You are on page 1of 5

SPİNOZA, ETİKA ve BEDENİN BİLGİSİ

Berkay DİBEK

Spinoza 17.yy. felsefesinin tam merkezinde durur. Rönesans’ın sağladığı birikimi derleyip
toparlayarak, bundan birliği bütünlüğü olan bir düşünce bağlantısı geliştirir. Felsefesi pratiğe dayalı
olup, verdiği örnekler günlük yaşama aittir. Spinoza’nın tüm yazdıkları sanki bir çeşit hayat
tecrübesine dayanıyor gibidir. O her şeyi oluşa bağlı olarak düşünür, kendi duygulanışlarının şuuruna
sahiptir. Bir Bedeni olduğunu ve Beden hayatının hangi şartlarda aktığını gözlemleriyle
destekleyerek ortaya koyar. Etika’yı benzersiz kılan da tam budur: Ortada olan salt ahlaka dair
yazılmış bir kitap değil, bir doğa felsefesinin, fiziğin, bir davranış biliminin, siyaset, din felsefesinin,
varlıkbilimin harmanlandığı, kendini ve dünyayı anlama kılavuzu vardır.
Spinoza, ‘Etika’yı felsefeye dair bilgiler içeren bir kitap olarak değil, bir sanat eseri, hayatın
geometrisi olarak tasarlamıştır. Beş ayrı bölüm halinde yazılan Etika; bu dünya ve sonsuzluk içinde
var olan insan hayatının geniş, sonsuz bir arka planını veren önermeler ile işe başlar. Spinoza
tümelden, Tanrıdan başlayarak tüm bilgileri tümdengelimli bir yol olan geometrik yöntem ile bu
temelden üretir. İkinci bölümde mekanik olan bir tabiat anlayışı geliştirir. İnsan bilgisinin
incelenmesine, zihin-beden ilişkisine geçer. “Zihnin kaynağı nedir?” sorusuna cevap verebilmek için
düşünen ile düşünülenin ne olduklarını incelemeye girişir. Şeylerle fikirlerin münasebetlerine dair
sarih kuralları ortaya koymaya çalışır. Üçüncü bölümde ise duyguların, tutkuların doğasını inceler.
Amacı ruh adını verdiği duyguları ve hisleri sağlam bir nedensellik zincirine bağlamaktır. Arzu,
sevinç ve keder ilk nedenler bakımından temel duygulardır.’’ Ötekiler bu üç duygulanıştan
gelmektedir’’ (Spinoza, s.140). Duyguların nefsi koruma eğilimi ile münasebetlerini, fikirlerin etkisi
ile onların nasıl şekil değiştirdiklerini gösterir.
Son iki bölüm ise insan varoluşunun kölece hallerine ve buradan kurtulmanın yollarına aittir.
Önsözde Spinoza önce duygularımız ve vücudumuz verili olduğunda "iyi" ila "kötü"nün, yetkin
olmayış ve yetkinlik arasındaki farkın reel bir fark olmadığına, yani göreli olduğuna dair
önermelerini sıralar. Spinoza der ki; biz her şeyden önce tutkularımızın tutsağıyız: Ama tutku
tutsaklığı demek, insanların dünyasında, insanın sınırlı olan kuvvetinden gelir; biz çoğu varlıktan
daha "iyi" durumda olsak bile yine de göreli olarak "güçsüzüz", çünkü sonlu varlıklarız. Üstelik pasif
duygularımız (nefret, korku, öfke, acıma) bizi dünyadan yabancılaştırırlar 'biz de bu yabancılaşma
yüzünden yanlış iyiliklerin ve doğru kötülüklerin peşine düşeriz ve bunlar bizim için en güçlü
tutkular haline gelebilirler'
Böyle bir karmaşada Spinoza tek çarenin "erdem" denen şeyin doğa tarafından zaten sağlanmış olan
temelini formüle edebilmek ve ona uygun yaşamak olduğunu söyler: ‘’Mutlak olarak erdem ile
işlemek bizde aklın yönetimi altında asıl faydalının aranması ilkesine göre varlığını korumak,
işlemek ve yaşamaktan başka bir şey
değildir’’(Spinoza,s.216).

Beşinci kitapta, sadece istemekle aklın bizi kötü duygulardan, tutkulardan kurtaramayacağını,
insanın kendi nefsine, çevresine ve Tanrı’ya karşı sevinç-saadet içinde olmasını mümkün kılan
yolları, araçları sıralamaya başlar. Bedenini tanımak, yetilerini geliştirmek ve üzerinde denetim
kurabildiğin bir hayal etme tarzına sahip olmakla.’’Her kimin çok sayıda şeyleri yapma yetisinde
olan bir Bedene sahipse, o kimse kötü olan duygulanışların pek az hükmü altında kalır ve böylece
onda zihin için geçerliliği olan bir düzene göre bedenin duygulanışlarını düzenlemek ve zincirlemek
gücü vardır. (Spinoza, s. 289).
BİR BEDEN NELERE MUKTEDİRDİR?
Spinoza her türlü düşünmenin, duygulanmanın, arzuyu hissetmenin bedensel olduğunu düşünür.
Bedensel varoluş bir muktedirlik halidir, arzular ve duygulanımlar üretebilme yeteneğidir. Bedenin
ruha boyun eğeceğini, onun iradesine tabi olacağını söyleyen Descartes’in tersine ruh ile maddeyi
özdeşleştiren Spinoza için ‘’ne beden ruhu, ne de ruh bedeni düşünmek bakımından
gerektirmez’’(Spinoza, s.132) den ibarettir. İnsan ruhunu meydana getiren fikrin objesi bir beden ise,
bu bedende ruh tarafından kavranmayan hiçbir şey olmayacaktır. Ruhumuzun objesi varolan
bedenden ibarettir ve başka bir şey değildir. İnsan can ve tenden ibarettir ve insanın teni onun
hakkındaki duygumuza uygun olarak vardır”(Spinoza, s.89). Beden ve ruhun birbirlerine olan
üstünlükleri yerine paralelliklerini savunur Spinoza.
Spinoza net bir dille beden hakkında şunu söyler; "Şimdiye kadar kimse bedenin gücünü tespit
edemedi; Bedeni Ruhtan bağımsız olarak ortaya çıkaran bir deney ortada mevcut değildir.’’ Beden
yalnız kendi tabiat kanunlarıyla Ruhu hayrete düşürecek bir çok şeyler yapabilir…Henüz hiç kimse
bütün fonksiyonlarını anlayabilecek derecede yetkin olarak bedenin yapılışını anlamış değildir.
(s.133) Sonra hiç kimse Ruhun ne, hangi tarzda araçlarla bedene hareket getirdiğini, ona hangi
derecede hareketler verebildiğini, ne de onu hangi hızla kımıldatabildiğini bilmektedir. Ardından
Ruhta düşünmek özelliği olduğunu, susmanın, sözün, ve Bedene dair bir çok etkileşimin de ruhun
iradesine bağlı olduğunu söyleyenlere karşı, “Beden uykuya daldığı zaman Ruhun bütün yetkileri
boşlukta değil midir ve uyanıkken ki gibi düşünme gücüne sahip midir?” Onlar, Bedenin ne
yapabileceğini ve yalnız onun tabiatından hangi akıl yürütmelerin çıkabileceğini bilmiyorlar
(Spinoza, s.134) der.
Spinoza temsil edici olmaması kaydıyla her düşünme tarzına ‘duygu’ adını verir. Duygu bir idea-
fikir varsayar. İdea, bir şey temsil eden ya da temsil edici bir düşünme tarzıdır. Ancak bir şeyi temsil
ettiği ölçüde nesnel gerçekliğe sahiptir. Spinoza açımladığı geometrik görünüm içinde yaşam içinde
fikirlerimizin sürekli olarak birbirini izlediğini anlatır. Spinoza varolmak kavramını, varolma
kuvvetine (Vis extendi) ya da eyleme kudretine (potentia agendi) eşitler. Bazı idealar varolma
kudretini artırır bazıları ise azaltır. Bir fikir bir başkasının yerini aldığında ve bu değişim sürekli
olduğunda durmadan bir yetkinlik derecesinden bir başkasına geçilir. Bu anlamda bir fikir bir
duygudan öncedir.
Tabiatın içinde, sokaklarda, insanlar arasında dolaştığımızda Spinoza bize sürekli bir duygulanım
değişikliği içinde olacağımızı söyler. Ama fikir ve duygu doğaları bakımından farklı iki şeydir.
Duygu (affectus) ideaların-fikirlerin akıl yolu ile karşılaştırılmasına indirgenemez. DUYGU bir
yetkinlik derecesinden bir başkasına fikirlerle belirlenmiş yaşanmış bir geçişle oluşturulur, ancak
duygunun kendisi asla bir fikir değildir. Sonuç olarak bizde bir tarafta dış şeyleri temsil eden fikirler
varken, öte tarafta bu fikirlerin belirlediği ruhsal haller yani duygular vardır. Burada mesele
duyguları ve hisleri nedenleri bakımından kavramaktır. Spinoza öncelikle duyguların doğrudan ve ilk
nedenlerini araştırmaya girişir; bir duygu hem zihnin hem de bedenin aktifliği ya da pasifliğidir.
Spinoza eyleme kudretimizi azaltan her tutkuya keder (üzüntü), artışını sağlayan her tutkuya da
sevinç adını verir. İnsan bedeninin gücünü arttıran ya da eksilten daha pek çok sayıda duygulanışın
varlığını kabul eden Spinoza örneğin, öfkenin bizi tahrik ettiğini, kederin bizi engellediğini ifade
eder. Ayrıca tüm duyguların nihaî olarak haz ve acıya dayalı olarak tanımlanabileceğini de ekler.
Sevgi bir dış nedenin fikri ile birlikte olan sevinçten başka bir şey, kin de bir dış neden fikriyle
birlikte olan kederden başka bir şey değildir. (Fikirler yalnızca farklı kuvvetlere sahip olmakla
kalmazlar, aynı zamanda, Spinoza'nın deyişiyle "belirledikleri" "duygulanışlar" da sürekli bir
değişim hali yaratırlar. Bu evrensel insanlık durumunu Spinoza "fluctuatio animi", canın (ruhun)
dalgalanışları terimiyle ifade eder.(Baker, U. Etika’nın sunuluşu)
Spinoza ‘bir cisim neye muktedirdir?’ diye sorar. Ruh ve zihin hakkında o kadar gevezelik ederiz
ama bir bedenin ya da cismin neler yapabileceğini bilmiyoruz der. Bir beden onu oluşturan
bağıntıların toplamıyla ve aynı kapıya çıkmak üzere duygulanma, etkilenme kudretine göre
tanımlanmalıdır. Bir bedenin etki alma kudretini bilmediğiniz sürece, bunu yalnızca tesadüfî
karşılaşmalarda öğrenebilecek durumda kaldığınız sürece, bilgece bir hayatınız olamaz, bilge
olamazsınız.’’Bedende tek mesele bu etki alma kudretidir. Bir kurbağayı bir maymundan ayıran
nedir? Spinoza’ya göre bu asla türe ya da cinse ait karakterler değildir. Aynı duygulanışlara muktedir
olamayışlarıdır” (Deleuze, s.32).
SPİNOZA’DA BİLME BİÇİMLERİ
Spinoza için bütün fikirler bir bilgidir. İnsan ruhu yalnız Bedenin duygulanışlarını değil, aynı
zamanda bu duygulanışların fikirlerini de algılar.(Spinoza, s.102). Spinoza üç türlü bilme biçimi
olduğundan söz eder.
— Duygulanış (Affectio) bilgileri
— Mevhumlar (Notion) bilgileri
— Öze dair bilgiler.
Sokakta karşıdan gelen âşık olduğum kişiyi gördüğümde bu benim bedenim üzerinde olumlu bir etki
yaratırken ruhumda da bir sevinç uyandırır. Bu durum sevdiğim kişinin beni hoş bir biçimde
duygulandırdığı anlamına gelir. Burada bedenlerin birbirini etkilemesi, ruhların karışımı söz
konusudur. “Bir cismin başka bir cisimle duygulanmış olduğu bütün tarzlar, hem duygulanmış
cismin tabiatından hem de onu duygulayan cismin tabiatından çıkarlar” (Spinoza, s.92).
Sevdiğim kişi ile karşılaşmalara bağlı olarak bir etkilenme yaşadığımda ya üzüntüyle (kederle) ya da
sevinçle duygulanmışımdır. Duygulanış bir duyguyu kuşatır. Sevinçle duygulandığımda, bedenim,
beni kuşatan bağıntılara ya da şartlara uygun olarak etkilenmiştir.
Üzüntü ile duygulandığımda, (belki aşkımız kısa bir süre önce sona ermiş ya da aramızda içimi
üzüntüyle dolduracak bir olay vuku bulmuştur), Bedenim bana uygun bağıntılar çerçevesinde
etkilenmemiştir. “Ruh elinden geldiği kadar, Bedenin etki gücünü arttıran ya da onu tamamlayan
şeyi hayal etmeye çalışır, yani Bedenin sevdiği şeyi hayal etmeye çalışır. Yani sevdiğinin yok
olduğunu hayal eden kederlenecektir. Tersine, onun var olarak kaldığını hayal eden
sevinecektir’’(Spinoza, s.146) Kabaca söylemek gerekirse; sevinçle duygulandığımda eyleme
kudretim artarken, üzüntüyle duygulandığımda eyleme kudretim azalacaktır Aslında kendi bedenimi
ancak başka cisimler tarafından etkilendiğinde kavramaya başlarım. Yani diyelim ki sevgilinin bende
konuşan imajı yoluyla. “Bedenimizde onun etki gücünü arttıran ya da eksilten, tamamlayan ya da
tutan her şeyin fikri Ruhumuzda düşünme gücü üzerine aynı etkiyi yapar” (Spinoza, s.139) (Burada
sanki güç istenci çerçevesinde bir Nietzsche açılımı var).
Şimdiye kadar ortaya konan eyleme gücümü arttıran ya da azaltan duygulanımın bir tutku olduğunun
altını çizmek gerekir. Sevinçli tutkular ya da kederli tutkular. Hayat, aşk, ilişkiler bu tutkular içinde
cereyan eder. Bazı sınırlar içinde olmak kaydıyla, sahip olduğum duygulanış biçimlerine bağlı
olarak, eyleme kudretimin varyasyonlarında (sevinç-üzüntü) gezinirim. Etki alma kudretim her an
gerçekleşmiş, işlemiş olur. Bunlar etkilenme, duygulanış bilgileri, bilme biçimleridir ve Spinoza’ya
göre sebebin bilgisini vermezler.

Spinoza'nın Ethika'da yaptığı ayrıma göre ikinci türden bilgi, akıl (ratio) bilgisidir. Akıl bilgisi bütün
şeylerde ortak olan ve tekil şeyin özünü oluşturana ilişkin bütün insanlarda var olan ortak kavramlara
(notiones communes) dayanır (Spinoza, s.114). Bu ortak mefhumlar, duygulanışların bilgisiyle aynı
anlama gelmemektedir. Birinci guruptaki genel fikirler hayal gücümün eseridirler ve bunlar upuygun
değildirler. Oysa akıl bilgisi olan ortak kavramlar upuygundur.
Çoğunlukla hayatımız sevinç ve üzüntünün sürekli birbirini izlediği duygusal varyasyonlara
kapatılmış gibidir. Peki, bu duygulanış biçimlerinin bize verdiği eyleme kudretimizin artması ya da
azalmasından müteşekkil olan pasif duygulardan nasıl çıkabiliriz? Duygusal ilişkiler alanı kararsız
bir hayat alanıdır. Tek yapabileceğimiz, duyguların ilk nedenlerini tanımaya çalışmak olmalıdır.
Nedenler konusunda uygun bir fikrimiz olduğunda o zaman sevinçli duyguları kendimizin bilinçli bir
biçimde üretme şansımız olabilir. Spinoza buna ‘aktif duygular’, ‘aktif sevinçler’ diyor. Üzüntüler
ise her zaman pasiftirler. Spinoza şöyle der; “duygulanış deyince Bedenin etkileme (tesir etme)
gücünün artmasına veya eksilmesine, tamamlanması ya da indirilmesine sebep olan bu Beden
duygulanışlarını, aynı zamanda bu duygulanışların fikirlerini anlıyorum. Bu duygulanışlardan birinin
upuygun bir sebebi olabildiğimiz zaman, duygulanış deyince bir etki (action); başka durumlarda bir
edilgi (passion) anlıyorum” (Spinoza, s.131)" Edilgi olan bir duygulanış, onun hakkında açık seçik
bir fikir edinir edinmez, bir edilgi, bir pasif hal olmaktan çıkar.
Diyelim ki sevdiğimle aramızda hiç bir sorun yok, bu karşılaşmadan sevinçle duygulandım. “Sevgi
bir dış nedenin fikriyle birlikte bulunan bir sevinçtir (Spinoza, s.182)” Bu durumda sevdiğimin
bedeni kendi bağıntısını benimki ile birleştirerek etki eder. O andan itibaren, her şey benim
bedenimle sevdiğimin bedeni arasında ortak olan bir şeyin mefhumunu oluşturur. ‘’Bir MEFHUM
ideası artık bir cismin bedenim üzerindeki etkisiyle ilgili değildir. İki cismin karakteristik bağıntıları
arasındaki uygunluk ya da uygunsuzlukla ilgilenen ve bunu konu alan bir ideadır’’(Deleuze, s.37).
Sevinç duyguları ruhumuzda bir sıçrama zemini yaratır. Sadece üzüntüler olsaydı kendimizi
sınırladığımız için aşamayacağımız bir şeyin ötesine geçebilmemizi sağlar. Etki alan bedenle, etki
eden beden arasında ortak olan bir şeyin mefhumunu oluşturmaya, geliştirmeye teşvik eder. Üzüntü
etkisi aldığımda âşık olduğum kişinin bedeni benim bedenim üzerinde bana ve bağıntıma uygun
olmayan bir tarzda, koşullar altında eyliyor demektir. Bu durumda hiçbir şey bizi ortak bir mefhum
oluşturmaya götürmez. “Bu yüzden üzüntü sınırlayıcıdır, üzüntü başlayınca aşk hapı yutmuştur.”

Bir bedeni anlamak demek, onun başka bedenlerle içine gireceği temasları ve karşılaşmaları
kavrayabilmek demektir. Cinsel ilişki arzusu ister ölçülü olsun, ister olmasın, ona şehvet deriz.
“Şehvet düşkünlüğü de bedenlerin birleşmesi arzusu ve sevgisidir (Spinoza, s.194).” Spinoza için
sevgi gibi şehvet de aşırı olabilir. Çünkü bunlar her şeyden önce bir beden etkileşimi, etki-tepki
meselesidir. “Eylem her durumda erdemdir. Söz konusu olan sevişmek bile olsa, eylem bir erdemdir.
Neden? Çünkü bu bedenimin yapabileceği bir şeydir; Vücudumun kudreti dâhilindedir. Öyleyse bir
erdemdir çünkü bir kudretin ifadesidir’’(Deleuze, s.52).
Sevginin kişilerarası doğasının farkındadır Spinoza. Çünkü sevgi farklı bir bedenin etkisi altında
yaşanan bir duygudur ve bütün insan toplumsallığının kaynağında yer alır. Spinoza, üç yüz yıldan
daha uzun bir süre önce, cinsel aşkı hangi anlamda ciddiye alabileceğimizi kesin bir şekilde ortaya
koymuştur. “Vücudun ve zihnin başka etkileşimlerine ket vurmayan, aşırıya varmayan bir şefkat
ilişkisi.” Şefkati analığa, burjuva aile değerlerine yükleyip yok eden bir dönem Spinoza felsefesini
unutturdu. (Baker, U. Aşkın Diyalektiği).
Spinoza’da seçmek, birleştirmek yani hangi bağıntıların benimkilerle birleşebileceğini deneyim
yoluyla bulmak ve bundan sonuçlar çıkarmak. Bir beden ne yapabilir sorusunun cevabı sanki tam da
buradadır. “Kabiliyeti tecrübe etmeye çalışmak ve tecrübe ederken aynı zamanda oluşturmaya
çalışmak” (Deleuze, s.81) Sınır durumlar ve alışıldık durumlar arasındaki bir farka işaret etmektedir.
(Tam da Bataille’ye geçiş noktası sanki). Seçmeye yönelik bu eğilime, birleşecek ve birleşemeyecek
bağıntıları öğrenme eğilimine Spinoza, aklın gayreti, bireyin içinde taşıdığı içsel güç… CONATUS
der. (Spinoza, s.137) Spinoza buna bir süreç olarak gördüğü her zaman daha iyi olma çabasını ekler.
Sürecin içinde olan tasarlanmış yetkin insanı engelleyen ne varsa kötüdür, tersi iyidir. Aklın
önderliğinde özgür ve yetkin bir hayat sürme esas hedef olduğu için, özgürlüğün kaybolması
yetkinliğin kaybolması demektir. Yetkinliğin olmazsa olmazı olan özgürlüğün kaybolmasına yol
açan imgesel ya da ideolojik kölelikleri de reddeder Spinoza. Bilinçli olduğu sürece arzu başta olmak
üzere diğer duygulanımlar da ‘conatus' dur der.
Bir şeyi üçüncü türden, özü itibariyle bilme çabası duygulanışlar bilgisi ile değil, ortak mefhum, akıl
aracılığıyla olan bilme türünden türeyebilir. (Spinoza, s.283). Yani tek tek varlıkların meydana
getirdiği sistemli bütünü top yekûn kavramak anlamına gelir. Ancak bu tür bir bilgi insanı erdemli ve
mutlu kılar. İnsanın duyabileceği sevinci saadet’e çevirir. “Spinoza üçüncü bilgi türüyle şeyleri
bilmekle erdem ve mutluluk arasında kurduğu bağlantının yanında, kişinin yetkinliğini (perfectio) de
buna bağlamıştır” (Türkyılmaz, Ç.). Bu bilgi aynı zamanda, bizim şeyler ya da duygular karşısında
etkin olmamızı, onlar karşısında edilgin kalmamamızı sağlar Bu anlamda anlaşılan etkinliği sağlayan
şey ise nedenlerin tam bilgisidir.
Bu bilgiye eriştikten sonra en yüksek mutluluğa (beatitudo) da erişmişsiniz demektir : “Bu sezgiyle
bilmek demektir 'her şeyi ve kendini ebediyetin bakış açısından kavramak, tanımak. O zaman
Tanrıya karşı "zihinsel" bir sevgi doğacaktır (Amor Dei intellectualis) ve bu aslında hem kendini
seven Tanrının sevgisidir, hem de kendimizi "Onun" bizi sevdiği gibi sevmektir. Bu şartlar altında
zihnimiz ve ruhumuz korkulardan, vücudun kısıtlılıklarından kurtularak kendi özünü
gerçekleştirmeye özgür olarak girişecektir. Spinoza'nın kitabını bitirirken yaptığı son uyarı
felsefesinin doruğudur: Mutlu ve erdemli olabilmek için başlangıçta "yetkin" olmanız gerekmez;
çünkü "erdem" mutluluğu verecek bir ödül değil, mutluluğun ta kendisidir...” (Baker, U. Spinoza’nın
Ethika’sının sunuluşu)
SCOLIE

Çok kimse gerçekten, şehvet duygularına boyun eğmelerine yol verildiği derecede hür olduklarını ve
tanrısal kanunun emirlerine göre yaşamayı kabul ettikleri nispette de haklarından vazgeçmiş
olduklarını zannediyorlar. Öyle ise Ahlak ve Din ve mutlak olarak söylenince Ruh kuvvetine ait olan
her şeyin, köleliklerinin (yani ahlak ve dinin) mükâfatını almak için ölümden sonra üzerlerinden
atacakları yükler olduğunu zannediyorlar ve iç küçüklükleri ve güçsüzlüklerinin imkân verdiği kadar
Tanrısal kanunun emirlerine göre yaşamaya onları ikna eden yalnız bu umut değil, aynı zamanda
ölümden sonraki korkunç işkencelerle cezalandırma korkusudur ve eğer, insanda bu umut ve korku
bulunmasaydı, tersine ruhların bedenle birlikte mahvolduğuna inansalardı, bu umutları ve korkuları
olmayacaktı ve ahlakın yükü altında ezilmiş olan mutsuz insanların önlerinde hiçbir gelecek hayat
olmayacak, kendi yaradılışlarına ve bünyelerine dönecekler, her şeyi şehvet arzularına göre
yöneltmek ve kendilerinden ziyade kadere boyun eğmek isteyeceklerdir. Bana bunlardan daha az
saçma görünmeyen bir şey de bir kimsenin bedenini ezeli âlemde iyi gıdalarla besleyebileceğine
inanmadığı için zehirler ve öldürücü maddelerle ya da ruhun ezeli ve ölmez olduğuna inanmadıkları
için bunak olmayı ve akılsız yaşamayı daha çok sevmeleridir; bunlar ortaya konmaya pek de
değmeyen saçmalıklardır( Spinoza, s.292).
KAYNAKÇA
BAKER, Ulus Spinoza ve Aşkın Diyalektiği İnternet makalesi
BAKER, Ulus Spinoza’nın Ethika’sının Sunuluşu İnternet makalesi
DELEUZE, Gilles Spinoza Üzerine Onbir Ders Kabalcı yayınları 2004
SPİNOZA, Baruch ETİKA, çev: H.Z.Ülken Dost yayınları 2006
TÜRKYILMAZ,
Spinoza’da Özgürlük Zorunluluk Bağlantısı, İnternet makalesi
Çetin

You might also like