You are on page 1of 74

24 1

640
Çeşitli Alfabelerle Türkçe Yazılar: Müftü Bahai Efendi, Bektaş Ağa ve
Ermeni Alfabesiyle Türkçe ingiliz Elçisi: 1649-1651
Prof. Dr. Talat Tekin Prof. Dr. Taner Timur

49
Osmanlı Toplum Yaşayışıyla ilgili
Belgeler-Bilgiler:
Kadın CID

Iletişim Yayınları/Perka A . Ş adına


Sahibi Genel Yönetmen
S7
Türkçülüğün Tarihinden:
Zeki Murat ll. Enver Celalettin Paşa'nın
TÜRKKAN BELGE Edebiyat-ı Umumiyye
Mecmuası Yazıları (4J
Yayın Yönetıneni
Mete TUNÇAY
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Bülent ÖZÜKAN
Grafik Düzenleme
61
Gnomon ve Güneş Saati m:
Ayla iŞLER Masa Gnomonları

Görsel Malzeme Danışmanı


Dr. Yük. Müh. A. Necati Akgür

Marianna YERASİMOS
Düzelti
Nejat BAYRAMOGLU
• Kitabiyat:
İLAN KOŞULLAR I : Renkli tam 1599'da Kahire'de Günlük Hayat
ayfa (iç kapak: 1 50.000 lira, orta Orhan Şaik Gökyayi 65
ayfalar: 100.000 lira). Siyah-beyaz Dieter Forte'nin Tarih Anlayışı
(iç kapak: 100.000 lira, orta sayfalar: Halil Berktay/ 67
50. 000, yarım sayfa: 25.000 lira) Bir intihal Daha
YILLIK ABONE ( 1 2 sayı) 3000 Prof. Dr. Nejat Göyünç/ 69
lira. Abone olmak isteyen Osmanlı imparatorluğu ve
okuyucularımızın, yıllık abone Fransız Emperyalizmi/ Serhan Ada/ 71
bedeli olan 3000 lirayı PERKA
A.Ş. 'nin Yapı ve Kredi Bankası
Çemberlitaş Şubesi 2364 No'lu
hesabına yatırarak , banka dekontu
fotokopisini ve adreslerini bize
72
Geçmiş Şölenler (2J:
göndermeleri yeterlidir. Sultan Vahideddin'in Bir Öğle Yemeği
İletişim Yayınları 1 Perka A . Ş . F. Muhtar Katırcıoğlu
Klodfarer Cad. İletişim Han
Osmanlı Basınında
Cağaloğlu-İstanbul
Yüz Yıl Önce Bu Ay:
Tel: 520 14 53 - 520 14 54 - 520 14 55
Tarik'ten Seçmeler
• Dr. Uygur Kocabaşoğlu
Kıbrıs'ta Satış Fiyatı: 370 Lira.

Yurtdışı Abone: Uçakla


30 Arnerikan Doları .

İletişim Yayınları 1 Perka A . Ş .


ofset tesislerinde hazırlanmıştır . Kapak: Cemil Cem, "Veliefendi Çayırı."

Siyah Beyaz Filmler
M ustafa ÖZSOY
Renk Ayrımı
ÜÇEL Ofset
Baskı
ALAŞ Matbaası
Genel Dagıum
GAMEDA
242

kullanılmamış olması o kumayı güçleştirir. Yalnız Anadolu ve Rumeli'nin bazı böl­


Ancak 1 820 yıllarında İ ngiliz misyoneri gelerinde değil, İ stanbul'un bazı mahal­
Leeves'in gayretleriyle bir çeşit Karaman­ lelerinde de yalnız Türkçe konuşup anla­
lıca alfabe oluşturulmuştur. Bu yüzyılda yan Ortodokslar oturuyorlardı. (Kara­
Karamanlıların öncelikle İstanbul'da ol­ manlı bir bakkal üzerine Selahattin Enis
dukça geniş bir yayın uğraşı göze çarpar. bir öykü yazmıştır: Lambo Usta.)
( 1 9 . yüzyılın i kinci yarısında Amerikan 1 870 yılında, Langa'da oturan Kara­
misyonerlerinin de Karamanlıca kitap ve ınanlılar, başlarında piskoposları olduğu
dergi çıkardıklarını anımsayalım.) Sözcük halde, kilisede vaazın ve din\' merasirnin
ve sentaks bakımından Karamanlı Türk­ Türkçe olmasını istediler. Patrikhane, on­
çesine özgü bazı özellikler muhafaza edil­ lara karşı Osmanlı hükumetinden yardım
diği halde, yazımda (imlada) Osmanlıca­ isternek zorunda kaldı ! (Bu bilgi o dönem
•KARAMANLI nın etkisi gittikçe kuvvetlenmekteydi . Bu yayımlanan Bulgar gazetelerinden alın­
yayınlar artık bir çeşit "standart" Kara­ mıştır.) Ve bu olay Papa Eftim'den elli yıl
TÜRKÇESi manlıca ile yazılıyordu. Mahall\' lehçele­ önce cereyan etti! Türkçe konuşan Hıris­
rin izlerini ancak daha eski baskılarda bul­ tiyanlar gerçekten bir çıkmazda bulunu­
Tarih ve Toplum dergisinin Mart sayı­ mak olanağı vardır . Şimdiye dek yapılan yordu. Kilise onların Türklüğünü kabul
sında Prof. Dr. Talat Tekin'in "Grek Al­ araştırmalar ise bu bakımdan yeterli de­ etmediği gibi , Hıristiyan olduklan için
fabesiyle Türkçe" yazısını büyük bir ilgi ğildir. M üslüman Türkler de onları benimsemi­
ile okudum. Sayın Tekin'in yer darlığın­ Karamanlıların kökeni de hayli tartışı­ yordu. Bu yüzden onlar da, asıl Rumlar
dan ele alamadığını sandığım bir iki so­ lan bir konudur. Spiros Vryonnis gibi ya­ gibi, m übadelede Türkiye'yi terketmek
runa kısaca değinmek istiyorum. zarlar (Tarih ve Toplum, No. 3, s. 23 b k . ) zorunda kaldılar.
Grek alfabesinde, Türkçenin bazı ses­ Türkler Anadolu'yu fethinden önce Ana­
Kaynaklar:
lerini gösterecek harfler bulunmadığını ve dolu'da hemen hemen hiç Türk bulunma­
Dr. Robert Anhegger, "Hurufumuz Yunanca
bunları gösterebilmek için bazı harf çift­ dığını öne sürmektedir. Son zamanlarda, Ein Beitrag zur Kenntnis der Karamanisch­
leri ve yazı çevrim işaretleri kullanıldığı­ Prof. Dr. Mehmet Ersöz ise büyük bir he­ Türkischen Literatur', Anatolica, Nr. VII, (Le­
nı sayın Prof. Tekin göstermektedir. Fa­ yecanla aksini ileri sürmüştür. iden: 1 979-1 980), s. 1 57-202 ve "Nachtraege n;
kat bazı Grek harflerin i n iki Türkçe fo­ Bildiğimiz kadarıyla, Türkçe konuşan Hurufumuz Yunanca", "Anatolica, Nr. X (Le­
nem (ses) ifade edebildiğini vurgulayalım. Ortodokslar iki kökten gelmedir: iden: 1 983), s. 1 49- 1 64
Örneğin, ou: u/ü; o: o/ö; ı: ı/i; t: d/t; 1) Bizans zamanından kalma Hıristiyan Mefküre Mollova, "Sur le terme 'Karaman' e·
p : b/p; k: g/k , vs . Okunuşu kolaylaştır­ Türkler. Örneğin 1 500 yıllarında Aksaray, !es recherches sur !es Karamans de J. Eck­
mann", Güney-Doğu Avrupa A raştırmalar
mak için bazı özel işaretler kullanılmışsa Niğde, Kayseri vs. bölgelerinde araların­
Dergisi, Nr. 8-9 ( İ stanbul: 1 980).
da bu kesin bir kural değildir . Demek ki da yürük te olan Hıristiyanların bulundu­
çoğu kez sesi doğru okumak okuyucuya ğunu biliyoruz. Şer' i mahkeme sicillerin­ Dr. Robert Anhegger, İ stanbul
düşer. Prof. Tekin'in Dustur'dan (ki den Hıristiyan ahalinin Türkçe adlar kul­
" Düstur" da okunabilir) Grek harfleri­ landıkları görülmektedir.
ne göre verdiği yazı çevrimini ele alalım. 2) Yunancayı bırakıp Türkçeyi benim­ • KÖLE SÖZLÜGÜNE
Madde 1 'de "i tmek" şekli Arap harfle­ seyen H ıristiyanlar. Bu, bilinen bir ger­
riyle yazılışından gelme; madde 2'de "go­ çektir ve 20. yüzyılın başına kadar da de­ EK...
na", 7 'de "meskukat" ve "harakat" gi­ vam etmiştir. Bunun devlet zoruyla oldu­
bi sözcUklerinde Grek harfleriyle yazılış ğu iddiası da doğru değildir. Türkçe ko­ İlk sayınızdaki "Osmanlı Toplum Ya­
şöyledir "gi o n a", "Me s k i u k at", nuşan bu H ıristiyanları dil bakımından şayışıyla İlgili Belgeler-Bilgiler: Kölelik"
"harakiat"= gôna (gt1na), meskt1kat, ha­ Rumiaştırma uğraşına, bilhassa Yunanis­ konusuna, ben de şu bilgiyi ekieyebilir mi­
rakat. Madde 3'de "sulaleler" "sülale­ tan'ın kurulmasından sonra Patrikhane ve yim?
ler " , madde 5 'te "mukatdes" " makad­ önde gelen Ruslar tarafından önem veril­ Osmanlı Devletinin ilk dönemlerinde,
des" te okunabilir. Sözcüğün Arapça ya­ mesi ilginç bir olgudur. Her yerde kilise­ diğer savaş ganimetierinden olduğu gibi.
zılışında bir "ayn" varsa, bu Grek harf­ nin yanında bir "sholion"un , yani Yu­ tutsaklardan da hums-u şer'i (beşte bir ha­
leriyle ya sesli harfin iki kez yazılması ya­ nanca öğretim yapan okulların kurulma­ zine hakkı) olarak alınan vergi için bir kö­
hut bir "y" ilavesiyle sağlanmıştır. Mad­ sı isteniyordu. Bu uğraşların pek başarılı le sınıflaması yapılmıştı. Buna göre, er­
de 7'de "i'lam" için "iylam" , aynı mad­ olduğu söylenemez. kek köleler altıya, dişi köleler sekize ay­
dede "tadil" için "taadil" , madde 8'de Dil propagandasının yanında bence da­ rılıyor ve çoğu Farsca deyimlerle adlan­
"ta'bir" için "taabir" gibi. ha önemli bir çeşit " kültür" propagan­ dırılıyordu.
Bütün bu zorluklara rağmen , Grek al­ dası da vardır: Siz eski Yunanlıların ah­ 0-3 yaşında süt çocukları: şfr-hor
fabesi belirli bir devirde Türkçenin nasıl fadısınız! 3-8 yaşında k üçük çocuklar: beççe
konuşulduğunu ifade edebilmek bakımın­ 1 896'da İ stanbul'da basılan bir kitap­ 8-12 yaş grubundan itibaren cinsiyet ay-
dan Arap harflerine göre daha elverişli ta şunları okuyoruz: rımı başlıyor:
idi. Tabii bir kitabın yazı çevrimi için de­ (oğlancık ) gulamçe- (kızC)k) duhterek
ğil, doğrudan doğruya Türkçe konuşan Gerçek Rum isek de Rumca bilmez ergenlikten itibarense, sınıflama şöyle sür­
Ortodokslar için yazılmış olması şartıyla! Türkçe söyleriz mekte:
1 9. yüzyıla dek Yunancadan çevrilmiş Ne Türkçe yazar okuruz ne de
(oğlan) gulam -( k ız) duhter
Rumca söyleriz
din kitaplarında genellikle " basit Türk­ (delikanlı) sakallı (gençkız) miiriye
-
Öyle bir mahlutu hattİ tarikatımız
çe" kullanıldığı için , bunlar o zamanki vardır (kadın) ciiriye
Türkçeyi az çok yansıtmaktadırlar. Fakat Hurufumuz Yunanca Türkçe meram (yaşlı adam ) pfr -(yaşlı kadın) acuze
Türkçeye uygun belirli bir alfabe sistemi eyleriz (kocakarı) jertute

2
243

OKU�UPLARL -

Bu sınıflamaya göre çocuk ve yaşlı kö­ mal Çelebi'ye bir cariye bey idüp iki bin iki yüz lanıının gene Karpat'ın editörlüğüyle ya­
elerin " Pencik resmi" düşük, gençlerin alımış akçeye hiiliya mezbure cariyeyi İsken­ yımlanan ve The Ottoman State and its
}Uksekti; erkekler için, k ız ve kadınlardan der ben dört bin beş yüz akçeye kabul ederim Place in World History (E. J .Brill; Leiden,
didiği sebepıen siibıka nefs-i emirde cari ye beş
daha çok vergi ödenird i . " Yekdest" (tek 1974) başlığını taşıyan kitabında, s. 34-47
bin akçeye bey olundığı sabit olup mezbur Ke­
elli), "yekçem" (tekgözlü) gibi ma'yube- mal Çelebinin gabn-ı fahiş oldığı ecildeıı beyi
arasında basılmıştır (ana makalenin ardın­
re (sakatlara) daha az vergi konulmuş- fesh olınup mezbur İskender'e emin-i beytül­ da, Andrew Hess 'in sempozyumda yapı­
u. mal elinden dört bin beş yüz akçeye bey olun­ ğı eleştirel açıklama da bulunabilir).
Yusuf Aytunç, Kastamonu dı. Üzerinde durmak istediğim problem,
Çevirisi: "Osmarılı İ mparatorluğu'nun göreli mer­
Bursa'da Pirinççi hanında, ölmüş olan Bii­ keziyetinin muhtemel kaynakları" diye
• RICAUT'DA li'nin eski borcuna karşılık bir cariyeyi ema­ adlandırılabilir. Bilindiği gibi akademik
net yoluyla saıtığı Kemal Çelebi �onradan bu
KÖLELİK cariyeyi dört bin beş yüz akçeye aldım diyerek
tarihçilerimizin çoğu, tirnarların sadece
padişah tarafından tevcih edilebilmesi(ya­
İskender'e beş bin akçeye sanığı saptandığın­
dan Kemal Çelebi'nin sarışı aşırı düzeyde bu­ ni subinjeodare usulünün görülmemesi)
•·kölelik "le ilgili yazınızda ilginç ve
lunarak iptal edilmiş ve adı geçen lskender'e ve mülk-miras olarak babadan oğula ge­
) nağa dayalı bilgiler bulunmakla bir­
devlet hazinesince dört bin beş akçeye satışı ya­ çememesi, tirnar sahipliliğinin reaya üze­
te, sizi de teyit eden, bir bakıma top-
pılmıştır. rinde adli yetkilerle içiçe geçmemesi (ve­
mumuzun temel hak ve özgürlüklere
ya yargı hakkının İstanbul'dan atanan ka­
r ı hesaplı yaklaşımını belirlemekte yar- 2) D . 264 S . 28/63 16 Zilhicce 924
dılarda toplanması), köylünün toprağa
ıncı bir kaynağı anımsatmakta yarar Konsıantaniyyede mütemekkin olan Mevla­
bağlılığının ve mali yükümlülüklerinin ol­
rdü m . na katibinin ibakat iden Abdi Ali ki mahruse­
i Bursa'ya gelüp evlenüp badehu mezkur kati­ dukça sistematik bir devlet hukukunun
I V . Sultan Mehmet zamanında İstan­
bi işidüp mahruse-i Kosıandaniye'de kendüsin konusunu oluşturması ( başka bir deyişle,
l"da Ingiltere Krallarının elçisinin silah­
mülk-i mahzı idüğini isbat idüp nakl-i şehade sipahi-raiyyet bağının " kişisel" bir ilişkiyi
rı ve katibi R l CAUT, "Türklerin Siya­
alı,ıp Yeniçeri Kara Ali nam kime ne-i mezkı1r ifade etmemesi) gibi özelliklerin dokudu­
Du turları Hakkında" isimli bir kitap
gulamı gel üp kabz ed üp bey itmeğe ve kil nasb ğu sözkonusu göreli merkeziyeti, en azın­
azmış. (Am terdam 1 686) Bu kitabın itdüğünü bile nakilde kald idüp haliya mezkı1r dan klasik dönem (XV .-XVI. yüzyıl) Os­
rkçe i (Türklerin Siyasi Düsturları) adı Kara Ali gel üp isbaı idüp mezkı1r gulamı bey­
manlı toplumunu feodal sayınamanın ge­
Tercüman/1 001 Temel Eser serisinden i men yezit iıdükten sonra bin dokuz yüz ak­
rekçesi yapıyorlar . Bu mantığın içerdiği
ı numara. ile M. Reşat Uzmen tarafın­ çeye ınahruse-i Bursa beytülmal emini olan Si­
nan Bin Baliye bey idüp ve hatunu Şirin ken­ örtük " feodalizm= ademi merkeziyet"
n hazırlanarak yayınlanmış. (Ricaut'
düye talak virilmek taleb eyledükte müşteri-i önermesi, yukarıda saydığımız özellikle­
un bir başka eseri de "The Present S ta­
ınezbur Sinan bedel-i hal üç eşrefi aldım fesh­ ri bir "Asya Üretim Tarzı" genellemesi
�of The Greek and Armenian Churches"
i i u üm deyi meclis-i şer-i'de ikrar itdükde mez­ içinde toplayan yorumcular için de geçer­
ını taşıyor: London I 679)
kı1r Şirin dahi meclis-i Şer-i'de kabul id üp tas­ lidi r . Başka bir deyişle, AÜT'çüler, Os­
Yazar, bu eserinde Osmanlılardaki kö­ dik eyledi . manlı Ortaçağ düzeninin spesifi kliğinin,
ile O manlı toplumunun özgürlük ve Çevirisi:
mutlaka, (feodalizrnle eşdüzey fakat on­
emel haklar konusundaki anlayışının İstanbul'da oruran Mevlana katibinin yanın­
dan farklı) ayrı bir üreti m tarzından kay­
_naklarını çok çarpıcı biçimde saptamış dan kaçan Abdi Ali'nin Bursa'ya gelip yerleş­
naklanması, ya da bir üretim tarzı ayrılı­
lunmaktadır: til\i ve sonradan da evlendiği işitilince, Isıan­
buldaki kayıtlara göre Abdi Ali'nin kendi mül­ ğına tekabül etmesi gerektiği kanısında­
·• . . . bu ülkenin (Osmanlı İ m p . ) saray
ro re inde kölelerden başkasına rastlan- k u olduğunu belgeleyen Kiitip Yeniçeri Kara Ali dırlar.
adındaki birisini adı geçen oğlanın gelip alma- Acaba zorunlu bir bağlantı mıdır bu?
az, eğer hürriyete karşı sevgi duyan bir
ı için tayin ettiğini yazıp Kara Ali'nin de ge­ Somut, tarim yaşanmışlıklar olarak çeşitli
ruh varsa bu bir mucizeden başka bir şey
lip kendisini tanıllıktan sonra satışın durdurol­ eşdüzey (dayandıkları üretici güçler iti­
eğıldir. ( . . . ) Çeşitli uluslara ait kadınlar masını ve bu satışın bin dokuz yüz akçeye Bursa bariyle eşdüzey) toplumların özgül yan­
anbul'da öylesine garip ve karışık bir Hazine Emini olan Sinan bin Biili'ye yapılma­
larının, üretim tarzı fark lılığı postiliası dı­
il yetiştirmiştir ki, kölelerden doğma- sını ve karısı Şirin'den boşatılma ını isıemiş ka­
şında bir açıklaması bulunamaz mı? Ya
an Osmanlı pek azdır. Bunun için bu ço­ dın da " Beden olarak üç eşrefi aldım ve nikii­
hı bozdum" diye şer'i mecliste açıkca söyleyip da şöyle söyleyelim: Aynı üretim tarzına
ların köleliğe karşı tabii bir meyli ol­
meclisin kararını kabul etmiştir. dayalı iki ayrı toplumun (diyelim, X.-XII.
a ını garip karşılamamak gerek i r . " (s.
yüzyılların Batı Avrupa feodalizmi ile
_ı -::!2)
XV .-XVI. yüzyılların Osmanlı feodaliz­
Teoman Ergü l , Salihli
• MC NEİLL'İN minin), içinde yeşerdik leri genel ortama,
i klim ve doğa koşullarına, özgül genesis
• YiNE BİLMEDİKLERİ süreçlerinin yüzlerce "kaza" ve "tesa­
düf" ile örülen k ıvrımlarına, vb. bağlı
KÖLELiK ... "Osmanlı İmparatorluğunun D ünya­ olarak üstyapısal farklılıklar peydahlama­
daki Yeri" yazısını, özgün başlığını ve ne­ ları, o kadar ihtimal dışı mıdır ki, AÜT'
Kölelik ve cariyelik konusuna iki örnek· reden çevrildiğini belirtıneden koymam­ çü literatürde bir araştırma noktası ola­
ben de katkıda bulunmak istedim. Ver­ za biraz şaşırdı m ; bu, Ocak 1 984 tarihli rak dahi hesaba katılmaz?
;im örnekler Bursa Şer-i Mahkeme Si­ "Çıkarken" yazınızdaki " Kullandığımız Örneğin, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz
llcri arasında bulunmaktadır. malzemelerin kaynaklarını belirtmeyi ih­ havalİsinin büyük ticaret yolları üzerinde
Tuğrul Sargın, Karamürsel mal etmeyeceğiz" vaadini zedelemiyor yükselen Osmanlı devletinin, X.-XI I . �­
mu? Bildiğim kadarıyla bu metin, önce yıllar Avrupa'sındakine kıyasla daha ge­
D . 250 S. 28/57 7 Şevval 924 197l'de, Wisconsin Üniversitesinde Ke­ lişkin bir pre-kapitalist tefeci-tüccar ser­
Bı:r a'da Pirinççi hanında müteveffa olan mal Karpat'ın koordine ettiği bir sempoz­ mayesini barındırmasının, bu göreli mer­
ı'nırı Sabıka deyn içün emanet tarikiyle Ke- yuma bildiri olarak verilmiş; sonra top- keziyetle, ayrı bir üretim tarzı kavramsal-

3
244

Ortaçağın, taşra senyörlerinin şatolarının Klasik Türk Musikisinin Devlerini, sırf


yıkılınası yoluyla merkezi krallıkların güç­ saray içic eser verdiklerinden gerici, tu­
lenmesine tanık o lduğu (ve lise kitapları­ tucu ilan edenler, Klasik Batı Müziğinin
mızda, bu göreli.merkezileşmenin de, yan­ Devleri olan Beethoven'lerin, Mozart'la­
lış olarak "feodalizmin yıkılışı" gibi gös­ rın, Brahms'ların ve diğerlerinin de saray
terildiği) gözönünde bulundurulursa! için eser verdiklerini, saray olmasa ayak­
Bitirirken, Amerikan üniversitelerinin ta kalmalarının mümkün olmadığını ne­
genel tarih kurlarında kullanılan ünlü ders dense görmezlikten gelirler.
kitabında, McNeill'in, Osmanlıların fet­
hettikleri toprakları "bilinen feodal usul­ Demek istediğim, doğulu bir san'atçı­
lerle" dağıttıklarını; tirnar alan "feodal nın yaptığı veya yapmak zorunda bulun­
savaşçılar"ın itaatinin ise kul kökenli ko­ duğu bir davranışı suçlarken, aynı davra­
laştırmasına başvurmayı gerektirmeyen mutanlar ve yeniçeriler aracılığıyla sağlan­ nışı gösteren batılıya ses çıkarılmayışı, ya­
bir ilişkisi olamaz mı? Ünal Nalbantoğ­ dığını kaydettiğini de h atırlatmalıyım (A ni çift standart kullanılışı . . .
lu'nun "Prekapitalist Küçük Sanayi ve World History, Oxford University Press,
Tüccar Sermayesine Bağımlılığı"(Sanayi­ 1 97 1 , s. 239). Aslolan, tabii Mcneill'in Ben, ayrıntıya son derece meraklı bir
de Küçük Oretim , M imarlar Odası, An­ kendi kavrayışı değildir, ama onun kişi­ kişiyim. Bence, mükemmeli meydana ge­
kara 1 978, s .63-73) konulu çalışmasının, sel kasıt veya muradım da fazla zorlama­ tirenin ayrıntı olmasından dolayı, ayrın­
böyle bir kestirime olanak verdiğini dığım inancınday ı m . tı, mükemmelden daha önemlidir.
sanıyorum.
Halil Berktay, Ankara Rahmi Alp, İstanbul
Ya da, önce Anadolu 'nun ve sonra Ru­
meli'nin maruz kaldığı Türk istilası ile Ba­ Ha/it Berktay arkadaşımızm uzun ve
tı Avrupa'nın maruz kaldığı Cermen İsti­ değerli mektubuna teşekkür ederiz.
lası arasında, gerek galipler, gerek mağ­ Eleştirdiği kaynak göstermeme kusu­ • KUTSAL RUH
luplar, gerekse zaferierin boyutları ve tah­ rumuzu, geçen seferki "Bu Sayıda"
ripkarlık dereceleri açısından saptanabi­ sunuşumuza itiraf edecektik; ama VE CEBRAİL
len siyasi, askeri ve etnik farklar, sözko­ mektubu gelince, bu nota sak/adık.
nusu istilaların ardından yükselen devlet Bir koyundan birden fazla post çı­
yapılarının gevşeklik/sıkılık derecesine hiç karma becerisi, 'sanı/dığı gibi, yalnız­ İ kinci sayının kapağındaki at resmi do­
mi yansımamıştır? Kendim Kabileden Fe­ layısıyla, Cebrail Aleyhüsselam hakkında
ca bizim bazı bilimadamlarımıza öz­
odalizme'de bu tasavvur üzerinde dur­ biraz bilgi verebilir misiniz? Ne zaman­
gü değildir. McNeil/ de, Berktay'm
dum. dır kafamda taşıdığı m bir sorunun da ce­
belirttiği üzere, 7 Mayıs 197l'de Ma­
Peki, Türk "askeri sınıf"ının merkez­ vabını öğrenmek istiyorum: Hıristiyanlı­
dison 'daki (A . B. D.) Wisconsin Oni­
kaç eğilimlerinin (Batı Avrupa'nın Erken ğın kutsal ruh kavramıyla Cebrail'in ilgi­
versitesinde Kemal Karpot tarafından
Ortaçağ aristokrasisininkilere kıyasla) da­ si var mı?
düzenlenen Türk-Osmanlı Inceleme­
ha fazla bastırılabilmesinde, ateşli silah Ferhunde Hayırlı, Trabzon
leri Konferansı'na sunduğu bu bildi­
teknolojisinin gelişmesine paralel olarak riyi 1974'te Hollanda'da yayımlanan
güçlü merkezi ordular kurulabilmesi ve o tutanaklarından başka, 1975'te Se­ lslamiyet, ikisini bir sayar. Bilindiği
eyaJet birlikleri üzerindeki bürokratik de­ lanik'te basılan Basil Lourdas Arma­ gibi, Hıristiyanlık tam bir tek-tanrılık
netimin de arttırılabilmesinin, hiç mi pa­ ğanı'na da vermiştir: Essays in Me­ değildir, "üçü bir arada" tanrıcılık­
yı yoktur? Bu üçüncü açıklama tarzına mory of Basil Lourdas, s. 373-85. Biz tır. Tanrı kavramı, onlarda Baba (pa­
da,işte McNeill'inelimizdeki yazısında ras­ dergimizdeki çeviriyi, bu ikinci yayım­ ter), Oğul (filius) ve Ruhülkuds'tan
lıyoruz. Amerikalı tarihçiye göre, Osman­ dan yaptırdık. (spiritus sanctus) oluşur. Müslüman
lı devleti, Çin'deki Mançu'lar, Japonya' gelenekleriyle yetişmiş bir kimsenin
daki Tokugava şoğunluğu, Rusya'daki
Moskova knezliği, İspanyol ve Portekiz
• HEP BATI MI bunları kavraması güçtür. Çünkü ls­
lam, Hıristiyanlığı m onofizisi bir açı­
i mparatorluklarıyla birlikte, Yeniçağ baş­ "İLERi"? dan yorumlar ve (Katolik, Ortodoks,
larının baruta dayalı siyasi organizmala­ Protestan gibi) asıl yaygın mezhep/e­
rındandır. Bu saptamanın uyandudığı Bir insan hem ilerici olup hem tarihi se­ rin hepsini birden gerçeklikten sapma­
çağrışımları şöyle açayım: X . -XII. yüz­ vemez mi? Bir insan hem ilerici olup hem lar diye görür. Onlara göreyse, Kut­
yıllardaki şekliyle Batı Avrupa feodaliz­ Klasik Türk Musikisini sevemez mi? sal Ruh hem Tanrı'nın bir parçasıdır
mi gibi XV.-XVI. yüzyıl Osmanlı top­ Sevemez, eğer bu insanın yaşadığı ül­
hem de Tanrı 'nın dışındadır.
lumu da, üretici güçlerin aynı büyük ni­ Cebrail [bu ad, //'in, yani el Ilah'
ke Türkiye ise sevemez. Severse ayıp et­
ın (A llah 'ın) cebr'i, "zor"u ya da
tel eşiği: organik enerjiye ve küçük köylü miş olur küçümsenir, yüzüne karşı "Çe­
"kul"u anlamına gelmektedir], Tan­
ailesine dayalı tarım üzerinde kuruluydu. lişkiye düştüğü" söylenir. rı'yla peygamberleri arasmda elçilik
Ama aradan geçen 200-300 yılda, bu bü­ Bir insanın hem ilerici olup hem de Kla­ eden bir melektir. Meryem'e A llah ta­
yük nitel eşiğin genel sınırları dışına taş­ sik Türk Musikisi ve tarihi sevmesinin rafından gebe kaldığını müjdeleyen
mayan, ek bir nice! gelişme başgöstermiş­ doğru olmayacağını iddia edenlere göre, de, Cebrail'dir. Kuran'da Bakara sil­
ti, üretici güçlerin bir bölümünde: baruta adına "Arabes k" denilen ne idüğü belir­ resinin 87'nci ayetinde "Meryem oğ­
dayalı bir askeri teknoloj i . Geç Ortaçağ­ siz inierne ve hırıltılar ilericiliği simgeler lu lsa'yı Ruhülkudsle teyit ettik" de­
Erken Yeniçağ devletlerini göreli bir mer­ de, Dede Efendiler, Zek ai Dedeler, Hacı nir. Bununla kastedilen, Cebrail'dir.
keziyete kavuşturan, buydu. Arif Beyler sarayın kemik yalayıcıları, İcra Yani bu melek, Tanrı'nın bir parçası
Kolay yadsınacak b ir kurgulama mı ettikleri musiki de gericinin gericisi bir değil, yalnızca habercisidir. Hz. Mu­
dersiniz? Hele, Batı Avrupa'da da Geç müzikdir. hammed'in Hira dağında ilk kez se-

4
245

sini duyduğu ("Oku!. . . ") ve sonra

Tarih ve Toplum'un
glirdüğü, kendisine A llah'ın vahiyle­
rini getiren melek de, Cebrail'dir.
Meleklerin varlığına inanmak, Islii­
mm şartlarındandır. A ncak, Cebrail
gibi melekler hakkındaki ayrıntılı sliy­
lencelerin çoğu "/srailiyat"tır; lsliim
Yeni Konukları
din yazınma da, Musevi kaynakların­ ayımladıgımız "Okuyucu Mektupları," dergimizin en ilgi

Y
dan girmiştir. Orneğin, ilk insan ef­ çekici köşelerinden birini oluşturmakta. Bize bilgi, görüş ve eleş­
sanesinin birçok yerlerinde Cebrail' tirilerini yazan bütün okuyucularımıza çok teşekkür ederiz. Ne
in adı geçer: yazık ki, aldıgımız her mektubu yayımlayamadıgimız gibi, mek­
Allah, Adem'i topraktan yaratmak tupların tümünü de basamıyoruz. Bu nedenle, bagışlanmamızı isterken,
için [lbrancada adamalı toprak de­ katkılarınızın aynı yogunlukta gelmesini içtenlikle diliyoruz.
mektir], meleklerinden Cebrai/, Milc­ Bu sayıda, yine üç sürekli bölümümüz var: Osmanlı Toplum Yaşayışıy­
haif ve lsrafi/'e yedi kat yerden yedi la İlgili Belgeler- Bilgiler'de, "Kadın" konusu devam etmekte; Osmanlı Ba­
avuç toprak almalarını buyurmuş, fa­ sınında Yüz Yıl Önce Bu Ay, yine Tarik'ten seçmeler yapıyor; Çeşitli Alfa­
kat arz (yeryüzü, dünya) bu toprağı belerle Türkçe Yazılar'ın bu ayki örnegiyse, Ermeni harfleri.
Sürekli olmasını diled1g1miz köşelere geçen sayımızda bir de "Geçmiş Şö­
vermeye razı olmamıştır. Bunun üze­
lenler''den menüler kattık. Bu ay yeni örnekler sunuyoruz. Ancak, kapa­
rine, Azrail'in arzdan zorla aldığı top­
ga bastıgımız uzun resim nedeniyle Ferman'ı koyamadık. Devam eden üç
rağı A llah yağmur/oyumuşatıp yoğur­
yazı dizimizden ikisi, elinizdeki sayıda da yer almakta: • 'Türkçülügün Ta­
muş ve Adem'i yaratmıştır. Sonra da
rihinden" sayfalarımızda, Hasan Enver Paşanın makaleleri; "Parayla Ta­
onun sol yanındaki bir kaburga kemi­
rih"te, Murad Hüdavendigar•ın sikkeleri var. "Mutfak Tarihi"nin üçün­
ğinden Havva'yı ha/ketmiştir. (Adem cüsünü ise gelecek aya bıraktı.
oğulları topraktan yaratıldık/arı için Degerli araştırıcı Taha Toros merhum karikatürist Cemil Cem'i anarken,
yaşlandıkça güzelleşirler, Havva kız­ aynı zamanda Cem'in şimdiye degın kamuoyunca bilinmeyen yaglı boya
larıysa kemikten yaratıldık/arı için tablolarını tanıtmakta.
yaşlandıkça çirkinleşirler!) A llah, Bu sayıda, bir de yeni dizi başlıyor. Bilim Tarihi'ne ilişkin, "Gnomon
Adem'i yeryüzünde kendisine halife ve Güneş Saa.ti" üç ay sürecek.
yapmak istediği için, ona adlarını - Sundugumuz iki denemederi biri, yalnızca ''alafranga'' kavramına ışık
meleklerden- gizlice öğretmiştir. (Bir tutmakla kalmıyor, bizi toplumsal yeniliklerin niteligi üstünde düşünmega
şeyin adını bilmek, ona egemen ol­ de zorluyor. Ötekiyse (Yapıt dergisinin gelecek Haziran-Temmuz sayısın­
maktır.) Melekler, Adem'in bilgisi da "Batı İdeolojisi, !rkçılık ve musal Kimlik Sorunumuz" başlıgı altında
karşısında ona secde etmişler; ancak önemli bir incelemesi yayımlanacak olan) Taner Timur'un, Osmanlı şey­
ateşten yaratılmış olan başmelek Şey­ hülisl8.mının bir İngiliz elçisine dayak attırması gibi ilginç bir olaydan yola
çıkan yorumları. Yayın yönetmenimiz, Ankara'da iki ayda bir yayımla­
tan (lblis) bliyle yapmadığı için cen­
nan Yapıt'ın yazı kurulunda oldugu için, bu notu düşmekle, galiba hem
netten kovulmuştur. O da bir yılan kı­
o derginin hem de okul arkadaşının reklamını yapmak istiyor!]
lığına girip Hallva aracılığıyla Adem'
Bu sayıda iki de çevirimiz var. Biri, yakında tümünün Türkçesi kitap
in yasak meyveyi yemesini sağlayarak hallnde yayımlanacak olan F. Babinger'in Fatih Sultan Mehmed'inden bir
bölüm. ("Parayla Tarih"te II. Murat dönemi işlendigi için onun saltanatı­
öeünü almıştır. Bunun üzerine cennet­
ten Serendip (Seyliin) adasına atılan nın arasına giren, Fatih'in İlk Padişahl.ı.gı konusunu seçtik.) Öteki, geçen
Adem, orada iki yüz yıl eşinden ayrı yıl dogumunun 500'üncü yılı kutlanan Martin Luther üstüne önemli bir
yaşayarak tövbekar olmuştur. A llah tartışma.
sonunda Adem'in nedametini kabul Kitabiyat sayfalarımızda, yine Luther'le ilgili bir yazı var: Dieter For­
etmiş ve Cebrail onu A rafat'a götür­ te'nin geçen yıl Türkçesi de çıkan Martin Luther ve Thomas Münzer ya
müştür. Burada, Havva ile buluşan da Muhasebenin Başlangıcı adlı oyunu üstüne bir eleştiri. Bu bölümün
Adem Kiibe'yi kurmuş ve Cebrail'den en önemli yazısı ise, Orhan Şaik Gökyay hocamızın tanıttı�ı ve içinden par­
hac tlirenini ôğrenmiştir. A ncak Hav­ çalar verdigi eski bir yazma eserin yeni yayınıyla ilgili. Türkiye'nin ya­
va büsbütün cezasız bırakılmamış, kın siyasal tarihi üstüne yeni çıkan İngilizce bir yapıta ilişkin eleştiriyi
kendisine ay hali beliisı verilmiştir. de, okuyucularımızın merakla izleyeceklerine eminiz. Son olarak, Osmanlı
Havva ilk kez Mekke'de adet glirün­ iktisat tarihi hakkında bir Fransız eserini tanıtıyoruz.
ce, Adem topuğuyla yere vurarak irinci ve ikinci sayfalarımızda baş taraflarını arka kapaga, metin­
Zemzem kuyusunu açmış ve oradan
aldığı suyla Havva'yı gas/etmiştir (te­
miz/emiştir).
B ların devamını ise son sayfalarına basarak çevrimyazılarını verdi­
glmiz, Kanuni'nin iki Fetihnamesini şu kaynaktan almıştık:
Schii.ndlinger, Bahriben Süleymans des Prii.chtigen (Vien: Verlag der
Österreich Aka.demie der Wissenscha.ften, 1983). O sayılarda belirtmeyi ih­
Cebrail'in kanatlı bir ata binerek
mal etmişiz. Şubat sayımızda. fotogra.fını çekip küçülterek ba.stıgımız bi­
uçmasına gelince, lsliim kaynakları
limsel tra.nskripsiyon da yine Schii.ndlinger'e aittir. Mustafa Can­
onun Hz. Muhammed'e çoğucası in­
polat arkadaşımız yalnızca. bu belgeyi günümüz Türkçesine aktarmıştır.
san suretinde gliründüğünü belirtir/er.
Ancak, adının bir düzenleme hatası sonucu, çevrimyazının başına konul­
Bliyle olunca, Cabrai/'in -o dlinemler masından kendisinin hiçbir sun-u taksiri olmayıp, bu yanlışlı�ın bütün
için- kabul edilebilecek bir yolla uç­ sorumlulu� bizimdir. Hazır özür dilemişken, geçen sayıdaki bir okuma
tuğunun düşünülmesi de doğaldır. yanlışımızı da itmf edip ruhumuzu kurtaralım. Mahmut Şevket Paşa'nın
"Kanatlı at" inancı, Yunan'dan (Pe­ Askeri Teşkilat ve Kıyafet'e ilişkin kitabını tanıtma yazımızda (s. 78) meslek
gassos) Çin 'e bir çok eski uygarlıkla­ kitaplarına örnek olarak iç kapak fotokopisini verdigirniz Mavzer tütenk­
rın esatirinde (mitolojisinde) vardır. leri'nin yazılarını aktarırken, "mirliva"yı "miralay" okumuşuz. Bunu dü­
Zaten, tek-tanrılı dinlerde süren me­ zeltince, "albayken" yerine de "tuggeneralken" dememiz gerekiyor. (Bu
lekler anlayışı, eleştirel dinbilim açı­ arada, tanıtılan kitaptan aktardıgımız biyografideki "190l'de general ol­
sından çok-tanrılı dinlerin bir kalın­ muştur" cümlesinde geçen rütbenin do�rusu da "ferik" [kor/orgeneral]
tısıdır. olacak.)
Tarih ve Toplum

5
246

Prof. Dr. TALAT TEKiN Ermeni Kıpçakçası dil yadigarları


arasında bir Kıpçak Türkçesi grame­
ri ile Ermenice-Kıpçakça-Fransızca
bir sözlük de bulunmaktadır.
Ermeni Kıpçakçası dil yadigarları
Batılı türkologların dikkatini çekmiş
ve Jean Deny, Tadeusz Kowalski,
Omelyan Pritsak, Edward Tryjarski
ve Schütz gibi birçok türkolog Erme­

Ermeni Alfabesiyle
ni Kıpçakçası üzerine önemli araştır­
malar yayımlamışlardır. Bunlardan
Tryjarski birçok yazma ve belge ya­
yımlamış olduğu gibi Ermeni Kıpçak­

Türkçe çasının mükemmel bir sözlüğünü de


hazırlamıştır: Dictionaire A rmeno­
Kiptchak d'apres trois manuscrits des
Türkçenin yazımında kullanılan al­ dır . ) Ukrayna Ermenilerinin merke­ co/lections viennoises, I-IV, Warsza­
fabelerden biri de Ermeni alfabesidir. zi, 1 496'dan itibaren, Kamenets­ wa 1 968-1 970. Son zamanlarda araş­
Türkçeyi Ermeni yazısıyle yazanlar Podolsk şehri idi. tırma ve çalışmalarını Ermeni Kıp­
Ukrayna-Polonya Ermenileri ile Os­ Y ukarıda da belirttiğim gibi, çakçası üzerinde yoğunlaştıran tür­
manlı İmparatorluğu ve Türkiye Ukrayna-Polonya Ermenileri kendi kologlardan biri de E. Schütz'dür.
Cumhuriyeti tebası Ermeni asıllı va­ dillerini bırakmışlar, Türkçe konu­ Bu yazımızda, 1 968'de Schütz ta­
tandaşlarımızdır. şup, yazmaya başlamışlardı. Din rafından yayımlanan çok önemli Er­
adamları da böyle idi. O kadar ki 1 9. meni Kıpçakçası bir vekayinameden,
Doğu Anadolu ve Güney Kafkas­
yüzyıl sonlarında, 1 883'te, Kame­ ünlü "Kamenets Vekayinamesi"nden
ya'daki Bagratid Ermeni devleti 1 1 .
nets'e giden Kuşneryan adlı bir Er­ bir örnek sunacağız. " Kamenets Ve­
yüzyıl ortalarında Selçuklu akınları
meni dönüşünde yazdığı gezi izlenim­ kayinamesi' ' Kamenets- Podolsk'ta
ile yıkıldıktan sonra Ermenilerin bü­
lerinde Kamenets-Podolsk Ermenile­ meydana gelen olayları 1 5 . yüzyıl or­
yükçe bir kısmı Gürcistan'a, Kilikya'
rini bu yüzden kınamış ve " Bunlar talarından 1 7. yüzyıl ortalarına kadar
ya ve Kırım 'a göç etmişlerdi. Kırım'
kendi ince ve nazik dillerini, yurtla­ günü gününe kaydeden bir vekayina­
da, özellikle 1 3 . ve 14. yüzyıllarda bir­
rını talan eden ve yıkan Tatarların medir ve Kamenets papaz ailesinin
çok Ermeni kolonileri vardı. Ermeni
kaba dili ile değiştirmişlerdir" de­ dededen toruna ortaklaşa vücuda ge­
kolonilerinin belli-başlı merkezleri
mekten kendini alamamıştır. Ancak, tirdikleri bir eserdir. Vekayiname as­
Kefe, Salgat ve Suctak şehirleri idi .
Kuşneryan' ın bu ifadesinden, onun, lında 1 5/25 Ekim 1 560 tarihinden
Bunlardan sonuncusu, Kıpçak devle­
Kamenets-Podolsk Ermenilerinin başlamakta ise de müellif kronolojik
tinin başlıca ticaret merkezlerinden
Türkçesini Moğolların dili ile karış­ sırayı bozarak arada 1 430' ların olay­
biriydi . Rusya'ya, Bizans'a ve Mısır'
tırdığı anlaşılıyor. larından da söz eder. Kamenets Ve­
daki Memluk devletine gidip gelen ti­
Anadilleri olan Ermeniceyi kendi kayinamesi'nin iki yazma nüshası
cari mallar buradan sevk olunuyor ve
arzuları ile bırakıp Kıpçak Türkçesi vardır: 1- Paris, 2- Venedik. Paris
dağılıyordu.
(Eski Tatarca) ile konuşup yazan bu nüshası (Bibliotheque Nationale, Er­
1 3 . yüzyılda tamarniyle bir Türk ül­ Ermenilerden Ermeni yazısı ile fakat meni Yazmaları, No: 1 94) eksik olup
kesi haline gelen Kırım' da, göçmen Türkçe pek çok yazma eser ve belge Jean Deny tarafından yayımlanmış­
Ermeniler Kıpçak Türkleri ile devamlı kalmıştır. Bunlardan bir kısmı, Uk­ tır: L 'armenocoman et tes "Epheme­
ve sıkı bir ilişki içinde idiler. Erme­ rayna Devlet Arşivi'nde bulunan ve rides" de Kamieniec (1604-1613}, Wi­
niler, Kıpçak Türklerine her şeyden 1 5 5 9- 1 664 yıllarına ait olan esbaden 1 957. Eserin Schütz tarafın­
önce ticari ilişkilerinde aracı ve yar­ Kamenets-Podolsk cemaati belgeleri, dan yayımlanan Venedik nüshası
dırncı oluyorlardı. Belki de bu neden­ 1 944 yılındaki Alman çekilmesi sıra­ (Mehitarist Kitaplığı, No: 1 700) ise
le, göçmen Ermeniler, dinlerini, ya­ sında yanıp kül olmuşsa da bugün Vi­ tamdır. Kamenets Vekayinamesinin
zılarını ve birçok Ermenice terimleri yana'da Mehitarist Kitaplığında, Vi­ 1 430- 1 6 1 0 yıllarını kapsayan kısmı
muhafaza etmekle beraber, kendi dil­ yana Milli' Kütüphanesinde, Venedik Ermenice, 1 6 1 1 - 1 624 yıllarını içine
lerini bırakıp topluca Kıpçak Türkçe­ Mehitarist Kitaplığında, Paris'te Milli' alan kısım K ı pçak Türkçesi ,
sini, Kumanca'yı, benimsediler. Kı­ Kütüphane'de, Breslav, Lvov ve Kra­ 1 648- 1 652 yılları olaylarından söz
rım Ermenileriı:ı. i n bir kısmı, kral I . kov şehirlerinde daha birçok yazma eden kısmı ise yine Ermenicedir. Kıp­
Leos'un davetini kabul ederek Batı bulunmaktadır. Bu yazmaların çoğu, çak Türkçesi ile yazılmış kısım yaz­
Ukrayna'ya, Galiçya'ya, gelip yerleş­ dini' eserler, vaaz ve dualar, Ermeni mamn 74- 1 60 sayfaları arasında olup
mişlerdir. Daha sonra ("Polonya Er­ Cemaati mahkeme kararları, evlilik 86 sayfa hacmindedir. Kamenets Ve­
menileri" adı ile anılacak olan Erme­ kayıtları ve noter senetleri gibi eser ve kayinamesi'nin Türkçe kısmının mü­
niler işte burılar ve bunların torurıları- belgeler le tarih ve vekayinamelerdir . ellifi Kamenets papaz Ililesinden Ak-

6
247

ent (Auxent) Der Krikoroğlu'dur.


Bu şahıs, 1 6 1 3 'te Türkiye'ye gelen
Adam Oorski elçilik heyetine müter­
im olarak katılmıştır; 1 620- 1 62 1
Türk-Leh savaşlarının (Çuçora ve
Hotin) da görgü taruğıdır.
Ermeni Kıpçakçasından başka bir
de Ermeni Türkçesi ve onunla mey­
ana getirilmiş bir edebiyat vardır.
O manlı İmparatorluğu sınırları için­ ��::ı�
�\-r to..,,....._ H i-!ı,....tr
e, Kafkasya ve İran'da yaşayan Er­
�� 1'-u\- ı4 ·�·..,. ...
meni şair ve edebiyatçıları kendi ya­
zıları ile fakat Türkçe ve Azeri lehçe­
-\:-P:-'� '1.. .,._�.r 'ıt
.
de eserler vermişlerdir. Ermeni ya­
zısı ile Türkçe eserler şöyle tasnif edi­ A vedis K. Sanjian ve Andreas Tielze laraftn­ Yazı çevrimi (Sanjian-Tietze yayınmdan):
bilir: 1 - Ermeni aşıklarının (Erme­ dan 1981 'de Budapeşle'de yayınlanan "Yahudi
ni söyleyişi ile aşug) eserleri, 2- Yazı­ Gelini" yazmasının ilk sayfası (üstte), 25 . say­
edebiyat ürünleri , 3- Çeviriler, 4- fası (yanda).
Ol Mrkadanın çeşmi u nazari s. 25
Gazete ve dergiler, 5- Mezar kitabe­ Mudam Dimo yüzunde kalmışidi
ri . Biri tam biri eksik iki yazma nüs­
Akli u hiyali sözunde idi
Ermeni aşug'Iarı İran, Türkiye ve hası olan bu manzum eserin New
Ol dediklerına ah ire mi ya1
Gürcistan olmak üzere üç ayrı ekole York nüshası (New York Public Lib­
rary, Spencer Collection, Armenian Didi gerçek mi bu senin" sözlerıo
mensupturl ar. İran ekolüne mensup
lanlar Ermenice, Farsça ve Azeri Manuscripts No: 5) Kaliforniya Üni­ Olacak mi bu cennet haberlerın
Türkçesi ile, Gürcü ve Kafkas ekolü­ versitesi profesörleı:inden Avedis Ya olmuş mi bu cemueia2 rnekamın
e mensup olanlar Ermenice, Gürcü­ Sanjian ile Viyana Üniversitesi Duşm i hlyalmi ki gyoz gyore mi ya
ve Azeri Türkçesi ile, Türk ekolü­ p r o fesörlerinden ünlü t ürk­
e mensup olanlar da Türkçe söyle­ olog Andreas Tietze tarafından ya­ Sen bu sözlerınİ bir bir didikde
mişlerdir. yıınlanrruştır: Eremya Che/ebi Kö­ Cigercıgım olubdır pare pare
Bazı Ermeni yazar ve şairleri de mürjian 's A rmeno-Turkish Poem Katre katre damlar kan yüregımde
manzum ve mensur yazılı edebiyat "The Jewish Bride", edited by Ave­ Bu kutsuz baş ola ki ire mi ya3
urünleri bırakmışlardır. Bunlar için­ dis K. Sanjian and Andreas Tietze,
Çeşmım yaşi kan olub sil revan4
de en önemlisi 1 7 . yüzyılda- İstanbul' Akademiai Kiado, Budapest 1 98 1 .
da yaşamış olan Ünlü Eremiya Çele- Kitap Kömürciyan'ın hayatı, şalısiyeti (Bu dunya herarn u nimetile nan s.26
i Kömürciyan'dır ( 1 648- 1 704). Er­ ve eserleri hakkında bilgiler veren bir Cismile canımi iderem kurban
meni edebiyatında 1 7 . yüzyılın en bü­ girişten sonra, " Yahudi Gelini"nin Ol dini Masibe ruh ire mi ya)
yük siması sayılan Kömürciyan Er­ yazı çevrimi ile metnini ve İngilizce Notlar:
menice ve Türkçe pek çok eserin mü­ çevirisini, gramer ve sözlüğünü ihti­ 1 Şair bu mısrada kelime oyunu
yapıyor. Ken­
ellifidir. Kömürciyan tarih, coğrafya va etmektedir. Bu kitaptan aldığımız di adı Eremiya ile Türkçe ire mi ya (ere mi ya)
e takvimler konusunda eserler ver­ bir parçayı, fotokopisi ve yazı çevri­ arasında tevriye vardır.
2Bu kelime bir müstensih yaniışı
miş, Ermeniceye ve Türkçeye çeviri­ mi ile birlikte okuyucularırruza sunu­ olmalıdır. Ti­
etze bunun cennet-i iilii'dan bozma olabilece­
ler yapmıştır. Ermenice yazdığı istan­ yoruz. j!ini düşünüyor. Ancak , böyle de olsa bu ınıs­
bul Tarihi ile Yangınlar Tarihi Türk­ Tanzimat döneminden başlayarak rada vezin bozuktur (bir hece fazla). Fotoko­
·eye de çeviriimiş ve yayımlanmıştır İstanbul'da Ermeni yazısı ile Türkçe pide kelimenin ilk hecesi karalanmışa benziyor.
(birincisi H . D. Andreasyan tarafın­ birçok gazete ve dergi yayımlanmış­ lik hece sayılmazsa geriye muela kalır ki bu da
muallii'dan bozma olabilir.
dan 1 952'de). tır. Bunlardan başlıcaları A habir-i 3Tevriye
Kömürciyan' ın Hikiiye-i Paris ve Konstantiniyye ( 1 8 5 5 ) , A rarad 4 Vezin bozuk (bir hece eksik). Sil-i revan (seyl­
Vena (manzum), Kitap Hikiiye-i Ci­ ( 1 869- 1 87 1 ), Ceride-i Havadis ( 1 840), i revan) olursa vezin de i fade de düzelir.
hangir lskender Zürlkarneyn (man­ Manzume-i Ejkiir ( 1 866- 1 896),
zum), Ermeni Tarihi, A hd-i Cedid gi­ Mecmua-i Havadis ( 1 852- 1 869), Ok­
bi Türkçe çeviri eserlerinden başka kabaz ( 1 908), Ruzname-i Muasır Araştırmacı Turgut Kut, 26- 30 Eylü1 1983'te
toplanan V. Mi/If Türkoloji Kongresi'ne "Er­
orijinal Türkçe telif eserleri de vardır. ( 1 876), Takvim-i Vekayi ( 1 840- 1 84 1 ; meni Harf/i Türkçe Kitaplar" konusunda bw
Bunlar arasında en önemlisi 1 000 kü- aynı addaki resmi gazetenin Ermeni bildiri sunmuş ve sonradan bu bildirinin iki bö­
ur mısradan oluşan Yahudi Gelini h a r fleriyle Türkçe edisyo n u ) , lümünü ayrı makaleler halinde yayımlamışi ır:
adlı manzum aşk hikayesidir. Dört­ Terciman-i Efkiir ( 1 878- 1 884), Zo­ - "Ermeni Harfleriyle Basılmış Türkçe Ata­
sözleri Kitapları, Türk Folkloru, Sayı 5 3 (Ara­
lüklerle yazılmış olan bu eser 2 1 bö­ ha/ ( 1 855-1 857), vb . lık 1983), s. 5-6
lüme ayrılmıştır. Her bölümün başın­ Ermeni harfleriyle Türkçe yayınlar - "Ermeni Harfleriyle Basılmış Türkçe Halk Ki­
da Ermenice kısa bir özet vardır. bugün de devam etmektedire tapları," Halk Kültürü, Sayı 1 (1984), s. 69-79.

7
248

Y AZI ÇEVRiMi
s. l42

1- Da hayda ki uruy-edi ol kula-bla toptan haysi


top- 2- topnung atı bal-yemaz edi (iptal edilmiş: da haçan hay­
ulu- 3- da uruy-edi ol kula) na 5 lokot uzunluh-
uçun 4- una yerni xazar-edi da yerga teran 2-3
5- lokot kirar-edi na ol- yer taş kibik bolur-edi alay ki
6- biçalı bla hazalmas-edih hıshası ki ol ulu
7- toplardan heç zarar bolmadı alayce alarnıng
8- budur dinsizlarning k'unuzun şturmovat
9- etkanlarindan ol kunu zevşistkim neçik toptan
10- alay hılıçtan heseb-bla bizimkilarindan uştu
l l- 28 adam barı yohu bla.
1 2- evet alardan tas boldu hesebsiz haysi ki
13- yaniçeri tuştu 1400 yana spahisi 3000
14- artılı eksik (sayfa kenannda: Doytegoy multanhnı
surdular ilgari ştrumga yayov haysi ki aşıra bek
hırıldı neça kyez 5-6000) doytegoy neça 1000 yaralı içlarina
1 5- boldu. haysi yarabiarnı alıp elt(t)ilar da
16- olularni haysi ki belgili-edi alıp alayce etti-
17- lar a haysin okop içina salıp da topralı bla
1 8- yaptılar da haysin suvga saldılar da hal-
19- ganın platsta haldırdılar da bu turlu din-
20- siz duşman nye potişnye platstan odıydit etti-
21- lar aşıra smutnye evet snats ki biy tengri
22- kendi tovuy-edi dinsiziarnİ ki bu-hadar 4 ker-
23- at 100.000 adam bla da 300 top bla nemiçka da

YAZI ÇEVRiMi
s. 143
1- hazahka nema etalmadi yoh-esa har kyez t'ovuldu
2- evet nemiç obozu ne ki bar-edi kim-esaning huvatı-bla
3- trıvat etip da harşı t urmas-edi tek naprud
4- biy tengrining da anda bolgan zaporoskiy hazalınıng
5- haysi ki obozda bar-edi zera har tengrining kunu ol hazah- 1
6- lar çolo stavit etip harşı turup zvıts-
7- ençit etiy-edilar duşmannı da hermaslar-edi tas bolmaga
8- zera hayda ki hazalı bolmasa-edi na tengri bilir nemiçning
9- songusu ne turlu bolur-edi 3-4 k'unga deg
10- preto dinsiz turk bilip ki hazalı potejnıydır anıng-uçun barı
l l- ulu navalasın da potengasın hazalı usna aylandir-
12- iy-edi aytıp ki hazahnı dostat etsam nemiç-bla manga aşıra
1 3- halaydır evet tengri kendin ol kunga yetgızmadı.

ÇEViRiSi
(1) Kazaklara hiçbir şey yapamadılar, tersine, her kere(sinde)
yenilgiye uğradılar. Leh ordusu, bu haliyle, (düşmana) karşı ko­
yamaz ve tutunamazdı. Ancak ve ancak, Rabb(imiz) Thnrının
ve karargahtaki Zaporozie Kazaklarının gücü ile (bunu yapabil­
diler). Çünkü, bu Kazaklar her Allah'ın günü düşmanla karşıla­
şıyor, onları savaşa zorluyor ve yenilgiye uğratıyorlardı ve böy­
lece (düşmanın Lehlileri) yok etmesine imkan vermiyorlardı; (8)
çünkü, eğer Kazaklar olmasaydı, 3-4 gün içinde Lehlilerin sonu
ne olurdu, Tanrı bilir. (10) Dinsiz Türkler, Kazakların kuvvetli
olduğunu bildiklerinden, ordularının büyük bir kısmını ve mu­
azzam güçlerini Kazakların üzerine çevirmişlerdi. Diyorlardı ki
"Eğer Kazaklarla başa çıkarsak, Lehlileri kolayca hallederiz". Fa­
kat Tanrı kendilerine o günü göstermedi (harf. kendilerini o gü­
ne eriştirmedi).

8
249

KÜÇÜK HARF
:::.::
---
:;::J � -; "'
...
..
c

>< ı:.::: 6 � b =2 .. 1
:;::J <
"O

ı:o !I: z
o ol) "' "
"' QO o 1
z
.o
en ::: Harfin adı Yazı çevrimi
ÇEViRiSi
l l.. l.U w - ip a
s. 142
p. p p E- pen p
Tıirk toplarının -
yüklüğü hakkında
q. '1- q.. � kim k
't ri 'l- 't" ta t
(1) Ve o toptan (bir) gülle attıkları zaman -ki o topun aclı "bal-
emez" idi- (iptal edilmiş: ve o gülle ne zaman nereye düşse) ye­ b b h l;- yeth y,(e)
n 5 kulaç uzunluğunda kazıyordu ve yere 2-3 kulaç derinlemesi­ Q. Cf_ q_ za z
1.
ne giriyordu ve o yer taş gibi oluyordu, öyle ki (6) kılıçla (bile) e e
kazamıyorduk. Kısacası, o oüyük toplardan (bize) hiç zarar ol­
1:; ı;- 1:; c
adı. Böylece, onların (8) yani dinsizlerin bütün gün (harf gün- � [!__ � t. ıt ı
uzun) yaptıkları hücumlardan, gerek top atışından gerekse kı­ � p- P" rı- to t
la (ölenleri) hesaba katmak suretiyle, o günü bizimkilerden � cl- je j
d- c-
pu-topu (harf varı-yoğu) 28 kişi öldü (harf düştti).
1 2) Fakat onlardan hesapsız (sayıda adam) telef oldu, öyle
t- fı lı e e ne i
1400 yeniçeri, sipahileri(nden) de aşağı-yukarı (harf az veya l L L L lun 1
) 3000 (kişi) öldü. (Sayfa kenarmda: bundan başka, Moldav­
alıları yaya olarak hücum etmeleri için ileri stirmüşlerdi ki bunlar
tu fu Ju t k he h (kh)

da pek çok, birkaç kere 5-6000 , zayiat verdiler). Bundan başka,


'()' � ()- d- dza dz
erinden IOOO' lerce (kişi de) yaralandı. (15) Yaralıları alıp gö­ 4 " lı \ gen g
rdüler ve (16) bilinen ölüleri de aynı şekilde alıp götürdüler. ı.. .ç 1} c. ho h
"' (Ölülerin) bazısını hendek içine koyup (üstlerini) toprakla tza ts
) örtttiler ve bazısını da nehire attılar; kalanları da savaş ala-
!l � c\ .)
da bıraktılar. Ve böylece dinsiz düşman(lar) savaş alanından ll, 'L q_ 1. ghod (ğ)
k de) neşeli ayrılmadılar (harf gayrimemnun olarak aynidı- � li ü "Ô ce c
r), canları ziyadesiyle sıkkın olarak ayrıldılar. Gerçekten, (bu)
U' Jı d' : men m
nsiLleri yenilgiye uğratan Rabb(irniz) Tanrı'nın kendisiydi (san­
. . öyle ki (bunlar) 4 kere 100.000 kişi ve 300 topla (bile) ne Leh- 8 /2 J .) he h,y
re ne de � '1ı G � nu n
ti L ı_ 1.. şa ş
n n n M VO v,o
� L L � tça ç
lll "1 u.ı "t be b
9,. çe ç
t t. f.
\ � A H M �: N O K f P C H A K C' H R O N I C U� ,... n_ .n.. - ra r
ON THE u u u .. se s
T U H K f S H W i\ R S T N ! 6 2 0 1 62 1 vev
PO U S I J ...... IL al l V

du n d
s. ın Ul .,
r [' r r re r
8 9 9 ' ts o ts
� L. L - h un V

(J) + � pur p
i:
� f' + ke k
.p
o o o o o o
fe f
s, � � �

Ermeni alfabesi, Ermeniterin H ristiyanlığı kabul etmelerinden


aşağı-yukarı iki yüzyıl sonra, 5. yüzyıl başlarında piskopos Mes-
rop (Maştotz) tarafından icadedilmiştir. Mesrop model olarak
Grek alfabesini almış, fakat buna Pehlevi alfabesinden de bir-
Son .zamanlarda araştırma ve çalışmalarım Ermeni Kıpçakçası çok harf katmıştır. Mesrop ayrıca harflerin adlarını ve sırasını
:.erinde yoğunlaştıran türkolog E.Schütz tarafından 1968 yılında da değiştirmiştir.
Budapeşte'de yayınlanan ve içinden birbuçuk sayfalık bir örnek Ermeni alfabesi 38 harften oluşur ve Grek alfabesi gibi sol-
sımduğumuz. 1620-21'deki Leh-Türk Savaşları Üzerine Ermeni dan sağa yazılır. Küçük harflerin normal, Şegaker (1 860't.an be-
Kıpçakçası ile bir Vekayiname'nin takdim sayfası. ri) ve Nodr olmak üzere üç farklı türü varclır.

9
25 1
litikasında daima dikkatli ve akıllı bir
yol izleyen Venedik, tahttan feragat
eden eski sultanı daima hesaba kat­
mış, bu nedenle onu yeri geldikçe
"Asya Sultanı" diye anınıştır.
Alınan bu karar doğrultusunda
Andrea Foscolo, güvendiği birini,
zengin bir Oalatalı tüccar olan Aldov­
randino de Giusti (Zusti)'yi Edirne'
ye genç sultanın sarayına göndermiş­
tir. 23 Şubat 1 446'da burada imzala­
nan barış anlaşmasının Yunanca bir
nüshası II. Mehmed'in ilk hükümdar­
lığı zamanına ait biricik belge olarak
Venedik devlet arşivinde bulunmak­
tadır. Anlaşmanın metni 1 430 Gü­
zünde Il . Murad ile Venedik arasın­
da yapılan anlaşmanın aynıdır.
II. Mehmed, muhtemelen tecrübeli
rşı sayfada: ll. l'vtt·hmed'in, onunla aynı devif·de yaşamış nakltaş Sinan >a mjedilen hir min va­
ve akıllı danışmanının katkılarıyla
liiriJ (aslı Topkapı Sarayı Müzesinde); üstte: Fatih Camiinde (tamamlamşı 1471), avluya bakan
cerelerden birinin ustünü süsleyen, "Bismillahirrahmanirralıim ' ' yazılı çini pano. Batılı ülkelerle yararlı anlaşmalar ya­
parken, babası Il . Murad'm yerleşti­
Hıristiyan iliemi tarafında duyulun­ mışlar, bu durum karşısında Venedik ği şehirde 1446 yılının ilk aylarında
c:a, bir zamanlar birbirlerine bazı bel­ de Türklerle ister istemez barış meydana gelen olaylan Ciriaco Piz­
gelerle bağlanmış olanları aralarında­ yapmak zorunda kalmıştı . 26 Nisan zicolli'nin dostlarına yolladığı mek­
li eski hesapları görüşmek üzere tek­ tarihinde Venedik senatosu, Papa'nın tuplardan öğreniyoruz. Siklat adala­
rar sahneye çıkardı . Haçlı o rdusunun gayreti ve yemin verdirmesiyle bir rını ve Girid'i gezen biı yorulmaz sey­
ama'da uğradığı yenilginin berabe­ araya toplattığı birleşik Hıristiyan do­ yah , 1 446 Ocağında orada bulundu­
rinde getirdiği yılgınlık, Hıristiyan nanmasına katılan Venedik gemileri­ ğunu kesin olarak tesbit ettiğimiz
ileminin ruhunu ve azınini felce uğrat­ nin Hıristiyarılığın itibarımn sarsılma­ Anadolu kıyılarına ayak basar.
mış, bunun sonucu olarak araların­ ması için Ege denizinde bulundurui­ 1 3 Mart günü dük Dorino GaUilu­
da yeniden kurulacak yeni ilişkilere is- masını kararlaştırdı. Fakat Osmanlı­ si'nin misafiri olarak Lesbos (Midil­
ek yaratıJamamıştı. 1445 yılına vara­ ların Eğriboz'a ve Yunanistan'daki li) adasına gelen Ciriaco, buradan ar­
na dek birçok yerde uğranılan şans­ diğer Venedik yerleşim yerierine en­ kadaşı Giustiniani'ye yazdığı bir mek­
sızlığın gerçekliğine ve herşeyden öte gel tanımaz saldırıları ve en nihayet tupla bulunduğu adada herhangi bir
genç Macar kralının ölümüne inanıl­ diğer Hıristiyan ülkelerinin Osmanlı­ Türk saldırısının beklenilmediğini bil­
mak istenmemiş, genç kral efsanele­ lada yaptıkları barış anlaşmalarının diiir. Daha sonra başlangıçtaki İstan­
re okularak yeni dünyaya göçmen sonuLunda Venedik de barış teklifin­ bu'a gitme ·isteğini değiştirerek Ma­
olarak gitmek üzere İspanya'ya gön­ de bulunmaya mecbur oldu . Barış an­ nisa'ya yollanır . 7 Nisan 1 446'da İz­
derilmişti. Venedik, Batılı ülkeler laşması önerisi Venedik senatosunda mir yakınlarındaki Foça'ya eski ar­
ıçinde Osmanlı ülkesinde taht değişik- yapılan oylama sonucu 91 kabul, 2 kadaşı Francesko Draperio'nun şap
ğinin hesabını en iyi şekilde yapıp, karşı, 2 çekimser oyla kabul edildi. ocaklarına sahip olduğu yere gelir ve
genç sultanla acele tarafından uyuş­ l l Mayıs 1 445'de Venedik amirali bu şahsın yardımıyla I l . Murad'dan
manın yollarını aramaya koyuldu . Alvise Loredano'ya barış görüşmele­ daha önce sözünü ettiğimiz serbest se­
1445 yılı Mart ortalarında Signorya, rinin tamamlanmasına kadar deniz­ yahat heratını elde eder. 9 Nisan gü­
Papa'nın yakınınalarma cevap ver­ lerde sultanın gemilerden uzak dur­ nü arkadaşı Draperio ile Manisa'ya
mek zorunda kalır. Tabii ki ilk suç­ ması talimatı verildi . Senato, Yene­ Murad'dan heratını almaya gelir. 1 7
lama,Murad ' ın Anadolu' dan Rumeli dik'in Bizans sarayındaki temsilcisi Nisan 1 446 günü, I I . Murad, bu ge­
ltıyılarına Venedik kadırgaları ile geç­ Andrea Foscalo' nun görüşleri doğ­ lenleri sarayında karşılar. Hemen üç
tiğine dair idi . Venedik, bu suçlama­ rultusunda "Avrupa Sultam " na uy­ gün sonra Ciriaco, A. GiusÜniani'ye
ya durumun hiç de öyle olmadığını, gun birini göndererek, Venedik'in yazdığı bir mektupla huzura kabulün
Venedik'in Türklere meydana okudu­ Osmanlı topraklarındaki ticaret ser­ arz odasında (taht odası) değil de,
ğu ve onlarla Negroponte (Euboea: besttiği için yeni bir verginin saptan­ Murad'ın özel selarnlığında yapıldığı­
Eğriboz adası) ve Arnavutluk'taki ması ve 4 Eylül 1 430'da Edirne'de nı anlatır.
Venedik kolonilerini tehlikeye atarak genç sultanın babası ile Silvestro Mo­ Yaklaşık üç hafta sonra, 5 Mayıs
mücadelelerinde kararlı tutumların­ rasini arasında yapılan barış görüş­ 1 446'da II. Murad dinlendiği Mani­
dan vazgeçmeyecek, düşünülemeye­ melerinin mümkünse haraç vermeden sa şehrinden ayrılarak yanında 4000
cek fedakarlıklarda bulundukları ce- yenilenmesinin sağlanması, yenilenen savaşçı ile Avrupa topraklarına hare­
abını vermiştir. Bundan birkaç haf­ barış anlaşmasının Mehmed Çelebi ta­ ket eder. Bunun böyle olduğunu bir
ta sonra 4 Nisan 1 445'te Cenova ve rafından Asya' da bulunan babasına kez daha Pizzicolli 'nin l l Mayıs'ta
müttefikleri , aralarındaki ilişkilerini tasdik ettirilmesi için istekte bulun­ Foça'dan Giustiniani'ye yazdığı mek­
yeniden düzenlemek maksadıyla masına karar verdi. Son olarak belir­ tuptan öğreniyoruz. Bu mektubunda
Türklerle bir barış anlaşması hazırla- tilen talepten de anlaşılacağı gibi, po- Pizzicoili, ayrıca l l . Murad'ın Meh-
11
met Çelebi tarafından Acilen çalınl­ ter sebeplerden çok daha göze batıQ I I . Mebmed'in altındaki tahtı zorı.,:
dıjim da belirtmektedir. bir olay yatmaktadır. I AAustos belki de ölümle neticelenebilecek bir
Gerçekte I I . Murad 'm Edirne'ye 1 446'da, I I . Murad Bursa'da k azas­ mücadele sonucunda alması zonıtılu­
çajırıJması , Pizzicolli'nin de gerçete ker Molla Hüsrev'i ziyareti esnasın­ lutu söz konusudur.
biraz olsun yaklaşabildiği gibi, Halil da vasiyetnamesini hazırlatır. 325 cm. Vasiyetname Eylül ayı başlarında
Yaşa'run ısrarı üzerine gerçekleştiril- uzunlutunda, 22 cm. genişiilinde ve yazılıp tamamlandı. Bu sıralarda II.
miştir. II. Mehmed'in imparatorlu­ 63 satırdan oluşan bu Arapça vasiyet­ Murad, Trakya topraklarına geçerek
lun idari mevkilerine tekrar bir za­ name bir tesadüf eseri olarak günü­ yeni yönetici efendilerle bezenmiş
manlar görev yapmış tecrübeli idare­ müze kadar ulaşmıştır. Bu vasiyetna- olan iktidara el atmış olmalı . I I . Mu­
. cil�ri çatınnası üzerine Halil Paşa, II. . me 1 93 1 yılı ilkbaharında hepsi deAer­ rad Edirne'ye ayak bastıAında sara�
Murad'ın Edirne'ye davet edilmesini li evrak nitelili taşıyan 68 çuval do­ ya değil, Sarnca Paşa'mn konalına
ısrarla istemiş ve bunu gerçekleştir­ lusu eski kağıtla birlikte Bulgaristan' a yerleşmiştir. O günlerde gerçekleşti­
miştir. İlginç olan o ki, Pizzicolli, satılmış, sonra geri getirilen 53 çuval­ rilen taht değişikliği dolayısıyla mey­
Draperio ile birlikte Sultana Trak­ dan birinin içinde bulunmuştur. Bu­ dana gelen olaylarla ilgili birbirinin
. ya'ya dönüşünde üç gün boyunca re- rada yeri gelmişken şunu hemen be­ aksi görüşler ileri süren Osmanlı ve
fakat etmiş, Bergama'dan yola çıkan lirtelim: 1 5 . yüzyıla gelene kadar kö­ Bizans kaynaklarından güvenilir bil­
Murad, Ayezmed üzerinden Bursa' tü arşivciliğin ve özen gösterilmerne­ gi elde etmek mümkün delildir. Şu
ya yönelmiş, bu ikisi buradan ayrıla- nin sonucu bu tip belgelerin bilime kadarı muhakkaktır ki, büyük vezir
rak Foça'ya dönmüşlerdir. Mektup­ kazandırılması büyük zorluklarla ba­ Halil Paşa, bu iktidar kavgasım baş­
ta yazıldıtma göre daha sonra II. Mu­ şarılabilmiştir. Zamanın her üç vezi­ latmış ve yine o, mutlu bir şekilde so­
rad, sultan yolu diye adlandınlan yo­ rinin de isim verilerek şahit olarak nuçlandırmıştır. Mehmed bunun böy­
lu takip ederek Avrupa yakasına geç­ gösterildili (Halil Paşa, Sarnca Paşa le oldutunu hiçbir zaman unutmamış
miş. ve İshak Paşa) bu vasiyetnarnede şöy­ ve Halil Paşa, bunu en nihayet haya­
II. Mehmed'in esiri olarak yıllar­ le denilmektedir: tıyla ödemek zorunda kalmıştır. Tah­
ca Edirne sarayında bulunan ve olay­ "Öldülüm zam an cenazem oAtum tını yitiren Mehmed 'in yöreline bu
larda güvenilir bir adam olan Histo­ Alieddin'in mezarına 3-4 arşın [yak­ kin yer etmiş ve bundan sonra H alil
rio turchesca [Türk Tarihi] adlı kita­ laşık 0,68 metre] mesafeye defnedil­ Paşayla arasında hiçbir zaman güven­
bın yazarı Vicerzalı Gian Maria deg­ sin. Büyük hükümdarlannki gibi ih­ li bir bag kurulamamıştır.
li Angiolelli ( 1 45 l - 1 525)'nin bu ko­ tişamlı türbe yaptınlmasm. Cesedim Mehmed Çelebi güvenilir adamla
nuyla ilgili olarak verdiği bilgiye gö­ dolfudan dolfuya toprata gömül­ rıyla beraber Manisa'ya yalnızlıp çe­
sün. Üzerime Tann'nın rahmeti yat­ kilir. Halil Paşa, Sarnca Paşa ve ts­
re I I . Mehmed lstanbul' a saldırmak
sın. Sadece mezanmın etrafında dört hak f»aşa vezir olarak tekrar eski gö­
istemiş, fakat vezirleri bu görüşe karşı
duvar çevrilip üstünü örttürün ki,
çıkmışlar, bunun üzerine I I . Murad revlerinde alakonulur. Sadece İlliryalı
mezanmın başında Kuran okuya­
Edirne'ye davet edilmiş. Genç sulta- .
cakların sıtmacakları bir yer bulun­
bir devşirme olan Zatanos Paşa bir
· nın babasım n Edirne'ye bu ini ziya- sun . Yanıma çocuklarımdan ve ak­ hayli mal varlıtına sahip oldugu - Ba-
reti , Osmanlı kronikçiterince tutarsız rabalarımdan hiç kimseyi gömmeyi­ likesir' e sürülür.
tarihler verilerek ve darmadaJıruk bir niz. Mezanmm yapılması için 5000 Bütün diAer kaynakların bildirdik­
şekilde, ayrıca·gayet romantik olarak altın tahsis ediyonım. Şayet Bursa' lerinin dikkate alınması sonucu. mey­
aktarılmaktadır. Bu aktarış usulü Bi­ da vefat etmezsem, cenazem oraya dana çıkan odur ki, bu ini taht deği­
zansh vakanüvisleri de,özellikle Khal­ götürülsün. Bir perşembe günü Bur­ şikliği genç sultamn politik hesapia­
sa'ya vasıl edilsin ve cuma günü def� rım allak bullak etmiş ve bir kez da­
kokondyles'i etkilemiş olsa gerek; sa­
nedilsin. "
dece onun anlatımmda rollerin yeri ha Halil Paşa'mn kuvvetli bir politik
değiştirilmiş. Khalkokondyles'e göre, Bu vasiyetnarnede kullamlan söz­ şahsiyet oldutunu göstermiştir. Öyle
Halil Paşa, I l . Murad'm Edirne'ye cükler, bütün diter ileri sürülen de­ ki, Mehmed onun denenmiş etkisini
geleç�li gün I I . Mehmed' i ava gön­ Iilierden çok daha anlamlı bir şekil­ kendi lehine kullanmasım becereme­
dermiş ve aynı gün Edirne'ye gelen II. de I I . Murad'ın gönlünOn içini gör­ miş, aksine elinden almaya kalkışmış,
Murad, ollunun avda oluşundan ya­ memize yardımcı olmaktadır. Ömrü böylece bu tecrübeli adamı babasının
rarlanarak yeniçerilerin yardımı ile çok hazin bir şekilde son bulan biri­ saflarına iterek , yardımlarıyla onun
tahtı yeniden ele geçirmiş. Akşam cik sevgili ollu Alaeddin Ali'nin ya­ heinen arkasından gelen ikinci güç ol­
Mehmed avdan dönene kadar herşey nına gömülmek isteyen Murad, baş­ masım satlamıştır.
çoktan detişmiş bile. Gerçekte ise ka hiçbir evladımn veya yakınımn ya­ Il. Murad'ın tahta geri dönüşünü
olaylar bu kadar dramatik değildir. runa gömülmesini istememektedir. başta halk olmak üzere özellikle Meh­
Çünkü Trakya'ya dönüş yolculutun­ V asiyetnamede bu üç vezirin şahit med' e bir türlü ısınamayan yeniçeri­
da Murad hiç de acele etmemiş, bila­ olarak isimlerinin geçmesi ve ayrıca ler memnunlukla karşılamışlardır. II.
kis Bursa'da günlerce kalarak kendi vasiyetnarneyi katıda geçiren, bu se­ Murad'ın halka karşı tutum ve kişi­
ismine yaptırdılı ve ortaçağın en gü­ beple özellikle adından söz edilen lik yapısı, ollu Mehmed'e nazaran
zide yapılarından biri sayılabilecek, Molla Hüsrev'in o tarihte Bursa'da çok daha sevecen oldutundan, geri
muhtemelen o yıllarda yapımı ta- bulundukları böylelikle belgelenmiş dönüşü ordunun da memnuniyetim
mamlanmış olan (850 Hicri: Nisan olmaktadır. Babasırun tahtım geri al­ sallamıştıre
1 1 46- Mart 1 447) Moradiye camüni mak için denizin öte yakasına geçme­ Çeviren: EROL M İ NTAŞ
ziyaret etmiştir. den önce, I I . Murad vasiyetini ta­ Franı Babinger, Mehmed der Eroberer und
II. Murad' m ani olarak Edirne'ye mamlamak istemiştir. Bundan da çı­ Seine Zeit: We/tenstllrmer einer Zeiten wende
çaJırılışının esasmda ileri sürülen di- karabilecelimiz sonuç şudur ki, oAiu (Milncben: F. Bruckınann KG. 1 959). s. 42

12
253
Geçen makalemizin sonunda Çelebi Sultan Meh­
Paralarla Tari h : l l med'in H . 824'te vefatında kalmıştık.
Çelebi Mehmed'in ölüm döşeğindeki vasiyeti,
Düzmece Mustafa dediği öz kardeşi Mustafa'ya ne
kadar önem verdiğini göstermektedir.
Çelebi Mehmed'in, Edirne'de inşa ettirmiş ol­
duğu sarayında vefat ettiği kimseye duyurolmadı
ve cesedi kırk gün öldüğü odada saklandı. 1
Bu ölüm olayının gizlenmesinin başlıca gayesi Bi­
zans imparatoru Manuel'in, Çelebi Mehmed'in ve­
fatını öğrenmemesini temin idi . Gerçi Çelebi Meh­
med hayatta iken imparatorun Mustafa Çelebi'yi
serbest bırakınıyacağı kesin idi, fakat bu garanti
diğer bir anlamda da Çelebi Mehmed'in vefatı üze­
rine serbest bırakılacağının da bir ifadesi idi .
Aradan kırk gün geçtikten sonra Amasya'ya
gönderilen ulak Edirne'ye avdet ederek, M urad'­
ın Bursa'ya yakın Melena karyesine geldiğini bil­
dirdi ve beraberinde getirdiği mektupları alakadar­
Iara verdi. Murad bu mektuplarında Bursa'ya var­
dığını bildirdiği gibi, babasının cenazesini alarak,
bütün eşraf ve ayan ile birlikte Bursa'ya gelmele­
CÜNEYT ÖLÇER rini ve orada cenazeyi defnettikten sonra, kendi­
sini padişah ilan etmelerini Bayezıd Paşaya

emretti2_
Murad'ın Edirne'ye gelmesi gerek kendisi ve ge­

II. Murad rekse vezirler tarafından uygun bulunmadı. Dar üs­


saltana Bursa'da bulunmak tahtın sahibi için en
büyük güvence idi.
Eşraf ve ayan, Çelebi Mehmed 'in naşını hami­
len Bursa'ya geldiler ve kendisi tarafından yaptı­

önemi Sikkeleri rılan türbeye gömdükten sonra, Murad'ı padişah


ilan ettiler.
İ kinci Murad tahta geçtiğini 824 tarihli ( 1 ) ak­
çesi ile iiierne duyurdu; paranın bir yüzünde "Mu­
rad bin Mehmed Han" diğı:r yüzünde çevrede
Ağirlik Çap Ağirlik Çap " H ullide/mülkehu/duri be/ Bursa" ortada "824"
tarihi yer"alıyordu . Bu akçe ile birlikte bakır man­

a gırlar da darp edildi; durum o kadar karışık ve kri­


tik idi ki bi bakır mangırlarda culus tarihinin ya­
• zılışı bile yanlıştı. Bir mangırda 824 yerine 428 (2)
diğerinde de 248 (3) tarihleri yer aldı.
Dikkat edilmesi gereken husus, l i . Murad'ın 824
tarihli paralarının sadece Bursa'da basılmış olma­
larıdır. Durumun sıkışıklığı ve kalplerdeki korku
4
Çelebi Mehmed'in 822'de İmparatorluğun değişik
1. 10 gr. 13 mm. 1.20 gr. şehirlerinde para darp ettirmesine karşılık , I I . Mu­
rad'ın sadece Bursa'da para bastırabilmesi ile aşi­
kar olarak görülmektedir.
İmparator, Çelebi Mehmed'in ölüm haberini al­
makta gccikmişti; fakat I l . Murad'ın culusunu du­
yar duymaz, gönderdiği elçiler aracılığı ile, Meh­
med Çelebi'nin Murad'ın küçük kardeşlerinin ken­
disine teslimini isteyen vasiyetine dayanarak "Şa­
yet babasının son arzularını yerine getirmek iste­
mez ve çocukları vermekten imtina ederse, elinde
5 ikinci bir padişabın mevcut bulunduğunu ve bunu
2
kısa bir süre içinde Makedonya ile Gelibolu yarı­
/.52 gr. 18 mm. 1 . 1 6 gr.
madasına, bütün Trakya'ya, çok geçmeden bütün
Anadolu'ya hükümdar yapacağını" söylettirdi ki

• • 8
. bu yedek padişah Mustafa Çelebi idil .
Teklifın kabul edilmemesi üzerine, İmparator
' Manuel, derhal on kadırga hazırlatarak, İstanbul'-


1 Neşri, Kitab-I Cihannüma, 1 1 . Cilt, T. Tarih K . Yay . ,
1 957, s. 5 5 1
2 Dukas, Bizans Tarıhi, Mirmiroglu tercümesi, 1 956, s .
6
3 79.
1.37 gr. 15 mm. 1 . 08 gr. 13 mm. 3Dukas, aym eser, s. 80
dan Limnos adasına gönderdi. Linmos'ta bulunan Orada dtinya harp tarihinin
M ustafa'yı ve ismi çok geçen Aydınotlu Cüneyd 'i biri cereyan etti . Burada silihtar il..ıiil iııo�ııi1Aı- ı.m-
... 'J.(��:.de alarak , kadırgalardaki askeri kuvvetlerle bera­ şılıklı konuştular. Taban birdi; askerler, siviller,
'-'""'CI'""71 ber, Gelibolu'ya çıkarmalarını ve evvelce ölmüş kumandanlar, vezırler, beyler hep i aym toplumun
olan Bayezıd'ın hakiki oglu ve babasından kalan insanları idiler. Sadece aradıkları Osmanlı tahtı­
şehir ve toprakların .genel varisi olarak, Trakya'­ nın varisi olacak uygun lideri, kendilerini yeni za­
da h ü kümdar ilan edilmesini emretti4• ferlere koşturacak " Baş" ı seçmek için karşı kar­
Gelibolu'ya çıkan Mustafa Çelebi bir takım ufak şıya gelmişlerdi. I kna eden Çelebi Mehmed'in kar­
mücadele ve savaşlardan sonra Edirne'ye girdi, hü­ deşi de�l. oğlunun tarafı oldu . Mustafa Çelebi'­
kümdar ilan edildi; Çelebi Mehmed'in cenazesi ile nin en güçlü yardımcısı Cüneyd Bey'e de Musta­
birlikte Bursa'ya gitmeyen bir kısım Rumeli fatih­ fa'yı terk edip Beyliginin başına dönmesi şartı ile
leri ve akıncı beyleri kendi inin hükümdarlı!ını ta­ Aydınoğullarının yaşatılacağı güvencesi verildi. Sa­
ruyarak etrafında toplandılar. Mustafa Çelebi, der­ bah Cüneyd Bey İ zmir' e, Beyligfnin başına gider­
hal adına hutbe okutup, ilk önce 8 1 9 yıllarında ken, başta Evrenos ve Türk Turahan olmak üzere
darp ettirdi� tarihsiz Serez (4) ve 822 yılında kısa bazı beyler de nehrin öbür tarafına l l . Murad sa­
bir süre hakim oldugu Edirne'de bastırdı!� 822/4 fına geçtiler. Mustafa Çelebi de kendine sadık az
(5) akçesinden sonra, hükümdarlık belgesi ol.an 824 bir miktar güç ile harp alanını terk ederek yine Ge­
tarihli gümüş (6), bir yüzünde "duri be Edirne libolu üzerinden Edirne'ye kaçtı.
824" diger yüzünde "Mu tafa bin Bayezıd" ak­ Cüneyd Bey Aydın Beyi olmasını, adına hutbe
çesi ile yine 824 tarihli bakır (7) bir yüzünde "hul­ okutarak ve 825 tarihli , bir yüzünde tuAra şeklin­
Iide/824/mülkehu" diger yüzünde " Mustafa bin de "Cüneyd bin İbrahim " , diğer yüzünde "hulli­
13 mm. Bayezıd"5 mangırını basbrdr. de mülkebu 825" yazılı akçesini darp ettirerek (8)
Tarih , tekerrür ediyordu; Çelebi Mehmed, .na­ kutlarken, I I . Murad kuvvetleri Mustafa'nın pe­


sıl Emir Süleyman'ın 806 tarihli Edirne akçesine şine düştüler. Edirne halkı da Mustafa'dan yana
karşı hükümdarlık iddiası i le 806 tarihli Bursa ve çıkmadı. Edirne'de tutunamayan Mustafa Çelebi
Engüriye (Ankara) paralarını bastırmış ise (bu iki oradan ayrıldı, fakat Kızılağaç Yemeesi'nde
akçenin açıklanması geçen yaruruıda yapılmışdır) lanarak l l . Murad 'ın huzuruna getirildi,
bu kerre de Mustafa Çelebi yegeni l l . Murad'ın

fl i
" hisar burcundan asa kodular, halk tamamen
824 tarihli Bursa parasına karşıt, hükümdarlık id­ ferrüc [ferahladı) "' ettiler .
diası ile aynı tarihli parayı Edirne'de darp ettiri- Artık Yıldırım Bayezıd'ın sonuncu ogJu da ha­
yordu. yatta de�ldi ve l l . Murad ancak bu anda hakiki


Mustafa Çelebi' ni n üçüncü defa bastırdı!� bu sultanlı!ını ilan etti. Babası Mehmed Çelebi
824 tarihli akçelerde 8 ı 9 veya 822 seneleri ile ilgili bütün Osmanlı şehirlerinde 825 tarihli nıu·ıu�'""''' '
her han.gi bir işaret yoktur. Zira Mustafa Çelebi darp ettirdi: Bursa (9), Edirne ( 1 0), Engüriye ( 1 1 ) ,
son 824 tarihli paraları ile, Çelebi Mehmed ' in 824 Serez ( 1 2) , Inegöl ( 1 3) , Amasya ( 1 4).
tarihinde ölmesi üzerine yegeni I l . Murad gibi, Os­ Ancak görüldügü gibi evvelce 8 1 6 ve 822 yılla�
manlı tahtının normal şartlar altında ketidisine in­ rında para hasdan Ayasluk (Selçuk)'ta, şehir CU­
tikal etti� iddiası ile ortaya çıkmıştır. Nitekim Ge­ neyd Beye vaad edildi�nden para darp edilmedi.
libolu'da ilk karaya çıkışında kendisine mu kave­ Bu olayı, Gernıiyan Beyi olan büyük enişte, Yıl­
met etmek isteyenler "Ey Gelibolu halkı, iyi bilir­ dınm Bayezıd'in kız kardeşi ile evli olan , Yakub
siniz ki, Yıldırım'ın ogJuyum, siz de babamın kul­ Bey de I I . Murad adına darp ettirdi� bir vüz.ün�le
larısınız. Efendinize karşı neden hürmetsizlik edi­ " M urad bin Mehmed Han " diger yüzünde "duri
yorsunuz? Bundan evvel padişahlık edenin karde­ be Germiyan 825 ' ' ( 1 5) akçesi ile kutladı .
şim oldugunu bilmiyor musunuz? O da kardeşle­ Bu para, bir beyin kendi hakimiyetinde olan
rini öldürerek ve beni kaçırtarak bu güne kadar Bi­ raklarda, başka bir bey adına para bastırması
zans'ın elinde mahpus bıraktı ve kendisi son güne nüınizmatik tarihinde hiç rastlanılmayan bir
kadar padişahlık etti . Şimdi Allah'ın inayeti ve ta- dır. Yakub Beyin , ilerde bahsedilecek , .t.ıuıııı ıı'"'";u.
, lihin bana gülmesi ve mani olmaksızın yürüyüp gel­ geçen bazı düşünceleri aydıntatması balcımıınclan
l l mm. mesi ile babamın beyli�ne sahip oldu m ' ' diyerek çok önemlidir.
aleyhindeki harekatı önlemişti6• Edirne dönüşü I l . Murad idaresindeki vsıına:nn- ;

e
Mustafa Çelebi kısa bir süre Edirne'de kaldık­ kuvvetleri , başından beri ülkeyi karıştınp
tan �onra Gelibolu'ya geçerek, kaleyi tahkim et­ lı fesat çıkaran ve Mustafa Çelebi olayının baş ya­
tirdikten ve donanınaya kaptanlar ve kumandan­ ratıcısı Bizans'ın merkezi ve elde kalan son topra­
lar tayin ettikten sonra Edirne'ye dönerek karde- ğı olan Kostantaniye'yi kuşattılar.
şinin hazinelerine kondu ve az zamanda sefahat Bu suretle ikinci bir Mustafa Çelebi " Murad
alemlerine daldı . nın bir küçük kanndaşı var idi, Küçük Mustafa
Mustafa Çelebi yegeni ve rakibi l l . Murad'ı lerdi. Atası anı Hamid iline vermişdi. Ve
unutmuştu. yan Beyi anı ogul edinmişdi. Devletsizler anı
/3 mm. Yanında bulunan Cüneyd Bey kendisini uyara- ri k edip Germiyan ve Karaman ogulları leşker
rak, Murad'ı magJup etmeden Osmanlı hükümdar­ şup . . . "8 İzni k ' te Osmanlı tahtı varisi


. tıgı yapılam ıyacagını ve son savaşların da Trakya adına hutbe okutarak ve kendisi gibi küçük
yerine Anadolu'da yapılmasının kendilerine daha sipi ( 1 6)9 bastırarak siyasi alana çıktı .
uygun olacaginı izah ve Mustafa Çelebi'yi ikna etti. Osmanogufiarı ile Karamanoğulları gibi,
Bunun Uzerine Mustafa Çelebi, topladı!� kuv­ lu hakimiyeti konusunda iddialı iki devletin
vetler ile birlikte 25 Muharrem 825 (20 Ocak daki tamppn bölgede bulunan ve iki tarafı
l 422)de. Gelibolu üzerinden Lapseki yolu ile Ulu· re etmek niecburiyetinde olan Oeırmltatıtoll l u
1 abad•a geldi ve- pyın karşılıklı iki yakası üzerinde erkek
1 1 . Murad'm k uvvetlerı ayq• dUnımda.: e.l.ink sa· t-.: J��- OıWil ;M aDı!ıeıd 'lır o»ıi :t]._�::fıi�ıa[aı�
Vlq!l: � � �.
fi
(, <I 25 "
Ağırlık

idi. Fakat olaylar birden gelişmiş ve iki yegeni ara­


ında bir seçim yapmak zorunluğu ile çok çabuk
·arşı karşıya kalmıştı. Yakub Bey kırk seneyi aş­
kın bir zamandan beri Germiyan Beyi idi, bir çok
badireler atiatmış ve başından türlü olaylar geçmiş­
u. Bunun için Küçük Mustafa'yı destekler iken di­
ğer taraftan da Murad IL adına para darp etme
ışine 826 yılında da devam etti. Paraların bir yü­ �
14 ' vL.
zünde " Murad bin Mehmed ve 826" tarihi yer alır­ 20
· en diğer yüzünde bazen Kelime-i Tevhid ( 1 7), ba­ 1 . 05 gr. /3 mm.
0. 70 gr. 15 111ill.
zen de hiç bir mana çıkmayan, kasden yanlış ya­
zılmış paralar ( 1 8) darp ettirdi. Bunlar Karamano­
ğullarına karşı, paraların Germiyan 'da basıldığı­
nı inkar edebilmek için akıllıca düşünülmüş' ileri­
e dönük tedbirlerdi . 21
15 mm.
Diğer taraftan Küçük Mustafa olayı ile Bizans, 0.64 gr.
onuncu defa meseleyi kendi lehine çözmüş oldu .
l l . :\lurad, Kostantaniye kuşatmasını kaldırarak,
·aht iddiasındaki kardeşinin üzerine İznik'e yürü­
dü.
15
Kısa bir süre içinde İznik'e gelen ve şehri zapt
eden l l . Murad Küçük Mustafa'yı ele geçirince, 0.89 gr. 15 mm.
derhal boğdurttu.
Bunu takiben de derhal kuzeyde Kastamonu yö­
nunde İsfendiyaroğulları ile mücadeleye girişen l l .
turad " Ve bilcümle Sultan M urad Bolu üzerin­
de İsfendiyar'la buluşup, hayli ceng olup, çok
adam tuttular . İsfendiyar\ n askeri münhezim olup 22
bozguna uğrayıp] kendi dahil kaçıp Sinop; a 18 mm. 2 68 gr.
wdi " ı0•
· Bu başarıdan soııra Bolu şehrinin Osmanlıların 16
elinde kaldığını l l . Murao adına basılan 825 tarihli U. 68 gr. 13 Iiiiii

gumüş akçeler tipinde basılan hlr tarihsiz Bolu


mangırı ( 1 9) ile anlıyoruz.
Küçük Mustafa'nın öldürüllnesi üzerine Germl=
anoglu Yakub Bey önce bir yüzünde " Murad ib­
\1ehmed" diğer yüzünde, "Yakub ibni Süley­
man" yazılı (20) , Osmanlılara tabi olduğunu gös­
teren parasını ve sonra da bir yüzünde " Murad bin
fehmed" diğer yüzünde de sadece "duri be Ger­
rn•yan" yazılı ( 2 1 ) tarihsiz paralarını darp ettirdi.
29 yılında da Edirne'ye giderek, ölümünden sonra
gr. , - llt/11
Germiyan topraklarını Osmanlılara vasiyet ettiği­ 2. 05
i I l . Murad'a şahsen bildirdi . Bu suretle bir Ana­ 17
dolu Beyliği tarihe karıştı. 0. 70 gr. 14 mm.
II. Murad, 827 yılında Bursa (22), Serez ve Ayas­
uk 'ta, bir tarafında "Sultan Murad bin Mehmed
24
Han HuUide Mülkehu" diğer tarafında " Duri be /-1 111111.
0.85 gr
Bursa [Serez/ Ayasluk] hamele üsrel-bab [Devletin
� ri uluğunu yüklendi] 82T' ve 828 yılında da Edir­
.e (23)'de bir yüzünde " Murad bin Mehmed Han
azze nasara" diğer yüzünde "Hullide Mülkebu duri

Edirne 828" yazılı ve Tire (24) 1 1 mangırlarını


darp ettirmiştir.
Avasluk ve Tire'de darbedilen paralar Aydınoğu l­
an· Beyliğinin istikbalinin ne olacağının belirtile-
18
0. 68 gr. 15 mm. 25
13
•oukas, aynı eser, s. 84.
1 . /-1 gr. /11111.
'Türk Nümizmatik Derneği Yayınları: Bülten 2, s. 22,
o. 9
Dukas, aynı eser, s. 84.
- i.şıkpaşazade, Tevarilı-i Ali Osman, Atsız tercümesi, s.
59 .
. eşri, aynı eser, s. 567 .
uri Pere, Osmanlılarda Madeni Paralar, 1 968, s. 75,
·o. 4 1 /42.
"''eşri. aynı eser, s. 575-77.
26
Haliı Ethem, Meskukat-ı Osmaniyye, İ stanbul, 1 9 1 8 , 19
o. 1 98 . 1 . 80 gr. 13 /11111. 1 . 09 gr. J.l llllll

i 'i
ridir. Nitekim 829 yılında İzmir tarflan işgal edi­
lerek Aydınoglu Cüneyd Bey ve otuilan da öldü­
rülmüş, bu beyli�in de Osmanlı topraklarına ka­
tılması tamamlanmıştır. Olaylar I I. Murad'ın sul­
tanlıAının beşinci yılında vuku'a geldi�nden evvelce
basılan 825 tarihi akçeterin tugralı kısımlarına beş
(B) sayısı ilave edilerek yeni tip akçeler darb edil­
miştir: Edirne (25), Ayusluk (26), Serez (27).
Bundan sonra culusun 10. yılında basılan 834 ta­
rihli akçeler l l . Murad adına basılan son gümüş
3.65 gr. 17 mm.
paralar olmuştur. Bursa (28), Edirne (29), Ayas·
luk (30), Amasya (3 ı ) , Serez (32) ve Osmanlıların
işgal ettiklerini bu akçe ile ögrendi�miz Kosova
Eyaletinde Novar/Novaberda (33) 12 •
I I . Murad döneminde önemli bir para olayından
da bahsetmek gerekmektedir.
Bunlar "Nakışlı Mangırlar" diyecegimiz tarih­
28
siz bakır paraların darbıdır! (34), (35) , (36), (37), 1 . 12 gr. 13 mm. 35
No.lu mangırlar13 da görüldügü üzere bir takım gr.
nakışlı süslü paralar bu yıllarda çokca tedavül et­


mete başlamıştır.
Bu yıllarda 1 akçe 8 mangıra eşittir ve akçenin
satın alma gücünün yüksekli�i bunun sekizde bir
delerindeki mangırların da satın alma gücünü ya­
ratmıştır ki bu çatiann ekonomik durumlannın in­
celenmesinde her halde üzerinde önemle durulması
gereken hususlardır. 29
Bu tarihsiz mangırlann yanında 836 yılında Edir­ 1 . 15 gr.
ne (38) 1 4 bir mangır daha I I . Murad'ın paralan di­
zisinde yer almaktadır.
l l . Murad 848 tarihinde 24 yıllık Osmanlı Sul­
tanlı�ndan sonı:a kendi nzası ile sultanlığı oglu ı 3
yaşındaki I l . Mehmed'e bırakmış ve Manisa'daki
sarayına çekilmiştir.
Sultan I I . Mehmed de 848 tarihli akçelerini darp
ettirmiştir (39).
Ancak bilindigi gibi genç, çocuk yaşta l l . Meh­
med'in tahta geçmesi üzerine askeri ve siyasi du­ 1 . 09 gr:
37
rum karışmış, vezir ve kumandanların ısrarı ile I l . ı.ıu gr. 15 mm.
Murad tekrar Q_smanlı Devletinin başına geçmiş­
tir.
Fakat 848 tarihinden sonra 853 tarihli Tire'de
basılmış ve bir yüzünde "Azze Nasara Murad bin
Mehmed Han", diger yüzünde "Hullide Mülke­
bu duribe Tire 853" yazılı bir mangırından (40)
başka hiç bir tarihli gümüş ve bakır parasına rast­ 31
larulmamıştır. Bu husus, paranın üzerindeki "Meh­ 1.09 gr. 13 mm.
med bin Murad" ibaresinin istifi dolayısıyla "Mu­
rad bin Mehmed" şeklinde de okunabilir olması
ile l l . Murad'ın, oglu I l . Mehmed'in gururunu kır­
mamak için onun adına basılan paraların basımı­ 2. 92 gr.
nı aynı şekilde devam ettirmesi olarak yorum lana­

••
bilir.
Osmanlı padişahları içinde kudretli, kuvvetli ay­
nı zamanda alçak gönüllü sultanlardan biri olan
I I . M urad 854 Hicri yılında, sekiz aylık bir süre
hariç 30 seneye yakın Sultan olduktan sonra vefat 32
etmiştir. 1 . 04 gr.
Ölümünü takiben de "Allahın rahmetinin üstüne
yalroası"nı vasiyet etmesi üzerine tepesi açık, yağ­
mur alabilen türbesinin içinde üzeri mermersiz top­
rak ile örtülü kabrinde nihai uykusuna yatmıştır.

12 Hoca Sadettin Efendi, Tae ü 't-tevarih, 1 975 , Cilt l l ,


s . 1 96'da Novar = Novaberda 'nın fethini 843 olarak yaz­
maktadır.
1 3 Nuri Pere, aynı eser, (34)/67, (35)/69, (36)175,
33 40
(37)176.
1 4 Nuri Pere, aynı eser, No. 70. 1 . 13 gr. JJ mm. 1. 12 gr. l l mm.

16
I A' AFEKS
,
., ORGANiZAS YON PAZARLAMA VE TİCARET L TD. ŞTİ.
Hanımefendi Sokak No: 4911 Şişli-İstanbul Turkey Tel: 140 15 03 Tlx: 24779 Menetr
25
10 Kasım 1 983'te, Batı dünyası,
Protestanlığın kurucusu Martin
Luther'in doğumunun 500.
yılını kutladı. Her iki Almanya
başta olmak üzere,
Reformasyon' un izlerini taşıyan
bütün ülkeler, Luther'le ilgili
yayınlar yaptılar, konferanslar,
toplantılar, sergiler
düzenlediler. Türkiye'deyse,
geçen yıl , sadece Luther'i
soldan eleştİren bir oyunun
çevirisi çıktı .
Bizim orta öğretİrnde
kullandığımız Tarih kitapları,
siyah-beyaz bir yaklaşımla, Katolikliği yobazlık,
Protestanlığı ise aydınlıkçılık diye gösteredursun,
gerçek bundan çok daha karmaşıktır. Luther bağnaz
bir Hıristiyan olarak Türk düşmanıydı. Bu bir yana,
kendi döneminin koşullarına göre, ilerici sayılabilir
mi? Çevirisini sunduğumuz, bir İ ngiliz tarihçisinin
yeni bir incelemesi, bu soruyu irdeliyor. Kitabiyat
sayfalarımızda ise, geçen yıl Türkçesi yayımlanan
Martin Luther ve Thomas Münzer ya da Muhasebenin
Başlangtct adlı oyun üstüne bir eleştiri yazısı
bulacaksınız.

Martin Luther "ılımlı" bir


"Reformasyon"un mu babasıydı,
yoksa onun izleyicileri
"radikal" bir "Reformasyon" mu
gerçekleştirdiler?
History Taday, Cilt 33 (Aralık 1 983), s. 39-44'ten çevrilmiştir.

M ICHAEL MU L LETT

Luther: Tutucu mu,


IR
Devrimci mi?
259

Luther'in ikide birde geleneğe yap­


tığı bu göndermeterin anlamı neydi?
''Augustinuscuların Almanya Eyaleti
Piskopos Vekili" şatafatlı ünvanını
taşıyan John Staupitz ( 1 465?- 1 52 1 ),
bir manastır reformcusu ve Luther'
in 1 505 'de manastıra girişinden son­
ra, kuşkuları ve endişelerinde ona ya-
kınlık ve yol gösteren bir kişiydi. Lut­
her'in Staupitz ile olan ilişkisi, onun,
genel olarak Kiliseyi, özel olarak da
manastıdan arıtınayı amaçlayan 1 5 .
yüzyıl hareketi içinden çıktığını akla
getirmektedir. Reformcu Luther, bir
reform ve reformculuk dünyası için­
de büyüdü. Reform kavramı da yeni
, bir şey değildi: Bu kavram, Kiliseyi
zaman içinde, geriye, İsa'dan hemen
sonraki dönemlerin satlığına götürme
isteğini içeriyordu.
Luther'in Augustinus' a gönderme
Luther'in 1529'da yapmasının nedeni de budur . Ruha­
tamamladığı Eski ni kılavuzu Staupitz, Luther'i, Kuzey
Ahit çevirisinin Afrikalı piskopos ve kilise Babası Hip­
elyazmalarından
(karşı sayfada); po'lu Augustinus'un (354-439) yazı­
Lu/her, Kutsal larına yöneltmişti . Augustinus Tan­
Ruh 'tan esin/eniyor, rının yüceliğini, insanın çaresizliğini,
(solda). selamete kavuşmanın insanın özgür
iradesine .bağlı olmadığını, tersine

B
aşlıktaki soruyu başka bir bi­ muhalif aydınlarıyla benzer görüşle- kurtuluş için Tanrının lütfuna bel
çimde soralım: Martin Lut­ " ri paylaşıyordu. Luther'in, üniversi­ bağlamak zorunda olduğunu vurgu­
her bir yenilikçi miydi? Hiç­ tede eserlerini okumuş olduğu İ ngi­ larnıştı. Luther'in inanç sisteminin de
ir önemli tarihsel kişi yepyeni bir liz ücearn'lı William ( 1 270- 1 343) pa­ bir parçası haline gelen bütün bu öge­
aşlangıç yapmaz; bütün büyük er­ paların ve kilise konseylerinin hata ler onun koyu gelenekçiliğinin, hatta
ekler ve kadınlar kendilerinden ön- yapabileceğini savunuyordu ki, bu te­ tutuculuğunun göstergeleridiL Lut­
.:ekilerin attığı temeller üzerinde bir dirgin edici fikri Luther 1 5 1 9 yılında her'in kendisi, "St .Augustine'in teo­
' ler inşa ederler. Kuşkusuz bu, yapılan bir açık tartışmada yinelemiş­ lojisi olan benim teolojim . . . " den ve
·İartin Luther için de geçerlidir. Lut­ ti. Padua'lı Marsiglio ( 1 270- 1 343), " İncil'in, St.Augustine'in ve Kilesi­
er'in Papalık kilisesine yönelttiği en Hıristiyan Kilisesinin iktidar kullan­ nin bütün gerçek teologlarının Teo­
radikal saldırının bile Ortaçağda ha­ ınayıp siyasal konularda devlet oto­ lojisi" nden sözetmiştir.
rcileri vardı. İngiltere'de John ritelerine boyun eğmesi gerektiği gö­ Kendi öncülerinden bahsederken
yclif ( 1 328?-84) Papalığı "deccal"* rüşünü yaymak bakımından Luther' Luther , Staupitz ile Augustinus 'un
arak nitelendiriyordu. Bohemya'da den -ve aynı zamanda John Wyclif' yanı sıra Pavlus 'a da değinir. Bu kuş­
abaca, bugünkü Çekoslovakya) Jo­ den de- önce davranmıştı . kusuz, "Yahudi olmayanların Havari­
nes Hus ( 1 373- 1 4 1 5) Katolik kili­ Dolayısıyla Luther'in ardında bir si" Tarsus' lu Pavlus'dur. (ölümü İS
-inin materyalizmini mahkum etti "muhalefet geleneği" vardır. Lut­ 64 dolayları). İlk Hıristiyan teologu
e bu uğurda canını verdi . Hem Hus, her'in kendisi bu geleneğin çok far­ olan Pavlus düşüncelerini, Akdeniz
m de Wyclif ister İ ngiltere'de ya da kındaydı ve yapayalnız bir kışkırtıcı çevresindeki küçük mürnin cemaatle­
Bohemya'da, isterse Luther örneğin­ olmadığını kanıtlamak için bundan rine yöneltilmiş bir dizi mektupta di­
e olduğu gibi Almanya'da olsun, Ki­ yararlanmaktaydı. " Ionnes Hus ile le getirmişti. Zaman zaman iyice ka­
ede ulusal bir reformasyon özlem- Bohemyalıların yazdıkları içinde son rışık, zaman zaman ateşli ama daima
.
eri olarak Luther'in habercileridir. derece Hıristiyanca ve kitaba uygun kişisel ve bireysel bir üsliip taşıyan bu
'oylü kökeni ve müthiş cesareti, kut­ olanların bulunduğuna şüphe yoktur mektuplar, özellikle de Romahiara
komünyonun ekmek ve şarap bi­ ve evrensel kilisenin bunları mahkum yazılmış olanlar Pavlus'un ilkdönem
inde verilmesi çağrısı ile Luther bi­ etmesi mümkün değildir. ' ' Daha son­ Hıristiyanlığı ile Yahudilik arasında­
ze. özellikle Ioannes Hus'u anımsa- ra Luther şöyle yazıyordu : ki bağları kopartan ayırdedici fikirle­
ır; bu yönleriyle Luther çağdaşlan­ rini içerir: "Adil" olanlar iyi davra-
Bugüne dek, farkında olmadan, Hus'
a da hep kendinden önceki Hus'u
ün bütün görüşlerini savundum ve öğ­
ğrıştırmıştır. rettim; aynı şey Johann Staupitz için *Anti-Christ: İncil'de, Kıyamet Gününden ön­
Görüldüğü gibi Luther tek başına de geçerlidir; kısacası hepimiz, bilme­ ce büyük kötülük yapacağı, ama lsa'nın yer­
ır devrimci değil, geç Ortaçağ mu­ den Husçuyuz. Paklus ve Augustinus yüzüne ikinci gelişinde kesinlikle yenilgiye uğ­
haliflerinden biriydi. Ortaçağın diğer da tepeden tırnağa Husçudurlar. ratılacağı bildirilen lsa düşmanı. Çev.
19
260

L ıuher 'in çeşitli resimleri: (soldan sağa)


A ugustinusçu keşiş; dinbilim doktoru; ı•aiz.

nışları, haram yiyecekleri yemekten Öyleyse belki de Martin Luther ' in disi bilincinde olsun veya olmasın ,
sakınmaları, ya da Musa'dan devra­ "devrimci" olduğu yolundaki görü­ Kutsal Kitabı kendi amaçları için kul­
lınan kesin yasalara uymaları sayesin­ şümüzden vazgeçsek ya da başka bir landı, onu yeniden konumlandırdı ve
de selamete kavuşmazlar. Pavlus ' a terim kullansak iyi olur. İsterseniz bir çevirdi.
göre selamete kavuşmak, yalnızca, de "radikal" (köktenci) terimini de­

L
çarmıhtaki İsa' nın kurtarıcı işlevine neyelim . Türetildiği Latince "radix " , uther İ ncil ' i kendi amaçları
iman etmekle gerçekleşebilir. k ö k , sözcüğünün özgün anlamına için kullandı. St . Pavlus ' un
Sürekli dua ve fedakarlık dolu bir bağlı kalındığında radikal (köktenci) , reçetesinde kendisine gerekli
yaşam sonucunda selamete kavuşma­ bir konunun köküne inmek isteyen olanı bulmuştu : " Adil olanlar, iman
yı amaçlayan Luther, 1 505 yılında kişi demektir. Luther örneğinde kök, sayesinde selamete kavuşurlar . ' ' An­
Augustinuscuların Erfurt 'taki manas­ Pavlus ' a ve dört ineile dayanan ger­ cak bu bile Luther için yeterince güçlü
tırına girdi . Umutlu bir başlangıçtan çek ve eldeğınemiş Hıristiyan öğreti­ bir formül değildi; o yüzden cümleyi
sonra, bu yöntem başarısızlığa uğra­ sinin özüydü . Önemli olan İncil'di; orasından burasından çekiştirdi, ona
dı . Ne ki, Luther'in ruhani selamet Kutsal Kitap, Hıristiyanların ger­ bir şeyler ekledi ve cümlenin sonuna
sorununda girdiği bunalım -ciddi ve çekten bilmeleri gereken herşeyi canalıcı "yalnızca" sözcüğünü koya­
uzun bir depresyon-, Pavlus ' un Ro­ içeriyordu . " V icdanım Tanrının rak onu hem yorumladı, hem de çar­
malılara yazdığı mektuptaki bir cüm­ Söz' üne tutsaktır" diyordu Luther. pıttı . Bütün bunlar yetmiyormuş gi­
leyi çözdüğü zaman sona erdi: " Adil Onun, Kutsal Kitabın sadık izle­ bi Yeni Ahit'teki bir diğer parçada,
olanlar, iman sayesinde yaşayacaklar­ yicisi olduğu yolundaki kendi ta­ Yakub'un Mektubunda kendine kar­
dır (yani selamete kavuşturulacaklar­ nımlamasını kabul edecek olursak o şıt bir formülle yüzyüze geldi. Bura­
dır)" . Bu formül, Luther' in sarsıcı zaman Luther'in, sözcüğün özgün da, " eğer yanısıra yapılan işler yok­
sonuçlara varmasına yol açtı; onun anlamında bir radikal olduğu sonu­ sa, tek başına iman hiçtir ' ' diye yazı­
düşünce tarzına göre bu, Katalik Ki­ cuna varmamız gerekir: Köklerin eşe­ yordu. Luther, Pavlus ile Yakup'u
lisesinin, insanın iman, özgür irade ve leyicisi, kaynakların ve otoritelerin bağdaştırmak için çok çaba harcadı.
iyi davranışlar sayesinde selamete ka­ sadık bir kölesi bir radikal belki, Ne var ki, Pavlus'un cümlesine faz­
vuşacağı varsayımıyla kabul ettiği bü­ ama hiç bir zaman bir devrimci de­ ladan bir " yalnızca" eklemekle Ya­
tün o dindarca eylem ve ilkelerden ğil ! Luther kendisini sık sık Söz'ün kup'daki anlamı açıkça yadsımıştı .
oluşan yapıyı yerle bir ediyordu. Ne [Kelam'ın, Logos'un] uşağı olarak ta­ Bunun üzerine Yakub'un Mektubu­
var ki, Pavlus ' un sözleri 1 6 . yüzyıl nımlamaktan hoşlanmıştır. " Ben na saldırmaya, onu karalamaya ve
başlarındaki Kataliklik açısından dev­ Tanrının Söz'ünü kullanmaktan, onu Tanrının defterine iyi olarak geçebii­
rimci çağrışımlar taşısa da, en eski, yazmaktan ve öğretmekten başka bir rnek için iyi davranışlara ve yasalara
hatta incillerin kaleme alınışından bile şey yapmadım. Ben hiç bir şey yap­ bel bağlayan " Yahudice" niteliğini
önceki dönemin Hıristiyan edebiya­ madım, yalnızca Söz'ün eyleme geç­ mahkum etmeye girişt i . Görüldüğü
tının bir parçasını ol uşturur. Öyley­ mesine aracılık ettim . " Oysa bu bir gibi İ ncil'i yeniden yorumlayan ve
se Luther, doktrin açısından devrim­ yanılsamadan ibaretti. Eğer radikal yalnızca onun uşağı olduğu şeklindeki
ci miydi? Kendisi kendinden önceki sözcüğünden, fikir kaynaklarına ve iddiasını gene kendisi çürüten Luther,
kaynaklara, kuşkusuz Augustinus'a, köklere özgün olmayan bir bağımlı­ köküne sadık bir " radikal" olmak­
ama temelde Pavlus'a gönderme ya­ lığı aniayacak olursak, Luther'in bir tan çok uzaktı.
parak bunu reddetmektedir. radikal olduğunu söyleyemeyiz. Ken- Daha önce de belirttiğim gibi, Lut-
20
:!Ii i

her İncil'i yeniden konumlandırdı.


Kendisi bir "kaygı çağı " nın, duygu­
ların çok yoğun olduğu bir çağın ürü­
nüydü . O, cinsel gelişmesi konu un­
daki suçluluk kompleksleri, belki de
bir "kimlik bunalımı" ve derin bir la­
netlenme korkusu yüzünden içine
düştüğü aşırı kaygı durumundan
" Söz" sayesinde kurtulmuştu. Bu,
Kutsal Kitap için biraz yeni bir kul­
lanımı simgeliyordu: Ruhları kurtar­
mak amacı taşıyan metinler, Luther'
in durumunda onun akıl sağlığını da
kurtarıyorl ardı!
Luther'in İncil' i Almancaya çevirdi­
ği herkesin bildiği bir gerçektir . Ama
� akından baktığımızda bu yaratıcı çe­
' i rinin, Alman edebiyatının yeni ve
birçok yönden özgün bir başeseri ol­
duğunu görürüz. Luther'in biyogra­
fi ini yazanlardan biri, R . H . Bainton,
onun örneğin Vahiyler bölümündeki
bir mücevherler Listesini çevireceği za­
man , prensinin mücevher kutularını
inceleyerek her değerli taşın kendi di­
lindeki tam karşılığını bulmak için
uğraştığını yazar. Ya da, gene, adak
hayvanlarının çeşitli organlarına İn-
il 'de verilen isimleri ararken mezba­
haya inip bunların Almanca karşılık­
larını orada çalışanlardan öğrendiği­
ni anlatır. Luther, Kutsal Kitabın sö­
zel zenginliğini aktarabilmek için Al­
man dilinin olanca gücünü kullanmış­
tır. Sonunda ortaya çıkan ürün sa­
dık fakat donuk bir çeviri değil, İn­
il'in Almanlar için titiz ve canlı bir
içimde yeniden yazılması olmuştur .
' ' \.lusa'yı öylesine Alman kılmak is­
ledim ki, hiç kimse onun bir Yahudi
olduğundan kuşkulanmasın ! " Luther
empatizanı Albrecht Dürer, Luther
Incilinin 16.yüzyıl Almanyası atmos­
erine olan bu uygunluğunu yakala­
mı tı. Örneğin, Har Vurup Hannan A lbert Dürer'in
avuran Ev/dt (HayirSIZ, Hovarda "Hayırsız Evlôt "
Erlflt) meselinin Dürer versiyonu, gravürü, /497
do/aylan, (üstte);
merkezi kişiyi , Alman domuzları ara­
Luther 'le Hus,
ında re meder. Dürer'in, aralarında Sakson kral ailesine
t. Pavlus'un da bulunduğu bir grup iki ayrı tar::.da
havariyi ve İncil yazarım, 1 520'lerde kuddas ôyini
(komünyon)
'ıirnberg'de Luther reformasyonu­ yapıyorlar, (al/la).
nun önderleri ve öğreticileri olarak
re medecek kadar ileri gittiği de öne muhtemelen hem dışta kalmış, düzen çevreye men up deği ldi . Buna ı.. a rşı­
urulmüştür . karşıtı bir tip, bir asi, hem de top­ lık kendisini halivakti yerinde profes­
lumda köklü değişiklikler öneren bi­ yonel aydınlar katmanma yükseltme­
Görüldüğü gibi , Luther'in Kutsal risi gelir. Luther, sözcüğün bu iki an­ sini bildi ve yaşadığı dönemde Al­
Kitap'a karşı tutumu, bir kopyacının­ lamında da radikal, hatta devrimci manya'nın ve Avrupa'nın en ünlü -
ki olarak nitelendirilemeyecek kadar miydi? Luther düzenin dışından biri ya da kötü ünlü ! - yurttaşı oldu . Gö­
ozgündür. Bu tutum, devrimci sayıl­ olarak yük eldi . Köylü kökenli orta rüldüğü gibi, Luther' in "düzen" ile
ma a bile, yenilikçidir. halli bir bakır madenci inin oğlu olan olan ilişkisinin ne olduğu sorusunun
Bugün radikal denince aklımıza Luther, doğuştan herhangi bir kibar tek ve değişmez bir yanıtı yoktur.
21
262

Onun kendisini, Almanya'daki en


aşağı ve itaatkar köylü-keşişi olarak
tanım ladığı o l m u şt u r . 1 5 2 1 ' d e
W orms Diyetinde, üstbeyi v e efendi­
si olan İmparator Karl karşısında baş­
langıçtaki tereddütlü tutumu da bu
tanıma uygundur. Kendisinden yetki­
ce üstün olanlara karşı hitap tarzı ge­
nellikle saygılı ve alttan alıcıydı. Üs­
tü olan Almanya Katolik Başpisko­
pusuna 1 5 1 7 ' de yazdığı mektupta,
' 'Çok Muhterem Hıristiyan Babamız
ve şerefli efendimiz, benim gibi bir in­
san süprüntüsü sizin yüce kişiliğinize
mektup yazmayı aklına getirme küs­
tahlığında bulunduğu için beni bağış­
layın . . . " diyordu. İlişkisini kesmeden
önce ise, Papa'ya (X . Leo), "En kut­
sal Babamız, kendimi ve bütün sahip
olduklarımı senin ayaklarının altına "95 Tez "in yüzüncü
seriyorum, beni ister kaldır, istersen yılı (161 7) anısına
yapılan bu tasvir
olduğum yerde bırak, nereye istersen soldan sağa Luther,
sa vur. . . " diye yazıyordu . Dahası, Melancthon, Bilge
1 5 1 8 yılında kendisine " Papa ve kar­ Frederick ile o günkü
dinaller senin elinde olsaydı, onlara Saksonya E/ektörü I.
Johann Georg 'u
ne yapardın ? " diye sorulduğunda
gösteriyor, (yanda);
verdiği yanıt, "Onlara saygı ve itibar Luther'in Alman
gösterirdim" olmuştu . Dünyevi üst­ Ulusunun Hıristiyan
lerine karşı da Luther, aşırı derecede Soyluianna
Çagrı' 'sının kapağı,
yaltakçı bir dil kullanır: "En soylu (altta).
yüce prensim, çok lütufkar efen­
dim . . . Yüce İmparatorum, Şerefli "en yüce prensleri, en lütufkar efen­
Prenslerim, Yücegönüllü Efendile­
rim! . . . " Bu tür hitapların, bir " radi­
dileri" olan siyasal otoriteler ise, bir
yıl sonra farklı bir biçimde değerlen­ iJln bm (�tiftli:
ı d}rn 'lbtl btutfdltr 9latfon
kal "e yakıştığı pek söylenemez. diriliyorlardı .
lii �ııflltc[Jcn flanocs b<fT(I'Uns.
"I>On t>cs
Ne var ki, Luther'in kullandığı bu D. IDorrınuo l.uıl)<r

görünüşte yaitakçı ifadeler, 1 6 . yüz­ 522'de boş bulunduğu bir an­


yılın geleneksel kitap biçimleriydi. da Luther, Almanya'nın yöne­
Luther üstlerine, onların desteği­ ticileri konusundaki gerçek
ni kazanmak ya da bu desteği sürdür­ duygularını dile getirmişti . Sahne,
mek istediği ve onların kendi yanın­ Saksonya'da bir handa geçmekte ve
da olduklarını hissettiği zamanlarda kılık değiştirmiş olan Luther, gerçek
abartmalı bir dille hitap ediyordu. kimliğini bilmeyen tüccarlada konuş­
Başka koşullarda ise, yetkice kendin­ maktadır . Bu küçük öykü, Alman
den üstün duru mdakilere karşı kul­ ballad ve folklor geleneğinden epey
landığı dil, bir isyancının diliydi. Ör­ esirrlenmiştir .
neğin 1 520-21 'de Papa'dan kesin ko­ Zamanlar kötü, beyler. Daha dün,
puşu sırasında, "Papa'ya herhangi Nürnberg'de dinsel sorunu çözmek ve
bir itaat borcum olduğunu kabul Alman milletinin acılarını dindirrnek
etmiyorum . . . Bu büyük günahkar­ için toplanan prenslerle lordlardan ha­
dan , bu cehennemlik adamdan ve ber aldım. Ne yaptıklarını tahmin
edersiniz? Turnuvatarla ve daha baş­
onun günah ve riyakarlıktan ibaret
ka günahkar eğlencelerle vakit öldür­
olan krallığından nefret ediyorum" mekten başka hiç bir şey . . . Ne kadar
diye yazıyordu . Bizzat Papa'ya yaz­ da değerli prenslerimiz var! zindancıları ve cellatlarıdır. " Luther.
dıkları ise şöyleydi: " Roma Pisko­ en öfkeli biçimde saldırdığı kişilerden
posluğu' na gelince . . . bütün Sodom­ Gene Luther, ' 'bu sarhoş ve çılgın biri olan Saksonya Dükü Georg'a.
lardan ve Babillerden daha rezil ve prensler"den sözederken lafını hiç sa­ " sidik torbasından başka bir şey ol­
k ep azedir. . . düzeltilmesi ve yardım kınmıyor, " Yüce Tanrı bizim prens­ mayan . . . yüz karası, . . . İ sa Efendimi­
edilmesi mümkün olmayacak kadar lerimizi budala yaratmış " diyordu. ze atıp tutmaktan vazgeçsen iyi eder­
günah doludur. . . sizin adınıza . . . bü­ Prensler, "genellikle yeryüzündeki en sin . . . Merhametsiz Prens ve Lord''
tün dünyadaki zavallı insanlar alda­ büyük aptallar ve en berbat düzen­ diyordu . Bu tür pasaj larda Luther'
tılıp ya ralanmaktadır . . . " 1 5 2 1 'in bazlardır . . . Onlar yalnızca Tanrının in üslubu radikalliğin ve isyankarlı-
22
263

Hakkmda A lman Milletinin Hıristi­


yan Soyluianna Çağrı'sında Luther,
Fugger Firmasını ve bu firmanın "te­
fecilik"ten, yani faiz karşılığı borç
vermekten elde ettiği yüksek kazancı
isim vererek mahkum ediyordu :
Almanya'nın en büyük bahtsızlığı , te­
�tbtta; tlaı; tft; \lte feciliktir. Ellerindeki parayı her yıl
yüzde yirmi ile yüzde yüz arasında ço­
ıanı;e�edt!c cb� ğaltan Fugger' lere ve benzeri şirket­
lere bir gem vurulmalıdır.
rttft 9C�\)f(b •
Bu etkileyici kitapçık, Luther'i sö­
"art. .€ut�. mürücü bir banka sisteminin olumsuz
eleştirmeni ve toplumsal reformun
[)itttmbttg. olumlu bir savunucusu olarak gerçek
radikal renkleriyle ortaya koyar:

�egna�tt mtt t(ütr O k u l ve ü n i v e r s i t e . r e fo r m u


" üniversitelerin iyi , köklü bir refor­
furftlicl>cr ;u mact>fen ma ihtiyacı vardır; birilerinin canını
frcil>ctt. sıksa da, bunu söylemek zorunda­
�etlruckt Ourcb �aool. ulft. yım . . . "-; bir yoksul yasası; hukuk re­
formu; evlilikte daha fazla seçim öz­
gürlüğü; kilisenin ulusallaşması; ge­
nelevlerin kapatılması. Bu programın
bazı unsurları, Luther'.in yokluğunda,
ı 52 ı -22 yıllarındaki Wittenberg kenti
reformasyonunda uygulanmıştı.

L
Hıristiyanlığın Kutsal uther'in, kağıt üzerindeki
Kitabı 'nın Luther toplumsal reformculuk iddi­
tarafından yapılan ilk ası, ı 520 yılında sağlam te­
A lmanca çevirisinin
takdim sayfası
mellere dayanıyormuş gibi görünü­
( / 534). yordu . Ne var ki, mazlumlarla­
sıradan yoksul halka- karşı merhamet
ve yakınlık duymakla kazandığı ün,
ğın ötesinde, ihanete ulaşıyordu . Ar­ ti ve Almanya'da seyahat etmesi, hat­ ı 520'lerin ortalarında Almanya'yı
tık, " İncil'in düşmanları" hakkında ta ölüm döşeğindeki ana-babasını zi­ kasıp kavuran Köylü Ayaklanması
\'e onlara hitaben yazıyor, Hıristiya­ yaret etmesi bile tehlikeliydi. Kaba­ tarafından sınandı ve ne yazık ki, tuz­
nın insanlardan önce Tanrı'ya itaat saba ve sıcak tavırlarıyla, hiç de çıt­ la buz edildi . Yöneticilere, " halk ar­
etmesi gerektiğine inanıyordu. Dola­ kırıldım bir saraylı sayılm azd ı : tık sizin zulmünüze tahammül edeme­
yısıyla da yöneticilere karşı tutumu W orms'da dediği gibi o, " bir saraylı mektedir ve etmeyecektir" diye ya­
eçmeci ve ayırdedici, aynı zamanda değil", kabasaba, kanlı canlı, eğitim zarken, Alman köylülerinin başkaldı­
da potansiyel olarak yıkıcıydı. Bu tu­ görmüş bir köylüydü; yabancılık çek­ rısını öngörüyor, hatta bazılarına gö­
tum, uzun süre koruyuculuğuna sı­ mediği yerler, köy hanları ya da et­ re teşvik ediyordu. Köylü Ayaklanma­
ğındığı Saksonya Elektörü Freide­ rafında ailesinin ve kendisine hayran sının günahının açıkça Luther'in sır­
rich'e yazdığı küstahça sayılabilecek öğrencilerinin olduğu aile sofrasıydı . tına yıkıldığı olmuştur ve köylülerin
bir mektupta özetlenmektedir: "Wit­ Ekonomik ve toplumsal sorunlar -ya da onların en etkili bildirgesi olan
tenberg'e, Elektörünkinden çok da­ konusunda ise Luther sık sık, düze­ 12 Memingen Maddesi'ni ( 1 525)
ha etkili bir koruyuculuk altında gidi­ niçi ya da uyumcu olmaktan çok, derleyenlerin-, papazların demokra­
yorum. Siz Efendimizin koruyuculu­ düzen-dışı ve radikal gözü kür. tik bir biçimde seçilmesi gibi bazı fi­
ğunu isternek gibi bir niyetim yok. ı 5 ı 7' de Papalığın günah bağışlama­ kirleri Luther'den aldıkları kesindir.
Hatta öyle sanıyorum ki siz beni de­ sını mahkum etmekle, ardında Al­ Ancak, bıçak kemiğe dayandığında
ğil, ben sizi koruyacağım . " Luther' man bankerieri ve yüksek kilise yet­ Luther şiddetle köylülerin aleyhine
in siyasal tutuculuğunu, dinsel kay­ kililerinden oluşan bir yolsuzluk şe­ döndü; Katil ve Hırsız Köylü Sürüle­
gıları törpülemekteydi. Onun Refor­ bekesinin yattığı büyük bir mali skan­ rine Karşı adlı talihsiz risalesinde, is­
masyonu Alman toraklarındaki bir­ ctala el atmış oldu; fakat olay, o za­ yancıları en aşırı terimlerle mahkum
çok prens ve "iktidar sarrafı" tara­ man bile tamamen açığa çıkmadı. En etti. Bu konuda sık sık yinelenen açık­
fından benimsendİğİ halde, kendisi büyük Alman bankası Augsburg'da­ lama, isyancı köylülerin bir soyluyu
hiç bir zaman herhangi bir saray çev­ ki Fugger Firmasıydı ve Luther onlar­ ailesinin gözleri önünde şişleyerek öl­
resine katılmad ı . Ne de olsa, la amansız bir biçimde mücadele et­ dürme gibi barbarlıklarının Luther'­
1521 'deki imparatorluk Diyeti top­ ti. En ünlü toplumsal eseri olan ı 520 in Hıristiyan pasİfizmini dehşete dü­
lantısında kanun kaçağı iHi.n edilmiş- tarihli Hıristiyanlığın Yükseltilmesi şürdüğüdür.
23
264

Solda, 19. yüzytl ortalannda yaptlmtş olan bir Luther tasviri: Luther, 1525 '/e ôsi köylü/ere karşt vaaz ediyor. Gerçekte Luther, isyanetiarta asla
yüzyüze gelmemiş, vaazlanmn pek az etkisi olmuş ve köylüler, Suabia Birliğinin askeri gücüyle basttrmtşlardtr. 1848 Devrimlerinden hemen sonra
yaym/anan bu resim, Luther'i Tannsal düzenin savunucusu olarak göstermektedir. Sağda, Luther'in en ünlü ilahilerinden "Esaslt bir savunma
ve silôhttr, güçlü bir kaledir Tanrtmtz "t konu alan, 1914 öncesine ait milliyetçi militarisi bir posta kartt.

Oysa, Luther'in otoriteleri ayak­ pısına çivileyip çivilemediği konusun­ gelir. Bu kişiler hangi anlamda " ra­
lanmayı bastırmaya çağıran kendi ri­ da bir tartışma vardır ki bu eylem, dikal" diler? Reformasyon edebiya­
salesi olağanüstü şiddet yanlısıdır . Luther'e ilişkin milyonlarca öğrenci tında, sık sık, zararsız ve etkisiz bir
1 525 'de sorun , şiddet ya da barışcı­ ödevinin vazgeçilmez açılışını oluştu­ yaşlı hippi olarak karikatürize edilmiş
lık değildi; İncil'in itibarı ve Luther'in rur. Öğrencilerin içi rahat etsin, Lut­ olan Andreas Karlstadt gerçekte, ken­
yıkmak değil, düzeltmek istediği top­ her muhtemelen tezleri gerçekten çi­ disini eşitleriymiş gibi kabul etmeye
lumsal sistemin bütünlüğü tehlikeye vilemiştir, çünkü böyle bir davranış ikna ettiği kırsal bir cemaate rahiplik
düşmüştü . Ve kuşkusuz, Orlamün­ onun, halk kültürünün söze dökül­ eden ciddi bir demokratik Hıristiyan­
de'de köylüler kendisine " Sen" diye memiş diliyle konuşma yetisine tama­ dı. Kendi geçimini sağlamak ve pa­
hitap ettikleri zaman tüyleri diken di­ men uygundur. Aynı şey, 1 52 l 'de Pa­ pazlar ile halk arasındaki geçmişi çok
ken olan Dr. Luther, çoktan bir köylü pa 'nın aforoz kararını sembolik ola­ eskiye dayanan uçurumu kapatmak
olmaktan çıkmıştı . rak yakması için de geçerlidir; Luther için harcadığı çabalar, Luther'in "bü­
Gene de Luther halktan gelme yan­ bu olayı bir sokak tiyatrosu ve kar­ tün inananların rahipliği" biçiminde­
larını önemli ölçüde korumuştu . Di­ naval gösterisine dönüştürmüştü. Ses­ ki ünlü Reformasyon ilkesinin haya­
Ii, hal ve tavırları, inançları hep halk siz sembolizme de başvuran Luther ta geçirilmesi yönünde içten bir giri­
kültürünü yan.sıtmaktaydı . Saf köy­ kıyafetin gücünün farkındaydı ; Orta­ şimdi . Luther'in ona karşı tutumu,
lü batı! inançları buna örnektir: çağ halk kültüründe kıyafet bir kim­ genellikle, hoşgörü ve aşağılamanın
senin "temsili" rolünü belirler. İşte, bir karışımıydı . Bir zamanlar Lut­
Benim doğduğum köyde, Pubelsberg 1 522' de Wittenberg' deki aşırılığa bir her'in öğrencisi olmakla birlikte
adı verilen ve üzerinde bir göl bulu­ dur demeye karar verdiği zaman, 1 520' lerde ve Köylü Ayaklanmasın­
nan yüksek bir tepe vardır; eğer biri­ uzun süredir giymediği Augustinuscu da ölümünden önce Alman tarihinde­
si suya taş atacak olursa bütün böl­ keşiş giysisini üzerine geçirmesinin ne­ ki en devrimci ve rahatsız edici tipler­
gede müthiş bir fırtına kopar, çünkü deni de budur: Bu kılık, yavaş bir de­ den biri haline gelen Allstedt papazı
o göl tutsak edilmiş şeytanların yata­ ğişme ihtiyacını, geçmişin korunma­ Thomas Müntzer'ise, çok daha etki­
ğıdır. Prusya bunlarla doludur, La­
sı gereğini ciltler dolusu kitaptan da­ leyici bir karakterdir. Luther, " All­
ponya da cadılarla.
ha iyi dile getiriyord u. Radikal mi, stedt şeytanı" Müntzer'den nefret
yoksa tutucu m u olduğu açık olmasa eder oldu, Müntzer de " Dr . Rahatı­
" Benim doğduğum köyde", gözle­ bile, Luther'in üslilbunun popülist nabakar"ın, " Dr . Yalancı "nın bu
ri faltaşı gibi olmuş, ağzı açık safdil­ (halkçı) olduğu kesindir. nefretine aynen karşılık verdi . Gene
lere anlatılacak bir öykü için çok iyi de Müntzer birçok yönden Luther'in

N
bir giriştir. İşte bu, panayırdaki çift­ ihayet, Luther'i bir de radi­ radikal bir yansısı gibiydi. Savundu­
lik yanaşması Luther'dir; o, filozof­ kal ya da devrimci ünvanı­ ğu içsel nurianma duygusu, Luther'in
teolog, Almanca ve Latince yazarı, nın gerçekten ait olduğu ki­ "Söz"ü harfi harfine yorumlamama
çevirmen ve birçok akademik ünva­ şiler, " Radikal Reformasyon" önder­ anlayışının özünü oluşturan öznel il­
nın sahibi Luther'in yanında hep leri ışığında değerlendirelim. kelerin genişletilmesinin bir uzantısıy­
mevcuttur. Gerçekte, kitlelerin dilini "Radikal Reformasyon" terimi, dı. Müntzer'in kıyamet gününe iliş­
ve inançlarını paylaşan, ama öte yan­ Amerikalı tarihçi G . H . Williams tara­ kin canlı umudu, Luther'in dünyanın
dan elit kültürün cilasım da benimse­ fından Luther'in "sol kanadındaki" son günlerinde yaşama duygusuna
yen Luther, kültürel açıdan iki sınıf­ reformcular için kullanılmıştır. Bun­ kesinlik kazandırmaktaydı . Ve G . R.
lı sayılabilir. O, insanları hangi jest­ lar arasında en başta, Luther'in eski Elton'un dediği gibi, " Luther'de,
Jerin ikna edeceğini sezgisel olarak bi­ meslektaşı Andreas Karlstadt ile ge­ Müntzer'in yoksullara karşı içten
lirdi. 95 Tezini gerçekten bir kilise ka- ne Luther'in tilmizi Thomas Müntzer duygularından bir şeyler vardı. "
24
26:
Karlstadt ve Müntzer'in yanısıra
başka radikaller de vardı : Coşmaya
hazır üniversite kenti Wittenberg'de
1 52 1 'de isyan ateşini tutuştu ran
" Zwickau peygamberleri " ; Sakson­
ya dışında ise, neredeyse rasyonalist
reformcu Ulrich Zwingli'nin İsviçre'
nin Zürih kentinde önderlik ettiği tür­
den diğerlerinden bağımsız Refor­
masyonlar gerçekleşiyordu . Zwingli'
nin de kendi " sol kanadıyla", Yeni
tne!?ttt
prcbigc mibt>er
Ahit'e olan bağlılıklarının bir göster­ t>en <rörckcn .
gesi olarak yetişkin yaşta vaftiz olma­
yı benimseyen "Kutsal Kitap Hıristi­ a:>art . Lutbcr.
yanları"yla başı dertteydi . Karlstadt
ve Müntzer gibi bu Anabaptistler (ya­
ni ikinci kez vaftiz olanlar) de Lut­
her'den bazı düşünceler almışlar ve
bunları geliştirmişlerdi; ancak asıl Martin Luther'in
kaynakları Luther'in kendisinin de
paylaştığı daha eski bir gelenekti .
Türklere Karşı
Luther, "Zwickau peygamberlerin­
den" biri olan Nicholas Storch'u sor­
Savaşa Çağırı
guya çektiği zaman, Storch, " İçsel Vaazı (1529)
nurlanma, kiyetizm " * (langweiligke­
it) gibi kavramları k ullanarak yanıt Halk kitlelerinin kaygı ve korkula­ çevirisinden , Luther'in Kanuni'nin
vermişti . Müntzer hakkında ise, rıyla oynamayı pek iyi bilen Luther, Macaristan seferi karşısında, halkı
"Tanrının, melekleriyle nasıl konuşu­ Tanrı 'nın, doğru yoldan çıkan Hıris­ "Türklere karşı duaya çağırdığı"nı,
yorsa, kendileriyle de öylesine doğru­ tiyanları cezalandırmak için Türkleri Türk'ün Tanrı tarafından kendilerini
dan konuştuğunu iddia ediyorlar" di­ gönderdiğini ileri sürmüştür. Ona gö­ cezalandırmak, "Allah'tan korkma­
re, Hezekiel'in "Şeytan hapisten kur­ yı ve dua etmeyi" öğretmek için gön­
yordu. Bu tür ifadeler ve düşünceler,
tulacak" kehaneti ve Yuhanna'nın derilmiş bir okul öğretmeni olduğunu
geç Ortaçağ Alman mistisizminin Vahyi'ndeki "Sizin üstünüze bir kılıç söylediğini , "Türk bir şeytandır, fa­
kavram dağarcığından ödünç alınmış­ getireceğim . . . ulusların en kötüsü, si­ kat Papa biraz daha büyük bir şeytan­
tı ve Luther'in kendisi 1 5 1 6 ve 1 5 1 8 zin evlerine sahip olacak " sözleri, dır" dediğini aktarıyor.
yıllarında bu tür ibadetin el kitabı Türklerle gerçekleşmiştir. Bu gibi pro­ Yine Timur'un alıntıladığı, K .
olan Alman Teolojisi'ni yayınlamak­ pagandalar, 1 6'ncı yüzyılda Orta Av­ Marx'ın Kapital'inde de, M . Luther'
la, sözkonusu dağarcığa daha da faz­ rupa köylüleri arasında Osmanlılara in bir başka yapıtından [An die Pfarr­
la yaygınlık kazandırmıştı. Müntzer' karşı bir " Büyük Korku" doğurmuş­ herrn wider den Wueher zu predigen
de bu kitabın bir nüshası vardı; Karl­ tur. (Wittenberg, 1 540)] şu sözleri aktarıl­
Prof. Dr. Taner Timur, Osmanlı maktadır: '' . . . bu dünyada para deli­
stadı bu esere hayrandı ve Kutsal Ki­
Toplumsal Düzeni adlı yapıtında sinden, tefeciden daha büyük (Şeytan­
tap onlar için çok daha önemli olsa (AÜ, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay, dan sonra) insan düşmanı yoktur,
bile, Anabaptistler arasında da epey 1 979- ikinci basımı Turan Yayınevin­ çünkü o bütün insanlar üzerinde tan­
etkili olduğu kesindi. Eğer birçokla­ ce yapılmıştır), s. 200-20 1 , Batı'daki rı olmak ister. Türkler, askerler, des­
rı, geç Ortaçağ dindarlığı ile Alman Türk düşmanlığını irdelerken, M . potlar da kötü insanlardır, ama bun­
dilindeki İncil karışımından bir " Ra­ Luther'in görüşlerine de değinmekte­ lar gene de insanları yaşamaya bıra­
dikal Reformasyon" çıkarmışlarsa, dir. Tim ur, Osmanlıların Habsburg kırlar ve kendilerinin kötü ve düşman
bu tür radikalizm kaynaklarına yay­ hanedanını kendilerine en büyük ra­ olduğunu itiraf ederler, üstelik arası­
gın bir geçerlilik kazandıran Luther' kip saydıkları için Avrupa'da protes­ ra bazı insanlara merhamet etmek zo­
tanlığı desteklediklerini belirttikten runluluğunu da duyarlar. " Cilt I, Ala­
in, bunun için kendisinden başka suç­
sonra, Luther'in esas itibarıyla laik attİn Bilgi çevirisi (Ankara, 1 978), s .
layacak kimsesi olamaz. Öyleyse, asillerin sınıfsal çıkarlarının sözcüsü 609, dn. 3 9
Luther'in bir Reformasyonun, mer­ olduğunu ileri sürmektedir. Buna gö­ " İnsanları yaşamaya bırakmak, "
kezin "ılımlı" Reformasyonunun do­ re, Luther'in üç düşmanı, Papa, iyi Türkçe değil . Timur'un " fakirleri
laysız yaratıcısı olduğu, bir diğerinin, Türkler ve tefecilerdir. Bu düşmanıara yaşamaya terketmek" deyişi de, da­
·• ol" Reformasyanun ise dalaylı ha­ karşı, önceleri yoksul köylüler ve soy­ ha iyi sayılmaz. Mehmet Selik'in ön­
zırlayıcısı olduğu söylenebilir. Yoksa lularla bağiaşmış durumdayken, son­ ceki Kapital çevirisinden (Ankara,
gerçek Reformasyon, ikincisi miydi? radan köylüler Münzer'e uyup soylu­ 1 966) ise (cilt 1 /4, s. 1 57, dn. 39), bu
lara karşı çıkınca, Luther onların söz "insanları yaşamaktan alakoya­
Çeviren : FATMAGÜL BERKTAY amansız düşmanı kesilmiştir. mazlar" diye karşılanmış. Bu iyi, ama
Timur, yukarıda özgün basımının Selik de Luther'i sansür ederek ,
*Quietism : Insan iradesinin tümüyle yokolma­ kapak resmi verilen yapıtın (Luther' "Türkler"i kötüler arasında sayma­
ını, dünya işlerinden eletek çekilmesini ve ki­
in 1 960'1arda Cenevre'de yayımlanan yı uygun görmemiş!
ınin kendini edilgin bir biçimde Tanrı düşün­
toplu eserleri dizisindeki) Fransızca Tarih ve Toplum
esine vermesini içeren bir dinsel mistisizm bi­
imi. -Çev.

25
özel sacyısı çıktı l

To�lum
Biliffi
A'fdın!MnKiliri,......,
8ıf A� ._.keCI K..:Iro i T...., 8atı;

G6rıençlkWd- F!)ldecıT__..., H ıt.f


�DI.Iny! T�E!f!n!lliOe" IIWI

TÜ RKiYE G E N EL DAG ITI M I :


iSTAN B U L : YA DA A . Ş . Dr. Şevki Bey Sok . Divanyolu Tel : 520 7 4 72
A N KARA: YA DA A . Ş . Kon u r Sok . 1 7/5 Kızılay Tel : 1 8 90 99
i Z M i R : Y u rttaş Dağıtı m . 865 Sok . 1 7/201 Merkez i ş h an ı . Kemeraltı Tel : 25 09 96

Yayın Kurulu ile H aberleşme Ad resi : Necatibey Cad . 2 1 /35 Yen işehir- A N KARA
Yönetim Yerj ve i steme Adresi : An kara Cad . G ü ncer Han . 45/1 8 Si rkeci- i STA N B U L
Alafranga Dedikleri ...
CEVDET KUDRET
Alafranga sözcüğünü, sözlükleri­ pa kesimi ceketler; alta da, şalvar, lar, özellikle gençler arasında, şıklı
miz şöyle tanımlıyor: çakşır, potur, vb . yerine setre panta­ ve alafrangalık işareti sayılmış; bo­
lon denilen pantalon giyilmişti. Ab­ yunbağların renkleri de, devir devir
Frenk usulünce. (Kaamus-i Türki)
dülmecit (hük. 1 839- 1 86 1 ), Kırım Sa­ moda konusu olmuştur. Setre ve pan
Frenk üslilbunda; Avrupalı usulünde,
vaşı sırasında ( 1 853-1 855) bütün me­ talon gibi, boyunbağını da tutucula
tarzında. (Meydan Larousse)
Frenklerio (Avrupalıların) töre, alış­ murların setre ve setre pantalon giy­ iyi gözle görmemiş, bir çeşit sapıklı!Q
kı ve yaşamına uygun. (Türkçe Söz­ mesini zorunlu kılmıştı. Tutucuların, işareti de saymıştır. Halk ozam Beşik
lük) gavur taklitçiliği diye ayıpladığı bu kı­ taşlı Gedai (ölm. 1 887 /89), boyunba
lık, zamanla yaygınlaşmış, ı ünlü Ka­ ğı bağlamış on üç on dört yaşındak "
Yerli yaşayışa aykırılığı anlatan bu tibim türküsüne dahi girmiştir: bir genci şöyle anlatır:
sözcük, çoğuzaman, züppe anlamın­
Üsküdar'a gider iken aldı da bir Ol sim gerdadına ol serv-i kaame
da da kullanılmıştır. Sözlükler, züp­ Galibarda bağlar boyunbağını.4
pe'yi de şöyle tanımlar: yağmur
Katibimin setresi uzun eteği çamur Kolalı gömlek ve boyunbağı, hal
Kılıkta, söyleyişte, dilde, düşünüşte ( . . .) arasında da yaygınlaştıktan sonra,
toplumun gülünç ve aykırı saydığı; Katip benim ben katibin el ne
Frenk benzetmesi yapmacıklara ve kimşır
aşırılıklara kaçan [kimse] . (Türkçe Katibime setre pantol ne güzel ı 1 874'te İ talyan edibi Edmonde de Amicis
Sözlük, Meydan Larousse) yaraşır2 "Her yıl binlerce şalvar düşüyôr ve bacaklar
binlerce pantalon çekiliyor. . . " diye yazıyor
(Reşat Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam v
Bir incelemecimiz de züppe 'yi şöyle Süsleme Sözlüğü, 1 967 , s. 1 87)
Bir Istanbul
anlatır: Prürkünün bütünü için bk. Cahit Öztelli
delikan/ısı.
saç kesimi
Batı kültürünü özürnlememiş olması­ ''avrupa''.
Halk Türkü/eri, 1 953, s. 69
na rağmen kendini Batılı ve modern 3Kırım Harbi'nde müttefiklerimiz olan İ ngiliz
sayar. Batılıların günlük yaşantı ve eğ­ Fransız ve Sardunya'Iıların orduları Istanbul
lence biçimlerini kendi yaşantısına uy­ dan geçmişti; Üsküdar'da Selimiye Kışiası d�
gulamaya çalışır. Çoğukez ulusal tö­ bu gayr-i müslim Avrupa'lı müttefiklerimizir
re ve ahlaka ters düşer, fakat halkı kü­ emrine hastahane olarak verilmişti . İ stanbul'
çümsediğinden buna aldırış etmez. dan geçen İ ngiliz ordusunda bir lskoç alayı var·
(Sevda Şener, Çağdaş Türk Tiyatro­ dı; meşhur gaydaları ve kısa etekleri ile lstan·
sunda Insan, 1 972, s . 80) bul'luların pek tuhafına gitmişti ve avam ağ·
zında İskoçya'hlara "donsuz asker" Iakabı ta·
kılmıştı. İskoç alayı şarka hareket ederken bt
Alafranga kavramı, bizde, I I . alay için bir marş bestelenmişti; işte b u mar·
Mahmut (hük. 1 808- 1 839) devrinde, şın bestesi, bizim Kiitibim türküsünün nağme·
yeniçeriliğin kaldırılmasından ( 1 826) Tarihçi Reşat Ekrem Koçu' nun )eridir. Meçhul bir külhani, söylediği türküye.
sonra başlatılan Avrupalı (Frenk) saptarlığına göre, bu türkü, Kırım Sa­ "Üsküdar'a gider iken . . . " diye başlayarak, Av·
vaşı sırasında çıkmıştır3• rupa'lıların Selimiye Kışiası'na yerleşmesini irm
usulüne uygun yaşayış ve kılık devri­
etmiş, türküsünün nağmelerini "donsuz asker"
mi ile toplumumuza girmiştir. Üste, Setre ve pantalon giyiminden bir in marşından almıştı. ( R . E . Koçu, a.g.e. , s.
yüzyıllardan beri kullanılan cepken, süre sonra, 1 860- 1 875 arasında, ko­ 1 87)
cüppe, !ata, biniş, vb. yerine setre de­ lah gömlek (frenkgömleği) ve boyun­
4Şiirin bütünü için bk. R . E . Koçu, a.g.e., s.4
nilen, uzunca etekli, önü ilikli, Avru- bağı da kullanılınağa başlanmış ;bun-

2
268

Katibirn türküsündeki: şında) hemen hepsi, uzun saç moda­


sına uymuş, bunların kimisi saçları­
Katibime setre pantol ne güzel nı yandan (Şinasi, Abdülhak Hamit,
yaraşır
Tevfik Fikret, Mehmet Rauf, Yahya
dizesi değiştirilmiş: Kemal, Peyarnİ Safa, vb.), kimisi de
ortadan (Cenap Şahabettin, Müftü­
Katibime kolalı da gömlek ne güzel
oğlu Ahmet Hikmet, İzzet Melih,
yaraşır
Hamdullah Suphi, Halit Fahri, vb .)
kılığına sokulmuştur. ayırmışlardır. Kimi ozanlar (Celal Sa­
I I . Mahmut döneminde saç kesim hir, vb.) ve düşünce adamları (filozof
ve tuvaletinde de değişiklik başlamış; Rıza Tevfik), daha da ileriye gidip
kadınlar alınlarında, iki kaş üstüne başlarının arkasındaki saçlarını, en­
top kakül bırakmağa; delikanlılar, selerini örtecek kadar uzatmışlardır.
saçiarım Avrupalılar gibi uzatıp yan­ Halit Ziya'nın Mai ve Siyah adlı ro­
dan ya da ortadan ayırarak tararna­ mamnın baş ikisi ozan Ahmet Cemil'
ğa ve alınlarının üstüne kilkül bırak­ in saçları da öyledir. Edebiyat-ı Ce­
ınağa özenınişlerdir. Bu yoldaki saç dide ozamm simgeleyen bu genci , Ha­
tuvaletine " avrupa" adı verilmişti . lit Ziya şöyle tanımlar:
Reşat Ekrem Koçu, bu konuda şöyle
. . . Ahmet Cemi!, latif kıvrıntılarla bü­
bir fıkra aktarır: külerek kulaklarına dolaşan uzun sa­
Şair devlet adamı Ethem Pertev rı saçları ensesine dökülmüş bir
Paşa5, iki oğluna o devirdeki kı ya fet genç . . .
devrimine uyarak setre pantalon giy­
dirmiş ve padişaha götürmüştü; Sul­ Roman, Servet-i Fünun dergisinde
tan Mahmut, çocukları okşayıp sev­ tefrika edilirken ( 1 896- 1 897, c. XI­
dikten sonra: "Başlarını tıras ettirmiş­ XIII, sayı: 273-3 1 7) o devrin ünlü bir
siniz. Saçları da avrupa olsun . " ressamının resimleriyle süslenmişti.
demişti .6 Ahmet Cernil'in saç tuvaletini o re­
simlerde de görüyoruz.
Adı saptanamayan tutucu bir oza-.
Ebediyat-ı Cedide topluluğunun en
nın, setre pantalonlu ve saçı avrupa
genç ozanı Celal Sahir, İkinci Meşru­
bir genç paşa-zade için yazdığı iğne­
tiyet'ten sonra büsbütün ileriye gide­
leyici bir şiiri bugüne kalmıştır:
rek , yüzünü görmek için değil, ense­
Pek yaraşmış ·ak pantalon mum sini örten uzun saçlarını göstermek
gibi için, arkadan çektirdİğİ bir fotoğra­
Peşindeki aşıkları kum gibi fını, şimdi adını anımsayamadığım
( . . .) bir dergide (belki de Rubap'ta) yayın­
karda birkaç örneğini gördüğümüz
Gönül çeker saç kesimi Avrupa yergi şiirleri dışında, özellikle kimi
lamıştı.
Güzel beyim hem nazlıdır hep oyun, roman ve öykülerde de eleşti­
hoppa Ömer Seyfettin' in Kesik Bıyık adlı rİcİ bir tutumla ele alınmıştır.
(. . .) öyküsünden öğrendiğimize göre,
Alafranga yaşayışma karşı halkın
Uşak olsam ben giydirsem ben memleketimizde bıyık kesme modası olumsuz tepkisini ilk olarak Şinasi'
soysam da, 1 9 1 1 / 1 2 sıralarında, Amerikalıla­
nin Şair Evlenmesi ( 1 859) adlı oyu­
Avrupayı hem tarasarn hem ra özenilerek başlamış. Pala bıyıkla­
koksam 7 nunda görüyoruz. Mahalle bekçisi
rını kestiren öykü kişisini babası ev­
Batak Ese, şair Müştak Beyi kötüle­
Kadınlar arasındaki avrupa saç tu­ den kovar, ' ' . . . - Artık bıyıkların
rnek için şöyle der:
valeti üzerine de bir türkü düzenlen­ çıksa bile, namusun yerine gelmez ! "
diğini biliyoruz: diye bağırır. Saç uzatmak gibi, bıyık - Efendi, biliyo musunuz ki, ben bu­
kesrnek de, ilk zamanlarda cinsel sa­ nun daha bilmen nelerini bilürün. Du­
Taramış avrupasını gül yüzüne tel pıklık olarak görülmüş; bunlara, "so­ run, size deyivereyin. Bekçi olduğum­
gibi 8 kakları dolduran züppeler" diye ha­ dan için mahallede dolanırken buna
Önceleri çocukların ve delikanlıla­ kılmıştır. çat pak çak sokak ortasında irast ge­
liyorun. Bir kere kendiciğine "Nere­
rın özendiği avrupa saç, birtakım cin­ Giyim kuşam, tuvalet ve davranış­
den geliyorsun?" diye soracak oldum.
sel sataşmalara karşın, kısa süre sonra larıyla Batı taklitçiliğine özenen kişi­
Bana ne garşuluk virse iyü: "Tarator­
toplumda aydın kesim erkekleri ara­ ler, toplumumuzda, başlangıçtan gü­ dan (tiyatrodan) geliyoru m . " deme­
sında da yaygınlaşmış ve doğallaşmış­ nümüze kadar, alafranga, züppe, şık, sin mi? Bu, beni maskaralığa alma de­
tır. Elimizdeki resimlere göre, Batı sivi/ize, asrf, sosyetik, snop, bopstil, ğil de ne demektir? Bakın şu ahma­
edebiyatını örnek alan sanatçıların vb. sıfatlarıyla anılmışlardır. ğa! (Şinasi, Şair Evlenmesi, altıncı fık­
(Ahmet Mithat, Mehmet Akif, vb. dı- Aşırı alafrangalık düşkünlüğü, yu- ra)

28
269

bir yıl sonra- Ahmet Mithat 'ın Fe­ Fransızca konuşmaktır. O da, Fela­
lfitun Bey ile R akım Efendi tun Bey gibi , çalışmakta olduğu ka­
(1 292/ 1 875) adlı romanında işlenmiş­ leme arada sırada uğrar; işe gitmedi­
tir. ği günler saçlarını kestirmek, terziye
Alafrangalık meraklısı Felatun Bey, giysi ısmarlamak, kunduracıya ölçü
alafranga bir babanın oğludur. Baba­ vermek gibi bahanelerle Beyoğlu' nda,
sının, Üsküdar'daki büyük bahçeli ko- ötede beri de vakit geçirir. Babası
nağını satıp Beyoğlu yakasında, ölünce, 28 bin liralık bir mirasa ko­
"mutlaka alafranga olmak için, ka­ nar. " Mirasyedilerin düşündüğü gi­
gir bir hane" yaptırmış; gelen giden bi, servetini bitmez tükenmez sana­
dostları da alafranga olduğundan, rak" kendini büsbütün sefahete ve is­
onlara hizmet etmek için Müslüman rafa kaptırır. Çarnlıca bahçesinin açıl­
hizmetçi yerine Rum, Ermeni hizmet­ dığı yıl ( 1 869), orada arabasıyla ge­
çi ve aşçı kullanınağa başlamıştır. İş­ zerken gördüğü sarışın bir kadına, bir
te böyle bir çevrede yetişen Felatun görüşte aşık olur. Bu aşk da, o sıra­
Bey, "büyücek kalemlerden birinde larda okuduğu Paul ve Virginie, Ka­
memur" ise de, haftanın hemen bü­ me/ya/ı Kadın, Ihlamurlar A ltında,
tün günlerini, gezinti ve alafranga eğ­ Graziel/a, Manon Lescaut gibi ro­
lence yerlerinde geçirir. Babası ölün­ mantik Fransız romanlarında anlatı­

TÜRKİ Y E�
ce on altı bin liralık büyük bir mira­ lan aşkların bir taklididir. Kendini o
sa konar. "Bu gençlik ele geçmez. romanların kahramanları gibi görrne­
Yarın sakalına kır düştükten sonra, ğe başlamıştır.


paran olsa bile karılar yüzüne bak- , Bihruz Bey, Felatun Beyle aynı çiz­
� maz. Gençlikte yaşamağa bakmalı . " gide yürümekle birlikte, ondan biraz
-' 25 düşüncesiyle kendini büsbütün sefa­ daha incelmiş görünmektedir. Konuş­
lıete verir. Bir Fransız aktrisini met­ malarında da ondan daha çok Frenk­
TÜRK TiYATROSUNUN 100. YILI
res tutmuştur. Lüks oteller, Kağıtha­ çe sözcükler, hatta cümleler kullanır:
1859 . 1959 ne safaları, alafranga eğlence yerle­ - Ah, iki aydır ne kadar "sufrans"
ri, içki, kumar, vb. ile parasını har [Fr. souffrance: acı, keder] içinde ol­
vurup harman savurmaktadır. Her duğumu bilseniz.
Yan sayfada: üstte A bdülhak Hômit gün başka bir giysi giyer. Babası Ah! bir "anj" [Fr. ange: melek] gi­
-

1 / 852- 1 93 7); altta Cenap Şahabettin ölünce, "yas tutmak alafrangada var­ bi "şast" [Fr. chaste: iffetli] olarak
(1870-1934)
dır" diye, karalar giyinir. " her tara­ gitmiştir.
Oslle Tevfik Fikret (1867-1915); altta Türk ti­
fı gece karanlığı gibi simsiyah kesi­ - Siz ona bir çiçek verdiniz galiba.
yatrosunun 100. yılt dolaylSiyla çıkanlan an­
lir" ; süresi dolunca, bu " döy" (Fr. - Ah, evet. Bir çiçek. " Ma povr
ma pulunda Şinasi (1826-1871) 'nin portresi.
flör" : [Fr. ma pauvre jleur: zavallı çi­
deuil: yas)den çıkar. Kadın erkek ara­
çeğim].
l l . Mahmut devrinde başlayıp gü­ sında kaç-göç töresinin yürürlükte ol­
nümüze kadar süregelen Batılılaşma duğu o yıllarda, " kaba Türk' lük et­ Bu yolda yazılmış ünlü eserlerin bir
süreci içinde sık sık ele alınan alafran­ mek"ten hoşlanmadığı için, sevgilisi­ tanesi de, Hüseyin Rahmi'nin Şıpsev-
ga (züppe) tipini Tanzimat tiyatro­ ni arkadaşı Rakım'a " prezante" (Fr.
sunda işleyen öteki oyunlar şunlardır: presanter: takdim, tanıştırma) eder. 5 Ethem Pertev Paşa 1 824 doğumlu olduğuna
M . F . , İşte A lafranga ( 1 29 1 / 1 874); Sonunda, artist sevgilisi, onu "yolup göre, fıkrada adı geçen kişinin " Sadaret ket­
�uri, Zamane Şıklan (tarihsiz)9• kül ettikten sonra yüz çevirir . " hüdası Pertev Paşa" ( 1 785-1 837) olması gerek .

İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet Alafrangalığı konu olarak ele alan 6


bk. R. E. Koçu a.g.e. , s. 43
dönemi tiyatromuzda da bu olumsuz ikinci roman, Recai-zade Mahmut
tipin sık sık ele alındığını görüyoruz: Ekrem 'in A raba Sevdası (yazılışı: 7 Şiirin bütünü için bk. R . E . Koçu. a.g.e., s . l 9

İbnürrefik Ahmet Nuri, Yeni Dün­ 1 889) adlı eseridir. 8Türkünün bütünü için b k . Cevdet Kudret,
ya (Dersaadet, 1 3 3 6/ 1 920, sayı: Bihruz Bey bir paşa oğludur. Ornekler/e Edebiyat Bilgileri c. I , 1 980, s . 1 09.
93- 1 00)10; Vedat Nedim Tör, Fevkal­ Yarım-yamalak bir öğrenim gördük­
9B u oyunların konuları için bk. Metin And,
asrfler (oynanışı: 1 928), Köksüzler ten sonra, Felatun Bey gibi o da Ba­
Tanzimat ve lstibdat DlJneminde Türk Tiyat­
(oy. 1 934); Musahip-zade Celai, Sel­ bıali kalemlerinden birine yerleştiri­
rosu, 1 972, s. 336-337
ma ( 1 936); Cevat Fehmi Başkut, lir. Bütün merakı, üstü ve yanları açık
Ayarstzlar ( 1 972), Makine ( 1 972); süslü arabasıyla gezinti yerlerinde do­ 1 0Konusu için bk. Metin And, Meşrutiyet DlJ­
Halit Fahri Ozansoy, Hayalet ( 1 955), laşıp kendini göstermek, alafranga neminde Türk Tiyatrosu, 1 97 1 , s. 1 5 4
vb. ı ı beylerin hepsinden daha şık giyin­ 1 1 Bu oyunların değerlendirilmesi için b k . Sev­
Alafranga (züppe) tipi, roman ala­ rnek, Türkçe cümleler arasında Fran­ da Şener, Çağdaş Türk Tiyatrosunda A hlôk,
nında da, ilk olarak yine aynı dönem­ sızca sözler kullanmak, berberler, Ekonomi, Kültür Sorunları, 1 97 1 , s. 29-3 1 ,
de -İşte A lafranga koroedyasından kunduracılar, terziler, garsonlarla 43-45 . 54-57 58-60 • .

29
270

di adlı romanıdır. yor. Tapınır gibi bir şeyler yapıyor.


Ahmet Mithat, FeHitun Bey ile Ra­ - Buraya gelenlerin içinde Şehim Bey
kım Efendi romamnda, yanlış Batı­ diyorlar bir delikanlı var. Karısı
Waşma ile doğru BatıWaşmayı göster­ Frenk . Kol kola girip sokakta geliyor­
mek istemiş; bunu sergilemek için, lar.
- Şimdi bizim şık beylere kokona ka­
sahte alafranga Felatun Bey ile ger­
rısı almak moda oldu. Ermeni olsun,
çekten alafranga Rakım Efeniliyi kar­
Rum olsun, Çıfıt olsun, Frenk ol­
şılaştırmıştır. Hüseyin Rahmi'nin Şıp­ sun . . . Tek Türk olmasın da ne olursa
sevdi romarnnda ise, alafrangalık tut­ olsun . . .
kunu bir çevre (Meftun ve ailesi) ile - Karısı kocasının kolundan çıkıyor,
aşırı alaturka bir çevre (Kaşıkçılar başka erkeğin koluna giriyor. Birbir­
kethüdası Kasım Efendi ailesi) karşı­ lerinin elini sıkıyorlar . . . Bu karılar
laştırılır. kendi kocalannın yanında başka er­
Meftun'un babası ölünce, amcası keklerle sarmaş dolaş olup mızıka ile
oynarlarmış.
onu okusun diye Paris'e gönderir.
- Çalgıları da hiçbir şeye benzemi­
Meftun orada bir okula yazılmaz, ku­
yor. Görümcem her gün dan dan dan
laktan dalına bilgilerle yetinir, mem­
piyana çalar . . . Kadana beygirleri ge­
lekete alafranga bir züppe olarak dö­ ziniyor gibi güm güm güm ortalığı öt­
ner. (Nitekim, roman, ilkin A lafran­ türür. Bazan da hem çalar, hem be­
ga adıyla bir gazetede tefrika edilm6- raber uzun uzun ulur. . .
ğe başlanmıştı [ 1 90 1 ] . Tefrikası yarı­
da kalınca, Meşrutiyet'ten sonra baş­ Aynı dönemde, Müftüoğlu Ahmet
ka bir gazetede Şıpsevdi adıyla yayın­ Hikmet'in Yeğenim adındaki ünlü
lanruştır.) monologonda da (yazılışı: 1 3 1 6/ 1 900)
Meftun Bey, Erenköy'ünde, baba­ aynı konu işlenir:
dan kalma köş k te alafranga yaşayış Amcası tarafından öğrenim için
hevesine kapılır. Kalabalık bir ailenin Paris'e gönderilen " Yeğen" , orada
başınôadır: annesi, büyükarınesi, kü­ mimarlık, kimya, tarım okuyorum
Osttefi/ozof Rıza Tevfik (1869-1949)'in bir ka­
çük kardeşi, kızkardeşi, teyzesi, tey­ diyerek beş yıl kalır. Adamcağızın pa­
rikatürfJ; yan sayfada: üstte Mai ve Siyah ro­
zesinin kızları, bir Zenci aşçı kadın, rasını yiyip bitirdikten sonra döner. manının yazarı Ha/it Ziya; altta romandan bir
bir uşak, bir Rum hizmetçi kız . . . " Yakalığı bir mermer kuyu çemberi sahne, sağ tarafta oturan uzun saçlı Ahmet Ce­
Meftun, ev halkına alafranga yaşama gibi gırtlağına sarılmış; uzun, kıvır­ mi/'dir. (Servet-i FOnun dergisinden).
kurallarım öğretrneğe kalkışır (Fran­ cık saçları rüzgara tutulmuş bindi
sız yemekleri, alafranga sofrada ye­ tüyleri gibi tersine dönmüş; yeni do­ lara, dekolte olmak için koliarım sı­
mek yeme yöntemi, giyim kuşam, ğan bir çocuğa şilte olacak kadar ko­ vatır, göğüslerini açtırır, kankan oy­
dans, vb .). Sürmek istediği alafran­ caman bir plastron boyıırıbağını göğ­ natmağa" başlar. "Uygarlığı yay­
ga yaşayışı uygulayabilmek için çok süne takmış" , tırnaklarını uzatmıştır. mak" , bu Yeğen'in görevi imiş .
paraya gereksinmesi vardır. Köşk Geceleri yatarken, yumuşasın, parla­ Amcası, bir gün, ona ' 'Doğunun ve
komşusu zengin, fakat cimri ve bağ­ sın diye yüzüne, ellerine krem sürer; Batımn yaklaşamayacağım; Türkane
naz Kasım Efendinin görgüsöz ve bıyıklarım dik durdurmak için, bur­ ve Frengane terbiyenin bütün bütün
bağnaz kızı Edi be ile evlenir. Böyle­ nunun altından kulaklarının hizasına birbirine zıt olduğunu" aniatmağa gi­
ce, birbirine karşıt iki uç bir araya ge­ kadar onları bir bezle sarar. . . "Bun­ rişir; iki yaşayış biçimi arasındaki ay­
tirilir. lar, o kültür ülkesinde beş yıllık ge­ rılıkları 1 6 maddede toplar. Onlardan
Alafranga yaşayışma karşı halkın celi gündüzlü bir sürekli öğrenirnin bazıları şöyle:
tepkisini, yeni gelin Edibe ile komşu­ ürünü imiş . . . Beş yıldan sonra
- Bizde başını açınayıp ayağını çıkar­
su Azize Hamının konuşmalarından Napoleon-kari bir duruş, Humbert­ mak, Frenk' lerde ayağını çıkarınayıp
alıyoruz: kari bir saç, Wilhelm-karİ bir bıyık . . . başını açmak saygı.
Yeni kafa olmak için bu kadar yeter­ - Bizde öteden beri sağda erkek, sol­
- Yemeği el ile yemiyorlar, çatal de­ miş . . . " Evde hiç kimseyi ve hiçbir şe­ da kadın; Frenk'lerde solda erkek sağ­
dikleri o zıkkımı kullanıyorlar. yi beğenmez. Evin düzenini değiştir­ da kadın bulunur.
- Hepsi haline göre Frankçeden bir rneğe kalkışır: Uşaklara kahve getirir­ - Bizde saat 1 2 ya sabahtır, ya ak­
iki lakırdı öğrenmişler. "Söylesen e ! " ken beyaz eldiven giymelerini, ahçı şam; onlarda ya öğledir, ya geceyarı­
diye beni d e zorluyorlar. sı.
İbiş'in kafasına bir beyaz keten tak­
- Sabahleyin kalkınca kocana "bon­ - Frenk'lerin yılbaşı eğlence ile ge­
ke geçirmesini, vekilharç köse kahya­
corna" , sokağa giderken "oravara" , çer; bizde muharrem, yılbaşı bir ma­
akşam üstü "bol s u var" demelisin, mn her sabah tıraş olmasını ister; gü­
tem günüdür.
dedi. nün birinde ahçımn bıyıklarım kes­ - Biz yazıya sağdan başlarız. Frenk'
- (Kocam olacak herif) her sabah rneğe kalkışır; başka bir gün de, " kız­ ler soldan.
yurnruklarıyla: kollarıyla talimler edi- kardeşini piyanoya oturtur, halayık- - Batı dillerinde fazla harfler yazılır,

30
27 1

şapkaları birer birer denerdi ve başı­ parçası oldu; kentten köye kadar her
nı bu başlıkla örtülü görünce, adeta çevrede doğal karşılanıyar.
kendinden geçirdi . " Bu demektir ki, bir zamanlar hal­
B u alafrangalık konusu, çağdaş kın ve yazarların alay ettiği, hor gör­
edebiyatımızda da, Peyarnİ Safa' nın düğü alafranga, alaturkayı yendi. Bu­
Sözde Kızlar ( 1 922), Fatih-Harbiye gün de küçümsenen ve sosyetik, snop,
( 1 93 1 ) , " Server Bedi" takma adıyla bopsti/, vb. diye adlandırılan kişileri
yazdığı Cumbadan Rumbaya ( 1 936), yarınki yaşayışın kurucuları diye gö­
Reşat Nuri' nin Yaprak Dökümü rebilir miyiz acaba?
( 1 930), Abdiiihak Şinasi'nin A li Ni­
zami Beyin A lafrangalığı ve Şeyhliği 1 2Sırası gelmişken burada bir noktaya degin­
( 1 952) romanlarindan geçerek Hal­ mek istiyorum: İ ncelenen eserlerin birinci el­
dun Taner' in Made in U. S. A . (yazı­ den haskılanna başvurmayıp da, dilini sadeleş­
lışı : 1 950) öyküsüne (burada artık tirmek, vb. amacıyla sonradan başkalarının el
uzattıgı baskılardan yararlanmaga kalkışmak,
Fransızcanın yerini İngilizce almıştır)
incelemeciyi önemli yanıimalara ve yanlış yar­
kadar uzanıp gelir. gılara götürüyor. Sözgelimi, Fethi Naci, adı ge­
Bütün bunlar bilinen şeyler. Hele, çen eserinde, Araba Sevdası 'm incelemek için,
Doğu-Batı sorununun; toplumla ya­ F3.zıl Yenisey adlı kişinin • 'konuşulan Türkçeye
çevirdigi" baskıdan ( 1 979) yararlanmış. Yarar­
bancılaşma, alafrangalık/züppelik ol­
lanılan baskı mn ne mene şey oldugunu göster­
gusunun edebiyatımızda işlenişini de­ mek için, Fethi Naci'yi yanlış yargıya götüren
rinlemesine inceleyen çok değerli iki iki noktaya deginmekle yetinecegim:
eserden -Berna Moran'ın Türk Ro­ Babasının ölümü üzerine "bu züppe og­
manma Eleştirel Bir Bakış ( 1 983) ad­ lan" (Böyle diyor roman kahramarn için
lı kitabıyla Fethi Naci'nin Türkiye ' Recaizade. s. 1 9)
de Roman ve Toplumsal Değişme Hayır, öyle demiyor. Diyor ki:
( 1 98 1 ) adlı kitabından 12- sonra, bili­ Paşanın vuku-i irtihiili (ölümü) üzerine
neni özetleyerek yineleyen bu yazıyı mahdum bey . . .
Başka bir örnek:
niçin yazdım?
1 889'da yazdıgı romanda, Yunus Emre'
Niçini şu: 1 826 yılını Avrupalı
nin "Bir garip ölmüş" diye başlayan ünlü
(Frenk) usulüne uygun yaşayışma ge­ dörtlügünü anınası da ilginç. (s. 46)
çişin başlangıç tarihi olarak kabul Romanda yok böyle bir dörtlük. Romanı
edersek, o tarihten Haldun Taner' in " konuşulan Türkçeye çeviren" o Bay Fiizıl Ye­
öyküsünün yazılış tarihi olan 1 950'ye nisey her kimse, esere Rıza Tevfik'ten de bir
fakat okunmaz; bizde ise yazılmaz , kadar geçen 1 24 yılık süre içinde, bir dörtlük ekleyivermiş. (Bu dörtlügü içeren şiir
o tarihte daha yazılmamıştı. Bay Yenisey'in bu
Iii kin okunur. zamanlar alafrangalık/züppelik diye yoldaki marifetleri için bk. Berna Moran,
- Biz mektubun tarihini altına koya­ görülen şeylerin yaygınlaşıp dağallaş­ a.g.e., s. 69-70)
raz, onlar üstüne koyarlar. tığını görüyoruz. Yukardan beri sıra­ Bay Yenisey daha da ileriye gitmiş, zaten
- Bizde "kanaat" bir erdem, onlar­ Türkçe olan sözleri bile yeniden Türkçeleştir­
ladığımız örneklerin şöyle bir dökü­
da ise miskinlik. miş. Şu cümleleri Fethi Naci'nin yaptığı kısa
münü yapalım: alıntıdan alıyorum:
- Bizde bıyıkları tıraş . . .
Setre (ceket) , pantalon, frenkgöm­ Eline her ay yüz elli altın kadar para geç­
Edebiyat-ı Cedide döneminde ay­ leği giymek, boyunbağı (kravat) bağ­ tigi halde . . .
nı teliere dokunan yazarlardan Halit lamak, saçları uzatmak, bıyıkları kes­ Ölçüsöz sarfiyata önce paralardan başlan­
Ziya'nın Aşk-ı Memnu ( 1 900), Safve­ rnek, tiyatroya gitmek, Beyoğlu ya­ dı. Para suyunu çekince . . .
. . . Nihayet o da okutuldu. Mülk olarak ka­
ti Ziya'nın Salon Köşelerinde (yazılı- kasında oturmak, kagir ev yaptır­ la kala Silleyınaniye'deki konakla . . . (s. 4 1 )
ı: 1 898) romanlarını geçerek, Müta­ mak, konuşurken ve yazarken Frenk­
Bunların asılları şöyle:
reke ve Cumhuriyet dönemine gele­ çe sözler kullanmak, çatalla yemek
Her ay eline yüz elli lira kadar bir para . . .
lim: yemek, sabahları jimnastik yapmak , Uluorta giriştigi istihlakii.tii [harcamalara]
Yakup Kadri'nin Kiralık Konak yabancı kadınla evlenmek, karı koca nakitten [paradan] başlandı. Onlar bitin­
( 1 922) adlı romanında, Naim Efendi­ kol kola girip sokakta yürümek, bir­ ce . . .
birleriyle evli olmayan kadınla erkek . . . Nihayet o d a satıldı. Mülk olarak elde
nin damadı Servet Bey alafrangalık
Silleyınaniye'deki konak ile . . .
düşkünüdür. "Türk' ler içinde kimse el sıkışmak, birbirlerine sarılıp mızı­
Çevirmenimiz, lira, ufuorta, bitince, satıldı,
bu Servet Bey kadar ateşle, coşkuyla ka ile (müzikle) dans etmek, kolları elde sözlerini her halde yabancı sayarak, lira
alafrangalığa tutulmarnıştır. " , "Düş- ve göğüsleri açık dekolte giysi giy­ yerine altın, uluorta yerine 61çüsüz, bitince ye­
el bir Avrupa gezisi için hazırlanmış rnek, saat 1 2'yi öğle ve geceyarısı say­ rine suyunu çekince, satıldı yerine okutufdu,
bir bavulu vardı, bu bavulun yanıba­ mak, yazıya soldan başlamak, şapka elde yerine kafa kala demiş.
Dostumuz Fethi Naci, kitabıru ikinci kez bas­
şında bir de şapka kutusu dururdu. giymek . . . tırırsa, Araba Sevdası 'nın Mustafa Nihat Özön
Bazı sıkıntılı saatlerinde bir aynanın Eskiden alafrangalık sayılan bütün baskısını ( 1940) bularak, o bölümü yeniden
karşısına geçip bu kutudan çıkardığı bu şeyler, şimdi, günlük yaşayışın bir yazsın da, keyifle okuyalım.

31
272

1. "Çektiklerimiz " (1911 yılmda Maliye Niizm Cavit Bey ile


Menteşe mebusu Halil Bey, lzmir seyahatlerinde, halk
tarafmdan arabalarınm atları çözülerek çekilmiş/erdi.)
2. Cem 'in babası Dr. Cemal Paşa (Aydede, 1 922)
3. Donkişot ve hemdemi [arkadaşı], (Cem, 1911). (Harbiye
niizm Mahmut Şevket ve Sadrazam Hakkı Paşalar.)

TAHA i
TOROS i
ı

TÜRKL.ı·
KARIKATURUNUN BABASI
.. ..

'

CEMIL CEM
r;;ı!
LJ.J
z
:::ı
o
2
<
rr
;.:
"'
s,
....
"'
""
c


:>;
s::
"'
cı::

2
Ülkemizde mizah ve karikatür sanatı, Tanzimat 'tan çok sonra
filizlendi. Diyojen gazetesinin ilkel denilebilecek karikatürleri,
Düyun-u Umumiye Müdürü Ali Beyin mizah alanındaki denemele­
ri, olsa olsa sessiz patika yolların birer işaret taşları gibiydi. Kari­
katürle mizah sanatının düzlüğe çıkması, Meşrutiyet 'in ilanı ile baş­
lar.
Batı anlamında bu iki sanatı perçİnteyerek Türkiye'ye getiren, üs­
tad Cemi! Cem'dir.
Ü511e sağda: Zevkli ve �engin dekortarla ve Cemi! Cem, karikatürleriyle insanlara fotoğrafların veremediği
antika eşyatarla bir sanat müzesini and1ran bir karakter; bir canlılığı verirdi. O, hicvi çizgilerle bezeyen karika­
Cemi/ Cem 'in evinin bir salonunda oğlu türlerini mizahın görkemli çerçevesiyle süsleyen bir sanatkardı. Bir­
Mehmet Cem ile eşi. birleriyle kardeş sayılan hicvi, mizahı ve karikatürü genel anlamda
Üslle solda: A bdülhamid döneminin son günün olayiarına ve insaniarına uygulamakta büyük bir hüner sa­
y11/annda Cem ve eşi Paris 'te iken. hibiydi. Aslında bu sanat soylu bir teknik, hatta dayanıklı bir yü­
A l11a: Cem, Cem dergisini Ç1kard1ğ1 günlerde.
rek isterdi. Cem'deki meziyet , Tanrı vergisi olarak mevcuttu.

• Hayranlık Uyandıran ilk Çizgiler


Asker doktorlardan Cemal Paşanın oğlu olan Cemi! Cem 1 882
yılında İstanbul'da doğdu.* Altı yaşında iken yaptığı resimler, dö­
nemin sanatçıları tarafından hayranlıkla izlendi. Dokuz yaşına gel­
diğinde yaptığı resimler, ünlü ressamlarımızın üzerinde derin tak­
dir duyguları yarattı . Cemi! Cem'in bu yeteneğinin, gelip geçici bir
heves olmadığı kısa zamanda anlaşıldı .

• Öğrenim ve Memuriyet Hayatı


Cemil Cem, 1 899 yılında Vefa İdadisinden mezun oldu . Aynı yıl
H ukuka girerek, Hariciye Nezareti [Dışişleri Bakanlığı] şehbender­
lik kaleminde görev aldı . 1 903 yılında önce ice, sonra Toulon baş­
şehbenderliği konsolos yardımcılığına ve kançılaryasına atandı . O
sıralarda Osmanlı İmparatorluğunun Paris sefiri olan sanat ve ta­
rihle de sıkı ilgisi bulunan Salih M ün ir Paşanın dik katini çekti . Bü­
yükelçinin Bab-ı Ali 'ye tavsiyesi üzerine, Cemi! Cem, Paris Elçiliği
katipliğine nakledildL
Paris, Cemi! Cem'in sanat hayatındaki tohumu filizlendirdi. Cem
sanat kabiliyetini burada olgunlaştırdı. Bir taraftan da Siyasi Bi­
limler Fakültesine devam ederken dönemin ünlü Fransız ressamla­
rıyla tanıştı.
Paris ona, sanatın sonsuz ufkunu açmıştı. Fakülteyi bitirirken,
keskin çizgilerini de sihirli kalemine taşıyordu . Hatta yaptığı bazı
karikatürler Fransız karikatüristlerince takdirle dergilerde yayınlan­
dı.

• Türk Basınında Cemil Cem


ı 908 Meşrutiyet ilanı günlerinde, Cem il Cem Paris Elçili­
ğinde çalışıyordu. Anavatanda esen hürriyet rüzgarı , onu Paris'te
33
274

--&ttJ

Kendi fırçasmdan
Cemi/ Cem

hayli etkiledi. Bu duygularını çizgilerle belirtmekteki ustalığı


Türk basınına o günlerde yansıdı.
1 908 Meşrutiyet ilanı üzerine ünlü sanat adamlarımızdan Sa­
lah Cimcoz ile Celal Esat Arseven Kalem adlı edebi bir mizah
dergisi yayınladılar. O zamana kadar Türkiye'de türü ve tipi bi­
linmeyen Cem'in karikatürleri bu dergide geniş yankılara ne­
den oldu . Cem, Paris'ten nakledildiği Viyana ve daha sonra Ro­
ma'dan da Kalem dergisine Batı tipli, Batı anlamlı, siyasi ma­
yalı karikatürler göndermekte devam etti.
1 9 1 0 yılında Türkiye'ye dönen Cem, Kalem dergisindeki ba­
şarısını, kendi adıyla yayınladığı bir dergide denemek istedi. Türk
mizahına ve karİkatürüne bambaşka bir renk ve hava getiren
bu dergi, 1 9 1 0 Ekiminde yayınlanan Cenı'di.
Yarısı Türkçe, yarısı Fransızca yayınlanan Cem daha çok
yukarı tabakanın, aydın kişilerin ve politikacıların kapıştığı bir
dergi oldu .
Devrin yönetimini düşündüren, zaman zaman uykusunu ka­
çıran bu mizah dergisinin fiyatı 50 paraydı . Haftada bir yayın­
lanan derginin idarehanesi, şimdiki İstikiiii Caddesinde kapan­
mış bulunan Markiz Pastanesi'nin karşısındaki Kayseriliyan Ha­
nındaydı .
Dergi, 1 6. sayıya kadar Servet-i Fünun sahibi Ahmet İ hsan
Beyin Matbaasında basıldı . Daha sonra yayınını Galata'da Şant
Matbaasında sürdürdü. Sonunda tekrar Ahmet İhsan Matbaa­
sında hasılınaya başlandı . Gazetenin idarehanesi 30.sayıdan son­
ra Beyoğlu' ndan , Bab-ı Ali Caddesindeki 52 numaralı binaya
taşındı.
Gazetenin sorumlu müdürü Cemi! Cem , başyazarı ünlü ro­
mancımız ve mizahçımız Refik Halit (Karay)dı. 30. sayıdan son­
ra, Refik Halit, hükfimetin tutuklaması üzerine, dergiden ay­
rıldı.
Cem dergisi uğradığı değişik felaketler yüzünden -aralıklarla­
üç defa kapandı. 32. sayıdan sonra kapanan Cem 19 Ekim 1 9 1 2
günü, ikinci kere yayma başladı. N e var k i , 4 3 . sayıda tekrar
kapatıldı . Cumhuriyetin ilanından sonra 15 Aralık 1 927'de tekrar
yayın hayatına atılan Cem bu sayısında, vergilerin ağırlığını konu
alan "Ah vergisiz bir memleket olsa" karikatürü üzerine mah­
kemeye verildi. Cemi! Cem bir yıl hapse mahkum oldu. Temyiz
edilen bu davadan Cem güçlükle kurtuldu. Ne var ki yürekli bir
34
275

kişiliğe sahip olan karikatürcümüz sanatını yürekli bir şekilde


sürdürmek istiyordu. 29 Aralık ı 927 günkü dergisinde Recep
ayına değinen bir karİkatüründen alınan Recep Peker Cem der­
gisinin tekrar kapanmasına neden oldu .

eCem'in Güzel Sanatlar Akademisine Hizmeti


Cem yalnız, keskin çizgileriyle fikir dolu bir karikatürist de­
ğil, aynı zamanda karakalemde, sulu ve yağlı boyada hayli eserler
yapmış bir sanatkardı. Resim eğitimi alanında ı 92 ı - 1 925 yılları
arasındaki, Güzel Sanatlar Akademisindeki Müdürlüğü, başa­
rılı hizmetlerle dopdolu olarak geçmiştir.
Son yıllarını Kadıköy'de bir sanat yuvası diyebileceğimiz ko­
nağında, değişik resimler yaparak geçirdi. Karikatürü gülüp ge­
çilecek hafif çizgiler karışımı olarak değil, düşündürücü, k ültü­
re hizmet eden ve yönetimi uyaran bilinçli bir sanat olarak tanı­
tanlardandı. Bizde bu ekolün babası olan Cemi! Cem , özellikle
resmin endüstriye uygulanmasını da savunanlardandır .
Kişiliğinde karikatür tarihimizin renkli kapağını oluşturan Ce­
mil Cem 1 950 Nisanında kalp sektesinden öldü. Hayli ölümsüz
kişilerin yatmakta olduğu Rumelihisarı'ndaki mezarına gömül­
dü.
Kadirbilir hemşehrileri, oturduğu evin sokağına onun ölmez
adını verdiler. Bu sokak, bugünün ekonomik ve sosyal koşulla­
rına ayak uydurarak büyük apartmanlarla eski soylu güzelliği­
ni ve sükunetini kaybetmiştir. Ama, Cem'in oğlu Mehmet Cem ,
babasının anılarıyla dopdolu olan ve baharda sarmaşıkiarın ikin­
ci kata kadar uzandığı bu eski zaman evini gözleri gibi muhafa­
Üslle Cemi/ Cem 'in A kademi M üdürlüğü za etmektedir.
strasmda bir büstü yaptlnuştır. Yukandaki Bu evin dış görünümüne bakıp aldanmamalı. Her odasında,
resimde ünlü karikatiiristimiz kendi biistünı/n antika eşyatarla dolu görülmemiş tabloların yer aldığı zengin de­
etrafma o giinün akademi lıocalannı hayalen kor lar içerisinde bir müzenin uzantısı gibi merhum Cemi! Cem
toplamış ve sihirli fırçasıyla bu salıneyi tabanından tavanına kadar her odasında yaşatılmaktadıre
canlandmmştır. Sağdan itibaren: Heykeltraş
İhsan resmam A vni Lijij, ressam Hikmet On at * Ressam Cemi! Cem'in biyografisiyle ilgili basında ve bazı ansik lope­
ve ressam Sami Yetik. A ltta ün/ii ressamımız dilerde çok yanlış ve gerçek dışı bilgilere rastlanmaktadır. Cemi! Cem'
Feylıaman 'm fırçasmdan Cemi/ Cem. in 1 888 yılında doğduğu, Galatasaray Lisesinden mezun olduğu, Paris'te
Güzel Sanatlar Akademisinde okuduğu, yurda dönüşünde de ticareıle
uğraştığı gibi gerçek dışı bilgilerle ressamımızın hiç bir ilgisi bulunmak­
tadır.

35
XVI. YÜZYIL
BAŞLARlNDA OSMANLI
İMPARATORLUGU
Büyük Türk İmparatorluğunun arazileri.
Avrupa, Asya ve Afrika'da hem öz
toprakları hem kendine bağlı olan araziler
ve bütün beylerbeyilikleri ve diğer viHiyetleri
en iyi şekilde çizilmiş olarak
gösterilmektedir.

1678-1757 yıllarında yaşamış olan Rollandalı


Georg Mattheus Seutter'in b u haritası
1728'de ilk defa basılan A tlas Novus'tan
alınmıştır. Seutter, meşhur h aritacı
Romann'ın yanında çıraklık etmiş, daha
sonraki yıllarda Viyana ve Augsburg'da
h aritacı olarak çalışmıştır. Ölümünden sonra
aynı adı taşıyan oğlu, babasının atlaslarını
yayımlamaya devam etmiştir.

(F. Muhtar Katırcıoğlu Koleksiyonundan)


278

-----....-
..- J -. "'"':""" "'
\ f � -� - -------- --� '"). ....; � -
-..- �� ,j
.'.' .:: -�·
�v

- -: ' -
. . .----,
·:. J . ,.. . �-
-------
.... _.

.::'"1� ' ' _.-.: ı - ·-- ·

.5 - •:... _

..r V.. - J_

� � .J
- ----- -----
� .•..JI' .J.c ... ...;--:--....:..• ,.r . ... .:,� .:.:ı�
-
.s .1 .-} _;,.. � � _##. J...., � 4 :-•..ı' J

. -.- --- .•_ .,;..".: .::.:....ı.:.- .:.: __ .:AJ J .·J �·-.:.:- ,; · ,/'}·� ------)·] -=-·�
_.. . _.-.- . --�· J ,-.: ,� -:-""S: ;..7:..,- � ,;.J .;>.s· r.;..� ..:;- "-- J. j'.J:.

• •-r ... _·,.; ;. ,:-C ..;.�.1.1 �·'- ...:-.r. · ./i.J .:.�ı t r- :._;

Osman l ı Bası n ı ' nda

Yüzyıl önce bu ay
İSTANBUL HAVADİSİ Dr. UYGUR KOCABAŞOGLU mayununda merasim-i teşrifatiyye ifasın­
dan sonra saat ikide araba ile İstanbul ci­
D Dün umum daire-yi h ü kümete Mart hetinde şayan-ı temaşa olanlardan Aya­
maaşı verilrneğe başlanmıştır. ( 1 7 Nisan sofya cami-i şerifi veyahut Bab-ı Viila-yı
1 884) iFADE-İ MAHSUSE Seraskeri Dairesiyle yeniçeri müzesi gezil­
D Cuma günü akşamı keşide buyrulan dikten sonra tahsis olunacak köşkte tilarn
büyük ziyafet-i seniyyede verilen et'ime­ D Tarik gazetesi ba-emri sami üç mah [ay) olunacaktır.
nin [yemekler] defteridir: müddetle tatil olunduğu malum olup * 18 Nisan Cuma: Cuma selamlık resm-i
pactişah-ı merahim-penah [merhametli] ve
Çorba iilisinden sonra yeni küşad olunan tarik­
şehinşah-ı adalet. . . . . efendimiz hazretleri
Börek ten sefarethaneye azİrnet olunacak ve ora­
bu kere dahi kemal- i merhamet-i şahane­
Nomandiya usulü börek lerinden hata-yı acizanernizi af ile gazete­ da süfera ile Avusturya tebası kabul olu­
Alaturka kuzu ınizin bu günden itibaren yine devam-ı neş­ nup, saat dörtte Kağıthaneye ve akşam
Marie Louis usulü tavuk filetosu rine ruhsat-ı seniyye erzan buyurmuşlardır. Yıldız Sarayı humayı1nunda verilecek olan
ciğer Cenab-ı hak ömr-ü şahanelerini efzfin bu­ ziyafet-i seniyyede hazır olunacak.
donmuş paça yursun. Amin. ( 1 7 Nisan 1 884)
* 1 9 Nisan Cumartesi: Üsküdar'da Bul­
salon kebabı
gurlu kariyesine ve avdette Tophane-i
pilav i humayı1n-u mülı1kiinede verilen ziyafet-i Amire ve Tersaneyi temaşa huyuracak ve
yassı kadayıf seniyyede prenses hazretleri taraf-ı eşref­ prenses dahi saray-ı humayı1na azİrnet bu­
dondurma. i h azret-i mülı1kiineden kendilerine ihdii yurup akşam sefarethanede tilarn oluna­
(20 Nisan 1 884) buyrulan [hediye edilen] tacı takmış idi­ caktır.
D Zapliye Nezaret-i A liyyesinden: Mah­ ler. Ziyafet-i seniyyede verilen et'ime [ye­
ı hal-i ruııllnin beşinci Perşembe günü [ 1 7 mekler] şunlardan ibaret idi: * 20 Nisan Pazar: Cadde-i Kebir'de olan
Nisan] saat ü ç buçuk kararlarında zecriy­ Kral kiiri çorba Saint Maria kilisesini teşrif huyurup ve
ye hamallarından Sivaslı Nişan' ı çakı bı­ Nemse Böreği ve Köfte oradan araba veyahut hayvan ile Yediku­
çağıyla sol böğründen cerh iden yine zec­ Alaturka levrek le'den Eyüb'e kadar gezülüp tahsis olu­
riyye hamallarından A vadis nam şahsın Felemenk kiiri fileto nacak mahalde tilarn olunacaktır.
Galata'da derdest olunarak iktizasının İc­ Liyones usulünde kroketli istakoz * 22 Nisan Salı: Çarşı-yı Kebir [Kapalı­
ra kılındığı Beyoğlu mutasarrıflığından İ likli kardön sebzesi çarşı] ve Serasker Kapusu gezilip saat bir
alınan jurnallerden müstebiin olmuştur Yalancı dolma raddelerinde Galata mevlevihanesi ve öğ­
[açıkca anlaşılmıştır] . (20 Nisan 1 884) Soğukluk leden sonra Bursa'ya azimet olunacak . . . .

D Yeni Tiyatro: Evvelki nüshamızda dün Salon ve güvercin kebabı ( 1 7 Nisan 1 884)
Pilav
akşam i cra olunacağını yazdığımız "Leb­ D M üzehane müdiri atıfetiii Harndi bey
lebici Horhor" nam milli opera suret-i Ekmek kadayıfı
efendi hazretleri bu kere Dersaadet'e
mutantana-i fevkaliidede biJ-icra tiyatro­ Napoliten kiiri tatlı
otuzbeş sandık derununda m üteaddit
nun derunu yerli ve ecnebi muteberiin ile Dondurma
asiir-ı atika-yi nefise [eski sanat eseri]
dolmuş ve seyircilerin kesretini tarif içün Meyva
göndermiş ve bu sandıklar M üzehane-i
"iğne atılsa yere düşmez" tabiri mübalii­ (23 Nisan 1 884)
Amire'ye teslim edilmiştir. (24 Nisan
ğadan ari bulunmuştur. (22 Nisan 1 884) D Prens hazretleri hakkında taht-ı 1 884)
D Pazartesi akşamı prens ve prenses ha­ karara alınan resmi program: D Salı günü Galata'da bir takım tulum­
zeriitı ile maiyet-i fehimanelerine mabeyn- * 1 7 Nisan Perşembe: Yıldız Saray-ı hfi- bacılar yekdiğerine teşhir-i silah etmiş ise

38
279

de işe cesamet verilmeyerek, Galata mu­ tirarn eylemişler ve badebu müşarin­ İşte merkı1mların işbu tasmlm ve ta­
tasarrıflığından lazım gelenler derdest ileyhüma hazeratı Dersaadet'ten hareketle savvuru icra içün fırsat gözetmekte ol­
edildiği mesmildur. (24 Nisan 1 884) sabahleyin alaturka saat üç buçukta Ka­ dukları halde içlerinden birisine nedamet
::J Öteden beri ehli namus hanımlarının radeniz boğazından çıkmışlardır. (25 Ni­ ve h idayet gelerek rufekasının [arkadaş­
kapusunu şikest [kırmak] etmek ve yol­ san 1 884) rarının] şu niyet-i fasidanelerini kuvvede
dan mürilr eden bir takım ebi-i i ffet ço­ bırakmak üzere keyfiyeti mahremane su­
cukları çevirmek gibi harekat-ı vahşiya­ rette cenab-ı hükümete tamamiyle ihbar
nede bulunagelmekte olan ve Dersaadet'te eder . . . . ( 1 7 Nisan 1 884)
vücudu her halde muzır bulunan meşhur
beygirci Kör Tosun geçen gece dahi Bo­ DIŞ HABERLER
ğazkesen civarında Hacı Hilmiye kadının
O Ajans Reuter Telgraflan:
kapusunu cebren kırarak, derun-u hane­
* Banka ve büyük tacirler tarafından ve­
ye duhul eylediği mezbure tarafından gö­
rilen patent ve verginin zam edilmesi ve
rülmekle zavallı valdesi çocuğuyla feryad­
. açığın kapanması içün müteaddit yeni ver­
da bu lundukları halde merkilm bila per­
giler tarhı hususuna Rusya imparatoru
va merdivenden yukarıya çıkmakta ol­
hazretleri müsaade eylemiştir . Yeni istik­
mağla biçare mezbure namus belası ola­
raz açık kapamaya sarfedilmeyip nafıa­
rak pencereden kendisini aşağıya attığın­
ya hasredilecektir. (24 Nisan 1 884)
dan dolayı ayağı şikest olmuş ve ol bab­
da polis memuru tarafından gaddar mer­ * Almanya imparatoriçesi hazretlerinin
kilm derdest olunarak Beyoğlu mutasar­ bir nezle-i sadriyyeden [göğüs nezlesi]
A vusturya arşidükü Rudolj [resim dergimiz
nflığına gönderilmiştir . (24 Nisan 1 884) muzdarip olarak yatakta yatmağa mecbur
tarafmdan eklenmiştir]
olduklarını son posta ile alınan Paris ga­
::J Mekteb-i Mülkiyye-yi Şahane'nin ders­
TAŞRA HABERLERİ zeteleri yazıyor. (26 Nisan 1 884)
leri şehr-i halin yirmisinde tatil edilerek
imtihanlara bed'an ve mübaşeret edileceği O Diyarbekir: Diyarbekir'in Cami-i Ke­
işitilmiştir. (27 Nisan 1 884) İLAN VE REKLAMLAR
blr mahallesi ahalisinden ve tuzcu esna­
� Kadıköyü ve Yenibağçe ve Üsküdar gi­ fından Hacı İbrahim ağa tuz satmak üze­ O Tavuk Beslemek: Hayvanatı mezkfue­
bi bazı mevakide her sene mevsim-i sayf­ re dükk1inında bulundurduğu Hıristiyan nin usı11 - ü terbiyesinden ve teksirinden ve
de [yaz mevsiminde} zükilr [erkekler] ve ahaliden ve Katalik milletinden tahminen hastalıklannın tedavisinden ve hin-i teda­
nisvan [kadınlar] tiyatrolara bil-azime (gi­ yirmi beş yaşındaki şakirdini [çırağını] vide lazım gelen edviyenin [ilaçlar] suret­
derek] tenezzüh eyledikleri malilmdur. Bu emniyeti olmak hasebiyle geceleri dahi i istihzarından bahis [bahseden] bulunan
sene idare-i zaptiye tarafından nisvanın ti­ kendi hanesinde yatırır ve yatıp kaldığı kitab Bab-ı All caddesinde 25 numerolu
yatroya gitmeleri men olunduğu şayia-yı odasında daima bulundurur imiş. Karabet efendinin kitabhanesinde beşer
garibesini işittik. Halbuki tiyatrocular Şakir-i merkilm milmiiileyhin işbu em­ guruş fiyatla füruht olunur. (30 Nisan
mahsusen kafesler yaptırıp her güna niyet ve itimadına mukabil aleyhinde ta­ 1 884)
takyidat-ı edebiyyeye itina etmişlerdir . Bu savvur ve tasmlm eylediği facia ibret-i O Henry Nestle 'nin Sütlü Unu: İsviçre'
cihetle bu memnuiyyet-i mervlyenin [riva­ iilem olmağa seza görüldüğünden hervee­ de i ngiltere'nin ala sütünden mamı11 olup
yet olunan yasağın] sebeb-i makulu ola­ hi ati tavzih kılınır: küçük çocuklar için mükemmel nafaka
maz. Umarız ki Nazır-ı Umur-u Zaptiye Şöyle ki: Şakird-i merkilm ağa-yı olan "Nestle"nin mezkilr sütlü unu sütü
Beyefendi hazretleri nisvanımızı tenezzüh­ milma-ileyhin bir torba derununda beş­ az olan validelerin sütü yerine geçtikten
ü terbiye-yi amlz [terbiye edici eğlence] yüz adet lira ve üç torba içinde dahi tah­ başka hem sütten kesilmeğe hem de ha­
vasfına sezaviir olan [uygun olan] tiyat­ minen üç bin adet sim [gümüş] mecidiye zım etmeğe kolaylık verüp i kmal ettirir.
rodan mahrum bırakmazlar. (28 Nisan nukildu olduğunu ve torbalar odasında­ işbu unun birçok hilelerinden sakınmak
1 884) ki dolapta bulunduğunu kendi milletin­ içün her kutu üzerinde bulunan Henry
den ve ehibbasından bir kaç şahsa söyle­ Nestle'nin imzasına dikkat olunmak ik­
İCMAL-İ AHVAL yip bu hane kapısına bir anahtar dahi uy­ tiza eder. (1 7 Nisan 1 884)
durup o anahtar ile bir gece kapuyu aça­
::J Gazetemizin tatilinden beri alıval-i si­ O Emraz-ı hafiyye [gizli hastalıklar]
rak haneye girmelerini ve içeride şakird­
yasiyece şayan-ı tezekkür tahvilat ve ta­ taharriyat-ı cedide-yi fenniyye [yeni bilim­
i merkilm ile birleşerek ağayı bank [bağ­
gayyürat [değişiklik] vukubulmamıştır. sel araştırmalar] üzerine müesses usı11- ü
mak] ve nukildunu gasp ettikten sonra
Dersaadetçe meşgale-yi mahsusa Avustur­ acizanem sayesinde esasen şifayab olur.
gaz tenekesini tandıra tutuşdurarak ha­
ya Veliahdı fehametlü prens hazretleriy­ Hatta vazifede hiç hale! gelmeksizin en
neyi ve belki civardeki evleri de ateşe ve­
le zevceleri prenses hazretlerinin Dersaa­ çok mucib-i meyusiyet olan [üzüntü ne­
rip savuşmalarını meyanlarında tasmlm
det'e bugün vürildları mukarrer bulunma­ deni olan] hastalıklar iyileşir. Gençlik ha­
ve tasavvur etmişler ve güya hane kaza-i
sından naşi lüzum-u ihtirarniyyenin teda­ yatiyetinden ve maraz-ı asabiyyeden ha­
ateş olup ağa-yı mı1ma-ileyh uyumakta
rikine münhasır gibidir . . . . ( 1 7 Nisan sıl olan netayic-i müessifeyi dahi iyileşti­
iken yandığına herkes kanaat ederek bu­
1 884) riri m . Hazm temin olunur. Şu kadar ki
na diğer sebeple müsebbib hatıriara gel­
::J Misajirlerimiz: Fahamet-lü Arşidük meyeceği fikrine zahib olduklarından
hastalığın tamamiyle tarif ve işarı müster­
Rudolf hazretleriyle zevce-i muhtereme­ cadır [rica olunur] . Bir hayli fenni cemi­
kendileri gibi ve belki daha ziyade edep­
leri dünkü gün erkenden Mudanya'dan yetler aziisından Doktor B. Paris'de Pla­
siz ve haydut takımından Ali Hindl nam
Dersaadet'e vürild etmişler akibet-i vü­ ce de Nation Caddesinde 7 numerolu ha­
Kürdü dahi daire-yi babaset ve meşveret­
rildlarında teşrifat-ı umumiye nazırı Mü­ nede sakin. ( 1 7 Nisan 1 884)
lerine almışlardır.
nir Paşa hazretleri taraf-ı eşref-i hazret-i Halbuki şu habis Kürd ise ağa-yı O " Rusya'nın Alıval-i Siyasiyesi": İşbu
padişahiden memilren vapura gidüb milma-ileyhin meyanında kirvelik oldu­ risale Bab-ı All caddesinde kitapçı Kara­
müŞarin-ileyhüma hazeratına taraf-ı eşref­ ğu m ünasebetle daima hakkında riayet bet efendinin dükkanında ve diğer kitap­
i hazret-i taeidariden tebliğ-i iltifat ve ih- eder imiş. çılarda satılıyor. ( 1 7 Nisan 1 884)

39
280

17.
yüzyılın ortalarında
Osmanlı uleması
şiddetli bir kavga
içinde ikiye bölün­
müştü. Kavganın taraflarını şeriatın
katı bir biçimde uygulanmasını iste­
yen ve tarihe "Kadızadeler" diye ge­
çen alimlerle, sufiliği savunan ve da­
ha çok Mevlevl ve Halvetl tarikatia­
rına mensup olan din adamları teşkil
ediyordu . Taraflar görüş ayrılıkları­
nı " 1 6 sorun" etrafında topiamışlar­
dı . 1Zamanın büyük düşünürü Katip
Çelebi, Mizan-ül Hak da� bu sorun­
'

ların en önemlilerini anlatmış, ayrı­


ca kendi görüşlerini de belirtmiştir. 2
Bu yazımda, yukarıda sözünü et­
tiğim din kavgasından hareketle, Os­
manlı toplumsal gerçeği üzerinde bazı
gözlemlerde bulunmak istiyorum. As­
lında Osmanlı devletinde dinsel gö­
rüşlerin aynı zamanda bilim ve felse­
fe yerini tuttuğu gözönünde bulundu­
rulursa, sadece bu ihtilafın incelenme­
si bile ilginç olabilir. Oysa, hemen her
toplumda olduğu gibi , Osmanlı top­
lumunda da din ve felsefe kavgaları,
çoğu kez bir takım zümre ve çıkar
kavgalarıyla içiçedir. Osmanlı vaka­
nüvisleri bu dönernlerle ilgili bol bil­
giler vermekle birlikte, bu ilişkileri bir
bütünlük içinde gözler önüne serme­
mişlerdir. Tarih anlayışları ve yön­
temleri bunun için elverişli değildir.
Bununla beraber, ayrıntılı tarihlerin­
de, yer yer bütüncül bir tahlilin yeterli
unsurlarını ortaya koymuşlardır.
Aşağıda, esas itibariyle o dönem ta­ Bir yeniçeri ağası. (Moeurs et Usages des Turcs 'den)
rihçilerinden aktardığım bilgilerle
XVII. yüzyıl ortalarında bu ilişkile­
rin nasıl somutlaştığını ortaya koy­
maya çalışacağım. Aslında bu dönem

Müftü Bahai Efendi,


gerek Osmanlı tarihi, gerekse Avru­
pa tarihi açısından son derece ilginç-

1 Bu konuda temel kaynak Naima Tarihi' dir.

Bektaş Ağa ve İngiliz


(Haz. Zuhurl Danışman, İ stanbul 1 968), Cilt
5, s. 2091-2 108. Aynca, Ord. Prof. İ . H . Uzun­
çarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt III-[, s. 363-374.
S . 1 .S ha w, History of the Ottoman Empire
and Modern Turkey, Cambridge 1 976, Cilt ! ,

Elçisi:1649-1651
s . 206-207. Türkçesi: Mehmet Harmancı ( İ s­
tanbul: E Yay . , 1982).
( H ammer bu konuda Naima'yı
aktarmaktadır.)
2Kiitip Çelebi, The Balance of Truth (London
1 957).Mizanü'l Hakk fi ihtiyari'l A hakk, sa­
deleştirip notlayarak yayımlayan: Orhan Şaik
Gökyay ( İ stanbul: M . E . B . Yay., 1972), 2. bas.
Tercüman 1 001 Temel Eser dizisi ( 1 980). Prof. Dr. TANER TİM UR

40
18 1

tir. Osmanlı devletinde " fetih savaş­ disi için"devr-i Süleyman"a dönüşü Mehmet Birgevl' nin fikirlerini devam
ları" hemen hemen bitmiş; bu ise, olanaksız hale sokacaktır. Bu değişik­ ettiriyorlardı. Mehmet Birgevl Efen­
devletin maddi kaynaklarını azalta­ liklerin özünde Batılı devletlerin di, Vahablliğin atası İbn Tamiya gi­
rak, "paylaşım kavgaları" nı bir çe­ XVI I . yüzyılın ortalarından itibaren bi Şeriattan en ufak sapmaları bile
şit iç savaş haline getirmiştir. Ayrıca mali reformlara girişınesi ve giderek şiddetle kınayan bir müderristi . Eser­
memuriyetler parayla alınıp satılma­ ulusal bir ticaret ve sanayi siyaseti ge­ leri ve risaleleri çok yaygın bir oku­
ya başlamış ve ulema heyeti de bu ge­ liştirmesi olgusu yatmaktadır. Ger­ yucu kitlesi bulmuş, tefsirleri yapıl­
nel bozulmanın dışında kalmamıştır. çekten İngilizler ve Hollandalılar mış, hatta XIX. yüzyıl başlarında
Osmanlı bilimi, Katip Çelebi, Evliya XVI I . yüzyılın ortasında tarihin ilk Fransızcaya da çevrilmiştir. Mehmet
Çelebi ve Peçevi gibi en üst düzeyde merkantil savaşını yaptıktan sonra, Birgevl Efendinin eseri, Batılı okuyu­
yazarlar çıkarınakla beraber, genel Akdeniz'de, Girit savaşıyla zayıfla­ cuya İslam fanatizminin örneği ola­
olarak bir bulıran içine düşmüştür. 3 yan Venedikliler ve Fransızlar aleyhi­ rak sunulmuştur. Gerçekten Birgevl,
Dönemin yükselen gücü Yeniçeriler­ ne kıyasıya bir rekabete girmişler ve eserlerinde, Şeriat açısından insanın
dir. Yeniçeriler, Osmanlı tarihinde ilk bu ticarette en büyük payı almışlar­ organlarının günahlarını sayacak ka­
defa olarak ( 1 622'de) bir sultanı öl­ dır. Fransa, ancak Colbert'in reform­ dar katı bir yol tutturmuştur: kulağın
dürdükten sonra, önlerine çıkan Si­ larından sonra, durumunu yeniden günahı müzik aletleri dinlemektir; göz
pahileri de hizaya getirmişler ve dev­ düzeltmiş ve 1 685'den itibaren Do­ namahrem insanlara bakınakla gü­
let aygıtına ağırlıklarını koymuşlar­ ğu'da tekrar bir ticari üstünlük kur­ nahkar olur; dil yalan söylediği za­
dır. Il. Osman'ın öldürülmesinden muştur. Bütün bu gelişmelerin Os­ man günah işlemektedir vb.6 İşte bu
sonra, Osmanlı hanedam ile devlet manlı toplumunu yakından ilgilendir­ katı İslam anlayışı ile Birgevl Efendi
ileri gelenlerinin önemli bir kısmı için, diği açıktır. XVII. yüzy1lın ikinci ya­ Osmanlı devletinin, etkisi günümüze
yeniçeriler büyük bir korku ve nefret nsında Istanbul adlı eserinde Fransız kadar süren bir düşünürü olmuştur. 7
konusudur. Bunlar yeniçerileri zayıf­ tarihçisi R . Mantran, şu yargıya var­ Birgevl'yi izleyen yüzyılda, Osmanlı
)atmak için her türlü yönteme, hatta maktadır: "XVII. yüzyılın ikinci ya­ uleması arasında bu geleneği Kadıza­
iç ve dış savaşa başvurmaktadıdar. rısında Osmanlı ekonomisinin vesa­ deler sürdürmüşlerdir.
Naima'nın naklettiğine göre bu döne­ yet altına alınması, iki yüzyıl sonra Kadızadeler Osmanlı tarihinin en
min şiddetli yeniçeri-sipahi kavgala­ imparatorluğun siyasal vesayet altına sert sultanlarından biri olan IV. Mu­
rını bizzat vezirler çıkartmışlardır. girmesine öncülük eder gibi görün­ rat devrinde Saray'da büyük güç ka­
Hatta bunun için, kendi adamlarını mektedir. "5 Oysa Osmanlı uleması­ zanmışlardı. Bizzat Sultanı da etkileri
sipahi kılığına sokarak ve onlara ye­ nın tartışma konuları arasında Os­ altına almışlar ve onun tütün yasağı­
niçeri öldürterek tahrik yöntemleri de manlı ticareti , Osmanlı sanayü, Os­ nı bahane ederek İstanbul'da bir te­
kullanmışlardır. Naima'nın belirtiği­ manlı para politikası vb. gibi konu­ rör havası estirmeye başlamışlardı.
ne göre, bu kavgayı tahrik eden ve­ lar hiç yoktur. Iluna karşılık , nasıl Bu sıralarda Şam'da işlediği bir cina­
zir ' 'Yeniçerilerle sİpahiler birbirleriy­ konular vardır? Tarikatçıların cevaz yetten sonra İstanbul 'a kaçan bir va­
le öldüresiye boğuşmadıkça bize em­ verdikleri dans ve müziğin ("devran iz de Ayasofya camiinde verdiği va­
niyet yoktur. "4 demiştir. ve sema") Şeriata uyup, uymadığı; tü­ azlarla büyük bir şöhret ve güç kazan­

a
tün ve kahvenin haram olup olmadı­ mış ve Kadızadelere katılmıştı . 8 Bir
ğı; Peygamber zamanından sonra direk dibinde verdiği vaazlardan do­
meydana gelen yeniliklerio kabul edi­ layı, kendisine Üstüvanl adı takılan
MAN LI lip edilmeyeceği vb. bu hoca, Kadızadelerin en güçlü ki­
TOPLUMUNUN BUHRAN şilerinden biri olmuştu. Bunlar İstan­

A
DÖNEMiNE GİRİŞİ bul'da rüşvet yoluyla bütün tayin ve
azillerde rol oynuyorlar, mevkilerini
Kısaca Osmanlı toplumu, bu dö­ korumak isteyen sadrazamlar bile
nemde uzun süreli bir buhrana girmiş A SORUN: bunlara yumUşak ve hoşgörülü dav­
ve geleneksel kurumları nitelik değiş­ FİKİR ÖZGÜRLOGÜNÜN ranıyorlardı. Kadızadeler asıl kavga­
tirmeye başlamıştır. Oysa, bu evrimi SINIRLANMASI larını tarikatçılara karşı yönetmiş ve
saptayan Osmanlı düşünürleri, yeni onların sözcüsü durumundaki Sıvas!
durumdaki ilerleme güçlerini teşhis Bu gibi tartışma konuları, bugün Efendiyi baş düşman ilan etmişlerdi.
edip destekleyeceklerine, " Kanun-u ne kadar ilkel görünürse görünsünler, Fakat asıl kıyamet, Sufilere sempati
Süleyman" a dönüşten daha ileri bir aslında çok genel ve temelli bir so­ besleyen Bahal Efendi şeyhülisliim
önlem tasavvur edememişlerdir. Kla­ runu içermektedirler: Fikir özgürlü­ olunca koptu.
sik örneğini Koçi Beyin risalesinde ğü ve sınırları. Tartışmanın tarafla­
bulan bu zihniyet, gözlerini geleceğe rını, daha önce de belirttiğim gibi, İstanbullu bir ulema ailesinden ge­
değil, geçmişe çevirmiştir. Oysa, özel­ Kadızadelerle S u filer meydana len ve ünlü Osmanlı tarihçisi Hoca
likle Batı'da bu dönemde başlayan te­ getiriyorlardı. Saadeddin 'in tarunu olan Bahal
melli değişiklikler, ister istemez Os­ Kadızadeler XVI. yüzyılın ikinci Efendi, müderrislik, kadılık ve kazas­
manlı devletini de etkileyecek ve ken- yarısında yaşamış Osmanlı alimi kerlik gibi görevlerden sonra 1 649'da

41
82

ranbolulu bir şeyhin oğlu olan ve


Konyalı mistik atalardan gelen Cinci
Hoca'nın etkisi altındaydı . Cinci Ho­
ca tüm kadılıkları 3000-4000 kuruşa
satıyor, sonra aynı mansıpları tekrar
satabiirnek için kadıları vaktinden ön­
ce azlediyordu .9 Bu dönemde, padi­
şah bütün sarayları kürkle döşetme­
ye kalkmış ve sarnur kürklerin fiya­
tı on misline kadar yükselmişti. Ar­
tan masraflarla başedilemeyince,
kürk ve arnbere özel vergiler konmuş­
tu. Bu sefahat ve lüks, halka karşı ya­
saklamalarla sürüyordu: Kahve ya­
saklamaları, tütün yasaklamaları, içki
yasaklamaları vb . Aslında daha ön­
ceki sultanlar (I I I . Murat ve I. Ah­
met) zamanında da tüm kahvehane­
ler kapatılmış, ancak bu yasak pek az
sürebilmişti. IV .Murat bütün saltana­
tı boyunca kahve ile birlikte tütün ve
şarabı da yasaklamıştı.

Y
"'ranz Taeschner'in tıpkıbasımını yayımladığı 1 7. yazyıla ait anonim bir minyatar albümfinden
Venedik Elçisinin (Balyos) sadrazam tarafından kabulU.

ıeyhülislfunlığa yükselmişti. Bu göre­ Sultan, yeniçeri ! ağaları ve Üstüvani SAKLAR, DINI


öncülüğündeki ulema takımından BAÖNAZLIK,
vi tarikatçılarla şeriatçıların şiddetle
kapıştıkları bir döneme rastladı. Ba­ oluşuyordu. Kösem Sultan, oğulları SAMUR KORKLER
ha1 Efendi, işgal ettiği mevki itibariyle IV. Murat ve Sultan İbrahim ile to­ Sultan İbrahim 1 642'de, suç tekrarı
ıeriatçıları tutar görünmekle beraber, runu IV. Mehmet'in saltanattarının halinde ölüm cezası da getirerek, tü­
kısa bir süre sonra tütünün yasak ol­ uzun bir kısmında, devlet işlerinde tünü tekrar yasaklayınca, Osmanlı
madığı yolunda bir fetva verdi ve ay­ büyük bir güç kazanmıştı. Kendisi toplumunda "enfiye" devri başladı.
rıca Mevlevilerirt " devran ve sema' '­ Osmanlı tarihinin en güçlü kadını ola­ Bütün bu yasaklardan beklenen, özel­
larını da hoşgörü ile karşıladı. Bu tu­ rak, otuz yıl Saray' da saltanata ortak likle kahvelerin bir muhalefet ve ka­
tum Üstüvani Efendinin başını çek­ oldu. Hiç kuşkusuz, Kösem Sultan bu zan kaldırma yuvası haline gelmele-
tiği Kadızadeleri çileden çıkartmaya büyük kudreti tek başına sağlayamaz­
yetmişti. Bunun dışında Bahai' Efen­ dı. Gücünü ustaca geliştirdiği ittifak­
3 Dönemin "nasihatnarne"lerini bu açıdan in­
di, şeyhülislam olduktan sonra, tayin Iara dayandırdı. IV. Mehmet döne­
celeyen bir inceleme için bak . Hans Georg Ma­
ve terfi konularında, Veziriazam da minde Valide Sultanın temel dayana­ yer, "Die Kritik an den Ulema Osmanisehen
dahil olmak üzere devlet ilerigelenle­ ğı, başta Bektaş Ağa olmak üzere ye­ politischen Traktaten des 16.- 1 8 . Jahrhun­
rinin her türlü haskılarına ve adam niçeri ağaları idiler. derts, " (Temmuz 1977'de Hacettepe Üniver­
sitesinde yapılan Tarkiye 'nin Sosyal ve Eko­
kayırma isteklerine karşı çıktı. Bu tu­ Yeniçeri ağaları (Bektaş Ağa, Mus­
nomik Tarihi (1071-1920) konulu serninere su­
tumuyla yönetici kliği karşısına alan lihiddin Ağa, Kara Murad Ağa, Ka­ nulan tebliğ (Ed. O.Okyar, H . İnalcık) Anka­
Bahai efendiyi artık tatsız bir sürpri­ raçavuş vb.) çok sert bir padişah olan ra 1980.
zin beklediği açıktı. IV. Murat'tan sonra tahta geçen İb­ 4Nairna, age, Cilt 4, s. 1 895.
5R.Mantran, Istanbul dans la Seconde Moitie
Sürpriz, İngilizlerle ilgili nazik bir rahim Sultan'ın zaafından yararlana­ du XVII' Siecle (Paris 1 962)
hukuk sorununun çözümünün Ba­ rak gitgide artan bir güç kazandılar. 6Risale-i Birgevf, (Exposition de la Foi Musul-
ha1 Efendiye havale edilmesi ile orta­ Ancak iktidara tam egemen olmala­ mane, Paris 1 822), s. 37. .
7Encylopedie de /'Islam (Leiden 1 960), Kasım
ya çıktı. Bu olayı anlatmadan önce, rı, İbrahim Sultan'ı tahttan indiren ve
idama götüren ayaklanrnalarıyla ger­ Küfrevi tarafından yazılan "Mehmet Birgevi"
o dönemin iktidar yapısı ve siyasal hi­
maddesi. Tanzimat' ı hemen izleyen yıllarda da,
zipleri ile ilgili bazı bilgiler vermek is­ çekleşti. Sultan İbrahim dönemi Os­ devlet matbaaları Birgevi Efendinin eserlerini
tiyorum. manlı tarihinde, lüksün ve sefahatın defalarca bastılar. Son yayınlanışlanndan bi­
Baha1 Efendi şeyhülislam olduğu en aşırı boyutlara ulaştığı bir dönem ri: sadeleştiren A. Faruk Meyan, Birgivf Vasi­
zaman IV. Mehmet padişahtı. Ancak olmuştur. Bu yıllarda "samur kürk" yetnamesilKadızade Şerhi (İstanbul: Bedir
Yay . , 1 979).
Sultan henüz sekiz yaşında olduğu lüksün simgesi haline gelmiş ve bu 8 Naima, age, Cilt 5, s. 27 1 8
için devlet yönetiminde bir etkisi yok­ devri tarihçiler "samur devri" olarak 9Hammer, Histoire de I'Empire Ottoman.
tu. Dönemin yönetici hizbi Kösem anlatmışlardır . Sultan İbrahim, Saf- Cilt X, s. 1 29.

42
283

S
rini önlemekti. İşte temel nitelikleri fet oluşturuyordu. Güçlü yönetici biz­
bu olan Sultan İbrahim devri, aynı be karşı olan bütün unsurların sempa­
zamanda dini bağnazlığın en yoğun tisini kazanmıştı. İdeolojik düzeyde
olduğu devirlerden biri olmuştur. INIF ESASINA DE Ö İ L , ise, Sufilerin tam desteğine sahipti.
Hammer' in naklettiğine göre, bu dö­ OPORTÜNiZME Bahai Efendinin gücünü, iktidar biz­
nemde, Sultan, Venediklilerin Ege !i­ DAYANAN SİY ASET binin yarattığı antipatİ ve nefret sağ­
manlarına saldırıları üzerine, İstan­ lıyordu. Abaza Hasan Paşa'yı hapis­
bul 'da sayıları 200.000'i bulan Rum Osmanlı siyaseti sınıf esasına da­ ten çıkarmasının gösterdiği gibi, gü­
ve Ermenileri yoketmek istemiş, bu­ yanmıyordu. Yönetici zümre bütün cünün, Anadolu Türkmenlerine ka­
na gücü yetmeyi nce Pera ' daki olarak "sınıf" özelliklerini taşımak­ dar giden uzantıları vardı.
" fren k " leri k at ietmeyi düşün­ la beraber, devamlı bir şekilde kişisel Baha1 Efendi, kimilerinin bekledi­
müştü. 10 Bu girişim güçlükle ön­ çıkariara dayanan bizipiere ayrılıyor ği gibi oyuncak olmadı. Tam tersine
lenmiştir. İbrahim döneminin so­ ve oportünizmden başka bir temeli ol­ dürüst ve cesur bir şeyhülislam oldu .
nunda yeniçerilerin mutlak güç ka­ mayan bu hizipler devamlı " Yurtseverlik " kavramının daha
zanmaları , Naima tarihinde şöyle an­ değişiyorlardı Y Yönetici zümre için­ oluşmadığı bir dönemde, yurtseverce
latılmaktadır: Kürk tutkusunun ese­ de en homojen yapıya sahip olan, en davrandı . Bütün felsefesini, aşağıda
ri olarak Sultan İbrahim "içi ve dışı çok güvenlik içinde bulunan ve bu ha­ aniatacağım ve Naima'nın "garip ve
sarnur olmak üzere, sırf kendilerine liyle sık sık batılı "aristokrasi"ye acaip" diye nitelediği olay ortaya
mahsus murassa düğmeli bir nevi el­ benzetilen ulema kategorisi bile ikti­ koymaktadır. 14
bise icad etmişlerdi. Herbirisi ancak dar kavgalarına göre "parti"lere ay­

E
8000 kuruş ile meydan gelirdi . " 1 1 Bu rılıyor, hatta bazen bizzat bu kavga­
koşullarda ve mali yetersizlik dolayı­ ları başlatıyordu . Batıda ulusal bur­
sıyla, Veziriazam , Sultan hesabına, j uvazilerin ortaya çıkmaya başladığı
çok zengin olan yeniçeri ağalarından ve devlet aygıtının bu gelişimi hızlan­ LAKAYA YATIRILAN
rüşvet olarak san:ıur kürkler istedi . dırret yönde rasyonel girişimlerde bu­ VE AH IRA KAPATl LAN
Ağalar bunu sinirli bir şekilde reddet­ lunduğu bir sırada Osmanlı devleti­ ELÇi
tiler ve böylece veziriazamla araları­ nin arzettiği tablo buydu.
na bir soğukluk girdi. Veziriiizam, in­ I V . Mehmet devrinde, Ağalar­ İzmir'de İngiliz tüccarlarının taraf
tikam amacıyla, yeniçeri ağalarını bir Kösem Sultan-Kadızadeler koalisyo­ olduğu ve konusu 200.000 akçeyi ge­
düğüne davet edip yoketmek istedi. nu, bütün gücüne rağmen Bahal çen bir dava sözkonusu olmuştu. İn­
Fakat durumdan, casusları aracılığıy­ Efendinin şeyhülisliimlığa tayinini ön­ gilizlerle imzalanan ahidnameye (ka­
la zamanında haberdar olan ağalar, leyemedi. Fakat aslında,. tayin biçimi­ pitülasyona) göre, konusu 200.000 ak­
düğüne gitmeyerek kenci!erini kur­ ne ve gerekçesine bakılırsa, bu sıra­ çeyi aşan davalara Osmanlı kadısı ba­
tardılar. Daha sonra veziriiizam, si­ larda Baha1 Efendinin fazla ürküle­ kamıyordu. Ne var ki İngiliz konso­
pahileri tahrik ederek ve yeniçeri­ cek bir yanı da yoktu. Naima' nın an­ losu, küstahça davranışı ile kadıyı si­
sİpahi kavgaları çıkararak amacına lattığına göre, Bahai Efendi, şeyhü­ nirlendirmiş ve onun davayı görmekte
ulaşmak istedi. Bunda da başanya lislam Abdürrahim Efendinin aziin­ ısrar etmesine neden olmuştu. Kadı,
ulaşamadı. Bütün bunlar üzerine, ye­ den sonra, dönemin güçlü kişilerin­ Şeyhülislama yazdığı bir mektupta
niçeriler ağalarının önderliğinde den Müneccimbaşı Hüseyin Efendi­ durumdan şikayet etmiş ve " uğursuz
ayaklanarak Sultan İbrahim'i devir­ nin tavsiyesi ile müftü olmuştu. Hü­ konsolosun padişah emrine aykırı
diler ve önce Veziriazam' ı , sonra da seyin Efendi bu tayin için Sadrazam olarak, düşmana gemilerle buğday
bizzat Sultan'ı katlettiler. Bu sırada, Murat Paşaya şunları söylemişti: alıverdiğini" bildirmişti . Duruma el
sefahat, lüks ve Girit savaşının yarat­ "Bahai Efendi, bir keyif ehli, kendi koyan Veziriiizam , Bahai Efendiyi tu­
tığı pahalılık ve yokluklar yeniçeri ta­ zevkine ve rahatına düşkün bir adam­ zağa düşürmek amacıyla, bu "mah­
banını Ağalar'a yaklaştırmıştı. Bu dır. Onu müftü eyle! " 13 Bahai Efen­ zurlu" işi "bizim çok işimiz vardır"
yüzden iki çıkar çetesi arasındaki sa­ di, anlaşıldığına göre bir "güç" olsun diyerek kendisine yolladı. Bunun üze­
vaş, "halkçı" bir görünüm kazandı. diye değil, tam tersine tamamen zaa­ rine Bahai Efendi derhal Galata'dan
Meşhur Cinci Hoca'nın da katli ve fı yüzünden ve istenilenlere fetva ver­ İngiliz Elçisini çağırtarak, kendisin­
mallarının müsaderesi ile Sultan İb­ mesi umuduyla şeyhülislamlığa geti­ den konsolosu azietmesini istedi. El­
rahim dönemi kapandı. rilmiştir. Buna rağmen yeniçeri ağa­ çi Thomas Bendysh kendinden emin,
IV. Mehmet devri yeniçeriler dev­ ları, bu tayinden hiç de memnun ol­ hatta kaba bir tonla "onu kralımız
ri oldu. Ağalar, Kadızadelerin de des­ mamışlardır. dikmiştir, ben kaldırmaya kildir de­
teğini kazanarak güçlerine manev1 bir Bahai Efendi ne gibi bir ittifak sis­ ğilim" diye cevap verince, Bahai
·
temel sağladılar . Baskıyla ya da çıkar temine dayanıyordu? Bunu somut Efendi büsbütün küplere binip şun­
sağlamayla devlet ricalinin bir kısmını olarak açıklamak durumunda değiliz. ları söyledi. " Bre dinsiz mel'un, siz
da yanlarına çektiler . Bu zümre itti­ Ancak şurası bellidir ki Bahai Efen­ ne güna muahhid geçinirsiniz ki, da­
fakının tüm dallarını ayrıntı ile sap­ di, Osmanlı sisteminin özelliklerine ima din ve devlete hıyanetten geri kal­
tamaya olanak yoktur. uygun olarak, iktidar içinde muhale- mazsınız! Venedik kafirine niçin kal-

43
mekte ve daha önce Bahai Efendinin
de yüzüne güldügünü nakletmektedir.
Zaten bu olaylardan sonra, müftü
Aziz Efendi, halk arasında da, "Bal­
yos Müftüsü" adıyla alaylı bir şekil­
de anılmaya başladı.

O AY ÜZERİNE
BAZI DÜŞÜNCELER
Şimdi bu olay üzerinde düşünelim
ve o devrin gerçeklerini gözden uzak
tutmayarak hükümler vermeye çalı­
şalım. Akla ilk gelen soru şu oluyor:
Bahai Efendi İngiliz Elçisine dayak
attırarak çirkin bir davranışta bulun­
mamış mıydı? Bahai Efendinin dav­
ranışı, hiç kuşkusuz kendi dönemi
için bile yakışıksızdı ve bir şeyhülis­
Him, hiçbir şekilde soğukkanlılığını
"V. Murat bütün soltonatı boyuneo kahve ile birlikte tütün ve şorobı do do yosoklomıştı. Bu ya­ kaybetmemeliydi. Ne var ki, bu gibi
ağa uymoyonlordan,foloka cezası ile kurtulanlar, anında 6/dürülen binlerce kişinin yanında şanslı
ayı/ır/ardı. Fronz Toeschner'in tıpkıbasımı yoyımlodığı 1 7. yüzyıla ait anonim olbümden bir olaylar, Osmanlı saraylarında zaman
başka minyatür: falako sahnesi. zaman görülüyordu. Örnegin, daha
da sonraki tarihlerde, XIV. Louis'nin
{Onlar ve imdatlar verirsiniz? Sizin dan İngiliz Elçisi olayı da patlak ve­ elçisi Osmanlı Sarayında tafralar atıp,
nüfritlikleriniz bitmez mi sanırsı­ rince, agalar derhal Kahya Beyin Sultanın huzurunda Osmanlı adetine
ıız? " Elçi aynı tonda ve .tam bir tüc­ evinde toplandı ve bir müderrisi elçi­ göre eğilmeyince, çavuşlar derhal el­
;ar havasında konuşmaya devam et­ yi kurtarmak üzere müftüye yolladı­ çiyi yatırmışlar ve alnını yere
i: "Bizden her kim kalyon isterse, ki­ lar. Bahai efendi müdenis İbrahim yapıştırmışlardı. 1 5 Bunun için Fran­
a ile veririz, siz de isterseniz veririz. " Efendi'yi "Ağalar bu işe ne karışır­ sızlar ne savaş ilan etmişler ne de el­
�u sözler bardagı taşıran damlalar ol­ lar" diye karşıladı. İbrahim Çelebi' çiyi geri çağırmışlardı. Belki de haber
lu ve İngiliz Elçisi Bahai Efendi­ nin Venedik'le savaşta olduğumuzu; XIV. Louis'ye duyurulmamıştı bile.
lin emriyle önce falakaya çekildi, İ ngiltere'nin gemileri, orduları ve ser­ Kaldı ki Bahai' Efendinin düşmanla­
onra da bir alııra kapatıldı. veti itibarıyla Frenklerin en büyük rı, olayın ahlaki' yönü üzerinde dur­
devleti olduğunu, onunla çatışmanın maktan ziyade, İngiltere'nin' 'yüce"­
Osmanlı devleti için felaket olacağı­ liğini ileri sürüyorlardı . Gerçekten bu
nı anlatması para etmedi. Bahai Efen­ hata tamir eililmeseydi, İngilizler Os­
di, agalara hakaretler yagdırarak, manlıları, ağaların sandıgı gibi mah­
müderrisi huzurundan kovdu. Bunun vedebilirler miydi? Şurasını belirtelim
Veziriazam ve yeniçeri ağaları se­ üzerine yeniçeri ağaları, derhal At­ ki, 1 650'lerin burjuva atılımları için­
inç içindeydiler. Bahai Efendi kuru­ meydanındaki İbrahim Paşa Sarayın­ deki ingilteresi çok ciddi sorunlarla
m tuzaga düşmüştü. Ağalar derhal da toplandılar ve veziriazamdan Ba­ karşı karşıya bulunuyordu. Kral I .
1arekete geçtiler ve müftünün sürüi­ hai Efendinin aziini istediler. Sonuç
nesi için baskı yapmaya başladılar. olarak, Kadıasker Çelebizade Aziz
10Hammer bu bilgileri, batılı bir kaynağa
!:aten Bahai Efendi daha önce de ege­ Efendinin desteğiyle bunq sağladılar.
(Greifenklau raporu) dayanarak veriyor. age,
nen hizbi sinidendiren davranışlarda En büyük rolü Bektaş Ağa'nın oy­ Cilt 1 0, s. 1 1 1 - 1 1 2 .
mlunmuştu. Veziriazam, yabancı el­ nadıgı bu operasyon sonucu, Bahai 1 1 Naima, age, Cilt 4, s. 1 827.
:ilerin arzusu ile Kapudan Paşayı az­ Efendi Bergama'ya sürüldü. ["Bir za­ 1 2Bu konuda sadece Osmanlı vakayinameleri

etmek isteyince, Bahai Efendi sert mandan sonra gelip Ebu Said Efendi okunarak bir fikir edinilebilir. Bir inceleme için
bak . Carter V. Findley, " Patrimonial House­
:ıkmış ve " Din ve devlet uğruna ete­ olayında ikinci kez şeyhülislam ol­
lıold Organization and Factional Activity in the
�ini beline dotayan ve bunculayın !a­ muştu. Safer'in 1 2' nci günü ( 1 064/2 Ottoman Ruling Class" (d. n . 3'te sözü edilen
rık bir adamı azietmek din ve devle­ Ocak 1 654) ölüp evinin karşısında gö­ seminerden).
1 3 Naima, age, Cilt 5, si 2064.
e hıyanettir. Tayin olduğu hizmeti müldü. Yaşı altmışa yakındı . "] Yeri­
14Ibid, Cilt 5, s. 2 103 . Aksi belirtilmedikçe, iz­
�ereğince tamamladı. Balyosların [el­ ne Kadıasker Aziz E fendi müftü ta­
leyen bilgiler de Naima'dandır.
;ilerin] rüşvetini alıp, haksız yere az­ yin edildi . Naima yeni müftüden 1 5 Bu olay hakkında Hammer tarihinde bilgi
etmek ne demektir?" demişti. Arka- "müdara ehli" [dalkavuk] diye sözet- verilmektedir.
Charles'in 1 649'da idamı ile sona
eren bir iç savaşı, Hollanda ve İspan­
ya savaşları izlemişti. Bütün bu olay­
ların kahramanı Cromwell ise, kur­
duğu otoriter yönetim ile halk deste­
ğini kaybetmişti. Ayrıca bu anarşik
gelişim, Akdeniz'deki İngiliz ticaret­
hanelerindeki disiplini de bozmuştu
ve bunlar hiçbir kaideye uymaz hale
gelmişlerdi . 16 Bu durumdan Naima
tarihinde de söz edilmektedir. Buna
göre, İngiliz konsolosu tüccarlada ta­
mamen birlik olmuş ve "ahidname­
Jere [kapitülasyonlara] kendi havala­
rınca nice maddeler eklemişlerdi . " 17
Bütün bunlar gözönünde bulunduru­
lursa, Bahai Efendinin düşmanlarının
gerçek niyetlerini başka yönlerde ara­
mak gerekir.

A KDENİZ
TİCARETİNİN SORUNLARI
BUÖ DA Y KAÇAKÇILIGI
Naima 'mn nakle/liğine gCire bu dönemin şiddetli yeniçeri-sipahi kavgalarını bizzat vezirler rı­
karmışlardır. Resimde Ricaut 'nun kitabından bir sipahi tasviri g6rütayor.

Ağaların çiftlik sahibi oldukları açık­ özetleyelim. Gözü bir türlü doyma­
Osmanlı-Venedik savaşı Akdeniz tır. Biraz sonra sözünü edeceğim es­ yan ağalar, ticari ilişkiler dışında,
ticareti için büyük sorunlar yaratmış­ naf ayaklanmasında, lonca temsilci­ 1 65 1 yılında para spekülasyonuna da
tı. Bu sorunların başında kaçak buğ­ leri ağaları veziriazama şikayet eder­ girdiler. Defterdar Emin Efendi ile
day ihracı geliyordu. Aslında barış ken, derler ki " ağaların Karadenizden arılaşarak, Belgrad ve Bosna'daki ba­
zamanında dahi Osmanlı idaresi buğ­ gelme gemi gemi bakır, fındık, tuz ve zı adamlarına, üçte biri gümüş, geri­
day ihracını yasaklamıştı . Fakat Os­ İzmir ve Akdeniz'den yine getirdik­ si kalay akçeler bastırdılar. Sonra
manlı eyaletleri genellikle devletin ih­ leri şayka şayka sabun ve dirni, sakız bunları zorla esnafa verip, 1 1 8 akçe­
tiyacından fazla hububat ürettikleri falan falan bunca şeyleri bizlere tarh ye bir altın olmak üzere 1 20.000 al­
için, Kadı' nın izniyle meşru bir biçim­ edip, birkaç misli balıalarını alıp, bu tın toplamaya kalktılar. Amaçları bu­
de ihracatta bulunmak mümkündü. kadar zarar çektirdiler. " 19 Bu bilgiler nu da Yahudi sarrafları aracılığıyla ri­
Savaş ya da gerginlik durumlarında ağaların ticari ilişkilerini ortaya koy­ yale çevirmek ve elde edilen 240.000
ise buna izin verilmiyordu . Böyle hal­ maktadır. Onlar buğday kaçakçılığı­ riyali ulufe olarak dağıtmaktı . Bu gi­
lerde kaçakçılık başlıyor ve büyük bo­ na doğrudan katılmasalar bile, muh­ rişim on bin esnafı ayaklandırdı.
yutlar kazanıyordu. Venedik savaşı temelen Osmanlı "intisap" anlayışı Hammer'in Osmanlı tarihinde ilk
yıllarında da durum buydu ve her za­ içinde -yani bir çeşit " hizip politika­ "esnaf ayaklanması" dediği bu ayak­
manki gibi Makendonya, Teselya ve sı" içinde- bunu yapanları koruyor­ lanma sonucu, ağaların adamı Vezi­
Ege kıyıları kaçakçılık merkezi haline lar ve belki de onlardan pay alıyor­ riazam Melek Ahmet Paşa aziolundu
gelmişlerdi . Bu savaş sonrasında Ve­ Jardı. Nitekim, 1 65 1 ayaklanması ve ve yeniçeriler imdadına yetişemeden,
nedikli taeiri er, İngiliz, Fransız ve ağaların tasfiyesinden sonra, "kafir­ Kösem Sultan Saray'da içoğ]arıları ta­
Hollanda gemilerinden yararlanıyor­ Iere buğday satmak" suçuyla bazı taş­ rafından boğularak öldürüldü. Ayak­
lardı . 1 8 Öte yandan, bu savaş bölge ra ağaları öldürüldüler.20 lanmanın yatışmasından sonra ağa­
ticaretinde Yahudi tüccarların önemini Yeniçeri ağaları serbest olsa da ya­ lar, yeni sadrazaını tehdit ettiler. Bek­
İtalyanlar aleyhine artırmış ve ticari sak olsa da, Akdeniz ticaretini çıkar­ taş Ağa, Siyavuş Paşaya "Bizimle ko­
bağlantıları Venedikli Yahudi aileler ları gereği koruyorlardı. Kaçakçılığa nuşmadan niçin mührü aldın? Sana
sağlamaya başlamışlardı . İşte Os­ karşı çıkan Bahai Efendiyi herhalde vezirliği kim verdi?" diye çıkıştı. Bu­
manlı devlet ricalinin bir bölümü, onun için sevmediler ve baskı ile sür­ nunla da kalmayarak, ağalar, Kösem
özellikle yeniçeri ağaları bu çıkar bağ­ dürdüler. Sultan 'ın intikamını almak için bir
lantıları içinde yer alıyorlardı. Peki, ağaların sonu -çünkü Osman­ toplantı düzenlediler. Toplantıya ye­
Yeniçeri ağalarının hububat ticareti lı'da yönetici hiziplerin hep acı bir so­ niçeriler ve zorla bir kısım ulema iş­
ile doğrudan bir ilişkisi var mıydı? nu vardır- nasıl oldu? Yine Naima tirak ettirildiler. Toplantıda ağalar
Buna ait somut veriler bulamadık . Tarihi'nden yararlanarak gelişmeleri bekledikleri desteği bulamadılar ve

45
.
286

1 kendi tabanlarından koptukları açık­ süngunun ucuyla dürtükleyerek çı­ rakmayı tercih ettim. O dönemi an­
ça ortaya çıktı . Toplantıda konuşan kardılar. Bir beygire bindirerek şehir­ latan iki tarihçiyi tekrar anarak söz­
Bektaş Ağa yeni yöneticileri tehdit et­ de gezdirmek suretiyle teşhir ettiler ve lerimi bitirmek istiyorum. Bunlardan,
tikten sonra, "Valide'nin kanım iste­ daha sonra da boğarak öldürdüler. Osmanlı tarihçisi Naima, bütün bu
riz" diye haykırdı . Toplantıya katı­ Diğer ağalar da aynı akıbete uğradı. olayları "garip ve acaip bir iş" diye
lanlardan ses çıkmadı. Sadece yeni­ Ağalar, cesetleri bir süre teşhir edil­ bizlere nakletti. Ahlaki planda hü­
çerilerden biri sakin sakin " Sen Va­ dikten sonra gömüldüler. kümler vermekle beraber, olaylardan
lide Sultan'ın varisi mi oldun? " diye Baba! Efendiden sonra, ağaların toplumsal ve siyasal dersler çıkarma­
seslendi . Bir yeniçerinin bunları söy­ hikayesi de böylece sona eriyor. Gö­ dı. Aynı dönemde Osmanlı Devletin­
leyebilmesi ve hele topluluğun, ona rüldüğü gibi bu, iç açıcı bir hikaye de­ de konsolosluk yapan İngiliz tarihçi
haddini bildireceğine sükı1nunu mu­ ğildir. Fakat öğretici bir hikayedir. P. Ricault ise, 21 elçilerinin savunucu­
hafaza etmesi durumu açıkça ortaya Osmanlı toplumsal güçlerini (saray, su ağaların yiyiciliklerini anlattıktan
koymuştu . Artık ağalarla yeniçeriler ulema, ordu) en üst düzeyde temsil sonra, Thomas Bendysh'i " fevkala­
arasında bir uçurum vardı . Gerçi ye­ eden şahsiyetlerin nasıl biribirierine de bir elçi" diye övdü ve başına. ge­
niçeri ağası soğukkanlılığını kaybet­ düştüklerini ve sonunda nasıl yokol­ lenleri anlatmaya tenezzül etmedi. Bu
memeye, konuşmasını başladığı ton­ duklarını anlatan bir hikayedir. Ger­ iki tarihçinin tutumu, toplumlarının
da bitirmeye gayret etmişti. Fakat ha­ çekten Baba! Efendi İngilizlere feda o günkü durumunu ilginç bir biçim­
ber hemen Saray'a uçurulmuştu. Baş­ edilerek sürülmüş, Kösem Sultan, ye­ de yansıtmıyor mu?
ta Bektaş Ağa olmak üz�re, yeniçeri niçeriler imdadına yetişmeden boğul­
ağaları ertesi günlerde Saray'a davet muş; ağalar ise, servetlerinin tadını çı­
edildiler. Bu davetin anlamını iyice karamadan idam edilmişlerdir. Bu 1 6A.C. Wood, A. History oj Levant Company

anlayan ağalar, kaçıp saklandılar. olaylar zincirini yorumlamaya yara­ (Oxford 1935), s . 56.
17Naima, age Ci lt 5, s . 2 1 02.
,
, Bektaş Ağa, yeniçeriler arasında, yacak bazı bilgileri daha önce verme­ 1 8 R. Mantran, age, s . 53 1 -32.
kendi eski odası olan Samsuncular ye çalışmıştım. Aslında, olup biten­ 1 9Naima, age, Cilt 5 , s . 2 1 36.
odasında saklanmak istedi . Fakat ka­ ler, elbette ki daha ayrıntılı bir tahli­ 201bid, Cilt 5 , s. 2408; izleyen bilgiler de Nai­
bul edilmedi. Bunun üzerinıe bir dos­ li gerektirmektedir. Ancak makale­ ma Tarihi'nden alınmıştır.
2 1 P . Ricault, The Preseni State of the Gıto­
tunun evinde gizlendi. Fakat iş işten min amacı bu değildi . Daha ziyade ol­
man Empire, London 1688 ve Histoire des Tro­
t geçmişti. Saray'dan gönderilen çavuş­ guları sergileyerek, bunlardan çıka­ is Demiers Empereurs de Turcs, ( 1 623- 1 677)
lar, Bektaş Ağa'yı gizlendiği delikten cak dersi okuyucunun takdirine bı- Cilt II, 1 682.

YA P l T
Toplumsal Araştırmalar Dergisi - İ ki ayda bir çıkar
Sahibi, Yayımcısı: Bilimsel Araştırmalar ve Yayın Kooperatifi
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Türker Alkan
TOPLUMSAL ARAŞT IRMALAR DERGISI Yazı Kurulu: Türker Alkan, Halil Berktay, Korkut Boratav,
Nuri Karacan, Yakup Kepenek, Çağlar Keyder, Şevket Pamuk,
SA Y! 49/4 NİSAN/MA YIS 1984 Bülent Tanör, Mete Tu nçay

Yazı Kurulu SUNUŞ


lskender Gökalp EKONOMIDE DVZENLEME KA VRAMI
İLK ÜÇ SAYISINDA ÇIKAN BAZI YAZlLAR:
Sungur Savran YENI LIBERALIZM, AZGELIŞMIŞ
KAPITALIZM, DE VLET 46/ 1 (Ekim-Kasım 1 983)
Nedim Gürsel NAZlM HIKMET VE HALK MASALLARI Korkut Boratav, "Türkiye' de Popülizm: 1 962-76"
Mehmet Genç XV//1. YVZ YILDA OSMANLI EKONOMISI Seyfettin Gürsel, "Osmanlı Toplum Yapısı ve
VE SA VAŞ Kapitalizm"
Korkut Boratav, Gündüz Okçün, Yılmaz Akyüz, " Joan Robinson: Bir Devir Tarih mi
Şevket Pamuk OSMANLI VCRETLERI VE DVNYA
Oluyor?"
EKONOMISI, 1839-1913
47/2 (Aralık 1 983-0cak 1 984)
Yakup Kepenek-Oktar Türe!, "Türkiye Ekonomisinin
ILETlŞ!
1 980'li Yılları ve Geleceği"
Korkut Boratav, POPVLIZM UZERINE BAZI EK NOTLAR
Nuri Karacan, YINE POPVLIZM VSTVNE Mehmet Gündüz, "Gramsc i , - İdeoloji ve İktidar"
48/3 (Şubat-Mart 1 984)
KITAPLAR Nurkut İnan, " Kamu Personelinin Görevine Son
Omit Hassan "ILK DEVLET" NEYE YARAR? Verilmesi"
Halil Berktay BlZIM "TAR/H BILINCI"MIZ Sungur Savran, " Brezilya Mucizesi Üzerine"
NE DUR UMDA ? Donald Quataert, " Reji, Kaçakçılar ve Osmanlı
loanna Kuçuradi BIR TOPL UMBILIMLERI "SOZL OGO" Hükümeti"

46
DÜNYANIN EN İLERi BANKAlARlNDA UYGUlANAN VE
EN SAGIAM ÇEK SİSTEMİ OlARAK KABUL EDİLEN
Ç E K K A R T

Pamukbank
Pamukbank, Çekkart sisteminin gerektir­ kabul eden kişi tarafından
diği tüm güvenlik unsurlarını, işletme yazılması.
Çekkart Çekleri
prensiplerini ve uygulama yöntemlerini • Kart üzerindeki hesap
ülkemizde sağlamayı başarmış vı:-mudisi­ Bu özel çekler Pamuk­
numarasının çek üzerindeki
nin özelliklerinden de aldığı güçle-Tür­ bank'ta Çekkart hesabı
hesap numarasına uyup
kiye'nin, Çekkart sistemini uygulayabilen bulunan mudilere aittir.
oymadığının kontrolü!
ilk bankası olmuştur. Mudinin adı ve soyadı
• Kan ve çek üzerinde
Pamukbank, Çekkart'ın diğer bankalar her bir çekin üzerine
fıligran olarak Pamukbank
tarafından da uygulanabilmesini ve ülke­ tek tek basılmıştır.
yazısı ve Pamukbank
rnizdeki tüm tasarruf sahiplerinin bu Ve Pamukbank Çekkart amblemi bulunup
üstün sistemden yararlanabilmesini temen­ Sistemi özel güvenlik bulunmadığının, ışığa
ni etmektedir. bütünlüğü tutularak kontrolü!
• Kartın kullanım süre­
ÇEKKART SİSTEMİ Çekkart, özel güven
sinin dolup daimadığının
Özel Çekkart hesabı, özel Çekkart kartı unsurlarından oluşan bir
kontrolü!
ve özel Çekkart çeklerinden oluşmaktadır. güvenlik bütünlüğüne
• Çek üzerindeki imza ile
sahiptir.
ilk Çekkart uygulaması
kan üzerindeki imzanın
Ve ülkemizdeki
PAMUKBANK ÇEKKART SİSTEMİ 1 -Filigran aynı olup olmadığının
kontrolü!
Pamukbank'ta Çekkart hesabı bulunan Özel kağıda kimyasal olarak kaydedilen
tüm Pamukbank mudilerinin , kendilerine ve ışığa tutulduk/annda g6rülebilen Ve Pamukbank Çekkart Çeklerine özgü
ait özel bir Çekkart kartlan ve özel Çekkart yazı ve şekillerdir. anında tahsilat güvencesi
çekleri vardır. Pamukbank Çekkart uygulamasında
Pamukbank T.�. her Pamukbank
Çekkart Çekine-belirlenen şartlara eksiksiz
Bu özel kart ve çekler sayesinde fıligrandan, bir güvenlik unsuru olarak
mudiler, bankadaki paralannı, bankaya yararlanmaktadır.
uyu/muş olması kaydryla-30.000 liraya
gitmeden kullanabilme ayncalığını kazan. Çekkart kartları
kadar, provizyon almadan ödeme yapmayı
mışlardır. Günün 24 saati. Yılın 365 günü. ve Çekkart çek­
taahhüt etmektedir.
Yani ber Pamukbank Çekkart Çeki,
lerine fıligran
Gece. Gündüz.
30. 000 liraya kadar anında tahsilat
olarak
...
Pamukbank Çekkart Hesabı Pamukbank
f?üvencesi taşımaktadır.
yazısı ve Pamuk­
Pamukbank'ta bank ambleminin
açtırılan* çok özel -'0=-...:
'""'
...:·
..•_
·.: ..
_ ____ PiüiüiöW.ifı!l� kaydedilmiş olması,
bir hesaptır. Bu he- Işte, tüm özellikleriyle Çekkart!
bu kan ve çekierin
sapla bulunan !a-
taklit edilme
sarruflar-faizsiz
ihtimalini
kalmadan-her an kesinlikle onadan Dünyanın en ileri bankalannda uygu­
-
kullanılmaya hazır kaldırmaktadır. lanan ve en sağlam çek sistemi olarak
beklemektedir. kabul edilen Çekkart'tan (Chequecard)
Ayrıca Pamukbank, hesap sahibine, 2-Özel baskı ülkemizde yalnızca Pamukbank mudileri
her ay, hesabından kullandığı paralann Mudinin adı ve soyadı Çekkart kartı ve yararlanabilmektedir.
miktarlarını ve kullanılış tarihlerini Çekkart çeklerinin üzerine özel bir teknikle
gösteren aylık bir dökümü (eksıre) yazılı basılmaktadır. Bu sayede kartlarda ve
olarak göndermektedir. çeklerde imza ve isim tahrifatı yapılması
imkansız hale getirilmiştir. ÇÜNKÜ PAMUKBANK
Pamukbank T.A..Ş .
3-Kabul-kontrol MUDİSİNE GtNENiR,
tarafından verilmekte Her kişinin, Çekkart çekini
ÇÜNKÜ GÜVEN
�ILIKIJI)IR.
mudinin Çekkart'tan kabulü sırasında
yararlanma önemle uyması
hakkına sahip gereken kural­
olduğunu belge­ lardan oluş­
maktadır.

Q Pamukbank
lemektedir. Mudinin
adı ve soyadı, kartının •Kan
üzerine özel olarak üzerindeki
kırmızı renkli
basılmıştır.
Çekkart numarasm ın,
* Şimdilik lstanbu( Ankara, /zmir, çekin arka yüzüne, çeki
Adana, Bursa,. Tarsus ve Mersin 'deki
Pamukbank şubelerinde açtın/abilmektedir.
289
Geçen saytda bu sayfalarda başlattığtmtz "Kadın " konusuna devam ediyoruz. A ma gelecek ay başka bir sosyal
tarih konusuna geçmek üzere, "Kadın "lar/a ilgili belge ve bilgiler vermeyi bu kere artık keseceğiz.
Eskiden A vrupa 'da, "Fransa kadınların cenneti, atların cehennemi; Türkiye atların cenneti, kadınların cehenne­
mi" diye bir söz vardı. [Fransa 'nın at/ar için kötülüğü, herhalde ağır işlere koşulmalarından, sonra da kesilip yenil­
melerinden ileri geliyor. Türkiye 'deyse, Orta Asya geleneklerine karşılık, dince rnekruh sayılması, at eti yenmesini,
dolaytsıyla at kesimini engellemiştir.]
Korkarız ki, Osmanlı kadınının güç yaşama koşulları, aktardığımız dış kaynaklardan yeterince ortaya çıkmıyor.
(Yerli kaynaklar, o koşulları zaten doğal sayıyor/ar.) Bunun başlıca nedeni, yapıtlarından alıntılar verilen yabancı
gözlemcilerin, genellikle çifte standart kullanmaları, kendi ülkelerinde kat/anamayacakları durumları bizim için hoş­
görme/eridir. Tıpkı şimdi demokrasi konusunda yaptıkları gibi.

Osman l i topl u m yaşay1ş1yla ilgili belgeler-bilgi ler:

IN- II
eEN ESKi TÜRK DESTANINDA DÖRT TÜRLÜ KADlN *
Dede Korkut dilinden ozan aydur:
Karılar dört dürlüdür: Birisi ev yapan sulpdür, birisi solduran sopdur, birisi
dolduran* * topdur, birisi evün tayakıdu, birisi nice söylesen bayağıdur. Ozan, evün
tayağı oldur ki yazıdan yabandan eve bir udlu konuk gelse, er adam evde olmasa,
ol anı yedürür, içürür, ağırlar, azizler, göndürür. Ol Ayşe, Fatma soyudur. Hanum,
anun bebekleri bitsün, ocağuna buncılayın avrat gelsün.
Geldük ol kim solduran sopdur, sabahdanca yerinden uru-durur, elin yüzün yuma­
dan dokuz baziamaç ilen bir küvlek yoğurt közler, doyunca tıka basa yer, elin bögrü­
ne urur, aydur: Bu evi harab-olası ere varaldan berü dahı karnum doymadı, yüz üm
gülmedi, ayağum paşmak, yüzüro yaşmak görmedi, der. Ah nolaydı, bu er öleydi ,
birine daha varayıdum , umarumdan yahşı uyar olayıdı, der. Bunun biginün H anuro
bebekleri bitmesün, ocağuna buncılayın avrat gelmesün.
Geldük ol kim dolduran** topdur, kuşluk uyhudan uyanır kalkar, depdenince ye­
rinden uru-durur; elin yüzün yumadan obanun ol ucundan bu ucuna, bu ucundan ol
ucuna çarpışdurdu, kov kovladı, din dinledi, sabahdan öyledence gezdi. Öyleden sonra
evine geldi, gördü kim uğru köpek, yige dana evini birbirine katmış, tavuk k ümesi ne,
sığır darnma dönmüş. Konşularına çağırur ki: Kız Zeliha, Zübeyde, Ürüveyde, Can­
kız, Can-paşa, Ayna Melek, Kutlu Melek, ölmege yitmege gitmemişidüm, yatacak ye­
rüm gine bu harab-olasıyıdJ; nolayıdı benüro evüme bir lahza bakayıdunuz, konşu hak­
kı, Tanrı hakkı deyü söylerler, der. Bunun gibinün Hanuro bebekleri bitmesün, oca­
ğuna buncılayın avrat gelmesün.
Geldük ol kim nice söylerisen bayağıdur, evine yazıdan yabandan bir udlu konuk
gelse, er adam evde olsa ana dese ki dur, etmek getür, biz de yeyelüm, bu da yesün
dese; bişmiş etmegün bekaası olmaz, yemek gerekdür. Avrat aydur: Neyleyeyim, bu
yıkılacak evde un yok, elek yok, deve degirmenden gelmedi, der. Ne gelürise benüm
sağnma gelsün deyü elin götüne urur, yönün eger ve sağrısın erine döndürür. Bin söy­
lerisen birisini tutmaz, erin sözünü kulağına koymaz. Ol Nuh Peygamberün eşegi as­
lıdur, andan dahı sizi Han um Allah saklasun, ocağunuza buncılayın avrat gelmesün.

* Yayıma hazırlayan: Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkud'un Kitabı (İstanbul: Kültür Müste­
şarlığı Yay . , 1973), s. 3 .
* *Prof. Dr. Talat Tekin, b u sözcüğün doğrusunun , " (oradan oraya) yuvarlanan" anlamına "tut­
duran" olmak gerektiği kanısıdadır. Bakınız: "Some Corrections in Kitab-ı Dede Qorqut," Bom­
hacİ Armağanı [Stadia Turcologica Memoriae Alexii Bombaci Dicata] (Napoli, lstituto Univer­
sitario Orientale- Seminario di Studi Asiatici- Series Minor XIX, 1982), s. 565-66.
49
290

BAZI
SEYAHAT­
NAMELERDE
TÜRK KADlNI

e KADlN ANLAYlŞI
KADlN HAKLARI

Türkiye'de kadınlar güzel, kusursuz ve


beyazdırlar; çünkü sokağa az çıkarlar H '
dışarı çıktıkları zaman d a örtülüdürler . Kadının kocasından
Tabii güzelliklerine sun' i ilaveler yapar­ aynlabilmesi için en
lar, kendilerine çekicilik vermek için ka ş önemli koşullardan
ve kirpiklerini sürme dedikleri siyah renk­ biri erkeğin
li bir madde ile boyarlar. Tımaklarına ko­ yetersizliğinin
kanıtlanmasıydı.
yu kırmızı renkli kına dedikleri maddeyi
Yandaki minyatürde
sürerler. Türk kadınları çok temiz ve ter­ böyle bir diiviiya
tiplidirler, çünkü haftada en az i k i defa bakmakta olan kadı,
hamama giderler, vücutlarında ne kir ne kendisine sunulan
de tüy bulunmaz (bulunur! ) . balmumımdan
yapılma maddi bir
Türkler kadınların cennete gideceğine delili incelerken
inanmazlar ve onları akıllı hayvanlar ola­ görülüyor.
(Hamse-i Ata dan 19.
' ,
rak kabul ederler; onları bir atta olduğu
yüzyıl başı. Topkapı
gibi sadece hizmetlerine alırlar, fakat bir­ Sarayı Müzesi)
çok kadına da sahiptirler ve çok zaın<. J'
sekste kullanırlar [bozuk çeviri! doğrusu:
"kadınları çok olduğu halde, eşcinsel iliş­ e KADlN KOCA INI rusu taşırlar. Fransa'da ve daha başka
yerlerde ki bar bir bayan arabasına biner,
kilere düşkündür ler" olacak] , böylece
terkedilmiş olduklarını gören bu zavallı KADIYA NiYE akşama kadar istediği yerde dolaşır. Hal­
buki burada bir Türk efendisinin karısı
kadınlar kocalarından alamadıklarına
[başka yollardan] sahip olmak için gay­
ŞİKAYET EDER? bütün bir yıl bile evden dışarı çıkmaz. Le­
ret ederler. Onlar çok kıskançtırlar ve er­ histan'da papazlar kaynamış rakıyı, iba­
kekler kadınların bu husustaki zayıflıkla­ det bitineeye kadar soğusun diye mukad­
rını bildikleri için onların başka erkekle- . . . Y\.'niçeri ağası, dün Efendimiz'e me­ des suyun bulunduğu kaba koyarlar, biz­
re görünmesine müsaade etmezler . . . . . . . rasimle bir hediye yollamış. Hediye bir­ de böyle şey olur mu? Bizde ki bar bir ha­
çok güzel çiçekle çeşitli meyveden ibaret­ nım tütün içmiye sıkılır, burada ise hep
Kadınlar kocaları gibi boşanma hakkı­ ti. Sizin buna ne diyeceğinizi biliyorum: içer. Çin'de hangi kızın kulağı daha uzun­
na sahip değiller, eğer kocası ona mecbur doğrusu münasebetsiz hediye, çiçek ha­ sa o daha çabuk koca bulur, bizde böyle­
olduğu şeyleri, ekmek, pilav, kahve, haf­ nımlara gönderilir ve eğer Yeniçeri ağası si olsa ondan kaçarlar. Burada yemeği
tada iki defa hamama gitme parası temin onu bir hanıma yollasaydı takdir ederdirn, parmaklariyle yiyorlar, bizde çatal ve bı­
edemiyorsa, boşanma hakkına sahiptir. ama bir general bir Bey'e çiçek yollasın, çak kullanılır. Ya kibar Tatar kadınları­
Bunlardan birini ona temin edemiyorsa, bunu hiç yakıştıramıyorum, diyeceksiniz. nın burunlarını delerek oraya k üpe gibi
kadın boşanmak için Kadı'nın önüne çı­ Buna karşılık , ben de derim ki: gerçi baş­ koca bir gümüş halka geçirmeleri iyi bir
kabilir, çünkü kocasının, ihtiyaçlarını kar­ ka memlekette bu gülünç sayılır, ama bu­ adet midir? Bu hususlarda hüküm vermek
şılayacak imkanı yoktur. Kadı evine ge­ rada kadına hediye yollanamıyacağını da için o yerin adetlerini bilmemiz lazımdır.
lerek şikayetleri haklı bul ursa, kadının is­ bilirsiniz; hele kadının erkeğe hediye gön­ Belki siz daha, bir Türkün i ki perşembe·
teğini kabul eder. Kocası , adetlerin hila­ dermesi ise, gönderilen velevki bir tek gül akşamını boş geçirse, karısının kadıya şi­
fına kadından yararlanmak istediği zaman bile olsa, ölümü icabettirecek bir suç­ kayette hakkı olduğunu da bilemezsiniz.
[sodomi ] , kadın boşanmak isteyebilir, bu tur. Yeniçeri Ağası da çiçek yollamış, bu da
durumda Kadı'ya gider ve hiçbir şey söy­ Hediyenin bu şekli gerçekten bizim ho­ buranın adeti diyelim.
lemeksizin terliğini ters çevirerek koyar; şumuza gitmez ve bunu biz kadına yakı­
kadı bu dili aniayarak kocayı getirtmek şır hediye sayarız. Ama ne denir, buranın K . Mikes, çev. Sadettin Karatay, Türkiye
için birini gönderir ve bu suçlamadan do­ adeti böyle ve bir memlekette adet ne ise Mektup/an- 1 (Ankara: MEB Dünya Edebiya­
layı erkeğe sopa atılır ve kadın boşana bi­ orada y:ıkışık alır. İngiltere'de kadınların tından Tercümeler- Macar Klasikleri, 1 944), s.
lir. 69-7 1 . Yazar ( 1 690- 1 76 1 ), Avusturya'ya kar­
meyhaneye gitmesine kimse ses çıkarmaz,
şı yürüttüğü bağımsızlık savaşımında yenik dü­
Jean Theve n o t , çev . N u ray Yıldız, çünkü adettir. İspanya'nın bazı yerlerin­ şerek ülkemize sığınan Rakaczi'nin adamların­
1655-1656'da Türkiye (İstanbul: Tercüman de kadınlar kucaklarında -başka yerlerde dandır. Mektuplar, hayall bir Abla'ya hitaben
1 00 1 Temel Eser- 1 20, 1 978), s. 1 37-40. köpek eniği taşıdıkları gibi- domuz yav- yazılmıştır.
50
29 1
dikleri evden artık dışarıya çıkamazlar;
[kendi aralarında sapık ilişkiler olduğu­
na anıştırma ! ]

[Anonim] Fransızcadan çev. Fuat Carım, Ka­


nuni Devrinde Istanbul: dört asır yayınlanma­
dan köşede kalmış çok önemli bir eser ( İ stan­
bul, 1 964), s. 1 26-30
Bu yapıt, Tercüman'ın 1001 Temel Eseri ara­
sında da ( 1 8), doğrudan doğruya İ spanyolca­
sından seçilip çevrildi!!i iddiasıyla yeniden ya­
yımlanmıştır: Türkiye'nin Dört Yi/1 1552-1556
(karş. s. 1 25-28). Fakat A. Kurutluoğlu çevi­
risi, Canın'ın dolaylı çevirisinden çok daha bo­
zuk olduğu gibi, metinden sapıklıklarla ilgili sa­
tırlar da çıkarılmıştır.

• HANEDAN
DAMATLARI
Padişahın kızkardeşleri veya kızları, eş­
lerini kendileri seçebiliyorlar, aileleri de
bunu kabul ediyor. Ama, ne yazık ki da­
matların kaderi hiç de parlak değil. Bir­
çok Türk ·'rkeği, bir sultan hanım kendi­
sine fazla dikkatle bakınca kurtuluşu kaç­
mak ta b:.ıluyor. Ama, zaman olurmuş is­
ter mutlu bir aile babası olsun, ister dört
karısı olsun, Türk erkeği sultan hanımın
eşi olmak için bütün bunları terk etmek
mecburiyetinde kalırmış. Sultan hanım is­
ter genç, ister yaşlı; ister güzel, ister çir­
kin; ister kız, ister on kere dul kalmış ol­
sun erkeğin tereddüt etmeye hakkı yok­
muş. Mevkii ne olursa olsun, sultan ha­
nımla evlenen erkek , gelenek ve kanun­
lara göre yalnız onun kölesi olur, ancak
o çağırırsa yanına girebilirmiş. Etiketin
ananesine göre de, yatağa ancak ayak ucu
tarafından girebilirmiş. Etrafında asil eşi­
nin espiyonları da hiç eksik olmazmış.
Sultan hanımların eşierine yaptıkları
zulüm bununla da kalmıyor. Eşler hasta
oldukları zaman, karılarının haberi olma­
dan tedavi göremezlermiş, zira "Prense­
Usue: Liıle Devrinde kadmlann Kiiğllhane sejas1. (Zennanname 'den, 18. yüzy1l, İst. Univ. Ki.) sin kocasının vücudu yalnız prensese ait­
A ltta: Liıle devrinde meyhanede kadm k1/iğ1yla rakseden tavşanlarla eğlenen mirasyedi. tir" inancı varmış. Abdülmecid'in kızkar­
( H ubanname' den, 18. yüzyii, lst. Univ. Kitapilğ1) deşi Adile Sultanın eşi Mehmed Ali Pa­
şa'nın böbrek sancıları tuttuğu zaman sul­
yoktur ve boşuna kıskanç değildirler. tan hanım izin vermediği için sülük yapış­
e KlSKANÇLlK Çünkü aralarında oğlancılık eksik olma­ tırılamamış, yakı yapıştınlmasına da mü­
VE SAPlKLIK dığından, karılar da buna karşılık bir ça­ saade etmemiş, yalnızca lokman ruhu tat­
re araştırır lar. . . . İçlerinde bazen öyle biki mümkün olabilmiş. (Belki de en iyi­
edepsizler çıkar k i , oğlanları karılarından sini yaptırmış.)
Türkler tek bir noktada haklıdır, o da gizlemezler bile. Hatta yatağına karısı ile Osmanlı prenseslerinin zaman zaman
şudur: kadınları saymazlar ve onlara mut­ birlikte oğlanı da alıp, nisbet olsun diye istediklerini eş olarak seçebilmelerini
fağın avadanlığından fazla bir önem ver­ kadına dokunmayanı dahi vardır. . . mümkün kılan en önemli unsur, bu ülke­
mezler. Hiçbir işte oylarına başvurup . . . Şeriat leri, baştan aşağı yıkanmala­ de değişik, birbirinden ayrı kastların bu­
öğütlerini dinlemezler. Bizde kadın yü­ rını gerektirir. İ şte bundan dolayı, kışın lunmayışı. Hepsi aynı dili konuşuyorlar
zünden hergün çıkan kavgalardan, bıçak­ bile, haftalık bayramlarının arefesi olan ve hepsi aynı ailenin fertleri. İsme tanı­
lamalardan ve ölümle biten dalaşmalar­ perşembe günleri hamama giderler. Yol­ nan herhangi bir özellik de yok. Halk ara­
dan, orada eser yokutr. Herhalde, bizde­ da, gönlü çeken kendini bir maceraya sında hükümdarın gözü bir gün birine ta­
ki hanımların tavsiye mektuplarını aklı­ kaptırmaktan geri kalmaz; çekinmeğe bir kılırsa o kişi " Padişah bana baktı, belki
nıza getirerek, o çeşit narnelerin orada da sebep yok , tanımaz ki çekinsin. Ama ri­ beni yarın vezir yapar" diye içinden ge­
geçip geçmediğini soracaksınız. Geçmez, calin ve pek zengin kimselerin durumları çirebilir. Büyük vezirlerin, sadrazamların
ahçı yamağının ricası bile, bütün hanım­ bambaşkadır; bunların konaklarında ha­ çoğu önceden yalnız birer köleymiş, yük­
ların iltimasından daha tesirlidir. . . . mamları vardır. Bu gibilerin karıları, bü­ sek mevkiye oturunca da oraya layık seç­
[Türk erkekleri] kadar kıskanç insan tün yıl ve ömürleri boyunca, bir kere gir- kin ve saygı uyandıran kişiler olmayı bi-
SI
lirlermiş. Türk ırkında eski çağların irfa­ rak da tanıyamaz. Kadın böylece ifşa ede­
nı ve sınırsız meziyetler hissediliyor. Alın­ mediği veya değerlendirilmeyen asil me­
larında kökten gelen bir asaletin aydınlı­ ziyetlerini içinde yavaş yavaş kurutur; sa­
ğı var, ananelerinde de aynı şey hissedili­ dece kendisinden istenen şeyle alakalan­
yor. maya alışır ve bir çeşit hayvani hayat uyu­ KADINLA RIN
Yüksek mevki sahibi genç adamlar,
isimsiz fakir aile kızları ile kolaylıkla ev­
şukluğu içinde saadeti, saadet olmazsa hu­
zuru bulabilmek için kalbinin ve aklının
CİNSELLİGi
lenebiliyorlar. Umumiyetle de, gençlik gü­ sesini ekseriya kararlı olarak susturur.
zellik ve sıhhatten başka hiçbir zenginliği Onyedinci Ytızyıhn ortalannda
Çocuklarıyla teselli bulduğu doğrudur,
olmayan cariyeler ile evieniyorlar . Padi­ kocası çocuklarını arar ve onun gözünün yazılmış bır Görgü ve Davranış
şahlar da aynı şekilde hareket ediyorlar. önünde sever; ama bu teselli, belki bir saat
Kuralları Kitabına göre
Osmanlı İmparatoruna zaman zaman önce bir başka kadının çocuklarını sevmiş
" Kölenin oğlu" denmesi bir gerçeğe da­ olması, belki bir saat sonra bir üçüncü­
yanıyor: bu ise onun kudretinden, tahta sünün, daha sonra da bir dördüncüsünün
geçme hakkından hiçbir şey eksiltmiyor. çocuklarını sevecek olması düşüncesiyle
72. Bölüm- Kadınları Koruyup
H ükümdarın büyük Türk aileleri ile ak­ buruklaşır. Sevgilinin aşkı babanın şefka­
Gözetmek Gerektiğini Anlatır
rabalık k urmasının ; rekabet ve entrikalar ti, dostluk, itimat, herşey bölünmüş, tek­
yaratmak bakımından mahzurları var. rar bölünmüştür, herşeyin saatleri , tedbir­ Kadınların korunmasına erlermin
Herkes sarayın sırlarını öğrenmek için leri, ölçüleri, merasimleri vardır, herşey ilgilenmemesi, nefislerine uyacaklarm
elinden geleni yapacaktır. Halbuki Çer­ soğuk ve yetersizdir ve sonra, aslında, ka­ dan, her biri gön lünün muradım bul­
kez illerinden gelen genç kızlar için böyle dın için kendisini bir haremağasına mu­ mak , isınet perdesini yırtıp iffel örtu­
birşey bahis konusu olmuyordu . hafaza ettiren kocasının sevgisinde hep sunu çekinmeden parçalayarak onla­
hor gören ve öldürücü bir şekilde aşağı­ rın mahremlere baş-koşmasına yol
La Baronne Durand De Fontmagne, çev. Gül­ layan bir şey vardır. H ü lasa olarak şöyle açar. Aya�ının altına aldığı nefsi de­
çiçek Soyut ürk , Kmm Harbi Sonrasında istan­ demektedir : "Seni seviyoru m , benim ne­ vinm elden çıkıp, iyiyi köt üyü seçme­
bul (İstanbul: Tercüman 1 00 1 Temel Eser-I 1 0, şem ve şerefimsin, evimin incisisin, ama yip çiftleşrnek arzusu ile alçalmasına
1977), s. 1 36-38.
eminim k i , seni bekleyen şu canavar bir sebep olur. Çünkli akıllı kişiler, on­
erkek olsaydı kendini ona teslim eder­ ları el altında tutmayıp da yine ken­
din" . dilerinden i ffet ummak , çıftleşme sı­
e KARI-KOCA Bununla beraber evlilik hayatının şart­ rasında şehveti kabarıp da tatlı tatlı
ları kocanın para imkanlarına göre çok gelip gitmelerinden sonra sakın boşal­
İLİŞKİSİNİN, değişir, hatta birçok kadına bakamayacak ma diye senet almak gibidır. Ve bir su­
SINIFLARA GÖRE kadar fakir olan bir erkeğin tek kadınla
evlenıneye mecbur olmasını bile hesaba
suz nice giınler yandı ktan sonra, bir
içim suya kavuşmuş iken onu içmeyip
DEÖİŞMESİ katmadan bu böyledir . Zengin erkek evi­ de el yıkamakla yetinmek gibidir. Di­
ni de zihnini de karısından ayırmış olarak yelim ki eşsiz kadınların . . d lcehrü­
.

yaşar, çünkü ona bir daire hatta bir ev ve­ ba gibi ve çabuk gelip giden şehvet ale­
Erkek mabedin tanrısıdır, kadın tapın­ rebilir ve çünkü, dostlarını, müşterileri­ ti sopa gibi dinelıniş iken sakın onu
maya mecburdur; kadının gözünde değer­ ni, dalkavuklarını, karıları görülmeden ve çekmesin demek, kadına zinhar sen de
li görünmek ihtiyacında değildir; istediği rahatsız edilmeden kabul etmek istediği çekilme tenbihiııi eylemek , anlamsız
kadını tercih etmiş olması, kadının aşka için ayrı bir ev sahibi olmaya mecburdur. boş bir sözdür. Ve dinlemek mümkün
benzer bir minnettarlık hissiyle arzu etti­ Orta sınıftan bir Türk erkeği, i ktisat se­ olmayan bir dedi-kodudur.
ği sevgiyi vermesine yeter. "Kadın" onun bebiyle, karısına daha yakındır, onu da­
için "zevk" manasma gelir. Bu kelime Anlatırlar k i , Çin ülkesinde . . [?] .
ha sık görür ve daha teklifsizce yaşar. Da­
zihninde doğrudan doğruya bu manada­ adında bir ot olurmuş. Yıldan yıla bel­
racık bir yerde ve mümkün olan en az
dır, bu yüzden telaffuz etmeyi yakışıksız li bir zamanda yetişirmiş. H er kaçan
masrafla yaşamaya mecbur olan fakir
bulur ve hiç telaffuz etmez. "Bir kızım ol­ ki kokusu kadınların bumuna gelir­
Türk erkeği ise, karısı ve çocuklarıyla be­
du" diyecek olsa, " Bir yaşmaklı, bir ör­ miş, her birisi kendini tutamayacak
raber yer içer, yatar uyur ve boş vakitle­
tülü, bir yabancı doğdu" der. Karı koca­ birleşrnek istermiş. Şüphesiz, o ülke­
rini geçirir. Zenginlik ayırır, fakirlik bir­
nın arasında hakiki bir yakınlık da ola­ deki halk , bu halleri bildiği ve pek iyi
leştirif. Fakirin evinde H ıristiyan ailesinin
maz, çünkü aralarında daima, ancak uzun hayatıyla Türk ailesinin hayatı arasında bildiği için, her kişi karısını bir ay ka­
ve sakin bir alışkanlığın berraklığında gö­ gerçek bir fark yoktur. Halayığı olmayan dar kilit altında saklamuş ve mümkün
rünen ruha ait sonsuz derinlikleri gizleyen oldukça gecede, gündüzde çiftleşip
kadın çalışır ve çalışması itibarını ve nü­
bir his perdesi vardır . Bundan başka, ko­ fuzunu artırır. işsiz güçsüz kocasını gidip haklarınış. Çünkü korumayacak olur­
casının ziyaretine her zaman hazır, süslü kahveden veya meyhaneden çekip çıkar­ sa, karı milletinin namuslarının yüzü
püslü, tertipli olan ve bir rakibeyi yenme­ ması ve terlikle döve döve eve getirmesi suyunu yerle bir etmesi kesin imiş. 1şte
ye veya daima tehlikede bulunan üstün­ görülmedik şeylerden değildir. Birbirleri­ bundan bilinir k i , kimi olur ki kadın­
lüğünü muhafaza etmeye her zaman iti­ ne eşit muamele ederler, akşamı evin ka­ ların iradelerinin dizgini ellerinden gi­
na eden kadın, her zaman biraz şuh ol­ pısının önünde yan yana oturarak geçirir­ der, ister-istemez bulduğu adamla dü­
malıdır ve öyledir; efendisinin etrafında ler, tenhaca mahallelerde evin alışverişi­ şüp kalkmaya mutlaka heves ederler­
herşeyin iyi olması icin elinden geleni ni ekseriya birlikte yaparlar ve ıssız bir miş, diye kadınları gayet korurlarmış.
yapmaya ve hatta hüzı.inlüyken bile, ko­ mezarlıkta, bizim memleketlerimizdeki
casının canının sıkılmasından ve kendisin­ namuslu işçi aileleri gibi, karıyla kocanın, Gelibolu Mu�tafa Ali, dilce sadeleştirilip
den nefret etmesinden korktuğundan, ona etrafiarında çocuklarıyla, bir akraba me­ açıldama notları ekle}erek yayıma hazır­
mesut ve neşeli bir kadının güler yüzlü zarının yanında yemek yedikleri görülür. layan: Orhan Şaik Gökyay, Ztyafet Sof­
maskesini göstermeye mecburdur. Koca ra/arı/Mewlidu 'n-nefôis .IT kaviiidi '/ mecô­
da kadını zevce olarak pek tanımaz; bir E . De A m i c i s , çev . B e y n u n A k yavaş, Jis (İstanbul: Tercüman Yay. 1 00 1 Temel
kız kardeş, bir kız evlat, bir kadın arka­ istanbul-1874 (Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., Eser, 1 978J, cilt 1, s. 1 8 1 -82.
daş olarak tanımadığı gibi , onu ana ola- 1 980), s. 27 1 -73.

52
293
Sunuş
• 16. YÜZYILDAN BİR e ZiNA
İstanbul'da Tekfur Sarayı adlı semtte
MUHALA'A ÖRNEÖİ DAVASINDAN oturan dilekçe sahibi bilinen Maful [?] kı­

Budur ki, Beşe binti Toros nam zirnıniye Ser­


1 50 KURUŞA zı Marine adlı Hıristiyan kızı, aydınlık Şe­
riat Meclisine sunduğu dilekçede adı ya­
van veledi Ovaniş mahzarında mezbur benim BARIŞ zılı Zisu oğlu Duvarcı Yani adlı gaynmüs­
zevcim idi. Muhala'a idüb ben mihrimden ve limin yüzüne karşı: "Ben bundan önce İs­
nefaka-i iddetimden geçüb mezbur dahi hul'-i
tanbul'da Fenerkapısı yakınında oturan,
mezburı kabul eyledi deyicek mezbur dahi anı Maruz
mecliste bulunmayan Maryura adlı Hıris­
tasdik idüb b'it-taleb kaydolundu . Hurri­ İstanbu! Kadı Sicili
re rı Evasıt-ı Rabiulevvel 998.
tiyan kadının evinde hizmette idim. Adı
80/v. 73-b.
Mehmed bin Ali El-Hac Ahmed bin Hasan Ca­ geçen gayrımüslim Yani de söz konusu
fer Bey bin Abdullah İstanbul'da Tekfur Sarayı nam mahalde mü­ eve gelip gider ve yatıya kalır insanlardan­
temekkin arz-ı hal iden ma'rifetü-ş-şahs Ma­ dı. Adı geçen Hıristiyan kadın Maryura
Toros kızı Beşe adlı Hıristiyan kadın , rine binti Mafill [?] nam nasraniye Meclis-i
evde yokken adı geçen gayrımüslim Ya­
Ovanis oğlu Servan 'ın önünde, " Bu be­ Şer' -i enverde derun-ı arz-ı halde mesturu'l-ism
ni, dilekçe tarihinden altı ay önce bir ge­
nim kocamdı . Kendisinden nikil.hımı sa­ Dlvarcı Yani veled-i Zisu nam zimml muvace­
hesinde "ben bundan akdem istanbul'de Fe­ ce döşeğime gelip beni zorla zina ve be­
tın almak için, evienirken ondan aldığım kiiretimi izale etti . Hatta altı aylık hami­
nar Kapusı kurbında vaki' giiibe ani' I-meclis
paradan ve ayrıldıktan sonra yeniden ev­ le olduğumdan, gayrımüslim Yani'den şe­
Maryura nasraniyenün menzilinde hizmetde
lenmek üzere bekleyeceğim sürede vermesi olup mersum Yani-i zirnıni tarih-i i'lamdan altı riat kuralları gereğini istemekteyim diye
gereken geçim parasından vazgeçtim; o da ay mukaddem bir gice döşeğüme gelüp beni davada bulundum. O da bütünüyle inkar
ayrılmayı kabul etti" dedi. Adı geçen de cebren zina ve bekaretümi iziile id üp hatta altı etti . Bu yüzden aramızda anlaşmazlık çık­
bunu onaylayınca, istekleri üzerine bu ay­ aylık hamlüm dahi olmağla muceb-i şer'lsin
tıktan sonra barıştırıcıların arabuluculu­
rılma kayıt edildi . 25 Ocak 1 590. mersum Yani-i zimrnlden taleb iderem diyü da'­
ğuyla, ben yazıda belirtildiği üzere dava­
Tanıklar va eyledükde, ol dahi bil'I-külliye inkar idüp
ol vechile beynümüzde ba'de v u k u ' u ' l ­ dan vazgeçti m . Adı geçen Yani de anlaş­
Halit Ongan, A nkara 'nın Il. No. lu Şeriye Si­ müniiza'a ba-tavassut-ı muslihln, ben ber veeh-i mazlığı bitirmek ve düşmanlığı kaldırmak
cili, (Ankara: T.Tarih K . Yay . , 1 974), s. 69. muharrer tasaddi eylediğüm da'va-yı mezku­ üzere malından armağan olarak bana yüz
rumdan fiiriga olup, mersum Yani-i zimrnl dahi elli kuruş ayırıp verdiğinde ben de ondan
kat'an li'a-niza' ve ref'en li'l-husume malından aldıktan sonra adı geçen gayrımüslim Ya­
teberrü'an bana yüz elli guruş ref' ü teslim ey­ ni ile söz konusu işle ilgili olarak kesin­
e SÖZÜNÜ DiNLETMEK ledükde ben dahi bundan ba'de'l-ahz ve'l-kabz
mersum Yani-i zimrnl ile husus-i merkuma mü­
likle herhangi bir davam, anlaşmazlığım
ve düşmanlığım olmayacaktır" diye söy­
İÇİN KADIYA te'allik aslen ve kat'an da'va ve nizii' ve husu­
led i . Adı geçen gayrımüslim Yani de bu
metüm yokdur . " didiğini mersum Yani-i zirn­
BAŞVURAN KOCA . . . ml tasdik idüp bu vechile kat'-ı münaza'a ey­ söylenenleri onayladı ve böylece anlaş­
mazlığı sona erdirdikleri İstanbul Mahke­
ledükleri Istanbul Mahkemesinden huzur-ı all­
Istanbul Kadı Sicili 80/ v. 88-b lerine i'lam olundı. mesinden yüce katiarına bildirildi .
Maruz rı 23 min Şa'biin seııe 2 1 8 23 Şaban 1 2 ı 8 [ 9 Aralık 1 803]

Es-seyyld el-hac Mehmed bin Ali nam kimes­


ne Meclis-i Şer'-i hatlrde zevce-i medhulünbiha­
yı zatı Fatıma Hatun binti Mehmed Sa'ld Efen­
di mahzarında: " Mezbure Fatıma Hatun zevce­
i medhulünbiham olup lakin bana ita'at ve in­
• isLAM KADlNININ ECNEBİ ERKEKLE EVLENMESi
kıyad itmemeğle su'al olunup bana ita'at ve in­ Müslüman kadın, ancak Müslüman er­ Yay . , ı 966) 34-35 'inci sayfalarından alıntı
kıyad i tmek üzere mezbure Fatıma Hatun ten­
kekle evlenebilir. Müslüman olmayan bir yapıyor.]
blh olunmak matlubumdur." diyü da'va itdük­
erkekle (evlenmesi yasak olduğuna göre) Amaç, Sünni kadırun Şii kocaya verme­
de, ol dahi ber-vech-i muharrer ikrar ve i'tiriif
itmeğin, mucibince zevc-i mezbur Es-seyyld El­ evlenmeden ilişkide bulunursa, kuramsal mekse, Buyruldu-i Ali bu amacı çok aş­
hac Mehmed'e itii'at ve inkıyad itmek üzere olarak, recmedilmeye (beline kadar top­ maktadır . Her Osmanlı kadını Sünniyül­
mezbilre Fatıma Hatuna tenblh olunduğı Istan­ rağa gömülüp taşlanarak öldürülmeye) mezhep değildir ki; pekala Şii de, Alevi
bul mahkemesinde huzur-ı alllerine i'lam olu­ varacak kadar ağır cezalara çarptırılır. de, Hıristiyan da, Yahudi de olabilir. Ay­
nur. rı 2 Muharrem sene 2 1 9 . Onun içindir ki, gayrımüslim bir erkek nı şekilde, her İran uyruklunun da ille Şii
Müslüman bir kadın almak isterse, din de­ olması gerekmez. Ferman bu haliyle, ör­
Sunuş ğiştirir, din-i mübin-i İslamla müşerref neğin bir Osmanlı Ermenisinin bir İ ran
Ali oğlu Seyyid Hacı Mehmed adlı kim­ olur. (Gayrirnüslim kadınınsa, Müslüman Ermenisiyle evlenınesini bile engellemek­
se Yüce Şeriat Meclisinde, gerdeğine kendi bir erkeğe varmak için din değiştirmesi ge­ tedir. Bu yasak, Cumhuriyet döneminde
girdiği karısı Mehmet Sait Efendi kızı Fat­ rekli değildir. ) de iki buçuk yıl kadar yürürlükte kaldık­
ma hamının önünde " Söz konusu Fatma İslam'ın içindeki Sünni-Şii bölünmesi tan sonra, 5 Mayıs 1 926 tarih ve 824 sa­
gerdeğine girdiğim karım olup, fakat be­ bakımındansa, bu ayrım daha bile keskin­ yılı kanunla kaldırılmıştır.
nim sözlerimi dinlememekte ve bana uy­ dir. Sünni bir erkek veya kadının karşı
mamakta olduğundan, sorguya çekilip, cinsten bir Şiiyle evlenmesi caiz görülmez. [Rona Aybay, yasanın adında eski Buyruldu'
sözlerimi dinlemek ve bana uymak üzere Hatta bu yasaklama, uyrukluğa bağlana­ ya dayanan Nizamnameyi "ilga eden" değil,
Fatma Hamının uyarılmasını istiyorum" cak kadar ileri götürülmüştür. Gerçekten, "muaddil" (yani değiştiren) Kanun denilmesi­
diye dil.vii etmiştir. O da yazıda bildiril­ ı ı Rebiyüliihır ı 237 ( 1 822) tarihli ne, metninde de "Türk kadınlarıyla İranilerin
diği üzere suçlamayı kabul ve itiraf etmiş­ Buyruldu-i Ali'ye göre, Osmanlı teb'ala­ evlenmeleri hakkındaki memnuiyet kaldırılmış­
tır" hükmünün yer almasına bakarak, aslında
tir. Şeriat hükümleri uyarınca adı geçen rının İran teb'alarıyla evlenmeleri kesin­
her iki cinsi de kapsayacak biçimde, genel ola­
Kocası Seyyit Hacı Mehmet'in sözlerini likle yasaktır. [Rona Ay bay, Kadının Uy­
rak konulan yasağın, acaba yalnızca kadınlar­
dinlemek ve ona uymak üzere adı geçen rukluğu Ozerinde Evlenmenin Etkisi baş­ la ilgili bölümü mü kaldırılmıştır diye soruyor
Fatma Hanıma uyarıda bulunulduğu İs­ lıklı çalışmasında (Ankara: SBF Yay . , (s. 71/dn . 24). Yani kanunun liifzına göre, Türk
tanbul Mahkemesinden yüce katiarına bil­ 1 980), s. 69, İ lhan Unat'ın Türk Vatan­ erkeklerinin İ ran uyruklu kadınlarla evlenıne­
dirilir. 2 Muharrem 1 2 1 9 [ 1 3 Nisan 1 804] daşlık Hukuku kitabının (Ankara: SBF leri hala yasaktır!]

53
2l)4

Doğuda köleliğin utanç vermek bir ya­ Türk kadim (iislle)


na, genellikle şan şeref ve en ileri mevki­ Rum kad1m
lere ulaştıran bir yol olduğu bilinmekte­ (VIllustration' un 1857
dir. Üst yöneticilerin çoğu eski azatlılar­ y1lma ait bir
dır. Jlatta Sultanlar bile cariye çocukla­ say1smdan)
rıdırlar. Devlet yasaları , hükümdar ların,
imparatorlukta yaşamakta olan aileler dileri için övünç k aynağı olan taşkın çiz­ ufak düğmeler, işlemeler ve kurdelelerle
arasından kendilerine bir eş seçmelerini gilere sahiptir. Türkler Arapların aksine süslüdür. Elbisenin bol kısmını keşmir ve­
yasaklamıştır. Son yıllara kadar savaş ve dolgun vücutları pek makbul sayarlar. ya acem şalı sarar. Hanımlar kendilerine
korsanlık, İstanbul haremlerini Rum, Güzel, gören göze değişiktir. çekidüzen vermek istedi k leri zaman elle­
Gürcü, Çerkez, hatta uygar ülkelerin kız­ Türk kadınının sokak kıyafeti pek sa­ rini bu şalın arasına sok ar , üç eteklerinin
ları ile donatmıştır. Irk karışımının top­ dedir. Bütün vücutlarını saran ferace toz ucunu gene o şala iliştirirler. Aralık bü­
lumsal ilerlemenin başlıca sebebi olduğu­ pembe, havai mavi, açık yeşil gibi uçuk rümcük gömlekleri hiç bir korsenin des­
nu savunan fizyolojik teorilere göre, bu renkte tiftik veya şayak tan yapılan uzun teğine ihtiyaç göstermeyen göğüslerini
en güzel insan soyunun en imtiyazlı ka­ ve bol bir giysidir. İ nce muslinden olan meydana koyar. ,(( orse de tıpkı krinolin
dınlar karışımının üstün sonuçlar meyda­ ve yaşmak denilen bir örtü yüzlerini ta­ gibi Doğuda bilinmeyen bir işkence ara­
na getirmesi gerek irdi. Ama, ister İslami­ mamiyle gizleyerek , rastıkla çatıklaştırıl­ cıdır. Bu şekilde zırhlanmış ve çemberien­
yetİn etkisi, ister istibdat veya her iki se­ mış kaşların altında s ürmeyle daha bir miş Avrupalılar Türklerin alayına hedef
beple olsun, ortaya ancak şekil yönünden canlılık kazanmış gözleri meydanda bıra­ olur. Onlara göre bu kadınlar bütün çe­
göz alıcı, fakat zeka bakımından olduk­ kır. Müslüman kıskançlığının sırtına ge­ kiciliklerini terzilerinin becerisine borçlu­
ça basit bir geçiş ırkı meydana gelebilmiş­ çirdiği bu kılığa girmezse hor görüleceği­ durlar.
tir ki, bunlar Osmanoğullarının başlangıç­ nin bilincinde olan kadın ortalıkta görü­ Entarilerinin üstüne İstanbullu hanım­
ta oynadıkları parlak rolü sürdürememiş­ nemez. Ne varki, yaşa ve Havva kızları­ lar, her zaman şayak veya kadifeden sır­
lerdir. nın süse düşkünlüğü nisbetinde yaşmak malı, işlemeli, mevsimine göre kürklü bir
Biz de kimsenin hak kını yememiş ol­ daha yukarıdan ve aşağıdan tutulabilir, hırka giyerler. Ayakları nda, şalvarlarının
mak için, bu yazıya hakim ırk durumun­ daha saydam veya kalın olabilir. Güzel­ dalgalı kıvrımlarının k ısmen örttüğü sa­
daki Türklerden başlayalım. liklerinin sırrını taşımak kadınlar için, he­ rı keçi derisi papuçları vardır . Süslenme­
Türk kadınının yüzünde eski dünyanın le evlerde kapalı yaşayanlar için ağır bir de benliklerini en çok belirten saç tuva­
değişik soylarından gelme bazı izler bu­ yüktür. Bir nevi sabahlığa benzeyen ferace Jetlerine gelince, pek zariftir. Omuzları­
lunmakla beraber, Doğulu tipi egemendir. bile endamlarını ele verir. na ve sırtiarına d üşen ince örgülü siyah
Yüz çizgileri genellikle pürüzsüz, düzgün­ Eve girer girmez ilk işleri bu kılıktan saçlarının üstüne kırmızı, uçuk mavi, toz
dür; gözleri iri siyah, elmacık kemikleri kurtulmaktır. Sarı renkte ayakkabılarını pembe, üstü pullar, tüller ve kreplerle süs­
belirgin , burun kemertic e, ağız muntazam çıkarır ve kıyafetleri ile kalırlar. lü, sırma arabeskler işlenmiş, hatta inci­
ve kırmızı, boy orta. Heryerde olduğu gibi M odası pek seyrek değişen bu giysi ipek ler ve kıymetli taşlarla bezenmiş bir ho­
oralarda da, tam anlamı ile kusursuz gü­ veya muslinden b ir şalvardır. Üstüne ön­ toz oturturlar. Gerdanlık, bilezikler, bü­
zele az raslanır. Bu sıfata layık olanlara den ve kalçadan it ibaren iki yanı yırtmaç­ tün yeryüzünde olduğu gibi zorunludur.
ancak bulfiğ çağına yak laşanlarda gözle­ lı, arkası saray kıyafetlerinde olduğu gi­ Bazı gezginlerin ve özellikle Bay B. Pou
nebilir. Saray ve burjuva sınıfının kadın­ bi kuyruklu bir üç etekli giyerler. Açık ve joulat'ın iddia ettiği gibi Türk kadınının
ları anormal derecede şişmandır ve ken- geniş kol ağızları tıpkı elbisenin önü gibi günlerinin yarısını süslenmekle geçirdiği
54
mektedirler. Kadınlar da tıpkı erkekler gi­
bi kendilerini lüzumlu kılınayı başarmış­
Yahudi kadim (üstte) lardır . Bağımsızlık hareketi esnasında ha­
Ermeni kad1m reme sızınayı başarmış olanlar hemşerile­
(Aym dergiden) rİnİn nüfuzunu yaymakta bir hayli başa­
rılı olmuşlardır.
doğru değildir. Parfümlere karşı aşırı düş­ cıların bitip tükeornek bilmeyen anlattık­ Rum kadınının güzelliği ve tipi tarife
künlükleri ise, tıpkı çiceklerin gizli dili gibi larını dinleyerek öldürürler. gerek duyulmayacak kadar bilinmektedir.
şairterin yakıştırmasıdır. Batı Avrupa Evlerinden dışarı çıkmayan hanımiara Bazı ailelerdeki kadınlar, Müslümanlar ve
kentlerindeki süslü kadınların bosa har­ kentin dedikodusunu getiren bu hatunlar tatlısu frenkleri arasında giyilmekte olan
cadıkları vakitlerini, onlar abuk sabuk harem de hoş karşılanıp ağırlanırlar. doğulu kıyafete rağbet etmektedirler.
bir moda uğraşı içinde geçirmezler. Bü­ Bizim genellikle yakıştırdığırnız gibi, Ama bunu son derece artist ruhlu olan
tün Doğulu kadınlar gibi Türkler de he­ kadm, Türkiye'de aşağılanrnış değildir. ırkiarına vergi bir zevk ve zerafetle başar­
men hemen giyinik yatarlar. Müslüman kadınının kamu işlerinden tü­ maktadırlar. Seçkin kadınların çoğu ala­
İstanbullular saçlarını her gün tarama­ müyla habersiz yaşadığını ve haremde ço­ franga giyinirler. Ne var ki, saç tuvaJetle­
yan incecik örgütere bölerler. Birçokları­ cukca işlerle uğraştığını sanmak, Avrupa' rinde ve süslerinde ince bağlarla bağlı bu­
nın hala ellerine yaktıkları lana uzun da oldukca yaygın bir yanılgıdır. Osmanlı lundukları Avrupa-Asya karışımı bazı de­
ömürlüdür. Törelerio eviilere bir arınma tarihinin her yaprağında, önemli olaylar­ ğişiklikler bulunur.
aracı olarak emrettiği h amama ise en var­ da kadın parmağı görülür. Eskiye oranla Rum kadınları oldukça kapalı yaşarlar.
lıklılar bile haftada ancak bir veya iki defa bugün yüksek kademedeki yetkililerin eş­ Ne de olsa İslam gelenekleri bir çok yer­
gider. Zengin Müslümanlar birbirlerinden leri, devlet idaresi işlerinde gözle görülür de Hıristiyan geleneklerine yansımıştır.
kumaşlarının güzelliği, genellikle zevkten etkinliklerini hissetirmeye başlamışlardır. KiJiselere büyük bir inançla ve sürekli de­
çok bollukla kullar dıkları mücevherleriyle Evlenmek için devlet erkanırun, hatta Sul­ vam ederler. Ancak, kafesli galerilerde otu­
ayırd edilirler. Ama ne varki bu da onla­ tanın hareminden çıkma cariyeler, koca­ rurlar. Erkekten kaçmadıkları ve büyük
rı ancak Parisli kadınlar kadar meşgul larının, hısım akrabalarının hırsını tatmin bir özgürlük içinJe oldukları halde ken­
eder. için faydalandıkları münasebetlerini sür­ dilerini orada görüp tanıyan bulunmaz.
Müslüman kadınlarının günlerinin bü­ dürürler. Gene de, erkeklerle aynı düzeyde olduk­
yük bir kısmı el işleri ile geçer. Şunu da Osmanlılardan sonra İmparatorluğun Iarını sanmak yanılgı olur. Erkeğin kadı­
belirtmek gerekir ki, bunda büyük hüner yoğun niıfusunu Rum Ortodoks mezhe­ na güveni azdır, boşayabilir; kısacası Rum
sahibidirler. Bizim işçi kızlarımızın sab­ bine mensup Türk uyruklular teşkil eder. erkeği de Doğuda egemen olan fikirleri
rını taşıracak bu uğraşı, bu güzellikte İstanbul'un fethinden bugüne, Rumlar paylaşmaktadır.
meydana koyabilmek için bir haremin ve­ gerek diplaması gerek idare alanında mü­ Ermenilere gelince: o nlar Osmanlılar­
ya bir manastırıo tembel ve tekdüze saat­ him mevkiler işgal etmişlerdir . Osmanlı la hemen uyum sağlamışlardır. Din bakı­
leri lazımdır. devletinin bütün işlerinde Feneriiierin et­ rnından Hıristiyan olmakla beraber, ge­
Kadınlar zamanlarının büyük bir bölü­ kinliği herkesee b ilinmektedir. Yunan ih­ lenek yönünden M üslümanlaşmış gibidir­
münü rahat divanlarda uzanarak , çubuk tilalinden beri itibarları bir hayli sarsıl­ ler. Onlarda da ayrılmacı Katalik akımı
veya nargile içerek , aşk şiirleri dinleyerek, mış olmakla birlikte hile ve desise ile tu­ vardır. Kataliklik bağları ile Roma 'ya ya­
cariyelerin kıvrak danslarını seyrederek , tunmaya yatkın olduklarından hala eski kınlaşmış olanlar Batının töreİerini be­
hatta Rum , Ermeni veya Yahudi bohça- ünlerine dayanarak yaşamlarını sürdür- nimseyerek Doğuya sırt çevirmişlerdir.

55
296

Propaganda ve Venedik Mekhitaristliği ile meni kadınları da kiliseye muntazam de­ ha serttirler. M usevi kadın görünüşte her
yetiştirilen ruhban sınıfı onlara bir haylı­ vam ederler, ancak ana babalarının veya ne kadar kocasına eşit d urumda isede bir
dır uygarlığımızı aşılamışlardır. bir yakınlarının ölümü halinde oradan yerde ailenin kutsallığı geniş ölçüde zede­
Türklerin ibiisi olan Ermeniler, efen­ ayaklarını çekerler. Din lerinin onlara re­ lenmektedir. Hahamların kanunları bo­
dil lerinin gururunu, bilgisizliğini ve saflı­ va gördüğü yaşam, sonsuz bir perhizdir; şanmaya pek engel tanımaz. On senelik
ğını büyük bir ustalıkla kullanırlar. Ser­ durumları iç karartıcı ve hazindir. beraberlikten sonra çocuğu olmayan ka­
vet toplamak bahse konu olunca sosyal İstanbul Musevileri de aradan geçen dın boş sayılabilir.
merdivenin hiçbir basamağı onlar için aşa­ bunca yüzyıllar, baskılar süresince dinle­ Musevllerde nikah tam anlamı ile dini
ğılık değildir. Saygılı ve dalkavuk mizaç­ rine olan sarsılmaz bağlılıklarını, başka bir ayin değildir. Bu töreni harada yap­
lıdırlar . Buna karşılık, Ermeni kendi evin­ dinden olanlara derin nefretlerini, törele­ mak yerine ana baba, akraba ve davetii­
de adamlarına, kölelerine karşı sert ve acı­ rini değiştirmeye karşı tiksintilerini oldu­ lerin toplandığı yeni eviilerio evinde ya­
masızdır . Kendisinin büyüklerine kar­ ğu gibi korumuş;öçlerini tefecilikle almış­ parlar. İ ki hamamın eşliğindeki güvey ka­
şı göstermiş olduğu ölçüde pohpohlan­ lardır. Endüstrileri yoktur, durmadan dınların bulunduğu salona girer. Sırma iş­
mak , boyun eğdirmek , saygı görmek is­ yoksulluk komedisi oyuayarak sarraflık, leme! i uzun duvağını örtmüş olan geline
ter. Zenginliğini gözler önüne serrnekten simsarlık yaparlar. Fakat sonsuz bilgisiz­ doğru ilerler, elini tutar ve yüksek sesle
hoşlanmamakla birlikte, evi güzel dayalı likleri yüzünden Rum ve Ermenilerle re­ şu sözleri söyleyerek parmağına evlilik
döşelidir. Doğunun her yöresinde azınlık kabet edemezler. Bir T ür k atasözü şöyle halkasını geçirir: " Musa ve İsrail 'in kav­
çekingendir, varlığını ancak meraklı ba­ der: " Bir Ermeniyi aldatabilmek için en line göre benim için kutsal ol. " Bu sözler­
kışlardan korunduğu ölçüde ortaya serer. azından bir Kıpti, iki Rum, üç Yahudi ge­ den sonra babama içi şarap dolu bir bar­
Ermeni kadınlarının h atları düzgündür, rektir . " dak sunulur. içtikten sonra o da bardağı
burun irice, ağız muntazam, gözler iri si­ Yahudi kadını güzeldir, teni taze, düz­ yere atıp kırar. Bunun anlamı ise, dünya­
yah. Fakat şişmanlıkları az zamanda bel­ gün pürüzsüzdür. Kaşları ince hilal biçi­ da meşakkatsiz zevk olmayacağını temsil
lerini kalınlaştırıp endarnlarını bozar. İn­ minde yolunmuştur. Ne var ki, bugün bile etmek, insan·oğlunun günlerinin sayılı ol­
gilizler gibi doğurgan olduklarından, Do­ Suriye ve Mısırda bozulmadan kalmış his­ duğunu belirtmek ve nihayet evlilik ve ço­
ğuda kısır kadının duyduğu utançtan çe­ sini veren ilkel tipteki katıksız güzelliği­ ğalma fikrini bağdaştırmaktır. Bardak kı­
kinmeleri gerekmez. ne artık sahip değildir. Aşağı yukarı Türk rılınca kemanların , santurların eşlik etti­
Gregoryenler de tıpkı Müslüman kadın­ kadını gibi giyinirler ama zengin Yahudı ği ilahiler salonu çınlatır. Genç kız bun­
Iarı gibi eşierine ferace giydirirler yaşmak kadınları takıp tak ıştırmaya doyamazlar. dan sonra kocasının evine yerleşmiş olur .
bağlatırlar. Aradak i fark papuçlarının sarı Bazıları Konstantin Yahudileri gibi gümüş İKi genç yanyana dururlar, haham üzer­
olmayışındadır. Katolik ailelerde ise ço­ kakmalı, taşlarla zincirlerle süslenmiş ke­ lerine büyük bir beyaz örtü örter ve yük­
ğunluk alafranga giyinir, modalarımızı, mer takarlar. Beğenilmekten çok gösterişe sek sesle nikah aktini o kur. İki yanında
tavır ve hareketlerimizi, göreneklerimizi önem verdiklerinden elbiseleri üstlerine iyi i k i yaşlı kadına dayanan gelin ağır adım­
aynen taklit eder. Birkaç dil bilirler, bir­ oturmamış ve zevksizd ir. Elmasları, taş­ larla zifaf odasına girer.
çokları Fransızcayı büyük bir kolaylıkla ları gelişi güıel feslerine ve kaftaniarına Bu gün Türk egemenliği altında yaşa­
konuşur. serpiştirilmiştir. Bu pırıltılı giysileri ile bo­ yan değişik ırk ve mezhepten insanlar Batı
Gregoryenlerde kadın erkekten aşağı yalı ve yaldızlı Bizans madonnalarına dö­ devletlerinin müdahalesi sayesinde medeni
tutulduğu için vaftizlerde isim anası ola­ nerler. Türkiye M useviieri bir tek kadın­ ve siyasal bütün nimetlerden faydalanır­
maz. Türklerde o lduğu kadar sıkı koru­ la evlenebilirler. Bu hususta iki karıyı hoş lar. Eğitim yolu ile tahlihlerinin değişme­
nurlar, izin almadan kocasının huzurun­ gören Mısır ve Suriyeli dindaşlarından da- sine fırsat verilse Doğulu ortamda daha
da oturamaz, pek seyrek de olsa yabancı etkin bir rol oynamaları için çağrıda bu­
ile karşılaştığında onunla ·konuşamaz. lunulsa, gelişmekte olan bu yenilenme ça­
Kızların evliliği, fikirleri alınmadan ve ya­ basında, kadınların büyük yardımı doku­
vuklularını gÖ rmeden gerçekleştirili r . Er- nabilir .

rızası olmayanlar karılarından ayrıl­


ONSEKiZİNCi YÜZY I LDA
ma derecelerine varmışlar. .. Bu garip
MODA İZLEME YASA Gl
kıyafetler yasaktır. Kadınlar, bundan
Lfıle Devrinde İstanbul Kadrsma Fer­ böyle büyük yakalı feracelerle soka­
man 1 725 (Hicrf 1 138) ğa çıkmayacaklardır, başlarına üç de­
Allah her türlü bela ve afetten ko­ ğirmiden büyük yemeni sarmayacak­
rusun, İ stanbul Osmanlı ülkesinin lardır. Feracelerinde süs olarak bir
yüzsuyudur; ulema, sulaha, üdeba parmaktan kalın şerit kullanmayacak­
beldesidir, ahalisinin tabaka tabaka lardır. Kadınlar, sokaklarda veya me­
tesbit edilmiş kıyafetleri vardır. Hal sirelerde yeni çıkma büyük yakalı fe­
böyle iken bazı yaramaz avretler, hal­ racelerle görülürlerse, feracelerinin ya­
kı baştan çıkarmak kastıyle sokaklar­ kalan o anda alenen kesilecektir, us­
da süslü püslü gezmeğe, libaslarında lanmayıp ısrar edenler olursa, ikinci
türlü türlü bid'atler göstermeğe, ke­ ve üçüncü seferinde yakalanıp İstan­
fere avretlerini taklit ederek serpuşla­ bul'dan taşraya sürgün edileceklerdir .
rında acaip şekiller yapınağa başla­ B u husus, mahalle imamları vasıtasıy­
mışlar; isınet adabıru tamamen kaldı­ le bütün İstanbul kadıniarına tebliğ
racak mertebede kıyafetler uydurma­ olunsun. Yaramaz avretlere uymak
ları evvelce men' edilmiş iken namus yüzünden sokakta elbiseleri yırtılarak
perdesini tekrar kaldırmaktan kork­ met sahibi kadınlar, kocalarını ken­ perde-i isınetleri lekeleneceği ırz ehli
mamaları, türlü türlü kötü kıyafetlerle dilerine bu yeni çıkma elbiseler teda­ hatunlara anlatılsı n .
dolaşmaları, birbirini görerek isınet rikine zorlamakta imiş. Kudreti yet­ Reşat Ekrem Koçu, Tarihimizde Garip Va­
ehli hatunları da baştan çıkarmak meyenler ve yetip de karılarının bu kalar (İstanbul: Varlık Yay . , 1958), 2. bas.,
mertebelerine varmıştır. l rz ehli ve is- nevzuhur kıyafetlere bürünmelerine s.67.

56
297

Edebiyat-ı Umumiyye Mecmuası Yunanller kendi lisanlarınca Skitlere


Numara: 1 4-45 bunların suret-i taayyüşlerine [beslenme
8 Kanunevvel [Aralık] 1 9 1 7 biçimlerine] nazaran bazı isimler vermiş
oldukları gibi, bir takım Skit akvam
[kavimler] ve kabailinin [kabilelerinin]

Türklerin
ism-i mahsuslarını dahi az veya çok
tağyir eyleyerek [başkalaştırarak] muha­
faza eylemişlerdir. Mesela at eti ekl eden

Menşeine (yiyen] Skitlere (esb-har) [at yiyen], baş­


lıca, süt, peynir ve hususiyle ekşimiş kıs­

[Kökenine] Dair
rak sütü ile taayyüş edenlere (şir-bar)
[süt içen], arabalarını hane makanun­
da kullanıp Türkçede "Kanıklı" tesmi­
ye olunanlara (arabalı), yörük ve bede­
YUNANİ (STRABON)'UN vi olanlara (göçebe) ve ziraada meşgul
COÖ RAFYASINDA ESK i olanlara (zerra) manalarını ifade eden
TÜ RKLERE DA i R VESA İ K Yunan! terkipler alem olarak istimal ey­
[BELGELER] lemişlerdir.
Geçen nüshadan maba'd Skitlerin milel-i saireye iras eyledik­
leri havf [başka uluslara saldıkları kor­
ku] ve dehşeti ima eylemek üzere bazı
Skitlerin merdüm-har [insan-yiyici,
yamyarn] oldukları mütevatir [söylenir]
idi; fakat bu isnad bi-asi ü esas oldu­
ğunu Strabon beyan etmekle beraber,
böyle bir vahşetin "Kelt"lere Ce/tes
(Fransızların ecdadı olan Galatlar) ve
" İ berler"lere Iberes ( İ spanya'
nın en kadim ahalisi) dahi isnad olun­
duğunu ilave eyler. (Kitap I, sahüe 333).
Müellif Skitlerin adat ve ahiakından
bahs ederken, daima bunlar ile beraber
"Keltler" ve İ berleri dahi zikr eyleyerek
cümlesinin aynı ahlakta olduğunu tas­
ri'lı eyler ki bu husus pek calib-i dikkat­
tir [dikkat çekicidir}. Bu milletlerde ba­
zen vahşet derecesine varan fart-ı şeca­
at ve besaleti [aşırı yüreklilik ve yiğitli­
ği] göstermek için Strabon İ spanya kı­
tasında Şimali İ berlerden olan "Kan­
tabr"ların (Cantabres) Romalılar ile ey­
ledikleri bir muharebede kadınların ço­
cuklarını Romalıların eline düşürme­
rnek için kendi elleriyle telef ettiklerini
ve diğer bir muharebede dahi perlerle­
riyle validesi ve kardeşlerini zencir-i esa­
rette gören bir erkek çocuğun perlerin­
den aldığı emir üzerine eline geçen bir
demir parçasıyla onların cümlesini öl­
dürdüğünü hikaye eyler. (Kitap ı . saru­
Türkç ü l üğ ü n Tari h i nden : fe 270).
Strabon der ki: "Büyük Skitler tab!­

Hasan Enver
an [yaradılıştan] muharib ve cengaver
oldukları halde şekavetten [haydutluk­
tan] haz etmezler ve bir muharebeyi an­
cak matlubları [alacakları] olan mükel­

Celalettin Paşa'nın
lefat [yükümlülük] ve aidatı [ödentile­
ri] tahsil için mecbur oldukları zaman
yaparlar. Onlar arazilerini kendileri zi­
raat etmeyip, ziraat etmeyi arzu eden­

Edebiyat-ı Umumiyye lere terk ederler ve bunlardan pek cüz'i


aidat alırlar ve bu aidatı da kendi
ihtiyacat-ı yevıniyyelerine [günlük ge­

Mecmuası Yazıları
reksinimlerine} göre hesab ederek adi­
lane bir surette tayin ve tahdid ederlef.'
(Kitap 2, sahife 40).

57
299

(Tire Cet), Volga nehrinin Şimal-i Gar­ Tuna boyu ve Trakya'da sakin olmuş
blsinde (Tisa Cet ), Asya kıtasında olan (Misyenler)den olduğunu isbat et­
Bahr-i Hazer'in Şark taraflannda (Ma­ mek için kendisinin zamanında bile Tu­
sa Cet), zamanımızda H indistan ile Ti­ na'nın Şımal cihetinden kalkarak Trak­
bet kıt'alarında (Cat) veya (Cet) ve Çin ya'ya gelmiş olan elli bin Cet'e dahi bu
müellifini asannda (Yet) veya (Yeta) su­ nam verildiğini dermeyan ediyor [ileri
retlerinde aynı bir Türk kavmini irae sürüyor] . (Ci lt 2 Salıife 27)
eder [belirtir]. (Larousse)a nazaran (Cetler)- "Cet­
Hindistan'daki (Catlar) bir kaç mil­ ler" Avrupa (Skit)1lerindendir. Bir çok
yon nüfusa baliğ olarak kıt'a-i mezkfi­ zaman Balkan silsile-i cibaliyle Tuna
renin Şimal-i Garbi ve Pencab cihetle­ Nehri beyninde sakin olduktan sonra
rinde sakindirler. (Larousse) bu adam­ kabi el-milad [İ .Ö] 5 1 5 tarihinde Dara
ların Türk cinsine mensup oldukları tarafından taht-ı inkiyada [boyunduruk
halde, Moğollar gibi burunları ufak ol­ altına] alınmışlar ve ba'de (Kelt)ler,
madığına ve simaca onlara benzemedik­ (Makedonyalılar) ve Büyük İskender ile (Cilt 2, Sahife 430-34 1 )
lerine taaccüb etmektedir [şaşmakta­ muharebe ederek nihayet Tuna'nın Şi­ Burada (Saklar) yerine kullanılan
dır] . maline geçmişler ve (Dak)lara karışmış­ (Sakarol) tabir-i mühimmi halis Türk­
(Strabon) a nazaran (Cetler)- "(İs­ Jardır. (Sezar) zamarnnda (Cetler)in hü­ çe olarak (Sakar)lar yani (Sak erieri ve
ter) yani (Tuna), nehri ha valisi sekene­ kümdarı olan (Brebistes) bir devlet-i adamları) demektir. Nihayetindeki (ol)
sinin en kadim zamanlarından beri azime tesis eylemiş ise de, vefatından liifzına gelince Türkçede (insan ve
suret-i i nkisamına [bölünme biçimine] sonra memalik inkisama [bölünmeye] adam) manasma olan ve (Moğol) ale­
nazaran, ahali-yi mezkürenin Karade­ uğramıştır. Romalılar ile muharebat-ı minin dahi nihayetinde bulunan bu ke­
niz yani Şark cihetinde bulunan kısmı­ medideden [uzun savaşlardan] sonra limenin istimali şüphesiz (Sak) yerine
na (Cet) ve (İster) nehrinin menbaı ile Cetlerin bir kısım memaliki (Trajan) ta­ (Sakar) kelimesinin kavim ismi itibar
(Cermaniya) yani Garp cihetinde sakin rafından zabt edilmiş ve fakat bir takım olunmasından ileri gelmiştir. "
olan kısmına da (Dah) veya (Dak) naın­ Cet kabileleri Şimale doğru çekilerek " Masa Cetlerinin bir kısmı dağlarda
ları vermişlerdir . " (Ci lt 2, Sahife 28.) (Got)lara karışmışlardır. bir kısmı ovada ve bir kısmı da nıiyah­
" Y u nanllerin (Ter a k ) J ar veya (Dezöhri ve Başölye) Kamus-u Ala­ ı cariyyenin [akarsuların] teşkil ettiği
(Trak)lar, yani Rumeli ahali-yi kadime­ rnma nazaran Cetler.- " Cetler Avru­ bataklıklar ile bunların derinurıda bu­
si ile hemcins addettikleri (Cetler) esa­ pa (Skitler)indeıı olup evvelden Tuna lunan adalarda i skan ederler. Bu kavim
sen aynı cinse mensup olan (Misyen)ler Nehrinin sağ salıili ile zamanımızda yegane ma'bud olmak üzere güneşe ta­
ile beraber ( İster) nehrinin tarafında sa­ (Transilvanya), (Bukovina), (Ulahiye), par . " (Cilt 2, Sabife 429)
kin idiler. " (Cilt 2 Sahife 1 3) (Moldavya)da ve ba'de evailde [sonra. Masa Cetler gerek yaya ve gerek hay­
"(Cetler) ile (Daklar) ve (Traklar) ay­ dan, önceleri] (Cetler Sahrası) tesmiye van üzerinde muharebe ederler ve esii­
nı lisanı tekeliüro ederler [konuşurlar] . " olunan (Besarabya)da sakin olmuşlar­ ha olarak : yay, kısa kılıç, zırh, iki yüz­
(Cilt 2, Sahife 27-29) dır. (Anaharsis) nam-ı meşhur Skit fi­ lü tunçtan maını11 balta kullanırlar.
"Cetlerin memaliki İster Nehri ile lozof bu kavimdendir. Birinci (Dara) Muharipleri hengiim-ı cenkte [döğüş sı­
Cermaniya beyninde imtidad eder [ara­ Cetleri muvakkaten taht-ı itaata almış rasında] altın kuşak ve altın başlık ta­
sında uzanır] ve en Şimalde (Tire Cet­ ve Büyük İskender anlar ile akd-i itti­ karlar; hayvanlarının gemleri ve göğüs­
ler) bulunu r . " (Cilt l , Sahife 1 53 , 209; fak eylemiştir . Birinci asr-ı miladlde lükleri keza altından mamüldür, çün­
Cilt 2 Sahife 4, 1 2 , 29, 43) (Cetler) (Daklar) ile birleşmişlerdir . " kü memleketlerinde altın mebzuldür. ' '
" Neslen (Cet) olan udeba-yı Yuna­ (Strabon)a N azaran (Masa (Cilt 2 , Sahife 429)
nlyyeden [Yunanlı ediplerden] (Menan­ -Cetler)2- "En kadim zamanlardan "Keyhüsrev'in Masa Cetler ile eyle­
der) !isan-ı Yunaniyyede yazmış oldu­ beri Bahr-ı Hazer'in öte tarafında (ya­ diği muharebenin Eredot'un (Heredo­
ğu bir eserinde der k i : ' Biz, Traklar, ni Şarkında) sakin olaw(Skit)lere (Ma­ tos] hikaye ettiği tarzda vaki olduğunu
mevcut oldukça: hususiyle biz, Cetler­ sa Cet) ve (Sak) (telaffuz-u hakikisi) Strabon tasdik eder . ' ' (Cilt 2, Sahife
Ç ü n k ü ben Cetim ve aslım i le isimleri verilmektedir . " {Cilt 2, Sahife 428)
müftehirim- . . . ' " (Cilt 2 sahife 1 6) 4 1 9) "Dağ Masa Cetleri başlıca yabani
(Cetler) (Brebistas) nam hükümdar­ .. Bahr-i Hazer'den sonra ilk tesadüf ağaç meyveleri eki ederler [yerler] ve
larının zamanında RomaWarı telaşa dü­ olunan Skidere suret-i umumiyyede hayvanlarını yalnız sütleriyle yünlerin­
şürecek kadar kesb-i kuvvet ü miknet (Day) naını verilir ise de, bunların cihet­ den istifade etınek için beslerler. Ova
etmişler [kuvvet ve güç kazanmışlar] ve i Şarkiyyesinde bulunanlara bilhassa Masa Cetleri her ne kadar arazi-yi cesi­
fakat müşarileyhin maktulen [adı ge­ (Masa Cet) ve (Sak) derler. Bu havali­ meye malik iseler de ;iftçiliğe tenezzül
çenin öldürülerek] vefatından son de sakin olan diğer kavimlere gelince etmeksizin kesretli [bol] olan hayvanla­
ra baş gösteren nifak [ayrılık] yü­ her ne kadar bunlardan her birinin ay­ rın et ve sütleri ile taayyüş ederler [bes­
zünden hükümetlerine zaaf tari olmakla rıca bir ismi var ise de, cümlesine bir­ lenir ler] ve su kenarlarıyla bataklıklar
[ansızın çıkmakla] (Sezar Ogüst) bu ni­ den ırkları itibariyle Skit namı verilir. " civarında sakin olan Masa Cetler dahi
faktan bil-istifade üzerlerine asker sevk (Cilt 2 , Sahife 425) bilhassa balık eki ederler. Ahlak cihe­
ederek inhitatlarını mucib [düşüşlerine (Erastosten)in kavlince (Sakarol)ler tine gelince, bu ha vali ahalisi cümleten
neden] olmuştur. Vaktiyle harice iki yüz ile (Masa Cetler)in memaliki (Oksus) aynı ahlakta bulunup hürriyetlerini se­
bin kişi kuvvetinde ordu sevk eden bu yani (Ceyhun) Nehri sahilini (yani sağ ver, fakat dürüşt [sert] ve cengaver [sa­
kavim nihayet ül emr Romalılara karşı sahilini) takip ederek (Balıter) hıttası ile vaşkan] adaınlar bulunmakla beraber _

kendini müdafadan aciz kalmıştır. Garben hem-hudud olur. (Saklar) ile ticaretle me'lfif [alışkın] akvamda gö­
Strabon Anadolu'da Çanak kalesi ve (Sogdaklar) (yani Sogd!ler)ın arazisi ise rülen hi! ü dessaisten kamilen beri [kan­
kadim (Trakya) cihetlerinde yaşamış Hindistan lıududuna müvazi [paralel] dırmacılıktan tümüyle arınmış], İstİka­
olan (Misyen) nam ahali-yi kadlmenin olarak boydan boya imtidad eder. " rnet ve melamet-i tab' ile mütehallidir-

59
301

Dr. Yük . Müh. A. NECATi AKGÜR neme yaptık. Gnomon çubuğunun


boyu 8 . 8 cm idi. Sabah saat 7 . 30'dan
(yaz saatine göre) akşarnın 1 8 .00'ine
değin, çeyrek saat aralıklarla, gölge
yönünü ve uzunluğunu belirledik (Şe­
kil 1 ) .
Şekilden, i l k anda ş u sonuçları çı.­
karmamız mümkün olmalı:

Ma sa
1 . Tam öğle vakti yani Güneşin
meridyenden geçişi anında gölge
uzunluğu en kısadır.
Böylece gölgenin en kısa olduğu bu

Gnomonları
anda, gölgenin doğrultusu, meridyen
çizgisiyle, diğer bir deyişle kuzey­
gOney doğrultusuyla çakışmaktadır .
Dolayısıyla bu yolla, coğrafi kuzey­
güney doğrultusu belirlenebilmektedir.
Gnomon, bir düzlem üzerine dikil­ "Tarihçilerin piri , atası" sayılan 2. Öğleden önce ve sonra, günde iki
miş bir çubuktur. Böylece düzlem ya­ Herodot (M.Ö. 490-425) ünlü Tarih , defa, gölgelerin _eşit uzunlukta oldu­
tay duruma getirildiğinde, çubuk dü­ inde "Gnomonu, Güneş saatini , gü­ ğu noktaları, yer ve zaman olarak,
şey bir durum almış olacaktır. Bu tür­ nün onikiye bölünmesini Yunanlılar birleştiren doğru parçasının orta nok­
lü gnomona masa gnomonu ya da ya­ Babil' den öğrenmişlerdir' 'demektedir tası gnomon merkeziyle birleştirilir­
tay gnomon adı verilir. Bu gnomon­ (II, 1 09). se, birinci maddede sözü edilen me­
da çubuk, bir kibrit çöpü, bir kalem · Eskiçağın ünlü coğrafyacısı Amas­ ridyen çizgisi, daha sağlıklı bir biçim­
olabileceği gibi, 20-50 metre yüksek­ yalı Strabon (M.Ö. 67- M.S. 20) Coğ­ de belirlenmiş olacaktır. Örneğin şe­
liğinde bir dikilitaş ta olabilir. rafya s ı nda gnomon sözünü çok kul­
' kilde, saat 10.00 gölgesiyle 1 6. 1 0 göl­
Gnomon Yunanca kökenli bir söz­ lanır. Strabon'a göre,gnomonun göl­ gesi ve yine saat 8 . 30 gölgesiyle 1 7.40
cük olup, bilen, fark eden, hüküm ve­ gesine oranı, örneğin İskenderiye' de, gölgesi eşit uzunluktadır. Bu değer­
ren anlamına gelmektedir (Suat Sina­ ilkbahar başlangıcında, beşin üçe ora­ Ierin orta noktasında saat 1 3 .05'dir.
noğlu: Yunanca Türkçe Sözlük ). nı (II,5,38), İstanbul'da ,yaz gündö­ Bu saatte Güneş, bulunduğumuz ye­
Güneşli günlerde, yüksekliği bili­ nümünde, yüzyirminin kırkbir tam rin meridyeninden geçmektedir ve bu
nen çubuğun gölge uzunluğu ölçülür. beşte dörde oranı (11 , 5 ,4 1 ) gibidir. saatın gölge çizgisi meridyen çizgisi­
Çubuk yüksekliğinin, gölgesi boyuna Gazi Ahmet Muhtar Paşa, gnomo­ dir .
oranı , çubuğun karşısın�a oluşan dar nun, ilk olarak M .Ö. 1 1 00 sıraları 3 . Güneşin, sabahın ilk saatleri göl­
açının tangentini verir. Çinde kullanılmış olduğunu; daha gesiyle akşamın geç saatleri gölgesi
Gnomonun tarih içersinde, ne va­ sonra Mısır'a Keldani, Yunanlı ve arasındaki açı 1 80°'den büyüktür.
kit ve hangi uygarlıkta, Mısır ya da Romahiara geçmiş bulunduğunu söy­ 4. Gölge uçlarını birleştiren eğri,
Mezopotamya'da mı, yoksa Hind'de lemektedir. (Ahmet Muhtar, s . 2) bir parabol ya da bir hiperbol kolu
mi, Çin'de mi ortaya çıktığı kesin ola­ Gnomon gölgesinin yönü ve boyu, görünüşü göstermektedir.
rak bilinememektedir. Olasılıkla, in­ günlere (mevsimlere) ve günün deği­ Denemeyi 10 Ağustos günü yinde­
sanlık tarihiyle birlikte ve bütün bu şik vakitlerine (saatlerine) göre deği­ dik. Bu tarihte gölgelerin daha uzun
uygarlıkların hepsinde görilimüştür. şir. Biz, evde, 12 Haziran günü bir de- olduğu, Güneşin doğuş ve batış nok-

61
talannın daha güneye kay�ılt ve pa­ ya ait yay demek olan dönenceler ara­
rabol ya da hiperbol kollannın açıl­ sı uzaklıtı, Eratosthenes tarafından,
diiı açıkça görülmektedir. Ayrıca her Dünya çevresinin iL ü olarak elde
iki tarihte, saat 1 3 .05 gölgelerinin ça­ 83
kıştıklan gözlenmektedir. edilmiştir ( Delambre, s.87. O dönem­
l2 Aralık günü yapılan denemede de henüz derece bölümlernesi yani bir
ise gölge boylan çok uzamış ve kilı­ dairenin 360 eşit parçaya bölünmesi
dm dışına taşmıştır. Güneşin doluş ve geleneli bulunmamaktaydı). Bu de­
batış noktalanndaki kaymalar da çok terin derec� ölçüsü olarak karşılıtı,
belirgin olmuştur .
Gnomon, tarih içinde başka hangi .!.!. = � den X0 = 47°42'39"
amaçla kullanılmıştır? 83 360°
ve bunun yarısı olan, ekvator düzle­ Şekil ı
Günümüzde bir atiası açıyor, han­
ai Ulke hangi kıtanın, hangi kent han­ miyle dö nenceler arası açısı
gi Ulkenin neresine düşüyor; aralann­ 23 o S ı ' 20" bulunur. (gerçek deleri NN'
- = _ Y_ = cotg 64°27' = 0.4780
daki uzaklıklar ne kadardır: enlem­ 23 °27 ' dır). NC g22 Ara
leri boylamlan nedir? Hemen görü­ öte yandan NN'B açısı da, gnomo­
veriyoruz . Eskiçalda, Ortaçatda, nun bulundulu noktanın enlem dere­ bulunur.
hatta yakın zamanlara delin cotraf­ cesini verir. Bu durum 2 1 Mart ve 23
ya gelişmemişti; yalnız Avrupa, As­ Eylülde, Güneş ışınlarının ekvatora Ya da, çubuk boyu NN' = y olarak
ya ve Afrikası ile Akdeniz çevresi, dik olarak gelmeleri ile kolayca açık­ bilin4iline göre, gölge uzunlukları:
Mezopotamya ve Mısır bilinmekteydi. lanabilir.
NA = g22 Haz = y.tg 1 7° 3 3 '
Yeryüzü üzerinde kentler, birbirlerin­ Böylece, Strabon'daki verilere gö­ = y.0,3 1 626
den uzaklıltlan (tahmin edilmiş deler­ re, örnetin İstanbul'da yaz gündönü­
NB = g2 1 Mart = y.tg 4 1 °
ler olarak), gündüz saatlerinin uzun­ münde gnomonun gölgesine oranı,
= y.0,86928
lu&u ve belirli günlerde, yaz gündO­ NN' 1 20
cotg NN'A = - = -- = NC = g22Ara = y.tg 64°27'
nOmOnde (22 Haziran) ya da ilkbahar NA 4 1 415 = y.2,09 1 86
başlangıcında (2 1 Mart) ve tam öjle olarak elde edilir.
2,87 08 1 den
vaktinde, gnomonun gölgesine oranı Eratosthenes, kendi ölçmeleriyle,
6lç0lerine göre belirleniyor ve harita NN' A = 19° 12' (ashnda 1 7° 33 ' ) kendinden öncekilerin ölçme deler­
Uzerine yerleştiriliyorlardı . örnelin ve buradan d a İstanbul'un enlemi: lerini kullanarak, bilinen Dünyanın,
Strabon tstanbul'u anlatırken" . . . en NN'B = E MN = 23°S l " + 1 9° 1 2' = 43° ilk enlemli boylamlı haritasını yap­
uzun gündüz, eşit saatler cinsinden, bulunur (gerçek deleri 41 o dir). mıştır. Ancak bu enlem ve boylam
onbeş saat bir çeyrek sürer. Onomo­ İskenderiyenin eniemi ise, gnomo­ çizgileri , eşit aralıklı delildi; sayıları
nun gölgesine oranı yaz gündönOmU nun gölgesine oranı 21 Mart için ve­ da yedi seldzi geçmiyordu . Eskiçal
pünde, yüzyirminin kırkbir tam rildilinden, dotrudan dotruya: Yunan dünyasımn önemli yerleşim
beşte dörde oranı gibidir [yukarıda da s odaklanndan olan İskenderiye ken•
SOzü edilmişti] Rodos merkezinden cotg e = - = 1 .66 667 den . ti, Rodos adası gibi bellibaşlı yerler­
seçen paralelden hemen dörtbindo­ 3
den geçer ve buralann adlarıyla anı­
kuzyüz stad ve ekvatordan otuzbinüç­ e=31° lırdı.
yüz stad kadar uzaklıktadır'' diyor. Dünyanın çevresini (büyüldüiQntt)
Strabon bu bilgileri, ünlü bilgin olarak elde edilir.
ölçen ilk bilgin olarak tanıdıamuz
Eratosthenes (M.Ö. l76-1 93) ve gök­ Görüldülll üzere, bir yerde, gno­
Eratosthenes, bu işi de yine gnomon
bilimci H i p parkh o s ' dan (ölm . . monun gölgesine oranı, bir anlamda
aracılıtıyla yapmıştı:
M.Ö . 1 27 den sonra) edinmiştir. da, o yerin enlem derecesi demek olu­
Rratosthenese göre, aynı bir boy­
Gnomon çubuAunun (NN') gölge­ yor. lam çizgisi üzerinde yer almış olan İs­
si, otleyin yani Güneşin meridyenden İstanbul'da 22 Haziran, 22 Aralık, kenderiye ile Syene kentleri arası SOOO
geçişi anında, yaz gündönümünde (22 2 1 Mart (23 Eylül) günlerindeki çu­ stadyondur. İskenderiye' nin eniemi
Haziran) en kısa (NA), kış gündönü­ buk/gölgesi oranlannm gerçek deler­ 3 1 o dir (yukarıda hesaplanmıştı). Oy-
münde (22 Aralık) en uzundur (NC). leri hesaplanırsa (şekil 2 de sırasıyla sa Nil ırınatı üzerindeki • • ..:..... .. .. . .� ..
NN' A, NN'B ve NN'C dik üçgenle­
Gölge, ilkbahar ve sonbahar başlan­ yaz gündönOmU gününde Güneş
�çlannda (2 1 Mart ve 23 Eylül) ise, rinden): tepeden geçer" (Str.abon 11.5.36),
NN' y
JlÇlsal olarak, tam ortada olacaktır - -- = cotg 1 7 ° 3 3 '
=
ge düşürmez ve bir kuyunun dibi
(NB). (Şekil 2) NA g22 Haz olarak aydınlanır(Russel s. I 1 2 ;
= 3 . 1 620
Güneşin 22 Haziran-22 Aralık ışın­ soy s . 1 7 ; Akgür s . l S ; Yıldınm � . .., . ,._ _
Jan arasındaki AN'C açısı, Yeryüzü NN' y Yani Syene tam 23 ° S l ' eniemi ıv,.- •
ttıresinin M merkezinde ölçülen, dö­ - = -- cotg 4 1 o = 1 . 1 5 04 geç dönencesi) üzerinde bulumınaıc� •
-=

neıaceler arası açısına eşittir. Bu açı. NB 821 Mart


dır. Buna göre iki kent arası
303

Buradan Dünyanın çevresi Ç = (kadran) kullanma yoluyla, her gün


250 000 stadyon bulunur. Bu değer, için geçerli, saat ölçmeleri yapmak
daha sonra, Hipparkhos tarafından mümkün olarnamaktadır.
252 000 stadyon olarak alınmıştır. Ancak çok dolaylı bir yol izlenerek
Böylece, ekvator ve meridyen daire­ bu iş yapılabilir. Bunun için bir yıl
leri üzerindeki 1 o lik uzunluklar 700 boyunca, eşit zaman aralıkları ile (ör­
stadyon sayılmıştır neğin on günde bir) yapılacak ölçme­
Şekil 3 lerle, günün (gündüzün) bütün saat­
lerinin yerleri (yani gnomon gölgesi­
uzaklığı açı ölçüsü değeri ölarak 252 000 stadyon nin uç noktaları) tek tek belirlenir.
= 700 --
7 ° 09' dır (şekil 3). derece Sonra aynı saat (örneğin saat 9.00)
3 60
7 ° 1 2' kabul ile, bu değer ,bütün bir noktaları, uygun eğriler le birleştirilir.
daire çemberinin 1 /50' i kadardır: (Delambre, s. 89; Tannery, s . 1 06; Böylece elde olunan eğriler ağından
Sarton, s. 1 72). yararlanarak, ara günler için saatler
7° 1 2' (7,2)0 1 tahmirı edilir.
Stadyon 1 57,5 m.ye eşit olduğun­
--- = --

360°
= -

5Q Buradan gnomonların, vakit belir­


3600 dan, çevre yaklaşık 40 000 km eder.
lemede önemli bir özelliği ortaya çık­
Ama gnomonun asıl kullanış ala­
(Eratosthenes, bu 1 /50 değerini ver­ maktadır: Kullanımda gnomon göl­
nı, tarih boyunca, bütün uygarlıkla­
mektedir). İki kent arası uzaklığı, gesinin, yönü değil, uzunluğu, daha
rın ilk ve temel gereksinmelerinden
uzunluk ölçüsü olarak da 5000 stad­ doğrusu gölgesinin uç noktasının ye­
biri olarak gördüğümüz, zaman be­
yon olduğundan, şöyle bir orantı ku­ ri önemlidir.
lirlemesi konusunda olmuştur. Ancak
rulabilir (Ç Dünyanın çevresi ) :
= Böyle bir masa gnomonu, İstan­
gnomon gölgesinin yönü ve boyu,
bul'da Topkapı Sarayı müzesi bahçe­
günlere ve günün değişik vakitlerine
5000 ı sinde bulunmaktadır (Bu aletin çev­
göre değiştiği için (şekil 1 'e bakınız),
resinde, ayrıca bir Güneş saati bölün­
ç 50 bu aletle, eşit bölüntülü bir çerçev�
tüsü de yer almaktadır. Bunu ileride
söz konusu edeceğiz).
Bir kenarında yer almış olan tanı­
tıcı yazısında (kitabe), bu türlü zaman
ölçme aletlerinin, ülkemize ilk ola­
rak Fatih Sultan Mehmet dönernin­
de getirilmiş olduğu; bu aletin ise Sul­
tan Selim döneminde, 1 208 ( 1 793/94)
yılında yapılmış bulunduğu belirtil­
mektedir.
82 x 57 cm boyutlarında bir mer­
mer levha üzerine kazınmış bulunan
saat bölümlemesi, bir hiperbolün iki
kolu arasına yerleştirilmiş bir ağ gö­
rünüşü göstermektedir (şekil 4). Hi­
perbolün çubuğa yakın kolu, çubu­
ğun gölgesinin ucunun, yaz gündönü­
niü (22 Haziran) günü çizmiş olduğu
kol olup, üzerinde hiç bir rakam ta­
şımamaktadır. Bu k ola, eski deyimle
inedar-ı seretan (yengeç dönencesi)
adı verilir . Benzer yolda mediir-ı ce­
Şekil 4. Sultan lll.
Selim döneminde H. df (oğlak dönencesi) adı verilen kol,
1208 {1 793/94] yılm­ çubuğa uzak olan kol, çubuk gölgesi
da yapılmış olan ve ucunun kış gündönümünde (22 Ara­
Topkapı Sarayı bah­ lık), üzerinde gezindiği koldur. Bu
çesinde bulunan bir
masa gnomonu (asıl kol ile sağ yan (sınır) çizgisi üzerinde
boyutları: 82x5Tcm). Hind rakamları yazılı bulunmaktadır.
Gnomona insan Gerek ilk kol üzerinde, gerek ağ içer­
figürünün durduğu sinde okunacak saatler bu rakamlar
noktadan bakılmast
aracılığıyla okunur. Yan çizgisi üze­
gerekmektedir.
Klişenin konutuşunda rindeki saat ( 1 ) noktasından, asal ek­
bir terslik yoktur. sene dik olarak şekli boydan boya ke-

63
305
Bunların nasıl adarnlar oldukları, ki­
Kitaplarda Neler Var:
şilikleri, iyilikleri, kötülükleri anlatıl­
makta ve kirnilerinin dikkate değer
portreleri çizilmektedir. Bu portreler­
1 599'DA KAHİRE'DE den bir örnek olmak üzere Zekeriy­
GÜNLÜK HAYAT yazade Kadı Yahya'yı alıyorum.
Ali'nin bu eseri, Prof. Andreas Ti­
etze tarafından yayımlanmıştır. O, Is­
tanbul kitaplıklarında bulunan üç
Orhan Şaik Gökyay yazmadan yararlanarak hazırladığı
eseri Mustafa Alf's Description of
Mustafa Ali, Halatü 'l- Kahire mine'/ Cairo of 1599 (Wien 1 975) adıyla has­
Adati'z- zahire tırmıştır. Tietze bu yayımında Selim
Ağa Kitaplığındaki yazmanın foto­
Aşağıda verilen parçalar, XVI. kopisini verdikten sonra, eksikleri
yüzyılın çok yönlü bir yazarı olan Ge­ eserin öteki iki yazmasından tamam­
libolulu Mustafa Ali'nin yukarıda adı lamak yoluyla Hôlôt-ı Kahire' nin
verilen kitabından alınmıştır. Kitabın transkripsiyonunu ve İngilizce çeviri­
Arapça olan adı ' 'Yaşamakta olan sini de vermiş, başa da Ali'nin haya­
adetleri yönünden Kahire" anlamına­ tı, eserin yazmaları ve içindeki konu­
dır . lar hakkında bir önsöz koymuş ve çe­
Eserde, yazarın 976 [ 1 568] ve 1 008 virinin indeksini de eklemiştir.
[ 1 599] yıllarında Kahire'yi iki kez zi­
yaretinde, orada gördükleri anlatıl­ I. Kahire'nin Kahvehaneleri
maktadır. Ali, bu iki ziyaret arasın­
(Selim Ağa Kilaptığı Yazması, ypr.
da geçen otuz yıl içinde Kahire�nin
586-596; transkripsiyon, s. 108-110)
iyiden kötüye giden değişimlerini,
arada manzum parçalar da koyarak, Yirmiüçunca: Bir de Kahire şehrinin
türlü yönlerden ele almıştır. Bir giriş, kahvehanelerinin çokluğu. Adım başında
bir kahvehane vardır. Bunlar ademoğul­
iki ana bölüm ve bir ekbölümden
larının toplandığı bahii biçilmez yerlerdir.
meydana gelen kitabında o, Mısır'ın
Seherde namaza kalkanlar ve dindarlar
İslamlıktan önce, İslamlıktan sonra ve doğrulup buralara varırlar; bir fincan
Osmanlılar idaresindeki durumunu kahvelerini içip caniarına can katarlar. Bir
göstermektedir. bakıma bunun verdiği keyfi, taat ve iba­
I . Bölümde, Mısır'ın güzel, beğe­ detlerinin güçlenmesine sebep bilirler.
niten yanlarını vermekte, I l . bölüm­ Bundan dolayı kahvehaneler öğülür ve
de idarenin ve halkının çifkinleşen yü­ anlatılır. Ama buralarda toplanan cahil­
zünü açmaktadır. lere göre anlatılınağa değer yanı yoktur.
Yirmidört yanbaşlıkta verilen I. Şüphesiz tabiat ehli ve ince üsliip sahibi
olanların bu yazdıklarıma ilişip sataşma­
anabölümün önde gelen konulan, Nil
malarını, burası elbette ikinci bölümde ge­
Nehri, Ehrarnlar, Ezher Camii, Mı­ rekti dememelerini rica ederim. Çünkü bu
sır'ın bereketi ve bolluğu, cündileri, bölümde kahvehanelerin anlatılrnasının,
şenlikleri, kahvehaneleri, Şafii Havu­ ikincide ise zamanede kahve içenterin ay­
zu ve başkalarıdır. rıntılarıyla ele alınmasının daha doğru ol­
I I . anabölümde elli yanbaşlıkta Mı­ duğu bilinmektedir.
sır'ın değişen ve çirkinleşen yüzü an­ Kısacası, Mısır diyarında kahvehaneie­
latılmaktadır. Bunlarda, Mısır kadın­ rin çoğu aşağılıklarla ve tiryakilerle do­
ları, kadınların ve erkeklerin kılık ve lu ve nicesi emekli, yaşlı çavuşlar1 ve
müteferrikalarla2 dopdolu olup bunlar
kıyafetleri, Mısırlıların yemeleri,
güneş doğmadan gelirler, bir eski hasır
Türkiye'de yetişmeyen yernişleri, alış­ döşeyip akşam oluncaya kadar eğlenirler. ·

verişleri, düğünleri, dilencileri, ölü Kimisi, köle kısnunın keyf ehli3, söze gel­
gömme adetleri, ağıtçıları, mezar zi­ dik çe törpü- diliiierin keskin kılıcı, dün­
yaretleri, ulakları, ziyafetleri, Mısır yanın olaylarını bilir geçinir Kölemenler­
askerinin düzeninin bozulması gibi dir. Onlara "idrak semtine gel" deseler,
konuları okumaktayız. Konular öne­ aklın yattığı yola girmez, kelemen4 keli­
mi oranında ve ölçüsünde ele alınmış­ mesini anlamaz, gelmen5 sözünden geç­
tır. Kimi konular da ayrı ayrı bölüm­ mez. Karaşef kelimesini6, salt bundaki
harflerin boğazolan çıktığı yerlere yakın­
lerde t e k rarlanmıştı r .
lığına dayanarak kara eşek sözünden ayı­
B u yazımızda kitaptan Kahire'nin
ramayan bir bölük iki ayaklı eşeklerdir.
kahvehaneleri, düğünleri, Şafii havu­ Birtakınu da ata, dona gücü yetmez, di­
zu seçilmiştir. van hizmetini yapınağa gitmez, adları ça­
Kitabın sonunda Mısır'da beyler­ vuş ve mütferrikadır. Bedava geçinmek­
beyilik yapanlar sıralanmaktadır. le ün alnuş bir fırkadır ki işleri kahveha-
65
306

onları kim okur, kim dinler. Zavallı sa­ Kimi yakın dostlardan bu anlatılanan
ÖSTERREJCKISCHB AKAD B M I E D E R. W I S S E N SCHAFTEN zendeler yalnız ücret almak için çalıp ça­ gerçek mi, yalan mı olduğunu soruştur­
.. Iffi N,;::
;: ;;;
: N,:_
PHILOSOPHISCH-HIHOI.ISCHJ. U.ASSJ
OINitSCH >». BA D
----
ğırırlar; çenk ve rebab gibi ini! ini! inler­ duğumda gerçek olduğunu söylediler.
POR.SCHUNGBN ler. Memleketin namus!u olan, sayılır, ulu ki­
şilerinin ve vilayetin ileri gelenlerinin dü­
Z U I\. ISU.NISCHJ.N PHILOLOCII
UND ıtULTUAGISCHICHTI Nerde bulunur öyle bir kahve ki Türk
zarifleriyle dolu olsun, .ya da Arap ve ğünlerinde bu kepazeliğe izin verilmedi­
Acem bilgilerinin toplandığı bir yer olsun. ği, ancak kimi fellahların ve aşağılık kim­
selerden nice ırz ve namus yoksulu küs­
ANDREAS TIETZE
tahların düğünlerinde bunun olduğunu
I I . Mısırlıların Düğünleri
M USTAFA "ALI'S söylediler. Hele, o gece gelinin ellerine, bi­
(Selim Ağa Kilaptığı Yazması, Ypr. leklerine ve ayaklarına, topuklarına varın­
DESCRIPTION OF CA!RO
66°-666; transkripsiyon, s. J23-125) caya dek gül, sünbül, Jale ve karanfil re­
O F 1599
Yirmiikinci: Gelin ve güveyi ile ilgili tö­ simleri yapılıp bahar ve çiçeklerle nakış­
TEXT. TJV.NSUTF.RATION, TRANSlATION, Nom ren/er konusudur. lanrnasının gerçeklerden olduğunu anlat­
Bir kız bir ere verilse ilkin kadınların tılar.
düğün toplantısı olur. Kına Gecesi dedik­ Bir de Arap çocuklarından biri güveyi
leri bu gece toplantısında mutlaka güve­ olup halvete gideceği gerdek gecesinde
yi donatıp bir kürsü üzerine oturturlar. onu atlandırırlar. Davul, nakkare ve zur­
Bildiklerinden ve yabancılardan orada bu­ na ile gece sabaha kadar gezdirip yüzler­
lunan kadınlar ve kızlar ve, erkeklerden ce kişi onu mehtaba ve ışı! ışı! meşalelere
kadınları seyretmeye düşkün olan perişan karşı eğlendirirler. Yoksa kendisinden
VERLAG DER OSTEilREICHISCHEN A.K.ADEMLE DER. WISSilNSCHAFTEN kişiler iki tarafa dizitip otururlar. Sonra başka atlı yok ama yayası ve bağırıp ça­
W!EN >975
süslenecek olan gelini donatırlar. Bu ğırmaları umulandan artuktur. Bu yolla
yazıcılar18 güçlerini gösterip gelini süsle­ güveyiyi deccal gibi mahalle mahalle gez­
dikten sonra balmumu ile gözlerinin ka­ dirirler. Ardınca eşeklere binmiş karılar
paklarını berkidir!er; yani gelin başkala­ ise liilii avazesi ile şehri doldururlar. Ne
nenin üst köşesine geçip oturmaktır. Sö­ rına bakınayıp gözünü · açınca güveyini zaman ki akraba ve tealliikatının ve tanı­
ze geldikçe zenginlikten dem vurup vere­ gördüğünün hatırasını bu gözlere yerleş­ dıklarının ve evli kadınların yanlarına uğ­
siye kahve içmektir. Ve yalan-yanlış giriş­ tirirler. Zaten daha o gece gelin gôzünü rarlar. Onlar da şenlik vaveylası ile mey­
ler yaparak otu geçtiği gibi7 keq.disinden açsa da güveyinden başka, orada diziJip dana çıkıp karşısına sağ bağlarlar . Saba­
geçmektir. Yani çoğu sözleri, yalandır; duran namahremlerin birine baksa ölüp ha yakın olunca bu seyirleri son bulur.
boş dedikoduları ya birini çekiştirmek, ya gidince o ayıpla anılması kesinleşir, her­ Güveyi ondan sonra arzuladığı döşeğin
birinin kötülüğünü söylemektir, ya da ko­ kes de bunu böyle bilir. üzerine ma'şiikasına vasıl olur. Gelinin
ğuculuk ve iftiradır: "Filan zamanda fi­ Sonra geline ait kaç parça giyecek var­ mumlanan gözleri balmumundan o za­
lan idim; ve filan devletiüye 'itibarlı bir sa bunları ona mutlaka bir bir giydirider. man kurtulur.
kethüda idim; ve filan serhadde bir pelı­ Süsleyip donattıktan sonra damadın kar­
levan idirn; ve filan savaşta ·kimi Rüstem8 şısına getirirler . Güveyi de gelini her ya­ I I I . Şafii Havuzu
ve kimi Nerfman9 idim" deye kesip atar­ nından seyreder. Ama gelin o halkın top­ (Selim Ağa Kilaptığı Yazması, Ypr. 59"-
lar. Bugün de kendilerinden doğru bir söz landığı yere gözü bağlı gelir, gider. Niha­ 6rJıa; transkripsiyon, s. ll0- 1 1 1)
çıkması ne mümkün, ne de bunun kolayı yet süsleyip donatma işi sona erer. İl kin Yirmidördüncü: bir de Şafii Havzı de­
vardır. kadınca giyinip kuşandıktan sonra erkek­ nilen, yani o terniz mezhebin Hılaf24
lere göre davranışlar ortaya çıkar. Kısa­ adındaki pis havuzlarıdır ki irin suretin­
Yazarm10 cası kimi perişan] destar19 ile, kimi kü­ de donmuş ve sürnük ve balgamla buz tut­
lahlı ve gecelik takkeye yaraşan tavırlar­ muş, tükrük gibi nesnelerle bulanmış, içi
La'net olsun ana kim söyleye kasden yalan la, çak sonra da çavuşların giydiği dışı çörçöp dolu iken Hazret-i İmam Şa­
Ede geh illere, geh kendüye viifir bühtan kücevveze20 ve bozdağanla21 gösterilir.
ı fll -AJ!ah 'ın rahmeti üzerine olsun- bunun
İşi hiç rast gelür mü ol nekbetlnin ı
Ama nazlı gelin damada yakın gelince gibi suları tahir tutmuş deye ondan abdest
Kizbedüp 12 eyleye iymanı serayın viran
Hayf o mürnin gözüne kim baka kazip 13 elindeki topuzia vurup onu hükmü altı­ alırlar ve bununla tahareti caiz görmüş­
yüzüne na almayı kasd eder. Gelinin yakınları bu­ tür deye ellerini yüzlerini yurlar. Ama ha­
Yazık ol doğruya kim eğriye olmuş nigeran 1 4 na çalışırlar; güveyinin yakınları da yine şa Hazret-i İmam'ın o yüzden pis sular
Kazibin yüzüne bakan kişinin onmaz işi o niyyetle zavallıyı kapıp götürüp kurtar­ onun terniz gözüne çarpmış olsun da bun­
Erişür mamelekine nice yüzden hüsran 1 5 maya çalışırlar. Oysa yine de iki halden dan sonra bunlarla taharetin sahih oldu­
biri olur. Gelin o sırada ya güveyini vu­ ğunu caiz görmüş olsun.
İnceden ineeye araştmhp vanlan gerçek rur ya da ona erişemediği görülür. Allah'ın hikmeti, o türlü bir havuza ba­
şu ki adı geçen şehrin kimi kahvehaneleri Gerçi bunca namahrem kadınların ve kan manzaraları çok olan bir yüksek
ağzı salyalı divaneler ile dolu, hele akıl ve kız-oğlan kızların yüzleri açık oturması ve köşkte buldum. Sabah ve akşam Şafii
idrake yabancılarla dopdoludur. Oysa da­ güveyinin kendilerine mahrem gibi sayıl­ mezhebindeki kavmın o havuzdan temiz­
rüşşifaları, delilerin hasretine tutulmuş ması yolunda erkekler takımının da le­ lendiklerini ve o suyu kullandıklarını te­
bimarhane 16 adını taşırken kendileri o vend ve evbaşları22 ve zampara denilen maşa kıldım. Eni iki zira ve boyu dört zi­
hastalığın hastası olarak harap olmuşlar. nefislerine düşkün nice kallaşları birer kö­ ra ve derinliği bir zira olan havuzdan, di­
Bucakları dopdolu akrep, yılan ve kimi şeden bu durumu seyrederler . Hatta "bu yelim bir saatte bir uğursuz fellah, kirli
bit. Kahvelerde kendilerinden geçmiş, va­ filanın avratı, bu da filanın melek huylu ayaklarını yurdu ve biri de onun yanında
lih ve hayran 17 liryakiler, duvardaki s ii­ bakire kızıdır" deye birbirleriyle işaretle­ safa ve zevkle abdest almaya hazırlanıyor­
ret gibi duvara dayanıp kalmışlar, müs­ şi der; göz ucuyla ezilip büzülerek, gizli­ du. Bununla birlikte bir edepsiz de o ha­
lümanların toplandığı köşeleri puthaneye ce yalvarıp yakarmalada göz etmelerinin vuzun kenarına yakın yerde işedi, öylesi­
döndürmüşlerdir. Şaşılacak yer şurasıdır yüce şeriata aykırı olduğu meydandadır. ne ki pis sidiğinin damlaları etrafa serpi­
ki onun gibi uygunsuzlara saz bile çaldı­ Ama bu çirkin davranışları "biz bunu ba­ lip bu havuzun içine gidiyordu . Bunlar­
rırlar. Binlerce kımıldayan ölü ile dolmuş balarımızdan böyle gördük" ayetine23 sı­ dan başka bir pis meşrepli henüz halildan
meclisi düğün evine döndürürler. Oysa ğınıp sürdürüp giderler. çıkmıştı, necaset bulaşmış elini istinca25

66
307
için o havuzun içine sokmuştu. Oysa o pis bır ve ne hal ise canına cefa etti. Sonra, mayaca�ıdır. Imam Şafii bunu caiz görmekte­
suratlı adamlar o murdar çirkeften ne zincirden boşanmış divane gibi rüşvet al­ dir. Zira, yerine göre boyu de�işmekle birlikte
olursa olsun çekilip uzaklaşamıyorlardı. ma yoluna düştü. Haram lokmaya, ko­ genel olarak 68 santimetrelik bir uzunluk öl­
Yaratılışları dolayısıyla yüzlerini tersine yun sürüsü haıaJ tuza eğirdir gibi seğirt­ çüdür.
25Büyük abctest bozulduktan sonra taharetlen­
döndürüp o sidik ve nedisetle karışmış ti. Hele o ulu vezire intisap etmeyi kendi­
mek, neciisetten kurtulmak için temizlenme.
olan sudan iğrenmiyorlardı. si için leke ve ar bildi . Mısır'daki kurala 26Bugünkü Türkçe ile: Allah korusun, ben bu
Yazarın kıt 'ası göre önünce yürüyen beş on Keçeli Hisar
tutumda olan bir kişiye temiz diyeyim. Ya öy­
eri29 o zavallıyı gururlandırdı, yani bu le kişiye akıllıdır diyeyim. Imam Şafii Hazret­
Haşa ki böyle meşrebe ben pakdir diyem
mansıbı , benim şanım gerektirir, demeye leri bu söze razı olsun, kesin olarak hayır; te­
Ya öyle şahsa sahib-i idrakdır diyem
Haşa bu kavle kail ola hazret-i imam başladı. Kapudan Paşanın adı anıldıkça miz olmayan bir nesneyi bütünüyle engelleme­
Naplik olandan etmeye ızhar-ı nehy-i tam yüzünü döndürdü, söyleyeniere söğdü, sin, olmaz. Hem de böyle bir sudan temizlen­
Andan zarGret olmaya bu irtikiibda saydı . Ama bu kadar var ki kendisinden mekle sıkıkım da yoktur, hele bunca çok, bol
Vefret dahi mukarrer ola ol ab-ı nabda öncekinden yeğ, selefinin kendisine göre temiz su varken. Pisli�e yönelen kişinin ken­
Murdara meyleden kişi murdardır hernin askerlerden bir bey olduğunu her kişi ile­ disi de zaten pistir; ancak murdar olan kişiler
iipak olan bu vaz'a talebkardır hemin 26 ri sürd ü .
böyle pis bir sudan temizlenmeyi isterler.
27 Kendisine hızmet edilen kimse. Daha çok ka­
dılar ve din bilginleri için kullanılır. Dilimiz­
I V . Zekeriyyazade Kadı Yahya 1 Divan-ı Hümayun milbaşiri v e icra kuvveti­ deki "erkek o�ul" yerine kullanılması da bu
ne hızmet etmekle yükümlü bir sınıf mı-nsubu­ anlama ba�lıdır.
(Selim Ağa Kitaplrğı Yazması, ypr. 28 "Padişah" anlamında.
na verilen ad. Mısır divanında, Mısır Beyler­
88"-89"; transkripsiyon , s. 168- 169) 29Kale koruyucusu asker, yeniçeri .
beyilerinin toplantılarında hızmet etmekle yü­
Bu kitabın yazıldığı tarihte Mısır kadı­ kümlü olan görevli.
sı olan Çelebi , eskiden şeyhülisliim olan 2 Hükümdarlarla verirlerin ve başka hızmet sa­ •
Zekeriyya Efendi'nin edepli terbiyeli oğ­ hiplerinin yanında haderne gibi bulunan bir bö­
lu Yahya Çelebi'dir. Ünlü bilginler onu lük hızmetiilere verilen ad.
3 Esrarkeş, esrar düşkünü.
DIETER FORTE'NİN
tanır. Medresedeki öğrenimini en losa za­
manda tamamlamış, molla olarak ve bir
4 Kıpçak lehçesinde "gelirim" demektir. TARİH ANLA YIŞI
5 "Gelemem " .
bilgin olarak yetişmesi çok kısa zamanda
olmuştur. Bir olgun kişi olduğu akıllar­
6Arap harflerinin sayı de�erlerine göre düzen­ Dieter Forte Martin Luther ve Tho­
,

da ve zihinlerdedir . lenmiş olan ebced alfabesinin içindeki kelime­ mas Münzer ya da Muhasebenin Baş­
lerden biri.
Yahya Efendi'nin Mısır v e Şam kadı­ 7 Yuttu�u afyonun sarhoşlu�u geçer geçmez. langıcı Tarihl piyes. Almanca orijina­
.

Iıkiarına erişmesine önayak olan, eskiden


adrıazam ve şimdi kapudan olan şanlı,arı
8 1ran destanı Şehname'deki baş kahramanın linden çeviren: Sargut Şölçün. Kay­
gönüllü ve temiz anlayışlı Cağalazade idi .
adı.
91 ran destanı Şehname'deki başkahramanlar­
nak Yayınları, İstanbul, Mayıs 1 983 .
Bu dediğimiz akıllı mahdum27 Şam kadı­
dan birinin adı. 27 1 sayfa, 450 lira.
lığına ulaşınca bu soylu soplu olan kişi ıoAii'nin ele aldı�ı konuların sonunda, önce
Adamın biri, bir yayınevinde yönet­
[Cağalazade] o ülkeye yenice beylerbeyi söylediklerinin tekidi yerinde yazmayı ayet men. Bu sıfatla, konusunu Reform hare­
gelmişti. Ama sonsuz adaleti, aklı ve ze­ edindi�i manzum parçaların başına koydu�u ketinden alan bir piyes çevirtip bastırmış.
kası uzağı gören her aklı başında . ki­ başlıklardan biri.
Ama aynı adam , hasbelkader tarihçi de,
şiye, hatta sefıhlere ve delilere bile malum 1 1 Aiçak, de�ersiz, kötü kişi, sefil.
yani i ktisat kökenlilikten türernekle bir­
olmuştu. 1 2 Yalan söyleyip.
l i kte tarih teorisiyle ilgili şeyler yazmak­
Hikmet Huda'nındır, Şam vilayetinde 1 3 Yalancı.
tan kendini alamıyor. Iyisi m i , kendi ya,.
beş on gün hüküm sürdü. Ardından ka­ 1 4Bakmak.
yınladığı kitabı inceleme işini buna yık­
pudanlıkla devlet kapısına çekildi gitti. 1 5 Ziyan.
malı; bakalım ne yapacak? Çok eleştirse,
Adı geçen Çelebi, kısa süren günlerde 1 6-rımarhane § hastahane
malını sattıramaz; çok övse, bilimsellik id­
aklını, adatetini, herkesin suyunca gidiyor 1 7 Esrar sarhoşu.
ısoelin yüzü yazanlar, gelini süsleyip donatan­
diasına gölge düşer. Ayıklasın pirincin
görünmesi ile ilgili olarak kazandığı tavır­
taşını* . . . . Tarih ve Toplum 'un yönetme­
ları gereği gibi ortaya koydu. Öyle ki şanlı lar.
ni Mete Tunçay arkadaşım, ünlü muzip­
vezir, onun yapmacık davranışları n ı , ya­ 1 9Kulların ve uşakların giydi�i bir tür sarık §
liğiyle, Dieter Forte'nin Luther'i hakkın­
ratılışından gelme sanarak kendisine mu­ Kapıcıtarla bölükbaşıları, su başı, şehir kadısı- ·

nın kethüdası gibi aşa�ı durumdaki görevlile­ da benden bir değerlendirme isterken bü­
habbet gösterdi. " Zamanımızdaki kadı­
rin giydikleri başlık. Bunların tepesinde yeri­ tün bunları böyle düşündü mü, bilemi­
ların haksızlıkları bunda yok; bunun doğ­
ne göre sorguçları da vardı § bir tür başlık üze­ yorum. Ama her halükarda, Martin Lut­
ruluğa yeltenmesi, ötekilerin eğri tabiat­
rine sarılan sarı k . her ve Thomas Münzer ya da Muhasebe­
larının gerektirdiğinden daha üstün. Her­ � skiden giyilen başlıklardan birinin adı. A�­ nin Başlang ıcı nın içerdiği tarih anlayışı­
'

halde bunun devletinin uzayıp gitmesine zı yukarısına göre dar, tepesi kırmızı renkle çı­ nın, biri çok olumlu, diğeri ise biraz olum­
kılavuz olalım ; mansıbında nice ay ve yıl kıntılı m ukavvadan ve silindir biçimindedir. suz iki yönü olduğundansözetmek,bana,
kalmasına yol açacaklayın kendisini gü­ ı
ı Demir savaş topuzu, demir topuz. sadece yüzyüze bulunduğumu vehmetti­
zelce yetiştirelim," buyurdu. Ve zamanın 22Ayak takımından olan, aşa�ılık kimse, ka­
ğim tuzaktan çıkmanın deği l ,aynı zaman­
padişahına üst üste defalarca tanıklık et­ rışık adam, rezil.
23 A'raf su resi, ayet , 28.
da ve doğrudan doğruya dürüstlüğün nes­
ti: "Mısır kadısı olan ve yükseltilmesi ge­
24 Fıkıh ile ilgili konulardan bir bilim dalıdır. nel gereği gibi �özüküyor.
reken Yahya'nun üstün aklı meydanda,
Başka bir deyişle, Forte'nin eserinin,
bilginliği yeterli, riyasız bir duacınızdır" Bir meselede şeriate uygun tanıkları ortaya koy­
herşeyden önce, siyasal olayların tarihini
deye Hazret'e28 duyurdu. mak ve buna aykırı olan delilleri yok etmek­
tir. Bu dalda pek çok eser yazılmıştır. Bunla­
sırf siyasal olayların tarihi, fikirlerin ta­
Oysa adı geçen Çelebi Şam'daki na­
rın eo tanınrruşı Beyhaki'nin (öl.458) eseri olup rihini sırf fıkirlerin tarihi, din tarihini sırf
musluluğu ve edebi, rüşvet almak ayıbın­
bunda imam Şafii ile EbG Hanife arasındaki din tarihi, vb. olarak gören ve aynı za­
dan uzak durmaktaki beğenilecek çekin­
ihtilaflı meseleleri toplamıştır. Bu meselelerden manda bu ayrı ayrı "tarih"lerin yapıcı-
genliği Kahire'de sürdürmedi. ' Benim biri de Şafii havuzu denilen ve eni iki zirô, bo­
hakkımda tanıklık eden, temiz yürekli ve­ yu dört zira ve derinliği bir zira olan bir havu­
zirin utanıp mahcup düşmesine sebep ol­ zun suyunun abctest almak, gusletme� gibi te­ *Söz konusu zat, Kaynak Yayınları yöneticisi
mayım' demedi . Üç ay kadar rüşvete sa- mizlenmeler için şeriatça uygun sayılıp sayı!- Halil Berktay'dır. - Tarih ve Toplum.

67
308
larını yalnız "büyük adamlar" arasından ' sinde Tarih ///'ümüz, Luther'in kendi nın sınıfsal anatamisini sergilem�� a� a­
seçip, Hollywood'un "star" siste�ne �ok söyle:Oini, nesnel bir çözümlemenin yeri­ cına sonuna kadar sadık kalmış. üzellık­
kolay uyarlanan bu baş aktörlerın nıyet ne geçirmiştir. Muhtemelen bireysel bir le Almanya'da çok kuvvetle hükmünü
ve amaçları hakkında kendilerinin bize "kasıt" içermeyen, fakat hakim ideolo­ sürdüren sözkonusu idealizasyona cephe­
sunmuş oldukları açıklamaları gerçeğin Hi jiye kendiliğinden biat ile örülen bu ka­ den saidırmanın doğurduğu bazı problem­
kendisi saymaktan da kurtulamayan ide­ rartma (obfuscation) ve gizemlileştirme ler de var kuşkusuz. Örneğin Papa'nın,
alist, subjektivist, sınıflariistii yaklaşıma (mystification) eylemi, nihayet, köylü ha­ tınparatorun Luther'in, Saksonya Elek­
da, bu yaklaşımın başlıca alt-önermele­ reketinin ezilmesinde Luther'in oynadığı törünün, vb. davranışları, yer yer çok acil
rinden birini oluşturan kahramanlar ve rolden hiç bahsetmemeye kadar para, cübbe, vb. hırslarıyl� o de�li kes­
- .
dehfilar teorisine de esaslı darbeler indir­ uzanıyor9• tirme bir ilişki içinde gösterılıyor kı, mad­
diği kanısındayım. Oysa, materyalist ne­ di belirlenim bundan ibaret midir, veya
İşte Dieter Forte'nin piyesi, yirmi kü­ sınıfsal karakter göreli özerklik içindeki
densellik kavramının Cumhuriyet'le bir­
sur yıl önce herkes gibi benim de, sınav bir ideolojide de cisimleşmez mi, diy� so�­
likte kısmen girdiği fakat derinlemesine
ve sınıf geçmeye yetecek kadar akılda tu­ maktan kendini alamıyor insan10• Bır di­
nüfuz etmediği ders kitaplarımız, değin­
tabilmek için ister istemez ezberlediğim bu ğer sorun, Reformasyon olayında toplum­
diğimiz örtük yöntem tercihi çerçevesin­
bölük-pörçüklükler yerine, butuncul, do­ sal ilerlemeyi sadece Münzer ve taraftar­
de bize, Kilisenin yozlaşmasına karşı ta­
layısıyla gerçekten öğrenilebilir bir kav­ larının mı temsil ettiği; başka bir deyişle,
mamen ülkücü bir tepki göstererek, salt
rayış getirmektedir: Kapitalizmin şafağı­ bu sol kanadın susturulması ve yokedil­
bireysel iradesinin gücüyle birdenbire ha­
nın sökmeye başladığı Geç Ortaçağ'da, mesi pahasına Protestanlıkla birlikte �e
rekete geçip, keza dünya işleriyle zerrece
burjuva-demokratik devrimierin erken bir de olsa tarihi bir gelişmenin gerçekleşıp
ilgili olmadığı izlenimini uyandıran tezle­
dalgası ya da prototiı;ıi � larak -ve � ütü� gerçekleşmediğidir. Forte'nin oyunu� u �
rini Wittenberg duvarlarına çivileyen bir .
_ ınsıyatı- .
emsalleri gibi, emekçı kıtlelerın bu konuda aşırı bir yadsımayı ıçerdığı,
Luther sunmuşlardır. "Ekonomik sebep"­
' fini önce seferber etme, sonra, kendisini belki de benim öznel izienimimden ibaret­
leri yok mudur Protestan Reformasyonu'­
tehdit etmeye dönüştüğü anda bu insiya­
nun? Şu anda önümde dur b r T rih tir, fakat Engels'in, gerek Anti-Duh­
�. � . � . tifi derhal bastırma yönüyle birlikte- Re­
III: Yeni ve Yakınçağlar'ın ılgıli bolu­ ring'de, gerekse Tarihte Zorun Rolii 'nde,
formasyon mücadelesi! Bu temel çelişıne­
müne göre, vardır elbet; ama adı üstün­ ahlakçılığın tehlikelerine dikkat çekerek
nin ve türettiği asli dinamiğin, Kutsal­
de birbirlerinden kopuk olarak sıralanan tarihin kötii tarafından gelişfiğini belirt­
Roma Cermen İ mparatorluğu'nun oluş­
i
di er birçok "sebep" arasında, üstelik de
turduğu somut sahnede, yani imparat�r­
miş olduğunu da hatıriamadan edemiyo-
" Dini sebep"in, "Rönesansın tesiri"nin, rum. .
luk ile Roma (Papalık), büyük prensler ile Am� gelin, bir tarih kitabıyla değıl de
"Matbaanın tesiri"nin arkasında, iyice
İmparator, vb. gibi bir yığın ikincil çeliş:
sonlarda sayılan kendi halinde bir etken­
menin üzerine oturtulmuş olarak kendı
dir buncağız2 • • ve anlaşılan, yalnız köy­
kendini açmaya bırakılması, Forte'ye, ana 1 Niyazi Akşit, Tarih III: Yeni ve Yakınçağlar
lülerle şövalyeleri ayaklandırmaya
akışı tali girdaplarla çok zengin bir tiple­ (Yükselen Matbaası, İstanbul 1 959) . Eser, .

yaramıştır3; yoksa, genel olarak teolojik " Maarif Veka1etinin 24 Aralık 1 956 gun ve
me ve tematik çeşitlilik içinde kaynaştır­
tartışmaların, özel olarak Luther'in bu 1 73 1 3 sayılı karariyle liselerin III. sınıfiarına
ma olanağını vermiş. Bu sayede, bilimsel
alandaki çabasının saf ve soyut alemini ders kitabı olarak kabul edilmiştir. "
bir dersin yanısıra, bir edebiyat dersi de
böyle hesapların lekelemiş olabileceği, zin­ 2A.g.e., s . 94-95
alıyoruz denebilir: Konusunu tamamen
har düşünülemez! Bu yüzden de Refor­ 3 Aynı, s. 95
yaşanmış tarihten, hatta metninin önem­
mun esas tanımı, "Katolik kilisesinin 4Aynı, s. 93
li bir bölümünü belgelerden alan, dolayı­
(mezhebinin) itikat ve nizamlarında yapı­ 5Aynı, s. 93
sıyla pek az kurmaca unsur içeren ve ak­
lan değişiklik ve ıslahat" diye verilir4• 6Aynı, s. 94
siyon bakımından hemen hiçbir sürpriz
Aynı yerde, XVI . yüzyılın başlarındaki 7Aynı, s. 94
taşımayan bir senaryo, nasıl sonuna ka­
birleşik Hıristiyanlığın " Katolik kilisesi­ BAynı, s. 95. Bu noktada lise öğrencisinin, Rö­
dar heyecanlı, akıcı, kelime anlamıyla
nin bozulması ve hakiki Hıristiyan/ıktan nesansın tesirinin tam ne olduğu konusunda
dramatik kalabiiyor? ! Böyle bir yaratının,
ayrılması üzerine" parçalandığını da hocalamaya düşmesi kaçınılmaz gözüküyor:
ne derin bir kültür ve teori hazinesinden,
okuyabiliriz5 • Hemen ardından, " Din! "Hakiki Hıristiyanlığı" günışığına çıkarmak
ne de 1 960'ların ve 1 970'lerin büyük ra­ mı, yoksa iğfal etmek mi acaba?
sebep"in anlatımı bağlamında -aslında,
dikal cereyanından bağımsız olarak ger­ 9Aynı, s. 96: "Bu sırada Almanya'da ekon�­
kolaylıkla görülebileceği gibi, yıilnız bu
çekleşemiyeceğini gözönünde bulundurur­ mik durum çok bozuktu. Şövalyeler ve köyl� ­
"sebep" değil, argümanın tamu din dü­
sak, sanatçının hayata karşı tutumunun ler Luther doktrininin tesiri altında kalarak ki­
zeyinde dönmektedir- "papazların gunah
nasıl, duştinsel yetkinleşmede doymazlı­ lise topraklarını ele geçirmek üzere ayaklandı­
işiemekten çekinmedikleri" , "samimi din­
ğının ne kertede olması gerektiğinin de gü­ lar. Manastırları ve şatoları yaktılar. Fakat
dar olan bazı kimselerin kilisenin bu du­ prensler birleşerek bu ayaklanmaları bastırdı­
zel bir örneği belirir sanırım. Hayır, çok
rumundan müteessir oldukları" gibi iba­ lar. Prensler kendileri kilise mailarına el koy­
mekanik bir bağlantıyı, en dar ve dolay­
reler gelir6• Gene "Rönesansın tesiri" pa­ dular. " Paragrafın başında Luther'in radikal
sız güncelliğe ajitatif angajmanı kastetmi­
ragrafında, "XIV. yüzyıldaki Katalik ki­ fikirlerinden bir örnek verilıniş olduğundan,
yorum bu son sözlerle. Öylesinin de � ir somaki saf değiştirmesine hiç değinilmeyişi büs­
lisesinin hakiki Hıristiyanlıktan ayrılmış
yeri ve yararı olduğunu düşünmekle bır­ bütün vahamet kazanıyor.
olduğu anlaşılmıştı" cümlesiyle
likte, daha alttan alta, daha organik bir ıoBelki de bunun nedeni, Forte'nin "bu oyun­
karşılaşırız7• Öte yandan "durumu anla­
eğilim var kafamda: kendi döneminin fır­ da teolojinin söz konusu edilmeyeceğini " ,
mak ve anlatmak üzere" (?) Roma'ya gi­
tınalı kitle hareketlerinin, Forte'ye, temel "Yöntem Hakkında" kendi notunda dalıa baş­
den Luther, "burada Papa'nın Rönesans
kitlelerin geçmişteki payını açığa çıkart­ tan kararlaştırmış bulunmasıdır; bkz: Martin
tesiriyle dine uymıyan yaşayışım görmüş, Luther ve Thomas Münzer. . . , s. 1 3 . Bilinçli ve
mak ve tarihi bu kitlelerin geleceği açısın­
çok üzülmüştür."8 Vah vah! Peki ama yazarın hangi rüzgara göğüs germekte olduğu
dan aydınlatmak arzusunu aşılamış ola­
söyler misiniz, nedir bu ikide bir öne sü­ gözönünde bulundurulursa muhtemelen de g�­
bileceği gibi.
rülen " hakiki Hıristiyanlık"? Şu "sami­ rekli bir tercih. Bununla birlikte, örneğın
ml dindar"lığın özünü neye, kime göre Muhtemelen bu dürtü doğrultusunda Shaw'un Saint Joan'da, çok benzer Geç Orta­
çağ tiplerini kendi samimiyetieri içinde gizem­
saptayacağız? Herşey bir yana, bilim açı­ Dieter Forte, Martin Luther ve Thomas
sizleştirebilmiş olduğunu da unutmamakta ya­
sından "günah işlemek" , "günah işle­ Munzer ya da Muhasebenin Başlangıcı '­ rar görüyorum. Sanatın bir değil, birçok yolu
rnekten çekinmemek" vb. ne demek olu­ nda, Reform'a idealist bakışı yıkarak di­ var, yaklaşık aynı dünya va tarih görüşünde
yor acaba? Bu ve benzeri noktaların hep- ni kisveye bürünmüş bu sosyal çatışma- birleştiğinde bile.
68
309
bir sanat eseriyle yüzyüze bulunduğumu­ Prof. Sernih Tezcan 1982 ilkbaharında ta­ ki n Kurat'ınki de Osmanlı A raştırmala­
w tümüyle unutmayalım, isterseniz. Sa­ rafından 30 Ağustos zaferinin 60. yıldö­ rı/The Journal of Ottoman Studies, IV­
nat, sanat olarak, hayatın karmaşıklığı­ nümü dolayısıyla düzenlenen, fakat üni­ V, İstanbul 1 984'te yayınlanmak üzeredir.
na elbette bir seçme-eleme işlemi uygula­ versitedeki yönetim değişikliği nedeni ile Bu itibarla 1 983 yılı "Türk- Ingiliz ilişki­
mak, kesip biçmek, abartmak, sivriltmek yeni Rektör Prof. Dr. Ergün Toğrol ta­ lerinin tesis edilmesinin 400. yı/ma tesa­
ve yoğunlaştırmak zorunda. Üstelik rafından bir kısım değişikliklerle3 I Ağus­ düf etmektedir. "
dram, çatışma ve gerilimlerin adamakıllı tos ı 982' de yapılan serninerin bildiri­ Boğaziçi Üniversitesi'nde Cumhuriyet'
belirginleştirilmesini gerektirdiğinden, di­ leri de davetlilere dağıtıldı: "Büyük Za­ in ilanının 60. yılına isabet ettirilen Lo­
yelim roman'da tahammül edebileceğimiz fer ve sonuçları ", 60. yıldönümü top­ zan Semineri'nde Cambridge Üniversite­
"şematizm" derecesinden çok daha faz­ lantısı bildiri/eri, Boğaziçi Üniversitesi si'nden Prof. R.T. B. Langhorne, Hacet­
lasını da kaldırabilir, tipierne (tipler .--. sı­ Atatürk ilkeleri ve İnkılap Tarihi Ensti­ tepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Emel
nıf ve zümreler) açısından. Forte'nin yo­ tüsü yayını, İstanbul 1 982, X + 246 sahi­ Doğramacı, Ankara Üniversitesi öğretim
rum unun esası sağlıklı ya, bu yeter. Türk fe. görevlilerinden Emekli Büyükelçi Kamu­
okuyucuları olarak bizim problemimiz, Bu ilk yayım enstitünün açılış törenini ran Gürün de davet edilmişlerdi.
galiba, Martin Luther'in 500. doğum yıl­ yansıtan Sivas'tan A nkara 'ya, 18-27 Ara­ Kitabın dış-kapağında Türkçe başlık ol­
dönümünde Protestan Reformasyonu lık 1919, (Boğaziçi Üniversitesi Atatürk makla beraber iç-kapak tamamen İngiliz­
hakkında kendi dilimizde mevcut biricik İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü yayı­ ce' dir: British Documents on the Lausan­
düzgün tarih çalışmasının . . . bu piyes ol­ nı, İstanbul 1 983, 32 sahife) izledi . ne Conference (1922-1923). İç-kapağın ar­
masından geliyor. ka tarafında altta Copyright- Boğaziçi
Sivas 'tan Ankara 'ya, küçük bir broşür
HALiL BERKTAY olmakla birlikte Atatürk İlkeleri deyimin­ Oniversity kaydı da ihmal edilmemiştir.
den ne anlaşılması gerektiğini, o zaman­ Halbuki Rektör ve aynı zamanda 7 Tem­
• muz 1 983 'ten beri Atatürk İlkeleri ve İn­
ki enstitü müdürünün ağzından dile geti­
riyor, faaliyetlerin ne olması icap ettiği de kılapları Enstitüsü Müdürü Prof. Ergün
vurgulanıyordu. Enstitünün açılış töreni­ Toğrol'un "Önsöz"ü, Mirn Kemal Öke
BİR İNTİHAL DAHA ! nin,Atatürk'ün l S Aralık 1 9 19'da Heyet-i (Enstitü Müdür Yardımcısı)'nin "Sunuş"
Temsiliye Reisi olarak bir kısım arkadaş­ yazısı Türkçe'dir. Bunların İngilizce çe­
İngiliz belgelerinde Lozan Barış Kon­ Iarı ile birlikte Sivas'tan Ankara'ya hare­ virilerine -belki de isteyerek- yer verilme­
keti tarihinin 63. yıldönümüne rastlatıl­ miştir.
feransı (1922-1923), Önsöz: Ergün Prof. Dr. Ergün Toğrol "Önsöz"ün­
ması da bizzat Rektör tarafından şöyle
Toğrol, yayınlayan: Mim Kemal Öke, ifade ediliyordu: "Biz de Enstitümüzün de "bilimsel araştırmalarm müsbet veri ve
Boğaziçi Üniversitesi yayınlarından, açılışını, yani ilk adımını 18 Aralık 'a ge­ belgeler/e dayanması gerektiğini" vurgu­
tirmekle bu tarihi olaydan güç kazanmak Iamakta, Lozan antlaşmasının 60. yıldö­
İstanbul 1 983, I. cilt, XXXIX x 320
istiyoruz. lleriki yıllarda bu tarihlerde bir nümü vesilesi ile, bu konferans ve antlaş­
sahife, 500 Lira. A tatürk Haftası düzenlemeyi düşünüyo­ ma ile ilgili belgeleri yayınlayacaklarını,
ruz. " 1 8 Aralık 1 982 toplantısına Mustafa birinci kitabın üç ciltlik " İngiliz belgele­
Lozan Antlaşmasının 60. yıldönümü Kemal Paşa'nın yol uğrağı şehirlerde, ha­ rinde Lozan" , ikinci kitabın "Amerikan
semineri münasebeti ile çıkarılan bu ya­ len bulunan üniversiteler (Cumhuriyet, belgelerinde Lozan" , üçüncü kitabın da
pıt Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri Erciyes, Ankara, Orta-Doğu, Hacettepe) "Türk belgelerinde Lozan" adını taşıya­
ve İnkılap Tarih Enstitüsü'nün yayınla­ rektörleri ve birer temsilcisi de çağırılmış­ cağını müjdelemektedir. Yardımcısı Dr.
dığı üçüncü kitaptır. Adı geçen üniversi­ Iardı . Sonradan, bir çokları gibi, 1 8-27 Mim Kemal Öke de "dikkatli, sabırlı ve
tede, 27 Ekim 1 980 tarihinde, o zamanki Aralık arasında bir Atatürk Haftası yap­ değerli çalışmasından ötürü "kutlanmak
senatonun 80/ 1 96 sayılı kararı ile "Ata­ mak vaadi de unutuldu. tadır.
türk ve Devrimleri Araştırma Enstitüsü" Dr. Mim Kemal Öke'nin "Sunuş" ya­ Dr. Mim. Kemal Öke de "Sunuş" ya­
kurulmuş, müdürlüğüne deüniversitenin zısında belirttiği üzere "Gerek bu kitabın zısında önce Lozan antlaşmasının değe­
rektörü Prof. Dr. Sernih Tezcan getiril­ (Ingiliz belgelerinde Lozan Barış Konfe­ rini belirtmeye çalışmakta, bu konuda
mişti. Enstitü tarafından, birincisi 1 0- 1 1 ransı) baskı tarihinin ve gerek Lozan A nt­ başlıca alıntılarını Ertuğrul Zekiii Ökte
Kasım l 980'de, ikincisi 9- 1 3 Kasım Iaşması 'nın 60. yıldönümü olan 1983 'ün ("Lozan Barış Antlaşması" , Belgeler/e
l 98 1 'de iki Uluslararası Atatürk Konfe­ aynı zamanda Türk-Ingiliz ilişkilerinin te­ Türk Tarihi Dergisi, sayı 34, Temmuz
ransı düzenlenmiş, bu toplantılarTV'de ve sis edilmesinin 600. yı/ma rastlaması an­ 1 970, s. 3) ve Cemil Bilsel (Lozan, İstan­
basında büyük yankılar yaptığı gibi, her lamlı bir tesadüf olmuştur. " Bu cümlede bul 1 933)'den yapmaktadır. Halbuki bu
iki konferansta okunan bildiriler de 1 9 8 1 çok büyük bir hata hemen göze çarpmak­ antlaşmanın değerini, antlaşmanın yapıl­
senesinde peşpeşe yayınlanmıştı: Uluslar­ tadır. 1 8 Nisan 1 983'te Boğaziçi Üniver­ dığı tarihlerde belirten üç önemli görüş
arası A tatürk Konferansı Tebliğleri, Bo­ sitesi'nde Atatürk İlkeleri ve İnkılap Ta­ Türkçe'ye de çevrilmiş, bir iki sene önce
ğaziçi Üniversitesi yayınları, Kasım 1 98 1 , rihi Enstitüsü tarafından Türk- İngiliz iliş­ yayınlanmıştır. Bunlardan birisi meşhur
2 cilt (24 bildiri); Uluslararası A tatürk kilerinin 400. yıldönümü ve ilk İngiliz el­ İngiliz Liberal Başbakanı Llyd George'a
Konferansı, Tebliğler, Boğaziçi Üniversi­ çisi William Harbom'un İstanbul'a geli­ ait olanıdır. Onun "From Sevres to Lau­
tesi yayınları, Kasım 1 98 1 , 3 cilt (72 bil­ şi dolayısıyla, bir seminer düzenlenmiş, bu sanne" başlıklı makalesi imza töreninin
diri). seminerde Cambridge Üniversitesi'nden hemen sonrasında Daily Chronic/e 'de Al­
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu çık­ Dr. Susan Skilliter, Orta-Doğu Teknik manca çevirisi de Neue Zürcher Zeitung '
tıktan bir· süre sonra, 41 sayılı Kanun Üniversitesi'nden Prof. Yuluğ Tekin Ku­ un 29 Temmuz 1 923 tarihli nüshasında ya­
Hükmünde Kararname ile üniversiteler, rat ve Dr. Mim Kemal Öke birer konuş­ yınlanmıştır. Lloyd George, Lozan görüş­
Yükseköğretim Kurulu görüşleri doğrul­ ma yapıruşlardı. Bu konuşmalardan Öke' melerinde İsmet Paşa (İnönü)'yı amatör,
tusunda yeniden düzenlenirken, bu ens­ ninki kendisinin Ingiliz casusu Prof. A r­ fakat usta bir balık avcısına benzetmek­
titü de benzeri diğer bir çok enstitüler ile minius Vambery 'nin gizli raporlarmda II. te, zaman ve sabrının kendisini gayesine
birlikte kapatıldı, sonradan Boğaziçi Üni­ Abdü/hamid ve dönemi (Üçdal neşriyat, ulaştırdığılll belirtmekte, İngiltere, Fran­
versitesi'nde Atatürk İlkeleri ve İnkılap İstanbul 1 983) adlı eserde yayınlandı sa, İtalya ve Amerika Birleşik Devletle­
Tarihi Enstitüsü adı ile bir kurumun açıl­ (" Prof. Arrninius Vambery and the ri'ni ise, karaya vurmuş iri balıklar ola­
masına izin çıktı. 18 Aralık 1 982'de bu ye­ Angio-Ottom an Relations, 1 887- 1 907" , rak .tasvir etmekte, onların Lozan'da is­
ni enstitünün açılış töreni yapılırken, aynı kitap, s . 1 39- 1 60). Prof. Yuluğ Te- teklerine erişemediklerini, yani yenildik-
69
310

Lozan 'da Türk Delegeleri: (Soldan sağa: Reşit Sajjeı (A tabinen}, Münir (Ertegün), Dr. Rıza Nur, İsmet Paşa
(İnönü), Zekôi (Apaydın}, Veli Bey, Muhtar Bey. Sol arkadaki sütunun önünde; Ruşen Eşref (Onaydın).

lerini vurgulamaktadır . ndeki başaniarına benzetmektedir (Bu ra­ Dr. M i m Kemal Öke, " Sunuş" unda
Lozan antlaşmasının imza töreninden por ve içeriği için bakınız: Nejat Göyünç, "Londra Public Record Office 'deki FO.
hemen sonra Neue Zürcher Zeitung'un bir " Lausanne anlaşması arefesinde bir 839 numaralı ve Eastern Conference: La­
muhabiri, Du Bois da İsmet Paşa ile bir Avusturya'lı diplamatın düşünceleri" , usanne, 1922 to 1923 adlı koleksiyanda
görüşme yapmış, iki gün sonra gazetesin­ Osmanlı Araştırmaları! The Journal of bulunan 53 dosyadan, yine FO Confiden­
de yayınlamıştır. Bu söyleşide İsmet Pa­ Ottoman Studies, I I , 223-242). tial Print: Correspondence Respecting
şa "Biraz önce imzalanan anlaşma bana Lozan antiaşması dış basında da büyük Turkey serilerinden ve son olarak da Her
tam bir huzur verdi, çünkü yirmi yıldan­ yankılar yapmış, bunlardan bir kısmı Majesty 's Stationary Office, Documents
beri harp halinde olan Türkiye 'ye sulh ün Türkiye'de yayınlanmıştır: bakınız. Biliii on British Foreign Policy 1919-1939, First
baha biçilmez nimetlerini getirmektedir. N. Şimşi r , Dış basında Atatürk ve Türk series, Vol. X VJJI'den seçilerek der/en­
Evvelce, yabancı ülkeler köhneleşmiş an­ devrimi, Türk Tarih Kurumu yayınların_­ miştir " (s. X I I I ) diyerek , Lozan Barış
laşmalara dayanarak sık sık iç işierimize dan , Ankara 1 98 1 , I , 258 vdd. Dr. Mim. Konferansı kitabındaki belgelerin kaynak­
karışmaktaydılar. Bütün diğer bağımsız Kemal Öke'nin, nedense, bu yayınlardan larını göstermektedir. Bu kadar, külfetli
milletler gibi, kendi kendimizi yönetmek hiç haberi yoktur. Lakin, "Sunuş"a ekli bir çalışma için Dr. Öke, elbette takdire
hakkına sahip olduğumuza inamyoruz ve bibliyografyasmda Tıp Dünyası Dergisi' layık olurdu. Bununla beraber, kitabın,
anlaşma bizim tam mi/If bağımsızlığımızı nde yayınlanan İstanbul'un eski, popüler her belgenin kısa Türkçe bir özetini ihti­
teminat altına almaktadır, bu bize en bü­ valisi Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gö­ va eden liste kısmından hemen sonra ge­
yük mutluluğu vermektedir", demektedir. kay'ın "Hekim gözü ile Lozan" (aynı der­ len Belgeler bölümünde Prof. Langhor­
(Bu iki görüş ve alıntı için bakınız: Nejat gi, no. 9, 1 943) adlı makalesine yollama ne'un, 1 972'de yayınlanan Documents on
Göyünç, "Sevres'den Lausanne'a " , Bel­ yapılmaktadır. Lozan'ın muhtelif meslek­ British Foreign Policy 1 9 1 9- 1 939'un XVI­
leten, sayı 1 83, Temmuz 1 982, s. 560-56 1 ) . lere mensup kişilerce nasıl karşılandığını I I . cildinin ilk bölümü (Chapter) ile kar­
Üçüncü görüş ise, 1 7 Temmuz 1 922 ta­ belirten bir yazı veya yollama dizisi kuş­ şılaşılmaktadır. Kitabın 3 1 9 sahifelik 208
rihini taşımaktadır, yani antlaşmanın im­ kusuz güzel bir araştırma konusu olur, ilgi belgelik kısmı adı geçen kitabın tıpkı-bası­
zalanmasından bir hafta öncesine aittir; de uyandım. Bununla beraber, bu kitabı mıdır. O kadar ki, daha ilk sahifesinin sol
sahibi de Avusturya'lı Norbert von Bis­ yayınlayanın bazı kişisel ilişkilerinden do­ alt köşesinde " X V I I I " kaydı bile bulun­
c hoff'tur. O sıralarda konsolos bulunan layı, evvelce yayınlanan kitaplarının ön­ duğu gibi, 1 7 . sahifede de "University
Bischoff, 1 930-33 arasında Ankara'da sözünde bazı kimselere iltifatlar yağdır­ Library OP 14 J U " damgası bile yer al­
Avusturya maslahatgüzarı olarak bulun­ dığı göz önüne getirilirse, Ökte ve Gökay, maktadır. Prof. Langhorne, Dr. Öke'nin
muş, Atatürk'ü ve Yeni Türkiye'nin ida­ Boğaziçi Ü niversitesi'nin rektörlüğüne ya­ Cambridge'den hocasıdır. (Il. A bdüllıa­
recilerini, girişimlerini tanımış, bu izle­ kınlıklarından dolayı hatırlanmışlar, di­ mid, Siyonisiler ve Filistin meselesi, Ker­
nimlerini içeren kitabı A nkara. Eine De­ ye düşünmemek elde değildir. van yayınları, İ stanbul 1 98 1 , s. 8). Prof.
utung des neuen Werdens in der Türkei Türkçe yayınlar arasında ilk defa ba­ Langhorne, Türkiye'ye bir Lozan Semi­
(Wien-Laipzig 1 935) büyük ilgi görmüş, sıldığı halde, İsmet İ nönü'nün " İstikliil neri'ne davet edilmiş, eline de kendi ki­
hemen Fransızca'ya ve Burhan Belge ta­ Savaşı ve Lozan" adlı konferansı (Be/le­ tabının bir bölümünün tıpkı-basımı, baş
rafındanda Türkçe'ye çevrilmiştir:A nka­ ten, sayı 1 49, s . 1 -49; Cumhuriyetin 50. tarafına bazı Türkçe eklemelerle tutuştu­
ra. Türkiye 'deki yeni oluşun bir izahı (An­ yıldönümü Semineri, Türk Tarih Kurumu rulmuştur. ihtimal, Prof. Langhorne,
kara 1 936). Bischoff, Avusturya'nın İ kin­ yayınlarından, Ankara 1 97 5 , s. 1 -47) Türkçe bilmediği için talihlidir . Yoksa
ci Dünya Harbi'nden sonra yeniden teşek­ Öke'nin dikkatinden kaçmış bulunmak­ kendi eserine, derlemesine sahip çıkıldı­
külü üzerine, uzun yıllar, 1 949- 1 960 ara­ tadır. Yine Selahi R. Sonyel'in " Lozan'• ğını, bunu yapanın da bir Türk öğrencisi
sında, Viyana'nın Moskova'da temsilci­ da Türk diplomasisi" (Belleten, sayı 1 49, olduğunu görüp Türkiye'de İ ngilizce öğ­
liği görevinde bulunmuştur. Norbert von s . 4 1 - 1 1 6) adlı çok zengin arşiv belgeleri­ retim yapıldığı için mensuplarının sık sık
Bisc hoff, 17 temmuz 1 922 tarihli rapo­ ne ve yayınlara dayanan kıymetli araştır­ böbürlendikleri bir üniversitesinde bilimin
runda Avusturya Dışişleri Bakanı'na Lo­ masından da habersiz kalınmıştır. Bu ko­ şu sıralar ne kadar güçlü ellerde olduğu­
zan'da Türk diplomasisini övmekte, bu­ nuda uzun listeler yapmak da mümkün­ nu, enstitülerin de bu işlere ne kadar yat­
nu Talleyrand'ın Viyana Kongresi ( 1 8 1 5)' dür. kın ve hakim iilimler tarafından idare edil-
70
31 ı
diğini, acı bir gülümseme ile öğrenebile­
cekti.
OSMANLI Jacques Thobie

İngiliz belgelerinde Lozan Barış Kon­ iMPARATORLUÖU


feransı kitabındaki belgelerden bir kısmı­ intere ts
nın Lozan ile ilgisi de yoktur, özellikle bi­ VE FRANSIZ et imperialisme
zim için yoktur. Çünkü ilk belge 3 Eylül
1 922 tarihlidir, " Yunan Hükümeti 'nin EMPERYALiZMi français
Anadolu 'dan çekilmelerini öngörecek bir dans
mütareke ayar/amalarmı ingiliz Hüküme­ l'empire ottoman
ti'nden rica ettiklerini Fransız Hüküme­ (1895-1914)
ti'ne bildirmeye hazır oldukları " yolun­
da İngiltere'nin Atina elçisi Bentick'den
Lord Curzon'a çekilen bir telgrafın sure­
tidir . Bu ve benzeri belgelerin Lozan ile
Jacques Thobie, Interets et imperia­
aHikasını anlamak zordur. 3 Eylül 1 922'de lisme français dans I'Empire Otto­
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Durn­ man (1895-1914) [Osmanlı İmpara­
lupınar'dan Uşak'a gelmiş, esir edilen Yu­
torluğunda Fransız Çıkarları ve
nan Komutanı General Trikopis'i ve yar­
dımcısı General Diyenis'i huzuruna kabul Emperyalizmi (1 895- 1 9 1 4)] , Paris, Publiatiocu de ll Sorboane
lmprlmerie nationa1e
etmiştir. Türk ordusu da İzmir'e doğru Publications de la Sorbonne, 1 977 .
hızla ilerlemektedir.
Boğaziçi Üniversitesi'nin inşaat mühen­
disi Rektörü Prof. Dr. Ergün Toğrol'un
bilimsel araştırmaların müsbet veri ve bel­ Prof. Thobie, Fransa'da H aute­ sinde kaldıklarını belirtiyor.
gelere dayanması gerektiği fikri çok doğ­ Bretagne (Rennes Il) Üniversitesi'nde gö­ 1 895'de Osmanlı İmparatorluğu'nda
rudur. Bunun anlamı da, hakikate var­ revli. Fransız Türkologlarının genç kuşağı bir Fransız emperyalizminden sözetmek
mak için ancak doğru haberleri bulmanın içinde François Georgeon, Paul Dumont, bir hayli güç olsa da, 1 9 1 4'de durum de­
gerekeceğidir. Lakin başkalarının eserini Jean- François Leguil ile birlikte çalışma­ ğişmiştir. Fransız emperyalizmi Birinci
kopye edip üzerine ismini çekinmeden ya­ larıyla en fazla dikkati çekenlerden biri. Dünya Savaşı öncesinde tüm kurumlarıy­
zanların hareketi ne derecede dürüst, il­ Osmanlı-Türk tarihinin çeşitli dönemlerini la hüküm sürmektedir. Thobie'nin ince­
me ve edebe uygundur? İnsanların anla­ çeşitli yönlerden inceleyen bu bilim adam­ lemesinde ulaştığı sonuç bu.
madıkları konularda bol bol övücü söz­ ları Batılı Türkologların bizim dünyamı­ Fransız emperyalizminin Osmanlı top­
ler sarf etmeleri, ne dereceye kadar ken­ za herşeyden önce "egzotik" bir nesne rakları üzerindeki ekonomik ve siyasal et­
dilerini yanıltmaz, müşkil duruma düşür­ olarak bakan geleneksel yaklaşımını aş­ kisinin iki kaynağı Osmanlı Bankası ve
mez? mış görünüyorlar. Titiz çalışmaları sonu­ Düyun-u Umumiye İdaresi . Özellikle Os­
Boğaziçi Üniversitesi'nin İngiliz belge­ cunda elde ettikleri verileri tutarlı bir bi­ manlı gelirlerinin 0Jo30'unun işletmesini
lerinde Lozan Barış Konferansı adlı, üç limsel modele göre açıklayarak tarihimi­ elinde bulunduran Düyun-u Umumiye sa­
cilt olacağı en yetkili ağızdan belirtilen bu ze yeni ışıklar tutulmasında pay sahibi yesinde Fransız sermayesi Osmanlı eko­
kitabının diğer iki cildi -eğer hala yayın­ oluyorlar. nomisinin işleyişini yakından denetliyor.
lanacak ise- kuşkusuz, Prof. Langhorne' Prof. Thobie'nin kitabı, aslında uzun Aynı zamanda kendi ülkesinin diploma­
un eserinin diğer iki bölümü (Chapter) sürmüş bir "devlet doktorası" çalışması­ tik yetkilileriyle dirsek temasını yitirme­
olacaktır. Acaba aynı seriden yayınlana­ nın ürünü. Yazar, Giriş'te kitaptaki met­ den, İngiliz sermayesinin de desteğini ya­
cağı söylenen Amerikan Belgelerinde Lo­ nin tezin kısaltılmış bir şekli olduğunu nına alarak Almanların Osmanlı İmpara­
zan Barış Konferansı kitabı da aynı yön­ söylüyor. 20 yıl gibi oldukça kısa bir ta­ torluğu üzerinde nüfuz sağlama girişim­
temle mi yayınlanacaktır? · rihsel dönemi kapsayan kitabın 800 say­ lerini boşa çıkarınağa çalışıyor .
Türkiye'de bir süredenberi Atatürk ve fa olduğu düşünülürse, tezin böylesine bir Mail güçle siyasal iktidarın ittifakı so­
ilkeleri hemen her fırsatta kendisine ko­ monografik inceleme için büyük sayılabi­ nucu, Fransız emperyalizmi Osmanlı
şulan bir sığınak olmaktadır. Atatürk lecek boyutlarda olduğu anlaşılır. İmparatorluğu üzerinde istediğini elde et­
" Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir" der­ Kitapta ekonomik çıkarlardan yola me şansına kavuşuyor. Ekonomi ile siya­
ken, dürüstlüğü, araştırıcı olmayı öner­ çıkılarak siyasal nüfuzla ilgili sonuçlara setin birleşmesi, 1 905 istikrazı sırasında
mekte, vurgulamaktadır. Kendisi çok se­ ulaşılıyor. Ekonomik olanın hep ağırlık­ kesinleşiyor. Fransız emperyalizmi Os­
neler önce, daha Türkiye Cumhuriyeti' ta oluşu ise, ele alınan dönemde Osmanlı manlı ülkesinde Suriye, Kuzey ve Kuzey­
nin kuruluş yıllarında "Cehli yalnız oku­ İmparatorluğu üzerinde ·siyasal etkinliğe batı Anadolu'yu gözüne kestirmiş durum­
yup yazma manasma almıyorum" yani sahip olmanın vazgeçilmez temelinin sı­ da. Ancak, XX. yüzyılın başında dünya­
'
bilgisizlik ile okuyup-yazma arasında pek nal ve mali alanda yatırımla mümkün ola­ da paylaşılmarnış ender topraklardan olan
de ilişki yoktur, derken ne kadar haklı­ bileceği ile açıklanıyor. Neden 1 895 ? Ça­ Osmanlı İmparatorluğu çeşitli emperya­
dır. lışmaya başlangıç olarak bu tarihin alın- list güçlerin çekişınesi dolayısıyla fiilen
İngiliz belgelerinde Lozan Barış Kon­ ' masının başlıca nedeni Fransa'da X I X . parçalanmayıp nüfuz alanlarına ayrılıyor.
feransı kitabı, Atatürk ve İlkelerine çok yüzyıl başından beri düşmekte olan fiyat­ Ardı arkası kesilmeyen istikrazlar biçi�
önem verilen bir dönemde, onun adını ta­ larda hissedilir bir yükselmenin gözlenıne­ minde tecelli eden Osmanlı İmparatorlu­
şıyan enstitülerden birisinin kimler tara­ ye başlaması. Fiyatlardaki yükselme eği­ ğu'nun emperyalist güçler karşısındaki
fından, nasıl yönetildiğini göstermesi ba­ limi kapitalist ekonomide gelişmenin bir politikası ise, tam bir ifliisla sonuçlanıyor.
kımından ilginçtir. belirtisi" olarak kabul ediliyor. Thobie, ki­ Borç alınan miktarın dörtte üçü bütçe açı­
Bu, Tarih ve Toplum un Şubat sayısın­
'
tabına coğrafi bir sınırlama da getirerek ğının kapatılmasına, başka bir deyişle or­
da çıkan " İktitaftan intihale" (Toplama­ Osmanlı İmparatorluğu'nun Asya kıtasın­ dunun ve memurların maaşlarının öden­
dan çalmaya) başlıklı yazıya tam uygun, daki topraklarını ele almış. Haklı olarak, mesiyle kara (ve son dönemde deniz) kuv­
mükemmel bir başka örnektir ve ne ya­ Avrupa ve Asya kıtasındaki imparator­ vetlerinin yaşamsal ihtiyaçlarının karşılan­
zık ki bir üniversite yayınıdır. luk topraklarının, tamamen kopmarnış ol­ masına yarıyor. Yabancı yatırımların yo­
NEJAT GÖYÜNÇ salar bile, çok değişik dinamiklerin etki- ğunlaştığı madencilik sektöründe çıkarı-
71
.
3 12
lan cevher, işlenıneden sanayileşmiş ülke­
lere doğru yola koyuluyor .Diğer yatırım­
lar ya kısa yoldan verim sağlayacak alan­
larda ya da Osmanlı devletinin stratejik
nedenlerle istediği kara ve demir yolları,
kamu hizmetleri gibi alanlarda gerçekleş­ F. MU HTAR KATIRCIOGLU
tiriliyor. Bunlar da, demiryolları örneğin­
de görüldüğü gibi, yalnızca yatırım sahi­
bi ülkenin ekonomik-ticari çıkarları doğ­
rultusunda olduğu sürece ve düzensiz ola­
rak yapılıyor.
Kısaca, Osmanlı İ mparatorluğu ile
emperyalist güçler arasında eşitsiz bir iliş­
ki olduğu ortaya çıkıyor. Bu eşitsiz iliş­
ki, emperyalistlerin İ mparatorluğun an­
cak ayakta kalmasına yetecek kadar yar­
dım etmeleriyle sürdürülüyor. Emperya­
list güçler arasındaki ekonomik nüfuz böl­ .,.�ı.ıı:- :ır�
gesi edinme mücadelesi ise, 1 9 1 4 yazında .:l.ıJ'.
bir denge noktasına ulaşmış görünüyor.
Ji,; J<:l.i.
Ancak daha sonra Osmanlı yönetiminin
tercihini Almanya'dan yana kullanması ve H
1 Ekim 1 9 1 4'de kapitülasyonların kaldı­ ..,·ı:•
.
rılmasıyla denge bozulacaktrr.
� Ji.� .,ı­
Bir dönemin ekonomik tarihinden kal­
J'i-.
karak uluslararası ilişkiler tarihine ışık
tutmaya çalışan bu incelemede, bizce cı­
lız kalan iki yön var. Birincisi, yeteri ka­ \fo.
dar uluslararası gelişmelerin dikkate alın­
marruş olması ki, yazarın yalnızca Fran­
sız emperyalizmi üzerinde yoğunlaşmış ol­
ması dolayısıyla mazur görülebilir. Asıl
önemlisi, Fransa'nın 1914'de bunca etkin
olmasına rağmen, Birinci Dünya Savaşı .
/
ertesinde İngiliz emperyalizminin yedeğine
düşmesinin nedenleri üzerinde yeterince
durulmarnası. Prof. Thobie'nin kullandı­
ğı emperyalizm modeline bakarak banka
sermayesiyle sanayi sermayesi ar.asıntlaki Geçmiş şölenierin ikincisinde yine pek soylu ve zengin bir sofradayız; ancak,
bağın gevşekliğine işaret etmesi de duru­ evsahibinin de konukların da keyifsizli!li, tebessümlerinin sun'ili!linden hemen
mu kurtarmıyor. Kanunızca, konunun sı­ belli oluyor. Tarih : 30 Nisan 1920 Cuma. Osmanlı İ mparatorlu!lunda Mondros
Mütarekesiyle noktalanan "Harb-i Umumi" yenilgisinin sıkıntılı günleri yaşan­
nırları dışına düşmeden , İngiliz ve Fran­
makta. Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasından tam bir haf­
sız emperyalizmi arasındaki ilişkinin di­ ta sonra Yıldız Sarayında, son Osmanlı Sultanı Vahideddin'in verdilli bir ö!lle
namikleri üzerine biraz daha eğilmesi ya­ yeme!lindeyiz.
rarlı olacaktı . Elbette, şartlar ne kadar kötü olursa olsun, insanlar daima yemek yiyecek;
bir Sultan'ın sofrası ise son anına kadar temsil ettiili makama uygun olacak.
Bu iki küçük eksik dışında, özellikle Yemeğe düğün çorbası 'yla başlanıyor. Arkasından, menu 'de cinsi belirtilme­
muazzam bir arşiv araştırmasına dayanan miş olan bir börek var. Böre!li, bezelye/i kuzu kapama izliyor. Bundan sonra
ciddi bir ekonomik tarih incelemesi ile paça (herhalde terbiyeli), ardından da kaymak geliyor! Sebze olarak sadeyağlı
karşı karşıyayız. Thobie'nin başvurduğu bakla yendikten sonra, piliiv servis ediliyor. Bu, tuzlu yemekierin bittiği ne işa­
Arşivler, Fransız Dışişleri Bakanlığı ve çe­ ret. Sıra, artık tatlılardadır. Önce zerde var; esas, aııır tatlı ise bakiava. Bakla­
şitli bakanlıklardan özel şirket ve banka vadan sonra, damakları temizlemek üzere, çeşitli meyveler sunuluyor.
arşivlerine ve çeşitli kentlerdeki Fransız Aslında yemek , Osmanlı Sultanının şiinma layık seviyede tutulmaya çalışıl­
Konsolosluklarının arşivlerine dek uzanı­ mış olmakla birlikte, başka şölenlerle kıyaslandı!lında hafif sayılabilir. Burada,
pek zorlu geçen ve üstelik yenilgiyle sonuçlanan harbin etkisini görmemek müm­
yor. Uzun listede Thobie'nin de haklı ya­
kün değil . Sultan Vahideddin'in bu menu 'sü, gerek eski Osmanlı gerekse günü­
kınmasına neden olan iki önemli eksik müz sofrasından bazı farklılıklar gösteriyor. Zengin Osmanlı sofralarında, etli
var. Birincisi yabancı araştırmacılara ge­ yemekten sonra tavuk veya kuş eti gelirdi. Burada ise kuzu kapamadan sonra
niş ölçüde kapalı olan Osmanlı arşivleri paça görüyoruz. Günümüzde, et yemelli ile paçayı birarada görmek söz �(onusu
ile yanmış olan Osmanlı Bankası arşiv le­ değil . Benim asıl ilginç bulduğum, paçadan sonra verilen kaymak ! Kalp sağlığı­
ri . Thobie'nin kitabı geniş kitlelere sesle­ mıza, kolestrolümüze, kilomuza bunca özen gösterdillimiz bu devirde, bildiğim
nen bir tarih yapıtı olmasa da, araştırma­ kadarıyla kaymak, yemek arasında olsun sonunda olsun hiçbir sofrada veril­
cıların mutlaka yararlanması gereken bir memektedir. Şahsen, herhangi bir evde ya da davette bunu görmedim. Doğru­
başvuru yapıtı. sunu isterseniz, sırf merakımı gidermek için bir gün denemek isterim -
doktorurodan gizli olarak tabii!
Bu yıl içinde de Jacques Thobie'nin
Imperialisme et Moyen Orientau XX" Si­
[Menu'nun tepesinde Mehmet Vahideddin'in adının başharfleri Mim- Vav ay­
ec/e (XX. Yüzyılda Emperyalizm ve Or­
nalı olarak yazılmış.]
ta Doğu) adlı bir kitabı daha yayınlana­ (Neslişah Sultan Hanımefendi Koleksiyonundan)
cak.
SERHAN ADA

72

You might also like