You are on page 1of 12

Mehmet Fikret Arargüç Büyülü Gerçekçilik

dünyasında fantastik ve gerçekçi olanın birleştiği romanları ve ma olanağı tanıdığı için büyülü gerçekçilik, Latin Amerika Edebi-
kısa öyküleri”nden dolayı Marquez 1982 Nobel Edebiyat ödü- yatı Patlaması yazarlarının ülkelerinin ekonomik, sosyal, siyasal
lünü kazanır.122 Büyülü gerçekçiliğin sıklıkla Latin Amerika ve kültürel gerçekliklerine ve sorunlarına farklı açılardan bakıp
edebiyatıyla ilişkilendirilmesinde ve günümüzde edebiyat içe- aktarmaya çalıştıkları anlatılarının önemli bir bileşeni olmuştur.
risindeki yoğunluğa ulaşmasında bu edebiyatın yükselişinin Bu yazarların kıtaya özgü bir edebi kimlik oluşturma çabası
payı olduğu kadar, Marquez ile anılmasının da payı vardır. içinde olmalarının124 etkisiyle Latin Amerika edebiyatı ve ilginç
1960’lı-70’li yıllarda Latin Amerika edebiyatının uluslara- bir biçimde büyülü gerçekçilik sıkça postkolonyal edebiyat ile
rası başarı yaşaması Latin Amerikalı yazarların kendilerini ilişkilendirilmiştir. Oysa büyülü gerçekçilik postkolonyal ede-
tanımlamaktaki başarısı olarak değerlendirilmektedir. Öte yan- biyat teorisinin oluşmasından önce de vardır. Hemen hatırlan-
dan büyülü gerçekçilik Latin Amerika topraklarında doğmamış ması gerekir ki, Porto Riko ve Küba dışında Şili (1810), Venezu-
olabilir, ancak kıtanın geçirdiği edebi ve kültürel süreçler içeri- ela (1811), Paraguay (1811), Arjantin (1816), Kolombiya (1819),
sinde yoğrularak edebiyat ile özdeşleşmiş ve onun içerisinde Ekvator (1820), Meksika (1821), Peru (1821), Brezilya (1822),
kimlik eksenli yaklaşımların önemli bir bileşeni haline gelmiş- Bolivya (1825) ve Uruguay (1825) bağımsızlıklarına on doku-
tir. Dolayısıyla Latin Amerikalıların kendilerine dayatılan kim- zuncu yüzyılın başında kavuşmuşlardır. Dolayısıyla yirmi bi-
likten silkinip kendilerine özgü milli ve edebi kimlik arayışını rinci yüzyılda, Latin Amerika ülkeleri çoğunun Portekiz ve
ifade etmeye çalışırken kullandıkları araçlardan birinin büyülü İspanya’dan bağımsızlıklarını kazanmalarının üstünden iki
gerçekçilik olması sömürgeleştirilmiş, kimliklerini yaşama öz- yüzyıl kadar bir süre geçmiş olduğu için, Latin Amerika’nın
gürlüğünden mahrum bırakılarak ötekileştirilmiş ve kenara içinde bulunduğu durumun ve edebiyatının tam anlamıyla
itilmiş diğer bütün toplumların sesini duyurmak için büyülü postkolonyal olduğunu söylemek de sorunludur. 125
gerçekçiliğin uygun bir araç olabileceği düşüncesini yaratmıştır. Latin Amerika ülkeleri bağımsızlıklarına isyan ve ayak-
Böylelikle büyülü gerçekçilik özellikle postkolonyal ya da lanmalar sonucu kavuşmuş olmalarına rağmen, tek bir ulus
Üçüncü Dünya ülkesi olarak görülenlerin sesini duyurmak devlet olarak örgütlenememiş ve çoğunlukla askeri lider ya da
üzere postkolonyal edebiyat alanına çekilmiştir. diktatörlerce yönetilmişlerdir. Öte yandan kurulan birçok yeni
devlet merkezi otoriteden yoksundur ve buna bağlı olarak bü-
yük toprak sahipleri ve diğer egemen kesimler arasında yürütü-
5. Postkolonyalizm, Postmodernizm ve Büyülü
len çıkar çatışmaları kıtada kutuplaşma ve kamplaşmalara ve
Gerçekçilik
hatta kanlı iç savaşlara sebep olmuştur. Bu arada yaşadıkları
Uzlaşmaz görünen dünyaların birbiri içine girmesine izin politik, kültürel ve sosyal eşitsizlik ve adaletsizliklerin yanı sıra
veren büyülü gerçekçilik bu özelliğiyle kültürel, dinsel ve poli- Latin Amerika ülkeleri modernitenin gereksinimleri olan çağ-
tik ötekilik çeşitlerini birleştirirken bunların çelişkilerini uzlaş- daş teknoloji, evrensel ekonomik yapı ve değerlere de ayak
tırmaya çaba göstermediğinden, başka bir deyişle politik boyu- uyduramamıştır. Bu duruma bağlı olarak Batı dünyasına göre
tu ve yıkıcı potansiyelinden dolayı bütün dünyada postkolon- geri kalmış ya da azgelişmiş ülke anlamına gelen Üçüncü Dün-
yal yazarların ilgisini çeker. 123 Nitekim her türlü farklılık ve
çeşitliği aralarında hiyerarşik ayrım olmaksızın bir arada sun- 124 Donald L. Shaw, The Post-Boom in Spanish American Fiction, State University
of New York Press, Albany, 1998, s. 5.
122 https://www.nobelprize.org/nobel_prizes/literature/laureates/1982/, erişim: 125 Bkz. Fernando Coronil, “Latin American Postcolonial Studies and Global
10.10.2015. Decolonization”, Postcolonial Study: An Anthology, ed. Pramod K. Nayar,
123 Zamora, “Swords and Silver Rings”, s. 30-31. Wiley Blackwell, West Sussex, 2015: 175-192, s. 175-177.
56 57
Mehmet Fikret Arargüç Büyülü Gerçekçilik

ya ülkeleri olarak değerlendirilmişlerdir. Dolayısıyla Latin farklılık, tezatlık ve çeşitliliğin söz konusu olduğu uzamları be-
Amerika’nın durumunun postkolonyalden çok bir neokolonyal timlemeye yarayan bir araç olarak yaygınlaşmasının önünü
ya da bağımlılık durumu olarak görülmesi daha doğru bir yak- açmıştır. Çalışmanın gerekleri açısından burada kısaca postko-
laşımdır126. lonyalizme bakmak yararlı olacaktır.
Ancak hemen belirtilmesi gerekir ki, dünyada kolonyalizm En genel anlamıyla postkolonyalizm, kendine atfettiği üs-
farklı coğrafyalarda, farklı biçim ve özelliklerle, farklı zaman- tünlükten dolayı kendisinden olmayanı ‘öteki’ olarak genelle-
larda başlayıp bittiği ve hatta bazı yerlerde bitmediği veya de yen kolonyalist ve emperyalist söylemi hedef alır ve sömürge-
jure bitip ancak de facto yeni biçimlerle devam ettiği veya etkisi leştiren ile sömürgeleştirilen arasındaki söylemsel dinamikleri
hâlâ sürdüğü bir ortamda ‘post’ ön ekinin sonralık belirtmesin- açığa vurarak ikisinin algılanma şeklini postkolonyal bir bakış
den dolayı postkolonyalizmden yani kolonyalizm sonrasından açısından yeniden tanımlamaya çalışır. Bu arada kendisini öteki
söz etmenin sıkıntıları göz ardı edilemez. 127 Linda Hutcheon olmaktan kurtaracak postkolonyal bir kültür ve kimlik yapılan-
benzer bir yaklaşımla postkolonyalizm kavramında hâlâ kolon- dırmasının da yollarını arar.
yalizmin ağırlığının hissedildiğini belirtir. 128 Dolayısıyla bazı Dil, kültür ve kimliğin en önemli bileşenlerindendir, çünkü
teorisyenler postkolonyalizmdeki ön eki sonralık belirten anla- “insan, dil ile dünyayı deneyimler, dil tarafından belirlenir ve
mıyla değil ‘ötesi’ anlamında kullanmayı yeğlerler. 129 nihayetinde özneleştirilir” ve özne dil aracılığıyla kimliğini
Nitekim gerek politika, kültür, ekonomi, kimlik gibi konu- kazanır.131 Ayrıca dil, anlamları belirli toplumsal kabuller üze-
larda Üçüncü Dünya ülkelerindeki durumun postkolonyal ül- rine inşa edilen bir gösterge sistemi olduğu için belirli değerlere
kelerdekine benzemesi, gerek teorisyenlerin bir zamanlar Batılı sahip bir topluluğu gerektirir ve topluluklar da dil ile gerçeklik
güçlerin sömürgesi olmuş veya bir şekilde kolonyalizm ya da kazanırlar. Ania Loomba bu ilişkiyi şöyle açıklar:
emperyalizmin etkisi altında kalmış veya kalmaya devam eden “[…] dil bir terminoloji sözlüğü ya da önceden zaten
tüm kültürleri postkolonyal olarak değerlendirme eğilimi ge- var olan şeyleri adlandırmanın yolu değil, göstergelerin an-
rekse Gayatri Chakravorty Spivak’ın “neo-kolonileştirilmiş lamlarının bağıntısal olduğu bir göstergeler sistemidir. Yal-
post-kolonyal bir dünyada yaşıyoruz” 130 tespitindeki gibi genel nızca bir toplumsal grup göstergeler üretebilir, çünkü yal-
olarak dünyanın durumundan dolayı bu uzamlar da postko- nızca özgül bir toplumsal kullanım bir göstergeye herhangi
bir anlam verebilir. […] Gösterge ya da sözcükler, kendileri-
lonyal çalışma alanı içine alınmıştır. Büyülü gerçekçilik açısın-
ne anlam yükleyecek olan müşterek varsayımlar barındıran
dan ise bu durum onun Latin Amerika’ya özgü bir tarz olarak
bir topluluğu gerektirir, tersinden söylenirse, bir toplumsal
yalnızca bu coğrafya ile sınırlandırılmasının önüne geçmiş ve grup kendisini bir topluluk olarak bilmek için göstergelere
ihtiyaç duyar. İşte bu zemin üzerinde, dilin nesnel olmaktan
126 Coronil, a.g m., s. 176. ziyade ideolojik olduğunu düşünebiliriz.132
127 Ayrıntılı bilgi için bkz. Peter Childs, R. J. Patrick Williams, An Introduction to
Loomba’nın söylediklerinden hareketle dil ve göstergeler-
Post-Colonial Theory, Prentice Hall, London, 1997.
128 Linda Hutcheon, “Circling the Downspout of Empire: Post-Colonialism and den oluşan edebi metinler ve bunlar aracılığıyla yapılandırıl-
Postmodernism”, The Post-Colonial Studies Reader, ed. Bill Ashcroft et al., Ro- maya çalışılan kimlikler ideolojiktir, çünkü dil kökensel olan
utledge, London, 1995: 130-135, s. 135.
129 Jean-Pierre Durix, Mimesis, Genres and Post-Colonial Discourse: Deconstructing
Magic Realism, St. Martin’s Press, New York, 1998, s. 1. 131 Mukadder Erkan, Samuel Beckett: İfadenin Arayüzeyi/Arayüzeyin İfadesi:
130 Gayatri C. Spivak, “The New Historicism: Political Commitment and the Üçleme'ye Postmodern/Postyapısalcı bir Yaklaşım, Çizgi, Konya, 2005, s. 63.
Postmodern Critic”, The Post-Colonial Critic: Interviews, Strategies, Dialogues, 132 Ania Loomba, Kolonyalizm Postkolonyalizm, çev. Mehmet Küçük, Ayrıntı,
ed. Harasym Sarah, Routledge, New York, 1990: 152-168, s. 166. İstanbul, 1998, s. 55.
58 59
Mehmet Fikret Arargüç Büyülü Gerçekçilik

değildir, üretimdir, türetilmiş olandır, bu yüzden özne de türe- entalism) adlı eserini yayımlamasıyla başlar. 135 Said on doku-
tilmiştir. Ayrıca ikili karşıtlıklar üzerine kurulan Batı dille- zuncu yüzyılda Batı/lı’nın Doğu/lu (Orient/al) üzerinde iktida-
ri/kültürleri, dünyayı özne-nesne terimleriyle ve belirli ideolojik rını tesis etmek için oryantalizm adıyla Doğu’ya ve Doğulu’ya
kategorilerle ifade ettiklerinden, var olan her şey etken ve edil- bakışını ifade eden bir akademik disiplin ve söylem oluşturdu-
gen karşıtlığına da indirgenir.133 Şöyle ki, etken özneler olan ğunu ileri sürer. Said bu söylem aracılığıyla Batı’nın Doğu’yu
Batı/Kuzey’in karşısında Doğu/Güney nesnedir, edilgen bir ontolojik ve epistemolojik ayrım temelinde gerçekte olduğu gibi
konumdadır. Edilgenliklerini uzun süre Batılı/Kuzeyli özne- değil, kendi gereksinimleri doğrultusunda ve her yönden ken-
ulusların sömürgesinde sürdüren Doğulu/Güneyli nesne- disinin olumsuz karşıtı, dolayısıyla da yönetilip uygarlaştırıl-
uluslar, anlatılar sayesinde aşınmış ya da yok olmuş kimlikleri- ması gereken bir öteki olarak kurup kurguladığını belirtir 136 ve
ni bulmaya ve böylece özne olmaya çalışır. Nitekim Homi K. bunu edebiyat, özellikle de roman ile dillendirdiğini savunur.137
Bhabha’nın “[a]nlatılar gibi, uluslar da kökenlerini zamanın Said oryantalizmi bir tür öykücülük olarak ve oryantaliz-
mitleri içinde yitirir ve ufuklarını ancak tam olarak hayalde min güdümündeki edebiyatı da kolonyalizmin önemli bir ikti-
idrak edebilirler”134 öne sürümü bu olguya dayanır. Melezlik dar aracı olarak görür. 138 Kolonyalist edebiyat ikili karşıtlıktan
kavramı postkolonyal teori ve edebiyatta kültürel kimlik tar- beslenen fantezisiyle yalnızca Doğu’yu değil kendisini de ku-
tışmalarında merkezi bir yer tutar. Bu kavram çok katlı, karşıt rup kurgular. 139 Çünkü Doğu ile arasındaki ırksal, dinsel, kültü-
unsurların birleşimi olarak tanımlanabilir, farklı unsurlar bir rel vb. farklılıkları kendisi için üstünlük olarak görüp belki de
potada karışırken bazılarının özellikleri bozulur, bazılarınınki daha önce sahip olmadığı bu özellikleri taşıyan bir öz kimlik
değişir. Bu süreçte yeni bir unsur ortaya çıkar, bu unsur oluştu- yaratır. Batı bu kimlikten dolayı Doğu’yu temsil etme hakkını
ğu unsurların çeşitli özelliklerini paylaşırken bu unsurlardan kendisinde görür, hatta bu artık onun ahlaki görevidir, çünkü
farklı bir kimliğe sahip olur. Başka bir deyişle kolonyalizm kül- kendisine dayatılan olumsuz ve eksik kimliğinden dolayı Do-
türlerin etkileşimine sebep olmuştur, bu etkileşim kültür ve ğu/lu kendisini temsil edemez. Hatırlanacağı üzere, bu görev
kimliğe olduğu kadar edebiyata da yansımıştır. Postkolonyal on dokuzuncu yüzyılda beyaz adamın yükü olarak dillendirilmiş
çalışmaların odak noktalarından biri melezliktir. Bu bağlamda ve böylece emperyalizmin Batı’nın Doğu’yu medenileştirme
kolonyalizmin iktidarını tesis etmek için yararlandığı en önemli çabası ve asil bir girişimi olarak gösterilerek emperyalizme
araçlardan birinin neden dil ve edebiyat olduğu ve ayrıca ko- meşru bir zemin kazandırmak amaçlanmıştır. Said kolonyal
lonyal ve emperyal süreç boyunca ‘özne’ olarak görülmemenin söylem analiziyle postkolonyal edebiyat teorisinin biçimlenme-
yarattığı dışlanmışlık duygusuyla Üçüncü Dünya ve postko- sinde önemli bir yere sahiptir ve başta Homi K. Bhabha olmak
lonyal toplumların da neden kendi kültür ve kimlik yapılan- üzere birçok teorisyene ilham kaynağı olmuştur. Ancak Said’in
dırmalarında edebiyattan yararlandıkları anlaşılır. çalışması herhangi bir öneri ya da çözüm sunmadığı için daha
Akademik anlamda postkolonyal edebiyat çalışmaları ya çok bir durum tespiti gibidir ve karamsar bir biçimde sanki
da postkolonyal edebiyat teorisi 1980’li yıllarda ve hatta bazıla-
rına göre Edward Wadie Said’in 1978 yılında Oryantalizm (Ori- 135 Michael Rothberg, “Remembering Back: Cultural Memory, Colonial
Legacies, and Postcolonial Studies”, The Oxford Handbook of Postcolonial
Studies, ed. Graham Huggan, Oxford University Press, Oxford, 2013, s. 367.
136 Edward W. Said, Orientalism, Vintage Books, New York, 1979, s. 3, 2.
137 Edward W. Said, Culture and Imperialism, Vintage Books, New York, 1994, s.
xii.
133 Erkan, a.g.e., s. 63-64. 138 A.g.e., s. xiii, xxii.
134 Homi K. Bhabha, “Introduction: narrating the nation”, s. 1. 139 Said, Orientalism, s. 4-5.
60 61
Mehmet Fikret Arargüç Büyülü Gerçekçilik

iktidar ve söylemin hep Batı’dan yana olduğu ve Doğu’yu sü- çalışır. Dolayısıyla Said’in karşıtlık üzerine temellenmiş ideolo-
rekli olarak acımasızca boyunduruğu altına aldığı ve alacağı jik/söylemsel yaklaşımının aksine, Bhabha kolonyalizmi kültü-
izlenimini verir140. rel bir bağlamda hem psikanalitik hem de postyapısal-
Aslında Said’den önce özellikle birçoğu yalnızca biçimsel cı/postmodern bir yaklaşımla irdeler. Onun teorisinin kültürel
anlamda da olsa bağımsızlıklarına kavuşmuş kolonilerde farklılık, melez/lik, ikirciklilik, taklitçilik gibi kavramlarla ilgili ol-
Said’in yaklaşımına benzer ama özünde milliyetçi amaçlar gü- ması bundandır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta Bhab-
den bir postkolonyal anlayış söz konusuydu. Nitekim Simon ha’nın teorisini kültürel çeşitlilik yerine kültürel farklılık üzerine
During’e göre “post-kolonyalizm emperyalizmin kurbanları temellendirmesidir, çünkü kültürel çeşitliliğin, kültürlere birbi-
olan uluslar veya gruplarda evrenselci veya Avrupa merkezci rinden ayrı ve tekil oluşumlar olarak baktığı için hiyerarşik
kavramlar ve imgelerin bulaşmadığı bir kimlik oluşturma ge- yapılanmalara, hatta ırkçılığa neden olabileceğini öne sürer. 144
reksinimi”dir; “Post-kolonyal arzu bağımsızlığını kazanmış Kültürel farklılığın analitiği, sadece politik ayrımcılığın temelini
toplulukların kimlik arzusudur” tespitinde bulunan During açıklamakla kalmaz, eklemleme politikasını dönüştürür. 145 Bu
şöyle devam eder: “Açıkça bu, milliyetçilikle yakından ilgilidir, noktada ne söylendiği kadar nerede söylendiği de önem kaza-
çünkü bu topluluklar her zaman olmasa da çoğunlukla uluslar- nır. Postkolonyal söylem ile Latin Amerika büyülü gerçekçiliği
dır. Hem edebiyatta hem de politikada kimliğe yönelik post- burada kesişir.
kolonyal dürtü dilin çevresinde gelişir, çünkü postmodernitede Said, Batı’nın kolonyalizmin güdümündeki oryantalizm
kimlik başka bir yerde pek bulunmaz”. 141 aracılığıyla kendisini özne addedip diğer kültürler üzerinde
Daha önce belirtildiği gibi postkolonyal ya da Üçüncü egemenlik kurmaya, Bhabha da Batı’nın aynı amacı bu kez mo-
Dünya ülkelerinde kolonyal durum fiilen bitmiş olsa da etkisi- dernite aracılığıyla sürdürmeye çalıştığını belirtirler. 146 Bu bağ-
nin hâlâ görüldüğü bir ortamda sonralık belirten anlamıyla bir lamda Said aslında Batının moderniteyi evrensel bir gerçeklik
postkolonyalizmden söz etmek ne kadar güçse, kolonyalizm gibi sunarak kendi kültür ve değerlerine evrensel bir nitelik
öncesi ya da onun izlerinden arınmış saf bir kültür/kimlik ara- kazandırmaya çalıştığını ileri sürer, çünkü modernite Batı’nın
mak da bir o kadar güç, hatta imkânsızdır. 142 Said saf bir kültü- durumunun ifadesi olursa ‘Batılılaşma’ da ‘modernleşme’nin
rün varlığına inanmaz, ancak onun söylemsel yaklaşımı tek bir bir gereği sayılacaktır. Buradan hareketle Bhabha’ya göre ko-
taraftan bakmasına neden olur ve bu yüzden eserlerinin, eleş- lonyalizm, modernite ve postkolonyalizm arasında önemli bir
tirdiği oryantalist söylemin bir benzerine dönüşme tehlikesi ilişki söz konusudur. Jean-François Lyotard’ın genel olarak
vardır. Robert Young gibi Bhabha da Said’in oryantalizmin postmodernizmi modernitenin ‘öz-eleştirisi’ ve ‘yeniden yazı-
tuzağına düşmüş olabileceğine dikkat çeker 143 ve Said’in edil- mı’ olarak görmesini yankılar biçimde Bhabha da postmodern
gen olarak nitelediği Doğu’nun direniş girişimlerini göstermeye bir tavırla modernitenin yeniden irdelenmesi gerektiğini düşü-

140 A.g.e., s. 326.


141 Simon During, “Postmodernism or Post-colonialism Today”, The Post-
Colonial Studies Reader, ed. Aschcroft Bill, Routledge, London, 1995, s. 125.
142 Homi K. Bhabha, The Location of Culture, Routledge, London, New York,
1994, s. 58; Bill Ashcroft, Gareth Griffits, Helen Tiffin, The Empire Writes Back: 144 Bhabha, The Location of Culture, s. 32-34; ayrıca bkz. aynı kitap içinde “The
Theory and Practice in Post-Colonial Literatures, Routledge, London, New York, other question: Stereotype, discrimination and the discourse of colonialism”
2002, s. 220-221. bölümü, s. 66-84.
143 Robert Young, White Mythologies, Routledge, London, New York, 2004, s. 145 Bkz., a.g.e., s. 162-163.
167-168; Bhabha, The Location of Culture, s. 72. 146 A.g.e., s. 32.
62 63
Mehmet Fikret Arargüç Büyülü Gerçekçilik

nür, ancak bu kez ‘ben’in ya da ‘öteki’nin değil, postkolonyal onların türetilmesiyle ilgilidir. Diğer bir ifadeyle bu ara yer,
öznenin bakış açısından irdelenmelidir. 147 melez(lik)ten çok melezle(ş)me ve kimlikten çok özdeşleşme ile
Bhabha kültürel etkileşimin kaçınılmazlığını kabullenen ve ilgilidir.152
melezliği farklılığın bir ifadesi olarak olumlu bir anlamda de- Said kolonyalizmin ikili karşıtlık mantığına bağlı bir ayrım-
ğerlendiren postkolonyal teorisyenlerin başında gelir. Bhabha la Doğu’yu ötekileştirdiğini söyler. Aslında Batı’nın da kendisi-
kültürlerin dolayısıyla da kimliklerin saf olduklarına inanmaz, ni bu mantığa göre yarattığını ima etmesine rağmen Said muh-
çünkü birbirleriyle sürekli iletişim ve etkileşim halinde oldukla- temelen söylemsel/ideolojik yaklaşımından dolayı daha çok
rı için kültürler zaten melezdir. Bhabha kültürlerin bir araya stereotip/soyut bir öteki olarak Doğu’nun kurgulanmasına
gelerek melez biçimler oluşturduğunu söylemez; aksine “kül- odaklanır. Oysa kolonyalizm ikili karşıtlıktan besleniyorsa Batı
türler, kültürel melezliğin akışını dondurma girişimlerinin so- da kendisini bir stereotip olarak kurgulamış olur ve daha da
nucudurlar”. 148 Kültürlerin birbirlerine açıldıkları yerde sınırla- önemlisi kendisini tanımlamak için sabit bir kimlik olarak öte-
rın akışkan ve birbirine geçmiş olduğu bir üçüncü uzam149 oluş- kine ihtiyaç duyar. Bhabha burada Said’den ayrılır. Bhabha’ya
tuğunu ileri sürer. Kültürler arasında eşik konumundaki bu göre hem sömürgeleştiren hem de sömürgeleştirilen için benzer
uzam kültürel sınırların devamlı yorumlanarak yeni kültürel bir fantezi ve savunma zemini oluşturan stereotip, kolonyal
anlamların ve kimliklerin türetildikleri ve kültürel melezliğin söylem içerisinde özgünlük arzusundan kaynaklanan özneleş-
oluşturulduğu ara alandır.150 Birincil ve başlangıç öznelliklerine me’nin en önemli noktasıdır. 153 Bhabha yaratılan stereotipin
ilişkin anlatıların ötesinde düşünme ve kültürel farklılıkların olumlu ya da olumsuz oluşuyla ilgilenmez, stereotipin para-
dillendirilmesiyle üretilen uğraklara veya süreçlere odaklanma doksal işleyişine odaklanır. Buna göre kolonyal söylemin, sö-
ihtiyacından dolayı bu “ara” uzam yeni kimlik göstergelerini mürgeleştirileni ontolojik farklılığını vurgulayan bir öteki ola-
başlatacak –tekil veya toplumsal– kendilik stratejilerini ayrıntı- rak stereotipleştirmesinde sabitlik esastır, öte yandan kökensel
larıyla hazırlayan alanı sunar.151 Bhabha yeni kültürel anlamla- olmadığı ve kurgulandığı için stereotipin söylemsel olarak is-
rın ve kimliklerin türetilme sürecini kültürel çeviri olarak ad- patlanması olanaksız olduğundan stereotipin bir gösterge ola-
landırır, çünkü bu süreç sonucunda oluşan şey, tıpkı bir çeviri rak iddiasını sürdürebilmesi açısından devamlı tekrarlanması
gibi farklı anlam ve söylemlerin izini taşır. Bhabha’ya göre me- gerekir.154 Bu paradoks ötekiliğin söylemsel kurgusundaki sa-
lezlik bir kimlik değildir. Melezlik kültürlerin aradalığında hem bitliği ve kolonyal öznenin bütüncül olma iddiasını sorunsallaş-
benzerliği hem de farklılığı aynı anda taşıyabilme durumudur. tırır.
Kültürel melezliğe bu konumu sağlayan da üçüncü uzamdır ve Bhabha taklidin stereotipe karşı bir tavır olduğunu ve onun
burası devamlı akış halinde olmasından anlaşılacağı üzere yeni gibi üstün olma arzusuyla güdülendirildiğini düşünür. Ayrıca
kültürel anlam ve kimliklerin tanımlanıp yansıtılmasından çok taklit aynı anda hem benzerlik hem de tehdittir, çünkü bir tara-
fıyla otoriteyi mümkün kılarken diğer tarafıyla onu sarsar. 155
147 Bkz., a.g.e., s. 171-175; ayrıca bkz. David Huddart, Homi K. Bhabha, Routled- Dolayısıyla taklit aynı zamanda postkolonyal öznenin direnişi
ge, London, New York, 2006, s. 5-6.
için gerekli gediği veya Bhabha’nın üçüncü uzam olarak kav-
148 Huddart, a.g.e., s. 4.
149 Homi K. Bhabha, “The Third Space: Interview with Homi Bhabha”, Identity,
ramlaştırdığı arayı açar. Daha önce söylendiği gibi burası post-
Community, Culture, Difference, ed. Jonathan Rutherford, Lawrence and
Wishart, London, 1990, s. 211. 152 Huddart, a.g.e., s. 4.
150 Bhabha, a.g.m., s. 211; ayrıca bkz. Huddart, a.g.e., s. 4. 153 Bhabha, Location of Culture, s. 75.
151 Homi K. Bhabha, “Introduction: Locations of Culture”, The Location of Cultu- 154 Bkz. Bhabha, Location of Culture s. 37-38; ayrıca bkz. Huddart, a.g.e., s. 41.
re, Routledge, London, New York, Routledge, 1994, s. 1. 155 Bhabha, The Location of Culture, s. 86.
64 65
Mehmet Fikret Arargüç Mehmet Fikret Arargüç

kolonyal özneye kültürel bağlamda hem benzerliği hem de lojik statüsüne şüphe düşürmek için gerçek olmayanı kasıtlı
farklılığı taşıyan özelliğiyle durabileceği hem de kolonyal söy- biçimde gerçeğin statüsüne yükseltir.222
lemin kendi kimliğini tanımlamak için gerek duyup ona dayat- Riayetsizlik ve inanç yaklaşımlarının her ikisi de aslında
tığı sabit kimlikten sıyrılabileceği, buna direnebileceği bir ze- doğaüstü olanın olumlanmasıyla ilgilidir, ancak birincisi onu
mindir. Nitekim üçüncü uzam kimlikten çok kültürel melezlik- olumlayarak temsil ettiği dünya görüşüne veya inanca Batılı
le ilgilidir ve burası “varsayılan ya da dayatılan bir hiyerarşi dünya görüşü yanında meşruluk kazandırırken, ikincisi onu
olmaksızın” sömürülenin sömürenle tamamen değil ama neredey- olumlayarak Batılı dünya görüşünün geçerliliğine gölge düşü-
se aynı olan bir farklılık öznesi olarak hiyerarşik yapılanmalara rür. Warnes bunu metafor (benzerlik temelli temsil) ve meto-
meydan okuması ve onları sarsabilmesi için gerekli konumu nimi (ilişki temelli temsil) kavramlarıyla açıklamaya çalışır.223
sağlar. 156 Buna göre riayetsizlik temelinde büyülü gerçekçilikte doğaüstü,
Bhabha büyülü gerçekçiliğin postkolonyal öznenin sesini anlatı sürecinde nasıl meşruluk kazanmışsa, doğal olan da ken-
duyurabilecek potansiyele sahip olduğuna inandığı için onun di meşruluğunu böyle bir süreçle kazanmıştır; öte yandan inanç
Latin Amerika Edebiyatı Patlaması’ndan sonra yükselen postko- temelli büyülü gerçekçilikte doğal veya deneysel olan Batılı
lonyal dünyanın edebi sesi olduğunu belirtir. 157 Doğrudan bü- dünya görüşüyle ilintiliyse, doğaüstü de temsil ettiği dünya
yülü gerçekçilik hakkında yazmamış olsa da bu konu Bhab- görüşüyle ilintilidir.
ha’nın teorik gelişiminde önemli bir yer tutar, hatta büyülü Öte yandan Hegerfeldt büyülü gerçekçiliğin teorik gelişi-
gerçekçilik Bhabha’nın özellikle melezlik ile ilgili teorilerinin
mini eleştirel bir bakış açısıyla irdeleyerek onun bir tarz mı
pratiğe dökülmüş hali gibidir. Örneğin hiyerarşik yapılanmala-
yoksa bir tür mü olduğu ve kimler tarafından uygulanabileceği
ra izin vermeyen yapısıyla büyülü gerçekçilik farklı kültür,
gibi soruların cevabını arar. Hegerfeldt ilk teorik tanımlamala-
söylem ve bunlara ait uygulamaların eşdeğer bir zemin ve düz-
rında büyülü gerçekçiliğin Latin Amerika’ya özgü bir edebi tür
lemde birbirlerine açılarak oluşturdukları hem üçüncü uzamdır
olarak görüldüğünü belirterek David K. Danow’u örnek göste-
hem de türetilen melezliğin somut ifadesidir. Nitekim büyülü
rir. Ancak Hegerfeldt’e göre büyülü gerçekçilik bir tür değildir,
gerçekçiliğin kendine özgü yapısı içinde yazılı (roman) ve sözlü
çünkü ona göre tür en basit ifadeyle biçim ve içerik ile ilgilidir.
(öykücülük) iki farklı geleneği aralarında hiyerarşik bir ayrım
Bu durumda Hegerfeldt bir eserin gerçekçi bir zaman ve uzam
olmaksızın içermesi eklektik yanını, romanı taklit etmesi ise
içinde örneğin bir Latin Amerika miti içeriyorsa büyülü gerçek-
bağdaştırıcı yanını gösterir. Bu yüzden gerçekçilik bağlamında
çi, fakat bu mit örneğin Afrika veya Asya gibi başka bir coğraf-
büyülü gerçekçilik söz konusu eklektik, aynı zamanda bağdaş-
ya veya kültüre ait ise büyülü gerçekçi sayılmaması gerektiği
tırıcı karakteri nedeniyle hem özgünlüğünden hem de taklitçi-
düşüncesini anlamsız bulur. 224 İçerikten çok yapıya bakılırsa
liğinden dolayı melez ya da tamamen değil ama neredeyse aynı
olan bir gerçekçiliktir. başka toplumlarda da bilimsel düşünce ile mitolojik inançların
yanyana geldiği durumların söz konusu olduğu görülecektir.
Büyülü gerçekçilik hakkında Bhabha gibi çok fazla yaz-
Dolayısıyla Hegerfeldt büyülü gerçekçiliğin neyin anlatıldığın-
mamış ama onun gibi teorik gelişiminde yine önemli bir yere
dan çok nasıl anlatıldığına odaklanan bir tarz olduğunu ileri
sahip bir başka teorisyen Fredric Jameson’dır. Jameson Marksist
sürer ve büyülü gerçekçiliğin resim, sinema ve tiyatro gibi alan-
ideolojiden beslenen bir yaklaşımla yeryüzündeki ülkeleri üre-
tim sistemleri ya da bağımlılık ilişkilerine göre sınıflandırır.
222 A.g.e., s. 14.
156 Bhabha, a.g.e., s. 4-5, 86; ayrıca bkz. Huddart, a.g.e., s. 45. 223 A.g.e., s. 16.
157 Bhabha, Nation Narration, s. 7. 224 Bkz. Hegerfeldt, a.g.e., s. 27-29.
66 86
Büyülü Gerçekçilik Mehmet Fikret Arargüç

lardaki varlığına işaret ederek bir türün değil de bir tarzın farklı postkolonyaldir228 ve insanların dünyayı nasıl algılayıp yorum-
sanat dallarında uygulama bulabileceğini belirtir. 225 ladıklarıyla ilgili olduğu için Batılı bir bağlamı da kapsar.
Hegerfeldt bir sonraki aşamada büyülü gerçekçiliğin post- Büyülü gerçekçi kurgu bir dizi edebi teknik kullanarak
kolonyalizmle ilişkilendirildiğini, egemen Batılı dünya görüşü- gerçeklik kavramının deneysel biçimde algılanabilir olanla
ne meydan okumaya yönelik bir edebi tarz olarak kullanıldığını sınırlandırılamayacağını vurgular. Aksine insanların dünya-
larını algılama ve kurmalarının çeşitli yolları gerçek olarak
ve son zamanlarda evrensel bir tarz olarak görülüp gösterilme-
kabul edilmelidir, çünkü bunlar eylemleri ve kararları te-
ye çalışıldığını öne sürer. Hegerfeldt bazı eleştirmenlerin büyü-
melden etkiledikleri ölçüde toplumsal ve maddi gerçeklik
lü gerçekçiliğin Batı edebiyatı içindeki popülerleşmesini kültü- düzleminde önemli yankılara sahiptirler. Metaforları, öykü-
rel, politik ve ekonomik kenarlardan gelerek metropolitan ede- leri, rüyaları veya büyülü inançları metnin düzleminde ger-
biyatı canlandırmaya yönelik bir tür tersine kolonyalizm olarak çek kılarak büyülü gerçekçi kurgu, egemen Batılı paradigma
yorumladıklarını belirtir. Bu yorum büyülü gerçekçiliğin post- içerisinde genellikle reddedilen bilgi üretme tarzlarını yeni-
modern bağlam içerisinde yer bulduğunu ima ederken, böyle den değerlendirir. Batılı yazarlar da bu tür bir postkolonyal
bir yaklaşım büyülü gerçekçiliği John Barth’ın canlanış edebiya- projeye katılabilirler.229
tı ile doğrudan ilişkilendirir. Hegerfeldt bazı eleştirmenlerin de Hegerfeldt çalışmasında Angela Carter, Robert Nye, Sal-
büyülü gerçekçiliğin kenarlardan uzaklaşması ve Batılı uyarla- man Rushdie ve Jeanette Winterson gibi çağdaş İngiliz veya
malarının artmasıyla postkolonyal sorunlar karşısındaki ciddi- Britanyalı yazarlar üzerine yoğunlaşarak onların bazı eserlerini
yetini ve postkolonyal politik potansiyelini kaybetmeye başla- inceler. Hegerfeldt prototip büyülü gerçekçi eserlerden yola
dığını, hatta bazı durumlarda Batı’nın egzotik beğenisini karşı- çıkarak gerçekçi ve fantastik unsurların kaynaşımı, olgu anlatı-
lamaya yönelik bir edebiyata dönüştüğünü belirttiklerini kay- sı, metafor ve bağlantılı stratejilerin sıradanlaştırılması, fantas-
deder.226 tik gerçeklik ve bilgi üretimi gibi ölçütler belirler ve bu ölçütler-
Hegerfeldt büyülü gerçekçiliğin gerçeklerden kaçtığı ve le ilgili teknikleri ve işlevleri yine beş madde halinde gösterme-
egzotiğe yaklaştığı konusundaki eleştirileri görmezden gelip, ye çalışır. Bunlar (1) başka tür ve tarzların büyülü gerçekçiliğe
onun karmaşık ve kafa karıştırıcı bir dünyada yaşama deneyi- uyarlanması; (2) merkezdışı odaklayıcıların kullanımı; (3) bilgi
mini irdeleyip canlandırdığı için hem gerçek ile ilgili ciddi bir üretim paradigmalarının eleştirisi; (4) Batılı kategoriler olan
edebiyat hem de yenilenmiş bir gerçekçilik girişimi olduğunu ‘gerçek’ ve ‘fantastik’in ters yüz edilmesi; (5) sıradanlaştırma
ileri sürer.227 Büyülü gerçekçiliğin postmodern olduğunu dü- stratejileri. Hegerfeldt’in öne sürdüğü ölçütler Chanady’nin
şündüğü için değil, kimliği ne olursa olsun her coğrafyadan belirlediği ölçütlerden çok farklı olmayıp onların biraz daha
hem postkolonyal hem de Batılı yazarların kullanabileceği bir açımlanmış ya da ayrıntılandırılmış halleridir. Fakat irdelediği
tarz olduğunu düşündüğü için evrensel olduğunu belirtir. He- teknik ve işlevler büyülü gerçekçiliğin işleyiş tarzına örnek
gerfeldt’e göre büyülü gerçekçilik birtakım yollardan egemen olmaları bakımından önemlidir.
Batılı dünya görüşünü yeniden gözden geçirdiği için kesinlikle Hegerfeldt akılcılığın ve bilimin insanın dünyayı deneyim-
lemesi için yeterli olamayacağını ve bu nedenle genelde kurgu
oldukları söylenerek reddedilen alternatif bilgi üretme tarzları-
nın varlığına ve bunların Batılı paradigmaları tamamlama açı-
225 Tür-tarz tartışması için bkz. Hegerfeldt, a.g.e., s. 47-50.
226 A.g.e., s. 2-3. 228 A.g.e., s. 3.
227 A.g.e., s. 7, 345. 229 A.g.e., s. 3.
87 88
Büyülü Gerçekçilik Mehmet Fikret Arargüç

sından yararlı olabileceklerine işaret eder. 230 Hegerfeldt’in ça- çiliğin en tipik özelliği kenardan, yani belirli bir merkezden
lışmasının başlığı “Hakikati söyleyen yalanlar” bu bağlamda veya herhangi bir merkezden “başka” bir yerden konuşma
bir ipucu sağlamaktadır. Öte yandan Hegerfeldt büyülü ger- anlamında merkezdışı olmasıdır.235 Merkezdışılık gönüllülüğe
çekçi tekniklerin edebi türler, kullanılan dil, bilim ile tarihin dayanır, bu konumdan konuşmak ya da yazmak o kenarın bir
nesnelliği, kimin güvenilir ve neyin gerçek sayılacağı konusun- parçası olmayı gerektirmez. Büyülü gerçekçilik bağlamında
da kanıksanmış görüşleri sorunsallaştırarak Batılı dünya görü- merkezdışılık imtiyazlı merkezin geleneksel edebi söylemin-
şünün egemenliğine meydan okur. 231 den, yani gerçekçilikten gönüllü olarak çıkmaktır, daha doğru
Theo D’haen postmodernizmle büyülü gerçekçiliğin aşağı bir ifadeyle o söylemi yerinden etmektir.
yukarı aynı dönemlerde, birincisinin Amerika’nın kuzeyinde Dolayısıyla D’haen’e göre, büyülü gerçekçilik “egemen
ikincisinin ise güneyinde ortaya çıktığını belirtir. D’haen tıpkı söylem(ler)i istila etmek ve ele geçirmek için bir hile”dir; dil,
coğrafi konumları gibi büyülü gerçekçiliği hiyerarşik olarak sınıf, ırk veya cinsiyet gibi nedenlerle “Batılı” edebiyatın imti-
postmodernizmin altında, onun bir özelliği ya da parçası olarak yazlı merkezleri içinde payı olmayan veya bu merkezlerin bakış
değerlendirir. Geert Lernout’un tespitini kullanarak D’haen de açısından yazmayan, egemen güçlerin görüşlerini kendi söy-
dünyanın geri kalanında postmodern olanın Güney Amerika ve lemlerine uyarlama açısından bu tarzın gerektirdiği taklitçilik-
Kanada’da büyülü gerçekçi olarak anıldığını belirtir. 232 Eleştir- ten kaçmak isteyen yazarlar için “Batılı” edebiyatın ana gövde-
menlerin Kuzey Amerikalı ve Batılı yazarların eserlerini nite- sine giriş yoludur. Alternatif biçimde büyülü gerçekçilik imti-
lendirmek için bu iki kavramdan postmodernizmi tercih etme yazlı edebiyat merkezlerinden gelen yazarların kendilerini ikti-
nedeni, bu kavramların ortaya çıktıkları dönemde (ve günü- dar söylemlerinden ayırıp merkezdışı ve imtiyazsız olanlar
müzde) Kuzey Amerika’nın Latin Amerika’ya göre daha ‘imti- adına konuşabilmeleri için bir araçtır, ancak imtiyazsız olanlara
yazlı bir merkez’ olduğu düşünülürse ortadadır. Bu eleştirmen- ses vermeleri bu tür yazarların onları hor görmekle suçlanma
ler postmodernizmi daha çok edebi teknik bağlamında değer- tehlikesini de beraberinde getirebilir. 236
lendirirken, büyü ve mitleriyle büyülü gerçekçiliği daha çok İmtiyazlı merkezler, “merkezdışı” olanlara tarih, edebiyat
kenarların edebiyatı olarak görürler. Bu durum D’Haen’e göre gibi söylemlerinde ses vermezler, dolayısıyla D’haen’in büyülü
ironiktir, çünkü bu eleştirmenler postmodernizm içerisinde en gerçekçiliği postmodernizm ile postkolonyalizm arasında “bir
belirgin direnişin büyülü gerçekçilikten geldiğini göremez ve yere” konumlandırdığının yine vurgulanması gerekir. Bu
‘imtiyazlı merkez’ ideolojisini hedef alırken kendileri de bu D’haen’ın büyülü gerçekçilikte gördüğü postkolonyal potansi-
ideolojinin tuzağına düşerler. D’haen büyülü gerçekçiliğin ol- yeli vurgulamak içindir, yoksa o büyülü gerçekçiliği bütünüyle
dukça politik yönünü vurgulayıp postmodernizmin “keskin postmodern görür. D’haen’ın yaklaşımında büyülü gerçekçili-
kenarı” olduğunu söyleyerek postmodernist olduğunu vurgu- ğin merkezdışı bir konumdan konuşabilmesi için gerekli dilsel
lasa233 da görüşleri, onun da Linda Hutcheon gibi 234 büyülü olanağı merkezdışı ama aynı zamanda imtiyazlı merkezin söy-
gerçekçiliği postmodernizm ve postkolonyalizm arasında bir lemi olan postmodernizm sağlar.
yere konumlandırdığını gösterir. D’haen’e göre büyülü gerçek-
Hegerfeldt’e benzer bir yaklaşımla Faris 1995 yılında Lois
Parkinson Zamora ile birlikte yazdığı rehber niteliği taşıyan
230 A.g.e., s. 7. kitabında büyülü gerçekçiliğin ontolojik, politik, coğrafi veya
231 A.g.e., s. 346.
232 D’haen, a.g.m., s. 194.
233 A.g.m., s. 200-201. 235 D’haen, a.g.m., s. 194.
234 Hutcheon, “Circling the Downspout of Empire”, s. 131. 236 D’haen, a.g.m., s. 195.
89 90
Büyülü Gerçekçilik Mehmet Fikret Arargüç

türler arasındaki sınırların ihlal ve keşfedilmesi için uygun bir Faris büyülü gerçekçiliğin uluslararası kurgu içindeki en
tarz olduğunu söyler. 237 Ancak 2004 yılında tek başına yazdığı önemli eğilim olabileceği tespitinde bulunur ve birçok kültürel
ve yine büyülü gerçekçilik açısından çok önemli çalışmasında çalışmaların edebi zeminini sağladığı için dünya çapında, özel-
Faris büyülü gerçekçiliği bir tür olarak ele alır238 ve onun soysal likle postkolonyal kültürlerde önemli bir ifade tarzı haline gel-
olarak gerçekçiliği ve fantastiği birleştiren239 ve sosyal potansi- diğini ekler.244 Faris büyülü gerçekçiliğin postkolonyal bağlam-
yeli olan bir melez anlatı türü olduğunu 240 ileri sürer. daki popülerliğini onun Batı’daki gerçekçiliğin gerçeklik iddia-
Faris büyülü gerçekçiliği bir tür olarak görmesini onun sını ve bu konudaki otoritesini sarsma potansiyeline bağlar,
odaklaştırma yani olayların sunulduğu bakış açısı özelliğine çünkü egemen bir biçimi sarsabilmesi onun etkili bir koloni
dayandırır. Ona göre büyülü gerçekçi eserlerde anlatı birbirin- bağımsızlaştırma faktörü olarak kullanıldığını gösterir.
den tamamen farklı iki bakış açısından aynı anda anlatıldığı Faris postkolonyal edebiyat açısından bir simge haline ge-
izlenimi verdiği için bu tür metinlerdeki odaklaştırma belirsiz- len Shakespeare’in Caliban’ına göndermede bulunarak büyülü
dir. Başka bir deyişle Faris alışılmışın tersine metin içindeki gerçekçi yazarların da bir tür Caliban olarak görülebileceğini
bireysel ve anlatıcı bakış açılarına bakmaksızın büyülü gerçekçi söyler. Caliban efendisinden öğrendiği dili ona hakaret etmek
metnin tür olarak kendine özgü bir anlatı tutumuna sahip ol- için kullanır, ancak büyülü gerçekçi yazarlar ondan farklı ola-
duğunu ileri sürer. Büyülü gerçekçiliğin tuhaf bir biçimde belir- rak öğrenip ustalaştıkları egemen dili, bu bağlamda gerçekçili-
siz odaklaştırma özelliğinden kaynaklanan bu özel anlatı du- ği, efendinin bazı iddialarını çürütmek için kullanırlar. 245 Aynı
rumuna Faris odaksızlaştırma adını verir ve tür olarak onu zamanda böyle bir yaklaşımda bir hile de söz konusudur, 246
diğer metinlerden ayıran özelliğin bu olduğunu belirtir. 241 çünkü gerçekçiliğin inanmadığı ve dolayısıyla yadsıdığı örne-
Nitekim Janet A. Walker, Faris’in büyülü gerçekçiliğe en ğin bir mucizeyi büyülü gerçekçi yazar onun ağzından dillendi-
önemli katkılarından birinin onu bir tür olarak ele almış olma- rir. Kısacası Faris büyülü gerçekçiliğin, temsil etme ilkesine
sında görür.242 Ancak büyük ihtimalle Faris’in kendisinin de bu içeriden meydan okuyarak, Batı’daki egemen gerçekçilik tarzını
konuda kafası oldukça karışık olmalı ki, kitabında büyülü ger- radikal bir biçimde değiştirip yenilediğini söyler. 247
çekçilikten ağırlıklı olarak tarz, sonra üslup ve çok az tür olarak Faris’e göre “büyülü gerçekçilik, aralarındaki ayrımı bula-
söz eder. Örneğin kitabının amacını belirlediği giriş bölümünde nıklaştırarak olağanüstü olanın sıradan olanın içinde organik
büyülü gerçekçilikten, son cümle hariç, sürekli tarz ve üslup biçimde büyüyor görünmesi için gerçekçilik ile fantastiği birleş-
olarak söz eder, daha da önemlisi tanımı ve temel karakteristik- tirir”. Büyülü gerçekçiliğin gerçekçi ve fantastik anlatıları bir-
lerini belirleyeceğini söylediği birinci bölüme büyülü gerçekçi- leştirmesi ve bu tür anlatının farklı kültürel gelenekleri içerme-
liği bir tarz olarak tanımlayarak başlar. 243 si, onun melez bir tarz olarak çok kültürlü bir yapıya sahip
olduğunu gösterir. Böylelikle büyülü gerçekçilik anlatı tarzı ve
kültürel ortamıyla postkolonyal toplumun melez doğasını yan-
237 Zamora, Faris, a.g.m., s. 5.
238 Faris, Ordinary Enchantments, s. 43.
239 A.g.e., s. 21. 244 A.g.e., s. 1.
240 A.g.e., s. 169. 245 A.g.e., s. 28.
241 A.g.e, s. 43. 246 Wendy B. Faris, “Scheherazade’s Children: Magical Realism and Postmo-
242 Walker, Janet A., “Review: Ordinary Enchantments: Magical Realism and dern Fiction”, Essentials of the Theory of Fiction, ed. Michael J. Hoffman, Pat-
the Remystification of Narrative”, Comparative Literature Studies, vol. 44, no. rick D. Murphy, Durham, London, Duke University Press, 2005: 311-337, s.
4, 2007: 510-514, s. 511. 312.
243 Faris, Ordinary Enchantments, s. 7. 247 Faris, Ordinary Enchantments, s. 1.
91 92
Büyülü Gerçekçilik Mehmet Fikret Arargüç

sıtır. Faris, Hutcheon’a benzer bir tespitle büyülü gerçekçiliğin Faris büyülü gerçekçi yazarların Şehrazat’ın çocukları ol-
postkolonyalizm ve postmodernizm arasında bir kavuşum nok- duğunu söyleyerek büyülü gerçekçiliğin postmodernizm için-
tası oluşturduğunu belirtir.248 Fakat büyülü gerçekçilik yalnızca deki yerini daha da pekiştirirken aynı zamanda modernizm ve
postkolonyal değildir, çünkü modernitede kaybolmuş anlatı postmodernizm arasındaki konumunu da açıklar. Bilindiği gibi
geleneklerinin yeniden ortaya çıkmasında da rol alır. Bu durum Şehriyar adındaki hükümdar karısının kendisini aldatması
kısmen edebi küreselleşme bağlamında anlaşılabilir.249 Faris üzerine öfkesini dindirmek için her gece başka bir bakire kız ile
büyülü gerçekçiliği postkolonyal bir bağlamla sınırlandırmak evlenip onu ertesi sabah idam ettirerek intikam almaya çalışır.
yerine onu uluslarası kullanımını da açıklayacak postmodern Şehriyar’ın aradığı şartlara sahip kız kalmayınca bunları bul-
bir zemine taşır. makla görevli vezirin kızı olan Şehrazat babasını kurtarmak için
Faris büyülü gerçekçiliği postmodernizm içine konumlan- Şehriyar ile evlenir ve her gece ona en merak uyandıracak yer-
dırırken köklerinin modernizme uzandığını belirtir. Faris bu de kestiği yeni bir masal anlatarak bin bir gece boyunca hayatta
tanımını Brian McHale’ın modernizmin bilginin epistemolojisi- kalmayı başarır. Şehriyar bu süre zarfında kendisine üç çocuk
ne postmodernizmin ise bilginin ontolojisine yönelik sorgula- doğuran Şehrazat’a âşık olur ve onu öldürmekten vazgeçer.
malara yoğunlaştıkları ayrımına dayandırır. Büyülü gerçekçili- Şehrazat öykü anlatıcılığı sayesinde hayatta kalmıştır, baş-
ğin özellikle zaman, uzam ve kimlik ile ilgili sorgulaması açı- ka bir deyişle öykü anlatıcısı olarak ontolojik varlığı, varoluşu
sından bakıldığında “köklerinin modernizmde, dallarının ve epistemolojik olarak nasıl öykü icat edip anlatacağına bağlıdır.
yapraklarının postmodernizmde olduğu” görülebilir. Moder- Faris’e göre tükenmiş ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan
nizmde uzamsal ve zamansal boyutlar anlatıcıların sesinde ama hâlâ icat etmeye çalışan geç-modernist Batı edebiyatının
gizliyken, bunlar büyülü gerçekçilikte somut bir ifade bulurlar. umudu, bir tür yenileniş ya da canlanış edebiyatı yazan Şehra-
Başka bir deyişle modernist eserde tarihsel, mitik veya bireysel zat’ın çocukları, yani büyülü gerçekçi yazarlar olmuştur. 252 Şeh-
geçmiş gibi farklı uzamsal veya zamansal boyutlar geçiciyken razat öykü anlatarak varlığını sürdürürken, aynı zamanda ül-
ve okur onları örneğin bir karakterin zihinsel soyutluğuyla kesini ve insanlarını gaddar bir hükümdarın zulmünden kur-
algılarken, büyülü gerçekçilikte okur bunları metinsel boyut tarmıştır. Büyülü gerçekçi yazarlar da yalnızca Batı edebiyatını
gerçekliğinde somut haliyle görür. 250 Kısacası, mitik unsurlarla, yeniden canlandırmamış, onunla kendileri, kültürleri veya ge-
ilkelcilikle, psikolojik iç dünyalar ve derinliklerle epistemolojik lenekleri için de ses bulmuşlardır. Ancak büyülü gerçekçiliğin
ilgiler büyülü gerçekçiliği modernizm ile aynı sıraya koyarken tamamen postkolonyal bir amaca hizmet ettiğini söylemek doğ-
yazının kolektif ruhu ve politik keskinliğiyle birlikte büyülü ru değildir, çünkü postkolonyal toplumların deneyimlediği
olayların varlığı ve farklı dünyaların ve söylemlerin karşılaş- fiziksel veya zihinsel baskıların benzerlerine dünyanın her ye-
ması ile ortaya çıkan ontolojik sorular, büyülü gerçekçiliği rinde rastlanabilmektedir. Büyülü gerçekçilik uzamsal veya
postmodernizm ile aynı sıraya koyar. Modernizmin gerçekçi tarihsel herhangi bir sınır tanımadan her türlü totaliter söyle-
metinlerinin arkasından bir an için göze çarpan mitik kalıplar, min eleştirisini yapma potansiyeline sahiptir: Birden fazla bakış
büyülü gerçekçilikte büyülü unsurlar olarak ortaya çıkar. 251 açısına, gerçekçi ve büyülü görme tarzlarına açık ve başka dün-
yalara kapı açan bu metinler, gerçekçiliğe ve tek anlamlı anlatı
tutumuna karşı anlatısal özgürlük arzusuna karşılık verir; yeni
248 A.g.e., s. 1.
249 A.g.e., s. 2.
250 A.g.e., s. 30.
251 A.g.e., s 79-80. 252 Faris, “Scheherazade’s Children”, s. 312.
93 94
Büyülü Gerçekçilik Mehmet Fikret Arargüç

bir tarzda metinsel olarak her türden totaliter söylemi açık veya temelli ve maneviyata yönelik dünyalar arasındaki ayrımı iyi-
örtük şekilde eleştirir. leştirme olasılığı vadettiğini söyler.
Hatırlanacağı üzere Warnes büyülü gerçekçiliğin kaybolan Faris’in büyülü gerçekçilik açısından önemli bir başka kat-
veya zaptedilen değerleri geri getirme potansiyelinden söz et- kısı “Scheherazade’s Children: Magical Realism and Postmo-
mişti;253 benzer biçimde Faris de büyülü gerçekçiliğin bir şama- dern Fiction” isimli makalesinde büyülü gerçekçilik açısından
nın tılsımlı sözleri gibi iyileştirme etkisine sahip olabileceğini önemli olduğunu düşündüğü beş ana ölçüt belirlemesidir. Bun-
ima eder. Büyülü gerçekçi metinlerin çoğu, sanki başka yön- ların birincisi metnin doğa yasalarına göre açıklayamayacağı-
temler, özellikle akılcı olanlar çare bulamadığında büyülere mız, indirgenemez büyü unsurunu içermesidir. İkincisi metin
başvurmak için kültürel kriz anında yazılır. Büyülü gerçekçilik- içerisinde gündelik dünya ayrıntılarıyla betimlenen olgular
te şamanın sesi farklı bir yerden gelen bir güce başvuruyu tem- dünyasının varlığının güçlü bir biçimde hissedilmesidir. Üçün-
sil eder, mevcut toplumsal vahşetlerle uğraşmak için eski “ya- cüsü büyüye ilişkin unsurun indirgenemez olduğu saptanma-
şam muhafızları”’na başvurulur. Faris’in kitabının “Sıradan dan önce olayların iki karşıt kavranışını uzlaştırmaya çalışırken
Büyüler: Büyülü Gerçekçilik ve Anlatının Yeniden Gizemleşti- yaşanabilecek derin şüphedir. (Faris’in bu özelliği bir olasılık
rilmesi” (Ordinary Enchantments: Magical Realism and the Remys- gibi göstermesinin nedeni, okurun geldiği kültürün burada
tification of Narrative) ismi Max Weber’e bir gönderme olabilir. belirleyici olmasıdır. Bazı kültürler bazı olayları daha olağan
Weber kutsalın kovularak büyüsü bozulan modern bir dünya- karşılayabilir.) Dördüncüsü iki dünyanın ya da gerçekliklerin
da yaşadığımızı söyler. Oysa bu değerler dünyayı anlamlan- oluşturduğu alanın yakınlığının ya da yakınlaşmasının dene-
dırmayla ilgilidir [örneğin Weber’e göre din bir anlamlandırma yimlenmesidir. Beşinci ölçüt ise zaman, uzam ve kimliğe dair
sistemidir ve bireyin anlam arayışı ihtiyacıyla ilgilidir.254] ve bu geleneksel düşüncelerin sorgulanmasıdır. Faris ayrıca her bü-
nedenle Faris en azından bazı değerleri metinsel düzlemde geri yülü gerçekçi eserde mevcut olmak zorunluluğu bulunmayan
getirebilmek adına anlatının yeniden büyülendirilmesini öngö- ikincil ölçütler de belirler. Bunlar (1) büyülü gerçekçi eserlerin
rür ve günümüzde çatışan söylemlerin açtığı sosyal, politik, öykü anlatıcılığıyla birlikte metni oluşturan “simge, imge, me-
çevresel ve dinsel (y)araları büyülü gerçekçiliğin giderebilece- tafor, anlatıcı ve muhatap” gibi unsurların öne çıktığı üstkurgu-
ğini düşünür.255 sal boyutlar; (2) dünya ve sözcükler arasındaki boşluğu doldu-
Büyülü gerçekçiliğin odaksızlaştırma bakış açısıyla gerçek- racak sözel büyü; (3) büyülü gerçekçiliğin yirminci yüzyılın
lik ve büyülü olanın birlikte olduğu tanımlanamaz aradalığı ikinci yarısındaki yetişkin okura taze, çocuksu, hatta ilkel gelen
anlatı uzamını oluşturur bu bakış açısı açıklanamaz, yalnızca anlatıları; (4) köken, benzerlik ve farklılık arasındaki geleneksel
deneyimlenebilir.256 Tanımlanamaz olan, Batı edebiyatında görüşümüzü sarsacak anlatı ilkesi olarak tekrarın kullanılması;
çoğu zaman kutsal bir boyutla ilişkilendirilir257 ve bu bağlamda (5) iki farklı dünyanın çarpışmasını somutlaştırması bağlamın-
kutsal, büyülü gerçekçiliğin dünyevi temelinde gizli olabilir. da dönüşüm olması; (6) çoğu zaman var olan düzen ve bürok-
Kısacası Faris büyülü gerçekçiliğin somut ve imgesel veya bilim rasi karşıtı duruş; (7) büyülü gerçekçi anlatılarda metnin altında
bulunan kadim inanç ve yerel ilimler; (8) büyülü gerçekçiliğin
bireysel Freudcudan çok kolektif Jungcu bakış açısına sahip
253 Warnes, a.g.e., s. 40.
254 Murat Kobya, “Din Sosyolojisinde Dini Davranış Kuramları”, AİBÜ İlahiyat olduğundan dolayı büyünün bireysel hatıralar, rüyalar veya
Fakültesi Dergisi, cilt 3, sayı 5, Bahar 2015: 50-63, s. 55. görümlerden çok gizemli bir kolektif bağlılık hissine dayandırı-
255 Faris, Ordinary Enchantments, s. 83. labilmesi; (9) büyülü gerçekçi yazarların dili aşırı kullanıp kay-
256 A.g.e., s. 46.
naklarını göndergesel ihtiyacın ötesinde harcadıkları için bu
257 A.g.e., s. 64.
95 96
Büyülü Gerçekçilik

metinlerde yer alan karnavalvari bir ruh. 258 Görüldüğü üzere


büyülü gerçekçilik üzerine birbirlerini destekler tanımlar ve
formüller yer alırken, birbirleriyle çelişik olanlar da dikkat
çekmektedir.

6. Büyülü Gerçekçiliği Tanımlama Denemesi


Edebiyatta gerçekçilik, gündelik yaşamı olduğu gibi sun-
maya, yani sıradan ve olağan unsurları ve olayları doğrudan
veya olgusal bir tarzda sunarak gerçekliği yansıtmaya çalışan
bir yazma teorisi olduğuna göre, büyülü gerçekçilik de öncelik-
le bir tür gerçekçiliktir. Genel anlamda gerçekçilik, yansıtma
ilkesine dayanan bir sanat anlayışıdır. Ortaya çıktığı dönemin
ampirik ve pozitivist anlayışı gereği geleneksel gerçekçi yazar
kendi düşünce ve duygularını bir yana bırakıp bilimin yöntem
ve kuralları rehberliğinde konu ettiği gerçek hayatı bir aynada
olduğu gibi tarafsız bir biçimde yansıtma iddiasındadır. Bunun
için yazar dış dünyadakine benzeyen uzamı, kişileri ve olayla-
rıyla gerçeklik izlenimi verdiği bir dünya kurgular. Hatta bazen
bu izlenimi artırmak için yazarın gerçek kişi veya olaylar kul-
landığı da olur. Ancak gerçekçi eser içerdiği kişi veya olaylarıy-
la yaşamdaki gerçek kişi veya olaylara benzese de nihayetinde
bir kurmacadır ve okur da bunun farkındadır. Dolayısıyla ger-
çekçi yazar yarattığı gerçeklik izlenimi ile okurun dikkatini
eserin kurgusallığından anlatısına ve mesajına çekmeye çalışır.
Başka bir deyişle, gerçekçi eser aslında betimlemeler ve anlatı
stratejileriyle kurgusallığını gizlemeye çalışır.
Öte yandan gerçeğe benzese de yazarın tarafsız olarak ak-
tardığını söylediği gerçeklik de kusurludur, çünkü yazarın id-
dia ettiği gerçeklik, ‘gerçek’ten seçip aldığı, eklediği, çıkardığı
veya yeniden düzenlediği kadarından ibarettir. Gerçekçilik
gerçeği temsil ettiği düşünce sisteminin dünya görüşüne göre
somut ya da görünebilir yönleriyle betimler ve evrensel unsur-
larıyla yansıtır. Kısacası genel anlamıyla gerçekçilikteki gerçek-
lik ampirik olarak kanıtlanabilir olanla ilintilidir. Gerçekçilik,

258 Bkz. Faris, “Scheherazade’s Children”, s. 322-332.


97

You might also like