You are on page 1of 95

'

"
'•
� \
'• ;{;";..'1! •""
....
! �••).: 1ııl
'1J·
.

. .

••

j v.

• • • •
" ·� ,
.....

• •
• '"·

. .

• • •

\
.. ... ·�
"
' '.
,• '
t
' '
. . . ·.. ..
.
.

' . "\' ,,. o./'


. ., · .
...... , .
• • • • •

NOAM CHOMSKY

Hazırlayanlar: Nirmalangshu Mukherji


Bibudhendra Narayan Patnaik
Rama Kant Agnihotri

Çeviren: lsa Kerem Bayırlı

BOGAZiÇi
UNiVERSiTESi
YAYINEVi
Noam Chomsky
The Architecture ofLanguage

Dilin Mimarisi
Yayın Haklan ,,.; 2000, Noam Chomsky.
Türkçe Yayın Haklan (<! 20 1 4 , BÜTEK A.Ş.
ISBN 978-605-4787-4 1 -8

BÜTEK Boğaziçi Eğitim Turizm Teknopark Uygulama


ve Dan. Hiz. San. Tic. A.Ş.
Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs, 7. Lojman,
3 . Kat, P.K. 34342, Bebek-Beşiktaş/lstanbul
Telefon: 02 1 2 359 46 30

Yönetim Yeri:
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi
Boğaziçi Üniversitesi Uçaksavar Kampüsü
Garanti Kültür Merkezi, Arka Giriş
Etiler/lstanbul

bupress(iı,boun.edu. tr
www . bupress.org

Telefon ve faks: (90) 2 1 2 257 87 27


Sertifika No: 1 0821

Genel Yayın Yönetmeni: Murat Gülsoy


Yayıma Hazırlayanlar: Sumru Ôzsoy, Ergun Kocabıyık
Kapak Tasarımı: Kerem Yeğin
Baskı: Acar Basım ve Cilt Sanayi Ticaret A . Ş .
Beysan San. Sitesi Birlik Cad . , No: 26
Acar Binası, Haramidere/Beylikdüzü, lstanbul
Telefon: (02 1 2) 422 1 8 00
Sertifika No: 1 1 957

Birinci Basım: Kasım 2014 ( 1 .000 adet)


İÇİNDEKİLER

Yayına Hazırlayanların Ô nsözü .......... . . . .............................. vii


Dil ve Dilin Tasarımı:
Delhi'de Yapılan Konuşma, Ocak 1996 ...................... 15
Tartışma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 49
Dilbilimin Kapsamı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 49
Dilin Edinimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 59
Dil Kuramı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 69
Kaynakça ... . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . 87
Dizin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 91
Noam Chomsky dil ve zihin konusunda en yaratıcı ve en
üretken yazarlardan birisi. Pek çok kitap ve makale yazmış
olmasının yanı sıra, bu konularda dünyanın birçok yerin­
de konuşmalar yaptı. Bu konuşmalardan bazıları kitap
olarak da yayımlandı. 1 Yine de, bu uzun ve gelişen listeye
bir tane daha eklememizin doğru olacağını düşündük.
Chomsky Ocak 1996'da bir haftalığına Hindistan'day­
dı. Bu ziyaret Delhi'de yapılan konuşmalar dizisiyle baş­
ladı. 2 Yaptığı beş halka açık konuşma arasında, sadece
bir tanesi onun dil ve zihin üzerine olan çalışmalarıyla
ilgiliydi.3 Bu konuşma, Delhi'deki akademik çevrelerde
daha önce hiç görülmemiş bir heyecan yarattı. Konuş­
ma bir buçuk saat sürdü ve bunu pek çok konunun tar­
tışıldığı bir soru-cevap bölümü izledi. Sorulan pek çok
soruya cevap verme fırsatı olmamıştı. Chomsky bunlara,
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'ne (MIT) döndüğünde
cevap vermeyi kabul etti. Delhi Üniversitesi Dilbilim Bö­
lümü tarafından derlenen bir dizi soru, Chomsky'e gön­
derildi. O da bir ay içinde bu soruları ayrıntılı bir biçimde
yanıtladı.
Chomsky'nin konuştuğu her yerde benzer bir he-

1 Bkz. Chomsky 1 987a, l 987b, 1 9 88, l 993a ve diğerleri.


2 Chomsky Delhi'den sonra Kalküta, Haydarabad , Tıivandrum, Mysore
ve Bombay kentlerinde bulundu.
3 Bu konuşma Delhi Üniversitesi Tagore Salonu'nda yapıldı. Diğer ko­
nuşmalar siyasi konular üzerineydi ve Delhi Ekonomi Bölümü'nde (iki
defa) , Cevahirlal Nehru Üniversitesi'nde ve Delhi Ünversitesi Shankar­
lal Salonu'nda yapıldı.
viii • Dilin Mimarisi

yecanın ortaya çıktığını biliyon.ız. Ancak, bu denli yay­


gın, uzun ve derin bir tartışma Hindistan'daki akademik
çevrelerde sıkça karşılaşılan bir dun.ım değil. Chomsky
Hindistan'ı yirmi beş yıldan beri ilk defa ziyaret ediyordu
ve yoğun programı göz önüne alındığında, tekrar ne za­
man geleceği -hatta gelip gelmeyeceği bile- belli değildi.
Dolayısıyla, bu olay, özellikle de dinleyicilerin coşkulu ka­
tılımı, kayıt altına alınmaya değerdi. Dahası, bu etkinlik­
ten hemen sonra, konuşmanın yazılı hali ve ses kayıtları
için pek çok talep geldi. Ancak dinleyiciler dağıldığında,
etkinliği düzenleyenler, Chomsky'nin MIT'ye döndükten
sonra son.ılarını yanıtladığı pek çok kişinin izini kaybetti.
Onlara ulaşmanın bir son.ımluluk olduğunu düşündük
ve kitabı bu nedenle derledik.
Kitabın yayımlanmasının bir başka nedeni de dü­
şünce dünyasına bir katkı sunmak. Chomsky'den, dille
ilgili ilk çalışmalarından başlayıp4 Yetinmeci Çizgi'nin5

4 Bu konuda Chomsky'nin Pensilvanya Üniversitesi'ne teslim edilmiş


olan doktora tezinin kısmen değiştirilmiş bir metnini içeren The Logi­
cal Stnıcture of Linguistic Theory'ye ( 1 955) bakınız. Ancak Chomsky'yi
uluslararası düzeyde tanınır kılan çalışmalar eserine ilişkin olarak
Syntactic Stnıctures, ( 1 957) ve bunun ardından Robert Lees tarafından
Language dergisinde yayımlanan incelemeydi. Dilbilimci olmayanlar
arasında Chomsky'nin tanınması, 1959'da Skinner'in Verbal Behaı.fiour
[Sözel Davranış] kitabı üzerine yazdığı incelemeye dayanır (bu konu­
da bkz. Katz ve Fodor 1 964). Massimo Piattelli-Palmari ni'nin Langua­
ge and Leaming: The Debate between Jean Piaget and Noam Chomsky
( 1 980) isimli eserinde kitaplaştınlan 1 975 yılındaki Chomsky ve Piaget
tartışması da Chomsky'ye uluslararası planda ün kazandıran başka bir
olaydır. Chomsky'nin kariyerindeki bu ve benzeri önemli olaylarla ilgili
olarak Robert Barsky'nin A Life ofDissent ( 1 997) isimli eserine bakınız.
Aynca bkz. Chomsky ve diğerleri , The Generative Enterprise ( 1982 ) . Bu
olaylann bazılan Peter Wintonick ve Mark Achbar tarafından çekilen
Rızanın İmalatı: Chomsky ve Medya adlı belgeselde de işlenmiştir.
5 Yetinmeci Çizgi (Minimalist Program) : Üretici Dilbilgisi Kuramının
1 993'ten sonra geliştirilen evresi; bir önceki evre olan Yönetim ve Bağ­
lanma Kuramından farklı olarak tümüyle yapısal ilişkiler üzerine ku­
rulmuş olan yönetim kavramı yerine Evrensel Dilbilgisi kavramını öne
sürer ed. notu.
Yayına Hazırlayanlann Ônsözü • ix

(Chomsky 1995b) ortaya çıkışına kadar geçen süre içinde


meydana gelen olayların tarihsel bir dökümünü sunma­
sı, ayrıca üretici dilbilgisini6 tanımlayan en yeni teknik
gelişmelerden bahsetmesi istenmişti. Yani bu, hem halka
açık bir konuşmaydı hem de uzman dilbilimcileri ilgilen­
diren teknik tartışmaları içeriyordu.
Chomsky'nin bunu ne ölçüde başarmış olduğuna
okurlar karar verecektir. Ancak bu işe kalkışılmış olması
bile hayret verici. Tek bir konuşmanın içinde, yakın bir
zamanda basılmış olup da bu kadar çok konudan bah­
settiği başka bir çalışmasını bilmiyoruz. Bildiğimiz kada­
rıyla, onun yayımlanan konuşmaları -ya da konuşma di­
zileri- çoğunlukla ya teknik çalışmalarından yüzeysel bir
şekilde bahseden genel ve felsefi tartışmaları7 ya da kı­
saca genel birkaç sözden sonra derin teknik tartışmaları
içeriyor. Chomsky bu konuşmada, her ikisini de gerçek­
leştirdi. Bunu da, konuşmanın dikkatle planlandığını gö­
zönüne aldığımızda, yalnızca bu etkinliği düzenleyenlerin
zorlamasından dolayı yapmadığını görüyoruz. Chomsky,
bizce bu konuşmasında, gitgide erişilmez hale gelen bir
üretkenlik göstermeye gayret etti.
Bir araştırma programının genel kavramsal hedefleri­
nin, teknik çalışmalarda yeterince görünmemesi bilim ta­
rihinde yaygındır. Bazı kavramsal tezleri ortaya atabilmek
için birçok felsefi, yöntemsel ve akla yakın tez savunula­
bilir, ama ampirik çalışmalar uzun bir süre bu tezlerden
hiç etkilenmeden yoluna devam eder. Çağdaş dilbilime
baktığımızda, Evrensel Dilbilgisi'nin genetik bir yapı
olarak ele alınması bugünkü dilbilimin doğuşundan bu
yana açıkça belirtmiş olduğu bir hedef olmasına karşın,8
ampirik araştırmaların çok uzun bir süredir bu soruya

6 ı 9601arda Noam Chomsky tarafından geliştirilen dil bilgisi kuramı.


Üretici Dilbilgisi, dilin bütününü oluşturan sayısız tümçe diı:ilerinin,
birtakım sınırlı biçimsel kurallardan oluştuğunu varsayar ed. notu.
7 Bunlar dipnot 1 'de belirtilen eserleri de içeriyor.
8 Bu hedefin açık ve net bir ifadesi için Chomsky'nin Aspects ofthe Theory
ofSyntax ( 1 965) isimli eserinin özellikle ilk bölümüne bakınız.
x • Dilin Mimarisi

pek bir katkısı olmadığı hatırlanacaktır. Bunun nedeni,


Evrensel Dilbilgisi'nin tasarım ilkelerinin, araştırmalar­
da kullanılabilecek bir düzeyde bilinmiyor olmasıydı.
Chomsky'nin konuşmasında ifade ettiği gibi, buradaki ilk
dönüm noktası, kavramsal tezlerin gerçek ampirik çalış­
malarda karşılığını bulmaya başladığı l 9801erin başında
ortaya çıkan ilkeler ve parametreler yaklaşımı oldu.
Bu, kaçınılmaz bir biçimde, Chomsky'nin yazdıkları da
dahil olmak üzere daha sonraki katkılarında biçim ve içerik
değişikliklerine yol açtı. Örneğin, Chomsky Knowledge of
Language [Dil Bilgisi] (1986)9 isimli kitabının daha büyük
bir kısmını (aslında önemli bir bölümünü), sonraki yıllar­
da pek çok çalışmaya yön veren teknik tartışmalara ayırdı.
Artık, genel felsefi tezlerin, gerçek ve ustalıkla elde edilmiş
aıııpirik bulgularla ve yeni teknik araçlarla incelenebildiği
za ıııanlar gelmişti. 10 Bu za ırıanlarda bile, sıradan bir okur
teknik kısımları göz ardı edip alanın genel gidişatına dair
fikir edinebiliyordu. Aynca uzman dilbilimcilerin, bu daha
'felsefi' bölümleri, tezlerin temel noktalarını kaçırmadan,
göz ardı etmesi de mümkündü. Fakat bu iki yönelim de
gittikçe daha zor hale geliyordu.
İlkeler ve parametreler yaklaşımı Evrensel Dilbilgi-

4 Bkz. Chomsky 1 986a.


1° Chomsky dil ve zihin üzerine üç tür kitap yazmıştır: (a) yalnızca uzman
dilbilimcileri ilgilendiren teknik yazılar (Chomsky 1 955, 1 965, 1 98 1 ,
ı 982 , ı 986b, ı 995b ve diğerleri), (b) daha geniş bir okur kitlesini heder
alan genel yazılar (Chomsky 1 987a, 1 987b, 1 988, 1 993a, 1 997 ve diğer­
leri) , ve (c) yakın alanlardaki bilim insanlarını ve aynı şekilde dilbilim­
cileri ilgilendiren kısmen teknik yazılar (Chomsky 1 966, 1 972a, 1 975,
1 980, 1 986a) . Alexandre George'un ( 1 987: 1 55) belirttiği gibi, (c)'dekiler
" . . . Chomsky'nin dilbilim projesini içinde gördüğü genel çerçevenin be­
lirtilmesi, yeni kuramın aynntılan ve Chomsky'nin konuya gelebilecek
her türlü eleştiriyi, özellikle de felsefi eleştirileri, ortadan kaldıran, artık
çok iyi bilinen 'bütün köşeleri kapa' bölümü". Chomsky ( 1986a) çalış­
masından beri bu genişlikte bir yayın yapmamıştı. Bize göre, mevcut
konuşma (a) ve (b) gruplarına giı ıııiyor. Uzunluk ve kapsam açısından
bu çalışma (c)'de ifade edilen çalışmalardan çok daha küçük olsa bile,
biz söz konusu çalışmanın bu gruba girdiğine inanıyoruz.
Yayına Hazırlayanlann Ônsözü • xi

si'nin ve dil yetisinin ilkelerinin neler olduğu samsunu


dilbilim araştırmalarının merkezine koydu . 1 1 Dil yetisinin
beklenmedik ve derin özellikleri ortaya çıkmaya başladı­
ğında, birkaç yıl öncesine kadar hayal bile edilemeyen sa­
nılar sanılmaya başlandı. Dil ediniminin meydana geldiği
koşullar düşünüldüğünde, zihnin dilin edinimine adan­
mış bölümleri tam olarak nasıl çalışıyor? Kuramın hangi
kısmı bu yapıyı açıklıyor ve hangi kısmı sadece kuram­
sal açıdan kolaylık sağladığı için orada? Dil yetisi han­
gi anlamda biyolojik bir sistem? Bu sanıların sonıluyor
olması, sıkı bir ampirik araştırmayla inceleniyor olması
bile olağandışı. Genel, kavramsal ve teknik pek çok kaygı ,
bu şekilde tek bir programda birleşiyor. 1 2 Bu parçalardan
herhangi birine teğet geçen birinin, bütün programla ilgili
çok önemli bir şeyi kaçırması çok muhtemel. Bu yalnızca
herhangi bir okur için değil; uzman dilbilimcileri de kap­
sıyor. Böylece, işin kendisi bir yandan zorlaşıyor ama bir
yandan da daha öncelikli hale geliyor.
Bizce bu konuşma Chomsky'nin felsefi ve kavram­
sal konular ile teknik yenilikleri ve aırıpirik çalışmaları
bir araya getirmeye çalıştığı bir etkinlik oldu . Konuşma,
sonunda Yetinmeci Çizgi 'ye yol açacak olan noktalar üze­
rinde durarak üretici dilbilgisinin bütün tarihini kapsadı.
Bu sırada, dil yetisinin de dahil olduğu bilişsel sistem­
lerle ilgili mevcut çalışmaların dayandığı varsayımları da
daha açık hale getirdi ve araştırmaların ilerleyebileceği
yönlere ilişkin işaretleri ortaya koydu. Bu süreçte pek çok
eski sanı tekrar sonıldu, geçmişte ana tartışma konusu
olan birçok sanı ya kenarda kaldı ya da hiç sonılmadı
ve yeni programın temel mantığı şaşırtıcı bir derinlik ve

11
Jan Koster, Henk van Riemsdijk ve Jean- Roger Vernaud'ın GLOW
Manifestosu'na (Carlos Otero (haz.) 1994, c. 1 , s. 342) bakınız. 'GLOW'
Avrupa'da yer alan uluslararası bir kurum olan 'Generative Linguists in
the Old World'ün (Eski Dünyadaki Üretici Dilbilimciler) Jasaltmasıdır.
12
Bu noktada, bilim tarihinin daha aydınlıkta olan kısımlanyla benzer­
lik kurulabilir, ancak bu iş okura bırakılmıştır. Chomsky tartışma kıs­
mında bununla ilgili bazı ipuçları veriyor.
xii • Dilin Mimarisi

açıklıkla ifade edildi. Çağdaş üretici dilbilgisinin içerden


anlatılan bir tarihini merak edenler bu konuşmayı son
derece öğretici bulacaklar.
Doğal olarak, uzman dil bilimciler de dahil olmak üzere
dinleyicilerin hepsi sorular sordu. Chomsky'nin genişletil­
miş , sabırlı yanıtlan, konuşma sırasında pek de değineme­
diği pek çok konunun açıklık kazanmasını sağladı. Dolayı­
sıyla, konuşma ve ona dönük tepkiler, yeni prograıııın pek
çok ayırt edici özelliğinin açıkça ifade bulduğu anlaşılabilir
bir bütün oluşturuyor.
Belirttiğimiz gibi, soruların bazıları bu süreçte ya­
nıtlanmış, bazılannın yanıtları ise MIT'den gelmişti. Bu
etkinliğin heyecanı (ve bununla gelen kafa karışıklığı so­
nucu) , Chomsky'nin konuşma sırasında zaten cevapla­
mış olduğu sorulara yazılı olarak da cevap verdiği ortaya
çıktı. Bu şekilde bazı soruların sözlü ve yazılı iki cevabı
olmuş oldu . Bazı cevaplar içerik ve biçim açısından çok
farklıydı; fakat kitabın amacına uygun olarak, bu iki ce­
vabı tek ve tutarlı bir metne dönüştürmeye çalıştık. Bu
''birleştirilmiş'' cevapları bulma işini okura bırakıyoruz ve
eğer bulamazsa kendimizi başarılı sayacağız.
Tartışma kısmının örgütlenmesine gelince, sorular ya­
zılı olarak verilmiş olduğu için belli bir sırada cevaplanma­
mış olması işimize yaradı. Çok farklı olmalanna rağmen,
sorular genellikle konuşmanın üç temel bölümüne karşılık
gelen üç ana başlıkta toplandı: dilbilimin kapsamı, dilin
edinimi ve dil kuramı. Buna göre, sorular ilgili başlık altın­
da genelden özele doğru sıralandı.
Ele alınan konulan daha ileri götüııııek isteyen okurlar
için kitaba bazı açıklayıcı notlar ve bir kaynakça ekledik.
Okurun da fark edebileceği gibi, Chomsky alanın ileri düzey­
deki konulan hakkında konuşurken daha kısıtlı sayıda din­
leyiciye seslendiğini hissetti. Biraz daha anlaşılır olmasına
özen gösterildiğine inandığımız genişletilmiş notlann, bazı
okurlara teknik noktalarda, anlatılanlann daha rahat anla-
Yayına Hazırlayanlann Ônsözü • xiii

şılmasına yardımcı olacağını düşünüyoruz. 1 J Chomsky'nin


eklenen bu bölümlere bakıııa fırsatı olmadığı için, bunların
bütün sorumluluğu bize aittir.
Bu iş , üçümüz arasında şu şekilde paylaşıldı: Mukherji
ve Patnaik ses kayıtlarının ilk olarak yazıya geçirilmesini
sağladı; 14 önsözün ilk taslağını yazdı, notların ve kaynak­
çanın ilk listesini hazırladı. Patnaik teknik notları yazdı ve
bazı notlar ve kaynaklar ekledi. Agnihotri her aşaırıada ha­
zırlananlara baktı ve bazı değişiklikler önerdi; aynı zaırıan­
da Mukherji, Patnaik, Chomsky ve yayıncılar arasında bir
köprü görevi görerek projeyi yönetti. Her birimiz defalarca
kuşkularımızı diğerleriyle paylaştık. Bu küçük kitap ger­
çekten de Chomsky'nin mümkün kıldığı işbirliği içinde
dostane duygularla yapılan bir çalışmanın sonucudur.
Bu etkinliği maddi yönden desteklediği için Delhi Üni­
versitesi Dilbilim Bölümü'ne ve kitabın haz1rlanmasını ko­
laylaştırdığı için Hindistan İ leri Araştır rııalar Enstitüsü 'ne
teşekkür etmek istiyoruz. Aynca yardımları ve yüreklen­
dirmeleri için Profesör A. K. Sinha'ya da teşekkür ederiz.

ıJ Notlarda açıklığa kavuşturulan teknik kavramlar, ilkeler ve paramet­


reler yaklaşımının ilk evrelerindeki çalışmalardan alınmıştır. Yeri gel­
diğinde, bu kavramların sonraki çalışmalarda nasıl değiştirildiği ya da
kullanımdan kaldınldığı konusunda da bazı genel ipuçlan verilmiştir.
ı4 Konuşmayı ve tartışmayı yazılı hale getirmek bilindik sorunlara neden
oldu:
Sorunun bir kısmı yazıya dökme koşullarından kaynaklanıyor; bu koşul­
larda öbekleri birbirinden ayıran tonlama ve zamanlamalar kaybedilir ve
en yüksek duyarlıklı kayıtlar dışındaki kayıtlardan yazıya dökme işi pek
güvenilir değil. Evet, Beyaz Saray'ın bağımsız düşük duyarlıklı kayıtlannın
yazımlarında birçok soru uyandıran bölümler daha anlamlı hale getiril­
miştir. Örneğin, Ben aaa, mmm gitsin istiyorum gibi bir ifade Ben onlann,
aaa, gitmesini istiyorum olarak yazılmıştır (Pinker, 1995: 224).

Biz yüksek duyarlıklı kayıtlar kullanmadık. Önce, aaa, mmm1an sil­


dik ve onlann yaptık; noktalama işaretleri, paragraflar ve benzerlerini
ekledik. Çeşitli düzeltmelerden sonra, çeşitli önerilerle birlikte bir tas­
lak Chomsky'ye gönderildi. Chomsky bunlar üzerinde birçok düzelt­
me, değiştiı ıııe, ekleme ve çıkarma yaptı. Bunlar son kontrollerden
önce metne yerleştirildi.
xiv • Dilin Mimarisi

Chomsky'ye gönderilen sorulan toplayıp düzenlediği için


Tista Bagchi'ye de müteşekkiriz. Son olarak da, bu etkin­
liğe bu denli bir ilgi gösterdiği için Noarıı Chomsky'ye en
derin teşekkürlerimizi sunuyoruz.

N . Mukherji
B . N . Patnaik
R . K . Agnihotri
Yapmayı çok istediğim iki şey arasında kalmış duıumda­
yım. İ lki, az önce soıulan ilginç sorularla ilgili konuşmak; 1
diğeri ise bugün benden istenen konuda görüşlerimi
ifade etmek, ki bu tamamen farklı bir konu. Profesör
Agnihotri'nin yönelttiği sorularla ilgili konuşmak isterim
ama sanının en iyisi bunu tartışma kısmına bırakmak
olacak.

Beni duyabiliyor musunuz? Belki duyamıyorsunuz.


(Dinleyicilerin bir kısmı): Hayır
'Hayır' dediğinize göre duyabiliyorsunuz.

Bu iki konu arasında bir ilişki olup olmadığı sorusu­


nun kısa cevabı şu: Evet, ben ikisiyle de ilgileniyorum.
Biri dilin biyolojik bir organ olmasıyla ilgili -böyle olduğu
aşikar- ve bence bu soru, insan türünün temel doğasıyla
ilişkili çok önemli bir ipucu içeriyor. Diğer konu ise insan
yaşamı, sorunları ve dilin bir sömürü aracı olarak kulla­
nılması ve benzeri konularla ilgili. Fakat bu ikinci konu­
da, bildiğim kadarıyla, derinlikli olarak anlaşılan hiçbir
şey yok. İ nsanlar varmış gibi davranabilir ve konuyu kar­
maşıkmış gibi gösterebilirler; bu entellektüellerin işidir.
Ancak işin gerçeği, anlaşılan şeylerin son derece yüzeysel
olduğudur; bunlara ulaşmak da zaten çok kolaydır.
Bilim çok tuhaf bir etkinliktir. Sadece basit sorun­
larda işe yarar. Doğa bilimlerinde bile, en basit yapıla-

1 Açılış konuşmasında, Delhi Üniversitesi'nden Rama Kant Agnihotri şu


tip sorular sordu: Chomsky'nin siyasi götiişleri onu neden, dili top­
lumsal sömürünün araçlarından biri olarak görmeye zorlamıyor? Nasıl
olur da insanlann acılarına bu denli duyarlı birisi, dili, toplumsal güç
ilişkilerinin temel bir parçası olarak değil de sadece biyolojik ve bilişsel
bir sistem olarak görür?
1 6 • Dilin Mimarisi

rın dışına çıkıldığı anda, her şey betimleyici bir hal alır.
Örneğin konu büyük moleküller olunca, neredeyse tek
yaptığınız şey betimlemektir. Derin bilimsel çözümleme­
lerin insanların sorunlarıyla, hayatlarıyla ya da birbirle­
riyle ilişkileriyle ilgili bir şey söylediğini sanmak bence
boş bir beklentidir. Bu çıkarcı beklentinin kendisi, bir
baskılama ve sömürü tekniğidir ve bundan kaçınılmalı­
dır. İ nsanların, bilim insanlarının üniversite eğitimi ya da
özel yöntemler olmaksızın edinilemeyecek bilgilere sahip
olduklarına inanmalarının önüne geçmek elbette aka­
demisyenlerin sorumluluğudur. Eğer bir konu basit ise,
basit olarak ifade edilmelidir. Yok, eğer söylenmesi gere­
ken basit olmayan, ciddi bir şey varsa, o zaman, tamam ,
bu önemli ve ilginçtir. İ nsanların ilgileri ve endişeleriyle
alakalı kimi sorulara belki de derin cevaplar bulabiliriz,
fakat bu çok nadiren doğrudur. Her neyse , benim dü­
şüncelerim bu yönde, yani her iki konuyla da ilgiliyim2
ve ikisine de çok zaman ve emek harcıyorum ; ama bence
bunlar bir araya gelmiyorlar.
İzninizle rasyonel araştırmanın (yani doğa bilimlerinin
yönteminin) karmaşık organizmaların anlaşılmasında şa­
şırtıcı bir biçimde işe yarıyor gibi göründüğü bir alanla, in­
san dili alanıyla ilgili konuşayım. Bu, insanın yapısındaki
karmaşık işleyişle alakalı birkaç alandan biri. Burada gö­
rünüşte şaşırtıcı şeyler, hatta belki de oldukça derin şey­
ler, doğal dünyanın başka bazı yönlerini araştırarak elde
edebileceğimiz türden şeyler bulabiliriz. Bu tip çok fazla
alan bulamazsınız ve insan dili de bu alanlardan biri gibi
görünüyor ya da en azından benim umudum bu yönde.
Yapmak istediğim şey, uzun bir geçmişe dayanan bir

2 Chomsky 1 986a'da bunlar 'Platon'un Sorunu' ve 'Orwell'ın Sorunu' ola­


rak adlandırılmıştır. Bu sorunlar arasındaki olası ilişkilerle ilgili olarak
bkz. Chomsky 1 993b. Chomsky toplum ve siyaset hakkındaki görüşle­
riyle ilgili olarak bkz. Barsky 1 997'deki kaynakça. Ayrıca bkz. editörün
önsözünün notlarında bahsedilen belgesel ve Rai 1 995. Bu konuşma
Orwell'ın Sorunu ile ilgili olmadığı için Chomsky'nin bu alandaki çok
sayıda çalışmasını kaynakçada belirtmedik.
Dil ve Dilin Tasanmı • 17

araştırma programının yakın zamanda geçirdiği birtakım


aşamaların anahatlarını ortaya koymak. Konuyu, 'Yetin­
meci Çizgi' olarak adlandırılan programda son birkaç yıl­
da gerçekleşenlere getireceğim. Bu programın arkaplan
varsayımlarından, gerekçelendirilmesinden, takip edilen
bazı çalışma doğrultularından ve bunların zihin ve dil
çalışmaları üzerine klasik sorularla bağlantısından bah­
sedeceğim. Bu son konuya ancak çok az değinebileceğim;
dilerseniz bu sorular çok güncel olduğu için bunlarla
devam edebiliriz. Dilbilimsel çalışmalar hızlı bir biçimde
oldukça teknik hale geliyor ama ben genel çerçeveyi su­
nacağım. Ama dediğim gibi, eğer isterseniz, daha teknik
meselelerle ilgili olarak da konuşabilirim.
Bazı arkaplan varsayımlarıyla başlayalım. Bunlar as­
lında bildik şeyler ve galiba pek çok kişinin düşündüğün­
den çok daha yüksek oranda kabul görmüş durumdalar;
bu programa özgü olduklarını düşünmüyorum . Genelde
üstü kapalı olarak kabul ediliyorlar; fakat konuyu ciddi
olarak anlamaya çalışacaksak, üstü örtülü varsayımla­
rı açık hale getirmeliyiz. Bunların bildik ve genel şeyler
olduğunu söylemek eleştirilmeden kabul edilmeleri ge­
rektiği anlamına gelmiyor; böyle bir şey olamaz. Bu var­
sayımları düşündüğünüzde, pek çok açıdan şaşırtıcı ve
-bu nedenle de deneysel bakımdan inandırıcı oldukları
ölçüde- ilginç olduklarını fark edersiniz.
Bunların ilki, dille ilişkili bilgilere ve dilin kullanımı­
na adanmış bir dil yetisinin var olduğu ve bu yetinin de
zihnin-beynin bir parçası olduğu varsayımıdır. Bu, be­
dende belli bir işlevdir; belli bir işlevi yerine getirmeye
yönelik olan görme sistemine kabaca benzer bir şekilde,
bunu da belli bir işe yönelmiş bir dil organı olarak düşü­
nebiliriz. Bu bir varsayımdır; ama doğru olduğuna dair
güçlü kanıtlar var.
Dahası, bunun iki anlamda insana özgü olduğuna
dair de güçlü kanıtlar var. Öncelikle, ciddi patoloj ileri bir
yana bırakırsak , insan türü içindeki farklılıklar fazla de­
ğilmiş gibi görünüyor. Çok geniş bir ölçüde, bu yetinin te-
1 8 • Dilin Mimarisi

mel özellikleri aynı gibi. Bu anlamda görme sisteminden


çok farklı değil. Fakat insan türüne özgü olması bakımın­
dan görme sisteminden farklı; yani görünüşe bakılırsa
bu, türe özgü bir olgu. 3 Başka akraba türlerde herhangi
bir kökendeş (yani biyolojik olarak ilintili) hatta görevdeş
(daha zayıf bir özellik olan işlev bakımından ilintili) karşı­
lığı bile yok gibi görünüyor.
Hayvanlar dünyasında, dil yetisinin özellikleriyle
benzerlikler bulmak isterseniz çok uzak da olsa bulabilir­
siniz. Ancak, en benzer sistemlerin, dil bakımından hiçbir
evrimsel tarihi paylaşmadığımız böceklerde ve kuşlarda
bulunması ilginçtir. Görece daha yakın bir evrimsel geç­
mişi paylaştığımız canlılara, örneğin primatlara baktığı­
nızda ise ilginç benzerlikler taşıyan neredeyse hiçbir şey
bulamazsınız. Bu da dil yetisinin şaşırtıcı ve beklenmedik
bir şekilde biyolojik olarak yalıtılmış olduğunu gösterir.
Bunu bir masal gibi anlatacaksak, güya çok uzun
zaman önce ortalıkta dolaşan bir primat vardı ve belki
de bir kozmik ışın banyosundan sonra bu canlıda rast­
lantısal bir mutasyon meydana geldi. Bu mutasyon beyni
tekrar düzenledi ve aslında bir primat beyni olan nesneye
bir dil organı ekledi. Bu, kelimesi kelimesine doğru oldu­
ğu düşünülmemesi gereken bir hikaye. Ancak, dil dahil
diğer evrimsel süreçlerle ilgili anlatılan pek çok masaldan
daha gerçek olabilir.
O zaman bir dil yetisi olduğunu ve bu yetinin en azın­
dan bilgiyi saklayan bilişsel bir sistem içerdiğini varsaya­
lım . Bu sistemin bilgilerine giriş yapabilen başka sistem­
ler de mevcut olmalı, buna edim [performans] sistemleri
diyelim. Bu aşamada ortaya ciddi bir soru çıkıyor: dil ye­
tisinde saklanan bilgiye erişimi olan bu sistemler hangi
ölçüde bu yetinin bir parçasıdır? Yani, bu edim sistemleri
ne ölçüde dile özgüdür? Örneğin, kendilerine dil yetisi ta-

3 lnsanın görme sistemi ile dil yetisi arasındaki benzerlikler ve farklı­


lıklarla ilgili olarak diğerlerine ilaveten bkz. Chomsky 1 980, Bölüm 6;
1 988, Bölüm 5 .
Dil ve Dilin Tasanmı • 19

rafından verilen bilgilere giriş yapabilen söyleyiş-algılayış


sistemlerini, duyu-motor sistemlerini ele alalım. Bun­
lar dil yetisinin bir parçası mıdır? Dile mi özgüdürler?
Bu pek bilinmiyor. Genelde varsayıldığı şekliyle bunlar
kısmen dile özgü, kısmen de bağımsızdır. Ancak bu bir
araştırma sorusudur; bu soruyu duyu-motor sistemi sü­
reçleri düzeyinde bile cevaplaması zordur; ayrıca büyük
ihtimalle anlaşılması güç başka süreçler de söz konusu­
dur. En azından bir noktaya kadar, edim sistemleri dilin
bir parçası gibi görünüyor.
Edim sistemleriyle ilgili bir başka deneysel soru da
bunların değişip değişmediğidir. Bunlar sabit ve değiş­
mez midir, yoksa gelişiyorlar mı? Dil edinim düzeneğiyle
ilgili çokça tartışma var; ama dikkat ederseniz bunlar dil
yetisinin bilişsel sistemine odaklanmıştır. Bu sistem el­
bette değişiyor. Dil yetisinde saklanan bilgi, yaşam süreci
içinde değişir; Hintçe bilen biri İngilizce bilen birisi değil-
- - - - - - - -
-

dir. O halde ortak bir durumda birtakım değişiklikler ya-


şanmış. Edim sistemleri değişti mi peki? Bu soruya daha
yakından bakıldığında pek çok ilginç ve zor soru ortaya
çıkmasına karşın, bu konuda kimse pek bir şey bilmiyor.
Dil üzerine yapılan çalışmalar, genellikle bu konuların
dilin ve belli dillerin çalışılmasını etkilemediği yönündeki
üstü kapalı ve basitleştirici varsayıma dayanır. Bu var­
sayım doğru olsaydı çok ilginç olurdu; bu nedenle de bu
muhtemelen yanlış. Bilgisizliğimizden kaynaklanan bir
varsayım bu; ama yanlış olup olmadığını bilmiyoruz. Bil­
mediğiniz bir şeyle karşılaştığınızda, en basit varsayıma
dayanırsınız. Kendimizden emin olamasak da en basit
varsayım bunun doğru olduğudur. Bir süre sonra edim
sistemlerinin gelişiminin, dil yetisinin bilişsel sisteminin
araştırılmasıyla bütünleştirilmesi gerektiğini anlayabi­
liriz; ama şimdilik bu konuda fazla bir şey bilmiyoruz.
Onun için bir kenara bırakıyoruz. e

Şimdi de bakabileceğimiz şeye odaklanalım, yani çe­


şitli durumların değiştirdiği kesin olan dil yetisinin bi­
lişsel sistemine. Onun genetik olarak belirlenmiş ortak
20 • Dilin Mimarisi

ilk durumu, iç gelişim süreçlerinden ya da elbette dış


deneyimden kaynaklanan farklı koşullarda ortaya çıkan
yeni durumlarıyla aynı değildir. Bu, 'dil edinimi' dediği­
miz şeydir. Buna bazen 'öğrenme' de deniyor; ama bu
'öğrenme' diye adlandırılabilecek şeylerden daha çok bir
'gelişim' süreci olduğu için , bu terimi kullanmak olduk­
ça yanıltıcıdır. Doğru uyartıların bulunduğu bir çevreye
çocuğu koyuyorsunuz; dil edinimi çocuğa olan bir şey.
Çocuk hiçbir şey yapmıyor; bu yemek yedikçe büyümeni­
ze benziyor. Bu sistemin gelişimi, deneyime bağlı olarak
farklı durumlara girebilen görme sisteminin gelişimine
benziyor.
Dil yetisi tarafından edinilen farklı durumlann (yani
farklı dillerin) , yalnızca yüzeysel anlamda birbirinden
farklı olduğu ve bunların ortak bir dil yetisi tarafından
belirlendiği konusunda kendimizden emin olabiliriz.
Buna inanma nedenimiz çok açık. Edinim için gerekli
deneyim, açıkçası çok kısıtlı. Mevcut deneyimi irdeleye­
biliriz; ona bakabilir ve ne olduğunu görebiliriz. Bu dil
deneyimi, mevcut bir ortak yapıyı değiştirmekten başka
bir şey yapma konusunda çok sınırlı ve bölük pörçük ol­
duğu açıktır. 4
Bu arada, yukarıdaki çıkarım diğer bütün gelişim sü­
reçleri için aşikar ve sıradan görülürken, aynı çıkarımın
zihinsel yetiler söz konusu olduğunda son derece tartış­
malı görülmesi çok ilginçtir. Herhangi bir gelişim sürecini
ele alalım; bir embriyoda kanatlann değil de kolların ge­
lişmesi ya da (doğum sonrası bir örnek vermek gerekirse)
insanların belli bir yaşta ergenlik geçirmeleri gibi. Biri,
bunun deneyimlerin bir sonucu olduğunu iddia etse, in­
sanlar ona güler ya da biri çıkıp bir çocuğun akran bas­
kısı ('Onlar yapıyorsa ben de yaparım!') gibi bir sebepten
ötürü ergenlik yaşadığını iddia etse, insanlar bunu gü-

4 Uyartı eksikliği tezi. Bununla ilgili olarak geniş bir tartışma için
bkz. Piattelli-Palmarini 1 980. Aynca bkz. Chomsky 1 986a. Bu tezin,
Chomsky'nin çalışmalanndaki önemiyle ilgili olarak bkz. Wexler 1 99 ı.
Dil ve Dilin Tasanmı • 21

lünç bulur. Ama bu, dilin gelişiminin deneyimlerin bir


sonucu olduğu inancından daha gülünç değildir.
Hatta daha az gülünç olduğu bile söylenebilir. Bir
canlıda neden kol ya da kanat geliştiği, bir canlının ne­
den belli bir yaşta ergenliğe girdiği ya da, benzer şekilde,
neden az çok belli bir yaşta öldüğü hakkında pek az şey
biliniyor. Bu özellikler genetik olarak belirlenmiştir, fakat
çok da iyi anlaşılmamıştır. Bunların genetik olarak belir­
lenmiş olduğu varsayılır ve, gayet iyi bir sebepten ötürü,
biyolojideki bütün araştırmalar bunu doğal olarak kabul
eder. Gelişmenin yaşandığı çevre koşullarına baktığınız­
da, orada son derece belirli, ayrıntılı ve benzer süreçleri
yönetecek yeterli bilgi yoktur. Bu nedenle de, melekleri
bir yana bırakırsak, bunun iç kaynaklı (genetik) ol duğu­
nu varsayarsınız.
Aynı tezler zihin yetileri için de tamamen geçerlidir.
İ nsanların bu tezi kabul etmemelerinin sebebi, dualizmin
akıl dışı bir türünün kalıntılarıdır. Üstelik dil söz konusu
olduğunda, onunla bağlantılı zihin durumunun özellik­
leriyle ilgili bir şeyler biliyoruz. Yani bir anlamda kollar,
kanatlar ve ergenlik meselelerinden daha iyi durumdayız.
Temel varsayımlar bunlar işte.
Bir dilin, dil yetisinin aldığı belli bir durumdan daha
farklı bir şey olmadığını düşünebiliriz. Bu, dile dönük
kuramsal sorgulamanın size verdiği, dil kavramıyla ilgili
sezgilere en yakın kavramsallaştırmadır.5 O halde belli

5 içsel dil ve dışsal dil tartışmasıyla ilgili olarak bkz. Chomsky l 986a
ve ayrıca 1 99 1 . [Aşağıdaki şemayı akılda tutmak, okurun devam eden
tartışmayı daha iyi anlamasına yardımcı olacaktır.
Sözlükçe
!Kelimeler, Ekler)

Sözdizim
!Kelimelerin ve eklerin bir araya geldiği sistem)

Ses Yapısı Mantık Yap ısı


!Söyleme-Algılama Sistemi) !Kavram-Niyet Sistemi)
22 • Dilin Mimarisi

bir dili (Hintçe, İ ngilizce ya da Suahilice olsun) dil yetisi­


nin belli bir durumu olarak düşünelim. Bu durumda bir
kişinin bir dili bildiğini ya da bir dili olduğunu söylemek,
o kişinin dil yetisinin o durumda olduğunu söylemektir.
Dil , bu anlamda, edim sistemlerine talimatlar verir.
- Bir sonraki soru şudur: Peki bunu nasıl yapar? Bu
noktada ortaya şöyle bir varsayım çıkar: Bunu 'dilsel ifa­
deler' denilen bir biçimde yapar. Her 'dil ifadesi' birtakım
özelliklerin toplamıdır. Bunun teknik ifadesi, dilin 'son­
suz sayıda ifade üreten bir sistem ' olduğudur ve bu ne­
denle de bir dilin kuramına 'üretici dilbilgisi' denir.6 Edim
sistemlerinin , iki farklı bilgi türüne erişimi olan yalnız­
ca iki bölüme ayrıldığı varsayılır: kabaca, ses ve anlam .
Bir tür ses ifadeleri ve bir tür anlam ifadeleri vardır. Bu
varsayım binlerce yıl öncesine dayanır; şimdi biz bunu
daha açık hale getirmeliyiz. Ses ifadelerine duyu-motor
sistemleriyle erişilir ve anlam ifadeleri (bunun ne anlama
geldiğini açıklamamız gerek) dünya hakkında konuşmak,
soru sormak, fikir ve duygulan ifade etmek için bilgi ve
ifadeleri kullanır.

Sözlükçe; kelimeler, ekler ve bunların ses ve anlam bilgilerini saklayan


bir tür sözlüğe benzetilebilir. Bu ekler ve kelimeler, sözdizim kısmı deni­
len bölmede bir araya getirilerek öbekleri ve cümleleri oluşturur. Dilbil­
gisinin üretici kısmı burasıdır. Bu cümlelerin sesle ilgili ilişkileri (ünlü
uyumu gibi ilişkiler) Ses Yapısı bölümünde görülebilir durumdadır.
Anlamla ilgili ilişkileri (bir olumsuzlama ekinin cümlenin hangi öbekle­
rini etkisi altına alabildiği ya da adılın kime gönderimde bulunacağını
gösteren ilişkiler) Mantık Yapısı tarafından okunabilmektedir. Burada
dikkat edilmesi gereken bir nokta, sözdizimden çıkan nesnelerin, Ses
Yapısı ve Mantık yapısı için "girdi" işlevi gördüğüdür çev. notu.]
6 Aşağıdaki alıntı, Chomsky'nin konuşmasında 'ifadeler' olarak bahset­
tiği 'yapısal ifadeler'in üretici dilbilgisinde 'üretme' kavramını daha ay­
rıntılı anlatmaktadır:

... dilbilgisi betimlediği tümceleri ve onların yapısal betimlemelerini üre­


tir; dilbilgisi, bir dilin tümcelerini 'zayıfça üretir'ken bu tümcelerin yapısal
betimlemelerini 'kuwetle üretir.' Dilbilimcinin dilbilgisinden 'üretici dilbil­
gisi' olarak söz ettiğimizde, bunun yalnızca o dildeki tümcelerin dilbilgisi
tarafından nasıl tanımlandığını belirtmek için yeterli olduğunu kastederiz.
(Chomsky 1980:220)
Dil ve Dilin Tasanmı • 23

Anla ırı ifadelerine erişebilen sistemlere 'kavra ırı-niyet'


sistemleri denir. 'Niyet' (ya da aırıaçsallık) , geleneksel fel­
sefeye ait olan ve 'bir şey hakkında olma' ilişkisini anlat­
mak için kullanılan bir terimdir: İ fadeler bir şeylerle ilgi­
lidir. Çoğunlukla gizemli olan bu 'kavram-niyet' sistemi,
düşüncelerinizi ifade etmek, dünya hakkında konuşmak
gibi dille yaptığınız şeyleri yapmanızı sağlayan ifadelerin
bazı özelliklerine giriş yapabilen bir sistemdir.
Yalnızca iki erişim sisteminin, iki edim sisteminin var
olduğu varsayımı da şaşırtıcıdır. Dille ilgili çalışmaların
binlerce yıl önce başladığı zamanlardan beri bu varsayım
üstü kapalı olarak ve üzerine fazla düşünmeden kabul
görmüştür. Ama bu konuda ciddi bir biçimde ilerlemek is­
tiyorsanız, bu varsayımı açığa çıkarmanız gerekir ve böyle
yaptığınızda da, bunun çok tuhaf bir varsayım olduğunu
fark edersiniz. Aslında yanlış olduğunu da biliyoruz. İ şa­
ret dillerinin varlığı bize söyleme-algılama sistemlerinin
dışındaki sistemlerin de, dil yetisinin sağladığı bilgilere
erişimi olduğunu gösteriyor. O halde, bu genellikle an­
laşıldığı şekliyle doğru olamaz. Ancak, yine de, tamamen
yanlış olduğunu bilmediğimizden, genellikle doğru kabul
ediliyor ve ben de bunu yapmaya devam edeceğim.
Bu durumda, bir ifadenin bir özelliğine erişimi olan
duyu-motor sistemleri ve başka bir özelliğine erişimi olan
kavram-niyet sistemleri vardır. Bu da bir ifadenin iki tür
simgesel nesneden oluştuğu anlamına gelir. Bu nesneler,
dil yetisiyle aklın-beynin başka sistemleri arasında bir
arayüz olarak düşünülebilir. Bu noktada, zihnin mimari­
siyle ilgili çok kapsamlı birtakım ampirik varsayımlarda
bulunmuş oluyoruz, ama bunlar akla yakın ve devam et­
mek için uygun görünüyorlar.
Arkaplan için bu kadar bilgi yeterli. Ciddi ampirik ça­
lışmalar için gerekli bir programın temellerine sahipsiniz:
dil organının yapısını ve ilkelerini anlamaya çalışmak;
ne tür biçimler (yani diller) alabileceğini, dilin ürettiği
ifadelerin neler olduğunu ve bu ifadelere birtakım edim
sistemleri tarafından ne şekilde erişildiği ve onların ne
24 • Dilin Mimarisi

şekilde kullanıldığını bulmaya çalışmak.


Bunlar, pek çoğu son kırk ya da elli yılda yeni şekil­
lerde araştırmaya açılmış geniş bir ampirik çalışma alanın
alt parçalannı oluşturuyor. Hakkında bir şeyler bildiği­
miz parçalar var, bilmediğimiz parçalar var. Bence çalış­
manın kendisi, hakkında benzer sorular sorabileceğiniz
görme sisteminin çalışılmasına çok benziyor. Dolayısıyla,
maddenin temel parçacıklannı, onlann yapılannı ve bağlı
olduklan ilkeleri araştıran kimyaya da benziyor diyebi­
lirsiniz. Doğa bilimlerinin olağan bir parçasının biçimine
sahip. Onu ilginç kılan ise, insan zihninin genellikle ciddi
bir çalışmanın çok ötesine geçen yetileriyle ilgili olması.
Şaşırtıcı şekilde, dil o derece üzerine çalışılmaz görünmü­
yor; onu çok ilginç kılan özelliklerden biri bu.
Bu noktada, bütün girişimi ilgilendiren temel sorular
ortaya çıkıyor; dilin dünyanın geri kalanıyla ilişkisinin
ne olduğuna dair sorular . . . Dil organı dünyanın bir par­
çasıdır. Peki dünyanın diğer parçalarıyla nasıl bir ilişki
içindedir?
Bu sorular hiç olmazsa Batı entellektüel geleneğin­
de kök salmıştır (Ben kendi kısıtlarım nedeniyle buraya
odaklanacağım). Bunlar aynı zamanda çağdaş felsefenin
de güncel konuları arasında. Bunlar genelde iki biçimde
oluyor. İ lk biçimi (materyalizm , fizikalizm ya da zihin-be­
den problemi ya da buna benzer bir şey olarak adlan­
dırılan) şu soru: Dil yetisinin özellikleri fiziksel dünyada
nasıl gerçekleşir? ikinci biçimi de genellikle amaçsallık
('bir şey hakkındalık1 sorusu olarak adlandırılıyor: ifade­
lerin gerçeği nasıl yansıttığı, sözcüklerin nesnelere nasıl
atıfta bulundukları. Bu, dil ile dünya arasındaki ilişkiyle
ilgili ikinci soru biçimi.
Bana göre, bu iki soru da çok uzun zamandır bü­
yük oranda yanlış anlaşılıyor. Bu konular üzerinde hem
çağdaş zihin felsefesini hem de geleneksel düşünceleri
ilgilendiren çok şey söylenebilir. Ben ortada tutarlı ya da
ifade edilebilir zihin-beden problemi olduğunu düşün­
müyorum; en azından Newton 'dan beri olmadığına ina-
Dil ve Dilin Tasanmı • 25

nıyonım. Dilin gerçeği nasıl gösterdiği sonısuna gelince,


bence bu sanı yanlış benzetmelere dayanıyor. 7 Her neyse,
isterseniz bu sanıya geri döneriz. Yalnızca pek çok araş­
tırmanın yürütüldüğü entellektüel geleneğin bu olduğu­
nu söyleyip bir kenara bırakacağım.
İ zninizle (çok da zaman kalmadığı için) dil organıyla
ilgili araştırmanın daha dar sonısuna dönmek istiyonım .
Daha önce bahsettiğim o varsayımları düşünün. Bundan
yaklaşık kırk yıl önce, yani çağdaş üretici dilbilim yak­
laşımının ilk evrelerinde, kısmen kuramsal bilimlerdeki
gelişmelerden dolayı, bu tarz sanılar geçmişte mümkün
olduğundan çok daha ciddi bir biçimde araştırılmaya
başlandı. Çok uzun zamandır sezgisel olarak kavranan
çok önemli bir özelliği vardır dilin. Klasik bir ifadeyle, di­
lin sınırlı araçların sınırsız kullanımını içerdiği söylenir;
yani zihin kesinlikle sınırlıdır ancak her kişinin anlayıp
kullanabileceği sınırsız sayıda ifade vardır.
Bunlar apaçık gerçekler ve ortaya çıkan sanı şu :
Sınırlı araçların sınırsız kullanımı nasıl mümkün ola­
bilir? Bu yüzyılın başlarına kadar sanıya verilebilecek
açık genel bir cevap yoktu. Yüzyılın yarısından itibaren
hesaplanabilirlik ve çözümlenebilirlik [ computability) ku­
ramı ve bazı başka ilerlemeler bu sonınun en azından
bazı yönleriyle net olarak cevaplanmasını sağladı. Bu da
eski sanılara dönmeyi ve onları cevaplamayı deneyebile­
cek yeterlilikte net biçimler vermeyi mümkün kıldı. Bu,
bir anlamda dil araştırmalarının geleneksel meseleleri ile
temel fikirleri açık hale getiren formel bilimlerdeki geliş­
melerin bir araya gelmesiydi. Bunların bir araya gelmesi
üretici dilbilim alanının açılmasını mümkün kıldı.
Ortada büyük bir sanın olduğu hemen fark edildi.
Üretici dilbilgisine dönük araştırmalar başladığı anda, iki
ampirik ihtiyaç arasında bir çelişki ortaya çıktı. Bu ihti­
yaçlardan ilki 'betimlemede yeterlilik' olarak adlandırıldı:

7 Bu konularda daha yakın zamanlı çalışmalar için bkz. Chomsky 1 993a,


1 994, 1 995c, 1 999.
26 • Dilin Mimarisi

İ ngilizcedeki, Hintçedeki, vb . yapılann doğru bir açıkla­


masını yapmanız gerekir. Ciddi araştırmalar başladığı
anda en geniş kapsamlı dilbilgisi kitaplannın ve sözlük­
lerin (Oxford İngili:zce Sözlük, İ ngilizcenin on ciltlik dilbil­
gisi gibi şeylerin) yalnızca yüzeyde gezdikleri ortaya çıktı .8

8 Aşağıdakiler bu tür dilbilgileri tarafından gözardı edilmiş birçok sözdi­


zimsel olgudan bazılarıdır:
(a) Birden fazla yorumu olan yapılar: Flying planes can be dangerous,
'Uçan uçaklar tehlikeli olabilir' ve 'Uçak uçurmak tehlikeli olabilir'; I
had a book stolen, 'Birisi kitabımı çaldı' ve 'Birisine kitabımı bilerek
çaldırdım' vs.
(b) Aynı yapıya sahip gibi duran ama farklı anlamları olduğu için aslın­
da öyle olmayan yapılar.
(i) I persuaded John to leave/I expected John ta leave
'John'ı ayrılmaya ikna ettim/John'ın ayrılmasını bekledim'
(ii) the growling ofthe lions/the raising offlowers
'aslanların kükremesi/çiçek yetiştirme'
the shooting ofthe hunters (anlamı muğlak)
'avcıların avlanmaları/avcılara ateş edilmesi'
(iii)John is easy ta please/John is eager ta please
'John'ı memnun etmek kolaydır/John memnun etmeye hevesli'
(c) Birbirleriyle çok yakın anlam ilişkileri olan ancak aynı yapıyı paylaş­
mayan cümleler:
(i ) I expected a specialist ta examine John.
'Bir uzmanın John'u tedavi etmesini bekliyordum . '
(ii) I expected John to be examined by a specialist.
'John'un bir uzman tarafından tedavi edilmesini bekliyordum . '
(d) Aşağıdaki gibi cümlelerin kabul edilebilirliklerindeki farklılıklar (öz­
ne-nesne asimetrisi örnekleri):
*Who does he think that came?
Who does he think came?
'Kimin geldiğini düşünüyor?'
[Dilbilimde işareti bir tümcenin kabul edilemez olduğunu ifade et­

mek için kullanılır. Örneğin Ben geldin gibi bir tümcenin kabul edi­
lemez olduğu, *Ben geldin şeklinde ifade edilir çev. notu. J
(e) Aşağıdaki gibi yapılarda anlaşılan ilişkiler
John persuaded Mary to go.
'John Mary'i gitmesi için ikna etti . ' (giden kişi Mary)
John promised Mary ta go.
'John Mary'e gitme sözü verd i . ' (giden kişi John)
Bu tip dilbilgisi çalışmaları tarafından göz ardı edilen olaylarla
Dil ve Dilin Tasanmı • 27

Bunlar yalnızca, akıllı bir insanın bir şekilde kullanıp dille


ilgili bilgi alabileceği ipuçlarını içeriyordu. Dillerin betim­
lemeleri oldukları düşünülüyordu ama öyle değillerdi; son
derece yüzeyseldiler. İ fadelerin gerçek özelliklerinin ne ol­
duğuna dair net bir betimleme yapılmaya çalışıldığı anda,
en çok çalışılan dillerdeki en basit yapılar hakkında bile
çok az şey bilindiği ve çoğu şeyin farkına bile varılmadığı
açıkça görüldü .
Bu sorunla başa çıkabilmek için hem bir dil içinde
hem de diller arasında farklı özellikler taşıyan çeşitli dil­
bilgisi yapılarından oluşan son derece karmaşık meka­
nizmaların varsayılması gerekiyormuş gibi görünüyordu.
Buna işaret eden gözlemsel kanıtlar çok güçlüydü ancak
bu sonucun doğru olamayacağı da aşikardı.
Bu çıkarım 'açıklamada yeterlilik koşulu' denilen
ikinci tür bir ampirik ihtiyaçtan dolayı doğru olamazdı.
Açıklamada yeterlilik, dil edinimi sorusuna cevap bul­
makla ilgilidir. 9 Diller bu kadar karmaşık ve farklı ise ve
dil edinen kişinin yararlanabileceği bilgiler bu denli az
ise (elbette kişiler şu ya da bu dile özgü olan genetik bir
programa sahip değildirler) , bu durumda dilin edinilmesi
bir mucizeye dönüşür. Bu elbette bir mucize değil; bu,
doğal bir süreç. O halde, gerçekler sizi bu yöne doğru
itiyor olsa bile, dillerin karmaşıklığı ve çeşitliliğiyle ilgi­
li çıkarımlar doğru olamaz. Bir başka ifadeyle, diller bir
şekilde son derece basit ve birbirlerine benzer olmalılar;
aksi halde, onları edinmek mümkün değildir. Ancak, an­
lan incelediğinizde, son derece karmaşık, oldukça çeşitli
ve birbirlerinden tamamen farklı oldukları ortaya çıktı .
Bu düpedüz bir çelişki gibi görünüyor. En azından
çok ciddi bir gerilim var ve yaklaşık altmışlardan itiba-

ilgili pek çok örnek verilebilir. Bu tip örneklerle ilgili olarak bkz.
Chomsky 1 957, 1965. Sözlükçe öğelerinin standart sözlükler tara­
fından göz ardı edilen oldukça ilginç özellikleriyle ilgili bir tartışma
için bkz. Chomsky 1 988, l 993a, 1 996.
9 Betimlemede ve açıklamada yeterlilikle ilgili temel tartışma için bkz.
Chomsky 1 965, Bölüm 1 .
28 • Dilin Mimarisi

ren alandaki itici güç bu gerilimi çözmeye çalışmaktı .


Burada bütün geçmişi anlatmayacağım, ancak altmışla­
nn başından itibaren ortaya çıkan genel yaklaşım doğal
olandı: kural sistemlerinin genel özelliklerini ve ilkelerini
soyutlamaya çalışmak, onların dil yetisinin (yani dilin)
kendi özellikleri olduğunu varsaymak , bunu yaptıktan
sonra geriye kalanın göründüğünden daha az karmaşık
ve daha az çeşitli olduğunu göstermek. Altmışların ba­
şından itibaren bunları yapma çabaları vardı; o dönem
alanda olanlarınız bunların ne olduğunu bilirler. Onlar
hakkında daha fazla konuşmayacağım. 1 0
Her neyse, yaklaşık yirmi yıl boyunca, bu yönde
çeşitli çalışmalar yapıldı ve çok da ilerleme kaydedildi.
Bu çalışmaların pek çoğu seksenlerde, bugün 'İlkeler ve
Parametreler Yaklaşımı ' denilen tutarlı bir yaklaşım nok­
tasında birleşti. Bu, birkaç bin yıllık dilbilim araştırma­
larından kökten bir kopuştu . Bu kopuş, Üretici Dilbilgisi
yaklaşımının gelenekten kopuşundan bile daha büyük­
tü . 1 1 Üretici Dilbilgisi'nin kendisi, zamanın popüler yapı­
salcı- davranışçı yaklaşımlarından çok farklıydı ama yine
de geleneksel dilbilgisini andıran özellikler taşıyordu. Pek
çok yönden geleneksel dilbilgisinin antılmış bir biçimine
benziyordu.
Öte yandan , ilkeler ve paraıııetreler yaklaşımı tama­
men farklıydı. Hiçbir kural ya da dilbilgisi yapısı olmadı­
ğını varsayıyordu; yani Japoncadaki ilgi tümceciği kuralı
ya da Almancadaki eylem öbeği kuralı gibi kurallar yoktu.
Bunlar sadece 'karada yaşayan hayvanlar' ifadesinin ger­
çek olduğu anlamda gerçekti; yani sadece yapay sınıflan­
dırma kategorileri olarak. 'Karada yaşayan hayvanlar' bi­
yolojik bir kategori değildir, yalnızca sınıflandırma amaçlı
bir kategoridir. Geleneksel dilbilgisinden üretici dilbil­
gisine geçmiş olan kurallar ve dilbilgisi yapıları da aynı
anlaıııda sadece sınıflandırma aıııaçlı yapay kategorilerdi.

ıo Bkz. Chomsky ve diğerleri 1 982.


1 1 Bu noktanın açık bir ifadesi için bkz. Chomsky 1 99 1 .
Dil ve Dilin Tasanmı • 29

Göründüğü kadanyla, gerçek olan, dil yetisinin özel­


liklerini oluşturan genel ilkeler ve adına 'parametreler'
denilen ufak değişiklik seçenekleri olması. İ lkeler, bütün
diller ve dilbilgisi yapılan için geçerli. O halde, ilgi tümce­
cikleri ya da başka yapılar için özel ilkeler yok. Paramet­
relere dayalı farklılıklar ise sınırlı bir alan oluştumyor;
eğer doğm ise, parametrelere uygun olan yalnızca sınırlı
sayıda dil var demektir. Dahası, bu farklılıklar dilin bazı
küçük kısımlarında toplanmışa benziyor: sözlükçenin
bazı kısımları ve duyu-motor arayüzünün bazı yan özel­
likleri. Bunların mamz kalınan dilbilgisi verilerinden ko­
laylıkla çıkarılabileceğini umabiliriz.
Bu ilkeler ve para ıııetreler yaklaşımı belli bir kura111
değildir; daha çok bir tür kuramsal çerçeveye benziyor. Bu
dille ilgili düşünmenin bir yolu ve en azından genel olarak
doğm yapıyı taşıyan ilk çerçevedir; yani 'açıklamada yeter­
lilik' ile 'betimlemede yeterlilik' arasındaki gerilimi çözme­
ye çalışmaktadır. Tutarlı ilkelerin dilin genel karakterini
göstermeye yeterli olduğu ve diller arasındaki yüzeysel
aynmlann parametrelerin şu ya da bu şekilde belirlenme­
sinden ibaret olduğu gösterilebilirse bu gerilimi çözebilir.
Bu adeta çocuğun dil edinimi olayına 'cevaplamam
gereken şu kadar som var' diyerek elinde bir anket for­
muyla gelmesi ve bu somların her birinin çok basit veriler
ışığında cevaplanabilir olması gibi. Cevaplan girip doğa­
mın bir parçası olan ilkeleri kullandığımda, ortaya Ja­
ponca çıkıyor; bunun gibi bir şey. 12 Yüzeysel bakıldığında

12 Chomsky bu fikri açıklamak için genellikle şu tip görselleştirici bir


benzetme kullanıyor:
Dil yetisinin başlangıç durumunu, açma kapama düğmeleri olan bir
kutuya bağlanmış bir ağ olarak düşünebiliriz. Bu ağ, dilin ilkelerinden
oluşmakta ve açılabilir ve kapanabilir düğmeler, deneyim tarafından
belirlenmesi gereken seçenekler durumunda. Bu düğmeler belli bir
şekilde açık ya da kapalı bırakıldığında, Bantu dili çıkıyor ortada. Bu
farklı bir şekilde yapıldığında ortaya Japonca çıkıyor. Her bir insan
dili bu düğmelerin belli bir şekilde bırakılmasının bir sonucu olarak
düşünülebilir (Chomsky 1 997, Bölüm!, sayfa 6) .
30 • Dilin Mimarisi

sanki diller birbirlerinden çok farklıymış gibi görülebilir


ama bu bizim ilkeleri bilmememizden kaynaklanmakta­
dır. İlkeleri bulduğunuzda ise, onların gerçekten de ne­
redeyse aynı olduğunu ve aralarındaki farkların oldukça
yüzeysel olduğunu farkedersiniz.
Ortaya çıkan resim az çok buydu. Araştırmada çok
büyük bir patlamaya ve hem betimleyici hem de kuram­
sal çalışmaların çoğalmasına yol açtı. Çok farklı yerlerden
tipolojik olarak birbirinden farklı çok sayıda dilin birlikte
çalışılmasını sağladı . Çok fazla değişim içinde olduğunu
söylemem gerekiyor, ama sanırım dil çalışmaları tarihin­
de dille ilgili bu kadar çok şey öğrenilen başka bir dönem
olmamıştır.
Dilin doğasıyla ilgili daha yeni ve ilkelere daha çok
dayanan sorular sormak da mümkün oldu . Yetinmeci
Çizgi işte bu noktada devreye giriyor. Belki de tarihte ilk
defa dilin ne olabileceğiyle ilgili bir fikrimiz var. ıJ Böyle
olunca da baz1 yeni sorular sormak mümkün oluyor.
Dil yetisine atfettiğimiz özelliklerin ne kadarının am­
pirik kanıtlarca güdülendiği, ne kadarının ise kavradık­
larımızdaki boşlukları doldurmak ve veriyi işe yarar bir
şekilde ifade etmek için kullandığımız teknik analiz biçi­
mince güdülendiği sorusunu sorabilirsiniz. Bu tip sorular
bilimlerde genellikle hep doğru sorulardır. Ancak bunlar
genellikle sorulmaya ya da teknik analiz sürecinde çok
keskinleştirilmeye değmeyen sorulardır. Sebebi de mev­
cut kavrayışımızın çok sınırlı olmasıdır. Bu doğa bilimle­
rinde de böyledir. Onların tarihlerine baktığınızda -fiziğin
ya da matematiğinkine örneğin- çok yakın zamanlara
kadar, bu tip sorular hiç sorulmuyordu . Örneğin , klasik
matematiğin büyük bölümü, on dokuzuncu yüzyıla ka­
dar, çelişkili oldukları bilinen varsayımlara dayanıyordu;
bu çelişkileri çözecek derinlikte bir kavrayış yoktu. İn-

13 ilkeler ve parametreler çerçevesinin önemiyle ilgili olarak bkz. Chomsky


ve diğerleri 1 982 . Daha yakın zamanda yapılmış bir tartışma için bkz.
Chomsky 1 99Sb'nin ilk bölümü.
Dil ve Dilin Tasanmı • 3 1

sanlar, yeni keşiflere, fikirlere, kavrayışlara vb . yol açtığı


için bu şekilde çalışmaya devam etti. Aynısı fizik ve kimya
için de geçerli. Bundan dolayı bu sorular genellikle doğru
ve uygun olsalar bile, genellikle sorulmaları için henüz
erkendir.
Yetinmeci Çizgi'nin bir özelliği de bu soruların tek­
nik analizde de artık uygun sorular olduğu ve işe yarar
şekilde araştırılabileceği görüşüdür; yani şu noktada
teknik analizde kullandığımız betimleyici araçların hangi
kısımlarının gerçekten ampirik olarak gerekli olduğunu
ve hangilerinin kavrayış eksikliğimizden kaynaklı olarak
dil verilerine bir açıklama getirebilmek için kullanmak
zorunda kaldığımızı sorabiliyoruz. Bu sorunun bir cevabı
var. Bu soruyu sormanın doğru zamanı şu an mıdır pek
kesin değil, fakat ilkesel olarak bu sorunun bir cevabı
olduğunu biliyoruz.
Ayrıca Yetinmeci Çizgi, ilkesel olarak bile cevaplan­
ması imkansız olabilecek ya da cevabı olsa bile onu bul­
ma zamanı gelmemiş olma ihtimali olan bir soruya daha
dayanıyor. Bu daha ince bir soru. Soruyu şu şekilde
sorabilirsiniz: Dil, zihnin mimarisi tarafından kendisine
dayatılan koşullar göz önüne alındığında, ne kadar iyi
bir çözümdür? Dil organı belli bir mimarisi olan bir zihin
sisteminin içinde yer alıyor; bu sistemle birtakım arayüz
ilişkileri var. Bir anlamda onlara bağlanıyor. Buradaki
varsayım , daha önce bahsetmiş olduğum iki arayüzün
olması. Bu arayüzler, sistemin nasıl olması gerekliğiyle
ilgili birtakım koşullar dayatıyor. Dil, bu dışsal varsa­
yımlar tarafından dayatılan koşullara ne ölçüde iyi bir
çözümdür?
Dilin kökeniyle ilgili olarak en başta anlattığım masa­
la geri döneyim. Ortalıkta dolaşan bir primat düşünelim/
varsayalım . Dil organına sahip değil, fakat bizim beyni­
mize ve diğer organlara benzer bir şeyi var. Buna ek ola­
rak bizimki gibi bir duyu-motor sistemine ve dil olmadan
mümkün olduğu ölçüde aşağı yukarı bizim kadar düşü­
nebilmesini sağlayan, bizimkine benzer bir kavram-niyet
32 • Dilin Mimarisi

sistemine sahip olsun. Ama diyelim ki dili yok, bu neden­


le dilin varlığıyla mümkün olan düşünceleri kendine bile
ifade edemiyor.
Diyelim ki rastlantısal bir olay, dil yetisinin bu pri­
matın beyninde oluşmasına neden olur ve bu yeti -du­
yu-motor ve kavram-niyet sistemleri diyebileceğimiz- hali
hazırda mevcut olan edim sistemleri tarafından kullanı­
labilen sonsuz ifade üretme olanağına sahip. Kullanılır
olabilmesi için, dil yetisinin ürettiği ifadeler (en azından
bir kısmı) dış sistemler tarafından okunabilmelidir; yani
duyu-motor sistemi ve kavram-niyet sistemi bu ifadelere
giriş yapabilmeli, bunları 'okuyabilmelidir'. Aksi takdirde
sistemler dil yetisinin orada olduğunu bile bilemezler.
Primatların, örneğin gorillerin ya da her ne ise on­
ların, insanın dil yetisine benzer bir şeye sahip olduğu,
fakat buna giriş yapamadıkları düşüncesi, son derece
düşük bir ihtimal olsa bile anlaşılabilir bir düşüncedir.
Yani ne fena, okunabilirlik koşulları yerine getirilmemiş.
Belki de insanlarda değişen şey, dil yetisinin okunabi­
lirlik koşullarını yerine getirmeye başlamasıdır. Bunun
doğru olmadığına ve dil yetisinin ortaya çıktığında daya -
tılan okunabilirlik koşullarını yerine getiren kullanılabilir
bir sistem olduğuna emin olabiliriz.
O zaman, dilin ne kadar iyi bir tasarım olduğunu so­
rabiliriz. Doğanın yasaları, belli bir 'mühendislik sorunu­
na', yani ifadelerin okunabilirlik koşullarından kaynakla­
nan bir mühendislik sorununa, en uygun çözümü bulma
konusunda ne kadar iyidirler? Bu anlamlı bir sorudur
ve son derecede somut hale getirilebilir. Ancak buna ve­
rilebilecek ilginç bir cevap olduğunu düşünmek için bir
neden yok. Dilin bu sorun için çok kötü bir çözüm oldu­
ğu sonucu çıkabilir ortaya. Bu hiç şaşırtıcı olmayacak­
tır. Biyoloj ik sistemler genelde böyledir; doğa tarafından
dayatılan birtakım tasarım sorunlarına bulunmuş kötü
çözümlerdir. Belli bir durumda evrimin sunabildiği en iyi
çözüm olsalar bile genellikle biçimsiz ve dağınık çözüm -
lerdir.
Dil ve Dilin Tasanmı • 33

Bunun neyi içerdiğine bir bakalım. İ stediğiniz cüm­


leyi alın, hala çok iyi anlaşılmamış eski bir örneği ele
alalım: John had a book stolen14 İngilizcedeki bu cümleyi
düşünün. Benzer dillerde pek görülmeyen bazı şaşırtıcı
çok anlamlılıklar1 5 da dahil olmak üzere pek çok özellikler
var. Neden böyle olduğu pek anlaşılmış değil; zaten bu
yüzden de bayat bir fıkra gibi otuz yıldır tekrarlanage­
len eski bir örnek bu. Bu cümlenin ses özellikleri ve an­
lam özellikleri var; çeşitli çok anlamlılıklar ve ses-anlam
bağlantıları var. Bundan tamamen farklı olarak başka
özellikleri de var. Çeşitli anlamlannın edinilme sırasına,
çeşitli beyin zedelenmelerinde bazı anlamlann yitirilmesi­
ne, algısal erişime vb . ilişkin özelliklere sahip.
Tanımı gereği , bu ifadeyi üreten dil bütün bu tür am­
pirik koşullara bir çözümdür. Rasyonel araştırma bütün
bu ampirik koşulları sağlayan en iyi kuramı bulmaktır;
işin doğası bu. Eğer oyunu böyle oynamazsanız, bilim
yapmıyorsunuz demektir. Yani tanımı gereği, dil bütün
ampirik koşullara bir çözümdür ve biz de bu çözümün en
iyi kuramını bulmak istiyoruz.
Ancak burada farklı bir soru soruyoruz. Burada aı11pi­
rik koşullann sadece belirli bir alt parçasına, yani dış sis­
temlerin ifadeye giriş yaparken ihtiyaç duyduğu okunabi­
lirlik koşullanna bakıyoruz. Örneğin, duyu-motor sistemi
bir ifadenin belli bir za ıııan sırası olmasını zorunlu kılıyor
(bu kesinlikle mantıksal bir zorunluluk değildir; sadece
duyu-motor sistemlerinin ancak zaıııan içinde akan şey­
lerle iş görebilecek şekilde oluşmuş olmasından kaynak­
lanmaktadır) . Belli ses özelliklerine ve ritmik örüntülere
ihtiyaç duyması duyu-motor sistemlerimizle ilgili bir olgu­
dur. Eğer bir ifadenin bu tip özellikleri yoksa, duyu -motor

14 Bu cümlenin çeşitli anlamlan için 1 5 nolu dipnota bakınız çev. notu.


1 5 ilgili cümle şu anlamlan ifade etmek için kullanılabilir: (a) 'birisi

John'un kitabını çaldı . ' (b) 'John birine kitabını çaldırdı . ' (c) 'John
kitap çalmayı neredeyse başanyordu. ' Bununla ilgili olarak bkz.
Chomsky 1 965: 22.
34 • Dilin Mimarisi

sistemi onu 'okuya ıııaz', algılaya ıııaz, dışanya çıkara ıııaz.


H akkında pek bir şey bilmediğimiz kavraııı-niyet sistemle­
ri ise sözcükler, öbekler ve onlar arasındaki çeşitli ilişkiler
vb . ile ilgili bilgilere gereksinim duyacaklar. 16 Bunlara ek
olarak ses-anlam ilişkileri de var aıııa bunlar okunabilir­
lik koşullannın ötesine geçiyor. John had a book stolen
cümlesinin birden fazla anlam taşıması, onu oluşturan
öğelerin arayüzlerde okunabilmesinden kaynaklanmıyor.
O halde, ses-anlaııı ilişkileri her ne ise, bunlar birtakım
edim sistemleri tarafından erişilebilmesinin, doğru ses ve
anlaıııla ilgili gösterimlerinin olmasının, arayüz gösterim­
lerinin olmasının ötesinde bir şeyler içeriyorlar.
Eğer insan dili bu güçlü anlamıyla mükemmel bir
sistem ise, bahsettiğim cümlelerdeki ses -anlam ilişkileri
ya da herhangi bir dildeki herhangi bir tümcedeki bu gibi
ilişkiler, okunabilirlik koşullarına en uygun çözüm olma­
sından kaynaklanıyor denebilir. Bu, bütün dillerdeki bü­
tün ifadeler için ve ifadelerin bütün ampirik özellikleri için

16 Kavram -niyet sistemleri Mantık Yapısı da denilen bir dilbilim düze­


yindeki bilgilere giriş yapabiliyor. Üye (argüman) yapıları, sözlükçe
öğeleri, yer değiştirme sonrası oluşan zincirler bu düzeyde okunabi­
len dil bilim nesneleri. Chomsky 1 99 1 'de Mantık Yapısı'nda bulunan
nesneleri aşağıdaki gibi listelenmiştir:
1 . Üyeler (Argümanlar), başı ve kuyruğu (yani üstteki ve alttaki izi)
Üye-Konumlarında bulunan Üye Zincirleri. Kuyrukta (yani alttaki
iz) rol ilişkisinin, başta (yani üstteki iz) durum ilişkisinin belirlendiği
konumlardır.
2. Yan Ôğeler, üye üssü zincirleri tarafından belirlenen, başı ve kuyru­
ğu üye üssü konumlannda bulunan zincirler.
3 . Sözlükçe Ôğeleri, X-baş konumunun üzerinde başatlık kurmuş ol­
duğu öğeler.
4. Yüklemler, yüklem yükselmesi ya da eylem öbeği yer değiştirmesi
varsa, muhtemel yüklem zincirleri.
s. lşleyici-dcğişken (operator-variable) yapılan, işleyicinin üye üssü ko-
numunda değişkenin üye konumunda bulunduğu ikililer.
Bunlar okunabilir Mantık Yapısı nesneleridir. Aynı şekilde Ses Yapısı
tarafından da kabul edilen nesneler var. Tam Yorumlanabilirlik ilkesi,
sadece uygun nesnelerin bu düzeylerde yer alabileceğini ifade eden bir
ilkedir. Bu konuda ayrıca bkz. Chomsky 1 995b Bölüm 2 .
Dil ve Dilin Tasanmı • 35

geçerli olacaktır. Sadece okunabilirlik koşullannın yerine


getirilmesiyle ilgili en iyi kuram, bütün diğer koşullan da
işin içine kattığınızda hfila en iyi kuram olacaktır. Başka
ampirik koşulları da eklediğinizde, onu değiştirmenize
gerek kalmayacak.
Binlerce yıldır, dil çalışmalan dilin özelliklerini bulmak
için en azından ses-anlaııı ilişkilerini kullanmanız gerekti­
ğini varsaydı. Bütün araştırmalar bunu varsayar. Ama biz
şu anda taı11 da bu varsayımı sorguluyoruz. Yani okuna­
bilirlik koşullannı anla ı11a ıııız durumunda, ses-anla 111 iliş­
kilerinin bunlann bir sonucu olduğunun düşünülebileceği
olasılığını göz önüne alıyoruz. Belli dillerin özelliklerine ka­
rar verirken onlara kanıt olarak ihtiyacımız olmazdı ve bu
çok sayıda başka aıııpirik gözlemler için de geçerli olurdu.
Bu son derece ilginç . Biyolojide bu anlamda bir mü­
kemmel tasarımın mümkün olabileceğine dair hemen
hiçbir şey yok. Yine de, dilin çok ilgi çekici bir anlamda
mükemmele yakın olabileceğini düşünmemiz için sebep­
ler var; yani bazen, 'yalın çıktı koşullan '17 da denilen oku­
nabilirlik koşullarına en uyguna yakın bir çözüm olma
ihtimali var. Bu kısmen bile doğru çıkarsa, son derece
şaşırtıcı ve bir o kadar da ilginç olur.
Mükemmellikten uzaklaşma gibi görünen noktaları
tespit etmek ve bunları incelemek de son derece ilginç .
Yetinmeci Çizgi, bunun da ciddi bir soru olduğu varsayı­
mına dayanır. İncelememiz gereken aşağıdaki gibi sezgi­
ler çıkıyor ortaya. İlk olarak, dille ilgili varsayımlarımızı,
bunlann deneysel olarak haklı gösterilebilir şeyler mi
yoksa sadece kavrayıştaki eksiklikleri belirsizleştiren bir­
takım teknik araçlar mı olduğunu bulabilmek için yakın

17 Örneğin bir cümlede bir öbeğin öne çıkarılması gerekliliği: jish, I like
'balığı , ben severim' cümlesindeki fish 'balığı' öbeği gibi. Eylem Öbeği
içi Özne Savı düşünüldüğünde (dipnot 30'a bakınız) hem jish 'balığı'
hem de 1 'ben' Eylem Öbeğinin içinde üretiliyor ve Eylem Öbeğinin
dışına taşınıyor. Fish 'balık', cümlenin konusu haline getirilmek üze­
re taşınmış durumda. 1 'ben'in yer değiştirmesi ise, bu noktada bizi
ilgilendirmiyor.
36 • Dilin Mimarisi

bir incelemeye tabi tutanz. İ kinci olarak, okunabilirlik


koşullarını yerine getirmekle ilgili kavramsal doğallığın
dışında kalan kusurlar bulduğumuzda, bu kusurun
varlık nedeninin anlaşılabilir olup olmadığı sorusunu
sorarız. Her iki durumda da (okunabilirlik koşullan­
nı düşündüğümüzde) bir varsayımın kavramsal olarak
gerekli olmadığı sonucuna vardığımızda yaptığımız şey,
o varsayımı yapmayan en azından aynı doğrulukta bir
başka açıklamanın var olduğunu göstermeye çalışmak­
tır. Daha da hırslıysak, bu varsayımdan vazgeçtiğimizde
daha da iyi bir açıklama olduğunu göstermeye çalışırız;
yani daha mükemmel bir tasarıma yaslanıp bu fazladan
teknik araçlardan vazgeçtiğimizde, daha geniş ampirik
bir alana daha derin bir açıklama getirdiğimizi gösterme­
ye çalışırız. Temel olarak program budur.
Bu programı takip ettiğimizde, şöyle sorunlarla kar­
şılaşıyoruz. Öncelikle, daha önce inanılanın aksine, ara­
yüz düzeyleri (ses ve anlam gösterimleri) dışında hiçbir
düzey olmadığını göstermek zorundasınız. Başka hiçbir
düzeyin olmaması gerekiyor; çünkü bu düzeyler okuna­
bilirlik koşullan tarafından güdülenmemektedir. Onun
için bunların kavrayıştan gelen bir eksikliği karşılayan
teknik araçlardan ibaret olduğunu göstermek istersiniz.
Onlardan vazgeçtiğinizde, daha iyi açıklamalar elde eder­
siniz; teknik anlamda derin yapı ya da yüzey yapı gibi
şeyler yok ve geçmişte bu düzeylere atıfta bulunarak ya­
pılan bütün açıklamalar yanlış anlaşılmış ya da yanlış
betimlenmişti. Bu, arayüz düzeyleriyle doğru olarak yo­
rumlanır. Bu cidden büyük bir iş. Daha da teknik olarak,
yansıtma ilkesinin yanlış olduğunu, 1 8 Bağlama ve Durum

18 Yansıtma ilkesi, Chomsky 1 98 1 'de şu şekilde ifade edilmiştir:

Her sözdizim düzeyindeki (Mantık Yapısı, Derin ve Yüzey Yapıları) gös­


terimler (representasyonlar) sözlükçe öğelerinin altulamlama !seçtikleri
öğelerin ulamlarını/kategorilerini belirleme ç.n.J özelliklerini gözetmeleri
yönüyle sözlükçcden yansıtılmaktadır.

Sözlükçe öğelerinin altulamlama özelliklerine örnek vermek gerekirse,


Dil ve Dilin Tasanmı • 37

Kuramları 'nın daha önce iddia edildiği gibi yüzey yapıda


işlemediğini ı 9 ve buna benzer başka pek çok noktayı gös­
termek zorundasınız.
Başa çıkılması gereken ikinci bir sorun da 'özellikler'
denilen bazı birimlerin toplamı olan sözlükçe öğelerinin ,
arayüzlerde yorumlananlar dışında hiçbir özellik taşıma-

vurma eylemi dolaysız nesne olarak bir ad seçmelidir (vurulan şey),


ölmek eylemi hiçbir şey seçmemeli, vermek eylemi ise iki adet ad öbeği
seçmektedir (verilen kişi ve verilen şey).
Bu ilke, her cümlenin bir öznesi olması gerektiği ilkesiyle genişle­
tildi ve adına 'Genişletilmiş Yansıtma İlkesi' dendi (Chomsky, 1 982) .
Sonraları bu ek gereklilik, GYI olarak adlandırılmaya başlandı . Dilbil­
gisinin, derin ve yüzey yapılanndan vazgeçen ve anlamsızlıklar üreten
Mantık Yapıları'na da izin veren Yetinmeci kavranışında, bu ilkenin ilk
haline yer yok (Chomsky, 1 995b Bölüm 3 ) . Genişletilmiş biçimi ise ar­
tık farklı bir şekilde ele alınıyor: çekimleme (zaman) öbeğinin başöğesi,
cümlenin bir özneye sahip olmasını zorunlu kılan 'güçlü' bir özelliğe
sahip. Teknik ayrıntılar için bkz. Chomsky J 995b: 232.
19 Bağlanma Kuram'ı, artgöndergelerin ('kendisi', 'birbirleri' gibi i radele­
rin) öncül adıllar tararından belirlenmesini, bir cümle içindeki hangi
öncüllerin 'ben', 'sen', 'o' gibi adıllara gönderimde bulunamayacağını,
ve Gönderge birimlerinin (Ahmet, kıııııızılı kadın gibi iradelerin) öncül­
ler tarafından bağlanmaması gerektiğini ifade eden kuramdır.
Durum Kuramı (Soyut Durum Kuramı), iki bölümden oluşmaktadır:
(a) (Soyut) durum eklerinin ses olarak ifade bulan ad öbeklerine akta-
rılması. Ancak Chomsky ( 1 986) ADIL'ın, ses olarak ifade edilmese
bile durum bilgisine sahip olduğunu iddia etmiştir. ADIL, mastar
yapılarında anlaşılan özneye verilen isimdir. Ahmet [[ADIL} eve git­
mek/ istiyor gibi bir cümle örnek olarak verilebilir. Burda gitme ey­
leminin de isteme eyleminin de anlaşılan öznesi aynıdır. [ . . . [ adılın
içinde bulunduğu yapıyı ifade etmek için kullanılmıştır.
(b) Durum eki almamış bir ad öbeği içeren bir cümlenin kabul edile-
mez olması (Durum Süzgeci).
Bu koşulların, yüzey yapıda işledikleri varsayılıyordu. Ancak Yetin­
meci Çizgi, yüzey yapıyı ortadan kaldırdı. Durum Denetlemesi ve art­
göndergelere öncüllerin aktarılması başka yerde yapılıyor. Bağlaı1ma
Kuramı'nın görevleri Mantık Yapısı'nda işliyor. Ad Öbekleri zaten du­
rum ekleriyle beraber sözdizim sistemine girdiklerinden artık Durum
atamasına gerek yok. Durum Süzgeci, Durum Denetlemesinin sözdi­
zim sürecinde yapılmasını zorunlu kılan bir arayüz koşulu olarak dü­
şünülüyor. Bu gibi konular için bkz. Chomsky J 995b: Bölüm 3.
38 • Dilin Mimarisi

dığını ve işlemleme sırasında hiçbir yeni öğenin eklenme­


diğini göstermek. Bu da demek oluyor ki kişi bilgilerini
ifade eden işaretler ya da Aşamalı X Kuramı'na dayanan
hiçbir öbek yapısı yok; bunlardan kurtulmamız gerek. 20
Aşamalı X Kuramı'ndan, kişi bilgilerini ifade eden imler
ve buna benzer araçlardan kurtulduğumuzda, sadece
aynı düzeyde değil daha iyi bile olan çözümler bulduğu­
muzu gösterebilmemiz gerekir. Bu da ikinci büyük görev.
Üçüncü büyük görev de (yakınlık, Rol yapıları ve Man-

20 Altsimgeleme, üstsimgeleme, eşdizinleme Yönetim ve Bağlanma


Kuramı'nda önemli bir rol oynar. Bağlanma ilişkileri ortak altsimgele­
me ile ifade edilir ve bağlanma olmayan ilişkiler ve özne-yüklem uyu­
mu üstsimgelemeyle belirtilir. Kişi bilgileri (indeksler) sözdizim süre­
cinde nesnelere eklenir. Aynntı için bkz. Chomsky 1 98 1 .
Öbek çok temel bir sözdizim öğesi olarak düşünülür. Yönetim ve
Bağlanma Kuramı'na göre (YB), geleneksel dilbilgisinden alınan aşağı­
daki listenin hepsi bir tür öbektir: ana cümlecikler, eşbağımlı ve yan
tümceler, öbekler ve tekil kelimeler (Ahmet ya da ben, sen, o gibi).
ADIL da bir öbek türüdür. Çağdaş üretici dilbilgisinin ilk modellerin­
de, öbek yapısı kuralları öbeklerin iç yapısını belirlemekteydi. Üretici
dilbilgisinin bazı çeşitleri, örneğin Sözlükçü işlevci Dilbilgisi, hala bu
şekilde işlemektedir. Öbek yapısı kurallannın tamamen ortadan kaldı­
rılmasına çalışıldı ve YB Kuramı'nda bundan geriye kalan şey Aşamalı
X Şeması'dır.
Aşamalı X Kuramı altmışlann sonlarında ortaya atıldı. Bu kuramın
önemli bir işlevi bütün öbeklerin iç yapılannın baş, belirleyici ve tüm­
leyen olmak üzere aynı yapıdan oluştuğunu göstermekti. Bu şemada,
bir öbek, ilgili başın büyükçü! yansımasıdır. Örneğin şehrin yıkımı
öbeği yıkım baş öğesinin, büyükçü! bir yansımasıdır; şehri yık-mak
eylem öbeği eylem başının (yık-mak) büyükçü! bir yansımasıdır (ve
bu şekilde her öbek bir baştan yansıtılır.) Başlann öne gittiği diller,
başlann tümleyenlerden önce geldiği dillerdir. (Hintçe gibi) başların
sona gittiği diller, tümleyenlerin başlardan önce geldiği dillerdir. Baş­
lann öne geldiği bir dildeki herhangi bir öbeğin yapısı aşağıdaki gibi
gösterilebilir.
lx· BELiRLEYiCi B A Ş ] T Ü M L E Y E N ]]
lx · lx
Aşamalı X Şeması, Aşamalı X Kuramı tarafından sağlanan bir tür
şablon olarak düşünülebilir. Öbek yapısı kurallannın uymak zorunda
olduğu bir kısıtlamadır. Aynntılar için bkz. Chomsky 1 972b. Aynca
bkz. Aşamalı X Kuramı'ndan kurtulma fikrinin uygulamaya konduğu
Chomsky 1 995a.
Dil ve Dilin Tasanmı • 39

tık Yapısı'ndaki etki alanı da dahil olmak üzere) okuna­


bilirlik koşullan tarafından dayatılan ya da yapı üretme
sürecinin kendisinde doğal bir biçimde ortaya çıkanlar
dışında hiçbir yapısal ilişkinin olmadığını gösteı ıııek. Bu­
yuı ıııa ilişkisini düşünelim. 2 1 Buyuı ıııa ilişkisi iki yapıyı
bir araya getirdiğinizde ve bunlardan biri diğerinin için­
deki parçalarla ilişkiye girdiğinde ortaya çıkan bir özellik.
Birleşme ilişkisine maruz kalan öbek artık görülebilir ol­
madığı için, kimin kimi buyruğu altına alacağını çıktı ko­
şullarına bakarak bilebilirsiz (bahsettiğim şeyi bilmeyen
insanlar için bu söylediklerim hiçbir şey ifade etmeyecek) .
Buyuı ıııa ilişkisini bu kavra rıılarla açıklayabilirsiniz, onun
için o da kabul edilebilir bir ilişkidir. Bir baş öğeyle ilgili
yakınlık içeren ilişkiler de kabul edilebilir ilişkilerdir arııa
büyük ihtimalle hepsi bu kadar. Bu demektir ki yönetim
ilişkisi, taııı yönetim ilişkisi,22 dile içkin bir Bağlanma Ku-

21 K(urucu)-Buyurma, hiyerarşik bir yapıda bulunan iki nesne arasında­


ki bir ilişkiye verilen addır. Literatürde bu ilişkinin birden fazla tanımı
vardır. Bunlardan biri aşağıdaki gibidir:
Ancak ve ancak a'ya başatlık kuran her büyükçü! öbek b'ye de
başatlık kurmakta ise, a nesnesi, b nesnesini k-buyuı ıııaktadır.
Aşağıdaki gibi bir yapıda eylem, ad öbeğini ve ilgeç öbeğini k-buyur­
maktadır.
E AÔ] lô]
!,, I ,;•
..

Eylemin sadece ad öbeğini k-buyurduğu tanımlar da vardır.


22 Yönetim ve tam yönetim bir ağaç gösterimindeki iki nesne arasındaki
yapısal ilişkilerdir. ilki, bağlanma ve durum kuramlarında kullanılan
bir yakınlık ilişkisidir. ikincisi ise yer değiştirmiş öbeklerin arkada bı­
raktıkları kopyalarının uyması gereken bir kısıttır.
Tanımlar:
Yönetim: Ancak ve ancak aşağıdaki üç koşul sağlanıyorsa a, b 'yi yö­
netmektedir deriz. ( 1 ) a b 'yi k-buyurmaktadır (2) a bir baştır (3) b 'ye
başatlık kuran her büyükçül öbek a'ya da başatlık kurmaktadır.
Tam Yönetim: Ancak ve ancak aşağıdaki iki koşul sağlanıyorsa a b'yi
tam yönetmektedir deriz. ( 1 ) a b'yi yönetmektedir ve a sözlükseldir ve
(2) a yakınlık ilişkisi içindeki b'yi üye üssü bir durumda bağlamaktadır.
Ayrıntılar için bkz. Chomsky 1 98 1 , 1 986b ve Lasnik ve Saito 1 984. Ye­
tinmeci Çizgi'de bu kavramlara artık ihtiyaç yok. Daha temel yakınlık
ilişkileri, belirleyici baş, baş tamlayan gibi ilişkiler, yönetim kavramını
40 • Dilin Mimarisi

raırıı ya da başka türlü ilişkilerin hiçbiri yok. Dil mükem­


mel olduğu ölçüde bunlardan kurtulmaı11ız gerekiyor.
Teknik literatürü bilenler (sanırım şu ana kadar pek
çok dinleyiciyi kaybettim ama ilerlemenin başka bir yolu­
nu bulamıyorum) bahsettiğim her konuda karşıt çıkarımı
destekleyen sayısız kanıt olduğunu biliyorlar. Dahası,
son zamanlarda yapılan son derece verimli pek çok ça­
lışmanın -ve onların son derece etkileyici başarılarının­
temel varsayımları benim şu ana kadar söylediğim her
şeyin yanlış olduğu yönünde. Yani diller tam da tahmin
edebileceğiniz gibi bütün bu anlamlarda kusurlu sistem­
lerdir, kişi bilgilerini ifade eden imler, arayüzler, derin ve
yüzey yapılar, her türlü ilişkiler vb . gibi her şey var. Bu
nedenle bunun aksini göstermek çok zor bir iş . Ama ben
yine de aksinin doğru olabileceğini düşünüyorum.
Bu noktada gerçekten kusurlar varmış gibi görünüyor
ve bunlar gerçekten ilginç . İnsan dilinde en büyük kusur­
lardan biri , evrensel gibi görünen, son derece karmaşık
olan ve formel dil denilen özel amaçlar için tasarlanmış
sembolik sistemlerde asla tanımlanmayan yer değiştirme
özelliğidir. Bununla kastettiğim şey, bazı öbeklerin adeta
söylendikleri yerde değil de başka bir yerdeymiş gibi an­
laşıldığı gerçeği . Bu, dilin evrensel bir özelliğidir ve anlam
ve sesin yorumlanması açısından ciddi sonuçlar barın­
dırır. Örneğin the book seems to have been stolen 'kitap
çalınmışa benziyor' cümlesini ele alalım . Burada book
'kitap' ile steal 'çalmak' arasındaki ilişki nedir? Buradaki
ilişkinin John stole the book 'John kitabı çaldı' cümlesin­
deki gibi steal 'çalmak' ve the book 'kitap ' arasındaki gibi
yakın ve normal ilişki olduğunu anlıyorsunuz. 23 Ama the

gereksiz kılıyor. Örneğin Durum ve Rol Kuramlan için yöneticiye ihti­


yaç yok. Bunlar yukanda bahsedilen yakınlık ilişkileriyle açıklanabi­
liyorlar. Tam yönetim ise arayüzdeki çeşitli tutumluluk koşullanndan
türetilebiliyor. Teknik aynntılar için bkz. Chomsky 1 995b, özellikle de
3. ve 4. bölümler.
2·1 steal 'çal' ve book 'kitap ' arasındaki ilişki bildik eylem-nesne ilişkisi
(Aşamalı X Kuramı'nın terimleriyle bir baş-tümleyen ilişkisi) yakınlık
Dil ve Dilin Tasanmı • 4 1

book seems ta have been stolen cümlesindeki ilişki tam


da aynı değil. Bu yer değiştirme özelliği, dilin genel bir
özelliği. 24 Bir kusura benziyor; özel bir amaç için tasar­
ladığınız mükemmel bir sisteme bunu koymazdınız, ama
doğal dilde oldukça yaygın . Bu özellik öncelikle açığa çı­
karılmalı sonrasında da bir şekilde açıklama getirilmeli.
Üretici Dilbilgisi'nin ilk evrelerinde, bu özelliğin, bir
öbeğin yorumlandığı yerden söylendiği yere taşındığı bir
yer değiştirmeyle açıklandığı varsayılıyordu. Bu işlem
bir dilbilgisel dönüşümdür. Bütün dil kuramlarının, yer

içeren ve bir açıdan anlamsal bir ilişki. Tam aksine, seem 'görünmek'
ve book 'kitap' arasında böyle bir ilişki yok (bunu John slept 'John
uyudu' cümlesindeki John ile slept 'uyudu' arasındaki ilişkiyle karşı­
laştırınız) Buna ek olarak, book 'kitap ' anlamının belirlendiği yan tüm­
cede değil ana tümcede görünmektedir.
24 Yer değiştirmenin dilde mükemmellik dışı bir faktör olduğuyla ilgili tek­
nik ve kavramsal bir tartışma için bkz. Chomsky l 995b: 4 . 7 . 1 ; 1 997.
{Yer değiştirmeye Türkçeden bir örnek verebiliriz.
[Ali Ayşe'yi seviyor!
Bu cümle, düz bir ses tonuyla okunan standart bir Türkçe cümleye
benziyor. Ancak Türkçede belli vurgu değişiklikleriyle birlikte öbek­
lerin yerini değiştirebilirsiniz. Örneğin yukandaki cümleyi şu şekilde
ifade edebilirsiniz:
Ayşe'yi [Ali seviyor]
Ayşe'yi öbeği öne çekilmiş olsa bile hala seviyor eyleminin nesnesi
durumunda. Başka nedenlerin yanında, bu gözlemi ifade etmek için
Ayşe'yi öbeğinin nesne konumundan mevcut duruma yer değiştirdiği
varsayılır. Yani ikinci cümlenin üretiminde şöyle bir hareket vardır:
Ayşe'yi [Ali Ayşe'yi seviyor]
+ 1

Yani aslında zihin burada iki adet Ayşe'yi öbeği görüyor; ancak üzeri
çizilmiş olan öbeğin, ses düzeyinde seslendirilmediğini düşünüyor. Bu
öbeğin iki kopyası bazı kurallara bağlı olarak bir zincir oluşturuyor.
Konuşmada da bahsedildiği gibi , geçmişte yer değiştirmeden sonra
sözdizim sisteminin üzeri çizili olan Ayşe'yi öbeğini sildiği düşünülür­
dü. Daha sonraki çalışmalarda böyle bir silme eyleminin olmadığı ve
iki Ayşe'yi öbeğinin de sözdizim düzeyinde burada olduğu varsayılma­
ya başlandı. Üzeri çizili olan Ayşe'yi öbeğinin okunmaması sözdizim
sistemiyle ilgili değil. Ses Yapısı'nda zincirlerden sadece birinin ve en
önde olanının okunmasını zorunlu kılan bir ilkeye dayanıyor. Yani Söz
Dizimden değil Ses Yapısı'ndan kaynaklanıyor çev. notu.}
4 2 • Dilin Mimarisi

değiştirme özelliğini yakalama yollan vardır, yani bütün


kuramlar yer değiştirmelere ya da buna karşılık gelen
şeylere sahiptir.25 Dilin bu özelliğe sahip olduğu bir ger­
çektir; soru, bu özelliğin hangi biçimde ortaya çıktığıdır.
Bence ilk varsayımın az çok doğru olduğuna inanmak
için güzel nedenler var. O halde, dilde oluşturulmuş bir
öbeği alıp onu başka bir yere yerleştiren bir işlem var.
Mükemmellikten mümkün olan en az şekilde uzaklaştı­
ğınızda oluşturabileceğiniz en basit varsayım bu işlemin
bundan daha fazla bir şey olmadığını kabul etmektir; bel­
li bir yerde bulunan bir öbeği alıyorsunuz ve onu başka
bir yere yapıştırıyorsunuz. Buradan bu öbeğin yapıda iki
defa yer aldığı çıkıyor ortaya. En basit varsayımlarla iler­
lediğinizde, hem ilk yerinde hem de onu yapıştırdığınız
yerde bulunduğunu varsaymanız gerekiyor.
Daha karmaşık olan varsayım ise ortada bir birleşik
işlem olduğunu varsaymak. Yani bir öbeği alıyorsunuz,
onu başka bir yere yapıştırıyorsunuz sonra da ilk aldı­
ğınız yerdeki öbeği siliyorsunuz. Burada iki işlem var
dolayısıyla bu daha karmaşık. Yüzeysel düzeyde, daha
karmaşık olan varsayım doğru gibi görünüyor; çünkü bu
öbeği sadece bir konumda duyuyorsunuz. Duyduğunuz
şey the book seems to have been stolen /the bookj değil ya
da neden bahsettiğimi bilenler için söyleyeyim, the book
seems /the bookj to ha ve been stolen /the bookj da değil. Üç
konumda görünüyor; işlemi doğru şekilde yaptığınızda
asıl ifadenin bu şekilde oluştuğunu anlıyorsunuz. Öyle
görünüyor ki daha basit olanı değil daha karmaşık olanı

25 Örneğin Sözlükçü işlevci Dilbilgisi, üreticidir ancak dönüşümcü de­


ğildir (yer değiştirme kuramını benimsemez). Öbek yapısı kuralla­
rı vardır ancak dönüşüm (yer değiştirme) kuralları yoktur. Burada
Chomsky'nin vurguladığı nokta, yer değiştiııııe gerçeği için dönüşüm­
cü kuralların yerine dönüşümcü olmayan kuramların (Sözlükçü işlev­
ci Dilbilgisi'nin ve Genişletilmiş Öbek Yapısı Dilbilgisi'nin vb.) kullan­
dığı araçlar, son tahlilde dönüşümcü kurallara eşittir. Sözlükçü işlevci
Dilbilgisi için bkz. Bresnan 1 982, Genişletilmiş Öbek Yapısı Dilbilgisi
için bkz. Gazdar ve diğerleri l 985'e.
Dil ve Dilin Tasanmı • 43

kabul etmeniz gerekiyor ve aslında ilk varsayım bu idi .


Ama bunun yanlış olduğu ortaya çıktı .
Öbeğin bütün bu konumlarda (yani ilk konumda, son
konumda ve ortadaki bütün konumlarda) bulunduğuna
dair güçlü kanıtlar olduğu ortaya çıktı . 26 Bu gerçeğin, an­
lamsal yorumlama açısından pek çok sonucu var. Bu de­
mek oluyor ki zihin her ne yapıyorsa yapıyor ve bu öbeği
bütün bu konumlarda bulunur halde görüyor; buna iz
kuramının 'kopya versiyonu' deniyor.27 Genellikle 'kopya
kuramının' daha karmaşık olduğu ve onu deneysel ola­
rak da gerekçelendirmenin gerektiği varsayıldı . Ama du­
rum tam tersi. İ z Kuramı 'nın kopya versiyonu en basit
varsayım. Tek işlemin yapıştırma işlemi olduğunu söy­
lüyor. Bu kuramın yanlış olduğunu göstermeniz gerekir.
Buradan dilin, en basit varsayımı haklı çıkaracak ölçüde
mükemmel bir sistem olduğu ortaya çıkıyor ve bunun da
pek çok sonucu vardır.
O halde bu öbeği neden sadece bir defa duyuyorsu­
nuz? Bu, ses çıktısı arayüzündeki biri hariç bütün kop­
yalan silen yüzeysel bir ilkeye dayanıyor ve bunu son de-

26
Buna yer değiştirmenin kopya kuramı da deniyor. Pek çok ayrıntıyı bir
yana bırakırsak, bir öğenin yer değiştirmesi durumunda, ilk noktada
bu öğenin bir kopyasını bıraktığı iddia ediliyor. Bu (yer değiştiren) öğe,
sadece son konumunda seslendiriliyor ve ilk konumunda anlamsal
özelliklerini kazanıyor. Yer değiştiren öğe ve onun ilk konumu bir zin­
cir oluşturuyor. Buradaki mesele, arada kalan ve ses ve anlam açı­
sından kullanılmayan konumun gerekçelendirilmesi sorusudur. Ger­
çekten de bu konumda bir nesne olduğunu gerekçelendiren aşağıdaki
gibi örnekler vardır:
*John seems it to have been expected to leave.
i stenen anlam 'Öyle görünüyor ki John'un terk etmesi bekleniyor . '
Yan tümcenin özne konumunda 'it', o adılı gibi bir öğenin imkansız ol­
ması, bu konumun buradan yer değiştirmiş olan John'un bir kopyası
tarafından doldurulmuş olduğunu gösteı ıııektedir. Bir başka ifadeyle,
John gömülü özne konumundan ana tümcenin öznesi konumuna tek
bir hareketle gelmiyor. Oraya yinelemeli döngülü taşımayla geliyor.
Ayrı ntılar için bkz. Chomsky 1 995b.
27
iz Kuramı'yla ilgili olarak bkz. Chomsky 1 97 5 .
44 • Dilin Mimarisi

rece genel bir biçimde yapıyor.28 Ancak zihin açısından,


bu kopyaların hepsi oradalar. Hiç konuşmuyor olsaydınız,
yine orada olurlardı. Zihinsel işlemler sırasında hepsi ora­
dalar ama sadece bazıları -tek bir tanesi aslında- çıktı ola­
rak okunuyor.
Peki dil neden böyle bir yer değiştirme özelliğine sa­
hip olsun ki? Bu pek de ilerleme kaydedilmeden yaklaşık
kırk yıldır tartışılan çok ilginç bir sorudur. Fakat bu özel­
liğe sahip olduğu kesin ; neden sahip olması gerektiğine
dair de bazı fikirler var. Bu fikirler yüzeydeki okunabilirlik
koşulları kapsamında yeniden yorumlanabilir. Örneğin
bir anlayışa göre derin yapı ve yüzey yapının özelliklerine
benzer şekilde iki tür anlamsal özellik arasında temel bir
ayrım var gibi görünüyor. Yüzey yapıdaki ilişkiler bir bi­
rimin, yapının en uç noktasında 'daha öne çıkan' bir yere
doğru yer değiştirme özelliğine dayanıyor. Bu tür fikirler
başarılı şekilde geliştirilebilirse, yer değiştirme özelliği bir
kusur olmadığı, bundan ziyade, o dış sistemlerin insan
diline dayattığı okunabilirlik koşullarının bir sonucu ol­
duğu ortaya çıkabilir (ama doğal dillerdeki 'yüzeysel an­
lam yapılarını' içermeyen ve doğal dillerdeki okunabilir­
lik koşullarını karşılamak zorunda olmayan özel amaçlı
sembolik sistemlerde değil) . 'Neden' sorusunun doğru ce­
vabı her ne olursa olsun ,29 yer değiştirme ilkesi bir gerçek
ve evrensel olarak var gibi görünüyor. Sorun onun nasıl
bir şey olduğunu anlamak. Bu yaklaşık kırk yıldır temel
araştırma konularından biri olmuştur.
Yer değiştirme özelliğinin temelinde, sözlükçe öğe­
lerinin bazı özelliklerinin anlamsal arayüzde okunamaz
olmalarının yattığına inanmak için güçlü nedenler var.
Onlar bu arayüzde yorumlanmıyor; oradalar ama yorum­
lanmaları mümkün değil. Eğer hiçbir karşılıkları yoksa,
silinmek zorundalar; aksi takdirde, anlam arayüzü bu
çıktıyı okumayı başaramaz. Onun için, bir ifadenin oku-

28
Tartışma için bkz. Chomsky 1 995b, özellikle de 1 . ve 3. bölümler.
2'' Bkz. Fodor ı 987, Jackedoff 1 990.
Dil ve Dilin Tasanmı • 4 5

nabilir olması için dili üreten sistemde sözlükçe öğeleri­


nin silinmesi gereken özellikleri bulunmaktadır. Var olan
tek yapısal ilişkiler, yakınlık içeren ilişkilerdir; onun için ,
bu tip öğelerin onları silebilecek bir şeyle yakınlık iliş­
kisine girmesi gerekmektedir. Ancak on lan silecek olan
öğe genellikle uzakta oluyor, dolayısıyla silinmesi gereken
öğenin ona yaklaştırılması gerekiyor (ve genellikle başka
nedenlerden dolayı silinmesi gereken öğe yanında daha
büyük öğeleri taşıyor) . İşte yer değiştirme özelliğinin te­
meli bu gibi görünüyor, yani arayüzde yorumlanamaya­
cak özelliklerin silinmesi için bir yöntem . . .
Ne tip özellikler bunlar? Bunlardan biri adların yapı­
sal durumlarıdır. Örneğin, book 'kitap' kelimesini, yalın
halindeyken, ismin -i halindeyken ya da özegeçişli (erga­
tif) haldeyken aynı şekilde yorumlarsınız; aynı yorumu
alır. Yani yapısal durum ekleri arayüzde okunabilir şeyler
değiller; yorumlama açısından hiçbir fark yaratmıyorlar.
Dolayısıyla bir şekilde ortadan kaldırılmaları gerekiyor.
Bunu ortadan kaldırmanın tek yolu, onu ortadan kaldı­
rabilecek bir şeyle yakınlık ilişkisine sokmak. Böylelikle
ikisi de ortadan kalkacak ve okunamayan hiçbir şey kal­
mayacak. İ şte bu da size yer değiştirme özelliğini verir.
Bu eylemlerin uyum özellikleri için de geçerli. Bir ad te­
kil ya da çoğul ise, onu farklı şekillerde yorumlarsınız.
Ancak bir eylem tekil ya da çoğul uyumu taşıyorsa, onu
aynı şekilde yorumlarsınız. O halde eylemlerin üzerindeki
uyum özellikleri yorumlanamazdır ve silinmeleri gerekir.
Bu da bir şeyin onlarla yakınlık ilişkisine girmesini, yani
eyleminkilere uygun uyum özellikleri olan bir adın yer
değiştirmesini zorunlu kılar. Bu da adların içinde olduğu
öbeklerin olduğu gibi yer değiştirmesini sağlar. Pek çok
başka olgu da böyle açıklanabilir.
Peki bir ilişki ne kadar yakın olmalıdır? Muhtemelen
bu ilişki o kadar yakındır ki bir sözcüğün içindedir. Du­
rum böyle görünüyor (Bu arada bu tartışma 4 . Bölüm'de
yok; kitabı bilenler için söyleyeyim , şu anda daha ötesine
46 • Dilin Mimarisi

geçiyorum) .30 Bir sözcüğün içindeki yorumlanamaz özel­


likler silinmek zorundadır ve yer değiştirme özelliğinin
temelinde de bu yatar. Bu kavramlar kullanılarak, dil­
deki pek çok şeyi açıklanabilir gibi göriinüyor. Bir kusur
varmış gibi götiinüyor; ama küçük bir tane. Bu sözlükçe
öğelerinin biçimsel özelliklerinin yorumlanamazlığıyla il­
gili ve daha önce ortaya attığım önermeler doğru çıkarsa,
bu bir kusurdan ziyade dışarıdan dayatılan okunabilirlik
koşullarının yerine getirilmesinin en uygun yolu olabilir.
Özelliklerin yer değiştirmesine ve bunun bazı kendi­
liğinden gelen sonuçlarına indirgenen, indirgenebilecek
olan yer değiştirme özelliğini bir tarafa bırakırsak, mü­
kemmel bir sistem için gerekli olan bir başka işlem daha
vardır. Bu yalnızca kavramsal nedenlerle bile gereklidir.
Bu, üretimin özyinelemeli yapısı tarafından hali hazırda
oluşturulmuş iki dil nesnesini alıp daha büyük bir nesne
oluşturan bir işlemdir. Yani örneğin, eğer hali hazırda the
man 'adam' öbeğini ve stole the book 'kitabı çaldı' öbeğini

oluşturdu iseniz, bunlardan the man stole the book 'adam


kitabı çaldı' tümcesini de oluşturabilirsiniz. Yetinmeci
varsayımları, (yani mükemmellik varsayımlarını) düşün­
düğümüzde , ifadelerin üretilmesi bu iki işlemden -yani
okunamaz özellikleri silmek için özelliklerin yer değiş­
tiı ıııesi işlemi ve iki yapıyı alıp bir araya getiren Birleştir
işleminden- başka hiçbir şey içermemeli. Tam olan yer
değiştirme işlemi bunları bir araya getiriyor; yani önce yo­
rumlanamaz özellikleri silmek için uygun özellikleri ken­
dine çekiyor, sonra da bu uygun özellikleri taşıyan öbeği
bir öbekle birleştiriyor (bazen 'uzun mesafeli uyum' da
denilen sadece özelliklerin çekilmesiyle karşılaşıyoruz) .
Bu işlemlerin ne şekilde olabileceğini kısıtlayan eko­
nomi ve yakınlık ilkeleri gibi; temel işlemleri yöneten il­
keleri bulduğumuzda, bu gerçeğe beklenmedik oranda
yakın gibi göriinüyor. Eğer bu doğru ise, diller arasındaki
farklılıklar büyük oranda (durum ekleri ve eylem uyum-

.ıo Burada bahsedilen eser Chomsky 1 995b.


Dil ve Dilin Tasanmı • 4 7

ları gibi) yorumlanamaz özelliklerin değişik dillerde farklı


biçimlerde dil dışı sistemlere verilmesinden kaynaklanı­
yor olacak. Bunun da evrensel kısıtlar göz önünde bulun­
durulduğunda, belki de sözlükçe özelliklerinin çok az bir
kısmından adeta otomatik olarak çıkarılabilecek pek çok
sonucu olacaktır.
Diller bu anlaıııda çok farklı gibi görünüyorlar. Çekim
sistemi görece zengin olan Sanskritçeyi ele alalım; bu dilde
çok sayıda çekim eki duyuyorsunuz. İngilizcede neredeyse
hiç yok, Çincede ise daha da az var. Bunun için bunlar
birbirlerinden tamamen farklı gibi görünüyor. Dahası,
bunlar farklı dillerde bambaşka yapısal konumlarda or­
taya çıkıyor gibi görünüyorlar, bu da kelimesi kelimesine
çeviriye benzer hiçbir şey elde edemeyeceğiniz anlamına
geliyor.
Ancak, gün geçtikçe , bu farklılıkların yüzeysel olduğu
ortaya çıkıyor. Yani, çekimlemesi olmayan Çince ile çok
sayıda çekimlemesi olan Sanskritçe ikincil önemdeki söz­
lükçe özellikleri dışında belki de aynılar. Eğer öyleyse, o
zaman onlar zihin açısından aynıdırlar. Aralanndaki tek
fark, duyu-motor sisteminin temelde aynı olan üretici
sisteme ne şekilde giriş yaptığıdır. Bütün dillerde durum
ekleri, uyum ekleri ve buna benzer şeyler var hatta belki
de Sankritçeden daha zengin halde. Ama bunlan sadece
zihin görüyor.
Bu sözcüklerin bulunduğu yerler söz konusu oldu­
ğunda da doğru gibi görünüyor. Aslında hepsi aynılar,
ancak duyu-motor sistemi, zihinde oluşturulan türetim­
lerin farklı özelliklerine giriş yapıyor. Eğer bu tip çıkarım­
lar büyük oranda doğrulanabilirse, Yetinmeci Çizgi'nin
ana sorusunun cevabının peşinde koşabiliriz. Yani ara­
yüzdeki okunabilirlik koşulları göz önüne alındığında,
evrensel özelliklerin kendilerinin, en uygun tasarım ilke­
lerine dayandığını göstermeye çalışabiliriz.
Araştırma doğrultularından, araştırmalan harekete
geçiren dürtülerden bahsettim. Şu noktaya kadar olduk­
ça program temelliydi. İlerleyebilmek için, bu kuramsal
48 • Dilin Mimarisi

önermeleri değerlendirebileceğimiz ayrıntılı bir ampirik


araştırma içine girmemiz gerekir. Yayımlanmış bazı şey­
ler var, yolda olan başka çalışmalar da var . 3 1 Peki bunlar
ne kadar başarılı? Kendiniz karar vermeniz gerekir. Bu
çalışmaların ne kadar ilerleyebileceği son derece açık ve
bir o kadar da zor bir soru olmasına karşın, bana son de­
rece cesaretlendirici ve şaşırtıcı geliyor. Bunlar, bütün bu
alanlarda yeni bir zorluk düzeyi getiren ve özel bilimlerde
genellikle çok da takip edilmeyen sorular.
Yetinmeci Çizgi'nin bir biçimi başanlı olursa, bir biyo­
lojik sistem için oldukça şaşırtıcı bir dil yetisi resmi olacak
elimizde. İnsan dili, nesnelerin mükemmel bir şekilde ta­
sarlanmış olduğunu gösteııııe çabalannın pek de net ol­
mayan nedenlerle başanlı olduğu cansız nesneler alemine
ilişkin incelemelerde bulduğumuz şeylere daha çok benzi­
yor. Nedenini kimse bilmiyor ancak nesnelerin aslında mü­
kemmel olduğunu varsaymak doğa bilimlerinde son derece
üretici bir sezgi oldu. Eğer yedi gibi bir rakaı11 bulduysanız,
muhtemelen bir hata yaptınız. Yanıt sekiz olmalı; çünkü
sekiz ikinin üçüncü kuvvetidir ve iki ve üç güzel sayılardır
aırıa yedi öyle değil. Yedi çok kaı·ıııaşık. Doğa bilimlerinde
bu tip bir sezgi çok işe yaradı. Bu tip mükemmel-tasanm
varsayımlan sadece basit sistemlerde işe yarar. Bunlar
günlük hayattaki olaylardan kapsaırılı soyutlaıııalarla bu­
lunabilir ancak. Eğer buna benzer bir şey dil için de doğru
çıkarsa, son derece şaşırtıcı ve ilginç olacaktır.
Ben her zaman dilin çalışılmasının en ilginç yönleri­
nin tam da bu alanda yattığı kanısındaydım. Dil, biyolo­
jik sistemler açısından oldukça gizemli ve beklenmedik
özellikler taşıyor ve onu ne kadar yakından incelersek o
kadar şaşırtıcı ve gizemli gibi görünüyor.

31 Bu literatürün bir kısmı Linguistic Inquiryve Linguistics and Philosophy


gibi dergilerin yakın zamandaki sayılarında bulunabilir. Kitap boyu­
tundaki çalışmalar için MiT Press'ten çıkan Linguistic Inquiry Tekya­
zım Serileıi'ne (örneğin bkz. Kitahara 1 997, Brody 1 995, Zubizaretta
1 998, Barbosa ve diğerleri 1 998 vb .).
' . .tı,
• t ı

Dinleyiciler som sormaya davet edildi ve zaman kazan­


mak için onlardan bu soruları yazılı olarak da iletmeleri
istendi. Bu oturumu Delhi Üniversitesi'nden Rama Kant
Agnihotri yönetti. Ortaya bu konuşma çıktı.

Chomsky (Agnihotri'ye) : Neden onları ben okumuyorum!


Böylece işler kolaylaşır.

Agnihorti : Onları düzenlemeye çalışıyordum ama . . .

Chomsky: Tamam. Öyle yapalım diyorsan öyle yapalım.

Agnlhotri : Öncelikle şu somları cevaplayabilir misiniz?


Yeni sorular vermeye devam edeceğim.

Chomsky: Sansür bu. Burada sansür var.

DILBILIMIN KAPSAMI
• • • •

Soru : 'Chomskyci dönem 'in gelişmesiyle, dilbilim dönüp


bakmaya değer bir alan haline geldi. Fakat aynı zaman­
da o denli anlaşılması zor hale geldi ki, sadece dilbilimin
içinde olan insanlara yönelik bir alanla sınırlandı . Dilbi­
limin, alanın dışında olan insanlar tarafından da anlaşıl­
ması sizce nasıl mümkün olabilir? Dilbilimin pazarlana­
bilirliğiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Chomsky: Bu kişileştirmeyi sevmiyorum. Bu, bir konuda


düşünmenin yanlış bir biçimi. Rasyonel araştırmada ki­
şileştirme olmaz. Bir konu üzerinde herkes çalışmakta­
dır. Ancak soruyu olduğu gibi bırakacağım.
Öncelikle, bence pek çok dilbilim çalışması anlaşı­
labilir düzeydedir. Aynı sonıyu kimyayla ilgili olarak da
sorabilirsiniz. İnsanların söylediklerini, sonuçları, arka-
50 • Dilin Mimarisi

planı ve ilkeleri falan anlayabilmek için yoğun bir eğitim


sürecinden geçmemişseniz, kimyanın büyük çoğunluğu
da anlaşılmazdır. Ancak temel fikirler, insanlar için ko­
laylıkla erişilebilir hale getirilebilir. Popüler bilim bunun
için var. Teknik bir çalışmanın sonucunu insanlar için
anlamak istedikleri düzeyde erişebilir kılmak son derece
geçerli ve toplumsal olarak da değerli bir iştir. Diyelim ki
kuantum fiziğiyle ilgili bir şeyler öğrenmek istiyorum, bü­
tün ayrıntılarla ilgilenmiyorum. Yalnızca genel hatlarıyla
ne olup bittiğini anlamak istiyorum. Benim ilgi düzeyim­
de bu bilgileri bana erişilebilir kılmaya çalışan insanlar
ve kitaplar var. Bence aynısı dil bilimde de geçerli. 1
Pazarlanabilirliğe gelince . . . İş bulmak ciddi bir so­
run. Zor ve karmaşık olan bir alana girdiğinizde, nerede
iş bulacağınız sorusu hep ortadadır. Bu dilbilimde oldu­
ğu kadar matematikte de öyledir. Şu anda Amerika'da
matematikte her uygun akademik kadro için , yaklaşık
olarak birkaç yüz başvuru var. Bu bir sorun. Bu sadece
dilbilimin sorunu değil. Hatta, pek çok açıdan dilbilim
için bu daha küçük bir sorun.
Her neyse, bu genel bir sorun. Bu toplumsal bir so­
runla ilgili; bilim ne kadar yapılmalı? Bence şu anda bu
sorunun cevabı son derece akıldışı bir biçimde veriliyor.
Zenginliğin ve gücün az sayıda insanın elinde birikmiş ol­
duğu ve kararlan bu insanların verdiğini söylemek yeni bir
şey değil. Onlar kararlarını piyasa değeri açısından bek­
lentilerine göre veriyorlar. Bu toplumsal kararlan verme­
nin son derece akıldışı bir yöntemi. Bu tip kararlar, bütün
kararlar gibi, kaynakların nasıl kullanılması gerekliğiyle
ilgili düşüncelere dayanan toplumsal kararlar olmalıdır.
Bence daha çok edebiyat ve sanat olması gerekliliği
gibi, daha çok bilim yapılmalı ve herkes bir ölçüde bunun
bir parçası olmalı. Bunlar insan yaşamının zenginleştirici
taraftarı ve bunlar insanlar için erişilebilir olmalı. Bu da

1 Dille ilgili mevcut çalışmalann çok güzel bir anlatımı için bkz. Pinker
1 995.
Tartışma • 5 1

onlara kaynak ayırmamız gerektiği anlamına geliyor. An­


cak bunlar iş çevrelerine çok fazla para kazandırmıyor ve
iş ve kaynaklar buna göre dağıtıldığı için , böyle sonuçlar
çıkıyor ortaya. Bence bu son derece akıldışı, ancak bu,
toplumda genel anlamda demokrasinin eksikliğiyle ilgili.

Soru: Sizin dilbiliminiz ile siyasi görüşlerinizin ortak bir


yanı ikisinde de toplumun ve kültürün rolünün olmama­
sı. Dilde de adalette de ifadesini bulan şey, toplumun vic­
danıdır. Dilin çalışılmasında, dillerin farklılıklarına, aynı
toplum tarafından konuşulan iki ya da daha çok dilin ta­
mamlayıcı ilişkilerine ve ikidillilik durumunun türümü­
zün doğal bir parçası olduğu varsayımına olumlu değer
atfetseydik, sizce daha iyi sonuçlar elde etmez miydik?

Chomsky: Siyasi görüşlerim sadece beni bağlar. Siyasetle


ilgili olarak söylenen her söz elbette toplum ve kültürle
ilgilidir. Başka nasıl olabilir ki? Bu sadece dünyayı an­
lama değil onu değiştirme çabaları açısından da doğru.
Benim durumumda, benim anarşizme, özellikle de onun
içindeki toplumsallığın, örgütlenmenin ve kültürün öne­
mini vurgulayan eğilimlere olan ilgim ve bağlanmam dü­
şünüldüğünde bu noktanın çok açık olması gerekir.
Dilin bilimi bana ait değil. Bu konuda çalışan herke­
sin o . Bilim sahip olunan bir şey değil. Dolayısıyla orta­
da Chomsky'nin dilbilimi diye bir şey yok. Doğanın nasıl
çalıştığını bulmaya çalışmak işbirliği içeren bir girişim.
A'nın B bilimi denilebilen hiçbir şey ilgilenmeye değmez.
Genellikle üretici dilbilgisi' denilen bir alan var ama bu
benim ya da başka birinin değil.
Dil çalışmanın bu alanı, gerçekten de toplum ve kül­
türe hiçbir rol vermemesiyle öne çıkmıştır aıııa bu daha
önce bahsettiğim nedenlerle ilgilidir. Bence , belli bir bi­
yoloj ik sistemin doğasını ilgilendiren toplum ve kültürle
ilgili ciddi anlamda bilinen hiçbir şey yok. Bilinen birşey
varsa, öğrenmeyi çok isterim ama ben bilmiyorum. O ne­
denle de bence aralarında hiçbir ilişki yok.
Bu toplum, kültür ve dille ilgili soruların önemsiz ol-
52 • Dilin Mimarisi

duğu anlamına gelmiyor. Onlar çok önemliler, tıpkı insan


hayatıyla ilgili her şey gibi . Onlarla ilgili çok kısıtlı bir bi­
limsel kavrayışımız var, hepsi bu. Neyi anladığımız, neyin
teknik bilgisine sahip olduğumuz ve ne zaman herkesle
aynı noktada bulunduğumuzla ilgili olarak çok açık ve
net olmalıyız. Derinlikli bir kuramsal anlayışımız olma­
dan , elimizden geldiği kadarıyla bu işin içinde yolumuzu
bulmaya çalışıyoruz. Bu söylediğim yanlış ise, doğrusu­
nu duymayı gerçekten isterim ama onun yanlış olduğuna
inanmak için hiçbir sebep olmadığını düşünüyorum.
Ben dahil, dil üzerine çalışan herkes 'diller arasında­
ki farklılıklara' odaklanır. Eğer böyle yapılmasaydı, hangi
dile bakıyorsak onun doğuştan geldiği sonucuna varır­
dık; bu da elbette dil yetisiyle ve dilin edinimiyle ilgili pek
çok sorunu 'çözerdi'. Üretici Dilbilgisi'yle ilgili ilk çalışma
İbranice üzerine oldu . 2 Yayımlanan ilk üretici dilbilgisi ise
Hidatsa-1 dili üzerineydi. Ve bu şekilde gidiyor. Hidrojeni
mi yoksa hidrojen ve helyum arasındaki farkları çalışmak
mı ya da mevyesineğini çalışıp meyvesineği ile şempan­
zeler arasındaki farkları çalışmamak mı 'daha iyi' ya da
'daha kötü' sonuç verir sorulan gibi dillerin farklılıkla­
rı meselesi de 'daha iyi sonuçlar', 'daha kötü sonuçlar'
meselesi değildir. Belli bir anda, en çok umut vadeden
sorulara odaklanırsınız.
Dillerin farklılıklarına ve ikidilliliğe olumlu değer at­
fetmek gibi konulara gelirsek, bu konularda üzerine çok
düşünülmüş pek bir fikrim yok. Elbette daha farklı tür­
lerde deneyimler yaşamışsanız, bu daha zengin bir in­
san olduğunuz anlamına gelir; bu elbette doğru . Farklı
kültürlere maruz kalma ve değişik kültür ve diller içinde
olmak gibi şeyler yaşama bir zenginlik katar ve yaşamın
zenginliğinin elbette olumlu bir değeri vardır; ancak bu
konuda başka ne söylenebilir bilmiyorum.
Dünya bu denli karmaşık iken, katı tekdilcilik zaten

2 Bkz. Chomsky 1 95 1 ,
3 Bkz. Matthews 1 964,
Tartışma • 53

hayal edilemez olduğundan ikidillilik insan türü için el­


bette doğal olandır. On beş kişiden oluşan en küçük avcı­
toplayıcı kabilelerde bile, farklılaşma olacaktır. İnsanlar
birbirinin kopyaları değildirler ve en ufak bir farklılık
durumunda bile, bir çokdillilik türü çıkacaktır ortaya.
Bazen o kadar küçük olur ki buna 'çokdillilik' demezsi­
niz ama her zaman bir farklılaşma olacaktır. Bu anlamda
elbette insan türü için doğaldır bu ama bu bana pek de
derin bir konu gibi gelmiyor.
'Çokdillilik'in normal kullanımda belirsiz ve bulanık
bir kavram olduğunu da akılda tutmak gerek. Daha tek­
nik bir anlamda, her insan birçok yönden çokdillidir. İn­
sanların farklı diller konuştuğunu söylemek onların farklı
yerlerde yaşadığını ya da farklı göründüklerini söylemek
gibidir. Bunlar günlük yaşamda çok işe yarar kavramlar
ancak büyük oranda ne için kullandığınıza bağlı . Eğer
belli bir amaca ya da çıkara hizmet edecekse, bir insanın,
bir dilin farklı biçimlerini değil de birkaç dil konuştuğunu
söyleriz.

Soru: Müziği de bir dil olarak düşünüyor musunuz?

Chomsky: Bu konuda söyleyecek özel bir şeyim yok ama


bu konuda çalışan insanlar var. Bildiğim en iyi çalış­
ma Ray Jackendoff ve Fred Lerdahl4 tarafından yapılan.
Lerdahl uzman bir besteci Jackendoff ise uzman bir dil­
bilimci ve aynı zamanda neredeyse uzman bir besteci.
Onlar müziğin dilbilimsel özellikleri üzerine çok ilginç
bir kitap yazdılar. Dar kapsamlı bir müzik türünü (tonal
merkezli klasik batı müziği) incelediler ve bu müziğin dil
benzeri özellikleri olduğunu göstermeye çalıştılar. Kitabı
okuyup ikna olup olmadığınıza karar verebilirsiniz. Ki­
tap esasında benzer bir şeyler yapmaya çalışan Leonard
Bernstein'a bir cevap olarak yazılmıştı. 5
Şimdi onların haklı olduklarını varsayalım ; bundan

4 Bkz. Jackendoff ve Lerdahl ( 1 983); ayrıca Jackendoff 1 992.


5 Bkz. Bernstein 1 976.
54 • Dilin Mimarisi

müziğin bir dil olduğunu çıkarabilir miyiz? Bu anlamlı


bir soru değil, çünkü neyin dil olduğu tartışması anlamlı
bir tartışma değil. Bu bir insan dili mi? Elbette hayır. Bu
bir insan dili değil. Peki bu insan diline benziyor mu?
Belli açılardan öyle belki ama o zaman sorulacak soru şu :
ne kadar 'benziyor'?
Bir şeyin dil olduğunu söylemek anlamlı bir yorum
yapmak demek değil. Sadece 'insan diline yeterince ben­
ziyor o halde ben ona dil diyeceğim' demek. Birisi için
'Baston yakınlarında yaşıyor mu' diye sormak gibi bir
şey. Bunun kesin bir cevabı yok. Evde bir arkadaşımla
konuşuyorsam ve Boston'da işe nasıl gidilmesi hakkında
konuşuyorsak, o zaman 'Bostan yakınlarında mı yaşı­
yorsun?' diye sorabilirim. Eğer on mil ötede, benden çok
daha uzakta yaşıyorsa, 'hayır! ' diyecektir. Ancak örneğin
burada Delhi'de sizinle konuşuyorsam ve size 'o Baston
yakınlarında mı yaşıyor? ' diye sorarsam o zaman cevap
'evet! ' olur çünkü farklı bir bakış açısıyla o gerçekten de
Bostan yakınlarında oturuyordur. Aynı şekilde 'bu şey bir
dil midir?' sorusu da anlamsızdır. Belli açılardan insan
dili gibi mi şeklinde bir soru sorabiliriz. Bu benzerliklere
ilgi duyarsak, ona 'dil' demeye karar verebiliriz. Bu sade­
ce terminolojik bir meseledir.

Soru : Virüslerin DNA kodlarının bir dil olduğunu düşün­


müyor musunuz?

Chomsky: 'Dil' kavramı çok belirsiz olduğu için bu soru


cevaplanamaz. Bu biraz da uçakların (kartallar gibi) 'ger­
çekten uçup uçmadığını' ya da denizaltılann (yunuslar
gibi) 'gerçekten yüzüp yüzmediğini' ya da olimpiyat oyun­
larında bir engelin üstünden atlayan insanların 'gerçek­
ten uçup uçmadığını' sormak gibi bir şey. İngilizcede biz
insanların değil ama uçaklardan 'uçuyor' diye bahsederiz
ancak denizaltılardan 'yüzüyor' diye bahsetmeyiz. Baş­
ka dillerde bu kullanımlar farklı. 6 Bunlar gerçek sorular

6 Japoncada uçmak eyleminin insanların da uçabildiği bir anlamı var.


Tartışma • 55

değil; sadece belli bir mecazi kullanımı kabul edip etme­


mekle ilgili sorular. DNA kodlaması ve dille ilgili olarak da
aynı şey geçerli .
Uçakların , insanların ve kartalların yerden yukarıda
zaman geçirdiklerinde ne yaptıklarıyla ilgili belki de hava
devinim bilimini ilgilendiren ilginç genel sorular sorulabi­
lir. DNA kodlamasının belli bir biyolojik sistem olan insan
diliyle ilişkisi konusunda ilginç sorular da olabilir (bazı
ciddi bilim insanları bu soruyu soruyor.) Peki ne kadar
ilginç? Bunu sonuçlar elimizde olduğu zaman söyleyebi­
liriz, öncesinde değil.

Soru: İ şitme engellilerin iç konuşmaya sahip oldukları bi­


liniyor. Peki bu anlama mı yoksa sözdizime mi dayalı bir
sistemdir?

Chomsky: Konuşma diline maruz kalmayan insanlar, 'iç


konuşma'ya benzeyen bir şeye sahip olabilir ya da ol­
mayabilirler. Duyu-motor sistemlerinin işin içinde ola­
bilecekken, seslendirme olmaksızın dil kullanımına çok
benzeyen bazı şeyler olduğunun hepimiz kesinlikle bilin­
cindeyiz. Belki böyle bir şey insanlar için genel olarak ge­
çerlidir. Bu sistemlerin 'sözdizimleri' ya da 'anlam sistem­
leri' olup olmadığı sorusuna gelince, önce bu kavramlarla
ne demek istediğimize karar vermemiz gerek. Eğer onları
modern 'işaretler kuramı'ndaki anlamlarıyla kullanıyor­
sak, elbette sözdizimleri (yani , oluştukları sembolik ele­
mentlerin birleşme biçimleri) var. Ancak 'anlam sistem­
leri' (yani sembollerle onların zihinsel olmayan dünyada
'işaret ettikleri' şeylerle ilgili olduğu iddia edilen ilişkiler)
olabilir de olmayabilir de. Bunlar günlük konuşulan dil
için de küçümsenmeyecek, ciddi sorular. 7

Soru: Duyma engelli çocuklar söz konusu olduğunda,


duyu-motor arayüzündeki eksiklikler düşünüldüğünde
işaret dili mi yoksa konuşma (ya da yazma) dili mi daha

lbranicede uçaklar 'kayıyor' ama 'uçmuyor'.


7 'Dil Kuramı' arabaşlığının sonundaki anlambilim tartışmasına bakınız.
56 • Dilin Mimarisi

iyi bir seçenek?

Chomsky: Bu şartlara bağlı. Benim komşumun duyma­


engelli bir çocuğu olsa ve bana önerilerimi sorsa, önce­
likle onların çocukları için neyin en iyi olduğuna dair
öneride bulunacak kadar işin ehli olmadığımı söylerdim.
İkinci olarak, gerçek eğitim ve deneyim sahibi insanların
önerileri önemsenmeli ve değerlendirilmeli; ancak böyle
karmaşık durumlarla ilgili olarak onların da yalnızca kıs­
mi bir kavrayış sahibi oldukları gerçeğinin farkında ola­
rak . . . Eğer hala öneride bulunmam isteniyorsa, çocuğun
mümkün olan en doğal ortamda hem konuşma hem de
işaret dilleriyle tanıştırılmasını önerirdim.

Soru : Jacques Lacan'ın öznellik kuramında iddia ettiği


gibi dil ile cinsellik arasında bir ilişki var mıdır?

Chomsky: Lacan 'ı kişisel olarak tanırım ve söylediği tek


bir kelimeyi bile hiçbir zaman anlamadım. O nedenle, bu
soruyu cevaplayamam . Açıkçası onun oyun oynadığına
ve çılgınlık yaptığı halde insanların onu nereye kadar cid­
diye almaya devam edeceklerini görmek istediğine dair
çok güçlü hislerim var. Bunun doğru olduğunu kanıtla­
yamam ama şüphelerim bu yönde. İyi geçiniriz, pek çok
konuda konuşuruz ama bu konuda hiç konuşmadık . 8

Soru: Dilbilim gibi göstergebilimi de bir bilim sayıyor mu­


sunuz?

Chomsky: Göstergebilim her ne ise o . Onu ne kadar kav­


rarsanız, elinizde o kadarı kalıyor. Ben onu pek derin
bulmuyorum. Bir defasında Fransız göstergebilimci ve
alandaki öncü uzmanlardan biri olan Dan Sperber ile

8 Başka bir yerde Chomsky, Jacques Lacan için şunları söylemiştir: "La­
can söz konusu olduğunda, biraz nezaketsizce olacak ama, benim sa­
mimi görüşüm onun bilinçli bir şarlatan olduğu ve Paris aydın kesim­
leriyle oyunlar oynadığıdır. Saçma sapan şeyler söylediği halde hangi
noktaya kadar ciddiye alınabileceğini görmek istiyordu. Cidden böyle
düşünüyorum. Onu tanıyordum." (Rai ı 995: 206'dan alınmıştır)
Tartışma • 57

uluslararası bir konferansa katılmıştım. Göstergebilim


konusunda konuşma yapması bekleniyordu. Ayağa kal­
dı, tahtaya doğru yürüdü, büyük bir daire çizdi; içine 'dil'
yazdı. Onun yanına daha küçük bir daire yerleştirdi ve
bu daireye doğru bir çizgi çekip üzerine 'trafik ışıkları'
yazdı . Sonra dinleyicilere dönüp 'işte göstergebilim bu ! '
dedi. Elbette abartıyordu ancak söylemek istediği şeyde
bir haklılık payı da vardı. Bunlardan biriyle ilgili olarak
bilinen çok şey var: dil ; trafik ışıklarıyla ilgili söylenecek
pek bir şey yok. Sinema, sanat, insan ilişkileri gibi büyük
konular da var ve bunlar çok önemli konular, ama ben
göstergebilimden bunlarla ilgili pek bir şey öğrenebilece­
ğinizi düşünmüyorum. Bunun kararını siz verin.

Soru: Hama Sapiens'in dil yetisi üstünlüğüne sahip ol­


duğu söylenir. Peki hayvanların iletişim sistemleri çok
karmaşık olduğundan (daha azıyla daha çok şey söyle­
yebildikleri için) aslında bizden daha iyi durumda olma
olasılıkları var mı?

Chomsky: Karıncalar, kuşlar ya da insanlar olsun, kimin


'daha iyi durumda' olduğu sorusunu sormanın ciddi hiç­
bir şeklini bulamıyorum . Karşılaştırma ölçütü yok orta­
da. Sadece iletişim sistemlerine baktığımızda, canlılar
dünyasında insanlarınki de (mimik ve el-kol hareket sis­
temleri gibi) dahil olmak üzere pek çok sistem buluyor­
sunuz. İ nsanların yaptığı hemen her şey gibi insan dili de
iletişim için kullanılıyor ama burada da karşılaştırmalar
anlamsız gibi. Bazı hayvan iletişim sistemleri (pek de an­
lamlı olmayan) bazı açılardan doğal dilden 'daha zengin'
olduğu bile düşünülebilir; bu sistemler bir organizma için
son derece şaşırtıcı olan insan dilindeki kesintili sonsuz­
luktan ziyade kesintisizlik gösterirler.9
Maymunların dili olup olmadığına dair on sekizinci
yüzyılda yapılan canlı tartışmalar döneminde, iddialar­
dan biri, onların dile sahip oldukları ancak bu yetilerini

'' Bir sonraki bölümdeki ilk yanıta bakınız.


58 • Dilin Mimarisi

gösterdikleri takdirde insanların onları köle olarak ça­


lıştıracaklarını fark edecek kadar da zeki olduklarıydı.
Dolayısıyla insanlar etraftayken, sessiz kalmayı tercih
ediyorlardı . Bu iddiayı hep sevmişimdir.

Soru : Dil Edinim Düzeneği'nin belli bir arayüz sistemiyle


insan beyninin genel mimari tasarımı içerisinde belli bir
yere sahip olduğunu ancak bu arayüzlerin primatlarda
olmadığını söylediniz. Bununla, hayvanların dil edinim
düzeneğine sahip olsalar bile uygun arayüz yetilerine
sahip olmadıkları için dil kullanamadıklarını mı kaste­
diyorsunuz?

Chomsky: Böyle bir şey söyledim ama bir şaka olarak.


Bunun bir olasılık (kuramsal bir olasılık) olduğunu söy­
ledim. Doğal dünyayla ilgili bildiğimiz şeyler arasından
bize maymunların dile sahip oldukları ama ona giriş ya­
pamadıkları iddiasının yanlış olduğunu gösteren hiçbir
şey yok. Bu mümkün ama buna inanmak için hiçbir se­
bep yok. Dolayısıyla, evet, böyle bir olasılık var ve belki de
bir gün bunun doğru olduğunu fark edeceğiz ama bunu
kimse beklemiyor. Onların bir dil yetisine sahip olmama
ihtimalleri daha yüksek.
Her iki türlüsünü açıklamak çok zor. Canlıların en
karmaşık özelliklerinin pek çoğuyla ilgili bilinen hiçbir
açıklama yok. İnsanlar Darvinci evrimden ve bunun gibi
şeylerden bahsediyorlar ancak bu size basit sorular öte­
sinde hiçbir şey vermiyor. Sadece dil gibi şeyler konusun­
da da değil. Virüs gibi biyolojik organizmaları ele alalım;
çok basit organizmaları . Çok yüzlü dış yüzeyler gibi bazı
yapısal özelliklere sahipler. Bunu 'doğal seçilime' bağla­
mak ana konuyu kaçırmak olurdu.
Adına 'Fibonacci serileri' denilen matematiksel seri­
leri düşünün mesela. Doğada her şeyde karşımıza çıkı­
yor; nedenini kimse bilmiyor. Bir ayçiçeğini alıp incele­
diğinizde, farklı yönlere giden sarmallardan oluştuğunu
görürsünüz. Yanyana olan sarmallardaki kısımların sa­
yısı Fibonacci serilerinde arka arkaya gelen sayılar gibi
Tartışma • 59

birbirlerine bağlılar. Buna benzer şeyleri doğanın her ye­


rinde buluyorsunuz ama neden böyle olduğu bilinmiyor.
Fiziksel dünyada, belli koşullar altında belli yapıların or­
taya çıkmasını zonınlu kılan bir şey var. 1 0 Bir ayçiçeğinin
ne şekilde olduğunu açıklayamıyorsanız, doğal dilin ne
şekilde olduğunu açıklama olasılığınız çok düşük. Çünkü
o çok daha karmaşık. Dolayısıyla, dile ciddi bir evrimsel
açıklamayı nasıl vereceğimizi bilemiyor oluşumuz şaşır­
tıcı değil; bu genellikle basit dunımlar dışında pek de
mümkün değildir.

DiLiN EDiNiMi
• • • • •

Soru : Dilin doğuştan geldiği ve söyleyiş ve gösterim düzey­


lerini de kapsayan bir işlevi olduğu sözleriyle ilgili düşün­
celerinizi daha ayrıntılı olarak anlatabilir misiniz?

Chomsky: Dilin doğuştanlığı meselesi oldukça ilginç. Dilin


doğuştan geldiği iddiasına karşı çok büyük bir literatür
bulabilirsiniz ancak onu savunan hiçbir şey bulamazsı­
nız. Dolayısıyla, tek yönlü olması sebebiyle bu tartışma
biraz komiktir. Pek çok insan dilin doğuştan geldiği iddi­
asını reddediyor ama kimse onlara cevap vermiyor. On­
lara cevap verilmemesinin sebebi de tezlerinin hiçbir an­
lamının olmaması. Onları cevaplamanın hiçbir yolu yok.
'Dil doğuştan gelen bir şey değildir' demek benim to­
nınum ile bir kaya ve bir tavşan arasında hiçbir fark yok­
tur demektir. Bir başka şekilde ifade edecek olursak, bir
kayayı , bir tavşanı ve benim tonınumu insanların İngiliz­
ce konuştuğu bir topluma koyduğumuzda, hepsi İngilizce
öğrenecek demektir. Eğer insanlar buna inanıyorlarsa, o
halde dilin doğuştan gelmediğine de inanıyorlardır. Yok
eğer benim tonınum ile bir tavşan ve bir kaya arasında
farklılık olduğuna inanıyorlarsa, o zaman dilin doğuştan

'0 Bu konunun popüler bir incelemesi için Stewart 1 995'e bakınız. Benzer
örnekler ve zihin teorisini kuşatan ilgili konular için bkz. Penrose 1 995.
60 • Dilin Mimarisi

geldiğine inanıyorlardır. Dolayısıyla dilin doğuştan geldiği


varsayımıyla ilgili olarak tartışılabilir bir şey olduğunu id­
dia eden insanların aklı karışık. O denli karışık ki onların
tezlerine cevap vermenin hiçbir yolu yok. Dilin doğuştan
gelen bir yeti olduğu konusunda hiçbir şüphe yok.
'Dil doğuştan gelir' demek, ciddi ve önemli bir içsel
doğa farklılığının benim torunumu, kayalardan , arılar­
dan, kedilerden ve şempanzelerden ayırdığı inancını ifade
etmektir. Bu içsel doğanın ne olduğunu bulmak is tiyo­
ruz. Mevcut kavrayışta, bu bir şekilde dil yetisini (ya da
farelerde de olduğu gibi iç kulakta iyice yerleşmiş bir ke­
miği) ortaya çıkaran genlerin bir ifadesi. Nasıl olduğu bi­
linmiyor, ancak bu çok daha kolay sorular için de geçerli.
Dilin insanlarda doğuştan bulunduğu sözü az çok böyle
bir şey ifade ediyor. Benzer şekilde, kolların insanlar için
kanatların da kuşlar için doğuştan olduğunu söylüyoruz.
Dil ile ilgili olarak d oğuştan gelen şeyin dil yetisine
mi özgü olduğu yoksa zihnin başka parçalarının bir bileş­
kesi mi olduğu sorusu sorulabilir elbette. Bu ampirik bir
sorudur ve bu konuda dogmatik olmak için hiçbir neden
yoktur; bakarsınız ve görürsünüz. Bulduğumuz şeyler
onun dile özgü olduğuna işaret ediyor. Bildiğimiz kada­
rıyla, dil yetisinin sadece insan zihninde değil diğer hiçbir
biyolojik organizmada bulunmayan özellikleri vardır.
Örneğin , dil yetisinin en temel özelliklerinden biri
kesintili sonsuzluk özelliğidir. Altı sözcüklük, yedi söz­
cüklük tümceler bulabilirsiniz ama altı buçuk sözcüklük
tümceler bulamazsınız. Dahası, bunun bir sınırı yok. On
sözcüklük, yirmi sözcüklük ve bu şekilde sonsuza kadar
gidebilen tümceler bulabilirsiniz. Bu kesintili sonsuzluk
özelliğidir. Bu, biyolojik dünyada neredeyse hiç olmayan
bir şey. Pek çok kesintisiz sistemler var ve pek çok sınırlı
sistemler var ama kesintili sonsuz bir sistem bulun baka­
lım! Buna benzer tek bir sistem daha var, o da aritmetik
yetisidir ki o da dilin (evrimsel) bir yan ürünü olabilir. 1 1

1 1
Dil ve sayılar konusunda bkz. Hurford 1 987.
Tartışma • 6 1

Ne kadar incelerseniz, o kadar doğru görünüyor. 1 2


Burada bahsettiğimiz türde sorulara geldiğinizde,
belki de gerçekten biyokimya diyebileceğiniz düzeyden
ONA düzeyine kadar biyoloj ik dünyanın hiçbir yerinde bir
benzeri yok gibi görünüyor. O halde, dil sadece doğuştan
gibi görünmüyor aynı zamanda can alıcı noktalarda son
derece özgün görünüyor. 'Üzerine yayılmış1ık sorusuyla
bunun kastedildiğini anlıyorum. Dil başka şeylerin üze­
rine yayılmış, başka özellikleri olan bir sisteme eklenmiş
bir şey. Ampirik çalışmalar sizi buraya götürüyor. Birileri
bu gerçeklerin başka bir açıklamasını bulursa, onu din­
lemek çok ilginç olacaktır. Ancak başka bir tez yok, onun
için tartışılacak bir şey de yok.
Asıl sorun dilin özelliklerinin ve kullanımının ne denli
bu sisteme özgü olduğunu bulmak. Bundan dolayı, dilin
ya da dişlerin özel olarak dil için mi uyarlandığını yoksa
dilden bağı msız neden lerle mi evrildiklerini sorabiliriz.
Bazı konularda cevaplar net olsa da -sürüngenlerin çene
kemiğinin iç kulağa geçişi gibi- farklı fikirler var. Konuş­
ma analizi ve algı üzerine çalışan ve saygı duyulan bilim
insanlanndan bazıları duyu-motor sisteminde dile özgü
herhangi bir uyarlanım olduğundan şüphe duyuyor; an­
cak buna katılmayanlar da var. 1 3
Gösterim düzeyleriyle ilgili daha zor konulara gelir­
sek, burada da farklı düşünceler ve ilginç fikirler var,
ama doğal olarak anlaşılan çok daha az şey var. Mesela
bir kişinin doğal dilin ifadelerinin, 'düşünce diline' 1 4 akta­
rıldığına inandığını varsayalım. Bu ifadenin bazı özellik­
leri, dil ifadesinin hangi düşünce dili ifadelerine aktarıla­
cağını belirlemelidir. Bir ifadenin yorumlanmasının hangi
özellikleri dil yetisinin bir parçasıdır ve hangi özellikleri

12
Bu ve benzeri konularda bkz. Prcmack 1 986. Ayrıca bkz. Pinker 1 995,
Bölüm 1 1 .
13 insan ses sisteminin evrimsel temellerinin ilk klasik tartışmalan için
bkz. Lieberman 1 975. Ayrıca, farklı bir bakış açısından daha yakın
zaman bulgulannın bir incelemesi için bkz. Pinker 1 995: Bölüm 1 1 .
14 Bu tezin ilk ifadesi için bkz. Fodor 1 975.
62 • Dilin Mimarisi

düşünce dilinin anlam özelliklerine aittir? Bu konuda sa­


dece tahminler var ama bundan fazlası yok.

Soru : 'Benzetmelerin ' açıklama olarak görülmesi konusu


göz önüne alındığında, ı s dil için 'organ ' ifadesi betimleyici
mi yoksa benzetme amaçlı mı kullanılmaktadır? Çok bil­
gili değilim ama biyogenetikçilerin beyni her şeye hükme­
den merkezi bir organ olmaktan ziyade 'hareketli beyin'
olarak yorumlamaları var aklımda. Bir sosyolog olarak
da merkez (ve bununla eş anlama gelen merkezi kuvvet)
kavramından uzaklaşmaya çalışıyorum. Bu sizin bakış
açınızdan bir şey ifade ediyor mu?

Chomsky: Araştırılması gereken soru, beynin (ve muhte­


melen vücudun diğer sistemlerinin) sadece dile adanmış
bir parçalarının olup olmadığıdır. Eğer öyle ise, teknik li­
teratürde ı 6 bile (net olmamakla birlikte) standart şekliyle
bu alt sisteme 'organ ' diyebiliriz. Bu kullanımda ciddi bir
risk yok. Yazı yazma sürecinde parmaklarımın hareketini
beyin korteksinin belirlediğini bulmamızdan farklı olma­
yarak, bir kuvvet ilişkisini andıran hiçbir şey söylememi­
ze de gerek yok. Bir organizmanın yapısı ne ise odur, biz
de elimizden geldiğince bunu anlamaya çalışıyoruz.

Soru: Broca tarzı tam da doğru olmayan beyin haritalan­


dırmalarıyla ve bunların dil yetisinin 'yeri'yle ilgili anlamı
üzerinde ne düşünüyorsunuz?

Chomsky: Ne kadar belirsiz ve değişken de olsa, Broca


bölgesi yıllarca üretici bir biçimde çalışılabilmesini sağla­
yacak şekilde iyi tanımlanmıştır ve genellikle, dil kullanı­
mında görevi olan beyin kısımlarından biri olduğu varsa­
yılır. Beyne zarar vermeyen yeni teknolojilerin beyindeki
dil bilgisi ve dil kullanımına (yani 'dil organı' ve onun ça­
lışma biçimlerine) dair daha derin bir kavrayış sağlaması

15 Soruyu soran kişi Chomsky'nin konuşmada örnek olarak verdiği pri­


matı kastediyor olabilir.
6
1 Bir organ olarak dil yetisi kavramının açıklaması için bkz. Chomsky
1 980, Bölüm 6.
Tartışma • 63

olasıdır. Şimdilik, bu sorunun cevaplanması çok zor. 1 7


Biyolojide 'organ' kelimesinin kullanımındaki belirsizliğe
de dikkat etmek gerekir, belli bir 'yer' bulma zorunluluğu
yoktur. Bu terim belirlenebilir özellikleri ve işlevleri olan
karmaşık sistem parçalarına odaklanabilmek için kulla­
nılmaktır. Dolaşım ve bağışıklık sistemlerinden 'organlar'
olarak söz eden teknik bir tartışma, bunların geride ka­
lan her şeyi olduğu gibi bırakarak vücuttan alınabileceği
anlamına gelmez.

Soru: Dil Edinim Düzeneği ile Evrensel Dilbilgisi arasın­


daki fark nedir?

Chomsky: Hiçbir şey. Bunlar sadece aynı şeye bakmanın


iki farklı biçimidir. Evrensel Dilbilgisi, dil yetisinin ilk du­
rumunun kuramına verilen isimdir. Dil Edinim Düzene­
ği, bu ilk duruma farklı bir bakış açısından verilen başka
bir isimdir. Yani hiçbir fark yok.

Soru : Dil Edinim Düzeneği'nin yapısı nasıldır?

Chomsky: Dilin yapısı ne ise o işte. Muhtemelen çokça


basitleştirilmiş bir modele göre, dilin ilkelerini ve para­
metrelerini anlayabilirsek, dil edinim düzeneğinin ne
olduğunu da anlayabileceğiz. Bu düzenek bu ilkelere ve
belli şekilde ayarlanması gereken parametrelere sahip bir
sistem ve bu parametreler ayarlandığında ortaya bir dil
çıkıyor. Genellikle, 'dil edinim düzeneği' dilin ilk durumu
ile alabileceği diğer durumlar arasında bir aracıdır. Bu da
ilk durumun betimlemesi olduğunu söylemekten başka
bir şey değildir.

Soru: Dilin doğuştan geldiğini söylemekle onun görme sis­


temi gibi dış uyartılara ihtiyacı olduğunu söylemek ara­
sında bir çelişki var mı?

Chomsky: Hayır, hiçbir çelişki yok. Görme sistemini ele


alalım. Bu kırk yıl önce bilinmiyordu ama bizimki de

17 Bu konular genel bir özeti için bkz. Gardner 1 975.


64 • Dilin Mimarisi

dahil olmak üzere memelilerin görme sisteminin genetik


olarak belirlenmiş ayrıntılı bir biçime sahip olduğunu ar­
tık bugün biliyoruz. Ancak, bebekliğin ilk dönemlerinde
doğru türde bir uyartı (temelde örüntülü-uyartı) veril­
mezse, sistem bozulmaya başlıyor. Çalışmıyor. Çalışmak
için uyartıya ihtiyacı var. Dahası, aldığı uyartı türleri sis­
temin çalışma biçimlerini az da olsa değiştirebiliyor.
işte temel deney. 18 Kedilerin bizimkilere yeterince
benzeyen bir görme sistemleri vardır, dolayısıyla sonuçlar
az çok aynı. Bir kediyi, kedi yavrusunu alır, (hiç uyartı
almaması için) gözlerini kapatır ve damarlı kortekslere
elektrot koyarsanız, bir iki hafta içinde biyolojik olarak
belirlenmiş yapıların nasıl bozulduğunu görebilirsiniz.
Bir kediyi alır, (yayınık ışıkları alıp örüntüleri göremesin
diye) gözlerinin üzerine ortadan ikiye bölünmüş bir masa
tenisi topu gibi bir şey koyarsanız, sonuç aynı olur. Ancak
ona değişen örüntülerde uyartılar verirseniz, sistem çalı­
şıyor. Sadece dikey çizgilerden oluşan bir örüntü-uyartısı
verirseniz, damarlı kortekste, yatay çizgilerden oluşan bir
örüntü-uyartısı verdiğiniz durumdan daha farklı bir hüc­
re dağılımı elde edersiniz. isterseniz bunu farklı diller gibi
düşünebilirsiniz. Aldığı örüntü uyartılarına bağlı olarak
farklı biçimlere giriyor. Dolayısıyla, üzerinde deney yap­
ma imkanınız olan memeli görme sistemlerinde, yaşamın
belli dönemlerinde alınan belli tür uyartılann sistemin
işler hale gelmesi için gerekli olduğu ve gelen uyartıya
göre bunun çalışma biçimlerinde bazı farklılar olduğu ko­
nusunda şüpheye yer yok.
Bildiğimiz kadanyla, dil de böyle bir şey. Etik neden­
lerden ötürü, bu durumda benzer deneyleri yapamazsı­
nız. Yani dilin de böyle olduğunu kesin olarak bilmiyo­
ruz. Ortalıkta Joseph Mengele gibi birisi olmadığı sürece,
bebekler üzerinde bu şekilde deney yapamazsınız. O bize
bu sorulann cevabını verebilecek olan deneyleri çocuk­
larla yapmaya hazırdı . Neyse ki böyle bir şey yok. Ama

18
Bkz. Hubei ve Weisel 1 962.
Tartışma • 65

bunların doğal sayıldığı dönemlerin tıp tarihinin çok eski


dönemlerinde kalmadığını da söylemem gerek (tıp okul­
larında hasıraltı edilen çirkin hikayeler) . Gerçek şu ki bu
şekilde deneyleri artık yapmıyorsunuz. Dolayısıyla cevabı
kesin olarak bilmiyoruz, ama muhtemelen aşağı yukarı
aynıdır. Sistemi harekete geçirmek için belli türde uyar­
tılara ihtiyacınız var ve bu uyartıların biçimleri görünüşe
göre sistemin çalışma biçimlerini belli oranda değiştiri­
yor; Hintçe ve İ ngilizce gibi diyelim. Buna benziyor işte.
Tecritte büyüyen (ve dili hiç duymamış) çocukların
dile sahip olup olmadıklarıyla ilgili ilginç bir soru duru­
yor ortada. [ Dinleyiciler araya giriyor] Pardon? Ormanda
tek başına büyüyen kurt-çocuklar pek iyi bir örnek değil.
Tecritte büyüyen çocuklarla ilgili bazı böyle gerçek olay­
lar var. Ancak bu çocuklar o denli psikozlu ve onlarla
ilgili yanlış giden o denli şey var ki dilleriyle ilgili olarak
ne söyleyeceğinizi bilemiyorsunuz.
En iyi çalışılmış örnek, adı Genie konulan bir kızın
hikayesi. Onunla ilgili bir kitap var. 1 9 On iki ya da on üç
yaşındayken bir tavan arasında bulunmuştu . Sanırım
iki yaşındayken onu oraya kilitlemiş olan deli bir babası
vardı. Bir sandalyeye bağlanmıştı ve ara sıra ona yemek
atıyordu; kız böylece hayatta kalmış. Ancak görünüşüne
göre, bu kız belki pencereden gelenler dışında iki yaşın­
dan itibaren dile hiç maruz kalmadı. Bir sosyal hizmet
görevlisi onu bulup dışarı çıkardı. Hastaneye kondu ve
insanlar ona yardım etmeye çalıştı.
Onun neler yapabildiğiyle ilgili çalışmalar yapıldı
ve buradan çıkan bazı ilginç sonuçlar var. Ancak doğal
olarak psikozlu olduğu için bu sonuçların tam olarak ne
anlama geldiğini bilemiyorsunuz. O kadar çok psikolojik
sorunlar vardı ki hangisinin dille ilgili olduğuna karar ve­
remiyorsunuz. Dilbilgisine benzer bir şeyi hiç edinemedi.
Sözcükleri öğreniyor ve bir şekilde iletişim kurabiliyor­
du, ancak dilbilgisi yapısı diyebileceğiniz hiçbir şey öğ-

19 Hikayenin tamamı için bkz. Curtiss ı 977.


66 • Dilin Mimarisi

renemedi. Ancak çok fazla sorunlar olduğu için bunun


ne anlama geldiğini bilemiyorsunuz. Bu bir bilgisayarı
alıp, çekiçle kırıp parçaladıktan sonra, bilgisayarın na­
sıl çalıştığını anlamayı denemeye benziyor. Deney böyle
yapılmaz.
Öte yandan bu soruyu biraz olsun aydınlatabilecek
başka bir doğal deney var. Bu, kuzen olan üç işitme-en­
gelli çocukla ilgili. Birlikte sürekli oyun oynuyorlarmış.
Aileleri, ne yazık ki (şimdikinden farklı olarak eskiden
çok kabul gören) işaret dilinin işitme-engelli çocuklar için
kötü olduğu ve çocukların dudak okumayı öğrenmeleri
gerektiği fikrine kapılmışlar. Aileleri buna inandırılmış­
lardı ve çocuklara işaret bile yapmamaları gerektiği söy­
lenmişti. Yani onlara, el işaretleri yapmayın yoksa onu
işaret dili öğrenmek için kullanırlar denmişti. Görünüşe
göre aileler de bu öneriye tamamen uygun davranmış. Bu
nedenle, çocuklar işitme-engelli oldukları için hiçbir şey
duymamışlar ve işaret ya da işaret dili gibi şeyleri hiç
görmemişler.
Buna rağmen çocukların kendi işaret dillerini oluş­
turdukları ortaya çıktı. Çocuklar bunu kendi aralarında
kullandıkları için aileler bunu bilmiyordu. Bu ortaya çı­
kınca birkaç iyi psikolog -Lila Gleitman ve öğrencileri­
bunu yakından incelemeye başladılar. 20 Oluşturdukları
sistemin çok ilginç olduğu çıktı ortaya. Pek çok açıdan
normal insan diline benziyordu. Bir tür yalın-özegeçişli2 ı
dile benziyordu ve doğal bir ortamdaki çocuklarınkine
yaklaşık olarak aynı gelişim ve karmaşıklığa sahipti. Yani
onlar elbette kendi kanallarıyla doğal bir dil geliştirmiş­
ler gibi görünüyordu. Deney o noktada sona erdi, çünkü
çocuklar bulundukları anda, onlara işaret dili öğretildi.

20
Bkz. Gleitman 1 995; ayrıca bkz. Carol Chomsky 1 986.
21
Ôzegeçişli bir dil geçişsiz bir eylemin öznesi ile geçişli bir fiilin nesne­
sinin aynı durum eki aldığı diller için kullanılan bir kavramdır. Bun­
ların yetinmeci kavramlarla ifade edilişi için bkz. Chomsky l 9Y5b,
Bölüm 2, 3.
Tartışma • 67

Bu doğal bir dilin zihinsel gelişimini sağlamak için uyar­


tı bakımından çok fazla şeye ihtiyaç olmadığını gösteren
olaylardan biri. Doğrudan deneylerle çözülebilecek pek
çok ilginç soru çıkıyor ortaya; ancak bunlar elbette etik
gerekçelerle yapılamaz . O nedenle de daha dolaylı yollara
başvurulması gerekiyor.

Soru : Dil Edinim Düzeneği tek mi çok mu? İkinci bir dilde
ya da bir yabancı dilde tekrar kullanılabilir mi? İlerleyen
yaşlarda dil edinmeyi nasıl açıklarsınız?

Chomsky: Bu daha önce sorulan bir soruya dönüyor. Batı


Avrupa'nın bazı kısımları, Amerika Birleşik Devletleri,
Japonya ve birkaç yer hariç, Hindi stan 'da ve dünyanın
her yerinde insanların pek çok dil bildikleri muhtemelen
doğru. İnsanlık tarihinin büyük bölümünde ve bugün
dünyanın pek çok yerinde, çocuklar farklı diller konu­
şarak büyüyorlar. Örneğin Batı Afrika'da büyüyorsanız,
anneniz ve babanız başka dillerde konuşuyor olabilir.
Onlar birbirleriyle bir üçüncü dilde konuşuyor olabilirler.
Teyzeniz dördüncü bir dili konuşuyordur belki ve bunun
gibi gidiyor işte. Bu insan türü için çok doğal bir durum.
Yerli halkların çoğunlukla yok edildiği ve yerleşimcile­
rin çoğunlukla tek bir yerden geldiği Amerika Birleşik
Devletleri'nde, yapay bir tek tiplilik görüntüsü bulunu­
yor; ancak bu yalnızca tarihsel nedenlerden dolayı böyle.
Ancak, Amerika Birleşik Devleri'nde bile, insanların
tek bir dil konuştuklan düşüncesi kesinlikle doğru de­
ğil. Herkes pek çok farklı dili duyarak büyüyor. Bunlara
bazen 'ağız' ya da 'biçemsel farklılıklar' ya da ona benzer
bir şey deniyor. Ancak bunlar aslında farklı diller. An­
cak birbirlerine o kadar yakınlar ki onlara dil deme gereği
duymuyoruz. Dolayısıyla, herkes çok dilli bir ortamda
büyüyor. Bazen bu çok dilli ortamlar birbirine o kadar
benzemez sistemler içeriyor; bu durumda onlara farklı
diller diyorsunuz. Ama bu sadece bir derece sorusu , bir
evet-hayır sorusu değil. Dolayısıyla dil yetisi her ne ise,
aynı anda pek çok farklı duruma girebildiğini biliyoruz
68 • Dilin Mimarisi

ve kaç farklı duruma girebileceğini bilmiyoruz. Çocuklar


farkına varmadan ve hiç yorulmadan, birbirinden ta­
mamen farklı çok sayıda dili edinebiliyormuş gibi görü­
nüyor. Bazen dört-beş yaşına gelene kadar farklı diller
konuştuklarını bile bilmiyorlar. Bu gelişimin doğal bir
parçasına benziyor.
Her neyse, bu daha karışık bir soru . Kolay soru, de­
ğişmeyen bir ortamda dilin nasıl çalıştığı. Ancak bu soru
az çok anlaşıldığında, daha zor sorunun ciddi olarak
araştırılmasını umabiliriz: değişken bir ortamda dilin na­
sıl çalıştığı. Kolay olan soru zaten yeterince zor.
Yaşamın ilerleyen dönemlerinde dil edinme konu­
suna gelelim. Mesele ben şimdi Hintçe öğrenmeye karar
versem ne olur? Bu, başka bir hikaye. Diğer biyolojik ya­
pılarda olduğu gibi dilin edinimi için de kritik bir dönem
varmış gibi görünüyor. Belki de birden çok böyle dönem
var. Görme sistemini ele alalım. İnsanlarla deney yapmı­
yorsunuz ama kedi ve maymunlarla deneyler yapılıyor.
Örneğin bir maymunun doğumundan sonraki birkaç
haftada örüntülü görsel uyartı almasını engellerseniz,
görme sistemi bozulmaya başlıyor. Ya o dönemde örün­
tülü uyartıları alacak ya da çalışmayacak. İ nsanlar söz
konusu olduğunda, çift göz mercekli görüntüyü alabilme­
niz için dört aylık olmadan önce yeterli uyartıyı almanız
gerekiyor, yoksa bu görüntüyü hiç alamazsınız. Bilinen
bütün biyolojik özelliklerin harekete geçirilmeleri gereken
bir dönem var. Bu dönem geçtiğinde, onu harekete geçir­
me yetisi düşüyor ya da belki de ortadan kalkıyor.
Belki dil de böyledir. Görme sistemi söz konusu ol­
duğunda bunu bilmek daha kolay çünkü kedilere ve
maymunlara işkence etme hakkımız olduğuna inanıyo­
ruz. Dolayısıyla, insanlar kedi ve maymunlarla deney
yapıyorlar ve deney yaptığınızda pek çok cevaba hızlıca
ulaşabilirsiniz. Doktorlar eskiden yaparlardı ancak şu
zamanlarda, öyle ya, olarak biz insanlara işkence yap­
mıyoruz. Neyse ki ilgili deneyleri insanlarla yapmıyoruz.
Bu cevaplan elde etmeyi daha zor hale getiriyor. Bunla-
Tartışma • 69

rı elde etmemin dolaylı yollarını bulmak zorundayız. Dil


edinmenin önce altı, yedi ya da sekiz yaşlarında, sonra
da ergenlik sürecinde kesilme dönemleri yaşadığıyla ilgili
yeterli dolaylı kanıt varmış gibi görünüyor. Bu iki deği­
şim, bunlar her neyse, ikinci bir dili edinme yetisini ol­
dukça kısıtlamaktadır. Belli bir yaşı geçtiğin zaman, dili
edinebilirsin ama genellikle zaten bildiğin dilin üzerinde
bir oluşum gibi. Bazen o fark çok belirgin değildir. Gös­
termek için çok ince deneyler yapmanız gerekir ama bu
doğru yaklaşıma benziyor. Bunlar ilginç ve önemli ancak
zor sorular, ve geç dil ediniminde iyi anlaşılmayan , ol­
dukça çok sayıda bireysel değişim var.

Soru : Farklı uluslardan insanlar evlendiğinde iki ya da


çokdilli çocuklara sahip olmaları mümkün mü?

Chomsky: Bunun hiçbir önemi yok. Bunlar tamamen fark­


lı konular. Bu, bu tip evliliklerde uzun kollu ya da Yunan
felsefesine ilgi duyan çocuklara sahip olmak mümkün
mü sorusuna benziyor .

Dil KURAMI

Soru : Konuşmada bahsedilen kozmik ışın kuraı11ını biraz


daha açar mısınız? Dilin ilkeleri, ortalıkta dolaşan may­
munun genetik bilgisine nasıl eklendi?

Chomsky: Sanırım, kozmik ışın kuramı derken, insanın


evrimiyle ilgili bazı soruları açığa kavuşturmak için kulla­
nılan ama çok ciddiye alınmaması gereken belli bir masalı
kastediyorsunuz. Yani, bir zamanlar az çok bizim gibi bir
söyleme-algılama ve kavram-niyet sistemi olan ancak dil
yetisi olmayan primatların var olduğu ve onlara dil yetisi
kazandıran bir mutasyona neden olan doğal bir olayın
gerçekleştiği iddiası. Diyelim ki bir kozmik ışın yağmuru
ya da sürüngen çenesindeki bir kemiğin iç kulağa yerleş­
mesini sağlayan süreçler gibi daha uzun zaman alan bir
olaydı. Bu kemiğin iç kulağa yerleşmesi dilin kullanımı
70 • Di.lin Mimarisi

için mükemmel şekilde uyarlanmış bir yapı; ve yakın za­


mandaki çalışmalara göre bu olay 1 60 milyon yıldır sü­
regelen ilk memelilerin kafataslarının büyümesinin kaçı­
nılmaz bir sonucu. Bu masal Yetinmeci Çizgi tarafından
ortaya atılan soruların gayri resmi bir biçimde gündeme
getirilmesini sağlamanın bir yolu.
Temel ilkeler genetik programa nasıl dahil oldular?
Bu tip sorular sadece dil için değil daha basit biyolojik
sistemler için bile mevcut kavrayışın çok ötesindeler.

Soru : Sınırlı araçların sınırsız kullanımı; burada bir tu­


tarsızlık yok mu? Sınırlı bir organın sınırsız olasılıkları
mümkün kıldığı bir model içsel olarak tutarsızlıklara
gebe değil midir?

Chomsky: Bu, yüzyıl öncesine kadar bir sorun idi. Ger­


çekten de tutarsızlık varmış gibi görünüyordu. Modern
matematiğin önemli keşiflerinden biri de bunun bir tu­
tarsızlık olmadığıdır. Sınırlı araçların sınırsız kullanı­
mını ifade etmenin son derece tutarlı bir yolu var. Bu,
işlenebilirlik kuramı, özyinelemeli işlev kuramına vb . yol
açtı. 22 Bu modern matematiğin bazı geleneksel fikirlerin
netleştirilmesini sağlayan büyük bir keşfi. Ortada bunun
gibi fikirler vardı ama bunlar çok yakın zamanda açıklık
kazandılar; neredeyse yirminci yüzyılın ortalarına kadar.
Dolayısıyla, evet, ortada bir tutarsızlık varmış gibi görü­
nüyor ama öyle değil. Bunun tutarsızlık içermeyen çok
basit bir açıklaması var ama burada ondan bahsetmem
mümkün değil.

Soru : İ lkeler ve parametreler yaklaşımında bir ilke örneği


verebilir misiniz?

Chomsky: Konuşmada bahsettiğim yorumlanamaz özellik­


lerin anlam gösteriminden önce ortadan kaldırılması ge­
rektiği (aksi takdirde bu nesnenin okunamaz olacağı) ve
bunun ortadan kaldırılmasının tek yolunun sözdizimsel

22
Bkz. Turing 1 950; aynca bkz. Boolos ve Jeffrey 1 974.
Tartışma • 7 1

yakınlık ilişkisi içinde silme olduğu ilkesi evrensel gibi


görünüyor. Her yerde etkisi var. Örneğin , az önce sordu­
ğumuz teknik soruyu ele alalım,23 onun için de sonuçları
var. Pek çok yapılar ve pek çok dil için doğru gibi görü­
nüyor. Öyleyse bu bir ilkedir. Başka yakınlık ilkeleri de
ilkedir.
Önerilen ilkeler arasında Aşamalı X Kuramı, bağla­
ma kuramı, kopya zincirleri arasında buyurma koşullan,
Kayne'in 'belirsizliğe yer bırakmayan yollar' kuramı ve
onun Larsoncu 'kabuk kuramı'na yol açması. Rizzi'nin
'göreceli yakınlık' kuramı ve bunlar gibi pek çok kuram.
Alan bunlarla dolu ve bunlar tam da olması gerektiği gibi
sürekli değişiyor.24
Dil çalışmaları çok eskilere dayanıyor, klasik Hindis­
tan 'a ve Yunanistan'a kadar takip edebilirsiniz. Ancak
bugün sorulmakta olan soruların çoğu, yakın bir zamana
kadar hayal edilemez ve sorulamazdı. Ve bu sistem, bir
deneysel araştırma alanında sürekliliği olan kapsamlı il­
keler bulmayı beklemeyeceğiniz bir karmaşıklık derecesi
içeriyor. Bu tip soruları hızlıca cevaplayabilecek belli de­
neylerin, etik gerekçelerle yasaklanmış olması başka bir
sorun. Dolayısıyla burada, karmaşık moleküllerin veya
kedilerin görme sisteminin çalışılmasından daha dolaylı
yollar bulmak zorundasınız.

Soru : Dilin doğal ve formel sistemler arasındaki 'mükem­


melliğinde' bir 'ara yol ' olduğunu mu söylüyorsunuz? Bu
onun yakın zamanda ortaya çıkmasının mı yoksa yaptığı
şeyin çok yönlülüğünün mü bir sonucu?

Chomsky: Dilin 'mükemmelliğine' yapılan göndermeler


çalışma gündemine çok yakın zamanlarda giren ve hala
çok az anlaşılmış olan sorularla ilgili. Ancak ben bunların

23 Özellik benzeşiminden kaynaklı hareketler için konuşmanın sonunda­


ki tartışma kısmına bakınız.
24 Bu son derece teknik ayrıntılara bir giriş olarak bkz. Radford 1 988,
1 997. Ayrıca Chomsky l 995b'nin ilk bölümü de bunların kısa bir be­
timlemesini içeriyor.
72 • Dilin Mimarisi

ampirik olarak anlamlı ve muhtemelen önemli olduğunu


düşünüyorum. Sorular, temel olarak dilin, dil yetisinin
sağladığı bilgileri bazı eylemleri gerçekleştirmek için kul­
lanan başka ('dış1 sistemlerle arayüz ilişkilerine giren bir
sistem olduğu varsayımıyla başlıyor. Bu dış sistemler an­
cak belli biçimlerde sunulan bilgilere giriş yapabilirler.
Kullanılabilir olması için, dilin bu bilgileri uygun biçim­
lerde sağlaması gerekir. Sonuç olarak, dış sistemler dil
yetisi üzerinde 'okunabilirlik' koşulları (çıktı koşulları)25
dayatıyorlar. Biz dilin bu koşulları sağlamak için ne denli
iyi tasarlanmış olduğunu , bu koşullar tarafından gerek­
tirilmeyen hiçbir teknik araca ve nedensiz karmaşıklığa
yol açmadan dil yetisinin özelliklerinin bu çıktı koşulları­
nın 'en iyi çözümleri' olup olmadığını sorabiliriz. Sorular
başlangıçta net değildir, ancak son zamanlarda dilin bu
anlamda 'mükemmelliğe' yaklaşan bir sistem olduğu ge­
nel tezini kabul etmenin deneysel sonuçları literatürde de
tartışıldığı gibi belli şekillerde inceltilebilir.
Formel sistemler tamamen farklı bir konu . Bunlar
şu ya da bu amaç için geliştirilmiş; ve amaçlarını ger­
çekleştirdikleri ölçüde iyi ya da kötü olan yapay araçla­
rı , biyolojik bir sistemle kıyaslamak için hiçbir gerekçe
görmüyorum. Bunlar için 'yakın zamanda ortaya çıkma'
diye bir konu da yok. Dil yetisi mevcut durumuna nasıl
ulaşmış olursa olsun, benzer sorular aynı şekilde ortaya
çıkacaktır.

Soru : Yetinmeci Çizgi 'buluşma', 'çakılma', 'birleştir', 'er­


tele' ve 'açgözlülük' gibi değişik ifadeler kullanıyor; bu
mecazi ifadeler sizin göıiişlerinizden esinlenilmiş ifadeler
değil mi?

Chomsky: Öyleyse bile, benim bundan haberim yok. 'Bu­


luşma' ve 'çakılma' matematikten ve işlenebilirlik kura­
mından geliyor. 'Birleştir! ' iki şeyin bir araya gelip daha
büyük bir şey oluşturmasını ifade etmek için benim dü-

20
Dil ve tasarımı bölümündeki notlara bakınız.
Tartışma • 73

şünebildiğim en basit ifade; 'Ertele! ' konulan resmedile­


bilir ve anlaşılabilir bırakmak için kullanılan bir tür yarı­
şaka. 'Açgözlülük' için de aynısı geçerli. Bence terimlerin
seçimi hiçbir şey ifade etmiyor.

Soru : Sözdizim yapılarının soldan sağa sıralanması Yetin­


meci Çizgi'de daha önceki zamanlara göre daha merkezi
bir role sahip. Bu dil yetisine içkin yapı sal bir özellik mi
yoksa söyleme-algılama ve kavram-niyet sistemlerinin
sıralama ihtiyaçları tarafından dayatılan bir arayüz-kısıt­
laması mı?

Chomsky: Bu çok ilginç bir araştırma konusu. Ben dil­


de soldan sağa sıralama olduğuna inanmıyorum. Üretici
sistemin (sözlükçe öğelerini alan, onlardan daha büyük
şeyler yapmak için onları bir araya getiren ve nihayetinde
anlamsal gösterimi verecek şekilde onlar üzerinde bazı
işlemleri gerçekleştiren sistemin) yapısına baktığınızda,
kavram-niyet sistemine kadarki arayüzde gerçekleşen
işlemlere kadar baktığınızda, soldan sağa bir sıralama
yokmuş gibi görünüyor. Hiçbir sıralama da olmayabilir.
Sadece aşamalı ilişkiler var.
Öte yandan, sesin soldan sağa bir sıralaması var.
Benim tahminim, bu soldan sağa sıralamanın söyleme­
algılama sistemleri tarafından dayatıldığı yönünde. Bizim
söyleme-algılama sistemlerimiz kısıtlıdır; onlar yapıları
zaman içinde soldan sağa bir biçimde üretmek zorun­
dadır. Bu nedenle, bu sistemin bir noktasında, yalnızca
aşamalı bir yapısı olan sıralamasız bir sisteme, algılama­
söyleme arayüzünün koşullarını karşılaması için bir sıra­
lama dayatılıyor.
Ancak bunun bir gereklilik olmadığının farkında ol­
mamız gerek. Aslında bu özelliğe sahip olmayan başka
canlılar var. Beden büyüklüklerine göre beyin büyüklüğü
söz konusu olduğunda, insanlannkinden çok da farklı
olmayan yunuslan ele alalım. Yunuslann karmaşık bir
iletişim sistemleri var. Burunlanndan ses çıkarıyorlar
(yunuslar pek çok ilginç ses çıkarabiliyorlar) . Bu kısmen
7 4 • Dilin Mimarisi

radar benzeri bir sistem (nerede olduklannı, bir şeye çar­


pıp çarpmayacaklarını bilmek zorundalar) . Ancak, görü­
nüşe göre bu kısmen iletişim. Bazı yunus alt türleri bunu
eşzamanlı olarak burunlarının iki tarafıyla da yapabiliyor.
Bu bizden daha karmaşık bir iletişim sistemleri olduğunu
gösteriyor; eşzamanlı olarak ses üretimi yapabiliyorlar; iki
boyutlu bir üretim. Bu yapılabilir bir şey; bu durumda,
onların sesleri soldan sağa bir sıralama içermiyor. Eş za­
manlı çıktılan var. Belki her biri kendi içinde soldan sağa
sıralamalıdır ama tamamı soldan sağa değil. Biz buna sa­
hip değiliz; bizim tek bir çıkış kanalımız var.
Bu arada, bir işaret diline baktığınızda, o da tek bir
kanaldan çıkmıyor. Onun da çok sayıda çıktı kanalları
var ama konuşma dilinin tek bir kanalı var. Bu bizim
söyleme-algılama sistemlerimizin bir kısıtlaması ve her
şeyin belli bir şekilde sıralanmasını zorunlu kılmakta. Di­
yelim ki telepatik olarak iletişim kurma yeteneğine sahip
olsaydık (böylece ses çıkarmak zorunda olmazdık) ; dilde
sözcük sıralaması da olmayabilirdi. [ Dinleyicilerden an­
laşılmayan bir yorum.] Ha, elbette. Bu kesinlikle doğru
ama bu tamamen farklı bir soru. Bir ifadenin üretilmesi­
nin soyut bir işlem olduğunu hatırlayın -bu bir ifadenin
dışavurulmasıyla aynı şey değil- tamamen farklı bir me­
sele. Bir ifadeyi dışavurduğunuzda, elbette zaman içinde
gerçekleşir; çünkü belli bir zamanda başlarsınız sonra da
bir sonrakini yaparsınız ve böyle gider. Bu süreçte pek
çok değişiklikler yapabilirsiniz; ama bu aynı soru değil.
Değişiklikler yaptığınızda, yeni bir şeyi tekrar üretiyor­
sunuz. Ama üretim ve dışavurum tamamen farklı işlem­
lerdir. Çıktı sistemleri, bilgi sistemlerine giriş yapmak
zorunda oldukları için bunlar elbette ilintili. Onun için
bunlar ilintili ama farklı işlemler. Üretimin bir sıralaması
olmadığını söylemek işlerimizi zaman akışı içinde yaptığı­
mız için dışavurumun bir sıralaması olduğu gerçeğinden
tamamen bağımsızdır. Tartışılan şey bu değildir.
Asıl soru bu bilgiyi sağlayan soyut ifadede bir sıra­
lama olup olmadığıdır. Bence söyleme-algılama düzeyi
Tartışma • 75

dışında kalan şeyler için bu sorunun cevabı 'hayır'dır.


Ancak bunlar araştırma soruları; bu konularda dogmatik
olamazsınız. 2 6

Soru : Yetinmeci Çizgi'de kabul edilen temel ilişkiler,


belirleyici-baş ilişkisi ya da yakınlık içeren ilişkiler gibi,
Mizo gibi Tibet-Burman dillerindeki çekim yapılarını açık­
layamaz. Mizo dilinde, İngilizcede John wants to see you
'J ohn seni görmek istiyor' şeklinde ifade edeceğiniz bir
yapıda, want 'istemek' eylemi hem ana tümcenin öznesi
olan John ile hem de iç öbeğin nesnesi olan to see you
'seni görmek' öbeğindeki you 'sen' ile uyum eki almasını
açıklayamaz. Bu durumda, ana öbeğin uyum gösteren
baş öğesi ile iç öbeğin nesnesi arasında bir belirleyici-baş
ilişkisi kuramazsınız. Bu gerçekleri Evrensel Dilbilgisi'nde
nasıl açıklardınız?

Chomsky: Diyelim ki birisi, dile belli bir yaklaşımın İngi­


lizcede there are believed to have been several people in
the room 'odada birkaç insan olduğuna inanılıyor' gibi
ifadelerde eylemin kendi öznesiyle değil de en içteki ad
öbeğiyle uyuşma ilişkisine girmesini açıklayamayacağını
iddia ediyor.27 Bu tezin doğru olup olmadığını anlayama­
yız. Öncelikle İngilizceyi belli bir dikkatle incelememiz ve
burada bahsedilen yaklaşımın kavrayış geliştikçe nasıl
değiştirilmesi gerektiğine karar vermemiz gerekir. Hiç­
kimse, herhangi bir dilden, İngilizceden ya da Mizodan,

2" Bu noktada Richard Kayne'in sözdizimde sıralama konulu önemli


çalışmalarından bahsediliyor (Kayne, 1 994) . Ne yazık ki kaydın bu
kısmı anlaşılmaz halde. Kayne'in kuramının bir tartışması için bkz.
Chomsky l 995b, 4.8.
27 Dikkatinizi çekmiştir, bu yapı ve bahsi geçen Mizo'daki yapı temel ola­
rak aynı sorunu çıkarıyor: ikisi de farklı cümleciklerdeki öbekler ara­
sında uyum gerektiriyor. Bu anlamda da, uyum ilişkisinin cümlecik
içinde kısa mesafede gerçekleşen (belirleyici-baş arasında) bir ilişki
olduğu fikrine karşı kanıt oluşturuyor. Burada anlatılmaya çalışılan
şey yüzeyde karşı kanıtmış gibi görünen bir şeyin daha yakından ve
dikkatli bir analizde karşı kanıt olmama ihtimali olduğu. Bu yapıyla
ilgili aynntılar için bakınız Chomsky l 995a, l 995b.
76 • Dilin Mimarisi

seçilmiş herhangi bir cümleyi Yetinmeci Çizgi'nin açıkla­


yıp açıklayamayacağını bilemez.
Bu dile özgü bir şey değil. Doğa bilimlerinde bile , çok
basit sistemlerin ötesinde anlaşılmış çok az şey vardır ve
önerilen kuramların belli olgulan nasıl açıklayabileceği
ya da açıklayıp açıklayamayacağı konusunda sadece tah­
min yürütülebilir. Tam şu anda yağmur yağmakta oldu­
ğunu fizik kuralları açıklayabilir mi? Bu soru bu şekilde
sorulamaz, ve bu soru doğru şekilde sorulduğunda, son
zamanlarda yapılan çalışmalara göre çok şaşırtıcı bazı
cevaplarla karşılaşıyoruz. Yirminci yüzyılın başında, o
zamanın en gelişmiş bilim dalı olan fiziğin, kimyasal bağ­
lanma gibi temel şeyleri açıklayıp açıklayamayacağıyla
ilgili -ki açıklayamıyordu- hiçkimse kesin bir şey söyleye­
miyordu . Bugün, kimse günümüz fiziğinin evrende oldu­
ğu varsayılan maddenin yüzde doksanı için bir açıklama
getirip getiremeyeceğini belli bir kesinlikle söylemiyor.
Doğa bilimlerinin ilk dönemlerine gittiğimizde, sonuçlar
çok daha çarpıcı.
Bilim mucizeler yaratma işi değildir. Bundan ziyade,
kavrayışımızı geliştirme işidir. Bu görünürde (çoğunlukla
yanlış bir şekilde) en basit olduğu varsayılan sorular için
bile kolay bir iş değil.

Soru : Aşamalı X Kuramı soru ve edilgen cümleler gibi pek


çok basit tümceyi açıklayabiliyor. (i) If he comes then we
will go ta the cinema 'o gelirse sinemaya gideceğiz' ve (ii)
Though he is poor, he is honest 'Fakir bile olsa dürüst
biri' gibi karmaşık tümcelerin nasıl ifade edilebileceğini
söyleyebilir misiniz?

Chomsky: İfadeler için öbek yapısı gösterimleri önermek


kolay bir iş, ama bu Aşamalı X Kuramı ile mi yapılma­
lıdır sorusu başka bir soru . Bununla ilgili olarak, yakın
za rııan yetinmeci çalışmalarda da belirtilen nedenlerden
dolayı benim şüphelerim var. 28 Soru hangi yapılann doğ-

28
Bkz. Chomsky 1 995a.
Tartışma • 77

ru olduğudur; ve basit ifadeler için karmaşık ifadeler için


olduğundan daha kolay bir soru değildir. Mesela you saw
him 'sen onu gördün ' gibi basit bir tümceyi ele alalım.
Seksenlerin sonundan itibaren, bunun öbek ifadesinin
geçmişte olandan çok daha farklı olduğu düşünülüyor,
az çok şöyle bir şey: 29
[26 you [2 . ZMN [l': P you [r;. see [ ö him] ] ] ] ] ]
A
Burada <you, you> şeklinde ifade edilen çift, you 'sen'
ifadesinin alttaki kopyasını yukardaki duyulan konuma
taşıyan belki de son derece karmaşık işlemler sonucu
oluşan bir zincirdir. Bahsettiğiniz tümcelerle ilgili öbeksel
yapı gösterimleri için ciddi bir sorun teşkil etmeyen ben­
zer sorular çıkmakta. Bu yapılarla ilgili alanda ilginç ça­
lışmalar var. Sabine latridou'nun M iT doktora tezi buna
örnek olarak verilebilir.

Soru : Yetinmeci Çizgi'nin iyi hissettirici değeri nedir?

Chomsky: Bu şaka gibi bir şey idi. Kitabın (Chomsky


1 995b) dördüncü bölümünde söylediğim şey Yetinmeci
Çizgi'nin başarısızlığa uğraması halinde bile, iyi hissettiri­
ci bir değeri olduğuydu . Bu değer, sizi önemsiz saydığınız
şeylerle ilgili olarak bile düşünmeye zorlaması. Aşamalı
X Kuramı'nı, yüzey yapıları , imleri ya da uygun yönetim
gibi ilkeleri kullanıyorsanız, bu program size bu varsa­
yımların gerçekten haklı olup olmadığını, onları kavrayış
eksikliğini örtmek için kullanıyor olup olmadığınızı sor-

2" Bu yapı Eylem Öbeği içi Özne Savı'na dayanıyor (Koopman ve


Sportiche, 199 1 ) . Özne (bir anlamda Ad Öbeği) Eylem Öbeğinin belir­
leyici konumunda yapıya dahil oluyor ve buradan Zaman Öbeğinin
belirleyici konumuna taşınıyor. Basitçe ifade etmek gerekirse, Zaman
Öbeği klasik tümce kavramına denk geliyor. Daha önceki kuramlarda
bu cümlenin öbek yapısı aşağıdaki gibi incelenmişti:

lzo you iz · ZMN lc:o l e: see IAo him] ] ] ] ] ]

(Kısaltmalar. ZÖ = Zaman Öbeği ZM N = Zaman EÖ = Eylem Öbeği E =

Eylem AÖ = Ad Öbeği çev. notu}


78 • Dilin Mimarisi

maya zorluyor. Bu iyi hissettirici bir şey; göz ardı edilmesi


çok kolay olan şeyler üzerinde düşünmenizi sağlıyor.
Alandaki teknik çalışmalara baktığınızda (örneğin
that-iz süzgecini açıklama denemelerini ele alalım) bu
noktada açıklama olarak öne sürülen şeylerin , açıklan­
ması gereken olgu ile neredeyse aynı karmaşıklık dü­
zeyinde olduğunu görürsünüz. Bunlar açıklama değil;
bunlar sadece sorunun başka terimlerle tekrar ifade edil­
mesi. 30 Bu belki de ileri çalışmalar için temel oluşturmak
açısından çok önemlidir. Bu yaklaşımın iyi hissettirici
yanı bu gerçeği gün yüzüne çıkarması ve size elinizdeki
şeyin gerçek bir açıklama olup olmadığını sorgulatması .
Elinizdeki şeyin bir açıklama olduğu konusunda kendi­
nizi yanıltıyor da olabilirsiniz. Bunun gibi birçok şey var.
Örneğin, uygun yönetme ve imler gibi araçların pek çok
kullanımının, aynı olguyu farklı teknik ifadelerle tekrar
ifade eden ama onları geçmişte olduğu gibi açıklamasız
bırakan sahte açıklamalar olduğu ortaya çıkıyor.
[Başka bir örnek vereyim . ] Bu programın en önemli
sezgilerinden biri de işlemlerin her yerde uygulanabile­
cekleri fikri oldu. Peki öyleyse, neden ad öbeği yer de­
ğiştirmesi gibi bazı işlemler ifade dışarıya çıktı olarak

30 Tha t iz Süzgeci, Chomsky ve Lasnik ( 1 997) tarafından aşağıdaki gibi


-

cümlelerin kabul edilemez olmalarını açıklamak için ortaya atılmıştır:


*who do you think that saw Mary ? istenen anlam: 'Kimin Mary'i gör­
düğünü düşünüyorsun?' *John seems that saw Mary. istenen anlam:
'John Mary'i görmüşe benziyor'. Yer değiştirmenin iz kuramına göre,
ilk cümledeki who ve ikinci cümledeki John gömülü tümceciğin özne
konumundayken , arkalarında iz bırakarak yer değiştiriyorlar. Her iki
durumda da bir 'that-izi' serisi ortaya çıkmış oluyor. ilk iradeyi kabul
edilebilir olan who do you think saw Mary? 'Kimin Mary'i gördüğünü
düşünüyorsun?' ifad esiyle karşılaştırınız. Bu tümcede, bir tümleyici
olan that yer almıyor ve böylece bu tümceler ilgili 'that-izi' serisini ba­
rındırmıyorlar. Bu süzgeç içinde 'that-izi' serisi barındıran yapıların
kabul edilemez olarak değerlendirilmesini sağlıyor. Bu süzgecin ken­
disi açıklanmaya ihtiyacı olan bir varsayım ve Chomsky'ye göre, ilgili
gözlemin başka bir biçimde ifade edilmesinden başka bir şey değil. Bu
olgunun genel bir açıklaması için bkz. Chomsky 1 98 1 , ı 995b.
Tartışma • 79

verilmeden önce, bazıları ise ifade dışarıya çıktı olarak


verildikten sonra yapılıyor? Bu çok teknik bir soru . Ad
öbeği yer değiştirmesi söz konusu olduğunda, aralarında
ciddi bir fark varmış gibi göıii nüyor. Yakın zamanlarda,
yapılan çalışmalar gösteriyor ki . . . Bir adım geriden başla­
yayım. Ad öbeklerinin eylem öbeklerinin ya da daha genel
olarak yüklemin içinde olduklarına inanmak için iyi ne­
denler var. Bunun doğru olduğunu varsayalım .
Yakın zamanlardaki bir bulguya göre, hareket/ ey­
lemlilik belirten bir ifadeyi içeren bir eylem öbeğinde (bir
geçişli eylemi ya da eyleyen ya da ettirgen nitelikli her­
hangi eylem öbeğini düşünebilirsiniz) bir şeyin mutlaka
göıiin ür şekilde bu öbeğin dışına hareket etmesi gere­
kiyor; bir şeyin konulaşması gerekiyor. Konulaşan şey
zaman başının belirleyici konumuna taşınmış olan özne
ya da (nesne hareketine izin veren dillerde) eylem öbeğin­
de nesne-yükseltilmesi için ayrılmış konuma giden nes­
ne olabilir. Fakat bir şekilde bir şeylerin oradan çıkması
gerekiyor gibi duruyor. Demek ki bir Eylem-Özne-Nesne
(EÖN) sıralamalı dilde, özne aslında zaman başının be­
lirleyici konumuna gitmiştir ve bu dil EÖN sıralamasına
sahiptir; çünkü eylem öznenin bulunduğu konumdan da
yukarıya gitmiştir. Bu aslında hiçbir EÖN sıralamalı dil
olmadığı anlamına geliyor. Sadece Ö EN ve ÖNE sıralama­
lı diller var.
Bu aynı zamanda İ zlanda dili gibi bir dilde bütün
öğelerin eylem öbeği içinde kalmış gibi göıii ndüğü geçiş­
li-dolgulu yapılarda bile, bu öğelerden en azından birinin
eylem öbeğini terk etmiş olduğu anlamına geliyor (eylem
öbeğinin içinde değil) . En azından biri (belki de nesne) yer
değiştirmiş olmalı.
Bu bir gerçek gibi duruyor ve bunu açıklamaya ça­
lışmak çok ilginç. Zaman başının belirleyici konumunun
açıkça doldurulması gerektiği de bir gerçeğe benziyor.
Buna genelde Genişletilmiş Yansıtma İ lkesi deniyor. Bu
dilin evrensel olarak betimleyici bir özelliğine benziyor,
belki de aynı konulaştırma özelliğiyle ilgilidir. Bu iki
80 • Dilin Mimarisi

gerçek, eğer bir dilde özne konumunu dolduracak olan


dolgu öğesi yoksa ve bu eyleyen içeren bir ifade ise, ad
öbeklerinden birinin yer değiştirmesini zorunlu kılar. O
halde bu yer değiştirme dilin evrensel ilkeleri tarafından
zorlanan bir hareket gibi duruyor.
Peki diğer ad öbeği yer değiştirmelerini nasıl açıkla­
yacağız? Örneğin, İ zlanda dili gibi açıktan bir nesne yer
değiştirmesini içermeyen İ ngilizceyi ele alalım . Aslında
İ ngilizcede de nesnenin yer değiştirmesi olduğuna ve
bunun açıktan bir yer değiştirme olduğuna dair güçlü
nedenler bulunuyor. Ancak bu yer değiştirme gerçekleş­
tiğinde, başka bir yer değiştirme bunu takip etmek zo­
runda. Bu nedenle, nesne bu konumda kalamıyor. What
did John see ? 'John neyi gördü?' gibi bir tümcede nes­
ne, İ zlanda dilinde ya da Japoncada olduğu gibi önce­
likle nesne konumuna hareket ediyor, ondan sonra da
başka bir yer değiştirmeyle tümcenin tümleyen öbeğinin
belirleyici konumuna gitmek zorunda kalıyor. Bu evren­
sel nedenlerle ve zaman öğesinin özellikleriyle ilgili bir
parametre nedeniyle ortaya çıkıyor; bence bu Holmberg
genellemesiyle de ilgili. 3 1 İ şte burada, bir parametre far­
kı var. Zaman öğesinin Holmberg'in genellemesine yol
açan bir özelliği ve bu da sanki bazı dillerde açıktan yer
değiştirme varmış, bazılarında yokmuş gibi görünmesini
sağlıyor. Ancak aslında bu yer değiştirme hepsinde var.
Bu çok karmaşık bir olaylar silsilesi; Ad Öbeği yer değiş­
tirmesinin dışarıya çıkmadan önce mi sonra mı olduğu­
nu belirliyor gibi görünüyor. Çok karmaşık olgular dizisi
gibi duruyor ama ona daha yakından baktığınızda çok
az sayıda şeyden oluşuyor ve görünürdeki farklılıklar çok
küçük gibi duruyor.

Soru: Bir dile okunabilirlik koşulları tarafından dayatılan


kısıtlamalar nelerdir?

3 1 Bkz. Hol mberg ( 1 986); ayrıca Chomsky ( 1 995b:352-3) ve Kitahara


( 1 9 9 7 ).
Tartışma • 8 1

Chomsky: Bu gelişmekte olan bir araştırma konusu . Yıl­


lardır çalışılagelmiş olan söyleme-algılama sistemleri ta­
rafından dayatılan koşullar bile zor ve karmaşık. İlginç
ama kısıtlı sonuçlar alabiliyoruz. Dil kullanımının diğer
sistemleriyle ilgili (dünya hakkında düşünmeyi, fikirleri
ifade etmeyi, soru sormayı falan sağlayan ve bazen kav­
ram-niyet sistemleri denilen sistemlerle ilgili) çok daha az
şey biliyoruz. Bu araştırma alanı, dil yetisini konu alan
çalışmalarla birlikte evriliyor. Dil yetisine dışarıdan uy­
gulanan sistemlerle ilgili kavrayışımız çok kısıtlı kalmış
olsa da onların dayattığı koşullarla ilgili pek çok bilgi var.
Hatta, ses ve anlamla ilgili bilgiler dil çalışmalarının kö­
kenlerinden beri kullanılagelmiştir.
(Görece) açıklığın araştırma için bir önkoşul değil de
onun bir sonucu olduğunu da hatırlamak gerek. Yanıt­
larla ilgili kavrayış derinleştikçe sorulan sorular da daha
net hale gelir. Bugüne dek doğal bilimlerde buna benzer
pek çok örnek bulabilirsiniz.

Soru : Anlambilimdeki son eğilimler neler? Kendi birimleri


olan bir bilime dönüşme ihtimali var mı?

Chomsky: Bu gerçekten çok ilginç bir soru. Bu, benim


konuşmamda bahsetmediğim gösterimlerle ilgili yan ko­
nulara gidiyor. Anlam bilimin ne olduğunu sormak zorun­
dayız. Eğer anlambilim geleneksel olarak (mesela Peirce
ve Frege gibileri tarafından) ifade edilen şeyse, yani an­
lambilim sesler ve şeyler arasındaki ilişki ise, böyle bir
bilimin olamama ihtimali var. 32
Eğer anlambilim eyleyenlik, konulaştırma, zaman,

32 Başka bir yerde, Chomsky benzer bir gözlemini şu şekilde ifade ediyor:

in sanlar bir şeylere göndermede bulunmak için kelimeleri karmaşık şekillerde


kullanıyorlar. Bunlar koşullara ve söylenmek istenen şeye göre değişiyor. Ancak
kelimelerin kendileri gönderimde bulunmaz. Ne Fregeci değişkedeki gibi kelime­
şey ilişkisi vardır ne de Charles Sanders Peirce'ın önerdiği türde daha karma­
şık kelime-şey-kişi ilişkisi. Bu yaklaşımlar, icat edilmiş sembolik sistemler için
işe yanyor olabilirler (en azından Frege'de bu amaçla geliştirilmişlerdir .) Fakat
bunlar doğal dilin çalışılması için uygun kavranılan vermiyorlar bize. (Chomsky
1 996: 22-3)
82 • Dilin Mimarisi

olay-yapıları ve öğelerin onlann içindeki yeri gibi sorula­


rın çalışılmasıysa, bu çok zengin bir konu , ama bu söz­
dizimin alanı, yani bu, zihinsel gösterimlerin bir parçası.
Aynı ses bilimsel gösterimlerin çalışılmasında olduğu gibi,
bu şekilde bir dünya var mı yok mu sorusundan tama­
men bağımsız bir şekilde ilerliyor. Buna yanlış olarak
'anlambilim' deniyor. Bunu , sesbilimin, ses birimleri ile
moleküllerin hareketleri arasındaki ilişkileri incelemek
olduğuna inanmaya benzetebiliriz. Elbette değil; bu bam­
başka bir konu. Ses bilim, nihai olarak moleküllerin hare­
ketini sağladığı varsayılan işlemleme sistemine yakın zi­
hinsel gösterimlerin bir çalışmasıdır. Bence , 'anlambilim'
denen şeyin çoğu aslında sözdizim . Muhtemelen sözdizi­
min dilin kullanımını içeren arayüze yakın olan bölümü.
Yani sözdizimin o bölümü var ve elbette genel olarak söz­
cüklerle ne yaptığınla ilgili olan edimbilim var.33 Ancak
teknik anlamda bir anlambilim var mı yok mu sorusu
ortada duruyor. Ben olduğuna inanmak için hiçbir neden
.
goremıyorum .
.
.

Bence bu konu, sözcüklerle nesneler arasında kul­


lanım koşullarından bağımsız olarak bir ilişki olduğuna
dair eski ve muhtemelen yanlış bir varsayıma dayanıyor.

Soru : Bir çocuk tıııııanma kavramını bildiği için bu kav­


ramın bir eyleyen ve bir etkilenen içermesi gerektiğini
bilir mi? Bir çocuk ölmek kavramının Türkçede ölmek ya
da nallan dikmek şeklinde ifade edilebileceğini öğreniyor
mu? Doğuştan gelen kavramsal ve işlemsel bileşenler
muhtemelen farklı modüllere denk düşüyor. Dile maruz
kalmak bunlar arasında bir tür etkileşimi tetikliyor olabi­
lir mi? Bu da sonrasında sözlükçe tarafından doldurulan

33 Bu noktada dünyadaki şeylere gönderimde bulunmak için kişilerin


kelimeleri nasıl kullandıkları ve, tutum ve niyetleri ifade etmek için
cümleleri nasıl kullandıklarıyla ilgili konular gündeme geliyor: Bir ör­
nek vermek gerekirse, drinks will be served at fi.ve 'içecekler saat S'te
seıvis edilecek' cümlesi, 'söz, tahmin, uyan, tehdit, önerme ya da da­
vet' olarak kullanılabilir.
Tartışma • 83

bildik sözdizim gösterimlerine yol açacak şekilde bir yük­


lem-üye yapısı üretiyor olabilir mi?

Chomsky: Bu sorular benim yaklaşık on yıl önce yazdığım


bir kitaba gönderme yapıyor olabilir. Orada çocukların
biyolojik yapıları gereği bir kavramlar dağarcığına sahip
olduklarını ve yalnızca dilde belli bir kavramın belli bir

şekilde ifade edildiğini öğrenmek zorunda olduğunu söy-


lemiştim. 34 Yani çocuk, soyut bir anlamda, bütün tuhaf
özellikleriyle birlikte bir tıı·ııı anma kavramına sahip ve
bunun bu şekilde telaffuz edildiğini öğrenmek zorunda.
Bu noktada Jerıy Fodor'un yıllardır yaptığı önemli çalış­
malar ve Ray Jackendoffun ve diğer çalışmalar önemli.35
Bunların hepsi son derece mantıklı sorular. Bunlarla ilgi­
li çeşitli fikirlere sahip olabilirsiniz. Ancak açıkçası anla­
şılan çok bir şey de yok. Bu konularla ilgili olarak kişisel
görüşlerimi size söyleyebilirim ama bunlar temel olarak
araştırma konuları.
Tı ı·ıııa nma, takip etme, koşma, ağaç, kitap ve benze­
ri kavramların temel olarak sabit olduklarını düşünmek
için çok neden var. Bunları incelediğinizde, son derece
karmaşık özelliklere sahip olduğunu fark edersiniz. Bu
klasik sözlükçülükte fark edilmiş şeyler değil. Büyük
Oxford İngilizce Sözlük'ü (büyüteçle okunan sözlük) oku­
duğunuzda, bir sözcüğün tanımını elde ettiğinizi düşü­
nüyor olabilirsiniz, ama durum hiç de böyle değil. Tek
elde ettiğiniz şey birkaç ipucu ve geriye kalan bütün ay­
rıntıları doğuştan gelen bilgileriniz dolduruyor ve sonun­
da o sözcüğün ne anlama geldiğini biliyor oluyorsunuz.
Sözlükçede neyin kanıksanmış olduğunu ortaya çıkar­
maya çalıştığınız anda, bütün bu kavramların inanılmaz
derecede karmaşık olduğunu fark edersiniz. 36
Aslında bundan birkaç yüzyıl önce bu anlaşılmış bir
şeydi. Yaklaşık olarak Hobbes 'tan Hume'a giden ve bu-

14 Bkz. Choms ky 1 988 .


.ıs Bkz. Fodor 1 987, Jackendoff 1 990.
16 Daha ayrıntılı bir çalışma için bkz. Jackendoff 1 990.
84 • Dilin Mimarisi

nun gibi sorulan belli bir derinlikle inceleyen bir gelenek


var. Bence derinleştirilmesi gereken bu gelenek. Bunun
aslında Aristocu kökenleri vardı ve on yedinci yüzyılda­
ki Yeni-Platonculuk37 ile ilginç paralellikler gösteriyordu.
Ancak bunları çalışmaya başladığınızda, kavramların çok
karmaşık olduğunu fark ediyorsunuz. Bu da, onların te­
mel olarak orada olması gerektiğini ve belli bir şekilde
tetiklendiklerinde de sizin yaptığınız şeyin bunların hangi
seslerle ilişkilendiğini bulmanız olduğunu gösterir.
O zaman şu tip sorular çıkıyor ortaya: Bunun ne ka­
darı değişebilirdir? Ne kadarı sabittir? Eyleyen-etkilenen
özellikleri sabit midir değişebilir midir? Bu bir araştırma
konusudur. Bazı durumlarda ne olduğunu biliyoruz. Ör­
neğin ölmek ile nallan havaya · dilmek elbette yapay bir
şekilde dayatılan şeyler. Ancak başka sorular geldiğinde ,
gerçekten de neyin ne olduğunu bilmiyoruz.
İ şlemsel ve kavramsal bileşenler farklı modüller mi?
Açıkçası bu da pekiyi bilinmiyor. Bu çok eski bir soru:
dil olmadan düşünce olur mu? Bu konuda ne bildiğimizi
sorarsanız, cevap 'çok az' olur. Tek bildiğimiz iç gözlemle­
rimizden elde ettiğimiz şeyler.
İ ç gözlem yaptığımda bana kesin gibi görünen şey şu :
Ben dil olmadan düşünebiliyorum. Hatta, çok defa, bir
şeyler düşünüyorum ama ne düşündüğümü ifade etmek­
te zorlanıyorum . En azından benim ve tahminimce her­
kesin yaşadığı bir şey; bir şeyi ifade etmeye çalışırsınız,
onu ifade ettiğinizde söylemek istediğinizin bu olmadığını
fark edersiniz ve sonra da onu söylemek istediğiniz şeye
daha yakın hale gelecek şekilde tekrar söylemeye çalışır­
sınız. Sonra da birisi size yardımcı olur ve onu başka bir
şekilde tekrar söylersiniz. Bu çok genel bir deneyim ve
bu deneyimin varlığını anlamak, dil olmadan düşünebil­
diğinizi varsaymazsanız, oldukça zor. Düşünüyorsunuz,
düşündüğünüz şeyi ifade etmenin bir yolunu arıyorsu­
nuz ve bazen bunu yapamıyorsunuz işte. Düşündüğünüz

J? Benzer tezler için bkz. Chomsky 1 966, 1 975, 1 995c, 1 997.


Tartışma • 8 5

şeyi başkasına ifade etmenin bir yolunu bulamıyorsu­


nuz. Bazen bazı şeylerle ilgili çok hızlı bilinçdışında ka­
rarlar veriyorsunuz. Biri size bu karara nasıl vardığınızı
sorduğunda, çoğunlukla bunu anlatmak çok zor oluyor.
Bunun gibi deneyimler aslında dil olmadan düşünebil­
diğimizi ve düşündüğümüzü gösteriyor gibi görünüyor
ve eğer düşünüyorsanız, o zamanda belli bir kavramsal
yapının orada olması gerekiyor. Bunun dil ile nasıl bir
ilişki içinde olduğu sorusu mevcut durumda hiç doku­
nulamayan başka bir araştırma konusu; ama önemli ve
ilginç olma olasılığı olan bir konu.
KAYNAKÇA

Barbosa, Pillar ve diğerleri ( 1998) : Is the Best Good Enough: Op­


timality and Computation in Syntax, M IT Press, Cambridge.
Barsky, Robert ( 1 997) : A Life of Dissent, MIT Press, Cambridge.
Bernstein, Leonard ( 1 976) : The Unanswered Question, Harvard
University Press, Cambridge.
Boolos, G. ve R. Jeffrey ( 1974) : Computability and Logic, Cam­
bridge University Press, Londra.
Bresnan, Joan ed. ( 1 982) : The Mental Representation of Gram­
matical Relations, MIT Press, Cambridge .
Brody, Michael ( 1995) : LeJdco-Logical Foı ııı: A Radically Minimal­
ist Theory, M IT Press, Cambridge.
Chomsky, Carol ( 1 986) : "Analytic Study of the Tadoma Method:
Language Abilities of Three Deaf-Blind Children'', Joumal
of Speech and Hearing Research, Eylül, s. 332-4 7.
Chomsky, Noam ( 195 1 ) : Morphophonemics of Modem Hebrew,
master tezi. University of Pennsylvania; 1979'da aynı isimle
yayımlandı, Garland Press, New York.
-- ( 1955) : The Logical Structure of Linguistic Theory, University
of Pennsylvania. 1 956'daki gözden geçirilmiş baskısının
önemli bir bölümü aynı isimle 1975'te yayımlandı, Plenum
Press, New York.
-- ( 1 957) : Syntactic Structures, Mouton, Lahey.
-- ( 1965) : Aspects of the Theory of Syntax, M iT Press, Cam-
bridge.
-- ( 1966) : Cartesian Linguistics, Harper & Row, New York.
-- ( l 972a) : Language and Mind, genişletilmiş baskı, Har-
court Brace Jovanovich , New York. Birinci baskısı 1968'de
basıldı.
-- ( l 972b) : ''Remarks on Nominalization'', Studies in Semantics
and Generative Grammar içinde, Mouton, Lahey.
-- ( 1975): Rejlections on Language, Pantheon Press, New York.
-- ( 1980) : Rules and Representations, Basil Blackwell, Londra.
-- ( 198 1 ) : Lectures on Govemment and Binding, Faris, Dordrecht.
-- ( 1 9 8 2 ) : Some Concepts and Consequences of the Theory of
Govemment and Binding, M IT Press, Cambridge.
-- ( 1 986a) : Knowledge of Language, Praeger, New York.
-- ( 1 986b) : Baııiers, MIT Press, Cambridge, Mass.
88 • Kaynakça

-- ( 1 987a) : Generative Grammar: Its Basis, Development and


Prospects, Kyoto University of Foreign Studies, Kyoto.
-- ( 1987b) : La nguage in a Psychological Setting, Sophia Uni­
versity, Tokyo.
-- ( 1988) : Language and Problems ofKnowledge, The Managua
Lectures, MIT Press, Cambridge. [Türkçesi: Bilgi So run/an
ve Dil. Managua Dersleri, çev. Veysel Kılıç, bgst Yayınları,
2009. 1
-- ( 199 1 ) : "Linguistics and Adjacent Field s", Asa Kasher, ed.,
The Chomskyan Tum içinde, Basil Blackwell, Oxford.
-- ( l 993a) : Language and Thought, Anshen Transdisciplinary
Lecture, Moyer Beli, Londra.
-- ( l 993b) : ''Men tal Construction and Social Reality'', E.
Reuland ve W. Abraham, ed., Knowledge and La nguage
içinde, Kluwer Academic Publishers, Dordrecht.
-- ( 1 994) : ''Naturalism and Dualism in the Study of Language
and Mind'', Agnes Cuming Lecture ( 1993) , International
Journal of Philosophical Studies, c. 1.
-- ( 1995a) : "Bare Phrase Structures'', H. Campos ve P.
Kempchinsky, ed, Evolution and Revolution in Linguistic
Theory içinde, Georgetown University Press, Washington.
-- ( 1995b) : The Minimalist Program, MIT Press, Cambridge.
-- ( 1995c) : ''Language and Nature", Mind, Ocak, s. 1-6 1.
Chomsky, Noam ( 1 996) : Po wers and Prospects: Refl.ections on
Human Nature and Social Order, M adhyam Books, Delhi.
-- ( 1997) : ''Language and Mind: Current Thoughts on Ancient
Problems'', Bölüm 1 ve 2 (Teksir).
Chomsky, N., R. Huybregts ve H. Reimsdij k ( 1 982) : The
Generative Enterprise, Foris Publications, Dordrecht.
Chomsky, N. ve H. Lasnik ( 1 977) : ''Fil ters and Control'', Linguistic
Inquiry, 8 , s. 42 5-504.
Curtiss, Susan ( 1977) : Genie: A Psycholinguistic Study of a
Modem-Day Wild-child, Academic Press, New York.
Fodor, Jerry ( 1 975) : The Language of Thought, Crowell, New York.
-- ( 1 987) : Psychosemantics, MIT Press, Cambridge .
Gardner, Howard ( 1 975) : The Shattered Mind, Alfred Knopf, New
York.
Gazdar, Gerald, E. Klein, G. Pullum ve l . Sag ( 1985) : Generalised
Phrase Structure Grammar, Basil Blackwell, Oxford.
Kaynakça • 89

George, Alexander ( 1987): "Review of Knowledge of Language''


Mind and Language, c. 2 , No. 2 , s. 155-64.
Gleitman, L. ve E. Newport ( 1995) : ''The lnvention of Language
by Children: Environmental and Biological lnftuences on
the Acquisition of Language'', Daniel Osherson, ed. , A n
Invitation ta Cognitive Science içinde, cilt 1 (editörler: Lila
Gleitman ve Mark Liberman) , M iT Press, Cambridge.
Holmberg, Anders (1986) : Word Order and Syntactic Features
in the Scandinavian Languages and English, doktora tezi,
University of Stockholm.
H urford, James R. (1987) : Language and Numbers: The
Emergence of a Cognitive System, Basil Blackwell, Oxford.
Hubei, O . ve T. Weisel ( 1962) : "Receptive Fields, Binocular Vision
and Functional Architecture in the Cat's Visual Cortex'',
Joumal of Physiology, 160 , s . 106-54.
Jackendoff, Ray ( 1 990) : Semantic Structures, M iT Press, Cam­
bridge.
-- (1992) : Languages of the Mind, M iT Press, Cambridge.
Jackendoff, R. ve R Lerdabl (1983 ) : A Generative Theory of Tonal
Music, MiT Press, Cambridge.
Katz, Jerold ve Jerry Fodor, ed. ( 1964) : The Structure of Lan­
guage, Prentice-Hall, Englewood Cliffs.
Kayne, Richard (1994) : The Antisymmetry of Syntax, M iT Press,
Cambridge.
Kitahara, Hisatsugu ( 1997) : Elementary Operations and Optimal
Derivations, MiT Press, Cambridge.
Koopman, H . ve O . Sportiche ( 199 1) : ''The Position of Subjects",
J . McClosky, ed . , The Syntax of Verb-initial Languages
içinde, Elsevier, North-Holland.
Lasnik, Howard ve M. Saito ( 1984) : "On the Nature of Proper
Government", Linguistic Enquiry, 15, s. 235-89.
Leiberman, Philip ( 1975) : On the Origins ofLanguage, Macmillan,
New York.
Mathews, G. H. ( 1964) : Hidatsa Syntax, Mouton: Lahey.
Otero, Carlos, ed. ( 1994) : Noam Chomsky: Critical Assessments,
c . 1, Routledge & Kegan Paul, Londra, s . 342.
Penrose, Roger ( 1994): The Shadows of Mind: A Search far the
Missing Science of Consciousness, Oxford University Press,
Oxford.
90 • Kaynakça

Piattelli-Palmarini, Massimo, ed. ( 1 980) : Language and Leaming:


The Debate between Jean Pi.aget and Noam Chomsky,
Harvard U niversity Press, Cambridge.
Pinker, Steven ( 1995): The Language Instinct, HarperCollins,
New York.
Premack, David ( 1986) : Gavagai: Or the Future History of the
Animal Language Contro versy, MIT Press, Cambridge.
Radford, Andrew ( 1988) : Transfoııııational Grammar, Cambridge
University Press, Londra.
-- ( 1997) : Introduction to Minimalist Syntax, Cambridge Uni­
versity Press, Londra.
Rai, Milan ( 1995) : Chomsky 's Politics, Verso, New York.
Stewart, lan ( 1 995) : Nature 's Numbers: Discovering Order and
Pattem in the Universe, Weidenfeld and Nicolson, Londra.
Turing, Alan ( 1950): "Computing Machinery and Artifıcial lntcl­
ligence'', Mind, Temmuz.
Wexler, Ken ( 199 1 ) : ''On the Argument from the Poverty of the
Stimulus'', Asa Kasher, ed., The Chomskyan Tum içinde,
Basil Blackwell, Oxford.
Zubizarreta, Maria L. ( 1998) : Prosody, Focus and Word Order,
MIT Press, Cambridge.
Dizin

Aşamalı X Kuramı 38, 40, 7 1 , işaret dilleri 23


76, 77 i z Kuramı 43
Jackendoff, Ray 53, 83
Bağlanma Kuramı 37, 39
Bernstein, Leonard 53 Kayne, Richard 7 1 , 75
Broca bölgesi 62
Lacan, Jacques 56
Chomsky ve Piaget tartışması Lerdahl, Fred 53
vııı
• • •

Mengele, Joseph 64
Dil Edinim Düzeneği 63, 67
Durum ve Rol Kuramları 37, Orwell Soıunu 1 6
40
Ô zyinelemeli İ şlev Kuramı 70
Evrensel Dilbilgisi vııı, ıx, x,
• • • •

63, 75 Peirce, Charles Sanders 8 1


Platon Soıunu 1 6
Fibonacci serileri 58
Fodor, Jerry 83 Sözlükçü i şlevci Dilbilgisi 38,
Frege, Gottlob 8 1 42
Sperber, Dan 56
Genie 65
Genişletilmiş Yansıtma İ lkesi Ü retici Dilbilgisi ix , xi , 2 2 , 28,
37, 79 4 1 , 5 1 , 52
Gleitman, Lila 66
göstergebilim 56 Yeni-Platonculuk 84
Yer değiştirme 44
Hobbes, Thomas 83 Yetinmeci Çizgi viii, xi, 1 7 ,
Holmberg, Anders 80 30, 3 1 , 35, 37, 39, 47,
Hume, David 83 4 8 , 70, 72, 73, 7 5 , 76,
77
Iatridou, Sabine 77 Yönetim ve Bağlanma Kuramı
viii, 38
İ lkeler ve Parametreler
Yaklaşımı 2 8 , 29

You might also like