah kalktı, o beye:
-Gel, şimdi hisardan çık. Ne kadar deven (2) var ise kuru saz yüklet, getir,
dedi.
Hisarın içinden üç bin deve çıkardılar. (3) Saz yükletmişlerdi. Şerif o
kavime:
-Benim ardımca hep birlikte tekbir<4) getirerek yürüyün, dedi.
Seksen bin adam, Melik Hüsrev ile hisara (5)arka verip durdular. O sazları
tutuşturdular. Develeri, ardından kılıç (6) ucu ile acıttılar. Develer kaçtılar, o
duran fillerin üzerine (7) gittiler. Filler ateşle develeri görünce ürktüler. Zira fil
deveden kaçar, korkar. <S) Hep birlikte geriye döndüler. O kalabalık asker, kendi
fillerinin ayağının <9) altında ezildi.
Bunların ardınca tekbir getirip o orduya saldırdılar. (IO)Öyle bir kırdılar ki
anlatılamaz. Üç melik mallarını, hâzinelerini ve otağlarını bırakıp (ll) kaçtı:
-Ansızın bu kaza nasıl geldi, dediler.
Ordular öyle bir kırıldı ki <l2) anlatılması mümkün değildir. Cenk içinde,
o üç beyi bağlayıp Şerifin huzuruna <13) getirdiler. O ordunun malını yağma
ettiler. Aynü’ş-Şems meliki, Şerifi karşıladı. Gelip (l4) iman etti, şükretmek
için secde etti:
-Yakamı düşman elinden kurtardın, (l5) Server, deyip dualar ve alkışlar
etti.
O tutulan beyleri, esir ve hor bir şekilde getirdiler. [T 4 1 6 ] (l) Şerif, onlara:
-Ne dersiniz? İman getirir misiniz yoksa sizi öldüreyim mi, dedi. <2) O
beyler, Şerife:
-Eğer senden başka birsi olsa bizi affetmeyin (3) öldürürdü. Sen, bize ne
hoş davranıyorsun. Hangi dindensin, kimsin? Bize bildir, dediler.
Şerif, onlara kendisini tanıttı. Onlar:
-Senin bu dinin de (5) haktır. Bildik ve sözüne inandık, deyip üçü de iman
getirdi.
Şerif, onları (6) azat etti. O dört memleket halkı, hep Müslüman oldular.
Olmayanı (7) haraca kestiler. Sayılamayacak kadar insan, imana geldi. Birkaç
gün Şerif, onlara din ve (8) ilim öğretti. İslamiyeti öğrendiler. Sonra o üç beyi
geri yerlerine gönderdi. (9) Şerif, Aynü’ş-Şems melikine veda etti. Çipur
melikinin yanına gitmek üzerine yola çıktı.
Bu Hint’te (10) Çipur ili, büyük bir memleket idi. Sınırına ulaştılar. Gidip
gördüler. Baktılar k i (1 bir atlı önlerince gider.
Şerif o atlıya erişti, Hint dilince selam (l2) edip:
-Nereye gidiyorsun, dedi. O yiğit:
-Buranın padişah tahtına, Ankaabad derler. <l3) Darü’l-Asnam’a arınmaya
gidiyorum, dedi.
Şerif bu söze çok şaşırdı. (14> Kırk gün orada sefer ettiler. Sonunda büyük
bir nehire eriştiler. O yiğit atından inip suya girdi, gusül ve taharet etti ve
ağladı. Sudan çıkınca kafile halkı [T417] (l) ile vedalaştı. Suyu geçtiler. Biraz
gittiler, büyük bir şehre (2) vardılar. Gelip büyük bir handa konakladılar. O yiğit,
geceye dek ağlayıp inledi. <3) Şerif:
-Bu yiğidin hâlini iyi bilmek gerek. Kırk gün bizimle yoldaş oldu, hâli <4)
daima budur, dedi. Yanına vardı. Önüne biraz taam koydu. O yiğit: (5)
-Bir yıldır bende yeme içme kaygısı yoktur, dedi. Şerif:
-Ya yiğit! Ne derdin var? (6) Derdini bana anlat, dedi. O civan:
-Ne ise yarın göreceksin, dedi. O civan,(7) deli gibi inledi.
Sabah kalktılar. O yiğit, bütün (8) elbiselerini soyunup nakit altına
çevirdi. Bin tane eşrefi topladı. Ş erife:(9)
-Ya hoca! Benimle gel, seyret, dedi.
Şerif, birkaç hoca ile yola çıktı, Darü’l-Asnam’a (l0)geldi. Şehrin bir
kenarında su akardı. Karşısına bir zaviye inşa (ll) etmişler. Bir kilisenin ortasına
kondurmuşlar. Gelip ona ulaştılar, içeri girdiler. (12) Orada bin yüz ruhban
bulunmaktaydı. Şerifi ve yanındakileri karşıladılar. Bunları, izzetle alıp
kiliseye (13) koydular. O kilisenin içinde mermerden yapılmış irili ufaklı altı yüz
altmış put vardı. (14) İnci ve cevahir ile süslenmişlerdi. Bu putların orta yerinde
bir put, taht <15) üzerine oturmuş durmakta. Onun önünde iki kılıç, aşağı yukarı
tılsım ile döner. [T418] (1) Çok sayıda kesik adam başı, o kilisede çakıl taşı gibi
yığılmıştı.
(2) Şerif şaşırdı. Bir de baktılar ki yaşlı, gözleri bozarmış bir adam gelip
durdu. O :<3)
-Mabud yoluna canını kurban eden kimdir, gelsin, dedi.
O yiğit, yerinden kalktı. (4) İleri varıp pirin elini öptü:
-Nimşaz ilinden geldim, dedi. O rahip:<5)
-Senin iki bin altının var mıdır? Ver, seni kurbana layık görelim, dedi. O
<6)yiğit:
-Bin tane dinarım var ancak, dedi. O rahip öfkelendi:
-Bin daha gerektir, dedi.
O <7)yiğit, rahibe ne kadar yalvardıysa çare olmadı:
-Mahrum oldum, diye feryat etti. O <8) bezirgânlardan birisi, bin altın
verdi:
-Tek mahrum olma, ağlama, dedi.
Rahip, <9> dinarı aldı. O yiğit, elbiselerini çıkardı. Vardı, put önünde
secde kıldı: (l0)
-Beni bağışla, arındır, dedi.
Yukarıdan kılıçlar indi, onun boynuna dokundu. Başı top gibi (ll) uçtu,
kanları saçıldı. Şehit oldu diye, kanını yüzlerine sürdüler. İletip gövdesini
ateşe attılar. Taş getirdiler. Taşı başına göre, ne şekil ve ne simada ise <13)ona
göre yonttular. O kilisede oturdular, şenlikler yaptılar. Yemekler pişirip yediler,
<l4) şaraplar içtiler.
Şerif, bu işe çok şaşırdı. Bunların cehaletine, İblis’in bunları yoldan
çıkarmasına,(l5) o yiğidin öldüğüne ağladı. Kâfirler:
-Niçin ağlıyorsun? Şu gördüğün putların [T419] (l)her birisi, bir melik ve
sultan idi. Geldiler, put önünde can verdiler. Bu kimse kimdir k i (2) bunun adını
anıp ağlıyorsun, dedi. Şerif:
-Bu, büyük bir fesattır. Halkın üzerinden gidermek (3) bize vaciptir. Bu
fesadı edenler, şu ruhbanlardır. Ben sizin hakkınızdan gelirim, deyip çıktı, (4)
gitti.
Makamına geldi. Bir balta aldı ve hazırlığını yaptı. O gece geri <5) kiliseye
geldi. Gördü ki kâfirler ziyafetle meşgul. Bir yerde <6) gizlendi, onlar sarhoş
olup yatana kadar sabretti.
Şerif yerinden kalktı, o kilisenin (7) içine girdi. Ne kadar put var ise
hepsinin boyunlarını kırdı, ellerini (8> ve ayaklarını dağıttı. Yürüdü, o büyük
putun önüne geldi. O iki kılıcı da (9) kırıp yabana attı. O putun da burnunu ve
kulağını ufatıp başını kopardı, <10) parça parça etti. Sonra ellerini kırdı ve baltayı
göğsüne asıp bıraktı. Bir kâğıda (I1) Hint dilince yazı yazdı, balta sapına
yapıştırdı, dışarı çıktı. Önemli kullardan (12) dört yüzünü tepeledi. Geri kalanın,
burnunu ve kulağını kesip gitti. O ulu (l3) papaz yerinde yatarken göğsünün
üzerine çıktı, “Bu laini öldüreyim.” dedi. (14) Vazgeçip onun da burnunu ve
kulağım kesti. Kâfir feryat etti. Şerif:(l5)
-Ya lain! Seni öldürürdüm, fakat sana kıymadım. Ben Azrail’in yerdeki
küçük kardeşiyim. [T420] (1) Böyle yapmamı, sizin Tanrı’nız bana söyledi.
Bundan sonra put ve sanem (2) içinden size cevap gelmez. Zira siz günahsızların
kanını döküyorsunuz, günahsız yere adam öldürürüyorsunuz, dedi (3) ve kalkıp
gitti.
Sabah olunca kâfirler duydu. Halk, feryat ve figan ederek <4) Darü’l-
Asnam’a geldi. Kırılmış insanları gördüler. Kiminin burunları kesik. Putlar
kırılmış. B ir(5) kâğıt buldular, Hint dilince yazılmış:
-Bu işi size kimin ettiğini bilmek isterseniz anlarsınız. <6> Hiç kimseyi
suçlamayın. Bütün bunları büyük put yaptı. Çekiştiler, sonunda üşüştüler. Onun
burnunu, (7>kulağını ve başını kırdılar. O da bunların başını kırdı, demiş.
Kâğıdı alıp (8) beylerine geldiler. O bey, bunları işitip feryat etti. Saçını,
sakalını yolarak kiliseye (9) geldi. Durumu gördü:
-Bu işi büyük put yapmadı. Zira (l0)bu yapamaz, dedi. Rahip gelip:
-Bu işi yapan, şu şekilli bir adamdır. Geldi, (ll) bana ‘Ben Azrail’in küçük
kardeşiyim.’ dedi ve gitti. O (12)diyarm beyi Safvan:
-Ya rahip! Kimdir? Ben biliyorum bu iş i(13) edeni. Gelip Cebrail’i ödüren
Saltık’tır. Bu diyara gelmişti. Hemen kalkın, belki ele geçirirsiniz, (l4)dedi.
Kâfirler taraf taraf dağıldılar, aramaya başladılar. Sonunda, Server’i gelip
han önünde (l5) buldular. Yakalamak için hep birlikte hücum ettiler. Şerif Gazi
bir nara attı, kâfirlere yürüdü. [T421] (1) Önüne kim gelse helak ederdi. Akşam
oluncaya kadar cenk etti. Gün (2) battı, karanlık oldu. Kâfirler mum yakınca
Hazret-i Şerif bir kenara girip gizlendi. (3) Aradılar, bulamadılar. Şehirde
gizlendi. Gece gidip her beyin (4) evine girerdi, başını keserdi. Çipur vilayetine
bir korku saldı.
Safvan, korkusundan (5) her gece yer değişirdi. O vilayette Şerif, doksan
bin kâfir tepeledi. Halk ve beyler,( âciz olup tedbir için toplandılar:
-Acaba bu işleri yapan Saltık mı veya başkası mı, (7) dediler. Birkaç gün
sonra bayramları geldi. O kavim sahraya çıktı. Şerif de onlarla birlikte (8) çıktı,
gitti. Halk birbirine Şerifin ettiği işleri söylerlerdi. Birisi: (9)
-Bu kaza, bize ak filden daha ağır olmuştur, dedi. Şerif o kişiye:
-Bu ak fil(10)nedir, diye sordu. O:
-Bizden aşağıya Şaz derler, bir il var. Onunla bizim ortamızda (ll) bir fil
belirdi. Yedi yıl önce kudurmuş. Çıkıp gelir, hangi yere gelse oranın adamını
kırar. (12) Ona ok ve kılıç kâr etmez. Derisi serttir. Padişahlar ondan âcizdir,
dedi.
Şerif, (l3) hemen oradan Şaz’a gitmek üzere yola çıktı. O memlekete
ulaştı. Oranın padişahı bir sahrada ( 4) otururdu. Uzaktan Şerifi görünce
kullarına emretti:
-Şu atlıyı (l5)alın, bana getirin, dedi.
Karşıladılar, Şerifi davet ettiler. Şerif, yükünden ve eşyalarının arasından
[T422] (l) hediye çıkardı. Yola çıkıp padişahın yanına geldiler. Şerif, dua (2)edip
melikin dizini öptü. Hediyesini arz eyledi. Şaz meliki, (3) Şerifi hoşgördü:
-Ya civan! Nereden geliyorsun, diye sordu. Şerif:
-Sultanım! Ben köleniz <4) Mısır’dan gelmekteyim. Fakat şimdi Çipur’dan
geliyorum, dedi. Melik:
-Burada isteğin (5) nedir? Niçin geldin, diye sordu. Server:
-Buraya gelmekten muradım, ak fildir. Onu avlamaya (6) geldim, dedi.
Melik:
-Sen o ak fili hiç gördün mü, diye sordu. Şerif:
-Yok, görmedim, dedi. Melik: (7)
-Yalnız onun üstüne üç yüz kişilik mahfil düzenlense ve üç yüz kişi
üzerine otursa yine de (8) götürür, dedi. Şerif:
-Diğer filleri avladıkları gibi neden (9) avlayamazlar, dedi. Melik:
-Çaresini bulamadık, dedi. Server:
-Padişah bir yüksek (l0) yerden gelsin, baksın. Nasıl avlıyorum, görsün,
dedi.
Şerif kalktı, padişahın askerleriyle (ll)dağa çıktı. Şerif buyurdu, bir yere
bir hendek kazdılar. Melik:
-Ne yapıyorsun? Biz de (12>kazdık. Aldanıp girmez, kaçar, dedi. Şerif:
-Sen sabret. Nasıl edeceğimi göreceksin, dedi.
Hindistan (l3) cevizlerine bal sürüp o hendek etrafına ve içine döktüler.
Sonra büyük hizem (14) ağacını hazır ettiler. Cevizden birer, ikişer tanesini file
yakın yere (l5)döktüler.
Fil, onun birini bulunca yaladı. Tatlı nesne, dimağına erişti. [T423] (l)
Aldanıp araya araya oraya geldi. Gizlendiler, görünmediler. Fil, cevizlere ve
b a l(2) lezzetine aldanıp hendeğe girdi. Melik hayran kalıp:
-Yanma nasıl varacaksın, dedi. (3)
Şerif, gelip hizem ağacmı hendeğe düz bir biçimde koydu, sağlamlaştırdı.
<4) Kendi yüzüne çıvık sürdü. Eline bir kötek alıp filin yanma vardı. Fil,(5) Şerifi
görünce gazaba gelip haykırdı. Arka arka çıkmaya niyetlendi. (6) Geldi, ağaçtan
çıkamadı, geri gitti. İnine de dönemedi, çabalamaya başladı. (7)
Şerif, ileri varıp gövdesine o kötek ile o kadar vurdu (8) ki fili zebun
eyledi. Geri gelip yüzünü yıkadı, bir kişiye renk sürüp (9) gönderdi. Şerif sanıp
ondan kaçardı. Şerif ileri geldi, file karşı o (10) kişiye yalvardı:
-Gel, bunu dövme, dedi.
O Hind muallim, daha beter (11) vururdu. Fil hortumunu Şerife uzattı,
yalvardı. Şerif Gazi bildi ki (12) fil yavaş idi. O kişiye öfkelenip file karşı döver
gibi yaptı, elinden deyneği (13> alıp kırdı. O Hindî kaçtı, gitti. Şerif, filin yanına
gelip: (14)
-Ey benim filim! Seni kurtardım. Seni alıp gideyim, saklayayım. Gelip
seni öldürmesinler, dedi. <15)
Devin başına çengel vurup dışarı getirdi. Şerife yaklaştı. [T 4 2 4 ] (l) Şerif,
nereye gitse yanında giderdi. Padişah, Şerif e hayran kalıp:
-Ya (2) Mısrî! Serendib’e gitseydin. Orada da gergedan var. Onu da
avlasan, ne olur, dedi. <3) Server:
-Padişah! Ben kulunu gönder, iş kolay olsun, dedi.
Şaz meliki gemiler getirdi. (4) Bindiler, gittiler. Zira Serendib, bir adadır.
Gemilerle gitmek gerekir. Gittiler, dördüncü gün kenara gelip <5) çıktılar.
Serendib halkı gördü ki Şaz meliki geldi. Serendib malikine de (6) haber
verdiler. Oranın beyi bir kız idi. Atına bindi melike karşı gelip hürmet etti. (7)
Misafir ettiler, yedirdiler ve içirdiler. Ondan sonra melike:
-Gelmene sebep nedir, dedi. (8) Melik, Banu’ya:
-Bu Mısrî, bizdeki ak fili avladı. Bu gergedanı(9) da tutmaya geldi. Banu:
-Bu gergedan zor iştir, dedi. Şerif Gazi:
-Allah <l0)izin verirse kolaydır, dedi.
Hep birlikte kalktılar. Gergedanın bulunduğu yere yakın gelip (ll) bir
tepede durdular. Şerif, bütün gövdesine çivit sürdü. İleri yürüyüp <12) bir nara
attı. Gergedan onu işitti dağ gibi yerinden kalkıp Şerifin üzerine (13) hücum
etti. Onun önünden kimse kaçamazdı. Şerif öyle kaçtı ki canavar <l4>yetişemedi.
Bu arada bir yerden daha göründü. O canavarın iki kaşı arasında (15) gönder
uzunluğunda bir boynuzu vardı. Onu doğrultup yürüdü. Büyük büyük [T425] (1)
filleri önüne katıp sürdü, getirdi. Çok kuvvetli idi. Tekrar (2) Şerif e yönelip
seğirtti.
Orada, bir büyük ağaç vardı. Şerif, onun önüne (3) durdu. Gergedan, onu
ağacın önünde gördü. Hışım ile gelip boynuzunu <4) doğrulttu. İstedi ki gelip
Şerife vura. Server, ağacın arkasma geçti. Hızla öyle (5) bir vurdu ki boynuzu o
ağaca bir kulaçtan fazla girdi. Boynozunu ağaçtan geri çıkarmak istedi. <6)
Çıkaramadı, âciz kaldı.
Şerif ileri geldi (?) bir değnek ile ona vurdu. Canavar güçsüz kaldı, <8)
kamının üzerine düştü. Şerif, gidip yüzünü yıkadı. Tekrar geri geldi. Canavarı
(9) tatlı dil ile sevdi başını okşadı. Canavar, Şerifi kokladı. (l0) Yüzünü sürdü.
Şerif, o ağacı kesmek istedi Banu:
-Ya Server!(l 0 Bu canavar çok vahşidir, tutulmaz. Fakat Rüstem bin Zal
ne zaman böyle bir canavar tutsa boynuzunu (12) keserdi. Hiçbir kimseye zarar
veremeyecek hâle getirirdi. Şerif, bu sözü doğru buldu. Onun (l3) boynuzunu
kestiler. Canavarın boğazına ip taktılar. Halk korkup önünden (14) kaçardı.
Şerif, onun üstüne binmiş idi. Şaz meliki ve Banu, (15) hayran kaldılar.
Gelip sarayda konakladılar. Şerif, Banu’dan sordu: [T 4 2 6 ](l)
-Atamız, Âdem-i Safı nerededir, diye sordu. Nigar:
-Şu karşıdaki yüksek dağ üzerindedir, dedi. (2) Şerif:
-Kesin biliyor musun, dedi. Onlar:
-Kesin biliyoruz, dediler.
Sonra Şerif, melik ve Banu (3) güzel elbiseler giyip geldiler. O dağa
çıktılar. Yer yer yalın kayalar vardı. Kayaların iki tarafına ( 1zincir bağlamışlar.
Tutunarak çıktılar. Geniş bir sahra gördüler. Orta yerinde bir kümbet yapmışlar.
(5) Onun önünde bir çeşme akar. Şerif:
-Bu türbe midir, diye sordu. Söylediler:
-Yok, başı ucundaki(6) mabedgâhdır.
İleri vardılar. Şerif gördü ki yüz yirmi dört (7) karış yer döşemişler, bir
kabir yapmışlar. Ayağının ucunda onun gibi bir mabedgâh daha var. ( 1Varıp
ziyaret ettiler. Şerif, türbenin baş tarafına oturup yüksek sesle ve güzel sesiyle
(9) Kur’an okumaya başladı. Melik, Banu ve orada bulunanlar hayran kaldılar.
Şazan meliki: <l0)
-Ya Server! Öyle benziyor ki sen Müslümanlardansın, dedi. Şerif:
-Ben, Şerif Saltık’ım. (ll) İşitmişsinizdir, Cebran’ı öldürdüm, dedi. Şazan
meliki:
-Çipur’da, Darü’l-Asnam’da (l2) o isleri de sen yapmıştın. Bunlar,
Resul’ün mucizesidir, dedi ve iman getirdi. (
Banu da kalkıp iman getirdi. Orada bulunan halk da imana geldiler.
Dönüp dağdan <l4) aşağı indiler, şehre geldiler. Gelip Serendib kavmini dine
davet ettiler. Uyanı hoşgördüler, (l5)uymayanı haraca kestiler.
Şerif, Banu’yı Şaz melikine verdi. Düğün ettiler. [T427] (l) Beylerden
birine de Serendib’i verdiler. Bey, padişahzade idi. Ona emanet ettiler. Adını
da Tahir koydular. (2) Sonra gemiye binip yine Şaz iklimine geldiler. O
gergedanı da birlikte getirdiler. Server, melike: <3)
-Asker topla, Çipur’a gidelim, dedi.
İki ay orada durdular, o memleket yeni (4) Müslüman oldu. Serendib’de
ne kadar Müslüman varsa Tahir ile geldi. (5) Sonra Çipur’a gitmek üzere yola
çıktılar. Şerif için o ak fil üzerine sayeban yaptılar.
Safvan (6) lain, işitti ki Şerif o illere varıp bunun gibi işler yapmış, geri
kendi üzerine (7) gelirmiş. Emretti, iki milyon yüz bin asker topladı. Darü’l-
Asnam’daki (8) kiliseye karşı sahrada kondular. Safvan, o putları önceki gibi
düzenlemişti. (9) Kılıçlar da dönmekteydi. Beklemek için çok sayıda asker
görevlendirmişti.
O ordu yürüdü, (10) Şerife karşı geldi. Şerif, Şazan ve Serendib’in
ordusuyla gelip bir yerde konakladı. Bir milyon (11) dört yüz bin kâfir ve
Müslüman idi, birlikte kondular. Şerif bir mektup yazdı, Safvan’a (l2) gönderdi.
Safvan kâğıdı gördü, vezire verdi. Okudu, yazılmış: (13)
-Ey Safvan! İstersen dünya halkını toplayıp gel. Benim gözüme
görünmez. Allah’ın fazileti bana yardımcıdır. Cehaleti bırak, imana gel,
demiş.
Safvan, mektubu yırtıp parçaladı. Mektubu götüren kişiyi de (15) öldürdü.
Hışım ile askerlerine emretti. Askerler atlarına bindiler, saf bağlayıp cenge
yürüdüler. [T428] (1)Müslümanlarda atlarına binip yürüdüler.
Server, o gergedana bindi. Meydana sürdü, (2>er diledi. Savaş meydanına
kim girdiyse öldürdü. Safvan, bir yerden yetmiş kişi saldı. Bir uğurdan (3)
Şerifin üzerine üşüştüler. Şerif, nara atıp o askerlere saldırdı. Çok şiddetli bir
cenk ettiler. (4) Bu arada Müslümanlar hep birlikte saldırdı. Toz gökyüzüne
yükseldi. (5) Şazan meliki, o filin üzerinde duruyordu. Tahir, cenge girmişti.
Bu arada Tahir’i, ok yağmuruna tutup şehit ettiler. (6) Şerif, o acı ile
Safvan’ın filinin üzerine yürüdü. Safvan gördü ki Şerif (7) erişti. Filden indi, ata
binip kaçtı. Safvan’ın ordusu bozuldu. Şerif, erişip sancaktara (8) kılıç ile vurdu.
Sancak düştü. O büyük ordu, sancağın düşmesinden hemen sonra dağıldı.
Mallarını (9) yağmaladılar, çok sayıda askeri esir ettiler. Safvan’m bir oğlunu
tuttular, götürdüler. Şerif, onu filin <10)üzerinde hapsetti. Şerif, Şaz melikine:
-Sen ardımcagel ve hem Tahir’i defnet, dedi.
Bir kâfir (li)beyi vardı, o da savaşta idi. Adına, Kanus derlerdi, Serendib’i
ona verdi. Müslümanların (l2) Şaz ilinde oturmasını istedi. Zira Serendib’de
Müslümanlar az idi.
Şerif, Safvan’ın ardınca (13) gitti. On gün yürüdü. Bir pınara geldi, diledi
ki guslede. Bu sırada casuslar Safvan’a haber verdi. Şerifin üzerine
yürüdüler. Şerif, elbiselerini çıkarmıştı. Karşıda (15) bir ırmak vardı, o tarafa
kaçtı. Irmak uzakta idi. Şerifi kovaladılar. Şerif ırmağa atladı. [T429] (1)
Ardınca oklar attılar. Şerif suya batıp belirsiz (2) oldu. Yüzdü, bir yerde çıktı,
oturdu. Çıplak idi. (3)Bir çoban onu gördü, yanma geldi:
-Sen kimsin, diye sordu. Şerif:
-Su âdemisiyim, su issiyinî, dedi.
Çoban (4) korktu. Şerif, heimen çobanı yere vurdu. Elbiselerini soydu,
giydi. Çobanı çırılçıplak bırakıp gitti. Şerif oradan uzaklaştı. Safvan ve halkı
yer yer o suyu(6) geçti, Server’i ararlardı. O arada çobanı çıplak buldular:

İssi: sahip, malik.


-S en (7) Şerif sin, dediler. Biçare çoban feryat etti:
-Ben Şerif değilim, çobanım, diye yalvardı. (8) Fayda etmedi. Başını
kestiler, Safvan’a getirdiler.
Şaz meliki bunu işitince <9) çok üzüldü. Gittiler, barış yapmak için teklifte
bulundular. Safvan’ın oğlunu, gergedanı ve fili (10) Safvan’a verdiler. Dönüp
gittiler. Safvan ve beyleri, yedi gün şenlik yaptı.
Bu tarafta (ll) Şerif, oradan yürüdü. Bir diyara ulaştı. Ulaştığı bu diyarın
adına, Zeval derlerdi. (12) O il halkının beyi, Müslüman idi. Kardeşinin adına,
Melik Tabul derlerdi. O <13) da başka bir memlekette padişah idi. Onların
tamamı, Müslümanlar idi. Bir kardeşi de Kembil’de padişah (l4) idi.
Server, vilayetlere girdi. Oradan geçip zikrettiğimiz illeri gezmeye çıktı.
(15) Dekiz vilayetine geldi. Oraya çok sayıda Arap bezirgânı gelmişti. [T 430](1)
Şerif, yolu değiştirmek zorunda olduğu için çok üzüldü. Sonunda bir hocaya
yanaşıp (2) gemiye girdi. Gemi gitmekte iken Hak teala bir yel verdi. O gemi
yürüdü. (3) Denizde on sekiz gün gittiler, sonunda büyük bir hisara çıktılar.
Halkı hep Müslüman idi. (4>Şerif sordu:
-Buranın adı nedir? Söylediler:
-Bu hisara, Adallı derler. Bu diyara da K id<5)ili derler.
Dışarı çıktılar. Server, Horasandan gelenleri gördü. Birine sordu:
-Siz (6) buraya nereden geldiniz? Onlar:
-Bir boğaz var, oradan aşağı on mil yerdir. Ötesine (7)Kandehar derler, bir
ildir. Daha ötesi Bedahşan’dır. Ondan ötesi Kabil’dir. Daha ötesi (8) Buhara,
Semerkand, Maveraünnehr’dir. Ona, Amu da derler. Oradan da ötesi
Horasan’dır. (9)Türkmen ili Buhara’dır. Biz oradan geliriz, dediler. Şerif:
-Müslümanların hâli nedir? (10) Sultan İzzeddin’in mülkü nasıldır, diye
sordu. Onlar:
-İyidir. Bir yiğit vardı. Adına, Şerif (ll) derlerdi. Hindistan’a gitmiş,
kaybolmuş. Rum’da olan kâfirler, haraçlarını (l2) sultana vermediler. Hıtay,
Taber beyine elçiler salmışlar. Tus kâfirlerine de elçi gönderdiler. (I3) Ayrıca
Türkistan’dan yardım istemişler. Eğer gelirlerse Müslümanların vay hâline,
ortadan kaldırırlar. (14) Şimdi her tarafta bunlar konuşuluyor, dediler.
Şerif, bu haberleri işi ince çok üzüldü. (l5) Onlar gelip konakladılar.
Sonra şehir içinde gezmeye başladılar.
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

[T431] (1)SALTIK’IN KAKNUS’A GİTMESİ

Rivayet ederler ki bir kişi bir yerde oturmuş: (2)


-Kaknus derlerdi, bir kuş vardır. Falan adaya gelmiş, duraklamış. O
tutulamaz, (3)dedi. Şerif:
-Neye gerektir ki tutasınız, dedi. O kişi:
-Kuş, her yıl ölür. (4)Bu kuş geri bir ah eder. Bir ateş çıkar, kendini yakar.
Fakat önce elbiselerini toplar. Sonra <5) yanar kül olur. Hak teala geri bir yağmur
verir, o külü ıslatır. (6) Güneşten tekrar kurur. Kudret-i Hak ile içinden bir ateş
çıkar. Uçar, gider. Bir garip inilti (7) gibi sadayla öter, işitenlerin ciğerini deler,
dedi. Şerif:
-Onu hiç avlayabilen (8) olmuş mudur, diye sordu. Söylediler:
-Yok, korkarlar. Zira yaramazdır. Şerif:
-Ben avlayayım. (9) Buradan göçüp Horasan’a giderim, dedi.
Sonra Server, o kişiden tekrar sordu:
-O <10)nerededir? O kişi:
-Ogün derler, oradadır, dedi.
Şerif, oradan Ogun’a gitmek üzere yola çıktı. Yetişti, (ll) o adaya geldi.
Geçti, o kuşun olduğu dağa çıktı. Gördü ki o kuş, büyük b ir(12) ağacın dalında
otururdu. Şerif, hemen kemendini çıkarıp bir ucunu beline bağladı. Bir ucunu
sallayıp attı. Kement, kuşun ayağına geçti. Kuş inleyip uçtu. Şerifi (l4)
yerden bir elma gibi götürdü, havaya çıktı. Öyle ki yeryüzü görünmez oldu. (l5)
Bir zaman uçtu, sonra inip bir ağaca kondu.
Şerif kemendin ucunu kesti, indi. Sonra [T432] (l) şehirden yana revane
oldu. Çipur padişahının tahtına geldi. (2) Daha önce burada çok işler yapmıştı.
Şerif, orada şükür namazı kılıp:
-Ya İlahi! (3) Ben ayrı düştüm, geri muradıma eriştirdin. Düşmanımdan
intikam almalıyım, dedi.
Şehre (4) girip gezdi. Gördü ki bir kalabalık gelir. Yaklaşınca gördü ki
kendi (5) tuttuğu gergedanı gezdirirler. Şerif sabretti. Onu, Darü’l-Asnam’a
ilettiler. (6) Birazdan gördü ki Safvan askerleriyle geldi. Atından inip kiliseye
girdi. Gelip o (7) puta tapındı. Geri gelip oturdu. Nimetler pişirdiler. Safvan,
Şerifi görünce:(8)
-Sen kimsin, diye sordu. Şerif:
-Ben Bedahşan ilindenim. Adım, Cabir’dir. Darü’l-Asnam’a geldim, (9)
şehit olanları görmek istedim, dedi. Safvan:
-Sana, iç putun hizmetini verdim, kapımdan <l0)gitme, otur, dedi.
Akşam olunca oturdular. Safvan kalkıp iç kilisenin içine girdi. (U) O
akılsız kâfir, put önünde oturdu. Haşa, secde etti. Uzaktan:
-Senbana (l2)himmet ettin, o düşmanım olan Saltık’ı öldürdüm, dedi.
Şerif, Safvan’ın yanında duruyordu. (13) Put önünde ona hizmet ederdi.
Safvan dışarı çıktı, içki içmeye başladı. Sarhoş oldu, <I4) gece yarısında kalkıp
geri içeri girdi. Putun yanına geldi. Haşa secdeler ve tazarrular etti, oturdu. (l ’
Şerif, ileri geldi:
-Beyim! Şerifin öldüğünü nereden bildiniz? Onu Rum’da kaç kere tutup
[T 433](1)'öldürdüler. Geri dirilirdi, dedi. Safvan:
-Sen onun diri olduğunu nereden bilirsin, dedi. <2) Şerif:
-Gözünle görünce inanır mısın, dedi. Safvan:
-Hani? Onu göreyim, dedi. Şerif:(3)
-İşte seninle sohbet edip söyleşendir, bilmiş ol, dedi. Safvan gazaba gelip:
-Ya (4) haydut! Beni aldatıyorsun. O Saltık dediğin kimse öldü, onunla
beni mi korkutuyorsun, (5) deyip Şerif Gazi’nin yakasını tuttu.
Şerif, kemerine el vurdu. <6) Göğsüne yumruk ile öyle vurdu ki o lainin eli
yakasından gitti, düştü. <7) Yerimden kalkayım deyince Server, onun götüne bir
tekme vurdu. Yuvarlanıp o iki kılıcın (8) altına gitti. Kılıçlar inip Safvan lainin
boynuna dokundu, başı önüne (9) düştü. Server, ayağıyla gövdesini ileri atıverdi.
Kılıçlar onu kıyma ettiler. <l0) Şerif, elinden yüzüğünü aldı. Varıp kilisenin bir
köşesinde oturdu. (ll)
Sabah olunca kâfirler kapıya geldi. Şerif, dışarı çıktı:
-Ey kavim! (l2) Safvan gece bu yüzüğü bana verdi. Kendisi Darü’l-
Mabed’e girdi. Putların huzurunda canını ° 3' verdi. Bana, “Kimseye deme,
sabah haber ver.” diye tembih etti. Bilmiyorum ne oldu, kapı kapalıdır. Girip
(l4) görün, dedi.
Kâfirler koşup içeri girdi. Gördüler, kılıçlar onu kıyma etmişler. Ne (l5)el
ne ayak var. Şerife sordular:
-Bize niçin haber vermedin? Şerif:
-Hey kavim! Bilin. [T434] (1> Ben padişahın buyruğundan dışarı iş
yapmam, korkarım, dedi.
O kavim gidip Safvan’ın (2) oğullarına haber verdi. Onlar da ağlaşarak
kiliseye geldiler. Şerif onlara karşı gelip: (3)
-Ağlamayın, atanız şehit oldu, dedi. Safvan oğulları:
-Atamız bu işi (4) nasıl yaptı? Bunu bize demedi, dediler. Ruhbanlar:
-Bize de bildirmedi. Bu kişi ile (5) içeri girdiler, sabah bu kişi çıkıp haber
verdi, dediler.
Safvan’m büyük oğlu öfkelenip: (6)
-Bunu da kılıç altına bırakın, diye emretti.
Kâfirler geldiler ki Seyyid’i tutalar, (7) zorla öldüreler. Seyyid, ileri gelen
kâfire bir yumruk vurdu. Beyni burnundan (8) gelip düştü, can verdi. Kâfirler,
bunu görüp hep birlikte hücum ettiler. Yürüdüler k i (9) Seyyid’i tutalar. O sırada
gökyüzünden şimşekler peyda oldu. Kılıçlar şakıdı, (l0) top gibi atılıp Server’i
arada dururken kaptılar. Gökyüzüne çıkıp (ll) gittiğini gördüler. Bu kâfir hayran
hayran:
-Bu cazu imiş, uçup elimizden (12) kurtuldu. Kaçtı gitti, dedi.
Seyyid oradan gidince bir süre hava yüzüne çıktı. (13) Seyyid’i iki
koltuğundan adam tutar gibi, tutarlardı. Sonra geri indirip yer üstüne koydular.
(14) Şerif baktı, karşısında bir server gördü. O şahıs, saygı ile (15) selam verdi.
Şerif selammı alıp:
-Kimsin, diye sordu. O:
-Kamus’um, ya Server! [T435] (1)Beni tanımadın mı, dedi.
Seyyid, Kamus ile tekrar görüştü. Oturdular. Şerif sordu: (2)
-Gelmene sebep nedir, bize bildir, dedi. Kamus Peri:
-Sultanım! Sizin öldürdüklerinizin dışında bir cazu daha var imiş. Siz (3)
Habeş’ten ayrıldıktan sonra, (4) diğer cazuların öldüğünü öğrenmiş. Benim
şehrime gece geldi. Kırk (5)tane kız ve oğlan kapıp gitti. Benim küçüçük oğlum
Firdevs’i de alıp gitti. (6> Geldi bu Hindistan’da Minkale Dağları’nda sarp bir
yerde saklandı. Geldim ki cenk edeyim. Sizlerin burada olduğunuzu işittim.
Geldim ki o laini lütfunuzla (8)bir yana edesiniz, dedi. Server, Kamus’a:
-Onun adı nedir? Onun adını bana söyle, dedi. Kamus:(9)
-Server! Ona, Hilal cazu derler. Bu Hint ilinde meşhurdur, güçlü
melundur, dedi.(l0) Server:
-Hadi gidelim, dedi
Atlarına bindiler, gittiler. (11) Büyük suya eriştiler ki ona, Seyhun derler.
Raviler anlatır, Tanrı dünyaya cennetten<12) dört ırmak akıtmıştır. Ayrıca
Peygamber buyurur ki “Tuba ağacının dibinden, d ö rt(l3) tarafından çıkar. Miraç
Gecesi onları bana Cebrail gösterdi Onların (14) biri Nil denizidir. Habeş’ten
akar. Mısır önünden gelir, denize girer. Biri Fırat’tır. <15) Acem ve Rum
arasından akar, denize varır. Biri Ceyhun’dur. Acem’le Türkistan [ T436] (1>
arasından akar, denize gelir. Biri de bu Seyhun’dur. Dekin şehirinin önüne
varır, (2) denize karışır. Deniz içinde olan mahlukat, onlardangıdalanıplezze
alırlar. Hint’te (3)ve Mısır’da şekerin bitmesi bu sulardan dolayıdır, dedi.”
Server, sonra (4) o sudan abdest alıp iki rekât namaz kıldı. Elini duaya
kaldırınca, ansızm <5) karşıdan bir toz koptu. Toz içinden, boz atlı Hızır
çıkageldi. Server, (6) Hızır’ı görünce karşıladı. Kucaklaştılar. Sonra Hızır önüne
düştü, (7)osuya girdiler. Su atlarının kamına bile gelmedi, geçtiler. Hızır:
-Ya Server! (8) Minkale’den tarafa yürü. Hakk’ın hikmetlerini göreceksin,
dedi
Server, Kamus ile birlikte (9) doğru Minkale yolunu tutup gitti Minkale
meliki, Müslüman idi. O cazunun <10) olduğu dağa ava gitti. Onun geldiğini
görünce o lain, sihir (ll) yaptı. Kış, soğuk ve yağmur peyda oldu. Melik, bu
soğuktan kaçarken doğru o (12) cazunun mağarasına geldi. Bu lain, ona bir
makam gösterdi. Melik (l3) inip o makama oturdu. Hemen sihir yaptı, meliki
kavmiyle bağladı ve konuşamaz <14) duruma getirdi.
Bu tarafta, askerleri onu bulamadı. Aradılar, sonra dağdan şehre (15)
geldiler. Server, bu hâli işitince Kamus periye:
-Melik ne oldu, dedi. [T 4 3 7 ] (,) Kamus peri haber verdi:
-Hilal cazu, meliki tutup hapseyledi, dedi.(2)
Server, atını doğru o dağa sürdü. Kamus, önünde idi. Hilal (3) cazunun
yaşadığı mağaraya ulaştılar. Server, hemen atından aşağı indi. Atını, Kamus’a
(4) verdi. O ata, Hünkperende derlerdi. Safvan’ın atlarından idi. Hint diyarında
(5)bir tane idi Safvan helak olunca ona binip gelmişti. Server, Kamus’a:
-Git, o (6) atı bana getir, demişti. O da atı tutup getirmişti.
Server, Hint seferinde çoğunlukla ona binerdi. (7) Kamus, atı tutup
bekledi. Seyyid, yayan olup hançer elinde doğru mağaradan (8) yana yürüdü.
İçeriye baktı. Bir de ne görsün? Gördü ki cazu yok, fakat <9) bir ejderha
yatmakta. Seyyid’i görünce haykırıp yürüdü.
Raviler rivayet ederler ki <10) lain Hilal, sihirle o canavarı beslerdi. Sihirle
onu büyülemişti. Kendisi bir yere gitse (11) mağaranın önünü, o canavar
beklerdi Seyyid Şerif onu gördü, döndü. Kamus’a (12)el saldı:
-At üzerinde bir sapan var idi, onu getir, dedi. Hemen Kamus yetişti. (l3)
Server, o canavar gelirken başına taşı öyle bir vurdu ki kafası tarumar (l4)
oldu. O ejder öyle haykırdı ki dağ ve taş yankılandı.(15) Server, birkaç taş daha
vurdu. Yılan düştü, helak oldu.
Sonra Server [T438] (l) mağaranın içine girdi. Melik, o kızları ve
Kamus’un oğlunu bağlı (2) gördü. Yürüdü, bağlarını çözdü. Aldı, dışarı getirdi.
Melik, Server’in (3)ayağına kapandı ve dualar etti. Kamus peri de dua ederken
(4) ansızın Hilal cazu, hava yüzünden çıkageldi. Mağaranın (5) önünde bir
hengâme gördü. Gazaba geldi, sihir yapıp ateşler (6) yağdırdı. Server, İsm-i
Azam’ı okuyup def eyledi. Sonra aşağıdan (7) yukarıya, o sapan taşıyla Hilal
lainin suratına öyle bir taş vurdu ki (8) başının yarısı kopup uçtu. Lain düştü,
zemine (9) indi. Canını cehenneme gönderdi. Yanında, on yedi cazu daha vardı.
Sihirle (l0) gökte uçarlardı. Sihirleri batıl oldu, yere düştüler. Kanatları ufanmış
kuş gibi yere döküldüler. (ll) Server onları tepeledi, kırdı.
Kamus ve melik, <12)okavim ile dağdan indi. Cazunun mağarasında mal
vardı,(13)aldılar. Atlarını sürdüler, Minkale şehrine geldiler.
Bu Minkale şehri, muazzam şehirdir. Hindistan’da (14) ondan büyük şehir
yoktur. Üç yüz yerden kapısı açılır. Fersah fersah, taraf <l5) taraf şehir
büyümüştür. Server ile melik, [T439] (1) şehre girdiler. Halk karınca gibi
kaynaşıp karşılamaya geldi. Şenlikler yaptılar. (2) Alıp saraya getirdiler,
cazunun ölüsünü burca astılar. Melik; Server’e (3) ziyafetler verdi, hoşgördü.
Sonra Kamus izin isteyip oğluyla <4) o kızları alıp gitti.
Bu tarafta, Server otururken Sindbat ve Zümebat <5) mülklerinin elçileri
geldi. Melike hediyelerini verip mektuplarını sundular. (6) Melik, mektubun
mührünü açıp vezire verdi. Okudular. Demiş ki:
-Biz (7) Hint padişahlarıyız. Gur diyarı sultanı Lendüha bin Sudan-ı
Hindi’nin, baba bir kardeşinin oğlu Sad ibni Amir, (8) bugün o memlekette
padişahtır. Ondan (9) ulu padişah yoktur. İblis ile bize haber göndermiş ki “Ben
yedi yüz yaşındayım, (l0) Tanrılık ederim. Bana ölüm yoktur. Bana itaat edin, o
Arap dininden (ll) çıkın. Yok derseniz, ölüme hazır olun.” demiş. Şimdi bizi bir
yana <12)ederse bizden sonra sana varır. Ne dersin?
Melik, bunu dinleyince <13)şaşırdı. Döndü, Seyyid’e:
-Ya Server! Hilal cazudan (14) kurtulduk, geri belaya uğradık, dedi.
Server:
-Bu Sad kimdir? (l5)Bana iyice anlat, dedi. Melik:
-Ya Server! Bu Sad, [T440] (1,Acem’de Hüsrev ile <2,karşı karşıya geldi.
Kızı (3) Mihr’i istedi. Vermeyince çok cenk ettiler. Sonunda onu Hint’e (4)
saldılar, Lendüha üzerine gönderdiler. İkisi çok cenk eylediler. Hamza, onu (5)
sihirle kendine bağladı. Lendüha, tahtını küçücük oğluna bıraktı. Kendisi,
Hamza (6) ile gitti. Lendüha’nın kardeşine, Amir derlerdi. Lendüha varıp uzun (7)
zaman ömür sürdü, sonunda öldü. Bu Amir de çok yaşamadı, öldü. Yerine (8)
oğlu Sad padişah oldu. Bunları Hamza, İbrahim dinine koymuştu. <9) Bu Sad da
Müslüman idi. Bir gün Şeytan lain, önüne çıkagelip durur. (10)Sad görür ki yer
yarılır. Yerden bir kişi ansızın çıkar. Sad, şaşırıp (ll) “Kimsin?” dedi. Şeytan,
“Ben yer içinde yaşarım, bir meleğim. Seni, (l2) sana bildirmeye geldim.” dedi.
Sad, “Bana ne bildireceksin? Haber ver, görelim.” dedi. İblis, <l3) haşa, “Ey
yeryüzünün Tanrı’sı! Sen Tanrı’sın. Sana onu bildirmeye geldim. Melekler
hizmetine (l4) gelecekler.” dedi. Sad cahil idi, ilim ve kitap bilmezdi. Aldandı,
kâfir oldu. Ona <15) uydu. Yedi yüz yıldır, küfürle Tanrılık davasını sürer. Bu
diyara İslamın geldiğini [T441] (l) işitti. Her yıl ordu toplayıp ehl-i İslama
yürür. Tanrı <2) bir mani verir, işi rast gitmez. Şimdi yine saldırmaya
hazırlanıyormuş, diye melik (3) üzüldü. Server, melike:
-Üzülme. Onun fikri yine rast gelmedi. <4) Bu zayıf kul, burada bulundu.
İnşallah, niyetim budur ki ona (5) varayım. Haşa, Tanrılık etmek nasıl olur, ona
hatasını bildireyim. Fakat sen, (6) bu elçileri gönder. Beni söyleme ve bildirme,
dedi. Melik, o elçileri (7) giyindirdi:
-Tanrı ne buyurursa o olur, hayır olur, dedi. Onlar gittiler. (8)
Bu kitapta hikâyeleri anlatan Baba Perende şöylece rivayet eder; <9)
Server Saltık, hazırlık yaptı. Hünk-perende’ye bindi, yola çıktı. (10' “Neredesin
Gur diyarı?” deyip gitti. Yetmiş gün sefer etti, bir menzile ulaştı. (ll)Hava çok
sıcak idi. Bir sandal ağacının dibine inip kondu, biraz oturdu. (12) Abdest alıp
öğle namazını kıldı. Orada okuyup teşbih çekerken ansızın (l3) karşıdan ati,
yüzü örtülü bir şahıs çıkageldi. Elindeki mızrağı yere (l4) sapladı, heybetle
durdu. Seyyid’e bakıp selam verdi.
Sevvid, (l5) titremeye başladı. O şahıs, atından inip geldi. Seyyid’in
[T442] ' karşısına oturdu. Misk ve abir kokardı. Server şaşkınlık hâlinde (2)
iken o şahıs:
-Ya Şerif! Nereye gidiyorsun, bana haber ver. Sana yoldaş <3) olayım,
dedi. Server:
-Önce sen kimsin ve benim adımın Şerif olduğunu nereden biliyorsun,
dedi. <4>0 şahıs:
-Ya Server! Ben meleklerden ruhaniyim. Yeryüzünde olan (5) meleklere,
ruhanî derler. Allah teala, beni Sad’a gönderdi <6) ve: “Saltık benim habibimdir,
din uğruna gayret eder. İşte <7) ıslah için gitti. Sen de git, benim hazretimden ona
elçi ol. (8) Onu benden yana dönder, imana gelsin ve ruhunu hemen Azrail <9)
alsın.” diye buyurdu. Benim adım, Safhayil’dir. Ruhanîlerin reisiyim, dedi. (l0>
Seyyid bunları işitince gönlünden:
-Bir kişi yedi yüz yıl küfür içinde olacak, (ll) ona gökten ruhanî gelecek.
Bunda bir iş var. Bu kişi Şeytan olmasın? Ben (l2) bunu tecrübe ederim, deyip
hemen istiaze okudu, vurdu.
Şahıs yerinde <l3) durdu, bir değişiklik olmadı. Belki cindir, diye “-la
havle vela kuvvete illa (l4)bi’llahi”yi - yâd eyledi. Tekrar durdu. Belki cazudur,
diye (l5)Enam ve Berat surelerini okudu. Çare olmadı.
O [T443] (I) şahıs gülüp elbiselerinin altından kanatlarını açıp gösterdi.
Seyyid (2) onu görünce anladı ki meleklerdendir, şüphesi kalmadı. Tekrar o
şahıs: (3)
-Ya Server! Hayrete varma. Tanrı her kime inayet edecekse onun küfrünü
dine (4) döndürür. İsyanını iyiliğe dönüştürür ve tevbesini kabul eder. Hikmet
onundur, dedi. (5) Server bunu işitince:
-“Amenna ve saddâ^nâ” ** dedi.

“ İman ettik ve tasdikledik.”


Bir süre orada dinlendiler. (6) Sonra kalkıp gittiler.
Raviler rivayet ederler ki bu Sad, (7) Hindi Minkale beyi idi. Seyyid’in
cazudan kurtardığı melik, Mendü (8) beyi idi. Bunda ihtilaf ederler. Bazıları Gur
sultanıydı derler. (9)Bu durum, Hindistan’da meşhurdur.
Sonra oradan ayrılıp sefer ettiler. Yirmi <10) dört gün gittiler, büyük bir
şehre ulaştılar. Şöyle ki sekiz yüz seksen (11) sekiz yerde burç ve sur
bağlamışlar. Otuz altı yerden kapı açılırdı. Her (12) iki büyük kapının arasında,
yedişer küçük kapı vardı. Çevre şehrin (l3) at sürüsü, bir günlük yere gitmiş idi.
Şehrin her tarafı öyle bayındır idi k i <14)tarif edilemezdi.
Seyyid o şehri görüp hayran oldu. (l5)0 ruhanî:
-Bu şehir, o Sad Hindu’nun şehridir. Geldik, [T444] (l)ulaştık. Bu şehrin
adına, Erdüvaniyye derler. Bunu, Kahraman-ı Katil inşa etmiştir, dedi.
(2) Seyyid ile ruhanî geldiler. Şehre girdiler, kondular. O şahıs,
Server’e(3):
-Git, sen yürü. Sad’ı dine davet et. Ne der görelim, dedi.
Server, <4) yerinden kalkıp Sad’ın divanına yöneldi. Saray kapısına <5)
ulaşınca divanı toplanmış gördü. Yüz kırk dört taht sahibi <6) oturmuş,
memleket meseleleri görüşüyorlar. (7) Naibler ve mukaddemler yer yer
oturmuşlar. Halk toplanmış, beklemekte idi. Sad Hindî, (8) perde ardında
oturmuş. Öyle bir zenginlik ki anlatılamaz.
Server atım sürdü, (9) divanın ortasına gelip girdi. Yüksek sesle gök
gürlemesi gibi bir kere bir nara (l0) attı. Orada duranlar, gökler yıkıldı sandılar.
İçeriden Sad (l 0 işitince:
-Bre görün! nedir bu, dedi. Çavuşlar ve halk seğirdişip geldiler: (12)
-Sen kimsin? Deli misin, niçin böyle bağırıyorsun? Sultanımızı ürküttün,
dediler. (13) Server:
-Gidin, Sultanınıza haber verin. “Yukarı Gök Tanrı’sınm elçisinin (l4)
adamı geldi.” deyin, dedi.
Onlar gittiler, Sad’a bunları söylediler. Sad, gazaba gelip: <l5)
-Benden gayrı daha, haşa, Tanrı mı vardır, deyip hışmeyledi: [T 4 4 5 ](l)
-Alıp onu bana getirin. Göreyim, ne söyler, dedi.
Onlar geldiler, Seyyid’i alıp (2) Sad’a ilettiler. Sad, Seyyid’i görünce
başını kaldırıp Seyyid’in <3) yüzüne baktı. Sevimli, sarışın bir serverdir. Gayet <4)
beğendi. Ona:
-Yiğit! Nereden gelirsin ve niçin geldin? Bize haber (5)ver, dedi. Server:
-Ya Sad! Bilmiş ol. Gök Tanrı’sı, ki bütün (6>âlemin Tanrı’sı O ’dur, seni
yoktan O yaratmıştır. (7) Sana elçi gönderdi. Gelir, seninle buluşur. Ben, onun (8)
habercisiyim. Eğer sen o Tanrı’ya itaat etmez isen bir celladı<9) vardır. O gelir,
canını alır. Bilmiş ol, dedi. Sad:
-Hemen (l0) bunu hapsedin. Göreyim o kişi gelip benim canımı nasıl alır,
dedi.
Seyyid’i alıp (U)hapse ilettiler. Nimet getirdiler. Önüne koydular, gittiler.
Gece olunca dört bin silahlı kişi, Sad’ın (l2) sarayını ortaya alıp
beklerlerdi. Bekçilik ederlerdi. (13)Sad, taht üzerine oturup durdu. Horoz ötünce
kalktı, yatak odasına (l4) vardı. Yatmak istedi. Tam yatağa girerken aklına
takıldı, <l5) “Acaba o elçi ne zaman gelecek?” diye düşünmeye başladı.
Karşısında bir şadırvan [T446] (1) vardı, su akardı. Onun yanında, beyazlar
giymiş bir kişi durur gördü. Meğer o, ruhanî(2) idi. Allah’ın emri ile oraya gelip
durmuştu.
Sad, onu görünce irkildi. (3) Yerinden kaltı, kılıcını eline alıp bir nara attı:
-Yabancı bir kişi, benim uyku vaktimde <4) benden ne ister, diye kalkıp
yürüdü. O şahıs, yerinden kayboldu. (5) Tekrar baktı, göremedi:
-Bre bakın! Benim hayalim midir? Nedir bu hal, diye bağırdı. (6)
Orada duran bekçiler geldiler, aradılar. Hiçbir şey bulamadılar. Yerlerine
varıp söylediler: (7>
-Bu adam deli midir? Acaba bunun gözüne ne görünür?
Sabah oldu. S ad<8)kalkıp tahtına oturdu. Beylerine ve vezirlerine:
-Bu gece benim uyku vaktimde yanıma yabancı bir (9) kişi geldi. Bu
bekçiler ne beklerler? Bunların boyunlarını vurdun, dedi. Vezir: (lü)
-Sultanım! Bu sarayın üzerinde kuş uçurmazlar. Değil ki adam gelip gire.
Sabreyle, 01 ’nedir görelim, deyip engel oldu.
O gün geçti, tekrar gece oldu. (l2) Sad Hindî, tekrar yatağına gitmeye
niyetlendi. O sırada havuzdan tarafa (13) baktı. O şahsı, tekrar orada durur gördü.
Öfkelendi, seğirtti. Kılıcını eline (l4) alıp:
-Kimsin? Benim sarayıma nereden geldin, girdin? Hangi kapıdan girdin,
dedi. O şahıs gülüp:
-Ya Sad! Bana; kapı, baca, duvar yoktur. Nereden istersem [T447] (l)
oradan girerim, deyip yine belirsiz oldu.
Sad onu görünce (2) hayran oldu, düşündü. Kullar, saray içini tekrar
aradılar. Bir şey bulamadılar, (3) “Adamın gözüne cin görünür.” dediler. O gece
Sad, şaşkınlığından ve dehşetten (4) uyumadı. Düşünceli düşünceli oturdu.
Sabah olunca beyler divana geldi, (5) toplanıp oturdular. Sad:
- Bu gece tekrar o yabancı kişi geldi. Bu dışarıda duran kullar, n e
bekler? Onun gelip gittiğini niçin göremezler? Hepsini kırın, dedi. Vezirlerden
biri: (7)
-Sultanım! Bu gece sarayı yedi bin kişi bekledi. Yabancı kimse nasıl <8>
gelecek? Ama bu gece on bin adam beklesin. Belki yakalarlar. Haksız yere kan
dökme, (9) sabreyle. Sonra ne edersen, edersin. Hem şu çağıran herifi (10)
hapsettik. O geldiğinden beri oldu. Belki de bu hâli sana o kişi yapıyordur.
Belki de o cazudur, 01'sana sihir yapıp korkutmak istiyordur, dedi
Sad buyurdu, gidip Seyyid’i (12) hapisten çıkardılar, getirdiler. Sad:
-Ya yiğit! Bana bunun gibi hâl oldu. (l3) Doğru söyle, aslı nedir, diye
sordu.
Seyyid, anladı ki görünen ruhanîdir:
-Ya Sad! (14) O sana görünen kimse, Gök Tanrı’sının elçisidir. Seninle
sözü var. Tekrar gelirse(15) ona gazap eyleme. Konuş ki bilesin, dedi.
Sad, Seyyid’i geri yerine [T448] (l) gönderdi. Tekrar gece oldu, halk
evlerine dağıldı. Sad, geri yatağa (2) gitti. Gördü ki o şahıs, yine aynı yerde
durur. Sad, üeri gelip ona (3) alçak gönüllülükle selam verdi:
-Ey can! Kimsin, muradın nedir? (4)Bize bildir. Kaçma,söyleşelim.
Yoksa sen misin, o Gök Tanrı’sından gelen elçi, dedi. (5)Ruhanî:
-Benim. Seni, İslama davet etmeye geldim. Seni alıp önce (6) hazrete
ileteyim. Yerde, gökte Tanrı birdir. O ’ndan başka Tanrı yoktur. Bîzeval
Allah’tır, dedi. (7) Sad:
-Senin Tanrı’nın, askeri çok mudur? Bana haber ver, bileyim, dedi. O
ruhanî: (8)
-Onun askerine, hesap ve kıyas yoktur. Gökteki yıldızın sayısı vardır, (9)
onun askerinin sayısı yoktur. Seni o Tanrı, kara topraktan yaratmıştır. Sana yedi
yüz yıl ömür vermiştir. (l0) Sen, O ’na asilik edersin. Eğer ki tövbe edip imana
gelirsen suçunu bağışlar. <n)Eğer, “Yok.” dersen senicehennem ateşinde yakar,
azap eder. Sonsuza kadar orada kalırsın. Bilmiş <l2)ol ki seni şeytan azdırdı. O,
Allah’ın düşmanıdır. Arabistan’da doğan peygamber (l3) Muhammed Mustafa,
Tanrı’nın dostudur. Ona uy, bütün ahiret belasından (14) emin olup kurtulursun.
Bu yeryüzü, gökyüzünden bakılınca sahrada bir hardal(l5) tanesi kadardır, dedi.
Sad, ona hayran oldu. Tekrar sordu:
-Bu dediğin [T449] (l) Tanrı; kimin aslındandır ve neslindendir, kimden
doğmuştur? O ruhanî<2):
-Ya Sad! Bil ki Allahuteala kimseden doğmadı ve ondan da kimse
doğmaz. Yemez ve içmez. <3) Yatıp uyumaz. Mülkünden azl olmaz. Bütün
havadisten arınmıştır. Kadimdir, O ’nun zatının (4) niteliğine akıl erişmez, dedi.
Sad:
-Allah Allah! Ne ulu Tanrı’dır. (5) Şüphem gitti. Yer Tanrı’sı da O ’dur.
Ya şahıs! Şimdi ne buyurdu, ben kulunun <6) yapması gereken nedir? Onu
görelim, deyince o ruhanî:
-Tanrı, sana (7) selam edip söyler ki “Dünya ve ahirette Tanrı, benim. O,
beni bir Allah (8) bilsin. Onu yoktan var eyledim. Ona yedi yüz yıl ömür verdim.
Şimdi gelsin, (9) bana itaat edip benim hışmım ve gazabımdan kurtulsun. Alıp
benim hazretime gel, <l0) ona rahmet edeyim. Benim ululuğum nasıldır, bilsin.”
Buyruk böyledir, bil, dedi.
(ll) Sad Hindî, onu işitince her ayet nuruyla kalbi münevver o
Tanrı’nın inayeti ve (12)her rahmanı ayeti, o an yetişip şad oldu:
-Beni, o ulu (l3)Hazretealıp gider misin, diye sordu. O ruhanî:
-Evet! Zaten emir de böyledir, dedi. S ad:<l4)
-Oğlum Şedid’i yerime bırakayım. Ben geri gelinceye kadar otursun,
dedi. Ruhanî: (l '
-Ya Sad! Sen oraya varınca buraya geri gelmezsin, gelmek de istemezsin.
Nitekim [T450] (l) bir çoçuğa gidip, “Ananın kamına gir, şuradan çıktın.” diye
söylesen hiç ra z ı<2) olmaz. Varıp girmesi de mümkün değildir. O varacağın yer,
onun gibidir. M aslahatı(3) iyi gör, dedi. Sad bu söze hayran olup:
-Sabreyle, beylerim gelsin. (4) Onlara vasiyet edeyim, ondan sonra
gideyim, dedi.
Emreyledi, gece adam saldılar. Beylerini, (5) askerlerini ve halkını getirdi.
Toplayıp emretti. Şerif Seyyid Saltık’ı (6) da zindandan çıkarıp saygı ile
getirdiler. Geldiler, oturdular. Halk (7) da toplandı. Sad Hindî:
-Ey kavim! Bilin ki yerleri (8) ve gökleri, insanı ve cinnî, bütün âlemleri
var edip yaratan Tanrı; sizin (9) ve bizim rızkımızı veren Allah, kendi hazretine
ben kulunu davet eylemiş, elçi göndermiş. (l0) O elçi ile gideceğim. Artık
gelmem. Ben onun hizmetinde kalacağım. Sizler, (ll) benim oğlum Şedid’i
padişah edinin. Arabistan’da doğan peygamber (l2) Muhammed’in dinine girin,
kâfirlikten kurtulun. Ahirette, cehennemde ebedî <13) kalmayın. İlim ehlini ve
kitabı çoğaltıp amel edin. Cahillerden olmayınız, ulemaya (l4) hürmet ve izzet
idin. Hakk’ın buyruğunu takip edin. Beni görün,<l5) şimdiye dek cehaletle, yedi
yüz yıl küfür ve zulmet içinde gafletle yaşadım, dedi. Ağladı. [T 451](1) Sonra
tekrar konuşmaya başladı:
-Bu oturan ak adamın sözünü kabul edip hoşgörün. Her ne (2) derse
doğrudur. Sonra Seyyid’e:
-Ey yiğit! Sana hata ile bilmezlikle zulmeyledim. (3) Sen ona kalma, bana
kerem eyle. Hakkını helal eyle. Hem nerelisin ve adın nedir? Bana bildir, dedi.
Seyyid:(4)
-Ya Sad! Ben Rum mülkünden geldim. Adım, Seyyid Saltık’tır. Seni
doğru yola yönlendirdim. (5) İslam dinine davet ettim. Tanrı sana iman ve insaf
verdi, dedi. (6)
Sad onu işitti, yerinden kalkıp Seyyid’in iki gözünü öptü: <7)
-Seni işitirdim, şükür gördüm, dedi.
Seyyid’e mal, nimet ve kaftan verdi. Oğlunu (8) tahtına geçirdi. Kendisi
kalktı, halka veda edip sarayına girdi. (9) Sonra atını sürdü, o ruhanînin yanına
geldi:
-Amacım tamam oldu, dedi. Ruhanî: <10)
-Şu havuza gir, gusül eyle, dedi.
Sad hemen soyundu, şadırvana suya (11’girdi. Gusletti, geri geldi. Ruhanî:
-Hadi şimdi, (l2,“Lö ilahe illallah Mufıhammed resülullâh. ” diye söyle,
dedi.
Sad, kelime-i tevhidi yâd eyledi. (13) İçini, dışını Muhammed’in nuru
tuttu. Hak teala; Azrail’e emreyledi, ruhunu (14) aldı. Canı, Hak hazretine gitti ve
rahmet buldu.
Halk ve Şedid, (15) onun vefat ettiğini anladı. Geldiler, feryat ve figan edip
matem tuttular. [T452] (1) Sonra hazırlık yaptılar. Server, Sad’ı yıkayıp
kefenledi. Güzel bir (2) yerde defneylediler. Üstüne yüksek bir türbe ve bir
zaviye inşa ettiler. Fukaraya, (3) misafire, zayıflara ve miskinlere her gün iki
vakit aş çıkardılar. Vakıflar (4) kurdular.
O halk gelip Seyyid önünde iman getirdiler. Ehl-i İslam olan yerlerden (5)
âlimler ve kitaplar getirdiler. Din erkanını halka öğrettiler. O diyarlar, (6)
Müslüman oldu. Şedid, padişah oldu. Bu zamana dek kaldılar. (7) Seyyid:
-Hint diyarında bu hâl olunca Sad’ın bu durumuna hayret ettim, (8)
ruhanîye sordum:
-Bunca zamandan beri küfür ve dalalet içinde olan bu kişiye inayet ve
hidayet nedendir? (9) Ahir ömründe hidayet niçin yetişti? <10) Ruhanî:
-Ya Şerif! Hakk’ın hikmetidir. Bu şahıs, her yerde (n) Tanrılık davasını
sürerdi. Fakat gönlünden, “Bu gök yüzünde (12) acaba Tanrı kimdir? Eğer o
benden büyük Tanrı ise ona itaat ederdim. <13) Çıkıp gökleri seyran ederdim. Bu
göğe nereden çıkıldığını bilsem çıkardım, <14) onunla buluşurdum. Ona hizmet
edip dostluk ederdim. Zira o benim üstümdedir. (15) Ona ululuk caizdir ve
vaciptir.” deyip Hak tealayı ululardı. Gönlünde [T453] (l) bu şekilde Hakk’a
muhabbet ve rağbet vardı. Hakk’a küfür etmeyi t2) reva görmedi. İman ve
hidayet nurunu kabul etti. Onun insaf(3) ve itirafı sebebiyle böyle oldu, dedi.
Seyyid, bunu işitip Hakk’a şükürler eyledi. Ondan sonra (4) ruhanî,
Server’e veda edip gitti.
Bu tarafta Seyyid, Şedid’e (5) veda edip Sinbat ve Zürnebat ilinin
maliklerine gitmek üzere yola çıktı. Onlarla buluştu. (6) Seyyid’i onlar da
hoşgördüler. Seyyid, oradan da ayrılıp Melik Mendü-i (7) Hindi’nin yanına
geldi. Bir süre onunla kaldı. Oradan da ayrıldı, denize (8) sefer düzenlemek üzere
Cezire-i Gaytan’a gitti. On sekiz gün sefer eylediler. Geldiler, <9) yetiştiler.

“Allah 'tan başka ilah yoktur, Hazret-i Muhammed O'nun elçisidir. “


Oranın bir beyi vardı, zalim bir kâfir idi. Deniz kenarında oturup içerdi. (10)
Gemi geldiğini görünce:
-Gidin! Şu gemiyi sürün, getirin ve mallarını alın, dedi. (U)
Kulları gelip malları aldılar. Seyyid, hemen dışarı geldi. Atını sürdü, o
beyin (12>üzerine geldi:
-Biz, sana geldik. Adaletine ve doğruluğuna sığındık. Bize bu zulüm (13)
ve haksızlık nedendir, dedi.
O kâfir, azgın bir melun idi. Adalet ve doğruluk, nedir bilmezdi. <14)
Öfkelenip kılıcını eline aldı. Seyyid ileri gelip o laine öyle (15) bir vurdu ki
nursuz başı tarumar oldu, beyni yere saçıldı. Beyit: [T 4 5 4 ](1)

Zalimi sanma ki berhurdar olur


Ya kesilir başı ya berdar olur
Sonra Seyyid haykırıp: (2)
-Benim Saltık! Sizi bırakmam ey zalimler, dedi.
O kavim, Saltık’ı işitti. Çaresiz toplanıp geldiler, {3) Seyyid’e itaat ettiler.
Cenk etmediler. Zira Seyyid’in işlerini ve hünerlerini Hint’te (4) işitmişler ve
bilmişlerdi. Korkarlardı. Server, onların içinden bir büyüğü, onlara bir bey
dikti. <5)Oradan da ayrılıp gittiler. Mellaha:
-Beni hemen (6)Safvan iline götür, dedi.
Oradan yelken açıp gittiler. Kırk gün sefer eylediler. Sonunda (7) geldiler,
Safvan iline çıktılar. Mellaha izin verdi. Seyyid, kendisi yalnız başına (8)Darü’l-
Asnam’a gitmek üzere yola çıktı. O şehirden yana atını sürdü, gitti. (9) Bir rahip
suretine girdi.
Bir gün o şehre geldi, doğru Darü’l-Asnam’a (10) girip konakladı. O
kâfirler, Darü’l-Asnam’da oturuyorlardı. Seyyid’e:
-Nereden (ll) geliyorsun, diye sordular. Seyyid:
-Mendü Minkale’den geliyorum. Gur ilini (l2) de gördüm. Saltık geldi,
Sad Hindî’yi Müslüman (l3) etti O diyarın cümlesi ona uydular, tabi oldular.
Sad öldü. Yerine oğlu (I4) Şedid, bey oldu. Saltık, bu tarafa gelmek ister.
Safvan’ın oğlunu (15) ya Müslüman edecek ya da öldürecek. Kastı budur, gafil
olmayın. O ansızın gelmeden [T455] (l> hazırlığınızı yapın. Ben size dedim, bu
uğursuz herife ulaşamadınız, dedi.
(2) Halk içinde bir söylenti doşamaya başladı, “Saltık yine gelecekm
diye. Bu (3) haber, Safvan’ın oğlunun kulağına değdi Adamlar gönderdi.
Geldiler, Seyyid’den (4) sordular. Geri gidip Safvan’ın oğluna bildirdiler.
Bir gün Safvan oğlu atına bindi beyleri ve (5) vezirleriyle Darü’l-Asnam’a
geldi. Atından indi girip kiliseyi (6) ziyaret etti. Kürsü getirdiler, geçip oturdu:
-Saltık hakkmda haber getiren (7) misafir nerede? Gelsin, onunla
konuşacak sözüm vardır, dedi. <8)
Seyyid’e haber verdiler. Seyyid kalktı, silahlarını hazır edip vardı. (9)
Safvanzade onu görünce:
-Ya kişi! Saltık’tan bize haber ver. Şimdi(10) nerededir? Bilelim, ona göre
hazırlık yapalım, dedi. Seyyid:
-Ya melik! O kişi (ll) sana yakın gelmiştir ve çok işler etmiştir. Seni
bırakmaz. Ya Müslüman olacaksın yahut (l ilin d e öleceksin. Ancak bu şekilde
elinden kurtulabilirsin, dedi. Seyyid böyle söyleyince (l3)Safvan öfkelendi:
-Ey hayırsız kişi! Sen bu sözü nasıl söylersin? Sanki Saltık’ın (l4)
kendisisin, dedi. Seyyid, tebessüm edip güldü:
-İyi bildin. Saltık, (l5)benim, dedi.
Seyyid, öyle deyince Safvan oğlu herzeyi duydu. Yerinden kalkıp [T456]
(1> dışarı kaçtı, gidiverdi. Yanındakiler de birlikte kaçtılar. Dışarı çıkıp <2) feryat
ettiler:
-İmdat! Yakalayın. Babamı öldüren Saltık, geri gelmiş. Şimdi de <3) beni
tepelemek ister. Kalkın! O kılıcın altına bırakın, helak olsun, dedi. <4)
Halk, hep birden hücum etti. Geldiler ki Seyyid’i orada kavrayıp, zorla <5)
tutup atalar. Şerif, hemen onların birini yakaladı. Elma gibi götürdü, o kılıcın
altına (6> attı. Kılıçlar inip herifi iki parçaya böldü. Safvan’ın oğlu, onu görünce
(7)kılıcını eline alıp Şerifin üzerine yürüdü:
-İmdat! Yakalayın. Babamı da bunun gibi kılıçların altına (8) atmıştır.
Kanlımdır. Ne duruyorsunuz, dedi.
O lain; Şerifin üzerine geliyorken karşıdan (9) bir taş geldi, göğsüne
vurdu. Kâfir, başına vurulmuş yılan (l 0) gibi arkasının üzerine düştü. Kardeşi de
Şerifin üzerine saldırdı. Şerif; yetişip (ll)ona da bir kılıç vurdu, tepeledi. Öbürü
baktı. Şerifi tanıdı, <l2) dönüp kaçtı. Şerif; o iki laini (13) kılıçların altına bıraktı,
durdu.
Bu tarafta Safvan’m oğlu Sad, atma (l4) binerken:
-Ey kavim! Bu gelen ve bu işi eden kişi, Saltık’tır. 115) Bilmiş olun. Bize
derlerdi ki ölür, Cercis gibi geri dirilir. İnanmazdık. [T 4 5 7 ](l) Bu da onun gibi
geri dirilmiş, gelmiş. İmdat! Cenk etmeyin. Onunla başa çıkamazsınız, (2) dedi
ve kaçıp hisara girdi.
O kavim kiliseyi terk edip kaçtı.
Şerif (3) dışarı geldi o kiliseye ateş vurdu. Kilise yanıp harap oldu. Sürdü,
hisarın karşısında <4)bir tepeye vardı. Tepenin üstüne çıkıp bir nara attı:
-Benim, Saltık-ı Rumî (5) ve Şamî! Hemen iman getirin, elimden
kurtulun, dedi.
Onlar pek aldırmadılar. (6) Server Gazi, bir evden büyük taşı götürüp o
hisara (7) attı. Taş gelip hisarın içine düştü, çok sayıda adam helak (8)oldu.
Kâfirler, o heybeti gördü. Korkularından kapıyı açtılar, kefeni
boğazlarına (9) takıp geldiler. Şerifin ayağına düştüler. Şerif, onların suçlarını
<l0)bağışladı:
-Ya Said! Artık bu fesadı yapma. Hem bu fil ve gergedanı, (ll) Sultana
teslim idin, dedi.
Şerif, topladığı malları (l2) bir bezirgâna verip gönderdi. Kendi el
yazısıyla bir mektup yazdı, onu da (l3) birlikte gönderdi. Şerif, Melik-i Şaz’a ve
Banu’ya selamlar da gönderdi.
Şerif, (14) Çipur’dan kalkıp sultan diyarına gitmek üzere yola çıktı. Sultan
(l5) diyarına varınca Melik Sultan, Şerif i karşıladı. Ziyafetler verdiler. [T 458](l)
Konuk ettiler, yedirdiler, içirdiler. Muhabbet içinde Melik Sultan:
-Ya Server! Bu bizim (2> ilimizde bir acayiplik var. Bir balık çıkar,
denizden başını kaldırır. Hangi şehre yakın yerden ( çıkarsa orayı harap eder.
Şimdi geri geldi. Şehrimizi yaktı, gitti, dedi. (4) Şerif:
-Beni o yerlere iletin, dedi.
Deniz kenarına vardılar. Gezerken (5) ansızın denizden o balık haykırarak
çıktı. Şerif, hemen soyundu. Eline bir hançer aldı, <6) başına bir kursak giyip
kendini o balıktan yana bıraktı. Balığa <7) yaklaşınca balık geldi, Şerifi yuttu.
Server’in yutulduğunu görünce (8) feryat ettiler:
-İmdat! Şerif gitti, helak oldu, dediler.
Balık; Şerifi yutunca Şerif, (9) aklını kaybetmeyip gitti; içeri, karnına
ulaştı. Hemen hançer ile kamını yardı. Balık; (l<)) kamının acısından kendini
dışarıya, karaya attı. Bir dağ gibi düştü. Şerif, balığın <n) kamından çıkıp dışarı
geldi. Melik Sultan, ona hayran kaldı ve “Aferin!” dedi. (12)0 balığın gözlerinin
içine bir adam otururdu, başı değmezdi. Orada bulunan <l3) halk, Şerif e hayran
kaldı.
Şerif, o diyardan da ayrıldı. Melik’e veda <14) etti, Sind diyarına gitti. Bu
Sind, üç sultanlık yer idi. Birine Sinbat, (l5> birine Sindbat, birine de Sind
derlerdi. Müslümanlar idi.
Bu diyar halkı, Şerifi [T459] (l) karşılayıp izzetler etti. Oradan geçip ulu
bir dağa ulaştı. Sordu:
-Bu dağın adı nedir? Söylediler:
-Bu dağdan ötesi Türkistan’dır. Şerif:
-H ıtay(3)hangi taraftadır, diye sordu. Söylediler:
-Bu Hint’in ardında olan denizin ucuna varınca, Taberistan (4) sona erer.
Kumdur. Denizin berisi, Hint’tir. Ötesi, Türkistan’dır. Taber’in yanında, Hıta
bulunur. (5) Ondan yukarıda günün doğduğu yer, Haver’dir. Hıta’nın <6) aşağı
tarafında, deniz kenarında Çin ve Maçin vardır. Bu Taber’in bu tarafı, bize sınır
olan kısmı, Kaşkar’dır. (7) Oradan aşağısı, Sistan’dır. Sistan’ın yukarısı, gün
doğusu tarafı, Türkistan (8) mülküdür. O da muazzam bir ildir. Oradan ötesi,
Yugur Katta’dır. Haver’e varmca (9)Haver’den aşağısı, Rus ve Sincab’dır.
İKİNCİ CİLT
260
SALTIK GAZİ DESTANI

İKİNCİ CİLT

BİRİNCİ BÖLÜM

[T459] (9)ŞERİF’İN (L0) TÜRKİSTAN VİLAYETLERİNE GİTMESİ


Şerif, onlardan (ll) Türkistan’ın nerede olduğunu öğrenince: (12)
-Ben Türkistan’a gidiyorum, deyip yola çıktı.
O dağı geçti, Taber’e ulaştı. (l3) Taberiyye padişahı, Şerifi karşıladı.
Saygı gösterip misafir etti. O diyarda, bir süre dinlendi. Taber meliki:
-Ya server! Burada bir ada var. O adaya kimse geçemiyor. Orada neler
olduğunu kimse (l5) bilmiyor. Geçen kişi geri gelmiyor, dedi. Şerif:
-Ben oraya gidebilirim, dedi. Melik:
-Gitme. Kendini bize bağışla. [T460] (l) Belki sana bir zarar gelir, dedi.
Şerif:
-İnşallah hayır olur, deyip yerinden kalktı, bir gemiye bindi. (2)
Hareket ettiler, o adaya ulaşmak üzere kürek çektiler. Üçüncü gün
ulaştılar, gemiden dışarı çıktılar. Şerif, ada (3) içine doğru yöneldi. Biraz gitti,
büyük bir saray göründü. O saraya doğru yöneldi. <4> Yeşil kanatlı bir adam
gördü. Adam, sarayın kapısının önünde duruyordu.
Şerif, ileriye doğru yürüdü. O (5) kişiye selam verdi. Adam, Şerifin
selamını aldı. Şerif anladı ki o, meliktir. (6) Şerif:
-Ya melik! Burası kimin sarayıdır, diye sordu. Melik:
-Burası, Deccal’ın makamıdır. (7) Deccal, burada hapistedir. Zamanı
geldiğinde, Tanrı’nın emri ile dışarı çıkar, dedi. Şerif: (8)
-Onun şekli nasıldır? Görsem nasıl olur, diye sordu. Melik:
-İzin yoktur, geri dön, dedi.
Şerif, bu söz üzerine (9) dönüp gemiye bindi. Gemiden çıkıp makamına
geldi. Gördüklerini anlattı: (l0)
-Asla bu adaya geçmeyin. Size izin yoktur. Helak olursunuz, dedi.
Şerif, daha sonra (ll) Taber’den ayrıldı. Hıtay’a gitmek üzere yola çıktı.
Bir süre sonra Hıtay’a ulaştı. Yetmiş dokuz <l2) gün daha sefer etti, büyük bir
şehre geldi. Bu şehrin adı, Missak idi. <l3) Gelip bir handa konakladı. İşitti ki
Hıtay padişahı, büyük bir <l4) melik idi. Divanında, üç yüz altmış veziri vardı.
(l5) Ülkesinde bir yıl gece gündüz yürünse, ancak [T461] (l) sınırlarına
ulaşılabilirdi. Geyikler, her gün onun divanının içine üç bin nafe* bırakırdı.
Kendisi, (2) minare gibi yüksek bir sarayda otururdu. Yedi bin bey ve bey oğlu,
(3) el bağlayıp divanda beklerdi.
Şerif, onları (4) seyretmeye geldi. On sekiz padişahın elçilerini getirdiler.
Önce Türkistan (5) sultanının, ulu hanın elçisi geldi. Şerif; onu gördü, bir kişiye
sordu:(6)
-Niçin önce bunu getirdiniz? O kişi:
-Bu gelen elçiler içerisinde bundan ulu kimse (7) yoktur. Bunun hanı, ulu
padişahtır. Eğer o han olmasa yürüyüp <8) Muhammedîleri ortadan kaldırırdık.
Bizden aşağıda, Çin padişahı vardır. Onun <9) elçileri, Hint tarafında bulunan
Kaşgir’dir. Onların biri Hoten, biri (l0) Maçin, biri Bercan ve biri de Taber’dir.
Bunlar Müslümandırlar. Geldik (11) Nasranîlerden on bir elçiye; biri Oğuz’dan,
biri Uygur’dan, biri Kıta’dan (12) biri Haver’den, biri Rus’tan, biri
Apursupur’dan, biri Cesar’d an ,(l3) biri Sincab’dan, biri Leh’ten, biri Çeh’ten ve
birisi de Üngürus’tandır. Şerif: (14)
-Bu Türkistan mülkü neden sizden büyüktür, diye sordu. O kişi:
-O diyarın (15) beyinin divanında, dört yüz kırk dört veziri oturur. [T462]
(l) Sancak taşıyan on bin beyi var. Ordusunda, on iki milyon atlı askeri
bulunmakta. Şerif, Hakk’a (2) şükretti:
-Tanrı’m ne büyüksün! Böyle büyük bir kâfir ordusuna iyi ki bir hasım
yaratmışsın, dedi. <3)
O elçilerin isteklerini dinlediler, geri gönderdiler. Bu arada Üngürüs
elçisinin kavminden bir kâfir, <4) Seyyid Şerifi tanıdı. Gidip beyine bildirdi. O
elçi, en sona kaldı. <5) Üngürus elçisini, Hıtay padişahına <6) ilettiler. Elçi, içeri
hanın yanına girip yeri öptü ve mektubu sundu. Okudular. Demiş ki: (7)
-Türklerden, Şerif adlı bir kişi ayaklandı. Pek çok işler yaptı ve hünerler
gösterdi. (8) Dört yıldır, Hint diyarında dolaşmakta. Neler yaptığını bilmiyoruz?
Bize yardım edin. Rus, Leh (9) ve Çeh beylerinin de haberi budur. Hıtay
Hakanı:
-Bir kişi, (l0) yalnız başına bu kadar işi yapıyor. Sizler, niçin bir kişiye
cevap veremiyorsunuz, dedi. Elçi:
-Ya Melik! O şahıs buraya gelmiş. Şu anda senin divanının içindedir,(l2)
bekliyor, dedi. Hakan:
-Hemen bulup getirin, dedi.
Halk dışarı geldi. Hemen (13) Şerifi eteğinden tuttular:
-Gel, seni padişah istiyor, dediler.

Nafe: Derisinden kürk yapılan hayvan postlarının kamı altındaki deri kısmı.
Şerif hiç tınmadı, alıp içeriye (l4) getirdiler. Melik, Şerifi görünce:
-Doğru söyle! Cihanda adı dolaşan (15) Saltık sen misin, diye sordu. Şerif,
inkâr etmeyi düşündü. Sonra: [T463] (l) “Yok, doğrusunu söyleyeyim.” dedi.
Şerif:
-Ya Melik! Evet, ben Saltık’ım. Yalan (2) söylemem, dedi. Melik Hakan:
-Niçin bu halkı kırıyorsun, sebep nedir, dedi. Şerif: (3)
-Kâfirler, bizim düşmanımızdır. Kişi fırsat bulsa düşmanını bırakır mı,
dedi. Hakan:
-Tutun, diye emretti.(4>
Şerifi kavrayıp tuttular. Hıtay sultanı elçilere dönüp:
-Görün, nasıl yakaladım. İşte, elimde (5) esirdir. Sizde adam yokmuş,
dedi. Elçiler feryat edip:
-Ey Melik! Biz de (6) bunu pek çok kere tuttuk. Ateşte yaktık, yanmadı.
Suya attık, boğulmadı. (7) Türlü türlü azaplar ettik. Çare olmadı. Yine sağ ve
salim âlemi geziyor. (8) Şimdi işte bu vilayete gelmiş. Sizin gücünüzle
yakalandı. (9) Hele sultanım! Siz bu konuda gafil olmayın. Bu, Mesih ümmetine
neler etmiştir, dediler. (l0)
Hakan buyurdu, bir sandık getirdiler. Şerifi sandığın içine koydular.
Daha sonra da denize <n) attılar, gitti. Elçilere:
-Şimdi gidip beylerinize haber verin, rahat<l2) olsunlar, dedi.
Onları gönderdi, kendisi mutlu bir biçimde bağına gitti.
Bu tarafta (l3) Şerif, sandığın içinde on gün denizde gitti. Şerif, Malikü’l-
Bahr’m verdiği (l4) cevheri ağzına almıştı. O otururdu, sandık giderdi.
Bu sırada Çin meliki (l5) Fagfur-ı Çin, kendi sarayında oturmuş denizi
seyrediyordu. Gördü ki uzaktan [T464] (I) bir sandık gelmekte. Dalga vurdukça
gâh batar gâh çıkardı. Fağfur emretti, <2) denizciler girip sandığı dışarı
çıkardılar. Padişahın önüne getirdiler. Fağfur emretti, <3) açtılar. Gördüler ki
çaresiz bir yiğit, içinde yatmakta. Dışarı çıkardılar. Fağfur: (4)
-Ya Yiğit! Kimsin? Bu hâl nedir, diye sordu.
Şerif, Fagfur-ı Çin melikine Müslüman olduğunu bildirdi. (5) Kendisini
tanıttı ve durumunu bir bir anlattı. Fağfur kalkıp Şerifi iki <6) gözünden öptü.
Yanına aldı, ikramlarda bulundu. Oturdular, yediler, içtiler. Bir ara (7) Melik,
bir ah eyledi. Şerif:
-Niçin ah ediyorsun, dedi. Fağfur:
-Benim bir oğlum, (8) Kaşgar sultanının da güzel bir kızı vardı. Onu,
oğluma eş olarak (9) nikâh edip alıverdim. Tus ilinin beyinin bir lalası vardı, (l0)
kara Habeşî idi. Yolda gelirken o lain, yolu kesip benim oğlumu esir eder. (ll)
Kız kaçar, Kaşgar’a gider. Benim oğlumu hapse atar. Her ne zaman ordu çekip
gitmeye niyetlensem o (12) harami bana, “Eğer benim üstüme askerle gelirsen
hemen oğlunu öldürürüm.” der. <l3) İki yıldır hapiste esirdir, dedi. Şerif:
-Üzülme, o kolaydır, dedi.
Sabah (l4) oldu. Şerif, Fagfur’dan izin alıp Ahenabad’a gitmek üzere yola
çıktı. Kaşgar, (l5) yakın idi. Tus, Gardgarça ili tarafında dağ üzerinde bir kale
idi. [T465] (1) Onun tepesi sanki gökyüzüne değiyordu. Şerif, o tarafa yöneldi.
(2) Dağa çıktı. Gelip bir kalenin önüne ulaştı. Suluk-i Habeşi, orada (3) haramilik
ederdi. Orada kapı önünde oturmuştu. Şerif, ona doğru geldi. (4) Suluk sordu:
-Ey civan! Nereden gelip nereye gidiyorsun? Şerif: (5)
-Ben garip bir kişiyim. Karada ve denizde gezerim. Kendime bir rakip
bulamadım. Sana geldim ki <6) güreş tutalım. Eğer sen, beni yenersen sana kul
olurum. Ben seni yenersem o zaman ne yapacağımı ben (7)bilirim, dedi.
Şerifin bu sözlerini duyunca Suluk öfkelendi. Çabucak yerinden kalkıp:
-Seni hemen(8> bu kapı önünde yenerim. Gel beri, güreşelim, dedi.
Hemen ikisi birbirine <9> el tutuşup bir süre güreştiler, birbirini
yenemediler. Sonunda Şerif bir nara attı,(l0) Suluk’u başının üzerine çıkardı:
-Ya Suluk! Hemen imana gel, kurtul. Ben (ll) Şerifim, dedi. Suluk, feryat
edip kavmine:
-Bu adamı yakalayın, dedi.
Suluk’un <l2) kırk arkadaşı vardı. Şerife hamle yaptılar, üzerine
yürüdüler. Şerif, kaftanıyla (l3) güreşmişti. Suluk’u hemen kapıp ileriye
götürdü. Yakında yüksek (14) bir kaya bulunuyordu. Oradan aşağı attı. Suluk
düştü, paramparça oldu. (l5) Kılıcını çekti, o kırk kişiyi kapının önünde tepeledi.
Sonra hisarı [T466] (l) aldı. Fagfiır, adamlar göndermişti. Onlar da geldiler,
Şerifin çengini gördüler. Hisarı(2) almasına şaşırdılar. Fagfur’a haber gönderip
bildirdiler. Ayrıca Fagfur’un (?> oğlunu da hapisten çıkardılar. Şerif, onu
babasına gönderdi. Hisarı<4) onlara verdi, veda edip Kaşgir’e gitmek üzere yola
çıktı.
Şerif, Kaşgir’e ulaşınca <5) müjdeciler gönderdiler, Kaşgir sultanına
bildirdiler. Kaşgir sultanı, Şerifi karşıladı. Şerife saygı gösterip ağırladı. <6)
Şerif, orada birkaç gün dinlendi. Kaşgir meliki emretti, kızını tekrar <7) Çin
padişahının oğluna gönderdiler.
Şerif izin istedi, (8) vedalaşıp Türkistan’a gitmek üzere yola çıktı. Üç ay
yürüdü. Sonunda gelip (9) Türkistan sınırına ulaştı. Dört ay daha sefer etti.
Büyük bir şehre ulaştı. <l0) O şehrin ismi, Telad idi. Her tarafına bir günde
ulaşılabiliyordu. Şehir halkı Müslüman idi. <U) Şerif, gelip bir handa konakladı.
Gördü ki bu Türk meliki ordu toplamış. (l2) Dört milyon asker, şehrin önünde
beklemekte. Kızıl bir otağ kurmuşlar ve <l3) büyük yeşil bir çadır bağlamışlar.
Öyle bir divan oluşturmuş ki anlatmak mümkün değil. (14)
Şerif Saltık rivayet eder:
-Çok melikler gördüm ve sultanlara rastladım. (I5) Fakat bu iki melik
gibisini görmedim. Onun biri Hıtay, biri de Türkistan padişahı [T467] (I) idi,
der.
Bir rivayet daha vardır:
-Kıpçak meliki, daha büyük bey idi. Ama bu <2) Türkistan melikini
gördüm. Bunun ili, ordusu ve beyi çok. Böyle bir savaşçı ordu görmedim, der.

Seyyid, ordunun bulunduğu yere doğru yöneldi. Askerlerin arasında


gezerken bir kişiye sordu:
-Sultan, bu büyük (4) orduyu nereye götürüyor, dedi. O kişi:
-Padişahımız, bir (5) yiğittir. Haveran sultanının kızını istedi. Fakat o
vermedi. Onun ülkesini<6) harap etmeye gidiyor. Onlar da üç padişah olarak bir
araya gelmişler. Biri Uygur, biri Kata yani Oğuzlar ve biri (7) Haveran’dır.
Onlar gelip hazırlanmışlar. İşte biz de şimdi gidiyoruz, dedi.
Askerler <8) göçüp gittiler. Ordular, birbirine ulaşınca konakladı.
Türkistan ordusunu görünce onlar da (9) durdular. Üç milyon kâfir
bulunmaktaydı. Savaş davulları vuruldu. Her iki ordu da saflar ve alaylar
oluşturdu. (l0) Meydanı açtılar. Şerif, Teberistan halkının kıyafetini giymişti. Bir
dağ vardı. Ona,(ll) Elburz Dağı derlerdi. Orada durdu. Siyah bir at bulup bindi.
(l2) O gece geçti, sabah oldu, iki ordu karşılıklı<l3) durdu. Meydan açıldı, Server
sürüp o dağdan aşağı indi. Bir kez nara attı:(l4)
-Ey Haveriler! Bilin ve haberdar olun. Bu gün meydana adam gönderin,
bekliyorum. Ben, Taber’den (l5) geldim. Adıma, Kamus-ı Taberî derler. Kimse
bana rakip olmadı. Geldim, Müslüman [T468] (l) oldum. Türkistan ordusuna
karıştım. Görün size neler edeceğim, dedi.
Taber’de, Kanus (2> adlı bir harami vardı. Taberî meliki onu yakalamak
için sefere çıkmıştı. Kanus ise ortadan kaybolmuştu. (3) Kâfirler bu durumu
bilirlerdi. İki ordu, nara atan adamı görünce şaşırıp kaldı: (4)
-Kanus diri imiş, gelmiş, Türklere karışmış, bizimle tekrar cenk etmeye
çıkmış, dediler. (5)
Şerif, meydana girdi. Gösteri yapıp er diledi. Her kimi gördüyse tepeledi.
(<>) Sonunda kâfirler gelemediler, durdular. Şerif, atından indi. Askerlerin
üzerine saldırdı, onları darmadağın etti. (7) Tekrar atına binip kâfir askerlerinin
içine girdi, onları birbirine vurdu. <8) Tekrar dağa doğru yürüdü, çıkıp gitti. İki
ordu da Şerifin yaptıklarına ve hünerine (9) hayran kaldı. Haver sultanı dönüp
konakladı. Türkistanlılar da konakladılar. (l0)
Haver melikinin güzel bir kızı vardı. <n) Türkistan meliki onu isterdi,
Haver meliki vermezdi. O kız, pehlivan idi. <l2) Hemen kalkıp babasının
huzuruna çıktı:
-Ya baba! Yarın cenk meydanına (l3) ben çıkmak istiyorum. O serveri
tutup yerlerde sürüyerek sana getireyim, dedi. Haver meliki: <l4)
-Ey Mehpeyruz! Öyle bil ki o gelen Taberî, âşıktır. Sana bir zararı
dokunmasından korkarım, dedi. (15) Kız:
-Senin huzurunda, ben onun gibi bir hayduttan korkmam. Baba, sen
ondan korkma, [T 469](1) dedi. Sultan izin verdi.
Sabah oldu. İki ordu hazırlandı, saflar (2) ve alaylar bağladı. Meydan
açıldı, Haveranîlerden bir atlı meydana girip: (3)
-Ey Türkistan ordusu! Bana adam verin, dedi.
Melik emretti. Meşhur pehlivanlar bir bir meydanına <4) girdi, helak oldu.
Öğleye kadar meydanda savaştılar. Sonunda gazilerin şahı, dağ başından (5)
tekrar indi. Atını doğru meydana sürdü. Gördüler ki o Taberî şahıs tekrar geldi.
Mehpeyruz’a (6) selam verdi. Mehpeyruz:
-Ya Kanus! Beni tanıyor musun, diye sordu. Şerif:
-Yok! Sen (7) kimsin, dedi. Mehpeyruz:
-Beni iyi tam. Ben, Mehpeyruz’um, dedi. Şerif:
-Sözü bırak. Hünerini göster, dedi.
Kız (8) öfkelendi gürzünü eline alıp Şerife hamle yaptı. Cenk ettiler.
Şerif, o gün (9) kızdan korkar gibi görünüp meydandan geri döndü. Kız:
-Korktun, değil mi haydut, (l0) dedi. Şerif, kıza:
-Yarın sabah tekrar meydana girelim, nasıl olur (U) görelim, dedi. Kız
gonca gibi güldü:
-Yarın, senin işini bitiririm, dedi. Geri döndü ve (l2) gitti.
Server; dağa doğru yöneldi, gitti. Savaşa ara vermeyi işaret etmek için
davul dövdüler, konaklayıp dinlendiler. (l3) O gece Melik-i Haver:
-Beyler! Yarın kızım Mehpeyruz, Kanus’u yakalayıp getirebilir. (l4)
Anladım, şüphem kalmadı, dedi.
Bu tarafta Türkistan sultanı da aynı şeyleri düşündü:
-Beyler! Bu kez (15) Mehpeyruz, bu süvariyi öldürür. Hiç fırsat vermeden
hep birlikte hücum edin. Nasıl [T 470](l) olursa olsun, dedi.
Sabah oldu, iki ordu hazırlandı. Saf bağlayıp meydanı gözlemeye
başladılar. (2) Mehpeyruz; zırhlarını giyinip silahlarını kuşandı, atma bindi.
Meydana girip (3) gösteri yaptı:
-Ya Satıhan meliki! Bana er gönder. Hani Kanus? O benim rakibim
olsun, dedi. Kız meydanda iken kimse çıkmadı. Kız: (4)
-Kanus, korkusundan kaçıp gitti. (5) O gelemez. Fakat sen, beni gerçekten
istiyorsan kendin gel. Meydanın ortasında <6) bağlarsan sana itaat ederim, dedi.
Melik Satıhan, utandı. Kendisine yakıştıramadı. <7) Bir kızdan korkup
kaçtı, demesinler diye meydana yöneldi. Beyleri bırakmayıp: (8)
-Cenk için sultanların meydana girmesi doğru değildir, dediler.
Melik Satıhan, <9) onların sözünü dinlemeyip gitti. Meydana girince ona
olan aşkından (10) aklı başından gideyazdı. Mehpeyruz:
-Hey Han! Aklını başına topla. Sana fırsat(ll) verecek değilim. Bana olan
aşkından dolayı düştüğün perişanlıktan kurtul, gafil (l2) olma, dedi.
Han kabul etti, ikisi hemen cenge başladı. Bir müddet geçti, sonunda (l3)
Mehpeyruz, öyle bir darbe vurdu ki han at boynuna (l4) düştü. Niyet etti ki hana
bir darbe daha vura, helak ede. Tam bu sırada Şerif Gazi, <l5) Elburz Dağı’nm
eteğinde öyle bir nara attı ki sesinden dağlar ve çöller sallandı. T471] (1) Dedi
ki:
-Ey saçı kesik! Sen bir kadınsın. Senin meydanda (2) ne şanın olabilir?
Yürü, git, evde otur. Elini hanın üzerinden çek, ey ( 1merhametsiz, dedi.
Kız, bu sözleri işitince hana dokunamadı. Beklemeye başladı. <4) Han bu
sözleri işitince kendine geldi. Şerif Gazi, atını sürüp meydana (5) geldi. Hana
selam verdi. Han, Şerifin selamını aldı. Server atını ileri, <6) kızın yanına sürdü,
geldi. Kıza:
-Hamle et, dedi. (7)
Kız, hamle etmeye başladı. Şerife fırsat vermeyip sürekli vururdu. <8)
Şerif ise ona sert vurmazdı. Sonunda silahlarını bıraktılar, birbirine el atıp
tutuştular. (9) Server, kızın kemerinden tutup bir kez nara attı:(l0)
-Benim, Şerif Gazi! Cihan pehlivan, dedi.
Zorlayıp kızı atından bir elma gibi kapıp aldı, (ll> başının üzerine havaya
attı. Geri inerken kavrayıp tuttu, yere koydu. Elini<l2) kafasında bağlayıp hanın
eline verdi:
-Bunu hapset. Sakın bırakma, dedi. (l3> Türkistan meliki atından inip:
-Sen, (I4) Rum’da gazalar eden Şerif Gazi misin? Senin ile ilgili haberleri
buraya bezirgânlar getirirdi, dedi. (l5) Şerif:
- O kişi benim, biliniz, dedi.
Sultan, gelip Server’in ayağını öptü. [T472] (I> Mehpeyruz’u alıp gitti.
Haveran meliki ve Türk meliki, onun ayağını (2) öptüğünü görünce merak etti.
Kızının esir edildiğini görüp üzüldü. Casuslar (3) gelip haber verdi ki bu gelen
kişi, Şerif Saltık imiş. Haver meliki: <4)
-Beyler! Bu, Şerifin işidir. Siz, Şerif hakkında bir şeyler biliyor
olmalısınız. Bu nasıl bir erdir? Dünya halkı (5) bir yana, bu bir yana. Bununla
başa çıkılmaz. Bu kadar Türk askeri bizim üzerimize geldi. Bunlar önemli
değil. F akat<6) Saltık, işi değiştirdi. Ben kızdan vazgeçtim, dedi.
Hemen dönüp konakladılar, savaşa son vermeyi işaret eden davullar
dövdüler. (7) Adam gönderip barış yaptılar. İki ordu birbirine karıştı. Sanki
koyunla kurt arkadaş oldu. (8) Hepsi gelip Şerifin ayağına düştü. O sahrada
yedi gün düğün yaptılar. Mehpeyruz’u, <9) Satıhan’a verdiler. Şerif, kırk gün
Satıhan’ın yanında kaldı. Haver meliki, Uygur ve Kıt’a dönüp (l0) illerine
gittiler. Onların kuzey doğusu, Oğuzlardır.
Şerif, melikten (ll) izin alıp Hıtay’a gitmek üzere yola çıktı. Bir süre
sonra Hoten melikine erişti. Hoten meliki Şehmur, (12) Şerifin geldiğini işitip
geldi. Melik Satıhan, Şerife iyi davranıp çok (13) mal vermişti. O, yüklerle
gelirdi. Hoten hanı karşladı, saygı ile alıp sarayına (14) getirdi. Şerif için
ziyafetler verdi. Yediler, içtiler. Mecliste iken casuslar gelip (l5) haber getirdi:
-Hıtay meliki, iki milyon yüz bin kişi ile gelip [T473] (1) falan sahrada
konakladı. Fakat halkı etrafa dağıldı. Kendisi az sayıda kişi ile oturmakta, (2)
dediler. Şerif:
-Nedir bunun aslı, dedi. Hoten hanı:
-Bizim üstümüze geliyor, dedi.
Şerif (3) emretti, atlarına yiğitçe bindiler, yola düştüler. Sahradakileri gafil
iken seher vaktinde <4) bastılar. Çok şiddetli savaş oldu. Hıtay hanı, kaçmaya
niyetlendi. Şerif,(5) ardından yetişip:
-Ey lain! Nereye kaçıyorsun? Niye geldin, niye gidiyorsun? Ben
Şerifim, dedi. (6) Hıtay hanı onu işitti, dönüp:
-Ya sihirbaz Saltık! O sandıktan nasıl kurtuldun? (7) Şerif Gazi dönüp:
-Ya kâfir! Tanrı kurtardı. Gel, Müslüman ol, dedi. <8) Hıtay meliki:
-Haşa! Ben o dinin ismini bile işitmek istemiyorum. Bu durumda asla
Müslüman olmam, dedi. (9)
Server ileri yürüdü. Meliki yakalamaya niyetlendi. Melik, kendisini
tutturmadı. Cenk etmeye başladı. (l0) Şerif Gazi, hemen öyle bir darbe vurdu ki
kılıcın ucu arkasından çıktı. (11) İndi it başı keser gibi onun başını kesti. Tekrar
atına bindi, mızrağın ucuna takıp (l2) götürdü. Hıtay askerleri, onu görünce
darmadağın olup kaçtı. Bir oğlunu esir edip <13) getirdiler. Şerif, onu İslama
davet etti. O yiğit Müslüman oldu. O tarafta <14) olan şehirlerin hepsini aldılar.
Başkentlerini bile fethettiler. Hıtay melikinin üç oğlu, başka illere (l5) kaçtı.
Sonra elçi gönderip haraca razı oldular. Barış yapıldı. Memleketin dörtte biri,
Müslüman [T474] (1> oldu. Şerif, Malik oğlu Said’e babasının topraklarını geri
(2) verdi.
Şerif, daha sonra onlardan izin alıp Çin’e gitmek üzere yola çıktı. Hoten
şahı, Seyyid’e veda edip kendi memleketine (3) gitti. Bir vilayete ulaştılar. Çin
ülkesine yakın idi. Adına, Maçin derlerdi. (4) Oranın padişahı karşılayıp Şerif e
hürmetler etti. Onu misafir edip ziyafetler verdi. <5) Yediler, içtiler. Maçin
sultanı:
-Ya Server! Bizim bir tarafımız (6) Acem’dir. O tarafta Gur, Gurça ve
Ç ağatay(7) derler, üç taife bulunmakta. Bir de Cengis derler, onlar da bu tarafta.
Gurlar, MüsKimandır. Gurça ise kâfirdir. Çağatay (8) ise Müslümandır. Cengis,
kâfirdir. Cengis, Gur ve Gurça bir oldular. Çağatay üzerine (9) geldiler. Onlar da
kaçıp Gur’a sığındılar. Guriler yani Tatarlar, geri dönüp <10) cenk ettiler. Tekrar
yenildiler. Şu anda bize doğru geliyorlar, dedi. Şerif: <u)
-Atlarınıza binin, karşılayalım. Müslümanlara yardım edelim, dedi.
Hemen asker topladılar. Yüz bin asker ile (l2) karşılamaya gittiler.
Çağatay meliki ve Gur meliki, bunların (13) geldiğini işitince karşılamaya
geldiler. Atlarından inip Şerifin elini öptüler. Askerleri kondurdular,
yediler, içtiler. Bu sırada gördüler ki karşıdan Enbuh askerleri çıkageldi,
bunların karşısında konakladı. Şerif, Çağatay melikine:
-Ya melik! [T475] (1) Bu Cengislerin hepsi, Islamın düşmanıdır. Abbasi
halifesini <2) bunlar öldürdüler. Hainlerdir. Bunlara öyle bir iş edeyim ki
kıyamete dek anılsın, (3) yadigâr olsun, dedi.
Hemen emretti, askerler atlarına binip saf bağladılar. Meydan açıldı. (4)
Sonra Cengisîler de saf bağladılar. Şerif, meydana girip nara attı:
-Ey Cengisîlerin haini! Bilin ki Şerif Saltık, benim. Sizi öyle kırarım ki
bütün <6) âlemi sizinle korkuturum. Halk sizden ibret alır, dedi.
Cengisî Calut, Gurça beyine: (7)
-Bu kişi ne diyor, dedi. Gurça beyi:
-“Ben Saltık’ım, sizi hep kırarım.” diyor, dedi. Calut: (8>
-Ya Zerman! Meydana gir. Bunun başını kes, getir. Saltık çoktan öldü,(9)
gitti. Her hırsız, her haydut bizi onunla korkutur.
Gurça beyi Zerman, meydana (l0) girdi. Şerife kılıç ile saldırdı. Şerif,
onu etkisiz hâle getirdi. Sıra Şerife gelince (l 1 Zerman’ı yakasından tuttu,
atından düşürdü. Sürüyerek meydanın kenarına (l2) getirdi. Bağladılar, sancağın
dibine götürdüler. Şerif, o gün kırk kişiyi tek tek yakasından tutup esir etti.
Cengis, meydanın kenarında onların boyunlarını (l4) vurdurdu. Gurçaları
hapsetti. Cengis askerlerine korku düştü, <l5) korktular. Hemen savaşa ara
vermeyi işaret eden davullar dövdüler.
Ertesi gün herkes atma bindi. Şerif, meydanda dururken [T476] (l)
karşıdan bir toz belirdi. Gördüler ki dört bin Müslüman askeri çıkageldi. (2) O
gelenlerin ilk bölüğü Huzdemiler, ikinci bölüğü Kabil, üçüncü bölüğü
Kandehar, dördüncü bölüğü Bedahşî Türkmenleri idi. (3) Kâfirleri gördüler,
hemen saldırmaya başladılar. Bu tarafta (4) Sünniler de hep birlikte atlarını
teptiler. Çok şiddetli bir savaş yaptılar. Cengisîler çok kalabalıktı. Hodzemıleri
yendiler, Kabil askerlerinin üzerine döktüler. Onlar toparlanıp yeniden
savaşmaya başladı. Savaş tekrar şiddetlendi. <6) Türkmen askerleri atlarını
teptiler. Gurça askerlerini yendiler, çoğunu esir ettiler.
Şerif de cenk içindeydi. Cenk (8) ederken Şerif, Cengis hanma rastladı.
Atı bıraktı. Ş e r ifi(9) ok yağmuruna tuttular. Fakat Şerife hiç biri isabet etmedi.
Darmadağın oldular. (I0) Cengis ham gördü ki Şerif üzerine gelmekte.
Direnmeyip hemen kaçmaya başladı. (11) Şerif Gazi, gök gürlemesi gibi bir nara
atıp:
-Ey lain! Nereye kaçıyorsun? İşte geldim, (l2) deyip ardından erişti.
Bir nara daha atıp onu çevirdi. Mızrağı öyle bir vurdu ki (13) bir yanından
girip bir yanından çıktı. Atından düşüp yere vurdu. İnip başını kesti. (l4) Cengis
askerleri ve beyleri, onu böyle görünce darmadağın olup kaçtılar. Yenildiler.
Müslümanlar onları (l5) ele alıp öyle kırdılar ki kimse sağ kurtulamadı.
Bu uhı hanlar, [T477] (1) Şerifin ayağına düştüler. Toplanıp orada
bayram ettiler. Şerif, Hurzemilerden sordu: (2)
-Acem ve Rum sultanı İzzeddin nasıldır? (3) Onlar:
-Ya Server! Hasta olduğunu duyduk, dediler.
Şerif birkaç gün sonra izin verdi, onlar gittiler. (4) Kendisi Kaşgir’e
gitmek üzere yola çıktı. Kaşgir’den de ayrıldı. Tefergar’a, oradan da Sistan
vilayetine yöneldi. <5) Bu vilayetin bir tarafı, Rus iline yakın idi. Gördü ki bir
sahrada, bir alay (6) halk oturmakta. Atını sürdü, onlarm yanına geldi. Anladı ki
o dört elçidir. (7) Üngürus, Leh, Çeh, Rus’tan gelmişlerdi. Hıtay’a giderlerdi.
Onlarm isteklerini karşılayıp (8) melik göndermişti. Elburuz’daki derbendin
yakınında konaklamış oturuyorlardı. (9) Şerif bir nara attı, derbendin önünde
durdu. O kâfirler,(l0) Saltık’ın narasını işittiler:
-İmdat! Bunu, Hıtay meliki tutup denize atmıştı. <n) Geri mi geldi,
dediler.
Kaçmak istediler. Şerif, yakalayıp üçünü <12) tepeledi. Rus elçisini de
tuttu, burnunu ve kulağını kesti:
-İşte geliyorum. (13) Size neler yapacağım, göreceksiniz, dedi.
Şerif, Rus elçisini serbest bıraktı. Diğer kâfirlerin malım ve eşyalarını (14)
alıp Sistan’a gitmek üzere yola çıktı. Sistan’m başkenti, Semengan şehrine
geldi. Bezirgân kılığında (l5) bir hanede kondu. Sonra Rüstem Zaük türbesine
ziyarete gitti. [T478] (1) Gelince gördü ki on muhteşem türbe yapmışlar. Onun
kapısmı kilitlemişlerdi. Hemen varıp kapıya (2) bir omuz vurdu, açtı. O
makamm içine girdi. Bir de ne görsün? (3) Dört kemer üzerinde bir kubbe. Onun
ortasındaki bir kabirde kırk arşın* boyu ile (4) Rüstem yatmakta. Üzerindeki
silah mükemmel idi. Şerif, onun demir başlığım giydi. Göğsüne (5) geldi. Tekrar
yerine koydu. Türbenin her tarafım gezdi, ruhuna dua edip geri çıktı. (6> Türbe
kapışım tekrar iyice kapattı. Gitmek üzereyken kapının önünde birini gördü.
Oturuyordu. (7) Şerifi görünce:

Arşın: Yaklaşık olarak 68 cm ye eşit olan uzunluk ölçüsü.


-Ya Server! Beri gel, sana bir şey söyleyeceğim, dedi. Şerif:
-Ne diyeceksen (8) söyle, işitelim. Sağır değiliz, dedi. O pir:
-Ya Şerif! Bil ki Rüstem İbn-i Zal, <9) bizim aslımızdandır. Ben, burada
onun hizmetlerini görüyorum. Bundan kuvvetli pehlivan, dünyaya gelmemiştir.
Zira (10) Efrasiyab bile bundan kaçmıştı. İran sultanı Ezhabib (ll) de bundan
korkusuna Veled’e kaçtı. Keyyus, Ahter, Bihter, (l2) Zemin-i Nisan’dan
geldiler, fakat hepsi yenildiler. Zamanında buna (l3) hiç rakip bulunamadı.
Şimdi sensin, dedi. Şerif:
-Ya pir! Benim onun kadar kuvvetli olduğumu nasıl anladın, <l4) dedi. O
pir:
-Şu kapının önündeki sütunu görüyorsun. O, bu sütunu başının (15)
üzerine kaldırabiliyordu.
Şerif o sütunu tuttu, yerinden kaldırdı. [T479] (l) Dizine kadar
kaldırabildi. Geri yerine koydu. O pir güldü:
-Eğer sözümü tutarsan (2) tekrar kuvvetlenirsin. Bu büyük sütunu da
başının üzerine kadar kaldırırsın, dedi. Şerif:
-N asıl(3) yapalım, dedi. O pir:
-Bana secde et. Böylece kuvvetleneceksin, dedi. Şerif:(4)
-Hey pir! İnsanın insana secde etmesi, bizim dinimizde yoktur, dedi. O
pir:
-Ya insan! (5) Şeytan, peygambere niçin secde etmiştir, diye sordu. Şerif:
-O, (6) melek ve şeytana oldu. İnsanoğlu için böyle bir şey söz konusu
değildir, dedi. Pir:
-Emir böyledir, <7) sen secde eyle, dedi. Şerif:
-Sen şeytan olmalısın, dedi. Öfkelenip (8) eline oku aldı. Diledi ki onu
vura. Pir yerinden kayboldu. Şerif tövbe edip:
-Bu lanetlenmiş, fırsatını bulunca insanları doğru yoldan ayırmayı
denemekte, dedi.
Şerif, orada bir süre (10) dinlendi. Bir süre sonra oradan da ayrıldı,
Tataristan’a gitmek üzere yola çıktı. Kıpçak vilayetine (U) geldi. Bezirgân
kılığında vilayeti gezdi. Kıpçak meliki (12) Sermük Han’ın yanma bir kişi geldi:
-Ey han! Şehirde gezen bir fakir gördüm. (l3)0 , Şeriftir, dedi.
Kıpçak’m iki beyi vardı. Onların birisi Müslüman, diğeri (l4) kâfirdi.
Kâfir bey, Şerifin admı duyunca gazaba gelip: <15)
-O sihirbaz buraya da mı geldi, dedi.
Kendi atma bindi, Şerifin olduğu [T480] (1) yere geldi. Şerif, yemek
yiyordu. Askerler gelip etrafını çevirdi. Server, onlarla <2) cenk etmedi.
Döndüler, Şerifi padişahın huzuruna getirdiler. Kıpçak meliki: <3)
-Ey haydut! Sen, bu vilayette hep kargaşa çıkarıyorsun. Sebebi nedir,
dedi. Şerif:<4)
-Hey han! Beni suçlayıp malımı ve rızkımı elimden almak istiyorsun.
Bari (5) bana zulmetme. Malım, sana helal olsun. Canıma kıyma, dedi. Han
merhamete (6) gelip:
-Kimdir, gelip bu dertliyi bize Şeriftir diyen gammaz? Buraya gelsin, (7)
dedi.
O şahıs ileri geldi. Han:
-Bre fesat! Bu garip Şerif Saltık (8) değil imiş, bir bezirgân imiş. Niçin
geldin, “Şerif Saltık’tır.” dedin, diye sordu. O kişi: (9)
-Bu, Şerif Saltık’m kendisidir. Doğrusunu öğrenmek isterseniz eline
şarap veriniz. Eğer içerse değildir, (l0) içmezse odur.
Kıpçak meliki emretti, şarap getirdiler. Şerif e kadeh ile şarap sundular.
(11) Şerif:
-Ben bunu içmem, dedi.
Kıpçak meliki hemen işaret etti. (l2) Tutup bir denize getirdiler. Melik
buyurdu. Denizin içinde (l3> taştan sağlam bir sandık yaptılar. Üstünü ve her
tarafını sağlamlaştırdılar. Üstünden bir (l4) delik açtılar. Şerifi onun içine
koydular. (15) Üstüne su saldılar. Denizin içinde öyle kaldı. Şerifin bütün
mallarım hâzineye [T 481](1) koydular. Oradan ayrılıp gittiler.
Bu tarafta Şerif; on yedi gün o denizde, (2) sandığın içinde yattı. On
sekizinci gün bir balık, diğer bir balığı kovalarken oraya düştü. <3) Kuyruğu ile
çarptı, denizin içindeki sandığa dokundu. Sandığın <4) bir tarafı yıkıldı. Her
tarafındaki taşlar döküldü. Şerif, teşbih duası okurdu. Hemen (5) su üstüne çıktı.
Dalga vurdu, Şerifi dışarı çıkardı. Şerif suda yüzdü. <6)
Bu atasözü meşhurdur, “Yiğitte dört maharetin her biri her an gerektir,(7)
demişler. Ok atmak, yazı yazmak, suda yüzmek, yiğit iken gezmek.” <8) Şerif,
bu dört mahareti de iyi bilirdi. Bir süre yüzdü, yoruldu. Yüzünü göğe (9) tutup:
-İlahi! Ben, zayıf ve çaresiz bir kulum. Benim elimden ne gelir? Hüküm
şenindir. Sen, bana yardım ve inayet eyle. Gücüm ve kuvvetim kalmadı.
Güçsüzlere yardım (ll) eriştiren Sen’sin. Sen’in sevgili peygamberin
Muhammed’in dininin yolunda bunca belaları, sıkıntıları, (12) dertleri ve
meşakkatleri çekmeye razı oldum. Padişahım! Bu zayıf(l3) kulunu esirge, deyip
ağladı.
Tanrı’nın inayetiyle o an bir balık çıkageldi. Şerifi (l4) arkasına aldı,
insan gibi konuşarak:
-Benden korkma! Ben, Yunus Peygember’i (15) kırk gün kamımda
götürdüm, dedi.
Balık, Şerifi arkasına alıp üç gün [T482] (l) gitti. Dördüncü gün bir
kenara çıktı, veda edip gitti. Şerif denizden çıktı, (2) yürüyüverdi. Giderken
yolun kenarında büyük bir kiliseye rastladı. (3) Şerifi bir kâfir gördü:
-Kimsin, diye sordu. Şerif:
-Büyük bir bezirgân idim, gemimiz <4) battı, dedi.
Onlar, Şerife elbise verdiler. Şerif, giyinip oturdu. İçeri kiliseye <5) girdi,
dinlendi. Gece olunca o kilisede bulunan kâfirleri (6) kırdı. Oradan ayrılıp
Kıpçak’ın başkentine gitmek üzere yola çıktı. Gelip o şehre (7) erişti. Orada
büyük bir kilise var idi. Oraya geldi, konakladı. Birkaç gün (8) sonra feryatçılar
geldiler:
-Şerif gelmiş, falan kiliseye girip (9) kilisenin papazlarını kırmış, dediler.
Han bunlara öfkelenip:
-Siz yalan (l0) söylüyorsunuz. Ben, Şerifi öyle bir yere koydum ki
kıyamete kadar oradan çıkamaz. Sandığı (ll) denize attırdım. Sıkıca yaptırdım,
yerleştirdim. O, sandıktan asla çıkamaz, dedi. <l2)
Gece oldu, Şerif yerinden kalktı. Kementle sarayın damına çıktı, (l3) gece
içeri girdi. Hanın bulunduğu odanın kapısına geldi. Şerife bir azim geldi. <l4)
Yürüdü, içeri odasına girdi. Gördü ki han taht üzerinde yatıyor. (l5) Gidip hanın
yanına erişti, hançer ile başını kesip işini bitirdi. [T483] (1) Horultusunu
duydular, yatanlar uyandı. Feryat ettiler. Şerif:
-Sakin (2) olun, yoksa sizleri de öldürürüm, dedi.
Onlar korkularından sustular. Şerif: (3)
-Hanın oğlu nerededir, dedi. Onlar:
-Sarayın falan tarafında, başka bir odası var, dediler.
Şerif <4) yürüdü, oraya vardı. Girdi, yattığı yerde bağladı. Aldı, tahtın
olduğu odaya geldi. Sabah( *olunca kalkıp sarayın damına çıktı, bir nara attı:
-Ey halk! Ben Şerifim. <6>Geldim, hanı öldürdüm. Bana itaat edin, yoksa
sizi kırarım. (7) Hanın oğlu, işte elimde esirdir, dedi.
Halk, feryat edip sarayı ortaya aldılar:
-Sen bizi yalnız başına <8) nasıl kırabilirsin? Biz seni etkisiz hâle getiririz,
deyip yürüdüler.
Orada ne kadar insan varsa Şerifin üzerine üşüştüler. (9) Şerif, bu durumu
görünce Menucher duasını okumaya başladı. Bu sırada <l0) dağ tarafından çok
kalabalık bir İslam ordusu belirdi. Tekbir getirip (ll) halka saldırdılar. Kıpçak
askerleri, canlarının bağışlanmasını (l2> diledi. Şerif onlara fırsat verdi, saray
damından indi. Menucher geldi, <l3) Şerif ile görüştüler. O memleketin
beyliğini, hanın oğluna geri verdi. (l4) Kendinden gaspedilen mal ve eşyaların
tamamını geri aldı. (l5) Ayrıca hanın hâzinesini de aldı. Oradan ayrılıp Çin
askerleriyle birlikte, Deşt [T 4 8 4 ](1) vilayetine gittiler.
Diğer tarafta Deşt hanına:
-Kıpçak’tan bir ordu gelmekte. Gelen ordunun sayısını (2) Allah bilir.
Kimi gökte uçmakta, kimi yerde koşmakta, dediler.
Han korktu, öğrenmek için harekete geçti. (3) Han, uzaktan Şerifi gördü.
O, Menucher ile yürüyordu. Hanın adamları(4' gelip sordular:
-Kimsiniz, dediler. Menucher:
-Şerif Saltık’ın (5) askerleriyiz, dedi.
Han bunu işitince çok mutlu oldu, tacını göğe attı:
-Yedi yıldır onunla (6) görüşememiştim, dedi.
Han ile Şerif buluşup görüştü. Konaklayıp yediler, içtiler. (7> Yedi gün
orada birlikte oturdular. Sekizinci gün veda edip <8' ayrıldılar. Atlarını sürdüler,
Kefe’ye gelip oturdular. Müslümanlar mescide gelip (9) görüştüler. Mir Osman,
Şerife dualar etti. Şerif, hikâyetleri bir bir söyledi. (10) Yazdılar, kitap hâline
getirdiler.
İKİNCİ BÖLÜM

ŞERİF’İN RUM İLİNE GEÇMESİ (n)

Bir gün beyler ve gaziler gelip Şerife:


-Rum kâfirleri, denizden gelerek bizi huzursuz (l2) elti, dediler.
Şerif buyurdu, o yıl gemiler yaptılar, hazır ettiler. Bir yıl gemi yapmakla
meşgul oldular. Bir yıl sonra, <l3) “Büyük gazadır!” deyip yaptıkları gemilere
bindiler, Karadeniz’e girdiler. (14) Sonra Rum iline yöneldiler. Geldiler, bir
kenara çıktılar. Yakın yerde ulu <l5) bir dağ vardı. Adına, Irgac derlerdi. Onun
kenarında bir hisar vardı. [T485] (l) Saznibol derlerdi. Oraya eriştiler, iskele
kurdular. Şerif, gemiye atlılar da koymuştu. (2) Onlarla birlikte bin kişi daha
atlandı, Rum iline girdiler. Her tarafa akın yaptılar. Kâfirleri <3) kırdılar, esir
ettiler. Çok miktarda ganimet malı ile döndüler.
Şerif kaldı. Kılık <4) değiştirip iç ile doğru yürüdü, gezmeye başladı. Her
ta ra fı(5) dolaştı. Kâfirler, şikâyet için İstanbul tekürü Şemun <6>oğlu Şemmas’ın
huzuruna çıktılar. Feryat ettiler:
-Şerif geldi, ordu (7> ile memlekete girdi. Sürekli akın yapmakta. Bize
yardım et, dediler. Şemmas:
-Ey halk! Ben (8) hemen tedbirimi alayım, şehrin surlarını onarıp kendimi
koruyayım. Dışarıyı koruyabilecek gücüm yok. Siz, ne yaparsanız yapın.
Başınızın çaresine bakın. <9) Ben ancak denizden savunma yapabilirim. Benden
size yardım yoktur,(l0) dedi.
Halk, üzgün ve âciz bir biçimde döndü. Edime Meliki Ayamson’un
huzuruna gelip * 11 feryat ettiler:
-Bize yardım et. Biz sana uyarız, dediler.
O, yardım etmeyi kabul etti. Emretti, askerleri (12) Şerifi aramak üzere
yola çıktı. Şerif, An sahrasında otururken çıkageldiler. (l 1 Orada şiddetli bir
savaş yaptılar. Sonunda kâfııler yenilip kaçtılar. Ayamson melikini yakalayıp
<l4) Şerife getirdiler. Şerif; Edirne’ye gitmek üzere yola çıktı, geldi.
Rivayet edenler şöyle anlatır, (l5) Edirne büyük bir kale idi. İçinde büyük
bir kilise vardı. Kâfirler, [T486] (l) uzaktan ve yakından gelip ona her yıl
hürmet ederlerdi. O kale, dü? bir yerde idi. (2) Kenarından büyük bir ırmak
akardı. Bu ırmağa denizden gemiler gelirdi. Gemiler, o kalenin önüne kadar
ulaşırdı. (3) İnsan ve mal getirebilirdi. İki ırmak da gelip bu büyük ırmağa
karışırdı. Birine Ab-ı Tunca, (4) diğerine de Meriç derlerdi. Diğerinin adı ise
Ardıca idi. Bu kalenin (5) üç tarafı batakbk idi. Kamışlar ve sazlar büyümüştü,
otluk olmuştu. (6) Sekiz yerden kapısı vardı. Kapılarının önüne köyler
bulunuyordu.
Şerif, (7) askerlerle birlikte gelirken köprüleri çektiler. Kapıları
sağlamlaştırdılar. Artık oraya kuş bile giremezdi. Kalenin dışında büyük ve
uzun bir taş köprü, (9) ortada geniş bir meydan vardı. Orada çevgan oynarlardı.
Ayrıca at (10) koştururlardı. Köprünün üzerine yüksek bir burç yapmışlardı.
Köprüyü o burcun üzerinden (U) beklerlerdi. Köprünün öte tarafında, büyük bir
kilise vardı. (12) Ayamson’un kendisi, orada otururdu. Suyun üstü idi. Oradan su
(13) taşkın akardı. Geçemediler, gaziler âciz kaldılar. Şerif, kaleye karşı durup:
( 14)

-Ey kâfirler! Ya kaleyi teslim edersiniz ya da beyiniz Ayamson’u


boğazından asarım, dedi. <15) O kâfirler:
-Ayamson da kimdir? Bu hisarda beylerin hükmü yoktur. Her kim burada
bey [T487] (1) olursa tahtta o oturur. Hisarda, üç yerde büyük (2) kilise vardır.
Her kim onlara bey olursa, varoşuna o hükmeder. (3) Gidin, o şehri alın. O,
bizim şehrimiz değildir, dediler. Şerif, Ayamson’a: (4)
-Bu şehri bize ver, seni azat edeyim, dedi. Ayamson:
-Oğlum orada <5) beydir, o bilir, dedi.
Şerif, Ayamson’un oğluna adam gönderdi. Şehri ve kaleyi<6) istedi. Lain,
pek dikkate almayıp o adamı öldürdü. Şerif sabretti, (7) tekrar sefere çıktı. Bin
kişilik bir ordu ile yoluna devam etti. Sonra Feriban iline indi. (8) Orada bir
hisar vardı. Adına, Üsküp derlerdi. Oraya varıncaya kadar geçtikleri her yeri
yağmaladılar. <9) Üsküp’e erişince Ayamson, Şerife:
-Ya Şerif! (10) Bu şehrin beyi, benim kardeşimin oğludur. Beni buna satın,
dedi.
Şerif razı oldu. (ll) Beye, Ayadimitri derlerdi. Adam görevlendirdiler.
Sekiz bin <l2) fıloriye Ayamson’u sattılar. Şerif, oradan Kaysun’a gitmek üzere
yola çıktı. Kaysun kâfirleri, (13) Şerifin geldiğini işitince kaleye girdiler. Şerif,
oranın çevresini yağmalayıp yoluna <14) devam etti.
Diğer tarafta Ayamson ve Ayadimitri, ikisi bir yere gelip şenlikler
yaptılar. Kaleden dışarıda bir kilise vardı, oraya geldiler. Yediler, içtiler. Üç
gün ziyafet verdiler. [T488] (l) Şerif, onların eğlendiğini işitip geri döndü. Gece
yarısı basıp ikisini (2) birden yakaladı, esir etti:
-Hemen kaleyi verin, yoksa sizi (3) öldürürüm, dedi. Onlar, Şerifin
korkusundan:
-Bizi kalenin yanına götür,(4) dediler.
Şerif, onları kalenin yanına getirdi. Ayadimitri, oğluna söyledi. Afahlon
aşağı indi, kalenin anahtarlarını teslim etti. Kale, Müslümanların oldu.
Müslümanlar, kalenin içine girdiler. Şerif:
-Ya Ayadimitri! (6) Senden bir isteğim daha var. Gel, sen bana kardeş ol.
Müslüman olup <7) iman getir, dedi. O bey, Ayamson’a baktı:
-Sen ne dersin, diye sordu. Ayamson: (8)
-Bundan böyle imana gelmeyince bize huzur yok, dedi.
Hemen imana <9) geldiler. Şerif, Ayadimitri’ye Ali; Ayamson’a ise
Ahmed adım verdi. (10) Onların burunlarını ve kulaklarını kesmişti. Dua etti,
tekrar sağlıklı hâle geldiler. (U) Bu durumda itikatları bir daha arttı. Server,
Ayamson’a (l2) saygı gösterdi.
Rivayet edenler şöyle anlatır; Server, Ayamson’un burnunu ve kulağım
kesmemişti, (13) çizmişti. Bunu; canı acısın, kam yüzüne bulaşsın, korksun diye
yapmıştı. (l4) Mert bir yiğit olduğu için kıyamadı. Ayamson imana geldi. Şerif
ona, Ahmed adını verdi. (l5) Ahmed’i kendi yanına alıp yola çıktı. Üç yüz
kişiyle Ali’yi [T489] (1) orada bıraktı. Ahmed’i yanından hiç ayırmazdı. Bir
süre sonra <2) Dobruç iline ulaştılar. Bir yer bulup konakladılar. Oranın bir beyi
vardı, Minas derlerdi. (3) Minas, Şerifi karşılayıp ziyafet verdi:
-Ya Server! Hoş geldin. Eğer bizim üstümüzdeki belayı def edersen biz
de senin (4) dinine gireriz, dedi. Şerif:
-Nedir (5) o bela? Söyleyiniz, görelim. Hayır olacağını umuyorum, dedi.
Minas:
-Ya Server! İlimizde büyük bir (6) ejderha peyda oldu. Boyu yirmi yedi
arşın vardır. O ejderha, vilayetimizin <7) içine yerleşti. Eğer bu yılanı öldürüp
bizi kurtarırsan<8) hepimiz imana gelip Müslüman oluruz, dedi. Şerif:
-Allahuteala yardım ederse onu (9) öldüreyim, deyip yerinden kalktı.
O dedikleri yere geldiler. Bu büyük yılanı <l0) gördüler. Şerif:
-Buna maharet gerektir, dedi. O bey:
-Server! Bin <n) türlü maharet gösterdik. Bir çaresini bulup öldüremedik,
dedi.
Şerif buyurdu, dört tekerlekli bir araba yaptılar. (l2) Bir tarafına kapı
açtılar. Üzerini ev gibi örttüler. Şerif, içine girip okunu (l3> ve yayını eline aldı.
Yüksek bir yere çıktı. Arabayı aşağıya doğru yılanın üzerine saldılar. (l4) Yılana
yaklaştı. O ejderha haykırıp, Şerife (l5) karşı gelip, ağzını açıp durdu. Server o
kapıyı açtı, yılana bir ok [T490] (1) attı. Yılan, yaralanınca canının acısından
kendini yere vurdu. Şerif, (2) hemen bir daha vurdu. Yılan iki okta öldü, can
verdi. Şerif(3) dışarı çıktı, bir ok daha vurdu. O canavar tekrar hamle yaptı. Bu
kere Server, kılıç ile (4) öyle vurdu ki iki parça oldu. Bir kılıç darbesinde ikiye
bölünüp yarıldı. Oraya, <5) Kulfer adı verdiler. Server buyurdu, o canavarın
derisini soydular, içini doldurdular. (6)
Orada bir kilise vardı, onu zaviye hâline getirdiler. O zaviye, hâlâ durur.
Şerif asasını (7) attı, bir taşa mıhladı. Dibinden bir su çıkıp akmaya başladı.
Buradaki kilise (8) zaviye oldu. Şimdi de zaviyedir. Yılanı, bu olay unutulmasın
diye orada bıraktılar. (9) O bey, çevrede yaşayan halk ile birlikte gelip
Müslüman oldu. Server, onları hoş karşıladı. (10) O beyin adını, İshak koydular.
Oradan tekrar Tuna’ya yöneldiler.
Bir süre sonra,(ll> Tolcan denilen yere ulaştılar. Tuna’nın üstü idi. Orada
yaşayanlar, Server’e dost idiler. Denizin diğer sahilinden onların üzerine (12)
kâfirler gelip hücum eylemişler. Ne kadar gemileri varsa hepsini<l3) yakmışlar.
Server gemileri bulamayınca yüksek bir yere çıktı, nara attı. (l4) Sonra karşıya
uçtu. Öte kenara yetişemedi. Tam suya düşmek üzereydi. (l;>) Tanrı, su içinden
bir taşa emretti. Taş dışarı çıktı, ayağının altında durdu. [T 4 9 1 ](1)
Server indi, o taşa bastı. Oradan bir adım daha atıp öte kenardaki karaya
sıçradı. (2) Kâfirler bu hâli, bu heybeti, kerameti gördüler. Duramayıp kaçtılar,
dağıldılar. (3) Şerifin bu mahareti, âlemde meşhur oldu. O taş da hâlâ durur.
Sipsivri (4) bir taştır. Orayı halk bilir.
Seyyid, suyu tekrar beri geçti, Baba’ya gelip bir süre (5) orada dinlendi.
Oradan da geri Dobruc’a geldi. Müslüman olan melikler ile sohbet etti. <6)
Seyyid’in bu bölgede beyliğe koyduğu adamın sayısı, yaklaşık yüz<7) idi.
Şerif, oradan da ayrılıp gitti. Bir süre sonra Edime Kale’sine erişti.
Kâfirler (8) o gün panayıra çıkmışlardı, kırda yiyip içerlerdi. Ahmed:
-Ya Şerif! Bu kavim yiyip (9) içmekte. Ne olur ne olmaz, tedbir alalım.
Eğer kabul edersen bana yüz kişi ver, kâfir elbiseleri <10) giysinler. Şehre
girelim. Gece kâfirler sarhoş olunca kapıya gelip açalım, (ll> size haber verelim,
dedi.
Ahmed’in sözünü Seyyid kabul etti, ona yüz adam verdi. Gidip (,2) kâfir
elbiseleri giydiler, birer ikişer kaleye girdiler. Bir yerde gizlendiler. ( 3) Ahmed,
orada gece oluncaya kadar sabretti. Gece olunca kalktı. O yüz kişi, kalenin (l4)
kule kapısına geldiler. Sonra kapının kilidini kırıp dışarı çıktılar.
Şerif, (15) beş yüz kişi ile şehre girdi. Yer yer nara atıp kâfirlere hücum
ettiler. [T492] (1) Büyük kilisenin içindeki ruhbanları kırdılar, kaleyi aldılar. (2)
Yukarı ve yüksek burca, Şerifin ak sancağını diktiler.
Dışarıda olan kâfirler bunu <3) gördüler. Suyun karşısındaki şehirde feryat
ve figan koptu. Beyleri (4) Yorgiyan, askerlere kaleyi kuşatmaları için emir
verdi. Vezir bırakmadı: (5)
-Deli misin? Tekür bununla başa çıkamadı, sen başına bela mı arıyorsun,
dedi. (6) Yorgiyan:
-Peki, nasıl edelim, dedi. Vezir:
-En iyisi, barış yapmaktır. Bu kale onun (7) olsun, şehir de bizim olsun.
Haraç verelim. Yoksa dünya halkı bundan âcizdir, dedi. <8)
Bu sözle Şerife gelip barış yaptılar. Sudan berisi Şerifin, ö te si<9> onların
oldu. Kâfirler hem haraç verdi, hem de bir bir gidip o büyük kiliseyi dışarıdan
ziyaret(10> ettiler.
Şerif, bu barışa razı olup Müslümanları oraya yerleştirdi. Sonra o büyük
kiliseyi, (ll) cami yaptılar. Namazı orada kıldılar. Ayrıca cami mihrabının
duvarının ardına, zaviye (12) inşa ettiler. Server ne zaman gelse orada
konaklardı, makamı idi.
Server tekrar kalktı, (13) yüz kişi ile yola çıktı. Orada, Beravti adı ile
bilinen bir kale vardı. Oraya vardılar. <14) Onun tekürünü de haraca kestiler.
Haraca razı olunca barış yaptılar.
Şerif, yalnız başına (15) oradan ayrıldı. Bir kaleye rastladı. Önünde, bir
kilise vardı. [T493] (l) Onun içinde kırk rahip oturuyordu. Mumlar yakmışlar,
küfürlerini yapıyorlardı. (2) Şerif kapının önüne gelince onlar, Şerifi tanıdılar.
Kapıya gelip saygı gösterdiler. (3) Şerif, atından inip içeri girdi. Yaşlı bir büyük
papaz, Ş e r ifi(4) karşılayıp:
-Ya Server! Hoş geldiniz, dedi.
Elinde bir kap, buhurlar eyledi. Şerif: (5)
-Bu mumlan gündüz niçin yakarsın, dedi. O:
-Mesih mumu, gündüz yanar, dedi. Şerif: <6)
-Ben de bir mum yakayım. Muhammed mumu olsun, ta kıyamete kadar
yansın. (7) Gece gündüz hiç sönmesin. Nice gazilerin canı, ona pervane olsun.
Yalnız siz (8) ihmal edip yağını eksik bırakmayın. Fitile gerek olmasın. (9) Bu
diyara, Sünni ve adil padişahlar hükmetsin. Bu, onların devletinin mumudur.
(10) Bu yandıkça onlar mutlu olsunlar, dedi. O rahipler: (ll)
-Eğer sen o mumu yakarsan biz Müslüman olalım, dediler. Şerif:
-Gece rüyamda (12) Muhammed Mustafa’yı gördüm, bana sizleri gösterdi
ve (l3) “İslamın mumunu orada yak! Bundan böyle Rum, İslam ile dolacaktır.”
(I4) dedi. Buraya onun için geldim. Orada bulunan ruhbanlar:
-Saddak, dediler. Onlar: <15)
-Biz de düşümüzde Peygamber’i gördük, “Oğlum Şerif geliyor, iman
getirin. [T494] (l) Burası ocak olacak. Hem oğlumun yeri ve kabri burada.”
dedi. Evlat! Eğer inanmazsan bu rüyayı beyimiz (2) İstefan da görmüştür.
“Üçüncü gün Şerif gelecek.”, dedi. İşte geldiniz. (3)
Gidip İstefan’a haber verdiler. O bey yürüyerek geldi, Şerifin <4) ayağına
düştü. İmana geldi. Şerif ona, İsmail adını verdi. O papazlar:( )
-Biz de iman getirelim, lâkin o mumu yakın görelim, dediler.
Şerif, o ruhbanın (6) kabıyla yağ koydu. Kafta yakalayıp öldürdüğü
Semender derisinden (7) bir fitil yaptı. Salavat getirerek mübarek eli ile yaktı.
Kilisenin (8) sağ tarafındaki sofasına dikip bıraktı. Üç gün yandı. Ruhbanlar (9)
pek aldırmadı. Şerif:
-Ya ruhbanlar! İman getirin. Ruhbanlar: (10)
-Bekleyelim, belki de söner, dediler.
İsmail adlı bey, hemen yerinden kalkıp: (1^
-Sizi hep kırarım. İster yansın, isterse sönsün. Biz, Allah hazretine ve
Resul’üne (12) iman getirdik. Bir muma getirmedik, dedi.
İsmail, kılıcını eline aldı. Ruhbanlar hemen (13) hep birlikte iman
getirdiler, Müslüman oldular. O kiliseyi, cami hâline getirdiler. Bu camide
nam az(14) kıldılar. İsmail, Şerif e:
-Benim güzel bir kızım var. Onunla evlenmem istiyorum, dedi.
O (15) kızın adı, Gülçehre idi. Şerif de razı oldu. Gülçehre’yi nikâhla
[T495] (l) Şerife verdiler. Şerif, kırk gün orada oturdu. Sonra İsmail’e ve
onlara veda edip (2) İstanbul’a gitmek üzere yola çıktı.
O günlerde, İstanbul’un kapısını dikkatli beklerlerdi. (3) Şerifin
geleceğini anladılar. Kapıları kapatıp burca çıktılar, Şerife ok yağdırdılar. Üç
gün (4) batı kapısında cenk etti. Gördü ki çare yok, geri döndü. <5)Urgaç Dağı’na
girdi. Müslümanlar, denizde gemilerle her tarafta gaza ederlerdi. <6) Şerifi
gördüler, karşılayıp gemilere aldılar. Gemilerdeki askerler tekrar toplanıp (7)
Haynup’a yani Sinop’a gitmek üzere hareket ettiler. Karaya çıkıp konakladılar.
Sonra kaleyi kuşattılar. <8) O kalenin beyi dışarı gelip askerleriyle saf bağladı,
meydanı tuttular. Kendisi, (9) Nuşinrevan neslinden idi. Meydana girip çağırdı:
( 10)

-Şerifin kendisi gelsin, cenk edelim, dedi. Hem de dediği gibi oldu.
Şerif, (11) meydana girdi. O meliki kuşağından tutup sancak dibine
götürdü. <l2> Eline kılıcı alıp atını, askerlerin üzerine sürdü. Askerler hep birlikte
3) atlarından indiler, başlarım açıp canlarının bağışlanmasını dilediler. Şerif,
onları bağışladı. Girip (14) şehri fethettiler. Mescitleri kiliseye dönüştürdüler.
Başka mescitler de inşa ettiler. (l5) Çıkıp ezan okudular ve namaz kıldılar. Şerif,
beyi dine davet etti. [T496] (l) Bey, iman getirmedi. Kast etti ki Şerifi öldüre.
Gördü k i (2) ölecek. Kılıç korkusundan iman getirdi. Şerif:
-Neden önce imana gelmedin, direndin, diye sordu. O <3)bey:
-Ya Server! Sünnet olmaktan korktum. Şimdi bu iş, baş b elası(4) olacak.
Onu unuttum. Şerif gülüp:
-Cehennem korkusundan korkmazlar, <5) ölüm acısından korkarlar. Ama
Tanrı, müminlere can acısını asla (6) göstermez. Ölümleri uykuya dalar gibi
olur, dedi.
Haynup, tekrar (7) İslam toprağı oldu. Ama gaziler, Kefe’den gelmediler.
O şehri geri o beye verdiler. (8) Adına, Melik Ali İbn-i Candar dediler.
Bu tarafta raviler şöyle anlatırlar, (9) Sinop’ta Seyyid’i deniz kenarında
abdest almak için bir yeri vardı. Her zaman (l0) oraya giderdi. Şimdiki hâlde her
kim oraya giderse ve orada elini suya (ll) sokarsa yarasından dışarı kurtçuklar
çıkar, geçip gider. <l2) Orada her kim kuma girip yatarsa sızısı gider. Ayrıca
Boztepe’de bir pınar (13) var. Onun suyunu içen yürek ağrısından kurtulur.
Orada daha çok (l4) velayetler bulunmakta. Meşhurdur, bilenler bilir.
Bu tarafta, Şerifin denizde cenk ettiğini (l5) işittiler. Diğer tarafta tekür;
Frengistan’a, Felyon’a mektuplar gönderip yardım istedi. [T497] (1) Felyon,
Müslüman idi, mektubu görmezden geldi. Frenk’te bir bey vardı. O,
Francese’de (2) padişah olmuştu. Henüz genç idi. Adına, Minhal-i Mesturi
derlerdi. (3) O köpeğe, tekürün feryatnamesi yetişti. O mektubu okuyunca
öfkelendi: (4)
-Hemen asker toplayın. Türklerin üzerine, Şam şehrine çıkacağım, dedi.
Vezirler (5) nasihat ettiler, fakat ikna edemediler. Emretti, dört yüz parça
gemi hazırladılar. (6) Diğer Frenklerden de asker aldılar. Gemilere üç yüz bin
Frenk koyup Trablus’a (7) gittiler. Geldiler, o kaleye çıkıp üşüştüler.
Müslümanlar, elçi (8> saldılar. Sultan İzzeddin hasta idi, vezirini gönderdi. Şerif,
(9) bunu işitince Anka kuşu gibi ata bindi. Sivas’a gitmek üzere yola çıktı.
Şerif, Sivas’a <l0) geldi. Köle Yusuf, Seyyid’in geldiğini işitip geldi. Ona
hizmet etti. Başkası gelmedi.<n) Oradan Trablus’a gitmek üzere ikisi yola çıktı.
Sivas’tan çıkıp (l2) Trablus’a ulaştılar. Gördüler ki kâfirler, Müslümanları
ortaya almış. Şerif; Ankabil’i (l3) Yusuf a verdi, kendisi yürüdü. Askerlerin
ortasına girip Minhal-ı (l4) Mesturi’yi aramaya başladı. O lain, kaleye karşı
durmuş cenk ederdi. (15) Şerif yakınlaşınca bir kez nara attı. Meluna kılıç çaldı,
rast getiremedi. [T498] (l) Fakat onu omzundan yaraladı. Kâfirler, Şerifin
üzerine üşüştüler. Şerif, çok şiddetli bir cenk yaptı.
Savaşta Muattarin (2) yenildi. Malik-i Bahr’a yeşil kanatlı, kamı kızıl bir
at vermişti. Onun adı, Semendersebz idi. Şerif bu atı, ona (3) emanet olarak
bırakmıştı. Aradan uzun zaman geçtitiği için atı emanet bıraktığı aklına
gelmedi. Deniz kenarına gelince (4)bir kez nara atıp:
-Ya Malik-i Bahr! Sana emanet verdiğim atı getir, dedi.
Seyyid <5) gördü ki deniz içinden çok sayıda atlı, zırh silahlarını giyinmiş
bir biçimde çıkageldi. (6) Yeşil kanatlı atı getirdiler, Şerife çekiverdiler. Malik-
i Bahr, Şerif ile görüştü. Server, <7) o ata bindi. O ordu ile kâfirler savaştı. Çok
şiddetli bir cenk oldu. Kâfirleri (8) yenip kırdılar. Hiçbir geminin denize
açılmasına izin vermediler. Çok sayıda kâfiri esir edip malını, rızkını (9) ve
eşyalarını aldılar. O melunu tuttular, derisini yüzdüler. Minhal-i Mestur’un (l0)
derisine saman koydular, Trablus burcunda astılar. Server, ganimet malından
(11) sultana gönderdi. Şerif, bu fethi yaptıktan sonra geri sultanın huzuruna
döndü. (l2)
Haber yetişti ki “Sultan İzzeddin vefat etti. Oğlu, Konya’da tahta oturdu,
(l3) Konya’yı başkent yaptı.” dediler. Şerif, Sultan Alaeddin’in (14) yanma geldi.
Beyleri, ağaları gelip karşıladılar. Şehre getirip ziyafet (l5) verdiler. Şerif, bir
süre orada dinlendi. Sonra [T499] (l) kalktı, Anadolu’yu gezmek üzere yollara
düştü. Bir yere erişti. Bir kâfirin eşi, (2) Seyyid’i karşılayıp saygı gösterdi:
-Ya Şerif! Senden ben bir keramet istiyorum. <3) Ne zaman ucuzluk olursa
bana malum olsun. Her ne zaman kıtlık olacaksa belli olsun. Ben de (4)
Müslüman olayım, sana inanayım, dedi. Şerif:
-Ne zaman kıtlık olacaksa elin (5) günlerce açılmasın. Ne zaman ucuzluk
olacaksa avucun ve parmakların acısın. Hatun (6) bu sözü işitince Şerif e:
-Ya Server! Benim senden isteğim yerine geldi. Artık (7) Müslüman
olmama gerek kalmadı, dedi. Şerif öfkelendi:
-Tanrı’dan kork. Sözünden dönme. Yoksa <8) seni çarpar, ayrıca taş eder,
dedi. Kadın:
-Söyle! Eğer senin Tanrı’n kadir ise beni taş etsin,(9) göreyim, dedi.
Server onu işitti, elini kaldırdı, dudaklarını kımıldattı. Tanrı’nın emriyle
o kadın (10) hemen taş oldu, yere battı. Bir kolu dışarda kaldı. Bundan sonra ne
zaman <u) ucuzluk olacaksa parmaklarını açtı, kıtlık olacağı zaman elini kapattı.
Bu nişan, meşhurdur. <12)
Şerif oradan ayrıldı, bir yere geldi. Bir çoban koyunları ile karşılamaya
geldi. Çoban:
-Ya sihirbaz! Benim kız kardeşimi sen taş ettin. Eğer yiğit isen beni de
taş e t,<14) dedi.
Seyyid, çobanın sözlerini ciddiye almayıp biraz gitti. Çoban, Şerifin
ardınca sapanla taşlar attı. <15) Şerif hazreti, bir vakit ejderha öldürmüş idi.
[T500] (1)0 canavarın nefesinden bayılmıştı. Onun gibi tekrar bayıldı. Bir kez:
-Ya Hızır, dedi.
O saat, (2) Hızır Peygamber yetişip geldi. Şerifi oradan alıp çıkardı,
uzaklaştırdı. Şerifin aklı <3) başına gelince Hızır Peygamber bir kılıç sundu. O
kılıç, ağaçtan idi. Fakat gücü demir gibiydi. Hızır peygamber: (4)
-Bu kılıç, Resul hazretinindir. Sana gönderildi, dedi.
Şerif (5) alıp oııu saygı ile sakladı. Hurma ağacından idi. Onunla taşa
çalsa ikiye (6) bölerdi. Her zaman yanında gezdirildi. Şerif; o kılıç ile ev gibi bir
taşa çaldı,(7) iki parçaya böldü. Sonra:
-Dönüp git ya melun, dedi. O çoban:
-Gitmem! Yiğit isen (8) beni de taş et, deyip küfretmeye başladı.
Seyyid söyler, <9) “Gönlümden bu geçti ki, ya Tanrı’m! Senin Habib’ine
bu lain, dil uzatır. Habib’in <l0) aşkına, buna kendini bildir.” dedim. Bu
gönlümden geçtikten sonra gördüm ki o lanetlenmiş çoban, koyunları ve itleri
ile ( 1 durduğu yerde taş oldu. Kâfirler onu görüp feryat etti: (12)
-Yardım et ya Saltık, dediler.
Saltık Gazi anlatır, gördük ki o da taş oldu. Şaşkınlık ve hayret (13)
makamında dururken bir ses geldi, “Kim benim dostlarıma kötü davranırsa ben,
onu taş (14) ederim. Her kim böyle ederse sen de dua et, taş olsunlar. Tanrı’nın
rızasını (15) bulasın.” dedi. Bu durumda iken cana can katicı sesi işittim, secde
ettim. Tanrı’ya dua ettim, [T502] (l)der.
Şerif, oradan ayrılarak deniz kenarına ulaştı. Bir tekkeye geldi. Gördü ki
<2) üç derviş oturuyor. Şerifi görünce ayağa kalktılar, karşılayıp elini öptüler. (3)
Onlar, daha önce Şerif ile çok uzun süre kalmışlar, birlikte gazalar etmişlerdi.
Sonra da gidip (4) bir yerde oturmuşlardı, ibadet ile meşgul olmuşlardı. Birine
Büyük Baba, (5) birine Ortanca Baba, birine de Küçük Baba derlerdi. (6) Şerifi
karşıladılar, konuk ettiler, doyurdular.
Şerif, kırk gün orada durdu. Onlarla sohbet <7) etti. Daha sonra geri
Sinop’a döndü. O üç dervişi de yanında getirdi, yoldaş oldular. (8)Bir süre sonra
Karadeniz’in kenarına geldiler. Kenarda, bir kâfir gemisi duruyordu. Şerifi
görünce t9) hemen geldiler, yelken açıp kaçtılar. Server işaret etti, gemi çark
gibi (10) dönmeye başladı. Kâfirler feryat edip af dilediler. Server onlara izin (ll)
verdi, gittiler.
Bu tarafta, onlar da deniz kenarında kalmadılar. O üç derviş, Şerife: (l2)
-Ya Server! Bize bu gemi lazım idi. Niçin koyverdin, dedi. Şerif:
-Bize bir kişi (l3) lazım. Sabredin, gemisiz de geçeriz, dedi.
Sözü tamam olmadan karşıdan bir derviş gelip <l4) selam verdi. Şerif,
selamı alıp:
-Dediğim kişi işte geldi, dedi. (15>
Oturdular, bir müddet sohbet ettiler. Dervişler:
-Server! Biz seninle [T502] (1) Rum’a geçmek, gaza yapmak istiyoruz,
dediler.
Şerif kabul etti. Sonra ayağa kalktı, (2) sırtındaki keçesini çıkardı, denize
bıraktı. Keçe suya batmadı. (3) O dervişlere:
-Babalarım! Bu keçe suya batmaz. İsterseniz bunun üstünde durarak
denizi geçebiliriz, dedi. Onlar: ( 1
-Evet, isteriz, dediler. Server:
-Ben, “Allah!” diyeyim. Sizler de “ya Baba!” deyiniz. Zira sizler, (5)bana
yetiştiniz. Ben, Allahutealaya yakınlık derecesiyle yetiştim. Nitekim Tanrı, (6)
Kelam-ı Kadim’de şöyle buyurur, “Ve nahnü akrebi!ileyhi min habli’l-verfd. ”
* Şimdi ben de size bu hususta aracı(7) olayım, dedi.
Dervişler razı oldu. Beşi de keçe üzerine bindiler, batmayıp (8) gittiler.
Biraz yer gittiler. Sonra gelen dervişin aklına bir şey geldi, “Biz niçin (9)
‘Allah!’ demiyoruz. Bizim derecemiz bu sözü söylememize engel değil. Hak

Kur’an, Kâf suresi, 16. ayet: “Şüphesiz biz ona şah damarından daha yakınız.”
yanmda herkes <10) birdir, fark nedir?” dedi. “Baba” demeyip “Allah, Allah!”
dedi.
En ortada olan (ll) derviş oturmuştu. Hemen keçenin bir yanı suya battı.
Derviş de suya batmaya (12) başladı. Su boğazına kadar geldi. Baktı ki hakikaten
boğuluyor:
-İm dat(13) batacağım, diye çağırdı. Server:
-“Babacığım!” de ki kurtulasın, dedi. (14)
Üç derviş bunu gördü, “Babacığım!” diye çağırıştılar. O derviş [T 503](1)
de “Baba!” dedi. Server mübarek elini sundu. Derviş de sudan çıkarıp elini
uzattı. (2) Yedi günlük yer geldiler. Şerif, dervişe:
-Burada otur, dedi.
(3) Derviş orada kaldı. “Atacığım!” dediği için onun adma, “Ata Baba”
dediler. Server w üç derviş ile yürüdü, denizi geçti. Bir yere çıktılar. Orada bir
rahip oturuyordu. Adına, <5) Kiügrad derlerdi. Orası, bu rahibin adı ile anılırdı.
Dobruc (5) iline yakın idi. Bu rahip, sihir ve riyazatla dağdan dağa uçardı.
Nereye (7) istese giderdi. Şerifin ejderha öldürdüğünü işitmişti. (8) Bir sürü
domuzu vardı. Bir Rum karısı, Şerifin denizden <9) gelip çıktığını gördü. Şerifi
tanıdı, koşarak gelip çağırdı: (10)
-Bre cazu! Buraya geri mi geldin? Şimdi seni sihir ile taş edeyim. Halkı
(l,) şerrinden kurtarayım, dedi. Başmı açıp sihir yapmakla meşgul oldu.
Server ona (12) yaklaştı. Dua-yi Seyf i bir kez okudu, üfürdü. Domuzları
ile (13) taş oldular. Elindeki ip eğirceği bile taş oldu. Kâfirler bu durumu (l4)
gördü. Kiligrad, uzak bir yerde idi.Haber ulaştırdılar. Öfkelenip Şerifin
[T504] (1) yanma geldi. O sırada Server, bir ağacm dibinde dervişlerle yemek
yiyordu. Bir alay kâfir ile yetişip geldi. <2) Server, ağaç kılıcını çıkarıp ileri
yürüdü. Kiligrad, onu (3) görünce güldü:
-Bu Saltık, bir deli Türk imiş. Halkı korkuturmuş. Bunun (4) kılıcı bile
ağaçtan. Bu ne yapabilir ki, dedi.
Server bunu işitti. Derede bulunan ve on kişinin (5) kucaklayamadığı bir
ağaca, “Muhammed!” deyip öyle çaldı ki ağaç, hıyar gibi iki parçaya bölündü.
Kiligrad, parm ak<6)ısırdı:
-Ya Saltık! Usta sihirbazsın. Seni bize anlatmışlardı. (7) Eğer beklersen
ben seni bir yana edeyim, dedi. Şerif:
-Ya rahip! Ben sihirbaz değilim. Bu, velayettir. (8) Bizim
Peygamber’imizin mucizesidir, dedi. Rahip:
-Sen sihirbaz değil misin, dedi. Şerif:
-Hayır, değilim, dedi. (9) Kiligrad lain:
-Gel beri. Bir kazana ben gireyim, bir kazana sen gir. İçine (l0) su
doldursunlar. Altma ateş yakıp üstüne otursunlar. Hangimiz yanmazsa (ll> o
velidir. Halkın şüphesi kalmasın. Ben bir iki kere girdim, yanmadım. Şimdi de
girerim. (12) Buna ne dersin, dedi.
Server razı oldu. Hemen kazan getirdiler, iki saç ayak üzerine (13)
koydular. İçini su ile doldurdular. Şerif birine girdi, oturdu. Üstüne <l4) demir
kapak vurup sağlamlaştırdılar. Birine de o rahip girdi.
Bazıları şöyle anlatır, (l5) ikisi bir kazana girdiler. Sonra Şerif, rahibin
serçe parmağını avucuna almış olarak çıktı. [T 505](1)
Server çağırdı, o üç dervişe dedi ki:
-Sizler, kazanın altına ateş atın. (2) Hem de bu bir avuç toprağı rahibin
kazanına tutun, bırakın, deyip verdi.
Toprağı alıp (3) papazın kazanma döktüler. Hemen rahibin kazanını
sağlamlaştırdılar. Kapağını (4) kapattılar. Altına ateş attılar, odun yığıp ateşi
çoğalttılar. Çevrede yaşayan kâfirler, <5) seyretmeye geldi. Bir gün, bir gece
kaynattılar. Ateş yanıp kazan kaynadı. (6) Rahip, feryat ve figan etmeye başladı:
-İmdat! Beni çıkarın. Piştim, öldüm, yahni (7) oldum, dedi. Şerif, kazanın
içinden çağırdı:
-Çıkarmayın. Yoksa çıkarım hepinizi (8) kırarım, tepelerim, dedi.
Bu kâfirler, Şeriften korktukları için (9> rahibi çıkaramadılar. Keşişin sesi
çıkmaz oldu, sesi kesildi. Sabah oldu, (10) kazanları açtılar. Şerif, kazanın
içinden sağ ve selamet dışarı çıktı. (ll) Bir kılına bile zarar gelmemiş. Saklayan,
bekleyen Allah’tır. Fakat tomurcuk tomurcuk terlemişti. Rahip, (l2) öyle
pişmişti ki domuz yahnisine dönmüştü. Baş, ayak ve kol birbirinden (l3)
ayrılmıştı. Hamura benzemişti. Rahibin yanmış serçe parmağı; Server’in
elinde, avucunun içindeydi. (l4) Kâfirlerin her birine gösterdi. Kâfirler, onu
görünce Seyyid’in ayağına düştüler. (l5) Pek çoğu, Müslüman oldu. Geride
kalanlar da haraca razı oldular, Şerife muhabbet [T 5 0 6 ] (1) duydular:
-Doğrudur! Bu kişi velidir, dediler. Kâfirler, kurbanlarını bu tekkeye
getirdiler. Seyyid’in bu velayeti, âleme yayıldı.
Server oradan ayrıldı. Dervişlerle (3) ulu bir pınara geldiler, konakladılar.
Pınarın suyu, acı idi. Şerif, o suyun içine ağzının barını bıraktı. Su, şekerden (4)
tatlı oldu. Şimdi ona, Baba Pınarı derler. Server, orada dururken (5) bir de kavak
dikti. Şimdi hâlâ durur. O kavağı, on kişi kucaklayamaz. Baba (6) Kavağı derler,
meşhurdur. Misafirler ve seyyahlar bilirler.
Seyyid, bir süre orada konakladı. (7) Orada da bir rahip vardı. Şerifin
geldiğini işittiler, (8) gelip Server’i ok yağmuruna tuttular. Server, o anda namaz
(9) kılıyordu. Namazı bitirdi, onları gördü, öfkelendi:
-Ey kâfirler! (1<)) Yılan, adamı su içerken sokmaz. Namaz kılarken ve
uyurken de dokunmaz. Sizler (11) niçin böyle yolsuzluk yapıyorsunuz? Şimdi
elimden nasıl kurtulacaksınız? İnşallah kurursunuz, (12) dedi.
Raviler rivayet ederler ki Şerifin (13) üzerine varan kaç kâfir varsa hepsi,
helak olup kurudu. Şimdi hâlâ, büyük (14) bir bodrum içinde yatarlar. Seyyid’in
bu velayeti de meşhur olup yayıldı. <l5)
Server oradan da ayrıldı. Bir kiliseye yakın yere gelip yakınına
konakladılar. Gece [T507] (,) kulak verdiler. Gördüler ki içine kâfirler
toplanmış. Bir rahip <2) kürsüye çıkmış, bunlara nasihat eder. Rahibin adına,
Deynos derlerdi. (3> O:
-Ey Mesih kavmi! Bilmiş okın ki bu Saltık, cazudur. Hilebaz ve
dolandırıcıdır. (4)Ayrıca hem de yalancıdır. Türlü türlü şekle ve surete girer.
Asla (5) kimse bununla başa çıkamaz. Ona düşman olmayalım. Gökten inmiş bir
kazadır. Mesih,(6) bizi onun şerrinden korusun, dedi.
Şerif, hemen içeri girdi. Karanlık bir yerde durdu,<7) göremediler. Papaz
devam etti:
-Ya kavim! Bu Saltık, Mesih ümmetinden o kadar adam kırmıştır <8) ki
hesabını ancak Mesih bilir, dedi.
Şerif, ileri varıp kürsüye yakın yerde durdu. (9) Papaz, tekrar başlayıp:
-Bu Türkler, gelip bu eziyetleri bize ettiler. Fakat hep yalan (l0) ve hile ile
yaptılar. Özellikle Şerif in kendisi ejder pehlivandır, dedi.
Şerif, bu sözleri(ll) işitip ileri geldi ve dedi:
-Haşa ya Deynos! Kim demiş, Şerif yalan söylüyor diye? <12) Erlik ondur,
dokuzu hiledir, demişler. 113) Rüstem-i Zal gibi pehlivan bile böyle dedi.
Rahip gördü ki (l4) konuşan Şeriftir. Kanı başına sıçradı, hemen
kürsüden inip kaçtı: (l5)
-İmdat! Yakalayın. Bu gelen, Saltık’tır, dedi.
Kâfirler koşuşup [T508] (1) silahlarım aldılar, geri geldiler. Server, o
kilisede durdu. <2) Kılıçla o kâfirleri kırdı. Çok şiddetli bir savaş oldu. Üç derviş
yaralandı. (3) Bu sırada gördüler ki Deynos zırh giymiş, çıkageldi:
-Ya Saltık! Bizim elimizden (4) kendini nasıl kurtaracaksın, dedi.
Server dönüp okunu ve yayını eline aldı. <5) Kilisede mermer bir direk
vardı. Ona bir ok attı. Ok, (6) bileğine dek battı. Deynos, bunu görünce çağırdı:
(7)

-Ey kavim! Artık cenk eylemeyin, dedi.


Hemen atından inip geldi. Seyyid’in ayağına (8) düşüp önünde diz çöktü,
imana geldi. Şerif ona, Yunus (9) adı verdi. Deynos’un hâlini görünce kâfirler
gelip hep Müslüman oldu. Şerif, (l0) yoldaşı olan üç dervişi burada bıraktı.
Onların görevi, İslam dininin kurallarını (11) öğretmekti. Seyyid yalnız kaldı.
Kalkıp yüksek bir (l2) kayanın üzerine çıkıp bir kere nara attı:
-Ya Bedevi seyyahı, diye bağırdı.
Hemen (l3) o anda gördüler ki siyah bir at, dağ başından aşağı koşarak
gelmekte. (14) Gelip yaklaştı. Atın üzerindeki aletler mükemmel idi. Server, ata
bindi. (15) Onlara veda edip gitti.
Şerif, yola çıktı. [T509] (l) Güzel manzaralı bir yere erişti. Atından aşağı
indi, atını <2) bağlayıp oturdu. Yemek yedi, kalkıp namaz kılmaya niyet etti.
Namaza durdu. <3) Meğer orada yakın bir kilise varmış. İçinde, on sekiz büyük
rahip (4) bulunmaktaymış. Onların en büyüğüne, Nastor rahip derlerdi. Kilisenin
penceresinden(5) bakıp Seyyid’i gördü:
-Ey rahipler! Ehl-i İslamın yüreğinin yağı,<6) zamanın en büyük pehlivanı
olan Şerif, bu güzel kişidir. Hemen kalkın, dışarı çıkalım, hürmet edelim,
dedi.
Ruhbanlar hiç tınmadılar. Kalktılar, (8) dışarı geldiler. Koyun çobanlan
vardı, onlara haber verdiler. (9) Atlarını alıp Şerifin üzerine geldiler. Şerif
hazretleri, <l0) o anda namaza durmuştu. Ok yağdırmaya başladılar. Server (11)
namazım bitirene kadar huzursuz ettiler. Sonunda namazı tamamladı. <l2>
Server, namazı bitirince gazapla bir kez o kâfirlere:
-Taş olun, dedi.
Tanrı’nm emriyle (l3> oradaki adamların tamamı ile koyunlar ve itler bile
taş oldular. Hepsi taş olup kaldı. (l4) Nastor rahip, Seyyid’in bu kerametini
gördü. Çok korktu. (l5) Hemen kilisenin damından indi. Gelip Seyyid’in ayağına
yüzünü [T510] (1) sürdü, imana geldi. Şerif e hürmet etti. Şerif, birkaç gün (2)
Nastor’la orada kaldı. Ona, İslamın kurallarım öğretti.
Şerif, oradan (3) da ayrılıp doğru Kalanos şehrine gitti. O zamanda,
şehirde bayan bir bey vardı. Adı, Karı Hatun idi. Şerife haraç ve hediye
gönderirdi. Bir süredir <5) haraç göndermezdi. Şerifin geldiğini işitince (6) emir
verdi, şehrin kapılarını kapattılar. Burca çıkmıştı, Şerif onugörünce (7) hışma
geldi. Elinde demirden yapılmış bir mızrak vardı. Yere bıraktı. Bir dua (8)
okudu, üfürdü. O mızrak yedi başlı ejderha oldu. Hisarın <9) üzerine doğru
başını kaldırdı, hücum etti. Kâfirler bu durumu görüp feryat ettiler. (l0) Hatunun
yanına vardılar, hikâyeyi anlattılar. Hatun:
-O cazudur. Başka çare yok. (ll) Yakalayın, deyip cenk yapmalarım
emretti.
Kalktılar, Şerifi ok yağmuruna tuttular. Şerif, o <l2) kavme:
-Bunu sizin yanınıza bırakmam, dedi. Büyük bir tepe vardı, onun (l3)
üzerine çıktı.
Bir taşa kemendini bağladı. Büyük büyük taşlar <14) getirip şehrin üzerine
attı. Çok kâfir helak oldu, evleri harap [T511] (l) etti. Birkaç kez taş fırlatınca
kâfirler âciz kaldılar. Halk, burca gelip: (2)
-Ya Server! Gel, anlaşma yapalım. Bizi kırma. Bir de şehrimizde su
yoktur. (3) Suyumuz uzak yerden geliyor, dediler. Şerif:
-Öyle olsun. Size su da getireyim, dedi. (4) Kâfirler:
-Eğer sen öyle edersen biz de sana iman getiririz. Doğrusu budur. Bize (5)
su getir. Su ihtiyacımız kalmasın. Hem böylece veli olduğunu bilelim, dediler.
Şerif (6) kalktı, o dağm ilerisine gitti. Bir pınar gördü. Mızrak ile (7) ona
vurdu:
-Ey pınar! Tanrı’nın emriyle çoğal. Sonra yürü, falan şehir üzerine (8) git,
dedi.
Su hemen coştu, taşıp o dağdan aşağı dökülüp (9) bir büyük ırmak hâline
geldi. Şehir önüne indi aktı. Bir günlük yerden onu gören (l0) kimse, sanır ki bir
dağa beyaz bezler germişler. Şimdi ona, Mudana derler. (ll) Rum ilindedir.
Kâfirler bunu görünce kapıları açtılar, Seyyid’i karşılamaya geldiler. (l2)
Bazıları, Seyyid’in huzurunda imana geldi. Bazıları da muhabbet beslemeye
başladı. Hatun da iman getirdi. (l3) Şerif için ziyafetler verdi.
Şerif oradan ayrılıp geri (14) Edirne’ye gitmek üzere yola çıktı. Oraya
yaklaştı, büyük bir gölün [T512] (l) kenarında konakladı. Orada bir kilise vardı.
Onun ruhbanları karşılayıp Seyyid’i <2) misafir ettiler. Şerif, orada yedi gün
konakladı. Server, o ruhbanlara (3) sordu:
-Bu gölün aslı nedir, dedi. O ruhbanlardan birisi:
-Ya Server! Bu (4) gölün yeri, Fidaguros hâkimin şehri idi. Fidaguros bey,
idi ve burada otururdu. (5> Buranın bütün halkı fesada başladılar, uyarıları
dinlemediler. Fidaguros’un (6) sarayında bir dişi it, bir gün dokuz yavru
doğurdu. Akşam olmadan (7) o it, yavrularını taşıyıp şu karşıdaki dağa çıkardı.
(8) Fidaguros, bu durumu gördü, hikmeti anladı. Emretti, “Bütün halk dağa
çıksın.” dedi. Halk, “Bu hayvan, (l0) bu işi boşuna yapmıyor.” dedi. Bütün şehir
halkı dağa çıktı. Herkes çıktıktan sonra (H) o gece, bu şehir yere geçti. Yerinde
bu su çıktı, göl oldu. O köpeğin <l2) işareti bu imiş, bildiler.
Şerif, o dağa çıkıp çevreyi seyretti. Aslında daha önce burayı birkaç kez
<13) görmüştü. Bu defa, çok daha farklı şeyler gördü. Orada taştan mağaralar (l4>
gördü. O mağaraları Süleyman Peygamber, devlere oydurmuştu. <l5) Çevreyi
seyrederken Edime meliki Ahmed Gazi, yetmiş ünlü gazi ile [T 5 1 3 ] (l) geldi.
Şerif i görünce attan indi. Kucaklaştılar. Server sordu:<2)
-Nerede idiniz? Ahmed:
-Ya Server! Gazaya gitmiştik. Burada bir bey vardı, (3) zalim bir melun
idi. Rus ilinin ardında, Maskos derlerdi bir memleket var. Oradan (4) gelmiştir.
Onun adamları tüfek de atarlardı. İşitti ki ben İslam (5) dinine girdim, onun için
geldi. Benim üzerime saldırdılar, cenk ettiler. (6) Sonra vazgeçip gittiler. Tus
sahrasında oturdular, içki içip alem yapmakla meşgul(7) oldular. Ben de çıktım,
atımı sürdüm, oturduğu yerde Maskos’un (8) başını kestim. Sonra geri yanınıza
geldim, dedi. (9)
Server kalktı. Ahmed’i iki gözünden öptü, onu kucakladı. Oradan
kalktılar, (l0) hisara geldiler, şehre girdiler. Başlarını açtılar, burç kapısında
davul (ll) dövdürdüler. Şehri donatıp şenlikler yaptılar. Ayine şehrinde,
Ahmed’in (12) büyük oğlu Yorgiyan, kâfirlere bey olmuştu. Şerife hara^
verirdi. <13) Oradan mal getirdiler. O, gelip Server’in elini öptü. Gelen malı, (1 )
fukaraya ve gazilere paylaştırdı. Server, o şehirde dört ay <15) oturdu. Vaktini
ibadetle geçirdi, kışı kışladı.
Yaz geldi. [T 5 1 4 ](1) Server otururken kulağına bir «es geldi:
-Biz seni dünyaya gaza etmeye (2) gönderdik, Edirne’de oturup
dinlenmeye göndermedik, dedi.
Server (3) hemen kalktı. Sefer hazırlığını yaptı. Tam bu anda haber geldi
ki:
-Sırp, <4) Laz ve Yuvan askerleri bir araya geldi. Üç melik, seksen bin
askerle (5) gelip yetiştiler. Sizlerden, Melik Maskos’un intikamını almak isterler.
Ayrıca bu şehri de almak isterler, dediler.
Server buyurdu, nerede Müslüman (7) varsa haber verdiler. Herkes
gazaya hazır oldu. On iki bin gazi, <8) gelip Edirne’de toplandı. Şerif, sanca|ı
kaldırıp kâfirlere karşı <9) yürüdü. Kâfirler gördüler ki Sünniler eriştiler, (l )
Şerif de onlarla birliktedir. Korktular, geri dönüp gittiler. Gaziler (ll) hazırlanıp,
hep birlikte atlarına binip gittiler. Çok şiddetli bir savaş oldu. ° 2) Cenk içinde üç
beyi tutup öldürdüler, başlarını (l3) kestiler. O orduyu kırdular. (l4) Mallarını ve
rızıklarını yağma ve talan ettiler. Fetih ve zaferle [T 515J(l) döndüler, geri şehre
geldiler. Server, oradan ayrılıp Baba’ya gitmek üzere (2) yola çıktı. Tuna’ya
ulaştı. Orada oturan Müslümanlar karşıladılar, <3) hürmetler ettiler. Şerif, orada
birkaç gün dinlendi.
Server; bir gün kalktı, <4) gemiye binip gezintiye çıktı. Büyük bir adaya
çıktı. (5) Ada halkı, Şerifi tanıdı. Geldiler, karşılayıp ona ziyafet <6) verdiler.
Yedirdiler, içirdiler. Server oradan ayrıldı, Kefe’ye gitmek üzere yola çıktı. (7)
Han’ı yanına alıp Deşt vilayetine gitti. Han ile birleştiler, Rus’a <8) gazaya
gittiler. Çok sayıda esir getirdiler. O diyarda şenlikler (9) yaptılar.
Server, oradan da ayrılıp Sinop’a geldi. (l0) Kühsan Kalesi’ne çıktı.
Oradan da ayrıldı, Yanmos Kalesi’nden (ll) yana yöneldi. Oranın meliki, Enbuh
askerlerini toplamış, (l2) Yunan mülküne akın yapmayı planlıyordu. O,
Harcınevan’a yani Amasya’ya haber gönderdi:(l3>
-Gelip bana tâbi olun. Müslümanları Rum’dan (l4) çıkarayım,
göndereyim, dedi. Onlar:
-Biz bu Şerif Gazi’den korkuyoruz. Tâbi olup [T516] (1) sana uyamayız,
dediler.
Yanmos Kalesi’nin meliki şaşırıp olduğu yerde kaldı. (2) Şerif o orduyu
gördü, gök gürlemesi gibi bir nara attı. Öyle haykırdı k i(3) bütün dünya korktu:
-Ey kavim! Bilin, ben Saltık’ım. Ey kâfirler! İşte (4) yetiştim, dedi.
Kâfirler bu sesi işittiler. Sesinden Seyyid’i (5) tanıdılar. Beyleri, A ca f ın
huzuruna geldiler:
-Saltık yine t6) geldi, dediler.
Acaf, hemen yerinden kalktı. Bir katırı vardı. Ona bindi, (7) meydana
çıktı. Çerisine yasak koydu:
-Saltık’a (8> karşı meydana ben, kendim gireceğim. Siz, yerinizde durun,
dedi. (9)
Kendisi meydana geldi. Elinde gürz vardı, (l0) Şerife hamle yaptı. Server
gördü ki kâfir sarhoştur. (ll) Kendini bilmez hâldedir. Hemen atından aşağı inip
katırın kamının (12) altına girdi. Kâfirler, sevinçten nara attılar. Sandılar ki
Server ondan korkup <13) kaçtı. Hemen eliyle ön katırın ayağını tuttu, bir eli ile
de (l4) arka ayaklarını yakaladı. Başını kamının altına sokup boynu üzerine <l5)
getirdi. Çevirip yere vurdu. Kâfir, atın takımlarıyla [T517] (l) birlikte
paramparça oldu. Sonra da geberdi, helak oldu. Kâfirler (2) onu görünce dağılıp
kaçtı. Server, kılıcını çekip o kâfirlerin <3) çoğunu kırdı. Bir kısmını da esir etti.
Kâfirler dağıldıktan sonra Şerif, (4) Harcınevan’a yani Amasya’ya gitti.
Harcmevan kâfirleri, Acafın öldüğünü <5) ve Şerifin geldiğini işittiler.
Korkularından Şerifi karşıladılar, gelip <6) izzetler ve hürmetler ettiler. Şerif,
onlardan haraç malını aldı. Fetih ve zafer <7) haberi ile sultanm yanma gitmek
üzere yola çıktı.
Diğer tarafta, Acaf lainin helak olduğu (8) duyuldu. Sultanın (9) veziri
Affan, çok üzülüp gizlice adam gönderdi:
-Lütfedip <l0) Saltık’ı hemen aradan götürmek için plan yapmalısın.
Yardım gelirse senden (l 0 gelir. Mesih senden hoşnut olsun, dedi.
Meğer Affan, gizli gizli tekürle dostluk (l2) edermiş. Gönderilen mal ve
haberi, tekür aldı. Adamlarım gönderdi. (13)
Bu tarafta Server, gelirken Fenar Kalesi’ne uğradı. İçinde bir <l4) kâfir
vardı. Adma, Feytuz derlerdi. Pehlivan kâfir idi. Sınır kalesinde <l5) onu
görevlendirmişlerdi. İşitti ki Server Seyyid, mal ve eşyalarla gelmekte. [T518]
(1) Birkaç kadeh içki içip sarhoş oldu. Boynuzunu kaldırdı. <2) Gözüne Simurg
Anka kuşu, sinek kadar görünüyordu. Gelip Server’in önünü (3) kesti. Server
gördü ki kâfirin niyeti kötü. Yürüdü, kâfirin (4) yanma geldi. Bir miktar cenk
ettiler. Kafir, güçlü bir pehlivan idi. Fakat gördü (5) ki Seyyid’in karşısında
duramaz:
-Boşuna yiğitlik taslamışız, deyip döndü, hemen (6) kaçtı.
Server, ardından yetişti. Kemerinden tutup yere (7) vurdu. Sıçradı,
göğsüne çıktı:
-Ne dersin, Müslüman olur musun? (8) Yoksa işini bitireyim mi, dedi.
Feytuz gülüp:
-Ya Şerif! Benim niyetim şudur; <9) her kim beni yenerse ben, onun
dinine gireceğim. (10) Müslümanlıkta cihat esastır, dedi.
Server, onun üstünden indi. Feytuz kalkıp (ll) şehadet getirdi, Müslüman
oldu. Şerif, Feytuz’u yanma aldı. Adını, Yunus koydu. Oradan ayrıldılar,
Kavaniyye’ye <i3) gitmek üzere yola çıktılar.
Diğer tarafta sultan, Şerifin geldiğini öğrendi. Emretti, sultanm (l4) bütün
kulları hazırlandı, Seyyid’i karşılamaya çıktılar. O gün Kavaniyye şehrinden (l5)
seksen bin erkek can, Şerifi karşılamaya geldi. Ona dualar ettiler. [T519] (l)
Gelip Seyyid’i ziyaret ettiler. Sonra sultan da geldi, <2) Seyyid ile görüştü.
Beyler ve ağalar, gelip elini öptüler. Şenlik ile Server’i şehre getirdiler.
Ziyafetler verip misafir ettiler. Vezir Affan; (4) Şerife dualar etti, hoş gördü.
Ona bir köle bağışladı: (5)
-Ya Server! Bu köle, yemek pişirmekte çok beceriklidir, dedi.
Raviler burada şöyle rivayet ederler; tekür, Affan’a <6)haber salmıştı. Çok
mal ve rüşvet göndermişti:
-Bize yardım e t , (7> babalık yap. Şerifin işini bir yana etmek için bir çare
bulmalısın, demişti. (8)
Sultan İzzeddin zamanında, çok hile ve fitneler yaptı. Fakat çaresini
bulamadı. (9) Bu defa, haramzade bir köle verdi. Şerif; gafil bir biçimde
otururken (10) köle, ona yemek ile elmas zehiri verdi. Sonra da ortadan
kayboldu. (ll) Şerif, otururken aklı başından gitti, düştü ve şişti: <l2)
-Hey! Bu ne ki, deyip tabip getirdiler.
Gördüler ki zehirdir. Yardım istediler. <13) Sultan hazreti kendisi geldi,
gördü:
-İmdat! Bunu kurtarın. <l4) Yoksa sizi helak ederim, dedi.
Tabipler, çare ve derman bulamadı. <l5) Âciz kaldılar. Tam bu sırada, bir
kadın kapıdan içeri girdi: [T 5 2 0 ](l)
-Kapıda bir kişi bekliyor, gelsin mi, dedi. Onlar:
-Hemen gelsin, dediler.
Gelen kişi, <2) yeşiller giymişti. Atından indi, içeri girip oturdu. Hemen (3)
koynundan bir hokka çıkardı. Bir nesne daha çıkarıp suda ezdi, Şerife içirdi.
<4) Şerif istifrağ etti. Yatırdılar. (5) Birazdan aklı başına geldi, oturdu. Birkaç gün
zahmet çekti. O (6) pir kalkıp atma bindi, gitti. Kimseye kendisini tanıtmadı.
Konuşmak istediler, hiç kimseye (7) cevap vermedi:
-Galiba dilsiz, dediler.

Hokka: İçine mürekkep konan mâden, cam veya topraktan yapılmış küçük kap.
Aslında o, Hazret-i Hızır’ın kendisi idi. (8) Geldi ve geri gitti. Şerif,
birkaç gün çok sıkıntı çekti. <9) Kendine gelince kalktı, sultandan izin alıp (10)
Sivas’a gitti.
O sıralar Çin’den, Sultan Hacı Bektaş-ı Horasanı gelmişti. <U) Sivas
şehrinde dervişleri ile gezerdi. Şerif, <12) onu görünce ileri geldi. Onun mübarek
elini öptü. <13) Sultan Hacı Bektaş-ı Horasanî de Server’i tuttu, alnını ve iki
gözünü öptü. (14) Sonra defalarca kucaklaştılar. Varıp bir yerde oturdular. (l5)
Şerif hazreti:
-Bana dua et, dedi.
Hacı Bektaş, [T 521](l) ona çok dua etti:
-Yürü Server, Fakih Ahmed’in yanma var dedi. (2)
Şerif, bu söz üzerine Fakih Ahmed’in yanma gitmek üzere yola çıktı.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ANADOLU EVLİYALARININ (3) ÖNCÜLERİ

Şöyle rivayet ederler. Şerif; <4) Rum’da bu gazaları ederken Acem


mülkünde, Horasan’da, Belh (5) şehrinde ehlullah bir mecliste toplanmıştı.
Horasan pirleri: (6)
-Acaba bu Şerif, hangi mertebededir? Bütün bu işleri, o yapıyor. Şerif,
bizim dairemizde değil. <7) Rum’da herhangi bir evliyanın varlığını bilmiyoruz.
Evliyanın olmadığı bir yerde o, bunun <8) gibi işler yapıyor. Acaba Şerif evliya
mıdır, dediler. Kutb:
-Eğer Rum’da <9) bizden bir kimse varsa bu bizim ucu yanmış
odunumuzu tutar, deyip ocaktan ucu yanmış bir odunu (l0) aldı, havaya doğru
fırlattı.
Belh şehrinden Cengis çıkmazdan (ll) önce, Sultanülulema Bahavar
göçüp Rum’a geldi. Onun bir müridi vardı. Divane olup dağlarda gezerdi.
Bir süre (l3) sonra geldi, bir yerde tekke kurup oturdu. Yanında birkaç <l4) kişi
daha vardı. Kutb, o (l5)ucu yanmış odunu fırlatınca Üryan Baba ve Toğan Ata
tekkenin penceresinden elini dışarı uzatıp:
-Bize onlardan [T522] (l) armağan geldi, dedi. Ucu yanmış odunu tuttu,
yere bıraktı.
O ağaç yere batınca yeşerdi,(2) yapraklandı. Ateşi söndü. Bu hâl, Kutb’a
malum olunca:
-Bakın,<3) bizim attığımız ateşli odunu kimse tuttu mu, dedi.
Sultan Hacı Bektaş-ı Horasanî, o cemaatin aşçılarından <4) idi. İzin aldı,
güvercin suretine girip Rum’a gitmek üzere (5> uçmaya başladı. Kırşehir’deki
Ahmed zaviyesine geldi. Ateşli odunu (6) orada gördü. Şaşırdı, bir ağacın
budağına kondu. Ahmed:(7>
-İlimize misafir geldi, bakın kimdir, dedi.
Toğan yerinden kalktı. Dışarı çıkıp <8>baktı, geri geldi:
-Kimse yoktur, dedi. Ahmed, Üryan’a :<9)
-Sen de çıkıp bak, dedi.
Öyle deyince Üryan dışarı çıktı, (l0) baktı. Sultan Hacı Bektaş-ı
Horasanî’yi gördü, Toğan’a gösterdi. Kendisi içeri girdi, Ahmed’in ( '*
huzuruna geldi:
-Server! Doğudan batıya göz attım, (l2) bir güvercin gördüm, dedi.
Ahmed:
-Olur, deyip hemen yerinden (l3) kalktı, dışarı çıktı.
Bu tarafta Toğan Ata, bir doğan suretine (l4) girdi. O güvercinin üzerine
vardı. Sultan Hacı Bektaş-ı Horasanî (l5) onu görünce silkinip insan suretine
girdi: [T 5 2 3 ](,)
-Server! Erenler, adama böyle vahşi görünmezler. Sen niçin (2) böyle
yapıyorsun, dedi. Toğan:
-Buraya, Rum ili derler. Buranın erenleri<3) çok vahşi olur, dedi.
Sultan Hacı Bektaş-ı Horasanî onunla söyleşirken Ahmed Veli dışarı (4)
geldi. Bektaş ileri gelip Ahmed ile kucaklaştı. Ahmed: <5)
-Gelmene sebep nedir, diye sordu. Sultan Hacı Bektaş-ı Horasanî:
-Bu Rum’da er var m ı,(6) diye bakmaya geldim, dedi. Ahmed:
-Beri gel, gör, dedi.
Bektaş, ileri(7) geldi. Ahmed, eli ile onun gözünü okşadı. Bektaş, nereye
baksa bir er otururdu. Gördü. Evliyaların ruhunu müşahede etti, hayran oldu.
Tekrar(9) gözünü okşadı, kendine geldi. Fakih: (l0)
-Git, şimdi Kutb’a haber ver, dedi.
Bektaş, geri gitti. Horasan pirleri: (11)
-Durum nedir? Rum’da er gördün mü, dediler. Bektaş:
-Taş ve toprak kadar er gördüm, dedi. Kutb:(12)
-Gördüklerin var olsun. Şimdi yürü, sana Rum’un gözcülüğünü (13>
verdik. Ahmed’e de kutupluk verildi. Bundan sonra Rum’da kutb odur, <l4)
dedi.
Hacı Bektaş, geri Rum’a geldi. Rum’da (l5) olan erenler karşılamaya
çıktılar, alıp oturdukları yere getirdiler. Hacı Bektaş, oraya yerleşti. Şimdi
orada [T 5 2 4 ] (l) yatmakta.
Hacı Bektaş için derler ki yedi kere (2) hacca gitti. Sonunda yedi haccını
bir içim suya sattı, bir susuza su verdi. Hacı Bektaş (3) oraya yerleştiğinde bir
kişi daha vardı, Seyyid idi. Yedi yıl (4) hayran olup yanında durdu, gözünü
ondan ayırmazdı. Adına, Mahmud Hayran derlerdi. <5) Kıravan ilinde, Akyanos
şehrinde bir zaviyede otururdu. <6) Ahmed Fakih ile Bektaş sohbet ederlerdi.
Acem’de bir kişi (7) daha vardı. Bazıları, Rum’dan idi derler. O erin adına,
Karaca Ahmed(8) derlerdi. Gürbüz er idi. İşitti ki Bektaş, Rum’a (9) geldi:
-Görelim nasıl biı erdir, dedi.
Bir arslana bindi, bir yılanı da (10> eline alıp kamçı yaptı. Yola çıkıp
dervişleri ile gitti. <n) Bektaş işitti ki Ahmed gelir, tekkesinin duvarını<l2) yardı.
Hemen o duvara bindi. Duvar yerinden kalkıp yürümeye (l3) başladı. Ahmed’i
karşılamaya gitti.
Ahmed, onu görünce (l4) şaşırdı. Parmağını ağzına alıp ısırdı. Bu Karaca
Ahmed, velayetle (l5) bütün Çin’e hükmederdi. Hazret-i Süleyman’ın
seccadesinde idi. [T525J <n Bütün cinler, onu severlerdi. Bektaş, Hazret-i
İbrahim Halil seccadesinde <2) otururdu. Zira evliyanın her (3) biri, bir
peygember seccadesinde oturur. Onun huyu ve ahlâkı ile anılır. (4)
Ahmed, mertebesini öğrenince arslandan aşağı inip Bektaş’ın (5) elini
öptü. Hacı Bektaş da onun gözünü öptü. Gelip <6) Ahmed’i misafir ettiler.
Birkaç gün sonra Ahmed izin alıp gitti. l7) Fakih Ahmed’in huzuruna erişti.
Fakih Ahmed, Karaca Ahmed’i (8) hoş karşıladı. Ahmed-i Fakih’e biat etti.
Gidip bir makam buldu, <9) yerleşti. Orada dururken Ahmed Yar da geldi,
K araca’ya hizmet etti.<l0) O da meşhur bir veli oldu.
Sultan Şerif, Fakih Ahmed’in (ll) huzuruna vardı. Fakih, Şerifi görünce
ayağa kalkıp izzetler etti. (l2) Rum mülkünde bulunan evliyaları davet edip
getirdiler. Zira Ahmed <l3) kutb olmuştu. Geldiler, oturdular. Hacı Bektaş,
bunlara helva (l4) pişirdi. Yediler. Seyyid’den velayet istediler. Şerif, mübarek
(l5) ellerini yere vurdu. Tatlı bir su revan olup aktı. [T526] (l) O sudan içtiler,
şad oldular. Şerife dualar ettiler. Ahmed, Şerife: (2)
-Server! Siz, Mahmud Hayran ve Mevlana Celal’in de yanına gidin.
Onlar, bu meclislerde <3) hazır değillerdir, dedi. Şerif:
-Niçin gelmediler, dedi. Ahmed:
-Biri âşıktır, (4) biri hayrandır. Onun içinakıl meclisine gelmediler, dedi.
Şerif, izin alıp <5) Mevlana’nın yanına gitmek üzere yola çıktı. Geldi,
birkaç gün Mevlana ile kaldı. Ona da veda (6)edip Seyyid Mahmud Hayran’ın
yanına geldi. Mahmud, Şerifi görünce aklı (7) başına geldi. Şerifle sohbet
ettiler. Mahmud, Şerife (8> dua etti:(9)
-Git, yürü gaza yap. Sana fetih, O ’ndandır, dedi.
Şerif; orada şehrin gölüne (l0) dua etti, balıkları çoğaldı. Ağzının barını
gölün içine bıraktı, (ll) su tatsız iken tatlı oldu. Oradan ayrıldıktan sonra
Harcınevan(l2)tarafına gelip gazalar etti.
Raviler şöyle rivayet <l3) edeler; Sultan Alaeddin, padişah olunca veziri
(l4) Affan’ın sözüne uyup Müslümanların mal ve eşyalarını zorla almaya
başladı. (15) Mülke vergi salıp fukarayı ağlatırdı, [T527] (l) halkın bedduasını
alırdı.
Halk, gelip Şerife şikâyet <2) etti. Server, kalkıp sultanın huzuruna gitti.
Divan (3> içine girip sultana:
-Ya İslam Meliki! Niçin zulüm (4> ediyorsun? Müslümanların haram
malını yiyorsun, fukarayı ağlatıyorsun. (5) Tanrı’dan korkmaz mısın, dedi.
Sultan hiç aldırmadı. Şerif gidince <6) Sultan çok utandı. Şerifin halk
içinde söylediğinden (7) incindi. Veziri Affan laine, Seyyid’den şikâyette
bulundu. Affan münafığın, <8> fırsat hemen eline girdi. Döndü sultana: (9)
-Bu Şerif, sizinle mülke ortaktır. Babanıza da her zaman böyle (l0)
hükmederdi, dedi.
Sultan gazaba geldi. Emretti, bir kâğıt (ll) yazdılar. Şerife o kâğıdı
gönderdi:
-Ya Şerif! Mülkümün içinden çık, durma <l2) git, dedi.
Şerif, onu okuyunca çok incindi:
- Biz buradan <13) çıkıp gitsek ne olur? Fakat mülk, Allah’ındır. B
birine de vermeye gücü yeter. (14) Görelim, mülkü kendinden sonra kime
verecektir? (15) Ebu İshak oğullarından bir şahsa, Hak izin versin, onlar nice
[T528] (1) kâfirlerin mülkün alsınlar. Bundan sonra, “Bizim mülkümüz vardır.”
demesinler, diye sultana mektup (2) yazıp gönderdi.
Sultan; bu mektubu okuyunca çok üzüldü, <3) fakat tepki göstermedi.
Veziri Affan:
-Bu Şerif ikiyüzlüdür, geleceği Allah (4) bilir, dedi.
Şerif, oradan çıkıp Harcınevan’a yani Amasya’ya gitti. Yakınlaşınca (5)
rahip kılığına girdi. O illeri bu kılıkla gezip <6) gitti. Doğru Kilaşpol Boğazı’na
erişti. O vakit (7) hiç kimsenin oradan kefılsiz geçmemesi konusunda emir
verilmişti. Şerif,(8) boğaza gelip durdu. Gemi istedi:
-S en(9) kimsin, diye sordular. Şerif, onlara:
-Rahibim, Harcınevan’dan geliyorum. Adım, Mesih’tir, dedi. (l0>
Onlar, Şerife itibar etmediler. İsteği ile ilgilenmediler. Server’den kefil
istediler. (ll) Gemi vermeyince onlara birkaç kez söyledi. Kulaklarına
koymadılar. (l2) Şerif kalktı, mübarek eliyle eteğine kum koydu. Bir yere çıktı,
(l3) kumu denize şaçtı. Su içinde köprü oluştu. <l4) Su gider, kara çıkardı.
Kâfirler gördüler ki denizde dümdüz (l5) yol yapar. Gemileriyle arkasından
yetiştiler. Denizin ortasına [T529] (l) kadar gitmişti. Eğer bıraksalardı yolu,
denizin sonuna kadar yapacaktı. Server’i gemiye aldılar: <2)
-Sultanım! Sen kimsin? Bu vilayet, sen geldikten sonra değişti, dediler.
Şerif:<3)
-Beni tanımadınız mı, dedi. Onlar:
-Tanımadık, dediler. Şerif:
-İyi ki Türkler sizi kırmamış. <4) Birbirinizden haberiniz yoktur. Ben,
dördüncü (5) kat gökte yaşayan sizin peygamberiniz Mesih’im. İşte gelip içinize
(6) girdim, bilmezsiniz, dedi.
Kâfirler, Şerifin ayağına düştüler. (7> Koşarak gittiler, Kilaşpol meliki
Sameriyye’nin huzuruna vardılar:
-Ya melik! (8) Mesih, gökyüzünden yere indi. Bir mucize yapıp gösterdi.
Denizi kara <9) yer etti, diye anlattılar. Sameriyye:
-Sakın o, Sarı Saltık (10) olmasın, dedi. Onlar:
-Bırak bu sözü. Gelen kişi, Mesih’in kendisidir, dediler.
Sameriyye, kalkıp Şerif(ll) huzuruna geldi. Şerif, onun yüzüne bakmadı:
-Benim dinimin yoluna gayret (l2) etmiyorsunuz, çarşamba günleri oruç
tutmuyorsunuz. Cuma günü yağlı yememelisiniz, pazartesi günü de
sakınmalısınız, yememelisiniz. Dininizin gereklerini yerine getirmiyorsunuz.
(l4) Siz böyle yapmaya devam ederseniz Türkler gelir, sizin tepenizi döver,
dedi.
Sameriyye; Mesih’tir <l5> diye, Şerifin elin öptü. Yüzüne gözüne sürdü,
ağladı:
-Bize yardım et! Derdimize derman bul [T530] (l) ya Mesih! Ey bizim
sultanımız! Türklerin elinde zebun olduk, dedi. Şerif: <2)
-Ya Sameriyye! Sen önce bana inanmadın. Kalktım, geldim. Sizlere
müjdeler (3) olsun ki beni Tanrı gönderdi, “Şu Türkler senin ümmetini (4) uzun
zamandan beri incitmekte. Kırarlar, sen yardım etmedin. Onlara yardım et,
Türklerin (5) hakkından gel, dünyadan adlarını gider.” dedi. Hâlinizi işittim,
geldim, dedi.
Sameriyye (6) çok sevindi. Şerifi izzetle alıp ulu kiliseye getirdiler. Çıkıp
vaaz etti. (7) Halkı feryat ve figanla kırayazdı. Memleketin her tarafına yayıldı:
-İsa <8)gökten inmiş, falan yere gelmiş.
Her taraftan ruhbanlar, Kiptiler, (9) patrikler yollara düşüp geldiler.
Şerifin yanınaulaştılar. Şerifi bir eşeğe bindirdiler, (l0) alıp ilden ile
gezdirdiler.
Rum (ll) diyarında bir kilise vardı. Bu kiliseye, Mesih’in geldiğine
inanılıyordu. (l2) Sonra kâfirler; onun çevresine otuz dokuz kilise daha
yaptılar, kırk oldu. İçinde çok sayıda ruhban vardı. <l4) Küfür ve fesatları, her
tarafa yayılırdı. İçinde üç bin <l5) ruhban oturuyordu. Kırk keşişi iyi
okumuşlardı. [T 5 3 1 ] (l) Onların küffâr içinde ünvanları vardı.
Server, kırk kilise tarafına yöneldi. (2) Oradaki papazlar karşılamaya
geldiler. Şerife saygı ve hürmet gösterdiler. Alıp o kiliseye (3) geldiler,
kondurdular. Şerif, o diyarın halkına:
-Kalkın, hep birlikte odun <4) kesin. Kestiğiniz odunları getirip kiliselerin
çevresine yığın. Odunlar kurusun.(5) Ben de kendi elimlebir tarafta
Türkleri tutayım.Hepsini ateşte yakayım. (6) Gençlerini de esir edeyim, dedi.
Onlar, kabul edip “Ne olur bunu yapın!” dediler. Yirmi(7) dört gün, odun
topladılar. Odunları, dağ gibi yığdılar. Çevre halkı, her gün akıp (8) geliyordu.
Şerif, vaaz ve nasihat edip halkın aklını başından alıyordu. Çok (9) miktarda
odun getirdiler.
Diğer tarafta tekür de bu durumu işitti, atını sürdü. (l0> İstanbul’dan
Kenisa’ya geldi. Her tarafın beyleri ve tekür; Saltık’m yanına geldi, ziyaret (U)
etti. Gelip elini öptüler, şikâyetler edip:
-Saltık bize ne (l2) işler etti, diye ağladılar. Şerif:
-Ya tekür! Ağlama, aklını başına <l3) topla. Ben, onu kendi elimle tutup
ateşte yakmak için geldim. (l4)Onun ölümü, benim elimdedir, dedi.
Onlara pek çok hikâye anlattı, gafil etti. <15) O gece kalktı, meclisi topladı.
Halkı kendisine hayran [T532] (l) etti. Sonra da kalkıp odasına çıktı. Kâfirler de
yerlerine (2) gidip yattılar.
Şerif kalkıp bir mektup yazdı, odasının kapısına (3) astı. Kıyafetini
değiştirip çıktı. O (4) yığılan odunu, kırk yerden yaktı. Bir yerde gizlendi. (5) Bir
süre sonra alevler yer yer yükselmeye başladı. Bir odunu tutup “Hey!” diye
bağırdı. Kâfirler (6> duyup koştular. Feryat ederek geldiler, ateşi söndürmeye
başladılar. (7) Şerif, bir kez nara attı:
-Ey kâfirler! Gelip (8) “Ben Mesih’im.” diyen kişi ortaya çıksın. Ona
cevabım vereyim, dedi.
Kâfirler, kilise içine (9) girip:
-Ya Mesih! Geliniz! O Saltık dedikleri hilekâr (l0) geldi. Oduna ateş
vurdu, bizi yaktı. Gelin, cevap verin. (ll) Bizi, onun şerrinden kurtarın, dediler.
Gördüler ki ne Mesih var, ne de <l2> ondan bir iz. Kâğıdı gördüler. Alıp
okudular. Rum dilince (l3) şöyle yazmış:
-Ey halk! Bu Saltık, çok güçlü bir erdir. Ben, bununla başa (14) çıkamam.
Gördüm, kaçtım. Siz benden medet ummayın. Gidin kendinize l'5) bir çare
bulun. Benden yana tamamdır, demiş.
Kâfirler, perişan oldu. Ateş [T533] (l) gittikçe büyüdü. Halk, ateşin
yanına varamaz oldu. Şerif (2) bir taraftan geldi. Bir nara daha attı, yalın kılıcı
eline alıp (3) hücum etti. Kâfirler darmadağın oldular. Tekür gördü ki durum
kötü. (4) Başını kaşıdı ve beylerine:
-Bakın bizi ne hâle düşürdü. (5) Bu Mesih değil, kendisi idi, bizi aldattı,
dedi. (6)
Sameriyye ile tekür kaçıp gitti. İstanbul’a gelip (7) oturdular. Diğer tarafta
o kiliseler yandı, harap oldu. Çok sayıda papaz da içinde birlikte yandı.
Kâfirlerin pek çoğu da içinde, kendi kendini kırdı. (9)
Şerif, oradan da ayrılıp Eski Baba’ya geldi. Orada mum (l0) yakmıştı. O
yerin beyi, İsmail idi. İsmail, Şerifi karşılamaya gelip (ll) dualar etti. Camiye
geldiler. Kırk ruhban daha önce Müslüman olmuştu, (l2) karşılayıp şenlikler
yaptılar. Şerif, bir mektup yazıp (l3) geldiğini Edirne’de bulunan Ahmed’e
bildirdi. Orada yaşayan Müslümanlar (i4) da şenlik yaptı. Bu sırada yenilen
kâfirler, kaçıp (l5) çevreye dağılıyordu.
Yunan diyarında bir il vardı. [T534] (l) Adına, Aynaroz derlerdi. Orada,
bin papaz bulunuyordu. En (2) ulusunun adı, Tumaş rahip idi. Mesih gökten
inmiş, (3) falan yere gelmiş, diye yanma bin tane papaz almış, ziyarete
gelirlerdi. (4)
Yolda gelirken kaçan kâfirleri gördü. Onlardan sordu, durumu anladı. <5)
O kâğıdı gösterdiler. Okudu, hayret etti. (6) O rahip, bir kâğıt yazıp Edirne’ye
Ahmed’e gönderdi.
Mektubu (7> okudular. Şunları yazmış:
-Ya Ayamson! Sana ne oldu da Mesih’in dininden (8) döndün? Adı sanı
belirsiz kişiye peygamber diye (9) uydun, bizi terk ettin, demiş.
Ahmed, mektubu okuyunca şu cevabı yazdı:
-Dinine (l0) girdiğim peygemberin adını, akan suların içindeki bir yıllık
balıklar bile (ll) bilirler.
Kâğıdı gönderdi. Tumaş, kâğıdı okudu. Geri haber gönderdi:
-Eğer su içindeki (l3) balıklar dil verip ona şehadet ederse, biz bin kişiyiz,
(l4) hep birlikte Müslüman olalım, demiş.
Ahmed, bu durumu Şerife bildirdi. (l5) Şerif tekkesinden kalktı,
Edirne’ye gitmek üzere yola çıktı. [T535] (l) Ahmed; Şerifi karşıladı, hisara
getirdi. Şerifin geldiğini (2) Tumaş’a haber verdiler. Onlar da gelip hisarın
önündeki ırmağın (3) kuzey tarafında konakladılar. Şerif dışarı çıkıp:
-Ey <4) kâfirler! Eğer su içindeki ufacık balıklar gelip bizim dinimizin hak
<5) din olduğuna şehadet edelerse, siz ne yapacaksınız, diye sordu. Onlar:
-Hepimiz birlikte iman (Ğ) getirip Müslüman oluruz, dediler.
Şerif, hemen su kenarına geldi, (7) bir kez çağırdı:
-Ey balık yavruları! Gelin, şehadet edin, <8) dedi.
Şerifin sesini işitince küçük balıklar bir araya toplandı. Bir yere gelip (9>
insanlar gibi, “Eşhedii en lâ ilahe illallah ve eşhedü erme (l0> Mufîammeden
Resülu 7 lâh ”. Senin dinin, hak dindir.”, dediler.
Kâfirler, (ll> bu kerameti görünce hep birlikte parmak kaldırıp imana (12)
geldiler. Müslüman oldular. Şerif dua etti, o balıklar bir yere toplanıp (l3) taş
oldular. Şerif emretti. Kiliseden dönüştürülen camiye (l4) o taşılan, nişan için
getirip koydular. İnsanlar gelip onu ziyaret ederlerdi. <l5)
Sultan Muhammed, sultan olunca [T536] (1) kâfirler o kiliseyi istediler.
Babası Sultan Murad zamanında üç kere (2) buraya gelip hücum ettiler. Yenilip
gitmişler idi. Sultan Mehemmed sordu: <3)
-Bizden ne istiyorsunuz? Onlar:
-Bu kiliseyi bize verin, gelip (4) içinde ruhbanlarımız otursun. İkincisi,
falan kale içindeki hamamda bir kuma <5) var. Meryem, İsa’yı doğurunca orada
yıkadılar. Üçüncüsü, o balık (6) taşını istediler.
Sultan Mehemmed buyurdu, o kiliseyi yıktılar. Yeniden (7) cami yaptılar.
O balık taşını, <8) sol taraftaki direğe koyduİar. Şimdi hâlâ orada durur. ( *
Kâfirler; Saltık’ın kerametini gördüler, Müslüman oldular. (l0) Üç gün
bayram ettiler.
Saltık; Edirne’deki mübarek camide, (ll) şimdi ona Ak Cami derler,
ibadet ediyordu. (l2) Uykuya daldı. O gece Şerif, Hazret-i Resul’ü rüyasında
gördü. (13) Hazret-i Peygamber gelip Şerife selam verdi. <l4) Caminin sol
tarafındaki direğe arkasını verip: (l5)
-Ya evlat! Bu makam, benim evimdir. Bir isteğin olursa burada dile,
kabul [T537] (l) olacak. Bu şehir, benim ümmetimin olacak. Bu şehirden giden
gaziler, düşmanlar karşısında zafer bulacak. (2) Fetih kapısı, burasıdır. Buranın
adı, Darü’n-Nasr olsun, dedi. (3) Şerif:
-Ya Resulullah! Burada yaşayanlarla birlikte bana şefaat eyle, dedi.
Hazret-i Resul(4):
-Benim şefaatim, benim yoluma baş koyanlaradır, dedi. (5)
Resul hazreti bu şehre, “Edime” diye ad verdi. Sultan Saltık ve diğer <6)
Müslümanlar da adına, Edime dediler. Server, rüyadan <7) uyandı, haykırdı.
Hazret-i Peygamberin nuru, onu çok etkiledi. Gördüğü rüyayı Müslümanlara <8)
anlattı. Ahmed-i Rumî’ye:
-Bu kalenin önceki yerini bana göstersinler. <9) Bana bir rahip getirin,
dedi.
Getirdiler. Getirdikleri rahip, kalenin eski yerini Şerife (l0) gösterdi:
-Tarih kitaplarından öğrendiğime göre; Âdem peygamber oğlu (ll) İslam
oğlu Ercem oğlu Adrin İdris, buraya geldi. (l2) Havasını ve suyunu beğendi.
Veziri, Erkiyanos’a buyurdu, “Buranın (l3) hemen talihine bak.” dedi. Vezir, bu
şehrin talihini saadet üzere bulup özelliklerini anlattı. (l4) Hemen buyurdu,
buraya binalar yaptılar. Sonra bir padişah geldi, (l5) bu kiliseyi inşa etti.
Yapmasına sebep, cüzzam olması idi. Geldi, [T538] (l) girdi, bir pınar kazdı.
Suyunu içti. Hemen cüzzamlığı gitti. (2) Yaptığı kilise, mamur oldu. Aradan
uzun zaman geçtikten sonra kilise yıkıldı. <3) Kayser, tekrar şah oldu, gelip
onardı. Nuh zamanına değin açık kaldı. (4) Nuh tufanı olunca kum altında kaldı.
Süleyman devrine dek kum altında kaldı. (5) Süleyman gelince devlere emretti,
kumun altından çıkardılar. <6) Tekrar yaptılar, mamur kıldılar. Nuh oğlu Yafes
geldi, bu dışarıdaki (7) şehri yaptı, mamur eyledi. Tekrar viran oldu. Dahhak
mamur etti. (8) Süleyman’dan sonra tekrar harabe hâline geldi İskender mamur
eyledi. (9) Sonra Neyfür-i Frenk gelip onardı. O, İstanbul’u da kurdu. <l0)
Kalenin önündeki köprüyü Adrin’in (ll) kız kardeşi Sadrin, kendi hayrına
yaptırdı, dedi. Şerif: (l2)
-Kaleyi bundan önce herhangi biri, Müslümanlardan almış mıdır, haber
verin, dedi. (l3)
-Evet Server! İlk önce Hazret-i Resul’ün ashabı gelip aldı. Hilafet Ali’de
iken geldiler, (I4) İstanbul’u kuşattılar. Barış yapıp haraca kestiler. Gidince (l5)
ibni Abbas, gemi ile çıkıp fethetti. [T 539](l) Dört ay burada kaldılar, bu kiliseyi
camiye çevirdiler. Sonra malı ve hâzineyi (2) alıp geri gittiler. Ondan sonra
Veysü’l-Karan neslinden,(3) Derviş Mehemmed gelip fethetti. Sonra onlar şehit
oldular, (4) geri kâfirler aldılar. Ondan sonra Cafer Gazi fethetti. Üç yıl (5)
Müslümanlar hükmettiler. Sonra tekrar küffâr hükmetti. Mısır’dan (6) Ahi
Ahmed geldi, denizi geçip fethetti. Üç yıl da o hükmetti. <7) Sonra kâfirler
hücüm ettiler. Onları şehit ettiler, bu hisarı <8) aldılar. İşte şimdi de siz geldiniz,
aldınız, dedi.
Şerif düşünürken, (9) kulağına bir bir ses geldi:
-Senden sonra, iki kere <l0) daha Müslümanlar fethedecek. Ondan sonra
da kıyamete dek Müslümanlar elinde kalacak.
Şerif (ll) şaşırdı, irkilip kendine geldi. Müslümanlar için <l2) elini kaldırıp
dua etti. Bu arada Müslümanlar koşup geldiler: <l3)
-Tekürden elçi geldi, dediler.
Şerif buyurdu, o elçiyi getirdiler. (14) Şerif:
-Niçin geldin, diye sordu. Elçiler:
-Beyimiz tekür, size selam gönderdi. Bu mektupta olan (l5) sözlerine
cevap istedi, dediler.
Şerif, [T 5 4 0 ](l) mektubu alıp okudu. Demiş ki:
-Ya Şerif! Siz, bizi (2) kırıyorsunuz. Kendi dininize davet ediyorsunuz.
Mesih ölüyü diriltirdi. Sen (3) de bize keramet göster, ölüyü dirilt. Senin dinine
girelim. <4)
Şerif, o elçiye:
-İsa aleyhisselam, peygamber idi. <5) Bizim peygamberimiz, son
peygamberdir. Hakk’ın emri gelirdi; ölü, diri(6) olurdu. Ben peygamber değilim
ki ölüyü dirilteyim. Biz diriyi öldürürüz. (7) Ölüyü diriltmek, bizim işimiz
değildir, dedi. Elçilik için gelen kâfir: <8)
-Ya şerif! Siz dersiniz ki biz bütün ümmetlerin en üstünüyüz. (9) Bizim
peygamberimizin yaptıklarından daha büyük işler yapmanız gerekmez mi?
Eğer yapamıyorsanız (,0) neden bizden korkuyorsunuz, dedi.
Şerif, bu söze cok öfkelendi. (ll) Emretti, bu kâfiri hapsettiler. Yakında
bir kilise daha vardı. ( 2) Orada cuma kılınırdı. <l3) Onun bir odası vardı. <l4) Şerif
oraya girdi, kırk gün kırk gece (l5) ibadet etti. Halktan ırak oldu.
Kırkıncı günde, [T 541](1) duvar yarıldı. Hazret-i Hızır çıkageldi: (2)
-Ya Şerif! Yerinden kalk. Üzülme. Bu duayı oku. İsa (3) Peygamber
okurdu, bu duayla ölüyü diriltirdi, dedi. (4)
Hazret-i Hızır; Şerife duayı öğretti, gitti. Şerif dışarı çıktı, (5) makamına
oturdu. Buyurdu, elçiyi getirdiler:
-Git, teküre (6) haber ver, gelsin. Ne isterse kabul ettim. Bizim
peygamberimiz, bütün enbiyanın (7) sultanıdır. Onun ümmetinde azizler var. Bu
azizler; İsa, Musa, Halil, (8) Davud ve Nuh peygamberin mucizelerini velayet
ile gösterirler, dedi. (9)
Elçi, teküre bu haberi verdi. Bütün Nasarîler dışarı geldiler, (10) Edirne’ye
gitmek üzere yola çıktılar. Gelip kalenin doğu tarafında konakladılar. (ll) Bütün
Rum’un ruhbanları toplanıp geldiler, teküre:
-Şimdi (l2) Şerif, bize ölüyü diriltsin, dediler.
Tekür, Şerifin yanına geldi. (l3) Buluştular, sohbet edip oturdular.
Şemmas:(14>
-Eğer bana bu kerameti gösterirsen iman getireceğim, dedi. (l5) Şerif:
-Eğer Allah teala inayet ederse olur, dedi.
Kalkıp dışarı [T542] (1) geldiler. Kalenin önünde büyük bir kümbet vardı.
Kilise de yapmışlardı. (2) O kilisenin önünde bir pınar akardı. Pınara merdivenle
inerlerdi. Kilisenin yanındaki kümbette dört kabir vardı. Tekür, doğru (4) o
kümbete geldi:
-Bu, bir padişah oğludur. Diğerleri de kardeşleridir. (5) Birlikte yatıyorlar.
Dua et, kalksınlar. Sana şehadet etsinler, dedi.
Şerif, <6) önce o pınara gusül etti. O kümbete seccadesini serdi, (7) iki
rekât namaz kıldı. Gidip el kaldırdı. Hazret’e dua edip o <8) duayı okudu, vurdu.
Hemen Tanrı’nın kudretiyle iki kabir bölündü. <9) İki kız ve iki yiğit kalktı.
İman getirdiler, şehadet ettiler:(l0)
-Her kim Muhammed dinine girmez ise kâfir olur, cehennemliktir,
dediler. <U)
Kâfirler, bu durumu görünce şaşırıp kaldılar. Tekür hemen parmak
götürüp, imana geldi. (l2) Diğer kâfirler de Müslüman oldu. Kırk bin can,
İslamiyeti kabul etti. Kabul etmeyeni,(13) haraca kestiler. Birçoğu; sihirdir, diye
inkâr etti. Şerif; teküre,(l4) Şaban adını verdi O dört can, Şerife yalvardılar:
-K erem (l5) eyle. Bize dua et, geri yerimize varalım, dediler.
Şerif dua etti, [T543](1) geri yerlerine varıp toprağa düştüler. Şaban, Şerif
(2) ile bir ay orada durdu. Canı gönülden sohbetler ettiler. Sonra İstanbul’a (3)
geldiler. Ayasofya’yı temizlediler, ağaçtan minber yapıp cuma namazını <4)
kıldılar. Şehrin orta yerine bir duvar çektiler, üstünden su getirip <5)
Ayasofya’nın önünde bir havuz yaptılar. Müslümanlar abdest aldılar. O
duvardan <6) berisi, Müslümanlar oldu. Ortası kâfir kaldı. Rum ili, tekbir ile (7)
dolup taştı.
Şerif geldi, kendi şehri(8) Eski Baba’ya yerleşti. Şerif, bir elbise giymişti.
Orada bulunan zaviyede (9) mum yakmıştı. Onu tekke hâline getirip oturdu.
Halk Server’e, “Baba” demeye başladı. (l0) Kâfirler ve diğer halk, Sarı Saltık
Baba derlerdi. Bir yıl orada (ll)dinlendi.
Bir gün Kefe’den haber yetişti:
-Siz gidince bir oğlunuz <l2) oldu, adını İbrahim koyduk, dediler.
Şerif oradan ayrıldı, Dobruc <l3) ilindeki zaviyesine geldi. Oradan da
göçtü, <l4) halkı daha önce imana gelen bir kaleye geldi. Oraya, Baba diye ad
vermişlerdi. <l5) Tuna’ya yakın idi. Oraya geldi, halk ile muhabbet etti. Sonra
[T544] (1) geri döndü. Giderken bir makama uğradı. (2) Oranın meliki, Şerifi
karşıladı. Ziyafetler verildi. Seyyid’i güzel bir şekilde (3) ağırladılar.
Şerif, Köle Yusuf u orada bıraktı. Kendisi Kefe’ye (4) geçti, Hüma
Banu’yu ve orada bulunan gazileri ziyaret etti. Bir süre Kefe (5) diyarında kaldı.
Oradan evini alıp Rum iline getirdi. <6) Hüma Banu’yu, Dobruc’da olan
zaviyesinde bıraktı. Emir Osman’ın <7) kızından olan oğlu Muhammed ile Tuna
kenarındaki Baba’da yerleştiler. Şerif, (8) orayı makam edindi. Tuna kenarı
kâfire yakın (9) olduğundan, hem halkı savaşa hazırlar hem de ilim öğretirdi. (l0)
Vaaz ve nasihat ederdi. Bazen seccadesini Tuna’nın (ll) suyuna bırakır. Üstüne
çıkar, gezerdi. Suya batmazdı. <12) Büyük bir direği vardı. Onu seccadenin
üstüne bırakıp (l3) Tuna’yı öte geçerdi. Eli ile büyük direği kaldırırdı. (l4) Bütün
küffar ve Müslümanların arasında, Şerifin ünü yayılmıştı. (l5) Denizde idi ve
menkıbeleri söylenirdi. Şerif, [T 5 4 5 ] (1) orada uzun süre oturdu.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ŞERİF’İN SULTAN ALAEDDİN’İN <2) YANINA GİTMESİ

Raviler rivayet ederler ki Sultan (3) Alaeddin, halka zulüm yapmakta idi.
Şerife öfkelenip:
-Mülkümden <4) gitsin, demişti.
Şerif artık bu diyara gelmez diye, Harcınevan yani Amasya kâfirleri üç
kez isyan (5) etti. Sultan, âciz (6) oldu. Kâfirler, Sivas ve Kayseri şehirlerini
yağmaladı. (7) Sultan, gayret edip vardı, Sivas’a muazzam bir sur yaptı, şehri
içine <8) aldı. Kardeşinin oğkı, Selim Şah’ı gönderdi. Kayseri şehrine de <9> sur
çektiler. Müslümanlar, surlar yapıldıktan sonra biraz rahatladılar. Bir süre
böyle devam etti. Sonra yine (l0) sultan zulmü artırdı. Âciz kaldılar, bedduaya
başladılar. (ll)
Şerifin kulağına haber ulaştı ki müminler âciz kaldılar. Şerif, <12)
yerinden kalktı, bezirgân suretine girip Kefe’ye geçti. Oradan (l3) Gazbin’e
sefer eyledi. Gazbin’den Rum’a yöneldi, doğru (l4) Konya’ya geldi. Bir handa
konakladı. Gammazlar onu gördüler. (15) Sultanın yanına çıkıp haber verdiler:
-Büyük bir bezirgân geldi dediler.
Sultan, [T 546](l) Şerifi bezirgân diye davet etti:
-Ya Hoca! Bil ve haberdar ol. Benim mala <2) ihtiyacım var. Bu maldan
sana kırk bini yeter. Geri kalan malını bana ver, dedi. Şerif: (3)
-Zulmetme. Memleketin bezirgânları çok olursa sana berekettir.
Fukaraya <4)da ekmek kapısıdır, dedi. Affan:
-Çok konuşma. Başını da birlikte alırız, dedi. <5)
Sözün kısası, Şerifin malını hep çekip aldılar. Şerif hiç aldırmadı. Şerif
<6) atma bindi. Bir günlük yol yürüdü, Menucher duasmı okudu. (7) Hemen dört
yüz bin cin askerleri geldi. Hep birlikte (8) Kuvaniyye tarafma göçtüler.
Memleket halkı bu askerleri(9) gördü, feryat ederek sultanm yanma geldiler:
-Ülkeye yabancı askerler(10> gelmiş, şimdi yetişmek üzeredir, dediler.
Sultan, kulları ve hazır bulunan <n) askerler ile geldi. Şehir önünde durdu.
Şerif;(l2) askerleri ile geldi konakladı ve haber gönderdi. Sultana: (13)
-Ortamızdaki Müslümanlar cesaret almasın. Sultan, bizzat kendisi (l4)
meydana gelsin. Biz de varalım. Şans kime yardım ed er,<l5) görelim, dedi.
Sultan, halkın zorlamasıyla kabul edip durdu. [T547] (l) Zâlim ve
acımasız olduğu için halk onu sevmiyordu. (2) Sultan, ertesi gün meydana girdi.
İki ordu karşılıklı bakarken (3> nara atıp Şerifi meydana davet etti. Şerif, onu
istemişti. Hemen (4) meydana çıkıp onun karşısına dikildi. Sultan baktı. Gördü
(5> ki bu kişi, dün malını aldığı bezirgândır:
-Adın (6) nedir, diye sordu. Şerif:
-Adım, Hızır’dır, dedi.
Şerifin asılda adı, Hızır idi. (7) Sultan onu bilmezdi. Zira Şerif de bu
isimle anılmaz idi. Sultan şaşırdı: (8)
-Sen hangi memleketten geldin, diye sordu. Şerif:
-H ay(9)huy, sual ve cevap vakti değildir. İşimize bakalım, dedi.
Hemen cenk etmeye <l0) başladılar. Şerif, sultana kıyamazdı. Sultana:
-Attan in,(l güreşelim, dedi.
İkisi de indiler, güreştiler. Şerif, götürüp sultanı yere vurdu. (12)
Göğsünün üzerine çıktı, oturdu. Hançeri çıkardı, boğazına dayadı. (l3) Sultan,
gözünü açtı. Gördü, ah etti. Şerif:
-Niçin ah ediyorsun, diye sordu. <14) Sultan:
-Ey Server! Nasıl ah etmeyeyim. Genç yaşımda yiğit iken helak <l5)
oluyorum, dedi. Şerif:
-Sen zulüm ile Müslümanların ömrünü [T548] (l) yok ettiğini anmaz
mısın, dedi. Sultan:
-Estağfurullah! Ben artık kimseye (2) zulmetmeyeceğim, dedi.
Şerif, sultanın üzerinden kalktı. (3) Sultan da kalkınca:
-Kesin olarak anladım ki sen gerçekten Hızır’sın. <4) Başka birisi değilsin,
dedi.
Şerif; kendini sultana tanıtmadı, (5) güldü. Sultan; Şerifi alıp şehre
getirdi, misafir etti. Müslümanlar gördüler. Bu askerler yemek yemezlerdi.
Merak ettiler. Anladılar ki bunlar, cin askerleridir. (7> Sultan, Şerife:
-Zulm ile toplanan malı ne yapayım, dedi. Sultan (8) öyle deyince Şerif:
-Haram mal, taşa ve toprağa harç olur, derler. <9) Helal mal, rızık ve nimet
olur. Kursağa düşer, derler. Şimdi sen de (10) onların canlan için bu şehre bir sur
inşa ettir. Kâfirler saldırdığında (ll) Müslümanlar gelip sığınsınlar, dedi.
Bu söz üzerine sultan vardı, (12) o malı toplayıp Konya’ya taştan sur (13)
yaptırdı. Şerif, sultana veda edip gitti. Cin askerlerine izin (l4) verdi. Cin
askerleri dağılıp gidince Şerif; doğru (l5) Baba’ya geldi, oturdu.
Diğer tarafta raviler rivayet ederler ki [T 5 4 9 ] (l) Sultan Alaeddin, sıdk ile
tövbe etti. Hak teala (2) ona velayet nasip etti. Şöyle ki eşi ve çocukları, (3)
Sivas’ta idi. Gece Sivas’ta yatardı. Bir katırı vardı. (4) Seher vaktinde binerdi,
yola giderdi. Gün doğmadan Konya’ya gelirdi (5) divanını toplardı. İkindi
vakti tekrar katırına binerdi. (6) Akşam namazını Sivas’ta kılardı. Her zaman
böyle yapardı, bunu alışkanlık hâline getirmişti. (7> Adalya’ya ve Alaiyye’ye
gelip fethetti. Sonra Kastamonu’yu, (8) Kalacuk’u ve ve çevresini o fethetti.
Oraları, Sultan Atabey’ine (9) verdi. Oralarda çok gazalar yaptı.
Onun kızının oğkı Muzafferüddin <10) de onunla birlikte gaza ederdi.
Sonra bu kitapta anlatılacak. Kıravan melikinin oğlunu, tekür bey olarak bunun
ile göndermişti. Bir (ll) cenkte onu (l2) öldürdüler. Yedi yaşındaki bir oğlanı
tutup getirdiler. Sultan ona, (l3) Karaman adı verdi. Sonra Larende’yi de ona
bağışladı:
-Bu il, sana oturacak(14) yer olsun, dedi.
Karaman, Müslüman olmuştu. Bu oğlan, sultan kullarının <15) arasında
iyi bir yer edindi. Çok akıllı idi. [T 5 5 0 ](l) Harcınevan’a yani Amasya’ya gidip
çok gazalar eyledi. Kâfirler ondan korkarlardı. (2)
Bu tarafta Şerif; Baba’da, Tuna kenarında gezmeye çıktı. (3) Niyeti, Eflak
meliki Rasun-ı Eflak’ı esir etmekti. Şerif daha geziye yeni çıkmıştı. Kız
kardeşinin (4) oğlu Kara Boğdan, Rasun-ı Eflak’a isyan etti. Vilayetindeki bir
çok yerini alıp (5) zapt eyledi. Onun üzüntüsünden gemiye binmiş, Tuna
üzerinde gezmekteydi. <6) Şerifin üzerine çıkageldiler. Şerifi görünce
beylerine emretti: (7)
-Şu gelen sihirbaz Şerif değil mi, diye sordu. Kendisi sarhoş idi. Beyleri:
( 8)

-Evet, Saltık’tır, dediler. O:


-Gidip söyleyin. Varsın, Boğdan’ı (9) tutsun, bana getirsin. Yoksa onu
öldürürüm, dedi.
Kâfirler<l0) bir kayığa binip Şerifin yanına geldiler:
-Rasun size der ki Boğdan’ı (1:) tutsun, bana getirsin, dediler. Şerif:
-Niçin halk Boğdan’a uydu? Onu bana (12) haber verin, dedi. Onlar:
-Boğdan adil idi. Tekürün zulmünden kaçtılar, dediler. Şerif: (l3)
-O adil, bu zalim. Ben adili bırakıp zalime yardım etmem, dedi.
O kâfirler (l4) dönüp gittiler. Rasun’un huzuruna vardılar, haber verdiler.
Rasun gazaba (15) gelip emretti, gemiyi Şerifin üzerine sürdüler. Emretti,
[T 5 5 1 ]rı) bir anda Şerife yüz on dört ok attılar.
O oklar hep Şerife değdi. <2) Fakat Allahuteala esirgedi. Birisi bile
batmadı, zarar vermedi. Zira Resul’ün (3) mübarek saçının kılından üç tane kıl
çekti. Seyyid Cafer’den ona miras (4) kalmıştı. Kolundaki pazubentte idi, onun
için batmadı. (5)
Şerif gördü ki kâfirler kendisini ok yağmuruna tuttu. Hemen yerinden <6)
kalktı. Büyük bir mermer direği, iki eli ile başının üzerine getirdi. O gemiye (7)
fırlattı. O direk(8) gemiyi deldi.
Kâfirler feryat ettiler. Rasun bir kayığa (9) bindi, gemiyi bırakıp kaçtı.
Kâfirler, hep birlikte gemi ile battı. (l0> Mermer direk suya batmayıp Şerifin
yanına geri geldi, durdu. (ll) Şerif o direği aldı, seccadenin üstüne (l2) koydu.
Geri gelip Baba şehrine çıktı, hikâyeyi anlattı. Müslümanlar (l3) hayret edip:
-Bu kâfirler, Müslümanda intikamlarını bırakmaz, (l4) dediler.
Rasun’un fesadına da hayran oldular. Şerif geri döndü, gelip Tuna’yı
geçip (l5) Samavin’in başkentine gitti. Yaklaşınca bir kâfir, Şerifi [T552] 1
gördü. Hemen Rasun’a haber verdi. Rasun <2> emretti, askerler hazırlandı,
Şerife karşı geldiler, saf bağlayıp cenge hazırlandılar. (3) Şerif bir nara attı:
-Ey Rasun! Şimdi gör, sana ne işler edeceğim,(4) dedi.
Şerif, atını saldı. Yalnız başına kâfirlere kılıç vurdu (5) Üç gün, gece ve
gündüz cenk etti. Hiç bir kâfirin kılıcı ona işlemezdi. <6> Zira Fakih Ahmed,
Şerifin bütün gövdesini sıvamıştı. Rasun, (7) bu durumu görünce askerlerini
bırakıp Kaydakan-ı Asferi’ye (8) kaçtı.
Şerif, Eflak vilayetini fethetti. Burayı, Rasun’un (9) kardeşinin oğlu
Radul’a verdi. O, Şerife itaat ederdi. Şerif oradan (l0) Boğdan’a gitti.
Boğdan’ın bir şehri vardı, Seccaf derlerdi, oraya erişti. (11> Şerifin geldiğini
işitti, Boğdan beyi karşılamaya geldi. Ziyafetler verdi, (l2) Şerifin elini öptü.
Şerif onu haraca kesti, geri dönüp (I3) Tuna’yı geçti, Baba’ya geldi.
Raviler (l4) rivayet ederler ki tekür ve Şemmas, Müslüman olunca Rum
ilinin (l5) beyleri ayrı baş çekip başlı başına tekürlük davası sürmeye başladı.
[T553] (1) Şerife haraç getirdiler. Krallık davasını ortaya ilk koyan, Bosin idi.
<2) Onun için, kral dediler. Sonra Mora beyi (3) asi oldu, ayrı baş çekti. Kral,
dediler. Laz, Sırf, Baravati, (4) Matara, Şumlu, Yuvan, Arnavut ve Firiban illeri
de arkadan takip etti. <5)
Baravati’nin tekürü, Yuvan melikinin oğluna kızını vermeye razı oldu. (6)
Nikâh yaptılar. Düğün için toplandılar. Şerif *onu işitip yerinden kalktı. Rum
iline gitmek için suret <8) değiştirdi. Oraya geldi. Düğün topluluğunun içine
girdi. (9) Kâfirler, onu görüp Şaban oğlu Sirdal’a haber verdiler:
-Ya melik! <10) Dinimizin düşmanı Saltık buraya gelmiş, (ll> geziyor,
dediler. Sirdal, beylerine:
-Ne yapalım bu ere, diye sordu. Bunlar: <l2)
-Bizden sana nasihat. Onunla cenk etmeyiniz. Bir hile (13) yapalım,
dediler.
Şerbetler hazırlanmıştı, herkese dağıttılar. (l4) Şerife, ilaçlı şerbet
hazırlayıp (15) verdiler. S e r v e iç ti. Başı dönmeye [T554] (1) başladı. Şerif,
kalkıp bir kiliseye geldi:
-Şurada biraz yatayım, (z> uyuyayım, dedi.
Kâfirler takip etti,(3) ardınca gelip Server’i tuttular. Bağlayıp, sağlam bir
ağaca sardılar, Sirdal’ın (4) huzuruna getirdiler. Sirdal buyurdu, onun aklını
başına getirdiler. (5) Sirdal:
-Ya Saltık! Buraya niçin geldin, haber ver, dedi. Şerif: <6)
-Ya Sirdal! Biz sizinle barış yaptık. Sizi bizim ülkemize, biz de sizin
ülkenize gelebiliriz, (7) dedi. Sirdal:
-Çok söyleme, senin muradın kızı almaktır. Yahut (8) bir hileye geldin,
dedi. Server:
-Ben Edirne’ye, Ahmed’in yanına gidiyordum. (9) Düğün cemiyetini
gördüm, geldim, dedi. Sirdal:
-Elime iyi bir fırsat geçti. (10) Sana öyle bir azap edeyim ki bütün dünyaya
ibret olsun, dedi. Şerif: (
-Ya Sirdal! Gel, kötü bir şeye niyetlenme. Sonra pişman olursun, (12)
dedi.
Sirdal dinlemedi bile. Beylerine dönüp:
-Bunu ne yapalım k i(l3) ki artık dirilemesin, dedi. Beylerden biri:
-Bunun kanını, asla yere (14) dökme. Sonra her bir damlası bir Saltık olur,
bize bela olur, dedi. Sirdal: (l5)
-Ya ne yapalım, diye sordu. Beylerden birisi:
-Şurada bir dağ var, [T555] (l) Piruz Dağı derler. Orada bir delik var.
Kayserlerden biri dört yüz kırk <2) kulaç ip sarkıttı, dibine inmedi, yitişmedi.
Oraya bırakalım. (3) Orada helak olur, asla çıkamaz, dedi.
Bu sözü dinlediler, razı (4) oldular. Şerifi o dağa götürdüler. O ağaç ile
kuyuya (5) attılar. Şerif, İhlas suresini okuyarak aşağıya gitti. (6) Birazdan
kuyunun dibinden bir ses belirdi. Şerifin yüzüne <7) yel dokundu. Üç saat
miktarı zamanda ancak kuyunun dibine indi. (8) O uzun ağaç yere battı. Şerif in
vücudu yaralanmadı. (9) Kâfirler ardınca çok taş attı, ona zarar gelmedi. Birisi
bile (l0) dokunmadı, kuyunun diğer tarflarına düştü. Şerif, bağlı bir şekilde
orada kaldı. Birazdan (ll) aklı başına geldi. Menucher’in duasını okumaya
niyetlendi. <12) Bir de baktı ki karşıdan bir meşale geliyor. Bir yılan... (13) Başı
ve yüzü adam gibi. Gelip Şerife saygı ile selam verdi: (l4)
-Gam yeme. Bize arzın sahibi; sizin geldiğinizi bildirdi, geldik. <15)
Derdinize derman olabileceğimizi umuyoruz, dedi.
Yılanlar gelip Şerifin [T556] (l) iplerini kırdılar, boşandı. Adam gibi
olan yılanlar şahı, (2) Şah-ı Maran idi. Onun ayağına gelip oturdular. Şah-ı
Maran (3) türlü türlü nimetler getirdi, Şerifin önüne koydu. Şerif, yemeğini
yedi. Bir süre durup <4) sohbet ettiler. Şah-ı Maran:
-Server! Bizim ilimizde,(5) bu yer altında üç başlı bir ejderha peyda oldu.
Altı yıldır, (6) memleketimizde bize rahat yok. Aciz kaldık. Nicemizi helak (7)
edip yuttu. Belki senden bize bir çare olur, dedi. Şerif:
-İnşallah hayır olur, görelim, (8) dedi.
Oradan kalktılar. Yer altında garip bodrumlara giridiler. (9) Bir sahra gibi
yere eriştiler. Şah-ı Maran:
-Server! O ejderha (10) dediğimiz canavar buradadır, dedi. Şerif:
-Sizler geri durun, (ll) görelim hal nice olur, dedi.
Onlar gitti, Şerif yalnız kaldı. Birazdan (12) o canavar, bir kayadan başın
çıkardı. Şerif, hemen eline (l3) bir taş aldı. Bir sapan yapmıştı. Taşı, o sapana
koydu. Canavara (l4) öyle bir taş vurdu ki kellesi uçup gitti. Hay deyince bir taş
(15) daha vurdu, o canavar düşti, can verdi.
Şerif, [T557] (1) bir kere nara attı. O yılanlar geldi. Canavarı helak olmuş
(2) görünce şenlikler yaptılar, Şerife dualar ettiler. Şerifi izzetle alıp <3)
makama geldiler. Nimetler getirip şenlikler yaptılar. Şerif, o yemişlerden yedi.
Orada Şah-ı Maran’m (4) yanında dinlendi.
Diğer tarafta Şerifi, Sirdal kuyuya atınca (5) âleme haberi yayıldı.
Bortıkal (6) tekürünün bir kızı vardı. Onu; İstanbul’un (7) tekürü Şaban Beg,
oğluna istedi. Ona, rahip Melik derlerdi. Barmak (8) tekürü:
-Gelin, dininize geri gönün, vereyim. Saltık (9) helak oldu, dedi.
Gittiler, bu söz ile dinlerine geri döndüler. <I0) Kâfir oldular. İstanbul
içinde olan Müslümanların hepsi, bir yere gelipsilah (ll) giydiler. Atlarını
sürdüler, Şaban’m huzuruna geldiler:
-Niçin İslamdan (12) döndünüz? Şerif, bunun gibi nice kazalara uğradı.
Sağ ve e se n <13) geri geldi. Yine gelince ona ne cevap vereceksiniz, dediler.
Şaban tekür, bu (l4) söz üzerine dönüp iman getirdi. Oğlu rahip onu
gördü. (l5) Öfkelenip babasının boynunu vurdu, [T558] ( ’ şehit etti.
Müslümanlar onu görüp Ayasofya’ya girdiler. Üç (2) gün cenk ettiler. Üç
binden fazla adamı şehit ettiler. <3) Kadınlarını ve oğlanlarını soydular,
çırılçıplak edip İstanbul’dan çıkardılar. (4) Gemilere koyup, getirdiler, Kefe’ye
bıraktılar.
Müslümanlar, aç açık <5) o illerde kaldılar. O laine, Recim tekür diye ad
koydular. (6) İstanbul’un içini kâfir ile doldurdular. O da yetmedi. Atlarını
sürdüler, (7) şehirden çıkıp Eski Baba’ya geldiler, İsmail’e hücum ettiler. Orada
(8) yaşayan Müslümanlar, kaleye sığındılar. Kala sağlam idi, (9> çaresini bulup
alamadılar. Oradan, Şerifin o mum yaktığı kiliseye (10) girdiler. Recim lain,
buyurdu:
-Burayı yağmalayın. Ne varsa (ll)alın, dedi.
Yağmalamaya başladılar. (l2) O mumdan bir parça ateş sıçradı, o kavme
dokundu. (l3) Ateş hemen yaktı. Kurtulamadılar. Yedi kâfir (14) bir anda öldü.
Korktular, bırakıp kaçtılar, (15> gittiler. Oradan Edirne’ye gitmek üzere yola
çıktılar. Edirmne’ye varınca, kaleye [T559] (l) karşı konakladılar. Oradan
kaleye (2) karşı çağırdılar:
-Gelin, bize uyun. Saltık’m dininden dönün, geri Mesih dinine (3) girin,
Hristiyan olun, dediler.
Ahmed onu işitince burca geldi: (4)
-Ya Recim! Sen, Şerifi bilir misin nasıl bir erdir? Eğer sağ olarak gelirse
sana ne (5) işler eder, görürsün, dedi.
Onlar, Ahmed’e sövdüler. Ahmed-i Rumî atma binip (6) bin kişi ile dışarı
geldi, cenk ettiler. Kâfirlerden çok k işi(7) öldürdüler. Çevre il kâfirleri de geldi,
çoğaldılar. Müslümanlar az idi. <8) Gaziler, geri dönüp kaleye girdiler. Tekür (9>
gördü ki cenk ile kale alınmaz. Çevredeki tekürleri ve beyleri topladı. (l0)
Firiban ilinde, Sükub şehrine geldiler. Ali Beyi gafil yakaladılar, şehit ettiler,
(ll) hisarı aldılar.
Müslümanlardan kurtulanlar kaçıp Baba’ya gitti. Melun (l2) tekür,
Baba’ya gitmedi. İki bey gönderdi. Beylerden birisi, Dobruc’da (l3) Seyyid’in
ejderha öldürdüğü Yılan Tekyesi’ne; diğeri, Tuna kenarındaki(14) Baba şehrine
gitti. Buralarda yaşayanlar işitip kaleye girip beklediler. <15)
Tekür bu tarafa, geri Ahmed’in üzerine yürüdü. Çok cenk ettiler.
Kaleden çıkıp [T560] (l) çok kâfir tepelediler. Ortaya adam bıraktılar ki
Müslümanlar, kâfirlere <2) haraç vereler. Ahmed, çaresiz kalıp barış yaptı. (3>
Oradan İsmail’e geldi. O da barış anlaşması imzaladı. Tekür, geri İstanbul’a
geldi. <4)
Bu tarafta, Baba’ya hükmden kişiye <5) İshak derlerdi. O da kâfirlerle
barış yaptı. (6) Tekür; Ayruşak şehrine, Barsuk’a haber gönderdi:
-Dört(7) aydır senin için çalışıyorum, bana kızını ver, dedi.
Barsuk razı oldu, (8) nikâhlayıp düğünler yaptılar. İki taraftan da ihtiyaç
gördüler, gemiler donatıp (9) Abruşak’a gönderdiler. Gelip Mudan iskelesine
çıktılar. (l0) Oradan da atlara binip Abruşak’a gittiler. Barsuk, onları karşıladı.
Ziyafet ve şenlik <H) ile onları misafir etti. Orada, yedi gün düğün ettiler. Bunlar
şenlik yapmakta ... (12>
Bu tarafta Şerif, Şah-ı Maran’m yanında otururken bir cinnî içeri(l3) girip
Şah-ı Maran’a selam verdi:
-Meymun Tayyar sizlere selam (l4) etti, “Üstümüze Ehremen askerleri
saldırdı. Kâfirler bizi kırdı. <l5) Şerifin senin yanında olduğunu işittik. Bize
yardım edin. [T 5 6 1 ] (1) Yoksa Müslümanlar darmadağın olur.” dedi.
Şerif, bu sözü(2) cinnîden işitince:
-İyi ama benim silahım yoktur. Kardeşim <3) Menucher’i davet edeyim.
O, dünyada insanların içinde yaşayan cinnîlerin anın padişahıdır. (4) Gelsin,
dedi.
Şerif, hemen duayı okudu. Dua henüz daha tamam olmadan Menucher (5)
cinnî, askerleriyle birlikte çıkageldi. Şerifin Ankabil atmı ve bütün silahlarını
getirdi. (6) Şerif atma bindi. Sürdüler, Meymun Tayyar’a gittiler, yetiştiler.
Meymun Tayyar, (7) Şerifi karşılayıp mübarek elini öptü. İndiler, konakladılar.
Şerif:
-Bu yer, havada <8) gökyüzü gibi asılı dururdu, dedi.
Birazdan bir alay t9) asker çıkageldi. Naralar atıp tepindiler. Dev
askerlerinin gövdesi çok büyüktü. (10) Şerif de atına bindi, nara atıp o devleri
birbirine vurdu. Çok şiddetli bir cenk (ll) ettiler. Savaş yedi gün sürdü. Sonunda
Şerif çağırdı: (12)
-Beyiniz Şeterser, meydana gelsin. Niçin kaçıyor, dedi.
Birazdan deve başlı(l3) bir erkek dev, meydana geldi:
-Ey sihirbaz Saltık! Ben de seni aramaya çıkacaktım. (l4) Sen kendi
ayağınla geldin, deyip Şerife büyük bir gürz ile *saldırdı.
Şerif, gürzün altından sıçradı. [T562] (1) Gürzü yere vurdu, meydan
sarsıldı. Sanki deprem oldu. Şerif, gürzün altında (2) paramparça oldu sanıp
döndü. Bu sırada Şerif, o devin başına kılıcı öyle bir (3) çaldı ki beriden öte
geçti. Devin başı önüne düştü. (4) Dev ardına yıkıldı, kaldı. Devin askerleri,
darmadağın olup (5) kaçtı. Rahmanı Müslüman cinnîler onları kırdılar, bazılarını
esir edip (6) ganimet aldılar.
Oradan yürüyüp illerini fethettiler, oturdular. Şerife (7) nimetler
getirdiler, yedi. Tanrı’ya şükretti. Şerif, durup ibadetle (8) meşgul oldu. Gece
namazlarını çok kılardı. Bir gece yatarken korkunç bir (9) rüya gördü. Kalktı,
rüyasını Menucher’e anlattı. <l0) Şerif:
-Kalkın! Geri gidelim, dışarı çıkalım, dedi.
Oradan ayrıldılar, (ll) Rakkas perinin yanına geldiler. Onlar, Şerifi
karşılayıp ziyafet verdiler. (12) Sonra Mesud cirminin iline geldiler. Mesud da
karşıladı, bunları misafir etti. <l3) Yedirdi, içirdi:
-Ya Server! Yer üstünde (l4) olan Rum’da Müslümanların hâlinden
haberdar ol, deyip <l5) durumu haber verdi:
-Ben dışarı çıkmıştım, [T563] (1) gördüm. Müslümanlara çok acıdım.
Allahutealadan bana izin olsa, o (2) kâfirleri denize dökerdim. Melekler izin
vermezler. Bizim gücümüz insanlara <3) yetmez, dedi. Şerif, o Müslümanlar için
ağladı:
-Yardım edin, beni hemen dışarı<4) çıkarm, dedi.
Meymun Tayyar, Şerifi boynuna alıp oradan çıkardı. (5) Menucher de
Şerifin yanmda giderdi. Şerif:
- Ya Meymun! Beni İstanbul(6) ile Abruşak arasındaki denizin kenar
bırak, dedi.
Meymun, <7) alıp Şerifi dışarı getirdi. Deniz kenarmda içine su dolmuş
bir taş <8) vardı, o taşın üzerine bıraktı. Ona, Baba Kayası derlerdi. <9) Şimdiki
zamanda, yine bu isimle anılır.
Şerif, <10)Meymun’a ve Menucher’e:
-Gidin. Abruşak’tâki kızı nereye getiriyorlar, <H) haber getirin, dedi.
Meymun ve Menucher, gitti. Kızı almaya Sameriyye, bizzat kendisi
gitmişti. <l2) Menucher durumu öğrendi. Kızı hisardan çıkarıp deniz kenarına (l3)
getirdiler, gemiye koydular, yola çıkıp İstanbul’a gittiler. Şerif, hemen Malik-i
(l4) Bahrî duasını okudu. Malik-i Bahrî çıkageldi. Şerif:<l5)
-Bu kaya dibinden daha derin bir yer buralarda var mıdır, dedi. Malik:
-Burası derin [T 5 6 4 ] (1) bir yerdir, dedi. Şerif:
-Burayı girdap edip gelen gemiyi batırın. Garipler geçerken (2) yardım
edin, diye tembih etti. Burayı, (3) şimdiden sonra siz bekleyin, dedi.
Bir süre sonra gemiler çıkıp <4) geldiler. Erişince hemen yeller esti,
denizin altı üstüne döndü. (5) Dalgalar vurup fırtınalar koptu. Deniz kükredi. O
gemilerden üç parça gemi(6) gelip taşa dokundu, battı. Balıklar dışarı çıktılar.
(7) Sameriyye’nin askerleri bu durumu gördü, ah etti. Batan gemilerden
bir kâfir dışarı ( ) çıktı, Şerifi gördü. Dönüp çağırdı ki Şerif işte buradadır. (9)
Sameriyye’nin canı başına sıçrayıp geldi:
-Ey kavim! Bu yeller, bu fırtınalar hep (l0) onun işidir. Eğer ondan yardım
istemez isek helak olacağız, dedi.
Halk, başını açıp (ll) feryat ve figan etti:
-Meded ya Şerif, dediler.
Şerif, o kayanın üzerine çıktı. <l2) Keçe giyerdi. Başında taç, ileri gelip:
-Hemen kızı çıkarın, (l3) yoksa sizi helak ederim, dedi.
Kızı vermediler. Yel, gemileri hep kenara <14) attı. Şerif, kızı esir etti.
Sameriyye’ye:
-Seni sonra öldürürüm. Şimdilik (l5) seni bıraktım. Hele yürü git, teküre
haber ver, dedi.
Sameriyye, yayan olarak karadan [T565] (1) İstanbul’a gitti. Şerif, kızı
Menucher’e verdi:
-Götür, Eski Baba’da (2) İsmail’e emanet et, deyip gönderdi.
Menucher kızı oraya götürdü, İsmail’e (3) verdi. Şerif, Abruşak’a gitti.
Deniz içinde yürüdü. Deniz, topuğuna bile (4) gelmezdi. Zira İlyas Peygamber
duasını okurdu. Deniz ona arkadaş oldu, (5> batmadı. Mudan kâfirleri, onu
görünce çok korktular. Karşılamaya gelip:
-Sen kimsin, (6) dediler. Şerif:
-Kim olsam gerek? Ben Saltık’ım, dedi. Kâfirler aman istediler: (7)
-Bizim suçumuz yoktur, dediler.
Şerif, onları bağışladı. Orada (8) bir kilise vardı. Bu kilisede, ulu bir
rahip otururdu. Atını sürdü, Şerifin yanına geldi: (9)
-Ey Server-i Rum! Benim bir sözüm var. Senin için “Velidir.” derler.
Eğer dediğimi yaparsan ben (l0)Müslüman olacağım, dedi. Şerif:
-Nedir, dedi. O rahip:
-Benim bir kızım (ll) var idi. Bir gün deniz kenarında oynarken
kulağından küpesini denize (l2) düşürdü. Rum’un bütün haracı değerinde idi.
Onu bana bulup verirsen ben de sözüme <l3) sadık olurum, dedi.
Şerif ileri geldi, İlyas duasını okudu. Bir kez (l4> çağırdı:
-Ey balıklar! Her nerede ise hemen o küpeyi bulup getirin, dedi. (l5)
Denizin yüzüne irili ufaklı o kadar balık çıktı ki hesabını Allah bilirdi.
[T566] (,) Sonunda büyük bir balık küpeyi ağzına alıp getirdi, sundu. Şerif, <2)
alıp rahibe verdi. Rahip onu gördü, hemen imana geldi. Müslüman (3) oldu. Bu
kerameti görünce yirmi dört kâfir daha Müslüman <4) oldu.
Şerif, oradan ayrılıp Abruşak’a geldi. Bursak lain işitti (5) ki Şerif
gelmekte. Hemen dört bin kişiyle karşılamaya geldi. Dermuş sahrasında <6)
buluştular. Şerif yalnız başına o kavim ile aralıksız üç gün cenk (7) etti. Şerife
silah kâr etmezdi. Şerif sancağa ulaşıp (8) yıktı. Askerler yenildi, kaçıp gittiler,
hisara girdiler. Hemen burçların başına (9) çıkıp donattılar, cenk etmeye hazır
durdular.
Şerif yakınlaşınca, (l0) yüksek hisarlardan taş ve ok attılar. Şerif de (ll)
yükseğe çıktı. Taşlar getirip hisara attı. Çok ev ve bina (l2) harap etti. Bir
mağara vardı, onun önünde oturdu. Uykusu <l3) geldi. Meğer o dağa, Keşiş Dağı
derlerdi. Üstünde bir kilise vardı. (l4) Oradan yukarısı kar idi. Kar, yaz kış
erimezdi. O papazlar:(l5)
-Gidelim, Şerifi karşılayalım, kurtulalım, dediler.
Atlarını sürdüler, o mağaraya [T567](l) geldiler. Şerife yaklaştılar.
Şerifi uyur görünce:
- Fırsattır, (2> bu iş kolay oldu, diye büyük bir taşı yukarıdan yuvarlad
Şerifin üzerine saldılar. <3)
Taş yuvarlanıp Şerif üzerine gelince bir yere dokundu, sıçradı, karnına
dokundu. Hak teala sakladı, taş yuvalanıp gitti. Şerif uykudan uyandı. Gördü
ki taş (5) üstünden geçti. Hemen yerinden kalktı, o kâfirleri gördü: <6)
-Bre melunlar! Nedir bu, dedi. Onlar feryat edip:
-Size gelirken ufak taşlar ayağımızdan döküldü, (7) gelip bu taşa dokundu.
Buradan da kopup üstünüze geldi. Sizi, Allah sakladı, (8) dediler.
Şerif; onların sözüne pek aldırmadı, sabretti. O kâfirler, yukarı dağa
gittiler. Şerif,(9) tekrar kaledekilerle cenge başladı. Yüksekten taşlar atardı. Her
birisi deveden <l0) büyük idi. Sonunda âciz kaldılar, canlarının bağışlanmasını
istediler. Şerif, onları bağışladı. Mal ve rızık (ll) verip haraç ödemeye razı
oldular. On bin altına anlaştılar. Kapı açıldı, Seyyid’e ,l2) izzetler ettiler.
Papazlar başlarını açtılar, Şerifi karşılamaya geldiler. Şerif kaleye girdi,
Abrusak (l3) Kalesi’ni gezdi. Bir tarafından girip üstünden çıktı. Giderken bir
kâfir 4) oğlancığı, Şerife:
-Ya Saltık! O rahipler senin üstüne taş bıraktılar. (l5) Sakalına dua edip
kurtuldular. Onların ettiği [T568] (1)işi buradan gördük, dedi. Şerif, ona:
-Beri gel. Bak sana ne söyleyeceğim, dedi.
Oğlan gelince sıkıca <2) tuttu, atm arkasına attı, alıp çıktı. Dağa doğru
gitti. (3) Akşam üzeri yukarıdaki kiliseye erişti. Şerif o oğlana, Haşan (4) adını
verdi. Onu atm yanmda bıraktı, kendisi kiliseye geldi. Kapısı (5) kilitlenmişti.
Bir cam var idi, onun dibinde durdu. O gece (6) çok soğuk idi, kar da yağıyordu.
Şerif geldi dinledi. Bir papaz, diğerlerine: (7)
-Ey Hristiyanlar! Bu cazu Türklerinden sakının. Bunlarla konuşmayın. (8>
Dillerini kullanmayın. Bunların peygamberleri, haşa, sihirbaz idi. (9) Şimdiki
hâlde, bu Şerif Saltık da sihirbazdır, dedi.
Şerif, bunu (l0) işitince o cama bir taş attı. Cam yerinden kopup yere
düştü. ( 0 Rahip:
-Nedir, bakın, dedi.
Kapıyı açıp dışarı çıktılar. Şerif; dışarı tl2) gelenlere birer kılıç vurdu,
tepeledi. İçeriye girdi nara attı:(l3)
-Bre melunlar! Sizin hileniz tükenmez. Şimdi size bir iş edeyim de
görün, dedi. Orada bulunan (14) otuz iki keşişi tepeledi.
Çocuğu ve atı kiliseye getirdi. O gece orada yattı. (l5) Sabah kilisenin
mallarını topladı. Dağı gezdi karlıklarını gördü. [T569] (l) Oradan aşağı indi o
çocuğu yanına alıp Üngüriyye Kalesi’ne (2) gitmek üzere yola çıktı.
Şerif, Üngür’e geldi. Üngür meliki korkusundan kaleyi girdi (3) ve oğlu
ile Şerife hediyeler gönderdi. Şerif onu hoşgördü, (4) haraca kesip geri döndü.
Server, bir kervansaraya konakladı. O gece yattı. (5) Rüyasmda, Seyyid Gazi’yi
gördü:
-Ben burada yatıyorum, dedi.
Server <6) uyandı, orayı işaretledi. Taş ile bir kabir yaptı. (7) Ruhuna dua
etti oradan ayrıldı. Ondan sonra rüyasmda (8) bir hatun gördü. Oraya bir türbe
ve zaviye yaptırdı. Bu binalar, şimdi de (9) mamurdur.
Server, oradan Iras şehrine geldi Halk onu karşıladı, (l0) hürmet ettiler.
Oradan İznik Kalesi’ne geldi Bu kale, Nasranîlerin (ll) en büyük kalesidir.
İstanbul’a üç günlük yoldadır. (l2) Kalenin dışı, büyük bir şehir idi. Şerif, o
şehre gitti. (l3) Rahip elbiseleri giymişti. Şehre yaklaşınca <14) bir bölük rahip
çıkageldi. (l5) Şerif i gördüler:
-Sen kimsin, dediler. Şerif:
-Ben [T 570](l) Selihun’um, dedi.
Bir rahip vardı. Şerif, onu Keşiş Dağı’nda<2)öldürmüştü. İsmini
söylediği, o keşiş idi. Onlar atlarından indiler,Şerif ile görüştüler. <3)
-Ya Selihun! Ne oldu da siz buraya geldiniz, dediler. Şerif:
-Sizin haberiniz (4) yok. Sihirbaz Saltık geldi, bizi hep kırdı. Ben kaçtım.
Buraya (5) geldim, dedi.
Onlar ağlaştılar, sonra alıp ulu kiliseye getirdiler. (6) Server çıkıp vaaz ve
nasihat etti, halkı hayran bıraktı. O kavim: (7)
-Eyvahlar olsun! Şunun gibi aziz nerede var. Bu Saltık neyaramaz
adamdır. (8) Kimseye göz açtırmaz, adamları kırar, dediler.
Şerif, o gece kilisede dinlendi. (9) Halk dağıldı. Şerif; gece elbisesini
değiştirdi, dışarı çıktı. Kalenin dışındaki şehir içinde gezerken (l0) bir çeşme
gördü. (ll) Gördü ki bir kadın su doldurmakta. Şerif, onun üstüne <l2) vardı. O
kadın su kabını bırakıp kaçtı. Şerif, çeşmenin lülesinde (l3) tıkaç olduğunu
bilmiyordu. Orada durup su içti, gitti. (l4) O çeşmenin suyu aka aka çeşmeyi
kapladı. Zira çeşme, alçak <l5) yerde idi. Çeşme, su içinde kaldı. Tılsım ile
bağlandığı söylenmekteydi. [T571] (l) Server onu bozdu. Daha sonra su
gürleyip çıktı. Akıp her yere yayıldı, bir göl <2) oldu. Sabah olunca şehrin bir
yanını bastı.
Şehir halkı, feryat ve figan <3) ettiler. Suya daldılar, çeşmeyi aradılar,
bulamadılar. (4) Halk şehirden çıkıp kaçtı. Yedi günde şehri su kapladı, büyük
bir sel oldu. (5) Su, kalenin üzerine yürüdü. Hisar halkı feryat etti, Şerife
yalvardılar: <6)
-Bize dua et, dediler.
Şerif, dua edip burçtan aşağı indi. (7) Elinde bir tura vardı. O tura, Ömer
İbni Hattab’ın idi. O tura ile:<8)
-“K af ya su!”, deyip o suya vurdu.
Su daha ileri gelmedi, (9) Allah’ın kudretiyle orada kaldı. Şerif:
-Bundan sonra endişelenmeyin, dedi. Halk: <l0)
-Bu olan işi o Saltık etmiştir, çeşmeyi akıtmıştır. Ah! Onun (ll) elinden
neler çekiyoruz. Ocağımıza su koydu, bize neler etti, dediler. Şerif:
-Hey halk! O bir kişidir. (12) Nice nice ocaklara su koymuştur, dedi.
Onlar bu sözü işitip ağlaştılar. Şerifi <13) saygı ile kiliseye götürdüler. O
gece çok sohbetler etti. Kâfirler (14) dağılıp evlerine gidince Şerif kalktı, Allah’a
sığınıp şehre <l5) ateş attı. Şehir, dört yerden tutuştu. Kâfirler kalktı, feryat
[T 5 72](1) ve figan etti. Şerif yerinden kalkıp bir burca çıktı, bir kez nara attı: (2)
-Benim Şerif Saltık, dedi.
Kâfirler, o burca gelinceye kadar başka bir burca <3) geçerdi. Orada da
nara atardı. Kimse onu göremedi. Kâfirleri <4) o kadar oyaladı ki şehri
söndürmeye vakit bulamadılar. Şehir hep yandı. <5)
Ateş aydınlığında birkaç kâfir, Şerifi gördü. Anladılar ki şehri yakan,
Selihun’um diyen rahiptir. (6) Feryat ederek beylerine geldiler:
-Şehri yakan, Selihun’um diyendir. Onu biz gördük, <7) iyi anladık,
dediler. O bey:
-Ben bu burcu bekleyeyim. Seühun kilisede midir, siz gidip (8) bakın,
dedi.
Şerife, bunların hâli malum oldu. (9) Aşağı indi, dua okudu. Kâfirler onu
göremediler. Onlardan sonra (l0) kiliseye gelip odasına girip oturdu. Birazdan
kâfirler geldiler, (U) gördüler ki Şerif; sessiz, sakin oturuyor. Şerif:
-Ne oldu, diye sordu. (l2) Kâfirler:
-Sultanım, biz şüphelendik. O Saltık’ı gördük, size benzer. (I3) Sizi
sandık, dediler. Şerif:
-Bu Türkler şeytandır. Her surete (l4) girerler. Bana gösterin, hangi burçta
ise onu dua ile helak edeyim, dedi.
Ş erifi aldılar, o burca çıktılar. Gördüler ki Şerif yok. [T573] (l) O bey
şaşırıp:
-Kuş olsa hangi tarafa uçtuğunu (2) görürdük, dedi. Server döndü, o şehir
beyi Minhal’e:
-Bu iş, az değil. (3) Sizin ve bizim beyimiz İstanbul tekürü Recim’dir. Bu
işi ona (4) bildirin, dedi.
Şerif, kendi eli ile mektup yazıp İstanbul’a (5) gönderdi. Şehrin hâlini
bildirdi. Şehir tamamen yandı. Kaleden (6) dışarıya, kuzey kapısı tarafına konup
oturdular. Şehri yapmaya başladılar. (7) Minhal otururdu, Şerif ise kuyu önünde
durup vaaz ederdi. Halk,<8) güneşten yanmıştı: Şerif:
-Ey halk! Bu Saltık (9) sizi ne kadar korkutmuş. Eğer şimdi onu görseniz
ne yapardınız, diye sordu. O <l0> halk:
-Cenk ederdik, dediler. Şerif:
-Onunla başa çıkamazdınız. (11) Eğer keramet isterseniz onu yenersiniz,
dedi. Onlar:
-Nedir o, diye sordular. Şerif:
-Ona <12) deseniz ki bize bir soğuk su çıkar. O, suyu nereden bulup
çıkaracak. Utanıp gider, dedi. (13) O kavim:
-Ah! Bize gerekmez. Aman <14) gelmesin. Biz su istemiyoruz, dediler.
Şerif, birkaç gün sonra kalktı. <l5) Selihun adına, o şehirden çıkıp
İstanbul’a gitmek üzere yola çıktı. Halk onu uğurlayıp [T574] (l) geri döndü.
Şerif de geri döndü, onların ardından yetişti. Başka bir surete (2) girip bir nara
attı:
-Benim Şerif Saltık! Nerede o Selihun? Benim <3) elimden kurtulup
nereye kaçacak? Onu hemen bana verin, yoksa sizi helak(4) ederim, dedi.
O kâfirler, atın boynuna yapışıp kaçtılar. Gelip (5) Minhal’e haber
verdiler:
-Saltık geldi, imdat, dediler.
Minhal kalkıp (6) kaleye girdi. Burçları donatıp bekledi. Şerif atını sürdü,
kalenin (7) kuzey kapısına geldi:
-Hemen imana gelin ya da haraç verin, dedi. (8) Onlar:
-Ya Saltık! Biz sana inanmıyoruz. Bize bir keramet göster, (9) inanalım,
dediler. Şerif:
-Benden ne istersiniz, diye sordu. Onlar:
-Bize yerden bir soğuk (10> su çıkar, dediler. Şerif:
-Nereden çıkarayım, dedi. Kâfirler:
-Kapının (ll) karşısındaki şu taşın altından, dediler.
Server o taşa mızrak ile bir k e z (l2) vurdu:
-U hrucyâ mâ bi-izni’llâh dedi.
Tanrı’nm kudreti ile oradan çok tatlı bir su çıktı, <l3) akmaya başladı.
Önce kendisi içti:
-Şimdi gelin, iman getirin, <l4) dedi.
Onlar, Şerife verdiği sözde durmadılar. Şerif gazaba gelip:
-Keşke (l5) bıraksaydım da göl suyu hepinizi boğsaydı, dedi. Oradan
kalktı, doğru o kalenin [T575] (l) kapısına vardı. Kapı kapalıydı. Şerif, atından
inip (2) o büyük kapıya gürzle öyle bir vurdu ki kapının bir kanadı kırıldı. (3>
Gürzün sesi gökyüzüne erişti. Server, atını çekip kapıya yürüdü. (4) Eli ile diğer
kanadı da açıp içeri girdi. Doğru şehir ortasındaki (5) meydana vardı, durdu.
Kâfirler, feryat ederek Minhal’in yanına (6) gelip:
-Ne duruyorsun? Şerif işte şehir içine girdi, dediler.
Minhal, atına (7) binip Şerif Saltık’ın üzerine geldi. Okunu ve (8) yayını
koluna geçirip:
-Ya sihirbaz! Senin için ok geçmez, kılıç kesmez, ateş yakmaz, derler. (9)
Fakat bu kere benim okumdan canını asla kurtaramayacaksın. Zira benim
okum, taş ve (10) demirden bile geçer, dedi.
Minhal, oku attı. Şerif oku, iki parmağının <n> arasına alıp tuttu. Kavrayıp
<l2) geri Minhal’e attı:

“Allah ’ın izniyle ortaya çık ey su\”


-Ölüm vaktine hazır ol, ya melun, dedi.
Minhal gördü ki (l3) durum kötü. Güç yetiremeyip gidiverdi. Server, ona
(14) bir ok attı. Diğer yanından çıktı, bir taşa dokundu, yarısına (l5> kadar battı.
Kâfir; bir kez bağırıp düştü, can verdi, atından [T576] (l) yıkıldı. Halk, Şerifin
üzerine hücum etti. Şerif, bir nara atıp kılıcını eline aldı. (2) O halkı, yanık
yerlerde bölük bölük etti. Kül ve toz içinde dağıtıp çoğunu (3) kırdı. Sonunda
kâfirler ikiye bölündü. Bir bölüğü kaçtı, bir bölüğü kaldı. (4) Onlar da iki bölük
oldular. Geldiler, iman getirdiler. İmana gelmeyen kâfirleri (5) haraca
bağladılar. Şerif, on gün orada dinlendi. Onlara İslam dinini öğretti. (6)
Bu sırada kâfirler, tekiirden Server’e bir kâğıt getirdiler. O kâğıdı getiren
<7) kâfirleri, Şerif tepeledi. Açıp o kâğıdı okudu. Yazmış ki: <8)
-Ya Selihun! Safa geldin, hemen bize geL O dağ başından iyi kurtuldun.
Sana, (9) Saltık sebep olmuş. Bana da çok kötülük etti. Sameriyye’nin elinden
<10) benim sevdiğim kızı aldı. Sameriyye bana geldi, haber verdi Ant içtim. (ll)
Kalkıp asker toplayacağım. Bu Rum ilinde Saltık’ın Türklerini (l2) kıracağım,
kadınlarını alacağım. Ona öyle işler edeceğim ki dünyada konuşulacak. Sen
bekleme, hemen buraya gel, demiş. (13)
Şerif, hemen yerinden kalktı:
-Ben Halep’e gidiyorum, diye kılık değiştirdi (l4) İstanbul’a gitti.
Sonra Rahip Selihun’un suretine girip hemen yola çıktı. (15) Orada bir
kilise vardı. İçinde kırk ruhban oturuyordu. Oraya geldi kendisini [T577] (1)
tanıttı. Karşılamaya gelip ayağına düştüler. Üç gün orada durdu. Oradan
ayrıldı, <2) o kırk papaz ile İstanbul’a, deniz kenarına geldi. Eski-Deran (3>
derlerdi orada konakladı. Kâfirler gemilerle karşılamaya gelip izzetler ve
hürmetler (4) ettiler. Şerif; oradan göçüp doğru Galata’daki Buzintin Kilisesi’ne
geldi <5) kondu. O gün orada vaaz ve sohbetler eyledi onlara nasihatler etti.
Kâfirleri(6) hayran bıraktı.
Şerif gece olunca kalktı, şehri üç yerden ateşe verdi.(7) Rüzgâr esti, ateş o
gece şehri tuttu. Feryat ve figan <8) göğe ağdı. Şehrin bir bölümü yandı. Sabah
olunca kalktı. (9) Hemen dışarı geldi atına bindi. Geldi denizi geçip (10) dışarı
çıktı, dururdu. Halk gelip karşıladı. Şerif, oradan İstanbul’a <U) geçti Tekür,
Selihun geldi diye sevindi. Ona:
-Saltık buraya gelmiş, o benim düşmanımdır, dedi. 112)
Karşılayıp Şerifin elini öptü. Getirdiler Server’i, Ayasofya’nın (13)
yanına kondurdular. Üç gün orada sohbetler etti. Kâfirler hep ağlaştılar. (l4)
Şerif:
-Ah o Saltık’ın tutulup önüme geldiğini bir görsem. (15) Bize ne hileler
eder, dedi.
Kâfirler işitip hepsi ağlaştılar, feryat ettiler. Baş kaldırıp: [T 5 7 8 ](l)
-Beravti meliki onu cehennem çukuruna attı. Acaba gerçek midir,
dediler. Bu kâfirler: (2)
-Çukura attı ama geri çıkmış, derler. Şerif:
-Belki yalandır, dedi. Halk:
-Tekür, onu (3) buraya çağırdı. Şimdi gelir, sorarsınız, dediler.
Şerif, o gece fırsat buldu. Kalenin içindeki (4)bağ ve bahçelerin tarafından
şehre ateş attı. Kuru otlar (5) tutuşunca, ateş şehre ulaştı. Halkın feryadı göğe
ağdı. (6) Şerif, hemen geri yerine geldi. Bu tarafta tekür, o haberi işitti. Atma
binip (7) Şerifin yanma geldi:
-Ya Selihun! Atma bin, gidelim. Şehre (8) ateş düşmüş. Kimdir, asimi
bilelim, dedi. Şerif, tekrire:
-Kim olduğunu hâlâ anlayamadın mı? (9) Bu yangını, Saltık çıkarmıştır,
dedi.
Tekür ve Şerif; ata bindiler, geldiler, durdular. Şehir (10) alev alev yandı.
Bu defa yangmı çabuk söndürdüler. Geri saraya geldiler. Tekür, Şerife: (ll)
-Saltık’m gelip bu şehirleri yakması, senden dolayıdır, dedi.
Şerif(l2) ağladı. Tekür:
-Ya Selihun! Kalkalım. Bu şehirde üç veli var. (13) İkisi kale içindedir,
birisi dışarıdadır. Yer altmdan yol açtık. Gidip onları (l4) ziyaret edelim. Ama
sen, ben ve Sameriyye olsun. Üçümüz yeter, dedi.
Kalktılar. (15) Onlar, gece fener yakıp dehlize girdiler. Geldiler, bir yerden
dışarı çıktılar. [T579] (l) Bir pınarın yanmda bir kabir var. Ona yalvardılar, dua
ettiler:
-Bize derman eyle! Şeriften <2) âciz kaldık. Bizi onun şerrinden ve
hilesinden kurtar, dediler. Şerif, teküre: (3)
-Bu yatan kişiyi ben bilmiyorum. Kimdir, bana haber verin, dedi.
Sameriyye dönüp:
-Bu da (4) Türktür. Ama Arap. Adma, Arap dilince Ebu Eyyub-i Ensarî
derler. Bu, Muhammed’i evine (5) alıp misafir etmiştir. Sonra Yorgi zamanmda
geldiler, Türkler bu kaleye (6) üşüştüler. Bu kale deliğinden iki kişi birlikte gelir,
<7) Ayasofya’ya girer, namaz kılarlar. Kâfirler onları görüp tutmak isterler, <8)
öldürmeye niyetlenirler. Onlar kaçarlar. En sonunda buraya gelip onları şehit <9>
ederler. Bunun üzerinden çok geçmeden şehirde veba hastalığı yayılmaya
başlar. Bunu ulu bir papaz düşünde <10) görür, “Benim üstümü temizleyin.
Yoksa vebadan hepiniz helak (11) olursunuz.” der. Gidip üzerini temizlerler. Bu
pmarı çıkardılar. Hemen veba gider. (l2) İkisinden biri zindan kulesinde
yatmakta, diğer biri de Balat’dadır. (l3) Onların birinin adı Ebu Cafer, biri de
Ebu Said’dir, dedi. Şerif:
-Bunlar(l4) Türktür. Siz niçin itikat ediyorsunuz, dedi. Tekür:
-Server! Bir rahip <15) sonra bunları rüyasında görür. Onlar, “Biz, dininize
girmeye [T580] (l) geldik. Siz bizi öldürdünüz, biz sîzdeniz.” demişler. Ondan
beri halk itikat eder. (2) Bunların hem çok faydasını görürüz, dedi. Şerif dönüp:
-Haşa! Bu kişiler sizin (3) dininizde olamazlar, dedi.
Şerif hemen kalktı, kabirin yanında yüksek sesle Kur’an okumaya <4)
başladı. Sameriyye bunu işitti. Kalkıp gidiverdi, kaçtı. Tekür:(5)
-İmdat! Bu nedir, deyince Şerif yerinden kalktı. Tekürü yere vurdu, <6)
sıkıca elini bağladı.
Server, Kur’an okumayı tamam etti. Elini yüzüne sildi: (7)
-Ya lain! Baban Şaban sana ne yaptı ki sen onu öldürdün? Şimdi iman (8)
getir, dedi. Recim:
-Ben, senin sözünü dinlemem, dedi.
Şerif, onu tepeledi. Başını <9) kesip eline aldı. Dışarı çıktı,bir nara attı.
İstanbul kâfirleri (10> bir yere toplandılar. Cenk etmek için hazırlık yaptılar.
Şerif; onlarla yedi gün, yedi gece (ll) cenk etti. Kâfirler gördüler ki ona silah
işlemez. Binden fazla adam tepeledi. (12) Sonunda a f dediler. Sameriyye;
Frengistan’a kaçtı, gemi ile Gedalan’a ulaştı. (13)
Bu tarafta Şerif; Recim lainin başım Edirne’ye, Ahmed’e gönderdi.
Kalenin kapısında astılar. Sameriyye, kaçıp gitti. Gedalan, ordusu ile gelip
Endülüs’ü (l5) kuşatmıştı. Kımata’da olan Müslümanlar, Magrip’teki bir
boğazdan gelmiştir. Orası [T581] (1) sekiz mil yerdir. Ötesi, Magrip’tir. Berisi
Frenk, Rum, Karasi’dir. Müslümanlar, Magrip’ten (2) gelip Endülüs ilini
almışlardı. Kâfirler, onların üzerine sefer düzenlemişlerdi.<3) Savaş ederlerdi.
Sameriyye, oraya ulaştı. Gedalan, Sameriyye’y i (4) görüp:
-Bu ne hâldir, dedi.
Sameriyye hikâyeyi anlattı. Gedalan, Şerifin bu (5) durumundan korktu.
Cinevis Frenk’e, Sapanca Frenk’e ve kendisine bağlı(6) yerlere haber gönderdi.
Asker topladı, ondan sonra cenge (7) başladı.
Bu tarafta Şerif, İstanbul’u haraca bağladı. Anlaşma <8) imzalayıp Haşan
ile çıkıp gitti. Haşan, Ş e rife :(9)
-Bu şehirde niçin adam bırakmadın, dedi. Şerif:
-Ya Haşan! Burası fesat kapısıdır. (l0) İblis gökten yere inince buraya
bastı. Burası, her devirde bir kez yere geçer. (11) Fesat hiç eksik olmaz. Ondan
korkuyorum. Müslümanları bu fesadı bol yerde bırakamam. (12) Kâfirlerin
fesadı olur, dedi.
Şerif, oradan Eski Baba’ya geldi, Hasan’ı burada bıraktı. (l3) Oradan
Yılan Baba’ya, sonra da Tuna Baba’ya geldi. Müslümanlar ve gaziler,
Kefe’den (14) gelip Seyyid ile görüştü. Emir Osman da gelip Şerifi ziyaret (15)
etti. Şerif, Tuna üzerinde gezip seyran ederdi.
Bosna melikinin oğlu [T582] (l)Hirasik; oğluyla birlikte geldi, kurban ve
sadakalar getirdi. Şerifin elini öptü, (2) baba dediler. O çevreye, Baba derlerdi.
Birkaç gün Şerifin yanmda kaldılar. (3) Sonra izin alıp geri gittiler. Şerif, orada
ibadet ederdi. <4)
BEŞİNCİ BÖLÜM

FİRENGİSTAN’IN FETHİ VE SEDD HİKÂYESİ

Raviler (5) şöyle anlatır; bir gün, bir kişi geldi. Magrip Müslümanlarından
idi. Gelip Şerif in ayağına düştü, ağladı:
-Server! Endülüs’te yaşayan Müslümanların <7) hâlinden haberin yoktur.
İslamm oradan silinmesine az kaldı. Orası giderse küfür kapısı olur. <8) Kâfirler
üşüşüp dururlar. Müslümanlar bunaldılar. Şerif:
-Haşa! (9) İslam yerini, küfür nasıl tutar? Allahuteala, Resul’ü ile
sözleşmiştir. İslam yurdu olan yer, (l0) küfür yurdu olmayacak. Hadiste hikmet
(ll) vardır. Bu din, kıyamete kadar var olacaktır, dedi.
Sultan <l2) Şerif Gazi, kalkıp hazırlık yaptı. Sonra Magrip’ten gelen kişiyi
yanına alıp yola <l3) çıktı. Ülkeden ülkeye geçerek yürüdüler, o ulu suya
yetiştiler. Ulu su, Frenk ile Rum’un (14) sınırıdır. Oradan geçtiler, yürüdüler. On
gün sefer ettiler, Endülüs tarafına (l5) ulaştılar. On gün daha yürüdüler, bir dağa
çıktılar. Üç gün de o [T583](1) dağda sefer ettiler. Dördüncü gün, büyük bir ova
(2) gördüler.
Bu ovada denizden ve karadan gelen çok kalabalık bir ordu kaleyi
kuşatmış,(3) cenk ederler. Hisardaki Müslümanlar, tekbir getirerek savaşıyordu.
<4) Kâfirler aşağıdan, Marko diye çağırırlardı. Şerif Gazi baktı. (5> Kalkıp
yüksek bir yere çıktı, kaleye baktı. <6) Gördü ki Müslümanlar zayıf düşmüşler.
Kadın ve erkek kim varsa cenk ederler. <7) Kâfirler yer yer merdiven kurmuşlar,
hisara çıkmak isterler. Server hemen yüksek sesle (8) ezan okumaya başladı. O
sesi Müslümanlar işitip (9) merak ettiler. Kâfirler onu işitince:
-Hey meded! Bu kim ki deyip aramaya başladılar. (10)
Magrip’ten gelen er, yukarıdan kaleye el sallayıp:
-Şerif Saltık (ll) geldi dedi.
Kımata halkı, bunu işitince sevindiler, şenlikler (12) yaptılar:
-Ey kâfirler! Bilin. İşte Saltık geldi sizin külünüzü göğe <l3) savurur,
dediler.
Kâfirler, hemen beylerine bildirdiler. Cinevis Frenk, bunu (I4) işitince:
-Bu Şerif; yedi başlı ejderha değü, adem oğludur. (I5)Dev de değil. Bu
kadar adamı nasıl kırabilir? Siz durun, [T584] (l) ben ona yalnız cevap vereyim.
Siz gam yemeyiniz, dedi
Hemen silahlarını kuşandı, <2) hazırlanıp meydana çıktı. Şerif de ezanı
tamam edip dağdan (3) aşağı indi. Kâfirlere karşı yürüdü. Cinevis meliki
Rumas, Server’e karşı(4) gelip:
-Ya Saltık! Sen, bu dünyada kendini tek mi sanıyorsun da (5) her yerde
yalnız yürüyorsun, dedi.
Şerif, o kâfire bir şey söylemedi. Ansızın (6) başına kılıcı öyle bir vurdu ki
eğer kaşına kadar iki parçaya böldü. Kâfirler feryat ederek <7) Şerifin üzerine
üşüştüler. Server o kâfirleri kırdı, hem bu sırada Kur’an okurdu. Cenk (8)
bitinceye kadar bir kez hatim ederdi.
Saltık, cenk arasında Sapanca b ey i(9) Kirmas’a rastladı. Bir tekme vurdu,
atından yere yıktı. Magrip’ten gelen (l0) yiğit, onu bağladı. Geri Gedalan beyi
Medros’un üzerine gitti. M edros,(ll) hemen gemiye binip denize doğru yöneldi.
Kaçmaya çalıştı. Server; Ankabil’i denize sürdü, atın topuğuna su çıkmazdı.
O geminin ardından yetişti, (l3) dümenini kılıç ile kesti, kalem gibi iki parçaya
böldü. Gemi yüksek (l4) idi, çaresini bulup yukarıya çıkamadı. Geminin
başındaki demir halkayı <l5) yapışıp çekti, sürüyerek kenara getirdi. O gemide
sekiz yüz kâfir [T 585] (l) vardı. Sürdü, gemiyi karaya getirdi. Kâfirler, (2)
Saltık’ı ok yağmuruna tuttular. Şerif, onları ciddiye almadı.
Saltık kenara çıktı, (3) sıçradı. Geminin içine girdi. O kâfirlere bir kılıç
vurdu. Dermos, (4) bu durumu görünce af diledi. Şerif, onu bağışladı. Karada
(5) duran kâfirlere tekrar hücum etti. Sameriyye onu görünce kaçtı,<6) Rayika’ya
gitmek üzere yola çıktı. Kâfirlerin hepsi aman istediler. Haraca razı oldular. (7)
Sapanca ve Dermos, Şerife itaat ettiler. Cinevis’in oğlunu (8) tutmuşlardı. Onu
da haraca kestiler. Şerif, onlara:
-Sizden (9) başka denizde kaç bey daha var, diye sordu. Onlar:
-Dört ulu bey,<l0) bir de küçük bey var, dediler. Şerif:
-Adları nedir, diye sordu. Onlar: (ll>
-Birisi, Bortikal’dır, o Seyyid Boğazı’nda oturur. Ondan ilerisi Bahr-i
Muhit’tir. <l2) Bu denizin ucu, onun topraklarına varır. Ondan berisi Bastin’dir.
Daha berisi de Filarin’dir. <l3) Ondan daha berisi, Milan Frenk’tir. Geldik bu
yana. Rum ve Frenk arasındaki bir adaya, (l4) Palin Frenk hükmeder. Biz
aradayız. Palin’in yanında bir Frenk (l5) vardır, Venedik derler. Karada oturan
beyin adı ise Rayıka’dır. Veziri, Romay beyidir. [T586]<n Feylon da orada
oturur. Ondan sonrasına Frenk Alaman As hükmeder. Hepsi on iki(2> Frenk’tir,
dediler. Server onlara:
-Sizler toplanın. Bana, o adadan (3) asker getirin. Bana itaat etmeyene
yapacağımı bilirim, dedi.
Saltık onları (4) gönderdi. Bu tarafta Endülüs diyarının maliki, Gımata’nın
sultanı (5) hisardan indi. Gelip Şerifin ayağına düştü. Müslümanlar (6) da onunla
birlikte gelip Saltık’m elini öptüler. Şerif onlara emretti, gemiler hazır ettiler.
Kırk (7) dört parça gemi hazırlandı.
Bu sırada Fas, Tunus, Tılmisan ve Tebdun (8) sultanlarından elçiler geldi.
Özellikle (9> Fas’ın sahibi; Merin oğulları neslinden, Ebu Bekir-i Sıddık’ın
aslındandır. (10) Tunus’un sahibi ise Hıfz Ömer’in askıdandır. Gelip Şerif e
armağanlar ve hediyeler 01 *verdiler. Şerif, onlara:
-Ey Müslümanlar! Toplanın. Büyük bir gaza (12) edelim, dedi.
O elçileri gönderdi. Magrip’ten gelen Müslümanlar gaza niyetine (I3)
gittiler. Yüz kırk parça gemi hazırlandı. O zikrolunan yedi Frenk beyi,
askerlerini gönderdi. Üç yüz (15) altmış dört parça gemi ile Dir iline gitmek
üzere yola çıktılar. [T 5 8 7 ](1)
Felyon ile olan savaşa son verdiler. Burca çıkıp yeniden savaşa
başladılar. Denizden (2) gemiler çıkageldi. Furtukal, Baskalin, Ferihu’l-Aman’ın
askerleri yürüyüp geldi. (3) Şerifin askerlerinin üzerine hücum etti.
Şerif atına bindi, (4) denizdeki lainlerin üzerine yürüdü. Deniz, atının
dizlerine çıkmazdı. <5) Çok şiddetli bir savaş yaptılar. Server, cenk içinde
Firtikal lainin bulunduğu gemiye (6) geldi. Karşıdan o laine bir ok vurdu. Lain
hemen düştü, (7) can verdi. Baskalin, bu durumu görünce dönüp kaçtı.
Askerlerini alıp (8) gitti. Halk gelip kalenin limanına sığındı. Yalınız Ferih (9>
kaldı. El-Aman’dan bir grup asker gelmişti. Alaman beyi, Frenk kâfirlerinin
içinde (10) en büyüğü idi. Yedi aylık yere hükmederdi. O melunun halkı, çok
direndi. (11)Üç gün, üç gece dövüştüler. (12)
Ferih lain onu gördü, gemilerini (l3) kenara çekti. Askerleri karaya çıkıp
piyade oldu. (14) Şerif, boş kalan gemilere ateş attı. Gemilerin yanmasını
engellemeye onların gücü yetmedi. (15) Şerif, gemileri yakıp dışarı çıktı. O
kavmi esir [T588] (1) ettiler. Ferih laini de tutup getirdiler. Arumay halkı, bunu
görünce (2) gelip kiliseye girdi. Putlarına yüz vurup ağlaştılar:
-M eded<3) eyle, dediler.
O kilisede altından yapılmış, ulu (4) bir put vardı. Adına, Marko derlerdi.
Onun içine lanetlenmiş şeytan (5) girdi:
-Ağlamayın. As diyarındaki Sababil cazu, (6) gelip yaklaştı. Bu kişinin
ölümü onun e ündendir, dedi.
Sababil’e <7) haber vermeye giden adamlar ulaştı. Varıp hâli arz ettiler.
Sababil (8) durumu öğrenince:
-Düşmanımız buraya mı geldi, deyip (9) dört bin dört yüz kırk dört cazu
ile Arumay’a gitmek üzere yola çıkmıştı.
Şehre müjdesi geldi. Putun içine giren şeytan da onu haber vermişti. (ll)
Burca çıktılar, şenlikler yapıp davullar dövdüler. Şerif sordu: (l2)
-Nedir bu davul dövmenin aslı, dedi. Yanında, Frenk beyleri (13) vardı.
Onlar:
-Ya Server! As meliki Sababil lain, (14) cazudur. Sihirle gökten ayı indirir.
O gelirmiş. Şerif(15) buyurdu, askerler gusül abdesti aldı.
Müslümanlar, kâfirler için gusül [T589] (1) ettiler. Tekrar buyurdu, kendi
üzerlerine, atlarına ve silahlarına bu duayı yazdılar <2) getirdiler. Dua budur: “Lâ
Havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l 0 a liy y i’l-0azfm. (3) Ve ku l cââel-Hakku ve
zehek el-bâtıl, innel-bâtıla kâne zehukâı k â t (4) mâ ciâtüm bihissıfır, innallâhe
seyübtilüh** Bismillâh(5>elezi lâ yaâurru m aâ0ism ihi şeyâün f i ’l-a râ i(6) ve lâ
f i ’s-semüâi ve hüvessem }0u’l-0alim ***” (7> Kâfirler ile Müslümanlar, karşı
karşıya geldiler. Ölüm vakitlerine hazır olup durdular. <8)
Derken lanetlenmiş cazu çıkageldi. Bir arslana binmiş, <9) bir yılanı da
kamçı edinmişti. Binden fazla piyade önünde geliyordu. Yüksek bir yere (I0)
çıkıp Şerife baktı. Server’in askerlerini gördü, gazaba (ll) gelip:
-Ben bunların hakkından gelirim, deyip hemen sihre başladı. (12)
Kanatlı akrepler, gökyüzüne uçtu. Fakat Şerifin askerlerinin üzerine (13)
gelemediler. Cazu onlara tekrar hükmetti, yeniden hücum ettiler. Allahuteala
kudretinden <l4) bir rüzgâr çıktı. O akreblerin kanatlarını kırdı, yere döktü.
Askerler onları <I5) tutup kırdı. Şeytanların evlatları idi, hepsi birden helak
oldular. [T590] (1) İblis feryat edip kaçtı. Cazu lain, ne kadar sihir yaptıysa
başarılı olamadı. (2) Âciz kalıp kaleye karşı kondu. Kaledekiler (3> ziyafet
verdiler:
-Bize yardım et, dediler. Cazu:
-Yarın (4) ona bir iş edeyim, görsün, dedi.
O gece yattılar. Sabah kalkıp saf (5) bağladılar, meydan açtılar. Cazu
meydana girdi, gösteri yapıp:
-Ya Şerif! (6) Meydana gel. Birimiz ölene kadar savaşalım, dedi.
Şerif meydana geldi, (7) cazuya karşı durdu. Felyon Frenk, burç üstünden
bakıp beylerine: (8)
-Dinimin hakkı için söylüyorum. Bu cazu da cevap veremeyecek, mağlup
(9) olacak, dedi. Felyon, gizlice İslam dinini tutardı.
Bu tarafta (l0) Şerif; cazuya karşı varınca, cazu:
-Ne durursun, hamle yap. Hasret (ll) kıyamete kadar kalmasın, dedi. Lain
böyle deyince Saltık:
-Ey lain! Hamleyi önce ben (l2) edersem sana sıra gelmez. Hemen hamle
yap, dedi.

Kuran, İsra suresi, 81. ayet: “Ulu ve büyük olan Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi
yoktur. De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl yok olucudur
K ur’an, Yunus suresi, 81. ayet: ‘‘(Musa dedi): Bu sizin yaptığınız sihirdir. Şüphesiz Allah
onu yok edecektir.”
“Allah'ın adıyla... O ’nun ismi (anıldığında), yeryüzünde ve gökyüzünde hiçbir şey zarar
vermez. O, her şeyi işiten ve b i l e n d i r anlamında dua cümlesi.
O cazu, gazaba geldi. Dokuz (l3) toplu bir çomağı vardı. Onunla Şerife
bir darbe vurdu. (,4) Çomağın toplarından birkaçı dağılıp Şerife dokundu.
Sultan Gazi; <I5> gürz ile onun üç darbesini savdı, dördüncüde elini [T591] (,)
gürzüne vurup bir kez nara attı. Ona gürz ile öyle bir vurdu k i(2) o lain, arslanın
üzerinden yere düştü. Hemen yerinden (3) kalkıp kaçtı. Müslümanlar, “Hey!”
diye bağırdılar. O lain koştu, bir küpe bindi, (4) sihir yapıp havaya uçtu. Dört
binden fazla cazunun (5) her biri, birer küpe bindi. Havaya uçtular. Yukarıya
çıkınca hep birlikte (6) yukarıdan Şerifin askerlerini ok yağmuruna tuttular.
Server, (7) aşağıdan Sababil’i gözetledi. Bir ok attı. Ok, onun böğrüne
öyle vurdu (8) ki cazu havadan aşağı küpü ile başı, ayağı döne döne aşağı <9)
düştü. Canını cehenneme verdi. Sihirleri bozuldu. Diğerleri de <10) hep birden
havadan yere döküldü. Kiminin ayağı, kiminin kolu, (ll) kiminin başı
parçalandı. İslam askeri, onları ele alıp kırdı. Server, (12) cazunun binip geldiği
arslanın yanına gitti. Ona bindi. Yalın kılıcı eline aldı, (13) nara attıp yürüdü.
Felyon, bu heybeti görünce hemen yerinden aşağı (14) indi. Kapıyı açtı, gelip
iman arz kıldı. İçerideki kâfirler itaat (l5) etmediler. Şerif, onları kılıçtan geçirdi.
Şehri aldılar, kiliseleri [T 5 9 2 ] (0 mescide çevirdiler, namaz kıldılar.
Kâfirlerden dört bin kişi imana geldi, (2) başlarına tülbent sardılar.
Müslümanlar orada bayram ettiler. Şerif; Ferih (3) oğlunu getirdi, dine davet
etti. O, Müslüman oldu. Esir olan askerleri (4) de İslamiyeti kabul etti. Server,
hepsini azat edip yerlerine (5) gönderdi.
Server, Frenk beylerine izin verdi. <6) Sadece Magrip halkı kaldı. Onlara
kırk dört parça gemi verdi. Alaman <7) diyarına gitmek üzere yola çıktılar. As
diyarına eriştiler, çıkıp yağmaladılar. (8) Mal ve rızık, ne bulurlarsa aldılar.
Tekrar yollarına devam ettiler. Bu tarafta <9) Sameriyye, Frenk içinden çıkıp
Alaman beyine sığındı. Şerifin maharetlerini (l0) anlattı. O bey, Şeriften
korkup:
-Buraya da gelir mi, diye sordu. (l 0 Sameriyye:
-Elbette, dedi O bey:
-Şimdi ben onun karşısında duramam, deyip Sameriyye’yi (l2) tuttu,
hapse attı.
Şerif, gemilerle Cevher Nilin’e yaklaştı. (13) Oranın beyinin adına, Ümran
derlerdi. Şerifi karşılamaya geldi, izzet ve hürmetler <14) etti. Alıp şehrin önüne
getirdi. Şerifi ulu bir saraya kondurdu. (l5) Yedirdi, içirdi. Daha sonra
Sameriyye’yi eli bağlı bir şekilde getirdiler. [T 5 9 3 ] (1) Şerif:
-Ya Sameriyye! Nasılsın, dedi. Sameriyye:
-Ya Server! Beni öldürme, hatam ı(2) anladım, dedi.
Tövbe etti. Şerif de suçlarını bağışlayıp ona kaftan (3) verdi. Ona:
-Sen kayserin nesündensin. Sana İstanbul beyliğini (4) verdim. Yürü,
gidip otur. Rusan şimdi orada beydir, o da sana vezir ( 1olsun, dedi.
Sameriyye’yi, İstanbul’a gönderdi. Sameriyye, denizden gelip (6) şehre
ulaştı. Sameriyye kapısı vardır, oradan içeri girdi. O kapıyı kendisi (7) açmıştı.
Orada saray vardı, ona girdi. Rusan’a haber verdiler. Atını sürdü, (8)
Samediyye’nin yanına geldi. Durumu sordu. Sonra:
-Ya Samediyye! Şerif bu şehri bize <9) virmiştir. Samediyye:
-Ben yalan söylemiyorum. İşte elimde kâğıdım var. (10) Eğer bana itaat
etmezsen geri dönerim. Edirne’de gidip Ahmed yanında (ll) otururum, dedi.
Rusan:
-Ben, tekürün kardeşleri neslindenim. Sen, beni Şerife (I2) yanlış anlattın,
dedi.
Samediyye öfkelenip gitmek istedi. Rusan (I3) onu durdurdu, anlaştılar.
Abdussamed tahta çıktı.
Bu tarafta <I4) Şerif, Alaman diyarında dinleniyordu. O melike kırk bin
dinarlık (l5) haraç belirledi. Dönüp gelmeye niyetlendi. Büyük bir rahip
yerinden [T 5 9 4 ] (l) kalktı:
-Ya Server! Sana bir soru sormak istiyorum. Ne olur cevap ver, dedi.
Şerif:(2)
-Sor, dedi. Rahip:
-Server! Buradan ötede bir diyar var. Halkı güneşe (3) tapar. Orada bir
deniz boğazı var, kırk mil uzaklıktadır. Onun öte tarafında iki yeşil dağ
bulunmakta. Onun arasında tunçtan bir duvar yapmışlar. Duvar, iki kattır. (5>
Bir keresinde bir bölük kuş geldi, o duvarın üzerine kondu. Basıp birer nesneyi
6) yediler. Birisi, onun parçasını beri tarafa düşürdü. Baktık ki bir adam ölüsü.
(7) Bir yaşındaki oğlan kadar var. Fakat acayip bir nesne. O insanın (8) kulakları,
dizine kadar uzuyor. Gözleri yukarı, elleri <9) çengelli. Onu görünce merak
ettim. Acaba o nedir, dedi. Şerif: <l0)
-Ya rahip! Onlar, Yecüc ile Mecüc’dür. Nulı peygamberin oğlu Yafes’in
oğullarıdır. (II) O duvarı da İskender yapmıştır. Ahir zamanda çıkacaklar. O
gördüğün <l2) denizi içip kurutacaklar. Kırk gün cihanda gezecekler. Sonra Hak
teala, bir rüzgâr (l3) verecek. Hepsi Bahr-i Muhit’e dökülecek, boğulacak.
Dünyada birisi bile kalmayacak. (l4) Onun için derler ki her fesat ehli kırkı(l5)
geçmez. Dünya duralı bu tecrübe olmuştur. Onlar Yecüc ve Mecüc’dür. [T595]
(l) Bunların durumu böyle, dedi. Rahip:
-Ya onları helak eden kuşlar nedir, dedi. (2) Şerif:
-Her fırsatta saldırıp bu şeddi yıkmaya (3) çalışırlar. Hak teala, o kuşları
yarattı. Onlar giderler, bunları helak ( f ederler. Onlar da korkup kaçarlar, dedi.
Rahip, bunları işitince durup (5) iman getirdi. Şerif, batı tarafındaki
Müslümanlara izin verdi. Kendisi (6) kaldı. Müslümanlar gittiler, yerlerine
vardılar.
Şerif oradan ayrıldı, <7) Hızıriyye’ye gitmek üzere yola çıktı. Saltık, o
diyara ulaşınca gördü k i (8) o kavim Müslüman olmuş. Şerif, onlara sordu:
-Sizi kim imana getirdi, dedi. <9) Onlar:
-Ali bin Ebi Talib buraya geldi. Buradan K a fa gitti. Bir yıl (l0) K a f ta
gezdi. O vakit önünde biz iman getirdik, dediler. Şerif onlara <n) sordu:
-Sedd-i İskender nerededir? Onlar:
-Bu denizin öte tarafı, (12) K a f tır. Onun eteğinde bir taife var, Felsefîler
derler. İnsandırlar. (l3) İşte buradan ulu dağlar görünür, dediler. Dağları, Şerife
gösterdiler.
Şerif, (l4> o boğazı gemi ile geçti. Felsefîler iklimine geldi. Üç gün (l5)
daha gitti. Dördüncü gün o dağlara yetişti. O kavim, Şerife izzetler [T596] (l)
etti. Şerif, o iki dağın arasına baktı. İki kat olan şeddi (2) gördü. Şeddin başı
buluta değmiş. Şerif, ne kadar düşündüyse de (3) o dağın üzerine çıkmanın bir
kolayını bulamadı. Yalm taş idi. Sonunda, Menucher (4) duasını okudu.
Menucher hemen çıkageldi. Semend-i Sebz’i elinde getirdi. <5) Şerif, Semend-i
Sebz’e bindi, o dağın üzerine uçarak çıktı. (6) Dağın ötesine baktı. Karıncadan
kalabalık olan o taifeyi gördü. <7) Bekliyorlardı. Şerifi görünce dağın dibine
geldiler:
-Kimsin, dediler. Şerif:(8)
-İskenderin askerlerindenim. Geldim ki sizi kılıçtan geçireyim, dedi.
O nlar:(9)
-Suçumuz nedir, diye sordular. Şerif:
-Bu şeddi yıkmak ve bozmak istermişsiniz. Eğer sedd (10) yıkılırsa, âdem
oğlanları sizi ayak altına alıp helak eder, dedi.
O (ll) kavim hep birlikte gülüştüler. Sonra da Şerife oklar attılar. Şerif,
eline (l2) ok ve yay alıp onlara kırk tane ok vurdu. Her okta, üçünü dördünü <13)
helak eyledi. Sonunda dönüp kaçtılar. Şerif, Semend-i Sebz’i aşağı gönderdi.
(l4> Gelip yerine indi. O kavim şaşırıp kaldı. Şerif, birkaç gün orada durdu. <15)
Sonra Sincab iline gitmek üzere yola çıktı.
O vilayete ulaştı, orada durdu. [T 5 9 7 ](l) Sonra Kakum iline gitmek üzere
yola çıktı. Cecim iline ulaştı. Gördü ki bir bölük (2) bezirgân gitmekte. Server,
onlara sordu:
-Nereye gidiyosunuz, dedi. O nlar:(3)
-Karanılığa gidiyoruz, dediler.
Server onlarla birlikte yürüdü. Bir yere ulaştılar. Burası duman (4> gibi
karanlıktı. Server, Menucher cinnîyi davet edip: (5)
-Bu karanlık nedir, diye sordu. Menucher:
-Server! Bu (6) K af Dağı’na giderken rastladığınız karanlıktır. İskender
buradan gelip <7) girdi, ab-ı hayat istedi. Ona nasip olmadı. Hızır’a nasip oldu.
(8) Server, Menucher’e:
-Gel gidelim, biz de arayalım. Belki bize nasip <9) olur, dedi. Menucher:
-Server! Ben çok aradım, çok gayret gösterdim, bulamadım. (10) Fakat
ölüm pınarına rastladım. Kokusundan adamın aklı başından gider, (ll)
kendinden habersiz olur. Oradan daha ileri gittim, bir yere vardım. Gördüm ki
(I2) bir pınar içinde su var. Parlak görünür, fakat ele gelmez ve içilmez. (l3) Biraz
daha gittim, dinlendim. Sonra biraz daha yürüdüm, geri döndüm. O pınarı (l4)
göremedim. Oradan döndüm. Dikkatsizce yürüyordum. Yer içinde bir cinnî(l5)
adama rastladım. Ona, “Sen kimsin?” diye sordum. O, “Biz ab-ı [T598] (l)
hayatın bekçilerindeniz.” dedi. Ben, “Ab-ı hayat nerededir ki bekliyorsunuz ?”
dedim. <2) O cinnî, “Rum ve Acem arasında bir şehir vardır, adına Nikusar <3)
derler. Orada bir dağ vardır. Bu dağın üstünde Süleyman peygamber (4) bir
şehir kurmuş ve bir de büyük saray yapmıştı. Orada <5) otururdu. Günlerden bir
gün Süleyman’ın huzurunda ölüm anılır. (6> Derman ister. Hazret-i Süleyman
hekimlerden sorar, ‘Ya Süleyman! Ab-ı hayat (7) iç ve dünyada baki kal.’
derler. Hazret-i Süleyman buyurur. (8) Melekler varıp getirirler. Bir sırça kadeh
içinde önüne <9) koyarlar. Bu defa döner, Hazret-i Süleyman danışır, “Ne
dersiniz? İçeyim mi” diye sorar. (l0) Vezir A saf bin Berhiya, onu men eder.
Cümle mahlukat bir araya toplanmıştır. Hepsi (ll> ona, “İç” der. Kirpi
canavarının birisi, “Ya Süleyman! Dünyada <l2>bin kez ölmekten bir kez ölmek
daha iyidir. Senden önce Melik (l3) Akik geldi, bu cihana hükmetti. O, ab-ı
hayatı bulup içti. (14) Nice yıldır yaşamakta. Şimdi kendisine yer altında bir
makam buldu. <l5) Orada kendinden habersiz yatmakta. Senin dostlarından her
biri, sana bir ölüm acısı [T599] (1> olur.” demiş. Süleyman aleyhisselam gidip
Akik’i (2) görür. Akik; aç ve susuz, yer içinde zavallı bir biçimde yatmakta.
Ölüm, aslında onun için dirilikten (3) daha iyidir. Hazret-i Süleyman içmekten
vazgeçer. Yer altında kendisine bir yer yapar. Bu yeri <4) kırk hücreye böler.
İçini, cevahir ve kimya ile doldurur. Ortadaki (5) güzel bir hücrede, bu sırça
kadehi bir kandilin içine koyar. <6) Demir zincir ile kubbeye asar. Dört melek
onu bekler. (7) Derler ki “Bu, Muhammed’in ümmetinden bir kişiye nasip
olacak. Fakat o kişi bu nasibe <8> erişinceye kadar, çok kişi canını kurban
edecektir.” Ya Şerif! O cinnîden (9) bu haberi işittim, aradım, buldum. Fakat
melekler yanına varmama izin vermediler, dedi. <l0) Şerif:
-Nasip olursa onu da görürüz, dedi. (ll)
O bezirgânlarla birlikte gittiler, karanlığa eriştiler. Orada yüklerini <l2)
indirdiler, gelip karanlığın kenarında konakladılar. Orada da durmayıp başka
bir yere (l3> gittiler. Ertesi gün vardılar ki her eşyanın üzerine paha biçilmez
inci, mücevher <l4)ve değerli kumaş koymuşlar. O mücevherleri üzerinden yere
döküp, bırakıp (l5> gittiler.
Ertesi gün gelip gördüler ki o paha biçilmez mücevherleri, onlar [T600]
(i) almışlar. Fakat (2) kumaşlar durmakta. Birbirine bu şekilde doğruluk
ederlerdi. Ş erif(3) onlara:
-Eğer sizde bir eğrilik olsaydı onlar nasıl ederlerdi dedi.(4> Bu hocalar:
-Artık onlar gelip alışveriş etmezler, dediler.
Şerif, o (5) makamdan geri döndü. Sefer edip gitti. Deniz içine kadar
yürüdüler, (6) Furtikal’a çıktılar. O vilayette Şedde Boğazı vardı. Bu deniz, (7)
ileride Bahr-i Muhit’e birleşirdi. O boğaza; insanlar helak olmasın diye bir
padişah, taş dökmüştü. <8) Öteye gemi geçmezdi. Çünkü ilerisi okyanus idi. (9)
Şerif, orayı gezdi. Geri döndü, Zir diyarına gitmek üzere (l0) yola çıktı.
Gelirken Arumay Kalesi’ne uğradı. Orada bulunan Müslümanlar (ll) ve Felyon,
kalkıp Şerifi karşılamaya geldiler. Onu alıp şehre getirdiler. (I2) Server,
minbere çıkıp vaaz etti. Burası önceden, Ezentameriyye kilisesi idi. (13> Onu,
cuma mescidi hâline getirmişlerdi. Halk gelip Ş e r if i(14) dinledi.
Server, orada kırk gün kaldı. Kırk birinci gün gemiye bindi [T601] (1)
Kımata’ya çıktı. Orada da yedi gün kaldıktan sonra Magrib’e <2) geçti.
Geçerken Fas’a, Tunus’a ve Tilmisan’a uğradı. Sonunda <3) Kımata’ya geldi.
Burada birkaç gün durdu. Daha sonra atına bindi Rum’a gitmek üzere yola
çıktı. (4) Ulu suya geldi. Romah şehri önünden geçti Bosin vilayetine (5) geldi.
Bosin meliki vefat etmiş, oğlu tahta geçip padişah (6) olmuştu. Şerif i karşılayıp
misafir etti. “Baba” diye Server’e izzetler ve hürmetler (7) etti ziyafetler verdi.
Yediler, içtiler. Şerif, orada on gün (8) kaldı.
Şerif oradan ayrıldı, Tuna Baba’ya geldi. Şerifin o vakit (9) Bursak
melikinin kızından bir oğlu doğdu. Adını, îdris verdiler. (10) Şerif, bu habere
çok sevindi. Haber gönderdi hatunun Tuna Baba’ya (ll) gelmesini istedi. Onlar
geldiler. Server bir süre orada oturdu. Halka (12) İslamı öğretti. Halk onu,
“Baba” diye anardı. Artık yaşlanmıştı. <l3) Sekiz ay orada kaldı. Dokuzuncu ay
gazilerden ve Emir Osman’dan haber (l4) geldi:
-Çerkeş, Mikril, [T602] (l) Laz ve Abaza taifeleri toplanıp Kefe
nahiyesini (2) yağmaladılar. Bunları bir araya getiren Çerkeş meliki Tiganoş’tur,
bilmiş olunuz, (3> demiş.
Server haber gönderdi gemileri hazır ettiler. Server, gemilere (4) binip
Kefe gazileriyle birlikte gitti. O diyara çıkıp akınlar yaptı, ( çok sayıda esir
aldı. Şerif; Çerkeş’e girdi doğru Tifanos’un yanına yöneldi. (6) Büyük bir
kaleye ulaştı. Bu kaleye, Angun Kalesi derlerdi. Tiganos orada oturuyordu. (7)
Şerifin geldiğini işitti önüne çıkıp:
-Ya Saltık! İyi ki geldin. Ben seni <8) arıyordum. Artık yaşlandın, senin
kuvvetin eksildi, dedi. Server:
-Ey lain! (9) Seni inşallah helak ederim. Bu mülke artık kimse hâkim
olmasın, deyip <10) yürüdü.
Tiganoş, Şerife birkaç hamle yaptı. Sonra (ll) Şerif, ona bir kılıç vurdu.
Tepeledi, cehenneme gönderdi. O kavm affını diledi, (,2) haraca razı oldu.
Server, oradan gemilerine binip Gürcistan’a gitti. (l3) Melik Adüvvis-i Güre, asi
idi. Onu aramaya çıktı. Gelip bir <14>iskeleye demir attılar.
Rum tarafında olan Gürcüler, <l5) itaat etmişlerdi. Şerif, o kavme
dokunmadı. Melik onlardan ötede idi. Çerkesleri de ayaklandıran o idi. [T603]
(l) Tifanos’a kızını vermişti. Dokuz oğlu vardı. Şerifin geldiğini işitince <2)
hemen hediyeler ve kıymetli eşyalar gönderdi. Haraca razı oldu, barış yaptılar.
Şerif, oradan geri (3) dönüp K efe’ye geldi. Gaziler; karada ve denizde
Çerkeş, Abaza ve Mikril ile (4) gazalar ederdi. Şerif, bir yıl K efe’de oturdu. Her
taraftan (5) Şerif e haraç getirdilerdi. Şerif, o malları fukaraya dağıtırdı. Onun (6)
birini bile kendine alıkomazdı. Dul hatunlara, yetimlere, miskinlere, <7)
hastalara ve gazilere verirdi. Müslümanlar <8) ve kâfirler, onun adaletine ve
lütfuna teşekkür ederdi. Server gelir, sessizce Baba’da (9) otururdu. İbadet edip
ahiret hazırlığını yapardı. <l0>
Geldik bu tarafa; Sultan Alaeddin, adalet ve lütuf (ll) ile halkı idare
ediyordu. Onun bir veziri vardı, (l2) Affan derlerdi. Gördü ki sultan, zulme
meyilli değil. Adalet ve doğrulukla yürümekte. (13) Sultanı zehirlemeye
niyetlendi. Sultan bunu duydu. Affan, (l4) korkusundan Harcmevan’a yani
Amasya’ya kaçtı. (15) Oraya vardı, kâfir oldu. Rahip elbisesi giydi. Harcınevan
[T 604](1) meliki:
-Ben sultandan ve Şeriften korkuyorum, buradan git, dedi.
Affan, Üngüriyye’ye geldi. (2) Orada da durmayıp Abruşak’a taşındı.
Sultan, Affan’ın malını ve rızkını <3) aldı. Şerife haber gönderdi, Affan’ın
durumunu bildirdi. Şerif onu sevmezdi, düşmanı (4) idi. Bir süre sabretti.
Affan, sonra İstanbul’a geçti. Samediyye’nin (5) yanına geldi. Samediyye,
ona:
-Niçin kâfir oldun, Şeriften korkmaz mısın, (6) dedi.
Affan ona cevap vermedi. Oradan da ayrılıp Rusan’ın yanına gitti, ona
hizmet etti. (7) O sıralarda Samediyye, at meydanında giderken atı ürktü.
Samediyye’yi (8) yere vurdu. Samediyye düşüp vefat etti. Rusan, tekrar tahta
çıktı. Affan’ı (9> vezir edindi. Affan, Müslümanlara zulüm etmeye başladı.
Gizlice (l0) çıkar, Edirne’de olan Müslümanları vurur, esir ederdi. Kilaşpol (ll)
Boğazı’ndan geçen Müslümanları incitmeye başladı.
Raviler şöyle anlatırlar; <l2) Köle Yusuf, Seyyid’den izin alıp
Kilaşpol’dan geçti. (13) Sivas’a sefer eyledi. Bir yıl eğlendi. Gelip (l4) Sultan
Taptuk hazretlerinin yanında kaldı. <l5) Geri Şerifin yanına [T605] (1) dönmek
üzere yola çıktı. Kilaşpol Boğazı’ndan geçti. Şerifin huzuruna geldi, el öptü.
Server:(2)
-Ne çok eğlendin, dedi. Yusuf:
-Sultanım! Ben kulundan sorarsan (3) Taptuk Sultan’ın huzurunda idim,
dedi. Server:
-Sultan Taptuk nasıldır? Bana haber v e r,<4) dedi. Yusuf:
-Ya Server! Meclisinde kadın erkek karışıktır. (5) Birlikte zikrederler. Bu
yaptıkları bana hoş gelmedi, dedi. Şerif:
-Ya Yusuf! Kalk. (6) Böyle bir meclise şarap de gerektir. Bir tulum (7)
şarap götür, içsinler, dedi.
Yusuf, yerinden kalkıp tulumu omuzladı. (8) Taptuk’un yanına gitmek
üzere yola çıktı. O yaklaşınca Sultan Taptuk: <9)
-Dervişler, hemen kalkın. Rum’dan bize armağan geliyor, dedi.
Karşılamaya (l0) çıktılar, Y usufa eriştiler ve görüştüler. Yusuf çok
şaşırdı. (ll) Zaviyeye geldiler, Y usuf u misafir ettiler. Getirdiği tulumu elinden
aldılar, (12) getirip şeyhe sundular. Sultan Taptuk o tulumu (13) eline alınca
ortadan ikiye yardı, bıçak ile kesti. İçinden <14) şekerlenmiş ak bal çıktı. Yusuf
bunu görünce hayran <l5) kaldı. Şeyh buyurdu, helva pişirdiler. Helvayı bir
kutuya [T606] (l) koydular. Bir parça yanar ateş korunu da bir tepsiye koydular.
Kutunun (2) üzerine tepsiyi yerleştirip:
-Yürü, bizim armağanımızı Seyyid’e ulaştır, dedi. <3>
Yusuf, oradan ayrılıp Şerifin huzuruna geldi. Kutuyu Şerifin önüne
koydu. <4> Gördüklerini Şerife anlattı. Server kutuyu açtı, gördü ki (5) ateş
sönmemiş, hâlâ pembe. Hiç yanmamış. Server hayran kalıp: <6)
-Erenler, haramı ve helali fark eder. Bundan dolayı ateş ile pamuğu (7)
birbirinden sakınırlar. Bu, erenlerin yoludur, dinin basit kuralları halka (8)
gerektir. Şükürler olsun, Rum ocağı, evliya ile doldu. (9) Ümidim odur ki İslam,
bu diyarda kuvvet tutacak. Biz, bu ere inandık. <l0) Bu kişi, ermiş kişidir. Onun
adı Taptuk, bizim adımız Saltık. Biz de ona <n) taptık ve şu ayna, ona
hediyemiz olsun, dedi. Y usuf02’ ile hediyeyi gönderdi. Taptuk, bunu görünce:
-Biz emre itaat ederiz, deyip emretti. ° 3) Şeriate uygun olmayan işi
giderin. Anlaşıldı, onda hakikat yoktur. Saltık, “Kalbi temiz <l4) olsalar da
şeraite uygun değildir.” demiş. Biz de ona uyalım.
Gittiler, kadınların (l5) meclisini ayırdılar. Taptuk Sultan:
-Ya Yusuf! Bu Şerif [T607] 0) hazreti, bizim hem kadımız hem
sultanimizdir, dedi. Eline (2> bir asa verdi, gönderdi.
Yusuf, Şerifin yanına gelirken Affan lain, Kilaşpol’da (3) bulduğu
Müslümanları tutuklayıp hapse attı. Y usufu da tuttu, <4) alıp İstanbul’a
gönderdi. Rusan:
-Ya Affan! İyi etmedin. Şerif(5) bizi huzursuz eder, dedi.
Affan, bu söze aldırmayıp Müslümanlara eziyet <6) etmeye devam etti.
Yusuf mektup yazdı, bir kâfir ile Şerife haber t7) gönderdi. Mektup Server’e
ulaştı, okudu, ağladı. Yerinden (8) kalktı, Edirne’ye gitmek üzere yola çıktı.
Ahmed’in yanına geldi. Orada Müslüman çoktu. (9) Onu karşılamaya geldiler.
Şerifi alıp kaleye getirdiler, kondurdular. (10) Camiye gelip Müslümanlara vaaz
ve nasihat etti:
-İslamın (ll) yükselmesi için gayret edin, deyip vasiyette (l2) bulundu.
Ahmed’in büyük oğlu kâfirdi. Şehrinden gelip (13> Şerifin elini öptü.
Şerif, kırk gün orada kaldı. Zira o diyarı <l4) severdi. Oradan ayrıldı, Eski
Baba’ya gitmek üzere yola çıktı, İsmail’e yetişti. (l5) Onlar karşılamaya
geldiler. Onun şehre ulaşması, Muharrem ayının ilk gününe rastlamıştı. [T608]
Server, orada aşure dağıttırdı.
On birinci gün ziyaretlerde bulundu. On ikinci gün (2) karalar giydi, üç
gün Hüseyin için matem tuttu. Yaşadığı süre içinde hep böyle yapmıştı. (3)
Nerede olursa olsun dua (4> ederdi. Server orada iken diğer tarafta Affan ve (5)
Rusan, Şerifin geldiğini işittiler. Çok korkup:
-Eyvah! (6) O sihirbaz buraya geldi. Bizim hâlimiz nasıl olacak, dediler.
Affan: a1
-Şimdi o yaşlanmıştır, gücü kalmamıştır. Orada gafil iken gidip (8> onu
basalım, dedi.
Hemen kalktılar. Dört bin atlı ile <9) Şerifin üzerine yürüdüler.
Arkalarından Rusan, dört bin kişiyle (10) onları takip etti. Şerif; şehir önündeki
nehre girmiş, (ll) guslediyordu. Karşıdan gelen askerleri gördü. Hemen çıktı,
üzerine elbiselerini <l2) giydi. Yürüyüp makamına geldi, gazilere haber verdi.
Binip hazır (l3> oldular. Bir dere vardı, gidip orada pusu kurdular. İsmail <l4)
pusuda durdu. Şerif, şehir önünde o kırk rahip ve (l5) halk ile hazır bekledi.
Kâfirler eriştiler. Server karşı varıp [T609] (l) nara attı. Cenk için
yürüdüler, birbirine karıştılar. Çok şiddetli bir savaş oldu. Pusuda bekleyenler
<2) çıkıp yürüdü, Affan’ı kuşattılar. Bu sırada Rusan lain de çıkageldi, (3)
zırhlarını giyinip cenge girdiler. Bir gürültü koptu. O (4) kırk ruhbanın otuz
birini, cenkte şehit ettiler. Ruhları şad <5) olsun. Dokuzu da yaralandı. Savaşın
iyice şiddetlendiği zamanda (6) Edime yolundan Ahmed ve İlyas çıkageldi. Bin
kişiyle gelmesine (7) sebep, Ahmed’in rüya görmesi idi. Bin gaziyle binip oraya
(8) yetiştiler. Hemen atlarını teptiler, cenge başladılar.
Bir süre sonra, yanındaki askerlerle İstanbul’dan (9) Mirdas lain yetişti.
Üç gün daha cenk ettiler. (l0> Şerif, cenk içinde Rusan’a rastladı. Rusan’a
kılıcını öyle bir çaldı ki onu, (ll) eğer kaşına dek iki parçaya böldü. Askerler
onu gördü, dönüp kaçmaya yüz <l2) tuttular. İsmail yetişti, süngü ile Mirdas’a
vurup tepeledi. Ahmed (13) de cenk ederken Affan’a rastladı. Affan, Ahmed’in
önünden kaçıp (14) gidiverdi. Ahmed; onun ardından yetişip bir kez vurdu,
atından düşürdü. <l5) Hemen bağladı, alıp Şerife getirdi. Geride kalanların bir
kısmım kırdılar, [T610] (1) bir kısmım da esir ettiler. İlyas, sancaktarı öldürdü.
Kâfirler yenilip kaçtılar. (2) Kaçabilenler, İstanbul’a haber verdiler. İstanbul
halkı, kapıları bağlayıp cenge hazır (3> oldular. Rusan’ın küçük kardeşi İstefan
lain, bey oldu.
Bu tarafta <4> Şerif; o kâfirleri kırdı, mallarını ganimet etti. Ölen gazileri
defnettiler, (5) sahiplerine başsağlığı dilediler. Daha sonra Ahmed, Affan’ı ileri
getirdi. Şerif:<6)
-Ya Affan! Niçin dininden döndün, kâfir oldun? Dön, tövbe et. (7) Seni
yine azat edeyim, dedi. Affan:
-Çok söyleme. Ben dinimden (8) dönmem. Gel, beni bana sat, dedi. Şerif:
-Ne verirsin, diye sordu. Affan:
-Oğlum (9) Utbe ile sana bir hazine mal göndereyim, dedi.
Şerif kabul etti. Affan, İstanbul’a (l0) haber gönderdi. Utbe; hâzineyi
getirdi, Şerife verdi. İsm ail(10 kalktı, Utbe’yi tutup hapse koydu. Affan:
-Sen ne yapıyorsun, dedi. Şerif:(l2)
-Ben, seni serbest bıraktım. Onu, İsmail bilir, dedi. Affan:
-Burca gireyim, (l3) sana kırk bin dinar daha göndereyim, dedi.
İsmail kabul etti. Affan (l4) gitti. İsmail atına bindi, ardından (l5) yetişti.
Affan, İsmail’i gördü:
-Niyetin nedir, dedi. İsmail: [T 6 1 1 ](l>
-Hey İslam dininden tekrar dönen! Niyetimin ne olduğunu şimdi
görürsün. Kaç keredir bizim elimizden (2) sağ kurtuluyorsun, deyip melunu
tekrar esir etti.
İsmail, Affan’ı geri getirdi. Âleme ibret olsun diye, şehir (3) önünde onu
idam ettiler. Onu görünce Utbe <4) iman getirdi. Onu azat ettiler.
Kale savaşı sona erince gaziler yürüdü. Burgaz’da, yılda (5) üç gün araba
pazarı kurulurdu. Gaziler orayı bastılar. Yağmalayıp talan ettiler, geri
geldiler. Şerif hazreti, Affan’ın başını Edirne’ye gönderdi. <7) Doğu kapısına
astılar. Fetih için sevindiklerinden Müslümanlar şenlikler yaptılar, <8) şehri
donattılar, Şerif e dualar ettiler.
Şerif, o cenkten sonra (9) çok hasta oldu. Yedi ay döşek esiri oldu.
Kâfirler bu durumu işittiler. (l0) Hile yaparlardı, fakat korkarlardı. Eflak meliki,
Saltık’ın hasta olduğunu duyunca Üngürus (ll) beyi Kaydafan’dan biraz asker
alıp Radul üzerine yürüdü. (12) Radul’u yendiler. Radul, kaçıp Kefe’ye gitti.
Gazilerle han (13) hazreti yürüdü, askerleriyle suyu geçip Rasun ile cenk ettiler.
(14) O cenkte Emir Osman’ı şehit ettiler. Çok sayıda gazi toprağa düştü.
Sonunda kâfirleri <l5) kırdılar, Rasun’u yakaladılar. Tatar hanı, Rasun’u Şerif e
gönderdi. [T612] (l) Eski Baba’ya getirdiler. Şerif, Rasun’u orada idam etti.
Server kalktı, (2) kısmen sağlığına kavuştu.
Beravati tekür lain, Server’in hasta olduğunu işitince (3) Tuna Baba’yı
yağmalamak için geldi. İbrahim Gazi ile Şerifin (4) büyük oğlu Muhammed,
karşı varıp cenk ettiler. Şerifi kuyuya (5) atan kâfiri, cenk içinde Muhammed
yakaladı. Kâfirleri kırdılar. O (6) laini, Şerife gönderdiler. Server; onu kendi eli
ile tepeledi, boynunu vurdular. <7)
Server, oradan ayrılıp İstanbul’a gitti. Silivri Kalesi’ne yaklaştı. (8)
Kalenin beyi. Şerifi karşıladı. Getirip ziyafet verdi, izzet eyledi, misafir etti. (9)
Birkaç gün orada durup İstanbul’a gittiler. İstanbul’a yaklaşınca Utbe:
-Ya Server! (10) Bana izin ver. Ukbe adlı bir oğlum var. Bu şehirdedir.
Onu getireyim, hem de gidip (ll) İstefan ile barış yapıp nasihat edeyim. Server:
-Yalan söyleyip kaçarsın, dedi. U tbe:(l2)
-İslamın kılıcı hakkı için kaçmam, dedi.
Server, o kâfire izin verdi. Hemen kapıya <13) gelip şehre girdi. Hemen
burca çıkıp Şerife sövmeye başladı. Şerif (4) askerlere emretti, dört bin gazi
yürüdü. Çok şiddetli bir savaş oldu. Geri dönüp (l5) konakladılar.
Utbe, oğlu Ukbe’yi yanına aldı, bir gemiye binip Karadeniz’e açıldı.
[T 6 1 3 ](1) Bir kenara çıkıp Kaydafan’ın yanına gitti. Kaydafan, ona hürmetler
etti. O lain, Kaydafan’m yanında kaldı. (2)
Bu tarafta Şerif, İstanbul Kalesi’nde üç gün cenk etti. Sonunda (3) İstefan
burca gelip:
-Ya Şerif! Bizi niçin kırıyorsun? Ben, senin neyini aldım? (4) Eğer haraç
dersen, haraca razıyız. Barış yapalım. Bizim bezirgânlarımız sizde ve sizinkiler
de <5) bizde ticaret yapsın, dedi.
Bu söz üzerine barış yaptılar. Köle Y usuf u serbest bıraktılar, kaftanlar (6)
giydirdiler. Yusuf, Şerifin huzuruna geldi. Oradan da geri dönüp Server,
Baba’ya <7) gitti.
Bu tarafta Sultan Alaeddin de yürüyüp gazalar ederdi. (8) Şerife
armağanlar ve hediyeler gönderirdi. Gazileri, beyleri ve yiğitleri yanına
toplayıp (9) yürüdüler; iller ve memleketler fethettiler. Saruhaıı’ı, Göynük’ü,
Canik’i, Menteşe’yi, <10) Hamid’i ve Karateke’yi fethetti. (ll) Gelip deniz
kenarına yakın Aydın ilini dahi fethetti. Sultan, <l2) her tarafta gazalar etmişti.
Kâfir illerini yağma ve talan ederlerdi. Her yeri vururlardı. <l3) Fakat
Harcınevan’ın bir kolayını bulamadılar. Sarp bir yer idi. Orayı da haraca
bağlayıp <l4) barış yaptılar. Sultan tekrar Şerife armağanlar gönderdi.
Armağanları, Kefe diyarına ilettiler. (l5)
Şerif, hatunları ile Baba’dan göçtü. K efe’ye yerleşti. [T614] (l) “Bunlar,
kâfir içinde bulunmasınlar.” demişti. Sultandan armağan (2) geldi. Gelen malları
paylaştırdılar, fukaraya dağıttılar. Şerif orada oturuyordu. (3) O yıl Kefe
diyarında veba salgını çıktı. Çok sayıda Müslüman vefat (4) etti. Şerife dahi
bulaştı, fakat kurtuldu.
O günlerde Şerif,(5) bir gece rüya gördü. İki doğan, Yunan tarafından (6)
uçup geldi, Rum iline geçti. Rum dağlarında olan kuşları (7> kırdılar, yırttılar.
Yanlarına çok sayıda güvercin toplandı. Rum (8) ili koyunlarla doludur. Son
gelen doğan silkindi, kanadının <9) altından başka doğanlar çıktı. Kendi gibi
uçup ava başladılar. Önce (10) gelen doğan, uçup kendi memleketine geldi,
durdu. Bir ağaç üzerine kondu, diğer (ll) doğanlar da gelip yanma kondular.
Şerif, onları bir bir okşadı. Kaçmadılar. Başlarında (12) tuzakları vardı. Server
uyandı, kendi rüyasını tabir edip: (l3)
-Gaziler! Yunan vilayetinden iki gazi çıkacak. Padişah aslından
olacaklar, (14) Rum’un hepsini fethedecekler. Bu mülk Müslümanlık olacak.
Birisi geçip gidecek. Fakat birinin (l5) nesli hükmedecek. Onun neslinden, ulu
padişahlar ve ulu hakanlar çıkacak, dedi.
Server [T615] (1) o diyarda dolaşırdı. Gah Baba’ya gelip giderdi. Raviler
şöyle anlatırlar: (2) Aydın ilinde; Aydın’ın yiğit, gürbüz bir oğlu büyüdü. Çok
akıllı idi. <3) Başına kızıl börk giyerdi. Rüyasmda kisveti ona gösterdilerdi. (4)
Adı, Gazi Ömer idi. Halk ona Umur Bey de derdi, lakabıyla anarlardı. (5) O,
deniz kenarının kâfirlerini yenmişti. Kayserin neslinden <6) idi, babası Aydm
idi. O server, on dört yaşma gelince atını<7) sürüp Sinop’a geldi. Gemiye binip
Kefe’ye gitti. Şerife (8) gelip elini öptü. Şeriften kuşak kuşandı, dua alıp geri
Aydm iline (9) gitti. İline gelip oturdu. Şerif, arkadaşlarına:
-Gördüğümüz doğarım biri <10) budur. Hayr olacak inşallah, dedi.
Raviler şöyle anlatırlar; Utbe, Kaydafan’m yanma gitmişti. Kaydafan <n)
onu vezir yaptı, oğluna ise yazıcılık ve ordu komutanlığı görevini verdi. <12> Bir
gün Utbe, Kaydafan’m huzuruna çıkıp ağladı. Kaydafan:
-Niçin ağlıyorsun, diye sordu. (l3) Utbe:
-Nasıl ağlamayayım! Babam Affan’ı, Saltık tepeledi. İntikamımı ondan
alamadım, onun için ağlıyorum, dedi. Kaydafan-ı Asfuri:
-Benim babamı da o öldümüştü. Nasıl edelim? (I5) Onunla hiç kimse başa
çıkamamıştır, dedi.
Kral ve Utbe, kalkıp [T616] (l) kiliseye geldiler. Büyük bir putları vardı.
Ona secde ettiler. Şeytan içine girip: (2)
-Ne ağlıyorsunuz? Üzülmeyin. Bundan sonra fırsat sizindir. Şerifin
ölümü, (3) sizin elinizden olacak, dedi.
Kaydafan mutlu olup kurbanlar kesti sadakalar <4> verdi. Hemen
buyurdu, asker topladılar. Utbe ve Ukbe’yi görevlendirip (5) gönderdi:
-Gidin, babanızın intikamını alın, deyip o akılsız bönleri gönderdi. (6)
Onlar bu yana gelmekte ...
Bu tarafta, Sultan Alaeddin oturmuştu. Ulaklar (7) gelip haberler
getirdiler. Habeş’ten Bahu Can Tatarî yürüdü, “Babamın intikamını (8)
Selçuk’tan alacağım.” der, dediler. Sultanın kalbine korku düştü. (9) Hem
yaşlanmıştı. Oğlu da yoktu. Şerife (10) haber saldı:
-Server kerem etsin, bizim ettiğimize kalmasın. Üzerimize (ll) düşman
yürüdü. Sefere çıkacağız. Bize karışsın, dedi.
Sultan, ne kadar beyi varsa (l2) yanma topladı. Saruhan’ı ve Candaroğhı
Ali Bey’i <13) çağırdı. Ali Bey, Nuşinrevan neslinden idi. Menteşe ve diğer
beyler de toplandı. Karaman beylerbeyiliğini (l4) verdiği, Karaman Bey de
ulaştı. Sultan, onlara vasiyet etti:
-Beyler! Bu gelen düşmanlar çok kuvvetlidir. Eğer (l5) bize orada bir hâl
olacak olursa, zira alametler görünüyor, benim neslim yok. [T617] 0) Size kimi
bey tayin edeyim? Her biriniz bir yeri kâfirden aldınız. Elinizde sancak var.
Sakin olun, (2) gaza yapm. Karaman, benim yerimde otursun. Bir kızımı ona
vereyim. Güveyimdir. <3) Bir kızımı Ali Bey’e verdim. O, Candaroğlu’dur. Bir
kızım daha var. Onu, <4) bir yiğide vereceğim. FaL, uğurum olsun. Kızımı
vereceğim yiğide Harcmevan yani Amasya mülkünü emanet edeceğim.(5) Gaza
edecek, İslama zarar veren kâfirlere izin vermeyecek. Aldığı iller, onun mülkü
<5) olacak. Biz bedduaya uğradık, mülk bizim elimizden gidiyor. (7) Şerifin
bedduasmdan sakmın, iyi duasmı alm, dedi.
Sonra (8) illerini yeminle onlara emanet etti. Ellerine de mülkname ve
beratlarını yazıp verdi, yerlerine gönderdi:
-Beyler! Harcmevan yani Amasya tarafına bir gazi bulun, dedi. (l0)
O vakitlerde Oğuzlardan Süleyman Şah’ın oğulları, Horasan’dan Rum’a
gelmişlerdi. (11) Bunlar Cengis’ten kaçmışlardı. Üç kardeşlerdi. (12) İshak
oğlanları derlerdi. İshak Peygember’in (l3) oğlu Ays neslinden idi. Rum’a
gelirken babaları Fırat Suyu’nda (l4) boğulmuştu. Bayezid Han ve Korkut Ata
neslinden idi.
Bu üç (l5) oğlanın birisi, Paysunkur Telin idi. O, geri Acem’e gitti. Varıp
[T618] (1) Horasan’da Merv’e ve Mahan’a bey oldu. Biri Gündüz idi, gelip
Erzincan ovasında (2) kaldı. Sonra sultan onun oğlu Ömer’e; Erzincan’ı,
Hamid’i ki Diyar-ı Bekir ilidir, (3) vermişti. Üçüncü ve küçük kardeşleri
Ertuğrul idi. O gelip (4) Rum’a indi. Oğlu Saruhan’ı, diğer Türk ulularıyla
sultana gönderdi. (5) Sürmeli Çukuru’nu kışlak ve yazlak olarak kendisine
istedi. (6) Geldiler, sultana saygılarını bildirip o yeri istediler. Sultan; bunların (7>
sadık olduklarını anladı, istedikleri yerleri verdi: (8)
-Harcınevan’a yani Amasya’ya gidin, gazalar edin. Size izin veriyorum,
akınlar (9) yapın, dedi.
Bunlar geldiler, oralarda oturup gazalar yaptılar. O taraflardan (in) çok yer
fethettiler. Rivayettir; gelip Rum ili sınırında bir köy (11) kurdular. Adını,
ÜskütKi koydular. Bunların yanmda bir Arap vardı, onlarla <12) birlikte gaza
ederdi. O araba komutanlık vermişlerdi. Her ne zaman bir kâfir köyünü
bassalar o (l3) Arap, halkına:
-Üskütyani sessizlik. Şimdi gündüz, gece olunca basalım, <14>derdi.
Bunu uğur sayıp çok yerler fethetmişlerdi. Bu köyde (l5) onu bıraktılar.
Köyün adını, Usküt verdiler. Orada gazalar [T619] (l) yapıp sultana hediyeler
ve beyler gönderirlerdi. Sultanın gönlü içinde <2) yer ettiler. Ertuğrul, Şerif
hazretinin velayetini işitti. Oğlu (3) Alp Osman’ı, hediyelerle Seyyid’e
gönderdi. Şerif, o (4) zamanlarda K efe’den Sinop’a gelmişti. Osman geldi,
Server’in ayağına düştü. (5) Henüz daha genç bir yiğit idi. Server’in ayağına yüz
sürdü. Şerif hazreti, <6) Osman’ın devletli ve saadetli başını yerden kaldırdı,
“Oğul” diye iki gözünü de <7) öptü. Yanma alıp nasihatler etti:
-Ey Oğul! Hak teala sana ve nesline (8) saadet, devlet ve izzet nasip
etmiştir. Asla gazayı elden bırakmayın. (9) Adalet ve doğruluk edin. Fakirlerin
bedduasından kaçmm. Halkı incitmeyin, Hakk’ın yolundan çıkmayın. (I0)
Ahlâklı olun. Hazret-i Peygamber’in dediklerinden sapmayın. Doğru yolu
gözetin. Bağışlarda (11) bulunun. Garibi hoş tutun. Zulüm ve haksızlık
yapmaym. Bir kulağın halkta olsun, halkın durumundan her zaman haberiniz
olsun. Gafil olmayın. Sana (12) vasiyetim bu ola ki özellikle kadıları, valileri ve
boy beylerini sürekli teftiş edin. A dil(13) olsunlar. Mülk sahibi ol, halk sana tâbi
olsun. (l4) Rüşvet alana cezasını mutlaka ver. Kâfire itibar etme, hâkim eyleme.
İslam dininde (15) ihtiyaç gibi gösterip onlara güvenme. Meşru olmayan [T 620]
(l> iş yapma, dedi.
Daha çok nasihatler eyledi. Sonra Osman’ı gönderdi. Halk (2) şaşırıp:
-Ya Server! Bu, bir boy beyi gazi yiğittir. Padişah değildir ki. (3) Siz buna
padişaha nasihat eder gibi nasihat ettiniz, dedi Server:
-Ev kavim! Bu yiğit padişah oğludur. (4) İshak bin İbrahim, ki ona Ays
derler, {5’ neslidir. Üç peygember de bu nesle hayır dua etmiştir. Biri İbrahim (6)
Peygamber, İkincisi İshak Peygamber, üçüncü ise ahir zaman peygamberi
Muhammed Mustafa’dır. (7) Dünyada olan padişahlar, bu nesilden gelmiştir. <8)
Tanrı, bu yiğide sultanlık verecek. Bunun zürriyeti ve nesli, ulu padişah (9)
olacak, dedi
Halk, Şeriften bu sözü işitince:
-Bu kişi (l0) velidir, gerçek söyler, sahihtir, deyip Osman’a teveccüh
ettiler.
Gazi yiğitler, (1I) onun yanında toplanmaya başladı. Osman kuvvetlendi.
(12) O da gaza etmeye talip oldu. Nereye gittiyse (l3) uğurları hayır oldu.
Cömertlik, yiğitlik, adalet ve ihsanlar ile (14) Osman, o yıllarda hayli akınlar ve
gazalar eyledi. Harcmevan yani Amasya kâfirleri (15) âciz oldu. İstanbul
tekürüne gelip şikâyet ettiler:
-Sen, [T621] (1) Nasranîlerin yüzünün suyu ve ulu beyisin. İstanbul gibi
bir tahtta oturuyorsun. (2) Bu Türkler, her tarafta bizi incitiyorlar. Sen, Şerif ile
barışıyorsun. Sultanın (3) kulları gelip bizi incitiyor. Sultanla barış yapıyoruz.
Bir boy beyi (4) çıkıp bize bela oluyor. Biz bunlardan âciz olduk. Bize bir çare
bul, dediler. Tekür: (5)
-Hey Hristiyanlar! Bilmiş olun ki bu Türkler dünyaya ayak
basıtklarından (6> beri, bu Nasranîleri kırarlar. Bunca zamandan beri bunlarla
başa çıkamadık, şimdi (7) çoğaldılar. Az iken bir yana edemedik, şimdi nasıl
edelim, dedi ve devam etti:
-Ey (8> Nasranîler! Sizlerin devleti düşmüştür. Bundan sonra başarı
sağlayamayacağınızı (9) biliyorum. Hüküm onlarındır, dedi. Sonra da o kâfirleri
kovdu:
-Gidin bire akılsızlar! (l0) Fitne çıkarmayın. Onlar, Türkün haramileridir.
Tutup öldürün, dedi. Onlara yüz vermedi. (11) Kâfirler, utanarak çıkıp gittiler.
Geldik bu yana; Osman ve Aydın <12) oğlu Ömer, gazaya başladı. Deniz
kenarında olan kâfirleri vurdular. Bunlar, (l3) burada dursun.
Raviler şöyle rivayet ederler; bu kâfirler, Müslümanlardan <l4) âciz
oldular. Geri dönüp tekürün yanına geldiler. Teküre:
-Sen Türk oldun, gizli (15> din tutuyorsun. Bu Türkleri karşına almak
istemiyorsun. Türklerin yaptıklarını görmezden geliyorsun. Mesih dini için
gayret göstermiyorsun, dediler. Tekür: [T 622](l)
-Babamı, dedemi bu sözle ve bu suçlamalarla Türklere öldiirttünüz. Bu
yolla beni de (2) öldürteceksiniz. Şimdi eğer ben ölürsem sizler de
kurtulamazsınız. (3) Şimdi nasıl edelim, tedbir söyleyin, dedi.
Rum’da olan bütün kâfirler, papazlar, (4) keşişler ve ruhbanlar toplanıp
İstanbul’da tekürün sarayında bir araya geldiler. (5) Tedbir konuştular. Server
Saltık, bunların toplandığını işitti. Sinop’tan <6) kalkıp bir gemiye bindi,
Karadeniz’den doğru Ağaç Denizi’ne çıktı.
Server, Rum’a (7) geldi. Oradan geçip İstanbul’un içine girdi. Papaz
kılığında o toplantı odasına <8> gelip durdu. Birazdan tekür çıkageldi. Küffâr
beyleri, ayağa kalkıp (9> saygı gösterdiler. Server, yerinden kalkmadı. Tekür:
-Şu ayağa kalkmayan (10) rahibe bir bakın, Saltık olmasın, dedi. Rahipler
geldiler: (ll)
-Sen kimsin, dediler. Server:
-Ben Alyon rahibim. Frengistan’da <l2) oturuyorum. Buraya geldim, hasta
oldum. Bu şehrin havası beni vurdu, yüreğim (I3) ağrıyor, dedi. Kâfirler, teküre:
-Sultanım! Bir hasta ve (14> dertli bir rahipmiş. Onun için sultanıma saygı
gösterememiş, dediler. Tekür:
-Onu kendi(15) hâlinde b rakınız. Hastanın beyi, paşası olmaz, dediler.
Kâfirler onunla ilgilenmeyi bıraktılar, [T623] (l) tedbire meşgul oldular.
Çok sözler söylediler. Tekür, t irini bile kabul(2) etmedi. Sonunda bir rahip:
-Sultanım! Ben bir söz söyleyeceğim. Makul bir tekliftir. <3) Rast
geleceğini umuyorum, dedi. Tekür:
-Söyle, dinleyelim. Belki iyi bir tedbirdir, dedi. <4) O rahip:
-Ya tekür! Bu dünyada bir diyar var. Ona, Babil (5) derler. Acem ile
Hind’in arasında, Laristan tarafındadır. Orada bir dağ var. Adına, (6> CebeKi’l-
Musahhar derler. Orada bir sihirbaz oturuyor. Adına, Rad cazu derler. O (7)
kadar maharetli bir sihirbazdır ki dünyada benzeri yoktur. Üç bin sihirbaz, ona
itaat eder. (8) Eğer o buraya gelirse ne Saltık ne de diğer Türkleri bırakır, (9)
ortadan kaldırır, dedi. Tekür:
-Onu buraya nasıl(10) getirelim, dedi. O rahip:
-Ya tekür! Burada kadın bir sihirbaz var. Adı, (11)Barkan’dır. Onu
gönderelim, gitsin onu çağırsın, dedi.
Tekür, bu tedbiri <12) çok beğendi:
-Şimdi sen bu konuda çalışmaya başla, dedi. <13)
Vezir başını kaldırıp:
-Bir şey daha yapsak, dedi. Tekür:
-Daha (14) ne yapalım, söyle ya vezir, dedi. Vezir:
-Karada ve denizde olan (15) kâfirleri davet edelim,bir yeregelsinler.
Sihirbazları [T624] (1) öne koyup Türklerin üzerine yürüyelim. Hep bir olup
Türkleri kıralım, gitsin. Bunlardan (2) intikamımızı alalım, dedi. Tekür:
-Bu senin dediğin bir yılda ancak olur, dedi. Vezir: (3)
-İsterse beş yılda olsun. Böyle olmazsa bu iş tam başarı ile sonuçlanmaz,
dedi.
Herkes bu teklife (4) razı oldu. Her diyara mektup gönderdiler, davet
ettiler:
-İstanbul(5) üzerine gelin, toplanma yeri burasıdır, dediler. (6)
Teküre o cazuyu haber veren rahip, divandan çıkıyordu. <7) Tekür, ona
kaftanlar verdi. Halk toplandı. O rahibe hürmet ( ' ve izzetler edip elini
öperlerdi. Bunu getirip atına bindirdiler. Server Saltık, (9) kalabalık arasında
lainin böğrüne bir hançer vurdu. (l0) Rahip; canının acısıyla böğrünü iki eliyle
tuttu, yüzünün üzerine (11) devrildi:
-Hey papaz! Bana ne oldu, deyince gördüler. Ağzından burnundan kanlar
(12)aktı. Debelene debelene can verdi. Halk:
-Eyvah! Saltık (13) yine buraya gelmiş. Bu işi o yaptı, dedi.
Gidip teküre durumu bildirdiler. (14) Tekür:
-Şu bana saygı göstermeyip hastayım diyen rahipten ben, korkmuş (l5)
idim. Gafil oldunuz. Hemen onu bulun. Hiç şüphe yoktur ki o Saltık’ın [T625]
(1) kendisidir, dedi.
Hasta rahibi aradılar, bulamadılar:
-Hey <2) sultanım! Hasta rahip iyileşmiş, gitmiş. Yerinde ye İller eser. Ne
adı vardır ne de nişanı, (3) dediler. Tekür parmağını ısırıp:
-Eyvah! Bu hilebaz Saltık’ın elinden bağrımız kan (4> olmuştur. En son
bizim başımıza da bir bela getirecek. Hâlimiz ne olacak, deyip gönlü (5)
korkuyla doldu.
Server, İstanbul’un içinde hemen bir bodrum (6) buldu. İçine girip
sessizce oturdu. Hikmet-i İlahi; meğer o evin sahibi de gizlice din (7) tutardı,
Müslüman idi. Seyyid’in de dostu idi. Server’i üç gün (8) aradılar, bulamadılar.
Sonunda aramaktan vazgeçtiler. Server, tekrar dışarı çıktı.
Saltık o (9> üç gecede, adı sam belli on kâfir beyini öldürdü. Tekür, âciz
kaldı. (l0) Tekür tekrar yüksek divam topladı, beylerine:
-Gördünüz mü? (ll) Henüz Şerif burada değil iken Türçinlerin cinmieri
gelip sizleri (l2) kırmaya başladı. Gücünüz ve kudretiniz yoktur ki def edesiniz.
Ben öyle inanıyorum <l3) ki Saltık şöyle açıktan gelse, divan içine girse, kendini
bildirse, siz (14) ona zarar veremezsiniz. Eliniz ve ayağınız tutmaz, heybetinden
aklınız gider, (l5) kuvvetiniz kesilir, dedi ve yüksek sesle o kâfirlere bağırıp
çağırdı, sövdü. [T 6 2 6 ](1) O kâfirler:
-Ne canı var? O buraya aşikâre gelse, şöyle ederiz, böyle ederiz,(2) diye
lâflar ve güzaflar ettiler. Tekür:
-Ya Saltık! Eğer er isen gel. Bu kâfirlere (3) kendilerini bildir, dedi.
Server, bu konuşulanları dinliyordu. Hemen (4) evine geldi, Menucher
cinnîyi davet etti:
-Ya Menucher! <5) Tekürün divanına açıktan gitmek istiyorum. Kerem
eyle, kardeşlik eyle, gazaya benimle birlikte gel. Eğer (6) bana el sunarlarsa siz
de kâfirlere kılıç vurun. Korktuklarını görmenin zevkini yaşayalım. <7) “İslam
dinine cinmler itaat ederler. Müslümanlara sıkıntı anında gelip (8) yardım
ederlermiş.” desinler, dedi. Menucher:
-Ya Server! Üç gün önce (9) Kanus, Gaytas ve Gartayfas cinnî bana geldi.
Benimle oldular. Sizi ( 0> ziyaret etmek isterler, dedi. Server:
-Seninle birlikte gelsinler, görelim. Hemen gelsinler. <n) Ben, tekürün
divanına gidiyorum, dedi.
Menucher hazırlandı, gidip haber (l2) verdi. Bu tarafta Server, silahlarını
giyindi. Tekürün divanına gitmek üzere yola çıktı. O <l3) gün sancak dikilmişti.
Server; büyük divanın içine girdi, (14) tekürün yanına yürüdü:
-Hey, kimsin herif, nereye gidiyorsun, dediler. Server:(15)
-Elçiyim, dedi.
İleri yürüdü. Tekürün önünde boş bir kürsü vardı. Geçti, teklifsizce
[T 6 27](l) onun üstüne oturdu. Çevrede duran kâfirlere sert s e r t(2) baktı. Döndü,
başını salladı. Sonra sessizce durdu. (3) Birazdan tekür başını kaldırıp:
-Kimsiniz, neye geldiniz? Nereden (4) geliyorsunuz, diye sordu. Server:
-K af Dağı’ndan geliyorum. Bir milyon cin askeri (5) toplanıp geldi.
İstanbul Kalesi’ni yeri ve yurdu ile kaldırıp (6) denize atacaklar. Buraları alıp
bütün kâfirleri kıracaklar, dedi. Tekür:
-Senin sözünün gerçek (7) olduğunu nereden bilelim? Elinde kâğıdın yok,
nişanın yok. S en(8> nasıl elçisin, sana nasıl inanalım, dedi.
Kâfir beyi gazaba gelip yerinden kalktı: (9)
-Ben seni öldüreyim. Gelip burada bize korku vermek nasıl olurmuş sana
göstereyim, (l0) deyip eline gürzünü aldı, Server’in üzerine yürüdü:
Server (ll) işaret etti. Bir cinnî o laine bir kılıç vurdu, başı top gibi yere
düştü. (I2) Kılıcı gördüler, fakat çalan kimdir göremediler. Tekür, o hâli (l3)
görüp:
-Sessiz olun, bu kavgayı bırakın, dedi. Saltık’a dönüp:
-Cinnîler seninle birlikte (14) midir, dedi. Server:
-Ya tekür! Eğer bir kez işaret edersem seni taht ve <15) tacınla, şehir ve
diyarınla altını üstüne getirirler. İstersen gör, dedi. Tekür [T628] (l> hayran
olup:
-Ya Server! Dinin için doğru söyle. Sen Saltık (2) mısın, dedi.
Server, hemen yüzünden örtüyü indirdi:
-Ya tekür! Bilmiş ol ki (3) cihanın pehlivanı Saltık, benim. İşte geldim.
Her kim yiğit ise, mertlik davasını<4) ediyorsa gelsin, işte meydan, dedi.
Bu sözleri işitince kâfir beyleri ayağa kalktılar. (5) Server, daha
kıpırdamadan başları önlerine düştü. Dokuz ünlü kâfir (6) helak oldu. Tekür
buyurdu:
-Elinizi çekin, sakin ohın, dedi.(7)
Kâfirler yerlerine varıp durdular. Server:
-Ya tekür! Bu itlerin her biri, (8) kendisini bir adam sanır. Ben at
meydanına gidip bekleyeceğim. Her kim er (9) ise oraya gelsin. Üç gün
meydanda bekleyeceğim. Eğer cesareti olan varsa (l0) gelsin, dedi.
Bunları söyledikten sonra kalktı, meydanına geldi. Bir direğe arkasını
dayayıp (ll) oturdu. Kâfirler yerlerinde kuruyup kaldılar. Server, at meydanında
(12) oturuyordu. Kanus, Gaytas ve Gartayfanis geldiler. Server’le buluşup
görüştüler. (13) Server orada beklerken bir kâfir çıkageldi. (14) İstanbul’da ondan
daha kuvvetli ve heybetli bir kâfir yoktu.
O gün divanda <l5) bu pehlivan yoktu. Mahmur bir şekilde yatıyordu.
Kalktı, divan odasına geldi. Saltık [T629] (I) hazretlerinin gelip bunun gibi işler
ve hünerler ettiğini işitti, kalkıp tekürün (2) yanına çıktı, öfkelendi:
-Sen böyle bakacaksın. Bir Türk yalnız gelecek, (3) böyle işler edecek,
elinizden bir şey gelmeyecek. Peki diğer Türklere nasıl cevap (4) vereceksiniz,
dedi. Tektir:
-Sen ne konuşuyorsun? İşte, at meydanında. (5) Orada bekliyor. Er isen
git, onunla konuş, dedi.
O kâfirin adı, Estekoyani idi. (6) Hemen kalktı, o lain kibir ve gururla
atına bindi, (7) at meydanına gitti. Tekür onu gördü. O da kalktı, atına binip (8)
gitti. Sürdüler, at meydanına geldiler. Gördüler ki kalabalık. (9) Server’e
bakarlar. Server, kılıcını omuzuna koymuş, arslan gibi kükreyip <10) bekliyor.
Estekoyani, atını sürüp Server’in üzerine yürüdü. Kılıç çekti: 0 *
-Ya sihirbaz! Seni helak ve harap edeyim. Bu Mesih ümmeti, kaç yıldır
<l2) senin yüzünden kan yutar. Onlar şerrinden kurtulsunlar, dedi. Hemen o (13)
it, atını meydana sürüp Server’e süngü ile saldırdı.
Server, lainin süngüsüne (l4) mübarek avucunu tuttu. O süngünün demiri
eğildi. Server’e zarar (1 1 gelmedi. Saltık Gazi, ansızın bir nara attı. [T630] (l>
Sanki gökler yıkıldı. Server, elindeki yalın kılıcı ile o kâfire öyle bir kılıç <2)
vurdu ki bir budu yere düştü. Kâfir onu gördü. Sundu, <3) mızrağın ucuyla
yerden aldı, Server’e attı. Server geriye sıçradı, o bud (4) yere düştü. O kâfir el
salladı:
-Ok atın, durmayın, dedi.
Kâfirler hep birtlikte (5) ok yağmuruna tuttular. Her kişinin oku geri
döndü, kendine dokunup helak etti. Üç yüzden (6) fazla adam öldü. Tekür feryat
edip:
-Bre melunlar! Sakin olun, dedi. (7)
Kâfir yaralı idi. Atından yıkıldı, düştü. Saltık; atını sürdü, (8) yanma geldi:
-Gel, Müslüman ol. Sana dua edeyim, tekrar sağlam ol, dedi.
O <9) lain, saçma sapan konuşmaya başladı. Server ayağıyla tepti, gitti.
Tekür işaret etti. (l0) At meydanmda bir kilise vardı, orada çok akıllı ve olgun
bir rahip otururdu. Adma, Berahim derlerdi. (U> Kırk tane öğrencisi vardı. Onu,
öğrencileriyle çağırdı:
-Git, bize Saltık ile (12) barış yaptır, dedi.
Tekliflerini ona söyleyip gönderdi. Kendisi (l3) atla o meydanda bü­
yüksek yerde durdu. O rahip atmı sürdü, kırk (14) öğrencisiyle birlikte Server’in
yanma geldi. Rum dilince selam verdi:
-Ya Server! Kılıcını (l5) bırak. Seninle, din hakkında konuşalım. Şunu
anladık ki sana kimse erlikle karşı duramaz. [T 6 3 1 ](l) Şerif:
-Ya rahip! Benim hediyemi kılıcımdan anla. Bu kılıcın keskinliği, <2)
İslam dininin kuvvetindendir. Yoksa benim ne gücüm var ki bu halka karşı
durayım. Sen (3) aklıllı ve faziletli kişisin. Bunu tartışmaya gerek var mı, dedi.
Berahim:
-Server, doğru söylüyorsun. (4) Sana bir soru sormak istiyorum. Doğru
cevap ver, dedi. Server:
-Söyle, (5) nedir? Onu işitelim, dedi. Berahim:
-Bu ölüm nasıldır? Acısını ve tatlısını insanlara <6) anlat, dedi. Server:
-Ya Berahim! Şöyle bil ki bizim (7) Peygemberimize Allah teala haber
verdi, ve Resulümüz de şöyle buyurdu: (8) “Mevtii ’l-müomini ke-nevmin ve
mevtü ’l-münâfıfçı ke-semum” <9) dedi.
Berahim, bunları duyunca bir kez haykırdı, öğrencilerine (10) dönüp:
-Bu kişinin dini Hak’tır. Ben Müslüman oluyorum. Siz ne dersiniz, dedi.
O nlar:(,,)
-Sen hangi dinde isen biz de kabul ettik, biz sana tâbiyiz, dediler.
Berahim hemen ayağa kalktı, imana geldi. <l2) Öğrencileri de onunla
birlikte Müslüman oldular, saadete eriştiler. (
Server, Habeşistan’a gittiğinde tekürün kızını cazuların elinden
kurtarmıştı. (l4) Berahim rahibin Müslüman olduğunu gördü, tekürün kızı da
İslamiyeti kabul(15) etti. Tekür feryat etti. Kâfirler hep birlikte hücuma geçtiler.
Server bir kez bağırıp: [T 632](l)
-İncil hakkı için sakin olun. Yoksa hepinizi kılıçtan geçiririm, göz
açtırmam, dedi. (2)
Tekür, kâfirleri geri kovup men etti. Server; Berahim rahibe, kıza ve
öğrencilerine (3) işaret etti. İstanbul’dan ayrıldılar, Kadırga limanına indiler.
Server, (4) at meydanında bekledi. Onlar limana inince burada bulunan kâfirler:
( 5)

-Ne duruyoruz? Berahim rahip, İslamiyeti kabul etti. Biz de onu


öldürelim. Bütün (6) âleme yayılsın. Bir daha herhangi bir papaz, Mesih dinini
terk edip dönmesin, deyip hep birlikte (7) hücum ettiler.
Berahim rahip ve arkadaşlarının arkasından atlarını sürdüler, onları
bastılar. Onlar da durup (8) cenk ettiler. Server, yukarıdan baktı. Onlarm üzerine
kâfirlerin (9)üşüştüğünü gördü. Hemen iki eteğini beline sokup bir kez:
-Ya Muhammed, deyip (l0) haykırdı.
Kendini yüksekten attı. Kuş gibi uçtu, (ll) gelip Kadırga limanındaki
kilisenin önüne düştü. Allahuteala sakladı, <12) bir kılına bile zarar gelmedi.
Hemen ayağa kalkıp nara attı:
-Ya kâfirler! (l3) Sizi kendi hâlinize bırakır mıyım? Müslümanlardan
elinizi çekin. İşte belanız erişti, <l4) dedi.

Hadis: “Mümin ölümü, uyku gibidir. Münafikın ölümü ise zehir gibidir.”
Kâfirler gördüler ki Saltık, at meydanından kuş gibi (l5)uçup geldi. Oraya
kondu, hücum etti. Hemen [T633] (l> kaçtılar. Server, Berahim’in elini tutup o
kıza ve öğrencilere:
-Birbirinizin <2) ellerini tutun, dedi.
Kendisi, Kadırga limanına doğru yürüdü. Demirden (3) bir kapısı vardı,
kilitli idi. Server, kilitleri mübarek eliyle burdu. (4) Demir, elinde hamur gibi
yoğuruldu. Yürümeye devam etti, denize girdi. Ardmca (5) o yeni Müslümanlar
da el ele tutuşup girdiler. Denizin suyu topuklarına gelmedi. Server, <6) yeni
Müslümanları kalenin duvarı kenarmca tutup götürdü.
Kâfirler; (7) oklar, tüfekler attılar. Onlara hiç zarar vermedi. Gelip Heftüm
Burcu’na, yani Yedi(8)kule’ye girdiler. O burç kâfirleri önlerini kesti, denizden
gemilere binip <9) Server’in ardına düştüler. Server Saltık, mübarek eliyle o
gemilere bir kez <l0) işaret eyledi. O gemilerin her biri olduğu yerde kaldı,
gidemediler. O (ll) burcun kâfirlerinin elleri ve ayakları kırıldı, şaşırıp kaldılar.
Server yürüdü,(l2) dışarı çıktı. Durdu, Berahim’e:
-Ya Server! Ben senin rızkını ve malını(l3) bunlardan almayınca gitmem,
dedi.
Berahim, Seyyid’in ayağına düşüp:
-Ya Server, <l4) İman getirdiğim zaman bütün mal ve rızıktan vazgeçtim.
Yürü, gidelim, dedi.(15)
Oradan ayrıldılar, Edirne’ye gitmek üzere yola çıktılar. Doğru Eski
Baba’ya geldiler. Oranm [T634] (l) beyi İsmail, onlara atlar buldu. Bindiler.
Oradan da ayrılıp (2) İslamın başkenti, gaziler ocağı Edirne’ye geldiler. Orada
oturup <3) ulu camide ibadetle meşgul oldular.
ALTINCI BÖ LÜM

B A B İL HİKÂYESİ

Biz geldik <4) bu tarafa. Tekür bu hâlleri gördü, hayret etti. Oradan atını
sürüp sarayına geldi. (5)Çok üzüldü, bir süre divana çıkmadı. Kâfirler geldiler:
-Ya tekür! Niçin dışarı (6) çıkmıyorsun, sebep nedir, diye sordular. Tekür
ağlayıp:
-Ey kâfirler! Ben size sakin olun demedim mi? (7) Beni, Türklere madara
ettiniz. Birkaç akça vermekten ne çıkar? Siz bütün âleme rüsva <8) olmadan
uslanmaz mısınız? Sonunda yüzümün suyunu yere döktünüz, dedi.
Tekür böyle (9) deyince bir rahip başını kaldırdı:
-Ya tekür! Ben çok güzel bir tedbir buldum. Eğer (l0> kabul ederseniz,
anlatayım, dedi. Tekür:
-Hadi anlat. Belki isabetli olur, görelim, dedi. O (11) rahip:
-Saltık’a elçi gönderin. Diyelim ki “Denizden öte olan yerleri, (l2)
Harcınevan (Amasya) da dâhil, ne kadar kale varsa sana verelim. Denizi sınır
(13) kabul edelim. Sen de bize Edirne’yi ve o aldığın diğer yerleri ver, değişelim.
(14) Ayağını Rum mülkünden çıkar, Yunan’a git.” Eğer bu mübadeleye * razı
olmazsa sonra diyelim ki “Bütün dünyanın kâfirlerini başına toplarız, [T 6 3 5 ](1)
Cebel-i Müsahhar’dan, Babil’den o cazuyu getiririz.” Belki korkar. Eğer
korkmaz ise (2) biz de hemen bunları getirelim, üzerine hücum edelim, ortadan
kaldıralım, <3) dedi.
Bu fikri beğendiler, hemen bu sözleri bir kâğıda (4> yazdılar. Server’e elçi
gönderdiler. Elçi, Server’in yanma geldi. Edirne’de buluştular, elçi bu mektubu
l5) arz eyledi. Server, mektubu alıp okuyunca tebessüm etti
-Ey kâfirler! (6) Biz Allahutealanm emirlerine itaat eden kullarız. Bize
şöyle emir olmuştur ki gün batısında dahi (7) sizi bırakmayız. Her Türk,
anasından size düşman doğar. Kurt, koyunla nasıl (8) dost olursa öyledir. Biz
sizden korkmayız. Elinizden (9) ne gelirse yapın. Hak teala bize yardımcıdır.
Yürü, git. Söyle, tekür işine baksın, <l0) bildiğinden kalmasın, dedi ve elçiyi
gönderdi.
Saltık; tekürün Müslüman (ll) olan kızını, Berahim’e verdi. Onun adını,
İbrahim koydu. Edirne’de kaldılar. Server kalktı, <12) Edime halkına veda etti.
Kilaşpol’a gitmek üzere yola çıktı. Yakınlaştı, (13) denize geldi. Kilaş halkı
kaçıp kaleye girdiler. Server, onlarla ilgilenmedi. <l4) Elinde, Ebu Bekir’in asası
vardı. Onunla denize bir kere vurdu. Deniz ikiye bölündü, <15) sokak gibi oldu.
Hatta denizin dibi göründü. Oradan atını sürdü, [T636] (1) denize girip gitti.
Karşı tarafa geçince Ömer İbn-i Hattab’ın turasını bir kez yere (2) vurdu. Sesi,
karaları ve denizleri salladı. Osman bin Affan’ın kamçısıyla atını kamçıladı, (3)
yoluna devam edip gitti.
Saltık; Konya’ya uğramadı, Tebriz’e yöneldi. Turiz’e ulaştı. (4) Oranın ne
kadar halkı varsa karşılamaya geldiler. Server oradan Kazerun’a gitmek üzere
ayrıldı. Varıp <5) Ebu İshak’ı ziyaret etti. Server, orada birkaç gün dinlendi. (6)
Sonra İsfahan’a yöneldi. Kumin ve Kaşan şehirlerinden geçti,(7) İsfahan’a çıktı.
Server, on gün İsfahan şehrinde durdu. İsfahan’dan Şiraz’a gitti. Birkaç dün de
orada kaldı. Sonra Azer’e gitmek üzere yola çıktı.
Server (9) dağlarda yürüyordu. Karşıdan bir bölük insan çıkageldi. Server
onları gördü. Oğul, (10) kız, yaşlı koşarak gelirler. Server, onlara sordu:
-Ne oldu, kimden kaçıyorsunuz, dedi. Onlar: (11)
-Ya Server! İlimizde bir ejderha peyda oldu, ondan kaçıyoruz, dediler.
Server:
-Sizin (12) içinizde fesatlıkla uğraşan kimse olmalı. Sizin üzerinize Hak
<l3) teala bu ejdehayı gönderdi. Bu sizin kendi nefsinizin şomluğundandır. Şimdi
<l4) dönün, tövbe edin. Yaramaz işleri ve sözleri terk edin, dedi.
O halkı dönderdi. (l5> Yürüdüler, ejderhanın olduğu yere geldiler. Server,
o canavarı görünce dört köşeli bir [T637] (l) kalkan yaptı. İki köşesine süngü
demrenleri gibi demrenler yaptı, (2> ortasından bir delik açtı. İki eli ile tuttu,
ejderhaya karşı yürüdü. (J) Kalkanı dikti. Ejderha haykırarak üzerine yürüdü.
Server, o <4) kalkan deliğinden ona bir ok attı. Ok, ağzından girdi, kafasından
çıktı. (5) Ejderha feryat etti, zehirlerini saçtı. Server bir ok daha vurdu. Canavar,
bu okla (6>kendinden geçti. Server ileri varıp bir daha vurdu. Üç okta onun işini
tamam eyledi. (7) Ejderhanın derisin yüzdüler, nişan için saman doldurdular.
Server oradan ayrıldı, <8) Babil’e gitmek üzere yola çıktı.
Babil topraklarına girince o diyarın meliki; Server’i karşıladı, <9) saygı
gösterdi. Melikin adı, Selman idi. Server:
-Ya Selman! Bu Babil’de, Cebelü’l-Musahhar (l0) nerededir? Benim
yanıma kılavuz ver. O dağa gidiyorum, dedi. Selman:
-O <H) dağa kim çıkarsa hasta olur. Korkarız, biz oraya gitmeyiz, dedi.
Server:
-Ya Selman! (l2) Ben Rum’dan buraya onun için geldim, dedi. Selman:
-Ben kulunuz, size kılavuzluk (13) yaparım. Hemen kalkın, gidelim, dedi.
Kalktılar, o dağa çıktılar. O dağ, gayet sarp (14) idi. Bin belayla onun
tepesine çıktılar. Server bir yerde durdu. Selman’a: *l5)
-Ya emir! Yürü, bak, bu dağda bir kuyu var mı, dedi.
Selman gezmeye [T638] (1) başladı. Gezerken bir mağara gördü. Bu
mağaranın içinde saçları ağarmış bir kadın otururmakta. (2) Selman’ı görünce
haykırdı. Selman, onu görünce korkup (3) geri döndü. Server’e gelip haber
verdi. Server kalktı, (4) ondan tarafa yöneldi. Mağaraya geldiler. Server ileri(5)
yürüdü. O kadın çağırdı:
-Ya Saltık! Buraya da mı geldin? (6) Öküz boynuzuna girsek senden yine
kurtuluş yok, dedi.
Server ileri vardı. O <7) kadın taşla ağaca yapıştı, feryat etti. Server:
-Ey melune! <8) Sakin ol, yoksa seni öldürürüm, dedi.
Kadın sakinleşti. Server, onun saçından (9) tutup yere vurdu. Elini
kafasına bağladı, birkaç değnek vurdu:
-Doğru(l0) söyle. Harut ve Marut kuyusu nerededir, dedi.
0 (,l) kadın küfretti. Server onu öldürmeye niyetlendi. Selman:
-Ya Server! Bu dağda (l2) bir cazu vardı. Adına, Rad derler. Onun nerede
olduğunu bu laine sor, dedi. Server, o (13) kadına:
-Haber ver, Rad cazu nerededir, dedi. O kadın:
-Elburz Dağı’na gitti. (14) Eğer o gelirse, sana çok işler yapar, dedi.
Server, o kadına:
-Gel, Müslüman ol, dedi
Kadın, (l5) Server’e sövdü. Server, kadını götürüp bir kayadan aşağı
bıraktı. Kadın, paramparça [T639] (l) oldu. Server atını sürdü, o dağı seyretti.
Geldiler, (2) bir kayanın yanında durdular. Kaya, büyük bir ev kadar vardı. Bir
yanı delik, büyük bir mağaranın içindeydi. (3) Server, Selman’a:
-Sen burada dur, ben bu delikten aşağı ineceğim. Büyük ihtimalle
aradığımız kuyu (4) bu, dedi.
Server, beline kement bağlayıp o kuyuya girdi. Kırk dört kulaç (5) yere
inip durdu. Baktı, karşısında bir kapı gördü, içeri girdi. (6> Büyük bir mağara;
genişliği ve derinliği kırk arşın var, fakat içinde hiçbir şey (7) yok. Şaşırdı.
Dönmeyi düşünürken kulağına bir ses geldi (8) “Fatiha suresini oku, acayip
şeyler göreceksin.” dedi. Server, hemen Fatiha’yı okudu. <9) Elini yüzüne sürdü.
Bir de ne görsün? İki kişi başı aşağı asılmış, (10) teşbih çekerler. Server görünce
onlara selam verdi:
-Günah eden (ll) Harut ve Marut siz misiniz? İdris aleyhisselam
zamanında gökten indiniz. (12) Nefs istediniz, fesat ve günah ettiniz. Azap
çekme cezası aldınız. Bu (13) size yetmedi mi? Niçin tekrar bu halka sihir ve
hile öğretiyorsunuz, dedi. Onlar:
-Ya Şerif! Vallahi (l4) biz sihri asla kimseye öğretmedik. Hazret-i
Peygamber dünyaya ayak basandan beri hileyi, Ebu (15) Ali Sina’ya söyledik.
Ehl-i İslam kuvvetli olsun, sihirbazlar yok [T640] (1) olsun, dedik. Bunu, Resul
hazreti gelmezden evvel derdik. Sihirbazlar (2) gelirdi, cimrilik yapmazdık.
Kur’an indikten sonra önceki bilimler feshedildi. (3) Bize, sihir öğretmememiz
gerektiği emredildi. Ya Server! Bu (4) sihirbazlar, sihiri şimdi şeytandan
öğrenirler, dediler. Server:
-Gece gündüz (5) böyle mi duruyorsunuz, dedi. Onlar:
-Evet, böyle duruyoruz. Fakat namaz vaktinde indiriyorlar, dedi. Server:

-Siz niçin böyle oldunuz, diye sordu. Onlar:


-Server! Biz günah edip emir (7) sayılacak azabımızı dünyada çekmek
istedik. Ahirette azap çekmek istemedik. Bizim günahımızın (8) azabı kıyamete
kadardır. Zira biz nefs istedik. Dünyaya geldik, hainlik ettik, (9) aklâksızlık
yaptık ve katil olduk. Biz, bu azabı hak ettik, dediler.
Server baktı ki (l0) kenarda bir melek beklemekte. Elinde yalın kıbç,
heybetle Server’e bakıyor. H arut(ll) ve Marut:
-Server, nasibin bu kadardır. Durma, artık buradan çık ,(12) dediler.
Server geri döndü, kemende yapışıp yukarı çıktı. (13) Selman, Server’i
sağ ve salim görünce çok sevindi. Durumu sorup <l4) öğrendi. Server, biraz
düşünüp:
-Ya Selman! (15) Ben, Elburz Dağı’na nasıl gidebilirim? Şu Rad’ı ortadan
kaldıralım, dedi. Selman:
-Siz bilirsiz, [T 641](1) dedi.
Dağdan indiler, şehre geldiler. Server, Selman’a veda etti. <2) Atına bindi,
Kulzüm’e gitmek üzere yola çıktı. Server, Kulzüm (3) Denizi’ne erişti. Bir
gemiye binip Türkistan tarafına gitti. <4) Gelip Mugan hanının iline çıktı.
Kendisini tanıtmadı, Türkistan’a (5) gitti. Bezirgânlara yoldaş olup üç ay sefer
etti. Bir yere geldiler. (6) Ulu bir ırmak akar. Üstünde insan kemiğinden bir
köprü, fakat su akmayan (7) bir ırmağın üzerinde. Kervan geldi, oraya kondu.
Geçiş ücreti tahsildarı gelip ü c re t(8) istedi:
-Bu ücretle yağ alıp süreriz. Köprüyü güneşten ve yağmurdan <9) korur,
çürümesini engelleriz, dedi. Server razı oldu:
-Doğru olanı budur, deyip ücreti verdi ve (l0) sordu:
-Bu nasıl insan kemiğidir? Çok büyüktür, dedi. Onlar: (ll)
-Ya Server! Bu, Uc bin Unuk’un ayağının inciğidir*. Musa Peygamber’e
(12) karşı varıp cenk etmek istemiş. Zira İblis gelmiş onu azdırmış. Onun
sözüyle gelip Hazret-i Musa’ya inat <14) etmiş. Hazret-i Musa de ona karşılık
vermeye gelmiş. Hazret-i Musa’nın (15) otuz arşın boyu varmış, asasının
uzunluğu ise otuz arşın imiş. [T642] (1) Bir o kadar da yukarı sıçrar, Uc’un
topuğuna vurmuş ve onu yaralamış. (2) Uc, bir dağın tepesi üzerine çıkar. Bu
dağı, İsrailoğullarının üzerine devirmek (3) ister. Hakk’ın kudreti ile o dağ

İn cik : Diz kapağı ile topuk arası, bunun topuğa yakın olan kışımı.
delinir, boğazına geçer. Topuğunun yarasının (4) acısından duramayıp kaçar.
Sonunda bu yere gelir. Ecel yetişir, burada vefat eder. (5) Bir ayağını bu sudan
karşıya uzatır. Canının acısıyla böyle kalır. Bu zamana kadar (6) ulaştı, dediler.
Seyyid çok şaşırıp Halde’ın hikmetine hayran oldu. (7) Gece orada
kaldılar. Ertesi gün U c’un ayağının inciği(8) içinden geçtiler, Türkistan tarafına,
kuzeye doğru gittiler. Yirmi bir gün (9) sefer eylediler. Sarp dağlar ve dereler ile
ıssız yerler geçtiler. Yirmi dördüncü (10)gün kalabalık bir yere çıktılar.
Raviler rivayet ederler; O memlekete, (I1) Kızhan ili derlerdi. Belh’ten,
bezirgânlar üç ayda giderlerdi. Oraya (l2) her zaman uğrarlardı. Seyyid ile
yoldaş olan kervan, Belh bezirgânları <13) idi. Orada konakladılar. Kızhan ilinin
beyinden (l4) izin alıp iç iline girdiler, gittiler. Kırk gün daha sefer ettiler. (15)
Başkentine eriştiler, büyük bir şehir gördüler. [T643] (l) Etrafı bağ ve bahçe,
ırmakları ve pınarları akmakta. Güzel bir (2) şehir.
Bu memleketin halkının tamamı kadın idi. Sipahileri ve (3)beyileri, bakire
kızlar idi. Beyleri öyle güzel idi ki (4) o diyarda bir benzeri yoktu. Seyyid ile
kervan, (5) şehirde bir hana kondular. Server, bunların ahvâlini öğrenmek için
şehirde <6)oturan yaşlı kadınları sordu. Onlar, Server’e anlattılar: (7)
-Ya Seyyid! Hak teala burada dişileri halk eylemiştir. <8) Bizim oğlumuz
olmaz, doğanlarımız hep kız doğar. Ne zaman gebe olmak (9) isterlerse, burada
bir ağaç biter. Onun yemişi insan hayasına, yaprakları ise (l0) erkeklik organına
benzer. O yemişten alırız, onu kırk gün boyunca sabahtan (ll) aç kamımıza
yeriz. Kızıl kana benzer suyumuz vardır. Diğer sular (l2) gibi değildir, onu
içeriz. Hepimiz kamımızı o ağaca üç gün süreriz. <13) Sonra mermer üzerine
otururuz. Allahutealanın izniyle ve hikmetiyle gebe (l4) oluruz. Dokuz aydan
sonra doğururuz. Hep kız doğururuz ve (l5) bizden asla erkek doğmaz. Hâlimiz
budur. Bizim beyimiz, kız olur. [T644] (1) Bey olan kızı, doğurduğu zaman
azlederiz. Yerine başka bir kızı bey dikeriz, dedi. Server:(2)
-Eğer o yemişten yemese, doğurmasa ne yaparsınız, diye sordu. Onlar:
-Ya Server! (3) Bir kız baliğ olup hayz gördüğü zaman üç yıl sabrederse
eder. Dördüncü yıl, Hak (4) teala ana yüreğinden ona bir ağrı verir. Gidip o
yemişi yer, sıhhat (5) bulur. Üç yılda bir böyle olur. Yetmiş yaşına ulaşıncaya
kadar da doğurur.(6)
Server Saltık bu sözleri dinledi. Hayran olup:
-Kudret şenindir e y (7) Hak, dedi ve devam etti:
-Babasız oğlan doğurtan Sen’sin. Nitekim Âdem’i ve (8) Havva’yı
topraktan yarattın. İsa Peygamber’i babasız, bir nefes (9) şişkinliğinden,
Meryem’in belinden vücuda getirdin. Şit’i hikmetinle (10) sen halk eyledin.
Kudret, hikmet ve halkın sahibi Sen’sin, dedi.
Saltık, kendini o (ll) kadınlara tanıttı. Onlar, Seyyid’i işitirlerdi. Gelip
ziyaret (12) ettiler. Kızhan’ın kendisi atına bindi halkıyla birlikte gelip Seyyid’e
armağanlar (l3) getirdi. Seyyid’i alıp ulu bir sarayda kondurdular, misafir ettiler.
(14) Seyyid, kırk gün orada konakladı. Kızhan, zaman zaman divana toplantıya
giderdi. (l5) Seyyid’e altın kürsü verdiler, onda otururdu. Kızhan, Seyyid’den
sordu: [T 645](1)
-Bu diyara gelmekteki maksadınız nedir, dedi.
Kızhan Cevher Banu sorunca Seyyid:(2)
-Ya Cevher Banu! Buraya, Rad cazuyu aramaya geldim, dedi. Banu:
-Ya Server! Biz Müslümanız. (3) Evvelce analarımız zamanında Halil’in
halkıimişiz. Bizi İslam dinine, <4) Alibin Ebi Talib döndürmüş. Bize
davetname gönderdi. Onkişi geldiler. (5) İmam’m izniyleburadan bir kız alıp
evlendiler, bize İslam dinini <6) öğrettiler. Onlar vefat edip gittiler. İzleri bile
kalmadı, dedi.(7)
Seyyid gidip o yedi kişiyi ziyaret etti. Melike:
-Ya Saltık! Bu (8) kişiler, bu diyar halkını İslama getirmişlerdir. Şimdi
burada (9) duruyorlar. Rad cazu bize yakındır. Saldırp her yıl zahmet (10) verir,
kendine davet eder. Yedi yıldır Rad bize haber gönderir, “Dönün,<U) kâfir olun,
yoksa sizi öldürürüm.” diye. Biz, senin kolu kuvvetli (l2) bir gazi olduğunu
duyduk. Onun elinden kurtulmak için, “Git, Saltık ile cenk et, (l3)biz de sana
tâbi olalım, ne dersen kabul edelim.” dedik. Bizimle anlaşma yaptı. (l4) Gidip
senin başını bize getirecek. Sen (l5) veliyyullah ve ehlullahdansın, onu helak
edeceğini ümit ediyoruz, dedi. [T 646](l) Server, onu dinleyince:
-Ya Banu! Sabrım kalmadı, o melunu aramaya çıkacağım,(2) dedi.
Hemen orada Banu’ya veda etti, Tatarların kadınlarının ilinden çıktı, (3)
Abdulmümin’in diyarına gitmek üzere haraket etti. Yirmi dört ay sefer eyledi.
(4) Kervancılardan ayrılmıştı. Ulaşınca orada bir kavim gördü. Hepsi, dinine
bağlı idi. (6) Kavimin âlimleri, salihleri inanan taife idi. (7) Seyyid’i görünce
tanıdılar. Ona rağbet ve izzetler eylediler. Alıp beylerinin <8) yanına getirdiler,
konuk ettiler. Seyyid, onlara vaaz edip Hak tealanın (9) lütfunu ve emirlerini
anlattı. Onlar da canla dinlediler.
Raviler (10) rivayet ederler, o kavmin insanları çok yaşardı. (ll) Orada ulu
dağlar vardı. Ecelleri yetiştiği zaman o dağlardan ses gelirdi, “Ya falan <l2) oğlu
falan! Ecelin geldi, vadin tamam oldu, gel.”
O (l3) kişi hemen abdest alır. Koşa koşa giderdi, o dağın üstüne çıkardı.
(14) Bir yere varıp dururdu. Kıbleye karşı tekbir edip el bağlardı, (15) ibadet
içinde canını Hakk’a teslim ederdi. O dağlarda el bağlamış, saf saf olmuş,
[T647] (1) namazda durur gibi ölü adamlar çoktur. Saymakla bitmez. <2) Server;
o kavmin melikinden, melik Caber’den sordu:<3)
-Ya Server! O ses gelince gitmeseniz olmaz mıydı? Öyle deyince Melik:
-Ya Server! Benim babam ölürken sesi işitmiş gidiyordu. Ben, (5) “Gitme,
otur!” dedim. Babam bana, “Şu benim boynumdaki demir zinciri görmez
misin? (6) Çekip zorla alıp giderler. Ben kendi isteğimle gitmiyorum.” dedi ve
(7) ağladı. Sonunda gitti, atalarının yanında durdu. Sanını teslim etti, <8> orada
kaldı, dedi.
Saltık ve melik, ata bindiler. Gidip o tayifeyi ziyaret(9) ettiler. Seyyid:
-Hiç bir yerde gönlüme korku gelmedi. O halkı <10) görünce korktum.
Sandım ki bana da ansızın bir ses gelecek. Çok korktum. Ölümden (11)
korkmayan âlemde kimdir? Gelsin, görelim. Ne kadar gafil olsa da geldiği
vakit(l2’bilir, dedi. Hemen o dağdan indi. Melik:
-Ya Saltık! (13) Mübarek benziniz soldu. Galiba korktunuz, dedi. Seyyid:
-Ya melik! Bu ecel (l4) dedikleri bir korkudur. Yerler, gökler buna
katlanamaz. Hak’tan (l5)izin olsa da bu kurtulsa, dedi. Melik:
-Ya Server! Tanrı’ya [T648](1> sığınalım. Ölüm darlığı, ana kamından
dünyaya gelmek gibidir. Hiç (2) kimse dünyaya geldiğini bilmez. Öldüğünü de
bilmeyecektir. Zira akıl, candan (3) önce gider. Aklı gidince ten ne olduğunu ne
bilsin? (4) Can göğse gelince akıl dışarı gider. Göğsünden boğazına çıkar. <5) O
vakit ötesi keşfolunur. Utanma kaybolur, makamat görünür. Ötesine (6) ulaşır,
berisini unutur. Öte taraftaki yerini görüp <7) gitmeyi ister. Son hâlidir,
görecektir. Her ne ise orada, o vakit ona (8> görünür. Nitekim Hak teala, Kelam-
ı Kadim’inde buyurur “Kavlhu ta0 âlâ fe le v lâ izâ l9>beleğati ’l-hulküme ve
entüm hine zzirı tenzurüne ” Seyyid, melike:
-Ya melik! (l0) Güzel söylüyorsun. Allahuteala bütün kullarına kolaylık
versin, dedi.
Oradan atlarını sürüp (11) saraya geldiler. Seyyid üç gün orada kaldı.
Dördüncü gün melike (12) veda etti, Rad cazuyu aramaya gitti. Sarp dağlara
düştü. (13) Otuz gün gitti, bir ulu dağa ulaştı. Bu dağın başı göğe değmişti. (l4)
Server, oraya çıkmaya meyletti. Gördü ki o dağ (l5) üstünde bir alay adam
belirdi. Bir ses geldi: [T 649](1)
-Ya Saltık! Bu yere niçin geldin? Bu yer sarptır. Buna, Cebelü’l-Asb (2)
derler. Biz atadan dev, anadan insanız, dediler. Seyyid: (3)
-Sizler neden dev neslindensiniz, aslı nedir, diye sordu. Onlar:
-Ya Saltık! Süleyman Peygamber’in (4) İstahır dev hikâyesini bilmez
misin, dediler.
Seyyid onları hatırladı. (5) Onlar haramzadelerdir ve cin aslındandır.
Şerif sordu:
-Ya kavim! Rad (6)cazu burada mıdır, dedi. Onlar:

Kur’an. Vakı’a suresi, 83-84. ayetler: “Can boğaza dayandığı vakit siz o zaman bakar
durursunuz .”
-Server! O dediğin R ad,(7) Elburz Dağı’ndadır, dediler.
Server onlara inanmadı, “Bunlar şeytanların aslıdır, insana şeytanlar
doğru (8) söylemez.” deyip onlara hücum etti. Onlar; Seyyid’e taşlar (9) attılar,
cenk ettiler. Seyyid gördü, o sarp yerden kolay bir (l0) yere vardı, durdu.
Mübarek gönlüne şüphe düştü. “O Rad cazu (II) belki buradadır.” diye
düşünürken kulağına bir ses geldi. O tarafa baktı, (l2> gördü ki Menucher cinnî
çıkageldi. Selam verdi: (13)
-Ya Server! Bu taifeden ne istersin, dedi. Server:
-Bu taife (l4) nasıl bir kavimdir, diye sordu. Menucher:
-Ya Server! Bu taife kötü şeytanların <15) neslidir “-0aleyhimü ’ila0 net-
Raviler şöyle rivayet ederler; Süleyman aleyhisselam, [T650] (1) âleme padişah
olmuştu. İnsanlar, cinler, yabani hayvanlar ve kuşlar onun emrinde idi. (2)
Mübarek parmağında kızıl yakuttan bir yüzüğü vardı. Onun huzurunda Arap
dilince, yeşil (3) hatla, “Esmaullah”tan bir isim yazılmıştı. Bütün mahlukat, ona
(4) tâbi idi. Yetmiş melaike o isme, o mühre hizmet ederdi. Mahlukattan (5) her
kim asi olsa helak eylerlerdi. Süleyman’ın tahtını yel (6) götürürdü, bulutla
beraber giderdi. Bir günde kırk günlük yol alırdı. (7) Devler bir halı
dokumuşlardı. Kırk fersah* yer ene ve uzunluğa (8) yetişirdi. Onun üstünde dört
milyon insan, cin ve hayvan <9) dururdu. Yere indiği zamanlarda onun üzerinde
divan toplayıp toplantı yaparlardı. (l0)
Günlerden bir gün Süleyman, abdest bozmaya gider. (ll) Elindeki yüzüğü
bir hacibin oğluna verir, emanet eder. Kendisi helaya girer. (l2) İstahır dev,
Süleyman’ın hizmetini yaparken onu görür. Süleyman suretine (l3) girip
oğlandan yü zü p alır. Sonra gelip tahta çıkar, oturur. (l4) Halk onu Süleyman
sanır. Bu tarafta Süleyman geri gelir. (1 ’ Görür ki yerine dev geçmiş, yüzük
elinde. Korkudan kendisini [T651] (,) bildirmez, gider. Kırk gün avare ve
başıboş, aç ve yalın gezer. (2) Sonra gidip deniz kenarındaki balıkçılara ücret
karşılığında hizmet eder. (3) Bu tarafta dev, hüküm ve hükümette türlü türlü
zulme başlar. Halk incinir. (4)
A saf bin Berhiya vezir idi. Ona gelirler, şikâyet ederler. Her ne (5) kadar
söylediyse de sözünü kabul etmez. A saf onu Süleyman sanırdı. (6) Sonra gördü
ki meşru olmayan işler yapar, “Haşa! Bu, Süleyman olamaz.” dedi. Emreder,
Tevrat (7) ve Zebur’u getirirler. Okurlar, onun üstüne üflerler. O kitapların <8)
nuru, devi yakmaya başlar. İstahır dev, tahtından inip kaçar. Dev (9) olduğunu
anlarlar. Halk ardına düşüp kovalar. Tam tutmak üzereyken o dev (l0) elindeki
yüzüğü denize atar. Kendi de Muhite Denizi’ne girip gider.
Süleyman’ın tahtı (11) A sa f a emanet verilir. “Acaba Hazret-i Süleyman
nereye gitti?” (l2,diye aramaya başlarlar. Bu hâlin Hazret-i Süleyman’ın başına

“Lanet, onların üzerindedir. ”


F e r s a h : Çeşitli uzunluklara tekabül eden değgrde bulunan bir uzunluk ölçüsü.
H acip : Vezir.
gelmesine sebep, (13) karısı idi. Çok güzel idi. Onu severdi. Bu kadın, (l4) gizli
din tutup puta tapardı. Hazret-i Süleyman, Aydıncık’taki (l5) binaları ve
sarayları onun için yaptırmıştı. Onun kâfir [T652] (1) olduğunu bilirdi fakat
önemli saymazdı. Taç ve tahttan ayrı düşüp belaya (2) uğradı. Bu belanın ondan
dolayı başına geldiğini anladı. Tövbe ve ahd etti (3) “Eğer bir daha tahta
çıkarsam, onu helak edeceğim.” dedi.
Hazret-i Süleyman (4) tövbe etti. Tanrı kabul etti. Kırk <5) gün tamam
olunca balıkçılar Hazret-i Süleyman’a bir balık verdiler, “Git, pişir, ye.” <6)
dediler. Her gün balık, bir ekmek ve bir akçaya hizmet ederdi. Onu (7) alıp
tenha bir yere gitti ateş yaktı. Balığı pişirip yiyecekti. İçini temizlemek için
balığın <8) kamını yardı. Baktı ki mübarek yüzüğü onun (9) içinde. Dev, yüzüğü
denize atınca o balık (10) yutmuştu. Allahutealanın takdiri ile ağa düşüp
Süleyman’ın (11) eline geldi. Hazret-i Süleyman, onu gördü. Tanrı’ya (12)
şükretti.
Yüzüğü ele geçirince (l3) bütün insanlar ve cinler, Hazret-i Süleyman’ın
huzuruna geldi. İşittiler ki Hazret-i Süleyman; devlet, (14) saadet, izzet ve baht
ile çıkıp padişah oldu. O kadını <l5) helak etti yaptırdığı sarayları ise yıktırdı.
Süleyman; [T653] (l) tahtından kırk gün ayrılınca bu İstahır dev,
Süleyman’ın sarayına (2> girdi. Süleyman suretinde cariyelerine el uzatıp
tasarruf eylemişti. Onları teftiş (3) etti. Gördü ki dev onları tutup yakınlık ( ’
eylemiş. Cariyeleri sarp dağlara bıraktırdı. Onlardan doğan kimselere (5) cin
karışmıştı. İnsanla dev karışıktı. Hazret-i Süleyman (6) tasarruf eylemedi.
Çünkü o devin işi idi. Onları bu dağa bıraktılar. (7) Bu taife halk oldu. Fakat
vahşidirler. Bunların birazı, Hürmüz ile Yemen (8) arasında oturur. Onlara,
Negur derler. Vahşidirler, (9) insan yiyicilerdir. Acem’de meşhurdur. Birazı da
Umman’dadır, (10) Tirab derler. Onlar da vahşidir.
Ya Server! Bunlar da (1l) onlardandır, bunlar da vahşidir ve şeytanların
neslidir. Bunlardan hayır <12) gelmez, kâfirdirler. Müslüman dahi olamazlar.
Böyle bilesin, dedi. Server, Menucher’e : (l3)
-Ya Menucher! Bana haber ver. Bu Rad cazu şimdi nerededir, diye sordu.
M enucher<I4> cinnî:
-Server! Rad cazu, K af Dağı’ran eteğindedir. I5) Cin beylerine, Meymun
dedikleri için bunun adı da Meymun’dur. Bu cimû, cinlerin [T654] (l) beyi idi.
Cinistan’a hükmederdi. Seyyid’e dost idi ve itaat ederdi. (2) Seyyid ile
kardeştiler. Her nerede arasa hazır (3) gelirdi Seyyid’e yardım ederdi. Mümin,
Sünni ve salih cinnî idi. <4) Seyyid, ona itikat ve itimat ederdi. Cinin salihinden
(5) asla yalan gelmez, söylemezler. Rahmanilerdir. Fesat ve kâfirler, şeytandır.
<6) Gerçek söylemezler, onlar yalancılardır. Şeytan ile rahm anı(7) cin arasındaki
fark budur. Âdet (8) böyle kalmıştır. Şeytanlar ile rahmanı cinler, birbirine
düşmandır. (9) Aralarında fark, yalan ile anlaşılır. Ya Server! Bu taifeden
vazgeç. (10) Bunlar ıslah ohır değildir. Bunlardan ırak olmak daha iyidir. Bilmiş
oi dedi.(ll>
Sonra Seyyid ile Menucher dönüp Türkistan’a gitmek üzere yola çıktılar.
Tatar <l2) kavmi içinde gezdiler. Bir halka rastladılar. Onlar yabancı bir adamın
hile ile (l3) ağzından söz alırlardı. “Senden bizim bir isteğimiz var. Bize onu
ver.” derler. (l4) O da gafil olup, “Verdim gitti!” dese hemen onu tutarlar. (l5)
Kamını yararlar, ciğerinden ödünü çıkarıp aklardı. O kişi yıldız [T655] (1)
görse hemen can verirdi. O ödü saklarlardı. Uzak (2) yerlere sefer ettiklerinde
koşmaktan dolayı atları dursa, ödün suyundan atın gözüne <3) ve burnuna
koyarlardı. At hemen dinçlcşirdi. Server, bu durumu öğrenince:
-Her kim <4) bunu yaparsa, onu it gibi tepeleyin, bağışlamayın. O, dinsiz
katildir. Kanlıdır, (5) zalimdir, dedi.
Kendi eli ile onun gibi birkaçının boynunu vurdu. O kavme <6) korku
düştü. Seyyid’den çok korkup o huylarını terk ettiler. Sonra (7) Seyyid yola
çıktı. Ulu muteber bir suya vardı. Onun üstünde bir tayife (8> gördü. Bir yüzü
insan, bir yüzü it yüzü idi. Onlar bu sudan beri geçmezlerdi. (9> İt gibi
uluşurlardı. Onların helaki sudan idi. Çok yağmur yağıp sel olunca (l0)
boğulurlardı. Hayvanlar gibiydiler. Server onlara bulaşmadı, (ll) yoluna devam
etti.
Seyyid, Sistan’a gitmek üzere yürüdü. Otuz gün (I2) sefer etti, Sistan
mülküne ulaştı.
Diğer tarafta, Seyyid’in (l3) yiğitçik bir müridi vardı. Adına, Kemal
derlerdi, Kırım şehrinden idi. Seyyid ortadan kaybolunca (l4) kâfirler harekete
geçtiler. Han, Kemal’e:
-Git, Seyyid’in nerede olduğunu (l5) öğren, dedi.
O, yollara düşüp Seyyid’i aradı. [T656] (l) Gelip orada Seyyid’i buldu.
Gelip elini öptü, durumu anlattı:
-Kâfirler <2) harekete geçtiler, Müslümanlardan elini çekme, dedi.
Seyyid kendi el yazısıyla <3) bir mektup yazıp hana gönderdi. Kemal,
mektubu hana getirdi. Okudular, <4) Seyyid’in nerede olduğunu öğrendiler,
sevindiler.
Raviler şöyle rivayet (5) ederler; Kemal, Kırım’da Seyyid’den sonra itibar
bulup velayete erişti. (6) Şöyle ki kâfirler ondan korkularına Kırım’a
gelmezlerdi. Erdir, diye korkarlardı. Nakildir; (7) bir gün denizde bir kâfir
gemisi batmak üzereydi. O kâfirler:
-Eğer buradan (8) kurtulursak Kemal Ata’ya iki fıçı adağımız olsun. Ona
verelim, kâfirlere (9>satsın. O içmez, parasını alsın, dediler.
O an Tanrı (10) rüzgâr verdi. Gemi geldi, kenara çıktı. O gemide bulunan
kâfirlerin reisleri: (ll)
-Bu şarabı ona iletmek ayıptır. Satıp parasını toplayalım. Para ile yağ ve
bal alalım. Ona (l2) verelim, dedi.
Akşamdan karar verdiler, satmak üzere iki fıçı şarabı hazırladılar. Yatıp
uyudular. O gece Kemal (13)Ata, onların rüyasına girip:
-Bana o iki fıçıyı getirin, başka bir şey almam, dedi. <l4)
Kâfirler; fıçıları alıp Kemal Ata’nın Kırım şehrindeki zaviyesine geldiler,
<15) arz eylediler. Kemal Ata buyurdu, fıçıları açtılar. Birisi bal ve birisi yağ
[T657] (l) olmuş gördüler. Kâfirler hayran oldular. Kemal’in önünde Müslüman
oldular, (2) iman getirdiler. Tekke’nin kenarlarına evler yaptılar, mürit oldular.
O zaman Kırım bayındır idi on (3) iki bin hane vardı.
Sultan Saltık, orada haraç malından bir mescit yaptırdı. (4> Ak Cami diye
ad vermişti. Daima orada ibadet ederdi. Onun emriyle bir de zaviye (5)
yapılmıştı. Kemal Ata orada durup hizmet ederdi. Halk (6) ona, “Kemal Ata”
dedi. Ondan çok velayetler görüldü. Tatarlar, ona adak ve kurbanlar getirirlerdi.
<7) Şimdiki zamanda Kırım şehrinde meşhurdur, gürbüz erdir. Biz tekrar (8)
Seyyid Saltık hikâyesine dönelim.
Server; Kemal’i hana gönderdi kendisi Sistan’dan (9) yola çıktı. Rad
cazuyu sorarak giderdi. Kırk gün (l0) sefer etti. Bir dağa erişti. Bu dağa, Perend
Dağı derlerdi. Tepesi gökyüzüne yetişmişti. (1I) Server, o dağa gitmek üzere
yürüdü. Üç günde o dağın zirvesine çıktı. Aşağı baktı, (l2) dünya bir harman
kadar görünürdü. O dağın zirvesinde büyük bir ağaç vardı. 113) Minareden
büyüktü. Gölgesi dağı bürümüştü. Onun dibinden bir su çıkıp (l4) akardı. Tadı,
şekere benziyordu. O sudan içti orada biraz dinlendi. Yattı, uyudu. (15) Uyurken
bir ses duydu. Kalkıp sağına soluna baktı. Karşısında bir şahıs gördü, [T 658](l)
bir gözü kördü. Server:
-Kimsin, dedi. O şahıs:
-Ya Saltık! Beni (2) tanımadın mı? Ben İblis’im. Buraya niçin yalnız
geldin? Rad cazuyu aradığını biliyorum. <3) Şimdi sen burada geziyorsun. O
gitti senin yerlerini aldı, halkını kırdı. (4) O, sana ve Müslümanlara öyle işler
etti ki anlatılamaz, dedi.
Server, İblis’ten (5) bu haberi işitince çok üzüldü. İblis de durduğu yerde
yere geçti (6> belirsiz oldu. Server; bu olaydan sonra hemen atına bindi yola (7)
çıktı. Hem gidiyor hem düşünüyordu. Zaman zaman, “Bu haber uydurmadır, (8)
İblis’in kuruntusudur. O lainin istediği fitnedir.” deyip o dağ üzerine doğru
giderken (9) karşısında bir şahıs peyda oldu. Server ona baktı. Bir de ne görsün?
<l0> Garip bir şahıs. Bir yüzü insan, bir yüzü it. Suratı ve gövdesi (ll> it , ayağı
insan gibi. Ayağa kalktı, it gibi uludu. (l2) Onun gibi bir alay yaratık daha
çıkageldi. Hep birden uluştular,(13) Server’e hücum ettiler. Seyyid Şerif, onların
birine bir ok vurdu. Onun yarasından (I4) kan döküldü. Bir kere feryat edip
uludu. O duran canavarların hepsi; darmadağın (l5) olup gitti, belirsiz oldular.
Seyyid, atını sürüp o dağın zirvesine [T659] (l) giderdi. Akşam oluncaya
kadar sürdü. Bir pınar üzerine gelip atından inip oturdu. (2) Atma su ve alaf
verip dururken karşıdan bir arslan peyda oldu. Arslan; (3) Server’in üzerine
yürüdü, hamle yaptı. Seyyid gördü ki arslan (4) dişlerini gıcırdatarak üzerine
geliyor. Hemen yerden bir adam başı kadar taş (5) aldı, o canavar gelirken attı.
Taş, başına rast geldi. (6) Başı paramparça oldu. O arslan düştü, can verdi.
Server onun (7> derisini yüzdü, post hâline getirdi. O gece orada yatıp uyudu.
Sabahleyin atına bindi, yoluna gitti. Gece yarısı bir akarsuya rastladı. Orada
konakladı, atını bağladı. <9) Çok yorulmuştu. O suya girdi. Su gayet derindi, (l0)
yüzmeye başladı. Ansızın suyun içinden bir canavar çıktı. Uzun saçları (ll)
vardı. Server’e saçlarını sardı ve dolaştırdı. (l2) Server, o saçları kement gibi
avucunda topladı. Kenardan (13) tarafa yürüdü. Canavar kaçmak istedi. Kendini
Seyyid’in elinden kurtaramadı, (l4) can verdi. Server, onu sürüyerek dışarı
getirdi. Gördü ki su sahibidir. (l5) İnsan şeklinde, büyüklüğü maymun kadar.
Maymuna benzer tüyleri var. Server, ona işaret [T 6 6 0 ](1) ile:
-Niçin insanlara kötülük yapıyorsun? Şimdi seni öldüreyim mi, dedi. <2)
O canavar, yüzünü Seyyid’in ayağına sürdü. İşaretle:
-Bundan sonra yapmayacağım. Ne olur, beni(3) azat et, dedi.
Server, mürüvvet ve kerem ehlidir. Merhamet edip onu koyverdi. (4) Bir
miktar zaman gitti, geri geldi. Sudan dışarı çıkıp Seyyid’e (5) üç tane ışık saçan
mücevher getirdi. Her biri kaz yumurtasından büyüktü. Seyyid’in (6) önüne
koydu, geri dönüp gitti. Server, o canavarın yaptığı iyiliğe (7) şaşırdı. O
cevherleri aldı, atına bindi, (8) akşama değin gitti.
Akşam olunca Server, bir ağaç (9) altında indi. Konakladı, oturdu.
Birazdan ne görsün? Tüylü bir (10) ayıya benzer, suratı insan, bir canavar geldi.
O ağacın üzerine uzanıp çıktı, (ll) pelit ağacının pelidinden yemeye başladı.
Server, onu görünce yaban <l2) insanı olduğunu anlayamadı. Onunla
ilgilenmedi. Yemişten bir miktar yedi, ağaçtan <l3) geri indi. Server’den yana
yürüdü, hamle yaptı. Server; öyle bir haykırdı (l4) ki o canavar şaşırdı,
kaçamadı. Server yetişti, onu bağladı. (15) Seher oldu, o canavarı geri azat etti.
İşaretle [T661](l) ona:
-Bundan sonra sakın insanlara zarar vermeyin, yoksa sizleri yok ederim,
<2) dedi.
O canavar biraz yer gidince dönüp Server’in yanına geldi. <3) Yüzünü
yere koydu. Sonra (4) gitti, kayboldu. Server bildi ki bu da iyilik bildi.
Atalardan meseldir, (5) “İyilik elbet kendini bildirir. Sen iyilik et, suya at,
geri akar, (6) sıkıntı anında önüne gelir.” demişler. Dünyada iyilik, ekmek ve
tuzdur. (7) Ekmek ve tuz hakkını gözeten, merttir. Hakkını gözetmeyen ise
namerttir, haramzadedir. <8) Gerektiğinde yoluna gelir. İyilik edeni unutma,
bedelini yap. Her insana borçtur. <9)
Bu tarafta Seyyid; oradan ayrıldı, dağdan aşağı indi. Üç gün sefer (10)
edince bir şenliğe rastladı. Türkistan kavminden sordu: (ll)
-Burası neresidir? Onlar:
-İşte Avc bin Unuk’un ayağı köprüsüne geldin, dediler. (l2)
Seyyid gördü ki o geçip gittiği köprüye geri gelmiş. (l3) Şaşırdı, geri gelip
Avc’ın ayağının inciği içinden geçti. Beri başında (l4' bir köy vardı, orada
konakladı. Öte başında da bir köy vardı, ortasında (15) nöbet tutup beklerlerdi.
Arası yaklaşık üç mil kadardı. Server merak etti, [T662] (l) köy halkından
sordu:
- Avc’ın burada yok olmasına (2) sebep ne idi? Köy şeyhi:
-Ya Server! O zaman Mısır’da <3)Musa ile yüzyüze gelir, başının üzerine
dağı getirip üstüne (4) çıkar. Allahuteala emriyle dağ delinir, boynuna geçer.
Musa <5) yetişir, asasıyla Avc’ın topuğuna vurur. Yaralar, <6) canını acıtır. Sonra
Hazret-i Musa’dan korkup kaçar, Horasan’a çıkar. Oradan da kalkar, (7) Musa
gelir diye gider. O dağı zorla, bin belayla boynundan (8) çıkarıp kenara koyar,
kendini kurtarır. Oradan ayrılır, bir yere gelir. Hiç bir yerde durmaz. (9) Zira
Musa aleyhisselamdan korkar. Kaçıp (10) buraya gelir. Meğer burada bir kız
kardeşi varmış, ona bu ırmak kenarından (ll) ayağını uzatıp sunuverir, “Bak,
ayağıma diken mi battı?” der. <l2) O anda Azrail aleyhisselam, canını alır. Bu
ayağı, Ceyhun (13) üzerine kalır. Bu şekilde ölür, dedi.
Server, kervanla onun içinden geçti. Orta <l4) yerinde nöbet beklerlerdi.
Server öte tarafa geçti. (l5) Karşıdan bir atlı peyda olup geldi. Server gördü ki
gelen Hazret-i Hızır’dır. [T663] (l) Hızır yaklaştı, Server’e selam verdi. Server
(2) de saygı ile selamını aldı. (3) Hızır:
-Ya Şerif! Nereye gidiyorsun, dedi. Server:
-Rad cazunun (4) Elburz’da olduğunu işittim. Onu öldürmeye gidiyorum.
Sîzlere malumdur, dedi. (5) Hızır:
-Ya Server! Zahmet çekme! Onu, eceli senin ayağına (6) getirecektir. Sen
hemen Rum’a git. Kâfirler hücum ettiler. Müslümanlara <7) çabucak yetiş,
yardım et, dedi.
Server oradan geri döndü. Hızır: (8)
-Server! Sen Rum’a geç varırsın. Gel beri, dedi.
Server(9) geldi. Hızır, Server’e:
-Yum gözünü, dedi.
Server bir süre gözünü yumdu: (l0>
-Yine aç, dedi.
Server gözünü açtı. Kendini Fırat ırmağı’nın (ll) üzerinde gördü. Hızır ise
kaybolmuş. Server, Hızır’a dua ve sena (l2) etti. Rum’a gelmek için yola çıktı.
Oradan Konya’ya geldi, oradan ayrılıp gizlice (13) Akyanos şehrine gitti. Şehre
geldi. Bir bağ (14) kenarına kondu, biraz dinlendi. Ansızın bir kişi çıkageldi,
Seyyid’e selam (15) verdi. Server selamını aldı. O ileri gelip Server’in önüne
taze bir salkım [T664] (1) üzüm koydu:
-Size zahmet olmaz ise bizim fakirhaneye gidelim, buyurun, dedi. (2)
Server sordu:
-Siz kimsiniz? Önce sizi tanıyalım, dedi. O kişi: <3)
-Sultanım! Size sevgi besleyen dostunuz, duacınız Hoca Nasreddin’dir,
eğer ki işittiyseniz, dedi. <4)
Server, tebessüm eyledi. Zira bu Nasreddin’in halk içinde latifeleri (5>
söylenirdi. Kitabında malumdur, yazmışlardır. Onlar hatırına geldi, (6) güldü.
Oradan kalktı, Molla Nasreddin ile görüştü. Ona:
-Ya Molla! (7) Sizleri çoktandır görmek istiyordum. Şükürler olsun ki
nasip oldu, dedi.
Oradan (8) kalktılar, sohbet ederek şehre geldiler. Molla Nasreddin,
Server’i (9) kendi evine getirdi. Server kapıdan içeri girerken baktı: (10)
-Molla, bu evceğiz sizin mülkünüz müdür, diye sordu. Molla Nasreddin:
( 11)

-Ya Server! Dünyada bu üç nesne benim mülkümdür, gerisi benim


değildir. (l2) Zira ki gece ve gündüz onlar benden ayrılmazlar, dedi. Server:
-Ya Molla! (13) Lütfedip bu üç nesneyi bize bildirin, dedi. Hoca
Nasreddin:
-Ya Server! O üç nesnenin (l4) biri erkeklik organı ve ikisi de
hayalarımdır. Onlar daima benimledir, dedi.
Server bu sözü (l5) işitince gayrıihtiyari tebessüm etti, güldü. Nasreddin
Hoca [T 6 6 5 ](1) dışarı gitti. Server:
-Bu er velidir, derler. Bu sözün herhalde bir (2) anlamı ve bir tevili*
vardır. Zira Ahmed-i Arap küfürler söylerdi, onun (3) bir anlamı vardı. Şüca-i
Acem de nedametler eylerdi.** Halk, veli olduğunu sonradan (4) anladı. Şimdi
bu er de velidir. Boş ve bilgisiz değildir. Bunun sözünde (5) bir anlam, sözlerin
hakikati vardır. Zira Sultan (6) Kevneyn ve Resulu’l-Sakaleyn bu hadiste
buyurur ki , “el mecazi/ nazratü ’l-fafcki. ”*** (7) Şimdi kişi dünyadan ahirete
gidince, onunla birlikte ne giderse (8) onun mülkü olur. Kendinden ayrılmayan
ne ola, dedi. (9) Düşündü:
-Onun biri ilimdir, biri de ameldir. Dünyadan <10) kişiyle birlikte bunlar
gider, ayrılmaz. Fakat o vücudun biri ne ki? İkisi (ll) bunlardır.
Diğer birini bulamadı. Merak etti. Birazdan (l2) Nasreddin Hoca kapıdan
içeri girip selam verdi:

T e ’vil: Sözü çevirme, söze ayrı mana vermeye kalkışma.


N e d a m e t e y le m e k : Pişman olmak. Buradaki anlamı “Lâtife etmek” olmalıdır.
“Mecaz, hakikatin görünümüdür .”
-Ya Server! <13) Düşünüp de bulamadığın kalbin ihlasıdır. Meseldir, <14)
“Gönülden gönüle yol vardır.” Evliyaların arası böyledir. Birinin gönlünden (l5)
geçeni, diğerleri bilirler, dedi.
Server, bunu işitince hayret edip:
-Güzel söylediniz, [T666 ] (1) dedi.
Böylece bildi ki Molla Nasreddin’in söylediği hep mecazdır. (2) Veli
hakikat söylermiş, mecazî sözü suret eylermiş. Bu bir remz imiş: <3>
-Bu kişi tekin er değildir. Nitekim Basri ve Ahmed; küfürbaz gibi latife
ile h â l(4) söylermiş, rumuz edermiş, dedi.
Saltık, birkaç gün Nasreddin ile birlikte oldu. (5) Sonra veda edip derya
kenarına geldi. Gördü ki kâfirler hücum etmek için asker hazırlığı(6) yapıyorlar.
Server, geceye kadar sabretti. Gece olunca bir yerden (7) denize atını saldı,
yüzdürüp geçti. Edirne’ye gitmek üzere atını sürdü. Orada olan (8) gaziler onu
karşıladılar. Server ile görüşüp kaleye geldiler. Server’i kondurdular, (9) durumu
Saltık’a anlattılar:
-Ya Server! Tekür, asker topluyor. <IO)Bizim üzerimize saldıracak.
Server, mübarek tülbendini göğe attı. G eri(11) tuttu, şükretti:
-Siz de hazırlık yapın, hazır olun. (l2) Rum ilinde ne kadar gazi varsa
Edirne’ye gelsin, dedi.
Her yerden (13) Müslümanlar kaleye girdiler, hazır beklediler. Server’e,
Saltık (14) ad koyup kardeş olan Alyon Rumî de geldi. Edime yakınlarında,
Tanca üzerinde <l5) burç vardı. Orada il beyi gazi olarak dururdu. Çıkardı,
çevrede gazalar [T667] (l) ederdi. Büyük bir kale vardı. Adına, Ez-Dimutok
derlerdi. Sarp bir kale idi. (2) Orada cenk ederdi. Bir gece atını<3) sürüp o kaleye
vardı, bir yerden kement atıp içeri girdi. 4) Kale beyi İstekoyan’ın üzerine geldi
sarayına girdi. O (5) kâfiri bulamadı. Tahtın üzerinde lainin kızını yatar gördü.
Kızı tutup (6) bağladı. Sarayda bir at buldu, kızı ona bindirip dışarı geldi.
Kâfirler (7) bunu duydular, hemen kalkıp Ilyas’ı ortaya aldılar. İlyas, o
burç dibine (8) geldi. Kâfirler onun üzerine üşüştüler. Server ata bindi, kızı
oradan aldı. Allahuteala’ya (9) sığınıp yüksek yerden kendini aşağı attı. <l0)
Burçtan dışarı çıktı. At, kız ve kendisi suya düştü. Allahuteala sakladı, (ll) suyu
yüzüp dışarı çıktı. Oradan sürüp burca geldi. Kırk gün kızı (l2) sakladı, kırk
birinci gün tasarruf eyledi.
Allah’ın buyruğu budur. Her kim bir cariyeyi (13) satın alsa mekruh
olmaması için kırk gün ona sabreder. Server bu işi (l4) yaptığında, kâfirler
hayran oldular. Kale beyi, tekürün huzuruna çıkıp: <15)
-Ne duruyorsun? Bu Türkler oğlumuzu da kızımızı da evimizde
bırakmazlar. [T668] (1) Her ne zaman ölünmesi gerkiyorsa bir gün önce olsun,
dedi. Tekür:
-Hey beyler! N asıl(2) yapalım? Buyrun, söyleyin, görelim, dedi.
Kâfir beyleri, <3) bütün Nasranî kavmini Edime üzerine gelip cenk etmek
için Rum’a (4) davet etmeye karar verdi. Her diyara mektup ve <5) elçiler
gönderdiler. “Hepimiz birlikte hücum edelim. Ya alırız, ya veririz.” dediler.
Her kâfir (6> beyi, teküre yardım etmek için Rum diyarına ordusuyla birlikte
gelmeye başladı. (7)
Raviler rivayet eder; Server Saltık, çevredeki Müslümanlar Edime
Kalesi’ne <8) gelsin deyince her taraftan gaziler gelmeye (9) başladı. Önce İlyas-ı
Rumî geldi. İshak, İbrahim, İsmail, Rus (l0) meliki İshak ulaştı. İman ehli olan
herkes, gaza için bir araya geldi. Dört bin (II) sekiz yüzden fazla gazi, “Allah
yolunda gazaya gideriz.” deyip kaleden <12) çıktı. Taşlık ve sarp bir dağ vardı,
şehre yakın idi. Orada konaklayıp <13)beklediler.
Diğer tarafta tekür; kâfir ordusunun komutanlarına, beylere, papazlara ve
karada ve denizde (14) yaşayan kavimlere haber gönderdi. Karada yaşayan Rum
<l5) kâfirlerinden ilk gelenler: İflak, Asfuri, Leh, Hah, Çesar, Rus, Maskos,
[T669] (1) Kakım, Sincab, Kıpçak, Cengis, Keyhan ve Apursapur, (2) Boğdan,
Laz, Sırf ve Yuvan. Bunların hepsi bir araya geldi. Denizdeki kâfirlerden
gelenler ise şunlardır: Venedik, (3) Polyan, Gedalan, Rayka Zir, Nice, Portukal,
Katalya, (4) Sipanca, Milan, Filarin ve Latin. Buralardan gemilerle asker <5)
geldi.
Denizden gelenler, Anyaz Kalesi’ne çıktılar. Orada (6) bir yer vardı.
Yunus Peygamber’i balık yutmuş, kırk gün gezdirmiş. (7) Oraya getirmiş, kusup
kırk gün yatmıştı. Orayı, ziyaretgah yapmışlardı. <8> Frenk leşkeri oraya gelip
çıktı. Felyon gelmedi. Server’den korkup: (9)
-Bunlar onunla başa çıkamazlar, dedi. Kendisini hastalığa (10) vurdu.
Yerine vekil dikip gönderdi.
Dört yüz bin (ll) kâfir Frenk çerisi orada konakladı. Bu taraftan Rum
kâfirleri yürüdü, Tuna’yı <l2> geçti. Yedi yüz bin Rum kâfiri de Kosava’da
konakladı. Tekür; (l3) İstanbul’dan çıktı, yüz binden fazla kâfiri yanma alıp
Edirne’ye (14) gitmek üzere yola çıktı. Tekür lain, ayrıca Barkan cazuyu yanma
çağırdı. Rad’a gönderdi. <15> Barkan gitti, sonra tekür yürüdü, Edirne yoluna
düştü.
Diğer [T670] (l) tarafta Laz ve Yuvan kâfirleri, iki yüz bin adam kadarı
askerle yürüdü. (2) Toplam bir milyon dört yüz kırk dört bin kâfir, (3) Edirne
üzerine yürüdü. O yörede bir sahra vardı, gelip oraya kondular. (4)
Bu tarafta tekür, Eski Baba’ya uğradı. Server Saltık’ın yaktığı<5) mumu
söndürmek istedi. Ansızın suratına bir tabanca dokundu, (6) ağzından burnundan
kan çıktı. Yüzü gözü şişti, maymuna döndü. <7) Çok korktu:
-Bunda bir hikmet var, dedi. Onun üzerine papazlar görevlendirdi: <8>
-Bu mum bizimdir, diye hürmetler ve izzetler eylediler, üzerinde
beklediler. <9) Eski Baba’nm halkı, Seyyid’in yanma gitmişti. O rası<l0) ıssız idi.
Kâfirler, o muma kurbanlar kestiler. Tekür, kendine gelince (ll) yola çıktı.
Edirne’nin yanındaki sahraya yerleşen Laz, Sırf ve Yuvan ordularıyla buluştu.
(12) Onlar gelip tekürün elini öptü. Üç yüz bin adam toplandı. (l3) Cinan
sahrasından kalkıp hücum ettiler, dağın üzerindeki <l4) Müslümanlara hamle
yaptılar. Müslümanlar dağdan inip saf <l5) bağladılar, beklediler. Meydan açıldı,
iki ordu karşı karşıya geldi. Tekür, Müslümanların [T671] (I) cesur bir biçimde
karşı durduklarını görünce feryat ve figan etti. Elini dizine (2) vurdu:
-İmdat! Bizim askerlerimiz yetersiz. Kardeşim krala haber salın, hemen
(3) göçüp bize yardıma gelsin, dedi. Vezirleri:
-Sultanım! Sabredin. Saltık’a <4) bu çeri dünyayı dar eder, korkmayın,
dediler.
Türklerin tarafından İlyas (5) Rumî meydana girdi, ama merdane girdi.
Gösteri yaptı, er diledi. Bir kâfir ileri gelip: (6)
-Ya Alyon! Sen Mesih dininden ne gördün de döndün, Türk oldun? (7)
Gel, dinine geri gir. Senin için tekürden a f dileyeyim, dedi.
İlyas Rumî gazaba geldi. <8) O kâfire fırsat vermeyiptepeledi yok etti. O
gün İlyas, meydanda (9) altmış ünlü kâfiri tepeledi. Artık kimse gelip
meydanına giremedi. İlyas (l0) atından indi, atının binek takımını sıkıca bağladı.
Yine atma bindi kendini (11) kâfirlere saldı. Onun ardmca Müslüman gaziler,
hep birlikte atlarını teptiler. <12) Kâfirleri birbirine vurdular. Server Saltık, cenk
içinde tesadüfen teküre (13) rastladı. Bir nara attı, tekürün üzerine yürüdü.
Tekür:
-Bre bırakmayın, (14) deyince gazilerden Ahmed, İbrahim ve İlyas
çıkageldiler. Yürüdüler, kâfirleri <15) kırdılar.
Server, atı tekürün üzerine saldı. Tekür gördü, dursa iş kötü [T672] (1)
olacak, hemen at başını dönderip kaçtı. Tekür kaçtı, <2) ordusu yenildi. Her
taraftan kaçmaya yüz tuttular. Mal ve rızıklarını döktüler, dağıldılar. (3> Çok
miktardaki ganimet malını Müslümanlar yağmaladı. Çok kâfir kırdılar. On (4)
dört bin kâfiri esir ettiler. Server, gazileri yanma topladı. Tekürün ardınca (5)
gitti. Tekür, İstanbul’a ulaşmca kale içine girdi. Kapılarını sıkıca kapattırdı, (6)
hazır bekledi.
Diğer tarafta, çağırdığı Rad cazu da gelmedi. (7) Zira Rad, hasta idi.
Barkan orada kaldı. Rad’m iyileşmesini bekledi. (8) Server yetişip geldi, bir kez
nara attı. Bütün(9) kâfirler işitti kendilerinden geçtiler. Server çağırdı:
-Ya tekür! Seni bırakmam. (I0) Eğer öküzün boynuzuna da girsen seni
bulacağım, dedi.
Tekür, bunu işitti buyurdu. (ll) Gemileri hazır ettiler. Kaçıp Tuna’ya
gitmek, Üngürus askerine (12) sığmmak istedi.
Tam o sırada, Tanrı’nm kudreti ile denizler karıştı. (13> Akdeniz’den iki
balık geldi. Öyle büyükler idi ki onun birisi (14) gelip boğazı zorla geçti gitti.
Hatta denizi taşırdı, su şehri bastı. (15) İstanbul halkı şaşırıp kaldı. Dışarıdaki
Müslümanlar bile deniz kenarına [T673] (l) gelip seyrettiler. O balık geçip
Karadeniz’e gitti. Diğeri <2) onu kovalıyordu. Boğaza sığmadı, dönüp durdu. (3)
Dışarı gemi çıksa o balık gemiyi paramparça ederdi. Boğazdan dışarı gemi
çıkamazdı. Öbürü de (4) Akdeniz’de gezerdi. Gemi gelirdi, boğazdan geri
geçmek isterdi <5) fakat geçemezdi. Şehre kıtlık düştü. Denizden bu balıklar,
karadan Müslümanlar, (6) İstanbul’u kuşatmışlardı.
Server Saltık, on sekiz gün kuşatmayı sürdürdü. Çaresini bulup şehre
giremedi. Kâfirler (7) satı durdular, dayandılar. Server gazaba geldi bir nara attı.
Narasından yer ve gök (8) sallandı. Server, iki eteğini beline sokup (9) hendekten
atladı. Mübarek eliyle kaleye bir yumruk vurdu. (10) Allahuteala’nın kudretiyle
iki burç arası tamamen yere yıkıldı, yerle bir oldu. (ll) Kâfirler bu heybeti
gördüler, feryat ettiler. Tekür atla durmuştu. (12) Gördü ki Server, yıkılan yer
üzerinde keşif yapıyordu. Tekür, hemen atından aşağı (13) indi. Başını açtı,
karşısına gelip:
-Algun, algun, dedi.
Yani aman istedi. Server, (14) ona aman vermedi. Kilaşpol beyi kuvvetli
bir kâfir idi. Bir kapıdan çıktı, (15) dört yüz kâfir ile Kilaşpol a gitmek üzere
atını dört nala sürdü. Ardınca Kogrı Kalesi’nin beyi Kogrı kâfir ve [T674] (1) ve
Dimukul lain, çıkıp kaçtı. İtaat (2) etmediler. Müslümanlar hisara girip
yerleştiler, içeride beklediler. (3) Server, tekürü bağışlayıp haraca kesti. Tekür:
-Server! Şehrimizdeki (4) erzak depoları boşaldı. Ancak denizden
gelebilir, karadan yetişmez. Bu, tekür zamanından beri (5) böyledir. Bu iki
balık, iki denizi bağladı. Hâlimiz nasıl olacak? Bu şehir <6) kurulalı beri, bunun
gibi balıkları kimse görmedi, dedi. Server:(7)
-Ya tekür! Bilmiş ol. Tanrı eziyet eden canavarlara belasını gökten
gönderir. Nasıl gönderdiyse (8) öyle geri alır, dedi.
Raviler şöyle rivayet ederler; iki gün sonra Tanrı, <9) bir yağmur verdi.
Yağmur yağarken Tanrı yıldırım gönderdi iki balığı da (l0) vurdu. O balıklar,
can acısından kendilerini kenara attılar. Karaya düşüp 0 0 helak oldular.
Kâfirler, bu durumu görünce şaşırıp kaldı. O gün binden fazla <I2) kâfir,
Müslüman oldu. Evleriyle çıkıp Edirne’ye gittiler.
Server, Müslümanları (13) Edirne’ye gönderdi. Kendisi Kilaşpol’a gitmek
üzere yola çıktı. Askerleriyle birlikte kaleden (l4) dışarı çıktı. Zira hisar içine
girmişlerdi. O kapıdan girip çıkarken <l5) kapının önünde mermer bir direk
duruyordu. Server sıçradı, atından inip o direği [T675] (l) sıkıca tuttu. Zorlayıp
yerden kaldırdı. Omzuna aldı, sıçrayıp yine atına <2> bindi. Halk, Server’de
gazap nişanı gördü. Server oradan (3) gitti Malgara’ya ulaştı. Oranın kâfirleri
karşılamaya geldi. Server orada konakladı, (4) mermer direği omzundan yere
koydu, İlyas’a:
-Al bu askerleri. Sen doğru (5) Frenk ordusu üzerine git. Ben yalnız Kogrı
Dimuk laine ve Kilaş (6) beyinin üzerine gideceğim. Onların hakkından
geleceğim, dedi.
İlyas Rumî, askerleri alıp gitti. Tunca’y ı (7) İpsala önünden geçip yürüdü.
Bu tarafta Server, doğru Kala-i Demuk’e '8) geldi. Demekul, yüksek bir dağ
üzerinde idi. Yüksekten bakıp Server’i (9) gördü ki omzuna mermer bir direk
almış gelmekte. Yanında üç kişi var. (10) Demekul, bu heybeti görünce çok
korktu. Korkusundan kapıları sıkıca kapattırıp burca çıktı. (11) Server yetişti.
Elindeki direği havaya atıp geri tuttu. <12) İki eli ile çomak tutar gibi direği tuttu.
Burca direkle bir kez vurdu, burç tamamen (13) yıkıldı. Demekul, burç altında
kalıp helak oldu. Kalan kavim canlarının bağışlanmasını istedi. (14) Server,
onları haraca kesti.
Server, oradan dönüp kâfir Kogrı’nın üzerine gitti. <l5) Kogrı yolu
kesmişti. Kervan vururdu, sürekli haramilik ederdi. Dağ [T676] (1) içinde bir
kalesi vardı, orada oturur idi. Server, doğru o kaleye gitti. (2) Yaklaşınca Kogrı
lain, Server’i üç kişi gördü: (3)
-Bu sihirbaz beni ne ile korkutacak bakalım, dedi.
Sarhoş bir şekilde Server’e (4) karşı geldi. Server, Kogrı kâfiri görünce
hemen nara attı. Üzerine at (5> saldı. Lain, karşı durmaya gücü olmayınca geri
dönüp <6) kaçtı. Kaleye girmek istedi. Server ardından yetişip direkle bir kez
vurdu. (7) Kogrı, atıyla birlikte yerle bir oldu. Kâfirler, aman istediler. Server,
aman (8) verdi.
Saltık, oradan göçüp Bolayır’a çıktı. Oranın beyi kaçıp Kilaşpon’a (9)
gitmişti. Orada kimse yoktu. Server konakladı. Yanında üç kişi <l0) vardı. Biri
Hüsrev, biri Haşan, biri Yusuf idi. Orada konakladılar, oturdular. (U) Kilaşpol
melikine kâfirler haber verdiler:
-İşte Saltık geldi, üç kişiyle <l2) oturur. Gelin, gafil iken basın, dediler.
Kilaşpol’un beyi; iki binden (13' fazla adamıyla bindi, Server’i öldürmeye geldi.
Bu tarafta Hüsrev, gezerken <l4) bir kâfir tutup getirdi. Server, onu görünce:
- Ya Hüsrev! Kimdir (l5) bu kâfir, diye sordu. Hüsrev:
-Server! Sor ki hâli bilesin, dedi. Server, kâfire [T 6 7 7 ](l) sordu:
-Kilaşpol beyi ne durumdadır, dedi. Kâfir:
-İşte, senin (2) üstüne geliyor, dedi.
Server, hemen kalkıp atına bindi. Direği omzuna <3) alıp karşı vardı.
Kâfirler, Server’i öyle görünce titremeye başladılar. (4) Benizleri soldu, yüzleri
ardlarına döndü. Server, nara atıp (5) kâfirlere girdi. Direkle çok kâfir kırdı.
Sonunda kâfirler (6) dönüp kaçtılar. Server, ardlarından yetişip onları tekrar ele
aldı. Çok sayıda kâfir kırdı. <7) O bey, korkusundan atından indi. Yayan,
boğazına kefen takıp (8) karşı geldi. Server; direği üç kere havaya attı, tekrar
kavrayıp tuttu. (9) Dördüncüde elinden kaydı. Direk yere dokundu, yarısına dek
yere (10) battı. Erenler şahı, o direği dikti:
-Bu bizim nişanımız olsun, dedi.
Şimdiki (ll) zamanda ona, Er-taşı derler, Bolayır’da dikili durur. Server,
orada ' I2) nişan bıraktı. Kilaş beyini haraca kesti. Oradan Frengistan ordusunun
üzerine (13) gitti. Tunca’yı geçti, İlyas ile birlikte yürüdüler.
İlyas, <l4) Frenk askerine yetişmişti. Onlara hücum edip cenk ederdi. (l5)
Dört yüz bin Frenk, onları ortaya almıştı. Server [T678] (l) ansızın çıkageldi.
Gaziler onları gördüler. Karşılamaya geldiler, görüştüler. Server, (2) hemen o
ordunun üzerine yürüdü. Akşama dek cenk oldu. <3) On yedi kâfir beyini
bağladılar. Frenk beyi ve Rum beyi Felyon’un yardımcıları (4) kaldı. Server,
tutulan beyler için buyurdu. Getirdiler, o gece hapsettiler. <5) Ertesi gün, on yedi
yere darağacı diktiler. Getirdiler, darağacında onları idam ettiler. <6) Kâfirler, bu
hâli görünce feryat ve figan ettiler. Serverin askerleri, tekrar at üzerine (7) bindi.
O gün yine cenk ettiler.
Gece Frenkler geldi, dara (8) asılanları çaldılar. Gemilere binip denize
açıldılar, kaçıp gittiler. (9) Server, Frenklerin kaçtığını gördü. Geri dönüp (l0)
feth ve zaferle Edirne’ye geldiler.
Server, gazileri orada bıraktı. Kıyafetini değiştirip Kosova’ya (ll) gitti.
Yakınlaşınca kalabalık bir orduya rastladı. Bu, Kakum 2> ordusu ve beyi idi.
Avdan geliyorlardı. Saltık’ı görünce atını ileri sürüp: <13)
-O duran kişiyi alıp getirin, dedi.
Geldiler, Server’i alıp otağa (l4) getirdiler. Server, içeri girince Melik
Kakım:
-Yiğidim! Kimsin, (15) nereden geliyorsun? Çok kuvvetli ve heybetli
görünüyorsun, dedi. Server:
-Ya melik! Yalnız [T 6 7 9 ](l) kalalım, size haberlerim var, dedi.
Buyurdu, halk dışarı çıktı. Yalnız kaldılar. Server <2) ileriye varıp:
- Saltık’tan senin hiç haberin var mı, diye sordu.
O kâfir, elini (3) kılıca vurmak istedi. Server, ondan önce haraket etti.
Kılıç ile bir kez vurdu, (4) kâfirin başı önüne düştü. Dışarı geldi, kâfirlere:
-Bey ister, gelin, deyip (5> bir bir içeri aldı. Otuz altı beyi orada öldürdü.
Oradan çıktı, (6) Sincab ordusunun konakladığı yere geldi. Onun beyinin
başını da kesti, yirmi üç beyini <7) tepeledi. Oradan kalktı, Leh ve Çeh
beylerinin ikisini de tepeledi. Altmış sekizden (8> fazla kâfiri çadırında sarhoş
öldürdü. Sonra da çıkıp gitti.
Gece <9) giderken bir kişiye rastladı. O şahıs, nara atıp Server’in üstüne
geldi. Server,(l ’ ona:
-Kimsin, diye sordu.
O şahıs, atından inip Server’in elini öptü. Saltık (11) gördü ki İlyas
Rumî’dir. Server:
-Niçin geldin, anlat, dedi. İlyas: (12)
-Server! Siz gidince biz sabredemedik. Dört yüz kırk üç yiğit benimle (l3)
birliktedir. Geldiler, işte falan yerde bekliyorlar. Fırsat gözlerler, “Bu kâfirlere
bir iş edelim” (l4) derler, dedi. Server, İlyas’a:
-Falan yere gelsinler, beni orada bulsunlar. Hem Edirne’ye (l5) haber
gönderin. Ne kadar gazi varsa hemen kalkıp, gece gündüze yürüyüp [T680] (1>
gelsinler, dedi.
Server, oradan dağa doğru yürüyüp gitti. İlyas döndü. (2) Gazileri, Sultan
Saltık’ın dediği yere iletti. Üç kişiyi Edirne’ye (3) haberci gönderdi. Haberciler
varıp gazilere haber verdi. Yedi (4) bin gazi toplanıp yola girdiler. Bunlar
gelmekte.
Bu tarafta kâfirler, (5) sabah kalktılar. Ölen dört padişah ve bunca beyi
gördüler, (6) feryat ve figanlar ettiler. Üngürus kralının huzuruna çıktılar,
matemler edip ağlaştılar. (7) Askerler arasında anlaşmazlık çıktı. Kaydafan’ın
yanma gittiklerine pişman oldular. (8) Beylerine dönüp:
-Bu, tekürden yüz döndürmüştür. Biz de bu devletsize uyarız. (9> Biz de
böyle oluruz. Devletimize halel yetişir, dediler.
O dört beyin (10) ölüsünü alıp gittiler. Oğullan yerine geçip padişah oldu.
Server; bu taraftan (ll) sürdü, İlyas’a söylediği yere geldi. Gördü ki gaziler
oraya (12) gelmişler, hazır beklerler. Server’i karşıladılar, gelip görüştüler.
Server, onlara:
-Bu gece hazır olun, bu kâfirlere gece baskım yapalım. Fakat içlerinde
durmayıp hemen (14> dışarı çıkın, falan yerde toplanıp buluşalım, deyip
sözleştiler. (15)
Gece olunca, arrslan ininden kalktığı gibi yerlerinden kalktılar. [T681] (1)
Gaziler dört bölük oldu. Bir bölüğüne Server, bir bölüğüne İlyas, (2) bir
bölüğüne Ahmed Rumî, bir bölüğüne de İbrahim komutan (3) oldu. Gece
yarısında kâfirler, gafil yatarken dört taraftan (4) saldırıp naralar attılar, “Ben
falanım ve ben falan ibni falanım.” deyip cenge başladılar. (5) Yatan askerler;
ansızın yapılan saldırı karşısında irkildiler, onların üstüne geldiler. Düşman
geldi, diye (6) cenge başladılar. Feryat ve figan göğe ağdı. Gaziler, yer yer
kâfirlerin (7) dillerince naralar atıp cenk ettiler. Çabucak cenk meydanından
dışarı çıktılar, dağa (8) yönelip yürüdüler. O kalabalık ordu, sabaha dek birbirini
kırdı. (9)
Sabah olunca durdular. Gördüler ki arada hiçbir yabancı kimse yok. (10>
Hep birbirini kırmışlar. O yok, bu yok. Kral bu hâli görünce, çok korktu. (U)
Askerler; rezil, rüsva ve kırgın. Herkes yaralı... K ral:(12)
-Beyler! Bu iş, kötü iştir. Henüz Saltık gelmedi. Ondan önce Türkün
cinleri (13)geldi, bizi gece basıp kırdılar. Eğer Saltık kendisi gelseydi ona kim
karşı duracaktı? (14) En iyisi biz buradan yüzümüzün suyuyla gidelim. Yoksa (15)
işin sonu kötü olacak. Biz bundan önce de bir kere Kırım üzerine vardık,
yenildik, [T 6 8 2 ] (1) dedi.
Beylerin bazısı razı oldu, bazısı kabul etmedi:
-Biraz daha duralım, (2) dediler.
Kral da sakinleşti. Server, gazilerle her gece gelirdi. Nice nice beyleri (3)
tepelerdi, geri giderdi. Kâfir askerlerine korku düştü. Çok korktular, ( * gece
uyuyamaz oldular. Server üç kişiye emretti:
-Üç dağ başma çıkın. (5> “Sultan Alaeddin, bir milyon atlıyla geliyor.
Dört (6> yüz bin yaya Türk ardınca işte yetişti. Hâlinizi göreceksiniz. Tekür,
tamamen(7) rezil rüsva olmuştur. Siz niçin duruyorsunuz?” diye bağırın, dedi.
Çıkıp üç (8) yerden bağırdılar. Kâfirler, bunu işitince ürktüler:
-Hey! Türkler geliyormuş, (9) dediler.
Kalktılar, Kaydafan’a haber verdiler. Kaydafan:
-Cinnîlerdir, dağdan <l0) size çağırıp korku verirler. Yoksa burada
insandan eser yoktur, dedi.
O (ll> lain, bu konuyu ciddiye almadı. Bu tarafta Edirne’den çıkan yedi
bin gazi gelip <l2) yetişti. Server ile buluşup görüştüler. Müslüman olup
İstanbul’dan (l3) ayrılan bin kişi de birlikte gelmişti. Server, onlara dua etti:
-Allah size rahmet eylesin, dedi ve (l4) buyurdu:
-Her kırk kişiye altın başlı bir sancak ve gümüş başlı bir tuğ getirsinler,
(15) ayrı ayrı yürüsünler. Birer çift davul vurun, zuma ve nefir* öttürün, [T683]
(l) görelim, dedi.
Gaziler bu tedbirleri beğendi. Kalktılar, kırk kırk bölünüp <2) her dağ
başından naralar attılar: “İşte geldik ey kâfirler!” diyerek seher vakti, gün
doğmadan çıktılar. Her taraftan yürüdüler.
Kâfirler gördüler ki yüzden fazla (4) yerde sancak ve tuğ belirdi, “Hay ne
kadar Türk varsa geldi.” diye atlara <5) bindiler. Kâfirler ürktüler, kaçmaya
başladılar. “Hey! Durun.” (6) dediler, fakat çare edemediler. O kalabalık çeri,
birbirini kırdı. Feryat ve figan (7) koptu, ‘Türkler geldi!” diye gemilere düştüler.
Mal, rızık, at ve eşyadan vazgeçtiler. (8) Nice kâfir, gemiye sığmayıp Tuna
suyunda boğuldu. Askerin yarısı (9) suya düştü. Bir kıyamet günü oldu. Halk
birbirine bakmazdı, birbirini (l0) ezerdi. Kafirlerin bağırıp çağırmaso,
gökyüzüne erişti. O gelen Müslümanlar bu durumu gördüler, (11) tekbir getirip
kâfirlerin üzerine atlarını sürdüler. Bir taraftan cenge girdiler.

N efir: Boynuzdan yapılan boru.


Saltık, (12) yüksekte durup o kâfirlerin hâline bakardı. Ürküp kaçarlardı,
can (13) acısından suya düşüp boğulurlardı. Server, tebessüm ederdi. Hak
teala hazretine dualar ve şükürler edip:
-Bu âciz kuluna sen kuvvet (15) veresin. Bütün halkın üzerine onun
korkusu düşe, dedi.
Ara sıra nara [T684] (1) atıp Müslümanlara, “Bırakmayın!” derdi. Cenk
içinde İlyas; Kaydafan’a k arşı<2) gelip vurdu, onu yaraladı. Hemen Kaydafan’ı
alıp gemiye getirdiler, kaçıp (3) gittiler. Diğer askerlere bir hareket oldu, geçen
kurtuldu. Geçmeyen gemi üe suya battı. (4) Hayli kâfir kırıldı. Otuz binden fazla
kâfiri esir ettiler. Mal ve <5) rızıklarını yağmaladılar, ganimet eylediler.
Toplanan ganimetlerin beşte birini sultana ayırıp (6) gönderdiler. Sonra
Tatar hanına da ganimet malından pay (7) gönderdiler. Bu fetih haberi, âleme
yayıldı. Gaziler beyi, Müslümanlar ( ve gazilerle üç gün orada fetih için
bayram yaptılar. Denizlerde ve karada yaşayanlar, Server’den korktular. (9)
Diğer tarafta Kaydafan kaçıp gitti, tahtına ulaştı. Her kâfir yerine varınca
elçi (10) gönderdi. Server’den barış istediler. Mal, nimet ve kumaşlar
gönderdiler. (I1) Server onları bağışladı, barış yaptı. Gazilerle dönüp geri
Edirne’ye geldi. (12) Konakladılar, şehri donattılar, camileri ve minareleri
süslediler. Çıkıp salalar verdiler, <13) Arapça medhiye okudular. “Essalavatu
vesselam” çağırdılar. Fetih ve zafer için (l4> şenlikler yaptılar. Bunlar, işte
burada safada.
Geldik, bir hikâyeye daha. (15) Raviler şöyle rivayet ederler, Frenk ordusu
yenilip kaçtı. [T685] Çok sayıda gemi gitti, deniz içindeki adalara dağılıp
durdu. Orada yedi (2) parça ada vardı, onlara bir bey hükmederdi. O beyin
adına, Garmos derlerdi. Acımasız bir kâfir idi. Asla kimseyi görmek
istemezdi. Mavil adasında otururdu. <4) Bu, yenilip kaçan kâfirleri yanma aldı.
Çok sayıda gemi topladı. Yaklaşık (5) otuz yedi parça gemiye bindiler, gelip
Anyaz’ın önüne çıktılar. Tunca taşkın (6) idi. Oradan girip askerle Edirne’ye
gelmek üzere hareket ettiler. Gelip Meriç tarafından karaya (7) çıktılar. Orada
yaşayan Müslümanları gafil iken vurdular. Tekrar yürüdüler, toplar ve tüfekler
(8) attılar. Daha da yürüyüp oradan şehir üstüne gittiler, kaleye hücum ettiler.
Server (9) Saltık orada değildi. O vakit, aşağıda Kaydafan’la cenk ederdi.
Bu (l0) kalede adam az kalmıştı. Kalenin kapılarını hemen sağlamlaştırdılar. Er
ve avrat burca (II) çıkıp cenk ettiler. Kuşatmayı on beş gün sürdürdü, fakat
kaleyi almayı başaramadı. (12) Çevrede ne bulduysa yağmaladı. Tunca’dan
gemilere bindiler, denizden geri dönüp, <l3) “Neredesin Mavil adası?” deyip
gittiler.
Bu tarafta Server, fetihler yaptıktan sonra (l4) gazilerle Edirne’ye geldi.
Kâfirlerin fesadmı işittiler. Müslümanlar, Server’e (15) Garmos’u şikâyet ettiler.
Server buyurdu, bir gemi getirdiler. [T686] (1) Server ona bindi. Frengistan’dan
bir bezirgânın gemisiydi, mal getirmişti. (2) Geri gidiyordu. Server; yalnızbaşma
o gemiye bindi, atını da yanına <3) aldı. Gazilerden kırk pehlivan ileri geldi,
Seyyid’e yalvardılar:
-Bizi gazadan ayırma,(4) dediler.
Onlar da gemiye girdi. Yelken açıp, dümen tutup gittiler. <5) Arumanuk
önüne ulaştılar, denizin kenarına kondular. O kalenin beyi, Server’e ve
askerlerine yiyecekler (6) gönderdi:
-Ya Server! Kurt, komşusunu yemez. Senden dilerem ki (7) damadım
İlyas gelip beni incitmesin, dedi.
Server, orada ikisini barıştırdı. <8> Oradan göçtüler, Ipsal önüne çıktılar.
Oradan büyük bir ırmak gelir, Tunca’ya karışır idi. Adına, Ergene derlerdi.
Ipsal beyi, gemiye binmiş geziyordu. Ansızın (10) çıkageldi, Server’i görünce
karşılayıp hürmetler etti. Server, (ll) o bey ile pek ilgilenmedi. Anyaz üzere
gitti. Boğaza gelince (12) karaya çıktılar. Anyaz beyi; gemiye bindi, Server’i
karşıladı, (13) saygı gösterdi. Server, onlara da bir şey demedi.
Oradan da ayrıldılar, Semendirek’e gitmek üzere yürüdüler. (l4) O adaya
geldiler, yüksek bir dağ idi. Başı buluta <l5) kadar yükselmişti. O dağ üzerine
sarp bir kale yapmışlardı. Onun içinde, [T687] (l) Garmus lainin güzel bir kızı
ile hâzinesi vardı. Server, deniz içindeki <2) dağı görünce gemiyi oraya sürdü.
Geldi, iskele kurup çıktı. Sahilde konakladılar. (3) Kâfirler, bunları görüp kaleye
haber verdi. Hemen kalenin savunmasını (4) güçlendirdiler, hazır beklediler.
Server gördü ki sarp ve çetin bir kaledir, cenk (5) olursa hayli zahmetli görünür.
Kalktı, rahip kılığına girdi. <6) Semendirek Kalesi’ne yönelip gitti. Kaleye ulaştı,
yukarı burca (7) çağırdı. Kâfirler:
-Kimsin, dediler. O:
-Ben rahibim, Saltık beni tuttu <8) idi. Şimdi geldi, bu adaya çıktı. Beni
kılavuz etti. Fırsat<9) bulup kaçtım. Yardım edin, beni yanınıza alın, dedi.
Kale beyinin kızı Meryem oturmuştu. (10> Bu sözü dinledi:
-Bre hırsız Türk! Bak, bizi (ll) ne ile aldatmak istersin? Yürü! Sen,
Saltık’sın. Bizi aldatamazsın. (l2) Var git, dedi. Server:
-Ya Nigar! Baban ve annenin başı için ben Saltık (13) değilim. Gel, kerem
eyle! Beni o Türke benzetme, içeri al. Yoksa o zalim (l4) gelir, beni tutar.
Ölünceye kadar beni kullanır. Bana yardım edin. Bu kuş kadar canımı kurtarın.
<l5) Mesih’in başı ve hürmeti için olsun, dedi ve ağladı.
İncilden [T688] (l) birkaç ayet okudu. Kıza ant ve şart verdi. Sonunda
kız:
-Bu garip (2) keşiş bizdendir. Bu, Saltık değildir, dedi. Kâfirler:
-Aman inanma, odur. (3) Türlü türlü surete girer. Gah yiğit, gah ihtiyar
pir, gah beyaz, gah kara olur. (4) Ya Nigar! gafil olma, dediler.
Bunlar bu sözde iken karşıdan gaziler göründüler. (5) Kız:
-Bu gelenler kimlerdir, dedi.
Server, bakıp feryat ve figanlar eyledi:
-Eyvah! (6) Yine Türklerin eline düştüm, dedi.
Kız, bu sözü işitince ço k <7) acıdı:
-Siz, buna Saltık dersiniz. Bu dertli, korkusundan (8) titriyor. Görün, şu
aşağıdan gelen Saltık’ın kendisidir. Bu, biçare (9) bir rahiptir. Yardım edin,
gelip tutmasınlar, dedi. Kâfirler:
-Ya Nigar! (l0) Aman! Biz tanıyoruz, bu Saltık’tır, dediler.
Nigar onlara öfkelendi. Yerinden (ll) kalktı, burca geldi. Zülf-i siyahı gibi
kement sarkıttı:
-Ey garip! (12) Yapış, Türkler yetişmeden yukarı çık, dedi.
Server o kemende yapıştı,<13) kemendi bedenine bağladı. Server, örümcek
gibi sarılıp bedene çıktı. (4> Kale dizdarı koşarak geldi, feryat edip:
-Ne yaptın (l5) ya Nigar! Yukarı çıkardığın düşmanımız Saltık’tır, dedi.
Server [T 6 8 9 ] (1) ileri varıp:
-Yalan söyleme, ben o değilim, deyip dizdarın boğzından <2) tutup getirdi
kaleden aşağı attı.
Kafirin başı (3) ve ayağı dönerek indi, bir taşa vurdu. Beyni, burnundan
geldi. K ız,<4) onu görünce:
-Ya rahip! Ne yaptın, dedi. Server:
-Yalan söylemesin. <5) Her kim yalan söylerse böyle olur, dedi.
Sonra aşağı inip (6) kapıya geldi, kapının kilidini kırdı. Meryem Banu,
yukarıdan bu hâli (7) gördü, neye uğradığını anladı. Sonra yüzünü, gözünü yırtıp
saçlarım <8) yolmaya başladı. Kaçıp bir burç içine girdi,kapısını bağladı. (9)
Server kale kapısın açtı, orada duran kâfirler kaçtılar. <l0) O kırk gazi geldi. (ll)
Kaleye eriştiler, [T690] (1) hisara girdiler. Çok kâfir tepelediler, o burcu aldılar.
Ahmed Gazi, kızı (2) saçından sürüyerek Server’in önüne getirdi. Server o kızı,
Ahmed’e verdi: (3)
-Bu senin olsun, dedi.
O kaleyi aldılar. İçinedört gazi görevlendirdiler. <4) Ahmed, Tahir,
Abdullah ve İbrahim Rahip’i orada bıraktılar. Kalan kâfirleri <5) yine
bağışladılar. Server, ne olur ne olmaz diye, altı kişi daha bıraktı. Orada, on <6)
kişi oldular.
O dağda bir mağara vardı, onun içinden bir gürültü (7) gelirdi. Bu gürültü,
Edime ve de İstanbul’dan işitilirdi. <8) Mağaraya tılsım eylemişlerdi. Seyyid; o
sesi işitti, çıkıp seyretti. <9) Onun üstündeki büyük su gölünü gördü, ne
olduğunu anladı:
-Bunu (10) bizden önce gelen hâkimler tılsım eylemişlerdir. Bu ses,
rüzgârla belirir. Sanatla (ll) bağlanmıştır, dedi.
Saltık, oradan indi. Otuz gaziyle Alemzuz adasına (I2) yöneldi. Bu
çevrede yedi ada bulunuyordu: Biri İd, biri Kafur, (,3) biri Baz, biri Martas, biri
Dahhak, biri Madil, biri de Alaman idi. (l4) Onlar, Alaman adasına çıktılar.
O gün kâfirlerin önemli bir günü vardı, kiliselerine (l5) girmişlerdi. Kale,
boş ve tenha idi. Müslümanlar bir yerden çıktılar, doğru kaleye gelip [T691]
içeri girdiler, kaleyi aldılar. Oradan çıktılar, naralar atarak adaya yayıldılar.
Çok sayıda <2) kâfir kırdılar. Geride kalanlar, af diledi.
Server, İlyas’ı beş gazi ile orada bırakıp Martas (3) adasına yöneldi. Gelip
çıktılar. Gazilerden on kişi, kıyafet değiştirdi. (4) Hile ile dışarıdan kaleye
girdiler. Nara atıp yürüdüler. Çok sayıda kâfir kırdılar, (5) hisarı fethettiler.
Orada da beş gazi bıraktılar.
Oradan Kafur’a yöneldiler. O (6) adaya da çıktılar, onu da hile ile
fethettiler. Oduncu kılığında kaleye girip aldılar. (7> Orada da beş gazi bıraktılar.
Dahhak’a gitmek üzere oradan da ayrıldılar. Geldiler, o adanın bir
kenarında (8) gemiyi sakladılar. Dışarı çıktılar. Adada bir düğün vardı. Düğüncü
suretine girdiler. (9) Geldiler, kaleye halk ile girdiler. Naralar atıp şehri
fethettiler. Çok kâfir (,0) kırdılar, kaleyi aldılar. Orada da beş gazi bırakıp
gittiler.
Oradan Baz adasına yöneldiler. Geldiler, (ll) bir kenara çıktılar. Baz
adası, Akdeniz’in boğazı önünde idi. Boğaz beyleri, (12) bunları duydu. Server,
bu adaları hile ile aldığını bildirmek için (13) Garmus’a haber gönderdi.
Alemenrus, fetihleri o laine haber vermişti. <14) Garmus, askerleri toplamış
Madi’de oturuyordu. “O Türk, en son bana gelir, (l5) bari ben gafil
bulunmayayım.” diye asker toplamıştı. Yanında dört bin kâfir bulunuyordu.
Server, [T 6 9 2 ] (l) Baz adasına gelip kondu. Gemi sahibi bezirgânı çağırdı:
-Sana izin vereyim, yerine git. Giderken bu kaledekilere de ki “Bu Türk,
İstanbul’a gider. (3) Tekür istemiş. Size düşman değildir. Bundan korkmayın.”
Eğer derlerse ki: “Falan adayı <4) aldı.”. Sen de ki “Hiç kimseye bir şey
söylemedi. Girdi, kaleleri seyredip geri çıktı. (5> Yanında ancak on kişi var.”
Bezirgân, gidip bu sözleri (6) kaledekilere söyledi:
-Bunun nasıl bir kişi olduğunu siz bilirsiniz, dedi. Kaleyi almada zorluk
çekmez. (7) Gelin, düşman olmayın, dedi. Kâfirler:
-Gerçek söylüyorsun. B ı erendir, <8) velidir, deyip kâfirler kaleden dışarı
çıktılar.
Başlarını açıp Server’e dualar eylediler, <9) itaat ettiler. Server, onlara yer
gösterdi, oturdular:
-Ne dersiniz? B u (10) kaleyi veriyor musunuz, dedi. Kâfirler:
-Ya Saltık! “Kurt komşusunu yemez”. Biz seninle (ll) komşuyuz. Bize
kıyma, dediler. Server:
-Kurdun komşusu koyun olsa, onu da mı yemez? (12) Ya siz niçin
geldiniz? Komşunuzu yemek istemediniz mi, dedi.
Saltık, o kâfirleri (13) bağladı. Zincire çekti, kaleyi aldı. Orada yedi gazi
bıraktı. Kendi(14) yanında Hüsrev, Haşan ve Yusuf kaldı.
Oradan gemiye bindiler, Madil adasına yöneldiler. (15) Geldiler, bir
kenara çıktılar. Server gemiden dışarı çıktı, Garmus’u aramaya başladı. Adanın
içine doğru [T693] (l) yürüdü. O bezirgân gördü ki gemilerde Müslümanlardan
kimse kalmadı, (2) gittiler. Fırsat bulup yelken açtı, kaçıp Frengistan’a gitti.
Server; geminin kaçtığını (3) gördü, aldırmadı. Atlarını sürüp bir dağa çıktılar.
Hüsrev’i, Hüseyin’i ve Y usuf u (4) orada bıraktı. Kendisi, Madil Kalesi’ne gitti.
Kâfirler, gemilerin geldiğini görüp (5) Garmus’a haber vermişlerdi. Kâfirler
hazırlanmıştı, Server’i ansızın ortaya aldılar. (6) Server, kendi kendine:
-Eyvah! Zırhımı neden giymedim ki, dedi. Sonra yine kendi kendine:
-Ne diye beni kılıç kesmez, (7) bana ok batmaz. Fakih Ahmed beni
sığayıp durur. Allahuteala beni yâd etti, dedi.
Hemen bir nara atıp <8> kâfirlere saldırdı. Çok şiddetli bir cenk oldu.
Server’e zenberek (9) okuyla bir ok attılar. Uyluğundan yaraladılar. Server,
ondan bitkin düştü. Gayret <l0> edip atını saldı. Kâfirler arkasını bırakmadı.
Diğer uyluğuna da ok attılar, yaraladılar. Kan (ll) revan olup aktı. Kâfirler
gördüler ki Server yaralandı. Hücum ettiler: (l2) ‘Türkü yaraladık” , diye
Server’in üzerine üşüştüler. Her taraftan yürüdüler, cenk ettiler. (l3) Bir
pazusundan da ok vurup yaraladılar. Kan revan oldu. Server; gayret etti, (14)
eline süngü alıp cenk etti. Gücü tükendi, hem susadı. Diğer pazusunu (l5) da
yaraladılar. Hem de iyi yara açtılar. Server, kanının aktığını gördü. Yaralarının
[T694] (l) çokluğundan dağa çıkmayı düşündü. Bir yerde durmayıp gezerdi. (2)
O kadar kan aktı ki Server bayıldı, başına süngü dayayıp kendinden geçti. (3)
Kâfirler onu gördüler, tekrar hücum edip geldiler. Server’in çevresini sarıp
kement attılar, (4) tutmak istediler.
Ansızın, karşıdan bir atlı çıkageldi. Elinde bir süngü, kâfirlere (5) hücum
etti. Süngüsünden ateşler çıkardı. Kâfirler onu gördüler, dönüp kaçtılar.
Garmus (6) lain:
-Bre durun, niçin kaçıyorsunuz, dedi.
Askerler geri döndü, tekrar cenge girmeyi düşündüler. O <7) atlı, tekrar
ortaya çıktı. Süngüsünden ateşler çıkardı. Orada ulu bir papaz vardı, <8) hisarın
burcundan bakardı. Gördü ki yeşiller giyer, boz ata biner, elinde bir süngü
tutar. (9) Ondan ateşler çıkar, halkı kapkara yakar. Yukarıdan Garmus’a çağırdı:
-Ya Garmus! (10) Bu gelen atlı, Hazret-i Hızır’dır. Sakın! Kitaplarda
yazılmıştır. Bunun bir kamçısı daha (ll) var, nereye uzatsa uzanır. Hemen geri
dön. Bununla cenk etmeyin, Mesih’e düşman (l2) olursunuz, dedi.
Hazret-i Hızır; kamçısını yere vurdu, sesi âlemi tuttu. <13) Kâfirlerin
üzerine tekrar yürüdü, çok sayıda kâfiri yok etti. Kâfirler kaçtılar, hisara <l4)
düştüler. Garmus da hisarın içine girdi. Hazret-i Hızır; atıyla, elbisesiyle
Server’i kaptı. (l5) Almenrus adasına getirdi, orada bıraktı. Geri gelip orada
kâfirleri [T695] (I> kırdı. Server’in mızrağını yerden aldı. Düşmüştü, alıp
döndü. Geri Server’in (2) yanma geldi. Server’i atından indirip yere yatırdı,
başını dizine aldı. Yüzünü, gözünü (3) sildi. Ağzına su koydu. Server gözünü
açtı, baktı ki Hazret-i Hızır yanında. H em en(4) kalktı, oturdu. Hazret-i Hızır:
-Server, niçin her yerde Allahuteala’yı anmazsın da (5) Ahmed Fakih’i
anarsın? Allah müsebbibdir, Ahmed esbabdandır. Esbabm müsebbibini yâd
eyle.(6) Her hususta yardımcı, Allah’tır. Seni her beladan saklayan O ’dur, dedi.
Sultan (7> Saltık, Hazret-i Hızır’dan bunu işitti. Tövbe edip yalvardı.
Hazret-i Hızır (8) kalktı. Orada toprağa karışan kanı eliyle alıp balçık gibi
yoğurdu, (9) Server’in yaralarına sürdü. Saltık; iyileşti, vücuduna kuvvet geldi.
Hazret-i Hızır: <10)
-Ey oğul! Bu balçık, bütün derdlere şifadır. Özellikle de vebanın ilacıdır.
(ll) Gül suyu veya sirkeyi, su ile içsinler ve gövdelerine sürsünler, kurtulurlar.
Senin kanının damladığı yerde <l2) maden olsun, kıyamete dek tükenmesin.
Buna, “Tıyn-i mahtum” derler, dedi.
Zira Hazret-i Hızır, (13) Server’e daima mahtum** diye hitap ederdi.
Hazret-i Hızır, Server’i oradan Madil adasma getirdi. (l4) Server uykudan uyanır
gibi kalktı, gözünü açtı. O an yaralarını <15) iyileşmiş gördü, şad oldu. Hızır,
Server’in bütün organlarını sığadı. Eski kuvvetini bulup hoş [T696] (l) oldu.
Server, atma bindi. Hızır ise oradan döndü, Server’e veda edip gitti. Server, bir
kez (2) nara attı. Garmus, tekrar Server’in sesini işitti, kaleden dışarı(3) çıktı. O
rahip feryat edip:
-Ya Garmus! Gel, dön. Sen ona rakip olamazsın. Onun (4) musahibi,
Hızır’dır. Baştan ayağa değin onu sığadı, sakm! Ben gözümle gördüm, dedi. (5)
Garmus:
-Ya Şemmas! Sen onun sihrine aldanırsın. Bizi de aldatırsın. Rahip <6)ona
öfkelendi, burç üzerinden çağırdı:
-Ya Saltık! Er isen Garmus’a kendini <7) bildir, dedi.
Server, rahibin sözünü işitti. Garmus’un üzerine yürüdü. <8) Kâfirler,
önünden kaçtılar. Garmus atım saldı, karşı karşıya geldiler. Birkaç (9) hamlede
sonuca ulaşamadı. Server üzengiye basıp, ayak üzerine durdu. Garmus’a kılıcı

T ıyn-ı mahtum: Mühürlenmiş balçık.


M ahtum : Mühürlenmiş, kilitlenmiş, bağlanmış.
öyle bir vurdu (l0) ki atıyla, elbisesiyle dört parça etti. Canını cehenneme
gönderdi. Şemmas rahip, (ll) burç üstünden parmak kaldırıp yüksek sesle iman
getirdi. Kâfirler; bunu gördüler, (l2) hep birden canlarının bağışlanmasını
dilediler. Kalenin kapısını açıp karşıladılar. Server, bir kâfire:
-Git. <l3) Falan yerde üç gazi var, çağır gelsinler, dedi.
O kâfir gitti, onları davet etti. <l4) Gelip yetiştiler. Hisara gelip gird
Orada bulunan mal ve eşyayı gemilere koydular. Garmus’un (l5) oğluna, oranın
beyliğini verdi. Server ,o gün kalede oturdu.
Sabah olunca [T697] (I) gemilere bindiler, Semendirek’e gitmek üzere
yola çıktılar. O adaya çıktılar. Server, çevredeki <2) adalarda bulunan gazilere
buyurdu. Haber verdiler. O adalardaki malları ve eşyaları toplayıp (3) gemiye
koydular, Server’in yanına geldiler.
Sağ ve selamet gemiye binip Anyaz’a <4) geldiler. Su taşkınlığı geçmişti.
Küçük kadırga, kayık ve filitalar ile o malları taşıdılar. (5) Deniz yoluyla
Enderiye’ye getirdiler, büyük burcun içerisine yerleştirdiler.
Server Saltık, yasak koydu: <6)
-Bu su üzerine kimse köprü ve değirmen yapıp set vurmasın. Gemiler
gelip gitsin, (7) dursun, dedi.
Server de bu sudan gemiler ile geldi. Saltık’ı, Enderiye’deki
Müslümanlar karşıladı. Saygı ile alıp şehre (8) getirdiler.
Server; doğru kuzey kapısı tarafında bulunan Ahmed’in sarayına geldi,
kondu. Üngiyye Burcu’na çıkıp (9) âlemi seyran ve temaşa eyledi. Gah ibadet
ile ve taat ile meşgul oldu. Bir müddet burada, bu hâlle kaldı.
YEDİNCİ BÖLÜM

<10) SA LTIK ’IN RAD CAZU’YU YAKALAM ASI

Raviler şöyle anlatırlar: Server, Enderiye’de uzun süre dinlendi. (ll)


Tekür; cenk eylediği vakit Barkan cazuyu, Rad’a göndermiş idi. “Git, Rad
cazuyu alıp (l2) getir.” demişti. Rad, hasta olduğu için gelemedi. Çok uzun süre
bekledi. Cenkler ve gazalar oldu, <l3) bitti. Rad iyileşip, sıhhat bulunca
Barkan’a:
-Ne dersin? Ben iyi oldum, (14) sağlamlaştım. Kalk, Rum’a gidelim, dedi.
Kalktılar, Rum’a gelmek için yola çıktılar. Diğer tarafta, tekürün haraç
verme vakti (l5) geldi. On bin dinar aldı, atını sürüp Şerifin yanma geldi.
Karşıladılar. Tekür, malı teslim etti. [T698] 11* Server, o sıralar sıtmaya
tutulmuştu. Şehrin karşısında, doğu tarafmda (2) bir tepe vardı. Server oraya
çıkmıştı. Havası güzel ve latif (3> idi. Orada oturuyordu. Server’i orada ziyaret
ederlerdi.(4) Server’i ziyaret için tekür de oraya geldi. Buluştular. Tekür:
-Ya Server! Niçin burada oturuyorsun, dedi. (5) Sultan Saltık:
-Hekimlerin sözüne göre; denizin beri tarafmda, havası bu kadar (6) latif,
sağlıklı ve güzel yer yoktur. Ben bu yerin adını, Mürtefi Dağı koydum. (7)
Gönlüm ve mizacım burada hoş oluyor, dedi. Tekür, dua edip:
-Sultanım! (8) Güzel söylüyorsunuz. Evet. Bu dağda bir de akar su olsa ne
kadar güzel olurdu, dedi. Server:(9)
-Yakın yerde su yok mudur, diye sordu. Tekür:
-Bir su vardır. İskender-i Zülkameyn zamanında <10) yaptılar, iki kanal
açıp bu kaleye getirmek istediler. Yetmiş yedi yerde de çeşme yapacaklardı. (1,)
Şehre biraz yer kalmıştı. İskender, dünyadan ahirete nakletti. O su <12) da öyle
atıl kaldı, dedi.
Server bu sözü işitti, hemen yerinden kalktı. Eline, Ebu Bekir’in (l3>
asasmı alıp o dağa gezmeye gitti. Tekür ve birkaç gaziyi yanına aldı. E trafı<l4)
dolaşırken bir yere geldi. Teküre:
-Bu dağda bir su olsa demiştin, işte <l5) sana latif bir su, deyip asayı yere
vurdu. Su oradan akıp [T 6 9 9 ] (l) yürüyüverdi. İki yere daha o asayı vurdu, sular
çıkıp aktı.(2) Şimdi ona, Tekür Suyu derler.
Server, oradan dağm kuzeyine geldi. Asasmı bir yere daha (3) vurdu. Bir
su çıktı, fakat az aktı. Server:
-Niçin akmazsm, diye sordu. Bir ses geldi:
-Bu su, bütün (4) dertlere ve hastalıklara deva ve şifadır. Değerli bir sudur.
Onun için çok akıp telef edilmesi doğru değildir, dedi. <5) Server, o sudan alıp
içti:
-Bu, benim suyum olsun, dedi. Tekür:
-Burada bir su var. (6) Ona, Ayazma derler. İsa Peygamber; parmağıyla
yere vurdu, akıttı. Bir yerde de mübarek <7> ayağıyla tepti, şimdi orası bir
kuyudur, dedi.
Oradan ayrıldılar, gelip Ayazma’yı ziyaret (8) ettiler. Geri gelip yerlerine
kondular. Ahmed’in sarayının karşısındaki <9) kiliseyi camiye dönüştürdüler.
Kuzey kapısındadır. O üç ulu kiliseyi camiye çevirdiler. (l0) O şehirde, İslam
dini kök saldı. Müslümanlar kuvvetlendiler. Tekür, Server’den (ll) İstanbul
yakınlarında bir dağ istedi. Tekür bu dağda yaz aylarını geçirecekti. Ayrıca
kimseler ona zahmet <12) vermesin istiyordu. Server, tekürün isteğini kabul etti.
Daha sonra tekür, izin alıp İstanbul’a (l3) gitti.
Tekür, İstanbul’a varınca bir haber geldi:
-Rad cazu geliyor. Adamları geldi, (14) dediler.
Altı kişi getirdiler. Tekür:
-Durum nedir, diye sordu.
-Rad cazu size selam eder,(15) geliyor, dediler. Tekür:
-Düğün aşı savdı, sizler sonuna geldiniz. O vakit [T700] (1> nerede idiniz,
dedi. Onlar:
-Rad hasta idi. Gelememesine sebep buydu, dediler. Bir kâğıdı, (2)
tekürün önüne koydular.
Tekür; mektubu aldı, kendisi okudu. Demiş ki:
-Ben sihirbazların sultanı, <3) Rad cazuyum. İşte yetiştim. Saltık’a bu
geniş dünyayı dar edeceğim. Şöyle (4) edeceğim, böyle edeceğim.” demiş.
Büyük lâflar söylemiş. Tekür:
-Bokumu yemiş. Ben <5) Saltık’ı gördüm, kim olduğunu öğrendim. Onun
sağlığında bu Türklere zeval yoktur. Belki ondan <6) sonra da kıyamete kadar.
Zira onların içlerinden evüyaullah hiç eksik olmaz imiş, (7) peygamberleri öyle
demiş. Kutb derler imiş, bir veli varmış. Ona, üç yüz altmış (8) dört veli hizmet
edermiş. Bu, Türkleri korur imiş. Onların birine, binden <9) fazla evliya hizmet
edermiş. İçlerinden birini bu zahire hizmetkâr koyarlarmış, (10) dinin kılıcını
onun eline verirlermiş. Şimdi gazi suretinde bu iş için Saltık Bey’i (ll>
görevlendirmişler. Eğer o giderse birini daha gönderirler imiş. Adet buymuş.
<l2) Bu evliya gitmeyince kıyamet kopmaz imiş. Bu durumda, onlara ne cazu
kâr eder ne de dünyanın (1 ' kâfirleri. Şimdi gidin, yıkılın, sakin olun. Bunun
çaresi haraç (l4) verip itaat etmektir. Canımızı ve başımızı ancak böyle
koruyabiliriz, dedi.
Sonra o mektubu (l5) ortadan yırtıp iki parçaya böldü. O cazunun
adamlarını kovdu. Onlar gittiler, [T701] ( * Rad’a haber verdiler. Rad cazu
gazaba gelip:
-Ne tekürü ne de Saltık’ı koyayım, (2) hepsini yok edeyim, dedi.
Hemen üç bin cazuya emretti. Her biri, bir surete girdi. <3) Bir ucube şekil
ve heybet ile yürüdüler. İstanbul halkı o taifeyi gördü, çok <4) korktu. Elleri ve
dilleri tutuldu. O cazu, çirkinlikle şehre girdi. Halka <5) hücum etti. Yer yer
çağırıp:
-Bize tâbi olun. Yoksa sizi kırarız, dediler.
Kâfirler <6) korktular, yardım çağırdılar. Rad cazu, havada bir taht
üzerinde otururdu. Bütün cazular, (7) o lainle birlikte idi. Kimi kanatlı arrslana,
kimi bebre , kimi parsa, kimi kaplana, kimi de fillere benzerdi. Hepsi küplere <8)
binmişlerdi. Her çeşit hayvan... Hep kanatlı... Gökte uçarlardı. Burç üstünden
(9) uçup şehre geldiler. Rad; doğru tekür sarayına girdi, sihir yaptı. Tekürü
beyleriyle (l0) tuttular, getirdiler. Tekürü öldürmek istedi. Barkan bırakmadı.
Götürdüler, (ll) Burc-ı Heftümin Burcu’nda hapsettiler. Rad, tahta oturup
Şermer’i zapt eyledi: <l2)
-Nice edelim de Saltık’ı ele geçirelim, dedi. Barkan döndü:
-Beni gönder. (l3) Gidip onunla buluşayım. Eğer fırsat bulursam ona bir iş
edeyim, dedi.
Rad, ona (l4) izin verdi. O cazu sürdü, Enderiye’ye geldi. On cazu ile
gelip <l5> Saltık’a erişti. İçeri girdiler. Rad ile ilgili haberleri verdiler, kâğıdını
önüne [T 7 0 2 ](l) koydular. Kâğıdı okudular. Demiş ki:
-Ben sihrbazların sultanı ve şeytanın halifesi, Rad cazuyum. Sen ki (2)
Saltık’sın. Gelesin, bana itaat edesin. Eğer yok dersen seni, tekürden kötü
ederim, bilmiş olasın. <3)
Server, kâğıdı yere koydu:
-Bre cellat gelsin, dedi.
Geldiler. Hemen buyurdu, (4) dokuz cazunun, Barkan da dâhil,
boyunlarını vurdular. Sihir yapmak istediler, fakat kâr etmedi. Onları tepeledi.
<5) Geri bir kâfirle haber saldı:
-Ey Rad melun! Elinden her ne gelirse yap. Seni mutlaka bulacağım ve
hakkından (6) geleceğim, dedi.
Bu haber Rad’a ulaşınca Rad lain, feryatlar eyledi. Buyurdu, bütün (7)
cazular İstanbul’dan dışarı çıktılar. Enderiye üzerine yürüdüler. Bu tarafta, (8)
Server buyurdu:

Bebr: Eski kitaplara göre, Hindistan ve Afrika’da bulunan, kediye benzeyen, gayet büyük,
üstü yol yol tüylü, saldırdığı zaman tüyleri kavaran, aslanın bile korktuğu azgın bir
canavar.
-Her kişi bunu yazıp getirsin, dedi. “Lâ havle, ve lâ kuvvete illâ <9>
billahi ’l-0 a liyyi’l-0azfm " Herkes bu ayeti, sürekli tekrar etsin, dedi.
Hem de öyle ettiler. Rad şehre yakınlaştı. (l0) Gördü ki ruhanîler şehri
ortaya almışlar, hiç kimsenin girmesine izin vermezler. Rad cazu (11) âciz kaldı,
Server’e haber gönderdi:
-Ey Saltık! Er isen falan yere gel, cenk (l2) edelim, dedi.
Gaziler ile Server, Rad’a karşı vardılar. O ucube, çirkin <l3) ve şeytan
suretli taifeyi gördüler. Gaziler korktu. Server:
-Gaziler, (14) korkmayın. Bunlar hayaldir, can değildir. Ben bu laine neler
edeceğim, görün, dedi.
Server, bir kere (l5> gök gürlemesi gibi bir nara haykırdı. Rad cazu,
korkusundan yukarı kalktı:
-Bu nedir, dedi. [T 703](l) Cazular:
-O hasmın ve rakibin Saltık’tır. İşte haykırdı, dediler. R ad:(2)
-Merkebimi bana getirin, dedi.
Bir arrslan getirdiler. Sığırdan büyük. Ona bindi, bir yılanı <3> kamçı
edindi. Sürüp meydana geldi. Eşek gibi bir kez haykırdı: (4)
-Beri gel ya Saltık! Seninle hesabımızı sonuca bağlayalım, dedi.
Server; hemen Ankabil’e bindi, <5) meydana çıktı. Saltık meydana çıkınca
Rad:
-Sen kimsin, diye sordu. Server:(6)
-Ey lain! Senin canını alıcıyım. Adım Saltık’tır. Şerifim ki harp sahibi
bir herifim. (7) Seni; memleketler, vilayetler gezip aradım. Allah’ıma şükürler
olsun, ayağıma geldin. Hemen hamle e t ,<8) dedi.
Rad onu işitti, sihire başladı. Gördü ki sihir kâr etmiyor, (9) büyüsü
işlemedi. Melun, neye uğradığını anladı. Elini göndere vurdu, Server’e (l0)
hamle yaptı. Geldi, bir darbe vurdu. Server, onun hamlesini men eyledi. Geri
döndü, meydanın (ll) öbür ucuna vardı, durdu. Gördü ki Server sakindir. Rad,
başını (12) sallayıp:
-Ya Saltık! Bu darbeyi eğer bir dağa vursaydım toz hâline getirirdim. Sen
nasıl(l3) karşı durdun, dedi. Server:
-Ey lain! Senin darben, benim gölgeme bile gelmez, dedi.
Cazu, gazaba (14) gelip bir hamle daha yaptı. Server, onu da merdane ve
şirane men eyledi. Geri bir daha (l5) vurdu. O, hamle hakkını bitirdi. Server:
-Ya Rad! Gözünü aç. [T704] (l) Sana bir darbe vuracağım. Gafil idim,
demeyesin, dedi.
Saltık, kurbanından Ramin İbn-i Adi’nin yayını (2) eline aldı. Bir adam
boyunda idi. O (3) büyük yayı çekti, onu eline aldı. Bir kez, “Ya Allah!” dedi. (4)
Kirişe bir ok koyup attı. Ok, Rad’ın kalkanına dokundu. (5) Kalkandan geçip
göğsüne mıhlandı. Sonra öte yanından geçti. Rad hemen (6) yıkıldı. Bir kez
çağırdı, bağırdı:
-Şebşas, benim intikamımı senden alacak, dedi ve bir iki (7) debelendi,
can verdi. Server, gazilere:
-Bırakmayın, dedi.
Müslümanlar, (8) üç bin cazuyu ele aldılar. Havuç doğrar gibi kırdılar. Bir
tane bile diri kurtulamadı,(9) yok oldular. Server, başlarla şehre geldi. O başları,
burçlara astılar. Şenlikler (l0) yaptılar.
Diğer tarafta İstanbul’a, teküre haber verildi. Onlar da şenlikler yaptılar.
(,l) Tekürü zindandan çıkardılar, tahta geçirdiler. Tekür, Server’e armağanlar
gönderdi.112)
Server, kırk gün Enderiye’de durdu. Sonra Tuna’ya gitmek üzere
şehirden ayrıldı. Gaziler onu karşıladılar. (l3) Gelip görüştüler, Server’i
makamına getirdiler. Tatar Hanı da geldi. Nimetler döküldü, (14) sohbetler
edildi. Söz arasında han:
-Yakında, biz de büyük bir gaza yapacağız gibi, dedi. <15) Server:
-Niçin böyle söylüyorsun? Bize haber verin, dedi. Han:
-Server! Bana [T705] (l) casuslarım şöyle haber verdiler: Kaydafan
yenilip gittiği zaman tahtına (2) varır. Ruhbanlarını toplayıp, “Ey kâfirler! Siz
dersiniz ki bizim dinimiz haktır. Hak <3) olan kuvvetlidir. Siz her zaman bu
Türklerin elinde eziliyorsunuz. Hemen bana bu Türklerin (4) bir çaresini bulun.
Yoksa sizi hep kırarım.” demiş. Bu kâfirler ittifak edip (5) şöyle demişler, “Bir
kimse gelecek, Salsal ibni Dal’ın nesli olacak. Asferoğullarının askerleri ile
yürüyecek, <6) Türkler onun önünde asla duramayacak. Hüküm onun olacak.
Fırat’a dek fethedecek.” Kaydafan, (7) “O nesilden şimdi kimse yok mudur?”
diye sormuş. Bir rahip, “Vardır, Alaman’da bir kubbe <8) yapmışlardır, onun
içinde oturur. Vakti geldiği zaman onlara malum olur. O kubbeden <9) çıkıp göç
eder. Bu Türkleri hep o kıracaktır.” Onun yanma Kaydafan’ın kendisi gider.
Altı ay (l0) sefer eder. Onu kubbeden çıkarmış, şimdi geliyormuş. “Asferoğlu
benim.” dermiş. Kâfirleri kendine (ll) uydurup gelecek, fitne eyleyecek. Ayrıca
gün doğusunda ve Türkistan eteğinde yüksek (1 } bir kule varmış. Keyhusrev’in
atası, Keykavus bina etmiş. Orada, kule içinde yaşayan bir cazu (13) varmış.
Adma, Şebşas derlermiş. Bütün cazuların başı imiş. Onu da getirecekler, (l4)
Müslümanlara hücüm edecekler. Bu kâfirlerin fikri budur, dedi. Server:
-Ya han! <l5) Ben; Şebşas adını, Rad’m ağzından işittim. Kim olduğunu
şimdi anladım. Meğer o sihirbazmış. Şimdi [T 7 0 6 ] (1) ben, onu aramaya yalnız
gidiyorum. Allahuteala ne buyurur, görelim, dedi.
Server bu sözü söyledi, (2) kalkıp hazırlığını yapmaya başladı. Han da
izin aldı, veda edip Kırım’a gitti. (3) O zamanda Kırım, muazzam bir şehir ve
tahtgâh idi. Sonra harap oldu. Bunlar burada kalsın, (4) biz geri bu hikâyeye
dönelim.
Raviler şöyle rivayet ederler; Server Saltık, <5) yola çıkmak için hazırlığını
yaptı. Tuna’yı geçip Boğdan’a yöneldi. Bezirgân suretine girdi. (6) Boğdan ilini
de geçip Kaydafan’a yöneldi. Kaydafan iline girince gördü ki her diyarın (7)
kâfirleri gelip Tutag sahrasına giderler. Kral da orada oturmakta. (8) Kâfirleri
davet ve emr yoluyla çağırmıştı. Alaman diyarından getirdiği <9) Salsal nesli
Dan Voyvoda da orada idi. Bu kâfirler, onu uğur sayıp giderler imiş. (l0> Gelip
ziyaret ederler, sonra da ona uyup Türkün üzerine yürürler.
Server, ondan (11) tarafa yürüdü. Rahş-ı Sürh adlı atını sürdü, bir yola
girdi. Hakk’ın kudreti ile yol kayboldu. (12) Server, yolu şaşırıp yabana gitti.
Dağdan dağa düştü, geldiği<13) yolu da kaybetti. Kırk gün sefer eyledi, bir şehre
rastladı. Gördü ki Yahudilerin (I4) şehri. Evlerine girmişler, otururlar. Meğer
yılda on gün bayram edip dışarı (l5) çıkmazlar, hiçbir şey yapmazlar, sakin
sakin otururlarmış. Server oraya geldi, [T 7 0 7 ] (l) Yahudilerden birine sordu:
-Bu şehrin adı nedir? O Yahudi:
-Bu Samiriyye şehridir, (2) Alaman diyarıdır, dedi.
Server, ona başka bir şey sormadı. Oradan ayrıldı, bir dağa (3) çıktı.
Giderken o dağın içinde bir kubbe gördü. İleri vardı. Gördü ki (4) duvarı dört
köşe bir kubbe, kapısı yok.
Server; onun <5) bir tarafını deldi, içine girdi. Bir de ne görsün? Uzun bir
demirden yapılmış cenk eşyası ve (6) yazılı bir levha. Server; o levhaya baktı,
orada olan sözü bildi. Demiş <7) ki:
-Ey buraya gelen kişi! Bu silahı al. Bil ki ben Seylafın aslıyım, bu (8)
diyarda bir düşmanım vardı. Güçlü idi. Ona kılıç, ok ve silah ile çare (9)
bulamadım. Sonunda bu top ve tüfeği icat ettim. Topu ve tüfeği bıraktım.
Tekrar düşündüm k i (l0) bir düşman el ile tutulmalı. Buna başka bir çare bulmak
lazım, dedim. Bunu yapamadım. (U) Düşmanımı bu tüfek ile vurup helak ettim.
Birisi otuz kâfirden (12) geçtikten sonra dışarıda buldum. Bu tüfek beni vurdu,
kolumu kırdı. <l3) Ben de ondan helak oldum. Bu kubbeyi yaptırdım, bu silahı
buraya koydum. İlim ile (l4> bildim. Ahir zamanda iyi dürüst bir taife gelecek.
Bunu alıp din (15) düşmanlarını bununla yok edecekler. Ayrıca bunu üretecekler.
On binden fazla kimse [T708] (l) aynı anda bunu kullanacak. Onlar için bunu
yapmak kolay olacak. Gerçi ben yaptım, fakat atmasından (2) âciz oldum.
Tüfeğin uzunluğu dört karış ve kalınlığı yedi parmaktır.”
Server, uzanıp (4) eline aldı. Ona ateş koyup attı. Dört fersah yere
hükmetti'5’. Dağa, kayaya vurdu. Parça parça etti. Server, onu yüksek bir yerin
üzerine (6) koyup attı. Eline alıp atamadı, âciz kaldı. O sırada bir pir, dağdan <7)
aşağı yayan olarak çıkageldi. Selam verdi. İleri gelip o tüfeği hemen yerden
kaldırdı, (8) eline aldı. Ucunu koltuğuna tuttu, o tüfeğe hemen ateş vurdu, attı.
Server (9) baktı ki o pir, Hızır’dır. Server, hemen Hızır’ın ayağına düştü. (l0)
Yüzünü, ayağının toprağına sürdü. Hızır, Server’i göğsüne çekip abından öptü:
( 11)

-Oğul Saltık! Bu demir silah, kısa bir zaman içinde İslam içinde yayıla.
(l2) Küffârın felâketi, bu demirden ola. İslama kuvvet vere ve ruhsat ola.
Resulullah’ın (l3) mucizesi ile bu araç Müslümanlar elinde keramet bula, dedi.
Hazret-i Hızır, Server’e onu atmasını ve tutmasını (14> gösterdi. Bu
araçtan kurtulma yollarını da öğretti. Sonra:
-Yürü Server! Şu yoldan git. (15) Büyük bir gaza edesin. Kılıcın arşta
aşıla, dedi.
Hazret-i Hızır, Server’e veda edip gitti. [T709] (l) Saltık; atına bindi, o
yola gitti. Bir sahraya çıktı. (2) Kaydafan orada oturuyordu. Server ileri geldi,
gizlice gezerdi. (3) Salsal aslından olan Dan da oradaydı. Ona, kızıl altından bir
çadır kurmuşlardı. Kâfirler <4) çevresini sarmış, ona secde ediyordu. Server,
yakın bir yerde durdu. Birazdan Kaydafan (5) atma bindi, geldi. Onun çadırının
önünde yüzünü yere vurdu, durdu. Biraz sonra <6) sarı, gök çapar* gözlü, benekli
bir kör çıkageldi. Bir at çekiverdiler, çok şişman (7) olduğundan ata binemedi.
Ayağının altma bir sandal koydular, güçlükle ata bindirdiler. Bir kâfir daha
vardı,(8) Nikol derlerdi. O geldi, Dan laini izzetle yanma aldı, eve götürdü. (9)
Sahraya çıktılar, birbirlerine veda edip dağıldılar. Av yapmaya başladılar.
(l0) Dan lain, av yaparak üç kişiyle bir dereye indi. Server, hemen n '* bu taraftan
çıkageldi. Ormanın arasmdan arrslan gibi kendini gösterdi. Bir kez nara attı, (l2)
tüfeğe ateş koydu. Tüfek patladı, kurşun çıkıp lainin göğsüne dokundu, (l3)
sırtından çıktı. Kâfir atm üstünden yıkıldı, canmı cehenneme verdi. O (l4) üç
kişi, ormanın arasında Server’i arrslan gibi gördüler:
-Hay! Ne yapalım, dediler.
Server, (15) ormanm içine dalıp yürüyüverdi. Bir süre sonra belirsiz oldu.
Diğer tarafta bu üç [T710] (l) kişinin ikisi, saçlarmı sakallarını yolarak
Kaydafan’m yanma geldi. Feryat ve figanlar eylediler. <2) Kâfirler:
-Hay! Ne oldu, dediler. Onlar:
-Darısı sultanıma! Dan pehlivan öldü. Ansızın (3> ormanm içinden bir
herif çıkageldi. Elinde demirden yapılmış bir silah vardı. İçine (4) ateş koyup
attı. Fındık ile Dan’ı göğsünden vurdu, öldürdü. Gerisini sultanım bilir, dediler.
(5) Kaydafan:
-Ne saçma sapan konuşuyorsunuz. Tüfek elde mi tutulur, nasıl atılır?
Kaydafan’m canı <6) başına sıçradı. Atmı sürdü, Dan’m yanma geldi.
Gördü ki Dan pehlivanın cesedi, kara dağ gibi (7) döşenmiş. Yerde yatıyor,
ölmüş. Göğsünde akçe kadar bir delik. Sonra sırtından çıkmış. <8) Kaydafan,
onu bu şekilde görünce tacını yere vurup:

Çapar: Karışık renkli, benekli.


-Eyvah! Eyvah, benim emeklerime ve zahmetlerime. (9) Henüz Saltık
gelmeden, Türk cinmieri gelip Dan gibi gürbüz bir pehlivanı yok yere <l0)
öldürdüler. Eyvah! Bizim işimizin sonu, çok kötü bitecek. Mesih ümmeti yerle
bir olacak, (11)dedi.
Gayriihtiyari hay hay edip ağladı, dert ve mihnet ile ciğerini dağladı. (12)
Emretti, Dan’ın cesedini götürdüler. Rus ve Alaman’a iletip gittiler. Kaydafan:

-Bu dağın çevresini kuşatıp arayınız. Belki bir nişan bulursunuz, dedi.
Nikol kâfir, (l4) zağar köpeği gibi arayarak Server’in atının izini buldu.
Dört yüz yiğit ile ardına (15) düştüler. Bir iki tepe aştılar, Server’in ardından
yetiştiler: [T 7 1 1 ](1)
-Bre dur! Kimsin? Dan’ısen m i öldürdün, dediler. Server dönüp onlara:
-Bir milyon (2) rahmanı cin askeriyiz. İslam dinine girdik. Müslümanları
bekliyoruz. İşte beni gönderdiler. <3) Dan’ı ben öldürdüm. Fakat Kaydafan’ı
gelip kardeşim öldürecek. Hele gelin, sizlerin de işini (4) tamam edeyim, dedi.
Nikol, öfkelenip Server’in üzerine atını saldı. Server; o üzerine yürürken
(5) bir tüfek patlattı, kellesini uçurdu. Kâfirler onu gördüler, feryatlar eylediler.
Bir kâfir b ey i(6) daha vardı, Kınas derlerdi. O da at sürdü. Server, onun için de
bir tüfek ateşledi. (7) Başı yerinden kopup darmadağın oldu. Server’in elindeki
kerametten dolayı attığı fındık boşa gitmezdi. Attığı fındık, geri <8) kendinin
eline dolaşırdı. Yabana gidip ziyan olmazdı. Eğer ok dahi atsa, oku geri (9) eline
gelirdi. Server, kâfirleri bu şekilde öldürdü. Geri kalan askerler, hep birlikte (10)
üzerine at saldılar. Server’i ortaya aldılar. Karşıdan gelirken Server (11) onlara
bir tüfek attı. Fındık, kırk sekiz kâfirden geçti, geri eline geldi. Kâfirler, (12)
sonbahar yaprağı gibi yere döküldü. Kalan kâfirler, bu durumu görüp geri
çekildiler. Server, tekrar bir tüfek(13) daha hazır etti. Kâfirler, bunu görünce:
-Hay! Bu can alıcı. Kardeşler! Eksiğimiz, ölmek (l4) değil, deyip
korktular. Durmayıp kaçtılar. Birbirinin ardına bastıkça:
-İmdat! Can alıcı, (15) bizim canımızı almasın, deyip ardlarına bakmadan
Kaydafan’a geldiler.
İki kâfirin ölüsünü [T 7 1 2 ] (1) getirdiler, olanları bir bir anlattılar:
-O, bize dedi ki “Kardeşim gelecek, Kaydafan’ı öldürecek”, (2) dediler.
Kaydafan, bu sözü işitince çok korktu. Veziri:
-Sultanım! (3) En iyisi şudur; kalkalım, tahtımıza gidelim, sessizce
duralım. Şayet Saltık duyarsa gelir, (4> bize bir bela da o olur, dedi. Hemen
dağılıp gidiverdiler, yerli yerine vardılar.
Server, onların döndüğünü işitti. (5) Belgrad’a gitmek üzere yola çıktı.
Rus diyarında bir bey vardı. Ona; Melik Bulgar derlerdi, (6> oraya hükmederdi.
Asker toplamış, Kaydafan’a yardıma geliyordu. Bir yerde oturuyordu. (7)
Server, tesadüfen oraya çıkageldi. Gördü ki Melik Bulgar meydanda durmuş. (8)
Melik Bulgar, Server’i uzaktan gördü. Bir kişiye buyurdu:
-Şu atlıyı tutun,(9) beri getirin, misafire benzer, dedi.
Bu söz üzerine Server’i davet ettiler. Saltık, melikin (l0) yanına geldi.
Melik:
-Kimsin, nereden geliyorsun? Haber ver, dedi. Server:
-Asfer’den (11) geliyorum. Saltık geldi, Dan kâfirini öldürdü. Nikola ve
Kınas’ı da tepeledi, dedi. ( 2) Melik:
-Ne ile öldürdü? Bunca halk ve asker dururken nasıl geldi de onu
tepeledi, dedi. Server:(13)
-Ansızın geldi, keman küre kayasıyla vurdu. Bir yanından girdi, diğer
yanından çıktı, dedi. Melik (14) güldü:
-Bre hey haydut! Bu keman küre kayasım nasıl attı da Dan gibi kara dağa
benzeyen adamı öldürdü? (15) Yalan söyleme, dedi. Server:
-Ben kuluna emret ve bir adamı göster. [T 7 1 3 ](1) Onu şu elindeki keman
ile vurup öldüreyim, gözünle gör, dedi. Melik kahkaha ile gülerek:
-Bana at. (2) Vur göreyim, nasıl atıyorsun? Bu keman küre atmakta,
benim kadar usta olamazsın, dedi.
Keman küreyi(3) Server’e sunuverdi. Server, eline alıp:
-Ya melik! Gafil olma. Sonra (4) bana şöyle ettin, böyle ettin demeyesin,
dedi. Melik:
-Beni vurup öldürme. Sonra sana ne yapacağımı ben bilirim, (5) dedi.
Server:
-Hayrola sultanım, dedi.
Saltık, bir kez haykırıp keman kayasını attı. Melik, sakınıyorum (6) sandı.
Kaya gelip boğazından girdi, öte yanına geçti. Düştü, can verdi. (7) Kâfirler:
-Hay herif! Beyimizi neyledin, deyince Server, hemen eline kılıcını alıp:
-Benim Saltık! (8) Sizi helak ederim. Gözünüzü açın, dedi.
Bu sözden sonra beklemeden kâfirlere girdi, çok sayıda kâfir öldürdü. <9)
Kâfirler, kaçıp dağıldılar.
Server, gizlice Rus iline gitti. Geldi, Baskuri (10> şehrine yaklaştı. Gördü
ki Rus beyinin oğlu dışarı çıkmış, birkaç (ll) arkadaşı ile kuşlara tüfek atardı.
Server, ileri gelip:
-Bunun ile (12) adama da atar mısınız, diye sordu. Onlar gülüştüler:
-Al, şimdi sen adama at da görelim, dediler.
Birini <13) eline sundular. Server, hemen kamışı üfledi. Fındık, içinden
çıktı. Rus melikinin (14) oğlunun gözüne dokundu, gözünü çıkardı. Kâfirler:
-Hey haydut! Ne yaptın? Beyimizi kör <15) ettin, diye çığrıştılar. Server’e
üşüştüler, hücum ettiler.
Server, bir nara atıp:
-Saltık benim, dedi. [T 7 1 4 ](1) Hemen birkaç kâfiri öldürdü.
Sonra oradan ayrıldı, dağ tarafına yönelip yürüdü. Bu haberler, her
çevreye yayıldı. Server, (2) Türkistan’a gitmek üzere yola çıktı. Keykavus’un
mili bina ettiği yer, Elburz Dağı’nın (3) eteğinde Sistan tarafında idi. Oraya yedi
günlük yol kalınca, o kule karşıdan bir dağ gibi <4) göründü.
Raviler şöyle rivayet ederler ki, o mili dört köşe olarak beyaz mermer ile
yapmışlardı. Yüksekliği, dokuz yüz doksan dokuz zira* idi. Duvarın her
tarafının genişliği, yetmiş yedişer (6) zira idi. Kapısı çelikten yapılmıştı. Ayna
gibi parlak ve saf idi. Her tarafı, (7) bir ok atımı yer, ak mermer ile döşenmişti.
(8 )

Server, o binaya hayran kaldı. O mil, (9) minare gibi yapılmıştı. Server, bu
mile nasıl çıkılabileceğini düşündü. Atım sürdü, (l0) o milin kapısına geldi.
Gördü ki kapısı sıkı kilitlenmiş. Kilit eskimiş, üzerine Keyhusrev’in (ll) adı
yazılmış. Kilidin büyüklüğü, bir beşik kadar vardı. Server yürüdü, kilide el (12)
vurdu. Tam bu sırada, karşıdan bir at kişnemesi sesi geldi. Server, o tarafa
baktı. Gördü ki atlılar <13) geliyor. Hemen o dağ gibi milin arkasına geçti.
Atlılar gelip ulaştılar. Meğer bunlar,(l4) Şebşas cazu ve arkadaşları imiş.
Tamamı, yetmiş yedi cazu idi. Atlarından indiler, kapıyı açtılar. (l5) Hep birlikte
içeri girdiler. Server yürüdü, kapıya vardı, içeri girdi. [T715] (l) Gördü ki
büyük bir ev, onun içinde atlar durur. Bir yanında bir mermer kapı. Merdiveni
var, yukarıya (2) gider. Server, o evin içine saklandı. Biraz sonra bir cazu
çıkageldi. Merdivenden indi, (3) gelip milin kapısını içeriden sıkıca kapattı.
Sonra yukarıya çıkıp (4) gidiverdi.
Server, onun ardınca yürüdü. Merdivenden yukarı çıktı. Gördü ki yetmiş
oda birbirinin (5) üzerinde. Server, o mile iki günde çıkabildi. <Ğ) En üstüne dört
hücre yapmışlardı. Her bir hücrede bir pencere vardı. Her biri, bir tarafa
bakıyordu. (7) Server birine girdi, içi silah doluydu. Pencereden aşağı baktı,
yeryüzü (8) bir harman gibi görünüyordu. Oradan kalktı, başka bir hücreye daha
girdi. Gördü ki orada yemekler pişiriliyor. (9) Cazuların birkaçı, orada hizmet
etmekte. Server bir hücreye daha girdi. (10) Gördü ki cazular meclis kurmuş,
içiyorlar.
Şebşas cazu, bir taht üzerinde (11) oturmuştu. Çok yaşlı... Kaşları inmiş,
gözünü örtmüş. Server bir hücreye girdi, (12) gördü ki bir heladır. Geri o
hücrenin kapısına geldi, fırsat gözetti. Biraz sonra <13) Şebşas başım kaldırıp:

Zira: 75-90 cm arasında değişen uzunluk ölçüsü birimi.


-Ey yârenler! Bilmiş olun ki ben Rum’a gidiyorum. Rad’ın (l4) kanım
Saltık’tan alacağım. Bu dünyada cazu bırakmadı. Hepsini kırdı, öcünü aldı.
Yalnız biz kaldık, dedi. <15)
Server, onun söylediklerini işitince istedi ki yürüyüp yanma vara,
kendisini tanıta. Tam o anda Şebşas [T716] (1) yerinden kalkıp helaya gitmek
için ibriği eline aldı, o hücreye gitti. İçeri girip (2> ihtiyacını gördü. Saltık:
-Kimseyi su içerken ve su dökerken incitmek olmaz, dedi.
Biraz daha sabretti. <3) Biraz sonra cazu yerinden kalktı. Server, hemen
yanma vardı. Şebşas:
-Kimsin, diye sordu. (4) Server:
- Rum’a gidip Rad’ın intikamını alacağın Saltık’m kendisiyim. Size (5)
zahmet olmasın, diye kendim geldim, dedi.
Şebşas, hemen sihire başladı. Server; boğazını<6) sıkıca tuttu, yere bastı.
Sonra başım büküp kesti, dışarı çıktı. Diğer cazularm (7) yanma geldi, başı
onlarm ortalarına atıverdi:
-Şebşas’ı öldürdüm. Müslüman olun. Yoksa sizi de hep (8) kırarım, dedi.
Sonra hücre kapısında durdu. Kılıcını eline alıp hücum (9) etti. O
cazularm kırk yedisini tepeledi. Geride kalanlar, kendilerini (10) o milden aşağı
attılar. Helak oldular. Saltık, onlarm malmı ve eşyasmı almadı. (ll) Milden aşağı
indi, onlarm atlarını yabana saldı. Milin kapısını açık bıraktı. (l2> Sonra Elburz
Dağı’na gitmek üzere yola çıktı. Dört ay o dağda gezdi. Gezerken sayısız dağ
adam ı(l3) gördü. Onlar kıllı idi. Ayrıca acayip cazulara rastladı.
Bir süre sonra, o dağdan çıkıp (l4) Harezm diyarma gitti. Oradan
Horasan’a, yöneldi. Horasan’dan Faris geldi. (15) Sonra Tebriz’e geçti. Şehre
ulaştı, orada birkaç gün durup Kirye’ye yöneldi. [T717] (1) Oradan Fırat’a gitti.
Fırat’ı geçip evliya burcu Kayseri’ye ulaştı. (2)
Saltık, Kayseri’de olan velilerle görüştü. Özellikle, Şeyh Abdullah
Malatıyyevî Sultan ile buluştu. <3> Şerif Musli, Seyyid Burhanüddin, Ömer-i
Halvayi, Kerdeciler ahisi, Şeyh Muhammed Biruzi(4) Hayat, Şeyh Şehabüddin-
i Makbul ve Hacı Bayram’ı ayrı ayrı ziyaret etti.
Bunlar içerisinde, Seyyid Şeyh Abdullah’ın (5) ayrı bir yeri vardır. Zira
Timurleng, Rum’a geldiğinde Kayseri şehrine yürüdü. Niyeti (6> şehri
yağmalamaktı. Atmı sürdü. (7) Seyyid Malatıyyavî Sultan’m kabri, yolun
kenarında idi. Türbenin penceresinden Zülfıkar (8) resmi çıktı, yola doğru düz
bir şekilde ateşler çıkararak durdu. Timur, Seyyid’in (9) elinin parmaklarını
kabzada gördü. Onun korkusundan atmdan indi, yaptıklarına tövbe <l0) etti.
Rum’dan ayrılıp Acem e gitti. Onun arkasından Emir Süleyman ibni Bayezid
Han, (II) ordusu ile yetişti. Timur’un ordusunu kırdı. Timur, kaçıp Semerkand’a
gitti. Timur; o savaşta yaralandı,(l2) sonra da geberdi.
Seyyid ve Malatıyyavî Sultan, kalkıp Battal Gazi’nin oğlu Ali’yi <13)
ziyaret ettiler. Server; sonra Zeynelabidin Sultan’ın yanına gitti, misafiri oldu.
Oradan Malatya’ya (l4) gitti. Malatya’da Seyyid Gazi, sultanın evlerini ve
yurtlarını ziyaret (l5) etti.
Oradan dönüp Kırşehri’ne geldi. O şehirde olan velilerle [T718] (l)
buluştu. Fakih Ahmed Sultan vefat etmişti. Varıp kabrini ziyaret etti. Hacı (2)
Bektaş, Ahi Evran, Seyyid Yusuf-ı Kaşgari ve Üryan Toğan ve daha pek çok
veli ile bir araya gelip ( ’ sohbet ettiler.
Server, onlara da veda edip Konya’a (4) geldi. Burada; Mevlana, Şems-i
Tebrizî, Hüsameddin ve diğer ehlullah (5) ile bir araya gelip sohbet ettiler. Bir
nice gün kaldıktan sonra Akyanos şehrine (6) gitti. Varıp Seyyid Mahmud-ı
Hayranî’nin kabrini ziyaret etti.
Raviler şöyle rivayet ederler; (7) Seyyid Mahmud ile Şerif, kabir içinden
söyleştiler. Çok kimse işitti. Yine nakildir; Seyyid (8) Burhaneddin, Şerif
Musli’de okurdu. Şerif Musli öldü. O, (9) yedi yıl boyunca Seyyid
Burhaneddin’e dersini kabrinden anlattı. Erenler ölmezdi, bir yerden (10) bir
yere hemen naklederler.
Server, oradan ayrıldı. Hoca Nasreddin’in evine geldi. K apıyı(il) vurdu.
Hatunu kapının ardına gelip:
-Kimsiniz, dedi. Server:
-Ben Şerif Saltık’ım. <12) Hoca nerededir, diye sordu. Hatun:
-Ya Server! Hoca, Sivrihisar’a ve Karahisar’a (l3) gitti, dedi. Server:
-Oralar, çoğunlukla kâfirdir. Oralarda ne yapacak, diye sordu. Hatun:(l4)
-Sivrihisar’ın musarrıflan haber gönderdiler, “Gelsin, bize biraz akıl <l5)
versin. Biz de diğer iller gibi uslanalım.” demişler. Sonra Karahisar’da olan
Ermeniler, [T719] (l) “Nasreddin, akılsız bir Türktür. Kim görse onun sakalına
güler. Buraya da gelse, biz de (2) gülseydik.” diye haber göndermişler. Oraya
gitti ki vara, onların sakallarına biraz güle, dedi. (3) Server:
-Eyvah! “Bize birkaç nasihat eder” derdim. Bulamadım, dedi. Hatun:
-Eğer kabul edersen ben sana nasihat(4) edeyim, dedi. Server:
-Buyur, dinliyorum, dedi. Hatun:
-Nasihat (5) budur; dünyada fasık*, facir**, fasid*** ile ilgilenme. Yabancı
kişiye, kendini ve (6) malını güvenme. Kadınlarla önemli işler görüşürken
onlara sır verme. (7> Dilinden tövbeyi bırakma. Kendini ne sanırsan her mümini
de öyla san. (8) Allah’tan kork ve Resul’den utan. Ahiret için burada güzel
şeyler yap. (9) Yaramazlardan kaç. Yaramazlık etme. Günahı çok işleme ki

F a s ık : Allah’ın emirlerini tanımayan, günah işleyen, fesatçı, kötülük eden.


F a c i r : Fena huylu, günahkâr, ayyaş, rezil, yalancı, kadına düşkün erkek.
F a sid : Münafık, fesat çıkaran, kötü, fena.
gönlün (l0) kararmasın. Mükaşefe* her zaman sana ayan olursa, sırra vakıf
olursun. Gönlünde (ll) Hakk’ı şahit et, dedi.
Server; bu nasihatleri dünya ahiret bacısından dinledi, (l2) kendinden
geçti. Yüz tane altın atıp gitti.
Nakildir; (13) Server, her yıl Nasreddin’e ve hatununa armağanlar
gönderirdi. Hoca ve hatunu da ona dualar (14) gönderirdi. Server, bir yıl
armağan göndermedi. Onlar da duaname göndermediler. (15) Server, tekrar
hediye gönderdi:
-Bizimle dostluk böyle mi olur, dedi. Gelen adama, Hoca: [T 7 2 0 ](l)
-Beyim! Siz bilmez misiniz? Meşhur atasözüdür, “Boş torba ile at
tutılmaz.” Erenler yanında (2) hatadır. Gelen adam:
-Bir dua eyle, sizlere bir mut** buğday getireyim, dedi. H oca:(3)
-Bir kile olsun, hemen hazır olsun. Erenler; duayı hazıra ederler, gayibe
İlahî okurlar.(4) Veresiye dua olmaz, dedi.
O şahıs gitti, buğdayı alıp geldi. Hoca, dualar <3) eyledi. O kişinin malı
öyle çoğaldı ki rızkının hesabını bilmezdi. Biz yine Server (6) hikâyesine
gelelim.
Seyyid Saltık oradan ayrıldı, Sultan Taptuk hazretini görmeyi arzuladı. <7>
Hiç görmemişti. Yaklaşınca onu gördü, Sultan Taptuk karşılamaya <8) geldi.
Dervişleri ile görüştüler. Zaviyeye geldiler, orada misafir ettiler. Ziyafetler <9)
verildi, sohbetler edildi. Karaca Ahmed, Piri Ahmed Sultan ve Yar Ahmed
Sultan da geldi. Sohbetler oldu, (l0) vaaz ve nasihatler verildi. Zevk ve safa
içinde oturdular ve sema ettiler. Saltık, yirmi dört gün orada oturdu.
Sonunda (ll> onlara veda etti, Sinop’a gitmek üzere yola çıktı. Yürürken
karşıdan ansızın bir sancak peyda (l2) oldu. Yaklaşınca gördü ki Aydın oğlu
Ömer’dir. Yedi yüz otuz yiğit ile (l3) gelmekte. Server, atın başını çekip durdu.
Geldiler. Onlardan birisi, ileri gelip Server’e : <l4)
-Kimsin, diye sordu.
Server daha cevap vermeden onu tanıdı. Atını sürdü, varıp (15) Ömer’e
bildirdi. Gazi Ömer atından indi, gelip Server’in elini ve ayağını öptü. [T721]
(1) Server; Ömer’i atma bindirdi, yanına aldı:
-Ciğerimin köşesi! Kâfirleri kırdm. Şimdi nereye (2) gidiyorsun, dedi.
Ömer:
-Baba sultan! Bilmiş ol, kardeşim Osman kulcağızınız (3) Harcınevan’da
yani Amasya’da gaza edermiş. Üstüne, Harcmevan kâfirleri gelirmiş. Ona
yardıma (4) gidiyordum. İşte size rast geldik, dedi. Server:

M ükaşefe: Hakikat ehline Allah’ın sırlarının görünmesi, kendileri Allah nuru gprmeleri.
Mud/mut: Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçeği.
-Harcınevan kâfirlerinin Osman’ın (5) üzerine gelmesine sebep nedir,
dedi. Ömer Gazi:
-Sultanım! Şöyle duyduk. <6) Osman bir kilise basıp orada bulunan bir
kâfir kızını almış. Kız, bu lainin oğlunun gelini imiş. (7) Bundan dolayı asker
toplamış, gelir imiş. Sinop beyi Ali Bey de yardıma (8> geliyor, dedi. Server:
-Yüzünüz ak olsun. Dinimizin emrettiği gibi birbirinize (9) yardımcı
oluyorsunuz. Her nerede ittifak olursa orada her iş kolay olur. Ben bunu
gördükten sonra ölürsem <10) de gam değil. Sizin gibi gaziler eksik olmasın,
hem olmaz da, dedi.
Oradan atlarını sürdüler, Harcınevan’a yani Amasya’ya (ll) gittiler.
Osman Gazi Alp; Ali Bey, Sinop halkı ve askeri ile çıkageldi. <l2) Atlarından
indiler, gelip Seyyid’in elini öptüler. Ömer ile görüştüler. Tekrar atlarına binip
(l3) biraz yer gittiler, konakladılar. Üç gün orada durdular. Bir ara, “Kâfirler
geldiler, yetiştiler!” (14) diye haber geldi.
Osman’ın yanında dört bin gazi vardı. Ali Bey’in de dört binden (15) fazla
adamı bulunuyordu. Sinop erenleri, beyler ve Müslümanlar arkadan geldiler.
Hazır durdular. [T722] (l) Küffar askeri de çıkagelip kondu. Harcınevan yani
Amasya beyine kızıl atlastan otağ kurdular. <2) O gün cenk etmediler. Server:
-Benim burada olduğumu duyurmayın. Görelim, size <3) ne
yapabiliyorlar? Eğer benim burada olduğumu duyarlarsa durmazlar, kaçarlar,
dedi.
Kâfirler kalktılar, <4) meydanı açtılar. Server, o gün yüzünü örtü ile
kapattı. Kâfirler, onu görürdü:
-Acaba bu kim ki, (5) derlerdi.
Meydana Gazi Ömer girip gösteri yaptı, er diledi. Bir kâfir girdi Osman
(6) onu öldürdü. Bir daha girdi, onu da öldürdü. Sözün kısası o gün Osman,
altmış kâfir (7) öldürdü. Diğer kâfirler, hep birlikte atlarını tepdiler.
Müslümanlar da hep birlikte yürüdüler. îki ordu birbirine karıştı. (8) Çok
şiddetli bir savaş oldu. Osman, meşhur kâfirlerden sekizini öldürdü. Her biri,
bir sancak (9) beyi idi. Başlarını, Server’in atının ayağına yuvarladı. Server,
atından indi. (l0) Başları, Osman’ın atının ayağına geri yuvarladı. İki gözünden
öptü. Sonra bir kez nara atıp:
-Benim (ll) Saltık Gazi ey kâfirler, dedi.
Kâfirler, Server’in sesini işitince:
-Saltık burada imiş, (12) kaçalım, deyip her biri bir yere dağıldı.
Server’e kılıç çekmeye hacet olmadı. Çok miktarda mal, rızık, <l3) eşya
kaldı. Gaziler ganimet ettiler. Server, o kızıl atlastan otağı Osman’a (14) verdi.
Gümüşten yapılmış bir de taht hediye etti. Ömer Gazi’ye de atlar, elbiseler ve
cübbeler (l5) verdi. Ayrıca çok mal bağışladı, sırtını okşadı. Onları; hürmet ve
mutlulukla [T723] (l) geri yerlerine gönderdi. Kendisi diğer gazilere bol
miktarda mal verdi. Ayrıca şehirde olan (2) fukaraya, yetime, miskinlere, dullara
ve hastalara nasip dağıttı. Dörtte birini sultana ayırıp gönderdi. <3)
Sonra oradan göçtüler. Sinop’a geldiler, kondular. Hare ine van yani
Amasya’dan elçi gelip hediye (4) ve armağan getirdi. Seyyid, kabul etmedi:
-Git, Osman’a ilet. Beyimiz odur. Sizinle o barış yapsın, (5) dedi.
Kâfirler, varıp Osman’ın kapısında durdular. Saltık’ın bunu yapmasının
sebebi şu idi; Osman’a, Saltık’ın <6 sağlığında itaat etsinler. Gaziler, kendilerine
onu baş edinip uysunlar. Saltık, bu durumu Ali Bey’e sıkı sıkı tembih etti: (7)
-Osman’a itaat et! Devletin başı o ve onun evladıdır, dedi. <8)
Kâfirler ile Osman, üç yıllığına barış yaptılar. Osman’a haraç vermeye
razı oldular. Elçi gitti. Server, Osman’ı kırk gün bırakmadı. Osman’ın bir
oğlu, on dört yaşma geldi. Seyyid Balı kızından <10) olup Şerif idi. Seyyid’in
ayakkabısını tutardı, izzet ederdi. Seyyid, ona dua etti: (ll)
-Evladın aziz olsun! Onların ayakkabılarını da ulu hanlar tutsunlar, dedi.
Onun adı, Orhan (l2) idi. Server dönüp:
-Ya Osman! Hak teala sana, senin nesline ve asima padişahlık (l3) nasip
edecektir. Nesline vasiyetim olsun ki emirlerinizde adalet ve doğruluğa dikkat
edin. Cömertlik ve iyilik (l4) yapın. Doğru yola tâbi olun. Halkı hoş tutun,
zulmetmeyin. Kadıların (l5) gayrimeşru işlerine vakıf ve kaşif olun. Fesada yüz
vermeyin, deyip [T724] (l) çok nasihatler etti. Osman’a dua eyleyip izin verdi,
makamma gönderdi.
Oradan Rum iline <2)geçti. Zaviyesine varıp oturdu, ibadet ve taat ile
meşgul oldu. Sultan <3)Alaeddin, o yıl hazırlık yapıp düşmanı gözetiyordu.
SEKİZİNCİ BÖLÜM

BAKIR GEMİ (4) VE DENİZDEKİ SİHİR

Raviler şöyle rivayet ederler; bir gün Şerif Sarı Saltık, (5) Tuna kenarında
Baba’da dinleniyordu. Tuna üzerine seccadesin bırakıp üzerinde gezerdi. Bir
gün <6) gelip o zaviyede oturdu. Köle Yusuf, Şerifin hizmetinde idi. <7)
Seyyid’in iç sıkıntısı vardı:
-Bir hikâye anlatın. Yerinizden ve gördüğünüzden (8> söyleyin,
dinleyelim. Belki gönlümüz rahatlar, seviniriz, iç sıkıntımız gider, dedi.
Her kişi ve her gazi, bildiğinden (9) biraz hikâye anlattı. Dinlediler.
Sonunda Köle Yusuf:
-Serverler, gaziler! Ben bir garip nesne (10) gördüm. Seyyid Şerif hazretini
ararken kâfirler beni tuttular. Ondan önce bakır bir gemiye (1 rastladık. Baktık
ki o gemi, dosdoğru bizim üstümüze gelmekte. Kaçtık, bir kenara düştük. <12) O
vakit bezirgânlar bize, “Eğer kenara çıkmasaydık, yüzümüzü yere koyup
yatardık. (13) Hiç konuşmazdık. Gelirlerdi, bizim gemimizin içine gerirlerdi,
bize kulak verirlerdi. Hiç kimse kıpırdamaz ise <14) ‘Bunlar ölmüşler.’ deyip
giderlerdi. Eğer içimizden birimiz konuşursa (l5) gemiyi batırırlardı, sonra da
giderlerdi.” dediler. Bazıları da şöyle anlatır, “Yedi parça gemidirler. Yılda bir
çıkarlar, [T725] (1) on gün gezerler. Denizde buldukları gemiyi batırır, giderler.
Kış içinde, zemheride yürürler. (2) Bir acayip hâldir. Onların kim ve ne
olduğunu kimse bilmez. Her yıl böyledir.”
Şerif, bunu dinleyince merak etmeye (3) başladı:
-Acaba onu görmek istesek nasıl görürüz, dedi. Köle Yusuf:
-Sultanım! Yılda <4) üç ay, şiddetli kışta yürürler. Buldukları gemiyi
batırırlar, dedi.
Şerif, hemen yerinden kalktı. Gemiye binip <5) Tuna’dan Karadeniz’e
çıktılar. Sinop’a gittiler. Sinop’tan ayrılıp Antalya’ya gitmek üzere yürüdüler.
Şerif, Antalya şehrine ulaştı. Bu şehir, bir kale olup deniz kenarında idi.
Mısır’a, (7) Trablus’a ve İskenderiyye’ye oradan gidilirdi. İskele idi. Karşısında
bir hisar vardı. Adına, Bersan (8) derlerdi. Çok sarp idi. Sarplığından dolayı
orayı Sultan Alaeddin alamamış, çaresiz kalmış, (9) bırakıp gitmişti. Server, o
şehre ulaşınca gördü ki Müslümanlar kale kapısını bekleyip dururlar. (10) Şerif:
-Durum nedir, diye sordu. Bekçiler:
-Bersan kavmi toplandı, burayı yağmalamaya gelecekler. (ll) Biz de hazır
olduk, bekliyoruz, dediler.
Şerif, onlardan bu sözü dinledi. Köle Yusuf, (12) Hüsrev ve Sad adlı bir
kul yanında idi. Onları bekçilerin yanına bırakıp:
-Sizler burada (13) durun, dedi.
Kendisi oradan çıkıp Bersan Kalesi’den tarafa doğru yöneldi. Kaleye
yaklaşınca (14) gördü ki bir bölük kâfir atlanmış, bekliyor. Şerif; onların tarafına
doğru yöneldi, iyice yaklaştı: (I5)
-Nereye gidiyorsunuz, diye sordu. Onlar, Şerifi görünce:
-Sen kimsin, diye sordular. Şerif:
-İstanbul’dan [T726] (1) geliyorum. Bir rahibim. Size vaaz ve nasihat
etmeye geldim. Belki bir faydası olur, diye düşünmüştüm. Fakat (2) siz
çıkmışsınız, gidiyorsunuz, dedi. Onlar:
-Var, sen şehre yetiş. Biz de şuraya varıp Türkleri avlayıp (3) çabucak
gelelim, dediler.
Şerif, kaleye doğru geldi. Gördü ki kalede kadın ve (4) çocuklar kalmış.
Şerif içeri girdi:
-Kimsin, dediler. Şerif:
-Size söyleyeyim, bilin, dedi.
Kalenin (5) iki kapısı vardı, birini kâfirler taş ile doldurmuşlardı. Orada
birisi (Ğ) kadın ve çocukları beklerdi. Şerif oradan içeri girdi, o kapıya kilidi
vurdu. Bir burca (7) çıkıp:
-Ey kale halkı! İyice bilin ki ben Saltık’ım. Sakin olun, yoksa sizi hep
kırarım, (8> dedi.
Kadınlar ve çocuklar, korkularından kıpırdayamadılar. Birazdan o
kâfirler kaçarak geldiler. Ardlarından Müslümanlar (9)yetiştiler:
-İmdat! Bize kapıyı açın, dediler. Yukarıdan kadınlar:
-Biz size kapı açamayız. (l0) Zira Saltık gelip hisara girdi, kapıyı kapattı.
Şimdi kapının üzerindeki burçta <n) oturuyor, dediler.
Kâfirler, bunu işitince başlarından şapkalarını çıkarıp yere vurdular. (l2>
Feryat ettiler. Müslümanlar yetişti, kâfirleri kırdılar. Kimini esir ettiler. Şerif,
(l3> kaleden dışarı geldi. Kalede bulunan mal ve eşyayı ganimet alıp Şerife
dualar (I4) ettiler. Şerif, onlarla birlikte geri Antalya’ya geldi.
Şerif, oradan bir gemiye binip denize (l5) çıktı. Ahi Frengî Sultan; o vakit
gelmiş, Antalya şehrinde vefat etmişti. [T727] Şerif, onu rüyasında gördü:
-Ya Server! Gel, benim üzerimi temizle, ondan sonra git, dedi.
Saltık bu rüyayı görünce (2) ansızın bir yel çıktı, gemiyi alıp gitti.
Birazdan karşıdan bir kale göründü. (3) Müslümanlar feryat ettiler:
-Hey! Bu kale, kâfirin kalesidir. İmdat, diye çağrıştılar. Server:(4)
-Hey Müslümanlar! Sakin olun. Hikmet, Hakk’ındır, dedi.
Müslümanlar, Saltık’ın bu sözü üzerine sakinleştiler. Gemi o kaleye
vardı.(5) Kâfirler, onları gördüler fakat top atmadılar:
-Siz kimsiniz, dediler. Şerif yerinden kalkıp: (6)
-Bu kalenin ismi nedir, bize haber verin, dedi. Kâfirler, kalenin ismini
söylediler. Şerif:<7)
-Ey kâfirler! Şimdi gidin, beyinize deyin ki Sarı Saltık geldi. Nimet, <8)
mal ve haraç ister, dedi.
Kâfirler, beylerinin yanma çıktılar. Durumu anlattılar. O bey, Şerifin
yiğitliğini <9) ve yürekliliğini işitmişti. Hemen kalktı, mal ve nimet alıp toplayıp
deniz kenarma geldi. Şerifin <l0) elini öptü, hediyelerini arz etti. Üç gün orada
durdular. Dördüncü gün gemiye bindiler, <H) sürdüler.
Oradan Adalya şehri tarafında olan Alaiyye hisarına çıktılar, kondular. O
gece (12) Şerif, Ahi Frengî Sultan’ı tekrar düşünde gördü. Seyyid’e:
-Ya Server! Gel, benim üzerimi <l3) mamur eyle, ondan sonra git.
Erenlerin isteğini, yine eren başarır, dedi.
Şerif uyandı, kalkıp (14) Antalya’ya geldi. Emretti, Ahi Frengî’nin üzerine
türbe, bir çardak ve m escit(l5) yaptılar.
Raviler burada rivayet ederler; Sultan Alaeddin Antalya’da, şimdi ona
Adalya derler, [T728] (l) otururdu. Gaza ederdi. Derviş taifesini hiç sevmezdi,
“Ehl-i bidattir.” derdi. Nerede derviş (2) bulsa tutardı, azaplar ederdi. Bağ
belletirdi, hendek kazdırırdı ve ırgatlık ettirirdi. (3) O zamanlarda Seyyid
Cemaleddin-i Kalender Arabistan’ın Dimyat şehrinde, bir zaviye ve bir tekke
yapıp (4) oturmuştu. O diyarın halkı, ona itikat etmişlerdi. Ebü’l-Feth adlı bir
aziz vardı, ona <5) hizmet ederdi. O dünyasını değiştirip giderken bu Cemal,
Acem’den gelmişti. Orada zaviye kurup (6) durdu. O diyara Frenk’ten düşman
gelmişti, çok zahmet verirdi. Seyyid Cemal, (7) gayet güzel bir kişiydi. Bir Arap
kadını, onu sevmişti. Daima yanma gelip: (8)
-Ey güzel suretli Seyyid! Seni candan severim. Seni şu güzel kara
sakalından dolayı <9) severim, dedi.
Seyyid’e sürekli iyilik ederdi. O vakit sultan, Frengistan’a casuslar
salmak isterdi. (l0) Seyyid, sürekli sultanm huzuruna gelirdi. Sultan o zaman
Dimyad şehrinde idi. Seyyid, sultana (ll) giderken o kadın tekrar Seyyid’in
önüne çıktı. Sihir yaptı, ağlayıp sızladı. Seyyid, halktan (l2) utanıp bir tenha
sokağa gitti. Kadın, Seyyid Cemal’in ardmca gitti. Seyyid döndü, (l3) kadmı
görünce:
-Bre hatun! Benden ne istersin, dedi. Kadın:
-Senin kaşın, (l4) kirpiğin ve sakalını görmek; onu tutmak ve yüzüme
sürmek istiyorum, dedi.
Seyyid Cemal, öfkelenip (15) mübarek eliyle bir kez yüzün sığadı. Kaşı,
kirpiği ve sakalının tamamı eline geldi: [T729] (l)
-Hey hatun! Eğer isteğin bu ise bu ise al, deyip üstüne attı.
Hatun onun yüzüne baktı,(2) onu kalender gördü:
-Hey ne abes oldun, deyip gitti.
Seyyid, bu hâliyle sultanın huzuruna (3) geldi. Sultan, Seyyid’i öyle
görünce:
-Bu saç ve sakalını niçin kestin, diye sordu. Seyyid utandığından: <4)
-İstiyorum ki beni Frengistan’a casusluğa gönderesin. Gideyim, sana
haber getireyim. Onun için kestim, dedi. <5) Sultan, Seyyid’e:
-Size casusluk uygun değildir, gerek yoktur, dedi.
Frenk’te sakal ve kaş olmazdı. (6) Casuslar tıraş olup giderdi. Seyyid:
-Yok, bu görevi sizden istiyorum. Bana izin veriniz, dedi. (7)
İzin verdiler. Çıkıp Frengistan’a vardı. Orada gezip Müslümanlar için
sahih haber aldı, geri gelip gemiye bindi. Gemide kâfirler; Seyyid’in
kerametini görüp imana geldiler, ona mürit oldular. (9) Seyyid, sultana gelip
haber getirdi. Bir Furuce suretinde giyinirdi. <l0) Frengistan’da giyip gezdiği
kıyafet idi. Gelince onu terk etti, gelip zaviyesinde oturdu. (ll)
O kadın, geri gelip Seyyid’i gözetti. Seyyid, kadını görünce çok incindi.
Vardı; (l2) sakalını, kaşını ve kirpiğini kazıttı. Kadın, bunu öyle görünce (l3>
kaçardı. Müritleri de Seyyid gibi ederlerdi.
Başkaları onun müridlerini görünce, “Bunlar bidatlerdir ve hem kâfirlerin
(l4) elbiselerini giyerdi.” diye suçlarlardı.Seyyid, o elbiseyi giyerdi ki o
kadın kaçıp gitsin, der idi. Dimyat’ta oturmuştu. Bir gün birkaç müridi gelip
Rum’a [T730] (l) geçti, Antalya şehrineçıktılar. Sultan Alaeddin; onları t
üç yıl hendek kazdırdı, (2> kale yaptırdı.Dervişlerini sevmezdi. Sonunda
dervişler, feryat edip ağlaştılar. Bir gün Frengistan’dan (3) bir Frenk bezirgânı
geldi, bu kalenderleri kendi elbiseleriyle gördü. Kendilerinden sandı, gelip <4)
söyleşti. Bunlar, ona hâllerini anlattılar. O Frenk bunlara acıdı:
-Ben gideyim, sizin halinizi <5>şeyhinize diyeyim, dedi.
Meğer o Frenk, gizlice din tutardı. Antalya’dan sefer edip Dimyat’a gitti.
(6> Varıp şeyhe dervişlerin hâlini anlattı. Seyyid, o Frenk’e dua etti. <7) Alıp
mürit edindi, İslamını öğretti. O, Seyyid hizmetine <8) bel bağladı. Üç ayda ona
velayet zahir oldu. Seyyid Cemal ona, Ahi Frengî adını verdi. Yani Frenk
kardeşim, dedi. Bir gün ona:
-Kalk, seccadeciğini denize bırak, üstünde ibadet et. <l0) Sana verdiğim bu
yazılı kâğıdı Sultan Alaeddin’e ver. Fakat denizden dışarı çıkma. (ll) Eğer
çıkarsan son menzilin ahirettir, dedi.
Ahi kabul etti Asasını aldı, seccadesinin üzere (12) oturup ibadet ederek
geldi. Antalya’nın deniz kapısına çıktı. Halk (l3) gördü ki bir kişi denize
batmaz, bir asa elinde ve bir levha yanında gelir. Karşıladılar. Halk, ona (14)
izzetler etti. Bu arada sultana haber verdiler. Sultan, kendisi deniz kenarına
geldi. Ahi Frenk’in elindeki o lI5) levhayı gördü. Levhada şöyle yazıyoru: “£ /
mülkii li ’llâhi” * Sultan, ona sordu:
-Nereden geliyorsun? Ahi Frenk:
-Seyyid [T731] (l) Cemal’in yanında geliyorum. Bu dervişleri incitme.
Bu mülk, Allah’ındır ve kul da Allah’ındır. Senin ortada (2) ne hükmün var?
İslam dininin kurallarını yerine getir, dedi.
Sultan, tövbe edip dervişleri (3) serbest bıraktı. Ahi Frengi, o asa ile yazı
levhasını sultanın kapısının üzerine resmetti. Sultan: (4)
-Ben bunları azat ettim, gel dışarı çık, dedi. Ahi Frenk:
-Çıkmam, geri Seyyid’in yanına döneceğim, dedi. Bir (5) derviş:
-Ya Server! Bizim yâranlarımızdan İstanbul’da da tutsak kimseler var.
Hem de kâfir (6) elinde, ona da çare bul. Özellikle biri kardeşimdir, deyip
ağladı.
Server Ahi, seccadeyi oradan dönderip <7) denizden doğru İslambol’a
geldi. Kâfirler onu gördüler, Ahi’yi karşılamaya geldiler. Ahi kenarda (8> durdu,
o kâfirlere:
- Beyinize gidip söyleyin, gelsin, dedi. Onlar:
-Sen kimsin, diye sordular. Ahi: (9)
-Beyinize söyleyeceğim, dedi.
Kâfirler şaşırdılar, gelip İstefan’a haber verdiler. O bey, atına binip
Samediyye’nin ( oğlu ile kapıya geldi. Ahi Frenk’i gördüler, kendine sorup
öğrendiler. Ahi:
-Ya İstefan! (ll) Allahuteala’dan kork. Bu ümmet-i Muhammed, Allah’ın
makbul kullarıdır. Allahuteala birdir, derler. Her kim <12) bunlara zulmederse,
Allahuteala onları kahreder. Zira Tanrı’nın bir adı, Vahit’tir. Bir adı,
Kahhar’dır. (I3) Vahidü’l-Kahhar’dır.
İstefan bu sözleri işitince çok korktu, dervişleri azat <14) etti. Kapı üzerine
El-Vahidü’l-Kahhar’ı, Arabî hattıyla yazdılar. 0 ) Nişan koydular. Halkın bir
kısmı, Ahi Frenk’e itikat etti. Ahi, onlara tatb [T732] (1) dil edip gitti. Zira Ahi,
kalenderler suretinde idi. Frenk’e benzemesinden dolayı onu sevdiler, (2) “Bu
bizdendir.” dediler. Sultan Alaeddin’e geldiğini de işittiler. Vardılar, Seyyid
Cemal’e itikat <3) ettiler. Sadakalar ve mallar gönderdiler, “Bizim kıyafetimizi
giyen bizdendir.” derlerdi.

“Bütün mülkler, Allah ’ındır.”


Ahi oradan ayrıldı, (4) Antalya şehrine geri geldi. O dervişe, “Kardeşin
kurtuldu.” diye haber vermek istedi. ( * Sultan onu karşılamaya geldi, çok ısrar
edip Server’i dışarı çıkardı:
-Gel, misafirimiz ol, yine gidersin, <6) dedi.
Ahi çıktı, şehre fazla girmedi, kaldı. Kırk gün sonra da öldü. Onu kale
kapısının içinde defnettiler. <8)
Şerif, onun mezarını onardı. Daha sonra gemiye binip geri denize açıldı.
Bir kaleye yaklaştılar. <9) Kaleye, Ratos derlerdi. Server, doğru o adaya gitti.
Yaklaşınca kalede (10) bulunan kâfirler; toplar ve tüfekler attılar, burca çıktılar.
Şerif, hemen gemiyi limana sürdü. (11) Limana zincir germişler idi. Server,
kaptana emretti. Gemiyi zincirin üstünden sıçrattılar, <12) içeri limana girdiler.
Kalenin kenarına eriştiler. Server, kenarda yatan bir direk gördü. Sıkıca
kavrayıp (l3) getirdi, kâfirler bakarken eliyle havaya attı. İndi, bir burca
dokundu. (l4) Bir burç arası, baştan başa harap oldu. Kâfirler, korkmaya başladı.
<l5) Hemen burçtan aşağı indiler. Kefenlerini boyunlarına takıp geldiler,
bağışlanmalarını dilediler. Şerif, onları [T733] (l) bağışladı. Onlardan haraç
aldılar, yürümeye devam ettiler.
Kırdan adasına geldiler. Oradan Sakız’a gittiler, (2) karaya çıktılar. O ada
halkı, karşılamaya gelip hürmet etti. Nimet getirdiler, konuk ettiler. Kalkıp (3)
Kıbriz’e hareket ettiler. Geldiler, Kıbriz’e ulaştılar. O ada halkının beyi,
Seyyid’i hoşgördü. Birkaç (4) gün orda dinlendi. Kıbriz’den ayrıldılar, Girit
Adası’na ulaştılar. Girit halkının beyi de izzetler ve (5> hürmetler etti. Mal ve
nimet getirdiler. Girit’ten de ayrıldılar, bir süre denizde gezdiler.
Şerifin muradı, (6) bakırdan gemiye rast gelmekti. Kış geldi, hava
soğudu. (7) Denizin dalgalan ve fırtınaları yükseldi, tehlike ortaya çıktı. (8)
Kaptan, Şerife:
-Server! Vakit geldi. Bundan sonra deniz rüzgârı çok (9) olur. Batma
tehlikesi vardır, dedi. Şerif:
-Trablus’a gidelim, dedi.
Oradan (l0) Trablus’a yöneldiler. Elli mil yer kaldı, ansızın karşıdan bir
gemi peyda oldu. (ll) Yusuf:
-Müjdeler olsun Server! İşte o bakır gemi, budur. Geliyor, dedi. Şerif: (l2)
-Yüz üstü yatın, asla konuşmayın, dedi.
Öyle yaptılar, yattılar. Gemi gelip yaklaştı. (13) Şerifin gemisine çıkıp
içeri girdiler. O yatan adamlara el vurdular, “Bunlar (l ’ ölmüş mü, uyuyorlar
mı, akılları mı gitmiş? Bunlara boğulmak yoktur.” (15) dediler. Geri gemilerine
döndüler.
Tam gidecekler idi. Şerif hemen yerinden kalktı, [T734] (l) hiç
konuşmadı. Kendini o gemiye attı, dua okuyup kılıcını eline alıp gitti. (2) İleri
yürüdü, birinin başını tutup çaldı. O şahıs elinden çıkıp gidiverdi. Fakat (3)
kılıcın ucu, yüzüne dokundu. Kan akmaya başladı. Diğerleri onu gördü. Şerif,
hiç konuşmadan ileri <4) geldi:
-Kimsin? Bize haber ver, dediler. Şerif bir nara atıp:
-Benim Saltık! Ama siz hangi taifedensiniz? (5) Bu denizin içinde doksan
gün bu vakitlerde niçin fesat çıkarıp yürüyorsunuz, dedi.
O nlar,(6) kırk bir kişi idi. İleri gelip:
-Ya Server! Biz cinnıleriz. Benim adım, Sahib’dir. <7) Bizim işimiz,
budur. Eceli gelen kimse bize rastlar, helak olur. Zira denizde vakitsiz sefer <8)
etmek, açgözlülüktür. Allah’ın emri olmadan hareket etmeyiz, dedi. Şerif:
-Gerçek söylediğinizi nereden bilelim, dedi. (9) Cinnî:
-Eğer yalan konuşuyorsak bizi hep kır. Şerif bir kez çağırdı:
-Ya denizin maliki, dedi. (l0)
Malik, kavmiyle dışarı geldi. Seyyid, ona:
-Nedir bunlar, ya malik? Bana haber ver, dedi. Malik: (ll)
-Ya Server! Bu gemi büyülüdür, fakat Allah’ın izniyle gezer, dedi.
Server onlarla konuşurken o (l2) gemi; rüzgârın kuvvetiyle gitti, belirsiz
oldu. Gemi halkı, Trablus’a çıktı. Üzüldüler. <13) Şeriften haber alamadılar.
Kışı orada geçirdiler. “Şeriften nasıl haber alırız?” diye <l4) sorarlardı. Diğer
tarafta Şerif, gördü ki gemi kayboldu. O cinnîlere:
-Beni alın, <15) karaya çıkarın, dedi.
Şerifi Tımyat’a getirdiler. Server:
-Beni niçin Trablus’a [T 7 3 5 ](l) çıkarmadınız, diye sordu. Onlar:
-Yel hangi tarafa eserse o tarafa gideriz. Bize buyruk odur. Görmez <2)
misin, yel bu tarafa eser. Hem bizim elimizden senden başka kimse kurtulamaz.
Sana Tanrı hidayet (3) etmiştir. Eğer aklına zerre kadar gurur gelse, seni de
helak ederdik.
Şerif bu sözü (4) işitti, kendine nasihat bildi. O kavme veda etti. Sonra
Seyyid Cemal tekkesinden <5) yana revane olup gitti.
O camiye ulaştı. Ebii’l-Feth orada yatıyordu,(6) gelip ziyaret etti. Oturdu,
orada konakladı. Cuma günü gelince Seyyid Cemal ile ulu (7) camide namaz
kıldılar. Şerif kalktı, hutbe okudu. Sonra kendisini <8) tanıttı. Halk gelip Şerif e
hürmet etti. Seyyid Cemal ileri geldi, görüşmek istedi. <9> Şerif, ona elini
vermedi. Seyyid Cemal:
-Niçin bize böyle edersin? Sebep nedir, diye sordu. Şerif: (10)
-Bilmez misin ki ehl-i bidat*, ehl-i reddir. Hazret-i Hak; kaş ve kirpiği
insanoğullarına özellikle (ll) rahmet vermiştir. Hak tealanın rahmetinin

Bidat: Peygamber zamanından sonra elinde meydana çıkan şey.


nişanıdır. Bütün organlar, insanoğullarının günahına <l2) şehadet ederler. Kaş ve
kirpik, merhamet ederek şefaatçi olacak. <l3) Şeytanın kaşı ve kirpiği döküldü.
Rahmetten mahrum olduğu için, onun rahmet alametleri (l4> gitti. Hem üç
nesne, müminlere farz olmuştur. Onları (l5) kasıtlı olarak terk edenler, asi
olurlar. Bunların ilki, beş vakit namazdır. Diğeri [T736] (l> oruç; bir diğeri de
gusül ile abdest alma, temizlenmedir. Senin dervişlerin, bu emirlere <2) muhalif
vaaz ederler. Sen de muhalif vaaz edersin. Sana uyanlar, emir ve yasakları(3)
inkâr etseler doğru olur mu, dedi. Seyyid Cemal Muhammed:
-Doğru diyorsun, fakat benim özrüm (4) var. Bu bidat ile zinadan
kurtuldum, deyip durumu anlattı. Şerif:
-Dinin kurallarına göre <5) bu konulara niçin sınırlama getirmiyorlar?
Senin üzerinden bir kadını defedemediler mi? Burada dinin kuralları
uygulanmıyor m u ,<6) dedi.
Seyyid, bütün dervişlere tövbe ettirip bidatleri giderdi. Namaz buyurdu,
(7) dervişlere namaz kılmayı emretti. Dervişlerin tamamı; Seyyid’in yanından
kaçıp dağıldılar, gittiler. Şerif, (8) Seyyid’in yanında birkaç gün durdu. Bir gün,
bir kişi Seyyid Cemal ve Şerifin huzuruna geldi. <9) Bir kadım saçından çeke
çeke getirdi. Bir yiğidi de birlikte bağlamış. Seyyid Cemal dönüp: (l0)
-Ya Şerif! Siz buyrun. Bu kişi benim müridimdir. Kadını, bu er ile
yakalamışlar, dedi. Şerif, o (ll) gelen kişiye:
-Bu tuttuğun yiğit nerede oturur, diye sordu. O kişi:
-Bu yiğit, benim komşumdur, dedi. <l2) Şerif:
-Doğru söyleyin, birbirinizle nerede buluştunuz, dedi. Onlar:
-İkimizin evinin (13) arasında bizim bir komşu kapısı vardı, orada
buluştuk, dediler. Şerif:<l4)
-Ya melun! Sen kendin zinaya rıza verdin, namahrem kapısını açtın.
Şunu iyi bil ki <l5) komşu kapısını Medine’de münafıklar açtılar. Birbirine varıp
nifak ederlerdi*, kadınları da [T737] (1) zina ederlerdi. Hazret-i Cebrail ile vahiy
olundu, kapıları sağlamlaştırdılar. Her kim bir kapıyı açarsa münafıklardan (2)
olur, kadını da zina edici olur. Sen bunlara zulmetmişsin, zina kapısını
açmışsın. Seni öldürmek (3) gerek. Gidiliğe rıza vermişsin, deyip o ere
hışmetti:
-Bütün malım ve karını al, bir daha (4) bunun gibi bir iş yapma, dedi.
O yiğide yüz değnek vurdu. Soma da fetva verdi:
-Hangi kişinin komşu <5) kapısı varsa, gidiliğe rıza vermiştir. Onu taş ile
tepeleyin. İbni Mesud’dan nakildir; <6) bir gün Fahr-i Alem, Ali-i Murtaza, Sad
ve ben, bir yere gidiyorduk. Bir kişi hurma silkerdi. Resul <7) hazreti buyurdu

N ifak e t-: Münafıklık yapmak, ara bormak.


G id ilik : Pezevenklik.
ki, “Ya Ali! Şu kişiyi öldür, acıma.” dedi. Ali, (8)o ere bir taş vurdu, helak etti.
Üstüne nur indi, gördük. İmam Ali, buna <9) üzüldü. Hazret-i Resul, “Ya Ali!
Git, o taşı al.” dedi Gitti aldı. Nur, o (l0) taş ile birlikte geldi. İmam Ali “Ya
Resulullah! Hikmet nedir?” dedi. Hazret-i Resul buyurdu, “Bu kişi kendisinin
gidi olduğunu (ll) biliyor. Evinden komşusuna bir zina kapısı açmıştır. Oradan
zina hasıl olur, ona rıza vermiştir. (12) Her kim küfre rıza vermişse kâfirdir.
Zinaya rıza veren, gidi olur. Onu katletmek gerek.” Bu fetvayı, (13) her yere
gönderdiler. Her nerede bunun gibi zina kapısı varsa, kapattılar, dedi. (14>
Şerifin bu ilmi, âleme yayıldı. Şerif, Seyyid Cemal hazretiyle ahiret (l5)
kardeşi oldu. Birbirini sevdiler. Şerif, orada yetmiş gün durdu. Mısır sultanı,
kendi [T738] (I) kulları ile gemiyle binip geldi. Şerifin ayağına düştü, dua
istedi. Şerif:
-Ya melik! (2) Bilmiş ol ki dünyada sultanların zevali üç şeydendir. Biri
zulümden, biri dinin kurallarına göre haraket <3) etmemekten ve biri haram
yemektendir. Mülk elinden gider. Bu üç şeyden sakının. Yok oluşunuz,
bundandır. <4) Ayrıca mağrur olmayın ve bağışta bulunun, “Kavluhu taÖâlâ
İnnallâheyeömürü b i’l-0adli ve ’l-ihsâni"* (5) Bu ayet-i kerimeyi okudu. Benim
duam, size fayda etmiyor, dedi.
Sultan ağladı. Şerif dua etti:
-Adillerinizin <6) sonu hayır ola, dedi.
Sultan gitti Mısır uleması gelip Şerifi ziyaret ettiler. Her milletten kadın
erkek (7) geldiler, Şerifin duasını aldılar. Her zaman halka:
-Beş vakit namazı terk etmeyin ki ahirete kadar Tanrı’nın merhametinden
(8) mahrum olmayasınız. Size vasiyetim budur. Her kim kasıtlı olarak namazı
terk ederse Tanrı’nın, Resul’ünün ve bizim düşmanmızdır, derdi.
Halk, veda edip gitti. Seyyid de Cemal’e veda edip gemiye bindi. (l0>
Rum’a gitmek üzere yola çıktı. Ansızın bir yel esti gemiyi alıp batı yüzüne
gitti.
Server; Cerye’ye gelip çıktı, konakladı. (ll) O diyarın halkı, Şerifin
geldiğini işitip geldi. Yüzlerini yere vurup dua aldılar. Server, oradan Tunus’a
indi. (l2) Tunus’un kavmi de geldi dua aldılar. Şerif, o kavme vaaz ve
nasihatlerde bulundu. Oradan kalktı, Tılmısan’a gitmek üzere (13) yola çıktı.
Gemi Mehdiyye tarafına doğru gidiyordu. Giderken taş olmuş iki gemi
gördüler. Gemilerin içindeki adamlar da elbiseleri ile taş olmuştu. (14) Şerif
sordu:
-Bu nedir, bana anlatın, dedi. Onlar:
-Şeyh Muhammediyye’nin, bir velayetidir. Bunlar düşman idi. (I5)
Frengistan’dan gelmişlerdi buraları yağmalayacaklardı. Şehir halkı, Şeyh
hazretine geldi. Şeyh:

Kur’an, Nahl suresi, 90. ayet: “Şüphesiz Allah adaleti ve iyiliği emreder . . . ”
-Bakın, taş olacaklar, dedi. [T 7 3 9 ](l>
Bu gemiler, dağ tarafına gelince içindekilerle birlikte taş oldu. Şerif,
Şeyh’in ruhuna dua etti. Oradan Tılmısan’a indi. Tılmısan’da biraz durdu,
geri Trablus’a döndü. Yirmi dokuz <3) günde Trablus’a çıktılar. Server orada
yoldaşlarını buldu, görüştüler. Ayrıldıktan sonra meydana gelen olayları, (4)
Şeriften sorup öğrendiler. Hazırlıklarını yapıp yola çıktılar, hep birlikte
Karaman’a geldiler. Sultan Alaeddin karşılamaya geldi, (5) el sıkıştılar. Sultan,
Şerifi alıp sarayına getirdi. Mevlana Celaleddin ve Konya’nın (6) diğer erenleri
ile bir araya geldiler. Şerif ile kucaklaştılar. Şerife saygı gösterip misafir
ettiler. Sultan,(7) Şerife:
-Ya Server! Hazırlığımı yaptım. Düşmanın üzerine gideceğim. Seni de
birlikte götürmek istiyorum. Zira Üngürus <8) lainin hareketi var, ondan
korkuyorum, dedi. Şerif:
-Siz devlet ile gidin. Biz de gidelim, <9) Müslümanların hâlini görelim,
dedi.
Sonra kalktı, camide vaaz ve nasihatler etti:
-Ey <10) Konya halkı! Tövbe, salah,* bilim ve güzel işler ile meşgul olun.
Bunlar, azaplardan kurtulma yollarıdır. (ll) İnsanları, ahiret korkusundan bunlar
kurtarır, dedi.
Saltık, halk ile vedalaşıp Sinop’a gitmek üzere yola çıktı. (l2) Osman Gazi
gelip Şerifi karşıladı, elini öptü, duasını alıp geri gitti. Şerif (l3) oradan gemiye
bindi, Kefe’ye gitti. Kefe’ye çıkınca gaziler ve Müslümanlar karşılamaya geldi.
Şerife izzetler ettiler. (l4> Şerif Gazi, bir süre orada oturdu. Han, kendisi gelip
Şerif Gazi’yi ziyaret etti. Vaazında ve sohbetinde (l5) bulundu. Server’in ilim
meclisindeki vaazı, etkileyici idi. Halk ağlaşırdı, kendi dahi ağlardı. [T740](l)
Bu dünyada Allah’tan korkup ağlayanlar; can acısını, kıyamet korkusunu
ve cehennem azabını<2) görmezler. Cennet ehli olurlar, sevinip gülerler.
Şerif Gazi, hana veda edip yola çıktı. Gelip (3) Tuna’ya erişti. Bir gemi
getirdiler. Şerif ona bindi, Baba’ya geçti. Müslümanlar, onu karşıladılar.
İzzetler ettiler. (4) Server’i getirdiler, Baba’ya kondurdular.
Server, bir süre Baba’da konakladı. Bir gün Sultan Alaeddin’in (5) elçisi
çıkageldi. Armağanlar ve hediyeler getirip Şerife arz eyledi. Şerifin önüne (6)
bir mektup bıraktı. Şerif, mektubu açıp okudu. Yazmış:
-Ya Bacu Han! Tatar lain yürüdü. Maveraünnehr (7) üzerine olan illeri
yağmalamış, âlemi fesada vermiş. Şimdi ben onun gelmesini bekleyemem,
üzerine (8) gideceğim. Sizin de haberiniz olsun, demiş.
Şerif, sultana geri mektup gönderdi:

S a la h : İyilik, dine olan bağlılık.


-Tatar, (9) Acem mülküne gelmeyince sen yerinden kalkıp gitme. Ben
geliyorum. Nasıl bir ordu olduğunu göreceğim, dedi. <l0)
Şerif hazreti, o gece rüyasında Ebu Hanife hazretini gördü. Kabrine yakın
bir yerde (ll) oturmuştu. Seyyid’e selam verip:
-Ya Şerif! Hemen bana yetiş. Sebzevar’dan otuz <l2) münafık Rafızî geldi,
beni çalıp bir dağa götürüdüler. Benim üstüme odun yığıp yakmak isterler. (13)
Geldiler, türbemin yanında oturuyorlar. Benim yattığım yer gizlidir. Kabrime
kırk adım yer uzaklıktalar. Bir tarafa bıraktılar. Kuyu <l4) ağzını kabir hâline
getirdiler, dedi.
Zira Arap ve Acem’de meşhur kişilerin kabirlerini gizli yere koymak, bir
gelenekti. (15) Ebu Hanife devam etti:
-Kabrimi delip tünelden çıktılar, beni bulamadılar. Şimdi etrafı arıyorlar.
Hemen yetiş, [T741] (1) bu melunları helak et. Rafızî’nin itaatına inanma.
Onların Sufîler suretinde şeyhleri var, (2) o şeyhin bir gözü kördür. Aman
vermeyip öldür, dedi.
Seyyid uykudan (3) uyandı, kalkıp abdest alıp ibadete başladı. Sabah
olunca Şerif kalktı, mescide gelip (4) namazı kıldı. Halka veda edip:
-Bana sefer düştü. Fakat nereye gideceğimi, söylemem, dedi. Sonra atına
bindi, (5) Sebzevar’a gitmek üzere Bağdat’a yöneldi.
Raviler rivayet şöyle ederler; Server, Baba’dan çıktı. (6) Sekizinci gün,
ikindi vaktinde Bağdat’a ulaştı. Doğru şehre yürüdü. Şehir halkı; Şerifi
görünce tanıdı, (7> karşılamaya geldi. Saygı ile karşılayıp evine getirdiler,
kondurdular. Hoca Revaha, Şerife hizmetler etti. <8) Bağdat uleması geldi,
Şerifi hoşgördüler, el sıkıştılar:
-Ya Server, gelmene sebep nedir, dediler. Server:<9)
-Ya âlimler! Bilmiş olun, İmam-ı Azam rüyama girdi. Din düşmanları
Rafızi'lerin bir fesadını ( ’ bildirdi. “Gel, bunları üzerimden gider.” dedi. Onun
için geldim, dedi. Bağdat uleması:
- Ya Server! Rafızînin üç o cağ ı(ll) var. Birisi bu Hille’dir. Şaşaa’ya
uzar. İkincisi, Gilan’dır. O da Azerbaycan’ı içine alır. Üçüncüsü, (l2)
Mazenderan-ı Sebzvar’dır. Bu üç yerin halkını kırıp söndürmeyince bunların
kökü kesilmez. (13) Bağdat’ta da çok Rafızî var idi, fakat hepsi tövbe etti. Fakat
bu yıl garip bir şey oldu, dediler. (l4) Seyyid:
-Mollalar! Buyurun, işetelim, dedi. Abdullah Fazlî:
-Ya Server! Karşında (l5) oturan Abdurrahman, Bağdat’ta tacirdir. Dinî
görevlerini [T742] (l) kâfir ve Müslüman içinde bile yerine getirir. Bu hâlde
iken Mekketullah seferine çıkmaya niyetlenir. (2) Bunun bir komşusu vardı.
Münim ve zengin bir kişi idi, ama Rafızî idi. Bütün halk (3) bilirdi fakat mal ile
halk ve beylerin dilini tutmuştu, aşikâre idi. Asla kimseden korkmazdı. Kötü
bir adamdı. <4) Adına, Hoca Şiran derlerdi. Abdurrahman, hacca gider. Hemen
gelip bunun evine girer, (5) oturur. Saçma sapan konuşur. Gerisini
Abdurrahman’dan sorun. O anlatsın, dedi. (6) Şerif, dönüp o kişiye:
-Durum nasıl olmuştur? Ayağa kalkıp bize anlat. Halk işitsin, dedi.
U lem a:(7)
-Bütün halk bu durumu biliyor. Siz öğrenin, dediler. O kişi:
-Ya Server, ben fakir hacca niyet ettim. (8> Tam gidecektim. Bu Rafızî
Şiran, evime gelip oturdu. Bana, “Komşu, sana bir vasiyet edeyim <9) ve bir de
emanet ısmarlayayım. Haccedip geri Medine’ye geldiğin zaman içeri gir,
Ravza’ya selam ver. (l0) De ki ‘Hoca Şiran sana müştaktır, fakat yanındaki şu
iki düşman olmasa.’ Sana bin akçe <n) harçlık vereyim, helâl olsun. Bin dinar
da orada bulunan Rafızî kardeşlere dağıtmak üzere vereyim. Bu parayı,
Medine’de <l2) Rafızîlerin başı olan Ebu’l-Muze’ye ver.” Bu kişinin bir fitnesi
bana değmesin diye (l3) korkumdan, olsun, dedim. Verdiklerini aldım, hacca
gittim. Hac görevimi yerine getirdim. Geri Medine’ye gelince atımı sürdüm,
Harem’e vardım, <l4) selam verdim. Selamdan sonra o Rafızî’nin sözlerini
söyledim, “Ya Resulu’İlah! Ben bir emanetçi kişiyim, (l5> korkumdan bu işi
yapmak zorunda kaldım.” dedim, dua ettim. Oradan döndüm o bin dinarı
Ebu’l-Muze verdim, [T743] (1) selamını ilettim. O da Rafızîlere paylaştırdı.
Parayı teslim ettiğime dair, kâğıt verdiler. Akşam oldu, (2) atımı sürdüm.
Harem’de akşam namazını kıldım, oturdum. Yatsı namazını kılmak için
bekliyordum. Gözümü uyku (3) bürüdü. Gördüm ki Resulullah hazreti, Ravza-i
Şerifte <4> oturur. Sağında Ebu Bekir ve Ömer; solunda Osman, Ali ve hem
diğer ashab. (5> Resul hazreti oturduğu yerden, heybet ile bir kez bana, “Gel ya
Arabî!” dedi. Ben korkarak kalktım, (6) huzuruna vardım. Bana, “Ya asi! Benim
ravzamm üzerine gelip bunun gibi sözler söylemeye utanmadın mı?’ dedi. Ben
<7) ağladım, “Ya Resulullah! O melunun şerrinden korktuğum için yaptım.
Haşa, münkir değilim.” dedim.(8) Resul hazreti dönüp, “Ya Ali! Git; hemen
benim, senin ve ashabımın düşmanını alıp (9) getir.” dedi. Bir saat sonra
yakasından sürüyerek getirdi. Hazret-i Resul buyurdu, (I0) “Söyletme ya Ali,
boynunu vur!” dedi. Herifi tutup çökerttiler; İmam Ali aşağı alıp Zülfıkar ile (ll)
onun hemen boynunu vurdu. Başı önüne düştü. Hazret-i Peygeınber bana, “Bu
melunların hâli, (l2) böyle gerektir. Bunlar, münafıktır. Git, haber ver. Bu
Rafızîlerin sonu helak olmaktır. Bunlar, Tanrı’nın <13) düşmanlarıdır. Asla
onmazlar.” dedi. Hemen belinleyip uyandım. Üzerime giydiğim beyaz (14)
kaftan, göğsüme dek aşağı hep kıpkızıl kan olmuş. Başı kesik adam ise önümde
yatıyordu. Korkumdan <l5) canım başıma sıçradı. Kalktım, başı eteğimin altına
aldım. Götürüp bir mezarlıkta, bir deliğe defnettim. [T744] (l) Geldim,
kaftanımı çıkardım. Kanlı kaftanı yıkamadan sakladım. Ertesi gün işittim ki
Ebü’l-Muze’yi orta yerden iki (2) parçaya bölmüşler. Kana gark olmuş,
yatmakta. Ondan başka on üç kişi daha helak olmuş. Kimin yaptığını <3>
bilemediler. Ben hemen bu heybetleri görüp durdum. Hac kafilesi göçtü,
Bağdat’a geldim. <4) Halk, karşılamaya geldi. Bekledim ki Hoca Şiran da gelsin.
Hikâyeyi benden sorsun. Baktım, gelmedi. (5) Gelenlerden sordum, “Komşum
Hoca Şiran nerede?” dedim. “Sen sağ ol, bir gece başsız (6) gövdesini bağında
buldular. Evinde imiş. Döşeğinde karısı ile yatarken (7) belirsiz olmuş. Cinnîler
almış olamalı, dedik.Gövdesin bağda bulduk, başı yok.” dediler. Ben, <8)
“Durum şöyle oldu. Nişanı işte kaftanımdadır.” dedim. Çıkardım, halka
gösterdim. “Başmı sorarsanız Medine’deki bir mezar deliğine soktum.
İnanmazsanız gidin, görün. Hâliniz böyledir. Ya (10) Rafızîler! Resulullah
katında Allah’ın düşmanısınız.” dedim. Deve ile adam saldılar, dediğim yerden
(U) başını getirdiler. Gördüler ki Şiran’ın başıdır. Bütün halk gelip tövbe etti,
dedi.
Sultan Şerif (12) Gazi ve halk, hayret ettiler. Bunlar hayrette iken Kefeli
bir yiğit, yerinden kalkıp kınlı bir (13) hançeri Şerifin önüne bırakıp:
-Ya Şerif! Sana Resul hazreti selam etti. Bana, “Oğlum Şerif’in yanına
git. (14) Ümmetime benden selam et. Bu Rafızîlere göz açtırmasınlar, kırsınlar.”
dedi. Şerif:
-S en(15) Resul’ü nerede gördün yiğit, diye sordu. O civan:
-Server! Benim hikâyem uzundur. Hazret-i Resul; bana şöyle buyurdu,
[T745] (l) “Oğlum Şerifin önünde, Şiran lainin durumunu anacaklar. Git, sen
de o mecliste hazır ol. Sonra (2) sen haber ver, Hoca Abdurrahman’a şahit ol.”
dedi, sonra devam etti:
-Benim hikâyem böyledir. (3) Kefe’den İmam’ı ziyaret etmeye geldim.
Sabah idi, içeri ravzaya girdim. Gördüm ki kimse yok, tenha. Amma kabir
başı tarafında, örtü altına kesik bir hınzır başı durur. Onu gördüm, “Şimdi (5)
benim geldiğimi gördüler, bunu o etti derler.” diye başı, eteğimin altına aldım.
Dışarı çıktım, attım. (6) Başı dışarıya bıraktım, geri döndüm. Gördüm ki yolda
Ebu Bekir, Ömer ve Osman adları (7) yazılmış. Hayret ettim, “Bu başı kabre
koyanlar bunlardır, göreyim.” deyip izledim. <8) Rabia kuyusuna geldim.
Gördüm ki üç kişi beldemekte. Baktım, ayaklarındaki pabuçların nakışı yerinde
(9) bu adlar yazılı. Bunlara, “Nerelisiniz?” dedim. “Hille’deniz.” dediler. Ben,
“Allah’tan korkmaz mısınız da (10) böyle edersiz?” dedim. Bunlar bana hücum
ettiler. Onlara fırsat vermedim, pınarın yanında üçünü de katlettim. <U) Bu
hançer ile helak ettim. Korktum, beni tutarlar diye kaçtım. (12) Ardımdan beş
atlı çıkageldi. Yüzleri örtülü idi. Korktum, kaçmaya devam ettim. (13) Onlar, bir
miktar kovaladılar. Sonunda ardımdan yetiştiler. Bir sarp yere arkamı verip
durdum. (14) Eriştiler. Birisi bana, “Bre kişi! Niçin bizden kaçarsın?” diye
sordu. Ben, “Şu melunlan katlettim. (15) Korkarım, beni tutarsınız diye kaçtım.”
Dedim. Onlar, “Bunları kimin için tepeledin?” diye sordular. Ben, “Ashab-ı
Resul [T746] (1) için.” dedim. Onlar hemen yüzlerini açtılar: “Biz, uğruna
hayatını ortaya koyduğun kişileriz. (2) Şu en arkamızdan gelen, Hazret-i
Resul’dür.” Hazret-i Resul yetişti. Bana o dediğim sözleri(3) dedi, yüzünü açıp
gösterdi, “Git, Oğlum Şerife benden selam et. Bu durumu anlat. ( }
Bırakmasın, bu lainleri ümmetim için katletsinler.” dedi. Ondan sonra dönüp
gittiler. Ben geldim, size yetiştim. (5) O itlerin leşleri, henüz daha o pmarda
duruyordu, dedi. Şerif:
-Gerçek olduğunu nereden (6) bilelim, dedi. Yiğit:
-Resul hazreti, inanmazlar ise Ebu Hanife sana şahadet etsin, dedi. (7)
Kalktılar, İmam’ın ravzasına geldiler. Şerif; İmam’m üzerine yürüdü,
selam verdi:
-Bu yiğidin (8> sözü gerçek midir ya İmam, dedi.
Kabrin içinden iki ses geldi:
-Evet, evet, dediler. Şerif: <9)
-Sen İmam’sın ama senin yanında durup konuşan kimdir, diye sorunca
kabrin b aşı(10) tarafından bir varak peyda oldu.
Bütün halk onu gördü. Şerif onu okudu:
-O benim ile söyleyen (ll) kardeşim, İmam Şafii’dir. Şahadetimiz dinen
doğru olsun diye, ikimiz birden konuştuk.
Şerif em retti,(12> kabri açtılar. Gördüler ki yanından delinmiş. Şerif:
-Hemen Kalkın! Bize suçluları getirin, (,3>dedi.
Gidip getirdiler. Şerif:
-Ey münafıklar! Niçin bu işi yaptınız, diye sordu. Onlar:
-Ya Saltık! (l4) Sihir ile bunu da mı duydun, dediler.
Server, o tek gözü görmeyen laini görünce:
-Sen bunların (l5) şeyhi misin, dedi. O:
-Sen nereden bildin? Evet, ben bunların şeyhiyim, dedi.
Server hemen emretti, otuz tanesini [T747] (1) ok yağmuruna tuttular.
Kabri tekrar yaptılar. Şerif, kâğıtlar yazıp her vilayete gönderdi. Nerede Rafızî
varsa (2) kırdılar, acımayıp öldürdüler.
Server, oradan ayrıldıktan sonra varıp İmam Hüseyin’i ziyaret etti. Sonra
Mazenderan tarafına yöneldi. (3) Bir süre sonra Mazenderan’a erişti. O kavme
haberler gönderdi: (4)
-Toplanın, silahlarınızla gelin, dedi.
O kavim Şerifi karşıLdı. Şerif oradan Sebzevar’a çıktı. (5) Bu şehirde
bulunan kızlarını, kadınlarını esir ettiler. Geri kalanları (6) kılıçtan geçirdiler.
Sonra şehri yaktılar.
Server, oradan Horasan’a yöneldi. Horasan meliki (7) İskender ibni
Süleyman Sufi; gelip karşıladı, ziyafetler verdi. Şerifi, Hayri şehrinde misafir
ettiler. (8) Melik, Şerife ziyafetler verdiler. Server, birkaç gün o diyarda gezdi.
Büyük bir ırmağın (9) kenarında geziyordu. Bir ara gördü ki sudan; el, ayak ve
baş akıp geldi: ( 0)
-Hey! Nedir bu, dediler. Şerif:
-Ya melik! Bu su nereden gelir, diye sordu. Melik:
-Sistan’dan ve Çingis’ten (11) beri gelir, dedi. Şerif, melike:
-Bana bir gemi hazır edin, gidiyorum, dedi.
Hemen hazır ettiler. (12) Server ona binip gitti. Evini bile bıraktı. Otuz
birinci günde bir yere çıktılar. Gemide (l3) kırk kişi vardı. Dışarı çıktılar,
gördüler ki bir meydan, yerde askerler kırılmış yatmakta. Şaşırıp kaldılar. (l4)
Bir hatun geldi. Birkaç kişi gidip kadına sordu:
-Nedir bu, cenk mi oldu? O hatun:
-Evet. Onlar geldiler, bu Türkmen halkını kırdılar, dedi.
Şerif [T 7 4 8 ](1) işitti, kendisi gelip sordu:
-Ya şimdi nereye gittiler? Hatun:
-Bacu hana vardılar. (2) Onun ile bir araya geldiler. Sonra Rum’a inip
Şerifi tutacaklar, dedi.
Şerif, hemen Çingis’e (3) gitmek üzere yola çıktı. Mazenderaniler’e izin
verdiler. Şerif, birkaç gün s e f e r '4) eyledi. Mazenderan’ın doğu tarafına, Sistan
tarafına yakın Çingis mülküne eriştiler. Sabnak Derbendi’nde (5) konakdılar.
Server’in geldiğini casuslar haber verdi. Cengis askerleri, bir kere kılıç darbesi
(6) yemişlerdi. Ondan çok korktular. Kendi aralarında konuştular. Çadırlarını,
eşyalarını, mallarını ve davarlarını (7) bırakıp sarp yerlere kaçtılar. Server,
derbendi geçip geldi. Ordugâhı gördü, (8) şaşırdılar. Zira bir adam bile
göremediler. Şerif:
-Hile etmişlerdir, çadırlara ateş vurun, dedi.
Hemen ateş (9) vurup yaktılar. Mal, rızk ve eşyalarını aldılar. Davarlarını
sürdüler. Mazenderan’dan aşağı, Kulzüm denizine (l geldiler. Bacu Han’ın öte
yanında idi. Seyyid’in geldiğini bildiler, dağıldılar. Beyleri gelip, gemiye bindi.
' n) Kulzüm denizine geçti, kaçtı. Server; Reşeb’de Gilan’a hükmeden beylere
emretti, gemiler hazırladılar. (12) Girdiler, deniz içine düştüler, ardınca gittiler.
Bir adaya çıkmışlardı. Yetişip geldiler, hücum <l3) edip Tatarları ele
aldılar, kırdılar. Beylerini bir gemiye bindirip yaralı olarak kaçtılar. Bey gidip
bir kenara çıktı. (14) Kaçtı, gitti. Ardınca yetiştiler, o sandığı aldılar. Kendisi; bir
baş ile içeri kâfir Tataristan’a kaçtı. (l5) Sarp ve gizli yerlere gitti saklandı.
Ama askerleri dağıtmadı, Şeriften sonraya kalırsa [T749] (1) İslama yürümeye
niyetliydi. Şerifin sağlığında sakince oldu. Server; üç ay Kulzüm’de gezdi
bulduğu <2) Tatarları kırdı.
Server gelip Rafızî olan Lahican Gilanı’na çıktı. (3) Semendun’a binip
yürüdü. O diyarın kavmini kırdılar. Rafızîlerin imamı olan (4) İsmail’i
kabrinden çıkardılar. Türbesini bozdular, ateşte yaktılar. Seyyid, o diyarı
Bican’a verdi. (5) O mülkü zapt ettiler.
Server oradan yürüdü, doğru Derbaycan’a geldi. Bir kâğıt gönderdi. (6)
Hille kavmini de kırdılar. Rafızîlerin başlarına kıyamet koparıp göz
açtırmadılar.
Şerif, oradan Şirvan (7) diyarına sefer eyledi. Gürcistan meliki
Haraşbudan-ı Gürci asilik etmişti. Beri tarafta olan Sünni(8) ilinden bazı yerler,
Şirvan’dan incinmişti. Şirvan şahı, asker toplayıp yola çıktı. (9) Onlar da bir
yere geldiler. Dokuz tümen Gürcistan, Çerkez, Abaza ve Levaza (l0) kâfiri bir
araya gelip Haraşbudan’a:
-Ey bizim ulu melikimiz! Biz niçin Saltık’tan korkarız? (ll) Bir ad ile
âlemi birbirine vurdu. Şimdi yaşlanmış, beli bükülmüştür. Cenge kudreti
yoktur. <12) Karşı varalım, cenk edelim, dediler.
Geldiler, Gürcistan içinden akan büyük suyu beri geçip kondular. (l3)
Şerif, gemiye bindi. Kimi karadan, kimi sudan gittiler. O laine yakınlaşıp
konakladılar. (l4) Şerif hemen emretti, gemiler ile halkı öte geçirdiler, kâfirlere
karşı kondular. Meydan açıldı. (I5) “Acaba meydana kim girecek?” derlerdi.
Bu sırada Cevran-ı Gürci meydana girdi, gösteri yapıp: [T 7 5 0 ](l)
-Ya Saltık! Eğer er isen beri gel, asker ortada kırılmasın. Erlik ve hüner
nasıldır, gör, dedi. Server:(2)
-Beyler! Bu lainin karşısına çıkacağım, dedi.
Hemen Semend-i Sebz’i sürdü, ileri vardı:
-Ey lain kelp! İşte geldim, ne dersin, (3) dedi. Cevran:
-Ya Saltık! İn atından, bana itaat et. Seni melik Haraşbudan’m yanma
götüreyim. Eğer itaat<4>etmeyip yok dersen hâlini göresin, dedi. Server:
-Hadi lain! Hamle yap, saçma sapan konuşma, dedi. Cevran, kılıcı eline
(5)alıp Şerife:
-Bu ne garip iştir? Altındaki atın üç ayak üzerine yürür, dedi. Şerif:
-O at bazen<6) iki ayak üzerine de yürür, dedi.
Kâfir gördü ki Şerif aldanmaz, çeneye almmaz. Hile edemedi. Kılıç ile
hamle (7) edip yürüdü. Server, hamlesini engelledi. O lainin başma kuvvetle
öyle bir yumruk vurdu ki (8) beyni burnundan geldi. Atmdan yıkılıp canını
cehenneme verdi.
Kâfirler; Şerifte bu heybet ve sağlamlığı <9) gördüler, damarlarmda
kanları kurudu. Geride bekleyenler ittifak edip hepsi birden saldırdılar. Yetmiş
bin kâfir askerini <l0) Şerifin üzerine saldılar. Şirvan’ın on dört bin gazisi de
hep birlikte hücum (ll) etti. Orada iki gün, gece gündüz cenk ettiler.
Cenk arasında Şerif, Haraşbudan’a rastladı. Kılıç ile (l2) başma öyle çaldı
ki sinesine dek iki parçaya böldü. Can acısından iki eliyle kılıcını kavrayıp
düştü. <l3) Server zorladı, çekip elinden aldı. Elinin parmakları hep doğrandı.
Düştü, canım cehennemden <l4) yana ısmarladı. Sancak götüren kişi; sancağı
yere bırakıp kaçtı, gitti. Askerler kırıldılar, çoğunu (l5) esir ettiler.
Oradan yürüdüler. Melik ilinin dağlarına, sarp yerlere çıktılar. Yaralıların
yaralarını sardılar. Büyük [T751] (l) yaralar, gayret ehli gazilere çalı yırtığı
kadar gelmezdi. O sarp yerlerden yürüyüp gittiler. Bir sarp kaleye (2) yetiştiler.
Kâfirler, kalenin içinde idi. O kalenin içinde bir rahip yaşardı, Seyyid Gazi’ye
yetişmişti ve görmüş (3) idi:
-Ben Seyyid Gazi’yi gördüm, başı buluta değerdi. Şunun gibi kişi idi. Üç
gün onu konuk ettim. (4) Beni yerimden kaldırın, dedi.
Pamuk içinde yatardı. Hemen kaldırdılar, burca getirdiler. Şeriften (5)
yana bu kez baktı, döndü:
-İmdat, bununla cenk etmeyin. Eğer bir ayağıyla teperse bu kaleye
kuvveti yeter. B u (6) büyük bir kişidir ve başı göğe yetişmiştir. Kâfirler, ona:
-Biz bunu göremeyiz, bizim gibi bir insandır. <7) Sen bunun başını göğe
mi yetiştirdin bire melun? Seni öldürelim, dediler.
Papaz gördü ki onlar kendisini (8) öldürecekler, bir kere yüksek sesle
çağırdı:
-Eşhedü en la ilahe illallah veeşhedü etme Muhammedi’i ’r-Resulu ’llah,
(9> dedi, sonra devam etti:
-O Resuhıllah, cihanın aslıdır. Şerif Saltık! Bilmiş ol, atan Cafer’e
yetiştim, (l0) ona hürmet ettim. Şimdi sana eriştim, işte iman getirdim. Bu
kâfirler beni şehit edecekler. Benim intikamımı (l 0 melunlarda bırakma, dedi.
Rahip bu sözü söyleyince, kale beyinin oğlu hemen yetişti. Gelip o rahibi
(12) şehit etti. Cesedini burçtan aşağı attılar. Şerif onu işitti, ağladı. Atından inip
hisarın dibine <l3) yürüdü. Taşlar, kayalar ve oklar attılar. Şerif kayırmadı, varıp
o rahibi yerde buldu. Başının üstüne (I4) çıkarıp getirdi. Bir tepe üzerine
defneyledi. Şimdi hâlâ nişangâhtır, ziyaret ederler.
Şerif (l5) onu defnetti, geri hisar üzerine geldi. O kale dizdarının adına,
Semenabad derler. Cuman da derlerdi. [T 7 5 2 ](l) Şerif, o laine çağırıp:
-Ya Cuman! Şimdi sana varıyorum. Vaktine hazır ol, dedi.
Şerif; iki rekât (2) namaz kıldı, elini kaldırıp dua etti. Seccadesini havaya
salıp muallak durdu, üstüne çıktı. Seccade (3) yukarıya doğru, o kadar havaya
kalktı ki kaleden oklar atarlardı, yetişmezdi. Server, geri o seccade ile <4)kaleye
döndü. Bir kere ok attılar, seccadeden geçmedi. Kâfirler âciz kaldılar. Şerif,
hisara yaklaşınca (5) nara attı. Kılıcını omzuna koydu, kendini seccadeden burç
üstüne attı. İndi, kuş (6) gibi kondu. Seccade orada, başının üzerinde havada
muallak durdu. Server, o burç kâfirlerini kırmakla (7) meşgul oldu. Server,
nereye giderse seccade başının üzerinde birlikte giderdi. Kâfirler, burçtan aşağı
inip (8) kalenin içine dağıldı. Server aşağı indi, kâfirlere kılıç vurdu. Cenk
içinde bir kâfire rastladı. (9) Bir kılıç çaldı, iki parçaya böldü. Kardeşi Çalak onu
görünce ileri gelip:
-Ah canım (l0) kardeşim, deyip Şerife hamle yaptı.
Server, onu tepeledi. Cuman da geldi. Server, onu da (11) öldürdü. Oradan
yürüdü, hisarın kapısına geldi. Kilidini kırıp açtı. Dışarıdaki gaziler içeri (l2)
girdiler, kaleyi feth ettiler. Kâfirleri kırdılar, kaleyi aldılar.
Oradan Sebztik’in başkentine geldiler. Kalenin (l3) halkı, karşılamaya
geldi. Haraşbudan’ın iki oğlunu alıp Şerife getirdiler. Şerif, onları bağışladı.
O (14) ili, iki oğlana verdi.
Oradan Çerkeş üzerine yürüdüler. O taife sarp yerlerde otururdu. (15)
Onları yağmaladılar. Abaza, Levaza taifelerini esir ettiler. Yirmi dört bin kişi
esir alıp geri, [T 7 5 3 ](1) Şirvan’a döndüler.
Yolda kâfir bir Tatar var idi, Minhail Tatar derlerdi. Bey, yeni padişah
olmuştu. (2) İşitti ki Şerif geliyor, çok sayıda asker toplayıp yürüdü: Veziri:
-Ne yapıyorsun, dedi. Melik: (3)
-Gideceğim. Esir ettiği halkı o cazunun elinden alacağım, dedi. Vezir:
-Sen, onun neler yaptığını (4) işitmedin mi? Cihan melikleri ve
padişahları, onun elinden âciz kalmıştır. Aklını başına topla. Hasmın, (5) yavuz
kişidir, dedi.
O melike, Ruhas derlerdi. Öfkelenip veziri tepeledi. Ab-ı Ton (6)derlerdi,
bir büyük ırmak vardı, oraya geldi. Şerif gelip oradan geçecek, diye ırmağı otuz
bin Tatarla <7) beklerdi. Yol vermedi, durdu. Şerif, onu görünce Şirvan şahına
sordu:
-Bu Tatarlar (8) niçin bize karşı geldiler, dedi. Şah:
-Ya Server! Bunlar kâfirdir. Fırsat bulduk derler, bizi sudan geçirmemek
(9) isterler, dedi.
Server, Semend-i Sebz’e binip suya sürdü. Su ikiye böldündü. Yol gibi,
iki<10) tarafta su durdu. Server, gelip kâfirlerden tarafa geçti. Bir nara attı ki yer
gök sallandı. (U) Ruhas, Şerifin sesini işitip karşılamaya geldi:
-Ya cazu! Suyu nereden geçip geldin, dedi. (12) Şerif:
-Lain! Bana su ve ateş engel değildir,dedi.
Ruhas öfkelendi, gürzünü eline alıp Seyyid’e hamle (13) yaptı. Server,
onun hamlesini savdı. Sıra Şerife geldi. Server, kılıcını çıkardı. Ruhas’ın
gözünü, kılıcın (14) parlaması açtırmadı. Ruhas dönüp gidiverdi. Şerif; o lainin
ardından yetişti, (,5) atının kuyruğundan tuttu. Ayağının tabanıyla öyle vurdu ki
atından yere yıkıldı. Geri davranınca [T754] (l) Server öfkelenip onu bağladı.
Şirvan’ın askerleri de ırmağı geçip geldiler. Otuz bin Tatar’a kılıç (2) koydular,
esir ettiler.
Oradan yürüdüler, doğru Şirvan’a geldiler. Server, Şirvan şahı ile bir ay
Şemaki’de <3) kaldı. Ruhas’ı haraca kesip iline geri gönderdiler, koyverdiler.
Varıp gitti.
Server, veda (4) edip Kür Irmağı’nı geçti. Bir dağ yolundan aşıp doğru
Rum tarafına, sultan katına geldi. (5) Başkent Kavaniyye şehrine erişti. Sultan,
karşılamaya gelip Server’i izzet ve hürmetle aldı. Getirip (6) şehre kondurdu.
Nimet ve nüzul ile yedirdi içirdi. Kırk gün orada kaldı.
Ondan sonra Server (7) veda etti Sinop’a gelmek üzere yola çıktı. Yolda
giderken karşıdan bir sancak gözüktü. <8) Dört yüz yiğit ile Alp Osman Gazi
çıkageldi. Attan aşağı indi, koşarak geldi, Seyyid’in mübarek <9) elini öptü.
Seyyid de Osman’ı iki gözünden öptü:
-Oğul! Nereye gidiyorsun, dedi. Osman:
-Ya Server! (l0) Bir kale var, sarp. Onu fethetmek istiyorum, dedi. Şerif:
-Birlikte gidelim, gazada bulunalım, dedi.
Oradan (ll) yürüdüler. Kızılırmak derler, ona ulaştılar. Irmak üzerindeki
köprüyü kâfirler kesmişlerdi. Osman üzüldü. (l2) Şerif:
-Ya oğul! Üzülme, beri gel. Şu suyun yukarı başına doğru yürü, dedi.
Biraz gittiler, sığ (l3) yere rast gelip geçtiler. Fakat ağırlıkları kaldı,
geçemedi. O kaleye, Kale-i Asman derlerdi. Osman ileri (l4) yürüdü, cenk
başladı. Kâfirler; kalenin bir tarafına gittiler, bir tarafı tenha kaldı. Şerif, (l5)
Osman’a gösterdi:
-Yürü, şuradan kement ile çık, dedi.
Osman Gazi tenha yere geldi. [T755] (l) Kemendini atıp burca taktı.
Örümcek gibi tırmanıp burca çıktı, bir kez nara attı. Kâfirler (2) onu gördüler,
koşup geldiler. Onlar gelince Osman’ın beş bahadır yoldaşı da çıkıp yürüdüler,
kâfirlere (3) hücum ettiler. Diğer taraftan da Sünniler çıktılar, kale içine girip
kâfirleri birbirine vurup kırdılar. Yürüdüler, (4) kapıyı açtılar. Çok şiddetli bir
savaş oldu. Kale beyini içeride öldürdüler, şehrini ve kalesini aldılar. Şerif, <5)
kaleye en son gelip girdi. Server o hisara, Osmancık adı verdi. Ak sancağını (6)
burca, Osman dikti. Server:
-Ya Osman! Bu kale, sana uğurdur. Bunu sakın elden çıkarma, kendine
(7> yol edin, dedi.
Server, Osman’a veda edip Sinop’a gitmek üzere yola çıktı. Sinop’a
geldi (8) Sinop halkı karşılamaya geldi şehre getirdiler. Server çıkıp camide
Müslümanlara nasihatler etti halkı müşerref (9) etti. Sinop’ta deniz içinde bir
parça taş vardı, Server’in ibadctgâhı idi. Onun (l0) üstünde ibadet eylerdi.
Tekrar varıp ibadet etti, orada dualarda bulunup hacetler diledi. (ll) Tanrı, onun
dualarını kabul etti.
Bir süre sonra oradan tekrar gemiye bindi Kerbandilban Kalesi’ne çıktı.
Oradan da (l2) Baba’ya yöneldi. Tuna’yı geçip şehirden yana yürüdü. Gaziler
işitip karşılamaya geldiler, mübarek (l3) elini öptüler. Ferahlık ile şehre
getirdiler, izzetler ettiler, kondurdular. Seyyid gelip makamında oturdu. (l4) Bir
süre burada yaşamaya böyle devam etti.
DOKUZUNCU BÖLÜM

A TA B EK ’İN KUHİSTAN DİYARINA G ELM ESİ <15)

Rivayet edenler şöyle anlatır; Sultan Alaeddin, Melik Muzafferüddin ve


Atabek gelip Kastamonu [T756] (l) diyarını yağmalamalardı. Oradan varıp
Harcınevan’ı yani Amasya’yı aldılar. Orada, bir makam inşa ettiler. Sonra <2)
kâfirler hücum etti, Atabek’i geri sürüp çıkardılar.
Ondan sonra Muzafferüddin bir süre orada durdu, (3) kalkıp sultanın
huzuruna geldi. Dururken beyler arasına bir fitne düştü. Bu, Atabek’tendir (4)
diye anlattılar. Bu Atabek, sultanın oğlunun lalasıydı. Sultanın bir veziri, bunu
<5) sevmezdi. Sultana yanlış arz edip anlattı. Sultan, hışmedip kast etti ki öldüre.
<6) Beyler dilek edip kurtuldular. Sultan emretti. Kendisi ile Karamanoğlu
Muzafferüddin, geri <7) Kuhistan diyarına gidip fethedeler. Önceleri gelip
Kıravan melikini öldürüp oğlu Karaman’ı <8) esir etmişler, sultana iletmişlerdi.
İstanbul tekürü işitti ki Karaman, Müslümanların (9) elinde esir. Hemen
Karaman’ın amcası Muzi kâfire görev verdiler. Askerlerle (l0) gönderip Bahr-i
Sevad’dan sahile çıktılar. Şibad Rumî ve Melik Penderk, Melikşah’ın
Karadeniz (ll) kaptanı idi. Orada oturuyordu. Hırmankaya beyi Rayko bin
Bunak ve diğer bazı kâfir beyleri (l2) gelip Muzi kâfiri aldılar, Kuhistan
mülküne çıktılar. Oraları zapt edip Müslümanlarla barış yaptılar, (13) düzen
kurdular.
Muzi kâfir kalktı, Cebeliyye şehrine yerleşti. O diyara hükmederdi. <14)
Gayet gürbüz kâfir idi. Fakat Müslümanlara ihanet etmezdi. Fakat, “Seyyid (l5)
Saltık, Rum diyarında bir yurt edinip kalacak. Artık bu diyara gelmez.” diye
dört tarafa [T757] (l) akınlar yapıp fesat çıkarıyordu. Sultan Alaeddin’e
feryatçılar gidip şikâyet ederlerdi. (2) Sultan Atabek’i gönderdi. Otuz bin er ile
kendi kulu Pir Alagöz’ü alay beyi olarak yanına (3) verdi. Ardınca kızının oğlu
Melik Muzafferüddin’i gönderdi. Atabek, Pir Alagöz’ü, (4) askere başkomutan
olarak görevlendirdi. İslam askeri göçtü, Kuhistan diyarına gitti.
Diğer tarafta (5) lain, bu durumu işitti. Etrafa mektuplar göndererek
çevredeki beylerini ve askerlerini topladı. Sınıra (5) gelip Sahra-i Tusan’da
konakladı, hazır bekledi. Bu tarafta Atabek, İslam ordusuyla (7) geldi. Önünce
Pir Alagöz indi, başkomutan olmuş idi. Ona, ağzı koktuğu için Pir Alagöz
derlerdi. (8) Alagöz askerlerine emretti, saf saf dizildiler. Davul dövdüler, <9)
tekbir getirdiler. Küffar bunu işitti, çok korktular. Az kaldı ki kaçalardı.
Küffar beylerinden (10) İlgaz Rumî, atını meydana saldı. Durdu, er diledi.
Müslümanlardan onun meydanına kim girdiyse (1 ) esir oldu. O gün bu kâfir
beyi meydanı tuttu, küffârı yüreklendirdi. O diyarm kâfirleri <l2) mallarını yere
defnedip sakladılar:
-Türk, bu ili alır. Bari malımız yerde kalsın, Türke kalmasın, dediler.<13)
Akşam oldu, iki ordu geri çekildi. Muzi, İlgaz’a kaftanlar bağışladı. O
gece yattılar. (l4) Sabah olunca geri kalktılar, meydanı açtılar. O gün Atabek,
ordusu ile yetişti. İslam ordusu kuvvetlendi, (l5) tekrar cenge durdular. Yer
onartmayıp, göz açtırmayıp düşmana su akar gibi koyuldular. [T758] (l) Çok
şiddetli bir şavaş oldu. Sonunda fırsatını bulup küffarı yendiler. İki taraftan da
çok adam öldü. (2) Muzi, kâfir beyleri ile yüz çevirip kaçtı. Müslümanlar,
mallarını yağma etti. Oradan (3) Cebeliyye şehrine yürüdüler. Beyler:
-Ya Server, nereye gidiyorsunuz, diye sordular. Atabek:
-Beyler! Benim isteğim, (4) Muzi’dir. Umarım, onu ele geçiririm, dedi.
Muzi’nin ardınca gittiler. Muzi bir sahrada otururdu. <5) Atabek,
Alagöz’ü bin kişi ile gönderdi:
-Gafil iken gidin, (6) basın. Abp getirin, dedi.
Küffâr; bu durumdan haberdar oldu, pusu kurdular. Alagöz’ü ortaya alıp
esir (7) ettiler. Askerlerini de kırdılar. Müslümanlar yenilip kaçtı. İlgaz Rumî,
kaçan Müslüman askerlerini kovalamaya başladı. (S) Alagöz’ü esir alıp
götürdüler. Muzi onu öldürmek istedi, veziri bırakmadı. (9) Orada yüksek bir
dağda bir mağara vardı, çıkarıp orada (l0) hapseylediler. Bir ruhban beklerdi,
ona emanet ettiler. Keşiş de merdivenle inip çıkardı. (ll) Kuş dahi uçup
çıkamazdı.
Geldik bu yana. İlgaz, Müslümanları kovarak Atabek’in (l2) üzerine
bıraktı. Atabek durumdan haberdar olup karşı vardı. Cenk başladı. <l3) Server
Atabek, İlgaz’ı atından yıkıp esir etti. Küffâr yenilip, kaçtı. Biraz da
Müslümanlar <l4) kovaladı. Sonra geri döndüler. Server Atabek Gazi, İlgaz’ı
getirdi:
-Yiğit! Gel, İslam (l5) dinine gir, yoksa seni öldürürüm. Çare yoktur. Seni
sağ bırakmam, dedi.
İlgaz gördü ki [T759] (l) öldürecekler, iman getirdi. Server, ona
başkomutanlık verdi: (2)
-Yürü, gaza edelim, dedi.
Oradan göçtüler, Muzi’nin üzerine gittiler. Yetiştiler, iki asker karşılıklı
durdu k i (3) cenk edeler. Diğer tarafta Muzi, etrafta olan ulu kâfirleri davet etti.
Evvel (4) Melik Derkan geldi. Sonra Melik Sılta, Şibad Sahili, Kin, In, Kubay,
<5) Gerde, Ayandon, Cidde, Kedros ve Mesedde gibi meşhur kâfirler geldi.
Sınırı, (6) Felyoz Suyu’na kadar uzanan Felyoz kâfir de ona yardım gönderdi.
Geldiler, karadan ve denizden çıkıp (7) toplandılar.
Muzi, tedbir düşünmeye başladı. Müslümanlarla nasıl cenk edecekler?
Tedbiri (8) şöyle sonuçlandırdılar; Melik Ayandon, birkaç bey ile pusuya
girecek. Kalan askerler ile Melik Gerde öne (9) düşüp Müslümanların üzerine
yürüyecek.
Çok şiddetli bir savaş oldu. Sonunda İslam ordusu galip geldi. (l0)
Kâfirler, dönüp kaçınca Melik Ayandon, pusudan çıkageldi Der Suyu’nda
İslam askerlerini (ll> bastılar. Çok sayıda şehit verildi. Müminler yenilip geri
döndüler. Melik Atabek arkasını bir dağa verdi, (l2) üç gün üç gece küffâr ile
harp etti.
Bu tarafta Sultan Saltık, Kefe diyarına (l3) göçüp geldi. Mübarek gönlü,
Sinop’a gitmeyi meyletti. Birkaç kişi ile (l4) kalktı, gemiye binip Sinop’a gitti.
Yanına Haşan Abdal, Bostan Dede, Yalunuz Derviş, <15) İlyas Rumî ve İshak
Rumî’yi aldı. Sinop’a geçtiler. Halk karşılamaya geldi. Onları alıp şehre
getirdiler, misafir ettiler. [T760] (l) Sinop’a haber geldi ki İslam askeri
yeniliyor.
Şerif Seyyid, hemen Sinop’a haber (2) verdi. Sinop Meliki Ali Bey’e
emretti:
-Askerler ile Atabek’e yetiş, yardım et, deyip gönderdi. <3)
Kendisi yoldaşlarıyla birlikte Bülent Dağı’na gitti ki Alagöz orada
hapsolmuştu. (4> Yetişti, yürüyerek dağın üstüne çıktı. O dağ, kara duman içinde
idi. <5) Dağın üzerinde düzce bir yer vardı, orada hacet namazını kıldı. Yedi kişi
idi. (6) Server mübarek eli ile oraya güller dikti. Bitti, gül verdi. Güller hâlâ
orada biter, çiçek verir. Ta kıyamete kadar o gül ağaçları duracak.
Oradan aşağı indiler. Karşıdan bakınca bir kâfir gördüler. Haşan <8) Abdal
yetişip kâfiri tuttu, Server’e getirdi. Ondan sordular:
-Alagöz nerede hapsedildi, <9) dediler. Kâfir:
-Şurada bir mağara var, orada hapistir, dedi. Seyyid’i alıp mağaranın
üstüne götürdü. (l0)
Server gördü ki bir mağara. Havada duran minareden yüksek. Biraz
düşündü, Hakk’a (ll) dua etti. Buyurdu, çam ağacından merdiven yaptılar. Uzak
yerlerden ağaç getirip <12) dayadılar. Önce Server yürüdü, mağaraya çıktılar.
Bekleyen keşiş ile diğer kâfirler duydu, gelip <l3) cenk ettiler. Server; arrslan
gibi yürüyüp mağaraya girdi, kâfirleri yakasından <l4) tutup aşağı atattı.
Alagöz’ü mağarada <l5) bulup kurtardı. Oradan aşağı indiler. Seyyid o yeri,
Alagöz’e verdi. O dağa, [T761] (l) Yer-i Alagöz derlerdi. Hâlâ o ad ile anılır.
Keşiş de Müslüman oldu. Seyyid orada birkaç (2) gün kaldı, etrafı seyretti. O
diyarın kâfirleri, “Türk geldi, bu illeri (3) belki alır.” dediler. Mallar Türke
kalmasın, diye yere defnedip bir bir sakladılar.
Bu tarafta Ali Bey, lakabı(4) Candar’dır, Sinop’tan geldi. Atabek Gazi;
dağ dibinde (5) küffâr ile cenk ederdi, yetişip geldiler. Hemen tekbir getirip
kâfirlere girdiler. Öyle şiddetli bir savaş <6) oldu ki anlatılamaz. Atabek Gazi,
nara atıp aç kurt gibi küffarı birbirine vurdu. (7) Küffâr askerleri, onun
karşısında duramadılar.
Bu tarafta Ali Bey, arslanlar gibi cenk etti. Küffar (8> yüz çevirip kaçtı.
Muzi kâfir, Ali Bey’i görünce neye uğradığım anladı. Şibat (9) dönüp kaçtı,
gitti. Muzi’nin oğlu Kasta, çıkageldi. Babası Muzi’yi (l0) geri döndürdü,
Müslümanlara hücum ettiler. Cenk tekrar başlayınca Atabek Gazi; Meste,
Cidde ve Kedrus lainleri (II) tepeledi. Başlarını kesti. Küffâr onların düştüğünü
gördü, geri dönüp kaçtı. Kasta (l2)ve Muzi de kaçıp Cebeliyye hisarına girdiler.
Burası tahtgâhları idi. Ona şimdi, Kastamonu <13) derler. Geldiler, şehir
kapılarını kapatıp beklediler. Bu taraftan gaziler, kâfirlerin mallarını yağma ve
talan (l4) ettiler. Ali Bey, Atabek ile buluşup görüştü. Konakladılar.
Birbirlerinin gazasını kutlayıp bayram ettiler.(l5)
Diğer tarafta Şibad Sahili, geri kaçıp Sahil’e gitti. Melik Muzafferüddin,
Sahil’e [T762] (l) inmişti. Rast geldi, Şibad’m önünü kesti. Cenk ettiler. Şibad
oradan kaçtı. (2) Bir dağın tepesinde sarp bir kalesi vardı, çok yorgun bir şekilde
oraya ulaştı. İçine girdiler, oturdular. (3) Melik Muzafferüddin atını sürdü. Bakır
Küresi’ne geldi, orayı fethetti. Sonra Şibad üzere (4) geldi. Şibad gördü ki
Sünniler geldiler, korktu. Müslümanlar kaleyi kuşattılar, cenk (5) ettiler. Otuz
sekiz gün harp oldu. Zorla dış kaleyi aldılar, iç kale kaldı. (6) Şibad:
-Ey Müslümanlar! Bilmiş olun ki ben size tâbi oldum. Gidin, Moni’yi bir
yana edin,(7) il sizindir, deyip barış yaptı.
Melik Muzafferüddin göçtü, Atabek’in katına geldi. (8) Buluştular, karar
eylediler. Seyyid Saltık Sultan gelsin, diye beklediler.
Diğer tarafta,<9) Seyyid Şerif Saltık oradan ayrıldı. Melik Derkan üzerine
geldi. Derkan <l0) gördü ki Seyyid üstüne geldi. Elinden kurtulamayacağını
anlayınca karşılayıp imana geldi. (ll> Seyyid’i konukladı ve Müslüman oldu.
Seyyid ile birlikte göçüp Atabek’in yana geldi. Sultan gelince (l2) Müslümanlar
ve gaziler karşılayıp mübarek elini öptüler, getirip konuk ettiler. Ziyafetler
verdiler. (l3) İlgaz Rumî ve yeni Müslümanlar da gelip Seyyid’in elini öptü.
Seyyid de (l4) onu bağrına bastı, iki gözünden öptü. İlgaz, Seyyid’i görünce
kendisini ona <l5) kul eyledi. Zira Sultan-ı Gaziyan Ali, güzel yüzlü bir kişi idi.
[T763] (1) Onu gören canla severdi. Seyyid, İlgaz’a dua etti. Hem İlgaz çok
erlikler etmişti, yiğit pehlivan (2) idi. İslama gelip güzel itikatla mümin olmuştu,
Atabek ona ordu komutanlığı vermişti. (3) Alagöz gelince, bütün askerlerin
komutanı oldu.
Server buyurdu, oradan göçtüler. <4) Moni’nin üzerine geldiler.
Cebeliyye’ye ulaştılar. Moni de asker toplamıştı. Etraftan (5) kâfirler yardıma
gelmişti. Gerde, Poli, Davadani, Taş Köprü, Boyabat <6) melikleri, çok sayıda
kâfir ile geldiler. Şehir önüne çıkıp durdular.
Bu taraftan İslam askeri yetişti, <7) saf bağlayıp cenk ettiler. İlgaz, orada
çok yiğitlilkler gösterdi. Boyabat meliki gelmişti, onu esir etti. <8) Onu, sancağın
dibine ulaştırdı. Melik onu gördü, Seyyid’in önünde iman getirdi. Atabek (9)
Gazi, cenk içinde Moni laine rastladı. Mızrak ile vurdu. Mızrak göğsünden
girdi, arkasından <l0) çıktı. Moni attan yıkıldı, canı cehenneme verdi. Atabek
inip başmı kesti, göndere taktı. (1I) Kâfirler gördüler ki gönderdeki beylerinin
başıdır, dönüp kaçtılar, Gaziler ganimet malıyla zengin (l2) oldular. İlgaz; o
kâfirlerin ardma düştü, kıra kıra gitti. Küffâr kaçarak (13) İlgaz Dağı’na düştü.
İlgaz Rumî sevinip:
-Bu dağ, benim yerimdir. Ben sizin <14) hakkınızdan gelirim, dedi.
Arkalarından dağa girdi. Bir yerde onlara yetişti. Tekbir getirip cenge (15)
girdiler. Cenk içinde Melik Dadi, İlgaz’m karşısına çıktı. Server; gürz ile vurup
onu yıktı, esir [T764] (1) edip boynuna kement taktı. Gelirken gördü ki lainler
önüne çıkageldi. Ok attılar. (2) Ok yassı demrenli idi. Gelip İlgaz Server’in
yüreğine dokundu, yarısına kadar battı. (3) Server İlgaz, o hâli görünce hemen at
yelesine düştü. Askerlerden dışarı çıkmaya çalıştı. (4) Yanında üç kişi vardı.
Kendisinin kulları idi, onlar ile döndüler. Geldiler, bir çam ağacının dibine
yetiştiler. (5) Server atmdan yere düştü. Kulları, o oku çekip çıkarmaya
çalıştılar. Server bırakmadı, mübarek (6) eliyle engel oldu, canını teslim etti. O
kullar ne kadar uğraştılarsa da elini oktan ayıramadılar. (7) Yeri kazdılar;
elbisesiyle, o ok ile birlikte defnettiler. Saklayıp yerini belirsiz eylediler. Melik
(8) Dadi gördü ki İlgaz öldü, acıdı:
-Yiğitler! Ben Müslüman oldum. Beri gelin, atımı getirin, (9) deyip imana
geldi:
-İlgaz aşkına canım feda olsun, deyip oradan yürüdü, (10) cenk yerine
geldi.
Kâfirlere hücum edip, yüksek ses ile iman getirdi. Kendini, o (11) kâfirlere
vurdu. Bin gazi de onunla birlikte hücum etti. Gerde lain, yüksek (12) sesle
çağırdı. Acımasız bir kâfir idi. Melik Dadi’nin üzerine üşüştüler, onu ağır
yaraladılar, <I3) parça parça ettiler. Server, oradan yaralı olarak çıkıp gitti.
Gaziler yenildiler. Kaçıp geldiler, Atabek’in yanma düştüler. (14) Melik Dadi
askerlerin yanma ulaşınca vefat etti. Orada defnettiler. Sultan Saltık, İlgaz’a
çok acıdı: (15)
-O oku yüreğinden siz çıkarmadınız, kendi de izin vermedi. Bir salih onu
bulup çıkarsın, [T765] (1) kabrini de yaptıralım. Gerçek şehittir, bilmiş olun,
dedi.
Onun ve Daday’m ruhlarına dua etti. (2) Server, sonra buyurdu:
-Ya İlyas! Rum’a önce sen yürü, Gerde laine varalım, dedi. (3)
Oradan göçüp gittiler. Server İlyas, yürüyüp gitti Cenk yerine vardı.
Gördüler ki (4) Gerde gitmiş, Melik Ayandon’a sığınmış, Taş ilinde, ona asker
toplarlar imiş. İlyas, onun (5) haberlerin alıp üstlerine yürüdü. Bu tarafta Gerde
ve Ayandon; ikisi bir oldu, vardılar, (6) İlyas’m yoluna tuzak kurdular. Toprak
ile örttüler, bırakıp gittiler. Bir bir pusu kurdular. Bu tarafta (7) Server, gafil
gafil yürüyüp giderdi.
Melik Ayandon’un bir kızı vardı, Kide Banu derlerdi. Kuvvetli bir (8)
pehlivan idi. Ayandon ile cenge birlikte gelmişti. İlyas’a karşı gelip meydanı
tuttu. İlyas’ı <9) meydana davet etti, tuzak üzerine çekti. Server’in atının ayağı
tuzağa geçince a t (10) ve don ile yuvarlandı, düştü. O fettan kız, hemen adamları
ile yetişti, geldi. Server’e (ll) göz açtırmayıp tuttu. Sonra zincir ile bağladılar.
Server; el vermemek istedi, o kız ansızın hayalarına (12) yapıştı. Öyle kastı ki
Server’in aklı başından gitti. Tuttular, getirdiler. Bir kale vardı, (13) orada
hapsettiler. Melik Ayandon:
-Beyler! Biz bu Saltık’a cevap veremeyiz. Nasıl edelim, diye sordu. (14)
Küffâr askerleri korktu. Geceleyin dağıldılar, kaçıp gittiler. Melik
Ayandon, yaptığına pişman (l5) oldu. Barış yapmaya karar verdi. Kızı, Kide
Banu bunu işitti. Atasına asi [T766] (1) oldu, İlyas’ın hepsedildiği kaleye geldi.
Gerde, Poli ve Taş kâfirleri ile <2>sarp bir dağa çıkıp gizlendiler.
Bu tarafta Server Saltık, İlyas’m esir edildiğini (3) duyunca askerlerini
yanına alıp Ayandon’un üzere geldi. Ayandon, Server’e karşı vardı. (4)
Yanındaki askerlerle cenk etmeye niyetlendi. Veziri bırakmadı:
-Bu er, (5) seni helak eder. Boş yere cenk edip yok yere adam
kırdıracaksın, dedi.
Vardılar, ortaya (6) adam bıraktılar, barış yaptılar. Ayandon, haraca razı
oldu. Server, İlyas Rumî’yi melikten istedi. Melik,(7) kızının asi olduğunu
Server’e bildirdi. Sultan Saltık, o kızın kalesine (8) çıktı. Yanında askerleri
vardı. Kaleyi kuşattılar. O kızdan İlyas’ı istediler. <9) Kız burca gelip:
-Ey cazu! Sana ben İlyas’ı vermem. Seni bile ele geçireceğim, dedi. (l0>
Server buyurdu, hisarda savaşı şiddetlendirdiler. Hisar çok sarp idi
çaresini bulamadılar. (ll) Gece oldu, kondular. O fettan kız; gizlice kaleden
çıktı, Atabek (l2) Gazi’nin çadırına geldi. Yarıp içeri girdi ki fesat eyleye.
Server, onu duydu:
-Yakalayın, diye (13) çağırdı.
Kullar üşüştüler. Kız çıkıp kaçtı. Tutamadılar. Askerlerin içine korku
düştü, (l4) gafil olmadılar. Kisu Buride, serverlerle on gün cenk etti. Sonunda
âciz kaldılar. <15) Buyurdu, burç üzerine bir darağacı diktiler. İdam etmek için
İlyas’ı getirdiler. Atabek ve Melik [T767] (l) Muzaffer, bunu görüp feryat
ettiler:
-Ya Rab! Bu gaziye yardım et, diye ağlaştılar. (2)
Kâfirler, darağacına urgan attılar ki İlyas’ı çekeler. Kız, taç hanesine
gelip yüksek sesle çağırdı:
-E y (3) Saltık! Seni de böyle edeceğim. Vaktine hazır oi dedi.
Server, hemen atından aşağı indi. (4) Kemendi o burca attı. Kement,
burcun üstünde bir yere ilişti. Hay deyince Server, kuş gibi o (5) burcun üzerine
çıktı. Kılıcını çekip yürüdü. Server’in ardınca İshak Rumî de çıktı. Kâfirler, (6)
urganı kesmeye yetişemediler. Server, fırsat vermeyip yürüdü. Ardmca Atabek
çıktı. O burca (7) yürüdüler, cenk ettiler. Kâfirler sıkı durdular. Atabek Gazi,
tachaneye yürüdü, kızın (8) üstüne geldi. Server Saltık ise darağacından yana
yürüdü, yetişti. İlyas’ı darağacından kurtardı. Şehir (9) içine yürüyüp kaleye
girdiler.
Bu tarafta Atabek, kızın üzerine yetişti. O kız gördü ki Atabek geldi, <l0)
hemen karşı yürüdü. Burç üzerinde cenk ettiler. Server Atabek; kızı bağladı,
saçından (l ) sürüyerek Sultan Saltık’m önüne getirdi. Diledi ki boynunu vura.
Server bırakmadı, hapsettiler. <12) Kaleyi fethettiler. Sonra dışarı çıktılar. Server,
o kızı Atabek’e verdi. Atabek, onu(13) eş edindi.
Server oradan ayrıldı, Gerde kâfirin çıktığı dağa gittiler. Ulaşıp (14) yakın
yerde konakladılar. Gerde işitti ki İslam leşkeri gafil otururur. Gece dağdan
indi, (15) askerlere gece baskını yaptı. Gece yarışma dek çok adam şehit etti.
Cenk ederken Gerde, Atabek önüne [T768] (l) geldi. Server Atabek, Gerde’ye
süngüyle öyle vurdu ki diğer yanma geçti. Düştü, can (2) verdi. Kâfirler onu
gördü, yüzlerini dönüp kaçtılar. Taş Köprü laini de tutup getirdiler. Server
emretti, boynunu vurdular. Poli kâfirinin arkasma düştüler. Ardmdan yetişip
onu da (4) öldürdüler. İslam ordusu, mansur ve muzaffer oldu. Gelip bir yerde
konakladılar. O yerleri fethettiler.
Server, (5) o diyarları Atabek’e verdi. Atabek’in bir kızı vardı, önceki
karısından idi. Onu, (6 Ali Candar’a nikâhlandırdı. Orada düğünler ve şenlikler
yaptılar.
Raviler şöyle rivayet ederler; (7> Atabek, Cebeliyye şehrinde otururdu.
Kuhistan’a da hükmederdi. Dünyadan (8) gitti, oğlu kalmadı. Ali Candar;
Sinop’tan çıktı, geldi. Cebeliyye’de oturup Kuhistan’a (9) hükmeyledi. O mülk,
Melik-i Candaroğllanlarma kaldı. Zira Ali Candar; Atabek kızındandır, onun
için (10) hükmetti.
Server Saltık; diyarları gazilere paylaştırdı, mülk verdi. Zira İslam
dininde (ll) öyledir. Bir kişi kâfirden bir yeri kılıçla alırsa, aldığı yer onun
mülkü olur. Kimse onun elinden (12) alamaz.
Server onlara mülklerini verdi, kendisi Şibad üzere geldi. Şibad, Saltık’ı
karşılayıp (13) gelmesi şerefine ziyafetler verdi. Küre şehrinde konakladılar.
Şibad, şehrin kalesini de teslim etti. Küre, Cemşid zamanmdan (l4) beri çukur
bir yerdedir. Küre’deki madenleri Cemşid bulmuştu. Server oradan kalktı,
İnol’a gitmek üzere hazırlandı. <15) Gemileri hazır ettiler. Server, o gemilere
bindi. Atabek’e ve Ali Bey’e o diyarları [T769] (l) emanet etti, kendisi veda
edip gazilerle denize açılıp gitti.
Oraya yakın yerde bir bey vardı. (2) Adma, Penderk derlerdi.
Karadeniz’in kaptanı idi. Büyük bir kalesi vardı. Seyyid’in yanındaki (3) İlyas
Rumî’nin atası idi. İlyas, imana geleliden beri atasını görmemişti. Seyyid’i
daima babasının <4) üzerine çekerdi. O melik, adanm tamamına hükmederdi.
Tekürden aşağı bir bey idi, askeri (5) çoktu. O haber aldı ki Kuhistan ve Sahil
fetholdu. Server Salar, kendi üstüne geliyor. (6> Hemen askerlerini bir araya
topladı, şehrin önünde durdu.
Önce; Pertan kâfir, Felyoz, Kemi kâfir, Ada beyi, (7) Dadyon kâfir,
Hulye, Hırmankaya beyi, Ayko ve Terme geldi. On dört bin (8) asker toplayıp
beklemeye başladılar. Server, denizden sürüp geldi. Gece idi. Limana
yaklaşınca (9) gördüler ki dağ üzerini kâfirler sarmış. Büyük burçta ateş
yakarlardı. Ateşi, liman belli olmasın diye yakmışlardı. (l0)
Sabah yaklaştı. Güneş, âleme yüz gösterdi. Gelip dağ kenarına eriştiler.
Kâfirler, onları ileri (11) limana koymadılar. Topa tüfeğe tuttular. Server,
gemileri geri gönderdi. Kaptanlar, çekip gittiler. (12) İlyas Rumî, Server’e:
-Dilerim ki ben elçi olayım. Babamın yanına çıkıp onun ile söyleşeyim.
Göreyim ne söyler, dedi. Server:(l3)
-Belki sana bir tuzak kurarlar, dedi. İlyas:
-Yok Server! Gidelim. Taktir ne olursa (l4) görelim, dedi.
İlyas, yedi gazi ile dışarı çıktı. Melikin yanına doğru yöneldi. (15) Melik
bunu işitti, divanı topladı. İlyas, divanın içine girdi. Melik, İlyas’ı görünce
[T 7 7 0 ](1) tanıdı:
-Sen Alyon değil misin, diye sordu. İlyas:
-Senin oğlunum. Adım, İlyas’tır, dedi. (2) Melik öfkelenip:
-Bre haydut! Ne gördün bizim dinimizden de yüz çevirdin, dedi. İlyas: (3)
-Baba! Şöyle bil ki bu küfür karanlığından İslam aydınlığına çıktım. Geri
küfür karanlığına dönmek yoktur. Dilerim, seni <4) de Müslüman edeyim. Eğer
yok dersen Seyyid seni bir yana eder. Benim babam odur, sen değilsin. <5)
Müslüman ol, kurtul. Gel, bu kişi ile düşmanlık etme. Canına ve malına zarar
gelmeyecek. (6) Saltık nasıl biridir, bilirsin, dedi.
Melik Penderk, İlyas’a söz söylemedi. Geri döndü. Birçok (7) beyi
toplanmıştı. Onları getirdi:
-Ne dersiniz? Bu kişi ile cenk eder misiniz, yoksa (8) bir görüşünüz var
mı, dedi. Beyler:
-Gelin, teküre adam salatan. Hâli bildirelim. Eğer cenk (9) edin, derse
ondan yardım isteyelim. Kalemiz sağlamdır, durup cenk edelim, dediler.
Teküre adam (l0> salıp bildirdiler.
Bu tarafta Seyyid, gemiyi bir kenara çıkardı. Orada bir melik otururdu.
Ona, Amasıra derlerdi. Sarp bir kalesi vardı, büyük bir şehir idi. O melik;
Seyyid’i görünce karşıladı, gelip kondurdu. Nimet getirdi, (12) barış yaptı.
Çevrede yaşayan diğer beyler de Seyyid’e geldiler, barış yaptılar. Seyyid bir
süre orada oturdu. (13)
İlyas Rumî gemi ile çıkageldi, durumu Seyyid’e bildirdi. Bu yana,
Penderk melikin gönderdiği (I ) adam teküre geldi. Hâli bildirdi. Tekür, şöyle
dedi:
-Barış yapın fakat (15) memleket isterse vermeyin, dininizin yoluna ölün,
dedi.
Penderk bu haberi işitti Seyyid’e haber [T771] (1) gönderdi. Barış
yaptılar. Server, onlardan haraç istedi. Sonunda haraca razı olmadılar, cenge
başladılar. (2) Server, gemilerle doğru Penderk üzerine gitti. Pertan tarafından<3)
karaya çıktılar. Yürüyüp bin yedi yüz kişi ile kâfirlere hücum ettiler. Kâfirler
bunların karşısında duramayıp (4) kaçtı, Penderk üzerine düştüler. Kırılmış
askerler yetişince Melik Penderk de çıktı. (5) Öyle bir cenk ettiler ki toz
gökyüzüne çıktı. Kâfirler sıkı durdular.
Sonunda İlyas Rurrû, babasının üstüne vardı. (6) Kılıcı çıkarıp üzerine
yürüdü. Melik Penderk durmayıp kaçtı, gitti İlyas, babasının (7) arkasından
yürüyüverdi. Server, sancaktarı tepeledi. Sancak yıkıldı. Küffar askerlerini
kırdılar. Hep birlikte (8) kaçıp dağıldılar. Melik Penderk, kaçarak Penderk
Kalesi’ne sığındı. Kapılarım kapatıp burca (9) çıktı.
Server Saltık, cenk yerinden göçüp kale üstüne geldi. Gemileri denizden
getirdiler, (l0) şehir önüne yetiştiler. Kâfirler toplanıp burç üstünde cenge
başladılar. Müslümanlar sıkı durdular. (ll) Server, mızrağın ucuyla şehrin
kapısına vurdu. Kapı ve duvar tamamen yıkıldı. Kalenin içine yürüdüler. (l2)
Melike haber yetişti ki Müslümanlar kaleye girdiler. Penderk, beyleri ile
görüştü. (13) Cenge son verip barış yapmaya karar verdiler. Kefenlerini
boğazlarına takıp burçtan aşağı indiler. (l4> Kapıya geldiler, bağışlanmayı
dilediler. Server; kabul edip geri döndü, geldi. Kale dibinde büyük bir (l5) ağaç
vardı. Bu ağaç, şimdi de durmakta. Kökünü on kişi kucaklayamaz. Saltık
Ağacı, derler. O ağacın dibine [T772] (l) inip kondu. Mübarek arkasını o ağaca
verdi. Orada su akardı, suya k arşı(2) oturdu. Beyler ve gaziler, ayakta durdular.
Penderk, nimet ve nüzul getirdi. Server’i (3) konuk etti. Orada üç gün
dinlendi. Penderk:
-Sultanım! Bu kalenin içinde büyük bir (4) çam ağacı vardır. Atanız
Seyyid Battal Gazi sizin gibi onun dibinde oturmuştu. (5) Bu şehri gelip almıştı,
dedi.
Server kalktı, o çam ağacım ziyaret etti. Bir gün de (6) onun dibinde
dinlendi. Soma kalktı. Limana indi gitmek diledi. Melik Penderk <7) buyurdu,
Server’in kaleyi aldığı kapının üstüne resim çizdirdiler. <8) Kapıyı yaptırıp
mamur ettiler.
Server gemilere bindi İstanbul’a gitmek istedi. (9) Tanrı’nın hikmetiyle
bir rüzgâr çıktı, Kefe tarafına alıp götürdü. Server geri kenara <l0) çıktı, oturup
dinledi. Bir nice gün orada durdu. Saltık dinlenirken bir gün, bir kişi geldi: (11)
-Sultanım! Tatar diyarında bir kişi çıktı. Adına, Aruhton Mirza derler. <12)
Gazan ilinden çıktı; Nogay, Taht ve Avc Tarhan illerini birbirine vurdu.
Oradan (13) Ton Suyu’na vardı, İdil Irmağı’na girdi. O ırmak, Şirvan’a akardı.
Oradan (14) gemilerle çıkıp çevreyi yağmaladı. Geri dönüp Ton suyundan bu
Boğaz denizine (l5) girdi. Şimdi K efe’yi yağmalamaya geliyor. Sizlere hiç
aldırmaz, dedi. Server: [T 7 7 3 ](1)
-Bizim buraya gelmemizdeki hikmet, buymuş, dedi.
Hemen emretti, gemiye bindiler. Oradan Çerkeş diyarında olan Azak
boğazına (2) girdiler. Orada bulunan Çerkeş beyleri geldi, nimet ve nüzul
getirdiler, konuk ettiler. Server oradan göçüp <3) boğazdan içeri girdi. Bir de ne
görsünler? Tatarlar, doksan parça gemi ile bir kenara konup oturmuşlar. (4)
Seyyid, hemen hışım ile üstlerine yürüdü. Üç bin kişi tekbir getirdi. Arahton
bunu işitti, (5) o da kalktı. Kuvveti pazuya getirdi, deniz içinde cenge başladılar.
Öğle oluncaya kadar cenk (6) oldu. Server, gemisini Arahton üzerine sürdü. O
da karşılık verdi, gemi ile birbirine çattılar. <7) Savaşın şiddeti yükselmeye
başladı. Server, gemisini Arahton’un gemisine saldı. Ardınca (8) gaziler de
sürdüler. Huni Tatar, bunu gördü. Kaçtı, geminin kıçına gitti. Server, (9) sudan
yetişip öyle bir tekme vurdu ki Arahton yıkıldı. Saçından kavradı, sürüyerek (10)
ileri getirdi. Kalan gemiler onu gördüler, iki bölük oldular. Bir bölüğü kaçtı.
Bir bölüğü am an(11) istedi, itaat ettiler.
Server, kenara çıkıp Arahton’ı bağladı. Fesatçıları (12) kırdılar. Kaçan
gemileri kenara çıkardılar, ateş vurup yaktılar. Gemilerdekiler başlarım alıp
dağlara kaçtılar, <l3) gittiler. Server, Nogay’a çıktı ve onlara beyler dikti. Tayin
ettiği beyleri, Dest hanına emanet etti. <l4) O beylerin ulu ham, Dest hanı idi.
Saltık, oradan göçtü, tekrar boğazdan çıktı. (15) Doğru Karadeniz’e
girdiler, İstanbul’a gitmek üzere kürek çekmeye başladılar. Geldiler, Kejbi
önüne ulaştılar. Adaya [T774] (l) çıktılar, konakladılar. O adanın beyi, Server’i
hoşgördü. Kuzbi kâfir geldi, nimet ve nüzul (2) getirdi. Saltık ve arkadaşlarını
misafir etti.
Server, oradan Hırmankaya’ya yöneldi. Oranın beyi Rayko lain, (3)
Seyyid’i karşılamaya gelmedi, itibar itmedi. Gaziler:
-Sultanım! Rayko sizlerden korkmaz, dediler. Seyyid: <4)
-Galiba korkusundan gelmedi, dedi.
Rayko’ya adam gönderdiler, davet ettiler. Varan kişiye (5) Rayko gazap
edip:
-Yürü, git! Ben Rum illerinin pehlivanıyım. Ona niçin (6) varayım. İşte
te kür, barışı bozdu. Vaktine hazır olsun, hâlini görsün, dedi.
Adam, geri gelip Seyyid’e (7) haber verdi. Sultan Saltık, tebessüm edip:
-Abes konuşmasın. Kendinin (8) pehlivanlığını söylemesin. Onun en son
nesli, İslama gelecek. Gaziler, pehlivan olup küffârı helak ederler, deyip
buyurdu, o alçağın üzerine yürüdüler.
Rayko da <l0) askerlerini toplayıp kenara geldi, cenk için hazır bekledi.
Server; onu görünce gemileri kenara (ll) çekti çıkmak istedi. Rayko,
çıkmalarına izin vermedi. İskele kurdurmadı. (l2) Limana uygun bir yer değildi.
Aciz kaldılar. Server buyurdu, gemileri denize çektiler. Gittiler, <13) bir yerden
dışarı döküldüler. Rayko bildi ki Seyyid dışarı çıktı, cam başına (l4) sıçradı.
Sarp hisarı vardı, dönüp kaçtı, oraya sığındı. Sultan Seyyid; (15) atıyla ardına
düştü, onu kovaladı. Rayko bin Bunak, kale içine girip oturdu. Burç ve kapıları
[T 7 7 5 ] (1) donatıp bekledi. Server, gazilere:
-Yürüyün, bu alçağın hakkından gelelim, (2) dedi.
Yürüdüler, bir cenk ettiler ki demek olmaz. Sonunda Rayko gördü ki
Sünniler kaleyi alacaklar. Bir gece (3) kaleden çıkıp İstanbul’dan yana kaçtı,
gitti. Server, o kaleyi alıp yıktı. Halkını (4> esir etti. Rayko geri döndü, bir gece
gelip gazilere gece baskını yaptı. (5) O gece çok gazi şehit oldu. Sonunda
Rayko yine kaçıp gitti bir dağa düştü. (6)
Saltık, onun yaptıklarını işitince çok incindi. Gaziler; şehitleri defnettiler,
(7) atlara bindiler. Gemide İshak’ı bekçi koyup Rayko’nun ardına düştüler,
gittiler. Bir ulu <8) su kenarına ulaşıp kondular. Dört yüz gazi ile orada
beklediler. Sonra Rayko’nun nerede olduğunu öğrendiler, (9) sürdüler, gittiler.
Tanrı rast getirdi gece baskını yaptılar. <10) O kâfirleri kırdılar, kılıçtan
geçirdiler. Rayko yine başını alıp kaçtı, gidip Abruşak’a (ll) sığındı.
Server bildi ki Rayko başını alıp gitti arkasına düşmedi. Geri gemilere
(l2> dönüp Hırmankaya’ya geldi. Oranın kâfirleri gelip itaat etti haraca razı
oldular.
Server (13) oradan gemiye bindi İslambol Boğazı’na gitmek üzere kürek
çekmeye başladılar. Yaklaştılar. (l4) Boğaz’ın iki tarafında iki hisar vardı. O
hisarlardan deniz üstüne zincir <l5) germişler idi. Bir zincir de İslambol önünde
vardı. Denizlerden [T776] (1) gelen gemiler; oradan geçemezdi, tutulup kalırdı.
Seyyid o hisarın önüne geldi. Zincirden geçemediler, (2) kaldılar. Anadolu
tarafında olan hisara, Yavruz; Rumeli tarafındakine ise (3) Nevruz derlerdi.
Onların içinde olan dizdarlar, Seyyid’e yol vermediler. Toplar ve tüfekler (4>
attılar.
Server, gemileri Rumeli’nin kenarınca döndürdü. Kilıkrad tarafına
gittiler. Geldiler, bir kenara (5) kondular. Bu arada Rayko, Seyyid’in gittiğini
işitip geri döndü. Hırmankaya’ya geldi. (6) Etraftan gemiler topladı, on parça
gemi ile Seyyid’i orada gafil dururken bastı. (7) Müslümanlara toplar ve tüfekler
attı. Çok zarar verip fesat etti. Sonra da geri dönüp kaçtı, (8> gitti. Server bunu
gördü, o yerden geri döndü. Lainin ardına düştü, geldi. Bu alçak, (9) bir kenarda
otururken bastı. Naralar atıp cenk ettiler. Çok sayıda kâfir toprağa düştü. <l0)
Rayko gördü ki iş, başka bir türlü oldu. Hemen oradan kaçtı, yakın bir varoş
vardı, oraya sığındı. (U)
Server, gazilerle ardınca gittiler. Orada da cenk ettiler. Bu alçak, oradan
dağa çıktı. (l2) Gaziler, ardınca takip etti. Rayko, bir mağaraya düştü. Yanında
on kişi (13) vardı. Silahlarım giyip cenk ettiler. Müslümanlar dışarıda durup cenk
ederlerdi. O melun, tl4) çok kimseyi yaraladı. Sonunda yaralayıp tuttular,
Server’in önüne getirdiler. (l5) İlyas Gazi yerinden kalktı, kılıç ile Rayko’nun
boynunu vurdu. Varoğ çenginde oğlu Kiryan’ı da tutmuşlardı. [T777] (1)
Server; ona Hırmankaya beyliğini geri verdi, haraca kesti.
Bu sırada, tekürden (2) elçi geldi. Elçiyi getirdiler. Mektubu sundu,
açtılar, okudular. Demiş ki:
-Ey âlemin Serveri! Bilesin ki benim <3) seninle düşmanlığım ve
husumetim yoktur. Barış yaptık. O barışa uyuyorum. Ama (4) benim
beylerimden hangisi sana hilaf ve ihanet ederse, bildiğin gibi hakkından gel.
Benden bilme, (5) demiş.
Server bir cevap yazdı:
-Sen yaptığımız barışa uyuyorsan biz de uyarız. Dinimizde (6) anlaşma ve
barışı bozmak yoktur, dedi.
Tekürün elçisini geri gönderdi. Oradan gemilerine binip Rumeli’ne geçti.
(7> Geldiler, Suzenbol’un kenarına çıktılar. O zamanda, orada bir kâfir beyi
oturmakta idi. Çok (8) mağrur idi. Şöyle ki asker toplayıp Edime şehrini
yağmalamıştı, her türlü fesatlığı yapardı. (9) Server, onun yaptıkları işleri işitti.
Karaya çıkıp ona haber gönderdi, çağırdı. O kâfire, Radiç derlerdi. <l0)
Server’den korktu, hemen adamlarına haber verdi. Elbiselerinin altına zırhlar
giydiler, yürüdüler. Server’i <n) karşılamaya gelir gibi geldiler. Yaklaşınca
birden saldırdılar. Seyyid nara attı, gaziler o <l2) kâfirlerin üzerine yürüdü. Bu
kâfirler üzerine vardıkça çoğaldı, sıkı durdular. Server; gazilerle (l3) hazır
durdu, cenge başladılar. Suzenbol lain emretti, yukarı kalede durup top attılar.
(l4) Gemilere hayli zahmet verdiler.
Server; kaptana buyurdu, iç denize gittiler. Gazilerin bir kısmı karada (15)
kaldı. Hep birlikte tekbir getirip yürüdüler, kâfirlere dokundular. Çok sayıda
kişi öldü. Radiç lain, [T778] (l) gördü ki gücü yetmez. Kaleye kaçtı, burca çıkıp
sığındı, kapıları yaptırıp (2) durdu. Seyyid atından indi, doğru hisara yürüdü,
cenk etti. Bu lain gördü k i <3) kale Server’e dayanamaz, affını diledi. Gaziler
tekrar kalktılar. Server onları bağışladı, (4) gaziler gelip kaleye kondu. O alçak
kapıdan çıktı. Argaç Dağı’na kaçtı, gitti. Orası, Ağaç Denizi idi. (5) Gayet
büyük bir dağ idi, aramak mümkün olmadı. Ona mukayyet olamadılar. O
diyarın halkı, itaat etti. <6)
Server, Eflak ve Boğdan’dan tarafına gitti. Geldiler, bir kenara iskele
vurdular, (7) kondular. Diğer tarafta Radiç, kaçarak Tuna kenarına yetişti. Ba­
ka yığa girip Üngürus <8) diyarına kaçtı. Zira bilirdi ki Rum’da Server onu
yaşatmazdı. Tanrı’nın kudreti ile (9) Seyyid’in çıktığı yere çıkageldi. Gaziler
onu tanıdılar. Üşüşüp ortaya (l0) aldılar, zorla esir edip Seyyid’e getirdiler.
Seyyid onu görünce:
-Bre melun! Sen kim olasın? (ll) Sen ki gaziler ocağı Edime üzerine akın
düzenleyip fesat idesin. Hâline bakmazsın. (I2) işte fesadın ayağına dolaştı. Her
ne yaptınsa karşılığını buldun. Meseldir, “Kuyuyu büyükçe kazasın, (l3) içine
düşersen helak olmayasın.” Çevik kuş gibi ayağından tutuldun. Nasılsın, dedi.
(l4) Ardıç ağladı:
-Ya Server! Bana kıyma. Ben hata ettim. Günahımı sen bağışla. Bundan
böyle sakin oturacağım, dedi. (15)
Server buyurdu, bağlarını çözüp koyverdiler:
-Var, Rus’a git, dedi.
Radiç, yaptıklarına [T779] (l) pişman oldu. Geri yerine vardı, sessizce
oturdu. Server, dönüp Eflak’a geldi. Orada (2) bir müddet dinlendi. Server’in
heybeti ve gazaları âleme yayıldı.
O yıl; Rus, Maskos, (3) Leh ve Çeh kâfirleri ettifak edip yürüdüler, Tatar
hanı üstüne geldiler. Hayli Müslümanlar kırdılar. (4) Geri döndüler, gittiler.
Deşt hanı onlara karşı duramadı. Tatarların h ep si(5) hana uymadı, dağıldı.
Server bu durumu işitti, Kefe diyarına geçti. Deşt vilayetine (6) çıkıp
Tatar’ın mirzalarını davet etti. Ne kadar Tatar beyi varsa geldi. Fakat Argun ( ’
Han gelmedi, haber gönderdi:
-Bu Saltık da kimdir? Bir derviştir. Padişahlara hükmeder. (8) Eğer veli
ise elinden geleni yapsın, göreyim. Ben ona itaat etmem, yanına varmam, dedi.
(9 )

Server, bunu işitince Argun Han’a incindi:


-Nasıl edelim? Eğer bize gelmezse, nifak (l0) ederse belasını bulur, dedi.
Onun ismini başka anmadı. Sonraki günlerde bir gün bu Argun (ll) Han,
asker toplayıp Leh ve Çeh diyarına akınlar yaptı. Dönüp gelirken o diyarın
kâfirleri <l2) önünü alıp, cenk ettiler. Çok sayıda Müslüman şehit oldu. Argun
Han yenilip kaçtı, bir dağa (13) sığındı. Kâfirler ardından yetişip hanı tuttular,
esir ettiler. Onu alıp Leh padişahına (l4) götürdüler. Oradan kaçıp kurtulanlar
geldiler, Deşt mülküne düştüler. Argun Han’ın tutulduğunu haber <l5) verdiler.
Server:
-O bize uymadı. Baş çekti, bunca fesat etti. Nasıl edelim, dedi.
Gelen [T780] (1) Sünniler, Server’e yalvardılar. Server, Leh beyine adam
gönderdi:
-Argun Han’ı öldürmesin, (2) yoksa ona dünyayı dar ederim, dedi.
Adam, Leh beyine varınca o bey; (3) Argun hanı, kayınatası Çeh melikine
gönderdi. Yanmac beyi ki ondan ötededir, ona name gönderip yardım (4)
istediler:
-Saltık gelirse cenk ederiz, dediler. O da seksen bin erle geldi Leh iline
<5) çıktı. Üç kâfir beyi bir oldular, beklediler.
Bu tarafta Seyyid, İslam ordusuna “büyük gaza” diye duyuru (6) yaptırdı.
Han da askerlerini topladı. Kefe Beyi Osman Bey de gazaya (7) hazırlandı.
Çıkıp Leh diyarına yürüdüler. Uğradıkları her yeri yağmaladılar, halkını esn­
ettiler. (8) Doğru başkentlerine yöneldiler, gittiler. Diğer tarafta Leh meliki, o
beylere haber gönderdi. <9) Onlar da gelip toplandılar. Sayısız kâfir askeri bir
araya geldi:
-Gelirse Saltık (lü)ile cenk ederiz, dediler.
Orada bir rahip otururdu. Adına, Hebnah derlerdi. (ll) İşittikiceng
hazırlandılar. Kalktı, beylerin huzuruna geldi. Bu kâfirler ona hürmet ettiler,
yer gösterdiler. <l2) Onlar:
-Gelmene sebep nedir, diye sordular. O rahip:
-Bu askerleri niçin topladınız? (l3) Kiminle cenk ve savaş etmek
istiyorsunuz, dedi. Beyler:
-O Saltık denilen Türk ile (l4) cenk edeceğiz. Ne olacaksa bir gün önce
olsun, dediler. Rahip:
-Eyvah! Bizim (l5) işimiz tamam oldu. Baranın halkı, Türklerin atının
ayağı altında ezilecek. Yerle bir olacak, dedi, [T781] (I)ağladı. Küffâr beyleri:
-Ey keşiş! Niçin ağlıyorsun? Onun halkına ve başına, dünya <2) halkını
üşüştürelim. “Bir arslana, iki kedi kâfidir.” dediler. Rahip:
-Ey gafiller! Sizler şunu bilmez <3) misiniz? Bu Saltık ne erdir, onun
yanında toplananlar kimlerdir? Kaç kere size ve atalarınıza neler yaptı? (4) O
tecrübe yetmez mi de böyle haraket edersiniz? Hâlinizin nasıl olacağını
göreceksiniz, dedi. (5)
Kâfirler; keşişe öfkelendiler, kovdular. Rahip çıkıp yerine geldi, oturup
<6) bekledi.
Bu taraftan Server, İslam askerleriyle yetişti. Kalabalık küffâr askerlerini
görünce tekbir <7) ve tehlil getirdiler, at başını saldılar. O denizler gibi ordulara
saldırdılar. Her taraftan cenge başladılar. (8) O gün güçleri yettiğince çalıştılar.
İki tarafta da savaş davulları vuruldu. Davulların sesi (9) gökyüzüne ulaştı.
Akşam oluncaya kadar cenk ettiler. Küffar askeri sıkı durup dayandı.
Sünniler de yüz çevirmediler. Akşam olunca savaşa ara vermeyi işaret eden
davullar vuruldu. İki ordu, dönüp (ll) konakladı.
O gece gaziler yatmadılar, atlarını tutup beklediler. Sabah olunca atlarını
meydana sürdüler, <l2) akşam oluncaya dek cenk ettiler. Küffar askeri gittikçe
çoğaldı, <13) yığılıp cenk ettiler. Yüz çevirmediler. Çok gayret edip durdular.
Server gördü ki (I4) kâfirler sıkı durdu. Hemen Avnan’ı Kıblegâh’a saldı,
küffarın sancağını gözleyip yürüdü. <15) Engel olmaya çalıştılar, fakat
başaramadılar. Seyyid, Leh melikine yetişti. Kılıç ile vurup [T782] (1) indirdi. O
kâfir, at başını çevirip Seyyid’in önünden kaçtı. (2) Leşkeri onu gördü,
darmadağın oldu. Server, nara atıp Çeh ve Yanmac lainlerle ( 1hamle yaptı. Bir
süre beklediler. Sonunda onlar da yüz çevirip kaçtılar. Müslümanlar, onların
mallarını ve rızıklarını (4) yağma ettiler. Çok sayıda esir aldılar. Yanmac beyi,
biraz yer gidince askerlerini geri durdurdu. (5) Arkadan bir dağa verip kondu.
Beylerine:
-Ben buraya ölmeye geldim. Nereye (6> gidiyorsunuz, durun, dedi. Beyler
durdular.
Bu tarafta Müslümanlar konakladılar, şenlikler yaptılar. <7) Casuslar gelip
haber getirdiler:
-Kâfirler geri döndüler, gayrete geldiler, kaçmadılar. Falan yerdedirler, (8)
gafil olmayın, dediler.
Server hemen nöbetçi çıkardı. Sabaha dek beklediler, yatmadılar. (9)
Sabah oldu. Kalktılar, küffarın üzerine gittiler. Kâfirlere ulaştılar. Bütün
güçleriyle cenge girdiler. (l0) Küffâr askerleri geri durup cenk etti. Çok kişi
şehit oldu. Sonunda, (II) ikindi vaktinde küffarı yendiler. Kâfirler, başlarının
kaygısına düşüp kaçtılar. Yanmac beyi olan (l2) kâfir, yaralı olarak yüz çevirdi:
-Neredesin Yanmac ili, deyip kaçtı.
Server, gazilere o tarafları (l3) yağmalattı. O diyarın bütün kâfirleri
kalelere sığındılar. Server; (l4) kalelere dokunmadı, başkentlerine yöneldi. Bir
yerde konakladılar. Habnah (l5) rahip, bir çok ruhbanla çıkageldi. Atlarından
indiler, Seyyid ile buluşup görüştüler. [T783] (l) Rahip; yüksek sesle iman
getirdi, Müslüman oldu. Server çok mutlu oldu. <2) O rahibin İslamı seçmesine
sevinip üç gün oturdular.
Dördüncü gün Leh, Çeh ve Yanmac (3) iline yöneldiler. Diğer tarafta Leh
ve Çeh beyleri, elçiler gönderdiler. Seyyid’den aman istediler. <4) Server, onlara
aman verdi. O elçiler, Argun Han’ı getirdiler. Argun Han, Seyyid’in ayağına <5)
düştü. Seyyid’in kendine bu kadar lütuf, kerem, şefkat ve mürüvvetini görüp
gayet utandı. (6) Özürler diledi, günahından ve küstahlığından utandı. Server
onu affetti, lütuf ile tebessüm (7) etti. Argun Han’ın gönlünü hoş eyledi. Yanmac
Iain; (8) barış ve aman istemedi, gitti.
Fakirler sultanı, seyitlerin âlimi Seyyid Saltık, Yanmac’a (9> gitti. O
diyara yetişti. Kendisi güzel bir yerde oturdu, gazilere akın emri <l0) verdi. Taraf
taraf yürüdüler, ileri vardılar. Yağma yaptılar ve esir ettiler, geldiler. Oranın (ll)
papazları, karşılamaya gelip barış talep ettiler. Sultan Saltık buyurdu:
-Kâfirlerin papazlarını, (12) hastalarını ve masumlarını öldürmeyin. Kanlı
olursunuz. Cenk etmeyip affını diyenleri <l3) de öldürmeyin. Kanlı olursunuz ve
asilerden olup Hak hazretinin hışım ve azabına uğrarsınız, (l4> dedi.
Sonra duyuru yaptırıp yasak eyledi:
-Yasak tutmayanı, onun yerine öldürün, dedi. (l5)
Server, papazlarla barış yapıp tahtgâhına yürüdü. Diğer tarafta Yanmac
kaçtı, [T784] ’ bir dağa sığındı. Şehrinde durmadı, gitti. Bu tarafta Seyyid;
Yanmac’ın başkentine, (2) Pervaya tahtı dedikleri şehre geldi ve kondu. O
şehrin halkı, karşılamaya (3) gelip ziyafet verdi. Server ile barış yaptılar.
Gazilere mallar verdiler, onları zengin ettiler. Server:<4)
-Beyiniz olan laini bulmanız gerekir, dedi. Onlar:
-Server! Bizim onu ele geçirmemize imkân (5) yoktur. Sen gayret eyle,
diye yalvardılar.
Server buyurdu, o dağı orta yere aldılar, (6> süzdüler. O diyar halkıyla
birlikte kol kola verip yörüdüler. Büyük <7) küçük ne kadar insan varsa on gün,
o dağı süzdüler. Ulu bir kuleye geldiler. Yanmac beyi Raston, (8) onun üstünde
idi. Gördü ki halk sürüp onu tutmak ister. Yine kaçmak <9) istedi.
D işer tarafta kendi beylerinden, Mervanik adlı bir kâfir vardı. Onun
yanma (l 1geldi. O da karşı geldi, tutmak istedi. Raston:
-Hey Mervanik! <M> Tuz ekmeğim gözüne dursun. Beni tutmak istersin,
ben senin beyinin oğlu değil iniyim? Hem de beyin olacağım, dedi. (l2)
Mervanik:
-Evet öylesin, fakat nasihat tutmadın. Kendi bildiğin gibi iş yaptın. (l3)
Bizi at ayağı altında koydun. Senin şu mülkün böyle oldu, devlet başından <l4)
gitti. Fesatların sözüne uydun, işte hâlini gördün. Bundan sonra hüküm,
Saltık’ındır. <l5) Ondan korkuyorum. Eğer seni bırakırsam oğlumla, kızımla
beni hep kırar. Böyle yaptın. [T785] (l) İl hâlini, fakirler ahvalini anıp
esirgemedin. Bu halk da seni esirgemez, deyip ileri geldi. (2> Sıkıca kavrayıp
bağladı, Seyyid’e getirdi. Seyyid, onu gördü: t3)
-Ya Raston! Hâlin nasıldır? İslam dininin erleri nasıl kuvvetlidir, gördün
mü? Peygamberlerinin (4) mucizatı kıyamette zuhur eder. Tanrı kudretinden
işlenir ve küffârı hezimet eder, müminlere <5) fırsat olur, dedi.
Raston başını saldı, söz söylemedi. Server, o diyarı Mervanik’e (6) verdi:
-Bu lainin soyundansın, beylik senin olsun, dedi.
Mervanik buyurdu, (7) Pervaya şehrinin önünde Raston’un derisini
yüzdüler. Saman doldurdular, burca astılar. Gövdesini ateşte (8) yaktılar.
Hâzinelerini aldılar. Geri, Maskos diyarına döndüler. Daha sonra o illere
akınlar (9) yaptılar. O gazada, Seyyid’in kavminin eline çok miktarda ganimet
geçti. Rus diyarına da (l0) akınlar yaptılar. Yanmac melikinin, Seyyid’in elinde
helak olduğunu işittiler. Seyyid’den (ll) korktular, Server’e armağanlar ile
elçiler gönderdiler. Barış talep (l2) ettiler.
Server oradan göçüp, Deşt’e gitmek üzere yola çıktı. Geldiler, bir süre
sonra (13) Kırım şehrine çıktılar. Tatar hanı, Kırım’da kaldı. Argun Han da gitti.
(l4) Seyyid’e her zaman hediyeler gönderirdi, onun can dostu olmuştu. Server,
Kefe’ye geldi. Kendi (l5) getirdiği malı fukaraya ve miskinlere paylaştırdı. Bir
süre oturup dinlendi.
Server, K efe’de dinlenirken bir gece [T786] (l) rüya gördü. Rüyasında,
kâfirler hücum edip Rum vilayetini geri alırlar. <2) Kendi bir yerde sessizce
durur, onlara bakar. Müslümanlar dağılıp gider. Bir süre <3) sonra geri gelirler.
Gemiler getirirler, binerler. Beriye çekip geri, Rumeli’ne girerler. Bu defa
kâfirleri ele alırlar, tutup kırarlar. Gövdelerini ateşte kızartırlar. Sonra yeriz,
diye ortaya getirirler. <5) Onlarm içinde yiğit bir reis vardır, yemeye izin
vermez, dışarı atarlar. Server, onlardan birine <6) sorar, “Bu kimdir? Size bey
olmuştur” der. Orada bir şahıs, “Ya Server! Senden sonra, (7) bu yiğit geldi.
Erlikle bu yerleri fethetti. Kıyamete kadar müminleri bu diyarda (8) topladı. Bu
yiğide, Ece Bey Sultan Gazi derler. Gaziler başıdır.” dedi. Server (9) ona bakıp
dua ederken Ece Bey, yeşil kanatlarla göğe uçtu. Havada (l0) semalar eyledi.
Kanadından nurlar saçıldı. Bütün Rum mülkü nura boğuldu. (ll) Ondan süzülüp
indi, Edime yanında bir yerde kondu. Büyük bir kubbe oldu, geri yıkıldı. <12)
Toz gökyüzüne çıktı, sonra da belirsiz oldu.
Server uyanıp kalktı, gazileri (l3) bir araya topladı. O gördüğü rüyayı
anlattı:
-Bilmiş olunuz! Bizden <l4) sonra Ece Bey Gazi gelecek. Hak veli olacak,
bu diyar onun eliyle fetholacak. (l5> Ulu veli olacak. Her kişinin haceti, kabri
üstünde dua ile hasıl olacak. Onun kabri. Edime [T786] (1) yakınlarında olacak,
dedi.
Buyurdu, ona bir vasiyetname yazdılar, bıraktılar. Gazilerden (2) her kim
yitişirse ona teslim edecek. Seyyid ona, “Oğul Ece Bey!” diye buyurdu.
Rivayettir; (3) sonra o vasiyetname geldi, Ece Bey sultana ulaştı. Okudu.
Kalktı, (4) Rumeli’ne geçti. Kırk gazi ile fethetti. Edime yanında, (5) Ece Ovası
derler, geçip orayı fethetti. Bu olay, Gazi Umur şehit <6) olduktan sonra idi.
Onları Edime yakınlarında, Mekri Kalesi üzerinde şehit (7) eylediler.
Seyyid’den sonra nice zaman, Rumeli’nde kalıp gazalar etmişti. Bu iki (8)
Server; velayet ile gelmişlerdir, gazilerdir. Rumeli’nin fethine sebep
olmuşlardır. Revanları<9) şad olsun.
Daha sonra Seyyid hazretleri:
-Gaziler! Biz din yoluna çalışalım. (l0) Hazret-i Resul’ün yüzünün suyu
hatırına, Tanrı bize yardım edecek, dedi.
Server, gönül hoşluğu ve sağlıkla (ll) otuyordu. Ansızın bir kişi geldi:
-Bilmiş olun! Kara Boğdan kırk bin kâfir topladı, Edime (12) üzerine
gitmek ister. Niyeti, Müslümanları oradan gidermektir. “Rum’da Türkleri
yaşatmam.” diye konuşur, dedi. (13) Salar Rum:
-Yâranlar! Gördüğümüz, hayal eseridir. Hazırlık yapın, (14) o laine
Edirne’ye varmayı bildirelim. Daha biz hayatta iken böyle eder, öyle mi, dedi.
Kalktılar, (15) Boğdan’a gitmek üzere yola çıktılar. Büyük akarsuları
geçtiler, Özi [T788] (l) önünden revan olup döküldüler. Kara Boğdan, yüksek
bir dağ üstüne ordusu <2) ile çıkıp oturdu. Çevreye hendek kazdı, içine girdi,
bekledi. Server, onu (3)görünce:
-Müslümanlar! Edirne’nin düşmanı, buradan yakm olan Eflak’tır. (4)
Diğerleri, bunlar gibi acımasız kâfir değilerdir. Şimdi Rum’u her kim zapt
etmek isterse Edirne’de (5) oturur. Bundan sonra her kim küffarı ve bu adiyi
yenmek isterse Edime Kalesi’nde dursun. <6) Zira gaziler ocağıdır. Gaza için
ondan güzel yer olmaz. Bu dünya bir yüzük gibidir, yüzüğün (7) mührü gibidir.
Rumeli ve o mührün ortası Edirne’dir. Edime her kimin elinde olursa Rum,
yüzük <8) gibi parmağında olur. Onun mührünün merkezi, yerdir. Hem Rum’un
iç ili odur. Gaziler, (9) kuvveti ve nusreti orada tutarlar. Her kim oraya kötü
bakarsa kötü olur. Aziz (l0) görse kılıç ve fetflı ile bütün âleme muzafferdir,
deyip mübarek arkasını Edirne’ye (ll) dönderdi ve vasiyetine devam etti:
- Ya Rab! Edime erenlerinin hürmeti için düşmanları sen kahreyle.
Bu, İslamın kapısıdır. Gaziler topluluğunu, Sen daima orada çoğalt. Fetöı ve
zaferi müyesser et. Hâkimlerini adil,<13) eyle. Âlemlere galip et, diye dua etti ve
anlatmaya devam etti:
-Serverler! Birkaç gün <14) buradan uzak olduk diye, küffar yine baş
kaldırdı. Bunların tepesini dövmek <l5) gerek. Varıp orada oturmak gerek, dedi.
Rivayettir; Server Saltık gelir, çoğunlukla [T789] (l) orada otururdu.
Ömrünün sonlarına doğru onun etrafından gitmezdi ve:
-Enbiya’nın Seyidi bana, “Burası uğurludur (2) ve gazi ocağıdır. Gazi isen
burada dur. Her kim gaza ederse dinin kılıcı, onun <3) elindedir. Bahtiyarlık
onundur.” diye söyledi, dedi. Vasiyet bittikten sonra:
-Buralarda oturun k i <4) düşmana kolunuz kuvvetli olsun, dedi.
Askerlerin gönlünü alıp teselli ettikten sonra:
-Yürüyün, dedi. Önce kendisi atını tepdi, (5) yürüdü.
Boğdan kâfirleri gördüler ki Müslümanlar sıkı durdular, yer yer
hendeklerden at sıçratıp <6) içeri girdiler. Gelip aman istediler. Beylerini
kavrayıp tuttular, yaka paça sürükleyerek Seyyid’e getirdiler. (7) Seyyid onlara
aman verdi. Laini bir kafese koydu, Baba’ya gönderdi. Oraya, kâfir bir naip
bey (8) bıraktı. Sonra Server gelip şehre oturdu. O kâfiri, Edime şehrine kafesle
getirdiler. Getirip <9) yüksek burçta astılar, şenlikler yaptılar. Her tarafın
kâfirleri, Server’e elçi gönderdi. Barış (10) talep edip gittiler.
Server; oradan kalktı, yâranlar ile Edirne’ye geldi. Server’i (ll) şehir halkı
karşıladılar, getirip kuzey kapısındaki Ahmed’in sarayında kondurdular.
Efrengiyye burcuna çıkıp (l2) oturdu. Âlemi oradan seyrederdi. Bir yıl kadar
orada oturdu. Kâfirler, Seyyid’in Edirne’de oturduğunu (l3) işitirler. “Gafil
değildir, bizi gözetir.” diye korkup sakin sakin otururlardı.
Bir yıl (l4) sonra mübarek gönlü, İslambol’u gezmek istedi. Tekürle
barışık idi. Haber gönderdi:
-Ben İstanbul’a (l5) gezmeye geliyorum, dedi. Kâfirler korktular:
-Bir hile yapmasın. Şehri alır, dediler. Tekür : [T 7 9 0 ](1)
-Sakin olun! O, niyetini sır gibi saklayan kişi değildir. Acaba onun
gönlüne ne düşmüştür? Karşılayalım, dostluk <2) edelim. Yoksa onu
öfkeldirirsek tozumuzu göğe savurur, dedi.
Bu söz üzerine şehirden dışarı geldiler. <3) Bir günlük yere gelip
karşıladılar, başlarını açıp dualar eylediler:
-Hoş geldin, hayır ve uğurun öncüsü, diye bağırıştılar. <4)
İzzetle karşıladılar, üç yüz gazi ile şehre getirip kondurdular. Türlü türlü
nimetler döküp ziyafetler verdiler, misafir ettiler. l5) Tekür, ayakta durup hizmet
ederdi. Seyyid Battal <6) Gazi’den kız saklamak için denizde bir burç
yaptırmışlardı. Onu donattılar. <7) Seyyid oraya vardı. Kırk gün orada ibadet
etti. “Ya Rab! Sen bu diyarı, <8) İslam kapısı eyle.” diye yalvardı. Bir gece
rüyasında:
-Ya Server, Al-i Osman neslinden Mehmed adlı (9) bir gazi padişah
olacak. Bu şehri ve bu vilayeti o fethedecek. Kıyamet gününe kadar bir daha
küffâr ayağı bu yere basmayacak,(l0) dediler.
Server çok şaşırdı, rüyasını gazilere anlattı. Ondan sonra (ll) gördüler ki
yaşlı bir rahip çıkageldi. Seyyid, onu yanına alıp sordu:
-Siz kimsisiniz, neden (l2) geldiniz, dedi. Rahip:
-Ben İsa Peygember’in ashabından, Şemun’um. Benim için İsa <l3) dua
eylemiştir. İsa gökten inene kadar bana ölüm yoktur. İsa gökten geri inecek,
onunla tekrar gaza edeceğiz. Şimdi, sen i(l4> ziyaret etmeye geldim, dedi.
Server onu hoşgördü, rüyasını ona da anlattı. Şemun:
-Ya Server! Bu rüya doğrudur. <l5) Velinin vakıası, aynen olur. Diğer halk
gibi aksi olmaz. Server, Şemun’a sordu:
-Bu şehrin [T 7 9 1 ](l> en sonu nasıl olacak, dedi. Rahip:
-Server! Bu şehir sonunda Müslümanlar elinde harap olacak. Harap olma
sebebi şunlar olacak: Fısk*,(2) fücur**, fesat, zina, livata*, zulüm, cevr** ve kötü
işler ile çok karşılaşılacak. Tanrı; kıtlık, kuraklık ve vebalar verecek. (3> Zelzele

Fısk: Hak yoldan veya hak yolundan çıkma, Allah’a karşı isyan, hainlik, dinsizlik,
ahlâksızlık.
Fücur: İşret, günahkârlık, ahlâka aykırı durum.
Livata: Erkekler arasındaki cinsî sapıklık.
Cevr: Haksızlık, eza, cefa, eziyet.
çok olacak. En son harap olacak ve yere batıp gidecek. Bir tarafı kaledir. O yer
umarım, Ayasofya tarafıdır. (4)Zira onun için dua olunmuştur, dedi. Server:
-Ya Edirne’nin harabı neden olacak? Hikmet ilminden bilirsen, bize
beyan ve ayan eyle, dedi. (5) O âlim rahip:
-Ya Server! Oranın harabı olmaz, eğer Müslümanlar gazadan
vazgeçmezlerse. (6) O şehir Tanrı’nın nazargâhıdır. Onun hâlini Allahuteala
bilir, dedi.
Server ile Şemun rahip; üç gün üç gece oturdular, (7) sohbet ettiler.
Server, oradan veda edip ayrıldı. Gazilerin sultanı; İslambol’dan gemilere binip
Karadeniz’e <8) revan oldu, gitti. Gelip Sinop şehrine çıktı. Her taraftan gaziler
gelip Seyyid’i ziyaret (9) ettiler. Kuhistan’dan Atabek Gazi Alagöz ve diğer
gaziler geldiler. Saltık’ın duasını aldılar. Server, o (l0) İslam diyarına geldiğinde
İslam dininin kök saldığını kuvvet tuttuğunu gördü. Çok mutlu oldu. Fukaraya
yardımlarda bulundu. (ll>
Oradan kalkıp Sultan Alaeddin’in yanına gitmek üzere Konya’ya
yöneldi. Beyler ve halk, erkekten (l2) ve dişiden her kim varsa Seyyid’i
karşılamaya geldiler:
-Sultan Baba geldi, diye karşıladılar. Mübarek elini öptüler.
Sultan <l3) da geldi. Atlarından indiler, görüştüler. Geri atlarına bindiler,
şehre geldiler. Server’i misafir ettiler. Sultan ile <l4) Seyyid, Ulu Cami’ye gelip
halka vaaz ve nasihatler ettiler:
-Din için gayreti elden bırakmayın. Dinin doğru saydığı şeylerin aksini
yapmayın. (l } Zulümden sakının, dediler. Halk bağrışıp ağlaştı:
-Ya Server! Ne olur, bizim içimizden gitme. Bizi bırakma, dediler.
[T 7 9 2 ](1) Server:
-Sizler gaza niyetine çıkıp ev ve yurt ile Edirne’ye (2) gidiniz. Zira
buradaki ibadetten, oradaki yatıp uyumak hayırlıdır. (3) Kaldı ki orada ibadet de
edersiniz, sevaplar kazanırsınız, deyip halkı hep o tarafa yönlendirdi.
O söz üzerine <4) Konya diyarından bin ev göçtü. Gaza niyetine
Rumeli’ne ve Edirne’ye gittiler.(5) Edime Kalesi’ne girip oturdular. Etrafta
gazalar ederlerdi. Evliyalar sultanı; <6) orada halka veda etti, geri Sinop şehrine
geldi. Orada deniz içinde bir taş (7) vardı, musalla idi. Seyyid onun üzerine varıp
ibadet ederdi. Bir ay durdu, (8) sonra gemiye binip Eflak’a hareket etti.
Geldik bu tarafa. Boğdan beyi Edirne’nin (9) zindanından yol buldu.
Gece kaçıp bir dağa sığındı. Tuna kenarına geldi. <l0) Bir yerden geçti doğru
Seyyid’in yanına geldi. Server, bir ağaç dibinde arkadaşlarıyla (ll) oturuyordu.
Gelip Seyyid’in ayağına düştü. Yalvardı, günahının bağışlanmasını diledi <l2)
ağladı. Server:
- Bir daha İslama kast etmeyeceğine ant iç, seni geri yerine göndereyim,
(13) dedi.
O bey; Incil’e ant içti, ahdetti. Server, yerini geri ona verdi. Yanma adam
(14) verdi, yerine gönderdi. Yılda on iki bin dinar haraç vermeyi kabul etti. (15)
Server, bir gün Tuna’da balık avlayarak gezerdi. Baba’ya giderdi. Bir
kenara [T793] 0) çıktı. Gördü ki dağ içinde bir kişi, mağarada ibadet eder.
Server, yanma <2) vardı. O kişi ileri geldi görüştüler. Seyyid:
-Siz kimsiniz, burada ne yapıyorsunuz, dedi.(3) O kişi:
-Ya Server! Ben atam Cafer Gazi ile buraya geldim. Bana, “Otur.” dedi.
Oturdum, (4) burada kaldım. Rızkım, gaibden gelir. Atam bu gece bana,
“Seyyid Saltık geliyor, (5) o seni görünce vefat edeceksin. Namazım o kılacak
ve defnedecek.” dedi.
Server, şaşırıp kaldı. (6) O kişi hem hasta idi. Tekrar konuşmaya başladı:
-Ya Server! Eğer dünyada çok yemek olmasa, hastalık (7) olmazdı, dedi.
Server:
-Ömür kısalığını neden bilirsin, diye sordu. O kişi:
-Seyyid Battal <8) Gazi’den işittim. Üç şeydendir. Biri çok yemekten,
İkincisi bedduadan, üçüncüsü ise (9) tuz ve ekmek hakkını inkâr etmektir, dedi.
Server:
-Tuz ve ekmek hakkını inkâr edenlerin, tuz ve ekmek gözüne dursun. <10)
Şimdi gaziler, ona âşık. Tuz ve ekmek hakkından sakının. ( Yoksa zararı çok
büyüktür. Darlığa, kıtlığa düşersiniz, dedi.
O kişi gece vefat etti. (12> Server onu yıkadı, kefenleyip defnetti. Bir
mezar yaptı.
Server oradan ayrıldı, yoluna (13) devam etti. Bir kenara çıkıp oturdu.
Eflak meliki gelip Seyyid’in elini öptü, haraç getirdi:(14)
-Sultanım! Macar meliki Kaydafan’dan haber aldım. Kendi askerlerini
toplamış, papaya gitmiş. (15) Oradan gelecek, tekrar ihanet edecek, dedi. Server:
-Git, sakin olup otur. Ederse bulur, dedi.
Melik oradan [T794] (1) gitti. Server, gazilerle Kuma Baba’ya geldi. Şehir
kavmi mutlulukla (2) karşılmaya geldi Server, gemiden çıktı. Görüştüler, elini
öptüler. İzzetler ettiler. Server’i (3> makamına getirdiler, kondurdular,
konukladılar. O kış Şerif, Baba’da oturdu. Tatar hara (4) geldi Şerif Gazi ile
buluştu. Durumu sorup öğrendi. Yazdılar, hikâye (5) kitabına geçirdiler.
Şerif, hanla sohbette iken gah taat gah ibadette idi. Etrafın kâfirleri,
İslama gelmekte; Rum ili sala vat ve tekbirle dolup taşmakta idi.
ÜÇÜNCÜ CİLT
43 2
[T 7 9 4 ](7) ÜÇÜNCÜ C İLT

B İR İN C İ BÖLÜM

SALTIK GAZİ’NİN M A ŞRIK DİYARINA (8) SEFERİ

Rivayet edenler şöyle anlatır: Şerif, Rumeli’de <9) oturuyorken bir gün bir
kişi mescit kapısından içeri girip selam verdi: <l0)
-Bana, Şerif hazretini gösterin, dedi.
Gördüler ki o erin iki gözü çıkmış, kör olmuş. Elinden tuttular, Şerifin
huzuruna getirdiler. O şahıs, Seyyid’in elini öptü, ağlayarak: (12)
-Ya Server! Maşrık mülkünden geliyorum. İyi adını işittim, bana yardım
et. Zalimden hakkımı alıver, dedi. <13) Şerif:
-Ya kişi! Derdini anlat, bilelim, dedi. O şahıs:
-Ya Server! Ben, Umman diyarında (14) bir Arap şeyhi idim. Atadan,
dededen beri şeyhlik ederiz. Bu şimdiki melikimiz zamanında herkese fitne ve
(l5) fesat meyletti. Hazret-i Resul’ün yolunu terk ettiler. Zina ve fesada düştüler.
Toplumun [T 7 9 5 ](1) düzeni bozuldu. Toplumun önderleri yanıma gelip:
“Melikimiz fitne ve fesatla uğraşır, (2) içki içip zina yapar. Günahsızları
öldürür. Gidip bu zalime söyle, zulmü bıraksın. (3) Dinin kurallarına uysun. Bu
dünyada düzenli yaşamak, dinin kurallarına uymakla mümkündür.” Ben
kalktım, (4) melikin huzuruna çıkıp nasihat ettim. Umman padişahı ve İran
padişahı bu sözümden dolayı gazaba geldi, (5) emretti, beni tuttular, gözüme mil
çektiler. Sonra da beni ilden sürüp çıkardılar. Şimdi bu diyara geldim, (6) size
sığındım. Benim intikamımı onlardan alınız ve o diyarda dinin kurallarına
uymayı sağlayınız. Orada(7) olan Müslümanları ve mazlumları beladan kurtarın.
Tanrı’nın izniyle sevaba girersiniz, (8)dedi.
Şerif bu sözleri dinleyince çok üzüldü. Ağzının barından onun gözüne
sürdü,(9) gözleri biraz görür oldu. O şahıs çok mutlu oldu. Server buyurdu:
-Hemen hazırlık yapın. Ben (l0) şarka gidiyorum. Dinin kurallarına nerede
uyulmuyorsa oranın halkını kırmak gerek. Islah için padişah (ll)kuvvetli olmalı.
Padişahı ıslah etmek de müminler için farz ve vaciptir, dedi.
Hemen kalktılar; (12) ak atı yani Ankabil’i getirdiler. Saltık Gazi, atına
bindi, arkadaşlarıyla birlikte yola çıkıp gitti. (l3) Gah konarak gah göçerek
Diyar-ı Bekr iline ulaştı. Oranın meliki Caber Misik (l4) karşılamaya geldi,
saygılar gösterdi, getirip konuk etti, ziyafetler verdi. Birkaç gün orada
dinlendiler. Malik Caber <l5) sordu:
-Ya server, nereye gidiyorsunuz, bize de söyleyiniz, dedi.
Şerif, Umman melikinin halka zulüm yaptığını, [T796] (l) İslam dininin
kurallarına uygun olmayan işler ettiğini anlattı. Melik Caber:
-Server, bu bizim Hamid Kalesi’nde (2) acayip bir canavar belirdi.
İkindiden sonra çıkar, dışarı gelir. Bir minare gibi uzar, (3) nefesinin ateşinden
kimse yanına yaklaşamaz. Sabah kaybolur. Hiç bilmiyoruz bu nedir, dedi.
Şerif:(4)
-Bana onu gösterin, dedi.
Melik Caber’in oğlu Firdevs Şah kalktı, Server’i (5) canavarın olduğu yere
götürdü. Biraz sonra kara minare gibi bir <6) nesne duman gibi çıktı, direk
şeklinde göğe yükselip durdu.
[M K1] (4) Rivayet edenler şöyle anlatırlar: Seyyid (5> Şerif Hızır yani Sarı
Saltık onu gördü, bir süre (6) şaşkın şaşkın onu izledi, Hakk’ın hikmetine hayran
oldu: (7)
-Bu canavar ne zamandan görülmektedir, dedi. Firdevs Şah:
-Bir yıldır görüyoruz, dedi. (8) Şerif:
-Ya hayvan! Allah’ın emriyle çekip buradan git, artık buraya gelme. (9)
Eğer gelirsen seni yok ederim, deyip bir kez haykırdı.
(10) Canavar, Seyyid’in narasını işitti, Saltık’ı karşında <U) gördü; aca
bir sesle öyle haykırdı (12) ki pek çok kişinin ödü patladı. Sonra (l3) kaybolup
gitti. Bir daha gelmedi derler. [MK22] (1)Ama bazıları şöyle anlatır: Şerif, ona
göründü, (2) birbirine hamle yaptılar. O canavar, Seyyid’e dağ kadar (3) taşı
getirip attı. Seyyid taşın önünden kaçtı. (4) Çıkarıp bir ok attı, canavarı
omzundan yaraladı. Canavar oku çekti, (5) parçalayıp kenara attı. Sonra tuttu,
Hamid Kalesi’nin (6) bir tarafını yıktı. Sonra gördü ki yarasından kan <7) çeşme
gibi akar. Canavar kanı görünce <8)bir kez haykırdı, denize girip kayboldu.
(9) Şerif dönüp Melik-i Caber’in yanına geldi birkaç gün (l0) o
dinlendi. Daha sonra bir zaman yürüdüler. (ll) Bahr-i Umman’a yaklaştılar.
Maşrık diyarında oturan ve (12) fitne fesat ile uğraşan bir kişi gelip:
-Sultanım, (l3) haberin olsun. Sarı Saltık dedikleri kişi falan [M K23] (l)
yere gelmiş, seni aramaktaymış. Gafil olma. Gözlerine (2) mil çektiğin şeyhin
gözlerini Saltık açmış, şeyh seni (3) şikâyet etmiş. O da, zalim padişahı
katletmek (4) gerektir, Hazret-i Muhammed’in kurallarını icra etmek için bu
şarttır, demiş.
Umman şahı(5)bunu işitince biraz düşündü, başını önüne eğip:
-Bu Seyyid (6) sihirbaz bir kişidir. Benim onunla bir düşmanlığım yok.
Benden ne ister, dedi. <7) Bir veziri vardı, adına Muhsin derlerdi, akıllı bir kişi
idi. (8)0 :
-Ey Şah! Bu Şerif velidir. Onunla kimse cenk ile başa (9) çıkamaz. Çaresi
şudur: Eline hediyelerini al, <l0) onu karşıla. Çık, önünde günahlarına tövbe et.
(ll) Zinadan el çek. Bir diyarda zina, zulüm, (l2) fesat ve şarap aşikâre olursa
orada adalet ve doğruluk olmaz. Bu diyarın (l3) padişahı; zina, zulüm ve fesatlık
yaparsa şüphesiz [M K24] (l)o diyar halkı da öyle olur. Pazarda kantarda <2) hile
yapılır. O diyara Tanrı hışmı çabuk (3) eder. Ya veba ya da kıtlık gönderir, dedi.
Vezir (4) Muhsin, Umman şahına buna benzer nasihatler verdi. Melik-i
Umman:
-Ya haydut! Saltık, sihirbazdır, seni şimdi (6) tepelerdim ama babamdan
kaldın. Git buradan sana bir zararım (7) dokunur, deyince vezir:
-Ya melik! Şerif <8) sihirbaz değildir, velidir. Görmezsin. Şeyh Muhsin’in
(9) gözlerine sen mil çektin. Ben haber aldım. Mübarek (l0) ağzının barından alıp
gözüne sürmüş, hemen o anda <n) gözleri kısmen açılmış. Saltık Gazi ile
birlikte buraya gelirmiş, deyip sustu. <12) Umman şahı öfkelendi, emir verdi,
vezirinin (l3) gözlerine mil çektiler. Daha sonra işkence edip şehirden
götürdüler. [M K 2 5 ](l) Umman şahı:
-Git, senin de gözlerini Saltık açsın,(2) dedi.
Şeyh Salih’in bir oğlu vardı, îmirza derlerdi. (3) Yiğit bir kişi idi, daima
değişik kıyafetlerle gezerdi. <4) Umman şahından korkardı. Haber aldı ki
vezirin gözlerini <5>çıkarmış ve başka bir şehre sürmüş. Öyle hakaretler etmiş
ki, havadaki <6) kuşlar ona bakıp ağlaşırlarmış. Ev halkını da yağmalatıp perişan
ettirmiş. <7) İmirza, Umman şahı bir geziden dönerken öldürmeyi (8) düşündü.
O sırada haber aldı ki babası Rum’a gitmiş, Sarı <9) Saltık’ı getirmiş. O veli,
babasının gözlerini açmış.
Bu haberleri (l0) işitince hemen o gece atına bindi, gözlerine mil çekilen
veziri (ll) de yanına aldı, Şerifi karşıladı. (l2) Babasıyla görüştü, vezirin
dunımunu da anlattı. Şerif, (l3) veziri gördü. Baktı ki muhteşem bir pir, ama
gözlerini çıkarmışlar. [M K26] (1) Arkasında eski bir elbise. Öyle hakaret
etmişler ki Şerif (2) onu görünce ağladı. O biçare de Şah-ı (3) Umman’ın
zulmünü anlattı. Şerif, mübarek ağzının barından (4) biraz aldı, gözlerine sürdü.
Allahuteala’nın inayetiyle (5) gözleri açıldı. Hakk’a şükürler etti. Seyyid’in (6)
mübarek ayağına düştü. Daha sonra Saltık, İmirza’ya:
-Ya evlat! <7) Umman şahmın isteği nedir, dedi. O:
-Ya Server! O, (8) zalirı bir padişahtır. Umman diyarını zulümle harap (9)
etti. İşi; sürekli fitne, fesat, zina ve şaraptır. Senin bu diyara (l0) geldiğini
öğrendi:
“Saltık, sihirbaz bir kişidir, (ll)ben onunla cenk etmem, her ne isterse
vereyim üzerimden (l2) atayın.”, dedi. Bu vezir, babasının zamanından kalmış
bir kişi idi. <l3) Sizin geldiğinizi öğrendi, ona çok nasihatler [M K27] (I) verdi.
“Saltık sihirbaz değildir. Onun işi velayettir, <2) velidir.”, dediği için gözlerini
çıkardı. Ev halkını yağmalattı. (3) İşte huzurunuza geldik, dedi. (4) Vezir:
-Ya Seyyid! Melik-i Umman çak zalim bir (5) kişidir, zina yapmakla
meşguldür. Şüphesiz seninle cenk edecektir, am an(6) gafil olma, dedi. Şerif:
-Zalim kişinin daima (7> ömrü ve maneviyatı eksilir, sonu hayır olmaz.
Dinin kurallarına (8) uymayanları, ortadan kaldırmak vaciptir. Hak teala o <9)
zalimi Müslümanlar üzerinden götürsün, dedi. O gece denizden <10) çıkıp
sağlam bir kaleye vardılar. Seyyid’in atı yanında (ll)idi:
-Bu kalenin ası nedir ve kimlerin hükmündedir, diye sordu. Vezir: (l2)
-Ya Server! Bu diyara Mağrip derler. At ile gidildiğinde (l3) bir ucundan
diğer ucuna yetmiş günlük yoldur, içinde yedi bin kale vardır. Hepsi, Melik-i
[MK28] (1) Umman’a bağlıdır. Tamamı Müslümandır. Hazret-i Ömer (2)
zamanında Halid ibni Velid gelip fethetti. O zaman <3>Müslüman oldular, dedi.
Kale halkı (4) gördü ki yedi kişi bir gemiden taşarı çıktı, <5) kalenin
karşısında çadır kurdu. İçlerinde (6) muhteşem bir kişi var. O çadırın önünde
acayip (7) siyah bir at durmakta. Gördüler, (8) hemen gidip kale beyine haber
verdiler. O bey:
-Gidin, (9) gelenleri buraya getirin. Hem o atı benim için alıp (10) gelin.
Böyle bir at beylere ve pehlivanlara layıktır. Bu at, bezirgân ve (ll) tüccar atı
değildir. Eğer gelmezse ve atı da vermezlerse hepsini (l2) bağlayıp bana getirin,
dedi. Hemen birkaç görevli çadırın (l3) önüne geldi. Gördüler ki on yedi kişi.
Gayet saygı değer kişiler, oturmuşlar sohbet ediyorlar. Görevlilerin içinde yaşlı
bir adam [MK29] (l) vardı. Veziri ve İmirza’yı tanıdı. Hemen ileri yürüdü,
vezirin (2) önüne gelip saygı gösterdi, dua etti. Yoldaşlarına: <3)
-Aman sakin olun. Bu oturan yaşlı kişi, Melik-i Umman Şah’ın <4)
veziridir. Hemen gidelim, beyimize haber verelim. Görelim ne diyecek, <5) dedi.
Diğer görevliler:
-Biz veziri bilmeyiz, beyimizin emrini (6) tutarız, dediler. Birkaçı ileri
yürüdü, atın yularına el sundular. At, acayip bir sesle öyle <8) haykırdı ki
görevlilerin akılları başlarından gitti. At, (9) arka ayağı ile birkaçının başını
parçaladı. Şerif hazretleri(10) onu görüp:
-Ya vezir! Bu gelen görevlilerin isteği nedir? (ll) Yaşlı görevli, geldi,
saygı gösterip kale beyinin dediklerini anlattı. (l2) Şerif başını kaldırıp:
-Git, kale beyine de ki; bu gelen <l3) Saltık’tır. Melik-i Umman’ın
zulmünü işitti, onun yanına gider. [MK30] (l) Zalimi ortadan kaldırmak bize
vacip olmuştur. Eğer beyiniz (2) de Müslüman ise bizimle birlikte gelsin, yok
eğer fikri benim ( atımı almak ise, bu ata benden başka kimse binemez. Git,
öyle söyle,<4) dedi.
Yaşlı görevli gidip durumu (5) beyine söyledi. O cahil ve ileri görüşü
olmayan bir kişi idi. Öfkelenip emretti. Kısa bir süre içinde on bin (7) adam
atına bindi. Kale komutanı:
-Saltık kimdir ki Melik-i Umman gibi ulu bir (8) padişahın üzerine
gidiyor. O Arap şeyhini, oğlu İmirza’yı, veziri ve o Saltık’ı yok edeyim.
Başlarım Melik-i Umman’a <l0) göndereyim. Yanında gayet itibarlı bir adam
olurum. Kızı Hüma’yı (ll) ondan isteyeyim. Yanında ulu bey olayım, dedi.
Hazırlığını (12) yaptı.
O kalede ulu bir kişi vardı, çok diyarlar <l3) ve vilayetler görmüştü. Adına
Şeyh Haşan derlerdi, çok cenkler görmüş kişiydi. Ama artık çok yaşlanmıştı.
İşitti ki [MK31] 0) kale beyi Saltık’ı öldürmeye gider. Hemen gelip bey ile
buluştu: (2)
-Ya melik! Nereye gidiyorsun, bana söyle, dedi. O b ey :(3)
-Durum öyle olmuştur, dedi. O pir:
-Ya (4) melik! Bu Saltık-ı Rum’dur, güçlü ve kuvvetli bir kişidir. Aynı
zamanda velidir. Yaptığı her <5) iş velayetinden dolayıdır. Asla bunun karşısına
çıkma. (6) Zararlı çıkarsın. Hem onu Arap şeyhi Rum’a gidip <7) getirmiştir.
Melik-i Umman onun gözlerini çıkarmıştı. Kendi veziri <8) Muhsin’in de
gözlerine mil çekmiştir. Evini yağmalatmıştır. (9> Bu Saltık Resul’ün neslidir.
İkisinin de (l0) gözlerini açmıştır. Bu tür şeyler ancak velayet ile olur, (ll) sihir
ile olmaz. Eğer kâfirler sihirbaz derlerse, haşa iftira etmiş <l2) olurlar. O, velidir.
Asla ona karşı durma, elinden <13) gelirse hediyeler ve yemek gönder, onunla
dostluk kur, duasını [MK32] (l> al, zira yaşlanmıştır, dedi. O bey bunları
dinleyince öfkelenip: (2)
-Ey ahmak ihtiyar! Seni şimdi tepelerdim, ama nice zamandır bu <3)
kaledesin. Şimdi bana bir daha bunun gibi laflar söylersen <4) sen bilirsin, deyip
kale kapısını açıp çıktı. (5) Atını Şerifin üzerine sürdü. Yanındaki on bin (6) er
haykırdı, hep birlikte hamle kıldılar. Vezir:
-Ya Server! (7) Bu lain gayet zalimdir. Kendisini Rüstem (8) gibi görüyor.
Gafil olma, dedi.
Seyyid onu görüp mübarek <9) eliyle yerden bir avuç toprak aldı, o
kavmin üzerine saçtı. <l()) Acayip bir rüzgâr çıktı, bir an içinde darmadağın (ll)
oldular. Bazılarının atı, üzerindeki askerleri düşürdü. Yere düşen paramparça
<12) hâle geldi. O kavme bu musibet oldu, herkes (l3) başının kaygısına düştü.
Kale beyi bu durumu gördü, hemen hisara kaçtı:
-Bu Saltık sihirbaz değil, derler. [MK33] (1) Bu, sihir alametidir, dedi.
Askeri başının kaygısına düşüp dağıldı. <2) Seyyid:
-Bu Umman beylerinin işi <3) zulüm, düşmanlık ve fukaranın malım zorla
alıp yemektir, dedi. (4) Hemen atma binip kale kapışma geldi, çıktı: (5)
-Ey zalim! Yiğitsen kaleden dışarı çık. (6) Sana kim olduğunu göstereyim
yahut günahların için tövbe et. Fukara malını cebir (7) ile almaktan insafa gel.
Aksi hâlde seni yok ederim, dedi. (8) Kale beyi gördü ki hâl başka oldu. Hemen
kalenin ulularım (9) toplayıp gönderdi, özür dileyip günahlarına <l0) tövbe etti.
Seyyid onu affetti, üç gün orada durdu. (ll) Umman şahının üzerine gitmek için
hazırlık yaptı. Kalenin ulularının (12) içinde yaşlı bir önder vardı. Seyyid, o yaşlı
kişiyi bilim konusunda olgun (l3) gördü. Bir gün, bir gece o yaşlı kişi ile ilim
sohbeti yaptılar. [M K 34](I) Şerif:
-Tarih ilminden haberin var mıdır, diye sordu. Pir Muhammed: <2)
-Vardır, eğer buyurursanız biraz anlatayım, dedi. Şerif: (3)
-Bu kaleyi yapan çok güzel inşa etmiş. Her ne zaman bu kalenin beyine
(4) saldırdıysam gözümden kayboldu. Sonunda dostluk niyeti ile <5) geldim. Bu
kaleyi ancak şimdi iyi görebildim. Niyetim bu beyi helak (6) etmek ve burayı
başka bir kişiye vermek idi. (7) Burada sihirbaz mı var, yoksa budaladan biri mi,
dedi. <8> Şeyh Muhammed gülümseyerek:
-Sultanım, bu hisarda sihirbaz yoktur. (9) Ama içinde bir divane vardır.
Bu kalenin beyi o divane (l0) ile gayet dosttur. Siz gelince o divane haykırıp (I1>
beyi ikna etmeye çalıştı:
“Hazret-i Resul’ün neslinden bir seyyidullah (l2) buraya geliyor, onu
karşılayın, duasını alın. Ona (l3) saygı gözterip ziyafet verin.”, dedi. Beyimiz
ona itibar etmedi. Başına böyle belalar geldi. Sonunda gidip yüzünü yere
vurdu, [MK35] (l) günahlarına tövbe etti. Mübarek parmağıyla işaret <2) etti,
imana geldi:
“Bundan sonra size Seyyid’den zarar gelmez. Hemen (3) bu kaleye girer,
sizlerden her ne sorarsa cevap verin.”, (4) deyip hisardan çıkıp gitti. Giderken:
“Seyyid, senden (5) bu kalenin durumunu sorunca anlat ve bu elmayı
benden (6) ona hediye ver. Her ne zaman acıkırsa bu elmanın (7) yarısını yesin, o
zaman aç ve susuz kalmaz.”, dedi. Şerif elmayı aldı, öpüp <8) koynuna soktu:
-Ya şeyh! Bu kaleyi kimler yapmış,(9) biliyor musun, diye sordu. Şeyh bir
kitap getirdi açıp:
-Bu kaleyi (10) bir kadın yapmıştır. Adına Saluna derler. Büyük bir
padişahın 110 kızı idi. Umman’da bir ada vardır, adına Havran <l2) derler. Yani
Güneş Adası demektir. İçinde bir padişah (l3) yaşardı, güneşe tapardı. Bütün
Umman diyarını aldı. [MK36] (l)Her kim güneşe taptıysa ona dokunmadı. Her
kim güneşe tapmazsa, (2) büyük bir kule yaptırdı. Yakaşık iki yüz elli metre <3)
yüksekliği vardı. O zavallıları kuleye çıkarırlardı, oradan da aşağı <4)
bırakırlardı. Paramparça olurdu. Kendisi de zevk alıp gülerdi. (5) Bir gün bu
adaya Allah kullarından bir peygamber gelir. (6) O hâli görüp ağlar. Padişaha:
“Ey zalim! <7) Bu yaptığın zulüm nedir? Güneş, Allahuteala’nın senin gibi
bir (8) kuludur. Daima ona emrettiği gibi hizmet eder. Sen <9) rızkını yersin, ona
şirk koşarsın. İmana gei Allah’ı bir bil. Yoksa bu şehre gelir, seni
kahreder.”, dedi.
Padişah, o insandan bu (ll) sözleri işitince emreder, o peygamberi kuleye
<l2) çıkarırlar ve aşağı bırakırlar. O aşağı düşer, <l3) kılına bile zarar gelmez.
Mübarek parmağıyla işaret eder, kule yedi parça olup denize düşer. O padişah
bu mucizeyi görünce:
[M K37] (1) ‘‘Bu sihirbaz imiş. Bunu bu gece zindana koyun. (2> Yarın
ateşte yakalım.” der. Zindana atarlar. (3) Meğer padişahın sarayı zindanın
karşısında t4) imiş. O peygamberin ibadet ettiği yer, nur ile aydınlanır. (5)
O peygamber, ibadetini bitirdiği zaman, <6) önüne taze hurma ve ekmek
getirirler. Yemeğe başlar. (7) Saluna, dadısıyla penceresinden bu durumu görüp:
(S)

“Ey dadı! Bu kişi için babam sihirbazdır, dedi. Haşa! <9) Bu tür işler
sihirbazların elinden gelmez. Kuleyi yıktı. <10) Bu gerçek erdir. Gel, bu gece
ikimiz onun yanına gidelim. (ll) Ben rüyamda gördüm. Havadan siyah bir kuş
(l2) pençe vurup beni aldı. Bu zindandan bir adam çıktı. (13) Adam yetişip kuşun
başını [MK38] (1) kopardı ve beni kucağına aldı. Bütün malımı ve babamın
hâzinesini <2) sağ avucunun içine aldı. Kırk cariyem ve (3) bunca hizmetçilerim
ile avucuna sığdık. Yine de avucunun yarısı(4) boş kaldı. Bu denizi yardı. Beni
diğer adaya götürdü,(5) orada benim için büyük bir çadır kurdu. Bu çadırın kale
gibi yedi (6) bedeni vardı. Uyandım. Çok şaşırdım. Beni avucu (7) içine alan bu
kişidir, sesinden tanıdım.”, <8) dedi.
Kız, dadısıyla birlikte zindana gitti. Peygamber, Saluna’yı (9) görünce
güldü:
“Ya Saluna! İmana g el,<l0) seni kuştan kurtardım, avucumun içine aldım.
Seni, falan adaya çıkarayım, (ll) senin için kurduğum çadıra koyayım. Babanın
hâzinesiyle (l2) o çadır şeklinde bir kale yaptır.”, der. K ız,(13) rüyasında gördüğü
adamı tanır. Hemen imana gelir. Babasının kullarından, hizmetçilerinden ve
cariyelerinden üç bin adam toplar. [MK39] (l) On parça gemi hazır ederler.
Bütün hâzineleri o gemilere koyarlar. (2) Peygamber:
“Ya hanımefendi! Ben senin için geldim, senin baban imana (3) gelmez.
Bu gece deprem ile helak olacak. (4) Bu şehrin halkı çok azmıştır, hemen
kaçalım.”, der. Saluna:(5>
“Benim babamı da birlikte götürelim.”, dedi. O nebi:
“Senin (6) baban kâfirdir. O, bu şehirde helak olacak.”, der. (7) O
peygamber gemileri şehirden yedi mil (8) uzağa götürür.
Sabah olur, geminin içindeki insanlar bakar ki o (9) muazzam şehir yerle
bir olmuş. Deniz, dağlar gibi olup o şehrin üzerine yürüdü. (l0) Şehrin
binalarının hepsi <U) yıkıldı, insanlar su altında kaldılar. Şehir, belirsiz oldu. (l2)
Üç bin kişi o peygambere iman getirirler. Gelip (l3) buraya çıktılar. Çadır
şeklindeki bu kaleyi o [MK40] (1) kız yaptı. İçinde yüz yıl ömür sürdü. Şimdi
bu (2) kalenin önünde yatmakta. Bu kalenin adı Saluna-zu-zuht’tur. (3) Şimdi
Kızkalesi derler. Zaman içerisinde yetmiş tane (4) padişah bu kaleyi almak
istedi. Bir taşını bile alamayıp (5) gitti.
-Ya Server! Bu kalenin batısında eskiden (6) kalmış bir saray harabesi var,
önünde bir bağ görünüyor. Dünyada ne çeşit (7) meyve varsa hepsi orada
toplanmış. Yılda bir bu kalenin (8) halkı gidip o bağda yedi gün eğlence yapar.
<9) Meyveler tamamen olgunlaşır. Gideriz, o ağaçlardan (10> meyveleri toplarız,
kale halkına (ll) dağıtırız. Sonra kapısını bağlayıp gideriz. (l2) O bahçeye ancak
bir yıl sonra tekrar gideriz. Bağda (l3) birkaç adam heykeli yapmışlar. Sinelerine
yedişer satır yazı yazmışlar. Yazıları bu diyarda okuyabilen kişi yoktur.
[MK41] (l) Sarayın orta sofasının altında karanlık bir yer vardır. Oraya (2>
girebilen kişi yoktur. İçinden acayip ve garip sesler gelir, <3> güm güm öter,
dedi. Seyyid:
-Ya Şeyh Muhammed! Bize vacip oldu. (4> Gidelim, bağı ve karanlık yeri
görelim. Allahuteala rast getirirse <5) belki içerisini de ziyaret ederiz, dedi. Pir
Muhammed: <6)
-Ya Server! Sabret. Yedi gün kaldı. (7) Bağın meyvesini toplayıp
paylaşalım. Bu kalenin gezilecek <8) yerleri çoktur. Oraları gezelim, dedi.
Kalenin önde gelen kişileri, Seyyid ve Muhsin (9) vezir toplandılar, o
kalenin doğusunda bağlar ve bahçeler arasında bulunan bir saraya geldiler.
Şerif gördü ki (!1) bağların arasından bir su akıp gelir. Sarayın öte tarafına (l2)
bir havuz yapmışlar, oraya dökülür. Yerden yukarı kaynar. (l3) Görenlerin aklı
gider. Baldan tatlı, kardan soğuk. [MK42] (l) Tekrar o havuzun içinde
kaybolur. Hangi tarafa gittiğini kimse bilmez.
Seyyid (2) bir süre havuzu seyretti, suyundan içti kenarında oturdu. <3) Bir
süre o havuza baktı ve pire sordu:
-Bu (4) havuzun ayağı hangi tarafa gider, yoksa bu kaleye mi gider, (5)
dedi. Pir:
-Sultanım, bu suyun ayağı havuzda kaybolur. (6> O dediğim bağda bunun
gibi bir havuz daha vardır. Bu (7) su, o havuza gelip dökülür. Bağda ne kadar
meyve var (8> ise o havuzdan sulanır. Ama kimin suladığını bilmiyoruz. (9) Bu
kalenin suyu büyük bir çeşmedir, akıp gelir. Nereden <lü) geldiğini bilen bir
kimse yok. O kalede kayıp olur, (II) dedi.
Seyyid, o sarayın önünde iki insan heykeli gördü. (12) Birini, siyah bir
taştan yapmışlar, diğerini ak mermerden. İkisi de gayet gürbüz. Siyah
heykelin boyu altmış arşın. Omzuna taştan bir gürz koymuşlar. Gürzü sağ
eliyle kavramış, [M K 43](1) hışımla karşısındaki ak mermerden yapılan adam <2)
heykeline hamle yapar gibi durur. Karşısındaki heykel (3) elinde çelikten
yapılmış bir kalkan tutar. (4) Kara heykelin gürzüne karşı tutmuş gibi durur. Sağ
elinde (5) taştan yapılmış bir gürz tutar. Kabzası çelikten. (6) Ama beyaz heykel
kadın şeklinde. Sinesine birkaç satır yazmışlar. (7) Şerif görünce, güldü:
-Bu heykelleri hangi ahmak taife (8) hazırladı acaba, dedi. Şeyh
Muhammed dua edip:<9)
-Sultanım, nişan için yapmışlardır, dedi. Şerif:
-Bu heykellere giden <l0) akçe ile bir fakirin kamını doyursalar daha iyi
idi. Ama kimlerden <n) kaldığını anladınız mı, diye sordu. Onlar:
-Vaktiyle keşiş bir kâfir bu (12) kaleye geldi, bizimle birkaç gün oturdu,
bu heykelleri görünce <l3) ağladı. Rüzgârı görünüz. Kimler gelip geçmiştir.
Gidip [MK44] (l)o heykelin göğsündeki yazıyı okudu:
“Ya müminler! <2) Bu beyaz heykel, kale beyinin kızıymış, adına Mihran
(3) Banu derlermiş. Babası haramzade bir kâfirmiş. Umman <4) denizinin içinde
bir ada vardır, adı Zengibar’dır. Onun (5) beyi imiş. Bu lain, kaleyi yedi yıl
kuşattı, (6) almayıp âciz kaldı. Sonunda bu kızın elinde helak (7) olmuş.”, dedi.
Seyyid:
-Bu kızın bu kadar büyük bir gürze (8) karşı durması ilgi çekici. Sonunda
zengiyi tepelemiş, deyip <9) heykelleri kırdı.
Server yedi gün o kalenin (l0) ileri gelenleriyle sarayda sohbet etti. Bir
gün şeyh gelip (ll) Seyyid’e:
-Şimdi gidelim, o bağı da gezelim, (l2) dedi. Seyyid:
-Buradan o bağa ne kadar zamanda varabiliriz, diye sordu.<l3) Şeyh:
-Öğleye kadar ulaşırız, dedi.
Kale halkı toplandı, Saltık’ın önünce gittiler. Sonunda o bağa ulaştılar.
Kapısına gelip gördü ki [MK45] 0) çevresini çok yüksek duvarlar ile
çevirmişler. Duvarların üzerine <2) saraylar yaptırmışlar. Kapıları saf çelikten ve
iki (3) kanatlı.
Halk, kapının önüne (4) gelince tekbir getirdi. Kapı açıldı, içeri girdiler.
Ağaçların <5> meyvesini topladılar, sarayın önüne döktüler. Yedi (6) gün boyunca
o bağda yediler, içtiler. Sonra toplanan meyveleri böldüler. Her kişiye (7) dört
deve yükü meyve verdiler. Sonra kalkıp (8) gittiler.
Seyyid hazretleri o bağın her tarafını gezdi. (9) Sarayın bahçesinde dört
adam gördü. Ak mermerden heykellerini<l0) yapmışlar. İkisi çok büyük. Birinin
boyu altmış (ll) ve birinin boyu kırk sekiz arşın. Muhteşem bir heykel. (i2) Fedai
şeklinde, sağına ve soluna hançerler sokmuş. (l3) Kırk sekiz arşın boyunda olan
bir heykeli omzuna almış, [MK46] (l) diri gibi götürüyor. Altmış arşın
boyundaki taş heykel, (2) yirmi bir arşın boyunda olanı omuzlamış, sanki
götürüyor (3) gibi. Şerif başını sallayıp:
-Yazık. Bu taşlara ne kadar (4) çok emek harcamışlar. Önceleri burada
yaşayan insanlar çok (5) müsrif imiş, dedi. Tam o sırada birinin göğsünde birkaç
(6) satır yazı gördü:
-Bu heykelde olan yazıyı <7) okudunuz mu, dedi. Onlar:
-Ya Server! Bir gün (8) ulu bir melik, denizden gelip buraya çıktı. Beş yüz
<9) parça gemisi vardı. Askerleri muhteşem kişiler olup <l0) kâfir idi. Geldi, bu
bağa çıktı, dolaşırken bu (ll) heykelleri gördü. Yanında bir papaz vardı, bütün
<l2) ilimlerde mahir idi. Bu yazıyı yalnızca o okudu. Ya melik! Bu yazıyı(l3) bu
diyarlarda okuyabilecek bir kişi yoktur. Kendi zamanmda okunan hat ile bu
taşa birkaç satır yazılmış. Saltık Gazi:
-Ben Yunan yazısını, Ümran yazısını, kısaca on iki türlü yazıyı okurum,
[M K 47](1) deyip ileri geldi:
-Ya pehlivan! Bu taşa bu yazıyı kazıyan (2) demiş ki:
“Ey buraya gelen kişi! Huşenk adlı <3) bir padişah, bu Kızkalesi’ne gelip
yedi ay oturdu. (4) Bir taş bile almayıp âciz kaldı. O zamanda bir (5) melik vardı,
puta tapardı. Huşenk’e, evet, (6) demedi, bu kalede oturdu, her gün cenk etti.(7)
Onun hilebaz bir adamı vardı. Adına Mezek derlerdi. (8) Bir gece fırsat buldu,
Huşenk şahı ve <9) Kahtaran adlı bir pehlivanını yanına aldı. Onları getirip bu
kuyuya koydu. Onlar, kırk (10) gün bu kuyuda kaldılar. Mezek lain bir fırsatını
bulup Huşenk’i (II) kaleye çıkaramadı. Şerif adlı bir hâkim (l2) vardı. Bu kaleyi
yetmiş kere kuşatıp bekledi. Huşenk’in <13) iki hilebaz adamı vardı. Cihanı
aradılar, Huşenk’i [M K48] 0) bulamadılar. Sonunda bu kaleyi bir gece aldılar,
melikini esir ettiler. (2) Mezek lain kaçıp bu bağa geldi. Huşenk’i <3) kuyudan
çıkarıp buraya getirdi: <4)
‘Efendim esir oldu. İntikam için bu iki düşmanı öldüreyim.’, (5) derken
ansızın Kerdenkeşan ve Şirpençe adlı hilebazlar ( * buraya geldiler. Gördüler ki
dünyaya (7) sığmayan Şah-ı Kahran’ın aklını almışlar. Kendinden habersiz <8)
yatıyor. Bir hilebaz başlarında bekliyor, kendi<9) kendine konuşuyor:
‘Ben, bu Huşenk’i öldüreyim.’, (10) diyor. Kerdenkeşan bu durumu görür,
hemen <n) elindeki bıçak ile lainin başına vurur, helak (l2> eder. Huşenk kendine
gelir, oradan ayrılıp otağına gelirler. Bu (l3) heykelleri Huşenk, bu olayın
anısına yaptırdı.”
Şerif, merak edip kuyunun ağzına geldi, kulak verip dinledi. Baktı ki
[M K 49]11)kuyudan acayip ve garip sesler gelir. Şerif:<2)
-Ya şeyh! Bu kuyuya sizden hiç kimse girdi mi, dedi.
-Ya Server! (3) Bir zamanlar bu kalede bir melik otururdu. Gayet <4) adil
kimse idi, Melik, bu kuyuya adam indirmeyi (5) denedi. Kullarından üç kişiyi
indirdi. Üçü de yandı, kül gibi oldu. (6) Ondan sonra hiç kimse buraya girmeyi
denemedi, dedi.
Hazret-i Seyyid, hemen Menucher’in (7) duasını okudu. Bir süre sonra
Menucher gelip selam verdi. <8) Seyyid:
-Ey kardeş! Bu kuyunun içinde ne vardır, bilmek (9) istiyorum, dedi.
Menucher:
-Ya Server! (10) Bu kuyuda üç kâfir ifrit hapsolmuştur. Yüzlerinin (ll>
üzerine yatıyorlar. Kıyamete kadar burada kalacaklar. Eğer birisi(l2) kurtulursa
cihanı harap eder. Hazret-i Süleyman (l3) hapsetmiştir. Yanlarında üç cinnî daha
vardır, onlar mümindir. [M K50] (l) Onlardan başka bir melek daha vardır.
Tılsım olmuştur. (2) Her kim bu kuyuya girerse onu yakıp öldürürler, dedi. (3)
Seyyid:
-Ya kardeş! Bu bağ, saray ve kuyu kimlerden kalmıştır, (4) bilir misin,
dedi. Menucher:
-Ya Server ! Bu sarayda çok kimseler (5) yaşamıştır. Fakat bu kasrı
Neriman adlı bir (6) padişah yaptırmıştır. Çok kuvvetli ve heybetli bir k işi(7) idi.
İns ve cin elinde âciz kalmışlardı. Kahraman (8) diye lakap taktılar. Bu kuyuda
(9) yatmakta. Bir gün ata binmiş şu ovada geziyordu. (l0) Atı bir karıncadan
ürktü, yetmiş beş arşın (ll) boyu ile Neriman’ı yere öyle çaldı ki cümle endamı
paramparça (l2) oldu. Ondan sonra çok devirler geçti, Hazret-i Süleyman’dan <13)
sonra bir hâkim geldi, bu sarayda üç yüz yıl ibadet etti. Sonunda bu bağı tılsım
ile bağladı. Meyvesini, yılda bir kez bu diyarın [M K51] (l> halkı toplayıp
paylaşır. Bu sarayda kimse oturmaz, saray harap (2> da olmaz. Tamamen tılsım
ile bağlanmıştır. Kendisi bu (3) bağın falan yerinde yatmaktadır, Şerif:
-Ya Menucher! O (4> hâkim hangi dinde idi, diye sordu. Menucher:
-Hazret-i Zebur’a inanıyordu. Davud (5) Peygamber’e iman getirmişti,
dedi. Seyyid:
-Gidip (6) onu ziyaret edelim, dedi.
Menucher önlerine düştü. (7) Kapısı olan bir kubbeye geldiler. Menucher,
kubbenin kapısını işaret (8) ile açtı, içeri girdiler. Ak mermerden bir tabut
yapmışlar, (9) baş ve ayak ucuna ak mermerden taşlar koymuşlar, üzerinde (l0)
Zebur’dan ayetleri kazımışlar. Başı ucuna bir levha asmışlar. (ll) Seyyid o
levhayı eline aldı, Şeyh Muhammed’e verdi. Okudu: <l2)
-“Benim hâlimi öğrenmek isterseniz Batmus adlı bir hâkim (l3) idim. Üç
yüz yıl bu sarayda ibadet ettim. Gece ve gündüz [M K52] (l)muhattabım Allah
idi. Ölümü her gün yetmiş kez düşünürdüm. <2) Sonunda anladım ki ecelim
yaklaştı. Bu türbeyi kendim için inşa ettim. <3) Bu bağı da canım için
vakfeyledim. Yılda bir kez fukara ve zengin <4) gelir, bunun meyvesini derip
yer, bana dua ederler. Sen (5) de er isen kendinden sonraya bir eser bırak ki seni
kıyamete değin hayır (6) dua ile yâd edeler.”, demiş. Şerif ve yanındakiler el
kaldırıp Batmus (7) hâkimin ruhuna dua ettiler. Sonra levhayı yerine koydu.
Kubbeden(8) dışarı çıktılar. Muhsin vezir:
-Yetmiş kez bu bağı gezdim. (9) Fakat bu kubbeyi böyle görmedim, dedi.
(10) Şerif tebessüm edip:
-Ey ulular! Bu kubbe, dua <n) ile bağlanmıştır. Ben o duayı okudum,
onun için bu kubbe ortaya çıktı. Ben burada iken bu <l2) kubbe görünür. <l3) Bu
bağdan çıkınca kubbe kaybolur, dedi.
Daha sonra Menucher izin alıp gitti. Şerif de bağdan dışarı çıktı. [MK53]
(l> Gördüler ki kubbe kaybolmuş. Bütün ulular, Seyyid’in ayağına (2) düşüp özür
dilediler.
-Ya veliyullah! Sana sihirbaz diyenler (3) azgındır, dediler.
Saltık Gazi ile oranın halkı o gece sohbet ettiler. Ertesi gün Saltık Gazi
ve arkadaşları(4) atlarına binip Umman şehrine yöneldiler. On gün yürüdüler. <5)
Sonunda sağlam bir kaleye geldiler. O kale kavmi Seyyid’in geldiğini (6) işitti
karşıladılar. Saygı gösterip hediyeler sundular. Melik-i Umman’dan (7)
şikâyette bulundular:
-Gayet zalim meliktir. Her nerede (8) güzel bir kız veya oğlan duyarsa
zorla alır, deyip (9) ağlaştılar. O kadar ağlaştılar ki Seyyid bile ağladı. Saltık
Gazi üç gün <l0) o kalede kaldı. Ulu bir camiye gidip vaaz ve nasihat00 kıldı.
Oradan bir kişiyi Umman melikine gönderdi.
Gönderdiği (l2) kişi Umman melikinin yanına geldi mektubu sundu ve
Şerifin sözlerini iletti <13) Umman meliki öfkelendi. Gelen elçiyi öldürmek
istedi [M K 54](I) bırakmadılar. Umman meliki:
-Git o sihirbaza söyle, varsın, geri <2) kendi diyarına gitsin. Eğer dönüp
gitmez ise onu helak ederim. (3) Kaldı ki o Saltık benim diyarıma gelecek,
benimle cenk edecek. Çıkıp gitsin diyarımdan. <4) Yoksa onu işkence ile
öldürürüm. Havadaki kuşlar (5) bile ondan ibret alırlar, deyip bir mektup yazdı.
Sözlü cevabını da <6>şöyle verdi:
-O Saltık’a söyle. Benim yanımda makbul(7) olan vezirim ve Şeyh Haşan
Halife, bana ihanet ettiler. (8) Ben de onlara cezasını verdim. İkisinin de
gözlerini çıkardım, (9) diyarımdan sürdüm. Saltık’ın yanına varmışlar. (l0) Sihir
ile gözlerini açmış, diye bana haber verdiler. Onları da (ll) bana göndersin. Eğer
göndermez ise kendisi bilir, dedi ve buna benzer bir nice (l2) makbul olmayan
sözler söyledi.
Elçi, mektubu alıp Seyyid’in yanına geldi, <l3> cevabını söyledi ve
mektubu sundu. Hazret-i Seyyid bunları işitince:
-Vay! Bu zalim insafa gelmez. Tanrı, ona denizde boğulmayı nasip etsin.
[M K 55](I) Müslümanları bunun zulmünden kurtarsın, dedi.
Daha sonra o <2) kalenin meliki on bin er ile göçtü. Ama İmirza yedi (3)
adamıyla ileri varıp “Umman melikinin niyeti nedir?”, diye suret-i(4> tebdil ile
Umman’a gitti. Babasının bir dostu vardı, <5) onun evine geldi. Seyyid’in ve
babasının selamını söyledi. (6) O kişi, İmirza’yı görünce gizli bir yere geçtiler,
(7) konuştular. O kişi:
-Umman’ın hazır (8) kulu yirmi beş bin kişidir. Niyeti Şerif geldiği
zaman ortaya (9) alıp kırmaktır. Hazret-i Seyyid gafil olmasın, dedi. İmirza:(l0)
-Şerif gerçek yiğittir. Umman meliki ona zarar veremez. tH) Şerif ona
beddua etti. Umarım ki denizde boğulacak, dedi. (l2) O kişi, gece el altından
bazı uluları dav et(13) etti Seyyid’in durumunu anlattı. Onlar da söz [M K 56](l)
verdiler:
-Seyyid Hazret gelsin, on bin kişilik ordumuz (2) ile ona karışalım. Eğer
fırsat bulursak Umman melikini<3) tutup verelim, deyip gece sözleştiler. İmirza
(4) çıkıp Seyyid’in yanına geldi, olanları haber verdi. Şerif (5) çok mutlu oldu.
Oradan göçüp yavaş yavaş Umman şehrine geldiler. Umman meliki<6) yolları
kesmişti. Fakat İmirza o yolları(7) gayet iyi bilirdi, bir başka yoldan geldiler.
Umman şehrine <8) gelinceye kadar onları kimse görmedi. Umman meliki <9)
bağında içki meclisinde iken sordular:
-Ya melik! Niçin hazırlık yapmıyorsun ve (l0) işin üzerine düşmüyorsun.
Saltık geliyor, gafil olacak zaman değildir. (ll) Saltık, melikler diyarını harap
etmiştir. İşte falan (l2) yoldan geldi, yanında on binden fazla adam vardır. (l3)
Senin bunun gibi düşmanın olacak, sen kendi keyfinde, içki meclisinde
eğleneceksin. Bütün Umman senden yüz çevirdi. [M K 57](I> Şehirde acayip bir
gürültü var. Hemen hazırlıklara (2> başla. Yolları kestin. Fakat onu, İmirza Şeyh
Hasan’ın oğlu falan yoldan (3) getirmiş. Gelinceye kadar kimse duymadı, dedi.
Biri daha:
-İmirza (4) falan gece falanın evine gelmiş, oturup konuşmuşlar. Sen
Saltık ile (5) cenk ederken seni tutup eline vereceklermiş, dedi.
Umman meliki bu haberleri (6> işitince canı başına sıçradı. Hemen
yerinden kalkıp sarayına <7) geldi. İmirza’nın yattığı evin sahibi Davud halife
idi, <8) aradı. Davud haber almıştı. İmirza’nın kendi evinde yattığını (9) ve
konuştuklarını melike haber vermişlerdi. Canı başına sıçradı, (l0) o gece gizlice
akrabalarıyla birlikte Seyyid’in yanına geldi. Şehirden <n) o gece on binden
fazla adam geldi. Seyyid sabahleyin atına bindi, (l2) şehrin önüne geldi. Nara
atıp:
-Ey zalim! (l3) Senin zulmün cihanı haraba verdi. Çık, [MK58] (l) seninle
cenk edelim. Eğer sen haklı isen beni<2> helak edersin, sonra da bildiğini yap.
Yok, eğer hak benim (3) olursa sen helak olacaksın. Fukara senin şerrinden
kurtulmalı, (4) dedi.
Umman meliki, yirmi beş bin askeriyle binip <5) Seyyid’in karşısına geldi.
Seyid:
-Şimdi seninle bir tarafa <6) gidelim. Gel, ikimiz cenk edelim, bu
Müslümanlar atların ayağı(7) altında ezilmesin. Yarın ahrette bunun cevabını
vermek güç(8) olur, dedi. Umman meliki mutlu oldu:
-Benim yiğitliğim cümle <9) Umman’da meşhurdur. Kılıcımın
korkusundan adalardan bana <l0) haraç gelir. Sen yaşlı bir adamsın. Benim
darbelerime dayanamazsın, (ll) dedi. Haykırdı, mızrağını çevirdi, atını Şerifin
<l2) üzerine sürdü. Seyyid pek aldırmadı. Onun bu hâlini görenler:
-Eyvah! (l3) Seyyid yaşlanmıştır. Buna cevap veremez. Bu zalim hepimizi
yok eder, dedi. İmirza:
-Ey kavim! Üzülmeyin, Seyyid bunun gibi [MK59] (l) ne fesatların
hakından gelmiştir. Siz seyredin. Hazret-i Şerif<2>ona neler edecek, dedi.
Umman meliki mızrağım havale etti. Saltık (3) gördü ki bir karış uzaklığı
kaldı, atın sağrısına yattı.
(4) Umman meliki yanından geçerken Seyyid, sağ elinin arkasıyla
göğsüne öyle bir yumruk vurdu ki Umman meliki atından (6) yere yıkıldı.
İmirza, birkaç yiğit ile hazır bekliyordu. (7) Fırsat vermeyip bağladılar. Yirmi
beş bin kul,<8) Seyyid’i ortaya almak istedi. Hazret-i Seyyid yerden bir avuç (9)
toprak aldı, o kavmin üstüne saçtı. Sert bir rüzgâr çıktı, (l0) o askeri darmadağın
etti. Sonra Seyyid em retti,(ll) yanında olan halk şehre girdi. Ne kadar zalim,
fesat, gammaz adam buldular ise yok ettiler. Seyyid emretti, <13) gidip Umman
melikini getirdiler:
-Nasılsın? O beğenmediğin [MK60] (1) ihtiyar seni bir yumrukla yıktı.
Gel tövbe et. <2) Artık Müslümanlara zulüm etme. Sana Allah için nasihat(3)
edenlerin gözlerine mil çektin, evini yağmalarsın. (4) Kulların Müslümanların
ev halkına <5) el sunarlar. Yarın ahrette ne cevap vereceksin? Zulüm kişinin (6)
kökünü götürür. Sen böyle zulüm ile halkın malını(7) ve kızlarını cebren çekip
zina edersin, dedi. Umman meliki (8) başını önüne eğip:
-Ey sihirbaz! Beni sihir (9) ile yıktın. Yanma benim düşmanlarımı aldın.
Beni <l0) dost ve düşmanlarım içinde utandırdın. Sihir ile bana ihanet(ll> edenin
malı ve ev halkı caizdir. Cariyelerim (12) olur, dedi. Seyyid öfkelenip:
-Ey rezil kişi! Müslüman olanın (13) ev halikı ve malı haramdır, helal
diyen kâfir olur. Şimdi senin katlin caiz oldu, dedi. Tepelemek için kılıcını
kaldırdı. Muhsin vezir ileri gelip:
-Ya Server! Bu kişi bana (2) çok işkence ve zulüm etti. Evimi ve ev
halkımı yağmaladı,(3) kızlarıma zina etti. Hepsinden geçtim. İnsafa gel, deyip
(4) yalvardı. Umman meliki asla cevap vermedi. Halk:
-Ya Server! Bu gece hapse koyalım. Yarm görelim. (6) Eğerinsafa
gelmezse tepeleriz, dediler.
Umman melikini (7) o gece hapsettiler. Gece yarısında fırsat buldu, (8) bir
miktar hâzinesini ve birkaç kulunu yanma (9) aldı, bir gemiye binip kaçtı.
Büyük bir adaya çıktı. (10) Adanm adı, Narduhan idi. İçinde sürekli ateş yanardı.
(ll> Oranın bir meliki vardı, adı Kosyanus olup kâfir(l2) bir şahıstı. Sihir ilminde
usta idi. Onunla dost olduğu için (l3) oraya kaçtı. Giderken sert bir rüzgâr çıktı.
[MK62] (l) Fırtınadan dolayı gemi bir taşa dokundu. Umman meliki,
yarımdakiler ile (2) boğuldu. Sonunda Seyyid’in bedduasına(3) uğradı.
Sabah oldu, gördüler ki Umman meliki (4) kaçmış. Seyyid’e haber
verdiler. Seyyid:
-Falan yerde (5) yanındakilerle birlikte denizde boğuldu. Tanrı, zulmünün
cezasını (6) verdi, deyip Umman şehrinde bir süre oturdu. (7) Saltık, o diyarı
İmirza’ya verdi. Muhsin’i (8) ona vezir yaptı. Sonra Saltık Gazi’ye:
-Ya Server! Bu şehre yakın <9) bir yerde güzel bir bağ ve bostanlarımız
var. Bu diyarın bütün ' 10) meyvesi oradan gelir, deniz kenarındadır. Ama üç
yıldır <n) gece denizden bir canavar çıkar, bahçelerimizi harap ed er.<l2) Sabah
olunca geri denize gider. Öküz şeklindedir. (,3) Gece gözleri ateş gibi yanar.
Tuhaf bir sesi vardır, işitenlerin ödü patlar, dediler.
Seyyid şehrin büyüklerini yanına [MK63] (1) alıp oraya geldi. Seyyid,
yanında gelenlere:
-Sizler uzaktan seyredin. (2) Tanrı rast getirirse ben (3) o canavarın
şerrinden bu diyarı kurtarayım, deyip <4) deniz kenarında bir taşın arkasına
saklandı.
(5) Gece yarısı oldu, deniz hareketlenmeye <6) başladı. Canavar deni
çıktı, sağına (7) ve soluna baktı, homurdanarak bağların arasına<8) yürüdü. Saltık
Gazi baktı ki filden büyük. Öyle siyahtır (9) ki sanki gecenin kardeşidir. Öküz
şeklinde, on iki (I0) ayağı, alnında birer kulaç üç boynuzu var. <H) Gayet
heybetli. Öyle acayip bir ses (l2) çıkarır ki işitenin ödü patlar. Şerif<13) şaşırıp:
-Bu canavarın şerrinden Allah’a sığınırız, dedi.
[MK64] (1) Canavar oynadı. Hangi ağaca nefesi dokunsa (2) kökü ile
devrilirdi. Otlar yanıp kapkara olurdu. Seyyid (3) hemen yayını eline aldı, elmas
oku çekip (4) hazır oldu.
Sabah yaklaştı, canavar (5) oynayarak geliyordu. Canavarın alnına öyle
bir o k (6) vurdu ki ta beline kadar battı. Canavar, can acısıyla (7) acı acı haykırdı.
Seyyid’in durduğu taşa başı ile öyle bir vurdu k i<8) boynuzu alnına değin taşa
battı. (9) Dağ gibi taşı yerinden kopardı. Taşın ardında <l0) dururken gördü ki taş
yerinden ayrıldı. Kendisinin (ll) on yedi adım gerisine attı. Canavar, Seyyid’i
<12) gördü. Şerife kast edince sağ gözüne de <l3) bir ok vurdu. Canavar can acısı
ile kendisini denize attı. Deniz bir süre kaynadı. Garip garip sesler geldi.
[MK65] (1) Şerif canavarın kuvvetine ve Tanrı’nın sanatına hayran kaldı.
Umman şehrinin (3) önde gelenleri, Seyyid’in yiğitliğini takdir ettiler. (4) Onlar:
-Sultanım! Bu senin yaptığın erliği Sam ve Rüstem de (5) yapamadı. Bu
diyar kavminin duası sana kıyamete kadar (6) yeter, dediler. Gördüler ki taşa,
başını öyle bir vurmuş ki dağ gibi(7) taşı iki parçaya bölmüş:
-Tanrı’nın kudretinin sınırı yok. (8) Tanrı, bir damla sudan neler yaratıyor,
dediler.
O sırada (9) denizin içinden bir kız (10) çıktı. Elinde iki ok ve bir elinde de
yeşil taş, Seyyid’in (ll) önünde koyup:
-Ya Seyyid! Ya gazilerin (l2) sultanı Server! Gazan mübarek olsun,
dediler. (13) Bu canavarın elinden herkes âciz kalmıştı. [MK66] (l) Şükürler
olsun, şerrini denizdeki yaratıkların üzerlerinden giderdin. <2) Okları ve taşı
bıraktı, kendisini denize attı. Ulular: (3)
-Bu okları getiren kimdir, bilir misin, dediler. Şerif: (4)
-Denizin altında Müslüman cinler vardır, bu gelen kimse (5) onlardandır.
İnsan biçiminde gelir, istedikleri şekle girerler,(6) dedi.
Yedi gün o bağlarda sohbet(7> ettiler. Sonra şehre geri gelip oturdular.
Seyyid sordu:(8)
-Umman melikinin evladından kimse var mıdır, dedi. Onlar:
-Cariyeden (9) on beş yaşında bir kızı var, derler, ama gerçeğini
bilmiyoruz, dediler. Seyyid (l0) emretti, Muhsin vezir ve Şeyh Haşan melikin
sarayına gidip baktılar. (ll> Kızı, rezil olmuş. Geri dönüp Seyyid’in yanına gelip
(12) haber verdiler. Bir koca ağa kalmıştı, çok yaşlıydı. (13) O ileri gelip:
-Ya Server! Yedi yıldır ben bu kızı korumaya çalışıyordum. Şahımız
sarhoş olunca ona göz açtırmaz, zina ederdi. [MK67] ( ) Bundan dolayı öldü
der idik. Her ne zaman sarhoş olsa sorardı.(2) Seyyid:
-Hâzinesi ne oldu, diye sordu. O ağa:
-O gece <3) kaçarken götürdü. Pek az bir şey kalmıştı, dedi.
Seyyid (4) buyurdu o kızı, İmirza’ya verdiler. Büyük düğün yaptılar. (5)
Umman melikinin sarayına girdi, kızı nikâh ile aldı. Şerif: (6>
-Padişahların haremine el sunmak büyük bir hatadır. Bu kâfir (7) dahi
olsa. Özellikle bu Müslüman idi, zulüm ederdi.
Seyyid, Umman<8) şehrinde bir süre oturdu. Şerif:
-Bu şehrin kalesi<9) yoktur. Yakın yerde düşman bulunmaz ama belki size
düşman gelir, dedi. <l0) Muhsin vezir:
-Ya Server! Bu diyarın halkı fakirdir, malları01' yoktur, kale yapmak
ellerinden gelmez. Ama bu denizin batı tarafında (l2) bir taife vardır, Frenk ve
kâfirlerdir. Bazen gemilerle (l3) gelirler, bu diyarı yağmalayıp giderler. Bizler
sarp yerlere kaçarız. [MK68] Onlar gidince yine evlerimize geliriz, dedi.
Seyyid:
-Ben onların (2) tarafına gidiyorum, derken gözcüler gelip:
-Üç yüz (3) parça gemi belirdi, bilmiyoruz hangi tarafa gider. Ama
uzaktan gelir. (4) Çoğunun yönü bu taraftır, dediler.
Muhsin vezir anladı ki Lazot<5) Frenk’tir:
-Hemen şehirde tellal bağırtın. Bu gece sabah olmadan (6) bütün şehir
kavmi kaçsın. Lazot Frenk, üç yüz (7) parça gemiyle geliyor, deyip duyuru
yaptılar. Seyyid: (8)
-Bu gemiler geldiği zaman nereye çıkar, limanınız var mıdır, dedi. (9)
Muhsin vezir:
-Umman melikinin sarayının limanı vardır. Fakat (10) onlar ağır
gemilerdir. Bu limana gelmez, ileriki yolda viran bir(ll) kale var, önünde büyük
bir liman bulunmakta. Oraya gelirler. O kaleyi de (l2> onlar harap ettiler. O kala
mamur iken bu diyara düşman (l3) gelmezdi. Elli yıl önce o kale viran olmuştur.
Mamur etmek için çok fırsat olmadı, dedi. Seyyid:
-Hemen divan [M K 6 9 ] (l)toplansın. İmirza divanı topladı. Seyyid:
-Benim yanıma üç bin adam (2) verin. İmirza, sen de benim ile birlikte
gel, dedi ve Muhsin vezire: (3)
-Asla şehri bırakıp gitmeyin. O kâfirin topu (4) tüfeği vardır. Onun için
size galip gelirler, dedi. Daha sonra (5) üç bin er bahadır eri yanına abp
beklemeden yürüdü. Gece (6) harabe kaleye geldiler. İmirza:
-Sultanım, bahsettiğimiz liman budur. (7) Seyyid:
-Ya Server! Bu üç bin eri al, pusuya girsinler, Asla (8) kendilerini
göstermesinler. Sen yanına yedi yoldaş al, gel, seninle (9) görüş alışverişinde
bulunalım, dedi.
İmirza emretti, üç yerde pusuya (10) girdiler. Kendisi geri Şerif katına
geldi. Seyyid:
-Ben b u (ll) Frenk beyi ile buluşayım. Sen bu yoldaşlarınla falan yerde <l2)
oturup hazır ol. Ben size haber verdiğim zaman (I3) geliniz. Ben ruhban suretine
girerim. İnşallah bu kalede Frenk kâfirlerini [M K 70] (1) ve gemilerin hepsini
helak ederim, dedi. Daha sonra Seyyid ibadet ile meşgul oldu. İmirza yanındaki
arkadaşlarıyla (2) hazır bekledi. Namaz kıldı. Gemiler, akşam limana geldiler,
Lazot Frenk (3) için kızıl atlastan büyük bir otağ kurdular. Askerler (4) o gece
gemilerden dışarı çıktılar, ateşler yaktılar. Seyyid (5) ruhban suretinde, bir kara
otağ önüne geldi. Gördü ki on (6) keşiş o otağa girdi. Seyyid de içeri girdi,(7)
selam verdi, geçip sessizce oturdu. Papazlar:<8>
-Siz kimsiniz, nereden geliyorsunuz, dediler. Şerif:
-Ben üçüncü k a t(9) gökten, İsa Peygamber’in yanından geliyorum. Bana
emretti: Lazot Frenk (l0) çabuk davransın, bu diyarı Araplardan alsın ve bu <M)
cümle Türkleri kırsın, asla göz açtırmasın, benim ümmetim ile <l2) bu Umman
diyarını doldursun, dedi. Ben ona incindim idi,(13) hele şimdi günahını affettim.
Benim ümmetimin (14) önde gelenlerine söyleyeyim, durmasınlar, benim
ümmetim Türkleri kırsın, dedi. Vaaz ve nasihatler etti. Niyetlendi ki çıkıp gide.
[M K 71] (l) Keşişler yalvarıp:
-Sultanım! Gidelim, sizin geldiğinizi (2) beyimize haber verelim, dediler.
Üç tanesi beylerinin yanma geldi:
-Müjdeler (3) olsun. Mesih’ten bize din ulusu geldi, gövdesi misk (4) gibi
kokar. Haber göndermiş, dediler. (5> Lazot mutlu olup kendisi hemen oraya
geldi, Şerifin (6) elini öptü. Şerif, buna biraz vaaz ve nasihat etti. Orada
oturanlar(7) ve Lazot ağlaştı. Lazot geri otağa gitti.
Seyyid (8) gece yarısı olana kadar sabretti. Gece on papazı(9) tepeledi,
sonra da Lazot’un otağma gitti.(10) Seyyid, gitti, otağdan Lazot Frenk’i aldı, (ll)
İmirza’ya getirdi. Elini ayağını bağlayıp bir yoldaşa emanet ettiler. (l2) Kendisi
geri gitti ne kadar büyük gemi varsa hepsine (13) ateş atıp yaktı. Yol üzerindeki
gemilerin yolu bağlandı. [M K 72](1) Gemide olan kavim feryat edip:
-Bu gemilere ateş nereden geldi diye (2) birbirine girdiler. Şerif İmirza’ya
emreyledi:
-Ey Server! Hemen Umman şehrine git, (3) pusuda dilaverlere buyur, bu
gafil yatan kâfir askerine (4) üç yerden gece baskını yapsınlar. Fakat asla
düşmanın işi tamam olmayınca mal ve eşya ile (5> ilgilenmesinleri dedi.
Sahtk Gazi kendisi o (6) altı dilaver ile gemilerin kenarına geldi. Her kim
dışarı çıktıysa (7) başını kesti. Lazot Frenk’in gemisini de yaktılar. (8) Denizin
yüzünde feryat koptu. Tam bu sırada üç bin (9) dilaver, üç yerden pusu açtı.
Gece gafil y atan (10) kâfiri kırdılar. Ateş bir nesneye değdiğinde nasıl olursa (ll)
burada da öyle oldu. Çadırlara da girdiler. Gafil yatan askerler (12) yerlerinden
kalktı, başlarının kaygısına düştüler, padişahlarının (13) otağına geldiler.
Gördüler ki otağda ne kadar nöbetçi var ise kırmışlar. Padişahın kendisi yok.
Ah edip dışarı çıktılar. [M K 73] (1) Seyyid, serverler ile erişti naralar atıp:
-Benim Saltık-ı (2> Rumî. Ey kâfirler, canınızı elimden nasıl
kurtaracaksınız, dedi.
Her bir dilaver, (3) bir padişah adıyla hamle yaptı. Kâfirler şaştılar,
canlarını (4) atıp gemilerine geldiler. Gördüler ki Gemiler ateşte yanmış. Öyle
bir figan koptu ki sanki <5) mahşerden bir nişan. Sabah olmadan Frenk askerini
öyle (6) kırdılar ki; beşi bir yerde kalmadı. Üç yüz gemiden on gem i(7) ancak
kurtulup kaçabildi.
Sabah olana kadar ele (8) geçen kâfirleri kırdılar. Üç binden fazla kâfiri
esir ettiler. <9) Seyyid emretti yanan gemilerde ne kadar top ve silah v a r(10) ise
hepsini dışarı çıkardılar. Lazot Frenk’i getirip: (ll)
-Ey lain! Bu kaleyi niçin yaktın, viran eyledin (12) ise aynı şekilde geri
mamur et. Ondan sonra seni azat edeyim, dedi. Lazot: (l3)
-Beni serbest bırakacağına söz ver, bu kaleyi öyle mamur edeyim ki
[M K 74](1) eskisinden daha sağlam olsun, dedi.
Seyyid, İmirza’ya (2) emreyledi gemilerdeki bütün malı ve eşyayı dışarı
çıkardılar. Bin (3) Müslümanı, iki bin kâfirin üzerine bekçi bıraktılar. Gece
gündüz (4) demeyip bir yıl çalıştılar. Kaleye üç kat duvar(5) ördüler. Kırk arşın
eninde ve derinliğinde hendek kazdılar, içine de (6) su akıttılar. Gemilerden
çıkan top ve silahlar ile (7) kaleyi donattılar. Topların <8) atmasını, ateşlemesini
ve nasıl çalıştırıldığını gösterdiler. Seyyid,(9) iki bin kâfiri getirdi:
-Her kim Müslüman (l0) olursa, elimden kurtulur. Olmayanın başını
keserim, dedi. (11) Kâfirlerin beyi Müslüman oldu. Onların bütün mallarını verdi
(12) ve evlendirdi. Her birine o kalede bir iş (13) verdi. Hizmete göre maaş
bağladı. Yirmi parça gemi vardı, daima kalenin önünde, limanın içinde
olurdu.[M K 75] (1) Gemilere reisler ve deniz askerleri tayin etti.
Saltık, kalenin (2) görevlilerini bir araya topladı. Bin kâfiri Arap diyarına
gönderip (3) sattılar. Paralarını yeni Müslümanlara verdiler. Onlar; evler, bağlar
ve bostanlar (4) aldı. Seyyid emretti, on parça gemi hazırladılar. İçine (5) bin
Müslüman bahadır koydular. İmirza’yı baş edip:(6)
-Bundan sonra işin bu olsun: Git, gemilerle kâfir diyarlarına çık, (7) her
nereye rast gelirsen vur, yağma et. Kaleleri, (8) şehirleri, köyleri vur; sığırını ve
koyununu kır. Her tarafı ateşe ver. (9) Bu diyara yakın mamur kâfir diyarı
bırakma, (l0) harap et. Gazadan asla geri kalma. İslam diyarı<U) mamur olsun.
Aman dileyip haraç veren kâfiri öldürme. (l2) Lazot Frenk’i getirdi: (l3)
-Ya lain! Gel, Müslüman ol, seni yine diyarına göndereyim, [M K 7 6 ](l)
dedi.
-Ya Seyyid! Bana verdiğin söz bu muydu, dedi. Seyyid (2) mübarek
parmağıyla işaret etti. Lazot’un iki gözü (3) az görür oldu, bir ayağı da topal
oldu. Daha sonra (4) bir sandala koydular, yanına da iki kâfir verdi, diyarına (5)
gönderdi. Lazot, kurtulunca: (6)
-Bu Saltık sihirbazdır. Sihir ile iki gözümü <7> görmez etti ve beni topal
bıraktı, dedi.
O gece, ben Mesih’in yanından (8) geliryorum, diyen papaz da bu Saltık
imiş, öyle mi? (9) Eyvah! Ben bilemedim. Hele gideyim, beş yüz parça gemiyle
geri gelir, (10) bu Arap diyarını harap ederim, dedi. Diyarına (ll) geldi. Yedi yüz
parça gemi hazırladı. O yıl geri (l2) geldi. Bu durum, Seyyid’e malum oldu.
Sudan derlerdi, Umman’da büyük bir <l3) şehir vardı. Seyyid oraya gitmişti.
Seyyid, Sudan ulularıyla sohbet ederken başını kaldırıp:
-Ey ulular! Kim gazaya gitmek isterse [M K 7 7 ] (l) benimle gelsin, falan
kaleye Lazot Frenk geliyor,(2) dedi. Kendisi atma binip gitti. Sudan şehrinde, (3)
Sudan meliki on bin er ile ardına düştü. Eriştiler, o <4) kaleye geldiler. Gördüler
ki İmirza çok miktarda esir, mal ve ganimet getiriyor. (5) İmirza:
-Sultanım! Lazot kâfiri yedi yüz parça gemi ile (6) ardıma düştü. Biraz
cenk ettim. Beş parça gemisini aldım, (7) malını ve ganimetini çıkarıp gemileri
batırdım. Hemen kaçtım. Lain sabah (8) gelir, bu limana girer, bu diyarı harap
eder, dedi. Şerif: <9)
-Git, bu malı ve esiri Umman şehrine gönder. On bin<10) er getir, bu kâfir
ile iyi bir gaza edelim, dedi.
Seyyid o kalenin (11) savunması için hazırlıkları yaptı. On er ile kaleye
girip pusu kurdu. Arkadaşlarına (l2) tembih etti:
-Asla top ve zenberek atmayın. O lain tedbirsizce (13) bu limana gelsin.
Gemilerin tamamını bağlasınlar, dışarı çıksınlar. [M K 78] (1) Kâfirler bizim ile
cenkte iken sizler de topları gemilerin (2) üzerine doğrultun. Bu gemilerin
çoğunu batırın, dedi. (3) Sonra kendisi bir burcun üzerine çıktı, Tahir-i Sudan’ı
(4) yanma alıp kâfirden tarafa baktılar. Gördüler ki yedi y ü z (5) parça gemi ve
kadırga rüzgârın önünce birbirine basıp (6) gelir.
Bir süre sonra limana gelip demirlerini bıraktılar. Gemileri iskeleye
bağlayıp <7) hemen dışarı çıktılar. Cihan gürültü (8) ile doldu. Beylerine otağ
kurdular. Topları (9) çıkardılar, kaleye karşı kurdular. Lazot Frenk: (10)
-Sihirbaz Saltık burada yoktur. Bu hisarı alayım, sağlamlaştırıp <U) içine
toplar ve adamlar yerleştireyim. Bu diyarı (12) zapt edeyim, dedi.
Kâfir türlü türlü tedbirler aldı. O (13) gün hisara birkaç top vurdular.
Seyyid’in himmetine (14) bir taş bile koparamadılar. Akşam oluncaya kadar cenk
ettiler. Şerif hazretleri ciddiye almadı, oturdu. Kâfirlerin içinde yaşlı bir kişi
vardı. [MK79] (1) Gemiden dışarı çıktı, o kalenin hendeğini gördü,t2) gülerek
Lazot’a:
-Ey bey! Hendeği içine düşünce (3) çıkılabilecek biçimde neden
kazmadın? Tutalım ki b u (4) kaleyi yıktın, hendeği geçmeye imkân yoktur, dedi.
(5) Lazot emretti, o kâfiri hendeğe attılar. Seyyid (6) oturduğu yer
mübarek elini uzattı, kâfiri (7) yakasmdan kavrayıp kaleye getirdi. Kâfirin (8)
gönlüne Tanrı’nın inayeti düştü, imana geldi. Seyyid sabretti,(9) kâfirler üç gün
kaleye top vurdular. (l ) Fakat asla zarar veremediler.
İmirza on bin er ile gece (ll) geldi, Seyyid ile buluştular. Seyyid yanında
olan erleri (12) kaleden dışarı çıkardı, iki taraftan haykırıp kâfire <13) hamle
yaptılar. Kalenin içinde gündüz hazırlıklar yapılmıştı. (l4) Kaleden toplar,
kumparalar, saikalar ve mancınıklar [M K 8 0 ](I) attılar. Kâfir tedbirsiz otururken
toplar patladı. Gemilerin (2) çoğunu batırdılar. Şerif, her taraftan cenge başladı.
(3) Çok sayıda kâfiri yok ettiler. Kâfirleri iyice kırdılar. (4) Sabah oluncaya kadar
cenk ettiler. İmirza ve Seyyid cenk (5) içinde Lazot Frenk’e rast geldi. İmirza<6)
haykırarak kâfire kılıç ile saldırdı. Kâfir kalkanını (7) önüne tuttu. Elmas kılıç
Lazot’un sağ omzuna vurdu,<8) bir kolu yere düştü. Lazot Frenk ah edip atmdan
(9) yıkıldı, aklı gitti. Frenk askeri içinden feryat koptu.(l0) Kaçmaya yüz tuttular.
İslam askeri kâfirin bir kısmını (ll) kırdı, yarısını esir etti. Kimi de gemilere
girip kaçtı. Bazıları da <l2) denize düşüp boğuldu. Kâfir askerine musibet (l3)
düştü, herkes başının kaygısına düştü. İslam askeri ganimetleri topladı, hepsi
zengin oldu. Kalenin önünde kırk gün beklediler. [M K 8 1 ] (l) Sağlam gemileri
dışarı çıkardılar. Beş yüz parça gemi <2) aldılar. Kimini yaktılar, kimini tamir
ettiler.
Seyyid bunlara (3) veda etti, birkaç kişiyle geri Rum’a gelmek üzere yola
çıktı. <4) Yedi gün denizde yolculuk yaptılar. Sonunda Sevad adlı bir adaya
çıktılar. (5) Seyyid gemiyi getiren denizciye izin verdi. Kendisi ruhban (6>
suretine girdi. O adada bir kilise vardı, içinde (7) kırk ruhban bulunuyordu. Şerif
kiliseye geldi. Ruhbanlar onu karşıladılar, (8) saygı gösterdiler. Sonra getirip
konuk ettiler. Bir başları vardı, <9) gayet yaşlanmıştı. Seyyid gelip onunla
merhabalaştı. Oturdular, (10) bir süre sohbet ettiler. Yaşlı papaz:
-Ey din ulusu! Nereden geliyor, nereye gidiyorsun, <U) dedi. Seyyid:
-Kudüs-i Şerif den geliyorum. İstanbul’a gidiyorum. (12) Orada keşişlere
ders anlatıyorum, dedi. Papaz:
-Eğer vaktin (l3) varsa bilimden söyleşelim, dedi. Ruhbanlar ile bahse
[MK82] (l) girdi. Hepsini mat etti. Üç gün orada kaldı. Bir <2) gece kalktı,
kilisede ne kadar ruhban var ise <3) hepsini kırdı. O kiliseyi ateşe verdi. Bir
sandala(4) binip gitti.
Saltık, oradan ayrıldıktan sonra Marulvan adlı büyük bir adaya çıktı. (5)
Deniz kenarında bulunan büyük bir kiliseye geldi. Seyyid oraya geldi.
Ruhbanlar <6) ile birkaç gün sohbet etti. Hepsini yenip rüsva etti. (7) Onların
içinde bir ruhban vardı. Seyyid’i tamdı: <8)
-Bu kişi sihirbaz Saltık’tır. Bunu tutun, helak <9) edin, dedi. Seyyid
öfkelenip:
-Ey lain! Ben Kudüs’ten (l0) gelip İstanbul’a giderim. Ben Saltık değilim.
Saltık kimdir (ll) ki Mesih ümmetiyle söyleşebilsin, dedi. O lain:
-Sen Saltık’sın. (l2) Bu diyarı harap etmeye geldin, deyip feryat(l3) etti. O
gün akşama kadar kavga ettiler. Diğer ruhbanlar:
-Bu gökten gelmiş. Mesih’in kendisidir. Haşa ki bu Saltık ola. Başından
[MK83] (fT ayağına kadar Mesih’in nurunun kendisidir, dediler. Ruhban gördü
k i(2) kimse onun sözüne itibar etmez:
-Gideyim, beye <3) haber vereyim, deyip gitti. Şerif bildi ki o kâfir gitti, (4)
hemen yerinden kalkıp:
-Gideyim, şu deniz kenarında biraz (5) dolaşayım. Ben bu diyara ders
anlatmak için geldim, siz beni sihirbaz bir (6) Türke benzetirsiniz, deyip gitti.
Yel gibi o kâfirin ardından <7) erişti, hançerini öyle bir vurdu ki diğer yanından
çıktı. Lain canını(8) cehenneme verdi. Seyyid onu sürüyüp denize bıraktı. Sonra
şehre geldi. O gece yetmiş yerden şehre ateş vurdu. Sonra da (10) ruhban
suretine girdi, gelip kilisedeki hücresinde (ll> oturdu. Gece çeşitli yönlerden
rüzgâr esti, şehrin yarısı (l2) yandı. Şehir beyi bile yandı. Feryat sesleri <l3)
mahşerden nişan veriyordu. Sabah oldu, ruhbanlar [MK84] (l) gördüler ki
şehrin işi tamam olmuş:
-Bu fesadı<2) acaba kim yaptı, derken Seyyid ruhban suretinde gelip: (3)
-Ben dün size bu Saltık-ı Türkün kendisidir diye söyledim, her biriniz (4)
benimle alay ettiniz. Bu kötülüğü o yapmıştır. Ah bu (5) Saltık elinden neler
çekiyoruz. Nice bunun gibi şehirler viran olmuştur, (6) dedi. Hep birlikte
ağladılar. Onlar mahcup oldu:
-İşitiriz ki bu Saltık (7) sihrinde maharetlidir. Ama onun bizimle (8)
konuştuğu konular İncil’den idi. Eğer sihirbaz olsaydı, Incil’den (9) ayet
okurken bozulurdu, dediler. O gün h er(l0> tarafa adamlar saldılar, aradılar:
-Bu, fesat Saltık’tır, dediler. (11)
Şerif gece kalktı, (l2) kilisede ne kadar ruhban var ise hepsini kırdı. Daha
sonra <l3) şehre geldi. Kurtulan evlere de ateş attı. Kendisi çıkıp gitti. Yolda
giderken iki kişi ile karşılaştı. [M K 85](l) Seyyid’i gördüler, ayağına düştüler.
Şerif gördü k i <2) biri İlyas ve biri Ahmed Gazi’dir. Seyyid: (3)
-Nereye gidiyorsunuz, dedi. Onlar:
-Ya Server! İşittik ki sen Umman (4) diyarına gittin. Bize haber geldi ki
falan cezirede tutuldu, (5) zindana koydular, dediler. Onun için geldik. Şükürler
olsun (6) mübarek yüzünü gördük, dediler. Seyyid:
-Ey (7) gaziler! Ben şunları yaptım, deyip başına gelenleri (8) hikâye etti.
O gün yürüdüler, gece (9) viran bir kiliseye geldiler. Gece orada yattılar.(10) İki
dilavere biraz altın verip geri gönderdi: (11>
-Falan yerde buluşuruz, deyip gittiler.
Seyyid <12) orada kaldı. Bu tarafta sabaha kadar şehrin uluları (13) ateşte
yandılar, harap oldular. Kâfirler görüp [MK86] hayran kaldılar.
-Seyyid’i Mesih bize hışım göndermiş, deyip ağlaştılar. (2) Seyyid atına
binip üç gün yürüdü, dördüncü gün(3) bir kaleye geldi. Kalenin kâfirleri
karşılamaya gelip:
-Kimsin, nereye gidiyorsun, (4) dediler. Şerif:
-Mesih’in yanından geldim, İstanbul’a giderim. (5) Oraya varıp Mesih’in
ümmetine ilim öğreteceğim. Mesih’in ümmeti, Türklerin elinde (6) zebun olmuş.
Bunun sebebi nedir, diye beni Mesih gönderdi, dedi.<7)
Seyyid’i kalaya çıkardılar, ziyafetler verdiler. Seyyid o kavme (8) çok
nasihat etti. O gece kalede ne kadar ev varsa <9) ateşe verdi. Çok sayıda kâfir de
birlikte yandı. Kale (10) harap oldu. O gece üç yüz kâfiri tepeledi. Sonra<H) çıkıp
gitti.
Sabah oldu, kâfirler gördüler ki (I2) Mesih’in gönderdiği adam gitmiş,
şehir de yanmış.(13) Şaşırıp kaldılar:
- Mesih’in yanından gelen adam bize bela oldu, dediler. İçlerinde bir
kâfir:
-[MK87] 0)Bu gelen Saltık’tır. Onun buna benzer işleri çoktur, dedi.
Seyyid (2) yedi gün yürüdü. Burşak adlı büyük bir kaleye geldi.(3) Ahmed
ile İlyas’ı orada buldu. Bir beyin sarayına girdiler. Yetmiş (4) ünlü kâfiri
tepelediler ve o beyin başını kestiler. Ahmet Gazi, o beyin (5) kızını aldı, çok
miktarda mal ve ganimti ile Edirne’ye geldiler. (6> Seyyid geride kaldı, ruhban
suretinde bir kiliseye gelip (7) birkaç gün oturdu. Sohbetler yaptılar. Kilise ile (8)
kale arasında bir günlük yol vardı. Haber geldi ki:
-Saltık, (9) beyin ve çok sayıda ulu kişinin başını kesmiş. Beyin kızı ve
çok miktarda (10) mal ile kaçmış, dediler. Ruhbanlar üzülüp: <H)
-Ey kişi, sen nereden gelirsin, ayağın uğursuz (l2) imiş. Beyimizi
öldürmüşler, dediler. Seyyid:
-Kale buraya ne kadar uzaklıktadır, diye sordu. Onlar:
-Bir günlük yoldur. Seyyid: (13>
-Benim uğursuzluğum kaleye nasıl erişti? [MK88] (l) Benden ne zarar
gördünüz de böyle söylüyorsunuz. <4) Şimdi bu Mesih ümmeti azgın olmuştur.
Onlara bela (5) yine Mesih’ten gelmektedir, dedi. Gece oldu, (6) yattılar. Şerif
kalktı, orada ne kadar ruhban<7) var ise hepsini helak eyledi. Kiliseyi de ateşe (8)
verip oradan ayrıldı. Yolda giderken Nikola’ya rastladı. Nikola, (9> Şaran
şehrinin beyi idi. Burşak beyinin kızını(l0) almaya gelirdi. Rast geldi. O lain
Ş e r if i(ll) tanıdı, yanındaki kâfirlere:
-Bu gelen herifi <l2) tanır mısınız, dedi. Onlar:
-Bir ruhbandır, (l3) dediler. Lain:
-İşte bu o sihirbaz Saltık’tır, Burşak’tan geliyor. Kim bilir ne kadar zarar
vermiştir. Bunu helak [MK89] (l) edeyim, kaynatama bundan iyi armağan
olmaz. Kızın intikamını da <2) alayım, dedi. Yanında olanlar:
-Ey bey! Saltık (3) erlikle meşhurdur. Bizler bu kadar adam ile ona cevap
<4) veremeyiz. Bu Saltık değildir. Fakat altındaki at, pehlivan (5) atıdır. Bu ata,
ruhban binemez, (6) dediler.
Nikola lain, biraz sarhoştu. Hemen kılıcını çekti, <7) Seyyid’in üzerine
yürüdü. Nara atıp:<8)
-Ey Saltık! Tanrı hakkı için uzun zamandır seni arıyordum. <9) İşte
sonunda rast geldim. Hemen atından in. Seni <l0) işkence ile öldüreyim, dedi.
Şerif:(,1)
-Ben bir ruhban kişiyim, sen bir meliksin. Var git. <l2) Bu atı bana Mesih
vermiştir. Ben atı her isteyene vermem,(l3) dedi.
Lain sarhoş idi. Hemen kılıç ile Seyyid’e [MK90] (l) saldırdı. Seyyid
engelledi. Biraz cenk ettiler. Seyyid: <2)
-Ey bey! Var git, ben ruhbanım <3) ama erlikte zamanın Zal-ı
Rüstem’iyim, derdi. Nikola, <4) sen o sihirbazsın, derken Seyyid bir nara atıp: <5)
-Ya lain! Kendi kanın kendi boynuna, deyip kılıç ile <6) öyle çaldı ki
melunu atıyla birlikte dört parça etti. Diğer (7) kâfirler Seyyid’i ortaya aldılar.
Seyyid, kırkını daha tepeledi. (8) Yedisi kaçtı. Bunların hepsinin malını ganimet
<9) aldı, yola düşüp gitti.
Seyyid, o gün akşama yakın (l0) Sarsal denilen bir iskeleye geldi. Meğer
kaçan kâfirlerin (ll) birisi önceden gelmişti. Olan hikâyeyi haber verirken
Şerif oraya geldi. Kâfirler onu görüp (13) baktı. O kâfir Seyyid’i görünce:
-Hey! İşte o ruhban geldi, dedi. Kâfirler karşı gelip:
-Ey ruhban! [M K 9 1 ](l) Niçin bu kadar fesat ettin, Nikola gibi pehlivanı
neden helak(2) eyledin, dediler. Seyyid:
-Ben kendi hâlimde gidiyordum. O kişi(3) atıma ve canıma kast etti, cenk
eyledi. Kılıcımın u c u (4) dokundu, helak oldu. Hem iyi bir pehlivan olasaydı, (5>
benim gibi zayıf bir ruhbanın elinde helak olmazdı, <6) dedi. Onlar:
-Bunun gibi bir ata ruhbanlar binmez. Onlar (7) merkebe biner, sen iyi bir
adam değilsin, dediler. Şerif: <8)
-Ben iyi adamım, kimseye zararım yoktur. Fakat atımı ve canımı (9)
kimseye vermem. Bu atı bana Mesih’in kendisi vermiştir. Buyurdu ki <l0> git
benim ümmetime nasihat eyle. Fakat atı isteyene ver, demedi,(l n dedi. Kâfirler:
-Sen Saltık’a benzersin. Bunun gibi bir ata (l2) ruhbanlar binemez,
dediler. Kaçıp kurtulan feryatçı geldi: (l3)
-Beyim! Purşak beyini öldürmüşler ve kızını malıyla birlikte [MK92] (l)
alıp gitmişler.
Seyyid, sanki kendisi değilmiş gibi:
-Bu lainler benim ile <2) sürekli cenk ederler, deyip yola revane oldu. (3)
Kâfirler ardına düştüler, yakma geldiler, Şerifi ortaya aldılar, <4) biraz cenk
ettiler. Şerif onları da kırdı. Onların da malmı aldı. Sonra Bodan <5) adlı bir
şehre geldi. Bütün şehir halkı karşılamaya gelip nimet <6) getirdiler, ziyafetler
verdiler. O şehirde Şemun adlı bir<7) rahip vardı. Tarih ilminde çok bilgiliydi. (8)
Gelip Seyyid ile sohbet ettiler. Şemun çok etkilendi, <9) önünde iman getirdi,
Müslüman oldu. Fakat kâfirlere (l0) bildirmedi, gizli din tuttuğunu kimse
bilmezdi. (ll) Seyyid:
-Ey Şemun! Bize anlat. Burşak (l2) şehrini kimler yapmıştır. Burada çok
büyük binalar gördüm,<l3) dedi. Şemun:
-Ya Server! Bu diyarda bir melik vardı, adına Marnas Şah derlerdi,
Yunan’da otururdu. [M K 93b](l) Bir gün av avlarken buraya gelir. Bu büyük
dağı görür,(2) üzerine çıkar. Bahar zamanı idi. Dağda bir kale (3) yaptırıp oturur.
Kış olunca her gün ava gider. Bir gün vezirlerini (4) toplar:
“Benim için bu dağda bir kale yaptırm. <5) Gayet sarp ve büyük olsun.
Ortasına benim için büyük bir saray yaptırm. (6) O saraydan etraf görünsün.”,
dedi.
<7) O diyarda da bir hâkim var idi, Yunan’da oturur idi. (8) Adına Uklas
derler idi. Onu getirdiler, padişahın <9) isteklerini anlattılar. O dağı gezdiler:
“Bu dağa kale <10) yaparsanız çabucak yıkılır. Bu dağın havası (ll) kış
zamanında insana zarardır. Yazın ise faydalıdır. <l2) Buranın kışı sert olur. İnsan
ona dayanamaz, ,l3) helak olur. Ama Burşak’ta kale yaparsanız doğru olur.
[M K 9 4 ](i) Kışın havası gayet güzeldir, yazın zararlıdır. (2) Buranın halkı yazm
bu dağa çıkarsa ölür. <3) Ama bu suyun başmı tutmak gerek. Padişahın çok (4)
malı gider, dedi.
Padişah emretti, hazine açtılar. Hâkim <5) önce o suyu tuttu. O dağın
altından acayip (6) bir su akardı, ona Pınarbaşı derlerdi. Hâkim bakırdan (7) ev
yaptı, ona tunçtan bir kapı taktı. Önce e v i<8) o suyun içine bıraktı, tılsım yaptı.
O su, kapının <9) aralığından çıkan sudur. Şimdi bu şehre (l0) akan o sudur.
Kaleyi o yaptı. Sonra çok büyük " 0 bir şehir oldu. O padişah, bu şehirde üç yüz
<l2) yıl padişahlık yaptı. Bu arada Yunan’ın başkenti(13) burası oldu. Daha sonra
Frenk taifesinden Melik Yuşan adlı gayet akıllı, tedbirli öngörüsü güçlü bir bey
çıktı. [M K 95] (l) Burşak şehrinde büyük binalar yaptı. Çok zengin bir (2> kavim
idi. Mallarının tamamını yer altına defnettiler. O zamanda (3) bu şehirde üç
hâkim vardı. Üçü de tılsımda maharetli idi. <4) Bu diyar kavminin mallarını
tılsım ile yer altında gizlediler. Türlü türlü <5) fesatlıklar yaptılar. Kimi aya,
kimi güneşe ve kimi puta taptı. Sonra (6) Tanrı, onları veba ile helak etti, derler.
Bu sırada (7) Davud Peygamber adlı ulu bir peygambar geldi. Ona <8) gökten
Zebur indi. Yüz yıl ömür sürdü. Bir kadın yüzünden kırk yıl ağladı. <9) Sonra
oğlu Süleyman Peygamber <l0) geldi. İnsana, cine, yabani hayvanlara, kuşlara,
karıncalara hükmetti. (ll) Cihanı mamur eyledi. Kudüs-i Şerifi o tamam edip
<l2) yapmıştı. Süleyman Peygamber de gitti.
[T796] (9) Şerif oradan ayrıldı, doğru Basra’ya revan oldu. (l0) Basra
şehrine yaklaştı. Oradan da Hazret-i Ali’nin türbesine geldi. Meşhed’e gelip
İmam (ll) Ali’yi ziyaret etti. Sonra kalkıp Kerbela’ya gitti, İmam Hüseyin’i
ziyaret etti. (l2) Şerif bir gün türbede yatıp uyurken rüya gördü. Rüyasında (13)
İmam Ali çıkageldi:
-Ya evlat! Gel, Kufe şehrinde, mescidimin yanındaki <l4> Barü’l-cinn
dedikleri kuyuda beni ziyaret et, dedi.
Şerif oradan ayrıldı, Meşhed’e geldi, oradan (l5) geri N ecef e yöneldi.
Seyitler onu karşılamaya geldi. Şerif gelip konakladı. [T797] (l) Server,
N ecef in ileri gelenlerine ve seyitlerine:
-Ya N ecef in seyitleri! Bana haber verin. (2) Bu yapılan kabir kimindir?
Ali burada mıdır? Seyitler:
-Server! Yok. (3) Hazret-i Ali’nin burada yattığını bilmeyiz. Fakat rivayet
ederler ki Hazret-i Ali dünyadan (4) ahirete giderken vasiyet etmiş:
“Bir Arap bir deve ile gelecek, beni alacak. Beni ona verin.”, (5)demiş.
Hazret-i Ali rahmetli olunca yıkarlar. Bu sırada onun dediği gibi (6) bir
Arap gelir, Hazret-i Ali’yi alıp gider. Haşan ve Hüseyin:
“Babamızı bir Arap’a (7) verdik, nereye götürüyor, bilmiyoruz.”
Arkasından gidip yetişirler. Bakarlar ki alıp giden Hazret-i Ali’nin (8>
kendisidir. Devesini burada çöktürüp kayboldu. Burada bu kabri <9) yaptılar.
Şerif güldü:
-Burada Hazret-i Ali’nin ölüsünü sakladılar. <l0) Muaviye, Hazret-i
Ali’nin düşmanıdır. Hilafetten dolayı düşman oldular, nice kere savaş yaptılar.
<n) Hem Hazret-i Osman’ı katleden Habeşi, Abdurrahman’ın kölesi idi. Onu,
Mervan <l2) öldürdü. Ali gönderdi, deyip zann ile çıktılar. Ali, Osman’ı (l3)
öldürttü, deyip suçladılar. Muaviye’nin kışkırtmasıyla düşmanlık ettiler.
Şam’dan (l4) kalktılar, ordu toplayıp cenk ettiler. Şamlılar yenilip kaçtı.
Kıssaları kitaplarda (l5) malumdur. İmam Ali’yi onun için sakladılar. Bir de
bunu çıkardılar:
“Ali ölmedi.”, dediler. Hâlbuki “Küllü men [T 7 9 8 ](1) 0aleyhâ fâ n in ... ”
* ve “küllü nefsin zââikatü ’l-mevt, ” ** dedi ve devam etti:
-Nerede bu N ecef ün şeyhi, ileri gelsin, dedi.
(2) Şeyh geldi. Şerif oradan ayrıldı, birlikte Kufe’ye gittiler. Yan
N ecefin seyitleri vardı. (3) Kufe’ye ulaşınca kalenin içine girdiler, doğru
Ali’nin mescidine geldiler. Orada hacet (4) namazı kıldılar. Kalkıp biraz
gezdiler. Bir kuyunun üzerine geldiler. Gördüler ki kuyunun ağzını demir (5)
direklerle örtmüşler. Şerif emretti:
-Açın, dedi. Seyitler:
-Ya Server! <6) Bunu açmayın. Burada cinnîler oturuyor. Buraya Barü’l-
cinn derler . Harunü’r-Reşid <7) hazreti, zamanında gelip içine adam koymuş.
Kiminin yüzü ardma döndü ve kimi helak oldu (8)ve kimi sakat kaldı. Şerif:
-Ya kavim! Ben sizlerden kimseye girin diye istekte (9) bulunmadım. Ben
kendim girerim. Beni bu makama Ali Murtaza’nın kendisi davet etti, dedi.
(l0) Saltık Gazi, kemendini beline bağladı. Yukarıda Hüsrev’i, Y usuf u ve
Hüseyin’i bıraktı. (ll) İmam Ali’nin ruhuna dua okudu. Aşağı kuyuya arka arka
indi. Bu sırada (12) bir ses geldi:
-Korkmayıp buraya gelen kimdir, dedi. Şerif Gazi:
-Benim ya İmam! <13) İzin ile girdim, dedi.
O ses artık gelmedi. Şerif kuyunun dibine indi. Derinliği kırk <l4) metre
vardı. Orada bir dehliz gördü, ileri yürüdü. Biraz ilerledi, kilitli bir <l5) kapıya
geldi. Kuyu önünde yeşil kanatlı bir kişi otururdu. O, Şerifi [T799] (l) görünce
çağırdı:
-Gel, ya Şerif, dedi.
Seyyid ileri varıp selam verdi. O melek selam (2)aldı. Şerif:
-Siz kimsiniz, burada niçin duruyorsunuz, dedi. O melek:
-Ben meleklerin reisiyim. (3) Bu, İmam Ali’nin kabridir. Burayı, sekiz yüz
seksen sekiz melek bekler. Burada sekiz bin cinnî(4) de hizmetkârdır, beklerler.
Benim adım Derdail’dir, dedi. Sonra ayağa kalktı, kapıyı açtı:<5)
-Gir, atam ziyaret et. Bu, kimseye nasip olmamıştır, dedi. Seyyid:

Kur’an, Rahman suresi, 26. ayet: “ Yeryüzünde olan her canlı fanidir.”
Kur’an, Al-i İmran suresi, 185. ayet / Enbiya suresi, 35. ayet: “Her can ölümü tadacaktır”.
-İçeri (6) girdim, gördüm ki bir kubbe yapılmış. Orta yerde bir sahne,
yanında bir sofa. Üzerinde ak mermerden (7) bir tabut durur. Onun içinde İmam
Ali. Kefene sarılı, yatıyor. İleri vardım, (8) gönlüm çok istedi. Kefeni yüzünden
kaldırdım, mübarek yüzünü gördüm. Gördüm, sandım ki (9) bir arslandır,
İmamın yüzünün heybetinden neredeyse aklım gidecekti. Bakarken (l0) mübarek
elini kaldırdı, benim bileğimi kavradı, iyice sıktı. Yattığı (ll) yerden tebessüm
edip bana batı. Gözlerini dahi açtı. Bu hâlleri gördüm, <l2) kendimden geçtim,
aklım başımdan gitti, kendimden habersiz olup düştüm. Bir süre sonra aklım
geldi, (l3) kendimi kapının taş yüzünde gördüm. O melek yanımda bekliyordu.
Bana:
“Korkma, (l4)kalk, Kur’an oku!”
Kalktım, hemen kapının önünde canı gönül ile Heleta suresini okudum.
(15) Tamam ettim, içeriden bir ses geldi:
-Bârekallâhu fifre*, dedi. Ben merak ettim. [T800](l)
Bu ses nedir, dedim. O melek:
“İmam Ali’nin kendisidir. Sana taktir eder.”
Seyyid’in kendisi (2) şöyle anlatır:
-Meğer bu dehlizde İmam Haşan ve Hüseyin, İmam Ali’yi gizlemişler. (3)
Şerif, meleğe veda edip tekrar kuyunun dibinden çıktı, ipi beline bağladı,
çektiler. Bu gördüklerini bir bir beyan edip anlattı. İmamın (5) mezarını onlara
da bildirdi. Birkaç Rafıziler vardı, <6) Şerifin korkusundan gizlenmişlerdi. Şerif
oradan gidince kuyuya girmek istediler. <7) Kuyu içinden bir ateş alevi çıkıp
onları kapkara edip yaktı. Sekiz <8) kişi idi. Birisi kurtulup haber verdi. Meğer
kuyuya ineceklermiş. Şerif emretti, (9) kuyuyu örtüp belirsiz ettiler. Sonra Kufe
Kalesi’ne gelip kapısına kilit vurdular. (l0> Kimsenin içeri girmesine izin
vermediler, kaleyi zapt ettiler.
Bu tarafta, Şerif oradan ayrılıp (ll) Basra şehrine gitti. Hizmetkârlarını
N ecef te bıraktı, kendisi yanlız gitti.
<12) Şerif, Basra’ya ulaştığında, Basra’nın bir bölümü harap idi. Şehrin
içine girdi, dolaştı. (l3) Denizin kenarına geldi, iskelede duruyordu. Bir tellal
çıkageldi, çağırdı:<l4)
-Ya halk! Falan Yahudi on günlük bir sefere çıkıyor. Yanında kim
giderse, bin altın (l5) ücret verilir, dedi. Şerif gördü ki halktan kimse gelmedi.
Şerif kendi kendine: [T801](1)
-Bu işte bir gariplik var, bunda bir sır vardır, dedi. İleri gelip Yahudi’ye:
-Ben seninle birlikte giderim, dedi.

“Allah işini mübarek kılsın .” anlamında dua cümlesi.


(2) Yahudi ile sözleştiler, gemiye girdiler. Sonra denize açıldılar. Üç gün
(3) üç gece gittiler, bir adaya ulaştılar. Demir atıp dışarı çıktılar. Ada içine girip
(4) gezdiler. Adanın ortasında bir kuyuya geldiler, durdular. Yahudi:
-Kişi! Bu kuyunun (5) dibine in, dedi.
Şerif durdu, kuyunun dibine urgan ile sarktı, aşağı indi. (6) Yahudi:
-Ya yiğit! Su içinde cevher var, çıkar. İpi belinden çöz, dedi.
(7)Şerif anladı. Cehud bu kuyudan cevher alırmış. Şerif:
-Ya Yahudi! Müslüman ol, sana hesapsız cevher <8) vereyim, dedi.
Yahudi yukarıdan aşağı Şerife hakaret etti. Şerif (9) öfkelendi, kemendi
tuttu, yukarı çıkmak istedi. Yahudi’ye:
-Ben senin hakkından (l0>gelirim, dedi.
Gemide ikisi vardı. Başka kimse yoktu. Yahudi gördü ki Şerif çıkar. (ll)
Hemen kemendi kesti, Şerif geri aşağı düştü. Yahudi yukarıdan (l2) yalvarmaya
başladı:
-Bana kıyma, sana cevher vereyim, hem de seni yukarı çıkarayım. Şerif:
-Ey lain! Benim cevhere (13) ihtiyacım yok. Ben Şerif Gazi’yim, Senden
de bir isteğim yok. Ben buradan çıkarım, âciz değilim. (14) Yahudi onu işitti,
feryat edip:
-Bizim düşmanımızsın, elime iyi girdin, dedi. (15) Büyük taşları getirdi,
Şerifin üzerine attı. Şerif o taşların [T802] (I) içinde kaçıp kendini korurdu.
Server gördü ki kâfir kendisini huzursuz etti. <2) Yerden bir taş abp aşağıdan
yukarı, melunun suratına attı. Öyle vurdu ki <3) Yahudi döne döne yukarıdan
aşağı düştü. Server, Yahudi’yi <4) hemen tepeledi, helak etti. Kendisi de kuyu
dibinde kaldı. Hemen Menucher cinnî duasını (5) okudu. Cinnî gelmedi. Ne
kadar okuduysa çare olmadı. Şerif <6) sabretti. Bir gün bir gece o kuyuda su
içinde durdu.
Sabah (7) oldu, gün doğarken havadan bulut gelip indi, o kuyuya çöktü.
Bütün suyu çekip (8) aldı. Şerifi de kuyudan dışarı getirdi. Bir adam boyu kadar
yukarıda kaldı, geri yere <9) indirdi. Meğer yağmur bulutu imiş. Yerden su çekip
alırmış. Server koşarak <I0) geldi kuyunun yanında elbiselerini giydi, gemiye
geldi. Gemi bağlı dururdu. (ll) İçine girdi, denize açıldı, revan oldu. Y ei gemiyi
bir tarafa saldı, dört gün sefer <l2) etti beşinci gün bir kara göründü. Gelip
karaya yaklaştı. Meğer bir cezire imiş. <l3) Adaya çıktı. Adada kâfirler yaşardı.
Katıra taparlardı ve derlerdi ki: <l4)
-Davud Peygamber katıra binerdi. Bu yüzden katıra hürmet ederlerdi.
Şerif o kavme:
-Bu katır<15) haramzadedir. Babası eşek, anası attır. Yani eşeğe çekerler.
[T803] (1) O kavim, Şerife çok öfkelendi, üstüne yürüdüler. Server bir
nara atıp:
-Ey kâfirler! Ben Şerif Gazi’yim, (2) dedi. O kavmin beyine Talun
derlerdi. Halk gelip Şerifi ona söylediler. O bey (3) atına binip Şerif yanına
geldi:
-Ya Server! Hoş geldin. Seni bize Hak teala gönderdi. (4) Biz Müslüman
olup küfürden kurtulmak istiyoruz. Yalnız bir şartımız var. Burada yakın <5)
yerde bir ada var, orada bir sihirbaz yaşıyor. Hamid Kalesi’nde onu bir server
yaralamış. (6) Ama bilmiyoruz ki onu yaralayan kimdir. Şimdi o lain,
boğazlayıp yemek için bizden kız ve oğlanlar (7) ister. Biz o kavimin
zulmünden bıktık. Eğer sen onu helak (8) edersen ve bizi onun şerrinden
kurtarırsan biz de Müslüman oluruz, dedi.
Şerif (9) anladı ki Hamid Kalesi’nde kendisinin yaraladığı canavarı
anlatırlar. Şerif:
-Güzel olur, hemen gideyim, dedi.
Hemen (10) gemiye binip o adaya gitti. Adaya yaklaşınca cazular Şerifi
uzaktan gördüler, n) gizlendiler. Şerif karaya çıkınca, kimseyi göremedi. Bir
bahçeye girdi. Bir ağacın dibinde <l2) yattı, uyudu. Sahirler, Şerifi gördüler,
gelip ulu sahire haberler verdiler. (l3) O büyük cazuyu Şerif, Hamid Kalesi’nde
yaralamıştı. Adına Selvan cazu derlerdi, (,4) hemen kalkıp Şerifin üzerine
geldi. Sihir yapıp Şerifi uyutup uyandırdı. Şerif gözünü (l5)açar açmaz, cazu
çubukla bir kere Server’e vurdu. Sihirle Server’i kaz suretine [T804] (l> soktu.
Şerif, deli gibi oldu, suda ve balçıkta gezerdi. On dokuz (2) gün kaz şeklinde, bu
hâlle gezdi.
Yirminci gün oldu, karşıdan bir alay (3> hatun kişi çıkageldi. Şerifi
gördüler, gülüştüler:
-Biçare insanoğlu kaz olmuş (4) gezer. Vah dertli, yazık, dediler.
İçlerinden birisi:
-Eğer bu falan otu yeseydi, (5) bunu sihir tutmazdı, tekrar kurtulurdu,
dedi. Başka birisi:
-Bunu Selvan cazu <6)niçin öldürmedi, dedi. Bir başkası:
-Azap çeksin diye öldürmedi, dedi. Birisi: (7>
-Bu kişi niçin sihiri bozamadı acaba, dedi. Diğer birisi:
-Falan Yahudi ile cevher <8) aramaya geldi. Gönlüne dünya muhabbeti
düşenin duası kabul olmaz, dediler. (9) Hatunlar geçip gitti. Şerif bunların
sözlerini işitip anladı. (l0) Tövbe etti. Dünya muhabbetini gönlündengi
arayıp o otu buldu,(ll) yedi. Hemen o anda gözünü açtı, kendini insan suretinde
gördü. Şükür secdesine kapandı, Hak teala <12) hazretine dua etti. Sonra
Menucher’in duasını okudu. Menucher cinnî çıkıp <13>geldi. Şerif, ona:
-Böyle mi olmalıydı? Seni davet ettim, niçin gelmedin, dedi. <l4) Cinnî:
-Ya Server! Sizin davetinizi işitmedim, dedi.
Server yürüdü, deniz kenarına (l5) geldi. Gemi, orada dururyordu.
Menucher ile binip gittiler. Dört gün sefer ettiler. Bir adaya [T805] (1) çıktılar,
kondular.
Diğer taraftan cazu, Şerifin sihirden kurtulduğunu ve gittiğini öğrenince
(2) sihirler yaptı. Şeytanın askerlerini topladı. Bir taht üzerine oturup gittiler.
Gelip (3) Şerifin çıktığı adaya eriştiler. Menucher:
-Ya Server! Cazu, leşkeri ile erişti. Şeytanları (4) toplamış. Biz de cin
askerlerini toplayıp cenk edelim.
Şerif buyurdu, Menucher (5) gemi ile bir miktar uzaklaştı. Server, bir
ağaca çıkıp bekledi. Cazu çerisi, gelip kondu. (6) Selvan cazunun tahtını yer
üzerine bırakıp oturdular. Saltık’ı aramak için adaya dağıldılar. (7) Selvan,
yalnız kaldı. Şerif hemen ağaçtan indi, Selvan’ın üzerine geldi. <8) Selvan,
Saltık’ı görünce, “Yaklaşmasına izin vermeyin!” dedi. Sihir yapmaya başladı.
Server (9) elini göğsüne tuttu, öyle bir haykırdı ki yer ve gök titredi. Şeytanlar,
(10) Seyyid’in narasından dağılıp kaçtılar. Şerif ileri vardı, Selvan’a bir yumruk
vurdu, 1111 tahtından yere yıktı, canını cehenneme gönderdi. Hemen başını kesip
eline aldı. Şeytanların hepsi (12) kaçıp dağıldı. Server, eşyalarını alıp gemiye
koydu. (13) Menucher ile Sabiler adasına geldi. Ada halkı karşılamaya geldi.
Saygı ile gelip (l4) Müslüman oldular. Şerif o diyarda bir müddet kaldı, daha
sonra (15) Basra şehrine gitmek üzere yola çıktı.
Gece oldu, Server yatsı namazından sonra dışarı çıktı. Bir de [T806] (l)
ne görsün? Deniz kenarında bir at otlamakta. Kement attı. Kement, (2) atın
boynuna geçti. Bağlayıp getirdi. O ata bindi, (3) yola çıktı. İran Ummam’na
yönelip gittiler. Bir ay yürüdüler. Şerifin hizmetkârları (4) ile bir grup halk da
toplanıp onunla geldiler. Sonunda İran Kalesi’ne ulaştılar. (5) Server oranın
şeyhine sordu:
-Bu İran Kalesi’nin meliki kimdir, dedi. Şeyh:(6)
-Şimdi buraya Bahd meliki hükmeder, dedi.
Server, doğru kale tarafına yürüdü, gelip (7) kondu.
Melik onu işitti, kaleden dışarı geldi. Saygı ile karşılayıp hediyeler
sundu. (8) Server buyurdu, bir mektup yazdılar, Umman melikine gönderdiler.
(9) Mektuba şunları yazdılar:
-Ya melik! Haberin olsun, Saltık, benim şehrim İran’a geldi. (10) Saltık-ı
Rumî senin fesatlarım işitmiş. Günahlarına tövbe et, (ll) zulüm yapmaya son
ver, dinin kurallarına uy, diye İran beyinin ağzından mektup yazıp gönderdiler.
(12) Mektup, Umman melikine ulaştı. Vezir alıp mektubu okudu. Melik
hışma (l3)gelip:
-Ya vezir! Bu Saltık gelse, önce Umman’a gelirdi. Buradan İran’a <I4)
geçerdi. Eğer gelmiş olsaydı önce Aden’e uğrardı. Sonra Yemen’den Kâbe
ziyaretine ( 5) giderdi. Şimdi niçin önce İran’a geldi. Vezir:
-Ya melik! Bu kağıdı Saltık’ın kendisi yazmış. [T807] (1) İran melikinin
değildir. Umman meliki:
-Nasıl edelim de Saltık-ı Rumî’yi üzerimizden (2) def edelim? Hamun
vezir:
-Ya melik! Bu Saltık sihir ve kehanet bilir. Buna cazuluk (3) ve sahir ile
karşılık verelim.
Melik razı oldu. Umman’da bir sihirbaz vardı, (4) adına Mahin derlerdi.
Onun yanına gittiler, Saltık’tan şikâyette bulunup ağladılar. O cazu:(5)
-Ya melik! Bilmiş ol, bu Saltık sihirbaz değildir. Ama davet ilminde
mahirdir. (Ğ) Bütün ruhlar ona itaat ederler. Yeryüzünde Kur’an’a itaat eden
ruhanîlerin hepsi, <7) bu ere itaat ederler. Ondan (8) sakının. Ayrıca velayeti de
vardır. Ben veliden korkarım, beni bağışlayın. Ona zarar vermek istemem. <9)
İstesem bile bunun sonu hayır olmaz, dedi.
Melik bunu işitince gazaba (l0) geldi, onu helak edip tepeledi. Oradan
ayrıldılar. Gelirken yolları bir dereye düştü. (U)0 gece yattılar. Meğer o derede
kâfir kullar otururmuş. Gece şeytan (12) gelip onları azdırdı. O kul beyini yanma
aldı, Umman melikinin yanına getirdi. Bu sırada (13) derenin içinde bir ışık
belirdi. Biraz sonra birkaç kişi çıkageldi, (14)selam verdi. Şeytan, melike:
-Hoş geldiniz. Biz cirimleriz. İşittik, sizin (' 5) Saltık’tan şikâyetiniz
varmış, geldik. Ne buyurursunuz? Saltık [T808] (l) bizim de düşmanımızdır,
dedi. Umman meliki:
-Benim sizden dileğim şudur: (2)Saltık’ı öldürün. Saltık helak olsun.
Bütün âlemin halkı onun şerrinden kurtulsun, dedi. (3) İblis:
-Yok, o eri öldürmek zordur. Fakat ona bir hile yapalım, dedi.
(4) Dört cinnîye hükmettiler. Kalktılar, Şeriften yana revane old
gittiler. (5) Bir süre sonra yaklaştılar. Bir yere gizlenip beklediler. Server’i
öldürmek için (6) hazırlık yaptılar. Server bir dağa çıktı, ( } yol bekledi. Cinnîler
insan kılığında çevreye dağıldılar. Şerif (8) hizmetkârlarından ayrı düşmüştü.
Akşam oldu, geç kaldı. Biraz yer gitti, (9) önde bir adam göründü. Şerife
seslendi:
-Bre, bu yana gel, dedi.
Şerif, atmı ondan (,0) yana sürdü, gitti. Sabah oluncaya kadar yürüdü.
Şerif, sabah durup (U)atm başım çekti. Baktı ki çok uzaklara gelmiş. Şaşırdı: (12)
-Ya Rabb! Bunlar cinnî midir, dedi. Atmı geri sürüp biraz gitti. <l3)Bu
tarafta o kul; melik kâfiri ve cinnîleri toplayıp getirdi. Bir dağ arasmdan (l4)
çıkıp, Şerifin üzerine hücum ettiler. Server’i ortaya alıp cenk ettiler. <l5) Server,
gördü ki durum değişti. Hemen nara attı, atım onların üzerine sürdü. [T809] (I)
Çok şiddetli bir cenk oldu. Sözün kısası Server, orada üç gün cenk etti.
Sonunda çok yoruldu. (2) Gücü kalmadı. Menucher’in duasmı okudu. Rahmanî
çinililer yetişip geldi. Kulları (3) ele alıp kırdılar. Melik kulu bağlayıp getirdiler.
Melik kul, imana geldi, azat ettiler. (4)Menucher, Server’e:
-Sen burada ne yapıyorsun? Bu dağın öte tarafı Tayif toprağıdır. (5)Âdem
Peygamber orada yaratılmıştır. Kırk günlük yer sıssızdır. Şerif: (6)
-Buraya onu ziyaret için geldim, fakat daha önce bu bela nasip olmuştur,
dedi.
Menucher (7) önüne düştü. Oraya gidip gördüler. Bir sahra, dümdüz,
kumu ak gümüş (8) gibi. Ortasında, Âdem-i Safı’nin toprağını karıştırıp
balçıktan çömlek (9) yaptığı düzlük. Orayı ziyaret ettiler, sonra Necid <l0)
tarafına sefer ettiler. O gün yürüdüler, bir ulu dağa çıktılar. O dağa, Cebelü’r-
Retes derlerdi. (ll) Orada bir kabile vardı, Umman’a yakın yerde otururlardı. O
tarafa gittiler, yaklaştılar. (12) Bu sırada bir alay piyade çıkageldi. Kırk bin
civarı asker vardı. Şerife (I3) bakıp:
-Sen de bizimle birlikte gel, dediler. Şerif, o kavme sordu:
-Nereye gidiyorsunuz? (l4) Bana da haber verin, dedi. Onlar:
-Biz güneşe taparız. Bizim beyimiz öldü. (15) Oğlu kızı kalmadı. Âciz
kaldık. Ulularımıza rüyasında demişler ki:
-Sahraya çıkın, [T810] (1) hanginizin başına Hüma kuşu gelip konarsa, o
kişiye beylik verin. Biz üç (2) gündür geliriz, gideriz, dediler.
Şerif bu kavim ile birlikte gitti. Bir yerde durdular, dua ettiler. (3) Bu
sırada hava yüzünde ak bir kuş belirdi. Kanatları kara. Hiç kimse daha önce
bunu görmüş <4) değil. Öterek geldi, halkın üzerinde dolaştı, sonunda Server’in
başına (5) kondu, durdu. Halk bu durumu görünce Saltık’a saygı gösterdi.
Server kalkınca kuş (6) uçup gitti, kayboldu. Önceki beyin adına Said (7)
derlerdi. Geldi, Server’in ayağına düştü. Halk geldi, Saltık’ı tahta teklif (8) etti.
Server’i padişah yaptılar, karşısında durdular. İzzetler ve hürmetler ettiler.
Server dönüp(9) Said’e:
-Bu kabilede cenk edebilecek ne kadar cenk eri vardır, diye sordu. Said:
-Kırk dört bin (l0) atlı vardır, dedi. Server:
-Ya Said! Sen kimin neslisin, bana söyle, dedi. (10 Said:
-Sultanım! biz Umman meliki Seyfülhava’nın neslindeniz. Şimdiki
Umman meliki (l2) Muceb’in akrabasıyız. Babadan ve dededen ayrıldık, dedi.
Server:
-Şimdi beni tanıyın. (l3) Ben, Şerif-i Rumî’yim. Umman melikini yok
etmeye geldim. Onu helak edeyim, bu diyarın beyliğini sana vereyim. <l4) Ben,
geri Rum’a döneceğim. Halk gelsin, Müslüman ve mümin olsun. Yok derlerse
bana haraç versin. Vezir, dışarı geldi halka Saltık’ın Müslüman olduğunu
duyurdu. [T811](1)Halk geldi:
-Ya Server! Sen, bizi, Muhammed dinine davet edermişsin, deyip hücum
ettiler. <2) Şerif dışarı çıkıp:
-Hey halk! Benim kim olduğumu biliyorsunuz, işitiyorsunuz. (3) Bu küfrü
ve dalaleti terk edin. Güneşin aslı ateştir, ateşten kimseye rahmet olmaz, sizi
yakar. (4) Güneş, Allah’ın kuludur ve yarattığı nesnedir, dedi. Halk:
-Yaratılmış bir mahluk mudur, dedi. Server:<5)
-Evet, yaratılmış bir mahluktur. Halk:
-Eğer bu senin Tanrı’nın yarattığı kul ise (6) Tanrı’na yalvar, seni
yakmasın, görelim, sonra Müslüman olalım, dediler.
Server onlardan üç gün (7) süre istedi. Bu süre içinde ibadet ile meşgul
oldu. Dördüncü gün dışarı çıkıp o kavme:<8)
-Gelin, isteğiniz ne ise görün, dedi.
Halk toplanıp sahraya çıktı. Sahrada kurumuş, içi <9) boş bir ağaç vardı.
Server’i onun içine koydular, kapısına odun yığıp <l0) doldurdular. Odunu
yığdıktan sonra neft döküp yaktılar. (ll) Alevler göğe çıktı. Şerif tesbflı duası
okurdu. Tanrı korudu, Seyyid’in bir <l2) kılına bile zarar ve ziyan gelmedi. Ateş
yanıp bitikten sonra gördüler ki Seyyid oturmakta. <l3) Dirilmiş. Halk
şaşkınlıktan parmaklarını ısırdı:
-Bu kişi velidir, (l4) erdir, şüphemiz kalmadı, dediler.
Server, ateş ve dumandan zayıf düşmüştü. D ışarı<l5) geldi. Halk, parmak
kaldırıp imana geldi, Müslüman oldu. Server; mutlu oldu, [T812] (l) makamına
geldi. Emretti, asker topladılar. Umman’a gitmek üzere yola çıktılar. Halk da
onlar ile birlikte yürüdü.
<2) Diğer tarafta Şerif ortadan kaybolunca Şerifin hizmetkârlarını halk
tutmuş,(3) kör şeyh ile birlikte getirip Umman melikine arz etmişlerdi.
Melik ise <4) Gul’dan gelip tahtına oturmuştu. Seyyid’in kullarını gördü,
öfkelenip onları (5) hapsetti. O kör şeyhi işkence yaptıktan sonra hapse (6) attırdı.
Bu tarafta Server, Res halkıyla birlikte geldi, yakın bir yerde kondu.
Gönlü <7) ava çıkmak istedi. Yanına kimseyi almadı, yalnız çıktı. Server Saltık
(8) kalktı, atına bindi, av yaparak bir süre gitti. Biraz av yaptı, <9) bir ağaç dibine
atından inip oturdu. Bu sırada atı boşanıp kaçtı. Server (l0) de yatıp uyudu. Bir
miktar uyuduktan sonra uyanıp gözünü açtı. (ll> Gördü ki atı yok, etrafta aradı,
bulamadı. Karşı dağda at kişnemesi işitti:
-Galiba <l2) benim atımdır, diye o dağa çıktı. Aşağı baktı, bir karartı
göründü. Meğer devekuşu (13) imiş. Server, onu at sanıp dağdan indi.
Yaklaşınca gördü ki deve kuşudur.
(l4) Kuş, Seyyid’i görünce uçup gitti. Seyyid biraz ileri gitti, yolunu
kaybetti. (l5) Her tarafa gitti, yol bulup çıkamadı. Yedi gün o çevrede gezdi.
[T813] (l) Aç ve susuz kaldı. Zayıf düştü. Birkaç kez Menucher’in duasını
okudu, fayda etmedi, o <2) cinni gelmedi. Server çaresiz kaldı. Yüzünü yere
koyup Hak hazretine yalvardı:
-Ya Rabbi! <3) Atam İmam Hüseyin hazretlerini Kerbela’da çaresiz
bıraktın. Onun üzerine Yezid’in kavimini <4) gönderip aç ve susuz ölmesini
taktir ettin. Eğer bu zaif ve fakir kuluna da burada 15’ helak olmak taktir ettinse
emii' şenindir, dedi. Kendisini Tanrı’nm rızasına teslim <6) etti, orada yatıp biraz
uyudu. Seyyid’e rüyasında:
-Bu düştüğün yer (7) Umman’dır. Dünyada bundan daha kötü bir yer
yoktur. Bir yıl gezsen çıkamazsın. Fakat dilinin (8) altına taş parçası koy, yürü,
bu şekilde susuzluğa bir süre katlanabilirsin, dediler.
Seyyid uyandı, (9) susuzluktan içi geçmiş idi. Kalktı, dilinin altına taş
parçası koydu, üç gün daha (l0) yürüdü. Çok yoruldu, yüreği salındı. Orada
oturdu. Hızır (ll) ve İlyas duasını okudu, yüzünü yere sürdü, Tanrı’nm
dergâhına dualar etti, yalvardı. (l2) Çok ağladı. Server inledi, canını ve ciğerini
dağladı. Bu sırada karşısında (İJ) bir ahu göründü. Server gayret edip o
canavarın yerine geldi. Bir de ne görsün? Sarnıç (i4) biçiminde bir taşı çukur
yapmışlar. İçinde biraz yağmur suyu toplanmış. Onu da hayvanlar (l5) içmiş,
kuru yeri durur.
Seyyid onu görünce dert ile bir ah edip oturdu, [T814J (l) gücü kesildi,
kuvveti ve takati kalmadı. Artık bir adım bile atacak durumda değildi. Kendi
gönlünden:
-Ey 12’ Hak! Eğer ben kulunu burada aç ve susuz helak edeceksen emir
şenindir. Elimden ne gelir? Eğer (3> diriltirsen bana bu taştan su ver. Nitekim
Hazret-i Musa’ya (4) emrettin, asasını taşa vurdu, kudretinle sular akıp revan
oldu. Ben zayıf (5) kulcağızına da ver. Kereminden ne eksilir ki, dedi. Sonra
elini o taşa vurup fery at(6) etti:
-Artık takatim kalmadı. Kuvvet ve kudret şenindir. Ben zayıf ve biçareye
meded ve inayet (7) eyle, esirge ey Kadir padişah, diye yüzünü yere koydu,
kendinden ümidini kesti. (8) Düşmüşlerin elinden tutucu Allah hazreti,
Seyyid’in elinin değdiği yerden güzel bir (<" su verdi. Su, revan olup akmaya
başladı. Kardan beyaz, buzdan soğuk, şekerden (10) tatlı, sütten saf idi. Seyyid,
Tanrı’ya şükredip “Bismillah”, dedi, o sudan biraz " 11 içti. Fakat çok içmedi.
Zira zarardır. Bunca gün susuzluk ve açlık çekmişti. Orada <12) iki saat dinlendi.
Oradan hangi tarafa gideceğini bilemedi. Üzügün ve perişan (13) otururken
hatırına istihareye yatmak* geldi. İstihareden sonra gönlü bir yöne aktı. (14)
Kalktı, o sudan biraz su aldı, matarasına koydu, arkasına vurup gitti. Şimdiki
zamanda (l5) o havuza, Yenbu-ı Saltık derler. Çevresine, sonradan yetmiş bin
Arap ev yapmıştır.

İstihareye yatmak: Girişilecek bir işin hayırlı olup olmadığınırüyadan anlamak için
abdest alıp dua okuyarak uyumak.
Seyyid [T815] (1) oradan ayrıldı, dört gün daha sefer eyledi. Bir vadiye
çıktı. Baktı ki Araplar, at sürüleriyle oraya konmuş. (2) Onlardan tarafa yöneldi.
O kavim, Seyyid’i görünce sordular:
-Sen kimsin, dediler. (3) Seyyid:
-Bezirgân idim. Beni, haramiler soydu. Çöle düştüm. Çok sıkıntı (4) ve
gurbet çektim, deyip ağladı.
Araplar, Seyyid’e merhamet edip yemek verdiler, yedi. Ekmekleri (5)
suret darısı idi. Deve eti ve sütü yerlerdi; deve derisini giyerlerdi. Server üç (6)
ay daha o çöl içinde gezdi. Zaman zaman Araplara rastlardı. Bazı yerlerde
hayvan dahi görmezdi, (7) ot otlardı. Zaman zaman la n rı’ya şükür ederdi.
Kadere boyun eğip kendini Tanrı’ya <8) teslim etti. Gel ey kişi! Hâline şükret.
Sen rahatlık (9) içinde, türlü türlü nimetler, nefis yemekler ve leziz taamlar
yiyorsun. Güzel ve temiz <10) giyecekler giyiyorsun. Zevk ve sefa içinde
yaşıyorsun. Bu kadar rahatlık, nimet ve izzet içinde Tanrı’ya (ll) şükretmezsin,
hizmetini yapmazsın. Her hâlde gafilsin. Ehlullah’tan (12) olan azizleri gör. Ne
zahmet ve mihnetler çekerler. Senin için her nesne hazır ve kolaydır. (13) Şimdi
o azizlerin ve uluların ruhlarına dua et, mutlu olsunlar. (14) Biz yine sözümüze
geldik.
Seyyid, o büyük çölün içinde gezerken yolu bir deniz kenarına düştü. (15)
Gördü ki büyük bir gemi kenarda durur. Onlara çağırdı. Seyyid’i gördüler,
dışarı çıktılar, hâlini [T816] (l) sordular. Seyyid’i gemiye aldılar. Meğer onlar
Araplar imiş, deniz seferine çıkmışlar. Yelken (2) açıp revan oldular. On iki gün
sefer ettiler, büyük bir adaya çıktılar, kondular. (3' O adada Server acayip
canavarlar gördü. Bir kuş gördü, başı adam başı gibi, (4) yüzü, gözü adama
benziyor. Boynu kaz gibi ve gövdesi tavus gibi. Ayağı ördeğe, kuyruğu horoz
(5) kuyruğuna benzemekte. O canavarlar denize dalar, balık avlar. Seyyid sordu:
-Bu kuş,(6) nasıl bir kuştur, dedi. Onlar:
-Buna malik, derler.
Başında kadın saçı gibi uzun saçı <7) var idi. Kanatları tavus kuşunun
kanatlarına benzerdi. Server, Hakk’ın kudret ve hikmetine hayran oldu. (8) O
adadan ayrıldılar, dört gün sefer ettiler, bir yere eriştiler. Bu arada, karşıda kule
ve minare (9) gibi, taşa benzeyen uzun bir nesne göründü. Denizciye sordu:
-Ben burayı bilmiyorum. Burası neresidir, (l0) dedi. Onlar:
-Biz de bilmyoruz, dediler.
Denizci taşa doğru yürüdü. (11) Taşın yanından öte tarafa geçti. O tarafın
suyu meğer girdap imiş. Hak teala gemiler gelmesin diye onu nişan (12) için
yaratmışmış. Bu girdap çok güçlüydü. Kırk mil kadar yerin suyu (13> çepçevre
dönerdi. Yer orada delikti. Deniz, o delikten cehennemin saçının üzerine inerdi.
(14) İçine giren gemi artık çıkamazdı. Kavmi aç ve susuzluktan (15) helak olurdu,

S u r e t : (?)
bazısı boğulurdu. Seyyid’in gemisi varıp [T817] (l) o girdaba düştü, kendi
çevresinde dönmeye başladı. Gemi halkı o hâli görüp (2) feryat ve figan ettiler.
Gördüler ki orada dokuz gemi daha girdaba düşmüş, dönüp <3) dururlardı. Onlar
çağırdılar:
-Sizlere ne oldu? Oradaki nişanı gördünüz, yine de geldiniz. Biz (4)
bilmez idik, dediler. Saltık’ın gemisindeki denizciler:
-Biz de bilemedik. Bu girdabı işitirdik. Demek ki bu imiş. Eyvah (5) bizim
hâlimiz nasıl olacak, diye ağlamaya başladılar. Feryatları göğe çıkardı. Yedi
gün (6) o girdapta kaldılar, kendilerinden ümidi kestiler. Seyyid bu hâli görünce
çok üzüldü. (7) Huzursuz olup Tanrı’ya dua etmeye başladı:
-Ya ilahi! Ben kulunu çölden kurtardın, şimdi de (8) denizdeki girdaba
saldın. Ben kulun, büyük bir günah işlemişim ki benim başıma bunca felaketler
<9> geldi. Bu bana günahımın karşılığında azap ve intikamdır. Üzerimden (l0)
bela eksik olmadı. Duamı da kabul etmezsin. Bilirim ki benim gönlümde
enaniyyet ve gurur <n> yürümüştür. Benden dolayı bu kavime ve bu kullarına
hışım verip helak eyleme. Her ne edersen (l2) bana et. Bu zayıf ve kötü kuluna
yap, dedi.
Saltık, zar zar ağladı, kendinden geçip aklı başından gitti. ° 3) İki
gözünden yaş revan olup akardı. Hiç kıra hiç kıra ağlardı. Bu hâlde <l4> iken düş
ve hayal gibi Hazret-i Hızır’ı gördü. Hazret-i Hızır:
-Ya Seyyid! Niçin gaflet içinde bulunursun? (I5) Hatırına gurur ve kötü
şeyler getirirsin. İnsan zayıf bir yaratıktır. Onda ne kadar kuvvet ve kudret
olacak. Hiçbir zaman alçak gönüllülüğü [T818] (l) ve aczi hatırından çıkarma.
Ya Seyyid! Şimdi gönlünü temizledin. Tanrı (2) sana ve bu kavme, kurtulmayı
nasip etti. Şimdi kalk, geminin içindeki (3) atların birini kurban et. Geminin
urganına bağla, onu denize sal, çok garip şeyler göreceksiniz.
(4) Server uyanınca rüyasını yanındakilere anlattı. Hemen kalk
geminin ambarından bir at (5) çıkardılar, kurban edip boğazladılar. Derisini
yüzdüler, leşi dört ayağından bağlayıp <6) denize saldılar. Denizde büyük
balıklar vardı, birisi gelip onu yuttu. Balık (7) urganı bağlı gördü, irkilerek
denize kaçtı. Bir yonga gibi gemiyi sürüyerek girdaptan (8) çıkardı, alıp bir
tarafa götürdü.
Saltık ve yanındakiler selamete çıkınca hemen urganı kestiler. (9) Balık
denize gitti, gemi kurtuldu. Orada kalan gemilerin halkı onu görünce onlar da
(l0) bu şekilde girdaptan çıktılar, kurtuldular.
Saltık ve diğer gemide kiler bir adaya çıkıp kurban kestiler. Sadaka
verdiler (11) ve ihsanlarda bulundular. Onlar gelip Seyyid’in ayağına düştüler,
kademinde baş koydular:
-Sen tekin (12) er değilsin, dediler.
Server onlara baktı, gördü ki o gemilerin birisi Cehud. Onlar da (13)
Seyyid’e gelip muhabbet eylediler. Seyyid onları dine davet etti. Onlar
Seyyid’e incindiler, gittiler. Rüzgâr çıkmadı, (l4) altı gün orada durdular.
Yedinci gün rüzgâr esmeye başladı. Gemiler durmayıp gittiler. <15) Seyyid
gemiden uzaktı, yetişemedi, geç geldi. Gördü ki Cehudlar kalmışlar, [T819] (1>
Server zorunlu olarak onların gemisine girdi. Biraz yer gidince Cehudlar kalkıp
Seyyid üzerine geldiler: (2)
-Ne dersin, bizim dinimize girer misin, yoksa seni yok edelim mi,
dediler. Seyyid:
-Ben size ne yaptım? Günahım <3) ve suçum nedir? Onlar:
-Bizim dinimizde kural şudur: Bir Türkü yalnız bulursak ve biz çok
olursak (4) onu öldürmek bize caiz olur. Eğer öldürmezsek asi oluruz. Seyyid:
-Çok garip bir (5) âdetiniz var imiş, dedi.
Onlar Seyyid’in üzerine yürüdüler. Server’in yanında silahları yok idi.
Heman (6) yumruğunu sıktı. Yanında bir Cehud vardı. Onun üzerine yürüdü.
Onun göğsüne öyle bir yumruk (7) vurdu ki Cehud’un sesi bile çıkmadı, can
verdi. Seyyid onun kılıcını alıp yürüdü, (8) onlarla cenge başladı. Çok kısa bir
sürede yedi Cehud daha tepeledi. Cehudlar geminin bir yanına (9) toplandılar.
Bunlar cenkte iken gemi bir taşa dokundu, parça parça oldu. Cehudlar (l0)
boğuldular.
Seyyid bir tahta parçasının üzerinde kaldı. Tahtaya sarıldı, dokuz gün
denizde ’ gece ve gündüz gitti. Tahta parçası yuvarlandı. Gücü tükendi, az
kaldı kendinden (l2) geçip tahtanın üstünden suya düşecekti. Tekrar gayret etti,
sürekli tövbe ve (l3) Hakk’a dualar etti. Boğulmayıp tahta üzerinde kaldığını
ganimet bilirdi. Ara sıra (l4) bir kuş gelirdi, tahta üzerinde Seyyid’e vururdu,
geri uçardı. Kanadıyla döve döve <l5) Server’i perişan etti. Seyyid gördü ki o
kuşun elinde helak oluyor. Deniz içinde [T820] bir ağaç parçası önüne geldi.
Onu eline alıp o kuşa vurdu. Kuşun <2) kanadı parçalandı, uçamadı denize düştü.
Seyyid ondan kurtuldu, biraz yer daha gitti. (3) Karşıdan bir gemi belirdi. Gelip
Seyyid’i gördüler, gemi içine alıp hâlini sordular. O da durumu (4) anlattı.
Bu geminin halkı Müslüman idi. Seyyid’e saygı gösterdiler, elbise
verdiler, kamını <5) doyurdular. Bir süre gittiler, bir kenara çıktılar. Orada
büyük bir şehir gördüler. Bu şehir aynadan inşa edilmişti. (6) Fakat içinde
insanoğlu aslından kimse yok. Cinnîler içine girmişler. Server, (7) o şehri
seyretti. Bir yere geldi. Gördü ki bir yerde bir tarih yazılı. Ümran dilince
kazınmış, <8) birkaç satır yazılmış:
-Ey buraya gelen kişi! Âlemi seyreden meşhur kişi! Buraya ulaştm,(9) bu
şehri gördün. Bil ki burayı Süleyman oğlu Davut inşa etmiştir. <l0) Devlerle
yaptırmıştır. Bin burcu ve kalesinin kırk yerden kapısı var. Bu çevrede (ll)
bundan daha büyük bir şehir yoktur. Hazret-i Süleyman dünyadan göçünce bu
şehir (12) içine korku düştü. Halk dağıldı, şehir tenha kaldı. Bunun etrafı çöldür.
<13) Gafil olma. Deniz kenarından uzaklaşmadan eğlence için gez, demiş.
Seyyid (l4> orada çöl adını işitti, ürktü. Zira çöl zahmeti canına tak
etmişti. Oradan deniz (1 1 kenarına döndü, doğu tarafına yöneldi. Tanrı’nın
kudretiyle Seyyid’in yolu yine çöl içine [T 8 2 1 ] (I) düştü.
-Eyvah! Yine korktuğum başıma geldi, deyip üç gün yürüdü. Bir yere
erişti. (2) Meğer o tarafın halkı merdumhor* imiş. Serveri görünce hücum ettiler,
üzerine üşüştüler, (3) öldürmeye çalıştılar. Seyyid çaresiz onlarla cenge başladı,
birkaçını toprağa bıraktı. (4) Sonra tekrar saldırdılar, taşlar attılar. Server’i
sıkıntıya soktular. Server çok gurbet ve zahmet; açlık ve susuzluk (5) çekmiş,
mecali kalmamıştı. Server Menucher’in duasını okudu, o cinnî çıkageldi.
Server, ona:(6)
-Ben seni birkaç kez davet ettim, niçin gelmezsin? Böyle zamanlarda
dost dosta yardım etmelidir. <7) Cinnî:
-Ya Server! İşitmedim. İşitmeyince nasıl geleyim? Eğer işitsem mutlaka
gelirdim. Beni mazur gör, (8) dedi. Sonra Seyyid’i oradan alıp başka bir yere
bıraktı:
-Ya Server! Yürü, Hakk’ın hikmeti çoktur, dedi.
(9) Cinnî oradan ayrıldı, gitti. Server yola düşüp yirmi üç gün sefer eyl
Yolda hiç kimseye rastlamadı. <10) Yirmi dördüncü gün insan görmeye başladı.
Bir şehre geldi. Orada bir Arap beyi (U) oturuyordu. Seyyid şehre ulaşınca
gördü ki bir kalabalık, bir hengame var. Halk kalenin kapısının önüne çıkmış,
(l2) deniz kenarında toplanmışlar. Saltık:
-Niçin toplandınız, diye sordu. Bir kişi:
-Bilmez misin ki bu gün denizden (l3) bir ejderha çıkar, kırk kişiyi onun
ağzına atarlar. Yutar, ondan sonra gider. Server onu dinledi: (l4)
-Eğer vermezlerse ne olur, dedi. O kişi:
-Memleketi harap eyler. Server:
-Hayvanlardan <l5) at, sığır, eşek verin. Niçin adam veriyorsunuz, dedi.
Onlar:
-Alır, yutar, gitmez, durur. Kırk adamı [T822] (l) yemeyince kaybolmaz.
Yıl tamam olunca tekrar çıkar, gelir. Adam vermeyice saldırır.
Server,(2) beyin yanına gidip:
-Ya melik! Bana izin ver. Bu canavarın işini bitireyim, (3) bu halkı ondan
kurtarayım, dedi. Melik:
-Çok güzel olur, bunu mutlaka yap, görelim, dedi.

Merdümhor: İnsan yiyeyn.


Server (4) buyurdu, dağdan su değmemiş kireç getirdiler, yağlı derilere
koydular, döktüler. Suya (5) attılar. Canavar onları tutup yuttu. Biraz sonra
canavar kendisini yerden <6) yere vurup can verdi. Ölüsü kenara geldi. Halk,
Server’e hayran olup saygı gösterdi. (7) Alıp şehre getirdiler, misafir ettiler.
Seyyid kendisini halka tanıtmadı, “Bezirgânım”, (8) dedi.
Saltık otuz gün o şehirde kalıp dinlendi. Bir miktar rahatlayıp canlandı. (9)
Oradan bir gemiye bindi. Kendini Tanrıya emanet edip denize açıldı.
Rivayet edenler şöyle anlatır: (l0) Server, oradan sefere çıktı, Umman
Denizi’ne doğru ilerledi. Kırk gün sefer eyledi. Denizde (ll) çok acayip şeyler
gördüler. Hind vilayetininden Hıta ve Çin tarafına doğru gitti. (l2) Bir şehirde
iskeleye yaklaşıp demir attılar, şehre girdiler. Seyyid bir hanede konakladı.
Umman vilayetinden oraya gelirken (13) çok sıkıntı ve çile çekti. Kendi kendine
düşünmeye başladı. Düşünürken gözlerini (l4) uyku aldı, rüya gördü. Rüyasında
yaşlı biri gelip:
-Ya Server! Üzülme. (15)Bu hâllerde Hakk’ın hikmeti vardır. Denizde ve
karada senin ayağının basmadığı yer kalmayacak. [T823] (l) Tanrı, seni seyyah
kıldı. Şimdi de seni buraya, şu dört adayı (2) Müslüman yapmak için getirdi.
Kendini topla, Tanrı sana kuvvet vermiştir. Niçin gazadan vazgeçtin. Server, (3>
uykudan uyandı. Merak içinde kaldı. Handa bir bezirgân vardı. Seyyid’in
yanma geldi, <4) mübarek hatırını sordu:
-Niçin üzügünsün, diye sordu. Seyyid ona rüyasını anlattı. O kişi:
-Ya Server! Bu doğu tarafmda dört ada vardır. Onlar garip garip
nesnelere tapar. <6) Adanın birine Sutadak derler . Bu adanm halkı sihirbazdır.
Hepsi arslana taparlar. Bunu sihir etkilemez (7) diye ona itikat ederler. Onlardan
birisi de cinnîye tapar. O adaya İcam derler. Biri de kızoğlana (8) tapar. Onlara
Gabran derler. Birine de Mirab derler. Erkek kızğlankıza taparlar. (9) Güzellik,
Allah’ın sıfatıdır. İnsana da izzet olunmuştur, diye ona secde ederler.
Server bunları dinledi, (l0) gazaba gelip ayağa kalktı. Savaş aletlerini
giyindi. Ona ceza verilenden beri savaş aletlerini giyinmemişti. (II) Server, bir
gemiye binip doğru Mirab adasına çıktı. Onların şehrine <l2) geldi. Bir yerde
durudu. Gördü ki halk toplanmış, önlerinden bir kişi gider. Server (l3) onlarla
birlikte yürüdü. Bir ovaya çıktılar. O ovanm ortasında taht kurdular. <l4) Ay
ışığı çıkınca genç bir kızoğlam* (15) çıkarıp tahta oturttular. Yıldız gibi, o
kızoğlanın çevresini sardılar, oturdular. Yediler, içtiler, içki meclisi kurdular.
[T824] (1) O güzelin üzerine altm ve gümüş saçtılar. Ondan sonra taraf taraf
durup, haşa, secde (2) ettiler. Server secde etmedi, ayağa kalktı. Halk onu gördü,
koşup Seyyid’in yanma (3) geldiler:
-Bre kişi, niçin bizim güzelimize secde etmezsin, yoksa deli misin,
dediler. Server:

K ız o ğ la n : Bakire kız.
-D eli(4) sizsiniz, ben değilim, dedi. Onlar:
-Niçin deli olalım, sen ne diyorsun? Seyyid:
-Ey akılsızlar! O secde edip (5) taptığınız da sizin gibi yaratılmış bir
insanoğludur. Yaratıcı, Tanrı’dır. Yaratılmış, (6) yaratılmışa secde eder mi?
Secde Allah’a olur.
Oradakiler Seyyid’den bu sözü işitince (7) beylerinin yanına vardılar,
durumu bildirdiler. O bey, Seyyid’e:
-Niçin böyle diyorsun, dedi.
<8) Seyyid kalktı, Tanrı’nın birliğini ve O ’nun Resul’ünü, kendinin ne
dinde <9) ve ne mezhepte olduğunu anlattı. Bey onu dinleyince:
-Anlattıklarına bakılırsa sen, Saltık-ı <10) Rumî’ye benzersin, dedi. Server:
-Bildin, kendisiyim, buraya sizin için geldim. (ll) Sizi, hak dine
döndürmek için kılavuzluk yapmaya geldim. Küfür ve dalaletten sizi
kurtaracağım, dedi. O bey:
-Hoş geldin, <12) dedi. Sonra bey, kavmi ile Müslüman oldu, direnmediler.
Halk, mümin ve Müslüman (l3) olunca o kızoğlana tapan ada halkı bunu işitti.
Elçi gönderip:
-Eskiden beri <14) inandıklarınızı neden bırakıp Saltık’a uydunuz, dediler.
B ey,(I5> Seyyid’e:
-Server, bu söze nasıl cevap verelim, dedi. Seyyid:
-Beni onlara gönder. Onlara ben cevap [T 8 2 5 ] (l) vereyim, dedi.
Bey, razı oldu. Saltık kalktı, silahlarını kuşandı. Beye ve o kavme veda
edip elçiler ile birlikte <2) yola çıktı, gitti. Oraya ulaştı. Ada halkı, Seyyid’i
karşılamaya geldiler. Server gemiden dışarı<3) çıkıp o halka selam verdi. Onlar
da Server’in selamını aldılar, saygı gösterdiler. İzzetle <4) alıp saraya getirdiler
ve konuk ettiler. Adanın beyi:
-Bizim dinimize niçin batıl dersin? (5) Bize anlat, bilelim, dediler.
Server, ayağa kalktı, orada bulunan halka İslam dinini anlattı. (6)
Tanrı’nın sıfatlarını, büyüklüğünü anlattı. Resul’ün (7) mucizelerini, risaletini,
Kur’an-ı Kerim’in doğruluğunu bildirdi. (8) Halk, onu dinleyince hayran kaldı:
-Ya Server! Sana tâbi olduk (9) ve senin dinine uyduk, dediler. Daha
sonra imana gelip Müslüman oldularr. Seyyid onlara 1 dinin kurallarını
öğretti, İslam dininin erkanını ve hükümlerini gösterdi. Daha sonra o kızoğlana
(II) tapanlar bu durumu işitti, silahlarını kuşanıp o adaya geldiler, orayı yağma
ve talan ettiler. <l2) Seyyid bu durumu işitti, emreretti, asker topladılar.
Gemilere binip o adaya çıktılar, demir (13) attılar. Ada halkı karşı geldi, cenk
etmeye başladı. Sonunda Server kılıcını <I4) eline alıp yürüdü, o kavme girdi,
kırıp bıraktı. Önünden kaçıp tarumar oldular (l5) ve şehrin kalesine girdiler.
Halk kaleye toplandı. Kalenin beyinin adına Meydal [T826] (l) derlerdi. Gördü
ki kavmi kırıldı. Kendisi bir cübbe giydi, silah takınıp Server’in üstüne (2) geldi:
-Ey Saltık! Buraya niçin geldin? Şu görünmez Tanrı’na bu halkı davet
edersin. Bu halk, onu (3) arayınca nerede bulup isteklerini ondan isteyecekler,
dedi. Server:
-Onu (4) Tanrı bilir, her ne dilersen kabul eder, reddetmez. Onun gizli
olması, ışığının çok güçlü olmasındandır. (5) Meydal:
-Ya Server! Ben hem erkek hem dişiyim. Dilerim ki Tanrı beni erkek
yapsın, dişiliğimi gidersin. <6) İşte o zaman bilelim ki senin bu dinin haktır.
Cenk etmeye ne gerek var, dedi. Server:
-Bu durumda sen (7) dişi sayılırsın. Allah’a dua edeyim, kadın ol, erkeklik
senden gitsin. <8) O şahıs:
-Yok, erkek olmak dilerim.
Server razı olup dua etti. O (9) şahıs bir kadın oldu. Meydal bu durumu
gördü, ağladı:
-Seninle sözümüz erkek olmak idi, (l0) dedi. Server Seyyid:
-Benim ilk sözüm Tanrı’nın dergâhında kabul oldu. (ll) Senin sözünün de
kabul olacağını düşünüyorum, dedi. Elini kaldırıp dua etti. Halk, “Amin”, dedi.
Meydal (12) durduğu yerde titredi ve silkindi, erkek oldu. Meydal durumu
gördü, atından inip (l3) Server’in ayağına düştü, imana geldi. Halk da gelip
Müslüman oldu. (l4) Şenlikler yaptılar. Seyyid onlara din erkanını öğreti, o
kavim içinde uzun süre kaldı.
(l5) Bir gün Server evinde oturuyordu, çarşamba gecesi on tane tavuk
bir tane horoz [T827] (l> kapıdan gelip içeri girdiler, Seyyid’i ortaya aldılar.
Horoz Seyyid’in üzerine sıçradı, (2) Server’in gözüne vurmaya çalıştı. Server
şaşırıp:
-Bu tavuklar ansızın nereden çıktı? (3> Kalkıp horoza bir tekme vurdu,
horoz can verdi. Tavuklar kaçıp dağıldı, (4) belirsiz oldular. Seyyid, onu gördü,
hemen kalkıp horozu ayağından bağladı. Üzerine (5) Ayetü’l-kürsi’yi okudu:
Sihir kalktı. Gördü ki bir adam ölüsü ayağından bağlı bir biçimde
yatmakta. <6) Server bildi ki bu sihirbaz işidir. Halka bu durumu anlattı. Halk:
-Onlar türlü türlü kılığa girerler, <7) gelirler, bizi incitirler. Senin dinine
girdiğimiz için bize düşman oldular, dediler. Server:<8)
-Şimdi hemen bunların arkasına gidiyorum. Hemen hazırlık yapın, dedi.
Gemiler hazır ettiler, binip o adaya (9) çıktılar. Bir de ne görsünler? Deniz
kenarında acayip bir tayfa toplanmış. Kimi at, kimi arslan, kimi bebre,* kim i(l0)
panter, kimi sığır ve kimi katır. Her türlü canavar. Gövdeleri insan, ayakları
deve ayağı (11) gibi. Devenin elleri arslan pençeli, kuyrukları at kuyruğu gibi.
Ellerinde mızrak, kalkan, kılıç (12> ve diğer savaş aletleri. Kuşanmışlar
bekliyorlar. Server onları görünce hayret edip: (13)
-Bunlar kemale ermiş cazulardır. Bunların karşısında güçlü durmak gerek
dedi. Gövdesine (14) dua yazdı, yanındaki halka da hep yazdırdı. Sonra onlara
karşı yürüdü. Cazular (15) bunların üzerine gelemediler, geri kaçtılar. Server
doğru şehre gitti, içeri girdi. Gördü ki [T828] (1) şehir içinde olanlar da aynı.
Hemen (2) düşündü. Halka buyurdu, herkes Enam suresini okuyup üfürürmeye
başladı. O şekiller (3) bozulup insan suretine dönerlerdi. Onlara kılıç vurup
kırdılar. Sonunda âciz <4) kaldılar, o sihirbazlar suretlerini değiştirip aman
dilediler. Server:
-Sizlere (5) Müslüman olmayınca aman yoktur, deyip tekrar cenge
başladı. Onlar tekrar feryat ettiler, içlerinden biri (6> ileri gelip:
-Ya Seyyid! Ben bunların beyiyim. Niçin bizi kırıyorsun, dedi. Seyyid:
-Siz kâfir, <7) sihirbaz ve düzenbazsınız. Biz sizin gibileri nerede bulursak
tepeleriz. Tekrar kılıcını eline alıp yürüdü. <8) O bey:
-Server, sabret, biraz konuşalım. Sen bize, Müslüman ol, diyorsun. (9) Biz
senin dinine girersek sihrimiz batıl olur. Biz sihir yapmayınca buralarda
duramayız. Zira yılda bir <10> kez bu adaya deve gibi büyük kuşlar gelir.
Havadan inerler, bizi tavuk yavrusu gibi kaparlar, (ll) helak ederler. Biz bu sihri
yapınca çok çeşitli şekillerde görünürüz. O zaman bize gelemezler. (l2) O
kuşlardan korkumuza sihir öğreniriz. Server:
-O kuşlar ne <13) vakit gelirler, diye sordu. Bey:
-Gelmelerine kırk beş gün kaldı, dedi. Server:
-Eğer ben sizi bu kuşlardan <l4) kurtarırsam sihri terk edip Müslüman olur
musunuz, dedi. Onlar:
-Elbette Müslüman oluruz, dediler. <l5) Seyyid kuşlar gelinceye kadar
sabretti. Dabbe denilen kuşlar geldi. Sayılarını bir tek Allah T829] (l) bilirdi.
Sayılamayacak kadar çok kuş, şehir ve ada üzerine kondu, halka saldırmaya
başladı. Server bir ok çıkarıp (2) kuşlara attı. Birisini vurdu, ok ona batmadı.
Server, okun batmamasına şaşırdı. Kuşun (3) birisi gelip Seyyid’i kavradı,
pençesine alıp havaya yükseldi. Server, onunla cenk etmeye çalıştı, (4) başarılı
olamadı. Gördü ki kuş kendisini helak edecek, hemen hançerini çekip kuşun
gözüne vurdu. <5) Kuşun gözü çıktı. Kuş, yaranın acısından kendini yere attı,

B e b r: Eski kitaplara göre, Hindistan ve Afrika’da bulunan, kediye benzeyen, gayet büyük,
üstü yol yol tüylü, saldırdığı zaman tüyleri kavaran, aslanın bile korktuğu azgın bir
canavar.
feryat etti. Türlü türlü <6) seslerle ötmeye başladı. Diğer kuşlar dağılıp kaçtılar.
Server, bu kuşu boğazladı. (7) Boğazlanan kuş yere düşünce diğer kuşlardan
birisi bile kalmadı, kaybolup gitti. Bu sırada havadan <8) bir ses geldi:
-Artık bu kuşlar buraya gelmeyecekler, ürküp gittiler. Bu kavim (9)
kurtuldu, dedi. Halk ve Seyyid, bu sesi işitince çok şaşırdı.
-Bu acaba kimin sesi,(I0) dediler.
Seyyid düşündü, havaya baktı, bir karartı gördü. Eline bir ok alıp (ll)
duran karartıya attı. Karartı, hava yüzünde dönüp ( 'yere düştü. Gördü ki erkek
bir dev ölmüş. Ok yarasından dolayı ölmüş. <13) Halk, Server’in yiğitliğine ve
hünerine hayran kaldı. Bu sırada hava yüzünden (14) ateşler saçıldı, yıldırımlar
peyda oldu. Havanın yüzünü dev askerleri tuttu. Kara bulut (l5) gibi gökyüzünü
bürüdüler. Hemen cenge başladılar. Server bu devlerle yedi gün, yedi gece
cenk [T830] (1) etti. Üç yüz devi toprağa bıraktı. Devler gökyüzünden yere
indiler, saflar dizip (2) Server’in üzerine yürüdüler. Seyyid emretti:
-Herkes ellerindeki neftli şişeyi tutuşturup (3) yaksın, dedi.
Devler, ateşlerden kaçıyorlardı. Bu sırada ses gelmeye devam ediyordu.
Fakat devler (4) sesten ürkerlerdi. Başları ağrıdı, beyinleri çalkandı, gözleri
karardı. Yüzleri üzerine (5) düşmeye başladı. Davullar dövdüler. Devler, sesten
rahatsız olup <6)dağıldılar, kaçıp gittiler. Halk, Seyyid’e:
-Server, biz bunların hakkından geliriz. Durumu (7> öğrendik, dediler.
İmana gelip Müslüman oldular.
Seyyid, onların Müslüman olmasına çok sevindi, halka İslamın
kurallarını (8) öğretti. Bir süre orada dinlendi.
Rivayet edenler şöyle anlatır: (9) Seyyid, halka veda edip adadan ayrıldı:
Ayrılırken:
-Her kim sihir yaparsa <l0) öldürün, dedi. Ancak o zaman şeytanın
şerrinden, bela ve kazadan emin olabilirsiniz. Ulemaya (l 11 tâbi olun. Ulemaya
tâbi olursanız kuvvetli olursunuz, cehaletten kurtulursunuz, dedi. Sonra bir
gemiye binip gitti. Sabah rüzgârı (l2) uygun esti, Umman diyarına doğru yönelip
gittiler. Altmış dört gün denizde (I3) yolculuk yaptılar. Sonunda bir kenar
göründü, oraya ulaştılar. Burası, Habeş yakasıydı. Dışarı çıktılar, konakladılar.
<14) Oraya yakın bir yerde kavmin beyi var idi, Seyyid’i bilirdi. Fakat bu bey
Nasranî idi. Seyyid’in yanma <l5) geldi, ziyafet verdi. Seyyid ile görüştüler.
Seyyid, ona iman telkin etti. O da kabul [T831] (1)edip iman getirdi, Müslüman
oldu. Seyyid sordu:
-Cebel-i Reis; Umman’a, buralara yakın mıdır, diye sordu. O <2)bey:
-Buradan on iki günde gemi ile varılır, dedi.
Server hemen kalkıp gemiye bindi. Onlara (3) veda edip Umman’a
yöneldi. Bir süre sonra arkadaşlarından ayrıldığı yere geldi. (4) Arkadaşları,
Seyyid’in geldiğini işitip yanma gittiler. Durumu Seyyid’e sorup öğrendiler. (5)
Şöyle rivayet ederler: Seyyid’in kaybolduğu zaman (6) Seyyid’in
arkadaşlarını tutup geri Umman melikinin yanına getirdiler. Melik, Gul’dan
gelip (7)yerleşmişti. Seyyid’in arkadaşlarını görünce gazaba geldi:
-Gullar, Seyyid’in işini bitirdiler, (8) defterini dürdüler. Fesadı çıkaran
şeyh idi. Rum’dan Saltık’ı alıp bu getirdi, dedi. Sonra <9) emretti, şeyhin
boynunu vurdular, geri kalanları hapsettiler. Bu sırada haber yetişti ki Arap
kavmi (10) gelmekte. “Cebel-i Reis tarafından gelip indiler.”, dediler. Umman
ordusu da hazırlık yaptı, yetmiş bin kişi beklemeye başladı. 011 İki ordu karşı
karşıya gelip durdu. Server kendisi hemen atı meydana sürdü,(l2) gösteri yapıp:
-Ya Umman askerleri! Bilin ki ben Saltık’ım. Mucib’i benim elime verin,
(13)siz kurtulun, sakin olun, dedi.
Mucib bu sözi işitince gazaba geldi, öfkelenip <l4) kendisi meydana girdi.
Seyyid’in karşınına çıkıp:
-Ya sihirbaz Şerif Saltık! Geldin, burada da fesat (l5) çıkarırsın, öyle mi,
dedi. Server:
-Ya Mucib! Ben Şerifim. Senin baban zamanında geldim, buraları
gezdim. [T832] (l) Buradan İran’a, sonra Aden’e, oradan da Mısır’a geçtim.
Benim kimsenin memleketinde gözüm yok. Ben, Tanrı’nın ve ( dinin
emirlerini yerine getiririm. Ya Mucib! Şimdi kibri ve kendini beğenmişliği terk
eyle. Bu zamana kadar yaptığın suçlara, <3) günahlara tövbe et, suçlarını
bağışlayayım. İslam dininden dönme, dedi.
Mucib bu defa daha fazla öfkelendi, kibir (4) ve kin ile eline kılıcını aldı,
Server’in üzerine yürüdü. Server, çok söyledi, nasihat (5) etti. Fakat ona hiç kâr
etmedi. Server kalktı, hışımla, Mucib’e mızrağını öyle bir vurdu (6> ki onun
karnı yarıldı, bağrı ve bağırsağı dışarı döküldü. Bir kere, “Ah!” edip atından (7)
yıkıldı, can verdi. Umman leşkeri hayran kaldı:
-Kurtulduk, deyip geldiler, Seyyid’e (8) saygı gösterdiler, cenk etmediler.
Mucib’in oğlunu tutup getirdiler. Server, babasının makamını geri ona verdi. (9)
Tekrar o diyara kadı tayin ettiler. Fitne, fesat, zina ve rüşveti yasak ettiler.
Hazret-i Resul’ün (l0) dedikleri hangi diyarda geçersiz ise oraya Tanrı hışım
verir.
Server, (ll> Umman diyarını dinin kurallarına uygun şekilde yönetilen bir
ülke durumuna getirdi. Cebel-i Reis halkına, Said’i bey olarak atadı. Hapisteki
hizmetkârlarını kurtardı, daha sonra (12) İran’a gitmek üzere yola çıktı. İran
ilinin <13) kenarından geçti, Aden’e yönelip gitti. Bir süre sonra Aden’e ulaştılar.
Gördüler ki Aden halkı kaleye (14) girmiş. Çok sayıda gemi gelmiş; kâfirler,
Aden’e saldırmakta. Server sordu:
-Bu kargaşa nedir, dedi. Onlar:(15)
-Aden’e saldıran, Frenklerdir. Frengistan’dan geldiler. Yedi aydır sefer
ederler. Mağrip vilayetinin ardından [T833] (l) dolaşmışlar, Hind ve Habeş’e
geçerler. Şimdi kast ettiler ki gelip bu Yemen diyarını alalar, Mekke ve Medine
(2) şehrine hükmedeler, dediler. Server bu sözleri işitince gazaba gelip emretti.
Hemen yürüdüler. (3) Kendisi atına bindi, ileri sürüp denize doğru atım tepti. Bir
nara attı:
-Benim Saltık, ey kâfirler! (4)İşte geldim, dedi. Frenk kâfirleri onu işitti:
-Saltık buraya geldi, deyip denize kaçtılar, (5) gittiler. Server hemen
emretti, on parça gemi buldular. Gemilerin içine adam koyup kâfirlerin ardınca
gittiler. (6) Kâfirler, Hürmüz iline doğru gittiler. O diyarlar kâfirlerden çok
korktular. İşittiler ki (7) Saltık ardınca gelir, durmaz. Oradan kalkıp kaçtılar.
Seyyid’in adı ve ünü, doğuda ve batıda (8) yayılmıştı, söylenirdi. Bütün
Frengistan taifesi Seyyid’i bilirdi. Seyyid, Heybetiyle ve yiğitliğiyle meşhurdu.
(9)

Frenkler kaçtı, Server ardına düşüp takip etti. Yedi ay gittiler. Sonunda
Şedde dedikleri boğazda yetiştiler. Bu boğaza, Frene denizi derler ki orası
aslında Akdeniz’dir. Akdeniz, Hint ve Habeşistan (ll) dairesinin denizidir.
Orada büyük bir dağ vardır, öte tarafı denizdir. Orada girdap olmuştur, hangi
gemi bu (12) tarafa giderse içeri, bu muhite düşerdi, girdapta kalırdı, artık
çıkamazdı, batardı. (l3) Kâfirler, oraya uğramadılar, boğaza girdiler. Şerif:
-Biz budağı dolaşıp öte (14)geçelim, kâfirlerin önlerini keselim, dedi.
Gemileri sürdüler, içeriden girdiler, girdaba düştüler. Gördüler ki <l5) ne
gidebildiler, ne çıkabildiler. Su dönüp dururdu. Bildiler ki kendileri ansızın
girdaba [T834] (l)düştü. Feryat ve figan ettiler, Şerife ağlaştılar:
-Bizim hâlimiz nasıl olacak, dediler.
Raviler şöyle anlatır: (2) Seyyid, bu Bahr-ı Muhitte üç yerde girdaba
düşmüştür. Onların biri bu idi. O kavim ağlaşıp geldi, (3)Seyyid’e:
-Hâlimizin nasıl olacağını sen bilirsin, dediler. Server yüzünü göğe tuttu,
dua etti, (4) Hazret-i Hakk’tan medet ve inayet istedi. Tam bu sırada denizin
yüzünde İlyas nebi (5) göründü. Hazret-i İlyas çıkageldi, el vurdu, o gemileri
biribirine bağladı. Mübarek eline (6) bir gemi alıp sürüyerek çekti. Deniz,
Hazret-i İlyas’m atının topuğuna bile gelmezdi. Çekti, (7) gemileri girdaptan
çıkardı, kurtardı. Daha sonra kaybolup gitti. O gemide olan kavim (8) bu hâli
gördü, hayran kaldılar. Oradan yürüdüler, Frenklerin önünü kestiler. Frenkler,
kaçtı, cenk etmedi.
(9) Server, Mağrip karasına çıktı. O diyarda ulu bir melik vardı, Serv
özelliklerini ve erliğini <10) işitmişti. Görmeyi çok arzulardı. Server’in o yöreye
yakın geldiğini işitti, (ll) asker topladı. Gelip Seyyid’e saygı gösterdi. Buluşup
görüştüler. Şerif:(l2)
-Bu boğazı niçin beklemezsiniz, diye sordu. Melik:
-Bu kâfirlerden âciz olduk, dedi.<l3) Şerif:
-Bu boğaza yakın nerede Frenk vardır, ne adla anılırlar, dedi. Melik :
-Ya Server! Buraya <14) yakın dört ada vardır, halkları hep Frenk’tir.
Bunların adlarına Fortukal derler, (l5) on bin asker toplayabilir, dedi. Server
tekrar o beye:
-Senin ne kadar askerin var, dedi. [T835] (1)Bey:
-Kırk bin askerim var, dedi. Server:
-Bu kavim ile niçin vuruşmazsınız ve bu boğazı niçin (2) beklemezsiniz,
dedi. Bey:
-Ya Şerif! Bu Frenkler silahlıdır. İçeriden çok sayıda Frenk bunlara
yardım (3)eder, dedi.
Server o beye ve o diyarın halkına emretti. Hemen toplandılar. Server:
-Bu boğaza taş dolduralım. (4) Frenkler, geçip Müslümanlara zarar
vermesinler, dedi. Kadın erkek kim varsa geldi, o boğaza taş <5) döktüler.
Rivayettir: Yedi yılda doldurdular. Üstüne kireç döktüler, yeryüzü yaptılar. (6)
Dağa varıncaya kadar denize bir set yaptılar. İskender’in Yecuc ve Mecuc’a
yaptığı set gibi ona da set (7) yaptılar. Frenk kâfirleri gelip geçmez oldular.
Doldurulan boğaz kırk fersah* yer idi. İyice (8) sağlamlaştırdılar. Frenkten emin
oldular. Âlimler şöyle rivayet ederler: O boğaz yeniden açılacak, Frengistan <9)
kâfirlerinin zevali o boğazdan olacak. Müslümanlar oradan girip kâfirleri
kıracak, bütün Frengistan’ı <l0) fethedecekler.
Şerif, taş dökmeyi emredince o padişahın kendisi gemilere bindi (ll)
Fortukal’a gitmek üzere yola çıktı. Yaklaşınca adada olan melik işitti ki Şerif
(12) geldi, erişti. Hemen beylerini topladı, görüş alışverişinde bulundu:
-Nasıl edelim, dedi. Beyler: (13)
-Melik en iyisini bilir, dediler. Melik:
-Bilin ki ben bu ere karşı koyamam. Karşısında duramam. Bununla kimse
(14)başa çıkamadı.
Beyler de onun sözünü kabul ettiler. Boğazlarına kefen takıp karşılamaya
geldiler, (l5) aman istediler. Şerif onlara aman verdi gelip şehir önünde
konakladı. Çok mal ve nimet [T836] (l) getirdiler, armağanlar verdiler. Server
alıp kabul etti. Bir süre durup gittiler. Orada ulu bir (2) Frenk padişahı vardı,
adına Kaştalya derlerdi. Frenk beyi Şerifin geldiğini duydu, <3) hemen
askerlerini kırk parça gemiye koydu, denize çıktı. Server’i aramaya gittiler. (4)
Bir süre sonra denizin içinde buluştular. Çok şiddetli bir savaş yaptılar.
Sonunda Server’in harbine ve çengine (5) güç yetiremeyip kaçıp gittiler. Server,
onların ardınca gitti yetişti. Kuruya yani karaya (6) çıktılar. O bey askerleriyle
birlikte karşı geldi. Yemen, Tayif ve Necid serverleri gemide idi. (7) Onlar da
cenk ettiler. Bir miktar asker de Mağrip’ten gelmişti. Üç bin kadar (8) yiğit gazi
hücum edip o kâfirleri kestiler. Sağ kalan kâfirler kaçtılar. Mağrip yiğitleri

Fersah: Çeşitli uzunluklara tekabül eden değerde bulunan bir uzunluk ölçüsü.
yüreklilik (9) ve pehlivanlık gösterip başlar kestiler. Kâfirler, hezimete uğrayıp
kaleye düştüler. Kaştalya meliki, Cinevis melikine adam salıp yardım istedi.
Cinevis meliki (11) kalkıp asker hazırladı, Milan Frenk’e haber gönderdi.
Oradan da askerler geldi, Kaştalya (12) dedikleri yere ulaştı. Onlar geldikten
sonra Müslümanlar üzerine hücum ettiler. Server, Frenkleri görüp (l3)
hazırlandı. Çok şiddetli bir savaş oldu. Üç gün, üç gece dövüştüler. Cenk içinde
(l4) Cinevis kâfirini yakalayıp bağladılar. Milan beyinin başını kestiler, mallarını
ve rızklarını aldılar, (15) yağma ettiler. Daha sonra kaleye yürüdüler. Kâfirler
kaleyi iyi savundu. Şerif, [T837] (1) atını gemiye koymuştu. Ona bindi, öfkeli
bir biçimde kale kapısına <2) ulaştı. Mızrağını kapıya öyle bir vurdu ki kapı
yerinden kopup içeri gitti, yıkıldı. Şerif <3> atıyla içeri girdi, şehre dek atını
sürdü. Bir meydana ulaştı. Onun ardınca üç bin a tlı(4) girdi, yürüdüler, kâfirleri
kırdılar. Beyi tuttular, şehri fethettiler. Daha sonra Şerif tahta geçip oturdu. (5)
İki beyi getirip yargıladılar. Beyler ağlaştılar. Şerif <6) onları ağlar görünce
merhamet edip:
-Gelin, Müslüman olun. Onlar:
-Biz Müslüman <7) olursak buradan ayrılmak zorunda kalırız. Server :
-Sizler mümin olun, gizli din tutun. Sizleri <8) kendi memleketinize
gönderirim, gidersiniz, dediler.
Onlar kabul ettiler, Müslüman oldular. Server, Kaştalya melikini yerinde
bıraktı. <9) Cinevis beyini yanına alıp gitti. Birlikte Cinevis’e çıktılar. Onu bu
diyara bey bıraktı. Milan (l0) oğlundan elçi geldi. Şerife mal ve nimet getirdiler,
armağan verdiler, bağışlanmayı dilediler. Şerif (ll) onları bağışladı. Sonra Şerif,
Frengistan beylerine mektup gönderip:
-Cezire-i Firdevs’e <12)gelsinler, sözüm var, dedi.
On bir padişah toplandı, Firdevs’e gelip konakladı. Zir ilinden (l3) de
Frenkler geldi. Onların beyi, Felyon idi. Server o adaya geldi. Orada bir kilise
var idi. <l4) Oraya gelip toplandılar. Şerif bir minber yaptı. Üzerine çıkıp
İncil’den sözler söyledi: (l5)
-Ey kafirler! Bilmiş olun, Bundan sonra İslam’a gelin, küfrü terk edip
kurtulun. Frengistan [T838] (l)da müminlerle dopdolu olsun, dedi.
Kâfirler arasından bir rahip çıkageldi, ayağa kalktı, (2> elinde bir kitap
geldi, Seyyid’in önünde bıraktı. Şerif kitabı açıp gördü ki geçmiş ve gelecek
gazileri (3) bir bir tasvir etmişler. Saltık’ın kendisini dahi kitapta yazmışlar.
Oraya kısa boylu, (4) kumral sakallı bir kişi olarak kaydetmişler. Rahip:
-Ya Server, Frengistan’ı İslama bu (5) getirecektir. Bu kişi henüz gelmedi,
ama elbet gelecektir. Server nitekim seni de bu kitaba yazıp (6) göstermişler.
Şerif:
-O hâlde şimdi haraç verin, dedi.
Hepsini haraca kesti, yine yerli yerine (7) gönderdiler. Şerif hazreti kalktı,
gemisine bindi, gitti. Oradan ayrıldıktan sonra büyük bir adaya ulaştılar. <8)
Frengistan’dan bir taife vardı, Semud Ad’un kavminden idi. Kaçıp oraya
yerleşmişlerdi. <9) Arapistan’dan gitmişlerdi. Onlar çok güçlü ve kuvvetli bir
taife idi. O adada otururlardı. Şerif ve arkadaşları gelip (l0)o adaya çıktı.
Bunlar Ş erifi görünce beylerine haber verdiler. Kâfirler bu haberi (ll)
işitince gazaba geldi. Kâfirler ata binip karşılamaya gittiler, asker toplayıp
hücum ettiler. ( Server gemiden çıktı, kâfirlere karşılık verdi, orada iki gün
cenk ettiler. Frenk <13) beyine Adusan Masun derlerdi, Frenk vilayetinde güçlü
bir pehlivan olarak anılırdı. Hemen sıçradı, <14) atına binip meydana geldi. İleri
gelip çağırdı:
-Ya Saltık! Neredesin? Beri gel, ikimiz cenk (l5) edelim. Kimin talihi daha
güçlü görelim. Bu dünyayı ya sen tut ya ben. Bu dünyaya iki pehlivan sığmaz.
Birimiz [T839] (l) kalsın, dedi. Server:
-Ya melun! Sen kim oluyorsun da pehlivanlık davası sürüyorsun, dedi.
Saltık, hemen meydana (2) girdi, kâfirin önünü bağladı. Birbiriyle bir süre
cenk ettiler. Server gazaba geldi, kılıcını kâfirin (3> boynuna öyle çaldı ki başı
top gibi önüne düştü. Lain hemen canını cehenneme verdi. Semudileri <4) ele
alıp kırdılar. Kâfirler a f dilediler. Server onları bağışladı. O ülkenin beyliğini
tekrar Manus’un oğluna (5) verdi, haraca kestiler, gittiler.
Server niyetlendi ki gele Mısır İskenderiyye’sine (6) çıka. Gemiye
bindiler, hareket ettiler. Hak teala onlara bir rüzgâr verdi, gemiler dağıldı.
Başka bir yerde toplandılar. (7) Bir yere çıktılar. Oraya Süryan adası derlerdi,
batı tarafındaki adalarından idi. Beyi kâfire bir kadın idi. (8) Bu ada halkı da
kâfirdi. Şerifin yanma gelip saygı gösterdiler, alıp konuk ettiler. Şerif buraya
yerleşti, bir süre dinlendi. Bunlar, (9) burada yemekte içmekte...
İK İN C İ BÖLÜM

SALTIK GAZİ’NİN M A Ğ R İP’E G İDİP CİNNİSTAN K A LESİ’Nİ


(l0) ALMASI

Raviler şöyle anlatır: Server Seyyid Şerif Saltık, Süryan adasına çıktı,
oturdu. O sırada (ll> bir kişi denizden atıyla çıkageldi. Gördüler ki İlyas
Peygamber’dir. Şerife yaklaşınca: <l2)
-Ya Server! Mağrip’teki Müslümanlara yetiş. Sen gidinceye kadar
Keralan-ı Frengî geldi, Bindun melikinin <13) ülkesine saldırdı, orada olan
Müslümanları kırdı.
Server bu sözü işitti, yerinden kalktı. (14) İlyas Peygamber, geri denize
döndü. Server emretti, gaziler gemilere binip Mağrip’e yöneldiler. (l5) İran
adasına çıktılar. Haber aldılar ki o anda Müslümanların üzerine saldırmışlar,
onları katletmekteler. Hemen kalkıp [T840] (1) gittiler, Mağrip adasına çıktılar.
Hışımla koşup kâfirler üzerine saldırdılar.
Kâfirler onları (2) görünce bağladılar, hazır olup durdular. Hemen
beylerine haber verdiler. Bey, gürzünü (3) eline alıp geldi, askerlerinin yanına
durdu. Cenk yapmaya hazır hâle geldiler. Şerif:
-Ey kavim! Bilin ki ben Saltık’ım. Sizi hep (4) kırarım. Benim kim
olduğumu biliyorsunuz. Kâfirler dinlemediler. Server emretti, üç bin kişi hep
birden saldırdı. <5) Beş gün, beş gece harp ettiler. Sonunda kâfirleri kırdılar.
Frenk beyini(6) tutup getirdiler. Orada on bin Müslümanı esir etmişlerdi. Onları
öldürmeyi düşünüyorlardı. Şerif onları (7) zincirden kurtarıp azat etti. Server
emretti, kâfirlerin beyinin boynunu vurdular, gemilerini (8) yağma ettiler. Server
o diyar beyine ganimet malını bağışladı:
-Müslümanlar, baykuş gibidir. Bu kâfirler <9) Müslümanların nasipleridir.
Ayaklarına gelirler. Bir süre orada oturup dinlendiler. Mağrip meliki:
-Ya Server! Size (l0)bir haber vermek istiyorum, dedi. Server:
-Söyle, dedi.
-Ya Server! Bu diyarda, bir (ll) dağ başında taştan yonulmuş büyük bir
kale vardır, kapısı yoktur. Burçları <12) yüksektir. Her kim içine girse, geri
çıkamaz, içeride ne olduğunu söyleyemez, dedi. Server:
-Ben oraya gideyim, (l3)göreyim nedir, dedi.
Saltık hemen buyurdu, hazırlık yaptılar, o dağdan yana yürüdüler. (l4)Bir
dağa ulaştılar. Melik Abdülaziz:
-Server! Kale bu dağdadır. O gece dağm (l5) dibinde yattılar. Sabah
olunca sabah namazını kıldılar, dağa çıktılar. Dağın zirvesine çıkraca [T841] (1)
büyük bir kale gördüler. Kalenin surları ve burçları gökyüzüne çıkmıştı. Yerli
kaya idi, yapma 12}değildi. Merak ettiler. Tekrar kalktılar. Melik:
-Ya Server! Askerlerden adam çağıralım, görün, dedi.
Merdiven dayadılar, (3) bir şahıs çıkardılar. O şahıs yukarıya ulaşınca,
onun ardınca iki kişi daha çıkardılar. Üçü de içeri (4) gitti, bir daha dönmediler.
O gün beklediler, fakat gidenler dönmedi. Şerif:
-Vallah buraya ben kendim çıkacağım, dedi. (5) Melik Abdülaziz:
-Ya Server! Girme, belki sana bir zarar gelir, dedi. Şerif:
-Ya melik! Benim koruyucum Allah’tır. <6) Korkmam, girerim, dedi.
Hemen kalkıp silahını kuşandı, atını sürdü, merdivene geldi. “Bismillah”, <7)
dedi, ayaklarını merdivene basıp yukarı çıktı. Server, burç üstüne çıktı, kalenin
<8) içinden ansızm gök gürültüsü gibi bir ses belirdi. Halk korktu, neredeyse (9)
ödleri patlayacaktı. Alevleri çıktı, ateşler saçıldı. Mağrip meliki çağırdı:
-Ya Server! (10)Gel aşağı in, dedi. Şerif:
-Korkma ya melik! İnşallah hayır olur, deyip kale içine indi, gitti. (ll)
Seyyid’den naklederler: Şerif Seyyid aşağı indi, gördü ki üç yiğit şehit olmuş.
Yalnız (l2) ayrı ayrı yatıyorlar. Server bir kez nara attı. Sesi, dışarıdan işittiler:
( 13)

-Eyvah! Şerife bela geldi, dediler.


Şerif nara attı, kalenin içinden çok sayıda ifrit (14) ve cin askeri koşuşup
Şerifin üzerine geldiler:
-Sen neye geldin? İnsanoğullanndan <15) bizim içimize kimse
girememiştir. Buraya gelip girenler de asla geri, dışarıya çıkamamışlardır. Biz
de [T842] (l,buradan dışarıya çıkmayız, dediler. Şerif onlara öfkelenip:
-Benim Şerif, dedi. Birkaçına göz (2) açtırmayıp tepeledi. Onlardan birisi
ileri gelip:
-Ya insanoğlu! Sana ne ettik de bizi böyle (3) kırarsın? Biz burada
otururuz. İfritleriz, dışarı çıkıp sizlerden kimseyi incitmeyiz. Siz buraya (4) gelip
bizden ne istersiniz, dedi. Server:
-Bu adamları niçin öldürdünüz? (5>Sizi ben şimdi kırarım, dedi.
İfritler; Saltık’ı dinlediler, gidip beylerine haber verdiler. İfrit beyi
durumu öğrendi, (6) öfkelenip geldi. Şerife yaklaştı, kılıcını havale edip
askerine:<7)
-Bre bırakmayın, diye emretti. İfritler, Server’in üzerine üşüştüler. Çok
şiddetli bir savaş oldu. Server (8) pek aldırmadı, onlardan çok sayıda ifrit
tepeledi. Sonunda yoruldu, gücü kalmadı. Gördü ki kırmak ile <9) bunlar
tükenmez, hemen Menucher’in duasın okudu, davet etti. Çok sayıda cin askeri
geldi, sayısız (I0) ifrite kılıç vurdular. Çok kısa bir zamanda ifritleri kırdılar.
İfritler bu hâli gördüler, el kaldırıp (11) aman dilediler. Server o kavme
aman verdi. İfrit meliki boynuna kefen takınıp geldi, Seyyid’in (12) ayağına
düştü. Şerif hoş karşıladı:
-Sizden bundan sonra (l3) gelen insanoğullarmı öldürmemenizi ve
incitmemenizi istiyorum, dedi.
Onlar da kabul ettiler. Daha sonra Server’i alıp şehir içine (l4) girdiler,
gezdirdiler. Acayip ve garip şeyler gördü. Türlü türlü yerlere götürdüler. (15)
Sonunda saraya geldiler, kondular. İfritler meliki nimetler getirip Seyyid’e
ziyafet verdi. [T843] (l) Orada olan cinmler gelip Server’le anlaşma yapıp dost
oldular. Server:
-Biz burada (2) bekleyemeyiz, dışarı gideriz. Yârenlerimiz bizi bekliyor.
Seyyid kalkıp dışarı yöneldi. (3) İfritlerin melikine veda edip aşağı indi, geldi,
Melik Abdülaziz ile buluştular. (4) Kalede olan acayip ve garaip şeylerden haber
verdi:
-Sakın buraya sizlerden kimse (5) girmesin, helak ederler, dedi. Oradan
göçtüler, şehre geldiler, konakladılar. Çevrede av (6) yaptılar. Ulu bir dağa
çıktılar. Dağın adı, Cebel-i Kebir idi. Cebel-i Kebir’de bir bey oturuyordu,
adına Abdülmelik (7) derlerdi. İşitti ki Şerif hazretlerinin kendisi oraya geldi.
Gelip Şerifi <8) ziyaret etmek istedi. Yolda gelirken bir yerde konakladılar.
Orada yattılar, ertesi gün gördüler ki <9) Melik Abdülaziz’in oğlu yok. Aradılar,
bulamadılar. Nereye gittiğini de bilemediler. Yerinde belirsiz olmuş. (l0) Melik
feryat edip başına topraklar döktü, dövündü, ağladı:
-Acaba ne oldu, dedi. Vezir: (ll)
-Ya melik! Bu yakınlarda bir kadın vardır, sihirbazdır. Bufesat (12)
onlardan gelmiş olmalı, dedi.
Melik adamlarına emretti. Gittiler, dağı aradılar, bir mağara buldular.
İçinde <13) bir kadın otururdu; saçları ak olmuş, kirpikleri gözünüörtmüş.
Oturmuş, sihirle m eşgul<l4) idi. Adamları görünce bir kez haykırdı:
-Buraya niçin geldiniz? Benden korkmaz mısınız, dedi. (l5) Halk ileri
gelip yalvardı:
-Ya hatun! Beyimiz Abdülmelik [T844] (l) gönderdi, sizden oğlunu ister.
Kerem edip o civana kıymayın. Kadın gazaba gelip yerinden (2) kalktı, bir efsun
okudu, halkı esir etti, mağaraya koydu. Bu tarafta Abdülmelik gördü ki <3)
gidenler gelmez. Atma binip kendisi de gitti. O mağaraya yetişti. Kadm
karşıdan meliki görünce (4) bir kez nara atıp:
-Ey gafil! Niçin geldin, dedi. Hemen sihir yaptı, halkı ile onu da <5) esir
etti. İçlerinden bir Arap kurtuldu, kaçıp şehre geldi, haber verdi. Şehir kavmi
şaşırdı: <6)
-Nasıl edelim, dediler. Sonunda Şerifin yanına gelip durumu anlatmak
için hazırlık yaptılar. Gelip Şerif (7) hazretine durumu anlattılar. Şerif onu
işitince merak etti. Kalkıp hazırlık yaptı. Melike veda (8) etti, halk ile yola çıkıp
yürüdü. O dağa yaklaştılar, eriştiler. Server hizmetkârlarına: (9)
-Siz kalkıp bu halk ile şehre gidin, dedi.
Onlar gittiler, Şerif yanlız kaldı. <10) Diğer tarafta cazu, Server’in geldiğini
duydu. Erkek suretine girdi. Geldi, bir tabak içinde (ll) türlü yiyecekler getirip
Server’in önüne koydu:
-Hoş geldiniz, dedi. Server sordu:
-Siz kimsiz, (12) dedi. Cazu:
-Ben bu dağda oturuyorum, dedi. Server ne bilsin, gafil iken sunulan o
yiyecekten bir miktar yedi. ' 13) Bir süre geçti. Yiyecek zehirli idi. Server’in aklı
gitti. Kendinden habersiz olup <14) düştü. Cazu, Seyyid’i tutup sıkıca bağladı,
onu bir mağaraya koyup hapsetti.
Birazdan (15) Seyyid’in aklı başına geldi, kendini zincirle bağlanmış
gördü. Merakta iken birazdan cazu [T 8 4 5 ](1)çıkageldi, Şerife:
-Ya haydut! Nasılsın, şimdiki hâlde kendini nasıl görürsün, dedi,
karşısında (2) durup sihir yaptı. Server, esrarkeş gibi olup kendinden geçti. Cazu
tekrar çıkıp gitti. Server (3) sekiz gün hapis içinde kaldı. Dokuzuncu gün oldu,
kadın tekrar içeri girip (4) Şerife selam verdi. Oturdu, gülüp:
-Ya Şerif! Gel beni avratlığa kabul(5) eyle. Seninle cem olalım. Seni azat
edeyim, dedi. Server, kadının sakalına güldü:
-Güzel olur. Sen b en i(6) kocalığa kabul edersen, ben de seni avratlığa
kabul ettim, dedi. Cazu gerçek sanıp sevindiğinden (7) Şerifin bağlarını çözdü.
Server ile zevk yapmak istedi. Server hemen yerinden sıçrayıp laine (8) öyle bir
yumruk vurdu ki yüzünün üstüne düştü. Boğazını sıkıca tuttu, sıktı. Kırk kırk
deyince,(9) kırk birde can verdi.
Cazu helak olunca Seyyid kaltı, mağaraya geldi. Melik Abdülmelik’in <10)
oğlunu zincirden kurtardı ve diğer halkı azat etti. Çok miktarda mal buldular,
aldılar. Mutluluk içerisinde (ll> şehre gelip kondular. Saltık Gazi, birkaç gün
ibadet edip orada durdu. Oradan kalktılar, (12) sefer hazırlığını görüp Mirakuş’a
gitmek üzere yola çıktılar. Mirakuş büyük bir şehir idi, yirmi dört yerden (13)
kapısı vardı, çok sağlam burçları ve surları vardı. Kale, çöl içinde idi.
Server o şehre erişti, (l4) konaklayıp oturdular. Şehrin beyi ve sultanı av
yapmadan gelirdi. Adına, Ebu Said (l5) derlerdi. Gelip ulaştı.
Raviler şöyle rivayet eder: Bu Arap diyarı yedi padişahlık yerdir. İlki
Fas, [T846] Has ve M as’tır. Bir sultanlık yerdir. İkincisi; Tunus, Tırabulus
ve Sis’tir. Üçüncüsü; Tılmisan-ı (2) Kebir ve Sagir’dir. Dördüncüsü; Bittup,
Sagir ve Kebir. Beşincisi Miraguş’tur. Altmcısı, Said ilidir. Yedincisi <3) Buran
ilidir. Endülüs ki Kumata şehridir, o Rum ilidir. Gerçi Mağrip’e yakındır. Bu
Endülüs, (4) iki beylik yerdir. Bazıları üçtür derler. Server o şehirde oturmuştu.
Sultan (5) gelince baktı, Şerifi görünce, kimdir bu, diye sordu. Kulları gelip
sordular, öğrendiler; <6) gelip padişaha haber verdiler. Sultan atından inip
koşarak geldi. Şerif de <7) karşı vardı. Görüştüler, gelip otağda oturdular. Yemek
geldi, yediler, içtiler, şükrettiler.
<8) Sultan, Server’i alıp sarayına getirdi, misafir etti. O şehirde bir cami
vardı, (9) onun içinde çeşitli bilimler okunurdu. Server de oraya gelip ibadet etti,
<l0) kırk gün oturdu. Sonra kalktılar, oradan Tılmisan’a ve Tunus’a indiler.
Mağrip’te, Şerif gelmiş diye (1I) her yerde inlemeye başladılar. Halk bölük
bölük gelip ziyaret etti. Server gitti, bir makama ulaştı. (l2) Orada ulu bir
makam, zaviye ve medrese yaptırmışlardı. Bu binaların içinde bir kuyu vardı,
içi kitap ve evrak (13) doluydu. Çok çeşitli bilimler onun içinde idi. Her talebe
üç yıl o zaviyede hizmet edip (14) dururdu. Yıl tamam olunca iki elini önüne
bağlarlardı, aşağı indirirlerdi. Dişi ile ne alabilirse (l5) o varaklardan alıp
çıkardı. Bakarlardı, bir kopyasını yazıp ona verirlerdi. Sureti yazıldıktan sonra
o [T847] (l) varağı aşağı kuyuya atarlardı. Talebeler, o ilim ile gidip yerden mal
çıkarırlardı. Onunla türlü (2) işler yaparlardı. Eğer bu dediğimiz şarta muhalefet
ederse, helak olurdu. Bir alim, bunu böyle ilim ile tılsım <3) edip koymuştu. Şerif
onu işitince:
-Bizim talihimize ne çıkar görelim. Bu kuyuya girelim, dedi. <4)
Zaviyenin şeyhi:
-Ya Server! Üç yıl hizmet şarttır, dedi. Şerif:
- Bizim üç gün hizmetimiz şarttır. (5) Bizim üç günümüz üç yıla den
Oradan kalkıp kuyuya girmek istedi. Beline ip bağladı. Nasip <6) ne geldiyse
bakmadı, alıp dışarı geldi. Orada üç ayet yazılmış. Biri: “ve yes ’elüneke a n i’r-
rüh ilâ âhirihâ; * (7) İkinci: Elâ irı-ne evliyâetallâhi lâ havfun 0aleyhim ve lâ
hüm yahzenüne. ” ** Üçüncü: “küllü men 0aleyhâ fânin. ” *** Şerif:(8)
-Her nesnenin sonu ölümdür. Dünyayı talep etmek gerek. Bu kitaplar
Hazret-i Ali’nindir, dediler. (9) Ahmed bunu o kuyuda sakladı, derler. Şerif
oradan çıkıp (l0) Fas diyarına vardı. Fas meliki, Seyyid’e karşı gelip hoşgördü.
Hediyeler getirip büyük (ll) ziyafetler verdi. Bu sırada Tunus meliki Ebu’l-
Kasım hazretinden elçi geldi. Getirip kondurdular.
(12) Sabah olunca divan kuruldu. Elçiyi getirdiler, ondan haber alıp
mektubunu okudular. Şerif orada idi. <l3) Fas mollası önceden Tunus
sultanından teneke talep etmiş. Şerif onu işitince Molla Cafer’e sordu:(l4)
-Bu nedir? Bunun aslın bana söyleyin, dedi. Cafer:

Kur’an, İsrasuresi, 85. ayet: “Sana ruhtan sorarlar..."


Kur’an, Yunus suresi, 62. ayet: “Dikkat edin, hiçbir surette Allah’ın velilerine korku
yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir."
Kur’an, Rahman suresi, 26. ayet: “ Yeryüzündeki her canlı fanidir."
-Server, biz Bekrileriz yani Ebu Bekr-i Sıddik (15) neslindeniz. Atan
Seyyid Cafer gelip bu vilayetlerde iller fethetti. [T848] (1) Firdevs ikliminde
olan padişahın zindanında iki kişi buldu. Biri Ebu Bekr’in aslından idi, ona (2)
Fas beyliğini verdi. Birisi Ömer aslından idi, Ebü’l-Hafs derlerdi, ona da bu
Tunus mülkünü verdi.
(3) Bunlar bu vilayetlere hükmettiler. Bizim atalarımız ölünce iki kar
kaldılar. Birisini bey ettiler ki o büyüktü. (4) Küçüğü ona itaat etmedi. Tutup
hapsetmek istediler. O da korkusundan çıkıp Tunus melikine (4) sığındı. Ona
hizmet etti, yanında tutup beylik verdi. Hâlâ ona hizmet eder, (6) leğenini tutar.
Beylerde büyük taslardan olurdu. Ondan padişahlar su içerlerdi ve yüzünü (7)
onun içinde yıkarlardı. Üç yıl ona hizmet eder. Melik onu oğul edinir, adına
Beni Tas derler . (8) Yani benim tas tutan oğlum diye hoş tutardı. Mağrip’te
sultanlar katında tas tutan oğlandan (9) has kimse olmaz.
Üç yıl tamam olur, bu arada Fas’ta olan kardeşi ölür. Oğlu kalmaz. Halk
(l0) toplanıp gelir, Tunus melikinden onu bey olarak isterler. Tunus meliki ona:
-Ne dersin, seni kardeşinin (IEyerine gönderiyorum. Bana her yıl dostluk
için hediye gönderir misin, dir. Bizim atamız dakabul (12) eder, gelirtahta
oturur. Her yıl o beye hediye gönderirdi.
Tunus meliki öldü, artık (13) vermediler, bize Beni Tas diye ad koydular.
Şimdi bizden tekrar o hediyeyi isterler. Fitne yapıpMüslümanlar arasına (14)
kılıç koymak isterler, dedi. Şerif dönüp elçiye:
-Git, beyinize söyle, bu fitneyi biz sağ iken etmesin. (l5> O sözleşme
önceki melik üe olmuş. Onlar gittiler, şimdi bunlarla ne ilgisi var. Sakin olsun.
Eğer ben ölmüş olsaydım [T849] (1) bu zulüm ortaya çıksaydı, kabrimden
kalkıp engel olurdum. Kaldı ki ben sağım, burada hazırım, deyip elçiyi
gönderdi. Elçi melikine varıp bu haberi söyledi. Melik, beylerini (3) toplayıp:
-Saltık bize haber göndermiş. Ben bilemedim, yoksa onu burada
tutardım, hakkından (4) gelirdim, dedi. Beyler:
-Ya melik! Bu Saltık ile kavga etme. Biz ondan korkuyoruz, dediler.
Melik gördü, (5) beyleri kendiye uymadı. Sakin olup Seyyid’e armağanlar
gönderdi. Seyyid Şerif kalktı, oradan gelip (6) Mısır’a yöneldi. Mısır kavmi
Seyyid’i karşılamaya geldiler. Şerifi ziyaret ettiler. Şerif, Mısır’da (7)
konaklayıp dinlendi.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SALTIK GAZİ’NİN BERR-İ ARAP BADİYE SEFERİ

Raviler (8) şöyle ederler: İçeri Kâbe çölünde bir Arap beyi vardı, iki yıl
boyunca yolu tutmuş, ağır haraç alırdı. O yıl Hüccac’ı yağmalamıştı.
Yılanoğulları derlerdi, yetmiş bin Arap toplamış, gelip Anter (I0) Kalesi’ne
oturmuştu. On yedi Arap beyi ona itaat etmişti. (ll) Mısır şehrine yürüdüler.
Gelip Vadi-yi Hicr’de kondular. Ama yanında iki ulu Arap beyi daha vardı.
Geldiler, <I2) Mısır üzerine yürüdüler. Habeş’ten kırk bin Habeş askeri daha
geldi, onlara uydu. El bir edip (13) ittifak eylediler. Allah’ın hikmeti. Şerif, o
sıralarda hasta idi. Gücü kesilmişti, <l4)hasta bir şekilde yatıyordu.
Mısır ordusu gidip onlarla cenk etti. Yenildiler, kaçıp (15) geldiler, kaleye
girdiler. Kaleye sığınıp durdular. Şerifi dahi getirdiler, kaleye aldılar. Araplar
[T850] (1) gelip Mısır’ı kuşattılar. Otuz üç gün cenk eylediler. Mısır sultanı zor
duruma düşüp (2) Şerifin yanına geldi. Server’i hasta gördü, üzülüp gitti. Vezir
ve dizdar Şerife:
-Ya Server! Aklını başına topla. Düşman çok kuvvetli, nasıl edelim, dedi.
Server:
-Üzerinize 4) gelenler kaç beydir, dedi. Vezir:
-Üç kabiledir. En büyükleri, Yılanoğlu beyi Emir Seyfüddevle’dir.
Ayrıca kırk bin (5) Habeş askeri de yanlarındadır. Gelip onlara tâbi olup
uydular, üstümüze geldiler, dedi. Şerif:
-Birisine beş tavuk (6) koyun, armağan verin. Görelim ne derlerse biz de
onlara geri cevap veririz. Birkaç gün eğlensinler. (7) Bu arada belki ben de biraz
iyileşirim, dedi.
Saltık Gazi’nin dediğini yaptılar. Kaleden dışarı elçi çıkarıp Arap
beylerine (8) ulaştırdılar, arz ettiler. Pişmiş tavukları getirip önlerine koydular.
Araplar onu gördü:
-Bu (9> Mısır sultanının bize işareti nedir, dediler. Arap şeyhlerinden
birisi:
-Bu işaretin anlamı şöyledir: Dünyanın beş günlük (10) eğlencesi var. Bu
cihan bir sofradır, hangi tarafından isterseniz oradan yiyiniz, kimse mani
değildir. Benim <n) de sizin bir kamım vardır, doyuncaya kadar yerim, demiş.
Seyfüddevle dönüp sultanın elçisine:
-Git haber (l2) ver, kaleyi bana teslim etsin, bana itaat etsin. Artık çare
yoktur, dedi.
Elçi gelip haber verdi. (13) Sultan, Şerife baktı. Şerif, vezire:
-Kalk, burca çıkalım. Bu kavim görsün, dedi. Kalktılar, (l4) burca çıktılar.
Arap ordusuna baktılar. Şerif, vezire:
-İşte beyliği (l5> kendi terk eyledi. Abbas halifenin neslinden bir kişi bu
Mısır’da halife olur, dinimize göre burada âdet budur, [T851] (l)ne dersiniz?
Halife ayrı kalede, sarayında oturur. Sizlerden hanginiz sultan olur, haber
veriniz, diye <2) söyle, dedi.
Saltık Gazi’nin dediği söylediler. Melik Seyfüddevle bunu işitince
gazaba geldi, (3) o iki kabilenin beyine:
-Bre melunlar! Öyle mi? Ben sanırdım ki benim için çalışırsız. Siz (4>
şimdi buradaki sultanlığa talipmişsiniz, deyip kılıç çekti. O iki beyin üzerine
yürüdü. <5) Beyler onu görüp:
-Bizim bundan haberimiz yoktur, diye söylediler. Çare olmadı, ikisi bir
oldular, Seyfüddevle (6) ile Mısır meydanında cenk ettiler. Cenk içinde S eyf e
ok vurup öldürdüler. Yılanoğulları bunları (7) kırdı. Şerefoğulları ile ve
Sadoğulları kaldı.
Kabilenin biri dağılıp gitti. Seyftiddevle’nin başını (8) kaleye gönderdiler,
burca astılar. O gün sabrettiler. Sultan, Server’e hayran kalıp aferinler dedi. (9)
Ertesi gün oldu; Server, ,sultan ve halife tekrar burca çıktılar, bekleyen kavme
selam verdiler: (l0)
-Ya Urban! İşte sultanlık ortada kaldı. Sizin ikinizden hanginiz sultan
olacak? Gelin ve (ll> anlaşın. Mısır beylerini kırmayınız. Bunlara dirlik ediniz,
dedi Arabî Şerefoğulları ileri yürüdü:
-Ben (l2) sultan olurum, dedi. Sadoğullarınm ululan, beylerine:
-Sen dururken biz Kays’ı bey yapmayız, (l3) dediler. Anlaşamayınca
birbiriyle cenk ettiler. İkisi birbirine girip cenge başladı. Ceng içinde Kays’ı
tepelediler, (l4> başın kestiler. Şerefoğulları kaçıp dağıldı. On binden fazla Arabî
Sadoğlu kaldı. Şerif: (l5)
-Şimdi atlarınıza binin, dışarı çıkalım, bunlara hak ettiklerini verelim.
Mısır sultanı dışarı [T852] (l) çıktı, Arapları ele aldı. Öyle kırdılar ki hesabını
bir tek Allah bilirdi. Habeş ordusu de yenilip kaçtı, gitti. Ö m er(2) bin Sad’ı dahi
tepelediler. Kabilesi kavmi kaçıp gitti. Mallarını ganimet ettiler, Seyyid’e
dualar ettiler. Seyfüddevle’nin (3)bir oğlu vardı. Anter Kalesi’nde otururdu.
İşitti ki babasını Kahire öldürdüler. On (4)bin Arap’ı yanına aldı. Bir gece gelip
Mısır’ı bastı, çok sayıda adam katlettiler. Şerif buna çok öfkelendi. Hemen
yerinden (5) kalkıp atına bindi, Anter Kalesi’ne yöneldi. Kırk kişi ile oğlu Seyf,
Abdülkenan <6)ardınca gittiler. Kenan, Anter Kalesi’ne girip oturdu. Kapıların
yaptılar, beklemeye başladılar.
<7) Şerif, halk ile o kaleye yaklaştı. Kale, kayadan bir dağ idi. Kale onun
üzerine yapılmıştı. (8)Bir taş bile anınamazdı. Server:
-Yaranlar geldik. Eğer biz burada bir iş etmedin gidersek (9) hâlimiz neye
varır? Halk içinde adımız beceriksize çıkar. Seyyid Cafer’in torunu düşmandan
(l0) kaçmış derler, dedi. Atını sürdü, otağını kalenin önünde kurdu, oturdu.
Sabah olunca Araplar (l n çadırları görüp:
-Bu ne ki, diyince Server atına binip Anter Kalesi’ne yürüdü, yukarı
çıktı. <l2) Kalenin kapısını tuttu, eşiğine öyle bir tekme vurdu ki kapı içeri
yıkıldı. Yedi yüz yetmiş yedi (l3) batman idi. Kapı içeri düştü, açıldı. Server
içeri girip bir kez nara attı:
-Gel ya Kenane! (l4) İşte ben geldim. Benim, Saltık, dedi. Kenan o anda
sarhoş idi. Yerinden kalkıp [T853] (l) silahını giydi, karşılık vermeye geldi.
Kala içinde üç gün cenk ettiler. Dördüncü gün (2) cenk ederlerdi. Seyyid,
Kenan’a uzaktan bir ok attı, öte (3) geçti, düştü, can verdi. Şerif onu tepeledi. <4)
Kaleyi aldılar, fethettiler. Buyurdu, kaleyi viran edip yıktılar, harap ettiler.
Tekrar Mısır’a geldiler. <5) Şehre erişince gördüler ki şehir halkı figan ve feryat
etmekte. Sordular:
-Bu nedir, dediler. Halktan biri: (6)
-Ne olsun? Denizden on bin kâfir gemi ile geldi, Kudüs’ü aldılar. Bir tek
kalesi kaldı. Ona asker (7) hazırlıyoruz. Sultan Tahir zamanında da geldilerdi.
Sultan Tahir onları(8) kırdı, şimdi yine geldiler. Server o kişiye kendini tanıttı.
Sultana hemen haber verdiler. (9) Sultan karşılamaya geldi. Şerif hazretini
saraya getirdiler, konuk ettiler. Durumu anlattılar. Şerifin korkusundan <l0)
kabile beyleri adamlar gönderdi, aman istediler, barış yaptılar. Server, Mısır
serverlerinden bin ( kişiyi yanına alıp Kudüs’e yöneldi. Geldiler,
Halilürrahman’a yitiştiler, kondular.
Sonra yürüdüler, Kudüs’e gittiler. <l2) Yakınlaştılar, Şerif yüksek bire yere
çıkıp göz attı. Gördü ki bu gelenler, denizde olan adaların (l3) Frenkleridir.
Kıbrıs beyi Andron bunların başıdur. Şerif gördü ki kaleyi kuşatmışlar, top ve
tüfekler (l4) attılar. Müslümanlar aciz olmuşlar. Server yanına bin kişi alıp deniz
kenarına yürüdü. [T854] (l) Gemilerin orada koyup gitmişlerdi. Ansızın
gemilere üşüşüp aldılar. Orada <2) bulunan kâfirleri kırdılar, gemileri yaktılar.
Oradan sürdüler, gittiler, Kudüs-i (3) mübarek şehrine eriştiler. Nara atıp
kâfirlere kılıç koydular. On bin kadar kâfiri kırdılar. <4) Kaçıp gelen kâfirler,
gemileri bulamadı. Müslümanlar yetişip onları da kırdı. Andron laini <5) tutup
idam ettiler. Bütün âlem Şerife dualar etti.
Server, bin yiğidi Mısır’a gönderdi. (6) Kendi Rum’a yöneldi. Şametullah
olan Dımışk şehrine erişti. Şehir halkı karşılamaya geldi, <7) ziyaret ettiler.
Server gelip kondu. Cami-i Kebir’de, Halidiyye’de yani Cami-i Emeviyye’de
namaz kıldı, (8> mübarek ağzından inciler döküp halka nasihat etti. Tefsir ve
hadis anlattı. (9) Halka dua etti. Halk, Server’in ilmine belagatına ve fesahatma
hayran kaldı. (l0) Şam halkı, Seyyid’i çok severlerdi. Server buyurdu:
-Ümmiye oğullarından Şam u Ham civarında (ll) ne kadar kişi vardır,
dedi. Onlar:
-Üç kişi kaldı. Onlar Haricî değil idi. Biri Aziz bin Hakem’dir, (l2) ona
Süleyman halife derlerdi. Biri Ömer bin Abdülaziz, biri Abdülmelik halife.
Bunlar Salih ve Sünni (,3) idiler, Haricî olmadılar, dediler.
Server, Şam halkına dua etti. Oradan ayrılıp Hame’ye (14) sefer eyledi.
Birkaç gün orada durdu. Oradan da Antakiyye’ye geldi. Antakiyye’ye
yaklaşınca Server karşıda otlayan (l5) iki at gördü. Kendinin bir atı var idi, kara
idi, EIbruz dağında yakalamıştı. [T855] (1) Onu gördü, adına Siyah Bedevi
derlerdi. Birisi odur, biri de kendinin Semend-i Sebz atıdır. Server, onlardan (2)
tarafa yürüdü. Atları kendini severdi. Tanıyıp Server’e doğru geldiler. Server
ileri yürüdü. Gördü ki <3) lalası Seravil çadırın altında. İleri gelip selam verdi.
Şerif i konuşmasından tanıdı, koşarak geldi, (4) görüştüler. Server:
-Hayırdır? Sen burada ne yapıyorsun, dedi. Seravil:
-İşittim ki Mısır’a <5) geldi, orayı vatan tuttu, artık gelmez, dediler. Ben de
sana geliyordum ki seni geri Rum’a getireyim, dedi. Server:(6)
-Ya Seravil! Bilim adamları: “Dünya bir yüzüktür, kaşı Rum’dur”, der .
O da gazi parmağındadır. <7) Rum, Süleyman’ın mührüdür. Kimse bu devlet
mührünü terk etmez.
Gelip konakladılar, o gece yattılar. Sabah (8) kalktılar, yola çıkıp Sivas’a
geldiler. Sivas’a ulaştmca Server gelip kondu. Server’in konakladığı yerde <9)
bir bozahane vardı. Orada içenlerin sesi kulağına erişti. Ahşam idi, kimseye
kendini (10) tanıtmadı. Kalkıp bozahaneye girdi, kebap yedi. Server o bozadan
bir kere içti, (ll)tatli idi, ekşi değil idi:
-Bunı içen pişman olsun, dedi. Artık içmedi, çıktı. Hemen (l2) Sinop’a
gitmek üzere revan oldu. Bir gün Sinop’a yaklaştılar. Yaklaşınca gece de
yürüdüler. Sultan (13)Alaeddin’e uğramadılar. Onun için gizli gittiler. Zira onda
kendini saklardı:
-Küffardan kimse bilmesin, (I4) derdi. Sinop’a girmeden yürüdüler, Kilaş
şehrine ulaştılar. <l5) Deniz kenarında konakladılar. Kilaş beyine adam göndirip
gemi istediler. Kâfirler geldi, Şerifi [T856] (l) geçirmemek istediler. Şerif
atlarına sallar yaptı, ikişer tulum takıp denizi geçtiler, yüzdüler.
(2) Kâfirler gördüler, kaçıp hisara girdi. Server kalkıp Kilaş Kalesi’ni
kuşattı. Onlar:
-Bizden (3)ne istersin, dediler. Şerif:
-Bre melunlar! Bizimle dostluk için anlaşırsınız, fırsat (4) bulunca tekrar
asi olursunuz, öyle mi, dedi. Mihal:
-Ya Şerif! Barış yapalım. Bu şehirde (5) su kıtlığı vardır, kereminden bir
su himmet eyle, imana gelelim, dedi. Server kabul etti. Minhal kaleden (6) dışarı
geldi. Server asasını eline aldı, deniz kenarına indi, yürüdü. Mübarek asasını<7)
yere vurdu. Su çıkıp akmaya başladı. On yere asasını vurdu, on yerden de su (8)
çıktı. Beşi acı, tuzlu çıktı. Beşi de tatlı çıktı. Kâfirler:
-Ya Server! bunlar niçin acıdır, (9)diye sordular. Server:
-Sizin kavinizin yarısı Müslüman olmak ister. Yarısı yarısı (10) olmamak
ister. Onun için bu sularun yarısı tuzlu ve acı çıktı. O kavmin yarısı Müslüman
(ll)oldu, yarısı olmadı. Haraca razı oldular. Şerif:
-O haracı alın, Müslümanların (12) fukarasına dağıtın, dedi.
Hem de öyle yaptılar. Minhal tekrar imana geldi, oğlu Manyos gelmedi.
M inhal(l3) kast etti ki oğlunu tutup öldüre. Şerif bırakmadı, haraca kesti. Server
oradan çıkıp (14) Edirne’ye gitmek üzere yola çıktı. İpsal şehrine geldiler, orada
konakladılar. O taraf kavmi gelip Şerif ziyaret (15) etti. Bu sırada Frengistan’dan
Kaştalya melikinin elçisi geldi, İnyaz Kalesi’ndeki iskeleye [T857] (l) çıkıp
demir attılar. Geldiler, Şerifin mübarek elin öptüler, hediyeler getirdiler.
Hediyeler arasında kızıl atlastan yapılmış bir otağ vardı. <2) Bin dört yüz
kırk dört deveye yüklediler, getirdiler. Büyük bir davul, bakırdan bir taht.
Hepsi mükemmeldi. (3> Getirip Seyyid’e hediyeleri sundular. Haraç getirdiler.
Server kabul etti. Otağı getirdiler. (4> Edirne’de kalenin üzerine kurdular. Otağ,
hisarı altına aldı, bürüdü. Çok (5> büyük idi. Eskiyene kadar kurulu durdu.
Davulu burca çıkarıp çaldılar, şenlikler (6) ettiler. Tahtı cami içine koydular,
üstünde Kur’an okudular. Üç tane de mumluk getirmişlerdi,(7) onları cami olan
ulu kiliseye bıraktılar, mum yaktılar. Şimdi onlar hâlâ durur, derler.
Şerif (8) oradan doğru Edirne’ye geldi. Halk karşı çıkıp hizmet ve
izzetler etti. (9) O yıl şehir önündeki sular taştı, şehre zarar verdi. Emir yürüdü,
(l0) suyun üstünde olan adaları bozdu. Suyun iki tarafını kazdılar, (ll) yüksek
hendekler yaptılar. Su çok olunca şehre gelmeyecek duruma getirdiler. Sudan
emin oldular. Şehir önüne gemiler (12) getirdiler, suya girip yüzerken:
-Nerede sığ olan yer varsa onun kumunu bozup yıksın, derin etsinler,(l3)
dedi. Server dışarı çıktı, Ahmed, İbrahim ve İshak ile gezdiler. Server bu şehrin
(14) havasını ve suyunu çok beğenmişti. Gezerek bir taştan, bir dağa geldiler.
Orada çok mağaralar (l 1gördüler. O büyük taşın içinde garip ve acayip yerler
gördüler. Server sordu:
-Bu nedir, dedi. Onlar:
-Ya Server! [T858] (l) Bu yeri Süleyman Peygember taht edinmiştir.
Devlere kış vaktinde yaşamak için evler düzenlemişler. (2) Ayrıca derler ki
Süleyman Peygamber, hâzinesini burada A saf bin Berhiya koydurmuştur. Yer
altındadır, (3) tılsımlıdır. Onun nerede olduğunu kimse bilemez, dedi. Server:
-Onu bulmak kime nasip (4) olduysa zamanın sahibi olur, dedi. Server,
dağın kuzey tarafında Tunca ırmağının kenarlarında (5) gezerdi. Üç yerde büyük
su buldu. Bu sular adam gövdesi kadar idi. Ağır hastalar gittiler, orada sıhhat(6)
buldular. Saltık Gazi, orada kâfirlere bina yapmayı yasakladı.
-İslam ehli gelsin, binalar yapsın, hamam eylesin, dedi. (7) Server, o ulu
ırmağın üstüne ve başına gezmeye gitti. Bir ulu dağa çıktı. Bu dağın adına
Balkıyan (8) derlerdi. Bu su orada, bir dağın zirvesinden çıkardı. O zirvede, su
kenarında bir yerde zencefil (9) kökü gördüler. Aradılar, buldular. Anladılar ki
vaktiyle orada bitermiş. Şaşakalıp:
-Bu su, şifalı su imiş. (l0) Sürekli içilirse şifa kaynağı olur, dedi. Ahmed
Bey:
- Server bu kaleyi, bu sudan ötürü su (ll) üzerine bina etmiştir. Her
tarafında on ikişer burç koydu. Yılın ilk gününe rastlayan Nevruz Günü’nde
güneş, kalenin (12) doğudaki ana direğine vurur. Altı ay yazın güneş, bir tarafına
vurur. Sonra dolanır, diğer altı ay bir tarafına vurur. <13) Hikmet üzere bina
edilmiştir. Her kule bir burca hükmeder, saat saat hesaplanmıştır, dedi. Server:
( 14)

-Bu yerde gafil olmayın. Mutluluk ve saadet yeridir, dedi.


Server sonra dönüp geri bir dağa geldi. O dağa, İberliye (l5) derlerdi. Bu
suya Meriç derlerdi.
Rivayet edenler şöyle anlatır: Bu su da bir sebepten dolayı çıkmıştır.
[T859] (1) Bir kâfir, kız kardeşine göz koydu. O kıza Merice derlerdi. Kız
kendini kaya başından attı, o işe (2) razı olmadı. Düşüp şehit oldu. Onun ayağı
altından bu su çıktı, dediler.
Server o (3) kızın temizliğini taktir edip ruhuna dua okudu. Oradan da
ayrıldılar, bir ulu dağa çıktılar. (4) Oradan da bir ırmak çıkardı. O dağa, Tanrı
Dağı derlerdi. Server:
- Bu nedir, diye sordu. <5)
-Bu suyun adına Arda derler. Bu su, bir velinin velayetiyle çıkmıştır. Ona
Ard derlerdi, bu su sağ (6) sudur, dediler.
Oradan da kalkıp gezmeye devam ettiler. Çevrede bulunan dağları
gezdiler, seyrettiler, sordular. Tekrar Edirne’den (7) tarafa geldi, şehirde oturup
ibadet ile meşgul oldu. İbadet ederken Edirne’de (8) olan Müslümanlar Şerifin
huzuruna geldi, mübarek camide buldular. Daima orada ibadet ederdi. Halk (9)
dua edip:
-Ya Server! Bu yakın yerde bir bey vardır. Sarp dağlarda oturur. Şimdi
asker <10) toplamış, gelip Müslümanlardan bu şehri almak istermiş. O diyara
Arnavut, beyine Yuvan derler. O lain (ll)bu işi yapabilir, biliniz, dediler.
Server hemen kalktı, Amavut’a gitmek üzere yola çıktı. Yanına bin üç
yüz gazi (l2) aldı. Bir süre yürüdüler, gördüler ki bir sahrada asker toplanmış.
Hemen Müslümanlar hep birlikte naralar atıp atlarını (13) teptiler. “Hey, bu
nedir?”, deyinceye kadar girdiler, kafirlere kılıç vurdular. İki gün iki gece cenk
ettiler. Sonunda kafirleri kırdılar, (l4) kaçırdılar. Sarp yerlere kaçıp durdular.
Dağ başlarında taştan mağaralar vardı, onlara girdiler. (15) Yüksek yerlerde
durup cenk ettiler, çare olmadı. Yuvan lain bir kaleye girdi, girdiği kaleye
[T860] (,) Sikenderan derlerdi. Şerif o kaleye vardı, karşısında konakladı. Cenk
yürüttüler, fakat alamadılar. Çok (2) sarp idi, âciz kaldılar. Şerif, kendisi orada
şaşırıp kaldı.
Gece oldu, Server kalkıp kaleden (3) yana geldi. Bir yerden kement attı,
bir burcun üzerine çıktı. O burçtaki bekçiyi öldürdü. Oradan(4) sabaha kadar
adam çıkardılar. Güneş doğunca burç üzerinden Müslümanlar naralar attı, (5)
şehre girdiler. Kalenin içine dağıldılar. Cenk etmeye başladılar. Cenk içinde
Yuvan’ı aldılar, o diyarı da fethettiler. (6) Döndüler, Yuvan’ı esir ettiler.
Diğerine aman verdiler, kaleyi aldılar. Akınlar yaptılar, (7) çok sayıda esir
götürdüler. Rumeli’de şenlikler yaptılar. Server, orada birkaç ay durdu. (8)
Yuvan’ı hapsetti. Bir gün Yuvan, Seyyid’e dua etti:
- Beni azat et. Taptığın dinin (9) aşkına artık sana asi olmayacağım, dedi.
Server, kerem sahibidir. Bu söz üzerine (10) onu serbest bıraktı, haraca
kesti. O bey kalktı, Derrac’da bulunan tahtına geldi, mal ve nimet (ll) topladı,
getirip Şerife arz etti. Şerif kabul etti, hoş gördü. Sonra Şerif gitti, Arnavut
vilayetini (12) gezdi, her yerini dolaştı. Büyük bir kiliseye rastlayıp kondular. O
kilisede bir papaz<l3)vardı, gelip Şerifin yüzüne baktı:
-Bre şu falan kitabı getirin, dedi.
Getirdiler. Kitabı (,4) açtı, içinde bir suret çizilmiş. Tamamen Şerifin
suretine benzer. Rahip:
-Hey Hristiyanlar! Bundan sonra <15) sizin işiniz tamam oldu. Bu diyara,
kıyamet gününe kadar Türkler hükmedecektir. Bu kişi buraya ayak [T861] (1)
basınca bizim işimiz tamam oldu, bitti, dedi. Sonra kalkıp kilisenin içine girdi,
kendini idam etti.
(2) Sabah oldu, o laini boğazından asılı buldular. Nasranî kavim matem
tuttu. O yörenin (3) kâfirleri toplandı, Seyyid’e hücum etti. Tekrar cenk peyda
ettiler. Müslümanlar (4) çok sayıda kâfiri kırdı. Kâfirler yenilip, kaçtı. Server
buyurdu, o çevreyi yağma ve talan (5) ettiler. Ondan göçüp ulu bir dağa çıktılar.
Dağın zirvesine ulaştılar, orada büyük bir kale gördüler. Kale sanki
gökyüzüne ulaşmıştı. (6) Server o kaleye ulaşınca kalenin meliki kalenin
kapısını sağlamlaştırdı. Cenk aletiyle (7) kaleyi donattılar, cenge başladılar.
Server:
-Bu kaleyi ben fethetmezsem halk içinde (8) mahcup olurum dedi. Siyah
Bedevi atına binip kaleden yana yürüdü, atı sıçrattı. (9) At kalenin burcundan
içeri düştü. Server’in bir kıkıa bile zarar ve hata gelmedi. Nara atıp:
-Ey kâfirler! (10) Gözünüzü açın, kaleyi bana verin, canınızı kurtarın.
Yoksa sizi hep kırarım, (ll)dedi. Kalenin beyi ileri geldi:
-Ya Server! Bu il, Bosin’e bağlıdır. Biz onun beyine uyarız. <l2) Bosin
beyi sizin dostunuzdur. Biz de dost olalım. Bu dağ başındaki kalede su yoktur,
(13> yağmur yağsa sarnıçtan su içeriz. Yağmazsa aşağıdan getiririz. Bizim
hâlimiz çok kötüdür. Eğer <14) sen velayet gösterip bize bu dağ başından su
çıkarırsan, sana uyarız ve dinine gireriz, dedi. (l5) O beye Biliç Yorgevan
derlerdi. Şerif kabul etti, bir taşa asasını vurdu. Bir yerden [T862] (l) yoğun su
çıkıp akmaya başladı. Şeker gibi tatlı idi. Bey bu durumu görünce atından indi,
gelip diz (2) çöktü, iman getirdi. Halk da iman getirdi, Müslüman oldu. Şerife
izzetler ve hürmetler ettiler. Server (3) on gün orada kaldı. Sonra oradan ayrıldı,
Bosin meliki kralın yanına vardı.
Bosin meliki Seyyid’in (4) geldiğini işitti, karşılamaya gelip Şerifin
ayağına düştü. Seyyid’i alıp tahtgâhı saraya getirdi. Şerife ziyafetler veri,
konuk etti. Server kırk gün orada oturdu. Zira Server <6) onu, oğhımdur, diye
severdi. O da Şerife, babam, derdi. Biribirine muhabbetleri ziyade idi. <7) Gizli
din de tutardı. Server ona veda edip yola revan oldu, gitti. Geldiler, (8) gazilerle
büyük bir kaleye ulaştılar. Kalede yaşayanlar, Seyyid’i görünce kapıyı
sağlamlaştırdılar. Burca çıktılar, saçma sapan sözler (9) söylediler. Server
halkına öfkelendi, cenk edip çok sayıda adam kırdı. Kâfirler kaçıp (10) kaleye
girdiler. Şerif beye beddua etti:
-Daima sakat olun, dedi. Onun için Rum diyarında (11) o kavim elsiz ve
ayaksız, sakat ve felçli oldu. Onlar garip bir halktır, çalgı ile gezerler (,2).
Şimdiki zamanda da vardır, o tayfa meşhurdur. Server tekrar o kale halkına:(13)
-Ey yıldırım çalası taife, dedi.
Bey kaleye girdi, Hak teala o saat bir bulut verdi, <l4) gelip kale üzerine
yağmurlar yağdırdı. O beyi yıldırım helak eyledi. Öyle bir yağmur yağdı ki (l5)
kâfirler helak oldu. Sonunda yağmur dindi, gelip aman dilediler, kapıyı açtılar,
Şerif ve arkadaşlarını karşıladılar. Server oradan ayrılıp [T863] (1) Baba’ya
gitmek üzere yola çıktı.
Baba’ya yaklaşınca burada yaşayan halk ve Müslümanlar, karşılamaya
geldiler, Server’e ikram ve izzette bulundular. Onu getirip (2)konuk ettiler.
Rivayet edenler şöyle anlatır: Evliyalar sultanı Seyyid Saltık, (3) Rum
diyarında gezdi, gazalar yaparak geri Edirne’ye geldi. Orada olan (4) gaziler
karşılamaya geldi, Server’i konuk ettiler, ziyafetler verdiler.
Nakildir: Edime, Server’in yönetiminde kırk bir yıl (5) kaldı.
Müslümanlar onun zamanında bu şehirde kökleştiler. Gaziler ocağı oldu.
Gaziler ocağı olmasına (6) sebep şudur: Gaziler orada toplanırdı. Din bu
zamanda kuvvetlendi. İslam ehlinin tahtı bu şehir idi. Mübarek yer idi, (7) kutlu
makam idi. Gaziler her yere uğur götürürdü. Seyyid gazilere daima vasiyet
ederdi:<8)
-Ey gaziler berhudar ohın. Bu ocağı asla terk etmeyin. Burası saadet ve
mutluluk mekânıdır, derdi.
O vakit (9) Sultan Seyyid, Edirne’de oturuyordu. Tunca kenarında bir
bahçesi vardı, (10) daima orada gezerdi, sohbet ederdi. Bağda otururken
karşısında bir şişe gördü,(ll)şişeye baktı. Kale doğu tarafta idi. Seyyid:
-Şu şişe acayip yerdedir. Acaba bunun (12) altında ne var? Yoksa zaman
içinde cenkte ölen ölülerin üstüne mi yığdılar. Sohbet (l3) ederken Seyyid’in
uykusu geldi. Uyku âlemine varmca rüya gördü. Rüyasında gördü ki
kâfirlerden <14) dünyayı gösteren aynayı almış imiş. Meğer ayna dediğimiz o
imiş ki İskender-i Zülkameyn hikmetle (l5) yaptırıp İskenderiyye burcuna
yerleştirmiş. İskender’den sonra kâfirler gelip bulmuş. [T864] (l)Cingis, Rum’a
getirmiş. Bağdat’tan getirip, Ayine şehrine koymuş. Hikâyesi hâlâ anlatılır. (2)
Seyyid rüyasında o aynayı tutar görür:
-Bunun içinde bütün dünya görünür. (3) Seyyid uyanıkken gezdiği tepenin
sıfatı da aynada görünür. Seyyid ona bakarken ( bir yanından delinir, bir dehliz
peyda olur. Server onun içine bakar, çok miktarda mal ve hazineler (5) görür.
Server uyanır. Rüyasını bir bir yârenlerine anlatır. (6) Mecliste bir şeyh vardı.
Yıldız ve usturlap* biliminde usta ve kamil kişi idi. Biraz düşünüp (7) Seyyid’e:
-Ya Server! Evliyanın rüyası aynı olur. Günah işlemeyen kişilerin ve
nefsine uymayanların da öyledir. (8) Anladım ki o dağda define var. Server onun
üzerinde pek durmadı. Şeyh:
-Ya Server! Bu malın (9) yerde yatmasından gazilere nasip olması daha
iyidir, dedi. Seyyid:
-Ya şeyh! Hoş dersin. Fakat biz dünyayı terk etmişiz, (l0)malıne yaparız,
dedi. Şeyh:
-Ya Server! Eğer o senin nasibin olmasa rüyanda sana görünmezdi. Ben
ilim <H) tahsil ettim, gördüm ki o bir hazinedir, Müslümanlara nasip olsun.
Senin elindedir. Bu ilim ile bana çoktan <l2) malum olmuştur. Ama sizinle bir
araya gelmeyi bekliyordum. Ben anmadın, Hak teala size gösterdi. Bunda bir
(l3>hikmet var, dedi. Seyyid, ona:
-Ya kişi! Sana bir hikâye anlatayım. Hazret-i İsa, <l4) bir yere giderdi.
İsrailoğullarından iki er ona yoldaş oldu. Giderken bir kişi daha geldi,
yoldaş oldu. Orada bir dağ dibinden giderlerdi. Bir mağaraya rastladılar.
Gördüler ki üstünden [T865] (1) toprağı açılmış, gitmiş, içi dolu mal var.
Hazret-i İsa ayağıyla tepti. Fitnesin, melunsun, <2) fesat edersin, dedi. Buyurdu,
ona vurdular, geçtiler, gittiler. Sonradan gelip yoldaş olan kişi biraz yürüdü,
sonra (3> İsa’yı terk etti. Sürdü, o malın üzerine geldi İsrailoğullarından olan iki
kişi akşam <4) oluncaya kadar gitti. Kondular. Gece olunca Hazret-i İsa’yı onlar
da terk ettiler.

U stu rla p : Yıldızların arza nazaran yükseklik derecesini bulmakta kullanılan alet. Orta
Çağ’da fal bakmakta kullanılırdı.
“O kişi gördükleri mala gitti; biz de (5) gidelim, İsa bizim malı almamıza
izin vermedi, men etti.”, dediler.
Onlar da sürüp geldiler. Kişiyi <6) orada buldular, birlikte olalım, malı
birlikte paylaşalım, deyip mağarayı açtılar, içine girdiler. Gördüler ki çok
miktarda mal. (7) İki kişi:
“Gel, sonradan İsa’nın yanma gelen tek kişiyi öldürelim, bu mal ikimize
kalsın.”, dedi. Onlarm biri:
“Önce (8) biz bunu pazara gönderelim, yiyecek getirsin, bize azık olsun.”,
dedi. Onu pazara gönderdiler. O kişi <9) pazara gidip yiyecek aldı. Kendi
kendine:
“Bu yiyeceğin içine zehir koyayım, onlar yesinler. Malın tamamı (10)bana
kalsın. Güzelce evime saklayayım.”, dedi. Yiyeceğe zehir koydu, getirdi. Onlar
(ll) da yalnız kişi gelince tuttular, göz açtırmayıp öldürdüler, mağaranm bir
köşesine bıraktılar. <i2) Oturdular, zehirli yiyeceği yediler. Onlar da helak
oldular. Bir müddet geçince Hazret-i İsa tekrar oraya uğradı. Gördü ki üçü
de ölmüş:
“Her kim aşırı mal canlısı olursa sonu ölümdür.”, dedi. <l4) Oraya taşlar
bıraktı. Başka bir kişiye daha zararı olmasın diye malı örttü. Seyyid böyle
deyince şeyh:<15)
-Ya Server! Gerçek söylersin. Mikat-ı Miraç adlı bir Arabûıin kitabma
yazılı gördüm. Vaktiyle [T866] (l) Hazret-i Muhammed Mustafa, Ebu Bekir ve
Ömer ile çıkıp (2) sohbet ederlermiş. Hazret-i Resul uykuya dalmış. Ebu Bekir,
Peygamber’in (3) sevgilisi idi. Ebu Bekir’in dizine mübarek başmı koyup
yatmış. Rüya âleminde görürler ki mübarek <4) burnunun içinden yeşil bir
sivrisinek çıkıp uçar. Önlerinde birer tas, içi de su dolu idi. Üstünde <5) bir bıçak
dururdu. Sivrisinek dolaştı, bıçaktan geçip uçtu, gitti. Karşılarında bir (6) dağa
kondu. Sonra mağaraya girdi. Sivrisinek tekrar gelip Hazret-i Resul’ün burnuna
(7) girdi. Peygamber hazreti aksırıp kalktı. Bu hâli Ebu Bekir gördü ve Resul’e
h aber<8) verdi. Resulullah:
-Ben rüya gördüm. Bir sivrisinek olup çıktım. Demirden yapılmış bir
kaleyi (9) dolaştım, üstünde demirden bir köprüsü var. Oradan da geçtim,
yüksek bir dağa çıktım. <l0) Bu mağaraya girdim, çok miktarda mal var. Bana
bir ses geldi:
“Ya Muhammed! Bu malı İskender senin ashabına bıraktı, (U) dedi.
Peygamber öyle deyince Ebu Bekir ve Ömer durumu anlattı. Hazret-i Resul:<l2)
“Ya Ömer! İnsan ruhu dört kısım üzerinedir. İlki ruh-ı kudsdür. Ona ruh-
ı sultanî (l3) derler. İkincisi ruh-ı rahmanidir, üçüncüsü ruh-ı hayvanidir,
dördüncüsü ruh-ı cismanîdir, bedende olur. (l4) Dışarı gelen ruh-ı cismanîdir. O
üç kısım ruh çıkmaz, durur. Onlar çıkınca insan ölür. <15) Ruh-ı hayvanî akla
ayrılmıştır. Ruh-ı cismanî ise nefse ayrılmıştır.”, dedi. Sonra kalktılar, [T867]
(1) dağda o mağarayı buldular. Büyük bir hazine çıkardılar, aldılar. Getirdiler,
ashaba, fukaraya, miskinlere <2> ve yetimlere paylaştırdılar. Bir miktarım da
gazalara harcadılar.
-Ya Server! Sen de evliyadansın, sana <3) Hakk’tan bir işaret oldu, onda
Müslümanların nasibi var, dedi.
Seyyid bu söz üzerine (4) gazilerle kalktı, tepenin üzerine çıktı. Seyyid’in
rüyasında gördüğü kapının olduğu (5) yeri kazdılar. Ak mermerden bir kapı
açıldı, bir dehliz peyda oldu. Gaziler meşaleler yakıp (6) içeri girdi. Biraz yer
gittiler, demirden bir kapıya eriştiler. Önünde iki arslan bekler. Ejderha (7) da
ileriki kapının önünde. Server, şeyh ve gaziler ileri varınca onlar harekete
geldiler, bunlara hücum ettiler. Şeyh (8) tılsım bilminde usta ve fazıl kişi idi.
Buyurdu önlerim kazdılar, bir delik açıldı. (9) İçine baktılar, tılsımlı dolaplar
dönmekte. Onları bozdular. Canavarlar hareket edemeyecek duruma geldi. <l0)
İleri vardılar, kapıya baktılar. Ne kadar uğraştılarsa açamadılar. Seyyid
ileri geldi, (ll) kapının demirden olan bir kanadına el vurup tuttu, halkasını
zorladı. Bütün gücünü vererek burdu, halka <12) döndü. Bir acayip şimşek ve ses
belirdi. Görenler korktu. Kapı açıldı. (13) İki kılıç, satır gibi kapının yüzünden
çark gibi iner, çıkar. Demire dokunsa ikiye böler. Şeyh (l4) içeri girdi, buyurdu;
kapının eşiğinin altını kazdılar. Orada tılsımım bulup bozdular. Kapıdan içeri
<15) girdiler. İçeride bir şahıs, elinde okla bekler. Bunlar ileri varınca o şahıs
hemen [T868] (1) oku gezledi, bunları gözledi. Bunlar yine geri çekildiler. Onun
da hareket ettiği yeri kazdılar. <2) Tılsımım bozdular, sakin oldu. Soma elinde
bir gürz, karşıdan bir cinnî geldi. (3) Heybetle bunlara:
-Buraya niçin geldiniz, dedi.
Şeyh dua okuyup cinnîyi itaat altına aldı. (4) Meğer oradaki mala musallat
olmuş cinnî idi. Yedi yıldan sonra gömülen mala hâkim ve engel olurmuş, (5)
onlar zapt ederler imiş. Bu definelere kırk yıldan soma hükmeder ve yerinden
alıp kaçırırlar. Cinnî(6) kayboldu, gitti:
Yürüyüp içeri girdiler. Bir de ne görsünler? Büyük bir meydan (7) Orta
yerinde bir havuz. İçi; lâl, cevher, gümüş ve altın dolu. Onun etrafından kırk (8)
büyük küp, içleri dopdolu. Dikyanos sikkesi ve dinar çok miktarda. Dört
duvarda dört (9) sofa. İçi dopdolu altın. Yığın yığın fıloriler durmakta. Bir yerde
kuyu kazılmış, içi mermerle yapılmış. (l0) Kızıl toprakla dolmuş durur. Gaziler
onu görünce şaşrıp kaldılar:
-Bu toprak ne ki, deyip dururken, Şeyh: (ll)
-Ya Server! Bu iksirdir. Bunu işlerler, altın olur, cevherdir. Server onu
şeyhe (l2) bağışladı:
-Bunun ehli sensin, sanatını bilirsin, al, dedi.
Havuzun üzerinde bir kandil<13) asılı durur. İçinde bir taş var, aydınlığı ay
ışığı gibi, orayı aydınlık (l4) etmiş, büyüklüğü yumurta kadar. Seyyid, o
aydınlığı kendine aldı. Diğer malları dışarı çıkardılar. O sırada (15) duvarda asılı
bir levha buldular, Seyyid’e getirdiler. Ümran dilince yazılmış. Okudular. Şeyh
onu da bilirdi, [T 8 6 9 ](1) okudu. Demiş ki:
-Bilin ki ben Takyanos’um. Yedi iklime padişah oldum. Sonunda Rum’u
ele geçirdim. Bu şehri beğendim. (2) Bu hâzineyi geri gelirim diye buraya koyup
gittim. Bu benim âdetim idi. Her yerin malını topladım. <3) Buraya defnettim.
Eğer ölürsem kıyamette geri kalkarım, bu gömdüğüm malları yerinden
çıkarırım, alırım. (4) Orada da mal kuvvetiyle padişahlık benim olacak. Seyyid
ve gaziler bunu okuyunca güldüler:
-Be hey cahil (5) kâfir! O âlemde mala itibar yoktur, önemli olan âmeldir.
Ayrıca din ve imandır. Takyanos öyle sanırmış <6)ve demiş ki:
-Dünyada çok yere define koyup gittim. Geri alacağım, deyince Seyyid o
söze (7) güldü:
-E0üzü bi ’l-lahi mine ’l-cehl ve ’lfitne ve ’l-ğafle, *dedi. Sonra buyurdu; o
malı halka paylaştırdılar. Büyüğe,(8) küçüğe ondan nasip verdiler. Müslümanlar
zengin oldu. Biraz mal da kalenin tamirine verdi. Kalenin harap yerlerini
yaptılar.
Rivayet edenler şöyle anlatır: O zamanlar Müslümanlar öyle zengin
oldular ki <10) oğlancıklara altın top ve asalar aldılar. Eşek ve at boğazına
zincirleri altından taktılar. Mala artık itibar (ll) etmezlerdi. Ellerine daima
gazadan ganimet malı gelirdi. Haraç malı gelirdi, halka taksim olurdu. (12>
Müslümanlar haram <13) olan nesneyi halka vermezdi. Halk dindar ve pehrizkâr
idi. Helal ve haramı fark ederdi. Hâkimler (14) rüşvet yemezdi, eminler hıyanet
etmezlerdi. Fitne, fücur, fesad, zina, kibir, kin ve illet yoktu. (l5) Bunları
yapanları öldürürlerdi. Fakir olanı dilendirmezlerdi. Hâzineden, haraçtan
[T870] {1) ve zekâttan ona nafaka verirlerdi. Hastayı, sakatı, yaşlıyı ve yetimi
gözetirlerdi. Garip biri gelse kırk (2) gün yedirip içirirlerdi. Çıplağı donatırlardı.
Kimseye zulüm etmezlerdi. Dinin kurallarını (3) uygularlardı. Allah’tan korkup
Hazret-i Resul’den utanırlardı. Her yerde Hakk’ı <4)hazır ve nazır bilirlerdi.
Çıkan malı, Müslümanlara verdiler. Biraz mal (5) kaldı. Seyyid onu dörde
böldü, dört hareme gönderdi. Orada olan fukaraya paylaştırdılar.( 10 haremler;
Kâbe, Medine, Halilürrahman ve Kuds-i Mübarek’tir. Götürüp orada olanlara
<7) verdiler. Malın beşte birini çıkardılar, develere yükleyip Sultan (8) Alaeddin’e
gönderdiler. Bu hisse padişahın hakkıdır. O da fukara, gariplere ve gazaya
harcasın,(9) dedi.
Malı sultana teslim ettiler. Padişah da armağanlar gönderdi. (10) Seyyid
hazreti, padişaha dualar ve senalar etti. Server, Edime şehrinde oturdu. (ll>
Etrafta gezindi, o yıl oğlancıklarını okşayıp sevdi, sünnet etti.
Saltık Gazi, bunları yaparken yakın (12) yerde bir tekür var idi. Gayet
zalim bir melun idi, adına Fikal derlerdi. İşitti ki (13) Seyyid yerde mal buldu,

Cahillikten, fitneden ve gafletten Allah’a sığınırım” anlamında dua cümlesi.


halka dağıttı. Düğünler edip durur. Bu lain hemen (14) askerlerini toplayıp,
yürüttü. Gece Tunca Suyu’nu bir yerden geçti, Edirne’ye yöneldi. <l5) Seher
vakti kaleye geldi. Kapılar açıldığı zaman doğu kapısından şehre hücum edip
yürüdü. O [T871] (1) kapının karşısında bir bağ vardı. Halk orada toplanmış,
şenlik ve düğün yapıyordu. Kalenin dışarısında idi. Melun Fikal onları bastı,
adam öldürmedi, mal (3) yağması ile uğraştı. Halk ürküp kaleye kaçtı, feryat ve
figan belirdi. Seyyid’in (4) iki oğlancığım tuttular, alıp geri gittiler, kaçtılar.
Seyyid Server (5) kalede idi, haber gelince hemen dışarı geldi, düğün
matem oldu. Gelip bu işi edenin kim olduğunu bilemediler. (6) Zira kâfirler
yüzlerine örtü takmışlardı. Oradan iki kişi Seyyid’in oğlancıklarını alıp Fikal
Kalesi’ne getirdi. (7> Getirip bir kuyuya bıraktı, hapsetti. Onların adını Vezir ve
Ömer (8) koymuştu. Biri yedi, biri de dokuz yaşında idi. Server oğlancıklara çok
üzüldü. (9) Ağladı, sızladı, melul ve mahzun oldu. Onların nerede olduğunu
öğrenemedi. Yalnız bir odaya (10) girdi. Menucher cinnîyi davet edip ondan
oğlancıklarının hâlini sordu. Bildi ki Fikal lain (11) yapmıştır. Hemen cinnîlere
emretti. Gidip kuyudan o masumları çıkardılar, Seyyid’in huzuruna getirdiler.
(i2) Onları hemen sünnet ettiler. Soma Server atına bindi, Fikal laine gitti.
İşitelim (13) ki ne etti? Meğer şehre yakın yerde ulu bir kilise varmış. Dağ
tarafından oraya gitmişti. Fikal kilisede içki(l4) içerdi.
Seyyid kırk serverle doğru o kiliseye gitti. Selamsız içeri girdiler. Fikal
lain bunları (l5) görünce kılıcını eline aldı, Server’e karşı durup cenk etti.
Yanında yedi yüz kâfir vardı. Her biri [T872] (l) birer iblis idi. Dev heybeti
melunlardı. Hep birlikte cenk etmeye başladılar. Gaziler dışarıda kapıyı (2) tuttu.
Seyyid onu görünce atından indi, iki eteğini beline soktu, kılıcını eline aldı, (3)
içeri girdi. Fikal, Seyyid’i görünce bağırdı:
-Ey Türk! Sen, kendim ejderha mı sanırsın? Yaşlandın. (4) Bundan soma
ne yapabilirsin? Uzun zamandır bir senin nazını çekip elinin altında kaldık. Gel
beri, seninle (5) cenk edelim, deyip Server’in üzerine yürüdü. Server gördü ki
melun (6) sarhoş, kendini bilmez. İleri vardı, kamına öyle bir tekme vurdu ki
yüzü üzerine düştü. (7) Üzerine üşüşüp bağladılar. Kalan kâfirler kaçtı.
Birçoğunu kırdılar. Server döndü, (8) Fikal’ı bağlayıp kalesine getirdi. Kâfirler,
Seyyid’i görünce kaleye girdiler. Seyyid buyurdu, (9) Fikal’i idam etmek üzere
bir ağacın dibine getirdiler. Fikal ağladı:
-Ya Server! Bana kıyma. Yiğidim. Sen yiğide kıyamazsın. <IQ) Benim
sarhoşluk ile ettiğim günahı bina bağışla, dedi.
Seyyid, şefkat ehli bir kişi idi; acıdı affetti: (ll)
-Gel ant iç, dinine asi olmayasın, dedi. And içti, Seyyid, onu serbest
bıraktı. Fikal kalkıp kalesine (12) girdi, kapıyı yaptı, burca çıkıp duyuru yaptı.
Gaziler, Server’e:
-Bu melun yalancıdır. (l3)Boşuna inandınız, dediler. Server:
-Üç türlü kişi elbet helak olacaktır: Yalancı, zalim ve hain. <14) Bunlara
Tanrı’nm kendisi hışım vermiştir. Tanrı’nın hışım verdiği kişi Tanrı’nın
hışmından kurtulamaz. Görün, [T873] (1)her zaman tecrübe edin, dedi.
O gece Fikal, kalede dururken gönlüne korku düştü:
-Seyyid gitmedi, beni (2) bırakmaz, en son öldürür, diye düşündü. Burca
gelip kavminden gizli kaçmaya çalıştı. Zira halkı (3) duyunca kaçmasına izin
vermezdi.
-Seyyid’e bizi kırdırırsın, derlerdi. O da korktu, burca geldi, kemendi (4)
beline taktı. Bir ucunu burca bağladı, aşağı inerken kaza ile kement belinden
sıyrıldı, <5) boğazına gelince ilmek kısıldı, kalenin bedeninde asılı kaldı. Kimse
duymadı ki kurtaralardı. <6) Seher vakti kalkınca gördüler ki Fikal asılmış:
-Kâfirlerden feryat ve figan yükseldi, ağlama sesleri belirdi. (7) Kapıyı
açıp dışarı geldiler. Fikal’ın hâlini söylediler. Seyyid:
-O kendi kendini astı, yalan yemin (8) ettiğinden öldü. Kaza ve belaya
uğradı, gitti. Sakın yalan yere ant içmeyin. Dört (9) kitap gökten inmiştir. Bu
İncil de dört kitabın biridir. Sizlere Tanrı teala hışım verir, diye nasihat (10) etti.
Seyyid’den bu sözü işittiler, mal ve hediyeler verdiler. Seyyid ve gaziler oradan
dönüp (11)Edime’ye geldi. Konaklayıp şenlikler yaptılar.
Bu aralıkta İslambol tekürü Seyyid’e üç yıllık <l2) haraç getirdi. Kâfirleri
şehirden dışarıda kondurdular. Tekür kaleye gelip Seyyid’in elini (13) öptü,
hediyeler verdi. Seyyid ile sohbet etti, elli gün kaldı. Sonunda İstanbul’d ak i<14)
papazların ulusu patrik gelip Seyyid’e:
-Ya Server! Bizim beyimizi gönder, şehrimiz sahipsiz [T874] (l> kaldı. Bu
yer beysiz harap olur, dedi. Seyyid ona izin verdi gittiler. Yolda giderken
patrik gelip (2)teküre:
-Biz niçin bu Türke haraç veriyoruz? Bundan sonra vermeyelim, diye
ittifak ettiler. Geldiler şehre girdiler. <3> Seyyid’in orada emin olarak
görevlendirdiği adamı tutup hapsettiler. İsyan hazırlığı yaptılar. Seyyid işitti,
bildi ki bu fesat <4) patrik melunun tedbiriyledir, teküre mektup yazıp nasihatler
verdi. Tekür, mektubu patrike gönderdi. (5) Patrik mektubu görünce okudu,
yırttı, attı. Patrikin oğlu:
-Baba, bunu <6) iyi etmedin, Seyyid’den sen kork. Sana bunu o bırakmaz.
Cinnıler ona şimdi bunları haber verirler, dedi. Patrik (7)ona öfkelendi:
-Bana, İsa geldi; açıkça ortaya çık, Türkün ölümü senin elindedir, dedi.
N eden<8) korkayım, yürü, dönme, dedi. Oğlu:
-Baba, İsa gökten gizli inmez, vaktinde açıkça (9> gelecek. Gizli gelen
şeytandır. Seni azdırdı, gafil olma; o, Türk düşmanıdır. İsa, onun <10) dostudur.
Niçin düşman olsun? İsa da Arap’tandır, Rumî değildir ki cinsini koyup size
yardım <H) etsin. Ona yardım eder. Gafil olma, şeytan seni Saltık’a tepeletip
fesat etmek ister, (12) dedi. Patrik, öfkelendi, oğlunu hapse gönderdi. Bu patrik,
kâfirin ne kadar papazı(13) varsa onların başı idi.
-Küfür ehlinin dininin büyüğü benim, diye konuşup dururdu. Tekürden
sonra (l4) Medrepolitler gelirdi. Ona tâbi olmuşlardı. İsyan ettiler, (15) üç bin
rahip silaha gelip İslambol’a gittiler. Oradan çıkıp Selvarin Kalesi’ne geldiler.
[T875] (1) Patrik orada oturdu. Tekür de şehirden dışarı geldi. Şehir önünde
kondular, durdular. Bu yanda Sultan Saltık da gazilerle (2) Edirne’den kalkıp
patriğin üzerine vardılar.
Patrik, Seyyid’i görünce aklı şaşıp Selvarin Kalesi’nde <3) burca çıktı,
hazırlık yapıp beklediler. Cenk yapmak istediler. Server, gazilere:
-Kalede cenk (4) yapmayın, sabredin. Orada konakladılar, cenk etmediler.
On gün beklediler, cenk yapmadılar. Patrik kendisi kalkıp (5) burca geldi:
-Ya Seyyid! Biz size niçin haraç veriyoruz? Siz dininizde olun, biz de
dinimizde olalım, dedi. (6) Seyyid:
-Ya patrik! Bize gökten Hak teala kitap gönderdi, kâfirlerden dünyayı
alın, siz hükmedin. Size (7) uymazlarsa onları tepeleyin, kanlarını size helâl
ettim, diye buyurdu. Şimdi bize fırsattır. (8) Sizinle savaş ederiz, sizi
bırakmayız, dedi. Patrik öfkelendi:
-Biz ona razı değiliz, dedi. <9> Server gazaba geldi, yerden taş alıp attı.
Taş, patrikin yüzüne geldi, ağzı burnu kan oldu, dişleri boğazına döküldü,
düştü, aklı gitti. Koltuğuna girdiler, götürdüler. Rahipler toplanıp (ll)patrike:
-Bu kişiye sen cevap veremeyeceksen kavgadan vazgeç. Patrik böyle
ettiğine <l2) pişman oldu, üzüldü. Tekürden utandı. Yine cahilin gayretini
gösterip cenk müjdesi(13) verdi. Üç gün cenk oldu. Seyyid gördü ki kale sarptır.
Gazilere emretti; odun getirdiler, (l4) beklediler. Odunu kaleye yığdılar, bir
yanından ateşe verdiler. Ansızın ateş peyda olunca (l5)küffara acı düştü. Gece
bir yandan çıktılar, kapı açıp kaçtılar, gittiler. Patrik, yaralı bir biçimde
kaçarken [T876] (l> gaziler ardından yetişti, cengc girdiler. Çok ruhban kırıldı.
O zaman patrik çağırdı ki:
-Ey Türkler! Sizin dininizde <2) kadın, masum ve ruhban öldürmek yoktur.
Niçin bu din uluları rahipleri tepelersiniz, dedi. Gaziler: (3)
-Ey melun! Kılıç çekip gelince def etmek için öldürmek caizdir. Harp
etmezseniz biz de sizi öldürmeyiz. (4) Edersek, üstümüze kan olur. Öyle deyince
patrik saçma sapan konuştu. Haşa, <5) dine küfretti. İbrahim Rahip önceden
imana gelmiş, İslambol’dan gelip gazilere katılmıştı. O (6) gazi, karşıdan karşıya
patriğe bir ok attı, ağzına öyle vurdu ki ok ensesinden çıktı. (7) Patrik atından
yıkılıp canını cehenneme verdi. Gaziler sala vat getirdiler. Yürüdüler, yüz
yetmiş ruhbanı (8) orada esir ettiler. Safbal Rahip, en meşhur rahiplerden idi.
Diğerleri kaçıp tekürün huzuruna <9)vardılar. Tekür, bu durumu işitti:
-Ben böyle olacağını biliyordum. O akılsız, ahmak benim sözümü
dinlemedi. <10) Gazilerin kolu kuvvetli olsun. Ben şunu bilirim, Türk dini haktır.
Gaziler, erdir. Saltık, (,l) veli ve serverdir. Ne yapacağımı bilemiyorum.
Beyliğimi terk etmek olmasa varır o hak dine girerdim, dedi. (l2) Kalkıp
İslambol’a girdi. Tekrar barış için elçi gönderdi. Rahiplerin altınından,
gümüşünden (13)ve cevherinden hediyeler sundu.
Bu tarafta gaziler, ruhbanları tutup getirdi. Server (14) Safbal Rahip’e
dönüp:
-Ey rahip! Nedir bu ettiğiniz? Batıl din ve hükümsüz kitap ile kendinizi
(l5) tehlikeye salarsınız, dedi. Rahip:
-Ya Server, bizim kitabımız neden hükümsüzdür, diye sordu. Seyyid:
-Sen bilmezsin, [T877] (1) Tevrat’ı, Baht-ı Nassar toparlayıp yırttı. Sonra
bir Yahudi ağzından, ezber bilir, diye yazdılar. Bazı <2) yerleri unutuldu, bazı
yerleri de değiştirildi. Zebur, Mülcem Yahudi hükmüne bağlı olanlarındır.
Kendisine göre atlamalar ve eklemeler yapıldı. <3) Incil’i, Bolis Yahudi on iki
dilde yazdı, (4)bazı bölümlerini sakladı. Rahip:
-Ya Server! Sizin kitabınızı Yezid bin Muaviye yanlış yazıp yanına (5)
kendi hakkına şiirler yazmadı mı? Ali bin Ebi Taüb’e mahsus olan yerleri
gidermedi mi, dedi. Seyyid güldü: (6)
-Evet, yaptı ama Ebu ’l-Müslim-i M ervi çıktı, onları kırdı, giderdi. Sonra
sahih mushaf nerede <7) varsa Osman yazmıştır, Ali bin Ebi Talib okumuştur.
Sahabe ve Ebu Bekir zamanında cüz cüz <8> toplanmıştır, Hazret-i Resul
zamanından kalmıştı. Zira Kur’an ayet ayet ve sure sure gelmiştir. (9) Düzenli
bir şekilde Hazret-i Osman bir yere topladı. Tamamı otuz cüz idi. Ayrı ayrı
toplanması da <10) vahiy olmuştu. Cebrail surelerin tertibini yazılı getirdi.
Sahabe (ll) ona göre Osman’a, yaz, diye teklif etti. İmam Ali’nin o zamanda
mübarek gözleri'l2) rahatsızdı. O okur ve Osman yazardı. Zira Ali’den başka
dört kişi daha var idi, onlar Kur’an’ı, Hazret-i (13)Resul’ün ağzından dinlediler,
işitip okudular. Nitekim Resulullah Cebrail’den okuduğu (14) sahih idi. Bunun
üzerine Radon:
-Ya Server! Bunlara güzel cevap verdin ama bir sözüm daha var, ne
dersin? (15> Bütün dinlerde peygamberlerden sonra ümmeti azınca terk etti. Bu
sizin dininiz neden bozulmuyor, [T 8 7 8 ](l)sebep nedir, dedi. Server:
-Ya rahip! Üç sebep vardır. Biri budur: Hak teala ahd etti Resul’üne k i(2)
kıyamete dek kaim ve daim olacak. Her ne zaman ümmet içinde zalim ve hayin
biri belirse, ona bir kişi verir, havale (3) olur, onları helak ederler. Nitekim Beni
Ümmiye, zulüm ve hıyanet ile evlada eza ve ihanet etti. (4) Tanrı, onlar üzere
yetmiş üç sahib-i huruç verdi, gelip onları kırdılar. Evlat ve ashabın (5)

S ahib-i huruc: İslam dinine göre dünyayı düzene sokmak için günün birinde ortaya
çıkacak olan kimse.
intikamım onlardan aldılar. Hak teala, müntakimdir. Dünyada düzen ve
doğruluk er ve geç elbet ohır. Acele etmek, caiz (6) değildir, eden bulur. İlletle
dirilen mihnetle can verir, zalim iflah olmaz. Ebu’l-Müslim, Deşt vilayetine (7)
haber gönderdi. O diyara Haricîlerin hükmü yetişti. Bu mushafı Hazret-i
Osman yazdı, onlara vardı, sahih okurdu. (8) Onlar Yezid’in fesadından
haberdar idi. Gittiler, onlardan sahih mushaf getirdiler ve Yezid’in hilaf <9) ettiği
mushafları giderdiler, geri sahih mushafı halka ulaştırdılar, sıhhat üzere bu
zamana dek kaldı. (10) İkinci sebep budur: Din her gün kuvvetlenip duruma göre
yenilenir. Ümmete tatlı ve kıymetlidir. Bu dinde (ll) olanlar, din yoluna baş ve
can verirler. İslam için gazalar ederler. Üçüncü sebep budur: İbadet ve (12)taat
farz oldu. Ahirette bu dinden menfaat görülecek. Cennet ehli olacaklar, Hazret-
i Peygamber’in yüzünü görecekler, <13)dedi.
Safbal Rahip, Seyyid’den bu sözleri işitti, sabrı kalmadı, parmak (14)
getirdi, imana geldi. Seyyid kalktı, onu gözünden öptü. Rahip:
-Ya Server! İman (15) getirdim, benim üstümden bir karanlık gitti. O ne ki,
dedi. Server:
-Küfür karanlığının perdesidir, iman nurundan [T879] (1) bozulup gitti.
Diğer ruhbanlar da onu görüp imana geldiler. Altı ruhban imana gelmedi. <2)
Seyyid onların haraçlarını elçiden aldı, gönderdi. Daha sonra mutluluk içinde,
fetih ve zafer ile, Edime şehrine yani gaziler (3) ocağına, İslam ehlinin tahtına
geldiler.
Server, Ak Cami’ye çıktı, Müslümanlara vaaz ve nasihat verdi, zikrullah
(4) eylediler. Caminin yakınında Seyyid’in tekkesi vardı, orada olurdu. İçi,
fukara ve Müslüman dervişler (5) ile dolu idi. Hayır, hasenat, sadaka, ihsan ve
kurban oraya gelirdi. Sema* ve safa daima olurdu. (6) Server Seyyid, şevkinden
zaman zaman kalkar divane gibi orada sema ederdi. Her ne zaman İlahî aşk
ortaya çıksa (7) nara atardı. Mübarek sesinin sadasını halk; kaleden, dışarıdan ve
bağlar içinden işitirlerdi. (8) Hâlden anlar kişi idi. Ahiret fikrini dilinden ve
gönlünden gidermezdi. Halka daima dinin kurallarını (9> öğretirdi. Doğru
üzerine durup, doğru söz söylerdi. Zamanında ilim, amel ve kuvvet ile
kimse onun önüne geçemedi. Bütün halka kendini ibadete verme ve takva ile
galip geldi. Salih ve dindar server <U)idi.
Saltık Gazi, Edime gazileri ile bir müddet sohbet etti. Güz gelince (,2)
Server, Edirne’den kalktı, Baba’ya gitmek üzere yola çıktı. Edirne’de oturan
gaziler Ahmed, İlyas, (l3) İbrahim, İshak diğer serverler, onu uğurlamaya çıktı.
Seyyid, onları kucaklayıp yola çıktı. (14) Server, Edime şehrine ailesini de
getirmişti, onları da yanına aldı. Tatar Araplar ile karışıp <15) gittiler. O gün bir
dağın eteğine varıp konakladılar. O çevrede Yürükler otururdu. Seyyid’e
yiyecekler [T880] (1) getirdiler. O gece orada yattılar, seher vakti tekrar yola

Sem a: Mevlevi ayinlerinde tarikat mensuplarının cezbc hâliyle ayakta dönmesi,


zikretmesi.
çıktılar. Bir pınara vardılar, konakladılar. Ansızın (2) pınarın üzerinde bir
ejderha peyda oldu. Görenler korktular. Seyyid yerinden kalktı, yılana atmak
üzere (3) yerden eline bir taş alıp ileri yürüdü. Yılan, Seyyid’e selam verip insan
gibi konuştu: (4)
-Server, K af Dağı’nın ardında oturuyorum. K a f ta benim düşmanım var
idi. O, zalimdir. Sen Hak tealadan dile de (5) helak olsun. Ben de imana
geleyim. Server:
-Eğer zalim ise Tanrı def etsin, deyince bir feryat sesi geldi. <6) Seyyid:
-Acaba ne ki, deyince o ejderha:
-Sultanım! O düşman ateşte yandı. Gökten ona hışım indi, dedi. (7) Yılan
iman getirip kayboldu: Server’e:
-Bu kimdir, dedi. Server:
-Cinnîlerdendir, (8) geldi bizden dua alıp gitti. Zira mazlumun haceti
zalim üstünde makbuldür ve duası kabul (9) olur. Oradan kalktılar yola çıkıp
gittiler. Bir süre sonra Doptaruh iline ulaştılar. Orada yaşayan Müslümanlarla
<l0) buluştular, kucaklaştılar, sema ve safa yaptılar. Oradan da göçüp Baba’ya
gitmek üzere yola çıktılar. Baba halkı şenlikler (11) yaptı, Seyyid’i karşılamaya
gelip elini öptüler, izzet ve hürmetler ettiler, konakladılar. Server, Baba
şehrinde <12) konakladı.
DÖ RDÜNCÜ BÖLÜM

EDİRNE CENGİ VE İŞA N ’IN HEZİM ETİ

Rivayet edenler şöyle anlatırlar: Bir süre sonra Seyyid’in (13) gönlü rahat
etmedi, gazileri özledi. Özlediği için geri dönmeyi arzuladı. <l4) Bir süre sonra
mübarek hatırı İç iline gitmeyi istedi. Edirne’ye (l5) gelip orada oturmayı
düşündü. Aile halkını yanına aldı, Edime şehrine gitmek üzere yola çıktı.
[T881] (l) Şehre ulaşınca burada yaşayan gaziler karşılamaya geldiler.
Seyyid’in gelmesine sevindiler, Server’i alıp kaleye getirdiler. Saraya teklif
edip orada misafir ettiler. Server’in sarayı var idi Ak Cami’nin yakınlarında (3)
idi. Kale beyinin sarayı ise kuzey kapısının yanında, Frengi Burgaz dibinde idi.
Bu iki saraydan başka bir tane daha var idi. <4) Onu sonra Osmanlılar gelince
saray edindiler. Şimdiki halde harap olmuştur. Şehir yandı, (5) yerine mahalle
kurdular. Şimdi bu mahalle, Kuruçeşme adıyla bilinir.
Server geldi aile halkı ve arkadaşlarıyla burada (6) konakladı. Kalenin dış
yüzünde, Tunca Suyu’nun öte kenarında büyük bir şehir vardı. (7) Bu kalenin
beyinin oğlu, kâfirlerin beyi idi. Babası Ahmed, Müslüman olmuştu ve
Seyyid’e gelip bağlılığını bildirmişti. (8) Saltık Gazi’nin yakın dostu olmuştu. O
bey, kâfirlerin başı idi. Kâfirler onu uyardı. Çevreye (9) o hükmederdi haraç
verirdi. Seyyid, alman haracı Edime gazilerine paylaştırırdı. Ayrıca
Müslümanlar, silaha (l0)ve harp araçlarına harcarlardı. O bey işitti ki Seyyid ev
halkı ve arkadaşlarıyla geldi (ll)Edime’ye yerleşti; huzursuz oldu.
Şehirde bir kiliseleri vardı, sürdü, oraya geldi. Ruhbanlarını (l2) topladı,
tanıştı. Kâfirler:
-Ne duruyoruz. Toplanalım. Bütün Rum kâfirleri bize uyarlar. <l3>
Toplanıp cenk edelim. Ayrıca kiliseden İskenderiyye’nin dünyayı gösteren
aynasını çıkaralım, güneşe karşı tutalım. <l4) Aynanın ışığından Türklerin
gözleri görmez olur. Kendilerinin ve atlarının alınları çatlar. Getirip kaleye (l5)
koyarız, geri gelip aynayı tutalım, yer yer merdiven koyup girelim. Eğer Şerif
Seyyid ejderha da [T882] (l) olsa bunca halk başına üşüşür, ne yapabilir ki?
Sonuçta bin adam kırabilir, onu da en son öldürürüz. <2) Onun ölmesi için ve
dinimiz için baş ve can veririz. Yeter ki aradan bu fitne gitsin. Bu (3) kişi ortaya
çıkalı bizim dinimize afet vurdu. Memleket elden gidiyor. Çare budur, dediler.
Oradan (4) bir bey:
-Bu Seyyid güçlü bir kişidir, korkarım bu işin sonu iyiye varmaz. Bize (5)
artık burada durmak olmaz, dedi. O rahipler:
-Eğer bu iş başka bir türlü olursa sarp bir dağa (6) çıkıp sığının. Sonra
barış yapmak için aman dileriz. Bu kişinin amanı vardır. Dininde (7) aman
diyeni öldürmek yoktur. Dinine hilaf eylemez. Müslüman erdir ve sadıktır. <8)
Bu yolla tekrar def ederiz, geri gelip şehre girer, otururuz. Eğer bizim
dediğimiz olursa (9) işi becerdik, dediler. Bu sözde anlaşıp etrafa mektuplar
saldılar. Kâfirlere (10) haber verdiler. Her taraftan kâfir askeri toplanmaya
başladı. Server, bu kâfir beyine küffarın reisi (ll)diye ad vermişti. İşitti ki asker
toplar. Ahmed Gazi’ye dönüp:
-Ya Server! Bu senin oğlun (12) askeri niçin toplar, diye sordu. Ahmed de
durumu bir bir Server’e anlattı. Server sordu:
-Bu (13)ayna nedir? Bana haber ver, dedi. Ahmed:
-Sultanım! Onun haberini şu kadar biliriz: (14) İskender-i Rumî’nin
hâkimleri yapmışlar. Bazıları şöyle anlatır: Süleyman Peygamber’in veziri
A sa f tan (l5) bir kılıç kaldı, daima o kılıca ateş ederdi, nefesi dokunurdu. O
kılıç, İskender’in hâkimlerine [T883] (1) ulaştı. Aristo ondan bir ayna yaptı,
İskender’e getirdi. (2) Bütün dünyanın çölünde ve denizindeki şehirler, kaleler
ve köyler görünürdü. (3) Bir yerden ordu çıksa, ne kadar asker vardır, onda
görünürdü ve bilinirdi. Gelen orduya ona göre hazırlık (4) yaparlardı. Eğer ağır
düşman ise bu aynayı yüksek bir yerden güneşe karşı tutarlardı. (5) Askerlerin
üzerine yansıması düşerdi, yansımadan dolayı at ve er gözünü açıp bakamazdı.
Bu ordu, o orduyu (6) kırardı. Ayrıca yer altında gömülü her ne var ise; maldan,
cevherden, kaybolandan, hayvandan ve kandan (7) onda görünürdü. Usta
olanlar, cini def etmeyi becerebilenler gidip yerden o malları alıp (8) çıkarırlardı.
İskender onu öyle gördü, emretti. İskenderiyye şehrinin bir burcu üzerine
koydular. (9) Orada durdu.
Ümmiyyeoğulları zamanında Feramuz gelip İskenderiyye’yi aldı. Aynayı
burçtan <10) indirdi Nereye gitse yanında götürürdü. Onunla çok düşman yendi.
Ondan sonra ayna Ebıı ’l-Müslim'e (11) geldi Ebu’l-Müslim gittiğinde onlardan
Abbasiyye’ye kaldı. Abbasîler onu Bağdat’ta bir burca <12) çıkarıp koydular. Bir
müddet durdu. Sonra Frenk’ten bir kâfir geldi bu burçta mal vardır, diye
aynayı (13) indirdi. Hile yaptı. Frenk kaçtı. Sonra Abbasiyye’den bir halife,
kayserlerden (l4) birinin kızını işitti âşık oldu. Kayser aynayı istedi aldı.
Aynanın karşılığında kızı verdi. Azıç iline (15) getirdi Meriç ve Tunca arasında
yüksek bir kule yaptı, üstüne koydurdu. Ayna, Abbasüerden [T884] (l) gittikten
sonra, her taraftan düşman saldırdı. Sonra Hıtay’dan Cingis taifesi çıkıp geldi.
Acem vilayetini (2) aldılar, Abbasiyye’yi işgal ettiler. Sonra dönüp Rum’a
geldiler. Rum’u aldılar, geldiler. Denizi sal ile geçtiler, (3) bu şehre geldiler.
Burayı da almaya çalıştılar. Üstelik başkent yapacaklardı. Zira Cingisler ile
buranın halkı (4) cenk etmediler, barış yaptılar. Zira çok sayıda asker vardı,
korktular.
Rivayet edenler anlatır: (5) Cingis’in askerleri burada idi diğer tarafı da
Horasan’da idi. O kadar çok askeri var idi. t6) Ne kadar askeri olduğunu kimse
bilemezdi. Ondan dolayı korktular. Cingis de buranın halkını hoşgördü. (7) Bu
aynayı kuleden indirdi. Gitti Rus’a, Üngürus’a ve A ss’a indi cenk etti. Y ed i(8)
padişahın ülkesini alıp yağmaladı. Sonunda askerlerine kıtlık düştü. Tekrar
Rumeli’ye döndüler (9) Tuna’yı geçerken aynayı suya düşürdüler. Yedi kâfir
beyini bu ayna kuvvetiyle yendi. (10) Zira kâfirler de çok idi. Cingis’ten aşağı
kalmazlardı.
Ayna, Tuna Suyu’na düşünce aradılar, (ll) bulamadılar. Sonunda Cingis
meliki üzüldü, Edirne’den tarafa yönelip gitti. (l2) O tarafta, Tuna’da balıkçılar
balık avlarken ağ ile aynayı buldular, çıkardılar. Sonra da Üngürus beyine (l3)
ilettiler. Bey o aynayı görünce çok mutlu oldu. Asker topladı. (l4) Cingis onları
yağmalamıştı. Onlar toplandılar. Toplananlar; Üngürus, As, Cesar, (15) Leh,
Çeh, Nimac, Rus kâfirleri idi. Yürüdüler, gelip Tuna’yı geçtiler. Cingis’in
[T885] (l) ardından yetiştiler. Filban ovasında buluştular, cenk ettiler. Bu aynayı
karşı tuttular, Cingis’in <2) askerleri üstüne yansıttılar, askerlere güneşten
yansıma düştü. Tatarları öyle kırdılar ki cesetlerden (3) dağlar oluştu. Dirilerini
tutup esir ettiler. Cingis’i kırdılar. Memleketlerini onlardan aldılar. (4) Üngürus
meliki gelip buraya yerleşti. O aynayı bu kiliseye bıraktı. O zamandan bu
zamana değin <5) ayna burada kaldı. Eğer küffar onunla gelip cenk ederse
Müslümanlara zahmettir, dedi. (6) Seyyid biraz düşündü:
-Hayır olsun, dedi. Gazilere silahlarını kuşanıp hazır olmaları için (7)
seslendi. Diğer tarafta da kâfirler toplandı, Tunca Irmağı’nı geçtiler, kalenin
doğu yönüne, dağ <8> tarafına arkalarını verip kondular. Kuzey tarafına
yayıldılar. Server gördü ki bu kâfirler gelip <9) kondu. Seyyid on bin kadar
Sünni ile dışarı çıktı, kapının önüne geldi. Kapının (l0) önünde durdular. Diğer
tarafta aynayı kâfirler güneşe karşı tuttu. Hikmet-i İlahi ile yansıma geri,
kendilerinin (ll> üzerine düştü. Sonra döndüler, arkalarım gün batısı tarafına
verdiler. Yansıma kale üstüne (12) düştü. Kalede olanlar göz açamadılar. Bu kez
yüzlerini doğuya döndürdüler. Kâfir batı kapısına yürüdü. <l3) Hücum ettiler.
Çok sayıda Müslüman düştü, şehit oldu. Az kaldı hisara (l4) gireceklerdi. Yer
yer merdiven kurdular.
Bu tarafta Server haberdar oldu, gaziler Yellü Burgaz dibinden atlarıyla
suya 115) atladılar. Üzengiye dek girip dışarıdan kapıya yetiştiler, kılıcı ele alıp
cenge girdiler. Çok [T886] (l) zahmet çektiler. Aynanın yansımasından
gözlerini açamazlardı. Kâfirleri kapı üstünden <2) ayırıp geriye döndürdüler.
Köprüden de kovaladılar. Öte yakada olan ayna şehrine kaçtılar, (3) suya
döküldüler. Orada su biraz sığ idi. Kâfirler geçip beklediler. Bu taraftan (4>
kâfirlerin beyi, küffarın reisi olan alçak, kuzey tarafında suyun yanında
durmuştu. Kuzey <5) tarafındaki kapıya karşı dururdu. O kapının çevresi bataklık
ve sazlık idi. <6) Bir ince yaylı var idi, saz arasından giderdi. Biraz kâfir
gönderdi. Gelip kapı önüne (7) çıktılar. Kalenin beyi Ahmed-i Rumî orada
dururdu. Onları görünce dönüp kale içine kaçtı. <8) Dört yüz kâfirdi, üç yüzü
onu kovalarken şehre girdiler. Ahmed hile yapmıştı. Hemen kapıyı kapattı, (9)
dışarıdan yardım yetişmedi. Üç yüz kâfir şehir içinde kaldılar. Müslümanlar
onları ele aldılar, kimini kırdılar ve kimini esir ettiler. Başlarını bedenlere
dizdiler. Dirilerini kale üzerine çıkarıp kâfir (ll) askerine karşı boyunlarını
vurdular. Küffar içine korku düştü, yaptıklarına pişman oldular. (12) Barış
yapmak istediler. Bu kâfir geldi. O, Rum diyarında tanınırdı, Madyan adında
(13)bir bey idi. O lain:
-Ne oldunuz? Korkacak ne var? Dininizin yoluna böyle mi durursunuz,
dedi. <14) Kâfirler:
-Hey bey! Kale, sarp kaledir, iki yanı su, iki tarafı balçık ve bataklıktır.
(15) Yüksekliği üç burç arası var. Buradan gidip orada cenk etmek zordur.
Aynanın [T887] (1) yansıması kapının üzerine düşmez, güneşe karşıdır. Geri
bize zahmet verir. Ayrıca burada (2) olan Türkler çok güçlüdür. Seyyid’in kim
olduğunu siz de bilirsiniz. Madyan:
-Ben onunla konuşacağım. (3) Kaleden dışarı gelse de görseydiniz.
Şimdiye dek bu diyarda er yokmuş. Bana serverlik <4) verildi. Rüyamda
gördüm, bu Türkün başını ben keseceğim, dedi. Buyurdu, bir mancınık
düzenlediler, götürdüler (5) yüksek kaleye karşı büyük bir tepeye koydular. İçine
taşlar yerleştirip kaleye attılar. (6) Üç taş attı. Her bir taş ev gibi idi. Biri kaleye
yetişmedi, dışarı düştü. Biri burca (7) dokundu, harap eyledi. Bir taş da içine
düştü, çok sayıda adam öldürdü. Server (8) bu hâli gördü, mübarek gözlerinden
kanlı yaşlar akıttı, ağladı:
-Ey Hak! Bu gaziler (9) ocağı şehri bu kâfirler elinde perişan etme. Gazi
kullarını din düşmanlarına ezdirme. Güçsüz bırakma, (1 1 deyip dua etti.
Mancınık çekilirken orta yerinden kırıldı. Madyan (ll)onu gördü, gazaba gelip
yenisinin kurulması için emir verdi.
Bu tarafta Server kaleden dışarı (12) çıktı. Cenk etmedi. Hasta idi. (13)0
kavuştu. Hışma gelip yürüdü. Yalnızdı.Suret-i tebdil edip

-Sizler hazır olun, dedi. Gidip küffarın arasına girdi, üç yüz bin kâfir idi.
(15) Seyyid, kargaşada girdi, yürüyüp Madyan’ın yanına kadar yaklaştı. Gördü ki
[T 8 8 8 ](1) Madyan durmuş mancınık döndürür. Kâfirlere iş tarif edip:
-Şöyle yapın, (2) böyle eyleyin, deyip kâfirleri yüreklendirir. Server:
-Hey melun! Sen misin (3) fesadın başı, deyip yürüdü. Madyan’ın yanına
geldi:
-Bey kişisin, burada mancınık (4) düzersin. O yana Saltık çıktı, kâfirleri
kırıyor, dedi. Madyan:(5)
-Gerçek mi, dedi. Oradan ayrılıp kalenin bir tarafına gidiverdi. <6) Orada
gaziler cenge çıkmışlardı. Yürüdüler, cenk etmeye başladılar. Müslümanlar (7)
sıkı durdu. Akşam oldu, dönmediler. Arkalarını kaleye verip meşaleler yaktılar.
Çok şiddetli bir (8) cenk oldu. Bu tarafta Saltık gördü ki kâfirler mancınıktan
uzak ve gafiller. Fırsat (9) bulup ateş vurdu. Ateşin alevleri gökyüzüne çıktı.
Hay deyince âlemi <10) ateş tuttu. Kâfirler onu görüp feryat ettiler. Madyan’ın

Su ret-i tebdil et-: Tanınmamak için kılık değiştirmek.


huzuruna vardılar, haber (ll) verdiler. Madyan sürüp mancınık üstüne geldi.
Gördü, başını önüne eğdi:
-Bu, <12) Saltık’ın işidir. Geldi, hile ile beni buradan ayırdı, derken Server
bir kere (13) gök gürlemesi gibi bir nara attı. Sesinden yer ve gök sallandı.
Madyan:
-Hey! Bu nedir, deyince (14) Seyyid üstüne yetişti. Göz açtırmayıp kılıcını
öyle bir çaldı ki yarısı (15) havaya çıkıp yere düştü. İki parça hâle geldi, helak
oldu. Kâfirler, Seyyid’in üstüne [T889] (1) üşüştü, hücum ettiler. Seher vaktine
kadar cenk oldu. Gaziler yetiştiler, sıkı durdular.
(2) Sabah oldu, Server, gazilerle kaleye geldi. Kapıyı sıkıca kapatıp
dinlendiler. (3> Kâfirler yaralı ve sefil bir şekilde feryat ve figan ettiler. Bu
tarafta gaziler, yaralarını <4)bağladılar, ölülerine ağlayıp defnettiler. Sabrettiler.
Diğer tarafta, kâfirlerin altı beyi (5) var idi. Bir yere geldiler, Madyan için
ağladılar. Ölüsünü defnettiler. Tekrar cenk hazırlığını (6) yaptılar.
Sabah olunca kalktılar, kaleye doğru yürüdüler. Server burç üzerine
oturdu. (7) O gün dışarıya çıkmadı. Kalenin beyi Ahmed, gazilerle (8) akşam
olunca dışarı çıktı. Kâfirlere gece baskını yaptılar. Küffar (9) ürküp birbirine
girdi. Sabaha dek birbirini kırdılar. Kan sel olup aktı. Sabah olunca kâfirler
gördüler ki kendi kendilerini kırmışlar, (ll) şaşırıp kaldılar. Beylerinin yanma
toplanıp:
-Ne olaydı da bu kişinin üstüne gelmeyeydik. (12) Bunun sonu iyi değildir.
Nicelerimiz şimdiye dek helak oldu. Nicelerimiz de olacak. (13) Bir iş de
başaramadık. Her tarafı karıştırdık. O gün(l4) cenk etmediler.
Akşam oldu, âlem kara renge (15) döndü. Küffar askerleri güç topladı. Bu
tarafta Edime gazileri mutlu ve sevinçli bir şekilde [T890] ( 1 davul dövüp
zuma çaldılar. Bekçiler, kale üzerinde birbirine çağırışıp <2) beklediler. Her bir
bedende ve burçta meşale ve fanuslar yaktılar. Meşale ve fanuslar, kale
üzerinde yıldızlar (3) gibi sabaha dek yandılar. O gece dinlendiler. Seher vakti
küffar atına binip (4) şark burcuna yürüdü. Naralar atıp üşüştüler. O burç kalenin
kara tarafı idi, üç (5)dört burç idi. Diğer taraflar bataklık ve su idi.
Küffar yürüyüp şark kapısına (6) geldi. Server, büyük burçta oturup ak
sancağı dikti. Gaziler kızıl,<7) yeşil menekşe, sarı, al ve diğer renkteki sancak (8)
ve bayrakları burçlara diktiler. Kale üzerinde (9) cenk ettiler. Çok sayıda kâfiri
kırdılar. Küffar sonunda âciz olup döndü, (l0) gitti. Yedi gün dinlendiler.
Kâfirler gitti, bir (ll) tedbir düşündüler. Bin kişi Müslüman elbisesi giyecek.
Baba tarafında (l2) toplanacak, şark kapısına gece gelecekler. <13) Çağırıp
Müslümanlar adına kaleye girecekler. Onların ardınca kâfirler saldıracak. (I4)
Ayrıca atlarına ufak taşlar koyup kapı içine dökecekler, kapı hemen
kapatılamayacak. (l5) Şehre girip basacaklar, cenk edecekler. Dediklerini
yaptılar. [T891] (1) Elbisesini değiştirmiş bin kişiyi kapıya gönderdiler. Onlar (2)
kaleye gelip çağırdı:
-Biz, Baba tarafının gazileriyiz. İşittik geldik, (3) bizi kaleye alın, dışarıda
kâfirlere gece baskını yaptık. Onlar birbirini (4) kırdı, dediler. O gece Ahmed
Gazi’nin küçük oğlu Süleyman (5) Bey kapıyı beklerdi. Kalkıp Seyyid’in yanına
geldi:
-Ya Server! Yoldaşlık için bize (6) gaziler yetişti, kapıda beklerler. Ne
buyurursunuz, dedi. Server Seyyid gafil <7)bulunup gerçek sandı, düşünmeden:
-Şehre girsinler, dedi.
Süleyman gelip Ahmed ile (8) kapıyı açtı. Kâfirler kapının içine girip ufak
taşları (9)kapı arasına döktüler. Naralar atıp şehre dağıldılar. Onların "ardınca
kâfirler girdiler, Müslümanlar kapıyı kapatamadılar. (U) Küffar, şehrin
sokaklarına yayıldı.
Gaziler bu hâlden <12) haberdar oldu. Büyük burçta toplandılar. Gazilerin
Serveri (l3) buyurdu, savaş davulları vuruldu. Burçtan aşağı indiler, şehir içine
dağıldılar. (l4) Bölük bölük sokaklarda ve mahalle içlerinde cenge başladılar. (l5)
Kadınlar bile evlerin damlarına çıktı, cenk ettiler. O gece [T892] (l) sanki
kıyamet koptu. Feryat ve figan gökyüzüne ulaştı. Kâfirler (2) durmadan saldırıp
şehre girmeye başladılar. Müslümanlar (3) gayret ve hamiyet ile cenk ettiler.
Sözün kısası üç gün, üç gece (4) şehir içinde cenk ettiler. Kaleye giren (5) dört
kâfir beyi idi; birine Samako, birine Çivan (6) ve birine Yuvan ve birine de
Yorgi derlerdi. Girip (7) kale içinde cenk eden bunlardı. Küffarın reisi, Ayine
şehri <8) beyi dışarıda duruyordu. Cenk içinde Samako, Süleyman (9) Gazi’nin
önüne çıkageldi. Süleyman mızrağını onun bağrına öyle bir (l0) vurdu ki ucu
öbür tarafından çıktı. İnip (11) melunun başını kesti, burca astı. Yorgi lain; (l2)
İskender’in aynasını tutan, bir burca hücum eyleyen, (13) güneşe karşı aynayı
yansıtan, Müslümanlara felaket saçan kişi idi.
Ahmed Gazi, <l4) Edirne meliki geldi. Yorgi’ye karşıdan bir ok vurdu, (15)
o atından yüzü üstüne yıkıldı. Gaziler indiler, başını kestiler. [T893] (1) Ayine
şehri halkı, aynayı ve Yorgi’yi yerde bırakıp kaçtı. Ayna tepsiden büyük (2)idi.
Som demirden yapılmıştı. Mızrağın ucuna takıp güneşe karşı tutarlardı. (3)
Ateşler çıkarırdı, ışık ve yansıma verirdi. Kırk ferseng* yerde ışığı yayılırdı. <4)
Kimseye göz açtırmazdı. Server Ahmed Gazi aynayı eline (5) aldı, kapının
üstünde olan mihraba yerleştirip güneşe karşı döndürdü. (6) Dışarıda ve içeride
olan küffarın gözleri kamaştı, başlarının kaygısına düştüler. <7) O aynanın bir
özelliği daha vardı. Hangi taifenin (8) elinde olursa onlara yansıyıp zarar
vermezdi.
Kâfirler <9) gördü ki İskender’in aynası, Müslümanlar eline geçti, feryat
ve figan (I0) edip kale ve şehrin fethinden vazgeçtiler. Başlarını ve canlarını
kurtarıp kaçmak (" )kaygısına düştüler.
Gaziler bu hâli görüp kapıları bağladılar, içeride kalan (12) kâfirleri
kırmaya başladılar. Kimini esir ettiler. O gün kale içinde sekiz bin kâfir

Ferseng: Fersah, üç millik bir mesafe.


tuttular. <13) Otuz bin kâfiri de kılıçtan geçirdiler. Civan ve Yuvan’ı yakaladılar,
Server’e getirdiler. Civan, (14) Seyyid’in önünde imana geldi. Yuvan’ı hapse
gönderdiler. Gazilerden sekiz (15) yüz elli kişi şehit olmuştu. İki kardeş vardı,
ünlü gazilerdendi, şehit [T894] (1) olmuşlar. Hamza Gazi ve Haşan Gazi. Seyyid
buyurdu, onları düştüğü yere defnettiler. <2> O gazileri kalenin evleri içine
gömdüler. Kâfirlerden dışarı çıkaramadılar. (3) Onun içindir ki Edirne’nin
toprağı şehitler ve ölen gazilerin kanıyla yoğurulmuştur, <4) derler. Bu şehre
gaziler ocağı onun için denir. Önceden gazilerin yurduydu (5> ve durağı
olagelmiştir. Tanrı’nın nazargâh yeridir, Rum’un iç şehridir.
Müslümanlar (6) kaydını tuttular, Seyyid’in huzuruna geldiler, ittifak
ettiler. Sabahleyin çıktılar. Kâfirin (7) arkasına düştüler. Kâfirin işi tamam
olmayınca dönmemeye karar derdiler.
Rivayet edenler şöyle anlatır: Bu cenk sırasında Seyyid hasta <8) ve zayıf
idi. Onun için kâfirlerin karşısına çıkamadı. (9) Aynanın alındığı ve kâfirin
yenildiği gün dışarı çıktı, çok mutlu oldu. (10) İlyas Rumî’ye buyurdu. O aynayı
büyük burç üzerine diktiler. Bir sancak gibi (II) sağlamlaştırdılar. Demirden
yapılmış bir direk üzerine yerleştirdiler. Her tarafa dönerdi. İstedikleri tarafa
döndürürlerdi. (12) Bundan önce, kale kâfirin elinde iken zindan burcuna
yerleştirmişlerdi. Recun adlı bir (l3) kâfir indirdi, Ayine şehrine getirip demir bir
sandıkta saklardı.
(14) Nakildir: Ayna daha sonra tekrar kâfirlere geçti. Seyyid vefat ett
sonra bu aynayı (l5) küffarın reisi olan kâfir aldı, İstanbul tekürüyle bir olup
geldi, kaleyi Müslümanlardan [T895] (l) hile ile aldılar. Aynayı büyük burçtan
indirdiler, sakladılar. Ayine şehrindeki (2) kiliseye koydular, zincirle astılar.
Sonunda OsmanlIlardan Murad Han Gazi gelip kaleyi fethetti. (3)
Nakildir: Seyyid’in ölmesinden sonra Gazi Umur Bey gelip kâfirlerden aldı.
Yusuf adlı bir beye (4) bırakıp gitti. Kendisi şehit oldu. Sonra Al-i Osman’dan
Orhan Gazi geldi, küffarla cenk (5) etti. Orhan Bey’i yendiler; kaçtı, gitti. O
zamanda Osman Gazi, Bursa Kalesi’ni (6) kuşatmıştı. Oraya varıp Bursa’yı
fethetti. Ondan sonra Süleyman Paşa geldi, Gelibolu’dan geçti. <7) Bolayır’da
şehit oldu. Edirne’ye gelemedi. En son Murad Han Gazi, İznik’de Resul
hazretini (8) rüyasında gördü:
-Kalkın, Edime şehrine gidin, ocağınızdır, gazilerin yeridir, (9) Orası;
Darü’n-nasr*, beytü’l-feth* ve arz-ı şerif dir*. Oradan her nereye zafer fetih
niyetiyle giderseniz hazır (l0) olur. Kuvvetlenirsiniz; batıyı, doğuyu, kuzeyi ve
güneyi; bu dört köşe ova ve denizi oradan fethedersiniz. (ll) Adalet ile galip
olup o yerleri alacaksınız. Oradan yürüyüp kızıl elmayı da (l2) sizin nesliniz
fethedecek. Âlem size boyun eğecek, dedi.

D a r ü ’ n -n a s r: Yardım yeri.
B e y tü ’ l-fe th : Fetih yeri, fetih merkezi.
A rz-ı ş e r if : Kutsal toprak.
Murad Han Gazi, Resul’ün buyruğuyla gazileri topladı, (13) gördüğü
rüyayı bildirdi. Orduyu topladı. Gazi Murad Han (l4) yürüdü, geldi, Rumeli’ye
geçti. O zamanlarda Edime Kalesi’ne kâfirler uğradılar, (l5) aldılar. Yusuf kaçıp
Murad Han’a geldi durumu bildirdi. Geldiler, kaleyi Tanrı’nın inayeti ile
fethettiler. [T896] (l) Yellü Burgaz yanından duvar yıkıldı, girdiler, aldılar.
Ondan sonra bu zamana dek (2) İslam ehlinin elinde kaldı. Onun için Murad
Han’a Gazi dediler. Bu gaziler ocağına tekrar (3) Yıldırım Han geçti Aiyne
şehrini alıp ateşe verdi. O kiliseyi yaktı. <4) Yıldırım Han onun yerine sonra bir
imaret yaptırdı. O vakit ayna çıktı, onu aldılar, (5) Frengiye burcuna diktiler.
Yeşil bir direk üzerinde uzun müddet durdu. Sonra bir gece Frenkler geldi <6)
direği yıktılar, aynayı çaldılar. Alıp giderken Gelibolu’ya varınca ardından
yetiştiler. Kâfir aynayı denize attı. Ne kadar aransa da bulunamadı. Frenk’i
tutup getirdiler. (8) Padişah ona sordu:
-Niçin böyle ettin, dedi. Frenk:
-Beni Frengistan kâfirleri gönderdi. <9> Edime Kalesi’nin dışında ve
içinde dört yüz kırk dört yerde gömülü (l0) hazine bulunmaktadır. Her birinde
hesapsız mal ve cevher vardır. Türkler onu aynada görürlerse (111yerlerini bulup
çıkarırlar. Bu mallarla da ayna alırlar, asker toplayıp bu illeri (l2) fethederler.
Mesih ümmetine eziyet olur diye gönderdiler. Geldim, çaldım, denize attım. (l3)
Ne size ne bize olsun. Han:
-Ümidim odur ki o hazineler, İslam beylerine (l4) nasip olur. O kâfiri idam
ettiler. İskender’in aynası denizde <15)kaldı.
Rivayet olunur ki, sonunda Beni Asfar çıkacak, Müslümanlar kaçıp
Gelibolu’ya [T897] (l) gelecek. Aynayı, Hakk’ın lütuf ve keremi ile
Müslümanlar bulacaklar. (2> Ne olduğunu bilmeyecekler. Halep şehrine dek
kâfirler, Müslümanları kıracaklar. Kubbe-i Ama dedikleri (3) künbede
varacaklar, yaşlı biri gelecek aynayı Müslümanlara öğretecek. Onu tutacaklar,
kâfirleri onunla yenecekler. <4) Ta İstanbul’a dek kıracaklar. Nakildir: Beni
Asfar’ın olduğu yerlerde barış (5) yapılacak. Müslümanları incitmeyecek. Beni
Asfar yenilecek, Müslümanlar onlara göz açtırmayıp <6) kıracaklar. Orada:
“Biz sizleri incitmedik, barış yaptık. Siz bizi niçin kırıyorsunuz?”,
diyecekler. Müslümanlar: (7)
“Bizim dinimizde kural budur. Sizleri ya kırmalıyız ya haraca kesme liyiz
ya da esir etmeliyiz. Bu durumda <8) biz kırarız. Sonunda böyle olacak.” (9) Biz
geri sözün başına gelelim.
Gaziler, kâfirleri şehirden zorla ve cebren yenip çıkardılar. (10) Aynayı
büyük burca yerleştirdiler, güneşe karşı tuttular. Kapıyı açıp Müslümanlar
dışarı (ll) çıktılar, kâfirlere hücum ve hamle yaptılar. Din düşmanlarını ele
aldılar, kırmaya başladılar. (l2) Küffar gördü ki dururlarsa hep kırılacaklar.
Dönüp:
-Er evde gerek, esen gerek. Yok yere (13) kavga neyimize yarar, deyip
kaçtılar. Küffar ' l4) hezimete uğrayıp kaçtı. Kâfirlerin reisi, Ahmed-i Rumî’nin
oğlu (15) da kaçtı. Ayine şehrine geçti. Gemileri sudan çekip sarayına girdi,
sakin olup oturdu. Barış yapmak için [T898] (l) haber gönderdi. Elçiler geldi,
Seyyid’e yalvardı. Ruhbanlar geldiler, (2)yalvardılar. Seyyid, gazilere:
-Ya Serverler! Gelin bu defa sulh edelim, sonra isterlerse belalarını
bulurlar, (3) dedi. Onları tekrar haraca kestiler, barış yaptılar. Sonra kâfirler (4)
sakin oldular, kaldılar. Hazırlık yaptılar, Seyyid’in cemaatini ve ehlini
arabalara bindirdiler. Edime (5> halkı, Saltık Gazi’yi uğurladı. Server o halka
veda etti. Gazileri Ahmed-i Rumî’ye emanet etti. <6) Ayrılırken nasihat etti:
-Ya Server! Gafil olmayın. Bu kale (7) İslam elinde olursa kâfirlerden asla
korku yoktur. İyi bekleyin. ( 1Kâfirlerin hilesinden sakının. Bu şehirde onların
hırsları vardır. Ümidim odur k i(9) bundan sonra tekrar İslam ocağı olacak. Kale,
gazilerin toplanma yeri olacak. İslam burada kuvvetlenecek. (10) Müminlerin
mutluluğu kıyamete dek sürecek, dedi.
Server böyle dedi oradan dönüp (l Baba şehrine gitmek üzere yola çıktı.
Tarzan iline varınca onun meliki karşılamaya geldi. Kast (l2) etti ki Seyyid’in
cemaatine ve ev halkına baskın yapa. Seyyid onu işitti, <13) dört yüz yirmi
hizmetkârı vardı, onlara buyurdu. Hazırlanıp beklediler.
Melik <l4) Tarzan ulaştı. Sarhoşlar tepindi, askerleriyle Server’in üzerine
at saldılar. Server de (l5) cenge yürüdü. Kâfirleri hınzır alayı ve sürüsü gibi
bölük bölük kovup kırdı. [T899] (l) Küffar çoğaldı. Server halkla arkasını bir
dağa verip durdu. Diğer tarfta Tarzan kâfiri askerlerini <2) halka edip Seyyid’i
kavmiyle birlikte ortaya aldı. Çok şiddetli savaş oldu. Gaziler de direnip <3)
şahane harp ettiler.
Küffar gördü ki Seyyid’in karşısında duramazlar. Hemen kalktılar, o
dağa çıktılar. Müslümanlara <4) yukarıdan taş, toprak attılar, hayli zahmet
verdiler. Ansızın karşıdan <5) bir toz belirdi. Bin kişi ile İlyas Gazi çıkageldi.
Meğer İlyas da Tarzan’a gaza <6) yapmaya geliyormuş. Gördü ki küffar,
Seyyid’i ortaya almış, cenk ederler; hemen askerlerine işaret<7)etti. Gaziler hep
birlikte atlarını saldılar, yanar ateş gibi kâfire girdiler. Öyle bir cenk (8) ettiler ki
gökyüzünde melekler taktir etti. Küffar onu görünce tarumar olmaya <9)başladı.
Tarzan onu gördü, İlyas’ın üzerine yürüdü. Karşı karşıya geldiler. Birkaç
(l0) hamle yaptılar, sonuca ulaşmadı. İlyas bütün kuvvetini pazıya getirip
Tarzan’a mızrak ile bir darbe vurdu, (l } Tarzan atından tepesinin üzerine
yıkıldı. Gaziler üşüştü, fırsat vermeden tuttular, hemen (l2) Seyyid’in huzuruna
getirdiler. Seyyid, İlyas’a dua etti, sırtını ve göğsünü okşadı. <l3) Oradan
göçtüler, birlikte yola çıktılar. Batraf denilen melikin iline ulaştılar. B atraf (l4)
karşılamaya gelip Seyyid’i konuk etti. Tarzan affını istedi gazilere on bin altın
verdi. <15) Haraca razı oldu, onu salıverdiler. Oradan gittiler, Tanyos Melik’in
yanına ulaştılar. Melik Tanyos [T900] (l) Server’i hoşgördü, ikramlarda
bulundu. Yedi gün orada kaldılar. Server, Tanyos’a (2) sordu:
-Bu diyarda gezilmesi ve görülmesi gereken neresi var, dedi. Melik:
-Sultanım! (3) Burada bir ırmak vardır, gece akmaz kesilir. Gündüz akar.
Bir ırmak daha vardır, yayılır (4) ve cihanı tutar. Gün doğunca akması durur,
sakin olur. Biz bu duruma hayranız, dedi. (5) Server kalkıp gazilerle o suları
seyretmeye gitti. Hakk’ın hikmetine hayran oldular. (6)İlyas-ı Rumî:
-Ya Server! Ben kulun, Tanrı Dağı’nda bir dere gördüm, akar. Gündüz de
gece de (7) zaman zaman kesilir, akmaz. Bir mağaranın içinden çıkar. O suyun
başı gece ve gündüz de (8) aynı akar. Fakat bir ok atımı yere varmadan durur.
Akşam olunca birbirine ulaşır. (9) Sabaha dek akar, dedi. Server:
-Bunun gibi sular tılsımlıdır. O suların başında (10) hazine ve definenin
olması gayet doğaldır, dedi.
Gaziler, oradan da göçtüler, Demos Melik’e ulaştılar. <U) O da Server’i
karşılamaya geldi, hediye ve yiyecekler getirdiler, konuk ettiler. Bu tarafta
Baba’da olan gaziler de (12) işittiler. Seyyid yakın yere geldi, diye hemen atlara
binip karşılamaya geldiler. Seyyid’in mübarek ( 3) elini öptüler. Daha sonra
Server, İlyas’a izin verdi. İlyas, bin gazi ile yerine (l4) gitti. Edime yakınlarında,
Cezire-i Cinan’da bir Burguz vardı, ona şimdi (15) Yeni Burguzi derler, oraya
gitti. Ulaştı, orada dinlenmeye çekildi. Bu tarafta Seyyid Sultan [T901] (1)
Saltık, gaziler ile oradan göçtü, Baba’ya gitmek üzere yola çıktı.
Şehre yaklaşınca (2) halk; kadın ve erkek ne kadar insan varsa Seyyid’i
karşılamaya geldiler. Üç yıldır Seyyid’i görmemişlerdi. (3) Çok özlemişlerdi,
ağlaştılar, mübarek elini öptüler, sevinç ve mutluluk içinde (4) şehre döndüler.
Getirdiler, Server’i evine yerleştiridiler. Nimetler döküp ziyafetler (5) verdiler.
Bir süre Server,(6) Baba’da oturdu.
BEŞİNC İ BÖLÜM

SULTAN A L A E D D İN ’İN (7) KÜFFAR TARAFINDAN ESİR


EDİLM ESİ

Rivayet edenler şöyle anlatır: (8) Sultan Alaeddin, Yunan tahtında sükunet
içinde otururdu. Adalet ve doğruluk ile hükmederdi. (9) O zamanda, sultanın
tersine, vezirleri gizli işler çevirirlerdi, rüşvet alırlardı, (l0) kanunları terk
ederlerdi, ihanet ile uğraşırlar ve mal biriktirmekle meşgullerdi. Halk âciz (11)
kalmıştı. Bütün ülke kargaşa içindeydi. (l2> Halk incinmişti. Ülke içinde
haramiler baş kaldırmıştı. Halk, zulmünden (13) korkup dağılmaya başlamıştı.
Şikâyetçiler, sultandan korktukları için saraya yaklaşamadı. Sonunda halk (l4)
ayaklandı.
Padişah o vezirlerin fesadını duydu, teftiş (15) etti. Zulüm ve hıyanetlerini
tespit etti, eziyet edenleri idam etti. Onların [T902] (1) içinde iki beyi çok
severdi. Kendi kulları (2) üzerine bey olarak atamıştı. Aslında onlar hilebaz ve
sihirbaz haramzadelerdi. <3) Padişaha sürekli sihirli yiyecek yedirmişlerdi.
Padişahın gönlüne ve gözüne girip (4) içeriyi zapt etmişlerdi. Sürekli dürüst
vezirleri şikâyet ederlerdi. Sultan (5) onların sözlerine itikat ve itimat ederdi.
Aslında <6> gayret ve doğruluklarını görmüştü. Sözün kısası padişahın gönlüne
girmişlerdi. <7)Onların büyüğü:
-Padişahım! Yabancılardan ve Türk neslinden vezir (8) edinmeye ne gerek
var. Onların yüzünden çok üzülüyorsunuz. Biz kullarını vezir olarak ata. <9)
İhsan eyle, sağ ve sol vezirin olalım. Senin üzüleceğin (10) bir iş yapmayalım.
Zulüm, rüşvet, eziyet, hıyanet ve işkence olmasın. Padişah (11) öfkelendiği bir
anda:
-Verdim, gitti, dedi. Bütün memleketin yönetimini onlara emanet etti. (12)
Onlara inandı. Kalktılar, elini öptüler. Kaftan giyip vezir oldular. (l3) Ülkeyi
yönetmeye başladılar. Beyler ve ağalar incindi:
-Ey padişah! Bu oğlanlar <14) devlet terbiyesi ile yetişmediler, cahildirler,
vezirlik konusunda yetersizdirler, dediler. Kendi yanında yetişmemiş (l5)
olmamasına rağmen:
-Ne olursa olsun, onları vezir yaptım, dedi. Onlar da [T903] (l) üç yıl
doğruluk ve adalet üzere oldular. Bilin adamlarına, Ulemaya, günahsızlara ve
erdemli kimselere <2) rağbet, hürmet ve izzetler ettiler. Kanun ve dinin
kurallarına uydular. Padişah onlara (3) inandı:
-Şikâyeti olanlar, vezirlere gitsin, deyip kâğıtlarını almaz oldu. Kendisi (4)
dışarıya çıkmamaya başladı. Divanını da terk etti. Ancak çarşamba ve (5)
perşembe günleri şikâyetçi dinlenirdi. Bir süre sonra onu da terk edip vezirlere
emanet etti.
(6) Padişah vezirlere sonsuz itimat edince, onlar iki şahit yerine sözü (7
edip söylediler. Sağ veziri gizli rüşvet almaya (8) başladı. Sol vezir da ona uydu,
bir oldular. İşkence ve zulme başladılar. Hile (9) ve düzenler kurup halkı
incittiler. Beyler ve ağalar padişaha ne kadar (l0) söyledilerse de onların sözüne
itibar etmedi gaflete vardı. Padişaha (ll) şikâyete varanların burnunu ve
kulağını kestiler. Akıl almaz siyasetler yapıp ( halkı, haksız yere teşhir ve
tahkir ederlerdi. Halkı bu yolla korkuttular.
Bu olanları <13) sultan bilmezdi. Onlar da zulme devam ederlerdi. Padişah
emriyledir, diye söylerlerdi. (14) Halkı padişahtan ürkütürlerdi. Halk, baş
kaldırıp başka (15) memleketlere giderdi. Başka bir melike bağlanırlardı. [T904]
(l) İnsanlar canından ve başından vazgeçip ayaklanır, cenk ederlerdi. Padişah:(2)
-Nedir bu işin aslı, diye sorunca onlar yalan ve suçlama ile padişahı (3)
inandırırdı. Hazine toplayıp köle edinmeye başladılar. Dört beş bin adam (4)
topladılar. O zamanlarda âdet şöyle idi: Bir vezir binden fazla kula sahipse
padişah ona vekillik verirdi. <5) Vezirliğin sınırı bu idi. Padişah (6) o zalim
vezirlere yüz verdi mukayyet olamadı, onlar da haddinden fazla suç işlediler.
(7)Bir gün ittifak edip büyük vezir, küçük vezire:
-Yahu malımız çok, kulumuz çok, (8) zulüm ve işkenceyi fazlasıyla
yaptık. Duymadan bu gafil padişahı aradan götürelim. Halk, (9) onun zulmünden
usandı, onu sevmezler. Biz adil davranıyoruz, diyelim, ben (l0) padişah olayım,
sen ulu vezirim ol. Padişahlık bize kalsın, diye konuştular. 0 ) Bir plan
kurdular: Rados kenarında, İtalya koyunda, deniz sahilinde (l2) ava çıkacaklar.
Padişahı yalnız bırakacaklar. Ansızın kâfirler ortaya çıkıp sultanı yakalayacak,
esir alacaklar. <13) Kendileri emaneten tahtı tutup beylik edecek. Sonra da mal
verip öldürtecekler. (14) Memleket de kendilerine kalacak. Kula ve beylere
bahşiş verelim, dediler.
-Nitekim Mısır tahtında kul otururdu. <l5) Burada da kul hükmetsin. Eğer
ben ölürsem sen padişah olursun, dedi.
[T905] (1) O hainler ve zalimler bu şekilde anlaştılar. Bir gün av için
hazırlık yaptılar. Padişahı da (2) tahrik ettiler, ava çıkardılar. Padişahın iç
odasında çalışanları inandırdılar:
-Biz de <3) sizin dininizdeyiz, deyip haça taptılar. Yer altında kilise
düzenlediler. (4) Bir de kale almışlardı, içinde mermerden putlar çıkardılar.
İslamdan tekrar dönmüş vezir,(5) seyirlik olsun diye, bir duvar üzerine dört putu
koydurdu, (6)kâfirlere haber gönderip:
-Putlarınızı düzenledim, kırdırtmadım, (7) dedi. Bilim adamları ve veliler
bundan incindiler. Söylediler, fakat onlar dinlemedi. Padişaha (8) da
söyleyemeyip âciz kaldılar. İçinde düşmanlık belirdi. Fakat korkudan gidip
padişaha (9) söyleyemezlerdi. Halk, padişaha beddua ederdi. (l0) Sonunda Saltık
Server’in yanına gidip şikâyet ettiler. Server, birkaç kere padişaha (ll)muktup
gönderdi. Vezirler, mektupları ulaştırmazlardı. Saltık da gaza ile (l2) meşguldü.
Bizzat gelip padişahı fesat ve gafletten haberdar edemezdi. (l3) Vezirler
gördüler ki iş çizgiyi aştı.
-Bir gün Saltık gelir, bize zarar verir, (l4) bizim hakkımızdan gelir, diye
hemen sultanı ortadan kaldırmaya karar verdiler. Çıkarıp deniz (l5) kenarında av
yapmaya başladılar. Sultan tedbirsiz bir şekilde gezerken Rodos kâfirlerinden
Mardvan [T906] (1) lain dört parça gemi ile ansızın geldi. Sultanı yalnız başına
(2) av yaparken bastılar, ortaya aldılar. Az adam ile cenk ettiler. (3) Sultanın atını
takip ettiler. Onu atından düşürüp bağladılar. Kalan (4) halkı tuttular, dokuz
kişisinden gayrisini kırdılar. Vezirler oradan uzaklaşıp (5) gitti. Sonra padişahın
esir düştüğünü işittiler. Göstermelik olarak kâfire hücum <6) ettiler Frenkler
gemilerine binip uzaklaştı. Bemdek gelip emaneten tahta <7>oturdu, bey oldular.
İlleri zapt ettiler.
-Belki padişahı (8) malıyla kurtarırız, diye söyleyip askerleri
sakinleştirdiler. Kâfirlere:
-Ömür boyu hapsedin. (9) Karşılığında bizden mal isteyin, mab alın,
aşikare geri serbest bırakmayın. ( Biz size gizlice mal ve il verelim,
istediğiniz gibi dostluk (ll) edelim, dediler. Kâfirler, tutsaklan ve padişahı alıp
Rados (12) adasına gitti. Sarp bir kale idi. Denizin içinde idi. ( Fırançe’nin
kilidi idi. Denizde giderken Sultan Alaeddin <l4) düşündü, yoldaşlarından birini
istedi. Her biri, bir söz söyledi, <l5)beğenmedi. Yaşlı bir şeyh vardı, o:
-Padişahım, sen bu belaya neden [T907] (l) düştün, bilir misin, dedi.
Padişah:
-Yok, bilmiyorum, dedi. Şeyh:
-Gafil, zalim (2) ve tembel olduğundan bu işler başına geldi. Cahil oğlanı
vezir edindin. <3) Sultanların ve şahların sonu bunlardan olur. Senin de başına
geldi. Müslümanların bedduasının (4) oku nişana vurdu, mazlumun ahi ve
gözünün yaşı yoluna geldi. (5) Sultan, nerede hata yaptığını hâlâ bilemedi.
Şeyhten sordu. Şeyh, vezirlerinin hıyanetini, (6) zulüm ve fesatlarını bir bir
anlattı. Padişah gafletine tövbe etti, <7) yüzünü yere sürdü. Elini Tanrı’ya tuttu.
Kurtulursa <8>şeyhi, vezir yapmak için ahd etti. Şeyh:
-Ya Server! Süleyman gibi padişahın <9> üstüne bir padişah ordu çekti,
geldi. Süleyman haber (l 'gönderdi ki:
-Benden korkmaz mısın? Yer, gök ve cümle mahluk bana itaat eder, (ll)
dedi. O bey de haber gönderdi:
-Dost, senden yüz çevirmiştir. (l2) Zira senin vezirin sakalsız bir genç
oğlandır, dedi. Süleyman’ın vezirlerinden birisi (l3) köse idi. Onu görüp genç
sanmıştı. Süleyman (l4) bu eksikliğini devletin zaafıdır, diye giderdi. O bey
bunu işitti, <15) köse imiş, dedi, gelip Süleyman’a itaat etti. Şimdi sen
Süleyman’dan [T908] (l) daha büyük bir padişah mısın ki iki cahil oğlana taht
ve vezirliği güvenirsin? Ayrıca tedbirsiz davranıp gafil (2) bulundun, teftiş
etmedin. Sakalını vezirin eline verdin. (3) Böyle olunca Tanrı sana o tahtı layık
görmedi, elinden aldı, (4) esir ettirdi. Emir idin. Şimdi gör; gaflet, zulüm ve illet
kimseye hayır getirmezmiş, (5> dedi.
Sultan, şeyhten bu nasihatleri işitince duygulanıp ağladı. (6) Şeyh nasihat
vermeye devam etti:
-Padişah! Sana nasihat ederim. Atam, Al-i Selçuk’tur. İlk (7) saltanat,
Sultan Mahmud Sebüktigin’dedir. Onun neslinden, atalarından bir Alaeddin (8)
daha gelmiştir. Sen, İkincisin. Onun zamanında da gaflet, zulüm, hıyanet (9) ve
rüşvet beyler arasında çok olmuştur. Kadılar rüşvete düştü, dinin kurallarına
uymadılar. (10) Memleketin her tarafında fitne çıktı. Halk, zulümden dağıldı,
Bacu Han Tatar’ın (ll) yanına vardılar. Sonra da sen zalimsin diye hücum edip
üstüne geldiler. Çok savaş (l2) yaptılar. Çok kavga oldu. Nice kere kırdılar,
tahtına kaçırdılar. Sonra da ardınca gelip <l3) şehri ortaya aldılar. Şehir halkı
toplanıp:
“İkiniz de meydana çıkın. <l4) Kendi aranızda savaşın. Hanginiz kalırsa o
bey olsıın. Ortada adam kırmaya ne gerek var.”, <l5)dediler. Sonunda Bacu Han
ile sultan meydana geldi cenk ettiler. Ordular seyretti, [T909] (1) bakıp durdu.
Cenk içinde sultanın atı sürçüp yıkıldı. (2) Bacu Han, fırsat bulup üstüne çıktı.
Kast etti ki başını kese. Sultanın (3)bir köpeği var idi, her zaman atının yanında
olurdu. Köpek gördü ki sultanın üzerine (4) düşman çıktı. İt, hemen Bacu Han’ın
ardından geldi hayalarını tutup (5) kavradı, ısırdı, sıktı. Bacu Han kendinden
geçip düştü. <6)
Bacu H an’ı tuttular, askerlerini kırdılar, kaçırdılar. Sultan nice yıl onu <7)
hapiste tuttu. Sonra azat etti. Gör bir köpek ne yaptı? Bu vezir oğlanlar o <8)
köpek kadar değildir. Seni ele verdiler, akılsızdırlar. Ömür yaşamış, felaket
görmüş kişiler değillerdir. (9) Üç nesneyi hor gören, bir gün hor olur. Birincisi
dinin kuralları. İkincisi anne ve baba. (l0) Üçüncüsü yaşlılar. Bunları hor
görenlerin sonu böyle olur, dedi.
Bu pir sultanı kurtarmak için (ll) tedbir düşündü. Kâfirlerin elbisesini
giydi.
-Seni düşmandan nasıl kurtarıyorum, bak dedi. (12) Pir-i A saf sultanın
elbiselerini giydi. Sultana Azer bir (13) kul tutulmuştu. Onun elbiselerini de
sultana giydirdi. O:
-Sen bu kul (l4) ol, sultanlığını anma. Birkaç gün kul gibi ol. Seni kul diye
mal getirmek için dışarıya göndereyim, <l5)dedi. Dedikleri gibi yaptılar. Kaleye
vardılar, hisar beyinin önüne geldiler. [T910] (1) Kâfirler şenlikler yaptılar.
Hisar beyi sordu:
-Hanginiz sultandır? Şeyhi gösterdiler. (2) Sultan kul gibi duruyordu.
Kâfir beyi:
-Hey Türk! Nasılsın? Bize ne verirsin? (3) Seni azat edelim, deyip
öldürmeye kast eyledi.
-Bunun bütün malını alayım, sonra bunu (4) Frengistan’a göndereyim,
dedi. Şeyh:
-Ya bey kişi! Bil ki yedi büyük hâzinem (5) var, cümlesini sana vereyim,
tek beni koyuver. Akılsız kâfir mala meyillenip gerçek <6) sandı. Yaşlı kişinin
düşüncesini anlayamadı. Döndü:
-Sizden biri gidip <7) alıp gelsin, dedi. Şeyh, sultan için:
-Bu, benim kuhımdur, akrabamdır. Bu gitsin, söylesin. Buna inanırlar.
Sizlerden de (8) bir bey gitsin, malı alıp gelsin, dedi. Kâfirler razı oldular, sultanı
gemiye koydular. <9) Sultan yola revan oldu.
Antalya Kalesi’nin önünde gemiden çıktılar. <l0) Müslümanlar
karşılamaya geldi. Sultanı gemiden çıkardılar. Durumu anladılar, hemen
askerlere haber (ll> gönderdiler. Beyler ve ağalar atlara binip koştu. Padişah
kurtulmuş, diye her tarafta <l2) şenlik yapıldı. Frenkler anladılar ki kul suretinde
olan kişi, sultan hazretlerinin (l3) kendisiymiş, hile yapılmış. Feryat ettiler. Kâfir
beyini tuttular, kalede hapse koydular. <14) Padişaha at çektiler, saraya getirdiler.
Bu tarafta hain vezirler (15) öğrendiler ki padişah kurtuldu, hile ve hıyanetleri
bilindi. Hemen hâzineyi açıp orduya mal [T911] (l) paylaştırdılar, adalet ve
doğruluk yapıp:
-O zalim bey yine geldi. Gelin bize tâbi olun, <2) size adalet, ihsan ve
riayetler edelim. Vergileri, rüşvet ve zulmü giderelim, l3) deyip halkı
kandırdılar. Sipahi, kul ve halka onar bin akçe* bahşiş verdiler:
-Bunlar, adildir, <4) sultan zalim ve gafildir, deyip vezire uydular. Orduyu
toplayıp geldiler, Antalya’yı kuşattılar. ( 1 Sultan Alaeddin burcun üzerinden
halka seslendi. Halk lanet edip (6) ona sövdü.
-Bre gafil, zalim, Hakk’a asi! Bize ne zulümler ve sıkıntılar yaptın. (7)
Rüşvet ve adaletsizlikle canımızı ateşlerde yaktığını bilir misin, derlerdi.
Padişah <9)ant içerdi ki:
-O işlerden benim haberim yoktur. Bu hainler yaparmış. Halk:
-Bre (9) gafil, zalim! O söylediğin daha beter. Padişahlıkta gaflet sana
neye mal oldu, deyip sultana ok <10) ve taş atarlardı. Sözün kısası kırk gün
kuşatmayı sürdürdüler. Sonunda çare (ll) bulamayınca sultan bir gemiye bindi,
Sinop’a gitmek üzere yola çıktı. Kendini bezirgân <l2) kılığına koydu, Kilaşpol
şehrine geldi. Seyyid o zaman (13) Edirne’de değil idi. Sultan Ahmed-i Rumî’nin
yanına geldi, kendini tanıttı. <l4) Şeyh, yanında idi. Seyyid Saltık korkusundan
Şeyhi, Rados’tan getirmişlerdi. ( 5) Ahmed-i Rumî, Baba’dan Seyyid’e haber
saldı, padişahın geldiğini bildirdi. [T912] (l) Seyyid orada kâfirlerle gaza ederdi.

Akçe: Küçük gümüş para, her türlü madenî para.


Dönüp Edirne’ye geldi. Sultam karşılamaya çıktı. (2) Seyyid, yüzünü çevirdi.
Gazap edip:
-Bre zalim! Niçin saltanatta gafil <3) oldun? Birkaç cahil oğlanı vezir
edinip halkını yere vurdun? (4) Zulüm, haksızlık, rüşvet ve hıyanet âlemi tuttu,
bilmiyorsun. Memleketi yönetemiyorsun. <5) Memleketi vezire emanet etin,
kendin neler olduğunu yoklayamadın. (6) Kendi âleminde oturursun. Sana bu
kadar felaket çok değildir, dedi.
Sultan (7) ağlayıp Seyyid’in ayağına düştü, tövbe etti. Kul aslından
kimseyi vezir etmemeye yemin etti. (8) Baş veziri, ulema ve akıllı kişiler
arasından seçeceğine söz verdi. Seyyid’den özür dileyerek yalvardı. Seyyid,(9)
sultanın suçunu affetti. Sonra gemiye binip yola çıktılar. Edirne’de on (l0)gün
kaldılar.
Gaziler toplandı, Anyas Kalesi’nden gemiye bindiler. Denize açıldılar,
(11) rüzgâr ile gelip Antalya şehrine ulaştılar. Server Seyyid, (l2) sultan ve Şeyh
Haşan gemiden inip kaleye çıktılar. Kaleyi kullara (l3) vermişlerdi. Sultan
gidince o hain vezirler, kale içinde eğlence meclisi kurmuşlar, (l4) tedbirsizce
eğleniyorlardı. Sarayın içinde otururlardı. Seyyid ile gelen gaziler üç <l5)bin kişi
idi. On parça gemi vardı. Hemen ansızın kaleye [T 9 1 3 ] (l>saldırdılar.
-Hay! Bu işin aslı nedir, deyinceye kadar sarayı bastılar, o iki melun <2)
vezir tedbirsizce oturuyordu. Kullan ile kalkıp cenk ile meşgul oldular. Çok
kimseyi orada (3) katlettiler. Vezirleri tutmak istediler. O bey olan vezir kaçtı,
gitti, Alaiyye (4) kalesine düştü. Küçük veziri yakalayıp öldürdüler. Parça parça
ettiler. ( Derisine saman doldurdular, burca astılar. Büyük vezire, adıyla
Derukyon(6) derlerdi. Bu tutulan vezire Abdulcerre derlerdi. Onu tepelediler.
Vezir Maksud (7) kaçtı, Alaiyye Kalesi’ne vardı. Oranın kadısı rüşvet alan
bir melun (8) idi. Maksud vezir zamanında fesat ederdi, halkı incitirdi. Şikâyete
<9) varanları hakaretler edip mazlumları sindirdi. Kadıları (l0) lime lime kesmişti.
Rüşvet alırdı. (ll) İbn-i Maruf diye anılırdı. (l2) İşitti ki vezir kaçıp geldi, hemen
karşılayıp şehre getirdi. Halk <13) kadıya bir şey söylerse öfkelenir, halkın kimini
öldürür; kiminin (l4) burnunu ve kulağını keserdi. Şehre bir fitne bıraktı. Çaresiz
halk (l5) neylesin? Korkularından sakin oldular. Getirip Maksud’u konuk etti.
[T 9 1 4 ] (l)Ziyafetler verdi. Sonra:
-Burada durmayalım, gemiye binelim, <2)Frenk’e gidelim, dedi.
Meğer kadı, gizli din tutardı. (3) Kul aslından, Rum zürriyetinden idi.
Maruf adlı bir kişi onu <4) oğul edinmişti. Atasının dinine dönmüştü. Onun için
<5) rüşvete, zulme ve hileye meyilli idi. Köle taifesinin çoğu <6) din bakımından
muhayyerdir. Küffardan geldiği gönlünden <7) çıkmaz.
Vezirden ayrıldılar, (9) gece gemiye binip Frengistan’a gittiler. Bu tarafta
Sultan Alaeddin (l0) tahta oturdu. Server Saltık, gah Yunan’da gah Sinop’ta
eğlenirdi. (ll)Neler oluyor diye her tarafı takip ediyordu. İşler, her tarafta adalet
ve doğrulukla <12)yürüyordu. Server, gazileri gazaya (l3)hazır tutardı.
Nakildir: Erlik ondur, dokuzu hiledir. (14) Nitekim Sultan Talm zamanında
bir olay vaki oldu. Şark tarafından <15) düşman belirdi. Mısır halkı ondan
korktu. O düşman [T915] (l) Mısır’a elçi gönderdi. Elçinin görevi casusluk
yapmaktı. Mısır’ın (2)ne kadar askeri vardır, onu öğrenmek isterdi. Öğrenip ona
göre hazırlık yapmak istediler. Mısır <3) beyleri bu hâli anladılar:
-Nasıl edelim? Bu gelen Tatar’ın elçisine asker gösterelim (4) de bizden
korksun, dediler. Meğer Şam’ı almaya yürümüşlerdi. Sultan:
-Şimdi <5) ne tedbir alalım, dedi. Sultan öyle deyince Rum aslından ik i(6)
bey var idi, onlar sultana:
-Ya Server! Ona yaygara gösterelim. Nihayet bizim (7) askerimiz on iki
bindir. Piyademiz yedi bindir. Bunları her biri bir renk (8) elbise giysin, tek renk
olup gelsinler. Elçinin önünden geçsinler. (9) Tekrar başka bir renk elbise
giysinler, sonra varıp (l0) geri gelsinler. Bu yolla on iki türlü renkle iki bin (ll)
adam her gün elçinin önünden geçsin, böylece asker çok (l2) görünsün. Sanki
her biri başka bir adamdır, düşünülsün. Düşman korksun. Bu tedbiri uygun <l3)
gördüler. Hem de öyle edip on iki bin er, on iki renk elbise ile <l4) gelip elçinin
önünden on iki kere bölük bölük geçti. Sultan’a dua ve senalar ettiler.
(l5) Elçi bu on iki alay kulu gördü, hesap etti. [T916] (l) Yüz kırk dört
mükemmel aletli ve heybetli kulu var imiş. Hayran <2) olup kaldı. Sonra Şam
Kazan’a elçi gelip haber getirdi:
-Mısır sultanının <3) bu kadar kulu vardır. On iki bölük, her bölüğü on iki
bin (4> erdir. Her bir bölüğü bir türlü renk elbise giyer, birbirine benzemez. Kimi
ak, kimi sarı, <5) kimi kızıl, kimi yeşil, kimi siyah, kimi al, kimi mavi, kimi
asumanî, kimi limonî, kimi miskî, (6) kimi gül, kimi şeftali rengi. Saydığım
renklerde atlısı, yayası bu kadar deyince Tatar’a korku ( 1düştü, dönüp gitti.
Şimdi beylerde, erenlerde ve pehlivanlarda hile çok (8) olmak; tedbirde
usta olmak; her işin sonunu düşünmek gerektir. (9)
Erlikten rivayettir: Olay, Mısır’da gerçekleşmiştir. Bir zamanlar bilim
adamlarının ve beylerin ortasına, (l0) Mısır’a, İskenderiyye şehrine Frenk ordusu
çıkıp geldi. Mısır sultanı(ll) kullara teklif etti ki varalar, cenk edeler. Kul taifesi
Frenklerden <l2) korktu. Bilim adamları, sultana:
-Ulema taifesi olarak biz âlimiz, dinin bekçileriyiz. <l3) Şimdi gelsinler,
bizimle cenk etsinler. <14) Sultan emretti, hepsi cenge gitmek üzere toplandı. O
zamanda bir âlim (l5) vardı, Şeyhü’l-lslam idi. Gitti bilim adamlarını topladı. On
iki bin âlim [T917] (l) bir araya geldi. Onlar kullardan, beylerden ve sultandan
ileri gittiler. (2) Kâfirlere yaklaştılar. Bir tepenin üzerine çıkıp el kaldırdılar,
yüzlerini göğe (3) tuttular. Hak’tan yardım istediler. Bir süre sonra gök (4)
yüzünde bulutlar peyda oldu, şimşekler belirdi. Melekler ve ruhanîler yetişip (5)
küffarı öyle kırdılar ki kaçabilip gemiye düşen kurtuldu. (6) Karada kalanlardan
biri bile kurtulamadı, kılıçtan geçirdiler. Cinevis <7) Frenginden kırk bin kâfir
toprağa düştü. Kalanı kaçtı, denize gitti. Otağlar, çadırlar ve hazine (8) geride
kaldı.
Geride kalanları bilim adamları yağma ve talan etti. Kullar, beyler (9) ve
sultan geldi, bu zaferi gördüler, hayran oldular. Bildiler ki bilim adamlarına,
günahsızlara, gariplere (10) ve fukaraya Hakk’ın emriyle gökten melekler
yardıma gelirlermiş. O zaman (11) beyler gelip bilim adamlarının elini öptüler,
hatalarını anladılar, özür dilediler. (12) Bildiler ki ümmet-i Muhammed bütün
halkların ve taifelerin iyisidir. Ümmet içinde <l3) en önemli kesim ise bilim
adamlarıdır. Harp ve gazada hizmet beylerin işidir. Onlar bu işleri kılıçla
yaparlar. (l4> Bilim adamları dua ve himmet ile savaşırlar. Mazlumlar, zalimlerle
savaş yaparlar. (15) Ah ederek, göz yaşıyla ve gönülle dua ederler, yalvarırlar.
Server Saltık, [T918] (l) fukara elbisesi giymişti, derviş kılığında
yürürdü. Bilim, amel ve ibadet ile <2) din için çalıştı. Doğru yoldan yürüdü.
Nitekim peygamberler doğru söz söylediler ve doğru iş yaptılar. (3)
Peygamberlerin yolundan evliyalar yürüdü. Günahsız dervişler ve bilim
adamları doğru yoldan yürüdü ve dinin emirlerini yerine getirdi. Doğruyu talep
ettiler. (4) Müslümanları gayrete getirdiler. Kâfirleri İslam’a davet ettiler. Her
kişiye üç şey farzdır: Birincisi şudur: (5) Her yerde küffarı dine davet etmek.
İkincisi: Hakkını talep edip ahirete bırakmamak. (6) Üçüncüsü: Fukarayı gayrete
getirmek ve mazluma yardım etmek. Hakk’a hıyanet edip Müslümanlara (7)
zulüm, hile ve işkence yapanların vay hâline. Yarın mahşer gününde öyle bir
azap çekecek ki halk ona hayran (8>kalacak. Resulullah buyurur:
-Üç kimseye cehennemde çok büyük azap olacak, o azap kâfirlere bile
olmayacak.(9)
-Onlar kimlerdir, dediler. Resulullah:
-Birincisi, münafıklar; İkincisi, zalimler; üçüncüsü rüşvet alanlardır.
Onlar, işkence <10) yapıp yalan ile dinin kurallarına aykırı davranırlar. Hakk’a
asi olan onlardır, onlar düşmandır. Adalet, insaf ile hareket eden (ll)ve dinin
kurallarına uyanlar, güzel insanlardır. Onlar, İslam dini içerisinde düzen
bozmazlar. Hile yapan ve dinin kurallarına uymayanlar (12) zalimdir, melundur.
Meseldir: Karanlık iş takip ederek dirilen, mihnetle can verecektir. (l3)
Çoğu zalim, dünyadan ahirete imansız gidecektir. Zalimler, insafa dönmeli ve
günahını kabul (l4) edip tövbeye sarılmalıdır. Mazlum ile helalleşmelidir. Eğer
helalleşmezse, köle hakkı olur, tövbe ile gitmez. (15) Azabını çeker. Seyyid,
halka nasihat ve vaaz [T919] 05 ederdi. Bunun için Sinop şehrinde oturmuştu.
Sultan Alaeddin, Konya (2) şehrinde Şeyh Hasan’a vezirlik verdi. Dinin
kurallarına uyup uymadığını teftiş ederdi. Zulmü ve fesat çıkaranları <3) takip
ederdi. Adalet ve doğruluğu gözetirdi. Sultan yer yer hayrat yapardı, zaviye
inşa ederdi, (4) yolları döşetirdi. Gafil olmazdı, (5> haftada iki gün, çarşamba ve
perşembe günlerinde divana çıkardı. (6) Dört kadıyı yanına alıp Resul’ün yaptığı
bibi halkı ve fukaraya dinlerdi, hâlini görürdü, (7) sorardı; şikâyetçilerin hakkı
her kimde ise alıverirdi. Şikâyetçilere kötü davranmazdı. Hakk’a a s i <8) olurum,
diye korkardı. Fukara ve zayıflara iyi davranırdı. Bilim adamlarına saygılıydı.
Günahsız dervişlere önem (9) verirdi. Fesat çıkaranları, zalimleri ve işkence
yapanları sindirirdi. Casuslar görevlendirerek (l0) memleketlerde neler olduğunu
takip ederdi. Nerede zulüm, rüşvet ve işkence olsa onu giderip (ll) doğruyu
yerine koyardı. Zira, bir kimse gafil olsa mutlaka bir belaya düşer. Zalim (l2)
helak olur, işkence yapan belasını bulur ve hainliğin sonu ise rüsvalıktır.
Halk, bu şekilde huzura <l3) vardı. Seyyid’e ve sultana dua ederlerdi. Din
düşmanları her tarafa sinmişti. <I4) İslarrun kılıcının heybetinden küffar güçsüz
duruma düştü. Seyyid; halkı, hain vezirin (l5)fitnesi olur, diye gözetirdi.
Geldik bu yana: Hain vezir ve rüşvetçi kadı kaçıp Fırançe [T920] (l)
padişahına ulaştı. Kâfir beyi, onlara çok rağbet etti. Bir yıl kadar orada
durdular. (2) Vezire ulu beylik ve kadıya da ulu keşişlik verdi. Keşişin adına,
İbni Marifet (3) derlerdi. Frenk’te Civan adı koydular. Vezire, Dermas dediler.
Dermas bir gün Fırançe beyi (4,Mihal Mesturi’ye:
-Bana himmet edip asker ve gemi verirsen ben de gidip (5) Türk illerini
yağmalarım, dedi. Bey de ona uydu, güzel olur, deyip on altı beyi (6) yanma
verdi. Üç yüz parça gemi ile melunu gönderdi. Onlar gelip Rum’da, deniz (7)
kenarında bulunan Lükestem Kalesi’ne çıktılar. Askerleri karaya çıkardılar.
Rumeli’ye bir korku (8) düştü. Kâfirlere söylediler:
-Sizler, bizden korkmayın. Biz Türk Saltık için (9) geldik, dediler.
Denizden ve karadan Edirne tarafına yürüdüler. Anyaz, Mekri (10)ve Mandıra
kalesine ulaştılar. Bu taraftan gaziler de erişti. Seyyid’e haber gönderdiler, (ll)
düşmanın geldiğini bildirdiler. Server kalktı, Edime şehrine gitmek üzere yola
çıktı. Yedinci gün (12) gazilere yetişti. Anyaz kenarına, Mekri Kalesi’ne
ulaştılar. Kâfir <l3) askerleri karaya çıktı. Keşiş de (l4) gelmişti. Çıkıp ileri
yürüdü:
-Müslümanlar, gelin cenk etmeyin. <l5) Kâfirler çoktur, başa çıkamazsınız.
Amacımız sizi haraca kesmektir. Yine evli evinde [T921] (l) otursun, deyip
halkı korkuturdu. Gazilerden Yunus Gazi’nin önüne çıkageldi, (2) server ona
ansızın öyle bir mızrak vurdu ki atından yere yıkıldı. Müslümanlar (3) üşüşüp
tuttular. Onu, Seyyid’e getirdiler. Seyyid, ona:
-Ya melun! Gördün mü (4) rüşvet yemek seni nereye getirdi. Hazret-i
Resul, <5) rüşvet zehirdir, her kim yerse bela ile hemen helak olur, bir derde
uğrar, demiştir. Eziyet edeni, katlederler. Şimdi dön, tövbe et, seni
bırakayım. Tekrar bizden(7) ol, dedi. İbni Muarref:
-Ya Server! Ben köleyim. Meylim babamın, dedemin dininden taraftır. <8>
İslam dininden döndüm, bir daha dönemem. Ama beni gel salıver, mal al, dedi.
Müslümanlar bu sözü işitince: (9>
-Yazıklar olsun bunun ilmine, dediler. Seyyid:
-İlim nisan yağmuruna benzer. Nitekim (10) sadef, insan ağzına düşse
cevher ohır, yılanın ağzına düşse (ll) zehir olur. Şimdi yılanın ağzındaki zehir
gibidir. Fesat, şirret, zor (l2) ve zulüm olur. Uğurlu kişi ağzında ilim ve dinin
silahı olur. Atam Seyyid <l3) Cafer Gazi zamanında, Ukbe Kadı’nın kâfir
olduğunu öğrendi. Onun (14) hikâyesi Seyyid Battal kitabında malumdur.
Zamanın halifesinin kadı askeri (,5) idi, gizli din tutardı. Kayser ile iş birliği
yapardı. Sonunda rüsva oldu. Halife [T922] (1) onu tutup dedeme verdi. Zira
ona iftira atmış idi. Yalan çıktı, hâli bilindi, Seyyid (2) Gazi’ye verildi. Halife,
sen nasıl edersen et, dedi. Onu yedi kere sattı. Kâfirlere geri döndü. <3) Sonunda
öldürdü. Şimdi ben de satarım, dedi. Vezire sattı, on bin altın aldı. (4) Karşılıklı
durup cenk ederlerdi. Rivayettir: Cenkte üç kere tutuldu. Geri sattı. Belki döner
diye öldürmeye <5) kıyamadı. Mümkün olmadı. Seyyid:
-Ben bu herifin Müslüman olmadığım, (6) rüşvet yiyip dinin kurallarına
aykırı davrandığını bildim, dedi. Buyurdu, melunun (7) derisini yüzdüler, saman
doldurup Keri Kalesi’nin burcuna astılar. Kâfirler (8) onun için yas tuttular,
karalar giydiler. Üç gün cenk etmediler. Müslümanlar hazır bekledi. Vezir (9)
Maksud, o günlerde ava çıktı. Melul lain de avda idi. İlyas (10) Rumî, İbrahim
Rumî, Yunus Rumî, Haşan Rumî ile diğer gaziler kâfiri bastı. (11)Üç yüz Frenk
askeri toprağa düştü. Melunu yedi yerinden yaralayıp (12) yakaladılar. Haşan
Gazi tutup Seyyid’e getirdi. Seyyid buyurdu: (l3)
-Aman vermeyip bu hain döneği öldürün, dedi.
Gaziler üşüşüp parça parça ettiler. <l4) Kol, bud ayırdılar, helak oldu.
Şerrinden âlem kurtuldu. Denizde, geminin içinde bekleyen (15) kâfirler dağılıp
kaçtılar. Seyyid oradan döndü, geri Edime şehrine geldi.
[T923] (1) O yıl gazilerle Edime şehrinde kaldı. Sultan Alaeddin de
yerinde oturdu, adalet ve doğruluk (2) ile meşgul oldu. Başına geldi, mihnet ve
felaketten dersini aldı. Ham idi. (3) Şiddet ile pişti, uslandı. Hain Maksud’un (4)
duvar üzerine koydurduğu putları yıktırdı.
Rivayettir: Konya şehrinin temeli atılıp (5) kale yapıldığında bu melun
içeride idi. Sultana:
-Server, kalenin (6) duvarında bir nişan olsun, analım, dedi. İzin aldı,
kalenin duvarlarına (7) suretler yaptırdı. Hâlâ durur. Server:
-Bu melunun yaptırdığı (8) suretlere bakınca dininin ne olduğunu anladım,
dedi.
O vakit bu fitne savıldı. Sultan (9) vasiyetname yazdı:
-Her sultan ulu vezirini ulemadan yapsın, köleden <l0) sakınsın, vezir
yapmasın, dedi.
Bu tarafta Sultan Saltık, Edirne’de otururken (ll) gönlü gaza istedi. Tekrar
Baha’dan yana yürüdü. Giderken haber geldi k i (12) Arnavut vilayetinin kâfirleri
baş kaldırmış. Edirne’ye gelmişler, İç il’e <l3) çıktılar diye bildirdiler. Server,
yanındaki dervişlerden ve gazilerden bin yedi yüz kişi (14) seçti, Amavut’a
gitmek üzere yola çıktılar.
Her tarafta gaziler işitti, toplanıp yedi (15) bin kadar oldular, Seyyid’in
yanma geldiler. Oradan kâfirlerin üzerine yürüdüler. Arnavut meliki [T924] (1)
sarp bir yere çıktı. Sarp dağların zirvesindeki bir kulubeye girdi. Cengi oradan
idare etti. (2) Seyyid, gazilere zarar olur diye sarp yerlere çıkarmadı,
sihirbazların oturduğu adaya (3) yöneldi. Gaziler, adaya yöneldi. (4) Gemilerle
geçip sihirbazları kılıçtan geçirdiler. Bazısını tutup esir ettiler. (5) Sihirleri batıl
olsun diye enselerini dağladılar. Zira cazunun gövdesine ateş değse sihri (6)
bozulurdu. Enseye vurdular.
Rivayettir: Yüzü dağlayan melundur, Sünniler böyle şey yapmasınlar. (7)
Kâfir yaparsa bile Hak tealaya asiliktir, münafıklıktır, hiçbir dinde (8) yoktur.
Şimdiki zamanda âşıklar yapar, aşk nişanıdır. Gövdeye ateş değdirmek (9)
haramdır. Kendilerine zulüm ederler. Şeytana tâbi olanların nişanıdır, büyük
günahtır. Onların (I0) nefsi yarm kıyamet gününde davacı olacaktır. Bu tür
şeylerden sakınılmalıdır. Tövbe edilmelidir. (ll)
Nakildir: Yarm kıyamet gününde kâfirleri, asileri<I2) ve günahkârları Hak
teala cehenneme koyar. Üç türlü uzuvlarını ateşte yakmasınlar. Birincisi yüz,
(l3) İkincisi dil, üçüncüsü yürek. Üç taifeye azap olacak: Birincisi (14)
münafıklar; İkincisi zalimler; üçüncüsü hainler, haram ve rüşvet yiyenler, iftira
<15) atanlar. İslam dininde fesat çıkaranlar, Halde’ın yolunu terk edenler, tövbesiz
ölenler. [T925] (l) Bunlar açıktır. Biz yine hikâyemize gelelim. Seyyid o kavmi
kırdı, o yeri viran eyledi. (2) Zira Müslümanlar onların sihir ve hilelerinden âciz
kalmıştı. Seyyid:
-Bundan sonra artık (3) fesat edemezler, dedi. Seyyid geri Arnavut meliki
laine döndü. O melun dağdan inmedi. (4>Seyyid gördü ki gelmez. Saltık, il içine
yürüdü. Amavutlar, Seyyid’in arkasına (5) düştü. Amavutlar on iki bin kâfirle
çıkageldi, Seyyid’in (6)üstüne saldırdı. Dere içinde cenk ettiler. Seher vaktinden
akşama kadar dövüştüler. (7) Amavutlar Türkü yendim, derdi. Yakm yerde bir
te kür vardı, Sırfa b ey i(8) idi. Seyyid’i karşılamaya geldi, bu cengi gördü:
-Beyler! Bu Saltık’la kimse başa (9) çıkamaz. Şimdi gelin buna bir dostluk
gösterelim. Dost, sıkıntılı zamanda bulunandır, ( 0) dedi. Hemen Arnavut
askerlerine saldırdı. Seyyid’in üstünden uzaklaştırıp (ll) geriye püskürtülen
Arnavut meliki dönüp kaçtı. Üç bin A rnavut<12) kâfirini esir ettiler, mallarını ve
rızklarını yağmaladılar. Sırf askerleri zengin oldu. Zafer ile (13> Seyyid’in
yanma geldiler. Seyyid onları hoşgördü. Haraçlarını onlara bağışladı. Onlar (I4)
da Seyyid ile birlikte sefere gitmeye söz verdiler. Her seferde (15) birlikte olmak
için anlaşma yaptılar. Orada üç gün oturdular, dördüncü gün Sırf diyarma
geldiler. Sırf meliki [T926] (I) ve Bulgar beyi de geldi, Seyyid’i misafir ettiler.
Seyyid ondan sonra Baba’ya yöneldi. (2) Gaziler ise Edirne’ye gittiler. Server,
Laz diyarma yaklaşınca Lazoğlu Server’e ziyafetler (3) verdi, hoşgördü, misafir
etti. Oradan göçüp Baba’ya gittiler. (4) Kış geldi, Server dinlendi. O yıl gazilerle
birlikte oturdu. (5) Oraya yakın yerde bir melik vardı. Adına Bağış derlerdi.
Onun bir oğlu vardı. (6) İşitti ki Müslümanlar kâfirlere bu işleri her tarafta
yaparlar, başarılı olurlar. Babasına:(7)
-Eğer bunların dini hak olmasa her yerde Türkler kâfirlere galip
olmazlardı, dedi. O (8)bey, oğluna öfkelenip:
-Bu Saltık eğer Türklerin içinden giderse, ben yalnız başıma (9) kalan
Türke yeterim. O, insan ejderhasıdır, onunla başa çıkılmaz, dedi. Oğlu:
-Saçma sapan (l0) konuşma. Sen kim, Türklere yalnız cevab vermek kim.
Boş lafa ne verirler,(1ı:,dedi.
Babası öfkeledi, gazaba gelip oğlunu öldürmek istedi. Oğlan <12) gördü ki
babası kendini öldürecek. Hemen bir ağaç altına girdi, kulağının tozunda öyle
bir darbe (13) vurdu ki lain ses çıkaramadan can verdi. Oğlan Bagış’ı öldürdü,
hemen (l4) bir gemiye binip kaçtı, Seyyid’e geldi. Arkasından kâfirler gelip
Seyyid’e feryat ettiler:
-Bu oğlan, günahsız (15) babasını öldürdü, asi oldu, dediler. Seyyid:
-Niçin atana kıydın, dedi. [T927] (I)Oğlan:
-Sana düşman oldu, onun için öldürdüm, dedi. Kâfirler:
-Haşa! Yalandır. Beyliğine göz dikti, (2) dediler. Seyyid buyurdu, onu
idam ettiler. Asılırken kelime-i şehadet getirdi. (3) Seyyid’e haber verince iş
işten geçmişti, sonra gelip haber verdiler. Gece o yiğit Seyyid’in (4) rüyasına
girdi:
-Ya Server! O benim üzerime yalan şehadet edenler, benim
düşmanımdır. <5) Zorlayıp beni astırdılar. Tanrı benim ruhumu gövdemden
çıkarmadı, (6) ölüm acısını görmedim. Gövdem toprak olsa da yine ölmem,
dene, gör. Seher vakti beni (7) darağacından indir. Fatiha suresini oku, tabanımın
altını ayağınla tep, (8) göresin, dedi. Seher vakti dardan indirdiler, tabanını
teptiler. Fatiha okudular, (9) kırk kez vurunca o civan kalktı, halka gayret ve
heybet oldu. Seyyid: (10)
-Ben kitapta gördüm. Boğulan insan, her kim olursa olsun böyle ölse geri
dirilir. Ruh bedenden geç (ll) çıkar. O yiğit İslam’a geldi. Adını Hızır koydular.
Seyyid kendi adını verdi. Seyyid, yalan (12) söyleyen kâfirleri getirdi, hepsini
kılıçtan geçirdi: (13)
-Müslüman olsalar da işkence etmişlerdir. Katletmek gerek. Yalan, iftira
(I4) ve zulüm edenler din, yoksuludurlar. Cehennemde yanacaklardır. Dünyadan
vücutlarını götürün. Allah, (15) Resul ve müminlerin düşmanıdır.
Bunlar nakildir: Seyyid yalancı şahitlik edenlerin burnunu ve [T928] (1)
kulağım kesdi. İslam içinde fitne olmasın diye zalim, hayin, rüşvet ve faiz
alanları tepeledi. (2) Seyyid zamanında öyle bir adalet ve insaf (3) vardı ki bir
kimse, yolda bir nesne düşürse üç gün sonra geri bulunurdu. (4) Seyyid’in
korkusundan ve yasağından, fesada yüz verilmezdi. Sahibi bulunmasa <5) eşya,
hâzineye veya fukaraya verilirdi. Harama ve şerre meyil yoktu. İçlerinden bir
kişi (6) fesat etse, onu reddederlerdi, doğru sözü can ile dinlerlerdi. Dinin
kurallarına ters olacak bir konuda k ıl<7) titretmezlerdi. Temiz ve saf kişileri ileri
getirip önemli yerlerde görevlendirirlerdi. Dinin kurallarını (8) takip ederlerdi.
Namaz kılmayanlara namaz kıldırırlardı. <9) Seyyid namaz kılmayanı kovardı,
döverdi. <l0) Dindar kişi idi. Gazilere daima nasihati şöyleydi:
-Namaz kılın. (ll) Kâfirlerin Müslüman ile farkı şunlardır derdi: İmame
giymek; (I2)gusül, abdest almak; temizlik; salavat ve oruçtur. <13)
-Helak olmak istemiyorsanız, zulüm etmeyin. Mazlumun ahrndan
sakının, deyip halka nasihat ederdi. <l4) Bir fakir; bir zalim zenginden, validen,
naipten şikâyet etse ona inanır, <l5) onları teftiş edip haklarından gelirdi. Halk,
Server’e müteşekkirdi. [T929] (l) Müslümana ve kâfire; adalet, doğruluk, lütuf
ve kerem ederdi. Yetimleri, miskinleri ve zayıfları (2) gözetir, gaza malından
verirdi. Bir gün Server otururken, bir yılan çıkıp Seyyid’in <3) önüne uzandı,
feryat etti:
-Ey insanoğlunun güzidesi! Beni bir düşmanım âciz (4) etti. Oğlum ve
kızımı öldürdü. Benim ona zarar ve ziyanım olmadı. Onun şerrinden beni
kurtar. (5) O yılan insan gibi konuşurdu. Server hemen yerinden kalktı. Yılan,
Server’in önünde giderdi. Bir yere vardılar, (6) kara bir yılan kan içinde dururdu.
Seyyid ona:
-Bre zalim! Sana bu mazlum ne eyledi ki (7) bu işi yaptın? Bana vacip
oldu, seni öldüreceğim. Zalimsin, katlin cayizdir, dedi. (8) O yılan Seyyid’e
saldırdı. Seyyid, elindeki asası ile öyle bir vurdu ki iki (9) pare oldu, helak olup
gitti. Seyyid yılanın başını ezdi:
-Yılanın başını(10) ezmek gerek ki ölsün. Geri dirilmesin. Mazlum yılana:
-Şimdi git, dedi. O yılan (U) Seyyid’in ayağına yüzünü sürdü, gitti. Bir
süre sonra yılan ölüsü durduğu <l2> yerde belirsiz oldu. Seyyid’den onun aslını
sordular. Seyyid:
-İkisi de cinnîdir. Bu (l3) benim helak ettiğim kâfiridir. O, Müslüman idi.
Seyyid, cin kavmine de hükmederdi. (l4) Onlar da Seyyid’den adalet ve yardım
isterdi. Veliler, şimdi de vardır ve cinlere yardım (l5) ederler. Hem insana da
yardım yetiştirirler. Sıkıntılı zamanlarda Hızır gibi gelirler, yardım ederler.
Seyyid [T930] (l) ne zaman istese bir yerden bir yere uçarak giderdi.
Gürbüz veli idi, her kişiye iyilik ederdi. (2) Kâfirler bile Seyyid’e gelip, baba
diye hitap ederlerdi. Ona kurbanlar getirirlerdi. (3) Velayetine ve kendine itimat
ederlerdi. Seyyid, derviş idi, (4) abalar giyerdi. Dervişlerin yanında müritleri
vardı, zaviyesinde otururdu, taat <5) ve ibadetle meşgul olurdu. Bazen Tuna’da
gezinip seyran ederdi. Âlimlerle (6> sohbet ederdi. Akında düşman beürse ona
giderdi. Küffarı korkutmuştu, <7) adı anılsa titreşirlerdi. Yaramazlık ile
anmazlardı. Kim hazır ise işitir, bilir, (8) derlerdi. Velayeti ve kerameti âlemde
meşhur idi. Kendi gazaya ragıb idi. Gaziler (9) orada dururlardı. Her diyardan
halk gelip ziyaret eder, tavaf edip canı dilden <l0) severlerdi.
Baha’da Server’e izzet ettiler, halk saygı ile Server’i makama getirdi,(U)
kondurdu. Server, dinlenmek için orada kaldı.
ALTINCI BÖLÜM

SALTIK GAZİ’NİN U M LA K SARAYI’NI HARAP (,2) ETM ESİ VE


YAKM ASI İLE ZERDANUŞ’U Ö LDÜRM ESİ

Şerif, mescidinde oturup ibadet <13) ederdi. Çesar melikinden elçi geldi.
MüsKimanlar karşıladı, alıp getirdiler. (l4) Elçi geldi Seyyid’e hediyeler sundu,
mektubu Server’in huzuruna koydu. <l5) Server mektubu alıp açtı, okudu.
Yazmışlar ki:
-Sen Saltık’sın. Sen hakikat davasını [T931] (1) takip edersin, kâfirleri
kırarsın. Şimdi bilmiş ol ki bizim ile Rus arasında bir memleket var. <2) Adma,
Maskos Dayli derler. Orada bir şehir bulunmaktadır. Şehrin adı, Sayyah’tır. O
diyarın (3) beyi Sayyah’ta oturur. Adına Umlak derler. Onun bir oğlu oldu, adını
Zerdanuş verdiler. (4> Umlak, oğluna büyük bir saray yaptırdı. Yedi yılda
yaptılar. Saray (5) kusursuz olup güzellikleri anlatmakla bitmez. Meğer bunun
bir benzerini (6) Şeddad ibni Ad yapmış. Bir katının yüksekliğine ot atsan
ulaşmaz. (7) Kızıl altından yapılmış, aşağı sahraya bakardı. Bu sarayı oğluna
gerdeklik için (8) yaptılardı. Sonra Sincab melikinin kızını aldı. (9) Bu arada
Umlak öldü, yerine oğlu padişah oldu. On yedi yıldır Tanrılık davası (l0) sürer.
Halkı ayda bir kez toplar, Tanrı gibi davranır. Sizlere cemalimi arz (ll) edeyim
diye, haşa, kendine secde ettirir. Saçma sapan sözler söyler. Bu arada yürüdü,
bizim diyarımıza saldırdı. <l2) Leh, Hac, Mac ve Nac illerini fethetti, beylerini
kendine itaat ettirdi. Şimd ona (l3) taparlar. Bize de der ki; “Gelin, bana tapın.
Üç yıl sonra yürüyüp bütün dinleri (l4) ortadan kaldıracağım. Bilin ki bundan
sonra hüküm benimdir. Bana ölüm yoktur. Bu cihana ben hâkim olacağım.”, (l5)
der. Şimdi ey Server! Eğer sen hak din yolunda isen, gün gibi Tanrı’yı anlatır,
bu lainin [T 9 3 2 ] (l)hakkından gelirsin, demiş.
Server bunu okuyunca biraz düşündü. <2) Peykiyi Yahya ibni Kelb’i
çağırdılar. Server bir mektup yazıp ona verdi.
-Ya Yahya! Bu mektubu (3) Maskos melikinin yanına gidip ver. Hemen
bana haber getir, dedi. Yahya, mektubu aldı, (4) Maskos’a götürmek için yola
çıktı. Seyyid, elçiye:
-Git, sen beyine söyle, haberi olsun, biz bu iş üzerinde duracağız, (5) dedi.
Çesar’ın elçisi gitti. Bu tarafta Server, Ankabil atına binip (6) Tuna’dan geçti,
Yahya’nın ardınca gitti.
Geldik bu tarafa: Yahya atını (7) sürdü, doğru Maskos diyarına geldi,
Sapan şehrine ulaştı. Meğer o gün Zerdanuş (8) çıkmış, halkı toplayıp yüzünü
gösterecek imiş. Halk, Umlak sarayının çevresinde <9) beklerdi. El bağlamışlar,
saraya bakarlardı. Ne zaman çıkacak diye merak ederlerdi. (l0) Yahya, saraya
yaklaştı, hendek üzerine rahat bir şekilde oturdu. Erkeklik organım (U) bir taş
ile silerdi. Zerdanuş sarayının kapısını hemen açıp dışarı baktı. (12) Karşıda
Yahya’yı gördü. Askerlerin kenarında bir kişi erkeklik organını eline almış,
kendinden yana durur. (l3)Lain onu görünce öfkelendi:
-Hemen şu herifi tutun, getirin, dedi. Kâfirler (14) geldiler, Yahya’yı
tuttular, getirdiler; Zerdanuş’un huzuruna çıkardılar. Lain:
-Ya kişi! Benden (15) niçin korkmazsın, benim dizarıma* karşı erkeklik
organını niçin tutarsın, diye sordu. Yahya:
-Ben bu sorulara cevap bile vermem. [T933] (l) Ama şunu bil. Ben
senden korkmuyorum. Zira ben, âlem pehlivanı Saltık’ın yanından geliyorum.
Onun elçisiyim, (2) deyip mektubu çıkardı, önüne koydu. Vezir alıp okudu.
Alemin Serveri mektupta şöyle buyurmuş: (3)
-Benim katımdan ki Saltık’ım. Senin katına ki Zerdanuş’sun. Bu kişi
ulaştığında bil ki yerlerde ve göklerde T an rı(4) birdir. Ölümü, noksanı ve ortağı
yoktur. O kimseden doğmaz ve kimse ondan doğmaz. Yemez, (5) içmez ve
yatmaz. Bütün bu saydığım şeylerin dışındadır. İnsanoğlu, O ’nun kuludur.
Gökten (6) dört büyük kitap geldi. Onların haberleri budur. Sen bu Tanrı’yım
dersin. Hemen iman <7) getir. Kendini zayıf, âciz ve Tanrı hazretine muhtaş kul
bil. Eğer yok dersen (8) üzerine gelir, cihanı gözüne karanlık ederim, demiş.
Mektubu bu şekilde bitirmiş.
Kâfir (9) bu sözleri dinledi hışma gelip Yahya’yı öldürmek istedi. Veziri
( 10) - • •
izin vermeyip:
-Elçiye ölüm yoktur, dedi. Yahya’yı orada hapsetti. Yahya:
-Ya Zerdanuş! (ll) Bir öldürsen geri diriltemezsin. Âciz bir kimsesin. <12)
Sen gör, Şerif gelicek, sana neler edecek, dedi. Yahya’nın bu sözüne çok kızdı.
Onu (l3) burca bıraktılar. Server Şerif yürüyüp Maskos diyarına ulaştı, gelip bir
kilisede konakladı. (14) Âdeti kilisede konaklamak idi. Orada konakladı,
kilisenin ruhbanları birbiriyle söyleşirlerdi: <l5)
-Saltık, Zerdanuş’a elçi göndermiş, şöyle demiş, böyle demiş. Elçisini
hapsetmişler. [T934] (l) Saltık buraya gelirse ne yaparız, dediler. Server bunu
işitti, oradan kalkıp Sabah’a (2) doğru yola koyuldu.
Birkaç gün sonra gelip Sabah şehrine ulaştı. Bu arada Zerdanuş <3) lain bir
toplantı daha yaptı. Gelip sarayından yüzünü gösterdi. Haşa, (4) hepsi secde
ettiler. Şerif halk içinde, atının üzerinde durdu, secde etmedi. (5) Yüksek sesle
Zerdanuş’a küfretti. Zerdanuş onu görünce kâfirlere:
-Tutun şu atlıyı (6) bana getirin, dedi. Kâfirler koşup Seyyid’in üzerine
geldi:

D iz d a r: Kale muhafızı.
-Sen kimsin ki padişahımıza sövdün? <7) Secde de etmedin, dediler.
Server:
-Sizden korkmayan bir kişidir. Dünya halkından da korkmam. (8)
Yalnızca Allah’tan korkarım. Zerdanuş ne köpektir ki ben ona secde edeyim,
ondan korkayım. Kâfirler, <9) Server üzerine yürüdü. Her kim geldiyse bir
kılıçta işi tamam oldu. Kâfirler bu kere kalabalık <l0) olarak hücum ettiler.
Server bir kez nara attı:
-Ey kâfirler! Bilin ki ben Saltık’ım. Geldim ki (ll) sizi kırayım.
Zerdanuş’u da helak edeyim. Gelin, siz aradan çıkın, yalnız benimle onu
bırakın, (l2) ona haddini bildireyim. Yoksa sizi hep helak ederim, kırarım.
Kâfirler, Server’in sözünü (l3) işitmediler, cenk ettiler. Ok ve kılıç, Server’e kâr
etmezdi. O sahrada dört gün, dört gece (l4) cenk ettiler. Çok sayıda kâfir
öldürdü. Zerdanuş, sarayın penceresinden (l5) aşağı, o sahraya bakardı,
askerlerine:
-Bırakmayın, derdi. Server, cenk içinde arslan ve kaplan gibi kâfirleri
[T935] (1)alay alay önüne koyup kovalardı. Bu sırada şeytan çıkageldi. Zaman
zaman gelir, Zerdanuş’u (2) azdırırdı. Tekrar gelip:
-Ne durursun, in, atma bin, git Saltık’ı öldür. Bunun (3)en sonunda ölümü
senin elindendir, korkma ve üşenme, dedi. Bu lain şeytanın sözüne <4) aldanıp
onun azdırmasını ve hilesini gerçek sandı, atma binip sürdü, Server’in önüne
çıktı.
(5) Server gördü ki Zerdanuş geldi. Hemen atını sürüp karşısına g
Göz açtırmayıp ileri geldi, elini uzatıp Zerdanuş’un kemerine yapıştı, zorladı.
Melunu bir elma gibi <7) götürdü, eyerden ayırıp elinin üzerine aldı, başının
üzerinde çevirdi ve yere vurdu. (S) Zerdanuş, çürük kayık gibi paramparça oldu,
kemikleri kırıldı. Leh, Hac, Mac, Nac beyleri <9) onu gördü, kılıçlarını bırakıp
atlarından indiler:
-Aman ey zaman pehlivanı, dediler. Server (l0) onları bağışladı. Zerdanuş
laini bağlayıp, boğazına kemend taktı. Saraya gelip atından (ll)indi:
-Ne kadar bey var ise gelsin, dedi.
Orada üç yüz bey ve bey oğlu var imiş. (l2)Dört büyük padişah gelip
oturdu. Server başını kaldırıp:
-Bre akılsız kâfirler! <n> Hangi dinde insanoğluna Tanrı demek vardır?
Siz, buna ne diye taparsınız! Onların ulu (l4) papazları birer birer kalkıp:
-Ya Server! Hiç bir din ve ayinde yoktur, biliriz. Fakat bunun kılıcının <I5)
korkusından sakalına gülüp madara ettik. Server:
-Ya Zerdanuş! Gel, Müslüman ol, [T936] (l) Tanrı’yı bir bil, seni tekrar
azat edeyim. Sen kendini kul bil. Eğer yok dersen helak ederim, dedi. (2) Lain,
Server’e kötü sözler söyleyip:
-Ya cazu! Benim gazabım nasıldır, gör, dedi. Server (3) hışım ve gazaba
gelip:
-Bre mehın! Şu hâle geldin daha haddini bilmezsin ve uslanmazsın <4)
öyle mi, dedi. Zerdanuş’u, boğazından astı. Onu, sarayda yüzünü halka
gösterdiği pencereden (5) aşağı sallandırdı. Üç gün orada asılı durdu. Bütün halk
gördü. Dördüncü gün, (6) kasr-ı Umlak’ın sarayını kendi eliyle yaktı. Saray,
yanıp harap oldu. Emretti, <7) yıktılar. Beyliği, Zerdanuş’un kardeşinin oğlu
Siman Yatoka’ya verdi. Maskos diyarına (8) bey dikip haraca kesti. Melik Çesar
bu durumu işitti, Seyyid’e mal, eşya ve hediye (9) gönderdi. Gizlice din tutar
derler. Bu tarafta Seyyid, Sabah kavmine:<l0)
-Ben gidince tekrar asi olmayın, yoksa geri gelir; sizi, oğlunuz ve
kızınızla (II) kırarım. Zerdanuş’un malının hepsini aldı. Yahya Bey’i burçtan ve
hapisten çıkardı. Üç yüz (I2) kâfirle Yahya’ya malı verdi, Tuna Baba’ya
gönderdi. Oradaki beylere izin verdi, yerlerine gittiler. (13) Server oradan kalkıp
Rus vilayetine gitti. Bir gün bir kiliseye erişti, gördü ki bir bölük kâfir <l4) yola
çıkmak için hazırlık yapıyorlar. Şerif onlara sordu:
-Sizler nereye gidiyorsunuz, dedi. Onlar Seyyid’e:
-Ya yiğit! (l5)Biz, Sas iline gideriz. Orada çok büyük bir kilise var. İçinde
bir rahip oturur, adına Bihruz derler . [T937] Yılda bir toplantı yapar, halka
nur gösterir. Oraya giden hasta, sağlam olur, biz oraya gidiyoruz. (2) Server o
kilisede konakladı, dinlendi, birkaç gün kaldı.
YEDİNCİ BÖLÜM

SALTIK GAZİ’NİN RAH İP BİH RUS LAİNİN (3)ÜZERİNE


SEFERİ

Rivayet edenler şöyle anlatır: Server oradan ayrılıp gitti, büyük bir şehre
ulaştı. (4) Leh ile Rus arasında idi, o şehrde Yahudiler oturuyordu. Server Cehud
şehrine gitti, (5) bir bağ kenarında inip konakladı. Cehudlar Server’i gördüler:
-Sen kimsin, diye <6) üzerine saldırdılar. Server gördü ki kendisini
huzursuz ediyorlar. Hemen atına binip:
-Benim Seyyid Şerif, diye (7) nara attı. Cehudlar, Seyyid’in üzerine
saldırdılar, Server’i ortaya alıp altı gün aralıksız <8) cenk ettiler. Yedi yüzden
fazla Cehud, Server’in kılıcından geçti. Bu kez Cehudlar kaçıp (9) gittiler. Kaçıp
şehre geldiler, kaleye girip kapı yaptılar. Burca çıkıp iki gün de orada (l0)cenk
ettiler. Server atıyla her tarafa koşardı. Cehudlar gördüler ki iş fesada varacak,
(ll) hepsi kırılır. Hemen burçtan indiler, aman dilediler. Kapıyı açıp dışarı
çıktılar, mal ve nimet (l2) getirdiler, haraca kesildiler. Server oradan ayrılıp yola
çıktı. Bir şehre daha ulaştı. Orada (l3) Ermeniler var idi. Onlar, Server’i tanıdı,
karşılamaya geldiler. Saygı gösterip haraç ve mal getirdiler. Server (l4) oradan
kalktı, Sas’a gitmek üzere yola çıkıp gitti.
Bir süre yürüdü. Bezirgân suretinde gelip <l5) o kiliseye kondu. Birkaç
gün geçtikten sonra Rahip Bihrus’un günü [T938] (l) geldi, etraftan kâfirler
geldi, büyük bir kalabalık oluştu. Kırk binden fazla can bir araya geldiler. (2) O
kilisenin içine ve dışına dolup durdular. Hastaları, körleri ve sakatlan getirdiler.
<3) Sıhhat bulup gittiler. Server bu duruma çok şaşırdı:
-Bunda bir hikmet vardır, Tanrı ne olduğunu bildire, dedi. <4) Kilise içinde
çok kabir vardı. Seyyid bir kâfirden sordu:
-Bunlar kimlerdir ki burada (5) yatarlar, dedi. Kâfir:
-Bunlar evliyadır, yatarlar. Burada düşman elinde şehit olmuşlardır.
Yukarı (6) Arabistandan gelmişlerdir. Server sabretti. Gece oldu, Bihrus (7) lain
kiliseye geldi. Kâfirler, bir sıpa getirdiler, üstünde fener gibi bir nesne <8) vardı.
Onu getirip kilisenin ortasına koydular, diktiler. Bihrus gelip o sıpanın
üstündeki <9) fenere girip oturdu:
-Ya kavim! Sizler bilin ki bu İsa dini gibi din <10) yoktur. Türklere
inanmayın, onlar sihirbazdır, sihir yaparlar. Özellikle bu türeyen Saltık (ll)çok
sihirbazdır. En son İsa gökten iner, onu öldürür, bilmiş olun, dedi. Ayrıca (l2)
saçma sapan daha pek çok söz söyledi. Server sabretti, birazdan yine:
-Ey kavim! Diler <l3) misiniz, nur göstereyim mi? İsa’nın yüzünün nurunu
görün, dedi. Kâfirler, bağrıştılar:
-Medet eyle, görelim, (14) Mesih’in nuru ile safalar sürelim, dediler.
Rahip:
-Eğer dilerseniz kamu mumlan <15) söndürün, daha acayip görün, dedi.
Kilisenin ruhbanları kalktı ki mumları söndüreler. Server [T939] (l) yerinden
kalkıp bağırdı:
-Sakin durun, bu melun yalan söyler, dedi. Kâfirler, (2) Server’i gördüler:
-Sen kimsin? Böyle bir yerde ne söylersin, dediler. Server, eline (3)
kılıcını aldı:
-Bu kılıcımdan benim kim olduğumu bilirsiniz, dedi. Bihrus feryat edip:

-Bre! Bırakmayın bu Türkü! Elinize iyi girdi, dedi. Server’e her taraftan
hücum ettiler. Server, (5) ruhbanları kılıçtan geçirdi, kimisi kaçıp gitti. Bihrus
oradan çıkıp (6) kaçtı. Server:
-Ya Bihrus! Seni bırakacak değilim, yere girsen de seni bulacağım, dedi.
Bihrus’un (7) ardına düştü. Bihrus gitti, Server’in korkusundan Milan Frenk <8)
diyarına revan oldu. Meğer bu Melik Milan ava çıkmıştı. Karşıdan gördü k i <9)
bir kişi toza batmış, gelmekte. Hemen emir verdi:
-Gidip, görün. Şu karşıdan <10) gelen kimdir; bana bildirin, dedi. Hemen
geldiler, görürler ki Bihrus Rahip’tir. Gidip (11) melike bildirdiler. Melik,
askerlerine emretti, elbiseler gönderdi. Getirip giydirdiler, <12) melikin huzuruna
götürdüler. Melik atından inip, Bihrus’u kucakladı: <13)
-Gelmene sebep nedir, bize bildir, dedi. Bihrus feryat edip ağladı: (14)
-Ya melik! O sihirbaz Türk geldi, kiliseyi yıkıp ruhbanları kırdı. Benim
ardımca geliyor, (15)bana yardım edin. Melik askerlerine buyurdu:
-Yollara dağılın, belki o [T 9 4 0 ](l) Türkü ele geçirirsiniz, dedi. Askerler
Seyyid’i aramak için dağıldılar. Bu taraftan Server gelirken bir yere <2) ulaştı.
Gördü ki bir kilise yapmışlar. Önünde bir bağ, ortasında büyük bir ağaç. Halk
(3) toplanmış bekliyor. Tek gözlü yaşlı kâfir bir papaz olan Fertut, eline bir ayna
almış,(4) halka kehanetle gayıbane sözler söyler. Server onu gördü, ileri yürüdü.
Ağacın dibine (5) geldi. Kâfir ağacın üzere bir taht bağlamış, otururdu. Server’i
görünce el salladı: (6)
-Benim yanıma gel, sana cevap vereyim. Sen, Saltık’sın, Bihrus’u
istersin, dedi. Orada duran (7) kâfirler Saltık’ın ismini işittiler. Feryat ile
Server’e hücum ettiler. Kâhin onlara:
-Sakin olun. (8)Ben onunla konuşacağım, dedi. Kâfirler, Server’in üzerine
yürümekten vazgeçtiler. Server Seyyid ileri geldi: (9)
-Ya kâhin! Nedir, sözünü söyle, dedi. Kâhine, Manol Kâhin derlerdi,
küffar<10) içinde bilinen bir kişiydi. Server yaklaştı, Manol:
-Ya sihirbaz Türk! Siz Müslümanlarda (11) fal bakma varmış, sözler
söylerler, bir şey bilmezlermiş. Şimdi bana bak. Bütün gaipten sana haber
vereyim, dedi. Server gazaba gelip:
-Ya Melun! Onlar gaipten haber verirken çok tedbirlidir. (13) Kitabın
üzerine kura salıp* fal bakarlar. Bir işaret verip halka hayır ve şerden <l4) haber
verirler. İlim ile söylerler, doğru ve yanlıştan haber vermeye çalışırlar. Gayba
hükmetmezler. (15) Elbette şöyledir, diye tastik etmezler. Nitekim tıp, tabir ve
fal bakma bilimi, [T941] (1) tedbir ile söylenir. Her kim tastik ederse kâfir olur.
Manol:
-Sen (2)fal bakma bilir misin ya Türk, dedi. Server:
-Evet, fal bakma ilmini iyi bilirim, ne dersin, dedi. K âfir:(3)
-Benim bir kızım var, onun hâline bir baksan. Eğer marazından haber
verirsen, sana iman (4) getireyim, dedi. Server:
-Ya kâhin! Eğer Müslüman olmazsan seni öldürürüm, bilmiş ol, dedi. (5)
K â fir:

-Öyle olsun, kabul ettim, dedi. Server fal bakıp:


-Ya Manol! Bu kızın (6) yüreğinde yel vardır. Maraz olmuştur, dedi.
Kâhin:
-Yel değildir, canlı canavardır, dedi. (7) Server:
-İlim böyle gösterir, gaybı Allah bilir, dedi. Manol:
-Bana aynada haber (8) verdiler, ben bilirim, dedi. Server:
-O senin aynana gelenler şeytanlardır, yalan (9>söylerler, dedi. Manol:
-Yalanı sen söylersin, o kâğıda yazmakla ne anlarsın, (l0) dedi. Server:
-Ya lain! Bu peygamber ilmidir. Senin yaptığın şeytanlıktır, dedi. (ll)
Kırbanından* yay ok çıkardı, Manol’un bir gözüne ok vurdu. O melun düştü,
<l2) canını cehenneme verdi. Çevresinde duran kâfirler onu gördüler, feryat edip
Server’in üzerine <l3) saldırdılar. Çok şiddetli bir cenk oldu. Akşam olunca
Server gördü ki hava karardı, (14) onların arasından çıkıp yola revan oldu, gitti.
On gün yürüdü, Bihrus’un <l5> geldiği şehre yetişti. Doğru Bihruz’un olduğu
kiliseye vardı, konakladı. Rahip suretine [T942] (l) girmişti. Manol Kahin’in
öldüğü haberi ele güne yayıldı. Yas tuttular. <2) Seyyid gördü ki o kilisede
bakırdan yapılmış büyük bir put var. Put, bir sandal üzerinde durmakta, (3)
hemen yerinden kalktı, putun yanına gelip baktı. Fırsat bulup putun dübürünü
(4) deldi, bir parçasını kopardı, içi boştu. Bir adam sığardı. Hemen içine girdi. (5)

Kura salm ak: Kura ile yer seçmek.


Krnanı: Yay kabı.
O parçayı güzelce yerine koydu, sakin oldu. Günlerden bir gün Melik kiliseye
geldi, <6)putun önünde gelip secde etti:
-Ey benim putum! Asker saldım, Saltık’ı arattım, (7) ele geçiremiyorum.
Ondan Bihrus’un intikamını almalıyım, dedi. Put içinden bir ses geldi: (8)
-Sabreyle, o Türk kendi ayağıyla gelicektir, dedi. Melik, put üzerine
altınlar (9) saçıp gitti. Server:
-Şimdi fırsat ele geçireyim, Bihrus’a bir iş edeyim ki (l0) âlemde dastan
olup söylene, dedi. Seyyid bu fikirde iken tekrar:
-Melik geliyor, dediler. Server (II) yerinden kalkıp putun içine girdi, sakin
oturdu. Kopardığı parçayı geri yerine (l2) koyup, kapattı, durdu. Birazdan
Bihrus ile Melik içeri girip, geldiler. Putun önünde (13) secde ettiler. Yalvarıp,
dua ettiler. Putun içinden Server naralar atıp:<l4)
-Ya haydut! Bihrus, bu diyara geldin, bu vilayeti de Saltık elinde harap
ettiresin. <l5) Ona kimse engel olamaz. Çık bu yerden git, yoksa seni helak
ederim, [T 9 4 3 ](1) dedi. Bihrus ve Melik bunu işitti. Melik, Bihrus <2) Rahip’e:
-Bu ne hâldir, dedi. Bihrus:
-Sultanım! Bunun içine yaramaz kimseler <3) girmiştir. Putu efsunladılar.
Bunu ateşe koyup eritelim. Tekrar yaparız, güzel olur. ( 1Hiç hayırlı söylemez
oldu. Melik emretti, putu götürdüler, ateş yakıp içine bıraktılar. (5) Ne kadar
kızdırdılarsa da çare olmadı. Put erimedi. Âciz oldular. Server p u t(6) içinden:
-Öyle mi ya Melik! Sen beni ateşe bırakırsın, bir fesatçıya uyarsın.
Vaktine hazır ol. (7) Göresin sana neler edeceğim. Melik feryad edip yakasını
yırttı, putun önünde yalvarıp (8) ağladı, özürler diledi:
-Benim günahımı bağışla. Benden yüz döndürme, dedi. Server put (9)
içinden:
-Ya Melik! Senin suçunu bağışladım, ama o melun Bihrus’u yanından
kov, gitsin. O (10) benim düşmanımdır. Hem sen de bir gece bana yalnız gel, seni
bağışlayayım, dedi. Melik hemen hışmedip (11) Bihrus’u kovdu. Şehirden
çıkarıp sürdüler, gitti. Server orada kaldı. Bihrus geri Üngürus (l2) iline geldi,
Tuna’ya erişti. Bir gemiye binip Kirban iline vardı, orada da durmadı, (l3)
korkusundan kalkıp As diyarına gitti.
Bu tarafta o putu tekrar kiliseye (l4) getirdiler, yerine koydular.
Putperestler şenlikler yaptı, birkaç gün sonra Melik gece yarısında <15) yalnız
başına sürüp kiliseye geldi. Atından inip içeri girdi, put önünde secde etti.
[T 9 4 4 ](l) Put içinden Server:
-Ya melik! Git kapıyı bağla, sana kendimi göstereyim, ama dışarıdaki
adamlarına (2) tembih et, sakin olsunlar, dedi. Melik yerinden kalkıp kapıyı
kapattı. Halkına da (3)tenbih etti:
-Aman ha! Sakin olun, dedi. Girip put önüne geldi, yalvarıp:
-Ey benim falarum fistanım! (4) Yüzüne hasretim. Bana kendini göster,
göreyim, dedi. Server put içinden dışarı (5) geldi, elinde bir hançer tutardı.
Melik onu gördü:
-Kimsin ve nasıl bir kişisin, dedi. Server:(6)
-Ya melik! Bilir misin, o gün put, sana, Saltık ayağıyla gelir, dedi. İşte
ben Saltık’ım, (7) geldim, ne dersin? Aç gözünü, aklını topla. Melik yerinden
kalkıp feryat etti:
-İmdat! (8) Gelin, diye çağırdı. Server, herifin sinesine öyle bir yumruk
vurdu ki yüzünün üstüne <9) yere düştü. Meliki dine davet etti. O lain imana
gelmedi. Sonunda başını gövdesinden (l0) ayırdı. Ölüsünü parça parça edip o
put içine soktu, çevreyi yıkadı, kanını (ll) temizledi, ölüsünü belirsiz etti.
Sabah oldu, Server o beyin elbiselerini giydi, <l2) dışarı geldi. Halk
Server’i beyleri sanıp atını getirdi. Server, doğru o beyin sarayına (l3) geldi.
Atından indi, içeri saraya girdi, beylerini ve vezirlerini davet edip:
-Hemen bana (l4) Bihrus’u bulun, getirin, dedi. Beyler etrafa adamlar ve
kaşifler saldılar. Bihrus’tan (,5) nişan bulamadılar, nerede olduğunu bilemediler.
Gidenler geri döndü. Seyyid bir gece saraydan çıktı, yola revan oldu. [T 9 4 5 ](1)
Bu tarafta o kavim beyimiz kayboldu, diye her yerde aramaya başladılar.
Bulamadılar, tekrar (2) kiliseye geldiler, put önünde yüzlerini yere vurup
ağlaştılar:
-Beyimiz kayboldu, <3) bize haber ver, doğruyu nereden öğrenelim,
dediler. Put içinden şeytan ses verip:
-Beyinizi (4) Saltık öldürdü. Parçalarını putun içine koydu. Kâfirler feryat
ve figan ettiler, melikin gövdesinin <5) parçalarını putun içinden çıkardılar,
götürüp bir yere defnettiler.
Geldik (6) bu yana: Server giderken bir makama geldi, orada dinlendi.
Birazdan (7) bir kervan çıkagelip orada konakladı. Bihrus onlarla birlikte idi.
Server, Bihrus’un yanına geldi, (8) oturdu. Bihrus, Server’i görünce:
-Kimsin, dedi. Server:
-Macar mülkündenim, (9) bir rahibim. Yolda gelirken Saltık’a rastladım.
Beni tuttu, malımı ve rızkımı, neyim var ise elimden (10) aldı. Ben yayan
kaldım, beni öldüremedi, bırakıp gitti. Bihrus bunu işitti:
-Ah! Ya rahip onun (ll) elinden ben dertli de Sas mülkünde büyük
kilisede oturmuştum. Mesih ümmetine (l2> nasihat ederdim. Onun kanma fetva
verdim, halkı bilgilendirirdim. Sonunda benim orada olduğumu (l3) işitmiş.
Geldi, bana hile ve naziklikle bir iş eyledi ki anlatılamaz, dedi. (l4) Ağladı.
Server gördü ki Bihrus’un düşmanlığı daha da artmış. Server gönlünden: (l5)
-Ey haydut! Ya seni İslama getiririm ya helak edip tepelerim. Sabretti.
Kervan [T 9 4 6 ](1) göçüp gitti. Bihrus ile kendisi kaldı. Server, Bflırus’a:
-Şu derenin içinde güzel bir <2) bınar vardır. Oradan su alalım, papaz
kardeş, yolda gerek olur, diye o suya saptılar. Derenin <3) içine girdiler. Server
hemen Bihrus’un atını tuttu. Bihrus:
-Hey! Ne yapıyorsun ya yiğit, dedi. Server:
-Ç ok(4)söyleme, atından in. Bu su üzerinde yemek yiyelim, dedi. Bihrus:
-Deli misin be herif, henüz sabahtır, (5) kamımız daha acıkmadı, yemek
mi olur, yoksa esrarcı mısın, dedi. Server:
-Ya Bihrus! Ben henüz açım, (6) ömrümde hiç doymadım. Bihrus ne
söylediyse çare olmadı. İndirdi, orada bir ağaç vardı, onun dibinde (7) oturdu:
-Kervandan ceza alırız, bizi harami basar, helak eder, dedi. Server:
-Benim <8) olduğum yerde harami gelmez, kaçar, gider. Bihrus düşünceye
dalıp dururken yedi atlı peyda (9)oldu. Bihrus onları görünce:
-Sen nasıl bir adamsın? Öyle yaptın, böyle yaptın bizi belaya uğrattın.
Kervandan (10) uzak düştük. Şimdi hâlimiz ne olacak. Bu atlılar hırlı kimseler
değildir, dedi. Server:
-Onlar hırlı (ll) değilse yoldaşın hırlıdır, dedi. Süvarlar gelip yetiştiler,
atlarının başını çekip durdular: (l2)
-Kimsiniz, dediler. Server Bihrus’un atma bindi, kılıcını eline alıp karşı
yürüdü, atlılara (l3) hücum etti. Orada cenk ettiler. Server onların dördünü helak
etti, üçü kaçıp(I4) gitti. Server, Bihrus’un yanına geldi:
-Ya Bihrus! Nasıl? Erliğime inandın mı, <15) yoksa daha niza eder misin,
dedi. Bihrus:
-Sen kimsin ki sana niza edeyim, dedi. Server: [T947](l)
-Ya Bihrus! Ben Saltık’ım seni imana davet ederim, ne dersin? Bana
haber ver:
(2) Bihrus bunu işitti, feryat edip küfür etmeye başladı. Server atı
inip Bihrus’u bağladı, ağaca sardı. Bihrus, Server’e söverdi:
-Ben senin dinine girmem, başımı (4) veririm, dedi. Bir müddet orada
oturdular. Karşıdan bir alay atlı geldi. Meğer o haramilerin <5) yoldaşları imiş.
Server’i orta yere aldılar. Server onlarla cenk etmeye başladı. <6) Haramilerden
birkaçı Bihrus’un üzerine geldi. Bağlı gördüler, indiler, onun bağlarını
çözdüler. Bihrus: <7)
-Yardım edin yiğitler! Bu Türk Saltık’tır, bırakmayın, dedi. Kendisi
kaçıp yakın bir kale <8) vardı, oraya gitti. Kalenin kavmine haber verdi. Oradan
da birkaç kâfir (9) atlara binip koştular. Haramiler kale halkını görünce
dağıldılar, kaçtılar. Sandılar (10) ki kendilerini tutmaya geldiler. Kâfirler
Server’e yakınlaşınca:
-Sen Saltık (ll) mısın, diye sordular. Server:
-Ben bir yolcu kişi idim. Saltık bu kavim ile gelip bana baskın yaptı.
Malımı elimden aldı. (l2) Sizler gelmeyeydiniz başımı da alırdı. Kâfirler onları
kovalamaya gittiler. Seyyid oradan kalktı, <l3)yola çıktı. Bihrus’u tekrar bulmak
için yürüdü. Onu bir yana etmeyince bırakmamaya ant içmişti. Bu sırada(14)
Lidyan iline ulaştı. Orada bir iskeleye geldi. Tuna üstündne idi. Bir gemi bulup
bindi. Gemi suyun <15) yukarısına gitti. Seksen gün sefer eylediler, o ilden
çıktılar, yaban yerlere çıktılar. Ulu bir [T948] (!) dağa vardı, Tuna oradan
çıkarmış. Orada bir canavar öldürdüler. O kavim geri döndü. <2) Tekrar
Lidyan’dan As tarafına çıktılar. Bihrus’dan haber alamadı, âciz kaldı. (3) Server
oradan revan oldu, As iklimine girdi Bir şehre ulaştı. Bu şehir, büyük bir şehir
idi. (4) Orada bir kiliseye gelip konakladı. Kilisede olan ruhbanlar sordular:
-Nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun, dediler (5) Server onlara cevap
verdi:
-Bir dindar kimse bulup onun huzurunda ömrümü geçireyim diye, (6)
geziyorum, dedi. Ruhbanlar:
-Ey yiğit! Bu gün Bihrus’dan meşhur kimse (7) yoktur. Onun yanına niçin
gitmedin, dediler. Server:
-Bihrus’a bir hâl oldu, işittiniz (8)mi, dedi. Onlar:
-Yok, dediler. Server:
-Saltık’tan kaçar. Bir yer bulmaz ki orada saklana. (9)Onu ölüdürmek için
yemin etmiş. O da ant içmiş. Ya kendi dinine döndürecekmiş ya da
öldürecekmiş. <l0) Kâfirler ağlaştılar:
-Eyvah! O Türke bir bela bulunmadı, dediler Onların (ll) içinden bir kâfir:
-Eğer ben o Türkü göreydim ona ne işler ederdim. Dünya gözüne d a r(12)
olurdu, dedi. Server:
-Nasıl ederdin, dedi. Kâfir:
-Onu bağlar,<13) sonra da helak ederdim, dedi. Server:
-Ey deli! Ben ona kaç kez çare bulamadım. O Türk (l4> ile tutuştum, beni
zebun kıldı. Onun elinden kaçtım, kurtuldum. O dinsiz kâfir öfkelendi: (l5)
-Sen kimsin ki erlikten bahsedersin. Bu gün ben As diyarında bir
civanım. Beri gel, seninle güreş [T949] (l) tutalım, kuvvetimi bil, deyip ileri
geldi. Server’in kemerine hemen el vurdu, zorladı, (2) alamadı. Server ileri
yürüdü, o laini yerden kaldırdı, başının üzerinde çevirdi, <3) gazap ile kilisenin
duvarına öyle vurdu ki başı üzerine düşüp beyni (4> çevreye saçıldı, can verdi.
Kilisede duran ruhbanlar feryat edip:
-Deli misin? Ne yaptın, dediler. (5) Server:
-Bizde âdettir, birbirimizle erlik davası yaparsak böyle ederiz, dedi.
Kâfirler<6) saldırıp Seyyid’i tutmak istediler. Sever kendi kendine:
-Bunda bir hikmet var, deyip, bir kez nara attı: (7)
-Benim Saltık, diye çağırdı. Kâfirler işittiler, gidip beylerine haber
verdiler. (8) O diyarın beyi hemen hazır olan asker ile at sırtına çıkıp kiliseyi
orta (9) yere aldılar. Server o kâfirlerle akşama dek cenk etti.
Gece oldu, (10) hava karardı. Server kilisenin penceresini kopardı, oradan
çıkıp gitti. Kâfirler nereye gittiğini (ll) bilemediler. Bu tarafta Bihrus o kaleden
çıktı, şehre geldi. Server’in oradaki maceralarını (l2) işitti, korkusundan kendini
tanıtmadı, Rin Papa diyarına kaçtı. (13)
O diyara geldi, gördü ki burada durmak mümkün değil. Üzüldü. (14)
Efrenkiyye şehrine geldi. Burası, Arumay’a dört günlük yer idi. <15) Arumay’da
Müslümanlar vardı. Onlardan korktu. Efrenkiyye’de [T950] (1) konakladı. Bir
gece bir rüya gördü. Yine korktu, o şehirden de gitti, deniz <2) kenarına ulaştı.
Gördü ki gemi gidiyor, ona bindi. Altmış dört mil gittiler, Rumeli’ye (3) çıktılar.
Orada gürbüz bir kâfir beyi vardı. Kalesi sağlam ve silahlı idi. Gece <4) ve
gündüz şarap içerdi:
-Saltık’ın kanını da böyle içeceğim, der idi. Server’in üzerine (5) ordu
çekip götürmeyi düşünürdü, fakat rast gelmezdi. Adına Olinas Rumî derlerdi.
Bihrus’u gördü, <6)bırakmadı, hoş tutup yanına aldı. Ertesi gün:
-O Türk er ise buraya da gelir. Yalnız (7) gezermiş, hakkından gelirim,
korkma, dedi.
Server; Bihrus’u, Rin’e gitti diye duydu, Rin diyarına geldi. <8) Sonra
Bihrus, Rum’a geldi diye haber aldı. Server oradan gelip deniz kenarındaki (9)
hisara ulaştı. Bihrus oradan gemiye binmişti. Server de bir gemiye binip yelken
açtı, gitti. (l0) Altmış dört mil yeri geçtiler, Olinas Kalesi’ne çıktılar, iskelede
demir attılar, dışarı çıktılar. (ll) Server deniz kenarında bir yerde oturdu. O
arada Bihrus birkaç ruhban ile geçip gitti. (12) Server gördü, orada duran
kâfirlerden sordu:
-Bu kimdir, nereye gider, dedi. Kâfirler: <13)
-Bihrus rahiptir, kiliseye gider. Bu gün orada Mesih ümmetine nasihat
edecek, dediler. Server:
-Varayım, göreyim. (l4) Beni anar mı yoksa benden dilini çekti mi, deyip
birlikte kiliseye geldi. Melik <l5) Olinas da geldi. Halk toplandı. Bihrus sandala
çıktı, biraz küfür söyledi. Söz [T951] (1)arasında:
-Ey kavim! Bilin ki her kim Saltık’ı öldürürse yetmiş bin Türk (2)
öldürmüş gibi sevap alır. Mesih ondan razı olur, dedi. Server, bu sözü işitti (3)
gazaba geldi, fakat sessiz durdu. Bir süre sonra meclis dağıldı, kâfirler gitti.
Server, Bihrus’un yanına <4) geldi. Serveri gördü, tanıyıp feryat etti:
-Bırakmayın! O, düşmanım olan Türktür, diye bağırdı. Server, Bihrus’un
bağırmalarına pek aldırmadı. (5) Kilisenin kapısından çıkıp sahraya gitti.
Kâfirlere ve Olinas’a haber verdiler. <6) Şehrin kâfirleri atlandı, sahraya
koştular. Server sahranın içinde durmuş idi, (7) gördü ki bir kâfir önden
çıkageldi, hücum etti. Server göz açtırmayıp (8) onu tepeledi. Atına bindi,
silahını hazırlayıp durdu. O arada kâfirler alay alay (9) geldiler. İçlerinden birisi
ileri geldi, askerleri durdurdu, (10) yüksek ses ile çağırdı:
-Ya Saltık! Elime iyi girdin. Gel, bu gün meydan kimindir (U) gör, erlik
kime gelmiştir anla, dedi. Sonra atını sürüp Server’in önünde durdu. (l 1Seyyid
ona bakıp:
-Kimsin ki pehlivanlık davası sürersin, dedi. (l3)Atlı:
-Ben Melik Olinas’ım. Bu askerlerin beyiyim, dedi. Server:
-Dön! Sen benim (I4) düşmanım değilsin. Var git, canına kıyma, civan
yiğitsin, dedi. Kâfir gazaba geldi, Server’e (15) gürz ile saldırdı. Gürz yukarıdan
aşağı inerken Server kavrayıp çekti, [T952] (l) elinden aldı, uzağa attı. Kâfirin
elinin derisi gürzün sapında kaldı. Bihrus (2) çağırdı:
-Gafil olma! Bu Türkten sana zarar gelmesin. Kaçmak erliktendir, (3>
dedi. Olinas o söze öfkelendi, tekrar atını saldı, mızrak ile yürüdü. <4) Server
onu da etkisiz hâle getirdi. Geçip gitti, meydanın başına varıp baktı. Gördü (5) ki
Server pervasızca durur. Tekrar gazaba geldi, kılıcını çekip, hücum etti. Server
<6)yürüdü, kılıcını elinden aldı.
Sıra Server’e geldi. Atını sürdü, üzengiye (7) bastı, rezilin tepesine kılıcı
öyle bir çaldı ki tepesinden eğer kaşına (8) dek kılıç indi. Hıyar gibi iki parça
oldu. Kâfirler onu gördüler, hep birlikte (9) hücum edip at saldılar. Server cenk
ile meşgul oldu. (l0) Akşam oldu, Server onların içinden çıkıp yola gitti.
(ll) Sabah oldu, kâfirler Seyyid’i bulamadılar. Beylerinin ölüsünü
şehre döndüler. (l2) Bihrus hazırlığını yaptı, gizlice çıkıp, Eflak’a gitti. (L *
Tekrar Kadafan’ın yanına gitmek ve ona sığınmak istedi. Sürdü, bir süre sonra
Tuna (15) suyunun kenarına geldi. Kıyafetini değiştirmişti. Kimseye kendini
tanıtmazdı. [T953] (1) Filak’a yöneldi. Orada da kendini tanıtmadı, (2) doğru
Macar Meliki Kaydufan’ın yanına gitti.
Kaydufan’ın yanına ulaştı. Kaydufan onu görünce (3) izzetler ve
hürmetler edip hoşgördü. Bir müddet orada kaldı. Geldik bu yana: Server gördü
<4) ki Bihrus yine kaçtı. Nereye gittiğini bilemedi. Server atını sürdü, Bosin
diyarına (5) indi. Bosin meliki, Server’i severdi. Karşılamaya gelip hürmet ve
izzetler eyledi. Misafir edip (6) yedirdi, içirdi. Birinci gün orada durdu. Bir gün
soyulmuş bir kervan geldi. <7) Server kimin soyduğunu sordu. Bosin meliki:
-Ya Server! (8) Bir kara Arap türedi. Müslümandır. Saltık zamanı bitti,
diye (9) dolaşır. Sehab Dağı’na yerleşmiştir. Bu çevreyi hep soyar. Yalnızdır.
Kimse (10)ona güç yetiremez. Ben de askerlerle vardım, ele geçiremedim, dedi.
Server:
-Ben onu yakalamaya gidiyorum, (ll) nasıl bir Arap’tır göreyim, dedi.
Seyyid, Sehab Dağı’na gitti. Dağa yaklaştı. (l2) Mercan Arap dağ dibinde durup
yol gözetirdi. Karşıdan (l3) Server’i gördü, yerinden kalkıp haykırdı:
-Kimsin? Benden korkmadan bu diyarda yalnız başına nasıl gezersin, (l4)
dedi. Server ileri geldi:
-Ya Arap! Benim kim olduğumu darbelerimden anlayasın, deyip eline <l5)
gürzünü aldı. Göz açtırmayıp yetişti, o gazapla Mercan Arap’a gürzü öyle bir
vurdu [T954] (l) ki yüzü üzerine yıkıldı. Perişan olup düştü. Hemen iki elini
kafasına sıkıca bağladı, <2) boğazına kement bağladı, alıp biraz gitti. Bir ağaç
dibine geldi, indi. Server, orada <3) konakladı. Arap’ı ağaca bağladı, kalkıp
abdest aldı, namaz kıldı. Arap (4) onu gördü:
-Ya Server! Sen kimsin? Bana kendini tanıt, dedi. Server kendini Arap’a
<5)tanıttı. Arap, Server’in ayağına düşüp ağladı:
-Ya Server! Şükür senin mübarek (6) yüzünü gördüm, dedi. Server,
Arap’tan bu muhabbeti ve bu şevki görünce bağlarını çözdü, onu a z a t<7) etti. Üç
gün birlikte oldular, dördüncü gün Server:
-Ya Arap! Git, yârenlerime (8) benden haber ver. Ben, Bihrus’u aramaya
gidiyorum. Söyle, beni duadan unutmasınlar, dedi. Arap (9) Server’e veda edip
gitti. Tuna Baba’ya geldi orada gazilere Server’den haber verdi, (l0) mutlu
oldular. Arap orada Server’in zaviyesinde hizmetkârı ve dostu olup (ll)kaldı.
Bu tarafta Bihrus çeşitli tedbir aldı. Düzenbaz kâfir Seyyid’in üzerine
fedailer (l2) gönderdi. Seyyid’i hile ile öldürmeyi denediler. <l3) Kaydufan bile
on kâfir fedai gönderdi. Sonunda Baba şehrine yakın bir dağ (14) dibinde, bir
mağaranın yanında Seyyid’i buldular. Namaz kılıyordu. Üstüne üşüşüp
yürüdüler. Seyyid onlara hücum <15) edince kaçıp mağaraya girdiler, orada cenk
ettiler. Cenk içinde Seyyid’e sövdüler. Seyyid onlara [T 955](l)öfkelendi:
-Kuruyun, dedi. Kâfirler, orada kuruyup kaldılar; meşhurdur. <2) Diğer
tarafta Bihrus, Kaydufan’ın yanında otururdu. Bir gün Kaydufan, Bflırus’a:
-Sas’ta büyük sarp bir (3) kale vardır. Eğer bin Saltık gelse bir taşım
alamaz. Git, orada dur. (4) Var huzurla rahatça otur. Hem o önceki büyük
kiliseye (5) yakındır. Fırsat buldukça git, Mesih ümmetine nasihat eyle. Eğer
Saltık’tan (6) bir zarar gelecek olursa kaçıp o kaleye gir, kurtulursun. Bihrus
sürüp (7) o kaleye geldi, kiliseye girdi. Gördü ki öncekilerden daha iyi papazlar
(8)burada toplanmış. Bihrus’a izzetler ettiler. Bihrus:
-Ele güne haber edin gelsinler, (9) falan gün büyük sohbetim vardır, dedi.
Adamlar ve tellallar yayılıp halka haber etti. Her taraftan (l0) halk gelmeye
başladı. Bu tarafta Seyyid işitti ki Bihrus tekrar kendi kilisesine gelmiş, (ll)
halka şeytanlık öğretmeye başlamış. Server, suret değiştirip halkla birlikte (l2)
kiliseye geldi. Biraz sonra Bihrus bir alay atlı ve silahlı askerle çıkageldi.
Bihrus’u (l3) beklerlerdi. Bihrus kiliseye geldi, girdi. Halk saygı ile Bihrus’u
sandala (l4) çıkardı. Sandal sıpaya benziyordu. Bu alçak, onun üzerine oturdu,
<15) ağzını açar açmaz küfür etmeye ve saçma sapan konuşma başladı. Saltık
bana böyle eyledi diye sövdü: [T956](1)
-Sonunda Mesih beni onun elinden kurtardı. Size Mesih’in nurunu
göstereyim. (2)Ama bütün mumları söndürmeniz lazım. Karanlık olmalı, dedi.
Ruhbanlar (3) yerlerinden kalktılar, kilise içinde olan mumlan
söndürdüler. Kilisenin içi karanlık (4) oldu. Birbirini göremeyecek duruma
geldiler. Rahip, küçük bir boynozun <5) içinden mum ateşi gösterdi. Karanlıktan
parladı. Bir kez gösterdi,(6) sakladı. Server, bu hileyi görünce:
-Ya Rabb! Sen bu laini rezil, rüsva et. (7) Hemen o anda Seyyid’in duası
kabul oldu, o sandal ile Bihrus lain (8) devrildi. Top gibi yuvarlandı, başı duvara
değdi, yarıldı, kan yüzünü bürüdü. (9) Fener ve mum ile yuvarlandı, halının
üstüne gitti. Kâfirler (10)hep birden çağrıştılar:
-Sen bize yalan söylermişsin. Şimdi rezil rüsva oldun, dediler. (ll) Hep
birlikte rahibe sövdüler. Şerif yerinden kalktı:
-Ya kâfirler, size ben bir nur <l2) ışığı göstereyim. Bu nur ışığı nice
kimselere rahmet olmuştur, dedi ve kılıcını (l3) çıkardı: “Benim Saltık Gazi”,
diye nara attı. Kâfirler hemen darmadağın olup (14> kaçtı. Server fırsat buldu,
Bihrus’a o kılıcı öyle bir çaldı ki Bihrus iki parça oldu. (15> Lainin canını
cehenneme verdi. Orada olan kâfirleri birbirine vurdu, kırdı. Kilisede [T 957](1)
ne bulduysa aldı, atlara yükletti, Baba’ya gitmek üzere yola çıktı. Kaçabilen
kâfirler (2) meliklerine şikâyete gittiler. Oranın beyi Üngürus kralı Kaydan’ın
amcası idi. Kâfirler (3) gidip ona haber verdiler. Beyin ismi, Nikomadin idi. Bu
Niko asker toplayıp Server’in <4) ardına düştü. Server de Kehşan derbendine
gelmişti. Nikomadin de yetişip geldi. Server, ganimeti taşıyan (5) kâfirlere:
-Siz durun, ben Niko ile bir hesaplaşayım, dedi. Atını Niko’dan (6) tarafa
sürdü ve nara attı. Niko onu gördü, askerlerine: “Bırakmayın.” dedi. Orada beş
(7) gün cenk ettiler. Server cenk içinde Niko’yu bir okla vurup tepeledi. Leşker
(8) dönüp kaçtı. Server mallarını aldı, Niko’nun başını kesip göndere taktı,
yoluna devam etti. (9) Atını sürüp Tuna kenarına geldi. Tuna kenarında bir kale
vardı. (10) Server gece geldi, limanındaki gemilerin zincirlerini kesti. Dört parça
(ll) gemi idi. Su akıntısıyla gemiler yürümeye başladı. İçindeki kâfirler sarhoş
olduğundan duymadılar. Sabah (12) gemiler Baba’nın önüne geldi. Müslümanlar
üşüşüp gemileri aldılar, kâfirleri esir ettiler. Server (l3) sürüp Tuna kenarına
geldi.
Diğer tarafta Yahya Bey mal ile geliyordu. (l4) Bir bey vardı. Bu beyin
Tuna üzerinde çok sayıda kalesi bulunmaktaydı. Adına Hırvat Miryanos <l5)
derlerdi. Geldi, Yahya’yı kavrayıp tuttu, malı aldı. Tuna yakınlarında bir ada,
adada [T958] (l) sarp bir kale vardı. Götürüp oraya koydu, Yahya’yı hapset.
Server gördü ki Yahya gelmemiş. (2)Ne oldu ki deyip dururken bir kâfir ileri
geldi:
-Ya Server! Yahya’yı Hırvat Meliki Miryanos tuttu, (3) hapsetti, falan
yere koydu, malı da aldı, dedi. Şerif, oradan atın başını çevirdi, o kâfiri yanına
aldı, (4) Miryanos’a gitmek üzere yola çıktı. Birkaç gün sonra Hırvat iline
ulaştılar. Server doğru Miryanos’a gitti. (5)Bir kalede yiyip içmekle meşguldü:
-Saltık kimdir, deyip gereksiz laflar ederdi. Server yaklaştı, atını sürdü, <6)
burcun dibine geldi. Bir kez nara attı:
-Ya lain! İşte yetiştim, geldim. Başını ve canını elimden nasıl
kurtaracaksın (7> bakalım dedi. Miryanos onu işitti. On bin zırhlı kâfir dışarı
geldi, Seyyid’i ortaya aldı. (8) Yedi gün cenk ettiler. Server onlardan yüz
çevirmedi, çok kâfir tepeledi.
Miryanos <9) gördü ki işin sonu kötüye gidiyor. Bir gemiye binip Tuna’ya
kaçtı. O sarp kaleye (10) geldi. Server bu tarafta onları yendi. Kâfirler her neleri
var ise alıp kaçtı. Server, Miryanos’un ardına (ll) düşüp gitti. Geldi, Tuna
kenarına yetişti. Gördü ki su içinde bir kale yapmışlar. (l2> Başı gökyüzüne
değmekte. Sarp, her tarafı su. Öyle sağlam ki özelliklerini anlatabilmek
mümkün değil.
(13) Seyyid’i görünce, toplar tüfekler patlattılar. Seyyid’e is
ettiremediler. (l4) Her tarafta beklediler. Seyyid oradan Zeyhan’a gitti. Zeyhan
bir papaz (l5) idi, daima fitne çıkarırdı, bir kenarda otururdu. Ona ulaştı. Zeyhan
bir kilisede kalırdı. [T959] (1>Server kapıdan içeri girdi, Zeyhan’ı gördü. Papaz
hemen ayağa kalkıp ileri geldi, (2) kimsin diye sordu. Hemen Server onun
yakasından karvayıp tuttu:
-Ya Zeyhan! Ne dersin? <3) Ben Saltık’ım. Hemen Müslüman ol, yoksa
seni öldürürüm. Asla özür ve bahane (4) yoktur, dedi. Zeyhan:
-Ya Server! Sabret, benim de gönlümde iman eseri vardır, görünüşte de
sana <5) benzerim, Niçin dinde de benzemeyeyim. Hemen iman getirdi. Server
orada birkaç gün durdu, kendi elbiselerini (6) ona giydirdi. Rahibin elbiselerini
kendisi giydi, onun önünden kaçar gibi yaptı. Melik Hırvat’ın (7) olduğu kaleye
gelip çağırdı.
-Ya Miryanos! Bana yardım et, beni kaleye al. Yoksa Saltık ardımdan
yetişecek, dedi. <8)Hisardaki kâfirler:
-Sen Saltık olmayasın, dediler. Server:
-Ben, Zeyhan Keşiş’im, Saltık benim <9) kilisemdedir. Eğer inanmazsanız
adam gönderin, baksınlar, dedi. Kâfirler çıktı, karaya çıktılar. (l0) Server ile
birlikte kiliseden tarafa yöneldiler. Zeyhan, uzaktan gördü ki Server gelmekte.
On tane zırhlı kâfir ile birlikte kilisenin (ll) içine girdi, kapısını sağlamlaştırdı,
dam üzerine çıktı, çağırıp feryad etti:
-Hey kâfirler! Sizinle gelen <l2) Saltık’tır. Ne duruyorsunuz, hemen
yakalayın, hile ile kalenizi almak ister, dedi. Kâfirler baktı, (I3) kilise içinde bir
kişi Saltık’ın elbiselerini giymiş feryat eder. Birlikte gelen kişinin üzerinde
rahip elbisesi var. <14)Tereddüt ettiler. Kâfirler:
-Ne dersin bu ere sen, dediler. Saltık, Zeyhan’a öfkelenip:
-Bu Türktür, gafil olmayın. Yalan (i5) söyler, hile ile beni size öldürtmek
ister. Gelin, gidelim, bunun dersini verelim, dedi. Kâfirler sandılar ki [T960] (1)
Saltık’ı çaresiz yakaladılar. Onun için kendilerinden kaçtı diye düşündüler.
Kiliseye girip gizlendiler.
(2) Zeyhan gördü ki Saltık gitti, gelip kapı açtı, dışarı çıktı. Seyy
sövmeye başladı. (3) Kilisenin önünde bir ağaç vardı, gelip onun dibine yattı.
Server, kâfirlere:
-Ne duruyorsunuz? <4) Hemen yetişin, yattığı yerde onun başını kesin,
kılıcı vurun, bu haydutu parça parça edin. Mesih devletinde fırsat elinize (5)
girdi, dedi. Kâfirler kalkıp koştu, yetiştiler. Zeyhan’ı yattığı yerde parça parça
edip (6) başını kestiler. Atlarını sürüp Server’in yanına geldiler:
-Ya Zeyhan! Biz senin himmetinle işte Saltık’ı öldürdük. <7) Yürü, şimdi
birlikte gidelim, dediler. Seyyid’i yanlarına alıp mutlulukla gemiye bindiler. (8)
Bir kaleye gelip içeri girdiler, Miryanos laine haber verdiler, o başı getirip
önüne koydular. Miryanos (9) kesilmiş başa baktı, bir de dönüp Seyyid’in
yüzüne baktı:
-Bre melunlar! Bu baş (l0)kimindir, dedi. Server, hemen yerinden kalkıp:
-Beyim, o baş Rahib Zeyhan’indir. İslamiyetten tekrar döndüğü için
Saltık öldürttü. (ll)Miryanos:
-Ya sen kimsin, bize kendini tanıt, dedi. Server:
-Ben (I2) Saltık’ın kendisiyim. Ne diyorsun, şimdi bana hemen haber ver,
dedi. Miryanos bunu işitti, kâfirlere: (l3>
-Eviniz harap olsun, kendi elinizle bu eri alıp getirdiniz. Kaçmasına izin
vermeyin. Nasıl getirdiyseniz , <l4>şimdi hakkından gelin, dedi. Server:
-Artık çare yoktur, deyip ona kılıcı öyle bir çaldı ki lainin b a ş ı(l5) önüne
düştü. Kâfirler korkularından cenk etmediler, aman dilediler. Bilirlerdi ki bu
Server’in [T961] (1) amanı vardır. Şerif oradan Yahya’yı ve malı aldı, kâfiri
haraca kesti, bırakıp gitti. Yahya, (2) malı götürüp Baba’ya geçirdi. Server, bir
tarafa ava gitti. Kural memleketine ulaştı, bir bölük Kural kâfiri (3) bezirgânlar
ile giderlerdi. O zamanlar bey asi olmuştu. Server o tacirlerin ellerinden
mallarını aldı: (4)
-Benim Saltık, dedi. Mallarını alıp birkaçını öldürdü. Onlar kaçtı, varıp
Kural melikie feryat ettiler:
-Saltık (5)bize şöyle etti, dediler. O bey bir adama:
-Git, Saltık’a yetiş, kervan (Ğ) vurmak hangi dinde vardır, bize haber
versin, dedi. O adam atını sürüp Şerifin yanına geldi, selam verip Şerife o
sözleri söyledi. Server:<7)
-Bizim dinimizde vardır. Düşman olduğumuz ilde bulduğumuz kâfirleri
vururuz. Git, beyine söyle, haraç ( ) göndersin, yoksa gelip onu helak ederim,
dedi. Kâfir gelip Kural beyine haber verdi. Şerifin (9) sözlerini iletti. Kural Beyi
hemen kalktı, asker toplayıp Seyyid’in üstüne geldi. (l0) Baskın yapıp Şerifi
öldürmek istedi. Seyyid, çok öfkelendi, hemen atına bindi, ileri varıp, kâfirler
ile karşı karşıya gelip (ll) durdu. Cenk içinde Kural beyi lainine rastladı, bir
mızrakta onun işini bitirdi, canı cehenneme (l2) gitti. Server, kâfirleri yendi.
Beyin oğlu Şerifin elini öptü, aman diledi. Server orayı (l3) haraca kesti,
Boğdan’a gitmek üzere yola çıktı. O sıralar Boğdan beyi ölmüş, oğlu (14)Persun
yerine bey olmuştu. İşitti ki Seyyid Şerif Saltık gelmekte. Hemen atına bindi:
-Bu Türk benim <l5) ilimde ne yapar, deyip karşı geldi. Kâfirleri, rahipleri
topladı. [T962] (1) Askerleriyle yetişip Server’in önüne çıktı. Server
arkadaşlarıyla ve yanındaki mallar ile yaklaştı. Bir de baktı ki karşısında on <2)
bin kadar kâfir var. Yükleri indirdi, kendisi ileri gelip bir nara attı:
-Kimsiniz, dedi. (3) Onlar:
-Boğdan oğlu Persun’um. Beri gel, bana itaat et, bu malı ver. Yoksa
başın gider, dedi. (4) Server gök gürlemesi gibi bir nara attı, eline kılıcını aldı,
kâfirlerin üzerine atını sürdü. Çok şiddetli bir cenk <3) ettiler. Kâfirler durmadı,
bir yerden yüz çevirip kaçtılar. Yanlızea Persun kaldı. (6)Persun bu hâli görünce
kendisi de oradan kaçmak istedi. Server ardından yetişti, <7) elindeki ağaç kılıcı
tepesine çaldı. Atıyla elbisesiyle (8) iki parça etti. Server’in kılıcının ucu yere
battı.
Server (9) kâfirlerin eşyalarını da alıp yola çıktı. Bu arada Persun’un
kardeşi Karanoş çıkageldi, (l0) Seyyid’in atının ayağına düştü, ağladı. Server
ona acıdı, haraca kesip <M)geri yerine gönderdi. Oradan Eflak iline döndü.
Eflak beyi Radol karşılamaya <l2) geldi, Seyyid’e saygı gösterdi, getirip
konuk etti. Server, malı Radol ile (l3) Baba’ya gönderdi. Kendisi Savrin
Kalesi’ne gitti. (l4) Hersus müfsid bu kalenin içine kanlı kâfirleri toplamış, her
etrafı vururdu. Çok sarp idi. Server suret (,5) değiştirip kaleye geldi. Kâfirler
gördüler:
-Kimsin, nereden gelirsin, dediler. Server: [T 9 6 3 ](1)
-Saltık’a benzettiğim bir adamı Eflak’da öldürdüm. Meğer o değilmiş.
Beni öldürmek istediler, (2) kaçtım, buraya geldim, dedi.
-Gel beri, bundan sonra gam çekme, deyip kaleye koydular. (3) Server
kalenin içine girdi, orta yere gelince hemen nara attı:(4)
- Ey kâfirler! Saltık benim, dedi.
Kâfirler işitince kalenin kapılarını yaptılar. (5) Dışarıdan yardım gelir diye
cenk ettiler. Sekiz gün cenk (6) oldu. Üç yüzden fazla kâfir öldürdü, kalanı çıkıp
kaçtı. Beyi (7) bile kaçtı. Server, kalede olan kadınları esir etti, <8) kaleyi yaktı,
harap etti. Oradan fetih ve zafer ile döndü, Baba’ya (9) geldi. Baba’daki
Müslümanlar, Şerif ve esirleri sudan geçirdiler. (l0) Karşılayıp saygı gösterdiler.
Server, Baba şehrinde konakladı, (ll) gazilerle oturup ibadet ile meşgul oldu.
SEKİZİNCİ BÖLÜM

(l2)SALTIK GAZİ’NİN NİRKAB DAĞI’NDAKİ EJDERHAYI


ÖLDÜRMESİ
Rivayet edenler şöyle (13) anlatır: Rum diyarında güzel bir dağ vardı. (l4)0
dağda çok çeşitli yırtıcı canavar bulunurdu. Dağ, gayet yüksek ve (15)sarp idi.
Tanrı’nın kudreti ile orada bir ejderha peyda oldu. Bu canavar, dağdan [T964]
(l) inerdi, o diyarın halkını incitirdi. (2) Halk çok korkmuş, ondan âciz olmuştu.
Ulu kişiler, Rumas’ın (3) huzuruna şikâyete geldiler, çare ve derman istediler.
Halk feryat ve figan edip (4) ağlaştı:
-Bu canavar sonunda bizi yok edecek. Bize yardım et, dediler. (5) Rumas:
-Ey halk! Buna çare olursa Saltık’tan olur. Zira (6) Muhammedîlerin kolu
kuvvetlidir. Her neye niyet ederlerse başarırlar, bütün milletlerin <7) ulusu
onlardır. Gidip ona yalvarmak gerekir, dedi. Halk:
-Şimdi <8)sengit, yalvarıp onu getir, dedi. Rahip:
-Ey kavim! Ben gidip onunla (9) buluşursam, hiç şüphesiz beni Müslüman
eder, sözüne muhalefet edemem, ne dersiniz, diye sordu. Halk:
-İster Müslüman ol, ister pişman ol, en iyisini sen bilirsin. (ll) Fakat bize
yardım et, dedi. Hazırlık yapıp Rumas’ı gönderdiler. <l2)
Rumas yola düşüp Server’e geldi, hayli mal ve nimet (l3) getirip hediye
verdi. Ejderhanın verdiği zahmeti 0 * ve o diyar kavmini helak ettiğini anlattı.
Seyyid: <l5)
-Sen eğer sözünde durursan ve İslama gelirsen canavarın şerrini def
etmek, [T965] (1) Hazret-i Muhammed şerefinde ve mucizatında kolaydır, dedi.
Rahip:
-Ya Server! Dinine (2) girmek kolaydır. Fakat sana bir şey hatırlatmak
istiyorum. Öncelikle İstanbul’u fethedip Müslüman diyarı hâline t3) getir. Bu
diyarı kâfirden kurtarıp Müslüman toprağı yaparsan artık korkulmaz. Zira <4)
küffarın demek yeri oradır. Şimdi sizin gölgenizde İslama korku yoktur. Sizden
(5) sonra bu küffar, İslam ehlini incitir diye korkarız, dedi. Server:
-Ey rahip! <6) Tanrı bu din ehlini onlardan saklar. O, daima nazır ve
hazırdır. Sen ondan korkma, dedi. (7) Ruhban:
-Ya Server! Sözümüz olsun. Eğer canavarın <8) şerri def olursa Müslüman
oluruz, dedi. Server, rahibe:
-Sen bu tarihten haberdar isen bize <9) İstanbul’un kuruluşunu anlat, dedi.
O rahip:
-Sultanım, bizim kitablarırrazda <l0) şöyle anlatılır: Tarik ehli demiş ki
dünya sarayından Süleyman ibni Davud (11J gidicek. Yerine bir padişah gelecek.
Bu padişah Rum diyarını tutacak. (12) Âlemi kendine bağlayacak.
Bu padişah Kudüs-i mübarek’i de Buhtünnasr elinden aldı. (l3)
Buhtünnasr helak oldu, gitti. Bu melike, İstanbul derlerdi, bazıları Madyan (14)
derler, dediler. Bir gün İstanbul meliki gezmeye çıktı. Süleyman Peygamber (15)
o şehri yaptırmış idi. Gördü, vezirine:
“Biz de bir şehir yaptıralım. [T966] (l) Hemen bir yer bul.”, dedi. Hemen
gittiler, İstanbul’da bir yer beğendiler. Binalar yapmak için hemen ırgatlar
topladılar. (2) Üç yüz bin adam binaya el vurdu. “Yüz saatte binasını yaparız.”
deyip (3) yer yer direkler diktiler, çanlar astılar. Yüz saat dolunca çam
salayacaklardı. Bir kuş uçarken çanın birine gelip (4) dokundu. Çan öttü, diğer
çanı da vakit olmuş diye çaldılar,(5) bina yapmayı o saat bıraktılar. Meğer gayet
uğursuz bir saat imiş. Padişah onu (Ğ) görüp üzüldü. Binaya başladılar, yaptılar,
üç duvar çıktı. Her duvarı (7) bir vezirine verdi. Üç yüz altmış beyi (8) var idi,
onlara birer burç verdi. Beylerine, üç kat duvar <9) yapmaları için tembih etti.
Her duvar yüz yirmi burçtur, her burç arası ise on beş bedendir. (10)Bu şekilde
inşa ettiler. Hendek de kazdılar. Kaleyi yüz yirmi günde yapıp (II)tamamladılar.
Daha soma şehir içine saraylar, köşkler, hanlar ve çarşılar yaptılar. Şehir
durumuna getirip (12) evler inşa ettiler. Fakat kefere çok çeşitli fesada baş vurdu.
Zorla halkı <13) ağlatıp sürdüler. Her diyardan insan getirip bu şehri doldurdular.
O kavim bu şehre (14) beddua eylediler, yıkılmasın dilediler. Günlerden bir gün
Tamı bir zelzele verdi, yere (l5) geçtiler. Bu şehir harap oldu. Bir süre ıssız ve
viran yattı, içinde yırtıcı [T967] (1) canavarlar peyda oldu. Küffar tekrar bir
araya geldi, bu şehri yaptılar. (2) Hak teala bir süre soma yıldırım ile harap etti.
Bir müddet harap (3>bir şekilde kaldı.
Soma tekrar yaptılar. İçinde zulüm, küfür, zina ve fesat eylediler. Tamı
tekrar (4) vebadan bu şehri harap etti. O vakitten beri bu yer veba makamı oldu,
(5) içinden çıkmadı, kaldı. Tekrar yaptılar, Hak teala tekrar bit, pire ve sinekten
(6) helak etti. İçinde canavarlar peyda oldu. Bu zamana dek ( yedi kere helak
oldu, tekrar yaptılar. Son harabında çok zaman mamur olmadı, (8) kaldı. İçinde
ejderler ve canavarlar peyda oldu. Bir padişah geldi bu şehri <9) mamur etti.
Mağrip’ten hâkimler geldi tılsımlar yaptılar. Bu şehir içinde (l0> yer yer şimdi
de durur. Kimi at meydanında ve kimi de direklerdedir. O canavarlar (II)
dağıldılar, dağlara gittiler. Şu anda bizim Nirkab dağında beliren canavarın aslı
(12)oradandır, dedi. Seyyid:
-Ya rahib! İstanbul’daki Ayasofya (13) Kilisesi’ni kim yaptırdı, dedi.

Rahip:

-Güngörmez padişahının babası Alanya, <l4) hayatının son zamanlarında


Üngürus’tan gelip İstanbul’u mamur etti. Kayser kızım ona (15) verdi. O kız, bir
süre sonra öldü. Kayeserin kızının malı ile bu kiliseyi yaptırdılar. Kendisi
vasiyet [T968] (1) etmişti, yapılışı kırk yıl sürdü. Kırk hazine harcandı. Daha
sonra Güngörmez (2) padişahı öldü. Gözünden rahatsızdı. At meydanındaki
kuleleri o yaptırdı. Gözüne orada <3) perde geldi. Güneşe karşı otururdu,
seyrederdi. O da öldü. Alyon, padişah (4) oldu. Gitti, o da bir kilise yaptırdı,
şimdi ona Zeyrek yeri derler, daha sonra mescit hâline getirildi. <5) Alyon’un
zamanı doldu. Alyon’un bir kızı oldu, gayet güzel idi, halk <6) içinde anılırdı.
Güzelliği, âlemde söylenmeye başladı. Zamanın (7) beyleri bu kızı istediler.
İsteyenlerin biri Eflak meliki, biri Üngürus (8) beyi ve biri de Alaman meliki idi.
Alyon:
“Benim sizlere birer teklifim var. (9) Hanginiz başarırsa, kızı ona
veririm.”, dedi. Onlar:
“Nedir, söyle, görelim.”, dediler. (l0) Alyon, Eflak melikine: “Sen git,
Tuna’dan benim bu şehrime su getir.”, dedi. (I ’ Üngürus melikine: “Sen kendi
şehrinden benim şehrime dek taştan <l2> kaldırım döşe, kızımı o kaldırımın
üzerinden yürüterek götür.” dedi. <l3) Alaman beyine: “Sen de şehrinde bir altın
zinciri, gümüş direklerin (l4) üzerine ger. Direklere kandiller as. Demir madeni
tarafında bir su vardır,(15) onun üzerine bir köprü inşa et. O zaman gel, kızımı
al.” dedi. Beyler kabul etti. [T969](1) Alyon:
“Hanginiz önce gelirse kızımı ona vereceğim.”, dedi. Alaman meliki
önce köprüyü yaptırdı. Sonra şehrine zincir germeye gitti. Üngürus meliki de
kaldırım yapmaya başladı. <3) Halkı topladı, İstanbul şehrine kadar dağa taşa
bina yaptırdı. Eflak (4) meliki, suyu kanala alıp getirdi. Eflak beyinin adı, Yanya
idi. (5> Suyu, İstanbul’a yaklaştırdı. Alyon bunu işitti, beylerini topladı (6)
durumu görüştüler. Alyon, Yanya’ya sordu:
“Suyu nasıl getirdin?”, dedi. <7) Yanya:
“Senin himmetinle, suyu, kadın gibi, çeke çeke getirdim.”, dedi. Bu sözü
<8) söyledikten sonra su oradan ileriye akmadı. Ne kadar çalıştılarsa da (9> bir
çaresini bulamadılar. Su, orada kaldı, ileriye akmadı. Eflak meliki, su
getirmeye çalışırken <I0) Üngürus beyi kaldırımı döşedi, İstanbul’a getirdi.
Alyon kızını ona (ll) verdi. Kızı aldı, kaldırımın üzerinden yürüterek Üngürus
diyarına götürdü. (12>Bir süre orada kaldı.
Eflak meliki suyu bırakıp gitti. Su orada (13) kaldı, ileri gitmedi. Alaman
meliki işitti ki kızı, Üngürus meliki aldı. Kalktı, (14) yedi yüz bin er ve üç yüz
bin piyade ile Üngürus üzerine <15) geldi. Asfar onun karşısında duramayıp
dağlara kaçtı, görünmedi. Bir süre sonra o ordu aç kaldı, [T970] (l)dağılıp gitti.
Gerdiği altın zinciri, (2) halk yağmaladı, ganimet aldılar. Alaman meliki dönüp
iline gitti. <3) Kız, Melik Asfar ile uzun süre durdu. Kız, <4) bir süre sonra
hastalandı. Asfar, onu çok severdi. Gelip sürekli (5) yüzüne bakardı. Bir ada
vardı. Kızı götürdüler, (6) adadaki kalenin kilisesine koydular.
-Ya Server! Sözün kısası bizim Nirkab (7) canavarın aslı, İstanbul içinden
dağılan canavarlardandır. (8) Bu şehir, her devirde bir yıkılır. H avası(9) kötüdür.
Deniz havasıdır. İskender-i Rumî (l0> bu şehirde bir yıl kışladı. Havası kötü
olduğu için bırakıp gitti. İskender’i (ll) İstanbul içinde rahat ettirecek bir yer
bulamadılar. Şehrin kuzey tarafında, kale (l2) üzerine burç gibi bir saray
yaptılar. Kuzey tarafının havası da ona dokundu. (l3)
Nakildir: (l4) Eflatun hâkim, İskender’e bir saray yaptırdı. Sarayın inşası
yedi yıl sürdü. Sarayın inşası (15) tamamlanınca İskender’e teklif etti. Fakat
Aristo vezir: [T971] (1)
-Ya Zülkameyn! Hekimlerin katında deniz havası makbul sayılmaz.
Deniz havası, uzun süre kalındığında iyi <2) gelmez. Bedene sıhhat az olur,
çeşitli hastalıklar depreşir. (3) Sakalı çabuk ağrıtır, yaşlılık getirir. Kuvveti
zayıflatır, hastalığı <4)baştan ayağa doğru götürür. (5) Eflatun:
-Bu saray(6) denizden uzaktır. Hastalıklar burada olmaz, dedi. Aristo:
-Denizin havası deve yürüyüşüne göre hesaplandığında (7) üç menzil yere
hükmeder. Padişaha, ben o saraya git, demem, dedi. İskender buyurdu, gidip
gördüler. (8) Baktılar ki üç menzilden eksiktir. İskender o saraya girmedi. (9>
Sözün kısası, şimdi ya Server! Özellikle söylüyorum ki bu İstanbul’un havası
iyi değildir. Türlü türlü hastalıklar (10) bunun havasından ortaya çıkar. Dilerim
ki o şehri kâfirlerden aldığında yık. Müslümanlara (ll) zahmet verme. Kâfirin
elinden bu şehir alınmadığı sürece İslama huzur yoktur, dedi. Server, (l2) o
rahibe:
-Bu şehrin içinde kafirler neden hasta olmazlar, dedi. Rahip: (13)
-Ya Server! Bu tarihe gelinceye kadar gelen bütün melikler, onun içinde
nikristen öldü. (l4) Büyük zatlar ve meliklerin içinde nikrise yakalanmayan
yoktur. Zira cinsel ilişkide çok bulunurlar, <l5) havası iyi olmadığı için balgam
ayaklarına iner, helak olurlar. Hem ata çok binmekten [T972] ( hasta olurlar.
Diğer halk ayağının üzerine çok yürür, sağlıklı olurlar. Çok oturmak da
zararlıdır. <2) Çok içki içerler. Hastalanırlar, havadandır demezler; bakla, soğan,
sarımsak ve havyar yerler. (3) Güzel ve kalın giysilerle bedenlerini saklarlar.
Suyu az içerler, su yerine şarap içerler. Hiç (4) doymazlar, dedi. Server:
-Ya rahip! İnşallah bu şehir sonunda İslamın olacak. Fakat havası (5,kötü
ise az uyusunlar, az yesinler, çok az cinsel ilişkide bulunsunlar. Böylece
havanın zararını biraz azaltırlar. <6) Tok yatmasınlar ki zahmet görmeyeler, (7)
rahat olurlar.
Saltık Gazi buyurdu, yol hazırlığı yaptılar. Server, ruhban (8) ve diğer
gaziler ile Nirkab Dağı’na çıkmak üzere yürümeye başladı. Yaklaşınca o
diyarın <9) halkı Seyyid’i karşılamaya geldi. Armağanlar ve yiyecekler

N ikris: Ayak parmaklarında, topuklarda ve mafsallarda meydana gelen ağrılı hastalık.


getirdiler, dualar ettiler. Seyyid’i büyük bir (10) kiliseye yerleştirdiler. Nirkab
meliki geldi, Seyyid’in elini öptü, onu misafir etti.
(l!) Seyyid, ertesi gün kalktı, dağa çıkmak üzere yola koyuldu. Dağ yolu
çok sarp idi. Çok s e rt(l2'rüzgâr eserdi, K af Dağı’na benzerdi. Gaziler ile Server
o dağda av <l3) yaptılar. Türlü dürlü canavar gördüler. Pek çoğunu avladılar.
Zararlılarını katlettiler, (l4) yenilmesi uygun olanları yediler, Hakk’a şükrettiler.
Dağın zirvesinde (l5) çok kar vardı, rüzgârdan çıkılmazdı. Derelerki su, her yeri
kaplamıştı. Dağda, yukarıdan [T973] (l) aşağıya doğru, yedi gün gezdiler,
canavardan bir nişan bulamadılar.
(2) Sekizinci gün oldu, bir vadiye eriştiler, orada durdular. Bir d
görsünler? Büyük bir mağara; <3) içini bir canavar doldurmuş, yatmakta. Öyle
korkunç nesnedir ki (4) anlatabilmek mümkün değil. Şekil olarak tavusa, başı
ejdere, kanatları horoza, ayakları (5) arslana, kuyruğu horozun kuyruğuna,
gövdesi geyiğe, boynu kaza benzer. (6) Her nefesi ateş alevi gibi çıkar. Etrafı
kapkara yakar. Gövdesi, bir deve (7> kadar var. Canavar, Server ile gazileri
görünce bir kez öyle bir haykırdı ki sesinden o (8) dağ güm güm gümledi.
Hemen mağaradan dışarı çıktı, (9) kanat açıp havaya uçtu, belirsiz olup gitti.
Birazdan havadan aşağı inmeye <I0> başladı. Her nefes alıp verdikçe şimşeğe
benzer ışıklar peyda olurdu.
(li) Server gördü ki canavar geliyor. Hemen kurbanından bir ok
keman kirişi çekti, (12> elini kulağa vurup canavarı gözledi. Öyle bir ok vurdu ki
<l3) bir yanından girip diğer yanından çıktı. Canavar öyle bir bağırdı ki (14)
gaziler sesinden korktu. Server bir ok daha gönderdi. O ok da bir yanından
girip <l5) diğer yanından geçip gitti. Canavar havanın yüzünde dönmeye başladı.
[T974] (l) Defalarca döndükten sonra durdu, aşağı inmeye başladı, sesi de
çıkmaz oldu. (2> Aşağı gelirken Server bir ok daha vurdu, canavar süzülüp yere
düştü, (3> başını yere bıraktı. Gaziler bildiler ki canavar helak oldu. Atlarını
sürüp üstüne geldiler. (4) Gördüler ki ölmüş. Ama yanına yaklaşmak mümkün
değil. Zehirli canavardı, sanki yanan(5>ateş gibiydi.
Server buyurdu, kimseye zararı değmesin diye üstüne toprak atıp
gömdüler, belirsiz ettiler. (6) Rahip geldi, Seyyid’in önünde iman getirdi, ( )
Müslüman oldu. Rahibin Müslüman olmasından sonra yedi yüz kişi daha geldi,
Müslüman oldu. Rahip, (8) Seyyid’e uydu, birlikte Baba’ya gittiler. Yolda
giderken ansızın bir elçi çıkageldi, <9) Seyyid’in eline bir mektup verdi. Seyyid
alıp okudu. O mektupta, (l0) Mora beyinin asi olduğu ve gelip diyarı
yağmaladığı (l^bildirilmişti. Server, yeni Müslümanlara:
-Ben Mora (l2) iline gidiyorum, siz ne dersiniz, dedi. Onlar:
-Biz de birlikte geliyoruz, dediler.
Raviler şöyle anlatır: (l3> Mora’da ansızın bir bey daha türedi. Adına
Diranikir derlerdi. Asıl bey, Cinas (l4) idi. Onu yendi, diyarın bir bölümünü
elinden aldı, (15) zapt etti. Büyük bir şehir vardı. Bu şehrin çevresi, üç günlük
mesafe [T975] (1) şehre bağlıydı. Şehrin padişahı sarayını dört yüz kırk dört (2)
direk üzerine inşa etmişti. Her biri kule ve minare gibi dururdu. Doksan yerden
(3) şehre kapı açılmıştı. Kenarlan surla çevrilmişti. Çarşılar, hamamlar ve hanlar
inşa (4) edilmişti. Adına, Konya derlerdi. (5) Server; Morin diyarına, o şehre
yöneldi. Diranik, şehri içinde (6) gafil gafil oturup içki meclisinde vakit
geçirirdi:
-Rüstem ü Destan kim olur ben varken. (7) Bu diyarları hep alayım, daha
sonra gidip Saltık ile buluşayım, başını Edirne’nin (8) burcuna asayım, orada
olan Türkleri hep kılıçtan geçireyim, Rum diyarından (9) Türkleri sürüp tekrar
Hristiyan edeyim, der idi. Bu tarafta Server, (l0) şehir önüne yetişti, kervan
sahibi suretinde konakladı. Diranik lainin (ll) adamları gelip:
-Nereden geliyorsunuz, dediler. Gaziler:
-İç ilden geliyoruz. (12) Kumaş ve eşya getirdik. Adamlar varıp Diranik’e
bildirdiler:
-Büyük bir kervan <13) geldi, aralarında Müslümanlar vardır, dediler.
Diranik:"4’
-Alın, gelin. Onlardan Saltık’ı soralım. Ne hâldedir görelim, dedi.
Geldiler, (l5) Server ile Müslümanları davet ettiler, Diranik’in yanına getirdiler.
Sarayın kapısına [T976] (l)ulaştılar, kapıcılar geldi:
-Kılıçlarınızı çıkarın, buraya bırakın, ondan sonra içeri girin, (2) dediler.
Server:
-Gidin, Diranik’e söyleyin. Bizim dinimizde kılıç vennek yoktur. (3) Biz
kılıçlarımızla gireriz. Bekçiler gidip durumu <4> Diranik’e arz eylediler. Diranik,
mağrurluğundan:
-Bırakın kılıçları (5) ile gelsinler, dedi. Bekçiler gelip:
-İzin verildi, gelin içeri girin, dediler. (6) Müslüman rahip Rumas, ki ona
Server Kasım adı vermişti, hemen <7) ileri geçip yürüdü. Diranik’in yanma
geldiler. <8) Geçtiler, birer kürsüde oturdular. Yemek döküldü, yediler, içtiler. (9)
Sofra kalktıktan sonra Diranik:
-Getirdiğiniz kumaş ve eşyalar nasıldır, dedi. <l0) Kasım, yerinden kalktı,
Diranik’e:
-Ey Bey! Bizim eşyamız kılıçlarımızdır. (ll) Biz, İslam dininin
bezirgânlarıyız. Bizim kervan başımız, (l2) erenler serveri Sultan Saltık
Gazi’dir. Buraya can ve baş alışverişi (l3) yapmaya geldik, dedi. Server Saltık,
onun sözlerini çok beğendi:
-Kim (l4) bu dine girerse gübre iken arslan olur. Bırakma ya Kasım,
göreyim seni, dedi. <l5)Kasım’a bu sözü söyledi. Diranik hayran kaldı, şaşıp:
-Bu söylediğin nasıl [T 977](l)sözdür? Bre! Bunları hemen tutun, dedi.
Server ve gaziler nara (2) attılar, kılıçlarını ellerine aldılar, yerlerinden
kalkıp divan içinde kılıç yürüttüler, <3) halkı birbirine vurdular. Şehir karıştı.
Diranik kalktı, (4) tahtından kaçtı. Koşarak odasına gitti, silahlarını giyindi,
askerlerine, (5) yakalayın, deyip hücum etti. Müslümanları ortaya aldılar.
Sarayın içinde üç gün üç gece cenk ettiler. Server Saltık, arslanlar gibi (7)
cenk ederdi. Hayli kâfir kırdılar. Gece olunca gaziler (8) sarayı ateşe verdiler.
İçinde ne varsa yandı. Diranik (9)onu görünce feryat edip halka:
-Yakalayın, dedi. Bu tarafta Kasım, Server’e : (l0)
-Ya Server! Bu şehri yakalım. Binaları çam ağacından yapılmıştır. (ll)
Çabuk yanar. Söndürmesi çok güçtür. Küffar başının kaygısına düşer. <12)
Bunları, kırmakla tüketemeyiz, dedi.
Gaziler her tarafa (l3) dağıldılar. Gece şehrin her tarafına ateş attılar. <l4)
Şehir, tutuştu. Kâfirler başlarının derdine düştü. Oğul, kız, kadın (l5) ve mal
kaygısıyla şehirden dışarı çıkıp kaçmaya başladılar. [T978] (l> Bu taraftan
gaziler fırsat vermeyip halkın üzerine yürüdü, cenge başladılar. (2) O gece
kâfirlerin başına sanki kıyamet koptu, feryat ve figan s e s i(3) göğe çıktı. Diranik,
şehrinden (4) dışarı çıktı, gelip bir ovada durdu. Şehri söndüremediler. Yanıp (5)
harap oldu. Halk, dağılıp gitti. Bu tarafta gaziler kaçanları yakalayıp bir
kenarda <6)toplandı. Dokuz yüz seksen yedi kişi oldu. Onları (7)esir ettiler.
Sabah oldu, güneş doğdu. (8> Küffar baktı ki Müslümanlar bir yere (9)
toplanmış, zırha bürünmüşler. Her biri Süleyman’ın bir devine (l0) benzer.
Harpte bin türlü hüner gösterirler. Kâfirlere korku düştü. <U) Diranik’e haber
verdiler. Diranik gazaba gelip askerleriyle <12) Server’in üzerine yürüdü. Saltık:
-Ben seni kaçtı sandım, sen hâlâ burada (I3) mısın, dedi. Hemen cenge
yürüdüler, küffara göz açtırmadılar. <l4) O gün akşama kadar arslanlar gibi cenk
ettiler.
Gece oldu. (l5) Gaziler döndü. Orada yüksek bir dağ vardı. Şehrin hemen
kenarında idi, [T979] (l) oraya çıktılar. Bir de ne görsünler? Şehir yanıp harap
olmuş, <2) küffarın ocağı yıkılmış. Halk dağılmış, başlarını alıp cehenneme (3)
kadar gitmiş. Müslümanlar bir süre orada bekledi. Sabah oldu, (4) tekrar
kalktılar, Cenge yürüdüler. Diranik buyurdu, meydan açtılar. <5) O meydana
girip gösteri yaptı:
-Ey Saltık! Bana ya sen (6) gel ya o Rumas gelsin. Rumas, dininden yüz
döndürmüştür, dedi. (7) Kasım, Server’e:
-Sultanım! Buyur, ben kulun meydana gireyim, <8) Diranik ile cenk
edeyim. Ya burada baş alayım ya da senin yoluna <9) başımı vereyim, dedi.
Ümidim odur ki himmetinle onu, eli bağlı ve ciğeri yaralı (l 0) bir şekilde yüksek
huzuruna getireyim. Server:
-Tanrı yardımcın olsun, (ll) dedi. Kasım, atını meydana sürdü, Diranik’in
karşısına gelip <l2>durdu. Diranik:
-Ey Mesih dininin düşmanı! Ne gördün de (13)bu cazuya uydun, dininden
döndün? Nasranîler içinde hürmetini düşürdün, dedi. Kasım:
-Ey akılsız kâfir! Saçma sapan konuşma. (15) Şükürler olsun ki hak dine
şimdi ulaştım. Küfür ve karanlıktan kurtuldum, hünerin [T980] (1) var ise onu
göster, dedi.
Her ikisi hamle, darbe ve harp ile meşgul oldular. (2) Birkaç hamle
sonucunda Diranik, Kasım’ı atından yıktı, bağladı. (3) Diranik, askerlerine
emretti ki Kasım’ı idam edeler. Beyleri izin vermedi: (4)
-Acele etme. Saltık Türkü de tutalım, ondan sonra öldürelim, dedi. (5)
Cenge başladılar. Server, Kasım’ın tutulmasına çok üzüldü. (6) Akşama kadar
cenk oldu.
Akşam oldu, (7) iki taraf da döndü, yerlerine geçip konakladılar. Diğer
tarafta Diranik(8) gelip kondu. Kasım’ı getirdiler:
-Bre haydut! Hâlin nasıl oldu, (9) gördün mü? Kendi dininden dönüp gayrı
dine girdin. (l0^Şimdi şenine azapla öldüreyim, söyle, dedi. Kasım: (11)
-Ya Diranik! Sen beni öldüremezsin. Eğer Tanrı öldürmezse (12) elinden
hiçbir şey gelmez. Her ne yapabiliyorsan geri koyma. Senden (l3) benim
intikamımı Saltık alır. Henüz söz tamam olmadan Server Saltık (l4) çıkageldi.
Kasım’ı (l5) kurtarmaya gelmişti. Yerinde bulamayınca atını, Diranik’in yanına
sürdü. [T981] (1) Nara attı, Diranik’in yakasına (2)yapıştı. Hey, deyip geldi, cenk
(3) etmeye başladı. Bu arada Kasım’ın bağlarını çözdü. (4) Bunların sesini gaziler
işitti,(5) onlar da cenge girdi. O gece Hak teala rast getirdi,(6) Diranik’i otağında
yakaladı. Kavmini kılıçtan <7) geçirdiler. Halk dağılıp kaçtı. Server (8) buyurdu,
Diranik’i eli bağlı bir şekilde getirdiler. Server:(9)
-Ey Diranik nasılsın? Hâlin neye vardı? (l0) Davan, boş laf oldu, dedi.
Diranik: (11)
-Bu yaptığın erlik midir? Yaptığın hileden başka bir şey değildir, dedi.
Server:
-Ya Diranik! <I2) Sen bilmez misin? Rüstem-i Zal demiştir ki erlik ondur,
dokuzu <13) hiledir. O, çok kuvvetli bir er iken cenkte hile (l4) yapardı. Lazımdır,
hile de erlikten gelir. Eğer (15) hile olmasa kuvvet, yetmeyebilir. Hile
yapmadığın için [T982](1) bu duruma düştün. Cengas senin beyin (2) idi, ona asi
oldun, baş çekip bu şehri (3) elinden aldın. Seni ona vereceğim, karşılığında mal
alıp gazilere (4) paylaştıracağım. O da seni tepeleyip hakkından (5) gelir, dedi.
Diranik:
-Ya Server! Sarayımda falan yerde <6) hâzinem var, onu da al, gazilere
ver. Bu şehir yandı, (7) harap oldu, halkı dağıldı, gitti. Ben de canı dilden
imana geleyim, küffarla gaza edeyim, deyip (9) hemen imana geldi. Gidip
hâzineyi (l0) aldılar, atlara ve katırlara yüklediler. Daha sonra gaziler ile (11)
dönüp Baba’ya yöneldiler. Yakın yerde (12) bir melik vardı, Seyyid’i
karşılamaya geldi. Server, (13) o malı Diranik ve Kasım ile Baba’ya gönderdi.
(l4) Kendisi Bosin diyarma gitti. Bir şehre (15) ulaştı, orada konakladı. Şehrin
beyi bir kadın idi. [T983] (1) Kara bir taştan, kocasına benzer bir put yaptırmıştı,
(2) halkı ona taptırırdı. Halkı yılda iki kez sahraya (3) çıkarırdı, tapmayanı
öldürürdü. O günlerde yine <4) halkı sürüp çıkarmıştı. (5) Bir yiğidi de tutup
birlikte getirmişlerdi. Putun önünde (6)onu yakıp helak edeceklerdi.
Server, gazilerle (7) oraya yetişti. O hâli gördüler, (8) melik olan kadmm
yanma gittiler. Kadm, Seyyid’i gördü. (9>Tanıyıp karşılamaya geldi, hürmet etti.
Seyyid, kadına (10) sordu:
-Bu cansız taşa halkı niçin taptırırsın? (II) Ayrıca bu yiğidin suçu nedir?
Mehyar ilinin kadm beyi: (12)
-Ya Server! Bu fakirenin eri ölünce tahtı bana <13) kaldı. Hak teala bir kız
vermişti. Büyüdü, (l4) savaşa katılabilecek duruma geldi. Bir süre meydan tuttu,
pehlivanlık (15)etti. Sonunda bu yiğit onu yendi. Kız: [T 9 8 4 ](l)
“Sana razı oldum. Fakat bana üç nesne getireceksin: (2) Birisi hüma
kuşudur. İkincisi sığırcık suyu. Vilayetimize (3) çekirge çok gelir. O su ile
sığırcıklar gelecek, onları (4) helak edecek, memleket kurtulacak. Ayrıca gece
cevherini getir. (5) Bir tane olsun. İşte o zaman ben sana razı olurum, nefsimi
teslim (6) ederim.”, dedi. Bu yiğit de razı oldu. Sözleştiler: (7)
“Eğer getiremeyecek olursan yalan olur. Put önünde (8) seni yakarım.”,
dedi. Ya Server! Ondan sonra bu yiğit (9) izin alıp gitti, İsfahan’a çıkıp sığırcık
suyunu getirdi. (10) Yere koymayıp kilisede astık. Çekirgeler (11) ilimizden gitti.
Sığırcıklar geldi, çekirgeleri (12) kırıp tükettiler. Ondan sonra tekrar izin alıp
cevheri (13) istemeye gitti. Yedi yıl cevheri ve hümayı aradı. (l4) Bu benim kızım
yedi yıl sabretti. Cevheri, Mağrip (15) diyarmda bir rahipte bulur. Hizmet edip
alır. Fakat hüma kuşunun [T985] (1) çaresini bulamamış, geldi. Yalan çıktı, biz
de onun için (2) yakmak isteriz, dedi. Seyyid:
-Ya Banu! (3) Bu dertli yiğit elinden geleni yapmış. <4)Zira o kuş havadan
yere inmez. Ne zaman ölürse o zaman <5>düşer. Şimdi senin kızın beri gelsin,(6)
ona soracaklarım vardır, dedi. Kızı getirdiler, Seyyid (7)ona:
-Ey nigar! Hüma kuşunu bu yiğitten (8) istedin, getiremedi. İşte benim
esirim oldun. Gel kerem eyle, (9) bu yiğidi affet, gitsin. Bu âşık ve dertli, (l0)
senin yoluna bunca zaman çalışmış, elinden geldiği (ll) kadar gayret göstermiş.
Şimdi eziyet etme. Bu yiğidi (l2)kabul et, dedi. Kız:
-Ya Server! Beni bir cin padişahı (l3) sever. Bana dedi ki bunları sana
getirmeyeni yanma (l4) getirme, yoksa seni helak ederim. Onun sözünden (15)
dolayı korkumdan dışarı bile çıkamıyorum, dedi. Server, hemen Menucher
cinnîyi [T 986](l) davet edip getirdi, ona sordu:
-Bu kız (2) için ne dersin, dedi. Cinnî:
-Sultanım! K af Dağı’nın (3) yanında mümin bir Sünni cin meliki vardır,
bu kıza âşık olan odur, dedi. <4) Server, Menucher’e emretti. Gidip Abdullah (5)
cinnîyi getirmesini istedi. Menucher gitti, o cinnîyi (6) alıp geldi.
Seyyid Abdullah, cinnmin (7) geldiğini bildi, buharlar tüttürdü. Seyyit
kalkıp Abdullah’a izzet eyledi. (8) Abdullah da Seyyid’e izzetler ve hürmetler
etti. <9) Merhabalaştılar, oturup sohbet ettiler. <l0)Server:
-Ya melik! Bu kızı insanoğlundan niçin men (ll) edersiniz? İnsanoğlu
cinnî ile bir (l2)araya gelemez. Cinnî: (l3)
-Ey erenler sultanı! Biz bunu şu sebepten dolayı yasakladık: <l4) Bu kız,
kâfire nasip değildir. <l5) Ehl-i İslam’a nasip olacaktır. Ümidimiz odur ki kendisi
[T987] (1) de Müslüman olacak. Ben, ceddin Habib-i <2) Ekrem Muhammed
Mustafa’nın <3) önünde iman getirdim. Bana kendisi Abdullah adını verdi. <4)
Kitaplarda anlatılmaktadır. Kâbe şehrinde <5) önceleri putlar vardı. Şeytanlar
içine girip halkı azdırırdı. (6> Bir gün Ebu Cehl lain putunu ileri getirdi: <7>
“Ya Muhammed! Bununla konuş. Bir şeytan onun içine (8) girdi, Resul’e
sihirbazlık ile <9) söz söyledi.” O gün, Kureyş içinde Ebu Cehl (l0) sevindi.
Hazret-i Resul’ün mübarek hatırı (ll> melul oldu, gitti. O gece bana Cenab-ı
Hak’tan (l2) bir melek geldi, işaret etti. Sabahleyin o meleğin <l3) sözüyle
kalktım. Gittim, haremin bir yerinde gizlendim. (l4) Resul-i Mübin çıkageldi,
küffarı davet <15) etti. Ebu Cehl gitti, o putu gene getirdi. [T988] (1) Tekrar o
şeytan içine girdi. Tekrar konuşmaya başlayacaktı. Hemen (2)o putun içine girip
şeytanı tepeledim. Kanı, bunun ağzından <3) dışarıya döküldü. Ben, Resul’e
iman (4) getirdim. Durumu Kureyş içinde anlattım. (5) Düşmanın olan cinnîyi
öldürdüm, ben sana iman getirdim. (6) “Ya Muhammed! Sen hak
peygembersin.”, dedim. Küffar işitince (7) çok üzüldü. O vakit Resul bana “Ya
Abdullah!”, <8)dedi. Benim adım Abdullah kaldı, dedi.
(9) Server onu dinledi. Cinnî melikine izzetler eyledi, (l0) hoşgördü.
ki bu cinlerin seyididir. Hoş (ll)kokular sürdüler. Sonra Saltık:
-Ya Abdullah! Eğer (l2)bu yiğit İslam’a gelirse <13)bu kızı ona verir misin,
dedi. Cinnî:
-Güzel olur, fakat sözleştik. (14) Hüma kuşu gelirse alır. Sözün yerine
varması gerekir, dedi. (l5) Seyyid, cinnîden bu sözü işitince:
-Ya Abdullah! Bu hüma kuşu [T 989](I)nerede olur, dedi. Abdullah:
-Havada olur, hiç yere inmez. Kış gelince <2) K af Dağı’nın ardına varır,
geçer gider. Tanrı, <3) K af Dağı’nı dünyaya mıhlamıştır. Onun ağırlığından
yerler <4) sakin durur. Zira yerleri su üzerinde yarattı. Yer sürekli deprendi, (5)
durmadı. Hak teala dağları yarattı. (6) Fakat bu dağı orta yere koydu. Bir
tarafında insanlar oturur, (7) bir tarafında cinnîler. İki tarafından gün doğar,
dolanır. Issızdır. (8) Her ne zaman gün doğsa onlara gecedir, insanlara
gündüzdür. <9) Güneş dolandığında onlara gündüz, bize gece olur. K af D ağ ı(l0)
ardına güneş gider, gelir. Oraya insan neslinden kimse <U) varamamıştır,
varamaz. O taife, mümindir. Enbiya <12) ve evliyayı bilirler, Hakk’a ibadet
ederler. Bu hüma dedikleri (l3> kuşlar orada kışlar, yaz gelince havada uçarlar,
<l4) K af Dağı’nın eteklerine inip konarlar. İnsanın olduğu (15) yere inmezler.
İnsanoğlundan ürkerler, dedi. Server: [T990](l)
-Ya Abdullah! Bu hayvanat, insanlardan niçin ürker, dedi. Cinnî: <2)
-İnsanlar öldürücüdür. Kan ve fesat ederler. Onun için ürküp kaçarlar,
dedi. Server:(3)
-Ya Meymun! Hüma kuşlarından birini ele geçirip (4) bunların İslama
gelmesini sağlayaydık çok güzel olurdu, dedi. (5) Cinnî:
-Ya Server! Sen gel, K af eteğine (6)ulaş, yakalayıp bir kafese koyup getir.
(7) Seni oraya iletmek benim hizmetim olsun, dedi. Daha sonra Seyyid, İslaros
<8)adlı âşık yiğidi kız ile getirip: (9)
-Ben sizlere o hüma kuşunu getirirsem, (I0) sizler Müslüman olur
musunuz, diye sordu. Onlar:
-Ya Server! Başımız (ll) yoluna feda olsun. Canı gönülden kabul ettik.
Yalnız onu diri görmek istiyoruz. <l2) Şimdiye kadar hiç kimse görmüş değildir,
dediler.
Seyyid, (l3> gazileri orada bıraktı, kendisi cinnî ve Menucher ile birlikte
<i4) K af eteğine revane oldu. Cinnî, Seyyid’i bir taht (15) üzere oturttu. Cinnîler,
Saltık Gazi’yi getirdiler, göz açıp yumuncaya kadar geçen zaman içinde K af
[T991] (l) Dağı’na erştirdiler. Bir diyara çıktılar. O diyarın adı (2)Cinnistan idi.
Büyük bir şehir gördü. Sırçadan <3) inşa edilmişti. <4) Türlü türlü binalar,
saraylar, köşkler, çarşılar,(5) hanlar, hamamlar ve evler yapılmış. Şehrin içinden
(6) ırmaklar, çeşmeler, havuzlar, pınarlar akmakta. Etrafı (7) bağ, bostan ve
bahçeler. Her şey düzenli. (8) Şehrin ışıkları gökyüzüne ulaşmış. (9) Abdullah
cinnî:
-Ya Server! Bu şehir, Zücaric şehri <l0> midir? Şimdi gelin gidelim, dedi.
Server’i alıp sarayına getirdi, konuk etti. Üç gün bu şehri <l_) seyrettiler.
Acayip ve garip şeyler gördü. Gördükleri dil ile anlatılamaz. <l3) Söylenirse söz
uzar. Dördüncü gün (l4)av yapmaya çıktılar. O gece çok karanlık <l5) idi. Birkaç
hüma kuşu geldi, ağaçların dalına kondu. [T992] 0) Ay gibi ışık verdiler. (2)
Güzel sesleriyle öttüler. Şevkten <3) ve sefadan kendilerinden geçerlerdi. Saltık
Gazi, hemen yerinden kalktı, (4) ağaçların yanma geldi. Eline ağ alıp dallardaki
(5) kuşlara attı. Tanrı’nın kudreti ile iki hüma kuşu (6) ağa düştü. Birisi erkek,
birisi dişi idi. Seyyid onları (7) tutup bir kafese koydu, gıdalarını verdi, yanına
alıp (8) besledi.
O gün şehirde beklediler. Cinnîlerden <9) kim varsa şehre gelip Seyyid’i
(l0) ziyaret etti. Server ve Menucher, Abdullah (ll) cinnîye veda edip oradan
ayrıldı. <12)On birinci gün gazilerle buluştular. (13) İslaros ve kız geldi, Server (l4)
ile buluşup görüştüler. Seyyid hüma kuşlarını <15)getirdi ve gösterdi.
Onlar hüma kuşunu [T993] (l) gördüler, muratlarına erdiler. İkisi birden
canı (2) gönülden imana geldiler. Server; İslaros’a Nigar’ı kendisi (3) nikâh etti,
yedi gün yedi gece düğün edip (4) verdi, birbirinden murat aldılar. Server,
İslaros’a İskender (5) adı verdi, o da gazilerden oldu, etrafta çok gazalar (6)
eyledi. Server daha sonra iki hüma kuşunu (7) azat etti. O kuşlar gitmedi,
Seyyid’in yanında kaldılar. (8) Sürekli Seyyid’in başının üzerinde uçarlardı.
Halk onları <9) görürdü. Seyyid dünyadan gittikten sonra bir daha <l0)
görünmediler, belirsiz oldular, gittiler. (ll) Server gazilerle ayrıldı, (l2) Bosin’e
gitmek üzere yola çıktı. Yaklaşınca bir haberciye rastladılar. (13) Seyyid sordu:
( 14)

-Nereye gidiyorsun, dedi. Haberci:(l5)


-Ya Server! Sizin yanınıza geliyordum. Mehar ilinde imişsiniz. [T994J (l)
Üstümüze kalabalık bir düşman geldi, vilayeti ürküttü. Beni (2) size yardım
istemeye gönderdiler, dedi ve Melik Bosin’in (3) mektubunu Seyyid’e sundu.
Server, mektuba <4)baktı. Yazmışlar:
-Ey erenler (5) sultanı! Bilmiş olunuz ki Alaman meliki bizim üstümüze <6)
kırk bin zırhlı kâfir askeri gönderdi. (7) Kendisi de birlikte geldi. Kavminin her
biri bir deve benzer, (8) acımasız ve zalim melundurlar. Bunlar kadar kötü ve
zalim kâfir, (9) küffar arasında yoktur. Nakildir: Asfaroğulları adına <l0) bir kâfir
beyi çıkacak. Bütün küffar ahir zamanda ona uyup (111İslam üzerine yürüyecek.
Ben, o Asfaroğlu’yum. (l2) Beni kim tutabilir, diye sarı sancaklar ve sarı
elbiseler giyip (l3) üstümüze geldiler. Askerlerinin sayısı yok. <l4) Piyade, atlı.
Bunlar kırk bin has sipahidir. Kendisinin (l5) kapı halkıdır. Beylerimiz ve
halkımız; kadın erkek kaleye [T995] (1) sığındılar. Vilayeti yağmalayıp oturdu.
Bize lütuf ve kerem (2) et, yardıma yetiş. Yoksa il ve memleket elden (3) çıktı,
demiş. Server çok üzüldü: <4)
-Gazilere mektuplar ve haberler gönderin, gazaya gelsinler. Nerede gazi
varsa (5) mektup saldılar. Kendisi, <6) haberci ile Bosin melikinin yanma gitti.
Melik, oğlu (7) ve Mariko ile birlikte gelip Seyyid’i karşıladı. Bunlar gizli din
tutarlardı. (8) Seyyid’i misafir ettiler, ziyafetler verdiler.
DOKUZUNCU BÖLÜM

(9) ASFAR KÜFFARIYLA SALTIK GAZÎ’NİN BÜYÜK GAZASI

Rivayet edenler şöyle anlatır: (l0) Seyyid’in geldiğini kâfirler (ll) işitti,
Alaman meliki Figor’un yanına gidip:
-Bilmiş ol, sihirbaz Saltık, (12) Bosna melikine yardıma geldi. (l3) Figor
mağrurluğundan kahkaha ile öyle bir güldü (14) ki, mir ve vezirler başlarını
önüne eğdiler. Sonra döndü:(l5)
-Beyler, bu Saltık bin başlı ejderha dahi olsa, bu askere [T996] (l) cevap
veremez. Bunun üzerine büyük vezir başını kaldırıp: <2)
-Gerçek dersin, fakat şimdiye kadar kâfirlerden karşı duranlar bir şey
elde (3) edemediler. Bunun gibi nice ordular dağıtmıştır, cenkler etmiştir. Onun
(4) dünya halkından korkusu yoktur, keramet eridir. Her işin (5) sonunu
düşünmek iyidir. Figor vezirini dinleyince (6) hışma gelip:
-Sen o Türke yardım edersin öyle mi, dedi. Emretti, (7) büyük veziri
Server’e karşı idam ettiler. Büyük vezir, ölmeden önce (8) imana geldi, sonra
teslim oldu. Gaziler bu durumdan haberdar oldu. (9) Çok üzüldüler. Seyyid ant
içti:(l0>
-Tanrı fırsat verirse Alaman oğlunu da ben idam edeceğim, dedi. <U)0
gece vezirin cesedini, gaziler dar ağacından çaldılar, getirip bir tepe <l2)
üzerinde defnettiler. Figor bu veziri astığına pişman (l3) oldu. Parmağını ısırdı,
üzüntülü bir şekilde (14) biraz düşündü, beylerine dönüp:
-Gazapla bu işi yaptım. (15) Fakat yanımdan ayırmamam gereken biriydi.
Tedbir alma konusunda bana gerekli kişi idi. [T997] (l) Öfkeme uyup onu idam
ettim. Sabredip hapsetmek gerek idi. Sizlerden U) de dilek olmadı. Bu iş
olmayaydı, dedi. Bu sözleri üzerine (3) beyleri, vezirleri ve naibleri:
-Sultanım! Üzülme. Olan oldu, <4) sizden o zaman hepimiz korktuk, affını
dileyemedik, dediler. Figor: (5)
-Şimdi tedbir alın. Bu Türkle nasıl edelim. Mutlaka galip gelmeliyiz,
dedi. Figor’un (6) kırk veziri, yetmiş beyi ve üç yüz altmış (7) altı nayibi vardı.
Bunlardan bir ulu naib yerinden kalktı, (8) Figor’a dua edip:
-Buyurursanız ben kulunuz bir tedbir düşündüm, dedi. (9) Figor:
-Hadi söyle, dinleyelim, dedi. <IO)Naib:
-Sultanım! Benim tedbirim söyledir: Şehnek (ll) Fedai, ki senin katında
suç işlemişti, başını alıp dağlara ( 2) kaçmıştı. O, yürekli bir erdir. Otuz kişiyi
fedailikle tepelemiştir. (l3) Onun suçunu affedin, gelsin, gönderelim, gidip bu
Türkü (l4) öldürsün. Bunu öldürürsek diğer Türklerden korkmayız. Onları kırıp
<15) helak ederiz, dedi. Figor bu görüşü çok beğendi:
-Hani şimdi [T998] (l)o fedaiyi bulup getirin, suçunu affettim. (2) Gittiler,
o fedaiyi askerlerin içinde bulup getirdiler. Figor (3> ona ikramlarda bulunup
kaftanlar hediye etti. Ulu bey yapacağına söz verdi. (4) Fedai de Figor’un
önünde başını eğdi, iddialı sözler söyleyip (5) çıktı, Seyyid’i öldürmek için
harekete geçti. (6) Müslümanlardan tarafa yöneldi. Hançeri, zehirli idi. Beline (7>
sokup gizlice yürüdü. Bu tarafta gaziler ve Seyyid (8) gördü, kâfirler hareket
etmediler, sakince beklediler.
-Acaba niçin sakin sakin duruyorlar, <9) dediler. Gaziler de sakinleşip
beklediler. F ak at(10) gafil durmadılar, her yana göz kulak oldular.
Fedai adlı kâfir tH) Sünniler gibi giyindi, gizlice Müslümanların içine
girdi. Her yerde Server’e (12) yakın dururdu, fırsat gözetirdi. Server’i (l3)
hançerle vurmak isterdi. Uygun fırsat bulamadı. Zira gaziler, Seyyid’i (l4)
beklerlerdi, kimseyi yanına yaklaştırmazdı. Seyyid, bir gece <l5) rüyasında
[T999] (l)Alibin Ebi Talib’i gördü. <2) Seyyid’e karşı gelip selam verdi:
-Ciğerimin köşesi <3) oğul Saltık! Gafil olma. Küffar, seni öldürmek için
sinsice hareket ediyor. (4) Hemen kendine Hızır Peygamber duasını oku.
Resul’den ceddin Cafer (5) Gazi’ye, ondan da sana kalan duaları oku. <6)Ayrıca
benim zırhımı giy ki sana bir zarar gelmesin, dedi.
Server uyandı, (7) rüyasını gazilere anlattı. İmam’ın dediği (8) vakte hazır
oldu. O sabah Server atına bindi. (9) Giderken kâfir Fedai, ansızın Seyyid’in
üzerine sıçradı, (10) hançeri göğsüne öyle vurdu ki hançerin darbesinden Server
incindi. (ll) Fakat hançer Seyyid’e geçmedi, ortadan kırıldı. Server (12)gazap ile
o fedai melunun başına yumruk ile öyle vurdu ki <l3) kafası darmadağın oldu,
beyni saçıldı. Kâfir yere düşüp canını <l4) cehenneme emanet etti. Fedai helak
olunca casuslar(15) varıp Figor’a:
-Ya Melik! Bu Türk güçlü kimsedir. Baban [T1000] (1) ve deden
korkularından buna karşı gelmediler, dostluk gösterdiler. <2) Sen iyi yapmadın,
bununla düşmanlık ettin. Bu Türk, dünya (3) halkının hiç birinden korkmaz ve
üşenmez. Değil ki senden ve senin (4) askerlerinden korksun. Yüzlerce kere
bunun gibi ordu ile cenk (5) ve harp etmiştir. Türk kavmi bunun gibi gün (6)
görmedi, böyle mutlu olmadı. Tatar oğlancıkları bayrama (7) yetişti. Şimdi cenk
günü, bunların bayramıdır. (8) Bunlardan sakınmak gerekir. Türkler kâfirin
azından ve çoğundan <9) korkmazlar. Kafirler ördek ve kaz gibidir. Gaziler yiğit
<10) ve şahindir. Bir doğandan nasıl kaçılırsa (ll) kâfir, Müslümanlardan öyle
kaçar. Türkler <l2) gelince kâfirleri kaçırırlar, dediler. Figor bu sözlerden
muzdarip (13) oldu:
-Şimdi gayret zamanıdır, ad ve san (l4) almak için cenk edelim, dedi.
Emir verdi, savaş davulları çaldılar. (15) O gün küffar askerleri saf bağladılar ve
yürüdüler.
Bu tarafta [TlOOl] (1) dört bin gazi, otuz bin Bosin çerisi ile (2) zırh
giyindi, dağdan aşağı geldiler. Sonra dağa (3) arkalarını verdiler, sancaklarını
açıp Dırahtistan’ın sahrasına (4) döndüler, kılıçlarını kuşandılar. Bunlar da saf
bağladılar. (5) O vakit yeni Müslüman olan İslaros, ki Server <6) ona İskender
diye ad koymuştu, hatunu Melik Banu ile <7) geldi. Onlar, Seyyid’e kavuştular.
Meydan açıldı, (8) iki taraftan çavuşlar gidip haber verdiler:
-Bu gün meydana (9) kim girecek, erlik hünerini kim gösterecek, dediler.
Melike <10) Banu’nun kendisi atını meydana (ll) sürdü. Girdi, gösteri yapıp er
talep etti. <l2) Kâfirlerden Şehmas Rumî atını sürüp karşısına <13) geldi. Cenge
başladılar. Nigar onu bir darbede attan yıktı, (l4) bağladı, Seyyid’in yanma
gönderdi. Bir kâfir (l5) daha girdi, onu helak etti. Melike Banu o gün yetmiş
[T 1002](1) sekiz kâfiri bertaraf etti. Kimini öldürdü, kimini <2) esir etti.
Akşam olunca savaşa ara vermeyi işaret etmek için davullar dövüldü. (3)
İki tarafın askeri döndü, yerli yerine gidip konakladı. (4) Seyyid esirleri ve
Şehmas’ı dine davet (5) etti Şehmas, Seyyid’in sözlerini beğendi, küfrü (6> terk
edip imana geldi. Server buyurdu, Şehmas’m bağlarını (7) çözdüler. Bir kürsü
verdiler, Şehmas geçip oturdu. (8) Bu Alaman kavmi güneşe tapardı. Frenk (9)
taifesinden idi. Hem de dip Frenk idi.
Bu Frengistan’ın <10> öncesi Karanca’dır. Baba ili de onlardandır. Bazısı
da Rum’dandır (ll) der . Bu Şehmas o diyarda bilinen bir kimse idi. (l2)
Müslüman oldu. Diğerleri olmadı. Server onları küffar ordusuna (l3) karşı idam
etti. Küffar bu hâli gördü, çok üzüldüler. (14) Gördüler ki Şehmas onlarla
birlikte değildir. Müslüman olduğunu (l5) duydular, feryat ettiler. Figor kavmine
ve ordusuna [T1003] (l) emir verdi, yürüdüler. Göz açtırmadan gazilerin üzerine
hep birlikte (2) hamle kıldılar.
Müslümanlar dayanamadı. Domuzun önünden kaçar (3) gibi kaçtılar. İki
taraftan girip cenk ettiler. (4) Zira kâfir ordusunun atı ve eri baştan tırnağa
varıncaya kadar <5) gömgök demir idi. Birbirinden ayrılmayıp dağ gibi <6)
yürürlerdi. Gaziler onun için önlerinden çekildiler. Ok, (7) gürz ve kılıç ile cenk
ettiler. Kâfirleri <8) yenemediler. Çaresiz dağa çekildiler, beklediler. Dokuz
gün bu şekilde cenk ettiler. Gazilerin Server’i (l0) taraf taraf yürüyüp cenk
ederdi. Kâfirler,(l 1] çobandan koyunun kaçması gibi önünden kaçardı. <12)
Dokuzuncu gün dönüp konakladılar. Ertesi <l3) gün kâfirler cenk
etmediler. O gün Server bir kenara çekildi, (l4) yârenler ile sohbet etti.
Raviler şöyle anlatır: Diğer tarafta (15) kâfirlerin meliki Figor o gün ava
gitti. Av [T1004] (1) yaparak dağın zirvesine çıktılar, aşağı baktılar. (2) Bir de ne
görsünler? Seyyid, dağın eteğinde yârenleri ile oturmuş, <3) sohbet etmekte.
Anladılar ki Seyyid’dir. Kendi yârenleri ile (4) orada oturur. Figor beylerine
dönüp:
-Nasıl edip de bunları (5)ele geçirelim, dedi. Beylerden birisi:
-Şu <6) arslanı onların üstüne salalım. (7) Hey deyince arslan iner. Biz
bekleyelim. Sonra (8) arslanın ardınca baskın yapalım. Belki bu Türkü (9) diri
tutarız. Onlar, gafillerdir, dediler.
Arslanı hemen (l0)salıverdiler ve haykırdılar. Arslan rastgele gazilerin (ll>
üzerine gitti, ansızın çıkıp geldi. Orada olanlar, (l2) silaha sarılıncaya kadar
arslan doğru Seyyid’in üzerine atıldı. Server <13) yerinden kalktı, silaha ulaşacak
zamanı kalmadı. Hakk’a sığındı, <l4) arslandan önce davrandı, hemen sıçradı,
arslanın (15) kulağına yumruğunu öyle bir vurdu ki beyni ağzından ve burnundan
[T 1005] (1) dışarı çıktı. Arslanı başının üstüne yıktı. Server birkaç tekme (2)
vuruncaya kadar karşıdan atlılar peyda oldu. Server buyurdu, gaziler <3)
silahlarına yapıştılar, atın sırtına çıktılar, ileri yürüdüler. Server (4) arslanın iki
ayağından tuttu, arslanın <5) leşini tavşan gibi eline aldı, onlara karşı yürüdü.
Kâfirler bu heybeti görüp (6) dönüp kaçtılar. Figor gördü ki kimse karşı
duramaz. Kendisi de <7) kaçtı. Server ardından yetişti, sırtının ortasına <8) üç tane
taş attı. Öyle vurdu ki Figor’un (9) ağzından burnundan kanlar fışkırdı. Atın
boynuna düştü. <l0) Başını zorla kurtarıp gitti.
Bu tarafta Server, gazilerle atını sürüp (ll) ordunun olduğu yere geldi.
Arslanın derisini yüzdüler, postunu aldılar. (l2) Sabahleyin kalktılar ki cenk
edeler. Gördüler ki kâfirler (13> yerlerinden göçmüş. Bir menzil ileri konmuşlar.
Meğer Figor <l4) korkmuş, diyarına gitmek için göçmüştü. Cenkten ferag at(l5)
etmiş, Seyyid’in korkusundan dolayı cenk alanını terk etmiş. Server de göçtü,
[T 1 0 0 6 ](1) ardınca gitti. Gazilerle birlikte Bosna ordusunun karşısına kondular.
(2) Küffar gördü ki ardlarınca Müslümanlar geldi, karşılarına konaklad
Çok korktular, Figor’a hücum edip:
-Nereye gidiyorsun? Türkler <4) ardımızdan yetiştiler, bizim kaçmamıza
izin vermezler. Bir bir esir edip bizi (5) tutarlar. Sen bizi bunlara çiğnetip
kırdıracaksın, dediler. Atının (6) ayağına bukagu* vurdular ki kaçmaya, cenk
ede. Kâfirler (7) cenk ve harp etmek için tekrar hazırlık yaptılar. Arabalarını, top
(8) ve tüfeklerini donattılar.
Bu tarafta durumu işiten gaziler, her taraftan, Seyyid’e <9) yardıma
geldiler. Edirne’den Ahmed, İlyas ve İsmail ulaştı. (10) Ezan sesi ile dağlar ve
ovalar sallandı. Gazilerin gelmesi, kâfirleri korkuya (ll)düşürdü.
Müslümanlar on bin kişi oldu. (12) Seher vaktinde savaş davulunu vurup
saf bağladılar. Kâfirler (l3) hep birlikte yürüdü, cenge başladılar. Akşam vakti
oluncaya kadar <14) arslanlar gibi cenk ettiler. O gece birbirinden ayrılmadılar.
Sabah oluncaya (15> kadar cenk ettiler. O kadar çok asker kırıldı ki cesetlerden
dağlar oluştu.

Bukagu: Hayvan ayağına vurulan köstek.


[Tl 007] (1) Sabah oldu, güneş yüzünü gösterdi. Figor gördü ki gaziler, (2)
kâfirleri hıyar gibi ikiye bölüp kırarlar. Canı gönülden çalışıp (3) cenk ettiler.
Lainlerin gayretinden âlem sallandı. (4) Bu arada Figor askerlere:
-Bre bırakmayın, deyip (5) yürüdü. İki ordu birbirine karıldı ve katıldı.
Yerin yüzü pamuk gibi atıldı. Öyle bir cenk oldu k i <7> dünya yakın zamanda
devran böyle bir cengi görmemişti. O gün (8) niceleri cansız ve başsız kaldı.
Seyyid, Rüstem-i Destan <9) gibi kâfirin alaylarına kendisini vurup <l0) cenk
ederdi. İki ordu birbirinden ayrılmadan <n> üç gün ve üç gece cenk etti. Atlar (12)
ve askerler yoruldu. Seyyid cenk ederken (l3) ansızın Figor’a rastladı. Gök
gürlemesi gibi(14) nara attı. Server, atı Figor’un üzerine saldı. (15)Ok yağmuruna
tuttular, döndüremediler. Çaresiz [T1008] (l) önünden kaçtılar. Figor kılıcını
eline aldı, (2) Seyyid’in karşısına geldi. Seyyid’e kılıç ile saldırdı. Başarı elde
edemedi,<3) geçip gitti. Seyyid:
-Ya haydut! <4) Canını elimden nasıl kurtaracaksın, dedi. Sabah rüzgârı
gibi ardından (5) yetişti, Rüstem-i Zal’ın gürzüyle Figor’un sırtına öyle bir gürz
(6) vurdu ki Figor atından baş aşağı yere yıkıldı. <7> Gaziler yetişti, çevresini
sarıp ortaya aldılar, onu bağladılar. <8) Sürüyerek meydandan çıkardılar. <9)
Kâfirler kaçmadılar, bekleyip cenk ettiler. (,0) Seyyid gördü ki küffar
haraketlendi. Hemen buyurdu, bir darağacı (11> diktiler. Getirip Figor’u idam
ettiler. O gece <l2) kâfirler fırsat bulup Figor’un ölüsünü darağacından çaldılar.
<l3) Sabah olunca gaziler duydu. Atlarına binip (l4) küffarın üzerine sürdüler,
cenk ettiler. Öyle bir cenk oldu ki dil ile anlatılamaz. [T1009] (l) Figor’un oğlu
Tapusen tahta geçti. Babasının (2) yasını tutup o acı ile cengi yürüttü. Bu tarafta
<3) gaziler de sıkı durdu, küffara kılıç vurdular. (4) Akşam olunca döndüler.
Alaman oğlu o gece (5> çadır ve otağlarını söktü, babasının ölüsünü aldı, (6)
göçüp Alaman’a gitti. Giderken mallarını ve eşyalarını (7)bıraktı.
Gaziler seher vakti kalktı, (8) küffarın kaçtığını duydular. Arkalarına
düşüp kovaladılar. <9) Bir sahrada yetiştiler. Göz açtırmadan <l0) hep birlikte
deniz gibi saldırdılar. (ll) At ayağından yerin tozu göğe çıktı, (l2) âlem kara
dumana boğuldu, kadın ve erkekler toz (l3) içinde belirsiz oldular. (l4) Çok
sayıda kâfiri kılıçtan geçirdiler. Aç kurdun koyuna girdiği gibi [T1010] (l)
girdiler, küffarı birbirine vurdular.
Kâfirler ve Müslümanlar sıkı durdular. Savaşa ara vermek için davul
vurdular. <2) İki ordu da dönüp yerine gelip kondu. O gece kâfirler tekrar göçtü,
oradan(3) kaçtılar: “Neredesin Aksu”, deyip gittiler.
Seher vakti oldu; (4)gaz ler, kâfirlerin kaçtığını duydular. Tekrar ardlarına
düşüp kovaladılar. (5) Aksu’ya yakın bir yerde kâfirlere yetiştiler. Kâfirler,
Türkler gelince (6) ürktüler. Onların gemileri gelip Kâfirler gemilere bindiler.
Gemi suya battı. (7) Tapus bir gemiye binip öte yakaya geçti, mal ve hâzinesini
bırakıp ( 1 tahtgâhına kaçtı. Server o mal ve hâzineleri Müslümanlara <9) yağma
ettirdi. Tutulan kâfirlerin bazılarını serbest bıraktı:
-Bu işin arkasını bırakmam, <10) Tapusen’in tahtgâhına kadar gideceğim.
Vaktine hazır olsun, dedi. (ll) Kâfirler gidip Tapus’a haber verdiler. Tapus,
vezirlerine danıştı: <12)
-Bu er ile nasıl edelim, dedi. Beyler sulha ve haraca razı oldular. Server’e
(l3) elçi ile hediyeler gönderdi. Elçi, Server’in yanına (l4) gelip barış talep etti.
Server:
-Ancak şu şartla <l5) barış yaparım. Artık Aksu’yu geçmeyeceksiniz, dedi.
Bu şartla barış [T1011] (l)ve haraca razı oldular. Yılda kırk bin dinar haraç
vermeyi kabul ettiler. (2) Server, gazilerle Bosin iline döndü. Oradan gelirken
yolda bir kişiye rastladılar. O kişi Seyyid’i görünce ayağına düştü: (4)
-Ya Server! Ben, Herasek melikiyim. Frenk padişahı geldi, kaleyi kuşattı.
Sizlerden (5) yardım istediler. Sizin haberinizi Bosin’de işittiler. Ben kulunuzu
gönderdiler. Server, (6) gazilerle o mab ve ganimeti Müslümanlara nafaka
olarak paylaştırmak için Baba şehrine gönderdi. Kendisi(7) yakın arkadaşları ile
Herasek’e gitmek üzere yola çıktı. Yedinci gün (8) kaleye eriştiler. Frenkler
onun üstünde cenk ederlerdi. Deniz kenarı idi. (9) Frenk meliki denizden gelmiş,
o kaleyi kuşatmıştı. Herasek mülkü (10) içine girmiş cenk ediyordu.
Seyyid Şerif, bu durumu gördü, hisara adam gönderdi, kendisini (ll)
bildirdi. Kale halkı şenlikler yaptı. Müjdeler verip davullar vurdular. (l2) Sonra
hisardan taşraya çıktılar, karşıladılar, saygı ile Seyyid’i hisara getirdiler.
Frenk (l3) askerleri Seyyid’i ve gazileri gördü, beylerine haber verdiler ki
Saltık geldi, yetişti. (l4) Frenk meliki hemen gemilerini deryaya çekti. Gaziler;
top ve tüfekler attılar, cenk ve harbe (l5) yürüdüler. Seyyid orada bir dağa girdi.
Küffar, Seyyid’i gitti sandı, [T1012] (,) tekrar kenara gelip kaleye üşüştüler.
Frenk askerleri kalede cenk ederken (2) Seyyid ve gaziler çıkageldiler, kâfirleri
ele aldılar, cenk ettiler. Küffar hemen (3) yüz döndürüp kaçtı. O aralıkta Frenk
meliki yakaladılar. Kalan küffar (4) gemilerine girdi, kaçıp gittiler. Gaziler onu
tutup getirdi, mallarını ve rızkmı <5) yağma ettiler. Seyyid, Frenk oğluna:
-Nasılsın? Seni helak edeyim mi, (6) ne dersin, dedi. Frenk oğlu aman
diledi, haraca razı oldu. Anlaşma imzalayıp serbest bıraktılar. <7) Rüstem-i
Zal’ın kürsüsü onun hâzinesinde idi. Kürsü, kızıl altından (8) idi, onu Server’e
göndermeye söz verdi. Gidince haracı gönderdi, söz verdiği kürsüyü
göndermedi: (9)
-Bizim küffar içinde büyüklüğümüz bu kürsü ile olmuştur. Biz Rüstem-i
Zal’ın kızının (l0> neslindeniz. Bunu bize cehiziyle birlikte Rüstem vermiştir.
Ceddimize kızını verdiği vakit (ll) verdi, dedi. Seyyid bu haberi işitti, üzerinde
pek durmadı. Küffar o şehirden def oldu. Ama kalenin havası kötü idi.
Adına Şehmas (l3) Kalesi derlerdi. Server:
-Ya beyler, ya gaziler! Bu kalenin havası(l4) kötü ve sağlığı bozucu olur.
Kısaca deniz üzerinde olan şehirlerin hepsinin havası (15) kötüdür. Görmez
misiniz, deniz kenarında oturan insanın benzi ve rengi solar. [T1013] (l>
Ciğerleri dertli olur, kuvveti zayıflar. (2) Eğer kuzeyde ve güney köşesinde
olursa biraz havasını def eder. (3) İstanbul beyinin kâfirleri (4) kış ve yaz bir
elbise giyer, şarap içerler. Azıp kendilerinden geçerler. <5) Bir şehrin güneyi
örtülü ve yüksek, kuzeyi <6) açık olursa o da zararlıdır. Halkı zayıflatır.
Resulullah onun gibi yerlerde durulmaması için buyurmuştur. Belukiyye, ki
şimdi oraya (8) Abruşak derler, üzerinde Ruhban Dağı vardır. Onun içi ağır <9)
havalıdır. Bu <l0) Rumeli’de üç yer vardır, havası güzeldir. Birisi, Nifon’dur.
Onun bizim zamanımızdaki adı, (ll) Edirne’dir. İkincisi Dimetoka’dır. (l2)
Üçüncüsü Malgara’dır. (13) Edirne’nin havası güzeldir, soğuğu ve sıcağı
zararsızdır. Akar suları<l4) güzeldir. Tunca suyu hikmette şerbet yerinedir. Eski
balgamları dışarı getirir. (15) Yeri yeşildir, suyu latiftir. Havası kötü [T1014] (l)
yerlerde durmak yoktur. Su iyi olmazsa içmezler. Nitekim Edirne’nin (2)
binasını Arkyanos yaptırdı. Üç suyun (3) mizacını bildi. Meriç suyu, safraya iyi
gelir. Bedeni sağlıklı duruma (4) getirir. Safrayı güçlü duruma getirir. Tunca
suyu,bünyeyi güçlendirir, cinsel gücü artırır. (5) Fakat sürekli olarak içildiğinde
Tunca suyu daha iyidir. <6) İlaç gibidir.
Nakildir: İstanbul’da halk bir hastalığa <7) kalsa veya çok hasta olsa onu
Edirne’ye götürürlerdi. (8) Havasında bir rüzgâr vardı, Allah’ın yardımıyla
sıhhat bulurlardı. Şimdi bu yer (9) zararlıdır, zararı vardır. Herasek meliki <10>
emretti, kaleyi yıktılar. Oradan göçüp başka yerde bina ettiler. (ll) Seyyid:
-Ya melik! Şöyle bil ki iyi havalı yerler ömür (l2) uzatır. Beden sıhhatte
geçer. Ömür, kötü havada zahmet ve sıkıntı ile geçer.
<l3> Nakildir: Lokman Hekim Babil’de bir şehir gördü. ,l4) Onun halkı
kırk yıldan fazla yaşamazdı. Yirmi beş yaşında sakalları beyazlar, yaşlı (l5)
olurlardı. Lokman oranın halkına bunun sebebini sordu. Oradakiler:
-Bu şehir deniz kenarıdır. [T1015] (l)Kuzeyi ve güneyi tutgundur. Havası
kötüdür. İnsanların erken ölmesi ondandır, dediler. Lokman o şehre (2) girdiğine
çok üzüldü. Bir gece orada durup ertesi gün çıkıp gitti, Hind vilayetine (3) sefer
eyledi. Orada bir şehir vardı. Halkı dört, beş yüz yıl yaşardı. (4) Lokman o şehri
gördüğü zaman hekimlere bunun neden kaynaklandığını sordu. (5) Onlar:
-Bu şehrin havası güzeldir, suları latiftir. Hava her taraftan haraket <6)
eder. Kavmi sıhhatlidir. Hastalık burada az olur, dediler. Lokman çok mutlu
oldu, kırk gün(7) orada durdu. Daima derdi ki:
-Kötü havalı şehrin zararını iyi havalı <8) şehirde savdım. Bundan sonra
kötü havalı yerlerde durmayacağım, siz de durmayın, diye halka vasiyet (9) etti.
Bu sözlere muhalefet edilmesin. Bu tür yerlerden kaçılmalıdır, dediler. Server:
-Benim de <l0) bu kaleyi yıktırma sebebim bundandır. Tabiplerin sözü
üzerinedir, dedi.
<n) Düşman def olunca yeni kale yaptılar, imar ettiler. Adını Saltıkiyye
(l2) koydular. Server oradan ayrıldı, gazilerle Rumeli’ye geldi. Herasek
melikine ve Bosin <l3) erenlerine veda etti. Yeni Müslüman olan İskender,
Melike Banu’yu ve anasını yerlerine (l4) gönderdi. Kendisi, Baba ve Edirne’ye
gitmek üzere gaziler ile yola çıktı. Yolun yarısına gelince (15) Edirne’nin
gazilerine izin verdi. Onlar Server’in duasını alıp [T1016] (l) mübarek elini
öptüler, revane olup gittiler. Mutluluk içinde yerlerine ve makamlarına (2)
vardılar. Server oradan göçüp Birunik şehrine yetişti. Oranın <3) meliki Canuş
karşılamaya geldi, rahipleriyle hürmet ve izzetler ettiler. Server’i ve
yanındakileri getirip kondurdular, <4) misafir ettiler. Orada büyük bir kilise
vardı. Orada her zaman ezan s e s i(5) duyulurdu. Bu durumu Seyyid’e bildirdiler.
Seyyid bunu işitince:
-O, rahmanî (6) cinlerin sesidir. Burası İslam toprağı olacaktır. Buraya
Müslümanlar yerleşecek, <7) diye o kiliseyi cami hâline getirdi. Alaman
kavminden (8) Müslüman olan Şehmas’ı oraya bey dikti. Kendisi mutluluk
içinde gazileriyle birlikte Baba şehrine yöneldi. (9) Baba’ya yaklaşınca oradaki
Müslümanlar karşılamaya geldi, Server’e dua <l0) ve senalar ettiler. Üstüne altın
ve gümüşler saçtılar. Alıp şehre gittiler. Mutluluk içinde (ll) geldiler, kondular.
Ziyafetler verildi, izzet ve hürmetler edildi. Server bir müddet burada dinlendi.
ONUNCU BÖLÜM

(12) SALTIK GAZİ’NİN AGUŞ’U HELAK ETMESİ

Bir gün Server, Tuna’da gezerken <l3) bir adaya rastladı. Bu adanın adına
Seriman derlerdi. Orada bir bey <l4) otururdu, Üngürus’a tâbi idi. Onun adına
Hırakun derlerdi. Zalim bir (15) melun idi. Bir gün oturup içerken Şerifin
vasıflarım anıp ona [T1017] (1) anlattılar. Şerifin özelliklerini işitince
öfkelendi:
- O Türk şimdi(2) nerededir, bana söyleyiniz, dedi. Beyler:
-Hey! Onu yaramaz adla anma. O, cin askerlerinin <3) dostudur. Seni
öldürürler. Ya ona haber verirler ya da kendisi orada <4) hazır olur. Sana göz
açtırmaz, gafil olma, dediler. Hırakun:
-Eğer (5) o cinlere hükmederse ben de birini bulup ona cevap veririm.
Onun işini <6) bitiririm, dedi. Orada sihirbaz bir rahib vardı, adada otururdu.
Yanına gidip (7) hâlini arz eyledi:
-Bize bir derman ol, şu Türkten kurtulalım, dedi. (8> O lain:
-Büyük bir sihirbaz vardı, Maşrık’ta idi. Cebelka (9) şehrinde oturur.
Sihirle Cebelka’yı padişahının elinden alıp (l0) kendine bağladı. Yedi yüz cazu
ile küplere bindi; Mağrip’te, güneşin (ll) battığı yerde Cebe İsa kalesine vardı. O
diyarın padişahının kızını <12) istedi. O, hâlâ yaşıyor. Şerif onun kanlısıdır.
Anasının (l3) kız kardeşini öldürmüştür. Belki o sana yardımcı olur, dedi.
Hırakun:
-Bana yardım e t,(l4) onu benim yanıma getirmenin bir çaresini bul, dedi.
Rahip kalktı, bir küpe bindi, Cebelsa’ya gitmek üzere (l5) yola çıktı.
Rahip oraya erişti. O melun oturuyordu. Sihire [T1018] (1) başlamıştı. Şeytan
askerlerini toplayıp cenge hazırlanmıştı. O bey:(2>
-Ey Agruş cazu! Biz Müslümanız, sen kâfirsin. Bizim dinimizde yok ki
sana (3) kız verelim. Müslüman ol, sihri terk et, Cebelka’da olan (4)
Müslümanların padişahına ülkesini geri ver, onu hapisten çıkar. <5) O vakit kızı
sana veririz, demişlerdi. Cazu, Müslüman olmaya razı olmadı. (6) Sonunda âciz
kaldılar, kızı vermeye razı oldular. <7) Vezir, sultana dönüp:
-Gelin bunu Şerife salalım. Ümidim odur ki Server bunu öldürür ve (8)
bizi bundan kurtarır, dedi. Sultan:
-Eğer bu lain giderse (9) Saltık bunu helak eder, dedi. O sırada rahip
çıkageldi. (10) Hırakun’un mektubunu Ragduş lainin önünde koydu. Hırakun
mektubu okudu, (ll) öfkelendi, yıldırım gibi şakıdı. Hemen sultana haber
gönderdi:
-Bana haber verin. <12) Ben yine Rum’a gidiyorum. Saltık’ı öldüreceğim,
dedi. Sultan,(l3) vezire:
-Bu işi sen mi yaptın? Bu lain Şerifin üzerine gidiyor, dedi. Vezir (l4) ant
içti:
-Benim bundan haberim yok. Size demiştim ama ona demedim, dedi.
Sultan:0 5)
-Buna nasıl ne cevap verelim, diye sordu. Beyler:
-Onu salalım. O, veli bir erdir. [T1019] (l) Belki de bunun işini bitirir. Bu
lainden kurtuluruz, dedi. Hemen cevap (2) gönderdiler:
-Biz o Saltık’tan korkarız. Gelir, niçin böyle ettiniz (3) diye sorar, sonra da
bizi kırar, deriz. Onu öldürürsen sana kızı veririz, dediler. Ragduş <4) cazu, bunu
işitince çok mutlu oldu, Rum’a gitmek üzere yola çıktı.
Baba’ya yaklaşınca (5) cazuları bir dağda bıraktı. Kendisi yalnız başına
Baba’ya geldi. Şerif ( 1 yârenler ile bir bağda oturmuş, sohbet ederdi. Cazu lain
<7) geldi, Şerifin bulunduğu meclisi gördü. Meclisi gördü ama Şerifin hangisi
olduğunu bilemedi. Şerif, Sad <8> ibni Kasım ilim ehli olduğu için izzet edip
yanma alırdı. <9)
Şerif bağ içinde gezmeye çıkmıştı. On (l0> adım ileride bir hendeğe
girmiş, kaza namazı kılıyordu. Ragduş cazu, (II) Sad’ı tanıyamadı, Şerif sandı,
gizli sihir yaptı. Onlara görünmeden geldi, (l2) o azize kılıcıyla çaldı, kılıç
boynuna dokundu, başı önüne (,3) düştü. Müslümanlar onu görüp feryat ettiler.
Ragduş lain, başı yerden alıp <l4) götürdü. Başka kimseye dokunmadı. Bu
melun, sihirbazların en beceriklisiydi. O başı alıp (l5) gitti. Şerif feryat ve figan
sesini işitti.
-Hey! Ne oldu ki, deyip geldi. Gördü ki [T1020] (l) Sad kan içinde
yatıyor, başı yok. Şerif bu duruma çok üzüldü. Çok çaşırdı, (2) Sad için ağladı.
Gaziler namazmı kılıp (3> gömdüler. Şerif hemen Menucher’i davet edip getirdi:
(4 )

-Bu olayın aslı nedir, eğer biliyorsan bana haber ver, dedi. Menucher (5)
cinnî:
-Ya Server! Bilmiyorum, bu hâlden haberdar değilim, dedi. Şerif <6)
hemen ruhları davet duasını okudu, o çevrenin ruhanîleri toplanıp <7) Şerifin
yanına geldiler:
-Ne buyurursun Server, dediler. Şerif onlardan durumu sordu. (8) Onlar ne
olduysa anlattılar. Daha sonra:
-Müslümanlara <9) zahmet vermeden hemen yetiş dediler. Şerif
Menucher’e :(10)
-Hemen bana Semend-i Sebz’i getir. Zira Şerif o muteber atı çok severdi,
<n) K afta tutmuştu. Menucher cinnî, hemen atı getirdi. Server ata bindi. (l2)
Menucher ile gittiler, Cebelsa önüne (l3) eriştiler. Bunlar gelmekte...
Lain, <14) Saltık’ın başım aldım, diye sevinerek doğru Cebelsa’ya gitti. (l5)
Başı sultana gönderdi. Müslümanlar başı gördüler, çok [T1021] üzüldüler.
Çaresiz kızı vermeye razı oldular. Yeter ki Müslümanlara <2) bir zarar vermesin,
dediler, o başı defnettiler. Şehir önünde (3) oturuyorlardı. Büyük bir kale idi. Bin
bir burcu vardı. <4) Her burçtan bir kapı açılırdı. Düğün hazırlığını yaptılar.
Şehir halkı (5) hazırlandı. Lain; düğünlere başladı, şenlikler ederdi.
Bunlar (6) bu hâlde iken Şerif de çıkageldi. Gördü ki düğün hazırlığı var.
<7) Server sabretti. Üç gün düğün ettiler. Kızı, güzelce (8) donattılar, Ragduş
cazunun sarayına getirdiler, Şerif (9) dua okudu, lainin çadırının içinde gizlendi.
(10)Kız ağlayarak:
-Eyvah! Muhammed ümmeti, bir kâfire yenildi,(ll) avrat oldu. Bana fetva
verdiler ki herkesin zarar görmesinden, bir kişinin kendini feda etmesi daha
iyidir, <12) deyip ağladı. Şerif ileri yaklaşıp kıza selam verdi. Kız, Şerifi
görünce (l3)korktu:
-Kimsin? Ragduş yoksa sen misin? Niçin yaşlı insan suretinde
görünüyorsun, <l4) dedi. Şerif:
-Aklını başına topla. Ben Saltık’ım. S en i(l5) bu lainin elinden kurtarmaya
geldim, dedi. Kız çok mutlu oldu. Şerif:
-Sakin dur. Sen seyret, ona neler [T 1022](1) yapacağım, dedi.Ragduş bir
süre sonra gelip içeri girdi, kız (2> yanına oturdu. Şerif, kıza şöyle şöyle konuş
diye öğretmişti. (3) Kız, Ragduş laine:
-Ya cazu! Buraya geldin, yalan söyleyip (4) Saltık’ı öldürdüm dedin, öyle
mi, dedi. Cazu:
-Öldürmedim mi? Kız: (5)
-Ya Şerif gel, diye çağırdı. Server bir kez nara atıp:
-Ya lain! Gizlice <6) bir iş yaptın. Başardın mı sandın? İştegeldim,diye
yürüdü. Ragduş (7> sihir yapmaya çalıştı. Server, sihir okudu, elindeki kılıç (8)
ile çaldı. Lainin bir kolunu dirseğinden kesip yere bıraktı. Ragduş, (9) imdat,
diyerek dışarı kaçtı. Hemen diğer cazular geldi, onu yaralı bir şekilde alıp (l0)
kaçtılar. Sihir ile havaya uçurdular, Cebelka’ya gittiler.
Server, Menucher’e işaret (ll) etti. Menucher’in askeri rahmanî ve kitap
ehli idi. Kimisi Müslüman, (l2) bazısı da Nasranî idi. Şeytan ordusunu ele
aldılar, kılıç koydular. <l3) Şeytanların kimi kaçtı, kimi helak oldu. Şehirliler de
durumu öğrendi. Meşale <14) yakıp dışarı çıktılar, şeytanın askerlerini kırdılar.
Sultan Tamus karşılamaya gelip <l5) Şerifi iki gözünden öptü, alıp şehre getirdi.
[T1023] (l) Şerif, Sad’ın kesik başını bir cinnî ile kabrine gönderdi. (2) Orada
konakladılar. Şerif, Menucher’e:
-Bu lainin nereye gittiğini biliyor musun, dedi. (3) Cinnî:
-Biliyorum. Cebelka’ya gitti, dedi. Şerif:
-Gidelim, orada (4) bulunan Müslümanları kurtaralım, dedi. Menucher:
-Güzel olur, Server, dedi. (5) Sultanın kızını, Şerifin isteği ile bir beye
verdiler. Şerif, <6) Semend-i Sebz’e bindi, onlara veda edip arkadaşları ile
birlikte yola çıktı. Biraz (7) yürüdüler, ulu bir dağa çıktılar. Bir mağara gördüler.
Yaşlı bir adam oturmuş, mağarada ibadet (8) eder. Şerif, ona yaklaştı. Yaşlı
adam, Şerife saygı gösterip: ( ’
-Ya Server! Sana bir dua öğreteyim. Onunla buluda çık. Bulut seni (10)
götürsün. Nereye gitmek istersen çabucak ulaşırsın, dedi ve Şerife o (ll) duayı
öğretti.
Şerif, yaşlı kişiye veda etti. (l2) Yaşlı kişinin adı, Abdullatif Garbi idi.
Şerif; Hızır’ın duasını okur okumaz (13) bir bulut geldi, Şerifi atıyla birlikte alıp
havaya çıkardı. (l4) Menucher, aşağıdan giderdi. Şerif, bu olayı şöyle anlatır:
-O kadar yaklaştım ki orada <l5) meleklerin teşbih sesini işittim. Havadaki
denize yetiştim, elimle [T1024] (l) ona değdim. Bir elim ıslandı. Yıldızlar ulu
dağlar gibi suyun (2) yukarısında görünürdü, asılı dururlardı, göğe yakın gibi
görünürlerdi. (3) Dünyanın dönme sesi, çark sesi gibi kulağıma gelirdi. Güneş
ve (4) ayın sıcağı ile soğuğu bana tesir ederdi. Cebelsa’dan gittik. Onuncu (5)
gün, gün doğusundaki Cebelka’ya ulaştık. (6) Oradan öte tarafta şehir yoktu.
Güneşin ısısından dolayı kurumuştu. (7) Server, şehre ulaştı. Gelip bir yerde
konakladı. (8> Bir kişiye rastladı. Şerif, ona:
-Dur bire er! Bu şehrin nasıl bir şehir (9) olduğunu Bize haber ver, dedi. O
kişi:
-Cebelka’dır. Şerif:
-Beyi kimdir, diye sordu. O e r:(l0)
-Buranın beyi, Ferdus Şah’tır. Sihirbaz bir kişi K aftan gelip (ll) onu esir
ve hapseyledi. O sihirbaz, diyar beyinin kızını almak için Cebelsa’ya indi. (l2)
Şerif derlermiş, bir er gelmiş, (13) bir kolunu kesmiş. Şimdi ondan kaçar. Burada
hasta (l4) ve yaralı bir şekilde yatıyor, dedi. Şerif:
-Git, sen onlara haber ver. İşte Şerif (15) geldi, diye söyle. Kaleyi
versinler, yoksa hepsini kırarım, dedi.
O kişi gelip [T1025] (1) haber verdi. Sihirbazlar hemen sihirler yaptılar,
kaleyi Şerifin gözünden (2) sakladılar. Şerif dua okudu, fayda etmedi. (3)
Sihirbazlardan birisi yerinden kalkıp:
-Ben gideyim, Şerifi hançer ile kör edeyim. <4) Sonra da vurup
öldüreyim, dedi. Bu tarafta Şerif, Menucher’e:
-Yürü, Hazret-i <5) Hızır’a yetiş. Bu belayı def etmenin duasını sana
öğretsin, dedi. Menucher yola çıkıp ( 1 gitti. Bu tarafta cazu, Şerifin yanına
yaklaştı. Şerif (7) gördü ki üzerine duman gibi gölge geldi. Korktu, elindeki kılıç
ile (8) korundu. Kılıcın ucu cazunun gözüne dokundu. Cazu feryat edip (9) düştü,
kendinden geçti. Şerif, onu görünce atından indi, yakalayıp bağladı. (l0)
Birazdan kendine geldi. Şerif:
-Doğru söyle, sen kimsin? Eğer (ll) doğru söylersen seni azat edeceğim,
dedi. Cazu:
-Cazuyum, seni öldürmeye geldim. (l2) Ne kötülük düşündüysem başıma
geldi, dedi. Şerif:
-Bu kale tekrar (13> nasıl ortaya çıkar, çabuk söyle, dedi. Server öyle
deyince cazu başını <l4) aşağı saldı. Şerif:
-Doğru söyle, seni azat edeceğim, dedi. Söz verdi. Cazu:
-Eğer bir cazuyu tutup bu kaleye karşı boğazlarsan durum düzelir, dedi.
[T1026] (1) Server, o cazuyu azat etti. Kırk adım yer gitmeden ardından yetişti,
(2) Şerife saldırdı. Server, onu yakalayıp boğazladı. Cazunun kanı yere (3)
döküldü, o şehir ortaya çıktı. Kale göründü. (4) Şerif heman bir nara attı:
-Ey kâfirler! Canınızı elimden nasıl kurtaracaksınız (5) deyip şehir üzerine
yürüdü. Cazular feryada başladılar. Koşup Ragduş’un (6) katına geldiler:
-Bize yardım et. Saltık, sihrimizi batıl etti. Durum şöyle (7) oldu, dediler.
Ragduş:
-Artık bizim sihrimizde kuvvet kalmadı, dedi. (8) Cenk hazırlığını görüp
burca geldiler. Şehirdeki Müslümanlar, (9) artık cazuların sihri kalmadı, diye
duydular. Hep birlikte (10) şehirli baş kaldırdı. Cazuları ortaya alıp kılıçtan
geçirdiler. (ll) Kapıyı, Şerife açtılar, karşılamaya geldiler. Şerif: <l2)
-Yüzünüz ak olsun. Fakat Ragduş dedikleri cazu nerede, diye sordu. <13)
Halk dua edip:
-Ragduş laini sarayında bulamadık. Nerede olduğunu (l4) da bilmiyoruz,
dediler. Şerif oradan şehre geldi, saraya çıkıp aradı. (l5) Ragduş’tan hiçbir eser
ve nişan bulamadı. Sonunda taht altında [T1027] (1) bir kapak gördü, hemen
onu açtı. On basamak merdiven indi, bir kubbeye geldi. (2) Gördü ki bir kişi
zincir ile bağlanmış yatmakta. O kişi Şerifi görünce: <3)
-Saddak ya Resullullah, dedi. Şerif ona selam verip:
-Niçin <4) böyle söylersin, bana haber ver, dedi. O şahıs:
-Ya Şerif! Ben <5) Ferdus Şah’ım. Bu gece rüyamda Hazret-i Resul’ü
gördüm. Gelip (6) bana:
“Ya Ferdus Şah! Şimdi oğlum Şerif gelir, seni azat eder. F ak at(7) Ragduş
lainin arkasını bırakmasın, K a fa gitti.”, dedi. Tekrar buyurdu:
“Oğlum Şerif beklemesin, <8) gitsin. Tekrar gazilere yetişsin.”, dedi. Şerif
bunları duyunca çok mutlu oldu, Ferdus’u dışarı getirdi. Bağlarını çözdü,
getirip tahtına geçirdi. Şehirdeki cazuları <l0) sürdüler. Müslümanlar
kuvvetlendi, davullar dövdüler, bayram yaptılar. Bunlar burada...
(ll) Diğer tarafta Ragduş lain kaçıp K a fa gitti. Şuaa Dağı’na yakın bir
yerde, doğu tarafında <12) şeytanların makamları vardı, orada olurlardı. Ragduş
(13) onların yanma vardı. Buradaki şeytanlar, Ragduş cazuyu İblis’in huzuruna
çıkardılar. <l4) Ragduş İblis’in elini öptü, ağladı:
-Bana yardım et! Basıma (l5) şu felaket geldi, dedi. İblis bütün şeytanları
bir araya topladı: [T 1028]( )
-Toplanın. Bu Seyyid Şerif benim evladımı birkaç kez kırmıştır. <2) Ben
de ona bir iş edeyim. Benim sihrimi nasıl def edecek bakalım, dedi. Çok sayıda
şeytan askeri(3) topladı:
-Sizlerden (4) kim Şerifi yakalayabilir? Öldürmek kastıyla gitmeyin.
Melekler (5) sizi yanına yaklaştırmaz. Ben kalbine girip nefsini azdırayım. <6) Siz
hazır olun, belki rast gelirsiniz. Alın, (7) çölün yukarısındaki Remel-i Mahbes
dedikleri yere bırakın. (8) Aç kalıp orada ölsün, dedi. Şeytanlar içinden bir
şeytan ilerit9) gelip:
-Ben canımı ve başımı senin yoluna koydum. Bu görevi ben yapayım,
dedi. (l0) İblis, ona görevi verdi. Diğer askerlerine: (ll)
-Yürüyün, Kamerülkum meydanının içine inip bekleyin. Zira Rum’da (12)
cinnîler cenk etseler orada ederler. Acem’den, Mazenderan’dan Arap’tan ve <l3)
Ruhan’dan geldiler, oraya kondular. İblis’e:
-Ey bizim ulumuz! (l4) İşte biz buraya geldik. Âdemoğullarınm her birini
kırk melek <15) bekler. Bize başarma hakkı yoktur, bize bir zarar gelir diye
korkarız. Her birimiz [T1029] (1) bir heybetli canavar suretiyle onlara
görünelim. Bizden korkunca akılları (2) gider. Melekler de onları bırakır. İşte o
zaman biz ne istersek yaparız, dediler.
(3) Aralarında sözleşip yürüdüler. Bu tarafta Şerif, Cebelka’da oturu
(4> Bir gece ihtilam oldu. Kalktı ki guslede. Olduğu yerde bir bağ vardı. (5)
Orada bir ağaç dibine geldi. Meseldir: Cenabet olarak ağaç dibine (6) varan, sara
olur derler.
İblisten o görevi alan şeytanın adına (7) Sarsar derlerdi. O dev yetişip
geldi, yel gibi esti. Ş e r if i(8) yerinden götürdü. Server bilemedi. Rüzgâr geçince
baktı, kendini bir (9) çölde buldu. Kumdan bir sahra. Kum, yere basınca adamın
dizine çıkar. <10) Server düşünerek biraz yürüdü. (ll) Gördü ki yürümekle olmaz.
Aciz kaldı, Menucher’in duasını okudu. <l2> Menucher cinnî çıkageldi, Server’i
alıp kum girdabının dışına çıkardı. (13) Bir türbenin yanında bıraktı. Server
kalktı, türbenin kapısına <l4) geldi. Kapısını açıp içeri girdi. Büyük bir türbe...
Orta yerde (l5) bir taht... Üzerinde demirden yapılmış bir tabut... Başı üzerinde
bir [T 1030](1) muska... Server onu eline abp okudu. Yazmışlar:
-Ben, A saf bin <2) Berhiya’yım. Bu hamayile dört yüz kırk dört dua
yazdım ve sana (3) yadigâr koydum. Her biri bir şey içindir, demiş. Bildi ki bu
A sa f m türbesidir. (4) Ruhuna dua etti, hamayili alıp dışarı çıktı. M enucher(5) ile
biraz gittiler. Gelip Balçık denizine eriştiler. Orada sülüğe (6) benzeyen
canavarlar gördüler. Her biri deveden büyük. Bazıları daha küçük. <7)Başlarında
kemikten birer tane boynuzları var. Bir yerden bir yere (8) atlarlar, balçığa
saplanırlar, çekilirler. Seyyid çok şaşırdı. (9) Oradan Deşt’e gitmek üzere yola
çıktılar. Gelip kondular. (l0) Cebelka’da Ferdus Şah’ı bulamadı. Gitti, (ll)
belirsiz oldu. Şerif orada otururdu. Bir (l2) rahmanı cinnî gelip Şerife ve
Menucher’e dua edip:
-Meydan içine cin askerleri (l3) gelip konakladı. Karşılarına şeytanların
askerleri yerleşti. Cm (l4) padişahını Müslümanlara şeytanlar zarar vermesin
diye Hazret-i Hızır gönderdi, dedi. <l5) Şerif ona dua etti. Menucher: [T 1 0 3 1 ](l)
-Beyleri hangisidir, diye sordu. Cinnî:
-Ulu meliktir. Ona, Melikülervah (2) derler. Gelen odur, dedi. Server:
-Onunla birlikte kaç bin cinnî geldi, dedi. O :<3)
-Bir milyon cinnî askeri var, dedi. Server:
-Ya Menucher! Sen de (4) askerlerini alıp gel. Meymun-ı Tayyar ve
Mesun Cinnî’nin askerlerini de birlikte getir, dedi. Menucher (5) gitti. Server o
cinnî ile birlikte Kamerülkum’a gitti. Menucher cinnî askerlerini(6) ve beylerini
topladı, Melikülervah’a geldi. Şerifin huzuruna (7) çıkıp görüştüler. Bir milyon
rahmanî cinnî toplanıp (8) saf bağladı.
Diğer tarafta şeytanların askerleri de toplandı. Ragduş’a , <9) İblis’e, Sarsar
laine ve Rahib Miranus’a birer taht düzenlediler. Onlar tahtın (l0) üstünde
oturdular. Taht, havada muallak duruyordu. Rahmaniler de (ll) Melikülervah’a,
Meymun’a, Mesud’a ve Menucher’e dört taht hazırladılar. Onlar da <l2) havada
dururdu. Fakat Menucher tahtında oturmadı, Şerif ile birlikte cenge <l3)
hazırlandı. Şerif, Menucher’e:
-Şu havada duran nedir, dedi. <14) Menucher:
-O gördüğün yetmiş iki milletin düşmanı İblis’in tahtıdır, (l5) dedi.
-Şerif gazaba geldi, hemen Semend-i Sebz’i İblis’in tahtının tarafına
sürdü. [T1032] (I) Şeytanlar üşüştüler, başarılı olamadılar. Şerif, tahtın altına (2)
vardı, bir ok attı. Üzerinde “la havle vela kuvvete illa <J) billah ” yazılmıştı. Ok
tahttan geçti, Sarsar’ın dübüründen girip (4) ağzından dışarı çıktı. İblis onu
görünce kalkıp kaçtı. Server, (5) ardından o laine bir ok attı. O laini oturağından
vurdu. Lain yaralandı, (6) oradan kayboldu. O yara iyileşmedi, bu yara ile
sürünüp durdu, derler.
(7) Onlar kaçtılar. Rahib de indi. İstedi ki kaça. Server, ona da göğsü
bir ok (8) vurdu. Tepesinin üzerine düştü, can verdi. Taht havadan yere düştü. (9)
Server, Ragduş laini gördü. Lain hasta yatıyordu. Server <l0) yetişip geldi, süngü
ile öyle bir vurdu ki diğer yanından geçti. (ll) Omuzuna aldı, Keyyus’un
süngüsüyle onun cesedini gezdirdi.
Cin askerleri bu durumu görünce <12> hep birlikte hücum ettiler.
Şeytanların askerlerini öyle kırdılar (l3) ki sağ kişi kalmadı. Müslüman cinnîler
gelip Şerife dualar ettiler. (l4) Server cinnîlere izin verdi, kendisi (15) Tuna’ya
gitmek üzere yola çıktı. İblis lain yaralı bir şekilde [T 1 0 3 3 ](l) kaçıp K a fa gitti.
Lainin kalbine insanoğlunun korkusu düştü, (2) yaslar tuttular. Bundan böyle
şeytanlar insanoğluna asker çekmeye kast edemedi. Allahu tealadan emroldu,
Gökten melekler <3) gönderildi. Şeytanların askerleri kıyamete kadar (4)
insanoğlunun içine gelip harp edemeyecek. Şerif dua edip Hakk’tan öyle diledi.
(5) İblis gördü ki melekler gelip beklerler. Deccal çıkıncaya kadar onlara izin
yoktur. <6) İblis zebun oldu. Bu defa insanoğluna gizli(7) zehir ile fesat ettirmeye
başladı. Ragduş lainin başını gaziler ocağı (8) Edime şehrine gönderdi. Orada
şenlikler yaptılar. Başını kalenin kapısına (9) astılar, şehri donattılar, Şerife
dualar ettiler. Müslümanlar çok mutlu oldu. (10) Server, Tuna’ya geldi, bir süre
sonra gemiye binip Hırakun laininin yanma gitmek (ll) üzere yola çıktı.
Hırakun, kalesinde gafil otururdu. Şerif gelip (l2) kaleye çıktı, bir nara attı:
-Benim Saltık, dedi. Kâfirler kaçtılar, Server (l3) doğru Hırakun’un oturup
içki içtiği bağa geldi. Ona yaklaştı. (1 ’ Kapıda duranlar engel olmaya çalıştılar.
Şerif onları kılıçtan geçirdi, içeri (15) girdi. Hırakun, Seyyid’i görünce yerinden
kalkıp sarayına kaçtı, [T1034] (l> kapıyı sıkıca kapattırdı. Server ileri varıp
kapıya bir tekme vurdu, kapı (2) yıkıldı. Server içeri girip Hırakun’u saçından
yakaladı, tuttu, başın (3) kesti. Çıkıp sarayının damına astı. Kale halkı onu
gördü, gelip (4) haraca razı olup itaat ettiler. Hırakun’un oğlunu bey olarak
atadılar. (5) Server, oradan tekrar Baba şehrine gitmek üzere yola çıktı. Server
giderken bir gemiye rastladı. (6) Baktı ki Müslümanlar. Onlar da Şerifi
gördüler, tanıdılar. Gelip Şerifin elini öptüler, (7) bir mektup sundular.
Yazılmış ki:
-Harcınevan kâfirleri gelmişler, Sinop’a zahm et(8) vermişlerdir.
Server buyurdu, gemiyi Sinop’tan tarafa sürdüler. On birinci (9) gün
Sinop şehrine ulaştılar. Sinop şehrine çıkıp oradaki Müslümanlar ile (l0)
görüştüler. Server kaleden dışarı çıktı. Gördü ki küffar askerleri şeh ri(ll) ortaya
almışlar. Gök gürlemesi gibi bir nara atıp kılıcını eline aldı:
-Ya Şemmas! (l2) Sana bir iş edeyim de gör, dedi. Atını kâfirlerin üzerine
tepti, yürüdü. (l3) Ok yağmuruna tuttular, fakat başarılı olamadılar. Şerif
sancağın dibine kadar vardı. (l4) Şemmas o hâli görünce kast etti ki kaça. Server
ardından yetişti. Mızrağını <l5) öyle bir vurdu ki atından yere yıkıldı, can verdi.
Büyük oğlunun adı, Masraman [T1035] (l) idi. Şemmas’m o oğlu sancağı alıp
bir dağa arkasını verdi, tekrar cenge (2> durdular. Orada iki gün cenk ettiler. O
sırada sahra yüzünden toz koptu, bir sancak <3) çıktı. Bin kadar Müslüman gelip
yetişti, cenk (4) ettiler. Şerif çok mutlu olup dua etti. Onlar, hemen kâfirleri
kırdı. Şirman (5) onu görünce kaçtı, gidiverdi. O gelen İslam ordusunun beyi
ErtuğruPun (6) oğlu Alp Osman Gazi idi. Osman Gazi, o ite bir gürz vurdu.
Şirman’ı <7) esir edip askerini kırdılar. Dönüp Şerifin yanına geldiler. Şerif, <8)
Osman’a dualar etti:
-Yüzün ak olsun! Fetih, nusret ve devlet şenindir. (9) Zira bu kadar kâfir
bana bu kadar zamandır karşı durmamıştı. Bundan bildim k i (10) şimdiden sonra
zaman şenindir. Tanrı senin nesline bereketler, kuvvetler (ll) ve fetihler versin.
Züriyetin kesilmesin. Saadet ve devlet sizden uzak olmasın, (12) deyip dua etti.
Osman’ın sırtını okşadı. Sonra buyurdu, (l3) Osman Gazi, Şirman’ın, boynunu
vurdu. Şerif:
-Ya Osman! Gazan mübarek (l4> olsun, dedi.
Yenilen kâfirler Harcınevan’a geldi. Şirman’ın küçük kardeşini bey
yaptılar. <l5) Geldiler, kaleyi sağlamlaştırıp durdular. Şerif, Osman Gazi ile
yürüdü, Harcınevan’ı [T 1036](1) yağmaladılar. Şerif, Osman Gazi’ye:
-Oğul Osman! Sen şehirden (2) tarafa yürü, dedi.
Osman şehre geldi, kâfirler Osman’ı gördü. Aman deyip karşı (3)
geldiler. Hediyeler getirdiler. Şerif onu gördü, Harcınevan tarafının (4) gazasını
ona emanet etti. Eline bir şefaatname verdi. Sultan (5) Alaeddin’in huzuruna
vardı, Harcınevan tarafına tımar verilmesini istedi. <6) Yukarı dağda Şemmas’ın
oğlu Şemun durmuştu. Cenk hazırlığı yapmıştı. (7) Şerif, Osman’a dönüp:
-Yürü, sen bu kale ile cenk et, <8) göreyim, dedi. Şerif, Osman’ın iki
eteğini kendi eli ile beline soktu: <9)
-Yürü, fetih ve zafer şenindir, dedi. Osman, Seyyid’in elini öpüp yürüdü.
<10) Şemun gördü ki Osman ile Müslümanlar geldi, kaleye yürüdüler. (ll)Cenk
için hazırlık yaptılar. Osman bir ak papuç giymişti. Elinde bir yay ve ok ile(12’
bir yerden bir yere sıçrardı:
-Bırakmayın gaziler, derdi. Bin kişilik akıncı gazilerin başı <13) Togıncas
idi, Osman’ın emrine itaat etti. Çok şiddetli bir cenk ettiler. O gün (i4> akşama
dek cenk oldu. Sonunda dönüp konakladılar. Ertesi gün <l5) tekrar yürüdüler,
kaleye hücum ettiler. Gaziler sıkı durdu. Kâfirler [T1037] (l) zor duruma düştü.
Ertesi gün tekrar cenk ettiler. Sonunda barış ortaya atıldı. <2) Yılda bin dinar
eşrefi* vermeye razı oldular. Osman razı(3) olmadı. Şerif:
-Daha zamanın var. Al kabul et. Benim kâğıdımla (4) gidersin sana bu
diyarı tımar olarak verirler, sancak beyi olursun. O vakit nasıl (5) istersen öyle
yap. Görmez misin ki sultanın her kulu bir yeri fethetti, (6) kendilerine mülk
edindiler. Sen de burayı kuşat, kılıcınla al, (7) mülk edin. Bunun üzerine barış
yapıp döndüler. Osman ile <8> Şerif Gazi, Sinop’a gitmek üzere yola çıktılar.
Sınıra gelince haber ulaştı: <9)
-Sana, sultandan bir kâğıt geldi, dediler. Şerif, Osman’a dualar (l0) etti.
Eline şefaatname verdi, Harcınevan’da gösterdiği erlikleri (,l) yazdı:
-Bu diyarı bu yiğitten başka kimse fethedemez, dedi. Osman o <l2) kâğıdı
alıp sultana götürdü. Sultan kâğıdı görünce <l3) o diyarı Osman’a verdi. Şerif,
Osman’a dua etti, üzengisini (l4) tutup atına bindirdi. Nasihatler edip dedi ki:
-Asla dininizin (15) yolunda azmayın, yaramazlık yapmayın. Zira Hak
teala azgın kulunu sevmez. [T l038] (1) Onun üstüne bir kulunu daha musallat

E ş re fi: (?).
eder, helak ettirir. Gafil olma. (2) Dinin kurallarına uyun. Adil olun, zulüm
etmeyin. İhsan eylen, şerden(3) kaçının. İyi sözü tutun, haram yemeyin.
Saltık Gazi, nasihatler edip Osman <4) Gazi’yi makamına gönderdi.
Osman, Yunan’ın gelip (5) geçtiğini işitse gelir Server’i ziyaret ederdi. Âdet
edinmişti. Osman, Saltık Gazi’ye baba (6) derdi. Server de onu oğul edinmişti.
Osman Gazi gidince Server <7) gemiye binip tekrar Rumeli’ye geçti.
Doğru Baba şehrine gitti, orada (8) dinlendi.
ON BİRİNCİ BÖLÜM

DUHTER’İN MİHRİBAN ADLI KIZI ALIP (9) KAÇMASI

Rivayet edenler şöyle anlatır: Bir gün Seyyid otururken bir genç, Hüsrev
ve Haşan ile (l0)içeri girip Seyyid’in elini öptü ve ağladı:
-Ya Server! (ll) Ben fakir, Matra ve Şumlu vilayetinin melikinin
oğluyum. Benim bir amcam vardı. (12) Babam ölünce yerine amcam padişah
oldu. Onun bir kızı vardı. <13) Adını Mihriban koymuşlardı. Benimle onu beşik
kertmesi yapmışlardı. (14) Bizi evlendireceklerdi.
Amcam padişah olunca kızı bana vermeye <l5) razı olmayıp vezirinin
oğluna verdi. Bana zulüm edip ilden sürdü, [T1039] (1> kovup çıkardı. Kız, hâlâ
seni beni ister, derler. Deli olmuştur. Bana haber gönderdi. (2) Bize derman
olursa Baba’dan olur, onun yanma git, hâlini anlat; dedi. (3) Ben de atımı
sürdüm hazretinize geldim. Eğer bize yardımcı olup mutlu ederseniz (4) ikimiz
birlikte iman getirelim, Müslüman olalım, dedi. Şerif:
-İnşallah hayır olur <5) yiğit! Eğer sen imana gelirsen İslam hürmetine bu
iş bana kolaydır, dedi. (6) Yiğit hemen ayağa kalktı, imana geldi. Server çok
mutlu oldu. Server ona Hudadad (7) adını verdi. Hemen kalktı; divit ve kalem
getirdi, Matra ve Şumlu Meliki Dimitri’ye bir mektup yazdı. (8) Bir kâfirle
gönderdi. Bu mektupta dedi ki:
-Sen ki Dimitri’sin. Ben ki <9) Saltık’ım. Sana bu mektup ulaşınca bilmiş
olasın ki kızın Mihriban’ı kimseye vermeyesin. (l0) Kardeşinin oğlu Tuma bin
Niko’ya onu vermeye söz vermişsin. Onlara zulüm (ll) etmiş, iki genci
ayırmışsın. Tuma geldi, benim önümde iman getirdi. Kız da (12) onu istermiş.
Sakın onu kimseye verme. Ben de geliyorum. Onu çok kötü bir şekilde (l3>
alırım.
Mektup tamam oldu, mühürleyip bir kâfirle gönderdi. Mektup (l4)
Dimitri’ye gelince alıp okudu, canı başma sıçradı. Papazları toplayıp (l5) danıştı.
Kâfirlerden birisi ayağa kalkıp:
-Ya melik! [T1040] (1) Bu Saltık ejderha değildir ki bunca halkı kıra. Ben
kulun ona cevap veririm. (2) Kızı alıp Ahenabad Kalesi’ne götürelim. Orada
dursun. Bu kale, Siros (3) melikinin hükmündedir. Kalenin beyi kardeşimin
oğludur. Siros halkı ile <4) gidelim, onun hakkmdan gelelim. Bizim de
akrabamızdır. Safıyan beyi (5) ile Filiban ve Haşan mülkleri bizim
kavmimizdendir. Onlardan asker alalım, Saltık’a (6) âlemi dar edelim, dedi.
Dimitri, o beye:
-Hey! Deli misin? Bu Şerifi sen (7) bilmezsin. Çok katı ve gürbüz bir
erdir. Bu tekürler ve dünya halkı onun ile başa çıkamazlar. (8) Biz nasıl cevap
verelim, dedi. Rahipler:
-Bey! Kızı kaleye gönderelim. (9) Savaş hazırlığını yapm, dedi.
Konuşan bey, kâfirlerden idi. (10) Kızda gönlü vardı. Bu karışıklıkta kızı
alıp bey ile akraba olmayı umardı. (ll) Beylerin kuvvetiyle kızı kendisi almak
isterdi. Muradı, bu idi. Gördü ki (l2) kızı almasına imkân yok. Atma binip Siros
mülküne kaçtı. <l3) Dimitri kızı Dıranos Kalesi’ne gönderdi. Ahenabad’a
göndermedi. (l4) Orada kızı sakladı. Kaçan beyin adma Giryakos derlerdi, Siros
5) mülküne ulaştı, hâlini ve sevdasmı söyleyip ağladı. Melik: [T 1041](1)
-Ya Giryakos! Bu iş, zor iştir. Zira Saltık’tan korkarız (2) ama Dimitri
kolaydır. Çevresindeki beyler:
-Toplanalım, kızı (3) Dimitri’den isteyelim. Verirse, Saltık ne diyebilir,
dedi. (4) Beyler bir yere toplandı, kızı Kiryan’a istediler. Elçi gitti, <5) haberi
bildirdi, Dimitri âciz olup:
-Ben onu bir yiğide verdim. Ondan (6) alıp size nasıl vereyim, deyip haber
gönderdi. Onlar da asker toplayıp (7) Dimitri’nin üzerine yürüdüler. Bu tarafta
Saltık da durumu öğrenip haber (8) gönderdi. Saltık’a cevap gelmedi. Siyah
atma bindi, Matru ve (9) Aşumlu’ya gitmek üzere yola çıktı.
Biraz gitti. Sınıra varmca gördü ki (l0) bir alay cemaatgelmekte.Meğer
kızı Diranos Kalesi’ne götürüyorlarmış. <n) İmana gelen yiğit, kızdan haber
aldı, gelip Server’e iletti. (l2) Server atmdan indi, atı Hudadad’a verdi. (l3)
Kendisi kızdan tarafa yürüdü. Hudadad bir yerde gizlendi. <l4) Şerif cemaate
yaklaşınca eskerler Seyyid’e kimsin, dediler: <l5) Seyyid:
-Bir rahibim. Mihriban’ı vaftiz etmeye geldim. İstedim ki bütün
düşmanlardan [T 1042](l) kurtulsun. Askerler gidip kıza bildirdiler:
-Bir rahip geldi <2) şöyle der, dediler. Kız:
-Getirin, göreyim nasıl bir rahiptir, dedi. Hemen katırın (3) başmı çekip
durdu. Bir kişiye:
-Bu halk yanımdan uzaklaşsın, dedi. (4) Hemen yanından uzaklaştılar.
Şerifi alıp kızın yanma getirdiler. Server (5) kıza yaklaşınca dönüp gülerek:
-Ya nigar! Beni tanıdın mı? Ben (6) kimim, dedi. Kız:
-Yok tanıyamadım, dedi. Server:
-Ben Saltık’ım. Eğer beni halka (7) duyurursan seni hemen öldürürüm,
dedi. Kız: (8)
-Benden ne istiyorsun, dedi. Sever:
-Muradım şu: Seni, Hudadad’a vermeye <9) söz verdim. Bana ne dersin,
dedi. Kız:
-Ya Server! Ben sana itaat ederim. Nasıl dilersen (l0) öyle yap, dedi.
Sever:
-Şimdi atından aşağı in, dedi. Şerif,(ll) hemen kızı boynuna aldı. Kıza:
-Omuz üzerine otur, dedi. Kız (l2> oturdu, Server kızı alıp hemen
yürüyüverdi. O duran kavim:
-Hey papaz! (l3) Ne yapıyorsun? Kızı aldın, nereye gidiyorsun, dediler.
Şerif:
-Ben Saltık’ım! (l4) Size neler edeceğim, görün, dedi, yürüyüp kenara
kaçtı, gitti. (l5) Kâfirler atlar ile ardına düşüp:
-Bre yakalayın, deyip koştular. Ha şunda, [T1043] (I) ha bunda diyerek
aradılar, fakat tozunu dahi göremediler. Kâfirler <2) âciz kalıp dönüp gittiler.
Server, atını sürüp Hudadad’a geldi. (3) Kızı arkasında getirdi, baktı ki Hudadad
orada yok. Dağa girmiş, <4) bir yere saklanmıştı, bulamadı. Gördü ki ardından
kâfirler yetişti. (5) Server, dönüp hızlıca oradan uzaklaştı. Gölgesini dahi
göremediler. Kâfirler: “Eyvah! <6) Kızı aldırdık!” diye feryat ve figan ettiler.
Kâfirlerin yanında <7) vezirin oğlu da vardı. O, hızlı koşan bir atla Server’in
ardına düştü. (8) O kadar hızlı koşturdu ki at çatladı. Kâfir üstünden indi, <9) iki
eteğini beline sokup tekrar Server’in ardına düştü. Akşam oluncaya (10) kadar
yürüdü. Server giderek büyük bir ırmağın kenarına geldi. Irmağa girmeye
niyetlendi. Kız: (ll)
-Ya Server! Bu ırmak derindir, girme, dedi. Seyyid:
-Hey kız! Ateş ve su (I2) benim dostumdur. Gireceğim, nasıl olursa olsun,
dedi. Kız:
-Mecalim kalmadı, (l3) beni yere bırak, dedi. Server kızı arkasından
indirdi. Yere koyunca <l4) vezirin oğlu gelip yetişti. Yaklaşınca bir taş üzerinde
oturdu, biraz <15) daha dinlendi. Sonra:
-Ya Saltık! Hiç sen ömründe sovan, sarımsak [T1044] (l) veya pırasa
yedin mi, diye sordu. Server:
-Biz, faydalı sebzeleri,2) çiğ yeriz. Pişmişini yemeyiz, dedi. O kâfir:
-Eyvah! Ben sana <3) yetişemem, dedi. Şerif, ona:
-Gel beri, muradın ne ise gör, dedi. Kâfir yerinden kalktı, <4) kılıcını yalın
edip karşı geldi. Server onun elinden kılıcı çekip aldı: <5)
-Yürü, var işine git! Sen kim, bana cevap vermek <6) kim, dedi. Akılsız
kâfir, Server’e sövüp:
-Seni bırakmam, dedi. (7) Server gördü ki kâfir kendini huzursuz eder. O
kılıç ile çalıp helak (8) etti, kavgadan kurtuldu. Daha sonra kızı sudan geçirdi.
Bir kale vardı. <9) Halkı, dışarı çıkmıştı. Boş ve tenha idi. Kızı o kaleye <10)
çıkardı, kapılarını yaptı.
Diğer tarafta kâfirler gidip o kızın babası Dimitri’ye (ll) durumu haber
verdiler. Kızın babası feryat etti. Kalkıp askerleri ile yola çıktı. (l2) Hemen
Server’in ardına düşüp gitti. Bu tarafta Kiryan, Siros, Sayfan ve (l3) Filiban;
kâfirler ile gelirken bu olanları işitti. Onlar yolda idi. <14) Asker toplamışlar,
geliyorlardı. Kiryan feryat etti:<l5)
-Hey! Çabuk yürüyün, yetişelim, deyip hızlandılar. Bir süre sonra
Dimitri’nin ardından yetiştiler. [T1045] (1) Dimitri onları gördü. Karşılamaya
gelip onlara ağladı, durumu <2) anlattı. Kiryan:
-Ya melik! Sen bana onu göster. Ben onun hakkından (3) gelirim, dedi.
Övündü durdu, sonra yola girdiler. Server’in izini takip ederek (4) kaleye
geldiler. Kalenin adına Sengabad derlerdi. Geldiler, çevresini sarıp kondular. (5)
Daha sonra burcun dibine gelip çağırdılar:
-Ya Saltık! Gel dışarı çık, (6> senin ile söyleşelim, dediler. Server bu
sözleri işitti, kalkıp burca (7) çıktı, bir kez nara atıp yüksek sesle:
-Ya Hudadad! Nerede isen (8) beri gel, ben Sengabad Kalesi’nin
içindeyim, dedi. Hudadad, bu olayı kendisi şöyle anlatmıştır:
-Server <9) beni koyup gitti. Bir mağaranın içinde oturuyordum. Sesi
kulağıma (l0) geldi. Yanımda bağırıyor sandım. Hemen atıma bindim, Server’in
atını (11) yedeğe alıp o gece yürüdüm. Seher vaktinde kaleye eriştim. (l2)
Seyyid’i burcun üzerinde gördüm. Gelip bana kapıyı açtı, (l3> içeri girdim.
Mihriban’ı görünce aklım neredeyse gidecekti. Yâr aşkı beni kendimden
geçirdi, (14) akılsız oldum. Server bana yer gösterdi, oturdum, dedi.
(l5) Daha sonra Server atına bindi, kaleden dışarı çıktı. Kız ve Huda
[T1046] (l) burca çıktılar, seyrettiler. Server dışarıya çıkınca bir nara attı, (2>
kâfirlere hücum etti. Önüne kim geldiyse başını uçurdu, ömür binasını(3) harap
eyledi yıktı. Kiryan bu durumu görünce hemen atını sürdü, <4) Seyyid’e karşı
geldi. Mızrak ile saldırdı. Server gafil idi, kalkan <5) elinde geri döndü. Server,
çok öfkelendi, Kiryan’ın ardından yetişip <6> kılıcını saldı, kâfiri iki parçaya
böldü.
Siros, melikin kardeşinin <7) oğlunu görünce askerlere bağırdı, kaçmasına
izin vermeyin, dedi. Kâfirler, hep birden at (8) teptiler, Server’i ortaya aldılar.
Cenk içinde Server arslan gibi (9) kükrerdi. Siros melikine rastladı, kılıcını öyle
bir çaldı ki o, iki parça (10)olup düştü, can verdi. Diğer melikler dönüp kaçtılar.
(ll) Server bağırdı:
-Ya kafirler! Kaçarak elimden kurtulamazsınız, sizi bırakmam, dedi.
Melik (l2) Safıyan bu sözü işitti, atından indi, kefeni boğazına takıp Server’in
yanına <13) geldi. Bahsedilen beyler kaçarken, geri döndüler, Seyyid’e gelip:
-Bizi bağışla, <14) sana haraç verelim. Hata ettik, dediler. Server onları
haraca (l5) bağlayıp gönderdi. Dimitri yalnız kaldı, kavim ve askerleriyle bir
yerde durdular. [T 1047](l) Şerif ileri gelip:
-Ne dersiniz, çabucak bana haber verin, dedi. <2) Dimitri:
-Ya Saltık! Vezirin oğlunu öldürdün. Kiryan’ı ve (3) Siros melikini
tepeledin, ben sana itaat etmem. Ama şu şartlarla itaat ederim: (4) Bu dağda bir
canavar vardır. Görünüşü su sığırına, başı ve (5) yüzü insana, burnu file, ağzı
arslana, ayakları geyik ayağına, <6) elleri kaplan pençesine, kuyruğu eşek
kuyruğuna benzer. Sesi <7) heybetli bir canavardır. Çok insan helak etmiştir.
Eğer onu def <8) edersen hepimiz senin dostun olur, itaat eder haraç veririz,
dedi. Server:(9)
-Gelin, onu bana gösterin, geri dönün, dedi. Önüne düşüp <10) gösterdiler.
Server o canavarı görünce canavar yerinden (ll) kalkıp Server’in üzerine
atladı. Server ona karşıdan bir kılıç çaldı. (l2) Boynuna rast geldi, başını önüne
düşürdü. Canavar (i3) öyle inledi ki dağ taş onun sesiyle yankılandı. Canavar <l4>
düşüp helak oldu. Kâfirler koşup Seyyid’in ayağına (l5) düştüler. Başlarını açıp
feryat ederken şenlikler yapmaya başladılar: [ T l0 4 8 ](1)
-Ömrün uzun olsun, zamanın Rüstem ibni Zal’ı. Sen, zamanın en güçlü
pehlivanısın, (2) dediler. Atlarını sürüp şehre geldiler, Server’i kondurdular,
misafir ettiler. Düğünler (3) yapıp Mihriban Banu’yu Hudadad’a verdiler. Kız da
imana geldi. <4) Oradan ayrıldılar; serverler, Hudadad ve kız, Baba şehrine
geldi. Şerifin yanında (5) kalıp ibadet ettiler.
ON İKİNCİ BÖLÜM

DİĞER GAZA

Rivayet edenler şöyle anlatır: (6) Seyyid biraz sakin oldu. Bir süre sonra
gönlü gaza istedi. Dışarı çıkıp Surha atına (7) binip yürüdü. Düşman aramaya
giderdi. R um (8) diyarında düşman kâfir kalmadı, hep haraç verirlerdi.
(9) Server bir süre yürüdü. Dağlara (l0) ulaştı. Büyük bir kaleye rastlad
Kalenin başı gökyüzüne ulaşmıştı. Kaleye yaklaşınca <l2) atından inip oturdu.
Şehrin meliki avdan (!3) geldi. Seyyid’i gördüler, atlarım sürüp üstüne geldiler.
Şerifi görünce <l4) tanıdılar:
-Hey cazu! Buraya niçin geldin, dediler. Server’in üstüne (l5) üşüşüp hep
birlikte hücum ettiler. Seyyid’i [T1049] (1) tutup bir ata bindirdiler, Mirgun
Kalesi’ne getirdiler. O <2) gece Server’i hapsettiler, sabahleyin beylerinin
huzuruna (3) getirdiler. O melik, Şerife:
-Ya Saltık! Benim elimde nasılsın? Server (4) ona bir şey söylemedi,
tınmadı. O kâfir emretti. Bir büyük fıçı hazırladılar, (5) onun içine yılanlar,
akrepler ve çıyanlar doldurdular. Server’in (6) elilerini ve ayağını sıkıca
bağladılar. Daha sonra o fıçıya koyup ağzını kapattılar. Yüksekten (7) alçağa
doğru yuvarladılar. Server, Kıır’an okurdu. Biraz okuyunca (8) o hayvanlar ve
canavarlar Server’i incitmediler. Fıçıyı gece oluncaya kadar (9) yuvaladılar.
Seyyid hiçbir şey söylemedi:
-Öldü. Bunun sesi çıkmaz, (10) dediler. Bir derede, fıçının içinde bırakıp
gittiler:
-Yarın gene gelelim, dediler. (ll) Server, Menucher’in duasın okudu. Cin,
çıkageldi Server’i fıçından (12) çıkardı. Daha soma atını ve silahlarını kaleden
alıp Seyyid’e getirdi. <l3) Server atma bindi, Taysun iline gitti. Kâfirler sabah
kalkıp (14) geldiler; fıçıyı boş buldular. Şerif, yok; atı ve elbisesiyle birlikte
gitmiş. Şaşırıp kaldılar: (15>
-Eyvah! Bu ölmemiştir. Tekrar gelir, dünyayı bizim burnumuzdan getirir,
dediler.
[T1050] (1) Bu tarafta Seyyid’in bu durumu âleme tekrar yayıldı. Şerif<2)
falan kalede tutulmuş, helak olmuş, diye her tarafta söylenmeye başlandı. (3)
Mora nahiyesinde bir bey vardı, adma Cinas derlerdi. Bunun <4) kız kardeşi
Hüma Banu’yu Şerif alıp hatun edinmişti. Şerife (5) düşman idi. Zira kızı zorla
almıştı. Şeriften korkusuna <6) Mora’nın beri tarafına kemer bir duvar inşa
ettirip demir kapı koymuştu. (7) Üstüne burç da yaptırmıştı. Şerif gelip (8)
memlekete girmesin diye beklerdi. Şerifin Mirgun Kalesi’nde tutulup <9) helak
edildiği haberini işitti. Cinas:
-Hemen (10) asker toplayıp Türkleri kılıçtan geçireyim, dedi. Asker
toplayıp (ll) geldiler. O kemerden dışarı çıkıtılar, gelip kondular, oturdular. (12>
Taysun Kalesi oraya yakındı. (l3) Şerif, kâfir askerlerini gördü. Suret
değiştirmişti. Gelip (l4) askerlerin arasına giridi, bir kâfirden sordu:
-Bunlar kimin askerleridir? Nereye gidyorsunuz, dedi. (l5) Kâfir:
-Saltık ölmüş. Türkleri kırıp Rum [T1051] (1) ilinden atmak istiyoruz,
onun için geldik, dedi. Server, o kâfire:(2)
-Gidip Cinas’a söyle. İşte ben Saltık’ım, ölmedim. Ya Müslüman olsun
(3) veya haraç versin, dedi. Kâfir, Server’den kaçıp Cinas’a(4) geldi, haber verdi:
-Ya melik! Ben Saltık’ı gözümle gördüm, bana (5) şöyle sözler söyledi,
dedi. Cinas öfkelendi, haber getiren kâfiri <6) öldürdü. Askerlerine:
-Atınıza binin, dedi. Kâfirler atlarına bindiler, yürüdüler. Server <7) gördü
ki Cinas geliyor. Server orada evden büyük bir kaya gördü. <8) Ortasında bir
deliği var. Hemen bir <9) ağaç kesti, sap edip geçirdi. Sala vat getirip <l0)
yerinden kımıldattı. Başı üzerinde kırk kez salladı. <n) Atına bindi, o büyük
kayayı omzu üzerine aldı, <l2> kâfirlere doğru yürüdü. Kâfirler onu gördüler.
Ş erif(13) dağ gibi bir taşı omzuna almış, üzerlerine gelir. Cinas’a haber verdiler,
|14> gösterdiler:
-Ya melik! Bu Türk Süleyman’ın devi gibidir. Biz bunun karşısında
duramayız. <l5) Kaçıyoruz. Seni tutar, işte sen, işte o! Cinas: [T 1052](l)
-O zaman nasıl edelim? Tedbir alın. Gerçek söylüyorsunuz. Bununla
başa çıkılmaz. (2) Papazlardan biri:
-En iyisi buradan kaçmak. (3) Boğazdaki demirden yapılmış kapıyı sıkı
tutalım, sağlamlaştıralım. Burçlara <4) çıkıp oka tutarız. Bize zarar veremez,
sonra çekip gider. Bu sözden sonra at (5) başını döndürdüler, Şerifin önünden
kaçtılar. Cinas <6) gelip kapıdan girdi. Askerleri de içeri aldıktan sonra kapıyı
sağlamlaştırdılar. Burca çıkıp (7) hazır beklediler. Cenk hazırlığını yaptılar.
Cinas kavmine emretti:
-Sıkı durun, iyi (8) cenk edin, dedi. Beyler, Server’i gördü. Kâfirler
durmayıp (9) kaçtılar. Şerif, bunların ardınca sürüp germeye kadar geldi. Gördü
ki kâfirler (l0> germenin üstüne çıkmış beklemekte. Cenk etmek için hazırlık
yapmışlar. Gök gürlemesi gibi bir nara attı. (ll) Burç üstünde bekleyenlerin
çoğunun aklı başından gitti, burçtan aşağı düştüler, can verdiler. (l2) Cinas:
-Beyler! Bu Saltık yaşlandı, eli ayağı tutmaz, derdiniz. Ne hoş! <l3) Şimdi
bir dağı getirip geldi. Sesi gök gürler gibidir, dedi. Kâfirler: (l4)
-Bu Türk, sihirbazdır, anladık, dediler. Cinas emretti, Server’e top, tüfek,
oklar <l5) ve taşlar attılar. Server’e bir zarar gelmedi. Dokunsa da acı ve sıkıntı
vermezdi. Cinas [T 1053](1) bu durumu görünce çok korktu.
Bir süre cenk ettiler. Server gazaba geldi, o (2) çomakla demir kapıya bir
gürz gibi vurdu. Kapı burç ve duvarıyla (3) paramparça olup yıkıldı. Saltık Gazi,
her burca birer kere vurdu. Vurduğu yer, (4) yıkıldı. Üç yüz otuz burç idi. Üç
gün içinde çomakla harap (5) edip dümdüz yaptı. Hepsini yıktı. Çok sayıda kâfir
de orada helak oldu. Duvar (6) yıkılınca altında kaldılar. Cinas, bu heybeti
görünce çıkıp kaçtı, tahtgâhı Şiran’a (7) gitti. Server, demir kapıyı getirip (8) bir
eline aldı, kalkan yerine tuttu, Şiran’a doğru yürüdü. Bu tarafta (9) kâfirler
Cinas’a haber verdiler:
-Saltık beri geliyor, dediler. Cinas hemen <l0) beylerini topladı, tedbir
istedi. Papazlardan birisi:
-Bu Türke diyelim ki (ll) gel, yanan ateşin içine gir. Eğer seni bu ateş
yakmazsa biz sana inanırız, Müslüman oluruz. (2) Bu Saltık delidir, ateşe girer,
yanar. Bizde (l3) kurtuluruz. Cinas:
-Vay! Ne güzel bir tedbir düşündün papaz, deyip beğendi. Server’e (14)
yaklaştılar, saygı gösterip söylediler. Server:
-Benden ateşe girmek mi (l5) talep edersiniz. Güzel, kabul ediyorum
Yakın yerde bir şehir vardı, Tumas derlerdi. [T1054] (l) Orada bir hamam
bulunuyordu. Yanardı. Kızdırdılar, Server’e onun hamam ocağına (2) gir,
dediler. Server kabul etti, üzerini çıkarıp külhana <3) girdi, ateş içinde oturdu,
yanmadı. Kâfirler bu durumu görünce: (4)
-Ne duruyorsunuz, hemen kılıç ile saldırın, oklar atın, çıplak iken
öldürün, fırsattır, dediler. (5) Kâfirler üşüştüler, Server’e oklar, kılıçlar çektiler.
Server öfkelendi, (6) mübarek eli ile kâfirlere ateşler atıp cenk ederdi. Melik
Cinas <7) bu durumu gördü, insaf etti, hemen gönlüne iman eseri geldi, emretti.
Kâfirler, Seyyid’in (8) üstüne gitmediler. Cinas ileri gelip, külhanın kapısının
önünde iman (9) etti, Müslüman oldu. Server’e yeni elbiseler getirip giydirdi. <l0)
Tahtını ve tacını oğluna teslim edip:
-Ben artık senden ayrılmam, deyip mal ve hâzinesini (ll) Seyyid’e
bağışladı. Kavmini alıp geri Seyyid ile döndü. (12) Orada kalan beyi haraca
kestiler. Mal ve hâzineyi yükleyip gittiler. Mirgun <l3) melikine kâfirler gelip
haber verdiler:
-Saltık geliyor. Cinas’ı Müslüman etmiş. <l4) Cinas da onunla birlikte
geliyor. Ayrıca yanlarında çok miktarda mal var, dediler. Mirgun meliki hemen
atına (15) binip karşısına geldi, çağırdı:
-Ya Saltık! Elimden nereye kaçasın? [T1055] (l) Seni tekrar buldum,
atından in, dedi. Server ileriye vardı, Mirgun’u kuşağından <2) tutup getirdi, yere
vurdu. Mirgun paramparça olup öldü. (3) Server, kâfirlerin üzerine yürüdü.
Kâfirler kaçıp kaleye sığındılar. Server (4) kaleye geldi. Kalenin kâfirleri kendi
aralarında konuştular:
-Bu Saltık’ın nasıl bir kişi olduğunu bilirsiniz. <5) Gelin cenk etmeyelim,
dediler. Gelip a f dilediler. Server onları (6) bağışladı, haraca kesti. Bir süre
orada konakladı, siyafetler verdiler. Şerif (7) getirdiği malı halkın fukarasına
paylaştırdı.
Diğer tarafta (8) Şerifin öldüğü haberi âleme yayıldı. Bu haber Tatar’da
B acu<9) Han’a da yetişti. Külahını göğe atıp:
-Eğer dünyada sağ olasaydı ben (l0) asla yürüyemezdim. Ölüp gitti, ben
hemen Rum’a inerim, oraları ( !) harap ederim, deyip emir verdi. Uç yüz bin
Tatar askeri topladılar. <l2) Rum’a yönelip yürüdüler. Bu tarafta Rum’da, Sultan
(l3) Alaeddin’e haber verdiler. Sultan:
-Eyvah! Şerifin öldüğü duyuldu, <l4) üstümüze düşmanlar yürüdü, dedi.
Asker topladı. <l5) Beylerini davet etti, onları yerli yerine velflıat edip:
-Benden sonra [T1056] (l) sakin olup birbirinizle dostluk edin, kâfirlerle
gaza yapın. Benim oğlum (2) yoktur ki size bey edeyim. Bir bölüğe Harcınevan
tarafını verelim, gidip (3) kâfirlerle gaza etsin. Kâfirlerden ne alırsa onun mülkü
olsun, dedi.
(4) Beyler gidip ittifak ettiler, Ertuğrul’u andılar. Oğlu Alp Osma
gazalarını, <5> Şerifin ona himmetlerini ve oğul dediğini biliyorlardı. (6) İshak
Peygamber’in oğlu Ays’ın neslindedir. Korkud Ata, onun oğlanlarındandır.
Temiz (7) itikatlı Oğuzlardır, Türkün sadık olanları bunlardır. Ebü’l-Müslim-i
Mervi zamanında, ceddi <8) hanedan edip Haricîleri ortadan kaldırdılar, deyip
sultana durumu anlatıp (9) övdüler. Sultan gönlünden Osman’a muhabbet etti.
Hemen bir davetname <l0> yazdılar, mühürlediler. Habercinin eline verip
gönderdiler. Haberci mektubu aldı, Osman’a (l 11 iletmek üzere yola çıktı.
Diğer tarafta Gazi Umur, Akdeniz kenarında (l2) kâfirlerle gaza ederdi.
Başına kızıl bir börk giyerdi. Ona kızıl börkü rüyasında <l3) göstermişlerdi. Bu
arada Şerif öldü, diye haber geldi. Denizden <l4) Frenk askerleri ilerledi,
Akdeniz kenarında olan Aydın ilini (l5) vurdu. Server Umur kâfirleri karşılayıp
cenk etti. Sonunda [T1057] (1) kâfirler galip gelip müminleri yendiler. Gazi
Umur âciz kalıp bir kez:
-Ya Şerif! (2) Velisin. Ahirete göçtüysen de diriysen de bize himmet et,
dedi. <3) Çağırdı, yardım diledi. Server otururken kulağına bir ses geldi. (4)
Tanrı’nın emri ile yel esip onun kulağına getirdi. Seyyid hemen yerinden <5)
kalkıp:
-İşte yetiştim, gayret eyle ya Umur, dedi. Rüzgâr geri esip Gazi Umur’a
(6) yetiştirdi. Gayret edip beklediler. Cenk etmeye devam ettiler. Umur çok
mutlu oldu. <7) Bildi ki Şerif diridir. Askerlerini tekrar toparlayıp:
-Gaziler! (8) Sultanımız Şerif diridir, kulağıma sesi geldi, yetişti. Şimdi
bize ulaşır, dedi.
(9> Bu tarafta Server hazırlığını yaptı, Semend-i Sebz’e bindi,(l0) Yunan’a
geldi. Ruhas Kalesi’nin önünden denizi geçti, Gazi Umur’dan (ll) yana revane
oldu. İkindi vaktinde gelip yetişti. Gelen kâfirler Müslümanları yenmişti. <l2>
Umur Bey’i ortaya almışlar cenk ederlerdi. Şerif, bu durumu görünce bir kez
nara (l3) atıp kılıç çekti:
-Ey kâfirler işte yetiştim. Benim Saltık, dedi.
Kâfirler Saltık Gazi’nin sesini işitince (l4) durmayıp kaçtılar.
Müslümanlar onları tutup kırdı, ellerindeki gemilerini aldılar. (l ) Kâfirden o
gün kırk üç parça büyük gemi gaspettiler. Kâfirleri esir aldılar. [T1058] (l)
Cenkten kaçanlar, Banadik Frenkleri idi. Kâfirler gidip Banadik melikine (2)
haber verdiler. Banadik meliki korkusundan Şerif Umur’a armağanlar ve <3)
haraç gönderdi. Barış yaptılar. Server, Gazi Umur’u iki gözünden <4) öptü.
Ağzının barını Umur’un ağzına verdi. Gelip bir yerde oturdular, (5) söyleştiler,
sonra şehre geldiler. Server bir süre (6) orada oturdu. Daha sonra Kıravan’a
gitmek üzere yola çıktı. Konya halkı, Seyyid’i (7) karşılamaya geldi. Saygı ile
sultana getirdiler. Sultan da karşılamaya geldi, kucaklaşıp (8> görüştüler, şehre
geldiler. Server’i getirip saraya kondurdular. (9) Sultan:
-Ya Server! Hoş geldin, ne buyurursun. Tatar Bacu Han geliyor, (l0) onu
karşılamaya gidiyorum, dedi. Server:
-Bende seninle birlikte geleyim, gidip gaza edelim, dedi. Sultan: (ll)
-Ya Şerif! Ben, Resul’ü düşümde gördüm. Bana;
“Sen yürü. Fetih şenindir, ama bize <l2) tez geleceksin. Hem oğlum Şerif
senin yanma geliyor. Ona de, dönüp Rum’a gitsin. O da yakında bize
gelecek. Cennet içinde benimle sizler komşu olacaksınız. (14) Hak rahmetinde
kalacaksınız, size buyruk böyledir.”, dedi. Ş erif(I5):
-İştittim, kabul ettim. Başımın üzerine, dedi. Birkaç gün Konya’da kaldı,
camiye gelip [T1059] (l) Müslümanlara nasihatler etti. Sultan ile ahiret hakkını
helalleşti, (2> vedalaşıp Sinop’a geldi. Yolda Osman (3) Gazi karşılamaya gelip
Seyyid’in elini öptü. Atlarmı sürüp Sinop’a geldiler.
(4) Sinop’a yaklaşınca Ali Bey karşılamaya geldi, Şerifin elini ö
saygı ile getirip kondurdular. (5> Ali Bey, Şerifin huzurunda Osman ile candan
ahiret kardeşi oldu. Server, Osman’a : (6)
-Sultan sana davetname gönderdi. Hemen kalk, onun yanma var. (7)
Galiba sana Harcınevan mülkünü verecek. Üç yeri fetheyle. (8) Birisi Amasya,
biri Ankara ve biri de Asmuye. (9) İznik Kalesi’nde düşmanm ardında olun,
dedi. (10) El açıp dua etti. Götürüp sultana vermek üzere bir şefaatname (ll)
yazdı. Daha sonra Osman’a nasihatler etti:(12)
-Adil olun, zulüm yapmayın. Halkı hoş tutun, haram yemeyin, (l3) diye
nasihatler edip Osman’ı gönderdi. Osman gitti. Seyyid, bir süre Sinop’ta <l4)
kalıp dinlendi. Birkaç gün sonra gemiye bindi, Rumeli’ye geçti. (15) Gelip Baba
şehrinde oturup dinledi.
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

[T 1060](1) SALTIK GAZİ’NİN ASFAR İLE CENGİ

Rivayet edenler şöyle anlatır: Asfar diyarında bir bey vardı, (2) adına
Kaydafan-ı Asfari derlerdi. Bir gün tahtında otururken bir rahip (3) içeri girdi,
Kaydafan’a selam verdi, geçip oturdu. Kaydafan:(4)
-Ya rahip! Neye geldin? Bana anlat, dedi. Rahip, Kaydafan’a : (5)
-Ya melik! Ben K aftan geliyorum. Sana müjdeli bir haber vereyim.
Bilesin ki sana (6) bir şey nasip oldu. Bu, şimdiye kadar asla kimseye nasip
olmadı, dedi. Kaydafan:
-Nedir o haber,(7) anlat, dedi. Rahip:
-Sana K af meliki Hannas’tan haber getirdim. <8) Dört yüz bin cin askeri
toplandı, gelip Tuna kenarında kondular. İnsanoğluna görünmezler, fakat
sana görünürler. Kalk, askerini topla, Şerifin <l0) üzerine gidelim, onun ölümü
senin elindedir, dedi. Kaydafan:
-Ya rahip! Ne söylersin? (ll) Benim babam onun elinde helak oldu. Bunca
beyler ve ordular çektiler, durduramadılar. (12) Meğer rahip suretinde gelen,
İblis lainin kendisi idi. Fitne: (l3)
-Ya Kaydafan! Bilmiş ol ki bu gün dünya içinde senin kadar kuvvetli
melik (I4) yoktur. Niçin bir avuç Türke bakıp durursun? Niçin din için gayret
göstermezsin? (15) İsa ümmeti gelecek, bu Türkler kıracak, esir edecek, dedi.
Kaydafan bunları dinledikten sonra [T1061] (l> kardeşi Yankos’un yanına geldi,
ona ordu başkomutanlığınu verdi: (2)
-Yürü, Türkleri kır, Şerifin üzerine git, bize yardım (3) yetişti , dedi.
Yanko dışarı çıkıp Budun önünde (4) oturdu. Macar ordusunu huzuruna getirdi.
Macar diyarının beyleri (5) hazırlık yaptılar. Mektuplar yazıp; Çeh’e, Leh’e,
Rus’a , (6) Maskos’a, Çesar’a, Kural’a ve Eflak’a gönderdiler. Askerler (7) gelip
Manyas Ovası’nda toplandı.
Yalnız Üngürus’dan, (8) ki oraya Asfari de derler, kırk sekiz bin kâfir
çerisi toplandı, Kaydafan’m kapısına geldiler. Aygırlara binerlerdi, ağır
kâfirler idi. Diğer (10) kâfirlerden de yetmiş altı bin zırhlı asker atlandı.
Toplamı, üç <U) yüz binden üç bin eksik idi. Bazıları da üç bin fazla idi derler .
<l2) Geldiler, Eflak iline yürüdüler. Eflak meliki bunların hareketini Seyyid’e (l3>
bildirdi. Seyyid:
-Eflak ve Boğdan olarak siz onlara (14) uymayın. İlinizi harap etmesinler.
Birlikte gelsinler. Biz karşılık verene ve bir yana oluncaya kadar siz sakin
olun, bir yerde durun, kılıç çekmeyin. [T1062] (l) Sonra görün nasıl olur? Gelip
bize karışırsınız, dedi. Eflak ve (2) Boğdan da varıp onlara karıştı, birlikte
yürüdüler. <3) Kâfirler toplanınca şarap içtiler, sarhoş oldular:
-Türkler (4) kimlerdir, kim olurlar, deyip övündüler. Atlarına binip (5)
yürüdüler. Sürüp Tuna kenarına geldiler.
Bu tarafta Server duyuru yaptırdı. (6) Müslümanlar toplanıp yürüdüler,
Tuna’nm öte kenarındaki (7) Minas sahrasına gelip kondular. Sünniler, Rum ve
Tatarlar yaklaşık yetmiş üç (8) bin dört yüz kişi idi. Orada toplandılar. Bu
tarafta, Rum mülkünde (9) bir şehir vardı, Masitır derlerdi. Orada dinsiz bir
rahip oturuyordu. (l0) Üç yüz yaşını aşmıştı. İstanbul papazları ona haber
gönderdiler: (ll)
-Siz de yürüyün. Din gayretini elden bırakmayın. Bu rahip işitti ki
Kaydafan (,2) çok sayıda askerle geliyor. Kâfirleri hemen yanma topladı, <l3)
Masitır melikini de davet etti. Kilisede bir yere kürsü koydu, üzerine <l4) çıkıp
nasihatler etti, nice sözler söyledi:
-Ya kavim! (15) Ne duruyorsunuz? Askerler siz de bir taraftan yürüyün!
[T1063] (1) Bu Saltık’m işi tamam oldu, dedi. Kalkıp (2) Kaydafan’a yardıma
gittiler. Geldiler, Tuna Baba’yı yağmaladılar.
(3) Bu tarafta Şerif, Kaydafan’a karşı durdu. Kaydafan yaklaşmca
rahibe:
-Ya rahip! K af mülkünün çerisi nerededir, (5) gelip göster, dedi. O lain,
Kaydafan’a:
-Yukarı gel, şu (6) yüksek yere çıkalım, gör, dedi. Tepenin üzerine
çıktılar. İblis (7) sihir edip Kaydafan’m gözünü okşadı. Nereye baksa asker (8)
görürdü. Sevindi, mutlu oldu:
-Ya rahip! Bu asker Şerife yeter. <9) Bize ihtiyaç yoktur. Bizi niçin
getirdin, dedi. İblis: (10)
-Ya Kaydafan! Gerçek söylüyorsun fakat onun ölümü senin elindendir.
Kaydafan’a <" ) görünen şeytanların askerleri idi. Kaydafan kalktı, Şerifin (l2)
üzerine gitti. Bir gün Müslüman ordusunun olduğu sahraya yaklaştı. Kâfir (I3)
askerlerini Müslümanlar gördüler, hazırlanıp beklediler. İki leşker (l4) birbirine
karşı kondu. Kaydafan, Rum beylerinin içinde kayserin yerinde dururdu. (l5)
Her kim Asfar’a padişah olursa bütün küffar ona [T1064] (1) tâbi olurdu. Onu
ulu melik olarak kabul etmişlerdi.
Askerler o <2) gece orada yattı. Sabah oldu, güneş doğdu. (3) İki ordu
atlanıp karşı karşıya durdu. <4) Çok sayıda kâfir askeri Müslümanların üzerine
yürüdü. Müslümanlar, (5) zırh ve silahla donatılmış kâfirlerin önünde duramayıp
kaçtılar, (6) iki tarafa dağıldılar. Şerif, Tatar Han ve beyler ile birlikte bir tepe
üzerinde (7) bekliyordu, kâfirlere bakıyorlardı. Server, bu durumu gördü, bir kez
(8) haykırıp atını sürdü. Kâfirlere saldırıp arslanlar gibi cenk etti. Etrafa <9) kaçan
gaziler tekrar toplandılar. Tekrar geri gelip (l0) büyük oklar, sivri mızraklar ve
gürzlerle kâfirlere saldırdılar. (ll) Akşam oluncaya kadar cenk ettiler. Gece
olunca (12) kâfirlerin tarafından asayiş davulu vuruldu. İki ordu ayrılıp yerlerine
döndü. Kâfirlerden <13) çok sayıda asker kırıldı. Müslümanların da çok sayıda
şehidi vardı, defnettiler. <14) O gece Kaydafan, İbüs’e:
-Ya rahip! Türkler bizim karşımızda sıkı durup (15) cenk ettiler, dedi İblis:
-Ya melik! Yarın fırsat bizimdir, Korkma, dedi. O [T 1 0 6 5 ](l) gece geçti
Sabah olunca iki ordu tekrar atlarına bindi, meydanı (2) tuttu. Kaydafan el
salladı, kâfir askerleri hep birlikte yürüdü. Müslümanları (3) tekrar ortaya alıp
dağıttılar. Server nara atıp atını tepti. <4) Akşam oluncaya kadar cenk ettiler.
Kaçan ve dağılan Müslümanlar geldi, kâfirleri (5) basıp pek çoğunu kırdılar.
Akşam olunca savaşa ara vermeyi işaret eden (6> davullar dövüldü.
Kâfirler döndüler. Müslümanlar bildiler ki bu kâfirler <7) korktu. (8) tekrar
saldırdılar. Üçüncü gün de cenk ettiler. Dördüncü gün sabah (9) küffar askerleri
kalkıp atlara bindiler. Kaydafan başına <l0) altınlı uzun bir taç giydi, beline
gümüş bir kemer kuşandı. Ortaya çıkıp beylerine ve askerlerine seslendi: (II)
-Bu Türkleri yenmeyince atımdan inmeyeceğim. Yürüyün, durmayın, (l2)
dedi. Kalabalık küffar çerisi hep birlikte Seyyid’in üzerine yürüdü. (13)
Müslümanları tekrar yendiler. Tatar Han yaralandı, esir oldu. (14) Çok kişiyi
şehit ettiler. Akşam olunca (l5) asayiş davulu vurdular. Kaydafan gelip tahtına
oturdu, emir verdi, Tatar Han’ı [T1066] (l) getirdiler. Hemen öldürmek istedi.
Vezirleri izin vermedi:
-Sabret! (2> Saltık’ı da tutalım. Türk beylerinin hepsini birden (3>
öldürelim, dedi. Kaydafan sabretti. Hanı tekrar hapse gönderdi. (4) O gece
Kaydafan, kâfir beylerine:
-Sabah kalkıp cenk edelim. (5> Her bir bey, bir Türk beyini takip etsin.
İkisini bir yere getürmeyin. <6) Belki koca Saltık Gazi’yi ele geçiririz, dedi. Bu
şekilde (7) sözleştiler. Ertesi gün sarhoş kâfirler, seher vakti kalkıp at üzerine
bindiler. (8) Gün doğduğu zaman tekrar Müslümanlara saldırdılar. Öyle bir cenk
ettiler ki (9) Rüstem bin Zal o cengi görse takdir ederdi. Kâfirler, (l0)
Müslümanları bölük bölük edip önlerine kattılar, (11) kovaladılar. Server, yine
tepe üzerine çıkmıştı. (l2) Tatar Han’ın esir olmasına çok üzülmüştü. Han’ın
oğulları:
-Biz de atlarımıza binelim. (l3) Babamız için canımız ve başımız feda
olsun, dediler. Şerif onlara:
-Sabredin. (l4) Düşmanınız size kendi ayağıyla gelecek. Diğer tarafta
Kaydafan sarhoştu. (l5) Gördü ki Müslüman askerleri yenildi. Beyleri, Türk
askerlerini takip ederek [T1067] (l) uzaklaştılar. Fakat bir bölük insan, bir tepe
üzerinde bekliyordu. Kaydafan:
-Bu benim (2) karşımda duran alay nedir, diye sordu. Kâfirler:
-Ya melik! O (3) duran Saltık’ın kendisidir. Bazen nara atıp aşağı iniyor.
Kaçıp dağılan (4) Türkler yanına gelip tekrar alay oluyor. Cenk edip bizi
yeniyor, (5) kırıyor, dediler. Kaydafan:
-Ona yalnız ben cevab vereyim, deyip atın başını Seyyid’in <6) üstüne
saldı. Yaklaşınca kâfirlerin atları bir şey görüp ürktü. ( 1 Her tarafa dağıldılar.
Kaydafan üç atlı ile yalnız kalmış, (8) tepeye de yaklaşmıştı. Tatar Han’ın
oğulları onu görünce tanıdılar, (9) tepeden aşağı indiler, Kaydafan’ı ortaya alıp
cenk ettiler. Edime meliki Ahmed ( 0) Rumî yetişip Kaydafan’m atını vurdu, at
düştü. Kaydafan da düştü. (ll> Diledi ki Ahmed ile cenk ede. Ahmed,
Kaydafan’ın başına çaldı, onu yaralayıp (12) yıktı, sonra da bağladı. Kan yüzüne
inmişti. Bu sırada İsmail çıkageldi. (l3) Ahmed, Kaydafan’ı ona verdi, kendi
kâfirlerin arkasına düşüp cenge başladı. Ceng (l4) içinde Mankos melikinin
başmı kestiler.
Kâfirler gördü ki (15) Kaydafan tutuldu, yüzlerini döndürüp kaçtılar. İblis,
kâfirlerin [T1068] (1) ve Kaydafan’m yakalandığını görünce o da kaçtı, (2)
belirsiz oldu. Kâfirler; otağları, çadırları ve hâzineleri (3) bırakıp gittiler.
Kaydafan’m kardeşi dönüp kaçtı. Server, izin (4) verdi, o ganimeti yağmaladılar.
Müslümanlar zengin oldu. Server, Kaydafan’ı Edime Kalesi’ne gönderdi,
hapsettiler. Tatar Han’ı, Kaydafan’m (6) çadırında buldular, bağlarını çözüp
atma bindirdiler. Oradan göçüp (7) Yanko’nun ardmca gittiler.
Kaydafan’m kardeşi kaçarak Dımışgar Kalesi’ne <8) girdi, kapısını sıkıca
kapattırdı. Server, Dımışgar Kalesi’ne geldi çevresini kuşatıp konakladı.
Cenk ettiler, kaleyi alamadılar. <l0) Şerif buyurdu; askerler yürüdü, kalkanları
tutup (1!) kaleye gittiler.
Saltık Gazi; kalenin surunun dibine geldi mübarek yumruğu ile hisarın
(l2) duvarma vurdu. İki burç arası sallanıp (13> yıkıldı. Kâfirler gördüler ki
Şerifin üzerine taş toprak döküldü. (!4) Altmda kaldı sandılar. Tozlarını eliyle
silkti. Kâfirler (15) hemen çağırdılar. Yanko içeriden çıkıp Paç Kalesi’ne kaçtı.
O kale [T1069] (1) gayet sarp idi. Çevresinde hendek vardı. Hendeğin içi su
doluydu. Etrafına, dört köşe, demirden dikenli pıtıraklar (3> dökmüşlerdi.
Gelip onun içine girdi.
(4) Şerif Dımışgar’ı aldı, mal ve eşyayı yağmalayıp halkını esir <5)
Oradan Paç Kalesi’ne geldi. Gelip kalenin karşısına kondular. Keleye demir
pıtıraklardan gerek atlı gerekse yayan kimse (7) varamaz. Bir süre düşündüler.
Gece oldu, Server kalkıp (8) kaleye geldi. Gezerken büyük bir dehliz
gördü. Hendek kenarma içeriden (9) su gelir, dışarı akardı. Demirden engeller
koyulmuş, içeriye kimse giremezdi. (10) Server demir direkleri tuttu, koparıp
attı. (11) Bir kapı açıldı. Gaziler oradan içeriye girdiler. Sabah yaklaşmca (l2)
naralar atıp şehre dağıldılar. Kâfirler:
-Kâfirler neler olduğunu anlayıncaya (13) kadar çok sayıda askeri kırdılar.
Yanko oradan da çıkıp kaçtı. Bir kale daha <l4) vardı, adma Mesih’in Tacı’nm
Kalesi derlerdi. Hangi kâfir beyi oraya gelse (l5) bütün kâfirler onu baş edinip
ululardı. Yanko kaçup [T 1070](1) oraya vardı, kaleye girdi.
Bu tarafta Seyyid, Paç Kalesi’ni <2) alıp kâfirlerini esir etti. Daha sonra
Tac Kalesi’ne yöneldi. (3) Yaklaştı, kalenin karşısına kondu. Yanko, hisarı (4)
donattı. Server o gün cenk etmedi. Gece oldu, (5) Server sürüp burca geldi. Bir
burcun bekçisi yoktu. Kement (6) atıp burcun üzerine çıktı. Arkadaşlarını da
yukarı çıkardı. (7) Sabah vakti nara atıp kalenin içine girdiler, cenk ettiler. <8)
Yanko gördü ki durum kötü, çıkıp (9) dağa kaçtı. Orada ulu bir dağ vardı, Palos
Dağı derlerdi. (l0> O dağa girdi. Üç ay boyunca Şeriften korktuğu için dağ
içinden (U) çıkamadı. Server oradan (12) kalktı, Üngürus’un büyük şehirleri olan
Rumas Yakol ve Raton’u (l3) yağmaladı. Buradan Budun şehrine gittiler. Bu
şehir, (14) Asfar’ın başkentidir. Şehir kâfirleri karşılamaya gelip Seyyid’e <15)
hürmet ettiler, af dilediler, haraç getirdiler. Japon, Dırahon [T1071] (l) ve
Maron denilen şehirlerin kâfirleri dahi gelip aman istediler, <2) haraç vermeye
razı oldular. Server, Budun şehrinde yedi gün durdu. Daha sonra (3' geri gelip
Boğdan ve Eflak iline çıktılar.
Seyyid yaklaşınca onlar da hediyeler getirdiler, (6) el öptüler. Şerif oradan
Tuna’yı geçti, Papa’ya geldi. Gördü ki şehir (7) yanmış ve varoşu harap olmuş.
Sordu:
-Bu nedir, dedi. Bir kişi:
-Ya Server! Masitır (8) buraya gelip harap etti, gitti, dedi. Server, emretti;
varoşu imaret edip (9) yaptılar. Kaydafan sekiz ay hapiste kaldı. Dokuzuncu
ayda Şerife haber gönderdi:(l0)
-Beni azat et, sana haraç vereyim, dedi. Server:
-İmana gelene kadar ben onu azat etmem,(l n dedi. Kaydafan:
-Ben nasıl Müslüman olayım? (l2) Kâfirler bana saygı göstermez, dedi.
Şerif:
-Gizli din tutsun, kâfirlere bildirmesin, dedi. <l3) Kaydafan buna razı olup
iman getirdi. Şerif, Kaydafan’ı azat edip yerine 0 1 gönderdi. Kâfirler
Kaydafan’ı karşıladılar, tahtına getirdiler. <15) Orada bulunan papazlar:
-Saltık’ın elinden nasıl kurtuldun, diye sordular. Kaydafan [T1072] (1)
Müslüman olduğunu gizleyip:
-Hile yaparak kurtuldum, dedi. Fakat <2) gönlüne İslam yer etmişti, gizli
din tutardı. Bu arada Yanko da (3) dağdan çıkıp Kaydafan’a geldi, elini öptü.
Kaydafan:
-Ya melik! <4) Bu Saltık çok güçlü bir erdir. Kuş kadar canımı elinden zor
kurtardım, (5) dedi.
Bu olaylardan sonra onlar artık Server’in üzerine gelmeye cesaret
edemediler. İblis oradan kaçıp (6) kayboldu. Bir daha görünmedi. İnsanları
Saltık Gazi’ye karşı kışkırtmaya cesareti kalmadı. (7> Server, Tuna Baba’da
kaldı. Biz geldik bu yana.
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

(l2) SALTIK GAZİ’NİN MANASTIR MELİKİNİ ESİR ETMESİ VE


ÖLDÜRMESİ

Rivayet edenler (13) şöyle anlatır. Saltık Gazi av yaparak Biruz Dağı’na
gitti. Orada birkaç gün (I4) av yaptı. Server’in yanında seksen kişi daha vardı.
Sultan (l5) Alaeddin, fetihname ile müjdeciler göndermişti. Haberciler, gitti,
kâfir başlarına [T 1073](1) haber verip geri geldiler. Bu arada Şerife de sultanın
hazırlık yaptığı haberi geldi. (2)
-Sultan yarın sefere çıkacak, düşmanı Tatar Bacu Han’ın üzerine gidiyor,
dediler. <3) Server:
-Tanrı, Müslümanlara daima feth ve zafer nasip etsin. Fakat buradan biz
bir daha (4) Manastır iline gidelim. Manastır ilinin beyi gelip bizim şehrimizi (5)
niçin yağmaladı, soralım, dedi. Server ve arkadaşları hemen hazırlanıp
Manastır iline gitmek üzere yola çıktılar. (6) Manastır’a yaklaşınca bir kâfir
tuttular. Onu alıp Şerife (7) getirdiler. Server:
-Kimsin? O kâfir:
-Ben Manastır’damm, dedi. Seyyid: (8)
-Git, Melik Rayko’nun huzuruna çık, ben Saltık’ı gördüm, işte geliyor,
de. Ölüm hazırlıklarını <9) yapsın. Geliyorum, şehir yakmak ve bozmak nasıl
olur ona göstereyim, dedi. <10) Kâfiri gönderdi. Kâfir gelip Rayko’ya haber
verdi:
-Saltık <u) geliyor, gafil olmayın. Sizi sağ bırakmaz, dedi. O kâfir bunları
anlatırken Rayko, Dimo rahip (12) ve Payko adlı bey bir aradaydı. Hemen asker
topladılar, şehrin önünde (13) beklemeye başladılar.
Bu taraftan Şerif geldi. Kâfirleri hazır görünce tl4) bir kez nara attı, atın
başını saldı, önüne gelen kâfiri (l5) kırdı. Manastır meliki ve Dimo rahip, bu
durumu görünce dönüp kaçtı. Şerif o [T1074] (1) lainin ardına düşüp kovaladı,
mızrakla vurup laini atından düşürdü. (2) Müslümanlar geldi, fakat Dimo’yu
tutamadılar. Rahip kaçıp Manastır’a girdi, kapılarını (3) sağlamlaştırıp cenk
hazırlığı yaptı. Gaziler, bu arada Yanko’yu yakaladılar. (4) Şerif oradan kiliseye
geldi, Manastır’ın bir duvarına tekme (5) vurdu, duvar yıkıldı. Server, o delikten
içeri girip kâfirleri (6) kılıçtan geçirdi. Rahibi saçından tutup sürüyerek dışarı
getirdi. (7)
Şehir kâfirleri bu durumu gördü, el açıp aman istediler. Şerif (8) aman
verdi, onları haraca kesti. Buyurdu, manastırın kapısının önüne (9) getirip bir
kürsü koydular. Şerif geçip oturdu. Dimo’yı getirdiler. Server:(10)
-Ya lain! Bu fitneyi niçin ortaya çıkardın? Gel Müslüman ol, seni
öldürmeyeyim, dedi. 01) Rahip:
-Ya Saltık! Bana İstanbul’daki rahipler (12) haber gönderdi, din için gayret
göster, dediler. Benbuişileri onların sözünden dolayı yaptım, dedi Şerif:
-Onlar kimlerdir? Bana onları söyle, dedi. Dimo rahip: (l4)
- İstanbul’sa, Karadeniz Boğazı üzerindeki üç kilisedir. (I5) Rahiple
birine Batlamyus, birine Calnus ve birine de Fidagurus derler. Kiliselerin üçü
de beridedir. [T1075] (1) Biri büyük kilisedir, Cibrin Kilisesi derler.
Ayasofya’dan bir aşağı derecededir. (2) Biri Eflatun Kilisesi ve biri Mihran
Kilisesi’dir. Orada olan rahiplere (3) canım kurban olsun. Ya sihirbaz! Eğer
tekrar elime bir fırsat geçerse sana neler edeceğim, g ö r,(4) dedi.
Şerif emretti, o üç melunu manastırın kapısında idam ettiler. (5)
Manastır’a ruhanî bir bey dikip, haraca bağladılar. Server (6) oradan ayrılıp
Evran Dağı’na çıktı. Bu dağda Evranlar otururdu. O <7) dağda iki göl vardır. O
gölün balıkları koyun gibi tüylüdür.
(8) Rivayettir: Bir çoban var idi. Bir peygambere koyunlarını inkâr
Daha sonra da koyunlarını (9) sulamaya getirdi. O koyunlar suya girdiler, balık
oldular, derler.
(10) Server, o balıkları seyredip Hakk’ın hikmetine hayran oldu. Serv
daha sonra (ll) oradan ayrılıp Edime tarafına geldi. Orada Müslümanlar ile
buluşup (l2) görüştüler. Bir camiye gelip vaaz ve nasihat ile meşgul oldu, kırk
(l3) gün orada dinlendi. Kırk gün sonra kıyafet değiştirip İstanbul’a gitmek
üzere yola çıktı. (14) Rahib kılığında ll5) Cebrin Kilise’sine geldi. İçinde yetmiş
[T1076] (1) dört rahip vardı. Rum diyarında meşhurdular. (2> Onlar Seyyid’i
görünce saygı gösterip:
-Nereden geliyorsun, dediler. Server:(3>
-Manastır’dan geliyorum, dedi. Rahipler:
-Biz işittik ki Saltık, (4) Dimor rahibi idam etmiş, derler. Doğru mudur?
Server:
-Hey kişiler! (5) Bu Saltık kötü bir kişidir. Zalim bir Türktür. O Türkten
hep sakının. ( } Duyduklarınız gerçektir, dediler. Kâfirler, Şerifi alıp bir bağa
getirdiler. (7) Server üç gün o <8) kilisede durdu. Dördüncü gün kalktı. Kiliseye
çok miktarda funda yığmışlardı. Kışm yakmak için getirmişlerdi. (9) Şerif o
gece funda yığınını yaktı. Kendisi dışarı çıkıp bağa girdi, ibadetle (l0) meşgul
oldu. Kilise o yangında öyle bir yandı ki bir daha yapılamadı, <n) harap olarak
kaldı. Kâfirler gelip Server’i bir bağda buldular: (12)
-Hey kişi! Sen ne kadar uğursuz bir kişisin? Buraya geldin, kilisemiz <13)
yanıp harap oldu, dediler. Şerif oradan ayrıldı, Calnus Kilisesi’ne (l4) geldi,
konakladı. O gece Calnus Kilisesi’ni ve diğer kiliseyi yaktı. Daha sonra bir
sandal bulup ( 5) denizi öte geçti. Üç kiliseyi de yaktı. [T1077] (l) Kiliselerde
bulunan otuz altı rahip (2) ateşte yanıp helak oldular. Server sandalla gece (3)
karşıya geçmeye çalışırken rüzgâr çıktı. Rüzgâr sandalı <4) Battal burcuna
getirdi. İçinde yirmi beş kâfir vardı. <5) Denizi bu sandalla beklerlerdi. Server
karaya çıktı, burç kapısını yerinden (6) koparıp çıkardı, içeri girip kâfirleri kırdı.
Ayaklarından baş aşağı(7) astı, oradan İstanbul tarafına geçti.
Sabah olunca (8) kâfirler kalktılar, durumu gördüler. Feryad ederek
İstefan’ın huzuruna (9) gelip:
-Bu işleri yapan Saltık’tır, diye feryat ettiler. Bu kâfirlerden <l0) bir rahip:
-Ya melik! Yakın zamanda buraya bir keşiş geldi. Bu işler (ll) o geldikten
sonra olmaya başladı. İstefan:
-Gidip onu tutun, getirin, (12) göreyim. Nasıl bir kişidir bilelim. Hemen
Server’i aramaya başladılar. <13) Geldiler, Galata’da Boznati Kilisesi’nde
buldular:
-Sen Saltık’sın! (14) Seni bey istiyor, hadi gidelim, dediler. Server onlarla
ilgilenmedi. Hep birlikte üşüşüp Server’i tuttular, bir katıra bindirdiler. (15)
Server’i kara renkli bir katıra bindirip İstanbul’dan tarafa götürdüler. [T1078]
(1) Deniz kenarına gelip bir tekneye koyup İstanbul’a geçtiler. Şehir (2) o gün
kıyamet gününe benzedi, bin ayak bir ayak üstünde idi. Bütün (3) halk; kadın
erkek, küçük büyük kim varsa toplanmıştı. (4) “Server Saltık tutulmuş!” diye
bağırıyorlardı. Halk sokaklara sığmıyordu. <5> Server’i alıp doğru İstefan’ın
sarayına getirdiler. İstefan, Ş e rifi(6) gördü:
-Ya Server! Korkma. Sen Saltık mısın? Doğru söyle, dedi. Server:<7)
-Ya İstefan! Ben dünya halkından hiç korkmam. Senden mi korkacağım.
Ben, Saltık’ım. (8) Gelip kiliseleri harap ettim. İsterseniz daha neler ederim,
dedi. İstefan:(9)
-Götürün, dedi. Yedi Kule’de (10> hapse koydular. İstefan dönüp
beylerine: (ll)
-Beyler! Bu er çok güçlü bir kişidir. Hiç kimse bunu öldüremez. (l2) Bu
kişi sihirbaz değildir. Sihirbaz sözü, ona iftiradır. Bunu ne yapalım, bana nasıl
bir tavsiyede bulunursunuz, (l3) dedi. Hiç kimse ona cevap vermedi. İstefan
kalkıp odasına (14) gitti.
Gece oldu, İstefan kalktı, bir lamba yaktı. Kulları ile ata binip <l5) Yedi
Kule’ye geldi. Kapıyı açıp Seyyid’e güler yüz gösterdi [T1079] saygı ile
selam verdi. Seyyid’in önüne bin kızıl dinar koydu, Seyyid’in (2) elini öptü:
-Ya Server! Bana kerem et, zahmet verme. Bundan sonra (3) haraç
vereyim, dedi. Şerif:
-Ya İstefan! Bu rahipler fitne çıkardılar, (4) cezalarını buldular. Eğer sen
fitne çıkarmaz isen ben sana zulüm yapmam. Yeter ki siz anlaşmayı bozmayın,
dedi. (5) İstefan, Seyyid’e başka bir elbise giydirdi. Tanınmaz dununa getirip (6)
sarayına getirdi. Bekçilere:
-Durumu kimseye söylemeyin, dedi. Beylere bildirmedi. <7) Saltık’ın
kendisi ile birlikte gittiğini duymadılar. Kapıyı sılaca kapattı: İstefan:(8)
-Ya Server! İstediğin yerden çıkıp git. Bu kâfirler duyup bana zulüm
etmesinler. Biliyorum, (9) sen bunlardan korkmazsın, dedi. Seyyid kalktı, denizi
geçip Abruşak’a gitmek üzere (10) yola çıktı.
Kâfirler sabah kalktılar, Seyyid’i zindanda bulamadılar. Beyler, feryat
(l '* ve figan ederek İstefan’ın yanma gelip:
-Hey sultanım! Haberin yok, Saltık (12) gitmiş. Yere mi girdi, göğe mi
çıktı, bilmiyoruz, dediler. İstefan onlara:
-Ben size (l3) akşam söylediğim bu idi. Bırakın gitsin. Biz onu yine
buluruz, dedi. (l4) İstefan bu işi korkusundan yaptı. Gördü ki ona bir kişi zulüm
yapmak istese, (15) sonra gelir, helak eder. Başımdan bu kazayı savdım diye
kurbanlar kesti ve sadakalar [T 1080](1) verdi.
Bu taraftan Server, Bursa’ya yani (2) Abruşak’a ulaştı. Şehrin meliki
Seyyid’in geldiğini <3) öğrenince, karşılamya geldi, izzet ve hürmetler edip:
-Ya Server! Yalnız başınıza böyle nereye gidiyorsunuz, (4) dedi. Server:
-Sana geldim. İslama meylin var mı diye görmeyi istedim. (5) Parsuk
melik hiç aldırmadı, haraç getirip, Seyyid’in önüne koydu. Server <6) oradan
ayrıldı, Sinop’a gitmek üzere yola çıktı. Bir süre sonra Sinop’a ulaştı. Sinop (7)
halkı karşılamaya geldi. Server’e saygı gösterdip şehre getirdiler, kondurdular.
Server,(8) orada bir hafta vaaz ve nasihatlerde bulunup halka dualar etti. (9) Geri
Sultan Alaeddin’in yanına gitmeye niyetlendi. O (l0) sıralarda sultan asker
topluyordu. Bacu Han gelmiş, Acem mülküne girmişti. (ll) Sultan hazırlık
yapıyordu. Server de onunla gitmeyi düşündü. (12) Şerif, o gece rüyasında
kainatın sultanı Muhammed(l3) Mustafa’yı gördü. Hazret-i Peygamber:
-Ya oğul Şerif! Sen geri dön, Rum’a git. <I4) Sultan, Bacu Han’m üzerine
yürüsün. O da sen de yakm zamanda bize (l5) geleceksiniz. Gel, sabret. Size
Hak’tan saadet ve şehadet nasip olacak, [T 1081](l) dedi.
Hazret-i Resul gidince Server uyandı. Ev içini nur ile dolmuş (2> gördü.
Misk, anber ve öd kokar. Salavat getirdi, rüyasını orada (3) olan halka anlattı.
Daha sonra bir mektup yazdı, sultana gönderdi. Rüyasını, <4) niyetlerini ve
Resul’ün sözlerini bildirdi. Sultan şehadet işitti, çok mutlu (5) oldu, Seyyid’e
vedaname gönderdi. Bu arada (6) Alp Osman gelip Seyyid’in duasını aldı.
Seyyid:
-Oğul Osman! Sultan seni (7) ister. Hemen gidip yetiş. Sana Rum’un
kapısı Amasya’yı yani Harcmevan’ı (8) verecek. Bana gönderdiği kâğıtta, seni
göndermemi(9) istemiş. Hemen gidip yetiş. Devlet sana ve senin nesline yüz <l0)
tuttu, dedi. Osman’a nasihatler etti:
-Yalan söylemeyin, adil olun, halkı (ll) hoş tutun, haramdan sakının, kul
hakkmdan uzak olun. Kimseden ah <12) alıp beddua ettirmeyin, dedi. Osman’a:
-Ey gözümün nuru, ciğerimin köşesi oğlum (l3> Osman, diye hitap ederdi.
İki gözünden öptü, sırtını okşadı. Zira ahiret (l4) oğlu edinmişti. Saltık Gazi
devam etti:
-Dilerim ki gayret edip Rum’a gelesin. Edirne’de (15) senin ile bir gaza
yapalım, dedi. Osman kabul etti. Kalktılar, Rum’a [T1082] (1) gitmek üzere
yola çıktılar. Atlarını sürüp Gelibolu Boğazı’na geldiler. Orada bir gemiye
binip boğazı (2) geçtiler. Gelibolu’nun meliki karşılamaya geldi, Seyyid’e
hediyeler getirdi. Birkaç gün Server orada kaldı. Daha sonra kalktılar, gaziler
ocağına (4) gitmek üzere yola çıktılar. Edime Kalesi’ne yaklaşınca orada olan
Müslümanlar ve gaziler (5) karşılamaya geldiler, Server’i alıp kaleye getirdiler,
saraya kondurdular, toyladılar. (6) Beyler, Osman Gazi ile görüştü, onu (7)
ululadılar:
-Hoş geldin ya gazi, dediler. Server kalkıp (8) büyük bir kilise iken
camiye dönderdiği mekâna geldi. Ona, Akcami diye ad koymuştu. (9İ Namaz
kıldı, minbere çıkıp vaaz etti:
-Ey Müslümanlar! (l0) Bilmiş olun ki ben yaşlandım. Siz bu diyara
yerleştiniz. Sayınız çok azdır. (ll) Etrafınızdaki kâfirler ise çoktur. Burada
Hazret-i Resul’ün mucizeleri ile duruyorsunuz. (12) O olmasa bunlar bize hücum
ederlerdi. (13) Bütün diyarların halkına bunlar galiptir. Kur’an’da Hak teala (l4)
buyurur: “Elif, lâm, mfm, ğ u lebitü’r-rüm ” * ayetinde malum olmuştur. Şimdi
asıl (15) Rum diyarı, burasıdır. Bu şehir, gazilerin ocağıdır. Burayı asla terk
[T1083] (1) etmeyin. Burada mutluluk içinde olacaksınız. Yerimi (2) Osman
Gazi’ye bıraktım. Seccadeyi onun önüne döşeyiniz. Ben yakında bu dünyadan
(3) ahirete göçeceğim. Oğlum Osman! Sen de kerem <4) eyle, öte yakada ne
kadar büyük kavmin varsa buraya göçür. Müslümanlık (5) burada çoğalsın.
Gençler seni görsün, bu diyara gelmeye heves edip gazaya talip <6) olsunlar.
Burası sizin mülkünüz olsun, dedi. Osman da kabul etti. Orada <7) bulunan
gaziler kalkıp Osman’a bağlılıklarını bildirdiler. Server, Osman’ı veli (8) edindi.
Zira Osman’ın halkı ve boyu çok kalababktı. Seyyid, (9) Müslümanların öte
yakadan akıp bu diyara gelmesini ve yerleşmesini <l0) istiyordu. Rumeli’de
İslam kuvvetlensin, diyordu. (ll) Osman da oraya gelmeye razı oldu. Bu arada
bir haber geldi:
-Ey <12) Server! Bilmiş ol ki Laz oğlu, Sırf oğlu ve Bulgar oğlu (13) asker
topluyorlar. Gelip senin elinden bu kaleyi döve döve (l4) alacaklarmış, sizi helak
edeceklermiş. Server onu işitti, emretti, sultana (l5> mektup yazdılar:
-Biz büyük bir gazaya giriyoruz. Gazaya katılmak isteyenler gelsin,
dediler. [T 1084](1) Mektubu gönderdiler.
Mektup sultana ulaştı. Vilayetlere adam <2) salıp asker çağırdılar.
Müslümanlar akıp gazaya revan oldu. Sultan, <3) vezirler ile konuştu, sancak
kaldırıp gazaya gittiler. Geldiler, Gelibolu Boğazı’na (4> ulaştılar. Sultan

* Kur’an, Rum suresi, 1-2. ayetler: “Rurnlar, (İranlılara) mağlup oldu”.


gemiler ile geçti, Edime Kalesi’ne (5) geldiler. Orada olan gaziler çıkıp sultanı
karşıladı. Server de gazilerle (6) sultanı karşılamaya geldi. Atlarından inip
görüştüler. Osman G azi,(7) daha önce sultanı görmemişti. Orada gördü. Sultan,
Osman’ı görünce (8) Seyyid’e sordu. Seyid, Osman Gazi olduğunu söyledi.
Sultan hoşgördü, bahşişler verdi. (9) Aydın oğlu Gazi Umur da çıkageldi. Umur
Bey ile Osman kardeş (10) gibilerdi. Sultan onu askerleri ile birlikte Cezire-i
Cinan’a kondurdu, (l 0 konuk ettiler.
Diğer tarafta kâfirler de toplandı, İslam üzerine (I2) yürüdüler. Sultandan
ve Seyyid’den hiç korkmadılar. Server, kalenin (13) batı tarafında Ahmed’in
oğlunun yanında otururdu. (l4) Küffar ordusu Meriç’in öte yanına (l5) geldi. Üç
yüz bin kâfir idi. Bütün kâfirler onlara yardım edip [T 1085](l) asker vermişti.
-Şimdi Seyyid ihtiyarlamıştır, bizim karşımızda duramaz, (2) derlerdi.
Müslümanlara sihir yapsın diye Frengistan’dan sihirbaz yedi kadın gönderdiler.
(3) Dört bin tüfek ellerinde. Kullanmak için (4) eğitim yapmışlardı. Seksen bin
piyade küffar vardı. Bulgar oğlunu (5) baş edinip gelmişlerdi.
Müslümanlar, Meriç’i geçip (6) Edirne Kalesi’nin karşısına, su kenarına
kondular. Askerler, <7) gemilerle kaleye azık taşırdı. Bu sırada küffar ordusu
yetişti. (8) Saflar ve alaylar bağladılar. Sağ kola Laz oğlu, sol (9) kola Sırf oğlu,
ortaya Bulgar oğlu durdu. Bu tarafta (10) gaziler de saflar bağladı. Seyyid öne
geçti, sağ kola (ll) Osman, sol kola Gazi Umur yerleşti. Sultan, sancağın
dibinde durdu. Savaş davullarını (l2) vurdular. O gün sanki kıyamet koptu.
Müslümanlar yüz (I3) kırk dört bin er idi, on dört bin de piyade vardı.
(l4) Yedi sihirbaz kâfir kadım sihirler yaptılar. Ellerine elekler alıp ç
fırın (l5) süpürgelerine bindiler. Elekten sular eleyip Müslümanlara karşı
saçtılar, [T1086] (l) efsunlar eylediler. Hemen bir karanlık çöktü. Bulutlar geldi
şimşekler (2) çaktı, gök gürledi yağmurlar yağdı. Her tarafı sel suyu kapladı;
çadırlar, develer ve (3) katırları sel bastı. Müslümanlar at sırtında beklediler. <4)
Karanlık gidip yağmur dinince kâfirler, ıslak Müslümanların üzerine at <5)
teptiler. Tüfek patlattılar. Çok sayıda Müslümanı şehit ettiler. Server’in (6)
üzerine o gün ağırlık çöktü. Sihir etkiledi. Sessizce bakınıp (7) durdu. Sultan
Alaeddin de at tepti. Çok şiddetli bir savaş (8) oldu. Sultanı okla yaraladılar.
Müslümanlar gafil (9) durdu, kâfirler sağlam durdu. Az kalsın İslam ordusu
yenilecekti. (l0) Bu sırada Ayine şehrinin üstündeki tepede boz atlı, (ll) yıldırın
kamçılı bir server belirdi. Bir kez nara atıp haykırdı:
-Ey <l2) İslam askeri! Gayret ve hamiyet edin. İşte yetiştim, la havle
okuyun, dedi.
<13) Seyyid, Hızır’ı gördü. Hemen kendine la havle <14) okuyup kırk bir
kez üfürdü, gözünü açtı, kendine gelip coştu. <l5) Bu tarafta Osman Gazi çok
gayret edip cenk eyledi. Kâfirler, [T 1087](l) onun üstüne üşüşmüşlerdi. Gazi
Umur’u sürüp Dimetok Dağı’na <2) getirmişlerdi. Müslümanlar dağılıp kaçmaya
yüz tutmuşlardı. Hazret-i Hızır <3) dağdan indi Meriç’i geçti Osman’ın yanına
yetişti. (4) Nara atıp atını tepti. Kâfirler, Hazret-i Hızır’ın heybetinden
darmadağın oldu. <5) Server Saltık, elini göğsüne koydu, gök gürlemesi gibi (6)
bir nara attı, elindeki kılıcı şimşek gibi sallayıp küffarın sağ kolu <7) üstüne
yürüdü. Laz oğhı ayak diretip cenk etti. İlyas, Rumî, (8) Ahmed, İshak, İbrahim
ve diğer gaziler tekbir getirip cenge yürüdüler.
(9) Bunlar cenk ederken Gazi Umur, dört bin eriyle kâfiri(l0) önüne k
kovalayarak getirdi Ezan okuyarak her taraftan yürüdüler. (11) Sultan, tekrar
sancak kaldırdı, gaza niyetine deyip yürüdü. Öyleye dek cenk ettiler. Kâfirler
<l2) sıkı durdular. Laz oğlu, Seyyid’in karşısında duramayıp kaçtı. (l3) Gazi
Umur, onu kovaladı, takip etti. Bu tarafta Osman Gazi ile Hızır birlikte cenk
ederdi. (14> Kâfirler bölük bölük Hızır’ın önünden kaçarlardı. Seyyid de gelip
yetişti. (15) Sırf oğlunu tutup atından yıktılar. Osman Gazi inip başını kesti.
[T1088] (l) Diğer tarafta Gazi Umur da Laz’ı tepeledi, onun da başını kesti.
Başı, göndere diktiler, (2) yürüdüler.
Ondan sonra Bulgar oğluna hücum ettiler. O lain (3) askerleri ile cenk etti.
Cesetlerden tepeler oluştu. (4) Osman Gazi alayları bozup yürüdü, Bulgar
oğluna baskın yapıp (5) çok sayıda adamım kırdılar. Osman’ın bir Arap kulu
vardı. Adı, Üsküt (6) idi. O Arap mızrak ile Bulgar oğlunu atından yıktı, <7) inip
başını kesti. Kâfirler onu görünce hezimete uğradı. Gaziler, onları (8) kırıp
kovaladı. Küffara can ve baş kaygısına düştü. Eşyalarını ve (9) mallarını bırakıp
kaçtılar. Gaziler yağmaladılar, her biri zengin oldu. Çok sayıda kişiyi (10) esn­
ettiler. O aralıkta Hızır, tekrar tepeden tarafa revane <U) olup gitti. Osman Dazi,
Hızır’ın ardından yetişti, mübarek (l2> elini öptü, duasını aldı. Hazret-i Hızır:
-Yürü ey gazi! Hak <l3) teala sana ve senin nesline devlet vermiştir, bu
diyar sizin <14) olacaktır, dedi. Oradan tepenin üzerine çıkıp Hızır (15) kayboldu.
Osman Gazi Seyyid’in yanma geldi. Hızır ile buluşup [T1089] (l)
konuştuklarını anlattı. Server:
-Ya Osman! Bu tepe, Hızır’ın makamıdır. <2) Her kim Hızır’a ulaşmak
isterse bu makamda ibadet edip kırk (3) gün beklesin. Hazret-i Hızır gelip
onunla buluşur, dedi. Küffarın malını topladılar. Daha sonra <4) tepeden tarafa
geçip kondular. Sultan, Seyyid ve gaziler o tepenin üstüne (5) çıktılar,
seyrettiler. Seyyid, tepenin kıble tarafına gelince seccade koyup (6) iki rekât
namaz kıldı. Gaziler de kıldı. El açıp dua ettiler. Seyyid:
-Ya Serverler! (7) Bizden sonra bizim neslimizden bir Seyyid veli gelecek.
Burada kırk gün Hızr ile sohbet edecek. (8) Adı Seyyid Astafa olacak. Kırk
birinci gün ölecek. Bu oturduğum (9) yere defnedin, üstüne kandil yakm. Bu
şehrin gözcüsü o (10) olacak. Bu duayı ona (111 edip ruhuna bağışladım, dedi.
Halk, Seyyid’in bu sözleri üzerine sürekli(12) o tepeye çıkıp hacet dilerdi,
eksiksiz kabul olurdu. Hızır ve İlyas’ı (13)orada görürlerdi.
Rivayettir: Her şehirde Hızır’ın makamı vardır. Çoğunlukla (l4) yüksek
tepelerde olur. Şimdi oraya Hızır ve İlyaslık derler, <l5) meşhurdur. Seyyid
öldükten sonra Şah Melik o tepenin üzerine bir kubbe [T1090] (l) yaptırdı.
Hızır’ı o da (2) bu tepede gördü. Ukbe’den ve beladan kendini kurtardı, (3) o
kubbeyi yaptırdı. Seyyid Sultan Saltık’ın söylediği <4) o kişi Sultan Mehmed’in
oğlu Sultan Bayezid zamanında geldi. <5) Ölünce bu tepede defnettiler. Baş ve
ayak tarafına iki bütün taş koydular, orada yatar. <6)
Server, gaziler ile birlikte o tepeden (7) inip şehre geldi. Gaza kutlu olsun
diye üç gün bayram (8) yaptılar, şehri donattılar, sultanı konuk ettiler. Sultan,
Seyyid Saltık’a (9) veda etti. Sultanı gönderdiler. Sultan, Gelibolu yoluna gitti.
<10) Osman da gitmek için Seyyid’den izin istedi. Seyyid:
-Oğul! (ll) Halkını alıp gel. Ben, bundan sonra ne olacağımı bilmiyorum.
Yaşlandım. Eğer ölürsem yerimi (12) sana bırakıyorum, dedi. Osman:
-Nasip olursa geri geleceğim, dedi ve gitti. (l3) Gazi Umur’u da gönderdi.
Gittiler, denizi geçip yerlerine vardılar. (14) Osman’ın babası Ertuğrul sağ idi,
ama yaşlanmıştı. * 5> Osman, gazadan gelirken çok mal getirdi Rum diyarını
[T 1091](1) babasına anlattı:
-Seyyid beni veliaht edip <2) buraya göçün, dedi. Ben, Seyyid’in yanına
gidiyorum, dedi. Ertuğrul, ona: (3)
-Oğul! Kerem et, sabreyle. Görelim Tanrı ne buyurur, ona göre hareket(4)
ederiz, dedi. Osman o söz üzerine kaldı. Zira boyları (5) kırk bin ev idi,
Acem’den göçüp Rum’a gazaya gelmişler ve kalmışlardı. <6) Ertuğrul, boyunu
dörde böldü. Bir bölüğüne Osman’ı, <7) bir bölüğüne oğlu Saruhan’ı, bir
bölüğüne kardeşinin oğlu Gündüz’ü <8) baş dikti. Bir bölüğüne de kendisi
hükmederdi. Bu arada Amasya tarafında gaza (9) ederlerdi. Amasya, Rum’un
kapısıdır. Ertuğrul, (l0)Osman’a:
-Ey oğul! Umarım ki yakında sultan kalkıp, Tatar (ll) üstüne gitmek ister.
Bize bu tarafı emanet eder. Gazalar edip buraları fethedip (l2) alırız. Ondan
sonra öte yakaya geçmek kolaydır. Bunlar arkamızda (l3) iken öte tarafa geçmek
hatadır. Kâfir çoktur, sen Seyyid Saltık <l4) gibi kâfirlere karşı duramazsın, dedi.
Osman:
-Ey baba! Din, Muhammed dinidir. (l5) Mucizeler, Peygamber’indir. Ben
burada kâfirlerden korkmuyorum, dedi. Ertuğrul Gazi: [T 1092](l)
-Bir süre sabreyle, dedi. Osman, o zamanda babasının izni olmadan iş
yapamazdı. (2) Onların incindiği şeylerden sakmırdı. Beddualarından zarar olur,
Hakk’a asi oluruz (3) diye korkarlardı. Osman, Seyyid’e haber gönderdi,
babasının <4) izin vermediğini bildirdi. Seyyid:
-Eğer o gelmezse (5) onun oğulları gelsin. Bu il ve vilayet onun nesline
verilmiştir, (6) dedi. Osman’a hediyeler gönderdi.
Rivayettir: Seyyid <7) vefat edince kâfirler, Müslümanları sürdüler, ilden
ve vilayetten çıkardılar. (8) Kimi Tatar’a kimi öte yakaya gitti. Gazi Umur Bey
gayret edip, (9) gemilere bindi gelip bu şehri tekrar kâfırleden almıştı. Onların
elinden (l0) kendisi aldı ve sonra Mekr’de şehit oldu. Bu kaleye Yusuf Han adlı
bir kişiyi (ll) bey bırakmıştı. Birkaç yıl geçti. Müslümanlar Bursa’ya gelip <l2)
Osman ile giderken Yusuf Han yardım istedi. Osman, Orhan’ı gönderdi. (l3)
Gelibolu’dan denizi geçip bu şehre geldi. Kâfirler ile <l4) cenk ettiler.
Müslümanlar yenildi. Orhan kaçtı, babası Osman’a gitti. (15) Bursa’yı kuşatıp
aldı. Osman hasta idi. [T1093] Osman vefat etti, Orhan padişah oldu. Yusuf
tekrar Orhan’dan yardım(2) istedi:
-Kafirlerin elinde çok zor durumda kaldık, dedi. Süleyman Paşa boğazı
geçti, (3) fakat Edirne’ye gelemedi. Bolayır’da kaldı, orada vefat etti.
Gelibolu’yu fethetmişlerdi. (4) Daha sonra Orhan da öldü. Gazi Murad, İznik’de
padişah oldu. <5) Rüyasında Peygamber’i gördü: mmmm
-Gidip gazilerin ocağına ulaş, (6) orayı taht edinin. Orası, Darü ’n-nasr ve
beldetü ’l-fetlidir, gaza edin. O ( * buyruk üzerine Murad Han kalkıp Bursa’ya
geldi. Sonra Gelibolu’ya (8) geçti. Oradan geçip Edirne’ye geldi. O zamanlarda
kâfirler toplanıp geldi, (9) Y usuf un elinden şehri aldılar. Yusuf çıkıp kaçtı.
Han’ın yanına geldi. (l0) Murad Han gidip Edirne’yi fethetti, içine girip oturdu,
taht (ll) edindi. Müslümanlar gittikçe çoğaldılar, Anadolu’dan boylarını
sürdüler, (12) getirdiler, Rumeli’ye geldiler. Osman kendi boyunu Zagra iline (13)
gönderip paylaştırdı, o diyarı abat ettiler. Yürüyüp her tarafa <l4) gazalar ettiler.
Bu zamana kadar sürüp geldiler.
Rivayettir: Murad Han <15> vefat edince oğlu Yıldırım padişah oldu. O da
Timurleng [T1094] (1) ile savaşırken şehit oldu. Oğlu Emir Süleyman onun
yerine geçti. Timur <2) ondan kaçıp Acem’e gitti. Daha sonra Sultan Yıldırım
oğlu Mehemmed (3) padişah oldu. Süleyman ve Musa da birbiri ardınca tahta
geçtiler. (4) Onlar öldükten sonra Mehmed Han tahta oturdu.
O vakit Bursa’da <5) bir Seyyid vardı. Buhara’dan gelmiş, velayeti zahir
olmuştu. (6) Yıldırım, ona, Muhammed Han’ın kız kardeşini hatunluğa vermişti.
Sultan (7> Muhammed vefat edince yerine oğlu Murad, han oldu. Hazret-i Emir
Seyyid, <8) Murat Han’ın beyliğini kutlamak için Edirne’ye geldi. Bütün (9) halk
karşılamaya çıktı, izzet ettiler, Emir Efendi’yi hoş gördüler. Emir Sultan, (10>
Sultan Murad ile buluştu, sultandan zaviye kurmak için delikli kayanın üstünü
(ll) istedi. Edirne’de oturmak istiyordu:
-Gönlüm bu mübarek (l2) yeri sevdi. Her kim burada gaza niyetine
oturursa bir evlik yer edinsin. (l3) Yarın cennette, bu dünyadaki yerinin yetmiş
katı yeri olur. Burası gaziler ocağıdır, mübarek (l4) yerdir. Eğer izin verirseniz
ben de burada kalmak istiyorum, dedi. Sultan Murad (15) kabul etti. O anda
Ürgeç Paşa kapıda idi:
-Hünkar! [T1095] (l) Bir şehir içinde iki padişah olmaz. Halk Emir’e
uyar, sana hürmet (2) etmez. Bunu sen yine Bursa’ya gönder, varsın orada
otursun. Şimdiye kadar (3) orada otururdu, yine orada otursun, dedi.
Bunun üzerine Sultan Murad, <4) Emir Sultan’ın geri Bursa’ya dönmesini
istedi. Emir Sultan üzüldü, (5) gitmek için hazırlık yaptı. Halk, şehirden
uğurlamak üzere toplandı. Emir Sultan, biraz yer gidince (6) döner, ardına
bakardı, gözlerinden yaş akardı. Halk:
-Sultanım, niçin (7) bakıyorsun diye sordular. Emir Sultan:
-Gönlüm, gözüm aktı, gaziler ocağına gitti, orada kaldı. (8) Ben nasıl
bakmayayım, dedi. Emir Sultan, Bursa’ya geldi bir müddet geçti, (9) hasta oldu,
vefat eyledi. Hacı Bayram, Emir’i görmeye gelirdi. (10) Ziyaret etmek istedi.
Bunlar gelinceye kadar vefat etti, namazını Hacı Bayram kıldı, defnettiler. <n)
Hacı Bayram, gayet gürbüz velidir. Biz yine konumuza (I2) Sultan Saltık’ın
hikâyelerine dönelim.
(13) Seyyid Saltık Rum diyarında iken Osman Gazi ve sultan gelmiş
Gaza ettiler, Sultan Alaeddin (l4) tekrar geri döndü, Konya’ya vardı. Bir gürbüz
düşman <15) vardı, Tatar idi. Gelecek diye onu gözetirdi. Bu tarafta [T1096] (l)
Seyyid, Edirne’den kalktı, Tuna Baba’ya indi. Orada oturuyordu. Gemiye binip
(2) çevreyi gezerdi:
-Balıktan Tuna’nın dibine inemedim, öyle (3) çoktur, derdi. Tuna’da
gezerken bir yere geldiler. Gördüler ki bir gemi, (4) içi kâfir dolu. Nereden
geldiklerini sormak için yaklaştı. Bir kâfir o (5) gemiden bağırdı:
-Gelmeyin, siz haramisiniz, dedi. Serverin adamlarından biri:
-Biz, Saltık’ın (6) arkadaşlarıyız, dedi. O kâfir:
-Bilmiş olun ki Gürcük Tatar geldi. (7) K efe’nin üstüne yürüdü. Deşt
Han’ı Rus’a akına gitmişti. (8) Orayı yağmaladı. Eline biraz gemi geçirdi.
Menkup Kalesi’nden gemilere bindi. (9) Gelip Suzenbul’a çıktı. Saltık
Edirne’dedir, (10) oraya varacak, tutup öldürecek, Isa dinini yürütecek. O kâfir
Tatar, gemilere (ll) bindiler, geliyorlar, çok sayıda askerleri vardır. Tatarlar
insafsızdır, <12) gafil olmayın, dedi. Server bunu işitince emretti. Gaziler gelip
Suzenbul’da (l3) toplandılar. Kendisi de Tuna’dan denize revan oldu. On (14)
dört gemi ile gittiler.
Denize açılıp doğru Suzenbul’a gittiler. (15) Ulaşınca gördüler ki kâfir
Tatar Gürcük Han lain çıkmış, [T1097] (1) Tatarları kondurmuş, pervasızca
yiyip içer. Seksen sekiz parça gemisi var. Her b iri(2) dağa benzer. Onları Tuna
Suyu’ndan getirip denize koymuş ve İstanbul’a adam (3) göndermiş:
-Bana tâbi olun, Türkü ortadan kaldıralım, demiş. <4) Server emretti, bir
yere saklandılar. Gece olunca gemilere binip yürüdüler, <5) gemilerin arasına
girip ateş attılar. Her gemide (6) yatan sarhoş Tatarlar idi, bilemediler. Bir anda
bütün gemiler alevlendi,<7) tutuşup yandılar. Otuz bin Tatar duyup feryat ettiler,
<8) söndürmeye çalıştılar. Server dört büyük gemisini alıp gitti, (9) gerisi yandı.
On altı parça gemiyi kurtardılar. Fakat onlar da yanık idi. Gürcük öfkelendi: (10)
-Saltık bana böyle etti, ben de onun ocağını yakacağım, deyip göçtü, (11)
Edirne’nin üstüne gitti. Daha sonra Server geri geldi. On altı yanık gemiyi de
(12) aldı, halkım kırdı. İçeriden gelen Tatarlar duydular ki gemileri (l3) Saltık
aldı, bırakıp kaçtılar. Diğer taraftan Deşt Hanı da Rus’tan <l4) gelip akına çıktı.
Gördü ki hâl böyle. Yürüyüp Tatarların ilini (15) yağma ve talan etti.
Onlar sarp dağlara kaçtılar, yabanlara [T 1 0 9 8 ](l) gittiler.
Geldik bu yana. Gürcü Han’ı Edirne’nin üzerine gitti. Server (2) Saltık,
gazileri yanına toplayıp üç bin server ile ardına (3) düştü.
Bu tarafta Edime halkı, kaleye girdi. Ahmed, İlyas (4) ve İsmail bir yere
geldi, burç ve surları donatıp beklediler. Tatar (5) askerleri yetişti, yukarı kule
karşısına geldiler. Zira kalenin bir ta ra fı(6) balçık ve bataklık, üç taraf ise kuru
idi. Diğer yerlerde iki ırmak, (7) bataklık ve sazlık idi; içine at ve adam
giremezdi batardı. O (8) alçak gelip bir yerde durdu, kaleye karşı cenk yürüttü.
Edirne’den (9> yedi bin atlı geldi, üç bin de kaleden çıktı. Hep birlikte <l0)
meydan tutup cenge hazırlandılar. O taraftan Tatarlar da at (1 üzere binip
yürüdü. Yüksek burcun üzerine sancak diktiler, savaş davulları dövdüler. <12)
İlyas Rumî meydana girdi, Tatarları kırdı, (13) geri yerine geldi.
Daha sonra meydana İshak girdi, gösteri yapıp Tatarlardan er talep etti.
(l4) O gün kırk Tatarı tepeledi. Gece olunca geri dönüp kaleye (l5) girdiler. Üç
gün bu şekilde cenk ettiler. Server Saltık [T l099] (l) bir sabah çıkageldi. Kâfir
askerlerini şehir önünde görünce hemen gazilere (2) işaret etti, hep birlikte at
başını küffar üzerine saldılar. <3) Üç bin gazi kılıcını eline alıp yürüdü. (4) Server
ak sancak dibinde durup çağırdı:
-Bu kâfirleri bir yana eylemeyince atımdan (5) inmeyeceğim, dedi. Kâfir
Tatarları ele aldılar, o gün sabaha kadar cenk (6) ettiler. Sabahleyin Gürcük Han,
İlyas Rumî’nin önüne çıkageldi. (7) İlyas ona mızrak ile vurup atından yıkıldı.
Ahmed Rumî (8) arkadan yetişti, laini tutup bağladı. Kemende çekip yaralı bir
şekilde Seyyid’in (9) önüne getirdi:
-Sultanım! Düşmanın her zaman böyle olsun, <10) dedi.
Server buyurdu, Gürcük Han’ı kalenin ulu kule kapısının üstünde, burcun
(11) kemerlerine, ayağından aşağı asıp bıraktılar. Tatarlar (l2) onu görünce
darmadağın olup kaçtılar. Mal ve rızıklarıı saçıp dağıldılar. <13) Gaziler onları
yağmaladılar, talan edip geldiler. Server ileri gelip (14) kapı önünde durdu,yay
kabından üç tane ok çıkardı, Gürcük Han’a [T1100](1) vurdu. Her gazi üçer ok
vurdu, Gürcük Han kirpiye döndü. (2) Orada asılı bıraktılar. Server’i
kondurdular, bayram edip <3) şenlikler eylediler. Tatarlar kaçıp bir dağa düştü.
Orada (4) bir kâfir beyi vardı, ona ulaştılar. Gürcük Han’a kızını vermişti.
Onları perişan (5) görünce Tatarları bir araya topladı. Yirmi bin Tatar vardı. On
(6) binini Edirne’nin önünde esir ve helak etmişlerdi. O lain (7) gazapla atına
bindi, on iki bin kâfirle baskın <8) yaptılar. MüsKimanlar şenlikte iken (9) baskına
uğradılar. Kapıdan girip şehre girdiler. Şehir (10) içinde kavga başladı. Halk
ansızın baskına uğradı. (ll) Kadın ve erkek damlara çıktı; taş, kiremit ve toprak
atıp cenk ettiler. (12) İki taraftan da çok adam kırıldı. Şehir içine giren kâfirleri
kırdılar. <l3) Gaziler hemen atlanıp yürüdü, dışarı çıktılar. Dışarıda duran (14>
kâfir beyi Mirtas, Harbe Dağı’nın beyi idi. Gaziler atlarını Harbe halkının
üzerine (l5) sürdüler, cenk ettiler. [T 1 1 0 1 ](l)
Miryas adamlarını alıp kaçtı. (2) Gaziler ardlarından yetişip baskın
yaptılar. Çok şiddetli cenk oldu. O alçak (3) bir miktar er ile kaçıp gitti. Server
tekrar ardına (4) düşüp yetişti. Tekrar cenk ettiler. O laini tutup bağladılar. (5) O
Tatarları hep tuttular, sürü sürer gibi getirdiler. (6) Tatarlar, aman diye çağırdı.
Server onları öldürmedi. Emretti, (7) Dobruca’da ve Baba’da yerler verdiler.
Onlar da kerem görüp (8) Müslüman oldular. Bu çevrede yaşayan Tatarlar
onlardan kalmıştır. Server <9) buyurdu, Mirtas laini şehir önünde kazığa
vurdular, Harbe halkını (10) esir ettiler. Tekrar şehre gelip dinlendiler. Server,
İlyas (ll) Rumî’ye sancak ve asker verip Harbe Dağı’na gönderdi. İlyas, (l2)
Mirtas oğlu tekfurun üzerine gitti.
Tekfur babasının öldüğünü (l3) işitip matem tuttu. Bu taraftan gaziler
ulaştılar. O lain <14) gazileri görünce hemen asker topladı. Hemen (15> harbe
başladılar. Gaziler nara atıp tepindi. Çok şiddetli [T l 102] (l) cenk oldu.
Müslümanlar bastırdı, kâfirler kaleye (2) girdiler, kapılarını kapattılar. Sonra
burca çıkıp cenge başladılar. Üç gün cenk ^ ettiler. Sonunda tekfur gördü ki iş
fesada varır, hemen kalkıp aşağı (4) indi, kapıyı açtı, aman diledi. Haraca razı
oldu, barış (5)yaptılar.
İlyas, oradan ayrılıp Alyon’un üzerine gitti. Bu Alyon bir kâfir (6) idi.
Sultan Saltık’a asi olmuştu. Bir dağ üzerinde (7) yaşardı, mağaralarda yerler
yapmışlar, orada yaşarlardı. Çok kalabalıklardı. İşittiler <8) ki Müslümanlar
üstlerine geliyor. Hemen savaş elbiselerini giyip karşı geldiler,(9) sarp bir yerde
beklediler. Müslümanları ok yağmuruna tutup cenk ettiler. (10) Gaziler de cenge
başladı. İki gün cenk ettiler, küffarı (ll> yenemediler, âciz kaldılar. Terk edip
gittiler. Bir bölük <l2) tayifenin üstüne yürüdüler. O kâfirleri bastılar, kırdılar.
Kimini (13) esir aldılar. Geri dönüp tekrar Alyon’un üzerine indiler. Tekrar (l4)
harp başlattılar. Kâfirler toplanıp savaş ettiler. Üç gün dövüştüler. (l5) Alyon’u
yenemediler. Savaştan vazgeçip [T l 103] (I) döndüler. Kâfirler gazilerin ardına
düştüler, kovalamak (2) istediler. Gaziler geri dönüp ovada onları ele aldılar.
Öyle <3) kırdılar ki kâfirler perişan oldu. Çoğunu esir aldılar. Mallarını talan
edip dönüp geldiler. (4)
Gelirken Bemik dedikleri kâfirlerin üzerine yürüdüler. Onlar da hazırlık
yapıp beklediler. (5) Gaziler atlarını sürüp (6) cenge koyuldular. Çok şiddetli bir
savaş oldu. Öğleye dek dövüştüler. Küffar <7) perişan olup dağılmaya başladı.
Bu sırada bir alay asker (8) peyda oldu. Dimitri adlı bir kâfir, kızı Paüngere ile
(9) yetişip geldi, Müslümanlara girdiler. Müslümanlar perişan oldu. <l0) İlyas
yalnız kaldı, bir yerde kırk gazi ile cenk (ll) etmeye başladı. Dört gün
dövüştüler, beşinci gün sabah Edime (12) tarafından toz peyda oldu. Sultan
Saltık, gaziler ile birlikte çıkageldi. (l3) Hep birlikte nara atarak küffara girdiler.
Onların gelmelerine <14) sebep şu idi: Seyyid’e rüyasında Hazret-i Hızır haber
verdi. Bemik’teki Müslümanlara <15) yetiş, demişti. Gaziler yetişip geldiler,
[T1104] (1) kâfirleri kırdılar. Bemik kâfirleri kaçıp Dobemik Kalesi’ne (2)
girdiler, kaleye çıkıp cenge başladılar.
Bu kale sarp idi. Çok zahmet (3) çektiler. Sekiz gün cenk oldu, kaleye
girmenin bir çaresini bulamadılar. Seyyid buyurdu, <4) askerler göçüp gittiler,
bir derede gizlendiler. Kâfirler gafil oldular, dışarıya çıkıp (5) dağıldılar. Herkes
kendi işiyle meşgul oldu. Bu taraftan gaziler <6) çıktılar, o kâfirler baskın
yaptılar. Çok şiddetli bir savaş oldu. (7> Kâfirler karşı durdu, fakat sonunda
yenilip kaçtılar. Müslümanlar (8) onları tutup kırdı. Kimini de esir ettiler.
Mutluluk içerisinde Edirne’den tarafa (9) dönüp yürüdüler. Gelip Seyyid ile
buluştular, şehirde şenlikler yaptılar. <l0) Etrafta olan kâfirler korkularından
elçiler gönderdi, barış yaptılar. (11) Bu tarafta Sultan Saltık, Edirne’den kalkıp
Baba şehrine (12) gitti. Şehre ulaşınca orada olan gaziler, Server’i <l3) alıp şehre
getirdiler, kondurdular. Nimetler döküp ziyafetler verdiler. Bu sırada Üngürus
4) meliki Kaydafan’dan elçi geldi, armağanlar getirdi. Barış yapıp gittiler. (15)
Daha sonra Seyyid gemiye bindi, gazilerle Tuna’da gezmeye çıktı. Balık
avlayıp [T1105] (1) kenar yerleri gezdiler. Çevrede yaşayan kâfirler, Server’in
yanına gelip (2) hediyeler verdiler. Server oradan (3) göçüp Kefe diyarına gitmek
üzere yola çıktı.
Saltık Gazi, Kefe diyarına ulaştı. Gaziler <4) karşılamaya gelip Server’i
alıp K efe’ye getirdiler. Kefe’de olan Müslümanlar (5) bir araya toplandı, sohbet
ettiler. Sultan Saltık, gazilere vaaz verip(6) nasihatler etti. Halkı aydınlattı. Tatar
hanı da gelip Seyyid ile (7) buluşup görüştü. Server, han ile birlikte Kefe’den
Kırım’a gitti. Orada da halka (8) vaaz verip nasihatler etti. Hak yolunda
kılavuzluk yaptı. Halk, Server’e (9) dualar etti.
Server geri Kefe’ye geldi, bir süre dinlendi. (l0) Orada ilim ve ibadet ile
meşgul oldu. Daha sonra gemiye binip Sinop (ll) şehrine geldiler. Sinop’a
çıktılar. Sinop halkı Server’i karşılamaya geldi. (l2) Onu alıp şehre getirdiler,
kondurdular. Kendi evine geldi. Babası, vefat <13) etmişti. Gidip kabrini ziyaret
etti. Mescitte vaaz <14) verdi. Tefsir ve hadisleri anlattı, halkı aydınlattı. Daha
sonra evine (l5) geldi.
Bu sırada haber geldi ki Alp Osman Gazi yedi yüz gazi ile Sinop’a geldi.
[T1106] (1) Seyyid’in mübarek elini öpüp duasın aldı. Server, Osman’ı hoş
karşıladı, ziyafetler verdi, onu misafir etti. Osman da Server’i (3) konuk etti,
ziyafetler verdi. Osman dört ay Server’in (4) yanında durdu.
Saltık ve Osman Gazi birlikte iken Sultan Alaeddin tarafından elçi geldi.
(5) Hediyeler getirdiler, Server’in duasını alıp (Ğ) gittiler. Server Seyyid, Osman
Gazi ile ava çıktı, av yaptılar. (7) Daha sonra dönüp şehre geldiler. Bir süre
sonra Osman Gazi, izin alıp (8) gitti. Sultan Saltık, Osman’a nasihatler etti:
-Oğlum! (9) Senden dilerim ki benim nasihatlerimi tut. Adalet ve
doğruluk içinde yaşa. (10) Halkı hoş tutun. Asla haram yemeyin. Kimsenin
hakkına el uzatmayın. (ll) Haksız yere kan dökmeyin. Gazayı elden asla
bırakmayın. Mal ve mülk ile gururlanmayın. (12) Zalime ve müfside yüz
vermeyin. Bilim adamları ve günahsızları sevin, rağbet edin. (l3) Dinin
kurallarına uyun. İlim ve ibadete önem verin. Rafızîye, Haricîye (14> ve
münafıka acımayın. Hanife mezhebini (I5) daima gözetin. Bu mezhep, bütün
mezheplerin en doğrusu, en kuvvetlisi ve temizidir. Osman’a nasihatler
[T l 107] (I) etti. Kendi imamesini de başına giydirdi, kuşak kuşattı. (2) Beyaz bir
sarığı vardı, onu Osman’a verdi. Ayrıca bir asa ile bir <3) mushaf bağışladı.
Osman onu açmadı. Şeriften izin alıp (4) evine geldi. Gördü ki sultandan
mektup gelmiş. Onu açtı, okuyamadı. <5) Bilgin bir misafir geldi, ona okuttular.
Anladılar ki sultan kendine <6) hükümler göndermiş, dinlediler. Osman:
-Bu nasıl sözlerdir ki insana (7) hoş gelir, dedi. O bilgin:
-Hak tealanın kelamıdır. Gökten (8) Cebrail ile Resul hazretine bunu
gönderdi, dedi. Osman çok mutlu oldu. Şerife dua (9) ettiler. O gece misafir
gelen bilgine ziyafetler verdiler. Osman (10) o bilgini bırakmadı, imam edindi. O
gece yattılar. (11) Osman mushafı duvara astı, karşısında el bağlayıp (12) sabaha
dek ayakta durdu, izzet ve hürmet etti. Seher vakti oldu, (13) kulağına bir ses
geldi:
-Ya Osman! Sen bizim sözümüzü aziz gördün. (14) Biz de bu Kur’an
dünyada olduğu müddetçe seni ve senin neslini aziz kıldık, (l5) dedi. Osman bu
sesi işitince içi dışı ferahlık ve sefa ile doldu. [T1108](1) Osman Gazi çok mutlu
oldu, atına bindi. Babasının duasını alıp uğurlarla (2) sultanın yanına geldi.
Sultan ona kuşak bağladı ve beline kılıç <3) taktı. Osman beylerin en sonunda
yer aldığı için çok üzüldü. Sultan, (4) ona:
-Üzülme! Sana kendi kılıcımı kuşattım, dedi. Beyler otururken (5) bir
derviş içeri geldi, elinde bir taç vardı. İleri geldi, sultanın önüne tacı (6) bıraktı.
Orada olan beyler gülüştüler, kimse başına almadı, giymedi. Sultanın önünde
Ali B e y (7) vardı. Sultan, Ali Bey’e:
-Bunu giy, dedi. Sultan, tacı Karamanlı Ali Bey’in (8) başına giydirdi.
Karaman hemen çıkarıp, dervişe geri verdi. (9) Beyler gülüştüler. Derviş tacı
hemen kendi eliyle Osman’a giydirdi. (10). Osman onun elini öptü. Derviş:
-Berhurdar (11) ol, önünden sonun daha gür olsun, ardm eksilmesin, dedi.
Sultan (12) kızını Osman’a verdi. Karamanoğlu buna gönüllendi. Osman çıktı,
(13) sultanın izniyle makamına gitti. O derviş yolda tekrar (14) Osman’ın yanına
geldi, Osman’ın sırtını okşadı: Osman:
-Siz kimsiniz? Geldiniz, (15) bize bu kadar kerem ettiniz, dedi. Derviş:
-Rum’un gözcüsü Hacı [T1109] (1) Bektaş Horasanî’yim. Osman hemen
sundu, evliyalar sultanının elini öptü, (2) hayır duasını aldı. Osman, Şerifin
sarığını (3) bir ağaca bağladı, sancak edindi, uğur gördü. Nereye gittiyse (4)
Tanrı’nm yardımını gördü ve muzaffer oldu. Harcınevan’da gazalar etmeye
başladı. Sultan, (5) Gündüz oğlu Umur’a Gürcistan’ı verdi. Acem’den gelen
sultanlar onun neslindendir. <6) Aşağıyı, deniz kenarım Umur Bey’e emanet
ettiler. O tarafta gazalar yaptı.
(7) Şeriften sonra üç yıl geçti, Umur Gazi gemilerle geçip gazalar etti, (8)
Edirne’yi fethetti. Zira kâfirler o kaleyi MüsKimanlardan almışlardı. (9) Yedi yıl
sonra Rum’a, Orhan Gazi geçti. Tekrar Sinop’a gitti, düşman ordularım yarıp
(10) Bursa’yı fethetti. Sonra Süleyman Paşa geçti. O vakit Gazi Umur vefat
etmişti. (I1) Edime Kalesi’nde Yusuf Han adlı bir bey vardı. Edirne’de o
otururdu. Bu şehir, yedi yüz (12) yılında fetholmuştı. Murad Gazi, İznik’te taht
kurmuştu. Hazret-i Resul’ü (13) rüyasında gördü. Hazret-i Resul:
-Hemen gidip Edime şehrini (l4) fethedip başkent yapın. Saltanatınızın
fetih kapısı oradan olacak. Sultan (15) göçüp Gelibolu’ya geldi, Edirne’deki
Müslümanlar karşılamaya geldiler. Kâfirler fırsat bulup [T1110] (1) şehrin
karşısındaki Ayna’dan geçip kaleyi aldılar. Yirmi dokuz gün (2) hükmettiler.
Server gelip zorla tekrar fethetti, o kâfirleri (3) kırdılar. Bu zamana kadar
Edirne’de İslam kuvvetlendi. Ezan, Rum yakasım (4) tuttu. Al-i Osman
kuvvetlendi, hilafet ve saltanat bunlara kaldı. Devlet, (5) saadet, ikbal ve izzet
bu nesle yüz tuttu. Bu durum kıyamete (6) kadar sürsün. Amin. Şerife:
-Bu O sm an<7) ne hoş yiğit oldu, dediler. Şerif:
-Berhurdar olsun, dedi. Şerif, Sinop’tan (8) Kefe şehrine geçti. Mübarek
ak sakalı göğsüne düşmüştü. Camilerde vaaz (9) ve nasihatler ediyor, halka
öğütler veriyordu.
ON BEŞİNCİ BÖLÜM

(10) SALTIK GAZİ’NİN SON GAZASI VE VEFATI

Bir gün haber geldi; Utbe, oğlu ve (ll) Asfarilerin ordusu yitişti, dediler.
Server ile gaziler karşılamaya gidip kondular. (12) Küffar çerisi de kondu.
Sabahleyin kalktılar, birbiriyle tutuşup cenk <l3) ettiler. Cenk içinde Utbe’yi ok
ile vurup öldürdüler. Küffar ordusu yenildi (l4) Ukbe lain de kaçtı.
Müslümanlar ardından kovaladı. Utbe’yi tutup esir ettiler, Şerife (15) getirdiler.
Şerif, onu imana davet etti. Müslüman oldu, fakat kibir ve kini gönlünden
[T l 1 1 1 ](1) gideremedi.
Bu arada Şerif, Baba şehrine geçti ibadetle meşgul (2) oldu. Şerif orada
iken Şerife dokuz ulu beyden elçiler geldi. İttifak edip (3> göndermişlerdi. İlki
Üngürus’dan, İkincisi Leh’ten, üçüncüsü Çeh’ten, dördüncüsü <4) Rus’tan,
beşincisi Çesar’dan, altıncısı Eflak’tan, yedincisi Boğdan’dan. Bir elçi (5)
Frenk’ten Felyon katından, bir elçi de Kırım Han’ından geldi. Yedi kâfir şöyle
haber<Ğ) göndermişti:
-Anlaşma yapıp sana haraç verelim. Sen bizim babamızsın, <7) şeksiz
şüphesiz velisin. Müslümanlar bize zahmet vermesin, <8) kurbanlarımız ve
adaklarımız senin tekkelerine gelsin, dediler. Şerif (9) anlaşma imzaladı, savaşı
ortadan kaldırdılar. Kâfirler gelip <l0) Server’i ziyaret ederlerdi. İtikat
etmişlerdi. Canı gönülden muhabbet duyup (ll) severlerdi. Bir gün Server’e:
-Sultanım! Has ikliminde bir kilise (l2) vardır, hastalar orada iyileşirler.
Kötürümler sıhhat bulur, bütün dertlere (13) derman olur, dediler. Server:
-Kilisede ne vardır, dedi. Onlar:
-İçinde kabirler (14)var, dediler. Server o diyara gelip bir rahibe sordu. O
papaz:(l5)
-Bir zamanlar Ali bin Ebi Talib ile Hazret-i Resul’ün ashabı gelmiş,
ashabdan bazıları şehit olmuş, burada [T l 112] (l) yatarlar, dedi. Şerif,
Kaydafan’a haber gönderdi:<2)
-Ya Kaydafan! O kilisede yatanlar Müslümanlardır, derler. O kiliseyi (3)
bize ver, dedi. Kaydafan, rahiplerine sordu:
-Evet, öyledir, dediler. (4) Kaydafan o kiliseyi Müslümanlara verdi.
Kaydafan her yıl gelirdi. Ramazan (5’ ayında yedi kâfir beyi Şerif ile olurdu.
Gizli din tutarlardı. (6) Ramazanı Seyyid ile tutarlardı. Mescidin yanında gizli
bir ev vardı, oraya (7) gelip teravih kılarlardı. Bayramdan sonra geri giderlerdi.
Şerif onlara kerametler (8) gösterirdi. Şerif bu hâlde ...
Diğer tarafta Sultan Alaeddin, (9) Rum’dan ayrılınca Bacu Han, Tatar’ın
üzerine gitti. Gidip buluştular. <l0) Çok şiddetli bir savaş ettiler. Bacu Han’ın
ulu beyini öldürdüler, askerlerini kırdılar. (11) Sultana ok isabet edip yaralandı.
Kavaniyye yani Konya’ya (l2) gelince sultan vefat etti. Bazıları kızının oğlu
zehir verdi ondan vefat ( 3> etti, derler. Yaralı idi, zehiri yarasına koydular, biraz
da yedirdiler, derler. Oğlu (l4) yoktu. Kulu Karaman’a uydular. Ayrıca Karaman
damadı idi. Bey olarak onu tanıdılar. (l5) Karamanlı Nureddin Sofi’nin oğludur,
derler. Sultana hizmet ederdi. Nureddin’in [T l 113] (1) babasının kayserin
neslinden olduğunu söylerler.
Yukarıda anlatılmıştı. Sultanın (2) üzerine Bayındır gelip cenk ettiğinde,
Osman ile Karaman gidip Bayındır’ı (3) yendi. Sultan, Karaman’a kapıcılık,
Osman’a da toğancılık verdi. Karaman (4) derece derece sancağa çıktı, sonra
başkomutan oldu. O vakit sultana (5) kulluk ederdi. Ona, Kele diye ad
koymuşlardı.
Sultan, yerleri beylere paylaştırdı. Padişah <6) emriyle beyler vasiyet tuttu,
hüküm ve tasarrufu kendi adlarına (7) aldılar. Tatar Han’ı da kendi adına hutbe
okuttu. Rum’da olan gaziler dört y ıl<8) Şerif adına hutbe okudular. Parayı ve
hükmü Server’in adma (9) yaptılar. Şerif:
-Bu ayrılık iyi alamet değildir. Bir gece Saltık Gazi’ye (10) rüyasında:
-Al-i Osman gelecek, bu ayrılığı giderip birliği kuracak. O nesilden bir
kişi (ll) gelecek, âlemde mezhebi de bir edecek. Âlem nizam (l2) bulup
düzelecek, dediler. Şerif bu rüyayı yazdı, yanma da nasihatler de ekledi. Dedi
ki: (,3)
-Oğul Osman! Gayret et! İli mülk edin. Devlet ve saadet senin ile senin
(l4> neslinindir. Gaza ve cihadı artır. Kâfirlerle barış yapma. Sonunda mülklerini
sana <15) teslim edecekler. Şerif o kâğıdı gönderdi. Osman onu alıp okudu.
[T l 114] (l) Gazalar edip başarılar gösterdi. Sultanm kız kardeşinin oğluna (2)
Osman, Burhaneddin adını verdi. Onun babası gazada şehit oldu. (3> Osman onu
büyüttü. Bazıları şöyle anlatır: Orhan zamanmda doğdu, o besledi (4) derler.
Yıldırım’m zamanmda yaşadığı kesindir. Ömrünün son zamanlarım (5)
Harcınevan vilayetinde geçirdi.
(6) Osman gazasını(7) artırdı. Balçuk’u ve Karahisar’ı fethetti, orada k
adma hutbe (8) okuttu. Karaman kötü niyetli olarak haraket etmeye başladı:
-Osman’m çok güçlü olmasından korkuyorum, diye Osman’a <9) kastetti.
Osman kaçıp Karahisar’a girdi. Şerife haber saldı. ( 0) Şerif onu işitti, atma
binip sürdü. Denize (ll) batmazdı. Kuş gibi uçardı. Seyyid, çok kısa bir zaman
içinde Karahisar (l2) önüne yetişti. Gördü ki Karaman gelmiş, kalenin önünde
konmuş, oturur.(13) Server bir kez nara atıp çağırdı:
-Ey kara imanlı edepsiz! Bu gaziye (14) niçin zulüm ediyorsun? Bu sana
yalnız yeterdi. Fakat ortada kan olmasın diye cevap vermez. <15> Gelin, aşağı
inin! Ben fetva verdim. Gazayı engelleyenin katli helâldir, [T l 115] (l)dedi.
Osman onu işitti, kaleden indi. Karaman sustu. (2) Askerler Osman’ın
heybetini görünce gelip Şerifin ayağına düştüler. Şerif,(3) Karaman’a:
-Haset etme! Bu haset hâlin çok kötüdür. İyilik nişanı (4) değildir. Gidip
yerinde sakince otur. Yoksa Tanrı seni arada yok eder. (5) Karaman geldi,
Osman’ı gözünden öptü. Barış anlaşması (6) yaptılar, sonra gittiler. Şerif <7)
oradan Kastamonu’ya geldi. MüsKimanlar, Seyyid’i hoş gördüler. (8) Server
oradan Sinop’a geldi. Evliyalar sultanı emretti, gemiler (9) hazırlayıp getirdiler.
Server, gaziler ile o gemilere bindi, Çerkeş vilayetlerine gidip gazalar
ettiler. Sehun adlı bir kaleyi fethettiler. Dört ay (ll) yürüyüp o diyarı kendisine
bağladı. Şerif oradan göçüp Baycan’a (12) Gündüz oğlu Umur’un yanına geldi.
O, Acem beylerinin neslinden <l3) gelmiştir. Al-i Umur onların neslindendir,
derler. Akkoyunlu, Karakoyunhı ve Bayındırlıların (l4) atasıdır. Umur Server’i
karşılmaya geldi. Daha sonra gidip Gürcistan illerine (15) gazalar yaptılar. O ilin
kâfirlerini esir aldılar. Oradan berisini zapt ettiler. [T1116] (l) Ötesini haraca
kestiler. Şerif oradan dönüp Demsaz Kalesi’ne <2) geldi. Umur veda edip gitti.
Server oradan gelirken aklına Minucher’in (3) anlattığı ab-ı hayat suyu
geldi. O, yer altındadır. Süleyman’a içsin, âlemde <4) diri olsun diye
getirmişlerdi. Süleyman ab-ı hayat suyunu içmeyip yer altında saklamıştı. Bu
kitapta (5) anlatılmıştı. Kirpi, suyun yanına kimseyi yaklaştırmazdı. Hakkında
geniş bilgi, hikâyede malumdur. Aklına (6) düştü, ve niyetlendi:
-Diri kalıp gazilere arka olayım. Nitekim ben sağ olursam (7) küffar
benden korkar. İslam dinine kuvvet olayım. Müslümanlar gaza ederler, ben
oturup <8) ibadet ile meşgul olayım, dedi. Menucher cinnîyi<9) yanına davet etti.
Menucher gelince Server:
-Ya Rahmani! Benim (10) ahiret kardeşim oldun. Senden kardeşlik hakkı
olarak istediğim şudur: Nikoslarda (ll) olan yeri bana göster, ab-ı hayatı içeyim,
zinde olayım. Geri kalan ömrümü güzel geçireyim, (12) dedi. Menucher:
-Ya Server! Göstermek benden, vermek Tanrı’dan, dedi. <13) Cinnî,
Server’i alıp o makama getirdi ve yer altındaki o şeh ri(l4) gösterdi. Şehrin içine
girdiler, gezerek bir yere geldiler. Harab (15) bir köşk vardı. Orada durdular.
Menucher, cinmiere buyurdu, bir duvarın [T1117] (l) dibini kazdılar. Büyük bir
kilisenin temelinde kuyu çıktı. Ağzına değirmen taşı gibi bir (2) taş koymuşlar.
O taşı götürdüler, kuyunun ağzı açıldı, aşağı indiler. Kemend ile (3) indiler,
kuyunun dibinde bir kapı gördüler. Kapıdan girip biraz yürüdüler, bir dehlize
girdiler. (4) Orada Şerife türlü türlü hayaller görünürdü. O, evhamdan hiç
korkmazdı. (5) Kapıya ulaştılar. Kapı sıkıca kapatılmış. Server ona omuz vurdu.
K apı(6) açıldı, içeri girdiler. Bir ses geldi:
-Korkmadan kapıyı açan kimdir, dedi. (7) Şerif, Tanrı’ya sığınıp dua
ederek ileri(8) yürüdü, o sese pek aldırmadı. İçeride büyük bir meydan gördü. O
(9) meydanın çevresine kırk tane hücre yapmışlar. Orta yerinde büyük bir hücre
v a r,(l0) kapısı açık. O hücrelere girdiler, içleri cevher, altın,(ll) gümüş ve kimya
cevheri yığın yığın. Toprak gibi yığılmış. Yerden ta kubbeye ( kadar dopdolu
durur. Orada olan hâzineyi anlatabilmek mümkün değil. Server onlara
bakmadı. Zira dünya malını (13) terk etmişti. Evliyada dünya malını terk
eylemek âdettir. Velayet ve keramet bu şekilde (14) bulunur. Menucher’e sordu:
-Ab-ı hayat suyu(l5) nerededir, dedi. Menucher:
-Ya Server! İstediğin su, şu karşıdaki [T l 118] (l) açık kapıdadır, dedi.
Seyyid ileri yürüdü, kapıdan içeri baktı. (2) Bir de ne görsün? Bir kandil.
Billurdan kubbe ortasında asılmış. Su, içinde (3) ak süt gibi durur. Nurundan
kubbeye aydınlık düşer. <4) Oradan yansıyan ışık meydanı da aydınlatır. Server,
onu görünce istedi ki (5) ileri varıp kapıdan içeriye gire. Bir el çıktı, Seyyid’i
göğsünden (6) tutup dışarıya attı. Server, ayaklarının üzerine duramadı, düştü.
Bu sırada <7) bir ses duyuldu:
-Eğer sen Muhammed’in neslinden olmasan seni helak ederdim. Şu
kılıçla <8) boynunu vururdum, dedi. Bir kılıç göründü. Hücre içinden şimşek
gibi parladı. <9) Daha sonra o kapı sıkıca kapandı. Şerif Saltık, bu heybetleri ve
bu (10) durumları gördü, hemen tövbe etti. Bildi ki kendine nasip değildir. Geri
(11) geldi, Menucher’e:
-Kardeş! Bu su bizim nasibimiz değildir, dedi. M enucher:<12)
- Muhammed’in ümmetinden bir kişiye nasib olur derler, acaba k
nasip olacak? Server:(l3)
-Başı devletli kim ise onundur, dedi. O anda bir ses geldi:
-Ab-ı hayat, (14> amel-i salih eylesin. Hangi mümin dinine bağlıysa o
kimse asla ölmeyecek: (15) “el müâminüne lâ yemütüne belyenkulün miri dâri ’l-
fe n â ilâ d â ri’l-bekâ. ” * [T1119] (l)Server:
-Ya hatip! Doğru dersin, dedi.
Server ile Menucher (2) dönüp dışarı çıktılar. O yeri belirsiz edip
toprağını örttüler. Saltık, cinnîye <3) izin verdi, o gitti. Server oradan Sinop’a
gelmek üzere yola çıktı. Yolda gelirken (4) Osman Gazi’ye uğradı, gazaya girdi.
Üç gün Osman ile oldu, dördüncü (5) gün Sinop’a yöneldi. Sinop halkı
karşılamaya geldiler. Bir ay Sinop’ta (6) kaldı.
Oradan da göçüp doğru Aydın iline gitti. Gazi Umur kar|ilamaya gelip (7)
Server’e hürmetler etti. On beş gün orada kaldı. Oradan da ( } göçüp Kilaşpol
Boğazı’na geldi. Kâfirler gemi gönderdi. Gemiye (9) girip denizi geçti. Ona
ziyafetler verip hoş gördüler. Şerif oradan da göçüp (10) Edime Kalesi’ne gitti.
Şehir meliki Ahmed Rumî, İlyas, (ll) İbrahim ve diğer gaziler ile karşı geldiler.
Saygı ile alıp şehre ulaştılar. On gün (l2) durdu, Müslümanları aydınlattı. Daha
sonra tekrar göçtü, Eski Baba’ya gelip <13) bir yıl bir ay orada kaldı.
Yedi bin kâfirden bini Müslümandı, <I4) gizli din tutarlardı. Onlar
yerlerinden göçtüler, Seyyid’in yanına geldiler. Ramazan (15) ayında oruç

“Mümünler ölmezleri ancak fani âlemden ebedî aleme intikal ederler


tuttular. Server ile bayram yaptılar, bayramdan sonra veda edip [T l 120] (l) geri
yerlerine gittiler.
Sultan Saltık her gün gezerdi. İyice yaşlanmıştı. (2) Biraz sakinleşeyim
diye oturmuştu. Tuna üzerine seccadesini bırakıp ( } oturdu. Namaz kılıp su
üzerinde giderdi, suya <4> batmazdı. Kâfirler onu görürler, gelip iman
getirirlerdi. Müslüman olurlardı. (5) Bütün halk anladı ki bu işleri velayet
kuvvetiyle yapar. Canı gönülden ona bağlandılar. <6) Kâfirler gönüllerinden kin
ve düşmanlığı giderip dost oldular. (7) Kurbanlarını alıp zaviyeye getirdiler.
Şerif, Tuna’da gezerdi<8) ve suya dalıp geri çıkardı:
-Bu suyun dibini balıkların çokluğundan (9) bulmadım. Birbirinin üzerine
yığılıp yatarlar, derdi. O zamanlarda, bir gün Seyyid’in kulağına bir ses
geldi:
-Bundan sonra her kim keramet (I1) gösterirse, ölüsünü karşısında hazır
bilsin. Süre kırk gündür, <l2) ehlullah öyle bilsin, dedi. Server bunu duyunca
artık velayet (13) göstermedi. Her kim kendinden velayet istese, ona kılıcını
gösterip <l4) velayet budur, derdi. Seyyid, bir gece Gazi Umur’u rüyasında (l5)
gördü. Gazi Umur:
-Kırk türlü velayet bundan çıkar. Kırk tamam olduğu [T1121] (l) zaman
bu er şehid olur. Bundan sonra velayet eylemeye, dedi. Şerif uyanup rüyasını
gazilere anlattı. O sırada bir kişi gelip <3) kapıdan içeri girdi, dua edip:
-Sizler sağ olun, Felyon Frenk <4) vefat eyledi. Cendevan, Felyon oldu,
Arumay’da ne kadar Müslüman (5) varsa sürdü, Rum mülküne gönderdi. Eğer
sizler (6) burada bulursanız Şerif ölecek. Kâfirler gelip sizi incitirler. Sizden ve
bizden bunca adam (7) haksız yere telef olur. Çıkıp gidin, diye onları Gamam’a
sürdü. (8) Mallarını ve rızklarını bırakıp geldiler, oradan çıktılar. Kimisi
Rumeli’ye geldi. <9) Ezantamari Kilisesi’ne girip kapısını kapattılar. İçine
kâfirlerin <10) girmesine izin vermediler. Server çok öfkelendi. Bu sırada
Felyon’un elçisi geldi, (11) haraç getirdi. Server:
-Niçin Müslümanları böyle ettiniz, sürdünüz, dedi. (l2) Elçi:
-Ya Server! Onlar Kâfiristan içinde esir gibi olmuşlardı, sayıları az idi,
(13) bir fesat çıkar, diye korktuk dedi. Size yakın gönderdik, dedi. Server:
-Şimdi (l4) sakının. Sakın Ezantamariye içine kâfirleri koymayın. Yoksa
size bela (l5) olurum, dedi. Elçi gitti, Server orada kaldı.
Raviler şöyle [T l 122] (l) rivayet ederler: O sırada Frengistan’da bir rahip
(2) vardı, adına Nestur derlerdi. Seyyid’in korkusundan bir ada içine (3) girip
sakin sakin yaşardı. Her şeyden elini çekmişti. Perhiz yapardı. Perhiz
kuvvetiyle bir dağdan(4) bir dağa kuş gibi uçardı. Söylerdi ki:
-Mesih göğe perhiz kuvvetiyle ucup (5) çıktı; eğer o Türk, cazu Saltık
bana gelirse göğe uçup elinden canımı kurtarırım. Yanındaki yetmiş ruhban
da perhiz tutardı. Seyyid’in eli ona (7) erişmemişti. Bir gün o kâfir, kilisesinde
otururken İblis lain bir rahip (8) suretinde kapıdan içeri girdi, Nestur’a sövdü.
Ruhbanlar:
-S en <9) kimsin? Bizim ulumuza niçin söversin, dediler. İblis:
-Ey melunlar! (10) Beni tanımadınız mı? Ben Mesih’im. Size
gökyüzünden geldim, müjde getirdim. (ll) Ne oturursunuz? Kalkın, din
melikine gidin, Ezentamariyye’nin kapısını <12) açın. Korkmayın. Saltık’tan
korkman. Onun (l3) ölümü Nestur’un efedendir. Ruhbanlar başlarını açıp
şeytanın <14) ayağına düştüler:
-Nestur’un suçu nedir sultanım, dediler. İblis lain: (15)
-Suçu azdır. Benim dinim için mücadele ve gayret etmez. Onun için
söverim. Ben gelmeyince [T1123] (1) olmadı, dedi. Nestur onu işitince yerinden
kalktı, lainin <2) ayağına düştü. Şeytan yüzüne bakmadı. Nestur ağladı. İblis: (3)
-Kalk! Bir de merhamet umarsın. Kalk, din diyarı Ezentamariye’de (4)
benim ümmetime nasihat eyle. Az kaldı, bu Türkler ortadan gidecek. Dünyayı
tekrar ben (5) Mesih ümmeti tutacak, dedi. İblis, Nestur’a birkaç sihir öğretti,
kendisi kayboldu, (6) gidiverdi. Nestur, ruhbanlar ile oradan göçtü. Uğradığı her
(7) yerde o laini hoş gördüler. Din diyarına yetişti, o diyarın <8) kâfirleri de
Nestur’u hoş gördüler. Felyon Frenk olan Cendevan karşılamaya (9) geldi, saygı
gösterip kondurdu. Nimet döküp konukladılar. (l0) Sonra Nestur başını kaldırıp
İblis’in sözünü söyledi: (ll)
-Benim yanıma Mesih geldi, böyle buyurdu. En son Saltık’ın ölümü (l2)
benim elimdedir, dedi. Cendevan:
-Ya Nestur! Mesih buyurmuş, ama biz o (l3) Türkten korkarız. Eğer biz
Ezentamariye kapısını açarsak kâfirlere izin (l4) veririz. O Türk buraya gelip
karşı durur, dedi. N estur:<l5)
-Bana Mesih haber verdi ki o şimdi kocamıştır. Cenk yapmaya gücü
[T1124] (l) kalmamıştır. Onun için oturup kalmıştır, dedi. Cendevan bu söz
üzerine razı <2) olup buyurdu; Ezentamariye’nin kapısın açtılar, içine girdiler.
Müslümanların (3) minberine ve kürsüsüne çıktılar, türlü türlü küfürler ettiler.
Ruhbanlar <4) odalara girip oturdular. Frengistan diyarında olan kâfirler aktılar.
(5) Bu tarafta Üngürus meliki Kaydafan bu durumu işitti, armağanla
bahşişler (6) gönderdi, itibar gösterdi.
Rivayettir: Kitaplara göre Pap ili, (7) Rum’dandır. Onun için bu şehre
Rumiye-i Kübra derler. Asıl Frengistan sınırı (8) Firance’dendir. Seyyid Saltık,
bu durumu (9) işitince çok üzüldü:
-Eyvah! Ben umardım ki Frengistan (l0) İslam olur. Müminlerle dolar, der
idim. Acaba tekrar niçin böyle (I oldu? Kaydafan, Macar ilinin melikidir.
Nestur’a hediyeler gönderdi. (l2) Yoksa tekrar dininden çıkıp kâfir mi oldu?
Eğer dininden döndüyse <l3) ben ölünce İslam halkına çok zahmet edecektir.
Çok alçaktır, (l4) dedi. Yerinden kalktı, gece atına binip Kaydafan’ın yanına
gitmek üzere yola çıktı. <l5) Tuna’yı geçti, rahip kılığına girip yaklaştı.
O diyarda bir kiliseye [T l 125] (l) ulaştı, içinde yetmiş ruhban olur
Onların yanına varınca kâfirler karşılamaya gelip ( } Server’e saygı gösterdiler.
Getirip kondurdular, yedirdiler, içirdiler. Ondan sonra:(3)
-Kimsiniz? Nereden geliyorsunuz, dediler. Server:
-Adım Zentamariye’dir yani Hızır’dır. (4) Ömrümün son günlerini
Kaydafan’ın yanında geçirmeye geldim, dedi. Kâfirler, Hızır geldi (5) diye
inanıp Server’in yanında gittiler. Kaydafan’ın tahtına (Ğ) vardılar. Kaydafan’a
haber verildi:
-Hızır Peygamber geldi, dediler. Kaydafan askerleri ile (7) karşılamaya
geldi. Server’e ulaşıp saygı gösterdiler. Server şeklini velayet kuvvetiyle
gizlemişti. (8) Kimse bilemezdi. Server’i Kaydafan tanıyamadı, hürmetler
gösterip (9) konuk etti. Yedirdiler, içirdiler. Sonunda Kaydafan:
-Siz gerçekten Hızır mısınız, dedi. (l0) Server’in adı Hızır idi, yalan
söylemedi:
-Evet, Hızır’ım, dedi. Kaydafan:
-Buraya (ll)gelmedeki maksadınız nedir? Bize söyleyin, dedi. Server:
-K alan(l2) ömrümü geçirmeye geldim, dedi. Kaydafan:
-Ya Zentamariye! Saltık <13) gibi kimse varken sen burada oturamazsın.
Gelir, seni de bizi de öldürür. (14) Biz sana yardımcı olamayız. Ama hoşgeldin
uğur getirdin, birkaç gün dur, sonra (l5) kerem eyle, nereden geldinse oraya git.
Mülkümüze fitne bırakma. Biz Saltık’tan [T1126] (l) korkarız, dedi. Server
gördü ki Kaydafan kendisinin korkusundan (2) kimseyi kabul etmez. Bildi ki
eğer kendinden sonraya kalırsa fesat çıkarmaz. <3) Rahatladı:
-Ya Kaydafan! Eğer sen Saltık’tan (4) korkuyorsan bize gemi ver, denizi
geçip öte yakaya, Din iline geçeyim, gidip (5) orada oturayım. Sen kabul
etmezsen onlar eder. Kaydafan o n u <6) işitince gülümseyip:
-Ya Hızır! Biz senin bu sözüne şaşırdık. (7) Hızır suya batmaz, ateşte
yanmaz. Sen bizden suyu geçmek için gemi istersin. Ben sana <8) inanmıyorum.
Sen Hızır olamazsın, dedi. Server:
-Bana sudan geçmek (9) kolaydır. Fakat bu halk kalır, deyip hemen kalktı.
Yayan olarak suya girdi. Deniz (l0) ayağının altında dururdu, suya batmadı.
Kaydafan bu durumu görünce:
-Eyvah! (ll) Korkarım ki bu kişi Seyyid Saltık’ın kendisi. Bırakın, her
kim ise gitsin, <l2) dedi. Kalan küffara gemi verdiler, ardınca gemiye binip (13)
gittiler. Server’den önce kâfirler gelip Rin iline çıktılar. Rin kâfirlerine <l4)
haber verdiler:
-Şu şekilli bir kişi geldi mi, diye sordular. O diyar kâfirleri [T l 127] (1)
bildiler ki Hızır bu diyara gelirmiş. Gidip Felyon ve Nestur’a haber (2) verdiler.
Ne kadar kâfir var ise deniz kenarına gelip hazır oldu.
(3) Bu tarafta Seyyid bir adaya çıktı. Orada üç gün ibadet edip, Ha
dua (4) etti. Orada denize girip Rin diyarına çıktı. <5' Sahilde bir kale vardı,
Kişmal derlerdi. Oranın halkı karşılamaya geldi. (6) Gördüler ki suya batmayıp
yürüyerek gelir. Başlarını açıp karşıladılar, saygı (7) gösterdiler. Seyyid’i alıp
şehre götürdüler, kondurdular. Felyon’a haber saldılar, durumu bildirdiler:
-Buraya çıktı, dediler. Server’i oradan alıp Akranuşa (9) dedikleri şehre
götürdüler. Oradan da ayrılıp <l0) Afrinkaya dedikleri şehre ulaştılar. Arumay’a
(ll) dört günlük uzaklıkta idi. Arumay’a Arap dilince Ermeniye-i Kübra da
derler. (12) Felyon orada otururdu. Afrinkaya şehrinin içinden ulu bir (l3) ırmak
akardı. Gemiler denizden gelip o sudan şehre çıkarlardı.
Server <l4) şehre geldi. Büyük bir kilise vardı, orada dinlendi. Bu tarafta
Nestur ve Felyon <l5) gemilere bindiler, sürüp o ırmaktan şehre geldiler,
Server’in ayağına [T1128] <0 düştüler. Server’i o şehirden alıp geri döndüler.
Server gemiye binmeyip (2) deniz üzerinde yürüdü. Arumay Kalesi’ne geldiler.
Bütün kâfirler <3) karşılamaya çıktı, Seyyid’in ayağına düştüler. Frengistan’da
ne kadar kâfir (4) beyi varsa hepsi oraya gelmişti. Server’i saygı ile alıp <5>
kiliseye getirdiler. O kiliseye, Ezentamariye derlerdi, yani Hızır <6) makamı
demek olurdu. Server onun içine girdi. Müslümanların minberine (7) çıkıp
nasihat eyledi:
-Ey kavim! Ben Hızır’ım. Sizin içinize (8) gelip girdim. Geri kalan
ömrümü burada sizinle geçirmek istiyorum, dedi. Kâfirler çok mutlu oldular. (9)
Nestur, minberin ayağında ayağa kalkıp baş açar, Server’e dualar ederdi. (l0)
Saltık’tan şikâyetler ederdi. Server:
-Bundan sonra onun iş i(ll) tamamdır, dedi. Nestur:
-Gerçek söylüyorsun ya Hızır. Bana, Mesih de öyle haber verdi,(l2) dedi,
sevindi. Seyyid’i kırk gün misafir ettiler. İçki getirdiler. Server içkiyi (l3)
içmedi:
-Ben bunu içmem, bize içmeyi Mesih yasak etmiştir, dedi.
Kırk gün <l4> tamam oldu, Server hasta oldu. Tabipler gelip ilaçlar
hazırladılar. ( 5> Hastalığı terleme idi. İki ay zahmet çekti, sonra düzeldi, biraz
kendine [T l 129] (1) gelir gibi oldu. Nestur sürekli gelir, Server’in yanında
otururdu. (2) Saltık’a sövüp hakaretler ederdi. Server’in hatırı perişan (3) olurdu.
Hak teala Server’in hastalığını Nestur’a ulaştırdı, o da (4) hasta oldu. Nestur:
-Beni Hızır’ın yanına götürün ki sıhhat bulayım. Vardılar, Nestur’u (5)
Server’in yanına yatırdılar. O diyarda kim hasta olsa Server’e (6) gelirdi, eliyle
okşardı, sıhhat bulurdu. Ne kadar küffar varsa ona itikat (7> ettiler, başına saçı
saçtılar. Dört ay o diyarda (8) durdu, mutsuz olmaya başladı. Nestur da <9)
hastalık çekti. Biraz kendine geldi. Her gün kâfirler gelip Server’i ziyaret (l0)
ederlerdi. Frengistan beyleri karadan ve denizden gelip mal, rızk ve armağanlar
getirirlerdi. (ll) Bir gece Server kalktı, Nestur’un yanına geldi, ikisi yalnız
kalmıştı. Nestur (12) henüz hasta idi. Saltık Gazi, Nestur’un burnunu öyle sıktı
ki a z (13) kaldı can verecekti. Birazdan Nestur kendine geldi:
-Ya Zentamariye! (14) Ne yapıyorsun, suçum nedir ki benim burnumu
sıktın, dedi. Server:
-Melun! Sana Saltık ne yaptı ki olur olmaz vakitte <l5) söversin? İşte
Saltık benim, hemen iman getir, [T1130] (1) yoksa seni öldürürüm, dedi. Nestur
bağırıp dışarıda duran (2) rahiplere çağırmak istedi. Bir kere bağırdı. Server
hemen kalktı, Nestur’un (3) boğazını sıktı. Nestur’u hastalıktan kurtardı, geberip
gidiverdi. (4) Hemen Nestur’un elbiselerini kendi giydi kendi elbiselerini de
hep Nestur’a giydirdi. (5) Resul’den şefaat istedi, elini yüzüne (6) sürdü. Nestur
suretinde göründü. Feryat ederek dışarı çıktı. (7) Kilisede olan rahiplere haber
verdi:
- Bu gece Zentamariye bağıra bağıra öldü, (8) dedi. Kâfirler ferya
figan eylediler. Frengistan beyleri (9) işittiler. Hızır ölmüş diye mumlar,
meşaleler yakıp kiliseye (l0) geldiler, yaslar tutular, matemler kıldılar. Gündüz
olunca dört yüz altmış <n> ruhban bir yere gelip kilisenin içindeki hücrelerden
dışarı çıktılar. Nestur’un (l2) ölüsünü, Hızır’ın ölüsüdür diye getirdiler, ipeğe
sarıp o kilisenin (l3) bir köşesine defnettiler. Bir mermer tabutla oraya koydular.
Üstüne (14) kırmızı bir türbe yaptılar.
Rivayet edenler şöyle anlatır: O kilise (15) içinde yatan Havariyyun
kavminden bir kişidir, Hızır idi derler. Nestur’u [T1131] (1) da kilisenin bir
yerine Hızır diye defnettiler. Server bir hücreye girdi: <2)
-Benim üzerime gelmeyin. Zentamariye’nin ruhu için yedi gün yas
tutacağım, dedi. (3) Server o odada oturdu. Biraz kendine gelip kendisini <4>
kâfirlere bildirmek istedi. Yedi gün geçti dışarı çıktı. (5) Kâfirlerin ne yaptığını
merak ediyordu. Gördü ki kâfirler, Hızır’dır diye Nestur’un mezarına yüz (6)
sürüp ağlaşırlar:
-Eyvah! Hızır’ın ölümü burada imiş, derlerdi. Server <7)kâfirlere sövmeye
başladı. Kâfirler onu gördüler; Nestur hastalıktan deli olmuş, <8) diye tutup
hücrenin içine koydular. Tabipler geldi şerbetler getirdiler, (9) içirdiler. Server
deliliğe vurup:
-Yalan söylüyorsunuz. O Hızır değildi <l0) Nestur’dur, derdi. Kâfirler
gülüşürlerdi:
-Nestur kendisidir, diridir. Bu deli oldu, (ll) derlerdi. Birkaç gün böyle
yaptı. Bir gün aklı başına gelir gibi oldu: (12)
-Ey kavim! Haberiniz yoktur, benim aklım gitmiş. Bana Mesih geldi,
haberler getirdi. Size (13) o haberleri anlatayım. Gidip Felyon’a ve beylere haber
verin, sîzlere sözüm var, dedi. (l4) Gidip Felyon’a haber verdiler:
-Nestur’un aklı başına geldi. Gelin, (15) Mesih ona sözler söylemiş,
sabahleyin hazır olun, dediler. Server o [T l 132] (1) gece yatarken bir rüya
gördü. Rüyasında bir şahıs gelip: (2)
-Ya Server! Sabret, Nestur’un sırrını açığa verme. Buradan çok mal
toplanacak, <3) sonra gazilere nasip olacak, dedi. Server uykudan uyandı, <4)
kalktı, ibadet eyledi.
Sabah oldu, Server hemen yerinden <5) kalkıp dışarı geldi, sandala çıkıp
nasihate başladı. Kâfirler toplandı. (6) Frenk beyleri de geldi. Felyon gelip
oturdu. Server:(7>
-Ey kavim! Mesih bu gece benim rüyama geldi: (8)
“Bu Türklerin her biri bir Saltık’tır. Bunlara sizlerden kimse (9) cevap
veremez. Bunlar çoğalıp galip gelecekler. Bir Türke (10) on kâfir olsa yine galip
gelemez. Sizlere nasihatim budur ki Türk (ll) bir uyur ejderhadır. Sizler onların
üzerine varmayın. İyi değildir. Asla yılanın (12) kuyruğuna basmayın. Türkten
kaçın, onlara görünmeyin. Zira en (13) sonunda sizin kiminizi öldürürler ve
kiminizi de esir ederler. İlinizi elinizden (14) alıp hükmederler. Sizi haraca kesip
kullanırlar. Kıyamete kadar (l5) hüküm onlarındır.”, dedi.
Kâfirler bu sözleri işitince feryat edip ağlaştılar. [T l 133] (l) Server
sandaldan inip hücresine gitti. Server birkaç gün durdu. Deniz kenarında bir
şehir vardı, Baykaş (3) derlerdi oraya gitti. Yolda giderken bir kiliseye uğradı,
orada konakladı. Birkaç (4) ruhban vardı. Onların birisi Seyyid’i görünce tanıdı,
içeri girip (5) yoldaşlarına:
-Bu gelen Nestur değildir, Saltık’ın kendisidir, (6) dedi. Ruhbanlar
Seyyid’e yukarıdan taşa tuttular. Seyyid kılıcını çıkardı, (7) ileri gelip kilisenin
kapısını kırdı, içeri girdi. O ruhbanları (8) tepeledi. Kendi yanında sekiz rahip
vardı, hizmet etmeye gelmişlerdi. (9) Onları da ileri çağırdı, kendini bildirdi.
Rahipler feryat ettiler, ( 0) cenk yapmaya başladılar. Server onları da tepeledi.
Kilisede bir kâğıt yazıp (ll) kapısına asıp bıraktı. Kâğıtta dedi ki:
-Ben Saltık’ım. Hızır kılığında (l2) geldim, Nestur’u öldürdüm. Bu
papazları da öldürdüm. Niyetim sizsiniz. ( ' Gafil olmayın, kim olduğumu
bilirsiniz, dedi. Oradan ıssız bir dağ eteğine (l4) yürüdü.
Sabah oldu, halk o kilisedeki durumu gördü. (15) Kâğıdı buldular, alıp
Felyon’un huzuruna getirdiler. Kâğıda bakınca [T l 134] hepsinin itikadı
bozuldu. Kalkıp kiliseye geldiler, (2) Nestur üzerinde dururlar. Felyon beylere:
-Beyler! Bu söz yalan değildir. (3) Açın, Nestur’u görelim, gerçekten
Zentamariye midir, Nestur mudur? (4) İblis, şeytanları gönderirdi gelip
Nestur’un mermer tabutundan(5) dışarıya seslenip:
-Ey kavim! Ben, Nestur değilim, Zentamariye’yim. Saltık (6> benim
düşmanımdır. Benim dostum Nestur’u kilisede tepeledi. İnanmazsanız (7) gidin,
Nestur’un başı orada kesik yatıyor. Gidip görün. Saltık’ın muradı budur, benim
ölüme (8> kastı vardır. Hızır’ı sizin içinizden alacak, kendi iline götürecek.
Korkmayın! Şimdi (9) kocamıştır, kuvveti yoktur, size karşı duramaz. Üzerine
gidin, belki de yakalarsınız. (10) Kâfirler işittiler, her biri başını açıp mutlu oldu:
-Gerçekten bu Hızır’dır, (ll) diye hazırlık yaptılar. Olayın olduğu kiliseye
geldiler. Kesik bir baş buldular, (1 > Nestur’a benzettiler. O başı Felyon’a
getirdiler. Felyon buyurdu, Nestur diye onu (13) defnettiler:
-Acaba o cazu nerede, diye her tarafa dağıldılar. (14) Server bir ağaç
dibinde ibadet ederdi. Üzerine kâfirler geldi. (l5) Server atma binip karşılamaya
vardı. Kâfirler cenge başladılar. [T 1135](1) Server, birkaç kâfiri yere vurdu. Bir
nicesi de kaçarak Felyon’un üzerine yetişti. Bağırdılar: (2)
-İmdat! Bize yetişin! O Türk bizimle cenk etti, burada imiş. Kâfirler
yürüdüler, Server’i (3) ortaya aldılar. Server eline silahını aldı, onlardan yüz
çevirmedi. Onlar da cenk ettiler. (4) Cenk arasında Server’in önüne Felyon
çıkageldi:
-Bırakmayın! Beyler! Bu Türkü belki (5) tutarsınız, dedi. Server:
-Ya Felyon! Sen önceki Felyon gibi gizli din (6) tutmaz mısın yoksa, dedi.
Felyon:
-Evet! Ben geçen Felyonlar gibi gizli din tutarım. Sen geldin (7) bu fesadı
çıkardın. Hızır’ı inkâr edip onun dostu Nestur’u öldürdün, dedi. (8) Server:
-Saçma sapan konuşma. Hızır diridir, kardeşi İlyas da diridir. Onun biri
(9) karada, biri denizdedir. Hızır ile İlyas Allahu teala emriyle diridir, zira ab-ı
(10) hayat içmişlerdir, kıyamete kadar ölmezler. Çevrede duran kâfir beyleri: (ll)
-Ya melik! Bunu niçin konuşturuyorsun? Aman verme, hemen öldür,
dediler ve hücum ettiler. <l2) Server mızrak ile çok kâfir öldürdü. Kâfirler
üstünden dağılıp (l3) kaçtı. Yanma gelemezlerdi, uzaktan bakarlardı. Server
eline yay (I4) ve ok alıp fırlattı. Ok, Felyon’un (15) atının başına vurdu. At
belinledi, Felyon’u [T l 136] (1) yere vurdu, beyni burnundan geldi. Küffar
gördü, Felyon’un ölüsünü <2) alıp kaçtılar, Arumay’a gittiler. Küffar askerleri
hezimete uğradılar. Server’i (3) bırakıp dağıldılar. Server oradan döndü,
Cinevis’e gitti. <4) Bu tarafta Felyon’u görmediler, kaleye girdiler, Saltık gelir
diye beklediler. Gördüler ki gelmedi, <5) sürüp geri kiliseye geldiler:
-Ya Hızır! Bize yardım et! Bu Türkün elinden bizi kurtar, diye (6)
ağlaştılar.
Bu tarafta Server, Cinevis’e [T l 137] (1) yaklaştı. Şehrin girişinde büyük
bir kilise yaptırıyorlardı. Haberciler (2) gelip:
-Felyon Çapnik Frenk öldü, dediler, şehri donattılar, şenlikler yaptılar.
Server (3) Saltık’ın işleri ve heybeti içlerine düşerdi, korkarlardı. Server, (4)
gördü ki kendinden küffar korkar. Orada kendini tanıtmadı.
-Ecel yitişirse küffar içinde belirsiz kalırım, dedi. (7) En iyisi hemen İslam
toprağma çıkmaktır, dedi. Orada bir bezirgân gemisine bindi (8) Venedik’e
gitti. Bir süre sonra Venedik şehrine geldiler, kenara çıktılar, (9) iskeleye demir
attılar. Server girip şehir içinde gezdi. İlyas (10) Rumî ansızın önüne çıkageldi.
Birbirini tamdılar, görüştüler, hâl ve hatır soruştular. (11) Server:
-Niçin geldin, diye sordu. İlyas dua edip:
-Sizi arıyordum. (12) Serverler korkunç bir rüya gördüler, beni
gönderdiler. Bazı Müslümanları Frenk’te (13> bırakmıştınız, sürüp geldiler,
Rum’a döküldüler. Sebep nedir onu da öğreneyim, (I4> dedim. Server, İlyas’a
aferinler edip:
-Ya İlyas! Sen üzülme. Hak teala müminlere (15) kötü iş yapmaz. Bunda
bir hikmet vardır, dedi. Oradan gemiye bindiler, [T l 138] (l) Rumeli’ye gelmek
üzere yola çıktılar. Bir süre sonra gelip kenara çıktılar. (2) Oradan atlara binip
Tuna Baba’ya yöneldiler. Gaziler işitip Server’i karşılamaya (3> geldi. Çok
sevindiler, alıp şehre getirdiler. Server camiye gelip Müslümanlara vaaz ve
nasihatler eyledi. Halkı gazaya yönlendirdi. Kendisi sakin oturmuştu. <5) O
sırada Abruşak kavmi asi oldu, Seyyid’e haraç vermeyip barışı bozdular. (6)
Server, müridi Abdal Murad’ı gönderdi:
-Git, Bursa’yı sana verdim, (7) dedi gönderdi. Abdal Murad Bursa’yı
kuşattı. Ömrünü orada <8) tamam etti. Çok gazalar etti, küffarı yendi. Ona
haraç verdiler, barış yaptılar, orada kaldı.
Bu taraftan Felyon Frenk’ten elçi geldi. (l0) Alıp Server’in huzuruna
getirdiler. (11) Felyon ve Frengistan beyleri korkmuşlar. Seyyid gelip bize sıkıntı
verir (12) diye göndermişler. Server, elçiye:
-Ey gafil! Ezantamariye’ye (I3) gelen ben idim. Niyetim, Nestur’u
öldürmek idi, helak eyledim. Sizin (l4) Hızır diye itikat ettiğiniz Nestur’dur,
dedi. Elçi, Frenk’e varınca bu haberi söyledi. (l5) Kâfirler inanmadılar daha da
itikat ettiler. Bu zamana kadar kaldı. Server, elçiye: [T l 1 3 9 ](l)
-Frengistan Müslüman olana kadar sizi bırakmayacağım. (2) Ömrüm
yeterse elimden canınızı kurtaramayacaksınız. Eğer ben ölürsem (3) Muhammed
ümmetinden askerler gelir, her biri birer Saltık olur, size öyle işler edeler <4) ki
beni unutursunuz. Zira Hak teala habibine böyle demiştir. Senin ümmetin (5)
galip olacak, şarktan garba kadar her yeri tutacaklar, hükmedecekler, diye
söylemiştir. Put ehli onların elinde esir <6) olacak, dedi. Elçi:
-Ya Server! Bu Nasranî kavminin hepsi, esir olmaya da (7) kırılmaya da
ve türlü türlü belaya da razıdır. Kendi dinlerini terk edip size dönmezler. (8)
Türkten ne gelirse karşısında durmuşlardır, dedi. Server:
-Her <9) duruma razılardır. Müslümanlar onlara ne yaptı ki Müslümanları
tutup şehirden (l0) sürdünüz. Aramızda sonsuza kadar barış anlaşması vardı,
dedi. Elçi:
-Ya Server! Kendileri (ll) yaptı. Beyimiz, fitne olmasın diye onları
Müslümanların içine gönderdi. Şerif: ( 2)
-Buna razıyım. Fakat Müslümanları zorla sürmeyin, dedi. Sonra elçiyi
gönderdi. (13) Gelen malı halka paylaştırdı. Şerif, bir süre otururdu. Bir gün kötü
bir (14) rüya gördü. Ahmed’i, İsmail’i ve İshak’ı yanma davet etti, geldiler: (15)
-Bu yıl benim yanımdan gitmeyin. Hayırlı olmayan alametler görüyorum,
dedi. Bu beyler o yıl [T l 140] orada kaldılar. Bir gün bir Cehud kâfiri, Rus
diyarında, <2) Leh iline yakın bir şehirden sürüp geldi. Şerife dek ulaştı. Sultan
(3) Saltık, kurumuş bir tut ağacına arkasını dayamış oturuyordu. Bu Yahudi
oraya geldi. (4) Cehud şehrinde işittiler ki:
-Şerif e bir ses gelmiş. Bundan sonra keramet (5) gösterirse hemen
ölürmüş, dediler. Cehud’u suret değiştirip gönderdiler. (6) Geldi Ş erifi ziyaret
edip:
-Ya Server! Eğer bu ağaç yeşerirse ve yemiş verirse (7) ben sana iman
getirim, dedi. Şerif:
-Bundan sonra velayet göstermek kişiyi ölüme götürü, (8) dedi. Cehud:
-Beceremiyorsun. Acizsin, onun için böyle diyorsun, dedi. Server gazaba
(9) gelip mübarek eli ile ağacı bir kez okşadı. Ağaç hemen yeşerdi, yemiş verdi.
(10) Parmağı ile ağacın dibine vurdu, bir su çıkıp aktı. Hemen o anda Şerifin (,l)
bedenine hastalık düştü, benzi soldu. Dönüp:
-Ben dünyadan (l2) ahirete gidiyorum. Size vasiyetim olsun; eğer kâfirler
size zahmet verirse, Tatar (l3) iline gidin, dedi. Orada mübarek yüreği yandı.
Ukbe karşısında durmuş, hizmet (14) ederdi. Şerif döndü, o Yahudi’ye:
-Hadi şimdi iman getir, dedi. Cehud (15) razı olmadı. Şerif öfkelendi.
Hüsrev yerinden kalkıp Cehud’u öldürdü. [T l 141] (1) Malını ve rızkını aldılar.
Şerif oradan üzgün bir şekilde makamına geldi ibadet etmekle meşgul (2) oldu.
İsmail’in kızından bir oğlu doğdu, adını Ahmed koydular. Server bir gün kötü,
(3) bir gün iyi olurdu. Ne sağ ne hasta idi. Velayetle çıkmış suyun (4) kenarına
geldi oturdu. Canı su istedi. Ukbe, maşrapa ile su verdi, (5) içine elmas zehiri
kattı. Server zehirli sudan içti, maşrapayı yere bıraktı. (6) O su ateş alevi gibi
ışık verdi. Şerife ölüm alametlerini söylemişlerdi: (7)
-Sana su, ateş gibi görününce ölüm vaktin yakındır, demişlerdi. Şerif
suyu öyle (8) görünce dönüp maşrapadaki elması gördü, yerinden kalkıp
Ukbe’yi tuttu:<9)
-Bre lain! Bu ettiğin nedir, dedi. Ukbe:
-Babam ve dedemin intikamı için yaptım, deyip maşrapayı(10) aldı, kendi
de içti düşüp can verdi.
Rivayet edenler anlatır: Ukbe (ll) helak oldu. Bir kâfir vardı, fedai idi.
Gördü ki Şerif (l2) böyle oldu. Kâfir kalkıp Seyyid’i hançerle vurdu. Ukbe (13)
lain onun kız kardeşini almıştı. Bu kâfir pusuya bin kâfir saklamıştı. Pusudan
çıktılar, (l4) ansızın Seyyid’in üstüne saldırdılar, cenk ettiler. Seyyid’i
yaraladılar. (15) Gaziler, kâfirleri kırdılar. Cenk içinde rast geldi, Seyyid’e
[T l 142] (1) karşılık vermeye çalışıyordu. Seyyid Şerif, o kâfiri orada öldürdü,(2)
kendi de düştü, aklı gitti.
Müslümanlar Seyyid’in bu hâlini işitti, koşarak (3) geldiler. Durumu
görüp feryat ve figan ettiler. Şerifi aldılar. Kanı akardı, evine getirdiler, (4)
yatırdılar. Şerif, gazileri topladı, onlara hâlini söyledi:
-Ben giderim! Siz beni (5) yıkayıp kefenleyin. Alıp mumumun yanına
götürün. Çevredeki beyler sizden benim ölümü isterler. (6) Birer tabut
hazırlayın. Bir gece dursun, adamlarına verin. Ben o tabutlarda görüneyim. (7)
Benim tabutumu her yere koyun. Sizler de koydukları zaman <8) görürsünüz,
dedi. Onlarla helalleşti, hayır ve şer her neyse dedi ve devam etti:
-Kafirlerin (9) karşısında öldüm diye ağlamayın. Müslümanlara zahmet
vermesinler. Bir süre sonra oğlum (10) Umur ve Osman gelir, bu Rum mülkünü
alırlar, zapt edip İslam ile dolmasına sebep olurlar, (11) dedi ve devam etti:
-Gayret edin, Edirne’yi elinizden çıkarmayın. Bu makamı iyi bekleyin.
Burası gazilerin (l2) ocağıdır, dedi. Ahmed’i vasi edindi, İsmail’i nazır etti.
Şerif in oğulları (13) ağlaştılar; Şerif:
-Ağlamayın. Sizler (14) dünyada baki kalmayacaksınız. Ahiret bakidir. İyi
amel edin, dünyada tövbeyi çok edip namazı kılın, oruç tutun iyi işler yapın,
dedi. Vasiyetini <l5) bitirdi, dünyadan ahiret sarayına göç etti.
-“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ün”* Gaziler [T l 1 4 3 ](l) Şerif i yıkadılar,
kefenleyip tabuta koydular. Tabut yerinden kalkıp kimse el (2> vurmadan gitti.
Musallaya dek havada gitti, bütün halk onu gördü. Müslümanlar namazını (3)
kıldılar, tabutu geri getirdiler. (4) Meliki İbrahim:
-Ben Şerifi buraya koyacağım, dedi. Beyler razı olup Baba’da
defnettiler. Bazıları şöyle anlatır: (5) İbrahim öyle deyince Ahmed, İsmail ve
İshak:
-Biz vasiyet tutarız. Bize, beni (6) on iki yere götürecekler, dedi. Her bir
tabutta görünürüm. Ama koyduğunuz tabutla (7) beni Eski Baba’ya götürün,
dedi. Aralarında kavga başladı. O sırada tabuttan bir kere (8) nara sesi geldi:
-Sizi helak ederim. Benim vasiyetime hilaf etmeyin, dedi. Hepsi kalkıp (9)
zaviyeden dışarı kaçtılar. Şerifin sinesi görülürdü. Server’in büyük (I0) oğlu
Muhammed, ileri gelip tabutu açtı. Beyler de ileri geldiler, baktılar, gördüler.
<n) Şerif gülerdi, dudakları kıpırdardı. Herkes ruhuna dua etti. Ahmed hemen
kalkıp (12) tabuta kol çaktı. İsmail, İshak ve oğlu Muhammed birlikte alıp
gittiler, Yılan Baba’ya <l3) geldiler. Orada olan Müslümanlar namazını kıldılar.
Sonra Edirne’ye getirdiler. Edime (14) kalesinde olan üç bin Müslüman toplanıp
namazını kıldılar. Oradan Eski (,5) Baba’ya getirdiler. Orada da namazım
kıldılar, getirdiler, o kilisenin altında defnettiler. [T l 144] (1) Mumunu üstünde

Kur’an, Bakara suresi, 156. ayet: “Biz Allah ’ın kullarıyız ve biz yine O ’na döneceğiz."
yaktılar. Bazılar şöyle anlatır: Ahmed, Edime hisarındaki ulu (2) kilisede
defnetti. Fakat doğrusu şudur: Mumun yandığı yerde gömüp(3) sakladılar.
İsmail ve İshak, Baha’ya geldi. Ahmed, Edirne’de (4) kaldı. Rivayettir:
Dünyada doksan dokuz yıl ömür sürdü. Sonra atirete göçtü, <5> gitti. Ondan
sonra İstanbul’da İste fan işitti:
-Türkün (6) bize hilesidir, bizi deniyor. Biz çıkıp fesat edelim, geri dirilip
<7) bahane etsin, bizi kırsın, dedi. Yasak etti, kimse dışarı çıkmasın, dedi.
(8) Bu tarafta Tatar Hanı ve o yedi bey, Seyyid’in vefatını duydular.
yere (9) gelip Şerifin ölüsünü istediler. Bir tabut düzerlerdi, onun (10) içine
pembe bir kefen koyarlardı. Bir gece zaviyede dururdu. Ertesi gün açarlardı,(11)
Şerifi onun içinde yatar görürlerdi. Gelen beye verirlerdi. Önce Tatar hanına
bir ta b u t(l2) verdiler. Han namazını kıldı, alıp gitti. Deşt’te bir yerde defneti. (13)
Şerif orayı zaviye edinmişti, ziyaretgâh edindiler. Sonra Şerifin ölüsünü (14)
Eflak meliki talep etti. Bir tabut da ona verdiler. Açınca Şerifi içinde (15) gördü,
alıp gitti. Bir de Boğdan’a verdiler, bir de Rus’a verdiler, bir de Üngürus
[T1145] (1) meliki Kaydafan’a verdiler. Bir daha talep ettiler, onu Leh, Çeh,
Çesar bu üç ilin ortasına (2) gömdüler. Bu üç vilayet halkı onu ziyaretgâh
edindi.
Bazıları şöyle anlatır: Leh’de gömdüler, (3) bir tabut da Çeh’e
gönderdiler. Onlar da orada gömdüler. Ama Üngürus, (4) Şerifi ashabın olduğu
ulu kilisede defnetti. Ondan sonra Bosin meliki (5) geldi, ona da bir tabut
gösterdiler. O yiğit ağladı, vardı tabutu Tuna Baba’da (6) gömdüler, üstüne
hayrat yaptırdı. Bir tabut da Müslüman olan Beravati meliki idi, aldı. İshak
birlikte (8) gitti. Getirdiler, Yılan Baba’da olan zaviyede gömdüler. Daha sonra
Bosin meliki (9) geldi ona da bir tabut gösterdiler, Ş erifi içinde yatar gördü:
-Seyyid, buraya gömülmeyi vasiyyet (10) etti dedi. Bazıları da vasiyet
eyledi doğrudur, dedi. Bosin meliki türbe yapıp vakıf hâline getirdi. Mamur
edip zaviye yaptı. <12) Her bir melik, Seyyid’in ölüsünü ben aldım diye
sevinirlerdi. <13) On bir yerde kabir oldu. Beyler:
-Bu Server on iki yerde olurum dedi idi, (14) acaba daha kim isteyecek,
dedi. Bu tarafta Aydın oğlu Gazi Umur deniz (15) kenarında gazalar ederdi işitti
ki Şerif Saltık ölmüş. [T l 146] (1) Yasını tuttu. Bu tarafta Kamata meliki Said
işitti ki Şerif (2) öldü, ölüsünü kâfir beyleri isterler. Hemen elçi salıp Şerifin (3)
ölüsünü talep eyledi. Ona da bir tabut verdiler, alıp getirdiler. Frengistan (4)
Felyon’u haber gönderdi:
-Melik Said kerem eyle. Memleketinin kenarı falan kiliseyi(5) Şerif cami
yapmıştır, oraya defnet, biz de denizden gelir, kolayca ziyaret ederiz, (6) dedi.
Sultanı dediği yere defnettiler. On iki yerde defnedildi. (7)
Şimdi evliyanın kerametini gör. Öldükten sonra kâfirler, Müslümanları
incitmesin diye on iki yerde (8) göründü. Ama asıl kendinin (9) mumunun
yandığı yerdedir. Alp Osman Gazi Şerifin vefat ettiğini (10) işitti kırk gün
karalar giydi, yas tamam olunca tekrar gazaya başladı. Bu tarafta kâfirler üç yıl
(ll) sakin durdular Şerif gelir diye korkarlardı:
-O ölmez, hile yapıyor, bizi (l2) kırar, dediler.
Üç yıl tamam oldu, Şerifin oğulları Kırım’a gittiler. Han’ın (13) yanında
gaza ederlerdi. Muhammed, gazi oldu. Üç yılın (I4) sonunda İstefan lain,
şehirden dışarı çıktı, kâfirler asker topladılar, <l5) İsmail’in üzerine yürüdüler.
İsmail oradan kaçıp İshak’ın huzuruna [T1147] (1) geldi. İstefan gelip zaviyeye
kondu, dokuz ruhbanı esir etti. (2) O mumu söndürmek istedi. Şerifin orada
olan eşyalarına kast ettiler. (3) Mumdan bir alev çıktı, kâfirleri kapkara yaktı,
helak eyledi. İstefan (4) bu heybeti görünce rahipleri azat etti. Onların ulusu
Şemun idi, (5) diğerlerinin imamı idi. İstefan bunları serbest bıraktı, buyurdu,
zaviyeden dışarda (6) olan evleri ve kaleyi yaktılar. Oradan göçüp Edime
Kalesi’ne geldiler, (7) kondular. İstefan, Ahmed’in oğlunu huzuruna getirdi:
-Gidip babanı davet (8) et, tekrar bizim dinimize dönsün, dedi. Oğlu,
Ahmed’in burç dibine gelip:
-Baba (9) ne dersin, İstefan sana şöyle der: Şerif öldü, kimden korkarsın?
(l0) Ahmed burçtan aşağı, ona:
-Sen de imana gelsen iyi idi. Bilin ki bu Edirne’nin (11) toprağı şehitlerin
kanı ile yoğrulmuştur. Biz de şehit olmayınca şehri sizin almanıza izin
vermeyiz, dedi. (l2) O yiğit döndü, İstefan’a haber verdi. İstefan emretti, (l3)
ordu kaleye yürüdü. Ahmed, bin gazi ile dışarı çıkıp, İstefan’a kılıç vurdu. <14)
İki reis var idi, biri İshak ve biri İbrahim. Birlikte cenk ettiler. Çok kâfir
kırdılar, (l5) geri gelip kaleye girdiler, on dokuz gün cenk ettiler, çaresini
bulamadılar. İstefan [T1148] (1) lain göçüp Yılan Baba’ya indi. Bu tarafta
gaziler toplanıp beklediler.
<2) Geldik bu yana. Server’in oğlu Muhammed Gazi gayret edip
Müslümanlara baş (3) oldu. Tekür oradan göçüp tekrar İstanbul’a geldi,
gazilerden korktu,(4) kalesine girip bekledi, fırsat gözetti.
Bu tarafta (5) Server’in şehit olup dünyadan gittiğini bütün âlem halkı
öğrendi, matem tuttular. (6) Pehlivanlığı İlyas Rumî’ye verdiler. Şöyle anlatılar:
İlyas Rumî, Server’in yerine (7) oturdu. Ona uydular. Küffar ittifak edip
toplanmaya, (8) sonra da Rum’a yürümeye karar verdiler. İlyas hemen bir
mektup yazdı, Osman Gazi’ye ve Umur Bey’e gönderdi: (9)
-Sizler sağ olun, Baba, dünyadan ahiret sarayına nakletti. Sizleri yerine
veli (10) saymıştır. Şimdi biriniz beri Rum’a geliniz, Müslümanlara arka olun.
(U) Yoksa burada Müslümanlar duramazlar, hepsi dağılıp giderler, mülk harap
olur, (l2) dedi. Mektup onlara ulaşınca Osman haber gönderdi:
-Tanrı kuvvet(13) verip, emrederse geliriz, hazır olun, dedi. Gazi Umur:
-İşte (l4) geldik, korkmayın, asker topluyorum, dedi. Bu tarafta olan
serverler üzülüp dururlardı. <15) Bir an önce gelseler, derdi. Her yana göz kulak
oldular.
ON A LTIN CI BÖLÜM

[T l 1 4 9 ](1) BÜYÜK GAZA, İLYAS’IN K ÜFFARI H EZİM ETE


UĞRATM ASI VE ŞEH İT OLM ASI

Rivayet edenler şöyle anlatır:(2) Seyyid dünyadan gidince küffar toplandı.


Rus meliki, Leh, Çeh ve Nimac kâfirleri( ’ bir yere gelip:
-Bu Seyyid Saltık öldü, bunca zaman geçti, geri dirilmedi. (4) Biliriz,
Circis Beyi, nice kere öldü, yine dirildi. Onun hikâyesini biz kiliselerimizde <5)
yazdık. Ruhbanlarımız rüyalarında gördüler. Demiş ki:
-Ben Türk dininden vazgeçtim, sizin <6) dininize girdim. Zira o dünyada
bana hışım ettiler. Niçin İsa ümmetini kırdın, incittin (7) diye zulüm etmek
isterler. Mesih Nebi, Tanrı’dan dilek diledi sizin ulularınızdan (8) biri hâline
geldi. Ben sizden oldum, demiş, Kira Civan rahibin kendisi görmüştür.
O, (9) Türklerden vazgeçti, artık gelmez, İsa’nın huzurunda kaldı, ahir
zamanda İsa (10) gökten indiği vakit onunla birlikte gelip bizden helâllik
dileyecek. İsa, ümmetinin asilerine <n) yardım edip cennete koyacak, dediler O
yalancı papazların sözüyle her tarafta (1 *toplanmaya başladılar.
Baba’nın şehri yakınlarında denize dil gibi bir kara parçası uzardı.
Kâfirler gemiyle (l3) nice kere Baba şehrine hücum edip, Seyyid’in
korkusundan kaçmışlardı. (14) Biraz kâfir gemiyle geldi, şehri vurmak istediler.
Gaziler üşüşüp onları kırdılar, kaçırdılar. <l5) Küffar hezimete uğradı.
Müslümanlar şad olup fetihle kaldı.
O zamanda [T l 150] (1) Server İlyas Rumî, Tuna Baba’ya gitmişti,
gazilerle dururdu. Baba şehrinde (2) biraz gazi yiğit belirmişti. Baba’nın beyinin
oğluydu, adına Ayas Baba derlerdi. (3) Server İlyas Rumî ona başkomutanlık
verdi. Müslümanlara baş asker oldu. (4) Müslümanların önde gelen beyleri ona
uydular, vakitlerini beklediler. Bu tarafta (5) küffar yürüyüp, Eflak meliki
üzerine geldi. Boğdan ve Hırvat kâfirlerini <6) yanlarına alıp yürüdüler, Tuna
Baba’ya geldiler. Su kenarında kondular, çadırlar ve otağlar ( ’ kurdular. Çok
sayıda kâfir askeri orada toplandı. İlyas’a adam gönderdiler: (8>
-Gelin, Rum mülkünden çıkıp, öte yakaya gidin. Yoksa kılıç ile
göçersiniz. Saltık <9) geri gelecek değildir, ondan ümidinizi kesin. Yedi kez onu
öldürdüler, geri dirildi. (10) Şimdi onun dirilmesi mümkün değil, dediler. Server-
i Rum:
-Gerçekten (ll) Saltık öldü, geri dirilmez, dünyada ölüm birdir, iki değü.
Bu mülkü Tanrı saklar. (l2) Sahık’ı sebep eyledi. Bir kulunu da Saltık’ın yerine
sebep eder. Sizler ne edebiliyorsanız (l3) edin. Siz sulhu bozdunuz. Hani ona
verdiğiniz söz? Ona (14) ve onun kavmine düşman olmayacaktınız. Sizler barışı
bizden önce bozdunuz, (l5) Hakk’ın emri ne ise yapacağımız malum ola. Eğer
dünya dolu kâfir olsa bile biz gazadan yüz döndürmeyiz, [T1151] (l) dedi.
Elçiyi geri gönderdi. Kâfirler (2) bu cevabı işitince hücum edip suyu geçtiler,
beri tarafa kondular. Orada yaşayan <3) Sünniler dağlara çıktılar, sarp yerlerde
beklediler.
Rivayet edenler şöyle anlatır: Orada (4) bir kâfir beyi vardı, adına Şisban
derlerdi. Seyyid ile dostluk ederdi, <5) gördü ki Müslümanların üzerine bu
kâfirler geldi, hemen kalkıp beylerini yanına getirdi: (6)
-Kişiler! Sizlere diyorum. Bilmiş olun ki komşu hakkı, Tanrı hakkıdır,
derler. Bizim (7) üstümüze bir düşman gelse, onlar bize yardım ederlerdi. (8) Bu
Türkler, çok güçlü halktır. Cihanı yaratan, İsa kavmine bela olmak için bunları
kendi hışmından yaratmıştır. (9) Gelin bunlarla bir olalım, onlar yabancı halktır,
huylarını ve hâllerini (10) bilmeyiz. Bunca zamandan beri bize dostluk ederler.
Şimdi sıkıntılı (11) zamanlarında düşmanlık etmenin sebebi yoktur, ne dersiniz,
dedi. O kavim bu sözleri doğru görüp (12) Müslümanlara yardıma geldiler, birlik
oldular.
Bu tarafta Leh ve Çeh kâfirleri(13) davullar vurup saflar bağladılar. Haç
işaretli sancakları kaldırdılar, (14) yürüdüler. Gaziler de durup saf bağladılar.
Yedi bin yedi (l5) yüz yetmiş yedi gazi idi. Kalkıp kâfirin karşısına durdular.
Kâfirlerin [T l 152] (1) azından ve çoğundan korkmadılar, cenge yürüdüler.
Müslümanlar gördüler ki kâfirler meydanı (2) tutmadılar, hep birlikte yürüdüler.
Müslümanlar, bir top olup kâfirin üzerine at (3) teptiler. Öyle bir cenk oldu ki
zeminin toprağı at ayağından toz oldu, gökyüzüne (4) çıktı. Er narası gökyüzüne
ulaştı. Gaziler yüz döndürmeyip üç gün, (5) üç gece savaştılar. Dördüncü gün
küffar asayiş davulu (6) vurdu, döndüler.
Bu tarafta gaziler de dönüp çadırlarına indiler, <7) yaralarım bağladılar,
ölenlerini defnettiler. Tekrar vakitlerine hazır durdular. Bu sırada <8) Üngürus
kralı Kaydafan çıkageldi. Küffar askerleri ve beyleri bir araya toplanıp (9) ona:
-Ne durursun? Saltık öldü, Türklerin üzerine her taraftan kâfirler yürüdü.
(10) Sen niçin tepinmezsin? Yoksa korkar mı oldun? Yani Türk mü oldun? Seni
öldürürüz. (1I) Eğer öyle isen, doğru söyle bilelim, dediler. Kaydafan(12) başının
korkusundan askerlerini alıp, geldi. Kendisi gizli din tutardı: (13)
-Ben Saltık ile sözlüyüm. Ben onlara kılıç çekmem, diye kılıcını
mühürledi: (14)
-Siz cenk edin, andım yerine gelsin, deyip askerlerin ardında durdu. (15)
Kâfirler at üzerine çıktılar, meydan açıp saflar bağlayıp beklediler. [T1153] (l)
Bu tarafta gaziler de saf tutup karşılarında durdular. İki taraf da meydana
bakmaya başladı. <2) Bir süre sonra Ayas Rumî, atım meydana sürdü, gösteri(3)
yapıp er diledi. Küffardan o gün, onun karşısına kim çıktıysa helak <4) oldu. Bir
kolu kuvvetli, saadetli gazi idi. Hiç kimse meydanına (5) girmedi. Birkaç kez er
talep etti, sonunda gördü ki kimse gelmez. Atını sürüp üzengiye bastı, (6)
kâfirlerin üzerine at tepti. Sağ ve sola vurdu, nice kâfir eri toprakla bir edip <7)
geri döndü, meydan ortasına geldi, durdu. Üngürus kralı <8) Kaydafan’a:
-Bre kâfir! Gördünüz mü Saltık gitti, kimsesi kalmadı, derdiniz. (9) Ayaş’ı
görün, nice pehlivandır. Bir ordu ile yalnız savaştı. Bunların içinde (10) nice
bunun gibileri vardır. îyi yapmadınız bilmiş olun, uyur yılanın kuyruğuna (ll)
bastınız. Ilyas Rumî de benim gibi erdir, gafil olmayın, dedi. (12) Kâfirler onu
işittiler:
-Bir avuç Türkten ne korkarsın, Saltık her iş i(13) sihr ile yapardı. O gitti,
bunları bir yana etmek kolaydır, deyip <l4) hep birden Müslümanlara saldırdılar.
İki ordu birbirine karıştı. (15) Çok şiddetli bir savaş oldu. İki gün iki gece cenk
ettiler, ayrılmadılar. At ve adam [T 1 1 5 4 ](1) ayak altmda yatıyordu. Üçüncü gün
savaşa ara vermeyi işaret eden davul dövdüler. (2) Dönüp kondular. O gece
İlyas, Ayaş’ı yanına davet edip:
-Server! (3) Bilmiş ol, bize bundan sonra burada yer kalmadı. Bize
şehadetten başka meslek yoktur. (4) Canı gönülden başımızı ortaya koyup bu
kâfirlerle bir cenk daha edelim ki âlemlere dastan (5) olsun, dedi. Ayas:
-Server, kendimi ölü bilirim. Hak yoluna başumu koyup <6) dururum. Hak
teala ne buyurursa o olsun, dedi. Server, Ayaş’a kaftan (7) giydirip beline kemer
bağladı. Seher vakti kalktılar, (8) at üzerine çıkıp cenge başladılar. Bu kere
kâfirler bölük bölük (9) gazilerin üzerine yürüdüler. Çok şiddetli savaş oldu, yüz
çevirmediler. Dört gün, dört (l0) gece cenk ettiler. İlyas gördü ki kâfirler sıkı
durdular. İlyas (ll) sancağı sallayıp atım saldı, Müslüman ve kâfir birbirine
karılıp cenk (12) ettiler. Tanrı’mn emri ile Server İlyas, Nimac (l3) kâfirlerinin
ortasına düştü. Yalnız kaldı. Server’i ok yağmuruna tuttular. (14) Bunca yıldır
zırhsız cenkler etmiş idi. Bir şey olmamıştı. O gün <15) üç kat zırhtan ok geçti,
yetmiş üç yerden yaraladılar. Server gördü ki [T l 155] (l) su taştı, baştan aştı,
dirlik suyunda elini yıkayıp kendini ordunun kalbine vurdu. (2) Sancak dibine
yetişti, Nimac melikine öyle bir kılıç vurdu ki onu <3) sinesine dek iki parçaya
böldü. Server atın başım geri döndürdü, (4) askerlerin dışına çıktı. Bir dağa
varıp atından düştü, orada canını Hakk’a teslim (5) etti. Bu tarafta kâfirler
Nimac oğlunun ölüsünü alıp savaş meydanından çıktılar, bir (6) yerde
beklediler. Gaziler, İlyas’ın şehit olup gittiğini bilemediler.
(7) Askerler kalktı, cenk ettiler, Hak teala rast getirdi, gaziler topla
Kaydafan-ı Asfari üzerine yürüdüler. Kaydafan onu görünce atın başını
çevirdi Ayaş’ın önünden kaçtı. Onun askerleri (10) durmayıp yüz çevirdiler,
kaçtılar. Küffar askeri bölündü, darmadağın (ll) olup kaçtılar. Gaziler hep
birlikte tekbir getirdiler, kâfirlere tekrar saldırdılar. (l2) Kâfirler, çadır ve
otağlarını; hazine ve eşyalarım saçıp kaçtılar. Öyle bir hezimete uğradılar ki (13)
anlatılamaz.
Kâfirler yenilip Tuna’ya düştüler. Kimisi suda boğuldu, kimi gemilere
<14) bindi öte geçip kaçtı. Gaziler zengin oldular. Bu tarafta Nimac kâfirleri (15)
beylerinin leşini yani ölüsünü alıp gittiler. Gaziler cenkten döndüler. [T l 156]
(1)İlyas Rumî gelmedi:
-Ne oldu ki, deyip ölülerin arasında aradılar, bulamadılar, (2) çok
kaygılandılar. O gece Ayas Baba rüyasında gördü ki İlyas <3) Rumî bir dağ
eteğinde yatıyor:
-Ben şehit oldum. Beni buraya defnedin, dedi. Gittiler, (4) orayı aradılar,
orada cesedini buldular. Zırhıyla birlikte defnettiler. Zira vasiyeti(5) şöyle idi:
-Beni elbiselerimle defnedin. Vasiyetine (6) uydular. Mezarını yaptılar.
Şimdi o dağda yatan İlyas Gazi’dir. Ruhu şad (7) olsun. Din yolunda canını ve
başını terk eyledi. (8) Daha sonra gaziler, İlyas için gaza elbisesini giydiler,
matem tuttular. Ruhu için taamlar <9) pişirdiler, sadakalar verdiler.
Ayaş’ı, İlyas’ın yerine geçirip baş ettiler. Ayas, gaza (l0) seccadesinde
oturdu. Bu ordunun yenildiğini tekür İstanbul’da <U) duydu, Ayaş’tan korkup
ağladı. Server Ayas, oradan kalkıp <l2> Edirne Kalesi’ne geldi. Ahmed, İsmail
ve diğer gaziler karşılamaya geldiler, (l3) gaziyi şehre getirdiler.
Edime beyi Ahmed’in oğlu Ayine şehrinin meliki, (l4) Ayaş’ı karşılamaya
geldi, barış yaptılar. Artık (l5) cenk etmemeye karar verdiler. Kendi kız
kardeşinin kızı Bali Giray’ı orada nikâh [T1157] (l)edipAyas’a verdiler.
Rivayet edenler şöyle anlatır: Ayas yedi yıl gazilere serverlik (2) yaptı.
Ayas öldüğünde hatunu Çin’de idi. Göçüp Ayine şehrine geldi. (3) Ahmed’in
oğluna vardı, başka ere varmadı. O zaman gebe idi, bir oğlan (4) doğurdu.
Ahmed Gazi onu işitti, adam gönderdi. Hatunun Arap bir kulu vardı, <5) Ayine
şehrinin beyine onu gönderdi. Ahmed Gazi, o Arap’a:
-B u (6) doğan oğlan kimdendir? İyi öğren, Ayaş’tan mıdır, dedi. Arap:
-Evet, Ayaş’tandır. Arap <7) dilince söyledi. Adım Minyas koydular. Yani
Ayaş’tandır demek (8) olur. Sonra Ahmed Gazi öldü. Kaleyi, kâfirler
Müslümanlardan alınca o (9) oğlan kâfir içinde kaldı, büyüdü; kâfire karıştı. Al-i
Osman’dan gaziler (10) gelip Edirne’yi fethedince Minyas, kâfir ordusunun
başkomutanı olmuştu. (ll) Orada tuttular, Murad Han Gazi’ye getirdiler. Han:
-Ya Minyas! Müslüman oğlusun, (l2) niçin kâfir oldun, dedi. Bu söz
üzerine Müslüman oldu. Bazıları şöyle anlatır: Rüya (13) gördü, gelip iman
getirdi, Müslüman oldu.
Edirne’de Saru Şeyh kabrinin kenarındaki sütunların (l4) arasında kabri
vardır, orada yatar. Müslüman olunca çok gazalar yaptı, velayete (15) dahi erişti,
derler. Ruhu şad olsun. Biz yine onun babası Ayas Gazi’nin hikâyesine
[T l 1 5 8 ](1) gelelim.
Rivayet edenler anlatır: O ulu gazadan sonra Ayas, üç yıl sağ kaldı.
Seyyid’in (l) vefatının yedinci yılında idi. O kadar gaza yaptı ki İstanbul tekürü
ondan korkardı: (3)
-Bu da bir Saltık’tır, derdi. Zira dinin kılıcı bu gazinin t4) elinde idi.
Bazen gelir, İlyas’m burcunda oturur, etrafta gazalar yapardı. <5) Heybetinden
küffar sinmişti. Gaziler tekrar toplanıp ulu gazalar yaptılar.
Rivayet edenler (6) şöyle anlatır: Şam meliki Nureddin-i Şehit’ten
Server’e armağanlar geldi. Gazalarını kutlamıştı. Hediyelerin gelmesine
sebep şu idi: (8) O zamanda Mısır tahtında Sultan <9) Kalun padişah idi. Şam’ın
meliki Nureddin, onun kulu olup Türkmen aslından (10) idi. Şam diyarına
hükmederdi. Dürüst ve adil bir kişi idi. Saltanat ve içinde fakirleri seçip
gömlek (l2) yerine aba giyerdi. Üstüne fakir elbiseleri giyip divan toplardı. (l3)
Mısır’da sultan olan Kalun melik de akıllı ve kamil er idi. Nureddin’i (l4) hoş
görürdü. Mısır’da Çerkeslerin hâkim olmasına sebeb şu idi. Hıtay’dan <15)
Cingis Han göç etti. Cingis, Hıtay [T l 159] (1) padişahı olup kâfir idi. Bir gece
rüyasında buna söylediler:
-Yürü, şark ve garbı al. (2) İskender gibi cihana hükmeyle. Dünyadan
Türkleri kaldır. Bunların hepsi senin düşmanındır. (3) Cingis’in halkı
kalabalıktı. Fesat ehli idi. Yürüdüler, (4) Çin’e geldiler. Çin ve Hoten’i aldılar.
Oradan Türkmen vilayetine, Harezm (5) ve Horasan’a indiler, o illeri de aldılar,
halkını kırdılar. Her diyara harabe bıraktılar, (6) kan döktüler, fesat eylediler.
Oradan kalkıp Abbasiye halifesinin üzerine Bağdat’a indi, (7) üzerine yürüdü.
Acem halkı azgın olmuştu. Tanrı onlara hışım verdi. (8) Cingis halifeyi gafil
yakalayıp helak eyledi. Oğlu Şam’a kaçtı. Cingis, Bağdat’ı ve (9) Babil’i vurdu,
harap etti. Basra halkı şehirlerini terk edip çöle kaçtılar. Oradan Şam <l0)
üzerine yürüdü. Şam’a gelen Mustansır halife, Mısır meliki Tahir’in babasının
kulu (11) olup Çerkeş asıllı idi. Mısır kavmi geldi, Şam üzerinde tekrar toplanıp
geldiler, (12) Halep’te cenk ettiler. Halifeye ok rast geldi, şehit oldu. Askerler
darmadağın olup <13) kaçtılar. Melik Tahir, Mısır’a kaçtı.
Bu tarafta Cingis, Şam’ı iyilik ile <l4) aldı, geri döndü, orada helak oldu.
Oğlu Ögetay, yerine geçti. İnip Rum’u <l5) yağmaladı. Rum kâfirleri buna
saldırdı. Denizin öte geçesine kovdular. [T l 160] (l) Ögetay, Yunan’a gelince
helak oldu. Oğlu Hülagu, onun yerine padişah olup (2) Acem’e geldi, oturdu.
Bunlar kâfir idi, güneşe taparlardı. Altının üzerine ant içerlerdi, <3) din, diyanet
ve kitap nedir bilmezlerdi. Hesaplarını ağaca kerterlerdi, bön Tatarlardı.
(4) Şam, Cingis neslinden Kazan’a verildi. Hülagu lain onu yere vurd
helak etti. Şam Kazan, bundan dolayı derler. Cingis, Şam’a saldırdığında (6)
doğmuştu. Padişah oldu, bir gece rüyasında gördü:
-Ya Muhammed Kazan! (7) Benim ümmetimin üzerinden Hak teala azabı
giderdi. Sen gel, benim dinime g ir,(8) Müslüman ol. Şam-ı Muhammed-i Kazan
uyandı, halkını topladı, Müslüman oldu. (9) Tebriz Kalesi’ni İskender yapmıştır.
Cingis onu yıkmıştı. <l0) Kaleden okla vurup oğlunu öldürdüler. Sonra kaleyi
yıktırdı, kara yer (ll) ettirdi. Şam-ı Muhammed-i Kazan, gidip orayı tekrar
mamur etti, şehir (12) hâline getirdi, orada oturdu. Cingis kavmi hep Müslüman
oldu. Tekrar kuvvetlendiler.
(13> Geldik bu yana: Mısır meliki Tahir, Cingis’ten kaçtı, Mısır’a gidip
saltanata (l4) oturdu. Kendinin kulu ve malı çoktu. Padişah oldu. Halifenin (l }
oğluna şehir içinde iki saray yaptırdı. Arasına yol döşetti, şeyhlik verdi.
[T1161]
Cingis, ile <6) cenk yaparken Sultan Tahir’in erliği gitmişti Oğlu ve kızı
olmazdı. Hatun <7) ile anlaştı, Çerkeş aslından iki kul aldı. Üçer yaşından (8)
itibaren büyütüp beslediler. Yiğit oldular, birinin adına Vaşta, birinin adına da
Varta (9) demişti. Sultan Tahir dünyadan gitti, öldü. Yerini Vaşta’ya (l0) bıraktı.
Beyler onu tahta çıkardılar. Varta, Şam’a kaçtı, (ll) ona tâbi olmadı.
Beyler, sen vezir ol, diye yanına geldiler, kabul etmedi. (l2)Vaşta, Şam’da asker
topladı. Mısır ile Şam arasında iki <l3) tepe vardır. Mısır tarafında olan tepede
Vaşta, Şam tarafında olana (I4) Varta durdu. Yedi saat cenk ettiler. Varta yenilip
esir (15) oldu. Onu öldürmek istediler. Vaşta, izin vermedi:
-İki kardeş [T l 162] (1) gibi büyüdük, buna kıyaman, dedi. Gözüne mil
çektiler, İskenderiyye’de (2) hapse attılar. Ölünceye kadar orada kaldı. Kim
sultana asi olsa (3) böyle yaparlardı, âdet kaldı. Saltanat Çerkeslere o zamandan
<4) kaldı. Derlerdi ki:
-Bizden önce Yusuf Peygamber, (5) Mısır’a sultan oldu. Yusuf, Aziz’in
kulu idi. Biz de (6) Yusuf gibi oluruz, deyip yollarını ona dayandırırlardı.
Rivayettir: (7) Sultan Tahir veli idi. Bir gün halk:
-Mısır’a Çerkeslerin sultan olmasını <8) âdet koydun, bunların sonu nasıl
olacak? Tahir, ilimde mahir idi. (9) İmam Ali’nin sırrına vakıftı. Velayete
kadem basmıştı, (10) derler. O:
-Bunların harabı, gün batısından gelecek bir melikin elinden olacak. (ll)
Onun isminin ilk adı, sin; son harfi, mim olacak. İsmi dört harfden oluşacak.
Gelip bunları (l2) perişan edecek, hepsini kıracak. Bunların helakına üç nesne
sebep olacak. Biri gurur, b iri(l3) erkekler arasındaki cinsî sapıklık ve biri zulüm
olacak, dedi. Onlar:
-Daha sonra ne olacak, dediler. O:
-Batıdan (14) gelen sultan, Mısır’a hükmedecek. Zaptında zorluk çekecek.
Sonunda bırakacak, (15) bedeviden bir kişiye verecek. O, hükmeyleyecek.
[T l 163] (1) Bu Mısır’a o bedevi hükmedecek, onun elinde kalacak. O Bedevi,
Abbasi olacak.
(2) Melik Tahir’den sonra Vaşta geldi. Saltanat Mısır’da Çerkeş’e k
Sultan Kalun, zamanı (5> geldi. Gayet adil Melik idi. Gitti; Mekke’yi,
Medine’y i Halilurrahman’ı <6) ve Kudüs’ü bayındır hâle getirdi. Abdülaziz
zamandan beri kimse onarmamıştı. <7) Şam beyliğini Nureddin-i Şehid’e verdi.
O da geldi Dımışk’da Emeviye Camisi’ni (8) onardı. Tımarhane ve cami inşa
ettirdi. Şam’daki (9) Deniz Camisi’ni onun yaptırdığını söylerler. Nureddin, adil
idi. Bir süre sonra (l0) velayeti belirdi. Sultan, Şam’ı ona mülk verdi, ölünceye
kadar kimse (ll) elinden almasın, dedi.
O diyarın önderleri, ona tâbi oldular. (12) Nureddin kırk yıl Şam meliki
oldu, kimse ondan zerre kadar incinmedi. (13) Dinin kuralları ve adaletin dışında
bir iş yapmadı. Ulemayı ve günahsızları cam gönülden severdi, (14) hediyeler
lütfederdi.
Rivayet ederler ki Seyyid Saltık dünyadan (15) kesin olarak gittiğini
kâfirler öğrenince Frengistan beyleri bir yere toplanıp: [T1164](l)
-Bir çare ve tedbir bulup Türklere galip olalım. Rahibin biri ayağa kalkıp:
(2)

-Beyler! Nitekim Muhammed’in ölüsü Türklerin içindedir. Sizler


Türklere galip gelemezsiniz. Ben bir fikir düşündüm, ne dersiniz, dedi. Kâfir
beyleri:
-N asıl(4) bir tedbir buldun, bize söyle, dediler. Rahip:
-Birkaç kişi kıyafet değiştirsin. (5) Gidelim, Muhammed’in ölüsünü
kabrinden gizlice alıp buraya getirelim. (6) Muhammed’in nuru bizim ilimize
vurur. Bütün memleketlerin halkı bize muhtaç olur. İlimiz şen ve mamur <7)
duruma gelir. Türkler, Beytü’l-mukaddes’i bize ensemize sille vurarak nasıl
ziyaret ettiriyorsa, (8) biz de bu Türklerin enselerine sille vurup peygamberlerini
ziyaret ettiririz, dedi. (9) Melikler işittiler, bu görüşü beğendiler. Pap yerinden
kalkıp:
-Aman! (10) Bu iş fesattır. Türkleri öfkelendirirsiniz. Bizim
peygamberimiz nerede ise ( biz de oraya gideriz, diye hep birlikte üstümüze
gelirler. Gayret ederler. (l2) Ölümden korkmaz bir taifedir. İlimizi elimizden
alıp hep bizi (l3) kırarlar, ben bunu istemem, dedi. Diğer beyler:
-Gidip (l4) getirsinler. Eğer Türkler gelirlerse hendek kazarız, dediler.
Pap:
-O, (l5) peygamberdir, eliniz yetişmez, belaya kalırsınız, dedi. Kâfirler
onun [T 1 1 6 5 ](1) sözüne aldırmadılar. Cinevus lain:
-Bir kimse ölmüştür, ondan bize ne zarar gelir? (2) Pap:
-Sen korkarsın, ben ondan korkmam, dedi. Rahibe, kırk Frenk yoldaş
verdiler. (3> Arap dilini bilirlerdi. Mağrip sofileri kılığına girdiler. Cübbe, sarık
ve ve hırkaya (4) girdiler, Hac adına Medine şehrine yöneldiler. Gelip Mekke’ye
çıktılar. Hac (5) ve Umre ettiler. Geri gelip Medine şehrinin dışında,
Nahlistan’da bir (6) zaviye yaptırdılar. Gündüz ibadette görünürlerdi. Daha
sonra Resul’ün Mescidi’ne gelip sohbet (7) ederlerdi. Rahip, şeyh kılığına
girmişti. Bir gözü kör idi. Medine halkı onlara (8) muhabbet eyledi. Üç yıl
Medine şehrinde kaldılar.
Gece olunca yer altında lağım (9) kazarlardı. Resul’ün kastına yer altından
giderlerdi. Mescidin altına ulaştılar. (10) Resul’e kırk adım yer yaklaştılar.
Bunların hâlinden kimse haberdar değil idi. Çünkü ırak (ll) yerden
başlamışlardı. Türbeye yaklaştılar. Cuma gecesiydi, (12) bunlar dışarıda idi.
Şehir halkı kale içindeydi, kapılar ise bağlıydı. Pervasızca (l3) çalışırlardı.
Bunlar kazmaya devam ettiler. Şam’da Nureddin, o (l4)gece namazı kılıp yattı.
Hazret-i Resul’ü rüyasında gördü:
-Ya Nureddin! (15) Hemen kalk. Kapının önünde bir deve var, bin,
şehrime yetiş, kâfirler benim naaşıma [T l 166] (I) kastedip kabrime yaklaştılar.
Benim naaşımı yetmiş melek bekler, ellerinde ateşten direkler tutarlar. (2) Onları
helak edeceklerdi, ben izin vermedim. Benim mucizelerim zahir olacak.
Ümmetim benim kadrimi (3) ve kuvvetimi bilecekler. Tanrı’nın yardımıyla
izzetim nasıldır, anlasınlar. Şimdi kalk, bana yetiş, dedi.
(4) Resulullah, Nureddin’i uyandırdı. Nureddin, Resul’e salavat (5) geti
hâzinesinden on bin dinar alıp yalnız başına gece <6) saray kapısına çıktı.
Deveciği çökmüş bekler gördü. Hayran oldu, Hak tealanın (7) hikmetini ve
Resul’ün mucizelerini yâd edip tekbir getirdi. Yalnız başına deveciğe <8) binip
yola çıktılar. Şam’dan çıktığı vakit gece yarısı henüz geçmişti. (9) Seher
vaktinde Medine’nin önüne ulaştı. O deve, esen y e l(l0) gibi giderdi.
Şehre yetiştiğinde Medine’nin kale kapısı kilitli (ll) idi. Seslendi. Nöbetçi
sesi işitip burçtan baktı. Baktı ki Nureddin’dir. (l2) Hemen inip kapıyı açtı.
Rivayet edenle şöyle anlatır: Medine şehrinin kalesini Sultan Tahir (l3)
yaptı. Resul zamanında topraktan bağ hendeği gibi idi. Kitaplarda (l4)
malumdur. Hendek Gazası’nda sahabeyle Hazret-i Resul kazmıştı. Zira
küffarın (l5) sayısı çok idi. Sonunda mucize ile onları yendiler. Kaçıp
gitmişlerdi. [T l 1 6 7 ](1) Sultan Tahir, Hacca geldiğinde taştan kale yaptırdı.
Nureddin gördü ki (2) kapı açıldı. Devesiyle içeri girip Resul’ün
haremine vardı, devesinden indi, içeri (3) ravzaya girip selam verdi. Ravzadan
ses geldi, selamını aldı. Medine (4) halkı işitip geldi, ziyaret ettiler:
-Sultanım böyle yalnız gelmene sebep nedir, dediler. (5) Nureddin onlara
durumu tek tek anlattı. Halk ile sabah namazını kıldı, (6) mescitte oturdu.
Yanında getirdiği altını fukaraya dağıttı:
-O (7) dışarıya yerleşen kırk sofi gelsin, bu maldan sadaka alsınlar, dedi.
Onlara haber (8) verildi. Geldiler. Server onları görünce, Hazret-i ResuPün
verdiği (9) nişanları buldu:
-Saddak ya Resulullah, deyip buyurdu; kırkını birden (10) tuttular. Medine
şerifine:
-Cellat gelsin, bunlara işkence etsin. (ll) Resullullah hazretinin vücud-ı
şerifine kasteden bunlardır, dedi. Cellatlar (l2) geldi, bunlara işkence etti. Bunlar
itiraf ettler. Nureddin, halk ile birlikte onların zaviyelerine (l3) geldi. Lağımı
buldular. Gördüler ki Hazret-i Resul’ün kabrine ulaşmaya kırk adım yer kalmış.
<14) Şaşırdılar. Nureddin emretti o melunların otuzunu, rahip de dâhil, <15)
tepelediler. Lağımı doldurup belirsiz ettiler. Onların on tanesi Müslüman oldu.
[T1168] (1) Nureddin, Resul’ün ravzasının hizmetine vakıflar kurdu, Medine
şehrinde bıraktı. (2) Halk, Nureddin’in veli olduğunu anladı. Canı gönülden
sevdiler. Nureddin:<3)
-Bu şehirde Rafızılerden kim varsa gitsin. Eğer bulursam hepsini
tepelerim, dedi. Onlar (4) da toplanıp dışarı geldiler. Nureddin, Sünniler ile
dışarı gelip (5) o kavmi kılıçtan geçirdi:
-Medine kavmi! Ben bu işi kendi fikrimle (6) yapmadım. Resulullah
buyurdu, yaptım. Sizlere malum olsun ki bu kavmin katli Sünnilere (7) vaciptir.
Tövbe ederlerse kurtulurlar, geri şehre girdiler. (8) Nureddin daha sonra Ravza-i
Mutahhara’nın çevresine kırk metre derinliğinde ve eninde <9) hendek kazdırdı;
içine kurşun, bakır ve tunç döktürüp doldurdu, <l0) üstünü örttü. O gece
Nureddin, Resulullah’ı (1I) rüyasında gördü:
-Ya Nureddin! Gel bu kâğıdı al, (12> deyip eline bir mektup sundu. Yeşil,
nuranî bir hatla yazılı idi. Nureddin (l3) uyandı, o kâğıdı elinde tutar gördü.
Açıp okudu. Yazılmış k i:(l4)
-Ey Nureddin! Bu mektubu Rum’a gönder. Orada olan ümmetim gayret
etsin. Gaza (l5> ve cihat ile meşgul olsunlar. Tanrı onlara pak bir nesilden
melikler verecek. [T l 169] (l) İbrahim Halil aslından olacak. O diyara
hükmedecekler. Rum diyarı onların eliyle İslam’a (2) gelecek, dinim orada
kuvvetlenecek. Ümmetim, kâfirlerin yerlerini alıp bana vakfedecek. Benim (3)
vakfımdır, tekrar bana vakfetsinler. Kiliseleri yıksınlar, yerlerine büyük
mescitler ve imaretler (4) yapsınlar. Tanrı onlara rahmet eyleyecek, benim
dinimin yoluna gayret ve <5) ihsanlar etsinler. Hak yanında zay olmaya:
“kavluhu ta0âlâ innallâh lâ y u d ı0 u ecrl6)a ’l-muhsinjn” .
-Ya Nureddin! Benim ümmetimden Rum’da olan gazilere ve oğlum (7)
Saltık seccadesinde oturan Ayaş’a bu mektubu gönder ki bilsinler, Hak teala
Rum’da (8) olan ümmete kuvvet ve nusret vermiştir. Bütün halk üzerine
r __ /Q \
galiplerdir: ‘%avluhu ta0âla E lif lam mim ğulibetü ’r-rüm ” ayetiyle ve
“Yevme jzin y efera fu ’l-müâminün ” *** kavliyle onlara müjde (l0) olsun. Hak
teala şark ve garbı, bu dört köşeyi onlara nasip etmiştir. Benim dinim kılıcını
(ll) ellerinden bırakmasınlar. Dinin kurallarının dışına çıkmasınlar. Âlimlerime
bağlı kalıp beş <l2) vakit namazı kılsınlar. İtikatlarını temiz eyleyip dursunlar.
(l3) Benim mucizelerimi görsünler. Ayas, benim makbulümdür. Gitsin, (l4)
Çinos meliki laini helak etsin. Bu fedai kâfirleri benim üzerime o göndermiştir.
(l5) Benim gazilerimin ocağı olan Edirne’yi [T1170] (1) daima beklesinler.
Berhurdar olsunlar. Küffara o mübarek yerden galip gelip nusret (2) ve zafer
bulacaklar. Gazilerime vasiyet olsun. Orayı mekân edip <3) daima orada durup
gazaya gitsinler. Oradan sancak kaldırıp niyet etsinler. İşleri,(4) hayır olacak, ne
tutarlarsa kolay gelecek, dedi. Sözü burada tamam etmişti. (5) Nureddin, o
mektubu Rum’a gönderdi.

Kur’an, Tevbe suresi, 120. ayet: “Çünkü Allah, i? yapanların emeğini zayi etmez".
Kur’an, Rum suresi, 1-2. ayetler: “ Ramlar, (İranlılara) mağlup oldu”.
Kur’an, Rum suresi, 4. ayet: “O gün müminler de sevinecektir”.
Ayas onu gördü, <6) gazilere gösterdi. Gaziler, Edirne’de toplandılar.
Rivayettir: Edime diye ondan söylediler. Zira Resulullah mektubunda Edime
diye yazılmıştı. (8) Hazret-i Peygamber, hayatında Arap dilinden başka (9) dil
söylemedi, sonra da başka dil söylemedi. Arap dilinde, güzel havalı yerlere ve
( dvz yere Edime derler. Bazıları akar suların yanına Edime der.
Enbiyaların sultanı kâğıdında (11) böyle yâd edince, Müslümanlar da şehri
o isimle yâd ettiler. Seyyid (l2) Saltık da rüyasında Hazret-i Resul’ü görünce,
ona bu şehri (13) Edime diye söylemişti. Bildiler ki bu mübarek yerin adı, Arap
dilince Edirne’dir. <l4> Ondan sonra Edime demez oldular, ta bu zamana dek
Edime dediler.
Ayas (15) mektubu okudu, hemen kalktı, kıyafetini değiştirip Frengistan’a
gitmek üzere [T l 171] (1) yola çıktı. Cinevis iline vardı. Bir gece gizlice o lainin
sarayına girdi. (2) Yatarken başını kesti, çıkıp Rum’a gitti. (3) Geldi, o başı,
Edirne’nin yüksek burcunda astı.
Bütün dünya halkı bu durumu işitti. Frengistan <4) beylerinin içine korku
düştü, çok korktular. Rivayettir: (5) O kırk kişiyi Medine şehrine gönderen
Cinevis lain idi. Kâfirler, Resulullah’m (6) mucizelerini işittiler, ümmetinin
kuvvetini gördüler. Korkup <7) haraç gönderdiler, barış yaptılar. Server Ayas,
Edirne’de bir zaviye yaptırdı. Kale (8) içinde Ak Cami’ye yakın idi. Seyyid
Saltık Zaviyesi’nin mescit tarafında idi. (9) Bir zaviye daha vardı. Hoca
Abdülaziz yapmıştı. O da camiye yakındır. (l0) Sonra harap oldular. Her birini
bir aziz gelip tekrar yaptı, mamur eyledi. Şimdi (11) yine zaviyedirler. Ayaş’ın
zaviye bina itmesine sebep şu idi: Hazret-i Resul’ü (I2) rüyasında görmüştü:
-Ya Resulullah! Bir hayır yapmak istiyorum. Hangi hayır <l3) ziyade
sevaplıdır. Ne yapayım, dedi. Hazret-i Peygamber:
-Karşılığı Hak yanında ziyade olacak üç hayır vardır. <14) Cebrail’den
sordum, o da anlattı: “Ben bu * üç hayrın sevabı ne kadardır, bilmem. Aç
doyurmak, susuza su içirmek ve hela [T1172] (l) yaptırmak.” Server bu söz
üzerine bir zaviye yaptı, yemek çıkardı, imaret <2) kıldı. Ulema ve fukara günde
iki kez orada yemek yerdi. Şehir içine bir çeşme inşa (3) etti. Şimdi ona Kuru
Çeşme derler. Ayaş’tan sonra harap oldu. Hoca (4) Firuz tekrar mamur kıldı.
Rivayettir: O çeşme, Seyyid zamanında akardı, Seyyid yaptırmıştı. (5)
Seyyid’den sonra harap oldu. Tekrar Ayas yaptı. Şehrin dış yanında, su
kanalının (6) dibinde, halk ve gelen gemiciler kazasını görsün diye on tane hela
yaptırdı. Zira o vakit <7) denizden Edirne’ye gemiler gelirdi. Su az olduğu
zaman, suyun olduğu yere kadar (8) yürürdü. Mısır şehri gibi. Nitekim Nil
Denizi’nde kayıklar yürürdü. Bu da Rum’un Mısır’ı (9) idi. Şenlik ve mamurluk
o vakit fazla idi. Bağdat ve Basra gibi şenlik idi. (I0) Rivayet edenler anlatır:
Bağdat şehri zamanında öyle büyük bir şehir idi ki on iki bin (11) mahallesi
vardı. Her mahallede on iki bin ev vardı. Basra şehri yedi bin mahalle idi, (12>
her mahallede yedi bin ev bulunuyordu.
Abbas, Bağdat’ta halife idi, adil davranırdı. <13) Onlardan sonra Cingis
nesli hükmeyledi, zulüm yaptılar. (,4) Vergiler saldılar. Onların vergisinden âciz
olan Basra halkı dağıldı. Onlarun bir şeyhi vardı, kerametle (15) varıp şikâyet
etti, dinlemediler. Halk şehri terk edip bir tepeye çıktı, [T l 173] (1) oradan
dağıldılar.
Melik halkın dağıldığını işitince yaptığı işlere ve zulme pişman olup (2) o
şeyhe haber gönderdi:
-Sizlere bundan sonra adil davranacağım. Gelip yerinize t3) oturun, dedi.
Şeyh, melikin adamına:
-Gidip o zalim ve merhametsiz melike söyle, <4) bize onun Kitfu
gerekmez. Önce gerek idi. Şimdi harap Basra’yı ne yapalım, dedi. (5) Halk
gidince şehir ıssız kaldı, şehre ateş düştü, harap olup gitti. Şeyh (6) incindiği için
o sözü söylemişti. Basra halkı şehre gelir, kışlar; yaz (7) aylarında geri giderdi.
Çöl içinde yaşarlardı. Şehir tenha kalırdı. Âdet o (8) idi, kaldı. Biz geri
Nureddin-i Şehid hikâyesine gelelim.
Medine şehrinden (9) mektubu önce Rum’a gönderdi, kendisi oradan
kalkıp Kâbe’ye gitti. Hac vakti(10) idi. Hac etti, oradan dönüp geri Şam’a gitti.
Bu tarafta (1I) Şam’da Nureddin’in kulları sabah kalktılar, meliklerini
bulamadılar. Ne olduğunu (12) bilemediler. Nayibi kalkıp durumu sultana
bildirdi. Melikler merak ettiler.
Nureddin (13) haciblerle gelip Mısır’a çıktı. Gidip Sultan ile buluştu.
Mekke armağanını (l4) sultana verdi. Sultan hoş gördü, kaftanlar giydirip geri
Şam’a gönderdi. (15) Halk karşılamaya çıktı.
Kendisi deve üzerinde oturdu. Ehlullah, karşılamaya [T1174] (I) geldi.
Gördüler ki Nureddin arkasına altınlı elbise giymiş. Gelip sarayına indi, (2)
oturdu. O saat divan kurdu, halka ziyafet verdi. Veliler: (3)
-Bu k«i altınlı elbise giyer, yerinden velidir, dediler. Nakildir: Şeyh
Abdülkadir ( * Geylani de altın üzengili ata binerdi. Kulları altınlı elbiseler
giyerdi,(5) yine de velayet sahibi idiler. Tanrı verince küçük bir amel ile velayet
gitmez. (6) Ebu Hanife:
-Kişinin velayeti üç nesneden gider: (7) Erkekler arasındaki cinsel
sapıklık, zulüm ve hıyanet. Bazıları haksız yere kan dökmeyi de eklerler.
Nureddin, (8) ehlullahtan bu sözleri duydu. Bunları d avet<9) edip:
-Ya Serverler! Sırtınıza ne giyersiniz, diye sordu. Onlar:
-Gömlek giyeriz, dedi. (l0) Kendisi soyundu, gördüler ki gömlek yerine
aba giyiniş. Nefis yiyecekler getirip yedirdi. ( u Kendisi bir hurmayla nefsin def
eder. Ondan sonra Nureddin, (12) Şam şehrinde çok sayıda hayrat yaptırdı.
Server, Şam’dan çıkıp taşra illleri teftiş (13) eder’adalete çok önem verirdi. Kırk
yıl Şam’a melik oldu. Ondan kimse incinmezdi, (14) ona dualar ederlerdi. Bir
ara Frenk’ten bir düşman belirdi. Gemilerle geldiler, Şam’a (15) çıktılar.
Niyetleri Kudüs’ü yakıp; taşını toprağını alıp Frengistan’a [T 1175](1) gitmekti.
Orada bir kilise yapıp ziyaretgâh edineler.
Nureddin, Şam askeriyle karşılarına (2) çıktı, cenk ettiler. Kâfirleri
kırdılar. Ama cenk içinde Nureddin (3>yaralandı, sonra şehit oldu. Vefat ettikten
sonra üç gün kara durmadı, (4> aktı. Ölüsünü getirip defnettiler. Dünyadan
şehadetle <5) gitti. Mısır sultanı, Şam’a bir melik daha gönderdi.
Biz bu yana, İlyas Gazi’ye (6) geldik. İlyas-ı Rumî, Server’den sonra
Rum’u makam edinmişti. Her etrafa gazalar (7) ederdi. Server bir gün
Edirne’den dışarı çıktı. Yüksek bir tepe vardı, <8) onun üstüne çıkıp şehre baktı:
-Burası ne güzel yerdir, dedi. (9) Resulullah, bu şehri görünce buyurdu ki:
-Cennet bunun ya üstünde, ya altında (10) olmalı. Güzellikte benzersizdir.
Dünyada benzeri yoktur, dedi. Tanrı, Kur’an’da buyurur <U) ki: “lem yuhlak
mislühâ f i ’l b ilâ d ” * Bu şehir, letafette Şam’a benzer. (I2) Orada yattı, o gece
rüyasında (l3) Hazret-i Peygamber’i gördü. Ayaş’a:
-Ya Server; Biz can gözüyle bu Edirne’yi görüp dururuz. Cennet
toprağından bir parçadır. <14) Cennet bunun herhâlde üstündedir. T an rı(l5) buna
nazar edip Kur’an’da Rum demiştir. Rum’un aslı budur: “elif lâm mim [T l 176]
(l) ğulibetü’r-rümu f i ed n e ’l-a râ ” * dan kastedilen bu Edirne’dir. Burada
Müslümanlık nusret ve ferahlık (2) bulup daima kuvvetlene “yefrahu ’l-
müâminüne bi-nasri’llâ h “ ola.
(3) Bir zaman gelecek, benim ümmetim <4) bu diyara gelip toplana
Beni Asfar’la cenk edip helak eyleyecekler. <5) Hazret-i İsa, Mehdi’ye asker
olup küffarı katledecek. Hak teala bu yeri, Deccal (6) çıktığı zaman onun
şerrinden saklaya, ona göstermeye, gazilerin yüzü suyuna esirgeye. <7) Buranın
kavmi kuvvetlenecek. Burası, Darü’l-İslamdır. Fitneden uzaktır. Hatta Beni
Asfar ile <8) cenk edip yenecekler. Haraç verelim deyip barış yapacaklar. Sonra
fırsat bulunacak, tekrar kırılacaklar. Aman (9) vermeyecekler. Kâfirler: “Bizimle
barış yaptınız, bizi niçin kırıyorsunuz?”, diyecekler. Bunlar: “O <l0) barış
zorunluluktan olmuştur. Şimdi zorunluluk yoktur.”, diyecekler.
Tanrı’nın kudretiyle (ll) bu şehrin yanında iki cami yapılacak. Birinde
namaz kılan Hac sevabını bulacak, biri de Kudüs-i <12) mübarek değerinde
olacak. Kâbe’de ve Kudüs’te nafile namaz kılmaktansa, (13) gaza olan yerde
niyyet-i gaza deyip kılıç üzerinde yatıp uyumak daha sevaptır. Burası (l4)
gazilerimin ocağıdır. Mübarek yerdir, dinimin ezanını burada okurlar, yedi kat
" 5) gök melekleri onu işitip tekbir getirir. Benim sizlere vasiyetim budur:
Gazayı elden [T l 177] (1) bırakmayın. Zaruretiniz yokken kâfir ile barış
yapmayın. Size itaat edip haraç veren kâfirleri (2> asla incitmeyin. Gazadan

Kur’an, Fecr suresi, 8. ayet: “ O beldeler içinde benzeri yaratılmamıştı.”


Kur’an,Rum suresi, 1-3. ayetler: “En yakın yerde Rumlar, (İranlılara) mağlup oldu".
K.ur’an,Rum suresi, 4-5. ayetler: “ O giin müminler Allah’ın muzaffer kılmasıyla
sevinecekler.”
çıkardığınız esirlerinizi kâfirlere (3) satıp kullandırmak dinimizde yoktur.
Sizlere kıyamette sorarım, şefaatimden mahrum (4) olursunuz. Zira onlar
Müslüman olacağına tekrar kâfir olurlar. Çok günahtır. Hak yanında <5) bana asi
sayılır, bilmiş olun. Ya Server! senin bize gelmen yakındır. Yanındaki gazilere
(6) vasiyetimi bildir, dedi.
Hazret-i Resul geçip gitti. Server Ayas uyandı, (7) rüyasını gazilere bir bir
anlattı. Müslümanlar mutlu oldular. Fakat Ayaş’ın gitmesine (8) çok üzüldüler.
Server:
-Ben mutluyum. Buradan Hazret-i Resul’ün yanına gideceğim. (9) Niçin
üzüleyim. Ölüm, Hak dostlarına kolay olmuştur. Müminlerin ölümü, uykusuz
kişiye (l0) uykusu gelmiş gibidir. Ölümünden kâfir, münafık ve (ll) zalim
korksun. Onlara azap olacaktır. Kıyametin öncesi, ölümdür. (12) Meseldir: Her
kişiye kıyamet kendi ölümüdür. Öldüğü zaman kıyamet (l3) onun başına
kopmuş demektir. Hak’tan dilerim k i (14) şehitlerden olayım. Bana şehadet nasıl?
etsin. Bütün peygamberler ve evliya şehit (l5) olmuştur. Şehadet, ulu mertebedir.
Hak yanında müminlere nasip edilir, [T 1178](1) ruhu şad olur, dedi. Dua edip
Tanrı’ya yalvardı. Halk, amin (2) dedi. Duası kabul oldu, sonunda şehadet
şerbetini içti.
Server, Hak’tan şehadet<3) dileyip etrafta gazalar ederdi. Bir yerde şehit
olacağım diye ümit ederdi. <4) Her yerden fetih ve zaferle gelirdi. Daha vademiz
vardır, derdi, gelip Edirne’de otururdu. (5) Bazen gaziler burcuna çıkıp orada
otururdu. Bazen de gemilere binip (6) Tunca Suyu’na iner, Dimetoka’ya çıkardı,
seyrederdi. Orada çevreyi gözler, hava ve (7) suyunda safa sürerdi. Sonra
gelirdi, Edime etrafında av yapıp (8) gaziler burcunda beklerdi. Düşman nereden
<9) belirecek, deyip orada otururdu. O burcu İlyas’tan sonra kâfir almıştı. (10>
Ayas gelince gaziler burcunu (ll) fethetti. Dimetoka meliki ile çok cenk ve
husumetleri oldu.
Ayas oradan ayrılıp Baba şehrine indi. (l5) Boğdan kâfirleri düşman idi,
onlara akın yaptılar. Gaziler [T l 179] (l) zengin oldu. Tekrar Baba’ya geldiler,
şenlikler yaptılar. Seyyid’in kabri üzerinde kurbanlar kestiler ve sadakalar
verdiler. Küffar, Ayaş’ın admdan korkar olmuştu. (3> Gaziler orada toplandı.
Gaza ve akın yaparlardı. Küffarı esir ederlerdi.
ON YEDİNCİ BÖLÜM

(4) A YAS BEY’İN EFLAK MELİKİ İLE CENK ETMESİ

<5) Ayas Gazi kuvvetlenip âleme ad ve san salmıştı. Günlerden bir gün
Eflak meliki (6) beylerle otururken:
-Beyler! Dünya sarayına Saltık gibi er gelmez. Bu Ayas <7) yalnız kaldı.
Ahmed, Edirne’dedir, dışarı çıkmaz. Onu İstanbul te kürü (8) yenmiştir. Şurada
bir avuç Türk durup tepemizi döver. Siz tınmazsınız. Her (9) Türkü Saltık
sanırsınız. Hani gayretiniz, dedi. Beyler:
-Ya Melik! (10) Gördüğünüz bu kadar kâfir toplandı, ne yapabilirler? Biz
ne yapabiliriz, dediler. Melik: (ll)
-Onları yenen İlyas idi. O, ikinci Saltık oldu. Dün peyda oldu, <l2) öyle
işler yaptı ki burada korktuk. Hemen orduyu hazırlayın, gidip onunla (13) cenk
edeceğim, dedi. Hemen hazırlık yaptılar. Otuz bin er toplandı. (14) Ayas üzerine
yürüdüler.
Ayas işitti ki kâfirler geliyor. Gazilerle Tuna’yı (15) geçtiler, karşı tarafta
buluştular. Dört bin gazi, otuz bin [T l 180] (1) kâfir ile cenge girdi. At
ayağından çıkan toz, gökyüzüne (2) yükseldi. At ve adam tozdan belirsiz (3)
oldu, birbirini görmezlerdi, cenk ederlerdi. Üç gün göz açtırmayıp (4) gaziler
küffarla dövüştü. Bir ara Ayaş’ın atı sürçtü. Ayaş’ı kâfirler ortaya (5) alıp esir
ettiler, melikin yanına getirdiler. Melik, Server’in <6) idam edilmesi için emir
verdi. Bir darağacı kurdular, Ayaş’ı idam ettiler. Müslümanlar onu görünce (7)
kaçtı. Kâfirler, darağacını bırakıp gazileri kovalamaya gittiler. Ayas darda
yalnız dururken (8) urganın düğümü boynunun altına geldi. Ayas ölmemişti. Bu
sırada yüzü örtülü bir (9) server gelip Ayaş’ın ipini kesti. Ayaş’ı atm ardına alıp
yola revan (10) oldu. Bir dağa götürdü. Ayaş’ın aklı başına geldi, kendini
kurtulmuş (11) gördü. Bir kişi karşısında oturuyor idi:
-Sen kimsin, dedi. O şahıs:(12)
-Ya Server! Ben Saltık’ın kardeşi Menucher cinnîyim. Gelip gazilerle
birlikte gaza ederiz. (13) Seyyid hazretiyle anlaşmamız böyledir. Kâfirlere insan
gibi görünürüz, sıkıntı anında (14) yetişiriz. Kâfirler seni idam edince Hızır
Peygamber bana haber (15) verdi: “Ayas diridir, yetiş, Tanrı’nın emri ile onu
kurtar!” dedi. Geldim, seni darağacından [T l 181] (1) alıp buraya getirdim, dedi.
Ayas:
-Ya Menucher! Zaman zaman benim yanına gel, buluşalım, dedi. (2)
Menucher:
-Nasibin bu kadardır, deyip kayboldu, gitti. İlyas Rumî zamanında <3) bu
cinnî İlyas’a üç kez yardım etmişti. Ayaş’a da geldi. Rivayettir: Şimdiki
zamanda (4) da akıncılar ve gaziler o cirimleri görürler. Gelip kâfirlere heybetli
ve dev (5) suretinde görünürler. Nice kâfiri bu cinnîler tutup ellerini
bağlamışlardır. Müslümanlar ve gaziler gelip <6) bağlı bulurlar. Meşhurdur,
Müslümanlar cinnîler ile gelip gaza ederler. Cinnîlerin çoğu (7) Müslümanlardır.
Nitekim Kur’an’da “kad isteksertüm m ine’l-ins” * diye ayet vardır. <8)
Peygamber’in ümmeti olmuşlardır. Onlar da cennet civarında olurlar. <9)
Müslümanlara dost; kâfire düşmandırlar. Kâfiri de vardır. (l0) Nitekim
insanoğlunun da kimi Müslüman, kimi kâfirdir.
Biz sözümüze geri dönelim. Ayas (U) Gazi oradan kalktı, Tuna’ye
gitmek üzere yola çıktı. Yayan giderdi Bir dağ üzerine çıktı. (l2) Gördü ki
yenilen gazilerden bin kadarı toplanmış orada beklemekte. <13) İlyas’ı gördüler,
gelip ağlaştılar. Server onlara:
-Sakin olun, dedi (14) Oradan Baba’ya geldiler, Tuna’yı bir yerden geçip
beklediler. Bu tarafta kâfirler çok Müslüman (15) şehid ettüer. Kimini de esir
aldılar. Oradan dönüp geldiler, Ayaş’ı darağacında [T l 182] (1) bulamadılar.
Bekleyenlere sordular, nasıl oldu, dediler. Onlar:
-Bir atlı geldi (2) onun heybetinden korkup kaçtık, dağıldık, dediler.
Halk gidince o (3) atlı, İlyas’ı dardan indirip gitti. Kâfirler hayran olup
aşırdılar. (4) Oradan göçüp Baba’ya yürüdüler. Tuna kenarına gelip kondular.
Rumeli’ye <5) geçmeye niyetlendiler. Gaziler kalktı, cenk edip geçmelerine izin
vermedi. (6) Su üzerinde çok şiddetli cenk oldu. Sonunda kâfirler galip gelip
suyu geçti (?) Baba şehri üzerine yürüdüler. Şehri kuşatıp cenk etmeye
başladılar. (8) Müslümanlar çok kayıp verdi.
Eflak meliki gördü, askerlerine <9) bırakmayın diye işaret verdi. Hep
birlikte saldırdılar, taraf taraf Müslümanları ortaya (10) alıp kırmaya başladılar.
Gaziler yüzlerini Hakk’a tutup canı (ll) gönülden cenk ettiler. Cenk içinde
Ayaş’ın önüne (12) kâfir meliki çıkageldi mızrakla saldırdı. Server onu
reddeyleyip (l3) laine kendi mızrağı ile öyle bir vurdu ki göğsünden girip (14)
arkasından dışarı çıktı. O melun eşek gibi bağırıp atından (15) yıkıldı, can verdi.
Gaziler üşüştüler, başını kestiler, göndere [T1183](1) taktılar.
Kâfirler onun düştüğünü gördü, darmadağın olup kaçtılar. (2) Gemilere
binip suyu öte geçtiler. Pek çoğu suya düşüp boğuldu. Müslümanlar onları
kıra kıra kovaladılar, suya sürüp kırdılar. Küffar (4) üzerine musibet düştü,
yarısı bile kurtulamadı. Server İlyas, <5) Ayas Rumî’ye istikamet gösterirdi. Su
üzerinde cenk (6) ederken bir kâfir zenberek okuyla Server’i pazusundan vurdu.
<7) Zehirli demren* idi. Server’in kohı şişti. Gaziler ganimetlerle geldi (8) Server
Ayaş’ın huzurunda toplandılar. Ayas:
-Gaziler, bilmiş ohın. (9) Ben bu yaradan dolayı vefat edeceğim gibi.
Şimdi sizler Ahmed Rumî’nin yanına gidip (10) toplanın. Edime, gazilerin ve
Seyyid Şerif (11) Saltık’m ocağıdır, durağıdır. DarüT-İslamdır. (12) Orada

Kur’an, En’am suresi, 128. ayet: “İnsanlara çok fazla (kötülük) ettiniz."
D e rm e n : Okun ucuna geçirilen demir ya da kemik parça.
gazilere sıkıntı olmayacağını ümit ediyorum. Eğer küffar saldırırsa orası (13)
mübarek yerdir. Sizlere fetih, nusret ve zafer yetişir. Küffara galip olursunuz.
(14) “E lif lâm mim ğulibetü’r-rüm ” ayeti onun hakkındadır. Bu ayette
müminlere ferahlık ve Allah’ın yardımı (15) vardır., “kavluhu ta 0 â lâ :yefra fu ’l-
müâminüne bi-nasri’llâh Hiç korkmayın. Orada durun. [T 1184](l) Rum’daki
yerlerin hayırlısı oradadır, dedi. Daha sonra gözünü yumup canını teslim (2) etti.
Gaziler bunu gördüler, feryat ve figan edip matem tuttular. <3) Server’i
aldılar, orada ünlü bir tepe vardı, onun üstünde defnettiler. (4) Mezarım yaptılar,
hacetgâh durumuna geldi, velayetleri zahir oldu. Dünya sarayından (5) ahiret
mülküne gitti. Gaziler arasında ikilik düştü. Çoğu (6) Ahmed Rumî’nin yanma
gelip Edirne’de kaldı, etrafta gazalar ederlerdi. K üffar,(7) tekürün yanma vardı:
-Bir avuç Türk kaldı, bunlar çoğalmadan şuna bir çare bul, dediler. (8) Bu
söz üzerine tekür de asker topladı, Edirne’ye (9) gitti. Bu tarafta Ahmed Gazi bu
durumu işitti ve kaleye (10) girdi. Gaziler oraya gelmişti, toplanıp kaleye
girdiler. Tekür geldi, (11) kalenin doğu kapısının, yüksek burcunun karşma
kondular. Daha sonra yürüyüp kale kapısında (12) geldiler, beklediler. Tekür,
Ahmed’e adam gönderdi. Adam geldi, burcun <l3) dibinde durup çağırdı:
-Bey hazreti burca gelsin, sözüm var, dedi. (14) Ahmed kalkıp kalenin
burcu üzerine çıktı, bekledi. O (15)adam:
-Ya Ahmed! Tekür sana haber gönderdi. Gelsin yine dine girsin [T l 185]
(l) ve bize tâbi olsun. Saltık cihandan gitti, kime güvenir, dedi. Ahmed:(2)
-Git, sen o alçağa şöyle söyle: Latif bir aile, seçkin bir nesil ve şerefli bir
soy <3) gelecek; onlar bu illeri sizin elinizden alacak. Buralar İslam ehliyle
dolup taşacak. (4) Bu İslam ehli sizin içinize girdi. Ateş yanması gibi tuttu, siz(5)
bu ateşi söndüremezsiniz. Bunları, Sultan Saltık’tan işittim. Sizler (6)
uyuyorsunuz, dedi.
O adam gelip teküre bildirdi. Kâfirler bu sözü işittiler, (7) gazaba gelip
cenge yürüdüler. Yedi gün cenk ettiler, bir (8) taşa bile ellerini vuramadılar. Çok
sarp idi. Gece olunca Ahmed (9) çıkardı, gece baskını yapardı. Cenk eder, geri
kaleye girerdi. <10) Kâfirleri helak ederdi. Gaziler sağlam durdular. Ahmed
Rumî’nin (ll) oğlu Ayine şehri beyi ortaya düştü, barış yaptılar. Ahmed, yılda
on bin dinar (12) vermeyi kabul etti. Müslümanlar tekürle barış yaptılar.
Çevreden (13) sınır çizdiler. Oradan berisi Müslümanların hükmünde, ötesi (l4)
tekürün zaptında kaldı.
Tekür oradan İstanbul’a gitti. Bu tarafta (15) gaziler mutluluk içinde
etrafta gazalar ettiler, İller ve memleketler [T1186] (l) vurdular, cenk ettiler.
Zagra nahiyesinde olan melik gazilere (2) asi olmuştu. Gaziler, onların üzerine
gitti. O da asker toplayıp (3) gazilerin karşısına durdu. Orada dört (4) gün cenk
ettiler, birbirini kırdılar. Çok sayıda gazi o cenkte şehit (5> oldu. Sonunda Tanrı,
fırsatı gazilere verdi, kâfir askerlerini kırdılar. <6) Melik, Zagra’ya kaçıp şehir
kalesine girdi. O kaleye <7) Sengsar derlerdi. Sarp bir kale idi. Gaziler onu
gördü, <8) kuşatılması güç idi. Dağ yakındı. Çok miktarda odun kesip getirdiler.
<9) Yaktılar, o kaleyi ateşe verdiler. Kale yanıp k ü l<l0) oldu. İçindeki kâfirler de
birlikte yandı, harap olup yıkıldı. (ll) Gazilerle diyara yürüyüp akınlar yaptılar.
Fetihlerle tekrar Edirne’ye (l2) geldiler, şenlikler yaptılar. Kâfirleri ağaç
ile domuz gibi (l3) sürüp esir ederlerdi. Tekür bu durumu işitti:
-Bu Türkler (I4> sessiz durup sakin olmazlar. Memleketin ortasında bize
tekür iki oldu. (l5) Hazırlık yapın, çok kalabalık asker tedarik edelim. Ya biz bu
ilden gidelim, [T l 187] (l)veyahut onlar gitsin, dedi. Vezir:
-Onlardan bir yıllık kesim (2) var. İsteyelim, ondan sonra yürüyelim, dedi.
Ahmed’e kesimden dolayı adam gönderdiler. (3) Ahmed önce adamın burnunu
ve kulağını kesti, gönderdi; kesim vermedi.
(4) Tekür durumu görünce hazine açtı, kalkıp çok miktarda mal
Edirne’ye <5) saldırmak için hazırlık yaptı. Bu tarafta Ahmed ve gaziler işittiler
ki tekür lain <6) çok sayıda asker topladı. Bunlar her taraftaki gazilere haber (7>
verip toplandılar. Baba’ya adam saldılar, bildirdiler.
-Gafil olmanyın, (8) tekürün niyeti budur. Yürüyüp bütün Türkleri kırmak
ister. Bu kadar silah ve asker <9) tedarik etmiş. Hazır olup bekleyiniz, dedi.
Müslümanlar (l0) içine korku düştü. Meşhur gazilerden kimse de
kalmadı. (ll) Kefe diyarına Tatar Hanı yanma gitmeyi düşündüler. Sultan (l2)
Saltık’ın mezarını bırakıp terk edemediler. (l3) Müslümanların çoğu Server’in
mezarının Baba’da defnedildiğine inanıyordu. Saklı (14) tutarlardı. On iki yerde
suret göründü, fakat asıl erin cismi oradadır, <l5) derler.
Geldik bu tarafa: Gaziler ve Müslümanlar vakitlerine hazırlandılar.
[T l 188] (1) Edirne’de olan gaziler hazırlık yaptılar. Ak Cami’de şükür namazını
(2) kıldılar, birbiriyle helalleştiler. Bildiler ki en sonunda kâfirler gelecek, onları
(3) şehit edecek. Çünkü bu defa kâfir askeri çok idi. Her bir gaziye <4) bin kişiden
fazla kâfir gelecek. Ölünceye kadar cenk etmeye karar verdiler. <5) Dünyadan
ahiret sarayına şehadetle, yüz aklığıyla gitmeyi uygun buldular. Dünyada bir
güzellik (6) ile bir nam ve nişan koyalım, dediler:
-Bu yerin toprağı (7> şehit kanıyla sulanmıştır. Hak yoluna başımızı ve
canımızı veririz. Eyvah, demeyiz. (8) nasıl olursa olsun, deyip kalktılar. Kâfirler
gelecek diye hazırlık (9) yaptılar. Bu taraftan Baba’da olan Müslümanlar küffar
lainin Rumeli’ye (l0) hücum edeceğini işittiler:
-Sultan (11) Saltık da vefat etti. Meşhur gazilerden kimse kalmadı, (12)
şehit olup gittiler. Müslümanlara baş olacak bir gazi yoktur. Güveneceğimiz (l3)
kimse de yoktur. Durumumuz ne olur, nasıl yapalım, diye konuştular. Kaçıp (14>
sarp yerlere çıkmayı düşündüler. Ululardan bazısı:
-Gelin, Han’dan meded (15> ve yardım isteyelim. Belki bize yardım
gönderir. Ama onun da başına [T l 189] (1) bela geldi. İslam askeri perişandır.
Ordu kırılmıştır. Eyvah! (2) Nasıl edelim, kimden yardım isteyelim. Sonunda
adam salıp yardım istediler. (3) Diğer tarafta Han, Kırım’da idi.
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

TATAR HAN’IN KISSASI

Rivayet edenler (4) şöyle anlatırlar: Sultan Saltık, Baba’da oturmuştu, <5)
Dünyadaki her şeyden vaz geçmiş, taat ve ibadetle meşgul idi. Rus diyarının (6)
meliki asi olup kâfir beylerine haber gönderdi:
-Saltık yaşlanıp <7) kocamıştır. Harbe ve darba kadir değildir. Gelin bir
olalım, yürüyelim. Türkü (8) ortadan kaldıralım, dedi.
Kâfirler bir araya geldi, Tatar (9) hanı üzerine hücum edip yürüdü. Han
kâfirlerin geldiğini ( işitince hazırlık yapıp askerlerini topladı. Gayret atma
binip <n) Al-i Mengiray adını yerde koymadı, yalnız başına küffar ordusuna
karşı (l2) vardı. İki leşker birbiri ile buluştu, çok şiddetli bir savaş oldu. Üç gün
(13) üç gece dövüştüler. Müslümanlardan çok kimse şehit oldu. (l4) Sonunda
fetih ve nusret İslam ehline nasip oldu, kâfiri yendiler. Küffar <15) döndü,
darmadağın olup kaçtı. Silah ve savaş araç gereçlerini yabana saçtılar. [T1190]
(l) Müslüman çerisi onları bir süre kovalayıp döndü. Çok miktarda ganimet elde
ettiler. <2) Cenk içinde hanın küçük oğlu Giray Han’ı kâfirler esir (3) ettiler. Alıp
gittiler. Han, oğlunun esir olduğunu işitince feryat ve figan (4) edip ağladı.
Başına toprak koydu:
-Ey Tatar beyleri! Oğlumu esaretten kurtarmayınca ben (5) oturamam.
Gerekirse ben de bu yolda (6) baş vereceğim, dedi. Bütün beyler ittifak edip
şöyle hükmettiler:
-On (7) yaşından yukarı olan oğlan bile atma binsin, evinde her kişi (8)
kendi kulunu bekçi koysun, kendisi sefere çıksın, dediler. (9) Kaleme aldılar.
Kırk bin kişi at arkasma geldi. Çıktılar, evlerinin halkıyla (10) veda ettiler. Tatar
cinsinden kimse kalmadı. Kullar ve (U) yavrucaklar kaldı. Han emretti, orduyu
üçe böldüler. (l2) Birinci ordunun başkomutanı Sad Şah oldu. Ondan sonra
Mirza Yusuf, <13) asker reisi oldu. Onun ardmca han kendi vezirleriyle yürüdü.
(14) Rus diyarına girip yürüdüler. Otuz gün sefer ettiler. H angi(15) şehre ve köye
ulaştılarsa yağmaladılar, yıktılar ve yaktılar.
Rus kâfirleri [T l 191] (1) bu durumu gördü. Tekrar asker toplayıp karşı
geldiler, cenk ettiler. Tekrar (2) yenilip kaçtılar. Müslümanlar kuvvetlendi,
kâfirlerin ardmca sürdüler. (3) Rus’un taht şehri Razan’a ulaştılar. Kaya (4)
Suyu’nun üstünde idi. Rus meliki onun içinde yaşıyordu. Gördü ki <5)
Müslümanlar şehre ulaştılar, yürüdüler. O lain gemi ile suyun <6) öte tarafına
geçip kaçtı. Han gördü ki kâfir kaçtı, şehirde konup (7) oturdular. Şehrin halkı
affını istedi, şehri verdiler, cenk (8) etmediler. Han o şehri incitmedi. Onlara
sordu:
-Oğlum nerededir,<9) haber verin, dedi. Kâfirler:
-Ey han! Senün oğlunu melikimiz, (10) Maskos diyarının beyine gönderdi.
Bu kadar biliyoruz, dediler. (11) Han oradan kalktı, Maskos’a gitmek üzere yola
çıktı. Bir kaleye <l2) yitiştiler. Kale çok sağlam idi. Cenk hazırlığını yaptılar. (13)
Han sürdü, o kaleye saldırdılar. Sekiz gün harp (l4) ettiler. Sonunda barış
yaptılar, bir ulu dağa çıktılar, beklediler. (15) Bu tarafta Maskos meliki,
Müslümanların geldiğini öğrenince karşılamaya geldi. [T l 192] (1) Orada da
cenk yaptılar. Kâfirler sağlam durdular. Müslümanlar da cenk (2) etti. Çok
kimse şehit oldu. Müslümanlar tekrar o dağdan tarafa (3) kaçtılar, dağ üzerine
çıktılar, beklediler. Kâfirler aşağıdan bunlar yukarıdan (4) dağ başında cenk
ettiler. Küffar saldırdı. Müslümanlar onlardan (5) âciz olup kaçmak istedi.
Müslümanların içinden birisi:
-Buna çare (6) yoktur, Berr-i Haveri’yi tutalım, canımızı kurtaralım, dedi.
Müslümanlar ona (7) razı oldu:
-Gece Berr-i Haveri’ye göçüp gittiler. <8) Kâfirler duydu, ardlarına düşüp
kovaladılar. Müslümanlardan (9) çok sayıda kişiyi şehit ettiler. Sonunda
Müslümanlar kurtulup gittiler. Diğer tarafta küffar (l0) dönüp iline geldi. Yolları
beklediler, kuş geçirmediler. (ll) Bu tarafta Müslümanlar yabana düştüler,
Türkistan diyarına çıktılar. (12) Bir ulu ırmağa ulaştılar, konaklayıp oturdular.
Hiç bir tarafa gitmediler. (13> Han bu hâli görünce üzüldü:
-Ne belaya uğradık, d ed i<l4) Müslümanlar tekrar tedbir düşündüler:
-Maskos’un ardından gidelim. (l5) Hepimiz kırılıncaya kadar duralım,
ümidimiz odur ki küffar mağlup olur. [T1193] (1) Oradan göçtüler, tekrar
Maskos diyarına girdiler. Kâfirler gafil iken o (2) diyarı yağmaladılar. Hakk’a
sığınıp Şebnak Kalesi’ne ulaştılar. Hanın oğlu orada hapis olmuştu.
Tatar Han, oğlunun orada olduğunu bilmiyordu. (4) Hemen o kaleyi
kuşattı. Çok şiddetli bir savaş oldu. Çaresini bulamadılar. (5) Gece oldu. Şehrin
beyinin bir kızı vardı, (6) hanın oğlunu sevmişti. Kız atını sürdü, hanın yanına
geldi: (7)
-Ya Server! Ben senin oğlunu severim. Bu gece onu kurtarayım. Fakat bu
kaleye (8) saldırmayın, dedi. Han razı oldu. O gece kız, hanın oğlunu burca
getirdi, ikisi birlikte <9) burçtan aşağı indiler, hanın yanına geldiler. Han, oğlunu
diri görünce çok mutlu (10) oldu, dönüp beylerine:
-Bundan sonra ilimize gitmek için gayret gösterelim, dedi. (ll) Beyler
kabul ettiler. Oradan göçtüler, büyük bir ırmağın kenarına geldiler. Bu sırada
Maskos meliki (l2) çok sayıda askerle yetişti. Müslümanları ele aldılar. Çok
şiddetli bir cenk oldu. (13) Müslümanları tekrar kırdılar. Sincap tarafına kaçtılar.
Issız bir yer vardı, o diyara (l4) girdiler. Kâfire karşı durmadılar. Zira kâfir zırhlı
ve silahlı idi. (15) Çıplak Tatar orada duramadı, kaçtılar. Kâfirler,
Müslümanların ardmdan [T 1194](l) Kuh-ı Sebz’e dek sürdü.
Dağa yetiştiler, Müslümanlar o dağa (2) arkalarını verip birbiriyle
helâlleştiler, saflar bağlayıp meydan (3> açtılar. Kâfirler de gelip alay tuttu.
Savaş davulu (4) vurdular. Tatarlardan bir yiğit meydana girdi, gösteri yaptı, er
diledi, kâfirleri <5) kırdı. Kimse onun meydanına girmedi. Müslümanlar atına
bindi, hep birden (6) saldırdılar. Toz, gökyüzüne ulaştı. (7) Cenk içinde Maskos
melikinin ok ile sinesine vurdular. (8> Kâfir, atından düştü.
Müslümanlar onu görüp tekbir (9) getirdiler, yürüdüler. Kâfirler yenildi,
kaçıp gittiler. Hanın ordusu onları (10) kırdı, kovaladı ve malların yağmaladı. O
illeri talan ettiler. Orada (11) yedi gün kaldılar. Han, beylerine dönüp:
-Ya Serverler! Tanrı, fırsatı<12) bize verdi. Bu kâfirler tekrar toplanıp bir
bey seçinceye kadar <l3) yavaş yavaş gidelim. Bizim ilimizden buraya yedi aylık
yoldur, bir buçuk yıldır (14) avare ve başıboş olduk. Oğlumuzu, kızımız terk
ettik, gezeriz. Onlar bizi ölü (15) diri bilmezler, dedi. Anlaştılar, dönüp Kırım’a
gitmeye karar verdiler. [T l 195] (1) Göçüp gittiler. Bunlar oradan gidince Leh,
Çeh ve Nimac kâfirleri toplanıp (2) yetiştiler. Maskos melikinin öldüğünü
işitince gazaba geldiler. Kâfirler Müslümanlara <3) hücum edip orta yere aldılar.
Müslümanlar (4) büyük bir ırmağa arkalarını verip kâfirlerle savaşa
başladılar. Müslümanlardan (5) otuz altı bin sekiz yüz kişi kalmıştı, kalanı şehit
olmuştu. Gaziler (6) yüz döndürmediler, tekrar durup orada cenk ettiler. Kâfirler
gördüler ki Türkler <7) sağlam durdu. Savaşa ara vermeyi işaret eden davulları
dövdüler, konakladılar. Han buyurdu, gece baskını(8) yaptılar. Çok sayıda kâfir
toprağa düştü. Fakat yenemediler. Gaziler (9) tekrar kenara çıkıp bekledi.
Kâfirler korktular. O gün durdular, gece (l0) olunca kaçıp gittiler. Müslümanlar
onların ardına düşmedi. (ll) Kırım’a dönmek için yola çıktılar.
Diğer tarafta (l2) Kırım’da Tatar obasında kalan Müslümanlar, Tatarların
kulları idi. Tatar içinde (l3) acemi, dil bilmez. Kazak Türklerine “yuvacık”
derlerdi. Maskos (14) mülkünü Müslümanlar soyarken bir kişi kaçmıştı. Casuslar
haber ileteler ki <l5) Müslümanların tamamını kâfirler kılıçtan geçirdi. Hanın
başını kestiler, [T1196] (1) birisi bile diri kurtulamadı. İşleri tamam oldu. Bir
süre sabrettiler. Başka haber alamadılar. (2) Aradan iki yıl geçti.
-Eyvah! Müslümanlar hep kırıldı. (3) Ya biz ne yapalım? Bu diyar ıssız
kaldı. Erkek cinsinden kimse yok. Kâfir <4) bizim üzerimize yürürse ne yapalım,
diye feryat ettiler. Oranın uleması vardı:
-Efendiniz (5) öldüyse hep onlar şehid oldular. Sizler avratlarını alın,
yerlerine durun. <6> Eğer kâfirler gelirse durup gaza ederiz, dediler. Herkes razı
oldu. (7> Kullar efendilerinin kadınlarını nikâh edip evlendiler. Yerlerine geçip
<8) oturdular. Bu arada Rus meliki kaçıp <9) gitmişti.
Han, onu yenince çöle düştü. Ordusunu çekip Kırım’a (l0) gitti. Kullar
işittiler ki kendileri üzerine düşman gelir, (ll) toplanıp tedbir düşündüler.
Orada bir ada vardı; bir tarafı denizdi ve bir yanı <12) tuzla gölüydü.
Bataklık yer idi. Bir ağzı vardı. Kırım adasına biraz yer karaydı. (l3) Gittiler, o
kuru olan ağıza (l4) denizden o göle varıncaya kadar hendek kestiler. Tatar
dilince hendeğe vurdular. (I5) Kırk arşm eni vardı. Kırk bin kul toplandı,
[T l 197] (l) üç adama bir sığır verdiler. Yüzdüler, kımızını verdiler. O sığır eti
tükeninceye kadar<2) bu hendeği kazın, dediler.
Bu şekilde üç ay yedi gün içinde hendeği<3) kazıp düzenlediler. Ortasına
çekme bir köprü bağladılar. (4) O yerin içine girip cenk ve harb malzemelerini
hazırladılar. Bu yuvacıklar uzağa <5) ok atmak ve yay çekmek için talim edip
nişancı olmuşlardı. <6) Güzel yay tutarlardı. Rus’un meliki askerleriyle
çıkageldi. (7) Gördü ki bu yuvacıklar yer kazmışlar, içine girmişler. Cenk etmek
zorlaşmış. (8) Melik adamlar görevlendirdi. Yüksek sesle zaman zaman çağırıp
Rus dilince:
-Siz kulsunuz. (9) Tatarlar sizleri bizim ilimizden alıp kul edindi. Sizler
bizdensiniz. Gelin, (10) tekrar bize uyun. Kadınlarınızı ve çocuklarınızı alıp
memleketimize gelin, size hiçbir şey demeyelim. (ll) Tatarları hep kırdık, sizler
kime güveniyorsunuz, dediler. Bu kulların beyi, hanın hatununu (12) almıştı.
Adına Alagöz derlerdi, ona danıştılar:
-Ne dersin, dediler. <13) O:
-Eğer sizler kâfire uyarsanız sizi hep kırarlar. Eğer kâfirler bize bir şey
<I4) demezlerse avratlarımız bize boyun eğmez, dedi. Bu söz üzerine (l5) kâfirleri
oradan ok yağmuruna tuttular. Çok sayıda kâfiri düşürdüler. Bu kullar, dar
yaydan ok [T l 198] (1) attıkları için uzağı vuruyorlardı. Kâfirlerin okları bu
kullara erişmedi. (2) Rus kâfirlerinden çok sayıda kâfir toprağa düştü.
Müslümanlar kalktı, (3) köprüden geçip dışarı geldiler, kâfirlere ok serptiler.
Kâfirler durmayıp (4) darmadağın oldular. Küffar ordusu hezimete uğradı.
Bunlar (5) dönüp yerlerine geldi, şenlikler yaptılar. Bunlar bunda kaldılar.
Bu tarafta <6) Tatar hanı yerinden göçtü, fetihle askerlerini yola koydu.
Raviler (7) şöyle anlatır: Yolda bir kâfir varidi, Erdil derlerdi, savaşçı bir (8)
melun idi. İşitti ki kâfirler, Tatarları yenemediler. Ellerinden kurtulup (9)
memleketlerine gidiyor, dediler. O alçak yirmi üç bin zırhlı (l0) er ile yetişti.
Müslümanlara girdiler, gafil giderken bastılar. (ll) Bir cenk ve harb oldu ki
Müslümanlardan toprağa yaklaşık yedi bin can (l2) düştü. Müslümanlar gayret
edip durdular, cenk ettiler. Kâfirleri kırdılar. (13)Gece kalkıp dövüştüler. Akşam
karanlığında (14) kâfirlerin beyini meydan içinde yıktılar, yakaladılar. Han
buyurdu; o alçağı (l5) seher vaktinde küffara karşı idam ettiler. Küffar onu
görünce darmadağın ohıp [T1199] (1) gitti. Müslümanlar onları yağmaladı. İl
içine çıkmak (2) için yola devam ettiler.
İllerine yaklaşınca illerinden haber sordular. Öğrendiler ki (3) avratları,
emanet ettikleri kullarına varmışlar. Üç yıl olmuş, kendilerinden (4) hiç haber
alamamışlar. Savaşta kırıldılar diye avratları kendilerine nikâhlamışlar.
(5) Han, beyler ve diğer Tatarlar bu durumu işittiler. Utandılar, her biri
ağladı. (6) Dert ve hasretten, can ve ciğerlerini dağladılar. Han emretti, bir kâğıt
(7) yazdılar, o kullara gönderdiler. Hanın kâğıdı onlara geldi, (8) açıp okudular.
Yazmış:
-Bre kullar! Biz gazada iken sizler bizim avratlarımızı aldınız, (9) hıyanet
ettiniz. Sizin başınız, kanınız bize helal oldu. (10) Vaktinize hazır olun, sizinle
konuşacağız, demiş, Kullar bu haberden (ll) korktular, hendekle çevirdikleri
yerin içine gelip girdiler. Hazırlık yapıp (12) beklediler. Bu tarafta han,
talihsizliğine höngür höngür ağladı:
-Beyler, ağalar, (13) mirzalar! Bu ne büyük hakaret ve utanılacak şeydir.
Biz gazadayız, bunlar böyle (14) ederler. Acaba bu hâl bize neden oldu, dedi.
Vezir:
-Ya Server, bu bela bize (l5) üç şeyden oldu. Kendi nefsimizin
kötülüğündendir. Hak teala bize hakaret [T 1200](1) verdi. Han:
-Onlar nedir ya vezir, söyle! Bilelim nedir? Haber <2) ver, dedi. Akıllı
vezir söze başladı:
-Hak teala gazada üç taifeyi (3) öldürmeyi haram etti Genç kadınları,
oğlancıkları ve rahipleri. <4) Bu bizim askerlerimiz, bu seferimizde, bu üç
nesneyi(5) çok yaptı. Sonra böyle olduk, dedi. Han, vezire (6) hışmetti:
-Bana niçin bildirmedin? Onları yapanları tutup yerinde <7) öldüreydim,
bu fesat olmayaydı, dedi. Vezir, hana dua edip:
-Götürüp <8) askerini helak mi ederdin, dedi. Han oradan göçüp hendek
şehrine yöneldi. Kona göçe (9) hendeğin açıldığı yere yaklaştılar. Yuvacıklar
derin ve geniş hendek 110) kazmışlar, öte tarafına durmuşlar. Cenk hazırlığını
görmüşler. (U) Avratları da birlikte cenge gelmiş. Vezir bu durumu görünce (12)
hana:
-Server, bu avratlam ne suçu vardır? Suç, bu kullarındır. Bu avratlar <l3)
bizden korkup cenk eder. Bir bir çağıralım, (l4) onları bağışla. Bizden
ürkmesinler. Onlar sakin olsun. Yoksa onlarla cenge (l5) girerlerse bize
yaramazdır.
Han bu düşünceyi beğendi, çağırdılar. [T1201] (l> Avratlar onları işitti.
Geniş yere kaçtılar, beklediler. Bu arada kullar gayrete (2) geldi, hendeğin öte
tarafından cenge başladılar. Tatarlardan (3)çok kimse öldürdüler. Han gördü ki
bu kul taifesi hıyanet (4)edip cenk etti. Hemen vezirini yanına çağırdı:
-Ya vezir! (5) Bunlar durup bizimle cenk ederler. Nasıl edelim? Bu
hususta <6)ne tedbir alalım, dedi. Vezir:
-Hey Server! Ben kulunuz, burada bir söz demek isterim. F ak at(7) handan
korkarım, dedi. Han:
-Söyle, korkma! Senin her sözün benim katımda mazurdur, (8) zira
vezirimsin, dedi. Vezir:
-Bunların suçlarını affet. (9) Çıkıp memleketten gitsinler, avratlarımızı
versinler. İkinci kez nikâh edip <l0) alalım. Kavga bitsin. Bunca can arada
gereksiz yere helak ve telef olmasın, dedi. <n) Han bu sözü kabul etti. Vezir
gidip kullara bu sözleri(12) söyledi. Kullar, vezirin sözünü işitince gülüştüler:
-Zor durumda (13) kaldınız. Bize hile ile bir çare bulmaya çalışıyorsunuz.
Bundan sonra biz size inanmayız. (l4) Elinizden ne gelirse yapın. Hangi taş sert
ise başınızı ona <15> vurun, dedi. Vezir, nice nasihatler eyledi, çare olmadı.
Tekrar [T1202] (1) cenge başladılar. Yedi gün cenk oldu. Tatarlar bu kulların (2)
oklarından âciz oldular. Hendeğin yanından kaçtılar. Dışarıda Tatarlar, içeride
(3) yuvacıklar durdu, hendeğin ağzını beklediler. Bir ay durdılar. Gah cenk
ederlerdi, (4) gah sakin dururlardı. Bir çare bulamadılar. Tatar hanı göçüp
Akriyye (5) şehrine geldi, oturdu. Beyleri yanına toplandılar. Kışı orada (6>
geçirdiler.
Bu taraftan bu Boğdan lain yürüdü, Tatar’ın bazı illerini (7) aldı. Han,
Boğdan’a geçip gazalar eyledi fetih ile geri döndü. (8) Diğer tarafta Rus kulları,
handan korktular:
-Bizi burada koymazlar. (9) Biz böyle bir iş yaptık. Tekrar varıp kâfir
olalım, (l0) Rus diyarına gidelim. Emin okıp orada oturalım. Yoksa bir gün fırsat
(ll) bulup bizi kırarlar. Rus beyine adam gönderelim, dediler. (l2) Sonra adam
gönderip:
-Biz size tâbi olduk, diye anlaştılar.
(13) Han işitti ki kullar kendine asi oldular, kaçıp Rus’a (14) gitmek iste
Han, askerlerini topladı, hendek (15) üstüne geldi. Hendeğin ağzını tuttular.
Tatarlar gelip [T1203] (l) dışarıdan cenk yürüttüler. Asi kavim de içeriden çıktı,
çok şiddetli bir (2) cenk ettiler. Oklar serptiler. Tekrar çok sayıda adamı toprağa
saldılar. Tatarlara (3) yanar ateş gibi girdiler. Hendeğin üstünden Tatarları
geriye kaçırdılar.
(4) Bu kez han bunlardan âciz oldu. Cengî kavim v arç bir (5)
kenarında konup oturdu. O gece yattılar. Ertesi gün kalktılar ki ( ’ tekrar cenk
edeler. Rus melikinin başkomutanı Şomac lain, <7) otuz bin kâfirle çıkageldi.
Savaş davulları vurup Müslümanların üzerine <8) yürüdüler. Tatar çerisi kılıcını
eline alıp cenge girdi. <9) Çok şiddetli bir savaş oldu. Bu taraftan kullar da
hendeğin ağzından dışarı çıktılar, <l0) Tatara koyuldular. Tararları iki taraf
ortaya aldı. Bu kullar cenk (l 11arasında, cenk ederken Şomac laini Tatarlardan
sanıp okla vurup(12) öldürdü. Başını kestiler. Rus askeri yenilip kaçtı. (l3)
Han, Tatar askerleriyle at tepip kulların üzerine yürüdü. Kullar bildiler
ki (l4) bu kesilen baş, Rus askerlerinin beyinin başıdır. Hata etmişler. Hep
birlikte (15) dönüp hendeğe girdiler. Ok atmaya başladılar. Bunların [T1204]
oklarından çok sayıda Tatarlar sakat oldu. Müslümanlar garip bir olayla karşı
karşıya <2) kaldılar. Tatar Han’ın askeri âciz (3) kaldı. Kılıç ve her türlü silahta
Tatarlar galip geldi. Fakat okta onlar daha başarılı durdular. (4) Tatarlar
umutsuzluğa kapıldı. Artık bunlardan vazgeçmeye karar verdiler. Bu sırada (5)
yoldan bir toz belirdi. Bir ordu çıkageldi. Kefe diyarından <6) imiş. Gartan
yurduna gitmişler, oradan geri dönüyorlarmış. <7) Harun gazasını duymuşlar.
Gelip gazaya yetişti. <8) Tatarları (9) bu hâlde gördü. Bu kullara ok atmakta
kimse cevap(l0) veremez. O kişi:
-Siz bunların oklarından mı âciz kaldınız, dedi. Tatarlar:(11)
-Ya Server! Okları olmasa kılıç ile karşı koyardık, dediler. O kişi, <12)
hendeğin yanına gelip çağırdı: <13)
-Bre kullar ve hayinler! İtaat (14) etmediniz ve kâfirlerle bir oldunuz.
Şimdi bu gece biz yaylarımızı (15) suda ıslatalım, sert ve sağlam olsun. Yarın
bizim okumuz, sizden fazla [T1205] (1) gider ve sert vurur. Sizin hakkınızdan
gelelim, dedi. Bu kullar gerçek <2) sanıp:
-Siz yayınızı suda ıslatırsınız da biz ıslatamaz mıyız, deyip o (3) gece
yaylarını suya bıraktılar, ısladılar. Gafil oldular. Bu kullar; acemi, bön ve <4)
akılsız taife idi. Akıllı adamın sözüne aldandılar, hile olduğunu (5)
düşünemediler. Tatarların birazı kırılmıştı, yirmi üç bin kişi kalmıştı, bu hileyi
<6) düşünemediler. Tatarlara o kişi:
-Onların yayları sakat <7) oldu, hemen yürüyün, fırsattır, ok serpin, dedi.
Tatarlar kalktılar, onların <8) üzerine yürüdüler. Onlar yaylarını sudan çıkarıp
ellerine aldılar ki (9) atalar. Yayların boynuzlan ağacından ayrıldı, helak oldu.
Bu kullar, (10) hile olduğunu anladılar. Feryat ve figana (ll) başladılar. Başları
kaygısından cenge giremediler. <12)
Bu taraftan Tatarlar ok serptiler ve kılıçları çektiler,(l3) köprüyü bastılar.
Hendeğin ağzından içeri girdiler. Kullar kaçtılar, darmadağın (l4) oldular. Hanın
askerleri girip onları ele aldı. Canları yanmış askerler fırsat (i5) buldu, acımadan
hayinlcri kırdılar. [T1206] (l> Tutulanı da getirip boyunlarını vurdular. Hanın
avradını (2) alan Alagöz’ü yaralı, eli bağlı, çiğeri dağlı getirdiler. (3> Han:
-Bre tuz ekmek hakkını bilmez, itten kötü, hınzırın iti, nankör (4) kâfir!
Böyle mi yapmak gerekti? Hak’tan korkmayıp bu işi niçin yaptınız? (5) Hak
tealanın sizi kahredeceğini düşünmediniz mi? Tuz, ekmek hakkı yerine gelmez
mi? <6) Haşa! Tanrı kimin tuz ve ekmek hakkını zayi eder? Er ve geç belayı
buldunuz. ( ) Zira evliya buyurmuştur: Bir kimse bir kimsenin tuz ve ekmeğinin
hakkını bilmese, (8) Tanrı ona bildirir, belasını verir. Son pişmanlık faide etmez.
Alagöz: (9)
-Hey han! Sizler üç yıl kayboldunuz. Bize haber verdiler ki (l0) kâfirler
onları hep kılıçtan geçirdi. Biz de bu il ıssız (ll) kaldı, kâfirler gelip bu mülkü
almasınlar dedik. Ulema izin verdi, (l2) hatunlar dul diye aldık, dedi. Han:
-Hoş! Bir talihsizlik oldu. Ya (13) niçin sonra bize kılıç çektiniz, asi
oldunuz, dedi. Alagöz: <l4>
-Devletli han! Sizde bir gazap gördük. Biz de hata ettik. O korku ile (l5)
can ve baş kaygısına düştük, böyle oldu. Gerisiniz siz bilirsiniz, dedi. Han:
-[T1207](1) Beyler, ağalar ve mirzalar! Bilin ki bu olay bizim kendi
nefsimizdendir. Gereksiz yere (2) kan döktük. Biz de onlara dinin kurallarını
uygulamadık, cezamızı bulduk. (3) Bundan sonra bu bize ders olsun. Her kim
gazada genç (4) oğlan, avrat ve ruhban öldürürse, onu tepeleyin. Ona yardım
edeni de (5) brlikte öldürün. Fesadı bize değmesin. Bu hâl bizim başımıza ondan
geldi, dedi. (6) Han, Alagöz’e:
-Gel Alagöz, tövbe et. Senin suçunu affedeyim. Alagöz (7) tövbe etti.
Han, onu azat etti. Onu, güzel bir cariye ile evlendirdi. (8)
Rivayet ederler ki handan sonra o diyarda Alagöz hayli gazalar <9) yaptı.
Küffar onun kılıcından korkup haraket edemezdi. Hendek diyarında (I0) kaldı.
Han, hendek bölgesini ona tımar verdi. Hatunları(ll) getirdiler, ikinci kez nikâh
edip avratlarını aldılar. Şimdiki hâlde Tatar (12) ilinde Or yani hendek ağzı
demekle meşhurdur, ismi o hendekten kalmıştır.
(13) Tatarlar, düşmanlarını kırdılar, fakat bu cenk sonunda tutula
tövbe verip <l4) azat ettiler, suçlarını bağışladılar, öldürmediler. Ulemayı oradan
sürdüler. (l5) Fakat hanın bu cenkte çok sayıda adamı ölmüştü. Gelip oturdular,
[T 1208](l) başka sefere çıkmadılar. Bir süre dinlendiler.
Hanın başına bu durumun (2) geldiği yıl, Sultan Seyyid Saltık’ı bir kâfir (3)
hançer ile vurup şehit etti. Server’i ayrıca yaralamışlardı. Han, (4) Seyyid için
matem tuttu. Dünya gözüne karanlık oldu. Küffardan da (5) korkardı. Zira askeri
kalmamıştı, bekledi.
Bu tarafta (6> Seyyid’in vefat haberini küffar işitti. İstanbul tekürü çıkıp (7)
Müslümanlara hücum etti. Tekür göçüp (8) Tuna Baba’ya Müslümanları
kırmaya geliyor, diye haber geldi. Istefan, Yılan’a (9) indi, hayli fesad edip çok
sayıda insanı şehit etti. Orada olan Müslümanların (l0) bazısı göçüp gitti,
durmadılar. Müslümanlar oradan (I1) kaçıp Tuna Baba’ya indiler.
Tatar hanına haber saldılar. Han, gaziler ile (12) gelip orada cenk etti.
İsmail ve İshak şehit oldu. Bosna meliki, ( ’ Biravati melikinin oğlu Herasek ve
Mariko Müslüman olmuşlardı, gelip (14) hana yardım ettiler. Bu defa İstefan
lainin beyleri, çok sayıda asker toplamışlardı. (15) Hep şehit oldular. Bu
zikredilen melikler orada şehit [T1209] (1) düştüler. Han bırakıp kaçtı. Kurtulan
Müslümanlar, Tatara (2) gittiler. İstefan o illerin hepsini aldı. Tekkelere papaz (3)
koydu. Şerifin hiçbir şeyine dokunmadılar. Müslümanları bu hâlle Rum’dan (4)
çıkardılar. Gittiler, oradan dönüp geri Edime Kalesi’ne (5) geldiler. İstefan,
Ahmed’e haber gönderdi:
-Şehri bize verin, <6) siz çıkıp Yunan’a gidin. Müslümanların olduğu yere
kadar ulaşın, (7) dedi. Ahmed:
-Bu makam, gaziler ve şehitler ocağıdır. Biz (8) şehit olmadan bu kaleyi
asla kimse bizden alamaz.
Ahmed ile konuşan kişi haberi (9) getirdi. Kâfirler yürüdüler, kalenin
kapısına üşüştüler. Ahmed, <l0) serverlerle çıktı, kâfirlere (11) kılıç vurdu. On üç
gün cenk ettiler. On dördüncü gün (12) oldu. Kalenin bir yanında saray vardı.
Müslümanlar, kâfirlerle cenk ederken <l3) geldiler, kale tarafını aldılar.
Müslümanlar geri dönüp (l4) giremediler, dağıldılar. Müslümanlar tehlikeye
düştü, Ahmed’i ve arkadaşlarını (I5) şehit ettiler. Ölülerini kaleye defnettiler.
Kâfirler, binden fazla adam [T1210] şehit ettiler.
Sonunda Müslümanlar âciz kaldılar, bu kaleyi(2) vermeye karar verdiler.
Kendileri öte yakaya geçtiler. Mallarını, rızıklarını ve eşyalarını (3> alıp öte
yakaya göçtüler. Kaleyi, İstefan’a verdiler. İstefan, kaleyi Ahmed’in oğluna
verdi. İçine papazlar koydular. İstefan sürüp (5) İstanbul’a geldi. Rum’da
meydana gelen bu durum, bütün âleme yayıldı. (Ğ) Kâfirler, Rum mülkünü
tekrar tuttular.
ON DOKUZUNCU BÖ LÜ M

U M UR BEY ’İN RUM ELİ’YE GEÇMESİ İLE OSMAN (7) GAZİ VE


EVLADININ R U M E L İ’YE GEÇM ESİ

Server işitti ki Gazi Umur Bey ve Müslümanlar (8) Rum’dan çıkıp Aydın
iline göçtü. Umur Bey, gazaba gelip emretti, gemileri hazırladılar. ( } O yıl
Aydın Bey vefat etti. Gazi Umur Bey, babasının yerine kardeşi(l0) Abdullah’ı
bey yaptı. Kendisi kırk dört parça gemiye bindi, (U) Frengistan’a sefere çıktı.
Denizde ne kadar ada varsa çıkıp yağmaladılar. (12) Haçlı’nın adasında Batul
Frenk ile cenk ettiler, o kâfirin başını (l3) kestiler. Oradan yürüyüp Frengistan
illerini yağmaladılar. Nahş (l4) adasını kuşatıp fethettiler. Oradan da yürüdüler,
yağmalayarak geldiler, (l5) Karun Matun Boğazı’na girdiler, bir yerde
konakladılar. Frengistan bir araya toplandı, [T1211] (l) gelip o boğazı aldılar.
Umur Bey onlarla çok cen k (2) etti. Küffar gittikçe çoğaldı.
Gazi Umur sonunda gemilere (3) ateş vurup karaya çıktı. Sonra yürüyüp
geldiler. Küçük bir kale vardı, <4) onu fethettiler. Server bir taşa mızrağını
vurdu, o taştan su akmaya başladı. (5) Hisara Lekşem derlerdi, orada meşhurdur.
Bazıları asayla vurdu (6) derler . Orada bir kış oturdular, etrafı yağma ve talan
ederlerdi. (7) Müslümanlar:
-Ya Server! Kâfir kızlarından oğlumuz olacak, dediler. (8) Gazi Umur
Bey oradan göçtü, Selanik’e gittiler. Kâfir illerini (9) vururlardı:
-Bre kâfirler! Müslümanları ilinden çıkarmanın ne demek olduğunu bilir
misiniz, (l0) dedilerdi. Oradan yürüdüler, Selanik’i fethettiler. Tekrar Nahş
adasına (11) vardılar. Kâfirler gelmişti. Tekrar kâfirleri kırdılar, şehri <12) aldılar,
fethettiler. Tekrar gelip etrafı yağma ettiler. Sonra atlarını sürüp Üsküp (l3)
şehrini aldılar, yağmaladılar. Dört bin gazi yürüdü, doğru (14> Baba’ya geldiler,
ziyaret ettiler. Oradan da Yılan Baba’ya geldiler. Daha sonra ise <15) Eski
Baba’ya ulaştılar. Server içeri türbeye girmeyi istedi. Bir ses [T 1 2 1 2 ](1) geldi:
-Ya Umur! Gazi içeri girdi, gördü ki Şerif, mumun dibinde (2) oturur.
Umur ileri gelip Şerifin elin öptü:
-Sultanım sen diri misin, dedi. Şerif: (3)
-Ya Umur! Dünyada bir amel işle ki ölünce dirilesin. Biz dünyadan
sadece bir (4) elbise değiştik, ölü değilim, sizinle birlikteyim. Git buradan,
durma, gaziler ocağını (5) kâfirlerin elinden al, dedi. Eline bir kâğıt verdi,
kayboldu. Umur G azi(6) açtı, gördü:
- Edime şehri gaziler ocağıdır, demiş. Server,(7) beylerine:
-Kalkın, gidelim. Orayı fethedelim, dedi. Hemen gittiler. (8) Duman
düşmüştü, göz gözü görmezdi. Yürüdüler, sabah vaktinde (9) kalenin kapısını
açtılar. Kâfirler gafil iken kaleye girdiler, aldılar, fethettiler. (10) Onun için
durmanda kale kapısını açmazlar, korkarlar. (ll) Kaleyi aldılar, varoşu
tuyuncaya kada kaleyi zapt ettiler. (l2) Çıktılar, köprü üzerindeki meydanda
cenk ettiler. Gazi Umur Bey <13) yaralandı. Oradan döndüler kaleye geldiler,
anlaşma imzalayıp barış yaptılar. Kalede (14) gaziler olacak, şehirde olanlar
evvelki gibi gelecekler, kiliselerini ziyaret edecekler. Birer (15) birer geri
gidecekler.
Bir yıl Server orada durdu, etrafa gazalar yaptı. [T1213] (1) İstanbul’un
kapısını yaptırdı. Yusuf adlı bir beyi vardı, onu (2) burada bıraktı. Server
Dimetoka’ya gekip İpsala’yı yağmaladı. Oradan (3) geçip Firay’ı ve İlca’yı
fethetti. Orada çok kişi şehit oldu. Bu sırada bir haber (4) geldi:
-Kardeşin öldü, dediler, Server gelip (5) Gelibolu’ya çıktı. Tekür, sulh
edip, gemi verdi, öteye geçtiler. (6) O oğlanların büyüğünü bey dikip oturdu.
Veba hastalığından (7) beş kardeşin üçü öldü. Server birini bey,(8) birini de vezir
olarak atadı. Geri gelip gemiye bindi; Midilli, İmroz, Semadirek, <9) Kafur
adasını yağmaladı. Geldiler, Rodos’a (10) çıktılar. Gelibolu’yu dahi vurdular.
Rodoscuktan Silivri’yi ve İstanbul’u yağmaladılar. <n) Sürdüler, tekrar İpsala’yı
vurdular. Daha sonra Enaz’ı vurdular. Geldiler (12) Mekri Kalesi’ni kuşattılar.
Kâfirler pınardan, kuyudan (l3) su içerlerdi, dışarıda su yoktu. Gaziler orada
susadılar, Server taşa (14) değneğini vurdu, su çıkıp aktı. Rivayettir: Bir adada
daha taşa (15) değneğini vurup su akıtmıştı.
Üç gündür kalede cenk [T1214] (l) ederlerdi. Gafil iken Server’i bir tepe
üzerinden oku ile vurup (2) şehit ettiler. Gaziler üşüşüp Server’i orta yerden
aldılar. Server (3) Gazi kemerinden taşı çıkarıp kaleye attı:
-Beni şehit edeni (4) burada bulup öldürün ki şehadetim tam olsun, dedi.
Nakildir: Server’i vuran kâfir (5) o taşı aldı, Edirne’ye satmaya getirdi. (6)
Asumani yeşim idi. Duydular, gaziler onu yakaladı, aldılar, sözü yerine vardı.
<7) Taşı Akcami’ye koydular. Taşın yüzünden camiye yıldırım inmezdi. Erin (8)
velayetinden biri de bu idi: O taşı yalayan kadın, oğlana hamile (9) kalırdı, kısır
olsa bile çocuğu olurdu. Taş orada dururdu.
(10) Sonra Sultan Mehemed kiliseyi yıktı, İslam ehlinin isteği üzerine
mescidin hareminde, sağ direğin bir yüzüne koydurdu. Sol direğe o (I2) balık
taşını koydurmuştu. Bir meşhet* taşı kadardı. (l3) Direğin bir yanına, ucu dışarı
gelecek şekilde yerleştirildi. Taşı erkekler yalasa, yürek (l4) oynamasına faydalı
idi. İç tarafını kadınlar ve oğlu kızı (l5) olmayanlar yalardı. Su ile yıkayıp onun
suyunu içerlerdi, veba hastalığına iyi gelirdi, [T1215] {1) kazayı def ederdi.
Server Saltık’tan ve şeyhlerden kaldı. Ama (2) o kemer taşı sonra yerinden
çalındı, fesatlar aldılar. Görenler hâlâ y eri<3) ve nişanı durur derler.

M e ş h e t: (?).
Server Gazi Umur, Hakk’a ulaştı. (4) Daha sonra gaziler onu görüp
gayretle yürüdüler, o (5) kaleyi fethettiler. Server’in karnın yardılar, şehit
olduğu yerde defnettiler. (6) İki ak sancağı vardı, başı ve ayağı ucuna diktiler.
Gövdesini (7) alıp Aydın iline getirip defnettiler. Müslümanlar geri Edirne’de (8)
kalede kaldılar. Alp Osman o zamanlarda İdnik Kalesi’ni aldı, (9) taht şehri
yaptı. Üngüri Kalesi’ni de o almıştı. Daha sonra Karahisar’ı (l0) Bilecik’i,
İngöl’ü, İznik’i fethetti. Kuvvetlendi, aldığı yerleri (11) askerine ve kullarına
paylaştırdı. Timar ve sancaklara bölüp zapt ettiler. (12) Geldiler, Bursa’yı
fethettiler.
Server, bu tarafta Bursa üstünde iken <13) kâfirler İznik’i Müslümanlardan
ansızın aldılar. Sonra <14) Müslümanlar tekrar aldı. Gaziler gördüler ki Gazi
Umur şehit oldu, (l5) Osman’a haber gönderdiler, yardım istediler. Osman da
oğlu Orhan’ı [T1216] (1) gönderdi. Zira Ayine şehrinde Edrenos, bey <2)
olmuştu, onun babası ölmüştü. İstanbul’dan haber geldi, Edrenos ve Gelibolu
tekürü askerlerle (3) geçti; Bursak tekür ve Kestel tekürüyle bir araya gelip <4)
koyun sınırında Osman’la cenk ettiler. Alp Osman kâfirleri kırdı, (5) kaçtılar.
Hemen kendi Bursa’ya gitti, oğlunu Rumeli’ye gönderdi. (6) Gelibolu’dan aşağı
geldi; boğazdan sal bağlayıp, tulumlar takıp Rumeli’ye (7) geçtiler. Cenk ederek
doğru Edirne’ye geldiler. Orada olan (8) Müslümanlar karşılamaya geldiler.
Orhan Gazi’yi alıp (9) kaleye getirdiler. Edrenos lain, Laz ve Sırf
askerlerini topladı. Gelip (10) Orhan Gazi ile cenk ettiler, Orhan’ı yendiler.
Orhan kaleye girmeye <U) korkup kaçtı, Gelibolu’ya geldi. Tekürle barış yapıp
<12) Anadolu’ya geçtiler. O vakitler Orhan’ın babası Alp Osman (13) geldi,
Abruşak’ı kuşattı. İki burç yapmıştı. Bu burçlara <14) Balabancuk ve Timurtaş’ı
bıraktı, oğlu ( 5) Orhan’ı üzerlerine gözcü koyup kendi yaptığı Yenişehir’e gitti.
[T1217] (1) Nakildir: İznik’i Osman almıştı, buranın kavmini de haraca
kesmişti. Bursa’nın (2) fethinden sonra asi oldular. Tekrar kılıç ile fethettiler.
Eski taht yeri orasıdır. (3) Oradan göçüp Rumeli’ye gittiler, Edirne’ye geldiler.
Orhan, Bursa’yı (4) kuşattı. Osman Bey, Bursa’yı bırakıp gitti. Çünkü
ayağı (5) ağrıdı. Bursa’nın havasından dolayı nikris* hastası oldu. Hastalık
önceden de (Ğ) vardı. Bursa denize çok yakındı. Bu hastalık, deniz havasını
sevmez. (7) Aslında deniz bütün hastalıkları derpeştirir. Onun da hastalığını
harekete getirdi. (8) Bundan dolayı bırakıp gitti. Ayrıca şöyle düşündü:
-Oğlum, benim (9) sağlığımda bir kale feth etsin, halk ona uysun, dedi.
Orhan (1 1 Edirne’den kaldırdığı gaziler sancağını dikti, Bursa’ya yürüdü. <U)
Kâfirler ondan korkup sulh ile kaleyi verdi. Feth olundu. Osman bu durumu (l2)
işitince çok mutlu oldu. Oğlu Orhan’a vasiyetname yazıp gönderdi: (13)
-Ne yaparsan yap, ama Rumeli’ye geçmek için hazırlığını tamamla.
Gayret edin. Size fetih ve Tanrı’nın yardımı (14) oradadır. Edirne’yi fethedin,
orası gaziler ocağıdır. (15)

Nikris: Ayak parmaklarında, topuklarda ve mafsallarda meydana gelen ağrılı hastalık.


Bir süre sonra Osman Bey, o hastalıktan vefat etti. Oğlu Orhan, Osman’ı
[T1218] (1) defnetti. Geldi, İznik’te tahta geçip padişah(2) oldu. Bir imaret yapıp
mamur eyledi. Rivayettir: Bursa sarp (3) olduğu için Osman’ı Bursa Kalesi
içindeki manastıra koydular. Kâfirlerden korktular. (4) İznik’te kâfir çoktu. Baş
kaldırıp, asi olabileceklerini düşündüler. Ayrıca İstanbul (5) yakındır, fesat
olabilir, dediler. Bursa zapt edilmesi zor bir yerdir. Hem de yüksek bir
yerdedir, (6) kalenin içine dizdar ve bekçi koyup orayı sağlamlaştırdılar. Bazıları
şöyle anlatır: Osman’ın Üskülcük (7> adlı bir köyü vardı. Çiftlik idi, ondan
kalmıştı,(8) yurdu idi. Oradan hareket ederek etrafta gazalar ve fetihler yaptılar,
çok (9) yer açtılar. Şöyle ki, İznik’in dört tarafı üçer günlük yer Müslüman (10)
ehaliyle doldu. Biraz süre kâfir tehlikesinden emin oldular. Fırsat buldukça
k âfir(ll) topraklarına saldırdılar.
Bu tarafta, Edirne’de olan gaziler tekrar adam gönderdiler,(12) Orhan’dan
yardım istediler. Oğlu Süleyman Paşa gayret edip (l3) deniz kenarına geldi.
Aydıncuk’a sancak vermişlerdi,(I4) o gezerek, kâfirin haberi yok iken Ceniblük
hisarım salla (15) geçti. Kırk kişilerdi. Onların başı, Ece Bey idi, velayet sahibi
bir [T1219] (1) er idi. Geldiler, o hisarı feth ettiler. Daha soma çevreyi almak
için Ece ovasına (2) yayıldılar. Sonunda Gelibolu’yu kuşattılar, öte yakadan
adam geçirdiler. Baskın yaptılar, <3) kâfirleri kırdılar, kaleyi feth ettiler. Oradan
gelip Bolayır’ı (4) aldılar. Süleyman Paşa orayı beğendi, bir imaret yaptırdı.
Niyeti, <5) Edirne’ye ulaşmaktı. Beklemesinin sebebi şu idi: (6) Anadolu
yakasından kalabalık asker gelmesini bekliyordu. Edirne’ye çok sayıda askerle
’ gitmek istiyordu. Birkaç yıl orada durdu, sürekli Edirne’ye haber gönderirdi:
(8 )

-Çok yakında geleceğim, sabredin, derdi. Bir gün ava çıktı, av (9)
yapıyordu, atıyla koşarken, atının ayağı bir deliğe geçip yıkıldı. Ayağı <l0)
kırıldı. Makamına getirdiler. Birkaç gün soma şehit <U) oldu. Ölmeden önce
vasiyet etti:
-Beni burada defnedin, dedi. Şimdiden sonra bizim neslimiz (12) bu
yakaya geçerler, bu yerleri durak edinirler, dedi. Orhan, Süleyman P aşa’nın (13)
öldüğünü duyunca çok üzüldü, matemler tuttu. Soma kendi de hasta oldu, vefat
(14> etti. Bursa’ya defnedilmeyi vasiyet etti. Kale içindeki manastıra koydular.
(15) Orayı camiye çevirmişti. Hem sarp ve yüksek yerde idi. Kâfirden korumak
için oraya [T1220] (1) koydular. Zira İznik’te kâfir çok idi. Bir kere isyan
çıkarmışlardı. Tekrar isyan çıkarırlar diye <2) korkarlardı. Korunması kolay
olduğu için Bursa’ya defnettiler. Orada ayrıca bir saray yaptırmıştı. (3) Oğlu
Sultan Murad Gazi gelip İznik’te tahta geçti, padişah (4) oldu. Bu tarafta;
Gelibolu, Bolayır ve Edirne’deki Müslümanlar (5) işitip geldi. Sultan Murad’a
haber gönderdiler, yardım istediler. (6) Beyler izin vermedi:
-Muhalif yerdir, küffar çoktur. Orada duracak (7) Saltık gibi er gerektir,
dediler. Engel oldular. O gece sultan <8) rüyasında Hazret-i Resul’ü gördü:
-Oğul! Gazi Murad, yürü <9) Rum’a geç, Edirne’ye ulaş, korkma, üşenme.
Bundan sonra Edime dar-ı İslam olacak. Ümmetim orada çoğalacak. Sizler
orayı başkent yapın. Edime, d a rü ’n-nasr ve beytü ’l-fetih'iıv. (ll)Âlemi oradan
feth edeceksiniz. Orada bir aksa-yı arz-ı mübarek* var. Edirne’de bir cami
yaptır. <l2) Hacetgâh olsun. Duanın makbul olduğu yerdir, diye gösterdi. Şimdi
<l3) orada Eski Cami yapılmıştır, derler. Her nereye giderseniz orada niyet <l4)ve
uğur tutun, ondan sonra sefere çıkın. Fetih ve zafer nasip olacaktır. Ayrıca o
mübarek yerde gafil olmayın, (l5) diye buyurdu.
Sultan Murad hemen kalktı, Bursa’ya geldi. [T1221] (l) Oradan
Gelibolu’ya geçti, devlet ve nusretle Rumeli’ye gitti. Bazıları Rusçuk’tan (2)
geçip oradan Çorlu’ya geldi. Oradan doğru Edime şehrine geldiler. Edirne’de
olan <3) gaziler, Sultan’ı karşılamaya çıktılar. Kâfirler işittiler, bir gece gelip
kaleyi <4) yağmaladılar. Müslümanları kırdılar, kimini de esir ettiler.
Rivayettir: Yusuf Han dışarıda (5> bulunuyordu, kala içi kâfirin elinde
kaldı. Sultan hazretleri devlet (,) ve ikbal ile yetişti, buluştular. Tekrar kale
üzerine gelip kuşattılar. <7) Sonunda Hakk’ın inayetiyle cebren ve kahren kâfir
elinden aldılar. Bazıları; Müslümanlar sudan (8) gemilerle geldi, fethetti derler.
Kâfirleri kırıp şehri aldılar. Öte yakada (9) Tunca geçesindeki şehir, Ayine
şehridir. Yıldırım Han geçip orayı yaktı, (l0) harap etti. Kâfirlerin beyi Edrenos
bir gemiye binip Meriç’ten çıktı, denize kaçtı. (ll) Sonra da Frengistan’a gitti.
Tutamadılar, cehenneme kadar (,2) gitti. Manyas’ı tuttular, getirdiler. Manyas,
Ayaş’ın oğludur, tekrar Müslüman oldu, (l3) gazilere karıştı. Gaziler etrafa
yürüyüp fetihler yaptılar, cenk ettiler. Hacı (l4) İl Beyi gitti, gazilerin burcunu
tekrar kâfirlerden fethetti. Sonra Dimetok’ı aldı. <l5)Evrenos Bey, Siroz’u ve o
tarafları fethetti. Magal ise Malgara’yı aldı.
[T1222] (1) İstefan lain, İstanbul tekürünün askerleriyle Vize’ye çıktı.
Gazileri kırmak istedi. (2) Bu taraftan Evrenos atını sürdü, baskın yapıp başını
kesti. Kâfirler yenilip <3) gittiler. Gaziler onu uğur görüp Edime burcuna başını
astılar, şehri <4) donattılar, şenlikler yaptılar. Server Murad Han, Edirne’yi
başkent yaptı. Eski (5) saray yerine bir köşk inşa ettirdi. Sonra Sultan Murad
oraya büyük saray (6) yaptı. Asıl kale içinde, Alacahamam’ın yanındaki sarayda
otururdu. (7) Frengiye Burcunu yıktırdı. Yerine Eski Cami’yi namazgâh olarak
inşa etti. Sultan Murad’a orayı(8) Hazret-i Resul göstermişti.
<9)Nakildir: Bu Cami-i Atik mübarek makamdır. Emir Seyyid Sultan yılda
(l0) bir kez gelir, ziyaret edip dua eder, oradan giderdi. Rum’un bu cami gibi(ll)
sevaplı camisi yoktur. Her cuma gecesi Mekke’yi bu ziyaret eder, derlerdi. (l2)
Bir gün giderken bir yere geldi. Müritlerine emretti, taş topladılar. Bir (l3> yerde
mihrap yaptı:
-Burada bir cami olacak, Kudüs sevabını ümmet fukarası <14) burada
bulacak, dedi. Sonunda Sultan Murad’in oğlu Mehmed Han geldi, orada <l5)

Aksâ-y ı a rz-ı m ü b a re k : Dünya çapında mübarek bir mekan. -


yeni bi cami yaptırdı. Bu cami, Rum’un Kudüs’ü oldu. Dört minare, yedi
[T1223] (l) tabaka şerefe, geniş haremi, ulu bir kubbe ve dokuz kubbe, iki direk
üzerine (2) inşa edildi. Medreseler, mektep, şadırvan ve çeşmeler ile mamur
oldu. O erin <3) isteği yerine geldi. Gazi Hünkar zamanında namazgâh olan iki
cami daha vardı. Bir yerde Sultan Murad imaret yapmak istedi, fakat
yapamadı. Sonraki (5) Murad Han’a Varna gazasında kâfir saldırdığında
kendinden geçmişti. (6) O anda Molla Hudavendigar göründü. Gelip fethi
müjdeledi. Oraya bir imaret (7) etmesini söyledi. Gaza malıyla oraya bir imaret
ve bir mollahane (8) inşa edildi. Önceki Gazi Hünkar imareti, Bursa’da,
kaplıcada inşa (9) edilmişti. Sultan Murad bu imareti yaptı. Sonra (10) Sarı hanlı,
Beravata ve Gümülcine sularını getirip şehre çeşme yapmaya niyetlendi.
Rüyasında ona şöyle (ll) söylediler:
-Bu suları senden sonra, senin neslinden bir padişah getirecek, şehirde
yetmiş yerde (l2) çeşme olacak. Daha sonra Hızır aleyhisselam bir gün Han
Murad’a görünüp, Darü’l-hadis (13> Camisi’ni yapması için işaret verdi. O
tepede Hızır ve İlyas’ın makamı durur. (l4) Gazi Hünkar her zaman Hızır ile
orada buluşurdu. Sultan Murad’ın başkomutanı Şah Melik (l5) idi. Bir suç işledi,
onu katletmek istedi. Getirdiler katledeler. [T1224](l) Bir kere:
-Ya Hızır, dedi.
O an Hızır aleyhisselam gelip, ana kurtuluş müjdeledi. <2>Hemen o
sultandan haber geldi, azat ettiler. Sultanın izniyle <3) Şah Melik o tepenin
üzerine bir kubbe ve bir zaviye yaptı. Daima Hızır (4) oraya gelir, sabah
namazını kılar, giderdi, Hızır’ın makamıdır, derler. Edirne’de (5) kutsal
makamlar bunlardır. Kalenin içindeki Akcami’dir. Akcami, Seyyid Saltık’m <6>
camisidir. Gaziler orada namaz kılmışlardır. Çelebi Cami, Gazi Hünkar’ın
camisidir. (7) Alacahamam’ın yanındaki büyük kilise, mescide dönüştürülmüş,
gazilere cami olmuştur. (8) Yapılan Eski Cami, önceleri namazgâh idi.
Gazi Hünkar şehit olup gidince, <9) yerine Yıldırım Han padişah oldu. O
namazgâhın çevresine avlu inşa ettirdi. (l0) Üç yerden kapı koydu. Yıldırım’ın
üzerine Acem’den Timur gelip yürüdü. Rivayettir: 0 Timur Bayındır
boyundandır. Semerkand’dan göç etti. Fesatçılar ona <l2) uydular. Acem
vilayetini aldı, padişah oldu. Oradan Arabistan’a indi, aldı. (l3) Sonra Rum’a
yürüdü, geldi. Bu tarafta Tatar’dan Han, kırk bin er ile (l4) geldi, Yıldırım’a tâbi
oldu. Edirne’de onu (15) zehirlediler, helak oldu. Zindan dibine defnettiler.
Sonra [T1225] (l) Manyas’ın kabri üzerine türbe yaptırdılar. Han ölünce
Tatarlar (2) bildiler ki hana kast edildi. Pek aldırmadılar. Diğer tarafta Timur
yürüdü. Yıldırım, o (3) Tatarları topladı, karşı gitti. Rum askerini burada bıraktı.
Bursa’ya vardı. <4) Bir ulu cami yapmıştı, orada ziyafetler verdi. Bursa’dan
sancak kaldırıp Timur’a karşı <5) yürüdü. Gitti, Üngüri üzerinde cenk ettiler.
Tatarlar, Yıldırım’a öfkelenmişlerdi, (6) beyimizi öldürdü diye asi oldular, gidip
Timur’a uydular, Yıldırım’ı ele (7) verdiler. Yıldırım kaçmaya ar etti, gayret
gösterip cenk etti. Yıldırım Han (8) gördü ki yanmda az adam kaldı. Amasya
halkı, oğhı Mehmed Han’ı alıp (9) kaçtı. Onlara bundan dolayı tavşan dediler.
Vezirler, Emir Süleyman’ı alıp kaçtı. (l0) Yıldırım Han, durumu gördü,
gazabından ve beylerinin bırakıp kaçmasından dolayı (11) yüzüğündeki zehri
yaladı, hemen atından düşüp can verdi. (12) Üngüri Beyi Mezid Bey’i
Yıldırım’m yerine getirdiler. O, Yıldırım Han’a (l3) benzerdi, Yıldırım gibi
ayağı ağır bir kişi idi Onu, Yıldırım diye (14) Timur’un eline verdiler.
Oradan Yıldırım’ın cesedini alıp gizlice Bursa’ya getirdiler, defnettiler.
<l5) Gece kimse duymadı, sakladılar. Mezid’i [T1226] (1) Yıldırım diye Timur’a
teslim etmelerindeki amaç ne idi? Timur’u gafil bıraktılar. <2) Oğullarından biri
gidip tahta geçsin, asker toplayıp gelsin, dediler. Ondan <3) sonra Emir
Süleyman gelip Edirne’de tahta geçti. Rum askerini (4) topladı. Sinan Bey’i
başkomutan oldu. Geldiler, Gazi (5) Hünkar’ın namazgâhında kurbanlar kesip
hacetler dilediler:
-Bu duvarın (6) dibine hendek kazın, fethedip gelirsem burada bir ulu
cami yapacağım, dedi. Sonra (7) kürsüsünü gördü, kendi eliyle mihrap yerinde
üç taş koydu,(8) biraz yer yaptırıp:
-İki tarafına üçer arşm yaptık. Kalanı dursun. İnşaallah (9> geri gelince
duvarları yaparız, deyip sefere çıktı. D evlet(l0) ve saadetle yola çıkıp Timur’un
üzerine gitti. Rumeli ordusu ile (ll) Edirne’den sancak kaldırdı. Timur öte
yakada idi, (l2) hemen yetişip karşılık verdi. Timur o vakit Mezid Bey’i
Yıldırım sanıp demir (13) kafese koymuş, yanmda gezdiriyordu. Sonra bildi ki
Yıldırım değildir, onu şehit (14) etti. Emir Süleyman yetişti cenk ettiler. Devlet-
i Al-i Osman <15) galip geldi. Timur savaş çadırlarını ve hâzinesini bırakıp
[T1227] (1) Acem’e kaçtı. Sultan hazretleri ardınca kovalayıp gitti. Çok sayıda
(2) adamını, malını ve rızkım yağma ettiler. Bir oğlunun başını kestiler ve lazım
tuttular, <3) getirdiler. Timur kaçıp Semerkand’a gitti. Sonra elçi gönderdi, barış
(4) yaptılar. Erzincan’dan sınır çizdiler.
Süleyman Şah fetih ve zaferle döndü,(5) Malgara’ya geldi. Kardeşi Musa
Bey, Yıldırım’m oğlu, Eflak’ta idi, (6) Tuna’dan geçip Edirne’ye geldi. Oradan
yürüdü, Süleyman Şah’ı bastı. (7) Süleyman Şah kaçıp Pınarhisar tarafında bir
çeltiğe düştü. Atı balçığa battı. (8) Köy halkı ağır vergi saldı, zulüm etti diye
onu şehit ettiler. Sonra (9) Musa onları eviyle birlikte ateşte yaktı, helak eyledi.
Musa tahta geçince Emir <10) Süleyman’ın başladığı camiyi, onun canı
için yapmaya başladı. Kendi (ll) eliyle binasını yaptı. Yer yüzüne çıkıncaya
kadar çalıştı. Musa’nın (I2) kardeşi Sultan Mehmed, Amasya’da idi.
Mehmed’den korkusuna kaleye hendek (13) kazdırdı. Tunca Suyu’nu bu
hendeğe akıtacaktı. Sultan Mehmed bir rüya gördü. (14) O işaretle Rumeli’ye
geçti, Edirne Musakavağı’nda Musa ile cenk etti. (15) Beyler Sultan Mehmed’e
döndüler. Musa yalnız kaldı, sığınacak kale [T1228] (1) bile bulamadı Rum’da
Sımako’ya kaçtı. Ardından yetiştiler. Musa kaçarken bir çukura (2) düştü. Kendi
kulu Sanıca, hain olup hanı şehit etti. Sultan Mehmed onu (3) azapla öldürdü,
derisini yüzdürdü, burca astırdı. Sultan Mehmed bir süre orada durdu. (4) Sultan
o binanın üzerine gelip durdu. Kendi için onu bina (5) etmelerini istedi. Dokuz
kubbe üzerine bir cami yaptılar, önüne beş kubbe harem inşa ettiler. <6) Yıldırım
Han’ın Bursa’da yaptırdığı cami ne kadar ise bu cami de içi ve dışıyla (7)
aynıdır. Önüne üç arşın artırma koydular. Eni o camiden bir arşın fazladır, (8)
derler. Bazıları aynıdır, derler.
Binanın yarısına dek yaptılar. Raviler (9) rivayet ederler: O vakit
Mekketullah şehrinde Kâbe’nin uzak tarafına olan (10) temel direğinde iki dane
siyah taş vardı. Biri uzun duvar kenarından, biri de köşeden (ll) düştü. Yedi
kere yerine koydular, geri düştü. Halk merak etti. Temel direkten düşmesindeki
(12> hikmet nedir? Bu temel direk doğudadır. (13) Âleme gün gibi aydınlık, nur ve
rahmet olmak için idi. O (14) gece harem seyitleri Peygamberlerin sultanını
düşünde gördü:
-Bir cami yapılıyor. (15) Bu taşları o Şerif camisine koysunlar. Benim
zayıf ümmetim [T1229] (l) gidip orada namaz kılsınlar, hacet dilesinler. Hak
teala kabul eyleye. Rum’un Mekkesi’d ir,<2)Mekke’ye gelemeyenler onu ziyaret
etsinler, Hac sevabın bulalar. O camide her gece <3) erenler toplanıp gece
namazı kılalar. Bu cami, evliya demeği ve hacetgâhdır. <4) İstekleri ve dilekleri
gerçekleşsin. Bu taşları mihrabının <5) sağ tarafına, minberle mihrap arasına
koysunlar. İki taştır. Bunun önünde (6) iki rekât namaz kılıp dua edenin dünya
ve ahiret ile ilgili istekleri kabul (7) olsun. Hac ve umre sevabın bulsunlar, dedi.
Seyitler o taşları gönderdiler. (8) Durumu yazıp bildirdiler. Padişah onu
görünce çok mutlu oldu, o taşları (9) mihrabın sağ tarafında koydurdu. Hâlâ
durur. Hacı Bayram Şeyhü’l-İslam, kendi mübarek eliyle (l0) oraya koydu.
Binayı yaptılar. Her kişi oraya gidip hacet diler. Meşhurdur, (ll) Mekke taşları
derler. Cami yarısına kadar yapılınca Sultan Mehmed <12) vefat etti. Oğlu Sultan
Murad tahta geçip Edirne’de padişah oldu. (l3) Gelip o camiyi tamam ettirdi.
Yarısından fazlasını yaptı, menzil deliklerini (14) açık koydurdu ki kuşcağızlar
orada yuva yapabilsinler. (15) Sultan Mehmed adına tamam [T1230] (l)oldu.
Nakildir: Mekke’de kopan taşlar yerinden dökülmüş. (2) Parçalarını
buldular. Bildiler ki bu taşlar, Rum’a olur, hikmetle oradan gelmiştir. Yerine
başka (3) taşlar yaptılar. Bu durum meşhurdur. Mehmed Han pazaristan
yapmıştı, (4) onu çarşılarıyla camiye vakf eyledi. Sultan Murad Han, caminin
sağında binadan <5) ayrı iki şerefeli bir minare daha yaptı. Altına bir çeşme
yaptırdı, su getirip (6) akıttı. O mübarek cami tamam oldu. Yapılışı da üç
padişahın emeği vardır. (7) Sonra Sultan Mehmed Han ahd eyledi ki önüne
harem yaptıra. Ona <8) rüyasında:
-Sen bunu yapmazsın. Senden sonra bir melik gelecek, o <9) yapacak.
Sultan Murad, Eski Cami’yi tamamladı. Daha sonra Üngürus iline geçip
gazalar (10) yaptı. Çok miktarda mal ve ganimet elde etti. Oradan gelip
Edirne’de oturdu.(11) Eski Cami’de namaz kılardı.
Bu camiden sonra Sultan Murad, kendi cam için (l2) yeni cami yaptırdı.
Rüyasında işaret edip yerini gösterdiler. Emir Seyyid (13) Sultan işaret etti.
Mihrap eyleyip hacetgâh yapmıştı. Onun yerinde yaptırdı (l4) Yedi yılda
bitirebildiler. Dört minareli, yedi şerefeli idi. Harem, şadırvan, (15) medreseler
ve mektep de ilave etti. Büyük bir kubbe yaptırdı. Çevresine [T1231] (l) sekiz
kubbe eklediler. İki direk üzerine bina oldu. İçi işlemeli mermer. (2) Dengi
olmayan bir cami yaptılar. Yeryüzünde onun gibi bir tane daha yoktu. Rum’un
Kudüs’üdür,(3) mübarek bir yerdir.
Rivayet edenler anlatır: Eski Cami, her cuma gecesi Kâbe’y i <4) deve gibi
yürüyerek ziyaret eder. Yeni Cami için de aynı şeyi işittik. (5) Sultan Murad
Han bu makamları yapınca büyük savaşlar yaptı. Üç gazası meşhurdur. (6)
Birini Üngürus’la etmiştir. Onun biri de İzladi gazasıdır ki orada dört yüz bin (7)
kâfir, on yedi kâfir beyi vardı. Geldiler, Üngürus kralıyla <8) bir oldular. Bu
taraftan Müslümanlar da toplandı, (9) yetmiş bin gazi bir olup cenk etti. İslamın
devlet ve kuvvetinde (l0) kâfirleri yendiler, kırdılar, kaçırdılar, kovaladılar.
Kâfirler kaçıp illerine (ll) gitti. Üç yıl sonra tekrar hücum ettiler, yedi yüz bin
kâfir (12) geri gelip Varna’ya çıktı. Top ve tüfekler attılar. Arabalar çatıldı, üç
gün (l3) üç gece cenk oldu. Müslümanlar dağıldı. Han yalnız kaldı. K ra l<l4) lain
inat etti, Han üzerine yürüdü. Gaziler onu atından yıktılar, başını (15) kestiler.
Küffar yenildi, Müslümanlar tekrar dirildi. Kâfirleri bu defa ele [T 1232](1) alıp
kırdılar. Kâfirler kaçıp gittiler. Müslümanlar, onların mallarını ganimet
eylediler.
(2) Tekrar Edirne’ye gelip bayram ettiler. Şehri donattılar, kralın ba
burca astılar. (3) Kule kapısında davul dövüp şenlikler yaptılar. Küffar içine
korku düştü. (4) Üç yıl sonra melunlar ve kâfirler toplandı, Yanko adlı kâfiri (5)
kral ettiler, Kosova’ya geldiler. Ehl-i İslam ile cenk ettiler. Üç gün çok şiddetli
cenk (6) oldu. Sonunda küffar tekrar yenilip kaçtı. Artık gelmediler.
Müslümanlar (7) kâfirleri öyle kırdılar ki binlerce kâfirlerin karısı dul kaldı.
Sultan (8) Murad öldü. Sultan Mehmed tahta geçti. Edirne’de yeni saray
yaptırdı. w Tunca üzerinde cennet misali bağ ve bahçeler düzenledi. Orada
oturdu. Çünkü havası (10) çok güzel idi. Kale içindeki Akcami kilise idi, Sultan
Mehmed yıktı, yeni cami yaptırdı. (ll) Çünkü kâfirler o (l2) kiliseden dolayı
Murad Han’ın üzerine gelmişlerdi. Onu yıktırdı, cami (13) yaptırdı. Oradan
ümitlerini kestiler. Mescit oldu diye vazgeçtiler.
(14) Sultan Mehmed padişah oldu. İstanbul’u fethetmeyi düşünm
başladı. <l5) Beyler:
-Deden Yıldırım [T1233] (l) aldı, içine bin ev yaptı. Onu sonra kâfirler
yıktılar. Sonra Murad Han vardı, (2) neredeyse alacaktı. Burca sancak dikti,
sonra vazgeçti. (3) Sarp kaledir, zaptı zordur. Uğursuz yerdir. Uğursuzluğuna
sebep şudur: (4) Şeytan, yere inince ayağını buraya basmıştır. <5) Onun için her
devirde yere geçer, ay tutulması olur. Rivayettir: Sonunda bu şehir yere
geçecek. (6) Zina, erkekler arasındaki cinsî sapıklık, fitne ve fücurdan dolayı
yerinde kara su gece çıkacak, harap alacak. (7) İşareti, depremlerdir. Zira nice
kere yıkıldı. Ayrıca veba (8) yeridir. Veba bu şehrin altında olur. (9) Bu şehirde
kuraklık hep sürüp gider. Huzur ve mutluluk yeri değildir. Alırsan (10) Ayasofya
çevresine duvar çek, geri kalan yerleri yık. Eğer bu şehri (11) mamur edersen
âlemin harap olmasına sebep olursun. Bu mamur olmaz, (12) ne kadar yaparsan
yap geri yıkılır, dediler. Padişah:
-Hele feth olsun, sonra (13) biz yıkarız, dedi.
Hemen asker topladılar, büyük gazadır deyip (14) İstanbul’u kuşattılar.
Sonunda Hakk’ın inayeti ile cebren ve kahren <l5) kaleyi aldılar, fethettiler,
içindeki küffarını kırdılar. Ayasofya’yı cami [T 1234](1) yaptı.
Sultan Mehmed tekrar Edirne’ye geldi, kaleyi boş bıraktı. (2) Bu
hikâyelerin toplanmasına sebep şudur: Sultan Mehmed, Uzun <3) Haşan
seferine, Acem’e gitti. Haşan Bey padişah idi, Acem’deki Gündüzoğlu <4>Umur
Han neslinden idi. Sultan Mehmed ile düşman oldu. Asker toplayıp (5) sınırda
buluştular, cenk ettiler. O vakit Edirne’yi beklemek için Cem (6) Sultan’ı
görevlendirdi. OsmanlIların bu durumlarda âdeti şöyle idi: Uzak yere sefer
yaparlarsa o yeri bekletirler,(7) boş bırakmazlar. Eski başkenttir. O zamanlarda
Rumeli’de ak bir kurt peyda oldu,(8) memleketi incitti. Pek çok kurt ona uydu.
O canavarların beyi idi. Adam (9) kaptılar ve davarlar aldılar. Sultan Cem onu
avlardı. Asker topladı, <10) o kurdu öldürdüler.
Sultan Cem yürüdü, Tuna Baba’ya indi, (ll)Baba’yı ziyaret etti. Baba’nın
özelliklerini müritlerinden dinledi. (l2) Ben fakire işaret oldu. E b ü ’l-Hayr-ı
Rumî adıyla biliniyordum. Bana buyurdu. <l3) Bu azizin her nerede hikâyesi
anlatılıyorsa bulmamı, dervişlerden sormamı, <l4) bu azizin kıssalarını
toplamamı istendi. Cem Sultan’ın emriyle memleketleri gezdim. (l5)Her nereye
gitsem bunun menkıbelerini dinledim, yazdım, birbirine bağladım, [T1235] <n
kitap hâline getirdim. Bu kitabı, yedi yılda tamam ettim. Sultanın huzuruna
getirip (2> teslim ettim. Sultan Cem, bu kitabı okutup dinlerdi. Hamza (3)
kıssasını dinlemezdi, daima bu kıssayı dinlerdi. Ahd etti:
-Eğer (4) padişah olursam, Edirne’den başka yerde oturmayacağım, dedi.
(5) Sultan Mehmed, Sultan Murad Han’dan sonra Rum diyarına (6) padişah oldu.
Edirne’de gazalar yaptı. <7) Tuna’dan beri olan kâfirleri ve tekürleri yendi,
ellerinden (8) yerlerini aldı, fethedip Müslüman ülkesi yaptı. Kâfirler, Tuna’dan
öte tarafta (9) kaldı. Tuna suyu, deniz suyu gibidir, gemiyle geçilirdi. (l0)
İskeleleri zapt ettiler, Rumeli’ye kâfir geçirmediler. Müslümanlar emin oldu,
<U) korkusuz duruma gelip rahat içinde yaşadılar. Ülke emin oldu. Müslümanlar
Tuna’d a n (12) geçip, öte tarafa akın eder oldular, küffara huzur vermediler.
Sultan, (l3) Edirne’de İstanbul’un fethi için hazırlık yaptı. <l4) O vakit
beyler İstanbul’un alınmasını istemediler. Zira onun imar edilmesi, (15)
memleketi harap eder, hem içine giren padişah gazadan kalır, havası [T 1236](l)
kötüdür, ağırdır. Nikris ve diğer hastalıklar oradan çıkardı. <2) Şayet padişah ona
meyledip başkent yaparsa denizden dolayı (3) gazilere itibar etmez. Seferler
deniz yoluyla yapılır, diye çok önemsemediler. O <4) gece Sultan Mehmed
rüyasında Sultan Saltık’ı gördü. Geldi. Elinde (5) demir bir anahtar tutuyordu.
Sultan Mehmed’e onu sunuverdi:
-Al (6) anahtarı! İstanbul’a git. O Perkinik Kapısı’nın kilidinin anahtarıdır.
(7) Onun kapısını aç, fakat anahtarı orada bırakma. Yoksa yaya kılırsın. (8) Sonra
getirip anahtarı Edirne’de sakla. Eğer İstanbul’da bırakırsan başka kapı (9)
açamazsınız, dedi.
Sultan Mehmed uyandı. Rüyasını anlattı. Vezirlerden birisi:
-Orada çok kan (I0) dökülür fakat alınamaz. Sadece niyet edilebilir, dedi.
O zaman meğer yanlış <U) anlamışlar. Onun ikiye biçilmesi için emir verdi.
Sonra günahsızdır, diye tekrar anlattılar. (12) Hemen yetişin deyince onu şehit
ettiler. O gece han çok üzüldü, vezirlerine hışım (l3) eyledi. Kendisi o yeni
sarayının kulesine çıkmak istedi. Ay ışığında şehri, ırmakları ve ovayı
seyretmek istedi. Bir oğluyla merdivenden çıkıyordu. (l5) Yarısına gelince
biryle karşılaştı, göğüs göğüse geldiler. O adam kaçtı. [T1237] (1) Sultan
kendinden geçti. Saltık Gazi:
-Bu, haksız yere kan dökmek midir? Hata (2) edersin. Niçin gereği gibi
teftiş etmezsin. Bu mülkü senden sorarlar, sen vezirin (3) sözüne uyarsın. Hak
yere gazada dökülen kandan kaçarsın. Sana rüyanda (4) haber verdim, erenler
yanlış mı söyler? Şeytan dört taife şeklinde, açık (5) ve kapalı olarak gezer:
“kavluhu ta ’âlâ mine ’n nebiyyjne ve ‘s-sıddfkjne ve ’ş-şühedâoi ve ’s-sâlifı\ne
(6) Söylemeye devam etti:
-İftira edeni katlet, dedi ve kayboldu. (7) Sultan bu durumu beylerine
anlattı. O dertliye iftira atan <8) zalimi öldürdüler. Sultan, Şerifin canı için
sadakalar verdi ve kurbanlar kesti. (9) Gidip İstanbul’u fethetti. Anahtarı orada
bırakma, dedi. Tahtı,(l0) İstanbul’a taşıdı. Bu işaretten anlaşılan şudur: Başkent,
yine (l 11Edime olacak.
Rivayet edenler şöyle anlatır: Ashabın hikmetiyle bir padişah gelecek, <l2)
Eski Baba’da Sultan Şerifin üzerine cami ve hayırlar yaptıracak, mamur (13)
edecek. O da veli olacak. Halifelik ona Hak’tan sunulacak. Onun hükmü
Mekke’de (14) olacak. Kılıcıyla İslam içinde gazi padişah olacak.
Her yerde <l5) Şerif velayeti meşhurdur. Hem de gazaları çoktur. Hangi
birini anlatalım? Mübalağa sanma. [T1238] (,) Hak teala ilham verdi onun
yaptıklarını yazdım, söyledim. Her âşıktan ve âriften (2) işittiğimi bu kitaba
yazdım. Ümidim budur ki sultan kıyamette ben fakiri sebep <3) ve vesile ile
atası Hazret-i Resul’e ulaştırır, şefaatini (4) nasip eder, bizi arz edici olur. Zira
bilim adamları, günahsızlar, seyitler ve şehitler ümmete (5) yardımcı olacaktır.
İlahi! Habib’inin hakkı için ve bu er hürmeti için sen bize rahmet eyle. (6) Ya

Kur’an, Nisa suresi, 69. ayet: “ ... İşte bunlar; Peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve
iyilerle beraberdirler.”
Rab! Şerifin yüzünün suyu hürmeti için bütün ümmet-i Muhammed’e sen
rahmet eyle. Azabının (7) şiddetinden sakla. Amin.
Bu kitabı yazana, okuyana ve dinleyene sen (8) rahmet eyle. Bu kitabı
yazanın ruhuna dua (9) eden kimseye de rahmet eyle. Zira benim amacım
burada duadır. Ayrıca bu serverlerin, Müslümanların dilinde yâd olmasıdır. (l0)
Gerçek olsa da olmasa da bu hikâyelerin sıhhat üzere olup olmamasının (ll)
ötesini Allah bilir. İsteğim, bu azizleri medh etmektir. Zira onlar bundan (l2)
fazlasına da lâyıktır. Onlar, Tanrı’nın velileridir. Adları yerde (l3) kalmasın,
anılıp ruhlarına dua edilsin. Onların ruhlarına dua ediniz. Bu (14) duaya sebep
olana da rica budur ki, Hak teala rahmet etsin. Bu kitabı, <15) gittiğim her
yerlerde bulduğum hikâyeleri toplayarak oluşturdum, kitap hâline getirdim.
Müslümanlar, [T1239] (1) bundan İslama fayda olacak. Bize de dua edip
müellifine <2) bağışlasınlar. Öyle eden kardeş, dünyadan <3) ahirete imanla (4)
gitsin.

<6)Kim dua ile yâd ederse bu yazının katibini


(5)Ulu yazıcı (Tanrı), onun şerrini hayra yazsın
(7)Şükürler olsun, kitap tamam oldu.
Şükürler olsun, kitap başarılı oldu.
(8) “Bu değerli kitap, Hicrî bin senesinde, rebiülevvel ayının sonlarında,
perşembe günü, sultanların huzurunda, tamamlandı.”
ÖZEL İSİMLER DİZİNİ
664
666
I. c i l t ö z e l is im d izin i

A lyan o s: 73, 7 4, 75.


-A- A m a s y a : 2 1, 78. Ayrıca bk. Harcınevan.
A b a za : 79. A m ik : 369.
A bbasiyye: 6 6 . A m i r : 2 8 2 , 3 8 2 , 3 8 3 , 3 8 4 , 4 3 9 , 44 0 .
Abd ülaziz ( T a l h a ibni A bd ulaziz): 8 , 17. A m la k -ı R u s î: 28.
A bd ullah: 6 6 . A m r-ı N ahs / A m r u N a h s : 2 5 9 , 2 6 0 , 262.
A b d u r r a h m a n : 2 0 , 149. Anıru ibni Abbas: 2 62.
A b d u r ra h m a n P e r i : 3 46. A m ru ibni / bin As: 2 5 7 , 2 5 8 , 2 5 9 , 2 6 0 , 2 6 2 ,
A bd üsselim : 14. 26 3 , 2 6 4 , 2 6 5 , 2 6 6 , 2 6 7 , 2 6 8 , 26 9.
A bdiilmelik (A bd ülm elik ibni Z iy ad): 22 5 , A m r u T u l i : 3 8 7 , 3 8 8 , 3 9 0 , 3 9 1 , 3 92.
259, 2 6 0 ,3 1 1 . A m u : 43 0.
Ad: 337 . Anatol Y u n a n î : 30.
Abdülvehhab: N D 3, 59. Anad olu : 7, 19, 199.
Abbas: 7, 15, 6 6 , 67, 6 9, 2 6 2 , 2 6 3 , 3 1 2 , 37 1. Anbol: [bk. Anbolı].
A b d u r ra h m a n -ı S ü l u k i : 1 1 , 2 0 . Anbolı: 114, 178.
A cem : 7, 2 1, 3 4 , 3 5, 199, 2 1 2 , 22 6 , 2 2 8 , 2 2 9 , A n g u r C a z u : 117.
2 3 3 , 2 3 6 , 2 4 0 , 25 8 , 3 1 0 , 3 7 3 , 3 7 6 , 4 3 5 , 4 4 0 . A n g u riy y e : 19, 2 1 , 51, 117.
Adallı: 4 3 0 . A n k a ( S i m u r ğ - ı A n k a ) : 6 7 , 158, 159.
A dem ( H a z r e t- i A dem ): 4 0 , 136, 138, 147, A nk aabad : 4 16.
149, 154, 156, 2 5 5 , 2 5 6 , 2 7 5 , 37 8 , 4 0 8 , 4 2 6 . A nkabil: 74.
Adem-i safi: (bk. H a z r e t -i Adem) 4 2 6 . A n k a pu s: 308.
A dem i: 191. A nta s: 30 0 , 3 0 1 , 365.
A den: 7 1, 3 0 5 , 4 0 0 . Antas ( Ş e h r - i A n ta s): 390 .
Affan: 8 1 , 112, 128, 2 3 2 , 23 4 . Anter: 6 8 .
Adhan C a z u : 3 6 1 , 362 . A n t e r ( K a le -ı A n t e r ): 30 7.
Adi: 153. A n t e r /A n t e r ibni Ş edd ad/ A n t e r ibni
Adi: 2 8 7 , 3 7 0 , 371. Rebiyye: 3 0 2 , 3 0 3 , 3 0 4 , 3 0 5 , 3 0 6 , 3 0 7 , 3 0 8 ,
Adrin: 4 0. 3 0 9 ,3 1 0 ,3 7 1 .
Afife: 3 0 3 , 3 0 5 , A n th a n o s: 121.
Afra m : 33. A rab î: 1 5 , 2 3 0 , 2 4 2 , 2 4 4 , 3 8 0 .
Afvan: 3 1 7 , 31 8 , 3 1 9 , 32 0 , 3 2 2 , 3 2 4 , 3 2 5 , A ra bil: 257.
3 2 6 , 3 2 8 , 3 3 0 , 3 3 3 , 3 3 5 , 3 3 7 , 3 3 8 , 3 4 0 , 34 1 , A ra p: 15, 2 1, 3 5 , 6 4, 6 5 , 6 6 , 6 7 , 6 8 , 2 12, 2 2 6 ,
3 4 5 , 3 4 9 , 35 1 . 2 4 1 , 2 4 6 , 2 4 8 , 2 4 9 , 2 5 0 , 2 5 1 , 3 0 4 , 308, 3 10,
A hm edi ( S e y y id A h m e d ): 21 2. 3 7 0 , 3 7 6 , 3 7 7 , 3 7 8 , 3 8 0 , 3 8 4 , 3 8 8 , 389, 39 9 ,
Ahm ed-i Bed evi: 71. 4 0 0 , 4 2 9 , 4 3 9 , 4 4 0 , 4 4 8 , 450.
A h m e d T e m i m e : 166. A ra k : 107.
A kabil: 67. A ra k i l: 123.
A k d e n iz : 150. A ra k i n : 91.
A k s u : 179. A rg aç (M e li k - A rg a ç): 33.
A l a m a n / A l m a n : 33, 3 5, 125, 2 2 2 , 22 3 . A rg a ç (K u h -ı A r g a ç ) : 3 3 , 80.
Ali [ H a z r e t- i Ali]: 6 , 14, 15, 16, 6 7 , 7 0 , 123, A r m in a s : 254.
155, 2 0 1 , 2 0 9 , 2 2 4 , 2 2 8 , 2 2 9 , 2 3 0 , 2 3 1 , 2 4 0 , A rtifa n is: 364.
2 4 1 , 2 4 2 , 2 4 7 , 25 0 , 25 8 , 2 6 0 , 2 6 1 , 2 6 2 , 2 6 3 , A r u m a y : 117.
2 6 6 , 2 6 8 , 3 0 9 , 3 1 1 , 3 5 9 , 371. Arz -ı R u m : 9, 198.
Ali: 14. As: 3 3 , 2 2 2 .
Ali [ E m i r A li]: 6 , 8 , 10, 15. A sa f bin B e r h ı y a : 354.
Al-i S e l ç u k : 7, 21. Asfavan: 299 .
Aliy on / Al iyon R u m î : 2 3 , 2 4 , 26, 2 7 , 28. Asf ur: 2 3 1 , 2 4 6 , 2 4 7 , 2 4 8 , 24 9.
A liy y ü ’l - M u r t a z a : [bk. Ali]. Asfur Z e m in : 2 2 5 .
Asfur-ı R u m î : 34, 2 2 2 , 2 2 3 , 2 2 5 . B e h z a d : 3 1 2 , 370.
Ashab-ı K e h f : 408. B e l k ı y a : 149.
A sım : 3 1 7 , 3 1 8 , 31 9 , 3 2 0 , 3 2 6 , 3 2 8 , 3 4 3 , 3 4 4 , B e n i H i ş a m : 310.
34 5 . B e n i İs ra il: 256.
A sm a: 379. B e n i Ays: 303 .
A ş k a r: 11, 12, 14, 15. B e n i Ş a ş a a : 378.
Avas: 365. B e n i Ü m m iy y e : 6 6 , 224, 2 2 5 , 3 1 1 - 3 1 2 .
Avc ibni A n a k : 3 0 8 . B e r a n i kavini: 71.
Avz [ M e lik ]: 2 7 3 , 2 7 4 , 2 7 9 , 2 9 6 , 2 9 7 . B e r b e r : 2 7 1 , 3 0 2 , 3 1 4 , 3 7 5 , 388 .
A y a m o n : 87. B e r b e r i y y e : 223.
A yaso fy a: 4 9 , 7 2 , 84, 85. B e r c a n : 461.
Ayasu D i m i t r i : 48. B e r i y y e - i H ab e ş: 271.
A y n ü ’ n - n u r : 364. B esku y: 221.
A y n ü ’ ş-ş e m s : 4 1 3 , 4 1 4 , 4 1 5 , 416 . Bevvab: 275 .
Ays: 99. B i c e r t a n : 376 .
Ays ( B en i Ays): 30 3. B ih ter: 478.
A z e n t e r iy y e : 117, 118. B ilsan: 256.
A z e rb a y c a n : 9, 2 4 0 , 259. B i r t u s / B i r tu s -ı Habeş : 3 2 2 , 3 2 3 , 32 4 , 32 5 ,
Azi z (H atib A z iz ): 37 6 . 326, 3 2 8 , 3 2 9 , 3 3 0 , 3 3 3 , 3 3 5 , 3 3 7 , 3 3 8 , 339,
Azi z ibni H a k i m : 311 . 3 4 0 , 3 4 1 , 3 4 3 , 3 4 4 , 34 5 , 3 4 6 , 3 4 9 , 351.
Az r a m : 2 72. B o s i n : [bk. Bosna].
A z r a i l : 119, 3 42, 4 1 0 , 4 1 9 , 4 2 0 , 4 4 2 , 45 1 . B o s n a : 3 7 , 9 8, 99, 102, 103, 179, 181, 182,
183.
-B- B o s n i y a : [bk. Bosna].
B a b a : 194. B o z t e p e : 75.
B a b a : N D2. B u h a r a / B u h a r a : 197,430.
B a b a e s k i/ B a b a e s k i s i : N D 2. B u r s a : N D 2 , 199.
B a b a k ıy a s : N D2. B ü h t a n : 107.
Ba b a D a ğ ı : N D 2. B ü r t u s : 22.
Ba b a P e r e n d e : 44 1.
Ba b il: 2 2 6 , 2 4 3 , 2 4 4 , 34 7. -C -
B a c u H a n : 2 2 9 , 235. C a b e : 31 0.
B ağ d a t: N D 4, 7, 2 3 0 , 2 4 1 , 2 4 3 , 2 4 6 , 2 4 8 , 2 5 7 , C a b i r / C a b ir -i H ab eş: 2 7 4 , 2 7 5 , 2 7 6 , 2 7 7 ,
312. 2 7 8 , 2 7 9 , 43 2 .
Ba ğ d a n : 79. C a b i r e : 2 5 6 , 25 7 .
Bağ d ano s [M elik-i B a ğ d a n o s ] : 33. C a f e r G a z i/ S e y y i d C a f e r G a z i : [bk. Battal]
B a h r i y y a t : 302. 128.
B a h t-ı N a s r : 2 2 4 , 2 5 7 . C a f e r G a z i/ S e y y i d C a f e r G a z i: [bk. Battal]
B a l k a n : 33. 128, 25 0.
B a r d in -i K ır a v a n î : 30. C a f e r : 149.
B a s a r : 370. C a h u d - ı F r e n k : 173.
B a t t a l/ B a t t a l G a zi/S e y y id B a t t a l G a z i/ C a lu t: 41, 42, 324, 325, 326, 327, 339, 341,
S e y y i d C a f e r B a t t a l G a z i: N D 2, N D 3, 3 43 .
N D 5 , 10, 4 5, 128, 149, 149, 3 1 2 , 3 4 6 , 347, C a m u d : 177.
3 54 . Ç a m u r : 177, 178, 179.
B a y e z i d : 2 12. C a m u s ( C a m u s Div): 110, 127, 139.
B ay ezid-i B e s t a m i : 2 1 1 . C a r k e z : [bk.Çerkcs].
B a y ı r : 4 0 0 , 402. C a v i d a n : 292 .
B a z ı r : 2 89. C e b e l : 2 49.
B e d ah şan : 4 3 0 , 432 . C e b e l- i K a f : 156.
B e d u s: 211. C e b e l- i K e b i r : 271.
B e h r e n o s : 30, 4 30. C e b e l- i T a r u m : 385 .
B e h z a d i b n i H aşim ibni H a m z a : 3 4 6 . C eb elilb u rz: 231.
C e b e l i n : 270. D a h i : 136, 137, 138, 139.
C e b e l ü ’ l -K a m e r /C e b e l -i K a m e r : 2 7 0 , 2 8 2 , Dal ibni C e m ibni A dem : 2 2 2 , 225.
2 8 4 , 2 8 5 , 286. D a n iş m e n d : 6 .
C e b e l ü ’ l -M i ft a h : 34. D a r ü ’ I- a sn a m : 4 1 6 , 4 1 7 , 4 2 0 , 4 2 6 , 4 2 7 , 4 3 2 ,
C eb raoil: 228, 230, 256, 261, 435. 433, 454, 455.
C e b r a n : 4 2 0 , 4 26. D a r ü ’ l -i n a n : 363 .
C e b r e t i : 38 8 . Davud [Hz. Davud]: 152, 2 0 4 , 2 5 4 , 2 7 4 , 2 8 7 ,
C e m : 222. 2 9 5 , 408 .
C e m a d : 168. Davud [ K a r a Dav ud]: 20 3 , 2 0 4 , 20 5 , 2 0 7 ,
C em şid (C em şid Ş a h ): 287, 378, 408. 208, 209, 210, 211, 213, 215, 217, 218, 219,
C e n d e v a k i : 146. 22 4 .
C e n d - v a l: 368. Davudî: 105, 152, 2 0 3 , 2 0 4 , 2 0 5 , 2 0 6 , 2 0 7 ,
C e n g a l : 346 . 2 0 8 , 2 1 1 , 2 1 3 , 2 1 5 , 2 1 7 , 2 1 8 , 2 1 9 , 2 2 4 , 254 ,
C e n m u r i l e r : 237. 274, 295, 408.
C ercis: 456. D e k in : 436.
C e r c u n : 2 50. D e k iz : 429.
C e s a r : 3 3 , 3 5, 2 2 0 , 2 2 1 , 2 2 2 . Delü M e zid : 199.
C e v h e r Ş a h : 378. D e m d e m e k i : 203.
C e v h e r Ş e n a h - ı R u m î : 40. D e m ü r k a p ı: 6 2, 2 3 7 , 238.
C e y h u n : 2 8 6 , 43 5. D e r m a h : 36 6 , 3 6 7 , 3 6 8 , 3 6 9 , 373.
C e z i r e - i Fird evs: 125. Deşt : 35, 113, 2 0 7 , 2 1 5 , 2 1 8 , 2 2 6 .
C ezire-i G aytan: 453. D e ş t - h a n : 63.
C e z i r e - i U şşak : 6 , 15, 19, 37, 73. Deşt-i T a t a r î : 198.
C e z i r e - i V akvak: 133. D ım ışk i: 312.
C ib ran : 408, 409, 410, 411, 420, 426. D i m i t ri : 4 8 , 194.
C i b r a n î l e r : 4 09. D i m i t ri y a n i : 8 7, 182.
C id d e : 7 1 , 3 8 8 . D i y a rb e k i r: 2 57.
C in e v is: 125, 196. D ü r m u n : 2 56.
C i n g i s (C in g is H a n ) : 7 , 9 .
C i n g i ş : [bk. Cingis Han], -E-
C i n n i s t a n : 136, 139. Ebru s a k : 51.
C i v a r: 48. Ebu Ali: 359.
C u h u d : 83, 104, 106, 107. Ebu ’ l-A la: 376.
Ebu B e k r : 14, 16, 7 0 , 2 2 4 , 2 4 1 , 24 7, 25 7 ,
-Ç- 258, 2 6 1 ,2 6 2 .
Ç a ğ a t a y : 197. Ebu D e r k a n : 2 5 8 .
C a z û - y ı Ç e n g a l : 3 5 2 , 355. Ebu H a n ife : 6 5 , 6 6 , 69.
Ç e n d - v a l: 3 5 3 , 354. Ebu H aşan bin Ş a m u r : 55.
Ç e n m u r: 229, 230, 231, 237, 238, 239. Ebu M ü s li m /E b u ’ -l M ü s li m : 2 2 5 , 2 7 0 , 3 1 2 ,
Ç e r ç u r e : 250. 34 6, 384.
Çe r d e v a n -ı Ç e n u s i : 30. E d irn e : N D 2, 10, 18, 4 0 , 4 1 , 52, 56, 87, 199,
Ç erk eş: 7 9 ,2 1 8 . 203.
Ç e s a r : [bk. Cesar]. E fla k : 3 3 , 3 5 , 2 2 6 .
Ç i h : 35. E fr e n ç/E fr e n c: 32.
Çin: 6 3 ,3 1 2 ,4 5 9 . E h r e m e n Ş a h : 167, 2 5 6 , 2 6 8 , 2 86.
Ç i n î : 37 0. E jd e r h a n : 62.
Ç ipu r: 416, 421, 422, 4 2 6 ,4 2 7 , 432, 457. E lb ü r z : 148.
Ç o b an Ata / Ç o b a n : 2 0 5 , 2 0 6 , 2 0 7 , 2 0 8 , 2 0 9 , E l- M e r v a n : 26 1.
2 1 1 , 2 1 6 , 42 9 . Elyon Y a h ş : 9.
E m i r Ali: 6 , 8 , 10, 15.
-D- E m i r O s m a n : 15, 16, 17, 3 6 , 53, 54, 55, 56,
D a d g e r: 2 2 7 , 2 2 8 , 2 2 9 , 2 3 0 , 2 3 3 , 2 3 4 , 2 3 5 , 74, 76 , 80 , 113, 121, 144, 145, 146, 194,
2 3 6 , 239 . 2 3 2 , 2 4 7 , 2 5 7 , 2 5 8 , 2 6 0 , 2 6 1 , 2 6 2 , 268.
E m i r Ö m e r : 6 , 14, 16, 6 9 , 70. G az vin : 9 , 2 2 6 .
E m i r S ü l e y m a n : 199. G azzin : 229.
En bay: 3 89. G elin b o iı: 10.
Engurî: 198. G encan a: 322.
E rd üvan iy ye: 4 4 4 . G ı y a s ü ’d-d in /G ıy as: 2 1 , 2 5 , 2 6 , 3 1, 3 6 , 37,
E r m e n i : 3 1 , 3 4 , 105, 106, 1 0 8 , 3 1 1 . 55, 7 6 , 8 0, 240.
Eski M ı s ır : 387. G e y l a n l a n : 22 9.
Eski S it a n b o l: 82. G e y le v a n : / Gey lüvan-ı E f r e n c i : 3 0, 3 1 , 32.
E sk ip o lu z : 83. G irib a no s-ı C e s a r i/ G i ri b a n o s : 28.
Esterv ay : 227. G i r u ç e h u : 33.
Etv aliy ye: 275. G ir y a n o s : 3 0 , 58.
E y ne G a z i: 6 . G ök T a n g r ı s ı : 4 4 4 , 4 4 5 , 4 4 7 , 4 4 8 .
E z e n t ı m a r i y y e : 196. Gur: 439, 4 4 1 ,4 4 3 ,4 5 4 .
E z e r s a t m e l e r : 195, 196. G ü l n a r : 3 4 3 , 344 .
G ü r h a n : 2 0 8 , 20 9.
-F - G ü şta se b : 11.
F a r s : 35.
F a t ı m a : 228. -H-
F e l u r i : 48. H abeş: 2 4 9 , 2 5 8 , 271 , 2 7 2 , 2 7 4 , 2 7 7 , 2 8 1 ,
F e l y o n : 2 5 , 2 6, 2 9 , 3 0, 3 2 , 33, 35, 38, 39, 46, 2 8 2 , 3 0 2 , 3 0 7 , 3 1 4 , 3 1 5 , 3 1 7 , 32 4 , 32 9 , 3 3 2 ,
4 7 , 111, 117, 123, 124, 125, 1 7 8 , 3 1 1 , 3 5 5 , 3 3 3 , 3 3 4 , 3 3 6 , 34 9 , 3 6 3 , 3 7 3 , 37 7 , 38 6 , 3 87,
3 5 6 , 376 . 3 8 8 ,3 8 9 ,3 9 6 ,3 9 7 ,3 9 8 ,4 3 5 .
F e r a m u r z ibni B e h z a d : [bk. Feramurz], Habeşî: 2 5 8 , 2 7 4 , 3 1 6 , 3 3 4 , 3 6 4 , 3 6 5 , 37 5 ,
Feram urz: 1 4 9 ,3 7 0 ,3 7 1 . 3 88.
F e r a n o s p o l : 37. H a b e ş i s t a n : 2 7 1 , 29 9 , 3 1 1 , 3 1 4 , 3 1 5 , 336,
F e r c a n : 28 7 . 3 4 7 , 3 7 7 , 3 8 6 , 388 , 396.
F e r e s -i T a y y a r : 2 8 9 , 2 9 4 , 2 9 6 , 2 97. H a b r u ’ - K a z r a : 263.
F e r e s ü ’ t -t a y r : [bk. Feres-i T ayyar]. H a c : 2 1 8 , 2 2 0 , 22 1.
F e r h a d M i r z a : 210. H a c c a c /H a c c a c ibni Y u s u f: 2 2 4 , 2 2 5 , 2 6 0 ,
F e r i b a n : 8 8 , 118, 190. 26 9 .
F e r s i T a y r i : [bk. Feres-i Ta yyar], Hacı B e k t a ş : 2 1 2 .
F ı r a s : 3 8 4 , 384. Hacı B u r h a n : 20 3.
F ırat: 24, 257, 286, 435. H a c i r P e y g a m b e r : 358.
F ı r a t k a l : 126. H a fik: 383.
F i l a n k R u s : 2 14. H ale p : 6 4 , 2 3 1 , 2 4 8 .
F i lb a n : 9. H a it i: 25 7 .
F i li s t in : 117, 120. Ham: 2 3 1 ,2 4 8 .
F i r a v n : 2 5 4 , 256. H am i:257.
Fird evs : 4 3 5 . H am id : 2 5 7 .
F r e n g i s t a n : 25, 2 6 , 8 8 , 1 1 1 , 1 1 7 , 125, 148. H a m o s : 108.
H a m s : 2 67.
-G- Ham si: 257.
G a r m a n : 374. H a m u n : 311.
G a r m a n : 404. H a m z a ( H a z r e t- i H a m z a ) : 11, 6 7, 6 9 , 110,
G a r m a n - ı H a b eş: 374. 312, 346, 3 5 4 ,3 7 0 ,3 7 1 .
G a r t a s : 3 3 9 , 34 0 , 341. H a m z a - ı K e n a n / H a m z a ibni K e n a n /H a m z a
G avril: 2 4 3 , 244. ibni K e n a n e /H a m z a - i K e n a n e : 149, 2 8 7 ,
G avz: 29 6. 3 0 3 ,3 1 0 .
G a y ta s: 3 5 7 , 35 8 , 3 6 3 , 3 6 5 . H a m z a ibni K e ş a n e : 440 .
G a z a b a : 310 . H a n b e li/H a n b e l: 65, 71.
G a z a n T a t a r : 21 6. H a n e f ıy y e : 65.
G a z a n f e r / G a z a n f e r : 2 8 7 , 3 0 2 , 310. H an-ı T a t a r / H a n - ı T a t a r î : 196, 2 1 6 , 2 2 3 ,
G a z b in : 62. 232.
H a n y a k -ı H a be şî: 33 4 . H u rşid B a n u : 3 5 4 , 3 5 7 , 3 5 8 , 3 5 9 , 363.
H a n z a r i / H a n z a r a : 3 7 4 , 375. H ü m a B a n u : 9 8, 186, 188, 193, 194.
H a r b u r : 38 4 . H ünk-perende: 437, 441.
H a r b u t : 3 83. H ü r m ü z : 3 5 7 , 3 5 9 , 363 .
H a r c e n a n : [bk. Harcınevan], H üseyin ( H a z r e t- i H ü se y in ): 6 , 7, 15, 16, 17,
H a rcın e v a n ( A m a sy a ) : 6 , 7, 9, 10, 11, 12, 18, 6 9, 22 4 , 2 2 7 , 2 2 8 , 2 4 2 , 2 5 9 , 2 6 0 , 2 6 1 , 2 6 2 ,
19, 2 0 , 2 1 , 3 4, 3 6 , 51, 52, 58, 7 4 , 7 6, 77, 79 , 264, 2 6 5 ,2 6 6 ,3 1 1 .
112, 113, 120, 121. H üseyin G a z i: 31 2 , 313.
H a rc ı v a n : [bk. Harcınevan]. H ü se y n i: 17.
H a r c u n a / H a r c ı n a : 7, 77. H ü s r e v / H üsrev-i R u m î : 15, 2 5, 28, 2 9, 30,
H a r i s : 375 . 3 1 ,3 2 , 6 0 ,2 1 0 ,3 1 0 ,4 1 5 ,4 4 0 .
H a rn o b : 3 83. H üzeyl / H ü z e y l î: 67.
H a r u n ü ’ r-r e şid : 312.
H a r u t : 3 4 8 , 359. -I-
H a ş a n : 16. I r a k : 230.
H aşan ( H a z r e t- i H a ş a n ) : 6 , 8 , 9, 15, 16, 17, Irak iy y e: [bk. Irak].
6 9, 22 4 , 22 8 , 2 4 2 , 25 9. Istıfa-yı Z a h id e : 166, 177.
H aşan ibni Ş a m u r / Ebu H aşan bin Ş a m u r : Itaf: 342.
54, 55. Itfan-ı H a be şî: 3 6 6 , 3 6 8 , 36 9 , 37 0 , 3 7 3 , 374.
H a s a n i : 17. Itvas: 342.
H aşin i: 3 1 7 , 31 8 , 3 1 9 , 32 0 , 3 2 4 , 3 2 6 , 3 4 3 ,
3 4 5 , 370. -İ-
H a ş im F r e n k : 190, 191, 192. İbni M a d a : 2 6 3 .
H a ş im ibni H a m z a : 370. İbni Z e y n e b: 3 0 7 , 307/7 .
H aver: 3 1 2 , 4 5 9 . İb rah im P e y g a m b e r / İb ra h im H alil: 71,
H a y n u : 15. 147, 156, 3 0 4 , 3 5 8 , 4 0 7 , 4 0 8 , 44 0 .
H ay n u p : 10, 14, 15, 16, 2 0, 2 5 , 57 , 6 1 , 7 2 , 73, İb rah im : 1 9 4 , 2 2 5 .
7 4, 7 6 , 79, 80 , 113, 120, 127, 2 0 0 , 22 1. İbri: 150, 168.
H e ft ü m n i : 414 . İdris P e y g a m b e r : 2 5 5 , 2 5 6 , 3 4 8 , 408.
H e ra k il K a y s e r/ H e r a k i l ibni D i m i t r i y a n i / İfrit Arap: 6 7 , 6 8 .
H e r a k i l : 124, 182, 186, 190, 191, 1 9 3 , 3 1 1 . İfrit-i H ü z e y l î: [bk. İfrit Arab],
H e r a s i k : 99 , 101, 102. İlyas P e y g a m b e r : 4 3 , 4 4 , 166, 1 9 5 , 2 9 4 .
H e r s e k - z a d e : 102, 182. İly as: 22 9.
H ı r m a s : 3 5 5 , 3 5 6 , 3 5 7 , 358. İlyas-ı R u m î : 2 7 , 2 8 , 2 9, 31, 32, 60.
H ıta / H ıta y : 3 1 2 , 4 3 0 , 45 9 . İm ad: 3 2 5 , 3 26.
H ız ı r : (San Saltık) N D 2, ND5. İm am H ü s e y i n : 2 5 9 , 2 60.
H ız ı r : ( H a z r e t- i ) 4 3 , 4 4 , 67 , 7 8 , 1 4 3 ,1 51 , İm a m Ali: 14, 2 0 2 , 2 4 1 , 2 5 8 , 26 1 .
152, 153, 155, 166, 193, 1 9 5 , 2 2 4 , 2 2 5 , 2 2 7 , İm am-ı Ş a f î : 65.
2 2 8 , 2 3 3 , 2 3 4 , 2 8 8 , 2 9 1 , 29 2 , 194, 34 7 , 3 92, İra n: 7 1 , 4 0 0 .
3 9 3 ,3 9 5 ,4 3 6 . İsa: 4 0 , 4 7 , 4 8 , 4 9 , 5 0, 52, 5 6 , 106, 155, 2 2 4 ,
H ic a z : 3 0 8 , 3 1 0 , 399. 27 4 .
Hilal C a z u : 4 3 5 , 4 3 7 , 4 3 8 , 439 . İsfan: 193.
H in d: 2 5 8 , 3 9 8 , 3 9 9 , 4 0 0 , 4 0 2 , 4 0 6 , 4 1 6 , 4 1 9 , İs hak P e y g a m b e r : 78, 9 9 , 3 58.
420, 423, 435, 436, 437, 439, 440, 454, 459. İs hak : 3 6, 6 0 , 2 2 0 , 221.
Hindi M i n k a l e : 443 . İshak -ı M a z e n d e r a n î : 2 26.
H in dî: 4 2 3 , 439 . İs k e n d e r /İ s k e n d e r -i R u m î/ İsken der-i Z ü ’ l -
H in d ü sta n : 3 1 7 , 39 8 , 4 0 0 , 4 1 4 , 4 2 2 , 4 3 0 , 4 3 5 , k a r n e y n : 3 2 , 134, 151, 167, 23 7 , 2 7 0 , 27 4,
43 8 ,4 4 3 . _ 2 8 1 , 28 2 , 2 8 7 , 3 5 4 , 37 1 , 3 8 4 , 3 8 6 , 387.
H oca H a ş a n : 63, 20 8. İs k en d e riy y e : 7 2 , 119.
H oca H üse y in M a l î : 58. İsmail P e y g a m b e r : 158, 358.
H o r a sa n : 19, 2 2 9 , 2 5 8 , 4 3 0 , 431. İspan: 125.
H ud: 4 07. İs ra: 388.
H u rşid : 3 63. İs ra fil: 340.
İs ta nbul/İstanbul: N D 2 , .9, 10, 18, 3 6 , 4 0, 4 8, K a z i y e : 4 6 , 4 9 , 56, 137.
4 9 , 5 6 , 7 2 , 73 , 7 6 , 79, 82, 84 , 87, 9 7 , 118, K e f e : 7 9, 113, 121, 128, 193, 194, 195, 196,
1 9 3 .3 1 0 ,3 1 1 ,3 5 5 ,3 7 6 . 200, 203, 205, 213, 215, 217, 218, 225, 226,
İstifan-ı R u m î : 57. 2 3 1 , 2 3 2 , 2 3 3 , 260.
İtvas: 34 1 , 342. K e m a l A ta : 196, 20 0 , 2 0 1 , 2 0 2 , 2 0 4 , 2 0 5 ,
İzzeddin / tzz ü d d in : 7 6, 8 0 , 112, 128, 195, 206, 207, 208, 2 0 9 , 2 1 0 , 2 1 1 ,2 1 3 ,2 1 5 ,2 1 6 ,
226, 229, 231, 232, 234, 237, 249, 430. 2 1 7 , 2 1 9 , 2 2 0 , 236.
K e m b il : 4 2 9 .
-K- K e n a n : 310, 407.
K a b i l: 4 3 0 , 4 0 7 , 4 0 8 . K e r b G a z i: 2 6 7 .
K a f: 126, 127, 128, 131, 132, 133, 134, 135, K e r b e l a : 25 9 .
136, 138, 139, 141, 142, 145, 146, 147, 148, K eşm ir: 222.
154, 172, 174, 175, 1 7 6 , 2 9 1 , 3 1 0 , 3 1 2 , 3 1 8 , K e tf a l: 3 6 4 , 3 6 5 , 37 3 , 375.
3 3 3 ,3 4 6 , 3 5 0 ,3 6 4 ,3 7 0 ,3 7 3 . K a r s u v a n : 182.
K a k n u s : 4 3 0 , 43 1 . K ey van dev: 127, 140, 141, 142, 143, 144,
K a k u m : 2 5 0 , 356. 145, 146.
K a la b a ğ / K ila b a ğ : 9 4, 9 8 , 102, 186, 187. K e y y u m e r s : 378.
K a m i l : 29 2 . K e y y u s : 11.
K a m u s : 351, 3 5 2 , 3 5 3 , 3 5 4 , 3 5 5 , 3 5 6 , 3 5 7 , K ıp ç a k : 6 2, 3 5 4 , 356.
3 5 8 , 3 5 9 , 3 6 2 , 3 6 3 , 4 3 5 , 4 3 6 , 4 3 7 , 4 3 8 , 439. K ı r : 218.
K a n a t o s : N D 3 , N D 4. K ır a v a n : 6 , 18, 19, 2 1 , 3 0 , 31, 3 3 , 3 5 , 3 6 , 53,
K a n d e h a r : 430 . 5 4, 60, 7 2, 7 9 , 113.
K an u s: 345, 346, 347, 348, 356, 428. K ı r ı m : 113, 195, 196, 197, 199, 2 0 0 , 2 0 3 ,
K a b : 383 . 2 1 3 , 2 1 7 , 2 1 8 , 231.
K â b e : 6 6 , 7 1 , 119, 2 2 5 , 262 . Kid : 4 3 0 .
K a h r a m a n : 167, 286. K ilanu r: 4 0 1 ,4 0 4 ,4 1 1 .
K a h i r : 2 6 6 , 267. K ila şp ol/ K i l a ş : 3 7, 38.
K a h i r e : 2 6 4 , 2 6 5 , 2 6 6 , 26 7 . 286, K i r m o s : 21 0 .
K a k ı m : 35 4 . K i s r a : 378.
K a p a l a y ık : 101. K öle Y u s u f : 64, 127, 196, 20 2 .
K apu s / K a p a s : 3 4 2 , 34 3 . Kuba: 218.
K a r a c i n : 33. Kuds- i m ü b a r e k : 64, 69.
K a r a Davud: 2 0 3 , 20 7 , 2 1 5 , 2 1 7 , 2 1 8 , 2 2 0 . K u h -ı A rg a ç : 3 3 , 80.
K a r a d e n i z : 75. 79. K u h -ı K a f: 373.
K aram an: 6 . K u h -ı Ş u a : 136, 139, 161, 162, 163, 165.
K a r h a n : 28 7. K u h i s t a n : 22 2.
K a r s - ı R u m / K a r s : 20. K ul ibni K ü ley b : [bk. Küleyb].
K a s ı m : 3 2, 33. 3 7 , 6 0 , 185, 190, 191, 192, K u lle -i Ş e m s : 2 8 5 , 287.
31 7 , 3 1 8 , 3 1 9 , 3 2 0 , 3 2 5 , 3 2 6 , 3 4 3 , 345. K u r e y ş : 3 0 9 , 3 1 0 , 44 0.
K aşk ar: 459. Küffe B a n u : 145.
K a s t a m o n u : 8 , 52, 5 3 , 79. K ü l e y b Tu b b a : 378.
K a v a n i y y e : 21, 57, 58. K ü ley b : 3 7 8 , 3 7 9 , 38 0, 3 8 1 , 3 8 2 , 3 8 3 , 384 .
Kavs-i K u z a h : 3 1 4 , 3 1 8 , 3 5 6 , 3 7 4 , 385. K u r b a n : 148.
K a v u ş: 346. K u d ü s/ K ud ü s-i H a l i l ü l r a h m a n : 2 2 4 , 2 2 5 ,
K a y d a f a n : 2 2 3 , 35 6 . 349.
K a y s : 384.
Kays ibni Tavu s ibni H ürmüz ibni -Lr
N uşirev a n -ı Adil: 6 6 . L a z : 3 6 , 8 4 , 9 8, 9 9 , 101, 104.
K a y s ü ’l -b e k u r: 3 8 4 . Leh: 33, 35, 218, 220, 2 2 1 ,2 2 2 .
K a y s e r i : 19, 3 0 , 58. L e n d ü h a bin S u d a n - ı H in dî: 4 3 9 , 440 .
K a y s o n / K a y s u n : 8 8 , 107, 182, 185, 187, 189, L e v a z e h : 79 .
190, 191, 193. Ley s ibni H a ş im : 370.
K a z a n : 24 0 .
-M- M e lik -i Ş a z / M e l ik -i Ş a z a n : 4 2 2 , 4 2 4 , 42 5 ,
M a c a r D a ğ ı: 8 6 . 426, 428, 429, 457.
M açin: 3 1 2 ,4 5 9 . M e lik -i Tubba: 3 7 8 , 380.
M a h a n E r m e n i : 311. M e l ik -i T a l k ı y a n : 33.
M a h d a m : 3 42. M e lik -i Üc: 2 3 7 ,
M a h f a z : 32 6. M e lik -i Y e m e n : 40 0 .
M a h m u d : 1 1 3 , 3 8 8 , 398. M e lik -i Z e n g ib ar: 271 .
M a h m u d S e b ü k t ig i n : 7, M e lik M a h m u d H abe şî: 388.
M a l a ty a : N D 2 , N D 3 , N D 4 , N D 5, 6 , 31 2 . M e l ik M u k av k ıs: 308.
M alik: 6 5 ,7 1 . M e lik S e k a l i b : 4 1 2 .
M a lik -i B e r b e r i : 375. M e lik T a b u l : 42 9 .
M a m u r a n : 10. M e l i k ü ’ ş - Ş a m : 25 0.
M a m u r i y y e : 3, 4. M e lik Z iy a n: 308 .
M a n s u r : 52, 53. M e n d ü : 4 4 3 , 45 3 .
M a n s u r bin T a h i r : 53. M e n u c h e r / M e n u c h e r - i cin n î: 4 3 , 4 4 , 4 7, 67,
M a n y o s : 22 0 . 92, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134,
M a r i k o / M a r i k o s : 102, 103, 181, 182. 135, 136, 137, 139, 141, 145, 174, 1 8 8 , 3 9 2 ,
M a r t i n o s : 101, 103. 3 93.
M a r t o n o s : [bk. Martinos]. M e r r i h : 39.
M a rto y u s-ı R u m î : 103. M e rv a n : 2 3 1 , 2 4 7 , 2 5 8 , 2 6 0 , 2 6 1 , 262 , 2 6 3 ,
M a r u t : 3 4 8 , 359. 269, 2 7 0 ,3 1 2 .
M a s k u s : 3 5 4 , 356. M e s i h : N D 2 , 13, 2 5 , 4 1, 4 7 , 4 8 , 51, 52, 72, 81,
M a t t ı l a ü ’ l-f a rk : 347. 8 3 , 9 1 , 9 3 , 9 4 , 103, 1 1 8 , 3 1 1 , 3 1 6 .
M a t u m a n : 93. M e sih K a le s i : N D 4 , N D 5.
M averaünnehr: 430. M e sn u n -ı G e d a l a n i : 30.
M a z e n d e r a n : 155, 195, 22 6 , 22 8 , 2 29. M e s u h a : 366.
M e c u s i: 404 . M e ş a a t : 2 29.
M e d a y in : 2 3 0 . M e t o n : 114.
M e d in e : 6 6 , 6 8 , 69, 2 5 8 , 2 6 2 , 2 6 3 , 2 6 4 , 34 9 , M e y m u n e : 146.
384. M e zid : 199, 199.
M e g r i z : 79. M e z i k : 211.
M e h d i: 2 2 5 , 2 3 0 , 2 31. M ısır : 7, 19, 6 5, 71, 119, 2 3 1 , 2 5 0 , 2 5 1 , 2 5 2 ,
M e k k e : 9, 69, 7 1, 2 2 4 , 3 1 0 , 3 4 9 , 3 8 8 , 44 0 . 2 5 3 , 2 5 4 , 2 5 5 , 2 5 6 , 2 5 7 , 2 5 8 , 2 6 1 , 2 62, 26 3 ,
M e l ik Avz: 2 7 3 , 2 7 4 , 2 7 9 , 2 9 6 , 29 7. 2 6 5 , 2 6 6 , 2 6 7 , 2 6 8 , 2 6 9 , 2 7 0 , 2 7 7 , 2 7 8 , 27 9 ,
M e l ik D a n iş m e n d : 6 . 2 8 0 , 3 0 2 , 3 0 8 , 3 1 0 , 3 1 4 , 32 9 , 3 3 4 , 3 49, 3 5 0 ,
M e l ik H ü sr e v : 415. 3 6 4 , 3 7 6 , 3 8 4 , 3 8 5 , 3 8 7 , 38 8 , 3 8 9 , 3 98, 4 2 2 ,
M e l ik - A fr am: 33. 4 35,436.
M e l ik - A rg a ç: 33. M ihal M i r y a n o s : 41.
M e lik - A y n ü ’ ş - ş e m s : 4 1 4 , 4 15 M i h e n ta s / M i h e n ta s - ı H abeşî: 31 4, 3 1 5 ,
M e lik - B a g d an o s: 33. 3 1 6 , 3 1 7 , 3 1 8 , 3 2 2 , 3 2 4 , 32 6 , 3 2 8 , 3 2 9 , 3 3 0 ,
M e lik - B o s i n : 181, 182. 3 3 1 , 3 3 2 , 3 3 3 , 3 3 4 , 3 3 5 , 33 6 , 3 3 7 , 3 38, 3 3 9 ,
M e lik - Ç i p u r : 41 6. 3 4 0 , 3 4 2 , 365.
M e lik - G a r m a n : 374. M i h r : 44 0.
M e lik - G avril: 244 . M i h r a n : 126.
M e lik - H arcı n ev an : 12. M i la n : 125.
M e lik - K a r a c i n : 33. M i n k a le : 4 3 6 , 4 3 8 , 4 4 3 , 4 57.
M e lik - K e b i r: 328, 334. M i n k ale D a ğ l a rı : 4 3 5 .
M e l ik - K ır a v a n : 36, 54. M i n y a s : 4 11.
M e lik - M i n k a le : 4 3 6 . M ira n o s -ı R u m î : 9 1, 92.
M e l ik - R ay -ı A dem : 41 4 . M i r r i h i z : 320.
M e lik - R ay -ı A z a m : 41 4 . M i r z a H a ş a n : 227 .
M e lik - Ş a ş a : 379. M i r z a H ü s e y i n : 23 5.
M o r i n a : 38, 8 8 , 9 1 , 9 5 , 9 9 , 187.
M o sk o s : 216 . O s m a n : 15, 16, 17, 19, 3 6, 5 3 , 5 4, 55, 5 6, 62,
M u a viy e : 2 3 1 , 2 4 7 , 2 5 8 , 259. 7 4, 7 6 , 8 0, 113, 121, 144, 145, 146, 194,
M ugalgar: 3 8 ,4 1 . 199, 2 2 3 . A y rıca bk. Emir Osman.
M u h a m m e d / M u h a n im e d M u s ta f a : N D1, O s m a n bin A ff an: 67.
14, 9 1, 105, 147, 152, 155, 162, 2 2 4 , 2 42,
2 6 4 , 2 7 4 , 2 7 6 , 2 9 2 , 2 9 7 , 3 0 9 , 31 0 , 3 1 1 , 3 13, -Ö -
3 5 0 , 3 5 1 , 3 78, 3 8 7 , 3 9 5 , 4 0 8 , 44 8 . Ö m e r : 195.
M u h a m m e d : 127, 140, 141, 144, 145. Ö m e r : 2 8 0 , 283.
M u h a m m e d î - l e r : 9, 12, 13, 14, 297. Ö m e r ( Ş a ş a ’ a m e l i k i ): 304 .
M u h sin / M u h sin T u l i : 2 2 9 , 2 3 0 , 2 3 1 , 240, Ö m e r ( H a z r e t - i ) : 14, 16, 69, 7 0, 123, 158,
2 4 1 ,2 4 2 , 243, 244, 2 4 5 ,2 4 6 . 164, 184, 2 2 4 , 2 4 7 , 2 5 7 , 2 6 1 , 31 1 , 373.
M ü la h id e : 225. Ö m e r : bk. Emir Ömer.
M u s a : 106, 2 2 4 , 2 5 4 , 2 5 6 , 2 5 7 , 4 0 7 . Ö m e r ibni A bd üla z iz: 2 2 4 , 311.
M ü s e y y e b b i n M u h t a r : 2 6 7 , 2 6 8 , 26 9. Ö z i : 194.

-N- -P-
N a hs:bk.A m r-ı N ahs/ AmruNahs / Amru P ap a D i m i t r i : 194.
Nahsen. P a r s : 27 .
N ar: 6 6 . P e r a z i n : 108.
N a r s a m : bk. Baht-ı Narsam. P e r e n d e : bk. Baba Perende.
N a s r: bk. Baht-ı Nasr. P e r s a n -ı V e n e d ik : 30.
N a s r a n î : 9, 4 5 , 4 9 , 8 3, 104, 105, 135, 249, P i m a k : 206.
3 0 2 , 3 7 4 , 387 , 3 9 7 , 4 0 3 , 4 0 8 .
N a s to r : 22. -R-
N asto r-ı E flakî: 22. R a fı z î : 6 9, 7 0 , 155, 195, 2 2 5 , 2 2 6 , 2 2 8 , 2 2 9 ,
N a s ir îl e r : 249 . 2 3 0 , 2 3 1 , 2 3 3 , 2 3 5 , 2 3 7 , 2 3 8 , 2 4 0 , 2 4 4 , 24 9.
N e c a ş î : 387 . R a h t u : 199.
N ecid : 310. Rahul: 46, 49.
Nefise B a n u : 5 4 , 5 6 , 7 6 , 194. R a m i n ibni Adi: 153, 37 0 , 37 1.
N e m r u d : 35 8. R a m i n / R a m i n - i Adi: 134, 135.
N erim an : 167,287. R a s t : 253.
N eyfa l: 3 7 6 , 385. R avza-ı M u s ta f a : 70.
N if al: 3 0 2 , 3 0 3 , 3 1 4 . R avza-ı M u ta h h a r a -ı R e s u l u l l a h : N D 3.
N ik obad: 98. R a v z a t ü ’ l-ibad: 363 .
N il: 2 5 2 , 2 5 4 , 2 5 6 , 2 5 7 , 2 6 5 , 2 6 6 , 2 7 0 , 2 71, R e b i: 8 .
2 7 3 , 2 7 9 , 28 0 , 2 8 1 , 2 8 4 , 2 8 5 , 2 8 6 , 2 8 8 , 2 92, R e l i m : 23.
2 9 3 , 2 9 5 , 29 6 , 3 0 0 , 3 5 0 , 3 7 5 , 3 8 6 , 3 8 7 , 3 88, R e şid Ş i r v a n : 22 9.
389, 3 9 8 ,4 3 5 . R i k a : 114, 178.
N il ü f e r: 4 0 7 . R u h a n : 3 8 2 , 4 4 9 , 452.
N im - ş a z : 41 8 . R u k a i l : 141.
N i m t e n l e r : 143. R u m : N D 2, N D 3, ND 5, 6 , 7, 9, 10, 18, 23,
N og ay : 62. 2 4, 2 5 , 2 6 , 2 9 , 3 0, 31, 3 3 , 3 4, 36, 3 7, 4 0 , 4 4 ,
Num an: 66. 48, 5 1 , 5 6, 59, 6 3 , 65, 6 8 , 7 2, 76, 7 9 , 8 1, 82,
N u b e rd a h : 94. 87, 9 9, 104, 112, 114, 118, 119, 121, 142,
N u h : 9 9 , 40 7 . 178, 179, 180, 198, 1 9 9 , 2 1 2 , 2 2 2 , 2 2 6 , 2 2 9 ,
N u ş i n r e v a n : 6 6 , 113. 251, 271, 310, 3 1 1 ,3 1 2 ,3 1 7 , 349, 3 6 4 ,3 6 5 ,
373, 376, 403, 406, 430, 432, 435, 451, 459.
-O - R u m a d : 21 6.
O gu n : 431. R u m e l i : 3 7 , 38.
O r h a n : bk. Sultan Orhan. R u m î : 10, 1 5 , 3 0 , 3 1 , 3 4 , 3 5 , 4 7 , 9 9 , 105, 116,
O s m a n : 14, 16, 6 9 , 7 0 , 2 2 4 , 2 3 0 , 2 4 7 , 2 5 7 , 180, 190, 2 2 2 , 3 1 1 .
258, 260, 2 6 1 , 2 6 2 , 2 6 8 .
R u s : 2 9 , 3 3 , 35, 36, 7 2, 195, 196, 2 0 2 , 2 0 4 , S a y i f : 388.
207, 208, 210, 211, 212, 213, 214, 215, 216, S e b a - ı M ü l u k e : 135.
2 1 7 ,2 1 8 ,2 1 9 , 220, 2 2 1 ,4 5 9 . S e b ü k t ig i n : 8 .
R ü s te m / R ü s te m bin Zal / R ü s te m -i Zal: 6 8 , Sebzevar: 1 9 5 ,2 2 6 ,2 2 8 .
149, 150, 1 5 1 , 2 8 7 , 3 6 4 , 3 7 1 , 4 2 5 . S ekalib: 3 9 8 ,4 1 1 ,4 1 2 .
S e l i m : 65.
-S- S e m a y i l : 170.
S a b a / S a b a : 139, 165, 166. 176. S e m e n d e r : 126, 136, 139, 162, 163, 172, 176.
S a b r a n i l : 315. S e m e n d u n : 222 .
S a b î l e r : 108. S e m e r k a n d : 197, 1 9 9 , 4 3 0 .
S a r a : 3 58. S e m u d : 333.
S ad : 212, 213, 216, 217, 220, 253, 271, 282, S e ra v il:8 ,9 , 3 1 ,6 0 , 61 ,7 7 .
3 0 2 , 3 0 7 , 3 1 0 , 37 5 , 3 7 6 , 4 3 9 , 4 4 0 , 4 4 2 , 4 4 3 , S e r d a l- ı cA sfer: 10.
4 4 4 , 4 4 5 , 446, 447, 448, 449, 450, 451, 452, S e r e n d i b : 4 2 4 , 4 2 6 , 4 2 7 , 428.
454, 456, 457. S e v a k in : 388.
S a d : 375 . Seyf-i Zii’ l - y e z a n : 167, 384.
S a d bin İs h a k : 25. S eyhun: 435, 436.
S a d bin U bade: 16, 17. S e y l a f : 3 2 0 , 3 2 1 , 3 2 2 , 3 2 3 , 3 2 4 , 32 5, 3 2 6 ,
Sad-ı H ab e şî: 396. 327, 3 2 8 , 3 3 0 , 3 3 3 , 3 3 5 , 3 3 7 , 3 3 8 , 3 4 1 , 35 1.
S a d ibni H ız r : 78. S e yla n : 320, 337, 338, 339, 340, 341, 343,
S a d ibni M a h m u d : 2 35. 3 4 5 , 349.
S a d ibni A m i r : 43 9. S e y y a f -ı R u m î : 180.
S a d V a k k a s : 18. S eyy id-i B e n i -A d e m : 138.
Safhayil: 442. S e y y i d B attal G a z i : N D 2, N D 3, N D 5, 6 , 10,
S a fv a n : 2 8 0 , 2 8 1 , 2 8 2 , 2 9 6 , 303 , 3 0 4 , 3 0 5 , 11, 128, 149, 2 5 0 , 346.
307, 308, 420, 421, 427, 428, 429, 432, 433, S e y y i d C a f e r B a t t a l G a z i: [bk. Seyyid Battal
4 3 4 , 4 3 7 , 4 5 4 , 4 5 5 , 45 6 . Gazi].
S a fv a n z a d e : 4 5 5 . S e y y i d C a f e r G a z i : [bk. Seyyid Battal Gazi].
S a l i h ibni M u h a n ım e d : 370. S e y y i d G a z i: [bk. Seyyid Battal Gazi].
S a l i h i y y e : 2 5 1 , 2 6 5 , 266. S e y y i d H aşa n ibni H üseyin ibni M u h a m m e d
S a l i t a : 2 7 4 , 2 7 8 , 27 9. ibni Ali: 6 .
S al s al: 7 2, 22 2. S e y y i d H ız ı r: [bk. Saltık].
S a l t ı k : 2 , 5 , 8 , 9, 10, 11, 12, 13, 14, 2 0 , 2 2 , 26, S e y y i d H ü sey in : 7.
2 7 , 2 8, 2 9 , 3 2, 36, 3 9 , 4 0 , 4 2 , 4 3 , 4 5 , 4 9 , 5 1 , S e y y i d S a l t ı k : [bk. Saltık],
5 4, 5 5 , 5 6, 59, 6 0 , 6 1, 6 5 , 6 8 , 73, 7 5, 7 7 , 80, S e y y id Ş e r i f : [bk. Saltık].
8 1, 8 2 , 83, 84, 85, 8 6 , 87, 8 8 , 9 1 , 9 2, 9 3 , S i k e n d e r : 149.
100, 101, 102, 104, 106, 107, 108, 110, 112, S ilv a d in : 48.
114, 116, 122, 147, 149, 150, 183, 184, 186, S im a n b o l: 104.
187, 189, 190, 191, 192, 195, 196, 1 9 9 , 2 0 0 , S i m u r g : 126, 139, 158, 159, 160, 161, 162,
2 0 2 , 2 0 3 , 2 0 5 , 2 0 7 , 2 1 0 , 2 1 1 , 21 2 , 2 1 3 , 2 1 4 , 163, 164, 165, 175, 30 1.
2 1 6 , 2 1 8 , 2 2 0 , 2 2 3 , 2 3 3 , 2 3 9 , 27 0 , 2 7 1 , 2 7 6 , S im u r g - ı A n k a : [bk. Simurg].
27 7 , 2 8 1 , 2 9 0 , 2 9 4 , 2 9 9 , 3 0 2 , 31 7 , 3 1 9 , 3 2 2 , S in b a t / S in b a t Z e n g î: 2 7 1 , 2 7 2 , 4 3 9 , 4 5 3 ,
3 2 3 , 3 2 6 , 3 2 7 , 32 9 , 3 3 1 , 3 3 2 , 33 3 , 3 3 4 , 3 35, 45 8 .
3 3 6 , 3 3 9 , 3 4 0 , 34 1 , 3 4 2 , 3 4 4 , 34 9 , 3 5 2 , 3 54, Sincab: 7 7 ,3 5 4 , 356, 459.
3 5 5 , 3 5 6 , 3 6 4 , 36 5 , 3 6 6 , 3 6 8 , 36 9 , 3 7 1 , 3 75, S in d : 458 .
377, 391, 393, 4 0 3 ,4 0 6 , 4 0 9 ,4 1 0 ,4 1 1 ,4 1 2 , S i r a c ü ’ l - l e y l : 306 .
414, 420, 421, 426, 432, 433, 441, 442, 450, S i r p a l : 103.
4 5 1 , 4 5 4 , 5 4 5 , 4 5 6 , 4 57. S i s t a n : 459 .
S am irî-ler: 400, 402, 407. S it a n b o l: 82.
S a n a n : 400. S iv a s : 5 8 , 59, 6 0, 6 2 , 6 3 , 6 4 , 119, 121, 196,
S a r a y u n : 171. 197, 198.
S a n S a l t ı k : [bk. Saltık]. S u l t a n O r h a n : N D 2.
S a y ib : 105.
S u l t a n Gıyasüddin K e y h u s re v : 2 1 , 2 5 , 26, Ş ir v a n : 6 3 , 2 0 3 , 2 3 7 , 238.
3 1 , 3 6 , 3 7, 55, 76.
S u l t a n M a h m u d S e b ü k t i g i n : 7. -T-
S u l t a n M a h m u d : 113, 388. 398. Taber: 430, 459, 4 6 0 ,4 6 1 .
S u l t a n ibni G ıy as: 2 4 0 . Taberistan: 459.
S u l t a n İzzeddin : 80, 112, 128, 1 9 5 , 2 2 6 , 2 2 9 , T a b e r i y y e : 4 59.
232, 237, 249, 430. Tabul: 429.
S u l t a n S a r u S a l t ı k : [bk. Saltık]. T a ğ a r l u : 71.
S ultan S ü ley m an : 8 . T a h i r : 7, 5 2, 53, 4 2 7 , 4 2 8 Ayrıca bk. Sultan
S u l t a n T a h i r : 7. Tahir.
S u l t a n Y ı l d ı rı m H a n : 198. T a h m a r a s : 167.
S u l u k i : 102, 103. T a h m e ra s: 287.
S u d a n : 3 9 6 , 3 97, 439 . T a h u m : 2 8 2 , 3 8 6 , 389 , 390.
S u r : 240. T a l h a i b n i A bd ülaziz: 17.
Ş u r a n : 396. T a l h a -i G ü rcis taııî: 34.
S u r h a b : 240 . T a l k ı y a n : 33.
S ü l e y m a n ibni Dav ud: 135, 138, 150, 152, T a l u t : 3 2 4 , 3 2 5 , 3 2 6 , 3 2 9 , 3 3 9 , 3 4 1 , 34 3.
153, 161, 166, 2 7 4 , 2 8 7 , 2 9 5 , 354. T a m u s / T a m u s p e r i : 3 4 6 , 3 47.
S ü l e y m a n : 2 1, 2 1 , 115, 134, 149, 1 6 7 , 2 2 4 , T a n g a r : 33.
2 8 1 ,2 9 0 ,3 0 1 ,3 7 1 . T a r h a n : 2 1 9 , 22 9 , 2 3 1 , 2 3 2 , 23 7 .
S ü l e y m a n ( E m i r ) : 199. T a r m o s R u m î : 30.
S ü v a r : 28 7. T a r u m : 3 7 6 , 37 7 , 3 8 7 , 3 8 8 Ayrıca bk. Cebel-i
S ü v e y d a/S ü ve y d a n : 2 7 3 , 3 8 8 , 389 . Tarum.
T a r u n : 3 2 4 , 3 2 5 , 32 8.
-ş- T a r u t : 324 .
Ş a f î : 6 5, 6 6 , 69, 7 0 , 7 1 . T a t a r - l a r : 6 2 , 6 3 , 64 , 196, 197, 199, 2 0 0 , 2 0 3 ,
Ş a h - ı M u ra d : 234. 207, 208, 210, 2 1 1 ,2 1 6 ,2 1 7 , 220, 229, 231,
Ş a m : 64, 120, 123, 20 1 , 2 2 5 , 2 3 1 , 2 4 0 , 148, 2 3 2 , 2 3 5 , 376 .
2 4 9 , 2 5 0 , 2 5 7 , 2 5 8 , 2 5 9 , 2 6 0 , 2 6 3 , 2 6 7 , 391 , T a v a l : 3 55.
3 9 4 ,4 1 1 ,4 5 7 . Tav is: 93.
Ş a r i b a n : 105. T a v u s: 6 6 .
Şedd ad: 2 7 2 , 3 0 3 , 3 4 3 , 3 4 4 , 3 4 5 , 3 4 8 , 349, T a y i f : 3 10.
350,351. T a y n o s : 36.
Şeddad-ı Ç a h i : 28. T a y y : 12.
Ş edd a d ibni Ö m e r : [bk. Şeddad], T a z i y a n e - i O s m a n bin Aff an: 67.
Ş edid: 4 5 1 , 4 5 2 , 4 5 3 , 4 5 4 . Tebriz: 197 ,2 4 3 .
Ş e h i d B a b a : 202. T e g a n u ş : 135, 136, 137, 138, 139.
Ş e tı ir e n o s : 30. T e m i m d a r i : 149.
Ş e m a k : 238. T e v r a t: 4 0 8 .
Ş e m m a s : 1 9 ,2 1 , 3 4, 3 6 , 5 1, 5 2 , 53, 5 4 , 5 7 , 60, T e v r it : 107.
6 1 , 7 7 , 78, 103, 125. T ı r a b l is : 150.
Ş e m m a t : 3 6 8 , 369. T i m l a h : 36 5.
Ş e m u n : 2 2, 4 6 , 51, 108, 112, 182, 183, 184, T i m u r / T i m u r l e n g : 197, 198, 199.
185, 187, 189, 190, 193, 2 2 3 , 2 3 3 . T i m u r H a n : 197.
Ş e m r : 263. T i rb a n o s / T ı rb a n o s / T i ry a n o s / T i r y a n o s :
Ş e r i f : [bk. Saltık]. 10, 12, 15, 16, 17, 18.
Ş e r i f H ız ı r: [bk. Saltık]. T u b a : 383 .
Ş e rif-i M e d en î: 69. T u b a : 43 5.
Ş e rif-i Ş a m i : 322. T u b b a : 3 7 8 , 3 7 9 , 3 8 0 , 3 8 1 , 3 8 3 , 38 5 .
Ş e r i f S a l t u h : [bk. Saltık], T u h a n : 301.
Ş i b a n : 251. T u h - ı H e ft ü m n î : 4 1 4 .
Ş irin : 207, 208, 2 0 9 ,2 1 0 , 2 1 4 . T u n : 37 4.
Ş i r ü m i : 29 8. T u l : 2 9 8 , 2 9 8 , 299 .
Tu l H a b eşî: 317. V e n ed ik : 30.
T u l Z en g î: 2 9 7 , 2 9 8 , 3 1 4 . V e y sa n : 212.
T a l u t : 324 . V e z i r A sım : 31 8 .
T u n : 387. V ezir-i H a m o s : 108.
T u n a : 193. V ezir-i Affan: 112.
T u r D a ğ ı: 106.
T u r h a l : 94. -Y-
T ü r k - l e r : 13, 18, 19, 2 9 , 3 1, 32, 3 3 , 3 4, 45, Y a f e s : 99.
4 6, 4 7 , 4 9 , 51 , 52, 53 , 61, 72, 7 3 , 8 3, 91, Y a h ş : bk. Elyon Yahş.
104, 105, 107, 108, 114, 118, 181, 2 0 0 , 20 3 , Y a h u d i : 57, 61, 82, 8 3 , 104, 105, 106, 107,
2 1 0 , 2 1 1 , 2 1 4 , 22 0 , 2 2 1 , 3 1 1 , 3 1 6 , 3 1 7 , 3 3 1 , 1 0 8 ,3 5 8 ,4 0 3 ,4 0 7 .
3 78,403. Y a n o s : 121.
T ü r k î : 32. Y e h s u l : 256.
T ü r k i s t a n : 148, 2 2 2 , 2 5 8 , 31 7 , 4 3 0 , 4 3 5 . Y e h s u n : 2 5 6 , 3 6 6 , 3 6 8 , 3 6 9 , 37 3.
T ü rk m e n : 430. Y em en : 7 1 ,3 0 2 ,3 1 0 , 399, 400.
T u s: 430. Yenbu: 6 6 .
T u ş a t a s ı : 119. Yerv u şak -ı T e k u r : 10.
T a y y s a h r a s ı : 12. Y e z i d / Y e z i d bin M u aviy e: 156, 2 3 1 , 2 4 7 ,
T ı r b a n o s : 10, 12, 16. 2 5 8 , 2 5 9 , 26 0 , 2 6 1 , 2 6 2 , 2 6 3 , 2 6 4 , 265, 2 6 6 ,
Tig-ı D a h h a k : 14. 2 6 7 , 269.
Y e zid -i S a n i : 2 5 9 .
-U- Y ıld ırım / Y ı ld ırım Han / S u l t a n Yıldırım
Ubeyd: 37 5. H a n : 198, 199.
Uc: 23 7. Y u n a n : 18, 1 9 , 2 1 , 2 2 , 3 0 , 3 1 , 3 2 , 3 7 , 5 1 .
Ukbe: 80. Y u n a n î : 30.
Ukbe bin Velid: 128. Y u su f: 6 3, 117, 119, 120, 121, 178, 1 7 9 , 2 0 2 ,
U m ad i: 6 0 , 6 1 . 2 2 4 , 2 5 3 , 256.
U m a k : 179.
U m l a k : 3 2 7 , 32 8. -Zr
U m m a n : 7 1, 129, 1 3 1 , 3 1 0 , 400 . Zah ide : 166, 177.
U r: 2 1 7 . Zal: bk. RüstembinZ al.
U y ursivu r: 2 2 2 , 2 23. Zebib: 303.
Z e b u r: 40 8 .
-Ü - Z e m ad : 216.
Ü m m ü ’ l -d ü n y a : 270 . Zen g i: 2 9 8 , 3 0 0 , 3 1 9 , 3 8 5 .
Ü m m ü ’ l - h a y a t : 3 4 6 , 3 5 2 , 363. Z e n g ib a r: 2 7 1 , 3 93.
Ü m m ü ’ l-k ıy a s : 2 5 2 , 2 5 3 , 2 5 4 , 25 5 , 2 5 6 . Z e n g ist a n : 385.
Ü n g ü ru s: 7, 10, 3 3, 3 4 , 3 5, 2 2 3 , 225 . Z e n g iy a n : 388.
Üsküp: 3 6, 8 8 , 114, 190. Zeval: 42 9.
Zeyn eb: 307.
-V- Zib ak: 138.
Vadî-yi S u r : 307. Zirvi: 23.
Vadî-yi i h m a : 305. Zü ccac: 109.
Vadî-yi N a r : 6 6 . Z ü ’ l -c e n a h : 14, 1 5 , 2 0 , 6 7 , 77.
V a k k a s: 18. Z ü l f ı k â r : 20 2.
V asfiy ye: 185. Z i i l k a r n e y n : 3 2, 237.
Veli: 9 8 , 130, 162, 28 5. Zü rn e b a t: 4 3 9 , 45 3 .
Velid i: N D 4. Z ü y ir le r : 111.
II. c il t ö z e l is im d iz in i

A k d e n iz : 6 7 2 , 67 3, 691.
-A- A k ik : 598.
A b a za / A baza: 6 0 2 , 6 0 3 , 7 4 9 , 752. A ky an o s: 5 2 4 , 66 3, 718.
Abbas: 538. A laeddin : 4 9 8 , 5 26, 5 4 5 , 54 6 , 5 4 9 , 6 0 3 , 6 1 3 ,
A bbasiyye: 4 7 5 . 6 1 6 , 6 8 2 , 7 2 4 , 725, 7 2 7 , 7 3 0 , 7 3 2 , 73 9 , 7 40,
Abdu’ l - l a h u ’ I-M ala tıy y evi: 717. 7 5 5 , 7 5 7 , 791.
Abdullah F a z l i : 7 4 1 . A la g ö z: 7 5 7 , 7 5 8 , 7 60, 7 6 3 , 791.
Abdullah: 690 . Alagöz ( Y i r - i A lagö z): 761.
A b d u r ra h m a n : 7 4 1 , 7 4 2 , 7 4 5 . A la iy y e : 5 4 9 , 72 7.
A bd ussa m e t: 59 3. A l a m a n /A la m a n : 58 6 , 5 8 7 , 59 2 , 5 9 3 , 6 90,
Abdiilmüınin: 6 4 6 . 7 0 5 ,7 0 6 , 707,710.
Ab-ı T o n : 753. A l e m e n r u s : 6 9 1 , 694.
Ab-ı T u n c a : 4 86. Ali B e y : 5 5 9 , 6 1 6 , 6 1 7 , 72 1 , 7 2 3 , 7 6 0 , 76 1 ,
A b ru ş a k : 5 6 0 , 5 6 3 , 5 6 5 , 5 6 6 , 5 6 7 , 60 4, 775. 768.
Acaf: 5 1 6 , 5 1 7 . Ali bin Ebi T a l i b / Ali bin Ebi T a l i b : 4 8 8 ,
A ce m : 4 7 4 , 4 7 7 , 4 9 3 , 52 1 , 52 4 , 5 9 8 , 6 1 7 , 6 2 3 , 5 3 8 , 5 9 5 , 6 4 5 , 737, 7 4 3 , 762.
65 3 , 6 6 5 , 7 1 7 , 7 2 8 , 7 4 0 , 74 9. Ali C a n d a r / Ali ibni C a n d a r : 4 9 6 , 768.
Ada B e y i : 769. Ali ibni B a t t a l G azi: 717.
Adal ya: 549. Al-i O s m a n : 790.
Adal ya: 727. Alyon/Alyon R u m î/A lyo n : 622, 6 6 6 , 671,
Adem ( H a z r e t- i A d e m ): 4 7 9 , 537 , 64 4. 77 0 .
Adi: 704. A m a s ır a : 77 0.
Adrin İdris: 537. A na d o lu : 4 9 9 , 776.
Adrin / A drin: 5 3 7 , 53 8. A n g u n : 602 .
Adüvvis-i G ü re : 602. A n k a ( S i m u r g - ı A nk a ): 4 9 7 , 51 8.
A fah lon : 488 . A nkabil / A nk abil/ A n k a b il: 4 9 7 , 5 6 1 , 58 4,
Aff an: 5 1 7 , 5 1 9 , 5 2 6 , 5 2 7 , 52 8 , 546 , 6 0 3 , 6 04, 703.
6 0 5 , 6 0 7 , 608, 60 9 , 6 1 0 , 6 1 1 , 6 1 5 , 636 . A n ta ly a : 7 2 5 , 7 2 6 , 7 2 7 , 7 3 0 , 7 32.
A ğaç D e n iz i : 778. A y n az / A n y a z : 6 6 9 , 6 8 5 , 6 8 6 , 697.
A hen -ab a d : 4 6 4 . A pu rs u p u r/A p u rs a p u r: 4 6 1 , 6 6 9 .
A h i / A h i : 731, 732. Ara p: 4 9 3 , 5 7 9 , 6 1 8 , 6 5 0 , 7 2 8 , 740.
Ahi A hm e d: 539. A rab î: 5 8 3 , 6 8 4 , 731, 7 43.
Ahi E vra n: 718. A rd ıca: 4 8 6 .
Ahi F r e n g î : 72 6 , 7 2 7 , 7 3 0 , 731. Ard ıç (R a d iç): 778.
A h m e d : 4 8 8 , 4 8 9 , 4 9 1 , 5 54, 5 8 0 , 5 9 3 , 607 , A rg a ç ( K u h -ı A rg a ç): 7 78.
6 0 9 , 6 1 0 , 67 1, 69 0 , 6 9 7 , 6 9 9 , 7 2 0 , 78 9 . A rg u n : 7 7 9 , 78 0 , 7 8 3 , 78 5.
A h m e d (P irî A h m e d S u l t a n ) : 720 . A rn a v u t: 5 53.
A h m e d ( Y a r A h m e d S u l t a n ) : 720 . A ru h to n M i r z a / A ra h ton : 7 7 2 , 77 3.
A h m e d (H a z r e t- i M u h a m m e d ) : 537. A ru m an uk : 68 6 .
A h m e d ( K a r a c a A h m e d ): 524 , 525 , 720. A r u m a y : 5 8 8 , 6 00.
A h m e d F a k i h ( F a k i h A h m e d ): 5 2 1 , 522, As: 5 8 6 , 5 8 8 , 592.
5 2 3 , 524 , 52 5, 52 6, 5 5 2 , 6 9 3 , 6 9 5 , 71 8 . A s a f bin B e r h i y a : 5 98, 6 51.
A h m e d G a z i: 5 1 2 , 5 1 3 , 5 3 3 , 5 3 4 , 53 5, 537, A sfe r: 712.
5 5 4 , 6 7 1 , 690. A sfu ri: 6 6 8 .
A h m e d Ş e r i f : 552. A ta B a b a : 503.
Ahm ed-i A ra p : 6 6 5 , 6 6 6 . A tabey: 5 4 9 , 7 5 5 , 75 6 , 7 5 7 , 7 5 8 , 7 59, 76 0,
Ahm ed-i R u m î : 5 3 7 , 5 5 9 , 56 0 , 6 81. 76 1 , 7 6 2 , 7 6 3 , 7 6 6 , 7 6 7 , 7 6 8 , 791.
A h t e r : 478. Avc bin U n u k : 661, 662.
Ak C a m i : 536, 6 57. Avc T a r h a n : 772 .
A vnan: 781. B e n i M e r i n : 586.
A y a d im itri: 4 8 7 , 4 8 8 . B e n u ’ l-A sfer: 705 .
A y a m so n /A y a m u so n : 485, 486, 487, 488, B e r a h i m : 6 3 0 , 6 3 1 , 63 2 , 6 3 3 , 635 .
53 4 . B e r a v t i / B a r a v a t i : 4 9 2 , 5 5 3 , 61 2.
A yand on: 7 5 9 , 7 6 5 , 766 . B e r c a n : 461.
Ayaso fy a: 5 4 3 , 55 8 , 57 7 , 5 7 9 , 79 1. B e r s a n : 725.
A y a z m a : 699. B i c a n : 749.
Aydın: 6 1 3 , 6 15, 6 2 1 , 720. B i h t e r : 478.
A ydıncuk : 651. B o ğ d an: 5 5 0 , 5 5 2 , 6 6 9 , 70 6 , 7 7 8 , 78 7 , 78 8 ,
A y in e : 513 . 7 8 9 , 792 .
A yko: 769 . B o l a y ır : 6 7 6 , 67 7.
A y n a r o z : 534. B o r tı k a l: 5 5 7 , 585 .
A y r u ş a k a : 560. B o s i n : 552, 601 .
Ays: 6 1 7 , 620. B o sta n D e d e: 75 9.
A z e rb a y c a n : 741. B o y a b a t: 7 63.
A z a k : 77 3. B o z t e p e : 49 6 .
A z e r : 636. B u rc -ı E fr e n g i y y e : 789.
A z r a i l : 662. B u rc -ı H e ftü m /B u r c-ı H e ft ü m in : 6 3 3 , 70 1.
B u rc -ı Üngiyye: 69 7 .
-B - B u l g a r : 712.
Bab a : 4 9 1 , 5 1 5 , 5 4 4 , 54 8, 55 0 , 55 1 , 5 5 2 , 5 59, B u r g a z : 611.
5 6 0 , 58 2 , 6 0 3 , 6 1 3 , 6 1 5 , 7 24, 7 4 0 , 7 4 1 , 7 55, B u r s a k : 5 66, 6 01.
7 8 9 , 79 2 , 794. B u z i n t i n : 577.
B a b a B u n a n : 506. B ü y ü k B a b a : 501.
Bab a K av a ğı: 506.
B a b a k a y a s ı: 563. -C-
B a b il: 6 2 3 , 63 4 , 6 3 5 , 637. C a b e r ( M elik C a b e r ) : 647.
B a c u H a n : 6 1 6 , 7 4 0 , 748. C a f e r G azi/S eyyid C a f e r : 5 3 9 , 55 1 , 7 5 1 , 751 ,
B a ğ d a t: 74 1 , 744. 7 93.
B a h r - i M u h i t: 58 5, 5 9 4 , 6 0 0 , 651. C a l u t : 475.
B a h r - i S evad : 756. C a n d a r /C a n d a r io ğ l u Ali B e y : 6 1 6 , 6 1 7 , 7 6 1 .
B a k ı r K ü r e s i: 762. C a n d a r o ğ l u : 617.
B a l a t : 5 79. C a n i k : 613.
B a r a v a ti / B e r a v t i : 5 5 2 , 57 8 , 61 2. C e b e li y y e : 7 5 6 , 7 5 8 , 7 6 1 , 7 6 3 , 768 .
B a r k a n : 623, 669, 672, 697, 701, 702. C e b e l ü ’ l-Asb: 649 .
B a r m a k : 5 57. C e b e l ü ’ l M ü r t e f i : 698.
B a r s u k : 5 6 0 , 566. C e b e l ü ’ l - M u s a h h a r : 6 2 3 , 6 3 5 , 637.
B a s k a l i n : 587. C e b r a â i l : 7 37.
B a s k u r i : 713. C e c i m : 597.
Basrî: 6 6 6 . C e m a le d d in -i K a le n d e r /C e m a l /S ey yid
B a s t i n : 5 85. C em al [S eyyid C em aled din-i K a le n d e r]:
B a t t a l G a z i: 7 1 7 , 7 7 2 , 7 9 0 , 793. 7 2 8 , 7 3 0 , 7 3 1 , 7 3 2 , 7 3 5 , 73 6 , 73 7 , 738.
B a y e z i d H a n : 6 1 7 , 71 7. C e m ş id : 768 .
B a z C e z i r e s i : [bk. Cezire-i Baz] C en gis/C engis: 474, 475, 476, 521, 617, 669,
B a z A dası: 692. 7 4 7 , 748.
B e d a h ş î l e r : 4 75. C e r y e : 738.
Bed evi: 4 6 7 . C esar: 4 6 1 ,6 6 8 .
B e k t a ş : [bk. Hacı Bektaş]. C e v h e r B a n u : 64 5.
B e l g ra d : 712. C e v h e r N ilin : 592 .
Belh: 5 2 1 ,6 4 2 . C e v ra n G ü r c î: 7 4 9 , 750 .
B e n i A s f e r / B e n u ’ l-A sfer: 705. C e y h u n : 66 2.
B e n i İs h a k : 6 1 7 , 620 . C e z i r e - i A l e m z u z : 6 90.
B en i İs ra i l: 64 2 . C e z i r e - i A l m e n r u s : 69 4.
C e z i r e - i B a z : 6 9 0 , 691 . Ebu H a n ife : 7 4 0 , 746.
C e z i r e - i M a d il: 69 2. Ebu İs h a k : 5 2 7 , 636.
C i d d e : 7 5 9 , 761 . Ebu Ali S i n a : 639.
C in e v is: 5 8 1 , 585. Ebu S a i d : 579 .
C i n g i s : 4 7 4 , 4 7 5 , 4 7 6 , 6 1 7 , 748 . E b u ’ l - F e t h : 7 2 8 , 735.
Cingisî: 475. E b u ’ l -M u z e : 7 4 2 , 744.
C i n g i s iy a n -i h a y i n a n : 47 5. Ece B e y S u l t a n G a z i: 786, 787.
C i n n i s t a n : 65 4. Ece O vası: 7 87.
C u m a n : 7 5 1 , 752. E d i r n e : 4 8 5 , 4 9 1 , 511, 5 1 2 , 5 14, 53 3 , 5 34,
536, 537, 5 4 1 , 5 5 4 , 5 58, 5 8 0 , 5 9 3 , 6 0 4 , 6 07,
ç- 609, 611, 633, 634,635, 6 6 6 , 6 6 8 , 6 69, 674,
Ç a ğ a t a y : 4 7 4 , 669 . 678, 679, 6 8 0 , 6 8 2 , 6 8 4 , 6 8 5 , 6 9 0 , 6 9 7 , 701,
Ç a h - ı R a b ia : 4 7 5 , 745. 702, 704, 7 7 7 , 7 7 8 , 7 86, 7 8 7 , 7 8 8 , 7 8 9 , 7 9 1 ,
Ç a l a k : 75 2. 792.
Ç e h : 4 6 1 , 4 6 2 , 4 7 7 , 6 7 9 , 7 7 9 , 780 , 7 8 2 , 783. Edirn e K a l e s i : 788 .
Çen gis:[ bk . Cengis] E fl a k : 5 5 0 , 5 5 2 , 61 1 , 778, 7 7 9 , 78 8 , 7 9 2 , 7 93.
Ç e r k e s / Ç e r k e z : 6 0 1 , 6 0 2 , 6 0 3 , 6 6 8 , 7 4 9 , 752, E fr asiy ab : 4 7 8 .
773. E h r e m e n : 56 0.
Ç e s a r : [bk. Cesar], E lb u r z /E l b u r u z : 4 6 7 , 4 7 0 , 4 7 7 , 6 3 8 , 64 0 ,
Ç i n : 4 6 1 , 4 6 3 , 4 6 4 , 4 6 6 , 4 7 4 , 4 8 3 , 4 8 4 , 520, 649, 6 6 3 ,7 1 4 ,7 1 6 .
5 24, 745. E in i r O s m a n : 5 44, 581, 6 0 1 , 611.
Ç i n g i s : [bk. Cengis] E m i r S ü l e y m a n ibni B a y e z i d : 717 .
Enbuh: 4 7 4 ,4 7 7 , 5 1 5 .
-D- E n d e r i : 697.
D aday: 765. E n d ü lis: 5 8 0 , 5 8 1 , 5 8 2 , 5 8 6 .
Dadi/Dadi ( M e lik D a d i): 7 6 3 , 76 4. E rce m : 537.
D ad y o n: 769 . E r e n : 677.
D a l : 705. & gene: 686.
D a n / D a n Voyvoda: 7 0 6 , 7 0 9 , 71 0 , 71 1 , 7 12. E r k i y a n o s : 53 7.
D a r ü ’n - N a s r : 537. E k m en i: 7 1 8 ,
Davadani: 763. B r - ta ş ı : 677.
Dav ud (H z. Dav ud): 54 1. E r t u g r u l : 6 1 8 , 619.
D e c c a l: 4 60. Erzincan: 618,
D e m e k u l / D e m u k : 6 75. E s k i - B a b a : 53 3 , 54 3, 5 5 8 , 5 6 5 , 5 8 1 , 6 0 7 , 612 ,
D e r b a y c a n : 749. 6 3 3 , 670 .
D e r k a n (M eli k D e r k a n ) : 7 5 9 , 762. E s k i - D e r a n : 577.
D e r m u ş /D e r m o s : 5 6 8 , 5 85. E s t e k o y a n i : 629 .
Derviş M e h e m m e d : 539. E z - D i m u t o k : 667,
D e şt: 4 8 3 , 4 8 4 , 5 1 5 , 7 7 9 , 785. E z e n t a m e r i y y e : 600.
D ey n o s: 5 0 7 , 50 8. E zha b ib : 4 7 8 .
D i m u k u l /D i m u k : 6 7 4 , 675.
D im y a t/D im y ad : 7 2 8 , 7 2 9 , 7 30. -F-
D i r : 586. Fagfur/Fagfur-ı Ç in : 463, 4 6 4 , 466.
D iy ar-ı B e k r : 618. F a k i h A h m e d : 5 2 1 , 5 24, 5 2 5 , 5 5 2 , 6 9 3 , 69 5,
D o b ru ç/D o bruc: 4 8 9 , 4 9 1 , 50 3 , 5 43, 544 , 718.
5 59. F a r i s : 716.
F a s : 58 6 , 6 01.
-E- F e l s e f î l e r : 59 5.
Ebi Talib/Ebi T a l i b : 5 9 5 , 645. F e l y o n : 4 9 6 , 4 9 7 , 5 86, 5 8 7 , 590 , 5 9 1 , 6 0 0 ,
Ebu B e k r - i Sıd dik/Ebu B e k r : 5 8 6 , 6 3 5 , 698, 6 6 9 , 6 78.
7 43 , 745. F e l y o z : 75 9 , 76 9 .
Ebu C a f e r : 579 . F e n a r : 517.
Ebu Eyyub-i E n s a r i : 5 7 9 . Ferib an : 487.
F e r i h : 5 8 7 , 5 8 8 , 592. H a r e z m : 716.
F e r i h u ’ l-a n ıa n : 587 . H a ru t: 638 , 6 3 9 , 6 40.
F e y t u z : 5 1 7 , 518. H a ş a n : 5 6 8 , 5 8 1 , 6 7 6 , 69 2.
F ı r a n c e s e : 4 97. H aşan Abdal: 75 9 , 760.
Fırat: 617, 6 6 3 ,7 0 5 ,7 1 7 . H aver: 4 6 1 , 4 6 8 , 4 7 2 .
F i d a g u ro s : 512. H av e r a n : 4 6 7 , 47 2.
F i l a r i n : 5 8 5 , 669. H a v e r a n i : 46 9 .
F i r i b a n : 5 5 3 , 559. H a veri: 46 7.
F i r t i k a l : 587. Havva: 644.
F r e n g i s t a n : 4 9 6 , 5 8 0 , 58 2 , 6 2 2 , 6 7 7 , 6 8 6 , H ayn u p : 4 9 5 , 4 9 6 .
6 9 3 , 7 2 8 , 7 2 9 , 7 3 0 , 738. H a y r i : 747.
F u r t u k a l / F u r t i k a l : 5 8 7 , 600. H e b n a h : 7 8 0 , 7 82.
H in d: 4 6 1 , 4 6 2 , 623 .
H ir a s ik : 582.
-G- H ır m a n k a y a : 7 6 9 , 75 6 , 7 7 4 , 7 7 5 , 776, 777.
G a la t a : 577. H ıtay : 4 6 0 , 4 6 2 , 4 6 3 , 4 6 6 , 4 7 2 , 4 7 3 , 477.
G a rd /G a rç a : 4 64. H ız ı r / H ız ı r : 5 0 0 , 5 2 0 , 5 4 1 , 5 4 7 , 54 8, 597 ,
G a r m o s /G a r m u s : 6 8 5 , 6 8 7 , 6 9 1 , 6 9 2 , 69 4 , 6 6 2 , 6 6 3 , 69 4 , 69 5 , 6 9 6 , 708.
69 6 . H ızıriy y e: 595.
G a y ta s: 6 2 6 , 62 8. H oca A b d u r ra h m a n : 745.
G a y tay fa s /G ay ta y fan is: 6 2 6 , 628. H oca N asred d in : 6 6 4 , 6 6 5 , 6 6 6 , 6 6 8 , 718 ,
G a z a n : 772. 719.
G a z b i n : 545. H oca Re vaha: 741.
G e d a l a n : 5 8 0 , 5 8 1 , 5 8 4 , 669. Hoc a Ş i r a n : 7 4 2 , 744, 744.
G e rd e : 7 5 9 , 76 3 , 7 6 4 , 7 6 5 , 76 6 , 7 6 7 , 768 . H o r a s a n : 521, 5 2 3 , 61 7 , 6 1 8 , 6 6 2 , 71 6 , 747 .
G ı r n a t a : 586. Hoten: 4 6 1 ,4 7 2 , 4 7 3 ,4 7 4 .
G il a n : 7 4 1 , 74 8 , 749. H u l y e : 769.
G ir it : 733. H uni T a t a r : 773.
G ö y n ü k : 613. H u r z e m i / H u z d e m i : 4 7 6 , 47 7 .
G ur: 474. H ü m a B a n u : 544.
G urça: 474, 4 7 5 ,4 7 6 . H ü r m ü z : 653.
G u r i: 4 7 4 . H üsam edd in : 718.
Gül ç e h r e : 49 4 . H ü sey in : 693.
G ü n d ü z : 618. H üseyin (H z. H ü se y in ): 6 0 8 , 747.
G üre / G ü r c î: 6 0 2 , 749. H üsrev : 6 6 6 , 6 9 2 , 6 9 3 , 725.
G ü r c is ta n : 6 0 2 , 749.
-I-
-H- Ilgaz R u m î : 7 5 7 , 7 5 8 , 7 6 2 , 7 6 3 , 764.
H abeş: 616. İp sala: 6 7 5 , 6 8 6 .
H a beşi: 46 4 . Ir g ac: 484.
H a b e şista n : 631.
Hacı B a y r a m : 71 7. -İ-
Hacı B e k t a ş / B e k t a ş / Hacı B e k t a ş -ı İbni M esu d: 7 37.
H o r a s a n i : 5 2 0 , 5 2 2 , 5 2 3 , 52 4 , 5 2 5 , 718. İb ra h im : 543.
Hah: 6 6 8 . İb ra h im : 635.
H ale b : 576. İb rahim G a z i: 6 1 2 , 6 6 8 , 6 8 1 , 6 9 0 , 6 7 1 , 6 8 1 .
H a m i d : 6 1 3 , 618. İb rahim H a li l: 5 2 5 , 620 .
Han-ı M u g a n : 641. İdil: 772.
H an-ı T a t a r : 6 1 1 , 6 8 4 , 785. İdris: 601.
H a ra şb u d a n : 74 9, 7 5 0 , 752 . İdris (Hz. İdris): 53 7 , 639.
H a rc ı n e v a n : 51 5, 5 1 7 , 5 2 6 , 5 28, 5 4 5 , 550, İflak: 6 6 8 .
6 0 3 , 6 1 3 , 6 1 7 , 6 1 8 , 6 2 0 , 6 3 4 , 72 1 , 7 2 2 , 7 2 3 ,
7 56. A yrıca bk. Amasya.
İlyas-ı R u m î : 6 0 9 , 6 1 0 , 66 7 , 6 6 8 , 6 7 1 , 67 1, K a s t a : 76 1.
6 7 7 , 6 7 5 , 6 7 7 , 6 7 9 , 6 8 0 , 6 8 1 , 6 8 4 , 6 8 6 , 69 1 , K a s t a m o n u : 5 4 9 , 5 6 0 , 75 5, 7 6 1 , 772.
7 5 9 , 7 6 5 , 766 , 7 6 7 , 7 6 9 , 7 7 0 , 7 7 1 , 776. K a ş a n : 636.
İlyas / İlyas P e y g a m b e r : 565. K a ş g a r : 46 4 .
İm a m A li: 7 3 7 , 743. K aşgir: 4 6 1 ,4 6 6 , 477.
İm am H ü s e y i n : 7 4 7 . K a y d a k a n - ı A sferî: 552.
İm am Ş a f î : 74 6 . K a y s e r i : 71 7.
jr a n : 4 7 8 . K aysun: 487.
İr a s: 569. K a y d a f a n : 6 1 1 , 6 1 3 , 615, 6 1 6 , 6 8 0 , 6 8 2 , 6 8 4 ,
İsa: 5 3 0 , 5 3 6 , 5 4 0 , 5 4 1 , 6 4 4 , 6 9 9 , 790. 6 8 5 , 7 0 5 , 7 0 6 , 7 0 9 , 7 1 0 , 7 1 1 , 7 1 2 , 794.
İs fah a n: 6 36. K a v a n i y y e : 5 1 8 , 754.
İs hak : 4 9 0 , 5 2 7 , 5 6 0 , 6 6 8 , 7 5 9 , 7 6 7 , 775. K a t a l y a : 66 9.
İs h ak : 6 6 8 . K a ş g a r î : 71 7 .
İs h a k P e y g a m b e r : 6 1 7 , 620. K azeru n : 636.
İske n de r: 5 3 8 , 5 9 4 , 5 9 5 , 5 9 6 , 59 7 , 69 8 , 747. K e d r o s : 759 .
İs k e n d e r ibni S ü l e y m a n : 747. K e d r u s : 76 1.
İs k en d e riy y e : 725. K e f e : 4 8 4 , 4 9 6 , 5 1 3 , 5 15, 5 4 3 , 5 4 4 , 5 4 5 , 55 8 ,
İs m ail: 4 9 4 , 4 9 5 , 5 5 8 , 5 6 0 , 5 6 5 , 6 0 7 , 6 08, 581, 601, 602, 6 0 3 , 6 1 1 , 6 1 3 , 6 1 4 , 6 1 5 , 6 1 9 ,
6 0 9 ,6 1 0 , 634, 6 6 8 . 7 3 9 , 7 4 5 , 7 5 9 , 7 7 2 , 77 9, 7 8 0 , 785.
İs m a il: 749. K e jb i: 773 .
İs m ail: 533. K e l a m - ı K a d i m : 5 0 2 , 648.
İs ta h r: 6 4 9 , 65 0 , 6 5 1 , 6 5 3 . K e m a l / K e m a l A ta: 6 5 5 , 6 5 6 , 6 57.
İstanbul/İsl am bol: 4 8 5 , 4 9 5 , 5 3 1 , 53 3 , 5 38, K e n i s a : 531.
5 4 3 , 5 5 7 , 5 5 8 , 5 6 3 , 5 6 5 , 5 6 9 , 573 , 57 6 , 5 77, K e rb a n d il b a n : 755.
5 8 0 , 5 8 1 , 5 9 3 , 6 0 4 , 6 0 7 , 6 0 9 , 6 1 0 , 61 2 , 613, K e r d e c il e r : 717.
6 2 0 , 62 1 , 6 2 2 , 6 2 4 , 6 2 5 , 6 2 7 , 6 2 8 , 6 3 2 , 669, K e r n i k â fir: 7 69.
6 7 2 , 68 2 , 6 9 0 , 6 9 2 , 6 9 9 , 7 0 1 , 7 0 2 , 7 0 4 , 725, K e y h a n : 669.
7 3 1 , 7 5 6 , 7 73, 77 5 , 78 9 , 791. K e y h u s re v : 70 5 , 714.
İs te fan: 4 9 4 , 6 10, 6 1 2 , 6 1 3 , 6 3 6 , 731. K e y k a v u s : 7 0 5 , 714 .
İs te k o yan : 667. K a y s e r i : 545.
İzn ik: 569. K eyyus: 478.
İzzeddin: 4 7 7 , 4 9 7 , 4 9 8 , 5 1 9 . K ıb ri z : 733.
K ı n a s : 7 1 1 , 712.
-K- K ıp ç a k : 4 6 7 , 4 7 9 , 4 8 0 , 4 8 2 , 4 8 3 , 4 8 4 , 66 9.
K a b i l: 47 6. K ip ti l e r: 530.
K a f: 4 9 4 , 6 5 3 , 4 9 4 , 5 9 5 , 5 9 7 , 6 2 7 , K ır a v a n : 5 2 4 , 5 4 9 , 756.
K a f u r : 6 9 0 , 69 1 . K ı r n a t a : 5 8 0 , 601.
K aku m : 5 9 7 ,6 6 9 , 678. K ı r ı m : 6 5 5 , 6 5 6 , 6 5 7 , 6 8 1 , 7 0 6 , 78 5.
K a l a c u k : 549. K ı r ş e h r i : 5 2 2 , 717.
K a la n o s : 510. K ı z h a n : 6 4 2 , 6 4 4 , 645.
K a m u s ı : 64 6 . K ı z ı l ı r m a k : 754.
K a m u s -ı T a b e r î : 4 6 7 , 4 68. Kid e B a n u : 765.
K a n d e h a r : 47 6 . K i l a ş / K i l a ş p o l : 5 28, 52 9, 6 0 4 , 6 0 5 , 6 0 7 , 63 5 ,
K a n u s : 4 6 8 , 4 6 9 , 4 7 0 , 6 2 6 , 628. 6 7 3 , 67 4 , 6 7 5 , 6 7 6 , 677.
K a r a B o ğ d a n : 5 5 0 , 7 8 5 , 788 . K il i g r a d / K il ı k r a d : 5 03, 5 0 4 , 776.
K a r a c a A h m e d : 5 2 4 , 5 2 5 , 720. K i r m a s : 58 4.
K a r a d e n i z : 4 8 4 , 5 0 1 , 6 1 2 , 6 2 2 , 6 7 3 , 7 25, 756, K ir y a n : 776.
769, 7 7 3 ,7 9 1 . K i r y e : 71 6 .
K a r a h i s a r : 718. K o g n : 6 7 3 , 6 7 5 , 676.
K a r a m a n : 5 4 9 , 61 6 , 6 1 7 , 73 9 , 756. K o n y a : 4 9 8 , 5 4 6 , 54 8 , 5 4 9 , 6 3 6 , 6 6 3 , 7 1 8 ,
K a r a m a n o ğ lu M u z a ffe r ü d d in : 756 . 739, 7 9 1 ,7 9 2 .
K a r a s i : 581. K o r k u d A ta : 617.
K a r a t e k e : 613. K o sa v a: 6 6 9 , 6 78.
Köle Y u s u f: 4 9 7 , 5 4 4 , 6 0 4 , 6 1 3 , 7 2 4 , 725. M e lik -i Gur: 474.
K u b a y : 759 . M e lik -i H a ve r: 4 6 8 , 4 6 9 , 4 7 2 .
K u h -ı A rg aç: 778. M e lik -i H ıtay: 4 7 3 , 477.
K u h -ı B ü l e n d : 760. M e l ik -i K a ş g ir : 46 6.
K u h -ı El bu rz : 4 6 7 , 6 3 8 , 6 4 0 , 6 4 9 , 716 . M e lik -i K ıp çak : 4 7 9 , 4 80.
K u h -ı K a f: 627 . M e lik -i S a t ı h a n : 47 0 .
K u h -ı P e r e n d : 657 . M e lik -i T a b e r : 4 5 9 , 46 8 .
K u h is ta n : 7 5 5 , 7 5 6 , 7 5 7 , 7 6 8 , 7 6 9 , 79 1 . M e lik -i T ü r k i s t a n : 4 6 7 , 4 71.
K u l f e r : 490. M e l ik ş a h : 756.
K u m a B a b a : 794. M e n te ş e : 613.
K u m i n : 636. M e n u c h e r / M e n u c h e r - i cin n î: 4 8 3 , 4 8 4 , 54 6 ,
K u l z ü m : 7 4 8 , 749. 5 5 5 , 56 1 , 56 2 , 5 6 3 , 5 6 5 , 5 9 6 , 5 9 7 , 62 6 , 6 53,
K u v a n iy y e : 546. 65 4.
K utb: 5 2 1 , 5 2 2 , 5 2 3 , 700. M e ri ç : 4 86.
K u z b i: 77 4. M erv : 618.
K ü ç ü k B a b a : 502. M e rv a n ik : 7 8 4 , 785 .
K ü h s a n : 515. M e r y e m B a n u : 689 .
K ü r e : 7 68. M e v la n â : 5 2 6 , 6 6 4 , 7 1 8 , 739.
M ısır : 5 3 9 , 6 6 2 , 72 5 , 137, 738.
-L r M i la n : 669.
L a h i c a n : 749. M i n a s : 489 .
L a r e n d e : 549. M i n h a l: 5 7 3 , 5 7 4 , 5 7 5 .
L a r i s t a n : 623 . M in h a l-i M e s t u r î: 4 9 7 , 4 9 8 .
L a z : 5 1 4 , 5 5 3 , 6 0 2 , 6 6 9 , 670. M ird as: 609.
Leh: 461, 462, 477, 6 6 8 , 679, 779, 780, 781, M issa k : 46 0.
783. M o lla N asred d in : 6 6 4 , 6 6 6 . Ayrıca kk. Hoca
L e ş k e r - i H ıtay : 4 7 3 . Nasrüddin.
L e v a z a : 7 4 9 , 752. M o n i: 763.
M o r a : 552.
-M- M u d a n : 5 6 0 , 565.
M a ç i n : 4 6 1 , 474 . M u d a n a : 511.
M a d il: 6 9 0 , 69 1 , 6 9 2 , 6 9 3 , 695. M u g a n : 641.
M a h a n : 61 8. M u h a m m e d / M u h a n ım e d M u sta f a : 4 5 0 ,
M a h m u d H a y r a n / M ah m u d-ı H a y r a n : 524 , 4 5 1, 4 8 1 , 4 9 3 , 5 3 4 , 5 4 2 , 5 7 8 , 59 9, 6 2 0 , 63 2 ,
526,718. 7 3 1 , M K 23.
M a l a t y a : 717. M u h a m m e d : 544.
M a l g a r a : 675. M u h a m m e d : 611.
M a r k o : 583. M u h a m m e d B i r u z i : 71 7 .
M a r t a s : 69 0. M u h a m m e d i: 4 6 1 , 4 9 3 .
M a r u t : 6 3 8 , 6 3 9 , 640 . M u h a r r e m : 607 .
M a s k o s : 51 3 , 514 , 6 6 8 , 7 7 9 , 785. M u ra d : 536.
M a t a r a : 552 . M u sa : 541.
M a v e r a ü n n e h r : 7 4 0 , 747. M u sli: 718.
M avil: 685. M u za ffe rüd d in : 549.
M a z e n d e r a n : 7 4 7 , 748 . M u za ffe rüd d in : 7 5 5 , 7 5 6 , 757.
M e d in e : 7 4 2 , 744. M u z i: 7 5 6 , 7 5 7 , 7 5 8 , 7 5 9 , 761.
M e d ro s : 5 8 4 , 588.
M e h d i y y e : 738. -N-
M e h e m m e d : 5 3 6 , 539. N a s a r î : 541.
M ehpeyruz: 469, 470, 472. N a s r a n î: 4 6 1 , 5 6 9 , 6 2 1 , 6 6 8 .
M e lik -i B o s n i : 58 1 , 60 1. Nasrü dd in : 6 6 4 , 66 5 , 6 6 6 , 7 1 8 , 719.
M e l ik -i Ç a ğ a t a y : 474 . Nasrü dd in : [bk. Hoca Nasrü’d-din / Molla
M e l ik -i E fl a k : 793. Nasrüddin],
N a s r : bk. Darü’n-Nasr R a fı z i : 7 4 0 , 7 4 1 , 7 4 2 , 74 3 , 7 4 4 , 7 4 7 , 749.
N asto r : 5 0 9 , 510. R a h i p D e y n o s : 507.
N e g u r : 653 . Rah ip-i B e r a h i m : 630.
N e v ru z : 776. R a h i p / R a h i b M e l i k : 557.
N eyfür-i F r e n k : 5 38. R a h ş -ı S ü r h : 7 06.
N il: 592. R a k k a s : 562.
Nikol / N i k o l a : 7 0 9 , 7 1 0 , 71 1 , 7 1 2 . R a m i n İbni Adi: 704.
N ik u s a r : 598. R a st o n : 7 8 4 , 785 .
N isa n : 4 7 8 . R a su n / R a s u n - ı E fla k: 5 5 0 , 5 5 1 , 5 5 2 , 6 1 1 ,
N og ay : 7 7 2 , 773. 612.
N uh: 538, 5 4 1 ,5 9 4 . R a t o s : 7 32.
N u şin re v an : 4 9 5 , 6 1 6 , 6 3 6 . R av za / R a v z a - i Ş e r i f : 7 4 2 , 74 3.
R a y ık a / R a y i k a : 585.
-O - R a y k a Z i r : 6 69.
O r h a n : 723 . R a y k o bin B u n a k : 756.
O s m a n / O s m a n G a z i: 61 9 , 6 2 0 , 62 1 , 721 , R a y k o : 7 7 4 , 7 7 5 , 776.
7 2 2 , 723 , 7 2 4 , 7 3 9 , 7 5 4 , 7 5 5 , 7 8 0 , 7 9 0 R e c i m : 5 5 8 , 5 5 9 , 57 3 , 5 7 7 , 58 0.
O s m a n ( H a z r e t - i ) : 4 8 4 , 5 4 4 , 7 4 3 , 745. R e şe b : 748.
O s m a n : 54 4 , 5 81, 6 0 1 , 6 1 1 . A y rıca bk. Emir R e v a h a : 741.
Osman. Rim : 669, 678.
O s m a n bin Aff an: 636. R o m a h : 601.
R o m a y : 585.
-Ö - R u h a s: 7 5 3 , 754.
Ö m e r : 6 1 5 , 618. R um : 471, 477, 484, 485, 493, 502, 503, 511,
Ö m e r : 6 21. 5 1 5 , 5 2 1 , 5 2 3 , 524 , 5 2 6 , 5 3 0 , 5 3 2 , 5 3 7 , 5 4 1 ,
Ö m e r : 7 2 0 , 721 , 722. Ayrıca: bk. Aydın oğlu 543, 544, 545, 552, 553, 562, 565, 576, 581,
Ömer ve Gazi Ömer. 5 8 2 , 5 8 5 , 59 8 , 6 0 1 , 6 0 2 , 6 0 5 , 6 0 6 , 6 1 4 , 6 1 7 ,
Ö m e r ( H a z r e t - i ) : 7 4 3 , 745 . 618, 622, 630, 634, 637, 663, 6 6 8 , 669, 697,
Ö m e r ibni H attab: 5 7 1 , 6 36. 715, 716, 717, 729, 738, 748, 754, 756, 765,
Ö m e r - i Halvayi: 717. 7 7 4 , 7 7 8 , 7 8 6 , 7 8 7 , 788.
Ö z i : 787. R u m a s : 584 .
R u m e l i : 6 6 6 , 7 2 4 , 759 , 7 7 6 , 7 7 7 , 7 8 6 , 78 7,
-P- 7 8 8 , 7 9 2 , 794 .
P a lin F r e n k : 585. R u m î : 6 6 6 , 6 71.
P a y s u n k u r T e l i n : 617 . R u s : 4 6 1 , 4 6 2 , 4 7 7 , 513, 5 1 5 , 6 6 8 , 7 1 0 , 7 1 2 ,
Penderk: 756, 770, 7 7 1 ,7 7 2 . 7 1 3 , 7 7 8 , 7 7 9 , 78 5 .
P e n d ik : 769. R u s a n : 5 9 3 , 6 0 4 , 6 0 7 , 6 0 8 , 6 0 9 , 61 0.
P e r t a n : 7 69, 771. R ü s te m / R ü s te m İbn-i Zal / Rüstem-i Zal:
Pe r v a y a : 7 8 4 , 785. 4 7 8 , 50 7.
P i r A lag ö z: 757. R ü s te m Z a l i k : 4 7 7 , 478.
Piri A h m e d S u l t a n : 7 20.
P i r u z D ağ ı: 555. -S -

Poli: 76 3 , 7 6 6 , 7 68. S aba bil: 58 8 , 5 91.


P o r t u k a l : 669 . S a d ri n : 53 8.
S a h i l : 7 6 1 , 7 6 2 , 769.
-R- S a h r a - i T u s a n : 757.
R a b ia : 745 . S a k ı z : 733.
Rad / R ad C a z u : 6 2 3 , 6 3 7 , 6 3 8 , 6 4 0 , 645 , S a l a r : 6 2 9 , 6 3 0 , 6 8 5 , 70 9, 7 6 9 , 787.
648, 6 4 9 , 65 3 , 6 5 7 , 6 5 8 , 6 6 3 , 6 6 9 , 6 7 0 , 67 2 , S a l s a l : 70 6 , 709 .
697, 6 9 9 , 70 0 , 7 0 1 , 7 0 2 , 70 3 , 7 0 4 , 7 0 5 , 715 , S a ls a l ibni D a l : 70 5.
716. S a ltık : 4 6 2 , 4 6 3 , 4 6 6 , 4 7 2 , 4 7 3 , 4 7 5 , 7 4 7 , 4 8 0 ,
Radiç: 7 7 7 , 778 . 4 8 4 , 5 0 1 , 50 4 , 5 0 7 , 5 0 8 , 5 1 6 , 5 1 7 , 5 2 9 , 5 3 1 ,
R a d u l: 5 5 2 , 6 1 1 . 5 3 2 , 5 3 6 , 5 3 7 , 5 4 3 , 5 5 0 , 5 5 3 , 5 5 4 , 5 5 7 , 559 ,
5 6 1 , 56 5 , 5 6 7 , 5 6 8 , 57 0 , 57 1 , 5 7 2 , 5 7 3 , 5 74, S in o p : 4 9 6 , 5 0 1 , 5 1 5 , 6 1 5 , 61 9 , 62 2 , 7 2 0 , 72 1,
575, 576, 577, 578, 583, 58 4 , 602, 606, 615, 72 3 , 725 , 7 3 9 , 7 5 4 , 7 5 5 , 75 9 , 76 0 , 7 6 1 , 76 8,
622, 623, 624, 625, 626, 6 28, 629, 630, 632, 79 1 , 792.
633, 634, 638, 644, 645, 649, 657, 658, 666, S i p a n c a : 669.
668, 670, 673, 676, 678, 679, 680, 681, 683, S i r d a l : 5 5 3 , 5 5 4 , 557.
685, 68 7 , 688, 692, 695, 696, 697, 698, 70 0 , S i s t a n : 4 7 7 , 6 5 5 , 6 5 7 , 7 1 4 , 7 4 7 , 748.
7 0 1 , 7 0 2 , 7 0 3 , 7 0 6 , 7 0 8 , 70 9 , 7 1 0 , 7 1 2 , 7 13, S iv a s : 4 9 7 , 5 2 0 , 5 4 5 , 5 4 9 , 604.
7 1 5 , 7 1 6 , 7 1 8 , 7 2 0 , 7 2 2 , 724, 7 2 6 , 7 2 7 , 7 34, S iv r i h is a r : 71 8.
7 4 6 , 7 4 9 , 7 5 0 , 7 5 1 , 7 5 6 , 759, 7 6 2 , 7 6 4 , 7 6 5 , S i y a h Bedevi: 4 6 7 .
7 6 6 , 7 6 7 , 7 6 8 , 7 7 0 , 7 7 1 , 774, 7 7 5 , 7 7 9 , 7 80, S u l t a n Alaeddin : 4 9 8 , 52 6 , 5 4 5 , 549 , 60 3,
7 81, 7 8 3 , 78 4 , 78 8 , 793. 61 3 , 6 1 6 , 68 2 , 72 4, 7 2 5 , 7 2 7 , 73 0 , 7 3 2 , 739,
S a m a v i n : 551. 74 0 , 7 55, 75 7 , 791.
Sam iriy ye/S am eriy y e/S am ed iy y e: 5 2 9 ,5 3 0 , S u l t a n G a zi: 786.
5 3 3 , 56 3 , 5 6 4 , 5 7 6 , 57 8 , 579, 5 8 0 , 5 8 1 , 58 5 , S u l t a n Hacı B e k t a ş -ı H o r a sa n î: 520.
5 9 2 , 5 9 3 , 60 4 , 70 7 , 731. S u l t a n M e h e m m e d : 536.
S a i d : 4 7 4 , 737. S u l t a n M u h a m m e d : 535.
S a p a n c a : 5 8 1 , 5 8 4 , 585. S u l t a n M u ra d : 536 .
S a r u h a n : 6 1 3 , 6 1 6 , 618. S u l t a n İzzeddin: 4 9 7 , 4 9 8 .
S a t ı h a n : 4 7 0 , 47 2. S u l t a n T a p t u k : 6 0 4 , 6 0 5 , 720.
Saznibol: 485. S u l u k -i Hab eşî: 465.
S e b z e - v a r : 74 0 , 747. S u z e n b o l : 777.
S e b z - t i k : 752. S ü k u b : 559.
S e c c a f : 552. S ü l e y m a n : [bk. İskender ibni Süleyman]
Şed de B o ğ a z ı : 600. S ü l e y m a n ibni B a y e z id : 717.
Sedd-i İske n de r: 595. S ü l e y m a n Ş a h : 617.
S e l i h u n : 5 7 0 , 57 2, 5 7 3 , 5 7 4 , 5 7 6 , 578. S ü l e y m a n ibni Davut: 512 , 52 4, 53 8 , 59 8,
S e l i m Ş a h : 545. 59 9 , 6 4 9 , 6 5 0 , 6 5 1 , 6 5 2 , 65 3 , 747.
S e l m a n : 6 3 7 , 6 3 8 , 63 9 , 64 0 , 641. S ü r m e l i - ç u k u r : 618 ,
S e m e n a b a d : 751.
S e m e n d - i S e b z : 5 9 6 , 7 4 1 ,7 5 0 , 753. -Ş-
S e m e n d i r e k : 6 8 6 , 6 97. Ş a b a n : 5 5 7 , 580.
S e n ı e n d u n : 749. Ş a h -ı M a r a n : 5 5 6 , 5 5 7 , 560.
S e m e n g a n : 47 7. Ş a m : 4 97.
S e m e r k a n d : 717. Şebşas: 704, 7 0 5 , 7 1 4 , 7 1 5 , 7 1 6 .
S e m u d : 838. Ş ehab üd din-i M a k b u l: 7 17.
S e m u d î l e r : 839. Ş e m m a s : 5 5 2 , 69 6.
S e r m ü k H a n : 47 9 . Ş e m s - i T e b r i z î : 718.
S e y l a f : 707. Ş e r m e r : 701.
S e y y i d B a tta l G a z i: 5 5 1 , 7 17, 7 5 1 , 77 2 , 7 9 0 , Ş ib ad R um î: 7 5 6 , 7 5 9 , 761 , 7 6 2 , 768.
793. Ş i r a n : 7 42, 7 4 4 , 745.
S e y y i d B ıırh a n e d d in : 7 1 7 , 7 1 8 . Ş i r a z : 636.
S e y y i d C a f e r : [bk. Seyyid Battal Gazi], Ş ir v a n : 7 4 9 , 75 0 , 75 3 , 754.
S e y y i d C e m a le d d i n - i K a le n d e r /S e y it Cem al: Ş u m l u : 553.
7 28, 7 3 0 , 7 3 5 , 7 3 6 , 7 3 7 , 738. Ş ü c a - i A cem : 665.
S e y y i d G a z i : [bk. Seyyid Battal Gazi],
S e y y i d M a h m u d -ı H a y r a n : 718. -T-
S e y y i d Ş e y h A bdullah: 717. Tab er / Taberî: 467, 468, 469.
S e y y i d Yu su f-ı K a ş g a ri : 718. T a h i r : 690.
S ı l t a : 759 . T a h t : 772.
S il iv r i: 612. T a h t -ı P e rv ay a : 784.
S i m u r g : 518. T a p t u k : 6 0 4 , 6 0 5 , 6 0 6 , 720.
S i n c a b : 4 6 1 , 5 9 6 , 6 6 9 , 6 79. Tancane: 6 66.
T a r h a n : 772.
T a ş / T a ş K ö p rü : 7 6 3 , 7 6 8 . U c: 6 4 1 , 6 4 2 .
T a t a r - l a r : 4 7 4 , 6 1 1 , 6 1 6 , 64 6 , 6 5 4 , 6 5 7 , 684, U k b e : 616.
7 0 4 , 7 4 0 , 748 , 7 4 9 , 7 5 3 , 7 5 4 , 7 7 2 , 77 3 , 779, U m m a n : 65 3 .
7 8 5 , 7 9 4 , Ayrıca bk. Han! Tatar, Minhaöil U m u r B e y : 6 1 5 , 787 .
Tatar. Unuk: 6 4 1 ,6 6 1 .
T a t a r i s t a n : 4 7 9 , 748. U rg aç: 49 5 .
T a y y a r : 5 6 0 , 561, 563. Utbe: 6 1 0 , 6 1 1 , 6 1 2 , 6 1 5 , 6 1 6 .
T e b d u n : 586. Uygur: 461, 467, 472.
Teb eristan: 467.
T e b ri z : 6 3 6 , 71 6. -Ü -

T e b r i z î : bk. Şems-i Tebrizi. Ü m r a n : 592.


T e f e r g a r : 477. Ü n g ü r: 569.
T e k u r s u y ı : 699. Ü n g ü riy y e : 5 6 9 , 6 0 4 , 697.
T e l a d : 466 . Ü n g ü ru s : 4 6 1 , 4 6 2 , 4 7 7 , 6 1 1 , 67 2 , 6 8 0 , 73 9 ,
T e l i n : 61 7. 778.
T e r m e : 769. Ü ry an B a b a : 5 2 1 , 522.
T e v r it: 651 . Üsk üp: 4 8 7 .
T ı l m ı s a n / T ı l m i s a n : 5 8 6 , 60 1 , 7 3 8 , 739. Ü sk ütlü ( Ü sk ü t) : 618 .
T ı m y a t : 734.
T ıra b lis / T ı r a b u l u s : 4 8 7 , 4 9 8 , 7 2 5 , 7 3 3 , 734, -V-
73 9 . V a h i d ü ’ l - K a h h a r : 731.
T i fa n o s : 6 0 2 , 603 . Y a h i d : 731.
T i g a n o ş : 6 02. V e le d : 4 7 8 .
T i m u r l e n g : 717. V e n e d ik : 5 8 5 , 66 9.
T i ra b : 653. V e y s ü ’ l - K a r a n : 539.
T o ğ an / T o ğ a n A ta: 5 2 1 , 5 2 2 , 523. Voyvoda: 706.
T o l c a n : 490 .
T o n : 7 7 2 A yrıca bk. Ab-ı Ton. -Y-
T u m a ş : 5 3 4 , 535. Y a f e s : 5 3 8 , 59 4 .
T u n a : 4 9 0 , 51 5, 5 4 3 , 5 4 4 , 5 5 0 , 55 1, 55 2 , 559, Y a h u d i : 7 0 6 , 7 07.
5 8 1 , 6 6 9 , 6 7 2 , 6 8 3 , 7 0 4 , 7 0 6 , 7 2 4 , 7 25, 740, Y a l u n u z D erviş : 75 9 .
7 5 5 , 7 7 8 , 792. Y a n m a c : 78 0 , 7 8 2 , 7 8 3 , 7 8 4 , 7 85.
T u n a B a b a : 5 8 1 , 6 0 1 , 61 2 . Y a n m o s : 515.
T u n c a : 4 8 6 , 6 7 5 , 6 7 7 , 6 8 5 , 6 8 6 . A yrıca bk. Y a r A h m e d : 72 0.
Ab-ı T unca. Y a v r u z : 776.
T u s a n : bk. Sahra-i Tusan. Y e c u c : 594 .
T u n u s : 5 8 6 , 60 1, 6 6 9 , 738. Y e m e n : 5 6 3 , 653 .
T ü r ç i n l e r : 6 2 1 , 625. Y ı l a n B a b a : 581 .
T u r i z : 636. Yidi K ü l l e : 633 .
T ü r k - l e r : 4 6 2 , 4 6 6 , 4 6 8 , 4 7 2 , 4 9 7 , 504 , 507, Y i r Alagöz / Y i r - i A lagö z: 7 6 0 , 7 61.
5 2 9 , 5 3 0 , 5 3 1 , 5 6 8 , 5 7 2 , 5 7 6 , 5 7 9 , 61 8 , 621, Y o r g i : 57 9 .
6 2 2 , 6 2 3 , 6 2 4 , 6 3 4 , 6 3 5 , 6 6 6 , 5 7 1 , 6 8 1 , 682, Y o r g i y a n : 4 9 2 , 513.
6 8 3 , 6 8 7 , 6 8 8 , 6 9 1 , 6 9 2 , 6 9 3 , 70 0 , 7 0 5 , 7 06, Y u n u s : 4 8 1 , 5 0 8 , 5 1 8 , 669 .
7 1 0 , 7 1 9 , 726, 7 5 7 , 7 6 1 , 7 8 0 , 787. Y u s u f : 4 9 7 , 6 0 5 , 60 6 , 607, 6 7 6 , 6 9 2 , 6 9 3 , 733 .
T u t a g : 70 6. Y u n a n : 5 1 5 , 5 3 3 , 6 1 4 , 634.
T u s : 4 6 4 , 513. Yuvan: 5 1 4 ,5 5 3 ,6 6 9 ,6 7 0 .
T ü r k i s t a n : 4 5 9 , 4 6 1 , 4 6 6 , 4 6 7 , 4 6 8 , 4 6 9 , 47 1 ,
6 4 1 , 6 4 2 , 65 4 , 6 6 1 , 7 0 5 , 7 1 4 .
T ü r k i s t a n î : 4 68. -Zr
T ü r k m e n : 4 7 6 , 747. Ze b u r : 651 .
T ü r k m e n - i B e d a h ş i: 4 7 6 . Z e m in -i N i s a n : 47 8 .
Z erm an : 475.
-U- Z e r m a n : 4 75.
Z e y n e lab id in : 717 . Z i i l k a r n e y n : 69 8.
T ir : 6 00.
Z ü l fı k a r : 7 1 7 , 743 .
III. C İ L T Ö Z E L İS İM D İZİNİ

A l a c a h a m a m : 1222, 1224.
-A- Alaeddin : 8 5 5 , 8 7 0 , 90 1, 9 0 6 , 9 0 8 , 9 1 0 , 9 11,
Abbas: 850 , 1161, 1172. 9 1 4 , 9 1 9 , 9 2 3 , 1036, 1055, 1072, 1080,
Abbasî: 1163. 1086, 1095, 1106, 1112.
A bb asîle r: 883. A la gö z : 1197, 1206, 1207.
A bbasiyye: 8 8 3 , 8 8 4 , 1159. A la iy y e : 91 3.
Abdal M u ra d : 1138. A l a m a n : 9 6 8 , 9 6 9 , 970 , 9 9 4 , 9 9 5 , 9 9 6 , 1002,
A bdülaziz ( Ö m e r bin A bd ü laz iz ): 8 4 0 , 8 41, 1009, 1016.
8 43, 8 54, 1163, 1171. A l a n y a : 967 .
A b d u lcerre: 913. Ali B e y : 1059, 1108.
A b d u lk e n an : 852. Ali bin Ebi T a l i b : M K 6 7 , 7 9 6 , 7 9 7 , 7 9 8 , 7 9 9 ,
Abdullah: 98 6 , 9 8 7 , 9 8 8 , 9 9 0 , 99 1 , 9 9 2 , 1210. 8 0 0 , 8 4 7 , 8 7 7 , 99 9 , 1111, 1162.
A bdullatif G arb i: 10 23. Al-i O s m a n : 895 , 1110, 1114, 1157, 1226.
A b d u r ra h m a n : 797. Al-i U m u r : 1115.
A bd ülk adir G e y l a n î: 1174. A lyon: 9 6 8 , 96 9 , 1102.
A bd ülm elik: 84 3 , 8 4 4 , 8 4 5 , 854. A m a [Kubbe-i A m a : ] : 897.
A b ru ş a k : 1013, 1079, 1080, 1138, 1216. A m a s iy y e : 1 05 9 , 1081, 1091, 1225, 1227.
A ce m : 884, 1028, 1 0 80 , 1083, 1091, 1094, A na d o lu : 1 093, 1216.
1 109, 1115, 1158, 1 159, 1160, 1224, 1227, A nd ro n : 8 5 3 , 854.
1234. A n k abil: 7 9 5 , 93 2.
Ad: 838. A n k a ri y y e : 1059.
Adem ( H a z r e t- i A d e m ): M K 6 6 . A n t e r : 8 4 9 , 852.
Aden : 8 06, 832. A n t a k iy y e : 854.
A d n ü ’ l - a r z : 895. A ntalya: 910, 9 1 1 ,9 1 2 .
Adusan M a s u n : 838 . A n t e r K a l e s i : 84 9 , 852.
A fr in k a y a : 1127. A n y a s K a l e s i : 912.
Ağın T ü r ç i n : 1076. A n y a z : 920 .
A g ru ş: 1016, 1018. A rab î: 8 5 1 , 8 6 6 .
A hen a bad : 1040. A ra p: 7 9 4 , M K 3 0 , M K 3 1 , M K 7 0 , M K 7 5 ,
A hm ed: 881. M K 7 6 , 7 9 7 , 81 4 , 8 1 5 , 8 1 6 , 8 21, 8 3 1 , 83 8,
A hm ed: 1141, 1141, 1142, 1143, 1144, 1147, 8 4 4 , 8 4 5 , 8 4 9 , 8 5 0 , 85 2, 8 7 4 , 8 7 9 , 9 3 8 , 9 5 3 ,
1210. 9 5 4 , 1028, 1088, 1127, 1157, 1165, 1170,
A h m e d B e y : 858, 8 8 4 , 889, 8 9 1 , 892 , 893 , 1224.
8 96 , 898 , 1006, 1059. A rd /Arda: 8 5 9 , 1014, 1085.
A h m e d G a z i: M K 8 5 , M K 8 7 , 8 4 7 , 8 57, 87 9, A risto : 8 8 3 , 9 7 0 , 97 1.
88 2, 8 91, 8 9 2 , 8 9 3 , 1006, 1087, 1156, 1157, A rk y a n o s: 1014.
1179. A rn av ut: 8 5 9 , 8 60, 92 3 , 925.
A hm ed: 1067, 1084, 1098, 1099, 1139. A r u m a : 94 9.
Ahm ed-i R u m î : 8 8 6 , 8 8 9 , 897 , 898, 91 1 , A r u m a y : 9 4 9 , 1121, 1127, 1128, 1136.
1067, 1099, 1119, 1183, 1184, 1185, 1187, Asaf: 909.
1209. A sa f bin B e r h i y a : 8 58, 88 2 , 1030.
Ak C a m i : 879, 8 8 1 , 1082, 1 171, 1188, 1214, A sfar: 9 6 9 , 9 7 0 , 99 5 , 1060, 1063, 1067, 1070,
1224, 1232. 1155.
A k d e n iz: 833 , 1056. A sfa rî: 1061, 1110.
A k k o y u n lu : 1115. A s f a ry a n : 1059.
A k r a n u ş a : 1127. A sm u y e : 1059.
A k r iy y e : 1202, 1206, 1207. As/Ass: 8 8 4 , 9 4 3 , 948.
A ksu: 1010. A stafa : 1089.
Ayas/Ayas Bab a/A yas G azi/A yas R u m î : B e k r i : 847.
1150, 1153, 1154, 1155, 115 6, 1157, 1158, B e k t a ş H o r a s a n î: 1109.
1169, 1170, 1171, 1172, 117 5, 1177, 1178, B e l u k i y y e : 1013.
1179, 1180, 1181, 1182, 1183, 1221. B e m d e k Dev: 9 0 6 .
A yasofya: 9 6 7 , 1075, 1233. B e n i A sfar: 8 9 6 , 8 9 7 , 9 9 4 , 1176.
Aydın oğlu Gazi U m u r: 1084, 1145. Beni İlan : 84 9, 8 5 0 , 851.
Aydın: 1056, 1084, 1119, 1145, 1210, 1215. Ben i İ s r a i l / B e n i İs rail: 8 6 4 , 865.
A ydıncuk : 1218. B e n i S a h d : 851.
A yine-i G iti-n ü m a /A y in e -i C ihan -n üm a: Beni Ş e r e f : 851.
8 6 3 , 8 6 4 , 88 1 , 88 2 , 8 9 3 , 897. Ben i T a s : 848.
A y na/A yin e: 89 2 , 8 9 3 , 89 5 , 896, 8 9 7 , 1084, Ben i Ü m m iy y e: 8 5 4 , 8 7 8 , 883.
1 086, 1110, 1156, 1157, 1185, 1216, 1221. B e r a v a ti /B e r a v a t a : 1145, 1223.
Ays: 1056. B e r e m e : 1078.
A zıç: 883. B e r n i k : 1103, 1104.
A z e r: 9 0 9 . B e r r - i H aver: 1192.
B e r r - i A ra p B a d i y e : 849.
-B - Bevvab: 1166.
B a b a : 8 6 3 , 8 79, 880 , 8 9 0 , 8 9 1 , 89 8 , 9 0 0 , 9 0 1 , B i h r u z / B i h r u s : 9 3 6 , 9 3 7 , 9 3 8 , 9 3 9 , 94 0 ,
9 1 1 , 9 2 3 , 9 2 6 , 93 0 , 9 5 4 , 9 5 7 , 9 6 1 , 9 6 2 , 9 6 3 , 9 4 1 , 942, 9 4 3 , 9 4 4 , 9 4 5 , 9 4 6 , 9 4 7 , 94 8 , 9 4 9 ,
974, 9 8 2 , 1002, 1011, 1015, 1016, 1019, 950, 951, 952, 953, 954, 955, 956, 959, 962.
1034, 1038, 1048, 1059, 1072, 1101, 1104, Biliç y o rgev an : 861.
1111, 1143, 1144, 1149, 1150, 1178, 1179, B ir a v a ti: 1208.
1182, 1187, 1188, 1189, 1211, B i r u n i k : 1016.
B a b il: 1014, 1159. B i r u s p eri: 810.
B a c u H a n : 9 0 8 , 9 0 9 , 1055, 1058, 1073, 1080, Bitdub: 846.
1112. B o d an: M K 9 2 .
Bağ d at: 8 6 4 , 88 3 , 1159, 1172. Boğdan: 9 6 1 , 9 6 2 , 1061, 1062, 1071, 1111,
B a ğ ış: 92 6 . 1144, 1150, 1178, 1202.
B a h d : 806 . B o la y ır : 89 5, 1093, 1219, 1220.
B a h r - i U m m a n : MK.22. Bolis Y a h u d i: 877.
B a l a b a n d ı k : 1216. B o si n /B o s n a /B o sn i : 8 6 1 , 8 6 2 , 9 5 3 , 9 8 2 , 9 9 3 ,
B a l ç ı k D e n iz i : 1030. 99 4 , 9 9 5 , 1001, 1006, 1011, 1015, 1145,
B a l ç u g : 1114. 1208.
B ali G ir a y : 1156. B o z n a t i : 1077.
B a l k ı y a n : 858. B u d u n : 1061, 1070, 1071.
B a n a d ik : 1058. B u h a r a : 1094.
B a r s a : 1225. B u l g a r : 92 6 , 1083, 1085, 1088.
B a s r a : 7 9 6 , 80 0 , 8 0 5 , 1159, 1172, 1173. B u r a n : 846.
B a r ü l c i n n : 798. B u rc -ı H e fte m in : 1078.
B a t r i k : 8 7 4 , 875. Bu rc-ı S e b a : 1078.
B a t l a m y u s : 1074. B u r g a z : 881 , 8 8 5 , 896.
Batm us: M K 51, M K52. B u r g u z : 900.
B a t r a f : 89 9. B u r g u z i : 900.
B a t t a l : 9 2 1 , 1077. B u r h a n : 1114.
B a t u l F r e n k : 1210. B u rh a n e d d in : 1114.
B a y c a n : 1115. B u r s a : 895, 1080, 1092, 1093, 1094, 1095,
B a y e z i d bin M e h m e d H an bin M u r a d H a n : 1109, 1138, 1215, 1216, 1217, 1218, 1219,
1090. 1220, 1223, 1225, 1228.
B a y ı n d ı r: 1113, 1116, 1224. B u r s a K a le s i : 895.
B a y ı n d ı rl ı: 1115. B u r s a k : 1216.
B a y k a ş : 1133. B u rşak: M K 87, M K 88, M K 92, M K 95.
B e d a h ş î: 890. B ü h t ü n n a s r : 965.
Be devî: 1089.
-C- Davud (H z . Davud): M K 5 1 , 7 9 5 , 8 0 2 , 8 20,
C a b e r / C a b e r M i s ik ( M e li k C ab er): 7 95, 965.
796, M K 22. Davud: M K 5 7 .
C a f e r (M o lla C a f e r ) : 847. D e c c a l: 1 03 3 , 1176.
C a f e r ( S e y y id C a f e r G a z i) : 8 4 7 , 85 2 , 92 1, D e m s a z : 1116.
999. D e r d a i l : 799.
C a l n u s : 1074, 1076. D e r m a s : 92 0 .
C a m i - i Em ev iy ye : 854. D e r n o s : 900 .
C a m i - i K e b i r : 85 4. D e r r a c : 86 0.
C a n u ş : 1016. D e r u k y o n : 91 3.
C e b e l-i K e b i r: 843. D e r y a -ı U m m a n : 64.
C e b e l-i R e i s : 83 1, 832. D e ş t : 87 8 , 1030, 1096, 1097, 1144.
C e b e l k a : 1017, 1018, 1022, 1023, 1 0 24 , 1029, Devlet-i Al-i O s m a n : 1126.
1030. D ı m ı şg a r: 1068, 1069.
C e b e l s a : 1017, 1020, 1024. D ı m ı ş k / D ı m ı ş k î : 854, 8 9 3 , 1163.
C e b e l ü ’ r- R e t e s : 80 9. D ı ra h o n : 1070.
C e b r a i l : 8 7 7 , 1 1 07 , 1171. D ı r a h t i s t a n : 1001.
C e b r i n : 1075. D ı ra n o s : 1040, 1041.
C e ç : 868. D i k y a n o s : 8 68.
C e h u d : 801 , 8 1 8 , 8 1 9 , 9 3 7 , 1140. D i m e t o k a : 1 01 3 , 1087, 1178, 1213, 1221.
C e m S u l t a n [ S u l t a n C e m ] : 1 234, 1235. D i m i t r i /D im it r i : 1039, 1040, 1041, 1044,
C e n d e v a n : 1121, 1123, 1124. 1045, 1046, 1047, 1103.
C e n g a s : 98 2. D i m o : 1 0 7 3, 1074.
C e s a r : 8 8 4 , 9 3 0 , 9 3 2 , 9 3 6 , 1061, 1111, 1145. D i r a n i k / D i r a n i k i r : 9 7 4 , 97 5 , 9 7 6 , 9 7 7 , 97 8 ,
C e z i r e - i C i n a n : 9 0 0 , 1084. 979, 980, 9 8 1 ,9 8 2 .
C e z i r e - i Fird evs: 83 7. D i ra n o s : 1041.
C i b r in : 1075. D iy a r-ı B e k r : 79 5.
C i n a s : 9 7 4 , 1050, 1051, 1052, 1053, 1054. D iy a r-ı U m m a n : 839.
C in e v is/C in ev is: 8 3 6 , 8 3 7 , 91 7 , 1136, 1163, D o b e rn ik : 1104.
1171. D o b rica : 1101.
C i n e v u s : 1165. D o p d a ru h : 880.
C i n g i s : 8 6 4 , 884, 8 8 5 , 11 15 8 , 1159, 1160,
1 161, 1172. -E-
C i n n i s t a n : 839. Ebi T a l i b : 87 7 , 9 9 9 , 1 1 1 1 .
C i r c i s : 1149. Ebu B e k r - i Sıddik/Ebu B e k r : 8 4 7 , 8 4 8 , 8 6 6 ,
C i v a n : 8 9 3 , 920. 877.
Ebu C e h l : 9 87.
-Ç- Ebu H a n i f e : 1174.
Ç a p n i k F r e n k : 1137. E b u ’ l -H afs: 848.
Ç e h / Ç e h / Ç e h : 884, 1061, 1111, 1145, 1149, E b u ’ l-H a y r-ı R u m î : 1234.
1151. E b u ’ l - K a s ı m : 847.
Ç e r k e ş : 1115, 1158, 1159, 1 1 6 1 , 1 1 6 2 , 1163. E b u ’ l-M ü s l im -i M e rv i/E b u ’l - M ü s l im : 8 77,
Ç e s a r : [bk. Cesar]. 8 78, 8 8 3 , 1056.
Ç i n : 822 , 1157, 1159. Ebu S a id : 845.
Ç i n o s : 1169. E ce B e y : 1218.
Ç iv a n : 892. Ece O v a s ı: 1219.
E d i r n e : M K 8 7 , 85 6 , 8 5 7 , 85 9 , 8 6 3 , 8 7 0 , 87 3 ,
-D - 875, 8 7 9 , 88 0 , 881, 884 , 889 , 89 2 , 8 9 4 , 895 ,
Dabbe ( M u r g -ı D abbe): M K 1 , 828. 896, 8 9 8 , 9 0 0 , 91 1, 9 1 2 , 9 2 0 , 9 2 2 , 9 2 3 , 9 2 6 ,
D a n iş m e n d : 1107. 9 7 5 , 1 0 0 6, 1013, 1014, 1015, 1 033, 1 067,
D a n y o k : 9 25. 1 068, 1 075, 1 081, 1 082, 1084, 1 0 85 , 1 093,
D a r ü ’ l-h adis: 1123. 1 094, 1 095, 1 096, 1097, 1098, 1100, 1103,
D a r ü ’ n - n a s r : 1093. 1104, 1 109, 1 119, 1142, 1144, 1147, 1143,
1156, 1157, 1169, 1170, 1171, 1172, 1175, G a b r a n : 823.
1 17 6, 1178, 1179, 1183, 1184, 1186, 1187, G a l a t a : 1077.
1188, 1209, 1214, 12 15, 1216, 1217, 1218, G a m a : 1121.
1219, 1220, 1222, 1224, 1 2 2 1 1 2 2 6 , 1227, G a r t a n : 1204.
1229, 1230, 1232, 1234, 1235, 1236, 1237. Gazi M u ra d : 1 093, 1114, 1220.
E d r e n o s: 1216, 1221. Gazi U m u r/U m u r: 1056, 1057, 1058, 1084,
E fla k : 9 5 2 , 9 6 2 , 9 6 3 , 96 8 , 9 6 9 , 1 0 61 , 1062, 1085, 1087, 1088, 1090, 1092, 1109, 1119,
1 071, 1111, 1144, 1150, 1179, 1182, 1227. 1120, 1145, 1148, 1211 0 , 1211, 1212, 1215.
E fl a t u n : 9 7 0 , 9 7 1 , 1075. G elibo lu: 89 5, 8 9 6 , 1082, 1084, 1090, 1092,
E f r e n k iy y e : 949. 1093, 1109, 1213, 1216, 1219, 1220, 1221.
E lb u r u z : 8 5 4 , 868. G ir a y : 1190.
E m a v iy y e : 1163. G ir y a k o s: 1040, 1041.
E m i r Seyfüd dev le: 850. G u l : 8 0 7 , 8 08, 8 0 9 , 8 1 2 , 831.
E m i r S ü l e y m a n : 1094, 1225, 1226, 1227. G ü r c i: 1098.
E n a z : 1213. G ü r c ü k : 1096, 1097, 1098, 1099, 1100, 1109.
E nd ülis: 846. G ü m ü l c i n e : 1223.
Erd il: 1198. G ü n d ü z : 1091, 1 109, 1115, 1234.
E r m e n i : 9 3 7 , 1127. G ü rc is ta n /G ü r c is ta n : 1109, 1115.
E r t u ğ r u l : 1035, 1056, 1090, 1091.
E r z i n c a n : 1227. -H-
Eski B a b a : 1 119, 1143, 1145, 1211, 1237. H abeş: 8 30, 83 3 , 84 9 , 8 5 0 , 852.
E v ran : 1075. Habeşî : 797.
E vren os B e y : 1221, 1222. H abeşista n: 833.
E zan tam ari/E zantam ariyye: 1121, 1122, H ac: 9 3 1 , 9 3 5 .
1 123, 1124, 1128, 1138. Hace A bd ülaz iz : 1171.
Hacı B a y r a m : 1095, 1229.
-F- Hacı B e k t a ş : 1108, 1109.
F a r i s : 810. Hacı İlbeyi: 1121.
F a s : 8 4 5 , 8 4 7 , 848. H açlı: 1210.
Fe d a y i : 9 9 8 , 999. H ale p : 8 9 7 , 1159.
F e l y o n : 83 7 , 1111, 1121, 1123, 1127, 1131, H alid ibni Velid: M K 2 8 .
1132, 1133, 1134, 1135, 1136, 1137, 1138, H alidiyye: 854.
1146, 1149. H a m : 854.
F e r d u s Ş a h : 1024, 1027, 1030. H a m e : 854.
Fertu t: 940. H a m id K a le s i : 79 6 , M K 2 2 , 803.
F i d a g u r u s : 1074. H a m u n : 807.
F i g o r : 9 9 5 , 99 6 , 9 9 7 , 9 9 8 , 9 9 9 , 1000, 1002, H a m z a : 8 9 4 , 1235.
1 00 3, 1004, 1005, 1006, 1007, 1008, 1009. H a n ife : 1106.
F i k a l : 8 7 0 , 8 7 1 , 8 7 2 , 873. H a n n a s : 1060.
F i l a k : 9 53. H arb e : 1100, 1101.
F i lb a n /F il i b a n : 8 8 5 , 1040, 1044. H arcın ev a n : 1034, 1035, 1036, 1037, 1056,
F i r a m u z : 883. 1059, 1081, 1109, 1114.
F i r a y : 1213. H a r e z m : 1159.
Fird evs: 7 9 6 , 837, 848. H a r u n ü ’ r-R e şid : 798.
F i r u z : 1172. H as: 846.
F o r t u k a l : 8 3 4 , 835. H a ş a n : 1040.
F r a n c e / F r a n ç e : 9 0 6 , 9 1 9 , 1124. H a ş a n : 894, 1038.
F r e n g i s t a n : 83 2 , 8 3 3 , 8 3 5 , 83 7, 8 3 8 , 85 6 , H aşan (Hz. H a ş a n ) : 7 9 7 , 800.
8 9 6 , 9 1 0 , 9 1 4 , 1002, 1085, 1122, 1124, H aşan B e y : 1234.
1128, 1129, 1130, 1138, 1139, 1146, 1163, H a şa n R u m î : 92 2.
1170, 1171, 1174, 1210, 1221. H a va riyy u n : 1130, 1136.
Havran: M K 35.
-G- H eç: 868.
H e f t e m i n : 1078. İm am -ı A li: 7 9 6 , 7 9 9 , 80 0 , 87 7 , 1162.
H e r a s e k : 1011, 1014, 1015, 1208. İm a m -ı H ü s e y i n : 796 , 8 0 0 , 813.
Hı r a k u n : 1016, 1017, 10 18, 1033, 1034. İ m i r z a /İ m i z a : M K 2 5 , M K 2 6 , M K 2 9 , M K30,
H ırvat M i r y a n o s : 95 7 . M K55, M K 56, M K57, M K58, M K59,
H ır vat: 9 5 8 , 95 9, 1150. M K62, M K 67, M K69, M K70, M K71,
H ıta/H ıtay : 82 2 , 8 8 4 , 1158. M K72, M K 74, M K75, M K 77, M K79,
H ız ı r/H ı z ı r: M K İ , 8 1 3 , 81 7 , 9 2 7 , 9 2 9 , 9 9 9 , MK.80.
1023, 1025, 1030, 1086, 1087, 1088, 1089, İm ro z : 1213.
1090, 1103, 1 125, 1126, 1127, 1 128, 1129, İn eg öl: 1215.
1130, 1131, 1 133, 1134, 1135, 1 136, 1138, İn y az : 85 6.
1180, 1123, 1124. İpsala: 85 6 , 1213.
H in d: 822 , 833, 1015. İr a n : 7 9 5 , 80 6, 8 0 7 , 832 , 839.
H oca F i r u z : 1172. İs a: M K 7 0 , 8 6 4 , 865, 8 7 4 , 9 3 8 , 1060, 1096,
H o r a s a n : 88 4 , 1159. 1149, 1 15 1, 1176.
H o t e n : 1159. İs h a k : 8 5 7 , 8 7 9 , 1087, 1098, 1139, 1143,
Hudadad: 1039, 1041, 1042, 1043, 1045, 1144, 1 14 5, 1146, 1147, 1208.
1048. İsha k P e y g a m b e r : 1056.
H u sr e v a n i : 868. İske n de r/İ sken der-i R u m î/İs k e n d er-i Z ü ’ I-
Huşenk: M K 4 7 ,M K 4 8 . K a m e y n : 8 3 5 , 8 63, 8 6 6 , 8 8 2 , 88 3, 89 2 ,
H ü l a g u : 1160. 8 9 3 , 8 9 6 , 9 7 0 , 9 7 1 , 1159, 1160.
H ü m a B a n u : 1050. İs k e n d e r [İslaros]: 99 3, 1001, 1015.
H ü m a k u şu : 810. İs k e n d e r iy y e : 83 9, 864, 88 1, 88 3, 9 1 6 , 1162.
H ü m a /H ü m a B a n u : M K 3 0 , 80 1 , 1050. İsla ros: 9 9 0 , 9 9 2 , 9 9 3 , 1001.
H ü n ş a : 826. İs m a il: 1 0 06 , 1067, 1098, 1139, 1141, 1142,
H ü r m ü z : 833. 1143, 1144, 1146, 1156, 1208.
H ü s e y i n : 79 8, 800. İs ta n bu l/İs lam bol: M K 8 1 , M K 8 2 , M K86,
H üseyin [Hz. H ü s e y i n ) : 7 9 7 , 813. 8 7 3 , 8 7 4 , 8 7 6 , 894 , 8 9 7 , 965, 966, 967, 969,
Hüsrev : 7 9 8 , 1038, 1140. 9 7 0 , 9 7 1 , 1013, 1014, 1062, 1074, 1075,
1076, 1077, 1078, 1097, 1144, 1148, 1156,
-I- 1158, 1 1 7 9 , 1185, 1208, 1213, 1210, 1213,
ls fa h a n : 9 84. 1216, 1218, 1222, 1232, 1233, 1235, 1236,
Iste fan: 1208. 1237.
İs tefan: 1 07 7 , 1078, 1079, 1144, 1146, 1147,
-İ- 1208, 1209, 1210, 1222.
İb erliye: 858. İtaly a: 904 .
İbn-i M a r u f : 91 3 . İzladi: 1231.
İbni M a r i f e t: 92 0. İzn ik: 89 5 , 1059, 1093, 1109, 1 2 15 , 1217,
İbni M u a r r e f : 921. 1218, 1220.
İb ra h im : 8 5 7 , 879 , 9 2 2 , 1087, 1119, 1143,
1147. -J-
İb rah im H a lil: 1169. J a p o n : 1070.
İb rah im R ahip : 876 .
İc am : 823. -K-
İdnik [İzn ik ]: 1215. K â b e : 80 6 , 8 4 9 , 8 7 0 , 9 8 7 , 1173, 1176, 1228,
İlca: 1213. 1231.
İlyas: M K 8 5 , M K 8 7 , 8 3 9 , 879, 8 9 4 , 8 9 9 , 900, K a d a f a n : 952 .
9 2 2 , 1006, 1087, 1098, 1099, 1101, 1102, K a f: 8 8 0 , 9 8 6 , 989, 9 9 0 , 1020, 1027, 1033,
1103, 1119, 1137, 1148, 1149, 1150, 1153, 1060, 1063, 1064.
1154, 1155, 1156, 1158, 1175, 1178, 1179, K a f u r : 1213.
1181, 1182, 1183. K a h i r e : 852 .
İlyas [Hz. İlyasl: 8 1 3 , 8 34, 8 3 9 , 1089, 1135, K a l u n : 1158, 1163.
1223. K a m e r ü ’ l - k u m : 1028, 1031.
İm am H a şa n : 800. K a r a d e n i z : 1074.
K a r a h i s a r : 1114, 1215. K uh -ı H arb e: 1100, 1101.
K a r a k o y u n l u : 1115. K uh -ı R u h b an : 1013.
K a r a m a n : 1108, 1112, 1113, 1114, 1115. K uh -ı S e b z : 1194.
K a r a m a n l ı Ali B e y : 1108. K uh -ı S e h a b / K u h -ı S e h a b a : 953 .
K a r a n c a : 1002. K u h -ı Ş u a : 1027.
K a r a n o ş : 962. K u r a l : 9 6 1 , 1061.
K a m a t a : 1146. K u r e y ş : 98 7 , 9 8 8 .
K a r u n : 1210. K u m a t a : 846.
K a s ım : 9 7 6 , 9 7 7 , 9 7 9 , 9 8 0 , 9 8 1 , 9 8 2 , 1019. K u r u ç e ş m e : 8 8 1 , 1172.
K a ş ta l y a : 856.
K a s t a m o n u : 1115. - 1^
K a v a n i y y e : 1112. L a z : 9 2 6 , 1083, 1085, 1087, 1088, 1216.
K a y da fa n / K ay d afan -ı Asfarî: 1060, 1061, L a z o t: M K 6 8 , M K.70, M K 7 1 , M K 7 2, M K 7 3 ,
1062, 1063, 1064, 1065, 1066, 1067, 1068, M K 7 5 , M K 7 6 , M K 7 7 , MK.78, M K 7 9 ,
1071, 1072, 1104, 1112, 1124, 1125, 1126, M K.80.
1145, 1152, 1153, 1155. L e h : 8 84, 9 3 1 , 9 3 5 , 9 3 7 , 1061, 1111, 1140,
K a y d a n : 9 57. 1145, 1149, 1151, 1195.
K a y du fa n : 9 5 3 , 9 5 4 , 955 . I J d y a n : 9 4 7 , 948 .
K a z a n : 1160. L o k m a n : 1014, 1015.
K a z a k T ü r k l e r i : 1195 L ü k e s t e m : 92 0 .
K e f e : 7 9 6 , 7 9 7 , 7 9 8 , 7 9 9 , 80 0, 1096, 1105,
1110, 1187, 1204. -M-
K e h ş a n : 957. M a c : 9 3 1 , 9 3 5 , 936.
K ahram an: M K50. M a c a r : 952.
K ahtaran: M K48. M ad yan : 88 6 , 8 8 7 , 8 8 8 , 88 9 , 965 .
K a ş ta l y a : 8 3 6 , 837. M a g a l: 1221.
K e l e : 1113. M a h in : 8 0 7 , 8 0 9 , 8 1 3 .
K e n a n : 8 5 2 , 853 , 8 54. M a h m u d S e b ü k t ig i n : 908.
K e r a l a n - ı F r e n g î: 839. M a k s u d : 9 1 3 , 9 2 2 , 923.
K e r b e l a : 79 6 , 813. M a l g a r a : 1221, 1227.
K e s te l : 1216. M a lik : 816.
K a y s: 851. M a n a s tı r: 1072, 1073, 1074, 1075, 1076.
K e y y u s : 1032. Manol: 940, 9 4 1 ,9 4 2 .
K ıb rıs: 853. M a n y a s : 1061, 1221, 1225.
K ı n m : 1105, 1111, 1146, 1189, 1 194, 1195, M an yo s: 856.
1196, 1209. M a ru f: 914.
K ır a v a n : 1058. M ard van: 905.
Kız K a l e s i : M K 4 0 . MK.47. M a ri k o : 9 9 5 , 1208.
K ilaş / K ilaşp ol: 8 5 5 , 8 5 6 , 9 1 1 , 1 1 1 9 . M a rn a s : MK.92.
K i r b a n : 943 . M a r o n : 1071.
K i r y a n : 1041, 1044, 1045, 1046, 1047. M a ru lv a n : M K 8 2 .
K i ş m a l : 1127. M a s : 846.
K o n y a : 9 1 9 , 9 2 3 , 9 7 5 , 1058, 1095, 1112. M a s i tı r: 1062, 1071.
K o r k u t A ta: 1056. M ask o s D ay li: 9 3 1 , 9 3 2 , 93 3 .
K osova: 1232. M a sk o s: 1061, 1067, 1191, 1192, 1193, 1194,
Kosyanus: M K 61. 1195.
K udüs- i Ş e r i f : M K 8 1 , M K 8 2 , M K 9 5, 8 5 3 , M a s r a m a n : 1034.
8 5 4 , 8 7 0 , 9 6 5 , 1163, 1174, 1176, 12 22, M a s u n : 8 38, 839.
1231. M a t u n : 1210.
K u h -ı B i r u z : 1072. M a t r a : 1038, 1039, 1041.
K u h -ı O b r u z : 868. M a z e n d e r a n : 1028.
K u h -ı K a f: 972. M e d in e : 8 3 3 , 8 7 0 , 1163, 1165, 1166, 1167,
K u h -ı N ir k a b : 963 . 1168, 1171.
M ed re p olid: 874 . M i r a n u s : 1031.
M e h a r : 993. M i r g u n : 1 0 49 , 1050, 1054, 1055.
M e h e m m e d Y ı l d ı r ı m : 109 4, 1214, 1225, M i r t a s : 1 10 0, 1101.
1227, 1228, 1 2 29 , 1 230, 1232, 12 34, 1235, M i r y a n o s : 9 5 7 , 95 8, 9 5 9 , 960.
1236. M i r z a Y u s u f : 1190.
M e h y a r : 983. M o lla-i F a s : 847.
M e k k e : 833, 1163, 1165, 1222, 1229, 1230, M o ll a H ud a ve n dig a r: 1223.
1237. M u a v iy e: 79 7 , 877.
M e k r : 1092. M u ce b : 810 .
M e k r i : 9 2 0 , 1213. M u cib : 8 3 1 , 8 3 2 .
M e lik -i A rn av ut: 9 2 3 , 925. M uham med (Pir Muhammed / Şeyh
M e lik -i A sf ar: 969. Muhammed): M K 3 4 , M K 4 1 , M K 4 3 , M K 5 1 .
M e lik -i B o s i n : 9 5 3 , 9 9 5 , 1145, 1208. M u h a m m e d / M u h a m m e d M u s ta f a : 866 ,
M e lik -i E fla k : 969. 9 1 7 , 9 6 5 , 9 8 7 , 9 8 8 , 1021, 1091, 1118, 1139,
M e lik -i F a s : 847. 1080.
M e lik -i F r e n e : 1 01 1, 1012. M u h a m m e d / M u h a m m e d Gazi (Saltık
M e lik -i İr a n : 807. G azi’nin oğlu) 1143, 1146, 1148.
M e lik -i S ı r f : 925. M u h a m m e d i: 964.
M e lik -i S i r o s : 1046, 1047. M uhsin: M K 24, M K 31, M K41, M K52,
M e lik -i T u n u s : 848. M K61, M K62, M K 66, M K67, M K68,
M e lik -i U m m a n : 7 9 6 , M K 2 4 , M K 2 7 , M K 2 8 , M K69.
M K 30, M K 31, M K 53, M K 55, M K56, M u r a d : 113 8
M K 57, M K58, M K 58, M K 59, M K60, M u r a d H a n G a z i: 8 9 5 , 89 6, 1090, 1093,
M K 6 1 , MK.62, M K 6 6 , M K 6 7 , M K 6 8 , 80 6 , 1094, 1095, 1109, 1 114, 12 20, 1222, 1223,
M e l l a h : 81 6. 1 229, 1 2 30 , 1 2 31 , 1232, 1233, 1235.
M e n g i r a y : 1189. M u s a : 814 .
M enucher: M K 49, M K 51, M K 52, 8 0 2 ,8 0 4 , M u s a B e y : 1227, 1228.
8 0 5 , 821 , 84 2 , 8 7 1 , 9 8 5 , 9 8 6 , 9 9 0 , 992 , M ü l c e m : 877.
1020, 1022, 1 023, 1025, 1029, 103 0, 1031,
1049, 1116, 1117, 1118, 1119, 1180, 1181. -N-
M e r c a n A ra p : 953. N ac: 9 3 1 ,9 3 5 .
M e r i ç : 8 5 8 , 859, 8 8 3 , 1084, 1085, 1087, 1221. N a h l is ta n : 1165.
M e rv a n : 797. N a h ş : 1210, 1211.
M e su d : 1031. N arduhan: M K 61.
M e y d a l : 82 5, 826. N a s r a n î : 8 3 0 , 8 6 1 , 97 9 , 1022, 1139.
M ezek: M K 47, M K 48. N assar: 877
M e z id : 1225, 1226. N e ce f: 7 9 6 , 7 9 7 , 79 8 , 800.
M ı s ır : 8 3 2 , 83 9, 84 9, 8 5 0 , 8 5 1 , 8 5 2 , 8 5 3 , 854, N ecid : 8 0 9 , 836.
85 5, 9 0 4 , 91 4 , 9 1 5 , 9 1 6 , 1058, 1059, 1060, N erim an: M K 50.
1061, 1062, 1 172, 1 173, 1175. N e s tu r : 1122, 11 23, 1124, 1127, 1128, 1129,
M idilli: 1213. 1 130, 1131, 1132, 1133, 1134, 1135, 1136,
M ih a l M e s t u r i : 92 0. 1138.
M i h a l : 856. N ık r i s : 1236.
M ihran Ban u : M K 44. N ifon: 1013.
M i h r a n : 1075. N ig a r : 9 9 3 , 1001.
M i h r ib a n : 1038, 1 039, 1041, 1045, 1048. N ih a n i : 91 3.
M ik a t-ı M i r a ç : 865. N ik o la : M K 8 8 , M K 8 9 , M K 9 0 , M K 9 1 .
M i l a n : 836 , 83 7, 9 3 9 , 9 4 0 , 9 4 1 , 94 2. N ik o m ad in / N ik o : 9 5 7 , 1039.
M i n a s : 1062. N ik o s la r : 1116.
M i n h a l : 856. N il: 1172.
M i n y a s : 1157. N i m a c : 8 8 4 , 1149, 1154, 1155, 1195.
M i ra b : 823. N ir k a b : 9 6 3 , 9 6 7 , 97 0, 9 7 2 .
M i r a k u ş : 8 4 5 , 84 6 .
Nureddin Sofi: 1112, 1113, 1158, 1163, 1165, Ravza-i Mutahhara: 1168.
1166, 1167, 1168, 1169, 1170. Rayko: 1073.
Nureddin / Nureddin-i Şehid: 1158, 1163, Razan: 1191.
1165, 1166, 1167, 1168, 1169, 1170, 1173, Recun: 894.
1174, 1175. Res: 812.
Rin: 949, 950, 1126, 1127.
-O - Rodos: 905, 1213.
O lin as: 950, 951,952. Ruhan: 1028.
Orhan / Orhan Bey / Orhan G azi: 895, Ruhas: 1057.
1092, 1093, 1109, 1114, 1216, 1217, 1218, Rum: MK. 25, MK 31, M K 81, 810, 831, 846,
1219. 854, 855, 860, 862, 863, 864, 869, 881, 884,
O sm an / O sm an Gazi: 895, 1035, 1036, 886, 894, 914, 915, 920, 950, 963, 965, 975,
1037, 1038, 1056, 1059, 1081, 1082, 1083, 1002, 1013, 1018, 1019, 1028, 1048, 1050,
1084, 1085, 1086, 1087, 1088, 1089, 1090, 1055, 1058, 1062, 1063, 1076, 1080, 1081,
1091, 1092, 1093, 1095, 1105, 1106, 1107, 1082, 1090, 1091, 1095, 1108, 1109, 1110,
1108, 1109, 1110, 1113, 1114, 1115, 1119, 1112, 1113, 1121, 1124, 1137, 1142, 1148,
1142, 1146, 1148, 1157, 1210, 1215, 1216, 1150, 1159, 1168, 1169, 1170, 1171, 1172,
1217, 1218, 1226. 1173, 1175, 1184, 1209, 1210, 1220, 1222,
O sm an (H azret-i): 798, 877, 878. 1224, 1225, 1226, 1227, 1228, 1229, 1230,
O sm anî: 881, 895. 1231, 1235.
Rumas: 964, 976, 979, 1070.
-Ö - Rum eli: 794, 884, 895, 920, 950, 1015, 1038,
Ögetay: 1159, 1160. 1059, 1083, 1093, 1121, 1138, 1182, 1188,
Ö m er (Vezir): 871. 1210, 1216, 1217, 1221, 1227, 1234, 1235.
Ö m er (H azret-i): MK28, 848, 851, 866. Rumî: 874.
Ö m er bin Abdülaziz: 854. Rumîyye-i Kiibra: 1124.
Ö m erb in Sad: 852. Rus: 884, 931, 936, 937, 1061, 1096, 1097,
1111, 1140, 1144, 1149, 1189, 1190, 1191,
-P- 1196, 1197, 1198, 1202, 1203.
Paç K alesi: 1068, 1069, 1070. Rusçuk: 1221.
Palingere: 1103. R üsteın/ R üstem biıı Zal / Rüstem ibni Zal /
Palos Dağı: 1070. Rüstem-i Zal: MK32, MK.65, 975, 981,
Parsuk: 1080. 1007, 1008, 1012, 1048, 1066.
Payko: 1073.
Perkinük: 1236 -S-
Persun: 961, 962. Sadat-ı N ecef: 797, 798.
Pınarbaşı: MK.94. S afi yan/ Safiyan: 1040, 1044, 1046.
Pınarhisar: 1227. Sahrâ-yı D ırahtistan: 1001.
Pir Muhammed: M K34, M K 4 1. Sahrâ-yı Minas: 1062.
Pir-i Asaf: 909. Sagir: 846.
Purşak: MK.91. Salar: 1137.
Sam ako: 892.
-R- S altık: M K21, M K22, MK23, M K.24, M K25,
Radol: 962. M K26, M K27, M K30, MK.31, MK32,
Radon: 877. M K54, MK.57, M K73, MK.76, MK78,
Rados: 9 0 4 ,9 0 6 ,9 1 1 , 1213. MK.82, M K84, M K87, M K88, MK89,
Rafızî: 800, 1106, 1168. MK.91,806, 807, 808, 812, 814, 824, 826,
Ragduş / Ragduş Cazu: 1018, 1019, 1021, 831, 833, 838, 839, 840, 849, 852, 863, 874,
1022, 1026, 1027, 1031, 1032, 1033. 875, 876, 888, 901, 905, 911, 914, 917, 920,
R ahibZ eyhan: 960. 923, 925, 926, 930, 933, 934, 935, 938, 940,
Rahş-ı Surha: 1048, 1049, 1051. 942, 944, 945, 947, 948, 949, 950, 951, 952,
Raşî: 919, 921. 953, 955, 956, 958, 959, 960, 961, 963, 964,
Raton: 1070. 975, 976, 977, 979, 980, 995, 999, 1011,
1015, 1018, 1019, 1020, 1021, 1022, 1026, S im an Yatoka: 936.
1033, 1039, 1040, 1041, 1042, 1043, 1045, S in an Bey: 1226.
1047, 1049, 1050, 1051, 1052, 1053, 1054, Sincab: 931, 1193.
1055, 1057, 1063, 1066, 1067, 1071, 1072, Sinop: 855, 911, 914, 919, 1034, 1037, 1059,
1073, 1074, 1076, 1077, 1078, 1079, 1087, 1080, 1105, 1109, 1110, 1115, 1119.
1090, 1091, 1095, 1096, 1097, 1098, 1102, Siros: 1040, 1044, 1046, 1047, 1221.
1103, 1104, 1105, 1106, 1118, 1120, 1122, S is: 846.
1123, 1124, 1125, 1126, 1128, 1129, 1132, Sivas: 855.
1133, 1134, 1136, 1137, 1139, 1140, 1145, S iyah Bedevi: 855, 861.
1149, 1150, 1152, 1153, 1158, 1163, 1169, Sudan: M K76, M K77, MK78.
1170, 1171, 1179, 1180, 1183, 1185, 1187, S u ltan Alaeddin: 870, 906, 914, 919, 923,
1188, 1189, 1208, 11215, 1220, 1224, 1236. 1036, 1055, 1072, 1080, 1086, 1095, 1106,
S altıkiyye: 1015. 1112.
S alu na: M K35, MK37, MK38, M K39, MK40. Sultan B ayezid bin M ehm ed Han bin
Sam : MK65. Murad Han: 1090.
Sapan: 932. S u ltan Cem: 1234, 1235.
S aru h an /S aru h an lı: 1091, 1223. S u ltan Kalun: 1158, 1163.
S a n Şeyh: 1157. Sultan M ahmud Sebüktigin: 908.
S arsal: MK90. Sultan M ehem m ed (Yıldırım B ayezid’in
Sarsar: 1029, 1031, 1032. oğlu Ç elebi M ehmet): 1094, 1227, 1228,
Sas: 936, 937, 945, 955. 1229.
Sayyah: 931. Su ltan M ehem m ed: 1214, 1230, 1232, 1234,
Şedde: 833. 1235, 1236.
S a d ib n i Kasım: 1019, 1020, 1023. Su ltan Murad: 1094, 1095, 1220, 1222, 1223,
Said: 810, 832, 845, 851, 852, 921. 1229, 1231, 1232.
Said: 1146, 1190. Sultan Tahir: 853, 1161,1162, 1166, 1167.
S aid ili: 846. Sultan T alm : 915.
Savrin: 962. Sultan Tamus: 1022.
Sebüktigin: 908. S u zen b u l: 1096.
Sehab: 953. S üleym an (ibni Davut): MK49, MK.50,
Sehun: 1115. M K95, 820, 855, 858, 882, 907, 965, 978,
S elan ik : 1211. 1051.
S elvan: 803,804, 805. S üleym an Bey (Ahmet G a zi’nin oğlu): 891,
Selvarin 874, 875. 892.
Sem adirek: 1213. S üleym an H alife: 854,
S em a: 879. Süleym an Paşa: 895, 1109, 1218, 1219.
S em en d -iS eb z: 855, 1020, 1023, 1031, 1057, S üleym an (Yıldırım B ayezid’in oğlu Emir
1114. Süleym an): 1093, 1094, 1109, 1116, 1218,
Sem erkand: 1224, 1227. 1219, 1225, 1226, 1227.
Sengabad: 1045. S u re-i H eleta: 799.
Sengsar: 1186. Süryan: 839.
Seravil: 855. Sutadak: 823.
Serim an: 1016.
Sevad: MK81. -ş-
Seyfüddevle: 850, 851, 852. Şam: 797, 854, 915, 916, 1158, 1159, 1160,
Seyfülhava: 810. 1161, 1163, 1165, 1166, 1173, 1174, 1175.
Seyfiin Abdiilkenan: 852. Ş am etu llah : 854.
Seyyid Battal Kitabı: 921. Şaran: MK88.
S ey y id Cafer: 847, 852, 921. Şebnak: 1193.
S eyyid Gazi: 922. Şeddad ibni Ad: 931.
Sikenderan: 860. Şehm as: 1001, 1002, 1003, 1012, 1016.
Silivri: 1213. Ş eh n ek Fedayi: 997.
Sım ako: 1228. Şem m as: 1034, 1035, 1036.
Ş e m u n : 9 2, 1036, 1147. T u n c a : 858, 8 6 3 , 8 7 0 , 881 , 88 3 , 885, 1013,
Ş i r a n : 1053. 1014, 1178, 1221, 1227, 1232. Ayrıca bk.
Ş i r m a n : 1035. Ab-ı Tunca.
Ş i s b a n : 1151. T u n u s : 8 46, 84 7 , 848.
Ş o m a c : 1203. T ü r ç i n : 1076.
Ş u m l u : 1038, 1039. T ü r k - l e r : M K 7 0 , M K 8 3 , M K 8 4 , M K 8 6 , 819,
86 0, 872, 8 7 4 , 8 7 6 , 881, 888, 8 96, 90 2 , 9 10,
-T- 9 2 0 , 92 5 , 9 2 6 , 9 3 8 , 9 3 9 , 9 4 0 , 9 4 1 , 94 2 , 947 ,
T a c -ı M e s i h : 1069. 9 4 8 , 95 0 , 9 5 1 , 9 5 2 , 9 5 9 , 9 6 1 , 9 7 5 , 98 0 , 996 ,
T a h i r : 1159, 1160, 1161, 1162, 1 163, 1166, 997, 999, 1000, 1004, 1006, 1010, 1017,
1167. Ayrıca bk. Sultan Tahir, Melik Tahir. 1050, 1051, 1052, 1053, 1060, 1061, 1062,
T ahir-i Suda: M K 78. 1064, 1065, 1066, 1067, 1076, 1097, 1122,
T a h t : 1032. 1123, 1132, 1135, 1136, 113 9, 1144, 1149,
T a n r ı D a ğ ı: 8 5 9 , 900 . 1151, 1152, 1153, 1159, 116 4, 1179, 1184,
T a k y a n o s : 869. 1186, 1187, 1189, 1195.
T a l m : bk. Sultan Talm. T ü r k i s t a n : 1192.
T a m u s : bk. Sultan Tamus. T ü r k m e n : 1158, 1159.
T a l u n : 803.
T a n y o s : 8 9 9 , 900. -U-
T a p u s : 1010. Ukbe: 9 2 1 , 1090, 1110, 1140, 1141.
T a p u s e n : 1009, 1010. U kla s: M K 9 3 .
T a r z a n : 8 9 8 , 899. U m la k : 9 3 0 , 9 3 1 , 9 3 2 , 936.
T a s : bk. Beni Tas. U m m a n : 7 9 4 , 7 9 5 , M K 2 2 , MK.23, M K 2 4 ,
T a t a r - l a r : 879, 8 8 5 , 915, 916 , 1000, 1055, M K25, M K 26, M K27, M K28, M K29,
1058, 1062, 1064, 1065, 1066, 1067, 1068, M K30, M K 3I, M K33, MK.35, M K 4 4 ,
1073, 1091, 1092, 1095, 1096, 1097, 1098, M K53, M K 5 5 , MK.56, MK.57, M K 5 8 ,
1099, 1100, 1101, 1105, 1112, 1113, 1140, M K59, M K 6 0 , MK.61, MK.62, M K 6 4 ,
1144, 1160, 1187, 1189, 1190, 1193, 1194, M K65, M K 6 6 , M K 6 7 , MK.68, M K 7 0 ,
1195, 1196, 1197, 1198, 1199, 1201, 1202, M K 7 2 , M K 7 6 , M K 7 7 , M K 8 5 , 806 , 807,
1203, 1204, 1205, 1207, 1208, 1209, 1224, 8 0 8 , 809 , 8 1 0 , 8 1 2 , 8 1 3 , 8 2 2 , 83 0 , 8 3 1 , 832.
1225, Ayrıca bk. Bacu Han Tatar, Tatar U m u r : 8 9 5 , 1056, 1057, 1058, 1084, 1085,
Bacu Han. 1087, 1088, 1090, 1092, 1109, 1115, 1116,
T a y i f: 8 0 9 , 836. 1119, 1120, 1130, 1142, 1145, 1148, 1210,
T a y s u n : 1049, 1050. 1211, 1212, 1215, 1219.
T e b r i z : 1160. U m u r bin G ü n d ü z : 1109, 1234.
Te v r a t-ı B ah t-ı N a s s a r : 877. Urb an: 851.
T ı l m i s a n / T ı l m i s a n - ı K e b i r ve S a g i r : 846. Utbe: 1110.
T ı r a b u lu s : 846. Uzun H a ş a n : 1234.
T i m o r : 1076.
T i m u r / T i m u r - l e n g : 1076, 1093, 1094, 1224, -Ü -

1225, 1226, 1227. Ü m m iy e: 85 4 , 8 7 8 , 883.


T i m u r t a ş : 1216. Ü m r a n : M K 4 6 , 82 0 , 868.
T o g ı n c a s : 1036. Ü ng ü rî: 1215, 1225.
T u r g ı l : 1057. Ü ng ü ru s: 8 8 4 , 88 5 , 9 4 3 , 9 5 7 , 9 6 7 , 9 6 8 , 9 6 9 ,
T u m a / Tu rn a bin N ik o : 1039. 1016, 1061, 1070, 1071, 1104, 1111, 1124,
T u m a s : 1053. 1144, 1145, 1152, 1153, 1230, 1231.
T u n a : 88 4 , 9 3 0 , 9 3 2 , 9 4 3 , 9 4 7 , 9 4 8 , 9 5 2 , 9 5 7 , Ü rg eç Pa ş a : 1094.
9 5 8 , 9 6 8 , 1016, 1032, 1033, 106 0, 1062, Ü sk ülcük : 1218.
1071, 1072, 1096, 1097, 1104, 1120, 1124, Üskup: 1211.
1155, 1179, 1181, 1182, 1227, 1235. Üsk üt: 1088.
Tuna Baba: 9 3 6 , 9 5 4 , 1063, 1072, 1096,
1138, 1145, 1150, 1208, 1234.
Vadi-yi H ic r : 849.
V a r n a : 122 3, 1231. Y i di K ü l l e : 1078.
V a r t a : 1 161, 1163. Y o r g i : 8 9 2 , 893.
V a şta : 1161, 1163. Y ö r ü k : 879.
Velid: M K 2 8 . Y u n a n : M K 92, M K 93, M K 94, 901, 914,
V en e d ik : 1137. 1 038, 1057, 1160, 1209.
V e z ir-i m ü rt e d : 9 0 5 . Y u n a n î : M K 46.
V iz e : 1222. Y u n u s G a z i : 92 1.
Y u n u s R u m î : 92 2.
-Y- Y u s u f: 7 9 8 , 8 9 5 , 1093, 1162, 1213.
Y a h u d i : 8 0 0 , 80 1 , 8 0 2 , 8 0 4 , 8 7 7 , 93 7 , 1140. Y u s u f H a n : 1092, 1109, 1221.
Y a h y a / Y a h y a ibni K e lb : 9 3 2 , 9 3 3 , 9 3 6 , 95 7, Y u ş a n : M K 94.
9 5 8 , 961. Y u v a n : 8 5 9 , 8 6 0 , 8 9 2 , 893.
Y a k o l : 1070, 1072, 1074.
Y a n i : 96 9. -Z r
Y a n k o / Y a n k o s : 1 061, 1068, 1069, 1070, Z a g r a : 1093, 1186.
1072, 1074, 1232. Zal: bk. Rüstem-i Zal.
Y a n y a : 969 . Zal: M K 90.
Y a t o k a : 9 36. Z e b u r: M K 5 1 , M K 9 5 , 877.
Y a v u z : 1079. Z e n g ib a r: M K 4 4 .
Y e c u c : 835. Z e n t a m a r i y e : 11 25, 1129, 1130, 1131, 1134,
Y e l l ü B u r g a z : 8 8 5 , 896. 1136.
Y e m e n : 8 0 6 , 80 7 , 8 3 3 , 836. Z e r d a n u ş : 9 3 0 , 9 3 1 , 93 2 , 9 3 3 , 9 3 4 , 93 5 , 93 6 .
Y e n b u -ı S a l t ı k : 814 . Z e y h a n : 9 5 8 , 9 5 9 , 960.
Y e n i B u r g u z i : 900 . Zeyrek: 968.
Y e n i ş e h i r : 1216. Z ir: 837.
Y e z i d / Y e z i d b i n M u a v i y e : 813, 8 7 7 , 878. Z u b er: 873.
Y ı l a n B a b a : 1143, 1145, 1148, 1211. Z ü c a r ic : 991.
Y ı l d ı rı m / Y ı l d ı r ı m H a n : 896, 1093, 1094, Z i i l k a r n e y n : 86 3 , 971.
1114, 1221, 1224, 1 225, 1226, 1227, 1228,
1232.
KAYNAKÇA

Şükrü Halûk Akalın, Ebü'l-H ayr-ı R ûm î - Saltu k-n â m e I, Kültür v e Turizm Bakanlığı
yay., Ankara 1987.
Şükrü Halûk Akalın, Ebü'l-H ayr-ı R ûm î - S altuk-nâm e II, Kültür v e Turizm Bakanlığı
yay., Ankara 1988.
Şükrü Halûk Akalın, E bü'l-H ayr-ı R ûm î - Sa ltu k-n â m e III, Kültür Bakanlığı yay.,
Ankara 1990.
Şükrü Halûk Akalın, "Saltuk-nâme'nin Yeni Bulunan N üshaları v e Bazı Düşünceler"
Türk K ültürü A raştırm aları, C. X X W 2 , Ankara 1989, s. 229-234.
Şükrü Halûk Akalın, "Ebu'l-Hayr-ı Rûmî'nin Saltuk-nâme'si", T D A Y B elleten 1992,
Ankara 1995, s. 37-59.
Şükrü Halûk Akalın, “Ebül Hayr Rumî”, TDV İslâm A n sik o p ed isi, C. 10, İstanbul
1994, s. 360.
Şükrü Halûk Akalın, “San Saltuk’un Türbe v e Makamları Üzerine”, I. U luslar arası
Türk D ünyası Eren ve E vliyâları K ongresi B ildirileri, Ankara 1998, s. 9-
28.
Franz Babinger, “San saltık D ed e” , İslâm A n sik lop ed isi, C. X, İstanbul 1966, s. 220-
221.
M arius Canard, “Delhamma, ep o p e e A rabe D es Guerres A rab o-B yzan ties” , B yzantion,
X, Bürüksel 1935, s. 283-300.
Marius Canard, “Delhamma, S eyyid Bathal et Omar a l-N o ’man” ep o p e e B yzantion,
XII, Bürüksel 1935, s. 183-188.
M üjgân Cunbur, “D ânişm end-nâm e v e Saltuk-nâme'ye Göre S eyyit Battal Gazi”, /.
Seyyit B attal Gazi B ilim sel Sem ineri, B ildiriler, Eskişehir 1977, s. 47-55.
M üjgân Cunbur, “Saltuk-nam e’nin Türk M illiyetçiliğindeki Yerine v e üçüncü
N üshasım a Dair”, M illî K ü ltü r D ergisi, C. 1, S. 1, Ocak, Ankara 1977, s.
52-55.
M üjgân Cunbur, “A nadolu Gazileri v e Edebiyatımız”, Erdem , C. 3, S. 9, Eylül 1987, s.
777-807.
İsmet Çetin, Türk E deb iya tın d a H azret-i A li C enknam eleri, Gazi Ü n iversitesi S o sy a l
Bilimler E nstitüsü, (Baslımamış Doktora Tezi), Ankara 1995.
İsmet Çetin, Türk E debiya tın d a H azret-i A li C enknam eleri, Kültür Bakanlığı yay.,
Ankara 1997.
Y orgos D ed es, B attalnam e I-II, Published at T he Department o f Near E astem
L anguages and Civilizations Harvard U niversity, Harvard 1996.
N ecati Demir-Kutlu Ö zen, A b d ü lveh h â b Gâzi ve Gaza A rkadaşla rı, Sivas 1996.
N ecati Demir, D ânişm end-nâm e, Part One, (C ritical E ditio n ), P ublished at The
Department o f Near E astem L anguages and Civilizations Harvard
U niversity, Harvard 2002;
N ecati Demir, D ânişm end-nâm e, Part T w o, (Turkish T ranslation), Published at The
Department o f Near Eastem L anguages and Civilizations Harvard
U niversity, Harvard 2002, 216;
N ecati Demir, D ânişm end-nâm e, Part Three, (L ın g u istic A nalysis a n d G lossary),
P ublished at The Department o f Near E astem L anguages and
Civilizations Harvard U niversity, Harvard 2001;
N ecati Demir, D ânişm end-nâm e, Part Four, (F acsim ile), Published at T he Department
o f N ear E astem L anguages and Civilizations Harvard U niversity, Harvard
2002 .
N ecati Demir, D ânişm end Gazi D esta n ı , H ece y a y ., Ankara 2006.
N ecati Demir, M üseyyeb Gazi D estanı, H ece y a y ., Ankara 2007.
N ecati Demir-M ehmet Dursun Erdem, B a tta l Gazi D estanı, H ece yay., Ankara 2006.
N ecati Demir-M ehmet D ursun Erdem, B attal-nâm e, H ece y a y ., Ankara 2006.
N ecati Demir-Mehmet D ursun Erdem, H azret-i A li C e n kleri, Ankara 2007.
N ecati Demir-Mehmet Dursun Erdem, H azret-i A li D estanı, Ankara 2007;
N ecati Demir, “A n a d o lu ’da T eşekkül Etmiş Halk Hikâyelerinde Haçlı Seferlerinin
İzleri”, U luslararası H açlı Seferleri Sem pozyum u, TTK yay., Ankara
1999, s. 195-211.
N ecati Demir, “Saltuk-nâme'nin Giriş Kısmına Göre San Saltuk'un Şeceresi ve
A n a d o lu ’daki Bazı Şehirlerin M üslüm an Türkler Tarafından Fethi” ,
R evak (Sivas Vakıflar B ölge M üdürlüğü D ergisi), Sivas 1992, s. 83-91.
N ecati Demir, "Saltuk-nâme'nin Yeni Bulunun A ltıncı N ü sh a sı Üzerine", B ilge, S. 15,
Kış 1998, s. 58-61.
N ecati Demir, “Battal-nâme ”, Türk D ünyası E d eb iya t Kavram ları ve Terimleri
A n sik lo p e d ik S ö zlü ğ ü , C. 1, Atatürk Kültür Merkezi yay., Ankara 2001, s.
357-359.
M ehm et Demirci, “Târih Şuuru v e Derviş Gâziler Hakkında” , Türk D ünyası Tarih
D ergisi, S. 20, 1988, s. 46-50.
Ferit D evellioğlu , O sm anlıca - Türkçe A n sik lo p e d ik L ü g a t, A ydın K itabevi y a y .,
Ankara 1997.
HikmetDizdaroğlu, “Battal Gazi D esta n ı’nın Fetihnâme v e Gazavatnâmeler
A rasındaki Yeri”, B ildiriler, Eskişehir 1978, s. 23.
M ehm et Dursun Erdem, M üseyyeb-nam e, H ece y a y ., Ankara 2007.
M uharrem Ergin, D ede K o rku t K ita b ı, C. I, TDK y a y ., Ankara 1989.
Hermann Ethe, D ie F ahrten Des S eyyid B atth a l, 2 C., Leipzig 1871;
Evliya Ç elebi Seyahatnam esi, G I., II., (nşr. M ehm et Zıllıoğlu), İstanbul 1976;
Edhem Ruhî Fıglalı, İm am iye Şia sı, Selçuk y a y ., İstanbul 1984.
Erhem Ruhi Fığlalı, “A li”, TDV İslam A n sik lo p ed isi, C. 2, İstanbul 1989., s. 371-374.
Orhan Şaik G ökyay, D edem K o rku d u n K ita b ı, M EB y a y ., İstanbul 2000.
A bdülbâki Gölpınarlı, Yunus Emre, H ayatı, İstanbul 1936.
Şeyma Güngör, F uzulî-H adikatü's-süedâ, Kültür v e Turizm Bakanlığı y a y ., Ankara
1987.
Cl. Huart, “A li”, İslam A n sik lo p ed isi, C. I, M EB y a y ., İstanbul, s. 306-310.
Georg H usin g, Z u r R ostahm sage ‘Sajjid B a tta V , Leibzig 1913.
Fahir İz, The L eg en d o f Sarı S a ltu k C ollected fro m O ral Tradition b y E bu ’l H a yr R um î,
Part I-VII, Harvard Ü n iversitesi y a y ., Cambridge 1974-1984
A . Yaşar Kandemir, “A li”, TDV İslam A n sik lo p ed isi, C. 2, İstanbul 1989, s. 375-378.
D oğan K aya, “Battal Gazi D estanlanndaki B eldeler v e Tabiat Parçalan”, Tebliğler,
M alatya 1988, s. 160;
M . Fahrettin Kırzıoğlu, D ede-K orkut O ğuznâm eleri, Atatürk Kültür Merkezi yay.,
Ankara 2000.
H aşan K oksal, B attalnâm elerde Tip ve M o tif Yapısı, Kültür v e Turizm Bakanlığı yay.,
Ankara 1984.
H aşan K oksal, B a tta l Gazi D estanı, A k çağ y a y ., Ankara 2003, 327.
Haşan K oksal, “Türk Destanlarında ‘M ansıb A lm a’ M otifi”, E ge Ü niversitesi E d eb iya t
F a kü ltesi TDEA D ergisi, İzmir 1983, s. 74-80.
Haşan K oksal, “BattalGazi D esta n ı’nın K om şu M illetlere A it Destanlarla Olan
İlişkisi”, Tebliğler, M alatya 1988, s. 172.
Orhan Köprülü, T arihî K a y n a k O larak X IV ve XV. A sırla rd a ki Bazı Türk
M anakıbnâm eleri, (Yayımlanmammış Doktora Tezi), İstanbul
Ü n iversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Seminer Kitaplığı, nu. 512,
İstanbul 1951.
irene M elikoff, La G aste de M elik D ânişm end, C. I., II., Paris 1960.
irene M elikoff, E bû M üslim , Paris 1962.
M üseyyeb Gazi D estanı, Divriği Halk K ütüphanesi, H. 6086/37 numarada kayıtlı olup
200 sayfadır. 1786'da istinsah edilmiştir.
M üseyyeb Gazi D estanı, Kangal'a bağlı Karanlık köyü n d e ikamet etmekte olan A li
Ekber Özdemir’in şa h s î kitaplığındadır. 204 sayfa olan eser, 1885-86’da
istinsah edilmiştir.
A . Yaşar Ocak, San Saltık-Popüler İslam’ın Balkanlar’daki D esta n î Ö ncüsü, TTK y a y ,
Ankara 2002.
M . T ayyib Okiç, “ San Saltıkla A it Bir F etva”, Ankara Ü n iversitesi İlahiyat Fakültesi
D ergisi, C. 1, S. 1, Ankara 1952, s. 40-58.
A hm et Yaşar Ocak, K ü ltü r K aynağı O larak M en a kıb n a m eler, TTK yay., Ankara 1992.
B ahaeddin Ö gel, Türk M itolojisi, C. I, TTK y a y ., Ankara 1993.
Kutlu Ö zen, “M ü sey y eb Gazi D estan ı”, IV Uluslararsı Türk H alk E debiyatı ve Yunus
Emre Sem ineri B ildirileri, Eskişehir 1991, s. 269-279.
Cahit Öztelli, “Seyyid Battal Gazi Romanı Üzerine D ü şünceler”, B ildiriler, Eskişehir
1977, s. 91.
Burhan P açacıoğlu, B attal-nâm e, (İncelem e-M etin-Sözlük), Erciyes Ü niversitesi
S o sy a l Bilimler E nstitüsü, (Baslımamış Doktora Tezi), K ayseri 1993.
Burhan P açacıoğlu, “Dânişm endnâm e'de v e D iğer D esta n î Türk Halk Hikâyelerinde
Battal Gazi”, M elik A hm et D ânişm end Gazi ve D anişm endnam e
Sempozyumu Tebliğleri, Gaziosmanpaşa Ü. Basımevi, Tokat 1995, s. 18-28.
S a ltık-n a m e, 1. T opkapı nüshası (T), Hazine Bölümü 1612 numarada kayıtlı olup 618
sayfa v e üç ciltten oluşmaktadır. 2. M illi K ü tü p h a n e nüshası (M İ), Yazma
Eserler Bölümü 64 numarada kayıtlıdır. 283 yapraktan olu şan eser, baştan
v e son d an eksiktir, istinsah tarihi belli değildir. 3. B or nüshası (B),
Bor’daki Halil Nuri B ey K ütüphanesinde bulunan n ü sh a 17292 numarada
kayıtlı olup 2 v e 3. cildi içermektedir. 499 yapraktan ibaret olan eser,
1578’de Edirne’de istinsah edilmiştir. 4 .İstanbul üniversitesi nüshası
(İÜN), İstanbul Ü n iversitesi K ütüphanesi İbnü’l-Emin M ahmut İnal
Bölümü 3056 numarada kayıtlı olan bu n ü sh a, 95 yapraktan müteşekkil
olup 1733 yılında Emin b. Halil tarafından istinsah edilmiştir. 5. M illî
K ü tü p h a n e nüshası (M ), Millî Kütüphane Yazma Eserler Bölümü A .
2897 numarada kayıtlı olan yazma, 170 sayfad an ibarettir v e m üstensihi
belli değildir. 6. N e ca ti D em ir nüshası (ND), Ebü'l Hayr-ı Rûmî’nin
Saltuk-nâm e'sinden Bekirli Genç O sm an-zâde lâkaplı Y u su f oğlu Ömer
tarafından 26 R ecep 1279/1863'te istinsah edilmiştir.
Saim Sakaoğlu, “B ekaî’nin Battalname A d lı Eserinin N ü sh alan ” E skişeh ir Anm a
G ünleri D ergisi, S. 11, 1979.
Saim Sakaoğlu, “Battal-nâm e” TDAY B elleten 1 992, s. 67-74.
Lütfi Sezen, H a lk E d e b iya tın d a H a m za n â m ele r, Kültür Bakanlığı yay., Ankara 1991.
Türk Dil Kurumu, Türkçe S ö zlü k , Ankara 2005.
Türk Dil Kurumu, Yazım K ıla vu zu , Ankara 2005.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, A na d o lu B ey lik leri, TTK y a y ., Ankara 1988, s. 193.

Kemal Y üce, S a ltu k-n â m e'd e Tarihî, D in î ve E fsanevî U nsurlar, Kültür Bakanlığı y a y .,
Ankara 1987.
Kemal Y üce, “Saltuk-nâme'nin Türk Kültür Tarihi Bakımından Önemi”, TDAY
B elleten 1 992, s. 61-66.
KAMT
jşArft;

,V /#W
% w

750od
(SALTIK GAZİ DESTANI)

Büyük başarılar, büyük hayallerle başlar. Saltık-nâme,Türk milletinin cihan


hâkimiyeti hayallerinin temel taşlarından biridir. Bu eser yazıldıktan çok kısa
bir zaman sonra Osmanlı Devleti batıda Viyana önlerine kadar giderek üç
kıtaya hâkim bir duruma gelmiştir.

Türk kahramanlığının, Türk adaletinin, Türk zekâsının destanı olan


Saltık-nâme, Cem Sultan tarafından görevlendirilen Ebu'l Hayr-ı Rûmî,
1473-1480 yılları arasında kaleme almıştır. Anadolu Türk destan zincirinin
son ve en önemli halkasıdır. Sarı Saltık'ın hayatını, savaşlarını, kerametlerini
ve XIII-XV. yüzyıl arasında cereyan etmiş olayları içermektedir. Üç ciltten
oluşan bu dev eser, sade bir dil ile, nesir olarak Eski Anadolu Türkçesinin dil
özellikleriyle kaleme alınmıştır.

Saltık-nâme'ye Anadolu sahasının Divânü Lügâti't-Türk'ü demek yanlış


değildir. Eser, başta Osmanlı Devleti'nin kuruluşu olmak üzere, üç kıtada
üçyüz yıl boyunca cereyan eden tarihî olayları içermek bakımından eşi
bulunamayacak bir kaynaktır. İçerisinde destanlar, masallar, efsaneler
bulunmaktadır. Belki de ilk masal ve efsane derlemeleri, bu eserde yer
almaktadır. Ayrıca, atasözleri, bilmeceler, deyimler bakımından da çok
zengindir. Söz varlığı açısından ise Divânü Lügâti't-Türk'ten çok daha zengin
olduğu düşüncesindeyiz.

Saltık-nâme, coğrafya, tarih, sosyoloji, ilahiyat, antropoloji, halk bilimi


açısından da çok önemli bir kaynaktır.

Saltık-nâme'nin beş nüshasının ilk sayfaları yoktur. Necati Demir'in şahsî


kütüphanesinde bulunan altıncı nüshanın bütün sayfaları tamdır.
Bu kısmın da yayımlanmasıyla tam bir metin ortaya çıkmıştır.

Bu eser, Saltık-nâme hakkındaki bilgileri, eserin çeviri yazılı metnini, tıpkı


basımını içermektedir.
SALTIKNAME
(SALTIK GAZİ DESTANI)

Büyük başarılar, büyük hayallerle başlar. Saltık-nâme,Türk milletinin cihan


hâkimiyeti hayallerinin temel taşlarından biridir. Bu eser yazıldıktan çok kısa
bir zaman sonra Osmanlı Devleti batıda Viyana önlerine kadar giderek üç
kıtaya hâkim bir duruma gelmiştir.

Türk kahramanlığının, Türk adaletinin, Türk zekâsının destanı olan


Saltık-nâme, Cem Sultan tarafından görevlendirilen Ebu'l Hayr-ı Rûmî,
1473-1480 yılları arasında kaleme almıştır. Anadolu Türk destan zincirinin
son ve en önemli halkasıdır. Sarı Saltık'ın hayatını, savaşlarını, kerametlerini
ve XIII-XV. yüzyıl arasında cereyan etmiş olayları içermektedir. Üç ciltten
oluşan bu dev eser, sade bir dil ile, nesir olarak Eski Anadolu Türkçesinin dil
özellikleriyle kaleme alınmıştır.

Saltık-nâme'ye Anadolu sahasının Divânü Lügâti't-Türk'ü demek yanlış


değildir. Eser, başta Osmanlı Devleti'nin kuruluşu olmak üzere, üç kıtada
üçyüz yıl boyunca cereyan eden tarihî olayları içermek bakımından eşi
bulunamayacak bir kaynaktır. İçerisinde destanlar, masallar, efsaneler
bulunmaktadır. Belki de ilk masal ve efsane derlemeleri, bu eserde yer
almaktadır. Ayrıca, atasözleri, bilmeceler, deyimler bakımından da çok
zengindir. Söz varlığı açısından ise Divânü Lügâti't-Türk'ten çok daha zengin
olduğu düşüncesindeyiz,

Saltık-nâme, coğrafya, tarih, sosyoloji, ilahiyat, antropoloji, halk bilimi Prof. Dr. Necati DEMİR
açısından da çok önemli bir kaynaktır.
Doç. Dr. M. Dursun ERDEM
Saltık-nâme'nin beş nüshasının ilk sayfaları yoktur. Necati Demir'in şahsî
kütüphanesinde bulunan altıncı nüshanın bütün sayfaları tamdır.
Bu kısmın da yayımlanmasıyla tam bir metin ortaya çıkmıştır.

Bu eser, Saltık-nâme hakkındaki bilgileri, eserin çeviri yazılı metnini, tıpkı


basımını içermektedir.

You might also like