You are on page 1of 84

DÜŞÜNCELER

Biaise Pascal (d. 1623 - ö. 1662)

Fransız matematikçi, fizikçi ve yazar.


16 yaşındayken konikler üzerine inceleme yazdı. 1642-43'te
bir hesap makinesi icat etti. Amatör olarak matematikle uğraşan
babasıyla birlikte Paris Mersenne Akademisi'ne kabul edildi.
Toricelli'nin barometre deneyini farklı yüksekliklerde, özellikle
de 1648'de Puy-de-Dome'da yineledi; Traité du vide'i '(Boşluk
Üzerine İnceleme), ayrıca sıvıların dengesi ve havanın ağırlığı
üzerine iki inceleme yazdı. Babasının ölümünden (1651) sonra
kız kardeşi Jacqueline, Port-Royal'e girdi, Pascal ise kibar çevre­
lere katıldı. Roannez Dükü ve talih oyunlarıyla ilgili problemler
üzerine dikkatini çeken Méré Şövalyesi'yle tanıştı. Pascal'e göre
rastlantı geometriye dökülebilirdi. Onun olasılıklar hesabına
yaklctşımı, devşirim çözümlemesine, özellikle de "Pascal Üçge­
ni" denen aritmetik üçgene dayanır.
23 Kasım 1654 gecesi kendini dine adama ya karar vererek
Port-Royal'e çekildi ve orada, günahlarını çıkaran M. de Saci ile
yaptığı konuşmaları Entretien sur Epictète et Montaigne'âe (Epik-
tetos ve Montaigne Üzerine Konuşma) topladı. Les Provinciales
(1656-57) adlı yapıtında cizvitlere karşı Port-Royal'deki dostla­
rını savunan Pascal, daha sonra, Hıristiyanlığın bir savunusu
olan ve bugün elimizde ancak dağınık notları bulunan Pense-
¿s'yi (Düşünceler) yazmaya girişti.
Düşünce ve anlatımının gücü ve kesinliği, çelişkiler çerçeve­
sinde (iyi ve kötü sonlu ve sonsuz, inanç ve inayet vb.) yoğun­
laşan Pascalcı tartışma yönteminin en belirgin özelliğidir.
Düşünceler

Blaise Pascal

Çeviren:
İsmet Zeki Eyuboğlu

İstanbul
BLAISE PASCAL (1623-1662)

J F ransız matematikçi, fizikçi ve yazar. Daha on altı yaşın-


dayken konikler üzerine bir inceleme yazdı. 1642-43'te bir
hesap makinesi icat etti. Amatör olarak matematikle uğraşan
babasıyla birlikte Paris Mersenne Akademisi'ne kabul edildi.
Toricelli'nin barometre deneyini farklı yüksekliklerde, özel­
likle de 1648'de Puy-de-Dome'da yineledi: Traité du vide'i
(Boşluk Üzerine İnceleme), ayrıca sıvıların dengesi ve hava­
nın ağırlığı üzerine iki inceleme yazdı. Babasının ölümünden
(1651) sonra kız kardeşi Jacqueline Port-Royal'e girdi, Pascal
ise kibar çevrelere katıldı, Roannez Dükü ve talih oyunlarıy­
la ilgili problemler üzerine dikkatini çeken Méré Şövalye­
siyle tanıştı. Pascaia göre rastlantı geometriye dökülebilirdi.
Onun olasılıklar hesabına yaklaşımı, devşirim çözümlemesi­
ne, özellikle de 'Pascal üçgeni' denen aritmetik üçgene daya­
nır. Pascal daha sonra sikloit üzerine incelemelere başladı ve
Traité des sinus du quart du cercle (Çeyrek Çemberin Sinüsleri
Üzerine İnceleme) adlı yapıtında, Leibniz'in de yararlanaca­
ğı 'karakteristik üçgen'i buldu. 23 Kasım 1654 gecesi kendini
dine adamaya karar vererek Port-Royal'e çekildi ve orada,
günahlarını çıkaran M. de Saci ile yaptığı konuşmalarını Ent­
retien sur Epictète et Montaigne'de (Epiktetos ve Montaigne
Üzerine Konuşma) topladı. Les Provenciales (1656-57) adlı ya-
-------------------------------------------7 -------------------------------------- ---
YENİ BASIM ÜSTÜNE

J P ascal, felsefeye matematik- fizik eşitliğinden giren, düşünce­


lerinde bu iki bilimin kurallarına dayanmayı ilke edinen bir düşü­
nürdür. İçinde yetiştiği çevre gereği dinsel inançlarına çok bağlı
kalmış, özelikle Düşünceler adıyla sergilenen yapıtında, Hıristi­
yanlığın savunmasına bile girişmiştir. Onunu, daha önce değindi­
ğimiz gibi, "gönül gözü" dediği yeti, neredeyse altıncı duyu niteli­
ğindedir.
Ülkemizde, Pascal'ı benimseyenlerin nerdeyse hepsi, onun bu
altıncı duyu diyebileceğimiz görüşüne bakarak dinsel bir açıdan yo­
rumlanmasından yanadır, oysa Pascal yalnızca bu değildir. Nite­
kim üniversitelerde de onu tutanların önemli bir çoğunluğunun
dinsel konulara ağırlık veren kimseler olduklarını biliyoruz. Oysa
PascaVın Lettres â un provincial (Bir Taşralıya Mektuplar) adlı
yapıtı, özellikle yazım konusunda derin içeriklidir, felsefeye özgü
düşünceleri bu yapıtta açık bir dille sergilenir, daha çok okunur.
Ülkemizde, üniversitelerin az, yetersiz olduğu yıllarda yaptığı­
mız bu seçme çeviriler, bekleneni vermedi. Bugün nerdeyse her ili­
mizde bir üniversitemiz var, felsefecilerimizin sayısı kabarık, felse­
feye ilgi çoğalmış durumda, ancak uygarlığın gelişim hızı göz
önünde tutulursa bu yine de yeterli değildir. Bugün "Türkiye Fel­
sefe Kurumu" adını taşıyan, başarılı yayınlarını sürdüren, Türk
düşüncesini, daha doğrusu Türkiye'de de bir felsefe anlayışı vardır
sorununu yurt dışına yayan önemli, yararlı bir kuruluşumuz var-
9
’’'-iterse Fascai • Düşünceler

dır. Genç felsefecilerimiz yetişiyor; onların ilgi alanları ülke sınır­


larının dışına çıkıyor; artık Batı felsefesiyle tanışıklığımız dolaylı
değil onu ortaya konduğu dille sürdürülmektedir. Buna karşın, yi­
ne ülkemizde salt felsefe anlayışına dayanan dinsel içerikli bir fel­
sefe görüşü yoktur, diyebiliriz. Kendilerini felsefeci sayan, özellikle
İslam inançları ortamında kapsamlı bir felsefenin varlığından söz
eden kimseleri tanıyoruz. Çağımızda, bir tapım odağı olan dinin,
felsefeye karşı tutumu ne yazık ki olumsuzdur. Oysa din sorun
üretmez, eldekileri yorumlamakla, açıklamakla yetinir. Felsefe ise
işe sorun üretmekle başlar; elde bulunanların "dokunulmazlık" ta­
şıdığına inanmaz.
Sorun üretemeyen bir düşünce biçimi, ilk ortaya atıldığı evrede
ne denli yeni olursa olsun, bir yerde durmakla yetinirse, varlığını
öyle sürdürmeye yönelirse geride kalır. Günümüzün felsefesi, daha
çok insan-toplum sorunlarına yaslanmakla kalmıyor; bilimlerle ge­
niş bir bağlaşım içine giriyor. Özellikle siyasal alanı, Platon'dan bu
yana, en çok felsefenin kılavuzluğunda, çağımızda yürüyor diyebi­
liriz. Günümüzün felsefesi "insanı eylem içinde" anlama-anlatma
yolundadır. Öte yandan, çağımızın birçok ünlü fizik bilgininin fel­
sefeyle yakınlığını biliyoruz. Ancak ülkemizde bilim-felsefe bağla­
mının düşünceden eyleme dönüştüğü söylenemez. Özellikle yazım
alanında, ürünlerini felsefe anlayışına dayanarak sergileyen, dizge
kurucu, çığır açıcı bir yazım erimiz yoktur. Dahası, felsefe öğreti­
mini dışlayan, engellemeye çalışan, kötüleyen yüksek görevli so­
rumsuzlarımız bile vardır.
Felsefeye özgü düşünce günlük gereksinmeler içine yerleşerek
bir yaşam kuralı olmadıkça insanı olumlu yönde etkileyemez, daha­
sı yaşamla birlikte yürüyen bir ilke olamaz. Felsefenin bir boş kal­
mamak, gün geçirme girişimi ya da günlük bir davranış türü ola­
rak alındığı toplumlarda insan yaratıcı bir odak sağlayamaz. Pas-
cal'ın gerçek uğraşı felsefe değildi, fizik-matematik kapsamında bir
bilim ortamıydı, bu ortamda sağladığı olanaklarla felsefeye yönel-

10
Yeni Basım Üstüne

mişti. Onun "gönül gözü" dediğimiz altıncı duygusu, felsefesine


uyguladığı bir seziş yöntemi durumundaydı. Bugün, ülkemizde
böyle kendi düşüncelerini odaklaştırarak bir dizge (sistem) kurmuş
kimse gösteremeyiz. Ancak bunu eskiden de göstermiyorduk. Bi­
zim dinci düşünürlerimizin, öve öve göklere çıkardıkları düşünür­
lerin hepsi birer Platon-Aristoteles yorumcusu olmaktan öteye ge­
çememiştir', oysa bugün böyle eski bir yönteme bağlanmayan, işi
yorumculuğa dökmeyen felsefecilerimiz vardır.
Felsefe özgür düşünmeyi, tüm baskıların, yönlendirmelerin öte­
sine dolaşmayı yeğleyen bir gezgindir; onun nerelerde dolaşacağı­
nı, hangi araçlarla gözlemlere girişeceğini kendi bilir; kendi seçer,
toplumsal yöntemin ona sağlayacağı olanak yalnızca düşünce öz­
gürlüğüdür.
Pacsal dinsel inançlara (Hıristiyanlığa) bağlı bir düşünürdür;
ancak onun benimsediği yöntem, ortaçağın sürdüğü "inanç katılı­
ğı" değildir; onun dini usun süzgecinden süzülmüş, eleştirel ilke­
lerin denetimi altına sokmuş bir özelliktedir. Felsefeye özgü düşün­
menin başka bir özelliği de bir "gönül işi" olmayışıdır, o özlü bir il­
ke, bir yöntem sorunudur. Bu düşünsel durum, ancak uygarlıkla
kurulan bağlaşım içinde gelişebilir. Uygarlık eskileri koruma değil,
eskiden kalanı daha yeni buluşlarla geliştirip genişletme alanıdır.
Oysa dinsel eğilimleri savunarak uygarlığın özgün yaratmalarına,
buluşlarına karşı çıkanlar savundukları dinlerin bile birer uygarlık
ürünü olduğunu düşünmek istemiyorlar. En ilksel din bile uygar­
ca bir gelişmenin ortamında varolabilmiştir.
Felsefe gelişen uygarlığın en atak çocuğudur, gün olur anasının
sütünü emerken memelerini tırnaklar, kendine mama veren anası­
nın ellerini ısırır, kendisini öpen anasının yanaklarını, dudaklarım
ısırıp kanatır, bütün bu olumsuz davranışlar karşısında kendisini
yetiştirenin değerini bilir, ona saygı göstermekte geri kalmaz. Bu­
rada, en ilginç, en üzücü sorun önümüze dikiliyor: Hangi büyük
din kendisini yaratan uygarlığa saygılı olmuştur? Ortaçağ, üç tek­
il
Blaise Pascal • Düşünceler

tanrıcı dinin uygarlığa karşı kan dökmeyi "kutsal eylem" sayan


çağ değil midir? İnsan çevresine baktığında, kendi benliğinin dışın­
da başka bir varlık alanının bulduğunu gördüğünde düşünmeye
başlamıştır; işte felsefenin başlangıcı bu "düşünme" dir. Bu düşün­
me türünde çevreyi Tanrılaştırma vardır, bunu uygarlığın en eski
kalıntılarından öğreniyoruz, insana Tanrılar- Tanrı insanlar İkilisi
birbirini izlemiş, geliştirmiştir. Oysa ortaçağda bu gelişim çizgisi
tersine çevrilmiş, düşünmeden benimseme, düşünmeden bağlanma
anlayışı uygulamaya konulmuştur. Ortaçağda dinlerin egemenliği,
usun tutsaklığı, düşüncenin suçlanması böyle başlamıştır.
Pascal, inançlarının gizemsel özelliği dolayısıyla bir ortaçağ bil­
gesi sayılabilir, ancak insan usunu bütün düşüncelerinin, inançla­
rının biricik yargılayıcı yetkisi olarak benimsenmesi onu birdenbi­
re ortaçağın üstünden sıçratmış, fizik-matematik bağlamında bir
inanca yönelmiştir. Bu inanç felsefeciyi ilgilendirmemen, bununla
çözülecek bir felsefe sorunu yoktur, bununla ancak "insan inanan
bir varlık" söylemini kapsayan açıklama söz konusu olabilir. Oysa
bizim ülkemizde, bugün bile sürekli bir gelişim çizgisi üzerinde yü­
rüyen felsefe ile olduğu yerde değişmeden, kıpırdamadan kalmayı
yeğleyen din arasındaki uçurumu göremeyen nice yüksek öğretim
görevlisi vardır. Pascal ile ilgili çalışmalarda, çevirilerde çok çarpı­
cı olumsuz örnekler verebiliriz. Şu alıntıyı okuyalım:
"Gençlik döneminde yaşadığı sancılı bir arayış döneminden
sonra, fiziksel bilimlerle meşgul olmaktan vazgeçerek insanı tanıma
ve beraberinde 'Allahı tanıma' eksenli bir çalışmaya kendini adadı.
Descartes'in çağdaş olan, ama onun kurduğu modelin iman aleyhi­
ne bir gelişmenin önsözü olacağını sezen yazar, genç yaşta bir yan­
da deistlere, öte yandan ona göre dini dünyevileştiren Cizvitlere
karşı mücadele etti." Bu alıntının, düşünce yönünden, dil yönün­
den düzeltilebilecek bir yanı yoktur. Anlamsal olarak, Pascal yaşa­
manın sonuna değin bir Descartes ardılı olarak kalmış, bağlandığı
us ilkelerine dayalı bilimsel yöntemi bir kez bile bırakmamıştır. O
------------------------------------------- 12 ----------------------- — ------- -—
Yeni Basım Üstüne

dönemde, İslam ülkelerinde olduğu gibi, Avrupa Hıristiyan toplu­


luklarında da sayısız “mezhep”, sayısız “tarikat” doğmuştu, bun­
lar birbirleriyle boğuşuyorlardı, hepsi usun dışında, birtakım gi­
zemsel inançlara saplanmış, usun yerine inancı koyarak bilimsel
gelişmeye karşı çıkmayı uğraş edinmiş odaklardı. İşte Pascal'ın
Pensees (Düşünceler) de savunduğu inanç, dağıtılmış Hıristiyan­
lığın bütünleştirilmesi, başlangıçtaki birliğe indirgenmesi içindi.
Nitekim, Pascal'a, sonradan Nietzsche'nin de kullandığı bir söy­
lemle “prophetie. -L e grand Pan est mort” diyor (XV¡19, s.141).
Burada, özellikle dincilerin önemsedikleri, ancak bilimsel dü­
şünmeyi yeğleyenlerin pek üzerinde durmadıkları bir konuya deği­
nelim: Pascal, yaşamanın uzunca bir bölümünü ağır sayrılıklar
içinde geçirmiş, kendini gizemsel inançlara vermiştir, onun Dü­
şünceler'inde aşırı din yanlısı bölümlerin bu duygularla yazıldığı­
nı da biliniyor az çok.
Pascal'ın yorumladığı “Tanrı” kavramı da, bizim dincilerimi­
zin sandıkları gibi inançsal saplantı yoluyla açıklanmaz, özellikle
geometri ilkelerine dayalı, ussal bir yöntemle gündeme getirilebilir.
Burada, “Port-Royal M antığı" diye bilinen usçu düşüncenin et­
kinliği önemlidir. Pascal'ın sergilediği “inanç” geometri kuralları­
na dayanmaktadır, onun kiliseyle, papalıkla ters düşmesinin nede­
ni de dinsel sorunların us ilkeleri dışında açıklanamayacağıdır. Ni­
tekim bu konuda kuşkuculuğun gerektiğini bile öne sürmüştür. Bu­
rada değinmemiz gereken, okuyucu yönünden yararlı olabilecek bir
konu da Pascal'ın savunduğu dinsel inançların Müslümanlığın
işine pek elverişli olmadığı, Hıristiyan görüşünün İslam'ın özüne
bile karşı çıktığını öğrenmeden işe girişmemektir. Hıristiyanlık, gü­
nümüzde bile İslam'ı dışlamaktadır. Bu gerçeği çağdaş Hıristiyan
ülkeler, tüm açıklığı seçikliği ile sergilemekte, uluslararası ilişkile­
rin tabanına oturtmaktadırlar.
Pascal'ın açık bir Descartes'çı olduğu bilinmiyor, onun bu ko­
nudaki düşüncelerini, kendinden sonra gelen Leibnitz sergilemiş-

13
Blaise Pascal • Düşünceler

tir, özellikle fizik-matematik yöntemleri uygulama bağlamında.


Türk okuyucusu için Pascal yalnızca us ilkelerine dayalı, fizik-ma­
tematik yöntemiyle sergilenen düşünceleriyle önemlidir, birtakım
gizemsel savunmalara gerek kalmamıştır, son yıllarda Türk eğiti­
minin sürüklediği çıkmazların içinde boy gösteren, felsefeyi nere­
deyse gereksiz bir çığır saymaya yeltenen çarpık anlayışlılar toplu-
mumuzda umulanların çok üstündedir.
İsmet Zeki Eyuboğlu

14
İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ

B u çalışmanın ilk basılış yılına bakıyorum: Mayıs 1966. De­


mek eksiksiz otuz yıl geçmiş aradan, dile kolay. Önümde bir otuz
yıl daha yok, yaşamım doğal sona doğru hızla ilerliyor; geçen otuz
yılın akışını, geçişini düşünmem bile kolay değil. Yıllar geçip gider­
ken insana sormuyor, doğanın yüreğinde acıma yok. Bunca yıla
karşın, ülkemizde Pascal konusunda doyurucu şöyle dursun, yü­
zeysel bir çalışma bile görülmemiş. Oysa, bulunduğu toplumda di­
ne, inançlara çok bağlı kalan, bütün sorunları usla sezginin süzge­
cinden geçirmeyi seven, en soyut konuları bile usun aydınlığında
sergileyen Pascal, önemli bir düşünürdür.
Felsefenin, inançları sarsıyor diye, okullardan sürgün edilmesi
Türk eğitiminde, düşüncesinde bir karabasan dönemi başlatmıştır.
Bir eğitim düşünün ki felsefeden korkuyor, bir inanç düşünün ki
felsefenin ışığından kaçıyor, yarasa gibi bilgisizliğin karanlıklarına
sığınıyor. Oysa Batı uygarlığının tabanım kuran felsefedir, bütün
bilimler ondan doğmuş, onun verimli toprağında beslenmiş, sonra
ayrılıp bağımsız yuvalar kurmuştur. Felsefesiz bir eğitim, bir öğre­
tim kuru toprağa serpilmiş ekin gibidir, onu ancak kargalar yer.
Neden kaçılır, ürkülür felsefeden? Felsefe insanı anlamanın,
onun taşıdığı değerlerin bilimi değil mi? Hangi toplumda felsefe
gelişme olanağı bulamamışsa orada bilgisizliğin karanlığı egenıen-
dir; gerilemeye, sömürülmeye elverişli bir yaşam sürme vardır. Ba-
------------------------ J5 ------------------------------------- —
m s ise Pascal • Düşünceler

kın İslam ülkelerine, hepsinin din etkisiyle felsefeye karşı çıktığım


görürsünüz. Oysa hepsi de Batının birer sömürgesi durumunda
değil mi? Hangisi Batı'ya el açmadan, onun yardımlarına sığınma­
dan ayakta durabiliyor? Hangi İslam ülkesinde ileri, göz alıcı bir
gelişme atılımı görülmektedir?
Bu geçen otuz yıl içinde, ülkemizde bilimsel-düşünsel yönden,
Cumhuriyet'in ilk on üç yılına oranla büyük bir gerileme sürecine
girilmiş, Türk düşüncesi kendisiyle kokensel bağlantısı bulunma­
yan bir inancın egemenliği altına verilmiştir. Ortaçağ Avrupa-
sı'nda, kilisenin geliştirdiği 'teoloji', bizde 'ilahiyat' sözcüğü ile
karşılanmıştır. Oysa 'İslam düşüncesi'nde böyle bir kavram yoktur,
böyle bir öğreti de yoktur. 'Teoloji' denen, Türkçe karşılığı 'Tanrıbi-
lim' olan bu öğreti, kiliseye özenmeden başka bir anlam taşımaz.
Sözcüklerin yüzeysel anlamları, yorumları kimi çevrelerde çok il­
ginç bulunur, yanılgının kaynağı da budur. Bilmeden, anlamadan,
yalnızca bulunduğu görevin, oturduğu koltuğun gücüne dayana­
rak aydın görünmek, bilgin geçinmek elli yıldan bu yana, toplum­
sal bir alışkanlık olmuş, özellikle gelişmeyi eskiye dönme diye anla­
yan çevrelerde övünülecek bir tutum niteliğine bürünmüştür. Oy­
sa, koyu bir Hıristiyan olan, yazılarında dini büyük bir özenle sa­
vunan Pascal, dayandığı us ilkeleri nedeniyle Avrupa uygarlığın­
da saygınlık kazanmıştır. Doğu'da böyle bir kimse yoktur.
Felsefe, bilmeden değil, bilerek, bilinçli, usla bağlantılı konuş­
mayı gerektirir; düşüncenin dizgeleşmesi felsefe için kaçınılmazdır.
Felsefe geçmişi sevenlerin değil, düşünmeyi bilenlerin uğraşıdır.
Geçmişle övünmek geleceği görmemektir. Geleceğini geçmişine
bağlayan bir toplumun düşünce alanında gelişmesi, yetkinleşmesi
söz konusu değildir, karanlığın dibine ışıkla inilir, gözleri yumarak
değil.
Ülkemizde, felsefeye karşı yetkili kurumlanıl tepkisi kolay anla­
şılır nitelikte değildir. Olayın arkasında yalnızca bilgisizlik, çağın
dışında kalmışlık vardır diyemeyiz. Bize kalırsa, sorunun tabanım

----- -------------------------------- 26 —------------------ ----------


İkinci Baskıya Önsöz

da İslam geleneğinden kaynaklanan bir bilimin değerini, eğitimin


Önemini anlamama durumu uykuya yatmıştır. Pascal da bir bilge­
dir, ancak felsefenin, us ilkelerine uygun düşünmenin karşısında
değildir. Us ilkelerine dayanan düşünmenin karşısına, gönül gözü
dediği sezgi odağıyla, özden duyma, kavrama eğilimiyle çıkıyor, us­
la duygunun, gönülle bilincin yerlerini, işlevlerini çok iyi biliyor.
Doğu aydını böyle bir düşünme yetisinden yoksundur diyebiliriz.
İslam aydınları, ortaçağda Batının geri kaldığını, İslam dünya­
sının ise çok ileri durumda olduğunu söyler dururlar. Bu, bize ka­
lırsa, boş bir övünmedir. İslam ortaçağında, Yunan-Roma ilkçağı
bütünüyle bilinmiyordu. Özellikle Platon ve Aristoteles konusun­
da bilinenler, Platon'un birkaç yazısıyla, Porphyrios'un Eisagoge
(Kategorilere Giriş) denen yirmi beş sayfalık yorumuna dayanı­
yordu. Arap aydınları, Yunan yapıtlarından bilinenleri (o çağda)
Arapça'ya çevirmişler. İşte bu çeviriler, sonradan Avrupa aydınla­
rının ilgisini çekmiş, ilkçağ uygarlığı konusunda yoğun araştırma­
ların başlamasına olanak sağlamıştır. Ancak, gelişme belli bir yer­
de durdu, Batı'da görüldüğü gibi büyük felsefe çığırlarının, bilim­
sel uyanışların başlamasına yardımcı olamadı. İslam ülkelerinde ilk
medrese, Selçuklu yöneticisi Nizamülmülk aracılığıyla 11. yy. son­
larında Bağdat ile Harran'da kuruldu. Ne var ki bu kurum Avru­
pa ölçüsünde bir gelişme, ilerleme gösteremedi, verimli olamadı.
Daha açıkçası İslam ülkeleri bir Pascal yetiştiremedi.
Pascal, doğruluklara, düşünsel gerçekliklere inanla, içe doğuşla,
bilimsel sezgiyle varılabileceğini söylerken ne usu kapı dışarı etti,
ne de bütün sorunların dinden kaynaklandığını, dinle çözülebilece­
ğini savundu. İnanı usun karşısına koyarken yetki alanını da belir­
ledi. Onun benimsediği sezgi, felsefe-matematik bağlammdadır,
salt duygusal bir eğilim değildir. Neyse, burada onun düşünceleri­
ni yeniden sergilemenin, yorumlamaya girişmenin gereği yoktur.
Okuyucu bu düşünceleri okuyunca, Pascal'ı daha kolay anlayacak­
tır.

17
Blaise Pascal • Düşünceler

Seçtiğimiz düşünceleri, içeriklerine göre değişik bölümlere ayır­


dık. Bu bölümlerde de, özellikle insana ağırlık vererek, insanı anla­
tan, açıklayan örnekler sunmayı yeğledik. Ancak, şunu da önemle
vurgulayalım ki, Pascalı bir bütün olarak anlamak için tüm yapıt­
larını okumak, incelemek gerekir. Onun fizik, aritmetik, geometri,
mekanik gibi salt bilimsel konularda sağladığı başarı tartışmasız­
dır. Bu seçmeleri okuyanlar arasından Pascal, benimsediği inançlar
nedeniyle bir ortaçağ izleyicisidir diyenler de çıkabilir. Ancak dü­
şünce eyleminin usun denetimi altında sürdürülmesi gerektiğini
de unutmamalı. Descartes da inançlarına bağlıydı, Hıristiyan'dı,
ancak bilimden yanaydı, bilimin önemini dışlamıyordu. Önemli
olan, sorunlara yaklaşırken, geleneksel inançların etkisi altında kal­
madan, bilimsel gelişmenin izini sürmektir. Kim ne derse desin, us
ilkelerine dayanan bilimsel gelişme kendi kendini besler, eksiklerini
giderir, onarır. Bu nedenle bilimi yine denetler, onun kendi dışında
bir büyücüsü yoktur. Bir ülkede eğitim, bilim dışında kalanın dene-
■timi altına sokulursa, orada uygarlığın ışıldağını tutuşturacak bir
kıvılcım bulmak güçtür.
Bilimin, kendi kendini besleyemediği bir toplumda, bütün yet­
ki, us ilkelerinin denetiminden kaçan, katılaşmış geleneklerin ege­
menliği altına girer. Uygarlık tarihi, bize, bilim dışında kalmış bir
inanç birikiminin insanlığa pek yararlı olmadığını göstermiştir. Bi­
lime karşı çıkmak, yalnızca geleneksel inançlarla yetinmeye çalış­
mak, bilmeden uygarlıktan uzaklaşmak, uçuruma yaklaşmaktır.
Ülkemiz, elli yıldır bunun acısını çekiyor, sıkıntısı altında bunalı­
yor. En güçlü inançlar bile kişiseldir, oysa bilim evrenseldir. Bili­
min evrenselliğini kavramamış bir toplumda baskıya, yüzeysel
kandırmacalara sürüklenmek kolaydır.
Batı uygarlığında, özellikle Rönesans'la başlayan evrede, bütün
gözlerin insana çevrilmesi gelişigüzel bir olay değildi, tnsan, o ev­
reye değin değerler taşıyan bir varlık olarak görülmemişti. İlkçağ­
da, insan bilgi, aktöre, düşünme eylemleri, varlık sorunları dolayı-
18
İkinci Baskıya Önsöz

sıyla düşünme konusu yapılmış, onun evren bütünündeki yerini


sağlayan varlıksal özellikleri felsefe sorunları durumuna getirilme­
mişti. Ortaçağın bitimiyle, insan birdenbire yoğun bir ilgi alanı
durumuna gelm iş, bağımsız bir felsefe öğretisine dönüştürülmüş­
tür. Burada bilim, sanat, inanç, gelenek, yasa, devlet, uygarlık kav­
ramı içine giren ne varsa insanın başarıları diye nitelenmiştir. İşte
Pascal da, dine çok bağlı kalmasına karşın, insanı bu açıdan gör­
müş, onun inançlarını bile eleştiri süzgecinden geçirmenin gereği­
ni duymuştur. Kuşkusuz bu girişiminde kılavuzu bilim olmuştur
(fizik, matematik, mekanik vb.). Ülkemizde böyle bir gelişme yaşan­
mamıştır.
İslam ülkelerinde inançlar söz konusu edilince, birdenbire dü­
şünsel katılaşmanın yaygınlaşmaya başladığı görülür. İnançlara
birer inan başarısı olarak bakılıp, kaynağı belirsiz buyruklar diye
gösterilir. Bu yüzdendir; usun denetiminden uzak tutulan inançla­
rın insanı başarısızlığa itişi. İnsan düşünürken, kendini dışlayacak
kuramdan kaçınmalı, düşünürken hep kendisi olmalı, düşünceleri­
nin kendi benliğinin kimliği olabileceğini unutmamalı. Bu, kuşku­
suz, bir eğitim işidir. Eğitim, bilimsel ilkelere dayanırsa düşünme
eylemi de verimli olma yoluna girer, üretir. Üretemeyen düşünme
akıntıya kürek çekerek ilerlemeye çalışan kayıkçı gibidir. Yurdu­
muzda, özellikle de elli yıldan beri, Batılı olmak derken, bilimsel dü­
şünme yöntemlerini benimseyip öğretim kurumlarında uygulamak
değil de, yüzeysel benzerlikler ilgi görmektedir. Evlerin en çağdaş
buluşlarla, aygıtlarla donatılması, en ileri araçlardan yararlanıl­
ması, dışa dönük görkemli bir yaşamın benimsenmesi. Oysa Batı
bunlar dağil. Batı bunları yaratan uygarlık atılımıdır, bizim benim­
sememiz gereken de odur. Avrupalı gibi oturmakla, oyun oynamak­
la, giyinmekle Avrupalı olunmaz. Önce kafalarımızın içini Avru­
palI yapma gereğindeniz. Oysa bizim uyguladığımız eğitim, bizi
Avrupa'dan uzaklaştırmaya yarıyor. Bir düşünün, Pascal'la ilgili
altmış sayfalık bir çeviri dışında, yurdumuzda, bir çalışma, bir ya-
19
Blaise Pascal • Düşünceler

yırı yoktur. Kırk üniversitenin bulunduğu yurdumuzda, eğitim-


öğretim bakımından bu bir yüz karasıdır, utanç belgesidir.
Avrupa'da yeni akımlar doğuyor, yeni sorunlar gündeme geti­
riliyor, dünya gittikçe daralıyor, aydınlar bir 'dünya devleti' bü­
tünlüğü içinde yaşamının yollarını arıyorlar, gümrük denetimleri,
uluslararası alışverişler, iletişimler bir 'dünya birliği'ne doğru gi­
derken, bizim yüksek görevlilerimiz, yetkililerimiz, sorumlularımız
ortaçağın bile gerisinde kalmış toplumsal uygulamalar, eğitim ve
öğretimler ardınca taban tepmeyi bir başarı sayma yarışına girmiş­
ler.
Bugün, ulusal toplumculuk anlayışının gittikçe evrensel bir
'dünya devleti' kuramına kaydığı görülüyor, bunun kaynağı da ge­
lişen, ulusal sınırları aşan uygarlıktır. Bu uygarlığın tabanında bi­
limle sanat gibi üstün insan başarıları yatmaktadır. Çağdaş başarı
bu bilimsel alanda, sanat ortamında gereken yeri almaktır. Unutul­
maması gereken önemli sorun ise uygarlık yolunun insanı anla­
makla aydınlanabileceğidir. İnan bütün ışıldaklartn kaynağıdır. Bu
kaynak us ilkelerine, yine bu ilkelere dayalı inançlara bağlanmazsa
taşınamaz.
Pascal'ın yazıları okunduğunda, Hıristiyanlığa çok bağlı oldu­
ğu, inanca önemli bir yer ayırdığı anlaşılır. Ancak, onu yaşadığı
çağın anlayışına, toplumsal tutumuna göre düşünmek gerekir.
Onu, günümüzün görüşleriyle yargılamak doğru değildir. Pascal
da, Descartes'ın izini sürmüş, us ilkelerine dayalı, kesin, tartışma­
sız bilginin matematik yöntemle sağlanabileceğine inanmıştır. An­
cak bu yöntem, usun sınırlarını, gücünü aşan konularda kesin bil­
gi edinmeye yetmez. Sözgelişi insanın özünü, aktöre kurallarını,
insanın duygusal varlığını, sezgilerini, gizemlerini, Tanrıyla olan
ilişkilerini açıklamaya yetmez. İşte onun 'gönül gözü' adını verdi­
ği yeti, usun gücünü aşan konularda güvenilir bilgiyi edinmeye el­
verişlidir.
Pascal, bu konuyla ilgili düşüncelerini, burada birtakım 'seçim^

20
İkinci Baskıya Önsö;

1er sunduğumuz Din Üstüne Düşünceler (Pensées sur la Religi­


on) adlı yapıtında sergilemiştir. Bu yapıtta, taban sorun, Tanrısal
varlık olmakla birlikte, felsefenin kapsamını belirleyen görüşleri de
geniş bir yer tutar. Yapıtın bütünü insan sorunlarını, doğuş ortam­
larım\, insanı açıklamaya, anlamaya elverişli nitelikte gündeme ge­
tirir. Bir Taşralıya M ektuplar (Lettres à un provincial) adlı yapı­
tında da Fransız dilindeki gücünü, yazın alanındaki becerisini, öz­
günlüğünü ortaya koyar. Bu nedenle de Fransız dilinin en güçlü
yazarlarından biri sayılır.
Pascal, düşüncelerinde, usu tümden yadsımamakla birlikte gi­
zemci bir eğilim göstermekten de geri kalmaz. Ancak bu eğilim bi­
limsel konuların (fizik, matematik, mekanik vb.) açıklanması için
değildir. Yine bu eğilim, bütün sorunlarda usu geçersiz sayan Do­
ğu gizemciliğine benzemez. O, "İnsan gönlünün usla kavranama-
yacak nitelikte kesin kanıtları vardır." derken usa karşı çıkmaz, yal­
nızca yeterliliğinin sınırlarını vurgular. Bu nedenle, kimi Türk ay­
dınlarınca (bundan yüz yıl önce) pek de iyi anlaşılmamıştır. O, sa­
nıldığı gibi bir 'gizemci' değildir.
Pascal, bilimde us ilkelerine, bilimsel varlık alanının dışında ka­
lan, usun gücünü aşan konularda da sezgiye, 'gönül gözü yle sağ­
lanan düşünsel verilere dayanır. Ona göre gerçekliğin biri us, öte­
ki sezgi olmak üzere iki ayrı ilkesi vardır. Bu iki ilke birbiriyle bağ­
lantılıdır, ancak başarı alanları ayrıdır; Türk okuyucusu, daha ön­
ce 'tasavvuf denen akımla biraz yakınlık kurmuşsa, ondaki 'sez­
g iy i kavramışsa, Pascal ile belli bir anlamda, yakınlık kurabilir.
Ancak, usu büsbütün yadsımadan. Tasavvufta 'sezgi', daha çok
'sevgi/aşk' anlamındadır. Pascal da ise usun dışında kalan gerçek­
leri kavrama, edinme odağıdır.

21
BLAİSE PASCAL ÜSTÜNE
BİRKAÇ SÖZ
• •

Ö z e l l ik l e Rönesans'tan sonra gelişen, daha doğrusu us ilkele­


rine dayanan Batı düşüncesinde önemli bir yeri vardır Blaise Pas­
cal'ın (1623-1662). Pascal daha çok fizikte yeni bir buluşun öncü­
südür. Felsefe alanında kendinden öncekilerle, kendinden sonraki­
lerle karşılaştırılınca Descartesçı bir bilge olmaktan öteye pek geçe­
mez. Descartes insan varlığını ikiye ayırıyor; birinin özünü düşün­
ceye; ötekininkini yer kaplamaya bağlıyordu. İki ayrı özden kurulu
bileşik bir varlıktır insan ona göre. Düşünceye bağlanan yan, kişi­
nin, nesnel varlığının dışında kalan, ona devinim kazandıran, tin­
sel yandır. Yer kaplayan uzamsal varlık ise gövdedir. Ancak, bu iki
ayrı varlığın birbiriyle hangi koşullar altında birleştiği, tinin göv­
deyi etkilediği sorunu açıkta kalmıştır, Descartes bu soruya kesin
bir yanıt getirmemiştir.
Durum Pascal'da da öyledir. İnsan bir yanı ile Tanrı'ya, bir ya­
nı ile içinde yaşadığımız evrene, evrenin yasalarına bağlıdır. İnsa­
nın bütün önemi, değeri düşünen bir tinin, bir usun taşıyıcısı ol­
masından ileri geliyor. İnsan inanç taşıyan, taşıdığı inancı değer­
lendiren, onun sınırlarını, usun gidebileceği en son yerden, en son
duraktan ileriye geçirebilecek tek sonsuz güç olduğunu bilen bir
varlıktır. Descartes, "İnsan düşünen bir varlıktır." demişti. Bu
yargı Pascal'da insan inanan bir varlık biçiminde dile getirilebilir.
-— ------ ------------------------------------- 2 3 --------------------------------------------- —
B t e e Pascal • Düşünceler

Yalnız, Pascal'ın inancı gelişigüzel bir inanç değildir. Liswn szmr-


larını aşan, ¿mcflfc usı/n değerini, gücünü tanıyan bir inançtır.
"Düşünmek usun işidir; onun ürünüdür, inanmak da tinin işidir" .
diyor. Pascal us dışında bir inanç da benimsemiyor. Usla inancı
birbirinin ayrılm az gönüldeşleri sayıyor bir bakıma.
Pascal'ın yaşadığı çağı, yetiştiği çevreyi, gördüğü öğrenimi göz
önünde bulundurunca başka türlü düşünebilmesi için çıkar yolu ol­
madığını da eklemeliyiz sözümüze. Buna karşın onun benimsediği
us doğruluğun, gerçekliğin en sağlam ölçüsüdür. Açıklık, seçiklik
bu doğruluk ilkesinin en bırakılmaz birer niteliğidir. Pascal'ın Batı
düşüncesine getirdiği en önemli yenilik insanda bir de gönül gözü­
nün bulunduğunu söylemesi, sezgiye Bergson'dan önce düşünce
düzeni içinde gerekli yeri vermesidir. Gönül sezer, us düşünür, di­
yor Pascal. Usun varamadığı düşünce sınırlarında sezginin, gönül
gözünün görevi büyüktür ona göre. Gerçeklikler yalnız usla değil,
gönül gözü ile de görülür, gönül gözünün de kavrayıcı, bilici bir
gücü vardır. İnsan sezgisiz edemez, sezgi olmaksızın gerçekleri bir
bütünlük içinde kavrayamaz, kuşatamaz. Özellikle matematikte
sezginin yeri büyüktür. Öyle gerçeklikler vardır ki biz onları ancak
sezgi ile yakalarız. Sezgi yalnız gönlün değil, usun da iç gözüdür.
Pascal'ın benimsediği sezgi bilinçli bir sezgidir ya da bilince yar­
dım eden, onu doğru yolda düşünmeye iten bir güçtür, bir erktir.
Pascal'ı böyle düşünmeye, bu görüş açısından insana bakmaya
götüren, dine olan bilinçli bağlılığıdır. Kim ne derse desin, o evre­
ne bir Hıristiyan gözlüğünün arkasından bakmış, o gözlüğü değiş­
tirme gücünü kendinde bulamamıştır. Başka türlü düşünemez
miydi? diyeceksiniz, düşünürdü besbelli. Batı evreninde dindışı
düşünce ondan çok önce başlamıştır. Pyrrhonculuk, Epikurosçuluk,
ilk Anadolu bilgeleri ne güne duruyordu dersiniz? Bilmez miydi
onları da, onların düşüncelerini de Pascal? Bilirdi, bizden de iyi bi­
lirdi.
Yalnız bilinçsiz bir Hıristiyan düşünürü değildir Pascal. İnan­

24
Blaise Pascal Üstüne Birkaç Söz

cı bilinçsiz, kara bir birikim değildir. Gittiği yol, bağlı bulunduğu


din anlayışı karadır da, o ak. Bunu söylememek onu anlamamak
olur düpedüz. Pascal, Batının 'us'lu, bilinçli, gönül gözü taşıyan,
gerçekliklere usla, bilinçle, sezgiyle varan bir düşünürüdür. Onun
görüşünü, evren anlayışını daha iyi kavrayabilmek için Descartes-
Leibnitz-Spinoza üçlüsünün yanındaki yerini belirlemek gerekir.
Bu düşünürlerin derneğinden ayıramayız Pascal'ı, onlardan önce
ya da sonra gelse bile. Ne var ki gönül gözünün bu içli, bilinçli dü­
şünürü kendinden sonra gelen Kant, Hegel gibi düşüncelerine bi­
nektaşı olarak dini, erek diye Tanrıyı seçmiştir. Yazılarının çoğu da
bu doğrultuda gelişen bir düşünceyi işlemektedir. 'Düşünceler'in
Tanrı adı geçmeyen bir yeri ya da Tanrıya değinmeyen bir teki bi­
le yoktur diyecek olan çıkarsa pek de yabana atılmaz sözleri. Sekiz
yüze yakın düşünceyi içeren yazısının içinde din kokmayanı pek
azdır. Düşünceler'm ana konusu dinin savunmasıdır.
Bırakalım bu yanını artık, doğru da olsa, yerinde de olsa ona
gerçek ününü kazandıran dinci yönü değildir. İnsan usunu en sağ­
lam, en güvenilir bir ölçü, bir ilke olarak almasıdır düpedüz. Ona
göre bütün davranışlarımızda, eylemlerimizde, aktörede, karşılıklı
ilişkilerimizde, beğenilerimizin belirtiminde en önemli işi gören us­
tur ya da o olmalıdır. Duygularımız, duygulara dayanan eylemle­
rimiz usun eleğinden geçmelidir. Sezgi usun en büyük, en derinle­
re inen bir yoldaşıdır. Gerçekliğin bulucusudur. Pascal'ın sezgisi
kuşkucu bir tutumun sonucu olarak ortaya çıkmış değildir. Daha
çok bilginin duruluk kazanmasında yardımcıdır. Sezgi bulur, gö­
rür; us ise ölçer biçer, sınırlar, ilkeler, kurallar koyar. Duyguları
buyruğu altına alır. Onların taşkınlıklarını önler, belli bir düzen
içinde çalışmalarını sağlar. Us, insan varlığının yargıcıdır, sezgi
ise sorguya çekilen kimsenin söylemek istemediklerim duyan, anla­
yandır.
Bir olay karşısında us ancak kendine verilenler üzerinde düşü­
nebilir, belli sınırların dışına çıkamaz, nesnelerin, olayların bize
25
Blaise Pascal • Düşünceler

görünmeyen yönlerini göremez, niteliklerinin arkasında gizlenen


incelikleri seçemez. Sezgi ise daha uzaklara gidebilir, usun durdu­
ğu yeri aşabilir. Bu, Pascal'da us bağımsız değildir anlamına gel­
mez. Us bağımsızdır, yalnız, sezgiye göre sınırlıdır. Ayrıca us sez­
ginin dışında yargı gücünden yoksundur gibi bir anlam da çıkmaz
bundan doğrusu.
"Duyular bizi yanıltır, saptırır, onlara boyuna güven olmaz."
diyor Pascal. Buna neden olarak da duyuların etkileri altında daha
kolay kalışımıza yol açan eylemlerden, olaylardan iyice sıyrılmamış
olduğunu, bağımsız olamayacaklarını, gövdenin dış izlenimler yü­
zünden sürekli bir etkiler akışı içinde bulunduğunu gösteriyor. Du­
yu bir yapışkandır, çekiciliği olan bir nesne gibidir, önünden geçe­
ni alır, içeri iletir. O, bir ökse otudur, üzerine ne konarsa orada ka­
lır. Duygularımızı sağlayan, duyularla gelen izlenimler birer seç­
me yapamaz. Onlarda seçme, düzene oyma, ilkelere göre düzenleme
gücü, yeteneği yoktur. Bu bakımdan duyu bir gerçeklik ölçüsü ya
da aracısı olamaz. Seçim, düzenleme, belli bir ölçüye vurma usun
işidir.
Usun en önemli yeteneklerinden biri de seçme yapmayı, düzene
koymayı bilmesidir. Yalnız bütün bunları kendine verilenler içinde
yapabilir. Sözgelişi evrenin inanca dayalı oluşumunu, yaratılıp ya­
ratılmadığını, yaratılış gününü, evrenin nereden gelip nereye git­
tiğini us bilemez, açıklayamaz. Bu düşünce, bir kaçamağa doğru gi­
diştir Pascal'da. Din yazıları da böyle söyler bu konuda. Evet, bü­
tün yalvaçlar böyle söyler. Bugün için bunları düşünmek bile yer­
siz, bir bakm a saçma gelir bize. Oysa, Pascal çağının metafiziği
bunlarla uğraşır dururdu. Onun tek konusu Tanrı'mn varlığı, ev­
renin oluşumu, varlıkların yaratılmışlığı, bu geliş-gidişin daha ön­
ceden, pek çok önceden belirlenmiş belli sonucu, insanın suçluluğu,
Tanrı'nın yardımı olmadan kurtuluşun olamayacağıydı. Tin, Tanrı
ile bağlantıdır, onun yeryüzünde gölgesidir gibi konular üzerinde
duruyordu o çağların metafiziği. Pascal bu gibi us dışı saydığı ko-

26
Blaise Pascal Üstüne Birkaç Söz

nular üzerinde durmadı açıkça, yalnız bütün gücüyle dine sarıl­


maktan da kendini alamadı. Böyle bir metafizik yeni değildir. Nite­
kim Augustinus'tan bu yana bütün gözler ona çevrilmişti. Pascal
da bu düşünce çizgisi üzerinde kendine yakıştırdığı yeri aldı.
Dine sarılan, ona sığınan düşüncenin arkasında gelecek korku­
su vardır apaçık. Geleceğinden, düşüncesinden, varlığın yapısın­
dan kuşkuya düşmeyen bir kimsenin başında böylesine karanlıkla­
rın, kuşkuların, güvensizliklerin yeri yoktur. Geldik, yaşadık; gel­
diğimiz yere, toprağa gideceğiz. Bu, yaşadığımız gibi bir gerçek. Bir
daha da gelmeyeceğiz, gelemeyeceğiz. Yerin altı ne denli derin olur­
sa olsun insan birkaç adımdan daha aşağılara inemez, inmedi, ine­
ceği de yok hani. Bunun böyle olduğuna inanmak istemeyenler git­
sinler, Pascal'ın yattığı yeri kazsınlar, baksınlar nerelerdedir.
Pascal'ın düşüncesinde yer alan 'ben de sınırlıdır. Yoklukla
sonsuzluk arasında açıklıkla, seçiklikle kavradığımız bir özdür. Ni­
teliklerimize bağlı değildir. Gerçek 'ben' niteliklerin, görünür olan­
ların arkasındadır. Sözgelişi nitelikleri, başka deyimle görünür
olanları seven bir kimse 'beni sevmiyor demektir. Pascal aşağı yu­
karı böyle düşünüyor 'ben' için. Burada şöyle bir soru çıkabilir or­
taya: Peki, 'ben' niteliklerimizden, görünür olanlardan ayrı ise da­
ha açıkçası onlara bağlı değilse ne ile kendini ortaya koyuyor, ona
kimliğini, özelliğini kazandıran, onu var eden nedir?
Pascal'a göre yanılmaların, aldanmaların başlıca kaynakların­
dan biri de alışkanlıklardır. Alışkanlıklar birçok başka tutumları,
davranışları da sürükler ardından. Bunlar uzun yılların etkisi ile
geçişi ile değişmezmiş gibi görünen kimlikler kazanır. Bunları kuş­
kudan uzak, saptırıcı etkinliklerden kurtarmak için bilimsel bir an­
layışla, usun süzgecinden geçirmek, iyice elekten geçirmek gerekir.
Bizim güzellik anlayışlarımızda bile bu alışkanlıkların büyük etki­
leri olmaktadır. Alışkanlıklar belirli us ölçülerine uygun değildir.
Alışkanlıklar bizim yapımızdır diyor, yazılarının başka bir yerinde
de, "Alışkanlıklar bizim için ikinci bir doğa, özdür." diyor. Düşiin-
27
Bhsse Pascal • Düşünceler

ce düzeninde büyük bir yeri vardır alışkanlıkların. Ancak alışkan­


lıkla edinilenin us süzgecinden geçirilmesini de gerekli sayıyor. Bü­
tün usçu düşünürler için böyledir bu.
Pascal genellik kazanan, kesin olan, genel geçerliliği bulunan il­
kelere karşı büyük güven duyar. Düşünce düzeninde onları sağlam
birer ölçü olarak alır. Bakın ne diyor Düşünceler 'inde: "Alışkanlık
bizim özümüzdür (natur), inanca alışmış bir kimse tamudan (ce­
hennem) korkmaz artık. Başka bir nesneye de inanmaz..." Pascal da
gövdede bir tinin bulunduğuna, tinin gövdeye atılmışlığına inanır
düpedüz: "Bizim tinimiz gövdeye atılmıştır; sayıyı, zamanı, yer
kaplamayı bulduğu yere, o bunun üstüne düşünür doğayı, gerekli­
liği adlandırır (tanır), başka bir nesneye inanamaz artık..." Pas-
cal'ın Tann'ya karşı aşırı bir inancı vardır: "İnsan bir Tanrının
varlığını onun ne olduğunu bilmeden benimseyebilir."
Pascal'ın inanç düzeninde yer alan, bir bakıma bütün görüşle­
rine yön veren din anlayışı yeni değildir. Ondan önce böyle az çok
usa dayanan, bilinçle işlenen bir Hıristiyan görüşü daha vardı.
Onu da Nicolaus Cusanus ortaya atmış, geliştirmişti. Pascal bu
görüşe, gönül gözünün de önemli bir iş gördüğü düşüncesini ekle­
miş, onu biraz daha elle tutulur duruma sokarak geliştirmiştir.
Onun burada geliştirdiği dinsel düşüncenin, usu inancın buyruğu
altına koyan katı kilise anlayışıyla ilgisi yoktu. Kilise anlayışında
değişmezlik evrenseldi, varlık kavramı altında toplanan ne varsa
'başlangıçta yaratıldığı' gibidir. Böyle bir görüşün ilerleme doğrul­
tusunda olamayacağını söylemek gereksizdir. Geçmişten alınan
kendi yapısını, niteliklerini değiştirmeden geliştirmek, ilerleme yö­
nünde bir tutumun anlatımı demek değildir. Cusanus (1401-1464)
bu dinci görüşü bütün gücünü Tanrının kanıtlanmasına verdiği
Bilinmeyenin Öğretisi Üstüne (De doda Ignorantia) adlı yazı­
sında işlemiş uzun uzadıya. Yalnız o mu ya, ondan önce de, ondan
sonra da işlenmiş bu konu enine boyuna. Bütün ortaçağ bu karan­
lık ağın içinde dokumuş karamsar ipliklerle umutsuzluğa yönelen

28
Blaise Pascal Üstüne Birkaç Söz

örgülerini. Batı bu derin etkiden kurtulamamış. Durum Kant’a,


Hegel'e, Max Scheler'e değin sürüp gelmiştir. Bugün bile Batı da
ortaçağ uykularında sayıklayan böylesine gülünç çatı arası çığırt­
kanları vardır.
Gene de kendi çığırında, düşünce yoldaşları arasında önemli bir
yeri vardır Pascal'ın. Bence onu ayakta tutan, daha çok usçu, gö­
nülle görmeyi pek seven sezgici yönüdür. Bu usçuluğudur onu fi­
zikçi yapan, matematikçi kılan bir bakma. Avrupa'nın ışığa, ay­
dınlığa kavuşması için Batı'nın eşsiz çocuğunu, kilisenin tepesin­
de bir Zeus görkemiyle alımlı alımlı dolaşan Nietzsche'yi bekleme­
miz gerekecek. Odur bu yumuk gözlü düşünürleri daldıkları
ortaçağcı kış uykusundan uyandıracak olan, odur yeni bir içvuruş-
la kilisenin çatısında çatırdamalar duyurtacak olan, odur yıkılması
gerekenin kökünü sökme yollarını gösterecek olan, odur Miner­
va'nın baykuşlarını yakalayıp göklerimizin karanlığında yok edecek
olan aydınlık düşüncenin ışık kanatlı kartallarını uzayın sonsuzlu­
ğuna değin uçuracak er kişi.
Düşünce dizgesinde, inanca büyük yer ayıran Pascal'ın, ülke­
mizde yeterince bilindiği söylenemez. Hıristiyanlığa duyduğu de­
rin saygı, onun us ilkelerine dayanarak düşünmesine engel olma­
mıştır. Düşünme özgürlüğünden yana olmasıyla bütün felsefe so­
runlarının açıklanmasında matematik ilkelerine dayanması bilim­
sel tutumunun doğal sonucudur. Bu da Descartes'tan gelen açıklık,
seçiklik ilkesine bağlanması nedeniyledir.

İsmet Zeki EYUBOĞLU

29
1. BOLUM

ÇAĞRI
^ e r y ü z ü n d e insanın yoksunluğunu ve Tanrı'mn kayırı­
cılığını göstermeyen bir nesne yoktur: Üstelik Tanrısız bir in­
sanın güçsüzlüğünü de, Tanrı'ya inananın güçlülüğünü de.

Sizin için iyi düşünülmesini, ancak bundan söz edilme­


mesini isteyin.

Ölümden korkmak, sakıncalı bir durumdan uzak kalmak­


tır, sakıncalı durumda bulunmak değil, önce insan olma ge­
reği vardır.

Güçlüklerin giderilmesi, insanın çökmüş doğası.

Kuşkusuz tinin ölümlü ya da ölümsüz olduğu konusun­


da verilecek kesin bir yargının aktöre için çok anlamlı olma­
sı gereklidir. Bilgeler, kendi aktöreleri konusunda bu anlayış­
tan bağımsız bir kanıya varmışlar: Onlar, hep, bir saatlik sü­
renin ne yolla gelip geçmesi gerektiğini düşünürler. Platon,
bu nedenle, Hıristiyanlığın öntabanını oluşturmuştur.

Önemli varlıkların yerilmesi karşısında duygusuz kal­


mak, bizim çok ilginç olan bir konuda duygusuz olmamızdır.
— ----------- ---------------- ------------------------------------------------- 33 — -------------------------------------------------------------------------------
Bteise Pascal • Düşünceler

Gerçekliklerin her biri kendi doğasını düzenler: Bizim be­


cerimiz başka varlıklarda kendine yer yapar, ancak bu doğal
değildir. Her nesne kendi yerinde durur.

Dine karşı savaş açanların önce hangi dine karşı savaş aç­
tıklarını öğrenmeleri gerekir.

Kanlıdır son sahne, nitekim bütün öteki oyunlar da, gül­


dürücü de güzeldir, sonunda başına yıkılır insanın dünya, iş­
te hep böyledir sonuç.

Uzdillik - Konuşmada beğenilmek ve etkili olmak gerek­


lidir: Ancak beğenilmeden de gerçeklik anlaşılmalıdır.

Bir ve özdeş anlam, kendisini dile getiren sözcüklerle dö­


nüşür. Anlam sözcüklerden, onlara değer vermesi gerekir­
ken, değer kazanır. Buna örnekler aranmalı.

Sözcüklerin değişik dizimi, değişik bir içerik ortaya ko­


yar, içeriklerin değişik dizimi ise değişik bir etki yapar.

Montaigne'de değil, onda gördüklerimin hepsini kendim­


de buluyorum.

Bilgisizlikle uyum içine giren bir unsurun us olarak değe­


ri yoktur.

Bir sürü insan düşünülsün, bağlıklara vurulmuş, ölüm


yargısına çarptırılmış, bunlardan her gün birkaçı ötekilerin
gözü önünde boğdurulsun. Geri kalanlar kendi özel durum­
larını öteki arkadaşlarının alın yazılarını görünce anlarlar,
birbirlerine üzüntülü, umutsuz bakarlar sıra kendilerine
linceye değin. İşte buna benzer insanların durumu da.

34
Çağrı

Tutuktular evi - Ben Kopernik'in düşüncesinin uzun boy­


lu araştırıldığını sanmıyorum. Oysa bundan çok önemlidir
bütün yaşam için tinin ölümlü mü, ölümsüz mü olduğunu
bilmek...

Bizimle tamu (cehennem), bir de gök arasında yalnızca


yaşam vardır -b ir yargının yaşam ı- bu ikisinin arasında ise
evrenin şu dayanıksız varlığı bulunur.

Üç türlü insan vardır: Biri Tanrı'yı bulduktan sonra çalışır


durur onun için. Ötekiler aramaya koyulmuş Tanrı'yı; uğra­
şırlar, şimdilik bulamamışlar onu daha. Sonuncular ise ara­
madan, bulmadan yaşayıp giderler Tanrı'yı. Birinciler us'lu-
dur, mutludur; sonuncular çılgındır, ortada kalanlar ise mut­
suzdur, us'ludur.

'İnsan biliminin, felsefesinin çılgınlığı üstüne' bir yazı var.


Bu yazının dağınıklıktan söz eden bölümü üzerinde durma­
lı. Mutluluğun nedenlerini araştıran bir kimse şaşıp kalma­
malı...

Doğa bütün gerçeklerini birbirinden ayırıp koymuş orta­


ya. Sanatımız ise birbiri içine koyuyor onları. Doğaya uygun
değil bu, özel bir yeri vardır her nesnenin.

Doğa kendi kendini işler, iyi toprağa ekilen bir çiğit yemiş
verir, doğru (gerçek) bir anlayış gücü (tin) içine konan ilke de
yemiş verir.
Sayılar değişik özellikte çıktıkları ortama uyar. Ne varsa
gerçek bir yönetici eliyle yaratılmış, düzene konmuştur. Kök­
ler, dallar, yemişler, ilkeler, bir de sonuçlar.

Bağlı olma - İnsan kuşkulanmanın da, onaylamanın da,


35
Blaise Pascal • Düşünceler

uymanın da nerede gerekli olduğunu bilmelidir. Böyle dav­


ranmayan, usun erkinden anlamaz. Bu üç ilkeden yoksun in­
sanlar vardır. Onlar kanıtlama sanatından anlamadıkları için
kanıtlama gücüne dayanarak iş göremezler, neye bağlı kal­
manın gerektiğini bilmediklerinden her nesneden kuşkula­
nırlar. Ya da ne zaman yargı vermenin gerektiğini bilmeyiş-
leri yüzünden her konuya evet derler.

İnsan gerçekliği bulma yolunda neye yardım ettiğini bil­


melidir, yaşamını düzene koymada da gereken işi görmeli en
azından, bundan daha doğru bir nesne olmasa gerek.

İnsanın gerçek yapısı (varlığı) onun gerçek sağlığı, gerçek


erdemi, gerçek dini olan konulardır, bunların bilgisi birbirin­
den ayrılamaz.

Usun son adımı nesnelerden gelen bir sonsuzluk olan bil­


gidir, bu nesneler usu aşarlar. Us bu bilgiye varamazsa yeter­
siz kalır.
Doğal olaylar usu aşarken doğaüstü olanlar konusunda
ne söylemelidir?

Usun yalanlayışı gibi usa uygun gelmeyen bir nesne yok­


tur.

Usa bağlı kalmak, usu kullanmak, işte gerçek Hıristiyan­


lık buna dayanır.

Her nesne usa uydurulursa dinimizin elinde gizem dolu,


doğaüstü bir nesne kalmaz artık. Usun ilkelerine karşı duru­
lursa gene bizim dinimiz saçma, gülünç olur düpedüz...
36
Çağrı

İnanç duyguların söylemediğini söyler yalnız, onların


söylediğine karşıt bir şey söylemez. İnanç, duyguların üstün­
dedir, ancak onlara karşıt değildir.

Bilimleri çok derinleştiren yazışlara karşı: Descartes.

Her kişi kendince bir Tanrı yaratır.

Tanrıtanım azlar - Tanrıtanımazlık güçlü bir anlayış gü­


cünün (tinin) belirtimidir. Ancak belli bir aşamaya değin.

Tanrıtanımazlar bitirilmiş, apaçık konulardan söz etme


gereğindedir. Oysa tinin özdek (madde) olduğu yolunda, iyi­
den iyiye, apaçık bir nesne yok elde.

Hangi kanıt vardır elinizde insanın bir daha dirilmeyece­


ğini söyleyebilmeniz için? Bir kez bile olmamış ya da olmuş
olan, bir kez daha olmaz mı? Var olmak ya da geri dönmek
daha mı güçtür? Alışkanlıkların biri bize kolaylık sağlarken
öteki alışkanlık da yanılmayı olanaksız gibi gösteriyor, işte
kabataslak bir yargıda bulunma türüdür bu...
Neden bir genç kız doğurmaz? Neden tavuk horozsuz
(civciv çıkaracak) yumurta yapmaz? Birini ötekinden ayıran
kimdir açıkça? Kim söylemiş bize tavuğun şu döllenmiş to­
humu bir horoz gibi yapamayacağını.

Nedir şu insanlarda oluşagelen; küçüğü yererler, büyüğe


inanmazlar, bu ne iş!

Tanrıtanımazların ileri sürdüğü karşıt düşünce: Biz bir


kez bile ayrılmadık.
Düşüncem içinde yerleşip kaldığımdan ne olamayacağını
37
Blaise Pascal • Düşünceler

seziyorum. Annem ben doğmadan önce ölseydi ben de olma­


yacaktım, öyleyse ben gerekli bir varlık değilim. Sonsuz da,
sınırsız da değilim, ancak doğada (evrende) gerekli, sonsuz,
sınırsız bir varlığın olduğunu görüyorum.

Toplum anlayışına, insan özüne karşı yönelen tek bilim,


boyuna insanlar arasında var olan, biricik bilimdir.
Alışkanlık bizim doğamızdır. İnanmaya alışanın, inanca
bağlananın tam u'dan (cehennemden) korkacak durumu
yoktur. O başka bir nesneye inanmaz artık.

Yanıltıcıdır önemli olduğumuz, başkalarınca sevildiği­


miz. Bunu başkalarından istememiz de doğru değildir. Do­
ğanın eliyle uslu, böyle bir önyargı ile yüklü olsak, kendimi­
zi, başkalarını tamsak bile bu eğilimi söylememeliydik... Biz
onunla birlikte doğacağız, öyleyse yersiz olacak doğuşumuz,
bütün kişiler kendi kendine ulaşmaya (eğilimini gerçekleştir­
meye) çalışacak da ondan. Bu bütün düzenlere karşıdır: Kişi
genellikle uğraşma gereğindedir, düzensizliğin kaynağına
varma eğilimindedir kendince: Savaşta, yönetimde, alışveriş­
te, özellikle insan gövdesiyle ilgili olanlarda... Böyle soysuz­
laşmış istenç işte...
Doğal, politikaca olan toplulukların üyeleri toplumun
mutluluğu için çaba gösterirse topluluklar kendiliğinden
başka, daha genel bir bütünlük için uğraşır, onların üyeleri
olurlar. Kişi toplum için çalışma gereğindedir. İşte biz böyle-
ce yersiz, soysuzlaşmış doğuyoruz...

Bizim dinimizden başka, insanın suçla birlikte doğduğu-


nu söyleyen bir din yoktur. Felsefe çığırları içinde de birinin
doğru söylediğini söyleyen yoktur. Bir tek din, bir tek tarikat
bile yeryüzünde sürekli olmamıştır. Hıristiyanlığın dışında.

38
Çağn

Gönlün usu vardır, anlayış gücü bilmez onu. Sayısız ör­


nekler verilebilir bu konuda. Ben gönlün yaradılıştan bütün
nesneleri kapsayıcı bir varlık olduğunu, gene yaradılıştan
kendi kendine sevgi duyduğunu, bu ikisinden birine karşı,
duruma göre eğilimde bulunduğunu, seçimine göre birine
ya da ötekilere karşı katılık gösterdiğini söylüyorum. Birini
tuttunuz, ötekini attınız, sever mi sizi şimdi us dersiniz?

Sınırsız devinme, bütün nesneleri dolduran nokta, sessiz­


lik evresi; niceliksiz sınırsızlık, bölünmezlik, bir de sınırsız.

Kimse gerçek İsa gibi mutlu, erdemli, sevilmeye değer de­


ğildir.

Yaşamın sekiz gününü bağışlayan bir kimse daha yüzyıl


bağışlama gereğindedir.

Gönül, içgüdü, ilkeler.

Bellek, barış duygularıdır, geometri sorunları da duygu­


lardır, us duyguları doğal yapar, doğal duygular da, us'ta
ölür gider.

Alışılmış ilkeler değilse bizim doğal ilkelerimiz nelerdir?


Bu ilkeleri çocuklar bile babalarının alışkanlığından edinmiş­
tir, hayvanlarda görülen avlanma gibi. Başka bir alışkanlık
bize başka doğalilkeler verecek, denemeden alınır bunlar.
Böyle bir alışkanlığı dağıtamayacak bir durum varsa, alış­
kanlık doğaya karşıdır, doğa ile ikinci bir alışkanlığın kökün­
den söküp atamadığı bir alışkanlık, doğaya karşıdır. Bu da
yaradılışa bağlıdır.

39
Blaise Pascal • Düşünceler

Bir yitmeye görsün insanın gerçek özü, ne varsa öz olur


ona: Gerçek iyi yitip gittikten sonra her nesnenin gerçek iyi
olacağı gibi.

Babalar, çocukların doğal sevgisinin söneceğinden kor­


karlar, dağılıp gitmeye elverişli hangi türden bir özdür bu?
Alışkanlık birincisini dağıtan ikinci bir doğadır. Peki, doğa
nedir? Neden alışkanlık doğal değil öyleyse? Özün (doğa) ilk
alışkanlık olmasından korkuyorum, alışkanlığın ikinci doğa
oluşu gibi.

İnsan için en önemli davranış, tüm yaşam boyunca geçer­


li bir uğraş seçebilmesidir: Bu konuda olasılığın etkisi vardır.
Alışkanlık insanı duvarcı, er, yapı işçisi yapar. "Bu iyi, bece­
rikli yapı işçisidir." denir. Bir de erlerden söz edilmek isten­
diğinde, "Bunlar gerçek ataklıklar." diyen de çıkar. Ötekiler
ise karşıtını sürer ileri: "Savaştan daha sarsıcı bir nesne yok­
tur, insan kalıntıları bir yüz karasıdır." Oysa çocuklukta bu
uğraş çok övülürdü. Ötekiler çok yerdirdi, öyle söylenirdi.
Alışkanlık doğadan dolayı sevilir, çılgınlıktan korkulur, doğ­
rusu budur. Bizi iğneleyen şu sözlerdir: İnsan davranırken
suç işler. İşte böylesine büyüktür gücü alışkanlığın, doğanın
insanlara yaptığı, insan durumlarına yüklenir.
Kimi ülkelerde bütün kişiler duvarcıdır, ötekilerinde erdir
vb. Oysa doğanın böyle tek düzenli olmadığı kuşku götür­
mez, etkiyi yapan alışkanlıktır, doğayı (insanı) yöneten odur,
arada bir ona üstün geldiği de olur, insanı kendi içgüdüsü
içinde sımsıkı tutar. İyi ya da kötü her alışkanlık dikbaşlıbğ3
yol açar.

Düşünceler: Ne varsa birdir, ne varsa değişiktir (türlü tür­


lü). Ne çok nitelik vardır insan özünde! Ne çok uğraşıl^
40
Çağn

Bunlardan gelişigüzel alman biri, övüldüğü duyulandır çok­


luk! Çok iyi düzenlenmiş bir sürüm.

Yırtıcı, savaşkan bir ulus pusatlar içinde geçen bir yaşamı


yaşanmaya değer görür (Livius). Onlar ölümü barıştan çok
severler. Başkaları ise ölümü savaştan çok severler: İki görüş
de yaşama yeğ görülebiliyor. Bu yüzdendir onda sevginin
böylesine güçlü, böylesine doğal oluşu.

Önyargı, yanılmaya götürür. Tüm insanların yalnızca araç


üstüne düşünüp sonucu düşünmediklerini görmek de çok
açmasıdır. Bütün kişiler kendi işinin uyarınca düşünür, oysa
alm yazımızı belirleyen, etken uğraşın, anayurdun uygun se­
çimidir.

Ne çok acı verir kişiye Türkleşin, sapkınların, inansızlık


yolunda atalarının ardından gittiklerini görmek. Bunun tek
nedeni her birinin benimsediği önyargının, en iyi olduğunu
sanmalarıdır. Bu önyargıdır her birine yapacağı işi gösteren;
çilingire de, erlere de.

Kişinin özü - İki olay öğretir insanlara özlerini: İçgüdü,


bir de deneme.

Büyüklük ile acı... Kişinin görüşü ne denli değişik türde


olursa o denli büyüklük, alçaklık bulup çıkarır ortaya. Basba­
yağı bir insan yığını - hani daha üstün geçinenler. Bilgeler
şaşkın şaşkın bakarlar bu insan yığınına. Hıristiyanlar da bil­
gelere bakar şaşkın şaşkın...

İnşanın büyüklüğü, yoksulluğunu bildiğinden dolayı, bü­


yüktür. Bir ağaç yoksulluğunu bilmez.
------------------------------------ 42 -----—— -------------------------
Blaise Pascal • Düşünceler

İnsan kendini mutsuz bildiğince mutsuz olur. Oysa insan


mutsuz olduğunu bilince büyük oluyor.

İnsan yıkılmış, çökmüş bir ev değil, bu yüzden duygusuz


mutsuzluk yoktur. İnsan ancak "Ben bilen, gören kişiyim."
dediğince mutsuzdur.

İnsana büyüklük sağlayan, düşüncedir.

Düşünen kamış - Ben değerimi gövdemle kapladığım


yerde değil, düşüncelerimin düzeninde arayabilirim. Buyru­
ğum altında ülkeler bulunsa bile bundan daha büyük ola­
mazdım. Enginliği yüzünden kuşatıyor beni evren, yutuyor
bir toz gibi, ben de düşüncelerimle kuşatıyorum onu.

Bir kamıştır insan, pek güçsüz yapısı ile; ancak düşünen


bir kamış. Pusatlarla donanması gerekmez evrenin onu ez­
mek için: Bir buğu, bir su damlası yeter onu öldürmeye. Oy­
sa bir ezivereydi insanı evren, daha soylu olurdu onun öldü­
rüldüğünden, insan biliyor öleceğini, evrenin insana olan üs­
tünlüğünü de biliyor, oysa evren bunların bir tekini bile bil­
miyor.
Bizim bütün önemimiz düşünceden dolayıdır. Bundan
geliyor bizim kendimizi büyük görüşümüz. Bizi doldurma­
yan uzamdan, zamandan değil. Öyleyse iyi düşünmeye çalı­
şalım: Aktörenin ilkesi budur işte.

Ben elsiz, ayaksız, başsız bir insan düşünebilirim (deneme


bize başın ayaklardan daha önemli olduğunu öğretiyor). Oy'
sa düşüncesiz bir insan düşünemem. Düşünsem ancak bir
taş ya da yırtıcı bir hayvan düşünürüm.

- 42
Çağrı

İnsan düşünmek için yaratılmış besbelli; onun bütün öne­


mi, tüm kazancı budur; görevi de düşünmektir, kendi varlı­
ğına yaraşır nitelikte.

Sonsuzluk, hiçtir.
Tinimiz sayı, zaman ve uzamın bulunduğu gövdenin içi­
ne fırlatılmıştır; o, bu konuda düşünüyor ve buna doğa, ge-
rekimlilik adını veriyor, başka bir nesneye inanmıyor.

Biz, önümüzü görmemek için yaptığımız uçuruma doğru


hızla, kaygısızca koşuyoruz.

İnsanı yetersiz kılan duyarsızlık değil, darmadağın olmuş


bir yapı değil, insanın yalnızca gören ben'im demesidir.

Usumuz bizi, herhangi bir kılavuzdan daha görkemli


yönlendirir, kılavuza boyun eğemeyen mutsuzdur, usa bo­
yun eğmeyen delidir.

Bütün bu yetersizlik kendi büyüklüğünü kanıtlıyor, o bü­


yük bir efendinin zavallılığıdır, tacından olmuş bir kralın za­
vallılığıdır.

Bütün yetersizliğimizin bizi yakalayan, sıkboğaz eden gö­


rünüşüne karşın bizi yücelten, egemenlik altına alamadığı­
mız bir güdümüz vardır.

İnsan varması gereken aşamayı bilmiyor. İnsanın yanıldı­


ğı ve bir daha bulamayacağı gerçek yerinden düştüğü bes­
bellidir; insan bu yeri hep tedirginliğin yoğun karanlıkların­
da arar ve eli boş kalır.

43
Blaise Pascal • Düşünceler

Şimdi düşüncenin düzenlenmesini istemek gerekiyor, ana


nedenin, varılmak istenen ereğin kavranılması için.

Düşünce - İnsanın bütün önemi düşüncededir. Ancak bu


düşünce nedir? İnsanın deliliği gibi! Düşünce az çok insanın
yapısı karşısında olağanüstü, karşılaştırılmaz bir durumda­
dır. Evet, insanın yermesi gereken birtakım özel eksiklikleri
olacaktır. Ancak onların pek gülünecek bir yönünün olmadı­
ğı da belli.
Ne büyüktür insan kendi özü ile! Ne aşağılıktır bu eksik­
likleri yüzünden.

İk ili konuşma yoluyla düzen - Ne yapabilirim? Karan­


lıklar görüyorum dört bir yanda. Bir yokluk olduğuma mı
inanayım, bir Tanrı olduğuna mı inanayım? "Bütün varlıklar
deviniyor, birbirinin ardından gidiyor üstelik." - Aldanıyor­
sunuz. O vardır...

Ne? Siz söylemediniz mi göğün, kuşların Tanrı'yı kanıtla­


dığını? Yok! Dininiz de öyle demiyor mu? - Yok!

44
2. BOLUM

İNSANIN YAPISI
B ilm e z insan hangi yöntemle yeniden düzene gireceği­
ni: Yanılmış, ayrılmış gerçek yerinden, onu bir daha bulama­
yacak artık. Arar durur yerini dört bir yanda, yoğun bir ka­
ranlıkta, büsbütün tedirgin, büsbütün boşuna...

Biz, gerçek gücümüzden yola çıkarak erdemli bir düşün­


ce sürmeyiz ileri, iki karşıt ağırlık arasında sıkıştığımız için
baskı altında duraksarız. Karşı yönlerden esen iki yel arasın­
da dik durmaya çabalayışımız gibi. İki ağırlıktan birini bıra­
kır, ötekine doğru düşeriz.

Us ile tutkular arasında bir içsavaşı vardır insanın: Yalnız


us olaydı, tutkular olmayaydı.
Yalnız tutkular olaydı, us olmayaydı.
Oysa şimdi ikisi de var, kişi savaşsız edemez artık, biriyle
savaşırken ötekiyle barış içinde bulunması gerekir: İşte böy­
le bölünmüş insan, kendi kendiyle düşmüş çelişmeye.

İnsanın büyüklüğü (yüce gönüllülüğü): Büyük bir varsa­


yımımız var insan tini üstüne, onun yenilmesine, ona saygı
gösterilmemesine dayanamayız doğrusu: İşte bu saygıya da­
yanır insanın bütün mutluluğu.

Ağır basar, bütün mutsuzluklara karşı, kendini beğenmiş­


lik, kaldırır onları ortadan. Az bulunur bir devdir o, apaçık
--------- --------------------------- 47 — -----------------------------------
Blaise Pascal • Düşünceler

görülen bir yanılsamadır. İnsan indirilmiş oturduğu yerden,


tedirginlik içinde arar durur yerini (koltuğunu).
Budur işte bütün insanların yaptığı. Bırakın bizi arayalım,
belki bir bulan vardır onu...

Sav: Varlığımızı yerme bir ölümdür yokluk uğruna, varlı­


ğımıza karşı hınç duymadır.

Uğraşılar: Öyle bir tadı vardır ki ün kazanmanın, hangi


konu (nesne) ile bağlanırsa bağlansın sevilir, ölüm olsa bile...

Ün tutkusudur insanın büyük aşağılığı, insan toprak üze­


rinde ne denli çok durursa, sağlığını ne denli iyi korur, be-
ğencine olağanüstü bir ilgi gösterirse, olgunluğunun da apa­
çık belirtisi olur bu durum ayrıca. Oysa insanlara saygı duy­
mayan kimse kıvançsız demektir. İnsan usuna, yeryüzü nde-
ki gücü ölçüsünde,, büyük bir değer biçmeyen, insan usunda
yararlı bir yeri bulunmayan kimse de kıvançsız demektir. Us
evrende en güzel varlıktır, onu kimse yolundan saptıramaz:
İşte insan yüreğinin en söndürülmez bir niteliği de budur.

Haksızlık: Kendini beğenmişlikle yoksunluk birbirine


bağlıdır, işte bu olağanüstü bir haksızlıktır.

Biz öylesine kendimizi beğenmişleriz ki yeterli sayıda ol­


masak bile, bütün dünyaca beğenilmek, bizden sonra gde*
çeklerce de bilinmek isteriz. Gene öylesine yararsız kim sele­
riz ki çevremizi saran beş-altı kişinin saygısı bize kıvanç ve~
rir, aşırı beğenç verir.
İnsanın Yapısı

Düşüncelerimi bir yere yazarken yanıldığımı anlarım.


Düşüncem güçsüzlüğümü anımsatır bana. Şu, bütün kısacık
süreler içinde unuttuğumu, unuttuğum düşüncelerim gibi
daha nicelerini öğretir bana. Benim de bütün direndiğim,
yokluğumu öğrenmektir.

Biz olayları yalnız başka bir yönden değil, başka bir göz­
le de görürüz. Biz, onlardan, onları birbirinin özdeşi sayacak
kadar uzağız.

İnsan ne melektir, ne hayvan; mutsuzluk melek olmak is­


teyeni hayvan yapar.

Bir uçuruma doğru kaygısızca koşuyoruz; sonra dönüyor,


koştuğumuz uçurumu görmemek için engeller yapıyoruz.

Tanrı'yı düşünmek istersek, bizi saptıran, başka bir nesne­


yi araştırmamıza, düşünmemize yönelten bir engel yok mu?
İşte bize doğumumuzla gelen kötü yanımız budur.

Tanrıtanımazlık belli bir aşamaya değin güçlü bir anlayış


yetisinin belirtimidir.

Kendini beğenmişliğimiz, tutkularımız, yanılmalarımız


içinde doğal olarak bizi egemenliği altına almıştır. Ondan söz
edilirken unutuveririz yaşamı da, barışı da.

Saçmalık: Oyun, av, başkalarını görmeye gidiş, bir de bit­


meyen ün özlemi.

Yaşamdan aldığımız sevincin hoşluğu duygusu, bir de


gerçek olmayan sevincin (barışın) saçmalığını bilmeyiş sü­
reksizliğe götürür.
49
Blaise Pascal • Düşünceler

Neden sınırlıdır bilgim? Ya gövdemin kocamanlığı? Ne­


den yüzyıl sürüp giderim de bin yıl sürüp gidemem? Doğa
hangi neden yüzünden bana böyle ölçüp biçmeyi, bu sayıyı
seçmeyi, başkalarını seçmemeyi verdi? Oysa sayıların sınır­
sızlığında bir neden yok da, öteki varlıkların daha önce seçil­
mesi için var mı?

Saçmalık - Sevginin nedenleri, etkileri: Kleopatra...

İnsanın saçmalığını, kökünden öğrenmek isteyen kimse­


nin sevginin de nedenlerini, etkilerini incelemesi gerekir.
Onun ana nedeni 'bilmediğim bir nesne'dir (Corneille), onun
etkileri ise korkunçtur. Bu 'ne olduğunu bilmiyorum' öyle
çetindir ki kimsenin gücü yetmez onu bilmeye, odur bütün
yeryuvarlağını, ilhanları, orduları, bütün evreni kımıldatan.

Kleopatra'nm burnu: Daha kısa olaydı, evrenin yüzü


bambaşka olurdu.

Uçuşların gücü: Hep onlardır savaşları sürdüren, anlayış


gücümüzün önleyici girişimlerini engelleyen, gövdemizi yu­
tanlar...

İnsanın alçalışı - Hayvanlara taparcasına boyun eğmek.

Ne çok varlıklar (krallıklar) vardır bilmediğimiz.

Bizi azıcık avutan, azıcık da saptırıyor.

Bir kimsenin yaşamak için yeterince olanağı bulunsa}^ 1


evinde oturmanın mutluluğuna varır, evini barkını bırakıp
denize açılmaya, kale kuşatmaya gitmezdi...
50
İnsanın Yapısı

Akıp gidiş - Ne korkunçtur elimizde bulunan bütün nes­


nelerin akıp gittiğini sezmek...
Eyub ile Süleyman insan yoksulluğunu en iyi bilmiş, on­
dan en iyi söz etmişlerdir. Biri - en mutlu, öteki - en mutsuz.
Biri - sevincin boşluğunu, öteki - acının gerçekliğini deneyle
bilerek.
3. BÖLÜM

DAĞILMA
B ü t ü n yoksulluğuna karşın bir de mutlu olmak istiyor
insan, üstelik mutlu da değil, bunu isteyecek durumda da
değil hani. Peki, hangi yöntemle işe başlayacak? Doğru bir iş
yapmak için ölümsüz olmak gerekirdi, oysa bu yüzdendir
onun düşmüşlüğü, bu konuda bir bilgi (düşünce) edineme-
diğindendir yıkılışı...

İnsanların ölüme, yoksulluğa karşı bir iş gelmiyor ellerin­


den, bilgisizlik içindeler, bu yüzdendir yıkılışları; mutlu ol­
mak için bir düşündükleri yok bu konuda.

İnsan yaşamının yoksulluğu şu nedeni koymuş ortaya:


İnsanlar da bunu öğrenmiş, dağılmayı seçivermiş...

Bir topun ya da bir tavşanın ardından koşar durur insan­


lar, bu kralların da eğlencesidir düpedüz.

Yaşadığımız çağa dayanamayız bir türlü, hep yavaş adım­


larla gelen geleceği düşünürüz, ivedilik veririz geleceğin akı­
şına, saklamak için geri çağırırız geçmişi, çökmüş, yitmiş git­
miş de ondan... Böylesine ustan yoksunuz işte, kendi gerçek­
lerimizi, bizim olanları düşünmeyiz bir türlü, anlamsız saç­
malıklara dalarız, derin derin düşünmeden uçup gideriz.
— ---------------------------------------------- 55 — ------------------------------------------
Blaase Pascal • Düşünceler

Bizi sıkan, önümüzde olanlardır çokluk, bize acı çektirdi­


ğinden dolayı gözümüzden bile sakınırız onu, bize güzel gö­
rünüyorsa yanılmışız demektir, geçip gidenleri görmede. Biz
gelecekle katlanılır duruma getirmek isteriz şimdiyi, bu yüz­
den onu düzene koymaya gücümüzün yetmediğini düşünü­
rüz, evet, bir kez bile ona ulaşamayacağımızı düşünürüz bo­
yuna. Her kişi kendi düşüncelerine bakar: Bütün geçmişle ya
da gelecekle uğraşır, onu yakalamak için sürdürür düşünme
eylemini durmadan. Çağımızı düşünmeyiz, ondan bir nesne
öğrensek, geleceğe eklesek bile. Şimdiki çağ ereğimiz değil­
dir: Geçmişle şimdiki çağ araçlarımızdır, yalnız gelecektir
ereğimiz. Böyle yaşamıyoruz, yaşamayı umuyoruz, biz mut­
lu olmaya çalışan kimseleriz, oysa, bu durumumuzu koru­
dukça mutsuz olacağımız besbelli, kaçmamayız ondan.

Bir uçuruma doğru koşuyoruz düşüncesiz, kaygısız. Bir


engel koymuşuz önümüze, sakıncayı görmeyelim, durumu
anlamayalım diye.

Düşünmeyiş - Ölümü düşünmedikçe, ölüm düşüncesin­


den daha kolay katlanılır ona, bir korku içinde değilse kişi.

Yoksulluk (acı) - Bizi yoksulluk (acı) içinde avutan biri­


cik nesne onu düşünmeyiştir, en büyük mutsuzluğumuz da
odur oysa.

Tedirginlik - Bir er, bir tarımcı, yorgunluktan yakınır du­


rursa bir iş göremeyecek durumdadır demek.

Gerçekliği ararken içimizde kuşkululuğu buluruz, nıııllu


56
Dağılma

luğu arar mutsuzluğu, ölümü buluruz. Biz yeterli değiliz,


gerçekliği, mutluluğu isteyemeyiz, biz ne gerçekliğe, ne de
mutluluğa elverişliyiz. Kendimizi cezalandırma, hangi yük­
seklikten düştüğümüzü gösterme isteği el çekmiş bizden.

İnsanın durumu: Uçarılık, can sıkıntısı, tedirginlik...

Bizim durumumuz gerçekten mutlu olaydı, bizi bu dü­


şünceden döndürme gereği duyulmazdı doğrusu.

Bilgeler - Biz, bizi dışa göre yöneten nesnelerle (olaylar­


la) doluyuz. İçgüdümüz yüzünden mutluluğumuzu dışımız­
da arama gereğini duyarız. Tutkularımız kımıldatacak bir
nesne bulamayınca bizi dışa doğru iterler. Dış nesneler (olay­
lar) bizi kendi çıkarmaya uğraşırlar. Biz onları düşünmesek
bile gene çağırırlar bizi. İşte böyle çekmiş söylevi bilgeler dü­
pedüz: Kendinize dönün, orada bulacaksınız kurtuluş yolu­
nu - bilgelerin inandığına da, bilgelere de inanılmadı, koca
boş kafalılar, deliler.

Etin tutkusu, gözlerin tutkusu, bencillik vb. - Bunlar


nesnelere üç türlü düzen verir: Eti, tini, istemi. Ete özgü olan
varlıklar, krallardır: Onların varlığı (konusu) gövdedir.
Aşırı ilgi duyanlarla aydınlar: Onların konusu da tindir
(varlığı tindir).
Bilgeler: Onların konusu (varlığı) doğruluktur.

Aç rı tutkuya kapılanlar üç ayrı inanç yolu yarattı, bilge­


ler de bu üç aşırı tutkuludan birinin yaptığını yaptı, başka
değil.
Blaise Pascal • Düşünceler

İnsan ne melektir, ne de hayvan. Ondan melek yapmak is­


teyen, hayvan yapıp mutsuzluğun yolunu tutar.

İnsan ün ardından koştukça aşağılık sayarım onu, alçak­


gönüllü oldukça saygı duyarım ona. Kavranılmaz bir dev ol­
duğunu anlayıncaya değin ona karşı direteceğim.

Gerçek iyiyi arama - İnsanların çoğu mutluluğu varsıl­


lıkta, nesnel bollukta ya da eğlencede bulur. Bilgeler ise tüm
bu eğilimlerden uzak kalmayı, kendi görüşlerine uygun bir
düşünce ortamı sağlamayı isterler.

Bilgeler insanın yüceliği ve düşkünlüğü gibi iki durumu­


na değgin bir görüş sergilememişler.
Onlar salt yücelikten gelen devinimler üzerinde durmuş­
lar, oysa bu salt yücelik bir insan oluşumu değil. Yine onlar
salt düşkünlükten gelen devinimleri istemişler, oysa salt düş­
künlük de insan durumu değildir. Düşkünlükten kaynakla­
nan devinimler gereklidir, ancak bu da doğadan gelen biricik
düşkünlük değil, tersine yanılgılar yüzündendir. Burada ça­
kılıp kalmanın gereği yok, yüceliğe yönelmeli. Yücelikten ge­
len devinimler de gerekli, bağışlanmak için.

Şaşar kalır çocuklar, arkadaşlarının birine saygı gösterdi­


ğini görünce.

Stoacılar derler ki: Kendi kendinizi denetleyin, kaygıdan


sıkıntıdan kurtulursunuz. Bu doğru değil.
Başkaları derler ki: Dışa dönün, mutluluğu dışınızda ara­
yın, kıvanç duyarsınız. Bu da doğru değil. Bunların kaynağı
sağlıksız durumlardır.

58
Dağılma

insanın ne içinde, ne de dışındadır, Tanrı'dadır,


M utlu lu k
bu nedenle dışımızda olan, içimizdedir.

Haksızlık - Başa bir haksızlık yapmadan tutkuyu orta­


dan kaldıracak bir araç bulamadınız.

59
4. BOLUM

İNSAN TOPLUMUNUN
BİÇİMLERİ
H aksızlık Üstüne Betik'te şu pek güzel olay dile geliyor,
bunu ilk doğan çocuklar bile benimser olduğu gibi: Gönülde-
şim, sen dağın bu yamacında doğdun, senin büyük kardeşi­
nin (ağabeyinin) bunları benimsediği de doğrudur.
Öyleyse beni neden öldürüyorsun?

Neden beni öldürüyorsun? Nasıl? Sen suyun öte yanında


oturmuyor musun? Gönüldeşim, sen bu yanda oturaydın
ben cana kıyıcı olurdum, bu da haksızlık olurdu düpedüz,
seni bu yüzden öldürmek için oysa sen öte yanda oturuyor­
sun, ben de yürekli bir kişiyim, haa o doğru işte...

Benim-Senin - Şu yoksul çocuklar bu köpek bizimdir di­


yor, bu da güneşte benim yerimdir: İşte bütün yeryüzünde
haksız ele geçirmenin başlangıcı örneği...

Doğruluk - Alışkanlık güzelliği yarattığı gibi, doğruluğu


da yaratmıştır.

Siz, çocuklar gibi davranmayı bilmezseniz, bilgelik sizi


çocukluk evresine götürür.

Kuralların genel geçerlilikleri, günlük işlerin düzenlen­


mesini sağlayan ülke yasalarıdır, bunların hepsi başka uygu­
lamalar gündeme gelince, oy çoğunluğuna dayanır. Peki, bu
--------- ----------------------------------------------------------------------------- 63 — ----------------------------------------------------------------------------- ---
Blaise Pascal • Düşünceler

nereden geliyor? Bunu sağlayan güçten. Bu yüzden, kral, ba­


kanlarını seçerken oy çoğunluğuna değil, başka yerden aldı­
ğı güce dayanır.

Doğruluk ile güç - Doğru olanın ardından gidileceği


doğrudur, en güçlü olana uyulacağı da gereklidir. Doğruluk
güçsüzdür, güce başvurmaz, doğruluktan yoksun güç zorba­
lıktır. Doğruluk, hep kötü insanlar bulunduğundan, gücü de
olmayınca, pek çok çelişmelere düşmüş. Güç doğru olmazsa
ondan yakınılır. Doğrulukla güç birleşmeli, böyle güçlü olan
doğru olur, bu yolla gösterir etkisini gereğince.

Erk, evrenin kraliçesidir, kanısı değil. Ancak kanı güçten


yararlanır. Kanıyı erk yaratır. Yumuşaklık bizim kanımıza
(inancımıza) göre güzeldir. Neden? O yapayalnızdır, ip üs­
tünde oynamak ister. Ben halktan gelen daha güçlü bir kan-
dırmacayı ortaya çıkarmak isterim, halk yumuşaklığın pek
de elverişli olmadığını söyler.

Kuruntu ile kanı üstüne kurulmuş bir egemenlik ancak


bir süre gösterir etkisini, oysa beğenilen, istenen bir egemen­
lik olan erkin egemenliği, boyuna sürdürür kendini. Bu yüz­
den kanı, evrenin kraliçesi, erk ise zorbasıdır.

Bir geminin yönetimini üstlenmek esenlik içindeki evin­


den ayrılıp yolcular arasında oturmaya benzemez.

Halkın sağlam düşünceleri - Kötülüklerin en büyüğü iç


savaşlardır. Yararlılıkların karşılığı ödenmek istenince bütün
kişiler bu kazançların önemli olduğunu söyleyeceğinden bu
iç savaşlar da kaçınılmaz olur. Gerçek yıkım bir delibaştan
korkmaktır, o doğuştan kazandığı ayrıcalığı izlemek ister, o
64
İnsan Toplumunun Biçimleri

ne öylesine büyük, ne de öylesine çekilmezdir, korkulmaz


ondan.

Neden çokluğun ardından gidilir? Daha mı çok usu var?


Yok, daha güçlü de ondan. Neden eski yasalar, eski inançlar
özlenir? Daha mı sağlamdırlar? Yok, onlar biricik olanlardır,
bize değişik düşüncede olmak için bir tek kolaylık bile ver­
mezler de ondan.

Bir yasanın verilen yargıdan daha geniş olması gerekir, o


da bütün kişilerin oy birliğidir. Genel seçim yetkesi, bir ço­
ğunluk istemenin anlatımı olamaz, bütün yurdun onu iste­
mesi gerekir. Bu yüzden çok küçük bir azınlığın karşı koyu-
şu onu işe yaramaz duruma getirip bir yana atmaya yeter. Bir
oylamaya katılmayış bütün seçim düzenini yıkıma götürür,
böylesine bir karşı koyuştur işte.

Kralların güçlülüğü halkın usu ile deliliği üstüne kurulu­


dur - daha çok deliliği üstüne. Evrenin en büyük, en önemli
olanağı güçsüzlerin temelde, bu temelin de olağanüstü bir
güven altında oluşudur, evet, halkın güçsüz oluşundan daha
güvenli bir nesne yoktur. Sağlam bir us üstüne kurulan, çok
kötü kurulmuş demektir, sözgelişi bilgeliğin değer gömü­
sünde (değer varlığı) olduğu gibi.

Ana nedenlerle etki - Tutkululukla erk bütün insan dav­


ranışlarının kaynaklarıdır: Tutkululuk istençli davranmayı,
erk istenç dışı davranmayı sağlar.

Olay! gördüler de nedeni görmediler (Augustinus)...


Blaise Pascal • Düşünceler

Muhammet'in yaptığını her insan yapabilir, çünkü o hiç­


bir tansık göstermemiş, bilinmeyeni bildiren olmamıştır. Oy­
sa İsa'nın yaptığını kimse yapamaz.

İnsanın gerçek doğası, onun gerçek esenliği, gerçek erde­


mi ve gerçek din, bunlar bilgisi ayrışmayan varlıklardır.

Doğanın Tanrısız bir görünümü olduğunu gösterebilecek


yetkinlikler vardır; yanılgı doğanın yalın bir görünüm oldu­
ğunu göstermek istemektedir.

İnsan, Tanrı için yaratılmamışsa mutluluğu Tanrı'da bul­


masının gereği nedir? İnsan Tanrı için yaratılmışsa Tanrı'ya
karşı direnmenin anlamı nedir?

Yıkılmış doğa - İnsan, kendi varlığının özü olan usuna


göre davranamıyor.

Gerçek din bize büyüklüğü ve zavallılığı öğretmekteydi,


bizi saygıda, saygısızlıkta, sevgide ve kıskanmada yönlen­
dirmeliydi.

Bir dinden çok uzaklara götürür gibi görünen bütün aykı­


rılıklar, beni hızla gerçeği kavramaya itti.

Ölümsüz varlık, bir kez var olandır.

Tanrı'yı duyan gönüldür, us değil; inanç Tanrı'yı gönülde


duymadır, us'ta değil.

Büyüklük —Yöntem iç içe gelişen etkiler gibi, kişiye bü-


66
İnsan Toplumunun Biçimleri

yüklük sağlar. Kişi tutkudan böyle güzel bir düzen kurmuş­


tur işte.
İnsanlığın büyüklüğü kendi tutkusu içindedir. İnsan on­
dan olağanüstü bir düzen çıkarmayı bildi, ondan bir gerçek­
lik görünümü yaptı.

İnsanın anlatımı - Bağımlılık, bağımsızlık isteği, gereksi­


nimler.

Süreksizlik - Nesnelerin türlü türlü nitelikleri, tinin de


türlü türlü eğilimleri vardır. Tine sunulandan başkası pek ya­
lınç değildir. Tinin bir konu karşısında tutumu da yalınç de­
ğildir. İşte bundan dolayıdır bir nesneye ağlandığı ya da gü-
lündüğü...

Süreksizlik ve bambaşkalık - Yalnız kendi görevi için


yaşamak ve dünyanın en güçlü devletini yönetmek; bunlar
birbirine karşıt olaylardır. İşte bunlar büyük Türk padişahı­
nın kişiliğinde birleşmiştir.

Çelişmeler - Kişi yaradılışından dolayı inançlıdır, inanç­


sızdır, utangaçtır, atılgandır...

Pek çok ile pek az şarap - Ona bir nesne bile vermeyin, o
gerçeği bulamaz; pek çok verin ona, gene öyledir olacağı.

İki uç ve orta - Çok hızlı ya da çok uyuşuk okuyunca bir


nesne bile anlaşılamaz.

İnsan gençken iki yargıda bulunamaz, yaşlanınca da öyle.


Bir konuda yeterince düşünmeyen, ona yüzeysel bakan kim­
se, o nesne karşısında şaşırır, yanılgıya düşer.
67
Pascal • D üşünceler

Yaptığı yapıtı sonradan gözden geçiren kimse bu nesne­


nin çekimine kapılır (etkisi altında kalır), dalar ona uzun
boylu, anlamaz olur onu artık. Tablolara çok uzaktan ya da
çok yakından bakınca böyle olur çokluk, oysa dosdoğru bir
yer vardır duruş yeri dediğimiz: Öteki yerler ya yakın, ya
uzak, ya yüksek ya da derindir. Resim sanatında bunu belir­
leyen bakış açısıdır. Gel ki gerçeklikte, aktörede bunu kim
belirlesin?

İnsan doğasında ilerleme yok; geliş-gidiş vardır. Sağlık


bozulunca yükselen ateş, donma ve yanma evrelerini de bir­
likte getirir, donan yanar, yanan donar. Soğukluk da öyledir,
sıcaklığı yüksektir yanan bir nesne gibi. İnsan buluşları eş
durumda geçer çağdan çağa. Genelde böyledir dünyanın en
iyisi ile kötüsü.

Bir kişi için en iyi olan, en doğal olandır. (Seneca)


İyi bir anlayış gücü için birazcık bilim yeterlidir. (Seneca)
Büyüklerin sevinci insanları mutlu yapabilmek içindir.
Varlıklılığın gerçek anlamı da açık elli olmadadır.
Her nesnenin özüne göre araştırma yapmalı: Güçlü olu­
şun özü bir sığınak, bir koruyucu olarak kalmasıdır.

İsviçreliler kendilerine soylu halk denince yerildiklerini


sanırlar, büyük işler görecek yeteneklerini ortaya koymak is­
tediklerinde soylarının kentli bir kuşaktan geldiğini kanıtla­
maya kalkarlar.

İnsan öyle mutluca düzene konmuş ki gerçek için doğru


bir tek ilke yok onda, oysa yanılma için öngörülmüş neler ne­
ler var. Bırakın bizi gidelim olabildiğine... Oysa bu yanılma­
nın ana nedeni, duyularla us arasındaki savaştır.
68
insan Toplumunun Biçimleri

Bir bakın nereye götürüyor bizi doğal bilgiler: Onlar doğ­


ru olmayaydı insan alçalmaya yol açan şu gerçek nedeni bu­
lurdu: İnsan bu iki durumda da alçalmaya doğru itilmiştir.
Bu bilgilere inanmaksızm insan bir nesneyi bile gerçekleşti­
remez... Ben şaşırtacak ölçüde başka bir konuyu insanın gö­
zü önüne sermek isterim: Ona bir mercimek böceği, gövdesi­
nin küçüklüğü içinde daha küçük eşsiz bölümlerin bulundu­
ğunu gösteriyor: Ayaklarda oynaklar, damarlarda kan, kan­
da özsular, özsularda damlacıklar, damlacıklarda buğular.
İnsanın bu en son nesneleri de bir kez daha bölümlere ayır­
ması gerekir, bu tasarımlar içinde tükenir gücü, onun eriş­
mek istediği son nesnenin bizim işlediğimiz olayın konusu
olması gereklidir artık: O, belki de varlığın en dıştaki küçük
nesnesine ulaştığını düşünecek, ona burada da yeni bir uçu­
rumun bulunduğunu göstermek isterim... İnsan nedir doğa­
nın içinde?
Sonsuzluğa göre bir yokluk, yokluğa göre bir Bütün (ev­
ren), yoklukla Bütün arasında bir Orta, sonsuz olan bunlar­
dan da uzak, uçları (extrême) kavramada. Nesnelerin sonu,
başlangıcı insan için özüne varılmaz bir gizem içinde ele geç-
mezcesine saklı. Yutulduğu sonsuzluk gibi içinden çıktığı
yokluğu da görme gücünden yoksundur insan...

Bu sonsuz uzayın bitmeyen sessizliği beni korkutuyor.

İnsanın abuk sabukluğu - Bizim anlayış gücümüz kav­


ranabilir nesnelerin düzeni içinde eş basamaktadır, doğa ala­
nında gövdemiz gibi. Çevremizin sınırlılığı içinde biz, bütün
yeteneklerimizle, şu iki uç arasında ortada durmayı buluyo­
ruz: Duyularımız bu uçlara karşı duygusuzdur. Büyük gü­
rültü sağır, parlak ışık görmez kılar bizi; geniş uzaklık, bü­
yük yakınlık görmeyi engelliyor, ne varsa ya çok uzun ya da
69
Blaise Pascal • Düşünceler

çok kısadır, konu karanlıklaşıyor, pek çok gerçeklik şaşkına


döndürüyor bizi - ben dörtten dört çıkarılırsa geride sıfırın
kaldığını bile anlamayan kimseler bilirim, ilk ilkeler (axiome)
bizim için pek açık seçiktir, çok eğlence canımızı sıkar, pek
çok ses müzikte uyumu bozar, iyi bir uygulamada (müzik ça­
lışmasında) ölçüyü aşma bizi büyüler.

İnsan neyi bilirse onunla bağlantı kurar. İnsan kendini ku­


şatan uzamı, sürüp giden zamanı, yaşamak için devinimi,
birlikte olduğu öğeleri, ısıyı, besini, havayı, ışığı gerekser.

Pyrrhonculuk - Neyin üzerine kuracak egemenliği altına


almak istediği evrenin düzenini? Her insanın şu karmaşıklı­
ğa yol açan isteği üzerine mi? Doğruluk üzerine mi? Oysa
onu da benimsemiyor. O, bunları benimseyeydi insanlar ara­
sında geçerliği olan, bütün nesnelerden daha çok genelliği
bulunan; her insan kendi yurdunun törelerine uymalıdır, di­
yen bu aşırı ölçüleri koymazdı ortaya, kesinlikle: Gerçek
doğruluğun parıltısı bütün ulusları buyruğu altına koyacak,
yasa koyucular bu değişmez doğruluğun yerinde İranlılafın,
Almanların tutkularını, kuruntularını örnek olarak almaya­
caktı. Bu doğruluk evrenin bütün devletlerinde, bütün çağ­
larda geçerli görülecekti, iklimin değişmesi ile niteliklerinin
de değiştiğini gördüğümüz bütün doğruluklar, eğrilikler ol­
mayacaktı. Üç yer enlemi bütün tüzebilimi (hukuk bilimini)
yığınların üzerine atıyor (yığınlara bağlı kılıyor), birkaç kul­
lanım yılı içinde bütün temel yasalar değişiyor. Tüzenin ev­
releri vardır. Saturnus'un aslanlar arasına girişi bize belli bir
suçun kaynağını gösteriyor: Sınırları bir ırmak olan ne güzel
bir doğruluk! PirenelePin bu yanında gerçeklik olan, öte ya­
nında yanılmadır. Onlar doğruluğun bu alışkanlıklar içinde
durduğuna değil, bütün ülkelerde benimsenen doğal yasala-
İnsan Toplumunun Biçimleri

rın içinde bulunduğuna inanıyor... Birtakım doğal yasaların


bulunduğu söz götürmez, yalnız bu çürümüş güzel us topu­
nu birden bozdu: Bizim olan biziı ı değil artık, bir yapmacık­
tır (Cicero). Ağır suç işleme senatom.n yargıları, halkın genel
oya katılması ile yönetiliyor (Seneca). Başlangıçta yüklerin
altında eziliyorduk, şimdi ise yasaların altında eziliyoruz
(Tacitus).
Bu şaşırmanın ortaya koyduğu durum şudur: Biri, doğru­
luğun özü yasa koyucunun yetkisi altındadır, diyor; öteki ise
egemen olanın kazancına bağlıdır, diyor; bir başkası ise apa­
çık olarak, egemenlik alışkanlıkla ilgilidir, diyor. Oysa en
kesin olanı şu kanıdır: Doğruluk bunların bir tekine bile de­
ğil, yalnız usa bağlıdır, kendince doğmuştur, zamanla bağda-
şımlıdır. Her doğruluğu alışkanlık yaratır demek, böyle be­
nimsendiğinden, yalnız buna dayanmak ondaki yetkinin
gizlemcil dayanağıdır. Yetkinin özünü buna değin geri götü­
ren onu darmadağın eder.

Bütün yargımız duygularımıza bağlanışımız yüzünden


geri götürülüyor. Düş kurma duyguya benzer, ona karşıt da
olur, yalnız çatışıklıkları birbirinden ayırmak elde değildir.
Biri çıkar benim duygumu düş kurma sayar, bir başkası ken­
di düş kuruşunu duygu sayar. Bunun için bir ölçünün bulun­
ması gerekmeliydi. Us kendini bize bırakıyor, oysa bütün yö­
nelmelere de katılabilir, bir ölçü yoktur ortada.

Şaşar kalırım çok kez yeryüzünde kimsenin kendi güç­


süzlüğü karşısında şaşmadığını görünce.

Bütün ilkeleri doğrudur Pyrrhoncuların, Stoacıların, Tan­


rıtanımazların vb. Yalnız vardıkları sonuçlar yanlıştır, karşıt
ilkeler doğrudur da ondan.
71
ELaise Pascal • Diişüîîceler

Pyrrhonculuk. Ben, burada kendi düşüncelerimi belli bir


düzene uymadan, ancak büsbütün kuralsız bir yanılgıya da
düşmeden sergileyeceğim. Benim işlediğim konuyu düzen­
sizlik içinde açıklamam, bana göre gerçek düzenin kanıtıdır.
Ben bu konuyu belli bir düzene bağlanarak işleseydim, ona
karşı çok saygılı davranmış olurdum. Oysa ben, onun, böyle
bir düzen için yeterli olmadığını göstermek istiyorum.

Platon ile Aristoteles, bir öğretmenin pek alımlı giysisi


içinde düşünülür. Onlar da gönüldeşleriyle söyleyip gülen
öteki kimseler gibi saygıdeğer er kişilerdi, onlar kendi dağı­
nıklığı içinde yasalarını, politikalarını ortaya koymuşlarsa bu
bir oyun içindi yalnızca, bu onların yaşamının en az bilgece,
en az ağırbaşlıca bir bölümüydü, en bilgece olan yalınç, gön­
lünce yumuşaktı. Onlar politika üstüne yazı yazmışlarsa bu
bir deliler evini düzene koymak içindi, onlar bundan açıkça
pek büyük bir konu gibi söz etmişlerse durum böyleydi de
ondan, onlar konuştukları delilerin kral, imparator olacakla­
rına inandıklarını biliyorlardı.
Onlar bu kişilerin deliliğini elden geldiğince yıkım getir­
mez kılmak için böyle ilkelere yöneldiler...

Belli bir kurala bağlanmadan bir yapıt konusunda kurala


bağlananlara görüş bildirenler, saati olanların olmayanlara
söyledikleri gibi davranırlar. Birisi: Saat ikidir, der. Ben de sa­
atime bakar, birine: Senin canın sıkılıyor, ötekine de: Senin
zamanın hızla geçiyor, saat bir buçuk, derim. Sonra, bana:
Zaman benim için uzadı, diyenlere gülerim ve kendi görüşü­
mü bildiririm: Siz, benim kendi saatime göre davrandığı^1
bilmiyorsunuz.

72
İnsan Toplumunun Biçimleri

Düzensizlik içinde yaşayan kimseler, düzen içinde yaşa­


yanlar için doğadan ayrılmışlar, derler. Onlar şu aşağıda an­
latılan durumda olanlara benzerler: Hani yol alan bir gemi­
nin içinde bulunanlar limandaki gemide duranları sürekli
olarak deviniyor sanır ya, öyle işte! Dil de özdeş bir etki ya­
par bu iki durumda. İnsanın bir yargıda bulunabilmesi için
sağlam bir görüşü olmalıdır. Liman, gemide bulunanlar için
gereken yargıyı veriyor, oysa aktöre için gereken bir limanı
biz nereden bulalım?

İçgüdü ile us - Her dogmacılık için kanıtlanabilen, karşı


konmaz bir güçsüzlüğümüz var. Her Pyrrhoncu için alt edil­
mez bir gerçeklik düşüncemiz de var.

Tanrı'nm var olduğu da, yok olduğu da kavranamaz.


Gövdeyle tinin birbirine bağlılığı ya da bizim bir tinimizin
olmadığı, evrenin yaratılmışlığı ya da yaratılmamışlığı kav­
ranır, anlaşılır soydan değildir. Bunun gibi yeryüzüne gelme­
de bir suçun varlığı ile yokluğu da anlaşılır iş değildir.

Biz gerçekliği yalnız usla kavrayamayız, gönülle de biliriz


ayrıca, ilk ilkeleri iki yolla kavrarız, bu bilgi içinde bir bölü­
mü olmayan, yargının onu yalanlamaya uğraşması boşuna­
dır. Yalnız böyle bir ereği olan Pyrrhoncular boşuna uğraşır
durur bu konuda. Düşe kapılmadığımızı, ne denli güçsüz
olabileceğimizi de usla kanıtlamayı biliyoruz. Bu güçsüzlük,
usumuzun çelimsizliğinden dolayı başkasını kanıtlayacak
durumda değildir, buna karşılık Pyrrhoncularün ileri sür­
dükleri gibi bilgilerimizin kesinliği anlamını da içermez bu.
Zaman, yer kaplama, devinme, sayı gibi ilk ilkelerin bilgisi
vardır, bunlar düşüncemizin bize kazandırdığı öteki bilgiler
gibi kesindir. Usun, gönülle içgüdü bilgisine dayanması, bü-
73
Blaise Pascal • Düşünceler

tün öteki düşünceleri onun üstüne oturtması gerekir. Gönül


yer kaplamalarda üç boyutun bulunduğunu, sayıların sınır­
sız olduğunu sezer, us biri ötekinin iki katı olabilecek iki ka-
resayımn bulunduğunu gösterir. İlkeler sezilir, denklemler
çözümlenir, ayrı ayrı yollarda olmalarına karşın ikisinin de
kesinliği vardır. Usun ilk ilkelerinin kanıtlanmasını gönül­
den isteyeceğini söylemek, us buna uygunluk göstermeye
kalksa bile, gülünçtür, anlamsızdır; ne de gülünç olurdu gö­
nül bütün kesin us yasalarının bir duygu ile temellendirilme-
sini us'tan isteyeydi, o da bunu üstüne alaydı.

Pyrrhonculuğa karşı - Bu olayların (nesnelerin) karanlık-


laştırılmadan belirtildiği pek seyrektir. Biz onlardan kesinlik­
le söz eder, bütünün eş yolla anlaşılabileceğini tasarlarız. Oy­
sa biz bu yolda, bir kanıtımız olamamasına karşın bile bile
yaparız bu tasarımı. Bu sözlerin, adı geçenlerin, durum el­
verdikçe kullanıldığını çok iyi görüyorum. İki insan, gördük­
leri bir gövdenin duruş yerini değiştirirse ikisi de, bu işte
özün dışa vuran görüntüsünü olduğu gibi, eş sözlerle anlatır,
gövdenin devindiğini söyler boyuna. İşte bu tekbiçimlilik iş
uygulamaya dökülünce, düşüncelerin tekbiçimliliği üstüne
kesin bir sanıda bulunmamıza yol açıyor. Bu yargı, bu konu­
da, bambaşka sorulardan kalkarak sonuçları başka yöne çe­
virebileceğim izin bilinmesine, böyle bir düşünceyi ortaya at­
mamıza kolaylık vermesine karşın, gene de kesin değildir,
son durumda inandırıcı da değildir.

Pyrrhonculaı'ın en önemli görüşleri (az önemlilerinin bir


yana bırakıyorum) aşağıdaki savlara dayanmaktadır: Bizim
inancın, yaradılışın dışında doğuştan gelen, içimizde duydu­
ğumuzu saydığımız ilkelerin geçerliliği konusunda sağlam
bir güvencemiz yoktur. Bu doğal duygu gerçeklik yolunda

74
İnsan Toplumunun Biçimleri

inandırıcı bir kanıt değildir. İnancın dışında bir kesinlik yok­


tur da ondan. İnsan iyi bir Tanrı ya da kötü bir şeytan (de­
mon) eliyle, şöyle olurundan, yaratılmış olsa bile gene bu ko­
nuda bir kuşku vardır, bu ilkeler kaynaklarına uygun mu,
değil mi, onlar doğru mudur, yanlış mıdır ya da kesin midir
diye... Dahası var: Bu konuda inancın dışında kimsenin gü­
vencesi yoktur, uyanık mı, uyuyor mu diye. İnsanın uykuda
da birtakım algıları olabilir, bunları gerçek uyanıklığın için­
deymiş gibi sanır uykudan kalktığında. Yer kaplamaları, bi­
çimlenmeleri (nesneleri), devinmeleri gördüğünü sanır in­
san, zamanı aştığını sanır, karıştırır işi, yanılır, bunların ger­
çek uyanıklığında olduğu yargısına varır. Bütün yaşamımı­
zın yarısının uykuda geçtiğini de söylemeliyiz doğrusu -b iz
uykuda ne denli iyi düşünmek istesek bile- gerçeklik üstüne
bir düşüncemiz yoktur. Öyle ki bütün duygularımız kurun­
tular içindedir.
Kim bilir, içinde uyanık olduğumuzu sandığımız yaşamın
öteki yarısının, uyandığımıza inandığımız uyku türünden
bir yaşam olmadığını? O, altüst olmuş bir evrende yaşamaya
inandığından, bu arada başka düşlere de kapılmış olabilir.
Sık sık görüldüğü gibi, düşleri elden geldiğince birbiriyle
bağdaştırmış, bir de uykuda kendi başına yapayalnız kalmış
olursa kim kuşkuya kapılır bundan? İnsanın sık sık düşe ka­
pıldığı da sanılır, bir düş bir başkası üstüne konur kat kat ya­
pılır, içinde yaşanıp kendimizi uyanık sandığımız yaşamın
yarısının bir düş olması da olasıdır, belki de başka bir düş
gelmiş, örtmüş onun üstünü, biz ölümle uyanmışız bir düş­
ten, doğrunun, iyinin ilkelerini de bu ölüm denen doğal uy­
kuda bulmuşuz belki. Ayrıca, bunlar kendimizi uyanık san­
dığımız bir evrede, bizi tedirgin eden türlü türlü düşünceler,
yalnızca kuruntu olanlar, gerçek düşlerimiz içinde ortaya çı­
kan zamanın yanıltıcılığına, boş sanılara benzemiyor mu?
75
Blaise Pascal • Düşünceler

Bunlar bir yanın ya da öteki yanın ana düşleridir.


Ben önemsiz savları, sözgelişi Pyrrhorcuların alışkanlığın,
eğitimin, aktörenin, ülkelerin etkilerine karşı olan savlarını,
geleneklere bağlanan büyük insan yığınlarını baştan çıkaran,
buna benzer öteki konuların hepsini bir yana bırakıyorum.
Onlar dogmalarını boş dayanaklar üzerine kuruyor, oysa
bunların yine Pyrrhoncularm pek ufak bir üfürmesiyle dağı-
tılıveriyor. Bunların düşünceleri üstüne pek inandırıcı bir
nesne olmasa bile onların yapıtlarını görmek yeter, pek kolay
anlaşılır, bir kanıya varılır, belki de pek çok kanıya varılır on­
lar üstüne.
Ben, dogmacıların iyi bir inanç içinde, doğruyu söylemek
gerekirse, doğal ilkelerden kuşkulanılmaz diyen anasavı
üzerinde duracağım. Pyrrhoncular kaynağımızın kesinliği
üstüne olan bir sözle bu sava karşı çıkıyorlar, bundan da özü­
müzün kesin olmayışı ortaya konuyor. Evren evren olalı,
dogmacılar onlara karşılık vermek için uğraştı durdu. Bu
yüzden insanlar arasında bir savaş başladı, her kişi kendi ya­
nını tutma gereğinde kalarak ya dogmacılara ya da Pyrrhon-
culara karşı çatışmaya girişti. Bu arada işe karışmadan yaşa­
mayı düşünen gerçek Pyrrhoncu olacak, işte bu işe karışma-
mazlık düşünsel kandırmacanın özüdür: Pyrrhonculara kar­
şı çıkmayan kimse gerçekten onlara karşıdır. Pyrrhoncular,
kendi kendilerine karşı çıkmazlar da ondan. Onlar işe karış­
maz, ilgisiz kalır, bütün dalgalanmalar karşısında yuvaların­
da oturuverirler...
Bu durumda kişinin neye bakması gerekecek? Ne varsa
ondan kuşkulanacak mı? Yoksa uyanık mı, biri onu ısırıyor
mu, yakıyor mu diye kuşkuya dalacak mı? Kuşkulanıp kuş­
kulanmadığından da kuşkulanacak mı? Var olup olmadığın­
dan kuşku duyacak mı? Böyle olgun bir Pyrrhoncu'ya bunla
n söyleyecek gücün varlığı ne söylenebilir, ne de ben bunu
76
insan Toplumunun Biçimleri

ileri sürebilirim. Doğa güçsüz usun yardımına koşuyor,


Pyrrhoncuların işi çığrından çıkarmasını önlüyor. Pyrrhoncu
karşıt bir görüşü gündeme getirirek gerçekliğin kendi elinde
bulunduğunu söyleyecek mi? Üstelik bunu kanıtlayacak ye­
tisi yokken başarabilecek mi?
Peki, kim giderecek bu karmaşıklığı? Doğa, Pyrrhoncuları
yanıltıyor, us da dogmacıları...

Hıristiyanların Tanrısı geometrik gerçekliklerinin, öğeler


(ilkeler) düzeninin ana nedeni olan bir Tanrı olaydı: Bunu di­
yen puta tapanların, Epikurosçularün birtakımıdır. O, bilgeli­
ğini yaşam üstünde, insanların iyilikleri üstünde egemen ol­
maya bırakan, kendisine tapanlara yılların mutlu sonucu ba­
ğışlayacağı bir Tanrı değildir. Bunu söyleyen de birtakım Ya-
hudilerdir.
Oysa o, sevginin, avunmanın Tanrısı'dır, o yüreği, tini
dolduran bir Tanrı'dır.

Doğru bir kanıt olabilir, yalnız bu kesin demek değildir.


Bundan anlaşılan böyle bir kanıtın kesin olarak bulunmadı­
ğı, bütün nesnelerin, Pyrrhonculuğun ünü uğruna, kesinlik
içinde olduğudur.

Bir tek düşünceyi alıyor, bu sırada iki nesneyi birden dü­


şünemiyoruz. Evrenin yasasına göre pek çok düşünce kuşa­
tıyor bizi, Tanrı'nın yasasına göre değil...

Açıklık, karanlık - Gerçeğin apaçık belirtileri olmayaydı,


karanlık ne de büyük olurdu. Bu onun olağanüstü bir belirti­
sidir, o boyuna kilisede ya da apaçık bir insan topluluğu için­
de korunageldi. Aydınlık pek çok olaydı, kilisede de bir gö­
rüş bulunaydı gerçeğin ne olduğunu göstermek için neyin
-------------------------------------------------- 77 ------ -------------------------------------------
Blaise Pascal • Düşünceler

boyuna geçerlik taşıdığını gerekserdi insan, gerçek olan bo­


yuna bu geçerliği taşıyanın içinde olmuştur, evet yanlış de­
ğil, onun içinde olmuştur.

Kendini beğenmişlik, tutku ile aşırı istekle, güçsüzlükle,


düşkünlükle, haksızlıkla dopdolu olduğunu bilmezse insan
çok gözü görmez demektir. Gene bunlardan kurtulmayı bil­
meyen, aramayan bir insandan ne denli söz etmek gerekir?

Tin bozulduğu gibi duygu da bozulur. Tin de, duygu da


davranışlarla biçimlenir: Tin de, duygu da davranışlarla bo­
zulur. İşte böyle biçimlendirir ya da bozar bizi iyi, kötü dav­
ranışlar. Hepsinden önemlidir insanın doğruyu seçmeyi bil­
mesi, tinini biçimlendirmek ve bozmamak için. Oysa insan,
daha önceden, tini biçimlendirmiş ve bozmamışsa bu seçimi
iyi yapamaz. İşte, bu çevrenin dışına çıkan mutludur.

İsa'sız insan, zorunlu olarak, yük altında ve acı içindedir.


İnsan İsa ile yükten ve acıdan kurtulmuştur. Bütün erdem ve
mutluluğumuz ondadır. İsa yoksa yalnızca yük, acı, yanılma,
karanlık (cehennem), ölüm, kuşku vardır.

Bütünle uyum sağlayan bir istenci olan üyeler mutluluk


içindedir.

Düşünen üyelerden oluşan bir bütün tasarlanmalı.

78
5. BOLUM

DÜŞÜNCELERLE
KURALLAR
G ü n e şin süngeri - Bir etkinin yeniden ortaya çıktığını
görünce doğal bir gerekliliğin bulunduğu yargısına varırız,
gün açımında olduğu gibi: Oysa çokluk yanıltır bizi doğa,
uymaz kendi kurallarına.

Tin inanır doğaya, istenç sever doğayı, gerçekten yanılı­


yorlarsa yanlış konulara bağlanmalarından dolayıdır bu.

Doğa boyuna değişmeyen olaylarla (nesnelerle) başlar ye­


niden: Yıllarla, günlerle, saatlerle. Uzamlar da bunlarla baş­
lar yeniden. Sayılar sürekli bir dizi kurarlar. Böyle doğar sı­
nırsızlıkla sonsuzluk türü. Bunlardan başka sınırsız, sonsuz
bir nesne yokmuş gibi gerçekten. Bu sınırlı varlıklar çoğalır
durur sonsuzluğa doğru. Bize göründüğü gibi, yalnız sayılar
çoğalışlarının bir ilkesi gereği sınırsızdır.

Alışılmıştır doğanın etkilerini kanıtlamak için kötü ne­


denlere dayanılmaya, nedense ortaya çıkarılacak iyi neden­
ler benimsenmez. Sözgelişi kanın dolaşımına bağlanıldı: Bu­
na neden olarak da damarın bağlanınca baskı altında şişme­
si gösterilmek istendi.

Genellikle insan kendi bulduğu nedenlerle, başkasının


anlayış gücünde doğanlardan, daha iyi inandırılır.
Yetersiz anlayışlı kimseler doğruluğu kendilerine bir ka-
81
Blaise Pascal • Düşünceler

zanç sağladığı için benimserler, bir işlerine yarayacak du­


rumda olmazsa kaldırır atarlar onu.

insanlar söylediklerine katılmazlarsa, bundan yalan söy­


lemedikleri konusunda bağımsız bir sonuç çıkarılamaz. Öyle
kimseler vardır ki yalnız yalan olsun diye yalan söylerler bo­
yuna.

Ne çok sevindirir insanı dalgaların kamçıladığı batmayan


bir gemide güven içinde bulunmak. İşte kilisenin beğenme­
diği böyle çıkarsamalardır hep.

Bu çağda gerçeklik karanlığa boğulmuş, yalan yayılmış


alabildiğince, sevmeyince varamaz gerçeğe insan.

İçgüdü ile us: İki varlığın (natur) belirtisi.

Siler gagasının tozunu papağan pırıl pırıl olmasına karşı­


lık.

Devinim doğamız gereğidir, eksiksiz bir dinginlik de


ölümdür.

Sözler değişik düzer\ içinde değişik yorumlara yol açar,


yorumlamalar da başka bir düzen içinde başka etkiler göste­
rir.

İnsanın suçlu bulunduğu sürece önemi yaratıklardan ya­


rarlanmaya, onlara egemen olmaya dayanıyordu, bugün is*
onlardan ayrılmaya, onlara bağlı kalmaya dayanıyor.

Özdeş anlam onu anlatan sözlerle değişir. Anlam önemi'


82
Düşüncelerle Kurallar

ni sözlerden alır. Onlara önem vereceği yerde. Bu yüzden ge­


rekti örneklerin aranması.
Duygu ile yargı vermeye alışanlar, usla, anlayış gücüyle
kavranandan bir anlam çıkaramazlar. Duyguya dayananlar,
ilkeleri araştırmayı bilmediklerinden bir bakışta bütün konu­
ların özüne varmak isterler. Oysa ilkelere göre düşünmeye
alışmış olanlar da, duyguyla kavrananı anlamazlar. Onlar,
ancak benimsedikleri kurallara göre araştırırlar, bu nedenle
de öyle bir bakışta sorunun özüne inecek durumda değiller.

İki türlü insan vardır, olayları özdeşi sayar. Sözgelişi bay­


ram gününü, dinsizi, dinciyi (papaz), bütün suçları birbiri al­
tına koyar, dizer. Birtakım insanlar bundan dinci için kötü
olanın, dinsiz için kötü olduğu yargısını çıkarır. Birtakımları
ise dinsiz için kötü olmayanın, dinci için de beğenilir olduğu
kanısına varır.

Kötülük usu kendi yönüne çekmeye görsün bencillenir,


kendi alımı çalımı içinde yer verir usa. Gevşemekle, baskılı
seçimle gerçek iyiye ulaşmayı başaramazsak; doğaya uyma
gereği ile geri dönersek, doğa bencillenir bu geri dönüş yü­
zünden.

İstenç davranışları ile ötekiler arasında genel, özlü bir ay­


rım vardır: İstenç inancın en başat üyelerinden biridir, inan­
ca biçim vermez, ancak görüş açısına uygun olarak, inceledi­
ği olayların doğru olup olmadığına bakar. Ötekilerden daha
sağlıklı bir beğenç yetisi bulunan istenç, iyi göremediği nes­
nelerin (olayların) niteliğini incelemek için anlayış gücünü
inançtan ayırır, anlayış gücü istençle sıkı bir bağlılık kurar, o
sevdiği nesnenin (olayın) bir yanını incelemek için böyle
davranmakla yetinir, böylece gördüğü nesne konusunda yar­
gı verir.
83
Blaise Pascal • Düşünceler

Dünyada bütün iyi özdeyişler (tartışmasız ilkeler) sürekli


bir kullanım içindedir, kimse bunları uygulamaktan kaçın­
maz. Sözgelişi "İnsan gerçek değerini savunmak için gözünü
budaktan sakmmamalı/' Bundan kimse kuşku duymaz; bu­
nu yapanlar var da din için yoktur. "İnsanlar arasında eşit­
sizlik vardır." Bu da doğru.

Zaman acıları da, çekişmeleri de onarır, insan değişiyor


da ondan bu. Kalmaz insan olduğu gibi. Ne yerici olarak ka­
lır, ne de yerilmiş olarak. Önceden baştan çıkarılan, iki kuşak
sonra yeniden değer kazanan bir ulusta da böyledir durum.
Evet, Fransız gene Fransız'dır, yalnız eskilerin özdeşi değil
artık.

Her gece belli bir olay üstüne düşler göreydik, her gün
gördüğümüz nesnelerde olduğu gibi onun da etkisi altında
kalacaktık. Bir sanatçı her gece on iki saat boyunca kral oldu­
ğunu görse öyle olurdu sanırım, öyle mutlu.
Bunun gibi bir kral da her gece on iki saat süresince ken­
dini sanatçı görse durum onun için de öyledir. Biz her gece
yavılarla* kovalandığımızı, üzüntü verici olaylarla tedirgin
edildiğimizi görsek, gene her gün değişik türde uğraşılarla
sıkıntıya girdiğimizi, sözgelişi bir geziyi üzerimize aldığımı­
zı göreydik gerçekten tedirgin olurduk, bir de bu düşler ger­
çek olursa biz de böyle mutsuzlukların gözümüzün önünde
geçtiğine inanırsak uyanıklıktan korktuğumuz gibi uykudan
da korkacaktık... Uyku, gerçekte olduğu gibi, kötülükle za-
mandaş olacaktı doğrusu.
Oysa bütün düşler türlü türlüdür, bir düşün bile değişi
görünüşleri vardır boyuna. Düşte gördüğümüz gibi değişi
etkiler yapar bize, çok az olur etkinin ayrılığı uykudakinden

* y a v tm a k : Düşmanlık etmek. (Ed. n.)

84
Düşüncelerle Kurallar

Varlığımız uyanıklık sırasında değişmeyecek biçimde tekdü­


ze, tek doğrultulu değildir. Yalnız bu değişmeler çok seyrek
çıkar ortaya. Az etkili olur, sözgelişi bir geziye çıktığımızda,
"Ne güzel, bir düş gibi geldi bize." deriz, evet, sürdüğümüz
yaşam da az değişiklik gösteren bir düştür.
İnsanlar doğruluğun yeryüzünün bir bölümü olduğunu
söylemişler, yeryüzü suçunu da taşımış oldukları söylenecek
mi? Kimse mutlu değildir ölümün karşısında (Nemo ante
obitum beatus est. Ovidius Met. 111.135): Söylenecek mi
ölümle sonsuz mutluluğun başladığı?

Gerçek varlığımızı kazandığımız yaşamla kıvanç duyma­


yız: Başka bir nesnenin tasarımı içinde düşe benzer bir ya­
şam sürdürmek isteriz, bu yolla itiliriz olayın özüne girmeye.
Yorulmaksızın çalışır dururuz bu düşsel varlığımızı güzelleş­
tirmek, elde tutmak için, boşveririz gerçeğe. Bizde ölçülülük,
yüce gönüllülük, bağlılık varsa bunları yaymak için (duyur­
mak), bu erdemleri öteki varlığımızla bağdaştırmak için di­
dinir dururuz. Yoksa biz ün kazanma, yiğit olma uğruna se­
ve seve onları söküp özümüzden atmak ya da başka düşsel
bir varlığa bağlamak için yontulmamış bir kimse olacaktı.
Gerçek varlığımızın yokluğu için en önemli bir belirti de öte­
kiler olmadan bunların bir teki ile kıvanç duymayışımız, çok­
lu birini öteki için değiştirmek isteyişimizdir! Namusu uğru­
na ölmeyecek olan, namussuz olacaktı o zaman.

Kötü olmak kolaydır, nitekim kötünün birçok türü vardır,


oysa iyi olanın (iyiliğin) yalnızca bir türü vardır. Ancak iyi
denenin olduğu gibi kötünün de en belirgin türünü bulmak
güçtür. Bu nedenle insan çokluk kaş yapayım derken göz çı­
karır. Dahası var, bu kötüyü uygulayıp geliştirmek için iyiyi
uygulayıp geliştirmekte olduğu gibi, olağanüstü bir tinsel
büyüklüğe gerekseme duyulur.
85
6. BOLUM

SOYLU KİŞİ İLE


YAZI YAZMA SANATI
in sa n iyiden iyiye bir gereksinimdir, ancak mutluluk ve­
rebilecek nesneleri sever. İnsanın iyi bir matematikçi olduğu
söyleniyor - oysa ben matematikle bir tek işe bile başlaya-
mam. Matematikçi beni denklemle karşılaştıracaktı. İnsan iyi
bir savaşçıdır - beni kuşatılmış bir yer için elde bulundurur­
du. Benim için namuslu bir kişi gerek, genellikle benim bü­
tün gereksinimlerime uyabilecek bir kişi.

Gerçek bir gönüldeş çok yararlı bir kimsedir, büyük bey­


ler için bile. Bu iyi gönüldeşin onlardan iyi söz etmesi, onla­
rı, kendileri yokken, savunması içindir. Bu yüzden beyler
böyle bir gönüldeşi kazanma gereğindedir. Yalnız onların
seçmeyi doğru yapmaları da gereklidir. Bu beyler bütün güç­
lerini delibaşlar için kullanırsa o iyi gönüldeş onlara yardım­
cı olamaz. Delibaşlar ondan iyi söz açsalar bile. Onların ağ­
zından iyi bir nesne çıkamaz, onlar kendilerini güçsüz bulsa
bile bir yetkileri yoktur, onlar toplum içinde topluma yük
olurlar.

Gönlü olmayan kimselerden gönüldeş de olmazmış.

Ozan, bir de namuslu olmayan...


Sizden iyi bir nesnenin çıkacağına inanılmasını istiyor
musunuz? Sonra ağzını bile açmadı.

89
Ufaise Pascal • Düşünceler

Gerçek yazarlar yapıtlarından söz eder de "benim yapı­


tım, benim yorumlamam, benim tarihim (öyküm)" derlerse
varlıklı bir kimseye benzerler, hani evi olan, boyuna "benim
yanımda evet" sözünü ağzından düşürmeyene.
Onlar, "bizim yapıt, bizim yorumlama, bizim tarih (öy­
kü)" deseler daha iyi söz etmiş olurlar, genellikle bunda kişi­
sel olan nesneden daha başka bir anlam vardır.

Kesin bir ölçü-örneği vardır alımlılığın da, güzelliğin de:


Bu, yaratılışımızın gerçek uygunluğuna dayanır -ya cılızdır,
ya güçlü- beğendiğiniz nesne ile bir benzerliği vardır. Bu öl-
çü-örneğe göre yaratılan ne varsa beğenilir bizce; bir ev, bir
türkü, bir davranış, bir şiir, bir düzyazı, giysi, bir kadın, bir
kuş, ırmaklar, ağaçlar, oda vb. Bu ölçü-örneğe göre yaratıl­
mamış ne varsa beğenilmez iyi bir tadı da olsa...
Bu iyi ölçüye göre düzenlenmiş bir türküyle, yapılmış bir
ev arasında, bu biricik ölçü-örneğe kendi türünden uygun­
luklarından dolayı yetkin bir benzerlik bulunduğu gibi, kötü
bir ölçü-örneğe göre yapılmış nesneler arasında da böyle yet­
kin bir benzerlik vardır. Bu kötü ölçü-örnekler pek çoktur,
oysa bir tek kötü ölçü-örnek bile olmayaydı, sözgelişi yanlış
ölçü-örneğe göre ortaya konan kötü bir sone ile gene kötü bir
ölçü-örneğe göre giyinmiş olan çok güzel bir kadın birbirine
benzerdi.
Ne de gülünç olur bir sone özüne, ölçü-örneğine bakıldı­
ğında, gene bu kötü ölçü-örneğe göre yaratılmış bir kadın ya
da ev göz önüne getirildiğinde...

Ozanca güzellik - 'Ozanca güzellik' dendiği gibi 'g^


ometrice güzellik', 'hekimlikçe güzellik' de denmeliydi, oysa
denmiyor. Bunun nedeni şudur: Geometrinin sorunu kanıt­
lanmaya dayanır, hekimlik sorunu sağlık korumaya d a y a n ır,

90
Soylu Kişi ile Yazı Yazma Sanatı

bunlar iyice bilinir de güzelliğin, şiir yazma sorununun neye


dayandığı bilinmez. Bu bilgiden yoksun olan bir insanın
özenme gereğinde kaldığı doğal ölçü-örnek nedir, o da bilin­
mez. Bu konuda gerçek şaşılacak anlatımlar bulunmuştur;
'Altın çağ, günümüzün olağanüstü olanı, alın yazısı' vb., işte
bu kuraldışı olana ozanca güzellik deniyor*. Bir kadını bu öl-
çü-örneğe göre göz önüne getiren, küçük olayları büyük söz­
lerle anlatmaya kalkan bir kimse gözgülere, bağlıklara bağlı
sevimli bir kız görecek, buna gülecek de üstelik. Bir kadın
güzelliğinin ne olduğu, bir şiir güzelliğinin neye dayandığın­
dan daha iyi biliniyor da ondan. Onlar bu özdeş türden
özenti içinde şaşıp kalacaklarının bundan ileri geldiğini bile­
miyorlar. Şöyle ki; pek çok köyler vardır, kraliçe için saklan­
mış, soneler dediğimiz böyle bir ölçü-örneğe göre yaratılmış
işte, "köy kraliçeleri".

"O bir matematikçidir." ya da 'öğütçen' ya da 'söylevci'


değil de "O namuslu bir insandır." demedi. Yalnız genel ni­
teliğe bayılırım ben. İnsan birini görse bu yolla onun betiğini
düşünse (ansa) bu kötü bir belirtidir, ben ilkin bu niteliğin
saklanmasını istiyorum.

Bellek bütün us eylemleri için gereklidir.

Gelişigüzel bir söylev, dinleyicide, bir duygu, bir etki


uyandırırsa, dinleyici dinlediğinin gerçekliğini gönlünde se­
zer, onun daha önce bir insanda bulunduğunu bilmediğini
anlar. İnsan bu tür bilgiyi edinmemizi sağlayana karşı içinde
bir sevgi duyar. Söylevci kendinde olanı değil, içimizde ola-

* Çevirisini yaptığımız betikte Pascal'tn ozan Malherbe ile onun çığırına değinmek is­
tediğini gösterir bir açıklama var. (Çev. n.)

91
Blaise Pascal • Düşünceler

nı ortaya koymuş, bu iyiliği onu saygıdeğer bir kimse yap­


mıştır.

Geometri-Sezgi - Gerçek bir söylev, söylevi sevdirir, ilgi­


ye değer kılar. Gerçek aktöre, aktöreyi sevdirir. Yargı aktöre­
si, tin aktöresini sevdirir. Bu durum belli kuralların bulun­
mayışı anlamına gelir. Duyguyu düzenleyen yargıdır. Bilim­
leri us gücü düzene koymuştur. Sezgi yargıya, geometri us
gücüne dayanır. Felsefeyi beğenilir, ilginç kılan da bu yetiler­
dir.

Ne kötüdür, bu ressamlık gerçeğine karşı aşırı beğenç du­


yulmazken yapılan tabloların çekimine kaptırır kendisini in­
san.

Yığında çok anlayış gücü vardır, insanlar arasında çok ye­


nilik (özgünlük) bulunur. Geleneksel topluluklar, insanlar
arasında bir ayrım gözetmez.

Tutkumuz bizi bir iş yapmaya sürüklerse görevimizi unu­


turuz. Sözgelişi, insan başka bir iş yapma gereğinde kaldığı
sırada bile sevdiği bir kitabı okur. İnsan görevini anımsamak
için tiksinti duyduğu işi yapmayı yeğ görme gereğindedir
de, bu yolda gerçek görevini göz önünde bulundurduğu için
bağışlanır hani.

Birbirine benzeyen iki yüzden biri tek başına gülünç bir


etki yapmaz, buna karşın ikisi birden, benzeyişleri yüzün­
den, gülünç bir iz bırakır.

insan bir nesne yaratıyorsa, bu alandaki son buluşu iŞe


başlarken yararlandığı bilgidir.

92
Soylu Kişi ile Yazı Yazma Sanatı

Cicero'da, beğenmediğimiz bütün yüzeysel güzelliklerin


çok sayıda, aşırı beğenicileri vardır.

Değişik - Bir bilge, "Ben bütün ilgimi bu konuya yönelt­


mek isterim." diye konuşmalı.

Yıldırım alçak bir yere düşmüş olsaydı, bu türden konu­


lar üzerinde yargıda bulunabilen ozanların elinde bir tek ka­
nıt bile kalmayacaktı.

Bir krala 'Prens' demeyi severiz, onun niteliğini azaltıyor


da ondan.

İyi konuşan, buna karşın güzel yazamayan kimseler var­


dır. Bunun nedeni, onların tinleri özendiren yer ve dinleyici­
lerin durumudur. Bu ikisi elverişli olmayınca, o güzel konu­
şanın sesi çıkmaz daha.

Dincinin konuşmalarını, ikindi çayındaki söyleşiyi dinler


gibi dinleyen kimseler vardır.

93
7. BOLUM

DEĞİŞİK DÜŞÜNCELER
Sofulukla iyilikler arasındaki güçlü ayırımın ne olduğu­
nu deney gösteriyor bize.

Birinci basamak; kötü davranılınca insana çıkışılır, iyi


davranınca övgüler yapılır. İkinci basamak; ne övülme ne sö­
vülme.

Az çok kul değil misin? Seviyor, yaltaklanıyor sana beyin.


Bu ne güzel mutluluk, kulluk, beyin sana yaltaklık ediyor, ar­
kasından bir de dayak atıyor.

Başıboş olmaya çalışmak iyi değil. Sıkıntıların boyundu­


ruğuna girmek de iyi değil.

Montaigne'de değil, kendimde buluyorum aradığım ne


varsa.

Erdemin aşırılığını pek beğenmem doğrusu, sözgelişi kar­


şıt bir erdemin aşırılığını görmedikçe yürekliliği de. Epame-
inondas'm taşıdığı çok yüksek yiğitliği de, eli açıklıkları da
sevmem. Bunlar insanı yükselmeden çok, yıkıma götürürdü
düpedüz. Bunlarla insan, kendini olumlu bir sonuca vardı­
ran, büyüklüğünü göstermez, ancak iki nesneye birden de­
ğindiğini, bütün aralıkları doldurduğunu gösterir. Belki de
tinin bir uçtan başka bir uca yaptığı birdenbirelik bir devin-
97
Blaise Pascal • Düşünceler

me davranışıdır, sözgelişi çevreyi saran çetin bir yangında ol­


duğu gibi, gerçekten bir nokta üzerinde durmadır bu. En
azından da olsa bu tinin devingenliğini gösterir, yayılışını
göstermez.

Bir insan erdeminin neye yeterli olduğu o kimsenin çaba­


larına göre ölçülmez. Alışageldiği davranışlara göre ölçülür.

"Ortaya yeni bir nesne koymadım demiştim." bunu söy­


lemez kimse. Konunun bir bölümü yenidir. Oyunda bir to­
pun ardından koşar bütün oyuncular, oysa ancak bir kişi
eriştirir onu en iyi ereğine. Böylece bana da eski sözlere ya­
rarlı olduğum söylendi. Bu düşünceler türlü türlü diziler
içinde başka bir davranış tutumuna yol açmamış gibi. Böyle
olur gene o sözlerin türlü türlü dizileriyle başka düşünceleri
ortaya koyuşu.

Zevzeklik: En kötü nitelik.

Yeteneklerin en önemlisi, bütün öteki nesneleri bir düze­


ne koymada kendini gösterir.

İnsan mutsuzluğa alıştığından güneş-ay tutulmalarının


mutsuzluğu gösterdikleri söylenir: Böyle önceden bildirim­
ler yapmak çok kötü bir tutuma da uygun düşüyor hani. Bu­
nun karşıtı söylenip de mutluluk bildiriyorlar dense yalan
söylenecekti düpedüz. Mutluluk çok seyrek görülen gök
olaylarına bağlanır, alışılageldiği gibi yalvaççasına söylenir,
doğru...

Ölüme, ölüm korkusu içinde yaşamaktan daha kolay kat­


lanılır.

98
Değişik Düşünceler

Sonsuz varlık, başlangıçta olduğu gibi kalandır.

Irmaklar dolaşan, bizi istediğimiz yere götüren yollardır.

Çelişme doğruluk için kötü bir ölçüdür, birtakımı kesin


bulur çelişmeyi, birtakımı da çelişme olmayınca bir yanlışlık
var sanır. Çelişme yanlışlık için bir belirti değildir, ortaya bir
çelişme çıkmazsa doğruluk için bir belirti olur ancak.

Us, bir derebeyinden daha çok baskı yapar bize, biz usa
bağlı kalırsak mutsuz, ona uymazsak deliyiz demektir.

Özsevgisi - Özsevgisinin yapısı insan ben'ini insanın yal­


nız kendini sevmesine, kendi kendini gözlemesine dayanır.
İnsan ne yapmalıdır? İnsan bu sevdiği konunun pek çok ek­
siklikleri içermesine, acınmalık olmasına engel olamaz. İnsan
büyük olmak ister, küçük görür kendini, mutlu olmak ister,
acı çektiğini görür, yetkin olmak ister, olgunlaşmamış içerik­
lerle dolu olduğunu görür. Kişi sevginin, insana duyulan
saygının ereği olmak ister. Sonra kendi yanılmalarının, bu
sevgiyi ve saygıya karşı doğan tepkiye, yergiye yardımcı ol­
duğunu anlar. İnsanın içinde bulunduğu bu sıkıntı, insanda,
pek yersiz, pek suç işlercesine bir tutkunun varlığını gösterir.
Bu tutku göz önüne getirilebilir, bu tutkunun doğruluğa,
gerçekliğe karşı insana çıkışan bir hıncı da vardır, bu tutku­
dur insanı eksikliklere götüren. Bu tutkuyu yok etmek istedi
insan, oysa bunu kendi içinde dağıtamıyor, onu ancak kendi
bilincinde, başkalarının bilincinde dağıtabiliyor. Çok da sı­
kıntı çekiyor bu yolda. Yanılgıları başkalarının önünde de,
kendi gözünde de gizleniyor. İnsan, kendinde bulunan bu
eksikliği başkalarından saklıyor, onların görmelerini, anla­
malarını istemiyor.
99
Biaise Pascal • Düşünceler

İnsanın pek eksik oluşu çok kötüdür, bunda kuşku yok.


Ancak insanın eksiklerle dolu olduğunu görememesi, onları
bilememesi daha da kötüdür. Bundan insanın bu eksiklikleri
bile bile yaptığı kuruntularla çoğaltıyor sonucu çıkar. Başka­
larının bizi yanıltmasını istemeyiz, bizi yanıltmaya çalışan
kimselerin bizden kendilerine çok saygı gösterilmesini iste­
melerini de doğru bulmayız. Bizim onları yanıltmamız, onla­
rın bize kendilerine yaptığımız yardımdan çok saygı duyma­
larını istememiz de düpedüz haksızlıktır.

insanlar gerçekten bizdeki yetersizlikleri, eksiklikleri bu­


lup ortaya çıkarırsa bize haksızlık etmemiş olurlar, bu apa­
çıktır. Bu eksikliklerin, yetersizliklerin ana nedenleri onlar
değildir, bu yüzden de iyilikseverliğe karşıt bir iş yapmazlar
bize. Onlar yetersizliklerin bilgisizliğinde duran bir kötülük­
ten kurtulmamız için bize yardım ederler. Onlar, bunları bil­
diklerinden dolayı bizi yeriyorlar diye üzülmemiz de doğru
değildir, bu konuda. Onların bizi olduğumuz gibi bilmeleri,
yerilmeye değer kimselersek yermeleri doğrudur.
Bir yürekte böylesi duygular doğmuş olaydı o yürek hak­
severlikle, doğrulukla dolardı. Böyle büsbütün karşıt yaratı­
lışta olduğumuzu ortaya koyarsak gönlümüzden hangi an­
lamda söz söyleyebiliriz? Doğru değil mi bizim doğruluktan,
insanların bize söylediklerinden hınçla tiksindiğimiz, seve
seve elde etmek istediğimiz çıkarımız yolunda onlar yanılır­
larsa, gerçekten, bizi olduğumuzdan başka türlü görmelerim
isteyişimiz?

Tanrısal kayranın gereğine inanan insan kutsal bir varlık'


tır, bundan kuşkulanan kimse ne kutsaldır, ne de insanın ne
olduğunu bilir.

100
Değişik Düşünceler

Tüm nesnelerden bağımsız olmak iyi değil; gereken her


nesneyi elde bulundurmak da iyi değil.
Bu konuda bana korku salan bir kanıt var burada: Katolik
dini insan suçlarının öteki insanlardan ayrımsız olarak orta­
ya konulmasını üzerine almıyor. Bütün öteki insanlardan
gizli tutulmasına katlanıyor, bundan ancak bir tekini ayrı tu­
tuyor. O da insanın kendi içini açması, ne olduğunu göster­
mesidir...
İnsan yalnızca sinsidir, yalancıdır, ikiyüzlüdür, bütün baş­
kalarının karşısında da böyledir kendiliğinden. Doğruluğun
kendisine söylenmesini istemez, kaçınır onu başkalarına an­
latmaktan. Bütün bu ustan, doğruluktan uzak kalmış eğilim­
lerin insan yüreğinde doğal bir kökü vardır.

Ben nedir?
Bir insan önünden gelip geçenlere bakmak için pencerede
oturur, ben de onun önünden geçersem, onun pencerede ba­
na bakmak için oturduğunu söyleyebilir miyim? Diyemem, o
özel olarak beni düşünmüyor, kim bir kimseyi güzelliğinden
dolayı sevmek isterse onu sever mi? Sevmez, güzelliği öldü­
ren sivilceler, onu taşıyan kişiyi ölmeden öldürür, o kimsenin
artık onu sevmediği etkisini yapacakları için.
Beni yargımdan, belleğimden dolayı sevmek isteyen beni
sever mi? Sevmez, ben bu nitelikleri yitirebilirim, kendimi yi­
tirmeden yitirebilirim. Öyleyse bu ben nerededir, gövdede,
tinde değilse? Ne denli sevilir gövde ya da tin, ben'in ortaya
koymadığı, geçici olan bu nitelikleri istemeksizin? Bu kişinin
tinsel tözünü ya da onda bulunan nitelikleri sıyırıp da ona
karşı sevgi duyabildi mi? Bu olamaz, olsa da yersiz olurdu.
Öyleyse kişi değil de nitelikler seviliyor ancak. Bu işler, gö­
revler değerlendirilmek istenmiyor, insanlar yalnızca gizlen­
miş nitelikler içinde seviliyor.
101
Blaise Pascal • Düşünceler

Öz istenç bir kez bile kıvançlı olmayacak, istediği gibi


davranabiliyordu, gücü yerindeydi. Oysa insan ona egemen
olduğu kısa süre içinde mutludur. Ne onsuz mutsuz oluna­
bilir, ne de onunla mutlu.

Gerçek puta tapıcılar, gerçek Yahudiler, gerçek Hıristiyan-


lar dinleri içinde doğru olmalıdır...

İnsan bir yarış içindedir.

102

You might also like