Professional Documents
Culture Documents
S A 1 .1 ),
>5BA*C«
Ebu'l Hayr-ı Rûmî
S m
\ L 2
S* a«ş
© Bu kitabın her türlü yayın hakkı UKİD (Uluslararası Kalkınma ve işbirliği Derneği) aittir. Tüm hakları saklıdır.
Kitabın tamamı veya bir kısmı, 5846 sayılı yasanın hükümlerine göre, kitabı yayımlayan yayınevinin ve
yazarının önceden izni olmadan elektronik, mekanik, fotokopi veya herhangi bir kayıt sistemiyle çoğaltılamaz,
yayımlanamaz ve depolanamaz.
ISBN: 978-605-4088-17-1
ALİOĞLU YAYINEVİ
Çatalçeşme Sokak. 29/11
34410 Cağaloglu /İSTANBUL
www.alioglu.com
SALTIKNÂME
(SALTIK GAZİ DESTANI)
Doç. Dr. Mehmet Dursun ERDEM: 28 Eylül 1977’de Ordu’ya bağlı Aybastı
ilçesinin Karamanlı köyünde doğdu. İlkokulu Aybastı Merkez
İlkokulunda, ortaokulu, Aybastı Lisesinin ortaokul kısmında tamamladı.
Liseyi Ordu Lisesinde bitirdi. 1994 yılında Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümüne başladı. 1998 yılında
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümüne araştırma görevlisi olarak girdi. 2001 yılında yüksek
lisansını bitirip 2005 yılında Yeni Türk Dili Bilim Dalında doktora
unvanını kazandı. Aynı yıl Atatürk Üniversitesi Erzincan Fen-Edebiyat
Fakültesine Yardımcı Doçent olarak atandı. 2008’de Doçent oldu. 2011
yılından beri Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesinde görev
yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.
İÇİNDEKİLER
TAKDİM............................................................................................................................ 7
ÖN SÖ Z ............................................................................................................................. 13
BİRİNCİ CİLT
San Saltık’ın Gazaları ............................................................................................. 21
Saltık Gazi’nin Rumeli’ye Geçmesi ..................................................................... 40
San Saltık’ın Kabe’ye Seferi .................................................. ................................ 56
Şerifin Harcmevan (Amasya)’ı Fethedip Haraca Bağlaması ........................ 62
San Saltık’m İstanbul ve Balkanlara Seferi ........................................................ 64
Seyyid Şerifin Kaf Dagı’na Gitmesi ................................................................... 89
Şerif in Göçüp Kefe Diyanna Gitmesi .............................................................. 121
San Saltık’ın Habeş Memleketine Gitmesi ........................................................ 150
San Saltık’ın Mısır Seferi ve Nil Nehri’nin Kaynağını Bulmaya Gidişi ...... 153
San Saltık’ın Nil Nehri’nin Kaynağını Bulması ............................................... 170
San Saltık’m Habeş Diyannı Fethetmesi ........................................................... 172
Şerif Saltık’ın Habeşistan’a Tekrar Sefer Etmesi ............................................... 215
Şerif Saltık’ın Hindistan’a Sefer Etmesi .............................................................. 227
Saltık’ın Kaknus’a Gitmesi .................................................................................... 244
İKİNCİ CİLT
Şerifin Türkistan Vilayetlerine Gitmesi ............................................................ 261
Şerifin Rum İline Geçmesi ................................................................................... 275
Anadolu Evliyalannm Öncüleri .......................................................................... 293
Şerifin Sultan Alaeddin’in Yanma Gitmesi ....................................................... 304
Firengistan’ın Fethi ve Sedd Hikâyesi ................................................................ 322
Babil Hikâyesi ........................................................................................................... 346
Saltık’m Rad Cazu’yu Yakalaması ....................................................................... 375
Bakır Gemi ve Denizdeki Sihir ............................................................................ 390
Atabek’in Kuhistan Diyanna Gelmesi ............................................................... 410
ÜÇÜNCÜ CİLT
Saltık Gazi’nin Maşnk Diyanna Seferi ............................................................... 433
Saltık Gazi’nin Mağrip’e Gidip Cinnistan Kalesi’ni Alması .......................... 481
Saltık Gazi’nin Berr-i Arap Badiye Seferi ........................................................... 487
Edime Cengi ve İşan’ın Hezimeti ..................................................................... 505
Sultan Alaeddin’in Küffar Tarafından Esir Edilmesi ................................... 515
Saltık Gazi’nin Umlak Sarayı’nı Harap Etmesi ve Yakması ile
Zerdanuş’u Öldürmesi ......................................................................................... 529
Saltık Gazi’nin Rahip Bihrus Lainin Üzerine Seferi ..................................... 533
Saltık Gazi’nin Nirkab Dağı’ndaki Ejderhayı Öldürmesi ............................ 547
Asfar Küffanyla Saltık Gazi’nin Büyük Gazası .............................................. 559
Saltık Gazi’nin Aguş’u Helak Etmesi ............................................................... 567
Duhter’in Mihriban Adlı Kızı Alıp Kaçması .................................................. 577
Diğer Gaza .............................................................................................................. 582
Saltık Gazi’nin Asfar İle Cengi .......................................................................... 587
Saltık Gazi’nin Manastır Melikini Esir Etmesi ve Öldürmesi .................... 593
Saltık Gazi’nin Son Gazası ve Vefatı ................................................................. 608
Büyük Gaza, llyas’ın Küffan Hezimete Uğratması ve Şehit Olması ......... 625
Ayas Bey’in Eflak Meliki İle Cenk Etmesi ...................................................... 638
Tatar Han’ın Kıssası ............................................................................................. 643
Umur Bey’in Rumeli’ye Geçmesi İle Osman Gazi Ve Evladının
Rumeli’ye Geçmesi ............................................................................................... 652
Sıradan insan için güzel bir hikaye, hoş bir anlatım şeklinde değer
lendirilebilecek destanlar, bir tarihçi ve bir araştırmacı için bir toplumun
tarihi hakkında bir hayli bilgiyi elde edebileceği kıymetli bir kaynak va
zifesi görür.
Bilindiği gibi 2013 yılı San Saltık Baba’nm Balkanlar’a gidişinin 750.
Yılı’dır. Bu vesile ile yapılacak faaliyetler çerçevesinde onun efsanevi ha
yatını anlatan ‘Saltıkname’yi bastırarak kamuoyunun hizmetine sunmayı
önemli bir görev olarak addettik. Prof. Dr. Necati Demir ve Doç. Dr. Meh
met Dursun Erdem tarafından hazırlanan elinizdeki bu eseri, tıpkı bası
mıyla birlikte 4 cilt halinde yayınlıyoruz. Bu eser, San Saltık Baba hak-
kmdaki tek yayınımız olmayacaktır. San Saltık hakkında bilinmesi ge
reken her şeyin elde edilebileceği bir külliye oluşturmak gayretindeyiz.
İnşallah bu arzumuzu kısa sürede gerçekleştireceğiz.
Özel Adlar Dizini Bölümü, metinde geçen şahıs ve yer isimlerini kapsa
maktadır. İsimlerin önüne, ismin geçtiği varak numaralan verilmiştir. Eser
de geçen pek çok ismin, tarihî özelliği bulunmaktadır.
Tıpkıbasım bölümüne ise metin kurulurken esas aldığımız yazmalar
yerleştirilmiştir. Yani çeviriyazı metnini kurarken hangi nüshadan hangi va
raklan almışsak, tıpkıbasım bölümüne de sırasıyla onları yerleştirdik.
Bütün bunlan yaparken gözden kaçmış İlmî ve teknik hatalarımızın bu
lunmaması elbette mümkün değildir. İçeriği çok geniş olan eser hakkında
eksiklerimiz de kalmış olabilir. Hatalarımızın düzeltilmesi ve eksiklerimi
zin tamamlanması için konuya vakıf olanlann ve okuyucularımızın tenkidi
ne muhtaç olduğumuzu belirtir, hatalarımızın iyi niyetimize bağışlanması
nı temenni ederiz.
Bu eser hakikaten zor şartlar altında vücuda getirilmiştir. İki buçuk yıl
lık yorucu bir çalışmanın ürünüdür. Ne kadar uygun olur, bilinmez. Fa
kat bu çalışmaların ne şartlar altında oluşturulduğunun bir örneği olarak
şunu anlatmak yerinde olacaktır. Bu çalıma sırasında, Dr. Mehmet Dursun
ERDEM’in ablası sayın Özlem ÇAKMAK, kanser hastalığıyla boğuşmaktay
dı. Özlem Hanım; kardeşi Mehmet Dursun ERDEM’e, bu eseri bitirdikten
sonra ziyaretine gelmesini ve kitabı da beraberinde getirip kendisine oku
masını istemişti. Ancak ömrü yetmedi, eserin bitişini göremedi, kardeşine
de hasret gitti. Bu eserin özellikle üçüncü cildi, gözyaşlanyla birlikte oluştu
rulmuş bir kitaptır. Dolayısıyla bizi gayretlendiren ama kitabı görmeye ömrü
yetmeyen kardeşimiz Özlem ÇAKMAK Hanımefendiye rahmet diliyoruz.
Yine bizden önce Saltık-nâme üzerine yaptıkları çalışmalarıyla bize yol
gösteren bilim adamlanna, özellikle bu eser konusunda tecrübelerinden is
tifade ettiğimiz kıymetli hocalarımız Prof. Dr. Halûk Şükrü AKALIN’a, Fa
hir lZ’e ve Prof. Dr. Kemal YÜCE’ye; Bor nüshasını kendi imkanlarıyla bize
ulaştıran Dr. Mediha (AKSU) KARAGÖZ’e, Arapça ibarelerin çözülmesinde
bize yardımcı olan Doç. Dr. Metin ÖZDEMİR’e teşekkür borçlu olduğumu
zu belirtmek isteriz.
Bu eseri oluştururken büyük yardımlannı gördüğümüz sevgili ve vefa
kar çalışma arkadaşlarımız Arş. Gör. Sibel ÜST’e, Tarih Öğretmeni Kubilay
GÜlle ve Arş. Gör. Özkan AYDOĞDU’ya teşekkürlerimizi sunmak, bizim
için çok önemli bir borçtur.
METİN
TÜRKİYE TÜRKÇESİ
BİRİNCİ CİLT
SALTI K GAZİ DESTANI
BİRİNCİ BÖLÜM
Necati D em ir nüshası: Saltık Gazi Destanı’nın ilk tespit edilen beş nüshasında, destanın
giriş kısmı yoktur. Necati Demir’in özel kütüphanesinde bulunan Saltik-name nüshası tam
olduğa için destanın giriş kısmı bu nüshadan alınmıştır. Bu sebeple beş numaralı metne
kadar olan bölüm, Prof. Dr. Necati Demir (ND) nüshası esas alınarak çeviriyazısı
yapılmıştır (Adı geçen nüsha hakkında geniş bilgi için bk. Necati Demir, “ Saltuk-nâme’nin
Yeni Bulunan Altıncı Nüshası Üzerine”, Bilge, S. 15, Kış 1998, s. 58-61).
“Alemlerin Rabb ’ı olan Allah ’a hamd ü senalar olsun. O ’nun salat u selamı yaratılanların
en hayırlısı olan Hazret-i M uhammed’in ehl-i beytinin ve sahabelerinin üzerine olsun.
Bundan sonra ” anlamında dua cümlesi.
-Es-salavatü ve ’s-selam, deyip hemen çabucak bu olayı bir kâğıda not
etti ve yanına bir de vasiyetname (l ’ yazıp bir adam ile Malatya’daki dostlarına
gönderdi. Vasiyetnamede:
-Bu vasiyetnameyi iyi (18) saklayın. Seyyid Hızır’a erişince ona veriniz,
dedi.
O adam, (,9) vasiyetnameyi aldı, çıkıp gitti. Daha sonra Seyyid Battal
Gazi, Mesih Kalesi’ne gitti. (20) Birkaç gün cenk ettikten sonra Hazret-i Seyyid
Battal (2I) Gazi, Mesih Kalesi üzerinde şehit oldu. (22) Rahmetü’llahi ta ’ala
'aleyhi bi-rahmeten vasi'aten”* Son çengini [ND3] (1) Ravza-ı Mutahhara-ı
Resulu’llah’ta sallalahu ta ’ala ‘aleyhi ve selem rüyasında görmüştü:(3)
-Oğlum! Senin toprağın Anadolu olacak ve şehadet şerbetini (4) orada
içeceksin. Lâkin İslam üzerine bir bölük kâfir (5) yine hücum etti. Gidip onları
engelle, bu defa da İslama yardımcı ol ve (6) hizmet et, diye buyurdu. Seyyid
Battal Gazi uykudan uyanıp: (7)
-Es-salatü v e ’s-selamii aleyke ya Resul. Hey, hey! Allah, Allah! Ben
dilerdim ki (8) Hazret-i Peygamber’e yakın bir yerde şehadet şerbetini içeyim.
Lâkin hüküm, Allah’ındır, (9) deyip savaş araç gereçlerini ve silahlarını giydi:
-Ey Huda! (10) Yaşlı, zayıf ve çaresizim. Çok çaresizim, diyerek (ll)
kâfirlerin diyarına gitmek üzere yola çıktı.
Bir iki gün yürüdü. Bir gün kaba kuşluk vaktinde gördü ki (12) bir adam
gelmekte. Önüne çıkıp kim olduğunu sordu. Malatya’dan, kendi dostlarından
<l3) imiş. Tanıdı, merhabalaştı. Gelen kişi de Seyyid’i tanıdı, elini ve ayağını(l4)
öptü ve şöyle dedi:
-Ya Server! Dostlarının üzerine kayser (l5)oğlu Kanatos iki yüz bin asker
ile hücum eyledi. Sizinle yaptığı <l6) anlaşmayı bozdu. Dostlarınız, beni size
gönderdi. Şükürler olsun, (l7) şimdi size rastladım, uzak yolum yakın oldu, dedi.
Battal Gazi, bunları duyunca:(18)
-Allah’ın selamı üzerine olsun ya Resul, dedi. Sonra ikisi birlikte yola
çıktılar.
(19) Battal Gazi, Malatya’ya gelip dostları ile görüştü. Hemen (20)
Abdülvehhab Gazi ’y i başkomutan olarak görevlendirdi. Yirmi bin kadar İslam
askeriyle (21) kâfirlerin üzerine sefere çıktılar. Kâfirler, Mamuriyye’yi yani
Ankara’yı [ND4] (1) kuşatmışlardı. Mamuriye Dağları, kâfir askerleri ile dolup
taşmıştı. Mamuriye halkı, (2) bunlardan âciz kalmıştı.
İslam askerleri, bir tepe üzerine çıkıp (3) baktı. Bir de ne görsünler? Dağ
taş, her taraf kâfir ile dolmuş. Seyyid Gazi, (4) tepe üzerinde durup kâfirlere
Geniş bilgi için bk. Necati Demir-Mehmet Dursun Erdem, Battal Gazi Destanı, Hece yay.,
Ankara 2006; aynı yazarlar, Battal-nâme, Hece yay., Ankara 2006.
[T6]* (3) Seyyid Battal Gazi şehit olduktan uzun bir süre sonra Eyne Gazi
ve Melik Danişmend (4) Gazi * geldi. Kâfirleri kırıp güçsüz bıraktılar.
Anadolu’da Kıravan ili, ki ona şimdi Karaman (5) derler, Müslüman olup
yürüdüler. Harcıvan ili, ki (6) şimdi ona Bercan ili (Amasya) derler, orayı
düşmanlardan aldılar. Bu bölgede gazalar yaptılar. Kâfirler ve o (7) diyarların
beyleri yollara bekçiler koydular. Kuş uçurtmaz oldular. Surlar yaptılar,
kaleler inşa (8) edip içerisine çekildiler.
Müslümanlar, bir çaresini bulamadılar. Buğur Denizi’nden (9) gemiye
bindiler, yola çıkıp geldiler, Anadolu’da Cezire-i Uşşak’a yani Sinop’a çıktılar.
(10) Seyyid Gazi’nin neslinden ve Ali oğullarının aslından, ki burada
zikredilmektedir, (II) Seyyid Haşan ibn-i Hüseyin ibn-i Muhammed ibn-i Ali ile
gelip adanın önü ve (12)yam ile muhkem kaleyi feth ettiler,<13) içine girdiler.
Seyyid Battal Gazi zamanında Emir Ömer, ki Malatya beyidir, onun (I4)
neslinden Emir Ali o diyarın halkını hoşgördü. Seyyid [T7] (1) Hüseyin’e
hatiplik verdiler. O kale sarp idi yürüdüler,(2) kâfirler ile savaştılar, gazalar
ettiler.
O zamanlarda doğu tarafından (3) Cingis Han, halife üzerine sefer
düzenledi ve hücum edip halifeyi şehit ettiler. (4) Çıktılar, Bağdat’ı aldılar.
Anadolu’ya geldiler, denizi geçtiler, <5> kâfirleri birbirine çiğnettiler. Geri dönüp
Anadolu’ya geçtiler. Üngürüs (6) kâfirleri yürüyüp eriştiler. Cingis’i (7) ardından
bastılar, nefes aldırmayıp (7) bütün askerlerini kırdılar. Halife yerine Al-i Selçuk
padişah oldu, Sultan Mahmud (8) Sebüktigin tahta oturdu. Acem’den gelip
Mısır’da Sultan Tahir, hilafet makamına oturdu, (9) Mısır’a hükmetti. Abbas
zayıf düştü, <12) halifenin çocukları ortadan kalktı. (10) Fakat Sultan Tahir şöyle
yemin etti:
-Mısır’a kuldan sultan olacak, halife (ll)üç gün tahtta oturacak. Ona sonra
teslim edecek, adalet ve dinin kurallarıyla (l2) hükmedecek.
Sultan <l6)Tahir de çok gazalar yaptı, denizleri <l3) Frenklerden fethetti.
Sonunda Seyyid Hüseyin vefat etti. Oğlu Haşan yiğit idi (M) ona hatiplik
verdiler. Çok gazalar etti. Şöyle ki Harcuna yani Amsaya vilayetinde onun (l5)
heybetinden kimse evinden dışarı çıkamazdı. Harcenan yani Amasya meliki,
hile ile [T8] (1>Hasan’a zehir verdi. Haşan, o vakit Kastamonu’ya gidip oturdu.
(2) Fedai erişip Seyyid’i gördü, gafil yakalayıp Seyyid’e su ile zehir (3) verdi.
Seyyid vefat etti. Bazıları da şöyle anlatır; o kâfir, Seyyid’e hançer ile vurup
şehit(4) etti.
Seyyid öldükten sonra halk, Seyyid’i alıp bir dağ üzerine çıkardı, onu
orada gizlice (5) defnettiler. Oğlu vardı, adına Şerif Hızır derlerdi üç yaşında
idi. (6) Şerifin anasına Rebi derlerdi çok üzüldü, başka bir kimseyle evlenmedi
Şahî: Eskiden gümüşten, sonraları bakır ile nikelden yapılan bir İran parası.
-Vaktinize hazır olun, size neler edecekler, <8)dedi.
Şerif, Emir Ali’nin yanma oturuyordu. Hemen ayağa kalktı. (9) Gelen
elçinin yüzünü ve kulağını kesip eline verdi:
-Allah, bu fırsatı Müslümanlara <l0) vermiştir. Bilmezler mi ki bizim
neslimizden Seyyid Battal, onlara ne işler etmiştir. (II) Hâlâ onun adından
korkarlar, çocuklarını onunla korkuturlar. Onlara (l2) bir iş edeyim ki onu
unutup beni analar, dedi.
Elçi gelince haber verdi. (13) Tırbanos, o elçiyi İstanbul’a teküre gönderdi.
Tekür lain (I4) elçiyi dinledi. Daha sonra Üngürüs kralına bildirdi. Kral, gazaba
gelip askerlerini topladı. (15) Hemen geçide doğru yola çıktılar.
Bu tarafta, Şerifin yaptığına [Tl 1] (1)beyler çok öfkelendi:
-Sen bu tür işleri niçin yapıyorsun? Henüz bir çocuksun. (2) Senin bu tür
işleri yapman doğru mudur, dediler.
Şerif onların sözüne (3) incindi, üzülüp evine geldi, yattı, uyudu.
Rüyasında Seyyid Gazi’yi (4) gördü. Ona:
-Ciğerimin köşesi! Kalk, sefere çık. Senin karşmda (5) kimse duramaz.
Yürü, filan mağaraya var, benim bindiğim Aşkar’ı orada(6) bulacaksın. Ayrıca
savaş aletlerin ve elbiselerin de orada. Tiğ-ı Dahhak’ı beline tak. Keyyus’un
süngüsünü ve diğer (7) silahları da al. Güştaseb kalkanı ve Hamza’nm bütün
silahları oradadır, dedi.
(8) Şerif uyandı, Seyyid’in ruhuna dua etti. Kalktı, o dağa çıktı,
mağarayı buldu. Gördü ki içinde bir at bekliyor. At; sarı, alnı sakar, ak tüyü
güveze (10) benzer. Şerife karşı yürüdü, sonra geri kaçtı. Şerif ileri yürüdü, atı
tutup bindi. (ll) Sürdü, şehre geldi. Şerifi savaş elbisesini giymiş gördüler:
-Ne yapıyorsun, bu ne hâl, dediler.
-Kuşandım, hazırlık yaptım, (l2) gazaya gidiyorum, dedi. Abdurrahman-ı
Sülukî gelip:
-Ya Şerif! (I3) Harcınevan’da yani Amasya’da babanı daha yeni
öldürdüler, sen burada laf ediyorsun. Senin ilk işin, (l4) babanın intikamını
almaktır. Eğer er isen onu yap, kâfirlerden hakkım (15)al, dedi.
Şerif, onun sözüne daha da incindi. Ertesi gün Harcmevan’a yani
Amasya’ya gitmek üzere [T12] (l)yola çıktı.
Diğer tarafta, Harcınevan yani Amasya meliki de ordusuyla Tayy
Ovası’na <2) konmuştu. Tekfurun gelmesini bekliyordu. Orada (3)bir kilise vardı,
içinde kırk ruhban oturuyordu. Harcmevan yani Amasya meliki her gün o (4)
kiliseye gelirdi, küfrünü yapıp giderdi.
Şerif, dört kitabı (5) okumuştu, on iki türlü dil bilirdi. İlmi, ehlinden
öğrenmişti. <6) Şerif, doğru Aşkar’ı bulduğu mağaraya geldi. (7) O mağaranm
önünde indi, oturdu:
-Atımı bu mağarada bırakayım, varıp (8) Tırbanos’u bulayım, bakalım
nasıl olur, dedi.
Mağaraya atım koydu, namazım kıldı. (9) Doğru o klişeye geldi. Tırbanos
orada idi. Kargaşa içindeydiler, <10) hem de kalabalık idi. Bir yere gelip oturdu.
Akşam olup Tırbanos’un (ll) çadırına gitmesini bekledi. Ruhbanlar kalktılar.
Baktılar, (l2)Şerifi gördüler:
-Kimsin, diye sordular. Şerif:
-Harcınevan yani Amasya melikinin kullarındanım. Ruhbanı (l3) dinlemek
için kaldım, dedi.
Şerifi hoşgördüler. Seyyid Şerif oturdu. Ulu (14) papazları kalkıp minbere
çıktı, ruhbanlara:
-Biliyor musunuz ki bu Muhammedîler (l5) bize niçin galiptir, sebep
nedir? Cevap verdiler:
-Bilmeyiz, dediler. O rahip:
-Bunun sebebi [T13] (1) şudur; Peygamberlerinin sözünü tutarlar, birbirine
muhabbet ederler. Ruhbanın (2) biri:
-Bu Türkler, öldüklerinde cennete girerler mi, diye sordu. Rahip:
-Girmezler, (3) fakat gelirler, kapıdan bakarlar, sonra geri giderler, dedi.
O sırada ruhbanlar içinden on <4) yaşında bir oğlan ayağa kalkıp, geldi.
Papaza sövdü ve:<5)
-Ey murdar! Yalan söyleme. Şimdi dünyada Türkler sizi evinizde, <6)
mülk ve diyarınızda durdurmayıp çıkarırlar. Gelip cennet kapısından (7) bakan
Türk, girip sizi cennet içinden çıkarmaz mı? Öyle susup geri döneceklerine <8)
inanmıyorum, dedi. Rahip:
-Senİncil ve Mesih’i inkâr ediyorsun, (9) dedi. Oğlan:
-Siz inandınız da ne fayda buldunuz? Bunları görün. Nasıl (l0) tepenizi
dövüyorlar, görün, dedi.
Ruhbanlar yerlerinden kalkıp oğlanı dövmeye niyetlendiler. (11) Oğlan
kaçarak Şerifin üzerine geldi. Şerif yerinden kalktı, (I2) o ruhbanın birine öyle
bir yumruk vurdu ki <l3) tepesi üzerine yıkıldı. Papazın cam cehenneme gitti.
Rahipler, oğlanı bırakıp (14) Şerifin üzerine yürüdüler. Şerif; kilise kapısını
kapattı, kılıcını eline aldı. ( 5) Ruhbanları tutup otuzunu kırdı, onunu da
yaraladı. O ulu papaz, [T 1 4 ](l) Şerif e:
-Sen kimsin, sen niçin bizi bu hâle getirdin, dedi. Şerif:
-B en(2) peygamber nesliyim, dedi.
Rahip, peygambere küfretti:
-Sen bir genç (3) oğlan olasın, bunun gibi iş yapasın. Muhammedîler
sihirde maharetliymiş, (4) dedi. Şerif, bunu duyunca:
-Bre melun! Ben sana seni bildireyim, deyip, (5) öfkelendi. O oğlan:
-Ya Şerif! Muhammed’i seversen vur bunların (6) boyunlarını, aman
verme, dedi.
Şerif, hemen kılıcını eline alıp onların boyunlarını vurdu. (7) Kilise içinde
ne buldularsa aldılar, geri yola revan oldular. Sürdüler, o (8) mağaraya eriştiler.
Oğlanın yanı sıra, Abdüsselim’in iki oğlu Muhammed ve Ali de çıkageldi.
Seyyid Şerif, onları görünce sordu:(l0)
-Niçin geldiniz? Onlar:
-Sizi arıyoruz. Neredesiniz?
Seyyid Şerif, mağaradan(ll) tarafa gitti ki Aşkar’ı ala. Gördü ki Aşkar’ın
yerinde, gök renkli (12) at bağlı. Aşkar, bütün savaş aletleri ve silahlarla ortadan
kaybolmuş. Hatta Tiğ-ı Dahhak’ı <l3) bile eyere asmış, bırakıp gitmiş. Yazılı bir
mektup gördü, atm alnı (14)üzerinde asılı. Eline alıp okudu:
-Ya Şerif! Bu at, İmam Ali’nin Zülcenah (l5) atıdır. Bu ata; Hazret-i
Resul, Hazret-i Ebubekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, [T 1 5 ](l) Hazret-i
Ali, Haşan, Hüseyin ve Abbas binmiştir. Üzerindeki silah, Hazret-i Ali’nindir.
(2)Al, bununla gaza et, Aşkar’dan feragat et. Nasibin bu kadardır, demiş.
<3) Server o atı çekip dışarı çıktı, atı bağlayıp oturdular, yemek yediler.
Arapça <4)konuşurlardı. Zira Haynup halkı Arap idi. Şerif, oğlana:(5)
-Adın nedir, diye sordu. O Rum oğlan:
-Hüsrev’dir, dedi. Şerif, tekrar adını Hüsrev(6) verdi. Orada dinlendiler.
Diğer tarafta ertesi gün Tırbanos, kiliseye geldi. (7) Ruhbanların helak
olduğunu görünce feryat etti, etrafa (8) adamlar saldı. Bunu kim yaptı, diye
soruşturmaya başladı. Şerifin ardından Tırbanos’un adamları<9) yetiştiler. Şerif,
hızlıca sıçrayıp Zülcenah’a bindi. Karşılayıp (I0) gelen kâfirleri bir bir kamkam
kılıcıyla tepeledi dört kâfiri helak 015 etti. Üçü kaçıp gitti.
Şerif atını sürdü, Cezire-i Uşşak’a yani Sinop’a geldi. Şehir-i <12)
Haynup’a girdi. Dostları onu karşıladı, saygı gösterdiler. Hep birlikte mescide
inip oturdular. (13) Şehir beyi Emir Ali gelmedi. Şerif sordu:
-Bey nerede? Oğlu Emir <14)Osman:
-Hastadır, dedi.
Şerif gelip Emir’i ziyaret etti hatırını sordu. (15) Birkaç günden sonra
vefat etti. Emir Osman, sultanm huzuruna varıp [T 1 6 ](1) ferman aldı, geri geldi.
Diğer tarafta, üç kişi kaçarak Tiryanos’un yanına (2) geldi hikâyeyi
bildirdiler:
-Bu işleri yapan bir genç oğlandır, dediler. Tirbanos (3) melunun casusları
da gelip:
-Bu işleri yapan, Haynup’ta Şerif (4)Hasan’ın oğlu Şerif Hızır’dır, dediler.
Tiryanos bu haberi işitince öfkelendi, (5) Emir Osman’a elçi gönderdi.
Elçi, Haynup’a geldi. Mektubu getirdi, (6) şehir beyi Osman önüne koydu.
Y azmış ki:
-Bana itaat eyle. Şerifi tut, bana <7) gönder, öldüreyim, intikam alayım.
Yoksa kuşatır bu adayı(8) alırız, sizleri kırarız, demiş. Şehrin önderleri:
-Nasıl yapalım? Bu kavgayı bu oğlan <9) çıkardı. En iyisi Şerifi
Tirbanos’a verelim, belayı üzerimizden (I0) def edelim, dediler. Emir Osman
başını kaldırıp:
-Ey halk! İslam dini (11) yolunda çalışıp çabalayanı böyle mi edersiniz?
Siz, nasıl peygamberin neslini tutup kâfire verebilirsiniz? Hepimizi (12) kırsalar
bile biz böyle yapamayız, dedi.
Sad bin Ubade’den nakildir: <13) Bir gün Osman’ın halifeliği zamanında
bir kişi Hazret-i Ali’ye sövdü. Osman, dilinin kesilmesini emretti. (14) Ali,
kendisi rica ederek kurtardı. Hazret-i Ömer hilafette iken (15) bir münafık
Hasan’a ve Hüseyin’e kötü gözle baktığı için onun iki gözünü çıkardılar.
Hazret-i Ebu Bekir, [T17] (1) Haşan ve Hüseyin’i gördüğü zaman ayağa kalkıp
onlara değer verirdi, dizine alıp (2) okşardı. Hazret-i Resul onlara, “Gözümün
nuru!” derdi. Siz onun neslini ne (3) sebeple tutarsınız, el vurup kâfirlere
verirsiniz, münafıktan yana olursunuz, dedi.
Orada bulunanlar, utancından <4) başlarını önüne eğdiler. Emir Osman,
elçiye:
-Git, beyine haber ver, o bize gelmezse (5) biz ona varırız. Dünyanın kaç
bucak olduğunu ona gösteririz, dedi. Elçi, bu söz üzerine oradan ayrılıp gitti.
(6) Bu tarafta Şerif, kendisi, başına iki işaret koydu. Biri kızıldır. K
Hüseynîlerin elbisesidir. (7) Biri de yeşildir. Yeşil Hasanîlerin elbisesidir. Bu
Seyyid, bu Said şehit alametleriyle donandı. (8) Zira Şerif, baba tarafından
Hüseynî ve anne tarafından da Hasanî idi. Atını sürüp mescide geldi, Emir (9)
Osman’ın huzuruna çıktı. Talha ibni Abdülaziz:
-Ya Seyyid! Emir (10) hazretleri, seni Tiryanos’tan kurtardı, dedi. Şerif:
-Tiryanos’un elçisinin istekleri ne idi (ll)bana söyleyiniz, dedi.
Durumu anlattılar. Şerif:
-Ben Tiryanos’u ele geçirmeden (!2) ölmem, dedi.
Dostlarına veda edip atına bindi, yola çıktı. (13) Emir Osman, engel
olmaya çalıştı. Fakat baktı ki çaresi yok, ısrardan vazgeçti. Şerif, atını sürdü.
Tiryanos’a (4) erişti, kendisini onun beylerine tanıttı:
-Ben Frenk’ten geliyorum. Frenk, (I5)batı taraftadır. İşittim ki krai asker
toplarmış. İslam toprağı [T18] (l) üzerine yürüyecekmiş. Geldim ki bu beylere
hizmet edeyim. Tiryanos baktı, (2) gördü ki bu yiğit bir gençtir:
-Ben Harcmevan yani Amasya (3) beyi Tiryanos’um. Türklerle göğüs
göğüse duruyorum, onlarla mücadele ediyorum. Rum’un kapısı, benim <4)
elimdedir. Bana hizmet edersen benden yaramazlık görmezsin, dedi.
Şerif, razı (5) oldu. Tiryanos, Şerifi iç oğlanı olarak yanına aldı. Çok
sevindi. Sevindiğinden birlikte kalkıp <6) ava çıktılar. Biraz av yaptılar. Yalnız
kaldılar. Tiryanos, bir dereye indi. Şerif e:
-Gel beri,(7) dedi.
Şerif, bunu fırsat bilip yanına indi. Tiryanos lain, kast etti ki Şerif e (8) el
uzata, öpe ve kucaklaya. Şerif, yumruk ile onun göğsüne vurdu. At ile geri geri
<9) kaçtı. Tiryanos öfkelenip kılıcını eline aldı, koştu. Şerif, Sad Vakkas (10>
yayını çabucak kurdu, bir ok çıkardı. Oku öyle bir attı ki Tiryanos’un
boğazından dışarı çıktı. (ll) Tiryanos atın üzerinden düştü, can verdi. Seyyid,
hemen atından indi. Onun başını kesip (12) heybeyesine koydu. Oradan ayrılıp
yola çıktı.
Tiryanos’un askerleri biraz sonra geldi, beyler onun başını (l3) buldu,
feryat ve figan ettiler. İstanbul tekürüne haber saldılar, durumu bildirdiler. (14)
Tekür, İç ilde yani Edime şehrinde idi. Bu haberi krala gönderdi. Kral lain,
haberi(l5) duyunca buyurdu:
-Ordu hazırlanıp yürüsün, dedi. Kıravan melikinin ve Yunan [T19] (1)
beyinin oğlunu önden gönderdi:
-Gidin, sizler Türklerden (2) ilinizi alın. Yunan tahtı Kayseri’dedir,
KıraVan’dadır, dedi. <3) Yaklaşık kırk bin asker ile geldiler, denizi geçip
yürüdüler.
Bu tarafta Emir Osman, sultana haber gönderdi. Durumlarını ve
düşmanın geldiğini bildirdi. (5) Bu arada Şerif de çıkageldi. Tiryanos’un başını
getirip en yüksek burca astılar. Gemileri (6) de denizde hazır ettiler. Eğer
kâfirlere karşı koyamaz isek binip denize açılırız, (7) diye kırk parça gemi
hazırladılar. Müslümanlar toplanma borusu çaldı, yaklaşık on bin kişi (8)
toplandı. Hazırlık yaptılar.
Diğer tarafta, Harcmevan yani Amasya halkı yas tuttu. Tiryanos’un oğlu
Şemmas’ı, babasınm yerine geçirip asker topladılar. Otuz bin er ile <l0)
yürüdüler, Cezire-i Uşşak’a yani Sinop’a gelip burayı yağmaladılar.
Müslümanlar kaçıp 01'kaleye girdiler, savaş hazırlığı yaptılar. Kâfirler, gelip
kaleyi (12) kuşattı.
Bu tarafta sultan, Müslümanların meliki, Mısır’a ve Horasan’a adamlar
gönderdi. Duyurular yapıp <13) asker topladılar. İslam diyarından dört yüz bin
asker topladılar. (14)
Diğer tarafta Kıravan, büyük bir ordu ile Anadolu’ya (15) geçti, Anguriyye
şehri üzerine yürüdü.
Bu taraftan [T20] (1) Harcmevan yani Amasya ordusu, Haynup’u (Sinop)
kuşattı. Çok şiddetli savaşlar (2) oldu. Müs limanlardan Abdurrahman-ı Sülukî,
Şerife:
-Ey uğursuz! (3) Senin öcün için bu halk ya esir olacak ya da helak
olacak. Bu belayı başımıza sen açtm, dedi. Şerif öfkelenip:
-Kâfirler (5) arasında bulunuyorsunuz, niçin gaza yapmıyorsunuz, dedi.
Abdurrahman:
-Sen (6) çok yürekliyesen dışarıya çık, bu kavme cevap ver. Hile ile bir iş
kendini ne sandm, dedi. Şerif:
(7) yaptın,
Raviler şöyle rivayet ederler ki Şerif, (II) hemen niyet edip kalktı. Sefer
hazırlıklarını yaptı. Dadıya veda (l2) etti. Varıp gemiye bindi. Menucher’e:
-Gemiyi sen doğruK af tan (l3)yana çek, dedi.
Şerifin yanında on kişi vardı. Hizmetkârı Pap vermişti, onun kulları (14)
idi. Kırk gün denizde gittiler, bir adaya çıktılar. Gezerken ( 5) adada büyük bir
kaz yumurtası bulup Şerifin huzuruna geldiler. Hemen [T129] (1) Şerif buyurdu
ki pişireler, yiyeler. Ateş üzerine koydular. Öyle bir ses çıkardı (2) ki sesinden
cezire içi doldu. İçinden ak bir nesne balgam gibi belirdi <3) sonra yayıldı. Şerif,
Menucher’e:
-Ya Menucher! Bu nedir, diye sordu. Menucher:
-Hey! Hemen (4) kalkın! Gemiye girelim. Bu büyük bir ejderha yuvasıdır,
dedi.
Hemen kalktılar, gemiye <5) girdiler. Yelken açınca o ejderhanın başı
ayağı belirdi. Harekete gelip gemiyi gözetirdi. Şerif, Menucher’e:
-Bırak çıkayım, şu (7) dağılan nesneyi okla helak edeyim, dedi. Menucher:
-Bu kötü bir canavardır. <8) Meğer Tanrı’dan yardım iste, yardım yetişsin,
sabreyle, deyip <9) gemiyi sürdüler.
O canavar büyüdü. Baktı, gemiyi görünce <l0) hemen geminin ardına
düştü, suya girip yürüdü. Nefesinin ateşinden halk (ll) bayılırdı. Ateş gibi
gelirdi. Akşama dek kaçtılar. Akşam yaklaşınca (l2) yetişti o anda karşıdan dağ
gibi bir nesne göründü. Menucher:(13)
-Ya Şerif! Şu görünen nedir, bilir misin, dedi. Şerif:
-Bilmiyorum, dedi. Cinnî: <l4)
-Umman yengeçlerinden bir yengeçtir. Çoğu ejderhanın helaki bu
canavar(15) elinden olur, dedi.
Cinnî gemiyi o tarafa sürdü, önünden [T130] (l) geçip gitti. O ejderha da
doğru o yengeç üzerine geldi. (2) Yengeç, o büyük kıskaçları ile tutup o ejderi
öyle kıstı ki iki (3) parça etti. Ejder öyle feryat etti ki sesinden cihan doldu.
Menucher:(4)
-Ya Server! Müjdeler olsun. Ejderi o canavar öldürdü. (5) Tanrı, bizi
onun kıskacından sakladı. Hak tealanın hikmetine (6) ve kudretine hayran
kaldılar.
Oradan sürüp bir adaya çıktılar, oturdular. t7) Deveden büyük kanatlı bir
canavar gördüler. Menucher:
-Ya Şerif pehlivan! <8)Bu canavar-ı Evran’dan iyi sakınmak gerek, dedi.
O canavar havaya kalkıp <9) kuş gibi uçtı, gitti. Bunlar orada
konaklamayıp gitti Bir cezireye daha (10) çıktılar, konakladılar. O Evren de
gelmiş, o adada konaklamış otururdu. (ll) Uzaktan gemiyi görünce bir kez
gürledi gezinip yürüdü. <12)Menucher:
-Eyvah! helak olduk, dedi
Şerif, hemen yerinden kalktı. (13) Eline bir fırengi çelikten ok alıp hazır
etti O canavar karşıdan <l4) gelirken göğsüne nişanlayıp attı. Oku öyle vurdu ki
(15) canavarın nefesi tutuldu. İleri gelemeyip başı üzerine suya düştü, [T131] (1)
helak oldu. N efesi yanına varan kimseye ateş gibi(2) dokunurdu.
O canavar helak olunca o adaya (3) çıkıp oturdular. Ateş yakıp yemek
pişirdiler. Uzaktan bin kadar <4) gemi yelkeni belirdi. Şerif ve o kullar, çokluk
düşmandır diye korktular. <5) Menucher, kendi cinnılerin çağırdı:
-Bakm, bunlar (6) kimlerdir, dedi. Cinnıler:
-Onlar gemi değildir. Umman denizine girdiniz, (7) bundan sonra görünen
yelken gibi balık kanatlarıdır. Bunun gibi (8) balıklar, bu Umman’da çok olur,
dediler.
O sırada karşıdan iki büyük meşale belirdi. (9) Menucher Cinnî:
-Ya Şerif! Bu gelen timsahtır. Ummanın yerlisidir. (10) Bu gemiye
çarparsa helak eder ve hem ne kadar balık varsa (ll)hep o timsahtan gizlendiler,
dedi.
Şerif, K a fa gittiğine pişman oldu. (12)Gönüne bunu getirdi:
-İş Hakk’ındır. Hakk’a sığındım, gidiyorum. (13) Kötüyse varsın kötü
olsun, dedi. O timsah yakınlaştı. Tanrı’nın (1 ’ hikmetini gör ki bir bulut yetişti.
Gök gürlemesi ve şimşek çaktı, yıldırım (l5) düştü. O timsahı vurup öldürdü.
Şerif bu alameti görünce [T 1 3 2 ](1) şükür secdesine kapandı:
-Ya Menucher! Bu sefer için Hak’tan bana işaret ile (2) müjde vardır.
Korkmuyorum, gideceğim, dedi. Menucher:
-Ya Server! Allahu(3)teala sana yardımcıdır, hiç korkma, dedi.
O adadan kalktılar, gittiler. (4) Seksen beş gün o deryada sefer ettiler, hiç
bir kenara ulaşamadılar. Sonunda karşıdan ( } bir ada belirdi. Gemiyi doğru
onun üstüne çektiler. (6) Menucher Cinnî:
-Yetmiş yıl önce, K af eteğine bir daha geldim idi. <7) O vakit burada bir
ada yoktu. Şimdi acaba hikmet nedir, dedi.
Onlar <8) merak ettiler, çıkıp orada yemek pişirdiler, yediler. Kokusundan
o (9) cin doydu. Cinnî gıdası, kokudur. Biraz oturdular. O anda ada hareket (l0)
etmeye başladı. Bir tarafı suya battı. “Hay ne hey ki?” deyip geldiler, hemen
gemiye (ll) bindiler. Ada bir taraftan suda yürüdü, battı, gitti. (12)Menucher:
-Server! Bildin mi nedir, diye sordu. Şerif:
-Yok bilemedim, dedi. O (13) Cinnî:
-Bu umman balıklarındandır. Kırılmış, yürüyemez olmuş. Bunca (l4)
yıldır burada sessizce dururmuş. Şimdi ateş ısısı arkasına (l5) değdi. Kalktı, gitti,
dedi.
Şerif çok şaşırdı. Oradan ayrılıp otuz gün daha [T 133](1) gittiler, bir yere
geldiler. Denizde girdap idi, ona düştüler. Server yüzünü <2) göğe tutup dua etti.
Hak teala kemâl-ı lütfundan bir yel verdi, (3) kurtuldular. Daha sonra bir kenar
göründü. Yürüdüler büyük bir adaya çıktılar. (4) Şerif, Menucher’e sordu:
-K af bu mudur? Menucher:<5)
-Buna, Vakvak adası derler, dedi.
Adaya çıktılar. Adada büyük bir ağaca rastladılar. <6) Meyvesi adam,
yaprağı kalkan gibi yuvarlak. (7> Adayı, dalları kaplamış. Gövdesini beş yüz kişi
ancak kucaklar. Şerif:(8)
-Acaba dünyada bundan büyük ağaç var mıdır, dedi. Menucher:(9)
-Ya Server! K a f ta öyle ağaçlar vardır ki bu onun yanında bir fidandır,
dedi.
Şerif, (10) Hak tealanın kudretine şaşırırdı. O adada bir balık (ll) baş
kaldırdı. Şerif:
-Şu ne büyük balıktır, dedi. Menucher:<l2)
-Bu denizde balıklar vardır ki her gün bunun gibi bin balık yer, dedi. (l3)
Daha sonra:
-Kalkın! K a fa yaklaştık, gidelim, dedi. Hemen bindiler.
<14) Üç gün daha gittiler, dördüncü gün bir kenara çıktılar, gemiyi iskeleye
bağlayıp (l5) oturdular. Menucher:
-Siz bekleyin, ben gideyim, burada bir peri [T134] (l) padişahı var,
getireyim. K af üe ilgili sorularınızı <2) ona sorunuz. Durumu biliniz, ona göre
hareket ediniz, dedi.
', Menucher’e (3) izin verdi. O cinnî gitti. Bir müddet sonra büyük bir
-Ey ana! Senin kaç tane oğlun var, diye sordu. Kadın:
-Altı oğlum var, (5)dedi.
Akşam yaklaşınca dev-iacuzun oğulları geldi. Gördüler k i (6) Şerifin atı
dışarıda. Hemen tutup boğazladılar, ateş yakıp pişirmeye (7) başladılar. Şerif,
bunu işitince incindi. Kadın:
-Üzülme (8) oğul, bundan sonra sana at lazım değildir, dedi. O oğlanlar
kadının (9) yanma gelince, kadın:
-Oğullar! Bir âdem geldi. Bana, ana dedi. Sizden onu (10) bağışlamanızı
istiyorum. Bubişirip yediğiniz at, onundur, dedi. Onlar:(ll)
-Olsun ana, görelim, dediler. Kadm, Şerifi onlara getirdi. Şerifi
görünce:<12)
-Ya insan! Biz senin atını yedik, seni de yeriz, dediler.
Şerif eline (13) gürz-i giranı alıp onların üzerine yürüdü. Onların birine bir
gürz vurdu.<l4) Yere yıktı, diledi ki öldüre. O kalanı feryat edip:
-Medet, kardeşimize (l5) kıyma. Sana itaat edelim, dedi.
Şerif, onu azat eyledi. O dev kalkıp [T 1 5 8 ] (1) Şerifin ayağma kapandı:
-Ya Server! Benim hatamı bana bağışla, dünya ve ahiret (2) kardeşimiz ol,
dedi. Şerif:
-Öyle olsun, ama dilerim ki bana (3> yardım edip Simurg-ı Anka tarafma
iletesiz, dedi. Onlar:
-Simurg’u <4)ne yapacaksın, diye sordular. Şerif:
-Onun düşmanmı görmek istiyorum, dedi.
O devler kabul (5) etti. Şerifi omuzlarına bindirip nice dere tepeden
geçirdiler, bir (6) dağa eriştiler. Ansızın karşıdan bir arslan peyda oldu. Yürüdü,
|7) devlere saldırdı. Devler, Şerifin yanma kaçmaya başladılar. Şerif onlara:(8)
-Beni aşağı indirin, dedi.
İndirdiler. Şerif ok ve yayı eline alıp karşıdan (9) arslan gelirken bir ok
attı. Ağzından öyle vurdu ki kuyruğu <l( dibinden çıkıp yere serildi. Arslan
düşüp helak oldu. Devler (ll) hayran kaldılar. Gelip derisini yüzdüler,
kuruttular, Şerife verdiler. (l2) Biraz yer daha gidince bir mağaraya eriştiler,
konup oturdular. Server (l3) mağaranın içine girdi. Gördü ki bir dağarcık asılı
durur, merak (l4)edip:
-Bu ne ki, deyince dağarcık bağı üzerindeki yazıyı gördü.
Yazılmış ki, İsmail <15) Peygamber kurbanı ve Ömer’in dağarcığıdır.
Şerif:
-Vay [T159] içinde yaş hurma olaydı, diye düşündü. Ağzını açtı. İçi dolu
hurma çıktı. (2) Alıp birkaçını yedi, şükretti. Bildi ki her ne istersen içinden (3>
çıkar. Mutlu ohıp dağarcığı götürdü. Geldi, o devlerle yayan, yola <4) revan olup
gittiler. Bir dağ aştılar.
Devlerin gücü tükendi. (5) Şerif, onlara o dağarcıktan çıkarıp yemek
verdi. Onları ağırladı. Tekrar (6) oradan çıktılar, gittiler. Bir dağı daha aştılar.
Bir sahraya inip gittiler.
(7) İkindide ulu bir ağaca yetiştiler. O devler söyledi:
-Bu ulu ağaç Simurg-ı Anka’nın makamıdır.
Şerif ileri yürüdü, o ağacın dibine gelip baktı. Gördü ki ağacın üstünde,
harman kadar yerde bir (l0) kuş yuvası. İçinde kuş yavruları, deve kadar. Her
biri orada dururdu. (ll) Şerifi görünce çığrışmaya başladılar. Şerif gördü ki
bunların (12) asıl anaları orada değil, sabretti. Devlere:
-Siz <l3)gidin, dedi.
İzin verdi, onlar gittiler, Şerif kaldı. Biraz katlandı, (14) gördü ki gelen
giden yok. Yattı, uyudu, uyandı. Gördü ki bir <l5) ejderha, o ağaca dolaşıp
yukarı çıkmak ister, yavrular [T160] (1)feryat edip çağrışmaya başladı.
Şerif yerinden kalkıp eline üç tane <2) ok aldı, o ejderhayı vurdu. Onu o
ağaca (3) mıhladı, helak etti. Tekrar yattı, uyudu. Biraz sonra uyandı. Gördü
ki bir büyük yılan, karşı ağaca tırmanmış çıkmakta. (5) Yavrucuklar çağrışırlar.
Birazdan Simurg çıkageldi. İki gagasında (6> iki fil getirip, yavrularına verdi.
Baktı, Şerifi gördü. Haykırdı,(7) üzerine geldi ki kapıp Şerifi helak ede. O kuş
yavruları analarına:(8)
-Sakin ol. Bizi ejderhadan o kurtardı. Onu (9) helak etti, dediler.
Simurg geldi, Şerifi uyur buldu. (l0) Üstine gölge yaptı, durdu. Şerif
uyandı,(ll) üstünde Simurg’u görünce hemen yerinden kalktı, bir kez haykırdı,
ok ile yayını eline <12) aldı. Simurg çağırdı ki:
-Ya Server! Atma, sabret.
Şerif, gördü (l3)ki kuş insan gibi konuşur. Şerif:
-Ne diyorsun, dedi.
Simurg aşağı inip Şerife <l4) selam verdi:
-Ya Server! Hoş geldin. Güneşte niçin yatıyorsun? Kalk, (15)ağaç dibine
gidelim. Gölgede biraz otur, dedi.
Şerif, [T161] (1) o söz üzerine ağaç dibine gelip oturdu. Simurg yemek
getirdi. (2) Server birkaç lokma yiyip, şükretti. Simurg:
-Ya Server! Sizler (3) bu diyara ne maslahata geldiniz, dedi.
Şerif, o cazunun sorularına (4) bir bir cevap verdi. Simurg onu dinledikten
sonra:
-Ya Server! Bizim bildiğimiz (5) şudur, o altın hisar Şua Dağı’ndan
ötededir, bir dağdır ve <6) ateştendir. Bunun ötesinde bir sahra daha var,
oradadır. Şua Dağı’nın <7) çevresini dolaşırsan üç yılda oraya varılmaz. Eğer
onun (8) üstünden geçersen ateşte yanarsın. Alevi göğe yetişmektedir. Zordur,<9>
ama benim bir erkek çiftim vardır. Süleyman Peygamber önünde (l0) günah edip
kaçmıştır, korkusundan o dağdan öte gitti. (11)0 vakit kanatları yandı idi. Şimdi
geri bitmiştir. Eğer istersen o (l2) gelsin, ondan sor. Oraları o bilir, dedi. Sonra
çağırıp onu getirdi.
O Simurg-i Bozork gelince Seyyid’e selam verdi, (,4) secdeye kapandı.
Seyyid selamını alıp sordu. O Simurg: <l5)
-Ya Server! O sorduğun hisar bu ateş dağından ötededir. Eğer [T 162](1)
buyurursan Muhammed Mustafa mucizatında iş kolay oldu. Din-i (2)
Muhammed aşkına pervane gibi yanarsam da dönmem. Belki (3) Tanrı,
günahımı bağışlar. Ya Server! Benim sözümü tutarsan (4) seni oraya iletirim.
Bana önce çok bol azık ve su gerek. İkincisi sana <5) Semenderin derisinden
kürk gerektir ki seni ateş yakmasın, dedi. Şerif:(6)
-Ya Anka! O dediğin Semender nerede bulunur, bildir, dedi. Anka:(7)
-Ya Server! Ben seni önce Şua Dağı’na ileteyim. O canavar sana karşı
çıkar, (8)kast eder. O vakit hamle edip öldürürsün, dedi.
Simurg-i Bozork, (9) Şerifi alıp arkasına bindirmek istedi. Server yürüdü,
(10) ona binemedi. Kuş da kuyruğunu tutup durdu. (II) Şerif o kuşun
kuyruğundan tutup arkasına (12) çıktı, oturdu. Sonra kuş:
-Kendini kement ile <l3) belinden sıkıca bağla, dedi. Server kendisini
bağlayınca (14) Simurg:
- Yiyecekleri sakla, gerek olur, dedi.
Hem öyle yapıp (l5)hazır ettiler. Şerif, dişi Simurg’a veda edip [T163] (1)
gökyüzüne uçtu. Bir de yere baktı ki ne görsün? (2) Dünya gözüne harman kadar
göründü. Gittikçe (3) yeryüzü hiç görünmez oldu.
Simurg, üç gün (4) uçtu. Gece gündüz gitti. Dördüncü gün olunca (5) bir
sıcaklık dokundu. Simurg:
-Şua Dağı’na <6) yaklaştık. Daha ileri gidersek hemen yanarız. (7) Ben
kurtulursam sen kurtulamazsın, dedi. (8) Aşağı indi, kondu.
Şerif, kuşun (9) üstünden kalkıp indi. Baktı, karsısında bir dağ <l0) gördü. O
dağ kıpkızıl ateş olmuş yanıyordu. Ona bakarken ( 0 kanatlı at şeklindeki bir
canavar haykırarak üzerine yürüdü, (12) saldırdı. Şerif bildi ki Semender
dedikleri, o (l3) kuştur. Hemen tutup ona bir ok vurdu, tepeledi. <14) Kalanı
kaçtılar, gittiler. Şerif arkasına o arslan (15) derisini giyerdi. Bu defa Semender
derisini soydu ve yağım [T 1 6 4 ] (1) alıp temizledi, derisini giydi. Semenderin her
bir organından (2) birer parça alıp sakladı, sonra Simurg’un yanına geldi. (3)
Simurg, Şerife hayran kaldı. “Bundan sonra iş tamamdır.” deyip oturdular.
Orada birkaç gün durdular. (5) Ateş denizi içinde türlü türlü insanlar
gördüler. Şerif(6) onlara çağırıp:
-Siz hangi dindesiniz, diye sordu. Birisi: (7)
-Biz cinnîleriz, şeytanîlerdeniz, rahmanilerden de vardır, dedi. (8> Şerif:
-Allah, ne kadar büyüktür. Zira yanan ateşin içinde canlı mahluk (9)
yaratmıştır. Her iş sana kolaydır, dedi.
Sonra Simurg’a yine (l0)bindi, o ateş içine gittiler.
(ll) Simurg her ne zaman su ve yimek istese Şerif onun ağzı
yiyecekten (l2) verirdi. Kendisi de Ömer-i Ümmiyye’nin dağarcığından her ne
<I3) isterse çıkarıp yerdi. Ama sıcaktan bayılırdı, fakat (l4> sabrederdi. Başım o
kürk içine çekerdi. Dumandan <15)çokzahmet çektiler.
Yedi gün uçtu, o büyük [T165] (l) dağın ötesine geçti. Simurg yüzünün
üzerine süzülüp (2) kanatlarını yer üstüne döşedi. Biraz yattı. Aklı başına gelince
(3) kalktı, Hak hazretine şükür ve sena etti:
-Ya (4) Server! Tanrı sakladı. Ateş içine düşmüştüm,(5) yanardık. İşte Şua
Dağı’nı geçtik. (6)Saba şehri yakındır. Kalk, yürü, dedi.
Simurg, Şerife veda edip (7) gitti. Şerif yalnız kaldı. Hakk’a yalvardı(8) ve
tevekkül etti. Bir miktar yer gidince bir karaltı göründü. (9) Yakınlaşınca büyük
bir köşk gördü. Kapısı bağlı idi. Şerif: (l0)
-Bu ne ki, dedi.
Sürdü, köşkün yanma geldi, oturdu. (ll) Hemen kapısını açılmış gördü,
içine (l2) girdi. İçinde bir kadın oturur. Kadının saçları ak. Seyyid’i görünce <l3)
çağırdı:
-Beri gel, dedi. Şerif, o kadının <14) yanma vardı, selam verdi. Kadm
selammı aldı. Şerife (15) hürmet etti. Şerif:
-Ya hatun! Siz kimsiniz, diye sordu. Hatun: [T 1 6 6 ] (1)
-Biz fakireye, Allah tealanm inayeti erişmiştir. (2) Bir cariyesiyim. Adım,
Istıfa-yı Zahide’dir. Benim büyük <3) kardeşim, Ahmed Temime’dir. Büyük
oğlum İlyas, (4) küçüğü Hızır’dır. Benim makamım burasıdır. Tanrı tealaya (5)
burada ibadet ederim, dedi.
Şerif onun elini öptü, (6) duasını aldı. Zahide, ona:
-Oğul Şerif! Sen <7) bu Saba şehrini arıyorsan o yakındır. Fakat tılsım ile
(8) kurulmuştur. Bu şehri Can kavminin sultanı Saba (9)inşa etmiştir. Bazıları(10)
Süleyman Peygamber kurmuştur, derler. Ama bizim bildiğimiz (11) Saba’nm
yapılışıdır. Oraya varınca bir süre (12) etrafa bak. Ondan sonra şehrin içine gir,
dedi. Şerif e bir dua verdi:
-Ne sihir ne hile ne de zehir; (l4) hiç birinin sana zararı dokunmaz, dedi.
Sonra Şerifi gönderdi.
(15) Şerif ona veda edip bir miktar gitti, mezarlıklara [T167] (l)uğradı.
şaşırdı. Mermerde bir tarih yazılı, (2) kazılı. Okudu. Yedi padişah yazmışlar.
Gelip orada (3) cenk etmişler. Orada kırılan halka mezarlarını yapmışlar. İlk
önce oraya kim gelmiş; (4) Ehremen Şah, Kahraman, Neriman, Tahmaras (5)
Diyübend, Seyf-i Zü’l-yezen, Süleyman ve İskender-iZü’l-kameyn. <6) Bunlar
asker ile gelmişler. Fakat ateşten dağı(7) geçememişler. Şerif:
-Bu kere geri dönersem bu yola gideyim. (8) Üç yılda da çıkardım. Kabul
ettim, yeter k i (9) kolay olsun, diye düşündü.
Bunu düşünüp gitti. Dört gün sefer eyledi. Bir (l0) büyük sahra geçti.
Sahranın bittiği yerde ulu bir hisar gördü. (I1) Hisara güneş ışığı vururdu. Kızıl
altından burç ve surları vardı. (12) Kapıları çelikten idi. Çevresini çok güzel
düzenlemişler. (13) Her burç arasına on beşer duvar yapmışlar. Sekiz yerden(l4)
kapı koymuşlar, köprüler asmışlar. Bir acayip hisar. <15) Doğu tarafında olan
kapının önüne otuz metrelik bir direk [T168] (l) dikmişler, üzerine mermerden
bir horoz yapmışlar. (2) Horoz kanat açıp durur. Ağzında pek çok anahtar (3)
tutmakta.
Şerif, onu görüp hayran kaldı. O <4> direğe birkaç satır İbri dilince yazı
yazılmıştı, okudu. Demiş ki:
-Ey buraya gelen kişi! Bu anahtarları sen toplayıp <6) bu kapıyı açarsan bu
şehri görürsün.
Şerif, bir (7) ok atıp o anahtarları vurdu. Horoz hemen (8) bir kez dönüp o
anahtarları yere bıraktı. Şerif (9) yerden aldı, doğru kapıya yürüdü, el vurdu. (l0)
Anahtarını bulup o kapıyı açtı, içeri girdi. Büyük bir ( 0 ejderha gelip Şerife
hamle yaptı. Şerif, <l2) bunun Cemad olduğunu ve tılsım ile meydana geldiğini
düşündü. Ayağının altını kazdı(13) bir çark çıktı. Şerif onu bozdu, ejderha yer
üzerine düştü.(14)
Şerif oradan geçti, şehir içine girip gezdi. <15) Her insan grubunu
yerleştirmişler. Sanatçılar, sanatlarını işleyip [T169] (1) dururlardı. Her biri
kendi işinde çalışıyordu. Şerif:
-Ben onları<2) canlı sandım, sonra gördüm ki tılsım imiş, bildim. Sonra üç
gün (3) o şehri seyran ve temaşa eyledim, her şeyini gördüm. (4) Şöyle ki
yabandan bir kimse gelip onu görse, “Bunlar canlıdır ve bu şehirlidir.” (5) derdi.
Çarşılar, evler, han ve hamamlar yapılmış. İçinde (6) insanlar var gibi. Alışveriş,
pazar, almak vermek, gelmek gitmek, (7) sanki gerçek. Yanlızea sözleri yok,
konuşma sesi gelmez. <8) Ondan geri kalan her şey benziyor, diye anlatırdı.
Şerif onları gördü, <9) işleri idare eden üstada hayran kaldı. Gece olunca
evli (1 * evine giderdi. Dükkân ve şehri kapatırlardı. Askerler (ll) nöbet
beklerlerdi. Şerif varıp bir yerde yattı. Sonra (12) kalenin tahtma gelip şehri
seyrederken karşıda büyük bir (l3) köşk göründü. Binanın içi dışı, tamamen (l4>
altından yapılmıştı. O köşkten tarafa yürüdü:
-Bu şehirde (l5) görmedik yer kalmadı. Bari şunu da göreyim, deyip ileriye
[T 1 7 0 ] (1) doğru yürüdü.
Şerif, köşkün kapısına gelip gördü. Kalabalık adamlar suretinde, (2)
tılsımat vardı. Toplanmışlar, divan toplantısı kurmuşlar. Bir padişah (3) oturmuş,
vezirleri ve beyleri ile görüş alışverişinde bulunur. Bu topluluk (4) başlarını
kaldırdı. Hepsi birden Şerifi gördü, hayran kaldılar. (5) İleri gitti, onlardan hiç
kıpırdayan olmadı, Şerife de hiçbir şey söylemediler. Şerif, içeri (6) saraya
girdi, anladı ki bunlar tılsımdır. (7) Güzel cariyeler ve oğlanları seyrederek
yürüdü. (8) Gördü ki bir hücre, bir taht kurulmuş. Şerif oraya varınca (9) akşam
oldu. Şerif:
-Bu gece burada yatayım, dedi. O tahtın (l0) altına girip gizlendi.
Bir süre sonra gördü ki (ll)bir büyük erkek dev, kapıdan içeri girip o taht
üzerine oturdu. (l2)Başladı sövmeye. Şerif:
-Şu melun acaba bana mı söver (l3) ki, diye kendi kendine söylendi,
sabretti.
Şerif, birazdan gördü ki o Cazu Semayil avrat, (l4) bir küpe binmiş, elinde
bir yılanı kamçı yapmış, saray önünde inip(15) durdu. Dev yanına geldi. O dev,
bir direk getirdi:
-Nerede idin, [T 1 7 1 ] (1) nerede eğlendin, diye ona bir yumruk vurdu.
Bu cazu avrat, devin ayağına (2) düştü. Özürler ile elinden kurtuldu. Taht
üzerinde (3) oturdular, yiyip içtiler. Cazu iç elbisesini taht kenarına koydu. <4)
Şerif ayağa kalktı, cazunun saçını kesti ve elbisesini aldı. Başını kesti, o (5) devi
tepeledi. <6) Kalktı, küpün yanma geldi. Gördü ki bu cazu, küpün içini(7) yeşil
yaprak ile doldurmuştu. Şerif, bu elbiseleri küpe koydu. (8) Biraz yaprağı iletip
yabana döktü, attı. Geri gelip küp <9) içine girdi, biraz yaprak ile kendisini
sakladı. Cazu seher vakti (l0) olmadan kalktı, geldi ki gide. Kendisini kızıl kana
bulaşmış (ll)gördü. Diğer devin de başı yok. Feryat etti. Saraym içini(l2)dışını
aradı, bulamadı. Sonunda küpe binip revan olmak(l3) istedi. Yılanı kamçı edinip
bir kez çarptı, küp hareket etmedi.(l4) Şerif:
-Ben içine girdiğim için uçmaz, diye düşünürken cazu sihir (15) okudu.
Bu defa küp havaya ağdı, ay ışığına [T172] (1) karşı giderdi. Şerifin küp
içinde olduğunu cazu<2)bilmedi.
Sabah olmadan bu, Latin diyarına (3) erişti. İndi, saray avlusunda
konakladı. Kendi içeri (4) köşküne gitti. Şerif, kalktı. Dev, o küpün içine K af (5)
yemişlerinden toplamıştı. Şerif, onları ve esbabı (6) alıp dışarı çıkmayı düşündü.
Saray kapıcıları Ş e rifi(7) görünce birbirine söylediler:
-Acaba bu kimdir? Birkaç kere gelip içeri (8) girdi. Acaba bu elindeki
nedir?
Zira Şerif o Semender (9) derisini giymişti; elinde, o arslan derisi içindeki
(10) elbise idi. Şerif, onların yüzüne hışım ile baktı, çıkıp (115gitti. Onlar:
-Bu da cazunun sihridir. Dikkate almayın, (12) bırakın gitsin, dediler.
Şerifi bıraktılar.
Şerif oradan çıkıp <13) doğru o dadının makamına vardı, kapıyı vurdu.
Dadı hem en(14) dışarı geldi. Şerifi görünce korktu:
-Kimsin, dedi.
Zira bir yıl, (l5) altı aydan fazla geçmişti. Onun için bilemedi. Şerif,
kendisini [T173] (l> tanıttı. Dadı mutlu olup kapıyı açtı, içeri davet etti. (2) Şerif,
kendi adını onlara Cahud-ı Frenk olarak söylemişti. İçeri girdi,(3) oturdu yemek
yedi.
Şerif yemeğini yiyip şükretti. Başından <4)geçenleri bir bir anlattı. Dadı:
-İşimiz hayırdır, inşallah. <5) Beyimin oğlu, azat oldu. Bildim, şüphem
kalmadı, dedi. Şerif o gün sabreyledi.(6)
Dördüncü gün hatun, Şerife iyi elbiseler giydirdi. Şerif, pazara çıktı. (7)
Cazu tellal bağırtmıştı. Götürüp, kara giyip matem tutmuştu. Şerif gelip halktan
(8) birine sordu:
-Nedir, dedi. Söylediler:
-Beyimiz bir diyarda otururdu. Bundan önce (9) orada bir kardeşi padişah
imiş, ölmüş. Bu yas onun içindir. Şerif güldü: (l0)
-Ya melun! O dev, kendi matemini tutuyor, halktan nasıl saklar, dedi ve
sordu:<n)
-O diyar neresidir? Söylediler:
-K af Dağı’na yakın imiş, gerisini beyimiz bilir.
Şerif(l2) o pazarda gezerken tekrar o tellal bağırdı. Dediler ki:
-Padişahın yedi <13) sorusuna her kim doğru cevap vere, padişahlık onun
ola. Mülke o hükmede. (14) Benim başımı da tutup kese. Eğer cevap veremezse
onun başını kesip burca asarım,05' dedi. Şerif hemen yerinden kalkıp o tellala:
-Ben cevap vereceğim. [T174] 0)Git, beyine haber ver, dedi.
Tellal, atını sürdü. Cazu melikin yanına gelip bildirdi. Hemen (2) buyurdu:
-Getirin, dedi.
Şerif, o saat Menucher duasını okudu. Menucher (3) cinnî geldi, Şerifin
ayağına kapandı. Hikâyeyi onlara sordu, bildi. Menucher <4) emretti, o on oğlanı
getirdiler. Diğer tarafta cazunun adamları gelip (5) Şerife:
-Sen misin bizim beyimize cevap verecek olan, dediler. Şerif:
-Evet, dedi. O halk gülüşüp:
-D eli(6) misin be herif, yoksa ecelin mi geldi, dediler. Şerif:
-Cevabı(7) beyinize veririm. Size söylemem, dedi.
O kavim, Şerifi alıp (8) saraya getirdi. Şerif(9)divana geldi. Onlar:
-Silahını ver, dediler. Şerif:
-Biz kilise memleketinin Frenklerindeniz. (10) Her nereye varsak
kılıcımızla varırız, dedi.
Bunu cazuya bildirdiler:
-Bırakın, gelsin, dedi. (il)
Şerif içeri girdi, selam vermedi, geçip gazap ile kürsüye oturdu. (12) Orada
oturan bütün beyler, Seyyid’in böyle merdane gelişine hayran <l3) kaldılar. O
cazu başını kaldırıp:
-Ya yiğit! Niçin gazap ile geldin? (l4) Oturan, duran ulu beylere niçin
hürmet etmedin, diye sordu. Şerif:
-Nasıl hürmet edeyim ki. (15) En son ya sen beni yahut ben seni
öldüreceğim, dedi. Cazu güldü:
-Ölümden korkuyorsan [T175](l) niçin benim sorularıma cevap vermek
istedin, dedi. Şerif:
-Sorulara cevap verememekten korkmuyorum. <2) İlla beylerin sözünde
durmayıp hilaf edersin, ondan endişeliyim, dedi. O cazu lain:
-Ey (3) oturan ve duran beyler, reisler ve ağalar! Bilin ve haberdar olun ki
eğer bu kişi bana cevap (4) verecek olursa bırakın beni öldürsün, kanım helal
olsun. Eğer ben galip olursam <5) ben de buna ne azaplar ederim görün, dedi.
Beyleri o meluneden isteksizce (6) söylediler:
-Öyle olsun, dediler. Cazu:
-Şimdi bana cevap ver. İlk sorum budur, (7) “O canlı deniz nerededir ve
gördün mü nasıldır?” Şerif:
-O deniz, K af Dağı’nın (8) kenar eteğindedir. Adam görse üzerine gelir,
helak eder, dedi. Cazu:
-GüzeL, bunu bildin, dedi. Döndü:
-İkinci, “Kaf, ne gibi bir dağdır?” dedi. Şerif:
-Bir dağdır ki yükseği (!0) ışıktır, ateş ohıp yanar. İçi cin, dev ve
canavarlarla doludur. Cevahir, (11) altın, incidir. Taşı ve toprağı misk ve
kafurdur,dedi. Cazu:
-Bunu da bildin. (l2) Üçüncü şudur, “O nedir ki karanılıktır? Orada hangi
kişinin eli ateş gibi yanar?” <13) Şerif:
-O karanlık, zulumattır. Onun ötesinde bir dev karısı vardır, onun eli ateş
(14) gibi yanar, dedi. Cazu:
-İyi bildin. Şimdi dördüncüden haber ver, “Simurg ne nesnedir?” (I5)
Şerif:
-Bir kuştur. Bir ağaç üzerinde yavruları var, dedi. Cazu:
-Bunu da bildin. [T 1 7 6 ](1) Onun erkliği var mıdır? Şerif:
-Vardır, şu şekildedir, dedi. Cazu:
-Güzel. <2) Beşinci sorum budur ki, “Onun düşmanı var mıdır, varsa
kimdir?” Şerif:
-Onun (3) düşmanı, bir ejderhadır. O ejderha, devamlı onun yavrularını
yermiş. Bu yıl o ejderhayı bir pehlivan <4) öldürdü. Mührünü de bohçadan
çözdü, çıkardı ve getirdi. (5) Bana vermiştir, şimdi o bendedir, dedi.
Cazu, mührü aldı. Onu görünce korktu: (6)
-Yiğit! Sana kıyamam. Sorular tamam oldu. Bundan sonrası çok zordur.
Şerif:
-Abes söyleme. (7) Beş soruna cevap verdim, o iki sorunu da sor, cevapını
al, dedi. Cazu:
-Ey kötü adam! Ben merhamet ederim, çünkü uslanmazsın. Şimdi altıncı
soruma cevap v e r,(9) Semender nerededir ve nasıl bir canavardır?” Şerif:
-O ateş denizinin içinde olur, (10) kanatlıdır. Birisini bir kişi öldürdü,
derisini giydi, sonra bana verdi. İşte giyiyorum, dedi. (ll) Çıkardı, Semender
postundan kaftanı, önüne bıraktı.
Cazu onu görünce çok (12) korktu. Bir süre konuşamadı. Şerif:
-Korkma ve şaşma. Daha sorun var, (l3)sor, dedi. Cazu:
-Senden niçin korkayım? Yedinci sorum, o altın hisardır, “Altın hisar
nerededir ve (l4) nasıldır?”, söyle. Şerif:
-O, Saba şehridir. İçindeki adamları tılsımdandır. (15) Onun halkını gören
diri sanır. Benzaif, K a fa girdim. Bu dediğim işleri yaptım. O [T177] (l) şehrin
içine girdim, sarayına vardım. Bir taht gördüm, altından idi. Bir dev (2) tahta
geldi, oturdu. Sonra sen geldin, bir küpe binmişsin. O dev seni dövdü, “Nerede
(3) idin?”, dedi Sen özür diledin. Sonra yattınız. Ben çıktım, onun başını kestim.
İşte (4) başı bu bohçadadır. Ondan sonra senin küpüne girdim. Sen geldin, sabah
(5) bindin, küp hareket etmedi. Elinde bir yılanı kamçı etmiştin, öfkelenip
vurdun. Havaya uçtu. (6) Gün doğmadan sarayın avlusuna geldin. Sen içeri
saraya gittin. Ben çıkıp şehre, evime gittim. İşte kapıcılar şahittir, beni
gördüler. Çıkıp saraydan <8)gittim, dedi.
Cazu, Şeriften bu sözleri işitti. Öfkelenip (9) kapıcılara:
-Bre hainler! Sizi hep kırayım. Bunu bana niçin demediniz, dedi. Şerif
hem en<l0)yerinden kalktı:
-Ya mehın! Senin bundan sonra kime hükmün geçer? Senin (il) emrin
kimseye geçmez. Başını keseceğim, dedi Cazu:
-Benim sihrimden senin haberin yoktur. (l2) Sen bu soruları bildikten
sonra benim başımı kesebileceğini mi sandın? Bu olacak şey değildir, <I3) deyip
sihre başladı. Şerif yerinden kalkıp bir nara attı:
-Gözünü aç, ben Camur’um, (l4)dedi.
Meğer bu Çamur meşhur bir Frenk pehlivanı idi, kaybolmuştu. Şerif,(l5)
Iztıfa-yı Zahide’nin verdiği duayı okudu, üfürdü. Cazunun sihri hemen [T178]
(l) batıl oldu. Şerif sıçrayıp cazunun göğsüne bir hançer vurdu. Cazu hemen (2)
tahttan aşağa yıkılıp düştü, canı cehenneme gitti.
Şerif, tahta geçip padişah (3) oldu. Emretti, cazunun ölüsünü ateşe
verdiler. Buyurdu, Felyon’un oğlunu <4) zindandan çıkarıp getirdiler. Server ona
kaftanlar getirdi:
-Seni bu diyara bey dikeceğim, (5) ne dersin, dedi. Bunun üzerine o oğlan,
Şerife:
-Ben emre itaat ederim, dedi.
Şerif oğlanı alıp götürdü, <6) dine davet etti. Oğlan:
-Ben Müslüman olurum ama bu memleket kâfirdir. Nasıl olacak, dedi. (7)
Şerif:
-Sen iman getir, ben seni burada bey ederim, dedi.
O oğlan iman getirdi, (8) Müslüman oldu. Şerif dışarı çıktı, o diyarın
beylerini topladı, Felyon’un (9) oğlunu bey tayin etti. Padişahlığı ona verdi.
Kendisi oradan ayrılıp gemiye bindi, (l0)doğru Pap iline geldi.
Pap, Şerifi karşıladı, Şerife hürmetler etti. Alıp sarayına getirdi, (ll)
konukladı. Kâfirler; Şerifi, Çamur Frenk sanırlardı. Olan hikâyeyi Pap’a (l2)
anlattı. Pap, oğlunu görmeye gitmek için hazırlık yaptı. Gemiler hazır etti. Şerif
izin istedi, <13) veda edip oradan ayrıldı. Rum’a gitmek üzere yola çıktı.
Bezirgân suretinde, (14) on kul ile birlikte Rika mülkündeki Anbolı’ya erişti.
Oranın padişahı Müslüman (l5) olmuştu. Adını, Yusuf koymuştu. Şerifi
karşıladılar, hürmet ile misafir ettiler. Şerife saygı gösterip [T179] (1)
ağırladılar. Anbolı’nun padişahı:
-Ya Server! Ben bu diyarda evlenmedim. Oğlum, kızım yok. Seninle
birlikte (2)giderim, dedi. Pap’a haber saldı ki:
-Ben Çamur ile Rum’a gidiyorum. Sen memleketini ve şehrini <3) zapt
eyle, dedi. Sonra Şerif ile geçip Bosin diyarına yöneldiler.
Sonunda Rum’a (4) yetiştiler, baktılar ki büyük bir ırmak akar. O ırmağın
bir ucundan ok atılsa öbür tarafına ulaşmazdı. Şimdi onun adına, Aksu (5>derler.
O zamanlar, Umak suyu derlerdi. Rum sınırı o idi. Yusuf, Şerife: (6)
-Rum’a geldik. Bundan sonrası Rum’dur, dedi.
Şerif, hemen atma mahmuz (7) vurdu. Suya girdi, yüzüp geçti. Ardmca
onlar da atlarını suya saldılar, yüzüp <8) geçtiler. Bir yerde oturdular,
konakladılar. Yemek hazırlayıp yediler.
Tam o sırada karşıdan (9) bir atlı çıkageldi. Savaş elbiselerini ve zırhlarını
giyinmişti:
-Bu ırmağı siz nasıl geçtiniz? (10) Niçin gemiye binmediniz, dedi. Yusuf,
Rum dilince:
-Bizim gemiye ihtiyacımız yoktur. Tanrı’mız (ll) geçirdi. Bu oturan
Şeriftir. Biz onun kullarıyız, dedi.
Öyle deyince Şerifin mübarek (l2)aklı karıştı:
-Kuvettli pehlivan oldum. Bütün dünya kâfirleri benden korkarlar, (13)
diye gurura geldi.
Sonra Tanrı, mağrurları sevmez diye korktu. <14) Tövbe etti. Tanrı’dan
korkup durdu.
O atlı, Y usuf tan bunları duyunca (15) gazaba geldi. Y usuf a elindeki kılıç
ile çaldı. Başını önüne bıraktı, şehit etti. Şerif, [T 1 8 0 ] (1) yerinden kalkıp:
-Hey melun! Ne yaptm, deyip atma bindi karşı vardı. (2)
Birbirine sarmaşıp cenk ettiler. Öğleye dek birbirlerini yenemediler. O
atlı çağırdı: (3)
-Ya Saltık! Ben Seyyaf-ı Rumî’yim. Bu Rum diyarında, bana denk kimse
yoktur. Seni iyi (4> buldum. Sen sihirbazsın, ateşte yanmazsın ve suda
boğulmazsm, dedi.
Şerif dostlarına <5) şöyle anlatır:
-O kâfir karşısında âciz kaldım. Çok güçlü bir kâfir idi.
B ir(6) süre cenk ettiler. Sonunda o kâfir, Şerife:
-İn atından, güreşelim, dedi.
Şerif hemen indi, (7) güreş tuttular. Orada biraz çalıştılar. Birbirlerini
yenemediler. Yerde köstek deliği (8) vardı, Şerifin ayağı ona rast geldi. Şerifin
ayağı deliğe geçti. Hemen yıkıldı, arkası üzerine düştü. Kâfir fırsat buldu,
Şerifin göğsü üzerine çıkıp oturdu. (10) Hemen hançeri çıkardı, Şerifin başm
kesmeye niyetlendi. Şerif anlatır ki:
-O hâlde Hakk’a yalvardım, dua ettim. O oğlanlar üzerime seğirdip
gelince (l2) gördüm ki o yatan şehit Rumî, başsız bir şekilde hemen yerinden
kalktı. Benim kılıcım <13) yalın bir şekilde yer üzerine duruyordu. Eline aldı,
geldi. Göğsümün üzerinde duran kâfire (14) kılıç ile öyle bir vurdu ki başı top
gibi yuvarlandı. O düştü, can verdi, üzerimden (l5) yıkıldı. O şehit de göğsünde
bir gürültü edip düştü, benim kılıcımı elinden [T181] (1) bıraktı. Kalktım,
kılıcımı aldım ve bu hâle çok şaşırdım. O oğlanlara buyurdum. (2) O şehiti
defnettiler ve o kâfiri soydular.
Şerif, Hak hazretine çok şükürler (3) ve tevbeler etti. Tanrı’nın hikmetine,
kudretine ve şehidin kalkıp kâfiri dildiğine (4) hayran kaldı. Oradan Bosin’e
gitmek üzere yola çıktı.
Bu tarafta Şerif, vaktiyle (5) Bosin beyinin oğlunun eline harami
Mariko’yı verip onları babasına göndermişti. (6) Onlar gelip babalarına ulaşınca
Şerifin ettiği iyiliği (7) söylemişlerdi. O vilayetin tamamı, Şerife muhabbet
duymuşlardı:
-Gelse de onu bir görseydik, Türk (8) olsa da fark etmez, derlerdi, Server’i
severlerdi.
Melik, yollarda adamlar yerleştirmişti. “Belki Şerif (9) gelir de zamanında
karşılayalım.” diyordu. Bosin Meliki:
-Ya Mariko! Ne dersin, (10) seni azat ettim. Şerifin yüzünün suyu
hürmetine günahını bağışladım, dedi.
Mariko, başını (11) tahtın ayağında koydu. Melikin hizmetinde kaldı. Hem
Mariko’ya beylik (12) de vermişti. İlk olarak askerlerle bir gün ava çıkmışlardı,
av yapıyorlardı. Seyyid uzaktan (l3) onlara baktı, tanıdı. O bey, oğullarını
bırakıp Mariko’ya gitti. (l4) Elindeki doğanı ava salmıştı. Şerif Gazi, ileri geldi.
Hemen o (15) doğan, bıldırcını alınca Server ona karşıdan bir taş vurdu. O doğan,
elindeki [T182] (l) avı bıraktı. Kaçtı, gitti. Mariko onu gördü, öfkelenip
Seyyid’e (2) karşı geldi:
-Kimsin? Benim avımı alıp benim doğanımı niçin vurdun, dedi. <3) Şerif:
-Ey bey! Bilmiş ol ki değil bu canavar, (4)sen de benim avımsın, dedi.
Mariko, Seyyid’i konuşmasından tanıdı. Hemen tutup atından indi,
ayağına kapandı, ( 1ağladı. Server:
-Ağlama, deyip başını kaldırdı, görüştüler.
Bosni meliki ve Herasik melikinin oğulları birlikte ava gelmişlerdi. Onlar
da işitip geldiler, (7) Şerif ile görüştüler. Hürmet ile Şerifi yanlarına alıp
melikin yanına geldiler. Melik (8) karşıladı, Şerifle görüştü. Yemekler döküp
ziyafetler verdi. Seyyid kırk gün orada (9) kaldı.
Onlar, Şerife mal ve nimet verdiler. Elbiseler, kaftanlar, atlar
bağışladılar. I0) Sayısız mal ve rızk ile hediye ve hürmetler ettiler. Sonra Şerif
izin alıp (ll) Kaysun’a yöneldi. Veda edip yola çıktı. Bir gün büyük bir hisara(12)
yetişti. Gördü ki bir topluluk toplanmış, yemek pişiriyorlar. Şerif onlara sordu:
(13)
Şerif; o bin yiğit ile, Hüma Banu ile Kaysun’un bütün malını aldı. (l2)
İçine, ulu bir kâfir bey dikti. Kefe’ye gitmek üzere yola çıktı. O on kulundan (l3)
birine kılavuzluk görevi verdi:
-Yürü, var. Önce Tuna’dan geçmek için kolay bir yol bul, dedi. <l4)0 da
gelip bir kolay yer buldu, orada bekledi.
Bu tarafta Şerif, bir hisarcığa <l5)yetişti. Beyi, karşılamaya geldi. Server’e
hizmet etti, nimet getirdi ve [T194] (l)iman arz kıldı. Şerif, o beye izzetler edip
hoşgördü. O bey:
-Server! <2) Kerem et, bu yerde bir makam edin. Oturalım, kâfirler ile gaza
edelim, dedi. Şerif:
-Ya melik! (3) Beni mazur gör. Çok uzun zamandır Kefe tarafından ve
Müslümanlardan ayrıyım, dedi.
O bin kişiden üç <4) yüzünü, o beyin yanında bıraktı. Beyin adma, Papa
Dimitri derlerdi. Şerif ona, (5) İbrahim” diye ad koydu. Ayrıca oradaki kaleye
ve şehre, “Baba” diye ad koydu. (6) Orada bir kilise var idi, onu mescide
çevirdiler, cuma namazını kıldılar.
Şerif oradan göçüp (7) doğru kılavuzun bulduğu geçide geldi. Ulaştılar,
oradan geçtiler, (8) gittiler. Her uğradıkları kalede, beyleri onları karşıladı, gelip
nimetler getirirlerdi. <9) Şerifin adı ve sanı, o diyar kâfirlerine yayıldı.
Oradan ayrıldılar, Özi <10> önüne geldiler. Özi suyunu geçip şehir önünden
gittiler. Bir miktar yer gittiler, (ll) bir hisara geldiler. Şerif buyurdu, oradan
Kefe’ye adam gönderdiler, bildirdiler. (l2) Emir Osman, gaziler ve müminler
karşılamaya geldiler. Şerife hürmetler ettiler. Atlarından (13) inip elini öptüler,
şenlikler yaptılar. Sonra Şerif i izzetle K efe’ye getirdiler. Şerif içeri, (l4) Nefise
Banu’nun yanma girip onunla görüştü. Hüma Banu da gelip (15) Şerifin hatunu
Nefise Banu ile görüştü. Oturdular, geçen hikâyeleri ortaya [T 1 9 5 ] (l) getirdiler.
Ertesi gün, Şerif mescide geldi. Başından geçenleri bir bir anlattı.
Yazdılar, (2) bu zamana hikâye kaldı.
Nakildir ki Şerif in Kefe’de mescit yaptırmasından sonra Seyyid (3) vefat
etti. O gittikten sonra kâfirler gelip Kefe’yi aldılar ve mescidleri yıkıp yerine
kilise yaptılar. Frenk dilince ona, Ezersatmelere diye ad koydular. (5) Saltık,
hem Hızır hem de İlyas’ın neslidir. Yani Hızır’ın kilisesidir, diye yâd olundu. <6)
Ta şimdi bile anılır, tekrar cami olmuştur, Kefe’de meşhurdur. Orada Server,
ibadet<7)ederdi. Bir gün onlar:
-Ya Şerif! Handan bize haber geldi ki Rus kâfirleri(8) toplanıp üzerimize
yürüdüler. Sultan İzzeddin’in kendisi çok sıkıntıdadır. (9) Onun üzerine
Mazenderan’dan düşman saldırdı. Sebzevar’ı ister. Ayrıca Rafızîler toplanıp
Sultan İzzeddin’i kaçırdılar. İki yıl oluyor ki <U) vilayet fesada bırakılmıştır.
Âlem birbirine vurmuştur, dediler. Şerif:
-Gam yemeyin, Hazret-i Hızır bana haber vermiştir. Bunların sonu
yoktur. Kuvvet bakımından üstünlük, müminlerindir. (l3) Fesatların işi,
kıyamete dek ileri gitmez. Ama Hakk’ın bu işinde bir hikmet vardır. <l4) Fakat
İzzeddin, MüsKimanlara zulm edenlere göz yumdu. Şüphesiz Tanrı, ona ettiğini
(l5) bildirir, dedi. Hemen sefer hazırlıklarına başladılar.
Kırım Han’ı, beyi Ömer’in yanına [T196] (1) geldi. Han; Şerif i karşıladı,
gelip görüştüler. Han; Şerifi getirip kondurdu, ağırladı. Birazdan Rus
kâfirleri geldi, diye haber erişti Han buyurdu: (3)
-Gafil olmayın, dedi.
Rivayettir ki kâfirlerin gelmesine sebep bu oldu ki (4) Kırım şehrinde
Kemal Ata derler, bir er vardı. Güçlü bir kişidir, Seyyid Saltık’tan (5) önce
vilayete erişmişti.
Raviler şöyle rivayet ederler ki Sultan Sarı (6) Saltık, Kefe diyarına geldi.
Kefe’yi fetheden, o idi. Zira K efe’nin Frenk (7) kapısı yerinde bir lasa burç var
idi. Sonra Cinevis gelip kaleyi inşa etti. (8) Seyyid zamanında, o burç dururdu.
Kefe’yi Seyyid alınca hisarın her tarafını (9) gazilerle yaptılar. İçinde bir ulu
cami inşa ettiler. Hâlen yine camidir. Kâfirler (l0) onu kiliseye çevirdiler. Adı,
Ezentımariyye konmuştur. Kefe malıdır.
Seyyid Sarı (ll) Saltık, doğru Kırım şehrine geldi. Üç yüz abdallar derler,
bazıları anlatır; (l2) Şerif, deli olduğu vakit idi. Köle Yusuf için koyun getirmeye
gittiğinde (l3) Sivas’tan kırk abdal kalkıp K efe’ye geldi. O vakit Kırım şehrinde
^4) Tatar Hanı otururdu. Sonra gazaya gitmiştir. Server gelip tekkeye kondu,(l5)
dinlendi Dervişler, şehre toprak testi ile çıktılar, sadaka talep ettiler.
Kimse onlara sadaka [T197] (1) vermedi. Hemen bir kadm, bir bazlamaç
verdi Devriler, Seyyid’in huzuruna geldiler, ağladılar: <2)
-Yıkılası şehirde bize hiçbir şey vermediler, dediler. Seyyid:
-Bir diyarda sadaka ve zek ât(3) verilmese o diyarın harabına delildir, dedi.
Dervişler:
-Server! Şehrin (4) halkının yüreği demirden veya taştan mıdır ki fukarayı
sevmezler, dediler. Server:
-Hak (5) teala bunlara bir Demir adlı, taş yürekli er göndere, aksak ola. Bu
şehrin harabı (6) onun elinde ola. Nitekim Tebriz’in de harabı, çapulcular
elinden ola, dedi
(7) Nakildir ki sonunda, onlar elinden harap oldular. Timurleng (8)
Kırım’ı o harap etti. Timurleng, Çağatay mülkündendir. O diyara Semerkand,
(9) Buhara denir.
Raviler anlatırlar; zekât ve (l0) sadaka vermedikleri meşhur olmuştu.
Güvenilmez ve acımasız hâle gelmişlerdi. Aralarında <H) çekişip dururlardı.
Birlik yoktu. Hakk’a asilik edip kötü konuşurlardı. (12)Hile ve yalan çok idi. (l3)
Kan dökmekten sakınmazlardı. Timur onları işitip, “Zalimlerdir, (l4) onları
doğru yola gitmeleri için ikaz etmek bana farzdır.” diye kırdı. Hep helak edip
Kırım’ı yıktı.
(15) Timurleng, Sivas’ı da yıktı. Orada genç kuzu boğazlarlardı. Kışın
sığırları pastırma [T 1 9 8 ] (l) için keserlerdi. Zulümdür diye, onları da helak etti:
-Bu, size, fiilinize göre <2) Allah hazretinden hışım verildi. Nerede zulüm
olsa, ben oraya varırım. Mazluma (3) sözüm yoktur, dedi ve Rum’u da yıktı.
Onların fesadı şu idi; (4) çarşı, pazar ve tartı görevlileri hâkimlerine rüşvet
verip eksik tartar, fiyattan eksiğine satarlardı. Fakir hakkını yerlerdi. Hıyanet,
fesat ve haksızlık ederlerdi. (6) Timur, onları öyle kırdı ki beşiğindeki
oğlancıklarını bile öldürdü.
Bazıları anlatır, (7> Sivas’ta ve Rum’da bir zulüm daha vardı. Tanrı o
kavmin helakına (8) onu sebep etti. O zulüm bu idi ki kediler ve köpekler
yavrulasa sokağa (9) bırakırlardı. Kedi ve köpekler bağıra bağıra can verirdi.
Timur onu işitip (10) gazap etti, derler. Zira Timur, adillik davasını sürerdi. <n)
“Zerre kadar zulme darılırım.” diye söylerdi. Yiğit kişi idi. Biri padişaha (l2)
mektup gönderse, o padişah mektubuna hürmet edip ayağa kalkmasa (l3)onun
üzerine varıp cenk ederdi.
Nitekim Sultan Yıldırım Han’a (l4) mektup gönderdi. İtibar etmediği
üstüne geldi. Enguri üstünde cenk etti. Yıldırım Han’ın askerinin birazı Deşt-i
Tatarîidi. Beyleriyle birlikte el öpmeye geldiler.
[T199] (1) Yıldırım, Tatarlardan korkup onların beyine zehir verdirdi.
Rahtu adıyla (2) bilinmektedir, Edirne’de yatar, Sarı Şeyh mezarlığında
malumdur. Yıldırım <3) ordusunu terk ettiler. On bin Tatar ile Timur’u karşıladı.
Onlara asi olup (4) Yıldırım’ı ele verdiler. Anadolu askeri kaçtı, gitti. Rum
ilinden kimse (5) yok idi. Kul tayifesi idi. Yıldırım kul içinden çıktı, cenge
yürüdü. (6)Cenk içinde ok dokundu, Yıldırım şehit oldu. Tayifesi:
-Yıldırım kul içinden çıktı, cenge yürüdü, şehit oldu, dedi.
Ordusu yenildi. <8) Ölüsünü alıp Bursa’ya kaçtılar, yürüdüler. Cenkte Deli
Mezid’i tuttular, (9) getirdiler. Kaçmadı, gayet gayretli kişi idi. Timur, onu
Yıldırım sandı. (l0) Kendisini gizledi. Yıldırım’m oğlu Emir Süleyman varıp
tahta geçti. Timur (11) Bursa’ya geldi, Mezid’i duydu. Yıldırım olmadığını
anladı, Deli Mezid’i öldürdü.
Bu tarafta (12) Emir Süleyman, Anadolu’ya varıp Timur’ı yendi, kırdı.
Timur yaralı olarak Acem’e kaçtı. (l3) Timur, Semerkand şehrinde yaradan
helak oldu. Tevarflı-i<l4) Osman’da malumdur.
Biz geldik Seyyid Sarı Saltık D estam 'm ; o, Kırım’da oturdu. Tanrı’nın
hikmeti (15> ile en son öldü. Dervişler, Kırım halkından incinince Server Saltık:
[T 2 0 0 ](1)
-Kalkın dervişler, bu şehrin sokaklarını süpürün, dedi.
Kalktılar, süpürdüler. Tatarlar görürler:
-Bu Türkler deli imiş, bakm sokak süpürüyorlar, (3) dediler.
Çünkü Server oradan ayrıldı, Kefe’ye geldi. Haynup’tan, asiler gemilerle
(4) geldiler, Kefe’yi aldılar. Seyyid, Kırım halkına incindiğinden Toprak Hisarı
kendine şehir (5) eyledi. Her ne kadar Seyyid, Kırım’ın sokaklarını süpürdü ise
de Hak teala şehre bir veba (6) verdi ki Kırım halkının yarısı helak oldu. Nice
kere duaya çıktılar, daha <7) beter oldu. Neden olduğunu bilmediler. Şehirden
çıkıp dağlara kaçtılar, dağıldılar. (8) Şehri ıssız koydular. Meğer bunların içinde
bir ayakkabıcı salih kişi varmış. Kazancının <9) yarısını fukaraya sadaka verirdi.
Ona düşünde bir bölük derviş gelip: (10)
-Ya Kemal! Kalk, bu halka söyle! Dervişlere; kurban, sadaka ve zekât
versinler(l 11 ki bu veba gitsin. Bu veba, fukaranın ahındandır. Dervişlerden dua
yetişti. tl2) Seyyid Sarı Saltık, size işaret verdi. Siz onun sırrını duymadınız ve
bilemediniz. (l3) Gidin, onun ayağına kapanıp tövbe edin, sadaka verin ki (14)
“Es-sadakatü tadrudü’l-belâ ve tüzfdü ’l-0um r”\ Biz gayb erenleriyiz, deyip
kayboldular.
(l5) Kemal kalkıp Han’a vardı, durumu anlattı. Han ve halk ka
Seyyid’in [T201] (1)ayağına düştüler:
-Bize kıyma! Memleketi harap etme, dediler. Seyyid:
-Nefes ok gibidir, atıldı m ı(2) dönmez. Bu şehir harap olmasın, veba def
olsun. Herkes birer kurban,(3) dört akça sadaka, bir bazlamaç versin. Dervişler
sadaka istediklerinde içinizden sadece (4) biriniz, bir bazlamaç verdi. Dört akça
verin ki bu bir dirhem gümüş kazanan, (5) bir başına varlıklıdır. Sadaka
verilmeli ve kurban kesilmeli. Bu sizin canınıza (6) feda ve bedel olur. Canınız
veba okundan kurtulur, göze kalkan olur. Gidin, <7) üç gün oruç tutun. Gece
namazını kılın. Böyle olursa bu yakında bela görmezsiniz. <8) Size fukara babası
Kemal A ta’yı verdim. Benim kurbanımı, sadakamı ona verin, dedi, gönderdi. <9)
Hem de öyle ettiler.
Müslümanlar o gün vebadan kurtuldular. Ondan sonra veba <10)
görmediler. Seyyid zamanında Kemal Ata, Seyyid’in dostu ve müridi idi. Orada
dervişlere (11) baş oldu, gazalar ederdi. Dervişlerle Kemal’in (4) dört su sığırı
Muhsin, Dadger’e haber salıp davet etti. Dadger, onu kabul <l5> etmeyip
Muhsin’in adamını öldürdü:
-Ben varken o kimdir ki peygamberim diyor, dedi. Kabul [T231] (l)
etmeyip:
-Onu helak edeceğim, ona ne işler edeceğim, diye şeytanlıklar ederdi.
Çenmur, davete (2) varan kimseye öyle dedi. İkisi de gelip haber verdiler.
Melik Muhsin akıllı (3) idi. Yaptığına pişman oldu, peygamberlik davasının
arkasına düşmedi:
-Ben, zamanın mehdisiyim, (4)dedi. Şam mülküne haber saldı:
-Bana uyun, dedi. Mısır meliki, (5) İzzeddin’e kız vermişti. Gelip Şam’da
oturdu.
Cebelilburz’da <6) olan boy arasında bir oğlan vardı, adı Asfur olup
Mervan (7) neslinden idi. O kavim, Haricîlerdi, bir araya gelip:
-Âlem birbirine girdi. (8) Rafızîler yürüdü, bunca il aldılar, kimse karşı
gelemez, diye konuştular. (9) Gelip tabi oldular, uydular, çoğaldılar. Bu Asfur’u
bey yaptılar. Bir gün Şam üzerine geldiler. Mısır melikini gafil yakaladılar,
basıp yendiler. Melik kaçıp (ll) Mısır’a gitti. Şam, Ham ve Halep’i fethedip
aldılar. Hutbeden Ali evladının (12) adlarını çıkarıp Muaviye, Mervan ve Yezid
adlarını andılar.
Bu tarafta sultan, (l3) yer bulamayınca onlardan kaçtı. Doğru Kefe
diyarına, Tatar Han üzerine geldi, sığındı. İslam askeri, Kırım’a gelip döküldü.
(15) Mağlubiyetten dolayı rezil olmuşlar, mal ve hâzineyi döküp kaçmışlar.
[T232] 1
Onları Han karşıladı. Sultan İzzeddin, Han ile buluşup konakladılar.
İzzeddin Han:(2)
-Şerif Gazi’den ne haber var, nerededir, diye sordu. Han:
-Gazadan geldi,(3) K efe’de oturur. Kâfirleri haraca kesti, haraçlarını yiyip
oturur, dedi. İzzeddin: <4)
-Bize niçin gelmedi? Han dönüp:
-Size incinmiştir, onun için gelmedi, dedi.(5)
Sultan, hemen geri atma bindi. Şerifin yanma gitmek üzere yola çıktı.
Hisara yaklaştı. Müslümanlar (6) toprak bir hisar yapmışlardı, Şerif orada idi.
Sultan, hemen ona teveccüh etti. (7>Hisara yaklaşınca atmdan indi kapıdan içeri
girdi. Şerif(8) mescide gitmişti namaz kılıyordu.
Sultan, doğru mescide geldi. Yürüdü, içeri(9) girdi. Gelip Şerifin yanında
namaza durdu. Birazdan namazı bitirdiler. Şerif, sultana ilgi göstermedi.
Han’ı ve sultanı bilmezliğe vurdu. Emir Osman ileri gelip Ş e r ife :(ll)
-Ya Şerif! Bunlar size geldi. Sultandır, dedi.
Şerif hemen yerinden kalktı, (12) gönüllü gönülsüz yanlarına geldi.
Oturdular, sözü ortaya getirip olanları <l3)andılar. Sultan:
-Ben bana ettim, bana bu musibetler hep senin bedduandandır, dedi. <l4)
Şerif:
-İş senden değil ama bunu eden münafığı bulalım, dedi. Affan lain <l5)
başını önüne eğdi. Tatar Hanı:
-Ya Server! Sultan, sizden gazaya gelmenizi ve [T233] (l) Müslümanlara
yardım etmenizi diler, dedi.
Şerif kabul etti. Sultan yerinden kalktı, otağına geldi. (2)
Sabah oldu. Acem tarafından toz havaya çıktı, leşker belirdi. Saf saf (3)üç
yüz bin Rafızî askeri çıkageldi. En arkada Dadger lain; siyah bir ata (4) binmiş,
karalar giymiş, başına yeşil sarmış çıkageldi. Bir yüksek yere kondu.
Müslümanlar (5) bunlara bakardı. Şerif, Kefe halkı ile yüksek bir yere çıkıp
gelen orduyu seyretti. Şerif ile kalktılar, (6) bu lainin şevketini gördüler. Dadger,
kendi otağının önüne gelince baktı. Şerifin (7)alayını görünce:
-Bu ne tayifedir, değişik dururlar, dedi. Leşkerden beyler: (8)
-O, Şerif Saltık’m kendisidir, dediler. Dadger:
-Bilin, bana Hızır dedi (9>ki Şerif gelecek, sana itaat edecek. İşte alameti
belirdi, varıp karışmadılar. (l0) Hemen bir mektup yazın, dedi. Yazdılar ki:
-Ya Şerif! Ben Dadger’im, Sana mektubum ulaşınca(ll) bana gelip itaat
et ki seni huzurumda aziz kılayım, dedi.
Mektup (l2> Şerif e geldi. Şerif:
-Dadger meydana gelsin, ona yenileyim. Desinler ki “Yenildi. (l3) Ondan
tabi oldu.” deyip haber gönderdi. Dadger gerçek sanıp (14) emretti:
-Yarm meydana ben gireyim, dedi.
O gece yattılar, sabah olunca kalkıp (15) savaş davulları dövdüler.
Askerler kalktılar, sağ ve sol tarafta saf bağlayıp durdular. Onu gördüler.
[T 234] (l) Dadger kendisi meydana girdi, gösteri yaptı:
-Şah-ı Murad ortaya <2) getirdim. Size Tanrı’nızdan haber verdim, dedi ve
devam etti:
-Ya Şerif! Ne durursun? Gel, bana (3) itaat et. Bu Sünnileri aradan
götürelim, dedi.
Şerif, hemen at sürdü. İzzeddin (4)onu görünce ah etti:
-Diriga! Şerif de uydu. Benim ümidim o idi, dedi. Affan vezir:
-Bana inanmazdın. Şerif haindir derim, inanmazsın, dedi. (6)
İzzeddin hemen gelip yüksek bir yer üzerine çıktı, gerinip bakardı:
-Şerif acaba ne yapıyor,(7) derdi.
Şerif Gazi, meydana girip Dadger’e:
-Ya Dadger! Ne demek <8) istersin? Müslüman olur musun, yoksa
öldüreyim mi, dedi. Dadger:
-Ya Şerif! <9) Bu gibi sözleri bırak, yoksa helak ederim, dedi. Şerif:
-Ey lain! Elinden geleni<l0) eksik etme, dedi.
Dadger öfkelenip hemen sihre başladı. Şerifin üzerine vurdu. Bir yılan
(1I) Şerifin boynuna sarıldı, boğazını sıktı. Boğulmak üzere iken Şerif <l2) aklını
başına toplayıp çabucak Hızır duasını okudu. Yılan kayboldu. Şerif hemen (l3)
nara attı, Dadger’in üzerine yürüdü:
-Aç gözünü, ey rezil gafil! Asla adımı ağzına alma, (l4) dedi ve kendi
kurbanından bir ok alıp “Lahavle” okudu, attı. (l5)
Ok rast geldi, sol elinin avcımdan geçip dışarı çıktı. [T235] (1) Dadger
atından yıkılıp, düştü. Askerleri, Şerifin üzerine üşüştüler. Şerif el saldı, (2)
Sünniler bir uğurdan Rafızîlerin üzerine at teptiler. Onlar da tepindiler. <3>
Sultan ve Han da emretti. Askerler bir uğurdan, “Allah Allah!” deyip (4)
saldırdılar. İki leşker birbirine girdi. Çok şiddetli bir savaş oldu. (5) Tanrı,
Müslümanlara yardım etti. İkindi vaktinde verip Rafızîleri yendiler. Mirza
Hüseyin’i (6) tutup öldürdüler, başını göndere taktılar. Onu görünce ilk kaçan,
Bacu Han <7) Tatar idi. Onlar durmayıp kaçtılar. Dadger gördü ki iş yaramaz
oldu. (8) Birkaç adamı ile çıkıp bir kenara kaçtılar, gidiverdiler. Otağlar, çadırlar
ve (9) hazine yabana saçıldı. Kaçarak bir kenara gittiler. Yakın yerde bir kilise
vardı. (l0) Dadger gördü ki askerleri ardından yetiştiler. O kâfir hemen kiliseye
girdi. (ll)Papazlar:
-Kimsin, diye sordular. O:
-Hanhalkındanım. Yaralı oldum, geldim, dedi.
O papazlar, (l2) ona yer hazırladılar. İçeri girip gizlendiler, oturdular.
Akşam oldu. <13) Şerif, evvel askeri tamam etti. Sonra:
-Hemen bulun, Dadger kaçtı, dedi.
Akşam Şerifin casusu (14) Sad ibni Mahmud, gezerken o kiliseye geldi.
Dadger’i gördü (15) tanıdı. O papazlardan sordu:
-Bu kişi kimdir? Söylediler:
-Yaralı bir kişidir.
Sad [T236] (l) hemen dışarı geldi, gördü ki kardeşi Kemal Maggar gelmiş
kapıda bekliyor. S ad:(2)
-Kardeş! Hemen Şerife eriş, haber götürürelim. Dadger burada yaralı,
yatıyor, dedi.
Kemal Maggar, Şerife <3)gelip haber verdi:
-Ya Server! Dadger melun falan kilisededir, dedi.
Şerif, hemen atma (4) bindi. Kemal’i önüne bıraktı. Kiliseye geldi, gördü.
İndi, hançeri eline alıp (5) içeri girdi. O kâfirlere:
-O kişi nerede, diye sordu. Söylediler:
-İşte yatıyor. <6) Şerif onun yanma gelip bir kez nara attı:
-Ya Dadger zındık! Hile yapıp <7) elimden kurtulacaktın ya melun, deyip
yakasından sıkıca kavrayıp tuttu. (8)
Yüzü üzerine sürüyerek kilisenin ortasına çıkardı. Mermer üzerine (9)
bastı. Aman vermeyip hemen başını kesti. Hemen kilisenin kapısına (l0) çıkıp
askerlerine çağırdı.
Askerler işitip geldiler. Şerifin elinde Dadger’in (ll) başını gördüler,
Şerifin ayağına düştüler. Şerif emretti:
-O papazlar, Dadger’in ayağına <l2) ip takıp getirsinler. Meydanda başı
olmayan gövdeyi asın, üçer ok (l3)vurun, dedi.
Öyle yapıp Dadger’in ayağına ip taktılar, it leşini sürüdükleri (l4) gibi
sürüyüp meydan yerine getirdiler. Ok yağmuruna tuttular, sonra (15) ateşe
vurdular. Bu durum, bütün âleme yayıldı. Şerif:
-Şu Acem’den kimi [T237] (l) bulursanız kırın. Bu melunlar hep
Rafızîlerdir, dedi. Sonra bir kıran daha yaptılar.
(2) Sultan Han ve Melik Uc yardıma gelmişti. Hep birlikte orada
Çenmur üzerine yürüdüler. Tarhan iline çıktılar. O lainler kaçtılar.
Demürkapı’dan <4) içeri, Şirvan iline girdiler, kapıları yaptılar.
Sultan İzzeddin, Şerife <5) izzetler etti:
-Ya Server! Nasıl edelim, dedi.
Oraya, İskender Zülkameyn iki (6) kanatlı demir kapı yaptırmıştı. Üstüne
de bir kale inşa etmişti. Bir yanı deniz idi. Uçurum, (7) kayalık ve derindir. Orayı
beğendiler, orada durdular. Şerif, orayı öyle görünce hemen atından (8) inip
eteklerini beline soktu. İleri yürüyüp o kapıya yöneldi. (9)
Cenmurîler yukarıdan ok yağmuruna tuttular, hem taşlar attılar. Şerif hiç
gam (,0) yemeyip kalkanını büründü, doğru kapıya geldi. Deniz tarafına olan
duvarın (ll)kanadına el vurdu. O büyük demir kapıyı zor edip yerinden kopardı.
Deniz <l2) tarafına olan duvar tarafı yıkıldı, kapının bir yanı kaldı. K apıyı(13)
söküp yüksekten aşağı attı. Birucu yere dokundu, battı. (14) Bir ucu dışarıda
kaldı. Şerif, ırak yerden koşup o büyük burca bir tekme (l5) vurdu. O burç
yıkıldı. Onun üstünde olan adamlar helak oldular. [T238](1) O hisar önüne bir
kule dikmişlerdi. Şerif bir omuz vurdu, o kule (2) yıkıldı. Yerden kaldırdı,
arkasına alıp yükseğe çıkardı. Ona kemendini bağladı, (3) o hisara sıçradı.
Hisarın içindeki taşlan harap etti. Hemen (4) aman istediler, kapıyı açıp hisarı
verdiler. Şerif, onları azat eyledi.
Orada durmadılar, (5) göçüp gittiler. Askerler, Şirvan iline geçti. Çenmur
işitip (6)kaçmak istedi. Askerleri bırakmadı:
-Hani davan, dediler.
Bu tarafta Şerif, Demürkapı’dan geçip konakladı. Tekrar emretti, o
derbent kapılarını yaptılar, evvelki gibi ettiler. Sonra (8) Şerif, asker ile Şemak’a
yöneldi.
Çenmur, Şemaki’de oturmuştu. Sünniler (9) onların üzerine erişti. Bir alay
oldular. O doksan dokuz bin 0 } İslam leşkeri, Rafızılere yüz göstermedi.
Gözlerini açtırmayıp bir taraftan (11)hücüm ettiler. Çok şiddetli bir savaş ettiler.
Tekrar yerli yerine geçip konakladılar. Birbirini yenemediler. (12) O gece
yattılar. Sultan orta yere kondu. Han sağa, melik <13) sola kondu. Şerif kalbe
kondu, oturdular. O gece nöbetçiler çıkıp iki orduyu <l4) bekledi. Sabah olunca
tekrar kalktılar, saf bağladılar. Bu arada İblis çıkageldi, Çenmur’a:
-Müjdeler olsun ki sen bu gün Şerifi öldüreceksin, dedi.
Çenmur sarhoş idi, [T239] (1) hemen atına binip meydana girdi. Hoşluk
ile nara attı:
-Hey <2) sihirbaz Saltık! Beni, Dadger gibi sanma. Gel beri, nasibini al,
dedi.
Bu, Şerifin (3) arayıp bulamadığı bir şeydi. Hemen meydana geldi ama
merdane geldi:
-E y(4)lain! Muradın nedir, dedi. Çenmur:
-Muradım seni öldürmektir, bilmezmiş gibi yapma! Dadger’in (5)
intikamını ve kanım bugün senden alacağım, dedi. Şerif:
-Hünerini göster, eğer mert isen a l.<6)Erenler boş laf etmezler, dedi.
Çenmur, Şerife kılıç ile saldırdı. Şerif, onun hamlesini merdane <7) def
etti. Sıra Şerife gelince öyle bir mızrak vurdu ki mızrağın ucu Çenmur’un (8)
arkasından çıktı. Zorladı, götürüp başı üzerine aldı, askerlerden tarafa (9) döndü.
Çenmur’un atı da Şerifin ardınca koşardı. Götürüp yere vurdu. İnip başını(l0)
kesti. Göndere taktılar. Şerif Gazi çağırdı:
-Ey Müslümanlar, bu melunun <n) askerine göz açtırmayın, dedi.
Müslümanlar, o dinsizleri ve zındıkları ele aldılar, kılıçtan geçirdiler. (l2)
Kimisini esir ettiler. Mallarını ve avratlarını da yağma ettiler. Sultan; Şerife (l3)
mal ve cevahir hediye etti, özürler diledi. Hatta sultan, Şerifi tahta teklif etti.
(I4) Şerif:
-Sizler, devlet tahtında daim olun. Biz önünüzde bir kul gibi cenk (15)
edelim. Alemde nizam olsun. Müslümanlar kuvvet bulsun, dedi.
Kanun ve adalet üzerine yönetimi [T240] (l)hoşgördü. Daha sonra birkaç
gün daha orada kaldı.
Oradan kalktılar, gelip Sur (2) Suyu’nu geçtiler. Azerbaycan’a çıktılar.
Acem mülkünde olan Rafızîleri hane hane (3) teftiş edip kırdılar. Pekçok insan
kaçıp Melik Muhsin’in yanına geldi, durdu. Muhsin <4) üzerine seksen bin kişi
toplandı. Melik Muhsin, kendisinin şiir olarak kaleme aldığı o üç cüzü, ( 1
Mushaf-ı Şerifin Ve’n-nas suresinden aşağıya yazdı. Mushaf hâline getirip(6)
Sultan ibni Gıyas’a elçi gönderdi.
Azerbaycan sultanı, Surhab’da (7) otururdu. Sonra gelip Şam’ı ve Kazan’ı
yıktı idi. Muhsin’in elçisi l8) gelip Mushaf ve hediyeleri getirdi. Sultanın önüne
bir mektup olarak koydu. Şerif, (9) sultanın karşısında oturmuştu. Sultan,
mektubu Şerife verdi. Açıp okudu. (l0) Demiş ki:
-Ya İslamın sultanı! Bilmiş ol ki ben zamanın mehdisiyim. Mushaf (ll)
otuz üç cüzdür. Ali’yi ve evladını o cüzde anmıştır. Ashabın ulusu, <12) Ali’dir.
Biz Ali’yi anarız. Bu M ushaf ı görün. Şimdiye dek bu üç cüzü Sünniler (l3)
saklamışlardı, ben hâzinede buldum. Hak neyse görün. Yok derseniz, (14) bizim
ortamızı kılıç ayırır. Sultan, Şerife ve âlimlere:
-Ne dersiniz şu melunun (l5)hakkında, dedi. Şerif döndü:
-Bu Muhsin’in düzmesidir. Şair kişidir. [T241] (1) Ebu Bekir hilafette
iken sureleri toplamaya kast ettiler, (2) Araplar, kendilerinden şiirler yazıp deve
yükleri ile getirdiler. İmam Ali, (3) onları suya verdi. O yüz on dört sureyi,
kazana suyla koydu. (4) Bir süre kaynadı, bir şey olmadı. Şimdi bir M ushaf ı
kazana <5)koyun, görelim hangisi mahvolur ya da olmaz, dedi.
Hem de öyle ettiler. O zaman (6) M ushaf ı suya koyup kaynattılar. Geri
çıkardılar. Binlerce Müslüman gördü (7) ki o üç cüz şiir mahvolmuş. Diğerlerine
baktılar, (8)bir noktaya bile zarar gelmemiş. Hayran oldular. Şerif o elçiye:
-Git, o Muhsin dedikleri <9) azmış ve gafile söyle, tövbe etsin. Onun
Şerifine bakmam. Asil azmaz, <10) sağ yemez. Eğer o asil olsa muhalefet ve
eşkıyalık yapmaz. Eğer gelirse (ll) ya haram lokmadan ya da zinadandır. Onun
ameli, bozguncuların ameli olur. Şeran ne lazım(12) gelirse onu yaparız. Şeriatte
tehditten hiç farkı yoktur, öyle bilsin, (13)dedi ve elçiyi gönderdi.
Elçi Bağdat’a geldi, haber verdi. Muhsin ona (14) öfkelendi. Zira
Muhsin’in sıkıntısı vardı. Saray yakınında bir hamam vardı. (15) Oraya Arap
kabilelerinden bir yiğit gelmişti, külhancı olmuştu. Anası onu külhancıdan
kazanmıştı. [T242] (1) Muhsin derlerdi. O yiğit ile sevişirdi. Melik bir gün kendi
eli (2) ile tutup o yiğidi öldürmüştü. Avradı, sevdiğinden ötürü öldürmemişti. (3)
Şerif Gazi, olayı bildiği için Muhsin’e haber göndermişti. (4) Muhsin onu
görünce şaşırdı. Şerif Gazi, geri bir mektup <5) daha gönderdi. Muhsin’i Hakk’a
ve doğru mezhebe davet etti:
-Tövbe et, (6)dedi.
Muhsin ona öfkelendi. Şerifin elçisinin burununu ve kulağını (7) kesti.
Bir mektup yazdı, eline verdi:
-Evvel Allah. İkinci Muhammed. Üçüncü Ali’dir, dördüncü (8) Haşan,
beşinci Hüseyin’dir, demiş. On iki imamı yazmış. Ben şahidim hem de
mehdiyim, demiş. (9) Ashab-ı Resul hakkında, haşa, iftiralarda bulunmuş (10) ve
yazmış.
Kimse onları diline alıp söylemeye cesaret edemez. Burada söylemek,
hatadır. Bunun üzerine Sultan, ( 0 ulemayı topladı. Gelip oturdular. Şerif baş
kaldırıp:
-Ey (l2) Müslümanlar ve ey âlimler! Din yolunda kâmiller! Muhsin’in bu
sözüne ne dersiniz, dedi. (13) Hepsi fetva verdiler ki:
-Ashab-ı Resul’e iftira etmektedir, katli vaciptir. (14) Hata meyline tahdit
gerek, dediler.
Şerif hazretleri o fetvayı yazdı, (l5) gönderdi ve de bir fetva verdi. Ulema
kabul etti. Bu fetvaları yazıp [T 243](1) Muhsin’e gönderdiler:
-Hazır ol, üstüne varıyorum, gafil olma, (2) dediler.
Fetva Muhsin’e erişti, gördü. Tekrar gazaba geldi, elçiyi (3) öldürdü.
Şerif, Muhsin’in elçiyi öldürdüğünü duyunca (4) hazırlık yaptı. Tebriz’den
göçüp Bağdat’a yöneldiler. Yavaş yavaş (5) Bağdat’a eriştiler. Şehre yaklaştılar,
konakladılar.
Diğer tarafta, Muhsin (6) gördü ki İslam ordusu erişti. Korkusundan kalktı;
içeri, Şaşaa (7) tarafına çekildi. Orada bir kale vardı. Adına, Babile derlerdi. Ona
arkasını verdi,(8) durdu. Bu tarafta Sünniler ile Şerif, ordu ile birlikte Bağdat’a
vardı. Gördüler k i (9) Muhsin kaçmış.
Şerif, sultanın ordusunu ve hanları geride bıraktı. (l0) Kendisi, on bin
seçme Müslüman ile Muhsin’in üzerine <U) yürüdü. Bağdat yakınlarında büyük
bir hisar ve şehir var idi. Adına, Gavril derlerdi. (l2) Onun beyine, Şerif:
-Sen ileriden git, Muhsin’e söyle ve nasihat et. (13) Yoksa sonra ona hiç
fırsat tanımam. Ordusunu da kendisini de kırarım, dedi.
(14)Gavril beyi ileri gelip Muhsin’in askerlerine çağırdı:
-Ey kavim! Taş (I5) içine girseniz bile asla Şerifin elinden
kurtulamazsınız. Öküz boynuzuna girseniz [T244] (l) sizi bulmaya kararlı. Ant
içti. Eğer bu gün itaat ederseniz kurtuldunuz. (2) Eğer sonra aman isterseniz sizi
bırakmaz, kırar. Kendi başınıza ve canınıza (3) zulm eylemeyin. Sizden evvel
Şerife karşı çıkıp cenk edenlerin hâlini (4) işittiniz. Nasıl helak olduklarını
biliyorsunuz. Onlardan ibret almaz mısınız? Onlara cevap veren size vermez
mi, (5)dedi.
Gavril melikini ok yağmuruna tuttular. Onun yanında, Arabidin melikini
vurup öldürdüler. (6) Şerif bunu öğrenince on bin Sünni ile tekbir getirdi. Seksen
(7)bin Rafızîye at teptiler, saldırdılar. Akşama kadar (8)çok şiddetli savaş oldu.
Şerif, cenk içinde Muhsin’e rastladı. Elindeki kılıcını tepesine <9) tuttu,
Muhsin’e kılıç çaldı. Muhsin demir başlık giymişti. Togulgasını kesti, başını
dört(l0) parmak kesti. Oradan geçti, sancaktara bir kılıç vurdu. Sancağı yere
yıktı. (ll) Sancak askerleri kaçtı. Akşam yakın idi, Muhsin (l2) yaralı olarak
Babile dedikleri hisara girdi. Yarası ağır idi. Hisarın çevresine hendek kazdılar,
kapısını sağlamlaştırdılar, (l3) cenge hazır oldular.
Şerif, orada Muhsin’in ordusunun malını yağmaladı. Geri kalan askerleri
de (I4) esir etti. Sonra gelip hisarı kuşattılar. Savunması iyi yapıldığı için yedi
gün alamadılar. <15>Şerif Gazi çağırdı:
-Ya Muhsin! Gel tövbe ve istiğfar et. Yaptıklarından [T245] (l)ve işinden
vazgeç. Barış yapalım. Şeytan azdırdı, akıllı bir adamsın. Niçin Hakk’ı (2)
koyup batıla tabi oluyorsun, derdi. O ise hisardan, haşa, ashaba ve Şerife (3)
söverdi. Şerif:
-Bu hisarı alıp harap edeceğim. On yaşından (4) üzerini bırakmayıp hep
kılıçtan geçireceğim, diye ant içti.
Sekizinci günün gecesi Şerif, (5) hisarın çevresini dolanırdı. Bir yerine
geldi. Orada durdu, bekledi. Gördü (6) ki ses yok. Hemen kemendini çıkarıp
kalenin bedenine attı, burca çıktı. (7) Gördü ki burçtaki nöbetçi uyumuş,
dünyadan habersiz. Hemen (8) nöbetçinin boğazını tuttu, öldürdü. Burçtan aşağa
attı. Oradan (9) büyük bir yere geldi ki Muhsin orada yatardı. Kulları onu
beklerdi. Hemen hançerini eline (10) alıp otuz kulu tepeledi. Sonra burç kapısını
açıp içeri girdi. Muhsin uyandı: (ll)
-Kimsin, dedi. Server:
-Şerif Gazi’yim, dedi.
Muhsin yerinden kalkıp (l2) kaçtı. Şerif ardınca burç üzerine yetişti. Bir
yumruk vurup yıktı:
-Hemen Hakk’a iman getir,(13) ikrar et, dedi.
Muhsin, Şerif hazretlerine sövmeye başladı. Şerif:
-Haşa ki, sen helalzade olasın, dedi.
Muhsin’nin (l5) bir kayış kuşağı vardı. Şerif onu çözdü, boğazına taktı.
Kale bedeninden aşağı asıp bıraktı. [T246] <lf İndi, kırk askeri alıp yukarı
çıkardı:
-Siz inin, falan kapıya <2) varıp açın. Ben burçtan nara atayım, dedi. Hem
öyle de yaptı.
Sabah olunca (3) nara attı. Müslümanlar o kapıyı alıp kilidini kırdılar.
Dışarıdan (4) askerler erişip girdiler, kale içinde şiddetli cenk ettiler. Sonunda
kaleyi aldılar, o <5) melunları kırdılar. Muhsin, asılı olarak burçta dururdu.
Öylece bırakıp gittiler. O kaleyi(6) harap ettiler. Adadan Araplar gelip Muhsin’i
indirdi, ateşte (7) yaktılar. Zira onlardan çok kan dökmüş, haksız yere çok insan
(8) öldürmüştü.
Bu tarafta Şerif, varıp Şaşaa kavmini kırıp dağıttı. (9) Oraları zapt ettiler.
Tekrar Bağdat’a geldiler. Sultan, Şerife:
-Ya Server (10) bu işleri lütfettim. Allah’ın yanında kaybolmasın. Ya
Server! Fakat Şam ili (11) Haricîlerle dolmuştur. Oraya yardım etmeye himmet
buyurun. Dinimiz açısından murat olunan (12) gerekli yer oradır, dedi. Şerif
emretti:
-Bin kişi hazırlığını yapsın, elbiselerini değiştirip (l3) Şam’a gitsin.
Silahlarını eteklerinin altına saklayıp (14) cuma namazına gelsin. Asfur laini,
suçüstü yakalayacağımı umuyorum, dedi.
Hem öyle de (l5) yaptılar. Şam’a birer birer varıp köşelerde saklandılar.
Silahlarını [T 247](1) saklayıp cumayı orada kılarlardı.
Şerif Gazi, Şam’a (2) geldi. Bir yerde oturdu. Cuma günü oldu, sala
verdiler. Halk toplanıp (3) Ümmiye Camisi’ne geldiler, oturdular. Şerif,
yâranlarma haber etti. Geldiler, <4) mescit içine girdiler. Mihrabın solunda,
Asflır’a seccade bıraktılar. Birazdan (5) Asfur geldi. Sarışın, çirkin şekilli bir
herif idi. Gelip oturdu. (6) Minber ve mihrap önüne mahfile, bir miktar yer
bırakmışlardı. Diğer halk dışarıda(7) otururdu.
Şerif minber üzerine karşı, önünde oturmuştu. Birazdan (8) sala verildi.
Kalkıp sünneti kıldılar. Hatip kalktı, selam ve salat ile (9) hutbeye çıktı. Ezanı
okudular, müezzinler oturdular. Hatip kalkıp (10) ilk olarak ve Allah’ın adı ile
başladı, Hazret-i Peygamberi övdü. Ondan M!) sonra Ebu Bekir, Ömer, Osman’ı
andı. Daha sonra Muaviye, Mervan ve Yezid’i (12) andı. Sonra da Ali’nin
evladına lanet okudu. Bunun üzerine Şerif yerinden kalkıp: (I3)
-Ya lain! Hutbeyi yanlış okudun, evlattan dilini çek. Sana (l4) bu şekilde
hutbe okumam kim söyledi, dedi. Hatip:
-Sultanımız, Melik <15) Asfur emretti, dedi. Asfur kendi oturduğu yerden
Şerife sövdü: [T 248](1)
-Bre! Vurun şu herifi, dedi.
Şerif yerinden hızlıca sıçradı. (2) Asfur yerinden kalkınca iki bağrı arasına
hançeri öyle bir vurdu ki (3) ucu sırtından çıktı. Kan revan oldu. <4) Lain, can
acısıyla bir kez bağırdı. Düştü, canı cehenneme gitti.
Asfur’un (5) kulları, Şerifin üzerine yürüdüler. Bir kere nara atıp:
-Benim Şerif Gazi! (6) Küffarın katili, deyince, o bin gazi kılıçlarını
çıkardılar. <7) O lainleri kırdılar. Şehir halkı bunu işitti, bir araya toplandı:
-Bu lanetlenmişler, (8) önceleri de bizden çok adam kırdılar. Fırsattır,
deyip dört bin şehirli saldırdılar. (9) Bir reis tayin ettiler, önlerine alıp yürüdüler.
(l0) Haricîlerle şehir içinde öyle şiddetli bir cenk ettiler ki kan şehrin
sokaklarında (ll) sebil gibi aktı. Şerif buyurdu, Asfur’un ayağına ip taktılar. İt
ölüsü (12) gibi şehrin içine sürüdüler. Şerif, zaman zaman nara atıp bu kavmi
kırardı. <13) Üç gün cenk ettiler. Asfiır’a itaat eden halkı kırdılar. Şehir halkı da
Şerife yardım <l4)etti.
Üçüncü gün altı bin kişi, Ham ve Halep’ten çıkıp cenk(l5) için Bağdat’a
gelecekti. Onlar işittiler ki [T249] Şerif,(l) Şam’da Asfur’u öldürdü. Onlar da
içlerinde bulunan Haricî beylerini öldürdüler. (2) Koşup Şam’a gittiler. Geldiler,
bir taraftan onlar da Haricîleri öldürdüler. (3) O gün Haricîlere kan kusturdular,
hep helak ettiler. Yaklaşık (4) otuz bin adam kırdılar. Sünnilerden de çok sayıda
insan şehit oldu. Şam<5>halkı, Şerife gelip dualar ettiler:
-Bize izin ver, Asfur’u <6) ateşte yakalım, dediler.
Şerif kabul etti, o laini attılar. Lanet taşını attılar. (7) Şimdi de atarlar,
Asfur lain diye. Zira on bir bin Sünni Müslüman öldürmüştü. (8) O bölgeye
yirmi ay hükmetmişti. Asfur’un öldürülmesine Müslümanlar (9) çok mutlu
oldular.
Şerifin bu gazası da âleme yayıldı. Şerif, Şam’da oturdu. <l0) Üç mülkü
zapt etmişlerdi. Sultan İzzeddin, beylerini gönderdi. Tekrar eski huzuruna
kavuştu. (ll) Arap Memleket-i kabz oldu. Şerif, hazırlık yaptı. <l2) Hacca gitmek
üzere Şam’dan ayrıldı.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
(l2) Kâmil bir kişi, tarihten haberdar idi. Alıp getirdiler. Gelip Server ve
sultan (l3)huzurunda bu haberleri verdi:
Raviler rivayet eder ki ilk önce Mısır’ın Kalesi (l4) inşa edildi. Şimdiki
yerde İdris Peygamber’den önce Âdcm-i S afı<l5) yaşıyordu. O, kalenin taşlarını
yığmıştı. Çevre bomboştu, orta yerine [T256] (l) bir ağaç dikti. O ağacı, Cebrail
cennetten getirdi. Adı, Bilsan ağacıdır. Bazen kurur, <2) geri dibinden sürgün
çıkar, büyür. Derler ki o ağaç, tamamen yok olmayınca kıyamet kopmayacak.
Adem’den sonra İdris Peygamber (3) geldi. Ehremen Şah, o zaman
padişah idi. Geldi, İdris’i <4) ziyaret etti. Oradan kalktılar, bu şehre gelip yerli
kavmi(5) ziyaret ettiler. Ehremen Şah, İdris Peygamber’in icazetiyle bu kaleyi<6)
inşa etti. Bu şehri ve Mısır’ı; Âdem oğlu Yehsul’dan önce bir dev yapmıştı,
mamur (7) idi. Buranın havası iyi olduğu için Yehsun şehrinden geldiler, (8)
buraya yerleştiler. Ondan sonra Mısır yedi yerde kuruldu. Yehsun,
Ümmülkıyas, (9) Dürmun, Cabire ve Sevad kuruldu. En sonunda onlar harap
oldu. Eski Mısır’a <lü) geldiler. Yusuf zamanında bu şehrin adı, Cabire idi. Mısır
ise bayındır bir ülke idi.
Yusuf <n) gidince Firavun zamanı geldi. Musa, peygamber olup (l2) geldi,
İsrailoğullarını alıp bir gece bu şehirden göçtü. Nil’i öte geçti, (13}gitti.
Bu taraftan Firavun duydu, leşker ile ardına düşüp geldi. Suya (l4)
girdiler, boğuldular. Kıbtiler helak oldu, İsrailoğulları galip geldi. Mısır’ın <I5)
yerinde, kalenin önünden Nil’e varıncaya kadar evler yapıldı. Vardılar, şehir
durumuna getirip [T257] (l) Mısır’ı yaptılar, bayındır duruma getirdiler. Şehre
büyük bir sur çektiler, yirmi dört yerden kapılar koydular. (2) Bazıları kırk dört
yerden idi, derler.
Ondan sonra (3) Cabire şehri dururken Baht-ı Nasr zamanında, Kahkaha
ortaya çıktı. (4) Şehri, Mar-ı Kahkaha tuttu. Yılanlar, şehir içine yayıldı. Şehir,
yılandan harap oldu. (5) Bir süre şehir yılanların istilasında kaldı. Halkı kaçtı,
beri Mısır’a gelip (6) yerleşti.
Musa; peygamber olunca gittiler, yılandan şikâyet ettiler.(7) Mübarek elini
suyuna verdi. Getirdiler, Nil’e döktüler. Yılanlar gelip (8) Nil’den su içtiler,
hemen dağılıp gittiler. Orada bulunan yılanlar (9) sokmaz oldular.
Hazret-i Resul zamanına dek bu Mısır’ın karanlık şehri oldu. <l0) Hazret-i
Resul vefat edince Ebu Bekir (ll) hilafete oturdu, ashabı gönderdi. Gelip Şam
şehrini<l2) fethettiler. Hazret-i Ömer zamanında Hamsi, Hami ve Haiti ta Fırat’a
varıncaya kadar <13) fethettiler. Diyarbekir, Hamid, Arabil ve Bağdat’ı
fethettiler. Oradan geldiler, <14) ashap Mısır’a çıktı. Mısır’ı fethettiler. Leşker
başı, Amr bin As idi. <l5)Pehlivan kişiydi, Mısır’a hükmeyledi.
Osman zamanı geldiğinde, fetihler çok [T258] (1) oldu. Acem, Horasan,
Türkistan, Hint ve Habeş fetholdu. İmam Ali zamanında yine fetihler oldu, her
taraf İslama gelmeye başladı.
İmam Ali <3) zamanında, Muaviye asi olup hilafete kasteyledi. Ashap ile
Ali, Medine (4) üzerinde cenk ettiler. Muaviye asi olunca yenildi, kaçtı, Şam’a
geldi. <5) Mısır’dan Amr’ı davet edip:
-Eğer gidip beni halife ile barıştırabilirsen seni vezir edineyim, dedi.
<6) Amr bin As kalktı, İmam Ali’nin huzuruna geldi. Muaviye’nin (7)
dileğini söyledi. İmam, onun suçunu bağışladı. Amr’ı, geri Mısır’a gönderdi.
<8) İmam hazretini, Muaviye hile ile mescit içinde şehit etti. <9>Osman’ın
şehit olmasına Mervan sebep olmuştu. Bazıları Mervan bizzat şehit eyledi,
derler. (l0) Bazılarına göre ise Ebu Bekir’in oğlunun kulu Habeşi Ebu Derkan
şehit eylemişti. <n)Mervan onu görünce Ali’ye iftira edip:
-Ebu Bekir oğluyla bir olup (l2> Osman’ı öldürdü, der. Muaviye fitne edip
isyan eyledi.
<l3) Muaviye; cenkle çare bulamadı, hile ile İmam’ı şehit etti. <l4) Kendi de
cüzzam oldu. Kalktı, şehir şehir gezdi. Oğlu Yezid’i yerine <l5)vasiyet etti:
-Amr ibni As, [T259] (l) Amr-ı Nahs ve Abdülmelik ibni Ziyad ile
huzurundan bırakma, dedi.
Muaviye, cüzzam hastalığından geberdi. <2) İmam Hüseyin, Yezid-i Sani
zamanında zehirlendi. Haşan, avrat ile konuşmuştu. (3) Muaviye onu öğrendi,
korktu. O zehirleyen avradı, bir adaya bıraktı. Orada (4) aç ve susuz kalıp helak
oldu.
Hüseyin zamanı idi. Yezid, Amr bin A s’ı yanına çağırdı. (5) Kendisine
bağlanmasını istedi, kılıç çekti. Amr âciz kaldı, zorunlu olarak ona biat eyledi.
(6) Amr Nahs’ı getirdi, biat aldı. Abdülmelik’i de getirip biat ettirdi. (7) Bütün
Haricî leşkerini kendi ele geçirdi. Mal döktü, Hüseyin hazretlerini aldatıp (8)
götürdüler. Kerbela’da önünü kestiler:
-Ya Hüseyin! Gel, Yezid’e biat et. Ya da (9) söz ver, senden sonra halife
olsun, dediler.
Yezid, hainlik ederdi ve fitne <l0) çıkarırdı. Hüseyin:
-O haindir. Buna söz veremem. Çünkü şeran haine hilafet (ll) caiz
değildir, dedi. Haricîler saldırdılar:
-Elbet seni tutarız, dediler. Hüseyin: <l2)
-Ey kavim! Bırakınız. Ben Şam’a varayım, Yezid ile konuşayım, dedi.
Haricîler:
-Ya Hüseyin! (l3) Şam’a varırsın. Orada ashap çoktur. Seni görürler,
Yezid’i saymazlar. Sen(l4'burada biat eyle, dediler.
Hüseyin razı olmadı, <l5)cenk ettiler. Böri halkı idi, ortaya aldılar. Cenk
ettiler ki Hüseyin’i tutalar, [T260] (l) zorla Yezid’e getireler. Bilinmeyen bir
yerde hapsedip Yezid’e haber vereler. (2) O da gelip Hüseyin’e yalvara, biat
isteyip ala. Yezid, Abdülmelik’i çağırdı:
-Eğer <3) Hüseyin razı olmaz ise tutun, Kufe’de hapsedin. Ben gizlice
gidip yalvarayım. (4)0 , güzel huylu bir kişidir. Bana yok demez, demişti.
Tutmaya kastettiler. <5) Elvermeyince cenk ettiler. Evlattan, ashaptan ve
ashap(6) oğlanlarından yetmiş iki kişiyi orada şehit ettiler.
Cenk içinde İmam Hüseyin’i ok ile vurdular. <7) Hüseyin’i şehit ettiler. Bu
lain geldi, yattığı yerde mübarek başını (8) kesip Amr’a getirdi. Amr bunu
görünce:
-Eyvah! Bizim (9) hâlimiz bundan sonra dünyada ve ahirette tamam oldu.
Vay! Bizim başımıza ne (l0)hâl geldi, dedi.
Osman’ın katlinde Haccac lain:
-Ali bana yüz değnek vurdu. <M) Osman’ı, Ali öldürdü, deyiniz. Mervan’a
uyup gözünüzle görmeden <l2)zanla yalan şahadet edersiniz, dedi.
Haricîler, Şam’a ,l3) gelince bu zulmü gördüler. Ashap dağılıp gitti.
Ashaptan <l4) az kimse var idi. Yezid, Hüseyin’in şehadetini işitince gazaba
gelip: (15)
-Amr Nahs’ı, Abdülmelik’i ve Haccac’ı öldürün, dedi. Mervan, Yezid’e:
-Sen ne yapıyorsun? [T261] (l) Eğer sen Ali’nin evladına rağbet edersen
Hüseyin’in neslinden birini bey ederler, seni tahttan indirirler, dedi.
Yezid korktu. Onlara daha başka bir şey söylemedi. Mervan:<3)
-Hutbeden Ali’nin evladının adını giderdin, dedi.
<4) “Osman’ı Ali öldürdü.” diye iftira ettiği için İmam Ali ile düşman <5)
idi. Sonra gelip Kur’an’ı yanlış yazdı. “El-İmran” suresindeki “El-İmran’ı
kendi (6) adına “El-Mervan” yazdı. Cebrail, Hazret-i Resul’e bildirdi. (7) Hazret-i
Resul emretti; Ali, Mervan’ı döve döve mescitten dışarı çıkardı, (8) şehirden
kovdular.
Ebu Bekir, Ömer de sonra reddettiler. Sonra Osman, hilafetinin son (9)
yılında Hacc’a gelmişti. Hac’da elini öptü, tövbe edip:
-Senin akrabanım. <10> Beni esirge. Hadis vardır ki, “Bir kimse devlete
yetişe,kendi kavmini gözede.” deyip (l ’yalvardı.
Osman, suçunu affedip ona kâtiplik verdi. Sonra Ebu Bekir’in (l2) oğluna
Mısır’ı verdiler. Osman, meşhur yazardı. Mervan soysuzunun, Ebu Bekir ve (l3)
Ebu Bekir oğluyla düşmanlığı vardı. Bu kâğıt ki meşhurdur. “uk.bilü ev
ufctulü.”* yazdı. (l4) Ashap bunu duydu. Mervan’ı öldürmek istediler. Kaçtı.
Osman, oyuna düştü. Osman onu esirgeyip:
-Nedir ki, dedi. Mervan:
-Bana iftira atıp öldürmek isterler, dedi. [T 2 6 2 ](1) Osman:
-Ey kavim! Şeriata göre suç kimindir, görelim, dedi.
O arada Osman’ı da (2) şehit ettiler. Kimin şehit ettiğini bilemediler.
Yanında Ebu Bekir oğlunun kulunu elinde hançer, başsız (3) yatar buldular.
Derler ki o kul, Osman’ı öldürdü. O kulu da Mervan ( 1öldürdü. Bu kul, evin
ardından girmişti. Mervan’ı zanneyledi. Ali yaptırdı, (5) diye iftira attılar.
Bazıları da ikisini de Mervan öldürdü, derler.
<6) Mervan lain, Yezid’e öfkelendi. Amr ibni As bunu görünce, Amr-ı(7)
Nahs’a:
-Hey zalimler! İyi yapmadınız. Kıyamette Resul’e ne cevap vereceksiniz,
dedi. (8) Sonra oturup ağlaştılar. AmrNahs:
-Cevabını, Yezid verecek. Zulüm onundur. O hâkim, biz mahkûm <9>
olduk, dedi. Amr bin As:
-Halife, Hüseyin (l0> idi. Ona karşı kılıç çektiniz. Sizin katliniz helaldir,
dedi. Oradan evine gelip (ll) matem tuttu.
Bu tarafta Abbas, Kâbe’de hilafete geçti. <l2) Medine şehrine geldi. Asker
toplayıp Yezid’den Hüseyin’in, evladının, (1 ] ashabın intikamını almak istedi.
Medine şehrine gelince, Amr ibni Abbas’a adam gönderdi: <14)
-Sen halifesin, yürü, ben sana tabiyim, dedi. Abbas:
-Bana (15>tabi isen gel, Mısır’a çık. Ben Mısır’a gidiyorum. Orada seninle
buluşalım. Hem [T263] (l) Mağrip vilayetine girip ibn-i Mada’ya haber
gönderdim, geliyor, dedi.
Amr bin As onu işitti, (2) elli kuluyla Şam’dan çıkıp Mısır’a kaçtı. Yezid
onu işitip kendisi Amr’ın (3) ardına düştü. Habru’l-Kazra’da onlara yetiştiler.
Onlar, döndüler cenk ettiler. Amr (4) yaşlanmıştı. Kullarını öldürdü, kendisini
bir hücreye kapattı. (5) Amr yedi ay hapsoldu. Amr’ın <6) kaçmasının bir sebebi
de Yezid’in hutbeden Ali’nin adını gidermesi idi. Lanet etti: <7)
-Ya Amr! Fetva ver. Yoksa seni öldürürüm, dedi. Amru: (8)
-Olsun, vereyim, dedi.
Yezid, Amr ağzından lanet fetva verdi. (9) Amr bin As, iyi bir âlim idi.
Yezid alçağının böyle ettiğini gördü (l0)ve bir kâğıt yazdı, Yezid’e gönderdi:
-O üç lanetin (ll)birisi sensin, birisi Mervan ve birisi de Şemr’dir, dedi.
Bu söz noktasız yazıldığında iki şekilde okunur: 1. Uktulu: Öldürün, 2. Ukbulu: Kabul
edin.
Yezid onu öldürmek istedi. (12) Çıktı, kaçtı idi. Hapiste iken Yezid
öldürmek istedi. Mervan(l3) bırakmadı:
-Mısır malikidir. Mısır kavmi bize düşman olurlar, (,4> dedi.
O zamanlarda Abbas, Medine’de vefat etti. <l5) Medine halkı dağıldı.
Hilafete kimse oturmadı.
Nakildir [T264] (1) Hazret-i Resul, “Benden sonra Hak üzere halifelerim
otuz yıl <2) hükmedeler. Ondan sonra adil melikler hükmedeler, zalimlerin
hakkından geleler. (3)Şer ile olanlara, rahmet ola.” dedi.
Geldik bu tarafta. Hüseyin’in başını Mısır’a (4) gönderdi. Baş, Mısır’a
geldi. Mısır’da Amr ibni A s’ın bir kızı vardı, (5) ona gönderdi. Gördü, yakasın
yırttı, feryat edip başını açıp <6) defnetti. Emretti, üzerine cami yaptılar . Orada
olan Amr’ın beyleri (7) toplanıp o kızın yanına geldiler. O kızın adı, Kahire idi.
Söylediler:
-İyi etmedin, yerinden (8) karşı geldin. Belki de beyimiz Amr’ı
öldürmüştür. Hem sen bir kızsın, senin <9) bizim üstümüze hükmetmen şeriata
uygun değildir.
Kahire, onları kovdu. <IO)Gece olunca kalktı, halvete vardı:
-Hüseyin, din yoluna baş (ll) ve can verdi. Fesata biat etmedi. Ben de
memelerimi (l2> kesiyorum. Eğer ölürsem bari Yezid’in bu zulmünü görmem,
dedi.
O ahiret hatunu, (l3) Muhammed Mustafa sevgisi için kendisinin
memelerini kesti. Düştü, kendinden habersiz (l4) aklı gitti. Kan revan oldu.
Kahire bu hâlde yatarken (l5) Hazret-i Resul, rüya gibi:
-Kızım! Sen bizim dinimizin yoluna [T265] (1) bu kadar çalışıp canına
kıydın, korkma, deyip mübarek eli ile bir kez sığadı. <2) Yaraları, Allah’ın
kudreti ile iyileşti ve Kahire kalkıp salavat (3) getirdi. Tekrar Hazret-i Resul,
ona:
-Kızım! Nil’deki timsah, Salihiyye’de <4) çıkıp sana yardım edecek.
Üstüne bir bölük asker gelir. Korkma, münafık (5) askeridir, helak et. Sana dağ
ve taş yardıma gelecek, korkma, dedi.
Kahire, <6) dışarı çıkıp erkek elbiseleri giydi. Adam gönderip babasının <7)
beylerini, “Hasta oldum, ölüyorum!” diye çağırdı. Meğer o beyler, <8) Kahire’yi
tutup Yezid’e gönderme konusunda anlaşmışlardı. Hasta olduğunu işitince
kalktılar, kaleye (9) geldiler, içeri girdiler. Kahire, içeride güvendiği kullarını
saklamıştı. Onlar (l0) silah ile çıkıp beyleri tepeledi. Kahire dışarı geldi:
-Ey Mısır kavmi! (n) Bilin! Atam Amr’ı, Yezid öldürdü. Ben erkeğim.
Yezid, korkusundan (l2) ben miskini kız gibi besledi. Zira Yezid, Lut kavminden
idi. (13) Ey kavim! Eğer bana inanmıyorsanız bakın. (14) Kadının memesi vardır,
benim yoktur, dedi ve göğsünü açıp gösterdi:
-Bana (15) tabi olun. Hüseyin’in ve ashabın intikamını alacağım. Eğer yok
derseniz [T 266](1) sizi hep kırarım, dedi.
Halk ona uydu. Sikke ve hutbeyi, Kahire adına okudular. (2) Yezid’e kin
beslediler.
Yezid, onu işitti, yedi bölük <3) askeri Kahire üzerine gönderdi. Kahire
sabreyledi. Kış idi, yol da yağmurlu (4) iken asker geldi, Salflıiyye’ye çıktılar.
Kahire, on iki bin Sünni Mısır <5) kavmiyle karşı vardı. Bir kez kamçısını Nil
suyuna vurdu:
-Hüseyin bin Ali’nin (6) aşkına! Gelin, çıkın, dedi.
Hak yardımıyla Nil’den o timsahlar çıktılar ki (7) hesaba gelmez. Yezid
askerlerini ele aldılar, kırdılar, parça parça edip kanlar (8) döktüler. Kahire’nin
askerleri bu durumu gördü, hayran kaldı. Haricîler yenilip (9> gitti. Sonra
Kahire’nin askerleri yürüdü, bir bölük asker onlara erişti. (l0)O timsahlar suya
girdi. Dağdaki(ll) vahşi canavarlar bile inip cenk ettiler. Yezid’in yedi bölük (l2)
askerini Hakk’ın yardımıyla yendiler. Sonra batı tarafından askerler geldi.
Kahire ile (l3) bir oldular.
Diğer tarafta Yezid, Amr bin A s’ı hapisten çıkardı:
-Gel, bana a si(l4) ve düşman olmayacağına ant iç, dedi. Amr:
-Sen de bana lanet (l5> teklif eyleme. Bizim dinimizde kimseye lanet
yoktur, dedi.
Yezid, kabul etti. Anlaşma yaptılar. [T 2 6 7 ] (l) Yemin verdi:
-Beni bırakıp kimsenin tarafına geçmeyeceksin. Kızın Kahire bile olsa,
dedi.
<2) Nere olursa olsun Yezid ile birlikte giderdi. Üç yüz kişi
görevlendirmişti, Amr’ı beklerlerdi. (3) Kerb Gazi geldi. Ona karşı duramadılar,
kaçtılar.
Sonunda o (4) lain, Kerb’e hile ile zehir verdi. Kahire kaçtı, Mısır’ageld
Mısır şehrinin suru (5) harap idi. Yaptı, mamur kılıp demir kapılar koydu.So
bir gün ata bindi, (6) gezerken at bir nesneden ürktü, yere düşüp şehit oldu.
Sonra Yezid, Mısır’ı <7) aldı. Amr bin A s’m küçük oğulları vardı, Mısır’dan (8)
Şam’a götürdü.
Bu arada Müseyyeb bin Muhtar ayaklandı, Hams önüne geldi. (9) Kimse
ona karşı duramadı. Yezid haber saldı. Amr’ı getirdi:
-Var Müseyyeb’e <l0) nasihat et yahut onu tut, bana getir, dedi.Amr,
Nahsenve Şebr’i birlikte gönderdi. Amr ibni (ll)As:
-Ben yaşlandım, cenk için kuvvetim yoktur. Beni halife yapın, dedi.
Yezid: (12)
Geniş bilgi için bk. Necati Demir, Müseyyeb Gazi Destanı, Hece yay., Ankara 2007.
-Olmaz. Bizden din bahsine adam istemiş. Sen kadirsin, git, dedi.
Amr, çaresiz <l3) gitti. İki ordu karşı karşıya geldi. Amr ibni As (14)
meydana girdi:
-Gel ya Müseyyeb, seninle konuşalım, dedi.
Müseyyeb bin Muhtar, konuşmak için (l5)geldi:
-Ya Amr! Ne diyorsun? Bir sahabe-i kebir olasın, bu Haricîlerin içinde
[T 2 6 8 ] (l) ne ararsın, dedi. Amr bin As:
-Ya Server! Ben bilirim h âl(2) nedir, ama bunlar söylerler ki yerine geçip
halife olmak için Osman’ı, Ali katlettirdi. <3) O bizim kanlımızdır, derler, dedi.
Müseyyeb:
-Ya Resul’ün sahabesi! Biz işitiriz, (4) sen kendin gözünle gördün.
Hangimizin sözü gerçektir? Biz, haşa, Ali bu işi etmedi <5) deriz. O kendisi
ibadete kapandı. Resulullah ona demiş ki (6) “Osman’ın zamanında sen dışarı
çıkmayasın, ibadet için hücreye kapan.” Onun için girdi idi, dedi. (7)Amr:
-Gerçek dersin bu sözü. Ali’ye iftiradır. Bu zalimler Allah’tan (8)
korkmazlar, ResuPünden utanmazlar, dedi. Müseyyeb:
-Gel, bana biat et, kurtul. (9)Zira fırsattır, dedi. Amr:
-Ya Müseyyeb! Sen bu işi başaramazsan hâlin nice olur, (l0) dedi.
Müseyyeb:
-Şehit olurum. Haydutlukla dünyada sağ olmaktan (ll) şehadetle ölmek
daha iyidir, dedi. Amr:
-Senin askerin azdır, dedi. Müseyyeb:(l2)
-Şunu bilmez misin? Mısır’da on iki bin kâfiri yalnız başıma (l3) yendim,
kırdım, geçirdim. Ben bu kadar adamla Tanrı’ya sığınıp (l4) başaramaz mıyım?
Ben haklıyım. Bunlar zalimdir, dedi. Amr: (l5)
-Ben, seni uyardım. Zorluk şuradadır ki ben; oğlum, kızım ve ehl-i
beytime zulüm etmiş olurum. [T269] (l) Kuvvetlidir. Şimdiki durumda, gizli din
tutmak daha iyidir. Münafıklar çoğalmıştır. (2) Âlemi ıslah etmek, güçtür, dedi.
Müseyyeb öfkelenip:
-Ya Amr! Sahabe-i Resul (3) olasın, evlat ve din yolunda gayret
etmeyesin. Bir de oğlunu, kızını anarsın, dedi. Amr:
-Eğer k i(4>gelip sana uyarsam, Yezid lain onları kırar yahut ateşte yakar,
dedi. Müseyyeb:
-Sen din (5) ve hem İslam için gayret göstermiyorsun. Bu durumda seni
öldürürsem nasıl olur? Sen gerçek sahabedensin, dedi. <6) Amr:
-Ya Müseyyeb! Bu ihtilaf gününden, bize Resul hazreti haber vermiştir.
<7) “El-kâtil ve ’l-maktül f i cehennem .” , dedi. Müseyyeb:
-Yezid hakkında ne dersin, dedi. (8) Amr:
-Oehl-i nârdır. Hakkında hadis (9) vardır, dedi. Müseyyeb:
-O zaman bana gel, dön, dedi. Amr:
-Oğlancıklarıma kıyamam, dedi. Müseyyeb:(10)
-Sen asla ıslah olmayacaksın, deyip korkutayım diye bir ok attı.
(11) Ok, Amr’ın uyluğuna vurdu. Onu yaraladı. Sonra o yaradan
muzdarip oldu, âciz (12) kaldı. Yaralı bir şekilde Mısır’a ilettiler. Orada öldü,
defnettiler. <13)Amr ibni As; Mısır’da yatmaktadır, meşhurdur.
Bazıları şöyle anlatırlar; Amr, (14) öldü. Ona türbe yaptılar. Sonra
Müseyyeb, âlemi fethetti. Yezid’i <15) ve Mervan’ı helak etti. Haricîleri kırdı,
giderdi. Ondan sonra Haccac [T270] (1)geldi, âlemi yine Haricîler kapladı.
Müseyyeb Gazi’den sonra Ebü’l-Müslim geldi, âlemi Haricîlerden (2)
temizledi. Bir bir Mervan neslini katleyledi, giderdi. Bu zamana dek âlem
temiz (3) oldu. Mısır’ın durumu, imareti ve fethi budur. Halifelerin makamı ve
sultanların (4) olduğu yerdir. Burası, eski bir şehirdir. Dünyada buradan evvel
şehir olmuş yer yoktur. (5) Yine en son bu kalacaktır. Buraya Ümmü’l-dünya
derler.
Server ve sultan, o (6) kişiye hayran kalıp hediyeler verdiler. Şerif Saltık:
-Ya bu Nil denizi ne <7) yerden gelir, bilir misin, diye sordu. O kişi:
-Bu Nil denizinin haberini İskender’den (8) başka kimse bilemedi. O da
Cebelü’l-Kamer’e vardı. Hâkimlerin hikmeti ve kuvvetiyle (9) Cebelin dedikleri
dağları gemilerle geçti. Şimdiki zamanda, kimse o dağ (10) arasından geçmez. Bu
suyun dalgasından ve korkusundan gidilmez. Çetin (11) dağlardır ve hem de
rüzgârdan gidilmez, yel adamı yabana atar. Oraya gece gündüz gitsen <l2)yedi
ayda varılmaz. Oradan ötesinde ne olduğunu Allah bilir, dedi. Seyyid Server:
( 13)
“Allah 'tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur”. Anlamında bir dua cümlesi.
sevinç içinde halkı Hak dine davet ettiler. Orada olan <2) diyar halkı, hep birlikte
Müslüman oldu.
Onlar, bir süre İslam dinine bağlı kaldılar. Sonra Cabir ve (3) Salita’nın
ölmelerine yakm azdılar, kâfir oldular. Uzak bir yer olduğu için kitap <4) ve
ilimden yararlanamadılar, cahil kaldılar.
Bu tarafta Server,<5) bir müddet orada onlarla durdu. Sonra Cabir’e veda
edip geri Melik (6) Avz’m yanına geldi. Onlar da Müslüman oldular, Seyyid’i
hoşgördüler.
(7) Server, melikin yanından ayrılıp gemisine bindi. Nil’e yöneldi.
gün daha sefer etti. <8) Yolda bir grup insana rastladılar. Çıplak dolaşırlardı.
Server’i görünce şaşırıp (9) hayran kaldılar. Konuşmaları, hayvanların sesine
benziyordu.
Server, onlarla muhatap olmayıp Nil’deki <l0) yolculuğuna devam etti,
gitti. Rivayettir ki Nil’in Mısır önünden dar yeri yoktur. (ll) O bile bir mile
yakındır. Ondan sonra kırk gün sefer eyledi. O çıplak <l2) kavmin yaşadığı
toprakların içine girdiler. Bir mezarlığa rastladılar. Geldikleri yerde canlıdan
eser göremediler. <l3) Sonra çok sayıda canavara rastladılar. Yetmiş gün daha
sefer (l4) ettiler. Burada timsahlar belirdi. Bu timsahlar, gemi içindeki insanlara
bile saldırırdı. <l5) O sırada karşıdan bulut gibi dağlar göründü. Gemiyi o tarafa
sürdüler. [T280] (l) Yedi gün gittiler. Dağlar ikiye bölündü. Her birisi bir kule
şeklinde idi. Nil, bu iki (2) dağ kulesinin arasından çıkardı. İki dağ arasından
doğduktan sonra Nil gelip akardı. Bu dağlar, sarı (3) kayadan idi. Nil’in havası
ve yeli öyle şiddetli idi ki sanki bir tufandı. (4) Adamı yabana atardı. Öyle bir
dalga vururdu ki köpüğünden üç günlük yerden,(5) öteye geçilemezdi.
O hâli görünce Server’in üzerine bir korku düştü. (6) Hayretler içinde
kaldı. Sonra buyurdu, gemiyi bir tarafına sürdüler. O tarafta, Ömer (7) adlı bir
bey daha vardı. Biraz onun tarafına gittiler. Tekrar Nil’in bir tarafına geçtiler. (8)
Orada, Safvan adlı bir bey vardı. Server, gemiyi ondan tarafa çevirmelerini
emretti. (9) Sürdüler, gelip bir kenara ulaşıp çıktılar. Su dalgasından daha ileri
gidemediler. <l0) Helak olmaktan korktular. Orada dinlendiler.
Bu sırada Safvan’ın adamları, <H)onları ve gemilerini görüp geldiler:
-Kimlersiniz, diye sordular. Server:<l2)
-Mısır’dan geliyoruz. Elçiyiz, Safvan’ın yanma geldik, dedi. Onlar da
beylerine varıp bildirdiler. (l3> Safvan:
-Gidin, onu alın. Getirin, göreyim, dedi. Gelip Seyyid’i <l4) davet ettiler,
beylerinin yanma getirdiler.
Safvan, Seyyid’i görünce saygı gösterdi, (l5)yer gösterdi:
-Safa geldin Server, inşallah hayırdır, dedi.
Server de [T281] 0) Safvan’a hürmet eyledi. Yemekler geldi, yediler ve
içtiler. (2) Dua ve sena ettiler. Sonra Safvan:
-İsteğiniz nedir, buyurun (3) yapalım, dedi. Server, dua edip:
-Mısır sultanı sizlere selam etti. <4) Der ki “Burada, Şerif Saltık adlı bir er
duruyor. Bütün dünya (5) beyleri ve Müslümanlar ona dosttur. Kâfirlerin hepsi
ona itaat etti. (6> Ondan korktular. Kendisi hak din üzeredir. Şimdi o kişi Nil’in
başım görmek üzere çıktı. Bize haber getirecek. Nereden gitti, bildirsin, dedi.
Kendisi Habeş’e (8) gitti. Ona lütfedip yardımcı olunuz.” diye haber gönderdi.
Safvan:(9)
-O kişi siz olmalısınız, deyince Server:
-Evet, benim. Tanrı’ya (l0) sığınıp geldim. Mutlu olacağımdan ümitliyim,
dedi. Öyle deyince Safvan: (ll)
-Senin adım, bezirgânlardan işitir idim. Gerçeksin. Hoş geldin. (12) Nil’in
nereden ve nasıl kaynadığım öğrenmek istiyorsanız, biz bilmeyiz. İşitiriz ki (I3)
Nil’in nereden çıktığım İskender ve Süleyman bilirler. Onlar gördüler. Başka
kimse (14)bilmez. Oraya kimsenin vardığı yok, dedi. Server:
-Ya melik! İskender, bu dağı(15) geçti mi, diye sordu. Safvan:
-Evet. Gemiler ile geçtiler. Karadan çıkıp bu dağları [T282] (l) aştılar.
Tekrar suya girip gitmişler. Varıp Cebel-i Kamer’e ulaşmışlar, acayipler (2)ve
garayipler görmüşler, dedi. Sonra Server:
-Ya melik! Ben de bu dağı aşıp <3)öte geçmek düşüncesindeyim. Oradan
gemiye binip giderim, dedi. Safvan:
-Server! Bu yere Habeş’te, (4)Tahum derler. Yani “nihayet” demektir. Bu
dağın üstüne adam çıkamaz. Yel; insanı uzaklara (5)atar, helak eder. Sakınmak
gerektir, dedi. Bu sözler üzerine Seyyid, melike:
-Ya Emir! (6) İskender geçip gittiyse ben niçin geçmeyeyim, dedi. Melik:
-İskender, hâkim (7) hikmetiyle ve ilim kuvvetiyle geçti. Her şeyin
çaresini onlar bilirlerdi. (8) Senin böyle bir imkânın yok ki geçesin, dedi. Server:
-Allah’ın inayetine sığındım, (9) yalnız başıma bu dağa giderim. Göreyim
takdir nedir, dedi.
O on adamdan (10) üçünü, Sad ve Amir’i yanlarına aldılar. Gemiyi orada
koydular, doğru o dağa doğru (l 1’yürüdüler.
Rüzgâr orada öyle bir eserdi ki elleriyle taşa yapışırlardı, (l2) yüzlerinin
üzerine giderlerdi. Sürünerek ilerlediler. Üç günde, dağ kulesine (1 ; çıktılar.
Dağ üzerine geldiler. Rüzgâr öyle sertleşti ki Amir’i alıp götürdü. Onu kavkas
<l4) dikeni gibi yuvalayıp uçurdu, taştan taşa vurup şehit etti. (15) O iki köle
korkup ağladı. Seyyid, onlara:
-Sizler dönün. İnin, gidin, [T283] (l)dedi.
Onlar korkularından Seyyid’e yalvardılar:
-Dön, dediler. Seyyid:
-Ben dönmem, <2)sizler dönün, dedi.
O hizmetçiler dönüp biraz yer gidince rüzgâr onları da yabana atıp helak
eyledi.
Seyyid onları görünce korktu. (4) Dönmeye niyetlendi. Tekrar gayret edip
Hakk’a yalvardı ve dua etti. Resul’e (5> şalavat getirip yürüdü. Taşa yapışarak
üç gün (6) böyle gitti, dağı öte geçti. Orada rüzgâr biraz dindi. Server bir yerde
(7) oturdu, biraz dinlendi. Kalkıp dağdan biraz aşağı indi. (8) Önüne bir ak kum
geldi. Kum, çok yumuşak idi. Beline dek battı. <9) Âciz olup kaldı. O kum
üzerine hemen oturdu. <l0) Nasıl edeyim, diye düşündü. Hem kamı da acıktı.
Ömer’in dağarcığından taam (ll) çıkardı, yedi.
Orada dururken karşıdan kanatlı bir at uçup geldi, (12) durdu. Server,
yerinden kalktı. Atı tutmak istedi. O <13) canavar kaçtı, tutamadı. Server bir nara
atınca, bir alay çıplak (l4) insan çıkageldi. Seyyid’i görüp üzerine saldırdılar.
Bunlar, (15) beyabanı insanlardı. Yani, yaban adamları idi. Server, onların
[T284] (l) birini kılıçla yaraladı. Kan gördüler, korktular, dağıldılar.
Uzaklaştılar, (2) bakışıp durdular. Karga cevize bakar gibi baktılar, sonra
uluştular, geldiler.
(3) Server, tekrar o atı tutmaya çalıştı. O kavimdan birisi seğirtip geldi, (4)
o canavarı yelesinden tuttu. Sürüyerek getirdi. Server’e verdi, <5> geri gitti.
Server; atı belinden tutup üstüne bindi, yola çıktı. (6) Gah uçardı, gah yürürdü.
Durmadı, bir ay sefer eyledi. O canavar,<7) Server’e alıştı. Sonra gitmedi, kovsa
sessizce dururdu. Server, <8) o kavimden ayrılınca mermer gibi döşenmiş yere
çıktı.
Orada (9) adamları gördü ki yerel bir dili konuşurlar. Mağaralara,
bodrumlara girmişler. (lü) Kapıları taştandır. O kavim Server’i görünce
karşıladılar, konuştular. (ll) Seyyid onların dillerini konuşup kendisini onlara
tanıttı.
Gidip beylerine (12) haber verdiler. Gelip Seyyid’i saygı ile karşıladılar,
alıp melike götürdüler. Tanıştılar, (l3) oturdular. Yemek getirdiler. Yediler,
şükreylediler. Ondan sonra melik:
-Server! (l4) Gelmene sebep nedir, bize söyleyiniz, deyince Seyyid,
durumu anlattı. Melik: (15)
-Server! Bu görmek istediğin Nil başı bir dağdan gelir. Adına, Cebelü’l-
Kamer derler. [T285] (l> Daha yukarısına, Kulle-i Şems derler. O dağ,
billurdandır. Oraya insanoğlu <2) varamaz. Zira vahşi canavarlar, devler ve
periler makamıdır, dedi. Seyyid: <3>
-Ya melik! Himmet eyle. O konuda endişe ettim. Fakat sizlere sorarım ki
bu taşlık (4)yerde nasıl yaşıyorsunuz? Ekini nerede ekip biçersiniz, dedi. Melik:
-Server! Bu bizim (5) yerimiz, atın yürümesiyle dört aylık yoldur. Ak
mermer gibidir ve toprak yoktur. <6) Ekin vakti, Tanrı bir tufan verir. Yel eser,
bir kızıl toprak yağar. Üç gecede <7) üç adam boyunca yığılır. Üzerine yağmur
yağar. Biz o vakit bu mağaralara (8) girip kapıları kapatırız. Tufan dinince
oradan dışarı çıkarız, ekin ekeriz. Ekin bitip büyür. (9) Onu biçip ambara
koyarız. Sonra tekrar bodrumlara girip kapıları kapatırız. Tanrı, (l0) tekrar bir
tufan verir. Yağmurlar yağar, seller akar. Yerimiz Nü tarafına alçaktır. (ll) O
toprak, sel ile gider. Nil’in ağustosta <l2) taşmasına ve kızıl akmasına sebep
budur, dedi.
Seyyid, Hakk’ın <I3)hikmetine hayran kaldı:
-Kuru taşta kullarına rızıklarını veren Allah, (l4) bana muradımı vermez
mi, dedi.
Yerinden kalkıp atı o tarafa sürdü. (15) Melik’e veda edip Cebelü’l-
Kamer’e yöneldi kırk gün o çölde sefer kıldı. [T 2 8 6 ] (1)
Sonra bir dağa çıktı, geldi. O dağ ateş gibi ışık verirdi billurdan idi. (2>
Server anladı ki CebeKi’l-Kamer burasıdır. Onun ışığından gözü görmez oldu.
Güneş (3) karşısından gidip sol tarafına geçti. Bir de ne görsün? Orada on iki
ırmak, (4) o dağ eteğinden çıkar. Her biri Ceyhun ve Fırat’tan da gür akar. O
gözlerin (5) çıktığı yerde, on iki burcu resmeylemişler. Onların kiminin
ağzından, kiminin gözünden (6) ve de kiminin kulağından çıkıp akarlar. Oradan
üç bölüğü karaya akar. Yedi bölüğü (7) denize giderdi. Bir bölüğü yere batar ve
biri havaya gider. Bulutlar gelip alırlar, giderler. <8) Orada Nil; şekerden tatb,
baldan leziz, sütten ak ve kardan soğuk (9) idi. Server içip gördü ve dedi ki:
-Şeker, onun için bu su ayağında bitermiş. (10>
Biraz o dağa doğru yürüdü. İnsana benzeyen bir taş gördü. Göğsünde (ll)
birkaç satır okudu. Orada:
-Ben Ehremen Şah’ım, Âdem oğlanlarındanım. Geldim, bu kaynaklan <l2)
gördüm. Bu on iki burcu tasvir edip bu muteber dağı seyrettim. Yukarı (l3)
Kulle-i Şems’e çıkamadım, hasretim kaldı. Orada ne var, bilmedim, demiş.
Server, o dağa çıkarken (l4) her menzilde bir pehlivanın nişanına ve
tarihine rast geldi. Her biri gelmiş, o yeri<l5)seyreylemişler. Ama kulede ne var
göremeden, gitmişler. Onlardan biri Ehremen Şah, Kahraman, [T287] (l)
Neriman, Rüstem ve Karhan, Adi Fercan, Sa Süvar, Tahmeras, Gazanfer <2)
Han, Cemşid Şah, Hamza ibni Kenan ve bunların emsali serverlerin her biri bir
yolla <3) gelmişler. Fakat dağın üstüne çıkıp ne olduğunu görmemişler.
Seyyid bir süre daha (4) gitti bir makama geldi. Burada Server’in üzerine
çok sayıda canavar geldi öldürmeye kastettiler. Seyyid, (5) onları helak eyledi.
Bir ara dinlenmek için oturdu. Örtülü bir kuyu gördü. Üstüne (6) tarih yazılmış.
Server varıp yazıyı okudu. Gördü ki Hazret-i Süleyman <7) orada bir devi
hapsetmiş, gitmiş.
Server orada dururken (8) üç dev çıkageldi Seyyid’e saldırdılar. Server
onları helak (9) eyledi. Oradan yürüdü, dağın arka yakasına gitti. Bir menzile
ulaştı. Orada bir makam (l0) düzenleyip, bir tarih yazmışlar. Seyyid o tarihe
baktı. İskender gelmiş, “Kulle-i (ll) Şems’e çıkıp acayipler gördüm.” demiş,
gitmiş.
Şerif, oradan biraz daha gidince bir makam (l2) daha gördü. Bir taht
üzerinde, bir şahsın sinesinde tarih kazılı (l3) durur. Onu da okudu. Süleyman
bin Davut gelip (l4) geçerken havadan görmüş. Zira Süleyman’ın tahtını yel
götürmüştü. Demiş ki “Burada (l5) acayip bir kavim gördüm. Zevkine ve
safasına diyecek yoktur. Görmeyince [T288] (l> kimse bilmez. Dünyada cennet
var ise budur. Ey gelen kişi! Hakk’ın hikmetini göresin.”
<2) Server, Süleyman’ın o sözüyle şevke geldi. Yürüdü, bir makama daha
ulaştı. O, Hazret-i Hızır’ın vardığı (3)yer idi. Orada durdu, biraz düşündü:
-Burada kalıp gitmeyeyim. Takdir alnıma ne yazdı ise (4) görürüm, deyip
yürüdü.
Bir miktar gidince dağ üstüne çıktı, daha ilerisine (5)baktı.
ONUNCU BÖLÜM
Server baktı. Bir de görsün? Orada bir sahra ve onun ortasında güzel bir
şehir. <6) Çevresi bağ ve bostan. Lale, menekşe, sümbül ve reyhanın her çeşidi...
(7) Güller açılmış, çayır ve çimen... Güzel bir yer. O (8) şehrin bir tarafında bir
dağ. Taşı inciye benzer. Onun dibinden Nil suyu çıkar, <9) göğe fışkırır. Bir
minare boyu yukarı çıkıp geri yere dökülür. Sonra şehri dolaşır. Çıktığı (l0)
yerden kırk adım ileride yere batıp gider. Sonra varır, o dağın dibinden, (ll)on
iki yerden çıkar imiş.
O şehrin insanları kırk adım yerden girerler, çıkarlar. <12) Onlara yol
olmuş. Server onu görünce hayran oldu, durdu. O kavim (l3) Seyyid’i gördü, el
sallayıp çağırdılar:
-Gel, meclis kurup eğlenelim. Dünya geçer, <l4)bir huzur edelim, dediler.
Server, mutlu olup ihtiyarı kalmadı. (15) Oraya yöneldi, giderken karşıdan
ansızın kara bir bulut gibi nesne geldi, Server’i bürüdü. [T 289](l>
Birazdan gözünü açtı, kendisini o dağın bir kenarında gördü. Dağın
eteğine yakın <2) yerde, karşısında birkaç kişi durmakta. Server onlara:
-Kimsiniz, diye sordu. Onlar, Seyyid’e: <3)
-Server! Biz periyiz. Üstümüze dev ordusu geldi, bizimle cenk ettiler. <4)
Onlardan dört yüz dev, yukarı dağa çıkmışlar. Sizler üçünü öldürmüşsünüz. <5)
Birkaçı geldi, devlere haber verdi. Sandılar ki onun için geldiniz, (6) çok
korktular. Geri casus saldılar, “Görün, gelirse hazır olalım.” dediler. <7) Biz onu
duyduk. Vardık, sizi aldık, buraya getirdik. Kerem eyle Server! <8)Bize yardım
et. Bizim beyimizin adına, Melik Name derler. (9) İki kardeşi var. Birine Şatır ve
birine Bazır derler, dediler. Seyyid, perilerden (l0)bu sözü işitince:
-Yürüyün, melikin yanına gidelim, dedi. (ll) Server’in altına bir at
çektiler. Bazıları, FersiTayriile birlikte idi, derler.
(l2) Biraz gidince Seyyid, bir sahrada kalabalık bir ordu gördü. Seyyid,
ordudan <l3) tarafa yürüdü. Bir süre sonra yanına yaklaştı. Cin meliki, <l4>
karşılayıp Server’le görüştü. Ne kadar peri ve cin beyi varsa (l5) hepsi geldi,
Seyyid ile görüştüler. Seyyid’in elini öptüler. Mutluluk içerisinde Seyyid’i
[T290] (l> çadıra getirdiler. Yedirdiler, içirdiler. O gece yattılar. Sabah olunca
kalktılar. (2) Saf saf olup davullar dövdüler, sancaklar dikip meydan açtılar. (3)
Server, meydana çıktı. Girip gösteri yaptı, yüksek sesle çağırıp: (4)
-Ey kâfirler! Bu ettiğiniz işi benim anlamadığımı mı sandınız? Gelip
Müslümana (5) yardım etmeyeyim mi, dedi.
Bu sırada Server’in önüne büyük, iki başlı bir dev çıkageldi: <6)
-Ya Saltık! Sen bilirsin ki âdem âdemledir, cin de cinle. Bizden (7) sen ne
istersin ve de bilmez misin ki Süleyman’a Hak teala, “Devleri öldürme,
uslanana kadar hapseyle.” (8) dedi. Sen bizi niçin öldürmeye gelirsin, (9) dedi.
Server:
-Ya melun! Biz MüsKimanlarız. Cin ve ins hep biriz, <10) ayrılık yoktur.
Biz düşmanımızı sağ bırakmayız. Müslümanlığı kabul edip dost olmaz ise
elimiz yetişince (ll> öldürürüz, dedi. Sonra o dev:
-Ya Saltık! (l2> Çık, git meydandan. Sana bizden zarar gelmesin. Bizi
incitme, dedi.
Seyyid gazaba geldi, (l3) o laine bir kılıç vurdu. Başı önüne düştü, can
verdi. Diğeri(l 'feryat edip:
-İmdat! Yoldaşım helak oldu. Beni de öldür, dedi.
(15) Seyyid ona bakmadı. Devin arzusu, bir kez daha çalması idi. Geri
dirilecekti. Meğer deve [T291] (l) iki kere çalınca ölmezdi, yaralı kalırdı,
devlerin hâli böyle (2) idi.
Dev birazdan düştü, can verdi. Meydan sarsıldı. (3) Büyük bir dev yıkıldı,
kan sel gibi aktı. Devler, Seyyid’in bu (4) çalışını görünce Seyyid’den korktular.
Kaçıp gitmeyi düşündüler. (5) Beyleri bırakmadı, kendisi meydana girdi. Server
onu görünce göz açtırmayıp (6) bir gürz vurdu. Dev başının üzerine yere yıkıldı.
Bağladılar, alıp <7) gittiler. Devler tarumar oldular. Tutulan devin adı, Sana idi.
(8) Ona telkin ettiler, iman getirip yalvardı. Server onu azat etti. (9) Varıp Kaf
mülküne gitti.
Seyyid burayı fethedince cin melikine veda (l0> etti. O dağdan tarafa
revan oldu. Yanında dört cinnî vardı. (ll) Hızır makamına yetiştirene kadar
onunla geldiler. Orada da çok acayiplikler gördü. (12)
Seyyid geri oraya gelince niyet etti ki ki o şehir tarafına gide. O cinnîler
<l3) bırakmadılar. Seyyid baktı ki Hazret-i Hızır yetişti, Server’e selam verdi:
-Ya Seyyid! Nereye gitmek istiyorsun, bana söyle, dedi. Server:<l5)
-Ya Allah’ın Peygamberi! Bu şehir nedir ve bu kavim kimlerdir ki huzur
ve rahata, [T292] (l) zevk ve safaya boğulmuşlardır? Gidip görmek, onlara
karışmak istiyorum. (2) Yoksa cennet bu mudur, dedi. Hazret-i Hızır:
-Ya Şerif! Bunlar <3) insandandır. Bu şehre, Cavidan derler. Bu akan su,
Nil’dir. (4) Buradan çıkar, bunlar kıyamete değin ölmezler. Yiyip içerler, huzur
(5) ve rahattadırlar. Giysileri kirlenmez, libasları ağaçlarda biter. Bunun vasfı
kabil <6) değildir, dedi. Seyyid:
-Bunlar bu hâli neden buldular, deyince Hazret-i Hızır: (7)
-Ya Server! Tanrı, bunlara Kamil adlı bir peygamber gönderdi. Ona iman
(8) getirdiler. İstediler ki kıyamete kadar bu huzurla geçmeler. Hak(9) teala kabul
edip bağışladı. İşte huzur ederler, dedi. Server:(l0)
-Ya Nebi! Ben burada kalmak istiyorum, ne buyurursun, dedi. Hazret-i
Hızır:
-Ya Server! Bu hâl, (ll) bunlara mahsustur. Siz, Muhammed
ümmetindensiniz. Sen ahiret talebinde ol. (l2> Dünya fanidir, cennet iste. Günü
yaşayan olma. Server:(l3)
-Şimdi istiyorum ki gireyim, seyredeyim. Sonra senin yanma geleyim,
dedi. Hazret-i Hızır:
-Git. <14) Bu kavme, Muhammed Mustafa’dan haber ver. Zira deniz ve
karanm her tarafma onun haberi yetişir. (l5) Tanrı, seni onun için buraya getirdi,
dedi.
Seyyid, orada o cinnîlere [T293] (l) izin verdi. Kendisi o saadet ehli
kavme doğru revane oldu.
ON BİRİNCİ BÖLÜM
Şerif, onlara yöneldi. Hemen (2) o kavim, Şerifi karşıladı. Alıp şehre
gittiler. (3)
O şehrin halkı; erkeği, dişisi cümle seksen bin kişi idi. (4) Kırk bini, erkek
idi. Şehrin binası; altın, gümüş, cevher, <5) lal taşı, yakut, zümrüt ve zeberceddir.
Toprağı; misk, anber ve kafurdandır. <6> Bağ ve bahçesi, cennetten nişan verir.
O şehrin ortasında (7) bir cami var. Haftada bir kez cuma namazını kılarlar imiş.
Bir de bayram (8)ve şenlikler yaparlar. İçlerinde hasta, hastalık ve gam (9)yok.
Tamamı mutluluk içinde, yemekte ve içmekte idi.
Seyyid onları camiye (10> davet etti. Çıkıp vaaz edip Resul’ün
nübüvvetinden ve risaletinden (ll> haber verdi. Sonra Kur’an da okudu. İşittiler,
Resul’e iman getirdiler, (l2) davetini kabul ettiler.
Şerif, o şehir içinde üç gün dinlendi ve (l3) orada Nil’den su içti. Sandı ki
bal veya süttür. O kavmin (l * sakalları yok. Otuz yaşında yiğitler ve avratları on
beşinde gibi. Yaşlanıp <l5) ihtiyarlamazlar, kocamazlar.
Onlar, Seyyid’i sakallı görünce: [T 294](l)
-Daha başka yerlerde de insan var imiş, dediler, şaşırdılar. Sonra:
-Gel, gitme. Burada kal, dediler. (2) Seyyid:
-Ben Tanrı’nın emriyle yürürüm. Ben burada durmam, giderim, dedi.
Şerif, onlara veda <3) etti. O şehirden çıktı. Nişan için o cevherlerden biraz
aldı, Hazret-i Hızır’ın <4> yanına geldi. Hazret-i Hızır’ın o dağ dibinde, (5) deniz
kenarında bir makamı vardı. Oraya geldiler, oturdular. Hızır, balıklara: (6)
-Gidin, kardeşim İlyas’a haber verin. Seyyid Saltık benim makamıma
geldi, dedi. <7)
Bir süre sonra Seyyid gördü ki Hazret-i İlyas çıkageldi. Atından indi. (8)
Birbirine sarıldılar, oturdular. Biraz ilimden, Hak ibretlerinden (9) söyleştiler.
Taze hurma yediler, şükr ve hamt eylediler. Sonra kalktılar, öğle namazını
kıldılar.
(IO)Üç gün orada sohbet ettiler. Dördüncü gün onlar, Seyyid’e izin verip:
-Git, (ll>Tanrı’ya sığınıp insanoğullarından yana git, dediler.
Seyyid aldı, yürüdü. (l3) Gece yarısı oldu, uyandı. Feresü’t-tayr kişnedi.
Server baktı. (l4) Gördü ki karşıdan bir karaltı gelir. Hemen Feresü’t-tayr’a binip
bekledi. (15) Gördü ki bir aslan gelmekte, fil kadar var. Hemen kemendini eline
alıp üstüne yürüdü, [T295] (1) aslanla karşı karşıya geldi. Aslan, Server’in
üstüne atlamaya niyetli idi. Şerif, hemen kementle bağladı. <2) Süründü, çaresiz
kalıp yer üzerine yattı.
Seyyid, aslanı (3) orada bırakıp gitti. Bir akarsuya geldi. O su da Nil
suyundan (4) imiş. Orada abdest alıp yattı. Sabah yaklaştı, denizde bir büyük
balık peyda oldu ki başı buluta değerdi. Kanatları <6) ile suya vururdu. Deniz
dalgası geldi, çok sayıda balık çıktı, onunla (7> birlikte gitti. Server, Hakk’m
kudretine hayran kaldı. Atma binip gitti. Bir dereye rastladı. Onun içinde lal,
yakut, dürr, cevher, elmas, (9) zeberced ve zümürüt yığılmıştı; yaban taşı gibi
duruyorlardı.
(10) Seyyid, oradan nişan için cevahir aldı. O dağm dibini takip edip gitti.
(ll) Bir yere geldi ki oranm toprağı amber ve misk kokardı. Oradan da nişan (l2)
aldı, yürüdü. Bir yere daha geldi. O gece orada yattı. Yiyecek <l3) çıkarıp yedi.
Sabah olunca kalktı, yola çıktı. Giderken bir makama (14) erişti. Binanın üzerine
bir kubbe yapmışlar. Taşmda birkaç satır yazı yazılmış idi: (l5)
-Ben Davut oğlu Süleyman’ım. Buraya geldim. Güneşin sucaklığmdan
çok incindim. [T296] (l) Devler bu kubbeyi bir saatte yaptılar, üzerime örtü
eylediler. Oturdum. Buradan (2) kalktım, bu dağm deniz tarafma yürüdüm,
demiş.
Server de oradan deniz (4) tarafına indi, şaşılacak manzaralar seyretti. Bu
deniz, dağm bir tarafma çalardı.
Server; (4) o denize baktı, balıklar gördü. Her birinin kanatları, gemi
yelkeni gibi denizden (5) dışarıda dururdu. Garip canavarlar gördü ki onların
özellikleri anlatılamaz. Hak tealanın (6) kudretine şaşırıp kaldı. Oradan döndü,
Nil’e geldi. (7) Oradan da Feres-i Tayyar’ı sürdü. Bir yere geldi ki orası kayadan
idi. Oradan (8) Berriyye’ye yöneldi ki bu şehirden daha önce geçmişti. <9)Tekrar
dağ üstüne çıktı. Bu gidişte Nil’in diğer tarafmdan yürüdü, <l0) gitti. <n) Diğer
taraftan geldi. Tekrar o taraftan dağa çıktı. Üç (l2) yerde rüzgâr neredeyse
Server’i atacak idi. Server, bin türlü belayla geçip dağdan (13) aşağı indi.
Safvan, Şerifin adamlarını Melik Avz’ın yanma göndermişti. <l4) Bu
Safvan, melike veda edip gitti. Melik Gavz, birkaç günlüğüne <15) bir gemiye
binip gezmeye çıkmıştı. Şerif, Nil’in karşı geçesinden gördü. Sürdü, [T297] (l)
kenara çıktı. Melik Avz ile Server görüştüler, oturdular. (2) O yedi kişiyi, o
gemiyle Server’e getirdiler. Server gemisine bindi, (3) Avz’a veda edip öte
kenara geçti, gitti.
Bir dağa yetiştiler, konakladılar. <4) Server, birazdan dışarı gelip abdest
alıp gitti. Namaz kılardı. <5) Onu gördüler. Bir miktar asker, Seyyid’in üstüne
koyuldu, geldi. Server (6) namazı bitirdi. Kılıç vurdular. Tanrı esirgedi, kesmedi.
Seyyid’e:
-Siz, hangi millettensiniz? Siz, Muhammedîlere benziyorsunuz. Kan
dökücü bir grup(8) var, siz ona benziyorsunuz, dediler. Server, namazı bitirince
kalktı:
-Sizlere kim derler,<9) bizden ne istersiniz, diye sordu. Onlar:
-Bizim beyimize, Tul Zengi derler. Sizi dağdan gördü. (l0) Gidin, o
gelenleri öldürün. Muhammedîlere benzerler, dedi. Fakat ne şaşılacak bir
durum. Seni kılıç (ll) kesmez, dedi. Server:
-Ben Şerif im, Muhammed aslındanım. Hemen Müslüman olun, yoksa (12)
sizi hep kılıca geçiririm, dedi.
Bunlar gidip Tul’a haber verdiler. Tul, gazaba <13) gelip bir gergedana
bindi. Kedi yavrusu gibi, bir aslanı boğazından kavramış, <14) geldi. Server’in
yanına geldi, aslanı Server’in üstüne attı. Aslan yerinden (l5) kalktı. Server’in
atı, Feres-i Tayyar’ı kavrayıp parça parça etti. Yırtıp [T298] 0) helak eyledi.
Server:
-Hay zalim! Ne yapıyorsun, dedi.
Server, hemen ileri (2) gelip o canavara öyle bir kılıç çaldı ki başını
göğsünden kesti. (3) Tul Zengi feryat edip:
-Hey hayırsız! Aslanımı öldürdün, deyip gürz ile saldırdı. (4)
Gürz yere dokundu. Geri dönünce Server, kılıcı Zengi’nin koltuğundan
öyle bir (5> çaldı ki omuzundan bir kolu havaya uçtu. Tul, başını dönderip
gitti. Can acısından kaçtı. Server, duran (7> halka hücum etti. Yetmiş seksen
Zengi’yi bir anda kırıp bıraktı. Zengîler kaçtılar,<8)gittiler.
Server, oradan kalkıp Tul’un arkasına düştü. Gidip bir şehre yetişti. (9) O
şehir, Tul’un idi. Lain gelip sarayına girmişti. Gelmiş, taht üzerine yatıyordu.
(l0) Can acısından feryat edip duruyordu. Server, doğru saray kapısına geldi.
Kapıdan (ll) içeriye yol bulamadı. Atını sürdü, orada bir bağa girdi. Yürüdü, (l2)
gizli bir saraya rastladı. Tul’un üzerine geldi. Gördü ki bir taht üzerinde <13)
yatıyor, feryat ediyor. İleriye geldi:
-Ya Tul! Beni tanır mısın, ben kimim, dedi. Tul(l4) baktı, feryat edip:
-Bre üzerime bırakmayın düşmanımı, diye çağırdı.
Server gördü ki (l5> Zengîler kendisinin üzerine hücum ediyorlar. Server
ileri geldi, bir kısmını [T299] 1 ’ tepeledi. Tekrar Tul’un üzerine geldi. Tul, can
acısıyla ayağa kalktı. Kılıç ile <2)hamle yaptı. Server:
-Ya Tul! Gel Müslüman ol, dua edeyim. Allah’ın yardımıyla kolun <3>
gene yerine gelsin. Sağ ol, evvelki gibi sağlam ol, dedi. <4)
Tul, küfretmeye başladı. Server:
-Bu melunun ıslah olacağı yok, (5) deyip kılıcı vurdu. Başı önüne düştü,
canını cehenneme verdi.
(6) Server, saraydan dışarı çıktı. Tul’un başı elinde, bir nara attı. Şehir <7)
halkı, “Aman.” dediler. Server, onlara dokunmadı. Tul’un malını ve hâzinesini
alıp (8) oğluna verdi, orada bey eyledi. Tekrar kalkıp gemisine geldi. Gemiye
binip su akıntısına gittiler.
Otuz gün yürüdüler, bir hisara (10) geldiler. Hisar, topraktan idi. Onun
beyine, Asfavan derlerdi. İşitti ki Server (l 1}gelip çıktı. Beylerin topladı:
-Siz ne dersiniz? Bu Saltık’a karşı (12) duralım mı? Yoksa Tul,sizlere ve
âlemlere nasihat olarak yeter. (13) Biz de başımıza bela getirmeyelim. Bu Tul,
güçlü bir pehlivan idi. Habeşistan’da(l4)bir dengi yoktur, dedi. Beyleri:
-Server sizden ne isterse sorasınız, kabul ederiz, dediler. (l5)
Asfavan atını sürdü, Server’in çıktığı şehre geldi. Yemekler getirip
ziyafetler verdi [T300] (l) Server, orada birkaç gün durdu. Sonra kalkıp gitti. ( *
Kırk gün daha sefer eyledi. Bir gruba rastladılar. Geldiler, bir yerde
konakladılar. Meğer onlar, (3) insan yiyen yamyam tayfasından idi. Bunları
görünce saldırdılar. (4) Her birinin dudakları yumruk kadar var idi. Dişlerinden
başka yerlerinde beyaz<5)yoktu. Heybetli, korkunç, melun bir grup idi.
Server, kılıcını eline alıp (6) karaya çıktı. O kavimden yüz kişiyi tepeledi,
helak eyledi. Kalanı kaçtılar, (7) gittiler, dağlara dağıldılar. Server, onların birini
yakaladı, sordu:<8)
-Siz şehirde mi, yoksa yabanda mı oturursunuz? Doğru haber ver, dedi.
O :<9)
-Server! Bizim mülkümüzde hisar ve şehir olmaz. Biz yabanda otururuz
ama beyimiz bir (10)dağ üzerinde oturur. Buradan oraya dört aylık yoldur, kimse
varamaz, dedi. Server:(l 0
-Hele, Hak hazreti onun hakkından gelir, dedi.
Bunlar, Nil kenarında konuşurken (l2) karşıdan bir atlı belirdi. Bir
gergedana binmiş, sığırdan büyük bir arslanı(l3) elinde iki kat etmiş. Tavşan gibi
ayaklarından tutmuş, gelmekte.
Meğer (l4)ocenkten kaçıp varanlar haber eylemişler, gelen o imiş. Server
onu (l5>gördü, o yamyama sordu:
-Bu kimdir? O Zengi:
-Server! Antas’ın [T301] (l) kendisidir. İşte gelmiş. Bizim beyimizdir,
dedi.
Server hazır oldu. Yamyam Antas, (2) ileri gelip bir nara attı. Gürzünü
eline aldı, yürüdü, Server’e (3) bir darbe vurdu. Server yerini değiştirdi, gürz
yere battı. Çekip alırken Server geriden (4) kılıçla öyle bir çaldı ki Antas’ın bir
kolu ile başı önüne <5)düştü. Bir kez feryat edip bağırdı. Düştü, helak oldu.
(6) Server sürdü, o aslanı tuttu. Aslan el vermedi. Server aslanın
suratına tabanca ile öyle vurdu ki o canavar kedi gibi yere sindi. Alıp(8) gemiye
getirdi, bağladı. Oradan kalktılar, bir ay denizde gittiler. Habeş diyarının (9)
Tuhan dedikleri yerinden karaya çıktılar. O kavim, Seyyid’i bilirdi. Adını
işitirlerdi. (10) Gelip saygı gösterdiler, Server’e bir aslan getirdiler. Server
buyurdu, getirip (ll) aslanı yanında bağladılar. Kağan aslan idi, az kaldı o
canavarı (l2) öldürecekti. Hücum eyledi. O da aslanın üzerine yürüdü. Server
bilirdi k i<l3)aslanın kağanına hiç bir canavar karşı duramaz.
Meşhurdur; <l4) Simurg günah edip kaçarken Süleyman, yeryüzünde olan
bütün vahşi canavarları topladı. (15) En kuvvetlisinin arslan olduğunu gördü,
canavarların beyliğini ona verdi. Gökyüzünde ise [T302] (1) tavşancılı kuvvetli
gördü, kuşların beyliğini de ona verdi. Server koşup (2) geldi, tabanca ile bir o
aslana bir de diğer aslana vurdu. İki canavar da kaçtılar, <3) varıp bir yere
saklandılar.
Server kalktı. Gemisine bindi, yola (4) çıktı. Kırk gün daha sefer eyledi.
Nasranî beyine eriştiler. Onlar, Server’i karşılatıp (5) saygı gösterdiler, yemek
getirdiler. Server, birkaç gün orada (6) dinlendi. Sonra gemiye bindiler, gittiler.
Yirmi dört gün sefer ettiler. Geldiler, Müslüman Habeş iline ulaştılar, bir hisara
çıktılar. O diyarın <8) meliki şenlikler yaptı, karşıladı. Geldiler, Saltık ile
görüştüler. Getirip <9)konuk ettiler, ziyafetler verdiler.
Şerif, orada birkaç gün durdu. Sonra Berber’e gitmek için yola girdiler.
(l0) Oradan gelip Said’e çıktılar. Server, o yedi kişiyle aslanları 'n )ve malı Mısır
sultanına gönderdi. Kendisi oradan çıkıp Bahriyyat’a gitmek üzere yola çıktı.
<12)Nifal şehrine geldi. Orada konakladı.
Bir gün Server, dağ ve çölde av (13) yapardı. Büyük bir yol taşı gördü.
Baktı, birkaç satır yazılı. Dımışki (15)kılıç ile kazımış. Orada şöyle demiş:
-Ben Anter’im. Bu mili, Yemen’den getirdim. (l5> Elimde gezerim. Kim
bana karşı gelirse vururdum. Gazanfer-i Arap’m [T303] (l) saldığı gürzü tuttum.
Hamza ibni Kenane’nin öldüresiye attığı (2) taşların dördünü ben bir yerden
attım, götürdüm, demiş.
Server, Anter’in bu kadar kuvvetli olmasına (3) hayran oldu.
Nifal şehrinde, muallim bir hatip <4) vardı. Server, o direkteki yazıyı
okurken çıkageldi. Hemen Server’in (5) ayağına kapandı. Bir bağı vardı, Server’i
alıp getirdi, <6) köşkte misafir etti. Yemek getirdi, ziyafet verdi. (7) Server dönüp:
-Ya Muallim! Lütfedip bana bu Anter’in özelliklerini(8) anlat. Gazanfer’i
ve Hamza ibni Kenane’yi anlat, dedi.
Muallim kalkıp kitap (9) getirdi. Okudu, anlattı:
-Ya Server! Bu, Anter ibni Şeddad’dır. <l0) Babası, Zebib’dir. Ays
oğullarının kabilesinin seyyidi idi. Şeddad ölünce (ll> kardeşi Safvan tahta
oturdu. Anter’e pek rağbet etmedi. Bizim seyyidimiz (l2) Resul hazretinin
tarihinden doksan yıl önce ölmüştü. Bazıları <l3) yetmiş yıl önce idi, derler.
Safvan’ın güzel bir kızı vardı. (l4> Adına, Afife derlerdi. Anter, ona
canıgönülden âşık oldu. Safvan’a adamlar gönderip, (l5) kızı istedi. Safvan ona
kızını vermedi. Sonra kalktı [T304] (l) Anter, atma binip bir dağa çıktı. Kervan
basmaya başladı. Bir yıl haramilik <2) yaptı. İyi bir pehlivan oldu. Kimse onun
karşısında durmadı. Bütün âlem, ondan <3) korktu. Anter’den korktuğu için
kervanlar gelmez oldu. (4) Anter baktı ki kimse gelmez; kalktı, Arap kabilelerini
basmaya başladı. (5) Kırk kabilenin beyini öldürdü. Hiç kimse ona karşı
gelmedi. Adı, âlemde (6)meşhur oldu.
Safvan, Anter’den çok korktu. Vardı, (7) kızını Şaşa’a meliki Ömer’e
verdi. Ömer, kızı alıp giderken Anter dağdan (8) indi. Ömer’i öldürdü,
askerlerinin hepsini kırdı. Kız gördü, Anter’den kurtulmaz, (9) ileri gelip:
-Ya Anter! Beni bırak, erlik yap, bir kere daha babamdan (l0) iste. Eğer
vermezse işte, kırk kabile sana tabidir. Gelip, babamın başını(111 kesip beni al,
dedi.
Kızın bu sözüne Anter razı oldu. İbrahim Hâlil dinine itikadı vardı. (l2)
Kızı aldı, Safvan kabilesine getirdi. Orada serbest bıraktı. Kızın kendisi kalkıp
(l3) Safvan’ın huzuruna vardı. Anter’in erliğini ve kendine lütffettiğini<l4>anlattı.
Anter, kara yağız çirkin bir er idi. Kızın anası, Anter’i hiç sevmezdi. <l5) Feryat
etti:
-Bre kız! Ben seni Anter’e vermem, dedi. Kız:
-Anter gelir, sizi [T305] (1) öldürür. Kendinize bir çare, bir hazırlık yapın,
dedi. Safvan:
-Anter’den <2) çok mal ve rızk isteyelim. Veremeyip gider, dedi.
Avrat, kız ve babası (3)razı oldu. Orada bir karı vardı, o:
-Siz eğer dünya malını Anter’den (4) isterseniz bulup verir. Ama bir nesne
isteyelim ki bulamasın, âciz kalsın. Ancak o zaman onun elinden (5)
kurtulursunuz, dedi.
Sürdüler, Anter’in yanına geldiler:
-Ya Anter! Bizden kız mı istiyorsun, dediler. (6)
Her kim Anter’i görse aklı başından giderdi, onu dev sanırdı. Boyu <7)
kırk dört karış idi. Dev sanıp çevresinden kaçarlardı. (8) Anter’i bu heybet ile
görünce çok korktular. Saygılı bir biçimde:
-Muradını söyle,(9) dediler. Anter:
-Bana Afife’yi verin, severim. Karşılığında benden ne isterseniz (10>alın,
dedi.
O avrat hemen ileri geldi Anter’in önüne başını koyup: <U)
-Ya Seyyid Anter! Senden, cevher olarak gece parlayan yakut ister. O da
Aden denizinin dibindedir. Onu getir, Afife’yi sana verelim, dedi.
Anter bön ve kaba bir kişi idi: (l3)
-Ne olacak,getireyim, deyip söz verdi.
Anter oradan döndü, Aden denizine yöneldi. <l4) Aden denizine ulaşınca
atından aşağı indi. İki eteğini beline soktu, (l5) iki eliyle denizin suyunu dışarı
getirip Vadi-i İhma’ya dökerdi. Bu şekilde [T 306](l) yedi gün yedi gece çalıştı.
Vadi suyla doldu, taşıp geri(2) denize aktı. Öfkelendi. Taşlar getirdi, ona bir set
yaptı.
Deniz içinde olan deniz sahihleri onu görünce geldiler, meliklerine haber
verdiler:
-Bir şahıs <4) geldi, deve benzer. Yedi gündür bu denizi avcuyla taşıyıp
dışarı döker. Denizi <5) taşıyıp vadiye dökmek ister gibi, dediler. Deniz maliki,
bir bekçiye buyurdu:
-Git, (6) ona sor. Ne yapmak ister? Bu denizi böyle etmekteki amacı
nedir? Bize bildirsin, dedi.
O deniz (7>bekçisi dışarı geldi, çağırdı:
-Ya Anter! Bu denizi böyle edersin. Haber ver, muradın (8) nedir? Anter:
-Siz kimsiniz ki gelip bunu benden sorarsınız, dedi. Kapıcı:
-Biz (9) deniz bekçileriyiz, ya Anter,dedi. Anter:
-Sizin beyiniz veya (l0) büyüğünüz var mıdır, diye sordu. Bekçi:
-Vardır, sana bizi malik gönderdi, dedi. Anter:(ll)
-Bu denizin dibinde, Siracüleyl denilen bir cevher var imiş. Onu isterim.
Elim ile (l2)bu denizi taşıyorum, su tükenince o cevheri alacağım, dedi.
Bekçi, Anter’i dinledi. <l3> Malikin huzuruna gelip:
-Ya malik! O kişinin fikri, (14) denizi kurutup falan cevheri almak. Malik
korktu:
-Bu iş, bu şahsın (l5) elinden gelmese bunca gün çalışmazdı, dedi.
Kalktı, hâzinesinden kırk [T307] (l)tane cevher çıkardı, bir tabağa koydu.
Denizden dışarı çıktılar, Anter’in yanına gidip (2) cevherleri önüne koydular.
Anter, mücevherleri alınca çok mutlu oldu. Kendisi:
-Eğer (3) bunu bana getirmeseydiniz, denizi buradan başka bir yere
iletirdim, dedi.
Deniz maliki, veda (4) edip geldi. Anter, Safvan’a yetişti. Cevahiri
önlerine koydu. Kızın anası yine razı olmayıp (5) hile yaptı:
-Ya İbni Zeyneb, ya Anter! Biz sana kızı verdik, fakat Vadi-i Sur’da <6)
bir ejder belirdi. Onu öldür, gelip hemen kızı al, dedi.
Anter, razı (7) olup gitti. Zeynep isimli bir cariyeden doğduğu için
Anter’e, İbni Zeyneb derlerdi. <8> Hem de Habeşe idi. Her kimi kötü anmak
isteseler annesinin adıyla anarlardı. Anter, ejderhanın yanına (9) geldi. Bir büyük
taş getirdi, ejderi onunla öldürdü. Ejderin bir parçasını (l0) nişan diye götürdü.
Geri geldi. Kızın annesi tekrar:
-Anter! Biz sana (ll) kızı verince kabile beyleri gelirler, bizi öldürürler.
Senin sabit bir yerin yok. (l2) Sana bir kale gerek. Sen dışarı gittiğin zaman
kızım ve biz onun içinde kalmalıyız, dedi.
Anter, <13) bönlüğünden buna da inanıp bir dağ başında hisar yaptı. Adını,
Anter Kalesi(14)koydu. Kale tamamlanınca kızın annesi Saide:
-Ya Anter! Öğrenmişler, falan kabileler toplanmışlar. Sen ayrıldıktan
sonra bu kaleyi yıkarlar, dedi.
Anter’i bu yalan ile [T308] dört yıl aldattı. Anter, dört yüz kırk bir
kabileyi bastı. Beylerini tuttu, (2) kimini öldürdü, kimini esir edip kalesine
götürdü. Hicaz’da olan Kabayil-i(3) Arap’ı ele geçirip kendisine mekân edindi.
Kızı tekrar istedi. Kızın annesi âciz kaldı, (4) Anter’i, Mısır’a Melik Ziyan
aslmdan olan Melik Mukavkıs’ın babası Ankapıs’a (5) gönderdi. Melik-i Mısır
onu işitti, adamlar gönderdi. Anter’i gelip gördüler ki bir devdir. Bir insan
ejderhasıdır. Kimsenin buna karşı durmak ihtimali yoktur. (7) Eğer cihan halkı
toplanıp bir yere gelse ona cevap veremezler. Gidip barış yaptılar. (8) Mısır
meliki, Safvan’ı davet edip bağırıp çağırdı:
-Niçin bu pehlivanı aldatıyorsunuz? (9) Hemen kızı verin, fesada sebep
olmayın. Mısır, önce bir Avc ibni Anak’tan zorla (10) kurtulduydu. Şimdi
Avc’dan beterini ortaya çıkardınız, dedi.
Safvan (11) utanıp kızı, hemen Anter’e verdi. Mutlu oldu. Anter, bütün
Arap mülkünü (12) ele geçirip bin bir kabileyi bastı. En sonunda ecel yetişti. <13)
Bir ayağım üzengiye koyup atına bindi. At üzerinde mızrağına dayanıp <l4)can
verdi. Leşkeri yedi gün at üzerinde orada bekledi. Heybetinden yanına (l5)
kimse gelemezdi. Silahlarla donanmıştı, düşman üzerine gidiyordu. [T 3 0 9 ](l)
Kavmi, yedi gün sonra anladı ki Anter öldü. Onu elbiseleriyle koyup (2)
kaçtılar. Avradı gelip onu silahıyla birlikte defnetti. Zira, “Ben ölünce beni
silah ile gömünüz.” diye vasiyet etmişti.
Anter’i defnettiler. O zaman geçti, Kureyş (4) dönemi geldi. Peygamber,
dünyaya geldi. Fahr-i <5)Âlem zamanında ashap:
-Ya Resulullah! Ali, ulu pehlivan (6) olmuştur. Buna akran kimse gelmiş
midir, diye sordular. Hazret-i Resul:(7)
-Bizden evvel Anter gelmiştir. Güçlü pehlivan idi, ya Ali ve ya ashap!
Ali ve ashab:(8)
-Keşke onu biz de göreydik, dediler. Hazret-i Resul:
-Yürü ya Ali! Anter (9) Kale’si önünde, “Ya Anter ibni Rebiyye!” diye
çağır, görürsün, dedi.
İmam Ali ve (10) ashap oraya geldi. İmam çağırdı. Hakk’ın kudreti ile yer
yarıldı, bir şahıs (ll)kalktı. Silahıyla ve diğer savaş malzemeleriyle:
-Ya Ali! O Resul-i mübin geldi mi? Kitaplarda <12) yazılmıştır, ben ona
ikrar edip uydum, deyip iman arz kıldı. Sonra: (
-Ne çok yatmış, uyumuşum. “Muhammed ve Ali (14) geldi, kalk!” diye
kulağıma bir ses geldi. Şimdi hemen atıma bineyim, bütün âlemi kılıçtan
geçireyim. (I5) Dünya halkının tamamının işini bitireyim, dedi.
Server, bunları işitince hayretler içinde kaldı: AA
- “Üskün f i arzin [T310] (l)yâ 0Anter!”* dedi.
Anter’in hikâyesi budur. O dikili taşı Hazret-i Peygamber (2) gördü.
Mısır’a geldiği zaman o dikili taşı götürdü. Server:
-Ya bu Gazanfer(3) kimdir, dedi. Muallim:
-Server! Bu Gazanfer, Gazaba oğullarının seyyididir. Sad’ın oğludur. <4)
O da Anter’den önce idi. Cihan pehlivanlıkları etmişti. Kabayil-i Arap’ı
kendisine yurt edinmişti. (5) Yemen, Necid, Umman, İran, Taif ve Hicaz beyleri
ona tabi olmuşlardı. Yemen padişahının <6) kızını aldı. Bir süre o da cihana
hükmetti. Sonra ecel erişti, (7)öldü, dedi. Şerif:
-Ya buHamza-yı Kenane kimdir, dedi. Muallim:
-Ya Server! Bu Hamza’nın (8) adı, Cabe’dir. Kenan’ın oğludur. Mekke
şehrindendir ve Kureyş’e hısımdır. (9) Hişamoğullarındandır. O da çok işler edip
Kabayil-i Arap’ı kendine yurt edindi (l0)ve itaat altına aldı. Sonra Acem sultanı
Hüsrev’in kızını zorla aldı. Pek çok kere cenk (ll) edipHüsrev’i ilinden çıkardı.
Çok işler ve hünerler etti. K ızı(l2> en sonunda alıp Kaf Dağı’na gitti. On sekiz
yıl av yaptı. (13) Dünyanın tamamını dolaşmıştır. Sonunda o da öldü, gitti.
Bunların hikâyeleri (l4)budur, dedi.
Server ve muallim bağ içinde yimekte ve içmekte.
Diğer tarafta Rum’da İstanbul tekürü, (l5)beylerini ve adamlarını topladı:
-Ne ersiniz? İki yıldır Şerif ortada yok. [T311] (l) Habeşistan’da kaldı.
Onun işi tamam oldu. Gelin asker toplayalım, Rum’da (2) olan Türkleri kıralım,
âlemi geri Hristiyan edelim, dedi. Orada bir rahip: <3>
-Ya tekür! Bu defa, Mesih himmetinde onunla savaşalım. Yenemez isek
(4)Mesih’in ne sözünü ederim, ne de ona itibar ederim, dedi.
Tekürün Hamun adb bir veziri (5) vardı:
-Ya tekür! Bilmiş ol ki bu Türklere gökyüzünden melekler yardıma gelir,
(6) Tanrıları onlara yardım eder. Kitaplarda vardır. Muhammed Mustafa <7)
zamanında Herakil, kayserin üzerine yürüdü. Üç yüz bin kâfir, yüz bin (8) Frenk
ile Pap birlikte gittiler. Muhammed’e gökyüzünden on iki (9) bin alaca atlı ve
yeşil kanatlı kimseler indi, birlikte cenk ettiler. Kayserin ordusunu <l0) kırdılar
ve yendiler. Muhammed’den sonra, halifesi Ömer zamanında bir milyon (ll)
Rum ve Frenk toplandı. Mahan Ermeni’yi başkomutan tayin ettiler. Ömer’in
kırk (l2> dört bin askeri onları kırdı, helak etti. Ondan sonra Hüseyin bin A li,(13)
Aziz ibni Hakim ve Ömer bin Abdülaziz gelip İstanbul’u kuşattılar. Nice (14)
adamlar öldürdüler. Abdülmelik halife zamanında Rumîler, tekrar sefer (15)
düzenlediler. Müslümanlar onları kırdı. Rezil oldular. Sonra âciz olup tekrar
[T312] (1) Ümmiyyeoğulları ile barış yaptılar. Sonra Mervan hilafeti ele geçirdi.
-Ya vezir! Kişinin başı gitmeyince kimseye atını verir mi? Deli misin,
sen ne yapıyorsun, dedi.
Vezir, Asım’a öfkelendi. Asım, kılıç çıkarıp bir darbe vurdu. Sinesine
dek iki (l2)parçaya bölündü. Server:
-Bırakma ya Asım! Elin var olsun, dedi.
Vezirin kulları (l3) hücum etti. Asım’ı ortaya aldılar, cenge ve vuruşmaya
başladılar.
Bu tarafta (l4) Kasım ve Haşim, atlarını teptiler. Elllerine kılıçlarını alıp
vurdular, onları kırdılar. Köleler kaçıp (l5) Afvan’a yetiştiler, haber verdiler.
Hemen askerleriyle dönüp:
-Bre bırakmayın, dedi.
Kasım, [T319] (l) Haşim ve Asım, kendilerini kara renge boyamışlardı.
Görenler, Zengi sanırdı. (2)Afvan:
-Bırakmayın buZengileri, dedi.
O ordu, bunları ortaya aldı. (3) Cenge başladılar. Şerif bir kez nara atıp:
-Benim Saltık, diye at saldı. (4)
Yanar ateş gibi o kavme girdi. Çok şiddetli bir cenk oldu. Cenk içinde
Şerifin yolu, (5) Afvan’a uğradı. Ayağının tabanıyla bir tekme vurdu. Hemen
atından yedi adım geri düştü. (6) Kalkınca Şerif sıçradı, eşek kuyruğu gibi
sakalını kavrayıp tuttu: <7)
-Müslüman olur musun, yoksa seni öldüreyim mi? Ne dersin, dedi.
Afvan:(8)
-Gel, beni öldürme, azat et. Asla sana yaramaz bir iş yapmayacağım,
dedi.
Server üzerinden kalktı, (9) atma bindi. Afvan da kalktı, atma bindi. (l0)
Askerlerine:
-Sakin olun, dedi. Askerler hemen cengi bıraktılar. (ll) Server; Kasım,
Haşim ve Asım ile bir yere oturdu. Afvan kalkıp <l2) yemek getirdi, Server’den
özür diledi:
-Ya Server! Atasözüdür, “K edi(l3) pençesini vura aslana, diri kalırsa vara
uslana.” Ya Server! Şimdi, (l4) sizinle bizim hâlimiz böyledir. Şükürler olsun
geldiniz, kendimizi bize bildirdiniz, (15) dedi. Hizmetler edip özürünü kabul
ettirmeye çalıştı.
Server, onlara teşekkür edip [T320] (1> kalktı. Seylan-ı Habeş’in yanma
gitmek üzere yola çıktılar. Afvan da on atlı kuluyla birlikte Şerifle (2) birlikte
gitti, ayrılmadılar. Sonunda, Seylan diyarına yetiştiler.
Şerif kendisi, bezirgân gibi giyindi. (3) Bu on kulu donatıp sandık içine
koydu. Bir sandığa da Afvan’ı (4) Asım ile koydu. Seylan’a gitmek üzere
çıktılar. Seylan’a giderken Mirrihiz (5) şehrine yetiştiler. Şehir kapışma geldiler.
Kapıcılar:
-Nereden geliyorsunuz? Yükünüzde ne vardır? (6) Görelim, dediler. Şerif:
-Benim yüküm, inci ve cevahirdir. Lal ve yakuttan daha değerli (7)
nesnedir. Şah Seylan’a layıktır, ona getirdim, dedi. Kapıcılar gelip Seylan’a
haber<8)verdi. Seylaf:
-Alın, getirin de görelim, dedi.
Geldiler, Server’i ve bu yükleri <9) çektiler. Seylaf sarayına yerleştirdiler.
Bir hücrede dinlendiler. O gece yattılar. (10) Seherde Seylaf, adamlar gönderdi:
-Bezirgânı getirin, eşyalarını görelim. Beğendiğimiz (ll) cevherlerini
alalım, geri kalanmı ona verelim, dedi.
Kullar geldiler, Server’i davet (l2> ettiler. Server, Seylaf m huzuruna
geldi:
-Sultanım sağ olsun! Devletinde (l3> acayip cevherler getirdim, sultanıma
layıktır, dedi. Şerif, Kasım’a ve Haşim’e : (14)
-Gidin, o altı sandığı getirin. Bir taraftan açın. O cevher <l5) çıksın, Sultan
hangisini beğenirse alsın. Umarım ki padişah onları görünce [T321] (I) çok
beğenecek, dedi.
O iki kul, padişahın adamlarmı alıp sandıkları getirmeye gittiler. <2) Bu
sırada Seylaf, vezirlerine:
-Haşan, bu ne hoş kişidir. Bu er, bizi severmiş. İyi ki (3) bu cevherleri
bunca uzak yerden bize getirdi, dedi.
Bunlar kendi aralarmda söyleşirlerdi. Kullar, (4) sandıkları getirdiler. Yer
üzerine ortaya koydular. Bu aralıkta t5) iken sandık içinde birisi ansızın, yüksek
sesle aksırdı.<6) Orada duranlar ve Seylaf işittiler:
-Hoca! Bu nedir, dediler. Server:
-Sultanım! (7) Yolda gelirken bir canavarcık tuttuk, çok güzel ve
sevimlidir. Onu da (8) sultana hediye getirdim. Görünce çok seveceksiniz, dedi.
Vezirin biri: (9)
-Büyük bir canavara benzer, görsek, dedi. Şerif hemen yerinden kalkıp:
-Beyler! Acayip (l0) ve garip canavarlardır, şimdi göreceksiniz, dedi.
Seylaf:
-Ya bezirgân! Demin, bu bir (ll) canavardır, dedin. Şimdi bir tane daha
vardır, dersin. Söylediklerin birbirini tutmuyor, dedi. Şerif: ( 2)
-Evet sultanın! Devletinde canavarlar, birkaç tane vardır. İşte şimdi
seyret, (l3) gör, dedi. Hemen sandıkların kilitlerini aldı, bir kez kamçı ( 4) ile
vurdu:
-Ey canavarlar! Dışarı çıkın, padişah sizi görmek ister, <l5)dedi.
Her sandıktan ikişer pehlivan çıktı. Ellerinde yalın [T 322](l) kılıçlar. Bir
anda Seylaf ve beylerinin üzerine koştular. Server bir nara atıp:
-Benim, Saltık, <2,dedi.
Şerif, yerinden kalkınca Seylaf ın yakasını tuttu. Yere vurdu, bağladı. O
(3) kişiler sandıktan çıktılar, orada duran beylerini kırdılar. Dışarıdaki halk
duydu, saldırdı. (4) Server, Seylaf a:
-Ne dersin, bana uyar mısın, yoksa seni öldüreyin mi? İşte (5) Afvan
benimledir. O bana gelip uydu, kurtuldu. Sen de uyarsan kurtulursun, dedi. <6)
Seylaf:
-Senin hile ve düzenine hayret! Erliğin de hilene göre <7) olur, deyip
hayran kaldılar. Seylaf ve veziri bağışlanmayı dilediler. Server onları ( ’
koyverdi. Seylaf varıp gene tahta oturdu:
-Sana tekrar a si(9) olsam nasıl olur, dedi. Server:
-Ecelin çekerse olursun, dedi. Seylaf:
-Ya Server! Ben, seni evvelden de gizli gizli (l0) severdim. Haşa ki
döneyim, dedi.
Bütün halk gelip Şerife saygı gösterdi. Server’e üç gün (ll) orada
ziyafetler verdiler. Dördüncü gün, Seylaf da dâhil olmak üzere on kul ile atlara
bindiler:
-Biz senden (l2) ayrılmayız. Mihentas’a dek seninle birlikte gidelim,
dediler.
Birtus-ı Habeş’e gitmek üzere yola çıktılar. (l3) Kırk gün sefer eylediler.
Birtus’un taht şehri, Gencana’ya geldiler. Bir bağ içinde konakladılar. Birtus’un
<l4)adamları gelip:
-Nereden geliyorsunuz. Neyiniz var? Sattığınız eşya ve maldan haber
verin, dediler. Seylaf:
-Bezirgânız, geliyorduk. Bu yakın yerde bir harami varmış, Şerif-i Şami
derler. [T 323](l) O yolumuza indi, bizi tuttu, kırdı. Mal ve davarımızı elimizden
aldı. Kaçarak buraya geldik, dedi.
(2) Adamlar gidip Birtus’a bildirdiler. Birtus haramiyi duydu:
-O düşman (3) buraya da mı geldi, diye gazaba geldi. Varın o bezirgânları
hemen buraya (4) getirin. Ben onlara kendim sorayım, dedi.
Kullar geldiler, bunları alıp Birtus’a getirdiler. (5) İçeri girdiler ve Birtus’a
dua etmediler. Her biri bir yere geçip oturdu. Saltık (6) hemen sıçradı, Birtus’un
yanına geçip oturdu. Vezir kalkıp: (7>
-Hay edepsiz! Sultandır o oturan, bilmez misin, dedi. Şerif:(8)
-Sultan, Allah’tır! Birtus kimdir ki anarsın, dedi. Birtus çok sinirlendi:
-Ya küstah! (9) Bu kendinini bilmemektir. Akimı başma topla. Kalk,
karşıya otur, dedi. Server:
-Ya Birtus! (10) Bu tahtta siz çok oturmuşsunuz. Biraz da biz oturalım,
dedi.
Seyyid böyle deyince vezir hemen yerinden <U) kalktı, kılıcını eline aldı.
Niyeti, Server’e vurmaktı. Seylaf, karşıdan vezire kılıcı öyle bir çaldı (l2)ki başı
önüne düştü. Bir bir kalktılar, naralar attılar. Birtus kalkıp kaçmak istedi. <13)
Server yakasmdan sıkıca tutup yere vurdu, elini bağladı. O mecliste olan beyleri
(14) kırdılar. Server, Birtus’a gelip:
-Ne dersin? Bize uyar mısın, yoksa senin işini tamam edeyim mi, dedi.
(15)Birtus:
-Ya Server! Sana tabi oldum. Önceden düşman idim, şimdi sana dost
oldum, dedi. Şerif, [T 324](l) Birtus’u azat etti. Birtus baktı, Seylaf ı tanıdı:
-Sen de mi biliyorsun, dedi.
Seylaf kendi hikâyesini (2) anlattı. Birtus güldü:
-Seni takdir ediyorum. Bundan ötürü sana kul olayım, dedi.
Daha sonra Birtus, Server’i <3) oradan birkaç gün bırakmadı. Alıkoydu,
konukladı. Kendisi de on kul alıp, yoldaş ohıp <4) Server’le birlikte Mihentas’a
gitmek üzere yola çıktı.
Yolları üzerinde, bir Habeş beyi daha var idi. Üç <5) kardeşlerdi.
Babalarından sonra mülkü üçe bölmüşlerdi. Beylik yapıyorlardı. Birine Calut,
<6) birine Talut, birine Tarut derlerdi. Bir yere gelmiş, düğün yapıyorlardı. Calut,
(7) oğlunu evlendiriyordu. Mihentas’m gelmesini bekliyorlardı. Server, o (8)
askerlere yaklaştı. Geldi, bir yerde konakladı. Calut, Tahıt ve Tarut avdan
dönüp geliyorlardı. (9) Birtus:
-Server! Erlik budur ki bunları burada, meydanda, bütün halk bakarken
haklayalım, dedi. <l0>Server:
-Her ne derseniz, eğer sizler de razı iseniz, ben kabul ediyorum, dedi.
Kalktılar, atlarına (ll) bindiler. Onlara karşı vardılar. Haşim ileri varıp:
-Beylere sözümüz vardır, dursunlar söyleyelim, dedi. (12) Çavuşlar:
-Ya eşkıyalar! Burası, söz yeri midir ki? Durun, bekleyin, dedi.
Aralarında güçlü bir çavuş vardı. (I3) O, Haşim’e bir gürz vurdu. Haşim, o
çavuşa bir kılıç vurdu. Bir kohı düştü.
Çavuşlar, Haşim’in üzerine üşüştüler. Birtus, hemen bir nara atıp
Calut’un üzerine (15>saldırdı. Seylaf ve Afvan kullarıyla birlikte at teptiler.
Calut, “Bırakmayın!” diye askerlerine ve kardeşlerine [T325] (l) el
salladı. Kardeşleri hücum ettiler. Orada bir cenk ve bir arbede koptu. Akşama
dek cenk ettiler. (2) Akşam oldu. Karanlıkta Calut, Şerifin önüne çıkageldi.
Atını saldı. Geldi, Server’in (3) başına kılıç çaldı. Calut, geçince döndü, Server,
Calut’a mızrak ile vurdu. Seyyid’in mızrağının alevi, <4) Calut’un arkasından
çıktı. Calut, bir kere ah eyleyip attan düştü, can verdi.
Şerif, mızrak ile Calut’u (5) götürdü, yere vurdu. Talut onu görüp:
-Ah kardeşciğim! Düşmanın elinde helak oldun, deyip Server’in <6)
üzerine geldi.
Seylafın beş kulunu öldürdü, yetişti. O acıyla Şerife hamle yaptı. Server
ona da bir mızrak vurdu, kardeşine kavuşturdu. O da can verdi. Tarut bu hâli
görünce başını alıp (8)kaçtı. Calut’un oğlu ile gittiler.
Heban ordusu bu durumu görünce:
-Baş gidince (9) ayak dayanamaz, deyip kaçtılar.
Çadırlarını, hâzineyi ve eşyalarını döküp kaçtılar, (l0> gittiler. Server bir
yere çıkıp durdu.
Birtus ileri geldi, dua etti. Kendilerini yokladılar. <n) Birtus’un üç kulu,
Seylaf ın beş kulu, Afvan’m yedi kulu düşmüş. Kasım da çok ağır yaralanmış.
(l2) Onun yaralarını sardılar. Ölenleri defnettiler. Server:
-Bu malı ve eşyayı bir yere <l3) koyup saklayalım, dedi. Onları bıraktı.
Biraz durun, dinlenin, dedi. Çevreyi aramaya gittiler.
Şerif, çevreyi araştırırken <14) karşıda bir hisar gördü. Hemen geri döndü,
geldi. Kasım’ı ata bindirip geri gitti. <l5) Hisara yaklaştı, burç dibine gelip
çağırdı:
-Bu kalenin komutanı beri gelsin, dedi.
Komutan, [T326](l)burca geldi. Server:
-Ya komutan! Bizim şahımız Calut’un üzerine düşman geldi. (2)Ben onun
hazinedarıyım. Malını ve rızkını buraya koymak ister. Hem de bir has kulu (3)
yaralandı. İşte getirdim. Gelin kapıyı açın, alın, dedi.
Onlar geldiler, kapıyı açtılar. (4) Kasım’ı içeri aldılar, gittiler. Server atını
sürdü, bu tarafa arkadaşlarının yanına geldi. (5) Orada bulunan eşyaları ve malı
topladılar. Atlara yükleyip getirdiler, <6) bu hisara koydular. Kale komutanı,
birazdan bildi ki bunlar yabancı kişilerdir. Hemen (7) feryada başladılar. Cenge
niyetlendiler. Şerif bir nara attı:
-Benim, Saltık! Calut’u (8)ve Talut’u öldürdüm. Sizi de hep kırarım, dedi.
Kalenin kavmi bunu (9) işitti, cenge cesaretleri kalmadı. Aman istediler.
Server, (10) Haşim’i on kişiyle oraya koydu. O hisara, Mahfaz derlerdi. İçinde
çokluk (ll) mal da vardı. Server beş kulu ile Afvan, Seylaf, Asım’ı (l2) ve
Birtus’u yanına alarak Mihentas’ın yanma gitmek üzere yola çıktı. Talut’un
topraklarından çıktılar. O <13) vilayet karışık idi. Talut’un oğlu, Mihentas’a haber
gönderdi: <l4)
-O Saltık buraya geldi, bizi şöyle yaptı. Sizler de gafil olmayın. B elki(l5)
bu defa kastısizedir. Bilmiş olun, dedi.
Bu arada, Calut’un oğluna gelecek gelini getirdiler. [T327] (l) Bir hisar
vardı. Çok sağlam ve muhkem idi, alıp oraya gittiler.
Saltık kalktı, o (2) gelinin ardmca revan oldu. Onlar, hisara yakın bir <3)
sahrada konakladılar. Bu tarafta Server Saltık, doğru kale tarafma geldi. <4)
Yetişti kaleye çağırdı:
-Kapıyı açın, kızı buraya getirdim. Şu yakındaki <5) sahraya kondu, yarın
kendi gelir, dedi.
Gelip kalenin kapısını açtılar. (6) Server, adamlarıyla birlikte içeri girdi.
Doğru saraya çıktılar. Server, geçip tahta oturdu. (7) Kalenin komutanı Umlak’ı
yanına çağırdı:
-Ya Umlak! Şimdi dışarı (8) çık, haber ver. Calut geldi, Şerifi öldürmüş.
Kızı hemen beri getirsinler, dedi. <9)
Umlak, dışarı gelip anlattı. O sözü işittiler, şenlikler yaptılar. (10) Kalkıp
kaleye geldiler. Kale içine girdiler, doğru saraya çıktılar. Server, (11) onları
karşıladı. Gelini içeri aldılar. Gelin geldi, yerine geçti. Server:<l2)
-Ya Nigar! Hoş geldin, uğur getirdin, dedi.
Server, gelini canıgönül ile hoş karşıladı. <13) Kız baktı, Server’den
şüphelendi. Server Saltık onu gördü, Seylaf a: (l4)
-Kalk, dışarı çıkalım, saldıralım, dedi.
Dışarı geldiler. Server, Umlak’ı (l5)yanma çağırdı:
-Siz daha önce beni hiç gördünüz mü, dedi. [T328] (1)Umlak:
-Evet gördüm, dedi.
Server, hemen yüzünden örtüyü (2) kaldırdı. Zira o zamanlarda beyler, hep
örtü takarlardı:
-Bak yüzüme, <3)dedi.
Umlak onu görünce feryat edebileceğini sandı. Server, hemen bir nara (4)
attı. Umlak’ı kılıç ile çalıp iki parçaya böldü. Serverler <5) her taraftan naralar
attılar, kendilerini bildirdiler.
O halkı (6) kırdılar, hisarı fethettiler. Orada, çok miktarda mal ve hazine
var idi. (7) Bırakıp gitmeye kıyamadılar. Server, o beş kulu bekçi bıraktı. (8)
Asım’ı da buraya koydu:
-Geri gelip sizi alacağım, siz burada (9) durun, dedi.
Hem Asım ağır yaralı idi, onun için burada bıraktı. Afvan, (IO)Seylaf ve
Birtus’u yanma aldı, Mihentas’ın yanma gitmek üzere yola çıktılar. Tarun’un
(11) topraklarını geçtiler, Mflıentas-ı Habeş iline gittiler. Melik-i (12) Kebir’in
topraklarına girdiler. Halk karmca gibi kaynaşıyordu. Her taraftan (l3) asker
toplamışlardı. Birtus:
-Ya Server! Bu kavim ile nasıl mücadele edeceğiz, dedi. (14) Server:
-Gam yeme, inşallah işimiz hayır olacak, dedi.
Oradan kalabalık bir (l5) topluluğa eriştiler. Sayılamayacak kadar çok
insan toplanmıştı. Öyle bir kargaşa ve hengâme vardı ki [T329] (l) anlatılamaz.
Bildiler ki Mihentas’ın kendisi de oradadır.
Mihentas’ı görmek (2) istediler. O kalabalık askerin içerisinde biraz
gezdiler. Gezerken bir yerde, <3) büyük bir otağ gördüler. Atlarını sürdüler,
oraya geldiler. Gördüler ki <4) Mihentas için otağın önünde kızıl altmdan
yapılmış bir kürsü koymuşlar. O kürsüde oturmakta. (5>Gerinmiş, keyfi yerinde.
Elini dizine koymuş, yumruğunu sıkmış. Bıyıkları (6) göğsüne inmiş. Yüz tane
koyun pişirip önüne koymuşlar. (7) Tutar, lokma yapar, bir koyunu ağzına atıp
yer. Çevresinde (8) beyleri oturmış, içki içmekteler. Sarhoş olmışlar, bu şekilde
otururlar. Mihentas, beylerine: <9)
-Beyler! Biz sefer eylesek buradan Mısır’a acaba kaç ayda varırız, dedi.
Çevreden<10)beyler:
-Bir yılda varırız ancak, dediler. Mihentas:
-İşittim ki Saltık (U) gelmiş, Calut’u öldürmüş. Kardeşi Talut ile gelmiş.
(12) O ilde imiş, gezermiş. Biz burada, sessiz sessiz otururuz. Hemen göçelim,
gidelim. (l3)Hazır olun, dedi. Beyler:
-Biz hazırız. Siz ne zaman enrederseniz gideriz, (l4)deyip tekrar içmeye
başladılar.
Onlar içtiler, sarhoş ve akılsız duruma geldiler. (15) Gece olunca
çadırlarına gittiler. Birtus:
-Server! Bizim Habeş mülkünde, [T330] (l) bir kimseye hakaret etmek
için onun dübürüne keçe ile zift yapıştırırlar. (2) Bu gece, ben de bunlara bu işi
yapmak istiyorum, dedi. Server:
-Uygundur, öyle yapınız, dedi.
<3) Birtus, Seylaf ve Afvan kalktılar. Bu beylerin, vezirlerin çadırlarına (4>
gittiler. Bir yanmdan yarıp içeri girdiler. Burunlarına uyuşturucu verip
akıllarını (5) giderdiler. Dübürlerine ziftli keçeler yapıştırdılar, gittiler.
Mihentas’ın çadırına (6)giremediler. Server’in yanına gelip söylediler:
-Biz köleleriniz, diğer (7) beylere vardık. Fırsat bulup edeceğimizi ettik.
Sıra bu kere şendedir. (8) Kalkınız, Mihentas’ın yanına siz gidiniz, dediler.
Server yerinden kalktı, Mihentas (9) çadırına gitti. Bir yerden fırsat bulup
çadırı yardı, içeri girdi (l0) Birtus, Seylaf ve Afvan ileri vardılar. (11) Dübürüne
ziftli keçeyi yapıştırdılar, geri döndüler. Server, yazılı bir kâğıt çıkarıp otağın
(l2)kapısına astı. Sonra çıkıp gittiler.
Seher vakti oldu, Mihentas mahmurla <l3) yerinden kalktı. El vurdu,
makadında bir nesne yapıştırmışlar. Kalktı, kapıcıların (l4)birine:
-Gel bak, benim bu makadımda ne var, dedi O kapıcı (15) gelip baktı:
-Ya Padişah! Ziftli keçe yapıştırmışlar, dedi. Mihentas [T 331](1) gazaba
gelip:
-Bre haramzade! Ne bakar durursun, kopartıp atsana! Bana (2) bunu kim
yaptı, diye bağırdı.
Koparmak istediler. Herif, acısından feryat (3) etti. Dübüründe kıllar bir
kulaç olmuştu. Temizlik bilmezlerdi. Pis ve (4) murdar kâfirlerdi, dübürlerindeki
kıl posta dönmüştü. Oğlan,(5) keçeyi bin türlü bela ile kopardı. Mihentas:
-Bunu bana Saltık yapmıştır. (6) Belli ki gelmiş, benim uyku vaktimde
yanıma girmiş, bana bunun gibi hakareti de yapmış. Öldürmek istese (7)
öldürebilirdi. Siz burada ne gözetliyorsunuz, bire haramzadeler, diye
öfkesinden (8) kapıcıları tepeledi.
Kuşluk oldu, gördü ki beyleri gelmezler. Hemen çavuş lan<9) gönderdi:
-Ne oldu, niçin gelmezsiniz, diye sordu.
Beyler kalkınca bir de ne görsünler? Makatlarında ziftli keçe. Her bey,
(10)makadındaki ziftli keçeyi kopardı. Gelip Mihentas’a haber verdiler.
Mihentas, (ll) bunu işitince gazaba geldi. Beyleri, vezirleri de geldiler,
söylediler: (l2)
-Sultanım! Bu işi Saltık yapmıştır, dediler. Mihentas:
-Hemen atlarınıza binin. Gidelim, (13) varıp Türkleri kıralım, dedi.
Vezirler çağrıştılar, söylediler:
-Sultanım! Bu nasıl (l4) sözdür, nereye gidelim? Saltık burada. Biz
götümüzün acısından birkaç gün ata binemeyiz. (l5) Bize izin ver. Dübürümüz
yaralanmıştır, tedavi edelim. Mihentas: [T 3 3 2 ](1)
-Beyler! Gerçek söylüyorsunuz. Makadımın acısından ben de taht
üzerinde oturamıyorum. (2) Vay! Bu kötü adam, bize ne çirkin iş etti. Ne acayip
hilekâr herif imiş. <3) Biz şuna şükredelim ki benim başımı ve sizin başınızı
kesmedi. İy i(4) kişi imiş, dedi.
Derken gördüler ki kapının üzerinde bir kâğıt asılı. (5)Mihentas:
-Bre getirin, şunda ne var görelim, dedi.
Vardılar <6)getirdiler. Okudu. Yazılmış ki:
-Ben Saltık. Geldim ve bu (7) işleri ettim. Sen Mihentas’sın. Erlikte ve
padişahlıkta (8) âdet budur ki her kişi başına, bir kişi veresin. Cenk edelim. On,
yirmi, otuz ve (9) nihayet kırk kişi bir pehlivana gelsin. Misaldir ki “İki kedi, bir
arslana eşittir.” <l0) demişler. Ben sana geleceğim. Hilemi gördün, erliğimi de
gör. Fakat bir kişiye (ll> kırktan fazla adam göndermek âcizlik ve avratlıktır.
Eğer er isen sen kendin <12) meydana gel. Saadet kime yar olur, görelim. İslama
kast(l3) etmişsin. İşte ben ayağına geldim. Hünerini sen de göster. Mihentas:(l4)
-Beyler! Görün, beni ne ile korkutmak ister bu, dedi. Habeş beyleri <l5)
birbirine söylediler:
-İnşallah hemen gelmez. Eğer üzerimize gelirse iş kötü. Götümüzün
[T333] (1) üzerine oturamıyoruz. Makadımızın hâli iyi değil. Hep kızıl et (2)
olmuştur. Acısından yestekleyemez olduk, dediler. Sonra dağılıp gittiler.
(3) Bu tarafta Saltık; dönüp Birtus’a, Seylafa ve Afvan’a:
-Kardeşlerim, (4) yâranlarım! Benim gönlüm diler ki yarın atıma bineyim,
Mihentas’ın ordusunun üzerine süreyim. Tanrı, (5) alnımda ne yazmıştır,
görelim, dedi. Birtus:
-Server! Ne olur, biz kölelerin de birlikte gelelim. (6) Görelim, nasıl
oluruz? Nihayet senin yoluna can ve baş veririz, dediler. Saltık: (7>
-Ben dilerem ki siz gizli durun. Uzaktan beni seyredin, dedi. <8)
Sonra Server silahlarını hazırladı, Mihentas’ın ordusuna yöneldi.
Sabah güneş doğdu, (9) Kaftan baş gösterdi. Server, bir dağın üstünde
durup aşağı ( ()) indi. Öyle bir nara attı ki sanki gökler yıkıldı. (ll) Atlar ürküp
kaçtılar. Adamların ise aklı başından gitti. “Hey! <l2) ne oluyor ki?” diyene
kadar Server, ağzını açıp yüksek sesle çağırdı:
-Benim Saltık! <13) İşte geldim, ya Mihentas, dedi.
Habeş askerleri baktılar. Gördüler ki bir server, (l4) bir tepe üzerinde
durmuş. Silahlarını kuşanmış, elinde bir mızrak (l5) tutar. Coşkun bir sel gibi
üzerlerine akıp gelir, haykırır. Askerler: [T 334](l)
-Saltık geldi, diye at üzerine bindiler. Mihentas:
-Bre bakın! Bu nedir, dedi. (2) Beyler:
-Sultanım! Saltık geldi, haykırır. Der ki “İşte geldim. (3) Mihentas, er isen
gel.” Sultanım seni ister, buyurun. Mihentas gazaba gelip:
-Silahlarımı beri<4)getirin, dedi. Beyler, vezirler bırakmadılar:
-Hele görelim, nasıl olur? Eğer biz ona <5) cevap veremezsek sen
silahlanıp gidersin, dediler.
Askerler kalkıp saflar, (6) alaylar bağladılar ve hazır beklediler. Server o
tepeden aşağı indi gelip meydanın <7) ortasında durdu. Habeş dilince çağırdı:
-Ya Habeş kavmi! Beni aramak için Mısır’a gitmeyin. t8) İşte ben,
ayağınıza geldim. Sizi zahmetten ve sefer meşakkatinden kurtardım. (9) Beri
gelin, bu iş bir yana olsun, dedi.
Bir Habeş pehlivanı, Server’e karşı geldi. O pehlivanın (l0)adı, Hanyak-ı
Habeşî idi:
-Hey yiğit! Melik-i Kebir’in <n) önünde bunun gibi hareket etmek neden,
dedi. Server:
-Fazla konuşma. Hemen (12) hünerini göster. Bana tabi öyle sultanlar var
ki bu, onların atlarını bile çekemez, dedi.
(l3) Habeşi gazaba gelip Server’e hamle yaptı. Server, onun hamlel
engelledi. El sundu,<l4) atından kaptı, havaya attı. Aşağı inerken kılıcını çaldı,
iki parçaya böldü. Biri (15) daha girdi. Server onu da tuttu, çekip bez gibi iki
parça edip yırttı, yabana [T335] (1)attı.
Hikâyeyi gereksiz yere uzatmayalım. Bu şekilde yetmiş kâfiri, her birini
bir türlü, birer hamlede tepeledi. (2) Durumu gören Mihentas askerlerine:
-Bre bırakmayın, dedi.
Kâfirler hep birden (3) at saldılar, Şerifi orta yere aldılar, bir bir cenge
başladılar. Server<4)akşama dek vuruştu. Zaman zaman nara atıp:
-Bre avrattan (5) kötü adam! Bir kişiye yüz bin adam havale edersin.
Kendin kaçarsın, gelmezsin (6) öyle mi derdi.
Alay alay önüne katıp halkı, hıyar doğrar gibi doğrardı. Bir harman <7)
miktarı yere kimse gelemezdi.
Gece olunca (8) gizlice aradan çıktı, gitti. Sonra sürdü, yâranlarının yanma
geldi. Atmdan inip (9) su ile kanlarmı yıkadı:
-Serverler! O kâfir benim üzerime bütün askerlerini sürdü. (l0) Çok
zahmet çektim. Sonunda çıktım, geldim. Ama o (ll) kâfire neler edeceğim,
inşallah göreceksiniz, dedi.
O gece geçti, sabah oldu. Server, Mihentas’tan yana varmadı. <l2)0 dağda
ibadet ile meşgul oldu.
Diğer tarafta, Mihentas gördü ki Saltık gelmedi. <13) Saltık kaçtı, gitti.
Artık gelmez, diye içki içmekle meşgul (l4)oldu.
Gece olunca Server Saltık yerinden kalktı, atma bindi. (l5) Birtus, Seylaf
ve Afvan:
-Ya Server! Nereye gidiyorsun, dediler. Server:
-Bu gece, [T336] (l) gece baskını yapacağım. Görelim nasıl olur, dedi.
Onlar:
-Biz de geleceğiz, dediler. Server:<2)
-Ne olur gelin. Fakat dikkatli olun, gafil olmayın, dedi.
Kalktılar, (3) Mihentas’m karargâhına geldiler. Bir yerde durdular. Her
biri, bir Habeş padişahının (4) adını yâd edip her biri, bir yerden nara attılar. (5)
Yatan askerler ürktü, durdu. Sonra atlara bindiler. Kendileri, birbirine
girip (6)cenk ettiler. Birbirini kırmaya başladılar. Server ve arkadaşları:(7>
-İt dişi, domuz derisine, deyip bir kenara çıkıp durdular. <8)
Mihentas’ın askerleri, sabaha dek birbirine kılıç vurdular. Mihentas (9)
otağından dışarı çıktı, bir kürsüde oturdu:
-Beyler! (l0) Bu Şerif, Habeşistan’ı kendine bağlamış. Bu beyler gelip
askerimizi (ll) bastılar. Belli ki Saltık’a uymuşlar. Ben de onlara bir iş (l2)
edeyim, görsünler, dedi.
Sabah olunca gördüler ki kimse yok. Oraya, (l3) yabandan bir kişi bile
gelmiş değil. Yetmiş bin kadar adam kılıçtan geçmiş, (l4) birbirini kırmışlar.
Mihentas gazaba gelip:
-Gördünüz mü? Bu düzenbaz, bize nasıl hile yaptı? Bizi, bize kırdırdı.
Bize ne kötü iş yaptı, [T337] (l)dedi. Beyler söylediler:
-Sultanım! Bu er, kötü kimsedir. Dünya halkından <2) korkmaz. Bu er, hile
ile cihanı yıksa kadirdir, dediler.
Mihentas, çaresiz kaldı. <3) Kalktı, üzgün üzgün çadırına gitti. Hak teala o
gün <4) öyle sert bir rüzgâr verdi ki yer ile gök arasını toz tuttu. Çadırlar, (5)
yabana uçup gitti. Atlar ürktü. Her kişi, kendi canı ve başı kaygısına düştü. (6)
Göz, gözü görmezdi. Sanki Ad kavmine esen yel idi. Kâfirlere acayip bir hâl
oldu. Server çıkageldi. Gördü ki Mihentas, bir yerde gözünü <8) ovup durur.
Server:
-Hudavend! Beri gelin, sizi bir kuytu yere ileteyim. <9) Yel, size zahmet
vermesin, dedi.
İki kulu ile alıp bir dereye getirdi. Hemen <1()) ileri gelip bir kez nara attı.
Mihentas’a gürzü öyle bir vurdu ki Mihentas, (ll) hay deyince attan yedi adım
yer geriye düştü.
Birtus ve Seylaf yetişip (l2) bağladılar. Afvan, onu alıp bir mağaraya
götürdü. İçeri koydular, ayağından (l3'bağladılar. Server gitti, vezirlerden ve
beylerden rast geldiğine:
-Beri gelin, <l4) Mihentas falan yerdedir, dedi.
Onları da alıp getirirdi. Birtus ve Seylan çıkıp, (l5) onları tutup büyük bir
mağaraya götürürdü. Ayaklarını [T338] * bağlayıp giderlerdi. Orada durup
beklerlerdi.
O gün yatsıya dek; (2) otuz dört vezir, yetmiş altı bey ve kırk bir bey
oğlunu hile ile getirip (3) bağladılar. Yelin ardından Hak teala, (4) yağmur verdi.
Gök gürlemesi ve şimşek yeri göğü inletti. Birtus:
-Server! (5) Önemli kişileri hep tuttuk. Sabredin. Yağmurda (6)
dokunmayın, görelim nasıl olur, dedi.
Döndüler, mağaraya geldiler. (7) Server, içeriye girip meşale yaktı. Şerif,
ileri gelip eyitti:
-Ya (8)Mihentas! Hâlin nedir, nasılsın, dedi. Mihentas:
-Ya haydut! Bu hile, erlik (9>midir ki yaptın, dedi. Server:
-Ya Mihentas! Hâlin nedir, ey lain? Ya <l0) erlik midir, bir kişiye bir
orduyu havale etmek? Kendin avrat (ll)gibi köşe bucak kaçarsın, öyle mi, dedi.
O kâfir, yattığı yerden Server’in <!2) yüzüne tükürdü. Seylan, ayağıyla
onun suratına birkaç tekme vurdu. (13) Ağzı, burnu kan doldu. Seylaf:
-Server! Bunlara söz söyleme. D ışarı(l4) çıkaralım, boyunlarını vuralım.
Şu sandal ağaçlarına asalım. Askerleri(l5)görüp ibret alsın, dedi.
Hem de öyle yaptılar. Başlarını kesip ayaklarından baş aşağı [T339] (1)
astılar. Seylan ve Birtus:
-Server! Kalk, buradan gidelim, (2) dediler.
Oradan kalktılar, bir yere vardılar. Sabah oldu. Askerler, beylerini
yokladı. (3) Bir de ne görsünler? Ağaç (4) dallarına padişahlarının, beylerinin ve
vezirlerinin başları asılmış (5) durur. Feryat ettiler. Ölülerini aldılar. Mihentas’ın
oğlu Gartas’ı (6) tahta geçirip bey yaptılar. Söylediler:
-Nasıl edelim de bu Saltık’tan intikamımızı (7) alalım, deyip düşündüler.
Bu arada askerlere:
-Gafil olmayınız, diye tembih ettiler.
(8) Server, gece gelirdi. Bir taraftan girip çadırlar yarardı, <9) adam
öldürürdü. Sabah olunca bir iki yüz adam, başsız bulunurdu. <l0) Kâfirler, âciz
kaldılar. Bu durum, on gün devam etti. Birtus’u bir gece bir çadıra <n> girerken
kavradılar, tuttular. Sonunda bağladılar. <12) Aldılar, Gartas’ın huzuruna
getirdiler. Gartas bakıp Birtus’ı tanıdı:
-Bre <13)na-haydut! Sen ne gördün de o Saltık’a uydun, dedi.
Calut ve T alut(14>oğulları feryat ettiler:
-Bu haydut atalarımızı öldürdü. <l5)Fesad bunundur, dediler. Gartas:
-Saklayın, yarın bunun hakkından geleyim, deyip [T340] (l) hapse
gönderdi.
Bu tarafta Server, gördü ki Birtus gelmedi. Seylan’a :(2)
-Sizler durun, ben varayım. Birtus ne oldu göreyim, dedi.
Hemen karargâha <3)yöneldi. Seylan ve Afvan:
-Biz burada niçin duralım, dediler. <4>
Onlar da tebdil-i suret ettiler, gelip bir yerde durdular. (5) Saltık’ın ne
yaptığını ve Birtus’a ne olduğunu öğrenmek sitediler.
Bir de baktılar ki Birtus’un (6) boğazına kement takmışlar. Çevresinde bir
insan çıkageldi. Seylan ve Afvan, <7>ileri varıp celladın elinden almak istediler.
Gördüler ki Şerif hazretleri, (8) Birtus yanınca gelir. Kıpırdamadılar, sessizce
beklediler. Şerif de onları gördü, <9> işaret etti. Birlikte yürüdüler. Divana
geldiler. Birtus’u getirip siyasete (10)çökerttiler. Gartas başını kaldırdı:
-Bre Birtus, bak! Sen bir ulu melik (ll) olasın. Bir eşkıyaya uyup, gelip
benim atam Mihentas’ı ve beylerimizi öldüresin, (12)öyle mi? Cellada emretti:
-Vur boynunu, dedi.
Cellat, kılıcı elinde (13) Gartas’a dualar ederdi. Diledi ki Birtus’u katlede.
Server, gök gürlemesi gibi bir <14)nara attı. Orada duranlar sandılar ki İsrafil sur
vurdu. <l5) Kendilerini toplayınca cellada kılıcı öyle bir çaldılar ki ortadan ikiye
bölündü. [T341] (I) Seylan, fırlayıp Birtus’un bağlarını kesti. Birtus, celladın
kılıcını yerden (2) sunup eline aldı. Bir taraftan da o yürüdü. Her kim önlerine
geldiyse çaldılar, cenge <3) başladılar. Vezir, Server’in üzerine yürüdü. Server,
ona bir kılıç vurdu. İki parçaya böldü. (4) Sonra Gartas’ın üzerine yürüdü.
Gartas, yerinden kalkıp eline gürz alınca <5> hemen Saltık, ona kılıç ile çaldı.
Onu göğsüne kadar iki <6) parçaya böldü. Calut ve Talut oğlanları, Birtus ile
Seylaf da öldürmeye <7) başladı. Afvan, iki beyi tepeledi. Divan halkı, tarumar
oldu. <8) Server, yâranlarını yanına aldı. Cenk ederek dağa çıktılar, gittiler.
Akşam oldu, <9)gün karardı.
Diğer tarafta askerler, beylerinin ölüsünü aldılar ve defnettiler. Gartas’ın
(l0)oğlu İtvas’ı bey olarak atadılar. İtvas:
-Beyler! Bu Şerif yalnız geldi, (ll) babamı tepeledi. Benim ciğerimi kan
ile doldurup yüreğimi parçaladı. Bana yardım edin, bu dağı <12) çepeçevre
saralım. Ola ki ele geçirip hakkından geliriz, dedi.
Ordu toplandı, hep birlikte (l3> dağı ortaya aldı. Server anladı ki (l4)
kendilerini kuşatıp yakalamak isterler. Kalktılar, atlarına binip <l5) hazır
durdular.
Askerler, her taraftan halka halka gelip yetiştiler. Server, hemen [T342]
(l) bir nara atıp hücum etti. Halk, karşı duramadı. Dağıldı, kaçtı. Server, (2)
yâranlarıyla geçip sahraya yöneldi. İtvas’a haber verdiler:<3)
-Saltık çıktı, gitti dediler.
İtvas, beyleriyle Server’in (4) ardına düşüp kovaladı. Sahraya inince
Server, atının başını çekip (5) durdu.
İtvas yetişti. Saltık, hemen atını İtvas’ın üzerine (6) saldı. Hay, deyince bir
kılıç çaldı. İtvas’ın başı top gibi <7) yuvarlandı. O beyleri ele aldılar, kırdılar.
Şiddetli bir cenk oldu. Sonunda İtvas’ın leşkerini <8) kırdılar, önemli beylerini
öldürdüler. Geride kalan askerleri de taraf taraf kovaladılar. (9) Her biri,
Azrail’den kaçar gibi tarumar olup gitti.
İtvas’ın, <l0) Kapış adlı küçücük bir oğlu var idi. Birkaç bey onu aldı.
Mahdam adlı bir kale (ll) var idi, oraya götürdüler. Server’in askerlerin
karargâhından tuttuğu (l2) esir üç binden fazla idi. Onlara:
-Sizleri azat edeyim, kalkın. (13) Bu eşyaları toplayın, dedi.
Onlar da razı oldular. HemenMihentas’ın ve askerinin (14)mal ve eşyasını
alıp Itaf şehrine ilettiler. Bu şehir, Mihentas’ın başkenti idi. Şehir (1 * halkı
onları karşıladı. Boğazlarına kefen taktılar, geldiler. Server, geçip tahta oturdu.
Memleketin [T343] (1) beyleri, bir bir gelip itaat ettiler. Calut ve Talut’un
oğulları ile ölenlerin oğlanları (2) da geldiler, el öptüler.
Server, atalarının yerini geri onlara verdi, gittiler. (3) Kapış gördü ki
Server, onlara bir şey demedi. Kapış da atını sürüp Server’e (4) geldi, el öptü.
Server ona da atasının ve dedesinin yerini verdi. Server (5) oradan Asım’a,
Kasım’a ve Haşim’e haber gönderdi. Sürdüler, vardılar. <6) Onları, o hisarlardan
çıkardılar. Calut’un oğluna gelen kızı da birlikte (7) getirdiler. Geldiler,
Server’in elini öptüler. Karşısına geçip durdular. Server; (8) Kasım’a, Haşim’e
ve Asım’a:
-Dilerseniz sizlere buradan birer beylik vereyim, (9) padişah olun, dedi.
Onlar feryat edip:
-Allah göstermesin. Bize, beylik gerekmez. Biz senden <l0) ayrılmayız,
dediler, istemediler. Server:
-Şimdi o gelini getirin, Birtus’a <U)verelim, dedi. Seylan:
-Sultanım! O gelini bana verin. Zira ben daha bekârım, dedi. (12) Server:
-Ya Seylan! Bilmiş ol ki bu gelin, Birtus’undur. Ben rüyamda <13)
gördüm, gelin onun nasibidir, dedi.
Seylan, dua edip yerine oturdu. Seyyid, (l4)kıza haber gönderdi:
-Seni, Birtus’a verdim, dedi.
Kızın adı, Gülnar idi. (15) Feryat etti:
-Birtus kimdir ki ben ona varayım, diye ağladı. Babam Şeddad [T344] (1)
bin Ömer işitirse ne Birtus’u koyar ne de Şerifi, dedi.
Server onu işitti, (2) şaşırdı. Kız böyle dediği için gazaba geldi, hemen
buyurdu. Birtus’u ( ’ alıp Gülnar’ın çadırına getirdiler. Birtus’u içeri koydular.
Birtus, Gülnar’a (4) yakınlaşıp el vurmak istedi. Gülnar kalktı, Birtus’u yere
vurdu.(5) Çıktı, göğsüne oturdu. Niyetlendi ki öldüre.
Server, onu görüp (6) içeri girdi. Gülnar’ı, Birtus’un üzerinden alıp yere
vurdu. (7) İki elini sıkıca bağladı. Buyurdu, ayağından çadır direğine bağladılar,
(8)yere yatırdılar. Server, Birtus’a:
-Bu kız benim cariyemdir, (9) sana verdim, dedi.
Birtus, hemen Gülnar bağlı dururken çadıra girdi, muradını(10) aldı.
Gülnar gördü, iş olup bitti. Hiç tınmadı. Aradan babasına (ll) haber
gönderdi:
-Benim hâlim şöyle oldu, dedi.
Şeddad ibni Ömer, bunu (l2) işitti. Feryat edip takkesini yere vurdu.
Hemen asker toplayıp Saltık’ın üzerine <13)yöneldi.
Server bu tarafta gafil dururken Şeddad, dört yüz bin kâfirle <14) çıkageldi.
Server, atına süvar olup bekledi. Şehre arka verip Şeddad (15) ile şiddetli bir
cenk ettiler. Savaşa tutuştular. Bu cenk içinde Asım’ı şehit [T345] ( 1ettiler ve
geri durdular. Kasım ve Haşim de yaralandı. Server, cenk <2) ederken yüzünü
Hazret’e tuttu:
-İlahi! Bu yavuz tayifeyi sen kerem ve lütfundan (3) def eyle, deyince
gördüler ki gök yüzünde ateşler ve şimşekler belirdi. (4)
Kılıçlar oynayıp adamlar helak oldu, kanlar döktüler. Bir saatte (5)
Şeddad’ın ordusunu kırdılar.
Bu durumu görünce Şeddad, başını alıp kaçtı. Yakın yerde bir kale (6)
vardı, gidip kaleye sığındı. Server şaşırıp: (7>
-Bu ne hâl ki, deyip durdu.
Saldıranların kim olduğunu bilemediler. Düşünceye <8) daldılar. Server,
Kasım’ı ve Haşim’i şehit olmuş görünce çok üzüldü. (9) Server buyurdu. O üç
pak şehidi, şehir (l0) karşısında bir tepenin üzerine defnettiler. Üzerlerine kubbe
inşa ettiler. (ll) Gece oldu. Server, bu yiğitlerin şehit olmasına üzgün üzgün
oturdu. <l2)
Server otururken bir dere içinden çok sayıda meşale belirdi. Bir bölük atlı
çıkageldi. (l3> Doğru otağdan yana döndüler, geldiler. Birtus, Seylan ve Afvan
ileriye (14) vardılar:
-Kimsiniz, dediler. Hemen onların birisi ileri gelip selam verdi:(l5)
-Ya Birtus! Biz hepimiz, ruhanî cinlerdeniz. Beyimizin adına, Kanus
cinnî derler. Babasına, [T346] (1) Tamus peri derlerdi. Seyyid Battal’a yetişip
ona dostluk eylemiştir. (2) Tamus’un babası, Abdurrahman peridir. Ebu
Müslim’i dardan alıp kurtarmıştır. (3) Behzad ibni Haşim ibni Hamza’ya kızını
vermiştir. (4) Tamus’un oğlu Kanus ve diğer oğlu Kavuş geldi, bu leşkeri (5)
kırdı. Yerimiz Ümmü’l-Hayat’tadır. Server, K a fa giderken cin padişahım (Ğ)
davet etmiş. O melikler geldiği zaman, bizim melikimiz Şerife çok hizmet (7)
edip dostluk eylemiştir. Şimdi ona, bir hâl vaki oldu. Biz ona geldik, (8) dediler.
Birtus gelip Server’e bildirdi. Server, bunu işitince (9) yerinden kalkıp
dışarı çıktı. Kanus atından inip Server’e dua etti,(l0) elini öptü. Server, Kanus’u
gözlerinden öptü. Gelip çadırda oturdular. (ll) Server, onları iyi kokular ile
ağırladı. Ondan sonra Server:
-Ya Kamış! Gelmene <l2) sebep nedir, diye sordu. Kanus dua edip:
-Ya Server! Bizim yerimiz Kaftadır. (l3) Sizler geldiniz, K a fa girdiniz.
Ümmü’l-Hayat, K a f tır ve K af Dağı’nın (l4> eteğidir. Orada bir ifrit dev belirdi.
Adına, Cengal dev derler. O lain, her yıl mülkümüze <15) gelip harap eder.
Benim bir kızım vardı, gayet güzel idi. [T347] (l) Onu birine vermeye
niyetlendim. Bir gün gelmiş. Sihir ile sarayıma girmiş. <2) Kıza darı verip aklını
almış. Saraydan abp götürmüş. <3) Burada olduğunu öğrendim, kalktım,
makamına vardım. Çok cenk ettim. Sihir kuvvetiyle (4) beni yendi. Kendisi bu
Habeşistan’a geldi. Bir dağ vardır. (5) Adına, Mattılaü’l-Fark derler, onda
oturmakta. Yedi kere üstüne geldim, (6) çaresini bulup yenemedim. Sonunda
sizlerin burada olduğunuzu işittim. Kalktım, Hızır’a vardım, <7) size gönderdi.
Bizim atamız Tamus, dedeniz Battal’a yetişip hizmet etti. (8>Biz de size geldik.
Eğer buyurursanız bize yardım edin. Gayet makbule geçecek, dedi. <9)Server:
-Ya Kanus! Bu sihiri, sihirbazlar kimden öğrenirler, diye sordu. Kanus:
( 10)
-Ya Server! Bunların bir ulusu olur, gidip her zaman sihirbazlara (ll)
hizmet ederler. O öğretir. Cazularda okumak ve yazmak yoktur. <l2) Birbirinden
işitirler, dedi. Server:
-O büyük cazu kimden öğrenir, diye sordu. (l3) Kanus:
-Ya Server! Babil’de bir kuyu vardır. Orada iki melek var, b a şı(l4) aşağı
asılmıştır. Günah etmişlerdir. Sihri, onlar gökten indirdiler. (l5)0 cazu da gidip
bunlardan öğrenir. Onlar, kuyudan ona [T348] (l) haber verirler. O da gider,
kalana öğretir, dedi. Server:
-Onlar <2) Harut ve M aruftur ve sihri ve hileyi onlar getirdiler. Günah <3>
edip asi olunca onlarm amelini kaldırdı. O zaman Hazret-i İdris (4) zamanı idi.
Hak teala, Hazret-i İdris’e, amel edip sihri ortadan kaldırmak ve cazuları helak
etmek için hikmet-i has, ilm-i <5) nücum, remil, esma ve azayimleri gönderdi. (6)
Tanrı, onun da dermanını vermiştir. Kur’an indikten sonra sihirbazlar geçersiz
olmuştur. Ehl-i (8) hikmet-i has, olanları düşman yaratmıştır. Hikmette kâmil
olanlar; ilm-i istidlal ile istihare (9) ederler, onların haklarından geleler. (l<)) Ya
Kanus! Allah rast getirirse onu bir yana edeyim. Velakin o (ll) büyük cazu
nerededir? Beni ona ilet. Fakat Şeddad’ı ele geçirmeden gidemem, dedi. <l2)
Kanus:
-Cinnîler gitsinler, Şeddad’ı getirsinler, dedi. Server:
-Ne olur, bunu hemen yapm, dedi. (13)
Kanus izin verdi, iki cinnî gönderdiler. Şeddad’ı hisar içinde (l4)
döşeğinde yatarken yakaladılar, Server’in önüne ( getirdiler. Şeddad, gözünü
açtı. Kendini mecliste buldu. Nara [T349] (l)atıp kalkınca Seyyid, Şeddad’ın
göğsüne öyle bir yumruk vurdu ki <2) o an nefesi tutuldu, düştü. Elini ayağını
sıkıca bağladılar, hapse gönderdiler.
Sabah (3) olunca gidip o hisarı fethettiler. Server; Birtus’u, Seylan’ı, (4)
Afvan’ı o ganimet mallarıyla yerlerine gönderdi:
-Ya Afvan! Sen (5) Mısır’a yakmsın. Bu malı ve rızkı, Mısır sultanına
gönder. Bu ganimeti orada fukaraya (6) dağıtsınlar. Biraz da Medine, Mekke ve
Kudüs-i Hâlilülrahman fukarasına göndersinler, dedi. (7) Sonra onlara veda etti.
Afvan o rızkı ve <8) ganimeti, Seyyid’in buyurduğu gibi Mısır’a gönderdi.
Fukaraya paylaştırdılar. Hem (9> bir mektup da vermişti. Ona göre dağıttılar.
Server’e o yıl<l0) haremde olan fukara, suleha ve ulema dualar etti. Server’in (ll)
bu futuhlarını işittiler, âlem mutlu oldu. Rum’da olan gazilere de bildirdiler.
Rum (l2) kâfirleri, bu durumu işitince çok korktu. Vardılar, sultan hazretine (l3)
elçiler gönderdiler. Yedi yıllık sulh istediler. Sultan, üç yıla razı <l4) oldu. Barış
yapıp gittiler.
Bu tarafta evliyaların sultanı ve gazilerin (l5) başı Şerif Saltık, Habeş’te
kalmış ve Şeddad’ı da hapse göndermişti.
[T 350](1) Gece oldu, Server atını sürdü, Şeddad’ın huzuruna geldi:
-Ya (2) Şeddad! Gel Müslüman ol veyahut barış yapalım. Ne dersin? Bu
i|leri (3) görürsün ve işitirsin. Hepsini bilmene gerek yok. Bana Hakk’ın inayeti
( 1 ve Resul’ün şefaati yardımcıdır. Bana bu, Muhammed dininin yüzü
suyundandır. Yoksa <5) bir kişi bunca kavme yalnız başına nasıl cevap verebilir,
dedi. Şeddad:
-Sana, sihirbaz derler. Eğer sen sihirbaz değilsen bana ispatlamalısm.
Öyle (7) değilsen keramet göster, inanalım, dedi. Server:
-Ya Şeddad! <8) Benden ne istersin, dedi. Şeddad:
-Ya Server! Ben babamdan şöyle işittim (9) ki cazular ateşe, suya, rüzgâra
ve toprağa hükmedemez. Şimdi gel, akar suya (l0> işaret ver. Yiğit isen durdur.
Biz de sana inanalım, dedi.
Server buyurdu, (ll) hemen Şeddad’ın bağlarını çözdüler, elbiseler
giydirdiler. Herkes ırmak <l2) kenarına geldi. Server, Nil Irmağı’na bir
parmağıyla işaret edip:
-Akma, (l3,ya su, dedi.
Tanrı’nın izniyle o su akarken hemen durdu, akmadı. Hatta (l4)o ırmak üç
gün akmadı. Mısır’da her yerde, Nil’in üç gün <l5)akmayıp durduğu meşhurdur.
Şeddad onu gördü, Seyyid’in ayağına düştü, [T351] (l) Müslüman oldu.
Fakat Seyyid gidince Şeddad ve orada Müslüman (2) olanlar, tekrar cahil oldular
ve öldüler. Zira içlerine ulema girdi. Kitabın (3) emretmediği şeyleri yaptılar,
gaflette kaldılar. Fakat Seyyid’in muhabbetini gönüllerinden ölünceye dek
gidermediler. (4)
Şeddad, Server’e tabi oldu. Server, (5) Şeddad ile Birtus’u görüştürdü.
Sonra Şeddad:
-Ya Server! İki kızım daha (6) var. Onların birini Seylafa, diğerini de
Afvan’a verdim, dedi.
Server, o <7> iki kızı nikâh edip o iki servere verdi. Artlarınca gönderdi.<8)
Ondan sonra da Şeddad’ı yerine gönderdi. Server dönüp Kamus’a : (9
-Bizim amacımız tamam oldu. Şimdi sizin işinize bakalım, dedi.
Periler kalktılar, bir taht bağladılar. (10) Dört yerden tutup götürdüler.
Halk, cinnîlerin Server’i alıp gittiğin görürdü. Server, şehir kavmine veda etti.
Bu arada cinmler, aşikâre olmuşlardı. <l2) Halk onları görürdü. Bütün halk
şaşırıp:
-Bu Muhammed dini, (l3) ne ulu din imiş. Bütün tayf o dine bağlanmış,
dediler.
Server (l4) o halka dua etti, periler ile hava yüzüne uçup gitti. Server,<l5)
taht üzerinde oturmuştu. Havaya yükseldi. Yükseldiği yerden [T352] (1)
yeryüzü görünmez oldu. Biraz gittiler. Kamus, geri yeryüzüne <2) döndü.
Geldiler, bir dağ başına kondular. Oturdular, yemek getirdiler. Server (3) yedi.
Kamus ileri gelip başım Server’in ayağına koyup:
-O Cazu-ı<4) Çengal, buradadır. O dağ da budur, dedi.
Server, neşeli bir şekilde yerinden kalktı. (5) Silah giyip o dağın zirvesine
çıktı. Kapısı da çelikten bir burç yapmışlar. (6).
Server ileri vardı, o kapıya bir gürz (7) vurdu. Sesi gökyüzüne ulaştı. Kapı
içeri düştü. Server; o <8) burcun içine girdi, ileri yürüdü. Gördü ki bir taht
üzerine bir kız yatmış,<9) uyumakta. Server kızdan yana yürüyünce dışarıdan bir
ses geldi:
-Ya Saltık! (l0) İşte sana yetiştim. Ya Kamus! Seni Ümmü’l-Hayat’ta
yaşatmam. (111Burada benim üstüme Saltık’ı getirirsin, öyle mi, dedi.
Server ardına bakınca (l2) o melun, sert rüzgâr gibi yetişti. Server Tiğ-ı
Dahhak’ı iki eline alıp dışarı geldi. Bir de ne görsün? (l3) Bir acayip, heybetli,
çirkin şahıs. Domuz başlı, aslan pençeli, insan (l4) gövdeli, ifrit ayaklı. Öküz
misali. Değirmen taşını başının üzerinde (l5) götürüp geldi, Server’in üzerine
attı.
Server [T353] (1) geriye sıçradı, taş yabana düştü. Bir harman kadar yeri
çukur etti. (2)Toz, âlemi bürüdü. Dev, Server’i gürz altında helak oldu sandı:
-Ya <3)âdemî! Seni buraya ecelin getirdi. Yat şimdi burada, dedi.
Sundu, (4) değirmen taşını yerden almaya çalıştı. Server bir nara atıp (5)
kılıcı devin koltuğunun altında öyle bir çaldı ki bir kolu yere düştü. (6) O lain,
acısından öyle bir feryat etti dağlar ve çöller sesten yankılandı. (7) Bunun
üzerine dev:
-Er isen bir daha çalarsın, dedi. Server, gazaba (8) gelip bir daha çaldı.
Server deve tekrar kılıç çalınca, <9) dev kalktı. Server’e yapıştı, yaka yakaya
gelip cenge başladılar. Kamus <l0)onu görüp, feryat etti:
-Ya Server! Deve tekrar çalmaman lâzımdı. (ll)Bu lain, ikinci hamlede
dirilir, dedi.
Bir müddet cenk ettiler. Dev lain, <l2) Server’i üç kerre yere vurdu, pek
çok yerinden yaraladı. (l3) Server, devi öldürmeye bir çare bulamadı. Kendini
devin elinden kurtarmak istedi. Kamus bir periye işaret<l4) etti:
-Çendval’ın süngüsünü getir. Bu laini bir yana edelim, dedi. (i5)
O süngüyü getirip verdi. Server eline aldı. [T354] (l) Gördü, çelik bir
süngüdür. Elinde iken bir ucundan vurdu. <2) İçinden bir ateş alevlenip çıktı,
saçıldı. Devi helak <3) eyledi.
Server’e bunu vurmasını Kamus öğretmiş idi. Server, Kamus’a dönüp(4):
-Bu nasıl süngüdür, diye sordu. Kamus:
-Server! Deden Battal Gazi’d en (5) bize yadigâr kalmıştır. Mahallinde size
getirdik, kabul edin. Çendval cazuyu (6) Hamza öldürdüğünde onun elinden aldı.
Asıl A saf bin (7) Berhıya, Süleyman’a tılsım ile düzüvermiştir. Sonra İskender’e
kaldı. Ondan sonra (8)da elden ele Çendval’a geldi, dedi.
Server şükretti. Sonra Kamus (9) ile geldi, o burca girdi. O taht üstündeki
kızı uyandırdılar. (10) Kız bunları görünce ağladı:
-Korkmadınız da buraya (ll) nasıl geldiniz? Canınıza kıyarsınız, dedi.
Kamus:
-Ya kız! Ağlama. (l2) Saltık, cazuyu öldürdü. Sen kimin kızısın, bana
söyle, dedi. O kız:
-Ben, Kakum padişahının kızıyım. Bizim ilimizi bilirisiniz. Maskus’tan
<l4) ötede, Sincab ve Kıpçak iline yakındır. Bu dediğim diyarın beylerinin kızları
da (l5>burada tutsaktır, dedi. Kamus:
-Peri kızlarından Hurşid [T355] (l) Banu nerededir, biliyor musun, diye
sordu. Kız:
-Kamus cinnînin kızını sorarsan <2) o, Hırmas cazudadır. Çengal onu
armağan gönderdi, dedi.
Kamus, kızdan b u (3)sözü işitince üzüldü. Server:
-Ya Kamus! Üzülme. <4> O belayı da bir yana edeceğim, göreceksiniz,
dedi.
O burçtan yedi kız çıkardılar. (5) Her biri güzel kız idi, her birinin yüzü
ayın on dördüne benzerdi. <6> Server:
-Sizleri babalarınızın yanına göndereceğim. Ne gördünüzse onlara
anlatırsınız, <7)dedi. Hemen iki kız ileriye geldi:
-Ya Server! Birimiz İstanbul(8) te kürünün kızı, birimiz de Frenk’te oturan
Felyon’un kızıyız, dediler. Server:(9)
-Ben, Felyon’un bir oğlunu cazudan kurtardım. Latin’de bey ettim, bey
olarak bırakıp gittim. (10) İşte bir kızını da cazudan kurtardım, dedi.
Bunun üzerine kızlar gelip iman (ll) getirdiler. Server buyurdu, periler
onları babalarının yanına götürdü. Göz açıp kapayıncaya kadar <l2)
memleketlerine dek iletip saraylarına koydular. Bu kızlar kaybolalı bir yıldan
fazla zaman geçmişti. (l3) Bunların babaları, kızları Saltık’ın kaçırdığını
sanırlardı. (14) Doğrusunu öğrenmek için pek çok casus görevlendirmişlerdi.
Fakat onkar da sağlıklı bir haber alamamışlardı. (l5> Ansızın kızlarını görünce
sevindiler, hikâyeyi sordular. Onlar da [T356] (I) gördüklerini babalarına
anlattılar. Bir bir haber verdiler. Her biri şaşırıp Şerifin (2) erliğine, lütfuna ve
keremine hayran kaldı. Perilerin gelip ele geçirdiğini <3) işittiler.
Bu durum karşısında su kâfir beyleri, Server’e muhabbet beslemeye
başladılar: İlki tekür, ikinci ’ Felyon, üçüncü Kaydafan, dördüncü Kakum,
beşinci Sincab, altıncı (5) Kıpçak, yedinci Maskus idi. Server’in adı ve ünü
iklimlere tekrar yayıldı. (6) Müslümanlar ve kâfirler arasında söylenmeye
başladı.
Geldik bu bu tarafa. (7) Server Saltık, kızı yerine gönderdi. Kendisi oradan
ayrılıp (8) Kanus ile Hırmas cazunun yanına geldi.
Deniz içinde bir adaya (9) vardılar. Kamus peri buyurdu, periler tahtını
indirip yer üzerine koydular. Kamus(l0) peri dualar edip:
-Ya Server! O Hırmas cazu burada olur, dedi. Server hemen (l Eyerinden
kalktı, iki eteğini beline sokup:
-Atım, Kavs-ı Kuzah’ı getirin, dedi.
(l2) Kavs-ı Kuzah’ı getirip tuttular, Server atına binip cezire içine girdi
Cazuyu aramaya başladı. Uzaktan bir saray göründü. Bildi ki cazu oradadır. <14)
Saraya doğru yürüdü. O lain, sarayın kapısında durmuştu. Bir kez (l5) haykırdı:
-Ya Saltık! Nereye gidiyorsun? Elime iyi girdin. Benim sansım, seni
[T357] (l) ayağıma getirdi. Ben de seni aramaya çıkacaktım, ( sen kendin
geldin, deyip büyük bir gürzü eline aldı.
Kalkıp Server’in (3) üzerine seğirtti. İstedi ki Server’den önce davrana.
Server, öyle bir mızrak vurdu ki ' sinesinden girdi, sırtından çıktı. Canı
cehenneme kadar gitti. Server, Kamus’a <5> el salladı. Kamus gelip gördü ki
cazu helak olmuş. Hemen Server’in ayağına (6) kapandı. Yürüdüler, o saraya
geldiler, içeri girip gezdiler. <7)
Kamus perinin kızı Hurşid Banu’yu bir hücrede buldular. Orada, elleri
kolları bağlı genç bir yiğit daha (8) vardı. Server ile Kamus peri ileri geldiler, o
yiğide selam verdiler: (9>
-Sen kimsin, nerelisin? Kendini bize tanıt, dediler. O yiğit:
-Ya Server! <IO)Ben dostunuz Gaytas cinnî oğluyum. Adım, Hürmüz’dür.
Babam Müslümandır. Ben ve babam (l cenk için asker topladık. Sonra geldik.
Bu melun dev Hırmas, <l2) bizimle çok cenk yaptı. Sonunda cenkte beni
yakaladı. Üç yıldır (13) ben burada hapisim, dedi. Server, Kamus perinin yüzüne
baktı: (l4)
-Ya Kamus! Tanrı,senin damadını ayağına getirdi. Kamus: <l5)
-Ya Server! Sen bu sözü söyledin. Hayırlısı belki budur. Bir atasözü
vardır, [T 358](1) Kişi her gün üç kere gayb söylerse, rast gelir.” dedi. Server:
-Ben açık söylüyorum. Hurşid Banu’yu buna verdim, dedi. Kamus
üzüldü:
-Ya (3) Server! Ben Gaytas cinnî gibi kişinin oğluna kızımı vermem. Zira
bu (4) oğlan cariyedendir. Korkarım ki aslı temiz değildir. Benim aslım
bozulabilir, yaramaz olabilir, dedi. (5) Server:
-Bu söz, Yahudilerin sözüdür. Onlar, İshak Peygamber’in kanundandır. <6)
İsmail Peygamber ise cariyedendir. Şüphesiz (7) cahil oldular. Hâlbuki aslı,
Hacir Peygamber’in kızlarındandır. Sara, İbrahim (8) Peygamber’in kendi
hatunudur. Nemrud’un kızıdır. Kamus,(9) cariyeden doğan çocuktur. Helalzade
olur, haramzade olmaz, dedi. Kamus:(l0)
-Ya Server! Gaytas, saltanatta çok alçak bir kişidir, dedi. Server:
-Din veİslamında (l 11nasıldır, dedi. Kamus:
-Ya Server! (l2)Çok aşağıdır, dedi. Server:
-Saltanat ve şeytanatta bir harf ve üç nokta farkı(l3) vardır, dedi.
Kamus gördü ki Server’in sözünde işaret vardır. Söz söylemedi. (l4) İçeri
girdiler, Hırmas’ın mallarını bulup dışarı çıkardılar. Server (l5) bir yerde oturdu:
-Ya Kamus! İşte senin maslahatın tamam oldu. Ama [T359] (l)dilerimki
beni, bunlara sihir öğreten o büyük cazunun yanma ilet. Onun (2) hakkından da
gelmek istiyorum, dedi. Kamus:
-Ya Server! O cazu, dokuz yüz seksen yedi <3) yaşmdadır. Hazret-i
Resul’ün dünyaya gelmesinden önceden kalmıştır. (4) Hazret-i Resul’den sonra
gelen büyücülere Harut ve Marut sihir öğretmediler. Fakat Ebu Ali (5>Sina’ya
söylediler. Zira Hakk’m emri geldi. Müslümanlara faydası olsun. İlmini bilip (6)
sahirlere galip olunuz, dedi. Server:
-Ya Kamus! Şimdi hazırlık y ap ,(7)gidelim, dedi. Kamus:
-Ya Server! O cazu, yedi denizden ötedir. Yeri çetindir, dedi. (8) Server:
-Tanrı’ya sığınalım, korkma, dedi.
Kalktılar, <9) biraz yer gittiler. Kamus, Server’i boynuna alıp götürdü.
Kamus’un kızı Hurşid Banu’yu orada bulunan mallarla yerine gönderdi. (ll)
Hürmüz’ü de babasmm yanına gönderdiler. Server ile Kamus peri, ikisi gittiler.
<12) O denizleri bir bir geçtiler, bir makama geldiler. Kamus, Server’i aşağıda
bıraktı. Kendisi gitti, geri geldi: (13)
-Ya Server! Benim endişem ve korkum arttı, dedi. Server:
-Sen gizlen, (14) bir yerde bekle, dedi.
Kamus peri varıp bir yerde saklandı, Server’i (l5) gözetti. Akşam oldu.
Ay, her tarafı aydınlatmıştı. Server; yüksek bir yerde oturdu, [T360] (l) karşıyı
gözledi. Büyük bir ev gördü. Sürdü, o eve yakın geldi. O evin yanında (2) büyük
bir bağ gördü. Bahçe içinde bir taht kurmuşlar, çevresine kürsüler (3) ve
sandallar koymuşlar. Birazdan evin kapısı açıldı. Bir alay er (4) ve avrat çıkıp
geldi, bahçeye girdiler. Gelip o kürsülere oturdular. Her (5) taraftan cazular
küplere binip geldi. Bir araya toplandılar. Bir hengâme oldu, <6) ayağa kalktılar.
Birazdan bir koca ve bir karı, birer aslana binmişler ve birer yılan
ellerinde (7) kamçı edinmişler, geldiler. Tahta geçip oturdular. O iki aslanı,
tahtın iki yanma bağladılar. Bir süre sonra bir alay (9) oğlancık getirdiler.
Yedişer ve sekizer yaşmda. Bazıları da birer, ikişer ve üçer yaşında (l0) idi.
Server onları görünce kendi kendine, “Acaba bunları ne yapıyorlar?” dedi. (ll)
Bir yerden gizlice gözledi. Birazdan o cazu başmı kaldırıp: <l2)
-Bunları boğazlayın, pişirin, yiyelim, dedi.
Server’i şefkat ve acıma (l3) ateşi yaktı. O masumlara çok acıdı:
-Ya melun! Bu zulümler yanına (14) mı kalacak sanırsın? Karşına
gelmeyecek mi dersin, deyip kartal gibi yerinden sıçradı. O küplerin birine:
“Lcı havle velâ kuvvete, illâ b i’llâhi’l-0aliyyi'l-0az}m ” diye yazdı.
Seyyid’in [T361] (1) muradı, bu cazuların küplere binip kaçmalarmı
engellemekti. Toplamı, bin (2) üç yüz otuz dört cazu idi. Oğlancıkları tutup
ellerini, ayaklarım (3) bağladılar. Niyetleri, kuzucuk boğazlar gibi o insan
kuzucuklarını boğazlamaktı. Bıçağı ellerine (4) aldılar. İçinden birisi:
-Yüreklerini taze çıkaralım, yiyelim. Kanmı içelim, (5) sonra pişmişini
yeriz, dedi.
Cazular, dört yaşma girmedik erkek çocuklarının (6) yüreklerini yerler.
Böyle bir durum olduğunu sehhar bilseler o anda (7) oğlanm ağzına kurtulsun
diye tükürürler. “Cazu helak olsun.” davası budur.
(8) Server anladı ki bu oğlancıkları melunlar öldürecek. Acıdı
sabredemedi. Hemen kılıcını eline alıp bağ içine girdi. Bir kere (10) nara attı.
Server, en yaşlı cazu olan Adhan’ı gözledi. Üzerine atladı. (ll) Elindeki kılıç ile
öyle çaldı ki lain, göğsüne dek (l2) iki parçaya bölündü. O karı diledi ki kaça.
Ona da bir kılıç vurdu, başı önüne (13) düştü.
Cazular bu durumu görüp hep birlikte hücum ettiler. Hemen server onları
ele alıp:
Ulu ve büyiik olan Allah ’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur. ” Anlamında dua cümlesi.
-Ben (l4) size oğlancık boğazlayıp yüreciklerini yemek tatlı mıdır
göstereyim, deyip öyle ( kırdı ki kâfirlerin üç yüzünü kılıçtan geçirdi.
Kalanı [T362] (l) kaçtılar. Küplere bindiler ki uçalar. O küpler, hareket
etmediler. Sihirleri batıl <2) oldu. Server, onları eline aldı. İki yüzünü daha
öldürdü. Geri kalanlar, a f (3) dilediler. Server bir kere çağırdı:
-Ya Kamus! Neredesin, gel, dedi.
Kamus peri ileri<4) geldi. Server, o cazuları bağladı ve Kamus’a buyurdu.
Oğlancıkları ileri getirdiler, bağlarını çözdüler. Server o masumlara:
-Korkmayın! Sizleri <6) analarınıza babalarınıza göndereyim, dedi.
Server, onları okşadı. Kalktı; sihirleri ve hileleri batıl olsun, insanlar
onların şerrinden kurtulsun diye, cazuların (7) alınlarını ve enselerini dağladı. <8)
O <9>cazular feryat edip:
-Bizi helak eyle, böyle yapma, dediler.
Server, onları dinlemedi. (10) Gidip Adhan cazunun evine girdiler. Çok
miktarda mal buldular. Server:
-Toplayın, dedi. Kamus:(ll>
-Ya Server! Buradan bu malı ve bu kavmi çıkarmak zordur, nasıl
yapalım, dedi. Server (l2) üzüldü.
Bu sırada, karşıdan bir bulut çıktı. Yaklaşınca gördüler ki periler
gelmekte. <l3) Periler aşağı indiler, doğru Server’in yanına geldiler. Önlerinde
bir kişi gelmekte. Üzerine yeşiller giymiş, (l4> içinde kızıl renkli elbiseliler.
Geldiler, saygı ile selam verdiler. (l5)Server:
-Siz kimsiz? Önce onu bildirin, deyip selamlarını aldı.
Yeşil elbiseli peri geldi, [T363] (l)Seyyid’e saygılarını bildirip elini öptü:
-Ya Server! Ben Gaytas’ım. Oğlum(2) Hürmüz’ü kurtarıp azat etmişsiniz.
Size yardım etmeye geldik. (3) Şükürler olsun ki bize ihtiyaç kalmamış. Bu
zalimlerin hakkından <4) gelmişsiniz, dedi. Server:
-Size ihtiyacım var. Bu küçük oğlancıkları götürün, (5) uygun ailelere
teslim edin, dedi.
Periler, hemen onları götürdüler. Yerli yerine ilettiler. Orada bulunan <6)
mallan Gaytas götürdü. Server, tekrar Kamus’un arkasından atına bindi.
Gittiler, <7) yedi denizi geçip Gaytas’m yeri Ravzatü’l-İbad’a geldiler,
konakladılar. Server (8) buyurdu, Hürmüz’e Hurşid’i verdiler. Düğünler yaptılar.
Nikâhtan sonra birbirinden m urat<9) aldılar.
Server, Ümmü’l-Hayat’ta birkaç gün dinlendi. Birkaç gün sonra Server
(l0) atma bindi. O iki aslanı, periler getirdi. Kamus; Server’i n 11 getirdi, Habeş
diyarına ulaştırdı. Server, Kamus’a: ( 2)
-Yürü ya Kamus! Bizi duada unutma, dedi. Kamus ağladı:
-Ya Server! Senin, benim üstümde <l3) hakkınçoktur. Ben her zaman sizin
huzurunuzdayım, deyip veda etti, gitti. (14)
Server oradan ayrıldı. Atına binmiş yalnız başına giderdi. Karşıda bir dağ
(15) göründü. Dağın dibinde bir grup asker gördü. Server, atını ileri sürdü. Gördü
ki bu askerler [T364] (l) de perilerdir. Server’i gördüler, koşup geldiler. Elini,
ayağını öptüler, <2)dualar ettiler. Server:
-Siz kimsiniz? Önce onu bildirin, dedi. Onlar:
-Biz perileriz. Rum (3) mülkünde bir kâfir cinnî vardı. Geldi, bize saldırdı.
Biz de K aftan göçüp <4) geldik, o laini helak eyledik. Sizin burada olduğunuzu
işittik, ziyarete geldik, dediler. (5)
Birazdan beyleri geldi. Seyyid ile el sıkıştılar, kucaklaştılar. Geçip (6) otağ
içinde oturdular. Server sordu:
-Adınız nedir? O cinnî beyi:(7)
-Adım, Aynünnur’dur. Lakabım, Artifanis’tir, dedi.
Orada üç gün birlikte oldular. (8) Server, dördüncü gün veda edip Mısır’a
gitmek üzere yola çıktı. (9) Giderken Ketfal Habeşî’nin topraklarına ulaştı.
Ketfal, ulu bir tepenin üzerinde otururdu. <l0) Gezmeye çıkmıştı. Gördü ki
karşıdan heybetli bir at çıktı, gelmekte. İki aslan (ll) ardınca yürümekte. Atlı,
elinde bir mızrak tutmakta. Rüstem bin Zal görse onun heybetinden (l2)
korkardı. Ketfal kullarına emretti:
-Bu gelen atlı kimdir? Hemen öğrenip bana haber verin,(l3) dedi. Kullar
gittiler, Server’e selam verip:
-Sormak (l4) ayıp olmasın server, kimsiniz ve nereden geliyorsunuz,
dediler. Server:
-Biliniz ki (15) ben Saltık’ım. Ketfal’ın yanına gitmek istiyorum. Eğer
bana itaat ederse bırakıp gideceğim. Eğer [T365] ( olmazsa ben ona ne
yapacağımı biliyorum, dedi.
Kullar atlarını sürdüler, gelip Ketfal’a haber verdiler. (2) Ketfal, gazaba
geldi. Kalkıp silahlarını kuşanmak istedi. Vezir bırakmadı: <3)
-Ya melik! Bu, o Saltık’tır. Mihentas’ı, Gartas’ı, Atvas’ı, Taval’ı ve
Antas’ı (4) öldürmüştür. Ordularını dağıtmıştır. Cihan halkı, bunun elinden
âcizdir. <5) Ya melik! Gafletle kendini helak etme. Canına ve başına kıyma,
dedi. Ketfal:<6)
-Ya vezir! Nasıl tedbir alıp ona nasıl davranalım? Bize haber ver, dedi.
Vezir:
-Onun isteklerini kabul edin. (7) Bu insan ejderhasını üzerimizden
göndermenin başka bir yolu yoktur. Öyle de yaptılar. ( } Hep birlikte Server’i
karşılayıp saygı gösterdiler. Server’i bir kilisede konuk ettiler. Ketfal geldi, (9)
kucaklaştılar. Sonra uzun süre sohbet ettiler. Ketfal, Seyyid’e (10) hoşgöründü.
Server’e:
-Keşke buraya yerleşip kakaydınız, (11) dedi. Server:
-Ya Ketfal! Rum diyarından başka bir yerde oturamam. (l2) Müslümanlık
gaza ile olur. Gaza ve harp yapmak gerektir, deyip Ketfal’a veda etti. (13)
Ketfal, Server’e kırk Habeşî kul bağışladı. Ketfal, Server’e (14) ayrıca
bebrler* de bağışladı. Server, onları da alıp Timlah iline <15) gitmek üzere yola
çıktı. Bir süre sonra Timlah’a ulaştılar. Timlah, Ketfal’a kızını vermişti. O
[T366] (1) sebepten Seyyid’i karşıladılar, gelip hürmet ettiler. Bahşişler
verdiler, bir süre (2) Saltık’ı orada misafir ettiler.
Server ahir Saltık, oradan da veda edip Dermah’a gitti. <3) Onun iline
ulaştı. Dermah, genç idi. Itfan-ı Habeşî’nin kızını severdi. (4) İşitti ki Saltık
kerem ve mürüvvet ehli bir pehlivandır:
-Ah o Saltık bana (5) gelse, eline ve ayağına düşsem. Bana Mesuha’yı
ahverse, derdi. Sürekli böyle söylerdi.
Bu sırada bir haber geldi ki Şerif geliyor. Hemen yerinden kalktı,
karşılayıp (7) hürmetler ve izzetler eyledi. Getirip kondurdu, konuk etti. K endi(8)
durumunu anlattı, ağladı. Server:
-Şimdi ne hâldedir, diye sordu. Dermah:(9)
-Yehsun adlı bir padişahın oğluna vermek isterler. Fakat kız beni ister,
dedi. Şerif: (10)
-Kalkın, ata binin. Gidip kızı alalım, getirelim. Atası, ne derse desin. Eğer
kız <n)seni isterse kolay, dedi.
Kalktılar, yola çıkıp gittiler. Birkaç gün <l2) yürüdüler. Büyük bir şehre
ulaştılar. Dermah:
-Ya Server! O kızın babasının şeh ri<l3) budur, dedi.
Gelip bir yerde konakladılar, oturdular. Gördüler ki şehirden bir alay (l4)
er ile kadın çıktı. Çalgılar ile geldiler, sahrada kondular. Meğer kızı, Yehsun(i5)
almış, gidermiş. Yanlarına gelip konakladılar. Server, Dermah’a: [T 367](l)
-Bana kadın elbisesi bul, giyeyim, kızı sana alayım, dedi.
Kalktılar, bir kadın elbisesi <2) buldular. Server onu giydi. O insanların
bulunduğu yere gitti. Ulaştı, bir yerde oturdu. (3) Hiç kimse bir şey sormadı.
Sabah olunca kalktılar, yola çıktılar. <4) Dermah onlarla birlikte giderdi, fakat
uzaktan gözetirdi. Bir süre gittiler. Server, kadın (5) kılığında kıza yaklaştı.
Eğilip kıza:
Bebr: Eski kitaplara göre; Hindistan ve Afrika’da bulunan, kediye benzer, gayet büyük,
üstü yol yol tüylü, saldırdığı zaman derisindeki tüyleri kabarıp korkunç bir manzara arz
eden, aslanın bile korktuğu, azgın bir canavar.
-Ya Nigar! (6) Dermah, seni ister. Eğer ister isen seni Dermah’a
götüreyim, dedi. Kız onu işitti, a h <7) edip:
-Dermah nerededir? Hemen gidelim, dedi. Server:
-Ya Nigar! Sabret, (8)gece olsun, dedi.
O gün akşama kadar gittiler. Bir yere ulaştılar, konakladılar. Gece olunca
(9) Server, kızın yanına geldi. Kız kalkıp Server’e yer gösterdi. Server, (l0)
yüzündeki örtüyü açmadı:
-Kalk, dışarı çıkıp gidelim, dedi.
Kalktılar, dışarı (ll) çıktılar, atlarına bindiler. Dermah, hizmetkâr gibi
önlerine düştü. Sabaha d e k (l2)gittiler. Kız, Server’e:
-Dermah nerededir, diye sordu. Server:
-Ya Nigar! İşte <l3) önümüzden giden Dermah’ın kendisidir. Kız atından
aşağı inip Dermah <l4) ile görüştü. Tekrar atlarına binip yola çıktılar. Geldiler,
Dermah’in kullarının yanma (15)ulaştılar. Buluşup kendi şehirlerine geldiler.
Diğer tarafta [T368] (l)okavim, kızın kaçtığını anladı. Geriye dönüp itfan
katma geldiler, haber (2) verdiler, itfan, bu durumu dinleyince gazaba geldi.
Emretti, ordu hazırladılar. <3) Kalktılar, Dermah’ın üzerine gitmek üzere yola
çıktılar. Bu durumu işitince Yehsun da kalktı, <4) oğlu Şemmat ve itfan ile <5)
yürüdü.
itfan, Yehsun ve Şemmat’m gelmekte olduğu haberi geldi. Dermah:(6)
-Ya Server! Hisara girelim mi, ne dersiniz, diye sordu. Server:
-Sizler hisara girin, (7)ben dışarıda durayım, dedi.
Kız ve Dermah halkı, hep hisara girdiler. Server, dışarıda (8) durdu.
Düşman askeri gelip hisarı kuşattı. E lçi(9) gönderip:
-Kızı bize ver, barış yapalım, dediler. Elçi burç dibine gelip:
-Ya Dermah!(l0) Asla inat etme, kızı gönder, dedi. Dermah:
-Bu işi ben yapmadım. Onu, Saltık (ll) alıp getirdi. Bize emanet bıraktı.
Kendisi işte hisar önünde (l2) durur. Gidip onunla konuşun, dedi.
Elçi gidip Itfan’a söyledi. (l3)itfan leşkere:
-Hep birlikte yürüyün, dedi.
O asker, <l4) deniz gibi akıp yürüdü. Server, gök gürlemesi gibi bir nara
attı. Cendval’ın (l5) süngüsünü eline aldı. Süngü ateşler saçtı, o ordudan çok
adam yaktı, helak [T369] (1) etti, itfan onu görünce korktu, Yehsun ve
Şemmat’a:
-Bilmiş (2) olun ki biz bu kişiyle başa çıkamayız. Bu Saltık’ın nasıl bir
kişi olduğunu öğrenin, dedi. (3) O beyler:
-Ya ne dersiniz, nasıl yapalım, diye sordular, itfan:
-Gelin, barış yapalım. <4) Amik vadisinde bir ejderha belirmiştir, ona bu
eri salalım. Belki o ejder, bunu helak eder. Sonra Dermah’ın işi kolaydır.
Eğer bu er, <6) ejderi öldürürse canıgönülden buna kul olalım. İlimiz de beladan
<7> kurtulur. Kızı, Dermah’a verelim. Senin oğlun Şemmat’a bir k ız ım ı daha (8)
vereyim, dedi. Herkes bu söze razı oldu. Gelip Server’e:
-Ya Saltık! (9) Bize saldırma. Gel, seninle konuşalım. Sen güçlü bir
kişisin. Cenk etmeye gelmedik. (l0) Senden bir isteğimiz var. Ne dersin? Eğer
isteğimizi kabul edersen biz de Dermah ile (ll) barış yaparız. Bizim diyarımızda
bir ejderha <l2) belirdi. On yedi yıldır, yedi dağ arasında yatar. Senin için, nice
ejderha <l3) öldürmüştür, derler. Eğer onu öldürürsen biz sözümüzde duracağız,
dediler. Server kabul(l4) edip:
-Ya itfan! İyi düşünmüşsünüz. Öldürebileceğimi umuyorum, dedi. <l5)
Beyler geldiler, el sıkışıp kucaklaştılar. İki ordu bir olup [T370] (l) bir
yerde konakladılar. Server, Itfan’a:
-Şimdi bana o <2)canavarı gösterin, dedi.
O beyler kalktı, Server’i alıp gittiler. Atlarını sürdüler, (3) ulu bir dağa
çıktılar. Server, atından inip bir dağa daha çıktı. Baktı, bir de ne görsün? (4)
Büyük bir yılan, bu dağların içine girmiş yatmakta. (5) Bir kez hareket etti, ateşli
nefesinden dağ taş az kalsın yanacaktı. Server, onun heybetinden <5) geri durdu.
Korktu, bir an vazgeçmeyi düşündü. <7) O dağın eteğini takip edip gitti.
Giderken bir kubbeye rastladı. Gördü ki kapısı (8) çelikten ve kilitlenmiş. Kapı
üzerine birkaç satır yazı yazmışlar. (9> Server okudu, yazmışlar:
-Ben, Feramurz ibni Behzad’ım. Kardeşim, <l0) Hamza’dır. Kardeşimin
oğlu Salih ibni Muhammed’dir. Biz, Hamza ibni Abdiilmuttalib’in nesliyiz. <n)
Haşim ibni Hamza’nın oğlu, Behzad oğluyuz. Ona Arabistan’da, Leys ibni
Haşim derlerdi. <12) Ben onun oğluyum. K a fa gittim. K afta, Ramin ibni
Adi’nin türbesine girdim. (l3) O türbe, tolap gibi kalktı. O ravzanın tılsımını
bozup sakinleştirdim. İçine <l4) girdim, bir yayı tirkeşiyle asılı buldum. O yayı
ne zaman çeksem bir günlük yola (l5) sesi giderdi. O yay ile Basar devi
öldürdüm. Basar’ın kızını ele geçirip [T371] (l) geldim. İlime ulaştım. Bir gün
perilerle buraya geldim, kondum. Çok sert bir (2) rüzgâr esti, alametler belirdi.
Bir vezirim var idi, ilim ve hikmette mahir idi. (3) Bana, “Hikmetinde şöyle
görünüyor ki zamanla burada bir ejderha belirecek. Bu diyara (4) çok zarar
verecek.” Dedi. Ben bu duruma üzüldüm. O gece bana rüyamda, “Ya (5)
Feramurz! O ejderhanın belirmesine çok üzüldün. Buraya peygamber (6)
neslinden birisi gelecek. Onun adı, Saltık olacak. Senin yanında bulunan Ramin
(7) ibni Adi’nin yayı ile o canavarı helak etsin. Halkı onun şerrinden kurtaracak.
O, ulu <8) veli kişi olacak. Dünyada çok işler yapacak. Bu yayı ve terkeşi buraya
bırak.” dedi. Ben (9) de uykudan uyandım. Hemen buyurdum, bu kubbeyi
yaptılar. Yayı, terkeşi ile <l0) buraya koydum, gittim. Ey Server! Korkma, yürü,
gayret eyle, demiş. (ll)Server, Huda’ya şükür ve dua edip:
-Ya Rabbü’l-âlemin! Sana sığındım, sen (l2) kuvvet ver. Ben kulcağızına
çok lütuf ve kerem edip durursun. Bana; Ali’nin (l3) tiğ-ı kamkamım,
Hamza’nın süngüsünü, Abbas’ın kalkanını, Anter’in hançerini, Ramin’in (l4)
yayını ve okunu, Rüstem’in gürzünü, İskender’in otağını, Süleyman’ın
cübbesini, (l5) Ömer’in dağarcığını bağışladın. Ne olur, ben biçareye, bu
canavarın helakini [T372](1) nasip eyle. Beni, halk içinde utandırma, dedi.
Saltık, secdeler (2> edip yalvardı. Dua etti. Kalktı, kubbe kapısına gelip
eliyle açtı, (3) içeri girdi. O yayı asılı gördü, tirkeşi de yanında. Uzandı, ( *
“Bismillah” deyip aldı. Büyük bir yayı var idi.
Gayret edip birkaç kere ucu eğri demirle (5) tutup zorladı. Çekti, aldı.
Tirkeşi beline bağlayıp dışarı çıktı. (6) Yüz yirmi dört dane oku var idi, onun
birini içinden eline alıp <7) yüksek bir kaya üzerine çıktı. Salavat getirip yayı
eline aldı, oku (8) kirişe koyup attı. Hak rast getirdi. O (9) canavarın ağzına isabet
etti. Saplandı, kaldı. Canavar, öyle feryat (10) eyledi ki sadasından dağ ve taş
yankılandı. Başını minare <n) gibi kaldırıp bağırdı. Nefesi ateş gibi olduğu için
kimse etrafında duramazdı, yanardı. (12)
Server, oradan daha geriye çekildi. Korkarak bir yerde durdu. <l3) Eline
bir ok daha alıp o canavara tekrar attı. Bu kez göğsüne rast geldi, <l4) vurdu.
Canavar öyle çığırdı ki gökyüzü ve yeryüzü, sesiyle <l5) yankılandı. Canavar, bu
kere başını yere vurmaya başladı. Server bildi ki [T 373](1) canavarın işi tamam
olmaya yalandır. Tekrar bir ok daha daha attı, belinden vurdu. <2>Canavarın o
an cam çıktı. Çözüldü, uzandı. Dermah, onu görünce çığırdı: (3)
-Allah yardımcın olsun ya Server! Koluna kuvvet, dedi.
Server, o kayanın ardından dışarı(4) geldi. Bekleyen kavme selam verdi:
-Ey halk! Ben; K af Dağında, (5) Rum’da ve Acem’de ejder öldürdüm. Bu
kadar güçlü ve büyük ejderha (6) görmedim, dedi. Saltık daima anardı:
-Habeş’teki ejderha kadar canavar (7) görmedim. Hey Müslümanlar,
derdi.
itfan ve diğer beyler, ileri gelip l8) Server’in ayağına kapandılar. Özürler
dilediler. Habeş kavmine asla din telkin <9) eylemezdi. Zira bilirdi ki ıslaha
kabil tayife değillerdi.
O canavarın (10) uzunluğunu ölçtüler. İki yüz yirmi beş metreden uzun idi.
Kalınlığı ise yirmi beş metreye yakın vardı. (ll) Acayip ve garip bir canavar idi.
Server, oklarım (12) geri almaya çalıştı. Hararetinden ileriye varamadı. Sonunda,
kement atıp oklarını aldı. O (13) beylerle Server, arkadaş oldu. Geldiler,
Dermah’ın şehrine ulaştılar, orada kondular, itfan’ın kızını Dermah’a (l4)
verdiler, düğünler yaptılar. Diğer kızını da Yehsun’un oğluna alıverdiler.
Server, Dermah’a (l5) veda etti, itfan ile birlikte yola çıktı. Ketfal
adamlarına izin verdiler, [T374] (l) gönderdiler. Server, itfan’ın şehrine geldi.
Birkaç gün orada dinlendi. <2) Oradan da ayrıldı, Garman-ı Habeş’e gitmek
üzere yola çıktı.
Şerif, Garman iline ulaştı. (3) Garman meliki karşılayıp saygı gösterdi,
misafir etti. Yedirdi ve içirdi. <4) Birkaç gün sonra Server, ona da veda etti.
Garman meliki, Server’in yanma hizmetkârlar verip birlikte (5) gönderdi. Gelip
Hanzari’ye ulaştılar. Onlar, Nasranîlerdi. Onlara, Tun (6) da derlerdi. Seyyid’in
geldiğini işittiler; kadm erkek, büyük küçük (7) cümle halk, Server’i karşıladı.
Hürmetler gösterip onu misafir ettiler. <8>
Server’in mübarek gönlü, orada sıkılmaya başladı. Karanlık bastı.
Üzüntüden kurtulmak için Kavs-i Kuzah atma binip sahraya ava çıktı. Bir
ağaç dibinde (10) oturdu. İkindi vakti idi. Tavusa benzeyen bir kuş, sıcak ateş
gibi uçup geldi. <n) Kavs-i Kuzah’m üstüne konmak istedi. At kaçtı, uzaklaştı.
<l2) Server oturduğu yerden o canavara bir ok attı. Canavar düştü, <l3) öldü.
Arkasmdan bir tane daha çıkageldi. Server, onu da bir okla vurup (l4) öldürdü.
Kalkıp üstüne geldiler. Gördü ki ikisi de ejderhadır.
(15) Server, Tanrı’ya dua etti. Atma bindi, Hanzara’nm yanına geldi.
Onlara veda edip [T375] (l) gitti. Nil Nehri’nin geçildiği bir geçide ulaşmak
istedi. Server, geçit <2) bulamadı. Derin yere gelmişler. Server, Hanzara’nın
adamlarına sordu:
-Geçit nerededir,(3>bilmez misiniz, dedi. Onlar:
-Yerini unuttuk, dediler. Server, onlarm birine:
-Gidip bu suya çağır ve sor, (4) “Ya suyun sahibi! Bir sunun geçidi
nerededir?”
O kişi varıp bir kez çağırdı. Gördüler ki suyun her yerinden adamlar çıktı:
-Sultanımız ne buyurur, dediler. (6) Serverin yanındaki kişiler, hayran
oldular:
-Suyun geçidi (7) nerededir, bize haber verin. Saltık sizden sorar, dediler.
Onlar bir yere gelip gösterdiler. (8) Habeşîler gelip Müslümanlığı kabul
edip Server’e kul oldular. Server, (9) kırk kulu ve Hanzara’nm adamlarıyla gelip
çeçitten geçti. Doğru Müslüman H abeşî(10) iline geldi.
Server, orada dört kul bırakmıştı. Sad, Said, Ubeyd ve Haris. (ll)
Karşılamaya geldiler. Sultan ve beyler, Server’i karşılamaya gelip atlarından
indiler. El sıkışıp (l2) kucaklaştılar, gaza kutladılar. Getirip bir yerde Server’i
misafir ettiler, nimetler (l3) getirdiler. Yedirdiler, içirdiler. Şeker şerbetleri ve
lezzetli taamlar döktüler.
Server, (14) orada kırk gün durdu. Sonra Berber’e gitmek üzere yola
çıktılar. Bir gün Berber mülküne ulaştılar. Berberî meliki(l5) karşıladı, Server’e
hürmetler ve izzetler gösterip misafir etti. Bir nice gün konukladılar. [T 376](l)
Oradan Said iline geldiler. Said maliki karşıladı. Birkaç gün kalıp (2) Bicertan’a
geldiler.
Server, doğru Şerif Tarum’un yanma gitti. Geri, Neyfal şehrine uğradı. (3)
Oradan tarih bilgini hatip Aziz’i yanma aldı, Tarum şehrine geri döndü. Tarum
şehrinin halkı, Server’i (4) karşıladı. Hürmetler ve izzetler gösterip konuk etti. <5)
Misafir kaldığı saray, Ebu’l-Ala’nm idi.
Server, Mısır sultanma (6) bir arslan ve bir bebr armağan gönderdi. Arap,
Acem, Rum sultanlarına da birer arslan (7) ve birer bebr armağan gönderdi.
Armağanlarla dedi ki:
-Rum’daki kardeşlerim (8)ve yâranlarım nasıldır?
Saltık, ayrıca Tatar hanma da armağanlar gönderdi. Müslümanlar <9) işitip
mutlu oldular. İstanbul tekürüne ve Pap Felyon’a 'mektuplar gönderdi:
-Eğer ben on yıl daha gelmezsem orada bulunan Müslümanlar (ll)
sizlerden korkmazlar. Zira dört cin padişahına tembih ettim, “Her ne zaman
kâfirler, Müslümanların <l2) üzerine yürürse sizler yetişip Müslümanlara yardım
edin, dedim. Onlar, bana (l3) söz verdiler. Kıyamete dek Müslümanlara yardım
edecekler. Ellerinizi bağlayıp Müslümanların (l4) ellerine verecekler. Eğer
inanmazsanız, kızlarınızı cazu (l5) elinden aldığım zaman gönderdiğim cinlere
sorunuz, demiş.
Server, onlarla sözleşmişti. [T377] (l) Müslümanların sıkıntılı
zamanlarında yetişecekler. Bu durum meşhurdur. (2) Gazada kâfirler boylu,
büyük adamların geldiğini görürler. Kanatlı ve güzel elbiseli kişiler; bunları <3)
tutarlar, bağlarlar, Müslümanların ellerine verirler. Fakat Müslümanlar onları
görmezler. (4) Sebep nedir ki kâfirler görürler de Müslümanlar göremezler?
Delil budur ki Müslümanlar, (5) kuvvet ve ikrar sahibidir. Bunları görmelerine
ihtiyaçları yoktur. Onlara ise (6) ibret alıp Müslümanlar olsunlar, diye
görünürler.
Bunun üzerine tekür, papazlarını topladı. Saltık’m (7) kâğıdmı okudular,
işittiler. Tekür:
-Ne dersiniz? İşte kızımdan da sorun,<8) Saltık’ın sözünü bırakın, dedi.
Kız baş kaldırıp Seyyid’in erliğini anlattı. (9) Kâfirlerin başı aşağı düştü.
Tekrar barış yapmaya karar verdiler, sultana (l0) ve Şerife elçiler saldılar,
barıştılar. Server, üç yıl eğlendi. Habeş’ten sonra g e ri(ll>gitti. Umre’de bir yıl
dört ay kaldı. Geri geldi, Habeşistan’da dört (l2) yıl dolaştı. Bu, Tarum şehrine
ikinci gelişi idi. Bir daha gidecek. (l3)
ON İKİNCİ BÖLÜM
Bir gün bu kabilede bir kız doğdu. Büyüyünce eşsiz bir güzelliğe
büründü. Sonunda, Küleyb <2) ile birbirine âşık oldular. Küleyb de güçlü bir
pehlivan oldu. Bu kızı Tubba’ya verdiler. Tubba’nın (3) seksen bölük askeri
vardı. Her bölüğü, seksen bin kişi idi. Sanan şehrinde <4) taht kurup oturdu.
Haber gönderdi:
-Şaşaa meliki, kızını bana versin, dedi.
Melik bunu (5) işitti, kabul edip kızı vermek istedi. Küleyb işitince
Asma’nm huzuruna gelip: (6)
-Ya Nigar! SenTubba’ya varır mısın, diye sordu. Kız ağladı:
-Nasıl edelim, padişahtır. (7) Emrine hilaf olursa iş yaramaz olur, dedi.
Küleyb:
-Sana Tubba’dan sandık ile çeyiz (8) gelir. Benim seksen bin yiğit
yoldaşım var. Çeyizi mal sandıklarına (9) koyalım, mal ve çeyizi bir yerde
saklayalım. Lazım olduğunda bize yardımı olur, dedi. (l0) Kız ile sözleştiler,
durdular.
Tubba, bir gün çeyiz ve mal gönderdi. Kıza arz (ll) eylediler. Kız, çeyizi
kabul etti. Sonra Küleyb’i yanına çağırdı:
-Hadi! Şimdi hazır. (12) Sana tabi olan yiğitleri getir, bu zalimi seninle bu
yana edelim, dedi.
Tubba çok (l3) zalim idi. Küleyb gitti, seksen bin yiğidi silahları ile <l4>ajıp
kızın yanına geldi. Her sandığa bir yiğit koydu. Kilitleyip seksen sandığı (l 1
deveye yüklediler. Tubba’nın yanma gittiler. Küleyb suretine girdi. Tubba’ya
ulaştılar. [T 3 8 0 ] (1) Tubba askerlerinin tamamını, düğününe davet etmişti. Gelip
Sanan (2) sahrasmda, Tuba’nın sarayının önünde oturmuşlardı. Kızın geldiğini
görünce (3) karşıladılar, saraya ilettiler.
O sandıkları; çeyiz sandıklarıdır, diye (4) içeri, gerdek evine koydular.
Küleyb, hadim suretinde kapıda otururdu. Birazdan Tubba sarhoş olarak
çıkageldi. Beyleri onu gerdeğe koydu.
Şerbet içtiler. (6) Melik Tubba içeri kızın yanma girdi, oturdu. Birazdan
kız:
-Ya melik! Benim dışarıda (7) bir hizmetçim var. O da içeri gelsin, bizim
kadehimizi doldursun. Hem şair kişidir. (8) Şiirler okusun, dinleyelim, dedi.
Melik izin verdi, Küleyb içeri girip oturdu.(9) Kapıyı kapattılar. Kız:
-Ya Tubba! Şimdi ben, senin için buraya geldim. Küleyb beni(l0) severdi.
Beni, onun elinden zorla aldm ve babasını öldürdün. Belki gelir, <n) saraya
girer. Sana bir iş eder, dedi. Melik Tuba:
-Küleyb, benim heybetimden Arap diyarmda duramaz. <12) Kaçıp
gitmiştir. Eğer gitmemişse onu da babası gibi yaparım, dedi.
Birkaç Arapça şiir okudu. (l3)Kız, tekrar Tubba’ya:
-Eğer Küleyb burada ise nasıl yapalım, dedi. Tuba:
-Onu(l4) öldürürdüm, dedi.
Çok sarhoş idi, kendinden geçti. Padişahlara, fazla sarhoşluk (l5) iyi
değildir. Başının gitmesine sebep olur.
Tubba kendiden geçti. Bir süre sonra geri aklını topladı. [T 381](l) Biraz
daha şarkı söyledi, tekrar içti. Kız:
-Ya Tubba! Bu hizemetçi de güzel şarkı söyler. Eğer (2)buyurursanız o da
şarkı söylesin, dedi. Tubba:
-Ne olur, o da şarkı söylesin, dedi.
Küleyb, münasip birkaç beyit ve şiir (3) okudu. Babasıyla Tubba arasında
olanları ve maceraları söyledi, şarkı söyledi. <4)Tuba düşünüp:
-Sen Küleyb’e benziyorsun, dedi. Küleyb:
-Evet, benim, dedi.
Tuba, kılıcına el (5) vurunca Küleyb göz açtırmayıp Tubba’nın sinesinde
bir hançer vurdu. <6)Tubba düştü, can verdi.
Sonra sandıktan seksen kişi de dışarı çıktı. (7) Saray içinde kim varsa,
kimini tuttular ve kimini öldürdüler. Tubba’nın başmı kestiler. (8) Padişahların
götürdüğü ak sancağı Tubba’m kanma (9) buladılar, kıpkızıl oldu. Alıp saray
damına çıktılar. Naralar attılar. Tubba’nm başı (l0) Küleyb elindeydi. Askerlere
kendini tanıttı. Tubba’nm zulmünden halk incinmiş idi, (ll) gelip Küleyb’e tabi
oldular. Küleyb, padişah oldu. Kızı, kendi alıp eş edindi. (l2) Bu halife, yedi yıl
adaletle hüküm sürdü. Sonra tekrar zulme başladı. Yedi yıl halka (l3)
zulmeyledi.
Tubba’nın bir oğlu var idi. O, on dört yaşında idi. Tubba ölünce (l4) kaçıp
gizlendi. Büyük bir yiğit oldu, şehre arkasıyla odun getirirdi. (l5) Küleyb şöyle
zalim oldu ki Tubba’nm zulmünü unuttular. Küleyb zamanmda aşikâre,
armağan [T382] (1) diye rüşvet yer oldular. Fesat eylediler. Kendisi gafil idi,
şikâyetçileri dinlemezdi. <2)Vezirlerine itimat etmişti.
Halk, ondan nefret edip yüz çevirdi. Zalimin <3) helakini istediler. Hak
teala onların bedduasmı kabul eyledi.
Nakildir, Padişahların (4) zevali dört nesneden olur. Gurur, zulm, gaflet ve
açgözlülük. <5)
Küleyb’de, bu dört unsur mevcut bulundu. Helaki lazım (6) geldi. Birçok
kişi Amir’i orada gördü, odun getirirdi. Bir şahıs <7) gitti, Amir katına vardı.
Amir ile yakınlık kurdu:
-Gel ya Amir! Ben, seni (8) yine babanın yerine padişah edeyim, dedi.
Amir:
-Nasıl yapacaksm, diye sordu. O kişi:
-Burada <9) bir köy bunun zulmünden kaçtı, gitti. Orada bir bağ-ı rana
vardır. Onu Küleyb, kendine (l0) aldı. Her gün varır, onda eğlence yapar. Gel,
gece olunca biz onun işini orada tamam edelim, (ll)dedi. Kalktılar, o bağa varıp
saklandılar.
Akşam oldu, Küleyb (12) sarhoş bir şekilde o bağa geldi, geçip sarayda
oturdu. O kişiye, Ruhan derlerdi. <l3) Amir’e işaret etti. Hemen Amir yerinden
kalkıp saraya vardı. Gördü ki <I4) Küleyb yatmış, uyumakta. Amir, onu
öldürmeye kıyamadı. Ayağı ile bir iki kez tepti. Küleyb <l5) uyandı, Amir’i başı
ucunda gördü:
-Sen kimsin ki benim başımın üstünde [T 383](l)durursun, dedi. Amir:
-Ya Küleyb! Ben Amir’im. Babam Tubba’yı ne deyip öldürdün, (2) haber
ver, dedi.
Küleyb yerinden kalkınca Amir ona bir hançer vurdu, öldürdü. <3) Başını
kesti, dışarı geldi. Babasının yeşil bir sancağı vardı, onu bir ağaca (4) bağladı.
Sonra saray damının üzerine çıkıp nara attı. O yeşil sancağı dikti: (5)
-Ben Amir’im! Geldim, babamın kanını Küleyb’den aldım, dedi.
Halk, gelip Amir’e tabi oldu. (6) Bir süre Amir, adalet ve insaf gösterdi.
Bu Küleyb’in bir oğlu kaldı. Adına, Kab (7) derlerdi ve lakabı, Harbud idi. Şair
ruhluydu. Günlerden bir gün yol bulup <8) Amir’in meclisine girdi. Kasideler
getirdiler. Onu tanıyamadılar. Sultanla (9) sohbet arkadaşı oldu.
Amir’in bir veziri vardı. Adına, Hafik derlerdi. Tubba ve (l0) Küleyb’e
vezir olmuştu, ilimde çok mahir idi. O:
-Ya server! (ll) Gördüm, Küleyb oğlu seni öldürecektir. Daima baban
Tubba’ya da söyler idim, sakınmazdı, dedi.
Hafik evine gitti, Amir kaldı. Hamob, Amir’e şiir okudu. Nitekim
Küleyb’in <14)Tuba’ya okuduğu gibi. Amir, hayrete varmıştı.
Hamob, yerinden kalktı. (15) Yâranlarına haber verdi, içeri girdiler.
Hamob ileriye varıp hançer ile Amir’i vurdu, [T 384](l) şehit kıldı. Zira Amir
bir peygambere itimat ve itikat itmişti. Harbur, bu Amir’in (2) başın alıp dışarı
geldi:
-Ben, Kul ibni Küleyb’im, dedi.
Yâranları naralar atıp (3) yürüdüler. Kimse karşı durmadı. Babasının bir
kara baş mezarı var idi, onu bir (4) ağaca takıp sancak eyledi. Çok adam
öldürdüler, şehri fethettiler. Bu da (5) bir süre hükmeyledi. Sonra halk, Amir’in
oğlu Kays’ı getirdi, hücum etti. O (6>şehiri bastılar, yağmaladılar.
Bir gün böyle devam etti. Şimdi Arap’ta oraya, Yevm-i Kaysü’l-Bekur
derler. (7) Cenk ve harp ettiler. Bastılar, Harbur’u öldürdüler. Onun bir oğlu var
idi. Adı, (8) Fıras idi. Kaçıp gitti. Kays, tülbendini bir ağaca bağlayıp yürüdü.
Şehri aldılar. (9) Fıras bir kaleye ulaştı, oraya sığındı. Sonunda barış yaptılar.
Kays, padişah oldu. (l0) Onun neslinden Seyf-i Zü’l-Yezan geldi, askerleri ile
Mısır’a inip fetheyledi. Âleme (111hükmetti, gitti.
Nakildir ki ordu ile Mısır’a üç padişah geldi. Üçü <l2) de adil idi. Biri
İskender’dir, biri Abdurrahman Ebu’1-Müslim’dir, biri Seyf-i <l3> Zü’l-
Yezan’dır. Eğer zulm eyleseler, helak olurlardı.
Rivayettir, Medine (14) şehrinden Fahr-i Âlem zamanmda çekirgeler geldi.
Sultan-ı kâinat onlara işaret edip: (l5)
-Mısır üzerine gidin, dedi. Ashap:
-Niçin ya Resulu’llah! Mısır halkı da Allah kullarıdır, dediler. [T385] (l)
Hazret-i Sultan buyurdu:
-Mısır, darü’l-emindir. Düşman oraya varsa (2) helak olur. Bunlar,
Muzîlerdir, dedi.
Çekirgeler, Mısır <3) üzerine geldiler. Hak teala bir yel estirdi, onların
kanatlarını helak edip kırdı. <4>Garba döküldüler, kaldılar. Şimdi ot otlarlar.
İşte Tubba’nın hikâyesi budur, deyip (5) sözü tamam edince bir kişi içeri
girip feryat eyledi:
-Cebel-i Tarum’da seksen <6>Zengi tutup soydular, dedi. Server:
-Bu Zengiler kimdir, diye sordu. Muallim: <7)
-Zengistan’dan geldiler. Burada durakladılar, yol keserler, dedi.
Server, hemen kalkıp atına (8) bindi. O Zengilere vardı. Onlar da hazır
oldular. Server, onlara yalnız <9) saldırdı. Kırkını kırdı, tepeledi. Onlar da oklar
yağdırdılar, Server’i atından düşürdüler. (l0) At, ok yarasından helak oldu.
Server’in Kavs-iKuzah atı, Server’in yoluna (ll)kurban oldu.
Server, piyade olup otuz laini daha kılıçtan geçirdi. (l2) Helak oldular.
Server çok mal, eşya ve rızk toplayıp geri şehre (13) döndü. O şehir halkına malı
paylaştırdı. Seferden, Müslümanlara da çok <l4) mal verip Neyfal şehrine
gönderdi. Server, Tarum şehrinde oturdu. <l5) Mübarek gönlüne Hac sevdası
düştü. Kâbetullah’a gitmek istedi. [T386] n)
Rivayet edenler anlatırlar; Sultan hazreti, velilerin başı bir gece rüyasında
gördü k i(2) tekrar, Habeş diyarına sefer eyler. Uyandı:
-Biz tekrar, Habeş’e sefer ederiz, (3)dedi.
Server’in Habeş’e geri gitmesine sebep bu oldu, derler. (4) Server’in adı,
âleme yayıldı. (5) O vakit Habeş diyarında bir melik vardı. Tahum mülküne
hükmederdi. Bu (6) Habeşistan ili hesapta kırk padişahlık yerdir. Dünyanın
yarısı Habeş’tir, derler.
(7) O melik, Habeş’te padişah olunca bir gün Nil kenarına gitti.
Gezmekteydi. <8>Nil’i görünce vezirine:
-Bu su nereden gelir ve nereye gider, dedi. (9) Vezir:
-Ya melik! Bu bizim ilimizde bir kale var. Adına, Tahum derler. Orada
bir dağ (l0) vardır, o dağın içinden yarıp çıkar. O dağı ikiye bölmüştür. Üç
günlük <H)yere suyun köpüğünden varılmaz. Bilmeyiz ki o dağdan öte ne var ve
nereden <l2) gelir. Fakat İskender de buraya gelince bu dağdan öte geçmemiş.
Bazıları, <l3) İskender bu dağı geçip ötesinde acayip ve garip şeyler gördü.”,
derler. “İskender, <l4> bu dağın üzerine adam çıkarmış. Dağ çok yüksek olduğu
için rüzgâr o adamları yabana <l5) atıp helak etmiş.”, derler. Nil suyunun geldiği
yerin vasfı budur. Fakat şöyle [T387] (l) düşünürüz. Buraya eski Mısır
derlermiş, büyük bir şehir var imiş. <2) Bu dünya yıkılsa o mamur eder, fakat o
yıkılsa dünya halkı onu yapamaz. Mübalağada (3) derler ki o şehir on bin
mahalledir. Her mahallesi, on bin hanedir. Şuna göre (4) mukayese et. Bu
dünyanın en büyük şehridir, derler. Onun önünden akıp ondan aşağıda, (5) dört
günlük yerde denize girer, dedi.
O melikin adına, Amru Tuli derlerdi. Vezire tekrar <6) sordu:
-Mısır diyarında olanlar hangi dine taparlar, dedi. Vezir:(7)
-Onlar Muhammedîlerdir , dedi. Amru:
-Bu Habeş’te Müslüman var mıdır, diye sordu. Vezir:
-Evet! (8>Mısır’dan beri tarafı Habeş’tir. Oradan beri bir diyar var, Necaşi
ili derler. Nil’in (9) ötesidir. Oraya Müslümanlar hükmederler. Nil’in berisine bir
Nasranî beyi hükmeder,00’ Tun derler. Ondan geri kalanlar din bilmezler. Hatta
biz de, dedi. Amru:
-Ben bir (ll)din teklif edeyim, ona taptıralım, dedi.
O gece bu düşünceyle yattı. Şeytan (12) düşünde onu azdırıp bir çok nesne
gösterdi. Sabah kalktı, vezire rüyasını <13)anlattı. Vezir:
-Sana bir işaret olmuş. Durma, hemen uygula, dedi.
O rüyayı gördükten hemen sonra (14) hükmetti. Emredip üç yüz altmış
dört kızıl altından putlar dizdiler. (15) Gümüş zencirle onu getirip bir ağacın
dallarına astılar. O büyük ağacı, gümüş ve [T 3 8 8 ](1) altın ile kaplayıp inci ve
cevherlerle donattılar. Haçlar astılar. Sonra da gidip önünde dua <2 ettiler. O
kuru ağacın içine şeytanlar girip türlü türlü hileler yapardı. <3)Amru, her diyarın
beyine mektuplar gönderip davet etti. Hep gittiler, uydular. (4) Süveyda’nın
beyleri ve Zengiyan beyleri ona itaat edip Habeş’i zapt ettiler.
Sonra (5) Nil’in beri tarafındaki, Mısır yakasındaki Müslümanlara da bir
mektup gönderdi, davet etti. Melik Mahmud, Habeşî <6) sultanına gönderdi.
Mektupta demiş ki:
-Eğer bana itaat etmezsen N il(7) suyunu başka bir yere akıtırım. Siz susuz
helak olursunuz. Sultan:
-Beyler! Bu kâğıdı<8) Tarum şehrindeki Şerif e gönderelim, dedi.
Hem de öyle yaptılar, Şerife gönderdiler. Şerif Gazi(9) kâğıttan bu haberi
işitince gazaba gelip:
-İnşallah Amr’a bir iş (10) edeyim ki görsün, dedi.
Hazırlık yapıldı. Tarum halkı, Şerifi gönderdiler. Mekketullah (ll)
tarafına sefer etti. Gidip o yıl da hac görevini tamamladıktan sonra (12)Cidde’ce
geldi Sevakin’e geçti. O tarafın Arapları, Şerifi karşılayıp misafir ettiler. ( 3)
Sayif ve Berber’den Araplar gelip Şerif Gazi’yi ziyaret ettiler, gittiler. Sonra
Habeşistan’a (l4) yöneldi. Gelip İsra şehrine kondu. Habeş meliki Sultan
Mahmud karşıladı,(l5) izzetle konuk ettiler. Bu diyara Habeş’te, Cebreti [T389]
(1>derlerdi. Nil’in Arap tarafında olup halkı Müslüman idi.
Şerif, Habeş sultanına (2) bütün eşyalarını ve hizmetkârlarını emanet etti.
Suret değiştirip gemi ile Nil’i geçti. (3) Tahum’a gitmek üzere yola çıktı, gitti.
Şerif gördü ki hayvan gibi bir insan grubudur. Halk içinde çıplak <4)
yatmaktalar. Gelip Süveydan’a erişti gezmek istedi. Güneşten öyle yandı k i<5)
Habeşî’den hiçbir farkı kalmadı. Sonra bir yere ulaştı. Ulaştığı memleketin adı,
Enbay idi. (6) Batı tarafına yakın idi. O diyarda altın madenleri vardı.
Şerifin kendisi şöyle (7)rivayet eder:
-O diyarın âdeti şöyleydi; gece olunca (8) kalkarlardı, develerinin ayağına
keçe bağlarlardı. <9) Ellerine kamıştan bir kargı alırlardı. Bir torba da kül alıp
develerine binerler,(l0) gece gezerlerdi. Aşağı inmezlerdi. Zira o yerlerde yılan
çok olurdu. Yılan, (l 11 gece gezer, gündüz saklanırdı. Deveyi tabanından vursa
sezdirmezdi. (l2) Devenin ayağına onun için keçe sararlarmış. Gezerler, nerede
cevher ışık verirse (l3> o külü kamış ile üfürürlerdi. Çevreyi karıştırırlar, oraya
nişan ederlerdi Gündüz(l4> olunca gidip kazarlar, onu sızdırıp çıkarırlardı. Altın
batıya ondan<l5)yayılır, gelirmiş. Mısır’a çıkar, oradan da dünyaya gidermiş.
Şerif, o diyardan [T 3 9 0 ](1) göçtü. Tahum mülküne vardı. Antas şehrine
ulaştı. Oraya <2) ulaştığında bin kişi toplanmıştı. Çölde bir ağacı ortaya almışlar,
(3)secde ederlerdi. Şerif, o ağacın yanına geldi. Secde edenlere:(4)
-Ben batıdanım. Bu makama hizmet etmeye geldim, dedi.
Gittiler, Amru’ya (5) bunu söylediler. Amru, Şerifi davet edip yanına
getirdi, sordu:
-Niçin geldin? <6>Şerif:
-İşittim ki bu makamı sultan yaptı. Geri kalan <7) ömrümü burada
geçirmeye geldim, dedi. Amru’ya bu söz hoş geldi:
Bu, benim (8) mabuduma âşıktır. Bu şahıs oranın hizmetini görsün,
gözetsin. Garibin gönlü olsun, (9)diye tembih etti.
Şerif, o ağacın dallarına asılan kandilleri(l0) yakardı. Putları düzenlerdi. O
ağaca sürekli zeytinyağı döküp(M) neft sürerdi. Ağaca hizmet ettiğini sanırlardı.
Amr’a, Şerifin gayretini ve (l2) hürmetini anlatırlardı. Bu şekilde on beş gün
hizmet etti. On altıncı (l3) gece oldu, o kuru ağacın içine bol miktarda yağlı
pamuk soktu. Sabah<l4) olunca Amru ağacın yanına geldi, ziyaret etti:
-Haşa! Ey benim mabudum! <l5)Gei söyle. Muradımdan bana haber ver,
dedi.
Ağacın içinden bir ses geldi:
-Ya Amru! [T391](l)Beni iyi koru ki bana zarar gelmesin. Sana başka bir
haber vermeme gerek yok, dedi. Amru:
-Kimden korkuyorsun, d,ye sordu. O ağaçtan tekrar ses geldi:
-Şerif Saltık (3)bana kast etmiştir, düşmanımdır, dedi.
Amru, hemen emretti. Çadır(4) ipleri ile ona çepeçevre sardılar, bir yerden
kapı koydular. Şerif:
-Çalışm bire melunlar! (5) Benim için daha iyi oldu, dedi.
Bir gece fırsat buldu, delikten ağaca ateş vurdu.<6) İçinden tutuşup yandı.
Ağaç içinden feryatlar, figanlar belirdi. Kâfirler, gafil 1 sarhoş yatarlardı.
“Hey!” deyince o ağaçtan bir alev çıktı. Yatanlar (8) uyandılar, bir aydınlık
gördüler. “Hey! Bırakmayın.” diye seğirttiler. Geldiler ki söndüreler.
(9) Şerif eline yalın bir kılıç aldı, gelenlerin bir kısmını öldürdü.
Söylediler: <l0)
-Deli mi oldun. Hey er! Ne yapıyorsun, dediler. Şerif, bir nara attı:
-Ey kâfirler! Bilin ve haberdar olun. (ll) Ben, Şam’dan geldim. Şerif
Gazi’yim. Size neler edeceğim, dedi.
Halk, Amru’nun (l2)huzuruna çıkıp:
-Ey bizim sultanımız! Bil ki o ağaca hizmet eden ki^i,<l3) Şerif Saltık’ın
kendisiymiş. Şimdi o ağaca ateş vurdu, yaktı. Ağaç inleye (4) inleye yandı, gitti,
kül oldu. Söndürmeye gittik, bir kısmımızı öldürdü, dediler.
<15)Amru öfkelendi. Bir gürzü vardı, eline aldı, koşarak geldi: [T 392](l)
-Bre adam! Ne yaptın? Benim mabudumu ateş ile yaktın, öldürdün, dedi.
Şerif:
-Boş konuşma. (2) Mabud, Allah’tır O, “Hayyun kayyümun lâ-yemüt-
vâfıid” dir*, dedi.
Amr, hemen elindeki gürz ile Şerife (3> hamle yaptı. Şerif, gürze karşı
elinin içini tuttu. Yakaladı, kavrayıp tuttu, (4) boğazı dibinden zorlayıp çekti,
elinden aldı. Amr’a hamle yaptı:
-Hemen iman(5) getir, yoksa seni helak ederim, dedi.
Kâfir küfretti. Bu durum karşısında Şerif:
-Günahın senin (6) boynuna ey melun, deyip tepesine gürz ile vurdu.
Beyni çevreye saçıldı.(7) Düştü, can verdi.
Amr ölünce askerleri Şerife hücum ettiler. Yayan olarak sabaha dek(8)
cenk ettiler. Gün doğarken kâfirler her taraftan toplandılar, gelip çoğaldılar.
Şerif, âciz kaldı. Birkaç (9) yerinden de yaraladı.
Şerif, yüzünü gökyüzüne tutup Hak hazretine yalvardı. 110) Tam bu sırada,
sahra yüzünden bir atlı çıkageldi. Ardmca bir ordu geldi. Hep birlikte (l 0 tekbir
getirip kâfir askerlerine saldırdılar. Önden gelen, Hazret-i Hızır idi. (l2) Ardmca
gelen ise Menucher idi. Kırk bin kişilik ordusu ile (l3) erişti, kâfirleri kırdı. Mal
ve eşyaları aldılar, Şerife getirdiler. Hazret-i Hızır, (l4) Şerifi iki gözünde öptü:
“Diri, her şeyi gözeten, asla ölmeyen tek İlah.” (Bakara suresi, 255. ayete telmih).
-Ciğerimin köşesi! İblis’in oğlanlarından, bin<l5)üç yüz otuz erkek ve dişi
şeytanı ateşte yaktın. Bismillah, [T393] (l) diye ateş vururken kaçamadılar,
feryat ederek yandılar. Hak rızasını artırdın, dedi
Menucher de <2)geldi. Oturdular. Hazret-i Hızır:
-Ya Şerif! Bunları bırak. Geri git. Ehl-i İslama çık. (3) Bu yerin zaptı
güçtür, dedi.
Oradan kalktılar. Onların malını ve eşyalarını<4) alıp geri döndüler. Bir
yere geldiler. Hazret-i Hızır gitti. Diğerleri orada kaldı. Oturup dinlendiler. Bu
sırada bir bölük (5) insan çıkageldi. Şerif onları karşıladı:
-Durum nedir, dedi. Bunları görüp(6) söylediler:
-Buraya, Zengibar ili derler. Bir padişahı vardır. İlimizde bir cazu (7>
türedi. Her ay bir adam yer. Beyimiz âciz kaldı, Saltık. Fakat (8) barış yaptılar.
Kura atıyorlar. Kime düşerseonu veriyorlar. Bu kere kura,(9) bey oğluna düştü.
İşte onu iletiyoruz , dediler.
Şerif, hemen leşker-i cinnî askerlerini orada <ın) bırakıp kendisi gitti. Bu
dağa eriştiler. Yukarıda, dağ başında bir hisar göründü.(ll) Şerif, önde giderdi.
O kavim ise ağlaya ağlaya gelirlerdi. Şerif kaleye çıktı,(l2) içeri girdi. Gördü ki
orada kimse yok. Merak edip yürüdü, bir saraya girdi. Kurulu bir taht(l3) gördü.
Gitti, bu tahtın altına girdi, oturdu.
Birazdan halk<l4) ağlaşmayı kesti. Dua ederek, secde kılarak içeri girdiler.
Beyin oğlunu getirdiler. Zengibar, beyin oğlunu (l5) tahtına geçirdi. Diğerleri
veda edip gittiler. O oğlan, yalnız kaldı.
Birazdan [T394] (1) bir alay güvercin gelip kondu. Bu sırada gök
gürlemesi oldu ve şimşek çaktı. (2>Yağmurlar yağdı, sonra dindi. O güvercinler
hep insan oldu. Seksen kişi, erkek <3) ve dişi. Bunların içinde bir kadın yalnız
ileri gelip tahta çıktı, oğlanı (4,öptü. Oğlan ağladı. Kadın:
-Bana yakınlık et, seni öldürmeyeyim, dedi.
Oğlan, kadının <5) sözünü kabul etti. Taht üzerinde yattılar. O seksen kişi
de birbiriyle (6) sarılıp yattı. İçinden biri:
-Gafil olmayın. Gömlekleri gelip (7) biri almasın. Yoksa sihrimiz batıl
olur, dedi.
Onlar uyuyunca Şerif kalktı, gömleklerini<8) başları ucundan alıp gizledi.
Tekrar taht altına girip yattı. Birazdan cazu (9) uyandı, gömleğini bulamadı.
Gazaba gelip o oğlana tabanca ile vurdu: <l0)
-Bizim gömleklerimiz nerede, dedi. O oğlan ağlayıp:
-Benim haberim yoktur. Ben seninle (ll)yattım, dedi. Cazu:
-Ben, seni boğazlayıp yerim. Doğru söyle, nerededir, dedi. Oğlan (l2)
ağladı:
-Bilmiyorum, dedi.
Cazu hemen emretti, o oğlanı tahttan aşağı indirdiler. (l3) Niyetlendiler ki
boğazlayalar. Oğlan feryat edip:
-İlahî! Şu yerleri ve gökleri(14) yaradan Tanrı, bana yardım et. Şam’da
Şerif adlı kulun var, her yerden zalimlere hazır (15) edip gönderirsin. Bana onu
gönder, bu zalimlere hakkını versin. Her kim sıkıntı anında O’nun [T 395](l)
adını anarsa gelirmiş. Eğer Muhammed dini hak ise o Şerif kulun bana yetişsin,
dedi. (2)
Şerif, bunu işitti. Sabrı kalmayıp taht altından dışarı çıktı, (3) bir nara attı.
O oğlanın yanma geldi. Kalkan cazuya bir kılıç vurdu,<4) tepeledi. Koşup saray
kapısını sılaca bağladı, çağırdı:
-Ey münafıklar! Benim (5) elimden nasıl kurtulacaksınız? Hemen iman
getirin, yoksa sizi hep helak ederim, dedi. (6)Cazular:
-Ya Şerif! Gömleğimizi almakla (7) bizi kırabileceğini mi sandm? Şimdi
gör, sana neler edeceğiz, dediler ve sihre başladılar.
Şerif, Hazret-i (8) Hızır’ın duasını okudu. Eline kılıcını aldı, cazulara kılıç
vurdu. Otuz sekizini tepeledi. Sonra (9) o cazuya yürüdü. O, taht altma girdi ve
kaçtı. Şerif, karının (l0) saçmdan sürüyerek dışarı çıkardı ve boynunu vurdu.
Gerisini esir alıp (ll) o hisarı yaktı. O oğlana:
-İman getir, dedi. Oğlan, iman(l2) getirdi. Sonra Şerif e:
-Ben seninle birlikte giderim, dedi.
Oğlanın babası<l3> durumu işitti, gelip Şerifin ayağına düştü. Hediye ve
armağanlar (l4) getirdi, ziyafetler verdi. Yediler, içtiler, birkaç gün orada
kaldılar. Sonra (15)veda edip yola çıktılar, gittiler.
Orada çok miktarda gergedan yakaladılar ve büyük [T 396](1) karıncalar
tuttular. Tutîler ve misk kedileri avladılar. Sonra Habeş diyarına (2) uğradılar.
Habeşliler, hürmetler ve izzetler ettiler. Şerifin adı, Habeş’te anıldı. Zira o
tepelediği (3) cazu, meşhur idi. Bütün Habeşistan ondan korkarlardı. Sad-ı
Habeşi iline (4) girdiler, geldiler. Onların makamı büyük ağaçların altı idi,
gölgesinde otururlardı. (5) Beyinin adı, Şuran idi. Şerif, o ile girince
yarımdakileri bir yerde (6) bıraktı. Kendisi Sudan’a gitti. Ulaşınca gördü ki bir
gergedan boynuzundan (7) taht yapmışlar, biri ağacm altında oturur. Halk ise
karşısında durur.
Şerif, gelip doğru(8) Sudan’a vardı:
-Kimsin, dediler. O:
-Elçiyim, Şerif-i Rumî’nin yanından geliyorum, dedi.
Adamları(9) Sudan’a haber verdiler. Sudan:
-Gelsin, görelim, dedi.
Şerif, ileriye varıp<l0) selam verdi. Yer gösterdiler, oturdu. Sudan:
-Elçi bey hoş geldin! 0 ^Ne için geldin, haber ver, dedi.
Şerif, hemen bir mektup çıkardı. Önüne koydu,(l2) sundu. Sudan, eline
alıp kâğıda baktı:
-Bizde okumuş olmaz ki bunu okuyamayız. (l3)Sen oku, bilelim, dedi.
Şerif mektubun içindekileri bildirdi:
-İman getir, Müslüman (l4)ol, demiş. Sudan bunu işitti. Şerife:
-Bu senin beyin Şerif, gelip benim ile (l5)cenk edecek kadar yiğit midir?
Gelsin, ona kendimi bildireyim. Görsün, [T397](l) Sudan kimdir, dedi. Şerif:
-Ya Sudan! Aklını başına topla. Tanrı, (2) Şerifi kâfirlere azap
yaratmıştır, dedi.
Sudan, hemen yerinden kalktı. Kast etti ki Şerife <3)bir zarar yapa. Şerif,
hemen bir nara attı. Naranın sesinden cihan sallandı. (4) Sonra Sudan’ın üzerine
yürüdü. Birbirlerine hamle yaptılar, cenge başladılar. Birçok (5) hamle sonuca
ulaşmadı. Sonunda Şerif bir kez haykırdı:
-Benim, Şerif Gazi, dedi. Sudan:(6)
-Bak! Sen misin o Şerif? Benim elime iyi girdin. Ben seni arasam
bulamazdım, <7)dedi ve yürüdü. Şerife bir gürz vurdu.
Server, onun darbesini savdı. Sıra Şerife (8) gelince Sudan’a kılıcı öyle
çaldı ki sinesine dek iki parçaya bölündü. ( ’ Düştü, can verdi. Şerif, o kavime:
-Gelin, iman getirin, dedi.
O (l0) tayife kaçıp gitti. Şerif, onları zapt edemedi. Geri gelip o kavim (ll>
yola koyulup gitti. Bir iklime ulaştılar. Oranın halkı mağaralarda otururdu.
Mağara kavmi onu (l2) görünce mağaralardan çıkıp kaçtı, hayvan gibi dağlara
gitti.
Şerif, (l3) oradan ayrılıp gitti. Onlara mukayyet olamadı. Oradan bir
iklime daha geldiler. <l4) Halkı, hayvanlar gibi kum içinde yatıyordu. Oradan da
gittiler. Nasranî(l5) Habeş iline geldiler. Oranın beyi, Şerifi karşıladı. Ziyafetler
verip misafir etti. [T398] (1) Birkaç gün orada dinlendiler. Sonra gelip Nil
denizini geçtiler, Müslüman Habeş’e geldiler. (2) Sultan Mahmud karşılayıp
hürmetler ve izzetler eyledi. O diyarda, bir ay oturdu.
(3) Şerif, oradan geçip Mısır’a geldi. Sultan karşılamaya gelip Şe
hoş gördü. Yedirdi v e (4) içirdi. Bir müddet orada oturdu.
Bir gün Şerif ava çıkmıştı, gezerdi. (5) Bir bölük insan ile kervan geldi,
kondu. Şerif, kervanı seyretmeye çıktı. Gördü ki kervanın başı olan kişinin
ellerinin tırnakları yok. Bir (7) güzel hatun kişi yanında oturur. Şerif, o kişiye
selam verdi:
-Niçin <8)bu kişinin tırnakları yoktur, diye sordu. O kişi:
-Bana bir hâl oldu. Hint (9) ikliminde başıma bir hâl geldi, orada oldu,
dedi. Şerif:
-Aslım bana anlat, dedi. (10)O hoca:
-Hindistan’da Sekaüb derler, bir Adim var. Oraya vardım, (I1) evlendim.
Bir güzel kadına âşık oldum. Kendime aldım, onunla bir nice günüm (l2) geçti.
Sonunda o hatunum öldü. Gittiler, beni o hatun ile mezara (13) ilettiler, birlikte
gömdüler. Meğer âdet bu imiş. Erkek veya kadından birisi ölse öbürü (14) ile
birlikte gömerlermiş. Üzerime kapıyı yaptılar, gittiler. Ben kaldım. (15) Birazdan
bir canavar çıkageldi. Meğer sırtlan imiş, ölü yerlermiş. [T399](1) Beni görünce
dönüp kaçtı, bir deliğe girdi. Kalktım, o deliği elimle kazdım. (2) Bu sırada
tırnaklarım çıktı. Sonunda bir delik açtım, dışarı geldim. Çıktım, yola revan (3)
oldum. Bir deniz kenarına yetiştim, oturdum. Gördüm ki bir tahtanın üzerinde
(4) bu hatunu deniz kenara götürdü. Meğer büyük bir hocanın avradı imiş. (5)
Bunlarm gemileri taşa dokunmuş, batmış. Hatun bu tahtaya sarmaşmış. Rüzgâr
(6) onu getirmiş, çıkarmış. Ben onu gördüm, o da beni. Biribirimiz ile konuştuk.
(7) Birazdan bir gemi geldi. Bizi görüp gemiye aldılar. Geldik, bir yere çıktık. (8)
Buranın padişahı öldü. Sürdüler, deniz kenarına geldiler. Bizi gördüler,(9) kura
çektiler. Kura bana düştü, beni padişah ettiler. O vilayette, üç yıl(10) padişahlık
yaptım. Dördüncü yıl bir düşman geldi, karşı koyamadım. Maldan, <H)
cevahirden götürdüm. Atımı sürdüm, bu diyara geldim, dedi. Şerif bunları
işitince Hindistan’a gitmek üzere yola çıktı.
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Raviler anlatır; Şerif Gazi hazırlık yaptı, hacca gitti. Varıp (l4)
Kâbetullah’ı tavaf etti ve hac görevini yerine getirdi. Geri dönerken Yemen
hacılarıyla Hicaz’dan, <15) Yemen diyarına gitti. Hicaz dağlarının arasında
giderken bir bölük Arap’a [T 4 0 0 ](l)rastladı. Arapları
-Nereye gidiyorsun? Önünüzde bir bebr vardır, yolu (2) kesmiştir.
Gitmeyin. Eğer önünüze çıkarsa bu halkı helak eder, dediler. Şerif:
-Nerededir? Gelsin, (3)ben de onu arıyorum, dedi.
Kafile ile göçüp o vadiye ulaştılar. Bebr, o vadi(4) içinde idi. Rastlayınca
kafileye saldırdı. Şerif ona(5) karşı vardı, tepesine kılıcı öyle bir çaldı ki bebr iki
parça oldu. Orada bulunanlar hayran (6) kaldı. Geldiler, Sanan şehrine çıktılar,
kondular. Yemen meliki, tahtını o şehre kurmuştu. (7) Şerifin geldiğini işitti,
gelip ayağına kapandı. Ziyafetler verdi. <8)Melik:
-Ya Şerif! Buraya gelmene sebep ne oldu, dedi. Şerif:(9)
-Hindistan’a gitmeye niyet ettim, dedi.
Melik buyurdu, hemen gemiler hazır (l0> ettiler. Aden şehrinden Şerifi
gemiye bindirdiler. Umman’dan gelmiş bir er vardı. Bu er, denizciliği (ll)
bilirdi. Onu yanına verdiler. İran şehrinden hocalar var idi, onları da (l2) gemiye
koyup gönderdiler. Denize açılıp gittiler. Bu gemi içinde (l3) bir bezirgân vardı,
Hint’in vasfını bir bir beyan etti:
-Kırk <l4) padişahlık yerdir. Bazıları otuz altı sultanlık yerdir, derler.
Şimdi<l5) bizim varacağımız yere, Bayır derler. Ondan aşağısı, Dekin ve Aşağı
Kalakut’tur. Samirilerdir. [T 4 0 1 ] (l) Ondan aşağıya, Kilanur derler. Onlar ateşe
taparlar, Mecusîdirler. Bir erkek (2) ölse avradını da ateşte yakarlar. Eğer avrat
ölse kocasını yakarlar, dedi. <3)Şerif:
-Oraya varalım. Görelim, nasıl olur? Allahuteala rast getirirse (4) onlara
bir iş edeyim, görünüz, dedi.
On gün gittiler. Bir adaya çıktılar, <5) kondular. O adada av yaptılar.
Büyük kuşlar avladılar. Tekrar kalkıp (6) gemiye bindiler, gittiler. On birinci gün
bir adaya eriştiler. Gemidekiler, Ş erife :<7)
-Bu adanın halkı sihirbazdır. Bizden adam başına bir altın haraç alırlar,
dediler. (8>Şerif:
-Haraç vermek, bizde zekâta eştir. (9) Kırkta bir akçadır. Biz onu
dinimizin gereği olarak veririz. Eğer almazlarsa geri döneriz, dedi. (10)
Gelip kale önüne ulaştılar, çıktılar. O cazular, hemen (ll) seğirdişip
geldiler. Her kişinin malını ve rızkını döküp eşyalarını saçtılar. (l2)Ne isterlerse
aldılar. Şerifin bile neyi varsa alacaklardı. Onlar:<13)
-Sen yalnız başına bir dinar ver, dediler. Şerif:
-Vermem, dedi.
Kavga ettiler. Şerif,<l4) onların birisine vurdu. Ağzı burnu kan oldu. Hep
birlikte Şerif in üzerine üşüşüp saldırdılar. <l5) Şerif:
-Ey kâfirler! Size anlattım. Hâlâ uyuyorsunuz öyle mi, deyip el vurdu.
[T402] (1) Hey diyince yedi cazuyu tepeledi. Kalanı kaçtılar, hisar kapısını
bağladılar. Şerif(2) bir nara attı:
-Bu yaptıklarınızı sizin yanınıza koyacak değilim, ey melunlar, dedi.
Yürüdü, kapıya gelip<3) bir tekme vurdu. Kapı kopup içeriye düştü. İçeri girdi.
Cazular (4> beyine haber ettiler. Ah edip yerinden kalktı, Şerifin üzerine geldi.
Cenk ettiler. (5) Şerif, orada üç yüz kişiyi tepeledi. Sonunda kaçtılar. Cazular
beyinin ardından(6>yetişip tepesine öyle bir kılıç vurdu ki başı önüne düştü.
Şerif, o hisarı aldı. (7) Malını ve rızkını hep gemiye koydu. Hisara ateş
vurdu, yaktı. Oradan ayrılıp yedi gün <8) gittiler. Karşıdan bir ada göründü.
Oraya geldiler, kondular. O kavim, Şerifin (9) cazulara yaptığını işittiler.
Geldiler, ayağına düştüler. Çok mutlu oldular, (l0) ziyafetler verdiler.
Şerif oradan da ayrıldı, gemiye binip gittiler. Üçüncü gün, karşıdan (ll)
Hint karasını gördüler. Geldiler, Bayır’a çıktılar. O diyarın halkı gelip Şerif <l2)
Gazi’nin elini öptüler, ziyaret ettiler. Şerif, orada birkaç gün durdu. Sonra
gemiye binip (1 } Kalakut’a gitmek üzere yola çıktı. Kalakut’a çıkınca gelip
hisar önüne iskele (l4) vurdular. O diyar, Samirîler idi. Buzağı başına taparlardı.
Şerif, dışarı(15) geldi:
-Bu kavim kalabalıktır, hele sabredeyim, dedi.
Bu arada gördü ki bir kişinin [T403] (l) boğazına ip takmışlar, diğer bir
kişi bağırmakta:
-Bu diyarda buzağı öldüren kişinin idam edilişini (2) gelip görün!
Şerif ileri gelip baktı. Asmaya <3) götürdükleri adam Sünnidir. Şerif
gazaba gelip, ileri vardı:
-Bre kavim! (4) Bunu sığırdan ötürü mü öldürüyorsunuz? Bunların dininde
sığırı boğazlamak vardır.(5) Onlar:
-Bizim dinimizde yasaktır, dediler. Şerif:
- Türklerin dininde <6) şöyledir; onlar kimseye itaat etmezler. Nas
Y ahudi(7>başka millettendir, dedi. Onlar:
-Bizim âdetimiz budur, dediler. Şerif Gazi:
-Ben izin vermem, (8> deyip ileri vardı. O Sünni kişinin boğazından ipi
aldı.
Halk hücum etti. <9) Şerif, bir kez nara atıp gök gürlemesi gibi haykırdı.
Kılıcını eline aldı:
-Benim, (l0) Şerif Gazi ve Saltık-ı Rumî, deyip onlardan dört kişi tepeledi.
Onlar kaçtılar. <n) Şerif:
-Sizi kırmaya geldim Rum’dan. Bırakmak yoktur, bre melunlar, bre
kâfirler, diye haykırdı.
O (l2) kavim Şerifin adını, gazalarını ve hünerlerini işitmişti. Bir gün bu
diyara da (l3> gelir, diye korkarlardı. İşittiler ki “Ben o kişiyim.” dedi, varıp
beylerine (l4) bildirdiler. Beylerinin de canı başına sıçradı. Hemen vezirlerini ve
beylerini topladı, (1) görüş alışverişinde bulundular. Onlar:
-Ya melik! Kimse onunla başa çıkamaz. [T404] (l)Ona hürmet etmek
daha iyidir. Tanrı kazasını başımızdan savarız, dediler.
Geldiler, izzetle Şerifi (2) alıp beylerine ilettiler. O bey, Saltık’ı karşılayıp
hoşgördü:
-Pehlivan! <3)Lütfedip bu bizim suçumuzu bağışla, dedi. Şerif:
-Eğer <4> Müslümanlara bunun gibi durumdan ötürü hükmedersen seni
bağışlamam, dedi.
Padişah, <5) bundan böyle kimseyi bu suçtan dolayı idam etmeyeceğine
ant içti.
Şerifi konuk ettiler, ziyafetler verdiler. Mal, (6) cevherler ve eşyalar
hediye ettiler. Ayrıca haraç vermeye razı oldular. Şerif, oradan tekrar (7) gemiye
binip Kilanur’a gitmek üzere yola çıktı.
Bir müddet deniz seferini sürdürdüler. Sonunda bir hisara (8) çıktılar.
Orası, Kilanur ilinin iskelesi idi. Adına, Garman derlerdi. <9) Bir beyi vardı, çok
inatçı idi. Gelip oraya çıktılar, şehir içine girip (l0) gezmeye başladılar. Gördüler
ki bir alay kâfir, bir tabut götürmekte. Önünde bir kadın, hem (ll) ağlar hem
döner. Kalan halk, davul zurna çalıp şenlikler yapmakta. Şerif Gazi, merak (l2)
edip bir kişiden sordu:
-Bu işin aslı nedir, dedi. O kişi:
-Bunlar Mecusîdir. (l3> Bir kimse ölse onun karısını da ateşe atarlar, kadın
da (l4) birlikte yanar. Eğer erkek de ölürse öyledir, dedi. Şerif, o hatunun yanına
geldi: (l5)
-Sen yanmaktan korkmuyor musun, diye sordu. Hatun:
-Korkuyorum, fakat beni bırakmazlar, dedi.
Şerif, tabutu götürenler ile [T 4 0 5 ](l) yürüdü. Ölülerin ateşte yakıldıkları
yere geldiler. İçeri girdiler, oturdular. Yediler, içtiler. (2) Kaktılar ki o biçare
kadını ateşte yakalar. Şerif bırakmadı:
-Ey halk! Deli misiniz? (3) Sağ bir insanı ne diye ateşte yakıyorsunuz,
dedi. Onlar, Şerife öfkelenip:
-Sen yerinde otur, bizim (4) âdetimize karışma. Yoksa sen bilirsin,
dediler. Bunun üzerine Şerif gazaba gelip:
-Lanet size de (5) batıl âdetinize de ey akılsız kâfirler, deyip hemen kalktı,
türbenin kapısını kapattı.
O kavmi ele alıp kılıçtan geçirdi. Elinden kurtulanlar kaçtılar, gittiler.
Şerif,(7) kırdığı insanları ateş içine attı, yandılar.
Diğer tarafta kâfirler, kaçıp (8) beylerinim yanına gittiler. Durumu
anlattılar. O lain ve dinsiz, hemen atına binip (9) ateş yakılan yere geldi. Atından
inip içeri girdi. Şerifi gördü:
-Hey (10)haydut! Bu insanları niçin öldürdün, dedi. Şerif:
-Ben öldürmedim, Namur öldürdü. (ll> İnanmazsan işte içeride yanıyor,
dedi. O lain:
-Namur nasıl gelip yakıp (12) öldürür? Onları sen yaktın, dedi. Şerif:
-Ya haydut! Namur onu (13) öldüremezse ve gelip yakamazsa sen ne diye
buna taparsın? Tanrı, ateşi yaratandır. (l4) Hemen aklını başına topla, yoksa seni
öldürürüm, dedi. O lain öfkelendi: (l5)
-Ya haydut! Ben senin işini bitireyim ve aklını başına getireyim, dedi.
Elinde [T406] bir kılıç ile Şerifin üzerine gelip çaldı.
Şerif, kılıca elini tuttu. Allahuteala (2) sakladı, bir kılını bile kesmedi.
Şerif kavrayıp herifin kılıcını elinden aldı, zorladı. (3) Kâfirin avucunun derisi
kılıcın kabzasında kaldı. O kılıcı geri ona havale (4) etti:
-Hemen Müslüman ol! Yoksa seni tepelerim ve gövdeni ateşe atarım,
dedi.
Kâfir küfür (5) söyledi. Başında devlet ve saadet yokmuş. Şerif, kâfire
kılıcı öyle bir çaldı ki (6) iki parçaya böldü. Kılıcın ucu yere battı. Kâfirin canı
cehenneme gitti.
Şerif, kâfirin (7) ölüsüsünü alıp içeride ateşe attı. Yanmaya başladı. O
şehir halkı hücum ettiler. Şerif (8)nara atıp dışarı geldi çağırdı:
-Benim Şerif Gazi! Ya kâfirler! Aklınızı başınıza toplayın, (9) iman
getirin, dedi. Halk, Şerifin adını ve ününü işitmişti. Öyle korktular ki (10)
akılları gitti. Hep birlikte:
-Ya Saltık! Aman ver, bize kıyma. Kerem (11) eyle, mürüvvet ehlisin,
dediler. Şerif de onların canını bağışladı:
-Artık <12>insanları ateşte yakmayı yasaklıyorum, dedi.
Artık insanları ateşte yakmadılar. İçeri o ulu beylerine haber gönderdiler:
-Rum’dan Saltık geldi, bize şöyle etti. Şehir beyini ve bunca adamları
kırdı, (l4) dediler. Bey, bunu işitince gazaba geldi:
-Bu nasıl iştir ki bir kişi<l5) gele, bu kadar iş ede. Rum’da adam yokmuş.
Burası Hint’tir. Görsün, ona burada neler eylerler, dedi.
Hemen buyurdu, [T407] (l) asker topladılar. Toplanıp Şerifin üzerine
yürüdüler. Bir rahip var idi. Bu rahip, yedi <2,yüz yaşında idi:
-Ben gidip o Şerif ile konuşayım. Bu Tanrı(3) kullarım niçin kırar, hem de
ne dindendir göreyim, dedi.
O bey, rahibe izin verdi. Rahibin adı. (4) Nilüfer idi. Geldi, Şerife yetişti.
İzin alıp hisara (5) girdi. Gelip Şerif ile buluştu. Yer gösterdiler, oturdu. Şerif
Gazi, o beyin (6> sarayına girip oturmuştu. Rahip:
-Ya Şerif! Niçin böyle yapıyorsun, sebep (7) ne, bu halkı niçin kırarsın?
Ne delil ile bunu yapmaktasın? Bana cevap ver bilelim, dedi. Şerif: <8>
-Kâfir olduğu için kırıyorum, dedi. Rahip:
-Kimler kâfirdir, haber ver, dedi. Saltık:
-Hakk’ı inkâr edenler, kâfirdir. ,9) Onlar asi olurlar, dedi. Rahip:
-Onlar kimlerdir, dedi. Şerif:
-İlk <l0) kâfir olanlardan birisi, Kabil idi. Allahuteala’ya asi ve kâfir oldu.
Müşrik olanlardan (ll,Nuh oğlu Kenan idi. O:
-Senin Tanrı’n bu halkı suda boğsa,<l2> benim Tanrı’mbeni kurtarır deyip
Allah’a ortak koştu. Tanrı, ikidir, dedi. Hud doğar, 11,1 kavmi üçtür, dediler, asi
oldular. Kıyameti inkâr ettiler, zındık oldular. Onları (l4> yel ile helak etti.
Hazret-i İbrahim zamanında Mecusîler ortaya çıktı, ateşe taptılar. Hazret-i
Musa ,l5) zamanında Yahudiler azdılar. Samirîler ortaya buzağıya taptılar.
[T408] 111 Sayibîler Davut halkıdır, ite taptılar. Ashab-ı K ehfin kelbini esas
aldılar. 121 Nasranîler eşeğe taptılar, kâfir oldular. Kabil, kâfir olduktan sonra
puta (3>taptılar, Cemşid sebep oldu. İdris göğe yükseldikten sonra böyle 141oldu.
Âlemi küfür ve zulmet tuttu. Hak teala bu âleme bir nur gönderdi ve buyurdu,<5)
“Sana her kim uyarsa hoş, uymazsa onları kılıçtan geçir.” dedi. (6) Âdem-i Safı
hangi din ve şeriat üzere geldiyse Muhammed Mustafa da o din üzeredir (7) ve
İbrahim Hâlil milletindendir. Bu kâfirlerin kanını dökmek bize mübahtır,
delilimiz (X) budur. Hem bize gökten kitap gönderdi ve tembih etti. Biz onun
için böyle ederiz, kimseye cebir <9) etmeyiz. Her ne yaparsak, Hakk’ın emriyle
yaparız, dedi.
Rahip yerinden kalkıp Şerifin <l0) ayağına kapandı:
-Söylediğin her söz, doğrudur, dedi ve iman getirdi. Şerif (ll) onu
hoşgördü. O rahip:
-Ya Server! İzin ver, gideyim. Bizim beyimiz Cibran’ı 021 hak dine davet
edeyim, dedi. Şerif:
-Ya pir! Gitme, o lain seni öldürür, (l3)göz açtırmaz, dedi. Rahip:
-Ya Şerif! Ben; Tevrat, İncil ve Zebur’da Muhammed’in (l4) vasfını
gördüm. Yedi yüz yıl daha mı yaşayacağım? Ne olur, onun gibi bir <I5) sultanın
yolunda ölürsem? Minnetim Allah teala üzerinedir, [T409] (1) dedi. Sonra
kalkıp Şerife veda etti. Cibran’ın yanına gitmek üzere (2) yola çıktı. Ulaştı, bir
nara atıp:
-Ya Cibran! Gözünü aç, ben İslam dinine <3) girdim. İman getirdim,
hemen sen de iman getir. Dünyada küfürden, ahirette cehennem (4) ateşinden
kurtul, dedi.
Cibran, gazaba gelip buyurdu. Rahibi orta yere aldılar. Biraz cenk (5)
ettiler, asasıyla dört kâfiri öldürdü. Sonra onu da şehit ettiler. Ölüsüne, (6)o gece
nur indi. Gördüler ve Cibran’a gösterdiler. Cibran buyurdu, yere gömdüler, (7)
ölüsüne kabir yaptılar. Cibran:
-Bunu Saltık cazuladı, Namur buna <8)dua etmiş, dedi.
Cibran, sonra yola çıktı. Şerifin olduğu yere geldi. Hisarın çevresini <9)
kuşattı, kondu. Şerif hisardan dışarı çıktı, biraz cenk ettiler. Hisar sarp idi. (l0)
Âciz kaldılar, dışarıdan Cibranîler çağırdılar:
-Ya kavim! Niçin cenk ediyorsunuz, dediler. Onlar: (II)
-Korkumuzdan ederiz. Eğer etmez isek Şerif bizi tepeler, dediler.
Server burçtan burca seğirdirdi. (l2) Gördü ki şehir halkı cengi
yavaşlattılar. Hemen atına süvar oldu, dışarı çıktı:
-Aman <13)ya Cibran, dedi. Cibran onu işitince:
-İzin verin gelsin, dedi.
Şerife izin verdiler. (l4) Şerifin elinde ok ve yay hazır idi:
-Bana gösterin, Cibran nerededir? <l5>Varayım elini öpeyim, dedi.
Şerife yol gösterdiler, doğru Cibran’ın yanına geldi. Cibran [T410] (l)
sancak dibinde, gergedan üzerine binmiş dururdu. Şerif, karşısına gelip durdu.
Cibran: (2)
-Ya Saltık! Nasıl oldu da âciz kaldın. En son gördün mü, miktarını bildin
mi, dedi. (3)
Şerif, hemen elini göğsüne koyup gök gürlemesi gibi bir nara attı. Öyle
haykırdı ki bütün asker <4'şaştılar: “Hay ne ki?” deyince Şerif, Cibran’a:
-Hemen iman getir, dedi.
Cibran gördü ki durum kötü. <5) Can alıcı, yanma gelmiş. Hemen atmm
başın çevirdi ki kaça. Şerif (6) Gazi kalktı, ardından yetişip iki bağrının arasına
öyle bir ok vurdu ki (7) at üstünden yeryüzüne muallak yıkıldı, helak oldu.
Askerler onu görünce <8) tarumar oldular. Öyle kaçarlardı ki Azrail’den kaçar
gibi kaçtılar, bir yere (9) geldiler. Toplanıp:
-Niçin kaçıyoruz? Kaçmakla Şerifin elinden kurtulamayız. Haraç
vermeye (10) razı olalım, başımızı kurtaralım, deyip haraç malını topladılar. Bir
h eyet(U) ile Şerife götürdüler.
Bu tarafta Şerif, Cibran’ın başın kesip (12) gövdesini ateşe attı. Başını
hisar burcuna asmıştı. Oturdu, kâfirler (l3) haraç getirdiler. Şerif:
-Yok! Böyle kabul etmem. Şimdi yemin edin. Bundan böyle (l4) diri
adamı ateşte yakmayacaksınız. Eğer yakarsanız, işitirsem gelirim, cümlenizi
kırarım, dedi. <l5)
Orada yaşayan kâfirler, uzun bir süre Şerif Gazi korkusundan canlı adam
yakamadılar. Haracı kabul ettiler. [T 4 1 1 ](l)
Şerif oradan ayrıldı, Sekalib’e gitmek üzere yola çıktı. Otuz gün sefer
eyledi. Otuz birinci gün, <2) o memlekete indi. Doğru tahtgâhına ulaştı. Büyük
bir şehir idi. Adına, Minyas (3) derlerdi. Gelip büyük bir handa konakladı,
dinlendi. Bir süre sonra şehre tellal<4>girip çağırdı:
-Falan gün, şehrin falan tarafında cevgan oynanacak. Oraya gelin <5)
seyredin, dedi.
Halk o gün sahraya çıktı. Bey ve atlı, hepsi bir araya (6)geldi. Padişah da
geldi, bir yerde oturdu. O diyarın halkı, (7) cevgan oynardı. Bu sırada birisi
mertlik davasını gündeme getirdi:
-Ya zamanın meliki! Ben (8) kulunuz, doğuda ve batıda çok meşhurum.
Himmet ediniz, Şam diyarına ineyim. Saltık’ı <9) bulayım, onunla harp ve cenk
edeyim. Onun başın keseyim, isterim. Şimdi gelmiş, Kilanur’da (l<>) Cibran’ı
öldürmüş. Bilirim, buraya da gelecek. Ona şah devletinde neler edeceğim,
göreceksiniz, (ll)deyip boş laflar söyledi.
Şerif, kayıtsız kalmayıp ileri vardı. Sultana (l2) dualar etti:
-Sultanım! Dilerim ki bana destur ola. Bu pehlivanınız ile meydanda
cevgan <l3) oynayıp cenk ü cidal edelim, dedi. Sultan Sekalib, Şerife:
-Sen kimsin, (l4> hangi tayfadansın, diye sordu. Şerif:
-Bir bezirgânım, Şam diyarından geldim. O Şerif <l5) dediğiniz pehlivanla
güreşmiştim. Dilerim ki bu kişi benimle gele cevgan oynaya. [T412] (l) Hüner
hangimizde, sultanımız görsün. Eğer o beni öldürürse senin yoluna canım
kurban (2) olsun. Eğer ben onu öldürürsem o da şah yoluna kurban olsun, dedi.
Sultan hemen (3> buyurdu:
-Bu meydanda, bu ere cevap verebilir, dedi.
Padişah emriyle o pehlivan meydana <4)girip Şerifi davet etti. Şerif:
-Ben meydana adalet ile varırım. Eğer fırsat <5) bulursam seni helak
ederim, dedi. O şahıs:
-Elinden ne gelirse yap, dedi.
Şerif (6) Gazi, hemen atını meydana sürdü. Eline cevgan alıp o altın topu
vurup (7) türlü türlü gösteriler yaptı. Halk hayran oldu. Sonra şahıs döndü: (8)
-Eline kılıç al, hamle yap, dedi.
Şerif, eline kılıç aldı. Biraz silahşorluk yaptılar. Sonunda (9) Şerif, bir ok
vurdu. O şahsın kalkanını göğsüne mıhladı. Şahıs, hemen attan (10) devrilip
düştü, can verdi. Melik Sekalib el salıp:
-Bre bırakmayın! Bu tacir, (ll) benim yiğit pehlivanımı öldürdü, dedi.
Şerif ileri varıp dua etti:(12)
-Ey melik! Hani anlaşmamız, benimle böyle kavlettiniz, dedi.
Melik, Ş erifi söyletmedi. Kast ettiler ki (13) öldüreler. Şerif, yüzünü
Hazret’e tutup bir kez nara attı:
-Ey Sekalib kavmi! (l4) Gözünüzü açın, ben bezirgân değilim. Ben, Şerif
Saltık’ım, sizi helak etmeye geldim, dedi. (15)Melik onu işitince:
-İmdat! Bunu yalnız iken tutun. Sonra kimse uyup [T413] (1)
kuvvetlenmesin, dedi. Meliğin yanında bir vezir vardı:
-Ya melik! (2) Bu er, cihanda yaptığı işleri hep yalnız başarmıştır. Buna,
kimse engel olamaz. Beni (3) dinlersen gel, bununla cenk etmeyelim, dedi.
Vezir bu sözü deyinceye kadar (4) Şerif, on kişi daha tepeledi.
Gördüler bu bir kişidir, fakat adam öldürmek buna <5) sinek kadar gelmez.
Melik, hemen çavuşlara emretti:
-Gidip o adama söyleyin. Burada kimse onunla (6) cenk etmez. İsteği
nedir? Bizden dilesin, verelim, dedi. Çavuşlar geldiler, söylediler: (7)
-Elini çek Server. Sana kimse kastetmez. İsteğin nedir, söyle. Şerif
onlara:
-Üç (8) isteğim var. Birincisi, önce iman getirin. İkincisi ya da haraç verip
barış yapın. (9) Ücüncüsü; bu diyarda bir zulm var, onu giderin. Bir kimse ölse
eşini de birlikte (1 ) öldürüyorsunuz. Öyle yapmayın, dedi. Onlar:
-Haraç verelim. Hem o (l 0 zulmü de ortadan kaldıralım, dediler.
Sonunda barış yaptılar. Şerife çok mal verdiler. Bazı gruplar, (l2) haraca
razı olmayıp Müslüman oldular. Şerif, o meliki hoşgördü. Çok korkardı. (l3)
Gece sarayında ve otağında yatmazdı.
Şehre geldiler, şehir halkı karşılayıp (14) Seyyid’i hoşgördüler. Birkaç gün
orada durdu. Şerif birkaç kafile ile kalktı, (l5) oradan ayrıhp Aynü’ş-Şems iline
gitmek üzere yola çıktı. Ulaştıklarında o diyarın padişahı [T414] (1> çerisi ile
kaçıp hisara girmişti. Meğer onun üstüne ( 1üç padişah gelmekte imiş. Birine
Ray-ı Azam meliki, birine Ray-ı Âdem meliki, (3) birine de Tuh-ı Heftümni
meliki derlerdi. Hepsi de Hindistan meliklerinden (4) idi. Bunların üçü bir olup
meliki yenmişlerdi. Gelip hisarı ortaya (5) almışlar, cenk ederlerdi. Aynü’ş-Şems
meliki yüzünü göğe tutup (6) dua ederdi.
Şerif, dağ başına çıkıp baktı. O kalabalık orduyu gördü, sabredemedi. Bir
kez nara atıp:
-Ey itler! îşte yetiştim. Benim, (8) Şerif Saltık, dedi.
O kalabalık orduya saldırdı. Kurt koyun sürüsünü (9) dağıtır gibi dağıttı. O
melikler:
-Hey! Ne oldu, dediler. Haber verdiler:
-Şerif(l0) geldi, erişti, dediler. O beyler:
-On iki bin fili Şerifin (ll) üzerine sürün, diye emir verdiler.
Server, fillerin önünce hisarın altına kadar geldi. Filler gelemediler. (l2)
Ateş attı, ürküttüler. Şerif, sarayın tachanesine gelip hisar beyine: <l3)
-Ne dersin, Müslüman olur musun? Olursan bu kavmi bir yana ederim.
Eğer yok derseniz <l4) bırakır girdim. Padişah feryat edip:
-Ey cihan pehlivanı! Bize yardım et. Her ne isteğin (l5) var ise kabul ettik,
diye yalvardı. Şerif o gece hisar dibinde yattı. [T 4 1 5 ] ( Sabah kalktı, o beye:
-Gel, şimdi hisardan çık. Ne kadar deven (2) var ise kuru saz yüklet, getir,
dedi.
Hisarın içinden üç bin deve çıkardılar. (3) Saz yükletmişlerdi. Şerif o
kavime:
-Benim ardımca hep birlikte tekbir<4) getirerek yürüyün, dedi.
Seksen bin adam, Melik Hüsrev ile hisara (5)arka verip durdular. O sazları
tutuşturdular. Develeri, ardından kılıç (6) ucu ile acıttılar. Develer kaçtılar, o
duran fillerin üzerine (7) gittiler. Filler ateşle develeri görünce ürktüler. Zira fil
deveden kaçar, korkar. <S) Hep birlikte geriye döndüler. O kalabalık asker, kendi
fillerinin ayağının <9) altında ezildi.
Bunların ardınca tekbir getirip o orduya saldırdılar. (IO)Öyle bir kırdılar ki
anlatılamaz. Üç melik mallarını, hâzinelerini ve otağlarını bırakıp (ll) kaçtı:
-Ansızın bu kaza nasıl geldi, dediler.
Ordular öyle bir kırıldı ki <l2) anlatılması mümkün değildir. Cenk içinde,
o üç beyi bağlayıp Şerifin huzuruna <13) getirdiler. O ordunun malını yağma
ettiler. Aynü’ş-Şems meliki, Şerifi karşıladı. Gelip (l4) iman etti, şükretmek
için secde etti:
-Yakamı düşman elinden kurtardın, (l5) Server, deyip dualar ve alkışlar
etti.
O tutulan beyleri, esir ve hor bir şekilde getirdiler. [T 4 1 6 ] (l) Şerif, onlara:
-Ne dersiniz? İman getirir misiniz yoksa sizi öldüreyim mi, dedi. <2) O
beyler, Şerife:
-Eğer senden başka birsi olsa bizi affetmeyin (3) öldürürdü. Sen, bize ne
hoş davranıyorsun. Hangi dindensin, kimsin? Bize bildir, dediler.
Şerif, onlara kendisini tanıttı. Onlar:
-Senin bu dinin de (5) haktır. Bildik ve sözüne inandık, deyip üçü de iman
getirdi.
Şerif, onları (6) azat etti. O dört memleket halkı, hep Müslüman oldular.
Olmayanı (7) haraca kestiler. Sayılamayacak kadar insan, imana geldi. Birkaç
gün Şerif, onlara din ve (8) ilim öğretti. İslamiyeti öğrendiler. Sonra o üç beyi
geri yerlerine gönderdi. (9) Şerif, Aynü’ş-Şems melikine veda etti. Çipur
melikinin yanına gitmek üzerine yola çıktı.
Bu Hint’te (10) Çipur ili, büyük bir memleket idi. Sınırına ulaştılar. Gidip
gördüler. Baktılar k i (1 bir atlı önlerince gider.
Şerif o atlıya erişti, Hint dilince selam (l2) edip:
-Nereye gidiyorsun, dedi. O yiğit:
-Buranın padişah tahtına, Ankaabad derler. <l3) Darü’l-Asnam’a arınmaya
gidiyorum, dedi.
Şerif bu söze çok şaşırdı. (14> Kırk gün orada sefer ettiler. Sonunda büyük
bir nehire eriştiler. O yiğit atından inip suya girdi, gusül ve taharet etti ve
ağladı. Sudan çıkınca kafile halkı [T417] (l) ile vedalaştı. Suyu geçtiler. Biraz
gittiler, büyük bir şehre (2) vardılar. Gelip büyük bir handa konakladılar. O yiğit,
geceye dek ağlayıp inledi. <3) Şerif:
-Bu yiğidin hâlini iyi bilmek gerek. Kırk gün bizimle yoldaş oldu, hâli <4)
daima budur, dedi. Yanına vardı. Önüne biraz taam koydu. O yiğit: (5)
-Bir yıldır bende yeme içme kaygısı yoktur, dedi. Şerif:
-Ya yiğit! Ne derdin var? (6) Derdini bana anlat, dedi. O civan:
-Ne ise yarın göreceksin, dedi. O civan,(7) deli gibi inledi.
Sabah kalktılar. O yiğit, bütün (8) elbiselerini soyunup nakit altına
çevirdi. Bin tane eşrefi topladı. Ş erife:(9)
-Ya hoca! Benimle gel, seyret, dedi.
Şerif, birkaç hoca ile yola çıktı, Darü’l-Asnam’a (l0)geldi. Şehrin bir
kenarında su akardı. Karşısına bir zaviye inşa (ll) etmişler. Bir kilisenin ortasına
kondurmuşlar. Gelip ona ulaştılar, içeri girdiler. (12) Orada bin yüz ruhban
bulunmaktaydı. Şerifi ve yanındakileri karşıladılar. Bunları, izzetle alıp
kiliseye (13) koydular. O kilisenin içinde mermerden yapılmış irili ufaklı altı yüz
altmış put vardı. (14) İnci ve cevahir ile süslenmişlerdi. Bu putların orta yerinde
bir put, taht <15) üzerine oturmuş durmakta. Onun önünde iki kılıç, aşağı yukarı
tılsım ile döner. [T418] (1) Çok sayıda kesik adam başı, o kilisede çakıl taşı gibi
yığılmıştı.
(2) Şerif şaşırdı. Bir de baktılar ki yaşlı, gözleri bozarmış bir adam gelip
durdu. O :<3)
-Mabud yoluna canını kurban eden kimdir, gelsin, dedi.
O yiğit, yerinden kalktı. (4) İleri varıp pirin elini öptü:
-Nimşaz ilinden geldim, dedi. O rahip:<5)
-Senin iki bin altının var mıdır? Ver, seni kurbana layık görelim, dedi. O
<6)yiğit:
-Bin tane dinarım var ancak, dedi. O rahip öfkelendi:
-Bin daha gerektir, dedi.
O <7)yiğit, rahibe ne kadar yalvardıysa çare olmadı:
-Mahrum oldum, diye feryat etti. O <8) bezirgânlardan birisi, bin altın
verdi:
-Tek mahrum olma, ağlama, dedi.
Rahip, <9> dinarı aldı. O yiğit, elbiselerini çıkardı. Vardı, put önünde
secde kıldı: (l0)
-Beni bağışla, arındır, dedi.
Yukarıdan kılıçlar indi, onun boynuna dokundu. Başı top gibi (ll) uçtu,
kanları saçıldı. Şehit oldu diye, kanını yüzlerine sürdüler. İletip gövdesini
ateşe attılar. Taş getirdiler. Taşı başına göre, ne şekil ve ne simada ise <13)ona
göre yonttular. O kilisede oturdular, şenlikler yaptılar. Yemekler pişirip yediler,
<l4) şaraplar içtiler.
Şerif, bu işe çok şaşırdı. Bunların cehaletine, İblis’in bunları yoldan
çıkarmasına,(l5) o yiğidin öldüğüne ağladı. Kâfirler:
-Niçin ağlıyorsun? Şu gördüğün putların [T419] (l)her birisi, bir melik ve
sultan idi. Geldiler, put önünde can verdiler. Bu kimse kimdir k i (2) bunun adını
anıp ağlıyorsun, dedi. Şerif:
-Bu, büyük bir fesattır. Halkın üzerinden gidermek (3) bize vaciptir. Bu
fesadı edenler, şu ruhbanlardır. Ben sizin hakkınızdan gelirim, deyip çıktı, (4)
gitti.
Makamına geldi. Bir balta aldı ve hazırlığını yaptı. O gece geri <5) kiliseye
geldi. Gördü ki kâfirler ziyafetle meşgul. Bir yerde <6) gizlendi, onlar sarhoş
olup yatana kadar sabretti.
Şerif yerinden kalktı, o kilisenin (7) içine girdi. Ne kadar put var ise
hepsinin boyunlarını kırdı, ellerini (8> ve ayaklarını dağıttı. Yürüdü, o büyük
putun önüne geldi. O iki kılıcı da (9) kırıp yabana attı. O putun da burnunu ve
kulağını ufatıp başını kopardı, <10) parça parça etti. Sonra ellerini kırdı ve baltayı
göğsüne asıp bıraktı. Bir kâğıda (I1) Hint dilince yazı yazdı, balta sapına
yapıştırdı, dışarı çıktı. Önemli kullardan (12) dört yüzünü tepeledi. Geri kalanın,
burnunu ve kulağını kesip gitti. O ulu (l3) papaz yerinde yatarken göğsünün
üzerine çıktı, “Bu laini öldüreyim.” dedi. (14) Vazgeçip onun da burnunu ve
kulağım kesti. Kâfir feryat etti. Şerif:(l5)
-Ya lain! Seni öldürürdüm, fakat sana kıymadım. Ben Azrail’in yerdeki
küçük kardeşiyim. [T420] (1) Böyle yapmamı, sizin Tanrı’nız bana söyledi.
Bundan sonra put ve sanem (2) içinden size cevap gelmez. Zira siz günahsızların
kanını döküyorsunuz, günahsız yere adam öldürürüyorsunuz, dedi (3) ve kalkıp
gitti.
Sabah olunca kâfirler duydu. Halk, feryat ve figan ederek <4) Darü’l-
Asnam’a geldi. Kırılmış insanları gördüler. Kiminin burunları kesik. Putlar
kırılmış. B ir(5) kâğıt buldular, Hint dilince yazılmış:
-Bu işi size kimin ettiğini bilmek isterseniz anlarsınız. <6> Hiç kimseyi
suçlamayın. Bütün bunları büyük put yaptı. Çekiştiler, sonunda üşüştüler. Onun
burnunu, (7>kulağını ve başını kırdılar. O da bunların başını kırdı, demiş.
Kâğıdı alıp (8) beylerine geldiler. O bey, bunları işitip feryat etti. Saçını,
sakalını yolarak kiliseye (9) geldi. Durumu gördü:
-Bu işi büyük put yapmadı. Zira (l0)bu yapamaz, dedi. Rahip gelip:
-Bu işi yapan, şu şekilli bir adamdır. Geldi, (ll) bana ‘Ben Azrail’in küçük
kardeşiyim.’ dedi ve gitti. O (12)diyarm beyi Safvan:
-Ya rahip! Kimdir? Ben biliyorum bu iş i(13) edeni. Gelip Cebrail’i ödüren
Saltık’tır. Bu diyara gelmişti. Hemen kalkın, belki ele geçirirsiniz, (l4)dedi.
Kâfirler taraf taraf dağıldılar, aramaya başladılar. Sonunda, Server’i gelip
han önünde (l5) buldular. Yakalamak için hep birlikte hücum ettiler. Şerif Gazi
bir nara attı, kâfirlere yürüdü. [T421] (1) Önüne kim gelse helak ederdi. Akşam
oluncaya kadar cenk etti. Gün (2) battı, karanlık oldu. Kâfirler mum yakınca
Hazret-i Şerif bir kenara girip gizlendi. (3) Aradılar, bulamadılar. Şehirde
gizlendi. Gece gidip her beyin (4) evine girerdi, başını keserdi. Çipur vilayetine
bir korku saldı.
Safvan, korkusundan (5) her gece yer değişirdi. O vilayette Şerif, doksan
bin kâfir tepeledi. Halk ve beyler,( âciz olup tedbir için toplandılar:
-Acaba bu işleri yapan Saltık mı veya başkası mı, (7) dediler. Birkaç gün
sonra bayramları geldi. O kavim sahraya çıktı. Şerif de onlarla birlikte (8) çıktı,
gitti. Halk birbirine Şerifin ettiği işleri söylerlerdi. Birisi: (9)
-Bu kaza, bize ak filden daha ağır olmuştur, dedi. Şerif o kişiye:
-Bu ak fil(10)nedir, diye sordu. O:
-Bizden aşağıya Şaz derler, bir il var. Onunla bizim ortamızda (ll) bir fil
belirdi. Yedi yıl önce kudurmuş. Çıkıp gelir, hangi yere gelse oranın adamını
kırar. (12) Ona ok ve kılıç kâr etmez. Derisi serttir. Padişahlar ondan âcizdir,
dedi.
Şerif, (l3) hemen oradan Şaz’a gitmek üzere yola çıktı. O memlekete
ulaştı. Oranın padişahı bir sahrada ( 4) otururdu. Uzaktan Şerifi görünce
kullarına emretti:
-Şu atlıyı (l5)alın, bana getirin, dedi.
Karşıladılar, Şerifi davet ettiler. Şerif, yükünden ve eşyalarının arasından
[T422] (l) hediye çıkardı. Yola çıkıp padişahın yanına geldiler. Şerif, dua (2)edip
melikin dizini öptü. Hediyesini arz eyledi. Şaz meliki, (3) Şerifi hoşgördü:
-Ya civan! Nereden geliyorsun, diye sordu. Şerif:
-Sultanım! Ben köleniz <4) Mısır’dan gelmekteyim. Fakat şimdi Çipur’dan
geliyorum, dedi. Melik:
-Burada isteğin (5) nedir? Niçin geldin, diye sordu. Server:
-Buraya gelmekten muradım, ak fildir. Onu avlamaya (6) geldim, dedi.
Melik:
-Sen o ak fili hiç gördün mü, diye sordu. Şerif:
-Yok, görmedim, dedi. Melik: (7)
-Yalnız onun üstüne üç yüz kişilik mahfil düzenlense ve üç yüz kişi
üzerine otursa yine de (8) götürür, dedi. Şerif:
-Diğer filleri avladıkları gibi neden (9) avlayamazlar, dedi. Melik:
-Çaresini bulamadık, dedi. Server:
-Padişah bir yüksek (l0) yerden gelsin, baksın. Nasıl avlıyorum, görsün,
dedi.
Şerif kalktı, padişahın askerleriyle (ll)dağa çıktı. Şerif buyurdu, bir yere
bir hendek kazdılar. Melik:
-Ne yapıyorsun? Biz de (12>kazdık. Aldanıp girmez, kaçar, dedi. Şerif:
-Sen sabret. Nasıl edeceğimi göreceksin, dedi.
Hindistan (l3) cevizlerine bal sürüp o hendek etrafına ve içine döktüler.
Sonra büyük hizem (14) ağacını hazır ettiler. Cevizden birer, ikişer tanesini file
yakın yere (l5)döktüler.
Fil, onun birini bulunca yaladı. Tatlı nesne, dimağına erişti. [T423] (l)
Aldanıp araya araya oraya geldi. Gizlendiler, görünmediler. Fil, cevizlere ve
b a l(2) lezzetine aldanıp hendeğe girdi. Melik hayran kalıp:
-Yanma nasıl varacaksın, dedi. (3)
Şerif, gelip hizem ağacmı hendeğe düz bir biçimde koydu, sağlamlaştırdı.
<4) Kendi yüzüne çıvık sürdü. Eline bir kötek alıp filin yanma vardı. Fil,(5) Şerifi
görünce gazaba gelip haykırdı. Arka arka çıkmaya niyetlendi. (6) Geldi, ağaçtan
çıkamadı, geri gitti. İnine de dönemedi, çabalamaya başladı. (7)
Şerif, ileri varıp gövdesine o kötek ile o kadar vurdu (8) ki fili zebun
eyledi. Geri gelip yüzünü yıkadı, bir kişiye renk sürüp (9) gönderdi. Şerif sanıp
ondan kaçardı. Şerif ileri geldi, file karşı o (10) kişiye yalvardı:
-Gel, bunu dövme, dedi.
O Hind muallim, daha beter (11) vururdu. Fil hortumunu Şerife uzattı,
yalvardı. Şerif Gazi bildi ki (12) fil yavaş idi. O kişiye öfkelenip file karşı döver
gibi yaptı, elinden deyneği (13> alıp kırdı. O Hindî kaçtı, gitti. Şerif, filin yanına
gelip: (14)
-Ey benim filim! Seni kurtardım. Seni alıp gideyim, saklayayım. Gelip
seni öldürmesinler, dedi. <15)
Devin başına çengel vurup dışarı getirdi. Şerife yaklaştı. [T 4 2 4 ] (l) Şerif,
nereye gitse yanında giderdi. Padişah, Şerif e hayran kalıp:
-Ya (2) Mısrî! Serendib’e gitseydin. Orada da gergedan var. Onu da
avlasan, ne olur, dedi. <3) Server:
-Padişah! Ben kulunu gönder, iş kolay olsun, dedi.
Şaz meliki gemiler getirdi. (4) Bindiler, gittiler. Zira Serendib, bir adadır.
Gemilerle gitmek gerekir. Gittiler, dördüncü gün kenara gelip <5) çıktılar.
Serendib halkı gördü ki Şaz meliki geldi. Serendib malikine de (6) haber
verdiler. Oranın beyi bir kız idi. Atına bindi melike karşı gelip hürmet etti. (7)
Misafir ettiler, yedirdiler ve içirdiler. Ondan sonra melike:
-Gelmene sebep nedir, dedi. (8) Melik, Banu’ya:
-Bu Mısrî, bizdeki ak fili avladı. Bu gergedanı(9) da tutmaya geldi. Banu:
-Bu gergedan zor iştir, dedi. Şerif Gazi:
-Allah <l0)izin verirse kolaydır, dedi.
Hep birlikte kalktılar. Gergedanın bulunduğu yere yakın gelip (ll) bir
tepede durdular. Şerif, bütün gövdesine çivit sürdü. İleri yürüyüp <12) bir nara
attı. Gergedan onu işitti dağ gibi yerinden kalkıp Şerifin üzerine (13) hücum
etti. Onun önünden kimse kaçamazdı. Şerif öyle kaçtı ki canavar <l4>yetişemedi.
Bu arada bir yerden daha göründü. O canavarın iki kaşı arasında (15) gönder
uzunluğunda bir boynuzu vardı. Onu doğrultup yürüdü. Büyük büyük [T425] (1)
filleri önüne katıp sürdü, getirdi. Çok kuvvetli idi. Tekrar (2) Şerif e yönelip
seğirtti.
Orada, bir büyük ağaç vardı. Şerif, onun önüne (3) durdu. Gergedan, onu
ağacın önünde gördü. Hışım ile gelip boynuzunu <4) doğrulttu. İstedi ki gelip
Şerife vura. Server, ağacın arkasma geçti. Hızla öyle (5) bir vurdu ki boynuzu o
ağaca bir kulaçtan fazla girdi. Boynozunu ağaçtan geri çıkarmak istedi. <6)
Çıkaramadı, âciz kaldı.
Şerif ileri geldi (?) bir değnek ile ona vurdu. Canavar güçsüz kaldı, <8)
kamının üzerine düştü. Şerif, gidip yüzünü yıkadı. Tekrar geri geldi. Canavarı
(9) tatlı dil ile sevdi başını okşadı. Canavar, Şerifi kokladı. (l0) Yüzünü sürdü.
Şerif, o ağacı kesmek istedi Banu:
-Ya Server!(l 0 Bu canavar çok vahşidir, tutulmaz. Fakat Rüstem bin Zal
ne zaman böyle bir canavar tutsa boynuzunu (12) keserdi. Hiçbir kimseye zarar
veremeyecek hâle getirirdi. Şerif, bu sözü doğru buldu. Onun (l3) boynuzunu
kestiler. Canavarın boğazına ip taktılar. Halk korkup önünden (14) kaçardı.
Şerif, onun üstüne binmiş idi. Şaz meliki ve Banu, (15) hayran kaldılar.
Gelip sarayda konakladılar. Şerif, Banu’dan sordu: [T 4 2 6 ](l)
-Atamız, Âdem-i Safı nerededir, diye sordu. Nigar:
-Şu karşıdaki yüksek dağ üzerindedir, dedi. (2) Şerif:
-Kesin biliyor musun, dedi. Onlar:
-Kesin biliyoruz, dediler.
Sonra Şerif, melik ve Banu (3) güzel elbiseler giyip geldiler. O dağa
çıktılar. Yer yer yalın kayalar vardı. Kayaların iki tarafına ( 1zincir bağlamışlar.
Tutunarak çıktılar. Geniş bir sahra gördüler. Orta yerinde bir kümbet yapmışlar.
(5) Onun önünde bir çeşme akar. Şerif:
-Bu türbe midir, diye sordu. Söylediler:
-Yok, başı ucundaki(6) mabedgâhdır.
İleri vardılar. Şerif gördü ki yüz yirmi dört (7) karış yer döşemişler, bir
kabir yapmışlar. Ayağının ucunda onun gibi bir mabedgâh daha var. ( 1Varıp
ziyaret ettiler. Şerif, türbenin baş tarafına oturup yüksek sesle ve güzel sesiyle
(9) Kur’an okumaya başladı. Melik, Banu ve orada bulunanlar hayran kaldılar.
Şazan meliki: <l0)
-Ya Server! Öyle benziyor ki sen Müslümanlardansın, dedi. Şerif:
-Ben, Şerif Saltık’ım. (ll) İşitmişsinizdir, Cebran’ı öldürdüm, dedi. Şazan
meliki:
-Çipur’da, Darü’l-Asnam’da (l2) o isleri de sen yapmıştın. Bunlar,
Resul’ün mucizesidir, dedi ve iman getirdi. (
Banu da kalkıp iman getirdi. Orada bulunan halk da imana geldiler.
Dönüp dağdan <l4) aşağı indiler, şehre geldiler. Gelip Serendib kavmini dine
davet ettiler. Uyanı hoşgördüler, (l5)uymayanı haraca kestiler.
Şerif, Banu’yı Şaz melikine verdi. Düğün ettiler. [T427] (l) Beylerden
birine de Serendib’i verdiler. Bey, padişahzade idi. Ona emanet ettiler. Adını
da Tahir koydular. (2) Sonra gemiye binip yine Şaz iklimine geldiler. O
gergedanı da birlikte getirdiler. Server, melike: <3)
-Asker topla, Çipur’a gidelim, dedi.
İki ay orada durdular, o memleket yeni (4) Müslüman oldu. Serendib’de
ne kadar Müslüman varsa Tahir ile geldi. (5) Sonra Çipur’a gitmek üzere yola
çıktılar. Şerif için o ak fil üzerine sayeban yaptılar.
Safvan (6) lain, işitti ki Şerif o illere varıp bunun gibi işler yapmış, geri
kendi üzerine (7) gelirmiş. Emretti, iki milyon yüz bin asker topladı. Darü’l-
Asnam’daki (8) kiliseye karşı sahrada kondular. Safvan, o putları önceki gibi
düzenlemişti. (9) Kılıçlar da dönmekteydi. Beklemek için çok sayıda asker
görevlendirmişti.
O ordu yürüdü, (10) Şerife karşı geldi. Şerif, Şazan ve Serendib’in
ordusuyla gelip bir yerde konakladı. Bir milyon (11) dört yüz bin kâfir ve
Müslüman idi, birlikte kondular. Şerif bir mektup yazdı, Safvan’a (l2) gönderdi.
Safvan kâğıdı gördü, vezire verdi. Okudu, yazılmış: (13)
-Ey Safvan! İstersen dünya halkını toplayıp gel. Benim gözüme
görünmez. Allah’ın fazileti bana yardımcıdır. Cehaleti bırak, imana gel,
demiş.
Safvan, mektubu yırtıp parçaladı. Mektubu götüren kişiyi de (15) öldürdü.
Hışım ile askerlerine emretti. Askerler atlarına bindiler, saf bağlayıp cenge
yürüdüler. [T428] (1)Müslümanlarda atlarına binip yürüdüler.
Server, o gergedana bindi. Meydana sürdü, (2>er diledi. Savaş meydanına
kim girdiyse öldürdü. Safvan, bir yerden yetmiş kişi saldı. Bir uğurdan (3)
Şerifin üzerine üşüştüler. Şerif, nara atıp o askerlere saldırdı. Çok şiddetli bir
cenk ettiler. (4) Bu arada Müslümanlar hep birlikte saldırdı. Toz gökyüzüne
yükseldi. (5) Şazan meliki, o filin üzerinde duruyordu. Tahir, cenge girmişti.
Bu arada Tahir’i, ok yağmuruna tutup şehit ettiler. (6) Şerif, o acı ile
Safvan’ın filinin üzerine yürüdü. Safvan gördü ki Şerif (7) erişti. Filden indi, ata
binip kaçtı. Safvan’ın ordusu bozuldu. Şerif, erişip sancaktara (8) kılıç ile vurdu.
Sancak düştü. O büyük ordu, sancağın düşmesinden hemen sonra dağıldı.
Mallarını (9) yağmaladılar, çok sayıda askeri esir ettiler. Safvan’m bir oğlunu
tuttular, götürdüler. Şerif, onu filin <10)üzerinde hapsetti. Şerif, Şaz melikine:
-Sen ardımcagel ve hem Tahir’i defnet, dedi.
Bir kâfir (li)beyi vardı, o da savaşta idi. Adına, Kanus derlerdi, Serendib’i
ona verdi. Müslümanların (l2) Şaz ilinde oturmasını istedi. Zira Serendib’de
Müslümanlar az idi.
Şerif, Safvan’ın ardınca (13) gitti. On gün yürüdü. Bir pınara geldi, diledi
ki guslede. Bu sırada casuslar Safvan’a haber verdi. Şerifin üzerine
yürüdüler. Şerif, elbiselerini çıkarmıştı. Karşıda (15) bir ırmak vardı, o tarafa
kaçtı. Irmak uzakta idi. Şerifi kovaladılar. Şerif ırmağa atladı. [T429] (1)
Ardınca oklar attılar. Şerif suya batıp belirsiz (2) oldu. Yüzdü, bir yerde çıktı,
oturdu. Çıplak idi. (3)Bir çoban onu gördü, yanma geldi:
-Sen kimsin, diye sordu. Şerif:
-Su âdemisiyim, su issiyinî, dedi.
Çoban (4) korktu. Şerif, heimen çobanı yere vurdu. Elbiselerini soydu,
giydi. Çobanı çırılçıplak bırakıp gitti. Şerif oradan uzaklaştı. Safvan ve halkı
yer yer o suyu(6) geçti, Server’i ararlardı. O arada çobanı çıplak buldular:
İKİNCİ CİLT
BİRİNCİ BÖLÜM
Nafe: Derisinden kürk yapılan hayvan postlarının kamı altındaki deri kısmı.
Şerif hiç tınmadı, alıp içeriye (l4) getirdiler. Melik, Şerifi görünce:
-Doğru söyle! Cihanda adı dolaşan (15) Saltık sen misin, diye sordu. Şerif,
inkâr etmeyi düşündü. Sonra: [T463] (l) “Yok, doğrusunu söyleyeyim.” dedi.
Şerif:
-Ya Melik! Evet, ben Saltık’ım. Yalan (2) söylemem, dedi. Melik Hakan:
-Niçin bu halkı kırıyorsun, sebep nedir, dedi. Şerif: (3)
-Kâfirler, bizim düşmanımızdır. Kişi fırsat bulsa düşmanını bırakır mı,
dedi. Hakan:
-Tutun, diye emretti.(4>
Şerifi kavrayıp tuttular. Hıtay sultanı elçilere dönüp:
-Görün, nasıl yakaladım. İşte, elimde (5) esirdir. Sizde adam yokmuş,
dedi. Elçiler feryat edip:
-Ey Melik! Biz de (6) bunu pek çok kere tuttuk. Ateşte yaktık, yanmadı.
Suya attık, boğulmadı. (7) Türlü türlü azaplar ettik. Çare olmadı. Yine sağ ve
salim âlemi geziyor. (8) Şimdi işte bu vilayete gelmiş. Sizin gücünüzle
yakalandı. (9) Hele sultanım! Siz bu konuda gafil olmayın. Bu, Mesih ümmetine
neler etmiştir, dediler. (l0)
Hakan buyurdu, bir sandık getirdiler. Şerifi sandığın içine koydular.
Daha sonra da denize <n) attılar, gitti. Elçilere:
-Şimdi gidip beylerinize haber verin, rahat<l2) olsunlar, dedi.
Onları gönderdi, kendisi mutlu bir biçimde bağına gitti.
Bu tarafta (l3) Şerif, sandığın içinde on gün denizde gitti. Şerif, Malikü’l-
Bahr’m verdiği (l4) cevheri ağzına almıştı. O otururdu, sandık giderdi.
Bu sırada Çin meliki (l5) Fagfur-ı Çin, kendi sarayında oturmuş denizi
seyrediyordu. Gördü ki uzaktan [T464] (I) bir sandık gelmekte. Dalga vurdukça
gâh batar gâh çıkardı. Fağfur emretti, <2) denizciler girip sandığı dışarı
çıkardılar. Padişahın önüne getirdiler. Fağfur emretti, <3) açtılar. Gördüler ki
çaresiz bir yiğit, içinde yatmakta. Dışarı çıkardılar. Fağfur: (4)
-Ya Yiğit! Kimsin? Bu hâl nedir, diye sordu.
Şerif, Fagfur-ı Çin melikine Müslüman olduğunu bildirdi. (5) Kendisini
tanıttı ve durumunu bir bir anlattı. Fağfur kalkıp Şerifi iki <6) gözünden öptü.
Yanına aldı, ikramlarda bulundu. Oturdular, yediler, içtiler. Bir ara (7) Melik,
bir ah eyledi. Şerif:
-Niçin ah ediyorsun, dedi. Fağfur:
-Benim bir oğlum, (8) Kaşgar sultanının da güzel bir kızı vardı. Onu,
oğluma eş olarak (9) nikâh edip alıverdim. Tus ilinin beyinin bir lalası vardı, (l0)
kara Habeşî idi. Yolda gelirken o lain, yolu kesip benim oğlumu esir eder. (ll)
Kız kaçar, Kaşgar’a gider. Benim oğlumu hapse atar. Her ne zaman ordu çekip
gitmeye niyetlensem o (12) harami bana, “Eğer benim üstüme askerle gelirsen
hemen oğlunu öldürürüm.” der. <l3) İki yıldır hapiste esirdir, dedi. Şerif:
-Üzülme, o kolaydır, dedi.
Sabah (l4) oldu. Şerif, Fagfur’dan izin alıp Ahenabad’a gitmek üzere yola
çıktı. Kaşgar, (l5) yakın idi. Tus, Gardgarça ili tarafında dağ üzerinde bir kale
idi. [T465] (1) Onun tepesi sanki gökyüzüne değiyordu. Şerif, o tarafa yöneldi.
(2) Dağa çıktı. Gelip bir kalenin önüne ulaştı. Suluk-i Habeşi, orada (3) haramilik
ederdi. Orada kapı önünde oturmuştu. Şerif, ona doğru geldi. (4) Suluk sordu:
-Ey civan! Nereden gelip nereye gidiyorsun? Şerif: (5)
-Ben garip bir kişiyim. Karada ve denizde gezerim. Kendime bir rakip
bulamadım. Sana geldim ki <6) güreş tutalım. Eğer sen, beni yenersen sana kul
olurum. Ben seni yenersem o zaman ne yapacağımı ben (7)bilirim, dedi.
Şerifin bu sözlerini duyunca Suluk öfkelendi. Çabucak yerinden kalkıp:
-Seni hemen(8> bu kapı önünde yenerim. Gel beri, güreşelim, dedi.
Hemen ikisi birbirine <9> el tutuşup bir süre güreştiler, birbirini
yenemediler. Sonunda Şerif bir nara attı,(l0) Suluk’u başının üzerine çıkardı:
-Ya Suluk! Hemen imana gel, kurtul. Ben (ll) Şerifim, dedi. Suluk, feryat
edip kavmine:
-Bu adamı yakalayın, dedi.
Suluk’un <l2) kırk arkadaşı vardı. Şerife hamle yaptılar, üzerine
yürüdüler. Şerif, kaftanıyla (l3) güreşmişti. Suluk’u hemen kapıp ileriye
götürdü. Yakında yüksek (14) bir kaya bulunuyordu. Oradan aşağı attı. Suluk
düştü, paramparça oldu. (l5) Kılıcını çekti, o kırk kişiyi kapının önünde tepeledi.
Sonra hisarı [T466] (l) aldı. Fagfiır, adamlar göndermişti. Onlar da geldiler,
Şerifin çengini gördüler. Hisarı(2) almasına şaşırdılar. Fagfur’a haber gönderip
bildirdiler. Ayrıca Fagfur’un (?> oğlunu da hapisten çıkardılar. Şerif, onu
babasına gönderdi. Hisarı<4) onlara verdi, veda edip Kaşgir’e gitmek üzere yola
çıktı.
Şerif, Kaşgir’e ulaşınca <5) müjdeciler gönderdiler, Kaşgir sultanına
bildirdiler. Kaşgir sultanı, Şerifi karşıladı. Şerife saygı gösterip ağırladı. <6)
Şerif, orada birkaç gün dinlendi. Kaşgir meliki emretti, kızını tekrar <7) Çin
padişahının oğluna gönderdiler.
Şerif izin istedi, (8) vedalaşıp Türkistan’a gitmek üzere yola çıktı. Üç ay
yürüdü. Sonunda gelip (9) Türkistan sınırına ulaştı. Dört ay daha sefer etti.
Büyük bir şehre ulaştı. <l0) O şehrin ismi, Telad idi. Her tarafına bir günde
ulaşılabiliyordu. Şehir halkı Müslüman idi. <U) Şerif, gelip bir handa konakladı.
Gördü ki bu Türk meliki ordu toplamış. (l2) Dört milyon asker, şehrin önünde
beklemekte. Kızıl bir otağ kurmuşlar ve <l3) büyük yeşil bir çadır bağlamışlar.
Öyle bir divan oluşturmuş ki anlatmak mümkün değil. (14)
Şerif Saltık rivayet eder:
-Çok melikler gördüm ve sultanlara rastladım. (I5) Fakat bu iki melik
gibisini görmedim. Onun biri Hıtay, biri de Türkistan padişahı [T467] (I) idi,
der.
Bir rivayet daha vardır:
-Kıpçak meliki, daha büyük bey idi. Ama bu <2) Türkistan melikini
gördüm. Bunun ili, ordusu ve beyi çok. Böyle bir savaşçı ordu görmedim, der.
-Şerifin kendisi gelsin, cenk edelim, dedi. Hem de dediği gibi oldu.
Şerif, (11) meydana girdi. O meliki kuşağından tutup sancak dibine
götürdü. <l2> Eline kılıcı alıp atını, askerlerin üzerine sürdü. Askerler hep birlikte
3) atlarından indiler, başlarım açıp canlarının bağışlanmasını dilediler. Şerif,
onları bağışladı. Girip (14) şehri fethettiler. Mescitleri kiliseye dönüştürdüler.
Başka mescitler de inşa ettiler. (l5) Çıkıp ezan okudular ve namaz kıldılar. Şerif,
beyi dine davet etti. [T496] (l) Bey, iman getirmedi. Kast etti ki Şerifi öldüre.
Gördü k i (2) ölecek. Kılıç korkusundan iman getirdi. Şerif:
-Neden önce imana gelmedin, direndin, diye sordu. O <3)bey:
-Ya Server! Sünnet olmaktan korktum. Şimdi bu iş, baş b elası(4) olacak.
Onu unuttum. Şerif gülüp:
-Cehennem korkusundan korkmazlar, <5) ölüm acısından korkarlar. Ama
Tanrı, müminlere can acısını asla (6) göstermez. Ölümleri uykuya dalar gibi
olur, dedi.
Haynup, tekrar (7) İslam toprağı oldu. Ama gaziler, Kefe’den gelmediler.
O şehri geri o beye verdiler. (8) Adına, Melik Ali İbn-i Candar dediler.
Bu tarafta raviler şöyle anlatırlar, (9) Sinop’ta Seyyid’i deniz kenarında
abdest almak için bir yeri vardı. Her zaman (l0) oraya giderdi. Şimdiki hâlde her
kim oraya giderse ve orada elini suya (ll) sokarsa yarasından dışarı kurtçuklar
çıkar, geçip gider. <l2) Orada her kim kuma girip yatarsa sızısı gider. Ayrıca
Boztepe’de bir pınar (13) var. Onun suyunu içen yürek ağrısından kurtulur.
Orada daha çok (l4) velayetler bulunmakta. Meşhurdur, bilenler bilir.
Bu tarafta, Şerifin denizde cenk ettiğini (l5) işittiler. Diğer tarafta tekür;
Frengistan’a, Felyon’a mektuplar gönderip yardım istedi. [T497] (1) Felyon,
Müslüman idi, mektubu görmezden geldi. Frenk’te bir bey vardı. O,
Francese’de (2) padişah olmuştu. Henüz genç idi. Adına, Minhal-i Mesturi
derlerdi. (3) O köpeğe, tekürün feryatnamesi yetişti. O mektubu okuyunca
öfkelendi: (4)
-Hemen asker toplayın. Türklerin üzerine, Şam şehrine çıkacağım, dedi.
Vezirler (5) nasihat ettiler, fakat ikna edemediler. Emretti, dört yüz parça
gemi hazırladılar. (6) Diğer Frenklerden de asker aldılar. Gemilere üç yüz bin
Frenk koyup Trablus’a (7) gittiler. Geldiler, o kaleye çıkıp üşüştüler.
Müslümanlar, elçi (8> saldılar. Sultan İzzeddin hasta idi, vezirini gönderdi. Şerif,
(9) bunu işitince Anka kuşu gibi ata bindi. Sivas’a gitmek üzere yola çıktı.
Şerif, Sivas’a <l0) geldi. Köle Yusuf, Seyyid’in geldiğini işitip geldi. Ona
hizmet etti. Başkası gelmedi.<n) Oradan Trablus’a gitmek üzere ikisi yola çıktı.
Sivas’tan çıkıp (l2) Trablus’a ulaştılar. Gördüler ki kâfirler, Müslümanları
ortaya almış. Şerif; Ankabil’i (l3) Yusuf a verdi, kendisi yürüdü. Askerlerin
ortasına girip Minhal-ı (l4) Mesturi’yi aramaya başladı. O lain, kaleye karşı
durmuş cenk ederdi. (15) Şerif yakınlaşınca bir kez nara attı. Meluna kılıç çaldı,
rast getiremedi. [T498] (l) Fakat onu omzundan yaraladı. Kâfirler, Şerifin
üzerine üşüştüler. Şerif, çok şiddetli bir cenk yaptı.
Savaşta Muattarin (2) yenildi. Malik-i Bahr’a yeşil kanatlı, kamı kızıl bir
at vermişti. Onun adı, Semendersebz idi. Şerif bu atı, ona (3) emanet olarak
bırakmıştı. Aradan uzun zaman geçtitiği için atı emanet bıraktığı aklına
gelmedi. Deniz kenarına gelince (4)bir kez nara atıp:
-Ya Malik-i Bahr! Sana emanet verdiğim atı getir, dedi.
Seyyid <5) gördü ki deniz içinden çok sayıda atlı, zırh silahlarını giyinmiş
bir biçimde çıkageldi. (6) Yeşil kanatlı atı getirdiler, Şerife çekiverdiler. Malik-
i Bahr, Şerif ile görüştü. Server, <7) o ata bindi. O ordu ile kâfirler savaştı. Çok
şiddetli bir cenk oldu. Kâfirleri (8) yenip kırdılar. Hiçbir geminin denize
açılmasına izin vermediler. Çok sayıda kâfiri esir edip malını, rızkını (9) ve
eşyalarını aldılar. O melunu tuttular, derisini yüzdüler. Minhal-i Mestur’un (l0)
derisine saman koydular, Trablus burcunda astılar. Server, ganimet malından
(11) sultana gönderdi. Şerif, bu fethi yaptıktan sonra geri sultanın huzuruna
döndü. (l2)
Haber yetişti ki “Sultan İzzeddin vefat etti. Oğlu, Konya’da tahta oturdu,
(l3) Konya’yı başkent yaptı.” dediler. Şerif, Sultan Alaeddin’in (14) yanma geldi.
Beyleri, ağaları gelip karşıladılar. Şehre getirip ziyafet (l5) verdiler. Şerif, bir
süre orada dinlendi. Sonra [T499] (l) kalktı, Anadolu’yu gezmek üzere yollara
düştü. Bir yere erişti. Bir kâfirin eşi, (2) Seyyid’i karşılayıp saygı gösterdi:
-Ya Şerif! Senden ben bir keramet istiyorum. <3) Ne zaman ucuzluk olursa
bana malum olsun. Her ne zaman kıtlık olacaksa belli olsun. Ben de (4)
Müslüman olayım, sana inanayım, dedi. Şerif:
-Ne zaman kıtlık olacaksa elin (5) günlerce açılmasın. Ne zaman ucuzluk
olacaksa avucun ve parmakların acısın. Hatun (6) bu sözü işitince Şerif e:
-Ya Server! Benim senden isteğim yerine geldi. Artık (7) Müslüman
olmama gerek kalmadı, dedi. Şerif öfkelendi:
-Tanrı’dan kork. Sözünden dönme. Yoksa <8) seni çarpar, ayrıca taş eder,
dedi. Kadın:
-Söyle! Eğer senin Tanrı’n kadir ise beni taş etsin,(9) göreyim, dedi.
Server onu işitti, elini kaldırdı, dudaklarını kımıldattı. Tanrı’nın emriyle
o kadın (10) hemen taş oldu, yere battı. Bir kolu dışarda kaldı. Bundan sonra ne
zaman <u) ucuzluk olacaksa parmaklarını açtı, kıtlık olacağı zaman elini kapattı.
Bu nişan, meşhurdur. <12)
Şerif oradan ayrıldı, bir yere geldi. Bir çoban koyunları ile karşılamaya
geldi. Çoban:
-Ya sihirbaz! Benim kız kardeşimi sen taş ettin. Eğer yiğit isen beni de
taş e t,<14) dedi.
Seyyid, çobanın sözlerini ciddiye almayıp biraz gitti. Çoban, Şerifin
ardınca sapanla taşlar attı. <15) Şerif hazreti, bir vakit ejderha öldürmüş idi.
[T500] (1)0 canavarın nefesinden bayılmıştı. Onun gibi tekrar bayıldı. Bir kez:
-Ya Hızır, dedi.
O saat, (2) Hızır Peygamber yetişip geldi. Şerifi oradan alıp çıkardı,
uzaklaştırdı. Şerifin aklı <3) başına gelince Hızır Peygamber bir kılıç sundu. O
kılıç, ağaçtan idi. Fakat gücü demir gibiydi. Hızır peygamber: (4)
-Bu kılıç, Resul hazretinindir. Sana gönderildi, dedi.
Şerif (5) alıp oııu saygı ile sakladı. Hurma ağacından idi. Onunla taşa
çalsa ikiye (6) bölerdi. Her zaman yanında gezdirildi. Şerif; o kılıç ile ev gibi bir
taşa çaldı,(7) iki parçaya böldü. Sonra:
-Dönüp git ya melun, dedi. O çoban:
-Gitmem! Yiğit isen (8) beni de taş et, deyip küfretmeye başladı.
Seyyid söyler, <9) “Gönlümden bu geçti ki, ya Tanrı’m! Senin Habib’ine
bu lain, dil uzatır. Habib’in <l0) aşkına, buna kendini bildir.” dedim. Bu
gönlümden geçtikten sonra gördüm ki o lanetlenmiş çoban, koyunları ve itleri
ile ( 1 durduğu yerde taş oldu. Kâfirler onu görüp feryat etti: (12)
-Yardım et ya Saltık, dediler.
Saltık Gazi anlatır, gördük ki o da taş oldu. Şaşkınlık ve hayret (13)
makamında dururken bir ses geldi, “Kim benim dostlarıma kötü davranırsa ben,
onu taş (14) ederim. Her kim böyle ederse sen de dua et, taş olsunlar. Tanrı’nın
rızasını (15) bulasın.” dedi. Bu durumda iken cana can katicı sesi işittim, secde
ettim. Tanrı’ya dua ettim, [T502] (l)der.
Şerif, oradan ayrılarak deniz kenarına ulaştı. Bir tekkeye geldi. Gördü ki
<2) üç derviş oturuyor. Şerifi görünce ayağa kalktılar, karşılayıp elini öptüler. (3)
Onlar, daha önce Şerif ile çok uzun süre kalmışlar, birlikte gazalar etmişlerdi.
Sonra da gidip (4) bir yerde oturmuşlardı, ibadet ile meşgul olmuşlardı. Birine
Büyük Baba, (5) birine Ortanca Baba, birine de Küçük Baba derlerdi. (6) Şerifi
karşıladılar, konuk ettiler, doyurdular.
Şerif, kırk gün orada durdu. Onlarla sohbet <7) etti. Daha sonra geri
Sinop’a döndü. O üç dervişi de yanında getirdi, yoldaş oldular. (8)Bir süre sonra
Karadeniz’in kenarına geldiler. Kenarda, bir kâfir gemisi duruyordu. Şerifi
görünce t9) hemen geldiler, yelken açıp kaçtılar. Server işaret etti, gemi çark
gibi (10) dönmeye başladı. Kâfirler feryat edip af dilediler. Server onlara izin (ll)
verdi, gittiler.
Bu tarafta, onlar da deniz kenarında kalmadılar. O üç derviş, Şerife: (l2)
-Ya Server! Bize bu gemi lazım idi. Niçin koyverdin, dedi. Şerif:
-Bize bir kişi (l3) lazım. Sabredin, gemisiz de geçeriz, dedi.
Sözü tamam olmadan karşıdan bir derviş gelip <l4) selam verdi. Şerif,
selamı alıp:
-Dediğim kişi işte geldi, dedi. (15>
Oturdular, bir müddet sohbet ettiler. Dervişler:
-Server! Biz seninle [T502] (1) Rum’a geçmek, gaza yapmak istiyoruz,
dediler.
Şerif kabul etti. Sonra ayağa kalktı, (2) sırtındaki keçesini çıkardı, denize
bıraktı. Keçe suya batmadı. (3) O dervişlere:
-Babalarım! Bu keçe suya batmaz. İsterseniz bunun üstünde durarak
denizi geçebiliriz, dedi. Onlar: ( 1
-Evet, isteriz, dediler. Server:
-Ben, “Allah!” diyeyim. Sizler de “ya Baba!” deyiniz. Zira sizler, (5)bana
yetiştiniz. Ben, Allahutealaya yakınlık derecesiyle yetiştim. Nitekim Tanrı, (6)
Kelam-ı Kadim’de şöyle buyurur, “Ve nahnü akrebi!ileyhi min habli’l-verfd. ”
* Şimdi ben de size bu hususta aracı(7) olayım, dedi.
Dervişler razı oldu. Beşi de keçe üzerine bindiler, batmayıp (8) gittiler.
Biraz yer gittiler. Sonra gelen dervişin aklına bir şey geldi, “Biz niçin (9)
‘Allah!’ demiyoruz. Bizim derecemiz bu sözü söylememize engel değil. Hak
Kur’an, Kâf suresi, 16. ayet: “Şüphesiz biz ona şah damarından daha yakınız.”
yanmda herkes <10) birdir, fark nedir?” dedi. “Baba” demeyip “Allah, Allah!”
dedi.
En ortada olan (ll) derviş oturmuştu. Hemen keçenin bir yanı suya battı.
Derviş de suya batmaya (12) başladı. Su boğazına kadar geldi. Baktı ki hakikaten
boğuluyor:
-İm dat(13) batacağım, diye çağırdı. Server:
-“Babacığım!” de ki kurtulasın, dedi. (14)
Üç derviş bunu gördü, “Babacığım!” diye çağırıştılar. O derviş [T 503](1)
de “Baba!” dedi. Server mübarek elini sundu. Derviş de sudan çıkarıp elini
uzattı. (2) Yedi günlük yer geldiler. Şerif, dervişe:
-Burada otur, dedi.
(3) Derviş orada kaldı. “Atacığım!” dediği için onun adma, “Ata Baba”
dediler. Server w üç derviş ile yürüdü, denizi geçti. Bir yere çıktılar. Orada bir
rahip oturuyordu. Adına, <5) Kiügrad derlerdi. Orası, bu rahibin adı ile anılırdı.
Dobruc (5) iline yakın idi. Bu rahip, sihir ve riyazatla dağdan dağa uçardı.
Nereye (7) istese giderdi. Şerifin ejderha öldürdüğünü işitmişti. (8) Bir sürü
domuzu vardı. Bir Rum karısı, Şerifin denizden <9) gelip çıktığını gördü. Şerifi
tanıdı, koşarak gelip çağırdı: (10)
-Bre cazu! Buraya geri mi geldin? Şimdi seni sihir ile taş edeyim. Halkı
(l,) şerrinden kurtarayım, dedi. Başmı açıp sihir yapmakla meşgul oldu.
Server ona (12) yaklaştı. Dua-yi Seyf i bir kez okudu, üfürdü. Domuzları
ile (13) taş oldular. Elindeki ip eğirceği bile taş oldu. Kâfirler bu durumu (l4)
gördü. Kiligrad, uzak bir yerde idi.Haber ulaştırdılar. Öfkelenip Şerifin
[T504] (1) yanma geldi. O sırada Server, bir ağacm dibinde dervişlerle yemek
yiyordu. Bir alay kâfir ile yetişip geldi. <2) Server, ağaç kılıcını çıkarıp ileri
yürüdü. Kiligrad, onu (3) görünce güldü:
-Bu Saltık, bir deli Türk imiş. Halkı korkuturmuş. Bunun (4) kılıcı bile
ağaçtan. Bu ne yapabilir ki, dedi.
Server bunu işitti. Derede bulunan ve on kişinin (5) kucaklayamadığı bir
ağaca, “Muhammed!” deyip öyle çaldı ki ağaç, hıyar gibi iki parçaya bölündü.
Kiligrad, parm ak<6)ısırdı:
-Ya Saltık! Usta sihirbazsın. Seni bize anlatmışlardı. (7) Eğer beklersen
ben seni bir yana edeyim, dedi. Şerif:
-Ya rahip! Ben sihirbaz değilim. Bu, velayettir. (8) Bizim
Peygamber’imizin mucizesidir, dedi. Rahip:
-Sen sihirbaz değil misin, dedi. Şerif:
-Hayır, değilim, dedi. (9) Kiligrad lain:
-Gel beri. Bir kazana ben gireyim, bir kazana sen gir. İçine (l0) su
doldursunlar. Altma ateş yakıp üstüne otursunlar. Hangimiz yanmazsa (ll> o
velidir. Halkın şüphesi kalmasın. Ben bir iki kere girdim, yanmadım. Şimdi de
girerim. (12) Buna ne dersin, dedi.
Server razı oldu. Hemen kazan getirdiler, iki saç ayak üzerine (13)
koydular. İçini su ile doldurdular. Şerif birine girdi, oturdu. Üstüne <l4) demir
kapak vurup sağlamlaştırdılar. Birine de o rahip girdi.
Bazıları şöyle anlatır, (l5) ikisi bir kazana girdiler. Sonra Şerif, rahibin
serçe parmağını avucuna almış olarak çıktı. [T 505](1)
Server çağırdı, o üç dervişe dedi ki:
-Sizler, kazanın altına ateş atın. (2) Hem de bu bir avuç toprağı rahibin
kazanına tutun, bırakın, deyip verdi.
Toprağı alıp (3) papazın kazanma döktüler. Hemen rahibin kazanını
sağlamlaştırdılar. Kapağını (4) kapattılar. Altına ateş attılar, odun yığıp ateşi
çoğalttılar. Çevrede yaşayan kâfirler, <5) seyretmeye geldi. Bir gün, bir gece
kaynattılar. Ateş yanıp kazan kaynadı. (6) Rahip, feryat ve figan etmeye başladı:
-İmdat! Beni çıkarın. Piştim, öldüm, yahni (7) oldum, dedi. Şerif, kazanın
içinden çağırdı:
-Çıkarmayın. Yoksa çıkarım hepinizi (8) kırarım, tepelerim, dedi.
Bu kâfirler, Şeriften korktukları için (9> rahibi çıkaramadılar. Keşişin sesi
çıkmaz oldu, sesi kesildi. Sabah oldu, (10) kazanları açtılar. Şerif, kazanın
içinden sağ ve selamet dışarı çıktı. (ll) Bir kılına bile zarar gelmemiş. Saklayan,
bekleyen Allah’tır. Fakat tomurcuk tomurcuk terlemişti. Rahip, (l2) öyle
pişmişti ki domuz yahnisine dönmüştü. Baş, ayak ve kol birbirinden (l3)
ayrılmıştı. Hamura benzemişti. Rahibin yanmış serçe parmağı; Server’in
elinde, avucunun içindeydi. (l4) Kâfirlerin her birine gösterdi. Kâfirler, onu
görünce Seyyid’in ayağına düştüler. (l5) Pek çoğu, Müslüman oldu. Geride
kalanlar da haraca razı oldular, Şerife muhabbet [T 5 0 6 ] (1) duydular:
-Doğrudur! Bu kişi velidir, dediler. Kâfirler, kurbanlarını bu tekkeye
getirdiler. Seyyid’in bu velayeti, âleme yayıldı.
Server oradan ayrıldı. Dervişlerle (3) ulu bir pınara geldiler, konakladılar.
Pınarın suyu, acı idi. Şerif, o suyun içine ağzının barını bıraktı. Su, şekerden (4)
tatlı oldu. Şimdi ona, Baba Pınarı derler. Server, orada dururken (5) bir de kavak
dikti. Şimdi hâlâ durur. O kavağı, on kişi kucaklayamaz. Baba (6) Kavağı derler,
meşhurdur. Misafirler ve seyyahlar bilirler.
Seyyid, bir süre orada konakladı. (7) Orada da bir rahip vardı. Şerifin
geldiğini işittiler, (8) gelip Server’i ok yağmuruna tuttular. Server, o anda namaz
(9) kılıyordu. Namazı bitirdi, onları gördü, öfkelendi:
-Ey kâfirler! (1<)) Yılan, adamı su içerken sokmaz. Namaz kılarken ve
uyurken de dokunmaz. Sizler (11) niçin böyle yolsuzluk yapıyorsunuz? Şimdi
elimden nasıl kurtulacaksınız? İnşallah kurursunuz, (12) dedi.
Raviler rivayet ederler ki Şerifin (13) üzerine varan kaç kâfir varsa hepsi,
helak olup kurudu. Şimdi hâlâ, büyük (14) bir bodrum içinde yatarlar. Seyyid’in
bu velayeti de meşhur olup yayıldı. <l5)
Server oradan da ayrıldı. Bir kiliseye yakın yere gelip yakınına
konakladılar. Gece [T507] (,) kulak verdiler. Gördüler ki içine kâfirler
toplanmış. Bir rahip <2) kürsüye çıkmış, bunlara nasihat eder. Rahibin adına,
Deynos derlerdi. (3> O:
-Ey Mesih kavmi! Bilmiş okın ki bu Saltık, cazudur. Hilebaz ve
dolandırıcıdır. (4)Ayrıca hem de yalancıdır. Türlü türlü şekle ve surete girer.
Asla (5) kimse bununla başa çıkamaz. Ona düşman olmayalım. Gökten inmiş bir
kazadır. Mesih,(6) bizi onun şerrinden korusun, dedi.
Şerif, hemen içeri girdi. Karanlık bir yerde durdu,<7) göremediler. Papaz
devam etti:
-Ya kavim! Bu Saltık, Mesih ümmetinden o kadar adam kırmıştır <8) ki
hesabını ancak Mesih bilir, dedi.
Şerif, ileri varıp kürsüye yakın yerde durdu. (9) Papaz, tekrar başlayıp:
-Bu Türkler, gelip bu eziyetleri bize ettiler. Fakat hep yalan (l0) ve hile ile
yaptılar. Özellikle Şerif in kendisi ejder pehlivandır, dedi.
Şerif, bu sözleri(ll) işitip ileri geldi ve dedi:
-Haşa ya Deynos! Kim demiş, Şerif yalan söylüyor diye? <12) Erlik ondur,
dokuzu hiledir, demişler. 113) Rüstem-i Zal gibi pehlivan bile böyle dedi.
Rahip gördü ki (l4) konuşan Şeriftir. Kanı başına sıçradı, hemen
kürsüden inip kaçtı: (l5)
-İmdat! Yakalayın. Bu gelen, Saltık’tır, dedi.
Kâfirler koşuşup [T508] (1) silahlarım aldılar, geri geldiler. Server, o
kilisede durdu. <2) Kılıçla o kâfirleri kırdı. Çok şiddetli bir savaş oldu. Üç derviş
yaralandı. (3) Bu sırada gördüler ki Deynos zırh giymiş, çıkageldi:
-Ya Saltık! Bizim elimizden (4) kendini nasıl kurtaracaksın, dedi.
Server dönüp okunu ve yayını eline aldı. <5) Kilisede mermer bir direk
vardı. Ona bir ok attı. Ok, (6) bileğine dek battı. Deynos, bunu görünce çağırdı:
(7)
Hokka: İçine mürekkep konan mâden, cam veya topraktan yapılmış küçük kap.
Aslında o, Hazret-i Hızır’ın kendisi idi. (8) Geldi ve geri gitti. Şerif,
birkaç gün çok sıkıntı çekti. <9) Kendine gelince kalktı, sultandan izin alıp (10)
Sivas’a gitti.
O sıralar Çin’den, Sultan Hacı Bektaş-ı Horasanı gelmişti. <U) Sivas
şehrinde dervişleri ile gezerdi. Şerif, <12) onu görünce ileri geldi. Onun mübarek
elini öptü. <13) Sultan Hacı Bektaş-ı Horasanî de Server’i tuttu, alnını ve iki
gözünü öptü. (14) Sonra defalarca kucaklaştılar. Varıp bir yerde oturdular. (l5)
Şerif hazreti:
-Bana dua et, dedi.
Hacı Bektaş, [T 521](l) ona çok dua etti:
-Yürü Server, Fakih Ahmed’in yanma var dedi. (2)
Şerif, bu söz üzerine Fakih Ahmed’in yanma gitmek üzere yola çıktı.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Raviler rivayet ederler ki Sultan (3) Alaeddin, halka zulüm yapmakta idi.
Şerife öfkelenip:
-Mülkümden <4) gitsin, demişti.
Şerif artık bu diyara gelmez diye, Harcınevan yani Amasya kâfirleri üç
kez isyan (5) etti. Sultan, âciz (6) oldu. Kâfirler, Sivas ve Kayseri şehirlerini
yağmaladı. (7) Sultan, gayret edip vardı, Sivas’a muazzam bir sur yaptı, şehri
içine <8) aldı. Kardeşinin oğkı, Selim Şah’ı gönderdi. Kayseri şehrine de <9> sur
çektiler. Müslümanlar, surlar yapıldıktan sonra biraz rahatladılar. Bir süre
böyle devam etti. Sonra yine (l0) sultan zulmü artırdı. Âciz kaldılar, bedduaya
başladılar. (ll)
Şerifin kulağına haber ulaştı ki müminler âciz kaldılar. Şerif, <12)
yerinden kalktı, bezirgân suretine girip Kefe’ye geçti. Oradan (l3) Gazbin’e
sefer eyledi. Gazbin’den Rum’a yöneldi, doğru (l4) Konya’ya geldi. Bir handa
konakladı. Gammazlar onu gördüler. (15) Sultanın yanına çıkıp haber verdiler:
-Büyük bir bezirgân geldi dediler.
Sultan, [T 546](l) Şerifi bezirgân diye davet etti:
-Ya Hoca! Bil ve haberdar ol. Benim mala <2) ihtiyacım var. Bu maldan
sana kırk bini yeter. Geri kalan malını bana ver, dedi. Şerif: (3)
-Zulmetme. Memleketin bezirgânları çok olursa sana berekettir.
Fukaraya <4)da ekmek kapısıdır, dedi. Affan:
-Çok konuşma. Başını da birlikte alırız, dedi. <5)
Sözün kısası, Şerifin malını hep çekip aldılar. Şerif hiç aldırmadı. Şerif
<6) atma bindi. Bir günlük yol yürüdü, Menucher duasmı okudu. (7) Hemen dört
yüz bin cin askerleri geldi. Hep birlikte (8) Kuvaniyye tarafma göçtüler.
Memleket halkı bu askerleri(9) gördü, feryat ederek sultanm yanma geldiler:
-Ülkeye yabancı askerler(10> gelmiş, şimdi yetişmek üzeredir, dediler.
Sultan, kulları ve hazır bulunan <n) askerler ile geldi. Şehir önünde durdu.
Şerif;(l2) askerleri ile geldi konakladı ve haber gönderdi. Sultana: (13)
-Ortamızdaki Müslümanlar cesaret almasın. Sultan, bizzat kendisi (l4)
meydana gelsin. Biz de varalım. Şans kime yardım ed er,<l5) görelim, dedi.
Sultan, halkın zorlamasıyla kabul edip durdu. [T547] (l) Zâlim ve
acımasız olduğu için halk onu sevmiyordu. (2) Sultan, ertesi gün meydana girdi.
İki ordu karşılıklı bakarken (3> nara atıp Şerifi meydana davet etti. Şerif, onu
istemişti. Hemen (4) meydana çıkıp onun karşısına dikildi. Sultan baktı. Gördü
(5> ki bu kişi, dün malını aldığı bezirgândır:
-Adın (6) nedir, diye sordu. Şerif:
-Adım, Hızır’dır, dedi.
Şerifin asılda adı, Hızır idi. (7) Sultan onu bilmezdi. Zira Şerif de bu
isimle anılmaz idi. Sultan şaşırdı: (8)
-Sen hangi memleketten geldin, diye sordu. Şerif:
-H ay(9)huy, sual ve cevap vakti değildir. İşimize bakalım, dedi.
Hemen cenk etmeye <l0) başladılar. Şerif, sultana kıyamazdı. Sultana:
-Attan in,(l güreşelim, dedi.
İkisi de indiler, güreştiler. Şerif, götürüp sultanı yere vurdu. (12)
Göğsünün üzerine çıktı, oturdu. Hançeri çıkardı, boğazına dayadı. (l3) Sultan,
gözünü açtı. Gördü, ah etti. Şerif:
-Niçin ah ediyorsun, diye sordu. <14) Sultan:
-Ey Server! Nasıl ah etmeyeyim. Genç yaşımda yiğit iken helak <l5)
oluyorum, dedi. Şerif:
-Sen zulüm ile Müslümanların ömrünü [T548] (l) yok ettiğini anmaz
mısın, dedi. Sultan:
-Estağfurullah! Ben artık kimseye (2) zulmetmeyeceğim, dedi.
Şerif, sultanın üzerinden kalktı. (3) Sultan da kalkınca:
-Kesin olarak anladım ki sen gerçekten Hızır’sın. <4) Başka birisi değilsin,
dedi.
Şerif; kendini sultana tanıtmadı, (5) güldü. Sultan; Şerifi alıp şehre
getirdi, misafir etti. Müslümanlar gördüler. Bu askerler yemek yemezlerdi.
Merak ettiler. Anladılar ki bunlar, cin askerleridir. (7> Sultan, Şerife:
-Zulm ile toplanan malı ne yapayım, dedi. Sultan (8) öyle deyince Şerif:
-Haram mal, taşa ve toprağa harç olur, derler. <9) Helal mal, rızık ve nimet
olur. Kursağa düşer, derler. Şimdi sen de (10) onların canlan için bu şehre bir sur
inşa ettir. Kâfirler saldırdığında (ll) Müslümanlar gelip sığınsınlar, dedi.
Bu söz üzerine sultan vardı, (12) o malı toplayıp Konya’ya taştan sur (13)
yaptırdı. Şerif, sultana veda edip gitti. Cin askerlerine izin (l4) verdi. Cin
askerleri dağılıp gidince Şerif; doğru (l5) Baba’ya geldi, oturdu.
Diğer tarafta raviler rivayet ederler ki [T 5 4 9 ] (l) Sultan Alaeddin, sıdk ile
tövbe etti. Hak teala (2) ona velayet nasip etti. Şöyle ki eşi ve çocukları, (3)
Sivas’ta idi. Gece Sivas’ta yatardı. Bir katırı vardı. (4) Seher vaktinde binerdi,
yola giderdi. Gün doğmadan Konya’ya gelirdi (5) divanını toplardı. İkindi
vakti tekrar katırına binerdi. (6) Akşam namazını Sivas’ta kılardı. Her zaman
böyle yapardı, bunu alışkanlık hâline getirmişti. (7> Adalya’ya ve Alaiyye’ye
gelip fethetti. Sonra Kastamonu’yu, (8) Kalacuk’u ve ve çevresini o fethetti.
Oraları, Sultan Atabey’ine (9) verdi. Oralarda çok gazalar yaptı.
Onun kızının oğkı Muzafferüddin <10) de onunla birlikte gaza ederdi.
Sonra bu kitapta anlatılacak. Kıravan melikinin oğlunu, tekür bey olarak bunun
ile göndermişti. Bir (ll) cenkte onu (l2) öldürdüler. Yedi yaşındaki bir oğlanı
tutup getirdiler. Sultan ona, (l3) Karaman adı verdi. Sonra Larende’yi de ona
bağışladı:
-Bu il, sana oturacak(14) yer olsun, dedi.
Karaman, Müslüman olmuştu. Bu oğlan, sultan kullarının <15) arasında
iyi bir yer edindi. Çok akıllı idi. [T 5 5 0 ](l) Harcınevan’a yani Amasya’ya gidip
çok gazalar eyledi. Kâfirler ondan korkarlardı. (2)
Bu tarafta Şerif; Baba’da, Tuna kenarında gezmeye çıktı. (3) Niyeti, Eflak
meliki Rasun-ı Eflak’ı esir etmekti. Şerif daha geziye yeni çıkmıştı. Kız
kardeşinin (4) oğlu Kara Boğdan, Rasun-ı Eflak’a isyan etti. Vilayetindeki bir
çok yerini alıp (5) zapt eyledi. Onun üzüntüsünden gemiye binmiş, Tuna
üzerinde gezmekteydi. <6) Şerifin üzerine çıkageldiler. Şerifi görünce
beylerine emretti: (7)
-Şu gelen sihirbaz Şerif değil mi, diye sordu. Kendisi sarhoş idi. Beyleri:
( 8)
Raviler (5) şöyle anlatır; bir gün, bir kişi geldi. Magrip Müslümanlarından
idi. Gelip Şerif in ayağına düştü, ağladı:
-Server! Endülüs’te yaşayan Müslümanların <7) hâlinden haberin yoktur.
İslamm oradan silinmesine az kaldı. Orası giderse küfür kapısı olur. <8) Kâfirler
üşüşüp dururlar. Müslümanlar bunaldılar. Şerif:
-Haşa! (9) İslam yerini, küfür nasıl tutar? Allahuteala, Resul’ü ile
sözleşmiştir. İslam yurdu olan yer, (l0) küfür yurdu olmayacak. Hadiste hikmet
(ll) vardır. Bu din, kıyamete kadar var olacaktır, dedi.
Sultan <l2) Şerif Gazi, kalkıp hazırlık yaptı. Sonra Magrip’ten gelen kişiyi
yanına alıp yola <l3) çıktı. Ülkeden ülkeye geçerek yürüdüler, o ulu suya
yetiştiler. Ulu su, Frenk ile Rum’un (14) sınırıdır. Oradan geçtiler, yürüdüler. On
gün sefer ettiler, Endülüs tarafına (l5) ulaştılar. On gün daha yürüdüler, bir dağa
çıktılar. Üç gün de o [T583](1) dağda sefer ettiler. Dördüncü gün, büyük bir ova
(2) gördüler.
Bu ovada denizden ve karadan gelen çok kalabalık bir ordu kaleyi
kuşatmış,(3) cenk ederler. Hisardaki Müslümanlar, tekbir getirerek savaşıyordu.
<4) Kâfirler aşağıdan, Marko diye çağırırlardı. Şerif Gazi baktı. (5> Kalkıp
yüksek bir yere çıktı, kaleye baktı. <6) Gördü ki Müslümanlar zayıf düşmüşler.
Kadın ve erkek kim varsa cenk ederler. <7) Kâfirler yer yer merdiven kurmuşlar,
hisara çıkmak isterler. Server hemen yüksek sesle (8) ezan okumaya başladı. O
sesi Müslümanlar işitip (9) merak ettiler. Kâfirler onu işitince:
-Hey meded! Bu kim ki deyip aramaya başladılar. (10)
Magrip’ten gelen er, yukarıdan kaleye el sallayıp:
-Şerif Saltık (ll) geldi dedi.
Kımata halkı, bunu işitince sevindiler, şenlikler (12) yaptılar:
-Ey kâfirler! Bilin. İşte Saltık geldi sizin külünüzü göğe <l3) savurur,
dediler.
Kâfirler, hemen beylerine bildirdiler. Cinevis Frenk, bunu (I4) işitince:
-Bu Şerif; yedi başlı ejderha değü, adem oğludur. (I5)Dev de değil. Bu
kadar adamı nasıl kırabilir? Siz durun, [T584] (l) ben ona yalnız cevap vereyim.
Siz gam yemeyiniz, dedi
Hemen silahlarını kuşandı, <2) hazırlanıp meydana çıktı. Şerif de ezanı
tamam edip dağdan (3) aşağı indi. Kâfirlere karşı yürüdü. Cinevis meliki
Rumas, Server’e karşı(4) gelip:
-Ya Saltık! Sen, bu dünyada kendini tek mi sanıyorsun da (5) her yerde
yalnız yürüyorsun, dedi.
Şerif, o kâfire bir şey söylemedi. Ansızın (6) başına kılıcı öyle bir vurdu ki
eğer kaşına kadar iki parçaya böldü. Kâfirler feryat ederek <7) Şerifin üzerine
üşüştüler. Server o kâfirleri kırdı, hem bu sırada Kur’an okurdu. Cenk (8)
bitinceye kadar bir kez hatim ederdi.
Saltık, cenk arasında Sapanca b ey i(9) Kirmas’a rastladı. Bir tekme vurdu,
atından yere yıktı. Magrip’ten gelen (l0) yiğit, onu bağladı. Geri Gedalan beyi
Medros’un üzerine gitti. M edros,(ll) hemen gemiye binip denize doğru yöneldi.
Kaçmaya çalıştı. Server; Ankabil’i denize sürdü, atın topuğuna su çıkmazdı.
O geminin ardından yetişti, (l3) dümenini kılıç ile kesti, kalem gibi iki parçaya
böldü. Gemi yüksek (l4) idi, çaresini bulup yukarıya çıkamadı. Geminin
başındaki demir halkayı <l5) yapışıp çekti, sürüyerek kenara getirdi. O gemide
sekiz yüz kâfir [T 585] (l) vardı. Sürdü, gemiyi karaya getirdi. Kâfirler, (2)
Saltık’ı ok yağmuruna tuttular. Şerif, onları ciddiye almadı.
Saltık kenara çıktı, (3) sıçradı. Geminin içine girdi. O kâfirlere bir kılıç
vurdu. Dermos, (4) bu durumu görünce af diledi. Şerif, onu bağışladı. Karada
(5) duran kâfirlere tekrar hücum etti. Sameriyye onu görünce kaçtı,<6) Rayika’ya
gitmek üzere yola çıktı. Kâfirlerin hepsi aman istediler. Haraca razı oldular. (7)
Sapanca ve Dermos, Şerife itaat ettiler. Cinevis’in oğlunu (8) tutmuşlardı. Onu
da haraca kestiler. Şerif, onlara:
-Sizden (9) başka denizde kaç bey daha var, diye sordu. Onlar:
-Dört ulu bey,<l0) bir de küçük bey var, dediler. Şerif:
-Adları nedir, diye sordu. Onlar: (ll>
-Birisi, Bortikal’dır, o Seyyid Boğazı’nda oturur. Ondan ilerisi Bahr-i
Muhit’tir. <l2) Bu denizin ucu, onun topraklarına varır. Ondan berisi Bastin’dir.
Daha berisi de Filarin’dir. <l3) Ondan daha berisi, Milan Frenk’tir. Geldik bu
yana. Rum ve Frenk arasındaki bir adaya, (l4) Palin Frenk hükmeder. Biz
aradayız. Palin’in yanında bir Frenk (l5) vardır, Venedik derler. Karada oturan
beyin adı ise Rayıka’dır. Veziri, Romay beyidir. [T586]<n Feylon da orada
oturur. Ondan sonrasına Frenk Alaman As hükmeder. Hepsi on iki(2> Frenk’tir,
dediler. Server onlara:
-Sizler toplanın. Bana, o adadan (3) asker getirin. Bana itaat etmeyene
yapacağımı bilirim, dedi.
Saltık onları (4) gönderdi. Bu tarafta Endülüs diyarının maliki, Gımata’nın
sultanı (5) hisardan indi. Gelip Şerifin ayağına düştü. Müslümanlar (6) da onunla
birlikte gelip Saltık’m elini öptüler. Şerif onlara emretti, gemiler hazır ettiler.
Kırk (7) dört parça gemi hazırlandı.
Bu sırada Fas, Tunus, Tılmisan ve Tebdun (8) sultanlarından elçiler geldi.
Özellikle (9> Fas’ın sahibi; Merin oğulları neslinden, Ebu Bekir-i Sıddık’ın
aslındandır. (10) Tunus’un sahibi ise Hıfz Ömer’in askıdandır. Gelip Şerif e
armağanlar ve hediyeler 01 *verdiler. Şerif, onlara:
-Ey Müslümanlar! Toplanın. Büyük bir gaza (12) edelim, dedi.
O elçileri gönderdi. Magrip’ten gelen Müslümanlar gaza niyetine (I3)
gittiler. Yüz kırk parça gemi hazırlandı. O zikrolunan yedi Frenk beyi,
askerlerini gönderdi. Üç yüz (15) altmış dört parça gemi ile Dir iline gitmek
üzere yola çıktılar. [T 5 8 7 ](1)
Felyon ile olan savaşa son verdiler. Burca çıkıp yeniden savaşa
başladılar. Denizden (2) gemiler çıkageldi. Furtukal, Baskalin, Ferihu’l-Aman’ın
askerleri yürüyüp geldi. (3) Şerifin askerlerinin üzerine hücum etti.
Şerif atına bindi, (4) denizdeki lainlerin üzerine yürüdü. Deniz, atının
dizlerine çıkmazdı. <5) Çok şiddetli bir savaş yaptılar. Server, cenk içinde
Firtikal lainin bulunduğu gemiye (6) geldi. Karşıdan o laine bir ok vurdu. Lain
hemen düştü, (7) can verdi. Baskalin, bu durumu görünce dönüp kaçtı.
Askerlerini alıp (8) gitti. Halk gelip kalenin limanına sığındı. Yalınız Ferih (9>
kaldı. El-Aman’dan bir grup asker gelmişti. Alaman beyi, Frenk kâfirlerinin
içinde (10) en büyüğü idi. Yedi aylık yere hükmederdi. O melunun halkı, çok
direndi. (11)Üç gün, üç gece dövüştüler. (12)
Ferih lain onu gördü, gemilerini (l3) kenara çekti. Askerleri karaya çıkıp
piyade oldu. (14) Şerif, boş kalan gemilere ateş attı. Gemilerin yanmasını
engellemeye onların gücü yetmedi. (15) Şerif, gemileri yakıp dışarı çıktı. O
kavmi esir [T588] (1) ettiler. Ferih laini de tutup getirdiler. Arumay halkı, bunu
görünce (2) gelip kiliseye girdi. Putlarına yüz vurup ağlaştılar:
-M eded<3) eyle, dediler.
O kilisede altından yapılmış, ulu (4) bir put vardı. Adına, Marko derlerdi.
Onun içine lanetlenmiş şeytan (5) girdi:
-Ağlamayın. As diyarındaki Sababil cazu, (6) gelip yaklaştı. Bu kişinin
ölümü onun e ündendir, dedi.
Sababil’e <7) haber vermeye giden adamlar ulaştı. Varıp hâli arz ettiler.
Sababil (8) durumu öğrenince:
-Düşmanımız buraya mı geldi, deyip (9) dört bin dört yüz kırk dört cazu
ile Arumay’a gitmek üzere yola çıkmıştı.
Şehre müjdesi geldi. Putun içine giren şeytan da onu haber vermişti. (ll)
Burca çıktılar, şenlikler yapıp davullar dövdüler. Şerif sordu: (l2)
-Nedir bu davul dövmenin aslı, dedi. Yanında, Frenk beyleri (13) vardı.
Onlar:
-Ya Server! As meliki Sababil lain, (14) cazudur. Sihirle gökten ayı indirir.
O gelirmiş. Şerif(15) buyurdu, askerler gusül abdesti aldı.
Müslümanlar, kâfirler için gusül [T589] (1) ettiler. Tekrar buyurdu, kendi
üzerlerine, atlarına ve silahlarına bu duayı yazdılar <2) getirdiler. Dua budur: “Lâ
Havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l 0 a liy y i’l-0azfm. (3) Ve ku l cââel-Hakku ve
zehek el-bâtıl, innel-bâtıla kâne zehukâı k â t (4) mâ ciâtüm bihissıfır, innallâhe
seyübtilüh** Bismillâh(5>elezi lâ yaâurru m aâ0ism ihi şeyâün f i ’l-a râ i(6) ve lâ
f i ’s-semüâi ve hüvessem }0u’l-0alim ***” (7> Kâfirler ile Müslümanlar, karşı
karşıya geldiler. Ölüm vakitlerine hazır olup durdular. <8)
Derken lanetlenmiş cazu çıkageldi. Bir arslana binmiş, <9) bir yılanı da
kamçı edinmişti. Binden fazla piyade önünde geliyordu. Yüksek bir yere (I0)
çıkıp Şerife baktı. Server’in askerlerini gördü, gazaba (ll) gelip:
-Ben bunların hakkından gelirim, deyip hemen sihre başladı. (12)
Kanatlı akrepler, gökyüzüne uçtu. Fakat Şerifin askerlerinin üzerine (13)
gelemediler. Cazu onlara tekrar hükmetti, yeniden hücum ettiler. Allahuteala
kudretinden <l4) bir rüzgâr çıktı. O akreblerin kanatlarını kırdı, yere döktü.
Askerler onları <I5) tutup kırdı. Şeytanların evlatları idi, hepsi birden helak
oldular. [T590] (1) İblis feryat edip kaçtı. Cazu lain, ne kadar sihir yaptıysa
başarılı olamadı. (2) Âciz kalıp kaleye karşı kondu. Kaledekiler (3> ziyafet
verdiler:
-Bize yardım et, dediler. Cazu:
-Yarın (4) ona bir iş edeyim, görsün, dedi.
O gece yattılar. Sabah kalkıp saf (5) bağladılar, meydan açtılar. Cazu
meydana girdi, gösteri yapıp:
-Ya Şerif! (6) Meydana gel. Birimiz ölene kadar savaşalım, dedi.
Şerif meydana geldi, (7) cazuya karşı durdu. Felyon Frenk, burç üstünden
bakıp beylerine: (8)
-Dinimin hakkı için söylüyorum. Bu cazu da cevap veremeyecek, mağlup
(9) olacak, dedi. Felyon, gizlice İslam dinini tutardı.
Bu tarafta (l0) Şerif; cazuya karşı varınca, cazu:
-Ne durursun, hamle yap. Hasret (ll) kıyamete kadar kalmasın, dedi. Lain
böyle deyince Saltık:
-Ey lain! Hamleyi önce ben (l2) edersem sana sıra gelmez. Hemen hamle
yap, dedi.
Kuran, İsra suresi, 81. ayet: “Ulu ve büyük olan Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi
yoktur. De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl yok olucudur
K ur’an, Yunus suresi, 81. ayet: ‘‘(Musa dedi): Bu sizin yaptığınız sihirdir. Şüphesiz Allah
onu yok edecektir.”
“Allah'ın adıyla... O ’nun ismi (anıldığında), yeryüzünde ve gökyüzünde hiçbir şey zarar
vermez. O, her şeyi işiten ve b i l e n d i r anlamında dua cümlesi.
O cazu, gazaba geldi. Dokuz (l3) toplu bir çomağı vardı. Onunla Şerife
bir darbe vurdu. (,4) Çomağın toplarından birkaçı dağılıp Şerife dokundu.
Sultan Gazi; <I5> gürz ile onun üç darbesini savdı, dördüncüde elini [T591] (,)
gürzüne vurup bir kez nara attı. Ona gürz ile öyle bir vurdu k i(2) o lain, arslanın
üzerinden yere düştü. Hemen yerinden (3) kalkıp kaçtı. Müslümanlar, “Hey!”
diye bağırdılar. O lain koştu, bir küpe bindi, (4) sihir yapıp havaya uçtu. Dört
binden fazla cazunun (5) her biri, birer küpe bindi. Havaya uçtular. Yukarıya
çıkınca hep birlikte (6) yukarıdan Şerifin askerlerini ok yağmuruna tuttular.
Server, (7) aşağıdan Sababil’i gözetledi. Bir ok attı. Ok, onun böğrüne
öyle vurdu (8) ki cazu havadan aşağı küpü ile başı, ayağı döne döne aşağı <9)
düştü. Canını cehenneme verdi. Sihirleri bozuldu. Diğerleri de <10) hep birden
havadan yere döküldü. Kiminin ayağı, kiminin kolu, (ll) kiminin başı
parçalandı. İslam askeri, onları ele alıp kırdı. Server, (12) cazunun binip geldiği
arslanın yanına gitti. Ona bindi. Yalın kılıcı eline aldı, (13) nara attıp yürüdü.
Felyon, bu heybeti görünce hemen yerinden aşağı (14) indi. Kapıyı açtı, gelip
iman arz kıldı. İçerideki kâfirler itaat (l5) etmediler. Şerif, onları kılıçtan geçirdi.
Şehri aldılar, kiliseleri [T 5 9 2 ] (0 mescide çevirdiler, namaz kıldılar.
Kâfirlerden dört bin kişi imana geldi, (2) başlarına tülbent sardılar.
Müslümanlar orada bayram ettiler. Şerif; Ferih (3) oğlunu getirdi, dine davet
etti. O, Müslüman oldu. Esir olan askerleri (4) de İslamiyeti kabul etti. Server,
hepsini azat edip yerlerine (5) gönderdi.
Server, Frenk beylerine izin verdi. <6) Sadece Magrip halkı kaldı. Onlara
kırk dört parça gemi verdi. Alaman <7) diyarına gitmek üzere yola çıktılar. As
diyarına eriştiler, çıkıp yağmaladılar. (8) Mal ve rızık, ne bulurlarsa aldılar.
Tekrar yollarına devam ettiler. Bu tarafta <9) Sameriyye, Frenk içinden çıkıp
Alaman beyine sığındı. Şerifin maharetlerini (l0) anlattı. O bey, Şeriften
korkup:
-Buraya da gelir mi, diye sordu. (l 0 Sameriyye:
-Elbette, dedi O bey:
-Şimdi ben onun karşısında duramam, deyip Sameriyye’yi (l2) tuttu,
hapse attı.
Şerif, gemilerle Cevher Nilin’e yaklaştı. (13) Oranın beyinin adına, Ümran
derlerdi. Şerifi karşılamaya geldi, izzet ve hürmetler <14) etti. Alıp şehrin önüne
getirdi. Şerifi ulu bir saraya kondurdu. (l5) Yedirdi, içirdi. Daha sonra
Sameriyye’yi eli bağlı bir şekilde getirdiler. [T 5 9 3 ] (1) Şerif:
-Ya Sameriyye! Nasılsın, dedi. Sameriyye:
-Ya Server! Beni öldürme, hatam ı(2) anladım, dedi.
Tövbe etti. Şerif de suçlarını bağışlayıp ona kaftan (3) verdi. Ona:
-Sen kayserin nesündensin. Sana İstanbul beyliğini (4) verdim. Yürü,
gidip otur. Rusan şimdi orada beydir, o da sana vezir ( 1olsun, dedi.
Sameriyye’yi, İstanbul’a gönderdi. Sameriyye, denizden gelip (6) şehre
ulaştı. Sameriyye kapısı vardır, oradan içeri girdi. O kapıyı kendisi (7) açmıştı.
Orada saray vardı, ona girdi. Rusan’a haber verdiler. Atını sürdü, (8)
Samediyye’nin yanına geldi. Durumu sordu. Sonra:
-Ya Samediyye! Şerif bu şehri bize <9) virmiştir. Samediyye:
-Ben yalan söylemiyorum. İşte elimde kâğıdım var. (10) Eğer bana itaat
etmezsen geri dönerim. Edirne’de gidip Ahmed yanında (ll) otururum, dedi.
Rusan:
-Ben, tekürün kardeşleri neslindenim. Sen, beni Şerife (I2) yanlış anlattın,
dedi.
Samediyye öfkelenip gitmek istedi. Rusan (I3) onu durdurdu, anlaştılar.
Abdussamed tahta çıktı.
Bu tarafta <I4) Şerif, Alaman diyarında dinleniyordu. O melike kırk bin
dinarlık (l5) haraç belirledi. Dönüp gelmeye niyetlendi. Büyük bir rahip
yerinden [T 5 9 4 ] (l) kalktı:
-Ya Server! Sana bir soru sormak istiyorum. Ne olur cevap ver, dedi.
Şerif:(2)
-Sor, dedi. Rahip:
-Server! Buradan ötede bir diyar var. Halkı güneşe (3) tapar. Orada bir
deniz boğazı var, kırk mil uzaklıktadır. Onun öte tarafında iki yeşil dağ
bulunmakta. Onun arasında tunçtan bir duvar yapmışlar. Duvar, iki kattır. (5>
Bir keresinde bir bölük kuş geldi, o duvarın üzerine kondu. Basıp birer nesneyi
6) yediler. Birisi, onun parçasını beri tarafa düşürdü. Baktık ki bir adam ölüsü.
(7) Bir yaşındaki oğlan kadar var. Fakat acayip bir nesne. O insanın (8) kulakları,
dizine kadar uzuyor. Gözleri yukarı, elleri <9) çengelli. Onu görünce merak
ettim. Acaba o nedir, dedi. Şerif: <l0)
-Ya rahip! Onlar, Yecüc ile Mecüc’dür. Nulı peygamberin oğlu Yafes’in
oğullarıdır. (II) O duvarı da İskender yapmıştır. Ahir zamanda çıkacaklar. O
gördüğün <l2) denizi içip kurutacaklar. Kırk gün cihanda gezecekler. Sonra Hak
teala, bir rüzgâr (l3) verecek. Hepsi Bahr-i Muhit’e dökülecek, boğulacak.
Dünyada birisi bile kalmayacak. (l4) Onun için derler ki her fesat ehli kırkı(l5)
geçmez. Dünya duralı bu tecrübe olmuştur. Onlar Yecüc ve Mecüc’dür. [T595]
(l) Bunların durumu böyle, dedi. Rahip:
-Ya onları helak eden kuşlar nedir, dedi. (2) Şerif:
-Her fırsatta saldırıp bu şeddi yıkmaya (3) çalışırlar. Hak teala, o kuşları
yarattı. Onlar giderler, bunları helak ( f ederler. Onlar da korkup kaçarlar, dedi.
Rahip, bunları işitince durup (5) iman getirdi. Şerif, batı tarafındaki
Müslümanlara izin verdi. Kendisi (6) kaldı. Müslümanlar gittiler, yerlerine
vardılar.
Şerif oradan ayrıldı, <7) Hızıriyye’ye gitmek üzere yola çıktı. Saltık, o
diyara ulaşınca gördü k i (8) o kavim Müslüman olmuş. Şerif, onlara sordu:
-Sizi kim imana getirdi, dedi. <9) Onlar:
-Ali bin Ebi Talib buraya geldi. Buradan K a fa gitti. Bir yıl (l0) K a f ta
gezdi. O vakit önünde biz iman getirdik, dediler. Şerif onlara <n) sordu:
-Sedd-i İskender nerededir? Onlar:
-Bu denizin öte tarafı, (12) K a f tır. Onun eteğinde bir taife var, Felsefîler
derler. İnsandırlar. (l3) İşte buradan ulu dağlar görünür, dediler. Dağları, Şerife
gösterdiler.
Şerif, (l4> o boğazı gemi ile geçti. Felsefîler iklimine geldi. Üç gün (l5)
daha gitti. Dördüncü gün o dağlara yetişti. O kavim, Şerife izzetler [T596] (l)
etti. Şerif, o iki dağın arasına baktı. İki kat olan şeddi (2) gördü. Şeddin başı
buluta değmiş. Şerif, ne kadar düşündüyse de (3) o dağın üzerine çıkmanın bir
kolayını bulamadı. Yalm taş idi. Sonunda, Menucher (4) duasını okudu.
Menucher hemen çıkageldi. Semend-i Sebz’i elinde getirdi. <5) Şerif, Semend-i
Sebz’e bindi, o dağın üzerine uçarak çıktı. (6) Dağın ötesine baktı. Karıncadan
kalabalık olan o taifeyi gördü. <7) Bekliyorlardı. Şerifi görünce dağın dibine
geldiler:
-Kimsin, dediler. Şerif:(8)
-İskenderin askerlerindenim. Geldim ki sizi kılıçtan geçireyim, dedi.
O nlar:(9)
-Suçumuz nedir, diye sordular. Şerif:
-Bu şeddi yıkmak ve bozmak istermişsiniz. Eğer sedd (10) yıkılırsa, âdem
oğlanları sizi ayak altına alıp helak eder, dedi.
O (ll) kavim hep birlikte gülüştüler. Sonra da Şerife oklar attılar. Şerif,
eline (l2) ok ve yay alıp onlara kırk tane ok vurdu. Her okta, üçünü dördünü <13)
helak eyledi. Sonunda dönüp kaçtılar. Şerif, Semend-i Sebz’i aşağı gönderdi.
(l4> Gelip yerine indi. O kavim şaşırıp kaldı. Şerif, birkaç gün orada durdu. <15)
Sonra Sincab iline gitmek üzere yola çıktı.
O vilayete ulaştı, orada durdu. [T 5 9 7 ](l) Sonra Kakum iline gitmek üzere
yola çıktı. Cecim iline ulaştı. Gördü ki bir bölük (2) bezirgân gitmekte. Server,
onlara sordu:
-Nereye gidiyosunuz, dedi. O nlar:(3)
-Karanılığa gidiyoruz, dediler.
Server onlarla birlikte yürüdü. Bir yere ulaştılar. Burası duman (4> gibi
karanlıktı. Server, Menucher cinnîyi davet edip: (5)
-Bu karanlık nedir, diye sordu. Menucher:
-Server! Bu (6) K af Dağı’na giderken rastladığınız karanlıktır. İskender
buradan gelip <7) girdi, ab-ı hayat istedi. Ona nasip olmadı. Hızır’a nasip oldu.
(8) Server, Menucher’e:
-Gel gidelim, biz de arayalım. Belki bize nasip <9) olur, dedi. Menucher:
-Server! Ben çok aradım, çok gayret gösterdim, bulamadım. (10) Fakat
ölüm pınarına rastladım. Kokusundan adamın aklı başından gider, (ll)
kendinden habersiz olur. Oradan daha ileri gittim, bir yere vardım. Gördüm ki
(I2) bir pınar içinde su var. Parlak görünür, fakat ele gelmez ve içilmez. (l3) Biraz
daha gittim, dinlendim. Sonra biraz daha yürüdüm, geri döndüm. O pınarı (l4)
göremedim. Oradan döndüm. Dikkatsizce yürüyordum. Yer içinde bir cinnî(l5)
adama rastladım. Ona, “Sen kimsin?” diye sordum. O, “Biz ab-ı [T598] (l)
hayatın bekçilerindeniz.” dedi. Ben, “Ab-ı hayat nerededir ki bekliyorsunuz ?”
dedim. <2) O cinnî, “Rum ve Acem arasında bir şehir vardır, adına Nikusar <3)
derler. Orada bir dağ vardır. Bu dağın üstünde Süleyman peygamber (4) bir
şehir kurmuş ve bir de büyük saray yapmıştı. Orada <5) otururdu. Günlerden bir
gün Süleyman’ın huzurunda ölüm anılır. (6> Derman ister. Hazret-i Süleyman
hekimlerden sorar, ‘Ya Süleyman! Ab-ı hayat (7) iç ve dünyada baki kal.’
derler. Hazret-i Süleyman buyurur. (8) Melekler varıp getirirler. Bir sırça kadeh
içinde önüne <9) koyarlar. Bu defa döner, Hazret-i Süleyman danışır, “Ne
dersiniz? İçeyim mi” diye sorar. (l0) Vezir A saf bin Berhiya, onu men eder.
Cümle mahlukat bir araya toplanmıştır. Hepsi (ll> ona, “İç” der. Kirpi
canavarının birisi, “Ya Süleyman! Dünyada <l2>bin kez ölmekten bir kez ölmek
daha iyidir. Senden önce Melik (l3) Akik geldi, bu cihana hükmetti. O, ab-ı
hayatı bulup içti. (14) Nice yıldır yaşamakta. Şimdi kendisine yer altında bir
makam buldu. <l5) Orada kendinden habersiz yatmakta. Senin dostlarından her
biri, sana bir ölüm acısı [T599] (1> olur.” demiş. Süleyman aleyhisselam gidip
Akik’i (2) görür. Akik; aç ve susuz, yer içinde zavallı bir biçimde yatmakta.
Ölüm, aslında onun için dirilikten (3) daha iyidir. Hazret-i Süleyman içmekten
vazgeçer. Yer altında kendisine bir yer yapar. Bu yeri <4) kırk hücreye böler.
İçini, cevahir ve kimya ile doldurur. Ortadaki (5) güzel bir hücrede, bu sırça
kadehi bir kandilin içine koyar. <6) Demir zincir ile kubbeye asar. Dört melek
onu bekler. (7) Derler ki “Bu, Muhammed’in ümmetinden bir kişiye nasip
olacak. Fakat o kişi bu nasibe <8> erişinceye kadar, çok kişi canını kurban
edecektir.” Ya Şerif! O cinnîden (9) bu haberi işittim, aradım, buldum. Fakat
melekler yanına varmama izin vermediler, dedi. <l0) Şerif:
-Nasip olursa onu da görürüz, dedi. (ll)
O bezirgânlarla birlikte gittiler, karanlığa eriştiler. Orada yüklerini <l2)
indirdiler, gelip karanlığın kenarında konakladılar. Orada da durmayıp başka
bir yere (l3> gittiler. Ertesi gün vardılar ki her eşyanın üzerine paha biçilmez
inci, mücevher <l4)ve değerli kumaş koymuşlar. O mücevherleri üzerinden yere
döküp, bırakıp (l5> gittiler.
Ertesi gün gelip gördüler ki o paha biçilmez mücevherleri, onlar [T600]
(i) almışlar. Fakat (2) kumaşlar durmakta. Birbirine bu şekilde doğruluk
ederlerdi. Ş erif(3) onlara:
-Eğer sizde bir eğrilik olsaydı onlar nasıl ederlerdi dedi.(4> Bu hocalar:
-Artık onlar gelip alışveriş etmezler, dediler.
Şerif, o (5) makamdan geri döndü. Sefer edip gitti. Deniz içine kadar
yürüdüler, (6) Furtikal’a çıktılar. O vilayette Şedde Boğazı vardı. Bu deniz, (7)
ileride Bahr-i Muhit’e birleşirdi. O boğaza; insanlar helak olmasın diye bir
padişah, taş dökmüştü. <8) Öteye gemi geçmezdi. Çünkü ilerisi okyanus idi. (9)
Şerif, orayı gezdi. Geri döndü, Zir diyarına gitmek üzere (l0) yola çıktı.
Gelirken Arumay Kalesi’ne uğradı. Orada bulunan Müslümanlar (ll) ve Felyon,
kalkıp Şerifi karşılamaya geldiler. Onu alıp şehre getirdiler. (I2) Server,
minbere çıkıp vaaz etti. Burası önceden, Ezentameriyye kilisesi idi. (13> Onu,
cuma mescidi hâline getirmişlerdi. Halk gelip Ş e r if i(14) dinledi.
Server, orada kırk gün kaldı. Kırk birinci gün gemiye bindi [T601] (1)
Kımata’ya çıktı. Orada da yedi gün kaldıktan sonra Magrib’e <2) geçti.
Geçerken Fas’a, Tunus’a ve Tilmisan’a uğradı. Sonunda <3) Kımata’ya geldi.
Burada birkaç gün durdu. Daha sonra atına bindi Rum’a gitmek üzere yola
çıktı. (4) Ulu suya geldi. Romah şehri önünden geçti Bosin vilayetine (5) geldi.
Bosin meliki vefat etmiş, oğlu tahta geçip padişah (6) olmuştu. Şerif i karşılayıp
misafir etti. “Baba” diye Server’e izzetler ve hürmetler (7) etti ziyafetler verdi.
Yediler, içtiler. Şerif, orada on gün (8) kaldı.
Şerif oradan ayrıldı, Tuna Baba’ya geldi. Şerifin o vakit (9) Bursak
melikinin kızından bir oğlu doğdu. Adını, îdris verdiler. (10) Şerif, bu habere
çok sevindi. Haber gönderdi hatunun Tuna Baba’ya (ll) gelmesini istedi. Onlar
geldiler. Server bir süre orada oturdu. Halka (12) İslamı öğretti. Halk onu,
“Baba” diye anardı. Artık yaşlanmıştı. <l3) Sekiz ay orada kaldı. Dokuzuncu ay
gazilerden ve Emir Osman’dan haber (l4) geldi:
-Çerkeş, Mikril, [T602] (l) Laz ve Abaza taifeleri toplanıp Kefe
nahiyesini (2) yağmaladılar. Bunları bir araya getiren Çerkeş meliki Tiganoş’tur,
bilmiş olunuz, (3> demiş.
Server haber gönderdi gemileri hazır ettiler. Server, gemilere (4) binip
Kefe gazileriyle birlikte gitti. O diyara çıkıp akınlar yaptı, ( çok sayıda esir
aldı. Şerif; Çerkeş’e girdi doğru Tifanos’un yanına yöneldi. (6) Büyük bir
kaleye ulaştı. Bu kaleye, Angun Kalesi derlerdi. Tiganos orada oturuyordu. (7)
Şerifin geldiğini işitti önüne çıkıp:
-Ya Saltık! İyi ki geldin. Ben seni <8) arıyordum. Artık yaşlandın, senin
kuvvetin eksildi, dedi. Server:
-Ey lain! (9) Seni inşallah helak ederim. Bu mülke artık kimse hâkim
olmasın, deyip <10) yürüdü.
Tiganoş, Şerife birkaç hamle yaptı. Sonra (ll) Şerif, ona bir kılıç vurdu.
Tepeledi, cehenneme gönderdi. O kavm affını diledi, (,2) haraca razı oldu.
Server, oradan gemilerine binip Gürcistan’a gitti. (l3) Melik Adüvvis-i Güre, asi
idi. Onu aramaya çıktı. Gelip bir <14>iskeleye demir attılar.
Rum tarafında olan Gürcüler, <l5) itaat etmişlerdi. Şerif, o kavme
dokunmadı. Melik onlardan ötede idi. Çerkesleri de ayaklandıran o idi. [T603]
(l) Tifanos’a kızını vermişti. Dokuz oğlu vardı. Şerifin geldiğini işitince <2)
hemen hediyeler ve kıymetli eşyalar gönderdi. Haraca razı oldu, barış yaptılar.
Şerif, oradan geri (3) dönüp K efe’ye geldi. Gaziler; karada ve denizde
Çerkeş, Abaza ve Mikril ile (4) gazalar ederdi. Şerif, bir yıl K efe’de oturdu. Her
taraftan (5) Şerif e haraç getirdilerdi. Şerif, o malları fukaraya dağıtırdı. Onun (6)
birini bile kendine alıkomazdı. Dul hatunlara, yetimlere, miskinlere, <7)
hastalara ve gazilere verirdi. Müslümanlar <8) ve kâfirler, onun adaletine ve
lütfuna teşekkür ederdi. Server gelir, sessizce Baba’da (9) otururdu. İbadet edip
ahiret hazırlığını yapardı. <l0>
Geldik bu tarafa; Sultan Alaeddin, adalet ve lütuf (ll) ile halkı idare
ediyordu. Onun bir veziri vardı, (l2) Affan derlerdi. Gördü ki sultan, zulme
meyilli değil. Adalet ve doğrulukla yürümekte. (13) Sultanı zehirlemeye
niyetlendi. Sultan bunu duydu. Affan, (l4) korkusundan Harcmevan’a yani
Amasya’ya kaçtı. (15) Oraya vardı, kâfir oldu. Rahip elbisesi giydi. Harcınevan
[T 604](1) meliki:
-Ben sultandan ve Şeriften korkuyorum, buradan git, dedi.
Affan, Üngüriyye’ye geldi. (2) Orada da durmayıp Abruşak’a taşındı.
Sultan, Affan’ın malını ve rızkını <3) aldı. Şerife haber gönderdi, Affan’ın
durumunu bildirdi. Şerif onu sevmezdi, düşmanı (4) idi. Bir süre sabretti.
Affan, sonra İstanbul’a geçti. Samediyye’nin (5) yanına geldi. Samediyye,
ona:
-Niçin kâfir oldun, Şeriften korkmaz mısın, (6) dedi.
Affan ona cevap vermedi. Oradan da ayrılıp Rusan’ın yanına gitti, ona
hizmet etti. (7) O sıralarda Samediyye, at meydanında giderken atı ürktü.
Samediyye’yi (8) yere vurdu. Samediyye düşüp vefat etti. Rusan, tekrar tahta
çıktı. Affan’ı (9> vezir edindi. Affan, Müslümanlara zulüm etmeye başladı.
Gizlice (l0) çıkar, Edirne’de olan Müslümanları vurur, esir ederdi. Kilaşpol (ll)
Boğazı’ndan geçen Müslümanları incitmeye başladı.
Raviler şöyle anlatırlar; <l2) Köle Yusuf, Seyyid’den izin alıp
Kilaşpol’dan geçti. (13) Sivas’a sefer eyledi. Bir yıl eğlendi. Gelip (l4) Sultan
Taptuk hazretlerinin yanında kaldı. <l5) Geri Şerifin yanına [T605] (1) dönmek
üzere yola çıktı. Kilaşpol Boğazı’ndan geçti. Şerifin huzuruna geldi, el öptü.
Server:(2)
-Ne çok eğlendin, dedi. Yusuf:
-Sultanım! Ben kulundan sorarsan (3) Taptuk Sultan’ın huzurunda idim,
dedi. Server:
-Sultan Taptuk nasıldır? Bana haber v e r,<4) dedi. Yusuf:
-Ya Server! Meclisinde kadın erkek karışıktır. (5) Birlikte zikrederler. Bu
yaptıkları bana hoş gelmedi, dedi. Şerif:
-Ya Yusuf! Kalk. (6) Böyle bir meclise şarap de gerektir. Bir tulum (7)
şarap götür, içsinler, dedi.
Yusuf, yerinden kalkıp tulumu omuzladı. (8) Taptuk’un yanına gitmek
üzere yola çıktı. O yaklaşınca Sultan Taptuk: <9)
-Dervişler, hemen kalkın. Rum’dan bize armağan geliyor, dedi.
Karşılamaya (l0) çıktılar, Y usufa eriştiler ve görüştüler. Yusuf çok
şaşırdı. (ll) Zaviyeye geldiler, Y usuf u misafir ettiler. Getirdiği tulumu elinden
aldılar, (12) getirip şeyhe sundular. Sultan Taptuk o tulumu (13) eline alınca
ortadan ikiye yardı, bıçak ile kesti. İçinden <14) şekerlenmiş ak bal çıktı. Yusuf
bunu görünce hayran <l5) kaldı. Şeyh buyurdu, helva pişirdiler. Helvayı bir
kutuya [T606] (l) koydular. Bir parça yanar ateş korunu da bir tepsiye koydular.
Kutunun (2) üzerine tepsiyi yerleştirip:
-Yürü, bizim armağanımızı Seyyid’e ulaştır, dedi. <3>
Yusuf, oradan ayrılıp Şerifin huzuruna geldi. Kutuyu Şerifin önüne
koydu. <4> Gördüklerini Şerife anlattı. Server kutuyu açtı, gördü ki (5) ateş
sönmemiş, hâlâ pembe. Hiç yanmamış. Server hayran kalıp: <6)
-Erenler, haramı ve helali fark eder. Bundan dolayı ateş ile pamuğu (7)
birbirinden sakınırlar. Bu, erenlerin yoludur, dinin basit kuralları halka (8)
gerektir. Şükürler olsun, Rum ocağı, evliya ile doldu. (9) Ümidim odur ki İslam,
bu diyarda kuvvet tutacak. Biz, bu ere inandık. <l0) Bu kişi, ermiş kişidir. Onun
adı Taptuk, bizim adımız Saltık. Biz de ona <n) taptık ve şu ayna, ona
hediyemiz olsun, dedi. Y usuf02’ ile hediyeyi gönderdi. Taptuk, bunu görünce:
-Biz emre itaat ederiz, deyip emretti. ° 3) Şeriate uygun olmayan işi
giderin. Anlaşıldı, onda hakikat yoktur. Saltık, “Kalbi temiz <l4) olsalar da
şeraite uygun değildir.” demiş. Biz de ona uyalım.
Gittiler, kadınların (l5) meclisini ayırdılar. Taptuk Sultan:
-Ya Yusuf! Bu Şerif [T607] 0) hazreti, bizim hem kadımız hem
sultanimizdir, dedi. Eline (2> bir asa verdi, gönderdi.
Yusuf, Şerifin yanına gelirken Affan lain, Kilaşpol’da (3) bulduğu
Müslümanları tutuklayıp hapse attı. Y usufu da tuttu, <4) alıp İstanbul’a
gönderdi. Rusan:
-Ya Affan! İyi etmedin. Şerif(5) bizi huzursuz eder, dedi.
Affan, bu söze aldırmayıp Müslümanlara eziyet <6) etmeye devam etti.
Yusuf mektup yazdı, bir kâfir ile Şerife haber t7) gönderdi. Mektup Server’e
ulaştı, okudu, ağladı. Yerinden (8) kalktı, Edirne’ye gitmek üzere yola çıktı.
Ahmed’in yanına geldi. Orada Müslüman çoktu. (9) Onu karşılamaya geldiler.
Şerifi alıp kaleye getirdiler, kondurdular. (10) Camiye gelip Müslümanlara vaaz
ve nasihat etti:
-İslamın (ll) yükselmesi için gayret edin, deyip vasiyette (l2) bulundu.
Ahmed’in büyük oğlu kâfirdi. Şehrinden gelip (13> Şerifin elini öptü.
Şerif, kırk gün orada kaldı. Zira o diyarı <l4) severdi. Oradan ayrıldı, Eski
Baba’ya gitmek üzere yola çıktı, İsmail’e yetişti. (l5) Onlar karşılamaya
geldiler. Onun şehre ulaşması, Muharrem ayının ilk gününe rastlamıştı. [T608]
Server, orada aşure dağıttırdı.
On birinci gün ziyaretlerde bulundu. On ikinci gün (2) karalar giydi, üç
gün Hüseyin için matem tuttu. Yaşadığı süre içinde hep böyle yapmıştı. (3)
Nerede olursa olsun dua (4> ederdi. Server orada iken diğer tarafta Affan ve (5)
Rusan, Şerifin geldiğini işittiler. Çok korkup:
-Eyvah! (6) O sihirbaz buraya geldi. Bizim hâlimiz nasıl olacak, dediler.
Affan: a1
-Şimdi o yaşlanmıştır, gücü kalmamıştır. Orada gafil iken gidip (8> onu
basalım, dedi.
Hemen kalktılar. Dört bin atlı ile <9) Şerifin üzerine yürüdüler.
Arkalarından Rusan, dört bin kişiyle (10) onları takip etti. Şerif; şehir önündeki
nehre girmiş, (ll) guslediyordu. Karşıdan gelen askerleri gördü. Hemen çıktı,
üzerine elbiselerini <l2) giydi. Yürüyüp makamına geldi, gazilere haber verdi.
Binip hazır (l3> oldular. Bir dere vardı, gidip orada pusu kurdular. İsmail <l4)
pusuda durdu. Şerif, şehir önünde o kırk rahip ve (l5) halk ile hazır bekledi.
Kâfirler eriştiler. Server karşı varıp [T609] (l) nara attı. Cenk için
yürüdüler, birbirine karıştılar. Çok şiddetli bir savaş oldu. Pusuda bekleyenler
<2) çıkıp yürüdü, Affan’ı kuşattılar. Bu sırada Rusan lain de çıkageldi, (3)
zırhlarını giyinip cenge girdiler. Bir gürültü koptu. O (4) kırk ruhbanın otuz
birini, cenkte şehit ettiler. Ruhları şad <5) olsun. Dokuzu da yaralandı. Savaşın
iyice şiddetlendiği zamanda (6) Edime yolundan Ahmed ve İlyas çıkageldi. Bin
kişiyle gelmesine (7) sebep, Ahmed’in rüya görmesi idi. Bin gaziyle binip oraya
(8) yetiştiler. Hemen atlarını teptiler, cenge başladılar.
Bir süre sonra, yanındaki askerlerle İstanbul’dan (9) Mirdas lain yetişti.
Üç gün daha cenk ettiler. (l0> Şerif, cenk içinde Rusan’a rastladı. Rusan’a
kılıcını öyle bir çaldı ki onu, (ll) eğer kaşına dek iki parçaya böldü. Askerler
onu gördü, dönüp kaçmaya yüz <l2) tuttular. İsmail yetişti, süngü ile Mirdas’a
vurup tepeledi. Ahmed (13) de cenk ederken Affan’a rastladı. Affan, Ahmed’in
önünden kaçıp (14) gidiverdi. Ahmed; onun ardından yetişip bir kez vurdu,
atından düşürdü. <l5) Hemen bağladı, alıp Şerife getirdi. Geride kalanların bir
kısmım kırdılar, [T610] (1) bir kısmım da esir ettiler. İlyas, sancaktarı öldürdü.
Kâfirler yenilip kaçtılar. (2) Kaçabilenler, İstanbul’a haber verdiler. İstanbul
halkı, kapıları bağlayıp cenge hazır (3> oldular. Rusan’ın küçük kardeşi İstefan
lain, bey oldu.
Bu tarafta <4> Şerif; o kâfirleri kırdı, mallarını ganimet etti. Ölen gazileri
defnettiler, (5) sahiplerine başsağlığı dilediler. Daha sonra Ahmed, Affan’ı ileri
getirdi. Şerif:<6)
-Ya Affan! Niçin dininden döndün, kâfir oldun? Dön, tövbe et. (7) Seni
yine azat edeyim, dedi. Affan:
-Çok söyleme. Ben dinimden (8) dönmem. Gel, beni bana sat, dedi. Şerif:
-Ne verirsin, diye sordu. Affan:
-Oğlum (9) Utbe ile sana bir hazine mal göndereyim, dedi.
Şerif kabul etti. Affan, İstanbul’a (l0) haber gönderdi. Utbe; hâzineyi
getirdi, Şerife verdi. İsm ail(10 kalktı, Utbe’yi tutup hapse koydu. Affan:
-Sen ne yapıyorsun, dedi. Şerif:(l2)
-Ben, seni serbest bıraktım. Onu, İsmail bilir, dedi. Affan:
-Burca gireyim, (l3) sana kırk bin dinar daha göndereyim, dedi.
İsmail kabul etti. Affan (l4) gitti. İsmail atına bindi, ardından (l5) yetişti.
Affan, İsmail’i gördü:
-Niyetin nedir, dedi. İsmail: [T 6 1 1 ](l>
-Hey İslam dininden tekrar dönen! Niyetimin ne olduğunu şimdi
görürsün. Kaç keredir bizim elimizden (2) sağ kurtuluyorsun, deyip melunu
tekrar esir etti.
İsmail, Affan’ı geri getirdi. Âleme ibret olsun diye, şehir (3) önünde onu
idam ettiler. Onu görünce Utbe <4) iman getirdi. Onu azat ettiler.
Kale savaşı sona erince gaziler yürüdü. Burgaz’da, yılda (5) üç gün araba
pazarı kurulurdu. Gaziler orayı bastılar. Yağmalayıp talan ettiler, geri
geldiler. Şerif hazreti, Affan’ın başını Edirne’ye gönderdi. <7) Doğu kapısına
astılar. Fetih için sevindiklerinden Müslümanlar şenlikler yaptılar, <8) şehri
donattılar, Şerif e dualar ettiler.
Şerif, o cenkten sonra (9) çok hasta oldu. Yedi ay döşek esiri oldu.
Kâfirler bu durumu işittiler. (l0) Hile yaparlardı, fakat korkarlardı. Eflak meliki,
Saltık’ın hasta olduğunu duyunca Üngürus (ll) beyi Kaydafan’dan biraz asker
alıp Radul üzerine yürüdü. (12) Radul’u yendiler. Radul, kaçıp Kefe’ye gitti.
Gazilerle han (13) hazreti yürüdü, askerleriyle suyu geçip Rasun ile cenk ettiler.
(14) O cenkte Emir Osman’ı şehit ettiler. Çok sayıda gazi toprağa düştü.
Sonunda kâfirleri <l5) kırdılar, Rasun’u yakaladılar. Tatar hanı, Rasun’u Şerif e
gönderdi. [T612] (l) Eski Baba’ya getirdiler. Şerif, Rasun’u orada idam etti.
Server kalktı, (2) kısmen sağlığına kavuştu.
Beravati tekür lain, Server’in hasta olduğunu işitince (3) Tuna Baba’yı
yağmalamak için geldi. İbrahim Gazi ile Şerifin (4) büyük oğlu Muhammed,
karşı varıp cenk ettiler. Şerifi kuyuya (5) atan kâfiri, cenk içinde Muhammed
yakaladı. Kâfirleri kırdılar. O (6) laini, Şerife gönderdiler. Server; onu kendi eli
ile tepeledi, boynunu vurdular. <7)
Server, oradan ayrılıp İstanbul’a gitti. Silivri Kalesi’ne yaklaştı. (8)
Kalenin beyi. Şerifi karşıladı. Getirip ziyafet verdi, izzet eyledi, misafir etti. (9)
Birkaç gün orada durup İstanbul’a gittiler. İstanbul’a yaklaşınca Utbe:
-Ya Server! (10) Bana izin ver. Ukbe adlı bir oğlum var. Bu şehirdedir.
Onu getireyim, hem de gidip (ll) İstefan ile barış yapıp nasihat edeyim. Server:
-Yalan söyleyip kaçarsın, dedi. U tbe:(l2)
-İslamın kılıcı hakkı için kaçmam, dedi.
Server, o kâfire izin verdi. Hemen kapıya <13) gelip şehre girdi. Hemen
burca çıkıp Şerife sövmeye başladı. Şerif (4) askerlere emretti, dört bin gazi
yürüdü. Çok şiddetli bir savaş oldu. Geri dönüp (l5) konakladılar.
Utbe, oğlu Ukbe’yi yanına aldı, bir gemiye binip Karadeniz’e açıldı.
[T 6 1 3 ](1) Bir kenara çıkıp Kaydafan’ın yanına gitti. Kaydafan, ona hürmetler
etti. O lain, Kaydafan’m yanında kaldı. (2)
Bu tarafta Şerif, İstanbul Kalesi’nde üç gün cenk etti. Sonunda (3) İstefan
burca gelip:
-Ya Şerif! Bizi niçin kırıyorsun? Ben, senin neyini aldım? (4) Eğer haraç
dersen, haraca razıyız. Barış yapalım. Bizim bezirgânlarımız sizde ve sizinkiler
de <5) bizde ticaret yapsın, dedi.
Bu söz üzerine barış yaptılar. Köle Y usuf u serbest bıraktılar, kaftanlar (6)
giydirdiler. Yusuf, Şerifin huzuruna geldi. Oradan da geri dönüp Server,
Baba’ya <7) gitti.
Bu tarafta Sultan Alaeddin de yürüyüp gazalar ederdi. (8) Şerife
armağanlar ve hediyeler gönderirdi. Gazileri, beyleri ve yiğitleri yanına
toplayıp (9) yürüdüler; iller ve memleketler fethettiler. Saruhaıı’ı, Göynük’ü,
Canik’i, Menteşe’yi, <10) Hamid’i ve Karateke’yi fethetti. (ll) Gelip deniz
kenarına yakın Aydın ilini dahi fethetti. Sultan, <l2) her tarafta gazalar etmişti.
Kâfir illerini yağma ve talan ederlerdi. Her yeri vururlardı. <l3) Fakat
Harcınevan’ın bir kolayını bulamadılar. Sarp bir yer idi. Orayı da haraca
bağlayıp <l4) barış yaptılar. Sultan tekrar Şerife armağanlar gönderdi.
Armağanları, Kefe diyarına ilettiler. (l5)
Şerif, hatunları ile Baba’dan göçtü. K efe’ye yerleşti. [T614] (l) “Bunlar,
kâfir içinde bulunmasınlar.” demişti. Sultandan armağan (2) geldi. Gelen malları
paylaştırdılar, fukaraya dağıttılar. Şerif orada oturuyordu. (3) O yıl Kefe
diyarında veba salgını çıktı. Çok sayıda Müslüman vefat (4) etti. Şerife dahi
bulaştı, fakat kurtuldu.
O günlerde Şerif,(5) bir gece rüya gördü. İki doğan, Yunan tarafından (6)
uçup geldi, Rum iline geçti. Rum dağlarında olan kuşları (7> kırdılar, yırttılar.
Yanlarına çok sayıda güvercin toplandı. Rum (8) ili koyunlarla doludur. Son
gelen doğan silkindi, kanadının <9) altından başka doğanlar çıktı. Kendi gibi
uçup ava başladılar. Önce (10) gelen doğan, uçup kendi memleketine geldi,
durdu. Bir ağaç üzerine kondu, diğer (ll) doğanlar da gelip yanma kondular.
Şerif, onları bir bir okşadı. Kaçmadılar. Başlarında (12) tuzakları vardı. Server
uyandı, kendi rüyasını tabir edip: (l3)
-Gaziler! Yunan vilayetinden iki gazi çıkacak. Padişah aslından
olacaklar, (14) Rum’un hepsini fethedecekler. Bu mülk Müslümanlık olacak.
Birisi geçip gidecek. Fakat birinin (l5) nesli hükmedecek. Onun neslinden, ulu
padişahlar ve ulu hakanlar çıkacak, dedi.
Server [T615] (1) o diyarda dolaşırdı. Gah Baba’ya gelip giderdi. Raviler
şöyle anlatırlar: (2) Aydın ilinde; Aydın’ın yiğit, gürbüz bir oğlu büyüdü. Çok
akıllı idi. <3) Başına kızıl börk giyerdi. Rüyasmda kisveti ona gösterdilerdi. (4)
Adı, Gazi Ömer idi. Halk ona Umur Bey de derdi, lakabıyla anarlardı. (5) O,
deniz kenarının kâfirlerini yenmişti. Kayserin neslinden <6) idi, babası Aydm
idi. O server, on dört yaşma gelince atını<7) sürüp Sinop’a geldi. Gemiye binip
Kefe’ye gitti. Şerife (8) gelip elini öptü. Şeriften kuşak kuşandı, dua alıp geri
Aydm iline (9) gitti. İline gelip oturdu. Şerif, arkadaşlarına:
-Gördüğümüz doğarım biri <10) budur. Hayr olacak inşallah, dedi.
Raviler şöyle anlatırlar; Utbe, Kaydafan’m yanma gitmişti. Kaydafan <n)
onu vezir yaptı, oğluna ise yazıcılık ve ordu komutanlığı görevini verdi. <12> Bir
gün Utbe, Kaydafan’m huzuruna çıkıp ağladı. Kaydafan:
-Niçin ağlıyorsun, diye sordu. (l3) Utbe:
-Nasıl ağlamayayım! Babam Affan’ı, Saltık tepeledi. İntikamımı ondan
alamadım, onun için ağlıyorum, dedi. Kaydafan-ı Asfuri:
-Benim babamı da o öldümüştü. Nasıl edelim? (I5) Onunla hiç kimse başa
çıkamamıştır, dedi.
Kral ve Utbe, kalkıp [T616] (l) kiliseye geldiler. Büyük bir putları vardı.
Ona secde ettiler. Şeytan içine girip: (2)
-Ne ağlıyorsunuz? Üzülmeyin. Bundan sonra fırsat sizindir. Şerifin
ölümü, (3) sizin elinizden olacak, dedi.
Kaydafan mutlu olup kurbanlar kesti sadakalar <4> verdi. Hemen
buyurdu, asker topladılar. Utbe ve Ukbe’yi görevlendirip (5) gönderdi:
-Gidin, babanızın intikamını alın, deyip o akılsız bönleri gönderdi. (6)
Onlar bu yana gelmekte ...
Bu tarafta, Sultan Alaeddin oturmuştu. Ulaklar (7) gelip haberler
getirdiler. Habeş’ten Bahu Can Tatarî yürüdü, “Babamın intikamını (8)
Selçuk’tan alacağım.” der, dediler. Sultanın kalbine korku düştü. (9) Hem
yaşlanmıştı. Oğlu da yoktu. Şerife (10) haber saldı:
-Server kerem etsin, bizim ettiğimize kalmasın. Üzerimize (ll) düşman
yürüdü. Sefere çıkacağız. Bize karışsın, dedi.
Sultan, ne kadar beyi varsa (l2) yanma topladı. Saruhan’ı ve Candaroğhı
Ali Bey’i <13) çağırdı. Ali Bey, Nuşinrevan neslinden idi. Menteşe ve diğer
beyler de toplandı. Karaman beylerbeyiliğini (l4) verdiği, Karaman Bey de
ulaştı. Sultan, onlara vasiyet etti:
-Beyler! Bu gelen düşmanlar çok kuvvetlidir. Eğer (l5) bize orada bir hâl
olacak olursa, zira alametler görünüyor, benim neslim yok. [T617] 0) Size kimi
bey tayin edeyim? Her biriniz bir yeri kâfirden aldınız. Elinizde sancak var.
Sakin olun, (2) gaza yapm. Karaman, benim yerimde otursun. Bir kızımı ona
vereyim. Güveyimdir. <3) Bir kızımı Ali Bey’e verdim. O, Candaroğlu’dur. Bir
kızım daha var. Onu, <4) bir yiğide vereceğim. FaL, uğurum olsun. Kızımı
vereceğim yiğide Harcmevan yani Amasya mülkünü emanet edeceğim.(5) Gaza
edecek, İslama zarar veren kâfirlere izin vermeyecek. Aldığı iller, onun mülkü
<5) olacak. Biz bedduaya uğradık, mülk bizim elimizden gidiyor. (7) Şerifin
bedduasmdan sakmın, iyi duasmı alm, dedi.
Sonra (8) illerini yeminle onlara emanet etti. Ellerine de mülkname ve
beratlarını yazıp verdi, yerlerine gönderdi:
-Beyler! Harcmevan yani Amasya tarafına bir gazi bulun, dedi. (l0)
O vakitlerde Oğuzlardan Süleyman Şah’ın oğulları, Horasan’dan Rum’a
gelmişlerdi. (11) Bunlar Cengis’ten kaçmışlardı. Üç kardeşlerdi. (12) İshak
oğlanları derlerdi. İshak Peygember’in (l3) oğlu Ays neslinden idi. Rum’a
gelirken babaları Fırat Suyu’nda (l4) boğulmuştu. Bayezid Han ve Korkut Ata
neslinden idi.
Bu üç (l5) oğlanın birisi, Paysunkur Telin idi. O, geri Acem’e gitti. Varıp
[T618] (1) Horasan’da Merv’e ve Mahan’a bey oldu. Biri Gündüz idi, gelip
Erzincan ovasında (2) kaldı. Sonra sultan onun oğlu Ömer’e; Erzincan’ı,
Hamid’i ki Diyar-ı Bekir ilidir, (3) vermişti. Üçüncü ve küçük kardeşleri
Ertuğrul idi. O gelip (4) Rum’a indi. Oğlu Saruhan’ı, diğer Türk ulularıyla
sultana gönderdi. (5) Sürmeli Çukuru’nu kışlak ve yazlak olarak kendisine
istedi. (6) Geldiler, sultana saygılarını bildirip o yeri istediler. Sultan; bunların (7>
sadık olduklarını anladı, istedikleri yerleri verdi: (8)
-Harcınevan’a yani Amasya’ya gidin, gazalar edin. Size izin veriyorum,
akınlar (9) yapın, dedi.
Bunlar geldiler, oralarda oturup gazalar yaptılar. O taraflardan (in) çok yer
fethettiler. Rivayettir; gelip Rum ili sınırında bir köy (11) kurdular. Adını,
ÜskütKi koydular. Bunların yanmda bir Arap vardı, onlarla <12) birlikte gaza
ederdi. O araba komutanlık vermişlerdi. Her ne zaman bir kâfir köyünü
bassalar o (l3) Arap, halkına:
-Üskütyani sessizlik. Şimdi gündüz, gece olunca basalım, <14>derdi.
Bunu uğur sayıp çok yerler fethetmişlerdi. Bu köyde (l5) onu bıraktılar.
Köyün adını, Usküt verdiler. Orada gazalar [T619] (l) yapıp sultana hediyeler
ve beyler gönderirlerdi. Sultanın gönlü içinde <2) yer ettiler. Ertuğrul, Şerif
hazretinin velayetini işitti. Oğlu (3) Alp Osman’ı, hediyelerle Seyyid’e
gönderdi. Şerif, o (4) zamanlarda K efe’den Sinop’a gelmişti. Osman geldi,
Server’in ayağına düştü. (5) Henüz daha genç bir yiğit idi. Server’in ayağına yüz
sürdü. Şerif hazreti, <6) Osman’ın devletli ve saadetli başını yerden kaldırdı,
“Oğul” diye iki gözünü de <7) öptü. Yanma alıp nasihatler etti:
-Ey Oğul! Hak teala sana ve nesline (8) saadet, devlet ve izzet nasip
etmiştir. Asla gazayı elden bırakmayın. (9) Adalet ve doğruluk edin. Fakirlerin
bedduasından kaçmm. Halkı incitmeyin, Hakk’ın yolundan çıkmayın. (I0)
Ahlâklı olun. Hazret-i Peygamber’in dediklerinden sapmayın. Doğru yolu
gözetin. Bağışlarda (11) bulunun. Garibi hoş tutun. Zulüm ve haksızlık
yapmaym. Bir kulağın halkta olsun, halkın durumundan her zaman haberiniz
olsun. Gafil olmayın. Sana (12) vasiyetim bu ola ki özellikle kadıları, valileri ve
boy beylerini sürekli teftiş edin. A dil(13) olsunlar. Mülk sahibi ol, halk sana tâbi
olsun. (l4) Rüşvet alana cezasını mutlaka ver. Kâfire itibar etme, hâkim eyleme.
İslam dininde (15) ihtiyaç gibi gösterip onlara güvenme. Meşru olmayan [T 620]
(l> iş yapma, dedi.
Daha çok nasihatler eyledi. Sonra Osman’ı gönderdi. Halk (2) şaşırıp:
-Ya Server! Bu, bir boy beyi gazi yiğittir. Padişah değildir ki. (3) Siz buna
padişaha nasihat eder gibi nasihat ettiniz, dedi Server:
-Ev kavim! Bu yiğit padişah oğludur. (4) İshak bin İbrahim, ki ona Ays
derler, {5’ neslidir. Üç peygember de bu nesle hayır dua etmiştir. Biri İbrahim (6)
Peygamber, İkincisi İshak Peygamber, üçüncü ise ahir zaman peygamberi
Muhammed Mustafa’dır. (7) Dünyada olan padişahlar, bu nesilden gelmiştir. <8)
Tanrı, bu yiğide sultanlık verecek. Bunun zürriyeti ve nesli, ulu padişah (9)
olacak, dedi
Halk, Şeriften bu sözü işitince:
-Bu kişi (l0) velidir, gerçek söyler, sahihtir, deyip Osman’a teveccüh
ettiler.
Gazi yiğitler, (1I) onun yanında toplanmaya başladı. Osman kuvvetlendi.
(12) O da gaza etmeye talip oldu. Nereye gittiyse (l3) uğurları hayır oldu.
Cömertlik, yiğitlik, adalet ve ihsanlar ile (14) Osman, o yıllarda hayli akınlar ve
gazalar eyledi. Harcmevan yani Amasya kâfirleri (15) âciz oldu. İstanbul
tekürüne gelip şikâyet ettiler:
-Sen, [T621] (1) Nasranîlerin yüzünün suyu ve ulu beyisin. İstanbul gibi
bir tahtta oturuyorsun. (2) Bu Türkler, her tarafta bizi incitiyorlar. Sen, Şerif ile
barışıyorsun. Sultanın (3) kulları gelip bizi incitiyor. Sultanla barış yapıyoruz.
Bir boy beyi (4) çıkıp bize bela oluyor. Biz bunlardan âciz olduk. Bize bir çare
bul, dediler. Tekür: (5)
-Hey Hristiyanlar! Bilmiş olun ki bu Türkler dünyaya ayak
basıtklarından (6> beri, bu Nasranîleri kırarlar. Bunca zamandan beri bunlarla
başa çıkamadık, şimdi (7) çoğaldılar. Az iken bir yana edemedik, şimdi nasıl
edelim, dedi ve devam etti:
-Ey (8> Nasranîler! Sizlerin devleti düşmüştür. Bundan sonra başarı
sağlayamayacağınızı (9) biliyorum. Hüküm onlarındır, dedi. Sonra da o kâfirleri
kovdu:
-Gidin bire akılsızlar! (l0) Fitne çıkarmayın. Onlar, Türkün haramileridir.
Tutup öldürün, dedi. Onlara yüz vermedi. (11) Kâfirler, utanarak çıkıp gittiler.
Geldik bu yana; Osman ve Aydın <12) oğlu Ömer, gazaya başladı. Deniz
kenarında olan kâfirleri vurdular. Bunlar, (l3) burada dursun.
Raviler şöyle rivayet ederler; bu kâfirler, Müslümanlardan <l4) âciz
oldular. Geri dönüp tekürün yanına geldiler. Teküre:
-Sen Türk oldun, gizli (15> din tutuyorsun. Bu Türkleri karşına almak
istemiyorsun. Türklerin yaptıklarını görmezden geliyorsun. Mesih dini için
gayret göstermiyorsun, dediler. Tekür: [T 622](l)
-Babamı, dedemi bu sözle ve bu suçlamalarla Türklere öldiirttünüz. Bu
yolla beni de (2) öldürteceksiniz. Şimdi eğer ben ölürsem sizler de
kurtulamazsınız. (3) Şimdi nasıl edelim, tedbir söyleyin, dedi.
Rum’da olan bütün kâfirler, papazlar, (4) keşişler ve ruhbanlar toplanıp
İstanbul’da tekürün sarayında bir araya geldiler. (5) Tedbir konuştular. Server
Saltık, bunların toplandığını işitti. Sinop’tan <6) kalkıp bir gemiye bindi,
Karadeniz’den doğru Ağaç Denizi’ne çıktı.
Server, Rum’a (7) geldi. Oradan geçip İstanbul’un içine girdi. Papaz
kılığında o toplantı odasına <8> gelip durdu. Birazdan tekür çıkageldi. Küffâr
beyleri, ayağa kalkıp (9> saygı gösterdiler. Server, yerinden kalkmadı. Tekür:
-Şu ayağa kalkmayan (10) rahibe bir bakın, Saltık olmasın, dedi. Rahipler
geldiler: (ll)
-Sen kimsin, dediler. Server:
-Ben Alyon rahibim. Frengistan’da <l2) oturuyorum. Buraya geldim, hasta
oldum. Bu şehrin havası beni vurdu, yüreğim (I3) ağrıyor, dedi. Kâfirler, teküre:
-Sultanım! Bir hasta ve (14> dertli bir rahipmiş. Onun için sultanıma saygı
gösterememiş, dediler. Tekür:
-Onu kendi(15) hâlinde b rakınız. Hastanın beyi, paşası olmaz, dediler.
Kâfirler onunla ilgilenmeyi bıraktılar, [T623] (l) tedbire meşgul oldular.
Çok sözler söylediler. Tekür, t irini bile kabul(2) etmedi. Sonunda bir rahip:
-Sultanım! Ben bir söz söyleyeceğim. Makul bir tekliftir. <3) Rast
geleceğini umuyorum, dedi. Tekür:
-Söyle, dinleyelim. Belki iyi bir tedbirdir, dedi. <4) O rahip:
-Ya tekür! Bu dünyada bir diyar var. Ona, Babil (5) derler. Acem ile
Hind’in arasında, Laristan tarafındadır. Orada bir dağ var. Adına, (6> CebeKi’l-
Musahhar derler. Orada bir sihirbaz oturuyor. Adına, Rad cazu derler. O (7)
kadar maharetli bir sihirbazdır ki dünyada benzeri yoktur. Üç bin sihirbaz, ona
itaat eder. (8) Eğer o buraya gelirse ne Saltık ne de diğer Türkleri bırakır, (9)
ortadan kaldırır, dedi. Tekür:
-Onu buraya nasıl(10) getirelim, dedi. O rahip:
-Ya tekür! Burada kadın bir sihirbaz var. Adı, (11)Barkan’dır. Onu
gönderelim, gitsin onu çağırsın, dedi.
Tekür, bu tedbiri <12) çok beğendi:
-Şimdi sen bu konuda çalışmaya başla, dedi. <13)
Vezir başını kaldırıp:
-Bir şey daha yapsak, dedi. Tekür:
-Daha (14) ne yapalım, söyle ya vezir, dedi. Vezir:
-Karada ve denizde olan (15) kâfirleri davet edelim,bir yeregelsinler.
Sihirbazları [T624] (1) öne koyup Türklerin üzerine yürüyelim. Hep bir olup
Türkleri kıralım, gitsin. Bunlardan (2) intikamımızı alalım, dedi. Tekür:
-Bu senin dediğin bir yılda ancak olur, dedi. Vezir: (3)
-İsterse beş yılda olsun. Böyle olmazsa bu iş tam başarı ile sonuçlanmaz,
dedi.
Herkes bu teklife (4) razı oldu. Her diyara mektup gönderdiler, davet
ettiler:
-İstanbul(5) üzerine gelin, toplanma yeri burasıdır, dediler. (6)
Teküre o cazuyu haber veren rahip, divandan çıkıyordu. <7) Tekür, ona
kaftanlar verdi. Halk toplandı. O rahibe hürmet ( ' ve izzetler edip elini
öperlerdi. Bunu getirip atına bindirdiler. Server Saltık, (9) kalabalık arasında
lainin böğrüne bir hançer vurdu. (l0) Rahip; canının acısıyla böğrünü iki eliyle
tuttu, yüzünün üzerine (11) devrildi:
-Hey papaz! Bana ne oldu, deyince gördüler. Ağzından burnundan kanlar
(12)aktı. Debelene debelene can verdi. Halk:
-Eyvah! Saltık (13) yine buraya gelmiş. Bu işi o yaptı, dedi.
Gidip teküre durumu bildirdiler. (14) Tekür:
-Şu bana saygı göstermeyip hastayım diyen rahipten ben, korkmuş (l5)
idim. Gafil oldunuz. Hemen onu bulun. Hiç şüphe yoktur ki o Saltık’ın [T625]
(1) kendisidir, dedi.
Hasta rahibi aradılar, bulamadılar:
-Hey <2) sultanım! Hasta rahip iyileşmiş, gitmiş. Yerinde ye İller eser. Ne
adı vardır ne de nişanı, (3) dediler. Tekür parmağını ısırıp:
-Eyvah! Bu hilebaz Saltık’ın elinden bağrımız kan (4> olmuştur. En son
bizim başımıza da bir bela getirecek. Hâlimiz ne olacak, deyip gönlü (5)
korkuyla doldu.
Server, İstanbul’un içinde hemen bir bodrum (6) buldu. İçine girip
sessizce oturdu. Hikmet-i İlahi; meğer o evin sahibi de gizlice din (7) tutardı,
Müslüman idi. Seyyid’in de dostu idi. Server’i üç gün (8) aradılar, bulamadılar.
Sonunda aramaktan vazgeçtiler. Server, tekrar dışarı çıktı.
Saltık o (9> üç gecede, adı sam belli on kâfir beyini öldürdü. Tekür, âciz
kaldı. (l0) Tekür tekrar yüksek divam topladı, beylerine:
-Gördünüz mü? (ll) Henüz Şerif burada değil iken Türçinlerin cinmieri
gelip sizleri (l2) kırmaya başladı. Gücünüz ve kudretiniz yoktur ki def edesiniz.
Ben öyle inanıyorum <l3) ki Saltık şöyle açıktan gelse, divan içine girse, kendini
bildirse, siz (14) ona zarar veremezsiniz. Eliniz ve ayağınız tutmaz, heybetinden
aklınız gider, (l5) kuvvetiniz kesilir, dedi ve yüksek sesle o kâfirlere bağırıp
çağırdı, sövdü. [T 6 2 6 ](1) O kâfirler:
-Ne canı var? O buraya aşikâre gelse, şöyle ederiz, böyle ederiz,(2) diye
lâflar ve güzaflar ettiler. Tekür:
-Ya Saltık! Eğer er isen gel. Bu kâfirlere (3) kendilerini bildir, dedi.
Server, bu konuşulanları dinliyordu. Hemen (4) evine geldi, Menucher
cinnîyi davet etti:
-Ya Menucher! <5) Tekürün divanına açıktan gitmek istiyorum. Kerem
eyle, kardeşlik eyle, gazaya benimle birlikte gel. Eğer (6) bana el sunarlarsa siz
de kâfirlere kılıç vurun. Korktuklarını görmenin zevkini yaşayalım. <7) “İslam
dinine cinmler itaat ederler. Müslümanlara sıkıntı anında gelip (8) yardım
ederlermiş.” desinler, dedi. Menucher:
-Ya Server! Üç gün önce (9) Kanus, Gaytas ve Gartayfas cinnî bana geldi.
Benimle oldular. Sizi ( 0> ziyaret etmek isterler, dedi. Server:
-Seninle birlikte gelsinler, görelim. Hemen gelsinler. <n) Ben, tekürün
divanına gidiyorum, dedi.
Menucher hazırlandı, gidip haber (l2) verdi. Bu tarafta Server, silahlarını
giyindi. Tekürün divanına gitmek üzere yola çıktı. O <l3) gün sancak dikilmişti.
Server; büyük divanın içine girdi, (14) tekürün yanına yürüdü:
-Hey, kimsin herif, nereye gidiyorsun, dediler. Server:(15)
-Elçiyim, dedi.
İleri yürüdü. Tekürün önünde boş bir kürsü vardı. Geçti, teklifsizce
[T 6 27](l) onun üstüne oturdu. Çevrede duran kâfirlere sert s e r t(2) baktı. Döndü,
başını salladı. Sonra sessizce durdu. (3) Birazdan tekür başını kaldırıp:
-Kimsiniz, neye geldiniz? Nereden (4) geliyorsunuz, diye sordu. Server:
-K af Dağı’ndan geliyorum. Bir milyon cin askeri (5) toplanıp geldi.
İstanbul Kalesi’ni yeri ve yurdu ile kaldırıp (6) denize atacaklar. Buraları alıp
bütün kâfirleri kıracaklar, dedi. Tekür:
-Senin sözünün gerçek (7) olduğunu nereden bilelim? Elinde kâğıdın yok,
nişanın yok. S en(8> nasıl elçisin, sana nasıl inanalım, dedi.
Kâfir beyi gazaba gelip yerinden kalktı: (9)
-Ben seni öldüreyim. Gelip burada bize korku vermek nasıl olurmuş sana
göstereyim, (l0) deyip eline gürzünü aldı, Server’in üzerine yürüdü:
Server (ll) işaret etti. Bir cinnî o laine bir kılıç vurdu, başı top gibi yere
düştü. (I2) Kılıcı gördüler, fakat çalan kimdir göremediler. Tekür, o hâli (l3)
görüp:
-Sessiz olun, bu kavgayı bırakın, dedi. Saltık’a dönüp:
-Cinnîler seninle birlikte (14) midir, dedi. Server:
-Ya tekür! Eğer bir kez işaret edersem seni taht ve <15) tacınla, şehir ve
diyarınla altını üstüne getirirler. İstersen gör, dedi. Tekür [T628] (l> hayran
olup:
-Ya Server! Dinin için doğru söyle. Sen Saltık (2) mısın, dedi.
Server, hemen yüzünden örtüyü indirdi:
-Ya tekür! Bilmiş ol ki (3) cihanın pehlivanı Saltık, benim. İşte geldim.
Her kim yiğit ise, mertlik davasını<4) ediyorsa gelsin, işte meydan, dedi.
Bu sözleri işitince kâfir beyleri ayağa kalktılar. (5) Server, daha
kıpırdamadan başları önlerine düştü. Dokuz ünlü kâfir (6) helak oldu. Tekür
buyurdu:
-Elinizi çekin, sakin ohın, dedi.(7)
Kâfirler yerlerine varıp durdular. Server:
-Ya tekür! Bu itlerin her biri, (8) kendisini bir adam sanır. Ben at
meydanına gidip bekleyeceğim. Her kim er (9) ise oraya gelsin. Üç gün
meydanda bekleyeceğim. Eğer cesareti olan varsa (l0) gelsin, dedi.
Bunları söyledikten sonra kalktı, meydanına geldi. Bir direğe arkasını
dayayıp (ll) oturdu. Kâfirler yerlerinde kuruyup kaldılar. Server, at meydanında
(12) oturuyordu. Kanus, Gaytas ve Gartayfanis geldiler. Server’le buluşup
görüştüler. (13) Server orada beklerken bir kâfir çıkageldi. (14) İstanbul’da ondan
daha kuvvetli ve heybetli bir kâfir yoktu.
O gün divanda <l5) bu pehlivan yoktu. Mahmur bir şekilde yatıyordu.
Kalktı, divan odasına geldi. Saltık [T629] (I) hazretlerinin gelip bunun gibi işler
ve hünerler ettiğini işitti, kalkıp tekürün (2) yanına çıktı, öfkelendi:
-Sen böyle bakacaksın. Bir Türk yalnız gelecek, (3) böyle işler edecek,
elinizden bir şey gelmeyecek. Peki diğer Türklere nasıl cevap (4) vereceksiniz,
dedi. Tektir:
-Sen ne konuşuyorsun? İşte, at meydanında. (5) Orada bekliyor. Er isen
git, onunla konuş, dedi.
O kâfirin adı, Estekoyani idi. (6) Hemen kalktı, o lain kibir ve gururla
atına bindi, (7) at meydanına gitti. Tekür onu gördü. O da kalktı, atına binip (8)
gitti. Sürdüler, at meydanına geldiler. Gördüler ki kalabalık. (9) Server’e
bakarlar. Server, kılıcını omuzuna koymuş, arslan gibi kükreyip <10) bekliyor.
Estekoyani, atını sürüp Server’in üzerine yürüdü. Kılıç çekti: 0 *
-Ya sihirbaz! Seni helak ve harap edeyim. Bu Mesih ümmeti, kaç yıldır
<l2) senin yüzünden kan yutar. Onlar şerrinden kurtulsunlar, dedi. Hemen o (13)
it, atını meydana sürüp Server’e süngü ile saldırdı.
Server, lainin süngüsüne (l4) mübarek avucunu tuttu. O süngünün demiri
eğildi. Server’e zarar (1 1 gelmedi. Saltık Gazi, ansızın bir nara attı. [T630] (l>
Sanki gökler yıkıldı. Server, elindeki yalın kılıcı ile o kâfire öyle bir kılıç <2)
vurdu ki bir budu yere düştü. Kâfir onu gördü. Sundu, <3) mızrağın ucuyla
yerden aldı, Server’e attı. Server geriye sıçradı, o bud (4) yere düştü. O kâfir el
salladı:
-Ok atın, durmayın, dedi.
Kâfirler hep birtlikte (5) ok yağmuruna tuttular. Her kişinin oku geri
döndü, kendine dokunup helak etti. Üç yüzden (6) fazla adam öldü. Tekür feryat
edip:
-Bre melunlar! Sakin olun, dedi. (7)
Kâfir yaralı idi. Atından yıkıldı, düştü. Saltık; atını sürdü, (8) yanma geldi:
-Gel, Müslüman ol. Sana dua edeyim, tekrar sağlam ol, dedi.
O <9) lain, saçma sapan konuşmaya başladı. Server ayağıyla tepti, gitti.
Tekür işaret etti. (l0) At meydanmda bir kilise vardı, orada çok akıllı ve olgun
bir rahip otururdu. Adma, Berahim derlerdi. (U> Kırk tane öğrencisi vardı. Onu,
öğrencileriyle çağırdı:
-Git, bize Saltık ile (12) barış yaptır, dedi.
Tekliflerini ona söyleyip gönderdi. Kendisi (l3) atla o meydanda bü
yüksek yerde durdu. O rahip atmı sürdü, kırk (14) öğrencisiyle birlikte Server’in
yanma geldi. Rum dilince selam verdi:
-Ya Server! Kılıcını (l5) bırak. Seninle, din hakkında konuşalım. Şunu
anladık ki sana kimse erlikle karşı duramaz. [T 6 3 1 ](l) Şerif:
-Ya rahip! Benim hediyemi kılıcımdan anla. Bu kılıcın keskinliği, <2)
İslam dininin kuvvetindendir. Yoksa benim ne gücüm var ki bu halka karşı
durayım. Sen (3) aklıllı ve faziletli kişisin. Bunu tartışmaya gerek var mı, dedi.
Berahim:
-Server, doğru söylüyorsun. (4) Sana bir soru sormak istiyorum. Doğru
cevap ver, dedi. Server:
-Söyle, (5) nedir? Onu işitelim, dedi. Berahim:
-Bu ölüm nasıldır? Acısını ve tatlısını insanlara <6) anlat, dedi. Server:
-Ya Berahim! Şöyle bil ki bizim (7) Peygemberimize Allah teala haber
verdi, ve Resulümüz de şöyle buyurdu: (8) “Mevtii ’l-müomini ke-nevmin ve
mevtü ’l-münâfıfçı ke-semum” <9) dedi.
Berahim, bunları duyunca bir kez haykırdı, öğrencilerine (10) dönüp:
-Bu kişinin dini Hak’tır. Ben Müslüman oluyorum. Siz ne dersiniz, dedi.
O nlar:(,,)
-Sen hangi dinde isen biz de kabul ettik, biz sana tâbiyiz, dediler.
Berahim hemen ayağa kalktı, imana geldi. <l2) Öğrencileri de onunla
birlikte Müslüman oldular, saadete eriştiler. (
Server, Habeşistan’a gittiğinde tekürün kızını cazuların elinden
kurtarmıştı. (l4) Berahim rahibin Müslüman olduğunu gördü, tekürün kızı da
İslamiyeti kabul(15) etti. Tekür feryat etti. Kâfirler hep birlikte hücuma geçtiler.
Server bir kez bağırıp: [T 632](l)
-İncil hakkı için sakin olun. Yoksa hepinizi kılıçtan geçiririm, göz
açtırmam, dedi. (2)
Tekür, kâfirleri geri kovup men etti. Server; Berahim rahibe, kıza ve
öğrencilerine (3) işaret etti. İstanbul’dan ayrıldılar, Kadırga limanına indiler.
Server, (4) at meydanında bekledi. Onlar limana inince burada bulunan kâfirler:
( 5)
Hadis: “Mümin ölümü, uyku gibidir. Münafikın ölümü ise zehir gibidir.”
Kâfirler gördüler ki Saltık, at meydanından kuş gibi (l5)uçup geldi. Oraya
kondu, hücum etti. Hemen [T633] (l> kaçtılar. Server, Berahim’in elini tutup o
kıza ve öğrencilere:
-Birbirinizin <2) ellerini tutun, dedi.
Kendisi, Kadırga limanına doğru yürüdü. Demirden (3) bir kapısı vardı,
kilitli idi. Server, kilitleri mübarek eliyle burdu. (4) Demir, elinde hamur gibi
yoğuruldu. Yürümeye devam etti, denize girdi. Ardmca (5) o yeni Müslümanlar
da el ele tutuşup girdiler. Denizin suyu topuklarına gelmedi. Server, <6) yeni
Müslümanları kalenin duvarı kenarmca tutup götürdü.
Kâfirler; (7) oklar, tüfekler attılar. Onlara hiç zarar vermedi. Gelip Heftüm
Burcu’na, yani Yedi(8)kule’ye girdiler. O burç kâfirleri önlerini kesti, denizden
gemilere binip <9) Server’in ardına düştüler. Server Saltık, mübarek eliyle o
gemilere bir kez <l0) işaret eyledi. O gemilerin her biri olduğu yerde kaldı,
gidemediler. O (ll) burcun kâfirlerinin elleri ve ayakları kırıldı, şaşırıp kaldılar.
Server yürüdü,(l2) dışarı çıktı. Durdu, Berahim’e:
-Ya Server! Ben senin rızkını ve malını(l3) bunlardan almayınca gitmem,
dedi.
Berahim, Seyyid’in ayağına düşüp:
-Ya Server, <l4) İman getirdiğim zaman bütün mal ve rızıktan vazgeçtim.
Yürü, gidelim, dedi.(15)
Oradan ayrıldılar, Edirne’ye gitmek üzere yola çıktılar. Doğru Eski
Baba’ya geldiler. Oranm [T634] (l) beyi İsmail, onlara atlar buldu. Bindiler.
Oradan da ayrılıp (2) İslamın başkenti, gaziler ocağı Edirne’ye geldiler. Orada
oturup <3) ulu camide ibadetle meşgul oldular.
ALTINCI BÖ LÜM
B A B İL HİKÂYESİ
Biz geldik <4) bu tarafa. Tekür bu hâlleri gördü, hayret etti. Oradan atını
sürüp sarayına geldi. (5)Çok üzüldü, bir süre divana çıkmadı. Kâfirler geldiler:
-Ya tekür! Niçin dışarı (6) çıkmıyorsun, sebep nedir, diye sordular. Tekür
ağlayıp:
-Ey kâfirler! Ben size sakin olun demedim mi? (7) Beni, Türklere madara
ettiniz. Birkaç akça vermekten ne çıkar? Siz bütün âleme rüsva <8) olmadan
uslanmaz mısınız? Sonunda yüzümün suyunu yere döktünüz, dedi.
Tekür böyle (9) deyince bir rahip başını kaldırdı:
-Ya tekür! Ben çok güzel bir tedbir buldum. Eğer (l0> kabul ederseniz,
anlatayım, dedi. Tekür:
-Hadi anlat. Belki isabetli olur, görelim, dedi. O (11) rahip:
-Saltık’a elçi gönderin. Diyelim ki “Denizden öte olan yerleri, (l2)
Harcınevan (Amasya) da dâhil, ne kadar kale varsa sana verelim. Denizi sınır
(13) kabul edelim. Sen de bize Edirne’yi ve o aldığın diğer yerleri ver, değişelim.
(14) Ayağını Rum mülkünden çıkar, Yunan’a git.” Eğer bu mübadeleye * razı
olmazsa sonra diyelim ki “Bütün dünyanın kâfirlerini başına toplarız, [T 6 3 5 ](1)
Cebel-i Müsahhar’dan, Babil’den o cazuyu getiririz.” Belki korkar. Eğer
korkmaz ise (2) biz de hemen bunları getirelim, üzerine hücum edelim, ortadan
kaldıralım, <3) dedi.
Bu fikri beğendiler, hemen bu sözleri bir kâğıda (4> yazdılar. Server’e elçi
gönderdiler. Elçi, Server’in yanma geldi. Edirne’de buluştular, elçi bu mektubu
l5) arz eyledi. Server, mektubu alıp okuyunca tebessüm etti
-Ey kâfirler! (6) Biz Allahutealanm emirlerine itaat eden kullarız. Bize
şöyle emir olmuştur ki gün batısında dahi (7) sizi bırakmayız. Her Türk,
anasından size düşman doğar. Kurt, koyunla nasıl (8) dost olursa öyledir. Biz
sizden korkmayız. Elinizden (9) ne gelirse yapın. Hak teala bize yardımcıdır.
Yürü, git. Söyle, tekür işine baksın, <l0) bildiğinden kalmasın, dedi ve elçiyi
gönderdi.
Saltık; tekürün Müslüman (ll) olan kızını, Berahim’e verdi. Onun adını,
İbrahim koydu. Edirne’de kaldılar. Server kalktı, <12) Edime halkına veda etti.
Kilaşpol’a gitmek üzere yola çıktı. Yakınlaştı, (13) denize geldi. Kilaş halkı
kaçıp kaleye girdiler. Server, onlarla ilgilenmedi. <l4) Elinde, Ebu Bekir’in asası
vardı. Onunla denize bir kere vurdu. Deniz ikiye bölündü, <15) sokak gibi oldu.
Hatta denizin dibi göründü. Oradan atını sürdü, [T636] (1) denize girip gitti.
Karşı tarafa geçince Ömer İbn-i Hattab’ın turasını bir kez yere (2) vurdu. Sesi,
karaları ve denizleri salladı. Osman bin Affan’ın kamçısıyla atını kamçıladı, (3)
yoluna devam edip gitti.
Saltık; Konya’ya uğramadı, Tebriz’e yöneldi. Turiz’e ulaştı. (4) Oranın ne
kadar halkı varsa karşılamaya geldiler. Server oradan Kazerun’a gitmek üzere
ayrıldı. Varıp <5) Ebu İshak’ı ziyaret etti. Server, orada birkaç gün dinlendi. (6)
Sonra İsfahan’a yöneldi. Kumin ve Kaşan şehirlerinden geçti,(7) İsfahan’a çıktı.
Server, on gün İsfahan şehrinde durdu. İsfahan’dan Şiraz’a gitti. Birkaç dün de
orada kaldı. Sonra Azer’e gitmek üzere yola çıktı.
Server (9) dağlarda yürüyordu. Karşıdan bir bölük insan çıkageldi. Server
onları gördü. Oğul, (10) kız, yaşlı koşarak gelirler. Server, onlara sordu:
-Ne oldu, kimden kaçıyorsunuz, dedi. Onlar: (11)
-Ya Server! İlimizde bir ejderha peyda oldu, ondan kaçıyoruz, dediler.
Server:
-Sizin (12) içinizde fesatlıkla uğraşan kimse olmalı. Sizin üzerinize Hak
<l3) teala bu ejdehayı gönderdi. Bu sizin kendi nefsinizin şomluğundandır. Şimdi
<l4) dönün, tövbe edin. Yaramaz işleri ve sözleri terk edin, dedi.
O halkı dönderdi. (l5> Yürüdüler, ejderhanın olduğu yere geldiler. Server,
o canavarı görünce dört köşeli bir [T637] (l) kalkan yaptı. İki köşesine süngü
demrenleri gibi demrenler yaptı, (2> ortasından bir delik açtı. İki eli ile tuttu,
ejderhaya karşı yürüdü. (J) Kalkanı dikti. Ejderha haykırarak üzerine yürüdü.
Server, o <4) kalkan deliğinden ona bir ok attı. Ok, ağzından girdi, kafasından
çıktı. (5) Ejderha feryat etti, zehirlerini saçtı. Server bir ok daha vurdu. Canavar,
bu okla (6>kendinden geçti. Server ileri varıp bir daha vurdu. Üç okta onun işini
tamam eyledi. (7) Ejderhanın derisin yüzdüler, nişan için saman doldurdular.
Server oradan ayrıldı, <8) Babil’e gitmek üzere yola çıktı.
Babil topraklarına girince o diyarın meliki; Server’i karşıladı, <9) saygı
gösterdi. Melikin adı, Selman idi. Server:
-Ya Selman! Bu Babil’de, Cebelü’l-Musahhar (l0) nerededir? Benim
yanıma kılavuz ver. O dağa gidiyorum, dedi. Selman:
-O <H) dağa kim çıkarsa hasta olur. Korkarız, biz oraya gitmeyiz, dedi.
Server:
-Ya Selman! (l2) Ben Rum’dan buraya onun için geldim, dedi. Selman:
-Ben kulunuz, size kılavuzluk (13) yaparım. Hemen kalkın, gidelim, dedi.
Kalktılar, o dağa çıktılar. O dağ, gayet sarp (14) idi. Bin belayla onun
tepesine çıktılar. Server bir yerde durdu. Selman’a: *l5)
-Ya emir! Yürü, bak, bu dağda bir kuyu var mı, dedi.
Selman gezmeye [T638] (1) başladı. Gezerken bir mağara gördü. Bu
mağaranın içinde saçları ağarmış bir kadın otururmakta. (2) Selman’ı görünce
haykırdı. Selman, onu görünce korkup (3) geri döndü. Server’e gelip haber
verdi. Server kalktı, (4) ondan tarafa yöneldi. Mağaraya geldiler. Server ileri(5)
yürüdü. O kadın çağırdı:
-Ya Saltık! Buraya da mı geldin? (6) Öküz boynuzuna girsek senden yine
kurtuluş yok, dedi.
Server ileri vardı. O <7) kadın taşla ağaca yapıştı, feryat etti. Server:
-Ey melune! <8) Sakin ol, yoksa seni öldürürüm, dedi.
Kadın sakinleşti. Server, onun saçından (9) tutup yere vurdu. Elini
kafasına bağladı, birkaç değnek vurdu:
-Doğru(l0) söyle. Harut ve Marut kuyusu nerededir, dedi.
0 (,l) kadın küfretti. Server onu öldürmeye niyetlendi. Selman:
-Ya Server! Bu dağda (l2) bir cazu vardı. Adına, Rad derler. Onun nerede
olduğunu bu laine sor, dedi. Server, o (13) kadına:
-Haber ver, Rad cazu nerededir, dedi. O kadın:
-Elburz Dağı’na gitti. (14) Eğer o gelirse, sana çok işler yapar, dedi.
Server, o kadına:
-Gel, Müslüman ol, dedi
Kadın, (l5) Server’e sövdü. Server, kadını götürüp bir kayadan aşağı
bıraktı. Kadın, paramparça [T639] (l) oldu. Server atını sürdü, o dağı seyretti.
Geldiler, (2) bir kayanın yanında durdular. Kaya, büyük bir ev kadar vardı. Bir
yanı delik, büyük bir mağaranın içindeydi. (3) Server, Selman’a:
-Sen burada dur, ben bu delikten aşağı ineceğim. Büyük ihtimalle
aradığımız kuyu (4) bu, dedi.
Server, beline kement bağlayıp o kuyuya girdi. Kırk dört kulaç (5) yere
inip durdu. Baktı, karşısında bir kapı gördü, içeri girdi. (6> Büyük bir mağara;
genişliği ve derinliği kırk arşın var, fakat içinde hiçbir şey (7) yok. Şaşırdı.
Dönmeyi düşünürken kulağına bir ses geldi (8) “Fatiha suresini oku, acayip
şeyler göreceksin.” dedi. Server, hemen Fatiha’yı okudu. <9) Elini yüzüne sürdü.
Bir de ne görsün? İki kişi başı aşağı asılmış, (10) teşbih çekerler. Server görünce
onlara selam verdi:
-Günah eden (ll) Harut ve Marut siz misiniz? İdris aleyhisselam
zamanında gökten indiniz. (12) Nefs istediniz, fesat ve günah ettiniz. Azap
çekme cezası aldınız. Bu (13) size yetmedi mi? Niçin tekrar bu halka sihir ve
hile öğretiyorsunuz, dedi. Onlar:
-Ya Şerif! Vallahi (l4) biz sihri asla kimseye öğretmedik. Hazret-i
Peygamber dünyaya ayak basandan beri hileyi, Ebu (15) Ali Sina’ya söyledik.
Ehl-i İslam kuvvetli olsun, sihirbazlar yok [T640] (1) olsun, dedik. Bunu, Resul
hazreti gelmezden evvel derdik. Sihirbazlar (2) gelirdi, cimrilik yapmazdık.
Kur’an indikten sonra önceki bilimler feshedildi. (3) Bize, sihir öğretmememiz
gerektiği emredildi. Ya Server! Bu (4) sihirbazlar, sihiri şimdi şeytandan
öğrenirler, dediler. Server:
-Gece gündüz (5) böyle mi duruyorsunuz, dedi. Onlar:
-Evet, böyle duruyoruz. Fakat namaz vaktinde indiriyorlar, dedi. Server:
İn cik : Diz kapağı ile topuk arası, bunun topuğa yakın olan kışımı.
delinir, boğazına geçer. Topuğunun yarasının (4) acısından duramayıp kaçar.
Sonunda bu yere gelir. Ecel yetişir, burada vefat eder. (5) Bir ayağını bu sudan
karşıya uzatır. Canının acısıyla böyle kalır. Bu zamana kadar (6) ulaştı, dediler.
Seyyid çok şaşırıp Halde’ın hikmetine hayran oldu. (7) Gece orada
kaldılar. Ertesi gün U c’un ayağının inciği(8) içinden geçtiler, Türkistan tarafına,
kuzeye doğru gittiler. Yirmi bir gün (9) sefer eylediler. Sarp dağlar ve dereler ile
ıssız yerler geçtiler. Yirmi dördüncü (10)gün kalabalık bir yere çıktılar.
Raviler rivayet ederler; O memlekete, (I1) Kızhan ili derlerdi. Belh’ten,
bezirgânlar üç ayda giderlerdi. Oraya (l2) her zaman uğrarlardı. Seyyid ile
yoldaş olan kervan, Belh bezirgânları <13) idi. Orada konakladılar. Kızhan ilinin
beyinden (l4) izin alıp iç iline girdiler, gittiler. Kırk gün daha sefer ettiler. (15)
Başkentine eriştiler, büyük bir şehir gördüler. [T643] (l) Etrafı bağ ve bahçe,
ırmakları ve pınarları akmakta. Güzel bir (2) şehir.
Bu memleketin halkının tamamı kadın idi. Sipahileri ve (3)beyileri, bakire
kızlar idi. Beyleri öyle güzel idi ki (4) o diyarda bir benzeri yoktu. Seyyid ile
kervan, (5) şehirde bir hana kondular. Server, bunların ahvâlini öğrenmek için
şehirde <6)oturan yaşlı kadınları sordu. Onlar, Server’e anlattılar: (7)
-Ya Seyyid! Hak teala burada dişileri halk eylemiştir. <8) Bizim oğlumuz
olmaz, doğanlarımız hep kız doğar. Ne zaman gebe olmak (9) isterlerse, burada
bir ağaç biter. Onun yemişi insan hayasına, yaprakları ise (l0) erkeklik organına
benzer. O yemişten alırız, onu kırk gün boyunca sabahtan (ll) aç kamımıza
yeriz. Kızıl kana benzer suyumuz vardır. Diğer sular (l2) gibi değildir, onu
içeriz. Hepimiz kamımızı o ağaca üç gün süreriz. <13) Sonra mermer üzerine
otururuz. Allahutealanın izniyle ve hikmetiyle gebe (l4) oluruz. Dokuz aydan
sonra doğururuz. Hep kız doğururuz ve (l5) bizden asla erkek doğmaz. Hâlimiz
budur. Bizim beyimiz, kız olur. [T644] (1) Bey olan kızı, doğurduğu zaman
azlederiz. Yerine başka bir kızı bey dikeriz, dedi. Server:(2)
-Eğer o yemişten yemese, doğurmasa ne yaparsınız, diye sordu. Onlar:
-Ya Server! (3) Bir kız baliğ olup hayz gördüğü zaman üç yıl sabrederse
eder. Dördüncü yıl, Hak (4) teala ana yüreğinden ona bir ağrı verir. Gidip o
yemişi yer, sıhhat (5) bulur. Üç yılda bir böyle olur. Yetmiş yaşına ulaşıncaya
kadar da doğurur.(6)
Server Saltık bu sözleri dinledi. Hayran olup:
-Kudret şenindir e y (7) Hak, dedi ve devam etti:
-Babasız oğlan doğurtan Sen’sin. Nitekim Âdem’i ve (8) Havva’yı
topraktan yarattın. İsa Peygamber’i babasız, bir nefes (9) şişkinliğinden,
Meryem’in belinden vücuda getirdin. Şit’i hikmetinle (10) sen halk eyledin.
Kudret, hikmet ve halkın sahibi Sen’sin, dedi.
Saltık, kendini o (ll) kadınlara tanıttı. Onlar, Seyyid’i işitirlerdi. Gelip
ziyaret (12) ettiler. Kızhan’ın kendisi atına bindi halkıyla birlikte gelip Seyyid’e
armağanlar (l3) getirdi. Seyyid’i alıp ulu bir sarayda kondurdular, misafir ettiler.
(14) Seyyid, kırk gün orada konakladı. Kızhan, zaman zaman divana toplantıya
giderdi. (l5) Seyyid’e altın kürsü verdiler, onda otururdu. Kızhan, Seyyid’den
sordu: [T 645](1)
-Bu diyara gelmekteki maksadınız nedir, dedi.
Kızhan Cevher Banu sorunca Seyyid:(2)
-Ya Cevher Banu! Buraya, Rad cazuyu aramaya geldim, dedi. Banu:
-Ya Server! Biz Müslümanız. (3) Evvelce analarımız zamanında Halil’in
halkıimişiz. Bizi İslam dinine, <4) Alibin Ebi Talib döndürmüş. Bize
davetname gönderdi. Onkişi geldiler. (5) İmam’m izniyleburadan bir kız alıp
evlendiler, bize İslam dinini <6) öğrettiler. Onlar vefat edip gittiler. İzleri bile
kalmadı, dedi.(7)
Seyyid gidip o yedi kişiyi ziyaret etti. Melike:
-Ya Saltık! Bu (8) kişiler, bu diyar halkını İslama getirmişlerdir. Şimdi
burada (9) duruyorlar. Rad cazu bize yakındır. Saldırp her yıl zahmet (10) verir,
kendine davet eder. Yedi yıldır Rad bize haber gönderir, “Dönün,<U) kâfir olun,
yoksa sizi öldürürüm.” diye. Biz, senin kolu kuvvetli (l2) bir gazi olduğunu
duyduk. Onun elinden kurtulmak için, “Git, Saltık ile cenk et, (l3)biz de sana
tâbi olalım, ne dersen kabul edelim.” dedik. Bizimle anlaşma yaptı. (l4) Gidip
senin başını bize getirecek. Sen (l5) veliyyullah ve ehlullahdansın, onu helak
edeceğini ümit ediyoruz, dedi. [T 646](l) Server, onu dinleyince:
-Ya Banu! Sabrım kalmadı, o melunu aramaya çıkacağım,(2) dedi.
Hemen orada Banu’ya veda etti, Tatarların kadınlarının ilinden çıktı, (3)
Abdulmümin’in diyarına gitmek üzere haraket etti. Yirmi dört ay sefer eyledi.
(4) Kervancılardan ayrılmıştı. Ulaşınca orada bir kavim gördü. Hepsi, dinine
bağlı idi. (6) Kavimin âlimleri, salihleri inanan taife idi. (7) Seyyid’i görünce
tanıdılar. Ona rağbet ve izzetler eylediler. Alıp beylerinin <8) yanına getirdiler,
konuk ettiler. Seyyid, onlara vaaz edip Hak tealanın (9) lütfunu ve emirlerini
anlattı. Onlar da canla dinlediler.
Raviler (10) rivayet ederler, o kavmin insanları çok yaşardı. (ll) Orada ulu
dağlar vardı. Ecelleri yetiştiği zaman o dağlardan ses gelirdi, “Ya falan <l2) oğlu
falan! Ecelin geldi, vadin tamam oldu, gel.”
O (l3) kişi hemen abdest alır. Koşa koşa giderdi, o dağın üstüne çıkardı.
(14) Bir yere varıp dururdu. Kıbleye karşı tekbir edip el bağlardı, (15) ibadet
içinde canını Hakk’a teslim ederdi. O dağlarda el bağlamış, saf saf olmuş,
[T647] (1) namazda durur gibi ölü adamlar çoktur. Saymakla bitmez. <2) Server;
o kavmin melikinden, melik Caber’den sordu:<3)
-Ya Server! O ses gelince gitmeseniz olmaz mıydı? Öyle deyince Melik:
-Ya Server! Benim babam ölürken sesi işitmiş gidiyordu. Ben, (5) “Gitme,
otur!” dedim. Babam bana, “Şu benim boynumdaki demir zinciri görmez
misin? (6) Çekip zorla alıp giderler. Ben kendi isteğimle gitmiyorum.” dedi ve
(7) ağladı. Sonunda gitti, atalarının yanında durdu. Sanını teslim etti, <8> orada
kaldı, dedi.
Saltık ve melik, ata bindiler. Gidip o tayifeyi ziyaret(9) ettiler. Seyyid:
-Hiç bir yerde gönlüme korku gelmedi. O halkı <10) görünce korktum.
Sandım ki bana da ansızın bir ses gelecek. Çok korktum. Ölümden (11)
korkmayan âlemde kimdir? Gelsin, görelim. Ne kadar gafil olsa da geldiği
vakit(l2’bilir, dedi. Hemen o dağdan indi. Melik:
-Ya Saltık! (13) Mübarek benziniz soldu. Galiba korktunuz, dedi. Seyyid:
-Ya melik! Bu ecel (l4) dedikleri bir korkudur. Yerler, gökler buna
katlanamaz. Hak’tan (l5)izin olsa da bu kurtulsa, dedi. Melik:
-Ya Server! Tanrı’ya [T648](1> sığınalım. Ölüm darlığı, ana kamından
dünyaya gelmek gibidir. Hiç (2) kimse dünyaya geldiğini bilmez. Öldüğünü de
bilmeyecektir. Zira akıl, candan (3) önce gider. Aklı gidince ten ne olduğunu ne
bilsin? (4) Can göğse gelince akıl dışarı gider. Göğsünden boğazına çıkar. <5) O
vakit ötesi keşfolunur. Utanma kaybolur, makamat görünür. Ötesine (6) ulaşır,
berisini unutur. Öte taraftaki yerini görüp <7) gitmeyi ister. Son hâlidir,
görecektir. Her ne ise orada, o vakit ona (8> görünür. Nitekim Hak teala, Kelam-
ı Kadim’inde buyurur “Kavlhu ta0 âlâ fe le v lâ izâ l9>beleğati ’l-hulküme ve
entüm hine zzirı tenzurüne ” Seyyid, melike:
-Ya melik! (l0) Güzel söylüyorsun. Allahuteala bütün kullarına kolaylık
versin, dedi.
Oradan atlarını sürüp (11) saraya geldiler. Seyyid üç gün orada kaldı.
Dördüncü gün melike (12) veda etti, Rad cazuyu aramaya gitti. Sarp dağlara
düştü. (13) Otuz gün gitti, bir ulu dağa ulaştı. Bu dağın başı göğe değmişti. (l4)
Server, oraya çıkmaya meyletti. Gördü ki o dağ (l5) üstünde bir alay adam
belirdi. Bir ses geldi: [T 649](1)
-Ya Saltık! Bu yere niçin geldin? Bu yer sarptır. Buna, Cebelü’l-Asb (2)
derler. Biz atadan dev, anadan insanız, dediler. Seyyid: (3)
-Sizler neden dev neslindensiniz, aslı nedir, diye sordu. Onlar:
-Ya Saltık! Süleyman Peygamber’in (4) İstahır dev hikâyesini bilmez
misin, dediler.
Seyyid onları hatırladı. (5) Onlar haramzadelerdir ve cin aslındandır.
Şerif sordu:
-Ya kavim! Rad (6)cazu burada mıdır, dedi. Onlar:
Kur’an. Vakı’a suresi, 83-84. ayetler: “Can boğaza dayandığı vakit siz o zaman bakar
durursunuz .”
-Server! O dediğin R ad,(7) Elburz Dağı’ndadır, dediler.
Server onlara inanmadı, “Bunlar şeytanların aslıdır, insana şeytanlar
doğru (8) söylemez.” deyip onlara hücum etti. Onlar; Seyyid’e taşlar (9) attılar,
cenk ettiler. Seyyid gördü, o sarp yerden kolay bir (l0) yere vardı, durdu.
Mübarek gönlüne şüphe düştü. “O Rad cazu (II) belki buradadır.” diye
düşünürken kulağına bir ses geldi. O tarafa baktı, (l2> gördü ki Menucher cinnî
çıkageldi. Selam verdi: (13)
-Ya Server! Bu taifeden ne istersin, dedi. Server:
-Bu taife (l4) nasıl bir kavimdir, diye sordu. Menucher:
-Ya Server! Bu taife kötü şeytanların <15) neslidir “-0aleyhimü ’ila0 net-
Raviler şöyle rivayet ederler; Süleyman aleyhisselam, [T650] (1) âleme padişah
olmuştu. İnsanlar, cinler, yabani hayvanlar ve kuşlar onun emrinde idi. (2)
Mübarek parmağında kızıl yakuttan bir yüzüğü vardı. Onun huzurunda Arap
dilince, yeşil (3) hatla, “Esmaullah”tan bir isim yazılmıştı. Bütün mahlukat, ona
(4) tâbi idi. Yetmiş melaike o isme, o mühre hizmet ederdi. Mahlukattan (5) her
kim asi olsa helak eylerlerdi. Süleyman’ın tahtını yel (6) götürürdü, bulutla
beraber giderdi. Bir günde kırk günlük yol alırdı. (7) Devler bir halı
dokumuşlardı. Kırk fersah* yer ene ve uzunluğa (8) yetişirdi. Onun üstünde dört
milyon insan, cin ve hayvan <9) dururdu. Yere indiği zamanlarda onun üzerinde
divan toplayıp toplantı yaparlardı. (l0)
Günlerden bir gün Süleyman, abdest bozmaya gider. (ll) Elindeki yüzüğü
bir hacibin oğluna verir, emanet eder. Kendisi helaya girer. (l2) İstahır dev,
Süleyman’ın hizmetini yaparken onu görür. Süleyman suretine (l3) girip
oğlandan yü zü p alır. Sonra gelip tahta çıkar, oturur. (l4) Halk onu Süleyman
sanır. Bu tarafta Süleyman geri gelir. (1 ’ Görür ki yerine dev geçmiş, yüzük
elinde. Korkudan kendisini [T651] (,) bildirmez, gider. Kırk gün avare ve
başıboş, aç ve yalın gezer. (2) Sonra gidip deniz kenarındaki balıkçılara ücret
karşılığında hizmet eder. (3) Bu tarafta dev, hüküm ve hükümette türlü türlü
zulme başlar. Halk incinir. (4)
A saf bin Berhiya vezir idi. Ona gelirler, şikâyet ederler. Her ne (5) kadar
söylediyse de sözünü kabul etmez. A saf onu Süleyman sanırdı. (6) Sonra gördü
ki meşru olmayan işler yapar, “Haşa! Bu, Süleyman olamaz.” dedi. Emreder,
Tevrat (7) ve Zebur’u getirirler. Okurlar, onun üstüne üflerler. O kitapların <8)
nuru, devi yakmaya başlar. İstahır dev, tahtından inip kaçar. Dev (9) olduğunu
anlarlar. Halk ardına düşüp kovalar. Tam tutmak üzereyken o dev (l0) elindeki
yüzüğü denize atar. Kendi de Muhite Denizi’ne girip gider.
Süleyman’ın tahtı (11) A sa f a emanet verilir. “Acaba Hazret-i Süleyman
nereye gitti?” (l2,diye aramaya başlarlar. Bu hâlin Hazret-i Süleyman’ın başına
Bebr: Eski kitaplara göre, Hindistan ve Afrika’da bulunan, kediye benzeyen, gayet büyük,
üstü yol yol tüylü, saldırdığı zaman tüyleri kavaran, aslanın bile korktuğu azgın bir
canavar.
-Her kişi bunu yazıp getirsin, dedi. “Lâ havle, ve lâ kuvvete illâ <9>
billahi ’l-0 a liyyi’l-0azfm " Herkes bu ayeti, sürekli tekrar etsin, dedi.
Hem de öyle ettiler. Rad şehre yakınlaştı. (l0) Gördü ki ruhanîler şehri
ortaya almışlar, hiç kimsenin girmesine izin vermezler. Rad cazu (11) âciz kaldı,
Server’e haber gönderdi:
-Ey Saltık! Er isen falan yere gel, cenk (l2) edelim, dedi.
Gaziler ile Server, Rad’a karşı vardılar. O ucube, çirkin <l3) ve şeytan
suretli taifeyi gördüler. Gaziler korktu. Server:
-Gaziler, (14) korkmayın. Bunlar hayaldir, can değildir. Ben bu laine neler
edeceğim, görün, dedi.
Server, bir kere (l5> gök gürlemesi gibi bir nara haykırdı. Rad cazu,
korkusundan yukarı kalktı:
-Bu nedir, dedi. [T 703](l) Cazular:
-O hasmın ve rakibin Saltık’tır. İşte haykırdı, dediler. R ad:(2)
-Merkebimi bana getirin, dedi.
Bir arrslan getirdiler. Sığırdan büyük. Ona bindi, bir yılanı <3> kamçı
edindi. Sürüp meydana geldi. Eşek gibi bir kez haykırdı: (4)
-Beri gel ya Saltık! Seninle hesabımızı sonuca bağlayalım, dedi.
Server; hemen Ankabil’e bindi, <5) meydana çıktı. Saltık meydana çıkınca
Rad:
-Sen kimsin, diye sordu. Server:(6)
-Ey lain! Senin canını alıcıyım. Adım Saltık’tır. Şerifim ki harp sahibi
bir herifim. (7) Seni; memleketler, vilayetler gezip aradım. Allah’ıma şükürler
olsun, ayağıma geldin. Hemen hamle e t ,<8) dedi.
Rad onu işitti, sihire başladı. Gördü ki sihir kâr etmiyor, (9) büyüsü
işlemedi. Melun, neye uğradığını anladı. Elini göndere vurdu, Server’e (l0)
hamle yaptı. Geldi, bir darbe vurdu. Server, onun hamlesini men eyledi. Geri
döndü, meydanın (ll) öbür ucuna vardı, durdu. Gördü ki Server sakindir. Rad,
başını (12) sallayıp:
-Ya Saltık! Bu darbeyi eğer bir dağa vursaydım toz hâline getirirdim. Sen
nasıl(l3) karşı durdun, dedi. Server:
-Ey lain! Senin darben, benim gölgeme bile gelmez, dedi.
Cazu, gazaba (14) gelip bir hamle daha yaptı. Server, onu da merdane ve
şirane men eyledi. Geri bir daha (l5) vurdu. O, hamle hakkını bitirdi. Server:
-Ya Rad! Gözünü aç. [T704] (l) Sana bir darbe vuracağım. Gafil idim,
demeyesin, dedi.
Saltık, kurbanından Ramin İbn-i Adi’nin yayını (2) eline aldı. Bir adam
boyunda idi. O (3) büyük yayı çekti, onu eline aldı. Bir kez, “Ya Allah!” dedi. (4)
Kirişe bir ok koyup attı. Ok, Rad’ın kalkanına dokundu. (5) Kalkandan geçip
göğsüne mıhlandı. Sonra öte yanından geçti. Rad hemen (6) yıkıldı. Bir kez
çağırdı, bağırdı:
-Şebşas, benim intikamımı senden alacak, dedi ve bir iki (7) debelendi,
can verdi. Server, gazilere:
-Bırakmayın, dedi.
Müslümanlar, (8) üç bin cazuyu ele aldılar. Havuç doğrar gibi kırdılar. Bir
tane bile diri kurtulamadı,(9) yok oldular. Server, başlarla şehre geldi. O başları,
burçlara astılar. Şenlikler (l0) yaptılar.
Diğer tarafta İstanbul’a, teküre haber verildi. Onlar da şenlikler yaptılar.
(,l) Tekürü zindandan çıkardılar, tahta geçirdiler. Tekür, Server’e armağanlar
gönderdi.112)
Server, kırk gün Enderiye’de durdu. Sonra Tuna’ya gitmek üzere
şehirden ayrıldı. Gaziler onu karşıladılar. (l3) Gelip görüştüler, Server’i
makamına getirdiler. Tatar Hanı da geldi. Nimetler döküldü, (14) sohbetler
edildi. Söz arasında han:
-Yakında, biz de büyük bir gaza yapacağız gibi, dedi. <15) Server:
-Niçin böyle söylüyorsun? Bize haber verin, dedi. Han:
-Server! Bana [T705] (l) casuslarım şöyle haber verdiler: Kaydafan
yenilip gittiği zaman tahtına (2) varır. Ruhbanlarını toplayıp, “Ey kâfirler! Siz
dersiniz ki bizim dinimiz haktır. Hak <3) olan kuvvetlidir. Siz her zaman bu
Türklerin elinde eziliyorsunuz. Hemen bana bu Türklerin (4) bir çaresini bulun.
Yoksa sizi hep kırarım.” demiş. Bu kâfirler ittifak edip (5) şöyle demişler, “Bir
kimse gelecek, Salsal ibni Dal’ın nesli olacak. Asferoğullarının askerleri ile
yürüyecek, <6) Türkler onun önünde asla duramayacak. Hüküm onun olacak.
Fırat’a dek fethedecek.” Kaydafan, (7) “O nesilden şimdi kimse yok mudur?”
diye sormuş. Bir rahip, “Vardır, Alaman’da bir kubbe <8) yapmışlardır, onun
içinde oturur. Vakti geldiği zaman onlara malum olur. O kubbeden <9) çıkıp göç
eder. Bu Türkleri hep o kıracaktır.” Onun yanma Kaydafan’ın kendisi gider.
Altı ay (l0) sefer eder. Onu kubbeden çıkarmış, şimdi geliyormuş. “Asferoğlu
benim.” dermiş. Kâfirleri kendine (ll) uydurup gelecek, fitne eyleyecek. Ayrıca
gün doğusunda ve Türkistan eteğinde yüksek (1 } bir kule varmış. Keyhusrev’in
atası, Keykavus bina etmiş. Orada, kule içinde yaşayan bir cazu (13) varmış.
Adma, Şebşas derlermiş. Bütün cazuların başı imiş. Onu da getirecekler, (l4)
Müslümanlara hücüm edecekler. Bu kâfirlerin fikri budur, dedi. Server:
-Ya han! <l5) Ben; Şebşas adını, Rad’m ağzından işittim. Kim olduğunu
şimdi anladım. Meğer o sihirbazmış. Şimdi [T 7 0 6 ] (1) ben, onu aramaya yalnız
gidiyorum. Allahuteala ne buyurur, görelim, dedi.
Server bu sözü söyledi, (2) kalkıp hazırlığını yapmaya başladı. Han da
izin aldı, veda edip Kırım’a gitti. (3) O zamanda Kırım, muazzam bir şehir ve
tahtgâh idi. Sonra harap oldu. Bunlar burada kalsın, (4) biz geri bu hikâyeye
dönelim.
Raviler şöyle rivayet ederler; Server Saltık, <5) yola çıkmak için hazırlığını
yaptı. Tuna’yı geçip Boğdan’a yöneldi. Bezirgân suretine girdi. (6) Boğdan ilini
de geçip Kaydafan’a yöneldi. Kaydafan iline girince gördü ki her diyarın (7)
kâfirleri gelip Tutag sahrasına giderler. Kral da orada oturmakta. (8) Kâfirleri
davet ve emr yoluyla çağırmıştı. Alaman diyarından getirdiği <9) Salsal nesli
Dan Voyvoda da orada idi. Bu kâfirler, onu uğur sayıp giderler imiş. (l0> Gelip
ziyaret ederler, sonra da ona uyup Türkün üzerine yürürler.
Server, ondan (11) tarafa yürüdü. Rahş-ı Sürh adlı atını sürdü, bir yola
girdi. Hakk’ın kudreti ile yol kayboldu. (12) Server, yolu şaşırıp yabana gitti.
Dağdan dağa düştü, geldiği<13) yolu da kaybetti. Kırk gün sefer eyledi, bir şehre
rastladı. Gördü ki Yahudilerin (I4) şehri. Evlerine girmişler, otururlar. Meğer
yılda on gün bayram edip dışarı (l5) çıkmazlar, hiçbir şey yapmazlar, sakin
sakin otururlarmış. Server oraya geldi, [T 7 0 7 ] (l) Yahudilerden birine sordu:
-Bu şehrin adı nedir? O Yahudi:
-Bu Samiriyye şehridir, (2) Alaman diyarıdır, dedi.
Server, ona başka bir şey sormadı. Oradan ayrıldı, bir dağa (3) çıktı.
Giderken o dağın içinde bir kubbe gördü. İleri vardı. Gördü ki (4) duvarı dört
köşe bir kubbe, kapısı yok.
Server; onun <5) bir tarafını deldi, içine girdi. Bir de ne görsün? Uzun bir
demirden yapılmış cenk eşyası ve (6) yazılı bir levha. Server; o levhaya baktı,
orada olan sözü bildi. Demiş <7) ki:
-Ey buraya gelen kişi! Bu silahı al. Bil ki ben Seylafın aslıyım, bu (8)
diyarda bir düşmanım vardı. Güçlü idi. Ona kılıç, ok ve silah ile çare (9)
bulamadım. Sonunda bu top ve tüfeği icat ettim. Topu ve tüfeği bıraktım.
Tekrar düşündüm k i (l0) bir düşman el ile tutulmalı. Buna başka bir çare bulmak
lazım, dedim. Bunu yapamadım. (U) Düşmanımı bu tüfek ile vurup helak ettim.
Birisi otuz kâfirden (12) geçtikten sonra dışarıda buldum. Bu tüfek beni vurdu,
kolumu kırdı. <l3) Ben de ondan helak oldum. Bu kubbeyi yaptırdım, bu silahı
buraya koydum. İlim ile (l4> bildim. Ahir zamanda iyi dürüst bir taife gelecek.
Bunu alıp din (15) düşmanlarını bununla yok edecekler. Ayrıca bunu üretecekler.
On binden fazla kimse [T708] (l) aynı anda bunu kullanacak. Onlar için bunu
yapmak kolay olacak. Gerçi ben yaptım, fakat atmasından (2) âciz oldum.
Tüfeğin uzunluğu dört karış ve kalınlığı yedi parmaktır.”
Server, uzanıp (4) eline aldı. Ona ateş koyup attı. Dört fersah yere
hükmetti'5’. Dağa, kayaya vurdu. Parça parça etti. Server, onu yüksek bir yerin
üzerine (6) koyup attı. Eline alıp atamadı, âciz kaldı. O sırada bir pir, dağdan <7)
aşağı yayan olarak çıkageldi. Selam verdi. İleri gelip o tüfeği hemen yerden
kaldırdı, (8) eline aldı. Ucunu koltuğuna tuttu, o tüfeğe hemen ateş vurdu, attı.
Server (9) baktı ki o pir, Hızır’dır. Server, hemen Hızır’ın ayağına düştü. (l0)
Yüzünü, ayağının toprağına sürdü. Hızır, Server’i göğsüne çekip abından öptü:
( 11)
-Oğul Saltık! Bu demir silah, kısa bir zaman içinde İslam içinde yayıla.
(l2) Küffârın felâketi, bu demirden ola. İslama kuvvet vere ve ruhsat ola.
Resulullah’ın (l3) mucizesi ile bu araç Müslümanlar elinde keramet bula, dedi.
Hazret-i Hızır, Server’e onu atmasını ve tutmasını (14> gösterdi. Bu
araçtan kurtulma yollarını da öğretti. Sonra:
-Yürü Server! Şu yoldan git. (15) Büyük bir gaza edesin. Kılıcın arşta
aşıla, dedi.
Hazret-i Hızır, Server’e veda edip gitti. [T709] (l) Saltık; atına bindi, o
yola gitti. Bir sahraya çıktı. (2) Kaydafan orada oturuyordu. Server ileri geldi,
gizlice gezerdi. (3) Salsal aslından olan Dan da oradaydı. Ona, kızıl altından bir
çadır kurmuşlardı. Kâfirler <4) çevresini sarmış, ona secde ediyordu. Server,
yakın bir yerde durdu. Birazdan Kaydafan (5) atma bindi, geldi. Onun çadırının
önünde yüzünü yere vurdu, durdu. Biraz sonra <6) sarı, gök çapar* gözlü, benekli
bir kör çıkageldi. Bir at çekiverdiler, çok şişman (7) olduğundan ata binemedi.
Ayağının altma bir sandal koydular, güçlükle ata bindirdiler. Bir kâfir daha
vardı,(8) Nikol derlerdi. O geldi, Dan laini izzetle yanma aldı, eve götürdü. (9)
Sahraya çıktılar, birbirlerine veda edip dağıldılar. Av yapmaya başladılar.
(l0) Dan lain, av yaparak üç kişiyle bir dereye indi. Server, hemen n '* bu taraftan
çıkageldi. Ormanın arasmdan arrslan gibi kendini gösterdi. Bir kez nara attı, (l2)
tüfeğe ateş koydu. Tüfek patladı, kurşun çıkıp lainin göğsüne dokundu, (l3)
sırtından çıktı. Kâfir atm üstünden yıkıldı, canmı cehenneme verdi. O (l4) üç
kişi, ormanın arasında Server’i arrslan gibi gördüler:
-Hay! Ne yapalım, dediler.
Server, (15) ormanm içine dalıp yürüyüverdi. Bir süre sonra belirsiz oldu.
Diğer tarafta bu üç [T710] (l) kişinin ikisi, saçlarmı sakallarını yolarak
Kaydafan’m yanma geldi. Feryat ve figanlar eylediler. <2) Kâfirler:
-Hay! Ne oldu, dediler. Onlar:
-Darısı sultanıma! Dan pehlivan öldü. Ansızın (3> ormanm içinden bir
herif çıkageldi. Elinde demirden yapılmış bir silah vardı. İçine (4) ateş koyup
attı. Fındık ile Dan’ı göğsünden vurdu, öldürdü. Gerisini sultanım bilir, dediler.
(5) Kaydafan:
-Ne saçma sapan konuşuyorsunuz. Tüfek elde mi tutulur, nasıl atılır?
Kaydafan’m canı <6) başına sıçradı. Atmı sürdü, Dan’m yanma geldi.
Gördü ki Dan pehlivanın cesedi, kara dağ gibi (7) döşenmiş. Yerde yatıyor,
ölmüş. Göğsünde akçe kadar bir delik. Sonra sırtından çıkmış. <8) Kaydafan,
onu bu şekilde görünce tacını yere vurup:
-Bu dağın çevresini kuşatıp arayınız. Belki bir nişan bulursunuz, dedi.
Nikol kâfir, (l4) zağar köpeği gibi arayarak Server’in atının izini buldu.
Dört yüz yiğit ile ardına (15) düştüler. Bir iki tepe aştılar, Server’in ardından
yetiştiler: [T 7 1 1 ](1)
-Bre dur! Kimsin? Dan’ısen m i öldürdün, dediler. Server dönüp onlara:
-Bir milyon (2) rahmanı cin askeriyiz. İslam dinine girdik. Müslümanları
bekliyoruz. İşte beni gönderdiler. <3) Dan’ı ben öldürdüm. Fakat Kaydafan’ı
gelip kardeşim öldürecek. Hele gelin, sizlerin de işini (4) tamam edeyim, dedi.
Nikol, öfkelenip Server’in üzerine atını saldı. Server; o üzerine yürürken
(5) bir tüfek patlattı, kellesini uçurdu. Kâfirler onu gördüler, feryatlar eylediler.
Bir kâfir b ey i(6) daha vardı, Kınas derlerdi. O da at sürdü. Server, onun için de
bir tüfek ateşledi. (7) Başı yerinden kopup darmadağın oldu. Server’in elindeki
kerametten dolayı attığı fındık boşa gitmezdi. Attığı fındık, geri <8) kendinin
eline dolaşırdı. Yabana gidip ziyan olmazdı. Eğer ok dahi atsa, oku geri (9) eline
gelirdi. Server, kâfirleri bu şekilde öldürdü. Geri kalan askerler, hep birlikte (10)
üzerine at saldılar. Server’i ortaya aldılar. Karşıdan gelirken Server (11) onlara
bir tüfek attı. Fındık, kırk sekiz kâfirden geçti, geri eline geldi. Kâfirler, (12)
sonbahar yaprağı gibi yere döküldü. Kalan kâfirler, bu durumu görüp geri
çekildiler. Server, tekrar bir tüfek(13) daha hazır etti. Kâfirler, bunu görünce:
-Hay! Bu can alıcı. Kardeşler! Eksiğimiz, ölmek (l4) değil, deyip
korktular. Durmayıp kaçtılar. Birbirinin ardına bastıkça:
-İmdat! Can alıcı, (15) bizim canımızı almasın, deyip ardlarına bakmadan
Kaydafan’a geldiler.
İki kâfirin ölüsünü [T 7 1 2 ] (1) getirdiler, olanları bir bir anlattılar:
-O, bize dedi ki “Kardeşim gelecek, Kaydafan’ı öldürecek”, (2) dediler.
Kaydafan, bu sözü işitince çok korktu. Veziri:
-Sultanım! (3) En iyisi şudur; kalkalım, tahtımıza gidelim, sessizce
duralım. Şayet Saltık duyarsa gelir, (4> bize bir bela da o olur, dedi. Hemen
dağılıp gidiverdiler, yerli yerine vardılar.
Server, onların döndüğünü işitti. (5) Belgrad’a gitmek üzere yola çıktı.
Rus diyarında bir bey vardı. Ona; Melik Bulgar derlerdi, (6> oraya hükmederdi.
Asker toplamış, Kaydafan’a yardıma geliyordu. Bir yerde oturuyordu. (7)
Server, tesadüfen oraya çıkageldi. Gördü ki Melik Bulgar meydanda durmuş. (8)
Melik Bulgar, Server’i uzaktan gördü. Bir kişiye buyurdu:
-Şu atlıyı tutun,(9) beri getirin, misafire benzer, dedi.
Bu söz üzerine Server’i davet ettiler. Saltık, melikin (l0) yanına geldi.
Melik:
-Kimsin, nereden geliyorsun? Haber ver, dedi. Server:
-Asfer’den (11) geliyorum. Saltık geldi, Dan kâfirini öldürdü. Nikola ve
Kınas’ı da tepeledi, dedi. ( 2) Melik:
-Ne ile öldürdü? Bunca halk ve asker dururken nasıl geldi de onu
tepeledi, dedi. Server:(13)
-Ansızın geldi, keman küre kayasıyla vurdu. Bir yanından girdi, diğer
yanından çıktı, dedi. Melik (14) güldü:
-Bre hey haydut! Bu keman küre kayasım nasıl attı da Dan gibi kara dağa
benzeyen adamı öldürdü? (15) Yalan söyleme, dedi. Server:
-Ben kuluna emret ve bir adamı göster. [T 7 1 3 ](1) Onu şu elindeki keman
ile vurup öldüreyim, gözünle gör, dedi. Melik kahkaha ile gülerek:
-Bana at. (2) Vur göreyim, nasıl atıyorsun? Bu keman küre atmakta,
benim kadar usta olamazsın, dedi.
Keman küreyi(3) Server’e sunuverdi. Server, eline alıp:
-Ya melik! Gafil olma. Sonra (4) bana şöyle ettin, böyle ettin demeyesin,
dedi. Melik:
-Beni vurup öldürme. Sonra sana ne yapacağımı ben bilirim, (5) dedi.
Server:
-Hayrola sultanım, dedi.
Saltık, bir kez haykırıp keman kayasını attı. Melik, sakınıyorum (6) sandı.
Kaya gelip boğazından girdi, öte yanına geçti. Düştü, can verdi. (7) Kâfirler:
-Hay herif! Beyimizi neyledin, deyince Server, hemen eline kılıcını alıp:
-Benim Saltık! (8) Sizi helak ederim. Gözünüzü açın, dedi.
Bu sözden sonra beklemeden kâfirlere girdi, çok sayıda kâfir öldürdü. <9)
Kâfirler, kaçıp dağıldılar.
Server, gizlice Rus iline gitti. Geldi, Baskuri (10> şehrine yaklaştı. Gördü
ki Rus beyinin oğlu dışarı çıkmış, birkaç (ll) arkadaşı ile kuşlara tüfek atardı.
Server, ileri gelip:
-Bunun ile (12) adama da atar mısınız, diye sordu. Onlar gülüştüler:
-Al, şimdi sen adama at da görelim, dediler.
Birini <13) eline sundular. Server, hemen kamışı üfledi. Fındık, içinden
çıktı. Rus melikinin (14) oğlunun gözüne dokundu, gözünü çıkardı. Kâfirler:
-Hey haydut! Ne yaptın? Beyimizi kör <15) ettin, diye çığrıştılar. Server’e
üşüştüler, hücum ettiler.
Server, bir nara atıp:
-Saltık benim, dedi. [T 7 1 4 ](1) Hemen birkaç kâfiri öldürdü.
Sonra oradan ayrıldı, dağ tarafına yönelip yürüdü. Bu haberler, her
çevreye yayıldı. Server, (2) Türkistan’a gitmek üzere yola çıktı. Keykavus’un
mili bina ettiği yer, Elburz Dağı’nın (3) eteğinde Sistan tarafında idi. Oraya yedi
günlük yol kalınca, o kule karşıdan bir dağ gibi <4) göründü.
Raviler şöyle rivayet ederler ki, o mili dört köşe olarak beyaz mermer ile
yapmışlardı. Yüksekliği, dokuz yüz doksan dokuz zira* idi. Duvarın her
tarafının genişliği, yetmiş yedişer (6) zira idi. Kapısı çelikten yapılmıştı. Ayna
gibi parlak ve saf idi. Her tarafı, (7) bir ok atımı yer, ak mermer ile döşenmişti.
(8 )
Server, o binaya hayran kaldı. O mil, (9) minare gibi yapılmıştı. Server, bu
mile nasıl çıkılabileceğini düşündü. Atım sürdü, (l0) o milin kapısına geldi.
Gördü ki kapısı sıkı kilitlenmiş. Kilit eskimiş, üzerine Keyhusrev’in (ll) adı
yazılmış. Kilidin büyüklüğü, bir beşik kadar vardı. Server yürüdü, kilide el (12)
vurdu. Tam bu sırada, karşıdan bir at kişnemesi sesi geldi. Server, o tarafa
baktı. Gördü ki atlılar <13) geliyor. Hemen o dağ gibi milin arkasına geçti.
Atlılar gelip ulaştılar. Meğer bunlar,(l4) Şebşas cazu ve arkadaşları imiş.
Tamamı, yetmiş yedi cazu idi. Atlarından indiler, kapıyı açtılar. (l5) Hep birlikte
içeri girdiler. Server yürüdü, kapıya vardı, içeri girdi. [T715] (l) Gördü ki
büyük bir ev, onun içinde atlar durur. Bir yanında bir mermer kapı. Merdiveni
var, yukarıya (2) gider. Server, o evin içine saklandı. Biraz sonra bir cazu
çıkageldi. Merdivenden indi, (3) gelip milin kapısını içeriden sıkıca kapattı.
Sonra yukarıya çıkıp (4) gidiverdi.
Server, onun ardınca yürüdü. Merdivenden yukarı çıktı. Gördü ki yetmiş
oda birbirinin (5) üzerinde. Server, o mile iki günde çıkabildi. <Ğ) En üstüne dört
hücre yapmışlardı. Her bir hücrede bir pencere vardı. Her biri, bir tarafa
bakıyordu. (7) Server birine girdi, içi silah doluydu. Pencereden aşağı baktı,
yeryüzü (8) bir harman gibi görünüyordu. Oradan kalktı, başka bir hücreye daha
girdi. Gördü ki orada yemekler pişiriliyor. (9) Cazuların birkaçı, orada hizmet
etmekte. Server bir hücreye daha girdi. (10) Gördü ki cazular meclis kurmuş,
içiyorlar.
Şebşas cazu, bir taht üzerinde (11) oturmuştu. Çok yaşlı... Kaşları inmiş,
gözünü örtmüş. Server bir hücreye girdi, (12) gördü ki bir heladır. Geri o
hücrenin kapısına geldi, fırsat gözetti. Biraz sonra <13) Şebşas başım kaldırıp:
M ükaşefe: Hakikat ehline Allah’ın sırlarının görünmesi, kendileri Allah nuru gprmeleri.
Mud/mut: Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçeği.
-Harcınevan kâfirlerinin Osman’ın (5) üzerine gelmesine sebep nedir,
dedi. Ömer Gazi:
-Sultanım! Şöyle duyduk. <6) Osman bir kilise basıp orada bulunan bir
kâfir kızını almış. Kız, bu lainin oğlunun gelini imiş. (7) Bundan dolayı asker
toplamış, gelir imiş. Sinop beyi Ali Bey de yardıma (8> geliyor, dedi. Server:
-Yüzünüz ak olsun. Dinimizin emrettiği gibi birbirinize (9) yardımcı
oluyorsunuz. Her nerede ittifak olursa orada her iş kolay olur. Ben bunu
gördükten sonra ölürsem <10) de gam değil. Sizin gibi gaziler eksik olmasın,
hem olmaz da, dedi.
Oradan atlarını sürdüler, Harcınevan’a yani Amasya’ya (ll) gittiler.
Osman Gazi Alp; Ali Bey, Sinop halkı ve askeri ile çıkageldi. <l2) Atlarından
indiler, gelip Seyyid’in elini öptüler. Ömer ile görüştüler. Tekrar atlarına binip
(l3) biraz yer gittiler, konakladılar. Üç gün orada durdular. Bir ara, “Kâfirler
geldiler, yetiştiler!” (14) diye haber geldi.
Osman’ın yanında dört bin gazi vardı. Ali Bey’in de dört binden (15) fazla
adamı bulunuyordu. Sinop erenleri, beyler ve Müslümanlar arkadan geldiler.
Hazır durdular. [T722] (l) Küffar askeri de çıkagelip kondu. Harcınevan yani
Amasya beyine kızıl atlastan otağ kurdular. <2) O gün cenk etmediler. Server:
-Benim burada olduğumu duyurmayın. Görelim, size <3) ne
yapabiliyorlar? Eğer benim burada olduğumu duyarlarsa durmazlar, kaçarlar,
dedi.
Kâfirler kalktılar, <4) meydanı açtılar. Server, o gün yüzünü örtü ile
kapattı. Kâfirler, onu görürdü:
-Acaba bu kim ki, (5) derlerdi.
Meydana Gazi Ömer girip gösteri yaptı, er diledi. Bir kâfir girdi Osman
(6) onu öldürdü. Bir daha girdi, onu da öldürdü. Sözün kısası o gün Osman,
altmış kâfir (7) öldürdü. Diğer kâfirler, hep birlikte atlarını tepdiler.
Müslümanlar da hep birlikte yürüdüler. îki ordu birbirine karıştı. (8) Çok
şiddetli bir savaş oldu. Osman, meşhur kâfirlerden sekizini öldürdü. Her biri,
bir sancak (9) beyi idi. Başlarını, Server’in atının ayağına yuvarladı. Server,
atından indi. (l0) Başları, Osman’ın atının ayağına geri yuvarladı. İki gözünden
öptü. Sonra bir kez nara atıp:
-Benim (ll) Saltık Gazi ey kâfirler, dedi.
Kâfirler, Server’in sesini işitince:
-Saltık burada imiş, (12) kaçalım, deyip her biri bir yere dağıldı.
Server’e kılıç çekmeye hacet olmadı. Çok miktarda mal, rızık, <l3) eşya
kaldı. Gaziler ganimet ettiler. Server, o kızıl atlastan otağı Osman’a (14) verdi.
Gümüşten yapılmış bir de taht hediye etti. Ömer Gazi’ye de atlar, elbiseler ve
cübbeler (l5) verdi. Ayrıca çok mal bağışladı, sırtını okşadı. Onları; hürmet ve
mutlulukla [T723] (l) geri yerlerine gönderdi. Kendisi diğer gazilere bol
miktarda mal verdi. Ayrıca şehirde olan (2) fukaraya, yetime, miskinlere, dullara
ve hastalara nasip dağıttı. Dörtte birini sultana ayırıp gönderdi. <3)
Sonra oradan göçtüler. Sinop’a geldiler, kondular. Hare ine van yani
Amasya’dan elçi gelip hediye (4) ve armağan getirdi. Seyyid, kabul etmedi:
-Git, Osman’a ilet. Beyimiz odur. Sizinle o barış yapsın, (5) dedi.
Kâfirler, varıp Osman’ın kapısında durdular. Saltık’ın bunu yapmasının
sebebi şu idi; Osman’a, Saltık’ın <6 sağlığında itaat etsinler. Gaziler, kendilerine
onu baş edinip uysunlar. Saltık, bu durumu Ali Bey’e sıkı sıkı tembih etti: (7)
-Osman’a itaat et! Devletin başı o ve onun evladıdır, dedi. <8)
Kâfirler ile Osman, üç yıllığına barış yaptılar. Osman’a haraç vermeye
razı oldular. Elçi gitti. Server, Osman’ı kırk gün bırakmadı. Osman’ın bir
oğlu, on dört yaşma geldi. Seyyid Balı kızından <10) olup Şerif idi. Seyyid’in
ayakkabısını tutardı, izzet ederdi. Seyyid, ona dua etti: (ll)
-Evladın aziz olsun! Onların ayakkabılarını da ulu hanlar tutsunlar, dedi.
Onun adı, Orhan (l2) idi. Server dönüp:
-Ya Osman! Hak teala sana, senin nesline ve asima padişahlık (l3) nasip
edecektir. Nesline vasiyetim olsun ki emirlerinizde adalet ve doğruluğa dikkat
edin. Cömertlik ve iyilik (l4) yapın. Doğru yola tâbi olun. Halkı hoş tutun,
zulmetmeyin. Kadıların (l5) gayrimeşru işlerine vakıf ve kaşif olun. Fesada yüz
vermeyin, deyip [T724] (l) çok nasihatler etti. Osman’a dua eyleyip izin verdi,
makamma gönderdi.
Oradan Rum iline <2)geçti. Zaviyesine varıp oturdu, ibadet ve taat ile
meşgul oldu. Sultan <3)Alaeddin, o yıl hazırlık yapıp düşmanı gözetiyordu.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Raviler şöyle rivayet ederler; bir gün Şerif Sarı Saltık, (5) Tuna kenarında
Baba’da dinleniyordu. Tuna üzerine seccadesin bırakıp üzerinde gezerdi. Bir
gün <6) gelip o zaviyede oturdu. Köle Yusuf, Şerifin hizmetinde idi. <7)
Seyyid’in iç sıkıntısı vardı:
-Bir hikâye anlatın. Yerinizden ve gördüğünüzden (8> söyleyin,
dinleyelim. Belki gönlümüz rahatlar, seviniriz, iç sıkıntımız gider, dedi.
Her kişi ve her gazi, bildiğinden (9) biraz hikâye anlattı. Dinlediler.
Sonunda Köle Yusuf:
-Serverler, gaziler! Ben bir garip nesne (10) gördüm. Seyyid Şerif hazretini
ararken kâfirler beni tuttular. Ondan önce bakır bir gemiye (1 rastladık. Baktık
ki o gemi, dosdoğru bizim üstümüze gelmekte. Kaçtık, bir kenara düştük. <12) O
vakit bezirgânlar bize, “Eğer kenara çıkmasaydık, yüzümüzü yere koyup
yatardık. (13) Hiç konuşmazdık. Gelirlerdi, bizim gemimizin içine gerirlerdi,
bize kulak verirlerdi. Hiç kimse kıpırdamaz ise <14) ‘Bunlar ölmüşler.’ deyip
giderlerdi. Eğer içimizden birimiz konuşursa (l5) gemiyi batırırlardı, sonra da
giderlerdi.” dediler. Bazıları da şöyle anlatır, “Yedi parça gemidirler. Yılda bir
çıkarlar, [T725] (1) on gün gezerler. Denizde buldukları gemiyi batırır, giderler.
Kış içinde, zemheride yürürler. (2) Bir acayip hâldir. Onların kim ve ne
olduğunu kimse bilmez. Her yıl böyledir.”
Şerif, bunu dinleyince merak etmeye (3) başladı:
-Acaba onu görmek istesek nasıl görürüz, dedi. Köle Yusuf:
-Sultanım! Yılda <4) üç ay, şiddetli kışta yürürler. Buldukları gemiyi
batırırlar, dedi.
Şerif, hemen yerinden kalktı. Gemiye binip <5) Tuna’dan Karadeniz’e
çıktılar. Sinop’a gittiler. Sinop’tan ayrılıp Antalya’ya gitmek üzere yürüdüler.
Şerif, Antalya şehrine ulaştı. Bu şehir, bir kale olup deniz kenarında idi.
Mısır’a, (7) Trablus’a ve İskenderiyye’ye oradan gidilirdi. İskele idi. Karşısında
bir hisar vardı. Adına, Bersan (8) derlerdi. Çok sarp idi. Sarplığından dolayı
orayı Sultan Alaeddin alamamış, çaresiz kalmış, (9) bırakıp gitmişti. Server, o
şehre ulaşınca gördü ki Müslümanlar kale kapısını bekleyip dururlar. (10) Şerif:
-Durum nedir, diye sordu. Bekçiler:
-Bersan kavmi toplandı, burayı yağmalamaya gelecekler. (ll) Biz de hazır
olduk, bekliyoruz, dediler.
Şerif, onlardan bu sözü dinledi. Köle Yusuf, (12) Hüsrev ve Sad adlı bir
kul yanında idi. Onları bekçilerin yanına bırakıp:
-Sizler burada (13) durun, dedi.
Kendisi oradan çıkıp Bersan Kalesi’den tarafa doğru yöneldi. Kaleye
yaklaşınca (14) gördü ki bir bölük kâfir atlanmış, bekliyor. Şerif; onların tarafına
doğru yöneldi, iyice yaklaştı: (I5)
-Nereye gidiyorsunuz, diye sordu. Onlar, Şerifi görünce:
-Sen kimsin, diye sordular. Şerif:
-İstanbul’dan [T726] (1) geliyorum. Bir rahibim. Size vaaz ve nasihat
etmeye geldim. Belki bir faydası olur, diye düşünmüştüm. Fakat (2) siz
çıkmışsınız, gidiyorsunuz, dedi. Onlar:
-Var, sen şehre yetiş. Biz de şuraya varıp Türkleri avlayıp (3) çabucak
gelelim, dediler.
Şerif, kaleye doğru geldi. Gördü ki kalede kadın ve (4) çocuklar kalmış.
Şerif içeri girdi:
-Kimsin, dediler. Şerif:
-Size söyleyeyim, bilin, dedi.
Kalenin (5) iki kapısı vardı, birini kâfirler taş ile doldurmuşlardı. Orada
birisi (Ğ) kadın ve çocukları beklerdi. Şerif oradan içeri girdi, o kapıya kilidi
vurdu. Bir burca (7) çıkıp:
-Ey kale halkı! İyice bilin ki ben Saltık’ım. Sakin olun, yoksa sizi hep
kırarım, (8> dedi.
Kadınlar ve çocuklar, korkularından kıpırdayamadılar. Birazdan o
kâfirler kaçarak geldiler. Ardlarından Müslümanlar (9)yetiştiler:
-İmdat! Bize kapıyı açın, dediler. Yukarıdan kadınlar:
-Biz size kapı açamayız. (l0) Zira Saltık gelip hisara girdi, kapıyı kapattı.
Şimdi kapının üzerindeki burçta <n) oturuyor, dediler.
Kâfirler, bunu işitince başlarından şapkalarını çıkarıp yere vurdular. (l2>
Feryat ettiler. Müslümanlar yetişti, kâfirleri kırdılar. Kimini esir ettiler. Şerif,
(l3> kaleden dışarı geldi. Kalede bulunan mal ve eşyayı ganimet alıp Şerife
dualar (I4) ettiler. Şerif, onlarla birlikte geri Antalya’ya geldi.
Şerif, oradan bir gemiye binip denize (l5) çıktı. Ahi Frengî Sultan; o vakit
gelmiş, Antalya şehrinde vefat etmişti. [T727] Şerif, onu rüyasında gördü:
-Ya Server! Gel, benim üzerimi temizle, ondan sonra git, dedi.
Saltık bu rüyayı görünce (2) ansızın bir yel çıktı, gemiyi alıp gitti.
Birazdan karşıdan bir kale göründü. (3) Müslümanlar feryat ettiler:
-Hey! Bu kale, kâfirin kalesidir. İmdat, diye çağrıştılar. Server:(4)
-Hey Müslümanlar! Sakin olun. Hikmet, Hakk’ındır, dedi.
Müslümanlar, Saltık’ın bu sözü üzerine sakinleştiler. Gemi o kaleye
vardı.(5) Kâfirler, onları gördüler fakat top atmadılar:
-Siz kimsiniz, dediler. Şerif yerinden kalkıp: (6)
-Bu kalenin ismi nedir, bize haber verin, dedi. Kâfirler, kalenin ismini
söylediler. Şerif:<7)
-Ey kâfirler! Şimdi gidin, beyinize deyin ki Sarı Saltık geldi. Nimet, <8)
mal ve haraç ister, dedi.
Kâfirler, beylerinin yanma çıktılar. Durumu anlattılar. O bey, Şerifin
yiğitliğini <9) ve yürekliliğini işitmişti. Hemen kalktı, mal ve nimet alıp toplayıp
deniz kenarma geldi. Şerifin <l0) elini öptü, hediyelerini arz etti. Üç gün orada
durdular. Dördüncü gün gemiye bindiler, <H) sürdüler.
Oradan Adalya şehri tarafında olan Alaiyye hisarına çıktılar, kondular. O
gece (12) Şerif, Ahi Frengî Sultan’ı tekrar düşünde gördü. Seyyid’e:
-Ya Server! Gel, benim üzerimi <l3) mamur eyle, ondan sonra git.
Erenlerin isteğini, yine eren başarır, dedi.
Şerif uyandı, kalkıp (14) Antalya’ya geldi. Emretti, Ahi Frengî’nin üzerine
türbe, bir çardak ve m escit(l5) yaptılar.
Raviler burada rivayet ederler; Sultan Alaeddin Antalya’da, şimdi ona
Adalya derler, [T728] (l) otururdu. Gaza ederdi. Derviş taifesini hiç sevmezdi,
“Ehl-i bidattir.” derdi. Nerede derviş (2) bulsa tutardı, azaplar ederdi. Bağ
belletirdi, hendek kazdırırdı ve ırgatlık ettirirdi. (3) O zamanlarda Seyyid
Cemaleddin-i Kalender Arabistan’ın Dimyat şehrinde, bir zaviye ve bir tekke
yapıp (4) oturmuştu. O diyarın halkı, ona itikat etmişlerdi. Ebü’l-Feth adlı bir
aziz vardı, ona <5) hizmet ederdi. O dünyasını değiştirip giderken bu Cemal,
Acem’den gelmişti. Orada zaviye kurup (6) durdu. O diyara Frenk’ten düşman
gelmişti, çok zahmet verirdi. Seyyid Cemal, (7) gayet güzel bir kişiydi. Bir Arap
kadını, onu sevmişti. Daima yanma gelip: (8)
-Ey güzel suretli Seyyid! Seni candan severim. Seni şu güzel kara
sakalından dolayı <9) severim, dedi.
Seyyid’e sürekli iyilik ederdi. O vakit sultan, Frengistan’a casuslar
salmak isterdi. (l0) Seyyid, sürekli sultanm huzuruna gelirdi. Sultan o zaman
Dimyad şehrinde idi. Seyyid, sultana (ll) giderken o kadın tekrar Seyyid’in
önüne çıktı. Sihir yaptı, ağlayıp sızladı. Seyyid, halktan (l2) utanıp bir tenha
sokağa gitti. Kadın, Seyyid Cemal’in ardmca gitti. Seyyid döndü, (l3) kadmı
görünce:
-Bre hatun! Benden ne istersin, dedi. Kadın:
-Senin kaşın, (l4) kirpiğin ve sakalını görmek; onu tutmak ve yüzüme
sürmek istiyorum, dedi.
Seyyid Cemal, öfkelenip (15) mübarek eliyle bir kez yüzün sığadı. Kaşı,
kirpiği ve sakalının tamamı eline geldi: [T729] (l)
-Hey hatun! Eğer isteğin bu ise bu ise al, deyip üstüne attı.
Hatun onun yüzüne baktı,(2) onu kalender gördü:
-Hey ne abes oldun, deyip gitti.
Seyyid, bu hâliyle sultanın huzuruna (3) geldi. Sultan, Seyyid’i öyle
görünce:
-Bu saç ve sakalını niçin kestin, diye sordu. Seyyid utandığından: <4)
-İstiyorum ki beni Frengistan’a casusluğa gönderesin. Gideyim, sana
haber getireyim. Onun için kestim, dedi. <5) Sultan, Seyyid’e:
-Size casusluk uygun değildir, gerek yoktur, dedi.
Frenk’te sakal ve kaş olmazdı. (6) Casuslar tıraş olup giderdi. Seyyid:
-Yok, bu görevi sizden istiyorum. Bana izin veriniz, dedi. (7)
İzin verdiler. Çıkıp Frengistan’a vardı. Orada gezip Müslümanlar için
sahih haber aldı, geri gelip gemiye bindi. Gemide kâfirler; Seyyid’in
kerametini görüp imana geldiler, ona mürit oldular. (9) Seyyid, sultana gelip
haber getirdi. Bir Furuce suretinde giyinirdi. <l0) Frengistan’da giyip gezdiği
kıyafet idi. Gelince onu terk etti, gelip zaviyesinde oturdu. (ll)
O kadın, geri gelip Seyyid’i gözetti. Seyyid, kadını görünce çok incindi.
Vardı; (l2) sakalını, kaşını ve kirpiğini kazıttı. Kadın, bunu öyle görünce (l3>
kaçardı. Müritleri de Seyyid gibi ederlerdi.
Başkaları onun müridlerini görünce, “Bunlar bidatlerdir ve hem kâfirlerin
(l4) elbiselerini giyerdi.” diye suçlarlardı.Seyyid, o elbiseyi giyerdi ki o
kadın kaçıp gitsin, der idi. Dimyat’ta oturmuştu. Bir gün birkaç müridi gelip
Rum’a [T730] (l) geçti, Antalya şehrineçıktılar. Sultan Alaeddin; onları t
üç yıl hendek kazdırdı, (2> kale yaptırdı.Dervişlerini sevmezdi. Sonunda
dervişler, feryat edip ağlaştılar. Bir gün Frengistan’dan (3) bir Frenk bezirgânı
geldi, bu kalenderleri kendi elbiseleriyle gördü. Kendilerinden sandı, gelip <4)
söyleşti. Bunlar, ona hâllerini anlattılar. O Frenk bunlara acıdı:
-Ben gideyim, sizin halinizi <5>şeyhinize diyeyim, dedi.
Meğer o Frenk, gizlice din tutardı. Antalya’dan sefer edip Dimyat’a gitti.
(6> Varıp şeyhe dervişlerin hâlini anlattı. Seyyid, o Frenk’e dua etti. <7) Alıp
mürit edindi, İslamını öğretti. O, Seyyid hizmetine <8) bel bağladı. Üç ayda ona
velayet zahir oldu. Seyyid Cemal ona, Ahi Frengî adını verdi. Yani Frenk
kardeşim, dedi. Bir gün ona:
-Kalk, seccadeciğini denize bırak, üstünde ibadet et. <l0) Sana verdiğim bu
yazılı kâğıdı Sultan Alaeddin’e ver. Fakat denizden dışarı çıkma. (ll) Eğer
çıkarsan son menzilin ahirettir, dedi.
Ahi kabul etti Asasını aldı, seccadesinin üzere (12) oturup ibadet ederek
geldi. Antalya’nın deniz kapısına çıktı. Halk (l3) gördü ki bir kişi denize
batmaz, bir asa elinde ve bir levha yanında gelir. Karşıladılar. Halk, ona (14)
izzetler etti. Bu arada sultana haber verdiler. Sultan, kendisi deniz kenarına
geldi. Ahi Frenk’in elindeki o lI5) levhayı gördü. Levhada şöyle yazıyoru: “£ /
mülkii li ’llâhi” * Sultan, ona sordu:
-Nereden geliyorsun? Ahi Frenk:
-Seyyid [T731] (l) Cemal’in yanında geliyorum. Bu dervişleri incitme.
Bu mülk, Allah’ındır ve kul da Allah’ındır. Senin ortada (2) ne hükmün var?
İslam dininin kurallarını yerine getir, dedi.
Sultan, tövbe edip dervişleri (3) serbest bıraktı. Ahi Frengi, o asa ile yazı
levhasını sultanın kapısının üzerine resmetti. Sultan: (4)
-Ben bunları azat ettim, gel dışarı çık, dedi. Ahi Frenk:
-Çıkmam, geri Seyyid’in yanına döneceğim, dedi. Bir (5) derviş:
-Ya Server! Bizim yâranlarımızdan İstanbul’da da tutsak kimseler var.
Hem de kâfir (6) elinde, ona da çare bul. Özellikle biri kardeşimdir, deyip
ağladı.
Server Ahi, seccadeyi oradan dönderip <7) denizden doğru İslambol’a
geldi. Kâfirler onu gördüler, Ahi’yi karşılamaya geldiler. Ahi kenarda (8> durdu,
o kâfirlere:
- Beyinize gidip söyleyin, gelsin, dedi. Onlar:
-Sen kimsin, diye sordular. Ahi: (9)
-Beyinize söyleyeceğim, dedi.
Kâfirler şaşırdılar, gelip İstefan’a haber verdiler. O bey, atına binip
Samediyye’nin ( oğlu ile kapıya geldi. Ahi Frenk’i gördüler, kendine sorup
öğrendiler. Ahi:
-Ya İstefan! (ll) Allahuteala’dan kork. Bu ümmet-i Muhammed, Allah’ın
makbul kullarıdır. Allahuteala birdir, derler. Her kim <12) bunlara zulmederse,
Allahuteala onları kahreder. Zira Tanrı’nın bir adı, Vahit’tir. Bir adı,
Kahhar’dır. (I3) Vahidü’l-Kahhar’dır.
İstefan bu sözleri işitince çok korktu, dervişleri azat <14) etti. Kapı üzerine
El-Vahidü’l-Kahhar’ı, Arabî hattıyla yazdılar. 0 ) Nişan koydular. Halkın bir
kısmı, Ahi Frenk’e itikat etti. Ahi, onlara tatb [T732] (1) dil edip gitti. Zira Ahi,
kalenderler suretinde idi. Frenk’e benzemesinden dolayı onu sevdiler, (2) “Bu
bizdendir.” dediler. Sultan Alaeddin’e geldiğini de işittiler. Vardılar, Seyyid
Cemal’e itikat <3) ettiler. Sadakalar ve mallar gönderdiler, “Bizim kıyafetimizi
giyen bizdendir.” derlerdi.
Kur’an, Nahl suresi, 90. ayet: “Şüphesiz Allah adaleti ve iyiliği emreder . . . ”
-Bakın, taş olacaklar, dedi. [T 7 3 9 ](l>
Bu gemiler, dağ tarafına gelince içindekilerle birlikte taş oldu. Şerif,
Şeyh’in ruhuna dua etti. Oradan Tılmısan’a indi. Tılmısan’da biraz durdu,
geri Trablus’a döndü. Yirmi dokuz <3) günde Trablus’a çıktılar. Server orada
yoldaşlarını buldu, görüştüler. Ayrıldıktan sonra meydana gelen olayları, (4)
Şeriften sorup öğrendiler. Hazırlıklarını yapıp yola çıktılar, hep birlikte
Karaman’a geldiler. Sultan Alaeddin karşılamaya geldi, (5) el sıkıştılar. Sultan,
Şerifi alıp sarayına getirdi. Mevlana Celaleddin ve Konya’nın (6) diğer erenleri
ile bir araya geldiler. Şerif ile kucaklaştılar. Şerife saygı gösterip misafir
ettiler. Sultan,(7) Şerife:
-Ya Server! Hazırlığımı yaptım. Düşmanın üzerine gideceğim. Seni de
birlikte götürmek istiyorum. Zira Üngürus <8) lainin hareketi var, ondan
korkuyorum, dedi. Şerif:
-Siz devlet ile gidin. Biz de gidelim, <9) Müslümanların hâlini görelim,
dedi.
Sonra kalktı, camide vaaz ve nasihatler etti:
-Ey <10) Konya halkı! Tövbe, salah,* bilim ve güzel işler ile meşgul olun.
Bunlar, azaplardan kurtulma yollarıdır. (ll) İnsanları, ahiret korkusundan bunlar
kurtarır, dedi.
Saltık, halk ile vedalaşıp Sinop’a gitmek üzere yola çıktı. (l2) Osman Gazi
gelip Şerifi karşıladı, elini öptü, duasını alıp geri gitti. Şerif (l3) oradan gemiye
bindi, Kefe’ye gitti. Kefe’ye çıkınca gaziler ve Müslümanlar karşılamaya geldi.
Şerife izzetler ettiler. (l4> Şerif Gazi, bir süre orada oturdu. Han, kendisi gelip
Şerif Gazi’yi ziyaret etti. Vaazında ve sohbetinde (l5) bulundu. Server’in ilim
meclisindeki vaazı, etkileyici idi. Halk ağlaşırdı, kendi dahi ağlardı. [T740](l)
Bu dünyada Allah’tan korkup ağlayanlar; can acısını, kıyamet korkusunu
ve cehennem azabını<2) görmezler. Cennet ehli olurlar, sevinip gülerler.
Şerif Gazi, hana veda edip yola çıktı. Gelip (3) Tuna’ya erişti. Bir gemi
getirdiler. Şerif ona bindi, Baba’ya geçti. Müslümanlar, onu karşıladılar.
İzzetler ettiler. (4) Server’i getirdiler, Baba’ya kondurdular.
Server, bir süre Baba’da konakladı. Bir gün Sultan Alaeddin’in (5) elçisi
çıkageldi. Armağanlar ve hediyeler getirip Şerife arz eyledi. Şerifin önüne (6)
bir mektup bıraktı. Şerif, mektubu açıp okudu. Yazmış:
-Ya Bacu Han! Tatar lain yürüdü. Maveraünnehr (7) üzerine olan illeri
yağmalamış, âlemi fesada vermiş. Şimdi ben onun gelmesini bekleyemem,
üzerine (8) gideceğim. Sizin de haberiniz olsun, demiş.
Şerif, sultana geri mektup gönderdi:
Fısk: Hak yoldan veya hak yolundan çıkma, Allah’a karşı isyan, hainlik, dinsizlik,
ahlâksızlık.
Fücur: İşret, günahkârlık, ahlâka aykırı durum.
Livata: Erkekler arasındaki cinsî sapıklık.
Cevr: Haksızlık, eza, cefa, eziyet.
çok olacak. En son harap olacak ve yere batıp gidecek. Bir tarafı kaledir. O yer
umarım, Ayasofya tarafıdır. (4)Zira onun için dua olunmuştur, dedi. Server:
-Ya Edirne’nin harabı neden olacak? Hikmet ilminden bilirsen, bize
beyan ve ayan eyle, dedi. (5) O âlim rahip:
-Ya Server! Oranın harabı olmaz, eğer Müslümanlar gazadan
vazgeçmezlerse. (6) O şehir Tanrı’nın nazargâhıdır. Onun hâlini Allahuteala
bilir, dedi.
Server ile Şemun rahip; üç gün üç gece oturdular, (7) sohbet ettiler.
Server, oradan veda edip ayrıldı. Gazilerin sultanı; İslambol’dan gemilere binip
Karadeniz’e <8) revan oldu, gitti. Gelip Sinop şehrine çıktı. Her taraftan gaziler
gelip Seyyid’i ziyaret (9) ettiler. Kuhistan’dan Atabek Gazi Alagöz ve diğer
gaziler geldiler. Saltık’ın duasını aldılar. Server, o (l0) İslam diyarına geldiğinde
İslam dininin kök saldığını kuvvet tuttuğunu gördü. Çok mutlu oldu. Fukaraya
yardımlarda bulundu. (ll>
Oradan kalkıp Sultan Alaeddin’in yanına gitmek üzere Konya’ya
yöneldi. Beyler ve halk, erkekten (l2) ve dişiden her kim varsa Seyyid’i
karşılamaya geldiler:
-Sultan Baba geldi, diye karşıladılar. Mübarek elini öptüler.
Sultan <l3) da geldi. Atlarından indiler, görüştüler. Geri atlarına bindiler,
şehre geldiler. Server’i misafir ettiler. Sultan ile <l4) Seyyid, Ulu Cami’ye gelip
halka vaaz ve nasihatler ettiler:
-Din için gayreti elden bırakmayın. Dinin doğru saydığı şeylerin aksini
yapmayın. (l } Zulümden sakının, dediler. Halk bağrışıp ağlaştı:
-Ya Server! Ne olur, bizim içimizden gitme. Bizi bırakma, dediler.
[T 7 9 2 ](1) Server:
-Sizler gaza niyetine çıkıp ev ve yurt ile Edirne’ye (2) gidiniz. Zira
buradaki ibadetten, oradaki yatıp uyumak hayırlıdır. (3) Kaldı ki orada ibadet de
edersiniz, sevaplar kazanırsınız, deyip halkı hep o tarafa yönlendirdi.
O söz üzerine <4) Konya diyarından bin ev göçtü. Gaza niyetine
Rumeli’ne ve Edirne’ye gittiler.(5) Edime Kalesi’ne girip oturdular. Etrafta
gazalar ederlerdi. Evliyalar sultanı; <6) orada halka veda etti, geri Sinop şehrine
geldi. Orada deniz içinde bir taş (7) vardı, musalla idi. Seyyid onun üzerine varıp
ibadet ederdi. Bir ay durdu, (8) sonra gemiye binip Eflak’a hareket etti.
Geldik bu tarafa. Boğdan beyi Edirne’nin (9) zindanından yol buldu.
Gece kaçıp bir dağa sığındı. Tuna kenarına geldi. <l0) Bir yerden geçti doğru
Seyyid’in yanına geldi. Server, bir ağaç dibinde arkadaşlarıyla (ll) oturuyordu.
Gelip Seyyid’in ayağına düştü. Yalvardı, günahının bağışlanmasını diledi <l2)
ağladı. Server:
- Bir daha İslama kast etmeyeceğine ant iç, seni geri yerine göndereyim,
(13) dedi.
O bey; Incil’e ant içti, ahdetti. Server, yerini geri ona verdi. Yanma adam
(14) verdi, yerine gönderdi. Yılda on iki bin dinar haraç vermeyi kabul etti. (15)
Server, bir gün Tuna’da balık avlayarak gezerdi. Baba’ya giderdi. Bir
kenara [T793] 0) çıktı. Gördü ki dağ içinde bir kişi, mağarada ibadet eder.
Server, yanma <2) vardı. O kişi ileri geldi görüştüler. Seyyid:
-Siz kimsiniz, burada ne yapıyorsunuz, dedi.(3) O kişi:
-Ya Server! Ben atam Cafer Gazi ile buraya geldim. Bana, “Otur.” dedi.
Oturdum, (4) burada kaldım. Rızkım, gaibden gelir. Atam bu gece bana,
“Seyyid Saltık geliyor, (5) o seni görünce vefat edeceksin. Namazım o kılacak
ve defnedecek.” dedi.
Server, şaşırıp kaldı. (6) O kişi hem hasta idi. Tekrar konuşmaya başladı:
-Ya Server! Eğer dünyada çok yemek olmasa, hastalık (7) olmazdı, dedi.
Server:
-Ömür kısalığını neden bilirsin, diye sordu. O kişi:
-Seyyid Battal <8) Gazi’den işittim. Üç şeydendir. Biri çok yemekten,
İkincisi bedduadan, üçüncüsü ise (9) tuz ve ekmek hakkını inkâr etmektir, dedi.
Server:
-Tuz ve ekmek hakkını inkâr edenlerin, tuz ve ekmek gözüne dursun. <10)
Şimdi gaziler, ona âşık. Tuz ve ekmek hakkından sakının. ( Yoksa zararı çok
büyüktür. Darlığa, kıtlığa düşersiniz, dedi.
O kişi gece vefat etti. (12> Server onu yıkadı, kefenleyip defnetti. Bir
mezar yaptı.
Server oradan ayrıldı, yoluna (13) devam etti. Bir kenara çıkıp oturdu.
Eflak meliki gelip Seyyid’in elini öptü, haraç getirdi:(14)
-Sultanım! Macar meliki Kaydafan’dan haber aldım. Kendi askerlerini
toplamış, papaya gitmiş. (15) Oradan gelecek, tekrar ihanet edecek, dedi. Server:
-Git, sakin olup otur. Ederse bulur, dedi.
Melik oradan [T794] (1) gitti. Server, gazilerle Kuma Baba’ya geldi. Şehir
kavmi mutlulukla (2) karşılmaya geldi Server, gemiden çıktı. Görüştüler, elini
öptüler. İzzetler ettiler. Server’i (3> makamına getirdiler, kondurdular,
konukladılar. O kış Şerif, Baba’da oturdu. Tatar hara (4) geldi Şerif Gazi ile
buluştu. Durumu sorup öğrendi. Yazdılar, hikâye (5) kitabına geçirdiler.
Şerif, hanla sohbette iken gah taat gah ibadette idi. Etrafın kâfirleri,
İslama gelmekte; Rum ili sala vat ve tekbirle dolup taşmakta idi.
ÜÇÜNCÜ CİLT
43 2
[T 7 9 4 ](7) ÜÇÜNCÜ C İLT
B İR İN C İ BÖLÜM
Rivayet edenler şöyle anlatır: Şerif, Rumeli’de <9) oturuyorken bir gün bir
kişi mescit kapısından içeri girip selam verdi: <l0)
-Bana, Şerif hazretini gösterin, dedi.
Gördüler ki o erin iki gözü çıkmış, kör olmuş. Elinden tuttular, Şerifin
huzuruna getirdiler. O şahıs, Seyyid’in elini öptü, ağlayarak: (12)
-Ya Server! Maşrık mülkünden geliyorum. İyi adını işittim, bana yardım
et. Zalimden hakkımı alıver, dedi. <13) Şerif:
-Ya kişi! Derdini anlat, bilelim, dedi. O şahıs:
-Ya Server! Ben, Umman diyarında (14) bir Arap şeyhi idim. Atadan,
dededen beri şeyhlik ederiz. Bu şimdiki melikimiz zamanında herkese fitne ve
(l5) fesat meyletti. Hazret-i Resul’ün yolunu terk ettiler. Zina ve fesada düştüler.
Toplumun [T 7 9 5 ](1) düzeni bozuldu. Toplumun önderleri yanıma gelip:
“Melikimiz fitne ve fesatla uğraşır, (2) içki içip zina yapar. Günahsızları
öldürür. Gidip bu zalime söyle, zulmü bıraksın. (3) Dinin kurallarına uysun. Bu
dünyada düzenli yaşamak, dinin kurallarına uymakla mümkündür.” Ben
kalktım, (4) melikin huzuruna çıkıp nasihat ettim. Umman padişahı ve İran
padişahı bu sözümden dolayı gazaba geldi, (5) emretti, beni tuttular, gözüme mil
çektiler. Sonra da beni ilden sürüp çıkardılar. Şimdi bu diyara geldim, (6) size
sığındım. Benim intikamımı onlardan alınız ve o diyarda dinin kurallarına
uymayı sağlayınız. Orada(7) olan Müslümanları ve mazlumları beladan kurtarın.
Tanrı’nın izniyle sevaba girersiniz, (8)dedi.
Şerif bu sözleri dinleyince çok üzüldü. Ağzının barından onun gözüne
sürdü,(9) gözleri biraz görür oldu. O şahıs çok mutlu oldu. Server buyurdu:
-Hemen hazırlık yapın. Ben (l0) şarka gidiyorum. Dinin kurallarına nerede
uyulmuyorsa oranın halkını kırmak gerek. Islah için padişah (ll)kuvvetli olmalı.
Padişahı ıslah etmek de müminler için farz ve vaciptir, dedi.
Hemen kalktılar; (12) ak atı yani Ankabil’i getirdiler. Saltık Gazi, atına
bindi, arkadaşlarıyla birlikte yola çıkıp gitti. (l3) Gah konarak gah göçerek
Diyar-ı Bekr iline ulaştı. Oranın meliki Caber Misik (l4) karşılamaya geldi,
saygılar gösterdi, getirip konuk etti, ziyafetler verdi. Birkaç gün orada
dinlendiler. Malik Caber <l5) sordu:
-Ya server, nereye gidiyorsunuz, bize de söyleyiniz, dedi.
Şerif, Umman melikinin halka zulüm yaptığını, [T796] (l) İslam dininin
kurallarına uygun olmayan işler ettiğini anlattı. Melik Caber:
-Server, bu bizim Hamid Kalesi’nde (2) acayip bir canavar belirdi.
İkindiden sonra çıkar, dışarı gelir. Bir minare gibi uzar, (3) nefesinin ateşinden
kimse yanına yaklaşamaz. Sabah kaybolur. Hiç bilmiyoruz bu nedir, dedi.
Şerif:(4)
-Bana onu gösterin, dedi.
Melik Caber’in oğlu Firdevs Şah kalktı, Server’i (5) canavarın olduğu yere
götürdü. Biraz sonra kara minare gibi bir <6) nesne duman gibi çıktı, direk
şeklinde göğe yükselip durdu.
[M K1] (4) Rivayet edenler şöyle anlatırlar: Seyyid (5> Şerif Hızır yani Sarı
Saltık onu gördü, bir süre (6) şaşkın şaşkın onu izledi, Hakk’ın hikmetine hayran
oldu: (7)
-Bu canavar ne zamandan görülmektedir, dedi. Firdevs Şah:
-Bir yıldır görüyoruz, dedi. (8) Şerif:
-Ya hayvan! Allah’ın emriyle çekip buradan git, artık buraya gelme. (9)
Eğer gelirsen seni yok ederim, deyip bir kez haykırdı.
(10) Canavar, Seyyid’in narasını işitti, Saltık’ı karşında <U) gördü; aca
bir sesle öyle haykırdı (12) ki pek çok kişinin ödü patladı. Sonra (l3) kaybolup
gitti. Bir daha gelmedi derler. [MK22] (1)Ama bazıları şöyle anlatır: Şerif, ona
göründü, (2) birbirine hamle yaptılar. O canavar, Seyyid’e dağ kadar (3) taşı
getirip attı. Seyyid taşın önünden kaçtı. (4) Çıkarıp bir ok attı, canavarı
omzundan yaraladı. Canavar oku çekti, (5) parçalayıp kenara attı. Sonra tuttu,
Hamid Kalesi’nin (6) bir tarafını yıktı. Sonra gördü ki yarasından kan <7) çeşme
gibi akar. Canavar kanı görünce <8)bir kez haykırdı, denize girip kayboldu.
(9) Şerif dönüp Melik-i Caber’in yanına geldi birkaç gün (l0) o
dinlendi. Daha sonra bir zaman yürüdüler. (ll) Bahr-i Umman’a yaklaştılar.
Maşrık diyarında oturan ve (12) fitne fesat ile uğraşan bir kişi gelip:
-Sultanım, (l3) haberin olsun. Sarı Saltık dedikleri kişi falan [M K23] (l)
yere gelmiş, seni aramaktaymış. Gafil olma. Gözlerine (2) mil çektiğin şeyhin
gözlerini Saltık açmış, şeyh seni (3) şikâyet etmiş. O da, zalim padişahı
katletmek (4) gerektir, Hazret-i Muhammed’in kurallarını icra etmek için bu
şarttır, demiş.
Umman şahı(5)bunu işitince biraz düşündü, başını önüne eğip:
-Bu Seyyid (6) sihirbaz bir kişidir. Benim onunla bir düşmanlığım yok.
Benden ne ister, dedi. <7) Bir veziri vardı, adına Muhsin derlerdi, akıllı bir kişi
idi. (8)0 :
-Ey Şah! Bu Şerif velidir. Onunla kimse cenk ile başa (9) çıkamaz. Çaresi
şudur: Eline hediyelerini al, <l0) onu karşıla. Çık, önünde günahlarına tövbe et.
(ll) Zinadan el çek. Bir diyarda zina, zulüm, (l2) fesat ve şarap aşikâre olursa
orada adalet ve doğruluk olmaz. Bu diyarın (l3) padişahı; zina, zulüm ve fesatlık
yaparsa şüphesiz [M K24] (l)o diyar halkı da öyle olur. Pazarda kantarda <2) hile
yapılır. O diyara Tanrı hışmı çabuk (3) eder. Ya veba ya da kıtlık gönderir, dedi.
Vezir (4) Muhsin, Umman şahına buna benzer nasihatler verdi. Melik-i
Umman:
-Ya haydut! Saltık, sihirbazdır, seni şimdi (6) tepelerdim ama babamdan
kaldın. Git buradan sana bir zararım (7) dokunur, deyince vezir:
-Ya melik! Şerif <8) sihirbaz değildir, velidir. Görmezsin. Şeyh Muhsin’in
(9) gözlerine sen mil çektin. Ben haber aldım. Mübarek (l0) ağzının barından alıp
gözüne sürmüş, hemen o anda <n) gözleri kısmen açılmış. Saltık Gazi ile
birlikte buraya gelirmiş, deyip sustu. <12) Umman şahı öfkelendi, emir verdi,
vezirinin (l3) gözlerine mil çektiler. Daha sonra işkence edip şehirden
götürdüler. [M K 2 5 ](l) Umman şahı:
-Git, senin de gözlerini Saltık açsın,(2) dedi.
Şeyh Salih’in bir oğlu vardı, îmirza derlerdi. (3) Yiğit bir kişi idi, daima
değişik kıyafetlerle gezerdi. <4) Umman şahından korkardı. Haber aldı ki
vezirin gözlerini <5>çıkarmış ve başka bir şehre sürmüş. Öyle hakaretler etmiş
ki, havadaki <6) kuşlar ona bakıp ağlaşırlarmış. Ev halkını da yağmalatıp perişan
ettirmiş. <7) İmirza, Umman şahı bir geziden dönerken öldürmeyi (8) düşündü.
O sırada haber aldı ki babası Rum’a gitmiş, Sarı <9) Saltık’ı getirmiş. O veli,
babasının gözlerini açmış.
Bu haberleri (l0) işitince hemen o gece atına bindi, gözlerine mil çekilen
veziri (ll) de yanına aldı, Şerifi karşıladı. (l2) Babasıyla görüştü, vezirin
dunımunu da anlattı. Şerif, (l3) veziri gördü. Baktı ki muhteşem bir pir, ama
gözlerini çıkarmışlar. [M K26] (1) Arkasında eski bir elbise. Öyle hakaret
etmişler ki Şerif (2) onu görünce ağladı. O biçare de Şah-ı (3) Umman’ın
zulmünü anlattı. Şerif, mübarek ağzının barından (4) biraz aldı, gözlerine sürdü.
Allahuteala’nın inayetiyle (5) gözleri açıldı. Hakk’a şükürler etti. Seyyid’in (6)
mübarek ayağına düştü. Daha sonra Saltık, İmirza’ya:
-Ya evlat! <7) Umman şahmın isteği nedir, dedi. O:
-Ya Server! O, (8) zalirı bir padişahtır. Umman diyarını zulümle harap (9)
etti. İşi; sürekli fitne, fesat, zina ve şaraptır. Senin bu diyara (l0) geldiğini
öğrendi:
“Saltık, sihirbaz bir kişidir, (ll)ben onunla cenk etmem, her ne isterse
vereyim üzerimden (l2) atayın.”, dedi. Bu vezir, babasının zamanından kalmış
bir kişi idi. <l3) Sizin geldiğinizi öğrendi, ona çok nasihatler [M K27] (I) verdi.
“Saltık sihirbaz değildir. Onun işi velayettir, <2) velidir.”, dediği için gözlerini
çıkardı. Ev halkını yağmalattı. (3) İşte huzurunuza geldik, dedi. (4) Vezir:
-Ya Seyyid! Melik-i Umman çak zalim bir (5) kişidir, zina yapmakla
meşguldür. Şüphesiz seninle cenk edecektir, am an(6) gafil olma, dedi. Şerif:
-Zalim kişinin daima (7> ömrü ve maneviyatı eksilir, sonu hayır olmaz.
Dinin kurallarına (8) uymayanları, ortadan kaldırmak vaciptir. Hak teala o <9)
zalimi Müslümanlar üzerinden götürsün, dedi. O gece denizden <10) çıkıp
sağlam bir kaleye vardılar. Seyyid’in atı yanında (ll)idi:
-Bu kalenin ası nedir ve kimlerin hükmündedir, diye sordu. Vezir: (l2)
-Ya Server! Bu diyara Mağrip derler. At ile gidildiğinde (l3) bir ucundan
diğer ucuna yetmiş günlük yoldur, içinde yedi bin kale vardır. Hepsi, Melik-i
[MK28] (1) Umman’a bağlıdır. Tamamı Müslümandır. Hazret-i Ömer (2)
zamanında Halid ibni Velid gelip fethetti. O zaman <3>Müslüman oldular, dedi.
Kale halkı (4) gördü ki yedi kişi bir gemiden taşarı çıktı, <5) kalenin
karşısında çadır kurdu. İçlerinde (6) muhteşem bir kişi var. O çadırın önünde
acayip (7) siyah bir at durmakta. Gördüler, (8) hemen gidip kale beyine haber
verdiler. O bey:
-Gidin, (9) gelenleri buraya getirin. Hem o atı benim için alıp (10) gelin.
Böyle bir at beylere ve pehlivanlara layıktır. Bu at, bezirgân ve (ll) tüccar atı
değildir. Eğer gelmezse ve atı da vermezlerse hepsini (l2) bağlayıp bana getirin,
dedi. Hemen birkaç görevli çadırın (l3) önüne geldi. Gördüler ki on yedi kişi.
Gayet saygı değer kişiler, oturmuşlar sohbet ediyorlar. Görevlilerin içinde yaşlı
bir adam [MK29] (l) vardı. Veziri ve İmirza’yı tanıdı. Hemen ileri yürüdü,
vezirin (2) önüne gelip saygı gösterdi, dua etti. Yoldaşlarına: <3)
-Aman sakin olun. Bu oturan yaşlı kişi, Melik-i Umman Şah’ın <4)
veziridir. Hemen gidelim, beyimize haber verelim. Görelim ne diyecek, <5) dedi.
Diğer görevliler:
-Biz veziri bilmeyiz, beyimizin emrini (6) tutarız, dediler. Birkaçı ileri
yürüdü, atın yularına el sundular. At, acayip bir sesle öyle <8) haykırdı ki
görevlilerin akılları başlarından gitti. At, (9) arka ayağı ile birkaçının başını
parçaladı. Şerif hazretleri(10) onu görüp:
-Ya vezir! Bu gelen görevlilerin isteği nedir? (ll) Yaşlı görevli, geldi,
saygı gösterip kale beyinin dediklerini anlattı. (l2) Şerif başını kaldırıp:
-Git, kale beyine de ki; bu gelen <l3) Saltık’tır. Melik-i Umman’ın
zulmünü işitti, onun yanına gider. [MK30] (l) Zalimi ortadan kaldırmak bize
vacip olmuştur. Eğer beyiniz (2) de Müslüman ise bizimle birlikte gelsin, yok
eğer fikri benim ( atımı almak ise, bu ata benden başka kimse binemez. Git,
öyle söyle,<4) dedi.
Yaşlı görevli gidip durumu (5) beyine söyledi. O cahil ve ileri görüşü
olmayan bir kişi idi. Öfkelenip emretti. Kısa bir süre içinde on bin (7) adam
atına bindi. Kale komutanı:
-Saltık kimdir ki Melik-i Umman gibi ulu bir (8) padişahın üzerine
gidiyor. O Arap şeyhini, oğlu İmirza’yı, veziri ve o Saltık’ı yok edeyim.
Başlarım Melik-i Umman’a <l0) göndereyim. Yanında gayet itibarlı bir adam
olurum. Kızı Hüma’yı (ll) ondan isteyeyim. Yanında ulu bey olayım, dedi.
Hazırlığını (12) yaptı.
O kalede ulu bir kişi vardı, çok diyarlar <l3) ve vilayetler görmüştü. Adına
Şeyh Haşan derlerdi, çok cenkler görmüş kişiydi. Ama artık çok yaşlanmıştı.
İşitti ki [MK31] 0) kale beyi Saltık’ı öldürmeye gider. Hemen gelip bey ile
buluştu: (2)
-Ya melik! Nereye gidiyorsun, bana söyle, dedi. O b ey :(3)
-Durum öyle olmuştur, dedi. O pir:
-Ya (4) melik! Bu Saltık-ı Rum’dur, güçlü ve kuvvetli bir kişidir. Aynı
zamanda velidir. Yaptığı her <5) iş velayetinden dolayıdır. Asla bunun karşısına
çıkma. (6) Zararlı çıkarsın. Hem onu Arap şeyhi Rum’a gidip <7) getirmiştir.
Melik-i Umman onun gözlerini çıkarmıştı. Kendi veziri <8) Muhsin’in de
gözlerine mil çekmiştir. Evini yağmalatmıştır. (9> Bu Saltık Resul’ün neslidir.
İkisinin de (l0) gözlerini açmıştır. Bu tür şeyler ancak velayet ile olur, (ll) sihir
ile olmaz. Eğer kâfirler sihirbaz derlerse, haşa iftira etmiş <l2) olurlar. O, velidir.
Asla ona karşı durma, elinden <13) gelirse hediyeler ve yemek gönder, onunla
dostluk kur, duasını [MK32] (l> al, zira yaşlanmıştır, dedi. O bey bunları
dinleyince öfkelenip: (2)
-Ey ahmak ihtiyar! Seni şimdi tepelerdim, ama nice zamandır bu <3)
kaledesin. Şimdi bana bir daha bunun gibi laflar söylersen <4) sen bilirsin, deyip
kale kapısını açıp çıktı. (5) Atını Şerifin üzerine sürdü. Yanındaki on bin (6) er
haykırdı, hep birlikte hamle kıldılar. Vezir:
-Ya Server! (7) Bu lain gayet zalimdir. Kendisini Rüstem (8) gibi görüyor.
Gafil olma, dedi.
Seyyid onu görüp mübarek <9) eliyle yerden bir avuç toprak aldı, o
kavmin üzerine saçtı. <l()) Acayip bir rüzgâr çıktı, bir an içinde darmadağın (ll)
oldular. Bazılarının atı, üzerindeki askerleri düşürdü. Yere düşen paramparça
<12) hâle geldi. O kavme bu musibet oldu, herkes (l3) başının kaygısına düştü.
Kale beyi bu durumu gördü, hemen hisara kaçtı:
-Bu Saltık sihirbaz değil, derler. [MK33] (1) Bu, sihir alametidir, dedi.
Askeri başının kaygısına düşüp dağıldı. <2) Seyyid:
-Bu Umman beylerinin işi <3) zulüm, düşmanlık ve fukaranın malım zorla
alıp yemektir, dedi. (4) Hemen atma binip kale kapışma geldi, çıktı: (5)
-Ey zalim! Yiğitsen kaleden dışarı çık. (6) Sana kim olduğunu göstereyim
yahut günahların için tövbe et. Fukara malını cebir (7) ile almaktan insafa gel.
Aksi hâlde seni yok ederim, dedi. (8) Kale beyi gördü ki hâl başka oldu. Hemen
kalenin ulularım (9) toplayıp gönderdi, özür dileyip günahlarına <l0) tövbe etti.
Seyyid onu affetti, üç gün orada durdu. (ll) Umman şahının üzerine gitmek için
hazırlık yaptı. Kalenin ulularının (12) içinde yaşlı bir önder vardı. Seyyid, o yaşlı
kişiyi bilim konusunda olgun (l3) gördü. Bir gün, bir gece o yaşlı kişi ile ilim
sohbeti yaptılar. [M K 34](I) Şerif:
-Tarih ilminden haberin var mıdır, diye sordu. Pir Muhammed: <2)
-Vardır, eğer buyurursanız biraz anlatayım, dedi. Şerif: (3)
-Bu kaleyi yapan çok güzel inşa etmiş. Her ne zaman bu kalenin beyine
(4) saldırdıysam gözümden kayboldu. Sonunda dostluk niyeti ile <5) geldim. Bu
kaleyi ancak şimdi iyi görebildim. Niyetim bu beyi helak (6) etmek ve burayı
başka bir kişiye vermek idi. (7) Burada sihirbaz mı var, yoksa budaladan biri mi,
dedi. <8> Şeyh Muhammed gülümseyerek:
-Sultanım, bu hisarda sihirbaz yoktur. (9) Ama içinde bir divane vardır.
Bu kalenin beyi o divane (l0) ile gayet dosttur. Siz gelince o divane haykırıp (I1>
beyi ikna etmeye çalıştı:
“Hazret-i Resul’ün neslinden bir seyyidullah (l2) buraya geliyor, onu
karşılayın, duasını alın. Ona (l3) saygı gözterip ziyafet verin.”, dedi. Beyimiz
ona itibar etmedi. Başına böyle belalar geldi. Sonunda gidip yüzünü yere
vurdu, [MK35] (l) günahlarına tövbe etti. Mübarek parmağıyla işaret <2) etti,
imana geldi:
“Bundan sonra size Seyyid’den zarar gelmez. Hemen (3) bu kaleye girer,
sizlerden her ne sorarsa cevap verin.”, (4) deyip hisardan çıkıp gitti. Giderken:
“Seyyid, senden (5) bu kalenin durumunu sorunca anlat ve bu elmayı
benden (6) ona hediye ver. Her ne zaman acıkırsa bu elmanın (7) yarısını yesin, o
zaman aç ve susuz kalmaz.”, dedi. Şerif elmayı aldı, öpüp <8) koynuna soktu:
-Ya şeyh! Bu kaleyi kimler yapmış,(9) biliyor musun, diye sordu. Şeyh bir
kitap getirdi açıp:
-Bu kaleyi (10) bir kadın yapmıştır. Adına Saluna derler. Büyük bir
padişahın 110 kızı idi. Umman’da bir ada vardır, adına Havran <l2) derler. Yani
Güneş Adası demektir. İçinde bir padişah (l3) yaşardı, güneşe tapardı. Bütün
Umman diyarını aldı. [MK36] (l)Her kim güneşe taptıysa ona dokunmadı. Her
kim güneşe tapmazsa, (2) büyük bir kule yaptırdı. Yakaşık iki yüz elli metre <3)
yüksekliği vardı. O zavallıları kuleye çıkarırlardı, oradan da aşağı <4)
bırakırlardı. Paramparça olurdu. Kendisi de zevk alıp gülerdi. (5) Bir gün bu
adaya Allah kullarından bir peygamber gelir. (6) O hâli görüp ağlar. Padişaha:
“Ey zalim! <7) Bu yaptığın zulüm nedir? Güneş, Allahuteala’nın senin gibi
bir (8) kuludur. Daima ona emrettiği gibi hizmet eder. Sen <9) rızkını yersin, ona
şirk koşarsın. İmana gei Allah’ı bir bil. Yoksa bu şehre gelir, seni
kahreder.”, dedi.
Padişah, o insandan bu (ll) sözleri işitince emreder, o peygamberi kuleye
<l2) çıkarırlar ve aşağı bırakırlar. O aşağı düşer, <l3) kılına bile zarar gelmez.
Mübarek parmağıyla işaret eder, kule yedi parça olup denize düşer. O padişah
bu mucizeyi görünce:
[M K37] (1) ‘‘Bu sihirbaz imiş. Bunu bu gece zindana koyun. (2> Yarın
ateşte yakalım.” der. Zindana atarlar. (3) Meğer padişahın sarayı zindanın
karşısında t4) imiş. O peygamberin ibadet ettiği yer, nur ile aydınlanır. (5)
O peygamber, ibadetini bitirdiği zaman, <6) önüne taze hurma ve ekmek
getirirler. Yemeğe başlar. (7) Saluna, dadısıyla penceresinden bu durumu görüp:
(S)
“Ey dadı! Bu kişi için babam sihirbazdır, dedi. Haşa! <9) Bu tür işler
sihirbazların elinden gelmez. Kuleyi yıktı. <10) Bu gerçek erdir. Gel, bu gece
ikimiz onun yanına gidelim. (ll) Ben rüyamda gördüm. Havadan siyah bir kuş
(l2) pençe vurup beni aldı. Bu zindandan bir adam çıktı. (13) Adam yetişip kuşun
başını [MK38] (1) kopardı ve beni kucağına aldı. Bütün malımı ve babamın
hâzinesini <2) sağ avucunun içine aldı. Kırk cariyem ve (3) bunca hizmetçilerim
ile avucuna sığdık. Yine de avucunun yarısı(4) boş kaldı. Bu denizi yardı. Beni
diğer adaya götürdü,(5) orada benim için büyük bir çadır kurdu. Bu çadırın kale
gibi yedi (6) bedeni vardı. Uyandım. Çok şaşırdım. Beni avucu (7) içine alan bu
kişidir, sesinden tanıdım.”, <8) dedi.
Kız, dadısıyla birlikte zindana gitti. Peygamber, Saluna’yı (9) görünce
güldü:
“Ya Saluna! İmana g el,<l0) seni kuştan kurtardım, avucumun içine aldım.
Seni, falan adaya çıkarayım, (ll) senin için kurduğum çadıra koyayım. Babanın
hâzinesiyle (l2) o çadır şeklinde bir kale yaptır.”, der. K ız,(13) rüyasında gördüğü
adamı tanır. Hemen imana gelir. Babasının kullarından, hizmetçilerinden ve
cariyelerinden üç bin adam toplar. [MK39] (l) On parça gemi hazır ederler.
Bütün hâzineleri o gemilere koyarlar. (2) Peygamber:
“Ya hanımefendi! Ben senin için geldim, senin baban imana (3) gelmez.
Bu gece deprem ile helak olacak. (4) Bu şehrin halkı çok azmıştır, hemen
kaçalım.”, der. Saluna:(5>
“Benim babamı da birlikte götürelim.”, dedi. O nebi:
“Senin (6) baban kâfirdir. O, bu şehirde helak olacak.”, der. (7) O
peygamber gemileri şehirden yedi mil (8) uzağa götürür.
Sabah olur, geminin içindeki insanlar bakar ki o (9) muazzam şehir yerle
bir olmuş. Deniz, dağlar gibi olup o şehrin üzerine yürüdü. (l0) Şehrin
binalarının hepsi <U) yıkıldı, insanlar su altında kaldılar. Şehir, belirsiz oldu. (l2)
Üç bin kişi o peygambere iman getirirler. Gelip (l3) buraya çıktılar. Çadır
şeklindeki bu kaleyi o [MK40] (1) kız yaptı. İçinde yüz yıl ömür sürdü. Şimdi
bu (2) kalenin önünde yatmakta. Bu kalenin adı Saluna-zu-zuht’tur. (3) Şimdi
Kızkalesi derler. Zaman içerisinde yetmiş tane (4) padişah bu kaleyi almak
istedi. Bir taşını bile alamayıp (5) gitti.
-Ya Server! Bu kalenin batısında eskiden (6) kalmış bir saray harabesi var,
önünde bir bağ görünüyor. Dünyada ne çeşit (7) meyve varsa hepsi orada
toplanmış. Yılda bir bu kalenin (8) halkı gidip o bağda yedi gün eğlence yapar.
<9) Meyveler tamamen olgunlaşır. Gideriz, o ağaçlardan (10> meyveleri toplarız,
kale halkına (ll) dağıtırız. Sonra kapısını bağlayıp gideriz. (l2) O bahçeye ancak
bir yıl sonra tekrar gideriz. Bağda (l3) birkaç adam heykeli yapmışlar. Sinelerine
yedişer satır yazı yazmışlar. Yazıları bu diyarda okuyabilen kişi yoktur.
[MK41] (l) Sarayın orta sofasının altında karanlık bir yer vardır. Oraya (2>
girebilen kişi yoktur. İçinden acayip ve garip sesler gelir, <3> güm güm öter,
dedi. Seyyid:
-Ya Şeyh Muhammed! Bize vacip oldu. (4> Gidelim, bağı ve karanlık yeri
görelim. Allahuteala rast getirirse <5) belki içerisini de ziyaret ederiz, dedi. Pir
Muhammed: <6)
-Ya Server! Sabret. Yedi gün kaldı. (7) Bağın meyvesini toplayıp
paylaşalım. Bu kalenin gezilecek <8) yerleri çoktur. Oraları gezelim, dedi.
Kalenin önde gelen kişileri, Seyyid ve Muhsin (9) vezir toplandılar, o
kalenin doğusunda bağlar ve bahçeler arasında bulunan bir saraya geldiler.
Şerif gördü ki (!1) bağların arasından bir su akıp gelir. Sarayın öte tarafına (l2)
bir havuz yapmışlar, oraya dökülür. Yerden yukarı kaynar. (l3) Görenlerin aklı
gider. Baldan tatlı, kardan soğuk. [MK42] (l) Tekrar o havuzun içinde
kaybolur. Hangi tarafa gittiğini kimse bilmez.
Seyyid (2) bir süre havuzu seyretti, suyundan içti kenarında oturdu. <3) Bir
süre o havuza baktı ve pire sordu:
-Bu (4) havuzun ayağı hangi tarafa gider, yoksa bu kaleye mi gider, (5)
dedi. Pir:
-Sultanım, bu suyun ayağı havuzda kaybolur. (6> O dediğim bağda bunun
gibi bir havuz daha vardır. Bu (7) su, o havuza gelip dökülür. Bağda ne kadar
meyve var (8> ise o havuzdan sulanır. Ama kimin suladığını bilmiyoruz. (9) Bu
kalenin suyu büyük bir çeşmedir, akıp gelir. Nereden <lü) geldiğini bilen bir
kimse yok. O kalede kayıp olur, (II) dedi.
Seyyid, o sarayın önünde iki insan heykeli gördü. (12) Birini, siyah bir
taştan yapmışlar, diğerini ak mermerden. İkisi de gayet gürbüz. Siyah
heykelin boyu altmış arşın. Omzuna taştan bir gürz koymuşlar. Gürzü sağ
eliyle kavramış, [M K 43](1) hışımla karşısındaki ak mermerden yapılan adam <2)
heykeline hamle yapar gibi durur. Karşısındaki heykel (3) elinde çelikten
yapılmış bir kalkan tutar. (4) Kara heykelin gürzüne karşı tutmuş gibi durur. Sağ
elinde (5) taştan yapılmış bir gürz tutar. Kabzası çelikten. (6) Ama beyaz heykel
kadın şeklinde. Sinesine birkaç satır yazmışlar. (7) Şerif görünce, güldü:
-Bu heykelleri hangi ahmak taife (8) hazırladı acaba, dedi. Şeyh
Muhammed dua edip:<9)
-Sultanım, nişan için yapmışlardır, dedi. Şerif:
-Bu heykellere giden <l0) akçe ile bir fakirin kamını doyursalar daha iyi
idi. Ama kimlerden <n) kaldığını anladınız mı, diye sordu. Onlar:
-Vaktiyle keşiş bir kâfir bu (12) kaleye geldi, bizimle birkaç gün oturdu,
bu heykelleri görünce <l3) ağladı. Rüzgârı görünüz. Kimler gelip geçmiştir.
Gidip [MK44] (l)o heykelin göğsündeki yazıyı okudu:
“Ya müminler! <2) Bu beyaz heykel, kale beyinin kızıymış, adına Mihran
(3) Banu derlermiş. Babası haramzade bir kâfirmiş. Umman <4) denizinin içinde
bir ada vardır, adı Zengibar’dır. Onun (5) beyi imiş. Bu lain, kaleyi yedi yıl
kuşattı, (6) almayıp âciz kaldı. Sonunda bu kızın elinde helak (7) olmuş.”, dedi.
Seyyid:
-Bu kızın bu kadar büyük bir gürze (8) karşı durması ilgi çekici. Sonunda
zengiyi tepelemiş, deyip <9) heykelleri kırdı.
Server yedi gün o kalenin (l0) ileri gelenleriyle sarayda sohbet etti. Bir
gün şeyh gelip (ll) Seyyid’e:
-Şimdi gidelim, o bağı da gezelim, (l2) dedi. Seyyid:
-Buradan o bağa ne kadar zamanda varabiliriz, diye sordu.<l3) Şeyh:
-Öğleye kadar ulaşırız, dedi.
Kale halkı toplandı, Saltık’ın önünce gittiler. Sonunda o bağa ulaştılar.
Kapısına gelip gördü ki [MK45] 0) çevresini çok yüksek duvarlar ile
çevirmişler. Duvarların üzerine <2) saraylar yaptırmışlar. Kapıları saf çelikten ve
iki (3) kanatlı.
Halk, kapının önüne (4) gelince tekbir getirdi. Kapı açıldı, içeri girdiler.
Ağaçların <5> meyvesini topladılar, sarayın önüne döktüler. Yedi (6) gün boyunca
o bağda yediler, içtiler. Sonra toplanan meyveleri böldüler. Her kişiye (7) dört
deve yükü meyve verdiler. Sonra kalkıp (8) gittiler.
Seyyid hazretleri o bağın her tarafını gezdi. (9) Sarayın bahçesinde dört
adam gördü. Ak mermerden heykellerini<l0) yapmışlar. İkisi çok büyük. Birinin
boyu altmış (ll) ve birinin boyu kırk sekiz arşın. Muhteşem bir heykel. (i2) Fedai
şeklinde, sağına ve soluna hançerler sokmuş. (l3) Kırk sekiz arşın boyunda olan
bir heykeli omzuna almış, [MK46] (l) diri gibi götürüyor. Altmış arşın
boyundaki taş heykel, (2) yirmi bir arşın boyunda olanı omuzlamış, sanki
götürüyor (3) gibi. Şerif başını sallayıp:
-Yazık. Bu taşlara ne kadar (4) çok emek harcamışlar. Önceleri burada
yaşayan insanlar çok (5) müsrif imiş, dedi. Tam o sırada birinin göğsünde birkaç
(6) satır yazı gördü:
-Bu heykelde olan yazıyı <7) okudunuz mu, dedi. Onlar:
-Ya Server! Bir gün (8) ulu bir melik, denizden gelip buraya çıktı. Beş yüz
<9) parça gemisi vardı. Askerleri muhteşem kişiler olup <l0) kâfir idi. Geldi, bu
bağa çıktı, dolaşırken bu (ll) heykelleri gördü. Yanında bir papaz vardı, bütün
<l2) ilimlerde mahir idi. Bu yazıyı yalnızca o okudu. Ya melik! Bu yazıyı(l3) bu
diyarlarda okuyabilecek bir kişi yoktur. Kendi zamanmda okunan hat ile bu
taşa birkaç satır yazılmış. Saltık Gazi:
-Ben Yunan yazısını, Ümran yazısını, kısaca on iki türlü yazıyı okurum,
[M K 47](1) deyip ileri geldi:
-Ya pehlivan! Bu taşa bu yazıyı kazıyan (2) demiş ki:
“Ey buraya gelen kişi! Huşenk adlı <3) bir padişah, bu Kızkalesi’ne gelip
yedi ay oturdu. (4) Bir taş bile almayıp âciz kaldı. O zamanda bir (5) melik vardı,
puta tapardı. Huşenk’e, evet, (6) demedi, bu kalede oturdu, her gün cenk etti.(7)
Onun hilebaz bir adamı vardı. Adına Mezek derlerdi. (8) Bir gece fırsat buldu,
Huşenk şahı ve <9) Kahtaran adlı bir pehlivanını yanına aldı. Onları getirip bu
kuyuya koydu. Onlar, kırk (10) gün bu kuyuda kaldılar. Mezek lain bir fırsatını
bulup Huşenk’i (II) kaleye çıkaramadı. Şerif adlı bir hâkim (l2) vardı. Bu kaleyi
yetmiş kere kuşatıp bekledi. Huşenk’in <13) iki hilebaz adamı vardı. Cihanı
aradılar, Huşenk’i [M K48] 0) bulamadılar. Sonunda bu kaleyi bir gece aldılar,
melikini esir ettiler. (2) Mezek lain kaçıp bu bağa geldi. Huşenk’i <3) kuyudan
çıkarıp buraya getirdi: <4)
‘Efendim esir oldu. İntikam için bu iki düşmanı öldüreyim.’, (5) derken
ansızın Kerdenkeşan ve Şirpençe adlı hilebazlar ( * buraya geldiler. Gördüler ki
dünyaya (7) sığmayan Şah-ı Kahran’ın aklını almışlar. Kendinden habersiz <8)
yatıyor. Bir hilebaz başlarında bekliyor, kendi<9) kendine konuşuyor:
‘Ben, bu Huşenk’i öldüreyim.’, (10) diyor. Kerdenkeşan bu durumu görür,
hemen <n) elindeki bıçak ile lainin başına vurur, helak (l2> eder. Huşenk kendine
gelir, oradan ayrılıp otağına gelirler. Bu (l3) heykelleri Huşenk, bu olayın
anısına yaptırdı.”
Şerif, merak edip kuyunun ağzına geldi, kulak verip dinledi. Baktı ki
[M K 49]11)kuyudan acayip ve garip sesler gelir. Şerif:<2)
-Ya şeyh! Bu kuyuya sizden hiç kimse girdi mi, dedi.
-Ya Server! (3) Bir zamanlar bu kalede bir melik otururdu. Gayet <4) adil
kimse idi, Melik, bu kuyuya adam indirmeyi (5) denedi. Kullarından üç kişiyi
indirdi. Üçü de yandı, kül gibi oldu. (6) Ondan sonra hiç kimse buraya girmeyi
denemedi, dedi.
Hazret-i Seyyid, hemen Menucher’in (7) duasını okudu. Bir süre sonra
Menucher gelip selam verdi. <8) Seyyid:
-Ey kardeş! Bu kuyunun içinde ne vardır, bilmek (9) istiyorum, dedi.
Menucher:
-Ya Server! (10) Bu kuyuda üç kâfir ifrit hapsolmuştur. Yüzlerinin (ll>
üzerine yatıyorlar. Kıyamete kadar burada kalacaklar. Eğer birisi(l2) kurtulursa
cihanı harap eder. Hazret-i Süleyman (l3) hapsetmiştir. Yanlarında üç cinnî daha
vardır, onlar mümindir. [M K50] (l) Onlardan başka bir melek daha vardır.
Tılsım olmuştur. (2) Her kim bu kuyuya girerse onu yakıp öldürürler, dedi. (3)
Seyyid:
-Ya kardeş! Bu bağ, saray ve kuyu kimlerden kalmıştır, (4) bilir misin,
dedi. Menucher:
-Ya Server ! Bu sarayda çok kimseler (5) yaşamıştır. Fakat bu kasrı
Neriman adlı bir (6) padişah yaptırmıştır. Çok kuvvetli ve heybetli bir k işi(7) idi.
İns ve cin elinde âciz kalmışlardı. Kahraman (8) diye lakap taktılar. Bu kuyuda
(9) yatmakta. Bir gün ata binmiş şu ovada geziyordu. (l0) Atı bir karıncadan
ürktü, yetmiş beş arşın (ll) boyu ile Neriman’ı yere öyle çaldı ki cümle endamı
paramparça (l2) oldu. Ondan sonra çok devirler geçti, Hazret-i Süleyman’dan <13)
sonra bir hâkim geldi, bu sarayda üç yüz yıl ibadet etti. Sonunda bu bağı tılsım
ile bağladı. Meyvesini, yılda bir kez bu diyarın [M K51] (l> halkı toplayıp
paylaşır. Bu sarayda kimse oturmaz, saray harap (2> da olmaz. Tamamen tılsım
ile bağlanmıştır. Kendisi bu (3) bağın falan yerinde yatmaktadır, Şerif:
-Ya Menucher! O (4> hâkim hangi dinde idi, diye sordu. Menucher:
-Hazret-i Zebur’a inanıyordu. Davud (5) Peygamber’e iman getirmişti,
dedi. Seyyid:
-Gidip (6) onu ziyaret edelim, dedi.
Menucher önlerine düştü. (7) Kapısı olan bir kubbeye geldiler. Menucher,
kubbenin kapısını işaret (8) ile açtı, içeri girdiler. Ak mermerden bir tabut
yapmışlar, (9) baş ve ayak ucuna ak mermerden taşlar koymuşlar, üzerinde (l0)
Zebur’dan ayetleri kazımışlar. Başı ucuna bir levha asmışlar. (ll) Seyyid o
levhayı eline aldı, Şeyh Muhammed’e verdi. Okudu: <l2)
-“Benim hâlimi öğrenmek isterseniz Batmus adlı bir hâkim (l3) idim. Üç
yüz yıl bu sarayda ibadet ettim. Gece ve gündüz [M K52] (l)muhattabım Allah
idi. Ölümü her gün yetmiş kez düşünürdüm. <2) Sonunda anladım ki ecelim
yaklaştı. Bu türbeyi kendim için inşa ettim. <3) Bu bağı da canım için
vakfeyledim. Yılda bir kez fukara ve zengin <4) gelir, bunun meyvesini derip
yer, bana dua ederler. Sen (5) de er isen kendinden sonraya bir eser bırak ki seni
kıyamete değin hayır (6) dua ile yâd edeler.”, demiş. Şerif ve yanındakiler el
kaldırıp Batmus (7) hâkimin ruhuna dua ettiler. Sonra levhayı yerine koydu.
Kubbeden(8) dışarı çıktılar. Muhsin vezir:
-Yetmiş kez bu bağı gezdim. (9) Fakat bu kubbeyi böyle görmedim, dedi.
(10) Şerif tebessüm edip:
-Ey ulular! Bu kubbe, dua <n) ile bağlanmıştır. Ben o duayı okudum,
onun için bu kubbe ortaya çıktı. Ben burada iken bu <l2) kubbe görünür. <l3) Bu
bağdan çıkınca kubbe kaybolur, dedi.
Daha sonra Menucher izin alıp gitti. Şerif de bağdan dışarı çıktı. [MK53]
(l> Gördüler ki kubbe kaybolmuş. Bütün ulular, Seyyid’in ayağına (2) düşüp özür
dilediler.
-Ya veliyullah! Sana sihirbaz diyenler (3) azgındır, dediler.
Saltık Gazi ile oranın halkı o gece sohbet ettiler. Ertesi gün Saltık Gazi
ve arkadaşları(4) atlarına binip Umman şehrine yöneldiler. On gün yürüdüler. <5)
Sonunda sağlam bir kaleye geldiler. O kale kavmi Seyyid’in geldiğini (6) işitti
karşıladılar. Saygı gösterip hediyeler sundular. Melik-i Umman’dan (7)
şikâyette bulundular:
-Gayet zalim meliktir. Her nerede (8) güzel bir kız veya oğlan duyarsa
zorla alır, deyip (9) ağlaştılar. O kadar ağlaştılar ki Seyyid bile ağladı. Saltık
Gazi üç gün <l0) o kalede kaldı. Ulu bir camiye gidip vaaz ve nasihat00 kıldı.
Oradan bir kişiyi Umman melikine gönderdi.
Gönderdiği (l2) kişi Umman melikinin yanına geldi mektubu sundu ve
Şerifin sözlerini iletti <13) Umman meliki öfkelendi. Gelen elçiyi öldürmek
istedi [M K 54](I) bırakmadılar. Umman meliki:
-Git o sihirbaza söyle, varsın, geri <2) kendi diyarına gitsin. Eğer dönüp
gitmez ise onu helak ederim. (3) Kaldı ki o Saltık benim diyarıma gelecek,
benimle cenk edecek. Çıkıp gitsin diyarımdan. <4) Yoksa onu işkence ile
öldürürüm. Havadaki kuşlar (5) bile ondan ibret alırlar, deyip bir mektup yazdı.
Sözlü cevabını da <6>şöyle verdi:
-O Saltık’a söyle. Benim yanımda makbul(7) olan vezirim ve Şeyh Haşan
Halife, bana ihanet ettiler. (8) Ben de onlara cezasını verdim. İkisinin de
gözlerini çıkardım, (9) diyarımdan sürdüm. Saltık’ın yanına varmışlar. (l0) Sihir
ile gözlerini açmış, diye bana haber verdiler. Onları da (ll) bana göndersin. Eğer
göndermez ise kendisi bilir, dedi ve buna benzer bir nice (l2) makbul olmayan
sözler söyledi.
Elçi, mektubu alıp Seyyid’in yanına geldi, <l3> cevabını söyledi ve
mektubu sundu. Hazret-i Seyyid bunları işitince:
-Vay! Bu zalim insafa gelmez. Tanrı, ona denizde boğulmayı nasip etsin.
[M K 55](I) Müslümanları bunun zulmünden kurtarsın, dedi.
Daha sonra o <2) kalenin meliki on bin er ile göçtü. Ama İmirza yedi (3)
adamıyla ileri varıp “Umman melikinin niyeti nedir?”, diye suret-i(4> tebdil ile
Umman’a gitti. Babasının bir dostu vardı, <5) onun evine geldi. Seyyid’in ve
babasının selamını söyledi. (6) O kişi, İmirza’yı görünce gizli bir yere geçtiler,
(7) konuştular. O kişi:
-Umman’ın hazır (8) kulu yirmi beş bin kişidir. Niyeti Şerif geldiği
zaman ortaya (9) alıp kırmaktır. Hazret-i Seyyid gafil olmasın, dedi. İmirza:(l0)
-Şerif gerçek yiğittir. Umman meliki ona zarar veremez. tH) Şerif ona
beddua etti. Umarım ki denizde boğulacak, dedi. (l2) O kişi, gece el altından
bazı uluları dav et(13) etti Seyyid’in durumunu anlattı. Onlar da söz [M K 56](l)
verdiler:
-Seyyid Hazret gelsin, on bin kişilik ordumuz (2) ile ona karışalım. Eğer
fırsat bulursak Umman melikini<3) tutup verelim, deyip gece sözleştiler. İmirza
(4) çıkıp Seyyid’in yanına geldi, olanları haber verdi. Şerif (5) çok mutlu oldu.
Oradan göçüp yavaş yavaş Umman şehrine geldiler. Umman meliki<6) yolları
kesmişti. Fakat İmirza o yolları(7) gayet iyi bilirdi, bir başka yoldan geldiler.
Umman şehrine <8) gelinceye kadar onları kimse görmedi. Umman meliki <9)
bağında içki meclisinde iken sordular:
-Ya melik! Niçin hazırlık yapmıyorsun ve (l0) işin üzerine düşmüyorsun.
Saltık geliyor, gafil olacak zaman değildir. (ll) Saltık, melikler diyarını harap
etmiştir. İşte falan (l2) yoldan geldi, yanında on binden fazla adam vardır. (l3)
Senin bunun gibi düşmanın olacak, sen kendi keyfinde, içki meclisinde
eğleneceksin. Bütün Umman senden yüz çevirdi. [M K 57](I> Şehirde acayip bir
gürültü var. Hemen hazırlıklara (2> başla. Yolları kestin. Fakat onu, İmirza Şeyh
Hasan’ın oğlu falan yoldan (3) getirmiş. Gelinceye kadar kimse duymadı, dedi.
Biri daha:
-İmirza (4) falan gece falanın evine gelmiş, oturup konuşmuşlar. Sen
Saltık ile (5) cenk ederken seni tutup eline vereceklermiş, dedi.
Umman meliki bu haberleri (6> işitince canı başına sıçradı. Hemen
yerinden kalkıp sarayına <7) geldi. İmirza’nın yattığı evin sahibi Davud halife
idi, <8) aradı. Davud haber almıştı. İmirza’nın kendi evinde yattığını (9) ve
konuştuklarını melike haber vermişlerdi. Canı başına sıçradı, (l0) o gece gizlice
akrabalarıyla birlikte Seyyid’in yanına geldi. Şehirden <n) o gece on binden
fazla adam geldi. Seyyid sabahleyin atına bindi, (l2) şehrin önüne geldi. Nara
atıp:
-Ey zalim! (l3) Senin zulmün cihanı haraba verdi. Çık, [MK58] (l) seninle
cenk edelim. Eğer sen haklı isen beni<2> helak edersin, sonra da bildiğini yap.
Yok, eğer hak benim (3) olursa sen helak olacaksın. Fukara senin şerrinden
kurtulmalı, (4) dedi.
Umman meliki, yirmi beş bin askeriyle binip <5) Seyyid’in karşısına geldi.
Seyid:
-Şimdi seninle bir tarafa <6) gidelim. Gel, ikimiz cenk edelim, bu
Müslümanlar atların ayağı(7) altında ezilmesin. Yarın ahrette bunun cevabını
vermek güç(8) olur, dedi. Umman meliki mutlu oldu:
-Benim yiğitliğim cümle <9) Umman’da meşhurdur. Kılıcımın
korkusundan adalardan bana <l0) haraç gelir. Sen yaşlı bir adamsın. Benim
darbelerime dayanamazsın, (ll) dedi. Haykırdı, mızrağını çevirdi, atını Şerifin
<l2) üzerine sürdü. Seyyid pek aldırmadı. Onun bu hâlini görenler:
-Eyvah! (l3) Seyyid yaşlanmıştır. Buna cevap veremez. Bu zalim hepimizi
yok eder, dedi. İmirza:
-Ey kavim! Üzülmeyin, Seyyid bunun gibi [MK59] (l) ne fesatların
hakından gelmiştir. Siz seyredin. Hazret-i Şerif<2>ona neler edecek, dedi.
Umman meliki mızrağım havale etti. Saltık (3) gördü ki bir karış uzaklığı
kaldı, atın sağrısına yattı.
(4) Umman meliki yanından geçerken Seyyid, sağ elinin arkasıyla
göğsüne öyle bir yumruk vurdu ki Umman meliki atından (6) yere yıkıldı.
İmirza, birkaç yiğit ile hazır bekliyordu. (7) Fırsat vermeyip bağladılar. Yirmi
beş bin kul,<8) Seyyid’i ortaya almak istedi. Hazret-i Seyyid yerden bir avuç (9)
toprak aldı, o kavmin üstüne saçtı. Sert bir rüzgâr çıktı, (l0) o askeri darmadağın
etti. Sonra Seyyid em retti,(ll) yanında olan halk şehre girdi. Ne kadar zalim,
fesat, gammaz adam buldular ise yok ettiler. Seyyid emretti, <13) gidip Umman
melikini getirdiler:
-Nasılsın? O beğenmediğin [MK60] (1) ihtiyar seni bir yumrukla yıktı.
Gel tövbe et. <2) Artık Müslümanlara zulüm etme. Sana Allah için nasihat(3)
edenlerin gözlerine mil çektin, evini yağmalarsın. (4) Kulların Müslümanların
ev halkına <5) el sunarlar. Yarın ahrette ne cevap vereceksin? Zulüm kişinin (6)
kökünü götürür. Sen böyle zulüm ile halkın malını(7) ve kızlarını cebren çekip
zina edersin, dedi. Umman meliki (8) başını önüne eğip:
-Ey sihirbaz! Beni sihir (9) ile yıktın. Yanma benim düşmanlarımı aldın.
Beni <l0) dost ve düşmanlarım içinde utandırdın. Sihir ile bana ihanet(ll> edenin
malı ve ev halkı caizdir. Cariyelerim (12) olur, dedi. Seyyid öfkelenip:
-Ey rezil kişi! Müslüman olanın (13) ev halikı ve malı haramdır, helal
diyen kâfir olur. Şimdi senin katlin caiz oldu, dedi. Tepelemek için kılıcını
kaldırdı. Muhsin vezir ileri gelip:
-Ya Server! Bu kişi bana (2) çok işkence ve zulüm etti. Evimi ve ev
halkımı yağmaladı,(3) kızlarıma zina etti. Hepsinden geçtim. İnsafa gel, deyip
(4) yalvardı. Umman meliki asla cevap vermedi. Halk:
-Ya Server! Bu gece hapse koyalım. Yarm görelim. (6) Eğerinsafa
gelmezse tepeleriz, dediler.
Umman melikini (7) o gece hapsettiler. Gece yarısında fırsat buldu, (8) bir
miktar hâzinesini ve birkaç kulunu yanma (9) aldı, bir gemiye binip kaçtı.
Büyük bir adaya çıktı. (10) Adanm adı, Narduhan idi. İçinde sürekli ateş yanardı.
(ll> Oranın bir meliki vardı, adı Kosyanus olup kâfir(l2) bir şahıstı. Sihir ilminde
usta idi. Onunla dost olduğu için (l3) oraya kaçtı. Giderken sert bir rüzgâr çıktı.
[MK62] (l) Fırtınadan dolayı gemi bir taşa dokundu. Umman meliki,
yarımdakiler ile (2) boğuldu. Sonunda Seyyid’in bedduasına(3) uğradı.
Sabah oldu, gördüler ki Umman meliki (4) kaçmış. Seyyid’e haber
verdiler. Seyyid:
-Falan yerde (5) yanındakilerle birlikte denizde boğuldu. Tanrı, zulmünün
cezasını (6) verdi, deyip Umman şehrinde bir süre oturdu. (7) Saltık, o diyarı
İmirza’ya verdi. Muhsin’i (8) ona vezir yaptı. Sonra Saltık Gazi’ye:
-Ya Server! Bu şehre yakın <9) bir yerde güzel bir bağ ve bostanlarımız
var. Bu diyarın bütün ' 10) meyvesi oradan gelir, deniz kenarındadır. Ama üç
yıldır <n) gece denizden bir canavar çıkar, bahçelerimizi harap ed er.<l2) Sabah
olunca geri denize gider. Öküz şeklindedir. (,3) Gece gözleri ateş gibi yanar.
Tuhaf bir sesi vardır, işitenlerin ödü patlar, dediler.
Seyyid şehrin büyüklerini yanına [MK63] (1) alıp oraya geldi. Seyyid,
yanında gelenlere:
-Sizler uzaktan seyredin. (2) Tanrı rast getirirse ben (3) o canavarın
şerrinden bu diyarı kurtarayım, deyip <4) deniz kenarında bir taşın arkasına
saklandı.
(5) Gece yarısı oldu, deniz hareketlenmeye <6) başladı. Canavar deni
çıktı, sağına (7) ve soluna baktı, homurdanarak bağların arasına<8) yürüdü. Saltık
Gazi baktı ki filden büyük. Öyle siyahtır (9) ki sanki gecenin kardeşidir. Öküz
şeklinde, on iki (I0) ayağı, alnında birer kulaç üç boynuzu var. <H) Gayet
heybetli. Öyle acayip bir ses (l2) çıkarır ki işitenin ödü patlar. Şerif<13) şaşırıp:
-Bu canavarın şerrinden Allah’a sığınırız, dedi.
[MK64] (1) Canavar oynadı. Hangi ağaca nefesi dokunsa (2) kökü ile
devrilirdi. Otlar yanıp kapkara olurdu. Seyyid (3) hemen yayını eline aldı, elmas
oku çekip (4) hazır oldu.
Sabah yaklaştı, canavar (5) oynayarak geliyordu. Canavarın alnına öyle
bir o k (6) vurdu ki ta beline kadar battı. Canavar, can acısıyla (7) acı acı haykırdı.
Seyyid’in durduğu taşa başı ile öyle bir vurdu k i<8) boynuzu alnına değin taşa
battı. (9) Dağ gibi taşı yerinden kopardı. Taşın ardında <l0) dururken gördü ki taş
yerinden ayrıldı. Kendisinin (ll) on yedi adım gerisine attı. Canavar, Seyyid’i
<12) gördü. Şerife kast edince sağ gözüne de <l3) bir ok vurdu. Canavar can acısı
ile kendisini denize attı. Deniz bir süre kaynadı. Garip garip sesler geldi.
[MK65] (1) Şerif canavarın kuvvetine ve Tanrı’nın sanatına hayran kaldı.
Umman şehrinin (3) önde gelenleri, Seyyid’in yiğitliğini takdir ettiler. (4) Onlar:
-Sultanım! Bu senin yaptığın erliği Sam ve Rüstem de (5) yapamadı. Bu
diyar kavminin duası sana kıyamete kadar (6) yeter, dediler. Gördüler ki taşa,
başını öyle bir vurmuş ki dağ gibi(7) taşı iki parçaya bölmüş:
-Tanrı’nın kudretinin sınırı yok. (8) Tanrı, bir damla sudan neler yaratıyor,
dediler.
O sırada (9) denizin içinden bir kız (10) çıktı. Elinde iki ok ve bir elinde de
yeşil taş, Seyyid’in (ll) önünde koyup:
-Ya Seyyid! Ya gazilerin (l2) sultanı Server! Gazan mübarek olsun,
dediler. (13) Bu canavarın elinden herkes âciz kalmıştı. [MK66] (l) Şükürler
olsun, şerrini denizdeki yaratıkların üzerlerinden giderdin. <2) Okları ve taşı
bıraktı, kendisini denize attı. Ulular: (3)
-Bu okları getiren kimdir, bilir misin, dediler. Şerif: (4)
-Denizin altında Müslüman cinler vardır, bu gelen kimse (5) onlardandır.
İnsan biçiminde gelir, istedikleri şekle girerler,(6) dedi.
Yedi gün o bağlarda sohbet(7> ettiler. Sonra şehre geri gelip oturdular.
Seyyid sordu:(8)
-Umman melikinin evladından kimse var mıdır, dedi. Onlar:
-Cariyeden (9) on beş yaşında bir kızı var, derler, ama gerçeğini
bilmiyoruz, dediler. Seyyid (l0) emretti, Muhsin vezir ve Şeyh Haşan melikin
sarayına gidip baktılar. (ll> Kızı, rezil olmuş. Geri dönüp Seyyid’in yanına gelip
(12) haber verdiler. Bir koca ağa kalmıştı, çok yaşlıydı. (13) O ileri gelip:
-Ya Server! Yedi yıldır ben bu kızı korumaya çalışıyordum. Şahımız
sarhoş olunca ona göz açtırmaz, zina ederdi. [MK67] ( ) Bundan dolayı öldü
der idik. Her ne zaman sarhoş olsa sorardı.(2) Seyyid:
-Hâzinesi ne oldu, diye sordu. O ağa:
-O gece <3) kaçarken götürdü. Pek az bir şey kalmıştı, dedi.
Seyyid (4) buyurdu o kızı, İmirza’ya verdiler. Büyük düğün yaptılar. (5)
Umman melikinin sarayına girdi, kızı nikâh ile aldı. Şerif: (6>
-Padişahların haremine el sunmak büyük bir hatadır. Bu kâfir (7) dahi
olsa. Özellikle bu Müslüman idi, zulüm ederdi.
Seyyid, Umman<8) şehrinde bir süre oturdu. Şerif:
-Bu şehrin kalesi<9) yoktur. Yakın yerde düşman bulunmaz ama belki size
düşman gelir, dedi. <l0) Muhsin vezir:
-Ya Server! Bu diyarın halkı fakirdir, malları01' yoktur, kale yapmak
ellerinden gelmez. Ama bu denizin batı tarafında (l2) bir taife vardır, Frenk ve
kâfirlerdir. Bazen gemilerle (l3) gelirler, bu diyarı yağmalayıp giderler. Bizler
sarp yerlere kaçarız. [MK68] Onlar gidince yine evlerimize geliriz, dedi.
Seyyid:
-Ben onların (2) tarafına gidiyorum, derken gözcüler gelip:
-Üç yüz (3) parça gemi belirdi, bilmiyoruz hangi tarafa gider. Ama
uzaktan gelir. (4) Çoğunun yönü bu taraftır, dediler.
Muhsin vezir anladı ki Lazot<5) Frenk’tir:
-Hemen şehirde tellal bağırtın. Bu gece sabah olmadan (6) bütün şehir
kavmi kaçsın. Lazot Frenk, üç yüz (7) parça gemiyle geliyor, deyip duyuru
yaptılar. Seyyid: (8)
-Bu gemiler geldiği zaman nereye çıkar, limanınız var mıdır, dedi. (9)
Muhsin vezir:
-Umman melikinin sarayının limanı vardır. Fakat (10) onlar ağır
gemilerdir. Bu limana gelmez, ileriki yolda viran bir(ll) kale var, önünde büyük
bir liman bulunmakta. Oraya gelirler. O kaleyi de (l2> onlar harap ettiler. O kala
mamur iken bu diyara düşman (l3) gelmezdi. Elli yıl önce o kale viran olmuştur.
Mamur etmek için çok fırsat olmadı, dedi. Seyyid:
-Hemen divan [M K 6 9 ] (l)toplansın. İmirza divanı topladı. Seyyid:
-Benim yanıma üç bin adam (2) verin. İmirza, sen de benim ile birlikte
gel, dedi ve Muhsin vezire: (3)
-Asla şehri bırakıp gitmeyin. O kâfirin topu (4) tüfeği vardır. Onun için
size galip gelirler, dedi. Daha sonra (5) üç bin er bahadır eri yanına abp
beklemeden yürüdü. Gece (6) harabe kaleye geldiler. İmirza:
-Sultanım, bahsettiğimiz liman budur. (7) Seyyid:
-Ya Server! Bu üç bin eri al, pusuya girsinler, Asla (8) kendilerini
göstermesinler. Sen yanına yedi yoldaş al, gel, seninle (9) görüş alışverişinde
bulunalım, dedi.
İmirza emretti, üç yerde pusuya (10) girdiler. Kendisi geri Şerif katına
geldi. Seyyid:
-Ben b u (ll) Frenk beyi ile buluşayım. Sen bu yoldaşlarınla falan yerde <l2)
oturup hazır ol. Ben size haber verdiğim zaman (I3) geliniz. Ben ruhban suretine
girerim. İnşallah bu kalede Frenk kâfirlerini [M K 70] (1) ve gemilerin hepsini
helak ederim, dedi. Daha sonra Seyyid ibadet ile meşgul oldu. İmirza yanındaki
arkadaşlarıyla (2) hazır bekledi. Namaz kıldı. Gemiler, akşam limana geldiler,
Lazot Frenk (3) için kızıl atlastan büyük bir otağ kurdular. Askerler (4) o gece
gemilerden dışarı çıktılar, ateşler yaktılar. Seyyid (5) ruhban suretinde, bir kara
otağ önüne geldi. Gördü ki on (6) keşiş o otağa girdi. Seyyid de içeri girdi,(7)
selam verdi, geçip sessizce oturdu. Papazlar:<8>
-Siz kimsiniz, nereden geliyorsunuz, dediler. Şerif:
-Ben üçüncü k a t(9) gökten, İsa Peygamber’in yanından geliyorum. Bana
emretti: Lazot Frenk (l0) çabuk davransın, bu diyarı Araplardan alsın ve bu <M)
cümle Türkleri kırsın, asla göz açtırmasın, benim ümmetim ile <l2) bu Umman
diyarını doldursun, dedi. Ben ona incindim idi,(13) hele şimdi günahını affettim.
Benim ümmetimin (14) önde gelenlerine söyleyeyim, durmasınlar, benim
ümmetim Türkleri kırsın, dedi. Vaaz ve nasihatler etti. Niyetlendi ki çıkıp gide.
[M K 71] (l) Keşişler yalvarıp:
-Sultanım! Gidelim, sizin geldiğinizi (2) beyimize haber verelim, dediler.
Üç tanesi beylerinin yanma geldi:
-Müjdeler (3) olsun. Mesih’ten bize din ulusu geldi, gövdesi misk (4) gibi
kokar. Haber göndermiş, dediler. (5> Lazot mutlu olup kendisi hemen oraya
geldi, Şerifin (6) elini öptü. Şerif, buna biraz vaaz ve nasihat etti. Orada
oturanlar(7) ve Lazot ağlaştı. Lazot geri otağa gitti.
Seyyid (8) gece yarısı olana kadar sabretti. Gece on papazı(9) tepeledi,
sonra da Lazot’un otağma gitti.(10) Seyyid, gitti, otağdan Lazot Frenk’i aldı, (ll)
İmirza’ya getirdi. Elini ayağını bağlayıp bir yoldaşa emanet ettiler. (l2) Kendisi
geri gitti ne kadar büyük gemi varsa hepsine (13) ateş atıp yaktı. Yol üzerindeki
gemilerin yolu bağlandı. [M K 72](1) Gemide olan kavim feryat edip:
-Bu gemilere ateş nereden geldi diye (2) birbirine girdiler. Şerif İmirza’ya
emreyledi:
-Ey Server! Hemen Umman şehrine git, (3) pusuda dilaverlere buyur, bu
gafil yatan kâfir askerine (4) üç yerden gece baskını yapsınlar. Fakat asla
düşmanın işi tamam olmayınca mal ve eşya ile (5> ilgilenmesinleri dedi.
Sahtk Gazi kendisi o (6) altı dilaver ile gemilerin kenarına geldi. Her kim
dışarı çıktıysa (7) başını kesti. Lazot Frenk’in gemisini de yaktılar. (8) Denizin
yüzünde feryat koptu. Tam bu sırada üç bin (9) dilaver, üç yerden pusu açtı.
Gece gafil y atan (10) kâfiri kırdılar. Ateş bir nesneye değdiğinde nasıl olursa (ll)
burada da öyle oldu. Çadırlara da girdiler. Gafil yatan askerler (12) yerlerinden
kalktı, başlarının kaygısına düştüler, padişahlarının (13) otağına geldiler.
Gördüler ki otağda ne kadar nöbetçi var ise kırmışlar. Padişahın kendisi yok.
Ah edip dışarı çıktılar. [M K 73] (1) Seyyid, serverler ile erişti naralar atıp:
-Benim Saltık-ı (2> Rumî. Ey kâfirler, canınızı elimden nasıl
kurtaracaksınız, dedi.
Her bir dilaver, (3) bir padişah adıyla hamle yaptı. Kâfirler şaştılar,
canlarını (4) atıp gemilerine geldiler. Gördüler ki Gemiler ateşte yanmış. Öyle
bir figan koptu ki sanki <5) mahşerden bir nişan. Sabah olmadan Frenk askerini
öyle (6) kırdılar ki; beşi bir yerde kalmadı. Üç yüz gemiden on gem i(7) ancak
kurtulup kaçabildi.
Sabah olana kadar ele (8) geçen kâfirleri kırdılar. Üç binden fazla kâfiri
esir ettiler. <9) Seyyid emretti yanan gemilerde ne kadar top ve silah v a r(10) ise
hepsini dışarı çıkardılar. Lazot Frenk’i getirip: (ll)
-Ey lain! Bu kaleyi niçin yaktın, viran eyledin (12) ise aynı şekilde geri
mamur et. Ondan sonra seni azat edeyim, dedi. Lazot: (l3)
-Beni serbest bırakacağına söz ver, bu kaleyi öyle mamur edeyim ki
[M K 74](1) eskisinden daha sağlam olsun, dedi.
Seyyid, İmirza’ya (2) emreyledi gemilerdeki bütün malı ve eşyayı dışarı
çıkardılar. Bin (3) Müslümanı, iki bin kâfirin üzerine bekçi bıraktılar. Gece
gündüz (4) demeyip bir yıl çalıştılar. Kaleye üç kat duvar(5) ördüler. Kırk arşın
eninde ve derinliğinde hendek kazdılar, içine de (6) su akıttılar. Gemilerden
çıkan top ve silahlar ile (7) kaleyi donattılar. Topların <8) atmasını, ateşlemesini
ve nasıl çalıştırıldığını gösterdiler. Seyyid,(9) iki bin kâfiri getirdi:
-Her kim Müslüman (l0) olursa, elimden kurtulur. Olmayanın başını
keserim, dedi. (11) Kâfirlerin beyi Müslüman oldu. Onların bütün mallarını verdi
(12) ve evlendirdi. Her birine o kalede bir iş (13) verdi. Hizmete göre maaş
bağladı. Yirmi parça gemi vardı, daima kalenin önünde, limanın içinde
olurdu.[M K 75] (1) Gemilere reisler ve deniz askerleri tayin etti.
Saltık, kalenin (2) görevlilerini bir araya topladı. Bin kâfiri Arap diyarına
gönderip (3) sattılar. Paralarını yeni Müslümanlara verdiler. Onlar; evler, bağlar
ve bostanlar (4) aldı. Seyyid emretti, on parça gemi hazırladılar. İçine (5) bin
Müslüman bahadır koydular. İmirza’yı baş edip:(6)
-Bundan sonra işin bu olsun: Git, gemilerle kâfir diyarlarına çık, (7) her
nereye rast gelirsen vur, yağma et. Kaleleri, (8) şehirleri, köyleri vur; sığırını ve
koyununu kır. Her tarafı ateşe ver. (9) Bu diyara yakın mamur kâfir diyarı
bırakma, (l0) harap et. Gazadan asla geri kalma. İslam diyarı<U) mamur olsun.
Aman dileyip haraç veren kâfiri öldürme. (l2) Lazot Frenk’i getirdi: (l3)
-Ya lain! Gel, Müslüman ol, seni yine diyarına göndereyim, [M K 7 6 ](l)
dedi.
-Ya Seyyid! Bana verdiğin söz bu muydu, dedi. Seyyid (2) mübarek
parmağıyla işaret etti. Lazot’un iki gözü (3) az görür oldu, bir ayağı da topal
oldu. Daha sonra (4) bir sandala koydular, yanına da iki kâfir verdi, diyarına (5)
gönderdi. Lazot, kurtulunca: (6)
-Bu Saltık sihirbazdır. Sihir ile iki gözümü <7> görmez etti ve beni topal
bıraktı, dedi.
O gece, ben Mesih’in yanından (8) geliryorum, diyen papaz da bu Saltık
imiş, öyle mi? (9) Eyvah! Ben bilemedim. Hele gideyim, beş yüz parça gemiyle
geri gelir, (10) bu Arap diyarını harap ederim, dedi. Diyarına (ll) geldi. Yedi yüz
parça gemi hazırladı. O yıl geri (l2) geldi. Bu durum, Seyyid’e malum oldu.
Sudan derlerdi, Umman’da büyük bir <l3) şehir vardı. Seyyid oraya gitmişti.
Seyyid, Sudan ulularıyla sohbet ederken başını kaldırıp:
-Ey ulular! Kim gazaya gitmek isterse [M K 7 7 ] (l) benimle gelsin, falan
kaleye Lazot Frenk geliyor,(2) dedi. Kendisi atma binip gitti. Sudan şehrinde, (3)
Sudan meliki on bin er ile ardına düştü. Eriştiler, o <4) kaleye geldiler. Gördüler
ki İmirza çok miktarda esir, mal ve ganimet getiriyor. (5) İmirza:
-Sultanım! Lazot kâfiri yedi yüz parça gemi ile (6) ardıma düştü. Biraz
cenk ettim. Beş parça gemisini aldım, (7) malını ve ganimetini çıkarıp gemileri
batırdım. Hemen kaçtım. Lain sabah (8) gelir, bu limana girer, bu diyarı harap
eder, dedi. Şerif: <9)
-Git, bu malı ve esiri Umman şehrine gönder. On bin<10) er getir, bu kâfir
ile iyi bir gaza edelim, dedi.
Seyyid o kalenin (11) savunması için hazırlıkları yaptı. On er ile kaleye
girip pusu kurdu. Arkadaşlarına (l2) tembih etti:
-Asla top ve zenberek atmayın. O lain tedbirsizce (13) bu limana gelsin.
Gemilerin tamamını bağlasınlar, dışarı çıksınlar. [M K 78] (1) Kâfirler bizim ile
cenkte iken sizler de topları gemilerin (2) üzerine doğrultun. Bu gemilerin
çoğunu batırın, dedi. (3) Sonra kendisi bir burcun üzerine çıktı, Tahir-i Sudan’ı
(4) yanma alıp kâfirden tarafa baktılar. Gördüler ki yedi y ü z (5) parça gemi ve
kadırga rüzgârın önünce birbirine basıp (6) gelir.
Bir süre sonra limana gelip demirlerini bıraktılar. Gemileri iskeleye
bağlayıp <7) hemen dışarı çıktılar. Cihan gürültü (8) ile doldu. Beylerine otağ
kurdular. Topları (9) çıkardılar, kaleye karşı kurdular. Lazot Frenk: (10)
-Sihirbaz Saltık burada yoktur. Bu hisarı alayım, sağlamlaştırıp <U) içine
toplar ve adamlar yerleştireyim. Bu diyarı (12) zapt edeyim, dedi.
Kâfir türlü türlü tedbirler aldı. O (13) gün hisara birkaç top vurdular.
Seyyid’in himmetine (14) bir taş bile koparamadılar. Akşam oluncaya kadar cenk
ettiler. Şerif hazretleri ciddiye almadı, oturdu. Kâfirlerin içinde yaşlı bir kişi
vardı. [MK79] (1) Gemiden dışarı çıktı, o kalenin hendeğini gördü,t2) gülerek
Lazot’a:
-Ey bey! Hendeği içine düşünce (3) çıkılabilecek biçimde neden
kazmadın? Tutalım ki b u (4) kaleyi yıktın, hendeği geçmeye imkân yoktur, dedi.
(5) Lazot emretti, o kâfiri hendeğe attılar. Seyyid (6) oturduğu yer
mübarek elini uzattı, kâfiri (7) yakasmdan kavrayıp kaleye getirdi. Kâfirin (8)
gönlüne Tanrı’nın inayeti düştü, imana geldi. Seyyid sabretti,(9) kâfirler üç gün
kaleye top vurdular. (l ) Fakat asla zarar veremediler.
İmirza on bin er ile gece (ll) geldi, Seyyid ile buluştular. Seyyid yanında
olan erleri (12) kaleden dışarı çıkardı, iki taraftan haykırıp kâfire <13) hamle
yaptılar. Kalenin içinde gündüz hazırlıklar yapılmıştı. (l4) Kaleden toplar,
kumparalar, saikalar ve mancınıklar [M K 8 0 ](I) attılar. Kâfir tedbirsiz otururken
toplar patladı. Gemilerin (2) çoğunu batırdılar. Şerif, her taraftan cenge başladı.
(3) Çok sayıda kâfiri yok ettiler. Kâfirleri iyice kırdılar. (4) Sabah oluncaya kadar
cenk ettiler. İmirza ve Seyyid cenk (5) içinde Lazot Frenk’e rast geldi. İmirza<6)
haykırarak kâfire kılıç ile saldırdı. Kâfir kalkanını (7) önüne tuttu. Elmas kılıç
Lazot’un sağ omzuna vurdu,<8) bir kolu yere düştü. Lazot Frenk ah edip atmdan
(9) yıkıldı, aklı gitti. Frenk askeri içinden feryat koptu.(l0) Kaçmaya yüz tuttular.
İslam askeri kâfirin bir kısmını (ll) kırdı, yarısını esir etti. Kimi de gemilere
girip kaçtı. Bazıları da <l2) denize düşüp boğuldu. Kâfir askerine musibet (l3)
düştü, herkes başının kaygısına düştü. İslam askeri ganimetleri topladı, hepsi
zengin oldu. Kalenin önünde kırk gün beklediler. [M K 8 1 ] (l) Sağlam gemileri
dışarı çıkardılar. Beş yüz parça gemi <2) aldılar. Kimini yaktılar, kimini tamir
ettiler.
Seyyid bunlara (3) veda etti, birkaç kişiyle geri Rum’a gelmek üzere yola
çıktı. <4) Yedi gün denizde yolculuk yaptılar. Sonunda Sevad adlı bir adaya
çıktılar. (5) Seyyid gemiyi getiren denizciye izin verdi. Kendisi ruhban (6>
suretine girdi. O adada bir kilise vardı, içinde (7) kırk ruhban bulunuyordu. Şerif
kiliseye geldi. Ruhbanlar onu karşıladılar, (8) saygı gösterdiler. Sonra getirip
konuk ettiler. Bir başları vardı, <9) gayet yaşlanmıştı. Seyyid gelip onunla
merhabalaştı. Oturdular, (10) bir süre sohbet ettiler. Yaşlı papaz:
-Ey din ulusu! Nereden geliyor, nereye gidiyorsun, <U) dedi. Seyyid:
-Kudüs-i Şerif den geliyorum. İstanbul’a gidiyorum. (12) Orada keşişlere
ders anlatıyorum, dedi. Papaz:
-Eğer vaktin (l3) varsa bilimden söyleşelim, dedi. Ruhbanlar ile bahse
[MK82] (l) girdi. Hepsini mat etti. Üç gün orada kaldı. Bir <2) gece kalktı,
kilisede ne kadar ruhban var ise <3) hepsini kırdı. O kiliseyi ateşe verdi. Bir
sandala(4) binip gitti.
Saltık, oradan ayrıldıktan sonra Marulvan adlı büyük bir adaya çıktı. (5)
Deniz kenarında bulunan büyük bir kiliseye geldi. Seyyid oraya geldi.
Ruhbanlar <6) ile birkaç gün sohbet etti. Hepsini yenip rüsva etti. (7) Onların
içinde bir ruhban vardı. Seyyid’i tamdı: <8)
-Bu kişi sihirbaz Saltık’tır. Bunu tutun, helak <9) edin, dedi. Seyyid
öfkelenip:
-Ey lain! Ben Kudüs’ten (l0) gelip İstanbul’a giderim. Ben Saltık değilim.
Saltık kimdir (ll) ki Mesih ümmetiyle söyleşebilsin, dedi. O lain:
-Sen Saltık’sın. (l2) Bu diyarı harap etmeye geldin, deyip feryat(l3) etti. O
gün akşama kadar kavga ettiler. Diğer ruhbanlar:
-Bu gökten gelmiş. Mesih’in kendisidir. Haşa ki bu Saltık ola. Başından
[MK83] (fT ayağına kadar Mesih’in nurunun kendisidir, dediler. Ruhban gördü
k i(2) kimse onun sözüne itibar etmez:
-Gideyim, beye <3) haber vereyim, deyip gitti. Şerif bildi ki o kâfir gitti, (4)
hemen yerinden kalkıp:
-Gideyim, şu deniz kenarında biraz (5) dolaşayım. Ben bu diyara ders
anlatmak için geldim, siz beni sihirbaz bir (6) Türke benzetirsiniz, deyip gitti.
Yel gibi o kâfirin ardından <7) erişti, hançerini öyle bir vurdu ki diğer yanından
çıktı. Lain canını(8) cehenneme verdi. Seyyid onu sürüyüp denize bıraktı. Sonra
şehre geldi. O gece yetmiş yerden şehre ateş vurdu. Sonra da (10) ruhban
suretine girdi, gelip kilisedeki hücresinde (ll> oturdu. Gece çeşitli yönlerden
rüzgâr esti, şehrin yarısı (l2) yandı. Şehir beyi bile yandı. Feryat sesleri <l3)
mahşerden nişan veriyordu. Sabah oldu, ruhbanlar [MK84] (l) gördüler ki
şehrin işi tamam olmuş:
-Bu fesadı<2) acaba kim yaptı, derken Seyyid ruhban suretinde gelip: (3)
-Ben dün size bu Saltık-ı Türkün kendisidir diye söyledim, her biriniz (4)
benimle alay ettiniz. Bu kötülüğü o yapmıştır. Ah bu (5) Saltık elinden neler
çekiyoruz. Nice bunun gibi şehirler viran olmuştur, (6) dedi. Hep birlikte
ağladılar. Onlar mahcup oldu:
-İşitiriz ki bu Saltık (7) sihrinde maharetlidir. Ama onun bizimle (8)
konuştuğu konular İncil’den idi. Eğer sihirbaz olsaydı, Incil’den (9) ayet
okurken bozulurdu, dediler. O gün h er(l0> tarafa adamlar saldılar, aradılar:
-Bu, fesat Saltık’tır, dediler. (11)
Şerif gece kalktı, (l2) kilisede ne kadar ruhban var ise hepsini kırdı. Daha
sonra <l3) şehre geldi. Kurtulan evlere de ateş attı. Kendisi çıkıp gitti. Yolda
giderken iki kişi ile karşılaştı. [M K 85](l) Seyyid’i gördüler, ayağına düştüler.
Şerif gördü k i <2) biri İlyas ve biri Ahmed Gazi’dir. Seyyid: (3)
-Nereye gidiyorsunuz, dedi. Onlar:
-Ya Server! İşittik ki sen Umman (4) diyarına gittin. Bize haber geldi ki
falan cezirede tutuldu, (5) zindana koydular, dediler. Onun için geldik. Şükürler
olsun (6) mübarek yüzünü gördük, dediler. Seyyid:
-Ey (7) gaziler! Ben şunları yaptım, deyip başına gelenleri (8) hikâye etti.
O gün yürüdüler, gece (9) viran bir kiliseye geldiler. Gece orada yattılar.(10) İki
dilavere biraz altın verip geri gönderdi: (11>
-Falan yerde buluşuruz, deyip gittiler.
Seyyid <12) orada kaldı. Bu tarafta sabaha kadar şehrin uluları (13) ateşte
yandılar, harap oldular. Kâfirler görüp [MK86] hayran kaldılar.
-Seyyid’i Mesih bize hışım göndermiş, deyip ağlaştılar. (2) Seyyid atına
binip üç gün yürüdü, dördüncü gün(3) bir kaleye geldi. Kalenin kâfirleri
karşılamaya gelip:
-Kimsin, nereye gidiyorsun, (4) dediler. Şerif:
-Mesih’in yanından geldim, İstanbul’a giderim. (5) Oraya varıp Mesih’in
ümmetine ilim öğreteceğim. Mesih’in ümmeti, Türklerin elinde (6) zebun olmuş.
Bunun sebebi nedir, diye beni Mesih gönderdi, dedi.<7)
Seyyid’i kalaya çıkardılar, ziyafetler verdiler. Seyyid o kavme (8) çok
nasihat etti. O gece kalede ne kadar ev varsa <9) ateşe verdi. Çok sayıda kâfir de
birlikte yandı. Kale (10) harap oldu. O gece üç yüz kâfiri tepeledi. Sonra<H) çıkıp
gitti.
Sabah oldu, kâfirler gördüler ki (I2) Mesih’in gönderdiği adam gitmiş,
şehir de yanmış.(13) Şaşırıp kaldılar:
- Mesih’in yanından gelen adam bize bela oldu, dediler. İçlerinde bir
kâfir:
-[MK87] 0)Bu gelen Saltık’tır. Onun buna benzer işleri çoktur, dedi.
Seyyid (2) yedi gün yürüdü. Burşak adlı büyük bir kaleye geldi.(3) Ahmed
ile İlyas’ı orada buldu. Bir beyin sarayına girdiler. Yetmiş (4) ünlü kâfiri
tepelediler ve o beyin başını kestiler. Ahmet Gazi, o beyin (5) kızını aldı, çok
miktarda mal ve ganimti ile Edirne’ye geldiler. (6> Seyyid geride kaldı, ruhban
suretinde bir kiliseye gelip (7) birkaç gün oturdu. Sohbetler yaptılar. Kilise ile (8)
kale arasında bir günlük yol vardı. Haber geldi ki:
-Saltık, (9) beyin ve çok sayıda ulu kişinin başını kesmiş. Beyin kızı ve
çok miktarda (10) mal ile kaçmış, dediler. Ruhbanlar üzülüp: <H)
-Ey kişi, sen nereden gelirsin, ayağın uğursuz (l2) imiş. Beyimizi
öldürmüşler, dediler. Seyyid:
-Kale buraya ne kadar uzaklıktadır, diye sordu. Onlar:
-Bir günlük yoldur. Seyyid: (13>
-Benim uğursuzluğum kaleye nasıl erişti? [MK88] (l) Benden ne zarar
gördünüz de böyle söylüyorsunuz. <4) Şimdi bu Mesih ümmeti azgın olmuştur.
Onlara bela (5) yine Mesih’ten gelmektedir, dedi. Gece oldu, (6) yattılar. Şerif
kalktı, orada ne kadar ruhban<7) var ise hepsini helak eyledi. Kiliseyi de ateşe (8)
verip oradan ayrıldı. Yolda giderken Nikola’ya rastladı. Nikola, (9> Şaran
şehrinin beyi idi. Burşak beyinin kızını(l0) almaya gelirdi. Rast geldi. O lain
Ş e r if i(ll) tanıdı, yanındaki kâfirlere:
-Bu gelen herifi <l2) tanır mısınız, dedi. Onlar:
-Bir ruhbandır, (l3) dediler. Lain:
-İşte bu o sihirbaz Saltık’tır, Burşak’tan geliyor. Kim bilir ne kadar zarar
vermiştir. Bunu helak [MK89] (l) edeyim, kaynatama bundan iyi armağan
olmaz. Kızın intikamını da <2) alayım, dedi. Yanında olanlar:
-Ey bey! Saltık (3) erlikle meşhurdur. Bizler bu kadar adam ile ona cevap
<4) veremeyiz. Bu Saltık değildir. Fakat altındaki at, pehlivan (5) atıdır. Bu ata,
ruhban binemez, (6) dediler.
Nikola lain, biraz sarhoştu. Hemen kılıcını çekti, <7) Seyyid’in üzerine
yürüdü. Nara atıp:<8)
-Ey Saltık! Tanrı hakkı için uzun zamandır seni arıyordum. <9) İşte
sonunda rast geldim. Hemen atından in. Seni <l0) işkence ile öldüreyim, dedi.
Şerif:(,1)
-Ben bir ruhban kişiyim, sen bir meliksin. Var git. <l2) Bu atı bana Mesih
vermiştir. Ben atı her isteyene vermem,(l3) dedi.
Lain sarhoş idi. Hemen kılıç ile Seyyid’e [MK90] (l) saldırdı. Seyyid
engelledi. Biraz cenk ettiler. Seyyid: <2)
-Ey bey! Var git, ben ruhbanım <3) ama erlikte zamanın Zal-ı
Rüstem’iyim, derdi. Nikola, <4) sen o sihirbazsın, derken Seyyid bir nara atıp: <5)
-Ya lain! Kendi kanın kendi boynuna, deyip kılıç ile <6) öyle çaldı ki
melunu atıyla birlikte dört parça etti. Diğer (7) kâfirler Seyyid’i ortaya aldılar.
Seyyid, kırkını daha tepeledi. (8) Yedisi kaçtı. Bunların hepsinin malını ganimet
<9) aldı, yola düşüp gitti.
Seyyid, o gün akşama yakın (l0) Sarsal denilen bir iskeleye geldi. Meğer
kaçan kâfirlerin (ll) birisi önceden gelmişti. Olan hikâyeyi haber verirken
Şerif oraya geldi. Kâfirler onu görüp (13) baktı. O kâfir Seyyid’i görünce:
-Hey! İşte o ruhban geldi, dedi. Kâfirler karşı gelip:
-Ey ruhban! [M K 9 1 ](l) Niçin bu kadar fesat ettin, Nikola gibi pehlivanı
neden helak(2) eyledin, dediler. Seyyid:
-Ben kendi hâlimde gidiyordum. O kişi(3) atıma ve canıma kast etti, cenk
eyledi. Kılıcımın u c u (4) dokundu, helak oldu. Hem iyi bir pehlivan olasaydı, (5>
benim gibi zayıf bir ruhbanın elinde helak olmazdı, <6) dedi. Onlar:
-Bunun gibi bir ata ruhbanlar binmez. Onlar (7) merkebe biner, sen iyi bir
adam değilsin, dediler. Şerif: <8)
-Ben iyi adamım, kimseye zararım yoktur. Fakat atımı ve canımı (9)
kimseye vermem. Bu atı bana Mesih’in kendisi vermiştir. Buyurdu ki <l0> git
benim ümmetime nasihat eyle. Fakat atı isteyene ver, demedi,(l n dedi. Kâfirler:
-Sen Saltık’a benzersin. Bunun gibi bir ata (l2) ruhbanlar binemez,
dediler. Kaçıp kurtulan feryatçı geldi: (l3)
-Beyim! Purşak beyini öldürmüşler ve kızını malıyla birlikte [MK92] (l)
alıp gitmişler.
Seyyid, sanki kendisi değilmiş gibi:
-Bu lainler benim ile <2) sürekli cenk ederler, deyip yola revane oldu. (3)
Kâfirler ardına düştüler, yakma geldiler, Şerifi ortaya aldılar, <4) biraz cenk
ettiler. Şerif onları da kırdı. Onların da malmı aldı. Sonra Bodan <5) adlı bir
şehre geldi. Bütün şehir halkı karşılamaya gelip nimet <6) getirdiler, ziyafetler
verdiler. O şehirde Şemun adlı bir<7) rahip vardı. Tarih ilminde çok bilgiliydi. (8)
Gelip Seyyid ile sohbet ettiler. Şemun çok etkilendi, <9) önünde iman getirdi,
Müslüman oldu. Fakat kâfirlere (l0) bildirmedi, gizli din tuttuğunu kimse
bilmezdi. (ll) Seyyid:
-Ey Şemun! Bize anlat. Burşak (l2) şehrini kimler yapmıştır. Burada çok
büyük binalar gördüm,<l3) dedi. Şemun:
-Ya Server! Bu diyarda bir melik vardı, adına Marnas Şah derlerdi,
Yunan’da otururdu. [M K 93b](l) Bir gün av avlarken buraya gelir. Bu büyük
dağı görür,(2) üzerine çıkar. Bahar zamanı idi. Dağda bir kale (3) yaptırıp oturur.
Kış olunca her gün ava gider. Bir gün vezirlerini (4) toplar:
“Benim için bu dağda bir kale yaptırm. <5) Gayet sarp ve büyük olsun.
Ortasına benim için büyük bir saray yaptırm. (6) O saraydan etraf görünsün.”,
dedi.
<7) O diyarda da bir hâkim var idi, Yunan’da oturur idi. (8) Adına Uklas
derler idi. Onu getirdiler, padişahın <9) isteklerini anlattılar. O dağı gezdiler:
“Bu dağa kale <10) yaparsanız çabucak yıkılır. Bu dağın havası (ll) kış
zamanında insana zarardır. Yazın ise faydalıdır. <l2) Buranın kışı sert olur. İnsan
ona dayanamaz, ,l3) helak olur. Ama Burşak’ta kale yaparsanız doğru olur.
[M K 9 4 ](i) Kışın havası gayet güzeldir, yazın zararlıdır. (2) Buranın halkı yazm
bu dağa çıkarsa ölür. <3) Ama bu suyun başmı tutmak gerek. Padişahın çok (4)
malı gider, dedi.
Padişah emretti, hazine açtılar. Hâkim <5) önce o suyu tuttu. O dağın
altından acayip (6) bir su akardı, ona Pınarbaşı derlerdi. Hâkim bakırdan (7) ev
yaptı, ona tunçtan bir kapı taktı. Önce e v i<8) o suyun içine bıraktı, tılsım yaptı.
O su, kapının <9) aralığından çıkan sudur. Şimdi bu şehre (l0) akan o sudur.
Kaleyi o yaptı. Sonra çok büyük " 0 bir şehir oldu. O padişah, bu şehirde üç yüz
<l2) yıl padişahlık yaptı. Bu arada Yunan’ın başkenti(13) burası oldu. Daha sonra
Frenk taifesinden Melik Yuşan adlı gayet akıllı, tedbirli öngörüsü güçlü bir bey
çıktı. [M K 95] (l) Burşak şehrinde büyük binalar yaptı. Çok zengin bir (2> kavim
idi. Mallarının tamamını yer altına defnettiler. O zamanda (3) bu şehirde üç
hâkim vardı. Üçü de tılsımda maharetli idi. <4) Bu diyar kavminin mallarını
tılsım ile yer altında gizlediler. Türlü türlü <5) fesatlıklar yaptılar. Kimi aya,
kimi güneşe ve kimi puta taptı. Sonra (6) Tanrı, onları veba ile helak etti, derler.
Bu sırada (7) Davud Peygamber adlı ulu bir peygambar geldi. Ona <8) gökten
Zebur indi. Yüz yıl ömür sürdü. Bir kadın yüzünden kırk yıl ağladı. <9) Sonra
oğlu Süleyman Peygamber <l0) geldi. İnsana, cine, yabani hayvanlara, kuşlara,
karıncalara hükmetti. (ll) Cihanı mamur eyledi. Kudüs-i Şerifi o tamam edip
<l2) yapmıştı. Süleyman Peygamber de gitti.
[T796] (9) Şerif oradan ayrıldı, doğru Basra’ya revan oldu. (l0) Basra
şehrine yaklaştı. Oradan da Hazret-i Ali’nin türbesine geldi. Meşhed’e gelip
İmam (ll) Ali’yi ziyaret etti. Sonra kalkıp Kerbela’ya gitti, İmam Hüseyin’i
ziyaret etti. (l2) Şerif bir gün türbede yatıp uyurken rüya gördü. Rüyasında (13)
İmam Ali çıkageldi:
-Ya evlat! Gel, Kufe şehrinde, mescidimin yanındaki <l4> Barü’l-cinn
dedikleri kuyuda beni ziyaret et, dedi.
Şerif oradan ayrıldı, Meşhed’e geldi, oradan (l5) geri N ecef e yöneldi.
Seyitler onu karşılamaya geldi. Şerif gelip konakladı. [T797] (l) Server,
N ecef in ileri gelenlerine ve seyitlerine:
-Ya N ecef in seyitleri! Bana haber verin. (2) Bu yapılan kabir kimindir?
Ali burada mıdır? Seyitler:
-Server! Yok. (3) Hazret-i Ali’nin burada yattığını bilmeyiz. Fakat rivayet
ederler ki Hazret-i Ali dünyadan (4) ahirete giderken vasiyet etmiş:
“Bir Arap bir deve ile gelecek, beni alacak. Beni ona verin.”, (5)demiş.
Hazret-i Ali rahmetli olunca yıkarlar. Bu sırada onun dediği gibi (6) bir
Arap gelir, Hazret-i Ali’yi alıp gider. Haşan ve Hüseyin:
“Babamızı bir Arap’a (7) verdik, nereye götürüyor, bilmiyoruz.”
Arkasından gidip yetişirler. Bakarlar ki alıp giden Hazret-i Ali’nin (8>
kendisidir. Devesini burada çöktürüp kayboldu. Burada bu kabri <9) yaptılar.
Şerif güldü:
-Burada Hazret-i Ali’nin ölüsünü sakladılar. <l0) Muaviye, Hazret-i
Ali’nin düşmanıdır. Hilafetten dolayı düşman oldular, nice kere savaş yaptılar.
<n) Hem Hazret-i Osman’ı katleden Habeşi, Abdurrahman’ın kölesi idi. Onu,
Mervan <l2) öldürdü. Ali gönderdi, deyip zann ile çıktılar. Ali, Osman’ı (l3)
öldürttü, deyip suçladılar. Muaviye’nin kışkırtmasıyla düşmanlık ettiler.
Şam’dan (l4) kalktılar, ordu toplayıp cenk ettiler. Şamlılar yenilip kaçtı.
Kıssaları kitaplarda (l5) malumdur. İmam Ali’yi onun için sakladılar. Bir de
bunu çıkardılar:
“Ali ölmedi.”, dediler. Hâlbuki “Küllü men [T 7 9 8 ](1) 0aleyhâ fâ n in ... ”
* ve “küllü nefsin zââikatü ’l-mevt, ” ** dedi ve devam etti:
-Nerede bu N ecef ün şeyhi, ileri gelsin, dedi.
(2) Şeyh geldi. Şerif oradan ayrıldı, birlikte Kufe’ye gittiler. Yan
N ecefin seyitleri vardı. (3) Kufe’ye ulaşınca kalenin içine girdiler, doğru
Ali’nin mescidine geldiler. Orada hacet (4) namazı kıldılar. Kalkıp biraz
gezdiler. Bir kuyunun üzerine geldiler. Gördüler ki kuyunun ağzını demir (5)
direklerle örtmüşler. Şerif emretti:
-Açın, dedi. Seyitler:
-Ya Server! <6) Bunu açmayın. Burada cinnîler oturuyor. Buraya Barü’l-
cinn derler . Harunü’r-Reşid <7) hazreti, zamanında gelip içine adam koymuş.
Kiminin yüzü ardma döndü ve kimi helak oldu (8)ve kimi sakat kaldı. Şerif:
-Ya kavim! Ben sizlerden kimseye girin diye istekte (9) bulunmadım. Ben
kendim girerim. Beni bu makama Ali Murtaza’nın kendisi davet etti, dedi.
(l0) Saltık Gazi, kemendini beline bağladı. Yukarıda Hüsrev’i, Y usuf u ve
Hüseyin’i bıraktı. (ll) İmam Ali’nin ruhuna dua okudu. Aşağı kuyuya arka arka
indi. Bu sırada (12) bir ses geldi:
-Korkmayıp buraya gelen kimdir, dedi. Şerif Gazi:
-Benim ya İmam! <13) İzin ile girdim, dedi.
O ses artık gelmedi. Şerif kuyunun dibine indi. Derinliği kırk <l4) metre
vardı. Orada bir dehliz gördü, ileri yürüdü. Biraz ilerledi, kilitli bir <l5) kapıya
geldi. Kuyu önünde yeşil kanatlı bir kişi otururdu. O, Şerifi [T799] (l) görünce
çağırdı:
-Gel, ya Şerif, dedi.
Seyyid ileri varıp selam verdi. O melek selam (2)aldı. Şerif:
-Siz kimsiniz, burada niçin duruyorsunuz, dedi. O melek:
-Ben meleklerin reisiyim. (3) Bu, İmam Ali’nin kabridir. Burayı, sekiz yüz
seksen sekiz melek bekler. Burada sekiz bin cinnî(4) de hizmetkârdır, beklerler.
Benim adım Derdail’dir, dedi. Sonra ayağa kalktı, kapıyı açtı:<5)
-Gir, atam ziyaret et. Bu, kimseye nasip olmamıştır, dedi. Seyyid:
Kur’an, Rahman suresi, 26. ayet: “ Yeryüzünde olan her canlı fanidir.”
Kur’an, Al-i İmran suresi, 185. ayet / Enbiya suresi, 35. ayet: “Her can ölümü tadacaktır”.
-İçeri (6) girdim, gördüm ki bir kubbe yapılmış. Orta yerde bir sahne,
yanında bir sofa. Üzerinde ak mermerden (7) bir tabut durur. Onun içinde İmam
Ali. Kefene sarılı, yatıyor. İleri vardım, (8) gönlüm çok istedi. Kefeni yüzünden
kaldırdım, mübarek yüzünü gördüm. Gördüm, sandım ki (9) bir arslandır,
İmamın yüzünün heybetinden neredeyse aklım gidecekti. Bakarken (l0) mübarek
elini kaldırdı, benim bileğimi kavradı, iyice sıktı. Yattığı (ll) yerden tebessüm
edip bana batı. Gözlerini dahi açtı. Bu hâlleri gördüm, <l2) kendimden geçtim,
aklım başımdan gitti, kendimden habersiz olup düştüm. Bir süre sonra aklım
geldi, (l3) kendimi kapının taş yüzünde gördüm. O melek yanımda bekliyordu.
Bana:
“Korkma, (l4)kalk, Kur’an oku!”
Kalktım, hemen kapının önünde canı gönül ile Heleta suresini okudum.
(15) Tamam ettim, içeriden bir ses geldi:
-Bârekallâhu fifre*, dedi. Ben merak ettim. [T800](l)
Bu ses nedir, dedim. O melek:
“İmam Ali’nin kendisidir. Sana taktir eder.”
Seyyid’in kendisi (2) şöyle anlatır:
-Meğer bu dehlizde İmam Haşan ve Hüseyin, İmam Ali’yi gizlemişler. (3)
Şerif, meleğe veda edip tekrar kuyunun dibinden çıktı, ipi beline bağladı,
çektiler. Bu gördüklerini bir bir beyan edip anlattı. İmamın (5) mezarını onlara
da bildirdi. Birkaç Rafıziler vardı, <6) Şerifin korkusundan gizlenmişlerdi. Şerif
oradan gidince kuyuya girmek istediler. <7) Kuyu içinden bir ateş alevi çıkıp
onları kapkara edip yaktı. Sekiz <8) kişi idi. Birisi kurtulup haber verdi. Meğer
kuyuya ineceklermiş. Şerif emretti, (9) kuyuyu örtüp belirsiz ettiler. Sonra Kufe
Kalesi’ne gelip kapısına kilit vurdular. (l0> Kimsenin içeri girmesine izin
vermediler, kaleyi zapt ettiler.
Bu tarafta, Şerif oradan ayrılıp (ll) Basra şehrine gitti. Hizmetkârlarını
N ecef te bıraktı, kendisi yanlız gitti.
<12) Şerif, Basra’ya ulaştığında, Basra’nın bir bölümü harap idi. Şehrin
içine girdi, dolaştı. (l3) Denizin kenarına geldi, iskelede duruyordu. Bir tellal
çıkageldi, çağırdı:<l4)
-Ya halk! Falan Yahudi on günlük bir sefere çıkıyor. Yanında kim
giderse, bin altın (l5) ücret verilir, dedi. Şerif gördü ki halktan kimse gelmedi.
Şerif kendi kendine: [T801](1)
-Bu işte bir gariplik var, bunda bir sır vardır, dedi. İleri gelip Yahudi’ye:
-Ben seninle birlikte giderim, dedi.
İstihareye yatmak: Girişilecek bir işin hayırlı olup olmadığınırüyadan anlamak için
abdest alıp dua okuyarak uyumak.
Seyyid [T815] (1) oradan ayrıldı, dört gün daha sefer eyledi. Bir vadiye
çıktı. Baktı ki Araplar, at sürüleriyle oraya konmuş. (2) Onlardan tarafa yöneldi.
O kavim, Seyyid’i görünce sordular:
-Sen kimsin, dediler. (3) Seyyid:
-Bezirgân idim. Beni, haramiler soydu. Çöle düştüm. Çok sıkıntı (4) ve
gurbet çektim, deyip ağladı.
Araplar, Seyyid’e merhamet edip yemek verdiler, yedi. Ekmekleri (5)
suret darısı idi. Deve eti ve sütü yerlerdi; deve derisini giyerlerdi. Server üç (6)
ay daha o çöl içinde gezdi. Zaman zaman Araplara rastlardı. Bazı yerlerde
hayvan dahi görmezdi, (7) ot otlardı. Zaman zaman la n rı’ya şükür ederdi.
Kadere boyun eğip kendini Tanrı’ya <8) teslim etti. Gel ey kişi! Hâline şükret.
Sen rahatlık (9) içinde, türlü türlü nimetler, nefis yemekler ve leziz taamlar
yiyorsun. Güzel ve temiz <10) giyecekler giyiyorsun. Zevk ve sefa içinde
yaşıyorsun. Bu kadar rahatlık, nimet ve izzet içinde Tanrı’ya (ll) şükretmezsin,
hizmetini yapmazsın. Her hâlde gafilsin. Ehlullah’tan (12) olan azizleri gör. Ne
zahmet ve mihnetler çekerler. Senin için her nesne hazır ve kolaydır. (13) Şimdi
o azizlerin ve uluların ruhlarına dua et, mutlu olsunlar. (14) Biz yine sözümüze
geldik.
Seyyid, o büyük çölün içinde gezerken yolu bir deniz kenarına düştü. (15)
Gördü ki büyük bir gemi kenarda durur. Onlara çağırdı. Seyyid’i gördüler,
dışarı çıktılar, hâlini [T816] (l) sordular. Seyyid’i gemiye aldılar. Meğer onlar
Araplar imiş, deniz seferine çıkmışlar. Yelken (2) açıp revan oldular. On iki gün
sefer ettiler, büyük bir adaya çıktılar, kondular. (3' O adada Server acayip
canavarlar gördü. Bir kuş gördü, başı adam başı gibi, (4) yüzü, gözü adama
benziyor. Boynu kaz gibi ve gövdesi tavus gibi. Ayağı ördeğe, kuyruğu horoz
(5) kuyruğuna benzemekte. O canavarlar denize dalar, balık avlar. Seyyid sordu:
-Bu kuş,(6) nasıl bir kuştur, dedi. Onlar:
-Buna malik, derler.
Başında kadın saçı gibi uzun saçı <7) var idi. Kanatları tavus kuşunun
kanatlarına benzerdi. Server, Hakk’ın kudret ve hikmetine hayran oldu. (8) O
adadan ayrıldılar, dört gün sefer ettiler, bir yere eriştiler. Bu arada, karşıda kule
ve minare (9) gibi, taşa benzeyen uzun bir nesne göründü. Denizciye sordu:
-Ben burayı bilmiyorum. Burası neresidir, (l0) dedi. Onlar:
-Biz de bilmyoruz, dediler.
Denizci taşa doğru yürüdü. (11) Taşın yanından öte tarafa geçti. O tarafın
suyu meğer girdap imiş. Hak teala gemiler gelmesin diye onu nişan (12) için
yaratmışmış. Bu girdap çok güçlüydü. Kırk mil kadar yerin suyu (13> çepçevre
dönerdi. Yer orada delikti. Deniz, o delikten cehennemin saçının üzerine inerdi.
(14) İçine giren gemi artık çıkamazdı. Kavmi aç ve susuzluktan (15) helak olurdu,
S u r e t : (?)
bazısı boğulurdu. Seyyid’in gemisi varıp [T817] (l) o girdaba düştü, kendi
çevresinde dönmeye başladı. Gemi halkı o hâli görüp (2) feryat ve figan ettiler.
Gördüler ki orada dokuz gemi daha girdaba düşmüş, dönüp <3) dururlardı. Onlar
çağırdılar:
-Sizlere ne oldu? Oradaki nişanı gördünüz, yine de geldiniz. Biz (4)
bilmez idik, dediler. Saltık’ın gemisindeki denizciler:
-Biz de bilemedik. Bu girdabı işitirdik. Demek ki bu imiş. Eyvah (5) bizim
hâlimiz nasıl olacak, diye ağlamaya başladılar. Feryatları göğe çıkardı. Yedi
gün (6) o girdapta kaldılar, kendilerinden ümidi kestiler. Seyyid bu hâli görünce
çok üzüldü. (7) Huzursuz olup Tanrı’ya dua etmeye başladı:
-Ya ilahi! Ben kulunu çölden kurtardın, şimdi de (8) denizdeki girdaba
saldın. Ben kulun, büyük bir günah işlemişim ki benim başıma bunca felaketler
<9> geldi. Bu bana günahımın karşılığında azap ve intikamdır. Üzerimden (l0)
bela eksik olmadı. Duamı da kabul etmezsin. Bilirim ki benim gönlümde
enaniyyet ve gurur <n> yürümüştür. Benden dolayı bu kavime ve bu kullarına
hışım verip helak eyleme. Her ne edersen (l2) bana et. Bu zayıf ve kötü kuluna
yap, dedi.
Saltık, zar zar ağladı, kendinden geçip aklı başından gitti. ° 3) İki
gözünden yaş revan olup akardı. Hiç kıra hiç kıra ağlardı. Bu hâlde <l4> iken düş
ve hayal gibi Hazret-i Hızır’ı gördü. Hazret-i Hızır:
-Ya Seyyid! Niçin gaflet içinde bulunursun? (I5) Hatırına gurur ve kötü
şeyler getirirsin. İnsan zayıf bir yaratıktır. Onda ne kadar kuvvet ve kudret
olacak. Hiçbir zaman alçak gönüllülüğü [T818] (l) ve aczi hatırından çıkarma.
Ya Seyyid! Şimdi gönlünü temizledin. Tanrı (2) sana ve bu kavme, kurtulmayı
nasip etti. Şimdi kalk, geminin içindeki (3) atların birini kurban et. Geminin
urganına bağla, onu denize sal, çok garip şeyler göreceksiniz.
(4) Server uyanınca rüyasını yanındakilere anlattı. Hemen kalk
geminin ambarından bir at (5) çıkardılar, kurban edip boğazladılar. Derisini
yüzdüler, leşi dört ayağından bağlayıp <6) denize saldılar. Denizde büyük
balıklar vardı, birisi gelip onu yuttu. Balık (7) urganı bağlı gördü, irkilerek
denize kaçtı. Bir yonga gibi gemiyi sürüyerek girdaptan (8) çıkardı, alıp bir
tarafa götürdü.
Saltık ve yanındakiler selamete çıkınca hemen urganı kestiler. (9) Balık
denize gitti, gemi kurtuldu. Orada kalan gemilerin halkı onu görünce onlar da
(l0) bu şekilde girdaptan çıktılar, kurtuldular.
Saltık ve diğer gemide kiler bir adaya çıkıp kurban kestiler. Sadaka
verdiler (11) ve ihsanlarda bulundular. Onlar gelip Seyyid’in ayağına düştüler,
kademinde baş koydular:
-Sen tekin (12) er değilsin, dediler.
Server onlara baktı, gördü ki o gemilerin birisi Cehud. Onlar da (13)
Seyyid’e gelip muhabbet eylediler. Seyyid onları dine davet etti. Onlar
Seyyid’e incindiler, gittiler. Rüzgâr çıkmadı, (l4) altı gün orada durdular.
Yedinci gün rüzgâr esmeye başladı. Gemiler durmayıp gittiler. <15) Seyyid
gemiden uzaktı, yetişemedi, geç geldi. Gördü ki Cehudlar kalmışlar, [T819] (1>
Server zorunlu olarak onların gemisine girdi. Biraz yer gidince Cehudlar kalkıp
Seyyid üzerine geldiler: (2)
-Ne dersin, bizim dinimize girer misin, yoksa seni yok edelim mi,
dediler. Seyyid:
-Ben size ne yaptım? Günahım <3) ve suçum nedir? Onlar:
-Bizim dinimizde kural şudur: Bir Türkü yalnız bulursak ve biz çok
olursak (4) onu öldürmek bize caiz olur. Eğer öldürmezsek asi oluruz. Seyyid:
-Çok garip bir (5) âdetiniz var imiş, dedi.
Onlar Seyyid’in üzerine yürüdüler. Server’in yanında silahları yok idi.
Heman (6) yumruğunu sıktı. Yanında bir Cehud vardı. Onun üzerine yürüdü.
Onun göğsüne öyle bir yumruk (7) vurdu ki Cehud’un sesi bile çıkmadı, can
verdi. Seyyid onun kılıcını alıp yürüdü, (8) onlarla cenge başladı. Çok kısa bir
sürede yedi Cehud daha tepeledi. Cehudlar geminin bir yanına (9) toplandılar.
Bunlar cenkte iken gemi bir taşa dokundu, parça parça oldu. Cehudlar (l0)
boğuldular.
Seyyid bir tahta parçasının üzerinde kaldı. Tahtaya sarıldı, dokuz gün
denizde ’ gece ve gündüz gitti. Tahta parçası yuvarlandı. Gücü tükendi, az
kaldı kendinden (l2) geçip tahtanın üstünden suya düşecekti. Tekrar gayret etti,
sürekli tövbe ve (l3) Hakk’a dualar etti. Boğulmayıp tahta üzerinde kaldığını
ganimet bilirdi. Ara sıra (l4) bir kuş gelirdi, tahta üzerinde Seyyid’e vururdu,
geri uçardı. Kanadıyla döve döve <l5) Server’i perişan etti. Seyyid gördü ki o
kuşun elinde helak oluyor. Deniz içinde [T820] bir ağaç parçası önüne geldi.
Onu eline alıp o kuşa vurdu. Kuşun <2) kanadı parçalandı, uçamadı denize düştü.
Seyyid ondan kurtuldu, biraz yer daha gitti. (3) Karşıdan bir gemi belirdi. Gelip
Seyyid’i gördüler, gemi içine alıp hâlini sordular. O da durumu (4) anlattı.
Bu geminin halkı Müslüman idi. Seyyid’e saygı gösterdiler, elbise
verdiler, kamını <5) doyurdular. Bir süre gittiler, bir kenara çıktılar. Orada
büyük bir şehir gördüler. Bu şehir aynadan inşa edilmişti. (6) Fakat içinde
insanoğlu aslından kimse yok. Cinnîler içine girmişler. Server, (7) o şehri
seyretti. Bir yere geldi. Gördü ki bir yerde bir tarih yazılı. Ümran dilince
kazınmış, <8) birkaç satır yazılmış:
-Ey buraya gelen kişi! Âlemi seyreden meşhur kişi! Buraya ulaştm,(9) bu
şehri gördün. Bil ki burayı Süleyman oğlu Davut inşa etmiştir. <l0) Devlerle
yaptırmıştır. Bin burcu ve kalesinin kırk yerden kapısı var. Bu çevrede (ll)
bundan daha büyük bir şehir yoktur. Hazret-i Süleyman dünyadan göçünce bu
şehir (12) içine korku düştü. Halk dağıldı, şehir tenha kaldı. Bunun etrafı çöldür.
<13) Gafil olma. Deniz kenarından uzaklaşmadan eğlence için gez, demiş.
Seyyid (l4> orada çöl adını işitti, ürktü. Zira çöl zahmeti canına tak
etmişti. Oradan deniz (1 1 kenarına döndü, doğu tarafına yöneldi. Tanrı’nın
kudretiyle Seyyid’in yolu yine çöl içine [T 8 2 1 ] (I) düştü.
-Eyvah! Yine korktuğum başıma geldi, deyip üç gün yürüdü. Bir yere
erişti. (2) Meğer o tarafın halkı merdumhor* imiş. Serveri görünce hücum ettiler,
üzerine üşüştüler, (3) öldürmeye çalıştılar. Seyyid çaresiz onlarla cenge başladı,
birkaçını toprağa bıraktı. (4) Sonra tekrar saldırdılar, taşlar attılar. Server’i
sıkıntıya soktular. Server çok gurbet ve zahmet; açlık ve susuzluk (5) çekmiş,
mecali kalmamıştı. Server Menucher’in duasını okudu, o cinnî çıkageldi.
Server, ona:(6)
-Ben seni birkaç kez davet ettim, niçin gelmezsin? Böyle zamanlarda
dost dosta yardım etmelidir. <7) Cinnî:
-Ya Server! İşitmedim. İşitmeyince nasıl geleyim? Eğer işitsem mutlaka
gelirdim. Beni mazur gör, (8) dedi. Sonra Seyyid’i oradan alıp başka bir yere
bıraktı:
-Ya Server! Yürü, Hakk’ın hikmeti çoktur, dedi.
(9) Cinnî oradan ayrıldı, gitti. Server yola düşüp yirmi üç gün sefer eyl
Yolda hiç kimseye rastlamadı. <10) Yirmi dördüncü gün insan görmeye başladı.
Bir şehre geldi. Orada bir Arap beyi (U) oturuyordu. Seyyid şehre ulaşınca
gördü ki bir kalabalık, bir hengame var. Halk kalenin kapısının önüne çıkmış,
(l2) deniz kenarında toplanmışlar. Saltık:
-Niçin toplandınız, diye sordu. Bir kişi:
-Bilmez misin ki bu gün denizden (l3) bir ejderha çıkar, kırk kişiyi onun
ağzına atarlar. Yutar, ondan sonra gider. Server onu dinledi: (l4)
-Eğer vermezlerse ne olur, dedi. O kişi:
-Memleketi harap eyler. Server:
-Hayvanlardan <l5) at, sığır, eşek verin. Niçin adam veriyorsunuz, dedi.
Onlar:
-Alır, yutar, gitmez, durur. Kırk adamı [T822] (l) yemeyince kaybolmaz.
Yıl tamam olunca tekrar çıkar, gelir. Adam vermeyice saldırır.
Server,(2) beyin yanına gidip:
-Ya melik! Bana izin ver. Bu canavarın işini bitireyim, (3) bu halkı ondan
kurtarayım, dedi. Melik:
-Çok güzel olur, bunu mutlaka yap, görelim, dedi.
K ız o ğ la n : Bakire kız.
-D eli(4) sizsiniz, ben değilim, dedi. Onlar:
-Niçin deli olalım, sen ne diyorsun? Seyyid:
-Ey akılsızlar! O secde edip (5) taptığınız da sizin gibi yaratılmış bir
insanoğludur. Yaratıcı, Tanrı’dır. Yaratılmış, (6) yaratılmışa secde eder mi?
Secde Allah’a olur.
Oradakiler Seyyid’den bu sözü işitince (7) beylerinin yanına vardılar,
durumu bildirdiler. O bey, Seyyid’e:
-Niçin böyle diyorsun, dedi.
<8) Seyyid kalktı, Tanrı’nın birliğini ve O ’nun Resul’ünü, kendinin ne
dinde <9) ve ne mezhepte olduğunu anlattı. Bey onu dinleyince:
-Anlattıklarına bakılırsa sen, Saltık-ı <10) Rumî’ye benzersin, dedi. Server:
-Bildin, kendisiyim, buraya sizin için geldim. (ll) Sizi, hak dine
döndürmek için kılavuzluk yapmaya geldim. Küfür ve dalaletten sizi
kurtaracağım, dedi. O bey:
-Hoş geldin, <12) dedi. Sonra bey, kavmi ile Müslüman oldu, direnmediler.
Halk, mümin ve Müslüman (l3) olunca o kızoğlana tapan ada halkı bunu işitti.
Elçi gönderip:
-Eskiden beri <14) inandıklarınızı neden bırakıp Saltık’a uydunuz, dediler.
B ey,(I5> Seyyid’e:
-Server, bu söze nasıl cevap verelim, dedi. Seyyid:
-Beni onlara gönder. Onlara ben cevap [T 8 2 5 ] (l) vereyim, dedi.
Bey, razı oldu. Saltık kalktı, silahlarını kuşandı. Beye ve o kavme veda
edip elçiler ile birlikte <2) yola çıktı, gitti. Oraya ulaştı. Ada halkı, Seyyid’i
karşılamaya geldiler. Server gemiden dışarı<3) çıkıp o halka selam verdi. Onlar
da Server’in selamını aldılar, saygı gösterdiler. İzzetle <4) alıp saraya getirdiler
ve konuk ettiler. Adanın beyi:
-Bizim dinimize niçin batıl dersin? (5) Bize anlat, bilelim, dediler.
Server, ayağa kalktı, orada bulunan halka İslam dinini anlattı. (6)
Tanrı’nın sıfatlarını, büyüklüğünü anlattı. Resul’ün (7) mucizelerini, risaletini,
Kur’an-ı Kerim’in doğruluğunu bildirdi. (8) Halk, onu dinleyince hayran kaldı:
-Ya Server! Sana tâbi olduk (9) ve senin dinine uyduk, dediler. Daha
sonra imana gelip Müslüman oldularr. Seyyid onlara 1 dinin kurallarını
öğretti, İslam dininin erkanını ve hükümlerini gösterdi. Daha sonra o kızoğlana
(II) tapanlar bu durumu işitti, silahlarını kuşanıp o adaya geldiler, orayı yağma
ve talan ettiler. <l2) Seyyid bu durumu işitti, emreretti, asker topladılar.
Gemilere binip o adaya çıktılar, demir (13) attılar. Ada halkı karşı geldi, cenk
etmeye başladı. Sonunda Server kılıcını <I4) eline alıp yürüdü, o kavme girdi,
kırıp bıraktı. Önünden kaçıp tarumar oldular (l5) ve şehrin kalesine girdiler.
Halk kaleye toplandı. Kalenin beyinin adına Meydal [T826] (l) derlerdi. Gördü
ki kavmi kırıldı. Kendisi bir cübbe giydi, silah takınıp Server’in üstüne (2) geldi:
-Ey Saltık! Buraya niçin geldin? Şu görünmez Tanrı’na bu halkı davet
edersin. Bu halk, onu (3) arayınca nerede bulup isteklerini ondan isteyecekler,
dedi. Server:
-Onu (4) Tanrı bilir, her ne dilersen kabul eder, reddetmez. Onun gizli
olması, ışığının çok güçlü olmasındandır. (5) Meydal:
-Ya Server! Ben hem erkek hem dişiyim. Dilerim ki Tanrı beni erkek
yapsın, dişiliğimi gidersin. <6) İşte o zaman bilelim ki senin bu dinin haktır.
Cenk etmeye ne gerek var, dedi. Server:
-Bu durumda sen (7) dişi sayılırsın. Allah’a dua edeyim, kadın ol, erkeklik
senden gitsin. <8) O şahıs:
-Yok, erkek olmak dilerim.
Server razı olup dua etti. O (9) şahıs bir kadın oldu. Meydal bu durumu
gördü, ağladı:
-Seninle sözümüz erkek olmak idi, (l0) dedi. Server Seyyid:
-Benim ilk sözüm Tanrı’nın dergâhında kabul oldu. (ll) Senin sözünün de
kabul olacağını düşünüyorum, dedi. Elini kaldırıp dua etti. Halk, “Amin”, dedi.
Meydal (12) durduğu yerde titredi ve silkindi, erkek oldu. Meydal durumu
gördü, atından inip (l3) Server’in ayağına düştü, imana geldi. Halk da gelip
Müslüman oldu. (l4) Şenlikler yaptılar. Seyyid onlara din erkanını öğreti, o
kavim içinde uzun süre kaldı.
(l5) Bir gün Server evinde oturuyordu, çarşamba gecesi on tane tavuk
bir tane horoz [T827] (l> kapıdan gelip içeri girdiler, Seyyid’i ortaya aldılar.
Horoz Seyyid’in üzerine sıçradı, (2) Server’in gözüne vurmaya çalıştı. Server
şaşırıp:
-Bu tavuklar ansızın nereden çıktı? (3> Kalkıp horoza bir tekme vurdu,
horoz can verdi. Tavuklar kaçıp dağıldı, (4) belirsiz oldular. Seyyid, onu gördü,
hemen kalkıp horozu ayağından bağladı. Üzerine (5) Ayetü’l-kürsi’yi okudu:
Sihir kalktı. Gördü ki bir adam ölüsü ayağından bağlı bir biçimde
yatmakta. <6) Server bildi ki bu sihirbaz işidir. Halka bu durumu anlattı. Halk:
-Onlar türlü türlü kılığa girerler, <7) gelirler, bizi incitirler. Senin dinine
girdiğimiz için bize düşman oldular, dediler. Server:<8)
-Şimdi hemen bunların arkasına gidiyorum. Hemen hazırlık yapın, dedi.
Gemiler hazır ettiler, binip o adaya (9) çıktılar. Bir de ne görsünler? Deniz
kenarında acayip bir tayfa toplanmış. Kimi at, kimi arslan, kimi bebre,* kim i(l0)
panter, kimi sığır ve kimi katır. Her türlü canavar. Gövdeleri insan, ayakları
deve ayağı (11) gibi. Devenin elleri arslan pençeli, kuyrukları at kuyruğu gibi.
Ellerinde mızrak, kalkan, kılıç (12> ve diğer savaş aletleri. Kuşanmışlar
bekliyorlar. Server onları görünce hayret edip: (13)
-Bunlar kemale ermiş cazulardır. Bunların karşısında güçlü durmak gerek
dedi. Gövdesine (14) dua yazdı, yanındaki halka da hep yazdırdı. Sonra onlara
karşı yürüdü. Cazular (15) bunların üzerine gelemediler, geri kaçtılar. Server
doğru şehre gitti, içeri girdi. Gördü ki [T828] (1) şehir içinde olanlar da aynı.
Hemen (2) düşündü. Halka buyurdu, herkes Enam suresini okuyup üfürürmeye
başladı. O şekiller (3) bozulup insan suretine dönerlerdi. Onlara kılıç vurup
kırdılar. Sonunda âciz <4) kaldılar, o sihirbazlar suretlerini değiştirip aman
dilediler. Server:
-Sizlere (5) Müslüman olmayınca aman yoktur, deyip tekrar cenge
başladı. Onlar tekrar feryat ettiler, içlerinden biri (6> ileri gelip:
-Ya Seyyid! Ben bunların beyiyim. Niçin bizi kırıyorsun, dedi. Seyyid:
-Siz kâfir, <7) sihirbaz ve düzenbazsınız. Biz sizin gibileri nerede bulursak
tepeleriz. Tekrar kılıcını eline alıp yürüdü. <8) O bey:
-Server, sabret, biraz konuşalım. Sen bize, Müslüman ol, diyorsun. (9) Biz
senin dinine girersek sihrimiz batıl olur. Biz sihir yapmayınca buralarda
duramayız. Zira yılda bir <10> kez bu adaya deve gibi büyük kuşlar gelir.
Havadan inerler, bizi tavuk yavrusu gibi kaparlar, (ll) helak ederler. Biz bu sihri
yapınca çok çeşitli şekillerde görünürüz. O zaman bize gelemezler. (l2) O
kuşlardan korkumuza sihir öğreniriz. Server:
-O kuşlar ne <13) vakit gelirler, diye sordu. Bey:
-Gelmelerine kırk beş gün kaldı, dedi. Server:
-Eğer ben sizi bu kuşlardan <l4) kurtarırsam sihri terk edip Müslüman olur
musunuz, dedi. Onlar:
-Elbette Müslüman oluruz, dediler. <l5) Seyyid kuşlar gelinceye kadar
sabretti. Dabbe denilen kuşlar geldi. Sayılarını bir tek Allah T829] (l) bilirdi.
Sayılamayacak kadar çok kuş, şehir ve ada üzerine kondu, halka saldırmaya
başladı. Server bir ok çıkarıp (2) kuşlara attı. Birisini vurdu, ok ona batmadı.
Server, okun batmamasına şaşırdı. Kuşun (3) birisi gelip Seyyid’i kavradı,
pençesine alıp havaya yükseldi. Server, onunla cenk etmeye çalıştı, (4) başarılı
olamadı. Gördü ki kuş kendisini helak edecek, hemen hançerini çekip kuşun
gözüne vurdu. <5) Kuşun gözü çıktı. Kuş, yaranın acısından kendini yere attı,
B e b r: Eski kitaplara göre, Hindistan ve Afrika’da bulunan, kediye benzeyen, gayet büyük,
üstü yol yol tüylü, saldırdığı zaman tüyleri kavaran, aslanın bile korktuğu azgın bir
canavar.
feryat etti. Türlü türlü <6) seslerle ötmeye başladı. Diğer kuşlar dağılıp kaçtılar.
Server, bu kuşu boğazladı. (7) Boğazlanan kuş yere düşünce diğer kuşlardan
birisi bile kalmadı, kaybolup gitti. Bu sırada havadan <8) bir ses geldi:
-Artık bu kuşlar buraya gelmeyecekler, ürküp gittiler. Bu kavim (9)
kurtuldu, dedi. Halk ve Seyyid, bu sesi işitince çok şaşırdı.
-Bu acaba kimin sesi,(I0) dediler.
Seyyid düşündü, havaya baktı, bir karartı gördü. Eline bir ok alıp (ll)
duran karartıya attı. Karartı, hava yüzünde dönüp ( 'yere düştü. Gördü ki erkek
bir dev ölmüş. Ok yarasından dolayı ölmüş. <13) Halk, Server’in yiğitliğine ve
hünerine hayran kaldı. Bu sırada hava yüzünden (14) ateşler saçıldı, yıldırımlar
peyda oldu. Havanın yüzünü dev askerleri tuttu. Kara bulut (l5) gibi gökyüzünü
bürüdüler. Hemen cenge başladılar. Server bu devlerle yedi gün, yedi gece
cenk [T830] (1) etti. Üç yüz devi toprağa bıraktı. Devler gökyüzünden yere
indiler, saflar dizip (2) Server’in üzerine yürüdüler. Seyyid emretti:
-Herkes ellerindeki neftli şişeyi tutuşturup (3) yaksın, dedi.
Devler, ateşlerden kaçıyorlardı. Bu sırada ses gelmeye devam ediyordu.
Fakat devler (4) sesten ürkerlerdi. Başları ağrıdı, beyinleri çalkandı, gözleri
karardı. Yüzleri üzerine (5) düşmeye başladı. Davullar dövdüler. Devler, sesten
rahatsız olup <6)dağıldılar, kaçıp gittiler. Halk, Seyyid’e:
-Server, biz bunların hakkından geliriz. Durumu (7> öğrendik, dediler.
İmana gelip Müslüman oldular.
Seyyid, onların Müslüman olmasına çok sevindi, halka İslamın
kurallarını (8) öğretti. Bir süre orada dinlendi.
Rivayet edenler şöyle anlatır: (9) Seyyid, halka veda edip adadan ayrıldı:
Ayrılırken:
-Her kim sihir yaparsa <l0) öldürün, dedi. Ancak o zaman şeytanın
şerrinden, bela ve kazadan emin olabilirsiniz. Ulemaya (l 11 tâbi olun. Ulemaya
tâbi olursanız kuvvetli olursunuz, cehaletten kurtulursunuz, dedi. Sonra bir
gemiye binip gitti. Sabah rüzgârı (l2) uygun esti, Umman diyarına doğru yönelip
gittiler. Altmış dört gün denizde (I3) yolculuk yaptılar. Sonunda bir kenar
göründü, oraya ulaştılar. Burası, Habeş yakasıydı. Dışarı çıktılar, konakladılar.
<14) Oraya yakın bir yerde kavmin beyi var idi, Seyyid’i bilirdi. Fakat bu bey
Nasranî idi. Seyyid’in yanma <l5) geldi, ziyafet verdi. Seyyid ile görüştüler.
Seyyid, ona iman telkin etti. O da kabul [T831] (1)edip iman getirdi, Müslüman
oldu. Seyyid sordu:
-Cebel-i Reis; Umman’a, buralara yakın mıdır, diye sordu. O <2)bey:
-Buradan on iki günde gemi ile varılır, dedi.
Server hemen kalkıp gemiye bindi. Onlara (3) veda edip Umman’a
yöneldi. Bir süre sonra arkadaşlarından ayrıldığı yere geldi. (4) Arkadaşları,
Seyyid’in geldiğini işitip yanma gittiler. Durumu Seyyid’e sorup öğrendiler. (5)
Şöyle rivayet ederler: Seyyid’in kaybolduğu zaman (6) Seyyid’in
arkadaşlarını tutup geri Umman melikinin yanına getirdiler. Melik, Gul’dan
gelip (7)yerleşmişti. Seyyid’in arkadaşlarını görünce gazaba geldi:
-Gullar, Seyyid’in işini bitirdiler, (8) defterini dürdüler. Fesadı çıkaran
şeyh idi. Rum’dan Saltık’ı alıp bu getirdi, dedi. Sonra <9) emretti, şeyhin
boynunu vurdular, geri kalanları hapsettiler. Bu sırada haber yetişti ki Arap
kavmi (10) gelmekte. “Cebel-i Reis tarafından gelip indiler.”, dediler. Umman
ordusu da hazırlık yaptı, yetmiş bin kişi beklemeye başladı. 011 İki ordu karşı
karşıya gelip durdu. Server kendisi hemen atı meydana sürdü,(l2) gösteri yapıp:
-Ya Umman askerleri! Bilin ki ben Saltık’ım. Mucib’i benim elime verin,
(13)siz kurtulun, sakin olun, dedi.
Mucib bu sözi işitince gazaba geldi, öfkelenip <l4) kendisi meydana girdi.
Seyyid’in karşınına çıkıp:
-Ya sihirbaz Şerif Saltık! Geldin, burada da fesat (l5) çıkarırsın, öyle mi,
dedi. Server:
-Ya Mucib! Ben Şerifim. Senin baban zamanında geldim, buraları
gezdim. [T832] (l) Buradan İran’a, sonra Aden’e, oradan da Mısır’a geçtim.
Benim kimsenin memleketinde gözüm yok. Ben, Tanrı’nın ve ( dinin
emirlerini yerine getiririm. Ya Mucib! Şimdi kibri ve kendini beğenmişliği terk
eyle. Bu zamana kadar yaptığın suçlara, <3) günahlara tövbe et, suçlarını
bağışlayayım. İslam dininden dönme, dedi.
Mucib bu defa daha fazla öfkelendi, kibir (4) ve kin ile eline kılıcını aldı,
Server’in üzerine yürüdü. Server, çok söyledi, nasihat (5) etti. Fakat ona hiç kâr
etmedi. Server kalktı, hışımla, Mucib’e mızrağını öyle bir vurdu (6> ki onun
karnı yarıldı, bağrı ve bağırsağı dışarı döküldü. Bir kere, “Ah!” edip atından (7)
yıkıldı, can verdi. Umman leşkeri hayran kaldı:
-Kurtulduk, deyip geldiler, Seyyid’e (8) saygı gösterdiler, cenk etmediler.
Mucib’in oğlunu tutup getirdiler. Server, babasının makamını geri ona verdi. (9)
Tekrar o diyara kadı tayin ettiler. Fitne, fesat, zina ve rüşveti yasak ettiler.
Hazret-i Resul’ün (l0) dedikleri hangi diyarda geçersiz ise oraya Tanrı hışım
verir.
Server, (ll> Umman diyarını dinin kurallarına uygun şekilde yönetilen bir
ülke durumuna getirdi. Cebel-i Reis halkına, Said’i bey olarak atadı. Hapisteki
hizmetkârlarını kurtardı, daha sonra (12) İran’a gitmek üzere yola çıktı. İran
ilinin <13) kenarından geçti, Aden’e yönelip gitti. Bir süre sonra Aden’e ulaştılar.
Gördüler ki Aden halkı kaleye (14) girmiş. Çok sayıda gemi gelmiş; kâfirler,
Aden’e saldırmakta. Server sordu:
-Bu kargaşa nedir, dedi. Onlar:(15)
-Aden’e saldıran, Frenklerdir. Frengistan’dan geldiler. Yedi aydır sefer
ederler. Mağrip vilayetinin ardından [T833] (l) dolaşmışlar, Hind ve Habeş’e
geçerler. Şimdi kast ettiler ki gelip bu Yemen diyarını alalar, Mekke ve Medine
(2) şehrine hükmedeler, dediler. Server bu sözleri işitince gazaba gelip emretti.
Hemen yürüdüler. (3) Kendisi atına bindi, ileri sürüp denize doğru atım tepti. Bir
nara attı:
-Benim Saltık, ey kâfirler! (4)İşte geldim, dedi. Frenk kâfirleri onu işitti:
-Saltık buraya geldi, deyip denize kaçtılar, (5) gittiler. Server hemen
emretti, on parça gemi buldular. Gemilerin içine adam koyup kâfirlerin ardınca
gittiler. (6) Kâfirler, Hürmüz iline doğru gittiler. O diyarlar kâfirlerden çok
korktular. İşittiler ki (7) Saltık ardınca gelir, durmaz. Oradan kalkıp kaçtılar.
Seyyid’in adı ve ünü, doğuda ve batıda (8) yayılmıştı, söylenirdi. Bütün
Frengistan taifesi Seyyid’i bilirdi. Seyyid, Heybetiyle ve yiğitliğiyle meşhurdu.
(9)
Frenkler kaçtı, Server ardına düşüp takip etti. Yedi ay gittiler. Sonunda
Şedde dedikleri boğazda yetiştiler. Bu boğaza, Frene denizi derler ki orası
aslında Akdeniz’dir. Akdeniz, Hint ve Habeşistan (ll) dairesinin denizidir.
Orada büyük bir dağ vardır, öte tarafı denizdir. Orada girdap olmuştur, hangi
gemi bu (12) tarafa giderse içeri, bu muhite düşerdi, girdapta kalırdı, artık
çıkamazdı, batardı. (l3) Kâfirler, oraya uğramadılar, boğaza girdiler. Şerif:
-Biz budağı dolaşıp öte (14)geçelim, kâfirlerin önlerini keselim, dedi.
Gemileri sürdüler, içeriden girdiler, girdaba düştüler. Gördüler ki <l5) ne
gidebildiler, ne çıkabildiler. Su dönüp dururdu. Bildiler ki kendileri ansızın
girdaba [T834] (l)düştü. Feryat ve figan ettiler, Şerife ağlaştılar:
-Bizim hâlimiz nasıl olacak, dediler.
Raviler şöyle anlatır: (2) Seyyid, bu Bahr-ı Muhitte üç yerde girdaba
düşmüştür. Onların biri bu idi. O kavim ağlaşıp geldi, (3)Seyyid’e:
-Hâlimizin nasıl olacağını sen bilirsin, dediler. Server yüzünü göğe tuttu,
dua etti, (4) Hazret-i Hakk’tan medet ve inayet istedi. Tam bu sırada denizin
yüzünde İlyas nebi (5) göründü. Hazret-i İlyas çıkageldi, el vurdu, o gemileri
biribirine bağladı. Mübarek eline (6) bir gemi alıp sürüyerek çekti. Deniz,
Hazret-i İlyas’m atının topuğuna bile gelmezdi. Çekti, (7) gemileri girdaptan
çıkardı, kurtardı. Daha sonra kaybolup gitti. O gemide olan kavim (8) bu hâli
gördü, hayran kaldılar. Oradan yürüdüler, Frenklerin önünü kestiler. Frenkler,
kaçtı, cenk etmedi.
(9) Server, Mağrip karasına çıktı. O diyarda ulu bir melik vardı, Serv
özelliklerini ve erliğini <10) işitmişti. Görmeyi çok arzulardı. Server’in o yöreye
yakın geldiğini işitti, (ll) asker topladı. Gelip Seyyid’e saygı gösterdi. Buluşup
görüştüler. Şerif:(l2)
-Bu boğazı niçin beklemezsiniz, diye sordu. Melik:
-Bu kâfirlerden âciz olduk, dedi.<l3) Şerif:
-Bu boğaza yakın nerede Frenk vardır, ne adla anılırlar, dedi. Melik :
-Ya Server! Buraya <14) yakın dört ada vardır, halkları hep Frenk’tir.
Bunların adlarına Fortukal derler, (l5) on bin asker toplayabilir, dedi. Server
tekrar o beye:
-Senin ne kadar askerin var, dedi. [T835] (1)Bey:
-Kırk bin askerim var, dedi. Server:
-Bu kavim ile niçin vuruşmazsınız ve bu boğazı niçin (2) beklemezsiniz,
dedi. Bey:
-Ya Şerif! Bu Frenkler silahlıdır. İçeriden çok sayıda Frenk bunlara
yardım (3)eder, dedi.
Server o beye ve o diyarın halkına emretti. Hemen toplandılar. Server:
-Bu boğaza taş dolduralım. (4) Frenkler, geçip Müslümanlara zarar
vermesinler, dedi. Kadın erkek kim varsa geldi, o boğaza taş <5) döktüler.
Rivayettir: Yedi yılda doldurdular. Üstüne kireç döktüler, yeryüzü yaptılar. (6)
Dağa varıncaya kadar denize bir set yaptılar. İskender’in Yecuc ve Mecuc’a
yaptığı set gibi ona da set (7) yaptılar. Frenk kâfirleri gelip geçmez oldular.
Doldurulan boğaz kırk fersah* yer idi. İyice (8) sağlamlaştırdılar. Frenkten emin
oldular. Âlimler şöyle rivayet ederler: O boğaz yeniden açılacak, Frengistan <9)
kâfirlerinin zevali o boğazdan olacak. Müslümanlar oradan girip kâfirleri
kıracak, bütün Frengistan’ı <l0) fethedecekler.
Şerif, taş dökmeyi emredince o padişahın kendisi gemilere bindi (ll)
Fortukal’a gitmek üzere yola çıktı. Yaklaşınca adada olan melik işitti ki Şerif
(12) geldi, erişti. Hemen beylerini topladı, görüş alışverişinde bulundu:
-Nasıl edelim, dedi. Beyler: (13)
-Melik en iyisini bilir, dediler. Melik:
-Bilin ki ben bu ere karşı koyamam. Karşısında duramam. Bununla kimse
(14)başa çıkamadı.
Beyler de onun sözünü kabul ettiler. Boğazlarına kefen takıp karşılamaya
geldiler, (l5) aman istediler. Şerif onlara aman verdi gelip şehir önünde
konakladı. Çok mal ve nimet [T836] (l) getirdiler, armağanlar verdiler. Server
alıp kabul etti. Bir süre durup gittiler. Orada ulu bir (2) Frenk padişahı vardı,
adına Kaştalya derlerdi. Frenk beyi Şerifin geldiğini duydu, <3) hemen
askerlerini kırk parça gemiye koydu, denize çıktı. Server’i aramaya gittiler. (4)
Bir süre sonra denizin içinde buluştular. Çok şiddetli bir savaş yaptılar.
Sonunda Server’in harbine ve çengine (5) güç yetiremeyip kaçıp gittiler. Server,
onların ardınca gitti yetişti. Kuruya yani karaya (6) çıktılar. O bey askerleriyle
birlikte karşı geldi. Yemen, Tayif ve Necid serverleri gemide idi. (7) Onlar da
cenk ettiler. Bir miktar asker de Mağrip’ten gelmişti. Üç bin kadar (8) yiğit gazi
hücum edip o kâfirleri kestiler. Sağ kalan kâfirler kaçtılar. Mağrip yiğitleri
Fersah: Çeşitli uzunluklara tekabül eden değerde bulunan bir uzunluk ölçüsü.
yüreklilik (9) ve pehlivanlık gösterip başlar kestiler. Kâfirler, hezimete uğrayıp
kaleye düştüler. Kaştalya meliki, Cinevis melikine adam salıp yardım istedi.
Cinevis meliki (11) kalkıp asker hazırladı, Milan Frenk’e haber gönderdi.
Oradan da askerler geldi, Kaştalya (12) dedikleri yere ulaştı. Onlar geldikten
sonra Müslümanlar üzerine hücum ettiler. Server, Frenkleri görüp (l3)
hazırlandı. Çok şiddetli bir savaş oldu. Üç gün, üç gece dövüştüler. Cenk içinde
(l4) Cinevis kâfirini yakalayıp bağladılar. Milan beyinin başını kestiler, mallarını
ve rızklarını aldılar, (15) yağma ettiler. Daha sonra kaleye yürüdüler. Kâfirler
kaleyi iyi savundu. Şerif, [T837] (1) atını gemiye koymuştu. Ona bindi, öfkeli
bir biçimde kale kapısına <2) ulaştı. Mızrağını kapıya öyle bir vurdu ki kapı
yerinden kopup içeri gitti, yıkıldı. Şerif <3> atıyla içeri girdi, şehre dek atını
sürdü. Bir meydana ulaştı. Onun ardınca üç bin a tlı(4) girdi, yürüdüler, kâfirleri
kırdılar. Beyi tuttular, şehri fethettiler. Daha sonra Şerif tahta geçip oturdu. (5)
İki beyi getirip yargıladılar. Beyler ağlaştılar. Şerif <6) onları ağlar görünce
merhamet edip:
-Gelin, Müslüman olun. Onlar:
-Biz Müslüman <7) olursak buradan ayrılmak zorunda kalırız. Server :
-Sizler mümin olun, gizli din tutun. Sizleri <8) kendi memleketinize
gönderirim, gidersiniz, dediler.
Onlar kabul ettiler, Müslüman oldular. Server, Kaştalya melikini yerinde
bıraktı. <9) Cinevis beyini yanına alıp gitti. Birlikte Cinevis’e çıktılar. Onu bu
diyara bey bıraktı. Milan (l0) oğlundan elçi geldi. Şerife mal ve nimet getirdiler,
armağan verdiler, bağışlanmayı dilediler. Şerif (ll) onları bağışladı. Sonra Şerif,
Frengistan beylerine mektup gönderip:
-Cezire-i Firdevs’e <12)gelsinler, sözüm var, dedi.
On bir padişah toplandı, Firdevs’e gelip konakladı. Zir ilinden (l3) de
Frenkler geldi. Onların beyi, Felyon idi. Server o adaya geldi. Orada bir kilise
var idi. <l4) Oraya gelip toplandılar. Şerif bir minber yaptı. Üzerine çıkıp
İncil’den sözler söyledi: (l5)
-Ey kafirler! Bilmiş olun, Bundan sonra İslam’a gelin, küfrü terk edip
kurtulun. Frengistan [T838] (l)da müminlerle dopdolu olsun, dedi.
Kâfirler arasından bir rahip çıkageldi, ayağa kalktı, (2> elinde bir kitap
geldi, Seyyid’in önünde bıraktı. Şerif kitabı açıp gördü ki geçmiş ve gelecek
gazileri (3) bir bir tasvir etmişler. Saltık’ın kendisini dahi kitapta yazmışlar.
Oraya kısa boylu, (4) kumral sakallı bir kişi olarak kaydetmişler. Rahip:
-Ya Server, Frengistan’ı İslama bu (5) getirecektir. Bu kişi henüz gelmedi,
ama elbet gelecektir. Server nitekim seni de bu kitaba yazıp (6) göstermişler.
Şerif:
-O hâlde şimdi haraç verin, dedi.
Hepsini haraca kesti, yine yerli yerine (7) gönderdiler. Şerif hazreti kalktı,
gemisine bindi, gitti. Oradan ayrıldıktan sonra büyük bir adaya ulaştılar. <8)
Frengistan’dan bir taife vardı, Semud Ad’un kavminden idi. Kaçıp oraya
yerleşmişlerdi. <9) Arapistan’dan gitmişlerdi. Onlar çok güçlü ve kuvvetli bir
taife idi. O adada otururlardı. Şerif ve arkadaşları gelip (l0)o adaya çıktı.
Bunlar Ş erifi görünce beylerine haber verdiler. Kâfirler bu haberi (ll)
işitince gazaba geldi. Kâfirler ata binip karşılamaya gittiler, asker toplayıp
hücum ettiler. ( Server gemiden çıktı, kâfirlere karşılık verdi, orada iki gün
cenk ettiler. Frenk <13) beyine Adusan Masun derlerdi, Frenk vilayetinde güçlü
bir pehlivan olarak anılırdı. Hemen sıçradı, <14) atına binip meydana geldi. İleri
gelip çağırdı:
-Ya Saltık! Neredesin? Beri gel, ikimiz cenk (l5) edelim. Kimin talihi daha
güçlü görelim. Bu dünyayı ya sen tut ya ben. Bu dünyaya iki pehlivan sığmaz.
Birimiz [T839] (l) kalsın, dedi. Server:
-Ya melun! Sen kim oluyorsun da pehlivanlık davası sürüyorsun, dedi.
Saltık, hemen meydana (2) girdi, kâfirin önünü bağladı. Birbiriyle bir süre
cenk ettiler. Server gazaba geldi, kılıcını kâfirin (3> boynuna öyle çaldı ki başı
top gibi önüne düştü. Lain hemen canını cehenneme verdi. Semudileri <4) ele
alıp kırdılar. Kâfirler a f dilediler. Server onları bağışladı. O ülkenin beyliğini
tekrar Manus’un oğluna (5) verdi, haraca kestiler, gittiler.
Server niyetlendi ki gele Mısır İskenderiyye’sine (6) çıka. Gemiye
bindiler, hareket ettiler. Hak teala onlara bir rüzgâr verdi, gemiler dağıldı.
Başka bir yerde toplandılar. (7) Bir yere çıktılar. Oraya Süryan adası derlerdi,
batı tarafındaki adalarından idi. Beyi kâfire bir kadın idi. (8) Bu ada halkı da
kâfirdi. Şerifin yanma gelip saygı gösterdiler, alıp konuk ettiler. Şerif buraya
yerleşti, bir süre dinlendi. Bunlar, (9) burada yemekte içmekte...
İK İN C İ BÖLÜM
Raviler şöyle anlatır: Server Seyyid Şerif Saltık, Süryan adasına çıktı,
oturdu. O sırada (ll> bir kişi denizden atıyla çıkageldi. Gördüler ki İlyas
Peygamber’dir. Şerife yaklaşınca: <l2)
-Ya Server! Mağrip’teki Müslümanlara yetiş. Sen gidinceye kadar
Keralan-ı Frengî geldi, Bindun melikinin <13) ülkesine saldırdı, orada olan
Müslümanları kırdı.
Server bu sözü işitti, yerinden kalktı. (14) İlyas Peygamber, geri denize
döndü. Server emretti, gaziler gemilere binip Mağrip’e yöneldiler. (l5) İran
adasına çıktılar. Haber aldılar ki o anda Müslümanların üzerine saldırmışlar,
onları katletmekteler. Hemen kalkıp [T840] (1) gittiler, Mağrip adasına çıktılar.
Hışımla koşup kâfirler üzerine saldırdılar.
Kâfirler onları (2) görünce bağladılar, hazır olup durdular. Hemen
beylerine haber verdiler. Bey, gürzünü (3) eline alıp geldi, askerlerinin yanına
durdu. Cenk yapmaya hazır hâle geldiler. Şerif:
-Ey kavim! Bilin ki ben Saltık’ım. Sizi hep (4) kırarım. Benim kim
olduğumu biliyorsunuz. Kâfirler dinlemediler. Server emretti, üç bin kişi hep
birden saldırdı. <5) Beş gün, beş gece harp ettiler. Sonunda kâfirleri kırdılar.
Frenk beyini(6) tutup getirdiler. Orada on bin Müslümanı esir etmişlerdi. Onları
öldürmeyi düşünüyorlardı. Şerif onları (7) zincirden kurtarıp azat etti. Server
emretti, kâfirlerin beyinin boynunu vurdular, gemilerini (8) yağma ettiler. Server
o diyar beyine ganimet malını bağışladı:
-Müslümanlar, baykuş gibidir. Bu kâfirler <9) Müslümanların nasipleridir.
Ayaklarına gelirler. Bir süre orada oturup dinlendiler. Mağrip meliki:
-Ya Server! Size (l0)bir haber vermek istiyorum, dedi. Server:
-Söyle, dedi.
-Ya Server! Bu diyarda, bir (ll) dağ başında taştan yonulmuş büyük bir
kale vardır, kapısı yoktur. Burçları <12) yüksektir. Her kim içine girse, geri
çıkamaz, içeride ne olduğunu söyleyemez, dedi. Server:
-Ben oraya gideyim, (l3)göreyim nedir, dedi.
Saltık hemen buyurdu, hazırlık yaptılar, o dağdan yana yürüdüler. (l4)Bir
dağa ulaştılar. Melik Abdülaziz:
-Server! Kale bu dağdadır. O gece dağm (l5) dibinde yattılar. Sabah
olunca sabah namazını kıldılar, dağa çıktılar. Dağın zirvesine çıkraca [T841] (1)
büyük bir kale gördüler. Kalenin surları ve burçları gökyüzüne çıkmıştı. Yerli
kaya idi, yapma 12}değildi. Merak ettiler. Tekrar kalktılar. Melik:
-Ya Server! Askerlerden adam çağıralım, görün, dedi.
Merdiven dayadılar, (3) bir şahıs çıkardılar. O şahıs yukarıya ulaşınca,
onun ardınca iki kişi daha çıkardılar. Üçü de içeri (4) gitti, bir daha dönmediler.
O gün beklediler, fakat gidenler dönmedi. Şerif:
-Vallah buraya ben kendim çıkacağım, dedi. (5) Melik Abdülaziz:
-Ya Server! Girme, belki sana bir zarar gelir, dedi. Şerif:
-Ya melik! Benim koruyucum Allah’tır. <6) Korkmam, girerim, dedi.
Hemen kalkıp silahını kuşandı, atını sürdü, merdivene geldi. “Bismillah”, <7)
dedi, ayaklarını merdivene basıp yukarı çıktı. Server, burç üstüne çıktı, kalenin
<8) içinden ansızm gök gürültüsü gibi bir ses belirdi. Halk korktu, neredeyse (9)
ödleri patlayacaktı. Alevleri çıktı, ateşler saçıldı. Mağrip meliki çağırdı:
-Ya Server! (10)Gel aşağı in, dedi. Şerif:
-Korkma ya melik! İnşallah hayır olur, deyip kale içine indi, gitti. (ll)
Seyyid’den naklederler: Şerif Seyyid aşağı indi, gördü ki üç yiğit şehit olmuş.
Yalnız (l2) ayrı ayrı yatıyorlar. Server bir kez nara attı. Sesi, dışarıdan işittiler:
( 13)
Raviler (8) şöyle ederler: İçeri Kâbe çölünde bir Arap beyi vardı, iki yıl
boyunca yolu tutmuş, ağır haraç alırdı. O yıl Hüccac’ı yağmalamıştı.
Yılanoğulları derlerdi, yetmiş bin Arap toplamış, gelip Anter (I0) Kalesi’ne
oturmuştu. On yedi Arap beyi ona itaat etmişti. (ll) Mısır şehrine yürüdüler.
Gelip Vadi-yi Hicr’de kondular. Ama yanında iki ulu Arap beyi daha vardı.
Geldiler, <I2) Mısır üzerine yürüdüler. Habeş’ten kırk bin Habeş askeri daha
geldi, onlara uydu. El bir edip (13) ittifak eylediler. Allah’ın hikmeti. Şerif, o
sıralarda hasta idi. Gücü kesilmişti, <l4)hasta bir şekilde yatıyordu.
Mısır ordusu gidip onlarla cenk etti. Yenildiler, kaçıp (15) geldiler, kaleye
girdiler. Kaleye sığınıp durdular. Şerifi dahi getirdiler, kaleye aldılar. Araplar
[T850] (1) gelip Mısır’ı kuşattılar. Otuz üç gün cenk eylediler. Mısır sultanı zor
duruma düşüp (2) Şerifin yanına geldi. Server’i hasta gördü, üzülüp gitti. Vezir
ve dizdar Şerife:
-Ya Server! Aklını başına topla. Düşman çok kuvvetli, nasıl edelim, dedi.
Server:
-Üzerinize 4) gelenler kaç beydir, dedi. Vezir:
-Üç kabiledir. En büyükleri, Yılanoğlu beyi Emir Seyfüddevle’dir.
Ayrıca kırk bin (5) Habeş askeri de yanlarındadır. Gelip onlara tâbi olup
uydular, üstümüze geldiler, dedi. Şerif:
-Birisine beş tavuk (6) koyun, armağan verin. Görelim ne derlerse biz de
onlara geri cevap veririz. Birkaç gün eğlensinler. (7) Bu arada belki ben de biraz
iyileşirim, dedi.
Saltık Gazi’nin dediğini yaptılar. Kaleden dışarı elçi çıkarıp Arap
beylerine (8) ulaştırdılar, arz ettiler. Pişmiş tavukları getirip önlerine koydular.
Araplar onu gördü:
-Bu (9> Mısır sultanının bize işareti nedir, dediler. Arap şeyhlerinden
birisi:
-Bu işaretin anlamı şöyledir: Dünyanın beş günlük (10) eğlencesi var. Bu
cihan bir sofradır, hangi tarafından isterseniz oradan yiyiniz, kimse mani
değildir. Benim <n) de sizin bir kamım vardır, doyuncaya kadar yerim, demiş.
Seyfüddevle dönüp sultanın elçisine:
-Git haber (l2) ver, kaleyi bana teslim etsin, bana itaat etsin. Artık çare
yoktur, dedi.
Elçi gelip haber verdi. (13) Sultan, Şerife baktı. Şerif, vezire:
-Kalk, burca çıkalım. Bu kavim görsün, dedi. Kalktılar, (l4) burca çıktılar.
Arap ordusuna baktılar. Şerif, vezire:
-İşte beyliği (l5> kendi terk eyledi. Abbas halifenin neslinden bir kişi bu
Mısır’da halife olur, dinimize göre burada âdet budur, [T851] (l)ne dersiniz?
Halife ayrı kalede, sarayında oturur. Sizlerden hanginiz sultan olur, haber
veriniz, diye <2) söyle, dedi.
Saltık Gazi’nin dediği söylediler. Melik Seyfüddevle bunu işitince
gazaba geldi, (3) o iki kabilenin beyine:
-Bre melunlar! Öyle mi? Ben sanırdım ki benim için çalışırsız. Siz (4>
şimdi buradaki sultanlığa talipmişsiniz, deyip kılıç çekti. O iki beyin üzerine
yürüdü. <5) Beyler onu görüp:
-Bizim bundan haberimiz yoktur, diye söylediler. Çare olmadı, ikisi bir
oldular, Seyfüddevle (6) ile Mısır meydanında cenk ettiler. Cenk içinde S eyf e
ok vurup öldürdüler. Yılanoğulları bunları (7) kırdı. Şerefoğulları ile ve
Sadoğulları kaldı.
Kabilenin biri dağılıp gitti. Seyftiddevle’nin başını (8) kaleye gönderdiler,
burca astılar. O gün sabrettiler. Sultan, Server’e hayran kalıp aferinler dedi. (9)
Ertesi gün oldu; Server, ,sultan ve halife tekrar burca çıktılar, bekleyen kavme
selam verdiler: (l0)
-Ya Urban! İşte sultanlık ortada kaldı. Sizin ikinizden hanginiz sultan
olacak? Gelin ve (ll> anlaşın. Mısır beylerini kırmayınız. Bunlara dirlik ediniz,
dedi Arabî Şerefoğulları ileri yürüdü:
-Ben (l2) sultan olurum, dedi. Sadoğullarınm ululan, beylerine:
-Sen dururken biz Kays’ı bey yapmayız, (l3) dediler. Anlaşamayınca
birbiriyle cenk ettiler. İkisi birbirine girip cenge başladı. Ceng içinde Kays’ı
tepelediler, (l4> başın kestiler. Şerefoğulları kaçıp dağıldı. On binden fazla Arabî
Sadoğlu kaldı. Şerif: (l5)
-Şimdi atlarınıza binin, dışarı çıkalım, bunlara hak ettiklerini verelim.
Mısır sultanı dışarı [T852] (l) çıktı, Arapları ele aldı. Öyle kırdılar ki hesabını
bir tek Allah bilirdi. Habeş ordusu de yenilip kaçtı, gitti. Ö m er(2) bin Sad’ı dahi
tepelediler. Kabilesi kavmi kaçıp gitti. Mallarını ganimet ettiler, Seyyid’e
dualar ettiler. Seyfüddevle’nin (3)bir oğlu vardı. Anter Kalesi’nde otururdu.
İşitti ki babasını Kahire öldürdüler. On (4)bin Arap’ı yanına aldı. Bir gece gelip
Mısır’ı bastı, çok sayıda adam katlettiler. Şerif buna çok öfkelendi. Hemen
yerinden (5) kalkıp atına bindi, Anter Kalesi’ne yöneldi. Kırk kişi ile oğlu Seyf,
Abdülkenan <6)ardınca gittiler. Kenan, Anter Kalesi’ne girip oturdu. Kapıların
yaptılar, beklemeye başladılar.
<7) Şerif, halk ile o kaleye yaklaştı. Kale, kayadan bir dağ idi. Kale onun
üzerine yapılmıştı. (8)Bir taş bile anınamazdı. Server:
-Yaranlar geldik. Eğer biz burada bir iş etmedin gidersek (9) hâlimiz neye
varır? Halk içinde adımız beceriksize çıkar. Seyyid Cafer’in torunu düşmandan
(l0) kaçmış derler, dedi. Atını sürdü, otağını kalenin önünde kurdu, oturdu.
Sabah olunca Araplar (l n çadırları görüp:
-Bu ne ki, diyince Server atına binip Anter Kalesi’ne yürüdü, yukarı
çıktı. <l2) Kalenin kapısını tuttu, eşiğine öyle bir tekme vurdu ki kapı içeri
yıkıldı. Yedi yüz yetmiş yedi (l3) batman idi. Kapı içeri düştü, açıldı. Server
içeri girip bir kez nara attı:
-Gel ya Kenane! (l4) İşte ben geldim. Benim, Saltık, dedi. Kenan o anda
sarhoş idi. Yerinden kalkıp [T853] (l) silahını giydi, karşılık vermeye geldi.
Kala içinde üç gün cenk ettiler. Dördüncü gün (2) cenk ederlerdi. Seyyid,
Kenan’a uzaktan bir ok attı, öte (3) geçti, düştü, can verdi. Şerif onu tepeledi. <4)
Kaleyi aldılar, fethettiler. Buyurdu, kaleyi viran edip yıktılar, harap ettiler.
Tekrar Mısır’a geldiler. <5) Şehre erişince gördüler ki şehir halkı figan ve feryat
etmekte. Sordular:
-Bu nedir, dediler. Halktan biri: (6)
-Ne olsun? Denizden on bin kâfir gemi ile geldi, Kudüs’ü aldılar. Bir tek
kalesi kaldı. Ona asker (7) hazırlıyoruz. Sultan Tahir zamanında da geldilerdi.
Sultan Tahir onları(8) kırdı, şimdi yine geldiler. Server o kişiye kendini tanıttı.
Sultana hemen haber verdiler. (9) Sultan karşılamaya geldi. Şerif hazretini
saraya getirdiler, konuk ettiler. Durumu anlattılar. Şerifin korkusundan <l0)
kabile beyleri adamlar gönderdi, aman istediler, barış yaptılar. Server, Mısır
serverlerinden bin ( kişiyi yanına alıp Kudüs’e yöneldi. Geldiler,
Halilürrahman’a yitiştiler, kondular.
Sonra yürüdüler, Kudüs’e gittiler. <l2) Yakınlaştılar, Şerif yüksek bire yere
çıkıp göz attı. Gördü ki bu gelenler, denizde olan adaların (l3) Frenkleridir.
Kıbrıs beyi Andron bunların başıdur. Şerif gördü ki kaleyi kuşatmışlar, top ve
tüfekler (l4) attılar. Müslümanlar aciz olmuşlar. Server yanına bin kişi alıp deniz
kenarına yürüdü. [T854] (l) Gemilerin orada koyup gitmişlerdi. Ansızın
gemilere üşüşüp aldılar. Orada <2) bulunan kâfirleri kırdılar, gemileri yaktılar.
Oradan sürdüler, gittiler, Kudüs-i (3) mübarek şehrine eriştiler. Nara atıp
kâfirlere kılıç koydular. On bin kadar kâfiri kırdılar. <4) Kaçıp gelen kâfirler,
gemileri bulamadı. Müslümanlar yetişip onları da kırdı. Andron laini <5) tutup
idam ettiler. Bütün âlem Şerife dualar etti.
Server, bin yiğidi Mısır’a gönderdi. (6) Kendi Rum’a yöneldi. Şametullah
olan Dımışk şehrine erişti. Şehir halkı karşılamaya geldi, <7) ziyaret ettiler.
Server gelip kondu. Cami-i Kebir’de, Halidiyye’de yani Cami-i Emeviyye’de
namaz kıldı, (8> mübarek ağzından inciler döküp halka nasihat etti. Tefsir ve
hadis anlattı. (9) Halka dua etti. Halk, Server’in ilmine belagatına ve fesahatma
hayran kaldı. (l0) Şam halkı, Seyyid’i çok severlerdi. Server buyurdu:
-Ümmiye oğullarından Şam u Ham civarında (ll) ne kadar kişi vardır,
dedi. Onlar:
-Üç kişi kaldı. Onlar Haricî değil idi. Biri Aziz bin Hakem’dir, (l2) ona
Süleyman halife derlerdi. Biri Ömer bin Abdülaziz, biri Abdülmelik halife.
Bunlar Salih ve Sünni (,3) idiler, Haricî olmadılar, dediler.
Server, Şam halkına dua etti. Oradan ayrılıp Hame’ye (14) sefer eyledi.
Birkaç gün orada durdu. Oradan da Antakiyye’ye geldi. Antakiyye’ye
yaklaşınca Server karşıda otlayan (l5) iki at gördü. Kendinin bir atı var idi, kara
idi, EIbruz dağında yakalamıştı. [T855] (1) Onu gördü, adına Siyah Bedevi
derlerdi. Birisi odur, biri de kendinin Semend-i Sebz atıdır. Server, onlardan (2)
tarafa yürüdü. Atları kendini severdi. Tanıyıp Server’e doğru geldiler. Server
ileri yürüdü. Gördü ki <3) lalası Seravil çadırın altında. İleri gelip selam verdi.
Şerif i konuşmasından tanıdı, koşarak geldi, (4) görüştüler. Server:
-Hayırdır? Sen burada ne yapıyorsun, dedi. Seravil:
-İşittim ki Mısır’a <5) geldi, orayı vatan tuttu, artık gelmez, dediler. Ben de
sana geliyordum ki seni geri Rum’a getireyim, dedi. Server:(6)
-Ya Seravil! Bilim adamları: “Dünya bir yüzüktür, kaşı Rum’dur”, der .
O da gazi parmağındadır. <7) Rum, Süleyman’ın mührüdür. Kimse bu devlet
mührünü terk etmez.
Gelip konakladılar, o gece yattılar. Sabah (8) kalktılar, yola çıkıp Sivas’a
geldiler. Sivas’a ulaştmca Server gelip kondu. Server’in konakladığı yerde <9)
bir bozahane vardı. Orada içenlerin sesi kulağına erişti. Ahşam idi, kimseye
kendini (10) tanıtmadı. Kalkıp bozahaneye girdi, kebap yedi. Server o bozadan
bir kere içti, (ll)tatli idi, ekşi değil idi:
-Bunı içen pişman olsun, dedi. Artık içmedi, çıktı. Hemen (l2) Sinop’a
gitmek üzere revan oldu. Bir gün Sinop’a yaklaştılar. Yaklaşınca gece de
yürüdüler. Sultan (13)Alaeddin’e uğramadılar. Onun için gizli gittiler. Zira onda
kendini saklardı:
-Küffardan kimse bilmesin, (I4) derdi. Sinop’a girmeden yürüdüler, Kilaş
şehrine ulaştılar. <l5) Deniz kenarında konakladılar. Kilaş beyine adam göndirip
gemi istediler. Kâfirler geldi, Şerifi [T856] (l) geçirmemek istediler. Şerif
atlarına sallar yaptı, ikişer tulum takıp denizi geçtiler, yüzdüler.
(2) Kâfirler gördüler, kaçıp hisara girdi. Server kalkıp Kilaş Kalesi’ni
kuşattı. Onlar:
-Bizden (3)ne istersin, dediler. Şerif:
-Bre melunlar! Bizimle dostluk için anlaşırsınız, fırsat (4) bulunca tekrar
asi olursunuz, öyle mi, dedi. Mihal:
-Ya Şerif! Barış yapalım. Bu şehirde (5) su kıtlığı vardır, kereminden bir
su himmet eyle, imana gelelim, dedi. Server kabul etti. Minhal kaleden (6) dışarı
geldi. Server asasını eline aldı, deniz kenarına indi, yürüdü. Mübarek asasını<7)
yere vurdu. Su çıkıp akmaya başladı. On yere asasını vurdu, on yerden de su (8)
çıktı. Beşi acı, tuzlu çıktı. Beşi de tatlı çıktı. Kâfirler:
-Ya Server! bunlar niçin acıdır, (9)diye sordular. Server:
-Sizin kavinizin yarısı Müslüman olmak ister. Yarısı yarısı (10) olmamak
ister. Onun için bu sularun yarısı tuzlu ve acı çıktı. O kavmin yarısı Müslüman
(ll)oldu, yarısı olmadı. Haraca razı oldular. Şerif:
-O haracı alın, Müslümanların (12) fukarasına dağıtın, dedi.
Hem de öyle yaptılar. Minhal tekrar imana geldi, oğlu Manyos gelmedi.
M inhal(l3) kast etti ki oğlunu tutup öldüre. Şerif bırakmadı, haraca kesti. Server
oradan çıkıp (14) Edirne’ye gitmek üzere yola çıktı. İpsal şehrine geldiler, orada
konakladılar. O taraf kavmi gelip Şerif ziyaret (15) etti. Bu sırada Frengistan’dan
Kaştalya melikinin elçisi geldi, İnyaz Kalesi’ndeki iskeleye [T857] (l) çıkıp
demir attılar. Geldiler, Şerifin mübarek elin öptüler, hediyeler getirdiler.
Hediyeler arasında kızıl atlastan yapılmış bir otağ vardı. <2) Bin dört yüz
kırk dört deveye yüklediler, getirdiler. Büyük bir davul, bakırdan bir taht.
Hepsi mükemmeldi. (3> Getirip Seyyid’e hediyeleri sundular. Haraç getirdiler.
Server kabul etti. Otağı getirdiler. (4> Edirne’de kalenin üzerine kurdular. Otağ,
hisarı altına aldı, bürüdü. Çok (5> büyük idi. Eskiyene kadar kurulu durdu.
Davulu burca çıkarıp çaldılar, şenlikler (6) ettiler. Tahtı cami içine koydular,
üstünde Kur’an okudular. Üç tane de mumluk getirmişlerdi,(7) onları cami olan
ulu kiliseye bıraktılar, mum yaktılar. Şimdi onlar hâlâ durur, derler.
Şerif (8) oradan doğru Edirne’ye geldi. Halk karşı çıkıp hizmet ve
izzetler etti. (9) O yıl şehir önündeki sular taştı, şehre zarar verdi. Emir yürüdü,
(l0) suyun üstünde olan adaları bozdu. Suyun iki tarafını kazdılar, (ll) yüksek
hendekler yaptılar. Su çok olunca şehre gelmeyecek duruma getirdiler. Sudan
emin oldular. Şehir önüne gemiler (12) getirdiler, suya girip yüzerken:
-Nerede sığ olan yer varsa onun kumunu bozup yıksın, derin etsinler,(l3)
dedi. Server dışarı çıktı, Ahmed, İbrahim ve İshak ile gezdiler. Server bu şehrin
(14) havasını ve suyunu çok beğenmişti. Gezerek bir taştan, bir dağa geldiler.
Orada çok mağaralar (l 1gördüler. O büyük taşın içinde garip ve acayip yerler
gördüler. Server sordu:
-Bu nedir, dedi. Onlar:
-Ya Server! [T858] (l) Bu yeri Süleyman Peygember taht edinmiştir.
Devlere kış vaktinde yaşamak için evler düzenlemişler. (2) Ayrıca derler ki
Süleyman Peygamber, hâzinesini burada A saf bin Berhiya koydurmuştur. Yer
altındadır, (3) tılsımlıdır. Onun nerede olduğunu kimse bilemez, dedi. Server:
-Onu bulmak kime nasip (4) olduysa zamanın sahibi olur, dedi. Server,
dağın kuzey tarafında Tunca ırmağının kenarlarında (5) gezerdi. Üç yerde büyük
su buldu. Bu sular adam gövdesi kadar idi. Ağır hastalar gittiler, orada sıhhat(6)
buldular. Saltık Gazi, orada kâfirlere bina yapmayı yasakladı.
-İslam ehli gelsin, binalar yapsın, hamam eylesin, dedi. (7) Server, o ulu
ırmağın üstüne ve başına gezmeye gitti. Bir ulu dağa çıktı. Bu dağın adına
Balkıyan (8) derlerdi. Bu su orada, bir dağın zirvesinden çıkardı. O zirvede, su
kenarında bir yerde zencefil (9) kökü gördüler. Aradılar, buldular. Anladılar ki
vaktiyle orada bitermiş. Şaşakalıp:
-Bu su, şifalı su imiş. (l0) Sürekli içilirse şifa kaynağı olur, dedi. Ahmed
Bey:
- Server bu kaleyi, bu sudan ötürü su (ll) üzerine bina etmiştir. Her
tarafında on ikişer burç koydu. Yılın ilk gününe rastlayan Nevruz Günü’nde
güneş, kalenin (12) doğudaki ana direğine vurur. Altı ay yazın güneş, bir tarafına
vurur. Sonra dolanır, diğer altı ay bir tarafına vurur. <13) Hikmet üzere bina
edilmiştir. Her kule bir burca hükmeder, saat saat hesaplanmıştır, dedi. Server:
( 14)
U stu rla p : Yıldızların arza nazaran yükseklik derecesini bulmakta kullanılan alet. Orta
Çağ’da fal bakmakta kullanılırdı.
“O kişi gördükleri mala gitti; biz de (5) gidelim, İsa bizim malı almamıza
izin vermedi, men etti.”, dediler.
Onlar da sürüp geldiler. Kişiyi <6) orada buldular, birlikte olalım, malı
birlikte paylaşalım, deyip mağarayı açtılar, içine girdiler. Gördüler ki çok
miktarda mal. (7) İki kişi:
“Gel, sonradan İsa’nın yanma gelen tek kişiyi öldürelim, bu mal ikimize
kalsın.”, dedi. Onlarm biri:
“Önce (8) biz bunu pazara gönderelim, yiyecek getirsin, bize azık olsun.”,
dedi. Onu pazara gönderdiler. O kişi <9) pazara gidip yiyecek aldı. Kendi
kendine:
“Bu yiyeceğin içine zehir koyayım, onlar yesinler. Malın tamamı (10)bana
kalsın. Güzelce evime saklayayım.”, dedi. Yiyeceğe zehir koydu, getirdi. Onlar
(ll) da yalnız kişi gelince tuttular, göz açtırmayıp öldürdüler, mağaranm bir
köşesine bıraktılar. <i2) Oturdular, zehirli yiyeceği yediler. Onlar da helak
oldular. Bir müddet geçince Hazret-i İsa tekrar oraya uğradı. Gördü ki üçü
de ölmüş:
“Her kim aşırı mal canlısı olursa sonu ölümdür.”, dedi. <l4) Oraya taşlar
bıraktı. Başka bir kişiye daha zararı olmasın diye malı örttü. Seyyid böyle
deyince şeyh:<15)
-Ya Server! Gerçek söylersin. Mikat-ı Miraç adlı bir Arabûıin kitabma
yazılı gördüm. Vaktiyle [T866] (l) Hazret-i Muhammed Mustafa, Ebu Bekir ve
Ömer ile çıkıp (2) sohbet ederlermiş. Hazret-i Resul uykuya dalmış. Ebu Bekir,
Peygamber’in (3) sevgilisi idi. Ebu Bekir’in dizine mübarek başmı koyup
yatmış. Rüya âleminde görürler ki mübarek <4) burnunun içinden yeşil bir
sivrisinek çıkıp uçar. Önlerinde birer tas, içi de su dolu idi. Üstünde <5) bir bıçak
dururdu. Sivrisinek dolaştı, bıçaktan geçip uçtu, gitti. Karşılarında bir (6) dağa
kondu. Sonra mağaraya girdi. Sivrisinek tekrar gelip Hazret-i Resul’ün burnuna
(7) girdi. Peygamber hazreti aksırıp kalktı. Bu hâli Ebu Bekir gördü ve Resul’e
h aber<8) verdi. Resulullah:
-Ben rüya gördüm. Bir sivrisinek olup çıktım. Demirden yapılmış bir
kaleyi (9) dolaştım, üstünde demirden bir köprüsü var. Oradan da geçtim,
yüksek bir dağa çıktım. <l0) Bu mağaraya girdim, çok miktarda mal var. Bana
bir ses geldi:
“Ya Muhammed! Bu malı İskender senin ashabına bıraktı, (U) dedi.
Peygamber öyle deyince Ebu Bekir ve Ömer durumu anlattı. Hazret-i Resul:<l2)
“Ya Ömer! İnsan ruhu dört kısım üzerinedir. İlki ruh-ı kudsdür. Ona ruh-
ı sultanî (l3) derler. İkincisi ruh-ı rahmanidir, üçüncüsü ruh-ı hayvanidir,
dördüncüsü ruh-ı cismanîdir, bedende olur. (l4) Dışarı gelen ruh-ı cismanîdir. O
üç kısım ruh çıkmaz, durur. Onlar çıkınca insan ölür. <15) Ruh-ı hayvanî akla
ayrılmıştır. Ruh-ı cismanî ise nefse ayrılmıştır.”, dedi. Sonra kalktılar, [T867]
(1) dağda o mağarayı buldular. Büyük bir hazine çıkardılar, aldılar. Getirdiler,
ashaba, fukaraya, miskinlere <2> ve yetimlere paylaştırdılar. Bir miktarım da
gazalara harcadılar.
-Ya Server! Sen de evliyadansın, sana <3) Hakk’tan bir işaret oldu, onda
Müslümanların nasibi var, dedi.
Seyyid bu söz üzerine (4) gazilerle kalktı, tepenin üzerine çıktı. Seyyid’in
rüyasında gördüğü kapının olduğu (5) yeri kazdılar. Ak mermerden bir kapı
açıldı, bir dehliz peyda oldu. Gaziler meşaleler yakıp (6) içeri girdi. Biraz yer
gittiler, demirden bir kapıya eriştiler. Önünde iki arslan bekler. Ejderha (7) da
ileriki kapının önünde. Server, şeyh ve gaziler ileri varınca onlar harekete
geldiler, bunlara hücum ettiler. Şeyh (8) tılsım bilminde usta ve fazıl kişi idi.
Buyurdu önlerim kazdılar, bir delik açıldı. (9) İçine baktılar, tılsımlı dolaplar
dönmekte. Onları bozdular. Canavarlar hareket edemeyecek duruma geldi. <l0)
İleri vardılar, kapıya baktılar. Ne kadar uğraştılarsa açamadılar. Seyyid
ileri geldi, (ll) kapının demirden olan bir kanadına el vurup tuttu, halkasını
zorladı. Bütün gücünü vererek burdu, halka <12) döndü. Bir acayip şimşek ve ses
belirdi. Görenler korktu. Kapı açıldı. (13) İki kılıç, satır gibi kapının yüzünden
çark gibi iner, çıkar. Demire dokunsa ikiye böler. Şeyh (l4) içeri girdi, buyurdu;
kapının eşiğinin altını kazdılar. Orada tılsımım bulup bozdular. Kapıdan içeri
<15) girdiler. İçeride bir şahıs, elinde okla bekler. Bunlar ileri varınca o şahıs
hemen [T868] (1) oku gezledi, bunları gözledi. Bunlar yine geri çekildiler. Onun
da hareket ettiği yeri kazdılar. <2) Tılsımım bozdular, sakin oldu. Soma elinde
bir gürz, karşıdan bir cinnî geldi. (3) Heybetle bunlara:
-Buraya niçin geldiniz, dedi.
Şeyh dua okuyup cinnîyi itaat altına aldı. (4) Meğer oradaki mala musallat
olmuş cinnî idi. Yedi yıldan sonra gömülen mala hâkim ve engel olurmuş, (5)
onlar zapt ederler imiş. Bu definelere kırk yıldan soma hükmeder ve yerinden
alıp kaçırırlar. Cinnî(6) kayboldu, gitti:
Yürüyüp içeri girdiler. Bir de ne görsünler? Büyük bir meydan (7) Orta
yerinde bir havuz. İçi; lâl, cevher, gümüş ve altın dolu. Onun etrafından kırk (8)
büyük küp, içleri dopdolu. Dikyanos sikkesi ve dinar çok miktarda. Dört
duvarda dört (9) sofa. İçi dopdolu altın. Yığın yığın fıloriler durmakta. Bir yerde
kuyu kazılmış, içi mermerle yapılmış. (l0) Kızıl toprakla dolmuş durur. Gaziler
onu görünce şaşrıp kaldılar:
-Bu toprak ne ki, deyip dururken, Şeyh: (ll)
-Ya Server! Bu iksirdir. Bunu işlerler, altın olur, cevherdir. Server onu
şeyhe (l2) bağışladı:
-Bunun ehli sensin, sanatını bilirsin, al, dedi.
Havuzun üzerinde bir kandil<13) asılı durur. İçinde bir taş var, aydınlığı ay
ışığı gibi, orayı aydınlık (l4) etmiş, büyüklüğü yumurta kadar. Seyyid, o
aydınlığı kendine aldı. Diğer malları dışarı çıkardılar. O sırada (15) duvarda asılı
bir levha buldular, Seyyid’e getirdiler. Ümran dilince yazılmış. Okudular. Şeyh
onu da bilirdi, [T 8 6 9 ](1) okudu. Demiş ki:
-Bilin ki ben Takyanos’um. Yedi iklime padişah oldum. Sonunda Rum’u
ele geçirdim. Bu şehri beğendim. (2) Bu hâzineyi geri gelirim diye buraya koyup
gittim. Bu benim âdetim idi. Her yerin malını topladım. <3) Buraya defnettim.
Eğer ölürsem kıyamette geri kalkarım, bu gömdüğüm malları yerinden
çıkarırım, alırım. (4) Orada da mal kuvvetiyle padişahlık benim olacak. Seyyid
ve gaziler bunu okuyunca güldüler:
-Be hey cahil (5) kâfir! O âlemde mala itibar yoktur, önemli olan âmeldir.
Ayrıca din ve imandır. Takyanos öyle sanırmış <6)ve demiş ki:
-Dünyada çok yere define koyup gittim. Geri alacağım, deyince Seyyid o
söze (7) güldü:
-E0üzü bi ’l-lahi mine ’l-cehl ve ’lfitne ve ’l-ğafle, *dedi. Sonra buyurdu; o
malı halka paylaştırdılar. Büyüğe,(8) küçüğe ondan nasip verdiler. Müslümanlar
zengin oldu. Biraz mal da kalenin tamirine verdi. Kalenin harap yerlerini
yaptılar.
Rivayet edenler şöyle anlatır: O zamanlar Müslümanlar öyle zengin
oldular ki <10) oğlancıklara altın top ve asalar aldılar. Eşek ve at boğazına
zincirleri altından taktılar. Mala artık itibar (ll) etmezlerdi. Ellerine daima
gazadan ganimet malı gelirdi. Haraç malı gelirdi, halka taksim olurdu. (12>
Müslümanlar haram <13) olan nesneyi halka vermezdi. Halk dindar ve pehrizkâr
idi. Helal ve haramı fark ederdi. Hâkimler (14) rüşvet yemezdi, eminler hıyanet
etmezlerdi. Fitne, fücur, fesad, zina, kibir, kin ve illet yoktu. (l5) Bunları
yapanları öldürürlerdi. Fakir olanı dilendirmezlerdi. Hâzineden, haraçtan
[T870] {1) ve zekâttan ona nafaka verirlerdi. Hastayı, sakatı, yaşlıyı ve yetimi
gözetirlerdi. Garip biri gelse kırk (2) gün yedirip içirirlerdi. Çıplağı donatırlardı.
Kimseye zulüm etmezlerdi. Dinin kurallarını (3) uygularlardı. Allah’tan korkup
Hazret-i Resul’den utanırlardı. Her yerde Hakk’ı <4)hazır ve nazır bilirlerdi.
Çıkan malı, Müslümanlara verdiler. Biraz mal (5) kaldı. Seyyid onu dörde
böldü, dört hareme gönderdi. Orada olan fukaraya paylaştırdılar.( 10 haremler;
Kâbe, Medine, Halilürrahman ve Kuds-i Mübarek’tir. Götürüp orada olanlara
<7) verdiler. Malın beşte birini çıkardılar, develere yükleyip Sultan (8) Alaeddin’e
gönderdiler. Bu hisse padişahın hakkıdır. O da fukara, gariplere ve gazaya
harcasın,(9) dedi.
Malı sultana teslim ettiler. Padişah da armağanlar gönderdi. (10) Seyyid
hazreti, padişaha dualar ve senalar etti. Server, Edime şehrinde oturdu. (ll>
Etrafta gezindi, o yıl oğlancıklarını okşayıp sevdi, sünnet etti.
Saltık Gazi, bunları yaparken yakın (12) yerde bir tekür var idi. Gayet
zalim bir melun idi, adına Fikal derlerdi. İşitti ki (13) Seyyid yerde mal buldu,
S ahib-i huruc: İslam dinine göre dünyayı düzene sokmak için günün birinde ortaya
çıkacak olan kimse.
intikamım onlardan aldılar. Hak teala, müntakimdir. Dünyada düzen ve
doğruluk er ve geç elbet ohır. Acele etmek, caiz (6) değildir, eden bulur. İlletle
dirilen mihnetle can verir, zalim iflah olmaz. Ebu’l-Müslim, Deşt vilayetine (7)
haber gönderdi. O diyara Haricîlerin hükmü yetişti. Bu mushafı Hazret-i
Osman yazdı, onlara vardı, sahih okurdu. (8) Onlar Yezid’in fesadından
haberdar idi. Gittiler, onlardan sahih mushaf getirdiler ve Yezid’in hilaf <9) ettiği
mushafları giderdiler, geri sahih mushafı halka ulaştırdılar, sıhhat üzere bu
zamana dek kaldı. (10) İkinci sebep budur: Din her gün kuvvetlenip duruma göre
yenilenir. Ümmete tatlı ve kıymetlidir. Bu dinde (ll) olanlar, din yoluna baş ve
can verirler. İslam için gazalar ederler. Üçüncü sebep budur: İbadet ve (12)taat
farz oldu. Ahirette bu dinden menfaat görülecek. Cennet ehli olacaklar, Hazret-
i Peygamber’in yüzünü görecekler, <13)dedi.
Safbal Rahip, Seyyid’den bu sözleri işitti, sabrı kalmadı, parmak (14)
getirdi, imana geldi. Seyyid kalktı, onu gözünden öptü. Rahip:
-Ya Server! İman (15) getirdim, benim üstümden bir karanlık gitti. O ne ki,
dedi. Server:
-Küfür karanlığının perdesidir, iman nurundan [T879] (1) bozulup gitti.
Diğer ruhbanlar da onu görüp imana geldiler. Altı ruhban imana gelmedi. <2)
Seyyid onların haraçlarını elçiden aldı, gönderdi. Daha sonra mutluluk içinde,
fetih ve zafer ile, Edime şehrine yani gaziler (3) ocağına, İslam ehlinin tahtına
geldiler.
Server, Ak Cami’ye çıktı, Müslümanlara vaaz ve nasihat verdi, zikrullah
(4) eylediler. Caminin yakınında Seyyid’in tekkesi vardı, orada olurdu. İçi,
fukara ve Müslüman dervişler (5) ile dolu idi. Hayır, hasenat, sadaka, ihsan ve
kurban oraya gelirdi. Sema* ve safa daima olurdu. (6) Server Seyyid, şevkinden
zaman zaman kalkar divane gibi orada sema ederdi. Her ne zaman İlahî aşk
ortaya çıksa (7) nara atardı. Mübarek sesinin sadasını halk; kaleden, dışarıdan ve
bağlar içinden işitirlerdi. (8) Hâlden anlar kişi idi. Ahiret fikrini dilinden ve
gönlünden gidermezdi. Halka daima dinin kurallarını (9> öğretirdi. Doğru
üzerine durup, doğru söz söylerdi. Zamanında ilim, amel ve kuvvet ile
kimse onun önüne geçemedi. Bütün halka kendini ibadete verme ve takva ile
galip geldi. Salih ve dindar server <U)idi.
Saltık Gazi, Edime gazileri ile bir müddet sohbet etti. Güz gelince (,2)
Server, Edirne’den kalktı, Baba’ya gitmek üzere yola çıktı. Edirne’de oturan
gaziler Ahmed, İlyas, (l3) İbrahim, İshak diğer serverler, onu uğurlamaya çıktı.
Seyyid, onları kucaklayıp yola çıktı. (14) Server, Edime şehrine ailesini de
getirmişti, onları da yanına aldı. Tatar Araplar ile karışıp <15) gittiler. O gün bir
dağın eteğine varıp konakladılar. O çevrede Yürükler otururdu. Seyyid’e
yiyecekler [T880] (1) getirdiler. O gece orada yattılar, seher vakti tekrar yola
Rivayet edenler şöyle anlatırlar: Bir süre sonra Seyyid’in (13) gönlü rahat
etmedi, gazileri özledi. Özlediği için geri dönmeyi arzuladı. <l4) Bir süre sonra
mübarek hatırı İç iline gitmeyi istedi. Edirne’ye (l5) gelip orada oturmayı
düşündü. Aile halkını yanına aldı, Edime şehrine gitmek üzere yola çıktı.
[T881] (l) Şehre ulaşınca burada yaşayan gaziler karşılamaya geldiler.
Seyyid’in gelmesine sevindiler, Server’i alıp kaleye getirdiler. Saraya teklif
edip orada misafir ettiler. Server’in sarayı var idi Ak Cami’nin yakınlarında (3)
idi. Kale beyinin sarayı ise kuzey kapısının yanında, Frengi Burgaz dibinde idi.
Bu iki saraydan başka bir tane daha var idi. <4) Onu sonra Osmanlılar gelince
saray edindiler. Şimdiki halde harap olmuştur. Şehir yandı, (5) yerine mahalle
kurdular. Şimdi bu mahalle, Kuruçeşme adıyla bilinir.
Server geldi aile halkı ve arkadaşlarıyla burada (6) konakladı. Kalenin dış
yüzünde, Tunca Suyu’nun öte kenarında büyük bir şehir vardı. (7) Bu kalenin
beyinin oğlu, kâfirlerin beyi idi. Babası Ahmed, Müslüman olmuştu ve
Seyyid’e gelip bağlılığını bildirmişti. (8) Saltık Gazi’nin yakın dostu olmuştu. O
bey, kâfirlerin başı idi. Kâfirler onu uyardı. Çevreye (9) o hükmederdi haraç
verirdi. Seyyid, alman haracı Edime gazilerine paylaştırırdı. Ayrıca
Müslümanlar, silaha (l0)ve harp araçlarına harcarlardı. O bey işitti ki Seyyid ev
halkı ve arkadaşlarıyla geldi (ll)Edime’ye yerleşti; huzursuz oldu.
Şehirde bir kiliseleri vardı, sürdü, oraya geldi. Ruhbanlarını (l2) topladı,
tanıştı. Kâfirler:
-Ne duruyoruz. Toplanalım. Bütün Rum kâfirleri bize uyarlar. <l3>
Toplanıp cenk edelim. Ayrıca kiliseden İskenderiyye’nin dünyayı gösteren
aynasını çıkaralım, güneşe karşı tutalım. <l4) Aynanın ışığından Türklerin
gözleri görmez olur. Kendilerinin ve atlarının alınları çatlar. Getirip kaleye (l5)
koyarız, geri gelip aynayı tutalım, yer yer merdiven koyup girelim. Eğer Şerif
Seyyid ejderha da [T882] (l) olsa bunca halk başına üşüşür, ne yapabilir ki?
Sonuçta bin adam kırabilir, onu da en son öldürürüz. <2) Onun ölmesi için ve
dinimiz için baş ve can veririz. Yeter ki aradan bu fitne gitsin. Bu (3) kişi ortaya
çıkalı bizim dinimize afet vurdu. Memleket elden gidiyor. Çare budur, dediler.
Oradan (4) bir bey:
-Bu Seyyid güçlü bir kişidir, korkarım bu işin sonu iyiye varmaz. Bize (5)
artık burada durmak olmaz, dedi. O rahipler:
-Eğer bu iş başka bir türlü olursa sarp bir dağa (6) çıkıp sığının. Sonra
barış yapmak için aman dileriz. Bu kişinin amanı vardır. Dininde (7) aman
diyeni öldürmek yoktur. Dinine hilaf eylemez. Müslüman erdir ve sadıktır. <8)
Bu yolla tekrar def ederiz, geri gelip şehre girer, otururuz. Eğer bizim
dediğimiz olursa (9) işi becerdik, dediler. Bu sözde anlaşıp etrafa mektuplar
saldılar. Kâfirlere (10) haber verdiler. Her taraftan kâfir askeri toplanmaya
başladı. Server, bu kâfir beyine küffarın reisi (ll)diye ad vermişti. İşitti ki asker
toplar. Ahmed Gazi’ye dönüp:
-Ya Server! Bu senin oğlun (12) askeri niçin toplar, diye sordu. Ahmed de
durumu bir bir Server’e anlattı. Server sordu:
-Bu (13)ayna nedir? Bana haber ver, dedi. Ahmed:
-Sultanım! Onun haberini şu kadar biliriz: (14) İskender-i Rumî’nin
hâkimleri yapmışlar. Bazıları şöyle anlatır: Süleyman Peygamber’in veziri
A sa f tan (l5) bir kılıç kaldı, daima o kılıca ateş ederdi, nefesi dokunurdu. O
kılıç, İskender’in hâkimlerine [T883] (1) ulaştı. Aristo ondan bir ayna yaptı,
İskender’e getirdi. (2) Bütün dünyanın çölünde ve denizindeki şehirler, kaleler
ve köyler görünürdü. (3) Bir yerden ordu çıksa, ne kadar asker vardır, onda
görünürdü ve bilinirdi. Gelen orduya ona göre hazırlık (4) yaparlardı. Eğer ağır
düşman ise bu aynayı yüksek bir yerden güneşe karşı tutarlardı. (5) Askerlerin
üzerine yansıması düşerdi, yansımadan dolayı at ve er gözünü açıp bakamazdı.
Bu ordu, o orduyu (6) kırardı. Ayrıca yer altında gömülü her ne var ise; maldan,
cevherden, kaybolandan, hayvandan ve kandan (7) onda görünürdü. Usta
olanlar, cini def etmeyi becerebilenler gidip yerden o malları alıp (8) çıkarırlardı.
İskender onu öyle gördü, emretti. İskenderiyye şehrinin bir burcu üzerine
koydular. (9) Orada durdu.
Ümmiyyeoğulları zamanında Feramuz gelip İskenderiyye’yi aldı. Aynayı
burçtan <10) indirdi Nereye gitse yanında götürürdü. Onunla çok düşman yendi.
Ondan sonra ayna Ebıı ’l-Müslim'e (11) geldi Ebu’l-Müslim gittiğinde onlardan
Abbasiyye’ye kaldı. Abbasîler onu Bağdat’ta bir burca <12) çıkarıp koydular. Bir
müddet durdu. Sonra Frenk’ten bir kâfir geldi bu burçta mal vardır, diye
aynayı (13) indirdi. Hile yaptı. Frenk kaçtı. Sonra Abbasiyye’den bir halife,
kayserlerden (l4) birinin kızını işitti âşık oldu. Kayser aynayı istedi aldı.
Aynanın karşılığında kızı verdi. Azıç iline (15) getirdi Meriç ve Tunca arasında
yüksek bir kule yaptı, üstüne koydurdu. Ayna, Abbasüerden [T884] (l) gittikten
sonra, her taraftan düşman saldırdı. Sonra Hıtay’dan Cingis taifesi çıkıp geldi.
Acem vilayetini (2) aldılar, Abbasiyye’yi işgal ettiler. Sonra dönüp Rum’a
geldiler. Rum’u aldılar, geldiler. Denizi sal ile geçtiler, (3) bu şehre geldiler.
Burayı da almaya çalıştılar. Üstelik başkent yapacaklardı. Zira Cingisler ile
buranın halkı (4) cenk etmediler, barış yaptılar. Zira çok sayıda asker vardı,
korktular.
Rivayet edenler anlatır: (5) Cingis’in askerleri burada idi diğer tarafı da
Horasan’da idi. O kadar çok askeri var idi. t6) Ne kadar askeri olduğunu kimse
bilemezdi. Ondan dolayı korktular. Cingis de buranın halkını hoşgördü. (7) Bu
aynayı kuleden indirdi. Gitti Rus’a, Üngürus’a ve A ss’a indi cenk etti. Y ed i(8)
padişahın ülkesini alıp yağmaladı. Sonunda askerlerine kıtlık düştü. Tekrar
Rumeli’ye döndüler (9) Tuna’yı geçerken aynayı suya düşürdüler. Yedi kâfir
beyini bu ayna kuvvetiyle yendi. (10) Zira kâfirler de çok idi. Cingis’ten aşağı
kalmazlardı.
Ayna, Tuna Suyu’na düşünce aradılar, (ll) bulamadılar. Sonunda Cingis
meliki üzüldü, Edirne’den tarafa yönelip gitti. (l2) O tarafta, Tuna’da balıkçılar
balık avlarken ağ ile aynayı buldular, çıkardılar. Sonra da Üngürus beyine (l3)
ilettiler. Bey o aynayı görünce çok mutlu oldu. Asker topladı. (l4) Cingis onları
yağmalamıştı. Onlar toplandılar. Toplananlar; Üngürus, As, Cesar, (15) Leh,
Çeh, Nimac, Rus kâfirleri idi. Yürüdüler, gelip Tuna’yı geçtiler. Cingis’in
[T885] (l) ardından yetiştiler. Filban ovasında buluştular, cenk ettiler. Bu aynayı
karşı tuttular, Cingis’in <2) askerleri üstüne yansıttılar, askerlere güneşten
yansıma düştü. Tatarları öyle kırdılar ki cesetlerden (3) dağlar oluştu. Dirilerini
tutup esir ettiler. Cingis’i kırdılar. Memleketlerini onlardan aldılar. (4) Üngürus
meliki gelip buraya yerleşti. O aynayı bu kiliseye bıraktı. O zamandan bu
zamana değin <5) ayna burada kaldı. Eğer küffar onunla gelip cenk ederse
Müslümanlara zahmettir, dedi. (6) Seyyid biraz düşündü:
-Hayır olsun, dedi. Gazilere silahlarını kuşanıp hazır olmaları için (7)
seslendi. Diğer tarafta da kâfirler toplandı, Tunca Irmağı’nı geçtiler, kalenin
doğu yönüne, dağ <8> tarafına arkalarını verip kondular. Kuzey tarafına
yayıldılar. Server gördü ki bu kâfirler gelip <9) kondu. Seyyid on bin kadar
Sünni ile dışarı çıktı, kapının önüne geldi. Kapının (l0) önünde durdular. Diğer
tarafta aynayı kâfirler güneşe karşı tuttu. Hikmet-i İlahi ile yansıma geri,
kendilerinin (ll> üzerine düştü. Sonra döndüler, arkalarım gün batısı tarafına
verdiler. Yansıma kale üstüne (12) düştü. Kalede olanlar göz açamadılar. Bu kez
yüzlerini doğuya döndürdüler. Kâfir batı kapısına yürüdü. <l3) Hücum ettiler.
Çok sayıda Müslüman düştü, şehit oldu. Az kaldı hisara (l4) gireceklerdi. Yer
yer merdiven kurdular.
Bu tarafta Server haberdar oldu, gaziler Yellü Burgaz dibinden atlarıyla
suya 115) atladılar. Üzengiye dek girip dışarıdan kapıya yetiştiler, kılıcı ele alıp
cenge girdiler. Çok [T886] (l) zahmet çektiler. Aynanın yansımasından
gözlerini açamazlardı. Kâfirleri kapı üstünden <2) ayırıp geriye döndürdüler.
Köprüden de kovaladılar. Öte yakada olan ayna şehrine kaçtılar, (3) suya
döküldüler. Orada su biraz sığ idi. Kâfirler geçip beklediler. Bu taraftan (4>
kâfirlerin beyi, küffarın reisi olan alçak, kuzey tarafında suyun yanında
durmuştu. Kuzey <5) tarafındaki kapıya karşı dururdu. O kapının çevresi bataklık
ve sazlık idi. <6) Bir ince yaylı var idi, saz arasından giderdi. Biraz kâfir
gönderdi. Gelip kapı önüne (7) çıktılar. Kalenin beyi Ahmed-i Rumî orada
dururdu. Onları görünce dönüp kale içine kaçtı. <8) Dört yüz kâfirdi, üç yüzü
onu kovalarken şehre girdiler. Ahmed hile yapmıştı. Hemen kapıyı kapattı, (9)
dışarıdan yardım yetişmedi. Üç yüz kâfir şehir içinde kaldılar. Müslümanlar
onları ele aldılar, kimini kırdılar ve kimini esir ettiler. Başlarını bedenlere
dizdiler. Dirilerini kale üzerine çıkarıp kâfir (ll) askerine karşı boyunlarını
vurdular. Küffar içine korku düştü, yaptıklarına pişman oldular. (12) Barış
yapmak istediler. Bu kâfir geldi. O, Rum diyarında tanınırdı, Madyan adında
(13)bir bey idi. O lain:
-Ne oldunuz? Korkacak ne var? Dininizin yoluna böyle mi durursunuz,
dedi. <14) Kâfirler:
-Hey bey! Kale, sarp kaledir, iki yanı su, iki tarafı balçık ve bataklıktır.
(15) Yüksekliği üç burç arası var. Buradan gidip orada cenk etmek zordur.
Aynanın [T887] (1) yansıması kapının üzerine düşmez, güneşe karşıdır. Geri
bize zahmet verir. Ayrıca burada (2) olan Türkler çok güçlüdür. Seyyid’in kim
olduğunu siz de bilirsiniz. Madyan:
-Ben onunla konuşacağım. (3) Kaleden dışarı gelse de görseydiniz.
Şimdiye dek bu diyarda er yokmuş. Bana serverlik <4) verildi. Rüyamda
gördüm, bu Türkün başını ben keseceğim, dedi. Buyurdu, bir mancınık
düzenlediler, götürdüler (5) yüksek kaleye karşı büyük bir tepeye koydular. İçine
taşlar yerleştirip kaleye attılar. (6) Üç taş attı. Her bir taş ev gibi idi. Biri kaleye
yetişmedi, dışarı düştü. Biri burca (7) dokundu, harap eyledi. Bir taş da içine
düştü, çok sayıda adam öldürdü. Server (8) bu hâli gördü, mübarek gözlerinden
kanlı yaşlar akıttı, ağladı:
-Ey Hak! Bu gaziler (9) ocağı şehri bu kâfirler elinde perişan etme. Gazi
kullarını din düşmanlarına ezdirme. Güçsüz bırakma, (1 1 deyip dua etti.
Mancınık çekilirken orta yerinden kırıldı. Madyan (ll)onu gördü, gazaba gelip
yenisinin kurulması için emir verdi.
Bu tarafta Server kaleden dışarı (12) çıktı. Cenk etmedi. Hasta idi. (13)0
kavuştu. Hışma gelip yürüdü. Yalnızdı.Suret-i tebdil edip
-Sizler hazır olun, dedi. Gidip küffarın arasına girdi, üç yüz bin kâfir idi.
(15) Seyyid, kargaşada girdi, yürüyüp Madyan’ın yanına kadar yaklaştı. Gördü ki
[T 8 8 8 ](1) Madyan durmuş mancınık döndürür. Kâfirlere iş tarif edip:
-Şöyle yapın, (2) böyle eyleyin, deyip kâfirleri yüreklendirir. Server:
-Hey melun! Sen misin (3) fesadın başı, deyip yürüdü. Madyan’ın yanına
geldi:
-Bey kişisin, burada mancınık (4) düzersin. O yana Saltık çıktı, kâfirleri
kırıyor, dedi. Madyan:(5)
-Gerçek mi, dedi. Oradan ayrılıp kalenin bir tarafına gidiverdi. <6) Orada
gaziler cenge çıkmışlardı. Yürüdüler, cenk etmeye başladılar. Müslümanlar (7)
sıkı durdu. Akşam oldu, dönmediler. Arkalarını kaleye verip meşaleler yaktılar.
Çok şiddetli bir (8) cenk oldu. Bu tarafta Saltık gördü ki kâfirler mancınıktan
uzak ve gafiller. Fırsat (9) bulup ateş vurdu. Ateşin alevleri gökyüzüne çıktı.
Hay deyince âlemi <10) ateş tuttu. Kâfirler onu görüp feryat ettiler. Madyan’ın
D a r ü ’ n -n a s r: Yardım yeri.
B e y tü ’ l-fe th : Fetih yeri, fetih merkezi.
A rz-ı ş e r if : Kutsal toprak.
Murad Han Gazi, Resul’ün buyruğuyla gazileri topladı, (13) gördüğü
rüyayı bildirdi. Orduyu topladı. Gazi Murad Han (l4) yürüdü, geldi, Rumeli’ye
geçti. O zamanlarda Edime Kalesi’ne kâfirler uğradılar, (l5) aldılar. Yusuf kaçıp
Murad Han’a geldi durumu bildirdi. Geldiler, kaleyi Tanrı’nın inayeti ile
fethettiler. [T896] (l) Yellü Burgaz yanından duvar yıkıldı, girdiler, aldılar.
Ondan sonra bu zamana dek (2) İslam ehlinin elinde kaldı. Onun için Murad
Han’a Gazi dediler. Bu gaziler ocağına tekrar (3) Yıldırım Han geçti Aiyne
şehrini alıp ateşe verdi. O kiliseyi yaktı. <4) Yıldırım Han onun yerine sonra bir
imaret yaptırdı. O vakit ayna çıktı, onu aldılar, (5) Frengiye burcuna diktiler.
Yeşil bir direk üzerinde uzun müddet durdu. Sonra bir gece Frenkler geldi <6)
direği yıktılar, aynayı çaldılar. Alıp giderken Gelibolu’ya varınca ardından
yetiştiler. Kâfir aynayı denize attı. Ne kadar aransa da bulunamadı. Frenk’i
tutup getirdiler. (8) Padişah ona sordu:
-Niçin böyle ettin, dedi. Frenk:
-Beni Frengistan kâfirleri gönderdi. <9> Edime Kalesi’nin dışında ve
içinde dört yüz kırk dört yerde gömülü (l0) hazine bulunmaktadır. Her birinde
hesapsız mal ve cevher vardır. Türkler onu aynada görürlerse (111yerlerini bulup
çıkarırlar. Bu mallarla da ayna alırlar, asker toplayıp bu illeri (l2) fethederler.
Mesih ümmetine eziyet olur diye gönderdiler. Geldim, çaldım, denize attım. (l3)
Ne size ne bize olsun. Han:
-Ümidim odur ki o hazineler, İslam beylerine (l4) nasip olur. O kâfiri idam
ettiler. İskender’in aynası denizde <15)kaldı.
Rivayet olunur ki, sonunda Beni Asfar çıkacak, Müslümanlar kaçıp
Gelibolu’ya [T897] (l) gelecek. Aynayı, Hakk’ın lütuf ve keremi ile
Müslümanlar bulacaklar. (2> Ne olduğunu bilmeyecekler. Halep şehrine dek
kâfirler, Müslümanları kıracaklar. Kubbe-i Ama dedikleri (3) künbede
varacaklar, yaşlı biri gelecek aynayı Müslümanlara öğretecek. Onu tutacaklar,
kâfirleri onunla yenecekler. <4) Ta İstanbul’a dek kıracaklar. Nakildir: Beni
Asfar’ın olduğu yerlerde barış (5) yapılacak. Müslümanları incitmeyecek. Beni
Asfar yenilecek, Müslümanlar onlara göz açtırmayıp <6) kıracaklar. Orada:
“Biz sizleri incitmedik, barış yaptık. Siz bizi niçin kırıyorsunuz?”,
diyecekler. Müslümanlar: (7)
“Bizim dinimizde kural budur. Sizleri ya kırmalıyız ya haraca kesme liyiz
ya da esir etmeliyiz. Bu durumda <8) biz kırarız. Sonunda böyle olacak.” (9) Biz
geri sözün başına gelelim.
Gaziler, kâfirleri şehirden zorla ve cebren yenip çıkardılar. (10) Aynayı
büyük burca yerleştirdiler, güneşe karşı tuttular. Kapıyı açıp Müslümanlar
dışarı (ll) çıktılar, kâfirlere hücum ve hamle yaptılar. Din düşmanlarını ele
aldılar, kırmaya başladılar. (l2) Küffar gördü ki dururlarsa hep kırılacaklar.
Dönüp:
-Er evde gerek, esen gerek. Yok yere (13) kavga neyimize yarar, deyip
kaçtılar. Küffar ' l4) hezimete uğrayıp kaçtı. Kâfirlerin reisi, Ahmed-i Rumî’nin
oğlu (15) da kaçtı. Ayine şehrine geçti. Gemileri sudan çekip sarayına girdi,
sakin olup oturdu. Barış yapmak için [T898] (l) haber gönderdi. Elçiler geldi,
Seyyid’e yalvardı. Ruhbanlar geldiler, (2)yalvardılar. Seyyid, gazilere:
-Ya Serverler! Gelin bu defa sulh edelim, sonra isterlerse belalarını
bulurlar, (3) dedi. Onları tekrar haraca kestiler, barış yaptılar. Sonra kâfirler (4)
sakin oldular, kaldılar. Hazırlık yaptılar, Seyyid’in cemaatini ve ehlini
arabalara bindirdiler. Edime (5> halkı, Saltık Gazi’yi uğurladı. Server o halka
veda etti. Gazileri Ahmed-i Rumî’ye emanet etti. <6) Ayrılırken nasihat etti:
-Ya Server! Gafil olmayın. Bu kale (7) İslam elinde olursa kâfirlerden asla
korku yoktur. İyi bekleyin. ( 1Kâfirlerin hilesinden sakının. Bu şehirde onların
hırsları vardır. Ümidim odur k i(9) bundan sonra tekrar İslam ocağı olacak. Kale,
gazilerin toplanma yeri olacak. İslam burada kuvvetlenecek. (10) Müminlerin
mutluluğu kıyamete dek sürecek, dedi.
Server böyle dedi oradan dönüp (l Baba şehrine gitmek üzere yola çıktı.
Tarzan iline varınca onun meliki karşılamaya geldi. Kast (l2) etti ki Seyyid’in
cemaatine ve ev halkına baskın yapa. Seyyid onu işitti, <13) dört yüz yirmi
hizmetkârı vardı, onlara buyurdu. Hazırlanıp beklediler.
Melik <l4) Tarzan ulaştı. Sarhoşlar tepindi, askerleriyle Server’in üzerine
at saldılar. Server de (l5) cenge yürüdü. Kâfirleri hınzır alayı ve sürüsü gibi
bölük bölük kovup kırdı. [T899] (l) Küffar çoğaldı. Server halkla arkasını bir
dağa verip durdu. Diğer tarfta Tarzan kâfiri askerlerini <2) halka edip Seyyid’i
kavmiyle birlikte ortaya aldı. Çok şiddetli savaş oldu. Gaziler de direnip <3)
şahane harp ettiler.
Küffar gördü ki Seyyid’in karşısında duramazlar. Hemen kalktılar, o
dağa çıktılar. Müslümanlara <4) yukarıdan taş, toprak attılar, hayli zahmet
verdiler. Ansızın karşıdan <5) bir toz belirdi. Bin kişi ile İlyas Gazi çıkageldi.
Meğer İlyas da Tarzan’a gaza <6) yapmaya geliyormuş. Gördü ki küffar,
Seyyid’i ortaya almış, cenk ederler; hemen askerlerine işaret<7)etti. Gaziler hep
birlikte atlarını saldılar, yanar ateş gibi kâfire girdiler. Öyle bir cenk (8) ettiler ki
gökyüzünde melekler taktir etti. Küffar onu görünce tarumar olmaya <9)başladı.
Tarzan onu gördü, İlyas’ın üzerine yürüdü. Karşı karşıya geldiler. Birkaç
(l0) hamle yaptılar, sonuca ulaşmadı. İlyas bütün kuvvetini pazıya getirip
Tarzan’a mızrak ile bir darbe vurdu, (l } Tarzan atından tepesinin üzerine
yıkıldı. Gaziler üşüştü, fırsat vermeden tuttular, hemen (l2) Seyyid’in huzuruna
getirdiler. Seyyid, İlyas’a dua etti, sırtını ve göğsünü okşadı. <l3) Oradan
göçtüler, birlikte yola çıktılar. Batraf denilen melikin iline ulaştılar. B atraf (l4)
karşılamaya gelip Seyyid’i konuk etti. Tarzan affını istedi gazilere on bin altın
verdi. <15) Haraca razı oldu, onu salıverdiler. Oradan gittiler, Tanyos Melik’in
yanına ulaştılar. Melik Tanyos [T900] (l) Server’i hoşgördü, ikramlarda
bulundu. Yedi gün orada kaldılar. Server, Tanyos’a (2) sordu:
-Bu diyarda gezilmesi ve görülmesi gereken neresi var, dedi. Melik:
-Sultanım! (3) Burada bir ırmak vardır, gece akmaz kesilir. Gündüz akar.
Bir ırmak daha vardır, yayılır (4) ve cihanı tutar. Gün doğunca akması durur,
sakin olur. Biz bu duruma hayranız, dedi. (5) Server kalkıp gazilerle o suları
seyretmeye gitti. Hakk’ın hikmetine hayran oldular. (6)İlyas-ı Rumî:
-Ya Server! Ben kulun, Tanrı Dağı’nda bir dere gördüm, akar. Gündüz de
gece de (7) zaman zaman kesilir, akmaz. Bir mağaranın içinden çıkar. O suyun
başı gece ve gündüz de (8) aynı akar. Fakat bir ok atımı yere varmadan durur.
Akşam olunca birbirine ulaşır. (9) Sabaha dek akar, dedi. Server:
-Bunun gibi sular tılsımlıdır. O suların başında (10) hazine ve definenin
olması gayet doğaldır, dedi.
Gaziler, oradan da göçtüler, Demos Melik’e ulaştılar. <U) O da Server’i
karşılamaya geldi, hediye ve yiyecekler getirdiler, konuk ettiler. Bu tarafta
Baba’da olan gaziler de (12) işittiler. Seyyid yakın yere geldi, diye hemen atlara
binip karşılamaya geldiler. Seyyid’in mübarek ( 3) elini öptüler. Daha sonra
Server, İlyas’a izin verdi. İlyas, bin gazi ile yerine (l4) gitti. Edime yakınlarında,
Cezire-i Cinan’da bir Burguz vardı, ona şimdi (15) Yeni Burguzi derler, oraya
gitti. Ulaştı, orada dinlenmeye çekildi. Bu tarafta Seyyid Sultan [T901] (1)
Saltık, gaziler ile oradan göçtü, Baba’ya gitmek üzere yola çıktı.
Şehre yaklaşınca (2) halk; kadın ve erkek ne kadar insan varsa Seyyid’i
karşılamaya geldiler. Üç yıldır Seyyid’i görmemişlerdi. (3) Çok özlemişlerdi,
ağlaştılar, mübarek elini öptüler, sevinç ve mutluluk içinde (4) şehre döndüler.
Getirdiler, Server’i evine yerleştiridiler. Nimetler döküp ziyafetler (5) verdiler.
Bir süre Server,(6) Baba’da oturdu.
BEŞİNC İ BÖLÜM
Rivayet edenler şöyle anlatır: (8) Sultan Alaeddin, Yunan tahtında sükunet
içinde otururdu. Adalet ve doğruluk ile hükmederdi. (9) O zamanda, sultanın
tersine, vezirleri gizli işler çevirirlerdi, rüşvet alırlardı, (l0) kanunları terk
ederlerdi, ihanet ile uğraşırlar ve mal biriktirmekle meşgullerdi. Halk âciz (11)
kalmıştı. Bütün ülke kargaşa içindeydi. (l2> Halk incinmişti. Ülke içinde
haramiler baş kaldırmıştı. Halk, zulmünden (13) korkup dağılmaya başlamıştı.
Şikâyetçiler, sultandan korktukları için saraya yaklaşamadı. Sonunda halk (l4)
ayaklandı.
Padişah o vezirlerin fesadını duydu, teftiş (15) etti. Zulüm ve hıyanetlerini
tespit etti, eziyet edenleri idam etti. Onların [T902] (1) içinde iki beyi çok
severdi. Kendi kulları (2) üzerine bey olarak atamıştı. Aslında onlar hilebaz ve
sihirbaz haramzadelerdi. <3) Padişaha sürekli sihirli yiyecek yedirmişlerdi.
Padişahın gönlüne ve gözüne girip (4) içeriyi zapt etmişlerdi. Sürekli dürüst
vezirleri şikâyet ederlerdi. Sultan (5) onların sözlerine itikat ve itimat ederdi.
Aslında <6> gayret ve doğruluklarını görmüştü. Sözün kısası padişahın gönlüne
girmişlerdi. <7)Onların büyüğü:
-Padişahım! Yabancılardan ve Türk neslinden vezir (8) edinmeye ne gerek
var. Onların yüzünden çok üzülüyorsunuz. Biz kullarını vezir olarak ata. <9)
İhsan eyle, sağ ve sol vezirin olalım. Senin üzüleceğin (10) bir iş yapmayalım.
Zulüm, rüşvet, eziyet, hıyanet ve işkence olmasın. Padişah (11) öfkelendiği bir
anda:
-Verdim, gitti, dedi. Bütün memleketin yönetimini onlara emanet etti. (12)
Onlara inandı. Kalktılar, elini öptüler. Kaftan giyip vezir oldular. (l3) Ülkeyi
yönetmeye başladılar. Beyler ve ağalar incindi:
-Ey padişah! Bu oğlanlar <14) devlet terbiyesi ile yetişmediler, cahildirler,
vezirlik konusunda yetersizdirler, dediler. Kendi yanında yetişmemiş (l5)
olmamasına rağmen:
-Ne olursa olsun, onları vezir yaptım, dedi. Onlar da [T903] (l) üç yıl
doğruluk ve adalet üzere oldular. Bilin adamlarına, Ulemaya, günahsızlara ve
erdemli kimselere <2) rağbet, hürmet ve izzetler ettiler. Kanun ve dinin
kurallarına uydular. Padişah onlara (3) inandı:
-Şikâyeti olanlar, vezirlere gitsin, deyip kâğıtlarını almaz oldu. Kendisi (4)
dışarıya çıkmamaya başladı. Divanını da terk etti. Ancak çarşamba ve (5)
perşembe günleri şikâyetçi dinlenirdi. Bir süre sonra onu da terk edip vezirlere
emanet etti.
(6) Padişah vezirlere sonsuz itimat edince, onlar iki şahit yerine sözü (7
edip söylediler. Sağ veziri gizli rüşvet almaya (8) başladı. Sol vezir da ona uydu,
bir oldular. İşkence ve zulme başladılar. Hile (9) ve düzenler kurup halkı
incittiler. Beyler ve ağalar padişaha ne kadar (l0) söyledilerse de onların sözüne
itibar etmedi gaflete vardı. Padişaha (ll) şikâyete varanların burnunu ve
kulağını kestiler. Akıl almaz siyasetler yapıp ( halkı, haksız yere teşhir ve
tahkir ederlerdi. Halkı bu yolla korkuttular.
Bu olanları <13) sultan bilmezdi. Onlar da zulme devam ederlerdi. Padişah
emriyledir, diye söylerlerdi. (14) Halkı padişahtan ürkütürlerdi. Halk, baş
kaldırıp başka (15) memleketlere giderdi. Başka bir melike bağlanırlardı. [T904]
(l) İnsanlar canından ve başından vazgeçip ayaklanır, cenk ederlerdi. Padişah:(2)
-Nedir bu işin aslı, diye sorunca onlar yalan ve suçlama ile padişahı (3)
inandırırdı. Hazine toplayıp köle edinmeye başladılar. Dört beş bin adam (4)
topladılar. O zamanlarda âdet şöyle idi: Bir vezir binden fazla kula sahipse
padişah ona vekillik verirdi. <5) Vezirliğin sınırı bu idi. Padişah (6) o zalim
vezirlere yüz verdi mukayyet olamadı, onlar da haddinden fazla suç işlediler.
(7)Bir gün ittifak edip büyük vezir, küçük vezire:
-Yahu malımız çok, kulumuz çok, (8) zulüm ve işkenceyi fazlasıyla
yaptık. Duymadan bu gafil padişahı aradan götürelim. Halk, (9) onun zulmünden
usandı, onu sevmezler. Biz adil davranıyoruz, diyelim, ben (l0) padişah olayım,
sen ulu vezirim ol. Padişahlık bize kalsın, diye konuştular. 0 ) Bir plan
kurdular: Rados kenarında, İtalya koyunda, deniz sahilinde (l2) ava çıkacaklar.
Padişahı yalnız bırakacaklar. Ansızın kâfirler ortaya çıkıp sultanı yakalayacak,
esir alacaklar. <13) Kendileri emaneten tahtı tutup beylik edecek. Sonra da mal
verip öldürtecekler. (14) Memleket de kendilerine kalacak. Kula ve beylere
bahşiş verelim, dediler.
-Nitekim Mısır tahtında kul otururdu. <l5) Burada da kul hükmetsin. Eğer
ben ölürsem sen padişah olursun, dedi.
[T905] (1) O hainler ve zalimler bu şekilde anlaştılar. Bir gün av için
hazırlık yaptılar. Padişahı da (2) tahrik ettiler, ava çıkardılar. Padişahın iç
odasında çalışanları inandırdılar:
-Biz de <3) sizin dininizdeyiz, deyip haça taptılar. Yer altında kilise
düzenlediler. (4) Bir de kale almışlardı, içinde mermerden putlar çıkardılar.
İslamdan tekrar dönmüş vezir,(5) seyirlik olsun diye, bir duvar üzerine dört putu
koydurdu, (6)kâfirlere haber gönderip:
-Putlarınızı düzenledim, kırdırtmadım, (7) dedi. Bilim adamları ve veliler
bundan incindiler. Söylediler, fakat onlar dinlemedi. Padişaha (8) da
söyleyemeyip âciz kaldılar. İçinde düşmanlık belirdi. Fakat korkudan gidip
padişaha (9) söyleyemezlerdi. Halk, padişaha beddua ederdi. (l0) Sonunda Saltık
Server’in yanına gidip şikâyet ettiler. Server, birkaç kere padişaha (ll)muktup
gönderdi. Vezirler, mektupları ulaştırmazlardı. Saltık da gaza ile (l2) meşguldü.
Bizzat gelip padişahı fesat ve gafletten haberdar edemezdi. (l3) Vezirler
gördüler ki iş çizgiyi aştı.
-Bir gün Saltık gelir, bize zarar verir, (l4) bizim hakkımızdan gelir, diye
hemen sultanı ortadan kaldırmaya karar verdiler. Çıkarıp deniz (l5) kenarında av
yapmaya başladılar. Sultan tedbirsiz bir şekilde gezerken Rodos kâfirlerinden
Mardvan [T906] (1) lain dört parça gemi ile ansızın geldi. Sultanı yalnız başına
(2) av yaparken bastılar, ortaya aldılar. Az adam ile cenk ettiler. (3) Sultanın atını
takip ettiler. Onu atından düşürüp bağladılar. Kalan (4) halkı tuttular, dokuz
kişisinden gayrisini kırdılar. Vezirler oradan uzaklaşıp (5) gitti. Sonra padişahın
esir düştüğünü işittiler. Göstermelik olarak kâfire hücum <6) ettiler Frenkler
gemilerine binip uzaklaştı. Bemdek gelip emaneten tahta <7>oturdu, bey oldular.
İlleri zapt ettiler.
-Belki padişahı (8) malıyla kurtarırız, diye söyleyip askerleri
sakinleştirdiler. Kâfirlere:
-Ömür boyu hapsedin. (9) Karşılığında bizden mal isteyin, mab alın,
aşikare geri serbest bırakmayın. ( Biz size gizlice mal ve il verelim,
istediğiniz gibi dostluk (ll) edelim, dediler. Kâfirler, tutsaklan ve padişahı alıp
Rados (12) adasına gitti. Sarp bir kale idi. Denizin içinde idi. ( Fırançe’nin
kilidi idi. Denizde giderken Sultan Alaeddin <l4) düşündü, yoldaşlarından birini
istedi. Her biri, bir söz söyledi, <l5)beğenmedi. Yaşlı bir şeyh vardı, o:
-Padişahım, sen bu belaya neden [T907] (l) düştün, bilir misin, dedi.
Padişah:
-Yok, bilmiyorum, dedi. Şeyh:
-Gafil, zalim (2) ve tembel olduğundan bu işler başına geldi. Cahil oğlanı
vezir edindin. <3) Sultanların ve şahların sonu bunlardan olur. Senin de başına
geldi. Müslümanların bedduasının (4) oku nişana vurdu, mazlumun ahi ve
gözünün yaşı yoluna geldi. (5) Sultan, nerede hata yaptığını hâlâ bilemedi.
Şeyhten sordu. Şeyh, vezirlerinin hıyanetini, (6) zulüm ve fesatlarını bir bir
anlattı. Padişah gafletine tövbe etti, <7) yüzünü yere sürdü. Elini Tanrı’ya tuttu.
Kurtulursa <8>şeyhi, vezir yapmak için ahd etti. Şeyh:
-Ya Server! Süleyman gibi padişahın <9> üstüne bir padişah ordu çekti,
geldi. Süleyman haber (l 'gönderdi ki:
-Benden korkmaz mısın? Yer, gök ve cümle mahluk bana itaat eder, (ll)
dedi. O bey de haber gönderdi:
-Dost, senden yüz çevirmiştir. (l2) Zira senin vezirin sakalsız bir genç
oğlandır, dedi. Süleyman’ın vezirlerinden birisi (l3) köse idi. Onu görüp genç
sanmıştı. Süleyman (l4) bu eksikliğini devletin zaafıdır, diye giderdi. O bey
bunu işitti, <15) köse imiş, dedi, gelip Süleyman’a itaat etti. Şimdi sen
Süleyman’dan [T908] (l) daha büyük bir padişah mısın ki iki cahil oğlana taht
ve vezirliği güvenirsin? Ayrıca tedbirsiz davranıp gafil (2) bulundun, teftiş
etmedin. Sakalını vezirin eline verdin. (3) Böyle olunca Tanrı sana o tahtı layık
görmedi, elinden aldı, (4) esir ettirdi. Emir idin. Şimdi gör; gaflet, zulüm ve illet
kimseye hayır getirmezmiş, (5> dedi.
Sultan, şeyhten bu nasihatleri işitince duygulanıp ağladı. (6) Şeyh nasihat
vermeye devam etti:
-Padişah! Sana nasihat ederim. Atam, Al-i Selçuk’tur. İlk (7) saltanat,
Sultan Mahmud Sebüktigin’dedir. Onun neslinden, atalarından bir Alaeddin (8)
daha gelmiştir. Sen, İkincisin. Onun zamanında da gaflet, zulüm, hıyanet (9) ve
rüşvet beyler arasında çok olmuştur. Kadılar rüşvete düştü, dinin kurallarına
uymadılar. (10) Memleketin her tarafında fitne çıktı. Halk, zulümden dağıldı,
Bacu Han Tatar’ın (ll) yanına vardılar. Sonra da sen zalimsin diye hücum edip
üstüne geldiler. Çok savaş (l2) yaptılar. Çok kavga oldu. Nice kere kırdılar,
tahtına kaçırdılar. Sonra da ardınca gelip <l3) şehri ortaya aldılar. Şehir halkı
toplanıp:
“İkiniz de meydana çıkın. <l4) Kendi aranızda savaşın. Hanginiz kalırsa o
bey olsıın. Ortada adam kırmaya ne gerek var.”, <l5)dediler. Sonunda Bacu Han
ile sultan meydana geldi cenk ettiler. Ordular seyretti, [T909] (1) bakıp durdu.
Cenk içinde sultanın atı sürçüp yıkıldı. (2) Bacu Han, fırsat bulup üstüne çıktı.
Kast etti ki başını kese. Sultanın (3)bir köpeği var idi, her zaman atının yanında
olurdu. Köpek gördü ki sultanın üzerine (4) düşman çıktı. İt, hemen Bacu Han’ın
ardından geldi hayalarını tutup (5) kavradı, ısırdı, sıktı. Bacu Han kendinden
geçip düştü. <6)
Bacu H an’ı tuttular, askerlerini kırdılar, kaçırdılar. Sultan nice yıl onu <7)
hapiste tuttu. Sonra azat etti. Gör bir köpek ne yaptı? Bu vezir oğlanlar o <8)
köpek kadar değildir. Seni ele verdiler, akılsızdırlar. Ömür yaşamış, felaket
görmüş kişiler değillerdir. (9) Üç nesneyi hor gören, bir gün hor olur. Birincisi
dinin kuralları. İkincisi anne ve baba. (l0) Üçüncüsü yaşlılar. Bunları hor
görenlerin sonu böyle olur, dedi.
Bu pir sultanı kurtarmak için (ll) tedbir düşündü. Kâfirlerin elbisesini
giydi.
-Seni düşmandan nasıl kurtarıyorum, bak dedi. (12) Pir-i A saf sultanın
elbiselerini giydi. Sultana Azer bir (13) kul tutulmuştu. Onun elbiselerini de
sultana giydirdi. O:
-Sen bu kul (l4) ol, sultanlığını anma. Birkaç gün kul gibi ol. Seni kul diye
mal getirmek için dışarıya göndereyim, <l5)dedi. Dedikleri gibi yaptılar. Kaleye
vardılar, hisar beyinin önüne geldiler. [T910] (1) Kâfirler şenlikler yaptılar.
Hisar beyi sordu:
-Hanginiz sultandır? Şeyhi gösterdiler. (2) Sultan kul gibi duruyordu.
Kâfir beyi:
-Hey Türk! Nasılsın? Bize ne verirsin? (3) Seni azat edelim, deyip
öldürmeye kast eyledi.
-Bunun bütün malını alayım, sonra bunu (4) Frengistan’a göndereyim,
dedi. Şeyh:
-Ya bey kişi! Bil ki yedi büyük hâzinem (5) var, cümlesini sana vereyim,
tek beni koyuver. Akılsız kâfir mala meyillenip gerçek <6) sandı. Yaşlı kişinin
düşüncesini anlayamadı. Döndü:
-Sizden biri gidip <7) alıp gelsin, dedi. Şeyh, sultan için:
-Bu, benim kuhımdur, akrabamdır. Bu gitsin, söylesin. Buna inanırlar.
Sizlerden de (8) bir bey gitsin, malı alıp gelsin, dedi. Kâfirler razı oldular, sultanı
gemiye koydular. <9) Sultan yola revan oldu.
Antalya Kalesi’nin önünde gemiden çıktılar. <l0) Müslümanlar
karşılamaya geldi. Sultanı gemiden çıkardılar. Durumu anladılar, hemen
askerlere haber (ll> gönderdiler. Beyler ve ağalar atlara binip koştu. Padişah
kurtulmuş, diye her tarafta <l2) şenlik yapıldı. Frenkler anladılar ki kul suretinde
olan kişi, sultan hazretlerinin (l3) kendisiymiş, hile yapılmış. Feryat ettiler. Kâfir
beyini tuttular, kalede hapse koydular. <14) Padişaha at çektiler, saraya getirdiler.
Bu tarafta hain vezirler (15) öğrendiler ki padişah kurtuldu, hile ve hıyanetleri
bilindi. Hemen hâzineyi açıp orduya mal [T911] (l) paylaştırdılar, adalet ve
doğruluk yapıp:
-O zalim bey yine geldi. Gelin bize tâbi olun, <2) size adalet, ihsan ve
riayetler edelim. Vergileri, rüşvet ve zulmü giderelim, l3) deyip halkı
kandırdılar. Sipahi, kul ve halka onar bin akçe* bahşiş verdiler:
-Bunlar, adildir, <4) sultan zalim ve gafildir, deyip vezire uydular. Orduyu
toplayıp geldiler, Antalya’yı kuşattılar. ( 1 Sultan Alaeddin burcun üzerinden
halka seslendi. Halk lanet edip (6) ona sövdü.
-Bre gafil, zalim, Hakk’a asi! Bize ne zulümler ve sıkıntılar yaptın. (7)
Rüşvet ve adaletsizlikle canımızı ateşlerde yaktığını bilir misin, derlerdi.
Padişah <9)ant içerdi ki:
-O işlerden benim haberim yoktur. Bu hainler yaparmış. Halk:
-Bre (9) gafil, zalim! O söylediğin daha beter. Padişahlıkta gaflet sana
neye mal oldu, deyip sultana ok <10) ve taş atarlardı. Sözün kısası kırk gün
kuşatmayı sürdürdüler. Sonunda çare (ll) bulamayınca sultan bir gemiye bindi,
Sinop’a gitmek üzere yola çıktı. Kendini bezirgân <l2) kılığına koydu, Kilaşpol
şehrine geldi. Seyyid o zaman (13) Edirne’de değil idi. Sultan Ahmed-i Rumî’nin
yanına geldi, kendini tanıttı. <l4) Şeyh, yanında idi. Seyyid Saltık korkusundan
Şeyhi, Rados’tan getirmişlerdi. ( 5) Ahmed-i Rumî, Baba’dan Seyyid’e haber
saldı, padişahın geldiğini bildirdi. [T912] (l) Seyyid orada kâfirlerle gaza ederdi.
Şerif, mescidinde oturup ibadet <13) ederdi. Çesar melikinden elçi geldi.
MüsKimanlar karşıladı, alıp getirdiler. (l4) Elçi geldi Seyyid’e hediyeler sundu,
mektubu Server’in huzuruna koydu. <l5) Server mektubu alıp açtı, okudu.
Yazmışlar ki:
-Sen Saltık’sın. Sen hakikat davasını [T931] (1) takip edersin, kâfirleri
kırarsın. Şimdi bilmiş ol ki bizim ile Rus arasında bir memleket var. <2) Adma,
Maskos Dayli derler. Orada bir şehir bulunmaktadır. Şehrin adı, Sayyah’tır. O
diyarın (3) beyi Sayyah’ta oturur. Adına Umlak derler. Onun bir oğlu oldu, adını
Zerdanuş verdiler. (4> Umlak, oğluna büyük bir saray yaptırdı. Yedi yılda
yaptılar. Saray (5) kusursuz olup güzellikleri anlatmakla bitmez. Meğer bunun
bir benzerini (6) Şeddad ibni Ad yapmış. Bir katının yüksekliğine ot atsan
ulaşmaz. (7) Kızıl altından yapılmış, aşağı sahraya bakardı. Bu sarayı oğluna
gerdeklik için (8) yaptılardı. Sonra Sincab melikinin kızını aldı. (9) Bu arada
Umlak öldü, yerine oğlu padişah oldu. On yedi yıldır Tanrılık davası (l0) sürer.
Halkı ayda bir kez toplar, Tanrı gibi davranır. Sizlere cemalimi arz (ll) edeyim
diye, haşa, kendine secde ettirir. Saçma sapan sözler söyler. Bu arada yürüdü,
bizim diyarımıza saldırdı. <l2) Leh, Hac, Mac ve Nac illerini fethetti, beylerini
kendine itaat ettirdi. Şimd ona (l3) taparlar. Bize de der ki; “Gelin, bana tapın.
Üç yıl sonra yürüyüp bütün dinleri (l4) ortadan kaldıracağım. Bilin ki bundan
sonra hüküm benimdir. Bana ölüm yoktur. Bu cihana ben hâkim olacağım.”, (l5)
der. Şimdi ey Server! Eğer sen hak din yolunda isen, gün gibi Tanrı’yı anlatır,
bu lainin [T 9 3 2 ] (l)hakkından gelirsin, demiş.
Server bunu okuyunca biraz düşündü. <2) Peykiyi Yahya ibni Kelb’i
çağırdılar. Server bir mektup yazıp ona verdi.
-Ya Yahya! Bu mektubu (3) Maskos melikinin yanına gidip ver. Hemen
bana haber getir, dedi. Yahya, mektubu aldı, (4) Maskos’a götürmek için yola
çıktı. Seyyid, elçiye:
-Git, sen beyine söyle, haberi olsun, biz bu iş üzerinde duracağız, (5) dedi.
Çesar’ın elçisi gitti. Bu tarafta Server, Ankabil atına binip (6) Tuna’dan geçti,
Yahya’nın ardınca gitti.
Geldik bu tarafa: Yahya atını (7) sürdü, doğru Maskos diyarına geldi,
Sapan şehrine ulaştı. Meğer o gün Zerdanuş (8) çıkmış, halkı toplayıp yüzünü
gösterecek imiş. Halk, Umlak sarayının çevresinde <9) beklerdi. El bağlamışlar,
saraya bakarlardı. Ne zaman çıkacak diye merak ederlerdi. (l0) Yahya, saraya
yaklaştı, hendek üzerine rahat bir şekilde oturdu. Erkeklik organım (U) bir taş
ile silerdi. Zerdanuş sarayının kapısını hemen açıp dışarı baktı. (12) Karşıda
Yahya’yı gördü. Askerlerin kenarında bir kişi erkeklik organını eline almış,
kendinden yana durur. (l3)Lain onu görünce öfkelendi:
-Hemen şu herifi tutun, getirin, dedi. Kâfirler (14) geldiler, Yahya’yı
tuttular, getirdiler; Zerdanuş’un huzuruna çıkardılar. Lain:
-Ya kişi! Benden (15) niçin korkmazsın, benim dizarıma* karşı erkeklik
organını niçin tutarsın, diye sordu. Yahya:
-Ben bu sorulara cevap bile vermem. [T933] (l) Ama şunu bil. Ben
senden korkmuyorum. Zira ben, âlem pehlivanı Saltık’ın yanından geliyorum.
Onun elçisiyim, (2) deyip mektubu çıkardı, önüne koydu. Vezir alıp okudu.
Alemin Serveri mektupta şöyle buyurmuş: (3)
-Benim katımdan ki Saltık’ım. Senin katına ki Zerdanuş’sun. Bu kişi
ulaştığında bil ki yerlerde ve göklerde T an rı(4) birdir. Ölümü, noksanı ve ortağı
yoktur. O kimseden doğmaz ve kimse ondan doğmaz. Yemez, (5) içmez ve
yatmaz. Bütün bu saydığım şeylerin dışındadır. İnsanoğlu, O ’nun kuludur.
Gökten (6) dört büyük kitap geldi. Onların haberleri budur. Sen bu Tanrı’yım
dersin. Hemen iman <7) getir. Kendini zayıf, âciz ve Tanrı hazretine muhtaş kul
bil. Eğer yok dersen (8) üzerine gelir, cihanı gözüne karanlık ederim, demiş.
Mektubu bu şekilde bitirmiş.
Kâfir (9) bu sözleri dinledi hışma gelip Yahya’yı öldürmek istedi. Veziri
( 10) - • •
izin vermeyip:
-Elçiye ölüm yoktur, dedi. Yahya’yı orada hapsetti. Yahya:
-Ya Zerdanuş! (ll) Bir öldürsen geri diriltemezsin. Âciz bir kimsesin. <12)
Sen gör, Şerif gelicek, sana neler edecek, dedi. Yahya’nın bu sözüne çok kızdı.
Onu (l3) burca bıraktılar. Server Şerif yürüyüp Maskos diyarına ulaştı, gelip bir
kilisede konakladı. (14) Âdeti kilisede konaklamak idi. Orada konakladı,
kilisenin ruhbanları birbiriyle söyleşirlerdi: <l5)
-Saltık, Zerdanuş’a elçi göndermiş, şöyle demiş, böyle demiş. Elçisini
hapsetmişler. [T934] (l) Saltık buraya gelirse ne yaparız, dediler. Server bunu
işitti, oradan kalkıp Sabah’a (2) doğru yola koyuldu.
Birkaç gün sonra gelip Sabah şehrine ulaştı. Bu arada Zerdanuş <3) lain bir
toplantı daha yaptı. Gelip sarayından yüzünü gösterdi. Haşa, (4) hepsi secde
ettiler. Şerif halk içinde, atının üzerinde durdu, secde etmedi. (5) Yüksek sesle
Zerdanuş’a küfretti. Zerdanuş onu görünce kâfirlere:
-Tutun şu atlıyı (6) bana getirin, dedi. Kâfirler koşup Seyyid’in üzerine
geldi:
D iz d a r: Kale muhafızı.
-Sen kimsin ki padişahımıza sövdün? <7) Secde de etmedin, dediler.
Server:
-Sizden korkmayan bir kişidir. Dünya halkından da korkmam. (8)
Yalnızca Allah’tan korkarım. Zerdanuş ne köpektir ki ben ona secde edeyim,
ondan korkayım. Kâfirler, <9) Server üzerine yürüdü. Her kim geldiyse bir
kılıçta işi tamam oldu. Kâfirler bu kere kalabalık <l0) olarak hücum ettiler.
Server bir kez nara attı:
-Ey kâfirler! Bilin ki ben Saltık’ım. Geldim ki (ll) sizi kırayım.
Zerdanuş’u da helak edeyim. Gelin, siz aradan çıkın, yalnız benimle onu
bırakın, (l2) ona haddini bildireyim. Yoksa sizi hep helak ederim, kırarım.
Kâfirler, Server’in sözünü (l3) işitmediler, cenk ettiler. Ok ve kılıç, Server’e kâr
etmezdi. O sahrada dört gün, dört gece (l4) cenk ettiler. Çok sayıda kâfir
öldürdü. Zerdanuş, sarayın penceresinden (l5) aşağı, o sahraya bakardı,
askerlerine:
-Bırakmayın, derdi. Server, cenk içinde arslan ve kaplan gibi kâfirleri
[T935] (1)alay alay önüne koyup kovalardı. Bu sırada şeytan çıkageldi. Zaman
zaman gelir, Zerdanuş’u (2) azdırırdı. Tekrar gelip:
-Ne durursun, in, atma bin, git Saltık’ı öldür. Bunun (3)en sonunda ölümü
senin elindendir, korkma ve üşenme, dedi. Bu lain şeytanın sözüne <4) aldanıp
onun azdırmasını ve hilesini gerçek sandı, atma binip sürdü, Server’in önüne
çıktı.
(5) Server gördü ki Zerdanuş geldi. Hemen atını sürüp karşısına g
Göz açtırmayıp ileri geldi, elini uzatıp Zerdanuş’un kemerine yapıştı, zorladı.
Melunu bir elma gibi <7) götürdü, eyerden ayırıp elinin üzerine aldı, başının
üzerinde çevirdi ve yere vurdu. (S) Zerdanuş, çürük kayık gibi paramparça oldu,
kemikleri kırıldı. Leh, Hac, Mac, Nac beyleri <9) onu gördü, kılıçlarını bırakıp
atlarından indiler:
-Aman ey zaman pehlivanı, dediler. Server (l0) onları bağışladı. Zerdanuş
laini bağlayıp, boğazına kemend taktı. Saraya gelip atından (ll)indi:
-Ne kadar bey var ise gelsin, dedi.
Orada üç yüz bey ve bey oğlu var imiş. (l2)Dört büyük padişah gelip
oturdu. Server başını kaldırıp:
-Bre akılsız kâfirler! <n> Hangi dinde insanoğluna Tanrı demek vardır?
Siz, buna ne diye taparsınız! Onların ulu (l4) papazları birer birer kalkıp:
-Ya Server! Hiç bir din ve ayinde yoktur, biliriz. Fakat bunun kılıcının <I5)
korkusından sakalına gülüp madara ettik. Server:
-Ya Zerdanuş! Gel, Müslüman ol, [T936] (l) Tanrı’yı bir bil, seni tekrar
azat edeyim. Sen kendini kul bil. Eğer yok dersen helak ederim, dedi. (2) Lain,
Server’e kötü sözler söyleyip:
-Ya cazu! Benim gazabım nasıldır, gör, dedi. Server (3) hışım ve gazaba
gelip:
-Bre mehın! Şu hâle geldin daha haddini bilmezsin ve uslanmazsın <4)
öyle mi, dedi. Zerdanuş’u, boğazından astı. Onu, sarayda yüzünü halka
gösterdiği pencereden (5) aşağı sallandırdı. Üç gün orada asılı durdu. Bütün halk
gördü. Dördüncü gün, (6) kasr-ı Umlak’ın sarayını kendi eliyle yaktı. Saray,
yanıp harap oldu. Emretti, <7) yıktılar. Beyliği, Zerdanuş’un kardeşinin oğlu
Siman Yatoka’ya verdi. Maskos diyarına (8) bey dikip haraca kesti. Melik Çesar
bu durumu işitti, Seyyid’e mal, eşya ve hediye (9) gönderdi. Gizlice din tutar
derler. Bu tarafta Seyyid, Sabah kavmine:<l0)
-Ben gidince tekrar asi olmayın, yoksa geri gelir; sizi, oğlunuz ve
kızınızla (II) kırarım. Zerdanuş’un malının hepsini aldı. Yahya Bey’i burçtan ve
hapisten çıkardı. Üç yüz (I2) kâfirle Yahya’ya malı verdi, Tuna Baba’ya
gönderdi. Oradaki beylere izin verdi, yerlerine gittiler. (13) Server oradan kalkıp
Rus vilayetine gitti. Bir gün bir kiliseye erişti, gördü ki bir bölük kâfir <l4) yola
çıkmak için hazırlık yapıyorlar. Şerif onlara sordu:
-Sizler nereye gidiyorsunuz, dedi. Onlar Seyyid’e:
-Ya yiğit! (l5)Biz, Sas iline gideriz. Orada çok büyük bir kilise var. İçinde
bir rahip oturur, adına Bihruz derler . [T937] Yılda bir toplantı yapar, halka
nur gösterir. Oraya giden hasta, sağlam olur, biz oraya gidiyoruz. (2) Server o
kilisede konakladı, dinlendi, birkaç gün kaldı.
YEDİNCİ BÖLÜM
Rivayet edenler şöyle anlatır: Server oradan ayrılıp gitti, büyük bir şehre
ulaştı. (4) Leh ile Rus arasında idi, o şehrde Yahudiler oturuyordu. Server Cehud
şehrine gitti, (5) bir bağ kenarında inip konakladı. Cehudlar Server’i gördüler:
-Sen kimsin, diye <6) üzerine saldırdılar. Server gördü ki kendisini
huzursuz ediyorlar. Hemen atına binip:
-Benim Seyyid Şerif, diye (7) nara attı. Cehudlar, Seyyid’in üzerine
saldırdılar, Server’i ortaya alıp altı gün aralıksız <8) cenk ettiler. Yedi yüzden
fazla Cehud, Server’in kılıcından geçti. Bu kez Cehudlar kaçıp (9) gittiler. Kaçıp
şehre geldiler, kaleye girip kapı yaptılar. Burca çıkıp iki gün de orada (l0)cenk
ettiler. Server atıyla her tarafa koşardı. Cehudlar gördüler ki iş fesada varacak,
(ll) hepsi kırılır. Hemen burçtan indiler, aman dilediler. Kapıyı açıp dışarı
çıktılar, mal ve nimet (l2) getirdiler, haraca kesildiler. Server oradan ayrılıp yola
çıktı. Bir şehre daha ulaştı. Orada (l3) Ermeniler var idi. Onlar, Server’i tanıdı,
karşılamaya geldiler. Saygı gösterip haraç ve mal getirdiler. Server (l4) oradan
kalktı, Sas’a gitmek üzere yola çıkıp gitti.
Bir süre yürüdü. Bezirgân suretinde gelip <l5) o kiliseye kondu. Birkaç
gün geçtikten sonra Rahip Bihrus’un günü [T938] (l) geldi, etraftan kâfirler
geldi, büyük bir kalabalık oluştu. Kırk binden fazla can bir araya geldiler. (2) O
kilisenin içine ve dışına dolup durdular. Hastaları, körleri ve sakatlan getirdiler.
<3) Sıhhat bulup gittiler. Server bu duruma çok şaşırdı:
-Bunda bir hikmet vardır, Tanrı ne olduğunu bildire, dedi. <4) Kilise içinde
çok kabir vardı. Seyyid bir kâfirden sordu:
-Bunlar kimlerdir ki burada (5) yatarlar, dedi. Kâfir:
-Bunlar evliyadır, yatarlar. Burada düşman elinde şehit olmuşlardır.
Yukarı (6) Arabistandan gelmişlerdir. Server sabretti. Gece oldu, Bihrus (7) lain
kiliseye geldi. Kâfirler, bir sıpa getirdiler, üstünde fener gibi bir nesne <8) vardı.
Onu getirip kilisenin ortasına koydular, diktiler. Bihrus gelip o sıpanın
üstündeki <9) fenere girip oturdu:
-Ya kavim! Sizler bilin ki bu İsa dini gibi din <10) yoktur. Türklere
inanmayın, onlar sihirbazdır, sihir yaparlar. Özellikle bu türeyen Saltık (ll)çok
sihirbazdır. En son İsa gökten iner, onu öldürür, bilmiş olun, dedi. Ayrıca (l2)
saçma sapan daha pek çok söz söyledi. Server sabretti, birazdan yine:
-Ey kavim! Diler <l3) misiniz, nur göstereyim mi? İsa’nın yüzünün nurunu
görün, dedi. Kâfirler, bağrıştılar:
-Medet eyle, görelim, (14) Mesih’in nuru ile safalar sürelim, dediler.
Rahip:
-Eğer dilerseniz kamu mumlan <15) söndürün, daha acayip görün, dedi.
Kilisenin ruhbanları kalktı ki mumları söndüreler. Server [T939] (l) yerinden
kalkıp bağırdı:
-Sakin durun, bu melun yalan söyler, dedi. Kâfirler, (2) Server’i gördüler:
-Sen kimsin? Böyle bir yerde ne söylersin, dediler. Server, eline (3)
kılıcını aldı:
-Bu kılıcımdan benim kim olduğumu bilirsiniz, dedi. Bihrus feryat edip:
-Bre! Bırakmayın bu Türkü! Elinize iyi girdi, dedi. Server’e her taraftan
hücum ettiler. Server, (5) ruhbanları kılıçtan geçirdi, kimisi kaçıp gitti. Bihrus
oradan çıkıp (6) kaçtı. Server:
-Ya Bihrus! Seni bırakacak değilim, yere girsen de seni bulacağım, dedi.
Bihrus’un (7) ardına düştü. Bihrus gitti, Server’in korkusundan Milan Frenk <8)
diyarına revan oldu. Meğer bu Melik Milan ava çıkmıştı. Karşıdan gördü k i <9)
bir kişi toza batmış, gelmekte. Hemen emir verdi:
-Gidip, görün. Şu karşıdan <10) gelen kimdir; bana bildirin, dedi. Hemen
geldiler, görürler ki Bihrus Rahip’tir. Gidip (11) melike bildirdiler. Melik,
askerlerine emretti, elbiseler gönderdi. Getirip giydirdiler, <12) melikin huzuruna
götürdüler. Melik atından inip, Bihrus’u kucakladı: <13)
-Gelmene sebep nedir, bize bildir, dedi. Bihrus feryat edip ağladı: (14)
-Ya melik! O sihirbaz Türk geldi, kiliseyi yıkıp ruhbanları kırdı. Benim
ardımca geliyor, (15)bana yardım edin. Melik askerlerine buyurdu:
-Yollara dağılın, belki o [T 9 4 0 ](l) Türkü ele geçirirsiniz, dedi. Askerler
Seyyid’i aramak için dağıldılar. Bu taraftan Server gelirken bir yere <2) ulaştı.
Gördü ki bir kilise yapmışlar. Önünde bir bağ, ortasında büyük bir ağaç. Halk
(3) toplanmış bekliyor. Tek gözlü yaşlı kâfir bir papaz olan Fertut, eline bir ayna
almış,(4) halka kehanetle gayıbane sözler söyler. Server onu gördü, ileri yürüdü.
Ağacın dibine (5) geldi. Kâfir ağacın üzere bir taht bağlamış, otururdu. Server’i
görünce el salladı: (6)
-Benim yanıma gel, sana cevap vereyim. Sen, Saltık’sın, Bihrus’u
istersin, dedi. Orada duran (7) kâfirler Saltık’ın ismini işittiler. Feryat ile
Server’e hücum ettiler. Kâhin onlara:
-Sakin olun. (8)Ben onunla konuşacağım, dedi. Kâfirler, Server’in üzerine
yürümekten vazgeçtiler. Server Seyyid ileri geldi: (9)
-Ya kâhin! Nedir, sözünü söyle, dedi. Kâhine, Manol Kâhin derlerdi,
küffar<10) içinde bilinen bir kişiydi. Server yaklaştı, Manol:
-Ya sihirbaz Türk! Siz Müslümanlarda (11) fal bakma varmış, sözler
söylerler, bir şey bilmezlermiş. Şimdi bana bak. Bütün gaipten sana haber
vereyim, dedi. Server gazaba gelip:
-Ya Melun! Onlar gaipten haber verirken çok tedbirlidir. (13) Kitabın
üzerine kura salıp* fal bakarlar. Bir işaret verip halka hayır ve şerden <l4) haber
verirler. İlim ile söylerler, doğru ve yanlıştan haber vermeye çalışırlar. Gayba
hükmetmezler. (15) Elbette şöyledir, diye tastik etmezler. Nitekim tıp, tabir ve
fal bakma bilimi, [T941] (1) tedbir ile söylenir. Her kim tastik ederse kâfir olur.
Manol:
-Sen (2)fal bakma bilir misin ya Türk, dedi. Server:
-Evet, fal bakma ilmini iyi bilirim, ne dersin, dedi. K âfir:(3)
-Benim bir kızım var, onun hâline bir baksan. Eğer marazından haber
verirsen, sana iman (4) getireyim, dedi. Server:
-Ya kâhin! Eğer Müslüman olmazsan seni öldürürüm, bilmiş ol, dedi. (5)
K â fir:
Rahip:
Rivayet edenler şöyle anlatır: (l0) Seyyid’in geldiğini kâfirler (ll) işitti,
Alaman meliki Figor’un yanına gidip:
-Bilmiş ol, sihirbaz Saltık, (12) Bosna melikine yardıma geldi. (l3) Figor
mağrurluğundan kahkaha ile öyle bir güldü (14) ki, mir ve vezirler başlarını
önüne eğdiler. Sonra döndü:(l5)
-Beyler, bu Saltık bin başlı ejderha dahi olsa, bu askere [T996] (l) cevap
veremez. Bunun üzerine büyük vezir başını kaldırıp: <2)
-Gerçek dersin, fakat şimdiye kadar kâfirlerden karşı duranlar bir şey
elde (3) edemediler. Bunun gibi nice ordular dağıtmıştır, cenkler etmiştir. Onun
(4) dünya halkından korkusu yoktur, keramet eridir. Her işin (5) sonunu
düşünmek iyidir. Figor vezirini dinleyince (6) hışma gelip:
-Sen o Türke yardım edersin öyle mi, dedi. Emretti, (7) büyük veziri
Server’e karşı idam ettiler. Büyük vezir, ölmeden önce (8) imana geldi, sonra
teslim oldu. Gaziler bu durumdan haberdar oldu. (9) Çok üzüldüler. Seyyid ant
içti:(l0>
-Tanrı fırsat verirse Alaman oğlunu da ben idam edeceğim, dedi. <U)0
gece vezirin cesedini, gaziler dar ağacından çaldılar, getirip bir tepe <l2)
üzerinde defnettiler. Figor bu veziri astığına pişman (l3) oldu. Parmağını ısırdı,
üzüntülü bir şekilde (14) biraz düşündü, beylerine dönüp:
-Gazapla bu işi yaptım. (15) Fakat yanımdan ayırmamam gereken biriydi.
Tedbir alma konusunda bana gerekli kişi idi. [T997] (l) Öfkeme uyup onu idam
ettim. Sabredip hapsetmek gerek idi. Sizlerden U) de dilek olmadı. Bu iş
olmayaydı, dedi. Bu sözleri üzerine (3) beyleri, vezirleri ve naibleri:
-Sultanım! Üzülme. Olan oldu, <4) sizden o zaman hepimiz korktuk, affını
dileyemedik, dediler. Figor: (5)
-Şimdi tedbir alın. Bu Türkle nasıl edelim. Mutlaka galip gelmeliyiz,
dedi. Figor’un (6) kırk veziri, yetmiş beyi ve üç yüz altmış (7) altı nayibi vardı.
Bunlardan bir ulu naib yerinden kalktı, (8) Figor’a dua edip:
-Buyurursanız ben kulunuz bir tedbir düşündüm, dedi. (9) Figor:
-Hadi söyle, dinleyelim, dedi. <IO)Naib:
-Sultanım! Benim tedbirim söyledir: Şehnek (ll) Fedai, ki senin katında
suç işlemişti, başını alıp dağlara ( 2) kaçmıştı. O, yürekli bir erdir. Otuz kişiyi
fedailikle tepelemiştir. (l3) Onun suçunu affedin, gelsin, gönderelim, gidip bu
Türkü (l4) öldürsün. Bunu öldürürsek diğer Türklerden korkmayız. Onları kırıp
<15) helak ederiz, dedi. Figor bu görüşü çok beğendi:
-Hani şimdi [T998] (l)o fedaiyi bulup getirin, suçunu affettim. (2) Gittiler,
o fedaiyi askerlerin içinde bulup getirdiler. Figor (3> ona ikramlarda bulunup
kaftanlar hediye etti. Ulu bey yapacağına söz verdi. (4) Fedai de Figor’un
önünde başını eğdi, iddialı sözler söyleyip (5) çıktı, Seyyid’i öldürmek için
harekete geçti. (6) Müslümanlardan tarafa yöneldi. Hançeri, zehirli idi. Beline (7>
sokup gizlice yürüdü. Bu tarafta gaziler ve Seyyid (8) gördü, kâfirler hareket
etmediler, sakince beklediler.
-Acaba niçin sakin sakin duruyorlar, <9) dediler. Gaziler de sakinleşip
beklediler. F ak at(10) gafil durmadılar, her yana göz kulak oldular.
Fedai adlı kâfir tH) Sünniler gibi giyindi, gizlice Müslümanların içine
girdi. Her yerde Server’e (12) yakın dururdu, fırsat gözetirdi. Server’i (l3)
hançerle vurmak isterdi. Uygun fırsat bulamadı. Zira gaziler, Seyyid’i (l4)
beklerlerdi, kimseyi yanına yaklaştırmazdı. Seyyid, bir gece <l5) rüyasında
[T999] (l)Alibin Ebi Talib’i gördü. <2) Seyyid’e karşı gelip selam verdi:
-Ciğerimin köşesi <3) oğul Saltık! Gafil olma. Küffar, seni öldürmek için
sinsice hareket ediyor. (4) Hemen kendine Hızır Peygamber duasını oku.
Resul’den ceddin Cafer (5) Gazi’ye, ondan da sana kalan duaları oku. <6)Ayrıca
benim zırhımı giy ki sana bir zarar gelmesin, dedi.
Server uyandı, (7) rüyasını gazilere anlattı. İmam’ın dediği (8) vakte hazır
oldu. O sabah Server atına bindi. (9) Giderken kâfir Fedai, ansızın Seyyid’in
üzerine sıçradı, (10) hançeri göğsüne öyle vurdu ki hançerin darbesinden Server
incindi. (ll) Fakat hançer Seyyid’e geçmedi, ortadan kırıldı. Server (12)gazap ile
o fedai melunun başına yumruk ile öyle vurdu ki <l3) kafası darmadağın oldu,
beyni saçıldı. Kâfir yere düşüp canını <l4) cehenneme emanet etti. Fedai helak
olunca casuslar(15) varıp Figor’a:
-Ya Melik! Bu Türk güçlü kimsedir. Baban [T1000] (1) ve deden
korkularından buna karşı gelmediler, dostluk gösterdiler. <2) Sen iyi yapmadın,
bununla düşmanlık ettin. Bu Türk, dünya (3) halkının hiç birinden korkmaz ve
üşenmez. Değil ki senden ve senin (4) askerlerinden korksun. Yüzlerce kere
bunun gibi ordu ile cenk (5) ve harp etmiştir. Türk kavmi bunun gibi gün (6)
görmedi, böyle mutlu olmadı. Tatar oğlancıkları bayrama (7) yetişti. Şimdi cenk
günü, bunların bayramıdır. (8) Bunlardan sakınmak gerekir. Türkler kâfirin
azından ve çoğundan <9) korkmazlar. Kafirler ördek ve kaz gibidir. Gaziler yiğit
<10) ve şahindir. Bir doğandan nasıl kaçılırsa (ll) kâfir, Müslümanlardan öyle
kaçar. Türkler <l2) gelince kâfirleri kaçırırlar, dediler. Figor bu sözlerden
muzdarip (13) oldu:
-Şimdi gayret zamanıdır, ad ve san (l4) almak için cenk edelim, dedi.
Emir verdi, savaş davulları çaldılar. (15) O gün küffar askerleri saf bağladılar ve
yürüdüler.
Bu tarafta [TlOOl] (1) dört bin gazi, otuz bin Bosin çerisi ile (2) zırh
giyindi, dağdan aşağı geldiler. Sonra dağa (3) arkalarını verdiler, sancaklarını
açıp Dırahtistan’ın sahrasına (4) döndüler, kılıçlarını kuşandılar. Bunlar da saf
bağladılar. (5) O vakit yeni Müslüman olan İslaros, ki Server <6) ona İskender
diye ad koymuştu, hatunu Melik Banu ile <7) geldi. Onlar, Seyyid’e kavuştular.
Meydan açıldı, (8) iki taraftan çavuşlar gidip haber verdiler:
-Bu gün meydana (9) kim girecek, erlik hünerini kim gösterecek, dediler.
Melike <10) Banu’nun kendisi atını meydana (ll) sürdü. Girdi, gösteri yapıp er
talep etti. <l2) Kâfirlerden Şehmas Rumî atını sürüp karşısına <13) geldi. Cenge
başladılar. Nigar onu bir darbede attan yıktı, (l4) bağladı, Seyyid’in yanma
gönderdi. Bir kâfir (l5) daha girdi, onu helak etti. Melike Banu o gün yetmiş
[T 1002](1) sekiz kâfiri bertaraf etti. Kimini öldürdü, kimini <2) esir etti.
Akşam olunca savaşa ara vermeyi işaret etmek için davullar dövüldü. (3)
İki tarafın askeri döndü, yerli yerine gidip konakladı. (4) Seyyid esirleri ve
Şehmas’ı dine davet (5) etti Şehmas, Seyyid’in sözlerini beğendi, küfrü (6> terk
edip imana geldi. Server buyurdu, Şehmas’m bağlarını (7) çözdüler. Bir kürsü
verdiler, Şehmas geçip oturdu. (8) Bu Alaman kavmi güneşe tapardı. Frenk (9)
taifesinden idi. Hem de dip Frenk idi.
Bu Frengistan’ın <10> öncesi Karanca’dır. Baba ili de onlardandır. Bazısı
da Rum’dandır (ll) der . Bu Şehmas o diyarda bilinen bir kimse idi. (l2)
Müslüman oldu. Diğerleri olmadı. Server onları küffar ordusuna (l3) karşı idam
etti. Küffar bu hâli gördü, çok üzüldüler. (14) Gördüler ki Şehmas onlarla
birlikte değildir. Müslüman olduğunu (l5) duydular, feryat ettiler. Figor kavmine
ve ordusuna [T1003] (l) emir verdi, yürüdüler. Göz açtırmadan gazilerin üzerine
hep birlikte (2) hamle kıldılar.
Müslümanlar dayanamadı. Domuzun önünden kaçar (3) gibi kaçtılar. İki
taraftan girip cenk ettiler. (4) Zira kâfir ordusunun atı ve eri baştan tırnağa
varıncaya kadar <5) gömgök demir idi. Birbirinden ayrılmayıp dağ gibi <6)
yürürlerdi. Gaziler onun için önlerinden çekildiler. Ok, (7) gürz ve kılıç ile cenk
ettiler. Kâfirleri <8) yenemediler. Çaresiz dağa çekildiler, beklediler. Dokuz
gün bu şekilde cenk ettiler. Gazilerin Server’i (l0) taraf taraf yürüyüp cenk
ederdi. Kâfirler,(l 1] çobandan koyunun kaçması gibi önünden kaçardı. <12)
Dokuzuncu gün dönüp konakladılar. Ertesi <l3) gün kâfirler cenk
etmediler. O gün Server bir kenara çekildi, (l4) yârenler ile sohbet etti.
Raviler şöyle anlatır: Diğer tarafta (15) kâfirlerin meliki Figor o gün ava
gitti. Av [T1004] (1) yaparak dağın zirvesine çıktılar, aşağı baktılar. (2) Bir de ne
görsünler? Seyyid, dağın eteğinde yârenleri ile oturmuş, <3) sohbet etmekte.
Anladılar ki Seyyid’dir. Kendi yârenleri ile (4) orada oturur. Figor beylerine
dönüp:
-Nasıl edip de bunları (5)ele geçirelim, dedi. Beylerden birisi:
-Şu <6) arslanı onların üstüne salalım. (7) Hey deyince arslan iner. Biz
bekleyelim. Sonra (8) arslanın ardınca baskın yapalım. Belki bu Türkü (9) diri
tutarız. Onlar, gafillerdir, dediler.
Arslanı hemen (l0)salıverdiler ve haykırdılar. Arslan rastgele gazilerin (ll>
üzerine gitti, ansızın çıkıp geldi. Orada olanlar, (l2) silaha sarılıncaya kadar
arslan doğru Seyyid’in üzerine atıldı. Server <13) yerinden kalktı, silaha ulaşacak
zamanı kalmadı. Hakk’a sığındı, <l4) arslandan önce davrandı, hemen sıçradı,
arslanın (15) kulağına yumruğunu öyle bir vurdu ki beyni ağzından ve burnundan
[T 1005] (1) dışarı çıktı. Arslanı başının üstüne yıktı. Server birkaç tekme (2)
vuruncaya kadar karşıdan atlılar peyda oldu. Server buyurdu, gaziler <3)
silahlarına yapıştılar, atın sırtına çıktılar, ileri yürüdüler. Server (4) arslanın iki
ayağından tuttu, arslanın <5) leşini tavşan gibi eline aldı, onlara karşı yürüdü.
Kâfirler bu heybeti görüp (6) dönüp kaçtılar. Figor gördü ki kimse karşı
duramaz. Kendisi de <7) kaçtı. Server ardından yetişti, sırtının ortasına <8) üç tane
taş attı. Öyle vurdu ki Figor’un (9) ağzından burnundan kanlar fışkırdı. Atın
boynuna düştü. <l0) Başını zorla kurtarıp gitti.
Bu tarafta Server, gazilerle atını sürüp (ll) ordunun olduğu yere geldi.
Arslanın derisini yüzdüler, postunu aldılar. (l2) Sabahleyin kalktılar ki cenk
edeler. Gördüler ki kâfirler (13> yerlerinden göçmüş. Bir menzil ileri konmuşlar.
Meğer Figor <l4) korkmuş, diyarına gitmek için göçmüştü. Cenkten ferag at(l5)
etmiş, Seyyid’in korkusundan dolayı cenk alanını terk etmiş. Server de göçtü,
[T 1 0 0 6 ](1) ardınca gitti. Gazilerle birlikte Bosna ordusunun karşısına kondular.
(2) Küffar gördü ki ardlarınca Müslümanlar geldi, karşılarına konaklad
Çok korktular, Figor’a hücum edip:
-Nereye gidiyorsun? Türkler <4) ardımızdan yetiştiler, bizim kaçmamıza
izin vermezler. Bir bir esir edip bizi (5) tutarlar. Sen bizi bunlara çiğnetip
kırdıracaksın, dediler. Atının (6) ayağına bukagu* vurdular ki kaçmaya, cenk
ede. Kâfirler (7) cenk ve harp etmek için tekrar hazırlık yaptılar. Arabalarını, top
(8) ve tüfeklerini donattılar.
Bu tarafta durumu işiten gaziler, her taraftan, Seyyid’e <9) yardıma
geldiler. Edirne’den Ahmed, İlyas ve İsmail ulaştı. (10) Ezan sesi ile dağlar ve
ovalar sallandı. Gazilerin gelmesi, kâfirleri korkuya (ll)düşürdü.
Müslümanlar on bin kişi oldu. (12) Seher vaktinde savaş davulunu vurup
saf bağladılar. Kâfirler (l3) hep birlikte yürüdü, cenge başladılar. Akşam vakti
oluncaya kadar <14) arslanlar gibi cenk ettiler. O gece birbirinden ayrılmadılar.
Sabah oluncaya (15> kadar cenk ettiler. O kadar çok asker kırıldı ki cesetlerden
dağlar oluştu.
Bir gün Server, Tuna’da gezerken <l3) bir adaya rastladı. Bu adanın adına
Seriman derlerdi. Orada bir bey <l4) otururdu, Üngürus’a tâbi idi. Onun adına
Hırakun derlerdi. Zalim bir (15) melun idi. Bir gün oturup içerken Şerifin
vasıflarım anıp ona [T1017] (1) anlattılar. Şerifin özelliklerini işitince
öfkelendi:
- O Türk şimdi(2) nerededir, bana söyleyiniz, dedi. Beyler:
-Hey! Onu yaramaz adla anma. O, cin askerlerinin <3) dostudur. Seni
öldürürler. Ya ona haber verirler ya da kendisi orada <4) hazır olur. Sana göz
açtırmaz, gafil olma, dediler. Hırakun:
-Eğer (5) o cinlere hükmederse ben de birini bulup ona cevap veririm.
Onun işini <6) bitiririm, dedi. Orada sihirbaz bir rahib vardı, adada otururdu.
Yanına gidip (7) hâlini arz eyledi:
-Bize bir derman ol, şu Türkten kurtulalım, dedi. (8> O lain:
-Büyük bir sihirbaz vardı, Maşrık’ta idi. Cebelka (9) şehrinde oturur.
Sihirle Cebelka’yı padişahının elinden alıp (l0) kendine bağladı. Yedi yüz cazu
ile küplere bindi; Mağrip’te, güneşin (ll) battığı yerde Cebe İsa kalesine vardı. O
diyarın padişahının kızını <12) istedi. O, hâlâ yaşıyor. Şerif onun kanlısıdır.
Anasının (l3) kız kardeşini öldürmüştür. Belki o sana yardımcı olur, dedi.
Hırakun:
-Bana yardım e t,(l4) onu benim yanıma getirmenin bir çaresini bul, dedi.
Rahip kalktı, bir küpe bindi, Cebelsa’ya gitmek üzere (l5) yola çıktı.
Rahip oraya erişti. O melun oturuyordu. Sihire [T1018] (1) başlamıştı. Şeytan
askerlerini toplayıp cenge hazırlanmıştı. O bey:(2>
-Ey Agruş cazu! Biz Müslümanız, sen kâfirsin. Bizim dinimizde yok ki
sana (3) kız verelim. Müslüman ol, sihri terk et, Cebelka’da olan (4)
Müslümanların padişahına ülkesini geri ver, onu hapisten çıkar. <5) O vakit kızı
sana veririz, demişlerdi. Cazu, Müslüman olmaya razı olmadı. (6) Sonunda âciz
kaldılar, kızı vermeye razı oldular. <7) Vezir, sultana dönüp:
-Gelin bunu Şerife salalım. Ümidim odur ki Server bunu öldürür ve (8)
bizi bundan kurtarır, dedi. Sultan:
-Eğer bu lain giderse (9) Saltık bunu helak eder, dedi. O sırada rahip
çıkageldi. (10) Hırakun’un mektubunu Ragduş lainin önünde koydu. Hırakun
mektubu okudu, (ll) öfkelendi, yıldırım gibi şakıdı. Hemen sultana haber
gönderdi:
-Bana haber verin. <12) Ben yine Rum’a gidiyorum. Saltık’ı öldüreceğim,
dedi. Sultan,(l3) vezire:
-Bu işi sen mi yaptın? Bu lain Şerifin üzerine gidiyor, dedi. Vezir (l4) ant
içti:
-Benim bundan haberim yok. Size demiştim ama ona demedim, dedi.
Sultan:0 5)
-Buna nasıl ne cevap verelim, diye sordu. Beyler:
-Onu salalım. O, veli bir erdir. [T1019] (l) Belki de bunun işini bitirir. Bu
lainden kurtuluruz, dedi. Hemen cevap (2) gönderdiler:
-Biz o Saltık’tan korkarız. Gelir, niçin böyle ettiniz (3) diye sorar, sonra da
bizi kırar, deriz. Onu öldürürsen sana kızı veririz, dediler. Ragduş <4) cazu, bunu
işitince çok mutlu oldu, Rum’a gitmek üzere yola çıktı.
Baba’ya yaklaşınca (5) cazuları bir dağda bıraktı. Kendisi yalnız başına
Baba’ya geldi. Şerif ( 1 yârenler ile bir bağda oturmuş, sohbet ederdi. Cazu lain
<7) geldi, Şerifin bulunduğu meclisi gördü. Meclisi gördü ama Şerifin hangisi
olduğunu bilemedi. Şerif, Sad <8> ibni Kasım ilim ehli olduğu için izzet edip
yanma alırdı. <9)
Şerif bağ içinde gezmeye çıkmıştı. On (l0> adım ileride bir hendeğe
girmiş, kaza namazı kılıyordu. Ragduş cazu, (II) Sad’ı tanıyamadı, Şerif sandı,
gizli sihir yaptı. Onlara görünmeden geldi, (l2) o azize kılıcıyla çaldı, kılıç
boynuna dokundu, başı önüne (,3) düştü. Müslümanlar onu görüp feryat ettiler.
Ragduş lain, başı yerden alıp <l4) götürdü. Başka kimseye dokunmadı. Bu
melun, sihirbazların en beceriklisiydi. O başı alıp (l5) gitti. Şerif feryat ve figan
sesini işitti.
-Hey! Ne oldu ki, deyip geldi. Gördü ki [T1020] (l) Sad kan içinde
yatıyor, başı yok. Şerif bu duruma çok üzüldü. Çok çaşırdı, (2) Sad için ağladı.
Gaziler namazmı kılıp (3> gömdüler. Şerif hemen Menucher’i davet edip getirdi:
(4 )
-Bu olayın aslı nedir, eğer biliyorsan bana haber ver, dedi. Menucher (5)
cinnî:
-Ya Server! Bilmiyorum, bu hâlden haberdar değilim, dedi. Şerif <6)
hemen ruhları davet duasını okudu, o çevrenin ruhanîleri toplanıp <7) Şerifin
yanına geldiler:
-Ne buyurursun Server, dediler. Şerif onlardan durumu sordu. (8) Onlar ne
olduysa anlattılar. Daha sonra:
-Müslümanlara <9) zahmet vermeden hemen yetiş dediler. Şerif
Menucher’e :(10)
-Hemen bana Semend-i Sebz’i getir. Zira Şerif o muteber atı çok severdi,
<n) K afta tutmuştu. Menucher cinnî, hemen atı getirdi. Server ata bindi. (l2)
Menucher ile gittiler, Cebelsa önüne (l3) eriştiler. Bunlar gelmekte...
Lain, <14) Saltık’ın başım aldım, diye sevinerek doğru Cebelsa’ya gitti. (l5)
Başı sultana gönderdi. Müslümanlar başı gördüler, çok [T1021] üzüldüler.
Çaresiz kızı vermeye razı oldular. Yeter ki Müslümanlara <2) bir zarar vermesin,
dediler, o başı defnettiler. Şehir önünde (3) oturuyorlardı. Büyük bir kale idi. Bin
bir burcu vardı. <4) Her burçtan bir kapı açılırdı. Düğün hazırlığını yaptılar.
Şehir halkı (5) hazırlandı. Lain; düğünlere başladı, şenlikler ederdi.
Bunlar (6) bu hâlde iken Şerif de çıkageldi. Gördü ki düğün hazırlığı var.
<7) Server sabretti. Üç gün düğün ettiler. Kızı, güzelce (8) donattılar, Ragduş
cazunun sarayına getirdiler, Şerif (9) dua okudu, lainin çadırının içinde gizlendi.
(10)Kız ağlayarak:
-Eyvah! Muhammed ümmeti, bir kâfire yenildi,(ll) avrat oldu. Bana fetva
verdiler ki herkesin zarar görmesinden, bir kişinin kendini feda etmesi daha
iyidir, <12) deyip ağladı. Şerif ileri yaklaşıp kıza selam verdi. Kız, Şerifi
görünce (l3)korktu:
-Kimsin? Ragduş yoksa sen misin? Niçin yaşlı insan suretinde
görünüyorsun, <l4) dedi. Şerif:
-Aklını başına topla. Ben Saltık’ım. S en i(l5) bu lainin elinden kurtarmaya
geldim, dedi. Kız çok mutlu oldu. Şerif:
-Sakin dur. Sen seyret, ona neler [T 1022](1) yapacağım, dedi.Ragduş bir
süre sonra gelip içeri girdi, kız (2> yanına oturdu. Şerif, kıza şöyle şöyle konuş
diye öğretmişti. (3) Kız, Ragduş laine:
-Ya cazu! Buraya geldin, yalan söyleyip (4) Saltık’ı öldürdüm dedin, öyle
mi, dedi. Cazu:
-Öldürmedim mi? Kız: (5)
-Ya Şerif gel, diye çağırdı. Server bir kez nara atıp:
-Ya lain! Gizlice <6) bir iş yaptın. Başardın mı sandın? İştegeldim,diye
yürüdü. Ragduş (7> sihir yapmaya çalıştı. Server, sihir okudu, elindeki kılıç (8)
ile çaldı. Lainin bir kolunu dirseğinden kesip yere bıraktı. Ragduş, (9) imdat,
diyerek dışarı kaçtı. Hemen diğer cazular geldi, onu yaralı bir şekilde alıp (l0)
kaçtılar. Sihir ile havaya uçurdular, Cebelka’ya gittiler.
Server, Menucher’e işaret (ll) etti. Menucher’in askeri rahmanî ve kitap
ehli idi. Kimisi Müslüman, (l2) bazısı da Nasranî idi. Şeytan ordusunu ele
aldılar, kılıç koydular. <l3) Şeytanların kimi kaçtı, kimi helak oldu. Şehirliler de
durumu öğrendi. Meşale <14) yakıp dışarı çıktılar, şeytanın askerlerini kırdılar.
Sultan Tamus karşılamaya gelip <l5) Şerifi iki gözünden öptü, alıp şehre getirdi.
[T1023] (l) Şerif, Sad’ın kesik başını bir cinnî ile kabrine gönderdi. (2) Orada
konakladılar. Şerif, Menucher’e:
-Bu lainin nereye gittiğini biliyor musun, dedi. (3) Cinnî:
-Biliyorum. Cebelka’ya gitti, dedi. Şerif:
-Gidelim, orada (4) bulunan Müslümanları kurtaralım, dedi. Menucher:
-Güzel olur, Server, dedi. (5) Sultanın kızını, Şerifin isteği ile bir beye
verdiler. Şerif, <6) Semend-i Sebz’e bindi, onlara veda edip arkadaşları ile
birlikte yola çıktı. Biraz (7) yürüdüler, ulu bir dağa çıktılar. Bir mağara gördüler.
Yaşlı bir adam oturmuş, mağarada ibadet (8) eder. Şerif, ona yaklaştı. Yaşlı
adam, Şerife saygı gösterip: ( ’
-Ya Server! Sana bir dua öğreteyim. Onunla buluda çık. Bulut seni (10)
götürsün. Nereye gitmek istersen çabucak ulaşırsın, dedi ve Şerife o (ll) duayı
öğretti.
Şerif, yaşlı kişiye veda etti. (l2) Yaşlı kişinin adı, Abdullatif Garbi idi.
Şerif; Hızır’ın duasını okur okumaz (13) bir bulut geldi, Şerifi atıyla birlikte alıp
havaya çıkardı. (l4) Menucher, aşağıdan giderdi. Şerif, bu olayı şöyle anlatır:
-O kadar yaklaştım ki orada <l5) meleklerin teşbih sesini işittim. Havadaki
denize yetiştim, elimle [T1024] (l) ona değdim. Bir elim ıslandı. Yıldızlar ulu
dağlar gibi suyun (2) yukarısında görünürdü, asılı dururlardı, göğe yakın gibi
görünürlerdi. (3) Dünyanın dönme sesi, çark sesi gibi kulağıma gelirdi. Güneş
ve (4) ayın sıcağı ile soğuğu bana tesir ederdi. Cebelsa’dan gittik. Onuncu (5)
gün, gün doğusundaki Cebelka’ya ulaştık. (6) Oradan öte tarafta şehir yoktu.
Güneşin ısısından dolayı kurumuştu. (7) Server, şehre ulaştı. Gelip bir yerde
konakladı. (8> Bir kişiye rastladı. Şerif, ona:
-Dur bire er! Bu şehrin nasıl bir şehir (9) olduğunu Bize haber ver, dedi. O
kişi:
-Cebelka’dır. Şerif:
-Beyi kimdir, diye sordu. O e r:(l0)
-Buranın beyi, Ferdus Şah’tır. Sihirbaz bir kişi K aftan gelip (ll) onu esir
ve hapseyledi. O sihirbaz, diyar beyinin kızını almak için Cebelsa’ya indi. (l2)
Şerif derlermiş, bir er gelmiş, (13) bir kolunu kesmiş. Şimdi ondan kaçar. Burada
hasta (l4) ve yaralı bir şekilde yatıyor, dedi. Şerif:
-Git, sen onlara haber ver. İşte Şerif (15) geldi, diye söyle. Kaleyi
versinler, yoksa hepsini kırarım, dedi.
O kişi gelip [T1025] (1) haber verdi. Sihirbazlar hemen sihirler yaptılar,
kaleyi Şerifin gözünden (2) sakladılar. Şerif dua okudu, fayda etmedi. (3)
Sihirbazlardan birisi yerinden kalkıp:
-Ben gideyim, Şerifi hançer ile kör edeyim. <4) Sonra da vurup
öldüreyim, dedi. Bu tarafta Şerif, Menucher’e:
-Yürü, Hazret-i <5) Hızır’a yetiş. Bu belayı def etmenin duasını sana
öğretsin, dedi. Menucher yola çıkıp ( 1 gitti. Bu tarafta cazu, Şerifin yanına
yaklaştı. Şerif (7) gördü ki üzerine duman gibi gölge geldi. Korktu, elindeki kılıç
ile (8) korundu. Kılıcın ucu cazunun gözüne dokundu. Cazu feryat edip (9) düştü,
kendinden geçti. Şerif, onu görünce atından indi, yakalayıp bağladı. (l0)
Birazdan kendine geldi. Şerif:
-Doğru söyle, sen kimsin? Eğer (ll) doğru söylersen seni azat edeceğim,
dedi. Cazu:
-Cazuyum, seni öldürmeye geldim. (l2) Ne kötülük düşündüysem başıma
geldi, dedi. Şerif:
-Bu kale tekrar (13> nasıl ortaya çıkar, çabuk söyle, dedi. Server öyle
deyince cazu başını <l4) aşağı saldı. Şerif:
-Doğru söyle, seni azat edeceğim, dedi. Söz verdi. Cazu:
-Eğer bir cazuyu tutup bu kaleye karşı boğazlarsan durum düzelir, dedi.
[T1026] (1) Server, o cazuyu azat etti. Kırk adım yer gitmeden ardından yetişti,
(2) Şerife saldırdı. Server, onu yakalayıp boğazladı. Cazunun kanı yere (3)
döküldü, o şehir ortaya çıktı. Kale göründü. (4) Şerif heman bir nara attı:
-Ey kâfirler! Canınızı elimden nasıl kurtaracaksınız (5) deyip şehir üzerine
yürüdü. Cazular feryada başladılar. Koşup Ragduş’un (6) katına geldiler:
-Bize yardım et. Saltık, sihrimizi batıl etti. Durum şöyle (7) oldu, dediler.
Ragduş:
-Artık bizim sihrimizde kuvvet kalmadı, dedi. (8) Cenk hazırlığını görüp
burca geldiler. Şehirdeki Müslümanlar, (9) artık cazuların sihri kalmadı, diye
duydular. Hep birlikte (10) şehirli baş kaldırdı. Cazuları ortaya alıp kılıçtan
geçirdiler. (ll) Kapıyı, Şerife açtılar, karşılamaya geldiler. Şerif: <l2)
-Yüzünüz ak olsun. Fakat Ragduş dedikleri cazu nerede, diye sordu. <13)
Halk dua edip:
-Ragduş laini sarayında bulamadık. Nerede olduğunu (l4) da bilmiyoruz,
dediler. Şerif oradan şehre geldi, saraya çıkıp aradı. (l5) Ragduş’tan hiçbir eser
ve nişan bulamadı. Sonunda taht altında [T1027] (1) bir kapak gördü, hemen
onu açtı. On basamak merdiven indi, bir kubbeye geldi. (2) Gördü ki bir kişi
zincir ile bağlanmış yatmakta. O kişi Şerifi görünce: <3)
-Saddak ya Resullullah, dedi. Şerif ona selam verip:
-Niçin <4) böyle söylersin, bana haber ver, dedi. O şahıs:
-Ya Şerif! Ben <5) Ferdus Şah’ım. Bu gece rüyamda Hazret-i Resul’ü
gördüm. Gelip (6) bana:
“Ya Ferdus Şah! Şimdi oğlum Şerif gelir, seni azat eder. F ak at(7) Ragduş
lainin arkasını bırakmasın, K a fa gitti.”, dedi. Tekrar buyurdu:
“Oğlum Şerif beklemesin, <8) gitsin. Tekrar gazilere yetişsin.”, dedi. Şerif
bunları duyunca çok mutlu oldu, Ferdus’u dışarı getirdi. Bağlarını çözdü,
getirip tahtına geçirdi. Şehirdeki cazuları <l0) sürdüler. Müslümanlar
kuvvetlendi, davullar dövdüler, bayram yaptılar. Bunlar burada...
(ll) Diğer tarafta Ragduş lain kaçıp K a fa gitti. Şuaa Dağı’na yakın bir
yerde, doğu tarafında <12) şeytanların makamları vardı, orada olurlardı. Ragduş
(13) onların yanma vardı. Buradaki şeytanlar, Ragduş cazuyu İblis’in huzuruna
çıkardılar. <l4) Ragduş İblis’in elini öptü, ağladı:
-Bana yardım et! Basıma (l5) şu felaket geldi, dedi. İblis bütün şeytanları
bir araya topladı: [T 1028]( )
-Toplanın. Bu Seyyid Şerif benim evladımı birkaç kez kırmıştır. <2) Ben
de ona bir iş edeyim. Benim sihrimi nasıl def edecek bakalım, dedi. Çok sayıda
şeytan askeri(3) topladı:
-Sizlerden (4) kim Şerifi yakalayabilir? Öldürmek kastıyla gitmeyin.
Melekler (5) sizi yanına yaklaştırmaz. Ben kalbine girip nefsini azdırayım. <6) Siz
hazır olun, belki rast gelirsiniz. Alın, (7) çölün yukarısındaki Remel-i Mahbes
dedikleri yere bırakın. (8) Aç kalıp orada ölsün, dedi. Şeytanlar içinden bir
şeytan ilerit9) gelip:
-Ben canımı ve başımı senin yoluna koydum. Bu görevi ben yapayım,
dedi. (l0) İblis, ona görevi verdi. Diğer askerlerine: (ll)
-Yürüyün, Kamerülkum meydanının içine inip bekleyin. Zira Rum’da (12)
cinnîler cenk etseler orada ederler. Acem’den, Mazenderan’dan Arap’tan ve <l3)
Ruhan’dan geldiler, oraya kondular. İblis’e:
-Ey bizim ulumuz! (l4) İşte biz buraya geldik. Âdemoğullarınm her birini
kırk melek <15) bekler. Bize başarma hakkı yoktur, bize bir zarar gelir diye
korkarız. Her birimiz [T1029] (1) bir heybetli canavar suretiyle onlara
görünelim. Bizden korkunca akılları (2) gider. Melekler de onları bırakır. İşte o
zaman biz ne istersek yaparız, dediler.
(3) Aralarında sözleşip yürüdüler. Bu tarafta Şerif, Cebelka’da oturu
(4> Bir gece ihtilam oldu. Kalktı ki guslede. Olduğu yerde bir bağ vardı. (5)
Orada bir ağaç dibine geldi. Meseldir: Cenabet olarak ağaç dibine (6) varan, sara
olur derler.
İblisten o görevi alan şeytanın adına (7) Sarsar derlerdi. O dev yetişip
geldi, yel gibi esti. Ş e r if i(8) yerinden götürdü. Server bilemedi. Rüzgâr geçince
baktı, kendini bir (9) çölde buldu. Kumdan bir sahra. Kum, yere basınca adamın
dizine çıkar. <10) Server düşünerek biraz yürüdü. (ll) Gördü ki yürümekle olmaz.
Aciz kaldı, Menucher’in duasını okudu. <l2> Menucher cinnî çıkageldi, Server’i
alıp kum girdabının dışına çıkardı. (13) Bir türbenin yanında bıraktı. Server
kalktı, türbenin kapısına <l4) geldi. Kapısını açıp içeri girdi. Büyük bir türbe...
Orta yerde (l5) bir taht... Üzerinde demirden yapılmış bir tabut... Başı üzerinde
bir [T 1030](1) muska... Server onu eline abp okudu. Yazmışlar:
-Ben, A saf bin <2) Berhiya’yım. Bu hamayile dört yüz kırk dört dua
yazdım ve sana (3) yadigâr koydum. Her biri bir şey içindir, demiş. Bildi ki bu
A sa f m türbesidir. (4) Ruhuna dua etti, hamayili alıp dışarı çıktı. M enucher(5) ile
biraz gittiler. Gelip Balçık denizine eriştiler. Orada sülüğe (6) benzeyen
canavarlar gördüler. Her biri deveden büyük. Bazıları daha küçük. <7)Başlarında
kemikten birer tane boynuzları var. Bir yerden bir yere (8) atlarlar, balçığa
saplanırlar, çekilirler. Seyyid çok şaşırdı. (9) Oradan Deşt’e gitmek üzere yola
çıktılar. Gelip kondular. (l0) Cebelka’da Ferdus Şah’ı bulamadı. Gitti, (ll)
belirsiz oldu. Şerif orada otururdu. Bir (l2) rahmanı cinnî gelip Şerife ve
Menucher’e dua edip:
-Meydan içine cin askerleri (l3) gelip konakladı. Karşılarına şeytanların
askerleri yerleşti. Cm (l4) padişahını Müslümanlara şeytanlar zarar vermesin
diye Hazret-i Hızır gönderdi, dedi. <l5) Şerif ona dua etti. Menucher: [T 1 0 3 1 ](l)
-Beyleri hangisidir, diye sordu. Cinnî:
-Ulu meliktir. Ona, Melikülervah (2) derler. Gelen odur, dedi. Server:
-Onunla birlikte kaç bin cinnî geldi, dedi. O :<3)
-Bir milyon cinnî askeri var, dedi. Server:
-Ya Menucher! Sen de (4) askerlerini alıp gel. Meymun-ı Tayyar ve
Mesun Cinnî’nin askerlerini de birlikte getir, dedi. Menucher (5) gitti. Server o
cinnî ile birlikte Kamerülkum’a gitti. Menucher cinnî askerlerini(6) ve beylerini
topladı, Melikülervah’a geldi. Şerifin huzuruna (7) çıkıp görüştüler. Bir milyon
rahmanî cinnî toplanıp (8) saf bağladı.
Diğer tarafta şeytanların askerleri de toplandı. Ragduş’a , <9) İblis’e, Sarsar
laine ve Rahib Miranus’a birer taht düzenlediler. Onlar tahtın (l0) üstünde
oturdular. Taht, havada muallak duruyordu. Rahmaniler de (ll) Melikülervah’a,
Meymun’a, Mesud’a ve Menucher’e dört taht hazırladılar. Onlar da <l2) havada
dururdu. Fakat Menucher tahtında oturmadı, Şerif ile birlikte cenge <l3)
hazırlandı. Şerif, Menucher’e:
-Şu havada duran nedir, dedi. <14) Menucher:
-O gördüğün yetmiş iki milletin düşmanı İblis’in tahtıdır, (l5) dedi.
-Şerif gazaba geldi, hemen Semend-i Sebz’i İblis’in tahtının tarafına
sürdü. [T1032] (I) Şeytanlar üşüştüler, başarılı olamadılar. Şerif, tahtın altına (2)
vardı, bir ok attı. Üzerinde “la havle vela kuvvete illa <J) billah ” yazılmıştı. Ok
tahttan geçti, Sarsar’ın dübüründen girip (4) ağzından dışarı çıktı. İblis onu
görünce kalkıp kaçtı. Server, (5) ardından o laine bir ok attı. O laini oturağından
vurdu. Lain yaralandı, (6) oradan kayboldu. O yara iyileşmedi, bu yara ile
sürünüp durdu, derler.
(7) Onlar kaçtılar. Rahib de indi. İstedi ki kaça. Server, ona da göğsü
bir ok (8) vurdu. Tepesinin üzerine düştü, can verdi. Taht havadan yere düştü. (9)
Server, Ragduş laini gördü. Lain hasta yatıyordu. Server <l0) yetişip geldi, süngü
ile öyle bir vurdu ki diğer yanından geçti. (ll) Omuzuna aldı, Keyyus’un
süngüsüyle onun cesedini gezdirdi.
Cin askerleri bu durumu görünce <12> hep birlikte hücum ettiler.
Şeytanların askerlerini öyle kırdılar (l3) ki sağ kişi kalmadı. Müslüman cinnîler
gelip Şerife dualar ettiler. (l4) Server cinnîlere izin verdi, kendisi (15) Tuna’ya
gitmek üzere yola çıktı. İblis lain yaralı bir şekilde [T 1 0 3 3 ](l) kaçıp K a fa gitti.
Lainin kalbine insanoğlunun korkusu düştü, (2) yaslar tuttular. Bundan böyle
şeytanlar insanoğluna asker çekmeye kast edemedi. Allahu tealadan emroldu,
Gökten melekler <3) gönderildi. Şeytanların askerleri kıyamete kadar (4)
insanoğlunun içine gelip harp edemeyecek. Şerif dua edip Hakk’tan öyle diledi.
(5) İblis gördü ki melekler gelip beklerler. Deccal çıkıncaya kadar onlara izin
yoktur. <6) İblis zebun oldu. Bu defa insanoğluna gizli(7) zehir ile fesat ettirmeye
başladı. Ragduş lainin başını gaziler ocağı (8) Edime şehrine gönderdi. Orada
şenlikler yaptılar. Başını kalenin kapısına (9) astılar, şehri donattılar, Şerife
dualar ettiler. Müslümanlar çok mutlu oldu. (10) Server, Tuna’ya geldi, bir süre
sonra gemiye binip Hırakun laininin yanma gitmek (ll) üzere yola çıktı.
Hırakun, kalesinde gafil otururdu. Şerif gelip (l2) kaleye çıktı, bir nara attı:
-Benim Saltık, dedi. Kâfirler kaçtılar, Server (l3) doğru Hırakun’un oturup
içki içtiği bağa geldi. Ona yaklaştı. (1 ’ Kapıda duranlar engel olmaya çalıştılar.
Şerif onları kılıçtan geçirdi, içeri (15) girdi. Hırakun, Seyyid’i görünce yerinden
kalkıp sarayına kaçtı, [T1034] (l> kapıyı sıkıca kapattırdı. Server ileri varıp
kapıya bir tekme vurdu, kapı (2) yıkıldı. Server içeri girip Hırakun’u saçından
yakaladı, tuttu, başın (3) kesti. Çıkıp sarayının damına astı. Kale halkı onu
gördü, gelip (4) haraca razı olup itaat ettiler. Hırakun’un oğlunu bey olarak
atadılar. (5) Server, oradan tekrar Baba şehrine gitmek üzere yola çıktı. Server
giderken bir gemiye rastladı. (6) Baktı ki Müslümanlar. Onlar da Şerifi
gördüler, tanıdılar. Gelip Şerifin elini öptüler, (7) bir mektup sundular.
Yazılmış ki:
-Harcınevan kâfirleri gelmişler, Sinop’a zahm et(8) vermişlerdir.
Server buyurdu, gemiyi Sinop’tan tarafa sürdüler. On birinci (9) gün
Sinop şehrine ulaştılar. Sinop şehrine çıkıp oradaki Müslümanlar ile (l0)
görüştüler. Server kaleden dışarı çıktı. Gördü ki küffar askerleri şeh ri(ll) ortaya
almışlar. Gök gürlemesi gibi bir nara atıp kılıcını eline aldı:
-Ya Şemmas! (l2) Sana bir iş edeyim de gör, dedi. Atını kâfirlerin üzerine
tepti, yürüdü. (l3) Ok yağmuruna tuttular, fakat başarılı olamadılar. Şerif
sancağın dibine kadar vardı. (l4) Şemmas o hâli görünce kast etti ki kaça. Server
ardından yetişti. Mızrağını <l5) öyle bir vurdu ki atından yere yıkıldı, can verdi.
Büyük oğlunun adı, Masraman [T1035] (l) idi. Şemmas’m o oğlu sancağı alıp
bir dağa arkasını verdi, tekrar cenge (2> durdular. Orada iki gün cenk ettiler. O
sırada sahra yüzünden toz koptu, bir sancak <3) çıktı. Bin kadar Müslüman gelip
yetişti, cenk (4) ettiler. Şerif çok mutlu olup dua etti. Onlar, hemen kâfirleri
kırdı. Şirman (5) onu görünce kaçtı, gidiverdi. O gelen İslam ordusunun beyi
ErtuğruPun (6) oğlu Alp Osman Gazi idi. Osman Gazi, o ite bir gürz vurdu.
Şirman’ı <7) esir edip askerini kırdılar. Dönüp Şerifin yanına geldiler. Şerif, <8)
Osman’a dualar etti:
-Yüzün ak olsun! Fetih, nusret ve devlet şenindir. (9) Zira bu kadar kâfir
bana bu kadar zamandır karşı durmamıştı. Bundan bildim k i (10) şimdiden sonra
zaman şenindir. Tanrı senin nesline bereketler, kuvvetler (ll) ve fetihler versin.
Züriyetin kesilmesin. Saadet ve devlet sizden uzak olmasın, (12) deyip dua etti.
Osman’ın sırtını okşadı. Sonra buyurdu, (l3) Osman Gazi, Şirman’ın, boynunu
vurdu. Şerif:
-Ya Osman! Gazan mübarek (l4> olsun, dedi.
Yenilen kâfirler Harcınevan’a geldi. Şirman’ın küçük kardeşini bey
yaptılar. <l5) Geldiler, kaleyi sağlamlaştırıp durdular. Şerif, Osman Gazi ile
yürüdü, Harcınevan’ı [T 1036](1) yağmaladılar. Şerif, Osman Gazi’ye:
-Oğul Osman! Sen şehirden (2) tarafa yürü, dedi.
Osman şehre geldi, kâfirler Osman’ı gördü. Aman deyip karşı (3)
geldiler. Hediyeler getirdiler. Şerif onu gördü, Harcınevan tarafının (4) gazasını
ona emanet etti. Eline bir şefaatname verdi. Sultan (5) Alaeddin’in huzuruna
vardı, Harcınevan tarafına tımar verilmesini istedi. <6) Yukarı dağda Şemmas’ın
oğlu Şemun durmuştu. Cenk hazırlığı yapmıştı. (7) Şerif, Osman’a dönüp:
-Yürü, sen bu kale ile cenk et, <8) göreyim, dedi. Şerif, Osman’ın iki
eteğini kendi eli ile beline soktu: <9)
-Yürü, fetih ve zafer şenindir, dedi. Osman, Seyyid’in elini öpüp yürüdü.
<10) Şemun gördü ki Osman ile Müslümanlar geldi, kaleye yürüdüler. (ll)Cenk
için hazırlık yaptılar. Osman bir ak papuç giymişti. Elinde bir yay ve ok ile(12’
bir yerden bir yere sıçrardı:
-Bırakmayın gaziler, derdi. Bin kişilik akıncı gazilerin başı <13) Togıncas
idi, Osman’ın emrine itaat etti. Çok şiddetli bir cenk ettiler. O gün (i4> akşama
dek cenk oldu. Sonunda dönüp konakladılar. Ertesi gün <l5) tekrar yürüdüler,
kaleye hücum ettiler. Gaziler sıkı durdu. Kâfirler [T1037] (l) zor duruma düştü.
Ertesi gün tekrar cenk ettiler. Sonunda barış ortaya atıldı. <2) Yılda bin dinar
eşrefi* vermeye razı oldular. Osman razı(3) olmadı. Şerif:
-Daha zamanın var. Al kabul et. Benim kâğıdımla (4) gidersin sana bu
diyarı tımar olarak verirler, sancak beyi olursun. O vakit nasıl (5) istersen öyle
yap. Görmez misin ki sultanın her kulu bir yeri fethetti, (6) kendilerine mülk
edindiler. Sen de burayı kuşat, kılıcınla al, (7) mülk edin. Bunun üzerine barış
yapıp döndüler. Osman ile <8> Şerif Gazi, Sinop’a gitmek üzere yola çıktılar.
Sınıra gelince haber ulaştı: <9)
-Sana, sultandan bir kâğıt geldi, dediler. Şerif, Osman’a dualar (l0) etti.
Eline şefaatname verdi, Harcınevan’da gösterdiği erlikleri (,l) yazdı:
-Bu diyarı bu yiğitten başka kimse fethedemez, dedi. Osman o <l2) kâğıdı
alıp sultana götürdü. Sultan kâğıdı görünce <l3) o diyarı Osman’a verdi. Şerif,
Osman’a dua etti, üzengisini (l4) tutup atına bindirdi. Nasihatler edip dedi ki:
-Asla dininizin (15) yolunda azmayın, yaramazlık yapmayın. Zira Hak
teala azgın kulunu sevmez. [T l038] (1) Onun üstüne bir kulunu daha musallat
E ş re fi: (?).
eder, helak ettirir. Gafil olma. (2) Dinin kurallarına uyun. Adil olun, zulüm
etmeyin. İhsan eylen, şerden(3) kaçının. İyi sözü tutun, haram yemeyin.
Saltık Gazi, nasihatler edip Osman <4) Gazi’yi makamına gönderdi.
Osman, Yunan’ın gelip (5) geçtiğini işitse gelir Server’i ziyaret ederdi. Âdet
edinmişti. Osman, Saltık Gazi’ye baba (6) derdi. Server de onu oğul edinmişti.
Osman Gazi gidince Server <7) gemiye binip tekrar Rumeli’ye geçti.
Doğru Baba şehrine gitti, orada (8) dinlendi.
ON BİRİNCİ BÖLÜM
Rivayet edenler şöyle anlatır: Bir gün Seyyid otururken bir genç, Hüsrev
ve Haşan ile (l0)içeri girip Seyyid’in elini öptü ve ağladı:
-Ya Server! (ll) Ben fakir, Matra ve Şumlu vilayetinin melikinin
oğluyum. Benim bir amcam vardı. (12) Babam ölünce yerine amcam padişah
oldu. Onun bir kızı vardı. <13) Adını Mihriban koymuşlardı. Benimle onu beşik
kertmesi yapmışlardı. (14) Bizi evlendireceklerdi.
Amcam padişah olunca kızı bana vermeye <l5) razı olmayıp vezirinin
oğluna verdi. Bana zulüm edip ilden sürdü, [T1039] (1> kovup çıkardı. Kız, hâlâ
seni beni ister, derler. Deli olmuştur. Bana haber gönderdi. (2) Bize derman
olursa Baba’dan olur, onun yanma git, hâlini anlat; dedi. (3) Ben de atımı
sürdüm hazretinize geldim. Eğer bize yardımcı olup mutlu ederseniz (4) ikimiz
birlikte iman getirelim, Müslüman olalım, dedi. Şerif:
-İnşallah hayır olur <5) yiğit! Eğer sen imana gelirsen İslam hürmetine bu
iş bana kolaydır, dedi. (6) Yiğit hemen ayağa kalktı, imana geldi. Server çok
mutlu oldu. Server ona Hudadad (7) adını verdi. Hemen kalktı; divit ve kalem
getirdi, Matra ve Şumlu Meliki Dimitri’ye bir mektup yazdı. (8) Bir kâfirle
gönderdi. Bu mektupta dedi ki:
-Sen ki Dimitri’sin. Ben ki <9) Saltık’ım. Sana bu mektup ulaşınca bilmiş
olasın ki kızın Mihriban’ı kimseye vermeyesin. (l0) Kardeşinin oğlu Tuma bin
Niko’ya onu vermeye söz vermişsin. Onlara zulüm (ll) etmiş, iki genci
ayırmışsın. Tuma geldi, benim önümde iman getirdi. Kız da (12) onu istermiş.
Sakın onu kimseye verme. Ben de geliyorum. Onu çok kötü bir şekilde (l3>
alırım.
Mektup tamam oldu, mühürleyip bir kâfirle gönderdi. Mektup (l4)
Dimitri’ye gelince alıp okudu, canı başma sıçradı. Papazları toplayıp (l5) danıştı.
Kâfirlerden birisi ayağa kalkıp:
-Ya melik! [T1040] (1) Bu Saltık ejderha değildir ki bunca halkı kıra. Ben
kulun ona cevap veririm. (2) Kızı alıp Ahenabad Kalesi’ne götürelim. Orada
dursun. Bu kale, Siros (3) melikinin hükmündedir. Kalenin beyi kardeşimin
oğludur. Siros halkı ile <4) gidelim, onun hakkmdan gelelim. Bizim de
akrabamızdır. Safıyan beyi (5) ile Filiban ve Haşan mülkleri bizim
kavmimizdendir. Onlardan asker alalım, Saltık’a (6) âlemi dar edelim, dedi.
Dimitri, o beye:
-Hey! Deli misin? Bu Şerifi sen (7) bilmezsin. Çok katı ve gürbüz bir
erdir. Bu tekürler ve dünya halkı onun ile başa çıkamazlar. (8) Biz nasıl cevap
verelim, dedi. Rahipler:
-Bey! Kızı kaleye gönderelim. (9) Savaş hazırlığını yapm, dedi.
Konuşan bey, kâfirlerden idi. (10) Kızda gönlü vardı. Bu karışıklıkta kızı
alıp bey ile akraba olmayı umardı. (ll) Beylerin kuvvetiyle kızı kendisi almak
isterdi. Muradı, bu idi. Gördü ki (l2) kızı almasına imkân yok. Atma binip Siros
mülküne kaçtı. <l3) Dimitri kızı Dıranos Kalesi’ne gönderdi. Ahenabad’a
göndermedi. (l4) Orada kızı sakladı. Kaçan beyin adma Giryakos derlerdi, Siros
5) mülküne ulaştı, hâlini ve sevdasmı söyleyip ağladı. Melik: [T 1041](1)
-Ya Giryakos! Bu iş, zor iştir. Zira Saltık’tan korkarız (2) ama Dimitri
kolaydır. Çevresindeki beyler:
-Toplanalım, kızı (3) Dimitri’den isteyelim. Verirse, Saltık ne diyebilir,
dedi. (4) Beyler bir yere toplandı, kızı Kiryan’a istediler. Elçi gitti, <5) haberi
bildirdi, Dimitri âciz olup:
-Ben onu bir yiğide verdim. Ondan (6) alıp size nasıl vereyim, deyip haber
gönderdi. Onlar da asker toplayıp (7) Dimitri’nin üzerine yürüdüler. Bu tarafta
Saltık da durumu öğrenip haber (8) gönderdi. Saltık’a cevap gelmedi. Siyah
atma bindi, Matru ve (9) Aşumlu’ya gitmek üzere yola çıktı.
Biraz gitti. Sınıra varmca gördü ki (l0) bir alay cemaatgelmekte.Meğer
kızı Diranos Kalesi’ne götürüyorlarmış. <n) İmana gelen yiğit, kızdan haber
aldı, gelip Server’e iletti. (l2) Server atmdan indi, atı Hudadad’a verdi. (l3)
Kendisi kızdan tarafa yürüdü. Hudadad bir yerde gizlendi. <l4) Şerif cemaate
yaklaşınca eskerler Seyyid’e kimsin, dediler: <l5) Seyyid:
-Bir rahibim. Mihriban’ı vaftiz etmeye geldim. İstedim ki bütün
düşmanlardan [T 1042](l) kurtulsun. Askerler gidip kıza bildirdiler:
-Bir rahip geldi <2) şöyle der, dediler. Kız:
-Getirin, göreyim nasıl bir rahiptir, dedi. Hemen katırın (3) başmı çekip
durdu. Bir kişiye:
-Bu halk yanımdan uzaklaşsın, dedi. (4) Hemen yanından uzaklaştılar.
Şerifi alıp kızın yanma getirdiler. Server (5) kıza yaklaşınca dönüp gülerek:
-Ya nigar! Beni tanıdın mı? Ben (6) kimim, dedi. Kız:
-Yok tanıyamadım, dedi. Server:
-Ben Saltık’ım. Eğer beni halka (7) duyurursan seni hemen öldürürüm,
dedi. Kız: (8)
-Benden ne istiyorsun, dedi. Sever:
-Muradım şu: Seni, Hudadad’a vermeye <9) söz verdim. Bana ne dersin,
dedi. Kız:
-Ya Server! Ben sana itaat ederim. Nasıl dilersen (l0) öyle yap, dedi.
Sever:
-Şimdi atından aşağı in, dedi. Şerif,(ll) hemen kızı boynuna aldı. Kıza:
-Omuz üzerine otur, dedi. Kız (l2> oturdu, Server kızı alıp hemen
yürüyüverdi. O duran kavim:
-Hey papaz! (l3) Ne yapıyorsun? Kızı aldın, nereye gidiyorsun, dediler.
Şerif:
-Ben Saltık’ım! (l4) Size neler edeceğim, görün, dedi, yürüyüp kenara
kaçtı, gitti. (l5) Kâfirler atlar ile ardına düşüp:
-Bre yakalayın, deyip koştular. Ha şunda, [T1043] (I) ha bunda diyerek
aradılar, fakat tozunu dahi göremediler. Kâfirler <2) âciz kalıp dönüp gittiler.
Server, atını sürüp Hudadad’a geldi. (3) Kızı arkasında getirdi, baktı ki Hudadad
orada yok. Dağa girmiş, <4) bir yere saklanmıştı, bulamadı. Gördü ki ardından
kâfirler yetişti. (5) Server, dönüp hızlıca oradan uzaklaştı. Gölgesini dahi
göremediler. Kâfirler: “Eyvah! <6) Kızı aldırdık!” diye feryat ve figan ettiler.
Kâfirlerin yanında <7) vezirin oğlu da vardı. O, hızlı koşan bir atla Server’in
ardına düştü. (8) O kadar hızlı koşturdu ki at çatladı. Kâfir üstünden indi, <9) iki
eteğini beline sokup tekrar Server’in ardına düştü. Akşam oluncaya (10) kadar
yürüdü. Server giderek büyük bir ırmağın kenarına geldi. Irmağa girmeye
niyetlendi. Kız: (ll)
-Ya Server! Bu ırmak derindir, girme, dedi. Seyyid:
-Hey kız! Ateş ve su (I2) benim dostumdur. Gireceğim, nasıl olursa olsun,
dedi. Kız:
-Mecalim kalmadı, (l3) beni yere bırak, dedi. Server kızı arkasından
indirdi. Yere koyunca <l4) vezirin oğlu gelip yetişti. Yaklaşınca bir taş üzerinde
oturdu, biraz <15) daha dinlendi. Sonra:
-Ya Saltık! Hiç sen ömründe sovan, sarımsak [T1044] (l) veya pırasa
yedin mi, diye sordu. Server:
-Biz, faydalı sebzeleri,2) çiğ yeriz. Pişmişini yemeyiz, dedi. O kâfir:
-Eyvah! Ben sana <3) yetişemem, dedi. Şerif, ona:
-Gel beri, muradın ne ise gör, dedi. Kâfir yerinden kalktı, <4) kılıcını yalın
edip karşı geldi. Server onun elinden kılıcı çekip aldı: <5)
-Yürü, var işine git! Sen kim, bana cevap vermek <6) kim, dedi. Akılsız
kâfir, Server’e sövüp:
-Seni bırakmam, dedi. (7) Server gördü ki kâfir kendini huzursuz eder. O
kılıç ile çalıp helak (8) etti, kavgadan kurtuldu. Daha sonra kızı sudan geçirdi.
Bir kale vardı. <9) Halkı, dışarı çıkmıştı. Boş ve tenha idi. Kızı o kaleye <10)
çıkardı, kapılarını yaptı.
Diğer tarafta kâfirler gidip o kızın babası Dimitri’ye (ll) durumu haber
verdiler. Kızın babası feryat etti. Kalkıp askerleri ile yola çıktı. (l2) Hemen
Server’in ardına düşüp gitti. Bu tarafta Kiryan, Siros, Sayfan ve (l3) Filiban;
kâfirler ile gelirken bu olanları işitti. Onlar yolda idi. <14) Asker toplamışlar,
geliyorlardı. Kiryan feryat etti:<l5)
-Hey! Çabuk yürüyün, yetişelim, deyip hızlandılar. Bir süre sonra
Dimitri’nin ardından yetiştiler. [T1045] (1) Dimitri onları gördü. Karşılamaya
gelip onlara ağladı, durumu <2) anlattı. Kiryan:
-Ya melik! Sen bana onu göster. Ben onun hakkından (3) gelirim, dedi.
Övündü durdu, sonra yola girdiler. Server’in izini takip ederek (4) kaleye
geldiler. Kalenin adına Sengabad derlerdi. Geldiler, çevresini sarıp kondular. (5)
Daha sonra burcun dibine gelip çağırdılar:
-Ya Saltık! Gel dışarı çık, (6> senin ile söyleşelim, dediler. Server bu
sözleri işitti, kalkıp burca (7) çıktı, bir kez nara atıp yüksek sesle:
-Ya Hudadad! Nerede isen (8) beri gel, ben Sengabad Kalesi’nin
içindeyim, dedi. Hudadad, bu olayı kendisi şöyle anlatmıştır:
-Server <9) beni koyup gitti. Bir mağaranın içinde oturuyordum. Sesi
kulağıma (l0) geldi. Yanımda bağırıyor sandım. Hemen atıma bindim, Server’in
atını (11) yedeğe alıp o gece yürüdüm. Seher vaktinde kaleye eriştim. (l2)
Seyyid’i burcun üzerinde gördüm. Gelip bana kapıyı açtı, (l3> içeri girdim.
Mihriban’ı görünce aklım neredeyse gidecekti. Yâr aşkı beni kendimden
geçirdi, (14) akılsız oldum. Server bana yer gösterdi, oturdum, dedi.
(l5) Daha sonra Server atına bindi, kaleden dışarı çıktı. Kız ve Huda
[T1046] (l) burca çıktılar, seyrettiler. Server dışarıya çıkınca bir nara attı, (2>
kâfirlere hücum etti. Önüne kim geldiyse başını uçurdu, ömür binasını(3) harap
eyledi yıktı. Kiryan bu durumu görünce hemen atını sürdü, <4) Seyyid’e karşı
geldi. Mızrak ile saldırdı. Server gafil idi, kalkan <5) elinde geri döndü. Server,
çok öfkelendi, Kiryan’ın ardından yetişip <6> kılıcını saldı, kâfiri iki parçaya
böldü.
Siros, melikin kardeşinin <7) oğlunu görünce askerlere bağırdı, kaçmasına
izin vermeyin, dedi. Kâfirler, hep birden at (8) teptiler, Server’i ortaya aldılar.
Cenk içinde Server arslan gibi (9) kükrerdi. Siros melikine rastladı, kılıcını öyle
bir çaldı ki o, iki parça (10)olup düştü, can verdi. Diğer melikler dönüp kaçtılar.
(ll) Server bağırdı:
-Ya kafirler! Kaçarak elimden kurtulamazsınız, sizi bırakmam, dedi.
Melik (l2) Safıyan bu sözü işitti, atından indi, kefeni boğazına takıp Server’in
yanına <13) geldi. Bahsedilen beyler kaçarken, geri döndüler, Seyyid’e gelip:
-Bizi bağışla, <14) sana haraç verelim. Hata ettik, dediler. Server onları
haraca (l5) bağlayıp gönderdi. Dimitri yalnız kaldı, kavim ve askerleriyle bir
yerde durdular. [T 1047](l) Şerif ileri gelip:
-Ne dersiniz, çabucak bana haber verin, dedi. <2) Dimitri:
-Ya Saltık! Vezirin oğlunu öldürdün. Kiryan’ı ve (3) Siros melikini
tepeledin, ben sana itaat etmem. Ama şu şartlarla itaat ederim: (4) Bu dağda bir
canavar vardır. Görünüşü su sığırına, başı ve (5) yüzü insana, burnu file, ağzı
arslana, ayakları geyik ayağına, <6) elleri kaplan pençesine, kuyruğu eşek
kuyruğuna benzer. Sesi <7) heybetli bir canavardır. Çok insan helak etmiştir.
Eğer onu def <8) edersen hepimiz senin dostun olur, itaat eder haraç veririz,
dedi. Server:(9)
-Gelin, onu bana gösterin, geri dönün, dedi. Önüne düşüp <10) gösterdiler.
Server o canavarı görünce canavar yerinden (ll) kalkıp Server’in üzerine
atladı. Server ona karşıdan bir kılıç çaldı. (l2) Boynuna rast geldi, başını önüne
düşürdü. Canavar (i3) öyle inledi ki dağ taş onun sesiyle yankılandı. Canavar <l4>
düşüp helak oldu. Kâfirler koşup Seyyid’in ayağına (l5) düştüler. Başlarını açıp
feryat ederken şenlikler yapmaya başladılar: [ T l0 4 8 ](1)
-Ömrün uzun olsun, zamanın Rüstem ibni Zal’ı. Sen, zamanın en güçlü
pehlivanısın, (2) dediler. Atlarını sürüp şehre geldiler, Server’i kondurdular,
misafir ettiler. Düğünler (3) yapıp Mihriban Banu’yu Hudadad’a verdiler. Kız da
imana geldi. <4) Oradan ayrıldılar; serverler, Hudadad ve kız, Baba şehrine
geldi. Şerifin yanında (5) kalıp ibadet ettiler.
ON İKİNCİ BÖLÜM
DİĞER GAZA
Rivayet edenler şöyle anlatır: (6) Seyyid biraz sakin oldu. Bir süre sonra
gönlü gaza istedi. Dışarı çıkıp Surha atına (7) binip yürüdü. Düşman aramaya
giderdi. R um (8) diyarında düşman kâfir kalmadı, hep haraç verirlerdi.
(9) Server bir süre yürüdü. Dağlara (l0) ulaştı. Büyük bir kaleye rastlad
Kalenin başı gökyüzüne ulaşmıştı. Kaleye yaklaşınca <l2) atından inip oturdu.
Şehrin meliki avdan (!3) geldi. Seyyid’i gördüler, atlarım sürüp üstüne geldiler.
Şerifi görünce <l4) tanıdılar:
-Hey cazu! Buraya niçin geldin, dediler. Server’in üstüne (l5) üşüşüp hep
birlikte hücum ettiler. Seyyid’i [T1049] (1) tutup bir ata bindirdiler, Mirgun
Kalesi’ne getirdiler. O <2) gece Server’i hapsettiler, sabahleyin beylerinin
huzuruna (3) getirdiler. O melik, Şerife:
-Ya Saltık! Benim elimde nasılsın? Server (4) ona bir şey söylemedi,
tınmadı. O kâfir emretti. Bir büyük fıçı hazırladılar, (5) onun içine yılanlar,
akrepler ve çıyanlar doldurdular. Server’in (6) elilerini ve ayağını sıkıca
bağladılar. Daha sonra o fıçıya koyup ağzını kapattılar. Yüksekten (7) alçağa
doğru yuvarladılar. Server, Kıır’an okurdu. Biraz okuyunca (8) o hayvanlar ve
canavarlar Server’i incitmediler. Fıçıyı gece oluncaya kadar (9) yuvaladılar.
Seyyid hiçbir şey söylemedi:
-Öldü. Bunun sesi çıkmaz, (10) dediler. Bir derede, fıçının içinde bırakıp
gittiler:
-Yarın gene gelelim, dediler. (ll) Server, Menucher’in duasın okudu. Cin,
çıkageldi Server’i fıçından (12) çıkardı. Daha soma atını ve silahlarını kaleden
alıp Seyyid’e getirdi. <l3) Server atma bindi, Taysun iline gitti. Kâfirler sabah
kalkıp (14) geldiler; fıçıyı boş buldular. Şerif, yok; atı ve elbisesiyle birlikte
gitmiş. Şaşırıp kaldılar: (15>
-Eyvah! Bu ölmemiştir. Tekrar gelir, dünyayı bizim burnumuzdan getirir,
dediler.
[T1050] (1) Bu tarafta Seyyid’in bu durumu âleme tekrar yayıldı. Şerif<2)
falan kalede tutulmuş, helak olmuş, diye her tarafta söylenmeye başlandı. (3)
Mora nahiyesinde bir bey vardı, adma Cinas derlerdi. Bunun <4) kız kardeşi
Hüma Banu’yu Şerif alıp hatun edinmişti. Şerife (5) düşman idi. Zira kızı zorla
almıştı. Şeriften korkusuna <6) Mora’nın beri tarafına kemer bir duvar inşa
ettirip demir kapı koymuştu. (7) Üstüne burç da yaptırmıştı. Şerif gelip (8)
memlekete girmesin diye beklerdi. Şerifin Mirgun Kalesi’nde tutulup <9) helak
edildiği haberini işitti. Cinas:
-Hemen (10) asker toplayıp Türkleri kılıçtan geçireyim, dedi. Asker
toplayıp (ll) geldiler. O kemerden dışarı çıkıtılar, gelip kondular, oturdular. (12>
Taysun Kalesi oraya yakındı. (l3) Şerif, kâfir askerlerini gördü. Suret
değiştirmişti. Gelip (l4) askerlerin arasına giridi, bir kâfirden sordu:
-Bunlar kimin askerleridir? Nereye gidyorsunuz, dedi. (l5) Kâfir:
-Saltık ölmüş. Türkleri kırıp Rum [T1051] (1) ilinden atmak istiyoruz,
onun için geldik, dedi. Server, o kâfire:(2)
-Gidip Cinas’a söyle. İşte ben Saltık’ım, ölmedim. Ya Müslüman olsun
(3) veya haraç versin, dedi. Kâfir, Server’den kaçıp Cinas’a(4) geldi, haber verdi:
-Ya melik! Ben Saltık’ı gözümle gördüm, bana (5) şöyle sözler söyledi,
dedi. Cinas öfkelendi, haber getiren kâfiri <6) öldürdü. Askerlerine:
-Atınıza binin, dedi. Kâfirler atlarına bindiler, yürüdüler. Server <7) gördü
ki Cinas geliyor. Server orada evden büyük bir kaya gördü. <8) Ortasında bir
deliği var. Hemen bir <9) ağaç kesti, sap edip geçirdi. Sala vat getirip <l0)
yerinden kımıldattı. Başı üzerinde kırk kez salladı. <n) Atına bindi, o büyük
kayayı omzu üzerine aldı, <l2> kâfirlere doğru yürüdü. Kâfirler onu gördüler.
Ş erif(13) dağ gibi bir taşı omzuna almış, üzerlerine gelir. Cinas’a haber verdiler,
|14> gösterdiler:
-Ya melik! Bu Türk Süleyman’ın devi gibidir. Biz bunun karşısında
duramayız. <l5) Kaçıyoruz. Seni tutar, işte sen, işte o! Cinas: [T 1052](l)
-O zaman nasıl edelim? Tedbir alın. Gerçek söylüyorsunuz. Bununla
başa çıkılmaz. (2) Papazlardan biri:
-En iyisi buradan kaçmak. (3) Boğazdaki demirden yapılmış kapıyı sıkı
tutalım, sağlamlaştıralım. Burçlara <4) çıkıp oka tutarız. Bize zarar veremez,
sonra çekip gider. Bu sözden sonra at (5) başını döndürdüler, Şerifin önünden
kaçtılar. Cinas <6) gelip kapıdan girdi. Askerleri de içeri aldıktan sonra kapıyı
sağlamlaştırdılar. Burca çıkıp (7) hazır beklediler. Cenk hazırlığını yaptılar.
Cinas kavmine emretti:
-Sıkı durun, iyi (8) cenk edin, dedi. Beyler, Server’i gördü. Kâfirler
durmayıp (9) kaçtılar. Şerif, bunların ardınca sürüp germeye kadar geldi. Gördü
ki kâfirler (l0> germenin üstüne çıkmış beklemekte. Cenk etmek için hazırlık
yapmışlar. Gök gürlemesi gibi bir nara attı. (ll) Burç üstünde bekleyenlerin
çoğunun aklı başından gitti, burçtan aşağı düştüler, can verdiler. (l2) Cinas:
-Beyler! Bu Saltık yaşlandı, eli ayağı tutmaz, derdiniz. Ne hoş! <l3) Şimdi
bir dağı getirip geldi. Sesi gök gürler gibidir, dedi. Kâfirler: (l4)
-Bu Türk, sihirbazdır, anladık, dediler. Cinas emretti, Server’e top, tüfek,
oklar <l5) ve taşlar attılar. Server’e bir zarar gelmedi. Dokunsa da acı ve sıkıntı
vermezdi. Cinas [T 1053](1) bu durumu görünce çok korktu.
Bir süre cenk ettiler. Server gazaba geldi, o (2) çomakla demir kapıya bir
gürz gibi vurdu. Kapı burç ve duvarıyla (3) paramparça olup yıkıldı. Saltık Gazi,
her burca birer kere vurdu. Vurduğu yer, (4) yıkıldı. Üç yüz otuz burç idi. Üç
gün içinde çomakla harap (5) edip dümdüz yaptı. Hepsini yıktı. Çok sayıda kâfir
de orada helak oldu. Duvar (6) yıkılınca altında kaldılar. Cinas, bu heybeti
görünce çıkıp kaçtı, tahtgâhı Şiran’a (7) gitti. Server, demir kapıyı getirip (8) bir
eline aldı, kalkan yerine tuttu, Şiran’a doğru yürüdü. Bu tarafta (9) kâfirler
Cinas’a haber verdiler:
-Saltık beri geliyor, dediler. Cinas hemen <l0) beylerini topladı, tedbir
istedi. Papazlardan birisi:
-Bu Türke diyelim ki (ll) gel, yanan ateşin içine gir. Eğer seni bu ateş
yakmazsa biz sana inanırız, Müslüman oluruz. (2) Bu Saltık delidir, ateşe girer,
yanar. Bizde (l3) kurtuluruz. Cinas:
-Vay! Ne güzel bir tedbir düşündün papaz, deyip beğendi. Server’e (14)
yaklaştılar, saygı gösterip söylediler. Server:
-Benden ateşe girmek mi (l5) talep edersiniz. Güzel, kabul ediyorum
Yakın yerde bir şehir vardı, Tumas derlerdi. [T1054] (l) Orada bir hamam
bulunuyordu. Yanardı. Kızdırdılar, Server’e onun hamam ocağına (2) gir,
dediler. Server kabul etti, üzerini çıkarıp külhana <3) girdi, ateş içinde oturdu,
yanmadı. Kâfirler bu durumu görünce: (4)
-Ne duruyorsunuz, hemen kılıç ile saldırın, oklar atın, çıplak iken
öldürün, fırsattır, dediler. (5) Kâfirler üşüştüler, Server’e oklar, kılıçlar çektiler.
Server öfkelendi, (6) mübarek eli ile kâfirlere ateşler atıp cenk ederdi. Melik
Cinas <7) bu durumu gördü, insaf etti, hemen gönlüne iman eseri geldi, emretti.
Kâfirler, Seyyid’in (8) üstüne gitmediler. Cinas ileri gelip, külhanın kapısının
önünde iman (9) etti, Müslüman oldu. Server’e yeni elbiseler getirip giydirdi. <l0)
Tahtını ve tacını oğluna teslim edip:
-Ben artık senden ayrılmam, deyip mal ve hâzinesini (ll) Seyyid’e
bağışladı. Kavmini alıp geri Seyyid ile döndü. (12) Orada kalan beyi haraca
kestiler. Mal ve hâzineyi yükleyip gittiler. Mirgun <l3) melikine kâfirler gelip
haber verdiler:
-Saltık geliyor. Cinas’ı Müslüman etmiş. <l4) Cinas da onunla birlikte
geliyor. Ayrıca yanlarında çok miktarda mal var, dediler. Mirgun meliki hemen
atına (15) binip karşısına geldi, çağırdı:
-Ya Saltık! Elimden nereye kaçasın? [T1055] (l) Seni tekrar buldum,
atından in, dedi. Server ileriye vardı, Mirgun’u kuşağından <2) tutup getirdi, yere
vurdu. Mirgun paramparça olup öldü. (3) Server, kâfirlerin üzerine yürüdü.
Kâfirler kaçıp kaleye sığındılar. Server (4) kaleye geldi. Kalenin kâfirleri kendi
aralarında konuştular:
-Bu Saltık’ın nasıl bir kişi olduğunu bilirsiniz. <5) Gelin cenk etmeyelim,
dediler. Gelip a f dilediler. Server onları (6) bağışladı, haraca kesti. Bir süre
orada konakladı, siyafetler verdiler. Şerif (7) getirdiği malı halkın fukarasına
paylaştırdı.
Diğer tarafta (8) Şerifin öldüğü haberi âleme yayıldı. Bu haber Tatar’da
B acu<9) Han’a da yetişti. Külahını göğe atıp:
-Eğer dünyada sağ olasaydı ben (l0) asla yürüyemezdim. Ölüp gitti, ben
hemen Rum’a inerim, oraları ( !) harap ederim, deyip emir verdi. Uç yüz bin
Tatar askeri topladılar. <l2) Rum’a yönelip yürüdüler. Bu tarafta Rum’da, Sultan
(l3) Alaeddin’e haber verdiler. Sultan:
-Eyvah! Şerifin öldüğü duyuldu, <l4) üstümüze düşmanlar yürüdü, dedi.
Asker topladı. <l5) Beylerini davet etti, onları yerli yerine velflıat edip:
-Benden sonra [T1056] (l) sakin olup birbirinizle dostluk edin, kâfirlerle
gaza yapın. Benim oğlum (2) yoktur ki size bey edeyim. Bir bölüğe Harcınevan
tarafını verelim, gidip (3) kâfirlerle gaza etsin. Kâfirlerden ne alırsa onun mülkü
olsun, dedi.
(4) Beyler gidip ittifak ettiler, Ertuğrul’u andılar. Oğlu Alp Osma
gazalarını, <5> Şerifin ona himmetlerini ve oğul dediğini biliyorlardı. (6) İshak
Peygamber’in oğlu Ays’ın neslindedir. Korkud Ata, onun oğlanlarındandır.
Temiz (7) itikatlı Oğuzlardır, Türkün sadık olanları bunlardır. Ebü’l-Müslim-i
Mervi zamanında, ceddi <8) hanedan edip Haricîleri ortadan kaldırdılar, deyip
sultana durumu anlatıp (9) övdüler. Sultan gönlünden Osman’a muhabbet etti.
Hemen bir davetname <l0> yazdılar, mühürlediler. Habercinin eline verip
gönderdiler. Haberci mektubu aldı, Osman’a (l 11 iletmek üzere yola çıktı.
Diğer tarafta Gazi Umur, Akdeniz kenarında (l2) kâfirlerle gaza ederdi.
Başına kızıl bir börk giyerdi. Ona kızıl börkü rüyasında <l3) göstermişlerdi. Bu
arada Şerif öldü, diye haber geldi. Denizden <l4) Frenk askerleri ilerledi,
Akdeniz kenarında olan Aydın ilini (l5) vurdu. Server Umur kâfirleri karşılayıp
cenk etti. Sonunda [T1057] (1) kâfirler galip gelip müminleri yendiler. Gazi
Umur âciz kalıp bir kez:
-Ya Şerif! (2) Velisin. Ahirete göçtüysen de diriysen de bize himmet et,
dedi. <3) Çağırdı, yardım diledi. Server otururken kulağına bir ses geldi. (4)
Tanrı’nın emri ile yel esip onun kulağına getirdi. Seyyid hemen yerinden <5)
kalkıp:
-İşte yetiştim, gayret eyle ya Umur, dedi. Rüzgâr geri esip Gazi Umur’a
(6) yetiştirdi. Gayret edip beklediler. Cenk etmeye devam ettiler. Umur çok
mutlu oldu. <7) Bildi ki Şerif diridir. Askerlerini tekrar toparlayıp:
-Gaziler! (8) Sultanımız Şerif diridir, kulağıma sesi geldi, yetişti. Şimdi
bize ulaşır, dedi.
(9> Bu tarafta Server hazırlığını yaptı, Semend-i Sebz’e bindi,(l0) Yunan’a
geldi. Ruhas Kalesi’nin önünden denizi geçti, Gazi Umur’dan (ll) yana revane
oldu. İkindi vaktinde gelip yetişti. Gelen kâfirler Müslümanları yenmişti. <l2>
Umur Bey’i ortaya almışlar cenk ederlerdi. Şerif, bu durumu görünce bir kez
nara (l3) atıp kılıç çekti:
-Ey kâfirler işte yetiştim. Benim Saltık, dedi.
Kâfirler Saltık Gazi’nin sesini işitince (l4) durmayıp kaçtılar.
Müslümanlar onları tutup kırdı, ellerindeki gemilerini aldılar. (l ) Kâfirden o
gün kırk üç parça büyük gemi gaspettiler. Kâfirleri esir aldılar. [T1058] (l)
Cenkten kaçanlar, Banadik Frenkleri idi. Kâfirler gidip Banadik melikine (2)
haber verdiler. Banadik meliki korkusundan Şerif Umur’a armağanlar ve <3)
haraç gönderdi. Barış yaptılar. Server, Gazi Umur’u iki gözünden <4) öptü.
Ağzının barını Umur’un ağzına verdi. Gelip bir yerde oturdular, (5) söyleştiler,
sonra şehre geldiler. Server bir süre (6) orada oturdu. Daha sonra Kıravan’a
gitmek üzere yola çıktı. Konya halkı, Seyyid’i (7) karşılamaya geldi. Saygı ile
sultana getirdiler. Sultan da karşılamaya geldi, kucaklaşıp (8> görüştüler, şehre
geldiler. Server’i getirip saraya kondurdular. (9) Sultan:
-Ya Server! Hoş geldin, ne buyurursun. Tatar Bacu Han geliyor, (l0) onu
karşılamaya gidiyorum, dedi. Server:
-Bende seninle birlikte geleyim, gidip gaza edelim, dedi. Sultan: (ll)
-Ya Şerif! Ben, Resul’ü düşümde gördüm. Bana;
“Sen yürü. Fetih şenindir, ama bize <l2) tez geleceksin. Hem oğlum Şerif
senin yanma geliyor. Ona de, dönüp Rum’a gitsin. O da yakında bize
gelecek. Cennet içinde benimle sizler komşu olacaksınız. (14) Hak rahmetinde
kalacaksınız, size buyruk böyledir.”, dedi. Ş erif(I5):
-İştittim, kabul ettim. Başımın üzerine, dedi. Birkaç gün Konya’da kaldı,
camiye gelip [T1059] (l) Müslümanlara nasihatler etti. Sultan ile ahiret hakkını
helalleşti, (2> vedalaşıp Sinop’a geldi. Yolda Osman (3) Gazi karşılamaya gelip
Seyyid’in elini öptü. Atlarmı sürüp Sinop’a geldiler.
(4) Sinop’a yaklaşınca Ali Bey karşılamaya geldi, Şerifin elini ö
saygı ile getirip kondurdular. (5> Ali Bey, Şerifin huzurunda Osman ile candan
ahiret kardeşi oldu. Server, Osman’a : (6)
-Sultan sana davetname gönderdi. Hemen kalk, onun yanma var. (7)
Galiba sana Harcınevan mülkünü verecek. Üç yeri fetheyle. (8) Birisi Amasya,
biri Ankara ve biri de Asmuye. (9) İznik Kalesi’nde düşmanm ardında olun,
dedi. (10) El açıp dua etti. Götürüp sultana vermek üzere bir şefaatname (ll)
yazdı. Daha sonra Osman’a nasihatler etti:(12)
-Adil olun, zulüm yapmayın. Halkı hoş tutun, haram yemeyin, (l3) diye
nasihatler edip Osman’ı gönderdi. Osman gitti. Seyyid, bir süre Sinop’ta <l4)
kalıp dinlendi. Birkaç gün sonra gemiye bindi, Rumeli’ye geçti. (15) Gelip Baba
şehrinde oturup dinledi.
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Rivayet edenler şöyle anlatır: Asfar diyarında bir bey vardı, (2) adına
Kaydafan-ı Asfari derlerdi. Bir gün tahtında otururken bir rahip (3) içeri girdi,
Kaydafan’a selam verdi, geçip oturdu. Kaydafan:(4)
-Ya rahip! Neye geldin? Bana anlat, dedi. Rahip, Kaydafan’a : (5)
-Ya melik! Ben K aftan geliyorum. Sana müjdeli bir haber vereyim.
Bilesin ki sana (6) bir şey nasip oldu. Bu, şimdiye kadar asla kimseye nasip
olmadı, dedi. Kaydafan:
-Nedir o haber,(7) anlat, dedi. Rahip:
-Sana K af meliki Hannas’tan haber getirdim. <8) Dört yüz bin cin askeri
toplandı, gelip Tuna kenarında kondular. İnsanoğluna görünmezler, fakat
sana görünürler. Kalk, askerini topla, Şerifin <l0) üzerine gidelim, onun ölümü
senin elindedir, dedi. Kaydafan:
-Ya rahip! Ne söylersin? (ll) Benim babam onun elinde helak oldu. Bunca
beyler ve ordular çektiler, durduramadılar. (12) Meğer rahip suretinde gelen,
İblis lainin kendisi idi. Fitne: (l3)
-Ya Kaydafan! Bilmiş ol ki bu gün dünya içinde senin kadar kuvvetli
melik (I4) yoktur. Niçin bir avuç Türke bakıp durursun? Niçin din için gayret
göstermezsin? (15) İsa ümmeti gelecek, bu Türkler kıracak, esir edecek, dedi.
Kaydafan bunları dinledikten sonra [T1061] (l> kardeşi Yankos’un yanına geldi,
ona ordu başkomutanlığınu verdi: (2)
-Yürü, Türkleri kır, Şerifin üzerine git, bize yardım (3) yetişti , dedi.
Yanko dışarı çıkıp Budun önünde (4) oturdu. Macar ordusunu huzuruna getirdi.
Macar diyarının beyleri (5) hazırlık yaptılar. Mektuplar yazıp; Çeh’e, Leh’e,
Rus’a , (6) Maskos’a, Çesar’a, Kural’a ve Eflak’a gönderdiler. Askerler (7) gelip
Manyas Ovası’nda toplandı.
Yalnız Üngürus’dan, (8) ki oraya Asfari de derler, kırk sekiz bin kâfir
çerisi toplandı, Kaydafan’m kapısına geldiler. Aygırlara binerlerdi, ağır
kâfirler idi. Diğer (10) kâfirlerden de yetmiş altı bin zırhlı asker atlandı.
Toplamı, üç <U) yüz binden üç bin eksik idi. Bazıları da üç bin fazla idi derler .
<l2) Geldiler, Eflak iline yürüdüler. Eflak meliki bunların hareketini Seyyid’e (l3>
bildirdi. Seyyid:
-Eflak ve Boğdan olarak siz onlara (14) uymayın. İlinizi harap etmesinler.
Birlikte gelsinler. Biz karşılık verene ve bir yana oluncaya kadar siz sakin
olun, bir yerde durun, kılıç çekmeyin. [T1062] (l) Sonra görün nasıl olur? Gelip
bize karışırsınız, dedi. Eflak ve (2) Boğdan da varıp onlara karıştı, birlikte
yürüdüler. <3) Kâfirler toplanınca şarap içtiler, sarhoş oldular:
-Türkler (4) kimlerdir, kim olurlar, deyip övündüler. Atlarına binip (5)
yürüdüler. Sürüp Tuna kenarına geldiler.
Bu tarafta Server duyuru yaptırdı. (6) Müslümanlar toplanıp yürüdüler,
Tuna’nm öte kenarındaki (7) Minas sahrasına gelip kondular. Sünniler, Rum ve
Tatarlar yaklaşık yetmiş üç (8) bin dört yüz kişi idi. Orada toplandılar. Bu
tarafta, Rum mülkünde (9) bir şehir vardı, Masitır derlerdi. Orada dinsiz bir
rahip oturuyordu. (l0) Üç yüz yaşını aşmıştı. İstanbul papazları ona haber
gönderdiler: (ll)
-Siz de yürüyün. Din gayretini elden bırakmayın. Bu rahip işitti ki
Kaydafan (,2) çok sayıda askerle geliyor. Kâfirleri hemen yanma topladı, <l3)
Masitır melikini de davet etti. Kilisede bir yere kürsü koydu, üzerine <l4) çıkıp
nasihatler etti, nice sözler söyledi:
-Ya kavim! (15) Ne duruyorsunuz? Askerler siz de bir taraftan yürüyün!
[T1063] (1) Bu Saltık’m işi tamam oldu, dedi. Kalkıp (2) Kaydafan’a yardıma
gittiler. Geldiler, Tuna Baba’yı yağmaladılar.
(3) Bu tarafta Şerif, Kaydafan’a karşı durdu. Kaydafan yaklaşmca
rahibe:
-Ya rahip! K af mülkünün çerisi nerededir, (5) gelip göster, dedi. O lain,
Kaydafan’a:
-Yukarı gel, şu (6) yüksek yere çıkalım, gör, dedi. Tepenin üzerine
çıktılar. İblis (7) sihir edip Kaydafan’m gözünü okşadı. Nereye baksa asker (8)
görürdü. Sevindi, mutlu oldu:
-Ya rahip! Bu asker Şerife yeter. <9) Bize ihtiyaç yoktur. Bizi niçin
getirdin, dedi. İblis: (10)
-Ya Kaydafan! Gerçek söylüyorsun fakat onun ölümü senin elindendir.
Kaydafan’a <" ) görünen şeytanların askerleri idi. Kaydafan kalktı, Şerifin (l2)
üzerine gitti. Bir gün Müslüman ordusunun olduğu sahraya yaklaştı. Kâfir (I3)
askerlerini Müslümanlar gördüler, hazırlanıp beklediler. İki leşker (l4) birbirine
karşı kondu. Kaydafan, Rum beylerinin içinde kayserin yerinde dururdu. (l5)
Her kim Asfar’a padişah olursa bütün küffar ona [T1064] (1) tâbi olurdu. Onu
ulu melik olarak kabul etmişlerdi.
Askerler o <2) gece orada yattı. Sabah oldu, güneş doğdu. (3) İki ordu
atlanıp karşı karşıya durdu. <4) Çok sayıda kâfir askeri Müslümanların üzerine
yürüdü. Müslümanlar, (5) zırh ve silahla donatılmış kâfirlerin önünde duramayıp
kaçtılar, (6) iki tarafa dağıldılar. Şerif, Tatar Han ve beyler ile birlikte bir tepe
üzerinde (7) bekliyordu, kâfirlere bakıyorlardı. Server, bu durumu gördü, bir kez
(8) haykırıp atını sürdü. Kâfirlere saldırıp arslanlar gibi cenk etti. Etrafa <9) kaçan
gaziler tekrar toplandılar. Tekrar geri gelip (l0) büyük oklar, sivri mızraklar ve
gürzlerle kâfirlere saldırdılar. (ll) Akşam oluncaya kadar cenk ettiler. Gece
olunca (12) kâfirlerin tarafından asayiş davulu vuruldu. İki ordu ayrılıp yerlerine
döndü. Kâfirlerden <13) çok sayıda asker kırıldı. Müslümanların da çok sayıda
şehidi vardı, defnettiler. <14) O gece Kaydafan, İbüs’e:
-Ya rahip! Türkler bizim karşımızda sıkı durup (15) cenk ettiler, dedi İblis:
-Ya melik! Yarın fırsat bizimdir, Korkma, dedi. O [T 1 0 6 5 ](l) gece geçti
Sabah olunca iki ordu tekrar atlarına bindi, meydanı (2) tuttu. Kaydafan el
salladı, kâfir askerleri hep birlikte yürüdü. Müslümanları (3) tekrar ortaya alıp
dağıttılar. Server nara atıp atını tepti. <4) Akşam oluncaya kadar cenk ettiler.
Kaçan ve dağılan Müslümanlar geldi, kâfirleri (5) basıp pek çoğunu kırdılar.
Akşam olunca savaşa ara vermeyi işaret eden (6> davullar dövüldü.
Kâfirler döndüler. Müslümanlar bildiler ki bu kâfirler <7) korktu. (8) tekrar
saldırdılar. Üçüncü gün de cenk ettiler. Dördüncü gün sabah (9) küffar askerleri
kalkıp atlara bindiler. Kaydafan başına <l0) altınlı uzun bir taç giydi, beline
gümüş bir kemer kuşandı. Ortaya çıkıp beylerine ve askerlerine seslendi: (II)
-Bu Türkleri yenmeyince atımdan inmeyeceğim. Yürüyün, durmayın, (l2)
dedi. Kalabalık küffar çerisi hep birlikte Seyyid’in üzerine yürüdü. (13)
Müslümanları tekrar yendiler. Tatar Han yaralandı, esir oldu. (14) Çok kişiyi
şehit ettiler. Akşam olunca (l5) asayiş davulu vurdular. Kaydafan gelip tahtına
oturdu, emir verdi, Tatar Han’ı [T1066] (l) getirdiler. Hemen öldürmek istedi.
Vezirleri izin vermedi:
-Sabret! (2> Saltık’ı da tutalım. Türk beylerinin hepsini birden (3>
öldürelim, dedi. Kaydafan sabretti. Hanı tekrar hapse gönderdi. (4) O gece
Kaydafan, kâfir beylerine:
-Sabah kalkıp cenk edelim. (5> Her bir bey, bir Türk beyini takip etsin.
İkisini bir yere getürmeyin. <6) Belki koca Saltık Gazi’yi ele geçiririz, dedi. Bu
şekilde (7) sözleştiler. Ertesi gün sarhoş kâfirler, seher vakti kalkıp at üzerine
bindiler. (8) Gün doğduğu zaman tekrar Müslümanlara saldırdılar. Öyle bir cenk
ettiler ki (9) Rüstem bin Zal o cengi görse takdir ederdi. Kâfirler, (l0)
Müslümanları bölük bölük edip önlerine kattılar, (11) kovaladılar. Server, yine
tepe üzerine çıkmıştı. (l2) Tatar Han’ın esir olmasına çok üzülmüştü. Han’ın
oğulları:
-Biz de atlarımıza binelim. (l3) Babamız için canımız ve başımız feda
olsun, dediler. Şerif onlara:
-Sabredin. (l4) Düşmanınız size kendi ayağıyla gelecek. Diğer tarafta
Kaydafan sarhoştu. (l5) Gördü ki Müslüman askerleri yenildi. Beyleri, Türk
askerlerini takip ederek [T1067] (l) uzaklaştılar. Fakat bir bölük insan, bir tepe
üzerinde bekliyordu. Kaydafan:
-Bu benim (2) karşımda duran alay nedir, diye sordu. Kâfirler:
-Ya melik! O (3) duran Saltık’ın kendisidir. Bazen nara atıp aşağı iniyor.
Kaçıp dağılan (4) Türkler yanına gelip tekrar alay oluyor. Cenk edip bizi
yeniyor, (5) kırıyor, dediler. Kaydafan:
-Ona yalnız ben cevab vereyim, deyip atın başını Seyyid’in <6) üstüne
saldı. Yaklaşınca kâfirlerin atları bir şey görüp ürktü. ( 1 Her tarafa dağıldılar.
Kaydafan üç atlı ile yalnız kalmış, (8) tepeye de yaklaşmıştı. Tatar Han’ın
oğulları onu görünce tanıdılar, (9) tepeden aşağı indiler, Kaydafan’ı ortaya alıp
cenk ettiler. Edime meliki Ahmed ( 0) Rumî yetişip Kaydafan’m atını vurdu, at
düştü. Kaydafan da düştü. (ll> Diledi ki Ahmed ile cenk ede. Ahmed,
Kaydafan’ın başına çaldı, onu yaralayıp (12) yıktı, sonra da bağladı. Kan yüzüne
inmişti. Bu sırada İsmail çıkageldi. (l3) Ahmed, Kaydafan’ı ona verdi, kendi
kâfirlerin arkasına düşüp cenge başladı. Ceng (l4) içinde Mankos melikinin
başmı kestiler.
Kâfirler gördü ki (15) Kaydafan tutuldu, yüzlerini döndürüp kaçtılar. İblis,
kâfirlerin [T1068] (1) ve Kaydafan’m yakalandığını görünce o da kaçtı, (2)
belirsiz oldu. Kâfirler; otağları, çadırları ve hâzineleri (3) bırakıp gittiler.
Kaydafan’m kardeşi dönüp kaçtı. Server, izin (4) verdi, o ganimeti yağmaladılar.
Müslümanlar zengin oldu. Server, Kaydafan’ı Edime Kalesi’ne gönderdi,
hapsettiler. Tatar Han’ı, Kaydafan’m (6) çadırında buldular, bağlarını çözüp
atma bindirdiler. Oradan göçüp (7) Yanko’nun ardmca gittiler.
Kaydafan’m kardeşi kaçarak Dımışgar Kalesi’ne <8) girdi, kapısını sıkıca
kapattırdı. Server, Dımışgar Kalesi’ne geldi çevresini kuşatıp konakladı.
Cenk ettiler, kaleyi alamadılar. <l0) Şerif buyurdu; askerler yürüdü, kalkanları
tutup (1!) kaleye gittiler.
Saltık Gazi; kalenin surunun dibine geldi mübarek yumruğu ile hisarın
(l2) duvarma vurdu. İki burç arası sallanıp (13> yıkıldı. Kâfirler gördüler ki
Şerifin üzerine taş toprak döküldü. (!4) Altmda kaldı sandılar. Tozlarını eliyle
silkti. Kâfirler (15) hemen çağırdılar. Yanko içeriden çıkıp Paç Kalesi’ne kaçtı.
O kale [T1069] (1) gayet sarp idi. Çevresinde hendek vardı. Hendeğin içi su
doluydu. Etrafına, dört köşe, demirden dikenli pıtıraklar (3> dökmüşlerdi.
Gelip onun içine girdi.
(4) Şerif Dımışgar’ı aldı, mal ve eşyayı yağmalayıp halkını esir <5)
Oradan Paç Kalesi’ne geldi. Gelip kalenin karşısına kondular. Keleye demir
pıtıraklardan gerek atlı gerekse yayan kimse (7) varamaz. Bir süre düşündüler.
Gece oldu, Server kalkıp (8) kaleye geldi. Gezerken büyük bir dehliz
gördü. Hendek kenarma içeriden (9) su gelir, dışarı akardı. Demirden engeller
koyulmuş, içeriye kimse giremezdi. (10) Server demir direkleri tuttu, koparıp
attı. (11) Bir kapı açıldı. Gaziler oradan içeriye girdiler. Sabah yaklaşmca (l2)
naralar atıp şehre dağıldılar. Kâfirler:
-Kâfirler neler olduğunu anlayıncaya (13) kadar çok sayıda askeri kırdılar.
Yanko oradan da çıkıp kaçtı. Bir kale daha <l4) vardı, adma Mesih’in Tacı’nm
Kalesi derlerdi. Hangi kâfir beyi oraya gelse (l5) bütün kâfirler onu baş edinip
ululardı. Yanko kaçup [T 1070](1) oraya vardı, kaleye girdi.
Bu tarafta Seyyid, Paç Kalesi’ni <2) alıp kâfirlerini esir etti. Daha sonra
Tac Kalesi’ne yöneldi. (3) Yaklaştı, kalenin karşısına kondu. Yanko, hisarı (4)
donattı. Server o gün cenk etmedi. Gece oldu, (5) Server sürüp burca geldi. Bir
burcun bekçisi yoktu. Kement (6) atıp burcun üzerine çıktı. Arkadaşlarını da
yukarı çıkardı. (7) Sabah vakti nara atıp kalenin içine girdiler, cenk ettiler. <8)
Yanko gördü ki durum kötü, çıkıp (9) dağa kaçtı. Orada ulu bir dağ vardı, Palos
Dağı derlerdi. (l0> O dağa girdi. Üç ay boyunca Şeriften korktuğu için dağ
içinden (U) çıkamadı. Server oradan (12) kalktı, Üngürus’un büyük şehirleri olan
Rumas Yakol ve Raton’u (l3) yağmaladı. Buradan Budun şehrine gittiler. Bu
şehir, (14) Asfar’ın başkentidir. Şehir kâfirleri karşılamaya gelip Seyyid’e <15)
hürmet ettiler, af dilediler, haraç getirdiler. Japon, Dırahon [T1071] (l) ve
Maron denilen şehirlerin kâfirleri dahi gelip aman istediler, <2) haraç vermeye
razı oldular. Server, Budun şehrinde yedi gün durdu. Daha sonra (3' geri gelip
Boğdan ve Eflak iline çıktılar.
Seyyid yaklaşınca onlar da hediyeler getirdiler, (6) el öptüler. Şerif oradan
Tuna’yı geçti, Papa’ya geldi. Gördü ki şehir (7) yanmış ve varoşu harap olmuş.
Sordu:
-Bu nedir, dedi. Bir kişi:
-Ya Server! Masitır (8) buraya gelip harap etti, gitti, dedi. Server, emretti;
varoşu imaret edip (9) yaptılar. Kaydafan sekiz ay hapiste kaldı. Dokuzuncu
ayda Şerife haber gönderdi:(l0)
-Beni azat et, sana haraç vereyim, dedi. Server:
-İmana gelene kadar ben onu azat etmem,(l n dedi. Kaydafan:
-Ben nasıl Müslüman olayım? (l2) Kâfirler bana saygı göstermez, dedi.
Şerif:
-Gizli din tutsun, kâfirlere bildirmesin, dedi. <l3) Kaydafan buna razı olup
iman getirdi. Şerif, Kaydafan’ı azat edip yerine 0 1 gönderdi. Kâfirler
Kaydafan’ı karşıladılar, tahtına getirdiler. <15) Orada bulunan papazlar:
-Saltık’ın elinden nasıl kurtuldun, diye sordular. Kaydafan [T1072] (1)
Müslüman olduğunu gizleyip:
-Hile yaparak kurtuldum, dedi. Fakat <2) gönlüne İslam yer etmişti, gizli
din tutardı. Bu arada Yanko da (3) dağdan çıkıp Kaydafan’a geldi, elini öptü.
Kaydafan:
-Ya melik! <4) Bu Saltık çok güçlü bir erdir. Kuş kadar canımı elinden zor
kurtardım, (5) dedi.
Bu olaylardan sonra onlar artık Server’in üzerine gelmeye cesaret
edemediler. İblis oradan kaçıp (6) kayboldu. Bir daha görünmedi. İnsanları
Saltık Gazi’ye karşı kışkırtmaya cesareti kalmadı. (7> Server, Tuna Baba’da
kaldı. Biz geldik bu yana.
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Rivayet edenler (13) şöyle anlatır. Saltık Gazi av yaparak Biruz Dağı’na
gitti. Orada birkaç gün (I4) av yaptı. Server’in yanında seksen kişi daha vardı.
Sultan (l5) Alaeddin, fetihname ile müjdeciler göndermişti. Haberciler, gitti,
kâfir başlarına [T 1073](1) haber verip geri geldiler. Bu arada Şerife de sultanın
hazırlık yaptığı haberi geldi. (2)
-Sultan yarın sefere çıkacak, düşmanı Tatar Bacu Han’ın üzerine gidiyor,
dediler. <3) Server:
-Tanrı, Müslümanlara daima feth ve zafer nasip etsin. Fakat buradan biz
bir daha (4) Manastır iline gidelim. Manastır ilinin beyi gelip bizim şehrimizi (5)
niçin yağmaladı, soralım, dedi. Server ve arkadaşları hemen hazırlanıp
Manastır iline gitmek üzere yola çıktılar. (6) Manastır’a yaklaşınca bir kâfir
tuttular. Onu alıp Şerife (7) getirdiler. Server:
-Kimsin? O kâfir:
-Ben Manastır’damm, dedi. Seyyid: (8)
-Git, Melik Rayko’nun huzuruna çık, ben Saltık’ı gördüm, işte geliyor,
de. Ölüm hazırlıklarını <9) yapsın. Geliyorum, şehir yakmak ve bozmak nasıl
olur ona göstereyim, dedi. <10) Kâfiri gönderdi. Kâfir gelip Rayko’ya haber
verdi:
-Saltık <u) geliyor, gafil olmayın. Sizi sağ bırakmaz, dedi. O kâfir bunları
anlatırken Rayko, Dimo rahip (12) ve Payko adlı bey bir aradaydı. Hemen asker
topladılar, şehrin önünde (13) beklemeye başladılar.
Bu taraftan Şerif geldi. Kâfirleri hazır görünce tl4) bir kez nara attı, atın
başını saldı, önüne gelen kâfiri (l5) kırdı. Manastır meliki ve Dimo rahip, bu
durumu görünce dönüp kaçtı. Şerif o [T1074] (1) lainin ardına düşüp kovaladı,
mızrakla vurup laini atından düşürdü. (2) Müslümanlar geldi, fakat Dimo’yu
tutamadılar. Rahip kaçıp Manastır’a girdi, kapılarını (3) sağlamlaştırıp cenk
hazırlığı yaptı. Gaziler, bu arada Yanko’yu yakaladılar. (4) Şerif oradan kiliseye
geldi, Manastır’ın bir duvarına tekme (5) vurdu, duvar yıkıldı. Server, o delikten
içeri girip kâfirleri (6) kılıçtan geçirdi. Rahibi saçından tutup sürüyerek dışarı
getirdi. (7)
Şehir kâfirleri bu durumu gördü, el açıp aman istediler. Şerif (8) aman
verdi, onları haraca kesti. Buyurdu, manastırın kapısının önüne (9) getirip bir
kürsü koydular. Şerif geçip oturdu. Dimo’yı getirdiler. Server:(10)
-Ya lain! Bu fitneyi niçin ortaya çıkardın? Gel Müslüman ol, seni
öldürmeyeyim, dedi. 01) Rahip:
-Ya Saltık! Bana İstanbul’daki rahipler (12) haber gönderdi, din için gayret
göster, dediler. Benbuişileri onların sözünden dolayı yaptım, dedi Şerif:
-Onlar kimlerdir? Bana onları söyle, dedi. Dimo rahip: (l4)
- İstanbul’sa, Karadeniz Boğazı üzerindeki üç kilisedir. (I5) Rahiple
birine Batlamyus, birine Calnus ve birine de Fidagurus derler. Kiliselerin üçü
de beridedir. [T1075] (1) Biri büyük kilisedir, Cibrin Kilisesi derler.
Ayasofya’dan bir aşağı derecededir. (2) Biri Eflatun Kilisesi ve biri Mihran
Kilisesi’dir. Orada olan rahiplere (3) canım kurban olsun. Ya sihirbaz! Eğer
tekrar elime bir fırsat geçerse sana neler edeceğim, g ö r,(4) dedi.
Şerif emretti, o üç melunu manastırın kapısında idam ettiler. (5)
Manastır’a ruhanî bir bey dikip, haraca bağladılar. Server (6) oradan ayrılıp
Evran Dağı’na çıktı. Bu dağda Evranlar otururdu. O <7) dağda iki göl vardır. O
gölün balıkları koyun gibi tüylüdür.
(8) Rivayettir: Bir çoban var idi. Bir peygambere koyunlarını inkâr
Daha sonra da koyunlarını (9) sulamaya getirdi. O koyunlar suya girdiler, balık
oldular, derler.
(10) Server, o balıkları seyredip Hakk’ın hikmetine hayran oldu. Serv
daha sonra (ll) oradan ayrılıp Edime tarafına geldi. Orada Müslümanlar ile
buluşup (l2) görüştüler. Bir camiye gelip vaaz ve nasihat ile meşgul oldu, kırk
(l3) gün orada dinlendi. Kırk gün sonra kıyafet değiştirip İstanbul’a gitmek
üzere yola çıktı. (14) Rahib kılığında ll5) Cebrin Kilise’sine geldi. İçinde yetmiş
[T1076] (1) dört rahip vardı. Rum diyarında meşhurdular. (2> Onlar Seyyid’i
görünce saygı gösterip:
-Nereden geliyorsun, dediler. Server:(3>
-Manastır’dan geliyorum, dedi. Rahipler:
-Biz işittik ki Saltık, (4) Dimor rahibi idam etmiş, derler. Doğru mudur?
Server:
-Hey kişiler! (5) Bu Saltık kötü bir kişidir. Zalim bir Türktür. O Türkten
hep sakının. ( } Duyduklarınız gerçektir, dediler. Kâfirler, Şerifi alıp bir bağa
getirdiler. (7) Server üç gün o <8) kilisede durdu. Dördüncü gün kalktı. Kiliseye
çok miktarda funda yığmışlardı. Kışm yakmak için getirmişlerdi. (9) Şerif o
gece funda yığınını yaktı. Kendisi dışarı çıkıp bağa girdi, ibadetle (l0) meşgul
oldu. Kilise o yangında öyle bir yandı ki bir daha yapılamadı, <n) harap olarak
kaldı. Kâfirler gelip Server’i bir bağda buldular: (12)
-Hey kişi! Sen ne kadar uğursuz bir kişisin? Buraya geldin, kilisemiz <13)
yanıp harap oldu, dediler. Şerif oradan ayrıldı, Calnus Kilisesi’ne (l4) geldi,
konakladı. O gece Calnus Kilisesi’ni ve diğer kiliseyi yaktı. Daha sonra bir
sandal bulup ( 5) denizi öte geçti. Üç kiliseyi de yaktı. [T1077] (l) Kiliselerde
bulunan otuz altı rahip (2) ateşte yanıp helak oldular. Server sandalla gece (3)
karşıya geçmeye çalışırken rüzgâr çıktı. Rüzgâr sandalı <4) Battal burcuna
getirdi. İçinde yirmi beş kâfir vardı. <5) Denizi bu sandalla beklerlerdi. Server
karaya çıktı, burç kapısını yerinden (6) koparıp çıkardı, içeri girip kâfirleri kırdı.
Ayaklarından baş aşağı(7) astı, oradan İstanbul tarafına geçti.
Sabah olunca (8) kâfirler kalktılar, durumu gördüler. Feryad ederek
İstefan’ın huzuruna (9) gelip:
-Bu işleri yapan Saltık’tır, diye feryat ettiler. Bu kâfirlerden <l0) bir rahip:
-Ya melik! Yakın zamanda buraya bir keşiş geldi. Bu işler (ll) o geldikten
sonra olmaya başladı. İstefan:
-Gidip onu tutun, getirin, (12) göreyim. Nasıl bir kişidir bilelim. Hemen
Server’i aramaya başladılar. <13) Geldiler, Galata’da Boznati Kilisesi’nde
buldular:
-Sen Saltık’sın! (14) Seni bey istiyor, hadi gidelim, dediler. Server onlarla
ilgilenmedi. Hep birlikte üşüşüp Server’i tuttular, bir katıra bindirdiler. (15)
Server’i kara renkli bir katıra bindirip İstanbul’dan tarafa götürdüler. [T1078]
(1) Deniz kenarına gelip bir tekneye koyup İstanbul’a geçtiler. Şehir (2) o gün
kıyamet gününe benzedi, bin ayak bir ayak üstünde idi. Bütün (3) halk; kadın
erkek, küçük büyük kim varsa toplanmıştı. (4) “Server Saltık tutulmuş!” diye
bağırıyorlardı. Halk sokaklara sığmıyordu. <5> Server’i alıp doğru İstefan’ın
sarayına getirdiler. İstefan, Ş e rifi(6) gördü:
-Ya Server! Korkma. Sen Saltık mısın? Doğru söyle, dedi. Server:<7)
-Ya İstefan! Ben dünya halkından hiç korkmam. Senden mi korkacağım.
Ben, Saltık’ım. (8) Gelip kiliseleri harap ettim. İsterseniz daha neler ederim,
dedi. İstefan:(9)
-Götürün, dedi. Yedi Kule’de (10> hapse koydular. İstefan dönüp
beylerine: (ll)
-Beyler! Bu er çok güçlü bir kişidir. Hiç kimse bunu öldüremez. (l2) Bu
kişi sihirbaz değildir. Sihirbaz sözü, ona iftiradır. Bunu ne yapalım, bana nasıl
bir tavsiyede bulunursunuz, (l3) dedi. Hiç kimse ona cevap vermedi. İstefan
kalkıp odasına (14) gitti.
Gece oldu, İstefan kalktı, bir lamba yaktı. Kulları ile ata binip <l5) Yedi
Kule’ye geldi. Kapıyı açıp Seyyid’e güler yüz gösterdi [T1079] saygı ile
selam verdi. Seyyid’in önüne bin kızıl dinar koydu, Seyyid’in (2) elini öptü:
-Ya Server! Bana kerem et, zahmet verme. Bundan sonra (3) haraç
vereyim, dedi. Şerif:
-Ya İstefan! Bu rahipler fitne çıkardılar, (4) cezalarını buldular. Eğer sen
fitne çıkarmaz isen ben sana zulüm yapmam. Yeter ki siz anlaşmayı bozmayın,
dedi. (5) İstefan, Seyyid’e başka bir elbise giydirdi. Tanınmaz dununa getirip (6)
sarayına getirdi. Bekçilere:
-Durumu kimseye söylemeyin, dedi. Beylere bildirmedi. <7) Saltık’ın
kendisi ile birlikte gittiğini duymadılar. Kapıyı sılaca kapattı: İstefan:(8)
-Ya Server! İstediğin yerden çıkıp git. Bu kâfirler duyup bana zulüm
etmesinler. Biliyorum, (9) sen bunlardan korkmazsın, dedi. Seyyid kalktı, denizi
geçip Abruşak’a gitmek üzere (10) yola çıktı.
Kâfirler sabah kalktılar, Seyyid’i zindanda bulamadılar. Beyler, feryat
(l '* ve figan ederek İstefan’ın yanma gelip:
-Hey sultanım! Haberin yok, Saltık (12) gitmiş. Yere mi girdi, göğe mi
çıktı, bilmiyoruz, dediler. İstefan onlara:
-Ben size (l3) akşam söylediğim bu idi. Bırakın gitsin. Biz onu yine
buluruz, dedi. (l4) İstefan bu işi korkusundan yaptı. Gördü ki ona bir kişi zulüm
yapmak istese, (15) sonra gelir, helak eder. Başımdan bu kazayı savdım diye
kurbanlar kesti ve sadakalar [T 1080](1) verdi.
Bu taraftan Server, Bursa’ya yani (2) Abruşak’a ulaştı. Şehrin meliki
Seyyid’in geldiğini <3) öğrenince, karşılamya geldi, izzet ve hürmetler edip:
-Ya Server! Yalnız başınıza böyle nereye gidiyorsunuz, (4) dedi. Server:
-Sana geldim. İslama meylin var mı diye görmeyi istedim. (5) Parsuk
melik hiç aldırmadı, haraç getirip, Seyyid’in önüne koydu. Server <6) oradan
ayrıldı, Sinop’a gitmek üzere yola çıktı. Bir süre sonra Sinop’a ulaştı. Sinop (7)
halkı karşılamaya geldi. Server’e saygı gösterdip şehre getirdiler, kondurdular.
Server,(8) orada bir hafta vaaz ve nasihatlerde bulunup halka dualar etti. (9) Geri
Sultan Alaeddin’in yanına gitmeye niyetlendi. O (l0) sıralarda sultan asker
topluyordu. Bacu Han gelmiş, Acem mülküne girmişti. (ll) Sultan hazırlık
yapıyordu. Server de onunla gitmeyi düşündü. (12) Şerif, o gece rüyasında
kainatın sultanı Muhammed(l3) Mustafa’yı gördü. Hazret-i Peygamber:
-Ya oğul Şerif! Sen geri dön, Rum’a git. <I4) Sultan, Bacu Han’m üzerine
yürüsün. O da sen de yakm zamanda bize (l5) geleceksiniz. Gel, sabret. Size
Hak’tan saadet ve şehadet nasip olacak, [T 1081](l) dedi.
Hazret-i Resul gidince Server uyandı. Ev içini nur ile dolmuş (2> gördü.
Misk, anber ve öd kokar. Salavat getirdi, rüyasını orada (3) olan halka anlattı.
Daha sonra bir mektup yazdı, sultana gönderdi. Rüyasını, <4) niyetlerini ve
Resul’ün sözlerini bildirdi. Sultan şehadet işitti, çok mutlu (5) oldu, Seyyid’e
vedaname gönderdi. Bu arada (6) Alp Osman gelip Seyyid’in duasını aldı.
Seyyid:
-Oğul Osman! Sultan seni (7) ister. Hemen gidip yetiş. Sana Rum’un
kapısı Amasya’yı yani Harcmevan’ı (8) verecek. Bana gönderdiği kâğıtta, seni
göndermemi(9) istemiş. Hemen gidip yetiş. Devlet sana ve senin nesline yüz <l0)
tuttu, dedi. Osman’a nasihatler etti:
-Yalan söylemeyin, adil olun, halkı (ll) hoş tutun, haramdan sakının, kul
hakkmdan uzak olun. Kimseden ah <12) alıp beddua ettirmeyin, dedi. Osman’a:
-Ey gözümün nuru, ciğerimin köşesi oğlum (l3> Osman, diye hitap ederdi.
İki gözünden öptü, sırtını okşadı. Zira ahiret (l4) oğlu edinmişti. Saltık Gazi
devam etti:
-Dilerim ki gayret edip Rum’a gelesin. Edirne’de (15) senin ile bir gaza
yapalım, dedi. Osman kabul etti. Kalktılar, Rum’a [T1082] (1) gitmek üzere
yola çıktılar. Atlarını sürüp Gelibolu Boğazı’na geldiler. Orada bir gemiye
binip boğazı (2) geçtiler. Gelibolu’nun meliki karşılamaya geldi, Seyyid’e
hediyeler getirdi. Birkaç gün Server orada kaldı. Daha sonra kalktılar, gaziler
ocağına (4) gitmek üzere yola çıktılar. Edime Kalesi’ne yaklaşınca orada olan
Müslümanlar ve gaziler (5) karşılamaya geldiler, Server’i alıp kaleye getirdiler,
saraya kondurdular, toyladılar. (6) Beyler, Osman Gazi ile görüştü, onu (7)
ululadılar:
-Hoş geldin ya gazi, dediler. Server kalkıp (8) büyük bir kilise iken
camiye dönderdiği mekâna geldi. Ona, Akcami diye ad koymuştu. (9İ Namaz
kıldı, minbere çıkıp vaaz etti:
-Ey Müslümanlar! (l0) Bilmiş olun ki ben yaşlandım. Siz bu diyara
yerleştiniz. Sayınız çok azdır. (ll) Etrafınızdaki kâfirler ise çoktur. Burada
Hazret-i Resul’ün mucizeleri ile duruyorsunuz. (12) O olmasa bunlar bize hücum
ederlerdi. (13) Bütün diyarların halkına bunlar galiptir. Kur’an’da Hak teala (l4)
buyurur: “Elif, lâm, mfm, ğ u lebitü’r-rüm ” * ayetinde malum olmuştur. Şimdi
asıl (15) Rum diyarı, burasıdır. Bu şehir, gazilerin ocağıdır. Burayı asla terk
[T1083] (1) etmeyin. Burada mutluluk içinde olacaksınız. Yerimi (2) Osman
Gazi’ye bıraktım. Seccadeyi onun önüne döşeyiniz. Ben yakında bu dünyadan
(3) ahirete göçeceğim. Oğlum Osman! Sen de kerem <4) eyle, öte yakada ne
kadar büyük kavmin varsa buraya göçür. Müslümanlık (5) burada çoğalsın.
Gençler seni görsün, bu diyara gelmeye heves edip gazaya talip <6) olsunlar.
Burası sizin mülkünüz olsun, dedi. Osman da kabul etti. Orada <7) bulunan
gaziler kalkıp Osman’a bağlılıklarını bildirdiler. Server, Osman’ı veli (8) edindi.
Zira Osman’ın halkı ve boyu çok kalababktı. Seyyid, (9) Müslümanların öte
yakadan akıp bu diyara gelmesini ve yerleşmesini <l0) istiyordu. Rumeli’de
İslam kuvvetlensin, diyordu. (ll) Osman da oraya gelmeye razı oldu. Bu arada
bir haber geldi:
-Ey <12) Server! Bilmiş ol ki Laz oğlu, Sırf oğlu ve Bulgar oğlu (13) asker
topluyorlar. Gelip senin elinden bu kaleyi döve döve (l4) alacaklarmış, sizi helak
edeceklermiş. Server onu işitti, emretti, sultana (l5> mektup yazdılar:
-Biz büyük bir gazaya giriyoruz. Gazaya katılmak isteyenler gelsin,
dediler. [T 1084](1) Mektubu gönderdiler.
Mektup sultana ulaştı. Vilayetlere adam <2) salıp asker çağırdılar.
Müslümanlar akıp gazaya revan oldu. Sultan, <3) vezirler ile konuştu, sancak
kaldırıp gazaya gittiler. Geldiler, Gelibolu Boğazı’na (4> ulaştılar. Sultan
Bir gün haber geldi; Utbe, oğlu ve (ll) Asfarilerin ordusu yitişti, dediler.
Server ile gaziler karşılamaya gidip kondular. (12) Küffar çerisi de kondu.
Sabahleyin kalktılar, birbiriyle tutuşup cenk <l3) ettiler. Cenk içinde Utbe’yi ok
ile vurup öldürdüler. Küffar ordusu yenildi (l4) Ukbe lain de kaçtı.
Müslümanlar ardından kovaladı. Utbe’yi tutup esir ettiler, Şerife (15) getirdiler.
Şerif, onu imana davet etti. Müslüman oldu, fakat kibir ve kini gönlünden
[T l 1 1 1 ](1) gideremedi.
Bu arada Şerif, Baba şehrine geçti ibadetle meşgul (2) oldu. Şerif orada
iken Şerife dokuz ulu beyden elçiler geldi. İttifak edip (3> göndermişlerdi. İlki
Üngürus’dan, İkincisi Leh’ten, üçüncüsü Çeh’ten, dördüncüsü <4) Rus’tan,
beşincisi Çesar’dan, altıncısı Eflak’tan, yedincisi Boğdan’dan. Bir elçi (5)
Frenk’ten Felyon katından, bir elçi de Kırım Han’ından geldi. Yedi kâfir şöyle
haber<Ğ) göndermişti:
-Anlaşma yapıp sana haraç verelim. Sen bizim babamızsın, <7) şeksiz
şüphesiz velisin. Müslümanlar bize zahmet vermesin, <8) kurbanlarımız ve
adaklarımız senin tekkelerine gelsin, dediler. Şerif (9) anlaşma imzaladı, savaşı
ortadan kaldırdılar. Kâfirler gelip <l0) Server’i ziyaret ederlerdi. İtikat
etmişlerdi. Canı gönülden muhabbet duyup (ll) severlerdi. Bir gün Server’e:
-Sultanım! Has ikliminde bir kilise (l2) vardır, hastalar orada iyileşirler.
Kötürümler sıhhat bulur, bütün dertlere (13) derman olur, dediler. Server:
-Kilisede ne vardır, dedi. Onlar:
-İçinde kabirler (14)var, dediler. Server o diyara gelip bir rahibe sordu. O
papaz:(l5)
-Bir zamanlar Ali bin Ebi Talib ile Hazret-i Resul’ün ashabı gelmiş,
ashabdan bazıları şehit olmuş, burada [T l 112] (l) yatarlar, dedi. Şerif,
Kaydafan’a haber gönderdi:<2)
-Ya Kaydafan! O kilisede yatanlar Müslümanlardır, derler. O kiliseyi (3)
bize ver, dedi. Kaydafan, rahiplerine sordu:
-Evet, öyledir, dediler. (4) Kaydafan o kiliseyi Müslümanlara verdi.
Kaydafan her yıl gelirdi. Ramazan (5’ ayında yedi kâfir beyi Şerif ile olurdu.
Gizli din tutarlardı. (6) Ramazanı Seyyid ile tutarlardı. Mescidin yanında gizli
bir ev vardı, oraya (7) gelip teravih kılarlardı. Bayramdan sonra geri giderlerdi.
Şerif onlara kerametler (8) gösterirdi. Şerif bu hâlde ...
Diğer tarafta Sultan Alaeddin, (9) Rum’dan ayrılınca Bacu Han, Tatar’ın
üzerine gitti. Gidip buluştular. <l0) Çok şiddetli bir savaş ettiler. Bacu Han’ın
ulu beyini öldürdüler, askerlerini kırdılar. (11) Sultana ok isabet edip yaralandı.
Kavaniyye yani Konya’ya (l2) gelince sultan vefat etti. Bazıları kızının oğlu
zehir verdi ondan vefat ( 3> etti, derler. Yaralı idi, zehiri yarasına koydular, biraz
da yedirdiler, derler. Oğlu (l4) yoktu. Kulu Karaman’a uydular. Ayrıca Karaman
damadı idi. Bey olarak onu tanıdılar. (l5) Karamanlı Nureddin Sofi’nin oğludur,
derler. Sultana hizmet ederdi. Nureddin’in [T l 113] (1) babasının kayserin
neslinden olduğunu söylerler.
Yukarıda anlatılmıştı. Sultanın (2) üzerine Bayındır gelip cenk ettiğinde,
Osman ile Karaman gidip Bayındır’ı (3) yendi. Sultan, Karaman’a kapıcılık,
Osman’a da toğancılık verdi. Karaman (4) derece derece sancağa çıktı, sonra
başkomutan oldu. O vakit sultana (5) kulluk ederdi. Ona, Kele diye ad
koymuşlardı.
Sultan, yerleri beylere paylaştırdı. Padişah <6) emriyle beyler vasiyet tuttu,
hüküm ve tasarrufu kendi adlarına (7) aldılar. Tatar Han’ı da kendi adına hutbe
okuttu. Rum’da olan gaziler dört y ıl<8) Şerif adına hutbe okudular. Parayı ve
hükmü Server’in adma (9) yaptılar. Şerif:
-Bu ayrılık iyi alamet değildir. Bir gece Saltık Gazi’ye (10) rüyasında:
-Al-i Osman gelecek, bu ayrılığı giderip birliği kuracak. O nesilden bir
kişi (ll) gelecek, âlemde mezhebi de bir edecek. Âlem nizam (l2) bulup
düzelecek, dediler. Şerif bu rüyayı yazdı, yanma da nasihatler de ekledi. Dedi
ki: (,3)
-Oğul Osman! Gayret et! İli mülk edin. Devlet ve saadet senin ile senin
(l4> neslinindir. Gaza ve cihadı artır. Kâfirlerle barış yapma. Sonunda mülklerini
sana <15) teslim edecekler. Şerif o kâğıdı gönderdi. Osman onu alıp okudu.
[T l 114] (l) Gazalar edip başarılar gösterdi. Sultanm kız kardeşinin oğluna (2)
Osman, Burhaneddin adını verdi. Onun babası gazada şehit oldu. (3> Osman onu
büyüttü. Bazıları şöyle anlatır: Orhan zamanmda doğdu, o besledi (4) derler.
Yıldırım’m zamanmda yaşadığı kesindir. Ömrünün son zamanlarım (5)
Harcınevan vilayetinde geçirdi.
(6) Osman gazasını(7) artırdı. Balçuk’u ve Karahisar’ı fethetti, orada k
adma hutbe (8) okuttu. Karaman kötü niyetli olarak haraket etmeye başladı:
-Osman’m çok güçlü olmasından korkuyorum, diye Osman’a <9) kastetti.
Osman kaçıp Karahisar’a girdi. Şerife haber saldı. ( 0) Şerif onu işitti, atma
binip sürdü. Denize (ll) batmazdı. Kuş gibi uçardı. Seyyid, çok kısa bir zaman
içinde Karahisar (l2) önüne yetişti. Gördü ki Karaman gelmiş, kalenin önünde
konmuş, oturur.(13) Server bir kez nara atıp çağırdı:
-Ey kara imanlı edepsiz! Bu gaziye (14) niçin zulüm ediyorsun? Bu sana
yalnız yeterdi. Fakat ortada kan olmasın diye cevap vermez. <15> Gelin, aşağı
inin! Ben fetva verdim. Gazayı engelleyenin katli helâldir, [T l 115] (l)dedi.
Osman onu işitti, kaleden indi. Karaman sustu. (2) Askerler Osman’ın
heybetini görünce gelip Şerifin ayağına düştüler. Şerif,(3) Karaman’a:
-Haset etme! Bu haset hâlin çok kötüdür. İyilik nişanı (4) değildir. Gidip
yerinde sakince otur. Yoksa Tanrı seni arada yok eder. (5) Karaman geldi,
Osman’ı gözünden öptü. Barış anlaşması (6) yaptılar, sonra gittiler. Şerif <7)
oradan Kastamonu’ya geldi. MüsKimanlar, Seyyid’i hoş gördüler. (8) Server
oradan Sinop’a geldi. Evliyalar sultanı emretti, gemiler (9) hazırlayıp getirdiler.
Server, gaziler ile o gemilere bindi, Çerkeş vilayetlerine gidip gazalar
ettiler. Sehun adlı bir kaleyi fethettiler. Dört ay (ll) yürüyüp o diyarı kendisine
bağladı. Şerif oradan göçüp Baycan’a (12) Gündüz oğlu Umur’un yanına geldi.
O, Acem beylerinin neslinden <l3) gelmiştir. Al-i Umur onların neslindendir,
derler. Akkoyunlu, Karakoyunhı ve Bayındırlıların (l4) atasıdır. Umur Server’i
karşılmaya geldi. Daha sonra gidip Gürcistan illerine (15) gazalar yaptılar. O ilin
kâfirlerini esir aldılar. Oradan berisini zapt ettiler. [T1116] (l) Ötesini haraca
kestiler. Şerif oradan dönüp Demsaz Kalesi’ne <2) geldi. Umur veda edip gitti.
Server oradan gelirken aklına Minucher’in (3) anlattığı ab-ı hayat suyu
geldi. O, yer altındadır. Süleyman’a içsin, âlemde <4) diri olsun diye
getirmişlerdi. Süleyman ab-ı hayat suyunu içmeyip yer altında saklamıştı. Bu
kitapta (5) anlatılmıştı. Kirpi, suyun yanına kimseyi yaklaştırmazdı. Hakkında
geniş bilgi, hikâyede malumdur. Aklına (6) düştü, ve niyetlendi:
-Diri kalıp gazilere arka olayım. Nitekim ben sağ olursam (7) küffar
benden korkar. İslam dinine kuvvet olayım. Müslümanlar gaza ederler, ben
oturup <8) ibadet ile meşgul olayım, dedi. Menucher cinnîyi<9) yanına davet etti.
Menucher gelince Server:
-Ya Rahmani! Benim (10) ahiret kardeşim oldun. Senden kardeşlik hakkı
olarak istediğim şudur: Nikoslarda (ll) olan yeri bana göster, ab-ı hayatı içeyim,
zinde olayım. Geri kalan ömrümü güzel geçireyim, (12) dedi. Menucher:
-Ya Server! Göstermek benden, vermek Tanrı’dan, dedi. <13) Cinnî,
Server’i alıp o makama getirdi ve yer altındaki o şeh ri(l4) gösterdi. Şehrin içine
girdiler, gezerek bir yere geldiler. Harab (15) bir köşk vardı. Orada durdular.
Menucher, cinmiere buyurdu, bir duvarın [T1117] (l) dibini kazdılar. Büyük bir
kilisenin temelinde kuyu çıktı. Ağzına değirmen taşı gibi bir (2) taş koymuşlar.
O taşı götürdüler, kuyunun ağzı açıldı, aşağı indiler. Kemend ile (3) indiler,
kuyunun dibinde bir kapı gördüler. Kapıdan girip biraz yürüdüler, bir dehlize
girdiler. (4) Orada Şerife türlü türlü hayaller görünürdü. O, evhamdan hiç
korkmazdı. (5) Kapıya ulaştılar. Kapı sıkıca kapatılmış. Server ona omuz vurdu.
K apı(6) açıldı, içeri girdiler. Bir ses geldi:
-Korkmadan kapıyı açan kimdir, dedi. (7) Şerif, Tanrı’ya sığınıp dua
ederek ileri(8) yürüdü, o sese pek aldırmadı. İçeride büyük bir meydan gördü. O
(9) meydanın çevresine kırk tane hücre yapmışlar. Orta yerinde büyük bir hücre
v a r,(l0) kapısı açık. O hücrelere girdiler, içleri cevher, altın,(ll) gümüş ve kimya
cevheri yığın yığın. Toprak gibi yığılmış. Yerden ta kubbeye ( kadar dopdolu
durur. Orada olan hâzineyi anlatabilmek mümkün değil. Server onlara
bakmadı. Zira dünya malını (13) terk etmişti. Evliyada dünya malını terk
eylemek âdettir. Velayet ve keramet bu şekilde (14) bulunur. Menucher’e sordu:
-Ab-ı hayat suyu(l5) nerededir, dedi. Menucher:
-Ya Server! İstediğin su, şu karşıdaki [T l 118] (l) açık kapıdadır, dedi.
Seyyid ileri yürüdü, kapıdan içeri baktı. (2) Bir de ne görsün? Bir kandil.
Billurdan kubbe ortasında asılmış. Su, içinde (3) ak süt gibi durur. Nurundan
kubbeye aydınlık düşer. <4) Oradan yansıyan ışık meydanı da aydınlatır. Server,
onu görünce istedi ki (5) ileri varıp kapıdan içeriye gire. Bir el çıktı, Seyyid’i
göğsünden (6) tutup dışarıya attı. Server, ayaklarının üzerine duramadı, düştü.
Bu sırada <7) bir ses duyuldu:
-Eğer sen Muhammed’in neslinden olmasan seni helak ederdim. Şu
kılıçla <8) boynunu vururdum, dedi. Bir kılıç göründü. Hücre içinden şimşek
gibi parladı. <9) Daha sonra o kapı sıkıca kapandı. Şerif Saltık, bu heybetleri ve
bu (10) durumları gördü, hemen tövbe etti. Bildi ki kendine nasip değildir. Geri
(11) geldi, Menucher’e:
-Kardeş! Bu su bizim nasibimiz değildir, dedi. M enucher:<12)
- Muhammed’in ümmetinden bir kişiye nasib olur derler, acaba k
nasip olacak? Server:(l3)
-Başı devletli kim ise onundur, dedi. O anda bir ses geldi:
-Ab-ı hayat, (14> amel-i salih eylesin. Hangi mümin dinine bağlıysa o
kimse asla ölmeyecek: (15) “el müâminüne lâ yemütüne belyenkulün miri dâri ’l-
fe n â ilâ d â ri’l-bekâ. ” * [T1119] (l)Server:
-Ya hatip! Doğru dersin, dedi.
Server ile Menucher (2) dönüp dışarı çıktılar. O yeri belirsiz edip
toprağını örttüler. Saltık, cinnîye <3) izin verdi, o gitti. Server oradan Sinop’a
gelmek üzere yola çıktı. Yolda gelirken (4) Osman Gazi’ye uğradı, gazaya girdi.
Üç gün Osman ile oldu, dördüncü (5) gün Sinop’a yöneldi. Sinop halkı
karşılamaya geldiler. Bir ay Sinop’ta (6) kaldı.
Oradan da göçüp doğru Aydın iline gitti. Gazi Umur kar|ilamaya gelip (7)
Server’e hürmetler etti. On beş gün orada kaldı. Oradan da ( } göçüp Kilaşpol
Boğazı’na geldi. Kâfirler gemi gönderdi. Gemiye (9) girip denizi geçti. Ona
ziyafetler verip hoş gördüler. Şerif oradan da göçüp (10) Edime Kalesi’ne gitti.
Şehir meliki Ahmed Rumî, İlyas, (ll) İbrahim ve diğer gaziler ile karşı geldiler.
Saygı ile alıp şehre ulaştılar. On gün (l2) durdu, Müslümanları aydınlattı. Daha
sonra tekrar göçtü, Eski Baba’ya gelip <13) bir yıl bir ay orada kaldı.
Yedi bin kâfirden bini Müslümandı, <I4) gizli din tutarlardı. Onlar
yerlerinden göçtüler, Seyyid’in yanına geldiler. Ramazan (15) ayında oruç
Kur’an, Bakara suresi, 156. ayet: “Biz Allah ’ın kullarıyız ve biz yine O ’na döneceğiz."
yaktılar. Bazılar şöyle anlatır: Ahmed, Edime hisarındaki ulu (2) kilisede
defnetti. Fakat doğrusu şudur: Mumun yandığı yerde gömüp(3) sakladılar.
İsmail ve İshak, Baha’ya geldi. Ahmed, Edirne’de (4) kaldı. Rivayettir:
Dünyada doksan dokuz yıl ömür sürdü. Sonra atirete göçtü, <5> gitti. Ondan
sonra İstanbul’da İste fan işitti:
-Türkün (6) bize hilesidir, bizi deniyor. Biz çıkıp fesat edelim, geri dirilip
<7) bahane etsin, bizi kırsın, dedi. Yasak etti, kimse dışarı çıkmasın, dedi.
(8) Bu tarafta Tatar Hanı ve o yedi bey, Seyyid’in vefatını duydular.
yere (9) gelip Şerifin ölüsünü istediler. Bir tabut düzerlerdi, onun (10) içine
pembe bir kefen koyarlardı. Bir gece zaviyede dururdu. Ertesi gün açarlardı,(11)
Şerifi onun içinde yatar görürlerdi. Gelen beye verirlerdi. Önce Tatar hanına
bir ta b u t(l2) verdiler. Han namazını kıldı, alıp gitti. Deşt’te bir yerde defneti. (13)
Şerif orayı zaviye edinmişti, ziyaretgâh edindiler. Sonra Şerifin ölüsünü (14)
Eflak meliki talep etti. Bir tabut da ona verdiler. Açınca Şerifi içinde (15) gördü,
alıp gitti. Bir de Boğdan’a verdiler, bir de Rus’a verdiler, bir de Üngürus
[T1145] (1) meliki Kaydafan’a verdiler. Bir daha talep ettiler, onu Leh, Çeh,
Çesar bu üç ilin ortasına (2) gömdüler. Bu üç vilayet halkı onu ziyaretgâh
edindi.
Bazıları şöyle anlatır: Leh’de gömdüler, (3) bir tabut da Çeh’e
gönderdiler. Onlar da orada gömdüler. Ama Üngürus, (4) Şerifi ashabın olduğu
ulu kilisede defnetti. Ondan sonra Bosin meliki (5) geldi, ona da bir tabut
gösterdiler. O yiğit ağladı, vardı tabutu Tuna Baba’da (6) gömdüler, üstüne
hayrat yaptırdı. Bir tabut da Müslüman olan Beravati meliki idi, aldı. İshak
birlikte (8) gitti. Getirdiler, Yılan Baba’da olan zaviyede gömdüler. Daha sonra
Bosin meliki (9) geldi ona da bir tabut gösterdiler, Ş erifi içinde yatar gördü:
-Seyyid, buraya gömülmeyi vasiyyet (10) etti dedi. Bazıları da vasiyet
eyledi doğrudur, dedi. Bosin meliki türbe yapıp vakıf hâline getirdi. Mamur
edip zaviye yaptı. <12) Her bir melik, Seyyid’in ölüsünü ben aldım diye
sevinirlerdi. <13) On bir yerde kabir oldu. Beyler:
-Bu Server on iki yerde olurum dedi idi, (14) acaba daha kim isteyecek,
dedi. Bu tarafta Aydın oğlu Gazi Umur deniz (15) kenarında gazalar ederdi işitti
ki Şerif Saltık ölmüş. [T l 146] (1) Yasını tuttu. Bu tarafta Kamata meliki Said
işitti ki Şerif (2) öldü, ölüsünü kâfir beyleri isterler. Hemen elçi salıp Şerifin (3)
ölüsünü talep eyledi. Ona da bir tabut verdiler, alıp getirdiler. Frengistan (4)
Felyon’u haber gönderdi:
-Melik Said kerem eyle. Memleketinin kenarı falan kiliseyi(5) Şerif cami
yapmıştır, oraya defnet, biz de denizden gelir, kolayca ziyaret ederiz, (6) dedi.
Sultanı dediği yere defnettiler. On iki yerde defnedildi. (7)
Şimdi evliyanın kerametini gör. Öldükten sonra kâfirler, Müslümanları
incitmesin diye on iki yerde (8) göründü. Ama asıl kendinin (9) mumunun
yandığı yerdedir. Alp Osman Gazi Şerifin vefat ettiğini (10) işitti kırk gün
karalar giydi, yas tamam olunca tekrar gazaya başladı. Bu tarafta kâfirler üç yıl
(ll) sakin durdular Şerif gelir diye korkarlardı:
-O ölmez, hile yapıyor, bizi (l2) kırar, dediler.
Üç yıl tamam oldu, Şerifin oğulları Kırım’a gittiler. Han’ın (13) yanında
gaza ederlerdi. Muhammed, gazi oldu. Üç yılın (I4) sonunda İstefan lain,
şehirden dışarı çıktı, kâfirler asker topladılar, <l5) İsmail’in üzerine yürüdüler.
İsmail oradan kaçıp İshak’ın huzuruna [T1147] (1) geldi. İstefan gelip zaviyeye
kondu, dokuz ruhbanı esir etti. (2) O mumu söndürmek istedi. Şerifin orada
olan eşyalarına kast ettiler. (3) Mumdan bir alev çıktı, kâfirleri kapkara yaktı,
helak eyledi. İstefan (4) bu heybeti görünce rahipleri azat etti. Onların ulusu
Şemun idi, (5) diğerlerinin imamı idi. İstefan bunları serbest bıraktı, buyurdu,
zaviyeden dışarda (6) olan evleri ve kaleyi yaktılar. Oradan göçüp Edime
Kalesi’ne geldiler, (7) kondular. İstefan, Ahmed’in oğlunu huzuruna getirdi:
-Gidip babanı davet (8) et, tekrar bizim dinimize dönsün, dedi. Oğlu,
Ahmed’in burç dibine gelip:
-Baba (9) ne dersin, İstefan sana şöyle der: Şerif öldü, kimden korkarsın?
(l0) Ahmed burçtan aşağı, ona:
-Sen de imana gelsen iyi idi. Bilin ki bu Edirne’nin (11) toprağı şehitlerin
kanı ile yoğrulmuştur. Biz de şehit olmayınca şehri sizin almanıza izin
vermeyiz, dedi. (l2) O yiğit döndü, İstefan’a haber verdi. İstefan emretti, (l3)
ordu kaleye yürüdü. Ahmed, bin gazi ile dışarı çıkıp, İstefan’a kılıç vurdu. <14)
İki reis var idi, biri İshak ve biri İbrahim. Birlikte cenk ettiler. Çok kâfir
kırdılar, (l5) geri gelip kaleye girdiler, on dokuz gün cenk ettiler, çaresini
bulamadılar. İstefan [T1148] (1) lain göçüp Yılan Baba’ya indi. Bu tarafta
gaziler toplanıp beklediler.
<2) Geldik bu yana. Server’in oğlu Muhammed Gazi gayret edip
Müslümanlara baş (3) oldu. Tekür oradan göçüp tekrar İstanbul’a geldi,
gazilerden korktu,(4) kalesine girip bekledi, fırsat gözetti.
Bu tarafta (5) Server’in şehit olup dünyadan gittiğini bütün âlem halkı
öğrendi, matem tuttular. (6) Pehlivanlığı İlyas Rumî’ye verdiler. Şöyle anlatılar:
İlyas Rumî, Server’in yerine (7) oturdu. Ona uydular. Küffar ittifak edip
toplanmaya, (8) sonra da Rum’a yürümeye karar verdiler. İlyas hemen bir
mektup yazdı, Osman Gazi’ye ve Umur Bey’e gönderdi: (9)
-Sizler sağ olun, Baba, dünyadan ahiret sarayına nakletti. Sizleri yerine
veli (10) saymıştır. Şimdi biriniz beri Rum’a geliniz, Müslümanlara arka olun.
(U) Yoksa burada Müslümanlar duramazlar, hepsi dağılıp giderler, mülk harap
olur, (l2) dedi. Mektup onlara ulaşınca Osman haber gönderdi:
-Tanrı kuvvet(13) verip, emrederse geliriz, hazır olun, dedi. Gazi Umur:
-İşte (l4) geldik, korkmayın, asker topluyorum, dedi. Bu tarafta olan
serverler üzülüp dururlardı. <15) Bir an önce gelseler, derdi. Her yana göz kulak
oldular.
ON A LTIN CI BÖLÜM
Kur’an, Tevbe suresi, 120. ayet: “Çünkü Allah, i? yapanların emeğini zayi etmez".
Kur’an, Rum suresi, 1-2. ayetler: “ Ramlar, (İranlılara) mağlup oldu”.
Kur’an, Rum suresi, 4. ayet: “O gün müminler de sevinecektir”.
Ayas onu gördü, <6) gazilere gösterdi. Gaziler, Edirne’de toplandılar.
Rivayettir: Edime diye ondan söylediler. Zira Resulullah mektubunda Edime
diye yazılmıştı. (8) Hazret-i Peygamber, hayatında Arap dilinden başka (9) dil
söylemedi, sonra da başka dil söylemedi. Arap dilinde, güzel havalı yerlere ve
( dvz yere Edime derler. Bazıları akar suların yanına Edime der.
Enbiyaların sultanı kâğıdında (11) böyle yâd edince, Müslümanlar da şehri
o isimle yâd ettiler. Seyyid (l2) Saltık da rüyasında Hazret-i Resul’ü görünce,
ona bu şehri (13) Edime diye söylemişti. Bildiler ki bu mübarek yerin adı, Arap
dilince Edirne’dir. <l4> Ondan sonra Edime demez oldular, ta bu zamana dek
Edime dediler.
Ayas (15) mektubu okudu, hemen kalktı, kıyafetini değiştirip Frengistan’a
gitmek üzere [T l 171] (1) yola çıktı. Cinevis iline vardı. Bir gece gizlice o lainin
sarayına girdi. (2) Yatarken başını kesti, çıkıp Rum’a gitti. (3) Geldi, o başı,
Edirne’nin yüksek burcunda astı.
Bütün dünya halkı bu durumu işitti. Frengistan <4) beylerinin içine korku
düştü, çok korktular. Rivayettir: (5) O kırk kişiyi Medine şehrine gönderen
Cinevis lain idi. Kâfirler, Resulullah’m (6) mucizelerini işittiler, ümmetinin
kuvvetini gördüler. Korkup <7) haraç gönderdiler, barış yaptılar. Server Ayas,
Edirne’de bir zaviye yaptırdı. Kale (8) içinde Ak Cami’ye yakın idi. Seyyid
Saltık Zaviyesi’nin mescit tarafında idi. (9) Bir zaviye daha vardı. Hoca
Abdülaziz yapmıştı. O da camiye yakındır. (l0) Sonra harap oldular. Her birini
bir aziz gelip tekrar yaptı, mamur eyledi. Şimdi (11) yine zaviyedirler. Ayaş’ın
zaviye bina itmesine sebep şu idi: Hazret-i Resul’ü (I2) rüyasında görmüştü:
-Ya Resulullah! Bir hayır yapmak istiyorum. Hangi hayır <l3) ziyade
sevaplıdır. Ne yapayım, dedi. Hazret-i Peygamber:
-Karşılığı Hak yanında ziyade olacak üç hayır vardır. <14) Cebrail’den
sordum, o da anlattı: “Ben bu * üç hayrın sevabı ne kadardır, bilmem. Aç
doyurmak, susuza su içirmek ve hela [T1172] (l) yaptırmak.” Server bu söz
üzerine bir zaviye yaptı, yemek çıkardı, imaret <2) kıldı. Ulema ve fukara günde
iki kez orada yemek yerdi. Şehir içine bir çeşme inşa (3) etti. Şimdi ona Kuru
Çeşme derler. Ayaş’tan sonra harap oldu. Hoca (4) Firuz tekrar mamur kıldı.
Rivayettir: O çeşme, Seyyid zamanında akardı, Seyyid yaptırmıştı. (5)
Seyyid’den sonra harap oldu. Tekrar Ayas yaptı. Şehrin dış yanında, su
kanalının (6) dibinde, halk ve gelen gemiciler kazasını görsün diye on tane hela
yaptırdı. Zira o vakit <7) denizden Edirne’ye gemiler gelirdi. Su az olduğu
zaman, suyun olduğu yere kadar (8) yürürdü. Mısır şehri gibi. Nitekim Nil
Denizi’nde kayıklar yürürdü. Bu da Rum’un Mısır’ı (9) idi. Şenlik ve mamurluk
o vakit fazla idi. Bağdat ve Basra gibi şenlik idi. (I0) Rivayet edenler anlatır:
Bağdat şehri zamanında öyle büyük bir şehir idi ki on iki bin (11) mahallesi
vardı. Her mahallede on iki bin ev vardı. Basra şehri yedi bin mahalle idi, (12>
her mahallede yedi bin ev bulunuyordu.
Abbas, Bağdat’ta halife idi, adil davranırdı. <13) Onlardan sonra Cingis
nesli hükmeyledi, zulüm yaptılar. (,4) Vergiler saldılar. Onların vergisinden âciz
olan Basra halkı dağıldı. Onlarun bir şeyhi vardı, kerametle (15) varıp şikâyet
etti, dinlemediler. Halk şehri terk edip bir tepeye çıktı, [T l 173] (1) oradan
dağıldılar.
Melik halkın dağıldığını işitince yaptığı işlere ve zulme pişman olup (2) o
şeyhe haber gönderdi:
-Sizlere bundan sonra adil davranacağım. Gelip yerinize t3) oturun, dedi.
Şeyh, melikin adamına:
-Gidip o zalim ve merhametsiz melike söyle, <4) bize onun Kitfu
gerekmez. Önce gerek idi. Şimdi harap Basra’yı ne yapalım, dedi. (5) Halk
gidince şehir ıssız kaldı, şehre ateş düştü, harap olup gitti. Şeyh (6) incindiği için
o sözü söylemişti. Basra halkı şehre gelir, kışlar; yaz (7) aylarında geri giderdi.
Çöl içinde yaşarlardı. Şehir tenha kalırdı. Âdet o (8) idi, kaldı. Biz geri
Nureddin-i Şehid hikâyesine gelelim.
Medine şehrinden (9) mektubu önce Rum’a gönderdi, kendisi oradan
kalkıp Kâbe’ye gitti. Hac vakti(10) idi. Hac etti, oradan dönüp geri Şam’a gitti.
Bu tarafta (1I) Şam’da Nureddin’in kulları sabah kalktılar, meliklerini
bulamadılar. Ne olduğunu (12) bilemediler. Nayibi kalkıp durumu sultana
bildirdi. Melikler merak ettiler.
Nureddin (13) haciblerle gelip Mısır’a çıktı. Gidip Sultan ile buluştu.
Mekke armağanını (l4) sultana verdi. Sultan hoş gördü, kaftanlar giydirip geri
Şam’a gönderdi. (15) Halk karşılamaya çıktı.
Kendisi deve üzerinde oturdu. Ehlullah, karşılamaya [T1174] (I) geldi.
Gördüler ki Nureddin arkasına altınlı elbise giymiş. Gelip sarayına indi, (2)
oturdu. O saat divan kurdu, halka ziyafet verdi. Veliler: (3)
-Bu k«i altınlı elbise giyer, yerinden velidir, dediler. Nakildir: Şeyh
Abdülkadir ( * Geylani de altın üzengili ata binerdi. Kulları altınlı elbiseler
giyerdi,(5) yine de velayet sahibi idiler. Tanrı verince küçük bir amel ile velayet
gitmez. (6) Ebu Hanife:
-Kişinin velayeti üç nesneden gider: (7) Erkekler arasındaki cinsel
sapıklık, zulüm ve hıyanet. Bazıları haksız yere kan dökmeyi de eklerler.
Nureddin, (8) ehlullahtan bu sözleri duydu. Bunları d avet<9) edip:
-Ya Serverler! Sırtınıza ne giyersiniz, diye sordu. Onlar:
-Gömlek giyeriz, dedi. (l0) Kendisi soyundu, gördüler ki gömlek yerine
aba giyiniş. Nefis yiyecekler getirip yedirdi. ( u Kendisi bir hurmayla nefsin def
eder. Ondan sonra Nureddin, (12) Şam şehrinde çok sayıda hayrat yaptırdı.
Server, Şam’dan çıkıp taşra illleri teftiş (13) eder’adalete çok önem verirdi. Kırk
yıl Şam’a melik oldu. Ondan kimse incinmezdi, (14) ona dualar ederlerdi. Bir
ara Frenk’ten bir düşman belirdi. Gemilerle geldiler, Şam’a (15) çıktılar.
Niyetleri Kudüs’ü yakıp; taşını toprağını alıp Frengistan’a [T 1175](1) gitmekti.
Orada bir kilise yapıp ziyaretgâh edineler.
Nureddin, Şam askeriyle karşılarına (2) çıktı, cenk ettiler. Kâfirleri
kırdılar. Ama cenk içinde Nureddin (3>yaralandı, sonra şehit oldu. Vefat ettikten
sonra üç gün kara durmadı, (4> aktı. Ölüsünü getirip defnettiler. Dünyadan
şehadetle <5) gitti. Mısır sultanı, Şam’a bir melik daha gönderdi.
Biz bu yana, İlyas Gazi’ye (6) geldik. İlyas-ı Rumî, Server’den sonra
Rum’u makam edinmişti. Her etrafa gazalar (7) ederdi. Server bir gün
Edirne’den dışarı çıktı. Yüksek bir tepe vardı, <8) onun üstüne çıkıp şehre baktı:
-Burası ne güzel yerdir, dedi. (9) Resulullah, bu şehri görünce buyurdu ki:
-Cennet bunun ya üstünde, ya altında (10) olmalı. Güzellikte benzersizdir.
Dünyada benzeri yoktur, dedi. Tanrı, Kur’an’da buyurur <U) ki: “lem yuhlak
mislühâ f i ’l b ilâ d ” * Bu şehir, letafette Şam’a benzer. (I2) Orada yattı, o gece
rüyasında (l3) Hazret-i Peygamber’i gördü. Ayaş’a:
-Ya Server; Biz can gözüyle bu Edirne’yi görüp dururuz. Cennet
toprağından bir parçadır. <14) Cennet bunun herhâlde üstündedir. T an rı(l5) buna
nazar edip Kur’an’da Rum demiştir. Rum’un aslı budur: “elif lâm mim [T l 176]
(l) ğulibetü’r-rümu f i ed n e ’l-a râ ” * dan kastedilen bu Edirne’dir. Burada
Müslümanlık nusret ve ferahlık (2) bulup daima kuvvetlene “yefrahu ’l-
müâminüne bi-nasri’llâ h “ ola.
(3) Bir zaman gelecek, benim ümmetim <4) bu diyara gelip toplana
Beni Asfar’la cenk edip helak eyleyecekler. <5) Hazret-i İsa, Mehdi’ye asker
olup küffarı katledecek. Hak teala bu yeri, Deccal (6) çıktığı zaman onun
şerrinden saklaya, ona göstermeye, gazilerin yüzü suyuna esirgeye. <7) Buranın
kavmi kuvvetlenecek. Burası, Darü’l-İslamdır. Fitneden uzaktır. Hatta Beni
Asfar ile <8) cenk edip yenecekler. Haraç verelim deyip barış yapacaklar. Sonra
fırsat bulunacak, tekrar kırılacaklar. Aman (9) vermeyecekler. Kâfirler: “Bizimle
barış yaptınız, bizi niçin kırıyorsunuz?”, diyecekler. Bunlar: “O <l0) barış
zorunluluktan olmuştur. Şimdi zorunluluk yoktur.”, diyecekler.
Tanrı’nın kudretiyle (ll) bu şehrin yanında iki cami yapılacak. Birinde
namaz kılan Hac sevabını bulacak, biri de Kudüs-i <12) mübarek değerinde
olacak. Kâbe’de ve Kudüs’te nafile namaz kılmaktansa, (13) gaza olan yerde
niyyet-i gaza deyip kılıç üzerinde yatıp uyumak daha sevaptır. Burası (l4)
gazilerimin ocağıdır. Mübarek yerdir, dinimin ezanını burada okurlar, yedi kat
" 5) gök melekleri onu işitip tekbir getirir. Benim sizlere vasiyetim budur:
Gazayı elden [T l 177] (1) bırakmayın. Zaruretiniz yokken kâfir ile barış
yapmayın. Size itaat edip haraç veren kâfirleri (2> asla incitmeyin. Gazadan
<5) Ayas Gazi kuvvetlenip âleme ad ve san salmıştı. Günlerden bir gün
Eflak meliki (6) beylerle otururken:
-Beyler! Dünya sarayına Saltık gibi er gelmez. Bu Ayas <7) yalnız kaldı.
Ahmed, Edirne’dedir, dışarı çıkmaz. Onu İstanbul te kürü (8) yenmiştir. Şurada
bir avuç Türk durup tepemizi döver. Siz tınmazsınız. Her (9) Türkü Saltık
sanırsınız. Hani gayretiniz, dedi. Beyler:
-Ya Melik! (10) Gördüğünüz bu kadar kâfir toplandı, ne yapabilirler? Biz
ne yapabiliriz, dediler. Melik: (ll)
-Onları yenen İlyas idi. O, ikinci Saltık oldu. Dün peyda oldu, <l2) öyle
işler yaptı ki burada korktuk. Hemen orduyu hazırlayın, gidip onunla (13) cenk
edeceğim, dedi. Hemen hazırlık yaptılar. Otuz bin er toplandı. (14) Ayas üzerine
yürüdüler.
Ayas işitti ki kâfirler geliyor. Gazilerle Tuna’yı (15) geçtiler, karşı tarafta
buluştular. Dört bin gazi, otuz bin [T l 180] (1) kâfir ile cenge girdi. At
ayağından çıkan toz, gökyüzüne (2) yükseldi. At ve adam tozdan belirsiz (3)
oldu, birbirini görmezlerdi, cenk ederlerdi. Üç gün göz açtırmayıp (4) gaziler
küffarla dövüştü. Bir ara Ayaş’ın atı sürçtü. Ayaş’ı kâfirler ortaya (5) alıp esir
ettiler, melikin yanına getirdiler. Melik, Server’in <6) idam edilmesi için emir
verdi. Bir darağacı kurdular, Ayaş’ı idam ettiler. Müslümanlar onu görünce (7)
kaçtı. Kâfirler, darağacını bırakıp gazileri kovalamaya gittiler. Ayas darda
yalnız dururken (8) urganın düğümü boynunun altına geldi. Ayas ölmemişti. Bu
sırada yüzü örtülü bir (9) server gelip Ayaş’ın ipini kesti. Ayaş’ı atm ardına alıp
yola revan (10) oldu. Bir dağa götürdü. Ayaş’ın aklı başına geldi, kendini
kurtulmuş (11) gördü. Bir kişi karşısında oturuyor idi:
-Sen kimsin, dedi. O şahıs:(12)
-Ya Server! Ben Saltık’ın kardeşi Menucher cinnîyim. Gelip gazilerle
birlikte gaza ederiz. (13) Seyyid hazretiyle anlaşmamız böyledir. Kâfirlere insan
gibi görünürüz, sıkıntı anında (14) yetişiriz. Kâfirler seni idam edince Hızır
Peygamber bana haber (15) verdi: “Ayas diridir, yetiş, Tanrı’nın emri ile onu
kurtar!” dedi. Geldim, seni darağacından [T l 181] (1) alıp buraya getirdim, dedi.
Ayas:
-Ya Menucher! Zaman zaman benim yanına gel, buluşalım, dedi. (2)
Menucher:
-Nasibin bu kadardır, deyip kayboldu, gitti. İlyas Rumî zamanında <3) bu
cinnî İlyas’a üç kez yardım etmişti. Ayaş’a da geldi. Rivayettir: Şimdiki
zamanda (4) da akıncılar ve gaziler o cirimleri görürler. Gelip kâfirlere heybetli
ve dev (5) suretinde görünürler. Nice kâfiri bu cinnîler tutup ellerini
bağlamışlardır. Müslümanlar ve gaziler gelip <6) bağlı bulurlar. Meşhurdur,
Müslümanlar cinnîler ile gelip gaza ederler. Cinnîlerin çoğu (7) Müslümanlardır.
Nitekim Kur’an’da “kad isteksertüm m ine’l-ins” * diye ayet vardır. <8)
Peygamber’in ümmeti olmuşlardır. Onlar da cennet civarında olurlar. <9)
Müslümanlara dost; kâfire düşmandırlar. Kâfiri de vardır. (l0) Nitekim
insanoğlunun da kimi Müslüman, kimi kâfirdir.
Biz sözümüze geri dönelim. Ayas (U) Gazi oradan kalktı, Tuna’ye
gitmek üzere yola çıktı. Yayan giderdi Bir dağ üzerine çıktı. (l2) Gördü ki
yenilen gazilerden bin kadarı toplanmış orada beklemekte. <13) İlyas’ı gördüler,
gelip ağlaştılar. Server onlara:
-Sakin olun, dedi (14) Oradan Baba’ya geldiler, Tuna’yı bir yerden geçip
beklediler. Bu tarafta kâfirler çok Müslüman (15) şehid ettüer. Kimini de esir
aldılar. Oradan dönüp geldiler, Ayaş’ı darağacında [T l 182] (1) bulamadılar.
Bekleyenlere sordular, nasıl oldu, dediler. Onlar:
-Bir atlı geldi (2) onun heybetinden korkup kaçtık, dağıldık, dediler.
Halk gidince o (3) atlı, İlyas’ı dardan indirip gitti. Kâfirler hayran olup
aşırdılar. (4) Oradan göçüp Baba’ya yürüdüler. Tuna kenarına gelip kondular.
Rumeli’ye <5) geçmeye niyetlendiler. Gaziler kalktı, cenk edip geçmelerine izin
vermedi. (6) Su üzerinde çok şiddetli cenk oldu. Sonunda kâfirler galip gelip
suyu geçti (?) Baba şehri üzerine yürüdüler. Şehri kuşatıp cenk etmeye
başladılar. (8) Müslümanlar çok kayıp verdi.
Eflak meliki gördü, askerlerine <9) bırakmayın diye işaret verdi. Hep
birlikte saldırdılar, taraf taraf Müslümanları ortaya (10) alıp kırmaya başladılar.
Gaziler yüzlerini Hakk’a tutup canı (ll) gönülden cenk ettiler. Cenk içinde
Ayaş’ın önüne (12) kâfir meliki çıkageldi mızrakla saldırdı. Server onu
reddeyleyip (l3) laine kendi mızrağı ile öyle bir vurdu ki göğsünden girip (14)
arkasından dışarı çıktı. O melun eşek gibi bağırıp atından (15) yıkıldı, can verdi.
Gaziler üşüştüler, başını kestiler, göndere [T1183](1) taktılar.
Kâfirler onun düştüğünü gördü, darmadağın olup kaçtılar. (2) Gemilere
binip suyu öte geçtiler. Pek çoğu suya düşüp boğuldu. Müslümanlar onları
kıra kıra kovaladılar, suya sürüp kırdılar. Küffar (4) üzerine musibet düştü,
yarısı bile kurtulamadı. Server İlyas, <5) Ayas Rumî’ye istikamet gösterirdi. Su
üzerinde cenk (6) ederken bir kâfir zenberek okuyla Server’i pazusundan vurdu.
<7) Zehirli demren* idi. Server’in kohı şişti. Gaziler ganimetlerle geldi (8) Server
Ayaş’ın huzurunda toplandılar. Ayas:
-Gaziler, bilmiş ohın. (9) Ben bu yaradan dolayı vefat edeceğim gibi.
Şimdi sizler Ahmed Rumî’nin yanına gidip (10) toplanın. Edime, gazilerin ve
Seyyid Şerif (11) Saltık’m ocağıdır, durağıdır. DarüT-İslamdır. (12) Orada
Kur’an, En’am suresi, 128. ayet: “İnsanlara çok fazla (kötülük) ettiniz."
D e rm e n : Okun ucuna geçirilen demir ya da kemik parça.
gazilere sıkıntı olmayacağını ümit ediyorum. Eğer küffar saldırırsa orası (13)
mübarek yerdir. Sizlere fetih, nusret ve zafer yetişir. Küffara galip olursunuz.
(14) “E lif lâm mim ğulibetü’r-rüm ” ayeti onun hakkındadır. Bu ayette
müminlere ferahlık ve Allah’ın yardımı (15) vardır., “kavluhu ta 0 â lâ :yefra fu ’l-
müâminüne bi-nasri’llâh Hiç korkmayın. Orada durun. [T 1184](l) Rum’daki
yerlerin hayırlısı oradadır, dedi. Daha sonra gözünü yumup canını teslim (2) etti.
Gaziler bunu gördüler, feryat ve figan edip matem tuttular. <3) Server’i
aldılar, orada ünlü bir tepe vardı, onun üstünde defnettiler. (4) Mezarım yaptılar,
hacetgâh durumuna geldi, velayetleri zahir oldu. Dünya sarayından (5) ahiret
mülküne gitti. Gaziler arasında ikilik düştü. Çoğu (6) Ahmed Rumî’nin yanma
gelip Edirne’de kaldı, etrafta gazalar ederlerdi. K üffar,(7) tekürün yanma vardı:
-Bir avuç Türk kaldı, bunlar çoğalmadan şuna bir çare bul, dediler. (8) Bu
söz üzerine tekür de asker topladı, Edirne’ye (9) gitti. Bu tarafta Ahmed Gazi bu
durumu işitti ve kaleye (10) girdi. Gaziler oraya gelmişti, toplanıp kaleye
girdiler. Tekür geldi, (11) kalenin doğu kapısının, yüksek burcunun karşma
kondular. Daha sonra yürüyüp kale kapısında (12) geldiler, beklediler. Tekür,
Ahmed’e adam gönderdi. Adam geldi, burcun <l3) dibinde durup çağırdı:
-Bey hazreti burca gelsin, sözüm var, dedi. (14) Ahmed kalkıp kalenin
burcu üzerine çıktı, bekledi. O (15)adam:
-Ya Ahmed! Tekür sana haber gönderdi. Gelsin yine dine girsin [T l 185]
(l) ve bize tâbi olsun. Saltık cihandan gitti, kime güvenir, dedi. Ahmed:(2)
-Git, sen o alçağa şöyle söyle: Latif bir aile, seçkin bir nesil ve şerefli bir
soy <3) gelecek; onlar bu illeri sizin elinizden alacak. Buralar İslam ehliyle
dolup taşacak. (4) Bu İslam ehli sizin içinize girdi. Ateş yanması gibi tuttu, siz(5)
bu ateşi söndüremezsiniz. Bunları, Sultan Saltık’tan işittim. Sizler (6)
uyuyorsunuz, dedi.
O adam gelip teküre bildirdi. Kâfirler bu sözü işittiler, (7) gazaba gelip
cenge yürüdüler. Yedi gün cenk ettiler, bir (8) taşa bile ellerini vuramadılar. Çok
sarp idi. Gece olunca Ahmed (9) çıkardı, gece baskını yapardı. Cenk eder, geri
kaleye girerdi. <10) Kâfirleri helak ederdi. Gaziler sağlam durdular. Ahmed
Rumî’nin (ll) oğlu Ayine şehri beyi ortaya düştü, barış yaptılar. Ahmed, yılda
on bin dinar (12) vermeyi kabul etti. Müslümanlar tekürle barış yaptılar.
Çevreden (13) sınır çizdiler. Oradan berisi Müslümanların hükmünde, ötesi (l4)
tekürün zaptında kaldı.
Tekür oradan İstanbul’a gitti. Bu tarafta (15) gaziler mutluluk içinde
etrafta gazalar ettiler, İller ve memleketler [T1186] (l) vurdular, cenk ettiler.
Zagra nahiyesinde olan melik gazilere (2) asi olmuştu. Gaziler, onların üzerine
gitti. O da asker toplayıp (3) gazilerin karşısına durdu. Orada dört (4) gün cenk
ettiler, birbirini kırdılar. Çok sayıda gazi o cenkte şehit (5> oldu. Sonunda Tanrı,
fırsatı gazilere verdi, kâfir askerlerini kırdılar. <6) Melik, Zagra’ya kaçıp şehir
kalesine girdi. O kaleye <7) Sengsar derlerdi. Sarp bir kale idi. Gaziler onu
gördü, <8) kuşatılması güç idi. Dağ yakındı. Çok miktarda odun kesip getirdiler.
<9) Yaktılar, o kaleyi ateşe verdiler. Kale yanıp k ü l<l0) oldu. İçindeki kâfirler de
birlikte yandı, harap olup yıkıldı. (ll) Gazilerle diyara yürüyüp akınlar yaptılar.
Fetihlerle tekrar Edirne’ye (l2) geldiler, şenlikler yaptılar. Kâfirleri ağaç
ile domuz gibi (l3) sürüp esir ederlerdi. Tekür bu durumu işitti:
-Bu Türkler (I4> sessiz durup sakin olmazlar. Memleketin ortasında bize
tekür iki oldu. (l5) Hazırlık yapın, çok kalabalık asker tedarik edelim. Ya biz bu
ilden gidelim, [T l 187] (l)veyahut onlar gitsin, dedi. Vezir:
-Onlardan bir yıllık kesim (2) var. İsteyelim, ondan sonra yürüyelim, dedi.
Ahmed’e kesimden dolayı adam gönderdiler. (3) Ahmed önce adamın burnunu
ve kulağını kesti, gönderdi; kesim vermedi.
(4) Tekür durumu görünce hazine açtı, kalkıp çok miktarda mal
Edirne’ye <5) saldırmak için hazırlık yaptı. Bu tarafta Ahmed ve gaziler işittiler
ki tekür lain <6) çok sayıda asker topladı. Bunlar her taraftaki gazilere haber (7>
verip toplandılar. Baba’ya adam saldılar, bildirdiler.
-Gafil olmanyın, (8) tekürün niyeti budur. Yürüyüp bütün Türkleri kırmak
ister. Bu kadar silah ve asker <9) tedarik etmiş. Hazır olup bekleyiniz, dedi.
Müslümanlar (l0) içine korku düştü. Meşhur gazilerden kimse de
kalmadı. (ll) Kefe diyarına Tatar Hanı yanma gitmeyi düşündüler. Sultan (l2)
Saltık’ın mezarını bırakıp terk edemediler. (l3) Müslümanların çoğu Server’in
mezarının Baba’da defnedildiğine inanıyordu. Saklı (14) tutarlardı. On iki yerde
suret göründü, fakat asıl erin cismi oradadır, <l5) derler.
Geldik bu tarafa: Gaziler ve Müslümanlar vakitlerine hazırlandılar.
[T l 188] (1) Edirne’de olan gaziler hazırlık yaptılar. Ak Cami’de şükür namazını
(2) kıldılar, birbiriyle helalleştiler. Bildiler ki en sonunda kâfirler gelecek, onları
(3) şehit edecek. Çünkü bu defa kâfir askeri çok idi. Her bir gaziye <4) bin kişiden
fazla kâfir gelecek. Ölünceye kadar cenk etmeye karar verdiler. <5) Dünyadan
ahiret sarayına şehadetle, yüz aklığıyla gitmeyi uygun buldular. Dünyada bir
güzellik (6) ile bir nam ve nişan koyalım, dediler:
-Bu yerin toprağı (7> şehit kanıyla sulanmıştır. Hak yoluna başımızı ve
canımızı veririz. Eyvah, demeyiz. (8) nasıl olursa olsun, deyip kalktılar. Kâfirler
gelecek diye hazırlık (9) yaptılar. Bu taraftan Baba’da olan Müslümanlar küffar
lainin Rumeli’ye (l0) hücum edeceğini işittiler:
-Sultan (11) Saltık da vefat etti. Meşhur gazilerden kimse kalmadı, (12)
şehit olup gittiler. Müslümanlara baş olacak bir gazi yoktur. Güveneceğimiz (l3)
kimse de yoktur. Durumumuz ne olur, nasıl yapalım, diye konuştular. Kaçıp (14>
sarp yerlere çıkmayı düşündüler. Ululardan bazısı:
-Gelin, Han’dan meded (15> ve yardım isteyelim. Belki bize yardım
gönderir. Ama onun da başına [T l 189] (1) bela geldi. İslam askeri perişandır.
Ordu kırılmıştır. Eyvah! (2) Nasıl edelim, kimden yardım isteyelim. Sonunda
adam salıp yardım istediler. (3) Diğer tarafta Han, Kırım’da idi.
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM
Rivayet edenler (4) şöyle anlatırlar: Sultan Saltık, Baba’da oturmuştu, <5)
Dünyadaki her şeyden vaz geçmiş, taat ve ibadetle meşgul idi. Rus diyarının (6)
meliki asi olup kâfir beylerine haber gönderdi:
-Saltık yaşlanıp <7) kocamıştır. Harbe ve darba kadir değildir. Gelin bir
olalım, yürüyelim. Türkü (8) ortadan kaldıralım, dedi.
Kâfirler bir araya geldi, Tatar (9) hanı üzerine hücum edip yürüdü. Han
kâfirlerin geldiğini ( işitince hazırlık yapıp askerlerini topladı. Gayret atma
binip <n) Al-i Mengiray adını yerde koymadı, yalnız başına küffar ordusuna
karşı (l2) vardı. İki leşker birbiri ile buluştu, çok şiddetli bir savaş oldu. Üç gün
(13) üç gece dövüştüler. Müslümanlardan çok kimse şehit oldu. (l4) Sonunda
fetih ve nusret İslam ehline nasip oldu, kâfiri yendiler. Küffar <15) döndü,
darmadağın olup kaçtı. Silah ve savaş araç gereçlerini yabana saçtılar. [T1190]
(l) Müslüman çerisi onları bir süre kovalayıp döndü. Çok miktarda ganimet elde
ettiler. <2) Cenk içinde hanın küçük oğlu Giray Han’ı kâfirler esir (3) ettiler. Alıp
gittiler. Han, oğlunun esir olduğunu işitince feryat ve figan (4) edip ağladı.
Başına toprak koydu:
-Ey Tatar beyleri! Oğlumu esaretten kurtarmayınca ben (5) oturamam.
Gerekirse ben de bu yolda (6) baş vereceğim, dedi. Bütün beyler ittifak edip
şöyle hükmettiler:
-On (7) yaşından yukarı olan oğlan bile atma binsin, evinde her kişi (8)
kendi kulunu bekçi koysun, kendisi sefere çıksın, dediler. (9) Kaleme aldılar.
Kırk bin kişi at arkasma geldi. Çıktılar, evlerinin halkıyla (10) veda ettiler. Tatar
cinsinden kimse kalmadı. Kullar ve (U) yavrucaklar kaldı. Han emretti, orduyu
üçe böldüler. (l2) Birinci ordunun başkomutanı Sad Şah oldu. Ondan sonra
Mirza Yusuf, <13) asker reisi oldu. Onun ardmca han kendi vezirleriyle yürüdü.
(14) Rus diyarına girip yürüdüler. Otuz gün sefer ettiler. H angi(15) şehre ve köye
ulaştılarsa yağmaladılar, yıktılar ve yaktılar.
Rus kâfirleri [T l 191] (1) bu durumu gördü. Tekrar asker toplayıp karşı
geldiler, cenk ettiler. Tekrar (2) yenilip kaçtılar. Müslümanlar kuvvetlendi,
kâfirlerin ardmca sürdüler. (3) Rus’un taht şehri Razan’a ulaştılar. Kaya (4)
Suyu’nun üstünde idi. Rus meliki onun içinde yaşıyordu. Gördü ki <5)
Müslümanlar şehre ulaştılar, yürüdüler. O lain gemi ile suyun <6) öte tarafına
geçip kaçtı. Han gördü ki kâfir kaçtı, şehirde konup (7) oturdular. Şehrin halkı
affını istedi, şehri verdiler, cenk (8) etmediler. Han o şehri incitmedi. Onlara
sordu:
-Oğlum nerededir,<9) haber verin, dedi. Kâfirler:
-Ey han! Senün oğlunu melikimiz, (10) Maskos diyarının beyine gönderdi.
Bu kadar biliyoruz, dediler. (11) Han oradan kalktı, Maskos’a gitmek üzere yola
çıktı. Bir kaleye <l2) yitiştiler. Kale çok sağlam idi. Cenk hazırlığını yaptılar. (13)
Han sürdü, o kaleye saldırdılar. Sekiz gün harp (l4) ettiler. Sonunda barış
yaptılar, bir ulu dağa çıktılar, beklediler. (15) Bu tarafta Maskos meliki,
Müslümanların geldiğini öğrenince karşılamaya geldi. [T l 192] (1) Orada da
cenk yaptılar. Kâfirler sağlam durdular. Müslümanlar da cenk (2) etti. Çok
kimse şehit oldu. Müslümanlar tekrar o dağdan tarafa (3) kaçtılar, dağ üzerine
çıktılar, beklediler. Kâfirler aşağıdan bunlar yukarıdan (4) dağ başında cenk
ettiler. Küffar saldırdı. Müslümanlar onlardan (5) âciz olup kaçmak istedi.
Müslümanların içinden birisi:
-Buna çare (6) yoktur, Berr-i Haveri’yi tutalım, canımızı kurtaralım, dedi.
Müslümanlar ona (7) razı oldu:
-Gece Berr-i Haveri’ye göçüp gittiler. <8) Kâfirler duydu, ardlarına düşüp
kovaladılar. Müslümanlardan (9) çok sayıda kişiyi şehit ettiler. Sonunda
Müslümanlar kurtulup gittiler. Diğer tarafta küffar (l0) dönüp iline geldi. Yolları
beklediler, kuş geçirmediler. (ll) Bu tarafta Müslümanlar yabana düştüler,
Türkistan diyarına çıktılar. (12) Bir ulu ırmağa ulaştılar, konaklayıp oturdular.
Hiç bir tarafa gitmediler. (13> Han bu hâli görünce üzüldü:
-Ne belaya uğradık, d ed i<l4) Müslümanlar tekrar tedbir düşündüler:
-Maskos’un ardından gidelim. (l5) Hepimiz kırılıncaya kadar duralım,
ümidimiz odur ki küffar mağlup olur. [T1193] (1) Oradan göçtüler, tekrar
Maskos diyarına girdiler. Kâfirler gafil iken o (2) diyarı yağmaladılar. Hakk’a
sığınıp Şebnak Kalesi’ne ulaştılar. Hanın oğlu orada hapis olmuştu.
Tatar Han, oğlunun orada olduğunu bilmiyordu. (4) Hemen o kaleyi
kuşattı. Çok şiddetli bir savaş oldu. Çaresini bulamadılar. (5) Gece oldu. Şehrin
beyinin bir kızı vardı, (6) hanın oğlunu sevmişti. Kız atını sürdü, hanın yanına
geldi: (7)
-Ya Server! Ben senin oğlunu severim. Bu gece onu kurtarayım. Fakat bu
kaleye (8) saldırmayın, dedi. Han razı oldu. O gece kız, hanın oğlunu burca
getirdi, ikisi birlikte <9) burçtan aşağı indiler, hanın yanına geldiler. Han, oğlunu
diri görünce çok mutlu (10) oldu, dönüp beylerine:
-Bundan sonra ilimize gitmek için gayret gösterelim, dedi. (ll) Beyler
kabul ettiler. Oradan göçtüler, büyük bir ırmağın kenarına geldiler. Bu sırada
Maskos meliki (l2) çok sayıda askerle yetişti. Müslümanları ele aldılar. Çok
şiddetli bir cenk oldu. (13) Müslümanları tekrar kırdılar. Sincap tarafına kaçtılar.
Issız bir yer vardı, o diyara (l4) girdiler. Kâfire karşı durmadılar. Zira kâfir zırhlı
ve silahlı idi. (15) Çıplak Tatar orada duramadı, kaçtılar. Kâfirler,
Müslümanların ardmdan [T 1194](l) Kuh-ı Sebz’e dek sürdü.
Dağa yetiştiler, Müslümanlar o dağa (2) arkalarını verip birbiriyle
helâlleştiler, saflar bağlayıp meydan (3> açtılar. Kâfirler de gelip alay tuttu.
Savaş davulu (4) vurdular. Tatarlardan bir yiğit meydana girdi, gösteri yaptı, er
diledi, kâfirleri <5) kırdı. Kimse onun meydanına girmedi. Müslümanlar atına
bindi, hep birden (6) saldırdılar. Toz, gökyüzüne ulaştı. (7) Cenk içinde Maskos
melikinin ok ile sinesine vurdular. (8> Kâfir, atından düştü.
Müslümanlar onu görüp tekbir (9) getirdiler, yürüdüler. Kâfirler yenildi,
kaçıp gittiler. Hanın ordusu onları (10) kırdı, kovaladı ve malların yağmaladı. O
illeri talan ettiler. Orada (11) yedi gün kaldılar. Han, beylerine dönüp:
-Ya Serverler! Tanrı, fırsatı<12) bize verdi. Bu kâfirler tekrar toplanıp bir
bey seçinceye kadar <l3) yavaş yavaş gidelim. Bizim ilimizden buraya yedi aylık
yoldur, bir buçuk yıldır (14) avare ve başıboş olduk. Oğlumuzu, kızımız terk
ettik, gezeriz. Onlar bizi ölü (15) diri bilmezler, dedi. Anlaştılar, dönüp Kırım’a
gitmeye karar verdiler. [T l 195] (1) Göçüp gittiler. Bunlar oradan gidince Leh,
Çeh ve Nimac kâfirleri toplanıp (2) yetiştiler. Maskos melikinin öldüğünü
işitince gazaba geldiler. Kâfirler Müslümanlara <3) hücum edip orta yere aldılar.
Müslümanlar (4) büyük bir ırmağa arkalarını verip kâfirlerle savaşa
başladılar. Müslümanlardan (5) otuz altı bin sekiz yüz kişi kalmıştı, kalanı şehit
olmuştu. Gaziler (6) yüz döndürmediler, tekrar durup orada cenk ettiler. Kâfirler
gördüler ki Türkler <7) sağlam durdu. Savaşa ara vermeyi işaret eden davulları
dövdüler, konakladılar. Han buyurdu, gece baskını(8) yaptılar. Çok sayıda kâfir
toprağa düştü. Fakat yenemediler. Gaziler (9) tekrar kenara çıkıp bekledi.
Kâfirler korktular. O gün durdular, gece (l0) olunca kaçıp gittiler. Müslümanlar
onların ardına düşmedi. (ll) Kırım’a dönmek için yola çıktılar.
Diğer tarafta (l2) Kırım’da Tatar obasında kalan Müslümanlar, Tatarların
kulları idi. Tatar içinde (l3) acemi, dil bilmez. Kazak Türklerine “yuvacık”
derlerdi. Maskos (14) mülkünü Müslümanlar soyarken bir kişi kaçmıştı. Casuslar
haber ileteler ki <l5) Müslümanların tamamını kâfirler kılıçtan geçirdi. Hanın
başını kestiler, [T1196] (1) birisi bile diri kurtulamadı. İşleri tamam oldu. Bir
süre sabrettiler. Başka haber alamadılar. (2) Aradan iki yıl geçti.
-Eyvah! Müslümanlar hep kırıldı. (3) Ya biz ne yapalım? Bu diyar ıssız
kaldı. Erkek cinsinden kimse yok. Kâfir <4) bizim üzerimize yürürse ne yapalım,
diye feryat ettiler. Oranın uleması vardı:
-Efendiniz (5) öldüyse hep onlar şehid oldular. Sizler avratlarını alın,
yerlerine durun. <6> Eğer kâfirler gelirse durup gaza ederiz, dediler. Herkes razı
oldu. (7> Kullar efendilerinin kadınlarını nikâh edip evlendiler. Yerlerine geçip
<8) oturdular. Bu arada Rus meliki kaçıp <9) gitmişti.
Han, onu yenince çöle düştü. Ordusunu çekip Kırım’a (l0) gitti. Kullar
işittiler ki kendileri üzerine düşman gelir, (ll) toplanıp tedbir düşündüler.
Orada bir ada vardı; bir tarafı denizdi ve bir yanı <12) tuzla gölüydü.
Bataklık yer idi. Bir ağzı vardı. Kırım adasına biraz yer karaydı. (l3) Gittiler, o
kuru olan ağıza (l4) denizden o göle varıncaya kadar hendek kestiler. Tatar
dilince hendeğe vurdular. (I5) Kırk arşm eni vardı. Kırk bin kul toplandı,
[T l 197] (l) üç adama bir sığır verdiler. Yüzdüler, kımızını verdiler. O sığır eti
tükeninceye kadar<2) bu hendeği kazın, dediler.
Bu şekilde üç ay yedi gün içinde hendeği<3) kazıp düzenlediler. Ortasına
çekme bir köprü bağladılar. (4) O yerin içine girip cenk ve harb malzemelerini
hazırladılar. Bu yuvacıklar uzağa <5) ok atmak ve yay çekmek için talim edip
nişancı olmuşlardı. <6) Güzel yay tutarlardı. Rus’un meliki askerleriyle
çıkageldi. (7) Gördü ki bu yuvacıklar yer kazmışlar, içine girmişler. Cenk etmek
zorlaşmış. (8) Melik adamlar görevlendirdi. Yüksek sesle zaman zaman çağırıp
Rus dilince:
-Siz kulsunuz. (9) Tatarlar sizleri bizim ilimizden alıp kul edindi. Sizler
bizdensiniz. Gelin, (10) tekrar bize uyun. Kadınlarınızı ve çocuklarınızı alıp
memleketimize gelin, size hiçbir şey demeyelim. (ll) Tatarları hep kırdık, sizler
kime güveniyorsunuz, dediler. Bu kulların beyi, hanın hatununu (12) almıştı.
Adına Alagöz derlerdi, ona danıştılar:
-Ne dersin, dediler. <13) O:
-Eğer sizler kâfire uyarsanız sizi hep kırarlar. Eğer kâfirler bize bir şey
<I4) demezlerse avratlarımız bize boyun eğmez, dedi. Bu söz üzerine (l5) kâfirleri
oradan ok yağmuruna tuttular. Çok sayıda kâfiri düşürdüler. Bu kullar, dar
yaydan ok [T l 198] (1) attıkları için uzağı vuruyorlardı. Kâfirlerin okları bu
kullara erişmedi. (2) Rus kâfirlerinden çok sayıda kâfir toprağa düştü.
Müslümanlar kalktı, (3) köprüden geçip dışarı geldiler, kâfirlere ok serptiler.
Kâfirler durmayıp (4) darmadağın oldular. Küffar ordusu hezimete uğradı.
Bunlar (5) dönüp yerlerine geldi, şenlikler yaptılar. Bunlar bunda kaldılar.
Bu tarafta <6) Tatar hanı yerinden göçtü, fetihle askerlerini yola koydu.
Raviler (7) şöyle anlatır: Yolda bir kâfir varidi, Erdil derlerdi, savaşçı bir (8)
melun idi. İşitti ki kâfirler, Tatarları yenemediler. Ellerinden kurtulup (9)
memleketlerine gidiyor, dediler. O alçak yirmi üç bin zırhlı (l0) er ile yetişti.
Müslümanlara girdiler, gafil giderken bastılar. (ll) Bir cenk ve harb oldu ki
Müslümanlardan toprağa yaklaşık yedi bin can (l2) düştü. Müslümanlar gayret
edip durdular, cenk ettiler. Kâfirleri kırdılar. (13)Gece kalkıp dövüştüler. Akşam
karanlığında (14) kâfirlerin beyini meydan içinde yıktılar, yakaladılar. Han
buyurdu; o alçağı (l5) seher vaktinde küffara karşı idam ettiler. Küffar onu
görünce darmadağın ohıp [T1199] (1) gitti. Müslümanlar onları yağmaladı. İl
içine çıkmak (2) için yola devam ettiler.
İllerine yaklaşınca illerinden haber sordular. Öğrendiler ki (3) avratları,
emanet ettikleri kullarına varmışlar. Üç yıl olmuş, kendilerinden (4) hiç haber
alamamışlar. Savaşta kırıldılar diye avratları kendilerine nikâhlamışlar.
(5) Han, beyler ve diğer Tatarlar bu durumu işittiler. Utandılar, her biri
ağladı. (6) Dert ve hasretten, can ve ciğerlerini dağladılar. Han emretti, bir kâğıt
(7) yazdılar, o kullara gönderdiler. Hanın kâğıdı onlara geldi, (8) açıp okudular.
Yazmış:
-Bre kullar! Biz gazada iken sizler bizim avratlarımızı aldınız, (9) hıyanet
ettiniz. Sizin başınız, kanınız bize helal oldu. (10) Vaktinize hazır olun, sizinle
konuşacağız, demiş, Kullar bu haberden (ll) korktular, hendekle çevirdikleri
yerin içine gelip girdiler. Hazırlık yapıp (12) beklediler. Bu tarafta han,
talihsizliğine höngür höngür ağladı:
-Beyler, ağalar, (13) mirzalar! Bu ne büyük hakaret ve utanılacak şeydir.
Biz gazadayız, bunlar böyle (14) ederler. Acaba bu hâl bize neden oldu, dedi.
Vezir:
-Ya Server, bu bela bize (l5) üç şeyden oldu. Kendi nefsimizin
kötülüğündendir. Hak teala bize hakaret [T 1200](1) verdi. Han:
-Onlar nedir ya vezir, söyle! Bilelim nedir? Haber <2) ver, dedi. Akıllı
vezir söze başladı:
-Hak teala gazada üç taifeyi (3) öldürmeyi haram etti Genç kadınları,
oğlancıkları ve rahipleri. <4) Bu bizim askerlerimiz, bu seferimizde, bu üç
nesneyi(5) çok yaptı. Sonra böyle olduk, dedi. Han, vezire (6) hışmetti:
-Bana niçin bildirmedin? Onları yapanları tutup yerinde <7) öldüreydim,
bu fesat olmayaydı, dedi. Vezir, hana dua edip:
-Götürüp <8) askerini helak mi ederdin, dedi. Han oradan göçüp hendek
şehrine yöneldi. Kona göçe (9) hendeğin açıldığı yere yaklaştılar. Yuvacıklar
derin ve geniş hendek 110) kazmışlar, öte tarafına durmuşlar. Cenk hazırlığını
görmüşler. (U) Avratları da birlikte cenge gelmiş. Vezir bu durumu görünce (12)
hana:
-Server, bu avratlam ne suçu vardır? Suç, bu kullarındır. Bu avratlar <l3)
bizden korkup cenk eder. Bir bir çağıralım, (l4) onları bağışla. Bizden
ürkmesinler. Onlar sakin olsun. Yoksa onlarla cenge (l5) girerlerse bize
yaramazdır.
Han bu düşünceyi beğendi, çağırdılar. [T1201] (l> Avratlar onları işitti.
Geniş yere kaçtılar, beklediler. Bu arada kullar gayrete (2) geldi, hendeğin öte
tarafından cenge başladılar. Tatarlardan (3)çok kimse öldürdüler. Han gördü ki
bu kul taifesi hıyanet (4)edip cenk etti. Hemen vezirini yanına çağırdı:
-Ya vezir! (5) Bunlar durup bizimle cenk ederler. Nasıl edelim? Bu
hususta <6)ne tedbir alalım, dedi. Vezir:
-Hey Server! Ben kulunuz, burada bir söz demek isterim. F ak at(7) handan
korkarım, dedi. Han:
-Söyle, korkma! Senin her sözün benim katımda mazurdur, (8) zira
vezirimsin, dedi. Vezir:
-Bunların suçlarını affet. (9) Çıkıp memleketten gitsinler, avratlarımızı
versinler. İkinci kez nikâh edip <l0) alalım. Kavga bitsin. Bunca can arada
gereksiz yere helak ve telef olmasın, dedi. <n) Han bu sözü kabul etti. Vezir
gidip kullara bu sözleri(12) söyledi. Kullar, vezirin sözünü işitince gülüştüler:
-Zor durumda (13) kaldınız. Bize hile ile bir çare bulmaya çalışıyorsunuz.
Bundan sonra biz size inanmayız. (l4) Elinizden ne gelirse yapın. Hangi taş sert
ise başınızı ona <15> vurun, dedi. Vezir, nice nasihatler eyledi, çare olmadı.
Tekrar [T1202] (1) cenge başladılar. Yedi gün cenk oldu. Tatarlar bu kulların (2)
oklarından âciz oldular. Hendeğin yanından kaçtılar. Dışarıda Tatarlar, içeride
(3) yuvacıklar durdu, hendeğin ağzını beklediler. Bir ay durdılar. Gah cenk
ederlerdi, (4) gah sakin dururlardı. Bir çare bulamadılar. Tatar hanı göçüp
Akriyye (5) şehrine geldi, oturdu. Beyleri yanına toplandılar. Kışı orada (6>
geçirdiler.
Bu taraftan bu Boğdan lain yürüdü, Tatar’ın bazı illerini (7) aldı. Han,
Boğdan’a geçip gazalar eyledi fetih ile geri döndü. (8) Diğer tarafta Rus kulları,
handan korktular:
-Bizi burada koymazlar. (9) Biz böyle bir iş yaptık. Tekrar varıp kâfir
olalım, (l0) Rus diyarına gidelim. Emin okıp orada oturalım. Yoksa bir gün fırsat
(ll) bulup bizi kırarlar. Rus beyine adam gönderelim, dediler. (l2) Sonra adam
gönderip:
-Biz size tâbi olduk, diye anlaştılar.
(13) Han işitti ki kullar kendine asi oldular, kaçıp Rus’a (14) gitmek iste
Han, askerlerini topladı, hendek (15) üstüne geldi. Hendeğin ağzını tuttular.
Tatarlar gelip [T1203] (l) dışarıdan cenk yürüttüler. Asi kavim de içeriden çıktı,
çok şiddetli bir (2) cenk ettiler. Oklar serptiler. Tekrar çok sayıda adamı toprağa
saldılar. Tatarlara (3) yanar ateş gibi girdiler. Hendeğin üstünden Tatarları
geriye kaçırdılar.
(4) Bu kez han bunlardan âciz oldu. Cengî kavim v arç bir (5)
kenarında konup oturdu. O gece yattılar. Ertesi gün kalktılar ki ( ’ tekrar cenk
edeler. Rus melikinin başkomutanı Şomac lain, <7) otuz bin kâfirle çıkageldi.
Savaş davulları vurup Müslümanların üzerine <8) yürüdüler. Tatar çerisi kılıcını
eline alıp cenge girdi. <9) Çok şiddetli bir savaş oldu. Bu taraftan kullar da
hendeğin ağzından dışarı çıktılar, <l0) Tatara koyuldular. Tararları iki taraf
ortaya aldı. Bu kullar cenk (l 11arasında, cenk ederken Şomac laini Tatarlardan
sanıp okla vurup(12) öldürdü. Başını kestiler. Rus askeri yenilip kaçtı. (l3)
Han, Tatar askerleriyle at tepip kulların üzerine yürüdü. Kullar bildiler
ki (l4) bu kesilen baş, Rus askerlerinin beyinin başıdır. Hata etmişler. Hep
birlikte (15) dönüp hendeğe girdiler. Ok atmaya başladılar. Bunların [T1204]
oklarından çok sayıda Tatarlar sakat oldu. Müslümanlar garip bir olayla karşı
karşıya <2) kaldılar. Tatar Han’ın askeri âciz (3) kaldı. Kılıç ve her türlü silahta
Tatarlar galip geldi. Fakat okta onlar daha başarılı durdular. (4) Tatarlar
umutsuzluğa kapıldı. Artık bunlardan vazgeçmeye karar verdiler. Bu sırada (5)
yoldan bir toz belirdi. Bir ordu çıkageldi. Kefe diyarından <6) imiş. Gartan
yurduna gitmişler, oradan geri dönüyorlarmış. <7) Harun gazasını duymuşlar.
Gelip gazaya yetişti. <8) Tatarları (9) bu hâlde gördü. Bu kullara ok atmakta
kimse cevap(l0) veremez. O kişi:
-Siz bunların oklarından mı âciz kaldınız, dedi. Tatarlar:(11)
-Ya Server! Okları olmasa kılıç ile karşı koyardık, dediler. O kişi, <12)
hendeğin yanına gelip çağırdı: <13)
-Bre kullar ve hayinler! İtaat (14) etmediniz ve kâfirlerle bir oldunuz.
Şimdi bu gece biz yaylarımızı (15) suda ıslatalım, sert ve sağlam olsun. Yarın
bizim okumuz, sizden fazla [T1205] (1) gider ve sert vurur. Sizin hakkınızdan
gelelim, dedi. Bu kullar gerçek <2) sanıp:
-Siz yayınızı suda ıslatırsınız da biz ıslatamaz mıyız, deyip o (3) gece
yaylarını suya bıraktılar, ısladılar. Gafil oldular. Bu kullar; acemi, bön ve <4)
akılsız taife idi. Akıllı adamın sözüne aldandılar, hile olduğunu (5)
düşünemediler. Tatarların birazı kırılmıştı, yirmi üç bin kişi kalmıştı, bu hileyi
<6) düşünemediler. Tatarlara o kişi:
-Onların yayları sakat <7) oldu, hemen yürüyün, fırsattır, ok serpin, dedi.
Tatarlar kalktılar, onların <8) üzerine yürüdüler. Onlar yaylarını sudan çıkarıp
ellerine aldılar ki (9) atalar. Yayların boynuzlan ağacından ayrıldı, helak oldu.
Bu kullar, (10) hile olduğunu anladılar. Feryat ve figana (ll) başladılar. Başları
kaygısından cenge giremediler. <12)
Bu taraftan Tatarlar ok serptiler ve kılıçları çektiler,(l3) köprüyü bastılar.
Hendeğin ağzından içeri girdiler. Kullar kaçtılar, darmadağın (l4) oldular. Hanın
askerleri girip onları ele aldı. Canları yanmış askerler fırsat (i5) buldu, acımadan
hayinlcri kırdılar. [T1206] (l> Tutulanı da getirip boyunlarını vurdular. Hanın
avradını (2) alan Alagöz’ü yaralı, eli bağlı, çiğeri dağlı getirdiler. (3> Han:
-Bre tuz ekmek hakkını bilmez, itten kötü, hınzırın iti, nankör (4) kâfir!
Böyle mi yapmak gerekti? Hak’tan korkmayıp bu işi niçin yaptınız? (5) Hak
tealanın sizi kahredeceğini düşünmediniz mi? Tuz, ekmek hakkı yerine gelmez
mi? <6) Haşa! Tanrı kimin tuz ve ekmek hakkını zayi eder? Er ve geç belayı
buldunuz. ( ) Zira evliya buyurmuştur: Bir kimse bir kimsenin tuz ve ekmeğinin
hakkını bilmese, (8) Tanrı ona bildirir, belasını verir. Son pişmanlık faide etmez.
Alagöz: (9)
-Hey han! Sizler üç yıl kayboldunuz. Bize haber verdiler ki (l0) kâfirler
onları hep kılıçtan geçirdi. Biz de bu il ıssız (ll) kaldı, kâfirler gelip bu mülkü
almasınlar dedik. Ulema izin verdi, (l2) hatunlar dul diye aldık, dedi. Han:
-Hoş! Bir talihsizlik oldu. Ya (13) niçin sonra bize kılıç çektiniz, asi
oldunuz, dedi. Alagöz: <l4>
-Devletli han! Sizde bir gazap gördük. Biz de hata ettik. O korku ile (l5)
can ve baş kaygısına düştük, böyle oldu. Gerisiniz siz bilirsiniz, dedi. Han:
-[T1207](1) Beyler, ağalar ve mirzalar! Bilin ki bu olay bizim kendi
nefsimizdendir. Gereksiz yere (2) kan döktük. Biz de onlara dinin kurallarını
uygulamadık, cezamızı bulduk. (3) Bundan sonra bu bize ders olsun. Her kim
gazada genç (4) oğlan, avrat ve ruhban öldürürse, onu tepeleyin. Ona yardım
edeni de (5) brlikte öldürün. Fesadı bize değmesin. Bu hâl bizim başımıza ondan
geldi, dedi. (6) Han, Alagöz’e:
-Gel Alagöz, tövbe et. Senin suçunu affedeyim. Alagöz (7) tövbe etti.
Han, onu azat etti. Onu, güzel bir cariye ile evlendirdi. (8)
Rivayet ederler ki handan sonra o diyarda Alagöz hayli gazalar <9) yaptı.
Küffar onun kılıcından korkup haraket edemezdi. Hendek diyarında (I0) kaldı.
Han, hendek bölgesini ona tımar verdi. Hatunları(ll) getirdiler, ikinci kez nikâh
edip avratlarını aldılar. Şimdiki hâlde Tatar (12) ilinde Or yani hendek ağzı
demekle meşhurdur, ismi o hendekten kalmıştır.
(13) Tatarlar, düşmanlarını kırdılar, fakat bu cenk sonunda tutula
tövbe verip <l4) azat ettiler, suçlarını bağışladılar, öldürmediler. Ulemayı oradan
sürdüler. (l5) Fakat hanın bu cenkte çok sayıda adamı ölmüştü. Gelip oturdular,
[T 1208](l) başka sefere çıkmadılar. Bir süre dinlendiler.
Hanın başına bu durumun (2) geldiği yıl, Sultan Seyyid Saltık’ı bir kâfir (3)
hançer ile vurup şehit etti. Server’i ayrıca yaralamışlardı. Han, (4) Seyyid için
matem tuttu. Dünya gözüne karanlık oldu. Küffardan da (5) korkardı. Zira askeri
kalmamıştı, bekledi.
Bu tarafta (6> Seyyid’in vefat haberini küffar işitti. İstanbul tekürü çıkıp (7)
Müslümanlara hücum etti. Tekür göçüp (8) Tuna Baba’ya Müslümanları
kırmaya geliyor, diye haber geldi. Istefan, Yılan’a (9) indi, hayli fesad edip çok
sayıda insanı şehit etti. Orada olan Müslümanların (l0) bazısı göçüp gitti,
durmadılar. Müslümanlar oradan (I1) kaçıp Tuna Baba’ya indiler.
Tatar hanına haber saldılar. Han, gaziler ile (12) gelip orada cenk etti.
İsmail ve İshak şehit oldu. Bosna meliki, ( ’ Biravati melikinin oğlu Herasek ve
Mariko Müslüman olmuşlardı, gelip (14) hana yardım ettiler. Bu defa İstefan
lainin beyleri, çok sayıda asker toplamışlardı. (15) Hep şehit oldular. Bu
zikredilen melikler orada şehit [T1209] (1) düştüler. Han bırakıp kaçtı. Kurtulan
Müslümanlar, Tatara (2) gittiler. İstefan o illerin hepsini aldı. Tekkelere papaz (3)
koydu. Şerifin hiçbir şeyine dokunmadılar. Müslümanları bu hâlle Rum’dan (4)
çıkardılar. Gittiler, oradan dönüp geri Edime Kalesi’ne (5) geldiler. İstefan,
Ahmed’e haber gönderdi:
-Şehri bize verin, <6) siz çıkıp Yunan’a gidin. Müslümanların olduğu yere
kadar ulaşın, (7) dedi. Ahmed:
-Bu makam, gaziler ve şehitler ocağıdır. Biz (8) şehit olmadan bu kaleyi
asla kimse bizden alamaz.
Ahmed ile konuşan kişi haberi (9) getirdi. Kâfirler yürüdüler, kalenin
kapısına üşüştüler. Ahmed, <l0) serverlerle çıktı, kâfirlere (11) kılıç vurdu. On üç
gün cenk ettiler. On dördüncü gün (12) oldu. Kalenin bir yanında saray vardı.
Müslümanlar, kâfirlerle cenk ederken <l3) geldiler, kale tarafını aldılar.
Müslümanlar geri dönüp (l4) giremediler, dağıldılar. Müslümanlar tehlikeye
düştü, Ahmed’i ve arkadaşlarını (I5) şehit ettiler. Ölülerini kaleye defnettiler.
Kâfirler, binden fazla adam [T1210] şehit ettiler.
Sonunda Müslümanlar âciz kaldılar, bu kaleyi(2) vermeye karar verdiler.
Kendileri öte yakaya geçtiler. Mallarını, rızıklarını ve eşyalarını (3> alıp öte
yakaya göçtüler. Kaleyi, İstefan’a verdiler. İstefan, kaleyi Ahmed’in oğluna
verdi. İçine papazlar koydular. İstefan sürüp (5) İstanbul’a geldi. Rum’da
meydana gelen bu durum, bütün âleme yayıldı. (Ğ) Kâfirler, Rum mülkünü
tekrar tuttular.
ON DOKUZUNCU BÖ LÜ M
Server işitti ki Gazi Umur Bey ve Müslümanlar (8) Rum’dan çıkıp Aydın
iline göçtü. Umur Bey, gazaba gelip emretti, gemileri hazırladılar. ( } O yıl
Aydın Bey vefat etti. Gazi Umur Bey, babasının yerine kardeşi(l0) Abdullah’ı
bey yaptı. Kendisi kırk dört parça gemiye bindi, (U) Frengistan’a sefere çıktı.
Denizde ne kadar ada varsa çıkıp yağmaladılar. (12) Haçlı’nın adasında Batul
Frenk ile cenk ettiler, o kâfirin başını (l3) kestiler. Oradan yürüyüp Frengistan
illerini yağmaladılar. Nahş (l4) adasını kuşatıp fethettiler. Oradan da yürüdüler,
yağmalayarak geldiler, (l5) Karun Matun Boğazı’na girdiler, bir yerde
konakladılar. Frengistan bir araya toplandı, [T1211] (l) gelip o boğazı aldılar.
Umur Bey onlarla çok cen k (2) etti. Küffar gittikçe çoğaldı.
Gazi Umur sonunda gemilere (3) ateş vurup karaya çıktı. Sonra yürüyüp
geldiler. Küçük bir kale vardı, <4) onu fethettiler. Server bir taşa mızrağını
vurdu, o taştan su akmaya başladı. (5) Hisara Lekşem derlerdi, orada meşhurdur.
Bazıları asayla vurdu (6) derler . Orada bir kış oturdular, etrafı yağma ve talan
ederlerdi. (7) Müslümanlar:
-Ya Server! Kâfir kızlarından oğlumuz olacak, dediler. (8) Gazi Umur
Bey oradan göçtü, Selanik’e gittiler. Kâfir illerini (9) vururlardı:
-Bre kâfirler! Müslümanları ilinden çıkarmanın ne demek olduğunu bilir
misiniz, (l0) dedilerdi. Oradan yürüdüler, Selanik’i fethettiler. Tekrar Nahş
adasına (11) vardılar. Kâfirler gelmişti. Tekrar kâfirleri kırdılar, şehri <12) aldılar,
fethettiler. Tekrar gelip etrafı yağma ettiler. Sonra atlarını sürüp Üsküp (l3)
şehrini aldılar, yağmaladılar. Dört bin gazi yürüdü, doğru (14> Baba’ya geldiler,
ziyaret ettiler. Oradan da Yılan Baba’ya geldiler. Daha sonra ise <15) Eski
Baba’ya ulaştılar. Server içeri türbeye girmeyi istedi. Bir ses [T 1 2 1 2 ](1) geldi:
-Ya Umur! Gazi içeri girdi, gördü ki Şerif, mumun dibinde (2) oturur.
Umur ileri gelip Şerifin elin öptü:
-Sultanım sen diri misin, dedi. Şerif: (3)
-Ya Umur! Dünyada bir amel işle ki ölünce dirilesin. Biz dünyadan
sadece bir (4) elbise değiştik, ölü değilim, sizinle birlikteyim. Git buradan,
durma, gaziler ocağını (5) kâfirlerin elinden al, dedi. Eline bir kâğıt verdi,
kayboldu. Umur G azi(6) açtı, gördü:
- Edime şehri gaziler ocağıdır, demiş. Server,(7) beylerine:
-Kalkın, gidelim. Orayı fethedelim, dedi. Hemen gittiler. (8) Duman
düşmüştü, göz gözü görmezdi. Yürüdüler, sabah vaktinde (9) kalenin kapısını
açtılar. Kâfirler gafil iken kaleye girdiler, aldılar, fethettiler. (10) Onun için
durmanda kale kapısını açmazlar, korkarlar. (ll) Kaleyi aldılar, varoşu
tuyuncaya kada kaleyi zapt ettiler. (l2) Çıktılar, köprü üzerindeki meydanda
cenk ettiler. Gazi Umur Bey <13) yaralandı. Oradan döndüler kaleye geldiler,
anlaşma imzalayıp barış yaptılar. Kalede (14) gaziler olacak, şehirde olanlar
evvelki gibi gelecekler, kiliselerini ziyaret edecekler. Birer (15) birer geri
gidecekler.
Bir yıl Server orada durdu, etrafa gazalar yaptı. [T1213] (1) İstanbul’un
kapısını yaptırdı. Yusuf adlı bir beyi vardı, onu (2) burada bıraktı. Server
Dimetoka’ya gekip İpsala’yı yağmaladı. Oradan (3) geçip Firay’ı ve İlca’yı
fethetti. Orada çok kişi şehit oldu. Bu sırada bir haber (4) geldi:
-Kardeşin öldü, dediler, Server gelip (5) Gelibolu’ya çıktı. Tekür, sulh
edip, gemi verdi, öteye geçtiler. (6) O oğlanların büyüğünü bey dikip oturdu.
Veba hastalığından (7) beş kardeşin üçü öldü. Server birini bey,(8) birini de vezir
olarak atadı. Geri gelip gemiye bindi; Midilli, İmroz, Semadirek, <9) Kafur
adasını yağmaladı. Geldiler, Rodos’a (10) çıktılar. Gelibolu’yu dahi vurdular.
Rodoscuktan Silivri’yi ve İstanbul’u yağmaladılar. <n) Sürdüler, tekrar İpsala’yı
vurdular. Daha sonra Enaz’ı vurdular. Geldiler (12) Mekri Kalesi’ni kuşattılar.
Kâfirler pınardan, kuyudan (l3) su içerlerdi, dışarıda su yoktu. Gaziler orada
susadılar, Server taşa (14) değneğini vurdu, su çıkıp aktı. Rivayettir: Bir adada
daha taşa (15) değneğini vurup su akıtmıştı.
Üç gündür kalede cenk [T1214] (l) ederlerdi. Gafil iken Server’i bir tepe
üzerinden oku ile vurup (2) şehit ettiler. Gaziler üşüşüp Server’i orta yerden
aldılar. Server (3) Gazi kemerinden taşı çıkarıp kaleye attı:
-Beni şehit edeni (4) burada bulup öldürün ki şehadetim tam olsun, dedi.
Nakildir: Server’i vuran kâfir (5) o taşı aldı, Edirne’ye satmaya getirdi. (6)
Asumani yeşim idi. Duydular, gaziler onu yakaladı, aldılar, sözü yerine vardı.
<7) Taşı Akcami’ye koydular. Taşın yüzünden camiye yıldırım inmezdi. Erin (8)
velayetinden biri de bu idi: O taşı yalayan kadın, oğlana hamile (9) kalırdı, kısır
olsa bile çocuğu olurdu. Taş orada dururdu.
(10) Sonra Sultan Mehemed kiliseyi yıktı, İslam ehlinin isteği üzerine
mescidin hareminde, sağ direğin bir yüzüne koydurdu. Sol direğe o (I2) balık
taşını koydurmuştu. Bir meşhet* taşı kadardı. (l3) Direğin bir yanına, ucu dışarı
gelecek şekilde yerleştirildi. Taşı erkekler yalasa, yürek (l4) oynamasına faydalı
idi. İç tarafını kadınlar ve oğlu kızı (l5) olmayanlar yalardı. Su ile yıkayıp onun
suyunu içerlerdi, veba hastalığına iyi gelirdi, [T1215] {1) kazayı def ederdi.
Server Saltık’tan ve şeyhlerden kaldı. Ama (2) o kemer taşı sonra yerinden
çalındı, fesatlar aldılar. Görenler hâlâ y eri<3) ve nişanı durur derler.
M e ş h e t: (?).
Server Gazi Umur, Hakk’a ulaştı. (4) Daha sonra gaziler onu görüp
gayretle yürüdüler, o (5) kaleyi fethettiler. Server’in karnın yardılar, şehit
olduğu yerde defnettiler. (6) İki ak sancağı vardı, başı ve ayağı ucuna diktiler.
Gövdesini (7) alıp Aydın iline getirip defnettiler. Müslümanlar geri Edirne’de (8)
kalede kaldılar. Alp Osman o zamanlarda İdnik Kalesi’ni aldı, (9) taht şehri
yaptı. Üngüri Kalesi’ni de o almıştı. Daha sonra Karahisar’ı (l0) Bilecik’i,
İngöl’ü, İznik’i fethetti. Kuvvetlendi, aldığı yerleri (11) askerine ve kullarına
paylaştırdı. Timar ve sancaklara bölüp zapt ettiler. (12) Geldiler, Bursa’yı
fethettiler.
Server, bu tarafta Bursa üstünde iken <13) kâfirler İznik’i Müslümanlardan
ansızın aldılar. Sonra <14) Müslümanlar tekrar aldı. Gaziler gördüler ki Gazi
Umur şehit oldu, (l5) Osman’a haber gönderdiler, yardım istediler. Osman da
oğlu Orhan’ı [T1216] (1) gönderdi. Zira Ayine şehrinde Edrenos, bey <2)
olmuştu, onun babası ölmüştü. İstanbul’dan haber geldi, Edrenos ve Gelibolu
tekürü askerlerle (3) geçti; Bursak tekür ve Kestel tekürüyle bir araya gelip <4)
koyun sınırında Osman’la cenk ettiler. Alp Osman kâfirleri kırdı, (5) kaçtılar.
Hemen kendi Bursa’ya gitti, oğlunu Rumeli’ye gönderdi. (6) Gelibolu’dan aşağı
geldi; boğazdan sal bağlayıp, tulumlar takıp Rumeli’ye (7) geçtiler. Cenk ederek
doğru Edirne’ye geldiler. Orada olan (8) Müslümanlar karşılamaya geldiler.
Orhan Gazi’yi alıp (9) kaleye getirdiler. Edrenos lain, Laz ve Sırf
askerlerini topladı. Gelip (10) Orhan Gazi ile cenk ettiler, Orhan’ı yendiler.
Orhan kaleye girmeye <U) korkup kaçtı, Gelibolu’ya geldi. Tekürle barış yapıp
<12) Anadolu’ya geçtiler. O vakitler Orhan’ın babası Alp Osman (13) geldi,
Abruşak’ı kuşattı. İki burç yapmıştı. Bu burçlara <14) Balabancuk ve Timurtaş’ı
bıraktı, oğlu ( 5) Orhan’ı üzerlerine gözcü koyup kendi yaptığı Yenişehir’e gitti.
[T1217] (1) Nakildir: İznik’i Osman almıştı, buranın kavmini de haraca
kesmişti. Bursa’nın (2) fethinden sonra asi oldular. Tekrar kılıç ile fethettiler.
Eski taht yeri orasıdır. (3) Oradan göçüp Rumeli’ye gittiler, Edirne’ye geldiler.
Orhan, Bursa’yı (4) kuşattı. Osman Bey, Bursa’yı bırakıp gitti. Çünkü
ayağı (5) ağrıdı. Bursa’nın havasından dolayı nikris* hastası oldu. Hastalık
önceden de (Ğ) vardı. Bursa denize çok yakındı. Bu hastalık, deniz havasını
sevmez. (7) Aslında deniz bütün hastalıkları derpeştirir. Onun da hastalığını
harekete getirdi. (8) Bundan dolayı bırakıp gitti. Ayrıca şöyle düşündü:
-Oğlum, benim (9) sağlığımda bir kale feth etsin, halk ona uysun, dedi.
Orhan (1 1 Edirne’den kaldırdığı gaziler sancağını dikti, Bursa’ya yürüdü. <U)
Kâfirler ondan korkup sulh ile kaleyi verdi. Feth olundu. Osman bu durumu (l2)
işitince çok mutlu oldu. Oğlu Orhan’a vasiyetname yazıp gönderdi: (13)
-Ne yaparsan yap, ama Rumeli’ye geçmek için hazırlığını tamamla.
Gayret edin. Size fetih ve Tanrı’nın yardımı (14) oradadır. Edirne’yi fethedin,
orası gaziler ocağıdır. (15)
-Çok yakında geleceğim, sabredin, derdi. Bir gün ava çıktı, av (9)
yapıyordu, atıyla koşarken, atının ayağı bir deliğe geçip yıkıldı. Ayağı <l0)
kırıldı. Makamına getirdiler. Birkaç gün soma şehit <U) oldu. Ölmeden önce
vasiyet etti:
-Beni burada defnedin, dedi. Şimdiden sonra bizim neslimiz (12) bu
yakaya geçerler, bu yerleri durak edinirler, dedi. Orhan, Süleyman P aşa’nın (13)
öldüğünü duyunca çok üzüldü, matemler tuttu. Soma kendi de hasta oldu, vefat
(14> etti. Bursa’ya defnedilmeyi vasiyet etti. Kale içindeki manastıra koydular.
(15) Orayı camiye çevirmişti. Hem sarp ve yüksek yerde idi. Kâfirden korumak
için oraya [T1220] (1) koydular. Zira İznik’te kâfir çok idi. Bir kere isyan
çıkarmışlardı. Tekrar isyan çıkarırlar diye <2) korkarlardı. Korunması kolay
olduğu için Bursa’ya defnettiler. Orada ayrıca bir saray yaptırmıştı. (3) Oğlu
Sultan Murad Gazi gelip İznik’te tahta geçti, padişah (4) oldu. Bu tarafta;
Gelibolu, Bolayır ve Edirne’deki Müslümanlar (5) işitip geldi. Sultan Murad’a
haber gönderdiler, yardım istediler. (6) Beyler izin vermedi:
-Muhalif yerdir, küffar çoktur. Orada duracak (7) Saltık gibi er gerektir,
dediler. Engel oldular. O gece sultan <8) rüyasında Hazret-i Resul’ü gördü:
-Oğul! Gazi Murad, yürü <9) Rum’a geç, Edirne’ye ulaş, korkma, üşenme.
Bundan sonra Edime dar-ı İslam olacak. Ümmetim orada çoğalacak. Sizler
orayı başkent yapın. Edime, d a rü ’n-nasr ve beytü ’l-fetih'iıv. (ll)Âlemi oradan
feth edeceksiniz. Orada bir aksa-yı arz-ı mübarek* var. Edirne’de bir cami
yaptır. <l2) Hacetgâh olsun. Duanın makbul olduğu yerdir, diye gösterdi. Şimdi
<l3) orada Eski Cami yapılmıştır, derler. Her nereye giderseniz orada niyet <l4)ve
uğur tutun, ondan sonra sefere çıkın. Fetih ve zafer nasip olacaktır. Ayrıca o
mübarek yerde gafil olmayın, (l5) diye buyurdu.
Sultan Murad hemen kalktı, Bursa’ya geldi. [T1221] (l) Oradan
Gelibolu’ya geçti, devlet ve nusretle Rumeli’ye gitti. Bazıları Rusçuk’tan (2)
geçip oradan Çorlu’ya geldi. Oradan doğru Edime şehrine geldiler. Edirne’de
olan <3) gaziler, Sultan’ı karşılamaya çıktılar. Kâfirler işittiler, bir gece gelip
kaleyi <4) yağmaladılar. Müslümanları kırdılar, kimini de esir ettiler.
Rivayettir: Yusuf Han dışarıda (5> bulunuyordu, kala içi kâfirin elinde
kaldı. Sultan hazretleri devlet (,) ve ikbal ile yetişti, buluştular. Tekrar kale
üzerine gelip kuşattılar. <7) Sonunda Hakk’ın inayetiyle cebren ve kahren kâfir
elinden aldılar. Bazıları; Müslümanlar sudan (8) gemilerle geldi, fethetti derler.
Kâfirleri kırıp şehri aldılar. Öte yakada (9) Tunca geçesindeki şehir, Ayine
şehridir. Yıldırım Han geçip orayı yaktı, (l0) harap etti. Kâfirlerin beyi Edrenos
bir gemiye binip Meriç’ten çıktı, denize kaçtı. (ll) Sonra da Frengistan’a gitti.
Tutamadılar, cehenneme kadar (,2) gitti. Manyas’ı tuttular, getirdiler. Manyas,
Ayaş’ın oğludur, tekrar Müslüman oldu, (l3) gazilere karıştı. Gaziler etrafa
yürüyüp fetihler yaptılar, cenk ettiler. Hacı (l4) İl Beyi gitti, gazilerin burcunu
tekrar kâfirlerden fethetti. Sonra Dimetok’ı aldı. <l5)Evrenos Bey, Siroz’u ve o
tarafları fethetti. Magal ise Malgara’yı aldı.
[T1222] (1) İstefan lain, İstanbul tekürünün askerleriyle Vize’ye çıktı.
Gazileri kırmak istedi. (2) Bu taraftan Evrenos atını sürdü, baskın yapıp başını
kesti. Kâfirler yenilip <3) gittiler. Gaziler onu uğur görüp Edime burcuna başını
astılar, şehri <4) donattılar, şenlikler yaptılar. Server Murad Han, Edirne’yi
başkent yaptı. Eski (5) saray yerine bir köşk inşa ettirdi. Sonra Sultan Murad
oraya büyük saray (6) yaptı. Asıl kale içinde, Alacahamam’ın yanındaki sarayda
otururdu. (7) Frengiye Burcunu yıktırdı. Yerine Eski Cami’yi namazgâh olarak
inşa etti. Sultan Murad’a orayı(8) Hazret-i Resul göstermişti.
<9)Nakildir: Bu Cami-i Atik mübarek makamdır. Emir Seyyid Sultan yılda
(l0) bir kez gelir, ziyaret edip dua eder, oradan giderdi. Rum’un bu cami gibi(ll)
sevaplı camisi yoktur. Her cuma gecesi Mekke’yi bu ziyaret eder, derlerdi. (l2)
Bir gün giderken bir yere geldi. Müritlerine emretti, taş topladılar. Bir (l3> yerde
mihrap yaptı:
-Burada bir cami olacak, Kudüs sevabını ümmet fukarası <14) burada
bulacak, dedi. Sonunda Sultan Murad’in oğlu Mehmed Han geldi, orada <l5)
Kur’an, Nisa suresi, 69. ayet: “ ... İşte bunlar; Peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve
iyilerle beraberdirler.”
Rab! Şerifin yüzünün suyu hürmeti için bütün ümmet-i Muhammed’e sen
rahmet eyle. Azabının (7) şiddetinden sakla. Amin.
Bu kitabı yazana, okuyana ve dinleyene sen (8) rahmet eyle. Bu kitabı
yazanın ruhuna dua (9) eden kimseye de rahmet eyle. Zira benim amacım
burada duadır. Ayrıca bu serverlerin, Müslümanların dilinde yâd olmasıdır. (l0)
Gerçek olsa da olmasa da bu hikâyelerin sıhhat üzere olup olmamasının (ll)
ötesini Allah bilir. İsteğim, bu azizleri medh etmektir. Zira onlar bundan (l2)
fazlasına da lâyıktır. Onlar, Tanrı’nın velileridir. Adları yerde (l3) kalmasın,
anılıp ruhlarına dua edilsin. Onların ruhlarına dua ediniz. Bu (14) duaya sebep
olana da rica budur ki, Hak teala rahmet etsin. Bu kitabı, <15) gittiğim her
yerlerde bulduğum hikâyeleri toplayarak oluşturdum, kitap hâline getirdim.
Müslümanlar, [T1239] (1) bundan İslama fayda olacak. Bize de dua edip
müellifine <2) bağışlasınlar. Öyle eden kardeş, dünyadan <3) ahirete imanla (4)
gitsin.
-N- -P-
N a hs:bk.A m r-ı N ahs/ AmruNahs / Amru P ap a D i m i t r i : 194.
Nahsen. P a r s : 27 .
N ar: 6 6 . P e r a z i n : 108.
N a r s a m : bk. Baht-ı Narsam. P e r e n d e : bk. Baba Perende.
N a s r: bk. Baht-ı Nasr. P e r s a n -ı V e n e d ik : 30.
N a s r a n î : 9, 4 5 , 4 9 , 8 3, 104, 105, 135, 249, P i m a k : 206.
3 0 2 , 3 7 4 , 387 , 3 9 7 , 4 0 3 , 4 0 8 .
N a s to r : 22. -R-
N asto r-ı E flakî: 22. R a fı z î : 6 9, 7 0 , 155, 195, 2 2 5 , 2 2 6 , 2 2 8 , 2 2 9 ,
N a s ir îl e r : 249 . 2 3 0 , 2 3 1 , 2 3 3 , 2 3 5 , 2 3 7 , 2 3 8 , 2 4 0 , 2 4 4 , 24 9.
N e c a ş î : 387 . R a h t u : 199.
N ecid : 310. Rahul: 46, 49.
Nefise B a n u : 5 4 , 5 6 , 7 6 , 194. R a m i n ibni Adi: 153, 37 0 , 37 1.
N e m r u d : 35 8. R a m i n / R a m i n - i Adi: 134, 135.
N erim an : 167,287. R a s t : 253.
N eyfa l: 3 7 6 , 385. R avza-ı M u s ta f a : 70.
N if al: 3 0 2 , 3 0 3 , 3 1 4 . R avza-ı M u ta h h a r a -ı R e s u l u l l a h : N D 3.
N ik obad: 98. R a v z a t ü ’ l-ibad: 363 .
N il: 2 5 2 , 2 5 4 , 2 5 6 , 2 5 7 , 2 6 5 , 2 6 6 , 2 7 0 , 2 71, R e b i: 8 .
2 7 3 , 2 7 9 , 28 0 , 2 8 1 , 2 8 4 , 2 8 5 , 2 8 6 , 2 8 8 , 2 92, R e l i m : 23.
2 9 3 , 2 9 5 , 29 6 , 3 0 0 , 3 5 0 , 3 7 5 , 3 8 6 , 3 8 7 , 3 88, R e şid Ş i r v a n : 22 9.
389, 3 9 8 ,4 3 5 . R i k a : 114, 178.
N il ü f e r: 4 0 7 . R u h a n : 3 8 2 , 4 4 9 , 452.
N im - ş a z : 41 8 . R u k a i l : 141.
N i m t e n l e r : 143. R u m : N D 2, N D 3, ND 5, 6 , 7, 9, 10, 18, 23,
N og ay : 62. 2 4, 2 5 , 2 6 , 2 9 , 3 0, 31, 3 3 , 3 4, 36, 3 7, 4 0 , 4 4 ,
Num an: 66. 48, 5 1 , 5 6, 59, 6 3 , 65, 6 8 , 7 2, 76, 7 9 , 8 1, 82,
N u b e rd a h : 94. 87, 9 9, 104, 112, 114, 118, 119, 121, 142,
N u h : 9 9 , 40 7 . 178, 179, 180, 198, 1 9 9 , 2 1 2 , 2 2 2 , 2 2 6 , 2 2 9 ,
N u ş i n r e v a n : 6 6 , 113. 251, 271, 310, 3 1 1 ,3 1 2 ,3 1 7 , 349, 3 6 4 ,3 6 5 ,
373, 376, 403, 406, 430, 432, 435, 451, 459.
-O - R u m a d : 21 6.
O gu n : 431. R u m e l i : 3 7 , 38.
O r h a n : bk. Sultan Orhan. R u m î : 10, 1 5 , 3 0 , 3 1 , 3 4 , 3 5 , 4 7 , 9 9 , 105, 116,
O s m a n : 14, 16, 6 9 , 7 0 , 2 2 4 , 2 3 0 , 2 4 7 , 2 5 7 , 180, 190, 2 2 2 , 3 1 1 .
258, 260, 2 6 1 , 2 6 2 , 2 6 8 .
R u s : 2 9 , 3 3 , 35, 36, 7 2, 195, 196, 2 0 2 , 2 0 4 , S a y i f : 388.
207, 208, 210, 211, 212, 213, 214, 215, 216, S e b a - ı M ü l u k e : 135.
2 1 7 ,2 1 8 ,2 1 9 , 220, 2 2 1 ,4 5 9 . S e b ü k t ig i n : 8 .
R ü s te m / R ü s te m bin Zal / R ü s te m -i Zal: 6 8 , Sebzevar: 1 9 5 ,2 2 6 ,2 2 8 .
149, 150, 1 5 1 , 2 8 7 , 3 6 4 , 3 7 1 , 4 2 5 . S ekalib: 3 9 8 ,4 1 1 ,4 1 2 .
S e l i m : 65.
-S- S e m a y i l : 170.
S a b a / S a b a : 139, 165, 166. 176. S e m e n d e r : 126, 136, 139, 162, 163, 172, 176.
S a b r a n i l : 315. S e m e n d u n : 222 .
S a b î l e r : 108. S e m e r k a n d : 197, 1 9 9 , 4 3 0 .
S a r a : 3 58. S e m u d : 333.
S ad : 212, 213, 216, 217, 220, 253, 271, 282, S e ra v il:8 ,9 , 3 1 ,6 0 , 61 ,7 7 .
3 0 2 , 3 0 7 , 3 1 0 , 37 5 , 3 7 6 , 4 3 9 , 4 4 0 , 4 4 2 , 4 4 3 , S e r d a l- ı cA sfer: 10.
4 4 4 , 4 4 5 , 446, 447, 448, 449, 450, 451, 452, S e r e n d i b : 4 2 4 , 4 2 6 , 4 2 7 , 428.
454, 456, 457. S e v a k in : 388.
S a d : 375 . Seyf-i Zii’ l - y e z a n : 167, 384.
S a d bin İs h a k : 25. S eyhun: 435, 436.
S a d bin U bade: 16, 17. S e y l a f : 3 2 0 , 3 2 1 , 3 2 2 , 3 2 3 , 3 2 4 , 32 5, 3 2 6 ,
Sad-ı H ab e şî: 396. 327, 3 2 8 , 3 3 0 , 3 3 3 , 3 3 5 , 3 3 7 , 3 3 8 , 3 4 1 , 35 1.
S a d ibni H ız r : 78. S e yla n : 320, 337, 338, 339, 340, 341, 343,
S a d ibni M a h m u d : 2 35. 3 4 5 , 349.
S a d ibni A m i r : 43 9. S e y y a f -ı R u m î : 180.
S a d V a k k a s : 18. S eyy id-i B e n i -A d e m : 138.
Safhayil: 442. S e y y i d B attal G a z i : N D 2, N D 3, N D 5, 6 , 10,
S a fv a n : 2 8 0 , 2 8 1 , 2 8 2 , 2 9 6 , 303 , 3 0 4 , 3 0 5 , 11, 128, 149, 2 5 0 , 346.
307, 308, 420, 421, 427, 428, 429, 432, 433, S e y y i d C a f e r B a t t a l G a z i: [bk. Seyyid Battal
4 3 4 , 4 3 7 , 4 5 4 , 4 5 5 , 45 6 . Gazi].
S a fv a n z a d e : 4 5 5 . S e y y i d C a f e r G a z i : [bk. Seyyid Battal Gazi].
S a l i h ibni M u h a n ım e d : 370. S e y y i d G a z i: [bk. Seyyid Battal Gazi].
S a l i h i y y e : 2 5 1 , 2 6 5 , 266. S e y y i d H aşa n ibni H üseyin ibni M u h a m m e d
S a l i t a : 2 7 4 , 2 7 8 , 27 9. ibni Ali: 6 .
S al s al: 7 2, 22 2. S e y y i d H ız ı r: [bk. Saltık].
S a l t ı k : 2 , 5 , 8 , 9, 10, 11, 12, 13, 14, 2 0 , 2 2 , 26, S e y y i d H ü sey in : 7.
2 7 , 2 8, 2 9 , 3 2, 36, 3 9 , 4 0 , 4 2 , 4 3 , 4 5 , 4 9 , 5 1 , S e y y i d S a l t ı k : [bk. Saltık],
5 4, 5 5 , 5 6, 59, 6 0 , 6 1, 6 5 , 6 8 , 73, 7 5, 7 7 , 80, S e y y id Ş e r i f : [bk. Saltık].
8 1, 8 2 , 83, 84, 85, 8 6 , 87, 8 8 , 9 1 , 9 2, 9 3 , S i k e n d e r : 149.
100, 101, 102, 104, 106, 107, 108, 110, 112, S ilv a d in : 48.
114, 116, 122, 147, 149, 150, 183, 184, 186, S im a n b o l: 104.
187, 189, 190, 191, 192, 195, 196, 1 9 9 , 2 0 0 , S i m u r g : 126, 139, 158, 159, 160, 161, 162,
2 0 2 , 2 0 3 , 2 0 5 , 2 0 7 , 2 1 0 , 2 1 1 , 21 2 , 2 1 3 , 2 1 4 , 163, 164, 165, 175, 30 1.
2 1 6 , 2 1 8 , 2 2 0 , 2 2 3 , 2 3 3 , 2 3 9 , 27 0 , 2 7 1 , 2 7 6 , S im u r g - ı A n k a : [bk. Simurg].
27 7 , 2 8 1 , 2 9 0 , 2 9 4 , 2 9 9 , 3 0 2 , 31 7 , 3 1 9 , 3 2 2 , S in b a t / S in b a t Z e n g î: 2 7 1 , 2 7 2 , 4 3 9 , 4 5 3 ,
3 2 3 , 3 2 6 , 3 2 7 , 32 9 , 3 3 1 , 3 3 2 , 33 3 , 3 3 4 , 3 35, 45 8 .
3 3 6 , 3 3 9 , 3 4 0 , 34 1 , 3 4 2 , 3 4 4 , 34 9 , 3 5 2 , 3 54, Sincab: 7 7 ,3 5 4 , 356, 459.
3 5 5 , 3 5 6 , 3 6 4 , 36 5 , 3 6 6 , 3 6 8 , 36 9 , 3 7 1 , 3 75, S in d : 458 .
377, 391, 393, 4 0 3 ,4 0 6 , 4 0 9 ,4 1 0 ,4 1 1 ,4 1 2 , S i r a c ü ’ l - l e y l : 306 .
414, 420, 421, 426, 432, 433, 441, 442, 450, S i r p a l : 103.
4 5 1 , 4 5 4 , 5 4 5 , 4 5 6 , 4 57. S i s t a n : 459 .
S am irî-ler: 400, 402, 407. S it a n b o l: 82.
S a n a n : 400. S iv a s : 5 8 , 59, 6 0, 6 2 , 6 3 , 6 4 , 119, 121, 196,
S a r a y u n : 171. 197, 198.
S a n S a l t ı k : [bk. Saltık]. S u l t a n O r h a n : N D 2.
S a y ib : 105.
S u l t a n Gıyasüddin K e y h u s re v : 2 1 , 2 5 , 26, Ş ir v a n : 6 3 , 2 0 3 , 2 3 7 , 238.
3 1 , 3 6 , 3 7, 55, 76.
S u l t a n M a h m u d S e b ü k t i g i n : 7. -T-
S u l t a n M a h m u d : 113, 388. 398. Taber: 430, 459, 4 6 0 ,4 6 1 .
S u l t a n ibni G ıy as: 2 4 0 . Taberistan: 459.
S u l t a n İzzeddin : 80, 112, 128, 1 9 5 , 2 2 6 , 2 2 9 , T a b e r i y y e : 4 59.
232, 237, 249, 430. Tabul: 429.
S u l t a n S a r u S a l t ı k : [bk. Saltık]. T a ğ a r l u : 71.
S ultan S ü ley m an : 8 . T a h i r : 7, 5 2, 53, 4 2 7 , 4 2 8 Ayrıca bk. Sultan
S u l t a n T a h i r : 7. Tahir.
S u l t a n Y ı l d ı rı m H a n : 198. T a h m a r a s : 167.
S u l u k i : 102, 103. T a h m e ra s: 287.
S u d a n : 3 9 6 , 3 97, 439 . T a h u m : 2 8 2 , 3 8 6 , 389 , 390.
S u r : 240. T a l h a i b n i A bd ülaziz: 17.
Ş u r a n : 396. T a l h a -i G ü rcis taııî: 34.
S u r h a b : 240 . T a l k ı y a n : 33.
S ü l e y m a n ibni Dav ud: 135, 138, 150, 152, T a l u t : 3 2 4 , 3 2 5 , 3 2 6 , 3 2 9 , 3 3 9 , 3 4 1 , 34 3.
153, 161, 166, 2 7 4 , 2 8 7 , 2 9 5 , 354. T a m u s / T a m u s p e r i : 3 4 6 , 3 47.
S ü l e y m a n : 2 1, 2 1 , 115, 134, 149, 1 6 7 , 2 2 4 , T a n g a r : 33.
2 8 1 ,2 9 0 ,3 0 1 ,3 7 1 . T a r h a n : 2 1 9 , 22 9 , 2 3 1 , 2 3 2 , 23 7 .
S ü l e y m a n ( E m i r ) : 199. T a r m o s R u m î : 30.
S ü v a r : 28 7. T a r u m : 3 7 6 , 37 7 , 3 8 7 , 3 8 8 Ayrıca bk. Cebel-i
S ü v e y d a/S ü ve y d a n : 2 7 3 , 3 8 8 , 389 . Tarum.
T a r u n : 3 2 4 , 3 2 5 , 32 8.
-ş- T a r u t : 324 .
Ş a f î : 6 5, 6 6 , 69, 7 0 , 7 1 . T a t a r - l a r : 6 2 , 6 3 , 64 , 196, 197, 199, 2 0 0 , 2 0 3 ,
Ş a h - ı M u ra d : 234. 207, 208, 210, 2 1 1 ,2 1 6 ,2 1 7 , 220, 229, 231,
Ş a m : 64, 120, 123, 20 1 , 2 2 5 , 2 3 1 , 2 4 0 , 148, 2 3 2 , 2 3 5 , 376 .
2 4 9 , 2 5 0 , 2 5 7 , 2 5 8 , 2 5 9 , 2 6 0 , 2 6 3 , 2 6 7 , 391 , T a v a l : 3 55.
3 9 4 ,4 1 1 ,4 5 7 . Tav is: 93.
Ş a r i b a n : 105. T a v u s: 6 6 .
Şedd ad: 2 7 2 , 3 0 3 , 3 4 3 , 3 4 4 , 3 4 5 , 3 4 8 , 349, T a y i f : 3 10.
350,351. T a y n o s : 36.
Şeddad-ı Ç a h i : 28. T a y y : 12.
Ş edd a d ibni Ö m e r : [bk. Şeddad], T a z i y a n e - i O s m a n bin Aff an: 67.
Ş edid: 4 5 1 , 4 5 2 , 4 5 3 , 4 5 4 . Tebriz: 197 ,2 4 3 .
Ş e h i d B a b a : 202. T e g a n u ş : 135, 136, 137, 138, 139.
Ş e tı ir e n o s : 30. T e m i m d a r i : 149.
Ş e m a k : 238. T e v r a t: 4 0 8 .
Ş e m m a s : 1 9 ,2 1 , 3 4, 3 6 , 5 1, 5 2 , 53, 5 4 , 5 7 , 60, T e v r it : 107.
6 1 , 7 7 , 78, 103, 125. T ı r a b l is : 150.
Ş e m m a t : 3 6 8 , 369. T i m l a h : 36 5.
Ş e m u n : 2 2, 4 6 , 51, 108, 112, 182, 183, 184, T i m u r / T i m u r l e n g : 197, 198, 199.
185, 187, 189, 190, 193, 2 2 3 , 2 3 3 . T i m u r H a n : 197.
Ş e m r : 263. T i rb a n o s / T ı rb a n o s / T i ry a n o s / T i r y a n o s :
Ş e r i f : [bk. Saltık]. 10, 12, 15, 16, 17, 18.
Ş e r i f H ız ı r: [bk. Saltık]. T u b a : 383 .
Ş e rif-i M e d en î: 69. T u b a : 43 5.
Ş e rif-i Ş a m i : 322. T u b b a : 3 7 8 , 3 7 9 , 3 8 0 , 3 8 1 , 3 8 3 , 38 5 .
Ş e r i f S a l t u h : [bk. Saltık], T u h a n : 301.
Ş i b a n : 251. T u h - ı H e ft ü m n î : 4 1 4 .
Ş irin : 207, 208, 2 0 9 ,2 1 0 , 2 1 4 . T u n : 37 4.
Ş i r ü m i : 29 8. T u l : 2 9 8 , 2 9 8 , 299 .
Tu l H a b eşî: 317. V e n ed ik : 30.
T u l Z en g î: 2 9 7 , 2 9 8 , 3 1 4 . V e y sa n : 212.
T a l u t : 324 . V e z i r A sım : 31 8 .
T u n : 387. V ezir-i H a m o s : 108.
T u n a : 193. V ezir-i Affan: 112.
T u r D a ğ ı: 106.
T u r h a l : 94. -Y-
T ü r k - l e r : 13, 18, 19, 2 9 , 3 1, 32, 3 3 , 3 4, 45, Y a f e s : 99.
4 6, 4 7 , 4 9 , 51 , 52, 53 , 61, 72, 7 3 , 8 3, 91, Y a h ş : bk. Elyon Yahş.
104, 105, 107, 108, 114, 118, 181, 2 0 0 , 20 3 , Y a h u d i : 57, 61, 82, 8 3 , 104, 105, 106, 107,
2 1 0 , 2 1 1 , 2 1 4 , 22 0 , 2 2 1 , 3 1 1 , 3 1 6 , 3 1 7 , 3 3 1 , 1 0 8 ,3 5 8 ,4 0 3 ,4 0 7 .
3 78,403. Y a n o s : 121.
T ü r k î : 32. Y e h s u l : 256.
T ü r k i s t a n : 148, 2 2 2 , 2 5 8 , 31 7 , 4 3 0 , 4 3 5 . Y e h s u n : 2 5 6 , 3 6 6 , 3 6 8 , 3 6 9 , 37 3.
T ü rk m e n : 430. Y em en : 7 1 ,3 0 2 ,3 1 0 , 399, 400.
T u s: 430. Yenbu: 6 6 .
T u ş a t a s ı : 119. Yerv u şak -ı T e k u r : 10.
T a y y s a h r a s ı : 12. Y e z i d / Y e z i d bin M u aviy e: 156, 2 3 1 , 2 4 7 ,
T ı r b a n o s : 10, 12, 16. 2 5 8 , 2 5 9 , 26 0 , 2 6 1 , 2 6 2 , 2 6 3 , 2 6 4 , 265, 2 6 6 ,
Tig-ı D a h h a k : 14. 2 6 7 , 269.
Y e zid -i S a n i : 2 5 9 .
-U- Y ıld ırım / Y ı ld ırım Han / S u l t a n Yıldırım
Ubeyd: 37 5. H a n : 198, 199.
Uc: 23 7. Y u n a n : 18, 1 9 , 2 1 , 2 2 , 3 0 , 3 1 , 3 2 , 3 7 , 5 1 .
Ukbe: 80. Y u n a n î : 30.
Ukbe bin Velid: 128. Y u su f: 6 3, 117, 119, 120, 121, 178, 1 7 9 , 2 0 2 ,
U m ad i: 6 0 , 6 1 . 2 2 4 , 2 5 3 , 256.
U m a k : 179.
U m l a k : 3 2 7 , 32 8. -Zr
U m m a n : 7 1, 129, 1 3 1 , 3 1 0 , 400 . Zah ide : 166, 177.
U r: 2 1 7 . Zal: bk. RüstembinZ al.
U y ursivu r: 2 2 2 , 2 23. Zebib: 303.
Z e b u r: 40 8 .
-Ü - Z e m ad : 216.
Ü m m ü ’ l -d ü n y a : 270 . Zen g i: 2 9 8 , 3 0 0 , 3 1 9 , 3 8 5 .
Ü m m ü ’ l - h a y a t : 3 4 6 , 3 5 2 , 363. Z e n g ib a r: 2 7 1 , 3 93.
Ü m m ü ’ l-k ıy a s : 2 5 2 , 2 5 3 , 2 5 4 , 25 5 , 2 5 6 . Z e n g ist a n : 385.
Ü n g ü ru s: 7, 10, 3 3, 3 4 , 3 5, 2 2 3 , 225 . Z e n g iy a n : 388.
Üsküp: 3 6, 8 8 , 114, 190. Zeval: 42 9.
Zeyn eb: 307.
-V- Zib ak: 138.
Vadî-yi S u r : 307. Zirvi: 23.
Vadî-yi i h m a : 305. Zü ccac: 109.
Vadî-yi N a r : 6 6 . Z ü ’ l -c e n a h : 14, 1 5 , 2 0 , 6 7 , 77.
V a k k a s: 18. Z ü l f ı k â r : 20 2.
V asfiy ye: 185. Z i i l k a r n e y n : 3 2, 237.
Veli: 9 8 , 130, 162, 28 5. Zü rn e b a t: 4 3 9 , 45 3 .
Velid i: N D 4. Z ü y ir le r : 111.
II. c il t ö z e l is im d iz in i
A k d e n iz : 6 7 2 , 67 3, 691.
-A- A k ik : 598.
A b a za / A baza: 6 0 2 , 6 0 3 , 7 4 9 , 752. A ky an o s: 5 2 4 , 66 3, 718.
Abbas: 538. A laeddin : 4 9 8 , 5 26, 5 4 5 , 54 6 , 5 4 9 , 6 0 3 , 6 1 3 ,
A bbasiyye: 4 7 5 . 6 1 6 , 6 8 2 , 7 2 4 , 725, 7 2 7 , 7 3 0 , 7 3 2 , 73 9 , 7 40,
Abdu’ l - l a h u ’ I-M ala tıy y evi: 717. 7 5 5 , 7 5 7 , 791.
Abdullah F a z l i : 7 4 1 . A la g ö z: 7 5 7 , 7 5 8 , 7 60, 7 6 3 , 791.
Abdullah: 690 . Alagöz ( Y i r - i A lagö z): 761.
A b d u r ra h m a n : 7 4 1 , 7 4 2 , 7 4 5 . A la iy y e : 5 4 9 , 72 7.
A bd ussa m e t: 59 3. A l a m a n /A la m a n : 58 6 , 5 8 7 , 59 2 , 5 9 3 , 6 90,
Abdiilmüınin: 6 4 6 . 7 0 5 ,7 0 6 , 707,710.
Ab-ı T o n : 753. A l e m e n r u s : 6 9 1 , 694.
Ab-ı T u n c a : 4 86. Ali B e y : 5 5 9 , 6 1 6 , 6 1 7 , 72 1 , 7 2 3 , 7 6 0 , 76 1 ,
A b ru ş a k : 5 6 0 , 5 6 3 , 5 6 5 , 5 6 6 , 5 6 7 , 60 4, 775. 768.
Acaf: 5 1 6 , 5 1 7 . Ali bin Ebi T a l i b / Ali bin Ebi T a l i b : 4 8 8 ,
A ce m : 4 7 4 , 4 7 7 , 4 9 3 , 52 1 , 52 4 , 5 9 8 , 6 1 7 , 6 2 3 , 5 3 8 , 5 9 5 , 6 4 5 , 737, 7 4 3 , 762.
65 3 , 6 6 5 , 7 1 7 , 7 2 8 , 7 4 0 , 74 9. Ali C a n d a r / Ali ibni C a n d a r : 4 9 6 , 768.
Ada B e y i : 769. Ali ibni B a t t a l G azi: 717.
Adal ya: 549. Al-i O s m a n : 790.
Adal ya: 727. Alyon/Alyon R u m î/A lyo n : 622, 6 6 6 , 671,
Adem ( H a z r e t- i A d e m ): 4 7 9 , 537 , 64 4. 77 0 .
Adi: 704. A m a s ır a : 77 0.
Adrin İdris: 537. A na d o lu : 4 9 9 , 776.
Adrin / A drin: 5 3 7 , 53 8. A n g u n : 602 .
Adüvvis-i G ü re : 602. A n k a ( S i m u r g - ı A nk a ): 4 9 7 , 51 8.
A fah lon : 488 . A nkabil / A nk abil/ A n k a b il: 4 9 7 , 5 6 1 , 58 4,
Aff an: 5 1 7 , 5 1 9 , 5 2 6 , 5 2 7 , 52 8 , 546 , 6 0 3 , 6 04, 703.
6 0 5 , 6 0 7 , 608, 60 9 , 6 1 0 , 6 1 1 , 6 1 5 , 636 . A n ta ly a : 7 2 5 , 7 2 6 , 7 2 7 , 7 3 0 , 7 32.
A ğaç D e n iz i : 778. A y n az / A n y a z : 6 6 9 , 6 8 5 , 6 8 6 , 697.
A hen -ab a d : 4 6 4 . A pu rs u p u r/A p u rs a p u r: 4 6 1 , 6 6 9 .
A h i / A h i : 731, 732. Ara p: 4 9 3 , 5 7 9 , 6 1 8 , 6 5 0 , 7 2 8 , 740.
Ahi A hm e d: 539. A rab î: 5 8 3 , 6 8 4 , 731, 7 43.
Ahi E vra n: 718. A rd ıca: 4 8 6 .
Ahi F r e n g î : 72 6 , 7 2 7 , 7 3 0 , 731. Ard ıç (R a d iç): 778.
A h m e d : 4 8 8 , 4 8 9 , 4 9 1 , 5 54, 5 8 0 , 5 9 3 , 607 , A rg a ç ( K u h -ı A rg a ç): 7 78.
6 0 9 , 6 1 0 , 67 1, 69 0 , 6 9 7 , 6 9 9 , 7 2 0 , 78 9 . A rg u n : 7 7 9 , 78 0 , 7 8 3 , 78 5.
A h m e d (P irî A h m e d S u l t a n ) : 720 . A rn a v u t: 5 53.
A h m e d ( Y a r A h m e d S u l t a n ) : 720 . A ru h to n M i r z a / A ra h ton : 7 7 2 , 77 3.
A h m e d (H a z r e t- i M u h a m m e d ) : 537. A ru m an uk : 68 6 .
A h m e d ( K a r a c a A h m e d ): 524 , 525 , 720. A r u m a y : 5 8 8 , 6 00.
A h m e d F a k i h ( F a k i h A h m e d ): 5 2 1 , 522, As: 5 8 6 , 5 8 8 , 592.
5 2 3 , 524 , 52 5, 52 6, 5 5 2 , 6 9 3 , 6 9 5 , 71 8 . A s a f bin B e r h i y a : 5 98, 6 51.
A h m e d G a z i: 5 1 2 , 5 1 3 , 5 3 3 , 5 3 4 , 53 5, 537, A sfe r: 712.
5 5 4 , 6 7 1 , 690. A sfu ri: 6 6 8 .
A h m e d Ş e r i f : 552. A ta B a b a : 503.
Ahm ed-i A ra p : 6 6 5 , 6 6 6 . A tabey: 5 4 9 , 7 5 5 , 75 6 , 7 5 7 , 7 5 8 , 7 59, 76 0,
Ahm ed-i R u m î : 5 3 7 , 5 5 9 , 56 0 , 6 81. 76 1 , 7 6 2 , 7 6 3 , 7 6 6 , 7 6 7 , 7 6 8 , 791.
A h t e r : 478. Avc bin U n u k : 661, 662.
Ak C a m i : 536, 6 57. Avc T a r h a n : 772 .
A vnan: 781. B e n i M e r i n : 586.
A y a d im itri: 4 8 7 , 4 8 8 . B e n u ’ l-A sfer: 705 .
A y a m so n /A y a m u so n : 485, 486, 487, 488, B e r a h i m : 6 3 0 , 6 3 1 , 63 2 , 6 3 3 , 635 .
53 4 . B e r a v t i / B a r a v a t i : 4 9 2 , 5 5 3 , 61 2.
A yand on: 7 5 9 , 7 6 5 , 766 . B e r c a n : 461.
Ayaso fy a: 5 4 3 , 55 8 , 57 7 , 5 7 9 , 79 1. B e r s a n : 725.
A y a z m a : 699. B i c a n : 749.
Aydın: 6 1 3 , 6 15, 6 2 1 , 720. B i h t e r : 478.
A ydıncuk : 651. B o ğ d an: 5 5 0 , 5 5 2 , 6 6 9 , 70 6 , 7 7 8 , 78 7 , 78 8 ,
A y in e : 513 . 7 8 9 , 792 .
A yko: 769 . B o l a y ır : 6 7 6 , 67 7.
A y n a r o z : 534. B o r tı k a l: 5 5 7 , 585 .
A y r u ş a k a : 560. B o s i n : 552, 601 .
Ays: 6 1 7 , 620. B o sta n D e d e: 75 9.
A z e rb a y c a n : 741. B o y a b a t: 7 63.
A z a k : 77 3. B o z t e p e : 49 6 .
A z e r : 636. B u rc -ı E fr e n g i y y e : 789.
A z r a i l : 662. B u rc -ı H e ftü m /B u r c-ı H e ft ü m in : 6 3 3 , 70 1.
B u rc -ı Üngiyye: 69 7 .
-B - B u l g a r : 712.
Bab a : 4 9 1 , 5 1 5 , 5 4 4 , 54 8, 55 0 , 55 1 , 5 5 2 , 5 59, B u r g a z : 611.
5 6 0 , 58 2 , 6 0 3 , 6 1 3 , 6 1 5 , 7 24, 7 4 0 , 7 4 1 , 7 55, B u r s a k : 5 66, 6 01.
7 8 9 , 79 2 , 794. B u z i n t i n : 577.
B a b a B u n a n : 506. B ü y ü k B a b a : 501.
Bab a K av a ğı: 506.
B a b a k a y a s ı: 563. -C-
B a b il: 6 2 3 , 63 4 , 6 3 5 , 637. C a b e r ( M elik C a b e r ) : 647.
B a c u H a n : 6 1 6 , 7 4 0 , 748. C a f e r G azi/S eyyid C a f e r : 5 3 9 , 55 1 , 7 5 1 , 751 ,
B a ğ d a t: 74 1 , 744. 7 93.
B a h r - i M u h i t: 58 5, 5 9 4 , 6 0 0 , 651. C a l u t : 475.
B a h r - i S evad : 756. C a n d a r /C a n d a r io ğ l u Ali B e y : 6 1 6 , 6 1 7 , 7 6 1 .
B a k ı r K ü r e s i: 762. C a n d a r o ğ l u : 617.
B a l a t : 5 79. C a n i k : 613.
B a r a v a ti / B e r a v t i : 5 5 2 , 57 8 , 61 2. C e b e li y y e : 7 5 6 , 7 5 8 , 7 6 1 , 7 6 3 , 768 .
B a r k a n : 623, 669, 672, 697, 701, 702. C e b e l ü ’ l-Asb: 649 .
B a r m a k : 5 57. C e b e l ü ’ l M ü r t e f i : 698.
B a r s u k : 5 6 0 , 566. C e b e l ü ’ l - M u s a h h a r : 6 2 3 , 6 3 5 , 637.
B a s k a l i n : 587. C e b r a â i l : 7 37.
B a s k u r i : 713. C e c i m : 597.
Basrî: 6 6 6 . C e m a le d d in -i K a le n d e r /C e m a l /S ey yid
B a s t i n : 5 85. C em al [S eyyid C em aled din-i K a le n d e r]:
B a t t a l G a z i: 7 1 7 , 7 7 2 , 7 9 0 , 793. 7 2 8 , 7 3 0 , 7 3 1 , 7 3 2 , 7 3 5 , 73 6 , 73 7 , 738.
B a y e z i d H a n : 6 1 7 , 71 7. C e m ş id : 768 .
B a z C e z i r e s i : [bk. Cezire-i Baz] C en gis/C engis: 474, 475, 476, 521, 617, 669,
B a z A dası: 692. 7 4 7 , 748.
B e d a h ş î l e r : 4 75. C e r y e : 738.
Bed evi: 4 6 7 . C esar: 4 6 1 ,6 6 8 .
B e k t a ş : [bk. Hacı Bektaş]. C e v h e r B a n u : 64 5.
B e l g ra d : 712. C e v h e r N ilin : 592 .
Belh: 5 2 1 ,6 4 2 . C e v ra n G ü r c î: 7 4 9 , 750 .
B e n i A s f e r / B e n u ’ l-A sfer: 705. C e y h u n : 66 2.
B e n i İs h a k : 6 1 7 , 620 . C e z i r e - i A l e m z u z : 6 90.
B en i İs ra i l: 64 2 . C e z i r e - i A l m e n r u s : 69 4.
C e z i r e - i B a z : 6 9 0 , 691 . Ebu H a n ife : 7 4 0 , 746.
C e z i r e - i M a d il: 69 2. Ebu İs h a k : 5 2 7 , 636.
C i d d e : 7 5 9 , 761 . Ebu Ali S i n a : 639.
C in e v is: 5 8 1 , 585. Ebu S a i d : 579 .
C i n g i s : 4 7 4 , 4 7 5 , 4 7 6 , 6 1 7 , 748 . E b u ’ l - F e t h : 7 2 8 , 735.
Cingisî: 475. E b u ’ l -M u z e : 7 4 2 , 744.
C i n g i s iy a n -i h a y i n a n : 47 5. Ece B e y S u l t a n G a z i: 786, 787.
C i n n i s t a n : 65 4. Ece O vası: 7 87.
C u m a n : 7 5 1 , 752. E d i r n e : 4 8 5 , 4 9 1 , 511, 5 1 2 , 5 14, 53 3 , 5 34,
536, 537, 5 4 1 , 5 5 4 , 5 58, 5 8 0 , 5 9 3 , 6 0 4 , 6 07,
ç- 609, 611, 633, 634,635, 6 6 6 , 6 6 8 , 6 69, 674,
Ç a ğ a t a y : 4 7 4 , 669 . 678, 679, 6 8 0 , 6 8 2 , 6 8 4 , 6 8 5 , 6 9 0 , 6 9 7 , 701,
Ç a h - ı R a b ia : 4 7 5 , 745. 702, 704, 7 7 7 , 7 7 8 , 7 86, 7 8 7 , 7 8 8 , 7 8 9 , 7 9 1 ,
Ç a l a k : 75 2. 792.
Ç e h : 4 6 1 , 4 6 2 , 4 7 7 , 6 7 9 , 7 7 9 , 780 , 7 8 2 , 783. Edirn e K a l e s i : 788 .
Çen gis:[ bk . Cengis] E fl a k : 5 5 0 , 5 5 2 , 61 1 , 778, 7 7 9 , 78 8 , 7 9 2 , 7 93.
Ç e r k e s / Ç e r k e z : 6 0 1 , 6 0 2 , 6 0 3 , 6 6 8 , 7 4 9 , 752, E fr asiy ab : 4 7 8 .
773. E h r e m e n : 56 0.
Ç e s a r : [bk. Cesar], E lb u r z /E l b u r u z : 4 6 7 , 4 7 0 , 4 7 7 , 6 3 8 , 64 0 ,
Ç i n : 4 6 1 , 4 6 3 , 4 6 4 , 4 6 6 , 4 7 4 , 4 8 3 , 4 8 4 , 520, 649, 6 6 3 ,7 1 4 ,7 1 6 .
5 24, 745. E in i r O s m a n : 5 44, 581, 6 0 1 , 611.
Ç i n g i s : [bk. Cengis] E m i r S ü l e y m a n ibni B a y e z i d : 717 .
Enbuh: 4 7 4 ,4 7 7 , 5 1 5 .
-D- E n d e r i : 697.
D aday: 765. E n d ü lis: 5 8 0 , 5 8 1 , 5 8 2 , 5 8 6 .
Dadi/Dadi ( M e lik D a d i): 7 6 3 , 76 4. E rce m : 537.
D ad y o n: 769 . E r e n : 677.
D a l : 705. & gene: 686.
D a n / D a n Voyvoda: 7 0 6 , 7 0 9 , 71 0 , 71 1 , 7 12. E r k i y a n o s : 53 7.
D a r ü ’n - N a s r : 537. E k m en i: 7 1 8 ,
Davadani: 763. B r - ta ş ı : 677.
Dav ud (H z. Dav ud): 54 1. E r t u g r u l : 6 1 8 , 619.
D e c c a l: 4 60. Erzincan: 618,
D e m e k u l / D e m u k : 6 75. E s k i - B a b a : 53 3 , 54 3, 5 5 8 , 5 6 5 , 5 8 1 , 6 0 7 , 612 ,
D e r b a y c a n : 749. 6 3 3 , 670 .
D e r k a n (M eli k D e r k a n ) : 7 5 9 , 762. E s k i - D e r a n : 577.
D e r m u ş /D e r m o s : 5 6 8 , 5 85. E s t e k o y a n i : 629 .
Derviş M e h e m m e d : 539. E z - D i m u t o k : 667,
D e şt: 4 8 3 , 4 8 4 , 5 1 5 , 7 7 9 , 785. E z e n t a m e r i y y e : 600.
D ey n o s: 5 0 7 , 50 8. E zha b ib : 4 7 8 .
D i m u k u l /D i m u k : 6 7 4 , 675.
D im y a t/D im y ad : 7 2 8 , 7 2 9 , 7 30. -F-
D i r : 586. Fagfur/Fagfur-ı Ç in : 463, 4 6 4 , 466.
D iy ar-ı B e k r : 618. F a k i h A h m e d : 5 2 1 , 5 24, 5 2 5 , 5 5 2 , 6 9 3 , 69 5,
D o b ru ç/D o bruc: 4 8 9 , 4 9 1 , 50 3 , 5 43, 544 , 718.
5 59. F a r i s : 716.
F a s : 58 6 , 6 01.
-E- F e l s e f î l e r : 59 5.
Ebi Talib/Ebi T a l i b : 5 9 5 , 645. F e l y o n : 4 9 6 , 4 9 7 , 5 86, 5 8 7 , 590 , 5 9 1 , 6 0 0 ,
Ebu B e k r - i Sıd dik/Ebu B e k r : 5 8 6 , 6 3 5 , 698, 6 6 9 , 6 78.
7 43 , 745. F e l y o z : 75 9 , 76 9 .
Ebu C a f e r : 579 . F e n a r : 517.
Ebu Eyyub-i E n s a r i : 5 7 9 . Ferib an : 487.
F e r i h : 5 8 7 , 5 8 8 , 592. H a r e z m : 716.
F e r i h u ’ l-a n ıa n : 587 . H a ru t: 638 , 6 3 9 , 6 40.
F e y t u z : 5 1 7 , 518. H a ş a n : 5 6 8 , 5 8 1 , 6 7 6 , 69 2.
F ı r a n c e s e : 4 97. H aşan Abdal: 75 9 , 760.
Fırat: 617, 6 6 3 ,7 0 5 ,7 1 7 . H aver: 4 6 1 , 4 6 8 , 4 7 2 .
F i d a g u ro s : 512. H av e r a n : 4 6 7 , 47 2.
F i l a r i n : 5 8 5 , 669. H a v e r a n i : 46 9 .
F i r i b a n : 5 5 3 , 559. H a veri: 46 7.
F i r t i k a l : 587. Havva: 644.
F r e n g i s t a n : 4 9 6 , 5 8 0 , 58 2 , 6 2 2 , 6 7 7 , 6 8 6 , H ayn u p : 4 9 5 , 4 9 6 .
6 9 3 , 7 2 8 , 7 2 9 , 7 3 0 , 738. H a y r i : 747.
F u r t u k a l / F u r t i k a l : 5 8 7 , 600. H e b n a h : 7 8 0 , 7 82.
H in d: 4 6 1 , 4 6 2 , 623 .
H ir a s ik : 582.
-G- H ır m a n k a y a : 7 6 9 , 75 6 , 7 7 4 , 7 7 5 , 776, 777.
G a la t a : 577. H ıtay : 4 6 0 , 4 6 2 , 4 6 3 , 4 6 6 , 4 7 2 , 4 7 3 , 477.
G a rd /G a rç a : 4 64. H ız ı r / H ız ı r : 5 0 0 , 5 2 0 , 5 4 1 , 5 4 7 , 54 8, 597 ,
G a r m o s /G a r m u s : 6 8 5 , 6 8 7 , 6 9 1 , 6 9 2 , 69 4 , 6 6 2 , 6 6 3 , 69 4 , 69 5 , 6 9 6 , 708.
69 6 . H ızıriy y e: 595.
G a y ta s: 6 2 6 , 62 8. H oca A b d u r ra h m a n : 745.
G a y tay fa s /G ay ta y fan is: 6 2 6 , 628. H oca N asred d in : 6 6 4 , 6 6 5 , 6 6 6 , 6 6 8 , 718 ,
G a z a n : 772. 719.
G a z b i n : 545. H oca Re vaha: 741.
G e d a l a n : 5 8 0 , 5 8 1 , 5 8 4 , 669. Hoc a Ş i r a n : 7 4 2 , 744, 744.
G e rd e : 7 5 9 , 76 3 , 7 6 4 , 7 6 5 , 76 6 , 7 6 7 , 768 . H o r a s a n : 521, 5 2 3 , 61 7 , 6 1 8 , 6 6 2 , 71 6 , 747 .
G ı r n a t a : 586. Hoten: 4 6 1 ,4 7 2 , 4 7 3 ,4 7 4 .
G il a n : 7 4 1 , 74 8 , 749. H u l y e : 769.
G ir it : 733. H uni T a t a r : 773.
G ö y n ü k : 613. H u r z e m i / H u z d e m i : 4 7 6 , 47 7 .
G ur: 474. H ü m a B a n u : 544.
G urça: 474, 4 7 5 ,4 7 6 . H ü r m ü z : 653.
G u r i: 4 7 4 . H üsam edd in : 718.
Gül ç e h r e : 49 4 . H ü sey in : 693.
G ü n d ü z : 618. H üseyin (H z. H ü se y in ): 6 0 8 , 747.
G üre / G ü r c î: 6 0 2 , 749. H üsrev : 6 6 6 , 6 9 2 , 6 9 3 , 725.
G ü r c is ta n : 6 0 2 , 749.
-I-
-H- Ilgaz R u m î : 7 5 7 , 7 5 8 , 7 6 2 , 7 6 3 , 764.
H abeş: 616. İp sala: 6 7 5 , 6 8 6 .
H a beşi: 46 4 . Ir g ac: 484.
H a b e şista n : 631.
Hacı B a y r a m : 71 7. -İ-
Hacı B e k t a ş / B e k t a ş / Hacı B e k t a ş -ı İbni M esu d: 7 37.
H o r a s a n i : 5 2 0 , 5 2 2 , 5 2 3 , 52 4 , 5 2 5 , 718. İb ra h im : 543.
Hah: 6 6 8 . İb ra h im : 635.
H ale b : 576. İb rahim G a z i: 6 1 2 , 6 6 8 , 6 8 1 , 6 9 0 , 6 7 1 , 6 8 1 .
H a m i d : 6 1 3 , 618. İb rahim H a li l: 5 2 5 , 620 .
Han-ı M u g a n : 641. İdil: 772.
H an-ı T a t a r : 6 1 1 , 6 8 4 , 785. İdris: 601.
H a ra şb u d a n : 74 9, 7 5 0 , 752 . İdris (Hz. İdris): 53 7 , 639.
H a rc ı n e v a n : 51 5, 5 1 7 , 5 2 6 , 5 28, 5 4 5 , 550, İflak: 6 6 8 .
6 0 3 , 6 1 3 , 6 1 7 , 6 1 8 , 6 2 0 , 6 3 4 , 72 1 , 7 2 2 , 7 2 3 ,
7 56. A yrıca bk. Amasya.
İlyas-ı R u m î : 6 0 9 , 6 1 0 , 66 7 , 6 6 8 , 6 7 1 , 67 1, K a s t a : 76 1.
6 7 7 , 6 7 5 , 6 7 7 , 6 7 9 , 6 8 0 , 6 8 1 , 6 8 4 , 6 8 6 , 69 1 , K a s t a m o n u : 5 4 9 , 5 6 0 , 75 5, 7 6 1 , 772.
7 5 9 , 7 6 5 , 766 , 7 6 7 , 7 6 9 , 7 7 0 , 7 7 1 , 776. K a ş a n : 636.
İlyas / İlyas P e y g a m b e r : 565. K a ş g a r : 46 4 .
İm a m A li: 7 3 7 , 743. K aşgir: 4 6 1 ,4 6 6 , 477.
İm am H ü s e y i n : 7 4 7 . K a y d a k a n - ı A sferî: 552.
İm am Ş a f î : 74 6 . K a y s e r i : 71 7.
jr a n : 4 7 8 . K aysun: 487.
İr a s: 569. K a y d a f a n : 6 1 1 , 6 1 3 , 615, 6 1 6 , 6 8 0 , 6 8 2 , 6 8 4 ,
İsa: 5 3 0 , 5 3 6 , 5 4 0 , 5 4 1 , 6 4 4 , 6 9 9 , 790. 6 8 5 , 7 0 5 , 7 0 6 , 7 0 9 , 7 1 0 , 7 1 1 , 7 1 2 , 794.
İs fah a n: 6 36. K a v a n i y y e : 5 1 8 , 754.
İs hak : 4 9 0 , 5 2 7 , 5 6 0 , 6 6 8 , 7 5 9 , 7 6 7 , 775. K a t a l y a : 66 9.
İs h ak : 6 6 8 . K a ş g a r î : 71 7 .
İs h a k P e y g a m b e r : 6 1 7 , 620. K azeru n : 636.
İske n de r: 5 3 8 , 5 9 4 , 5 9 5 , 5 9 6 , 59 7 , 69 8 , 747. K e d r o s : 759 .
İs k e n d e r ibni S ü l e y m a n : 747. K e d r u s : 76 1.
İs k en d e riy y e : 725. K e f e : 4 8 4 , 4 9 6 , 5 1 3 , 5 15, 5 4 3 , 5 4 4 , 5 4 5 , 55 8 ,
İs m ail: 4 9 4 , 4 9 5 , 5 5 8 , 5 6 0 , 5 6 5 , 6 0 7 , 6 08, 581, 601, 602, 6 0 3 , 6 1 1 , 6 1 3 , 6 1 4 , 6 1 5 , 6 1 9 ,
6 0 9 ,6 1 0 , 634, 6 6 8 . 7 3 9 , 7 4 5 , 7 5 9 , 7 7 2 , 77 9, 7 8 0 , 785.
İs m a il: 749. K e jb i: 773 .
İs m ail: 533. K e l a m - ı K a d i m : 5 0 2 , 648.
İs ta h r: 6 4 9 , 65 0 , 6 5 1 , 6 5 3 . K e m a l / K e m a l A ta: 6 5 5 , 6 5 6 , 6 57.
İstanbul/İsl am bol: 4 8 5 , 4 9 5 , 5 3 1 , 53 3 , 5 38, K e n i s a : 531.
5 4 3 , 5 5 7 , 5 5 8 , 5 6 3 , 5 6 5 , 5 6 9 , 573 , 57 6 , 5 77, K e rb a n d il b a n : 755.
5 8 0 , 5 8 1 , 5 9 3 , 6 0 4 , 6 0 7 , 6 0 9 , 6 1 0 , 61 2 , 613, K e r d e c il e r : 717.
6 2 0 , 62 1 , 6 2 2 , 6 2 4 , 6 2 5 , 6 2 7 , 6 2 8 , 6 3 2 , 669, K e r n i k â fir: 7 69.
6 7 2 , 68 2 , 6 9 0 , 6 9 2 , 6 9 9 , 7 0 1 , 7 0 2 , 7 0 4 , 725, K e y h a n : 669.
7 3 1 , 7 5 6 , 7 73, 77 5 , 78 9 , 791. K e y h u s re v : 70 5 , 714.
İs te fan: 4 9 4 , 6 10, 6 1 2 , 6 1 3 , 6 3 6 , 731. K e y k a v u s : 7 0 5 , 714 .
İs te k o yan : 667. K a y s e r i : 545.
İzn ik: 569. K eyyus: 478.
İzzeddin: 4 7 7 , 4 9 7 , 4 9 8 , 5 1 9 . K ıb ri z : 733.
K ı n a s : 7 1 1 , 712.
-K- K ıp ç a k : 4 6 7 , 4 7 9 , 4 8 0 , 4 8 2 , 4 8 3 , 4 8 4 , 66 9.
K a b i l: 47 6. K ip ti l e r: 530.
K a f: 4 9 4 , 6 5 3 , 4 9 4 , 5 9 5 , 5 9 7 , 6 2 7 , K ır a v a n : 5 2 4 , 5 4 9 , 756.
K a f u r : 6 9 0 , 69 1 . K ı r n a t a : 5 8 0 , 601.
K aku m : 5 9 7 ,6 6 9 , 678. K ı r ı m : 6 5 5 , 6 5 6 , 6 5 7 , 6 8 1 , 7 0 6 , 78 5.
K a l a c u k : 549. K ı r ş e h r i : 5 2 2 , 717.
K a la n o s : 510. K ı z h a n : 6 4 2 , 6 4 4 , 645.
K a m u s ı : 64 6 . K ı z ı l ı r m a k : 754.
K a m u s -ı T a b e r î : 4 6 7 , 4 68. Kid e B a n u : 765.
K a n d e h a r : 47 6 . K i l a ş / K i l a ş p o l : 5 28, 52 9, 6 0 4 , 6 0 5 , 6 0 7 , 63 5 ,
K a n u s : 4 6 8 , 4 6 9 , 4 7 0 , 6 2 6 , 628. 6 7 3 , 67 4 , 6 7 5 , 6 7 6 , 677.
K a r a B o ğ d a n : 5 5 0 , 7 8 5 , 788 . K il i g r a d / K il ı k r a d : 5 03, 5 0 4 , 776.
K a r a c a A h m e d : 5 2 4 , 5 2 5 , 720. K i r m a s : 58 4.
K a r a d e n i z : 4 8 4 , 5 0 1 , 6 1 2 , 6 2 2 , 6 7 3 , 7 25, 756, K ir y a n : 776.
769, 7 7 3 ,7 9 1 . K i r y e : 71 6 .
K a r a h i s a r : 718. K o g n : 6 7 3 , 6 7 5 , 676.
K a r a m a n : 5 4 9 , 61 6 , 6 1 7 , 73 9 , 756. K o n y a : 4 9 8 , 5 4 6 , 54 8 , 5 4 9 , 6 3 6 , 6 6 3 , 7 1 8 ,
K a r a m a n o ğ lu M u z a ffe r ü d d in : 756 . 739, 7 9 1 ,7 9 2 .
K a r a s i : 581. K o r k u d A ta : 617.
K a r a t e k e : 613. K o sa v a: 6 6 9 , 6 78.
Köle Y u s u f: 4 9 7 , 5 4 4 , 6 0 4 , 6 1 3 , 7 2 4 , 725. M e lik -i Gur: 474.
K u b a y : 759 . M e lik -i H a ve r: 4 6 8 , 4 6 9 , 4 7 2 .
K u h -ı A rg aç: 778. M e lik -i H ıtay: 4 7 3 , 477.
K u h -ı B ü l e n d : 760. M e l ik -i K a ş g ir : 46 6.
K u h -ı El bu rz : 4 6 7 , 6 3 8 , 6 4 0 , 6 4 9 , 716 . M e lik -i K ıp çak : 4 7 9 , 4 80.
K u h -ı K a f: 627 . M e lik -i S a t ı h a n : 47 0 .
K u h -ı P e r e n d : 657 . M e lik -i T a b e r : 4 5 9 , 46 8 .
K u h is ta n : 7 5 5 , 7 5 6 , 7 5 7 , 7 6 8 , 7 6 9 , 79 1 . M e lik -i T ü r k i s t a n : 4 6 7 , 4 71.
K u l f e r : 490. M e l ik ş a h : 756.
K u m a B a b a : 794. M e n te ş e : 613.
K u m i n : 636. M e n u c h e r / M e n u c h e r - i cin n î: 4 8 3 , 4 8 4 , 54 6 ,
K u l z ü m : 7 4 8 , 749. 5 5 5 , 56 1 , 56 2 , 5 6 3 , 5 6 5 , 5 9 6 , 5 9 7 , 62 6 , 6 53,
K u v a n iy y e : 546. 65 4.
K utb: 5 2 1 , 5 2 2 , 5 2 3 , 700. M e ri ç : 4 86.
K u z b i: 77 4. M erv : 618.
K ü ç ü k B a b a : 502. M e rv a n ik : 7 8 4 , 785 .
K ü h s a n : 515. M e r y e m B a n u : 689 .
K ü r e : 7 68. M e v la n â : 5 2 6 , 6 6 4 , 7 1 8 , 739.
M ısır : 5 3 9 , 6 6 2 , 72 5 , 137, 738.
-L r M i la n : 669.
L a h i c a n : 749. M i n a s : 489 .
L a r e n d e : 549. M i n h a l: 5 7 3 , 5 7 4 , 5 7 5 .
L a r i s t a n : 623 . M in h a l-i M e s t u r î: 4 9 7 , 4 9 8 .
L a z : 5 1 4 , 5 5 3 , 6 0 2 , 6 6 9 , 670. M ird as: 609.
Leh: 461, 462, 477, 6 6 8 , 679, 779, 780, 781, M issa k : 46 0.
783. M o lla N asred d in : 6 6 4 , 6 6 6 . Ayrıca kk. Hoca
L e ş k e r - i H ıtay : 4 7 3 . Nasrüddin.
L e v a z a : 7 4 9 , 752. M o n i: 763.
M o r a : 552.
-M- M u d a n : 5 6 0 , 565.
M a ç i n : 4 6 1 , 474 . M u d a n a : 511.
M a d il: 6 9 0 , 69 1 , 6 9 2 , 6 9 3 , 695. M u g a n : 641.
M a h a n : 61 8. M u h a m m e d / M u h a n ım e d M u sta f a : 4 5 0 ,
M a h m u d H a y r a n / M ah m u d-ı H a y r a n : 524 , 4 5 1, 4 8 1 , 4 9 3 , 5 3 4 , 5 4 2 , 5 7 8 , 59 9, 6 2 0 , 63 2 ,
526,718. 7 3 1 , M K 23.
M a l a t y a : 717. M u h a m m e d : 544.
M a l g a r a : 675. M u h a m m e d : 611.
M a r k o : 583. M u h a m m e d B i r u z i : 71 7 .
M a r t a s : 69 0. M u h a m m e d i: 4 6 1 , 4 9 3 .
M a r u t : 6 3 8 , 6 3 9 , 640 . M u h a r r e m : 607 .
M a s k o s : 51 3 , 514 , 6 6 8 , 7 7 9 , 785. M u ra d : 536.
M a t a r a : 552 . M u sa : 541.
M a v e r a ü n n e h r : 7 4 0 , 747. M u sli: 718.
M avil: 685. M u za ffe rüd d in : 549.
M a z e n d e r a n : 7 4 7 , 748 . M u za ffe rüd d in : 7 5 5 , 7 5 6 , 757.
M e d in e : 7 4 2 , 744. M u z i: 7 5 6 , 7 5 7 , 7 5 8 , 7 5 9 , 761.
M e d ro s : 5 8 4 , 588.
M e h d i y y e : 738. -N-
M e h e m m e d : 5 3 6 , 539. N a s a r î : 541.
M ehpeyruz: 469, 470, 472. N a s r a n î: 4 6 1 , 5 6 9 , 6 2 1 , 6 6 8 .
M e lik -i B o s n i : 58 1 , 60 1. Nasrü dd in : 6 6 4 , 66 5 , 6 6 6 , 7 1 8 , 719.
M e l ik -i Ç a ğ a t a y : 474 . Nasrü dd in : [bk. Hoca Nasrü’d-din / Molla
M e l ik -i E fl a k : 793. Nasrüddin],
N a s r : bk. Darü’n-Nasr R a fı z i : 7 4 0 , 7 4 1 , 7 4 2 , 74 3 , 7 4 4 , 7 4 7 , 749.
N asto r : 5 0 9 , 510. R a h i p D e y n o s : 507.
N e g u r : 653 . Rah ip-i B e r a h i m : 630.
N e v ru z : 776. R a h i p / R a h i b M e l i k : 557.
N eyfür-i F r e n k : 5 38. R a h ş -ı S ü r h : 7 06.
N il: 592. R a k k a s : 562.
Nikol / N i k o l a : 7 0 9 , 7 1 0 , 71 1 , 7 1 2 . R a m i n İbni Adi: 704.
N ik u s a r : 598. R a st o n : 7 8 4 , 785 .
N isa n : 4 7 8 . R a su n / R a s u n - ı E fla k: 5 5 0 , 5 5 1 , 5 5 2 , 6 1 1 ,
N og ay : 7 7 2 , 773. 612.
N uh: 538, 5 4 1 ,5 9 4 . R a t o s : 7 32.
N u şin re v an : 4 9 5 , 6 1 6 , 6 3 6 . R av za / R a v z a - i Ş e r i f : 7 4 2 , 74 3.
R a y ık a / R a y i k a : 585.
-O - R a y k a Z i r : 6 69.
O r h a n : 723 . R a y k o bin B u n a k : 756.
O s m a n / O s m a n G a z i: 61 9 , 6 2 0 , 62 1 , 721 , R a y k o : 7 7 4 , 7 7 5 , 776.
7 2 2 , 723 , 7 2 4 , 7 3 9 , 7 5 4 , 7 5 5 , 7 8 0 , 7 9 0 R e c i m : 5 5 8 , 5 5 9 , 57 3 , 5 7 7 , 58 0.
O s m a n ( H a z r e t - i ) : 4 8 4 , 5 4 4 , 7 4 3 , 745. R e şe b : 748.
O s m a n : 54 4 , 5 81, 6 0 1 , 6 1 1 . A y rıca bk. Emir R e v a h a : 741.
Osman. Rim : 669, 678.
O s m a n bin Aff an: 636. R o m a h : 601.
R o m a y : 585.
-Ö - R u h a s: 7 5 3 , 754.
Ö m e r : 6 1 5 , 618. R um : 471, 477, 484, 485, 493, 502, 503, 511,
Ö m e r : 6 21. 5 1 5 , 5 2 1 , 5 2 3 , 524 , 5 2 6 , 5 3 0 , 5 3 2 , 5 3 7 , 5 4 1 ,
Ö m e r : 7 2 0 , 721 , 722. Ayrıca: bk. Aydın oğlu 543, 544, 545, 552, 553, 562, 565, 576, 581,
Ömer ve Gazi Ömer. 5 8 2 , 5 8 5 , 59 8 , 6 0 1 , 6 0 2 , 6 0 5 , 6 0 6 , 6 1 4 , 6 1 7 ,
Ö m e r ( H a z r e t - i ) : 7 4 3 , 745 . 618, 622, 630, 634, 637, 663, 6 6 8 , 669, 697,
Ö m e r ibni H attab: 5 7 1 , 6 36. 715, 716, 717, 729, 738, 748, 754, 756, 765,
Ö m e r - i Halvayi: 717. 7 7 4 , 7 7 8 , 7 8 6 , 7 8 7 , 788.
Ö z i : 787. R u m a s : 584 .
R u m e l i : 6 6 6 , 7 2 4 , 759 , 7 7 6 , 7 7 7 , 7 8 6 , 78 7,
-P- 7 8 8 , 7 9 2 , 794 .
P a lin F r e n k : 585. R u m î : 6 6 6 , 6 71.
P a y s u n k u r T e l i n : 617 . R u s : 4 6 1 , 4 6 2 , 4 7 7 , 513, 5 1 5 , 6 6 8 , 7 1 0 , 7 1 2 ,
Penderk: 756, 770, 7 7 1 ,7 7 2 . 7 1 3 , 7 7 8 , 7 7 9 , 78 5 .
P e n d ik : 769. R u s a n : 5 9 3 , 6 0 4 , 6 0 7 , 6 0 8 , 6 0 9 , 61 0.
P e r t a n : 7 69, 771. R ü s te m / R ü s te m İbn-i Zal / Rüstem-i Zal:
Pe r v a y a : 7 8 4 , 785. 4 7 8 , 50 7.
P i r A lag ö z: 757. R ü s te m Z a l i k : 4 7 7 , 478.
Piri A h m e d S u l t a n : 7 20.
P i r u z D ağ ı: 555. -S -
A l a c a h a m a m : 1222, 1224.
-A- Alaeddin : 8 5 5 , 8 7 0 , 90 1, 9 0 6 , 9 0 8 , 9 1 0 , 9 11,
Abbas: 850 , 1161, 1172. 9 1 4 , 9 1 9 , 9 2 3 , 1036, 1055, 1072, 1080,
Abbasî: 1163. 1086, 1095, 1106, 1112.
A bb asîle r: 883. A la gö z : 1197, 1206, 1207.
A bbasiyye: 8 8 3 , 8 8 4 , 1159. A la iy y e : 91 3.
Abdal M u ra d : 1138. A l a m a n : 9 6 8 , 9 6 9 , 970 , 9 9 4 , 9 9 5 , 9 9 6 , 1002,
A bdülaziz ( Ö m e r bin A bd ü laz iz ): 8 4 0 , 8 41, 1009, 1016.
8 43, 8 54, 1163, 1171. A l a n y a : 967 .
A b d u lcerre: 913. Ali B e y : 1059, 1108.
A b d u lk e n an : 852. Ali bin Ebi T a l i b : M K 6 7 , 7 9 6 , 7 9 7 , 7 9 8 , 7 9 9 ,
Abdullah: 98 6 , 9 8 7 , 9 8 8 , 9 9 0 , 99 1 , 9 9 2 , 1210. 8 0 0 , 8 4 7 , 8 7 7 , 99 9 , 1111, 1162.
A bdullatif G arb i: 10 23. Al-i O s m a n : 895 , 1110, 1114, 1157, 1226.
A b d u r ra h m a n : 797. Al-i U m u r : 1115.
A bd ülk adir G e y l a n î: 1174. A lyon: 9 6 8 , 96 9 , 1102.
A bd ülm elik: 84 3 , 8 4 4 , 8 4 5 , 854. A m a [Kubbe-i A m a : ] : 897.
A b ru ş a k : 1013, 1079, 1080, 1138, 1216. A m a s iy y e : 1 05 9 , 1081, 1091, 1225, 1227.
A ce m : 884, 1028, 1 0 80 , 1083, 1091, 1094, A na d o lu : 1 093, 1216.
1 109, 1115, 1158, 1 159, 1160, 1224, 1227, A nd ro n : 8 5 3 , 854.
1234. A n k abil: 7 9 5 , 93 2.
Ad: 838. A n k a ri y y e : 1059.
Adem ( H a z r e t- i A d e m ): M K 6 6 . A n t e r : 8 4 9 , 852.
Aden : 8 06, 832. A n t a k iy y e : 854.
A d n ü ’ l - a r z : 895. A ntalya: 910, 9 1 1 ,9 1 2 .
Adusan M a s u n : 838 . A n t e r K a l e s i : 84 9 , 852.
A fr in k a y a : 1127. A n y a s K a l e s i : 912.
Ağın T ü r ç i n : 1076. A n y a z : 920 .
A g ru ş: 1016, 1018. A rab î: 8 5 1 , 8 6 6 .
A hen a bad : 1040. A ra p: 7 9 4 , M K 3 0 , M K 3 1 , M K 7 0 , M K 7 5 ,
A hm ed: 881. M K 7 6 , 7 9 7 , 81 4 , 8 1 5 , 8 1 6 , 8 21, 8 3 1 , 83 8,
A hm ed: 1141, 1141, 1142, 1143, 1144, 1147, 8 4 4 , 8 4 5 , 8 4 9 , 8 5 0 , 85 2, 8 7 4 , 8 7 9 , 9 3 8 , 9 5 3 ,
1210. 9 5 4 , 1028, 1088, 1127, 1157, 1165, 1170,
A h m e d B e y : 858, 8 8 4 , 889, 8 9 1 , 892 , 893 , 1224.
8 96 , 898 , 1006, 1059. A rd /Arda: 8 5 9 , 1014, 1085.
A h m e d G a z i: M K 8 5 , M K 8 7 , 8 4 7 , 8 57, 87 9, A risto : 8 8 3 , 9 7 0 , 97 1.
88 2, 8 91, 8 9 2 , 8 9 3 , 1006, 1087, 1156, 1157, A rk y a n o s: 1014.
1179. A rn av ut: 8 5 9 , 8 60, 92 3 , 925.
A hm ed: 1067, 1084, 1098, 1099, 1139. A r u m a : 94 9.
Ahm ed-i R u m î : 8 8 6 , 8 8 9 , 897 , 898, 91 1 , A r u m a y : 9 4 9 , 1121, 1127, 1128, 1136.
1067, 1099, 1119, 1183, 1184, 1185, 1187, Asaf: 909.
1209. A sa f bin B e r h i y a : 8 58, 88 2 , 1030.
Ak C a m i : 879, 8 8 1 , 1082, 1 171, 1188, 1214, A sfar: 9 6 9 , 9 7 0 , 99 5 , 1060, 1063, 1067, 1070,
1224, 1232. 1155.
A k d e n iz: 833 , 1056. A sfa rî: 1061, 1110.
A k k o y u n lu : 1115. A s f a ry a n : 1059.
A k r a n u ş a : 1127. A sm u y e : 1059.
A k r iy y e : 1202, 1206, 1207. As/Ass: 8 8 4 , 9 4 3 , 948.
A ksu: 1010. A stafa : 1089.
Ayas/Ayas Bab a/A yas G azi/A yas R u m î : B e k r i : 847.
1150, 1153, 1154, 1155, 115 6, 1157, 1158, B e k t a ş H o r a s a n î: 1109.
1169, 1170, 1171, 1172, 117 5, 1177, 1178, B e l u k i y y e : 1013.
1179, 1180, 1181, 1182, 1183, 1221. B e m d e k Dev: 9 0 6 .
A yasofya: 9 6 7 , 1075, 1233. B e n i A sfar: 8 9 6 , 8 9 7 , 9 9 4 , 1176.
Aydın oğlu Gazi U m u r: 1084, 1145. Beni İlan : 84 9, 8 5 0 , 851.
Aydın: 1056, 1084, 1119, 1145, 1210, 1215. Ben i İ s r a i l / B e n i İs rail: 8 6 4 , 865.
A ydıncuk : 1218. B e n i S a h d : 851.
A yine-i G iti-n ü m a /A y in e -i C ihan -n üm a: Beni Ş e r e f : 851.
8 6 3 , 8 6 4 , 88 1 , 88 2 , 8 9 3 , 897. Ben i T a s : 848.
A y na/A yin e: 89 2 , 8 9 3 , 89 5 , 896, 8 9 7 , 1084, Ben i Ü m m iy y e: 8 5 4 , 8 7 8 , 883.
1 086, 1110, 1156, 1157, 1185, 1216, 1221. B e r a v a ti /B e r a v a t a : 1145, 1223.
Ays: 1056. B e r e m e : 1078.
A zıç: 883. B e r n i k : 1103, 1104.
A z e r: 9 0 9 . B e r r - i H aver: 1192.
B e r r - i A ra p B a d i y e : 849.
-B - Bevvab: 1166.
B a b a : 8 6 3 , 8 79, 880 , 8 9 0 , 8 9 1 , 89 8 , 9 0 0 , 9 0 1 , B i h r u z / B i h r u s : 9 3 6 , 9 3 7 , 9 3 8 , 9 3 9 , 94 0 ,
9 1 1 , 9 2 3 , 9 2 6 , 93 0 , 9 5 4 , 9 5 7 , 9 6 1 , 9 6 2 , 9 6 3 , 9 4 1 , 942, 9 4 3 , 9 4 4 , 9 4 5 , 9 4 6 , 9 4 7 , 94 8 , 9 4 9 ,
974, 9 8 2 , 1002, 1011, 1015, 1016, 1019, 950, 951, 952, 953, 954, 955, 956, 959, 962.
1034, 1038, 1048, 1059, 1072, 1101, 1104, Biliç y o rgev an : 861.
1111, 1143, 1144, 1149, 1150, 1178, 1179, B ir a v a ti: 1208.
1182, 1187, 1188, 1189, 1211, B i r u n i k : 1016.
B a b il: 1014, 1159. B i r u s p eri: 810.
B a c u H a n : 9 0 8 , 9 0 9 , 1055, 1058, 1073, 1080, Bitdub: 846.
1112. B o d an: M K 9 2 .
Bağ d at: 8 6 4 , 88 3 , 1159, 1172. Boğdan: 9 6 1 , 9 6 2 , 1061, 1062, 1071, 1111,
B a ğ ış: 92 6 . 1144, 1150, 1178, 1202.
B a h d : 806 . B o la y ır : 89 5, 1093, 1219, 1220.
B a h r - i U m m a n : MK.22. Bolis Y a h u d i: 877.
B a l a b a n d ı k : 1216. B o si n /B o s n a /B o sn i : 8 6 1 , 8 6 2 , 9 5 3 , 9 8 2 , 9 9 3 ,
B a l ç ı k D e n iz i : 1030. 99 4 , 9 9 5 , 1001, 1006, 1011, 1015, 1145,
B a l ç u g : 1114. 1208.
B ali G ir a y : 1156. B o z n a t i : 1077.
B a l k ı y a n : 858. B u d u n : 1061, 1070, 1071.
B a n a d ik : 1058. B u h a r a : 1094.
B a r s a : 1225. B u l g a r : 92 6 , 1083, 1085, 1088.
B a s r a : 7 9 6 , 80 0 , 8 0 5 , 1159, 1172, 1173. B u r a n : 846.
B a r ü l c i n n : 798. B u rc -ı H e fte m in : 1078.
B a t r i k : 8 7 4 , 875. Bu rc-ı S e b a : 1078.
B a t l a m y u s : 1074. B u r g a z : 881 , 8 8 5 , 896.
Batm us: M K 51, M K52. B u r g u z : 900.
B a t r a f : 89 9. B u r g u z i : 900.
B a t t a l : 9 2 1 , 1077. B u r h a n : 1114.
B a t u l F r e n k : 1210. B u rh a n e d d in : 1114.
B a y c a n : 1115. B u r s a : 895, 1080, 1092, 1093, 1094, 1095,
B a y e z i d bin M e h m e d H an bin M u r a d H a n : 1109, 1138, 1215, 1216, 1217, 1218, 1219,
1090. 1220, 1223, 1225, 1228.
B a y ı n d ı r: 1113, 1116, 1224. B u r s a K a le s i : 895.
B a y ı n d ı rl ı: 1115. B u r s a k : 1216.
B a y k a ş : 1133. B u rşak: M K 87, M K 88, M K 92, M K 95.
B e d a h ş î: 890. B ü h t ü n n a s r : 965.
Be devî: 1089.
-C- Davud (H z . Davud): M K 5 1 , 7 9 5 , 8 0 2 , 8 20,
C a b e r / C a b e r M i s ik ( M e li k C ab er): 7 95, 965.
796, M K 22. Davud: M K 5 7 .
C a f e r (M o lla C a f e r ) : 847. D e c c a l: 1 03 3 , 1176.
C a f e r ( S e y y id C a f e r G a z i) : 8 4 7 , 85 2 , 92 1, D e m s a z : 1116.
999. D e r d a i l : 799.
C a l n u s : 1074, 1076. D e r m a s : 92 0 .
C a m i - i Em ev iy ye : 854. D e r n o s : 900 .
C a m i - i K e b i r : 85 4. D e r r a c : 86 0.
C a n u ş : 1016. D e r u k y o n : 91 3.
C e b e l-i K e b i r: 843. D e r y a -ı U m m a n : 64.
C e b e l-i R e i s : 83 1, 832. D e ş t : 87 8 , 1030, 1096, 1097, 1144.
C e b e l k a : 1017, 1018, 1022, 1023, 1 0 24 , 1029, Devlet-i Al-i O s m a n : 1126.
1030. D ı m ı şg a r: 1068, 1069.
C e b e l s a : 1017, 1020, 1024. D ı m ı ş k / D ı m ı ş k î : 854, 8 9 3 , 1163.
C e b e l ü ’ r- R e t e s : 80 9. D ı ra h o n : 1070.
C e b r a i l : 8 7 7 , 1 1 07 , 1171. D ı r a h t i s t a n : 1001.
C e b r i n : 1075. D ı ra n o s : 1040, 1041.
C e ç : 868. D i k y a n o s : 8 68.
C e h u d : 801 , 8 1 8 , 8 1 9 , 9 3 7 , 1140. D i m e t o k a : 1 01 3 , 1087, 1178, 1213, 1221.
C e m S u l t a n [ S u l t a n C e m ] : 1 234, 1235. D i m i t r i /D im it r i : 1039, 1040, 1041, 1044,
C e n d e v a n : 1121, 1123, 1124. 1045, 1046, 1047, 1103.
C e n g a s : 98 2. D i m o : 1 0 7 3, 1074.
C e s a r : 8 8 4 , 9 3 0 , 9 3 2 , 9 3 6 , 1061, 1111, 1145. D i r a n i k / D i r a n i k i r : 9 7 4 , 97 5 , 9 7 6 , 9 7 7 , 97 8 ,
C e z i r e - i C i n a n : 9 0 0 , 1084. 979, 980, 9 8 1 ,9 8 2 .
C e z i r e - i Fird evs: 83 7. D i ra n o s : 1041.
C i b r in : 1075. D iy a r-ı B e k r : 79 5.
C i n a s : 9 7 4 , 1050, 1051, 1052, 1053, 1054. D iy a r-ı U m m a n : 839.
C in e v is/C in ev is: 8 3 6 , 8 3 7 , 91 7 , 1136, 1163, D o b e rn ik : 1104.
1171. D o b rica : 1101.
C i n e v u s : 1165. D o p d a ru h : 880.
C i n g i s : 8 6 4 , 884, 8 8 5 , 11 15 8 , 1159, 1160,
1 161, 1172. -E-
C i n n i s t a n : 839. Ebi T a l i b : 87 7 , 9 9 9 , 1 1 1 1 .
C i r c i s : 1149. Ebu B e k r - i Sıddik/Ebu B e k r : 8 4 7 , 8 4 8 , 8 6 6 ,
C i v a n : 8 9 3 , 920. 877.
Ebu C e h l : 9 87.
-Ç- Ebu H a n i f e : 1174.
Ç a p n i k F r e n k : 1137. E b u ’ l -H afs: 848.
Ç e h / Ç e h / Ç e h : 884, 1061, 1111, 1145, 1149, E b u ’ l-H a y r-ı R u m î : 1234.
1151. E b u ’ l - K a s ı m : 847.
Ç e r k e ş : 1115, 1158, 1159, 1 1 6 1 , 1 1 6 2 , 1163. E b u ’ l-M ü s l im -i M e rv i/E b u ’l - M ü s l im : 8 77,
Ç e s a r : [bk. Cesar]. 8 78, 8 8 3 , 1056.
Ç i n : 822 , 1157, 1159. Ebu S a id : 845.
Ç i n o s : 1169. E ce B e y : 1218.
Ç iv a n : 892. Ece O v a s ı: 1219.
E d i r n e : M K 8 7 , 85 6 , 8 5 7 , 85 9 , 8 6 3 , 8 7 0 , 87 3 ,
-D - 875, 8 7 9 , 88 0 , 881, 884 , 889 , 89 2 , 8 9 4 , 895 ,
Dabbe ( M u r g -ı D abbe): M K 1 , 828. 896, 8 9 8 , 9 0 0 , 91 1, 9 1 2 , 9 2 0 , 9 2 2 , 9 2 3 , 9 2 6 ,
D a n iş m e n d : 1107. 9 7 5 , 1 0 0 6, 1013, 1014, 1015, 1 033, 1 067,
D a n y o k : 9 25. 1 068, 1 075, 1 081, 1 082, 1084, 1 0 85 , 1 093,
D a r ü ’ l-h adis: 1123. 1 094, 1 095, 1 096, 1097, 1098, 1100, 1103,
D a r ü ’ n - n a s r : 1093. 1104, 1 109, 1 119, 1142, 1144, 1147, 1143,
1156, 1157, 1169, 1170, 1171, 1172, 1175, G a b r a n : 823.
1 17 6, 1178, 1179, 1183, 1184, 1186, 1187, G a l a t a : 1077.
1188, 1209, 1214, 12 15, 1216, 1217, 1218, G a m a : 1121.
1219, 1220, 1222, 1224, 1 2 2 1 1 2 2 6 , 1227, G a r t a n : 1204.
1229, 1230, 1232, 1234, 1235, 1236, 1237. Gazi M u ra d : 1 093, 1114, 1220.
E d r e n o s: 1216, 1221. Gazi U m u r/U m u r: 1056, 1057, 1058, 1084,
E fla k : 9 5 2 , 9 6 2 , 9 6 3 , 96 8 , 9 6 9 , 1 0 61 , 1062, 1085, 1087, 1088, 1090, 1092, 1109, 1119,
1 071, 1111, 1144, 1150, 1179, 1182, 1227. 1120, 1145, 1148, 1211 0 , 1211, 1212, 1215.
E fl a t u n : 9 7 0 , 9 7 1 , 1075. G elibo lu: 89 5, 8 9 6 , 1082, 1084, 1090, 1092,
E f r e n k iy y e : 949. 1093, 1109, 1213, 1216, 1219, 1220, 1221.
E lb u r u z : 8 5 4 , 868. G ir a y : 1190.
E m a v iy y e : 1163. G ir y a k o s: 1040, 1041.
E m i r Seyfüd dev le: 850. G u l : 8 0 7 , 8 08, 8 0 9 , 8 1 2 , 831.
E m i r S ü l e y m a n : 1094, 1225, 1226, 1227. G ü r c i: 1098.
E n a z : 1213. G ü r c ü k : 1096, 1097, 1098, 1099, 1100, 1109.
E nd ülis: 846. G ü m ü l c i n e : 1223.
Erd il: 1198. G ü n d ü z : 1091, 1 109, 1115, 1234.
E r m e n i : 9 3 7 , 1127. G ü rc is ta n /G ü r c is ta n : 1109, 1115.
E r t u ğ r u l : 1035, 1056, 1090, 1091.
E r z i n c a n : 1227. -H-
Eski B a b a : 1 119, 1143, 1145, 1211, 1237. H abeş: 8 30, 83 3 , 84 9 , 8 5 0 , 852.
E v ran : 1075. Habeşî : 797.
E vren os B e y : 1221, 1222. H abeşista n: 833.
E zan tam ari/E zantam ariyye: 1121, 1122, H ac: 9 3 1 , 9 3 5 .
1 123, 1124, 1128, 1138. Hace A bd ülaz iz : 1171.
Hacı B a y r a m : 1095, 1229.
-F- Hacı B e k t a ş : 1108, 1109.
F a r i s : 810. Hacı İlbeyi: 1121.
F a s : 8 4 5 , 8 4 7 , 848. H açlı: 1210.
Fe d a y i : 9 9 8 , 999. H ale p : 8 9 7 , 1159.
F e l y o n : 83 7 , 1111, 1121, 1123, 1127, 1131, H alid ibni Velid: M K 2 8 .
1132, 1133, 1134, 1135, 1136, 1137, 1138, H alidiyye: 854.
1146, 1149. H a m : 854.
F e r d u s Ş a h : 1024, 1027, 1030. H a m e : 854.
Fertu t: 940. H a m id K a le s i : 79 6 , M K 2 2 , 803.
F i d a g u r u s : 1074. H a m u n : 807.
F i g o r : 9 9 5 , 99 6 , 9 9 7 , 9 9 8 , 9 9 9 , 1000, 1002, H a m z a : 8 9 4 , 1235.
1 00 3, 1004, 1005, 1006, 1007, 1008, 1009. H a n ife : 1106.
F i k a l : 8 7 0 , 8 7 1 , 8 7 2 , 873. H a n n a s : 1060.
F i l a k : 9 53. H arb e : 1100, 1101.
F i lb a n /F il i b a n : 8 8 5 , 1040, 1044. H arcın ev a n : 1034, 1035, 1036, 1037, 1056,
F i r a m u z : 883. 1059, 1081, 1109, 1114.
F i r a y : 1213. H a r e z m : 1159.
Fird evs: 7 9 6 , 837, 848. H a r u n ü ’ r-R e şid : 798.
F i r u z : 1172. H as: 846.
F o r t u k a l : 8 3 4 , 835. H a ş a n : 1040.
F r a n c e / F r a n ç e : 9 0 6 , 9 1 9 , 1124. H a ş a n : 894, 1038.
F r e n g i s t a n : 83 2 , 8 3 3 , 8 3 5 , 83 7, 8 3 8 , 85 6 , H aşan (Hz. H a ş a n ) : 7 9 7 , 800.
8 9 6 , 9 1 0 , 9 1 4 , 1002, 1085, 1122, 1124, H aşan B e y : 1234.
1128, 1129, 1130, 1138, 1139, 1146, 1163, H a şa n R u m î : 92 2.
1170, 1171, 1174, 1210, 1221. H a va riyy u n : 1130, 1136.
Havran: M K 35.
-G- H eç: 868.
H e f t e m i n : 1078. İm am -ı A li: 7 9 6 , 7 9 9 , 80 0 , 87 7 , 1162.
H e r a s e k : 1011, 1014, 1015, 1208. İm a m -ı H ü s e y i n : 796 , 8 0 0 , 813.
Hı r a k u n : 1016, 1017, 10 18, 1033, 1034. İ m i r z a /İ m i z a : M K 2 5 , M K 2 6 , M K 2 9 , M K30,
H ırvat M i r y a n o s : 95 7 . M K55, M K 56, M K57, M K58, M K59,
H ır vat: 9 5 8 , 95 9, 1150. M K62, M K 67, M K69, M K70, M K71,
H ıta/H ıtay : 82 2 , 8 8 4 , 1158. M K72, M K 74, M K75, M K 77, M K79,
H ız ı r/H ı z ı r: M K İ , 8 1 3 , 81 7 , 9 2 7 , 9 2 9 , 9 9 9 , MK.80.
1023, 1025, 1030, 1086, 1087, 1088, 1089, İm ro z : 1213.
1090, 1103, 1 125, 1126, 1127, 1 128, 1129, İn eg öl: 1215.
1130, 1131, 1 133, 1134, 1135, 1 136, 1138, İn y az : 85 6.
1180, 1123, 1124. İpsala: 85 6 , 1213.
H in d: 822 , 833, 1015. İr a n : 7 9 5 , 80 6, 8 0 7 , 832 , 839.
H oca F i r u z : 1172. İs a: M K 7 0 , 8 6 4 , 865, 8 7 4 , 9 3 8 , 1060, 1096,
H o r a s a n : 88 4 , 1159. 1149, 1 15 1, 1176.
H o t e n : 1159. İs h a k : 8 5 7 , 8 7 9 , 1087, 1098, 1139, 1143,
Hudadad: 1039, 1041, 1042, 1043, 1045, 1144, 1 14 5, 1146, 1147, 1208.
1048. İsha k P e y g a m b e r : 1056.
H u sr e v a n i : 868. İske n de r/İ sken der-i R u m î/İs k e n d er-i Z ü ’ I-
Huşenk: M K 4 7 ,M K 4 8 . K a m e y n : 8 3 5 , 8 63, 8 6 6 , 8 8 2 , 88 3, 89 2 ,
H ü l a g u : 1160. 8 9 3 , 8 9 6 , 9 7 0 , 9 7 1 , 1159, 1160.
H ü m a B a n u : 1050. İs k e n d e r [İslaros]: 99 3, 1001, 1015.
H ü m a k u şu : 810. İs k e n d e r iy y e : 83 9, 864, 88 1, 88 3, 9 1 6 , 1162.
H ü m a /H ü m a B a n u : M K 3 0 , 80 1 , 1050. İsla ros: 9 9 0 , 9 9 2 , 9 9 3 , 1001.
H ü n ş a : 826. İs m a il: 1 0 06 , 1067, 1098, 1139, 1141, 1142,
H ü r m ü z : 833. 1143, 1144, 1146, 1156, 1208.
H ü s e y i n : 79 8, 800. İs ta n bu l/İs lam bol: M K 8 1 , M K 8 2 , M K86,
H üseyin [Hz. H ü s e y i n ) : 7 9 7 , 813. 8 7 3 , 8 7 4 , 8 7 6 , 894 , 8 9 7 , 965, 966, 967, 969,
Hüsrev : 7 9 8 , 1038, 1140. 9 7 0 , 9 7 1 , 1013, 1014, 1062, 1074, 1075,
1076, 1077, 1078, 1097, 1144, 1148, 1156,
-I- 1158, 1 1 7 9 , 1185, 1208, 1213, 1210, 1213,
ls fa h a n : 9 84. 1216, 1218, 1222, 1232, 1233, 1235, 1236,
Iste fan: 1208. 1237.
İs tefan: 1 07 7 , 1078, 1079, 1144, 1146, 1147,
-İ- 1208, 1209, 1210, 1222.
İb erliye: 858. İtaly a: 904 .
İbn-i M a r u f : 91 3 . İzladi: 1231.
İbni M a r i f e t: 92 0. İzn ik: 89 5 , 1059, 1093, 1109, 1 2 15 , 1217,
İbni M u a r r e f : 921. 1218, 1220.
İb ra h im : 8 5 7 , 879 , 9 2 2 , 1087, 1119, 1143,
1147. -J-
İb rah im H a lil: 1169. J a p o n : 1070.
İb rah im R ahip : 876 .
İc am : 823. -K-
İdnik [İzn ik ]: 1215. K â b e : 80 6 , 8 4 9 , 8 7 0 , 9 8 7 , 1173, 1176, 1228,
İlca: 1213. 1231.
İlyas: M K 8 5 , M K 8 7 , 8 3 9 , 879, 8 9 4 , 8 9 9 , 900, K a d a f a n : 952 .
9 2 2 , 1006, 1087, 1098, 1099, 1101, 1102, K a f: 8 8 0 , 9 8 6 , 989, 9 9 0 , 1020, 1027, 1033,
1103, 1119, 1137, 1148, 1149, 1150, 1153, 1060, 1063, 1064.
1154, 1155, 1156, 1158, 1175, 1178, 1179, K a f u r : 1213.
1181, 1182, 1183. K a h i r e : 852 .
İlyas [Hz. İlyasl: 8 1 3 , 8 34, 8 3 9 , 1089, 1135, K a l u n : 1158, 1163.
1223. K a m e r ü ’ l - k u m : 1028, 1031.
İm am H a şa n : 800. K a r a d e n i z : 1074.
K a r a h i s a r : 1114, 1215. K uh -ı H arb e: 1100, 1101.
K a r a k o y u n l u : 1115. K uh -ı R u h b an : 1013.
K a r a m a n : 1108, 1112, 1113, 1114, 1115. K uh -ı S e b z : 1194.
K a r a m a n l ı Ali B e y : 1108. K uh -ı S e h a b / K u h -ı S e h a b a : 953 .
K a r a n c a : 1002. K u h -ı Ş u a : 1027.
K a r a n o ş : 962. K u r a l : 9 6 1 , 1061.
K a m a t a : 1146. K u r e y ş : 98 7 , 9 8 8 .
K a r u n : 1210. K u m a t a : 846.
K a s ım : 9 7 6 , 9 7 7 , 9 7 9 , 9 8 0 , 9 8 1 , 9 8 2 , 1019. K u r u ç e ş m e : 8 8 1 , 1172.
K a ş ta l y a : 856.
K a s t a m o n u : 1115. - 1^
K a v a n i y y e : 1112. L a z : 9 2 6 , 1083, 1085, 1087, 1088, 1216.
K a y da fa n / K ay d afan -ı Asfarî: 1060, 1061, L a z o t: M K 6 8 , M K.70, M K 7 1 , M K 7 2, M K 7 3 ,
1062, 1063, 1064, 1065, 1066, 1067, 1068, M K 7 5 , M K 7 6 , M K 7 7 , MK.78, M K 7 9 ,
1071, 1072, 1104, 1112, 1124, 1125, 1126, M K.80.
1145, 1152, 1153, 1155. L e h : 8 84, 9 3 1 , 9 3 5 , 9 3 7 , 1061, 1111, 1140,
K a y d a n : 9 57. 1145, 1149, 1151, 1195.
K a y du fa n : 9 5 3 , 9 5 4 , 955 . I J d y a n : 9 4 7 , 948 .
K a z a n : 1160. L o k m a n : 1014, 1015.
K a z a k T ü r k l e r i : 1195 L ü k e s t e m : 92 0 .
K e f e : 7 9 6 , 7 9 7 , 7 9 8 , 7 9 9 , 80 0, 1096, 1105,
1110, 1187, 1204. -M-
K e h ş a n : 957. M a c : 9 3 1 , 9 3 5 , 936.
K ahram an: M K50. M a c a r : 952.
K ahtaran: M K48. M ad yan : 88 6 , 8 8 7 , 8 8 8 , 88 9 , 965 .
K a ş ta l y a : 8 3 6 , 837. M a g a l: 1221.
K e l e : 1113. M a h in : 8 0 7 , 8 0 9 , 8 1 3 .
K e n a n : 8 5 2 , 853 , 8 54. M a h m u d S e b ü k t ig i n : 908.
K e r a l a n - ı F r e n g î: 839. M a k s u d : 9 1 3 , 9 2 2 , 923.
K e r b e l a : 79 6 , 813. M a l g a r a : 1221, 1227.
K e s te l : 1216. M a lik : 816.
K a y s: 851. M a n a s tı r: 1072, 1073, 1074, 1075, 1076.
K e y y u s : 1032. Manol: 940, 9 4 1 ,9 4 2 .
K ıb rıs: 853. M a n y a s : 1061, 1221, 1225.
K ı n m : 1105, 1111, 1146, 1189, 1 194, 1195, M an yo s: 856.
1196, 1209. M a ru f: 914.
K ır a v a n : 1058. M ard van: 905.
Kız K a l e s i : M K 4 0 . MK.47. M a ri k o : 9 9 5 , 1208.
K ilaş / K ilaşp ol: 8 5 5 , 8 5 6 , 9 1 1 , 1 1 1 9 . M a rn a s : MK.92.
K i r b a n : 943 . M a r o n : 1071.
K i r y a n : 1041, 1044, 1045, 1046, 1047. M a ru lv a n : M K 8 2 .
K i ş m a l : 1127. M a s : 846.
K o n y a : 9 1 9 , 9 2 3 , 9 7 5 , 1058, 1095, 1112. M a s i tı r: 1062, 1071.
K o r k u t A ta: 1056. M ask o s D ay li: 9 3 1 , 9 3 2 , 93 3 .
K osova: 1232. M a sk o s: 1061, 1067, 1191, 1192, 1193, 1194,
Kosyanus: M K 61. 1195.
K udüs- i Ş e r i f : M K 8 1 , M K 8 2 , M K 9 5, 8 5 3 , M a s r a m a n : 1034.
8 5 4 , 8 7 0 , 9 6 5 , 1163, 1174, 1176, 12 22, M a s u n : 8 38, 839.
1231. M a t u n : 1210.
K u h -ı B i r u z : 1072. M a t r a : 1038, 1039, 1041.
K u h -ı O b r u z : 868. M a z e n d e r a n : 1028.
K u h -ı K a f: 972. M e d in e : 8 3 3 , 8 7 0 , 1163, 1165, 1166, 1167,
K u h -ı N ir k a b : 963 . 1168, 1171.
M ed re p olid: 874 . M i r a n u s : 1031.
M e h a r : 993. M i r g u n : 1 0 49 , 1050, 1054, 1055.
M e h e m m e d Y ı l d ı r ı m : 109 4, 1214, 1225, M i r t a s : 1 10 0, 1101.
1227, 1228, 1 2 29 , 1 230, 1232, 12 34, 1235, M i r y a n o s : 9 5 7 , 95 8, 9 5 9 , 960.
1236. M i r z a Y u s u f : 1190.
M e h y a r : 983. M o lla-i F a s : 847.
M e k k e : 833, 1163, 1165, 1222, 1229, 1230, M o ll a H ud a ve n dig a r: 1223.
1237. M u a v iy e: 79 7 , 877.
M e k r : 1092. M u ce b : 810 .
M e k r i : 9 2 0 , 1213. M u cib : 8 3 1 , 8 3 2 .
M e lik -i A rn av ut: 9 2 3 , 925. M uham med (Pir Muhammed / Şeyh
M e lik -i A sf ar: 969. Muhammed): M K 3 4 , M K 4 1 , M K 4 3 , M K 5 1 .
M e lik -i B o s i n : 9 5 3 , 9 9 5 , 1145, 1208. M u h a m m e d / M u h a m m e d M u s ta f a : 866 ,
M e lik -i E fla k : 969. 9 1 7 , 9 6 5 , 9 8 7 , 9 8 8 , 1021, 1091, 1118, 1139,
M e lik -i F a s : 847. 1080.
M e lik -i F r e n e : 1 01 1, 1012. M u h a m m e d / M u h a m m e d Gazi (Saltık
M e lik -i İr a n : 807. G azi’nin oğlu) 1143, 1146, 1148.
M e lik -i S ı r f : 925. M u h a m m e d i: 964.
M e lik -i S i r o s : 1046, 1047. M uhsin: M K 24, M K 31, M K41, M K52,
M e lik -i T u n u s : 848. M K61, M K62, M K 66, M K67, M K68,
M e lik -i U m m a n : 7 9 6 , M K 2 4 , M K 2 7 , M K 2 8 , M K69.
M K 30, M K 31, M K 53, M K 55, M K56, M u r a d : 113 8
M K 57, M K58, M K 58, M K 59, M K60, M u r a d H a n G a z i: 8 9 5 , 89 6, 1090, 1093,
M K 6 1 , MK.62, M K 6 6 , M K 6 7 , M K 6 8 , 80 6 , 1094, 1095, 1109, 1 114, 12 20, 1222, 1223,
M e l l a h : 81 6. 1 229, 1 2 30 , 1 2 31 , 1232, 1233, 1235.
M e n g i r a y : 1189. M u s a : 814 .
M enucher: M K 49, M K 51, M K 52, 8 0 2 ,8 0 4 , M u s a B e y : 1227, 1228.
8 0 5 , 821 , 84 2 , 8 7 1 , 9 8 5 , 9 8 6 , 9 9 0 , 992 , M ü l c e m : 877.
1020, 1022, 1 023, 1025, 1029, 103 0, 1031,
1049, 1116, 1117, 1118, 1119, 1180, 1181. -N-
M e r c a n A ra p : 953. N ac: 9 3 1 ,9 3 5 .
M e r i ç : 8 5 8 , 859, 8 8 3 , 1084, 1085, 1087, 1221. N a h l is ta n : 1165.
M e rv a n : 797. N a h ş : 1210, 1211.
M e su d : 1031. N arduhan: M K 61.
M e y d a l : 82 5, 826. N a s r a n î : 8 3 0 , 8 6 1 , 97 9 , 1022, 1139.
M ezek: M K 47, M K 48. N assar: 877
M e z id : 1225, 1226. N e ce f: 7 9 6 , 7 9 7 , 79 8 , 800.
M ı s ır : 8 3 2 , 83 9, 84 9, 8 5 0 , 8 5 1 , 8 5 2 , 8 5 3 , 854, N ecid : 8 0 9 , 836.
85 5, 9 0 4 , 91 4 , 9 1 5 , 9 1 6 , 1058, 1059, 1060, N erim an: M K 50.
1061, 1062, 1 172, 1 173, 1175. N e s tu r : 1122, 11 23, 1124, 1127, 1128, 1129,
M idilli: 1213. 1 130, 1131, 1132, 1133, 1134, 1135, 1136,
M ih a l M e s t u r i : 92 0. 1138.
M i h a l : 856. N ık r i s : 1236.
M ihran Ban u : M K 44. N ifon: 1013.
M i h r a n : 1075. N ig a r : 9 9 3 , 1001.
M i h r ib a n : 1038, 1 039, 1041, 1045, 1048. N ih a n i : 91 3.
M ik a t-ı M i r a ç : 865. N ik o la : M K 8 8 , M K 8 9 , M K 9 0 , M K 9 1 .
M i l a n : 836 , 83 7, 9 3 9 , 9 4 0 , 9 4 1 , 94 2. N ik o m ad in / N ik o : 9 5 7 , 1039.
M i n a s : 1062. N ik o s la r : 1116.
M i n h a l : 856. N il: 1172.
M i n y a s : 1157. N i m a c : 8 8 4 , 1149, 1154, 1155, 1195.
M i ra b : 823. N ir k a b : 9 6 3 , 9 6 7 , 97 0, 9 7 2 .
M i r a k u ş : 8 4 5 , 84 6 .
Nureddin Sofi: 1112, 1113, 1158, 1163, 1165, Ravza-i Mutahhara: 1168.
1166, 1167, 1168, 1169, 1170. Rayko: 1073.
Nureddin / Nureddin-i Şehid: 1158, 1163, Razan: 1191.
1165, 1166, 1167, 1168, 1169, 1170, 1173, Recun: 894.
1174, 1175. Res: 812.
Rin: 949, 950, 1126, 1127.
-O - Rodos: 905, 1213.
O lin as: 950, 951,952. Ruhan: 1028.
Orhan / Orhan Bey / Orhan G azi: 895, Ruhas: 1057.
1092, 1093, 1109, 1114, 1216, 1217, 1218, Rum: MK. 25, MK 31, M K 81, 810, 831, 846,
1219. 854, 855, 860, 862, 863, 864, 869, 881, 884,
O sm an / O sm an Gazi: 895, 1035, 1036, 886, 894, 914, 915, 920, 950, 963, 965, 975,
1037, 1038, 1056, 1059, 1081, 1082, 1083, 1002, 1013, 1018, 1019, 1028, 1048, 1050,
1084, 1085, 1086, 1087, 1088, 1089, 1090, 1055, 1058, 1062, 1063, 1076, 1080, 1081,
1091, 1092, 1093, 1095, 1105, 1106, 1107, 1082, 1090, 1091, 1095, 1108, 1109, 1110,
1108, 1109, 1110, 1113, 1114, 1115, 1119, 1112, 1113, 1121, 1124, 1137, 1142, 1148,
1142, 1146, 1148, 1157, 1210, 1215, 1216, 1150, 1159, 1168, 1169, 1170, 1171, 1172,
1217, 1218, 1226. 1173, 1175, 1184, 1209, 1210, 1220, 1222,
O sm an (H azret-i): 798, 877, 878. 1224, 1225, 1226, 1227, 1228, 1229, 1230,
O sm anî: 881, 895. 1231, 1235.
Rumas: 964, 976, 979, 1070.
-Ö - Rum eli: 794, 884, 895, 920, 950, 1015, 1038,
Ögetay: 1159, 1160. 1059, 1083, 1093, 1121, 1138, 1182, 1188,
Ö m er (Vezir): 871. 1210, 1216, 1217, 1221, 1227, 1234, 1235.
Ö m er (H azret-i): MK28, 848, 851, 866. Rumî: 874.
Ö m er bin Abdülaziz: 854. Rumîyye-i Kiibra: 1124.
Ö m erb in Sad: 852. Rus: 884, 931, 936, 937, 1061, 1096, 1097,
1111, 1140, 1144, 1149, 1189, 1190, 1191,
-P- 1196, 1197, 1198, 1202, 1203.
Paç K alesi: 1068, 1069, 1070. Rusçuk: 1221.
Palingere: 1103. R üsteın/ R üstem biıı Zal / Rüstem ibni Zal /
Palos Dağı: 1070. Rüstem-i Zal: MK32, MK.65, 975, 981,
Parsuk: 1080. 1007, 1008, 1012, 1048, 1066.
Payko: 1073.
Perkinük: 1236 -S-
Persun: 961, 962. Sadat-ı N ecef: 797, 798.
Pınarbaşı: MK.94. S afi yan/ Safiyan: 1040, 1044, 1046.
Pınarhisar: 1227. Sahrâ-yı D ırahtistan: 1001.
Pir Muhammed: M K34, M K 4 1. Sahrâ-yı Minas: 1062.
Pir-i Asaf: 909. Sagir: 846.
Purşak: MK.91. Salar: 1137.
Sam ako: 892.
-R- S altık: M K21, M K22, MK23, M K.24, M K25,
Radol: 962. M K26, M K27, M K30, MK.31, MK32,
Radon: 877. M K54, MK.57, M K73, MK.76, MK78,
Rados: 9 0 4 ,9 0 6 ,9 1 1 , 1213. MK.82, M K84, M K87, M K88, MK89,
Rafızî: 800, 1106, 1168. MK.91,806, 807, 808, 812, 814, 824, 826,
Ragduş / Ragduş Cazu: 1018, 1019, 1021, 831, 833, 838, 839, 840, 849, 852, 863, 874,
1022, 1026, 1027, 1031, 1032, 1033. 875, 876, 888, 901, 905, 911, 914, 917, 920,
R ahibZ eyhan: 960. 923, 925, 926, 930, 933, 934, 935, 938, 940,
Rahş-ı Surha: 1048, 1049, 1051. 942, 944, 945, 947, 948, 949, 950, 951, 952,
Raşî: 919, 921. 953, 955, 956, 958, 959, 960, 961, 963, 964,
Raton: 1070. 975, 976, 977, 979, 980, 995, 999, 1011,
1015, 1018, 1019, 1020, 1021, 1022, 1026, S im an Yatoka: 936.
1033, 1039, 1040, 1041, 1042, 1043, 1045, S in an Bey: 1226.
1047, 1049, 1050, 1051, 1052, 1053, 1054, Sincab: 931, 1193.
1055, 1057, 1063, 1066, 1067, 1071, 1072, Sinop: 855, 911, 914, 919, 1034, 1037, 1059,
1073, 1074, 1076, 1077, 1078, 1079, 1087, 1080, 1105, 1109, 1110, 1115, 1119.
1090, 1091, 1095, 1096, 1097, 1098, 1102, Siros: 1040, 1044, 1046, 1047, 1221.
1103, 1104, 1105, 1106, 1118, 1120, 1122, S is: 846.
1123, 1124, 1125, 1126, 1128, 1129, 1132, Sivas: 855.
1133, 1134, 1136, 1137, 1139, 1140, 1145, S iyah Bedevi: 855, 861.
1149, 1150, 1152, 1153, 1158, 1163, 1169, Sudan: M K76, M K77, MK78.
1170, 1171, 1179, 1180, 1183, 1185, 1187, S u ltan Alaeddin: 870, 906, 914, 919, 923,
1188, 1189, 1208, 11215, 1220, 1224, 1236. 1036, 1055, 1072, 1080, 1086, 1095, 1106,
S altıkiyye: 1015. 1112.
S alu na: M K35, MK37, MK38, M K39, MK40. Sultan B ayezid bin M ehm ed Han bin
Sam : MK65. Murad Han: 1090.
Sapan: 932. S u ltan Cem: 1234, 1235.
S aru h an /S aru h an lı: 1091, 1223. S u ltan Kalun: 1158, 1163.
S a n Şeyh: 1157. Sultan M ahmud Sebüktigin: 908.
S arsal: MK90. Sultan M ehem m ed (Yıldırım B ayezid’in
Sarsar: 1029, 1031, 1032. oğlu Ç elebi M ehmet): 1094, 1227, 1228,
Sas: 936, 937, 945, 955. 1229.
Sayyah: 931. Su ltan M ehem m ed: 1214, 1230, 1232, 1234,
Şedde: 833. 1235, 1236.
S a d ib n i Kasım: 1019, 1020, 1023. Su ltan Murad: 1094, 1095, 1220, 1222, 1223,
Said: 810, 832, 845, 851, 852, 921. 1229, 1231, 1232.
Said: 1146, 1190. Sultan Tahir: 853, 1161,1162, 1166, 1167.
S aid ili: 846. Sultan T alm : 915.
Savrin: 962. Sultan Tamus: 1022.
Sebüktigin: 908. S u zen b u l: 1096.
Sehab: 953. S üleym an (ibni Davut): MK49, MK.50,
Sehun: 1115. M K95, 820, 855, 858, 882, 907, 965, 978,
S elan ik : 1211. 1051.
S elvan: 803,804, 805. S üleym an Bey (Ahmet G a zi’nin oğlu): 891,
Selvarin 874, 875. 892.
Sem adirek: 1213. S üleym an H alife: 854,
S em a: 879. Süleym an Paşa: 895, 1109, 1218, 1219.
S em en d -iS eb z: 855, 1020, 1023, 1031, 1057, S üleym an (Yıldırım B ayezid’in oğlu Emir
1114. Süleym an): 1093, 1094, 1109, 1116, 1218,
Sem erkand: 1224, 1227. 1219, 1225, 1226, 1227.
Sengabad: 1045. S u re-i H eleta: 799.
Sengsar: 1186. Süryan: 839.
Seravil: 855. Sutadak: 823.
Serim an: 1016.
Sevad: MK81. -ş-
Seyfüddevle: 850, 851, 852. Şam: 797, 854, 915, 916, 1158, 1159, 1160,
Seyfülhava: 810. 1161, 1163, 1165, 1166, 1173, 1174, 1175.
Seyfiin Abdiilkenan: 852. Ş am etu llah : 854.
Seyyid Battal Kitabı: 921. Şaran: MK88.
S ey y id Cafer: 847, 852, 921. Şebnak: 1193.
S eyyid Gazi: 922. Şeddad ibni Ad: 931.
Sikenderan: 860. Şehm as: 1001, 1002, 1003, 1012, 1016.
Silivri: 1213. Ş eh n ek Fedayi: 997.
Sım ako: 1228. Şem m as: 1034, 1035, 1036.
Ş e m u n : 9 2, 1036, 1147. T u n c a : 858, 8 6 3 , 8 7 0 , 881 , 88 3 , 885, 1013,
Ş i r a n : 1053. 1014, 1178, 1221, 1227, 1232. Ayrıca bk.
Ş i r m a n : 1035. Ab-ı Tunca.
Ş i s b a n : 1151. T u n u s : 8 46, 84 7 , 848.
Ş o m a c : 1203. T ü r ç i n : 1076.
Ş u m l u : 1038, 1039. T ü r k - l e r : M K 7 0 , M K 8 3 , M K 8 4 , M K 8 6 , 819,
86 0, 872, 8 7 4 , 8 7 6 , 881, 888, 8 96, 90 2 , 9 10,
-T- 9 2 0 , 92 5 , 9 2 6 , 9 3 8 , 9 3 9 , 9 4 0 , 9 4 1 , 94 2 , 947 ,
T a c -ı M e s i h : 1069. 9 4 8 , 95 0 , 9 5 1 , 9 5 2 , 9 5 9 , 9 6 1 , 9 7 5 , 98 0 , 996 ,
T a h i r : 1159, 1160, 1161, 1162, 1 163, 1166, 997, 999, 1000, 1004, 1006, 1010, 1017,
1167. Ayrıca bk. Sultan Tahir, Melik Tahir. 1050, 1051, 1052, 1053, 1060, 1061, 1062,
T ahir-i Suda: M K 78. 1064, 1065, 1066, 1067, 1076, 1097, 1122,
T a h t : 1032. 1123, 1132, 1135, 1136, 113 9, 1144, 1149,
T a n r ı D a ğ ı: 8 5 9 , 900 . 1151, 1152, 1153, 1159, 116 4, 1179, 1184,
T a k y a n o s : 869. 1186, 1187, 1189, 1195.
T a l m : bk. Sultan Talm. T ü r k i s t a n : 1192.
T a m u s : bk. Sultan Tamus. T ü r k m e n : 1158, 1159.
T a l u n : 803.
T a n y o s : 8 9 9 , 900. -U-
T a p u s : 1010. Ukbe: 9 2 1 , 1090, 1110, 1140, 1141.
T a p u s e n : 1009, 1010. U kla s: M K 9 3 .
T a r z a n : 8 9 8 , 899. U m la k : 9 3 0 , 9 3 1 , 9 3 2 , 936.
T a s : bk. Beni Tas. U m m a n : 7 9 4 , 7 9 5 , M K 2 2 , MK.23, M K 2 4 ,
T a t a r - l a r : 879, 8 8 5 , 915, 916 , 1000, 1055, M K25, M K 26, M K27, M K28, M K29,
1058, 1062, 1064, 1065, 1066, 1067, 1068, M K30, M K 3I, M K33, MK.35, M K 4 4 ,
1073, 1091, 1092, 1095, 1096, 1097, 1098, M K53, M K 5 5 , MK.56, MK.57, M K 5 8 ,
1099, 1100, 1101, 1105, 1112, 1113, 1140, M K59, M K 6 0 , MK.61, MK.62, M K 6 4 ,
1144, 1160, 1187, 1189, 1190, 1193, 1194, M K65, M K 6 6 , M K 6 7 , MK.68, M K 7 0 ,
1195, 1196, 1197, 1198, 1199, 1201, 1202, M K 7 2 , M K 7 6 , M K 7 7 , M K 8 5 , 806 , 807,
1203, 1204, 1205, 1207, 1208, 1209, 1224, 8 0 8 , 809 , 8 1 0 , 8 1 2 , 8 1 3 , 8 2 2 , 83 0 , 8 3 1 , 832.
1225, Ayrıca bk. Bacu Han Tatar, Tatar U m u r : 8 9 5 , 1056, 1057, 1058, 1084, 1085,
Bacu Han. 1087, 1088, 1090, 1092, 1109, 1115, 1116,
T a y i f: 8 0 9 , 836. 1119, 1120, 1130, 1142, 1145, 1148, 1210,
T a y s u n : 1049, 1050. 1211, 1212, 1215, 1219.
T e b r i z : 1160. U m u r bin G ü n d ü z : 1109, 1234.
Te v r a t-ı B ah t-ı N a s s a r : 877. Urb an: 851.
T ı l m i s a n / T ı l m i s a n - ı K e b i r ve S a g i r : 846. Utbe: 1110.
T ı r a b u lu s : 846. Uzun H a ş a n : 1234.
T i m o r : 1076.
T i m u r / T i m u r - l e n g : 1076, 1093, 1094, 1224, -Ü -
Şükrü Halûk Akalın, Ebü'l-H ayr-ı R ûm î - Saltu k-n â m e I, Kültür v e Turizm Bakanlığı
yay., Ankara 1987.
Şükrü Halûk Akalın, Ebü'l-H ayr-ı R ûm î - S altuk-nâm e II, Kültür v e Turizm Bakanlığı
yay., Ankara 1988.
Şükrü Halûk Akalın, E bü'l-H ayr-ı R ûm î - Sa ltu k-n â m e III, Kültür Bakanlığı yay.,
Ankara 1990.
Şükrü Halûk Akalın, "Saltuk-nâme'nin Yeni Bulunan N üshaları v e Bazı Düşünceler"
Türk K ültürü A raştırm aları, C. X X W 2 , Ankara 1989, s. 229-234.
Şükrü Halûk Akalın, "Ebu'l-Hayr-ı Rûmî'nin Saltuk-nâme'si", T D A Y B elleten 1992,
Ankara 1995, s. 37-59.
Şükrü Halûk Akalın, “Ebül Hayr Rumî”, TDV İslâm A n sik o p ed isi, C. 10, İstanbul
1994, s. 360.
Şükrü Halûk Akalın, “San Saltuk’un Türbe v e Makamları Üzerine”, I. U luslar arası
Türk D ünyası Eren ve E vliyâları K ongresi B ildirileri, Ankara 1998, s. 9-
28.
Franz Babinger, “San saltık D ed e” , İslâm A n sik lop ed isi, C. X, İstanbul 1966, s. 220-
221.
M arius Canard, “Delhamma, ep o p e e A rabe D es Guerres A rab o-B yzan ties” , B yzantion,
X, Bürüksel 1935, s. 283-300.
Marius Canard, “Delhamma, S eyyid Bathal et Omar a l-N o ’man” ep o p e e B yzantion,
XII, Bürüksel 1935, s. 183-188.
M üjgân Cunbur, “D ânişm end-nâm e v e Saltuk-nâme'ye Göre S eyyit Battal Gazi”, /.
Seyyit B attal Gazi B ilim sel Sem ineri, B ildiriler, Eskişehir 1977, s. 47-55.
M üjgân Cunbur, “Saltuk-nam e’nin Türk M illiyetçiliğindeki Yerine v e üçüncü
N üshasım a Dair”, M illî K ü ltü r D ergisi, C. 1, S. 1, Ocak, Ankara 1977, s.
52-55.
M üjgân Cunbur, “A nadolu Gazileri v e Edebiyatımız”, Erdem , C. 3, S. 9, Eylül 1987, s.
777-807.
İsmet Çetin, Türk E deb iya tın d a H azret-i A li C enknam eleri, Gazi Ü n iversitesi S o sy a l
Bilimler E nstitüsü, (Baslımamış Doktora Tezi), Ankara 1995.
İsmet Çetin, Türk E debiya tın d a H azret-i A li C enknam eleri, Kültür Bakanlığı yay.,
Ankara 1997.
Y orgos D ed es, B attalnam e I-II, Published at T he Department o f Near E astem
L anguages and Civilizations Harvard U niversity, Harvard 1996.
N ecati Demir-Kutlu Ö zen, A b d ü lveh h â b Gâzi ve Gaza A rkadaşla rı, Sivas 1996.
N ecati Demir, D ânişm end-nâm e, Part One, (C ritical E ditio n ), P ublished at The
Department o f Near E astem L anguages and Civilizations Harvard
U niversity, Harvard 2002;
N ecati Demir, D ânişm end-nâm e, Part T w o, (Turkish T ranslation), Published at The
Department o f Near Eastem L anguages and Civilizations Harvard
U niversity, Harvard 2002, 216;
N ecati Demir, D ânişm end-nâm e, Part Three, (L ın g u istic A nalysis a n d G lossary),
P ublished at The Department o f Near E astem L anguages and
Civilizations Harvard U niversity, Harvard 2001;
N ecati Demir, D ânişm end-nâm e, Part Four, (F acsim ile), Published at T he Department
o f N ear E astem L anguages and Civilizations Harvard U niversity, Harvard
2002 .
N ecati Demir, D ânişm end Gazi D esta n ı , H ece y a y ., Ankara 2006.
N ecati Demir, M üseyyeb Gazi D estanı, H ece y a y ., Ankara 2007.
N ecati Demir-M ehmet Dursun Erdem, B a tta l Gazi D estanı, H ece yay., Ankara 2006.
N ecati Demir-M ehmet D ursun Erdem, B attal-nâm e, H ece y a y ., Ankara 2006.
N ecati Demir-Mehmet D ursun Erdem, H azret-i A li C e n kleri, Ankara 2007.
N ecati Demir-Mehmet Dursun Erdem, H azret-i A li D estanı, Ankara 2007;
N ecati Demir, “A n a d o lu ’da T eşekkül Etmiş Halk Hikâyelerinde Haçlı Seferlerinin
İzleri”, U luslararası H açlı Seferleri Sem pozyum u, TTK yay., Ankara
1999, s. 195-211.
N ecati Demir, “Saltuk-nâme'nin Giriş Kısmına Göre San Saltuk'un Şeceresi ve
A n a d o lu ’daki Bazı Şehirlerin M üslüm an Türkler Tarafından Fethi” ,
R evak (Sivas Vakıflar B ölge M üdürlüğü D ergisi), Sivas 1992, s. 83-91.
N ecati Demir, "Saltuk-nâme'nin Yeni Bulunun A ltıncı N ü sh a sı Üzerine", B ilge, S. 15,
Kış 1998, s. 58-61.
N ecati Demir, “Battal-nâme ”, Türk D ünyası E d eb iya t Kavram ları ve Terimleri
A n sik lo p e d ik S ö zlü ğ ü , C. 1, Atatürk Kültür Merkezi yay., Ankara 2001, s.
357-359.
M ehm et Demirci, “Târih Şuuru v e Derviş Gâziler Hakkında” , Türk D ünyası Tarih
D ergisi, S. 20, 1988, s. 46-50.
Ferit D evellioğlu , O sm anlıca - Türkçe A n sik lo p e d ik L ü g a t, A ydın K itabevi y a y .,
Ankara 1997.
HikmetDizdaroğlu, “Battal Gazi D esta n ı’nın Fetihnâme v e Gazavatnâmeler
A rasındaki Yeri”, B ildiriler, Eskişehir 1978, s. 23.
M ehm et Dursun Erdem, M üseyyeb-nam e, H ece y a y ., Ankara 2007.
M uharrem Ergin, D ede K o rku t K ita b ı, C. I, TDK y a y ., Ankara 1989.
Hermann Ethe, D ie F ahrten Des S eyyid B atth a l, 2 C., Leipzig 1871;
Evliya Ç elebi Seyahatnam esi, G I., II., (nşr. M ehm et Zıllıoğlu), İstanbul 1976;
Edhem Ruhî Fıglalı, İm am iye Şia sı, Selçuk y a y ., İstanbul 1984.
Erhem Ruhi Fığlalı, “A li”, TDV İslam A n sik lo p ed isi, C. 2, İstanbul 1989., s. 371-374.
Orhan Şaik G ökyay, D edem K o rku d u n K ita b ı, M EB y a y ., İstanbul 2000.
A bdülbâki Gölpınarlı, Yunus Emre, H ayatı, İstanbul 1936.
Şeyma Güngör, F uzulî-H adikatü's-süedâ, Kültür v e Turizm Bakanlığı y a y ., Ankara
1987.
Cl. Huart, “A li”, İslam A n sik lo p ed isi, C. I, M EB y a y ., İstanbul, s. 306-310.
Georg H usin g, Z u r R ostahm sage ‘Sajjid B a tta V , Leibzig 1913.
Fahir İz, The L eg en d o f Sarı S a ltu k C ollected fro m O ral Tradition b y E bu ’l H a yr R um î,
Part I-VII, Harvard Ü n iversitesi y a y ., Cambridge 1974-1984
A . Yaşar Kandemir, “A li”, TDV İslam A n sik lo p ed isi, C. 2, İstanbul 1989, s. 375-378.
D oğan K aya, “Battal Gazi D estanlanndaki B eldeler v e Tabiat Parçalan”, Tebliğler,
M alatya 1988, s. 160;
M . Fahrettin Kırzıoğlu, D ede-K orkut O ğuznâm eleri, Atatürk Kültür Merkezi yay.,
Ankara 2000.
H aşan K oksal, B attalnâm elerde Tip ve M o tif Yapısı, Kültür v e Turizm Bakanlığı yay.,
Ankara 1984.
H aşan K oksal, B a tta l Gazi D estanı, A k çağ y a y ., Ankara 2003, 327.
Haşan K oksal, “Türk Destanlarında ‘M ansıb A lm a’ M otifi”, E ge Ü niversitesi E d eb iya t
F a kü ltesi TDEA D ergisi, İzmir 1983, s. 74-80.
Haşan K oksal, “BattalGazi D esta n ı’nın K om şu M illetlere A it Destanlarla Olan
İlişkisi”, Tebliğler, M alatya 1988, s. 172.
Orhan Köprülü, T arihî K a y n a k O larak X IV ve XV. A sırla rd a ki Bazı Türk
M anakıbnâm eleri, (Yayımlanmammış Doktora Tezi), İstanbul
Ü n iversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Seminer Kitaplığı, nu. 512,
İstanbul 1951.
irene M elikoff, La G aste de M elik D ânişm end, C. I., II., Paris 1960.
irene M elikoff, E bû M üslim , Paris 1962.
M üseyyeb Gazi D estanı, Divriği Halk K ütüphanesi, H. 6086/37 numarada kayıtlı olup
200 sayfadır. 1786'da istinsah edilmiştir.
M üseyyeb Gazi D estanı, Kangal'a bağlı Karanlık köyü n d e ikamet etmekte olan A li
Ekber Özdemir’in şa h s î kitaplığındadır. 204 sayfa olan eser, 1885-86’da
istinsah edilmiştir.
A . Yaşar Ocak, San Saltık-Popüler İslam’ın Balkanlar’daki D esta n î Ö ncüsü, TTK y a y ,
Ankara 2002.
M . T ayyib Okiç, “ San Saltıkla A it Bir F etva”, Ankara Ü n iversitesi İlahiyat Fakültesi
D ergisi, C. 1, S. 1, Ankara 1952, s. 40-58.
A hm et Yaşar Ocak, K ü ltü r K aynağı O larak M en a kıb n a m eler, TTK yay., Ankara 1992.
B ahaeddin Ö gel, Türk M itolojisi, C. I, TTK y a y ., Ankara 1993.
Kutlu Ö zen, “M ü sey y eb Gazi D estan ı”, IV Uluslararsı Türk H alk E debiyatı ve Yunus
Emre Sem ineri B ildirileri, Eskişehir 1991, s. 269-279.
Cahit Öztelli, “Seyyid Battal Gazi Romanı Üzerine D ü şünceler”, B ildiriler, Eskişehir
1977, s. 91.
Burhan P açacıoğlu, B attal-nâm e, (İncelem e-M etin-Sözlük), Erciyes Ü niversitesi
S o sy a l Bilimler E nstitüsü, (Baslımamış Doktora Tezi), K ayseri 1993.
Burhan P açacıoğlu, “Dânişm endnâm e'de v e D iğer D esta n î Türk Halk Hikâyelerinde
Battal Gazi”, M elik A hm et D ânişm end Gazi ve D anişm endnam e
Sempozyumu Tebliğleri, Gaziosmanpaşa Ü. Basımevi, Tokat 1995, s. 18-28.
S a ltık-n a m e, 1. T opkapı nüshası (T), Hazine Bölümü 1612 numarada kayıtlı olup 618
sayfa v e üç ciltten oluşmaktadır. 2. M illi K ü tü p h a n e nüshası (M İ), Yazma
Eserler Bölümü 64 numarada kayıtlıdır. 283 yapraktan olu şan eser, baştan
v e son d an eksiktir, istinsah tarihi belli değildir. 3. B or nüshası (B),
Bor’daki Halil Nuri B ey K ütüphanesinde bulunan n ü sh a 17292 numarada
kayıtlı olup 2 v e 3. cildi içermektedir. 499 yapraktan ibaret olan eser,
1578’de Edirne’de istinsah edilmiştir. 4 .İstanbul üniversitesi nüshası
(İÜN), İstanbul Ü n iversitesi K ütüphanesi İbnü’l-Emin M ahmut İnal
Bölümü 3056 numarada kayıtlı olan bu n ü sh a, 95 yapraktan müteşekkil
olup 1733 yılında Emin b. Halil tarafından istinsah edilmiştir. 5. M illî
K ü tü p h a n e nüshası (M ), Millî Kütüphane Yazma Eserler Bölümü A .
2897 numarada kayıtlı olan yazma, 170 sayfad an ibarettir v e m üstensihi
belli değildir. 6. N e ca ti D em ir nüshası (ND), Ebü'l Hayr-ı Rûmî’nin
Saltuk-nâm e'sinden Bekirli Genç O sm an-zâde lâkaplı Y u su f oğlu Ömer
tarafından 26 R ecep 1279/1863'te istinsah edilmiştir.
Saim Sakaoğlu, “B ekaî’nin Battalname A d lı Eserinin N ü sh alan ” E skişeh ir Anm a
G ünleri D ergisi, S. 11, 1979.
Saim Sakaoğlu, “Battal-nâm e” TDAY B elleten 1 992, s. 67-74.
Lütfi Sezen, H a lk E d e b iya tın d a H a m za n â m ele r, Kültür Bakanlığı yay., Ankara 1991.
Türk Dil Kurumu, Türkçe S ö zlü k , Ankara 2005.
Türk Dil Kurumu, Yazım K ıla vu zu , Ankara 2005.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, A na d o lu B ey lik leri, TTK y a y ., Ankara 1988, s. 193.
Kemal Y üce, S a ltu k-n â m e'd e Tarihî, D in î ve E fsanevî U nsurlar, Kültür Bakanlığı y a y .,
Ankara 1987.
Kemal Y üce, “Saltuk-nâme'nin Türk Kültür Tarihi Bakımından Önemi”, TDAY
B elleten 1 992, s. 61-66.
KAMT
jşArft;
,V /#W
% w
750od
(SALTIK GAZİ DESTANI)
Saltık-nâme, coğrafya, tarih, sosyoloji, ilahiyat, antropoloji, halk bilimi Prof. Dr. Necati DEMİR
açısından da çok önemli bir kaynaktır.
Doç. Dr. M. Dursun ERDEM
Saltık-nâme'nin beş nüshasının ilk sayfaları yoktur. Necati Demir'in şahsî
kütüphanesinde bulunan altıncı nüshanın bütün sayfaları tamdır.
Bu kısmın da yayımlanmasıyla tam bir metin ortaya çıkmıştır.