Professional Documents
Culture Documents
nüzuej
QRGUN
I t jı U .
CiLT
“ : 4
TURK ŞAİRLERİ
Bugüne kadar Türk Şairlerini toplu bir halde ihtiva eden bir eser yazılmış değildir. Elde bulunan Tezkireler
ve biyografik eserler ise nihayet bir asır veya bir kaç asır içinde yaşayan şairleri ihtiva etmektedir. Bu kitaplardan
hakkıyle istifade edebilmek te bugün çok güçleşmiştir. Sehî, Lâtifi, Rıza, Salim, Fatin... gibi mahdud bir kaçı basılan
bu eserlerin mühim bir kısmı yazmadır. Bazılarının nüshaları da pek azdır. Bu noktadandır ki her hangi bir şair hak
kında malûmat edinebilmek için bazan müteaddid kütüphaneleri dolaşmak mecburiyeti yüz gösterir. Bu eserlerin, en
muktedir şairlerimize aid ancak bir kaç beyti örnek olarak aldıklarını da görmekteyiz. Bilhassa elimizde divanı bulı/n-
mayan şairlerimizin hakikî şahsiyetlerini sırf bu menbalardan anlamak ta kabil olamamaktadır. Bu şairler hakkındaki
bilgimizi mecmualar ve diğer bazı menbalarla tamamlamak zarureti vardır.
İşte bu kitap, bu ihtiyaca tekabül edecek bir şekilde kaleme alındı. Tezkirelerdeki malûmat ile iktifa edilmeyerek
daha etraflı bilgiler araştırıldı ve yeni yeni şiir örnekleri bulundu.
Türk Şairleri, tarihî menbalarda tesbit edilen bütün şairlerimizi — alfabetik bir tarzda — ihtiva etmektedir. Bu
esere hayatları hakkında hiç bir bilgimiz olmayan ve yalnız mecmualarda eserlerine tesadüf edilen bazı şairler de alın
mıştır.
Bu eser, muhtelif din ve mezheplere mensup Türk şairleriyle Türk kültürüne temessül etmiş ve Türkçe şiirler
yazmış bazı ecnebi şahsiyetleri de ihtiva etmektedir.
Türk Şairleri’nde verilen malûmat yalnız klasik şairlerimize inhisar ettirilmemiş, muhtelif Tasavvuf zümrelerine
mensup şairlere; Abdallara, Hurufîlere, Bektaşılara, Kızılbaşlara, ve Saz şairlerine ehemmiyetli bir yer ayrılmıştır.
Çağatay ve Azerî lehçesiyle şiir yazan şairlerin mühimleri de bu eserde mevzubahs edilmiştir.
Türk Şairleri’nde bugün yaşayan şairlerimiz de etraflı bir surette gösterilmiştir.
Eserimizden kolaylıkla istifade temin edebilmek için son cilde asırları, zümreleri, tarikatleri, memleketleri... gös
teren muhtelif endeksler konulmuştur.
Kronolojik bir silsile takip etmediği ve naşirleri değil de, yalnız şairleri muhtevi bulunduğu cihetle bu eser, bir
edebiyat tarihi değildir. Fakat edebiyat tarihi için lâzım gelen vesaiki ihtiva etmektedir.
Biz, şairlerimizin ekseriyetle müsbet taraflarını teşrihe çalıştık; muvaffak oldukları sahaları söyledik. Haklarında
hiç bir hüküm vermediğimiz bazı şairlerimiz de vardır ki, bunlar, şi’ri bir gaye olarak kabul etmemişlerdir. Bazı manzu
meleri mevcud olmakla beraber en büyük muvaffakiyetleri Tarih, Felsefe., gibi başka başka vadilerdedir. Yahut ta genç
çağda iken güzel şiirler yazmışlar; fakat sonraları, kendilerini ilme vermişlerdir. Bunları da kitabımıza aldık. Ve bun
lara cemiyet*içinde bir mevki tuttukları, veya her hangi bir mevzuda faydalı eserler bıraktıkları için kıymet verdik.
San’at bakımından cidden muvaffak olan şairlere ise mümkün olduğu kadar ehemmiyetli bir yer ayırdık. Şiir de
yazmış olmakla beraber bilhassa edebî diğer nevilerde kudret gösteren bazı simaları da mufassal surette yazmayı
unutmadık.
Türk Şairleri, sırf estetik bakımından yazılan bir eser değildir. Bediî kıymeti olsun olmasın manzum eser yazan
lardan bir çoğu bu kitaba alınmıştır.
Bu noktaya itiraz edenler ve değersiz addettikleri bir takım şairlerin boşuna yer işgal ettiklerini iddia edenler
olacaktır. Fakat bu görüş pek sathîdir ve yalnız hususî san’at telâkkileri bakımından bir muhakeme mahsulüdür. Hal
buki edebiyat müverrihinin vazifesi şahsî kıymet hükümlerinden tecerrüd ederek vâkıayı tesbit etmektir. Ortaya koy
duğu şahsiyet ve eserler hakkında en kat’î hükmii evvelâ ferdler ve nihayet zaman verecektir.
Bazı şairler vardır; san’atkâr değillerdir, fakat bir devrin karakterini gösterebilmişlerdir. Binaenaleyh İçtimaî
kıymetleri vardır. Bazıları muhtelif tarihî vak aları, doğum ve ölüm hâdiselerini, bir caminin, bir çeşmenin yapıldığı
yılı tesbit etmişlerdir. Bu cihetle tarihî ehemmiyetleri mevcuttur. Ve bazı şairler muayyen bir akidenin müterennimi
olmuşlardır. Felsefe ve Din tarihi noktasından bunların da tedkiicleri faydalıdır. Saz şairleri de böyledir. Bu şairlerin de
bazı eserleri belki basit ve belki her türlü edebî kıymetten mahrum addolunabilir. Lâkin bunlar kendilerinin bediî
kıymetinden ziyade muhitin kıymet hükümlerini ve vaziyetini göstermektedirler. Mahallî dil hususiyetlerini tedkik etmek
istiyenler de bu nevi eserlerden azamî istifade edebilirler.
işte bütün bunları düşünerektir ki eserimize, edebî kıymeti çok az olan simaları da idhal etmekte bir beis
görmedik.
Bazıları deyebilir ki, her hangi bir tezkirede bir şairin yalnız bir beyti yazılı olduğu halde bunu kitaba dercet-
mekte ne fayda vrdır ? Evet ! O şairin bugün elimizde bir beyti mevcuttur. O da her hangi bir tezkirenin kaydetti
ğinden ibarettir. Fakat hakikatte acaba böyle midir? O şair yalnız bir beyit söylediği için mi bu esere girmiştir. Bu
adamın ileride bir divanı, veya bir şiir mecmuası, yahut ta mühim bir eseri meydana çıkmayacağı ne malûmdur? Yeni
bulunan tarihî bir kitabedeki nazım parçasının bu şaire aid olmayacağı nereden bellidir? Tarihî küçük bir kayıd, ile-
ride bizim için çok mühim bir ipucu teşkil edebilir.
Gerçi eski şairlerimizden bazıları hakkında verdiğimiz izahat pek azdır. Bilhassa Saz şairlerinden bir çoğunun
hayatları hakkında hiç bir bilgimiz yoktur. Biz zarurî olarak bu şairler hakkında ancak bulunabilen malûmatı kaydet
mekle iktifa ettik.
Hayatları hakkında yalnız bir menbada malûmat kayıdlı olan bazı şairler de vardır. Bunlar hakkındaki malûmatı
aynen iktibas ettik. Muhtelif menbalarda mevzubahs edilen şairleri ise mukayeseli bir surette tesbit etmeğe çalıştık. Bir
eserde görülen yanlış bir malûmatı kaydetmekle beraber onun yanlışlığını da isbata uğraştık. Birbirine zıd olan iki
rivayetten hangisinin doğru olduğunu kestiremediğimiz takdirde her iki rivayeti de olduğu gibi kaydettik.
Şairlerimizi yazarken hangi menbalardan istifade ettiğimizi muhakkak surette gösterdik. Elde mevcud bulunan
yazma divanların da nerelerde bulunduğunu bildirdik.
Mevzubahs ettiğimiz şairler için verdiğimiz hükümlerde bitaraf olmağa ve onları mensub oldukları ekolün este
tiği dahilinde tedkika çalıştık. Her hangi edebî bir cereyana muhalefet ettiği için bir şairi tahtıa etmedik. Bunları yalnız
birer vak’a halinde ve vesikalar göstererek tesbit ettik.
Her şairden ve bilhassa değerli şahsiyetlerden mümkün olduğu kadar çok örnek aldık. Böylelikle onların san’attaki
iktidarını veya mukallidliğini göstermeğe çalıştık. Ve istedik ki eserimiz hem biyografik bir mahiyeti haiz olsun, hem
de Türk edebiyatının büyük bir antolojisi kıymetini taşısın.
Bazıları şiir örneklerinin azlığından, bazıları çokluğundan bahsedecekler, hattâ bir kısım okuyucular da « Hiç ör
nek alınmasaydı daha iyi olurdu» kanaatmda bulunacaklardır. Bu arada « Falan şaire bu kadar az mı yer tahsis edil
meliydi? » veya « Filân şair için bu kadar tafsilâta ne lüzum v a rdı?» gibi hükümler serdedenler de zuhur edecektir.
Fakat bu kabil tenkidler, şahsî arzuların, belki de sempati ve antipatilerin mahsulü olacaktır. Bu cihetledir ki bu nevi
müdahaleler cevaptan müstağnidir.
Kitabımıza yaşayan şairlerin alınması yüzünden - eski bir an’aneye uyarak - itiraz edenler de olabilir. Fakat bu
manasız kanaat ta yaşamanın bir suç olduğunu gösterecek mahiyettedir. Eski şairlerimize âid bilgilerimizin azlığı,
onların yaşadıkları bir zamanda tercümei hallerinin tesbit edilmemesi yüzündendir.
Bütün dikkatimize rağmen gerek eskilerden, gerek yenilerden kitaba almayı unuttuğumuz bazı Türk şairleri elbette
mevcuttur. Fakat ileride bunları da zeyl olarak neşretmek kabil olabilecektir. Verdiğimiz malûmat arasında bazı yan
lışlara ve eksiklere de hiç şüphe yok ki tesadüf edilecektir. Lâkin bunları da bilâhire tashih veya ikmal etmek müm
kündür.
Ben bu eserimle memleketim için faydalı olmağa çalıştım, Muvaffak olabildiysem ne mutlu !
A
A
- î -
, / Â b â d î (Sazşairi)—Fuad Köprülü: Kayıkçı Kul Muş
Derkâr idüp kuvvet-i bâzû yi safâyı
’a ve genç Osman hikâyesi adlı eserde (S. 22) Kul
Saydeyledim ol beççe-i âhû-yi safâyı
idustafa’ya isnad edilen bir koşmanın bir mecmuada
Dilbeste i zencîr-i gam u mihneti oldum
Âbâdî namına kayıtlı olduğu yazılıdır. Mevcudiyetini
Pür çîn görüp kâkül i şebbû-yi safâyı
bu kayıddan anladığımız şairin hiç bir eserine rastla,
Mestâne bu şeb bûs-i peyâpeyle serâpâ
madım.
Gülnakş idüp safha-i pehlû-yi safâyı
 b î (Erzurumlu) — XVII nci asır şairlerinden olan Tenhâ rev-i meyhâne görüp dil büt-i nâzı
Abî hkkında yegâne malûmat, Yümnî de görülüyor.Asıl
Gûş eyle dilâ na’re-i yâ hû-yi safâyı
adı Mâhmud olan şair, yeniçerilerdendir. Tezkirenin
Mikrâs keser zülf i girihgîrini yârın
kenarına sonradan ilâve edilen kayda göre, Kandiye
Meşşâta düzer vesme-i ebrû-yi safâyı
kalesi muharebesinde Serden geçti yazılmış ve harp
Tâb-ı mey-i tanzîr-i Nedimâ-yı suhanver
\ esnasında (1077-1666) da şehid olmuştur. Yümnî ‘'ta*
Söyletti yine AbidA hoşgû-yi safâyı
bîat-ı şi’riyyesi mümtâz ve tîz kalem ve kasîde perdâz,,
- II —
olduğunu söyledikten sonra onun şu beytini yazıyor :
Oldum rübûde bir şeh-i mihr i dilâvere
Medhinde hatâ ittiğiçün hâme o yârin Virmez âmân cebhesi hurşîd-i envere
Makta’da dilin kat'ideriz anın ucundan
Eşkim gülâb olursa nola vakt*i bûsede
Bibliyografya ■
' Ym n. Gerden o hâl-i anbere bir sîm micmere
 bid (Feyzullah) — XVIII inci asrın son nısfında Tıflım büyidi kameti artırdı ba’dezin
yetişen şairlerden Âbid hakkındaki bilgimiz, Ramiz’in İtsün hemîşe âşık-ı zâre mükâbere
verdiği malûmata inhisar ediyor. Bu rivayete göre, Arz-ı merâm idince o şâh-ı melâhate
asıl adı Feyzullah olan Abid, kadı Ahmed’iıı oğludur. Bir sineme nigâh ider bir de hançere
Onun babası Mustafa Molla’dır. Medresede okumuş ay Her bir kelâm eğerçi cevâhirse Abidâ
nı zamanda edebiyatla uğraşmıştır. Yazdığı bazı kaside Olmaz nazire nazm-i dürer bâr-ı Ziver'e
Bibliyografya : Slh. Şfk. Rmz. Sel.
ve gazelleri Şeyhülislâm Çelebizade Asım tarafından
takdir kazandığından Edirne medreselerinden birine  b id — Nâkid mahlâsiyle şiirler yazan MoraYenişe-
müderris tayin olunmuş ve bir müddet İstanbul mahke hir’li Kadı İbrahim’in oğludur. Ramiz de “.. Anlar dahi
melerinde de kâtiplik etmiştir. Bazı nahiyelerin naibli- Elveledü sırr-ı ebîh neş’esinden feyzmend ve akrânına
ğinde bulunduğunu da görüyoruz. Şeyhülislâm Şerif’in nisbetle ilm ü ma’rifette bîmânend şi’r ü inşâ kendülere
himayesile kendisine (1194 - 1780) de Sofya mollalığı bil-irs intikal iden bir mahdûm-i huceste hisâldir. Hâl-i
tevcih edilmiş; Fakat çok geçmeden aynı yıl içinde sigarlarında şeref-i mülâzemetle tevkîr ve ihtirâm ve
Sofya’da ölmüştür. biraz eyyâm sevdâ-yi rüûs ile imrâr-ı evkat ve bilâhire
Ramiz diyor ki«Merhûm ü mağfûr lâzime- i şân ü şöh tarîk-ı kazâya rızâ ve duhûle imzâ buyurup âvân-ı tah
ret olan şi’rü inşâya âşinâ ve murâd ile yeni mezâmîni rîrimizde Çelebi rütbesinden ma’zûldürler .
edâya iktidârı zâhir bir şâir-i pâkîze ta’bîr idi,, Gerek Şuarâ-yi asrımızdan bir şâir-i pâkîze edâ olmağla
Ramiz, gerek Sicil onun «Farukî nesep» olduduğunu tahrîr ve âsârlarından ruhsatyâb olduğumuz vâlidleri-
söyliyorlar. nin seng-i mezârında olan târihleri keşîde-i silk-i sutûr
kılındı.„ deniliyorsa da ele geçtiği söylenen vefat tarihi
Âbid’in Silâhtar ve Şefkat de iki gazeli yazılıdır. Biri
bile kaydedilmiyor. Ben de Âbid’in hiç bir manzumesi*
Nedim’e, diğeri Ziver’e nazire olan bu manzumeler, şairin
ne tesadüf edemedim. Onun vefat tarihi de kat’î olarak
muvaffakiyetli bir mukallid olduğunu gösteriyor. Onun
belli değildir.
divan tertip ettiğine dair bir kayda tesadüf edemedim.
Sicil de,“Kadı olup asr-ı Sultan Mustafa Hân-ı sâliste
Mecmualarda da Abid mahlâslı şiirler pek azdır. {Mit.
fevt oldu,, denilmektedir. Halbuki Âbid’in hayatında
Alnı. K . Mz. Mc. No- 756 ) da Âbid namına üç gazel
yazılan Ramiz de (1197-1782)de yetişen şairlerin de mu-
yazılıdır. Biri Ragıb Paşa’ya nazire olan bu mauzume-
kayyed olduğu düşünülürse Sicil in rivayetindeki yan
lerin de bizim Âbid’e ait olması ihtimal dahilindedir.
lışlık derhal anlaşılır. Âbid’in ölümü, her halde (1197-
Âbid’in tezkirelerde mevcut iki gazelini aynen ya 1782) yılından sonra olmalıdır.
zıyorum (Slh., Sfk.). Bibliyografya : R m z., Sel.
Türk şairİeri
A ,ı
Ab.
Â
 bld (Kayserili)— Son devrin şairlerinden Abid hak yakışacak bir şekilde yazılmıştır. Diğer şiiri ajMen
kında Halk Şiir Örnekleri'nde şu malûmata tesadüf ediyoruz: yazıyorum:
“Â bid: Kayseri’lidir. Vaktinin çoğunu gezmekle, ve Gerekmez bana dosttan özge sevdâ
gittiği memleketlerin halk şairleriyle meydan olarak, Bana Mevlâ gerek Mevlâ vü Mevlâ
tekerlemeler yapmakla geçirmiş, en çok koşma ve se Budur Mecnûn olanın zikri dâim
maîleriyle göze çarpmış bir şairdir. Büyük harpten biraz Bana Leylâ gerek Leylâ vü Leylâ
evvel ölmüştür.„ Aşıklar sabrını yağmâya virdi
Örnek olarak gösterilen bir divanını naklediyorum : Olup merdûd-i halk rüsvâ vü şeydâ
Başla baştan sâkıyâ sahbâyı doldur sun meze İrenler menzile aşk ile irdi
Geçme câm üftâdeyi teklif buyurma içmeze Ki na'l altında kaldı arş-ı a’lâ
bfe»
Bir kadehle mest hâl olmaz ise erbâb-ı aşk Bana dost adını öğretti şeyhim
Kâse - i câmı mükerrer kap yetiştir yetmeze Anunla keşfolur ismü müsemmâ
Fîsebîlillâh diyüp dağıt heman serpâyedek Ki dosttan Âcizî kesme ümîdin
Dest-i mîzânın dürüst tut virme çok göstermeze Kılur gönlün teselli bir tecellâ
Zannedersem gam değil zâhid bize ferdâ güni Âdem (Dede) — Antalya’lıdır. “Çavuş oğulları,,
Lâkayıd mihr ü mahabbet meclisinden bilmeze deye tanınmış zengin bir aileye mensuptur (1037-1627)
Abidâ kim istemez sâz ü safâ ihyâ demi yılında Antalya mevlevî tekkesi şeyhi Zincirkıran Meh-
Can fedâ olsun dil-i neşâtımı incitmeze med Dede’ye derviş olmuş (Mctm.) , daha sonra
Bibliyografya : Hşö.
Konya’da Çelebi Bostan I. dan istifade etmiş ve bilâ-
 b id ın (Baba) - Bektaşi Şairleri'nde Şair hakkında hire İstanbul’a gehrek meşhur Mesnevi şârihi Ankaralı
şu malûmata rastlıyoruz : “1877 ( H. 1293 ) te İsmail’in terbiyesik yetişmiştir. Sakıb onun Ağazade’
Yanya’da Leskovik dergâhını uyandırmıştır. Son zaman den de müstefid oliuğunu söyliyor.
larda meflûç bir halde idi. İsmini sordukları zaman Adem Dede, Ankaralı İsmail’in vefatından sonra
kara tahtaya «Ali» diye yazardı. Vefatı 1909 (H. 1325) (1041-1631) de Galıta mevlevî tekkesi şeyhliğine tayin
tarihine tesadüf eder. Leskovik tekkesi için yazdığı edilmiştir.
kitabe şudur.
İzzet Molla, yazdığı bir manzumede şunları söyli' \
Gel ey can durma bîgâne makam-ı âşinâdır bu
( Bahan efkâr ):
Garîb ü bînevâlar meclisi cây-i safâdır bu
Cenâb-ı Âdem odı cânişîn-i Kazret-i Şârih 't
Deıûn-i hânkaha zikr ü tevhîd ile saykal ur Ebülâbâ-i dervişaı olup ol m a’rifet kânı
Nazargâh-ı Hudâ vü Mustafâ vü Murtezâ’dır bu Îdüp on bir sene anda meşihat kıldı azm-i hac
Hatîce Fâtıma’dır mü’minâtın bâdi- i feyzi Diyâr-ı Mısr’da nenzilgeh itti kurb-i Yezdânı
Rümûz-i şehr-i ilmin rehberi şâh-ı gedâdır bu Görülmüş kayd-ı ıklâmında böyle M olla H ünkâr’ın
Oelüp Arzî Muhanmed nâm ına yazıldı fermanı
Bu dergâhın mukîmi çâkeri Şepper ü Şeppir’dir
Gel ey zâkir bu zikre, tekye-i Zeynel’Abâ’dır bu Filhakika Âdem Efede, tekkeye şeyh olduktan sonra
Muhammed Ca’fer-i Sâdık dahi Kâzım Rızâ tahkik bir çok fakirlere muavenet etmiş, ve babasından kalan
Takî takvâgehi oldı Nakî-i canfezâdır bu serveti bile bu uğurda sarfeylemekten çekinmemiştir.
Sipâh-ı Askerî’dir cümle dervişi bu dergâhın Esrar diyor ki “Hik budur ki baba-yi âlem bir şeyh-i
Nigehdârı Muhammed Mehdi-i sâhib livâdır bu bâvekar idiler. Ve bez-i mevcûd ve atâ-yi firâvanları
Abidin bin iki yüz doksan üçte bermurâd oldı bir hadde bâliğ idi ki bir bînevâya bahşiş fermâ olsalar
Mücerredhâne-i Bektâşı Balum rahnümâdır bu lâekal yüz dînâr ihsân Duyururlar idi. Ve bu güne sûret-i
tebzîrde bahşişleri beyıennâs medâr-ı bahs olup kimi
«Bektaşıların Coğrafî tevezzüü» adlı eserde de şu
kimyâya ve kimi keranete hamlidüp herkes meblâğ.ı
kayıt mevcuttur: «Leskovik Bektaşi dergâhının otuz beş
sene kadar eski olduğu söylenmiştir; Âbidin Baba’nm re’yine göre bir söz siyler idi. Hattâ Sultan Murâd-i
kabrini havidir. İçinde yedi sekiz derviş oturur. Şimdi Râbi’ bir def’a şeyh-i nüşârünileyhi cemî’-i fukarâsiyle
tamamen harab olmuştur.» sarây-ı hümâyuûna da’\et idüp kırâat i Mesnevi ve si-
B ib liy o g r a f y a Bkt. mâ’u safâdan sonra yüs dînâr atiyye-i şâhâne i’tâ et
 c iz î — Bu şairin kim olduğunu bilmiyorum. Ünv. mekle azîz-i müşarünibyh mütefattm olup minba’û
K. Mc. No: 1024 te iki manzumesine tesadüf ediyoruz. bahşiş-i dervişane olan ın sekiz adedi mütecâviz ihsan
Bu şiirlere nazaran Âcizî mutasavvifedendir. Ve ihtimal buyurmadılar. „
ki ,Halveti tarikati mensuplarından biridir. Onun çok cömerd biı adam olduğunu O iiftî de şu
Âcizî cân ü cihandan geçmeyen âşık değil suretle anlatıyor (Arzî’ye aid beyitler arasında):
Canı olmaz her kim inkim olmaya cânânı Hû Hep gedâ vâzü aserverâne reviş
beytile biten “Hû„ redifli liâhisi, Halvetîlerin edasına Kâmilân-ı mücrredâne reviş
Türk Şairleri
Âd ------ ------ -- — --- - . , . ■ 3
Dehre salmıştı sâye-i rağbet karisi deyince derakab Bahayî efendi hoş geldin Hav
İde Hak rûh-i A dem ’e rahmet va ana diyu lâtifegû olmuşlardır. „
Tab’ın ittikçe germ-i sâil-i şevk
Şair’in bir takım zarif nüktelerine de rastlıyoruz.
Fukarayı iderdi mâil-i şevk
Kendisini davet ettiği halde yanma biraz geç almak
Olm uş idi idüp hücûm m uhib
Berk-i sebz-i diyâr-ı Rûm mulıib
isteyen Ibşir Paşa’ya şöyle bir cevapta bulunmuştur (Esr.):
Fukarâ yoluna idüp derkâr CoL ^ lî i jl-' jT 1 \ 5
Nakd-i canın iderdi hep îsâr
Metn-i bezle olunca nâdire harf
Kendi öz m âlini iderdi sarf Âdem Dede, haccetmek arzusuyla İastanbul’dan ayrıl
Bârekâllah özge hulk-ı hasen mış; fakat Elbasanlı Mustafa Dede ile birlikte (Mctm.)
Gitti mülk-i ademde tuttı vatan daha Mısır’da iken (1063 - 1652) de vefat etmiştir. Kab
Âdem Dede, Mesnevî takrirleriyle ve şiirleriyle ri Mısır Mevlevî tekkesindedir. Şair’in ölümü dolayısiyle
tanınmıştır. Onun Sakıb da bir takım kerametleri de ya N isaıî şu tarihi vücude getirmiştir:
zılıdır. Safayî ise onun yalnız şu menkabesini kaydediyor : Mürşid-i râh-ı hüdâ Âdem efendi kim anın
Hak vücûdun mahz-ı rahmet itmiş idi âleme
“Âdem Dede, velâyet ve kerâmet ile meşhûr bir
Niçe müddet nâib-i M olla Celâleddin olup
zât-ı ma’mûrdur. Cümle-i kerâmâtından asr-i Sultan
Virdi ol âyine revnak tâ gelince bu deme
Murâd-ı Râbi’de Şeyh-i mûmâileyh ba’z-ı dervîşân ile İtti nâgeh azm-i reh sevdâ-yi Beytullah ile
bir gün Hisarlara gidüp vakt-ı asrdan sonra kayık ile Tâ ki varup yüz süre kabr-i Resûl-i ekreme
avdet idüp gelürken neyzen ve bir iki kudüm ile âyîn-i Mısr’a vardıkta gelüp menşûr-i Lâyestakdimûn
mevlevî ile gelürken ol asırda bostancı başı olan nâdan O ld ı râzî emr-i Hak ile kazâ-yi mübreme
Hemcivâr idüp anı Mevlâ Safiyyullah ile
Yalı köşkünde oturmuş bunların sadâsın istimâ’ ittikte
Nâil ide cennet-i a’lâdâ ciy-i hurreme
bir gürûh bostancı ile bir kanca başı sandal ta’yîn
Her sene rûhı sevâb-ı hacc ile memnun olup
idüp şeyhi ve dervîşân ile Tophane iskelesine yanaşır Mazhar ola dâim â lûtf-i Hudâ-yi erhame
ken bunları çevirüp köşk önüne götürdi. Bunları taşra Gûş idüp didi N isâri fevtine târîh içün
^ çıkarup ve kayıklarını delüp neylerini ve kudümlerini <ol Jci j ¿ i l> Jjl
bir taş üzerinde kırdırup ba’delyevm bu makule vaz’ile
_ 1063 _
deryâda gezmeyesiz deyu lisânen ta’zîr idüp yol verir.
Safayîde şairin ölümü bir yıl sonra, yani (1164-1653)
Şeyh-i mûmâileyh ve dervîşân münkesiren Bahçe kapu-
olarak tesbit edilmiştir. Fevzi’nin (M li. Alm. K ■Mz.
su iskelesine gelince ahşam geçer karanlık olur. Hâsılı
Mc, No 713),
hezâr zahmet ile bir kayık bulup Galata’ya geçerler
tekkeye geldikleri sâat şeyhin odasından saray tarafına L>- ,j, I ¿1 I j jA in jol
nâzır iki penceresi var imiş. İkisini dahi kapayup yirmi Tarihi de 1064 ü gösterir. Kezalik Âdem’in vefatı
bir gün geçtikte Şeyh pencereleri açtırır. Ol sâat bir ve Galata şeyhliğine Mehmed Arzî’nin tâyinini gösteren,
haber şâyi’ olur ki Bostancı başı gazab-ı pâdişâhî ile
(°ı jj*
katlolunmuş. Heman dervişin biri şitâb ile kaziyyeye
vâkıf olmak için ol mahalle vardıkta ol Bostancı başının tarihi de 1064 e düşüyor. Şu halde Âdem’in H 1063 yılı
ser*i maktû’unu kudümleri ve neyleri kırdığı taş üzerine sonlarında öldüğü ve bu haberin İstanbul’a biraz sonra
komuşlar. Husûs-ı mezbûr sigar ü kibârın ma’lûmu geldiği tahmin olunabilir.
oldukta (Beyit) Sakıb , Âdem Dede’nin divan tertib etmediğini söy-
Bu âyinin sima’idir gerek nây ü kudûm îdir liyor. Antalya livası tarihi’nde ise (S 111), “Antalya-
Sakın ta’n itme kim hasmın Celâleddîn-i R ûm î’dir nın Müslim kütüphanesinde kendi hattı destiyle bir
mefhümı üzre Şeyh-i mümâileyhin inkisârı ile olduğı divanı mevcud iken yakın bir zamanda ortadan gaib
nûr-ı hurşıd gibi âşikâr olmuş. olduğunu görenlerden işittim,, denilmektedir. Bu gün
Âdem Dede’den bahseden bütün menbalar, bir çok elimizde Âdem’in ancak üç beş manzumesi bulunmakta
ricalin kendisine intisab ettiğini yazıyorlar. Şeyhülislâm dır (Skb. , S/y. , Asm., Esr.). Veled Çelebi’ye aid
Bahayî ile aralarında derin bir rabıtanın bulunduğu ise mecmualarda da bir kaç şiirine rastlıyoruz.
muhakkaktır. Âdem, görebildiğimiz şiirlerine nazaran kudretli
Esrar, şöyle bir lâtife kaydediyor: “Şeyhülislâm Baha bir şairdir. Hem tasavvuf edebiyat/ tesiri altında İlâhi
yî efendi kendülerden sikkepûş-i inâbet olup mahabbet- ler vücude getirmiş, hem de divan tekniği içerisinde
leri kemalde olmağla bir gün kari’-i Mesnevisi olan cidden güzel manzumeler yazabilmiştir. Mevlevîler ara
dervîşi berâ-yi maslahat irsâl idüp Şeyhülislâm sen kim sında hece vezniyle ilk şiir yazan şair de Âdem De-
sin diyu suâl eyledikte dervîş-i mezkûr Âdem Dede’nin de’dir. S afayî, “Azîz-i„ mumaileyhin terennümât-ı ney
Türk Şairleri
pâre-i kalemi mutâbık-ı usûl-i sofiyane ve eş’âr-ı hâlet Ne tâli’im bana uydı cihanda ne ben ana
şiârı bî tekellüfü âşıkane„ olduğunu söyliyor. Bununla Ne kadir olam idem bu ümîde kat’ -ı recâ
beraber onun tekellüflü manzumeler yazdığını da gö Belâ budur yine ey dostân-ı ehl-i safâ
rüyoruz . Kemâl-i lûtfile cânan vefâda bende cefâ
Hafız Ahmed Paşa’nın sadaretine söylediği şu tarih Ne çâre oldı visâle ne bellü bîçârım
onun musanna manzumeler yazmak merakında olduğu Ne tâkatim var idem derd-i dilden âh ü figan
nu da gösteriyor ( Esr. , Asm. ) :
Ne sabr idebilürem ne firâra var imkân
OÂ jLiU> Ic-J Ne hâle kıldı beni mübtelâ görün devran
Ne derd çekmeğe râzı ne isterim derman
-1041- -1041. -1041- -1041- Ne sıhhat üzreyim elhak ne sâfi bîmârım
Tezkirelerden ve mecmurlardan aldığım şiirlerini Cefâ-yi yâr ile hayfâ ki nolduğum bilmem
yazıyorum : Gam aldı cânımı hâlâ ki nolduğum bilmem
_ I _
Elem budur bana zîrâ ki nolduğum bilmem
— İlâhi —
Belâ-yi aşkile hakka ki nolduğum bilmem
Bu aı-ılanur elemimden ki âşık-ı zârım
Yâ Rabbi izzetin hakkı
kurtar bizi nefs elinden Göreydi Husrev eğer sûz-i aşkı sinemde
Kemâl i nusratın hakkı Diyeydi çerhi yakar âh iderse bir demde
Kurtar bizi nefs elinden Ne zât imiş bu ki söyler sıfât-ı Âdem'de
Mukırıım zâtına candan Simâi gibi ben ol bîhodem ki âlemde
Ayırma cânı cânandan Ne keyf ile mütekeyyif ne mest-i hüşyârım
Hıfz eyle nefs ü şeytandan Esr.
Kurtar bizi nefs elinden - IV -
Varayım ben benden sana — Gazel —
Göster seni bensiz bana Alemde gam kişiye demâdem gelür gider
Adem mi var ki âleme hurrem gelür gider
Mestoluben kalam tana
Bâr-ı belâyı her kişiye çektirir felek
Kurtar bizi nefs elinden
Kim var ki bu cihâne müsellem gelür gider
Âdem'im ağlatma beni
Göz yum cihandan aç gözüni kendü hâlina
Tevbem kabûl it yâ Gani
Sen göz yumup açınca Nbu âlem gelür gider
Al beni ver bana seni
Nerkis meğer ki bildi vefâsızdürür cihan
Kurtar bizi nefs elinden
Bâğın yolunda gözleri pür nem gelür gider
Skb.
Adem odur ki adını âlemde andıra
— II —
Âlemde ad kalur u Adem gelür gider
— İlâhi —
Esr.
Derd ehli libâsını aşkile giyen gelsün
Zehrini şeker gibi zevk ile yiyen gelsün - V -
Ol günlerini sâim hem gicelerin kaim Eyâğ-ı bâde ile bezme reng ü bû yürüsün
Fakr âteşine dâim sabr ile yanan gelsün Tehî piyâleleriz sâkıyâ dolu yürüsün
Hak’ka iremez kimse atlas u libâs ile Şerâb-ı hûn u arak tâb cism-i zârımdır
Öz kendi eli ile cânına kıyan gelsün O rek-be rek güzer itsün bu mû-be-mû yürüsün
Kal ü ki! ile hergiz menzile irişilmez Şemîmi câna vü cânân bâğa azm itdi
Kendilik ile olmaz mürşide uyan gelsün Salınsun anda o gülnahl ü bunda bû yürüsün
Aldanma sakın Adem her âline dünyânın Zamiri halka-i zikre güzâr imiş yârın
Öz varlığını bunun yokluğa sayan gelsün Firâz-ı çenber.i gerdûna hây ü hû yürüsün
Sfy .
Dem-i benefşe-i hatdır mey iç salın ey şûh
Behâr geldi nihâi-i cemâle su yürüsün
- III -
Sen eyle şehr be-şehr âftâb-ı hüsnün fâş
— Sultan D iv a n î’nin gazelini tahmis —
Ümîd-i rü’yet ile mâh kû-be-kû yürüsün
Humâr-ı bâde-i gafletle hayli evkârım
Hisâr-ı seyr-i sipehr-i murâda ey Adem
Safâsı yok diyu dehrin aceb dilefgârım
Ayak ayak demidir ceyş-i âızû yürüsün
Ne âh ü zâra meded var ne bellü bîzârım Veled Çelebi mecmuasından.
Ne aşka sabr ider oldum ne aklile yârım B ib liy o g r a fy a : Skb,, Esr., Sfy., O ft., Mctm., Baharı efkâr,
Ne kârı başa çıkardım ne bellü bîkârım Antalya livası tarihi.
Türk Şairleri
Âd. 5
Âdem (İstanbullu) — Hiçbir tezkirede hayatı hak İhtimal ki “Âdem Abdülbârî Çelebi„ ile “İstanbullu
kında malûmat verilmeyen Adem’in hattat, musikişinas Adem„ ve bu mecmuayı vücude getiren şair aynı
ve şair olduğunu Tuhfei Hattatin den öğreniyoruz. adamdır. Mecmuadaki şiirlerden üçünü yazıyorum:
Müstakimzade diyor ki :
- I -
“ Âdem: şehridir. Reis kalemi ricalinden iken bâzı
vüzerânm dîvan kâtibi olmuştu. Cibâli kapusunda sâkin Perde i çeşm-i dil i hasteyi ifnâ ideıiz
olurdu. Bilcümle hutnt ı gûnâgûnı Emîr efendi’den Durup açıktan o hurşîdi temâşâ ideriz
temeşşuk ile tahsil ve fazla-i âdemiyyet.i fazîlet-i eş’âr Tek hayâl ile şeref virsün o Mûsâ lüknet
ve musikî emsali maârifte sâhib-i tekmîl idi. Sıhhat Dili biz reşk-i ser-i Tûr-i tecellâ ideıiz
ve hayâtı ma’lûmum değildir. „ Biz segân-ı der i dildâr ile pür arbedeyiz
Bu eserin (1173 1759) da yazıldığına göre Adem’in Hâsılı yâr içün ağyâr ile gavga ideriz
XVIII inci asır içinde yaşayan şair ve hattatlardan biri Ey muâl'c bize ma’cûn i rehâ el virmez
olması lâzımgeliyor. Dil-i rencûra yine gamla müdâvâ ideriz
Bir mecmuada “ Âdem Abdülbârî Çelebi „ serlev- Fursat el virse bugün işrete demsâz oluruz
hasile Hakanî’nin, Sanma Adem bizi endîşe-i ferdâ ideriz
G ül yüzün gel görelim îd-i mükerremcesine - II —
Câm-ı lâ'linle saîâlar sürelim Cem’cesine
Ayb sanma bize sen mahz-ı melâl olduğumuz
gazaline şu yolda bir nazire yazılıdır (Ötm) :
Anla âşık hele mahrûm-i visâl olduğumuz
İdelim nâleleri bülbül-i pür gamcesine Hemçü fânûs derunda yakarız şem’-i elem
Dökelim eşki o gül ârıza şebnemcesine Sorsalar bilmeyiz ammâ ne hayâl olduğumuz
Girelim râh.ı Hak’a terk idelim dünyâyı Gösterir zümre-i ağyâra benân ile beni
Ayş ü nûşı koyalım biz dahi Edhem’cesine Bildi ol mâh bu za’f ile hilâl olduğumuz
Bezm-i âlemde safâ kalmamış aslâ sâkî Kadrimiz bilmez o sîmin beden efsûsâ
Her ayâğ aldım ele oldı bana semcesine Anlamaz âteş i hicrân ile kal olduğumuz
Varalım Kâ’be-i kûyine o yârın ey dil Pâymâl itmededir halk bizi ey Âdem
İçelim şerbet-i lâ’lin heme zemzemcesine Galibâ anladılar ehl-i kemâl olduğumuz
Elhazer olma galat gû vü sefîh ü hodbin - III -
Söylerisen suhani söyleye ^ û im ’cesine İttikte rüh-i âline nâgâh nigâh
Dil kaldı bün-i çâh-ı zenahdânmda
Bugün elimizde Âdem namına bir mecmua vardır
Derd-i elem-i aşkile düştüm ey mâh
( Mit. Alm. K. Mz. Mc. No: 868 ). Şairin kendi
Lâhavle velâ kuvvete illâ billâh
gazelleri ile Nabi, Hayalî, Fasih, Rami, Ragıb ve
B ib liy o g r a fy a ] Thf.
bilhassa Hakanî’nin manzumelerini ihtiva eden bu
Âdem ( Abdülbârî ) —Âdem ( İstanbullu ) e bak.
mecmua ekseriyetle Âdem’in el yazısiyledir .
Âdem (Çelebi) — Bu gün elimizde “Âdem Çelebj„
namına kayıdlı bir divan vardır (Mit. Alm. K. Mz. No 1).
2067 beyitli 385 manzumeyi ihtiva eden bu eser,
Ehl-i aşkın tâ ezelden mübtelâsıdır kadeh
Meşrebince mübtelâlar âşinâsıdır kadeh
Âdem Çelebi’nin yaşadığı devri tayin edecek bir  d il (Çelebi ) — XV nci asrın ilk nısfında yetişen
vesikaya rastlamadım. Onun ( 1152-1739 ) da ölen Âdil, Konya mevlevîhanesi şeyhi Âlim Çelebi’nin oğ
Menğli Giray’a bir naziresi olduğıına göre XVIII inci asır ludur. O da babası gibi çelebiliğe tayin edilmiş, ve kırk
içinde veya daha sonra yaşadığını söyliyebiliriz. bir yıl mezkûr tekkenin şeyhliğini etmiştir.
Divanından seçtiğim manzumeleri yazıyorum: “ Tarihçei Aktab „ da, Şairin (781-1379) da doğ
duğu ve (824-1421) de şeyh olarak (865-1460) da ve
— I _
fat ettiği yazılıdır.
— Koşma—
Sakıb da onun mevlevi ayinine ehemmiyet verdiğini,
Gör nice çevrinle âlem diğer gün Mesnevi takrirleriyle tanındığını ve fakirlere yardımda
Bugün bây ü gedâ ağlar benimçün bulunduğunu kaydediyor. Esrar, Sakıb dan telhisederek
Duyunca aşkınla olduğum zebun diyor k i,
Cümle ehl-i semâ ağlar benimçün Kütüb-i tevârihte mastûr olduğu üzre salâtîn-i Osma-
niyenin husûsâ Mehmed Han İbni Bayezîd Hân’ın taraf-ı
Aşkınla bendeni sorarsın diyu
âlîlerine mahabbet-i tâmmesi sebebiyle mazhar-ı him-
Zümre-i uşşâka sayarsın diyu
met-i bîdirîğleri olup memâlik-i Karaman bunların esnâ-
Şöyle bir âşıka kıyarsın diyu
yi meşîhatinde bilkülliyye kabza-i hükm-i Osmaniyâna
Niçe mâh lika ağlar benimçün
dâhil oldı. Çelebi-i müşarünileyh .j -jû
Visâlin bezmine dil oldı bende
if ı_r^*
Âteş-i hecrinle senin efgende L <r
Duydular terahhum hiç yoktur sende
beyt-i câmi’i müeddâsınca hakayık-ı zulm ü adilden bir
Hezâr dil âşinâ ağlar benimçün
lâyiha-i kat’iyyülcevâb istid’â ittiklerinde bu ibâre-i câ-
Düşürdün gönlünü alınmaz diyu mia ile cevâb dâde olmuşlardır ki lieclitteberrük tahrîr
Akan çeşmin yaşı silinmez diyu olundı. J '5
Âdem sana ilâç bulunmaz diyu ü t â i -VS 1J J ü i j J J.& __p~i]
Geldi gülerek nâz ile dilber çıkageldi J.S < 5 j « l l 4 0 A*U.ll j Vl_j
gösteriyor. Mâamafih Âdil’in yukarıda bahsedilen Âdil müteessir olan Adile, “ İftirakname „ sinde bilhassa
Çelebi olmak ihtimali de vardır, iki gazelini yazıyorum: şunları söyliyor :
Başka bir acı da gösterdi bana zâlim felek
- I —
Ya’ni kim zevcim Ali Paşa da gitti adne dek
Eğer dilber olursa bize mahrem Yâdigârı kalmış idi Hayriye Sultan bana
Saâdet yâr ola vü baht hemdem Kalb-i mahzûnum anınla eğlenürdi dâimâ
İki âlemde kılmışdur anı Hak
Nûr-i çeşmimdi sürûr-i kalb i vîrânım idi
Var olsun yaradılmışdur mükerrem
Hemdem ü yâr-ı şefîkım sînede câmm idi
Yüzini kim görürse zerre kalmaz
Hüsn ü hulku veş cemîl ü pek güzel idi kızım
Derûn içinde her giz gussa vü gam
Hayre mâil merhametlü bî bedel idi kızim
Şehüm bir dem seni görmez olursam
Gözüm yaşlar yerine akıdur dem Âh kim ol nev cevân ü gülfidânım nâgehan
Eğer tiryâk içersem senden ayru Uğradı bir derde aslâ bulmadı çâre heman
Aziz başun içün olur bana sem Bülbül-i rûh-ı lâtifi uçtı bâğ-ı cennete
Mâderiyle zevcini yandırdı nâr. i firkate
Lebüni gördi gayret itdi gönce
Yumub ağzını dürdi oldı epsem Âdile, 1 Şevval 1316 (1898) de Yetmiş beş yaşın
Benefşe zülfüna çün dil uzatdı da iken vefat etti. Eyip’te Bostan iskelesinde koca
Dilün sevsen biğ-oldı Âdil ebkem sının yanına defnedildi. Bay Sabri, Fiş'te diyor ki,
“ Müşarünileyhin yevm-i vefatında,
_ II _
Çâr yâr imdâd idüp îd-i visâl itti bugün
Boyun serv ü gözün nerkis yanğm verd-i ahmerden (jL-İ.1 (jlial-* ¿İl)
Saçunun bir kılı yiğdür bana yüz müşg ü anberden — 1316 _
Yüzün Nûr âyetidür bil okınur rûşen ü nâzük
Tarih-i ta’miyedârını hâvî on iki beyitli bir mersiye
Ki rengin lâ’linün suyi zi şîrin âb-ı kevserden
ile bu abd-i âciz de teessürât ı umûmiyeye iştirak et
Hayâlün vasfı gönlümde felek sırrı bigi pinhan
mişti.,, Osmanlı müellifleri'nde de,
Velî gülcek yüzün şerhi dilümde gitmez ezberden
Hilâle benzeden sinün kaşunı kej nazar ider
Dişünün nazmı şîrindür begayet dürr ü gevherden tarihi görülmektedir.
Senün zîbâ yüzüni uş göraliden beru Adil Âdile Sultan’dan behseden menbalar onun çok cömerd
Dizer her beytini yikrek bu gün bu yidi kişverden olduğunu söylıyorlar.Osmanlı müellifleri’nde deniliyor ki,
Bibliyografya'. Mcm.
“ Sâlihât-ı ümmetten cûd ü sehâ ile ma’rûf bir sultandır.„
Âdile (Sultan) — Osmanlı hükümdarı Mahmud II. Fiş de ise “Fındıklıdaki sarayı mecma’-ı huffaz veme-
un kızıdır. 22 Şevval 1241 (1825) de doğdu. Yazdığı şayih ve ulemâ ve eytam ü erâmil ve fukarâ idi. „
“ Tahassürnâme „ adlı şiirde annesinden şu yolda
Son asır Türk Şairleri'nde de onun hakkında şu malû
bahsediyor:
mata tesadüf ediyoruz. “Müşarünileyhâ; Âbid, zâhid, sahî,
Vâlidem sevgili câmm Zernigâr kerim, hayrat ve hasenat sahibi bir muhaddere-i muh
H âl ü ahlâkı güzel takvâşiâr
tereme idi. Sultan Abdülhamid, müşarünileyhâ hakkın
G itti dünyâdan beni koydu yetim
da riâyet-i kâmile gösterirdi. Hattâ vefatından bir
Meskenin yâ Rabbi kıl dâr-ün-naım
kaç sene evvel sraya gittiğinde asker dizdirtip muzika
Esma Sultan haletim cennet-mekân
Y â ’ni kim hemşîre-i M ahm ûd H ân çaldırarak müşarünileyhayı bir hükümdar gibi kabul
Etmiş ihdâ dâder-i âlîsine eylediği mesmudur.„
H idmetinde bulunup hayli sene Âdile, Bâlâ tekkesi şeyhi Ali ef. ye müntesipti. Diva
Âdile, Tophane müşiri Mehmed Ali Paşa ile ev nında şeyhinin vefatı dolayısiyle (1 ¿97-1879) da yazılmış
lenmiş; 19 Rebiulâhir 1261 (1845) te akidleri, bir bir tarih ile bir mersiye vardır .
ay sonra da düğünleri yapılmıştır. Bir hafta devam eden Âdile Sultan divanının yazma nüshalarına mütead
bu düğüne aid Lûtfi tarihinde epeyce tafsilât vardır dit kütüphanelerde tesadüf ediyoruz ( Tpk. Hz. K-
(C. 8 , S. 24) . N o .: 995, 996, 997 — Ünv. Yl. K. No. 3801 — Mit.
Alm. K. Mz. No. 310) .
Âdile’nin Mehmed Ali Paşa’dan Hayriye adında bir kızı
olmuştur. Son asır Türk Şairleri’nde şu malûmatı görü İtina ile yazılmış ve tezhib edilmiş olan bu nüsha
yoruz : “ Hayriye, 1282 de Işkodralı Mustafa Şerîfî Paşa larda görülen şiirler ekseriyetle münacaat, na’t, med-
zade Rıza Bey’e tezvic olundu. 1286 da vefat etti.„ hiye, mersiye, gazel gibi manzumelerle, şairin kendi
Önce kocasının, sonra da kızının ölümünden çok sini âlâkadar eden mevzuları havi şiirlerden ibarettir.
Türk Şairleri
8 Âd.
Âşık Çelebi ye nazaran medrese tahsili gören ve sonra iriştik İstanbul bezzâzistanında kitab sahhâfı idi.Âfita-
mutasavvıfa meslekine salik olan Âfitabî, hayatının bî’nin kendüye olan gazellerin okuyup gezüp anın vassâfı
mühim bir kısmını vâizlikle geçirmiştir. Bayezid Han’a id i,, diyor.
ve şehzade Ahmed’e olan yakınlığının da devamlı ol Afitabî, devrinin tanınmış şairlerinden biridir. L âtifi
madığını görüyoruz. Bazı kıskanç kimseler, onun hak onun için “ Meşâhîr-i şuarâdan ve a’yân-ı fusahâdandır.
kında dedi kodu yapmışlar ve padişah huzurundan ko- Rengin eş’âr ile müretteb dîvânı ve uzûbet-i elfâz ile
ğulmasına sebep olmuşlardır. şîrîn beyânı vardır ,, diyor.
Lâtif, diyor k i: «Kadîm - üz.zamandan mukarreb-i Sehî. “ Hoş eş’ârı ve garrâ güftârı „ olduğunu söy-
sultan ve sâhib-i fazl u irfân olar.lar mahsûd-i akrân liyor. Aşık Çelebi ise “zamânınm zûfünûnu„ olduğunu
olmak mukarrer olduğu bâisten ihvân-ı hased mezbûrı yazıyor.
dergâh-ı pâdişâhîden men’ü red içün hâr ü has-inifâk. u
Âfitabî’nin divanını görmedik, fakat yazma mecmu
şikak ile tarîk-ı münâsebeti seddidüp kurb i huzûr-i
alarda onun epeyce şiirine tesadüf ediyoruz. Bu man
şehriyârîden mezkûrı dür düşürürler ve pirliği deminde
zumelere nazaran muhakkak ki Afitabî, devrinin kudretli
zücâc-ı dil-i nâzük mizâcına seng-i cefâ ile inkisâr virirler. Bu
bir şairdir. Onun bilhassa âşıkane parçalarda muvaffak
dahi mâvekaayı arz itmek kasdiyle hasb-ı hâlin bir kasîdeye
olduğunu görmekteyiz. Tezkirelerde kayıdlı olan beyit
dercidüp sanâyi’-i bedîiyyeden çok sanâyi’ harcitmişti. »
leriyle, mecmualarda yazılı bir iki manzumesini örnek
İhtiyar Şair’in teessürünü anlatan bu kasideden yalnız
olarak alıyorum.
şu üç beyti L âtifi kaydetmektedir :
— Beyit —
Müjen tîrine cân atmak hedef devlet nişânidir
Geldi bir nâme ki efsûn okumuş hâmesine
Velî benim gibi hâkînin ol devlet ne şânidir
Ki gören âşık olur sûret-i sernâmesine
Yeter düştüm ırak ok gibi kurban olduğum rahm it
Ham-ı ebrûlarından kim yed-i kudret kemânidir Dilde kim sûz ola ney gibi nefesten bilinür
Zamânında bu şâhın çek tasarruftan elin ey çerh Hânenin şenliği içindeki sesten bilinür
Yıkarlar pîr isen gönlün yiğitlik ünfüvânidir
Bu üzüntülü hâdiseden sonra onun gene Amasya’da va Güzel eğlencedir bâzâr-ıdehrin sûd ü sevdâsı
izliğe devam ettiğini görüyoruz. Âşık Çelebi nin «Esnâi Eğer ta’cîl idüp dest-i ecel dirmezse dükkânı
vaızda ba’z*ı zaman hâl galebe idüp cezbe alâmâtı zu- Necât istersen emvâc-ı belâdan dehre teslîm ol
hûr ider imiş. Şevk izhâr idüp meclis ve ehl-i meclisi Ki çekmez keşti-i Nûh’a girenler havf-ı tûfânı
pür şûr ider imiş „ sözlerinden de anlıyoruz ki şair, - I -
coşkun bir adamdır. Gerek Sehî gerek Âşık Çetebi onun — Gazel —
bir güzele tutulduğunu da şu yolda anlatıyorlar: Yine diş yâresi var sîb-i zenahdânmda
“ Hikâyet iderler ki Afitabî Çırağ adlu bir mahbûb Yine şeftâlü yimişler gibi büstânında
ile münâsebet ve ülfet tutup mâbeyinlerinde çok me- Souk el değmediyise sana ey gonca dehen
veddet ve mahabbet vâki olmuş. Bir gün Çırağ Âfita- Yad ayağ izleri var râh-ı gülistânında
bî’yi odasına da’vet ider. Bu dahi da’vete icâbet sünnet Biz sana iremeziz sürünür ardınca rakîb
diyu kalkup Çırağ odasına varup görse ki meclis-i mey Âşık-ı sâdık uyuz itçe değil yanında
ârâste ve etrâf-ı meclis mehâbîb ile pîrâste olup sağlı Gice ağyar ile mey içtüğüne şâhiddir
sollu sîmin sâk mahbûblar ayak üstüne havâle olup Uykusuzluk eseri nerkis-i mestânında
ayak doluların nûş iderler. Bunların bir mertebede ayşü Dün gice kimler ile eyledin akşam ki bu gün
işret ve bir derecede sohbet ve musâhabetleri var ki Didi çok dürlü haber bâd-i sabâ şânında
câm-ı Cem görse hayrân ve sergerdan olurdu. Afitabî Âftâbî şefeteyninde görüp zahmi didi
anılcacık gelüp bu hâli göricek tâib sofi olmağın yine Yine diş yâresi var sîb-i zenahdânmda
nâzükâne dönüp gitmek isteyicek cem’iyyet-i hûbân bu — II —
nun geldiğine muttali’ olur. Her biri kalkup bunu adımın Bakdıkca çeşm-i hüsnüne çeşmim ziyâlanur
atmağa mecâl komayup tuta kapa meclise getirirler Yandıkça can cemâline karşu safâlanur
Darb-ı dest ile çâr nâçâr buna ol şerbeti içirirler. Artık Meygûn lebin hayâli ile mest iken müdâm
germiyyet idüp uyku galebesiyle başından dülbendi şa- Söfî kadeh duâsın okur pârisâlanur
rab zarfına düştü ve hırkasına tâb-ı teb-i Çırağ’dan
Gün gibi ideli yed-i beyzâ ıühin ayan
âteş irüp ten cübbesin odlara ve beden hırkasın ocak Zülfün asâsı baş çeküben ejdehâlanur
lara yakup Afitabî hüşyâr olup bu hâli göricek bu beyti Gönlüm darılsa tan mı ki geh geh hasûd sek
didi.
Sofiysen Âftâbî bezm-i Ç ırağ’a varma
Kûyinde kullaruna ider hükm ağalanur
Kim hırkan oda yanar düşer şarâba tacın Didim kapunda ney ne iş ucundadır didi
Aşık Çelebi, “Mezkûr Çırağ’a âhır-ı ömründe biz de Âvârelerle seyr idüben bînevâlanur
Türk Şairleri
10
Sürsen gönülden âhımı gammâzdır diyu ve yazısı çok iyi olan Âfitabî, muvaffakiyetli şiirler de
Eşkim revan ayağına düşer yuvalanur yazabiliyormuş. Arkadaşlarıyla iyi geçinen temiz huylu
Bildikçe müşterîliğini Âftâbi'nin ve güzel yüzlü dürüst bir adammış. Özü ve sözü tatlı olan
Vasim metâ’ı kıymete çıkar bahâlanur Şair’e Âfitabî denilmesindeki sebep te güzelliği imiş. Bu
_ III - hususta Âşık Çelebi diyor ki « Ol dahi sipehr.i hüsnü
tal’at âfitabıdır.Ammâ hevâ-yi aşk ile âteş-i hecre yanan
Kâ’be-i kûyine yol vir ana kim yol varamaz
lara zülâl-i vaslı ila su sepmekten ol âfet âbî idi „
Bitür anın dileğin kim dileyüp yalvaramaz
Çekti çâk eyledi ten cübbesini aşk henüz Âfitabî’nin de bir çok şairler gibi vurulduğunu ve
Dostun dest-i gamından yakasın kurtaramaz bir güzel için manzumeler yazdığını görüyoruz.Ahdî di
Cevr okun atar iken yâr keman veş bilümi yor k i : “Kurd nâm bir kemân ebrû cevâna ya’ni bir
Kırabilür ne içün kollan ile saramaz âşüb-i dil ü câna âşık-ı nâtevân olup zarâfet âmîz bir
Dokunam dir dil-i uşşâk-ı perîşâne meğer matla’-ı pür zûrı elfâz-ı belîğ ile mastûr kılmış :
Ol perî şâne ile zülfün anınçün taramaz Keman-i bahtini sa’dile kurdı
Kara bağrına kim ki çekti K urd’ı
Var mı bir gün ki güneş ahşama dek şehre düşüp
Kû be-kû derbeder ol mâh likayı aramaz Âfitâbî
Kılca fehmeyleyemez mûy-i miyânın arasın Ö m rün ün Âfitâbi itti gurûb
Şol ki dikkat idicek bir kılı iki yaramaz deyen Haşan Çelebi'nin rivayetine göre (981-1573) te öl
Bulmadım derdime emsem lebin emsem bâri müştür .
Tâkatim kalmadı sabr itmeğe hâlüm yaramaz
Şair’in divan tertib ettiği tezkirelerde yazılı değildir.
A f tâbi doğa devlet güneşi bir gün ola
Hatta, Haşan Çelebi “ Nazma iktıdârı olmağla lâyık. ı
Hak Taâlâ kulum kahrile dâim kıramaz
kabûl ba’.zı eş’ârı vardır,, deyerek onun pek az şiir vü-
B ib liy o g r a fy a : S h ., L tf., A h d ., A ş k ., H s n ., B y n ., K fz., M cn z., P rv.
cude getirdiğini anlatmak istiyor. Mecmualarda da
 fitabî ( İstanbullu) — Âşık Çelebi, Ahdî gibi men-
balara göre asıl adı Hasan’dır. Âşık Çelebi onun onun şiirlerine rastlamdım. Tezkirelerde görülen beyit
için “ Mevâli-i izâmdan Emin kösesi demekle leri ise yalnız şunlardır:
mâruf Mevlâna Yahya Çelebi’nin oğulluğu idi. Fünûn-i Bu lem’a-i hüsnile ki sen nûr-i basarsın
Arabiye ve edebiyyeden hayli nesne andan tahsîl et Y üz virme iken zülfüne ki nûrı basarsın
miştir. Ve fenn-i fürsi ve inşa vü inşâdı ehlinden tekmil G um ûm içinde kaddim mûya döndi
etmiştir ,, diyor. H üm ûm altında benzim m ûma döndi
 fitabî; Arapça, Acemce ve edebiyat öğrendikten
Öyle zannolunur ki Âfitâbî, ilk zamanlar bazı man
başka yazıya da merak etmiştir. Ahdî ve Hasarı Çelebi,
zumeler yazmış; fakat sonra bu sahada eser vücude
onun bir çok yazı nevilerinde muvaffak olduğunu kay
getirmemiştir.
dediyorlar. Şairin edebiyat ve yazıdaki vukufu dolayısile B ib liy o g ra fy a : A hd.,A şk., Hsn.
“ Divanı hümayun ,, kâtipleri sırasına girdiğini görüyo  g â h (Semerkandli) — Salim ve Ramiz e göre Se-
ruz. Âşık Çelebi’nin «Hâlâ dîvân-ı Süleymanî kâtible- merkand’de, Fsad a göre, Semerkand veya Buhara’da,
rinden ve ol zümreden ilmü ma’rifet sâhiblerindendir„ Safayi ye göre de Buhara’da doğmuştur.
deyişine bakılırsa şair ( 974— 1566)yılı içinde Kanunî’nin Tuhfei Hattatin ve, Beliğ de ise Şairin “Özbek!erden„
hâtiplerinden bulunuyordu. olduğu kayıdlıdır. Ayıntablı Ayni’nin,
Tezkireler ittifakla onun meziyetlerinden bahsetmek Lebîb Âgâh ü Hâm î Â m idî’d ir.
tedirler. Ahdî “Tab’-ı nâzüki nezâketle ârâste ve zihn-i mısraında onun Diyarıbekir’li olarak gösterilmesi ise
sâfı hüsn-i hulkile pîrâstedir. Ol Âftab-ı uhuvvet zurafâ şöhretinden dolayıdır .
beyninde gün gibi şöhret-i tam bulup envâ’-i hutut
Uzun yıllardanberi «Semerkand’li Âgâh» olarak ta.
yazmada benâm akrânı içre şi’rü inşâda makbül-i ey-
nınmış olduğuna bakılırsa Salim ve Ramiz in verdik
yâmdır. Elhak sohbeti râhat bahş ve sözleri tahayyülât-ı
leri malûmatı tercih ile kabul etmek daha doğru olur.
şebtâbile dilkeştir,, diyor. Âşık Çelebi «Akrânmınyegâ
Hususile Diyarıbekir’de yaşayan Şaire aid bazı vesika
nesi na’t-ı ma’rifetin ferzânesidir. Sanman ki yalnız
lar elde ettiği muhakkak olan Ali Emîrî, onun (1040 -
hâme ana destbârdır. Her fende hâme gibi eli vardır.
1630) hududunda Semerkand’de doğduğunu yazı
Belki hâme ki ehl-i belâgat yanlarında müşârünbilbenân-
yor (Tşa). Şairin,
dır. Anın önünde serfürû eyler. Ve nâme ki ser defter-i
fasâhattir anın reşha-i midâdından tahsîl i âb-ı rû eyler,, Küşade eyledi dil goncesin yine Âgâh
sözlerini sarfediyor. Meğer nesîm-i Semerkand’dir hevâ-yi sebû
Haşan Çelebi temiz ahlâklı bir adam olduğunu söyliyor. Beyti de Şairin Semerkand’li olduğunu gösteriyor. Ali
Bütün bu rivayetlere nazaran anlıyoruz ki, kitabeti Emîrî diyor ki, “Şairin bizzat hatt-ı destiyle müşerref
Türk Şairleri
Âg. 11
olduğumuz bazı eserleri bâlâsında - limuharririhi Âgâh ı O şâhbâz-ı himmet; lâne-i maâriften nice nice böyle yav
Semerkandî - ibâresi görülmüştür ki artık Semerkandî- rular uçurmuştur. Kezâlik Abdülgafûr Lebîb-i Âmidî
yülasıl olduğunda zerre kadar şübhe yoktur. „ gibi bir zekâ-yi fevvâr:
Şair’in adı bütün menbalarda Mehmed olarak ka
<3 ¿r
yıtlıdır. Tezkirei şuarayi Amid'de “tezkire-i Salim’de
alelittifak nâm-ı nâmîleri Mehmed Kadri olduğu
muharrer ise de ne Fârisî ne Türkîde âsâr-ı âlîlerinde Beytini nakştırâz-ı Ievha-i iftihâr eyliyor ...
bir tek Kadri imzası yok„ deniliyorsa da bu tenkid 1080 hudûdunda şehrimize şerefbahş-i vürûd olmuştur.
de asıl yanılan Ali Emîrî oluyor. Çünkü yazma O zaman Sâib ve Şevket âsârı memleketimizde sermeşk-ı
Salim deki kayıd, onun gösterdiği gibi değil, “Nâm ı edebiyât idi. Şu iki zât-ı âlîkadirden tahsîl-i kemâlât
nâmîleri Mehmed Bolak„ tarzındadır. Basma nüshada iden bir üstâdın vürûdı üdebâ-yi memlekete bâdi-i neşât
ise “ jjaîMj „ şeklinde tertip yanlışı olarak bir “ y „ olduğundan pek ziyâde bir rağbete mazhar olup vatan-ı
ilâvesile dizilmiştir ki bunu Kadri okumağa imkân sânî ittihâz eyledi. Cenâb-ı Âgâh’ın zamanında şehri
yoktur. mizde öyle zengin bir encümen-i edebiyyât teşekkül et
Agâh, “ Hacı Bolak „ nâmiyle şöhret kazanmıştır. miştir ki, bunun derece-i hârikası gerek müşarünileyhin
İlk tahsilini memleketinde yaptıktan ve hıfza çalıştıktan nezâirinden ve gerek o zaman şuarâsından Emnî,
sonra Buhara’ya gitmiş, orada meşhur şair “Şevket Emîrî, Hâşim, Hâmî, Hamdî, Şûrî, Fâmî, Mücib
Buhârî’den edebiyat okumuş, bir taraftan da “Molla Kemâlî, Lebib, Vâlî gibi belâgatmendân-ı memleketin
Cami„ soyundan Buhara’lı “Şeyh Saidâ,, ya intisab terceme i ahvallerindeki nezâyir kısmı mutâleasından an
ederek “Nakşî„ olmuştur- Daha sonraları İsfahan’a laşılır. Bir çok şuarâ-yi memâlik ve bilâd ve cümle
giden Âgâh, orada şair “Saib,, le görüşmüş, hattâ den melik -üş- şuarâ Nabi merhum gibi bir üstâd de-
divanını kopye etmiştir. Fakat o ülkede de çok du feâtla o encümen-i dânişte musahabet pîrâ olmuş idi. „
ramayarak “Tebriz, Bağdat, Şam, Kudüs, Mısır Âgâh, hiç evlenmemişti. Yüz yaşını geçkin olduğu
gibi şehirleri dolaşmış; Her gittiği yerin âlim ve halde (1141-1728) de vefat etmiştir. Mezarında Diyarı-
sanatkârlarından istifade etmeği de unutmamıştır. Onun bekir’li Vâlî’nin söylediği şu tarih yazılıdır:
Din ve edebiyat sahasındaki ilimlerden başka ciltcilik, Göricek hâli mekânın şu fenâ dünyâda
hattatlık, tezhipçilik, ressamlık ve hakkâklikle alâ Hüzn ü endûh ile dil eyler iken girye vü âh
kası olduğunu da görüyoruz (Tşa.). V irdi bu m ısrâ’-ı târih ile hâtif haberi
Âgâh’ın mutasavvıf olmak itibarile de uzun zamanlar Salâh*ı dîn ü dâniş hazret-i Sâlih Muhammed’dir
devam eden bir şöhreti vardır. Hattâ, hakkında bazı Ki imzâsiyle oldı efser-i şer’-i mübin peydâ
menkabelerin teşekkül ettiğini bile görmekteyiz. Mükennâ ismi Nev’îzâdelikle ol atâkârın
Esad Tezkiresinde şöyle bir kikâye kayıdlıdır: Ki itti îd-i vaslı Âmid’e huld-i berin peydâ
“ Ragıb Paşa merhum evâil -i hâlinde ol dil âgâh Vecdî’nin,
sohbetiyle iğtinâm ve mükâşefe ittikte mikdâr-ı ömrün G önül sfızân iden cism i nizârın taze dâğındır
den istikşâf idicek mâdâm el- hayât beni derûnundan Seni pervâne-i aşk eyleyen kendi çerâğındır
çıkarmadıkça fenâpezîr olmazsın diyu ilgaz ider. Vezîr-i Beytini tesdis eden Âgâh; Muhibbî, Diyarıbekirli
müşârünileyhin işbu lûgazi halli derd i derûn olduğu Haletî, Nailî, Sabri, Fehîm, Nazîm, Nabi, Sabit, Seyit
halde güzârende-i zaman ve vaktâ ki sadâretinde sırrı Vehbi, İzzet Ali Paşa.,, gibi şairlere nazireler yazdığı
hafiy-yi derûnile merhum da günüde i pister-i hirmân gibi Vâlî’nin bir gazelini de tahmis etmiştir.
iken halline mülhem ya’ni aded-i ( ' ) , ( ^ ¿ lj ) dan Âgâh’tan bahseden menbalar, onun farisî şiirleri
tarh olundukta bâkidsn sene-i ikbâli olan 1176 hisâbı- olduğunu da söyliyorlar. Tezkirei şuarayiÂmid de “Farisî
nın zuhûrı olduğı asrını müdrik ba’z-ı p îıâ n ı ehl-i divanı henüz meşhûdumuz olmamış ise de mecmualarda
irfandan hengâm-ı sabâvette mesmû’-i hakîr-i şikeste kendi hatt-ı nefîsile muharrer bir hayli farisî gazelleri
rakam olmuştur. görülmüştür,, kaydından sonra bir gazeli de yazılıyor.
Agâh’m kıymetli bir hattat olduğu da söylenmekte
Olursa her ne kadar sâde şi’ri Âgâh’ın
dir. Bu husus hakkında Ali Em îri şu malûmatı veriyor:
Bir iki beyt ideriz intihâb her ne ise
“ Şehrimiz ( Diyarıbekir ) Câmi’-i kebîrinin sakf-ı mer-
fûunda dâiren mâdâr hatt-ı celî ile mukarrer “ Âyet-i demek suretiyle bizzat kendisinin de itiraf ettiği veçhile
Kürsî„ ile “ Ayet-i Nûr „ müşârünileyhin hatt-ı bînazîri daha ziyade “sade şiirler„yazan Âgâh,san’at zevkinden de
olduğu gibi mihrâb-ı füyûzât meâbın fevk-ı iklîlinde, katiyen mahrum addedilemez, Pürüzsüz ve oldukça vâzıh
Şimdi mihrâb eylesün hamgeşte kaddin müstakim bir ifade ile manzumeler yazabilen Âgâh’ı, XVIII inci
Kim irişti hazret-i Âsaf’tan envâ’-i sürür asrın meşhur şairleri derecesinde olmasa bile gene
Şimdi minber söylesünn muvaffakiyetli bir şair olarak gösterebiliriz. Husu
siyle onun âşıkane bazı gazellerinde kendine hâs bir
İJ.3- jjj-lLc ,_Aİ|
şahsiyet te görmekteyiz. Güzel san’atlerin muhtelif
Beyitleri gibi münasebetli sözleri havî on üç ebyât
sahalarında oldukça bir mevki sahibi olan Âgâh,
ile müezzinler mahfelinin zîrindeki sütunlarda
her halde ihmal edilecek bir şahsiyet değildir.
-A) j|
_ 1124 _
Mısrâ’-ı târihini hâvî manzumenin cümlesi müşârün
— Gazel
ileyhin hem zâde-i tabîati hem yâdigâr-ı hâme-i îmâd
Gör d i tahammül eyleyemez aşk dâğma
pesendânesidir. Öyle bir üslûb-i bedî’i letafetle yazıl
Pervâne düşti dün gice şem’in ocağına
mıştır ki ikiyüz seneden beridir seyr ü tcmâşâ idenler
Âşıkların figanı dahi bî eser gibi
mecbûr-i tahsîn-i firâvân olurlar. Bundan başka üstâd-ı
Az kaldı kim gülün gire bülbül kulağına
muhtremimiz Şaban Kâmi efendi hazretlerinde lâtif
Bir hâhişe karârı mı var bîkarârının
levhaları ve şâir baz’-ı nefâis perverân-ı memleketin
Bin kerre düşti bûse elinden ayağına
dest-i ihtirâmında sülüs, nesih, ta’lik yazıları ba’z-ı
Olmaz esîr-i şâm-ı firâkm ziyâpezîr
kitab ve mecmualarda hatt-ı destiyle müzeyyen ebyât-ı
Hurşîd nûrın itse de revgan çerâğına
ruhnevâzları mevcud ve erbâbı indinde pek kıymet-
dârdır (T%a.)„ Ağyârın inkisârına Agâh kim bakar
Ol şûhile muâmelemiz olsa sağına
Âgâh’ın yazma divanlarına bir çok kütüphanelerde
tesadüf ediyoruz (Meselâ bakınız: Tpk. Rv. K. No: 777, _ II _
Ünv. K. No: 2896 ). Sebû veş sâkin-i meyhâne olsam geh tehî geh pür
Dil-i dîvâne olmaz bir nefes hâlî temennâdan Elimde sâgar-ı mey şâd ü hurrem geh tehî geh pür
Ki mest-i câm-ı nâz ü işvedir bir mâh sîmâdan Ser-i kûyinde yârın iderim âh ü figan her şeb
beytile başlayan bu divanda 2230 kadar beyit vardır Nevâ-yi ney gibi geh zîr ü geh bem geh tehî geh pür
( Rv. 717 ). Bazıları ise 2160 beyitten ibaret olduğunu Olur m ahvi nigeh âmed şüd-i mevc-i hayâlinden
söyliyorlar(7şa., Fş.). Manzumeler; 2 na’t, 5 tarih, 1 tesdis, Habâb âsâ peyâpey çeşm -i pür nem geh tehî geh pür
1 Tahmis, 361 gazel, 26 rubaiden ibarettir. Divanda Mukadderdir nasîb i bîş ü kem seng-i adlâletle
kaside yoktur. Yalnız bir manzumesinde, (1131-1718) de Ki olmuş sernüvişt-i nakş-ı hâtem geh tehî geh pür
Diyarıbekir kadısı olan Nev’izade Mehmed Salih hak Değil pürhun şümâr-ı rîk-i hikmetten gözüm Agâh
kında yazılmış şu beyitler görülüyor: Misâl-i şîşe-i sâat gönül hem geh tehî geh pür
Türk Şairleri
-------------------- ---------------------- 13
_ III _
diktan sonra “Sultan Süleyman’ın ruznamçeciliği hizme
Küşâde olmadı ol güncenin melâli nedir tine nâil olup müddet-i medîde-i rüzgârda safâ-yi hâtır
Hazan mıyüz o gülün bizden infiali nedir ile karin„ olduğunu söyliyor. Fatitı de aynı şeyleri
Nigâhtan müteellim niyâzdan bîzâr “Süleymaniye cami’-i şerifi ruznamçeciliği hizmetinde
O şûha arz-ı merâm itmenin meali nedir müstahdem* sözleriyle ifade ediyor. Tuhfe de ise “Sul
Tamâm-ı ömr humâr-ı firâk ile geçti tan Selim cami’-i şerifi rûznamçecisi idi„ deniliyor. Bu
Bilinmedi dahi keyfiyyet-i visâli nedir kayıd Esad da da aynıyle mevcuddur.
Hilâline feleğin itme serfürû ey dil Hüsnühat, sülüs ve neshi Ağakapulu İsmail’den öğ
O âftâb yanında mehin kemâli nedir renerek icazet aldığını ve Sünbülî tarikatı şeyhlerinden
Ne nağmeyüz bu tarabhânede ne tanbûruz Seyid Nureddin’e intisab ettiğini ise Tuhfe den öğre
Zamânenin bize Âgâlı gûşmâli nedir niyoruz .
Bütün menbalar onun (1158-1745) de öldüğünü ha
_ IV _ ber veriyorlar. Vefatına Müstakim zade ¿I jo -
tabirini tarih düşürmüştür.
O dil ki dâğ-ı mahabbet şirâre efgen olur
Agâh’ın şiirleri elde mevcud değildir. Tezkirelerde
Felek sitâre vü hurşîd ü meh neşîmen olur
ise yalnız Emir Buharî tekkesine şeyh olan Tokat’Iı-
O şem’ hemdem-i ağyâr olunca dâğ olurum
Mehmed Emin için söylediği şu tarih kayıdlıdır.
Ki şu’le bende vü gayrın çerâğı rûşen olur
Kimi ki fevk-ı ser itsem müdâm cilvekühen Hâce-i hâcegân didi Târih
Döner sipehr-i cefâkâre o da düşmen olur I -Oj I o .'■
-* ı cl>-
Olursa nîm nigâh ile de tesellîbahş
Rarniz , onu “Dâniş ve irfân ile meşhûr ber vefk-ı
Gehî hicâb ü gehî hâb-ı nâz rehzen olur
dilhâh îcâd-ı mâ’nâya kadir bir şâir-i pâkîze edâ„ ola
Demâdem âteş-i cansûz-i şevkten Agâh
rak gösterdikten sonra eserlerinin “Gadr-i rüzgâr ile
Durur durur dil-i dîvâne germ şîven olur
târümâr„ olduğunu da ilâve ediyor. Fatin ise yalnız
yukarıdaki tarihi yazarak “Başka eş’ârı manzûr-ı âcizî
_ V —
olmamıştır* diyor. Demek oluyor ki Âgâh’ın bir bey
Figan ki çeşm-i bütan gâh mest ü geh mahmûr
tinden başka ne kadar manzumesi varsa kaybolmuştur.
Nihân olur dil ü can gâh mest ü geh mahmûr B ib liy o g r a fy a : R m z ., T h f., E s d ., Ftn.
Dirîğ geçmede eyyâm-ı ömr gaflet ile
Âgâh ( Paşa ) — Son asır Türk Şairleri ne göre,
Misâl-i bâdekeşan gâh mest ü geh mahmûr
Trabzon valisi Hazinedar Osman Paşa’nın Kavasbaşısı
O rind-i bâdeperestim ki subh ü şâm iderim
Mustafa Ağa’nın oğludur.(1247-1831)de Trabzon’da doğ
Tavâf-ı kûy-i mugân gâh mest ü geh mahmûr
du. İlk tahsilini bitirince kâtip oldu. Daha sonra gönüllü
Hücûm-i gamla serâsîme olduğumdur kim
olarak bahriye meslekine girdi. İstanbul’a geldi. Gemi
Sanurlar ehl.i cihan gâh mest ü geh mahmûr
hocalığı, kalyon kâtipliği hizmetlerinde kullanıldı. (1269-
Metâ’-ı akl u dili çoktan itmişim Agâh
1852) de Rus muharebesinde devletten ve İngiltere hükü
Fedâ-yi rıtl-ı giran gâh mest ü geh mahmûr
metinden gümüş madalyalar aldı. Bilâhire Sakız’a gitti.
Kitabet ve hesap vazifeleriyle terfi ettirilerek Midilli’ye
_ VI -
gönderildi. Kalyon kâtipliği rütbesile Tersanede fab
— R u baî—
Mâdâm ki ârif itmeye terk.i sivâ rikalar kâtibi oldu. Midilli’de bulunduğu esnada “Cezairi
Olmaz müteceliî anda envâr-i hüdâ bahri sefid„ valisi olan Hüsnü Paşa’ya intisab ederek
Bir dilde iki sûz-i mahabbet olmaz onun delâletiyle ve binbaşı rütbesile “Fırkai zaptiye „
Bir fânûs içre iki şem’ itmez câ azalığına, daha sonra Hudavendiğâr, Hicaz, Pizren
vilâyetleri alaybeyliğine tayin edildi. ( 1294-1877 ) de
_ VII - İstanbul fırka meclisi azalığında, müteakiben Van,
Geh vahşet idüp bâdeye peymâ oluruz Bitlis, Erzurum, Diyarıbekir, Kosva, Halep, Selânik,
Geh dil gibi halk içinde tenhâ oluruz Manastır, Ankara vilâyetleri alaybeyliğinde bulundu.
Ammâ yine tûtî gibi bîkeslikten “ Mirimiran „ rütbesini kazandı. Tekaüdü icra edildikten
Ayînede aksimizle gûyâ oluruz sonra - karısının doğum yeri olan - Ankara’da ikamet
Bibliyografya S im ., R m z ., Sfy., T hî., B lg., M cns., Esd., Tşa. etti. Orada yerli hükmüne geçmişti. Yedi yıl idare
A g â h ( İstanbullu ) — Asıl adı Mehmed olan Agâh meclisi azalığında bulundu. 20 Muharrem 1324 (1906) da
Tuhfe ye göre, Yusuf namında bir zatın oğludur. Ramiz vefat etti. Hacı Bayram Veli türbesinin civarındaki
onun tahsil ettiğini ve yazıda meharet kesbettğini yaz- kabristana defnolundu.
Türk Şairİeri
14
— II _
Etmez hevâ-yi aşk ile asla karâr mevc
Durmaz koşar sevâhili vaslı arar mevc
İcrâ-yi medd ü cezri tevâzu’la câbecâ
Etmek diler o mâhveşi derkenâr mevc
Haddin taşırma hiddete gelsen de bahr veş
Cûşiş deminde sahili etmez güzâr mevc
Pervane gönlüm eyledi deryâ-yi nûre gark
¡zhâr edince şem’a-i rühsâr-ı yâr mevc
Âgâh anın da çektiği var rüzgârdan
Etmezdi yoksa yok yere feryâd ü zâr mevc
— Muhammes
— III -
Gam değildir kalsa da söfi-i şeydâ pâresiz
Bulmak âsandır ana nanpâre zîrâ pâresiz
Koymasun Hak rind-i mey âşâmı ammâ pâresiz
Neş’e bahşolmaz dile câm-ı musaffâ pâresiz
Çâre yok def’-i gam ü endûha asla pâresiz
Almak istersen eğer himmet-i ehlullâhı Yâr kabrim kazagör yektasını bul
Bîedeb olma gözet hürmet i ehlullâhı Hecele rı zeyi yek ta sini bul
Nâm-ı âlîlerini yâd ile kıl istimdâd Fürûş-i elmâsın yektâsmı bul
Göresin tâ ki nedir kuvvet-i ehlullâhı Sakın meyil verme yüz lâle güzel
Ebedî hayyolarak terk i fenâ eylerler
Agâhî şekvamız yâre ne senden
Sanma her kes gibidir rihlet-i ehlullâhı
Çektiğim hecr-i gam-ı yâre ne senden
Kurb-i Hak’ka varamaz dağdaga-i kesretten
Dilediğim bir gül yâre ne senden
Bulmayan şâhreh i vahdet i ehlûllahı
Gerekmez bizlere yüz lâle güzel
Bir dil ki ola nâil-i dîdâr-ı hakîkat
Ferdâ elemi hasret i cennet mi çeker hîç Â gâhî ( Dede ) — Bektaşi şairlerinden olan Âgâhî
hakkında Bektaşi Şairleri'nde şu malûmat kayıdlıdır:
Pençe-i ismet idi ancak grîbangîr olan “ Âgâhî Belgrad’lıdır. Asıl ismi Yaşar, mahlâsı
Yoksa Yûsuf sanma bilmezdi Zelîhâ kıymetin Âgâhî’dir. Kırşehir Bektaşi dergâhının “ Kilerevi „ ne
vakfettiği bir nefes mecmuasında mührünün tarihi “ H.
Dest i hâcâtm hemîşe Hazret-i Allaha aç 1275 „ olduğuna göre bundan kırk, elli sene evvel
Osm.
vefat ettiği tahmin olunabilir. „
 gâhî (Sazşairi) — Ünv. K. Mc. No. 273 de Şu iki manzûmesini aynen naklediyorum :
bir çok halk şairleriyle beraber Âgâhî’nin de bazı manzu
meleri kayıdlıdır. Mecmuadaki şiirlerin nihayet XVIII inci
I
asır sonuna kadar yetişen şairlere aid olduğu tahmin
olunabilir. Seçtiğim iki koşmayı naklediyorum : Tevellâsm teberrâsm bilen abdâla aşkolsun
Temennâsın tesellâsın bulan abdâla aşkolsun
I
Hevâ-yi seyr-i fillâh eyleyen dervîşe şeydallah
Fitne, i zamanın devri döneli Fenâfillâh sevdâsın eden abdâla aşkolsun
Harâb*ı cihanda lezzet mi kaldı Tecerrüd cür’asın nûşeyleyen abdâla eyvallah
Mürâyi dünyâya geldim geleli Hârâbat ehli sevdâsın çeken abdâla aşkolsun
Çekmediğim derd ü mihnet mi kaldı Abâsından kabâsmda geçüp bu dehr-i fâninin
Fenâ vü fakr dîbâsın giyen abdâla aşkolsun
Düşeli âleme gör şu ihtişam
Dilâ bu çille i merdan çıkarmış cana teslîmiz
Hak cevab kâr etmez hâsılı kelâm
Bu esmânın müsemmâsm duyan abdâla aşkolsun
Zamanda zengine mahbûba ikrâm
Niyâz ile vücûdun eyleyüp mir’ât ı Yezdânî
Erbâb-ı kemâle rağbet mi kaldı
Gönül âyînesi pasın silen abdâla aşkolsun
Muhibb-i hânedâna sadhezâran âferîn olsun
Bu cihan ziyneti çok verdi noksan
Olar kim şol ahibbâsın seven abdâla aşkolsun
Rûz-i kıyâmetten gösterdi nişan
Erenler tâlib-i esrâra bizden çok niyâz eylen
Zâlimin zulmünden yıkıldı cihan
Şarâb-ı aşkın a’lâsın bulan abdâla aşkolsun
Mehdi-i zamâne hâcet mi kaldı
Ey Âgâhî yine bir tarz-ı dervîşâne nazm ittin
Gün begün bu cihan zulme mukarrer Hezârân hüsn-i hemtâsın bilen abdâla aşkolsun
Nakşedüp dünyâyı gezdim serteser
Tutalım ki bir kıl bir dağı çeker II
Anı da çekmeğe tâkat mi kaldı
Ey sofi bana mescid ü meyhâne de birdir
Her biri bir demde îş ü işrette Savt-ı zühüd ü na’re-i mestâne de birdir
Fisk u zinâ ile âlem ülfette Hak’tan sana irmez ise esrâr-ı hidâyet
Duâ senâ edüp bezm-i vahdette Bu zikr ü ibâdet ile peymâne de birdir
Âgâhî pirlerde himmet mi kaldı Gel geç bu riyâdan hele gör taht ı cihanla
Bu fânide bir gûşe-i vîrâne de birdir
II
İllâ başı dünyâya gönül virme dirîga
Sen hublar şâhısın sultan ya handan Ârif olana âkil ü dîvâne de birdir
Rikfcbında gerek yüz lâle güzel Âgâhî gibi nûr olıgör ey gözi a’mâ
Bırakmam destimi asla yakandan Bu aşka yanan şem’ile pervâne de birdir
Taksalar boynuma yüz lâle güzel Bkt.
Türk Şairleri
1 6 ________________________________________________________
A
A
Ağ.
Âgâhf ( Rizeli ) — Asıl adı Şakir Âgâhî olan ve Gezmez ab ü nan içün kişver be- kişve kû be-kû h(
Âgâhî mahlasiyle manzumeler vücude getiren şair hak Âb-ı nab-ı la’l-i canane atar can teşne dil Şİ
kında Son asır Türk Şairleri'nde şu malâmat kayıdlıdır: Fikr i batıldır muhal endîştir tahkîk bu â:
“Şakir Âgâhî efendi, Rize’li Elhac Memiş efendi’nin Alem-i imkânda dâna dile bir cür’a yok aı
oğludur. (1254-1838 ) de Rize’nin Eminüddin mahallesin Ab ü tab-ı ayş ile nadan ıeyyan ta gulû
de doğdu. Memleketinde tahsîl-i ibtidaîde bulunduktan Bulamaz nasaz ü hem tali’ olan bir katre ab z&
sonra İstanbul’a gelerek fetva emîni Nuri efendi’nin Arasa fevvaıe-i yenbû’-ı dehri sû be-sû De
dersine devam etti. İcazet-i İlmiyeyi aldı. Tedricen Taşa baş koymuş yatur teşne garîb-i lâmekân
bilâd ı hamse payesini ihraz eyledi. Mektebi sanayi’de Hiçbir sîrab-i ni’met halin etmez cüstücû mis
ve Tophane’de Feyziye mektebinde senelerce Arabî ve Nuşhand-i çeşme-i la’l-i tebessüm etmese
Farisî tedris etti. ( 1320 1902 ) de İstanbul’da vefat Âb ı lûtfun teşne diller eylemezdi arzû \
\e
eyledi- Arabî, Farisî lisanlarile Türkçe eş’arı vardır. İktisab-ı feyz ise kasdın mülâyim pîşe ol m
Tercîi bend şeklinde Türkçe iki cüz Bahariye risalesi Âb-ı ateşza ile hemhal olur cam ü kedû n;
(1299-1881) de Mektebi Sanayi matbaasında tab’olundu. Suyu sudan fark içün Agâhı-i şîrin mezak Vi
Yine tercîibend tarzında Farisî Tarabnamesi vardır ki Attı dehre çeşmesar-ı hameden bir taze su ili
gayrı matbudur. ,, Sts.
b
Âgehf _ XVI ncı asrın meşhur şairlerindendir.
Kitapçı Bay Hulûsi diyor ki, Agâhî’nin şiirleri Fatih
Asıl adı Mansur olan Âgehî, Vardar Yenice’sinde
yangını esnasında mahvolmuştur, şu iki manzumesini
doğmuş, medrese tahsili yaparak ilmiye meslekini ihti
aynen naklediyorum : o
yar etmiştir. Haşan Çelebi'ye göre, Mekke kadılığından
l<
— Bahariye’sinden — mütekaid Hoca Kaynı lakabiyle anılan Mehmed Çelebi’-
nin mülâzimi olmuş; Â lî ye göre de Gelibolu’da onbeş r
— I - akça ile müderrislik etmiştir (Krıh). Şairin gene iken bir r
müddet Kapudan Piyale Paşa ile donanmada bulun ı
Aşkın belâsıdır ki eder mübtelâ beni nefîseyi Hazreti Sultan Süleyman’a arz idüp makbûl-i
Sünbül kelâleler ne aceb kim döküp durur tab’-ı düşvar pesendîleri düşüp İstanbul’da Şeref med
Zencîr-i aşkına çekecek galiba beni resesin ihsan ile kadrin serbülend itmişlerdir.» Bir müd
Buldukça buldı revnakın amma ki eyledi det işinden çıkarıldığını da gene tezkirelerden öğreni
Âlüfte-i çemen gül-i nazük eda beni yoruz (Hs/ı.). .
Feryad ü nalem ey gül-i ter hâli arz ider Âgehî epey müşkilâtlı günler geçirmiş ve çok za
Ger anlamaksa sorma sakın hiç bana beni manlar parasız kalmıştır.
Girse müsabakat yerine sebkat idemez Şairi yakinden tanıyan müverrih Âlî de aralarında
Aşüftelikte bülbül'i ateş neva beni geçen şöyle bir konuşmayı kaydediyor (Knh.) :
Ne seyr-i gül’izara ne gülzare dil kanar Âgehî, haslar kadısı iken Âlî’ye müracaat etmiş,
Serdar-ı âşıkan idecek iştiha beni işsizlikten ve kimsenin kendisine müracaat etmediği
Ey gülşen*i vefa dilerim hiç bir zaman için parasız kaldığından şikâyet eylemiş, kadılık
Bezminden etmesün o gül-i ter cüda beni ettiği muhitin halkı tamamiyle hırıstiyan imiş,
Dikmiş gulâm-ı nerkis-i şehlâyı bezmine ahaliyi namaza gitmedikleri için cezalandırmak ve bu
Hidmet güzar-ı bezm ise görmez mi ya beni suretle olsun biraz varidat temin etmek kabil ola-
Cismim sefîne aşkı heva dilse nâhüda mıyormuş. O da mecburî olarak hırıstiyanlardan
Hoştur heva o sahile at nahüda beni kiliseye gitmeyenleri tecziye ediyor ve böylelikle bir
Sahn-ı çemende barigehin kurdu taze gül mikdar para temin edebiliyormuş.
Çekti lâtif ârız-ı gülgûne gaze gül Bir çok tezkireler onun kadılıktan mazul iken
(985-1551) Cemaziyelevvelinde vefat ettiğini yazıyorlar
- II - ( Hsn., Kfz., Knh.).
— Oazel —
- 985 —
Şahs-ı namerde temellük etme dökme ab-ı rû Mısraı, ölüm yılını gösterir (Kfz.).
Hahiş-i feyzetme bir boş çeşmeye tutma sebû Âgehî’den bahseden bütün menbalar, onun kudretli
Malik-i mülk i kanaat rızk-ı maksumun bilüp bir şair olduğunu söyliyorlar. Ahdî, şair için « Şûh tab’ ve
Türk Şairleri 11
mâhir ve maârif-i külliyye ve cüz’iyyede adıl ve nazîri Bizi çiğnetmeğe bu fülk-i felek tuttı dümen
Aşk deryâsına saldınsa gönül zevrakını
nâdir olduğundan gayri hûb eş’âr ve mergub güftârı
Bulımazsın bu yakalarda dilâ sen mesken
vardır. Erbâb-ı fazl u ihsânın hâk-i rehi ve zümre-i
H ûblar forsa kaçup sana kenâr olmaz ise
ilm ü kemâlin merd i âgehi idi.» Âlî ise, «Nazma kadir
O lm a anlardan alarga bir iki gün katlan
bir şâir ve ilm ii ma’rifeti dahi nazmı rütbesi gibi bâ- Bahr-i aşk içre olan âşıka pend ey zâhid
1lirdir.» cümlelerini sarfediyor ( K n h ). Karadan âlet unarmak gibidir kik yakadan
Osmanlı m üelliflerinde Âgehî'nin müretteb divanı G ötür irgalyayı olmaz paçarız ey ağyâr
Yârı ben bahr kenârında kenâr eyleriken
olduğu kayıdlı ise de bunun bir hakikat olmadığını
Ey gönül niçe yatursın bu limân-ı tende
kuvvetle tahmin edebiliriz. Gerçi Ahdî şairin «Lâyuad»
H im m etin lengerin al mevsimidir aç yelken
manzume vücııde getirdiğini söylemektedir. Fakat
Korsan ol hâsılı dünyâdan alarga olıgör
mecmualarda pek az şiirine tesadüf ettiğimiz için, bu Bu hayırsız adada durma d ilâ ise seren
rivayetin de yanlışlığını iddia edebiliriz. Netekim ÂH Rüzgârın pupa olmaz ise avlamağile
de K ünhûlahbar'da onun velûd bir şair olmadığını şu Y üri deryâ üzerinde bir iki gün oyalan
cümlelerle anlatmak istiyor: «Selikası kalîle ve bedîası H im m etin gene iken elden salıverme zinhâr
Keşti-i sabrını sakla alavand olmaktan
nâdire-i bî adîle idüğine evsâf-ı keştîdeki kasidesi bıır-
Alamargayla yüri yoğise yel yelkende
hân ve ana muâdil gayrı sözleri yoğidüği bir vâzıh
Çiinki âşık olımazsın hele bâri yelten
beyândır.» Kulzem-i aşka sefer eylemeğe azm eyle
Âgehî’nin en meşhur manzumesi, gemicilik ıstılah Rüzgâr ile yüri tente fora sök yelken
larını ihtiva eden kasidesidir. Şairin Piyale Paşa ile İtmek istersen eğer bâğ-ı cinanda manca
donanmada bulunurken yazdığı bu kaside A h dî’nin, Amel-i zühd kumanyasını vâfir yüklen
Orsa varsan çıkamazsın poca gitsen girdâb
«Zamân-ı evâilde bir gemici dilberine dil virüp fül-
Nice kullansan atar karaya bu keşti-i ten
k-i teni deryâ-yi aşka salııp müstagrak-ı bahr-ı mevc-i O lm adın lenger-i ten bahr-i fenâya funda
hirmân olup ol hevâ ile gemiciler ıstılâhâtın cem’idüp Pupa âlât ile can kalyetesini kullan
bir kasîde-i âbdâr-ı mânend-i dürr-i şehvâr gavvâs Ey dirîga bizi gafletle zebûn itti hevâ
sıfat bahr-i amîkten kenâra çeküp dür-i gıış-i hı'ış-i Geldi çattı demtir üstünde yaturken düşmen
Olsa deryâ kumu m ikdârı kayırmaz derdin
erbâb-ı hüner ve meşhûr-i bahr ü ber olmuştur»
Saati var geçer ey Âc/ehi sabr it katlan
Dediğine bakılırsa gönül verdiği bir güzele kavuşa
Kelim âtın dür-i deryâ-yi hakikat anlar
madığından dolayı teessürle yazılmıştır. Filhakika ka Bahr-i m a’nâda şinâverlik iden ehl-i suhan
side, baştan aşağıya kadar âşıkanedir. Bendeki bir Y â İlâhî bizi girdâb-ı hevâdan kurtar
mecmuada tamamı yazılı olan bu kasideyi aynen nak Bize yol vir varalım biz ilim âna irken
lediyorum : Âgehî’nin bu manzumesi büyük bir şöhret kazan
Çektirüp firkateni benden ırağ oldun sen mıştır. Hattâ Beyanî bu şiir için «Eşherü min kaside i
Bahr-i firkatte niçe furtunalar çektim ben
İmriülkays olmuştur» diyor. Bu eserin bir çok şairler
Sen yıkarsın bu yakalarda gönüller şehrin
tarafından tahmis veya tanzir edildiğini de görüyoruz.
D il ü can m ülkini vîrân idici sensin sen
Bahr-i aşk içre yürürsem nola yelken doruda Za’fî (Bendeki bir mecmuada) ve Mehmed (M it.
Bir harâm î bakıcı yâre esîr oldum ben Alm. K. No. 673) tahmis; Aşkı, Bedeli (Aynı rnc.) ve
Bâd-ı aşkın alavand eyledi sabrım gemisin Saati (Mit. Alm. Ms. Mc. No. 758) de tanzir etmişlerdir.
İlevend oldı gönül tıflı senin derdinden
Derunî, Yetim gibi şairlerin gemicilik ıstılahları ile
Barbarotsan siyeh atlastan olaldan cânâ
yazdıkları manzumelerde de her halde Âgehî tesiri
Oem ici neftelerin âşık-ı zâr ittin sen
Seyr iden yüzüni deryâda irişür H ızr’a
olsa gerektir.
Kadre uğrar seni bir kerre kadırgada gören Agehfnin bazı eserlerine daha tesadüf ediyoruz,
Türk Şairleri
ıs
Yazma bir Ahmedî divanının baş tarafında (Mrcl. Dg. AgehFnin birkaç manzumesini naklediyorum:
K. No. 401) bir kaç gazeli yazılı olduğu gibi, - I -
M innet H u d â’ya irmişem ol serv kamete Hârlarla ol gül eyler seyr-i sahra semt semt
Şükrüm budur ki kalmadı hasret kıyâmete
Âh ii zâr eyler hezaran mürg-i şeyda semt semt
tercihanesini ihtiva eden bir «muaşşer» i de kayıdlıdır. Kadd ü haddin şevkına dil biilbüli şam ii seher
Kezalik (Prv.Mcns.), {Mit. Alın. M». Mc. No. 717) gibi Bag u ragı geşt ider eyler temaşa semt semt
yazmalarda ve bendeki bir mecmuada da bazı şiirleri Bağ-ı âlemde kıyam itmezse kaddin gâh gâh
görülmektedir. Serv kadler salınur ey serv-i bala semt semt
(Tpk^Ro. K. Mc. AT
o. 1966) da Âgehî’nin «kasîde-i Talibindür ciist ii cıı eyler seni cııy-i revan
şütür» başlığını taşıyan san’atlı bir kasidesine rastlı Ragıbmdur çûşa geldi gitdi derya semt semt
yoruz. Tab’ına her gün tulü’ eyler maanî çok çok
Süvâr olup şütüre yâr gitti hücremden Tan mı dirsen eş’ar-ı garra semt Agehî semt
Belâ şütürlerine menzil oldı lıücre-i ten Mrcl. Dg. K. N o: 401
Geleydi hücre-i Mecnûn’a üştür-i Leylî - II —
Kılurdı hücresini makdem-i şütür rûşen Kâkülün miişg saçın anber-i hoşbû getürür
Dilersen üştür-i can hücresi ola rûşen Galiba turraların nafe-i âhû getürür
Şütür gibi bu fenâ hücreden belâ yüklen Şeb külahını müzeyyen idüb ol gönce dehen
Dayanma hücre-i cismile üştür i nefse Giil-i ra’na takınub sünbül-i lıoşbiı getürür
Ki hücre mest-i harab ü şütür kavî düşmen Sakıyâ cam-ı safa balışe nola meyi itsek
Ne hücresinde safa var ne üştüründe vefa Zevk u şadî getürür gussa vü kaygu götürür
Bu fâni hücreyi üştür veş eyleme mesken Hat-ı ser sebzini enhar-ı izarında gören
Gibi beyitleri ihtiva eden ve her mısraında «Şütür, Didi bir sebze i terdir ki anı su getürür
hücre» kelimeleri bulunan bu kaside tarzında aynı Agehî çekse çevirse bizi devran yeridir
mecmuada Fazlı ve Kâmî’nin de iki kasidesi görülmek Burc-i Mizan gibi bir rast terazû getürür
tedir. Bir mecmuada da ( Tpk. Re. K. No. 1965) Mu- Mit. Alm. K. Mc. No: 777
hibbî’nin bir gazeline vücude getirdiği tahmis yazılıdır.
— M u h ib b î’nin gazelini T ahm is —
Âgehî’nin diğer bazı şiirlerine de tesadüf edilebileceği
- III —
muhakkaktır.
Düşme ey dil sîm ii zer sevdasına relızen gibi
Tezkireler ise meşhur kasidenin bir kaç beytinden
Atlas u ziynetle kendin ziynet itme zen gibi
başka onun gazellerinden de şu beyitleri yazıyorlar :
Germe göğsün germ olup sen merd-i şîrefgen gibi
Bahs-i visâlin oldı gice sebzezârda
Mal ü caha gırre olma dime yoktur ben gibi
A lınm a sevdiğim çoğ olur söz kenârda
Ayırdı ben gubârı reh-i kûy-i yârdan
Kimsenin hakkına sen uzatma dil süsen gibi
Çoktur bizim şikâyetimiz rüzgârdan Balır ü berri zabt idiip olsan emir-i tacdar
Haber-i vuslat-ı dildârı idermiş ifşâ Niçe yıl olsan serîr-i saltanatta berkarar
Bize âhır göresin söz getürür bâd-i sabâ îrişür deyr-i felekten miilk-i cisme inkisar
Müzeyyen ideli hançerle ol miyan bendi
Sakın aldanma eser bir gün muhalif rüzgâr
Kıyâmet oldı yine ortalık güzellendi
Kibr ü kîni terk kıl dutma göğüs yelken gibi
Ref’eylemez yüzünden ol gönce leb nikabı
Açılm az ehl-i aşka def’eylemez hicabı
Âkil isen eyleme her sûdı yok sevdayı cem'
Başına alup belâ-yi malile miirgabı cem’
Bütün bu rivayetlere ve elde bulunan şiirlere naza
Çalışup kılsan dilâ dünya ile ukbayı cem’
ran Âgehî hiç şüphe yok ki kudretli bir şairdir. Az
Dâne dane sa’y kılsan eyleseıı dünyayı cem'
yazmış, fakat muvaffakiyetli eserler ortaya koymuştur.
Dağıdır bad-i fena bir gün anı kirmen gibi
Onun gazellerinde de kasidelerinde de san’at gayesi
Âkil olan Zal-i dehre hergiz olmaz aşina
vardır. A hdî, «Lâübalî olduğu ecilden tab!-ı güherrîzi
Merd olan ey Agehî nâmerde olmaz aşina
hezle mâil ve ol fenne mâhirdir» diyerek onun hezle
Bir nefes lûtf itse eyler bin nefes cevr ii cefa
de mütemayil olduğunu söyliyorsa da bu hususta ör
Ey Muhibbi dâr ı dünya kimseye kılmaz vefa
nek olarak ancak Şairin gemicilikten bahseden kasi
Gösterir kendiiyi evvel ziynet idiip zen gibi
desini gösterebiliyor. Halbuki mahallî bir renk taşıyan
Tpk. Rv. Mc. No; 1965
bu orijinal eserde açık olarak görünen, Şairin san’at-
kârlığı ve âşıkane temayülleridir. Bibliyografya: Aşk, Hsn„ Byn., Ryz., Knh., Osm., Kfl. ve
zikrediyor. Ve onun (974 - 1566) tarihinde telif ettiği Agâh (Sazşairi) — Yeni Türk mecmuası’nda (No.
Sektüvar seferinden bahis bir tarihi olduğunu söyliyor. 37) Bay M. Şakir Ülkütaşır’m neşrettiği «Halk edebi
Türk Şairleri
İ9
yatı» başlıklı şiirler arasında Âgâh namına bir koşma ve orada divan edebiyatına aid bazı makale ve tedkikler
kayıdlıdır. Kullandığı lisana bakılırsa şiarin nihayet neşretmiştir.
X V III nci asırda yaşadığı tahmin olunabilir. Kitab halinde intişar eden ilk eseri (Acılar) adlı roma
Kaldık bir acâyib derd ü elemde nıdır. Burada mütarekenin acıklı yılları içinde hayatım
Şunda gülmez vîran kalbim sınıktır bin türlü ıztıraplarla kazanmağa çalışan bir ihtiyat za
Gönül mahzun karar kılmaz bir demde bitinin hali tasvir edilmiş ve işgal anlarında İstanbul’un
Tâ ezelden kara bahtım yanıktır hayatına aid muhtelif safhalar canlandırılmıştır.
İnim inim inlen tesellâsma Agâh Sırrı’nm ikinci eseri, lise son sınıflarında okut
Aşk demiir lebleri mübtelâsına muş olduğu edebiyat tarihine aid derslerdir.
Öyle bir düşmüşem aşk deryasına Dört kitab olarak tasarlanmış olan bu eserin birinci
Ne gönül mestolur ne de ayıktır kısmı Tanzimattan evelki edebiyata; ikinci kısmı da
Agâh derdin bilmez dâim bir tabîb Tanzimata aiddir.
Düşmedi gönüliim yâre münâsib Agâh Sırrı şiirlerile tanınmamıştır. Şair yazdığı
Bıınca yazdım bozdum eyledim tertib manzumelerini bu güne kadar neşretmiş te değildir.
Çekmeli bu çevri bize lâyıktır Fekat Serveti Fünıın edebiyatı ve Millî edebiyat cere
B ib liy o g r a f y a : M. Şakir: H alk Edebiyatı-Yeni Türk No.37
yanı tesiri altında gerek aruz gerek hece veznile bir
hayli manzume viicude getirdiğini görüyoruz.
 g âh Sırrı ( Levend) — 1309-1894 te Rodos'da doğdu.
Bu gün reisi bulunduğu Eminönü Halkevi tarafından
Babası, Edirne adliye müdürü iken vefat eden Mehmet
çıkarılmakta olan (Yeni Türk) mecmuasında İçtimaî ma
Sırrı’dır. Büyük babası Çeşmeli Levend oğlu İbrahim
adında bir zattır. kalelerden başka « Eserler ve Hadiseler » başlığı altında
İlk tahsilini Edirnede yaptıktan sonra İstanbul tenkidler de yapmaktadır.
Kabataş ve Konya idadilerinde okumuş, bilahâre Darül Âgâh Sırrı, terbiye ve ciddiyetile bütün arkadaşlarına
fünun Edebiyat fakültesini bitirmiştir. ve talebesine kendisini sevdiren kıymetli bir muallimdir.
1338 - 1922 de İstiklâl lisesini tesis etmiştir. DÜN
Bu gün aynı lisenin sahib ve müdürü, İstanbul erkek — H ruz veznile —
lisesinin de edebiyat muallimidir. Pür ihtiras açarak gençliğin kanadlarını
Gururu tac gibi giydim, gönülde taht kurdum;
Ve aşkı kanmadan içtim, düşünmedim yarını;
Bu serseri deli gönlü sürükleyip durdum.
BUGÜN
— Serbest nazım —
Yıllar var ki,
Bin mihnetle çölleri geçtim sanki,
İçtim hayâtın zehrini yudum yudum ;
Ne kimseden vefâ umdum,
Ne anlıyan oldu derdlerimi.
Güneş altında çatİıyan derimi,
Dağladım gurûrun kızgın ateşiyle
Eğilmedim Allah’ın önünde bile...
Engin
Bir teselliye dalmak için,
Fânî zevkleri bir hamlede aştım,
Özlediğim saadete şimdi ulaştım.
A R T İS T
Kalbimde bin hissin ra’şesi... durdum;
Ruhumu o an hicranla yuğurdum.
Geçen bir sâniye sanki bir yıldı;
Âgâh Sırrı henüz idadinin son sınıfında iken mat Birden gözlerimde perde açıldı.
buat hayatına atılmış ve Konya’da çıkan (Babalık) ga Nurdan bir heykel,
zetesine Terbiye ve İçtimaiyata dair makaleler yazmıştır. Kızıl ziyalar içinde bir emel
Meslek hayatına atıldıktan sonra arkadaşlariyle bera gibi yükseldi
ber (Felsefe ve İçtimaiyat) adlı bir mecmua çıkarmış O anda gizli bir eldi
Türk Şairleri
20 Âh.
Rûhumu bin velveleyle haşreden. Pervîz-i bî temyîz ki Resûl-i Hudâ Salâllahu Taâlâ
Bir sükûn yayıldı etrafa hemen. aleyhi vesellemin nâme-i şerifini yırtmış bir gebr i pür-
Hayal kımıldadı; kîn ola mücerred ekâbirden câize ümidi ile hayf ve dirîğ
Perde perde coştu bir ses, bir elem!. ki tazvî’-i evkat ki tahkîk bula şöyle ki andan feragat ey-
Uzak hâtıranın duyuldu yâdı. levesin. Dâr-ı cezâda ben senin cenâb-ı Risâletten şefaati
Bilmem ne zâmin olaym tekmîl-i saâdet-i âhıret eyleyesin (Knh.).
Bir şikâyet miydi Âhı, bunun üzerine eseri yarı bıraktı.
Heyecanla akseden maveradan? .Se/u’nin « Husrev ü Şirin isminde bir kitabı var
Hep o hicrandı durmadan kanatan müsveddesin beyaz itmeğe ihmâl ve iğmaz eylemeğin
En son teselliyi, en son ümidi. kâmyâb ve nâyâbdır. »
Âh o ses... o hicran... ve onun tadı, Demesi yanlış olsa gerektir. Her halde şairin bu
Bende isyâna kudret bırakmadı. manzumeyi ikmal etmediğini kabul eylemek doğru
Hasretle gördüğüm rüyâ mıydı o? olur.
Bir hülyâ mıydı o? Daha sonra Fenarî zade’nin İsrarı ile Lâmiî’nin o
Birden düştüm mazinin girdâbına, zaman iştihar etmiş olan Hüsnü DiPine nazire yazmağa
başladı. Riyâzî «Fettâlıî-i Nişâbûrî’nin Hüsn ü Dil’in
Gönlüm o sesten bir teselli umdu.
terceme idüp çok tasarrufât itmiştir.» diyor.
O anda öyle gelmişti ki bana,
Âhî, gerek Husrev ü Şirin'de gerek Hüsn ü Dil’de
O feryad benim ağlıyan rûhumdu!..
büyük bir muvaffakiyet göstermişti.
 hî (Benli Haşan) — Bir çok tezkirelerin rivaye Bir gün Yavuz Selim, Anadolu kazaskeri Kemal
tine göre Niğbolu’da doğmuştur.. Âşık Çelebi şairin
Paşazade ve Rumeli kazaskeri Zeyrek zade ile konu
Manastırda dünyaya geldiğini söyliyenlere karşı: şurken Âhî’den bahs etmiş ve onun Husrev ü
«Fakir Niğbolu kadısı olduğum vakit tefahhus ittim Şîrin’ inden bazı parçalar istemişti, Şairi takdir
gavrine vâkıf oldum. Manastır’da diyenlerin kavlini eden hükümdar onun yaşım ve ne işte bulunduğunu
reddiçün» diyor. sordu. Kırk yaşlarında olduğunu ve henüz mülâzim
Âhî’nin babası Şeydi Hoca adında zengin bir tacirdir. bulunduğunu öğrenince; terfih edilmesi için emretti. İbni
Anasına Melek kadın derlermiş [Aşk). Kemal, derhal yirmi akçe ile Bursa’da Bâyezid medre
Babasının ölümünden sonra Âhî de bir dükkân aç sesine tayinini arzetti. Zeyrek zade ise hemen Âhî’yi
mış ve ticarete başlamıştı. Fakat annesinin kocaya var buldurarak ; Padişahın sana derin bir teveccühü
masından gücenerek memleketinden uzaklaşmağa karar var, seni Bavezid medresesine tayin etmek istiyorlar.
verdi. Âşık Çelebi'ye göre, «Âteş-i hasret metâ'-ı sabr u Sakın buna kanaat etme. Şerefinle mütenasip değildir.
karârın yaktı, kül itti. Ne evine vardı ve ne dükkânın Hususile padişah senin daha yüksek bir vazifeye tayi
dan esvab aldı Bî râhile ve bizâd tek i'ı tenhâ piyâde yo nini emretti diyerek zavallı şairi aldattı, O da büyük bir
la girdi. Nâz ü naîm ile perveriş bulmuş vıicudı şedâyid-i sevinç ve itimad ile teklif edilen müderrisliği kabul
sefer-i gurbet ile zebûn ve hâli diğergûn» olmuştu. Ni etmedi. Bu istifadan haberdar edilen Selim, tabiatile
hayet bin bir meşakkatle İstanbul’a gelebildi. Artık kızdı ve bundan böyle bana Âhî’den hiç bahs etmeyiniz
okumak hevesine düşmüştü. Billıhssa edebiyatla iştigal dedi.
ediyor ve büyük bir şair olmak emelile çalışıyordu. Şairin bütün ümitleri mahvolmuştu. İğfal edildiğini
Bir taraftan gazeller yazıyor, bir taraftan da mesnevi anlamış bulunuyordu. Ahmet Paşa ve Necati’nin yaz
vadisinde muvaffakiyet gösteriyordu. Şeyhî’den mülhem dıkları « Eğri » redifli bir gazele derin bir teessür içinde
olarak (Husrev ü Şirin) adlı bir mesnevi yazmağa baş söylediği nazirede Padişahın zâlim, maiyetindekilerin
ladı. de münafık olduklarını şu yolda açıkça anlatmaktan
 li diyor k i , çekinmemişti :
Çıkarsa nola sinemden benim dfıd-i siyâh eğri
«Feammâ tab’mda bedâyi’-i na/m-ı kelâma kudret ve
T ütüni doğru çıksun tek olursa dûd-i âh eğri
melekesinde meziyyet-i inşâ ve inşâya rağbeti mukar
Kam er gibi yüzi benli güzeller pâdişâhısın
rer olmağla şuarâdan Mevlânâ Celâli ile musâhabet Yaraşur mâh-ı nev gibi giyersen şebkülâh eğri
iderdi. Ve ol Husrev ii Şirin nazmına mubâşeret it tkende kejrev olm asun bizüm le beydak-ı hâlin
meğin Âhî dahi ol tetebbııa mümâreset idüp gâh ga Ki şatranc-ı mahabbette değildir râh-ı şâh eğri
Bu manzumeyi de derhal Selim’e bildirdiler. Bilhassa diğer bir çok mecmualarda tesadüf ettiğimiz bazı ga
M em â lik fitn e şeh zâlim alem serkeş sipâh eğri zelleri de bu iki menbada bulamıyoruz. Bir mecmuada da,
mısraını ihtiva eden bu şiirin yazılışı padişahı büsbü Dil kişverine z ü lf-i siyahın belâ yeter
tün kızdırdı. Şair uzun yıllar müreffeh bir hayat geçire Yakmağa bir vilâyeti b ir ejdehâ yeter
memişti. Hasctn Çelebiye göre «Niçe mülâzimet ve beytile başlıyan Necati’nin bir gazeline şair tarafından
lıezar zilletten sonra» Karaferye medresesine tayin vücude getirilen bir tahmis yazılıdır (Nr- K. No. 4966).
edildi. <)rada şair Haverî’nin kızkardeşi ile evlendi. Fakat Ahi’nin gazelleri arasında cidden güzel parçalar
çok geçmeden (923 — 1517) de vefat etti. vardır. Müverrih Alî, onu gazel vadisinde muvaffaki-
jLjş- 4>I ^»1 * yetsiz bir şair olarak gösteriyorsa da bu, büyük bir
mısraı ölüm yılını gösterir (Kfs-)- haksızlıktır. Ahi, hiç şüphe yok ki devrinde gazellerde
de temayüz etmiş bir şahsiyettir. Nazire mecmuaların
Şairin doğum tarihini bilmiyoruz. Fakat Yavuz'un
da ekseriyetle onun « Sahib zemin» olarak gösteril
hükümdar olduğu sıralarda kırk yaşlarında olduğunu
diğini de görüyoruz (Meselâ bakınız: Mens., Prv.)
düşünürsek, onun nihayet kırk beş yaşında iken öldü
ğünü tahmin edebiliriz. Ahi’nin gazelleri ekseriyetle âşıkanedir. Hatta bir
Ahi’nin medfeni hakkında müverrihlerimiz ihtilâl takım güzellerin adlarını tasrih ederek yazdığı eserlere
ediyorlar. Bazıları onun Manastır'da öldüğünü söyli- de tesadüf ediyoruz. Şair, bazı gazellerinde de ıztırab-
yorlar (Aşk., Hsn., ’im.) bazıları da Karaferye'de öldü larmı terennüm etmiştir.
ğünü rivayet ediyorlar (S/ı., Ryz., Kjıh., Osm.) Ahi’nin eksik kalan Husrev ve Şirin’i ile Hüsn ii
Dil’inde ise daha ziyade muhayyilenin kudretini görmek
Bay Sabri diyor ki: Ahi'nin Manastır’lı şair Haveri
teyiz. Hemen her kütüphanede yazma nüshaları bulunan
Çelebi'niıı hemşiresini tezvic etmesi Manastır'da vefat
Hüsn ii Dil, Çaylak Tevfik taralından (1287 - 1870) de
eylediğine kani olanlarca sebep gibi telâkki edilmiştir.
bastırılmıştır. Tâbi’, K afilci şuara adlı eserinde diyor ki:
Halbuki Ahi Karaferye'ye gittiği tarihte Haveri, Kara
«Bu kitabı tâ evâil-i hâlimde bir şevk-ı vicdânî ile
ferye müderrisi idi. Çünkü Haveri’nin ilk mahalli tedrisi
Karaferye olduğu gibi kadılıkla birçok memleketleri kesret üzre mütâlâa ider ve hattâ tab’ u neşrini aşırı
gezdikten sonra son memuriyeti Karaferye kadılığı olup ârzû eylerdim. Ne çare ki o vakitler buna bulunduğum
hâl-i muzâyeka müsâid olmadığı halde muahharen
(972 -1564) de Karaferye’de vefat etmiştir (Fş.).
tab’ ü neşrettiğim Asır gazetesine tefrika ve bu münâ
Bursalı Tahir ise; gerek Karaferye'de, gerek Ma-
sebetle ayruca kitab olarak dahi tab’ u neşridüp arzu
nastır'da medfenini aradığı halde bulamadığını söyli-
ma muvaffak oldum.»
yor (Osm.).
Bir kısmı manzum diğer kısmı mensur olan bu
Babası zengin bir adam olduğu halde Ahi, fakirlik
eseri Şair, ölümü dolayısile bitirememiştir. Eksik kalan
ten kurtulamamıştı. Müverrih A lî diyor ki; «Hâlâ ki Âhî
Husrev ve Şirin’deki beyitlerin ise bu esere karıştığını
mahlasının şeâmeti kemâhi kendüye tesîr idüb gam-ı
görüyoruz.
enduhile âh ü vâhtan kurtulmadı. Müddet i ömründe
Ahi’nin uzun müddet şöhreti kaybolmamıştır. Baki
rüzgârdan kâm almayup akrân ü emsâli yanında teay-
de dahil olduğu halde XVI ncı asırda hattâ X V II ve
yiin bulmadı.»
X V III nci asırlarda yetişen bir çok şairlerin ona nazire
Ahi’nin Derviş Mustafa adında biri tarafından yazıl ler söylediklerini görüyoruz.
mış divançeşi, Üniversite kütüphanesindedir (No. 1942). Bazı gazellerinin bestelendiğini de gene mecmualar
Ey nesîm-i kudretin nefhinde âdem bir nefes sayesinde öğrenmekteyiz. Meşhur bir musikişinas olan
Vey harîm-i gülşeni lııtfunda âlem hâr ü has Hafız Post’un kendi el yazısile mevcut olan bir mecmu
Zikr-i ham dindir ki her milletten oldı aşikâr
ada ( Tpk. Rv. No. 1724) Şairin,
K â ’be’den âvâz-ı H û büthâneden bang-i ceres
Câme-i sebzile b ir serv-i b ü le ndim var idi
Şensin ol bîçun ki birdir sana nisbet her mekân
Serv g ib i sebz pûş o lm uş efendim var idi
Kurb ü bu ’d ü taht ü fevk u sag u sol u pîş ü pes
Nâr-ı M ıısî’dir cem âlin şemmesinden bir eser matlâ’h gazeline şair ve musikişinas Nazım 4a?afmdan
Nûr-i Ahm ed’dir cem âlin pertevinden muktebes bir beste vücude getirildiği kayıdlıdır.
Beyitlerde başlıyan bu divanda (561) beyitten ibaret Ahi’den bahseden tezkirelerin ise ittifakla onun
(1) münacat ile (109) gazel yazılıdır. kudretinden bahsettiklerini gorüyoruz.
Mühim bir mecmuada da şairin (89) gazelini, (1) Sehî « Mesnevisi güzel ve matbû’ ve nazmı lâtif
murabbamı ve (1) kıt’asını görmekteyiz (Tpk. Rv. No. ve masnû’ » olduğunu söyliyor.
1969). « Gencûr-i gencîne-i İlâhî ve hâzin-i hazîne-i nâ-
Bundan da anlaşılıyor ki, bugün elimizde mevcud mütenâhî a’nı mevlânâ Â h î» başlığıyla Şair’den bahse
olan Âhî divançeşi tam bir nüsha değildir. Netekim den L â tifi diyor ki:
Türk Şairleri
22 Âh.
Şuarâ-yi Rûm ’un mümtâz ve müstesnalarından ve âmîzi hâl-i âşıkan gibi engüşt nümâ dekayık-ı ibârâ-
mütegazzilân-ı müteahhirîrînin a’lâlarındandır. Şi’rinde tmda i’câz.ı suhan ârây peydâ ve hakayık-ı kinâyâtmda
şive-i Hasen ve sûz-i Husrev mevcûd ve sanâyi’-i Selmân i’câz-ı mu’ciz nûmây vâzıh ve hiiveydâdır.
ve lıayâlât ı Kemâl gayr ı ma’dûddur. Elhak ve insâf Beyanı, tezkiresinde diyor ki: Ahi, şuarâ-yi Rûm ’un
budur ki nazm u inşâsı ve eş’âr-ı dilküşâsı reng ve a’lâlarındandır. Eş’âr-ı dilküşâsı miisellem-i dünyâdır
çâşnîde ve elfâz ti maânîde makbûl-i suhanverân-ı âlem Husrev ii Şîrîn’i vardır. Ma’nâsı rasın elfâzı rengindir.
ve matla’gûylukta bod makbûl ve müsellemdir. Şeyh Nizamî görse tahsîn idüp Husrev hezâr âferîn dir idi.
ti ş-şuarâ* mevlânâ Şevhî’nin Husrev ü Şîrîn’ine nazire Hüsn ü dil’i hod nadire-i devran ve hâric-i lâtı'fe-i dâire-i
Hikâyet-i Şirin ü Perviz ve rivâyet-i Gülgıın ü Şebdîz imkândır. »
nazm idüp nazmında hûb dikkatler ve hâssa tasarruf ÂH, Künhtilahbâr’dadiyor ki: «Mesnevisi gazellerinden
larla muğlak ve musanna’ beyitler dimiştir. Hâssa ki râcilıtir. Eş’ârı hemvâr değil idüği vazıhtır. Cümleden
ol matla’-ı dâstanlar ve sıf'at-ı subh u şâmda vâki’ olan al’â eseri kitâb-ı Hüsn ü Dil’dir ki vilâyet-i Rûm ’da
ebyât-ı dilsitanlar her biri u’cûbe-i makal ve nümûne-i telif olunan âsârın makbûl ve bî muâdilidir.»
sihr-i helâldir. Ammâ nazm nükteşinâslarımn umûmen
Âhî’nin şu manzumelerini örnek olarak alıyorum:
ittifakları budur ki gerçi bu nazm ı sihirsâz tarzında
makbûl ve mümtâzdır. lâkin irtibât ı kıssada kıssaperdâz — Gazel —
değildir. Tekellüf-i tahayyül ve teşbih ii tasannu’la - I -
semt-i sûk-ı münâsebet i kıssadan dıır düşmüştür. Hakka Bir haşirim yoğ iken külbe-i ahzâııımda
kitâb-ı Hüsnü Dil’i üslûb i inşâda tarz-ı hâs ve makbûl-i Bûriyâ nakşı göriniir ten-i üryanımda
efâzıl-ı havastır. Tarîk-ı inşada tarz-ı münşiyân-ı kude- Sâyemin ben başına gün doğacağın bilürin
mâya gitmemiştir, ve ibârât ü istiârâtta elfâz-ı sakime Başa ol gün mi doğar sâye görem yanımda
ve terâkib i akime ilıtiyâr itmemiştir. Ta’bîr ve edası Merdüm-i dîde ciğer gûşelerini niçe bir
rıışen ve selis ve tahrîr i dilküşâsı leziz ve nefistir,
Götürem kendi yetimim gibi dâmânımda
inşâda elfâz ü selâset ve şi’r ü mesnevide letâfet ve
Yidiiğüm ayru giderken sek-i kûyinde benim
zarafet andan artık müyesser ve mutasavver değildir.
Görmedim nân ü nemek hakkını yârânımda
Ve bilcümle şi’r ii inşâsı ve nazm ı dilküşâsı birbirine
Bana ol nâme-i a’mâl yeter Âhî kim
galib ve şerctimle bî mesâlibdir.»
Yâr hattıyle gazeller ola dîvânımda
Aşık Çelebi diyor ki, «Husrev ü Şirin bir nazmı
şirindir ki kişver-i şiir Husrevleri ol nazmın pîrâffie- - II —
ninde Ferhad gibi dağ eridir. Medlı-i Husrev’de hâme-i Hâ çeker yaşım beni durmaz bu deryâdan yana
gevherbârı gûyâ Hiirmüz-i tâcdârdır ki Niışin revân-i Seyre geçmişdir meğer dilber Kalata’dan yana
Rûh-i Kuds’iin nefes oğlu gibi sözleri nûş-i revandır. Ve Kandesin ey serv kim bâğm gül ii nerkisleri
şi’r-i şîrîn şiârı ve leb-i vasf-ı Şîrin’de şîr ü şekker gibi Göz kulak olmuşdürür sen serv-i bâlâdan yana
âmîziş bulup kuvvet-i kalbe kut-i candır. Hüsnü Dil’de Her harâmî gamze âhû çeşm olan dilberlere
dahi şi’re sihirdir diyecek ve fesânade füsıın addidecek Yüz çevirmek mi gerekdir böyle sahradan yana
çok iş ider. Hakka ol dahi bir inşâdır ki hüsün gibi Gözlerim yaşı denizler gibi oldı kandedir
vasf-ı hüsni hâric-i hayta-i dâire i imkân ve dil gibi Ol sanem seyr itmeğe gelmez mi deryâdan yana
makbûl-i cânişîn-i dil ü cân-ı ins ü cândır. İrmedin şâm-ı ecel Âhî nasibin var iken
Vaktidir şimdengeru azm eyle me’vâdan yana
Haşan Çelebi diyor k i : Hakka ki şuarâ-yi Rûm ’un
a'lâlarmdan ve bu taifenin mümtaz ve müstesnâlarm- - III —
dandır. Eş’âr-ı dilküşâ ve ebyât ı canfezâsı makbiil ü Güzellik nevbahârında cihan bağı bahâr olsa
müsellem ve memdûlı-i suhanverâıı-ı âlemdir. Husrev Bana ol yüzü gülşensiz gerekmez ger hezâr olsa
ü Şîrin dimiştir. Filvâki’ kitâb-ı mezbûr bir nazmı Kamer yüzlü kara benlu güzeller pâdişâhıdır
metin ve kitâb-ı rasîndir ki ebyâtı şîrin ve kelimâtı Benüm mâh-ı siyeh çehrem aceb mi hâledâr olsa
rengin Nizami görse tahsîn idüp Husrev hezâr âferîn Lebi gönce beli ince güzeller çokdürür ammâ
diridi. Merhûm ol kitâb-ı belâgat şiâra çok cevâhir-i Koculsa dermiyân olsa öpülse derkenâr olsa
âbdar hare idüp ve ol nazm-ı fasâhat âyinde ol denlti Başum alub giderdim ben adem mülkine dek Âhî
dürr-i semin hare itmiştir ki aklâm-ı müşgin erkamile Öte yanına dünyânın eğer bir rehgüzâr olsa
kabil-i tahrîr ve i'lâm değildir. Merhûmun bir telifi dahi Ne zîbâ kasr idi elhak ziimürrüd rengi eflâkin
Hiisn ü Dil’dir. Hakka bir inşâdır ki Hüsün gibi vasf-ı Esâsı pâydâr olsa binâsı üstüvâr olsa
hüsni hâric-i hayta-i dâire-i imkân ve dil gibi makbûl - IV -
ve memdûh-i dil-i ins ii candır, Manzumât-ı dilâvizi Şîve-i nâza gayet olmaz mı
cemâl-i dilberân gibi tarabefzâ ve menşûrât-ı lütuf Bu itâba nihâyet olmaz mı
VN’-' ' \X
Türk Şairleri 23
Tutalım kul günâh itse şehâ Bir vakt ola ki ibret içün halka Ahiyâ
Lûtf-i şehden himâyet olmaz mı Târîh ola illere seng-i mezârımız
Tevbe suyı yumaz mı isyanı - IX —
Feyz irişüb inayet olmaz mı — Husrev ü S» ir in ’den
Kadı oldukda irte hazret-i Hak Meğer bir subhden bu Zâl-i gerdun
Hûblardan şikâyet olmaz mı Sipehrin dâmenin kılmıştı pürhuıı
Hâl-i Mecnûn’ı anub ağladuğum Meğer kim vaz’ ı lıaml itmişti Nâhîd
Derd i dilden şikâyet olmaz mı
Anınçün kan içinde doğdı Hurşîd
Ahi'ye dahi şefkatin yok mı Doğurdı subhden bânû-yi devran
Şîve vü nâza gayet olmaz mı Bir altun başlu sırma saçlu oğlan
— V — Çü devlet matla’ında doğdı ol mâh
Hiikm-i takdir ki çün irmedi tedbîr senün Melekler didi gökten zadehullah
Fikr-i tedbîr benüm kısmet-i takdîr senün On on beş günde Husrev bedre döndi
Bir başum bir kılıcım bir sen ü bir ben berii gel Saçı bir yılda Leylî kadre döndi
Bu cihan böyle olur bir benüm bir senün Ayağın vurmağa başladı servi
Tîriine karşu senün sı'ne siper eylemişem Terennüm kıldı bâğının tezervi
Berü gel ceng ideliim sîne benüm tîr senün Dehânı goncesine düşti jâle
Birisi câna tanukdur birisi aşka giivâh Rühinin dağdârı oldı lâle
Şâhid-i eşk benüm ol hat-ı tezvir sentim — X —
Kûyiniin dâr- şifâsına varub A h i didi — H üsn U O il’den
Üşte dîvâne benüm bend ile zencîr senün Hevâya kimse uymazdı meğer ney
— VI — Delü kanluluk ilmezdi meğer mey
Okların câıı almağa tîgınla yoldaş oldılar Güzeller taşra bakmazdı haremden
Sinelerde kan yalaştılar karındaş oldılar Meğer serv-i sehi bâğ-ı İrem’den
Lâ’l ii yâkut ol lebi mercana nisbet ittiler Göke ağmazdı bir mazlûmun âhı
Kimisi deryaya düşti kimisi taş oldular Meğer âşıkların diıd-i siyâhı
Bir ayakta seyr ider iki cihanın mülkiini *
**
Sâgar ii bâdevle şunlar kim ayakdâş oldılar Cemâl-i yâre dönmüş delir bâğı
Şol kadar tasvîr iderler dilde yârın nakşım Uyanmış giilşenin rûşen çerâğı
Şimdi şâirler kodılar şi’ri nakkaş oldılar Kararmış süsenin hatt-ı gubârı
Başlar çıkmışdürür bağrımda Âhi şöyle kim Kızarmış giilşenin nakş-ı nigârı
Niçeler ol derdile varup kızılbaş oldılar Sanevber serve kılmış arz-ı kamet
— V II — Kıyâmet üstüne kopmuş kıyâmet
Saçların çözsün bulutlar ra’d kılsun nâleler Tutulmuş süsenin nutkı dilinde
Kabrim üzre haşre dek yansun göyünsün lâleler Kara yazılu bir mektub elinde
Şâh-ı gül devrânıdır yelsiin yöpürsün bâd-i subh *
**
Gonce-i servin ayağına su döksün jâleler Çemende nâr-ı nesrin nûra dönmüş
Hastelikten şöyle tenhâyım bu gurbet hânede Sular kevser semenler hiıra dönmüş
Penbe ile ağzıma su damzırır tebhâleler Çekerler lâleler lâ’lin ayâğı
Kan yudup ölenlerin derd-i derûnun yazmağa Emerler gönceler gülgiın dudağı
Bir varaktır lâlenin bağrında her pergâleler Sanevberler ayağ üzre dururlar
Şol kadar od yaktı âhım yaşlarına Âhi kim Çiçekler oturur sular yürürler
Göklere ağdı geçüp benden figan ü nâleler *
**
— V III — Câhilin fahri cem’-i mâl iledir
Dâğ oldı lâle gibi dil-i bîkarârımız Arifin izzeti kemâl iledir
Himmetle gör neler bitürür hâksârımız Aşk u şevk ehli vecd ti hâl ister
Şehbâziyüz bu bîşe-i aşkın ki her zaman Ne kemâl ister ü ne mâl ister
Şâhin bakışlu bir balabandır şikârımız Bizi gör kim ne hâlimiz vardır
Deryâlarız ki gözler irişmez karamıza Ne kemâl ü ne mâlimiz vardır
Her hâr ii has tutarsa aceb mi kenarımız *
**
Abdâllarız ki her tarafa yâ Ali diyıı Akar su gibidir ömrün karârı
Diller uzattı sinedeki Zülfekarımız Eser yeldir yiğitlik rüzgârı
Türk Şairleri Âh.
24
akidelerini benimsemiş tarikat müessislerine karşı hür- Kırk bin Yeniçeri serdâr önünce
metkâr bir lisan kullanan şair, her halde koyu bir bektaşı Her dem Şükr ü senâ idelim sana
Meded senden kerem senden Rabbenâ
sayılamaz. Onun bektaşılığı, saz şairlerinden olması
Yirmi sekiz hâfız İnnâfetahnâ
dolayısile umumi bir temayülden ibarettir.
Okur cân ii dilden her bâr önünce
Âhû’nun hece veznile yazılmış bazı manzumelerini
Piyade oldular bunca solaklar
muhtelif mecmualarda görüyoruz ( Üne. f(. /Vo. 273,
Yalvaralım Hak’ka geçsin dilekler
M it. Alm. K. Mz. No. 849). Bendeki bir mecmuada
Yerde evliyâlar gökte melekler
da 3 manzumesi yazılıdır. Bu şiirlerden birindeki kay
Darb vururlar çarh-ı devvâr öniincö
da göre Şairin asıl adı Ali’dir.
Çarkacı yazarlar yiğidin hâsın
X V II nci asır saz şairlerinden olduğu muhakkak
Mevlâ kabul itsıin kulun duâsın
olan Âhû'ya aid bir iki parçayı naklediyorum :
Topçular çekmede top arabasın
I Bunca yol açıcı berdâr önünce
Pâdişâhım âlem yetti gazâya Evliyâlar yüzün kıbleye döndi
Evliyâlar itti ikrâr önünce Hak’ka niyâz idiip secdeye indi
Sadrazam kuşandı gayret kılıcın Karaca Ahmed Sultan arslana bindi
Biı- şecâat itti izhâr önünce Yılan kamçısı da bîmâr önünce
Türk Şairleri Âh.
II — III -
Vird idinmiş turnam dilinde yâ Hı'ı ve selis ve inşâsı letafet üzre tarholunmuş bir nesc-i
Nazlı nazlı söyler Horasan diyu mevziin ve nefîsdir.»
Âkif (Amasvalı) — X V III nci asır şairlerindendir. Ram iz ise, «Ta’dâd-ı maârif-i tab’-ı reşâdı bîriın-ı
Salim ve Ram is Tezkirelerine göre asıl adı Mustafa olan hayta-i adâd bir vticûd-i melek nihâd olmalarından
Akif, Amasyalı Abdî Bayram’m oğlu ve Atıf mahlasiyle mâadâ şi'r ü inşâda mâlik-i rikab-ı lnîsn-i ta'bir bir
şiirler yazan Ahmed’in küçük kardeşidir. şâir-i mâhir-i bînazîr idi.» diyor; fakat miiretteb divanı
Salim ve R ainiz tezkirelerinde Şair’in babası yanlış olduğunu söylemekle berâber onun hiç bir şiirini örnek
olarak Abdi gösterilmiştir. Gene Salim de Şair’in bü olarak göstermiyor. Salim ’de de Şairin yalnız şu beyti
görülmektedir:
yük kardeşi Atıftan bahsedilirken «Harf-ı ayn-ı müh-
Z ıd d -ı me’ nûsunı kabz ise garaz hâk-i dile
melede Abdî mahlası ile keşîde-i silk-i erkam olan me-
T o h m -ı vîrâneyi ek nahl-i tem enna yerine
vâlii kirâmdan Amasyalı Bayram efendinin büyük
Akif’in « Makamatı H arirî» ye yazdığı nazireyi
mahdumlarıdır» denildiği halde bu zattan sırası geldiği
görmedim; fakat divanının yazma bir nüshası bu gün
yerde bahsedilmemiştir.
elimizdedir (Tpk. Hz. AJo: 953).
Âkif Mustafa’nın babası Abdî değil, İdi’dir. Asıl adı
Âkif, lisana hakim bir şairdir; fakat ihtimal ki Harirî
Bayram olduğu için aynı manaya gelen Îdî’yi de mah
mukallidliği, onun menus olmayan bir çok kelimeleri
las olarak kullanmıştır. Âkif divanında, Şeyhî’nin Şa
şiirleri arasına sıkıştırmasına sebeb olmuştur. Onun
kayık zeylinde ve Amasya tarihinde (S. 218, 220, 260)
gazelleri arasında garib bir çok kelimelere rastlıyoruz.
Bayram’ı Îdî olarak kayıdlı görüyoruz.
Bununla beraber Âkifin samimî bir eda ile yazılmış
Tezkireler, Şairin babası hakkında sitâyişkâr bir
parçaları da yok değildir.
lisan kullanıyorlar. Bizzat Âkif te babası için yazdığı
Âkif divanında 682 beyitten ibaret 3 kaside, 3 tarih,
vefat tarihinde onun hakkında şu hükümleri veriyor:
40 gazel, 10 rubaî, 1 lîıgaz, 25 Beyit görülüyor. Kasi
Füsûs ey gafil efsûs âh ey mekkâre dünyâ âh
deleri Alımed Han ile, Mehmed Paşa hakkındadır. Bir
Aceb bilmem kime bakî kalur âyâ bu mâtemgâh
gazelinde de Uşşakîzade’yi medheder beyitlere rastlı
O lu r bir hâne menzilgeh gedâ vü şâha nâmı kûr
İder rûbehle şîri cem’ ecel nâm ında bir şebgâh yoruz. Onun Farsça yazılmış bazı gazel ve beyitleri de
Aceb yetmez mi bu ibret cinâna eyledi rihlet vardır.
O anka-yi fazilet âşiyânından uçup nâgâh
I
Sipehr-i âlem-i ilm ü amel îd i efendi kim
Hârlarla giilrühim azm-i gülistân itmede
Ne görmüş mislin işitmiş ne çeşm-i m ilır ü gûş-i mâlı
A vârif’ten idüp tahkik durmazdı M evâkif’te Biilbül-i dil durmavup biyhııde efgan itmede
F ütâhat’tan açardı eylese feth-i suhan her gâh Mürdegân-ı aşka lâ’-li bahşiş-i cân itmede
Aceb m a’mûre-i ilm idi iklîm-i kemâl içre Gamze i kattâli ammâ dembedem kan itmede
H arâb oldı gelince Eski şehr’e hayf kim nâgâh Âh idüp geh ağlayup geh gâh ider kûyin tavâf
Muhassal bir dür-i şehvâr-ı bahr-ı fazl idi elhak Dem sürüp mey nûş idüp dil özge devrân itmede
de müstağrak-ı deryâ-yi rahmet Hazret-i Allah
îş tahammül itmedir bâr-i hukkuk-i sohbete
D idim feryâd-ı rikkat hîzile târih idüp  kif
Sanma kim vardır hüner teksîr-i yârân itmede
^ -'t}--' ^-X*3İ i*I t—
t^
Gönder ol İsı demim yâ Rab görünsün bir nefes
Âkif, medrese tahsilini bitirdikten sonra Amasya’da
Pister-i gamda dil-i bed rûdi-i cân itmede
Bayezid Han medresesinde müderrislik etmiş ve aynı
Kaddini çevgân serin gûy eyle  k if karşu var
şehrin müftiliğinde bulunmuştur. Salim, diyor k i:
Binmiş esb-i çevre şâhım azm-i meydân itmede
« Esnâ-yi tezkiremizde ol cây-ı dilârâda hidmet-i ders
II
ve şuğl-i fetvâda idiler. »
Bahâr eyyâmıdır rindân-ı gülşen inbisât üzre
Akif’in ( 1173 — 1759 ) yılında öldüğünü Ramiz
Çemen şâdâb gül handân ii bülbüller neşât üzre
tezkiresinden öğreniyoruz.
Değil kavs-i kuzah bârân olunca dâye-i neyyir
Salim, onun edebî ve ilmî kıymeti hakkında şu Sarar ağlarsa tıfl-ı cerhi bir elvan kımât üzre
cümleleri sarfediyor : «Edîb ve hünerver bir zât-ı suhan
Değil meykeş cevân-ı lâleveş pîrâne ser zanbak
perverdir. Husûsâ edebiyat semtinde kemâl-i mehâreti Arak nûş oldı fincân elde şimdi ihtiyât üzre
ve Harîrî kadar o vâdîde kudreti vardır. Makamât-ı Riihin şevkiyle dil kurtuldı küfristân-ı zülfünden
Hârîrî’ye nazîre olmak üzre on aded makame sebt ii Geçilmez nûr-ı imansız belî cesr-ı sırât iizere
tahrir ve edâ-yi nâzükâne ile şu rütbe tasvir ü ta’bîr Ne tîğ-ı mey ne mıkrâz ı bahâr ile bulur faysal
eylemiştir ki fusahâ-yi zaman şâbâş ve tahsîne şâyân Olan A k if gibi endııh ile saht irtibat üzre
eyleyüp bilcümle istihsân eylemişler idi. Hakka ki zât-ı III
mecmûa-tül-irfanları her veçhile ikrama şâyân bir mah- Gelmez hamâm-ı nâme-i vuslat kalur gider
dûm-ı celîl-üş-şandır. Arabî ve Türkî şiirde ta’bîri nâzük Dilde bu intizâr-ı meserret kalur gider
Türk Şairleri
Âk.
Gelmez mi peyk i müjderes-i vasl-ı yâr aceb neşv ü nemâ-yi giilşen-i emel olup teşrif-i dâr-ül-karâr
Görmez miyiz cemâlini hasret kalur gider ve Nasûhî tekyesi hatı'resinde ııihâde-i hâk-i mezâr kı
Her gön miyân-ı bezm-i rakibe gider kalur lındı. Merhûm-i mezkûr eııva'-ı maârif ile meşlıûr
Gelmez kenâre bir şeb o âfet kalur gider vekketâz-ı şi’r ü inşâda hâiz-ı kasb-üs-sebk-ı imtiyâz
Pâ der gil-i riyâ kalur eşkiyle zâhidan bir şâir-i mümtâz idi.»
Gitmez bu vartada o har elbet kalur gider Rainiz, bunları söyledikten sonra, «Bu güftâr zâde-i
İtmezse va’d-i valsla vefâ ger o sâde rüh tab’-ı pür iktidarlarıdır» diyorsa da şiirlerinden hiçbir
Mir’ât ı dilde jeng-i kiidûret kalur gider örnek almıyor.
Gelmezse bezme bu gice tahkik Akifâ
Hâtır o şı'ıha tâ be-kıyâmet kalur gider
Akif (Lûtfullah) — Sildhdarzade Mehmed Em in ve
Şefkat tezkirelerinde şair hakkında ayniyle şu malûmat
Bibliyografya-. Sim., Rnız., Şakayık zeyli: Uşşakîzade, Amasya kayıdlıdır:
Tarihi: Hüseyin Hüsaıııeddin
«Rumeli kuzâtmdan idi. Ekser-i evkatları niyabet ile
Akif (Belg radlı) — Şair hakkında Rainiz tezkire giizâr itmiştir. Ve Kümelinde İzdin nâm mahalde terk-i
sinde şu malûmat kayıdlıdır :
dâr-ı fenâ ve âzim-i füshatserâ-yi beka olmuştur Sene
«Nâm-ı serâmedleri Mehmed’dir. Dâr-ül cihâd-ı mah- 1201 (M. 1786).
rûse-i Belgrad’dan vâsıl-ı sâha-i murâd ve adâd-ı sinn-i Âkif’in her iki tezkirede bir hayli manzumesi görü
temyizi ta’dâd ittikte dâr-ül-metâlibi vel-murâd olan lüyor. Bunlar arasında Rusçuk’tan gönderilen bir gazelle
mahmiye-i İslâmbul'a azimet ve vûsul ile dilşdâ olmuş Sakız nâibi iken söylenilen,
lardı. Tahsil-i ilm ü maârif ile iştigal ve vâsıl-ı rütbe-i
V a’de-i bûse idüp geçti dehânında sakız
kemâl ve be-tahsîs fenn-i tıbda nâil-i derece-i âl-ül-âl Bir sakız çiğnedi Sakız’daki sakız gülü kız
oldukta 1143 senesi (M. 1730) rebiinde cülûs-i hümâyûn matlaiyle başlayan bir gazel de mevcuddur. Bundan
teşrifatından mülâzim ve tarîk-ı tedrise âzim olup 1150 da anlıyoruz ki, Şair bir müddet Rusçuk ve Sakız'da
(M. 1737) senesi hudûdunda medrese-i hârice nâil ve Belgi- da bulunmuştur. Akif’in gazelleri arasında Arife,
rad seferine hakim başı olmağla reşkendâz-ı emâsil Nedim'e, Neş’et’e söylenilmiş nazireler de vardır. Şairin
•olmuşlar idi. Kat’-ı medâris ve merâtib iderek musile-i elde bulunan gazelleri, onun divan edebiyatı tekniğine
Süleymaniye’ye vâsıl olmuşlar iken 1175 (M. 1761) sahip oldukça kudretli bir şair olduğunu gösteriyor.
senesi hudûdunda terk-i medrese-i cihân ve azm-i cinân — Gazel —
itmişlerdir. Merhıım-i mezkûr hissemend-i maârif ü ulûm
ve şi’r ü inşâya kadir pâkıze edâ bir şâir-i mâhir ol
duklarından mâadâ fenn-i tabâbette arz-ı mahâret itmiş Var mı hûbanda bu hüsn ile emsâl sana
Bokrât ı zaman bir tabîb i bî nâzîr i devrân idi. Tarî- Dil-i üftâde nice olmaya meyyâl sana
kat-i aliyye-i Nakşbendiyyeden pîr-i keramet rehîn To- Eyle ey dil hazeri şâyed ide düşmenlik
kati Şeyh Mehmed Emin Efendi'den ahz-i ııisbet ve Çeşm-i hunhâr ile ol gamze-i kattâl sana
vâsıl-ı sermenzii-i hakikat olmuşlar idi. Bu güftâr âsâr- Sen salın nâzile ey şâhsüvâr-ı işve
larmdandır.» Olsun üftâdelerin aşk ile pâmâl sana
Ram iz tezkiresinde Akif’in hiç bir şiiri örnek ola Arzıhâlim var icâzet dilerim sultânım
rak gösterilmemiştir. İtmeğe hâl-i dil-i zarımı icmâl sana
 k if (Mehmed) — Şair hakkında yalnız Rainiz Kati mekkâredir ol dîv-i rakib-i mel'un
tezkiresinde ayniyle şu malûmat kayıdlır: İder ey şııh sakın mekr ile bir âl sana
«Nâm-ı emcedleri Mehmed’dir. Mîrimîrandan Ebû Be Rahm idüp hâline vaslınla bekâm it cânâ
kir Paşa nâm zât-ı bîhemtânm mahdûm-ı güzin ve Dil-i A k if sana âşık sana meyyâl sana
ııecl-i bihterini olmağla Âkif Beğ dinmekle şöhretşiâr
— ÎI —
bir mîr-i bülend iktidâr idi. Evfil-i hâlinde tahsil-i dâ-
niş ve maârife iştigal ile vâsıl-ı rütbe-i kemâl oldukta Bezimde yâre olup râfi’-i lıicâb şarâb
mektubî-i sadr-ı âlî hulefâsı meslekine dâhil ve miyâ- Bir iş becerdi henüz olalı şarâb şarâb
nelerinde şöhret ü şan hâsıl ittikte sereferâz ve hâce- Şarâb-ı hüsnün ile mest iken senin sâkî
gân-ı bülend eyvâna duhûl ile mümtâz olmuşlar idi. Ümîd ider yine bu hâtır-ı harâb şarâb
gBa’z-ı menâsıb ile şâdân ve küçük evkaf hâceliği ile Hayâl-i lâ’l-i nemekrızin ile mecliste
[gonce-i âmâli handân ve ba’dehu mansıb-ı teşrîfât ile Olur elimde olan sâgar içre âb şarâb
kat’-ı rütbe-i derecât itmeğin fâik-ul-akrân olmuşlar idi. Siyâh mest-i mey-i aşka virdi giryânı
Müddet-i medîd ol mansıb-ı celîl-ül-kadr ile evkatgüzâr Getürdi dîde-i mahmûr-i yâre hâb şarâb
iken (1180 - 1766) senesi hilâlinde gonce-i nevşüküfte-i O köhne bâde perestim ki mest idim A k if
gülbiin-i vücudı pejmürde-i stimûm-i ecel ve mehcûr-i Hum-i cihanda değildi dahi şarâb şarâb
Türk şairleri 29
Âk.
Nazîregûylukta hayli pürgûdur niçiin bilmem Ezâ vü çevri d e h rin  kif-i a ş ü fte s âm âne
G u m û m -i m ih n e t-i ta k a t güdâz-ı cevr ü en d û h l
Dehânın niçe demdir Akif-i m u’ciz suhaıı açmaz P e ş îm an itti b iliâ h g e ld iğ im e m ü ik -i devrâne
Hele ümmîd-i âbâdî gelür mi kalbi nâşâde mısraını tazmin ederek bir muhammes vücude getiren
Ezelden meyli vardır inhidama olmuş âmâde şair, Muhlis Yusuf Paşa'nın da bir takım gazellerini
Halâsa gam yemem taş kalmasa ger rûy-i dünyâde tahmis veya tesdis etmiştir. Celâl Paşa’nın da bir gaze
Yıkıldı hatırım şimden geru âlem harâb olsun lini taştir ettiğini görüyoruz. Divanda Fuzulî, Nef’î,
Fehîm ve Galib gibi şairlere yazılmış nazireler de
Demâdem hirmen-i ârâmım olsa çevrile berbâd
mevcuddur.
Nigâh-i iltifâtın kişver-i kalbim ider âbâd
Âkif, içli bir şair olmakla beraber şiirlerinde büyük
Yine mevkuf-i ta’mîrin beğim kasr-ı dil i nâşâd
bir muvaffakiyet göstermiş sayılamaz. Onun pürüzlü bir
Harâb oldumsa sen sağ ol efendim herçi bâd âbâd
çok mısralarma raslıyoruz. Şairin en çok dikkati cel
Yıkıldı hatırım şimden geru âlem harâb olsun
beden tarafı samimî bir Mevlevî oluşudur. Divanında
Düşüp bîhûde fikre gayrı ümmîd-i muhâl itmem Mevlâna hakkında derin bir hürmet hissini taşıyan
Meh-i îd-i saîdi tarf-ı destâre hilâl imem
Kimseye kul değilim çâker-i Mevlâna’yım
Beğim îd olsa da senden temennâ-yi visâl itmem
Kapunda başım açık ben de bir gedâ kulunum
Harâbî-i dil-i gamgîne  k if infiâl itmem Beni de lûtf ile kıl şâdmân Mevlânâ
Yıkıldı hâlırım şimden geru âlem harâb olsun gibi bir çok mısralar görülmektedir. Selânik Mevlevî
Âkif (Selânikli)—Bay İbniilemin Malımud Kemal'in tekkesi hakkında bir tarih vüciide getiren, «Külâhı Mev
Son asır Türk Şairleri nde verdiği malumata göre Se levî» redifli bir gazel yazan, hattâ gazelleri arasına
lânikli Ali Âğa’nın oğludur. Selânik’te doğmuş, muayyen mevlevî ıstılahlarını sıkıştıran şairin Mevlevîliğe karşı
tahsilini yaptıktan sonra Evrenos zadelerden Abdiirrah- derin bir bağlantısı okluğunda hiç şüphe yoktur. Bir
man Bey’in ve Selim Sırrı Paşa’nın kâtibliğini etmiştir, çok şairler gibi Mevlâna’nm,
Siroslu Yusuf Muhlis Paşa, müsellimlikle Selaniğe aTVU-j al
gittiği vakit şairi de kendi kâtipleri arasına almış; hattâ
diğer* vilâyete nakleylediği zaman yaşı geçkin olan Aki Beytini de tazmin ederek bir tahmis vücude getiren
f’in maaşını kesmeyerek Selânik’te bırakmıştır. Âkif, bilhassa Mevlevî şairleri arasında da zikredilebilir.
Şairin ölümü (1243-1827) yılındadır. Selânik mevlevî- Çok iyiliğini gördüğü için Yusuf Muhlis Paşa’ya
hanesine defnedilmiştir. Selânikli Meşhurî şu vefat karşı da onun büyük bir hürmet ve muhabbet besledi
tarihini yazmıştır; ğine şalıid oluyoruz.
Türk Şairleri 2
Ak.
Akif’in âşıkane gazelleri ise oldukça mühim bir Çeşm-i ibretle bakan nakş-ı suverden dûr olur
yekûn tutuyor. Arife fânûs-ı hikmettir kiilâh-ı Mevlevî
— G azel — Şemme-i kudsîsi taktîr-i dimâğ-ı cân ider
— I - Micmer-i ûd-i hakikattir külâh-ı Mevlevî
Teller kopardı şâne açup turreler bu şeb Kal ider nâpuhtegânı şevki hubbullâh ile
Zencîr kırdı bir niçe dîvâneler bu şeb Pûte-i aşk-ı htiviyyettir külâh-ı Mevlevî
Dağıttı aklımı tarayup târ-ı kâkülün Kûy-i yârın  k if d râh-ı sabâsın gösterir
Geldi şu başıma neler ammâ neler bu şeb Dûrbîn-i ehl-i dikkattir külâh-ı Mevlevî
Yâd-ı lebinle cuşa geliip çeşmesâr-ı mey
Gark oldı mevc i lâ’line meyhaneler bu şeb - VI -
Aldım cemâli şem’ini fânûs-i fikrete Bu gönül ne gülde ne giilşendedir
Üştü çerâğı bezmime pervâneler bu şeb Şendedir dîvâne gönlüm şendedir
Ssvdâ-yi giysüvânm ile’ Â kifâ gibi Kimseye ne bende ne efgendedir
Zencîr kırdı bir niçe dîvâneler bu şeb Şendedir dîvâne gönlüm şendedir
— II — Gülsitân-ı gönlümün sensin giili
Reng i lıüsııi rhü-i dilberde kodı oilve-i aşk Neyleyim gülzâr ü bağ u bülbüli
Gönlümü âl ile ol derde kodı cilve-i aşk Bâğban başına çalsun sünbüli
Anber-i hâl-i dilârâ ile dûd-i dilimin Şendedir dîvâne gönlüm şendedir
Sûret-i hâlini micmerde kodı cilve-i aşk
Bıîy-i gülden mi hamîr olmuş tenin
Gice şebnem neye ağlar bu felekten bilsem
Berk-i siinbülden midir pîrâhenin
Anı âguş-i gül-i terde kodı cilve-i aşk
Dilberâ ma’lûmun olsun bu senin
Bir boyı serv i serefrâza idüp üftâde Şendedir dîvâne gönlüm şendedir
Yârı bâlâda beni yerde kodı cilve-i aşk
Âkif-i zârı da peyrevlik ile hamdolsun  kifâ bir gayre döndürmem yüzüm
Silk i erbâb-ı suhanverde kodı cilve-i aşk Mâh-ı âlem olsa da görmez gözüm
Ne saâdet serime sâye-i Mevlânâ’da Dilberâ tâ haşredek budur sözüm
Sikkebalış itti serâperde kodı cilve-i aşk Şendedir dîvâne gönlüm şendedir
— III —
Âkif (Antakyalı) — Şair hakkında Fatin Tezkire
Nedir ol âteşin tîğ-ı kazâ-yi nâgehan gözler
sinde şu malûmata tesadüf ediyoruz:
Nedir ol düşmen-i sabr u hired cellâd-ı can gözler
Ne ol müjgân-ı tîrendâz ol kavs i kazâ kaşlar «Âkif efendi Antakya ulemâsından Ömer Feyzi efen-
Serâser hûbtur illâ aman gözler aman gözler di'nin veled-i sulbü olup fenn-i kitabette bir mikdâr beh
Metâ’-ı akl ü sabrı eyledi tâlân elhâsıl resi olmak mülâbesesiyle mahallinde kitabet hizmetinde
Gönül iklimini kırdı geçirdi Kahraman gözler istihdâm olunmakta bulunmuştur.»
Hele ben gördüğüm yok dîde-i gerdûn görmüş mi Fatin tezkiresinin (1271 - 1854) de tab’edildiğine
Aceb âlemde böyle âfet-i devr-i zamân gözler göre Şair bu tarihte genç bir adamdır.
Dime virmez helâke mülket-i cism ü dili  k if Şair’in F atin tezkiresinde bir manzumesi kayıdlıdır.
Virir ol gamze ammâ göz göre virmez zaman gözler Son asırda yazılan bendeki bir mecmuada ise şu ga
— IV — zeline tesadüf ediyoruz:
Şerh-i çevrin varak-ı dilde defâtir gibidir Nice fâş olmasun râz-ı nihâmm âh efendim âh
Arada harf-ı vefâ olsa da nâdir gibidir Yazılmıştır cebine dâstânım âh efendim âh
Ravza-i arız ı dîdâr hayâlimde iken Aceb mi nâle-i dildûzum itse taşlara tesîr
Revzen-i dîde-i dil cennnette nâzır gibidir Ciğerdendir benim âh ü figanım âh efendim âh
Sînegûpân olarak aşk niyâz eylediler Miyânm üzme nâz itme kırılma böyle karşımda
Def ü ney dâire-i ayşa müsâfir gibidir Sökıildi bir birinden istühâmm âh efendim âh
Darb-ı dest i siteminde sığmup dildârm Hevâlandım yine bir kâkül-i pür çîne çarpıldım
Def dahi titremede sînem ile bir gibidir Benim eksik değil başta dumânım âh efendim âh
Câna can virmede ağyâra o cânan  k if O şîrin çehreyi sevmekte  k if ihtiyârım yok
Sen bir âh itsen eğer arbede hâzır gibidir İçerden kaynadı gördükte kanım âh efendim âh
— V — Ayni gazel ile diğer iki gaze} de Üsküdar kütüpha
Sanmanız bir sâde kisvettir külâh-ı mevlevî nesi direktörü Bay Ahmed Remzi’ye aid bir mecmuada
Kamme-i tâc-ı hidâyettir külâh-ı Mevlevî kayıdlıdır. Bunları da ayniyle naklediyorum;
32 Türk Şairleri
Âk.
— I — Aynı eserde yazılı olan bir gazelini naklediyorum :
Kılıç çâk itmedik sinemde zâlim kangı câ kaldı
Ham-i ebruda gönlüm gûşe gîr-i iltica kaldı Târ-ı mâr-ı ziilfi yârın şûr şeklin gösterir
Firakından nihâl-i nevresim encâmı pir oldum Gamze-i âşık kiişi Timiir şekli gösterir
Büküldi kametim dest-i ümidim bi asâ kaldı Nâzdan bir neşe olan al şâle kaplanmış gibi
Zülf-i cânan ferve-i sammûr şeklin gösterir
Şikâf-ı hancer-i mesmûm-ı firkat iltiyâm itmez
Sâha i hüsnünde seyr ittim alâyi hattını
Unulmaz yâreler hayfâ ki merhemden cüdfı kaldı
Deşt-i ta’lîme çıkan tâbir şeklin gösterir
Hevâ-yi ,çin-i zülfünden rehâyâb olmadım gitti
Ateş-i firkat ile yanmışlara ol âfetin
Başımdan çok belâlar geçti ammâ bir belâ kaldı
Sinesi hep mrrhem-i kâfûr şeklin gösterir
Aman gitme divıı az mı yolunda clurdı dîvârım
Şi’r-i pâk-i safveti A k i f hele tanzîrde
Ayağın öpmedik hânemde kangı bûriyâ kaldı
Zümre-i ehli suhan ma’zıır şeklin gösterir
Ne yapsun merhem-i kâfur eâk-i zalım-ı nâsûra
Tabîbâ derd-i gûnâgûn-i hasret bîdevâ kaldı Âkif (Vanlı) — Asıl adı Mustafa olan Âkif, Fatin
Sezadır Akifâ âlemde nâmım pîr-i aşk olsa tezkiresine göre (1227-1812) yılında Vanda doğmuştur.
Alâka itmedik kangı cevân ü dilrübâ kaldı (1252-1836) de ayni şehrin müftüsü olmuş bilâhare bu
vazifeden ayrılarak (1264 -1847) de İstanbul’a gelerek
— II — hacelik rütbesini kazanmış ve (1265-1848) de Bingazi
kaymakamı olmuştur. Bir kaç yıl geçtikten sonra «Riit-
Kâfir ol gamzen yine bir demde bin kan eyledi
bei salise» yi ihraz eylemişse de biraz sonra azledile
Dâl-i hançer daldı kesti biçti kurbân eyledi
rek tekrar İstanbul'a dönmüştür. F atin ’in «işbu tezkirei
Hânümân-ı sabrımı top u tüfeng-i çevrile
âcizanemizin tab’ından. mukaddem kaimmakamlık me
Yaktı yıktı ıırdı kırdı hâki yeksan eyledi
muriyetiyle medinei Mer’aş’a menkul olmuştur» dedi
Akl u fikrim kârbân-ı zülfile hemrâlı iken ğine bakılırsa şair ( 1271 -1854 ) tarihlerinde Mer'aş’ta
Gamze-i tâtâr çaldı çarptı tâlân eyledi
bulunuyordu.
Nükte-i râz-ı dehân-ı yâre berk-i gonceyi
Dest-i kudret yazdı çizdi btikti pinlıân eyledi Gene Fatin tezkiresinde Akif’in «Kara Müftü zade»
Hâme-i sertiz ile A k i f dür-i nâsüfteyi lâkabiyle meşhur olduğu ve bir kıt’a divanı bulunduğu
Deldi taktı zîver-i gerdân-ı hûbân eyledi yazılıdır. Reşid Paşa’nm Hame redifli manzumesine
yaptığı taştiri ayni eserden naklediyorum :
— III —
Hâme-i kudret hatın ruhsâre takyid itmeden Haste-i nâtıkaya rûlıfezâdır hâmem
Ben usanmıştım anı tebyiz ü tesvîd itmeden Eylese da’vi-i Lokmân’ı becâdır hâmem
Niçe bin mürde mezamîn-i nev ihyâ eyler
Sîne-i sıızân ile dilkûb olup gamnâk idim
Zât-ı îsâ gibi i’câz nümâdır hâmem
Tâ felek zevk ile bezm-i raks-ı Nâhid itmeden
Tıynetim^perverde-i hâk-i reh-i dildâr idi Reşha-i feyzine erbâb-ı fesahat teşne
Gerd-i râhın tûtiyâ-yi çeşm-i ümmid itmeden Ayn-ı sîrâbi-i tab’-ı şuaridır hâmem
Câm-ı aşkile hayât-ı tâze buldum tâ ezel Cereyân itmededir âb-ı zülâl-i ma’nâ
Ya’ni kim Hızr nûş-i âb-ı ömr-i câvîd itmeden Gûyyâ çeşme-i ilhâm-ı Hudâ’dır hâmem
Âkifâ ol pertev-i ruhsârdan pür nür idi
Mâh-ı enver iktibâs-ı tâb-ı hıırşid itmeden Ser-i şâhenşeh-i endîşeye konsa yeridir
Cevher-i tâc-ı kemâl üzre zıyâdır hâmem
Âkif (Şümnulu) — Asıl adı Yusuf olan Akif hak Bîmehâbâ reh-i nârefteye gitsem de ne var
kında Fatin tezkiresinde şu malûmata tesadüf olunuyor: Nev zeminlerde aceb râhküşâdır hâmem
«Yusuf Âkif efendi Şumnu hânedanzadelerinden olup Düşmene hazret-i Mûsâ gibi galib olurum
fenn-i kitabette behresi iktızâsınca mukaddema Şumnu Kahr-ı hasm eylemeğe elde asâdır hâmem
muhassılı ve a’yâm bulunanların ba’zan kitabet ve ba’- Neyşeker mi acabâ mısr-ı maânîde Reşid
zan kethudalık hidmetlerinde bilistihdâm mualıharen Böyle şirin suhan-ı tûti edadır hâmem
hâce rütbesine nâiliyetle vâsıl-ı sermenzil-i meram ol
muş ve işbu tezkire-i âcızânemizin tab’ı esnasında ki Lezzet i nııtkı virır kand-i mükerrer ta'mııı
tabet hidmetiyle Rumeli ordu-yı hümâyûnı dâhilinde Bak halavet dih-i tab'-ı biilegadır hâmem
bulunarak cânib-i Eflak’ta vâki’ Bükreş nâm mahalde Akifâ afv-i hatâ pûşuna mağrûr olarak
bulunmuştur. Bir mikdar eş’ârı vardır. » Böyle taştîr ile pür ciirm ü hatâdır hâmem
Türk Şairleri 33
Âk.
Âkif (Paşa)— X IX uncu asır şairlerinden olan Akif, (1260- 1844) de kaccetmek niyetiyle «Surrai hıima
muhtelif yerlerde kadılık etmiş bulunan «Ayıntabîzade yun emaneti»ni istida etti. Emanet, başkasına veril
Mehmed efendi» nin oğludur. Şeyhülislâm  r if Hikmet mişti. Ertesi yıl için söz aldığı halde, beklemeyerek
tezkiresinde Akif’ten bahsedilirken «Diyaribekriyyül- o sene gitti. Haçtan dönüşünde İskenderiye'de iken 3
menşe ve Bozokiyülmevtin Mehmed efendi nâm fâzılın Rebiulevvel 1261 (M. 1845) de 59 yaşında öldü.
necli hâlâ Reisülküttab ve her fende fazl ıı kemâli mü-
sellem-i ülilelbâb Mehmed Âkif efendidir» denilmekte
dir ki yanlıştır.
Âkif 15 Rebiulevvel 1202 (M. 178“) de Bozok (Yoz
gat) ta doğdu. (1208-1793) de babasiyle birlikte Hicaz'a
gitti. Memleketine dönünce tanınmış şahsiyetlerden ders
okumağa başladı. Bir müddet sonra Bozok âyanından
Cebbarzade Süleyman Bey’in divan kâtibi oldu ise de
onun ölümü dolayısile İstanbul’a geldi. O sıralarda
Reisülküttab bulunan amcası Mustafa Mazhar efendi’nin
tavassutiyle (1229-1813) te «divanı hümayun» kalemine
girdi. Altı ay sonra Âmedî odasına naklolundu. Üç
gün sonra hükümdar Mahmud tarafından «Müstevfa
tayinat» tahsis edildi. Âkif için bu büyük bir teveccüh
eseri idi. Bu suretle emsali arasında yüksek bir mevki
sahibi olmuştu. 2 Muharrem 1241 (M. 1825 ) de Âmedci,
5 Şaban 1247 (M. 1831) de Reisülküttab oldu. Dört yıla
yakın, bu makamda bulunduktan sonra riyaset, hariciye
nezaretine tahvil ve kendisine «efendi» ünvaniyle veza-
ret rütbesi tevcih kılındı. 1 Rebiulevvel 1252 (M. 1836)
Akif Paşa'vı, Avrupai edebiyatımızın mübeşşiri ola
da azlolundu. Fakat «Emekdâraııdan olmak hasebiyle
rak göstermek, Namık Kemal’den beri devam eden bir
şehrî on bin kuruş maaş tahsis» edildi.
an’ane haline gelmiştir. Ebüzziya Tevfik başta olmak
İngiltere tebeasmdan Çorç.il adındaki tacir, av esna üzre, Şemsettin Sami. Bursah Tahir, Muallim Naci,
sında bir Türk çocuğunu yaralamıştı. Önce döğülmek Abdürrahman Şeref bu zümreden gösterilebilir. (Bakı
suretiyle cezalandırılan İngiliz, bilâhare bahsedilmiş nız: Kms., Osm., Esm. Tarih musahabeleri) Halbuki
bulunuyordu. Sefaret bu vak’ayı derhal protesto etti. Âkif Paşa’yı eserleri ile ancak bir divan şairi olarak
Bunun üzerine Çorçil hapisten çıkarılmış, hariciye tedkik etmek kabildir.
nazırı Âkif Efendi de azledilmişti. Bir yıl üç buçuk ay
Bay Fuad Köprülü bu hususta diyor k i : «Tabsıra'nm
mazul kaldıktan sonra 11 Cemaziyelâhır 1253 (M. 1837)de
bazı parçaları, Şeyh Müştak’a mektubu, torununa lıeca
Paşa ünvaniyle “Umuri mülkiye nazırlığı,,na tayin
vezniyle yazdığı mersiyesiyle Âkif Paşa’yı Tanzimat
edildi. Altı ay beş gün nezarette bulunduktan sonra
tan sonra inkişaf eden «Avrupai Türk edebiyatı» nın
4 Muharrem 1254 (M. 1838) de azlolundu. 14 Recep
ilk mübeşşiri saymak, Namık Kemal'den ve bilhassa
1255 (M. 1839) de Kocaeli eyaleti mutasarrıflığına
Ebüzzıya'nm Nümunei edebiyatı Osmaniye’sinden sonı a
tayin edildi. 21 zilkade 1255 (M. 1839)da Hudavendigâr,
edebiyatımızda âdeta bir an’ane haline gelmiştir ( Ebüs-
Bolu, Viranşehir, Karasi sancakları da ilâve olarak
ziya Tevfik; Nümunei edebiyatı Osmaniye, Temsili
uhdesine tevcih olundu. Ahalinin şikâyeti üzerine 1256
sadis, S. ISO). Halbuki münhasıran şark terbiyesi gör
(M. 1840)da azil ve rütbesi refedilerek Edirne’ye gön
müş ve Avrupa medeniyetine bigâne kalmış olan Âkif
derildi. Bununla da iktifa olunmamış, muhakeme edi
Paşa'yı eski klasik edebiyatın son mümessillerinden
lerek iki yıl nefyine karar verilmişti. Mahkûmiyet
addetmek, şüphesiz daha doğrudur. Onun bazı nesir
müddetini 14 Rebiulevvel 1258 (M. 1842)de ikmal et
lerinde gördüğümüz sadeliğe eski asırların neslinde
tiyse de serbest bırakılmadı; ancak Yozgad veya Bursa
daima tesadüf edilir. Heca vezniyle şiir yazmasına
şehirlerinden birinde oturabileceği kendisine söylenil
gelince, bir taraftan saz şiirinin, diğer taraftan mahalli
di. Âkif Paşa, Bıırsa’yı tercih etti. Altı ay kadar ora
leşme temayülünün neticesi olarak bunu Nedim'den
da kaldı. Abdülhamid’e takdim ettiği,
itibaren daha bir takım klasik şairlerimizde de gördü
Becâ olmaz mı bu eyyâm-ı ferruh fâl-i şâdîde
N iyaz itsem duâgûyâne ben de afv ü itlâkı
ğümüzü biraz düşünürsek, bunu daha iyi anlarız.
beytini havi olan “Manzumei tarihiye,, üzerine affolu Adem kasidesi sahibini İdeoloji itibariyle Şinasî -
narak İstanbul’a geldi. Ziya Paşa - Kemal mektebinin mübeşşiri addetmek
Türk Şairleri Âk.
34
aslâ mümkün değildir. Akif Paşa’nm şahsiyeti, eski Ne ol yâr ile vahdette ne vahdetten cüdâyım ben
şark mektebinin sırf dahilî tekâmülü mahsulüdür; hal Ne bezm-i vuslâte mahrem ne hecre âşinâyım ben
buki, eskisinden büsbütün farklı bir ideolojiye istinad Ne sermest ü ne hüşyârım ne bây ü ne gedâyım ben
eden yeni Tanzimat edebiyatı ancak haricî amillerin Muhassal râh-ı Sultân-ı Necef’te hâkipâyim ben
tesiriyle meydana gelebilmiştir ( Fucıcl K öprülü: M illî Fedâ-yi âteş-i aşk-ı Alliyyel - Murtezâ’yım ben
edebiyat cereyanının ilk mübeşşirleri, 5- «53). Gubâr-ı âstân-ı hazret-i Âl-i abâ’yım ben
Süleyman Nazif ise -biraz mübalâğalı olarak -
diyerek bir «Müseddesi miitekerrir» vücııde getiren
şu fikirleri serdetmektedir (Şervetifünun No. 94-1568).
Akif, diğer bir gazelinde de bu temayülünü sarili ola
«Akif Paşa’nm muasırları ve hattâ kendisinden evvel rak bildirmektedir (No. 3).
gelenler arasında bile onun gibi bazı muharreratmda
480 beyitten ibaret olan A kif Paşa divanındaki Ka
açık ibarelerle ifadei meram etmeğe çalışmış ve mu
side, gazel, müseddes, kıt’a, tarih ve lûgazlardan başka
vaffak olmuş münşiler vardır. Akif Paşa’nm fikrimize
hece vezniyle yazılmış 2 manzumeye de tesadüf edi
ne yolda ta’lîm-i hikmet etmiş olduğu bilinmez. Tabsırası
yoruz (No. 8 , 9).
rakibi Pertev Paşa aleyhinde Sultan Mahmud-ı sânîye
verilmiş -ta’bîr-i ma’rûfiyle- bir curnaldır. Pertev Paşa’yı 164 sahifelik münşeatiyle birlikte (1262 - 1845) de
kahr ve mahv eden gadab-ı pâdişahîyi ihtimal ki Paşa’ Mısır - Bolak matbaasında tab'edilen bu divanda Şairin
nın ef’alinden ziyade Yozgat’lı rakibin hoş yazılara bütün manzumeleri mevcud değildir. Netekim Esad Pa
bürünmüş ilkaâtı tahrik etmiştir. Tabsıra benim zan- şa’ya yaptığı bir tahmisin ancak bir bendini görmekteyiz.
nıma göre edebiyatı cedidenin mehaz-i içtihadı olan Akif' Paşa, Divançe ve münşeatından başka, yarı
asardandır. Fakat Akif Paşa o yolda mucitlik şerefini ciddî, yarı hiciv yollu yazılan Tabsıra’siyle de şöhret
haiz değildir. Akif Paşa’dan evvel de o yolda şeyler
kazanmıştır. Şair’in .L JIj < - Jy !lîJL .a d ın d ak i arapça
yazmış hayli zevat bulunduğunu söyledikten sonra Akif
risaleyi bazı ilâvelerle tercüme ettiğini de görüyoruz.
Paşa’ya ne kalıyor, hiç. Şeyh Müştak’a olan cevabnâ-
Şaire aid bazı tezkireleri de toronu «Mezahib odası hu-
mesinin yegâne meziyyeti söylendiği gibi yazılmış ol
lefasından Akif Bey - 23 sahifelik bir risale olarak -
masıdır. Bu cevabnâmenin satırları arasında yeni bir
tabettirmiştir.
fikre, hattâ bir fikre tesadüf edilemez. Mersiyesi o tarih
Akif Paşa’nm siyasî şahsiyeti hakkında Lûtfî tari
lerde havâsın pek te rağbet etmediği bir tarzda hece
hinden ve diğer menbalardan epeyce malûmat topla
vezniyle açık ve sade yazılmış olmakla nazar-ı dikkati
celbeder, yoksa yeni değildir.» mak kabildir. Şair’iıi Pertev Paşa ile katiyen geçine-
mediğini ve onun aleyhinde bir çok tezvirlerde bulun
Filhakika yazdığı kaside, gazel ve diğer manzume duğunu da gene bu eserler sayesinde öğreniyoruz.
leriyle şairi divan edebiyatının son üstadlarmdan
biri olarak tedkik etmek hiç şüphe yok ki daha doğru Lûtfî, tarihinde Akif’in azlinden ve Ahmed Hulûsi
olur. Paşa’nm hariciye nazırlığına tayininden, Pertev’e de
Akif Paşa, divan edebiyatı tekniğine hakkıyle sa Paşalık ünvanmın verilmesinden bahsettikten sonra
hiptir ve şark felsefesini kavramıştır. Onun mutasavvı- şunları da söylemektedir:
faya karşı da derin bir temayülü vardır. «Akif Paşa ile Pertev Paşa beyninde olan münâfe-
Bursalı Tahir, onun Halvetî-Şabanî tarikati men seyi işbu husus dahi teşdîd eylemiştir ki en nihâye
suplarından olduğunu söyler. Filhakika bendeki tasav- tinde Pertev Paşa’nm mahvını ve Akif Paşa’nm men-
vufî bir şiir mecmuasında Şaire aid bazı gazeller ba kııben ve mâzûlen vefâtım mûcib olmuştur. Müşârün-
şında « Çerkeşî Hacı Mustafa efendi hazretlerinin ben- ileyhimâ ibtidâ-yi neş’etlerinden beri rekabetle imrâr-ı
degânmdan Elhâc Akif efendi» kaydına tesadüf edi evkat eylemiş ve Âmedî hulefâsmdan bulundukları za
liyor. Matbu divançesinde de şeyhinin vefatı dolayısiyle manlarda Akif Paşa Pertev Paşa’yı hoş görmez ve
yazılmış şöyle bir tarih kayıdlıdır: yazdığı şeylere i’tirâzını esirgemez imiş. Bununla bera
ber Pertev Paşa derviş nilıad bir zât-ı safvet mu’tâd
Kutb-i âlem Çerkeşî eşşeyh elhac Mustafâ olup Akif Paşa ise gayet bagiz ve kindâr ve huşûnet-
Kim tarîk-ı Halvetîde olmuş idi rehnümâ şiâr olduğundan bu muâmeleye Pertev Paşa’nm esmâsı
Pertev-i nûr-i kemâli şöhret-i âfâk olup yanarak hasbelbeşeriyye sırasını bulup Akif Paşa’nm
Dergeh-i vâlâsı oldı ehl-i hâle miiltecâ mu’tekif-i gûşe-i infisâl ve infiâl olmasına gazeteci
Düştü bir târih Akif bendesinin kalbine Çorçil mes’elesini âlet ittihâz itmiş olsa gerektir.»
‘^•“’-5 Cf1}^J* j-8* Bibliyografa ; Arf., Ftn., Kms., Osm., Stş., Lûtfî tarihi, Esm.,
Nüm unei edebiyatı Osmaniye, M illî edebiyat cereyanının ilk
Akif Paşa’nm Alevî meşrep bir zat olduğu da an
mübeşşirleri, Tarih musahabeleri, M uhtelif mecmualar ve makaleler.
laşılıyor.
Türk Şairleri
Âk. 35
Sığmadı çünki dehân ı dile nutk-ı hestî Şâhbâz-ı evc-i istiğna isen de lûtf idüp
Eyledim hâme-i mu’ciz demi gûyâ-yi adem Âşyân-ı vuslate tahrîk-i bâl itmez misin
Bu kaside kaleme kaf-ı fenâdan geldi Geçti ömrüm derd-i hicrânınla cânâ ba’dezin
Olsa nâmı yakışur Beyza-i anka yi adem Bendeni memnûn-i ihsân-ı visâl itmez misin
Kimisi nîsti-i gamla bekacû-yi vücûd İttiğin va'd-i inâyet hâtıra gelmez mi hiç
Kimi hestî-i elemle talebefzâ-yi adem Bezm-i ülfet demlerin fikr ü hayâl itmez misin
Mahv-i hâk-i reh-i Şâhenşeh-i kevneynim ben Akif-i zârın lisânen sormaz isen hâlini
Ne tevellâ-yi vücûd ü ne teberrâ-yi adem Bir nigâh-ı lûtfile bâri suâl itmez misin
— Gazel — - VI -
Ne dem ki bezmde ol şûh-i işveger bulunur
— II —
Hayâlhâne-i uşşâkta neler bulunur
Değil cevr-i felekten şekve vü devrândan feryâd
Sevâd-ı a’zam-ı aşkın hasâisindendir
Şu vahşet hânede nâbûdi-i yârândan feryâd
Ki her mahallede bîçâre bin kader bulunur
Nişîb-i câh-ı gurbette ulüvv-i menzilet mahfî
Bu gice bezme o mehrı'ı rakîb ile geldi
Velî bîmihri-i ihvân-ı rûgerdândan feryâd
Şu hayra benzedi meclis içinde şer bulunur
Mahabbet bir taraftan hasret-i cânân bir yandan
Zamîr-i fikr-i sivâ aşkdan ider mi tehî
Aceb mi âşık-ı bîçâre itse cândan feryâd
Telâtıım eylese deryâ yine güher bulunur
Yazarken derd-i cankâh-ı derûnum leyle i gamda
Hemân kendini zannitme Akifâ dilrîş
İrer dâmân-ı çerha hâme-i giryândan feryâd
Bu kârhâne-i gamda ne derdliler bulunur
Açılmış gayre ben bûy-i cefâ şemmeyledim anda
Nola bülbül veş itsem ol gül-i handandan feryâd — Şarkı
— VII —
Ne cem’-i servet-i dünyâ ne kesb i râhat-i ukbâ
Şeb midir bu yâ sevâd-ı âh-ı pinhâmm mıdır
Bu bâzâr-ı fenâda Akifâ hüsrandan feryâd
Şem’-i meclis şu’le i dâğ-ı niimâyânım mıdır
— III —
Bilmez oldum sâkıyâ derd-i firâk-ı yâr ile
Özge bir sevdâ bıraktı canıma efkâr-ı aşk Mey midir yâlıud sirişk-i çeşm-i giryânım mıdır
Bir bakışta âteşe yaktı beni dildâr-ı aşk
Feyz-i Isâ hikmet-i Lokman bana kâr eylemez Âh-ı serdim girye-i germim midir bilmem sebeb
Kaldı gitti gonce-i maksûd böyle beste leb
Hâme-i kudret ezelde vazdı çiin bîmâr-ı aşk
Pâre pâre olmasun yâ neylesün bîçâre dil Dinle zâlim dinle bak bezm-i mahabbette aceb
Ney midir efgan iden yâ kalb-i sûzânım mıdır
Her nazarda bin tecellî gösterir dîdâr-ı aşk
Cünbişinden zâhir oldı halka-i sırr-ı vücûd Dil zahımdâr u nîgeh hayrân ü dîde eşkbâr
Nokta-i vahdettir ancak merkez i pergâr-ı aşk Sı'ne pür sûz ii ciğer pür 1nın ii ten zâr ü nizâr
Zulmet-i şirk ü riyâdan kurtarırdı kendüsin Hâsılı oldum Iıarâb ammâ ki bilmem aşikâr
Zahidin kalbinde tâbân olsa ger envâr-ı aşk Eyleyen böyle beni canım mı cânânım mıdır
Dergeh-i Şâh-ı Velâyet’tir penâhım Âkifâ — Mersiye
Bende-i Kerrâr-ı aşkım bende-i Kerrâr-ı aşk — VIII —
Tıfl-ı nazeninim unutmam seni
— IV —
Aylar günler değil geçse de yıllar
Olalı reng-i rühin şermi ile dembestegül
Telihgâm eyledi firakın beni
Ser virüp bâlîn-i gülbiinde yatur dilhaste gül
Çıkar mı hatırdan o tatlı diller
Besleyiip hûn-i ciğerlerle hayâl-i rûyini
Zîver-i mînâ-yi çeşm ittim gör ey nevreste gül Kıyılamaz iken öpmeğe tenin
Dâğ ber dâğ ile gülzâr eyledim sînem veli Şimdi ne haldedir nâzik bedenin
Nazre-i ihsân-ı yâre kopmadı şâyeste gül Andıkça gülşende gonca dehenin
Seyr kıl dûd-i kebûd-ı âh-ı âteş bârımı Yansun âhım ile kül olsun güller
Görmedinse sevdiğim gel sünbüle peyveste gül Tegayyiirler gelüp cism-i semîne
Şimdi koptı gülşen-i tab’ımdan ihdâ eyledim Döküldü mü siyah ebrû cebîne
A
Akifâ bezm-i ahibbâya sezâ bir deste gül Sırma saçlar yayıldı mı zemîne
— V — Dağıldı mı kokladığım sünbüller
Sâkıyâ bir câm ile tahvîl-i hâl itmez misin Feleğin kînesi yerin buldu mu
Hatırım âzâde-i renc-i melâl itmez misin Gül yanağın rengi rûyi soldu mu
Mezheb-i hûbânda yok mı kabûl-i ma’zeret Acabâ çürüdü toprak oldu mu
Ben kusûr ittimse sen afv ti helâl itmez misin öpüp okşadığım o pamuk eller
Âk. Türk Şairleri
37
— T ü rk ü — zade Hacı Süleyman efendi’den Arabî ve Hoca Hacı
— IX — Fehmi efendi’den Farisî okudu. Trabzon muhasebe ka
Pek arzular gönül efendim seni lemine devâm etti. (1278 • 1861) de umur-i ticariye ka
Yaktı kül eyledi firakın beni lemi kitabetine, bir müddet sonra Batum muhasebe
Dâğ ber dâğ idüp bu cân ü teni başkitabetine tâyin olundu. (1293 - 1876) da Trabzon'a
Yaktı kül eyledi firakın beni avdetle teşkil ettiği gönüllü taburiyle harbe girdi. Bir
tepeye cephane şevkinde hüsn-i hidmeti görüldü. Batu-
Hâl-i perişanım idesin suâl
m’un istilâsı esnâsında Trabzon valisi Yusuf Paşa’nm
Geçer her bir günüm hicrinle bir sâl
maiyetinde bulundu. Bilâhare Muş, Erzincan, Mardin
Kalmadı cismimde tâkat ii mecâl
sancakları muhasebeciliklerine nasbedildi. (1305 - 1887)
Yaktı kül eyledi firakın beni
senesine kadar orada kaldı.
Hayâlin durmakta gözümde dâim İstanbul’a viirudunda - Rus muharebesinde tanıdığı -
Zebânım olmakta zikrinle kaim Bahriye nazırı Haşan Hüsnü Paşa tarafından Şurayi
Alı ü feryâd ile geçer her ânım bahriye başkitabetine tayin kılınarak vefatına kadar on
Yaktı* kül eyledi firakın beni sene bu memuriyette kaldı. (1316 -1898) de vefat etti.
Üsküdar’da Karacaalımed Türbesi civarına defnolundu.»
Akl u fikri bütün târ ü mâr ittim
Hamamîzade Bay İhsan onun bazı gazellerini top
Şaşırup vâdi-i hayrete gittim
lamıştır. Trabzon’da çıkan gazetelerde de onun bazı
Nâr-ı hicrin ile eridim bittim
manzumeleri intişar etmiştir.
Yaktı kül eyledi firâkın beni
Safâ-yi bâde-i lâ’li hayât efzâ-yi cân olsa
Dâmenimden tutup sûziş-i firkat Bize sâkî-i sahbâ böyle bir şûh-i cihân olsa
Çıktı giribâne şu’le-i hasret Sipehrin va’z-ı nâsâzı sezâ-yi i'timâd olmaz
Ciğerden yarılup nâr-ı mahabbet Eğer her zerre i nâçizi tâ hurşîd-i şân olsa
Yaktı kül eyledi firakın beni Yine ol serv kaddin mâil-i semt-i visâl olmaz
Âkif ( Selânikli) — Son asır şairlerinden olan Ne denlü pâyine hûnâbe-i çeşmim revân olsa
Akif hakkında Kamusillcdâm şu malûmatı veriyor: Görünmez çeşmime deycûr-i hasretle cihan aslâ
Âkif Bey bin Abdüllâtif Bey Selânikli olup Haşan O mâh-ı işvesencim bir gice gözden nihân olsa
Âkif efendi’nin kızının oğludur. Şair Meşhurî efendi’- Gamınla ben dahi Mecnûn i sergerdân ü riisvâyım
den tahsıl-i ilm ü edebiyat etmiş ve Evrenos beyzade Aceb mi Âkifâ hâlim cihâna dâstân olsa
lerden vezir Yusuf Sıddık Paşa’nm hazinedarı olup, Âkif (Diyarıbekirli) — Ali Emirî’nin Esam ii şua-
bâdehu Selânik vilâyetince bazı kazâ kaymakamlıkla rayi Âmicl adlı eserinde (Ünv. /<". No. 3914) Şair hak
rında ve Üsküp mutasarrıf muavinliğinde bulunmuş; kında şu malûmat kayıdlıdır :
ve 130ü tarihinde Kavalade vefat etmiştir. Bir kızının İsm-i âlîleri Ahmed'dir. Emîrîzadedir. Bu fakir i
vefatında söylediği şu beyit cümle-i eş’ârmdandır: câmi’ül-lıurûfun büyük birâderidir. Tahıir-i tezkiremiz
Hâl«i gurbet t â li’»i bed âh evlâd acısı esnâsında Bolu sancağı tahrîrât müdirliğinde müstah
G önlüm ü üç şeydir A kif dâim a p ü r hûn iden dem idi. Ba’z-ı âsâr talebi üzerine aldığım cevabnâmede
Bay İbnülemin Mahmud Kemal ise, şiirlerinden hanesi yanup dîvân-ı eş’ârı şâir kütüb ve eş’âr ile be-
örnek göstermeyerek şair hakkında şu kısa malûmatı râber muhterik olduğunu beyân iderek yeniden tanzim
veriyor (Stş): eylediği bir gazel ile diğer ba’z-ı âsâr göndermişlerdi.
«cHaşan Âkif efendi’nin kızı ile Petriç âyanı Hacı Şu iki beyit irsâl eylediği gazel-i âlîleriııdendir:
Abdüllâtif Aguş Bey’den miitevellid Âkif Bey’in bazı Anladan dil mâcerâsın hâm edir
âsâr-ı nazmiyyesi vardır. Mumaileyh kaymakamlıklarda, Yazdığım yâre anınçün nâm edir
mutasarrıf muavinliklerinde, Selanik Belediye riyase İster âbid ister ol fâ sik şiyem
Akıfâ rağbet heman encâm edir
tinde bulunduktan sonra tütün âşarı müdiri iken (130ü -
1882) de Kavala’da vefat etti.» (1274 -1857) de doğmuş olan Ali Emirî’nin ağabeysi
B ibliyografya: Kms., Stş. olduğuna göre şair, bu tarihten önce dünyaya gelmiştir.
Akif (Mehmed-) — Mehmed Âkif Paşa’ya bak. Âkif (İstanbullu Mehmed -) — Mehmed Âkife bak.
Akif (Trabzonlu) — Şair hakkında Bay İbnülemin Âkif (Mehmed-) — Mehmed Âkif’e bak :
S ahmud Kemal Son Asır Türk şairleri'nde şu malû Akılî — X V II nci asrın sonlarında yazılmış ben-
matı veriyor: deki bir mecmuada Âkili mahlasıyla bir gazel kayıdlı-
Âkif efendi, Trabzon tüccarından Hacı Derviş Ağa’- dır. Tezkirelerde Şairin hayatına dair hiç bir malûmata
nın oğludur. (1253-1837) de Trabzon’da doğdu. Tahsili tesadüf edemedim. Âkılî’nin oldukça kudretli bir divan
ibtidaîyi bitirdikten sonra Trabzon ulemâsından Köle- şairi olduğu anlaşılıyor.
Türk Şairleri
Âl.
Yakma hasret odma gel canım semt-i şi’re miimâreset göstermiştir. Bu bir niçe âşı
Beni irgör visale sultânım kane ve rindâne matla’ anın eş’âr-ı muhayyel güftârm-
Hak biliir giceler firâkında dandır :
Halkı uyutmaz oldı efganım Lebiyle hemdem olup câm-ı bâde-i hanırâ
Sana hayr eylemez hazer eyle N igârın ağzın arar razın açmağa gûyâ
Gözlerimden revân olan kanım M eyli bâlâya olursa nola serv-i çemenin
Yalınız gam şebinde koma bizi Ö zenür kaddine irişmeğe sen sîm tenin
Gel benim mâhtâb-ı devrânım Kurulsa bezm-i safâ bahş dönse câm-ı felek
A k ılı nice arz-ı hâl ideyin Mey-i sabûhile gün doğsa ol güni görsek
Küşte-i tîg-ı aşk-i cânânım Gerçi öm rüm bu cihan kimseye bâkî kalmaz
Seni ey rûh-i revanim kocan am m a ölm ez
Âkil Koyuncu — Koyuncu’ya bak.
Âlî ( Beyzade ) — X V I ncı asır şairlerinden olan Haşan Çelebi tezkeresinde ise şu kayıdlara tesa
Âlî hakkında Ahdi tezkiresinde şu malûmat kayıdlıdır: düf ediyoruz:
Âlî, İstanbullu Mustafa Çelebi’dir. Beğzâde dimekle Âlî: Dâr-üs-saltanat-ı Kostantmiyye-i mahmiyyeden-
meşhûr ve hulk-ı azîm ile güzîde-i cümhûr ve akrân dir. Hâfız-ı Konevî oğlu demekle ma’rûf idi. Tarîk-ı
içinde makbııldür. Tahsîl-i ulûm-i zâlıire kılurken fera ilme sâlik olup dânişmend iken sonra muhasebeci
gat eyleyüp tarîk-ı Halvetî’ye sâlik ve seyr ü sülûkün- şâgirdi iken ruznâme-i a’mâlini tashih idiip nakd-i
de tasfiye-i bâtın kılup niçe maârife mâliktir. Ve hadd-i ömr-i azizinin masraf u îrâdını hisâb itmeğe âzim-i
zâtında âlî mezheb ve sâhib meşreb kimesnedir. Hâlâ cenâb-ı Melik-i Vehhâboldu. İlm-i edvârda ve hüsn-i hatta
rûz ü şeb himmet-i âliyesin ma’rifete sarf idiip zebân-ı mehâreti var idi. Bıı şiir eş’ârıdandır:
förse miimâreset gösterüp arûz ve muammâ fünûnun- Y â kaşın hecriyle cânâ kametim oldı dü tâ
dan habîr ve eş’âr ü inşâ sunûfundan gayrılar gibi Firkatinde çekmedik bir bâr-ı gam mı kaldı yâ
âgâh ve bî nazîr alelhusûs tevârîhte müverrih-i dilpe- Şu malûmata istinaden babası Konyalı olan ve ken
send ve makbûl-i erbâb-ı hûşmenddir. Mukaddemâ disi İstanbul’da doğmuş bulunan Âlî, Ahdi tezkiresinin
pâdişâh cânibinden emr-i âlî câri olup cânib-i Kerbelâ yazıldığı (971 - 1563) tarihinde hayatta ve Haşan Çelebi
sahrâsına nehr-i âlî câri ittikte bir târîh-i âbdârı mâ- tezkiresinin yazıldığı (994 -1585) yılında ise ölmiiş bu-
nend-i dürr-i şehvâr silk-i nazma münselik kılmış ki lunnyordu.
teşne dillere safâ ve hayât-ı canfezâ peydâ olmuştur. Bibliyografya : Ahd., Hsn.
Ol târîh-i garrâ budur:
Alî (Urla lı) — X V I ncı asır şairlerinden olan Âli
Gûyyâ bu çeşme bir sakkadürür
hakkında Haşan Çelebi tezkiresinde şu malûmat ka-
Râh-i Hak’ta teşne eyler cüstücû
Lülesi anın dehendir su dili yıdlıdır:
Dil döker her kim ki olsa rûberû «Âlî, Urla nâm kasabadandır. Reiszade demekle
Su gibi ezberlemiş okur revan ma’rûf idi. Nâmı İlyas’tır, Merhum Sultan Selim-i sânî
Mâcerâ-yi dehri ÂH sû-be-sû
hazretlerinin hâcesi olan Atâ efendinin cenâb-ı âlîsinde
Önüne kim gelse dir târîh içün
iken ömürden behredâr olmadın ecel mühlet virmeyiip
âlem-i bekaya rihlet eyledi. Kelimâtı hayâlden hâlî
Ahdî tezkiresinin (971 - 1563) de yazıldığına göre değildir. Bu eş’âr anın güftârındandır :
Şair’in bu tarihlerde hayatta olduğu anlaşılıyor. K a f
Sanman cefâ-yi yâre taham m üldürür hüner
sade F aizi de tezkiresinde şair için «Evâil-i devlet-i Berdâr olm adır dil-i M ansûr veş asıl
Murâdiye’de hayatta imiş» diyor. Şu halde Âli, Murad
H urşîd gibi gerçi ki hüsnün kemâlde
III. m hükümdar olduğu (982 - 1574) yılında da ha
Ey âftâb çehre zevalin de öyledir
yatta bulunuyormuş.
Şairin mevcud olan iki beytine nazaran oldukça kud
Âlî’den bahseden menbalar onun yalnız yukarıda
zikrettiğimiz tarihini örnek olarak gösteriyorlar. retli bir şahsiyet olduğu anlaşılıyor. İhtimal ki mecmu
alarda da bir hayli şiiri yazılıdır. Fakat bunları, Urlalı
Şairin adı Ahdi ve Riyazi'de Jlc yazıldığı halde
Âlî namına kayıdlı olmadıkları için, ayırd etmek kabil
Kafzade F aizi'de j j olarak tesbit edilmiştir. değildir.
Bibliyografya: Ahd., Ryz., Kfz. Bibliyografya : Hsn.
Alî (İstanbullu) — X V I ncı asır şairlerinden olan Âlî ( Müverrih) — X V I ncı asrın en kıymetli
Âlî hakkında Ahdi tezkiresinde şu malûmat kayıdlıdır: şahsiyetlerinden biri olan Âlî 948 muharreminin (M.1541)
İstanbulludur. Ehl-i cihettendir. Konevî Mustafa ikinci pazarertesi gecesi saat birde Gelibolu’da doğ
Çelebi’nin oğludur. Rûz ü şeb tâlib-i ma’rifet olup du. Asıl adı Mustafa’dır. Babası ticaretle meşgul olan
Türk Şairleri 39
Kul cinsinden Hoca Ahmed, onun da babası Abdullah- Paşa’mn Yemen fethi serdarlığma tayini üzerine bir
tır. Bizzat Şair, Sadefi Sadgüher’de ailesi hakkında likte Mısır’a gitti. Paşa azledilince o da İstanbul’a gel
şunları söyliyor (Ark. M ■K ■No. 274) : meğe mecbur oldu. Bilâhare Bosna’ya gitti. Ferhad
Paşa’nm divan kitabetine tayin olunmuştu. Orada meş
Pederim Ahmed-ibn-i Abdillâh
hur şair Yahya Bey’le tanıştı. Âlî, Bosna’da sekiz sene
Hâce-i ehl-i hayr târik-i câh
Ni’meti ehl-i ilme âmâde kaldı.
Kerem ü lûtfı hârik-ı âde Lâla Mustafa Paşa Şevval 985 (M. 1577) de Gürcistan,
Kul idi gerçi kim Esâme misâl Âzerbeycan ve Şirvan taraflarına nasbolunmuştu. Âlî’nin
Yûsufî hulk idi huceste hisâl münşîliğe tayinini Hoca Sadeddin efendi vesatetiyle padi
Rağbeti ehle olmağile müdâm şahtan istida etti.Âlî de bu vazifeye geçti.İki yıl sonra,mün-
Koptı evlâdı ma’rifet fercâm
şîlikte gösterdiği muvaffakiyet yüzünden Halep Timar
Ben hakîr oldum evvel i evlâd
Mustafâ oldı nâm-ı mâderzâd defterdarlığına tayin olundu. (990-1582)de yapılan sünnet
Ah-i sânı Mehemmed oldı bana düğünü hakkında tertib ettiği Camiülhubur der meca-
Ehl-i dil hoş nüvîs ü hûb edâ lisi Sûr adındaki eserini ve Üveys Paşa ile diğer bazı
Arabiyyette kâmil-ül-irfân kimselerin tavsiye namelerini hamilen İstanbul’a geldi.
Fârisîdân ü müsteidd-i cihan Bir çok ümitler beslerken Halep defterdarlığından da
Şâir olsa idinse ger maksûd
azledilmişti. (993- 1585) de Erzurum mal defterdarı tayin
Niçe nazm ehline komazdı vücûd
Ba’dezâlik birâder-i sâlis olundu. Altı ay sonra Bağdad mal defterdarlığına gön
Tab’ı fehm ü zekâyile hâdis derildi. Çok geçmeden azledilmiş ve İstanbul’a gelerek
Pederin nasb-ı ayn ü manzûrı uzun müddet açıkta kalmıştı. (997 -1588) de Sivas def
Enbiyâmin’dir ism-i meşhûrı terdarlığına tayin olundu. Pek az sonra bu vazifeden
Biri oldı debîr-i hâkanî de azledildi. Tekrar İslanbul’a geldi. Şevval 1000 (M.
Biri serheng-i resm-i dîvânî
1591) de Yeniçeri kitabetine nasbedildi ise de bir kaç
Ali, altı yaşında mektebe verilmişti. ( 96ü -1552 ) ay sonra gene açıkta kaldı. (1001 -1592) de Gelibolu’ya
de Habibi Hamîdî’den Kâfiye, ( 965 - 1557 ) de gitti. Bilâhare Defter emanetine tayin olundu. Buradan
Sürurî’den tefsir, fıkıh ile «Vücudı zihnî» risalesini azledilerek ikinci defa yeniçeri kâtibi oldu. (1004 -1595)
okudu. İlk zamanlar mahlâsı Çeşmî ikeni bilâhare Âlî de Sivas’a defterdar ve Amasya’ya miriliva tayin
mahlasını ihtiyar etmişti (Alıd.). «Pâye-i mülâzemette olundu. Gene o yıl içinde Kayseri mirilivalığma nakle
engüşt nümâ-yi ebsâr» olduktan sonra kitabet mesle dildi. Bu vazifeye iki defa tayin edilen ve ikisinde de
kini tercih etti ( Tuhfetüssaldtin). azlolunan Âlî’nin son memuriyeti Cidde emanetidir.
Âlî, Sadefi sadgüher’’de bu hususa dair şunları Tahminî olarak (1007 - 1598) yılının sonunda bu vazi
söyliyor: feye t >yin olunan Âlî, hastalanmış ve tekaütlüğünü
Ba’de tahsîl-i nahv ü sarf ü kelâm istediği bir sırada (1008 1599) da Cidde’de altmış ya
Olduğum gibi müsteidd ü benâm şında iken ölmüştür.
Ilm ü fazl ile nâmdâr oldum Âlî’yi yüksek mevkilere geçmek gayretiyle uğraşan
Şâir ü kâmil iştihâr oldum haris bir adam olarak görüyoruz. Şair, bütün hayatın
Hak Taâlâ’nın oldı efdâli da mansıp sahipleri ile didişmekten kendisini alama
Kadri âlî vü mahlâsı A lî mıştır. Selim’den başlayarak Mehmed III. e kadar ka
Şöhretim kûsı geldi efgane
side sunduğu hükümdarları bile istediği mevkilere yük
Sıyt-ı nazmım irişti Giyvâne
İrdi pâyâne râh-ı ilme sülük selemediğinden dolayı kıymet takdir etmemekle itham
Ben de kıldım o mesleki metrûk etmektedir.
Oldı bâis Şehenşeh-i zîşan Âlî tarikatine mensup olduğu Mevlâna’ya karşı de
Serbülend-i sülâle-i Osman rin bir muhabbet besler. Hattâ bir manzumesinde,
Y a’ni mevsûf-i lûtf u tab’-ı selîm Hâtem gibi sunuldı bize hükm-i Mesnevi
Şelı Selim ibn-i Şâh Şâh Selîm O ld ı Fusûs-ı him m etim iz fass-ı muhtevî
İltifât eyleyüp idindi heman Âteş yakup virüp haberim sûz-i Husrev’i
Âsitânında kâtib-i dîvan Alî benim ki devr-i felek kıldı Mevlevî
Çünki terk-i tarîka me’mûrum Şems ü Celâl-i dîn’edürür intisâbım ız
Beni aybeylemen ki ma’zûrum Bir zerreyüz velî ikidir âftâbım ız
(968-1560) da şehzade iken Kütahya valisi bulunan diyerek bu tarika salik olmakla iftihar eder. Fakat
Selim II. in divan kitabetine kabul olunmuştu. Fakat mevlevîlikte esas olan istiğnayı kat’iyen onda bulmak
Tiitünsüz Hüseyin Paşa ile geçinemeyerek Şam beyler kabil değildir. Memuriyet hayatında gurur ve eneiye-
beyi Mustafa Paşa’nm daveti üzerine (970 -1562) de tinin daima zararlarını gören Âlî, yazdığı kıymetli
Şam'a gitti. Orada altı sene divan kâtibi olarak kaldı. eserlerinin mükâfatını da gene bu yüzden görememiştir,
Türk Şairleri Âl.
40
En ziyade müverrihlikle şöhret kazanmış olan Ali Cümleden gayrı ilm-i mantıkta
bir hayli eser vücude getiren kudretli bir şahsiyettir. Haoc ü itk u izâle-i rikta
Kasidelerinin birinde, Arabîdir bu hatm-i te’lîfât
Mantık u fıkha mübtenî kelimât
Kırk elli var kitâb ii resâil eserlerim Bunca âsârım oldı çünki bedîd
Tutar el üzre nükteşinâsân-ı n âm dâr Şübhe kalmadı olduğumda ferîd
Ali'nin eserleri bu kadar değildir. Türk tarih encü
deyen Ş>iir, Sadefi sadrjüher'in «Der ahvâl-i serencâm-ı
meni tarafından 1926 da neşredilen Menakıbı lıürıerve-
nâzım ı güftâr ve ta'dâd-i müellefât-ı âsâr» başlığını ta
rarc’a Bay İbnülemin Mahmud Kemal tarafından yazı
şıyan manzumesinde de eserlerini şu suretle sırala
lan etraflı bir mukaddemede şaire aid bütün eserlerin
maktadır :
gösterildiğini görüyoruz. Bu tedkika nazaran Ali’nin
Düştüm ehl-i kalem tarîkına cüst yazdığı kitaplar şunlardır:
Himmetim anda dahi oldı dürüst Tarihi eserler: Künhülâhbar, Menakıbı hiinerveran,
Az zamân içre kârdan oldum Heft meclis, Nusratnâme, Fursatnâme, Hâlât-ül-Kahire
Serfirâz-ı suhanverân oldum minel’âdâtizzahire, Zübdetüttevarîh,Mirkatülcihâd, Fusu-
Şi’r ü inşâ müyesser oldı bana lülhall-i vel’akd ve usûlülharc-i vennakd, Kenzülâhbar ve
Mülk-i ma’nî müsehhar oldı bana lâkihülefkâr, Mir’âtüPavâlim, Nâdirülmehârib,
Nazm ü nesrim cihânı tuttı tamâm Manzum eserler: Divan III., Sebhatül’ebdâl, Sadefi
Bahr olup aktı vâridât-ı kelâm sad güher, Güli sad berk, Câmiülbuhûr der mecâlis-i sûr,
M ihr ü Mdh ile Tuhfe i Uşşak Mihr ü mâh, Mihr ü vefâ, Riyazüssâlikîn, Terceme-i
Evvelâ oldı şöhre-i âfâk Hadis-i erbain, Tuhfetül’uşşâk, Ravzai irfân, Hulâsatiil-
Burc-i te’lîfe saldı nûr ü ziyâ ahvâl der letâfet-i mevâiz-i sahih-ül-meâl, Ravzat-tül-le-
Anın ardınca nazm ı M ihr ii vefd tâif.
Ba’dezin dindi Ravza-i irfan
Mensur eserler: Nasîhat-üs salâtîn, Nevâdir-ül-hikem,
Oldı ma’nî hadîkası reyyan
Malıâsin-ül-edeb, Kavâid-ül-mecâlis, Tuhfetüs-sulâhâ,
Sonra hem Câmi'ül-buhûr oldı
Hilye-tür-ricâl, Cami’-ül kemâlât, Tâli’-i salâtîn, Bedâyi'-
Vech i te’lîfi bezm-i sûr oldı
ul-metâli', Nikat-ül-kal fî tazmîn-il-mekal, Dekayık-ut-
Cümle manzûmdur bu penç kitâb
-tevhîd, Maâlim-üt-tevhid, Dürer-ül-mensûre fî ed'iyetil-
Her biri bir cevâhir-i kemyâb
me’sûre, Zübde-tül-evrâd, Şerh-i beyt-i Câmi, Hakayık-
Leyk inşâ ile olan âsâr
-ul ekalîm, Ferâid-ül-velâde, Vakıfnâme, Risâle-i Dırga-
On sekiz cilde çıktı tuhfe şiâr
miye, Menş-eül-inşâ, Enîs-ül-kulûb, Râhatün-nüfûs, Maâ-
Biri mensûre-i Enis-i kulûb
yib-ül erâzil, Mişkât, Nüzhet.
San Hümâyûn nâme’dir mergub
Dahi mecmû’-i Menşe- ül-inşd Bu 48 eserden başka Âlî’ye isnad edilen bazı kitap
Dahi matbû’-i Tuhfetüs-suldhd ların mevcud bulunduğunu da görmekteyiz (.Menakıbı
Birisi dahi Nâme-i nusrat hünerveran S■64).
Biri mensûr Nâme-i fursat Âlî’nin büyük bir emek ve geniş bir tetebbu mahsulü
Heft meclis biri, biri Hilye olan bu eserleri arasında bilhassa Künhülâhbar, Nasi-
İki dahi BedâyV ü Nüshe hatüssalâtin ve Menakıbı hünerveran gibi tarihî kıymeti
Biri hem Nâdir-ül-mehâriir dır haiz kitapları en ehemmiyetlilerini teşkil eder. Devrinin
Biri küttâb içün Mendktb dır karakterini gösteren, asrındaki yolsuzlukları tenkid et
mekten çekinmeyen Âlî, olgun bir tarihçidir.
İki dahi Nevddir ü M irkat
Biri Mirkat’a müstenid M işkât Âlî’nin Künhülâhbarmda muhtelif devirlerin, bilhassa
Biri dahi Maâyibülerzdl Kanunî devrinin âlim ve şairlerine de ehemmiyetli bir
Biri hem Râhatünrıufûs mekal yer ayrılmıştır. Bu tarihin şairlere aid kısmı ayrı bir
Biri Âyine-i avalim nâm tezkire olacah mahiyeti haizdir.
Dür-i mensûre1dir birisi tamâm Alim, müverrih, şair ve maliyeci olan Âli'nin aynı
Oldı bunlardan özge üç Divan zamanda hattatlığını da öğrenmekteyiz. Miistakimzade"-
İki Türkî biri Derî ünvan ye göre Şair, Pir Mehmed Dede'den sülüs ve nesih
Müstekil her birinde dîbâce yazılarını meşk etmiştir ( Thf'.).
Beğenür anı görse her hâce Ali’nin kardeşi Mehmed tarafından yazılan divanı
Hem husûsâ yiğirmiden efzun nın sonunda kendi el yazısına ve mührüne tesadüf
Niçe fenden risâle gûnâgûn ediyoruz (Mit. Alm. K. Ms, No. 321).
Türk Şairleri 41
Âl.
Bütün bunlara rağmen manzumeleri arasında cid
den güzel parçalar görülmektedir. Âli’nin en büyük
kusuru egoist oluşudur. Necati, Baki gibi kudretli
şahsiyetleri bile istihfaf etmekten çekinmeyen Âli, yalnız
kendi ilmini, kendi şairliğini beğenmiştir.
Hemen her kasidesinde faiııiyeler yapan, gazel
lerinde de şiirdeki kabiliyetini bildirmeyi unutmayan
Âli'ye nazaran Türk edebiyatının en büyük siması
kendisidir. Saclefi sad güher'de ise şu fikirleri serdet-
tiğini görüyoruz:
Şuarânm aransa güftârı
Yüze çıkmaz güzîde eş’ârı
Bir zamanda bu mâlik-i güftâr
Eylemiştim be-emr-i ferman kâr
Niçe dîvânı intihâb-ı dürüst
Biri nazm-ı H ayâli idi nühust
Biri Fecri biri Necâti idi
Birisi vâridât-ı Zâti idi
Her birinde be-hakk-ı Azze ve cel
Otuza kırka çıkmamıştı gazel
Mühıiründeki yazı şudur:
Beyt ü matla’ bulunsa kabildir
JLVI Nâdir ammâ ki şi’r-i kâmildir
Hamdülillâh beni kılan deyyân
J,lc j İİlS\ İki dîvâne husrev-i devrân
Nazmımın kıldı ekserini güzîn
Bikr i mazmûnı lâyık-ı tahsîn
Ehl olan görsün iki dîvânım
Âlî’nin bir de minyatürüne tesadüf etmekteyiz.
Ben o gencim bilen bilür şânım
Şimdiye kadar neşredilmemiş olan bu eseri Topkapu
Vâridât ül-enîka yi okusun
sarayı müzesi direktörü Bay Tahsin’in lûtfuyla görmşü
Lâyıhdt-ül- lıakikayı okusun
oldum.
Bile tâ ben nice suhandânım
Topkapu sarayı Hazine dairesinde Âlî’nin Nusrat- Nülket-i nazm ü nesre hâkanım
name adlı kitabı mevcuddur. San’at bakımından hari
kulade bir ehemmiyeti haiz bulunan ve yüze yakın
minyatürü ihtiva eden bu mühim eserin her sahifesi
ayrı ayrı nakışlarla tezhib edilmiştir. Belki de Âlî’nin
hayatında yazılmış ve altın yaldızlarla tezyin edilmiş
bulunan, cilt itibariyle de fevalâde kıymeti haiz bu
lunan bu eserin yazık ki baş ve son tarafları yoktur.
Mirkatıltcihad’m mukaddemesinde yazılı bir man «Müdevven Farisî divanını görmedim. Fakat bazı
zumede de, eş’âr-ı fârisiyvesini, bâhusûs Molla ( ’âmî’ye nazire
Ben ki te’Iîfin eyledim anın olarak söylediği,
Olm uşum şâhı ehl-i irfânın
Câmi-i mülk-i R ûm ’dur nâmım J C-*
Sensiz bana mülk olsa eğer yeksere âlem Aşkın elemi yeğdir dünyâ ile ukbâdan
Gitmem ser-i kûyin bırakup bir yere cânâ Â li bi 1Cır ol zevki bir âlem-i ulırâdır
Ben sâgar ü m ir’âta bakup kendümi görmem — VIII -
Öygiinmeği sevmem Cem ü İskender’e cânâ Sâgar-ı sahbâyı pür kıl hûn-i dilden dem budur
Her kim sana can virse şeh-i miilk-i fenadır Derd ü gamla âlemin gamnâki ol âlem budur
Kabrinde kazar sikkesini mermere cânâ Hâk-i kûy-i yârı göz yaşivle talımîr it müdâm
ÂH gibi pervâz idemez tab’-ı edânî Zalım-i tığ-ı aşka râhat bahş olan merhem budur
Şâhin gibi şehper bulamaz şeppere cânâ Pây tâ ser sime gark itse gözüm yaşı beni
Bir birine gösterüp dirlerdi ol sersem budur
- IV —
Yokladım bildim dehânın yokluğunda şübhe yok
Seninle fahr iderim senden özge varım yok Kendii kendiimden haberdâr olmadım şübhem budur
Gamınla eğlenürin gayrılarla kârım yok Gam değil  lî yüzün görmezse bir kaç gün senin
Zamane şeyhi koşun ta’m kim ne dirse diştin Gayrılarla âlemin seyr itmesün tek gam budur
Benim güzelleri sevmekte ihtiyarım yok
- IX -
Hevâ-yi aşkile ney gibi inlerin gezerin
Getürdi ciinbişe dil bahrini hevâ-yi heves
Sen olmayınca benim bir nefes karârım yok
Yeşerdi yem yeşil oldı meğer kazâ-yi heves
Seninleyin gice gündüz düşümde fikrimde
Kümeyt-i aşkıma cevlângeh olmadı âlem
Eğerçi vaslına irsem de iftiharım yok
Semend-i şevkıma teng oldı mâverâ-yi heves
Cemâl-i yârdan artuktur aşkım ey  li
Hevâlanur ciğerim zalimi bâd-i âhımdan
Veli ne çâre benim hüsn-i iştiharım yok
Safâ-yi kalbime bâdî olur sabâ-yi heves
_ V — Mahabbet-i ezelîdir recâsı cân ii dilin
Göz yaşına âlı âteşine bir nazarın yok Ne ibtilâ-yi hevâdır ne iktizâ-yi heves
Aldım haberi hâl-i dilimden haberin yok Getürdi müjde-i nevrüzı peyk-i bâd-i sabâ
Mesciddeki gavgaları kalırından idersin Pür oldı hâtır-ı Â li’’de hûy ü hâ-yi heves
Vâiz saf-ı meyliânede gördük ki yerin yok - X -
Var imdi bana ta’neyi ko zâhir ü bâtın İnâyet her kime yüz tutsa isyânı nikab olmaz
Zâhid çii senin çeşm-i terin derd-i serin yok Güneş doğdukta zîrâ perde-i zulmet lıicâb olmaz
Geh nâz ü girişme gehi şîve gehi işve Çekenler muhtesib mizânı havfın zât-ı nakıstır
Uşşâka senin ey gözi âhû nelerin yok Kemâl ehlinde eksiklik bulunmaz ol lıisâb olmaz
ÂH kuluna mihr ü vefâ eylemedin hîç Recâ yazısına dök eşk-i çeşmin cûybâr eyle
Bildim senin ol bâbda aslâ hünerin yok Kayırma nâme-i a’mâli mahvolmaz kitâb olmaz
Giceyle hâb ü gündüz gaflet oldı bâis-i hayret
- VI -
Bize dünyânın efkârı gibi hâzır cevâb olmaz
Müddei âl ile ol şûhi ki tenlıâye çeker Habibin sev dilersen mağfiret takribin ey Âli
Korkarın reng virir bâde-i hamrâye çeker Rakib olmak gibi Mevlâ’ye rengin intisâb olmaz
İki divâneden alınmadı aşkın yakası - XI —
Kûhken dâğa çeker Kays ise sahrâye çeker Gönül senden cüdâ bir bülbül-i şuridedir gülsüz
Nâm ile âleme bir velvele saldın ki seni Ne bülbül gülden ayrılsun ne olsun gönce biilbülsüz
Kimi teshire mukayyed kimi esmâve çeker Sana sermâye-i hüsn oldı kâkül kaydı çak baştan
Dâmenim seyl-i sirişk aldı yakam âteş-i âh İlâhi görmesün aşüfteler ol bâğı sünbülsiiz
Biri eflâke biri Üicce-i deryâye çeker Vücûdun bir avuç hâkister ancak âteş-i aşka
Yine bir saht kemân astı ki  li feleke Sen olmazsan kalur bülbül ocağı güllerin gülsüz
Hak budur az bulunur ancileyin yâye çeker Bulup Ferİıâd’ı Kûh-i Bisütun’da yolladım vâfir
Didim sahraya gel çıksun tarikin başa hey yolsuz
- VII -
Donatsuıı kanlu kanlu dağlarla kellesin ÂH
Hıibâna nihâyet yok bilmem ne temâşâdır
Sek-i kûyin sifâlin görme sultânım karanfülsün
Her kande ııazar kılsam bir âyine peydadır
Bibliyografya : Hsn., Ahd., Ryz., Byn., Kfz., Rz., Knh., Kşl.,
Sâkı mey-i lâ’linle uşşâkı teselli güç
Naim a ve Selâtıikî tarihleri, Â lî’nin m uhtelif eserleri, İbnülem in
Bin mest-i harâbâti bir câm-ı musaffâdır M ahmud K e m a l: M enakıbı hünerveran mukaddimesi ve muhtelif
Dîvâne gönül durma sevdâ-yi visâl eyle mecmualar.
Bezm ise miilıeyyâdır cânân ise tenhâdır Alî (Edirneli) — X V II nci asrın tanınmış şahsiyet
Her şûh-i peri peyker âyînesidir cânın lerinden biridir. Asıl adı Hüseyin olan Şairin doğduğu
Her çehrede cânânın dîdârı lıüveydâdır yer hakkında tarihî menbalarda bir karışıklık görüyo-
44 Türk Şairleri
nız. Rıza tezkiresinin bazı yazma nüshalarında Ada Nedenlü feylesof olsam yine dîvânedir dirler
nalı gösterilen şair, diğer meııbalarda Edirneli olarak Varup ahvâlim i arzeylesem erkân-ı dîvâne
Nisâr ittim niçe dürr-i sııhan her biri m edhindt
gösterilmiştir. Bu hususta Bursalı Tahir, «Bu zatın
Perîşân eyledim bunca güher bîhûde yâbâne
bazı âsârda dahi Edirneli olduğu görülmektedir. Tez-
Uç aydır devr-i ebvâb-ı kibâr-ı dehrdir kârını
kiıe-i Şafayi ile Bâdi efendi merhumun Edirne tari Ki tâ biri terahhum eyleye bu zâr ü giryâne
hinde Edirneli olmak üzre mııkayyeddir. Bu tereddüd Beni ol denlü istiskal ider her biri zu’munca
ımlâ-yi kadîminin ¿a' olduğundan ileri geliyor.» Ki san bir yâve gû har geldi bezm-i hâs-ı rindâne
Zehî teşhîs-i âlî habbezâ idrâk-i pâkîze
diyor (Osm.). Bay Sabri ise «Şairin Edirneli olması ağ-
Hezâr ahsent böyle tiz fehm ü pâk iz’âne
leb-i ihtimâl» olduğunu söyliyor (Fş.). Filhakika Edir
Âlî divanının bir çok nüshalarına tesadüf ediyoruz
neli olduğunu kabul etmek daha doğru olur sanıyorum.
'Meselâ bakınız: (jnv. f(. No. 3551, Siy. Esd. K. No.
Ali, devrinin âlim, müverrih ve şairlerindeııdi. Onun
259H, M it. Alın. K Mz. 5, Tpk. Re. K. No. 793, Hz.
kuvvetli bir tahsil gördüğü muhakkaktır.
No. 1004).
Ali Münşeatında şöyle bir kayıd vardır (Tpk. Ro.
K. No. 793): «Âli merhumun üstadı Kadri Çelebi’ye Üniversite kütüphanesindeki divanda 17 kaside, 72
Türkçe gazel, 12 Farisî gazel, 11 kıt’a ve rubai vardır.
irsal eylediği mektubun suretidir. » Demek oluyor ki
Millet kütüphanesindeki nüshada 118 gazel görüliyor:
Şair, Kadri Çelebi’den okumuştur. Bazı tezkireler şai
Bu nüsha 1285 beyittir.
rin «Zuamâdan iken meslek-i ilmiyyede pâye-i erbaine
kadar devr-i medâris» ettiğini, bazıları da «Dergâh-ı Revan kütüphanesindeki divanda 1140 beyit vardır.
âli müteferrikalarından» olduğunu kaydediyorlar. Görülüyor ki bu nüshaları bir araya getirmek sure
tiyle Âlî’nin daha derli toplu bir divanını elde etmek
Şairin divandan başka bir takım ilmî eserler vücude
Rabil olabilecektir.
getirdiğini de görüyoruz.
Osman II. ile Murad IV . vasfında ve o devrin Ha
Bizzat kendisi bir kasidesinde 8 eseri olduğunu söy fız Ahmed Paşa, Halil Paşa, Mahmud Paşa gibi vezir
lemektedir. Bursalı Tahir Osmanlı m üellifleri'nde leri hakkında kasideler yazan Âli, yalnız Fahriyeden
diyor k i : «.Divan, Münşeat, Ukudülcevâhir, Riyazüt- ibaret kaside de vücude getirmiştir. Şairin Nef’i hak
terüeim, Şelıddetname, Ukudül'ukul, Riyazürrahme ile kında da uzunca bir kasidesi vardır.
hilkat-i Âdem'den zamanına kadar Tarihi Umum?dir Benim o mihr-i cihantâb-ı lâmekân-ı sııhan
ki cümlesi gayr-ı matbu’dur. Hazret-i Musa ile Firavn'ın Ki nîm sâye-i feyzim dir âsmân-ı suhan
mâcerâşından bâhis M iftahurrahm e ismiyle sekiz bâb Nesîm-i feyz-i dem-i subhgâhım dan
bir hatime üzre müretteb bir eseri daha vardır. Uku O lu r küşâde gül-i tâze gülsitân-ı suhan
dülcevâhir, hurûf-i hecâ üzre müretteb emsâl-i arabiyye O denlü buldı kiişâyiş cebîn-i endîşem
Ki reşk ider ana rûy-i gül-i cinân-ı suhan
şerhi olup yirmi sekiz akiddir. Ukudül’ukul Hoyî’nin
O lu r mı şim di benim gibi bir bu âlemde
emsâl-i arabiyyeye dâir olan Ferâidülharâid’iııden inti-
G irih küşâ-yi m aân î vü nüktedân-ı suhan
hâb edilen durûb-i emsâlin şerh ve terçemesidir. Şuâ’-ı mihr-i hayâl âsmân-ı endîşem
Riyazürrahme, tarz-ı kadîm-i kitabet üzre erkân-ı Kemend-i câzibe-i şûh-i dilsitân-ı suhan
hasme-i İslâmiyyeden bâhis bir eser-i nefistir. Bir de Ne gamze şâhid-i hâtır firîb-i endîşe
Ne gamze dilber-i âfet resân-ı cân-ı suhan
îbni Hâcib’in Kâfiye’sini tevsîan arabiyyül’ibâıe bir
Ne gamze nâvek-i dildûz-i Rüstem-i ma’nî
eser-i nahvîsi vardır »
Ne gamze tîg-ı cihangir-i Kahramân-ı suhan
Bütün bu eserleri yazmış olan şairin devrinde tak O kahramân-ı suhan kim yazılmış elkabı
dire mazhar olmadığını ve kitaplarını hükümdara tak Sipeh şikâf-ı hayâl ü cihan sitân-ı suhan
dim etmek fırsatını bulamadığını görüyoruz. Müteaddid Cenâb-ı Nef’i-i m u’ciz beyan ki olmuş ezel
D ili peyâmber-i âhır-üz-zamân-ı suhan
kasidelerinde acıklı bir lisanla ihtiyaç ve fakirliğinden
Nigâr-ı dilkeş-i kudsî perend-i eş’ârı
bahseden şair Murad IV. hakkında yazdığı bir kaside
Oül-i şüküfte-i hurşîd-i âsmân-ı sııhan
de şunları söyliyor: Yegâne gevher-i âlem fürûz-i güftârı
Bahâ-yi mâhasal-ı bahr-i bîkerân-ı suhan
Çıkardım binihâye bahr-i dilden gevher-i m a’nî
Ben ol belîg-ı cihânım ki şimdi hep dirler
Ki dizdim her birini rişte-i tahkik ii itkane
Sııhanverân-ı zamân ü hünerverân-ı suhan
Çalıştım niçe demler keşf-i esrâr-ı ehâdise
Sözüm o bâğ-ı safâdır şikâf-ı kilk-i hired
Dahi çok sarf-ı evkat eyledim tefsir ü Kur’âıı’e
O bâğ-ı m a’niye bir çeşme-i revân-ı suhan
Sekiz pâre mücelled her biri bir fenn-i âlîde
D uaya başla yeter bu temedduh ey J\li
Ki te’lîf eyledim nâm-ı şeh-i Cem câh-ı zîşâne
K im oldı cümle tehî bahr-i fikr ü kân-ı suhan...
Ne çâre neyleyin ammâ ki olmaz biri de vâsıl
Cenâb-ı âstân-ı âsman fersâ-yi sultâne
gibi beyitleri ihtiva eden bu medhiyede Âlî’nin Nef’î
D irîga bir vesile bulm adım kim eyleyeni îsâl hakkında ne kadar derin bir hürmet beslediğini açıkça
Niçe gündür tereddüd eylerin eşrâf ü a’yâne görüyoruz. Farisî bir rubaisinde de,
Türk Şairleri
45
Îlâhî sensin ol dânâ-yi râz-ı hâlik-ı eşya Kayd-ı âlemden çekil mâriend-i serv âzâde ol
Rümıız âmûz-i akl ıı hâlet efzâ-yi dil-i şeydâ Nâzperver bir nihâl-i tazeye dildâde ol
Fürûğ envâr-ı şem’-i be/m i işrethâne-i kudsî Sofi aklın var ise tâc-ı riyâyı terk idiip
Çerâğ efrûz-i tâk-ı hânkah-ı âlem-i bâlâ Âşık-ı şurîde ol meftûn-i câm-ı bâde ol
Girih peyvend-i ebrû-yi cebîn-i şâhid-i gayret Rind isen neylersin ârâm eyleyüp bir gûşede
Nigâh-ı merhamet bahşâ-yi çeşm-i şûh-i istiğna Geh çemende gâh gülşende gehî sahrâde ol
Delîl-i akl-ı her tenhâ hirâm-ı vâdi-i hayret Gelmesün mihri sipehrin aynına bir zerrece
Enîs-i cân-ı her uzlet güzîn-i gûşe-i sevda Her ne denlü iltifat eylerse istiğnâde ol
Nevâ bahşende-i râmişgerân-ı bezm-i her gülşeıı Mest elinde hançeri şemşîr belde ol perî
Direm rîzende-i deff-i zer efşân-ı gül-i ra’nâ Bir gün ey A l î gelür kâşânene âmâde ol
Debistân-ı kıdemde ol debîr-i lemyezelsin kim
— V —
İki harfile kıldın on sekiz bin âlemi inşâ
Hemîşe vahdetin zikri dilinde sûsen-i bâğın Müddeâ mest-i mahabbet olmadır cânâneden
Açık nezzâre-i vasfında çeşm i nerkis-i şehlâ Neşve tahsîl itmedir maksud olan peymâneden
Gehî nûr-i cemâlin şu’lesi ahcârdan zâhir Hep suâl ittim garaz bir cilve-i cânân imiş
Gehî nâr-i celâlin pertevi eşcârdan peyda Zâir-i Bevt-ül-harem’den sâkin-i biithâneden
Visalin bezmine sâgar ser-i mestân-ı dürd âşâm Şevk-ı câm-ı bâde-i lâ’linle varsam gûşuma
Cemâlin şem’ine pervâne hurşîd-i cihnârâ Na’re-i yâ Hû gelür her gûşe-i meyhâneden
Neden ney gibi efgan eylerem bezm-i firâkmda Nâliş i bülbülde hem bir özge hâlet var kim
Kılurken gûş-i cânım Nahnü akreb nağmesin ısga Gelmez ol hâlet bana sûz-i dil-i pervâneden
Şifâsâz olmasa ger şerbet:i Lâtaknatû câne Bir nigâh-ı nîm nâzındır senin gayrı değil
Vücûdum eyler idi tâb-ı havf-ı ma’sivet ifnâ Maksad-ı Â lî heman ol nerkis-i mestâneden
46 Türk Şairleri
Âl.
Dâmen-i pâk-i dili âlûde-i kin eylemez Mahrûm-i hârîm-i harem-i vuslatız ammâ
Biz mahrem-i esrâr-ı gam-ı derd ü melaliz
Şöyle bir leb teşneyin ki âteş-i sûz-i dilim
Çeşme-i âb-ı visâl-i yâr teskin eylemez Pîrlik cismin zayîf itti ağardı rîş-i ser
Eylesem A lî gibi hep sözlerim sihr-i helâl T ûğ'i öm rün diktiler ser menzile sen bîhabe f
Ol gözi câdû bana bir nîm tahsîn eylemez Bibliyografya : Rz., M cb., Şky. Ş., Sfy.
tekaudî eylemiş ve 249 (M. 1833) senesi şehr-i muhar- Âlî’nin lıatt-ı destinden naklen münderic olan manzıı-
rem-ül-lıarâmında irtihâl-i dâr-ı âhıret eylemiştir.» me-i âtiye, Âlî’nin Kuşadalı merhum halikındaki
Bu malûmatı, telhis suretiyle Şemseddin Sami’nin hissiyât-ı lıürmetkârânesine tercemân-ı beliğdir :
rivayet ettiğini de görüyoruz (Kms.).
Ey gönül tahtına sultân-ı cihan Kuş adalı
Şair’e aid yalnız aşağıdaki gazeli örnek olarak gös
Âşıkın hâne-i kalbinde nihan Kuş adalı
teren Fatin, onun manzumelerinin bir kaç gazelden
Görünür ârife vech-i Ahadiyyet sende
ibaret olduğunu da söylemektedir.
Cân-ı cân cân-ı cihan cân-ı cenan Kuş adalı
Âh eylediğim şuh-i dilârâ çelebidir Secde kıldım ğöricak iki kaşın mihrabın
Kan ağlar isem gam değil asla Halebî’dir Bülbül-i sırdan irüp gûşa ezan Kuş adalı
Takrîr idemem pertev-i mâhiyyet-i hüsnün Seyr-i fillâhe varup Kaf-ı fenâ ankası
Zannım o mehin Hazret-i Yusuf nesebidir Çağırır derd ile bâ savt ii zeban Kuş adalı
Ebrûsı siyeh perçem-i anber femi gülter Küll-i yevmin hüve fî şen ile ıtlâka varup
Bu hüsnile üftâdelerin müntehabidir Bulamam senden o vâdîde nişan Kuş adalı
Bülbül gibi gülşende hezâr âşık-ı zârı Zib-i destârım idüp bâğ-ı beka güllerini
Âvâre vii dilbeste iden gönce lebidir Olmuşum ben dahi bir gülşen-i can Kuş adalı
Şemmıtmesün ağyâr meded bııy-i visalin Kendini kendine virdim arada A lî hîç
 lî kulunun ez dil ü can bu talebidir Cism ii can çeşm ü lisan kevn ü mekân Kuş adalı
Âlî ( A l i ) — X IX uncu asrm kıymetli şairlerin Şam’da bulunduğu esnada tahrîr ettiği J
den biri olan Ali Âlî İstanbulludur. Babası, Mahmud (_ry isimli gayri matbu eserinin -ki nüshası
Paşa başında bir kahveci idi. Bay îbnülemin Mahmud enderdir- mukaddemesinde irad ettiği tâbirât-ı tebcîliyye
Kemal diyor ki, « Divan kalemi defterlerinden birinde de hakk-ı müşarünileyhteki tâzîmât-ı fevkalâdesine
şu fıkra muharrerdir: (Erbâb-ı istihkaktan Mahmud Ha
şâhiddir.»
şan Paşâ merhûmun tatar ağası müteveffa Mehmed Âlî, bir müddet sonra Şam'dan İstanbul’a döndü.
ağa zade Ali efendi. İk’âdı : 5 zilkade 1252 Âlî mahlası
«Meclisi muhasebei maliye» kalemine girdi. Daha sonra
verilmiştir.) Âlî efendi’nin şair Âlî olduğu şüphesizdir. «Ceridei havadis» e muharrir oldu. Babasının ölümü
Pederinin mukaddema tatar ağası iken bilâhare kahveci dolayısiyle bir kavasa varan annesiyle birlikte oturu
olması müsteb’ad değildir. Âlî’nin muharrirlerinden yordu. Evlerinde hizmet eden Hürmüz adındaki kıza
bulunduğu Ceridei havadis’te görülen bir i’lânda ( Ce- nasılsa gönlünü kaptırmıştı. Bu alâkayı sezen an
ridei havadis: 14 Cemaziyelevvel 1261) mûmâileyhin, nesi, karlı bir gecede zavallı kıza yol verdi. Geceyi
Mahmud paşa civarında sâkin olduğunu miieyyiddir.» sokaklarda geçiren ve bu yüzden zatülcenbe tutu
Âlî, on yedi yaşma kadar babasının kahvehanesinde lan kızcağız az vakit içinde öldü. Âli o zaman şu
bulunmakla beraber, tahsili de ihmal etmemişti. Bursalı kıt’ayı yazdı:
Tahir, « Sultan Ahmed camimdeki mahfil dairesinde B ir garîb»üd=diyâr idi H ürm üz
Sultan Mahmud-ı Adlî tarafından küşâd olunan Mek Ç a lışırd ı Hudâ mahabbetiııe
tebi irfan’dan neş’et eylemiştir» diyorsa da (Osm.) Bay B ir Y ezîdin elinde oldu şehîd
G itti Hak’ kın civâr»ı rahmetine
îbnülemin Mahmud Kemal Bu hususta malûmatı
olmadığım söyliyor (Stş.). “Âlî, ihtimal ki bu sevgi yüzünden ayyaş bir adam
Her halde bir mektebe devamı kat’î olarak belli olmuştu. Nihayet verem döşeğine serildi ve (1273-1856)
olmamakla beraber Âlî’nin boş durmadığı ve İlmî bir da öldü. Silivri kapısındaki kabristana defnedildi.
kudrete sahib olmak için çalıştığı muhakkaktır. Ziya Paşa şairin vefatına şu kıt’ayı tarih düşür
Âlî, önce Divan kalemine, bir müddet sonra da müştür:
aynı kaleme bağlı Mühimme odasına girdi. Bir taraf B ir yegâne şâire kıydı yine
tan da tahsiline devam ediyordu. Mahmud paşa cami <£erh»i gerdûn>i sitemger bayt' ü hayf
inde ders okutan iranlı Mirza Safa’dan Farsça öğreni Ağlayup târîh*i fevtin söyledim
yordu. (1261-1845) te Şam’a gitti. Orada ikamet eden i —A f
meşhur mutasavvıf, aynı zamanda şair Kuşadalı İbra
him’e intisab etti. Bay îbnülemin Mahmud Kemal Bay îbnülemin Mahmud Kemal diyor ki {Stş.)'.
diyor ki (Stş.) : «Âlî’nin teehhvil etmediğini, dul hemşiresi, bâbıâlî
«Âlî, Şam’a bilhassa Azîz-i müşarünileyhe mülâkî kavaslarından Ali ağa isminde birine vardıysa da bilâ
olmak inaksadiyle azimet eyledi, Kuşadalı’nın zîr-i hare ne olduğu bilinemediğini Arif Hikmet Bey söyledi,
cenahında terbiye gördü. Fuzalâ-yi benâmdan Abdi Âlî, orta boylu, irice gözlü, kumral sakallı, zaîf ve
Bey merhumun, Kütüphanemde bulunan mecmuasında- nahif idi.»
Âl.
Türİc Şairleri
49
Âlî’nin kudret ve kabiliyeti hakkında bir hayli mü zamânında neşrolunan Ceridei havadis nüshaları meâ-
talâaya tesadüf edilmektedir. Ziya Paşa diyor ki (Ş iir linden anlaşılacağından tafsîl-i makalden sart'-ı nazar
re inşa makalesinde) : olunmuştur.»
«. . . 0 yere geçecek usûl-i kalem seyyiâtındandır
Gerek Ebüzziya Tevfik, gerek F atin, Âlî'nin Ceridei
ki teliflerde, matbuatta âsâr-ı ma’rifetlerini ibraz ile
havadis'teki makalelerinden bahsediyorlarsa da, imzasız
edebiyatta bir inkılâb-ı azîm husûlüne sebeb olan zevâ-
intişar eden bu yazılardan hangisinin Âlî’ye aid oldu
tııı ekseri (olmağla, bulımmağla...) dâire i fâsidesinde
inhisâra tenezzül edemedikleri içtin kalemlerinde lâvı- ğunu kestirmek kabil değildir. Fatin, onun yalnız aşa
kıyle müstahdem değillerdi. Âlî gibi, Müşfik gibi bir ğıdaki gazelini örnek olarak göstermektedir :
çok giran kıymet, cevher i fetânet, kadirlerine lâyık Câna geçilin tig ı gam cisminde canın duymasun
olan riâyeti görmeyerek kimi eıinun getirdi, kimi iş Pârelensün cism-i zârın istühânın duymasun
retle telef-i nefseyledi.» Dâğ yak sûz-i nihandan sine-i hurşîdde
Ebüzziya Tevfik te diyor ki (Ricali mensiye maka Sîne-i hurşîdde sûz-i nihânın duymasun
lesinde) : Zerre zerre katre katre lem’a lem’a bâd bâd
Muasırlarımızdan niçe kirâm-ı fuzalâ vardır ki, ha Unsurun dağıt vücııd-i nâtüvânın duymasun
vai meyal izlerini takib ile şerefyâb olduğumuz halde Nâleden kıl âlemi sûziş pezîr-i iştiyâk
cidden melâl iştimâl olan terceme-i hallerini zabta mu Her sözün âteşfeşân olsun zebânın duymasun
vaffak olamadık. Meselâ Âlî efendi merhum, Hafız Tut ki bulsun Âliyâ senden tecellî kâinât
Müşfik merhum Emin Firdevsî merhum gibi zevat ki Kâinât ahvâl-i seyr-i binişânın duymasun
kimi verem döşeklerinde, kimi cünun sahralarında, Son asır Türk şairleri'nde ise şu manzumeler ya
kimi meyhâne köşelerinde can vermiştir. Bu üç zatın zılıdır:
üçü de gâh müctemian ve gâh münferiden Ceridei ha
— I -
vadis kitabetinde bulunmuş ashâb-ı kalemdendir. İşte
fıtratın bir çok fezâil-i nâdire ile tezyîn eylediği Âlî ile Çekmeyen kayd-ı cefâ kâkülünün târmdan
Hâfız Müşfik, hâiz oldukları kuvve-i irfânı görenek Seçemez rişt-i îmânını zünnârından
dâiresinin hâricinde kullanabilmeye Ceride-i lıavâdis’i Bulmayan neş’e i sahbâ-yi visalin şimdi
bir güzel vâsıta ittihâz itmeleri ve binâen aleyh miireb- İçemez va’dolunan kevserin enhârından
bi-i ruh ve müzekki-i ahlâk olan edebiyatı elfâz ve ibârât Alev-i âteş-i âh ile vücûdum kül iden
oyuncağından tecrîd ile halkın tenvîr-i efkârına hâdim Sakınup korkmaz olur nâr-i şererbârından
olacak bir vâdîye tahvil etmeleri iktizâ ederken rindlik Şâh olup mülk-i tecellîde bekadan dem urıır
kalenderlik beliyyâtından bir türlü tahlîs-i girîbân ede Dinleyen ııağme-i Mansûr’ı fenâ dârından
memişlerdir. Aşkdır masdar-ı îcâz-ı celî kim eseri
Âlî, işret belâsiyle verem döşeğine serilüp genç ya Görinür nâr-ı Halil’in gül ii gülzârından
şında rihlet etmiştir. Evâil-i neş’etinde divan kalemine Eşk-i mâtem sebeb-i keşf-i hakikattir bil
dâhil olmuştur. Fakat kalem işiyle mukayyad olmak Sürmenin ibret alur gözdeki âsârından
mecbûl olduğu şîme-i âzâdîye muvâfık düşmediğinden Seni incitse de incinme cihan ey A lî
kalemini terk ile bir aralık divan kitabetiyle Şam’a Kıl nazar giilşene kim gül görünür hârından
gitmiş ise de hidmet-i devleti nefsince mukayvedlik
- II -
addeden bir âdem, her halde mizaca lıidmet demek
— Şem ’ü pervane —
olan hidmet-i husûsiyyeyi kendine hiç yakıştırmadığın
dan iki ay sonra İstanbul’a avdet etmiş ve andan sonra Bir şebangelı ki şem’ü pervâne
Ceride-i havadis’e kâtib olmuştur. İşte ahvâl-i melâl Cem’olup bezm-i meyde bir yane
iştimâline tercemân olmak istediğimiz bu iki zat (Âlî Döndü pervâne şem’e kıldı hitâb
ve Müşfik) hakkında kendilerine karin olan bâzı zevat Dedi ey zeyn-i meclis-i ahbâb
tan öğrendiğimiz malûmât sûret-i ibtilâlarıyla es- Şensin ol serfirâz-ı her meclis
bâb-ı felâketlerinden ibaret olarak çehre-i ma’nevîlerini Şensin ol şu’lesâz-ı her meclis
tasvîre medâr olacak sûrette husûsiyyet-i hâlleriee Şensin ol şems-i çerh-i mihr ü vefâr
ittilâ’ kabil olmamıştır. 1268 den 1272 ye kadar neşro Şensin ol necm-i tâli’-i urafâ
lunan Cerid-i havadis nüshalarına mâlik olanlar, bu Sen nedîm-i şeh-i mahabbetsin
iki nâdire-i irfânın mahsulât-ı kalemiyyelerini tetebbu’la Sen muhibb-i kadîm-i devletsin
ihtimal ki bir dereceye kadar havâs-ı rûhivyelerine Şöyle rûşeıı güherliğin cânâ
intikal edebilirler. Melekût âlemin ider imâ
Fatin tezkiresinde deniliyor ki : Tuttu etrâfı çünki envârm
« Fenn-i inşâda olan kudreti ne merkezde olduğu Ceberût elleridir etvârın
Türk Şairleri
50
Kendi yağında kavrulup her dem allik bazı fevâidi hâvidir. Üç manzume de münderiçtir.
Kimseye eylemezsin arz-ı elem Hancerli Hanım ismindeki hikâyesi 1268 de (M.
Nârdan nûra inkılâb ittin 1851) Ceridei Havadis matbaasında tab’olunmuştur. Ba
Sûzişi kendine hicâb ittin şına «Hancerli hikâyei garibesi» yazılmıştır. Hâtimede
Âteşe mûnis olmuş etvârm Mir’at-ı aşk tesmiye edildiği gösterilmiştir. Manzûmât-ı
Gösterir nûr-ı zâtını nârın müteaddedeyi muhtevi ve musavverdir. 112 salıifedir.
Bana çıtlat ki sevdiğin kimdir Bugün nüshası mefkııddur. Nice yıllar aradıktan son
Yane yane o didiğin kimdir ra mukuddemâ bulmuş, almış idim.
Kim ile hemnişîn ü hemdemsin Kitâbın. nihayetinde âtideki sutûr-i müşevveşe mün
Ya nasıl bezm-i yâre mahremsin deriçtir :
Zulmet içre idersin arz-ı beden Bu hikâye-i ibretntimâ, Hancerli hanım hikâyesi
Âb-ı hayvan kinâye mi senden nâmiyle fena kaleme alınmış ve ibaresinin uygunsuz
Bir cevâb ile gel beni kandır luğu cihetiyle lâfzından felım-i mezâyâ ya tamâmiyle
Nâr-ı şevkinle canımı kandır güzergâh bırakılmamış olduğundan bu defa Mir Sü
Parlayup şem’asûz-i dille ana leyman Ârif ferzendi Halil Çelebi terceme-i hâlidir
Dedi ey âşık-ı belâ peymâ deyu başında tahrîr olunmuş bir varakpâre ele geç
Ne dilersin ki hâlimi sordun mekle sergüzeşt maddesi tafsilâtında ayniyle görülmüş
Gâh döndün başımda geh durdun ve münâsebetli ebyât ve kelâm ile oldukça mııtâleası
Haber almaksa kasdın ol yâri ağırlık vermeyecek sûrette konup Mir’ât-ı aşk tesmi
îçeru gel de anla esrârı yesiyle matbaai Ceridei bavadis’te tab’ ve fıkraların
Deyiip ol demde tarf-ı ruhsârın sebkat ettiği arada resimleri dahi vaz’ ve temsil etti
Gösterüp kat’ kıldı güftârın rilmiştir.
Hikâyenin tarz-ı tahrîrine i’tinâ ve manzûmeler
Döndü pervane başına şem’in
ilâve edilmiş ise de mevzu’u pek avampesendâne ve
Baktı hayretle başına şem’in
cümleler gavr-i tabiîdir. Kocakarı hikâyelerinin tarz-ı
Yaklaşup şem’a oldu sırra habîr edîbânede yazılmışıdır.
Geldi andan nidâ Aynı eserde Âlî’ye aid bazı menkabeler de görü
Bulsa âşık nigârın ey  li lüyor. Bunlardan birini naklediyorum:
Âlî, bir akşam Bermu’tâd - meyhanede ayş ü nûş
0Iy olur hâli
ile mest-i lâyA’kil olduktan sonra - dıvardan dıvara
— III - baş vurarak - hânesine gitmekte olduğu esnâda tom
Gördü düşmanlarım ağlaştı yaman pey kerimi
ruk müdiri Vahid Paşa tesadüf eyler. “Şu herifi dai
Döst kıldım hele bu hâl ile düşmenlerimi
reye götürün,, emrini vermesiyle Âlî, «lıânem daha
Âteşim sîne-i lıurşîde yetürdüm eserim
yakındır, oraya götürsünler» d?r. Vahid Paşa, bu
Zerre zerre uçurup göklere hâkisterimi
sözden zevkıyâb olarak yanındaki zâbıta memurlarına
- IV -
«efendi hazretlerinin koltuğuna giriniz, devlethânesine
Devre-i arş ile Mecnun benim ardımca geliir götürünüz» der.
Boş komaz hâsılı sultân-ı mahabbet yerimi Âlî, birkaç gün sonra Zarîfî Ahmed Bey’e ııakl-i
Benim ol mürg-i melâmet per-i âlî pervâz mâcerâ ile «kâşki lıânem daha uzak olsaydı da böyle
Teng olur cây-i kader dökmeğe bâl ti perimi izzetle gitseydim» temennisinde bulunmuş olduğunu
Âlî’nin elimizde bulunan bu malıdud manzumelerin söyler.»
Çaylak Tevfik te Hazîne-ı letâif adlı eserinde Âlî’ye
den başka mensur bir iki eseri de vardır. Bay İbnül-
aicl şöyle bir menkabe kaydediyor:
emiıı Malımııd Kemal bu hususta şunları söyliyor
«Ceride i havadis muharrirliği ile meşhûr Âlî mer
(Stş.) :
hum ki asrımızın ecille-i erbâb-ı kaleminden idi, bir
«J<d>l jr y viıfjjlj J J j IIİ ja » nâmındaki eserinin
ramazan bayramı ehibbâsiyle hâne-i bîminnette meşgul-i
kütüphânemde mevcud nüshası, gayet ince rık’a
ayş ü safâ iken mahall-i ma’hûde bir sail girer. Âlî
hatla muharrer, on dokuz satirli, yirmi bir salıifedir.
merhûma “az sadaka çok belâyı defeder,, der. Ehib-
Mukaddime ve beş bab ile hatimeden mürekkeptir,
bâdan biri “sadaka belâyı defeder mi,, deyince Âlî,
Mukaddime, sebeb-i telîfi, birinci bab, Kuşadalı mer
sâile on para vermesini o zâta teklif eder. O zat on
humun menâkıb-ı şerîfesini, ikinci bab, inâbetin delîli
para verince sâil gider. Âlî de “işte bir belâ defoldu,,
ile azîz-i müşârünileyhin silsile—i mürşidinim, üçüncü
deyip zarîfâne hail—i şüphe eder.,,
bâb âlâ—i İlâhiyyenin tefekkür edilmesi ve Zâtullahın
Âlî (Paşa) — Mehmed Emin A’lî’ye bak.
tefekkür edilmesi halikındaki hadîs-i şerifin rümûzu-
nu, dördüncü bâb müşârünileyhin mektûbiyle şerhini, Âlî (Fâık) — Fâik Âlî’ye bak.
beşinci bâb hakîkat-i râbıtayı, lıâtime, rabıtaya müte Âlî (Haşan) — Haşan Âlî’ye bak.
Türk Şairleri
Âl. 51
ı j i] ü
müs-suadâ-yi nesl-i Haşan Çan’dır. Belki canlarının fîrâr ve vâfir zaman bu sırr-ı mestûr böyle kalup âşi-
cânı ve merdüm-i dîde-i irfanlarının kûhl-i Sfâhânıdır. kâr olmamış idi. Ba’de zamân mahdûm-i sâbık-uz-zikr
Ne kûhl-i Sfâhân belki şîrâze bend-i cem’iyyet-i îrân ii ahbâbile sohbette iken yârândan biri dîvân-ı merkume
Tıırân şanları ve ibrîz-i Tebriz sertâc-ı pür lâ’l-i Bedah- nigerân ve ittifâka ol ahbâbımn desti resîde olan ma
şân-ı celâdet ünvanlarıdır. Ne iinvan belki gonce-i gü- halle nigehcünbân oldukta mahdûm-ı merkuma ne garîb
listân-ı bâğ-ı cinân-ı hoşrûy-i nâziiki revişleri ve an- valide kadın tebdîl-i mahlâs mı eylediler, diyu suâl ve
delib i nesım-i gülbûy-i mülayim reftâr-ı sükkerğûy-i makatı’ ve gazelliyât ve kasâidi bu emr-i acîbe istidlal
kafes-i nezâket perverişleridir. Vâkıâ sûret-i hayâl sû- eylediğinde mahdumı dahi nigehsâz olup Sırrî-i reng-
ret-i hâlde tedkîk-ı fikr i enîk olunup cüstücû olunsa perdâzın tuhfe-i dest i dirâzı olduğuna cezm ü azm
mezbûrenin mafevkinde benâm şuarâ-yi ülül-ihtirâmdan idüp hezâr çerb-i şütûmile düşnâm-ı kudüm iderek
levend ve dilpesend zevrakçe nişînân-ı bahr-i irfan-ı ba’zı kabil-i tashih olan mahallerin tashîh-i nat’ ve bir-
suhansencâniden katı çok erler bulunur. Feammâ kâr- veçhile kabil-i tashîh olmayan evrakı mahallinden ger-
gâlı-ı destgâhlarında san’at-ı inşâ ve i’tibâr ı kiyasetle gef-i mıkrâs ile kat’ eylediler.»
rinden rıesc-i kamîsten mergub ve bir gûşe-i inzivâda Anî’nin hattatlık sahasında da şöhret kazandığını
hatt-ı merdâne bedel yâdigâr-ı destleri olan gaziden görüyoruz. Müstakim zade diyor ki ( T h f):
gayrı bir tuhfe-i yedleri ma’lûm olmayan tâife-i nis- «Anî mahlâsı ile dîvânî ve hüsn-i hatta şöhreti var
vandan böyle bir zen i merdane nesc yerine hatt-ı ne idi. Nesic yerine merdâne hatt-ı nesih yazar ve gazi
sih ve ta’lîk u gazi yerine tagazzül-i şâirâne ile hayli den bedel şâirâne gazel söylerdi.»
erlik ve bîmehâbâ serverlik değil de nedir. Böyle bir
Bursalı Tahir, Osmanlt m üellifleri'nde «Âııî’nin
zen-i merd ümûrun âlem i dünyâda tuhfe-i rahm-i rah-
müretteb dîvânı var ise de gayr-ı matbu’dur» diyor.
metülmaârif olan vüri er oğlu erim dise lâyık ve uh
Fakat örnek olarak aldığı iki beyti Salim ’den naklet
desinden ahbabının nigerân oldukları maârif hakkında
mektedir. Şu halde divanının mevcudiyetinden haber
mevrûsumdur diyu da’vâ itse sâdıktır. Eğerçi evâilde
verişi tezkirelerin rivayetine atfendir.
güzeıân iden Şaire Zeyneb didikleri yâdigârın Haşan
Çelebi tezkiresinde: Mevcut menbalardaki beyitlerini ayniyle nakledi
Ab-ı hayât olmayacak kısmet ey gönül yorum :
Bin yıl gerekse H ızr ile seyr-i Skender it — I -
Gönül şol denlü mâildir kad-i mevzûn-i hûbâne Ânî ( Zeyrekzade) — X V I ncı asır şairlerinden
Göricek pâyine her serv-i ra’nânın akar sudur Anî, A hdî ve R iyazi tezkirelerine göre Bursa'da doğ
Bibliyografya: Hsn. muştur. Asıl adı Melımed’dir. Babası Rumeli kadıas-
Anî (Üsküdarlı) — X VIII nci asır şairlerinden olan keri Zeyrekzade Riikııeddin efendi’nin kardeşi olan
Anî hakkında Esrar Dede tezkiresinde şu malûmat Paşa Çelebi’dir (Ryz.). Bu cihetledir ki Şair, Zeyrek
kaydlıdır : zade ünvaniyle şöhret kazanmıştır.
«Derviş Ahmed A nî: Meskat-i reisleri Üsküdar olup Medrese tahsili görmüş, Kadiri efendi’den mülâ
uzmâ-yi küttâb-ı devlet-i aliyyedeıı bir zât ı sâhib dev zım olduktan sonra Kadılığa intisab etmiştir. Bir
letin re'sülmâl-i cerîde-i hayâtı ve mahsûl-i cümle hayli servet sahibi olan şair, gerek kadılıkta, gerek
mevcûdâtı iken ziyâret-i hacc-i şerîf ileKahire-i Mısır'a edebî sahada devrinin kudretli bir şahsiyeti olarak
duhûl ve fâhire-i ticâret-i râyiha ile mecbûl iken bir tanınmıştır. Haşan Çelebi ile Beyanî, onun esrar ve
ârıza-ı nâgâhî ile bîzâr-ı cân ü cihan olup atibbâ-yi afyon mübtelâsı olduğunu yazıyorlar.
diyâr müdâvâsından âciz ve nâçâr Haşan Çelebi şunları söyliyor :
Bâğ-ı cennettir riihin gûya dehânın göncedir termesi tamamiyle yanlıştır. Şair, Ahdî tezkiresinin
Âb-ı kevserdir dudağın kametin tûbâsıdır yazıldığı (971-1563) tarihinde şiirleriyle tanınmış bulu
Bı karâr iden kara günlü mededsiz A ni'yi nuyordu. Onun her halde (1040-1630) dan yirmi, yirmi
Âh kim ey mûmiyâmm kâkülün sevdâsıdır beş yıl önce ölmüş olması iktiza ediyor. Tezkiresine
— IX — Şairin 5 gazelini örnek olarak almış olan Esrar
onun mürettep divanı olduğunu da söylemektedir.
Dünyeye sencileyin bir gül-i ra’nâ mı gelür
A hdî'nin şairi büsbütün « ümmî » olarak göstermesi ise
Ya dahi „.bencileyin biilbül-i gûyâ mı gelür
medrese tahsili olmadığını anlatmak için olsa gerektir.
Gözümün yaşı revân olub akar illerde
Âramı’nin bazı mecmualarda şiirlerine tesadüf edi
Yanıma şivesi çok yâr-ı dilârâ mı gelür
yoruz ( MU. Alın. K. Ms. No. 646 oe Bendekı iki
Şâd olursun gam u gussayla beni gördükçe
mecmua) . Bunlardan bir kısmını naklediyorum:
Ağladuğum sana dünyâda temâşâ mı gelür
Sanemâ hüsnile âlemde nazilin yoktur
Sana benzer güzelim bir lebi zîbâ mı gelür Nola âlemde eylersem beğe paşaye istiğna.
Âni dil vireli şîrin lebine ey Leylî Dilâ dervîş olan eyler şeh-i a’lâye istiğna
Ana Ferhâd ile Mecnun gibi şeydâ mı gelür Gönül âyîne-i âlem nümâdır bahr-ı aşk içre
Aceb mi eylese İskender ü Dârâ’ye istiğnâ
- X —
Figanım bezm-i aşkında çıkup sıız-i derûnumdan
Çok zamandır teşneyim ey çeşme-i âb-ı hayât
İder ey lâ’l-i meygıınum sadâyi nâye istiğnâ
Gel yetiş vir âb-ı lâ’lin yâhud oldum bîhayât Ben ol şehbâz-ı aşkım Sidre Ednâ cilvegâlıımdır
Ağzımızdan zelır-i hecrin acısın def’itmeğe Yeri var eylesem sîmıirg veş ankaye istiğnâ
Şerbet-i lâ’lin bize sun ey lebi kand-i nebât Şühûd-i şâhid-i kevneyne ir âlemde Ârâm î
Yürüyüp ağyâr ile bile konuşma key sakın Beka âşıkları eyler fenâ dünyâye istiğnâ
Halk içinde düşürüp bir gün seni ey şâh mât
- II —
Bahr-i aşka ç.ünki düştün âşinâ ol ey gönül
Ol ki oldı eşiğin seklerinin yârâni
Bir dahi ayruk kenâre irmeğe yoktur necât
Gözüne göstere mi saltanat-ı lıâkani
Âniyâ kılma taaccüb yüzüne bakmazsa yâr
Rûz ü şeb mihr ile meh kapuna hidmetkârm
Hiç ider mi pâdişâh olan gedâya iltifat
Şensin ey şems-i büdâ mülket-i hüsnün hâni
 ra m î (Tireli) — X V I ncı asrın son nısfında ye Mısr-ı htisıı içre Azîz olduğunu gördükte
tişen şairlerdendir. Ahdî diyor k i : «Ârâmî Tirevîdir. Didiler yine tulu’ itti melı-i Ken’ânî
Sabıka erbâb-ı sanâyi’den iken nezâhet-i tab’ı galip Âftâbâ göreli iki hilâl ebrîını
olup ol şehirde ârâm kılmayup terk-i fikr-i serencâm Bakmazam mâh-ı neve döndi deyu devrâni
idüp evkatın zâyi’ itmeden halâs itmek içün Hazret-i Kulun  râıni’yi dûr eyleme dîdârından
Molla Hudâvendigâr’m dergâhına ihtisâs hâsıl Meded ey cân ü gönül kişverinin sultâni
kılmış ol âsitân-ı kuds âşivanda mürg-i rûhı ârâm
- III -
ve karâr tutup mezbur bârigâhın mücâvirlerin-
Şeh-i mülk-i cünûnum dûd-i âhımdan alem çektim
den ta’dâd olunur bermurâd olmadan hâlî değildir. Zî-
Adım mecnûna çıktı defter-i aşka rakam çektim
râ ki ziyâde derviş nihâd ve pâkîze i'tikad kimesnedir.
Şu denlü mest ii bîhûş olmışamdur câm-ı aşkından
Elhak ol peyrevi-i erbâb ı necât hadd-i zâtında nesne
Taakkul eyleyince lâ’l-i yâre çok elem çektim
okumamış âmı'dir. Lâkin Hazret-i Mevlânâ’nm lııtf u
Muhît-i bahr-i aşk içre benim gavvâs-ı deryâ dil
in’âmı irişüp eş’ârı sıız ti güdâz ile pesend-i elıl-i ni-
Yedi deryâ bir içim su gibi mahv oldı dem çektim
yâz olmuştur. »
Fenâ meyhânesi içre benim yoktur ayakdaşım
Halbuki Esrar Dede tezkiresinden şu satırları oku
Şarâb-ı bezm-i vahdetten dolu bir câm-ı Cem çektim
maktayız :
Harâbât erlerinden amlup âlemde A râm i
«Derviş Ârâmî: Şuârâ-yi asr-ı Murâd Hânî’den
Dönüp râh-ı melâmet kûy-i rindâne kadem çektim
Nef’î, Cevrî, Atâyî, gibi suhanverân ile niçe dem terkü-
tâz-ı âlem-i bîârâmî-i ma’nâ itmiş bir dervîş-i maârif - IV -
kîş olup âhır-ül-emr âstân-i hazret-i Pîr Dili aşkın beyâbânında pııyân itdiğim demler
de bûriyâ endâz-ı ârâm ve encâmda kârı biârâm olup Gamınla yâr idim âşüfte seyrân itdiğim demler
1040 hududunda ol buk’a-i âlîde cesed-i münevverleri Derûn-i sineye dâğ urmuş idim nâr-ı hicrinle
ilka-yi hâk-i pâk-i niyâz ve râh-i pür fütûh-ı aliyyelerin Nigârâ lâle veş çâk-i girîbân itdiğim demler
pervâz-ı ârâmgâh-ı nâz olmuştur. » Dimişlerdir eğerçi mâziye yok i’tibâr ammâ
Esrar in Ârâmî’yi Nef’î ve Cevrî ile muasır gös Eşiğin itleriyle kani ey cân itdiğim demler
Türk Şairleri
Âr. 57
Kazâ çevgânı dokunmamış idi top-ı gerdûna Kerbelâ ibreti bir azim ibret
Seri meydân-ı mihr-i yâre gaitan itdiğim demler Sad hezar kâfire Yezîd’e lâ’net
Serâser kevni gark itmişdi başdaıı gözlerim yaşı Haşr olunca çeker biizn ile gayret
Sirişk ile bu dehri balır-i ummân itdiğim demler Senin âşıkların İmam Hüseyin
Kim okur kim yazardı kıssa-ı Ferhâd ti Mecntın i t
Anber âsâ çîn-i zülfün müşgbâr olmuş yattır Kimi aşkın ile Mecnûna döner
Rühlerin gencınesi üstünde mâr olmuş yatur Kimi zehri kendi özüne sunar
Hat değildir devr-i hüsnünde izâre yasdanup Mâh-ı matem içre odlara yanar
Fitne-i âhır zamandır âşikâr olmuş yatur Senin dervişlerin İmam Hüseyin
Sîne*i sad çâkim üzre zahm-ı şemşîrin şehâ
 rif Abdal ider günde bin âhı
Bir yalın yüzli güzeldir kim kenâr olmuş yatur
Af'volur kalmaz hiç kılca günâhı
Tâze tâze dağlarla cismimi zeyneyledim
Arayanlar bulur hazret-i Şâh'ı
San belâ kühsârıdır kim lâlezâr olmuş yatur
Senin âşıkların İmam Hüseyin
Dâne-i hâlin görüp meyleyledi Ârâm i veş
Dâm-ı zülfünde gönül mtirgi şikâr olmuş yatur Arif (Abd ülbaki) — XVIII inci asrın kıymetli şa
- VI - irlerinden biridir. Kasımpaşa’da doğdu. Babası Tersanei
âmire mahzen kâtibi Ammizade Mehmed Efendi’dir.
Sakıyâ lâ’l-i lebin peymâne şeklin bağlamış
Genç yaşında okumak hevesine düşen Abdülbaki, mû-
Cür’asın nûşeyleyen mestâne şeklin bağlamış
tad olan medrese tahsilini bitirdikten sonra mülâzım
Aşka uysun bir nefes âlemde hüşyâr olmasun
olmuş, müderrislik mesliğine intisab etmiştir. Husrev
Kim saçın zencîrine dîvâne şeklin bağlamış
Kethüda, Sekban Ali, Hayreddin Paşa, Eski Mtırad
Nakş-ı rûyin ey sanem ol rütbe sûret virdi kim
Paşa gibi medreselerde müderrislik eden şair, (1092-
Hâne-i dil bir ulu büthâne şeklin bağlamış
1681) recebinde Selanik kadılığına tayin olunmuş (1098-
Sâgar eyler niçe serverler bugün ser kâsesin
1686) da Barsaya nakledilmiştir. Bu vazifeden azledi
Türbet-i Molla aceb humhâne şeklin bağlmış
lince Biga kazası kendisine arpalık verilmiş ve (1103-
Kani bir gencine-i mihr-i mahabbet ey perî
1691) Şevvalinde Mekke payesile Kahire kadısı olmuş
Kalb-i Ârâm i gibi vîrâne şeklin bağlamış
buradan da azledilince Aksaray ve Zile arpalıklarile
Ârif Abdal (Bektaşi şairi) — Yüzlerce şairin vakit geçirirken (1108-1696) da İstanbul payesini ka
manzumeleriyle dolu bendeki bir Bektaşi mecmuasın zanmış, (1109-1697) de kadılığa nasbolunmuştur. (1113-
da Ârif Abdal namına bir şiir kayıdlıdır. İmam Hüse 1701) de Anadolu Kadıaskeri, (1118-1706) da ise Rume
yin hakkında hece vezniyle yazılmış bir mersiye olan li Kadıaskeri olmuştur. Nazîm yazdığı bir tarihte
bu nefesin kaili hakkında ufak bir bilgim yoktur. Son şunları sövüyor:
asırda yazılan bu mecmua, muhtelif devirlere mensup
Sadr ı efâdıl-ı dehr Arif efendi ol kim
Bektaşi şairlerini ihtiva ettiği cihetle Ârif Abdal’ın ya
Sıyt-ı kemâli tuttu bu çerh-i nüh revâkı
şadığı asrı tayin etmek imkânını bulamadım.
Sânî-i Bû Hanîfe allâme-i müdekkik
Akar sular gibi aksun ağlasun Budur fuhûl i asrın bilcümle ittifâkı
Sinesin dağlayup yansun ağlasun Dilbeste-i kemâli rûh ı revân-ı Câmî
Aç susuz bu demde kansun ağlasun Şermende-i mekali cân ü dil-i lrâkî
Senin âşıkların İmam Hüseyin Virmiş rahîk-ı şi’ri mestâne nazm ı hâlet
Sunmuş ana ezelde sahbâ yi feyzi sâkî
Şeb-i gamda bülbül gibi zâr eyle Târihi düşti yektâ zâtı gibi Nasimâ
Siyahlar bürün sen bu efkâr ile
Jjl 1_£JÛSİ Ojlc ajJ-U-rf
Pür eyler eşkini hûn-i nâr ile
— 1118 —
Senin muhiblerin îmam Hüseyin
Ayıntap ve Mudanya arpalıklarile ma'ztıl olan Abdül
Aşkını bilmeyen âşık uyansun baki (1122-1710) da ikinci defa Rumeli kadıaskeri ol
Mâterne girmeyen âteşe yansun muş, fakat çok geçmeden gene azledilmiştir. Birkaç
Deşt-i Kerbelâ’da kana boyansun gün Buısa’da ikamete mecbur edilen Abdülbaki, İstan-
Senin dervişlerin İmam Hüseyin bula dönmüş ve inziva âleminde yaşarken (1125-1713)
58 Türk Şairleri Âr.
yılında yetmiş yaşında ölmüştür. Seyid Vehbî’nin şu Kıl kerem ey şeh-i âlîşânım
vçjfat tarihi vardır: Ne kadar mücrim isem sultânım
( 'eııâb ı Âril’-i billâlı Abdül-Baki-i fâzıl Hâtem-i cem’-i rüsül hürmetine
Bâis-i hilkat-i kül hürmetine
Ki olmııştı müsellem fazlı gibi lıüsn-i ahlâkı
Kerem it bendene ihsân eyle
İki kez olmuş idi /âtı saıIr-ı Kûm pirâyc
Nazar-ı cûduna şâyân eyle
Pür itmişti debîı-i çerlı vasfivle nülı âfâkı
Koma mahzûn-i derun haste beni
Olup vŞreste-i kayd-ı anâsır gitti uçmağa
Hümâ-yi rûhı kıldı âşiyâne eve-i ıtlâkı Rene i âsâm ile işkeste beni
Mahfil i vuslata rehyâb eyle
Didim giryân olup ben fevtinin târihin ey Vehbi
Peyrev-i meslek-i ashâb eyle
jb '-¿-k Ey kerem pîşe cemîl i Settâr
Ne kadar mücrim ise Ârif-i zâr
Yalıya Sıddık ise bu tarihi söylemiştir:
Afv idüp cürmüni mağfûr eyle
j L il j-At JjLUjuC W
_5 İki âlemde de mesrûr eyle
Salim diyor k i: O dil âzürdeyi aşüfte koma
Gül-i âmâlini neşküfte koma
« Bunun eınsâli sadhezar mersiye ve tevârîlıle şua-
râ-yi kirâm esnâ-yi intikallerinde matem-i sûzişlerin Ne kadar yogise istihkakı
Mazhar-ı lûtf ola Abdülbakî
izhâr itmişlerdi. Ol fâzıl-ı cihan ve allâme-i devrâne
nice erbâb-ı irfan mâtemkeş olmasunlar ki zât-ı bîhem- Beyitleriyle biten bu eser, bu vadide yazılan şiirle
tâsı bedr-i müııir-i sipehr-i kemâl ve vücı'ıd-ı âlisi milı- rin en güzellerindendir.
r-i tâbende-i burc-i fadl u efdâl olduğundan gayri Ârif Abdülbakî divanının iki nüshasını da Üniver
meclisi-i şeritleri ile mıiteşerrif olan hezâr müşkilin site kütüphanesinde buluyoruz: 104G beyitten ibaret
halleyleyüp meclisinden öyle kıyam ve dâlıil-i meclis-i olan bu divanda münacat, na’t, kaside, terkibi bend,
âlîsi olan tır e diller şeref-i sohbetleri ile talısil-i tesli- gazel, rııbaî, kıt’a ve tarihler görülmektedir.
yetülhatır eyledüği mâlâkelâm idi. Viicûdı nâyâb-ı Ârif, hiç şüphe yok ki devrinin en kudretli şairle
devran bir zât-ı mecmûa-tül-irfân idi. Elsine-i selâsede rinden biridir. Olgun bir lisanla ve san’at zevkile ya
a lâ-yi fesâhet ve aksâ-yi belâgat üzre tekellüm sene zılan bu manzumeler, divan edebiyatının muvaffakiyetli
olur idi. Şi’r-i şerifi âb-ı hayât ve iıışâ-yi lâtifi sohbeti şiirleri arasında gösterilebilir. Şairin eserlerini bu
gibi nümûne-i kand-i nebât ’idi.» itibar iledir ki birçok mecmualarda takdirli başlıklarla
Şairi, bütün menbalar aynı suretle sena ediyorlar. kayıdlı buluyoruz. Hatta meşhur Nedim bile kendi el
Âlim, şair, aynı zamanda, hattat olan Arif Abdülbakî, yazısile tertip ettiği bir mecmuaya (Nedim’e bakınız.)
divandan başka Siyeri Nebi (Sim.), Minhacül-usûl Âr ifin bir hayli gazelini dercetmiştir. Onun Neşatî, Vecdî
gibi şairlere nazirelerine de tesadüf etmekteyiz.
[Sfy.) adlarıyla eserler de kaleme almıştır.
Ona yapılan nazireler ise ehemmiyetli bir yekûn
Onun görebildiğim eserleri arasında bir Miraciye
tutacak kadar çoktur (Bakınız: M il. Alın. /<'. Mz.
vardır. İstanbul kütüphanelerinde müteaddit nüsha
No. 740, M rd Ll. K. Me. No. 716).
larına tesadüf edilen bu eserde (Meselâ bakınız : Tpk.
Şair’in devrinde büyük bir şöhret kazandığını ise
Hz. K .No. 1730, Rv. Af. No. 1991, Ark. Mz. K No. 238)
gene mecmualar sayesinde öğrenmekteyiz.
318 Beyit vardır.
Hafız Post’un el yazısiyle mevcud bir mecmuada
Yâ İlâhî be- Resûl-ı sekaleyn ( Tpk. Ro. K No. 1924) Ârif’e aid bir hayli manzu
Mihr-i tâbende-i burc-i Haremeyn menin bestelenmiş olduğunu görüyoruz. Bunları bes-
Be-keremkâri-i şâh-ı Esrâ tekârlariyla birlikte gösteriyorum :
Be-cihan tâbi-i mâh-ı Esrâ
I — UsııleşÇenber beste-i Durmuş güfte-i Ârif (Acem)
Nûr-i peygamber-i zîşânın içün
Andelîbim gülşenim tab’ı mesîrimdir benim
Ol resânende-i fermânm içün
II — Usûleş Devr-i kebîr Beste i küçiik İmam güf
Hürmeti hakkı cemî’i rüsülün
te-i Ârif (Segah)
Dahi ol râhnümâ-yi sübülün
Kays u Ferhâd’ın ne kûh u ne beyâbânın bilür
Beni sermest i mey-i tahkîk it
Vâdi-i aşkın gönül bir râh-ı âsânın bilür
Sâlik-i şâhreh-i Sıddîk it
Kıl her işimde refîkım tevfîk III — Usûleş Evfer beste i hakir (Hafız Post) gül-
Beni sıddîklere~eyle refîk te-i Ârif (Hicaz)
Hürmetine o Şeh-i muhteremin Rûyini meydir meyi rûyin dilârâ gösteren
Beni kıl lâyık-ı lûtf u keremin Gülşeni güldür güli gülşen mutarrâ gösteren
Türk Şairleri
Âr. 59
IV — Usûleş Fer Beste i Nane giifte-i Arif (.Vecâ) Nice âzürde hâl-i hâr hâr-ı mihnet olmaz dil
Olursa rühleri yek lâhze cilvegâh-ı nigâh Ola tâ böyle şııriş bir gül-i bî hardan peydâ
Hurûş-i aşkı gör kim bir dem olsa Kûhkeıı derkâr
İder nikahını ol mâh sedd-i râh-ı nigâh
Olurdı gııne gûn feryâdlar kühsârdan peydâ
V — Usûleş Ç'enber beste-i hakir (Hafız Post)
Görürsün bir gün ey dil seyl-i eşkimle ola nâgâlı
güfte-i Ârif efendi ( Uşşak)
Halel büııyâd i çerhe çeşm i deryâ bârdan peyda
Dil senin memnûn-i lûtfundur gerek şâd eyleme Olur âteşzen-i kişt-i emel ey  rif oldukça
Bende-i dirinedir istersen âzâd eyleme Sinâ berk-ı mahabbet hâne-i lıammârden peydâ
VI — Usûleş-devr-i revan beste-i hakir'(Hafız Post) - II -
güfte-i Ârif efendi ( Uşşak)
Mihre baktım âftâb-ı rûyi geldi yâdıma
Mihre baktım âftâb-ı rûyi geldi yâdıma Servi gördüm kamet-i dilcûyı geldi yâdıma
Servi gördüm kamet i dilûyı geldi yâdıma İhtiyâr ittim rülı-i yârı bu nüzhetgâhta
VII — Usûleş Devr-i revan beste-i hakir Hafız Ne gül ü lâle ne reng-i bûyi geldi yâdıma
güfte-i Ârif efendi (Arazbar) Sıiz-i dilden dâğ dâğ olmuş ser ü sinem görüp'
Kûh u deştin lâle-i hodrûyı geldi yâdıma
Olup tebhâlerîz-i ârzû pây-i taleb şimdi
Eyledim geşt ü güzâr-ı şünbülistân-ı behişt
Vücûdum pây tâ ser dâğ ber dağ oldı hep şimdi
Pic ü tâb-ı zülf-i müşgin mûyı geldi yâdıma
VIII — Usûleş Çenber beste-i İmam güfte-i Ârif
Hûyü hâyın zâlıidin A r if gice gûş eyledim
Çelebi (Nişabur)
Âşıkın mestâııe hây ü hııyi geldi yâdıma
Aşık-ı vasi ârzû âsîb-i hicran görmesün
— III —
Sînerîşânı heves dârû-yi derman görmesün
Ne lâlezâr gerektir ne seyr-i bâğ bana
IX — Usûleş Sakil Beste-i Hât'ız güfte-i Ârif (Mahur) Yeter müşâhede-i cism-i dâğ dâğ bana
Dil vâkıf-ı serâir-i kevn ü mekân imiş Şemim yâfte-i giilşen-i temennâyım
Tâbende şem’-i mahfil-i rûhâniyân imiş Olur mı bûv-i gül âlâyiş-i dimâğ bana
X — Usûleş Çenber Beste-i Küçük İmam güfte-i Yegâne âşık-ı âzâde kavd-ı her kâmım
Ârif (Ruhavi) Giran gelürse nola minnet-i süı âğ bana
Olur füsürde yine serd i bâd-i âtlımdan
Olur âzürde hâtır âşık-ı zârın niyâzından
Olursa şem'-i melı ü mihr eğer çerâğ bana
O şûh-i şîvekârım söylemez ammâ ki nâzından
Tenük mizâc-ı gım-ı dil harâştır A rif
X I — Uşûleş Sakil Beste-i hakir (Hafız Post) güf Hurûş-i zemzeme i andelib ii zâğ bana
te-i Ârif Çelebi {Sabâ)
- IV -
Bilmem gazab mıdır nigehin pür sitîz iden
Bülbül çemende nağmede feyz i bahâr ile
Tîg-ı siyâhtâb-ı müjen böyle tîz iden
Ben künc i gamda hasret-i dâr ii diyâr ile
X II — Usûleş Çenber Öeste-i hakir Hâfız güfte-i Bilmez bahâr zevkim hemsohbet olmayan
Ârif Çelebi (Hüseyni) Bir dilrübâ-yi gonca fem ü gül’izâr ile
Ayb ider hâl-i dil i âşüfte sâmânım gören Bîhûde va’d-i vaslı ko ümmıde dûşmesüıı
Görmeden ol şûhı etvâr-ı perîşânım gören öldürme âşıkı elem-i intizâr ile
X III — Usûleş Sakil beste-i Küçük İmam güfte i Efsııs o rinde k-olmaya gülçin-i ârzû
Ârif Çelebi (Hüseynî) Dilriş-i hasret ola yine zahm-ı hâr ile
Ey mâhpâre şem’-i şebistânım olmadın Hayli dem oldı Ârif-' nâkâmı görmedik
Meclis fürûz-i külbe-i ahzânım olmadın Bilmem nic-oldı hâli dil-i bı'karâr ile
Bu şiirlerin 4 üne Divanda tesadüf edilmiyor. Fakat - V —
bütün bu bestelenen şiirlerin Ârif Abdiilbaki’ye aid Âşıkım câm-ı mahabbet pür lıumâr itmez bjeni
olması kuvvetle muhtemeldir. Ârzû sene i şerâb-ı hoşgüvâr itmez beni
A rifin 10 gazelini örnek olarak alyorum: Gonce-i dembeste-i gülzâr-ı aşkım bâd-i âh
- I - Teşne i feyz-i nesîm-i nevbahâr itmez beni
Dile hayret olurken tâbiş-i dildârdan peyda Âşık ı güstâh tiyııet rind i Mecnun meşerebim
Olur feyz i suhan âyıne-i ruhsârdân peyda Değme bir tîğ ı teğafül dil figâr itmez beni
İder hem gark-ı hun hem dağ dağ eyler bu eczâmı Hâsılı memnûn ı seyl-i eşk-i çeşmim yolısa hiç
O tâbiş kim olur ol hancer-i hunhardan peyda Dem mi var gerd i tahayyür pür gubâr itmez beni
Olur sad fitne-i ser der kemîn-i rûz-i rüstâhîz Andelib-i gülşen-i hüsnüm ki A rif gülleri
Hirâm ittikçe tarz ı şive i reftârdan peydâ Nevbenev âzürde-i âsib-ı hâr itmez beni
Türk Şairleri Âr
60
Kande ojsa bîdilânııı Yûsııfistandır yeri Arif Ali (Molla) — X I V üncü asır şairlerindendir.
Tir-i serti/.in dilefgârânınm bidâd hû
Müverrih Âlî diyor ki iK n h ):
('ânına geçmiş velî cisminde pinlıandır yeri
Ârif Ali vilâyet kasabâtının biriııdendir. Zamanında
Oâresâz olmaz tnı bıîy-i pîreheıı bı'dillere
Ârif Ali diyu şöhret bulup evâil-i hâlinde erbâb-ı Tı
Çok zamandır kiinc-i gamda beyt-i ahzaııdır yeri
mardan idi. Sultan Mıırad Han emri ile Melik Dâniş-
- VII -
meııd fütûhâtın bir manzume kitâb eylemiş, İbni Ulâ’nın
Derûn-i dilde gamı aşk-i câvidaıı bulurum lisân ı fürs-i kadîm üzre yazdığı kitabından lıikâyetini
Harim-i sinede bir geııc-i şayegân bulurum
arzeylemiş ve ol mukabelede niçe cevâhire destres bul
Hiimâ meniş ben o mürgum ki bâğ-ı âlemde muş, Bundan mâadâ betarîk-it-tevîd Tokat dizdarlığııı
Ne bir neşîmen-i râhat ne âşiyaıı bulurum
alup lıuzûr-i râhate sülıık itmiştir. Bu ebyât ol kitab-
O bülbülüm ki gelelden bu gülşen-i dehre
daki nazmın güzide ebyâtındandır:
Gül-i ümidimi pejmürde-i hazan bulurum
Aceb mi ııeş’e-i meyden elem pezir olsam Çü subh irdi belürdi gün şafaktan
Gönülde neşve-i aşkı cihan cihan bulurum Bezedi yir yüzin altun varaktan
Dün uğradım yine humhâne-i mahabbette Cihâna rahmet âsârı saçıldı
Hezâr mesti serendâz ü sergiran bulurum Güneş doğdı kara akd.ın seçildi
- VIII - Gicenin zulmetini eyledi dûr
Serâser dehr içini kıldı ma’mûr
Ayb ider hâl-i dil-i aşüfte sâmâııım gören
Görmeden ol şûhı etvârı perişanım gören Gene Âlî, Melik Daniş Ahmed’in fütuhatını lıavî
( >!mamak üftâde mümkiıı mi o nahl-i işveye Mirkatülcihad adlı eserinde bu hususa dair daha etraflı
Hâk-i râh olmaz mı ol serv-i lıirâmânım gören ve daha doğru malûmat veriyor. Bu kitabın başlangı
Olduğum bilmez mi garkab-ı yem-i şûrîdegî cındaki izahatı Bay İbnülemin Malımud Kemal şu su
Cûşiş i seyl-i sirişk-i çeşm-i giryâmm gören retle telhis etmiştir (Menakıbt hünerveran mukadde-
Püyegâhım hârzâr-ı vâdi-i hecr olduğun inesi S. 60-61):
Anlamaz mı çâk-i tarf-ı ceyb ü dâmâmm gören «Mirkatülcihâd Seyvid Battal Gazî'nin hal îdi Melik
Eylemez  rif hirâm-i dilkeş-i gülgûnı yâd Danişmend Ahmed’in fütuhatını hâvidir. 642 de Selçû-
Ciinbiş-i şebdîz-i kilk-i berk-ı cevlânım gören
kı'lerden Melik Îzzeddîn Keykâvüs bin Gıyasüddin, fii-
IX —
tûlıât ı mezkûreyi «Esahh-i rivâyât ile tasfiye» münşîliği
Bütan ol kâkül-i âşık firîbe mübtelâdır hep hidmetinde bulunan «Mefhar-i bülega İbni Ulâ» yı me
Gazâlân-ı harem pâ beste-i dâm-ı belâdır hep mur itmekle «Ol zamanda cârî olan Türkî lisân-ı mah-
Figanı bîdilânın sînesûz olmak baı'd olmaz lûtile edâ eyleyüp bir kitâb ı müstetâb kılmış» ve «ol
Gülistân-ı gamın bülbülleri âteşnevâdır hep nâme-i feth ü teshîr çokluk rağbet bulmamıştır»
Ne geşt-i kıîyi ne gülçîn-i bağ-ı hiisni olmak var
Tokad kal’esi dizdarlığıyle «şöhre-i havâss u a'ârn
O nahl-i işvenin âşıkları bî dest ü pâdır hep
ve nev’a nazm ü nesr âşinâlığıyle Ârif nâmı kendüsii-
Şemîm-ı zûlfi kim sermâye-i âşûb olur her dem
ne isnâd olunması malız-ı rağbet-i hiinermendân-ı ma’-
O şûr-i fitneye bâdî yine bâd-i sabâdır hep
rifet fercâm» olan Ârif Ali’yi Sultan Murad-ı evvel, tah-
Ziyâretten benim meclis nişinân-i harâbâtı
Murâdım dergeh-i pîr-i mugane ilticâdır hep rîr-i fütûlıâta «memûr ı bibıdâat» eylemiştir. Mûmâileyh
Sürur-i bezm-i gam kim aşk dirler nâmına Ârif İbni. Ulâ’ııın eserini bulup 762 (M.1360) de «ciimle-i
Felek ol nağme-i dilkeşle dâim pür sadâdır hep ftitûhâtı on yedi meclise tarh ile câbecâ mesnevi tar
zında ba’z-ı ebyât ve varidat ııakş ve kendü zu’munca
- X -
ba’zı ferâyid-i fevâyid dahi dere eyleyüp haylice çiriş
Gönül bir bezm-i pür şevkin kadeh peymâlarındandır
lıarc itmiştir.»
Ki rûy-i Cem anın sermest ü bî pervâlarındandır
Cem’in câhına rağbet itmeyüp câmın murâd itmek Ârif Ali, Ibııi Ulâ’nın eserinden bahsettiği sırada
Meyâşâmân-ı nâzın fart-ı istiğnâlarındandır diyor k i :
Cünûn âmıız-ı aşk-ı sâde levh-i mekteb i gamda Bir müşevveş yazuda buldum anı
Ki anlar ol muallim lıânenin dânâlarıııdaııdır Eskimiş evrâk ey cânım canı
Türk Şairleri
61
Şöyle ki okumağı kabil değül yazııp içine bir tâvıis-ı cilveniimâ kondurmuşlardır ki
Gören anı dir ki bu Türkî değül Mani-i üstâd görse nakş-ı dilfirîbine hezâr pesend idor-
Öyle yazmışlar anı bir sözı çok di. Mezbur Saati Paşa'va ihdâ iderlei' ol dahi hezâr
Evvel âhır duracak bir yiri yok aferin den sonra iki yüz guruş verirler ve yanına
Yazdım anı on yedi fasl eyledim alurlar.»
Okuyana nazm ile nesr eyledim Ârif, Saatçi Mehmed Paşa’nın Sivas valisi bulun
Âlî diyor ki: « Bu hakîr, bundan mukaddem Nik duğu sıralarda divan kâtibi olmuş ve onun azledilmesi
sar’a vusûl ve hidemât-ı husrevâne ile bir hafta mik- üzerine birlikte İstanbul’a gelmiştir. (1088-1677) de İs
dârı anda nüzul ve Melik Dânişmend’in ziyâretinde tanbul’da öldü. Şeyhî «Vakayiülfuzala’da diyor ki «Mer-
mecbı'ıl fiitûhât-ı cemilesinin ısgasmda gönlümi râgıb-ı lıûm-ı mezbiır maârif-i cüz’iyve ile meşhûr, fenn-i mû
bâhir ül-memûl ittikte Arif Ali telifine destres bulmuş sikîde mâhir ve san’at-i hurdekârîde akrânı nâdir idi.
idim. Ve niçe günler müeerred mazmuûn-ı hikâyâta Miiretteb dîvân-ı eş’ârı vardır. » Bizzat Şair de bir bey
rağbeten anın kıraatine muvâzıb olmuş idim. Meğer ki tinde divan sahibi olduğunu söylemektedir. Tezkireler
sâni’-i cihân ı âferîn ol kitabın kıraatini rümûz-i pür de kayıdlı olan şiirlerine nazaran Ârif’in Bakî tesiri
hikmete karîn idüp bu hakı'r-i kemterin anı üslûb-i altında muvaffakiyetli manzumeler viicude getiren bir
gtizîn ile telîf etmeği ve dürer-i nazm-ı rûhefzâ dere şair olduğunu söyleyebiliriz. ()nun bir çok besteler
ve gevher-i hare i inşâye dîirc olunmağı irâde buyur vücude getirdiğini de görmekteyiz (G ld.).
muş imiş. Binaenalâzâlik ol ııüsha-i müzeyyifeyi akıp Tezkirelerdeki ve bilhassa Vakayiiilfuzalâ’daki beyit
gittim. Tâ bu kitâb-ı mıistetâb semt-i telîf'ile erıcâm ve lerini naklediyorum:
itmâm bulunca I etarîk-il-gasb yanımda hıfz ittim ve
beyân olunan eyyamı azl fursatında rııh-i şerifinden Küşâd it çîn-i ebrûnı nesîmi nâz ile cânâ
istimdâd birle kırk günde bu telîf-i dilpezîri gayete Açıl gül goncel^rle vaktidir ey gonce-i ra’nâ
ilettim ve nâm-ı mergubunn Mirkatülcihâd koyup müm-
Kıl mürelteb kasr-ı ayşı câmını sâgardan it
kin oldukça berâet ve teııâsüb gözettim.»
Hep der ü dîvârını kâşı rüh-i enverden it
Mıırad /. ın emriyle yazılan bu manzum eser, Kâtip
Kimse mengûş eylemez gûş-i kabule nazmını
Çelebi’ve göre 762 de değil, 763 (M. 1361) de yazıl
mıştır (K şf). Sen gerek Arif dür-i yektâ gerek gevherden it
Silkilleali  li Osman’da Arif Ali’yi medheder şu
Zülfün nesîm*i nâz kim gösterdi cânâ mevc mevc
yolda bir şiire de tesadüf ediyoruz:
Zülfün içinde görinür ol rûy-i zîbâ mevc mevc
Oüzîn-i zümre-i ehl-i m a ârif M o lla  r if’tir
Gülgûni câmeyle heman bir göncedir ol nevcevan
A li’d ir n â m ı b u lm u ştu r ulüv-vi kadr-i irfân ı
M e lik A h m e d fü tû h â tın minel-evvel ilel-âhir Çıksa görinür gülsitan ol verd-i ra’nâ mevc mevc
M u ra d H a n ana nazm ittird i k ıld ı lûtf-ı şâyân ı Â rif suhanda bîbedel deryâ disem eğer mahal
501 varak içerisinde 1450 beyitlik manzum kısım Dîvânını işbu gazel gösterdi zîrâ mevc mevc
bulunan, diğer kısmı da nesirlerden ibaret olan bu
Rûz ü şeb şu’le virir meclis-i rindâne kadeh
eserin bir nüshası Millet kütüphanesinin tarih kitapları
Benzemez zerre kadar mihr-i dirahşâne kadeh
arasındadır {No. 571).
Mey-i nâbile berâber olıcak benzer imiş
Bibliyografya : K nh., Kşf., Sik., Â l î : M irk a tü lc ih a d , İbnü-
Yine bir suyı güzel lâ’l-i Bedahşâne kadeh
le m in M a h m u d K em al : M e n a k ıb ı hünerveran m u kâdd e m e si. Fuad
K ö p r ü lü : T ürk edebiyatı tarih i. El virmedi felekte bize çün safâ-yi îd
Ârif (Bursalı) — X V II nci asır şairlerinden olan Ey dil gamile eyleyelim merhabâ-yi îd
Arif Mehmed Ağa, Beytiilmal Emininin oğludur. Tez
Sâid-i sîmîni üzre dâğ urup dâğ üstüne
kireler babasının adını kaydetmiyorlar.
Beliğ: Güldeste’sinde diyor ki: Bâğbân-ı hüsnüne katmer karanfül gösterir
Babaları hayâtında kesb-i maişet kaydında olmayup
İşvekârım takmur destârına sünbülleri
yârân-ı maârif ünvân ve âşûb-i cihân olan tâzeresânile
Şîve-i îhâm ile uşşâka kâkül gösterir
müdâm işret ve zevk i'ı safâ-yi sohbette iken pederleri
intikal eyledikte tehi ceyb ve tengdestlikten mııztar ve Def’-i gam kılmak içün gâhi semend-i tab’a
ahvâli miikedder olmağla yârân ve ahbâb yegân ye Binüben arsa-i ma’nâda tek ü tâz ideriz
gân mezbûrdan ictinâb üzre olmuşlar idi. Ârif Çelebi
Zemîn-i dilde Arif feyz-i enfâs-ı tabîatle
dahi yârânın bu vaz’-ı nâhemvârına vâkıf olup âzürde
Nihâl-i kilk-i eş’ârım yine bir verd-iter virsün
hâtır olmağla ihtiyâr-ı sefer itmişler idi. Saatî Mehmed
Paşa ile muarefeleri olmağın kendi dest-i hüner âzmâ- Şeh-i kişverküşâ-yi milk-i nazm olduğunu  rif
larından çıkma mıkrâs-ı hıırdekâr ile bir bağçe-i zibâ Bile halk-ı cihan budur garaz tertîb-i dîvandan
Türk Şairleri
Âr.
Bilmez mezâk-ı derd ü gamı işret ârzû 3 — Atiyye-i sübhaniyye şerh-i Gavs-i Geylâniyye
Mecrûh i dâğı hasret olur vuslat ârzû (Matbudur.) .
Ayîne-i şikeste dile bir nezâre kıl 4 — Hazîne i Nûr (Matbudur.)
Gel gör sefâyı sen dahi ey sıhhat ârzû
5 — Terceme i fıklı-i Keydârü.
6 — Güldeste-i İsmet (İsmet Buharî’ye aid bir ga
Düşüp eşk-i revânım aks-i dâğım serbeser hâke
zeliıı şerhidir.).
Değildir m âh ü encüm hâkten nakşittim eflâke
7 — Miftâh-ı hasîn i Rahmâniyye fî arz-ı vücûd-i
Ten-i zârı komaz bir lâhze âhım girdibâd eyler
Gubâr olsa ser-i kûyinde düşsem hâr ü hâşâke Rahmanivye (Sünbül Sinan’a aid bir manzumenin şer
hidir.).
Umîd-i dûhtî itmem dahi hayyât-ı tâli’den
Girîbân-ı dilimde baktığımca çâk ber çâke 8 — Üâfi’uzzulem fî kulûb-il-ümem (Şeyh Vefa’nın
Ne lâzım rütbe-i irfândan bahseylemek  rif nutku şerhidir.).
Suhan mi’yâr-ı dâniştir görünce ehl i idrâke 9 — Tulıfei Şemsiyye (Mevlâna’nın nutku şerhidir.).
10 — İstid’â-yi merhamet (Ahmed Bedevi’nin nutku
Yine şehr içre oldı bir meh-i nâmihriban peydâ şerhidir.).
Olur her gice bin yerden sadâ-yi el’aman peydâ 11 — Celb-i sürür ve selb i küdûr (Münferice kasi
Ser-i Meccnûn-i Leylâ’da değildir mûy i jûlîde desinin şerhidir.).
Derûnı âteşinden oldı başında duhan peydâ 12 — Tulıfe-i seyfiyye.
ı3 — Vâridât-ı seferivye.
Sorsam mizâc ı çeşmini bîmâr-ı nâz iken
14 — Zeyl-i vâridât.
Lâbüd virir girişmesi düşnâm ile cevâb
15 — Hazâm i envâr ve defâin-i esrâr (Ashabın
haytları hakkındadır.).
Nigâhı âfet ü müjgânı âfet ebrüvân âfet
Muhassal tîri âfet tîğı âfet hem kemân âfet 16 — Şiiûnât-i Hak alâ mâcerâ-yi sebak ( İslâm
tarihi: Üç cild.).
Kendi hüsnün luıblar vechinde peyda evleyüp den Şeyh İbrahim’in nebîresi ve nefes oğlu olmağla
«Çeşm-i âşıktan dönüp anı temâşâ eyledin» nefs oğlundan ahab vâris-i mahabbet-i kesîresi idi. >
Nûlı’ı seylâb-ı belâdan lı'ıtf idüp kıldın rehâ
Ârif, şiirleriyle ve kasideleriyle tanınmağa başla
Fiılk-i cismim ka’r-ı balır-ı aşka ilka eyledin
yınca Kanunî’nin de alâka ve takdirini kazanmış «yir
Giilşen ittin nâr-ı Nemrud’ı Halîlullâh'a kim
mi akçe ulufe» ile de taltif edilmişti. Padişaha müte
Nâr-ı lmbbinle vücûdum yaktın ifnâ eyledin madiyen manzumeler sunan Ârif, « Nazm-ı tevârîh-i
Merhem-i rahmınla Eyyûb’a şifâlar bahş idüp Âl-i Osman» ı yazmağa memur edildi. Bu sahada de
Ehl i derdin zümresinde beni ibka eyledin vamlı bir surette çalışıyor ve bu yüzden mütemadiyen
Kurtarup sicn-i belâdan Yûsuf-i Ken’ân’ı sen ihsanlar alıyordu. Manzumenin beyitleri yirmi bini
Eşk-i çeşmim çâh-i gönlüm içre icrâ eyledin geçince kâtipler ve nakkaşlar tayin edildi. Ye bu işin
Rûh-i kuds’i neş’e.-i Meryem’den ittirdin zuhûr kolaylıkla yapılabilmesi için atölyeler yaptırıldı. Ârife
Tıfl-ı gönlüm mürde-i vaslında ihyâ eyledin verilen tahsisat ta günden güne arttırılıyordu. «Ulûfesi
Ey Mütercim lâmekân ilin mekân it durma kim yetmiş» olmuştu. Hükümdardan ayrıca para da alıyor
Feyz-i akdesten bu şeb bana tecellâ eyledin du. Nihayet kitabı bitirdi. Ve padişaha ithaf etti.
Bibliyografya: O s m ., Stş.
Âşık Çelebi diyor k i : «H erkim gördüvse talisin
Arif (l)ıramalı) — X IX uncu asır şairlerinden idüp insâf eyledi. Eğerçi bazı hasûd ve erbâb ı garaz
olan Âı-if hakkında Fatin tezkiresinde şu malûmat padişaha ol şiir ve bu şâir hakkında çok nesne arz
kayıdlıdır: ittiler. Ammâ pâdişâh-ı kadirşinas garaz ı mahz idüğtin
bilüp ehemmiyet virmedi. Filhakika kitâb-ı mezkûr birbah-
“Melımed Arif-i sâlıib zekâ Selânik eyaletinde kâin
r-i zâhir ve genc-i cevahirdir. Bu yakinde mesmû’ değil
Dıfama kasabasında pânihâde-i sâha-i vııcûd olup hâl-i
dir ki bir şair altmış bin beyte dest urmuş ola.
şebabetinde ki bin iki yüz kırk altı sâünde (M. 1830)
Mısr-ı Kahire’ye azimet ve bir mikdâr tahsîl-i ilm ti Evâil i hâlinde merhum nakkaş başı ki Şahkulu’dur.
mâ’rifet eyledikten sonra aklâm-ı Mısrivyede bir müd Ye Nâmî nâm bir acem levendi ki rafd u sebt ii fis-
det bil-istihdâm ümerâ-yi mülkiyve-i Mısrıyyeye mah kile ehl i kabulün gayr ı makbulüdür. Hasedleı idüp
sûs olan rütbelerden miralaylık rütbesini bil-ihrâz dâr-i merkum nâmına nice terzîk ebyât diyiıp şâyi’ ittiler.
şûrâ-yi Mısriyve a’zâsı sınıfına ilhak kılınarak ol tara Ammâ ehl olan bilirdi ki kimi Nâmî i bednâmın sahtesi
fın ta’bîrâtı veçhile ikiyüz altmış beş senesi (M 1848) ve kimi Şahkulu’nun reng ve nakş-ı perdâhtesi idi.
Buhayre müdürlüğüne nasb ve ta’yîn kılınıp Mısır Behr i hâl hak bâtıldan kalmaz.»
vâlisi Mehmed Ali Paşa merhumun vefâtından sonra
A rifin az bir zaman içinde bu kadar geniş bir işi
terk-i memuriyetle İskenderiyyede bir müddet ikamet-
başarabilmesi elbette büyük bir muvaffakiyettir. Ve bu
sâz-ı istirahat olmuş ve işbu tezkire-i âcizânemizin tab’ı
şiirlerin san’at bakımından ehemmiyeti olmasa bile,
esnâsında dâr-ı şûrâ-yi Mısır başkitabetine memur ve
derin bir vukufun mahsulü olduğu inkâr edilemez.
ta’yîn kılınmıştır. Mûmâileyh dekâyık ı şi’re âşinâ
Devrinde yapılan itirazlar ise, Âşık Çelebinin dediği
bir şâiri şirin edâ olduğu müsellem ise de tazmîngûne
gibi, kıskançlık eseridir.
inşâd itmiş okluğu iki aded beytinden başka âsârına
destres olunamamıştır: Haşan Çelebi’yi de Şâiri beğenmeyenler arasında
görüyoruz. Tezkiresinde «Sultan ve hükkâm» m ekse
Hamd i bîhad o kerem fermâye riyetle farisî bilmediklerini ve bu yüzden iyiyi kötüyü
Beni fermanber iden bîgaye ayıramadıklarını ve Ârif’i de işte bundandır ki yüksek
Kıldı ezcümle o Hallâk-ı kerîm bîr kabiliyet zannettiklerini anlatıyor. Beyanı de aynı
Beni âzâde-i ser dest-i nesîm fikri müdafaa ediyor.
öyle değildir. Lûgat-i müştereke oldur ki her dilde Bir amelî mermer îeâd itmiştir. Hakka ki iev-
müstakil ismi olmaya. m fârisîde ismi lı-i âlemde sikke-i zer ve hulûl-i erbâb-i inkâr ve is-
dır didim. Çiinki munsif ve hakkaniyetle muttasıl' idi. tikbârda ken nakş ı fil- hacerdir. Ve bir amelî gül
Reva gördü.,, p<jydâ itmiştir ki sâk u berki ve şikâf ii terki reng ü
Arifin Süleyman Paşa fütuhatına aid iki bin beyit- rûyi belki berk ii bûyi aynıdır. Giil-i gfilzârdan rüchâ-
nı hezâr dil-i pür hâr ve bir gül-i bîhârdır.,,
lik Türkçe bir eseri olduğunu da Âşık Çelebi sövüyor.
Bu eserin nerede olduğunu bilmiyorum. Acemce Şeh Hasarı Çelebi Arif’in bu san’at eserlerini gördü
name, Bay Mükrimin Halil'in rivayetine göre, Merhum ğünü şu cümleyle anlatıyor:
M. Cevdet’in İnkilâp müzesine vakfettiği kitaplar ara “Vâlid-i firdevs mekânın meclis-i fazl u irfânında.
sında. mevcuddur. Bu eserler henüz tasnif edilmediği arz-ı metâ’ ittikte görmek vaki’ oldu. Filvaki’ eâcîb-i
için görmek kabil olmadı. muhteriâttandır.,,
Seyit Lokman Türkçe Şehnamesinde ( Tph. Hz. K. Arif, bütün bu eserlerinden ve İlmî kudretinden
No. 1524): «Mukaddema Arif malılâs Şelınâmegûy başka kaside, gazel, kıt’a, Lûgaz ve muammalariyle de
tanınmıştır. Ahdî, tezkiresinde şunları söyliyor:
“Elhak ol Ârif-i devr i zaman ve kâşif-i esrâr-ı ni-
han ve ilm-i hey’et ve hendesede bîmisl ii bîhemtâ ve
edâ yi suhande ârif-i müşkilküşâ ve zâtı şerifi envâ’i
ma’lûmât ile ârâste ve unsur ı lâtifi fiınûn-ı ulum ile
pîrâste ve dikkati tab’-ı pâki gayetle lıûb ve hiddet-i
zihni safâyile nihayette mergııb ve akrân içre ıılûm-ı
ma'kuli tertib üzre görmüş ve kiitüb-i menkuli gereği
gibi eylemiş beynelfuzalâ faziiyle meşhûr ve indeşşua-
râ şi’riyle mezkûr kuvvet-i müstakimi ahkâm ı şiirde
mâhir ve zihn i selimi her bir nesnenin fenninde şua-
râ-yi pîşin gibi kadir bir derecede ki zurafâ-yi müteah-
hirînin ve mütekaddimînin musanna’ ve muhayyel kasâi-
diue nazireler diyüp envâ’-i iltizâm-ı mâlâ yülzem kılmış
tır ki akl-ı hurdedân mütâlâasında hayran kalur ve fünû-
n-i muammâ ve lûgaz.de sâhib tahkik ve mukattaât ve
gazeiiyyâtı ve serâser ebyâtının maânîsi dakik üslûb-iMes-
nevîde Şeyh Nizâmî’ye peyrev ve bende-i hazret i Husrev
olup Hamse dimiş ve andan mâadâ pâdişâhımızın saâ-
detle taht ı kayasire cülûs ittiği zaman Tevârîh i
âl i Osman’ı yüz bin beyit Şahname dimiştir.
Hakka bııdıır ki kuvve-i şi’riyvesi bir mertebede ki
günde bin beyit dimeğe kadir lâkin kitâbeti mümkin
olmadığı ecilden günde beş yüz beyitle iktifa etmiş
Fethullah ibn-i Kâtip Derviş Şîrâzî yerine gelen merhum ler id i.»
Eflâtun ibn-i şeyh Derviş Mehmed Şirvânî ki mahlası ( 969-1561 ) de ölen Arifin nazire mecmuaların
eş’âr-ı Türkîde Hazânı ve Farisîde Esîrî idi. Yerine bu da bazı gazellerine tesadüf edilmektedir (Meselâ ba
kemine mâdih-ı hânedân-ı Osmânî Seyyid Lokman kınız: Pro. , Nzr.) . Tezkireler ise mahdııd bir kaç şii
rini örnek olarak gösteriyorlar.
ibn-i Seyyid Hüseyn-il-Âşûrî hidmete memur» olduğunu
yazıyor. — I -
A rifin Şairlikten başka resim ve. nakışla da iştigal Geldi hüsnün gülşenine bir hat-ı gülbû dahi
Başıma rûz-i ezelde yazu imiş bu dahi
ettiğini görüyoruz. Âşık Çelebi diyor ki:
Dahi hat Rayhânım Yakut anmasun bize
« Fenn i şiirden mâadâ kendü icad ve ibdâ’ ve telif Kim anm üstüne geldi şimdi bir yazu dahi
ve ihtirâ’ından Zam m ülhayâl dirler bir nesne tertip Geldi ıış dilber seki sen çekme zahmet ey tabib
itmiştir ki nakş u nigârına göre beyt i Çin bir sûret-i Kim yetişti dârnenin almağa bir ulu dahi
bîma’nâ ve sanem i deyr-i Ferlıâr bir seng-i nâtırâşî- Kametin bir servdir kim ola anm yârı gül
dedir. Ya’ni bir mahbûb surettir ki Mâni görse suret-i Hoş aceb olsaydı ger virseydi şeftâlıı dahi
bîcan kalur. Ve rûh-i musavver didikleri görmeğe A rifi yetmez mi gamzen okları kati itmeğe
can virir. A ’zâsından her uzvunda kendünün ol uzuv Kim kuruptur yâylar her gûşede ebrû dahi
vasfında bir rubâîsi yâ bir iki beyti yazılmıştır. Ahd.
Türk Şairleri
Ar. _________________— _____ ______ ______
Aşk., fisn. Â rif (Halvetî) — XVI ncı asırdan XVIII inci asra
B ib liy o g r a fy a ■ Aşk., H sn . A hd. R y z ., K f z ., K nh. ve m ecm u
kadar gelen şairlerin bir çok manzumelerini ihtiva
alar. Â rif’in m in y a tü rü M illet kütüphanesi m üzesindeki Âşık Ç elebi eden bir mecmuada (Mit. Alın, K ■Mz. K . 786) “Ârifi
tezkiresinden alınm ıştır. Halvetî,, serlevhasiyle bir şiir kayıdlıdır. Bu manzumenin
bilmediğimiz her hangi bir şaire aid olması ihtimal da
 rif D ünd ar — Dündar’a bak. hilinde olduğu gibi divanı elimizde bulunmayan ve
 rif ( Erzurumlu ) — XIX uncu asır şairlerinden hayatları hakkında ufak bir bilgimiz olan Ârif adlı
olan Ârif hakkında Fatin tezkiresi şu malûmatı veriyor: şairlerden birine aid olması da mümkündür.
«Ârif Bey Rüşdî Paşa merhûmun akribâsından ve Gerçi çoktur âlem içre Hak tarîk illâ ki ben
hâcegân-ı dîvân-ı hümâyûndan müteveffâ Ali Beğ’in Halvetîyem Halvetîyem Halvetîyem Halvetî
sulbünden Derseâdet’te 1248 (M. 1832) sâlinde kadem- Dutmuşam ben râh.ı Hak’kı her ne dirsen söyle sen
nihâde-i sâha-i vücûd olup 1258 (M. 1842) senesi pe Halvetîyem Halvetîyem Halvetîyem Halvetî
deri mûmâileyh ile beraber cânib-i Hicaz’a azîmet ve
ba’del avde Mısır-ı Kahire’de yedi sene müddet ika Aslıdır cümle tarîkin Nakşbendî Halvetî
metle Derseâdet’e bilmuvâsale bâb-ı seraskerîde mas Cümle andan Mesnevî’dir Mevlevi vü Celvelî
raf hazînesi dâhilinde vâki’ tahrîrât odası ketebesi sını Hamdülillâh kalbe bundan irdi vahdet devleti
fına dâhil olmuş ve işbu tezkire-i âcizânemizin tab’ı Halvetîyem Halvetîyem Halvetîyem Halvetî
esnâsında tahrirât kitabeti hidmetiyle Hakkâri cânibine Pışüvâmız muktedâmızdır Muhammed Mustafâ
azîmet eylemiştir. Mûmâileyhin dahi Sünbülzade Vehbi Vâsıta mâbeynimizde ol Aliy-yel- Murtezâ
efendi merhûmun Tuhfe-i Fârisiyye’sine bir kıt’a şerh-i Kapudan girdi meşâyih şelır-i ilme Ârlfâ
nâtamâmı vardır.» Halvetîyem Halvetîyem Halvetîyem Halvetî
Fatin Tezkiresi (1271-1854) de basıldığına göre şair,
bu tarihte Hakkâri’de bulunuyordu. Â rif H ikm et (Hersekli)— Hikmet’e bak.
5
Türk Şairleri
66 Âr
A rif H ikm et ("^Sarıcalı oğlu) _ 1315 — 1899 da Hafif bir yel esince,
İskenderun’un Belân kazasına tabi Kızılkaya köyünde Düşer gizli sevince,
doğdu. Babası Mehmed'Ağa Sarıcalı oymağından bir Gerinir ince ince,
köylüdür. İlk tahsilini Antakya nümune mektebinde Sanki buğday tarlası . .
yapan Arif Hikmet, Halep muallim mektebine devama
Gün batınca loş olur,
başlamış, ikinci sınıfta iken askere çağırılarak İstanbul’a,
ihtiyat zabit talimgâhına gelmiştir. Mehtapta ne hoş olur,
Terhis edildikten sonra, tekrar tahsile başlamış, Adana İçmeden sarhoş olur,
Sanki buğday tarlası . .
Muallim mektebini bitirdikten sonra o zamanki mektep
müdürü Bay Ali Ulvi’nin inhasiyle aynı mektebin tat Kalbinde neler gizli,
bikat kısmına muallim olmuş, İki yıl sonra Konya’da Sapsarı saz benizli,
açılan Orta muallim mektebi’ne girmiş ve 1928 de An- Iç çeker gizli gizli,
karaya nakledilen bu mektepten mezun olmuştur. Sanki buğday tarlası . .
Bir müddet İsparta ve Burdur, mekteplerinde Türkçe
muallimliği eden Ârif Hikmet, bugün Diyarıbekir lisesi Erir yanan akşamla,
Türkçe hocasıdır. Güneşi damla damla
Menekşeler adlı 100 sahifelik matbu bir şiir kitabı olan İçerek solar gamla
Sanki buğday tarlası . .
II
— Halıcı —
Düm düz olur ovalar, Arif (Kâhyazade) — XIX uncu asrın meşhur şahsi
Yaslanır ufka dalar, yetlerinden olan Ârif, Reisülulema Kethudazade Elhac
Birbirini kovalar, hafız Mehmed Sadık efendi’nin oğludur. Şair’in talebe
Sanki buğday tarlası.. sinden Binbaşı Emin, yazdığı “Menakıbı Kethudazadew
Türk Şairleri
Ar. 67
adlı eserinde Ârif’in ana cihetinden nesebinin meşhur da mevleviyette ettiğim borcu verdim. Şimdi sehmim de
Haşan Çan’a müntehi olduğunu söyliyor. yok, borcumu nereden vereyim,, demiştir.
Bay îbnülemin Mahmud Kemal diyor ki : 1241(M.1825)de Bektaşıların nefyinde ulemâdan Kürd
“Pederinin esnâ-yi hayâtında sadr-ı esbak Yusuf Abdürrahman efendi “Kethudazade bektaşıdır, mez-
Paşa’nın kızıyle izdivaç ederek Ali Rıza Bey tevellüd hebsizdir. Şânîzade’yi nefyettiğimiz gibi bunu da nef-
eyledi. yetmeli» deye bağırması üzerine - Bilâhare kadıasker
Hanım, evde oturmayup araba ile bir düziye akra olan - Çerkeşli Mehmed Rafi efendi “Adam, utanın,“
basına gidermiş, ihtârât i mükerrerenin tesiri görülme kethudazade hepimizin hocasıdır. Bende okudum. Mez
diğinden tatlîke mecbur oldu. Sadr-ı esbak Alemdar hebi, i’tikadı pâk bir adamdır,, diyerek müşarünileyhi
Mustafa Paşa, vâki, olan recâ üzerine efendiyi da’vetle nefiyden kurtarmıştır.
hanımı tekrar almasını tavsiye eylediyse de talâk-ı se- Ârif efendi 5 rebiülâhır 1265 (M. 1848) de seksen
lâseden bahsile reddetti. Bu hanım, bilâhare Bağdad yaşında vefat etti. Beşiktaş’ta Yahya efendi türbesinin
vâlisi meşhur Ali Rıza Paşa’ya varıp birlikte gitmiştir. haziresindeki kabristana defnolundu. Mezar taşında şu
Ârif efendi’nin o hanımdan tevellüd eden oğlu Ali sözler yazılıdır :
Rıza Bey de anlarla beraber giderek orada vefat etmiş, Hüvelbâkî
tir (St§).„ A nadolu kadıaskerliği pâyelûlerinden ve a’lem-i
ulemâdan merhûm ve mağfûr jy . ¿lı*j ^ J ı^ U ıl ! K et
Arif’in babası Medine kadılığına tayin edilmişti.
O da birlikte gitti. Haccı edadan sonra tekrar İstan hudazade demekle m a’rûf ve meşhur olan cennetmekân
bul’a döndü. Fatih Camiinde Tırnava müftisinin oğlu Mehmed Arif molla efendinin rûhiyçün fâtiha
Abdürrahim’in dersine devama başladı. «Akaidi Celâl» 5 R 1265
okunduğu sırada hocası ölmüştü. O da Milâsî Müftîza- Tevhid efendi tarafından divanının başına yazılan
de’den istifade etmeğe başladı ve bu adamdan icazet muhtasar terceme-i hâline “Ulûm-i hikemiyye, husûsâ
name almağa muvaffak oldu. fünûn-ı riyaziye ve maârif-i cüz’iyede alelitlâk meşhûr-l
Kamus mütercimi Ahmed Asım, Ayvansaraylı âfâk olup teşnegân-ı zülâl olanlar, tahkîk-i yünbû’ -ül-
Münzevî Salih, kadızade Mehmed, Biraderzade hafîdi hayât-ı takrirlerinden reyyân olurlardı. Meşrebleri te-
Sâkıp, Hoca Neş’et, Reisülmüneccimîn Râkım, Lâz Meh kellüfât-ı resmiyeden ârî ve iltifât-ı ârâyiş-i dünyeviye-
med gibi o devrin tanınmış âlimlerinden de istifade den beri, vakur ve mütevâzı’, ashâb-ı irfan ve dervî-
eden Arif, meşhur Palabıyık’tan Heyet, “Hendesehane„- şân ile ülfete mâil, sedd-i remak mertebesine kani’
ye giderek Gelenbevî İsmail’den riyaziye ve Bulgari idiler. Asâr-ı kalem-i mu’ciz rakamları gnesir ve na
İsmail’den de Tasavvuf okumuştur. zımda kesîr ise de mazbût olmayup ba’zan nazma
Bay İbnülemin Mahmud Kemal Arif’in memuriyet ıağbet-i tabîatleri vukuunda inşad buyurdukları man
hayatı ve onun hususiyetleri hakkında mevcud malûmatı zumeyi huzzâr.ı meclisten hâhişger olanlar tahrir etme
şu suretle kaydediyor: leriyle söyledikleri eş’ârın dahi ekseri telefkerde-i yed-i
“ 1210 (M. 1795) de tarîk-ı tedrise dâhil oldu. rüzgâr olmağla müfâdınca eyâdi-i ihvan
1238 (M. 1822) de Halep, 1248 (M. 1832) de Bursa da bulunan eş’ân ahlâfa yâdigâr olmak üzre [cem’ ve
tertîb olundu» deniliyor.
mevleviyetlerine nasb olundu. 1252 (M. 1836) da Mek
Ârif efendi vefatından beş on gün evvel eş’ârını ve
ke, 1254 (M. 1838) de İstanbul, 1263 (M. 1846) da
rip «Al yazda yine getir» dediğinden ba’dettahrîr iâde
Anadolu kadıaskerliği pâyeleri tevcih kılındı. Halep ve
ettiğini ve istinsâh ettiği eş’ârı Tevhid efendi’ye verip
Bursa mevleviyetlerinde bizzat bulunup diğerlerini rüt
müşarünileyh, kendine sormadan bastırdığını ve ba’z-ı
be ile geçerek memuriyetlerini ihraz eylemedi. Kadıas-
eş’âr sehven müşarünileyhe verilmediğinden kendi ese
ker Fındıkzade efendi «Niçin İstanbul mesnedine otur
rine derceylediğini Emin efendi söyliyor.
madın bizzat hükümet etmedin, andan beşyüz kise olur
Ârif efendi’nin kırk elli yaşma kadar pek çok şiir
demiş.
söyleyip “Bir arnavud uşağım vardı, düşürdü, zâyi’etti„
Arif efendi, meclisine devam edenlere «Siz, beni dediği ve matbu’ divandaki eş’ârm ekserini çili yaşın-
halım ve selîm görüyorsunuz, Amma ben hükümette dan sonra söylediği Emin efendi’nin cümle-i rivâyâtın-
değişirim. Mürafaa esnasında vekayi’ kâtibinin takririne dandır.
kanaat eylemem, kendim zabt.ı da’vâ ederim, tarafeyni Muallim Naci mecmuasında «... Divançeden istid
kendim dinlerim. Şâhidleri mahallerinden tezkiye ede lal olunduğuna göre müşarünileyh, milletin şiirde birin
rim. Oda kapusunun arkasında tezkiye etmem. Bu gi ciliği ihrâz eden ricâlinden değil, bunların mütevassıt-
dişle beşyüz değil , iki yüz kise bile olmaz. O ma larından bile addolunmamak lâzım gelir. Olabilir ya,
kamda ihtiyâr edilecek mesârife bile kifayet etmez. bir adam hakîm olur da, şâir olmaz. Bununla berâber
Bursa mevleviyetinden geldiğim vakit sehmimi sattım hoşça beyitleri de yok değildir.
Türk Şairleri
68 _ A r.
Binaenâleyh şuarâ arasına katılabilir. Denilebilir ki Mustafa Ağa’yı beş bin kuruş atiye ile gönderir. Mû-
en değerli eş’ârı kendisine isnâd olunan zarîfâne fıkra maileyh henüz söze başlamadan efendi “O iş şöyle ola
larıdır» diyor. caktır. Efendimiz müsterih olsun,, dediği mûmâileyten
Müşarünileyh, bazan şi’rin bahrini bulmak için ya menkuldür.
vaşça taktî’ederek dermiş ki : Müşârünileyh, seksen senelik hayatını ilme vakfeden
«Takti’ şi’rin hademesindendir. Şi’rin selâset ile kı- erbâb-ı kemâldendir. Evâil-i ömründen son nefesine ka
raetini bırakıp ta taktî’ ile okunmak, uşağı efendinin dar müracaat edenlere ta’lîm i ulûm etti. Henüz tale
yerine geçirmek gibidir. Şi’ri lâkırdı gibi okumalı. Şiir, beden iken farisîde mehâret ve şöhreti olduğundan
lâkırdıdır, selâset ile kıraet başka, taktî, başkadır. Se- Fatih cami’inde ders okuduğu esnâda hocasına Gülistan
lâsetle kıraati muallimin ağzından almalı. okuttu. Fakat diğer talebe görüp te «bizim hoca bir
Asıl okuyuşu öğrenmeli. Ma’nâ kolaydır, şerhler vâ- şey bilmiyormuş» dememeleri için Fatih’te Şekerci ha
sıtasile de çıkarılabilir. Eğer şiir yoliyle okunmazsa nında bir odada tedrîs eyledi.
okurken ma’nâ bozulur.» Her sınıf halktan pek çok kimse müşârünileyhten is
Emin efendi’nin beyanatına nazaran : Arif efendi, tifade etti. Kendi «İran’da, Turan’da şâgirdim vardır»
orta boylu, doğan burunlu, açık alınlı, beyâz yüzlü, al- demiştir.
yanaklı, hafîfüllihye idi. Yanaklarında sakal yok gibi Meşhur İsmail Ferruh efendinin Ortaköy’deki sâhil-
idi. Fransız enfiyesi çeker, nargile kullanır, şekerli kahve hânesinde içtimâ eden hey’et-i İlmiyenin a’zây-ı fâzılasın.
içerdi. Bir çok kedisi vardı. Haleb’e giderken uşağı Seyid dandı. Cevdet Paşa tarihinde (C, 2, S.213) bu cemiyet
Ağaya «kedilerin ciğerini kesme, yine bir sırık ciğer ten bahsettiği sırada «O zaman meşâhîr-i felâsefe-i islâ-
gelsün» diye tenbih etmiştir. 1251 de yirmi kedi kalmış. miyeden olan Kethudâzade efendi dahi haftada iki gün
Hânedân-ı nübüvvete muhib, kayd-ı kesret ve mâsi- devâm ile gerek felsefiyâta ve gerek edebiyâta dâir
vâdan âzâde idi. Mal ve mülke rağbeti yoktu. Vefâtın- olan mübâhasâtta bulunurmuş» diyor.
da bir leğen ibrik ile sırtındaki elbiseden başka bir şey Tekellüften vâreste, lâübâlî meşreb bir feylesof-i der-
çıkmadı. Fakat kırk sepet sandık dolusu yazma kütü- yâ dil olduğundan meşreb ve mezhebi, halk arasında
b.i nefîsesi vardı. Bu kitapların ekserisini Şeyhülislâm kîl ü kale ve sû-i zanna sebeb oldu.
Arif Hikmet Bey aldı. Fakr ü zarûrete tahammül eder Müşârünileyh demiş ki : «Yeniçeri zamanında Beyoğ-
di. Hattâ kırk yıllık uşağı Beşiktaşlı Seyyid Ağa, bazı lunda erganunlu kiliseye gider, yukarda otururdum,
kere kayıkçılık, balıkçılık ederek efendiyi beslerdi. başımdan kavuğu çıkarmazdım. Enfiye verirler, odala
“Allah’ın bir velîsi idi. Lâkin halk başına üşüp ah- rına götürürler, hoşlanırlardı. İngiliz balosuna da gider
vâl-i ma’neviyye ve kendileri de melâmet perdesiyle is- dim. Belki beş altı yüz kara şapkalı frenk bulunur,
titâr (Emin efendi'nin eseri) eylerdi. benden gayri müslim bulunmazdı. Ben, beyaz sarıklı
Hânesi pederinin hayâtında Kumkapu nişancısında kavuk ile otururdum. O kadar frengin içinde bir müs
lim tuhaf olurdu. Amma nizam çıkup yeniçeri lağvolun
ve Çarşanba cihetlerinde idi. Muahharen Beşiktaş’ta
duktan sonra gitmedim.»
uzunca ovada ev aldı. Sultan Mahmud “evini mi yaptı
rayım, başka ev mi alayım„ diye sordurmuş. Fatin tezkiresinde şaire aid şu fikirler serdediliyor :
«Bu mahalleden hoşnud değilim. Başka mahalde bir «Müşârünileyh ulûm-ı akliyye ve nakliyye ve fünûn-ı
ev alsınlar „ cevabını vermesi üzerine Beşiktaş sarayı arabiyye ve fârisiyyede bîmisl ü hemtâ bir şâir-i maânî
nın arkasında Arab iskele nâmındaki mahalde ev alındı. âşinâ olup müretteb dîvân. ı belâgat ünvânı vardır. Ken-
düsi i’tikad-ı felâsefeye zâhib idi.»
Müşarünileyh «Ben, bir ev isterdim ki imam evinden
638 beyitten ibaret olan Arif divanında na’tlar, med.
ve çeşmeden uzak olsun. Bize bir ev nasîb oldu ki
hiyelerden başka Selim III. ve Yusuf Paşa’ya yazılmış
çeşmenin ta üstünde ve imam evinin de ta karşısında
iki kaside ile bir hayli tarih ve muhammesler görülmek
dır» dermiş. Sultan Mahmud, kadr ü kıymetini bildiğin
tedir. Talib'm bir gazelini tahmis etmiş olan Arif,
den atiyyeler gönderir, o da başkalarına verirdi. G özüm ki kane boyandı şerâbı neyleyeyim
Mısır meselesinin zuhurunda Sultan Mahmud, kure- Ciğer ki odlara yandı kebabı neyleyeyim
nâsından Mehmed Ali Beyi (Paşa) göndererek mesele beytini de Mevlâna'nm zannederek tazmin etmek sure
nin neticesini sordukta “Bu sene Mısır valisi ahz ü gi tiyle bir muhammes vücude getirmiştir. 32 gazeli ihtiva
rift olunacaktır,, demiş. Kaziyyenin aksi zuhûr ederek eden bu divanda şarkılar, kıt’alar ve müfredler de var
Ârif efendi’yi müahaze eyledikte «Hilâfım zuhûr etmedi. dır. (1271—1854) de tab’edilen bu nüshanın şaire aid
Doğrusunu söyledim. Ayniyle dediğim gibi çıktı. Zîrâ pek az şiiri ihtiva ettiği muhakkaktır. Netekim uzun
zamanlar muayyen bestesiyle hattâ acemler arasında
ahz ü girift olunan Mehmed Reşid Paşa bilfiil Mısır
okunan,
valisi değil miydi demiştir (L ûtfî tarihi C. 4, S. 62). Kurrâtül-ayn-i habîb-i Kibriyâsın yâ Hüseyn
Sultan Abdülmecid de atiyye gönderir ve mesâili Nûr-i çeşm-i Şâh-ı Merdan Murtezâsın yâ Hüseyn
müşkileyi sorardı.Hattâ bir gün de mühim bir meselenin Kıl şefâat  r i f e ceddin Muhammed aşkına
Arsa-i mahşerde makbûl-er-recâsm yâ Hüşeyn
tse netîce hâsıl edeceğini sormak üzere Mabeyn müdiri
Türk Şairleri
Âr.
beyitlerini muhtevî meşhur mersiyesi bu divanda görül Gerçi hirmengâh-ı dilde şu’ledir her hûşemiz
mediği gibi Fatin'in tezkiresine örnek olarak aldığı şu Âteşin pervânedir ammâ bizim şebtâbımız
gazel de yoktur : Sırma telli zülfile pûşîde kılmış meh yüzün
Beyza-i tâvûs-i cennettir külâh-ı Mevlevi Eylemez kettânı fersûde aceb mehtâbımız
Kulle-i serv-i hakikattir külâh-ı Mevlevi Hâb-ı nûşîn-i seherde çıktı gördüm âftâb
Sırr-ı her beşti açıktır gül gibi sâhib dile
Pek münâsib vaslile ta’bîr olunsa hâbımız
Oonce i bâğ-ı letafettir külâh-ı Mevlevi
Bir hilâl ebrû içün halka be-gûş-i hidmetim
Şekl-i mahrûtî şekerdir lezzeti dilmürdeye
Bezm-i halvâ-yi halâvettir külâh-ı Mevlevi
Anın içün çerhile Arif berâber bâbımız
C âm i’-i feyz-i çerâğ-ı Molla-yi R ûm î’de hep — III —
Rüh kim verâ yi kâkül-i terden zuhûr ider Alîl-i lâl’-i lebim ben lûâbı neyleyeyim
Gûyâ ki âftâb sehreden zuhûr ider Pür itti âlemi eşkim sehâbı neyleyeyim
Elbette serfirâz-ı hakîkat olur mecâz Gönül ki hâne, i mâtem rebâbı neyleyeyim
Görmez misin ki şu’le şererden zuhûr ider Gözüm ki kane boyandı şerâbı neyleyeyim
Mercan bedîd olsa sadeften aceb midir Ciğer ki odlara yandı kebâbı neyleyeyim
Bârân-ı eşk-i dîde ciğerden zuhûr ider
Cefây i hâre tahammül azîm müşkil imiş
Fer’in şerâfetin dahi inkâr eylemem
Belâ-yi yâre tahammül azîm müşkil imiş
Nahl-i bülend tohm-i şererden zuhûr ider
Firâk-ı yâre tahammül azîm müşkil imiş
Serefgen.i derîçe i fikr olma Ârifâ
Gözüm ki kane boyandı şerâbı neyleyeyim
Bir gün o mâh cânib-i derden zuhûr ider
Ciğer ki odlara yandı kebâbı neyleyeyim
- II -
Bâde-i gülrengden peydâdır âb ü tâbımız Bir âşıkım ki gözümdür bu bezme peymâne
Ma’din-i yâkuttan eyler güzer çün âbımız Ne sâki lâzım efendi ne mey ne meyhâne
Türk Şairleri
70 _ Âr.
Yürek ki âteşe yandı ne çâre hicrâne Akif, onun malûmat sahibi bir adam olduğunu ve
Gözüm ki kane boyandı şerâbı neyleyeyim akranı arasında temeyyüz ettiğini söyledikten sonra
Ciğer ki odlara yandı kebabı neyleyeyim “Tab’-ı selîm ile müşârünbilbenân şâir-i remz âşinâ-yi
belâgât beyân,, olduğunu da ilâve ediyor.
Ki renc-i aşk-ı şehim eyledi beni berbâd  kif tezkiresine Şair’in iki gazeli örnek olarak alın
Bu derde eylemez aslâ devâyı bir üstâd mıştır. “Haylice eş’âr ve güftârı vardır,, kaydına tesa
Cenâb-ı Hazret-i Molla meğer ide imdâd düf edilen Fatitı tezkiresinde ise ancak bu gazellerden
birini görüyoruz.
Gözüm ki kane boyandı şerâbı neyleyeyim
1
Ciğer ki odlara yandı kebâbı neyleyeyim
Gülrühin bûyinden olmuş serteser gülzâr mest
— V _
Gönce şerminden arakrîz andelîb-i zâr mest
— Muhammes —
Dâğ yakmış lâle gök kandil yatur sünbülleri
Bak o şehin gamzesi hâlâtına Nerkisin çeşmi süzülmüş seıv-i hoşreftâr mest
Sinedeki ya’ni cerâhâtına Gam değil câm-ı lebin bûs eylesem cânâ bu şeb
Neyledi gör gönü harâbâtma Tâ sabâh-ül- haşredek kalsam da çeşmin vâr mest
Ah güzelim aşkına hâlâtına Halka pîçâpîç olup itmezdi aslâ serfürû
Yandı yürek aşkı hârâratına Şemmidüp tiryâk-ı hâlin oldu zülf-i mâr mest
Kimden âyâ eylesem keyfiyyet-i aşkı suâl
Böyle cefâcûya gönül vermeyim
Ârif-i âgâh serhoş vâkıf-1 esrâr mest
Bîhüde bâri elemin çekmeyim
II
Subh u mesâ âh ü figan itmeyim
Dil viren dilber-i dânâ dile dilgîr olmaz
And içeyim gayrı güzel sevmeyim
Sâde efsûn ü fesâneyle de teshîr olmaz
Tanrıya vü Tanrı’nm âyâtına
Ne cihan dîdeleri eyledi hâb âlûde
Cilveler eyler veli bîtâb ider Çeşm-i mestânesi bir veçhile ta’bîr olmaz
Nûr-i rühi âlemi pür tâb ider Mû-be.mû dikkat idüp bu gice Behzâd-ı hayâl
Sûzişi ammâ beni bîhâb ider Çîn-i zülfe didi şebbû gibi tasvîr olmaz
Ah güzelin aşkına hâlâtına Gül-i ruhsârını mümkin mi ki vasf ide zeban
Yandı yürek aşkı harârâtına Bûy-i gül sûret ile kabil-i tahrir olmaz
Yoktur  rif o hümâ meşrebi sayda tedbîr
ÂrifA bîçâre vü hasretkeşim
Kimsenin dâm-ı hayâlâtma nahcîr olmaz
Derd ü gam ile gice gündüz işim
Bibliyografya '. Akf, Arf-, Esd, Ftn.
Kesti benim takatim ol serkeşim
 rif (Kâşifzade) — Hiç bir tezkirede kayıdlı olarak
And içeyim gayri güzel sevmeyim bulamadığım Ârif’in bir mecmuada ( Mit. Alm. K. Mz.
Tanrı’ya vü Tanrı’nın âyâtına No: 754) «Kâşif zade Mehmed Ârif„ serlevhasiyle bir
 rif (Kapucubaşı) — XIX uncu asır şairlerinden gazeli kayıdlıdır.
olan Mehmed Ârif Ağa (1183-1769) da doğdu. Zeliha Mecmuada (1211 - 1796) tarihinde yazılan bir tarih
sultan kethüdası Halil Ağa’nın maiyetinde bulunan ve görülüyor. Belki Kâşifzade Ârif te XIX uncu asır şair
lerindendir.
bilâhare onuu kâhyası olan Ahmed Ağa’nın oğludur.
“Enderunu hümayun„a alındı. Bir müddet “Kilârı hâssa„ Bu sahrâ-yi mahabbetde gönül hoş âftâb ister
da çalıştı. Mahmud //. zamanında kendisine kapucuba- Mücîb olmazsa mümtâzım bilâ tehir itâb ister
şılık rütbesi tevcih edildi. Olubdur muntazır diller o şâh-ı hüsn-i iklîme
Fatih'e göre (1235-1819) yılının ilk aylarında evlene Derâguş-i miyandan ictinâb-ı pîç ü tâb ister
ceği akşam yemek yerken birdenbire öldü. Bizi ta’n eyleyen zâhid görünce ol dilârâyı
 rif Hikmet tezkiresinde ise diğer menbalarda Mahall-i imtihâna geldiğin sanmış kitâb ister
kaydedilmiyen şu malûmata tesadüf ediyoruz.
Garîb üftâdeden ruhsârını ketm eyleyen dilber
“Kurşuncu başızadelikle şöhıetşiârdır. Pederi asr-ı
Nikab oldukta hattı rühlere bir mûy.i tâb ister
Selim Hân’da olan cünd muallim başılarından Ahmed
Ağadır. Validesinin pederi kurşuncubaşı olmakla o Tarîk-ı aşk u sevdâda siyâhat üzre ol  rif
künye galebe etmiştir. Tüfekcibaşı Ârif efendi merhûma O şûha irmeğe elbet heman sa’y ü şitâb ister
iltibâstan mahlasını S âbık' a tebdîl itmiştir. Ahd-i adl-i  rif (Kütahyalı) — XVII nci asır şairlerinden olan
pâdişâh-ı zamanda rikâbdarlıktan Filibe’de kâin Şeha- Ârif Mehmed Hilmî, Şair Visalî’nin oğludur. Meşhur
beddin Paşa tevliyetiyle çırâğ olup 1240 sâli leyle-i zi- Şeyhülislâm Yahya’dan mülâzım olmuş, fakat “Bir tarîka
fâfta füc’eten vefat itmiştir.„ sülük etmemiştir,, (Ş^y. Ş.) Vefatı, (1068-1657) dedir.
Bu malûmata göre, şairin vefat tarihinde beş yıllık Rıza'ya göre “Eş’ârı bînazîr ve güftârı dilpezîr„
bir fark görülüyor. olan Ârif’in asıl adı Mehmed’dir. Mustafa Mücib'e
Şairin Sabık mahlâslı bazı şiirlerine mecmualarda göre de “Eş’ârı dilpezîr ve güftârı lânazîr,, şairin adı
rastlıyoruz (Sabık'a bak,). Ârif Mehmed Hilmi’dir.
Türk Şairleri
Gerek Rıza, gerek Mustafa Miicib Ârif’in bir Şeh- dergâh-ı Mısır asîr-ün nizâm olmağla isti’fâ idüp Kıbrıs
rengiz vücude getirdiğini yazdıktan sonra bu eserdeki meşîhati ihsân olunmuştur. Nazm.ı suhane gerçekten
şu beyitleri de örnek olarak alıyorlar : kadir şair-i zûrâverdir.»
Fatln tezkiresinde de şu malûmata tesadüf olunuyor:
Evvelâ dilber i dilefrûzun
Ateş-i hüsnile cihansûzun « Şeyh Arif efendi cezire i Kıbrıs’ta kâin Lefkoşa
Biri İbrâhim-i şüküfte izâr kasabası mevlevîhânesi şeyhi Mustafa Siyahi efendi’nin
Gösterir âteş içre ol gülzâr mahdûmu olup ibtidâ Mısrı Kakire mevlevîhânesi meşî-
Cüm le bütler anın şikestesidir hatine ve muahharen cezîre-i mezbûrede vâki’ hânkah-ı
Deyr-i hüstı içre cümle hastesidir mevleviyye meşîhatine nâil ve 1138 (M. 1725) târihinde
Vaslına olsa idim erzânî¡j
dâr-t bekaya müntakil olmuştur.»
O lur idim yolunda kurbâni
Her iki Tezkirede Babası Siyahî’ye yaptığı şu tahmis
kayıdlıdır :
Tezkirelerde şairin şu beyitleri de kayıdlıdır :
Gam-ı şikence-i zülfün dili küşâde ider
— Siyahî’nin gazelini tahmis
Tecelli tâlib-i rûyin ümîd-i sâde ider
D ilâ niyâzı ko gör lûtfun ol vefâ tab’m Bu cilvegâhta ol yekketâz-ı ma’nâyım
Hezâr işve vü nâzı o bir cefâde ider Reh-i talebde şitâbende-i temennâyım
Fezâ-yi aşk u mahabbette bâd peymâyım
Andelibin ciğeri pâreleridir yer yer
Bâğda ziynet olan sanma ki dâl üstüne gül Ben ol sebükrev-i deşt-i fenâya hempâyım
Nişîn-i kûh-i kanâat nedîm-i ankayım
O üftî, manzum ve ^mizahî tezkiresinde Ârif’i değersiz
bir şair olarak şu yolda tanıtmak istiyor :
Olunca tab’ıma feyz-i İlâh cilvenümâ
Nefes-i şi’rine mahall-i sükûn
Cevâhir-i suhanım buldı kıymet-i vâlâ
Zarta-i semt-i kûh-i kaf nümün
Cihan nola dür. i ma’nâm ile bulursa gmâ
Mehçe-i pâkine kühen varta
Kûh-i kaf-ı cezire i zarta
Kilîd-i genc-i maârif müsellem oldı bana
Şi’ri kem mâye-i cemilesidir Serîr-i memleket-i ma’niye çü Dârâyım
A k m in Dimne vü Kelîle’sidir
Şi’ri hayretfezâ sudâ’ gibi Gehî hücûm-i gam u hayret ile hâmûşum
Ra’şe perver dem-i cim â’ gibi Misâl-i mevc i yem-i aşk gâhi pür cûşum
Böyledir didi râviyân-ı benâm
Şarâb-ı zâhir ile sanma mest ü medhûşum
G alat eş’âr Ârif-i güm nâm
Sebû bedest i Elestim mey-i Belâ nûşum
Sicil'de Arif için “Derviş ve şairdir„ deniliyorsa da
Şikeste şîşe-i hûşum ki mest-i esmâyım
diğer menbalarda onun bir tarikata mensup olduğuna
dair hiç bir kayda rastlamadım. Ümîd-i şöhret-i âlemle hây ü hû itmem
Husûl-i devlet-i dünyâyı ârzû itmem
Bibliyografya : R z . , M cb., Şky. Ş ., G ft., Sel.
Tarîk-ı vâdi-i ikbâli cüstücû itmem
 rlf ( Kütahyalı) XVIII inci asır şairlerinden olan Skender olsa da nâdâne serfürû itmem
Arif hakkında Salim, tezkiresinde şu malûmat kayıdlıdır: Cenâb i dergeh-i Molla’ya çün cebinsâyım
« Mevâli-i kiramdan Kütahyalı Ahmed efendi nâm
suhanşinâsın akribâsından olup sene 1134 (M. 1721) Bu tekyegâh-ı mahabbette Arifâ nâgâh
târihinde saltanat-ı aliyyeye Acem diyârından Nâmî Olunca himmet i feyz-i pederle dil âgâh
mahlası ile gelen elçi şuarâdan olmağla zebân-ı Türkîde Küşâde eyledi çeşm i derûnı avn-i îlâh
bu zeminde bir gazel, bunlardan dahi bugüne bir nazire Siyâhi gibi olunca garîk-ı nûr-i siyâh
sudûr eylemişti. Matla’ı budur : Fünûn-i sihr-i beyanda dem-i Mesîhâ’yım
“Merhûm-i merkum fazîlet-i ilmiyye ile ma’lûm ek- Varın virir muâmele-i yek piyâleye
ser-i fünûnda mâhir şi’r ü inşâye kadir idi„ Düşmez fütâde meşreb olan kayd-ı nekbete
Beliğ tezkiresinde ise Şair’e aid kısaca şu satırlar Gerd-i nişân-ı halka-i teslim-i Pîr’dir
kayıdlıdır : Âmâc olan bu arsada hep tir. i hasrete
“Seyyid Mehmed efendi’dir. Zümre-i kuzâttan Geli Dil serd-i bezm-i ülfet-i ihvân-ı asr olup
bolu’da fetvâya me’zûn olup 1126 da fevt oldu.„ Â rif çekildi gûşe-i bîgerd ü külfete
Her iki menbada şairin şu beytinden başka örnek Şeyh O alib'in vücude getirdiği tezkirede de şu
yoktur: mülemma şiirine tesadüf ediliyor :
erîke-i hilâfet-i türbe-i mükerreme-i kürsî rütbe olmuş Â rif (Molla)— XVIII inci asır şairlerinden olan Ârif
lardır. Evâsıt ı hilâfetinde edâ-yi farîza-i hacc-ül-beyt hakkında Sahaflar şeyhizade Esad tezkireside şu kısa
malûmat kayıdlıdır :
buyurup ba’delavde niçe zaman dahi dâddih-i meşîhat
«Bilâd-i devriyeden Belgrad’da molla iken 1176 (M.
ve teslîk ve ümerâ ve ricâlden cem’-i kesîr dâhil-i dâ-
1762) sâlinde fevt olan (Kaside-i Mudariyye) şârihi
ire-i ubûdiyyet ve mahabbetleri olup ezan cümle Ha-
ve lücce-i şi’rin sâbihi Mustafa efendidir.»
kimoğlu Ali Paşa tekbîr-i arakiye-i inâbetleriyle iftihâr
 rif (Mütercim) — XIX uncu asır şairlerinden olan
ider idi. Nısf-ı menkabeleri Sefîne-i Sâkıb’da naklolu
 rif , Şeyhülislâm  rif Hikmet tezkiresindeki kayda
nup müellif-i müşârünileyhin Çelebi-i asrı olmağla çend
göre, « Küçük tezkirecilikten mazûlen fevt olan şâir-i
varak tezyîl bırakmışlar idi. Sonra veled-i muhtereme-
mâhir ve hasmını ilzâma kadir Nesîbâ efendi’nin dâderi
leri Hâlis Ahmed Dede zeyl ve tafsîl-i bekayâ-yi ahvâl
Salih efendi’nin oğludur. Evvelâ mektûbî, ba’dehu Âmedî
kılup ekser-i mefâhir-i meâsirleri mahall-i mezbûrda
odalarına ve beş on seneden sonra 1236 (M. 1820) tev-
musarrahtır. Târîh-i intikalleri 1159 (M. 1746) da vâki’
cîhâtmda mevkufatcılık rü’yeti câhına mestûr olup
olup zîr-i sâye-i envâr-ı kubbe-i Hadrâ’da garka-i
ba’del azl Müftizade Hüseyin Paşa’nın muhallefâtı zab
deryâ-yi şühûd olmuşlardır. Eş’âr-ı şeyhâne ve güftâr-ı tına memûren» Kayseri’ye gitmişse de altı ay sonra
pîrâneleri mevfûr ve meşhûrdur» vefat ederek meşhur mutasavvıf İbrahim Tennurî türbesi
Sakıb Dede'nin «Sefinei mevleviye» sinde Ârif civarına gömülmüştür (1238— 1822).
Ayıntaplı Aynî «Şuarâ-yi tahtgâh-ı İstanbul »adlı
Çelebi’ye aid bazı menkabelerede tesadüf olunuyor.
şiirinde,
Sakıb Dede, Esrar Dede ve Fatin, şairin yalnız şu N esîbâ’nın hafidi mîr Ârif
gazelini örnek olarak alıyorlar : Nikât-ı şi’r ile inşâye vâkıf
Sâlik-i râh-ı beka bir merd imiş kim son nefes Arif Nihad, yakın akrabasının elinde büyüdü. Bir müd
Cesr.i Lâ’dan geçti itti menzil-i illâ’yı cây det köy mekteplerinde ve İstanbul’un “ Taş mektep „
Ay/ıiyâ târîh-i fevtin hazret-i Rıdvan didi
adını taşıyan iki mahalle mektebinde okuduktan sonra
liV - l î- ^ 1di ,_S-0l_5 «Gülşeni maarif rüştiyesi»ne verildi. Dört yıl, leylî ola
— 1238 —
rak Bolu sultanîsinde bulundu. Lise tahsilini Kastamoni
Arif’in zamanında «Mütercimi Arabî» olarak şöhret
sultanîsinde, yüksek tahslini de yüksek muallim mekte
kazandığını görüyoruz. A rif Hikmet diyor ki : «Ulûm-i
arabiyede mâyesi ve suhanşinaslıkta âlî pâyesi olup binde bitirdi. Az bir müddet İstanbul Postahanesi tel
hattâ kalemde iken tahrîrât-ı arabiyye mütercimi idi. graf kontrol kaleminde çalıştı. Bir kaç yıl da Anadolu
Dîvânçe-i eş’âr-ı ma’nîdârı vardır>.
ajansı İstanbul mümessilliği emrinde bulundu.
Fatin tezkiresindejse şaire aid şu kısa malûmat
kayıdlıdır: İlk hocalığı Adana erkek muallim mektebindedir.
« Mütercim-i Arabî Ârif Beğ şehrîy-yül asi olup Yedi yıldanberi Adana’da bulunan Arif Nihad, bugün
aklâm-ı şâhânede perverişyâfte-i ilm ü kemâl olduktan
Adana lisesi Edebiyat muallimidir.
¿sonra Amedî odası hulefâsı sınıfına dâhil ve bilâhire
Arabî mütercimliği hidmetine dahi nâil olmuş iken me- Ârif Nihad, şiirlerini Âyetler adını verdiği bir kitap
mûren Kayseriyye cânibine azîmet eyleyüp ta topladı ise de henüz neşretmedi. Onun bazı manzu
meleri Hayat, Çağlayanlar ve Oeçit mecmualarında in
tarihi nâtık olduğu veçhile 1238 senesi mahall-i merku- tişar etmiştir. Adana’da çıkan Kırk pınar'As. da yedi,
jmede râhile bend-i dâr-ı âhıret olmuştur.»
sekiz nesri vardır.
Aynı.^eserde şairin şu manzumesi örnek olarak
alınmıştır :
Sînem hayâl-i^mihr.i rühinden ferâğı var - 1 —
Yolda ,
Gözleri üç köşeli adamlar
Ellerini ceplerine sokup
Dirseklerini sivrilterek
Gerilediler ve körlere baktılar
—Nereye, nereye?
Sonuncu kör de geldi, geçti.
- II —
— K öyüm ün kızları —
Arif Ahmed’in bütün menbalarda yalnız bir şiiri Arş u kürsî vü behişt ü dûzahın lerzân ider
kayıdlıdır. Meşhur mevlevî büyüklerinden Sultan Divanî Şevk-ı Mevlâınâ ile bir kerre âh-ı Mevlevî
hakkında bir medhiye olan bu şiir için Salim “Bu me- Teşne dil uşşâk-ı pürsûza hayât-ı câvidan
celle-i celîleye tahrîr içün bu abd-i fakîre irsâl eyledik" Bahş ü sirâb eylemekdir resm ü râh-ı Mevlevî
leri âsârdandır„ diyor. Demek oluyor ki bütün menbalar sâhasında seyr ider vakt-i simâ’
bu hususta Salim’i mehaz ittihaz etmişlerdir. Kurb-i l,'j|j dır A rif cilvegâh-ı Mevlevî
“Ârifî Ahmed Dede serlevhasiyla diğer iki manzu
Bibliyografya : S im ., R m z., Esr. Sm h., Fttı,, Mehmed Z iy a :
mesi de Veled Çelebi'ye aid bir mecmuada kayıdlıdır. Yenikapu Mevlevîhanesi.
Esrar Dede tezkiresiyle ondan nakleden menbalar
Şair’in mahlâsını Â rifî olarak gösteriyorlar. Hattâ Meh- Â rif ( Reisülküttap) — XVIII inci asrın son nısfında
med Zıya, Yenikapu mevleyîhanesi adlı eserinde (S. 134) yetişen kıymetli şahsiyetlerden biridir. Kastamoni’de
«Eş’ârında Ârifî tahallûs ederdi» deyerek bunu daha doğdu. Babası kadılıklarda bulunmuş olan Mehmed
kat’î bir tarzda söyliyor. Salim efendi’dir. Çocuk denilebilecek bir yaşta İstanbul’a
Halbuki Salim ve Ramiz tezkirelerinde şairin mahlâ- gelerek tahsile koyulmuş, meşhur Hoca Neş’et’ten de
sı Ârif olarak kayıdlı olduğu gibi elimizde bulunan Farisî okumuştur. Önce “ Dergâhı âlî„ kapucubaşıların-
gazellerinde de aynı mahlâsı görüyoruz. dan Melek Paşazade Ahmed Bey’in dairesine mülâzım
Ârif Ahmed Dede Yenikapu mevlevîhanesinde med- oldu. Sonra Dârüssaade ağalarına yazıcı yamağı, çok
fundur. Mehmed Zıya, Yenikapu nıevlevlhanesi' nde gçmeden baş memur İdris Ağa’nın kâtibi oldu. Bilâhare
diyor k i : “ Haremeyn mukataacılığı„ memuriyetine tayin edildi.
Bu dergâhta on bir sene meşîhat etmiştir. Türbe-i (1206— 1791) de küçük tezkireci, (1209—1794) de
şerif dâhilinde ve sağdanjlk safta medfun Kûçek Meh büyük tezkireci oldu. Siirurî şu tarihi söylemiştir :
med Dede ile Safî Musa Dede’nin ayak ucunda medfun
Terfi’ olunup mertebe-i Ârif efendi
olacak. Kûçek Mehmed Dede’nin medfeni arkasındaki
Ehl-i hünerin şimdi zamân-ı ferecidir
sandukayı da kaldırdım. Altında müdevver bir taş zu
Menkut ile erbâb ı maârif didi târih
hur ettiyse de kitabesi yoktur. Kitabesinin son mısraı
şudur. h y >—
i j
e ü J ..S -I J J .> - f — 1209 —
Ârif’in elimizde bulunan gazellerini naklediyorum: Bilâhare tezkerecilik uhdesinde kalmak üzere Beyhan
— I — Sultan’ın kâhyalığı da kendisine ilâve olarak verildi.
Zât-i pâkinledir ey hazret-i Sultân-1 Simâ’ Yusuf Zıya Paşa’nın sadareti zamanında tezkerecilikten
Şeref-i dâire-i mecma’-ı Dîvân-ı Simâ’ azlolundu (1213 —1798) . Bir yıl sonra büyük ruznameci
Yeridir mahşer-i ervâh mücerred olsa oldu. (1215—1800) de “Rikâbı hümayun,, kethudalığma
Çünki cevlângeh-i rûhun ola meydân-1 Simâ’ seçildi. (1216—1801) de çavuşbaşı oldu. (1217— 1802) de
Böyle bir meclis-i pür mâide-i şehr içre azledildi. Sonra Yeniçeri kâtibi ve (1221— 1806) da
Yaraşur vaky-i Halil’in ola mihmân ı Simâ’ tekrar çavuşbaşılığa getirildi. (1222— 1807) de Reisülküt-
Dâğ-ı uşşâk u gül-i >avza-i aşk.ı ezelî tab oldu. Siirurî şu tarihi vücude getirmiştir:
Dûd-i âh-ı fukarâ sünbül-i büstân-i Simâ’ Sa’dola Ârif efendi’ye riyâset kim anın
Kereminden umulur /4r//’rmahşerde dahi Yek be-yek ma’lûmudur de’b-i evâhirle üvel
İdesin dâhil-i cem’iyyet-i yârân-ı Simâ’ Ma’rifetmendân-ı küttâb itti târihin rakam
— II -
J j.i JU ¡ y J îj ¿ U jj
Aceb özge harâretdir derûnumda komuş Mevlâ — 1222 —
Arif, üç ay sonra üçüncü defa çavuşbaşılığa getirildi. Mısır Bolak matbaasında tab’edilmiştir. Fakat 3755 beyti
(1223—1808) de defter emini, sonra tevkiî, sene sonunda ihtiva eden bu eseri tertib edenler Ârif mahlâslı ne kadar
da reis vekili oldu. Ordu ile İstanbul’a gelince azledildi. şiire tesadüf etmişlerse bizim Ârif namına kaydetmekte
Ordunun hareketinde tekrar vekil olduysa da gene beis görmemişlerdir. Bursalı Tahir “Süleyman Ârif’in
azlolundu. (1225 — 1810) da nişancılığa (1227—1812) de mi’raciyesi tedkiksizlik eseri olarak Reîsülküttâb Ârif
deftereminliğine getirildi. (1228— 1813) de yetmiş iki efendi’nin divanının baş tarafına tab’edilmiştir,, (Osm.)
yaşlarında iken öldü. Soukçeşme’de Zeynep sultan camii diyorsa da bu yanlışlık bu kadarla da kalmamış; Ârif
hatiresine defnedildi. AbdülbakVnm,
Ârif’in büyük tezkerecilikten azledilişindeki garip Ne lâlezâr gerektir ne seyr-i bâğ bana
sebebi Fatin şu yolda anlatıyor: Yeter müşâhede-i cism-i dâğ dâğ bana
“Müşârünileyhin büyük tezkerecilik hidmetinden azli
Bütân ol kâkül-i âşık firîbe m übtelâdır hep
letâiften olmak mülâbesesiyle tafsîle ibtidâr olundu :
Gazâlân-ı harem pâbeste-i dâm-ı belâdır hep
Sadr-ı esbak müteveffâ Yusuf Zıya Paşa sadâret-i uzmâda
bulunduğu esnada şâir-i mâhir müteveffâ Pertev efendi, gibi bir çok şiirleri ile, Süleyman  r if in
Sanmam safâ alâkadan azadeliktedir
Dil-i gamdîdenin bir dahi handân olduğun gördük
Âzâdelik didikleri dildâdeliktedir
O nâşâdın hele bir kerre şâdân olduğun gördük
Ham itti kametim ol çîn-i ebru gösterişcikler
redifinde olan kasidesinin sadr-ı müşârünileyhe arz ve İtâb eyler yüzünden vech-i ihsâne girişcikler
Hicâb-i cürm ü isyan bes değil mi mücrim-i hâre Sana elverdi mi bigânelerle âşinâ olmak
Heman bir kerre yüz tutsun inâyet bir günehkâre Berâ-yi tecribe cânâ biraz da âşıka yâr ol
İnâyet her kime yüz tutsa isyânı nikab olmaz Fedâ ittin yeter feryâd ü âha eyledin muztar
Güneş doğdukta zîrâ perde-i zulmet hicâb olmaz Beni nâçâr teshir eyledin sen dahi nâçâr ol
Efendim bezme gel lûtf it sana teklîf-i hâm olmaz
Hamûş-i infiâl-i ye’s ü isyân olsa dil gâhî
Eğer isterse cânın raks it istersen kadehkâr ol
Gülâb efşân olur derhâl tab’a feyz nâgâhî
O gülrûya bugün ben söyledim  rif Nedim âsâ
Hünermendin seneddir kavi ü âsârı değil vâhî
Hücûm-ı nâle-i şebgîrden zâlim haberdâr ol
Bu beytin Ârifâ mazmûnun idrâk eyle vallâhi
İnâyet her kime yüz tutsa isyanı nikab olmaz Ftn.
Güneş doğdukta zîrâ perde-i zulmet hicâb olmaz B ib liy o g r a fy a : Ftn. , Arf. , Sefinetürrüesa, Sürurî divanı,
Fâzıl divanı, Şeyh galib divanı ve m ecmualar.
Ârif’in noksan bir divançesi Millet kütüphanesinde-
dir {Mit. Alnı. K. Mz. No; 262).
 rif (Süleyman) — XVIII inci asır şairlerindendir.
Bu yazmada da Ârif’ten başka şairlerin manzume Tezkiretiilhattâtin'e. göre “Şehr-i İstanbul’dan ricâl-i
leri görülüyor. Tam divanının nerede olduğunu bil davlet-i aliyyenin mü’temen ve müsteşârı asr-ı sultan
miyorum. Ahmed Hâtı-ı sâliste sadr-ı âlî olan Mehmed Paşa’nın
__ Gazel __ keth jdâ-yi kâmkârı mirahor-i şehriyârîlikle meşhûr mer-
hûn va mığfûr Haşan A ğa’nın gevher-i girankadr-i
- 1 -
sadef-ı sulb-i muhteremleridir. Şair’in Haşan Ağa adında
Dâneyim yek katre-i ebr-i gmâ düşmez bana birinin oğlu olduğunu bir mecmuadan da öğrenmekte
Çün gedâyım zıll-i şehbâl-i hümâ düşmez bana yiz (Mit. Alm. K. Mz. No: 667). Ranıiz tezkiresinde
Senden ey meh pertev-i mihr-i vefâ düşemez bana ise “nâm-ı pür ünvânı Süleyman ve vüzerâdan ... Pa.
Sâye veş üftâdelik subh u mesâ düşmez bana şa’nın ahfâd-ı emcâdındân bir mîr-i sâhib irfân olmak
Zâr olursam bâb-ı ümmîdim küşâd itmez felek la Ârif Süleyman dinmekle kesb i şöhret ve şân„ ettiği
Bir düşeş bu nerdgâh içre dilâ düşmez bana kayıdlıdır.
Düşte gördüm yâr ile ağyâr hemhâb-ı visâl Fatin tezkiresine göre, «Hâceğân-ı dîvân-ı hümâ
Böyle hâtırhâh fursat vâkıâ düşmez bana yûndan olup ba’z-ı menâsıb-ı dîvâniyyeye nâiliyetle
Lâğzişi sehvile kabil bezmde pâbûs-i yâr 1177 (M. 1763) târihinde silâhtar kitabetine ve bir sene
Mest iken de leyk vaz’-ı nâbecâ düşmez bana mürûrunda süvâri mukabeleciliği memuriyetine ve
Kûyini garkab-ı eşk ittiklerim cânan bilür 1182 (M. 1768) târihinde deftereminliği memuriyetine
Pîşgâh-ı yâre arz-ı mâcerâ düşmez bana nasb ü tâ ’yîn buyrulup o esnâda Rumeli cânibinde bu
Dlvatıçeden lunan ordu-yi hümâyûna memûriyeti cihetiyle cânib-i
— II — merkumeye azîmet ve 1183 (M.1769) târihinde İsakcı nâm
kasabada ecel-i mev’ûdiyle füshatserâ yi ukbâye nakl
O şûh ile kadeh peymâ-yi bezm-i işretim şimdi
ve rihlet eylemiştir.,, Ramiz ise “1182 (M. 1768) senesi
Gönülden bertaraf sâz-ı gubâr-ı vahşetim şimdi
hilâlinde defter emânetiyle nâil-i şeref-i izzet ve ordu-yi
Ko feryâd eylesün gülşende bülbül çâk çâk olsun
hümâyûn ile sefer idüp Babadağ sahrâsında haymeni-
O gülruhsâr ile sâgar bedest.i işretim şimdi
şîn-i ikamet iken 1183 (M. 1769) senesi hudûduuda
Safâ-yi hâtırım var yâr ile hem bezm-i câm oldum
İrciî fermânına itâat itmişlerdir» diyor. Ramiz onun şiir
Cemâl-i yâre gör âyînedâr-ı hayretim şimdi
ve yazıdaki kudretini de şu kelimelerle ifade ediyor:
Boyunca gördüm ihsânm o şûh-i nâzük endâmın
“Şi’r ü inşâ ve hatt u imlâda nâdir-ül-akrân nazm u
Bihamdillâh hem âguş-ı safâ-yi vuslatım şimdi
nesirleri makbûl-i tabâyi’-i suhanverân bir şâir -i mâhir
Beyâz-ı gerdeninde hâl-i anber bûyini öptüm
ve nüktedân idi.„
Dil-i ağyâre elhak dâğsûz-i hasretim şimdi
Dil. i ârâmı çâk olsun rakîbin tâb-ı hasretle Fatin ise Şair’in vak’anüvis Pertev tarafından tah
Bu işretgehte dil siyrâb-ı ayn-ı vuslatım şimdi
mis edilen şu,
Bu günlerde nola ahbâba ünvân eylese A rif
Küleh kec turfefermâ-yi rüsûm-i nihvetim şimdi Ham itti kametim ol çîn-i ebrû gösterişcikler
Şeyh Oalib divanından İtâb^eyler yüzünden vech-i ihsâne girişcikler
Yüzün göstermemek yüz virmemektir mihre maksûdı
- III - İdüp destin nikab ol nâz ü nihvetle gülüşcikler
Tegafülle yeter memnûn idersin bendeni var ol Ne bülbülden ne tûtîden işittim bezm-i gülşende
Yüri var sevdiğim gayrı nevâzişkâr-ı ağyâr ol O lüknetle o şekker handelerle söyleyişcikler
Türk Şairleri
18 Âr.
Revâc-i kadr-i hüsnün kasd ider uşşâk-ı nâlâne sair aklâmda kâmil bir vücûd idi,, deniliyor. Onun bil
Tecâhül eyleyişcikler bilişler bilmeyişcikler hassa Divanî yazısında daha ziyade muvaffak olduğunu
Helâk itti beni bâzîçe-i tıflânesi  rif görmekteyiz ( Tezkiretülhattatin).
Mededgûy-i niyâz ı vasla geldikçe çelişcikler Ârif Süleyman, hiç şüphe yok devrinin kıymetli şah
siyetlerinden biridir. Manzumelerinden seçtiğim şu parça
gazelini dere ettikten sonra şunları soyliyor :
ları örnek olarak alıyorum :
«Bâlâda muharrer olan gazelinin kafiyeleri gayr-ı
- I —
 rif (Zeynî) — Mehmed Ârif’e bak. (S. 663), (1005— 1596) hududunda doğdu. Tahsilini baba
sından ikmal ettikten sonra 1024 zilkadesinde (M.1615)
 rif ( ) — Sahaflar şeyhizade Esad tezkiresin
kardeşi Ebu Said efendi yerine Rüstem Paşa medrese
de şöyle bir kayda tesadüf ediyoruz :
sine tayin edildi. Bundan sonra daha bazı medreselerde
«Cilvegâh-ı merdümek-i mütâlâa olan tezâkir ve
müderrislik etti. (1030— 1620) de Süleymaniye medrese
mecâmi’-i muhtelifede semere-i ahvâli çîredest-i hâtır
lerinden birine terfi ettirildi. 1031 ramazanında(M.1621)
olmayup fakat görülen dîvançesinde Sultan Mehmed
26 yaşlarında iken vefat etti. Eyip’te ceddi yanına defn-
Hân-i râbi’ hazretlerinin sarây-i Beşiktaş’ta binâ kıl
olundu.
dıkları Çinili Kasrına
Atayı, şairin İlmî ve ahlâkî kıymetinden bahsettikten
Duâgûne anın târîh-i itmâmın dimiş Â rif
sonra “Gâhî eş’âr-ı nağz derler ve Ârifî tahallûs iderler
idi,, diyor.
Kafzade Faizî tezkiresinde de şu kayda tesadüf
ile hisâb ittiği târihten ve Köprülüzade Ahmed Paşa’ya ediyoruz:
İvranya fethinden avdetinde arzettiği kudûmiyyeden ve Mahdûm-i âlemiyân hâsıl-ı giranmâye-i şeyhülislâm
Mustafa Hân-ı sânî hazretlerine tebrîk-i cülûs zımnında Ârifî Çelebi. Bu beyt-i âbdâr ol şân-ı fazîlet nişânındır:
nazm ittiği terkîb-i bendinden ve gazellerinden ol asrın
Eyle ey dil cismini râh-ı mahabbette gubâr
şuarâ-yi metîn-ül-kavlinden olduğu müstebân olmuştur.»
Zâyi’ olmaz bir gün ilter kûy-i yâre rüzgâr
Tezkirelerde kayıdlı olmayan Arif mahlâslı bazı şair
lere daha tesadüf ediyoruz: B ibliyo grafya: K fz., Şky, Aty. , Sel.
Rüh-i dildare isbât-ı nezâyir eyler ol yohsa /imez tarîk-ı H ak’ta olan halka serfürû
Eğmez minâre kametini bâd eserse de
Ne gam ey A rifi olsa gönül mir’âtı sadpâre
Bibliyografya : Şky. Ş., Oft, beytini kaydettikten sonra diyor ki :
“Müşârünileyhin bâlâda muharrer olan beytinden
 rifî (Ahmed Dede) — Ârif Peçevî’ye bak. başka eş’ârı görülmemiştir.,,
 rifî (Ahmed Paşa) — XVIII inci asır şairlerinden Ârifî’nin şiirden başka yazı ile de uğraştığını görmek
olan Ahmed Ârifî Paşa, Fatin tezkiresine göre İstanbul' teyiz. Şairi “Âsmân-ı irfanda bir hurşîd„ olarak tanıtan
udur. Müstakimzaae ise “Diyâr-ı şarktan bedîd,, oldu Müstakimzade şunları söyliyor:
ğunu söyliyor (T hf.). “Aklâm-ı mütedâvele-i vakti bilcümle güzîde yazmış
ve ilm ü fazl u inşâd-ı şiirde sikkesin mermerde kazmış
Şair’in memuriyet hayatı hakkında Fatin tezkiresinde
bir vezîr-i bînazîr idi,,
şu malûmat veriliyor :
Bursalı 'Fahir, Şair’in “ Hutût-ı mütenevvia-i İslâmiye-
Reîsülküttâb Ârifî Ahmed Paşa Şehriyül-asl olup
den altı kalemi yazmağa muktedir,, olduğunu ve “mü-
müteveffâ Topal Yusuf Paşa’nın mühürdarlığından neş’-
retteb dîvançesi„ bulunduğunu söyliyor. Fakat yalnız
etle rütbe-i hâcegânîyi bilihrâz 1120 ( M.1708) senesi
Fatin tezkiresindeki beyti örnek olarak aldığına bakı
mektûbî-i sadâretpenâhî memûıiyetine ve 1123 (M.1711)
lırsa, onun böyle bir divançe görmediği söylenilebilir.
senesi tezkereci-i evvel memûriyetine ve 1127 (M. 1715)
senesi metrûk süvari mukabeleciliği mansıbına binnakl B ibliyografya: T hf., R m z., F tn., O irid li Ahmad R e s m î.
1129 (M.1716) senesi mesned-i riyâset-i küttâba revnak Halîkatiirriiesa, H abib : Hatt u hattatân., Osm.
efzâ olduktan sonra 1130 (M.1717) senesi uhdesine  rifî (Hüseyin Çelebi) — XVI ncı asrın meşhur
rütbe-i vezâret bittevcîh Teke sancağına ve ba’dehu şairlerindendir. İstanbul’da doğdu. Gençliğinde bir ta
Niğbolu eyâletine ve müddet-i kalîle zarfında Haleb i raftan dînî ve edebî ilimleri tahsil ederken diğer taraftan
şehbâ eyâletine nakl ile 1136 (M.1723) senesi Revan da hattatlığa çalıştı. Sehî'ye göre “Çok ma’rifete mâlik
seraskerliği ünvâniyle şöhretşiâr ve 1144 (M.1731) senesi sâhib ma’rifet kimse idi,, Âşık Çelebi diyor ki : “Muhta
Van eyâletine bin-nakl kâmkâr olmuş iss de mansıbı sar okuyup hatt u imlâya gûşiş ve şi’r ü inşâye verziş
sâniyen Teke eyaletine tahvîl olunup havâli i merkumede eyledi. Kuvve-i zihniyye ve cevdet-i celiyyesi çok fenne
evkatgüzâr iken 1146 (M. 1733) sâlinde maktûlen dâr-ı dest urdu. Ve hattın niçe nev’inden ve kâğıddan pervâz
bekaya menkul olmuştur. „ idüp hıtta-ı hatt-ı yek kaleme şâh olup dîvânî durdu.„
Bazı menbalarda ise onun bir yıl önce öldürüldüğü Ârifî, kuloğullarmdandı. Kapu kullarından iken
kayıdlıdır. Müstakimzade diyor ki (T hf.): İbrahim Paşa’nın Mısır’dan dönüşünde kendisine bir
“Antalya valisi iken ve Halîka-i Resmiyye tahrîri “kaside-i lâmiye„ sundu. Anadolu defterdarı Mahmud
üzere Teke sancağı mutasarrıfı iken kethudâ ve dâmâdı Çelebi’nin maiyetinde ahkâm tezkireciliğini isfemişti.
olan şahsın uhdesine ihale ile jwt (1145) târi Paşa arzusunu derhal yerine getirdi. Fakat defterdarla
hinde tîğ-ı kahr-ı kahramânî ile şehîd oldı.„ aralarında çıkan ihtilâf üzerine azledildi. Bundan incinen
Ramiz tezkiresinde de “Ba’z-ı erbâb-ı nifakın gamz ü Ârifî, olanca malını sattı. Bu para ile birçok fakirlere
şikâyetile 1145 senesi hilâlinde nâil-i rütbe-i şehâdet yardımda bulundu. Elinde kalan yol parasıyla Mısır’a
olmuş idi,, deniliyor. gitti. Meşhur mutasavvıf İbrahim Gülşenî’ye derviş oldu.
Halbuki Resmî Ahmed’in Halikatiirriiesa'smda şairin Sofiyâne birçok şiirler yazmağa başlamıştı. Şairin,
(1046—1636) hududunda katledildiği, diğer menbalarda Aç gözün âlem-i kübrâstn sen
olmayan şu tafsilât ile birlikte yazılıdır ; Eşref-i mazhar-ı esmasın sen
“Kırk dört senesinde Van valisi iken hasb-el-iktizâ bendini ihtiva eden meşhur terciibendi Mısır’da yazılmış
i’dâmına memûr olan kapucubaşıyı otuz gün yanında mutasavvıfane şiirlerinden biridir.
mevkuf ve ilga ve kabâil-i ekrâddan Mello aşiretine Şeyhinin vefatı tarihi olan (942— 1535) den sonra
firâr ve ilticâ eyledikten sonra Osman Paşa sadâretinde tekrar İstanbul’a dönen Ârifî, uzun yıllar inziva âleminde
sûretâ afv ve istişâr ve Teke sancağıyla evkatgüzâr iken yaşadı. Âşık Çelebi diyor ki : “İstanbul’a gelüp on yıl
kırk altı hudûdunda tekrâr kahr-ı şehriyârîye duçâr ve dan ziyâde tenhâ ve âzâde bî ulûfe ve bîzâd gûşe-i
Hamideli vâlisi Hafız Ahmed Paşa mübaşeretiyle rehpey- inzivâda kaldı. Erbâb-ı devletten ne kimse hâlin sordu
mâ-yi dârülkarâr olmuştur Şi’r ü inşâ ve hüsn-i kitâbet ve ne kimse gönlün ele aldı.„
ve imlâda sâhib-i yed-i tûlâ hadîd-ül-mizâc ve nihvet- Şair bu yoksulluğu esnasında Emir Haşan Zernişanî
revâc bir vezîr-i mekârim indimâc idügi meşhûrdur. „ ile Beynîzade Mehmed Çelebi’nin konaklarında ve on
Ârifî’nin şiirleriyle büyük bir şöhret kazanamadığını ların yardımıyla yaşadı. Nihayet Kanunî, onu ve o dev
görüyoruz. Ramiz onun “nazım ve nesirde iktidarı ve rin şairlerinden Yetim Ali Çelebi'yı on beşer akçe ile
basitçe eş’ârı„ olduğunu söylemektedir. Fatin ise şairin silâhdar tayin etti. Biraz sonra takdim ettiği "Gül„
Türk Şairleri
redifli bir gazele caize olarak beş akçe zam gördü. Zûfünûnı idi ehl-i kalemin
Sonra Van seferinde Beytülmal kâtibi olarak İstanbul’ Değil idi ana bir fen pinhan
da kaldı. Az çok maddî bir refaha mazhar olmuştu. Cümle bil-fi’li idi ilm-i hisâb
(959—1551) yılında öldü. Samimî arkadaşlarından Edir Anda bulmuştı kemâl-i rüchan
neli Nazm î şu vefat tarihini vücude getirmiştir : Dahi inşâsı lâtîf ü nâzük
Düşdi ikbâl, i câhına târîh Tarz-ı şi’ri idi tavr-ı Selman
Mürg-i rûhına anın ol Mevlâ
e?***1 ^
İde Uçmak çemeninde me’vâ
— 957 —
*
* *
Şairin evlendiğini ve (957 — 1550) de bir oğlunun
dünyaya geldiğini gene Nazmî’nin şu iki tarihinden Arifi idi cihâmn gayet
anlamaktayız: Ârifî olmuş id- ana san’at
Ârifî mahlâs ile tutmuş idi
Ârif-i âlem idüği şöhret
Atâ itti bir oğul Ârifi’ye Hazret-i Mu’tî Tasfiye üzre idi tab’ı tamâm
Bu Nazmî didi târihin jUljlU- «Ik* Kalbi bulmuştu kemâl-i safvet
— 956 _ Dâim olmazdı safâdan hâlî
— II _ Ana virmişti safâ hoş hâlet
Ehl-i hâl idi o hâl ile hemin
ili dl jji.ilJ.i-
Her kes eylerdi anınla iîlfet
\j j \
Ehl-i hâl olmağile itmiş idi
Şöhret-i câh ı cihandan uzlet
Rihlet itti o dahi ola anın
— 956 —
Rahmet-i Hak’kile rûhı ıâhat
Nazmî dîvanında Arifî’nin ölümü dolayısiyle yazılmış Bizi andan dahi dûr eyledi devr
bir “Mersiye„ de mevcuddur. Şairin bir çok meziyetle Bize itti yine ol tavrile cevr
rinden bahseden bu şiiri de aynen naklediyorum : ** *
Bu cihan milkine yok çünki beka Hak bu kim ârif-i billâh idi ol
Buna pes kişi ne göz ile baka Hayli esrârdan âgâ'n idi ol
Kalmayiser bu cihan milki ebed Burc-ı fazl u felek-i irfandan
İriser sonuna elbette fenâ Gün gibi rûşen o kim mâh idi ol
Cümleten can götüren mahlûkun Var idi haylice bir hoş hâli
Tenden âhır oliser cânı cüdâ Ehl-i hâl olana hemrâh idi ol
Cümleten hâk ola ten kalmaya âh Dilde zikri idi Hak dergâhı
Cümleden bir eser aslâ ebedâ Nâzır-ı cânib-i dergâh idi ol
Dûddur dûd-i vefâdan gayet Hak idi zikri demâdem anın
Yokdürür âh ebedî anda vefâ Şâhid-i Hak idi bir şâh idi ol
 rifî gibi ki bir ârif-i can Ehl-i Hak’kidi tamâm ol yüzden
Behre irmişti maâriften ana Lâyık ı mertebe vü câh idi ol
Devr andan dahi dönderdi yüzün Cümle ahbâbına cân ü dilden
Ana yüz göstere izz-i ukbâ Kasd-ı hayrile hevâhâh idi ol
Ana rahmetler ide Rabb-i rahîm Bir Hasen hulkidi ol nâmı Hiiseyn
İde me’vâsm anın dâr-maîm Ola mahşerde şefî’i Haseneyn
* *
** *❖
Kani ol zübde-i ehl-i irfan Böyledir böyle bu hâl-i âlem
Kani ol umde-i cem’-i akran Gam çeker bunda beher hâl âdem
Ki kemâliyle maârif ciheti Âdeme âh ki her dem bunda
Ana olmuştı Hudâ’dan ihsan Hadden artık değil eksik niçe gam
Ma’rifet bezmine misbâhidi ol Birbirinden dükeli yârânı
Dâv’-i ilm olmuş idi anda ayan Ecel âh ayırıserdir son dem
Fazlı gün gibi ayân olmağla Olmuşuzdur niçelerden ayrı
Ana eylerdi teveccüh a’yân İtmişüzdür niçe niçe mâtero
tü r k Şairleri
84
Açığın gördük anın da muhkem Ebî Eyyûb-ı Ensârî’de Defterdar Mahmud Çelebi
Nazmiyâ âh ki ol merhûmun mescidine dimiştir:
Firkat-i cânımıza virdi elem
Merhamet idüp o merhûma Rahîm
Rahmeti birle ide lûtf-i etem Eyü kıt’aları dahi vardır. Kemal Paşazade hakkında
Ana ol Ahmed-i Muhtâr ü Emîn dimiştir:
İde mahşerde şefaat Âmîn
İmâm-ı milk ü millet ya’ni Müftî
Ârifî’nin hoşsohbet, rindmeşrep bir adam olduğunu, Ki olmaz ana benzer ehl âdem
afyon kullandığını ve güzellere karşı meclûp bulunduğunu Şu denlü ihtisâr eyler cevâbı
da Âşık Çelebi bir takım menkabelerle kaydetmektedir. Olur olmaz yazar Vallahu a’lem
Ârifî’nin bir çok manzumeler vücude getirdiğini
Tabılbazzade hakkında :
tezkireler ve muhtelif mecmualar sayesinde öğrenmek
teyiz. L â tifi bu hususta şunları söyliyor: Tabılbâz oğlu kim mehter geçermiş
Nezâir-i Deryâ-yi ebrâr'a müteallik fârisî naziresi Hünerde tabi veş ammâ değil pür
vardır. Matla’ı budur : Maârif tablına âvâze virmek
Solağına davul çalmak değildür
J -----I j 3 J***j~ j j j j * f JİJ O -A —
^c\j — >jf j
Hikmet âsârın dilersen âlem-i imkâne bak
f eIûj (j L.^.*
Gör fürûg-ı nür-i Hak’kı gül rüh-i cânâne bak
£jIT jl ¡JİJ v_4îU
Sâni’in sun’una kıl ayn-ı hakikatle nazar
^.*1J I ^33 CjI«
Perde-i pindârı ref’ it gel beru merdâne bak
— 940 —
İsterisen kudretullaha eğer vâzıh delîl
İstanbul’da iskelede Yahudi kapusunda çeşme binâ Mushaf-ı ruhsârı üzre âyet-i Rahmân’e bak
olundukta Ârifî bu târihi dimiş: Hâr bakma gûşe-i gamda harâbât ehline
Gel şerâb-ı aşkı nûş it söfiyâ mestâne bak
Ammâ Kandî bu târihi üç eksik deyu lâtîfe güne Görmek istersen tılısm-ı a’zamı ayn-el-yakîn
dimiştir: Gör nice ibretnümârdır hey’et-i insâne bak
Türk Şairleri
Âr. 85
Milk-i bakîye kadem mi basdur oğludur. (1064— 1653)de doğdu. Kadıasker Kadri efendi’-
Terk olunmazsa eğer müik ile mâl den mülâzım olduktan sonra (1089— 1678) de Tuti Abdül-
Gayrdan sakla gönül hânesini lâtif medresesine müderris oldu. Bundan sonra daha bir
Tâ ki matlûba irersin derhâl çok medreselerde bulundu. 1109 şevvalinde (M. 1697)
Fikr ü zikrin taleb-i Hak olsun Süleymaniye medresesinden birine terfi ettirildi. (1113—
Gûşe-i uzlet içinde meh ü sâl 1701) de Süleymaniye Darülhadisine geçti. Aynı yıl
Hayfdır kim bu ulu dergâha içinde Yenişehri fenar mevleviyetine tayin olundu. Bir
Varuben itmeyesin arz. ı hâl müddet sonra azledildi. 1117 şevvalinde (M. 1705) Edir
Râygân satma özün fânîde ne payesiyle Şam kadısı oldu. (1119— 1707) de tekrar
Buhmazsın son ucu özr-i mecâl azledildi. Anadolu hisarındaki yalısında oturuyordu. 1121
Aç gözün âlem-i kübrâsın sen rebiulâhırı (M. 1709) ihtidasında vefat etti. Göksu mezar
Eşref-i mazhar-ı esmâsın sen lığına defnolundu.
Şalini diyor ki :
— XIV —
Pâk tabîat pür ma’rifet u’cûbe hey’et nev’i şahsına
— münhasır Müseddes
ezkiyâ-yi —
rüzgârdan
bir şâir idi. Nâzük eş’ârı
Bir dem mi var ki derdile dil nâle kılmadı bâlâ kasâidi ve vâfir âsârı vardır. 8 u güftâr cümle-i
Her rüya aktı seyl-i sirişkim yanılmadı âsârındandır :
Çeşmim yaşını şefkat ile kimse silmedi
Râz.ı derûnuma o peri vâkıf olmadı İhâta etti ten-i zerdimi sirişk-i keder
Ney gibi nâle kılmadığım bezm kalmadı Miyân-ı cûyda kaldım misâl i neylûfer
Hayret budur ki yandığımı kimse bilmedi *
* *
Ten za’f-ı hecr-i yâr ile bîmâr ü dilfigâr Perde itme zülfüni ruhsâre Allah aşkına
Can sûz-ı derd.i aşkile bî sabr u bî karâr Virme yüz ol rûsiyeh mekkâre Allah aşkına
Râz-ı derûnı nâle ile kıldım âşikâr Genc-i hüsnünde gedâyân-ı terahhum cûların
Hâlim bilür bulunmadı bir yâr-ı gamgüsâr Lûtfun isterler şehâ bir pâre Allah aşkına
Ney gibi nâle kılmadığım bezm kalmadı Bibliyografya'. S im .
Hayret budur ki yandığımı kimse bilmedi  rifî (Kavalalı) — XVII nci asır şairlerinden olan
Dil derdini hikâyet idüp yâre söyledim Ârifî’nin asıl adı Rıza ve Şeyhî'ye göre Mehmed, Mustafa
Şerh-i gamı o gözleri hunhâre söyledim Mücib'e göre de Mehmed Ali’dir. Şair hakkında tezkire
Nakd-i belâ.yi zülf-i siyehkâre söyledim ler çok kısa malûmat veriyorlar . Rıza diyor k i : “Kuzat-
Geh yâre hâl-i zârı geh ağyâre söyledim tan olup hûb hat ve eş’ârı ve mergub güftârı vardır.„
Ney gibi nâle kılmadığım bezm kalmadı Mustafa Mücib ise “Zümre.i kuzattan hoş nüvîs bir zât-ı
Hayret budur ki yandığımı kimse bilmedi maârif enîs„ olduğunu söyliyor. Şeyhî de “Kuzât-ı sen-
cîde sıfâttan„ diyerek onu takdir ediyor.
Bezm-i gamında nâleme hemdem bulunmadı Vakayiülfuzalâ ve Sicil onun (1057—1674) yılında
Kaldım garîb hâlime mahrem bulunmadı vefat ettiğini haber veriyorlar. Bütün menbalarda. şaire
Zahm-ı hadeng-i firkate merhem bulunmadı aid yalnız şu beyit kayıdlıdır :
Alemde derdimi bilür âdem bulunmadı
Hâtırından çıkmasun lûtf it heman mehcûr olan
Ney gibi nâle kılmadığım bezm kalmadı
Olmasun bârî gönülden dûr gözden dûr olan
Hayret budur ki yandığımı kimse bilmedi
Bir mecmuada ( Tpk. Bg. K ■No: 403) “Kasîde i Ârifî
Hûn-i sirişki her dem idüp dîdeden revan Çelebi der hakk-ı kadıasker-i Rumeli Nâdiri efendi*
Hâl-i derûnı nâle ile eyledim ayan serlevhasiyle ve,
Bezm-i belâda çeng sıfat olmuşam keman
Her yerde A rifi iderim nâle vü figan Sarîr-i hâme ki şem’.i dile güzâr eyler "
Ney gibi nâle kılmadığım bezm kalmadı Hikâyet-i sitem-i devr-i rüzgâr eyler
Hayret budur ki yandığımı kimse bilmedi Sitem ki âfet-i tâb ü tevân-ı cism-i zaîf
Bibliyografya : Sh,, L tf., Aşk.,H sn.. Byn., Ryz., K nh., K fz., Sitem ki savlet-i cankâh ü can şikâr eyler
O sm ., Sel., Edirneli N azm î D ivânı, Fuad Köprülü :Türkî-i basit ve Zebâne almayıcak sözleri ider tekrâr
M illî edebiyat cereyanının ilk mübeşşirleri, M uhtelif mecmualar. Hisâba gelmeyicek derd-i bîşümâr eyler
 rifı (İshakzade) — XVIII inci asır şairlerinden Ârifî Virir nizâm-ı vücûde tezelzülât-ı fenâ
Mehmed, İshakzade Zuhurî Mehmed Salih efendi’nin Fenâya virmez ise nâleveş hezâr eyler
Türk Şairleri
88 Âr.
Hemîşe kalb-i hazîne dokunmadır kârı müşîri olup her gün nizâm ve intizâm-ı âlem ve salâh u
Hemîşe nevk-i çîğerdûzı câne kâr eyler sedâd-ı âdem ile mukayyed iken yine bâr*ı taallûk ber-
dûş ve penbe-i gaflet dergûş olmayup her gice fukarâ
gibi beyitleri ihtiva eden natamam bir kaside yazılıdır. ve ulemâ ve ehl-i irfan ve sulâhâ ile müvâneset ve mu-
Aynı mecmuada “Limuharririhilfakîr„ serlevhasiyle gene sâhabette terceme-i kitâb-ı Reşehât’a devâm ve sebât
Ârifî’nin bir kaç manzumesine rastlıyoruz. Kadılardan Aziz üzre idi. Eğerçi zâhirâ nâmı tercemedir lâkin sevâkıb-ı
ve Sünbül Ali efendiler hakkında müstehcen iki kıt’a da ziyâdât ile tahallî ve müveşşah ve çemenzâr-ı vücûd-i
gene Ârifî’nin el yazısıyla kayıdlıdır. İhtimal ki bu şiirler nâmdârı tahkîkat-ı bîşümârile muhaddar ve müreşşahtır.
Kavalalı Ârifî’ye aiddir. Fezâilinden fazla hûb eş’ârı ve fenn-i muammâda hayli
Bibliyografya : R z . , M cb., Şky. Ş-, Sel. nâm ve i’tibârı vardır .„
Ârifî (Sinoplu) — XVI ncı asır şairlerindendir. Asıl Beyatıî tezkiresinde deniliyor ki :
adı Mustafa olan Ârifî, Azmi efendi’den mülâzım “Ârifî Maruf Çelebi demekle ma’rûf evsâf-ı cemîle
olduktan sonra kadılık meslekine girmiş ve (1018— ile mevsûfdur. Zâhirde vezîr-i a’zam Sinan Pşa’nın
1609) da vefat etmiştir. hocası ve tedbîr-i umûr-i cumhûrda müsteşârı ve mah-
Sinoplu Ârifî’den kısaca bahseden tezkireler onun rem-i cemi’-i esrârı iken tarîkat-i Bayramiye’den ba’z-ı
yalnız şu beytini örnek olarak alıyorlar: aizzeye intisâb idüp mücâz olmuş idi. Kitâb-ı Reşehât’ı
terceme etmiştir. Hayli bînazîr kitâb olmuştur. „
Pür gamım sîne-i sûzân ile çeşm-i terden Atayı Şakayık zeylinde diyor ki (Matbu nüsha: S.
Başladı fitne zuhûr itmeğe bahr ü berden 327—328 ) :
“Merhûm-i merkum âşinâ-yi deryâ-yi ulûm meşâyih-i
XVI ncı asırda yazılmış bir çok mecmualarda Ârifî kirâma kaviy-yül-i’tikad kütüb i tasavvuf mütâlâasına
mahlâsiyle bir takım şiirlere tesadüf ediyoruz. Bu şiirlerin mu’tâd ârif-i esrâr.ı söfiyye gencûr-i letâif-i hafiyye idi.
bir kısmı ihtimal ki bizim Ârifî’nindir; fakat görebildiğim Ârifî mahlâsı ile şiârı ve tezkire-tüs-şuarâde ba’z-ı eş’ârı
mecmualarda Sinoplu Ârifî deye tasrih edilerek yazılmış vardır. Âsâr-ı irfânından Reşehât-ı Hüseyin Vâız’ı ter
hiç bir manzumeye rastlamadım. ceme eyleyüp hayli avârif-i maârif ilhâk etmekle ol
Bibliyografya : K fz., R yz., Sel. Reşehât-ı gülâb-ı mütekatır nefehât-ı enfâs-ı ekâbir ve
 rifî (Saadet Giray) — Saadet Giray’a bak. abîr-i tâ’bîr ile âtır olup mânend-i âb buhûr-i rûhefzâ
Ârifî (Sazşairi) — XIX uncu asır şairlerinden oldu mâhiyyet-i uhrâ peydâ itmiştir.,,
ğunu Gedayî’nin muasırı bulunan şairleri mevzuubahs Haşan Çelebi tezkiresinde Ârifî’nin şu beyitleri
eden bir manzumesindeki kayıddan anlamaktayız. I kayıdlıdır:
Şairin hiç bir manzumesine rastlamadım. Atma hadeng-i gamzeni her bînevâlara
Bibliyografya : Ahmet Şükrü : Gedayî ve eserleri : Konya
Çektirme bâr-ı mihneti bu kadd-i yâlara
H alk evi mecmuası N o . 1
Bigâneler mahabbeti bilmez kenârdan
Ârifî (Trabzonlu) XVI ncı asır şairlerinden olan Girdâb ı bahr-i aşkı sorun âşinâlara
Trabzonlu Ârifî Mehmed Maruf, Mehmed Şerif’in oğludur.
Gösterme şâyed ola ki yavuz nazar değe
Şah efendi’den mülâzım olduktan sonra tedris hayatına
Mir’ât-ı rûyini güzelim hodnümâlara
atılmış, İbrahim Paşa ve diğer bazı medreselerde müder
rislik ettikten sonra altmış akçe ile Bursa’da Muradiye Belâ bezminde bîpervâ ciğer hûnun içen âşık
müderrisi olmuş, daha sonra İzmir’e kadı tayin edil Ferâgat işret âbâdında neyler câm-ı fağfûri
miştir Bilâhare Kahire kadısı olmuş fakat (1002—1593) Surâhî dökülüp saçılmada bezminde ey mehrû
te vefat etmiştir. Reşehat adlı meşhur eseri tercüme Yanup yakılmada şevkmla her dem şem’-i kâfûrî
eden Ârifî, Bayramî tarikatine mensup bir mutasavvıftır. Ârifî’nin Reşehat tercümesi büyük bir şöhret kazan
Haşan Çelebi şair hakkında şunları söyliyor : mıştır. Bu eserin İstanbul kütüphanelerinde müteaddid
“Ârifî Mehemmed, ahlâk-ı hamîde ve evsâf-1 pesen- yazmaları olduğu gibi matbuu da vardır.
dîde ile mevsuf ve fazl u mekârim ile enîs ü melûftur. Ârifî tercümesini 993 zilhiccesinde (M.1585) bitirmiş
Hakka ki müşkilât-ı ulûmun alelhusûs ilm-i Tasavvu- ve şu şiiri yazmıştır :
fuu müşkilküşâ ve kâşifi ve meydân-1 maârif ve kemâ-
lâtın merd-i ârifi zâhirâ gerçi vezîr-i müşteri tedbîr zât-ı Bihamdillâh safâ-yi vakt ile bu nâme-i nâmi
bînazîr î^-l c,\j A\j âyetine tefsîr olan Sinan Paşa Dokuz yüz doksan üç zilhiccesinde buldı itmâmi
hidmetlerinin hâcesidir. Lâkin âlem-i ma’nâda dervîşı Bu defter serbeser mihr ü mahabbet dâstânıdır
ve fenâ kitâbının dîbâcesidir. Tedbîr-i umûr.i devlet ve Gelür her kıssasından tâlibe matlûb-ı peygami
ıslâh-ı kâr-ı mülk ü millette vezîr-i mezbûrun muîn ü Bu nâme cümle i ezvâk-ı erbâb-ı saâdettir
zahîri ve cemî’-i ümûrda müşîr-i mesfûrun müdîr ü Bulur her reşhasının neş’esinden ehl-i dil kâmi
Türk Şairleri
 r . _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _
Bu bir câm ı sürür encâm ü râh-ı râhat efzâdır Her nüktesi gülşen-i maânî
Ki bir peymânesi makbül i hâs eyler niçe âmi Her noktası tohm-ı zindegânî
Bu bir rind-i cihandır kim açılmaz değme nâdâne Her fıkrası sebzezâr-ı ezher
Dilince söyleşür yeksan görür her puhte vü hâmi Her lâfzı şükûfe-i münevver
Buna inkâr ile kılma nazar efsânedir sanma
... Velhâsıl her hikâyeti lisân.ı hâlimi takrîr ve her
Bunun fehminde sarf it tâlib isen subh ile şâmi
rivâyeti hâme i hikmet ile hasb-ı hâlimi tahrîr eylemiş.
Nazar kıl dîde-i ibretle gel ey tâlib i ma’nâ
Kelimâtı zımnında münderic olan efrâd-ı maâni-i garibeyi
Nedir maksûd bil fevt olmadın bu fursat eyyâmi
bu garka-i bahr-i hayretle âşinâ ve ibârâtı tahtında mün
Arifi eserini Murad III. namına İzmir kadısı iken deric olan havâs-ı nikât-ı acibeyi tabîb-i can gibi şerha-i
yazmıştır. Mukaddemede hükümdar hakkında söylediği sineye merhem ü devâ buldum...,,
şu beyitlere tesadüf olunuyor: Gene mukaddeme kısmında şairin şöyle bir kıt’ası da
Asmân-ı izz ü rif’at âftâb-ı ma’dilet yazılıdır :
Tev’emân.ı feth ü nusrat kahramân-ı mâ ü tin
Ehl-i dilden budur murâdım kim
Pâdişâh. ı heft kişver şehriyâr-ı bahr ü ber
Hayr ile adımı yâd ideler
Mâlik-i milk-i Skender Husrev-i rûy-i zemîn
Eyledikçe nazar bu tercemeye
Dürr-i deryâ-yı saâdet nahl-i bağ-ı saltanat
Bir duâ ile anı şâd ideler
Kevkeb.i burc-i siyâdet merkez-i dünyâ vü dîn
Tezkire yazanların bu tercümeyi büyük bir takdir
Tercümenin başlangıcında şu cümleler de kayıdlıdır :
ile karşıladıklarını görüyoruz. Ârifî hakikaten eserini
“Bu abd-i hakir Mehmemed Ma’rûf ibn-i Mehemmed
özenerek tercüme etmiş ve münderecatı arasına faydalı
Şerîf-ül- Abbâsî Âvân-ı hadâset ve zamân-ı sabâvetten
bir çok malûmat ta ilâve etmiştir. Âşık Paşa’nın Garib-
tâife-i mezkûrenin (Sofiye) ki her biri bir kutb-i felek
name’sinden de bazı nakiller yapan Ârifî, kitapta
hidâyet ve mihver-i gerdun kerâmettir. Hirmen-i hidâ
mevcud şiirlerden ekserisini de nazmen Türkçeye çevir
yetlerinden bir hûşe ve ni’met-i bînihâyetlerinden bir
miştir. Ve bu tercümelerin büyük bir muvaffakiyet eseri
tûşe deryûze idüp — •> r* »jll müsted’âsınca adâd.ı olduğunda hiç şüphe yoktur. Şair, gerçi manzumelerin
ahibbâdan addolunmak recâsiyle dâimâ mihr ü mahab- ekserisini kelime kelime Türkçeye çevirmiş değildir;
betlerini hırz-ı cân veihlâs-ı irâdetlerini gene gibi derûn-ı fakat beyitlerin ihtiva ettiği esas fikirden de katiyen
dilde nihân itmiş idi. Ekser-i evkatta ahbâr-ı hikmet- uzaklaşmamıştır.
şiârların tefahhusta tek ü pû ve şemâil ve etvâr-ı hidâ Şairin Reşehat tercümesi sonlarında yazılı olan,
yet âsârların tecessüste cüstücû idüp kelimât-ı kudsiyye-
tüs-simatları cem’ine gûşiş ve tâkat yettikçe fehm i Y â Rab beni erbâb-ı dile yâr eyle
Bülbül gibi aşkında işim zâr eyle
makalât-ı azîme-tül-berekâtları derkine sa’y ü verziş
Hem râh idüp ehl-i derde bu  rifî'yi
eylerdi. Ve bu dahi muhakkak ve mukarrerdir ki ashâb ı
Azm-i reh-i kûyinde sebükbâr eyle
vecd ü hâlin dürer i hâlât-ı giranbahâ ve gurer-i kemâ-
lât-ı bîmisl ü bîhemtâları ka’r-ı bahr-i zevk u vicdanda rubaisinde Ârifî mahlâsını kullandığı gibi Mevlâna’nm şiir
mürebbâ ve kân-ı şühûd u ikandan zâhir ü peydâ olma lerinden birine yaptığı tercümenin şu,
ğın... Sa’yidüp A rifi m erdüm lüğü anlardan gör
İttifaka sâik-ı takdîr bu hakîr-i kesîr-üt-taksîre
Her biri merdümek-i dîde-j a’yân-ı kibar
vâli-i memâlik-i hakikat sâlik-i mesâlik-i tarikat
vassâf-ı a’yân-i evliyâ keşşaf-ı rümûz-ı asfiyâ beytinde de Ârifî mahlâsını kullanmıştır.
Mevlânâ Aliy-yübn-i Hüseyn elmütehallâs bis-Safî Reşehat’taki manzum tercümelerden bazılarını örnek
JL; hazretlerinin cem’u telifi olup olarak alıyorum :
oUJlı>c o U i j ile müsemmâ olan kitâb-ı belâgat intisâ-
— I -
bını sevk idüp vaktâ kim ol mecmûa-i fesâhat şiâr ve
cerîde-i belâgat disârın fahvâ-yi rengini mülâhaza ve
a f J'S-l-* |*lc j£ - 3 oOıL |_£İ
ma’nâ-yi şîrîni mütâlâa olunduysa ibârât-ı fasîhası
j *■
çeşme-i hayevan gibi rûhbahş ve ferahfezâ ve işârât-ı
jr y j
belîgası mir’ât-ı İskender sıfat safâgüster ve âlem nümâ
jSZ- !
idi. Elhak ol kitâb ı hikmet nisâb bir ravzadır ki havz-ı
kevser nisârı mest i mey-i vahdete lr>.I > \
r >¿ y u j Sâhil i bahr-ı hakikatte kalan dilteşneler
safâsın verir ve Reşehât-ı selsebîl. i cûybârı teşne-i Cây-i hazz u istirâhat bahrdır sâhil değil
aşk u mahabbete ¿['T Jy Y ljl Mevc-i kevneyne nazar kılmaz hakîkat gözleyen
gınâsın gösterir (Nazım) Her nefeste bahre âgâh olmayan vâsıl değil
Türk Şairleri
Âr.
— III ~ C— I j i / " jT j j l J - tc
c— -I ¿ r ^ j j J l»-
- V —
Her kimin zerrece vücûdı olur
ö f 3* J-
Gördüği zerreye sücûdı olur
-\ı-Vî 1-İ.İ ^5^ ^ IfllC-
^1 oyj'J J j \ j - X —
Jj Jj ç J jC> i-Vj J k.Ia ¿f - f W </“J ¿ n ü ¿ ili—U l
ç.j A
\ İİ> o -r-j cjlsd 1 Ö
Jo-Xı ^ j!
Âşıklar ile yâr olup it aşkı ihtiyâr
O * “ .1 f _ r l ö \jjr. f . f
^Ijj _/ ı_rJ Her kim ki âşık olmaya olma anınla yâr
- XI —
Aşkım ki dehr içinde mekânım bilinmedi
Anka-yi muğribim ki nişânım bilinmedi ı_ r j ö iJ . 3 'j ¿JJ- j'
Ebrû vü gamze ile cihan saydın eyledim
Tîr ile elde gerçi kemânım bilinmedi
Derundan âşinâ ol taşradan bîgâne sansunlar
Her zerreden güneş gibi gerçi ki zâhirim
Aceb zîbâ reviştir âkil ol dîvâne sansunlar
Gayet zuhûrum ile ayânım bilinmedi
Her gûş ü her zebân ile söyler işidirem - XII -
Bu turfadır ki gûş ü zebânım bilinmedi O Sj J j j l O
- V I-
râh-ı pîrân-ı âlî himem olmuş Ol sefer, i mubârek eseriyle Âsaf (Damad Mahmud Celâleddin Paşa) - Son dev
müsâfir-i bahr ü ber ve fuzalâ yi Arab ve Acemden fâide- rin maruf şairlerinden olan Âsâf Mahmud Celâleddin
mend ve ehl-i irfân içre hûşmend ve musâhabet-i tasav Paşa hakkında Bay İbnülemin Mahmud kemal şu malû
vuf âmîzi pesendîde ve kelimât-i pâk edâsı makbûl-i matı veriyor(S/s.):
yârân-ı güzîde ve vâdi-i fakr u fenâdan sâlik-i râh-ı hüdâ “Sadr-ı esbak Husrev Paşa’nın kölesi ve Sultan
olmuştur. Ol veçhile râkım.ı hurûf hâkipâyinden çok Mahmud-ı sânînin kerîmelerinden Saliha sultanın zevci
maârif tahsîl ve tekmîl idüp ba’z ı fünûna vâkıf ve her Gürci Halil Rifat Paşa’nın diğer zevcesinden mütevellid
nesneden âgâh olmuştur. Mezkûrun eş’-âr-ı muvahhi- oğludur.
dânesi ve muhakkikanesi çok ve eyülükte söz yok. Bu 1270 (M. 1853) de İstanbulda doğdu, »¿ij UL Jü-
matla’ anındır: ¿ 1. ¿r4İIJ^>- jy f ibaresi — ebced hesabiyle — târîh-i
Mürg-i kudsîdir ten-i lâşeyde rûh-i pâkimiz velâdeti olduğunu bana söylemişti.
Yine meyli asladır yoktur ecelden bâkimiz Pederi 1272 (M. 1855) de vefat eitiğinden iki yaşın
Ahdî tezkiresinin yazıldığı (971 — 1563) tarihte şairin da yetim kaldı.
hayatta olduğu anlaşılmaktadır. Mebâdi-i ulûmu tahsîl ettikten sonra sadâret mektûbî
B ib liy o g r a fy a : Ahd. kalemine, bir müddet sonra Âmedî odasına memûr edildi.
Âsaf ( Antakyalı) — Son devir şairlerinden olan 18 zilkade 1293 (M. 1876) de hırka-i saadet dâire-i ce-
Âsaf hakkında Bay İbnülemin Mahmud Kemal şu malû lîlesinde sultan Abdülmecid’in kerimelerinden Seniha
matı veriyor (Stş) : sultan ile akidleri icrâ ve rütbe-i ulâ sınıf-ı evveli tev
Âsaf efendi, Antakya müfti-i esbakı elhâc Yahya cihi ile şurâ-yi devlet âzâlığma tayin olundu.
efendi’nin oğludur. 1297 (M.1879) de Antakya’da doğdu. Rivâyete nazaran pederinin Beğlerbeğindeki sâhilhâ-
Mekteb-i rüşdîde ikmâl-i tahsîl ettikten sonra bir müd nesinde ikamet eylediği sıralarda Sultan Abdülmecid’in
det pederinden ve bilâhare ulemâ-yi mahalliyeden Attar mehâdîminden Kemalüddin efendi’nin ikametgâhının ö-
zade İzzet efendi’den tederrüs eyledi. nünden geçtikçe arabadan iner ve tavr-ı hürmet gös
Memleketinde emlâkinin idâresiyle ve tetebbuât-ı terirmiş. Bu hâl, şehzâdenin nazar ı dikkatini celbederek
ilmiyye ile iştigal etmektedir. hüviyetini tahkik ve sıhriyyete şâyân olduğunu pâdişaha
- I - arzetmesile damad olmuş.
__ Gazel __ 1 rebiulevvel 1294 (M. 1877) de vezir ve 15 rebiul-
Birlikte bu akşam yine mey nûş edelim gel âhır 1295 (M. 1878) de Sadık Paşa’nın kabinesinde ad
Peymânekeş-i zevk olalım cûş edelim gel liye nâzın oldu.
T ürk Şairleri
92 Âs.
Hadâset-i sinninden ve bu memûriyet için lâzımgelen mufassalda: Şikâyât-ı muhikkasından başlıca birini
evsâfı haiz olmamasından bahs ile sadrıâzam Saffet Paşa memâlik-i Osmâniye’de dehşetli bir sûrette hüküm sü
tarafından vâki’ olan arz üzerine 2 şaban 1295 (M. 1878) ren haksızlık ve adaletsizlik teşkil eylediğini, kendinin
de Şûrâ-yi devlet âzalığına iâde olundu. ve oğullarının selâmet-i din ve devleti temin hususunda
Yirmi dört yaşında vezir, yirmi beş yaşında adliye hisselerine düşen vazîfe-i ma’neviyyeyi ifâdan başka hiç
nâzın olduğu halde bir daha mevki-i iktidara gelmeye bir maksadları olmadığını, devletin tek bir çâre-i halâsı
rek gûşe-i inzivâda kalmasından müteessir idi. olen ıslâhâttan yüzde onu kabül olunursa başka bir şey
taleb etmeyerek derhal «Hâkipây i şâhâneye yüz sür
meğe şitâb» edeceklerini söyledikten sonra Ben, kendim
için zerre kadar bir şey, bir menfaat taleb etmiyorum.
İsterlerse emlâkimi de büsbütün zabtetsinler. Rütbe-i
vezâretimi de ref’etsinler. Bunların nazarımda hiç bir
‘¿ehemmiyeti yok. Ben necât ve selâmeti kendim için de
ğil, fakat vatanım için istiyorum,, diyor.
Müşarünileyh «Hoca Kadri» nin ramazanda yıldız
civarında dinamit vaz’ını kararlaştırdıkları ve dinamit
getirmek için Avrupa’ya Siret nâm şahsı (Şair Hüseyin
Siret) gönderdikleri hidiv-i Mısır tarafından bildirilip bu
ihbâr, evvelce Atina’dan alınan haberler ile müeyyed
olduğundan devletlerce anarşistlere karşı Roma kongra-
j[sında ittihâz edilen mukarrerâtın bunlar hakkında da
tatbiki için devletler nezdinde teşebbüsat icrâsiyle bu.
lundnkları ve gittikleri mahaller hükümetlerinden taleb
ve istirdâd edilmeleri ve bir taraftan da muâmele-i ka-
nûniyye îfâ olunmak üzere Adliyede müteşekkil komis
yona tevdî’-i keyfiyet kılınması hakkında irâde sâdır ola
rak mâbeyin baş kitabetinde 11 Ramazan 1319 (M. 1901)
Son zamanlarında gayz ve buğzunu her keşten ziyade
Bahriye nâzın Haşan Paşa’ya hasretmişti. Anın aley de makam-ı sadârete tebliğ olunmuştur. Bilâhare - fira
hinde yazdığı kasâid-i tavîle beyn-el- halk münteşir ve rilere kıyâsen - idamına hükmedildiği gazetelerle res
makbul oldu ve bazı şuarâ tarafından tahmis edildi. men i’lân kılındı. Paşa, kansere mübtelâ olarak 1320
Bir aralık tedavi-i vücûd vesilesiyle Mısır’a gitmek şevvalinde (18 Kânunusani 1903) Brüksel’de vefat etti.
istedi; müsâade olunmadı. 1317 (M. 1899) sene-i hicri- Perlaşez’e defnolundu.
yesinde mahdumlarile birlikte Avrupa’ya gitti. Halil Edib Bey, şu manzûme-i târîhiyyeyi söylemiştir:
Dîvân-ı matbû’unun mukaddimesinde diyor ki:
İrtihâli dâğdâr etse becâ yârânını
Pencâha takarriib etti salim
Dîdeden oldu nihan efsûs fahr-i şâiran
Yaklaşmada sâat-ı zevalim
Asaf-ı yektâ idi Mahmûd Paşa doğrusu
Yıllar yılı arz-ı hizmet ettim
Her şey’i beyâna ciir’et ettim Az gelir dünyâya bir öyle vezîr-1 nüktedan
Tefhîm-i merama çok çalıştım Zâtı sıhriyyetle de mümtâz ü müstesna iken
Hüsrân-ı cihâne de alıştım Olm adı ikbâline m âğrûr aslâ bir zaman
Sandım ki merâm olundı ismâ1
Hıfz-ı ikbâl-i vatandı en güzide maksadı
Hak meş'alesi edildi ilm â’
Ancak işiden kulak ağırmış Eyledi hattâ o yolda terk-i dâr-ı izz ü şan
Hayfâ ki felek meğer sağırmış Hemser ü kâşâne-i iclâlden mehcûr vâh
Savruldu emeklerim hevâya Pek garîbâne fedâ etti garîb illerde can
Hep çıktı neticeler hebâya
Çıktı üçler söyledi târîh-i tâm-ı rihletin
Bir yerde ki cehl hükmrandır
O l yerde ziyâ-yi hak nihandır o'«i-
En sonra çekildim inzivâya
Geldim bu gün işte Avrupa’ya
27 Şavval 1320 tarihli gazetelerle âtideki i’lân neşr
Kâh Paris’te; kâh Londra’da ve bilâd-ı sâirede bu edildi :
lunarak bir müddet te Mısır’da ikamet ve muahharen
«Bundan evvel Avrupa’ya firâr etmiş olan Damad
Avrupa’ya avdet eyledi. Sultan Abdülhamid aleyhinde
Mahmud Paşa’nın hakkında usûlen icrâ kılınan ta’kîbât-ı
neşriyatta bulundu. İstanbul’a avdeti hakkında vâki’
adliyye neticesinde lâhik olan hüküm mucibince rütbe
olan ihtârat-ı mükerrereyi reddetti. Hattâ avdetine dâir
saraydan zevcesi sultanın mühriyle yazdırılan mektuba ve nişanı ref’ ve ne’z olunmuş olduğu halde bu kerre
Paşa’nın gönderdiği 28 Eylül 1900 târihli cevabnâme-i Brüksel’de vefâtı vukuuna mebnî na’şının pederinin
Türk Şairleri
Âs.
makberesi yanma defn olunmak üzere Dersaâdet’e nakl siyle Resimli gazeteye ve resâil-i sâireye dercettirirdi.
ve irsali hakkında hâriciye nezâret -i celîlesinden Paris İntak -1 hâk, Hizbülbahir, Tebliğ - ı hakikat gibi ekseri
sefâret -i seniyyesine tebligat icrâ kılınmıştır.,, ebyâtı, Bahriye nâzırının mesâvîsini mübeyyin olan mu-
Beğler, İstanbul'a avdet ederlerse kemâkân hakların tavvel ve metîn kasidelerinin sûretlerini yazdırır ve
da ihtiramda bulunulacağına dâir vâki’ olan tebliğe «Damad Mahmud» imzâsını koyarak âşinâlarından suhan-
ve pederlerinin na’âşini göndermeğe muvafâkat etme şinâs olanlara ihdâ ederdi. Bana da vermişti. Tab’ına
diler. zaman müsâid olmadığı için o eserleri bu sûretle neş-
İ’lân-ı meşrûtiyeti müteâkıben 21 ağustos 1324 reylerdi.
(M. 1908) de izâmı İstanbul’a getirilerek cemm -i gafîr İstanbul’da bulunduğu esnâda dîvân - i eş’ârını
ile vapurdan alınup pek müdebdeb bir alayla Eyip’te Mısır’a gönderip tab’ettirmek istedi ise de muvaffak
pederinin civâr-ı kabrine defnolundu Merhum. olamadı. Bilâhare Mısır’a azimetinde tab’ettirmiştir. 507
Pây lâğzîde isem de vatanımdan, bir gün
sahîfedir Üsküdarlı Sâfî’nin pek lâtîf bir takriz - ı man-
Y ine dilşâd olacaktır dönüşümden medfen zûmunu hâvidir.
Paşa nın biraz istihzaya mâil olduğunu söyleyenler
demişti, öyle oldu.
varsa da ben öyle bir hâl görmedim. Gördüğüm terbiye-
Mukaddemâ beylerin muallimi iken bir maddeden
kadirşinaslığı idi.
münfail olarak terk. i vazife eden hoca Hayret efendi,
Evâili hâlinde meşâyih-i Hâlidiyye ekâbirinden Fey*
Paşa hakkında dehenbâz-ı zem iken izâmının ta’zîmle
zullah efendi ^.vs ya intisâb etmiştir.
getirildiğini görünce tahvil - i lisân ederek millet gazete
1302 de tanzim eylediği bir gazelin âtideki beyitleri
sine şu sözleri yazmıştır (25 ağustos 1324):
de intisâbını müeyyiddir.
«Ey Mahmud ibn -i Halil! ey sanâdîd -i istibdâdın
zulmi tazyikinden Diyâr -ül -habeşe • i garbe hicret eden Himmeti kulzümüdür Hazret-i Feyzullah’ın
 bım ız katre iken gitgide derya oldu
büyük muhâcir! Habeşe muhacirleri kimi feth -i Hayber-
Başkadır âlemim iz mastabe-i feyzinde
de kimi feth-i Mekke’de memleketlerine geldiler. Sende Bize dünyâ bile ukbâ gibi uhrâ oldu
muhâcir edildiğin şu beldenin gelüp işte ikinci fethinde Âsıf ol pirim izin hüşn-i teveccühleridir
bulundun. Hayât - ı dünyeviyyem ile bulundum deme, Veled-i kalbimize bâis-i ihyâ oldu
Bulundun. Mahmud! Senin hayât - 1 dünyeviyyen bir
\ziz-i müşârünileyhin türbesinde Paşanın eseri olan
Sabahüddin oldu. Hele şu dine, hele şu Sabahına bak.
Bu kabre gurûb eyledi hurşîd-i hakikat
Mahmud Sabahüddinin gözlerile şu fethi mübîni seyr et.
Bundan dil-i uşşâka hüviyyet mütecellî
Bütün arzunu, arzuların gibi temâşâ kıl.
Adab ile gir sâha-i gülzârtna zîrâ
Sabahüddin! Sen de gözlerini kapama. Kapama ki Bu ravzadadir feyz-i velayet mütecellî
peder-i büzrükvârın şu ikinci feth-i İstanbul’u senin göz
lerinden seyre gelmiştir. kıt’ası muallak idi. Avrupa’ya azimetinden sonra tür
Ey gözlerden nihan olmak derecelerinde i’tilâ edüp beden kaldırıldı. İlân-ı meşrutiyetten sonra yine ta’lîk
gitmekte olan rûh - 1 ulvî! İ’tilânı tebrik ederim ki yıldız olundu. Bilâhare büyük bir yangında türbe ile beraber
lar, evet yıldızlar aşağı kaldı. Adetâ ecrâm - i süfliyye- yandı.
den oldu. Hakkımız sana helâl olsun. Sen de helâl et. Paşa’nm Beylerbeyindeki yalısı Sultan Abdülâziz ta
Elverir. Gayri oyalandırmayalım. Yürü. Makam - ı rafından Damad Mehmed Ali Paşa’ya verilmesi üzerine
Mahmûd’a doğru i’tilâna devâm et. Haydi Allah selâ teşebbüsât-ı gûnâgûnda bulunarak men’ine çâre bulma
met versin *a£U!| ¿U—» ğa muvaffak olmadığı sıralarda birgün yine saraya gidip
Mahmud Paşa merhum, nâzik, dilnevâz, kadirşinâs, istitaf etmeğe karar verir. Beylerbeyi iskelesinden ken
suhanperdâz, nüktedan bir zât-ı irfan sımât idi. Âsaf di istinbotuna binmek üzere iken iskelede azîz-i müşâ-
mahlâsiyle üstâdâne şiir söylerdi. Bu mahlâsm, Manas rünileyh ile hulefâsından Edirneli Mehmed Nuri efen-
tırlı şair Faik Bey tarafından verildiğini Paşa bana söy di’ye tesadüf eder. Vapur beklemekte olduklarını öğ
lemişti. renince kendilerini Sirkeci iskelesine çıkarmak üzere
Meclisi, encümen - i şiir idi, Erbâb * ı şiir, o encü istinbota rağbet etmelerini ricâ eder. İstimbotta Meh
mene devâm eder ve mebâhis-i edebiyye cereyân eylerdi met efendi vesâtetiyle yalının iâdesine himmet buyurul-
Hersekli Arif Hikmet Bey de bazan encümende isbât-ı masını temenni eder.
vücûd ederdi. Paşa’nın senâkârlarındandı. Şair Üskü Hazret-i aziz, bâdel-murâkabe„ Mahmud Bey Allah
darlı Talât ve Sâfî beyler encümenin âzâ-yi dâimesin- mubârek eylesin,, buyurur. Bir kaç gün sonra yalının
dendirler. Erbâb - ı kemalden diğer zevat ta müdâvim iâde edildiğini Paşa, bana nakl eylemişti.„
idiler. Fudalâdan Abdürrahman Süreyya efendi ile Hü Âsaf divanında 2970 beyitli muhtelif manzume vardır.
seyin Daniş Bey, Beylerin muallimlerindendir. Divanın ehemmiyetli manzumeleri bilhassa baş tarafta
Paşa, son zamanlarda bazı eş’ârmı M. Âsaf imzâ- görülüyor. Bunlar; 78 beyitli “Mukaddeme,, 68 beyitli
Türk Şairleri
94
“Nidâ-yi hürriyet,, 58 beyitli “İntâk-ı Hak„ 92 beyitli Denizler halk olaldân olmamıştır böylâ techîzât
“Hizbülbahir,,, 73 beyitli “ Der şikâyet-i kaht-ı rical„ Bakındı levha -i resm - i donanmâ.yi hümâyûne
68 beyitli “teblîğ-i hakîkat„ 36 beyitli “İntihar,, redifinde Bu tersîmât u tasvîrâta göz daldıkça, der insan
kaside, 63 beyitli Ne’fiy’e narzire olarak yazılmış “Az- Rafael şimdi gelmiştir bu san’atgâh - 1 meş’ûne
mâyiş-i tabiat,, 30 beyitli bir kaside, 270 beyitli Mes Nasıl tersîm olunmuştur bu evrâk - ı havâdiste
nevi şeklinde yazılan ve arasında bir muhammesi ihtiva Hezâr ahsent ressam - ı şehîr - i san’atefzûne
eden“Tanîn-i cebel„serlevhalı bir şiir, 232 beyitli “Tek Donanmâ -yi hümâyûnun şu kağıdlardaki resmi
mili ayrıca tab’ olunacaktır,, kaydını ihtiva eden Ra* Tahayyür bahşider İran’daki Behzâd - ı medfûne
sin’in manzum bir faciasından nazmen tercüme, 70 be Bu dilkeş tablolar şi’r-i Fuzûlî’den müessirdir
yitli mesnevi şeklinde yazılmış bir “Tevhid, “36 beyitli Bakar mı dîdeler efsâne - i Leylâ vü Mecnûn’e
“Nevâ.yi dil„ adlı bir mesneviden ibarettir. Divanda Bu resm - i dilküşâlar enfes-i âsâr - ı devlettir
bunu müteakip 1 Fuzulî’ye, 5 Bakî’ye, 1 Nailî’ye tah Hayâliyle gelir bin şevk u şâdî kalb-i mahzûne
mis görüldüğü gibi 3 gazeli de kime aid olduklarını İdersem iddiâ -yi şâiriyyet pek muvafıktır
bildirmeden tahmis etmiştir. Acem eş’ârını meşk eylemek âdâb - ı eknûne
Bunları 1054 beyitli 180 gazel takib etmektedir. Ne tasvir.i hakayık mürtesemdir dilde görseydin
Daha sonra sırasıyle 163 rubai, 18 Kıt’a, 9 nazım, 7 Bunun var hakkı derdim uymasa hattâ ki kanûne
şarkı, 2 tarih, 47 Matla, 59 beyit ve 122 mısra yazılıdır. Hakikat şâir - i pür himmetim ister isem bil-farz
Âsaf’m ekseri manzumeleri naziredir. Bunlardan mü Semâyı indirir cevvâl - i tab’ım arz -ı mâdûne
him bir kısmının nazire oldukları da tasrih edilmiştir. Kezâlik aksini ister isem yükseltirim elbet
Necati, Fuzulî, Bakî, Nef’î, Nailî, Cevdet Paşa, Mahmud Zemîn - i sifleyi tâ eve - i illiyyûn - ı mahsûne
Nedim Paşa, Kâni Paşazade Rifat Bey, Muallim Naci, Bakın dikkat ile şâhid bu da’vâma bu nazmımdır
Kâzım Paşa gibi şairleri tanzir ettiğini sarahatle söyle Nasıl kalb eyledim mağşûş ü nâmevzûnu mevzûne
yen şair, Leskofçalı Galip, Hersekli Arif Hikmet, Zıya Kalem hâki beden hâkî fakat fikrim semavidir
Paşa, Namık Kemal, hattâ Hâmid’i taklid ederek man Çevirdim senglâh - ı çerhi mervârîd - i meknûne
zumeler vücude getirmiştir. Vatanî manzumlerinde ise Benim seyrangeh - i rûhum semâvât - ı İlâhîdir
Namık Kemal’in bâriz tesiri altında kaldığı muhakkaktır. Tenezzül eylemem dâr -ı nâîme arz - 1 mescûne
Âsaf’ın devrinde epeyce şöhret sahibi bir şair oldu Bu gün sihrimle teshir eyledim iklîm-i ma’nâyı
ğunu görmekteyiz. Bazı şiirlerini takdirli başlıklar altında Ne efsunlar okuttum gamze - i câdû-yi meftûne
Samih Rifat Resimli gazeteye dercetmiştir. Onun bahri Tefâhur beştir artık ey taâlî perver -i hâmem
ye nazırı Haşan Paşa hakkındaki “İntakı Hak,, Kapılma ol kadar pek insicâm- ı lâfz ü mazmûne
serlevhalı’hicviyesini de Bay İbnülemin Mahmud Kemal, Saded perversin Âsaf gel değiştir gayrı mevzû’u
Zıya Paşa’nın Zafernamesi tarzında şerhetmiştir. Müşir - i müşteri tedbîri takdîm et Flâtûn’e
Vezîr-i ceng-i deryâ kim Haşan Pâşâ-yı zîşandır
— 1 —
Müsebbibdir şu ahvâl-i donanmâ-yi hümâyûne
— İntâk - ı Hak — Huzûrunda denizler bir küçük sermâye-i bâzâr
İlâhî sen selâmet vir donanmâ - yi hümâyûne O mâliktir bugün emvâl-i bîpâyân-ı Karûn’e
Hilâfetten emânet cümlesi sen zât - i bîçûne Kerîm ü kâmrandır zübde-i kârâşinâyandır
Biiznillah j Hümâ-yi âsmandır ancak inmiş âlem-i düne
Deyüp azmeylesünler tâ hudûd-i Çin ü Mâçûn’e Sadâkatten ibâret bir mücessem heykel-i servet
Donanmâ-yi hümâyûnu çevirdi hâlis altune
Kilîd-ül-bahıi sen miftâh - ı tevfîkınla aç yâ Rab
Azîmet eylesünler bakmasunlar sayf ü kânûne Sadâkatle çalıştı sâye-i şâhânede elhak
İlâhî avn i Hak’kın dalga dalga itsün istikbâl Tırılken bak zaferyâb oldu milyone tirilyone
Zülâl-i himmetile irtîkâb ü irtişa bitti
Gidüp gelsün zaferlerle halîc -i sa’d makrûne
Bu keştiler birer berk-i zaferdir ehl-i islâma Nukud-i devlet oldu gayrı bir mahzende mahzûne
Birer berk - ı belâendâzdır küffâr - ı mel’ûne Ne çok ta hüsn-ihidmet eylemiştir dîn üdevlette
Avâsıf bunların emriyle pûyan serserî seyyâh Serâser sadrı gark olmuş nişanlarla madalyûne
Denizler cünbiş - i çerhile sâid cevv - i gerdûne Deniz şimdi emin oldu kazâlardan belâlardan
Ne lâzım Hızru İlyâs-ı muhayyel bahri memûne
Değil keştî demirden her biri bir kûh-ı pâbercâ
Hünerkâra Aristo hikmetâ evsâfını çoktan
Yerinden oynıyor dağlar bakındı sihr ü efsuûne
Dilerdim leyk tâ’lîk eylemiştim vakt-i merhûne
Havârikten sayarlar bunları Yûnanlılar mutlak
Bugün işte muvaffak oldı hâmem hamdülillâh kim
Kalır pek çok esâtîr-i garâbet çerh-i vârûne Edâ-yi deyn içün çok yardım itti tab’-ı medyûne
Yetişmez bunlara berk - ı kazâ ger olsa da hâtıf Senin vasfınla mahmûd-üs-siyerdir hâme şükrolsun
Sığınmış cümlesi Allah diyüp mersây-i me’mûne Cevâhir saçtı fark-ı âlem-i nâsût u meskûne
Türk Şairleri
_____________ ____________ ____________________________________ 95
Bugün cengâveı-i bahrî cenâbındır nazîrin yok Çeşni bînâ-yi hakikat yârı her yüzden görür
Müreccahsın hakikât İngiliz meşhûr Nilsun’e Âşıkın her yerde bir âyîne-i erjengi var
Bahâdirsin dilâversin o asker oğlu askersin Her cihetten bir nidâ-yi el’amân eyler zuhûr
Bihârı zabt iderdin nâzır olsaydın Napolyûn’e Hüsn-i âlemsûzunun bin âşık-ı diltengi var
Çerâğın Barbaroslardır helâk etmekte küffârı Pâyitaht-ı devlet-i aşk olsa sinem çok mudur
Müşabihtir vücûdun derd-i bîdermân-ı tâûne Şâh-ı hüsnün milk-i dilde bir azîm evrengi var
Geçen on beş sene deryâda teçhizatı terk ittin Kudsiyân-ı aşk ile birliktedir tehlîl hân
Cihan teşbih ederdi zât-ı pâkin şahs ı mâğbûne Andelîb-i hâmemin Âsaf yine âhengi var
Meğer mağbûn olan âlem imiş zâtın değilmişsin
_ VI —
Bilindi zırhlılar savlet salınca düşmen-i düne
— N
Durağın rûzğâr olsun otağın mevc-i Okyanus
Vücûd-i devletin pîrâye salsun hût-i Zünnûn’e Değer sitâyişe bir şâh adi ü dâdı kadar
Sezâ-yi hürmet olur Hakka inkıyâdı kadar
- II — Bu kârgehte görünmezdi hîç bir bâtıl
Sen isti’dâd arz et bîhisâb üstâd olur peydâ Diseydi hakkı eğer her kes ictihâdı kadar
Hemen Şîrîn’i göster lâyuad Ferhâd olur peydâ Bozulmayınca düzülmez dinür umûr-i cihan
Ne rütbe devlet i zâlim metîn olsa devâm etmez Muhassenâtı mı var âlemin fesâdı kadar
Ki her Fir’avn’e bir Mûsâ-yi âteşzâd olur peydâ Yed-i inâbeti bir mürşidin tutulsa dahi
Hemen tehzîb-i ahlâk et ulüvv i rütbe tahsil et Nasîb-i feyz gelir her kese reşâdı kadar
¡bâdından, ilâhından hezâr imdâd olur peydâ Hukuk sâhibi mûr olsa da Süleyman’dır
Hudâ hıfzeylesün âfâkı âfât-ı cehâletten Kişi mukaddes olur Hak’ka istinâdı kadar
Geçerse câha câhiller ne istibdâd olur peydâ Görünce hakkı kabûl ahsen-i hasâildir
Cihan vîrâne hem kâşâne-i ma’mûrdur Âsaf Kabîh-i halk olamaz âdemin inâdı kadar
Değiştikçe nazar bir başka istişhâd olur peydâ Belâ-yi fâka gelir nisbet-i atâlet ile
Gmâ tekessür eder sa’yın izdiyâdı kadar
- III —
Çalışmayan şu geçen zâdegân-ı devlete bak
Nâyden istiâre eyliyorum
Cihanda kalmadılar âteşin remâdı kadar
Sînemi pâre pâre eyliyorum
Hayâttan ne çıkar böyle câyda Âsaf
Nasıl etmez gönül kuşu halecan
Muammer ol tutalım dehrin imtidâdı kadar
Yâre mektub itâre eyliyorum
O peri rû görünmiyor gözüme Âsaf (Diyarıbekirli)— XIX uncu asır şairlerinden olan
Giceler istihâre eyliyorum Mehmed Emin Âsaf hakkında Fatin şu malûmatı veriyor :
Ağlarım yâre karşu ben kime ne “Esseyyid Mehmed Emin Âsaf efendi 1236 (M. 1820)
Şekvemi şehriyâre eyliyorum senesi şehr-i Âmid’de kademnihâde-i mehd-i vücûd olup
Tende müste’cirim fakat anı ben tufûliyetleri hengâmda pederleri şehr-i mezkûr ulemâsın
Rûzgâre icâre eyliyorum dan müteveffâ elhâc Ahmed efendinin istishâbiyle Şâm-ı
Yine Asaf bugün Süleymân’ım şerife nakl ve hicret eyleyerek evâil-i hâlinde müteveffâ -
Âh ü şekvâmı yâre eyliyorum yi mûmâileyhten Arabî ve Farisî ulûm ve kavaidinden
ba’z-ı mertebe kesb-i malûmat ve muahharen yine Şâm-ı
- IV — şerifte mukîm Eşşeyh Yakub-ı Buhâri nâm zâtten fünûn-i
Zehî melâhat-i sûret zehî tarâvet-i ten fârisiyyeye müteallik ba’z-ı mezâmîn ve nikâtın tâ’lîm
Nedir bu lehce-i pâk ey nigâr-ı sîm beden ve tahsiliyle imrâr-ı avân ve evkat eyleyüp 1262 (M.
Kemâl-i şöhreti âfâkı tuttu gözlerinin 1845) senesi Derseâdet’e muvâsalet eylemiştir. Mûmâ-
Esirgesin heman Allah kem nazarlardan ileyh nahîf-ül- vücûd bir şâir-i maârif nümûd olup hayli
Nasıl firâkına sabreylesem o bence muhâl den hayli kasâid-i güzîde ve gazeliyyât-ı pesendîde tarh
Tenimde rûh yaratmış seni beni yaradan ve tanzime muvaffak olmuş ise de muahharen m'azbata-i
Benim hayât-ı vücûdum seninle kaimdir eş’ârını izâa eylemiş olduğundan eş’ârı ve güftârı ma’-
Sen olmayınca bana terk-i cân olur ehven dûm ve nâmevcûddur.„
Açılsa gül gibi gülşende rûy-i handânm Bu malûmatı, eserine nakleden Bay İbnülemin Mah.
Gönül de bülbül olur mübtelâ.yi mihnet iken mud Kemal, Şairin (1276 — 1859) da vefat ettiğini kay
_ V - dediyor (Stş.) .
— M uallim Naci’ye Nazire— Âsaf’ın Fatin tezkiresinde yalnız şu beyitleri yazılıdır:
Vech-i yârin her gönülde başka bir nirengi var Devr-i Cem’den bezmgâh-ı dehre zîverdir şarâb
Bir tecellînin bu kesretgehte yüz bin rengi var Rehrevân-ı râh-ı aşka pîr ü rehberdir şarâb
Türk Şairleri
96 i*:sdra!*s*}j;w»fc4!r.:ssis» As.
Âb ü tâb ile gezer elden ele ilden ile Sipihrin va^’ı yok bu cevr ü mihnet kendi kesbimdir
Sed çeker Ye’cûc-i ekdâre Skender’dir şarâb Cefâyı dânişimden gadri isti’dâddan gördüm
Sûretâ pend.i peder veş telhtir ammâ müfîd Görüp işittiğim âlemde Asaf âşinâlardan
Nâmı duhterdir velîkin zevka mâderdir şarâb Ne bir bigâneden gûş eyledim ne yâddan gördüm
Bibliyografya • Ftn . , Stş .
_ II -
Âsaf (Mehmed Paşa) — XVIII inci asır şairlerinden
olan Âsaf Mehmed Paşa hakkında Sicil'de şu malûmat Düşüp hayâl-i leb-i yâre mestolup kalmış
kayıdlıdır : Şarâbhânede dil meyperest olup kalmış
“Sarığı güzel Topal Osman Paşazade Ratib Ahmed Ferâgat eyledi var ola dökmeden kanım
Paşa’nın mahdumudur. Levend-i gamzesi hançer bedest olup kalmış
Kapucubaşı, 1171 (M.1757) de mîrimiranlıkla Kösten- Uruldu ayağa kâlâ-yi ma’rifet sad hayf
dil mutasarrıfı olup ba’dehu ordu-yi hümâyûna memûr Dükân-ı dehrde mikdârı, pestolup kalmış
oldu. 1182 (M.1768) de vezâretle Selânik valisi 1183 İdüp umûrunu dilbend i gerden-i teslîm
(M.1769) şabanında Haleb ve zilhiccede Vidin ve 1185 Mukîm-i hayme i ahd-i Elest olup kalmış
(M.1771) şevvalinde Belgrad ve 1189 (M. 1775) de İnebahti, Piyâle i ser-i fağfûr-ı şâhı gör Âsaf
1190 (M.1776) da sâniyen Heleb vâlisi ve Bendr muhafızı Cihanda câm-ı Cem âsâ şikest olup kalmış
ve 1193 (M.1779) da Belgrad ve 1194 (M.1780) de Rum - III -
eli vâlisi oldu. 1195 saferinde (M. 1780) fevt oldu. Fazl u Cihanda ehl-i hüner behredâr-ı zillet imiş
kemal sâhibi, şair idi.
Meğer fazileti müstelzim-i rezîlet imiş
Şefkat tezkiresinde, “Mehmed Paşa Râtib Ahmed
Diriğ kesb-i hünerle güzâr iden ömre
Pâşâ-yiâsaf nazîrin devha-i şecere-i vücûdı ya’ni ferzen-
Bu yolda hâsılımız sa’yile nedâmet imiş
d-i saâdet nümûdudur„ denildikten sonra onun şu gazeli
Sehâyif-i kütüb-i kevni yoklayup gördüm
örnek olarak gösterilmektedir :
Meğer zamânede fazl u hüner hacâlet imiş
Her dil çerâğ-ı aşk ile pür nûr olur mu hîç Bu tekyegâhta uzlet güzîn-i râhat olan
Her tûde-i siyeh cebel-i Tûr olur mu hîç Bilür ki cây.i safâ gûşe-i ferâgat imiş
Âr eyleyen mülâzemet-i meyfürûştan Görüp gurûr-i güli şehnişîn-i gülşende
Beynelhavâs Cem gibi meşhûr olur mu hîç Bekasın anladım ancak dü rûz-ı devlet imiş
Kibrît-i ahmer idüğini hâki derk iden Cihanda gûşegüzîn ol murâd râhat ise
Devletserâ-yi meykededen dûr olur mu hîç Kibâr-ı devleti bildim esîr-i mihnet imiş
Şol pâk dil ki ola zıyâpâş-ı şem’-i aşk Suhan şinâslık ancak zamânede Asaf
Fânûs-i ketm-i âb ile mestûr olur mu hîç Dürûğ u mel’anet ü hilede liyâkat imiş
Her şeb şerefte leyle-i kadr ile bir midir Bibliyografya; Şfk., Sel. , Sadeddin Nüzhet : Namık Kemal
Cild-i vele muâdil-i sammûr olur mu hîç Hayatı ve eserleri.
Pâ der hevâ-yi devleti iz’ân ü fehm iden Âsaf (Mehmet Paşa) — XIX uncu asır şairlerinden
Deh rûze câh-ı dehr ile mağrûr olur mu hîç olan İşkodralı Âsaf Mehmed Paşa hakkında Ali Em lri
Kasr-ı murâdı hâk ile yeksân olanların «İşkodra vilâyeti Osmanlı şairleri,, adlı eserinde şu ma
Vîraneserâ-yi hâtırı ma’mûr olur mu hîç lûmatı veriyor:
Dilşâd olan hayâli ile bezm-i yârdan «Işkodra vâli-i esbakı Koca Mustafa Paşa’nm hafîdi
Sûrette dûr olursa da mehcûr olur mu hîç kezâlik Işkodra vâli - i sâbıkı Mustafa Paşa’nın mahdu
Âsaf şerâb-ı aşk u mahabbetle mestolan mu ve Şeyhülvüzerâ Şerîfî Mustafa Paşa merhûmun
Tâ haşredek yaşarsa da mahmûr olur mu hîç pederi Âsaf Paşa’dır.
Bir mecmuada da “Ratip Ahmed Paşazada Âsaf Silsile-i nesebleri amcaları ceddi âlîleri koca Meh
Mehmed Paşa„ başlığıyla 3 şirini kâyıdlı buluyoruz med Paşa’nın vâlilikleri vaktinde 1182(M.1768) senesinde
{Mit. A lm. K. Mz. No. 809):
İşkodra şehrinde dünyâya gelmiştir 1189 (M. 1775)
_ I_ senesinde cedd-i âsafânelerinin vefâtı üzerine pederi
Cünûnı Kays’tan şeydâlığı Ferhâd’dan gördüm Mustafa Paşa İşkodra vâlisi olarak on üç sene mikdârı
İdüp tahsîl fenn-i aşkı ben üstâddan gördüm vâliliği hüsn-i îfâ ile 1202 [M. 1787] senesinde sefere
Gelür geh nev haberle geh şemîm-i zülf i dilberle memur edilmişti. Sene-i mezkûrede Mora cânibinde
Ben ancak nükhet-i bûy-i vefâyı bâddan gördüm vefat eyledi. Yerine birâderi ve sâhibterceme Âsaf Meh
Mürîd-i tekyegâh-ı meyfürûş ol kesb-i feyz eyle med Paşa’nı amcası Kara Mahmud Paşa ta’yîn olundu.
Ne gördümse fakır ol sâhib.i irşâddan gördüm Müşârünileyh Âsaf Mehmed Paşa sâye-i ced ve pe*
Nola hûn-i ciğer nûş itse câm âsâ dil-i rûşen derde İşkodra’da istirâhat - i kâmrânî ile imrâr - 1
Bu remzi fehm idüp ben şîşe-i fassâddan gördüm maîşet ve tahsîl - i kemâlâta bezi -i himmet eylemiştir.
Türk Şairleri 97
Amcaları Kara Mahmud Paşa’nın valiliği zamanın lunduğu halde elhâletü hâzihi İşkodra kütübhânesin-
da taraf-ı devlet-i aliyeden Dersaâdet’e da’vetle silâh- de ve üdebâsı ellerinde mevcud gördüm. Hele bir Nâ-
şoran-ı şehriyarî sunûf-i mümtâzesine idhal ile tebcil bî dîvanı gördüm ki divanının itmâmma bizzat Nâbfnin
olundu. 1208 (M. 1793) senesinde diğer amcaları İbra söylediği bazı tarihler kitabın nihayetinde muharrer ve
him Halilî Paşa ile birlikte, amcası Kara Mahmud Pa mevcud idi. Şimdiye kadar öyle bir Nâbî dîvanı bir
şa üstüne sevk olunmuş idi. 1211 (M. 1796) senesinde yerde bir daha gördüğüm yoktur. 1
Kara Mahmud Paşa’mn vefatı üzerine İbrahim Halîlî Müşarünileyh Âsaf Mehmed Paşa şuarâ-yi-eslâfın
Paşa İşkodra valiliğine ve Âsaf Mehmed Paşa dahi pek çok âsâr-ı namdârını tanzîr, tetebbu, Kthıiite-’et
rütbe-i mîr mîrânî ile Uhri sancağı mutasarrıflığına miştir. Şu iki kıt’a sııltân-ı şuarâ-yi Rûm Bakî meı‘-
tâyin olundular. Bir müddet sonra Elbasan sancağı lıûmun bir gazelinin tahmîsindendir ki üstâdiyyetine
mutasarrıflığına tahvîl-i memuriyet eyledi. Bulunduğu niimûne olarak iki k-ıt'ası tahrir olundu :
sancaklarda ulemâ ve şuarâ ile ülfet ve musâbabetten
Âlı-ı cünun nişâne-i dil saldı velvele •-
bir an hâlî kalmadı. Simi i necîbânelori tabaka- i er
Eflâk ü hâki eyledi pür ra’ş ü. zelzele ,. .
bainde olduğu halde 1222 (M. 1807)senesinde terk-i le-
Zülfünden irmedi yine , el bir siyeli teje
zâiz-i hayât eyledi.
Ser rişte-i visâl dahi girmedi ele
Âsaf Mehmed Pasa daha bir sene kadar müsâade-iî
’ -si
Bağrım delindi lıecr ile diirr ü giiher gibi ,
kadere nail olarak yaşasaydı valilik nevbeti kendisine
geliyordu. Lâkin ömrü vefa etmediğinden bir sene son Asal' şarâb-ı nâz yeler içme mey sakın
ra amcaları İbrahim Halîlî Paşa’nın vefatı üzerine mah Elverdi gûş eylediğin zevk-ı ney sakın
dumu Şerifi Mustafa Paşa henüz on iki yaşında oldu Aşk iste Hak’tan isteme bir gayrı şey sakın
ğu halde taraf-ı devlet-i alîvyeden İşkodra valiliğine Bakî acûz-i delıre zebûn olma key sakın •
tâyin buyuruldu. Merdâne bas ayağını meydâne er gibi
Âsaf Mehmed Paşa; edib, kâtib, şair idi Farisî eş’-
Âsâr-ı âlivesinden Tii.rkî ve Farisî birer gazel-i be
ârı pek metîn ve Türkîsine galibdir. O havâiî şairleri
liğleri tahrir olundu: ...... .,f
makarr-i hükümete gelerek kendisine şiirler takdim
ederler ve kendileri de şııarâya şiirler, câizeler gönde - I —
rirlerdi. Fıızalâ ve husû-ivle farisîdan olan tidebâ ile mıı- Felek lûtf eyledi bir gün bana dildârı gösterdi
tâyebe ve mükâtebeleri çoktur. İşkodra’mn Fâib ve Nâ- Selıâbı kaldırup hıırşîd i pür envârı gösterdi
bfsi makamında olan Demiı-zade Mes'ud Kaııbcr efen- Yine terk eyledi lâkin tarîk-ı şefkat âsârin
di’nin kütüb-i fıkhiyeden Ali efendi felâvâsım taleb su Niyâz ittikçe yârı ol bana ağyârı gösterdi
Ui:!
retiyle Paşa’ya irsâl eylediği şu kıt’a-i fârisiyye bu Meİâhat gülşeninde istedikçe bir.giil-i handan
cümledendir: înâd itti o bâğın bağbânı bârı gösterdi , .
Gözüm yaşına ralım it söyledim ol mehlika yâre
IJ i 1 f Çf Bakup çeşm-i gazabİa çağlayan enbârı gösterdi
Arardım kendime can Virmeğe bir Kâ’be-i maksûd
p ıS i"’ S İJ j'
Bana  saf erenler meşhed-i Kerrâr’ı gösterdi
lj 9-u.dsl j-'.i j L .^1 o,
- II —
1J ^ al ^ .
JI J.a O JO U Oo£I j I 1 î \
a ^“ V«aa \j f -¿j} <6
İJ CJl I jl) O
Ij t O
Paşa’nm sohbetine yetişen bazı zevâta vâsıl olan
f3 U ' l ^ '
pîrân-ı memleketin rivâyetiyle sâbitfir ki Pa.şa’nm dâi
resi bir kiitübhâne şeklinde idi. Urfî, Sadî, Hafız, Sel- lj, ş-z jûTLjj j l ’=-j£JjlJS
man, Haşan, Enverî, Tâlib, Feyzî, Sâib, Şevket, Camî,
Zahir, Nay.îrî, Hâkanî gibi İran şuarâsının ve Bakî,
Ij Ati» J ■ri,
Nefî, Yahya, Fehîm, Sabrî, Vecdî, Nailî, Mezakî, Şehrî
Cevrî, Nabi, Nedim, Nahifi, Kağıb Paşa gibi Osmanlı . -û— i ^ } ü\.v t£j
üdebâsmın âsârını pîş-i nazar-ı mütâlâadan ayırmazdı.
Filhakika ben bu divanların cümlesini nefis yazılarla
Bibliyografya : A li Enıîrî-lşkodra V ilâyeti Osm anlı şairleri
yazılmış olduğu ve ekseri müzeyyen ve müzehhep bu
i
Türk Şairleri
96
Âb ü tâb ile gezer elden ele ilden ile Sipihrin vâiz’ı yok bu cevr ü mihnet kendi kesbimdir
Sed çeker Ye’cûc-i ekdâre Skender’dir şarâb Cefâyı dânişimden gadri isti’dâddan gördüm
Sûretâ pend-i peder veş telhtir ammâ müfîd Görüp işittiğim âlemde Asaf âşinâlardan
Nâmı duhterdir velîkin zevka mâderdir şarâb Ne bir bigâneden gûş eyledim ne yâddan gördüm
Bibliyografya • Ftn . , Stş .
_ II -
Âsaf (Mehmed Paşa) — XVIII inci asır şairlerinden
olan Âsaf Mehmed Paşa hakkında Sicil'de şu malûmat Düşüp hayâl-i leb-i yâre mestolup kalmış
kayıdlıdır : Şarâbhânede dil meyperest olup kalmış
“Sarığı güzel Topal Osman Paşazade Ratib Ahmed Ferâgat eyledi var ola dökmeden kanım
Paşa’nın mahdumudur. Levend-i gamzesi hançer bedest olup kalmış
Kapucubaşı, 1171 (M.1757) de mîrimiranlıkla Kösten- Uruldu ayağa kâlâ-yi ma’rifet sad hayf
dil mutasarrıfı olup ba’dehu ordu-yi hümâyûna memûr Dükân-ı dehrde mikdârı pestolup kalmış
oldu. 1182 (M.1768) de vezâretle Selânik valisi 1183 tdüp umûrunu dilbend i gerden-i teslîm
(M.1769) şabanında Haleb ve zilhiccede Vidin ve 1185 Mukîm-i hayme i ahd-i Elest olup kalmış
(M.1771) şevvalinde Belgrad ve 1189 (M. 1775) de İnebahti, Piyâle i ser-i fağfûr-ı şâhı gör Âsaf
1190 (M.1776) da sâniyen Heleb vâlisi ve Bendr muhafızı Cihanda câm-ı Cem âsâ şikest olup kalmış
ve 1193 (M.1779) da Belgrad ve 1194 (M.1780) de Rum - III -
eli vâlisi oldu. 1195 saferinde (M. 1780) fevt oldu. Fazl u Cihanda ehl-i hüner behredâr-ı zillet imiş
kemal sâhibi, şair idi.
Meğer fazileti müstelzim-i rezîlet imiş
Şefkat tezkiresinde, “Mehmed Paşa Râtib Ahmed
Diriğ kesb-i hünerle güzâr iden ömre
Pâşâ-yiâsaf nazîrin devha-i şecere.i vücûdı ya’ni ferzen-
Bu yolda hâsılımız sa’yile nedâmet imiş
d-i saâdet nümûdudur„ denildikten sonra onun şu gazeli
Sehâyif-i kütüb-i kevni yoklayup gördüm
örnek olarak gösterilmektedir :
Meğer zamânede fazl u hüner hacâlet imiş
Her dil çerâğ-ı aşk ile pür nûr olur mu hîç Bu tekyegâhta uzlet güzîn-i râhat olan
Her tûde-i siyeh cebel-i Tûr olur mu hîç Bilür ki cây-i safâ gûşe-i ferâgat imiş
Âr eyleyen mülâzemet-i meyfürûştan Görüp gurûr-i güli şehnişîn-i gülşende
Beynelhavâs Cem gibi meşhûr olur mu hîç Bekasın anladım ancak dü rûz-ı devlet imiş
Kibrît-i ahmer idüğini hâki derk iden Cihanda gûşegüzîn ol murâd râhat ise
Devletserâ-yi meykededen dûr olur mu hîç Kibâr-ı devleti bildim esîr-i mihnet imiş
Şol pâk dil ki ola zıyâpâş-ı şem’-i aşk Suhan şinâslık ancak zamânede Âsaf
Fânûs-i ketm.i âb ile mestûr olur mu hîç Dürûğ u mel’anet ü hîlede liyâkat imiş
Her şeb şerefte leyle-i kadr ile bir midir Bibliyografya', Şfk., Sel. , Sadeddin Nüzhet ; Namık Kemal
Cild-i vele muâdil-i sammûr olur mu hîç Hayatı ve eserleri.
Pâ der hevâ-yi devleti iz’ân ü fehm iden Âsaf (Mehmet Paşa) — XIX uncu asır şairlerinden
Deh rûze câh-ı dehr ile mağrûr olur mu hîç olan İşkodralı Âsaf Mehmed Paşa hakkında Ali Em irî
Kasr-ı murâdı hâk ile yeksân olanların «Işkodra vilâyeti Osmanlı şairleri,, adlı eserinde şu ma
Vîraneserâ-yi hâtırı ma’mûr olur mu hîç lûmatı veriyor:
Dilşâd olan hayâli ile bezm-i yârdan «Işkodra vâli-i esbakı Koca Mustafa Paşa’nın hafîdi
Sûrette dûr olursa da mehcûr olur mu hîç kezâlik Işkodra vâli - i sâbıkı Mustafa Paşa’nm mahdu
Asaf şerâb-ı aşk u mahabbetle mestolan mu ve Şeyhülvüzerâ Şerifî Mustafa Paşa merhûmun
Tâ haşredek yaşarsa da mahmûr olur mu hîç pederi Âsaf Paşa’dır.
Bir mecmuada da “Ratip Ahmed Paşazada Âsaf Silsile.i nesebleri amcaları ceddi âlîleri koca Meh
Mehmed Paşa„ başlığıyla 3 şirini kâyıdlı buluyoruz med Paşa’nın vâlilikleri vaktinde 1182(M.1768) senesinde
(M it. Alttı. K. Mz. No. 809) :
Işkodra şehrinde dünyâya gelmiştir 1189 (M. 1775)
_ I _
senesinde cedd-i âsafânelerinin vefâtı üzerine pederi
Cünûnı Kays’tan şeydâlığı Ferhâd’dan gördüm Mustafa Paşa Işkodra vâlisi olarak on üç sene mikdârı
Idüp tahsîl fenn-i aşkı ben üstâddan gördüm vâliliği hüsn-i îfâ ile 1202 [M. 1787] senesinde sefere
Gelür geh nev haberle geh şemîm-i zülf i dilberle memur edilmişti. Sene-i mezkûrede Mora cânibinde
Ben ancak nükhet-i bûy-i vefâyı bâddan gördüm vefat eyledi. Yerine birâderi ve sâhibterceme Âsaf Meh
Mürîd-i tekyegâh-ı meyfürûş ol kesb-i feyz eyle med Paşa’nı amcası Kara Mahmud Paşa ta’yîn olundu.
Ne gördümse fakîr ol sâhib.i irşâddan gördüm Müşârünileyh Âsaf Mehmed Paşa sâye-i ced ve pe-
Nola hûn-i ciğer nûş itse câm âsâ dil-i rûşen derde İşkodra’da istirâhat - i kâmrânî ile imrâr - 1
Bu remzi fehm idüp ben şîşe-i fassâddan gördüm maişet ve tahsîl - i kemâlâta bezi -i himmet eylemiştir.
Türk Şairleri 97
Amcaları Kara Mabınııd Paşa’nın valiliği zamanın lunduğu halde ellıâletü lıâzilıi İşkodra kütıibhânesin-
da teraf-ı devlet-i aliyeden Dersaâdet’e da’vetle silâh- de ve üdebâsı ellerinde mevcııd gördüm. Hele bir Nâ-
şoran-ı şehriyarî sunûf-i mümtâzesine idhal ile tebcil bî dîvanı gördüm ki divanının itmamına bizzat Nâbî’nin
olundu. 1208 (M. 1793) senesinde diğer amcaları İbra söylediği bazı tarihler kitabın nihayetinde muharrer ve
him Halilî Paşa ile birlikte, amcası Kara Malımud Pa mevcud idi. Şimdiye kadar öyle bir Nâbî divanı bir
şa üstüne sevk olunmuş idi. 1211 (M. 1796) senesinde yerde bir daha gördüğüm yoktur.
Kara Malımud Paşa’nııı vefatı üzerine İbrahim Halîlî Müşarünileyh Âsaf Mehmed Paşa şuarâ-yi-eslâfm
Paşa İşkodra valiliğine ve Âsaf Mehmed Paşa dahi pek çok âsâr-ı namdârını tanzîr, tetebbu, tahmis et
riitbe-i mir mîrânî ile Uhri sancağı mutasarrıflığına miştir. Şu iki kıt’a sııltân-ı şuarâ-yi Rum Bakî1 mer
tâyin olundular. Bir müddet sonra Elbasan sancağı humun bir gazelinin tahmîsindendir ki üstâdiyyfetine
mutasarrıflığına tahvil—i memuriyet eyledi. Bulunduğu niimûne olarak iki kıt’ası tahrir olundu :
sancaklarda ulemâ ve şuarâ ile ülfet ve rmısâhabetten
Âlı-ı cünıın nişâne-i dil saldı velvele . ■
bir an lıâlî kalmadı. Sinn-i necîbâneleri tabaka- i er
Eflâk ü hâki eyledi pür ra’ş ü. zelzele
bainde olduğu halde 1222 (M. 180?) senesinde terk-i le-
Zülfünden irmedi yine,el. bir siyeh tele .
zâiz-i hayât eyledi.
Ser ı-işte-i visâl dahi girmedi ele
Âsaf Melımed Pasa dalıa bir sene kadar müsâade-ii.aS
’
Bağrım delindi lıecr ile dürr ii güher gibi ,
kadere nâil olarak yaşasaydı valilik nfevbeti kendisine
geliyordu. Lâkin ömrü vefa etmediğinden bir sene son Âsa f şarâb-ı nâz yeter içme mey .sakin
ra amcaları İbrahim Iialîlî Paşa’mn vefatı üzerine mah Elverdi gûş eylediğin zevk-ı ney sakın
dumu Şerifi Mustafa Paşa henüz on iki yaşında oldu Aşk iste Hak'tan isteme bir gayrı şey sakın
ğu halde taraf-ı devlet-i aliyyeden İşkodra valiliğine Betki acûz-i deh re zebûn olma key sakın •
tâyin buyuruldu. Merdâne bas ayağını nieydâne er gibi
Âsaf Mehmed Paşa; edib, kâtib, şair idi Farisî eş’-
Âsâr-ı âlivesinden Tı'i.rkî ve Farisî birer gazel-i be
ân pek metin ve Türkîsine galibdir. O havâiî şairleri
liğleri tahrir olundu :
makarr-i hükümete gelerek kendisine şiirler takdim
ederler ve kendileri de şuarâya şiirler, caizeler gönde - I —
rirlerdi.Fuzalâ ve hıısû-iyle faı isidan olan üdebâ ile mu- Felek lûtf eyledi bir gün bana dildârı gösterdi
' j‘ 1■•i •1•
tâvebe ve mükâtebeleri çoktur. Işkodra’nm S'âjb ve Nâ- Selıâbı kaldırım lııırşîd i pür envârı gösterdi
ı • " •. • t a : 1 . '. ' i'' i
bî’si makamında olan Demirzade Mes’ud Kanber efen- Yine terk eyledi lâkin tarîk-ı şefkat âsârın
di’ııin kfitüb-i fıkhiyeden Ali elendi fetâvâsını ta leb su Nivâz ittikçe vârı ol baııa ağyarı gösterdi , t .
retiyle Paşa’ya irsal eylediği şu kıt’a-i fârisiyve bu 1’ . i - 1 ;İS'"'
Melâhat gülşeninde istedikçe bir gül-i handan
cümledendir: tnâd itti o bağın bâğbânı bârı gösterdi .
Gözüm yaşına ralım it söyledim ol me.hlika yâre
b » x *ly - J *>-j ç jT j ; . Bakııp çeşm-i gazabİa çağlayalı enhârı gösterdi
Arardım kendime can Yirmeğe bir Kâ’be-i maksûd
lc*' JLi' b o'
Bana Âsaf erenler meşlıed-i Kerrâr'ı gösterdi
b =a:.CjI jçi jU jLo-l o. jW
- II —
Aly j jç . X>-
b s_ua->.? . . r r
^1 *■>- jl
j w •
İJ y>- al ‘Ci ’J ^ -
lj O-'’5- jL 0 ^2 Sj J f
İJ J £b ji-t- çZs; d b l
Paşa’mn sohbetine yetişen bazı zevata vâsıl olan
^»jİAı^ ^ j>~ j Cj jft>~
pîrân-ı memleketin rivayetiyle sabittir ki Paşa’ıım dâi
resi bir kütiibhâne şeklinde idi. Urfı, Sadî, Hafız, Sel- İJ . Ç j ( J İ J
vak’a-i ma’lûmesinde hâkan-ı müşarünileyhin biraz te- Tâb âver-i mukavemet olmaz zaman bana
reddi'ıd ile vakit geçirmesi sebebiyle teşebbüs-i vâki akim Ol dem ki hûn-i çeşm-i alilim revân olur
kalmıştır. Süleyman Âsaf Bey bu cemi’yetin a’zâ-yi
nâfizesinden bulunmasından dolayı divanı harb karâ- Söndürdü bâd-i m ulıâlif ocağımı «?»
riyie kalebendliğe mahkûm olarak Sakız’a gönderilmiş Y ık tı hücûm-i ceyş-i mezâlim otağımı
idi. Hareketi arz esnâsmda memuren Sakız’a vü- îtler üşüştü başım a kırdı çanağımı
rûd eden Aydın valisi Midhat Paşa, Âsaf Bey’i İzmir’e  s a f bu şarkı hâlime bir tercemân olur
i’zâm ile konağında müsâfir etmiş ve bu sûretle mû-
— II —
maileyh kal’abendilikten tablîs-i girîbân eylemiştir. Müd- — Gazel —
det-i mahkûmiyyetin ikmâlinde de İstanbul’a gelme Sergüzeştin hâtırım dam geçti bir rüyâ gibi
sine müsâade olunmayarak bir müddet daha İstanbul'a Âlemin gönlüm de mevcûdiyyeti lıulyâ gibi
gelmemek kaydıyle zâlimâne ve birahmâne nefy-i mü- Kısmetinden bihaber ebnâ-yi âlem muttasıl
ebbed sfıretiyle dûçâr-i cezâ edilmiştir. Otuz üç sene Cüstücu etmektedir bir merd-i nâbînâ gibi
Şam ve İzmir’de ikamet ettirilmiş ve bu müddette uğ Şuh meşrebdir cihan aldanmayın ikbâline
radığı bir çok felâketlere göğüs vererek afv ve itiâkı Bâis-i enduh olur m eftununa sevdâ gibi
için hiç bir sûretle tezelliil ve serfıirû etmeyerek metâ- Bezm-i nûşânıış-i hestîde kalender meşreb ol
net ibrâz eylemiştir. Merhum «Hürriyet ve meşrûtiyet Neşveyâb eyler sabır erbâbmı salıbâ gibi
dâhilde vakî olacak irşâdât ve müeâhedât ile istihsâl Mest-i câm-ı mihnetim  scıf beni m a ’zûr tut
kılınır. Memalik-i ecııebiyyede icrâ edilen teşebbıisât Ratb u yâbis söylerim bir rind-i bî pervâ gibi
ve neşriyyât bir fâideyi intâc etmeyerek bilâkis ı-irâl-i
— III —
siyâsiyenin bundan bizm zaıanrrıza claıek istifade et
melerine yol verilmiş olur» fikrinde olduğu için talılîs i Olur m üzdâd feyz-i âteşin elbet hevâlardan
nefs maksadivle de bazı emsali gibi diyâr-i ecnebiyeye G önül kuvvet bulur rencide oldukça cefâlardan
firârı meslek-i vatanperverânesinö muvâfık bulmamış Nevâ-yi nâle-i ıışşâk artar eksilür sanma
idi. Zâdc-i tab’i olan : Dem ıırdukca zam an mutribleri böyle sabâlardan
Feyz-i hürriyyet vatanda münteşir olsun da gör Çıkarmı lıâtırımdan bun i eşkim döktüğüm demler
Şim di ölm üş sandığın millette arslanlar çıkar Ne lıâcet şimdi bahse eski kanlı m âcerâlardan
beyıtinde dahi bu fikrini izhâr etmiştir. Dökersem âb—ı rû kanım dökülsün yerlere zâlim
İlân ı meşrûtiyeti müteâkıben İstanbul’a geldi. 16 Kalender meşrebim âzâdeyim ben ilticalardan
Rebiıılalıır 133! (M. 1912) de Üsküdar’da Sultan tepe Kocaldım derd içinde pîr—i fânî-i gum ûm oldum
sindeki hâilesinde vefat etti. Karaca ahmed’de Miskin Göğüs verdim kazâya yılm adım gitti belâlardan
ler dergâhı kurbinde pedeıinin ve vah leşinin civâr ı Ne m iıhlikyâredir bilmez misinsen derd-i hürriyyet
kabrine defnedildi. Tabîbâ vaz geç artık böyle tesirsiz devâlardan
Ali Riza Paşa diyor ki: «İ'lân ı meşrûtiyetten sonra Cihâna serfıirû etmez iken A s a f ne hikmettir
vukıı’ bulan taşkınlıklar ile ta’kib edilen gayr ı şuûrî Henüz kurtulm adım hûbân-ı devrâne recâlerdan
idâre ve siyâsetin vatan hakkında tevlîd edeceği felâ
— IV —
ketleri vukuundan evvel keşf ve teferrüs eden merhum
son demlerini dahi büyük bir elem ve endîşe içinde Bir gün olur ki dâğ-ı derun şu’ledâr olur
geçirerek muztarib bulunmakta idi» Sabr eyleyen belâ—yi game k âm k âr olur
Ayni eserde Şairin şu manzumeleri kayıdlıdır : Yatsuya dek yanar m um u nâmerd olanların
Sürmez sabâha püfzede-i rüzgâr olur
İdbâre bakm a eyleme ikbâle i ’tim âd
— Şarki —
Delirin salası mihneti hep bîkarâr olur
Cismin o gün ki lıâk-i .siyel ite nilıân olur D ünyâda nîk nâm ise^ maksad adâlet et
Çektiklerim zamanede bir dâstân olur
Zâlim lerin avâkib-i ahvâli bâr olur
Elbette yâre söylenecek bir zaman olur
Uşşak içinde sırr-ı mahabbet ayân olur Bir hırkaya kanâat eder bîniyâz olan
Zîrâ bekâ-yi cismi de inşâna bâr olur
Ben şimdi siyasî (?) bir mahabbet esiriyim Giryâıı olursa dîdesi ta’yîb olur m u hiç
* D ikkat olunsa hâlime K ays’ın nazîriyim Âzürde-i felâket olan dâğdâr olur
Bir pâdişâh—ı derd ü felâket veziriyim A s a f mizâc-ı vakte lıeman hidmet etmeli
Rûz-i cezada dâğ-ı nihâr.ım nişan olur
Peyrev olan hakikate âlî tebâr olur
Oldu vatan mahabbeti bir imtihan bana Mehmecl Tevfik K afilei Şuara da şair için «Mir-i
Y âd eyledikçe hâlimi ağlar cihan bana mûmâileyh fatin ve âkil ve nâzük tab’ ve kâmil olup
Türk Şairleri
100
eş’ârı tab’-ı pâki gibi nekays-i kelâmdan müberrâ tâze Şair’in sarayla münasebeti olduğunu tahmin ede
eda bir şâir-i suhan ârâdır» dedikten sonra onun şu biliriz. İstanbul’dan bir müddet uzaklaştığını da,
gazeli de kaydediyor :
S ta n b û l’a o hadden iştiyâkım var ki ey A s a f
Kand-i lebinle bir mi mükerer şeker şeker K i pervâz eyler idim neşleyim bâl ü perim yoktur
Gül ârızın o gerden-i sıminber-i şeker
beytinden anlamaktayız.
itmezdi tab’-ı âkili asla gına pezîr
- I -
L â ’l-i terinden olsa eğer behrever şeker — Gazel
L â ’lin emer emer de öperdim dehânını Bu dil kati şûrîde mestâne midir bilmem
Pek hoş değil mi badeye nukl olsa ger şeker Sarhoş değil ise yâ dîvâne midir bilmem
Pîrâmen-i ruhinde kıyâs itme hatt-ı nev Yâ lem’a-i mihr olmuş yâ şem’ i şeb-i firkat
Kande sezerse elbet üşer m ûrlar şeker Elbette yakar bâlin pervâne midir bilmem
Şîrin edası tâ seher itti beni kelim Babın bırakup yârin sahrâda yeler âşık
Tûtîye bahş-ı şevk-ı tekellüm ider şeker Dîvâne-i Leylâ mı bigâne midir bilmem
 s a f mizâc-ı asra haîâvet verir bu nazm Mihri ile Ferlıâd’ın bîçâre iden melm'ı
Söz müşterisi kalm adı tab’ım satar şeker Şîrîn ise de lâ’li efsâne midir bilmem
Bibliyografya'. Kfl. , stş. Âsaf’ın resmi, son asır Türk Şa Mazmunun okudukça abbâba virir neşve
irlerinden alınmıştır. Asaf dil-i piir şevkin pymâne midir bilmem
Âsaf ( ) — Hiç bir tezkirede hayalına aid
- II -
malûmata tesadüf edemediğim Âsaf’ııı büyük bir divanı
meveuddur ( Tpk. Hs. No. 794). Her zülf-i girihgîre bu dil şânelik eyler
6232 beyitten ibaret olan bu divanda. 1089 gazel, Her gördüğü zencîre o divanelik eyler
25 muhammes, 8 müseddes, 1 miisebba, 2 muaşşer, İtti heves-i tuı-ra anı Kays’e muâdil
4 murabba, 67 kıt’a, 18 beyit vardır. Âvâre gönül bak yine ferzânelik eyler
Şair’in kendi el vazısiyle yazılmış bir çok manzu Cisme nazar-ı dîde-i yâr ideli tesîr
melerini diğer bir mecmuada görmekteiz (Köprülü Bu gönlümi gör sînemi meylıânelik eyler
H afız Ahmed Paşa kütüphanesi No. 363 ). Peygule-i aynında gönül ideli mesken
Bu manzumelerin hemen ekserisini divanda da bu Mahmur ise de ol yine mestânelik eyler
luyoruz. Almış iken ol şûhı hayâlim kucağına
X V III inci asır şairlerinden olduğunu tahmin et Duş olsa yine  sa f a bîgânelik eyler
tiğim Âsaf, muvaffakiyetli bir şair olarak gösterilemez. - III -
Hattâ onun şiirleri arasında bazı vezin ve kafiye hata
Bu cây-i sîneye gel kim Merâm bağidir
larına bile tesadüf edilmektedir. Tezkirelerin kendi
Ki şerhasında elifler o gül budağidir
sinden bahsetmeyişleri de ihtimal ki bu yüzdendir.
Bahâr-ı yârı öğersiz bana çemende diyu
Şair de :
Bak imdi şem’-i bezim lıep bizimle bâgîdir
Ş i’rime itm ez nazar yâr-ı sitem kâr A safâ Aceb mi çeşm i revânımla iştihar bulsam
A n ın içün bulm adı revnak sözüm meşhur olup Musâhibimdir o hemsolıbe-tim çerâgidir
Bibârdan sakıtı ey dîde sîııe-i dâğım
deyerek şöhret kazanamadığını anlatmak istemiştir.
Ki nâındâr şehin bir bülend otağidir
Âsafın yazdığı bütün manzumelere naziredir deni
Hemîşe âh-ı seher hoş görünce dâğımdan
lebilir.
Sana ne  saf anın mihr-i rûyi ağıdır
Fuzulî, Necatî, Bakî, Ruhî, Nef’î gibi bir çok şair
leri tanzir eden Âsaf, bilhassa Vecdi tarzında bir hayli — IV —
— M uham m es —
şiir kaleme almıştır. Şüphesiz ki çok yazmak ibtilâsı
Tâ ser be-pây aşkile yanık değil mivin
da onu bir takım bayağılıklara düşürmüştür. Fakat şiir
Seylâb-ı eşk-i hûna boy anık değil mivin
leri arasında bazı güzel beyitler, hattâ manzumeler bile
Ey gönce leb bu ma’nide sâdık değil miyiıı
vardır.
Hûbân içinde ben sana âşık değil miyiıı
Şair’in hayatı hakkında bizi tenvir eden manzume
Zevk-ı visâl-i lûtfuna lâyık değil miyiıı
lere divanda tesadüf edemiyoruz. Yalnız onun,
Tâb-ı ferâh-ı rûyin ile eşk-i dîdeden
Müşkilât-ı ilm-i vahdetten haberdâr eyledi Gark oldı fülk-i câm-ı mey âşâm-ı encümen
Mesnevî’yi okudup M olla K a râ m ân î bana
Bezm-i gamında ey lebi şîrîn sîm ten
beytinden anlaşılıyor ki Molla Karamanî’den Mesnevî Can verdi derd-i hasret-i lâ’linle Kûhken
okumuştur. Ben mest-i câm-ı aşkile ayık değil miyin
 s. Türk Şairleri
101
Bir ney sadâsı ile bu bezm-i teranede olarak bulundu. Bir aralık Sanayii nefise mektebine
Bağrım delindi şevkile bıı âsitânede girdi. Üç ay sonra terk etti. Adliye meslek mektebine
Tab’ım çemende hatırım ol mûmiyânede devama başladı. Orada tahsilini bitirdikten sonra Üs
Bir çeşmesâr-ı sebz-i safâyım zamânede küdar Asliye ceza mahkemesi zabıt kâtipliğine tayin
t*asl-ı rebîa karşı bulanık değil miyin olundu. Şimdi Osmanlı Bankası merkez memurların-
Âgelı değildi mürg-i dilim dâm ii dâneden dandır.
Şemm-i vefayı görmemiş idi zamaneden Âsaf Halet bana verdiği varakada şunları söyliyor :
El değmemişti zülfüne hiç dest-i şâneden «...Yirmi yaşımda iken hayatımda birden bire büyük
Dil bend i tıırıan olmuş iken doğdum aneden bir tahavvül oldu. Galib Dede’nin Hüsnü Aşk’ını oku
Lâle misâli aşkile yanık değil miyin yordum. Bunu çok sevmiştim ve bunun saikasiyle ev
velce okuduğum Mesnevî’den hariç olarak Mevlâna’nm
Nazm-ı selisim okusa sencı'dei suhan
Şemsiil hak ayık ismindeki küçük divanım tedkika baş
Hep lıandenâk olurlar idi açsalar dehen
ladım. Bu, benim üzerimde umulmayan bir tesir yaptı.
Şâpâş iderdi nazmımı kim görse ger lıasen
Bundan sonra İslâm tasavvufu hakkında yazılmış Şark
Fikr-i miy.ân-ı yâr ile yazdım bu şi’ri ben
ve Garb eserlerini getirterek, okumaya başladım. A e
A s.ıf fünûn-ı aşkda fâik değil miyin
hâlâ hususî tetebbıılarım dinî, felsefî mevzular üzerin
Âsaf Hâlet — 29 Kânunuevvel 1907 (16 Kânunuev dedir.
vel 1323) de Cihangir’de doğdu. Umumî harp esnasın İki sene evvel bir çok Farisî rubailer ve gazeller
da Dahiliye nezareti Şifre müdürlüğünde bulunan Bay yazmıştım. Geçen sene de Fransızca şiir yazmak me
Said Hâlet’in oğludur. Babası tarafından ceddi Hamid /. rakına düştüm. Simdi hiç bir şey yazamıyorum. An-
devrinde sadırazam olan Derviş Paşa hrzinedarı Na cak okumakla meşgulüm. Herhalde son ciddi tetebbu-
zif Çelebi’diı- Ana tarafından - Silistire muhafızı iken laı ıma saik olanlardan birisi Üsküdar kütüphanesi mü-
şehid olan - Selânikli Musa Hulusi Paşa ile nakibüleş- diri Alımed Remzi efendi ile Institut Français d'arché
raf Kıbrıslı Tahsin Bey’in ahfadmdandır, ologie azasından muhterem dostum M. Edmond Saııs-
Asaf Hâlet’in meıısub olduğu âile arasında şiirle say’dır. Kendisi el’an Fransa'da tab’edilmekte bulunan
uğraşan bir çok kimseler görmekteyiz. «Mevlâna’nm rubaileri» ismindeki kitabıma bir introduc
tion yazmıştır.
Türkçe şiirlerim bu tetebbu devrinin ilk devirlerine
âiddir. Ve en a/, beş sene evvel söylediğim şeylerdir.
Bunların çoğu eski Şark edebiyatının ilham ettiği mev
zuların çerçevesini asmaz. Hepsi o zevkle söylenmiştir.
Resmi, şiir ve musikiyi çok severim. Merhum hocam
Rauf Yekta Bey’deıı allı sene hususî ders aldım. Şark
musikîsi nazariyatiyle meşgul oldum. Ve musiki ansik
lopedisinde münteşir Türk musikisine aid mebahisi
Türkçeye tercüme ettim.»
— I —
Hevâ-yi nây ile âheng-i cenge pyrev olup leyman Hân’ın bende ve bendezâdelerinden ve dûdmân ı
Piyâle nıış ii hem âvâze-i siirûş olduk kesîr-ül-ihsân-ı âl-i Osman’ın hanvâdeleriııdendir. Malı-
Dolunca nûr-i siyâh-ı nigâh ile diller lâs-ı mezbûrı ihtiyâr ittiğinin vechi zâhir ve bedidâr
Libâs-ı mâtemi giydik siyâh pûş olduk değildir. Süfre gibi esîr-i sohbet, peymane misâl ehl-i
Bahâr onun neye soldurdu revnakın söyle işret kimesne idi. Bu devirde Haleb diyarında âhırete
Neden hezârı iken As&fâ hamûş olduk rihlet etmiştir. Sâgar-ı eş’ârı ki rahîk-ı rikkatle mâlîdir.
Letâfet ve melâhatten âı î ve hâlî değildir.»
- III —
Âşık Çelebi ve Hasaıı Çelebi’nin verdikleri bu ma
îçup içüp yine mest-i şarâb-ı nâb olalım
lûmata nazaran şair için Sicil'de, gördüğümüz «Sultan
Düşüp te yerlere âlûde-i türâb olalım
Selîm-i evvel bendegânmdan ve bölük halkından idi
Cihanda olmadı bir lâbze gönlümüz âbâd
923 de fevt olmuştur» kayıdlarının yanlışlığı muhak
Bıı bâğ-ı köhne harâb olmadan lıarâb olalım
kaktır.
Beka-yi âlemi bildim fesânedir âhır
Âsafî’nin bazı mecmualarda nadiren şiirlerine te
Olursa Cem gibi bir hoş hayâl ü hâb olalım
sadüf olunmaktadır. Beııdeki bir mecmuada kayıdlı
Kadeh kadeh içerek âb-ı âteş efrûzu
bulunan bir gazeliyle diğer bir mecmuada yazılı olan
Sonunda içmek içün bî tevân ii tâb olalım
bir gazelini ve mülemma bir tahmisini naklediyorum:
Hicâb mâni’-i vasl-ı nigâr imiş Âsaf
Çekip piyâleyi serşâr-ı bî hicâb olalım — I -
Nice disiin dil didüğün vâdi-i Eymen sana İriip genc-i nihâna kâmrân olmuş bulunmuşlar
Bana kûy-i Husrev ii Şîrin kelâmı pesdürür Bendeki bir mecmuadan
Yoktur avârızı nezel-i sâliyânesi beytinden sonraki beyitleri Reşid Âkif Paşa, cidden
Serbest olur diyâr-ı firâkın. zeâmeti manasız olduğu için beğenmeyerek silmiş ve imzasını da
01 şııh ile muâmele-i râz-ı aşkımı atarak kendi el yazısıyle şu mütalâada bulunmuştur:
Duydunsa sakla söyleme Allah ihaneti «Matla’ hakîkaten Fuzûliyâne ise de ebyât ı tâliye
Ağyara bezm-i meyde tahammül giıdâz imiş hiçtir. Ben Asım merhum ile beynimizdeki mahabbete
Düzdile ebrüvânile yârin işâreti i’tizâr ederek çiziverdim. Velîni’metim pederim Akifte
Mahsûl-i nakd-i eşkini kat’ itme kıl hazer afv ider. Şüblıe yok rûh ı Asım da.
Olmaz kesimle mansıb-ı aşkın niyabeti An A ’van
Seyl-i hulûs esâsım yer yer harâb ider Reşid Âkif
Olmaz binâ-yi mekr ü nifâkın imâreti 8 Nisan 1332 Bıiyükada
Nakdı'ne-i tasarrufı seng-i mezâr iken II — Türkçede sorgunun nasıl olacağını bilmediği
Câh ehlinin bu rütbe nedendir denâeti için «gül mü» yerine «gül mü mü» deyerek,
Hüsni çıralı dilber imiş Asımdı o şûh
Seni sermest iden gülm ü m üdür ey bülbül-i nâlân
Yakdı kül itti çeşmimi suz-i mahabbeti Berâberdir senin derdinle hecrin girye efgandır
Bibliyografya: Rmz. yolunda bir beyit vücude getirdiği için de şunları yazıyor:
Âs.
Türk Şairleri 105
Gazelde gerçi Rıyâzı kasidede Nef’i Uğramıştır pençe-i şâhîn-i gamzen var ise
Müsellem olduğunu bildi âşinâ ile yâd Mıirg-i dil ziıli-i siyelıden per feşân olmuş gelür
Veli zuhur ideli taze nazm ı caııbahşım Kangı zârı ber murâd itmiş o mest-i ttind hû
Yanımda anları hiç kimse şimdi itmez yâd Deşne hûn âlûde dâmea dermiyân olmuş gelür
Virirdi cân-ı Azizi bahâ abâli-i Mısr Yâd-ı lâ’ünle şerâbııı Asım içmiş var ise
Eğer bu Yûsuf-ı nazmım olunsa anda mezâd Bak yine sermest-i rüsvâ-yi cibân olmuş gelür
deyerek fahriyeler de viicude getiren şair, her halde
- V -
divan edebiyatının zevkına varan kuvvetli bir muakkib
olarak gösterilebilir. Lııtfuz suhan-ı lâ’l-i dilârada nihânız
Canız ki dem-i pâk-i Mesihâ’da nihânız
- I -
Müstağrak-ı ııûr-i siyeh-i âlem-i hüsnıiz
Âşıkım derd ü gam celı'simdir Mânend-i nigeh dide-i havrâda nihânız
Dil-i şiven tırâz eriîsimdir Dermânımızı görmeğe îsâ dahi âciz
Kûy-i dilberde seng ü hâk-i siyâh Derdiz ki dil-i âşık-ı şeydâda nihânız
Bâliş ü bister i nefîsimdir Hep bizden alurmuş eser-i sûzişi âteş
Pir i meyhane dâmenin komazın Tâb-ı nigehiz çeşm-i şereızâda nihânız
Zevrakı çekmede reîsimdir Bikıymet isek sûret-i zâhirde aceb mi
Beni yârâne eyleyen mahsûd Biz cevheriz ammâ dil-i hâtâda nihânız
Nazm ı can perver-i selîsimdir Nâdan bizi idrâk idemezse nola Astın
Nola uzlet nişin isem Âsini Biz ni'ıkte-i rengin gibi ma’nâda nihânız
Âşıkım derd ü gam celîsimdir
- VI -
— II — Bâğ-ı âlemde gam-ı dehr ile bittik yittik
Sanmanız ravza-i âlemde biz âlem ittik
Cihanda gerçi kayd-ı gamdan âzâd olduğum yokdur
Kabrim üzre giyehim hâl diliyle söyler
Veli kendim bilelden böyle nâşâd olduğum yokdur
Gülşen-i âleme biz derd ile geldik gittik
Gam-ı gülden geh inler gelı sükût eyler hezâr ammâ
Bibliyografya : Blg., Şky. Ş ., Bosnalı Âsim Divanı.
Benim hiç bir nefes bî âh ü feryâd olduğum yokdur
Bugün aldın metâ’-ı akl ii sabr ii nakd-i câmm hep Âsim (BursalI) — XVIII inci asır şairlerinden Bur-
Sana gönlüm virelden böyle berbâd olduğum yokdur salı Seyid Âsim Mustafa Çelebi,
Görelden cilvegâlıında o serv-i reşk-i tûbâyı
jlj^ ç jj
Bu bâğ içre nigâh endâz-ı şimşâd olduğum yokdur
mısraının delâlet ettiği 1160 (M. 1747) yılında ölmüştür.
Benim ey Âsim âteşpâre nazm ı dilnişinimle
Rainiz, onun «Hoşgıı bir şâir-i mahir» olduğunu
Bu güne dâğ sâz-ı tab’-ı hussâd olduğum yokdur
sövüyor. Beliğ tezkiresinde de şu beyitlerine tesadül
- III - ediyoruz:
Ne kat’-ı rütbe-i ulyâ ne Cem’-i m âl iledir
Gidince aks-i lebin dı'denin ne kârı kalıır
Felekte ehl-i dilin rif’ati kemâl iledir
Şerâbı rihte câmın ne i’tibârı kalur Kenâr-ı cüda sakın işret itme dilbersiz
O gülrühin gam-ı hecriyle nâlesenc olsam Safâsı âlem-i âbın o gül nihâi iledir
Çemende beste dehen bülbülün hezârı kalur Şifâyı fenn-i mahabbetten ittim istimzâc
Gurıır-i vasi ile bülbül bana bu nağme nedir İlâcı zahm-ı dilin merhem-i visâl iledir
Cihândır bu ne güller ne hod bahân kalur Bir mecmuada ise şöyle bir gazeli kayıdlıdır (Siy.
Ne gam kahırsa teni âşıkın eğer bîcan Esd, No. 3469):
Dilinde çünki gam-ı yâr-ı gül’izârı kalur Bezme ne dem ki mutrıb-ı şirin negam gelür
Felek iderse de gümkerde Âsım,ı lıâsid Uşşâk-ı telhkâma berâ-yi kerem gelür
Sahîfelerde yine nazm-ı dür nisârı kalur Yüz virmesen adûlara ey düşmen-i vefâ «•
Âyâ bu vech-i pâke ne yüzden elem gelür
— IV —
Hâtem gibi cihanda hüner kesb-i nâmdır
Kûy-i dilberden gönül gördüm revân olmuş gelür Yoksa bu gııne çok şeh-i sâhib haşem gelür
Gıbtapâş-ı rûh-i sükkân-ı cinân olmuş gelür Bâd-i hazân serve nesîm-i bahâr olur
Kangı bezm erbâbını mahsûd-ı Cem itmiş aceb Azâdegâna cevr-i felekten ne gam gelür
Gördüm ol feUânı sermest ii çemân olmuş gelür Asım sarîr-i lıâme seni kıldı hoş suhan
Elhazer ey hâce ol şâh-ı nigeh şemşir-i nâz Gûşa safîr-i bülbül—i bâğ-ı İrem gelür
Bak nice garetger-i kâlâ-yi cân olmuş gelür Bibliyografya: Rmz. , Blg.
108 Türk Şairleri
Âs.
Âsim (Çelebizade) — X\'111 inci asrın kıymetli şa buyurulup kudret-i lıaıeket hâsıl olunca bir iki gün
lilerinden oImi Asım, Müstakim zade’nin \etmiş yedi imhâl buyurulmak niyâz olunur.»
yasında vefat elt'ğini kaydetmesi) c nazaran (1096-1684) Bu mektubu yazdıktan sonra pek çok yaşayamadı.
tarihinde İstanbul’da doğdu Babası Reisülkiittap Kü «Bir kaç güııdenberi rrıünharif-ül mizâc olup illeti ka
çük Çelebi Mehmed efendi olduğu için ihtisaren «Çe bul i ilâç itmediğinden 1173 cümadilâhıresinin yirmi
lebi zade» diye şöhret bulmıışlur. Vâsıf Tarihi ile Dev- sekizinci gecesi (M. 1750) vefat etti. Şair Nevres, şu ta
lıatülmeşayilı’e göre «1120» (M. 1708) senesi recebinde rihi söylemiştir:
müftileııâm, bulunan Ebe zade Abdullah efendi « malı-
dûm-ı mûmâileyliin kabiliyetine nazar ve medrese rü-
ûsiyle kadrini bâ'âter idüp şeylıülis’âm İsmail efendi’ye Mezarı Mollagürâni’dc «Reisül-etibba kadıasker 0-
damad ve bu takrib kibâr-ı ulemâya cilıet-i karâbetle mer efendi» ııin medresesi bahçesindedir. Miistakimzade
râbıtabend-i i’tıdâd ve devre i mu’tâdeyi ba’dettekmil Âsım’ııl Ömer efendiye damad olduğunu yazıyor (Thf.).
Yenişehir f'enâr kazasını tahsil itmişti.» Müteakiben Rainiz tezkiresile Hadikatüleevami’de bunu tsyid edi
Bursa, Medine, İstanbul kadılıklariyle Anadolu ve Ru yor. Vâsıf Tarihi ile Devhatülmeşayih’in onu Şeyhülis
meli kadıaskerliklcrinde bulunmuş, (1172-1758) de şey lâm İsmail efendi damadı olarak gösterdiklerine naza
hülislâm olmuştur. Vaktin sadrıazamı ve kendisinin ran sonradan Ömer efendinin kızını aldığı anlaşılmak
eskiden beri dostu olan Koca Rağıb Paşa şu tarihi tadır.
söylemiştir: X V III inci asır divan edebiyatını etrafıyle tedkik
eden Bay Ali Canip Asım halikındaki makalesinde şun
B inde bir ancak düşer bu resme târîh«i lâtîf
ları söylivor:
¡_gys oW-
«Çelebi zade Âsim efendi: hem hayırhah, hem pek
Fıtn'at’m da şu târihi vücude getirdiğini görüyoruz: doğru bir adamdı. Gençliğinde Şeyhülislâm İsmail efen
Harf»ı m enkut ile yazup tâ rîh
di’ye damad olarak «kibâr-ı ulemâya karâbetle râvıta
İki m ıs râ ’a kilk=i sih rây în
bend-i i’tidâd» olmuş, ve bilhassa a’dâ-yi adıısı bile
rüclıân ve müsellemiyetini teslim idüp hiıı-i iktizâda
güftârından hoşgülıığun tasdik ve ikrâr»etmiş bulundu
J;.-5 J * “ ğu için pek çok dost kazanmış, bu sayede arkadaşların
dan kimin başı sıkılmış ise tanıdığı zâtlara tavsiyeler
Halil Resa efendi’nin de şöyle bir tarihi vardır ;
kaleme almıştır ki münşeatında münderic tezkireler
onun bu hayırhahlığını teyid edecek vesikalardır. Ma-
alıaza icabında sert ve biaman da hareket ettiğini görü
j ! t e r k i b i d e meşihati senesini gösteıir. yoruz. Meselâ şeyhülis'âm iken usulsüz bir tarzda bi
Âsim, bu makamda ancak sekiz ay bulunabildi, rini iltimas ve iltimasnamesine bir de hediye ilâve
pek ihtiyardı. Sadrıazam Koca Rağıb Paşa’ya yazdığı eden devrin nüfuzlu adamlarından birine şu mektubu
şu mektuptan onun son yıllarında ne kadar halsiz ve göndermiştir:
bitâb düştüğünü anlıyoruz :
“ Saadetin Es’ad efendi hazretlerine Mekke-i rnü-
«Benim devletlii inâyetlü mürüvveti ti sem âh at lü kerreme piyesi tevcihi lnısûsiyçün iki defa tezkere
efendim sultânım hazretleri, kıımâş-ı peı-îde rengi tahrîr ve irsâl olunmuş. Matla’-ı mansıbımızda mücib ve
rûy-i niyâz cilvegâh-ı semend-i bâsıralarına giisterânende muktezî yoğiken mezbıır pâye arz-ı karîn-i müsâade-i
ve pâyendâz kılınmak siyâkında arîza-ı devâmlıâlı-ı hümâyûn olacağı mahall-i iştibâh olduğundan mâadâ
bi iştiyak budur ki bugün rikâb-ı müstetâb-ı cihanbânîye medhûl olacağımız bir emirdir. Bilâd-ı erbaa erbabından
ruymâl ile şerefyâb olmak içiin duâygûy-ı kemterleri hâlâ Mısır kadısı Kırmanî efendi gibi fâzıl ve Bursa’daıı
da’vet buyurulmuş, lâkin bu esnâda insibâb-ı nezelâttan ma’zııl hâlâ fetvâ eminimiz Osman efendi gibi kâmil
bünvân-i tabîatin hâli harâb olııp za’fe kuvvet gelmekle adamlara bilâ mı'ıcib takdim olunmasına mezbıırlar râzı
diinki gün hukıık-ı mevrûseye riâyet kasdile İsa zade olurlar mı ve ricâl-i tarîk bu husûsi istihsân iderjer mi
merhıımun edâ-yi namâz-ı cenâzesiyçiin câmi’-i şerifi Mezbûre dahi bu pâyenin lıayr ü nef’i Haleb Kadısı
Mehemmed Hânî’ye hareket olunmuştu. Esnâ-yi av iken tahsil ettiğiEdirne payesi gibi olacağı nümâvandır.
dette rûnümâ-yi zuhur olan iztirâb-ı tamâm zimâm İnşâallahıı taâlâ Haremeyn i mulıteremeyn kazâları tev
rübâ-yi ârâm olup hezâr taab ü zahmetle avdet olundu. cih olundukta münâsebet bııl.unduğı sıırette ikrâmma
Bu hâl ile saray-ı vâlâlarına vusul ve nerdübanlara sa’y ii ihtimâm olunur. Ancak ellıâletü lıâzilıi merâmı-
suııd ve nüzule kudret ve tâkat olmamakla bugün be- na müsâade fakîre göre hayyiz-i imkânda değildir. İh-
herhâl maiyyet ile hareketin lüzûmı olmayup ancak dâ buyurulan nüsha-i Künhülâhbâr’m bizde tamâmı
dâîlerine ikrâm kasdiyle ise hareket teklifinden afv olmağla kabûlündeıı sonra bizim hediyemiz olmak iize-
Türk Şairleri
109
re taraf-ı şerifinize irsal olunmuşdur. Erbâb-ı metâlib- Âsım’ın belli başlı eserleri, Raşid'i tezyîlen yazdığı
den hediye kabûli filasıl meşrebimize mugayir olup hu ■ maruf “Tarih,, ile divanı ve münşeatıdır. Bunların her
sıısâ bu makamda iken habbe kabûli miimkin değildir. üçü de rnatbudur. Bizzat anlattığı üzre Naima’yı taki
kaidesi ma’lıım-i saadet olmağla lıâtır-ı şe ben vak’anüvis olan Raşid efendi 1134 (M. 1721) sene
rife gubâr koııdurmayasız.» sinde Halep mevleviyetine nail olunca Damad İbrahim
Âsim, her zekî adam gibi niikteperdâz ve zarifti. Paşa Âsım’ı “Bin yüz otuz beş senesi şehr-i ramazan-
R a m is' in dediği gibi: ül-mübârekinin yiğirmi sekizinci günü hiclmet-i mezbû-
«Zahm-ı şemşir-i zebanı olan ân-ı yesîrde şifâyâb-ı rede istihdam ile mahsûd-î akran ve mevlânâ yi mer
meıiıem-i lisânı olup behemelıâl meclis-i nefislerinden kumun şehnamegûy-i hâme-i şîrîn edâsı hatm-i kelâm
malızûn avdet adîm bir zât-ı hııceste lıisâl idi.» Meselâ eylediği mahalden destanserâlığa âgaz etmeği ferman
bir bayram günü kendisini Hâcegândan biri ziyarete buyurmalarıyle bin yüz otuz dört senesi zilka’detişşerî-
gelmiş. Adamcağız doğru ilerilerrıiş, Şeyhülislâm efen fesi vakayi’inden tahrîre ibtidâ ve âgaz ve beyân-ı va-
diyi eteklemek istemiş. Âsim huşunetle muhalefet et kayi’de mevlânâ-yi mezbûrun mehmâimkân isrine ikti-
miş; behey adam var şurade otıır, deve azarlamış. fâ kılup lügati nâdire ve ernsâl îrâd ve isti’mâli ile
Meclis kalabalıkmış. Biçare bozulmuş, kalmış. Gelip şîve-i hünerfürûşâneden ihtiraz,, etmiştir.
geleceğine pişman olmuş. Âsim, zavallının haline acı Âsım’ın tarihi için “Nevşehirli İbrahim Paşa’nın
mış; efendiler ziyaretime teşrif buyuran zat pek değer mensur ve sathî bir medhivesinden ibarettir,, dense pek
lidir. Bir gün vezir olacağına şüphe yoktur. Ben, vak mübalâğa edilmiş olmaz. Baştan başa mâhııd Çıragan
tiyle eteğimi öpenlerden çoğunun ellerini öpmek mec safalarını, helva sohbetlerini, Sâdâbad eğlencelerini an
buriyetinde kaldığımı gördüm. İşte bir kaç güıı sonra latır, İçtimaî hayata hemen hemen temas etmez. Veba
elini öpeceğimiz böyle kıymetli bir zata eteğimizi öp ve yangın gibi İstanbul’un iki korkunç belâsını bir kaç
meğe müsâade etmekte ne safa vardır ? deve pek za- cüml şaklabanlığıvle geçirir. Âsim, tarihini 1141 (M.
rîfane gönlünü almıştır. 1728) senesi nihayetlerine kadar yürütmüştür.
Âsim aynı zamanda zamanının tanınmış hattatların Divanı (1268-1851) de Ceridei havadis matbaasında
dan biri idi. Müstakim zade’niıı dediği gibi: «Şikest-i litografya ile basılmıştır. Bu, pek itinasız bir tabıdır,
ta’lîkte Ârif efendiden temeşşuk ile ellıak bir tavr-ı lıâs hayli yanlışları vardır. Yazma bir çok nüshaları içinde
en muteberi bugün Bayazıd kütüphanesinde 5644 nu
marada mııkayyed ve mahfuz olandır ki esasını mer
humun hazinedarı “Rumeli eşrafından Ali efendi,, kale
me almış ve Âsim tarafından tedkik edilerek eksikleri
kenarlarına kendi kalemiyle yazılmıştır.
Münşeatı da merhumun mensuplarından Lütfullâh
efendi tarafından toplanmıştır ki yazdığı mukaddemede
«.mekâtîbin ketb ü tahrîrine» Âsim tarafından memûr
edildiğini ve miisveddatı Çelebi zade’nin“kalem-i mu’ciz
rakam ı inâyetleriyle mahv ii isbât ve ıslah,,, ettiğini
peyda eylemiştir ki kemâl-i tarâveti Nergisi zade’ye ve işte o musahhah şekillerin «bu mecelle-i eeiîleye
göz açtırmaz ve Fasîh’e söz söyletmez ve Durmuş zade cem’ii tertîb» olunduğunu söylemektedir. Münşeatı sahaf
şöyle dursun mâbihiliftihâr-ı cümle- i ehl-i kemâl idi.» Esad efendi marifetiyle (1268-1851) senesinde hurafatla
tab’edilmiştir.,,
Âsim kitap meraklısı bir adamdı. Müverrih Vâsıf
Çelebi zade Âsım’ın bizzat tashih ettiği divanda
efendi «Cem’ettiği kiitüb-i lâtife ve devâvîn-i nefîse hâ-
1354 beyitli muhtelif manzume görülüyor. Bu şiirler,
ric-i lıadd ü ihsâ ve imzâsiyle bu fakirin miişâhede
3 na’t, 17 kaside, 81 gazel, 2 farisî gazel, 38 tarih, 14
eylediği kütüb ülı'ıf derecelerine resâdır.» der.
kıt’a, 14 rubai, 1 farisî rııbaî ve 5 beyitten ibarettir.
Filvaki bugün bile muhtelif kütüphanelerde vaktiyle
Bu divandaki bazı manzumeler, matbu nüshada yok
onun elinden geçmiş eserlere tesadüf edilir.Ezcümle Nu
tur. Matbu divandaki bir iki gazel de bu nüshaya ya
riosmaniye kütüphanesinde 3729 numarada mııkayyed
zılmamıştır.
ve mahfuz Zemahşerî'nin ^ j mdan mülehhas bir
Âsım’m şiirlerine X V III nci asırda ve müteakip de
jU-VI tercümesi vardır ki zahrmda Âsım’ın güzel virlerde vücude getirilen bir çok mecmualarda tesadüf
şikeste hattı ve imzası görülmektedir. ediyoruz. Bunlarda gösteriyor ki Âsim, gerek yaşadığı
R am iz ve Müstakimzade’nin ifadelerine göre «Enis devirde, gerek daha sonraları muhakkak ki şiirleriyle
Receb Dede efendinin tarîk—ı mevlevîde dervîş-i miinî- takdire mazhar olmuş bir şahsiyettir. Reîsi şâiran Os
bi idi.» man zade Tâib,
Türk Şairleri
İ lö
Müderrislerde ancak Âsını-ı hoşgû m üsellemdir Âyîne-i cemâl-i Perverdigâr-ı âlem
Ki nazın u nesr ii fazl u m a’rifetde yokdıır akrânı
K-oldur tam âm m azhar esmâ-i Girdigâr’e
deye onun genç yaşında bile değerli ve şöhretli bir Deryâdır ol veliykin balır-i muhît-i rahmet
şair olarak tanıklığını anlatıyor. Netekim Salim de Olmaz kemâline hiç pâyan yahud kenâre
«Eş’âr-ı melâhat nisârı mâve i neşât-ı hâtır ve güftâr-ı Şâhenşeh-i rüsül kim itse eğer irâde
letâfet şiarı pesendîde-i esâgır u ekâbirdir» cümlesiyle Gerdûn olurdı gerdan tâ haşr bir karâre
aynı seneler zarfındaki itibarını teyid ediyor. V az’-ı kadem zemine câiz mi olur idi
X V II nci asır şairlerinden bir çoklarını tanzir eden Bir kez eğer düşeydi zilli o hâksâre
Âsim, bilhassa Nabi’niıı en kuvvetli bir muakkibi olarak Yerden göğe bakılsa m u’ciz değil mi kılm ak
gösterilebilir, Ve Âsim en ziyade hakimane eserlerinde Bir parmak ile m âhı ayva gibi dıı pare
muvaffakiyet göstermiştir. Bununla beraber Nedim’in N ûr oldı pertev efşan serpence-i milıirden
kalemindeki sihre de meftun olan Âsim onun da şiir Âb-ı revan değildir destinde âşikâre
lerini taklid etmekten kendini alamamış ve bıı büyük Taş başına anııı kim olmaya kâk-i pâyi
şairin bir hayli eserine de nazireler viicude getirmiştir. Tasdik iderken anı destinde seng-i hâre
Onııu : U ym az kelâm-ı pâki güftâr-ı ehl-i nazm a
A ferin ta b ’m a teşhîs idem em eş’ârın Benzer mi âb-ı hayvan şu âb-ı bed gııvâre
A sım â nazm-ı N edîm â ile yekreng m idir M i’râcınm o Şâhın niih payesidir eflâk
 sım â nârefte râh açmış N edim ’e âferîn
Y o l yoktur andan artık akl-ı lıikem medâre
Kûçe-i teng-i kalem den mülk-i is ti’dâde dek
Zâlıir mi olur idi anda kelef ya noksan
M âh-ı m ıınîr idevdi
o tab’ından istinâre
M a’ni-i rengin değil A sım kümeyt-i hâmeye Ey cümle âlemine malız-ı atâsı H a k ’km
K a n kaşandırdım N ed îm ’e vâdi-i tanzîrde Senden olur olursa Asını fakire çâre
Cümle usât-ı ümmet olmaz anınla lıemseııg
gibi beyitlerinden de anlıyoruz ki «Nedimi tazezeban»a
Sıdk-ı kelâmı olur mizanda âşikâre
yetişmek gayretiyle Âsim da bir hayli yorulmuştur.
Cıırmünden olunursa âgaz-ı pürsiş anııı
Âsım’ın divanında kendisini hima\e eden damad
Değmez suâle nevbet gayri günâlıkâre
İbrahim Paşa hakkında bir çok medhiyelere rastlıyoruz.
İtmezse H ak inâyet yâ lıazretin şefâat
O devir zevk ve sefahetinin intihalarını da onun ka
Düşmez ürnîd-i cennet övle tebâhkâre
sidelerinde görmekteyiz.
Her neyse de dahilin itmek halâs çiinkim
_ I _ Ey şehriyâr-ı kevneyn âyindir kibâre
— Na’t — Ol kemterin dahili ravzan ıımîd ider kim
Ey sârbâıı zi m â mı çek semt-i kûy-i yare Sayende lıaşı olup ta yanmaya tâb-ı nâre
Virane dilde zira yer kalm adı karâre
Bîm-i zalâm-ı şebten olma sakın iııankeş — II —
— Gazel —
Âh-ı şirâre barım lıâceı kom az nehâre
Sayf ü şitâ dime hiç gir yola relıneverd ol Bî derd t’nı ko dil—i bîçârem üstüne
Merhem yerine koym a nemek yârem üstüne
Âşık nigâlı ider mi payız ü nevbahâre
Hep seng-i ta’n imiş atılan sonra anladım
Âzıırde pay olursa cemmâzen evleyim ferş
Dîbâçe-i cebinin şevk ile rehgüzâre Mihnetserâ-yi dehrde gehvârem üstüne
Geçtim recâ-yi merhem-i bihbûddan felek
Ey sârbân-ı müşfik hiç olmadın mı âşık
Bir zahm-ı taze urm a lıeman yârem üstüne
Âlıeste revlik itme rahmeyleyüp bu zare
L â ’l-i lebin hayâli ile câm-ı bâdenin
Ben derdmend-i aşkım bir yerde kılm am aram
Tâ vâsıl olmayınca serhadd-i kûy-i yâre Ditrer görünce bu dil-i meyhârem üstüne
Ol kûy-i cennet âsâ kim farz-ı ayn oldı Büstanserây-i dehrde bir serv-i serkeşin
K o n m a z gider mi bu dil-i âvârem üstüne
Çekmek gubâr-ı râhm her çeşm-i eşkbâre
Ol kûy-i canfezâ kim ehl-i nazar değişmez Mınâ-yi kalb-i Asım -1 şeydâ şikestedir
Bir seng-i tiresini bin dürr-i şâhvâre Zinhâr basm a şişe—i sad pârem üstüne
Ol kûy-i arş rütbet kim hâk-i ıtr nâkin
— III —
Mâlişgelı eylemiş H ak pîşâni-i kibâre
Dâr-iis-sekîne ya’ni şehr-i Medine k-oldur Dem olmaz kim bu şîveniıânede âlı ü enin olmaz
Izz ü keremle m e’vâ şâh-ı kerem şirâre Sipelırin bâzgûn-ı tâsı serşâr-ı tanın olmaz
Sultân-ı mıılk-i sermed maiıbûb-i H ak M ııham m ed Mahalde kabiliyyet şarttır bârân-ı nîsânm
K im kulluğı şereftir şâhân-ı tâcdâre Temâşâ kıl ki her bir katresi dürr-i semin olmaz
Türk Şairleri İ li
 s.
H udâcûlar belıişt ü dûzahı yâd eylemez her giz 1257 (M 184!) senesi masraf nezareti dâhilinde vâki'
Derûn-i aşk bâzan eâygâh-ı în ü ân olmaz tahrîrât odasına nakl i memûriyet eyleyüp 12G1 (M.
D il—i sahte nasihat k â r kılm az m um dan felım it 1845) senesi hilâlinde râbia rütbesine nâil olmuştur.
Ki tâ nerm olmadıkça kabil—i nakş-ı nigîn olmaz Mûmâileyhin bir mikdar eş’âr-ı rengini vardır.»
Arûs-i perdegî-i nazm-ı dilcû şîveme Âsun Aynı eserde şu gazel görülüyor:
Cenâb-ı m ır hz-et gibi dâm âd-ı güzîn olmaz D il sûz-i firâk ın la uyanıktır efendim
D erdim kim e yansam o da y anıktır efendim
— IV —
Her dem K ızıl ırm ak gibi cûş itm ede eşkim
Gam-ı aşk ı dil âşııbı zemîn l'ı âsman çekmez
A ğlatm a gözüm kane boyanıktır efendim
Şikâyet olınasun ben çektiğim bârı cihan çekmez
Bir mertebe cûş itti ki seylâb-ı sirişkim
Bahâr irdi niçün zahmet çeker rindan bu mevsimde
D eryâ o akıntıyla b ula nık tır efendim
Kimin akimda hiffet var ise rıtl-ı giran çekmez Bir şey dir ise h akk ım a b üh tân id üp ağyâr
Perişanlık nizâm ı hâl kaydından gelir yoksa K âfirlere aldanm a m u n âfık tır efendim
Ümîd-i sııd-i nâbûd eyleyen bîm i ziyan çekmez A s ım yazarak hâlim i arzeylerim am m â
Cihanda kec menişten râst kîşin renci efzundur D erdim kim e yansam o da yan ık tır efendim
Bıı menzilgehte tîrin çektiği çevri keman çekmez Bibliyoyra fycı: Ftn.
Cevanmerdâınn eymendir felek zalim ı zebanından Âsim (Küçük Filibelizade) — Son devir şairlerin
Belî Riistem nilıâdan Zâle tîg ı bîamân çekmez den olan Âsim hakkında Bay İbniilemin Malımud
Dimâğ-ı lıâlıişim gayette nâzükdiir benim Asım Kemal şu malûmatı veriyor (Stş) :
Zükâm âlııd olur ye’s ile bûy i imtinan çekmez
- V —
Enciimengâlı-ı ezelde aşka kabildir deyıı
Âteş i sıızaıı komuşlar sineme dildir deyıı
Hâksâran ııeşveyâb olmaz mı feyzi aşktan
Şîre-i engin- konmaz mı lıııma gildir deyıı
Sine çâkimden dil i pür lıîlnumı ar/,eyledim
Öl biıt i mugbeççeye sahbâye maildir deyıı
Arala müjgânların ey gamze-i hiuıî yetiş
Tutmak isterler o çeşni i mesti kaıızildir deyıı
Çıktı aynımdan nice demdir ki bakmam hâline
Seyl i lıûnîn-i sirişkin nflmı sâildir devıı
Hâl sanma nokta koymuş kâlib i dî\ân-ı lıüsıı
Matla’-ı ebıûy i yâre halli miişkildir deyıı
Nîk ii bed nakş-ı dı"ı âlem cilvegerdir anda hep
Sineme âyîne koymuşlar meğer dildir deyu
Gûş ider lıûn-i şehîd-i aşk durmaz dembedonı
Kande gitse tutmak ister yâr katildir deyu
Hastkârâne mubârek olsun ancak Asıma
İstemem ben devlet-i dünyâyı zaildir deyıı
— VI —
— R u b aî «Mustafa Âsim Bey, huzûr-ı hümâyûn ders mu-
Yâ Rabbi bu ma’nâyı bilir hep âlem
karrirlerinden Filibeli Abdullah efendinin oğludur. 1273
Kim abde sezâ ciirm ii atâdır sana hem
(M. 1856) te İstanbul’da doğdu. Küçük Filibeli zade
Ben bana düşen işte kusûr eylemedim
namıyle muarreftir. >
Hâşâ ki cenabın itmeye lûtf u kerem
Sibyan mektebinde okuduktan sonra amcası ders
Bibliyografya : Sim., Rmz., Sfy., Thf., Ftn., Devhatiilmeşa- vekili Filibeli Halil efendiden ve diğer ulemâdan tahsîl-i
yih, Hadîkatülcevam i, O ib b : Osm anlı edebiyatı tarihi, A li C anip:
Çelebizade  sim : Hayat mecmuası C ilt: 1, No. 20, Âsım’ın eserleri ilm etti. Bir müddet dâire-i meşihat aklâmına devam
ve mecmualar. Şairin imzası İlm iye salnamesinden alınmıştır. eyledi. Muahharen tebdîl-i tarîk ile Kudüs mukavelât
Âsim (İstanbullu) — X IX uncu asır şairlerinden muharriri ve müteakiben tahrîrât müdîri oldu. Kudüs’te
Asım hakkında Fatin şu malûmatı veriyor: onyedi sene ikametten sonra Trabzon mektupçuluğuna
«Mehmed Âsim efendi Derseâdet’te kademnilıâde-i ta’yîn olundu. 1322 (M. 1904) de Trabzon’da vefat etti.
sâlıa-i vücûd olup 1240 (M. 1824) târihinde metrûk def İmaret kabristanına defnedildi. Arabî ve Farsîye vâkıf
terdar mektupçusu odasına müdâvemete mübâderet ve ve iki lisanda tekellüm ve tahrîre muktedir idi. Ku*
Türk Şairleri
ı!2 Âs,
clös’te iken Fransızca tahsil ve muhtelif ıisâleler ter- Şair’in vatan aşkıyle çırpınan bir adam olduğun'u açık
ceme etti. Telemak tercemesi de bu miyandadır. Fakat bir surette göstermektedir. Âsım’m en kuvvetli eseri
nâkıs ve gayr-ı matbudur. olan bu şi’ri aynen naklediyorum:
İlm-i heyete müntesib olup her bulunduğu şehrin
Ç ık tı eve i feleğin fevkına feryâd-ı vatan
arz ve iklimine göre takvimler tertib ve Gaz: Alımed Y o k mu evlâd i vatandan edecek dâd-ı vatan
Muhtar Paşa ile muhabere ederdi. Kudüs’te, Basra’da, Bizi nefrîn ile yâd etmede rûh-i ecdâd
Trabzon’da takvimler tertib ve neşretti. Bizi tezkâr edecek lâ ’n ile ahfâd-ı vatan
Hatt-f ta’lîkte, bilhasa tırnakla yazmakta mahir idi Sîh i bîdâd ü sitem bağrını deldi vatanın
Bu suretle yazdığı Hilyei nebeviye mukaddema Med- Ateş i zulm ile yandı yeter ekbâd ı vatan
resetülhattâtîn tarafından takdir olundu. V atan ahbâbını sevk etmede bir bir ademe
Kâzım Paşa’nm “Riyâzı asfıyâ» nâmındaki mersi V atan uşşâkını mahv etmede cellâd ı vatan
yesine nazire olarak «Nalei uşşak» ünvâııiyle vak a-i Bir vatanperveri zâlim yine etti m a ’dûm
Kerbelâ’yı tasvîren yazdığı mersiye 1301 (M. 1883) de A ğlasın haşre kadar dîde i nâşâd-ı vatan
tab’olundu. Bir divançe teşkil edebilecek eş’ârı vardır. Y ansın evlâd ı vatan nâr-ı esefle yansın
Oğlu, üdebâ ve şuarâ-yi asrın mütehayyizânıııdan İb Felek ehl i vatana ettiği çevre kansın
rahim Alâüddin Bey’in nezdinde mahfuzdur. Namık
Kemal Bey için otuz bey iti i güzel bir mersiye söyle Zîr-ı akdâm-ı hakarette kalup ulviyyet
miştir. Hüner ve ma’rifet erbâbından olduğuna âsârı Buldu âlem de denâetle m ezellet rağbet
Bav İbrahim Alâeddin’in lûtfııyla tedkik edebildiğim V atanın fahri idi m illetin üstâdı idi
Âsım’ın şiir mecmuasında 776 bey itli muhtelif manzu Alem-i m a ’rifetin sâhib-i irşadı idi
Nûr-ı irfân ile etmişti cihânı tenvir
me görülüyor. Şair; gazel, kıt’a mersiye, terci ve ter
 sm ân ı edebin m ihr i ziyâzâdı idi
kibi bend, sakîname, müseddes, şarkı gibi bir çok na
Budur âdet ki kem âli ede ta ’kîb zevâl
zım şekilleriyle şiirler vücııde getirmiştir. Bu manzu
V atan u m ille tinin ekm el i efrâdı idi
meler arasında biri hece vezniyle, diğeri aruzla yazıl
mış iki «Ninni» başlıklı şiir olduğu gibi, noktasız harf A k ıb e t kıydı yazık mîr K e m â l’e devran
lerle yazılmış uzunca bir şi’re de tesadüf etmekteyiz. Çünki bîdâd zam ânın ana m u’tâd ı idi
Onun «Sevdâyi âhar» adında kendi aşk maceralarını H ür idi cânını hürriyyetine etti fedâ
tasvir eden bir manzumesi de vardır. Z âtı enmûzec-i hürriyyet ü âzâd i idi
Y â d idüp ehl i vatan nâm ını olsun giryan
Âsım’ın (1293—1876) yılından başlayarak bir hayli
İnkişâf eyledi ol mihr i K e m âl i irfan
tarihte kaleme aldığı-, görülmektedir. Ve bunlar cidden
muvaffakiyetli eserlerdir. N âm ın ı zîver-i âfâk-s hayât etti K e m âl
Yazdrğı şiirlerin tarihlerini de tesbit eden Âsım’ın Gerçi azm-i adem âbâd-ı m em ât etti K e m âl
(1306—1888) de vıicude getirdiği bir murabbada, A ferin etm edi gerdûn-i denîye m innet
H aylidir gerçi ki bu nâle-i sadrı çekerim Terk-i cân etti fak at ahde sebât etti K e m âl
Pâre pâre geliyor şim di fem im den ciğerim H ak budur öm rünü etti vatan uğrunda fedâ
Görm eyeydi bu demi dide-i gam dîdelerim Nâr-ı gayretle yanup mahv-i hayât etti K em âl
Sanırım var adem âbâda y akında seferim Bu esâretkede i dehrde çün hürriyet
dediğine bakılırsa uzun müddet hastalıktan muztarib Bulm adı azm-i fezâ-yi arasât etti K e m âl
olduğu anlaşılır. S öndü ol m eş’ale-i kafile-i ehl-i vatan
Âşıkane bir çok manzumeler yazan Âsim, Fuzulî’yi Y ansın erbâb-ı ham iyyet ki vefât etti K e m âl
tanzir ederek bir takım şiirler de kaleme almıştır. Na Üdebâ âh ile kan ağlasın etsin m âtem
mık Kemal’in ölümü dolayısiyle yazdığı mersiye ise Nûr-ı ayn idi nihân oldu Edib i a ’zam
%
Âs. Türk Şairleri
113
C ism ini hâkde ettikçe rehîn-i takrîr Memduh Paşa’yı hecvetmesinden dolayı mektupçulukla
V atanı fik ri gibi eyle İlâhî tenvir Basra’ya teb’îd edilmiş ve daha sonra Trabzon’a geti
Fevz ü hürriyyet ü şân u şeref i m ille t ile rilebilmişti.
Alem-i haşrde k ıl rûhunu olsun tesrîr
Babam Trabzon’da iken Hüseyin Kâzım Bey’iıı
İ’tilâ-yi ş e re fi m illet idi hep emeli
babası meşhur Kadri Bey Trabzon’da vali idi. Pek zeki
Niyyet-i hâlisi olsun sebeb i afv-i K a d îr
ve irfanlı olan Kadri Bey’le babam bir iki sene pek iyi
Tâ k i dünyâyı ziyâdâr ide mihr-i enver
geçindiler. Fakat Kadri Bey’in rejiden halkın mal ve
Tâ ki devreyleye her şâm ü seher mihr-i m ünîr
canı bahasına yüksek tahsisat ve rüşvet almasını ba
Merkadi gıbtazen-i gülşen-i cennet olsun
bam hazmedemezdi. Aralan bu yüzden açıldı. Kadri
Ede H ak zâtın ı rahmet ile Asım tevkîr
Bey geçinemediğı ve istemediği maiyet memurlarını
O la tâ m edfeni ârâyiş-i hâk-i Bolayır
İstanbul’a sormadan vapura koyup göndermek itiya
Sen anı izzet-i gufrân ile yâ R abbi kayır
dında ve kudretinde mütehakkim bir vali iken babamla
- 1306 — ölümüne kadar dargın kalmış, fakat onun değeri ve
doğruluğu karşısında kendisine hususî ve resmî hiç
Âsım’m mecmuasında bir iki hicviyeye de tesadüf
bir kötülük yapmamıştır.
olunuyor.
Trabzon salnamesini babam mükemmel bir şekle
Şair’in «Nalei uşşak» adlı matbu eseri ise 141 be
koymuştu.
yitten ibarettir. Kerbelâ vak’asını tasvir eden bu mes
nevide, Babamın eski şairler arasında en çok Nef’î’ye ve
kendi zamanına göre yeniler içinde de Zıya Paşa’va
Fart-ı aşk-ı Â l i zât-ı M üctebâ
hayran olduğunu hatırlıyorum.»
Hazret i mahbûb-i Yezdân-ı H udâ
Şöyle ferm ân itti levm idüp bana ■ Oazel *
Ey eden aşk u m ahabbet iddiâ
Ey mürîd-i dergeh-i  l i Resûl
Vey ubeyd i hazret-i nûr-i Betûl Vechin bu mübtelâya ey mihr-i tâb göster
Teşne lebler hâl-i gam efrûzunı Y ü z verme hiç rakibe vaz’-ı itâb göster
K e rb e lâ’nın v a k ’a-i dilsûzunı Aç bürk a’-i siyâhın olsun ruhin nüm âyan
Nâle-i uşşâk ile eyle benâm Enzâra târ-ı şebde bir âftâb göster
O k uyan uşşâk ide nâle m üdânı K im âyet-i cemâlin eylerse redd ü inkâr
Burlıân-ı hattın arzet ııass-ı kitâb göster
gibi beyitler vardır ki Şair’in «Ehli beyt muhibbi» bir
V ad’et te bûs-i lâ ’lin ver bâri tâb-ı üm m îd
adam olduğunu gösterir.
Dilsuhtegân-i aşka deşt-i serâb göster
Âsım’ın ilk memuriyet hayatına (1289 — 1872) de Ey necm-i balıt-i vârun olmaz isen de tâli’
girdiğini ve (1301 — 1883) de amcası büyük Filibeli
Âfâk-ı intizâre bâri şelıâb göster
Hoca Halil efendi ile birlikte îfâ-yi hacceylediğini yazan
Bigâne tab’a etme râz-ı dilin ktışâde
Bursalı Tahir, onun «Pendi Attar» ı yine nazmen Tiir-
Bedbaht isen de kendin dil kâm yâb göster
kçeye tercüme eylediğini de söylemektedir (Osm).
ikbâl ile m üsâvî idbârı delirin Âsim
Bay İbrahim Alâeddin pederine aid bana yazıp D ûnâna etme minnet ulvî cenâb göster
verdiği varakada şunları söyliyor :
«Peder merhum Arapçayı kendi dili kadar siihuletle — II —
söyler ve yazardı. Suriye’de çıkmış bazı Arapça eser
lerde onun yazılarını görmüştüm. Eskilerin an’anesine Y a n ım a her dem elinde o peri cam gelir
uyarak o da kırk Hadis tercüme etmiştir ki müsvedde Gelmemek m üm kin olur mı heves-i kâm gelir
leri bende vardır. Farisîyi de iyi anlardı. Fransızcayi Deme âguşum a gelmez o gazâl-i vahşî
Kudüs’te öğrenmişti. Okuduğunu anlar ve biraz konu Sana da bir gün olurda o perî râm gelir
• 1 A • •
şurdu. Telemak tercümelerinin müsveddeleri bende Bize eyler mi tem âyül o nırıal-ı işve
vardır. Fakat bunlar Fransızca tercümede riisuh kazan O hevâlarda eser mi aceb eyyâm gelir
mak maksadiyle yapılmıştır; neşretmek için değil. H a k ’lca tefvîz-i um ur eyle ki râhat bulasın
Babamın Abdiilhamid zamanında mektupçulukta Her ne takdîr ise elbet başa encâm gelir
kalarak terakki etmemesi mizacının çok dürüst ve te- Eyledik hâk-i der-i kuds ile ta ’tîı-i meşâm
kâpudan uzak olmasındandı. Yoksa fartı ehliyeti dola- Dile artık heves-i azm-i reh-i şâm gelir
:ü',"r‘• , ı *. ■ /- ■’ / ’ ■ ' .
yısiyle henüz Basra mektupçuluğu ile uzaklaştırılmadan Olam az kabil—i iskân-ı sürür ey Âsim
önce Kudüs mutasarrıflığı mevzubahs edilmişti. Fakat Gam-ı eyyâm demâdem dile m âdâm gelir
8
Türk Şairleri
114
Ol perî adıı i hüsünde nûr şeklin gösterir Tarîh-i Lûtfî’de «Medîne-i münevvere ebniye-i âliye-
Dîde vü cism-i lâtîfi hûr şeklin gösterir sinin ta’mîrine o vakit Medîne kadısı olan Âsim Molla’-
Bu ne sırdır kim bakın âyîne-i endâm-i yâr nın tanzim ve takdim eylediği târihin vürûdı Sultan
Bir mücessem nûrdur bellûr şeklin gösterir Abdülaziz’in cülusuna tesâdüf etmekle sadr-ı vakit Fuad
öyle bir sâkî-i sîmin sâka sad talısîn kim Paşa, târîlı-i mezkûrı Abdiilâziz nâmına tashih ile ar-
Çeşmi geh mestü gehî mahmûr şeklin gösterir zeylediği rehîn-i tahkîk» okluğundan bahsediyor.
Giryesi meşşâta olmuştur arûs-i handeye Ebniye-i âliyenin yazılarım yazmağa memur edilen
Mâtemi erbâb ı aşkın sûr şeklin gösterir meşâhîr-i hattâtinden Abdullah Zühdi efendi’nin - oğlu
Mülket-i ma’nâyı Âstm hâme teshîr eyledi İbrahim Bey tarafından iâre olunan -defterinde manzu
Bir Süleyman’dır velîkin mûr şeklin gösterir menin asliyle musahhahı münderic ise de tashihin
Fuad Paşa’ya mı, Âsim Molla’ya mı âid olduğuna dâir
Şair’in (1269-1852) tarihinden sonra geçirdiği hayat
bir işâret yoktur.
safhalarım da Bay İbnülemin Mahmud Kemal şu sa
Sana Âsim diyen âlemde olurken âsim
tırlarla tamamlamaktadır:
«1271 (M. 1854) de Tırnava, 1274 (M. 1857) de Mı mısraiyle başlayan hoş, fakat müstehcen bir kıt’a-i
sır, 1277 (M. 1860) de Medînei münevvere mollası oldu. hecviyesi vardır. Âsim efendi Kâzım Paşa’nın arnavud
1280 (M. 1863) de îstanbnl pâyesi tevcih edildi. 1287 olduğunu ibhâmen - ciğer, yürek, işkenbe, şirden, bum
(M. 1870) de İstanbul kadılığına, 1291 (M. 1874) de Ana bar, sırık kelimelerinden miirekkeb, nâhoş ve müstak
dolu kadıaskerliği pâyesile meclis-i meşavih riyasetine beli bir kıt’a ile mukabele etmiştir, ikisinin de dercine
tâyîn olundu. Kanun-ı esâsî aleyhinde sözler söyledik edeb mâni’dir.
Türk Şairleri 115
As.
Min tarafillâh edüp iğ tin âm Kande bir elıl i lıired kim rütbe-i vâlâsı var
Ebniye-i mescid i Peygamberi Devletin bak meclis-i ahkâmı var şûrası var
Eyledi m a ’m ûr çü Beytülharâm Cümlesi Ferhâd u Şîrîn’i merâm-ı hâs eder
Mülhem-i ta ’m îri olup serbeser Bîsııtûn-i kâr ti bâra tîşe-i ârâsı var
Sûret-i ahsende kılup ihtim am Etmeyiz ehl-i ciınûn-ı asrı biz Kays’e kıyâs
Eyledi e rkânını ta ’dîl hep Her birinin vâdi-i matlabda bin Leylâ’sı var
Niyyet-i hâlisle buyurdu kıyâm Böyle gelmiş şöyle gitmiş denilür sâbıklara
Mevzi’-i aslîsine her üstüvan Yerlerinde anların ammâ yine hâlâsı var
V az’olunup buldu ne zîbâ nizâm Bilmeyiz kimdir mecâliste veren re’y ü karâr
N isbet ile kubbe-i ulyâsına Kim bilür âyâ mezâbıtta kimin imzâsı var
Habbe kalur günbed-i fîrûze fâm Bir midir her mürtekib insâf ile eyle nazar
Levh ö kalem nakşına hayrândır İrtikâbâtm dahi a’lâsı var ednâsı var
A rş eder ferşine bast-ı garâm Kalmadı hey’ette lıazm ü ihtıyât endîşesi
Revzen i vâlâ-yi cilâsı eder Rüzgârın Asımâ germâsı var sermâsı var
Mihr ü mehi m ehbit i envâr-ı tâm - II —
Z av ’-i kanâdîl-i m inârâtıd ır Âferin Ser’asker-i haknâşınâsın re’yine
İkd-i Sürreyyâya veren in tizâm Âkıbet nâmerdlik ile riişdün isbât eyledi (1)
Hûr-i cinan etm ede bu ravzanm Askerîden tard ile nefy eyleyiip Kâzım Bey’i (2)
Verd-i m utarrâsını ıtr i meşâm Şâirâne körlük ol zâte mücâzât eyledi
R ûz ü şeb etm ekte m e lâik tavâf Bibliyografya ; Lûtfî tarihi, Ftn., Stş.
İns ü perî m elceidir bu m akam
 sim (Lefkoşalı) — X IX uncu asır şairlerinden Âsim
O lm a d ı eslâfda bir pâdişâh
hakkında F atin şu malûmatı veriyor;
Tâ bu kadar mazhar-ı hayr-i tam âm
«Âsim efendi cezîre-i Kıbrıs’ta kâin Lefkoşa nâm
Böyle gerektir eser i m u ’teber
kasabada kademnilıâde-i sâlıa-i vücûd olup ilelân ka
Böyle gerektir hele ibka-yi nâm
saba-i mezbûrede kitabet hidmetinde istihdâm olunmak
Eyle İlâhî o şeh i ekrem in ta bulunmuştur.»
D evletini şevketini berdevâm Aynı eserde şu gazel yazılıdır:
Ö m ri füzun ola ^ 1 ° Âstân-ı şeh-i devrânı tebâh eyleyemem
A fiy e t ile geçe her subh u şâm Ya’ni hüsn-i nazarım Hak’ka güvâh eyleyemem
Revnak-ı evreng i hilâfet buyur Mısr-ı dilde ola tâ taht nişîn-i iclâl
Bunda okundukça salât ü selâm Yok yere Yûsufı üftâde-i çâh eyleyemem
Abd-i kadim Asım-1 dâî idi Nâr-ı aşk olmuş iken şu’lefürûz-i şeb-i hecr
Tayyibede kadi-i belde bu âm Mâh-ı pertev fikeni meş’al-i râh eyleyemem
Söyledi târîhini şükreyleyüp Elde sad hayf ki sâbûn-i meâzir yok iken
• hi- Jİ aJIc A-İpI Tenim âmîiıte-i çirk-i günâh eyleyemem
— 1277 - Hükm i mukdîye kemerbend-i itâat lâzım
Asımâ ömri nizâ’ ile tebâh eyleyemem'
Âtîdekiler, manzûmenin ta’dîl olunan beyitlerindendir Bibliyogra fy a : Ftn.
Sarf-ı him em eyledi A bdülm ecîd Âsim (Mütercim) — Ahmed Âsım’a bak
Bu eser-i hayrı edüp iltizâm  sim (Seyrekzade) — X V II nci asır şair ve tezki-
T ahta çıkup dâder-i A bdülazîz recilerinden olan Âsim Mehmed, nakibüleşraf Seyrek
O ld ı zam ânında binâsı tam âm zade Abdürrahman efendi’nin oğludur. Medrese tahsilini
D âd e rinin rûhı hem an şâd ola (Î) M ütercim Rüştü Paşa kasdediliyor.
Cennet i a ’lâyı ide H ak m akam (2) Şair Kâzım Paşa.
Türk Şairleri As.
116
bitirdikten sonra Şeyhülislâm Esirî Mehmed efendi’ve Âsim ol hoy ki düşer zülfüne ruhsârından
Bayezid medresesinde muid ve bilâhire mülâzım olmuş Jâle gülden süzülüp sünbül ü reyhâne akar
***
tur.
Şeyhî, Vakayiulfuzalâ’da onun müderrislik hayatına Kazâ tesiri vardır tîg-ı âlemgîr-i âhımda
aid şu malûmatı veriyor: Nigâhın cevher itmişler gibi şemşîr-i âhımda
«... devr-i medâris-i mu’tâde ile kırk akçe medre Bibliyografya: Şky. S. , S fy ., Blg.
seden ma’zûl ve muntazır-ı neyl-i me’mûl iken 1076 Âsımî (Bursalı) — XVII nci asır şairlerinden olan
( M. 1665 ) rebîiilâhirinde Osmanzade Kemâleddin Çelebi Bıırsalı Âsımî’nin asıl adı Mehmed’dir. Babası Nakşî
yerine Ferhad Paşa medresesine ziynet efzâ olmuşlar şeyhlerinden Muhyeddin ef'endi’dir. Beliğ'in «Güldestei
idi. Sene-i mezbure şa’bamnda Kemal efendi zâde riyazi erbabı kemali Bursa» adlı kendi el yazısıyle
Yahyâ efendi mahlûlünden Kürkçü başı medresesi mevcud eserinde Bilecikli, matbu «Güldestei riyazi
virilüp 83 muharreminde (M. 1672) Ali efendi biraderi irfan» ında ve Şeyhî’nin Vakayiülfuzalâsında ise
Ebu Bekir efendi yerine Şeyhülislâm Hüseyin efendi Giyveli gösterilen bu şevli Bursa’da ikamet etmekte
medresesine hirâm 84 recebinde ( M. 1673 ) imâm ı iken Âsımî doğmuştur. Gençliğinde sipahiliğe heves
sultânı Mehmed efendi hazretleri yerlerine medâris-i eden şair bilâhire tahsile merak sardırmıştır. Beliğ
salının biriyle makdiyiilmerâm olup 85 ramazanında diyor k i: «Ahd-i şebabda sipâhî tarîkına sülük ediip
( M. 1674) Kapucuzâde Ahmed efendi yerine Sivaviiş bir müddet tekii pûdan sonra bâ tevfîk-ı İlâhî menâhî
Paşa sultam medresesi erzânî görülmüştü»
ve melâhî'den âsımî olmağla cânib-i salâha hirâm ve
1086 şabanının on beşinci günü taundan vefat etti.
tahsîl-i ilm ü ma’rifete teşmîr-i sâid i ihtimâm etmişler
Edirne kapusu haricinde Emir Buharı zaviyesi karşı
idi.»
sında Seyrekzade Yunus efendi yamna defnedildi.
Önce Hafız zade Ahmed efendi’den, daha sonra
Âsım’ın “Maârif-i ilmiye ile meşhur ve sehâvet-i
Vâiz Ahmed efendi’den istifade etti.
miifrita ile mezkûr» olduğunu söyleyen Şeyhî, onun
Mülâzım olduktan sonra kırk akçe ile müderris
miiretteb divanı bulunduğunu da kaydediyor. Beliğ *
oldu ise de bir müddet sonra azledildi. Uzun zaman
tezkiresinde diyor ki:
«Kassamı askerî» de ve muhasebede kitabet hizmetinde
“Seyrekzâde Esseyyid Mehmed efendi ziimre-i mü bulundu. Bilâhire Emir Sultan ve Camii kebir vakfı
derrisin i zevilihtirâmdan câmi’ülhurûf-ı kemine âsâ Kâtibi oldu. Müteakiben babasından münhal kalan
zeyl-i [zübdetiileş’ar tahrîrine şurû’ idiip ihtisâr üzre Halvayî mescidi imamlığına tayin kılındı. Beliğ'e göre
tekmil itmiştir.» Âsim tezkiresi hakikaten çok muhta
Ş air;
sardır. Hattâ bu esere tezkireden ziyade bir antoloji
Dergeh-i devlet m eâbında kılındıkça namaz
demek daha muvafık olur. Herkes ittikçe senâ H ak’kın cenâb-ı pâkine
Âsim tezkiresi Faizî’ye zeylolarak viicude getirilmiş Eylerim anda imâmetten safâ kasdım budur
Y üz süren evvel ben olam âstânın hâkine
tir. ( 1030-1620) den kendi zamanına kadar gelen
şairlerin seçilmiş şiirlerini ihtiva eder. mazmûnıı mülâhazasıyle iftihar ederdi.
Âsim, tezkiresinin sonunda şunları sövüyor: (1069 —1658) deki Celâli Haşan Paşa istilâsında a-
«Bu abd-i fakîr yani Mehmed Âsim ibn-i Abdürrah- haliden zulüm gören şair, teessüründen münzevi bir
man-ül-Kadî biasker-i Rumeli sabıka bu fennin yegânesi hayat geçirmeğe başladı. 1077 Rebiulahırının onuncu
olan Faizî efendi lisân-ı Türkîde olan lisanları cem’ediip veya on üçüncü günü yetmiş yedi yaşında olduğu
pür mazmûn olan eş’ârları intihâb ediip Zübde denmiş halde vefat etti (M. 1666). Namazını Şeyh Mısrî efendi
Bu fakîr andan sonra gelen erbâb-ı nazmın dîvanların kıldırdı. Pınar başında Zindan kapusu civarındaki bir
cem’ ve intihâb ediip Zeyl-i Zübde deyıı tesmiye etmi servi ağacının dibine gömüldü.
şimdir. Kusûru dâmen-i afv ile mestûr buyurula.» Beliğ şöyle bir vefat tarihi kaydediyor :
Mehmed Emin Münib ibn-i Ahmed-iil- Hısnülman-
Kemâl ü ilm ile meşhûr-i âfâk
sûrî» kalemiyle ( 1121-1709) da yazılmış bir nüshası Ki ya’nî Âsımî ol pîr-i irşâd
Üniversite kütüphanesindedir (No: 778). Fazilet sâhibi asrın ferîdi
Şeyhî ve Beliğ onun şu beyitlerini örnek olarak Sezâ olursa dâim hayrile yâd
alıyorlar : D uâ idüp didim târîh yâ Rab
tekrîm ve şem’-i serâperde-i harîm eylemişti. Seyyid muş ve bu yüzden Niyebolu kadılığını elde etmişti.
Nattâ’dahi vezîr Ishak Paşa’nın kızını tezevvüc eyleyiip Daha sonra Rusçuk kadısı oldu.
(973 — 1565) yılı sonlarında Ali Pürtek reis’in
Yıldırım Han hazretleri Ebû İshak zaviyesini Seyyid
maiyetindeki filo hükümdar gemisi de beraber olarak
Nattâ’ içı'in binâ eylemişler idi. Ye merkumu sâdât-ı
kirâma nâzır nasb eyleyüp tevliyet-i evkâf-ı zaviyeyi Rusçuk önünden geçerken Âşık Çelebi’ye istikbalde bu
lunması teklif olundu ise de o, «bir kaç tahtayı ta’zîmden
mezbure ve evlâdına şart eyledi. Timur-i pür zûr vak’a-
pâdişâhımıza ne şeref âia olur» deyerek aldırmamıştı.
sıııda Seyyid Mehemmed Nattâ’ ve Molla Fenarî ve
Fakat kaptanın ihbarı üzerine şair, derhal azledildi.
Şeyh Mehemmediil-Cezerî diyâr-ı Acem’e bile gitmişti.
Selim II. Belgrad’daıı İstanbul’a gelirken bir «lâ-
Seyyid-i mezbûr ba’delhalâs hacceyleyüp h in i kufûlde
miye gazel» takdim etti. Yeni hükümdar buudaıı mem
Şehzade Sultan Mehemmed Hân ibni Murâd Hân-ı sâ-
nun olarak Çelebi’ye yüz elli akçe tahsisat ile Kartava
nînin cem’iyyet-i hitâm esnasında bisât-ı inbisât gibi
Kadılığını tevcih etti. (976—1568) de azledildi. Vücude
hâtır nişin ve dilkeş bir simât-ı münakkaş ışleyiip ol
getirdiği « Tezkirei şuara» yı padişaha ve arapça yaz
zamâne pek me’lûf-ül- isti’mâl olmamağla matbû’-i Pâ-
dığı Şakayık zeylini de sadrıazam Mehmed Paşa’ya
dişâh-ı derya ııevâl olmuş idi. Âhır-ı ömrüne dek maz-
hediye etti. Bıı çalışmasına mükâfat olarak kendisine
har-ı nazar-ı şâh-ı kerem ve muazzez ü mükerrem olup
«kaydı hayat şartıyla» Üsküp kadılığı verildi. 979
Zeynelâbidîn nâm bir ferzend-ı dilbendi kalmış idi. An
şabanının sonlarında (M. 1571) zatülcenpten öldü.
lar dahi devlet-i Fatihiyye ve Bâyezîdiyyede nakîbiileş-
Bursalı Cinaııî,
râf ve safahât-ı câhı baîdül-etrâf olmuş idi. Seyyid Ali
nâm bir halef-i bâhir-üs şerefi zuhûr» eylemişti ki Âşık tarihini söylemiştir.
Çelebi bu zatın oğludur.
Şairin asıl adı Pir Mehmed’dir. Ve 4İI tabirinin
delâlet ettiği 926 tarihinde doğmuştur (M.1519).
Âşık Çelebi, gençliğinde büyük bir hevesle çalıştı.
Kasım Paşa müderrisi Sürurî Çelebi, Kalenderhane
müderrisi Taşköprülüzade efendi, Mahmud Paşa mü
derrisi Arapzade Abdülbakî efendi ve salım müderrisi
Saçlı Emir efendi, Karasili Haşan Çelebi ve Ebüssuud
efendi gibi âlimlerden istifade etti. Mulıyeddini Feııa-
rî’den mülâzım oldu.
Âşık Çelebi müderrislik hayatına atılmamış, seya
hat hevesine düşmüştü. Bir müddet sonra « meşıûtâsı
olan hazret-i Emîr evkafı tevliyetin ihtiyâr » etti.
(953—1546) da Muradiye müderrisi kurşunîzade Bursa
evkafının teftişine memur edilmişti. Âşık Çelebi bu sıra
da azledilerek İstanbul’a geldi. Artık meslek hayatına
atılmak ihtiyacını duymuştu. İlk hocası Emîr Giysudar
o tarihte İstanbul kadısı bulunuyordu Onun mahkeme
kâtibi oldu. Atayî diyor ki ; « 954 senesinde Muhyeddin
efendi vefat idüp Bursavî Emîr Haşan Çelebi himme
tiyle molla-yi merkumun dânişmendi olduğun da’vâ ve
fuhûl-i ulemâdan şühııd-i adi ile isbât-ı müddeâ idüp
sadr-ı Rûm Bostan efendi merhum mülâzemetiııi kayd
ve mürg-i dil-i remidesin bu kayd ile saydeylemişti. Âşık Çelebi’nin cömerd bir adam olduğunda bütün
Yazdığı Zeyl-i Şakayık’ta Bostan efendi hakkında bâis i menbalar ittifak ediyorlar. Onun güzellere karşı fazla
senâhâm miilâzemet husûsunda olan ihsânıdır. Şair meclûb olduğunu da görmekteyiz. Müverrih Âlî diyor
bundan sonra kadılık hayatına atddı. Sırasiyle Silim , ki ( K nh.): «Tesîr-i mahlâs anı aşk-ı mehrûyâne ahas
Priştine, Serfice, Narda kadılıklarında bulundu. Son ve uşşak-ı âlûde dâmânile seyr ii sülûke muhtas kılup
bulunduğu yerde halkı memnun edememişti. Bazı kim her zaman bir güFizârın vasfında bülbül-i nâlân olmak
tan hâlî değildi.»
selerin şikâyeti üzerine Alâiye’ye gönderildi. Buradan
Âşık Çelebi’nin bu yolda bir takım menkaheleri de
hiç memnun değildi. Kanunî’nin mevcuttur (K nh., Şky. Aty.).
H alk içinde m u ’teber bir nesne yok devlet gibi Kendisi de bir beytinde
O lm ay a devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi D oğaldan vasfı ismine m uvâfık
gazelini tahmis ederek padişaha takdim fırsatını bul Güzeller m übtelâsı ya’ni A şık
Türk Şairleri 119
Âş.
diyor. Muallim Naci’nin çok beğendiği bir beytinde.de Vahyi, Vahyi, Vedaî, Veznî, Vasfî, Vasfî, Visali, Vusulî,
Beni ağfyâra nisbet eylersin Vusulî.
A şık oldumsa k âfir olm adım a j — Zârî, Zamanî, Zeminî, Zeyreki, Ziyneti, Ziy
tarzında kendisini müdafaa ediyor. neti, Zeynî.
Âşık Çelebi , şiirlerinde ekseriyetle aşkı ve aşk — Hafız, Hafız, Haletî, Habîbî, Hadidi, Harirî,
yüzünden hasıl olan elemi terennüm etmiştir. Ve
Hasbî, Haşan Çelebi,Haşan Çelebi, Hüseynî, Hıfzî, Hıfzı,
onun, devrinde yalnız tezkiresiyle ve diğer mensur
Hilmi, Halimi, Hamdî, Havderî, Hayatî, Hayreti.
eserleriyle değil manzumeleriyle de şöhret kazan
— Tabiî, Tab’î, Tab’î, Tabîbî, Tulûî.
dığını ¿ölüyoruz. Nazire mecmualarında ve diğer mec
mualarda şiirlerine en çok tesadüf ettiğimiz şairlerden <£ — Yetim, Yetimi, Yahya, Yakinî, Yakinî, Yusuf
Siııeçâh, Yunus Emre.
biri de Âşık Çelebi’dir. San’at bakımından pek büyük bir
kıymeti olmayan bu şiirlerde en ziyade göze çarpan — Kâtibi, Kâtibî, Kâmî, Kâmî, Keşfi, Keşfi, Ke
hususiyet, aşkın ifadesi ve samimîliktir. mali zerd, Gülâbî, Giinahî, Giivahî.
Âşık Çelebi’nin eksik bir divanı bugün elimizde J — Lealî, Lûtfî, Lûtfî, Lâtifi, Lâlî, Lâlî, Lem’î, Li-
mevcuddur (Mit. Alın. K. Mz. No. 263). vayî, Levhî, Lâmiî, Lâyilıî.
1725 beyitten ibaret olan bu divanda Kanunî, Muh- f — Meali, Mecdî, Mahremi, Mahvî, Muhyî, Muh
yeddiıı efendi, Hoca Çelebi, Müftizade efendi, Şerifzade, tarı', Mıidamî, Müderris, Medîhî, Merdümî, Mesti, Müs
Izııikli Ali Çelebi hakkında 19 kadar kaside olduğu lim, Mesihî, Meşamî, Meşrebi, Mustafa Çelebi, Muamma-
gibi Selim II. için yazılmış bir murabba da vardır. yi, Manevî, Manevî, Muı'dî, Makalî, Makamî, Melihi,
Bunlardan başka 2 tercîibend, 1 terkibibend, 5 murab Mümin, Mihrî, Mirî, Meyli, Meyli, Meyli, Mesihî.
ba, Kanunî’nin 1 gazelini tahmis ve 114 gazelden mü — Nalişî, Namî, Nebatî, Niaarî, Necati, Nuhasi,
rekkep olan bu eserde muhakkak ki Âşık Çelebi’nin
Necmi, Nesimi, Nişanî, Nişanî, Nişani, Neşri, Nasuhi,
pek malıdud şiirleri vardır. Mecmualarda tesadüf edilen
Nutki, Nizamî, Nazmî, Na’ti, Nimeti, Naimi, Naimî,
şiirlerden bir çoğu bu divanda mevcud değildir. Esa
Nikabî, Nakşı, Nigâri, Nigâhi, Ne vali, Nevâlî, Nuhî,
sen divânın bazı sahifeleri de kopmuş bir haldedir.
Nuri, Nev’î, Neharî, Nilıali, Nihani, Nihani. Nihanî, Niya
Âşık Çelebi’nin en mühim ve en çok şöhret kaza
zi, Niyazi.
nan eseri « Meşairüşşuarâ» adındaki tezkiresidir. O de
cr — Sâî, Saati, Sagaı i, Saki, Salikî, Sailî, Sebzî,
vir şairlerinin hususiyetini göstermek itibrile bu eserin
Sücudî, Sehabî, Sehayi, Sihri, Sihri Siracî, Sürurî, Sü-
büyük bir kıymeti vardır. İfade itibariyle Lâtifi' tezki
ruri, Sürurî, Sini, Sadî, Sadî, Sadî, Şayi, Sayî, Sifalî,
resindeki vuzuh ve samimîlik bunda yoktur. Şair, in
Selâmî, Süleyman, Süleyman, Sülûkî, Selikî, Suzi, Sıi-
şadaki meharetini göstermiş, hayli tekellüfe düşmüştür.
hayî, Sehî, Şeydi, Şeydi, Seyfî, Seyfî.
Âşık Çelebi tezkiresinin bir hususiyeti vaıdır. Di
ğer tezkirelerde olduğu gibi lıecaî bir sıra takib edil — Ârif, Ârifî, İydî, Abdülaziz, Abdi, Ubeydî, Itabî,
memiş ; şairler, ebced harfleri esas tutularak sıralan Adlî, İzari, İzari, îzaıi, özrî, Arşi, Arşî, Azmi, Azmi,
mıştır. Azizi, Askerî, İşreti, Aşki, Aşki, Aşkî, Atayi, Atâ, Alâ,
Âşık çelebi tezkeresindeki şairleri sırasıyla göste Atâ, İlmi, İlmi, İlmi, Uliimî, Ulvî, Ulvî, Ulvî, Âlî, Âlî,
riyorum. Âlî, Amrî, Andelîbî, Ahdî, Ahdî, Iyanî, Iyanî, İydî,
' — Şeyh İlâhî, Kemal Paşazade Ahmed, Ahmedî, Ayşe Hatun.
Ahmed Çelebi, Ahmed Çelebi, Edayî, Edayı, Âsafî, — Fani, Fahrî, Firakî, Firdevsî, Ferdî, Ferrubî,
Usulî, Âfitabî, Âfitabî, Âgehî, İlâhî, Âllalıî, Amanî, Ama- Feridun, Feridî, Fiisunî, Fazlî, Fazlî, Fazlî, Fuzulî, Fi-
nî, Emrî Çelebi, Ümidî Paşa, Ümidî, Emîrek, Emîrî, ganî, Fakiri, Fikrî, Fevri, Fehmi, Feyzî.
Emirî, Emîr, Emini, Ânî, Enverî, Ehlî. c f — Sâfî, Sabirî, Salih, Saniî, Subhî, Sabrî, Sabuhî,
y — Bakî, Bakî, Bezmî, Bezmî, Bahrî, Basîrî, Bekayı Sadrî, Sıdkî, Safayî, Sun’î, Sun’î, Sun’î.
Beliği, Penahî, Bahayı, Bahaıî, Behiştî, Behiştî, Beyanı, 3 — Kabili, Kabulî, Kadiri, Kadrî, Kudsî, Kurbî,
Beyanî, Bidaıî, Peyki. Kandî, Kıyasî.
— Câmî, Cafer Çelebi, Caferî, Cefayî, Celâlî, Celiiî, j _ Reyi, Reyî, Rahmi, Rahikî, Rahimî, Rusuhî,
Cem Sultan, Cenabı Paşa, Cenanı, Cinanî, Cevanî, Çevri, Rızayî, Rızayî, Rızayî, Ref’î, Refiki, Remzi, Remzi, Ruhî,
Cevherî. Revanî, Riyazi, Riyazi.
■
s — Danişî, Daî, Duhanî, Derunî, Derimi, Derunî, t/ — Şairi, Şamî, Şanî, Şanî, Şahidi, Şah Kasım,
Derviş Çelebi, Derviş Çelebi, Derviş Çelebi. Şah Mehmed, Şah Çelebi, Şikârî, Şikârî, Şikârî,
* — Hatifi, Hatifi, Hatifi, Hadî, Haşimî, Hecrî Şükrî, Şemsî, Şemsî Paşa, Şurî, Şevki, Şevki, Şehdî,
Hüdayı', Helâkî, Hilâli, Hemdemî. Şehidi, Şeyhî, Şeyhî, Şeyda, Şirî, Şirî.
i — Vardarî, Vâlihî, Vâlilıi, Vali, Vecdi, Vahdî> cj — Tâbî, Tâbi, Tabiî, Türabî.
Türk Şairleri Âş.
120
Dirîga ben gedâ-yi nâtevan ol şâh-ı âlemdir Aty., Evliya Çelebi seyahatnamesi, Osm. ve mecmualar. Şair’in m in
yatürü Âşık Çelebi tezkiresinden alınmıştır ( M it. Alm. K.).
Bülend eyvânına irmez kemend-i âh ii efgânım
Belâ-yi fakr ile ben ağladıkça çeşm-i gam dîdem  şık Dede ( Bektaşi Ş airi) X IX uncu asırda yazıl
Pür eyler rahm idiip bana dür ü gevherle dâmânım mış bendeki bir Bektaşi mecmuasında Âşık Dede
Gehî gamzenle bîmâr olana handenle tîmâr it namına bir nefes kayıdlıdır. Mecmuada muhtelif asır
Yazıktır kullara kıyma ikende hey güzel hânım larda yaşayan Hatayı, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet
Görinen Aşıka sanma şafaktır âsmân üzre Gedayî... gibi şairlerin eserleri de kayıdlı bulunduğu
Beni zulm ile öldürdi düşüptür boynuna kanım içindir ki Şairin yaşadığı devri tayin edemedim. Nefesi
— V II — aynen yazıyorum:
Çaldın çarptın gerisini utanır, bir şey söyleyemez. Buyurur ki, biz sizden
Bekle aşkın korusını dünyâ armağanı isteme\ iz. Vâkıadan ve şâir ahvâlden
Yedi Halil'in birisini nen var. Bu defa Şeyh İbrahim son derece acz ü tesli
Karışıcak göl sorarsın miyet göstererek, Sultânım yüzü kara bir kimseyim,
Dtılıterimiz oldı ininde nesnem yoktur cevâbını verince öyle ise sen biraz kal
Kimler kondı göçti yurda emrini, vererek hah ete kor ve bil inci gecede hayırlı,
Nalband olmayan şehirde feyizli pek çok vakıalar görür. Bir gün gel İbrahim şu
Aşk "atına nal sorarsın tennureye (tandır) otur deyerek tennure oturdup ter
Hak nazar etmiştir göze letir. O sırada ma’nâ yüzünden hakikat âleminden her
Odur yol gösteren bize. ne olursa olur, ondan sonra Şeyh İbrahim Tennurî
Kulağı sağır dilsize olarak Kayseıiye’ye döner gelir.
Iklım ıklım yol sorarsın Kendileri de müracaat eden gerek cisim hastalarını,
gerek gönül derdlilerini tandıra oturtmak ile tedavi ve
Âşık Decle'm sen varsana
irşâd ettiğinden o isim ile şöhret bulur, Bayrâmî tari
Musa güllerin sorsana
kında Teıınûrî tariki bir kol ve kendileri pir i sâııi
Kendi aybını görsene
sayılmaktadır. »
İlde eksikli kül sorarsın
Şakayık tercümesinde İbrahim Tennurî ağzından
Âşık Garib (Sazşairi) — Garib’e bak. yazılmış ş.u cümlelere de tesadüf ediyoruz ( Matbu
yedinci gicede leyle-i berâtta benim tabiâtim yağı vâfir Abdestin, namazın, zekâtın, orucun... âyetlerle, hadislerle
fülfiillü pilâv istedi. Akşam oldukta Şeyh hazretleri zahir hükümlerinden ve mutasavvıfaııe bir görüşle
beni da’vet idüp zikı- olunan taâmdan bir çanak dop hakikatlerinden bahseden bu eser, tasavvuf bakımından
dolu taamı önüme koyup Şeyh Şemseddin bunda yok çok mühim olduğu gibi, devrine göre açık ve pürüzsüz
tur farzeyle dahi mikdâr ı müştehî ekleyle diyu emrey- bir lisanla yazıldığı için, dil bakımından da büyük bir
ledi. İmtisalen bil emr ben dahi ol taamı bittamâm eki ehemmiyeti haizdir.
eyledikten sonra Şeyh hazretlerinin emr-i şerifiyle hal
Giilzar’ın İstanbul kütüphanelerinde bazı yazmala
vetten huıûc eyledim.»
rına tesadüf ediyoruz. Bursah Tahir, Nurıosmanî ve
Gene Şakayık'ta onun teslik tarzı hakkında şunlar Esadefendi kütüphanelerindeki iki nüshayı zikrediyor
yazılıdır: (Osm.).
« Mûmâileyh Şeyh İbrahim’in tarîk i irşadı bu üs-
lûb iizre idi ki kendüye irâdet götüren müridi mebâ- Üsküdar — Kemankeş kütüphanesinde de güzel bir
di-i şütû’ ve evâil-i ahvâlinde feth-i bâb oluncaya değin nüshası mevcuddur (No. 502).
gündüzün istihdâm idüp giceyi ana ihyâ ittürür idi. 217 varak içerisinde 5059 beyti ihtiva eden Gülzar,
Teksîr-i miicâhedât ı ıûhâniyye ve tevkîr-i melâib-i me- baştan sona kadar «Mefâîlün mefâîlün faulün » veznin
şâkk-ı nefsâniyye ile lemeât-ı rahmâniyyeden bir lem’a de yazılmıştır. Eserin sonunda şu beyitler yazılıdır:
ve lemehât ı Sübhâniyyeden bir lemha peydâ ve hüvey-
Bu G ü lzâr’ın çün oldı ihtitâm ı
dâ oldukta halvet emr ider idi. »
R esûl’ün rûhuna irgör selâmı
Şakayık ve diğer menbalara göre İbrahim Tennuri K i kıla suçumuz H a k ’tan şefaat
(887 — 1482) yılı güz mevsiminde bir perşembe gecesi A nun ile bulavuz istikam et
vefat etmiştir, Kayseri Şairler i'ııde şu mücevher vefat
İbrahim Tennurî’nin bir takım İlâhîleri de mevcud
tarihini görüyoruz :
dur. Üsküdar kütüphanesi direktörü Bay Ahmed Rem
zi, Şairin eski bir mecmua parçasında « İbrahim Tennu
ri » başlığıyla iiç manzumesini Kayseri’deki Hand Ha
— 887 -
tun türbesinde bulmuştur. Bu şiirlere nazaran Şairin
Yunus Emre tesiri altında muvaffakiyetli eserler vücu-
Kayseri Şairleri adlı eserde «Şeyh İbrahim Ten-
de getiren bir şahsiyet olduğu söylenilebilir. Bazı mec
nıırî Hazretlerinin evlâdı ve ahfadı» başlığıyla şu ma
lûmat ta kayıdlıdır: mualarda tesadüf edilen « Âşık » mahlâslı şiirlerden
bir kısmının da bu şaire aid olması ihtimal dahilinde
«Üç oğlu, iki kızı vardır. İsimleri Şeyh Kasım, Şeyh
dir (Aşık Paşa maddesine bak S. 133).
Lûtfullah, Şeyh Ali, Hadice ye Zeyneb’dir. Şeyh Ka-
sım’ın iki oğlu, dört kızı vardır. İsimleri Şeyh Sun’ullah, Bıırsalı Tahir de Şairin bir nâ’tinden şu iki beyti
Şeyh Fetlıullâlı, Pârisâ, Hayriye, Âyişe ve Hayriinnisâ kaydediyor ( Osm. ) :
dır. İkinci oğlu Şeyh Lûtfullâh efendi’nin dahi iki oğlu,
Ol itti Iıacc-ı ekber kurub arş üstüne tahtı
iki kızı vardır. İsimleri Kadı Ahmed, Kadı Sadi, Safiye Okur bî vâsıta andan anı kim ism-i a’zamdır
ve Mııhsiııe’dir, Üçüncü oğlu Ali efendi'nin de iki oğlu, Anın mîkatıdır dünyâ anın ihrâmıdır ukbâ
iki kızı olup isimleri Mustafa Çelebi, Ni'metııllah Çelebi, Anın kurbânıdır yokluk ana aşk âb-ı zemzemdir
Fatıma ve In’âm anadır.
Hazret-i Şeyhin kızı Hadice ana Carullah efendiye, Bay Ahmed Remzi’nin bulduğu üç manzume ile
Zeyneb ana Seyid Çelebi’ye verilmiştir. Hadice anadan
Gülzar’ın bazı beyitlerini naklediyorum:
Kadı Emı ullalı efendi andan da İstanbul’da nakîbııleş-
raf iken 1013 ( M. 1604 ) tarihinde vefat eden Ab- — İlâhî —
Diledıim bir kitabı cem'idem ben Gelin imdi işidün zâr-ı çengi
K-ola tertîb ii şer’ üzre müzeyyen Nice diizdi düzen evtâr-ı çengi
Koya ahkâmınım nazmım anun Yukarudan aşağa her kıl inmiş
Diye esrarınım ilmini cânun Yapışmış bir yire aslına dönmiş
Anun âlimler itmiş ilmin izhâr İniler zâr ile kimi bem ü kim zir
Okı ilmini dut hükmini tekrâr Kulâğ aç her biri dinle nedür dir
Görün üstâzdür kim bizi düzdi
Velî can anlamış sırrım anun
Giderdi ihtiyârı elden ¿izdi
'A nı cânile al gitsün gümânun
Makamâtı kılur bir demde seyran
Anun hükmiyile sen zâhirün düz
İder bir şu’besinden aklı hayran
Ki sana sırr-ı İlmî göstere yüz
Esîr olmış o sâza cân ü diller
Bedensüz kimseneye can görünmez Kapılmış ol işikda niçe yıllar
Amelstiz kişide îman görünmez İreli nakşı anun her kulağa
Velî sıdkun çok olsun evliyâye Kimisi sola dutar kimi sağa
:
Ki seni irgöre ol rehnümâye Simâ’a girdi ol sâza dokuz çerlı
Vesîle kıl olan pâdişâha Alımaz cân ü diller bir pula nerh
Şefî’ anlardürür çok çok günâhe Kamu saz ıssı yüzin görmek ister
Olan kıldı Hak çiın yola misbâh Anunla ömr bile sürmek ister
Umar bîçâre dil anlardan ıslah ’ Bilindi hiisni-her yüzde o sâzun
Eğer noksânı olsa bu beyânım Kamu ışkına düşd-ol bî niyâzun
Şefi’idür bu işde anlar anun Gelün imdi ol üstâzı bulun siz
Şefâat kılalar Hak’dan günâhın Nedür çengi nedür sazı bil ün siz
Velî arturalar derd ile âhın İşikte kalmağile zâr ü giryan
Ki işiden tutışa ışk odına Kimesne bulmadı derdine derman
İre ol ışk odıyle maksudına Kulağuz eline yapışmayınca
Kıla lâfzı anun bülbülleri zâr Anun odıyle taşup pişmeyince
Okıyalar anun adım Gülzâr Kapakludur kulak ne anlayasız
Duyalar Aşık’’m hâlini dilden Anı kim işidesiz tanlayasız
Uyalar gönlüne hem cân ü dilden Urun ışk oduna cân ü ciğerler
Ki dilden duymağile kimse kali Duyasız tâ bu ma’nîden haberler
Ana uymayıcak bilmez bu hâli Ezelde bu cihânun kârsâzı
Bizi koma İlâhî kal içinde Diledi kim diize esbâb-ı sâzı
Mükerrer kılma hâli hâl içide Yaratdı kendii lûtfundan bir ulu
Ayırma gönlümüz sıdk u safâdan Vücûd âyînesine ilmi dolu
Irağ eyleme nûr-i Mustafâ’dan Çiı baş indûrdi anun hidmetinde
Ki her hâlin biz esrârın duyavuz Tamâmet gözgü oldı san’atinde
yapışup mürşide ışka uyavuz
Ezelden gizlü gencinde ne kim var
Olarun himmetinden kıl mededler
O lûtfun gözgüsiinde kıldı izhâr
Ki gözümüz açup götrile sedler
Ne kim âlemde vardır tâ kıyâmet
Göravüz âlem içinde ne kim var
Göründi anda her gayb u şehâdet
Senün ışkun anı eylemiş izhâr
Cemâlıle celâl andan açıldı
O ışkun nûrile menzil alavuz
Varub uşşâkile hemderd olavuz Eyü yavuz kamu andan seçildi
Dü âlemde oları komayavuz Çü çeng oldı iki kat kulluğunda
Olan cân iı dilden yıımayavuz Yir ii gök anun ile oldı zinde
Oların ilmi çün nakş ola anda — U iiVj! ¿IJlî fy JIU c ^İIJÜ —
Âşık eydür dâyimâ ¿y> J * Burâk-i ışka her kim oldı râkib
Işka da’vet kıldı halkı evliyâ Fezâ-yi kuds içinde rehnümâdur
Şibli vü Ma'rûf-ı Kerhî, Bâye&id Fena olmazsa âbid ışk içinde
Tâc ü tahtı ışk içün terk eyledi Bekiillî tâat ü zühdi riyâdur
Şah Edhem, Şdh K irm an, B û Saîd Cihâd-ı ekber oldur kim vücûdun
Âşıkun saydı Hudâ vü evliyâ
Fenâda mahv ola nefy i enâdur
Tâlib-i dünyâ mekes eyler kadîd
J1 ahdin sımazsan
Rızk içün giıssa yimez ehl-i ışk
Bildiler «AjJc»- Vefâ kıl ahdüne vakt-ı J; dur
Arş ü Kürsî nûr-i hûr u tâ serâ Itâat it mutî’ olsun sana çak
Cümle mahlûk âşıka oldı vaîd Amel sâlih müeddî-i velâdur
Mü’minin kalbinde Hak oldı mukîm Nevâfilden ibâret kurb-i vuslat
Hak’ka olmadı makam arş-ı mecîd dur
Küfr ü din girmez bu ışk iklimine
Vezîr ü mîr ü sultân u cihangir
Fi’l-i âşık pür savab kavli sedîd
Hak’un ışkunda olmazsa gedâdur
Âlem-i ulvîde süflide ne var Cihânı bir pula savmadı âşık
Zâlıir ü bâtın heman Hak’dur vahîd Kemîne bahşişi ışkun gmâdur
Tâlib ü matlûba âşık ma’şuka Ganîdür ışk içinde Âşık Oğlu
Zâkir ü mezkûr murâd oldur mürîd Eğerçi geydüği şâl u abâdur
Âşık Oğlu mürşidi Şeyh Bedridin [1]
Âşık Ömer (Sazşairi) — Ömer’e bak.
Hâdi vü mehdî vü asrında ferîd
(1) Şeyh Bedreddin' yerine, (1) Yular.
Türk Şairleri 129
Aş.
Âşık (Paşâ) — X IV üncü asrın en meşhur muta Paşa ol Karaman adh oğlanı tahta geçürdü. Padişah
savvıf şairlerindendir. (670— 1271) de Kırşehir’de doğdu. eyledi ve nefes idüp eyitti : Bunun nesli bu vilâyeti
Baba Mııhlis’in oğludur. Onun babası Cengiz fetretinde tuta, pâdişalı ola didi. Karaman didiklerinin sebebi
Anadolu’ya gelerek Amasya civarındaki bir yerde budur. Karaman tahta geçtikte hicretin 687 »
tevattun eyleyen Horasanlı meşhur Şeyh Baba Ilyas’tır. Bütün bu rivayetlerin ekseriyetle menkabe nev’in-
Horasan’dan Anadolu’ya gelişi dolayısivle onu bazı den olduğunu da unutmamalıyız. Türk tarihinin en
menbalar yanlışlıkla Acem olarak gösteriyorlar. Hattâ işlenmemiş devrelerine aid olan bu malûmat, Ebülfereç,
Şakayık''ta bu büyük mutasavvıf «Baba İlyası Acem» İbni Bîbî, Şikârî gibi t ırihlerde bile sarih olarak go
serlevhasiyle şu yolda bahsedilmektedir (Şakayık ter rilimi \or. Hattâ bazılarında Baba İlvas’ın adı dahi
cümesi matbu nüsha S. 22): geçmemektedir. Baba îlyas’m öldürüldüğü veya «me-
«Amasya’da sâkin idi. Cenâb ı maâlî nisabı mazhar-ı zanneden» olduğu için affedildiği de bugün kat’î olarak
karâmât-ı semivye olmağın çok kimesne ana irâdet belli değildir.
götürüp dervişleri Babalı (Babaî) dimekle meşhur oldı. Muhlis Paşa’nm «Yunan» da yani Konya’da hüküm
Sultan Gıyâsiiddin bin Sultan Alâüddin ol taifenin hu darlık ettiği de şüphelidir. Onun daha ziyade “şeyhane,,
rucunu ihtimâl virüp sofilerini katl i âm eyledi. Kendü bir saltanat, sürdüğünü talimin edebiliriz.
dahi çok zaman geçmeden küşte olup nesilleri mıın- Asıl adı Ali olan Âşık Paşa’nm da hayatına aid tari
katî oldu. Şeyh Muhlis Baba Yunanda, altı ay pâdişâh hî menbalarda gayet ehemmiyetsiz kayıdlar vardır.
olduktan sonra Baba îlyas’ın sofilerinden Nureddin Hayatının gürültüsüz geçtiği muhakkaktır. Kendisine
nâm sofinin Karaman adlu beş yaşında bir oğlunu verilen Paşa ünvanının da bir lâkap olduğunu anla-
Yunan tahtına iclâs eyledi.» maktnyız. Bursalı Talıir, «Paşa lâkabı babasının
L âtifi de Âşık Paşa’dan bahsederken onun «Acem ilk evlâdı olduğundandır» diyor (Osm). Gibb de bunu
serhaddine karîb yerden» geldiğini söyleyerek bu hu bir lâkap mahiyetinde kabul etmektedir. Onun ser
susta kat’î bir hüküm vermiyorsa da bu ailenin Oğuz vet sahibi bir adam olduğunu ve dervişliği ihtiyar
türklerinden olduğu muhakkaktır. ettiğini LAiifi şu cümlelerle anlatıyor :
Şeyh Muhlis bir rivayete göre Selçuk devletinin «Meşâyilı-i kibârın ağniyâsından ve sâhib-i dünyâ
inkisâmı sıralarında altı ay Konya’da emîr olmuş sından idi. Şâhâne izz ii câhı ve pâdişâhâne kudret ve
ve istifa ettikten sonra Osmanlı hükümdarı Osman destgâhı varidi. Bu sııret-i şâhâne ile sûreti dervişane
Han I. ile gazalarda bulunmuştur. Şakayık" tercüme idi. Ve hem buyurmuşlar ki derviş oldur ki dünyâyı
sine göre, «Arifi billâh» Şeyh Muhlis Baba, «M ey terk ide. Gedâ oldur ki düııvâ anı terk ide. Zîrâ ehl-i
d ânı şer’de tek ü pıı idüp seımenzil-i fütûhât-ı hakîkat katında fakr-ı hakîkî zâhirî olmaz. Bâtınî olur.
ilâhiyyeye vâsıl olduğu gibi mesâlik-i hakikat ve Ve dervişlik didikleri şal ve abâ ve köhne kabâ ile
menâhic-i tarîkatte dahi makamât-ı âliye ve me- bulunmaz gönülde bulunur. Derviş ki dünyâ seve her
sâfat-ı nâive kat’edüp müstecâb-üd-da've ve vâsıl-ı ne kadar fakr ü fâkası olsa yine ehl-i dünyâdır. Ye
ilâllâh bir kimesne » olmuştur. şol ganî ki her ne kadar gınâsı ve meknet-i dünyâsı
Âşık Paşa’nm oğlu Elvan Çelebi kendi ecdadının olsa ammâ gönlünde ana mahabbet ve sevdasında
menakıbı hakkında bir eser yazmıştır. Fakat, ne yazık sevdâ ve rağbet olmasa her ne denlii hâce-i sâhib gınâ
ki bugün bu kitabın mündericatı hakkında malûmatı ise erbâb-ı tarikat katinde yine sâhib-i tecrîd ve ehl-i
mız, ancak bir kaç menbada kayıdlı olan iktibaslara fenadır. Ve bilcümle, dervişlik mahabbet-i mâsivâyi dil
inhisar ediyor. den çıkarmak ve kalbi kuyûd-i dünyâdan kurtarmaktır.
Prof. Bay Fuad Köprülü şunları sövüyor (Anadolu Yoksa tâo ve ridâ ve tesbîh ve asâ ile kimse söfi-i sâfî
beylikleri tarihine aid notlar: Türkiyat tnc. C.2, S.15): dil olamaz. Ve tarîkatde bu tarîki tutmazsa kurb-i
«Hususî kütüphanemizdeki anonim bir Tevarihi âli hazrete yol bulamaz. »
Osman nüshasında, Elvan Çelebi'ııiıı Menakıb kitabın Şakayık tercümesinde ise, Paşa’mn « âbid, zâhid,
dan naklen, Karamanlıların Babaîlerle münasebeti hak müteverri’, müteşerri’, âşık ve ârif »bir şahsiyet olduğu
kında şu izahat vardır : « Meğer bir gice Sultân Gıyâ- söylenildikten sonra onun şu cümlelerle de kadri yük
süddîn’i kulları depelediler. Oğlu ve kızı kalmadı. seltiliyor : «Metârılı-i eşi’a-i şümûs-i tecelliyât-ı Ilâhiyye
Babaîlerden Muhlis Paşa bir sebeble pâdişâh oldu. olan ııüzhet serâ-yi dil-i ftishat ârâsı levâmi’-i sevât’ı-ı
Babaîleri kıranlardan intikam ah]) Babaîleri kıran leş- âftâb-ı feyz i akdesten müstefîz olup cenâb-ı izzet meâbı.
kerden kim var ise hep kılıçtan geçirdi. Kırk gün müntehâ-yi menâzil-i seyr ii sülûke vâsıl oldu. »
bazıları ider altı ay beğlik itti. Andan sonra kendülerin Âşık Paşa’nm şeyhi hakkında kat’î malûmatımız
halîfelerinden Küre Kadı ? ( Nııre Sofi olacak) (lirlerdi. yoktur. L â tifi şu sözleriyle onu, Hacı Bektaşi Veli’niıı
İçil’e halîfe olmuştu. Meğer Küre Kadî’nin beş yaşında muasır ve musahibi olarak göstermektedir:
bir oğlu kalmıştı. Adına Karaman dillerdi. Muhlis «Vîlâyet-i Rûm ’a salâtîn-i âl-i Osman’dan Sultan
9
Türk Şairleri
130 Aş.
Orhan devrinde gelmişler ve hazret-i Hacı Bektaş’la rinisani 1332) 63 yaşında iken Kırşehir’de vefat etmiştir.
muasır ve musâhib olup bu diyarda kalmışlardır.» Kendisi için yaptırılan türbede medfundur.
Merhum Âlî de, Âşık Paşazade tarihi’’ne ilâve ettiği Bıırsalı Tahir şunları söylivor ( Türk Derneği No 1):
notlarda (S. 206 Not. 1) «Âşık Paşa Hazret-i Hacı «Üzerine gayet nefîs mermerler' üzerine şu kıt’a-i
Bektaş-ı Velî’nin sohbet müridi olduğu âmme-i mü garrâ hakkedilmiştir:
verrihinin musaddakıdır» diyor.
Âşık Paşa’nın pek küçük bir yaşta Hacı Bektaşi
¿)1.3 (J-Ul \ /yİ L l
Veli’yi tanımış olması kabildir. Fakat onunla musahib
olabileceğine ihtimal verilemez. Bu itibar ile onun Hacı
Bektaşi Veli halifelerinden birine intisab etmiş olduğu
JyJ
söylenilebilir. Ancak Paşa’nm Babaîlik tarikatine men
sup olduğunu ve hattâ kendi babası Baba Muhlis’in Âşık Paşa türbesine mahsus senevî bin lira mikdârı
müridlerinden bulunduğunu kabul etmek daha doğru vakıf hâlâ mevcûd ve türbe-i âlîleri gayet ma’rnûr
olarak ziyâretgâh-ı ârifân bulunmuştur.»
olur sanıyorum.
Esasen Bektaşilik ve Babaîlik tarikatleri arasında Merkadinin ta eski devirlerden beri ziyaret edildiğini
esası itikat ve menşe birliği olmakla beraber otarihleıde görmekteyiz.
bir anlaşamamazlık olduğunu da düşünürsek,' bunun Şakayık tercemesinde deniliyor ki:
imkânsızlığı derhal anlaşılır. Âşık Paşazade tarihinde “Kabı-i şerîfi mahz-ı isâbet-i icabet olduğu mukar
Hacı Bektaşi Velî’nin nihayet bir meczup olarak gös rer olmağın ol diyâr-i bâ i’tibârda olan ashâb-ı lıâcât
terilmesi de aradaki bu ihtilâfı açıkça gösteriyor. anınla teberrük itmekten hâlî değillerdir. Fil vâki’ ma-
kam-ı mezkûrda sudûr eyleyen daavât-ı miistetâbe
Âşık Paşa’mn elimizdeki şiirlerine nazaran İslâmî
müstecâbe olup rûhâniyyetinden müstef'îz oldukları
ilimlerde ve bilhassa tasavvufta ihtisas sahibi bir şahsi
mahall-i güman değildir.»
yet olduğunu söyleyebiliriz. Onun Arap ve Acem lisan
Âşık Paşa’nm bugün elimizde Garibname’siyle, mü
larına da hakkıyle vâkıf olduğu muhakkaktır. Şairin
teferrik şiirleri ve Manisa kütüphanesinde diğer iki
hattâ İbranî dilini de öğrendiğini görmekteyiz. Bu li
eseri mevcuddur.
sanla bir şiir de kaleme alan Âşık Paşa bu vadideki
Garibname’nin asıl adında tarihî menbalar ekseri
ihtisasını, Garibname mukaddemesinde şu cümlelerle
yetle yanlış malûmat veriyorler. Şakayık’ta “Lisân-ı
izah ediyor (Üsküdar Selimağa - Kâzım Bey K. No:
Türkîde Âşık Paşa deyu rneşhûr bir kitâb-ı bedâyi’
159) : meknûn ve hakayık mekmûn nazmeyleyiip ahvâl-i
(JjAS J J İ jl J 0 * 1 f i ' JJ.9 IJ ; y li J;l sâlikîni ol kitapta derceyledi.,, denilerek eserin adı
“Divanı Âşık Paşa„ olarak gösterilmiştir.
ıj^—^ ^ yo** * j <6^1£ jf- ^
Aynı eserde “Bu kitâbın asıl adı Maârifnârne’dir,,
oyr 0'.y j kaydı da görüliyor.
\
ğ-\U ı »ûLj .u . y ij L â tifi’’de “Âşık Paşa divanı dimekle meşhur ilm-i
t/
3 ¿o j jL a3 - l ¿1 / j a i jlysA ___ ^ j ı j bâtında ve ilm-i tasavvufta miirşid ve miirîd âdâbın
ve tarîk-ı siilûk esbabın beyân ■ider manzum telîfi
,J—-=>1 _5 ^
vardır..» diyor.
-X__ >1«jAi ^ y ^ 3 Hamrnerde “Divanı Âşık Paşa,, olarak zikrediyor.
O 1 ş ^_j * * 1 J\ ¿ f Gibb, manzume tamamen mesnevî tarzında yazıldığı
için Garibname’ye bu ismin verilmesi ya cehaletten
(Jjy Jj_ l>¿)» fz i jr veya divan kelimesinin umumî bir manada kullanıl
J ¿3 0 y\fi3 J 3 masından ileri geldiğini söylivor.
Eserin asıl adı Garibname’dir. Bunu Şairin şu beytin
den de sarih olarak anlamaktayız:
cj j b a i ^ j£ -
O JA O jA JA I
Bu garibnâm e eğer geldi dile
K im bu dil ehli dahi m a ’nî bile
kütüphanelerinde bir çok yazmalarına tesadüf ediliyor. kayıdlı buluyoruz. Bilhassa Camiunnezair’de onun
Fakat benim savdığım nüsha, vazı ve imlâ hususiyet namına. «11» manzume yazılıdır.
leri bakımından en eski olanlarından biridir. Aynı kü Camiuunezair’de kavıdlı olan manzumelerin ilk
tüphanede (882-1477) de yazılmış baş tarafı eksik gü beyitlerini sıralıyorum :
zel bir yazma daha mevcuddur (H üdayî No; 229). 1 — Her gönül kim m anzar oldı ol H a k ’a S. 35-36
Eyip kütüphanesinde de oldukça eski iki nüsha görü 2 — Her kim bana ağyâr ise H ak Tanrı yâr olsun
lüyor (Eyip - Husreo paşa No: 542, Mihrişah sultan ana S. 28
No: 349). Umumî kütüphanede ise ( 861 - 1456 ) da 3 — Ey pâdişâh ey pâdişâh çün ben beni virdüm
yazılmış diğer bir yazma vardır (No: 3633). sana S. 32-33
Konya müzesinde de eski ve çok kıymetli bir 4 — Sen oturmuşsun im di hoş şehâne S. 722
nüshayı evvelce görmüştüm. 5 — Senün âşıklarun kılm az nazar firdevs-i a ’lâye
Garibname, Farsça bilmeyen Türklere siilûk âdabı S. 755
nı öğretmek maksadiyle yazılmış talimî mahiyeti haiz 6 — Ne kaddür bu ki lû tf içre değüldir Sidre hem-
bir eserdir. Müellif, yazdığı mukaddemede şunları söv tâsı S. 831
üyor ( Garibname: Ark. Mz. K. No: 258 Üsküdar ■ 7 — Tanrı ışkundan bu cüm le âdem i S. 864
Kemankeş K. No. 232) : 8 — Bir kişi m ahfel içinde sordı
beeden bir suâl
S. 387-388
¿1 ^ } j j jT ^ 9 — Ey kerîm i lemyezel ey pâdişâh-ı lâyezâl S. 385
\ w .
i• j ' }j jl I • .. j oi*-' 10— Ç ü lâfz-ı kudret ezelde buyurdı k â f ile nûn S. 604
11— A nı ki cânum içinde kom ışdur ol C abbâr
j _yuill j i i 3 •—a-»-» \JL-J <U»Lıjl j
S. 241 - 243
<y. Bu şiirlerden bir kısmı naziredir. Fakat Camiunne
zair’de bunların ekseriyetle yanlış olarak tesbit edildi
ğini görüyoruz. Nitekim Şairin 3 numaralı manzumesi
»Uı’l s çtias. »U*l ¿£ 3 ¿j-ü
Yunus’un,
^ VuS ~^ _X>* ".*II?3 3 ^ -)^ ö^ ^ 1^ ^f
Ey âşıkan ey âşıkan ışk mezheb ü dindür bana
j 'jl 3 ¡3^** y ^j G örd i gözüm dost yüzüni yas kam u düğündür bana
Ma'iûm oldı illâ ma’nî menzili T aâlâllah zihî sünbül taâlâllah zihî sâye
Çü bilâsın cümle yol menzillerin manzumesine nazire olarak gösterilmiş ve Melıdî, Ah-
Yirmegil sen Türk ü Tacik dillerin medî, Hafî, Ma’denî, Şeyhî, Kemal gibi şairlerin nazi
Garibname (730-1329) da ikmal edilmiştir. Eserin releri de kaydedilmiştir (S. 755).
sonunda şu beyitlere tesadüf ediyoruz: Halbuki Âşık Paşa bu şairlerin hepsinden daha
Bu k itâ b m hatm i uş oldı tam am önce yaşamıştır.
T optolu yüz dâsitan geldi tam am Gene Âşık Paşa’nm 8,9 numaralı şiirleri Alımedî'nin,
Y id i yüz otuz yılında hicretin H am d sana yaraşur iy pâdişâh - ı bîzevâl
Sözi irdi hatm ine bu fikretin
K im kadîm - i lemyezelsin hem kerîm - i lâyezâl
Garibname’nin iki nüshasında Âşık Paşa’nın ayrıca
tevhidine yanlışlıkla nazire olarak tesbit edilmiştir.
(209) beyitli (31) gazeline rastlıyoruz (Üsküdar Keman
keş K. No; 232, - Umumî K. No: 3633). Bu gazeller Şairin 10 numaralı manzumesi İbrahim Bey’in,
deki mısraların ilk harfleri eski harflere göre Ç ü n ol hakîm - i tevânâ vü sâni’ - bîçûn
«elif» ten «ye» ye kadar tertib edilmiştir. Birinci gazel Y a ratd ı âlem ü âdem zuhûr -i hikm et içün
mısralarının başı elif harfiyle, İkincisinin «B» harfiyle matlaiyle başlayan şiirine nazire olarak kaydedilmiştir
ve meselâ 14 üncü gazelin mısra evvelleri «Sad» harfiy (S. 603).
le başlamaktadır.
Bugün elimizde divanı da mevcud olan İbrahim
Asık Paşa, her mısraı bu harflerle başlamak
arzusuyla, ancak lııgat kitaplarında görülen bazı Bey’in daha sonraki şairlerden olduğu muhakkaktır.
kelimeleri bulup koymak mecburiyetinde kalmış ve Camiunnezair’de doğru olarak tesbit edilen iki nazi
bu yüzden tabiîlikten bir hayli uzaklaşmıştır. reye rastlıyoruz. Şairin 1 numaralı manzumesine Kay-
Âşık Paşa’nın eski mecmualarda da bazı şiirlerini gusuz Abdal’ın,
Türk Şairleri ^
ı32
T am a’umuz ne azadur ne çoka 1 — D evlet dahi sensün bana devran dahi sensün bana
K anaatuz k a ’ni olmuşuz haka 2 — K im in ki sensün iy kadî kam u yollarda yoldaşı
beytile başlıyan şiiri nazire olarak gösterildiği gibi 3 — N azenin bu öm rüm üz bir göz yum up açmış gibi
(S. 36), 9 numaralı manzumesine de Şairin oğlu Elvan 4 — K ande kim bakar isem gözüm e karşu duran ol
Çelebi’nin,
5 — D ilüm b ülb ül oldı öter A hum câna kılur eser
Bu cümle nesneye ışkdur behâne
Behâne ışk u hem ışkdur behâne
Bu şiirler arasındaki «1» numaralı manzumeyi
bazı Yunus divanlarında da görmekteyiz. Halbuki bu
matlaıvle başlıyan bir naziresi kaydedilmiştir (S. 722-723). manzume Âşık Paşa’nm biraz evvel bahseettiğimiz
Hiç şüphe yok ki bu yanlışlar, mecmuayı tertib Garibname’ye ilâve ettiği gazellerden biridir.
eden Hacı Kemal’in şiirlerini örnek olarak aldığı şair Murad Molla - Şeyh Murad kütüphanesinde çok
ler hakkında malûmat sahibi olmamasından ve onların
kıymetli bir mecmua vardır ( X o A 8 ) . Bir havli muta
yaşadıkları devri tayin edememesinden ileri gelmiştir. savvıf şiirlerini ihtiva eden bu yazmada da Âşık
Bunlar arasında Haşan mahlâsiyle yazılmış bir man Paşa’nm üç şiirine tesadüf ediyoruz. Bunlardan biri
zume de yanlışlıkla Âşık Paşa’ya isnad edildiği gö Camiunnezair’de de kayıdlıdır. Bu şiirlerin de ilk
rülüyor. Bu manzumeyi vücude getiren şairin Âşık
beyitlerini yazıyorum :
Paşa mensuplarından olduğu tahmin olunabilir [Haşan 1 — Her k im bana ağyâr ise H ak Tanrı yâr
m a d d e s in e b a k ). Bu şiiri de buraya naklediyorum : olsun ana S. 32
Ne kaddür bu k i lû tf içre değüldir Sidre hem tâsı 2 — C em âlin pertevi iy dost salalı nûr-i en-
Ne had olur k i harf atar behişte hüsn i zîbâsı vârı S. 19
Ne ebr-i canfeşan olur bu zülf-i dilrüb â meşreb 3 — Işkun şerâbm içeli kand alığu m ı bilmezem
Meğer âb-ı hayât ile ider işrâb sakkası S. 3
Ne cân-ı âşin â olur bu çeşm-i şûh u bigâne Camiunnezair’de ve Murad Molla - Sevh Murad K.
D irüld ür H ızr u Isâ’yı nigâh-ı rûh efzâsı kitapları arasındaki mecmuada kayıdlı olan şiirlerden
K e m ân ebrûsunun tîri uraldan câna kıldum zâr biri «Muhlis oğlu Paşa» başlığıyla, yazılmıştır.
Aceb lû tfı leb-i yârun niçün irmez m üdâvâsı
Âşık Paşa manzumelerinde, «Âşık Paşa, Miskin
Lebi câm iyle ey g önlüm k im in ki olsa bâkîsi
Âşık veya sadece Âşık mahlasını kullanmaktadır. Bu
Y eter nakd-i hayâtına irer ehline im lâsı
şiirin son beytinde ise Muhlis oğlu Paşa mahlası gö
Ö liib en dirilüb cân ü cihânm hâsılın satub
rülmektedir. Her halde bu manzume de Âşık Paşa’ya
Bu meyden içm eyen şûm m gider mi k a lb in in pâsı
aid olmalıdır. Bu şiiri, her iki mecmuadaki nüsha
O cânı cinne say sen kim yoğ elde câm-ı gülrengi
farklarını göstermek suretiyle buraya naklediyorum :
O câm ı yire sal k-olmaz anun bûy-i M esîhâ’sı
Her ki bana ağyâr ise
C ihan pür sûz ü sohbetdür hasûdm işi hasretdür
H ak Tanrı yâr olsun ana
Ö zü n sal bezm-i uşşâka niçe bir dîvin iğvâsı
Her kancaru varur ise
Y alancı zâhidin dâyim dilünde zikri lâ lâdur
B âğ u bahâr olsun ana
Belî lâ lâdü rür illâ anun hem aldur İllâ’sı
Tevellâ-yi h a k îk în ü n teberrâsı gerek k üllî Bana ağu sunan kişi
Teberrâ olmasa sâfî safâ bulm az tevellâsı Şehd ü şeker olsun işi
D eğül k im şevk odı anun dim ağın kılm ad ı pür nûr K o lay gele m ü şk il (1) işi
A n u n kandîl-i çeşminde o yüz nûrı tecellâsı Eli irer olsun ana
Ne can k im oldı m ir’âtı m usaffâ şirk renginden A cı dirliğüm isteyen
A n u n m işk ât olur misbâhı nûr ullah sîmâsı Tatlu derilsün dünyada
Gel iy dîvâne kim vechinden olur her taraf rûşen K im ölüm üm ister ise
Yed-i beyzâna sâciddür cihânun cümle esmâsı Bin yıl öm ür olsun ana
Y ü ri ey münkir-i m ağrur irüben sırr-ı tevhide
Her kim diler ben hâr olam
Bileydün A ş ık ’ın k adrin silinse göz gönül pası
D üşm an elinde zâr olam
Selâm et m âlik in gördi m elâm et hâlik in sürdi
D o stlan şâd ü düşm eni
Ş ük ür kim R abbenay - irdi H aşan kulun Zalem nâsı
D ost m a ’şuk yâr olsun ana
Âşık Paşa’nm diğer mecmualarda da bazı şiirlerine
A rdum ca taşlar atanı
rast geliyoruz:
H ak tahta ağdırsun anı
Kitapçı Bay Raife aid X V nci asırda yazılmış
bir mecmuada Şair’in şu manzumeleri kayıdlıdır : (1) K olay gelsün cümle: Murad M olla mecmuası. S. 32
Âş. Türk Şairleri 133
devirdeki Anadolu hayâtının hususiyetlerini gösterecek Ülkemizde edebiyât tarihi tedkikleri başladıktan
topu topu birkaç parça şiire rast gelebildik. Eserinin sonra Âşık Paşa’ya Anadolu’nın ilk şairlerinden oluşu
bir yerinde Türkistan’ın dumanlı dağlarından hasretle dolavisiyle ayrıca ehemmiyet verilmiş ve hakkında
bahseden Âşık Paşa, san’atkâr olmak itibariyle Gül- bir hayli yazılar yazılmıştır. Geçen yıl ise ilk defa o-
şehrî’nin çok dûnundadır.» larak Kırşehir’de bir Âşık Paşa ihtifalinin yapıldığını
Münderecatınm, tenevviiuna rağmen birleştiği bir görmekteyiz.
nokta vardır; O da tasavvuftur. Âşık Paşa her şeyi 16 Mayıs 1935 tarihli gazetelerde şu yazıya te-
sofiyane bir gözle görmüştür. ssdüf ediyoruz:
Meviâna'daki tasavvuf sistemini daha zâhidane bir «Kırşehir (Hususî) — Altı yüz yıl önce Arab ve
şekilde terennüm eden Âşık Paşa’nm asıl ehemmiyeti Farisî kültürü Türkün arı benliğini öldürücü bir
hiç şüplıe vok ki dil bakımındandır. X IV üncü asır sarmaşık gibi sararken:
münevverlerinin şiir lisanını onun Garibname’sinden T ürk diline kim eler bakm az idi
pel< âlâ öğrenebiliriz. Türklere hergiz g önül akm az idi
Âşık Paşa’nm Bursalı Talıir’e göre «Manisada Türk dahi bilm ez idi bu dilleri
Muradiye kütüphanesinde « rlo-" jl» J a)Uj » namivle İnce yolı ol ulu m enzilleri
mensur bir eseri de vardır. deyen Âşık Paşa, Kırşehir’de yatar. İlimize geldigi
Bay Şerif Hulîısi de gene Manisa’da Muradiye gündenberi yıırd ve işseverliği canlı izleriyle belirten
kütüphanesi - ilbayımız Mit
nin T ü r k ç e hat Saylâm’ın
yazmaları a l a bu biiyükTürk
sında « — şairini anmak
için 7 haziran
adlı manzum da bir tören
diğer bir ese yaptıra cağını
rinin mevcudi sevinçle işittik.
yetini sövüyor. Garibname de
Göremediğim nilen divanını
bu e s e r l e r öz dille yazan
hakkında hiç Âşık Paşa’nm
bir fikir ser- Türk edebi
dedemeyece - yatı tarihinde
ğim. ki yeri ger -
Müverrih Âli çekten yücedir
nin Künhül- Fakat tören
cıhbar’’ında ( C. için 7 Hazira
 şık P aşa ’nın K ırşe hir’deki m edfeni
o, S. 40) şöyle bir kayıd vardır: nın seçilişini bir türlü
«Âşık Paşa Târîh-i âl-i Osmân yazmıştır. l âdesini anlayamadık. Dünyanın her yanında büyükler için öl
avam ii havâsa şâmil olmasın irâde kılmışlar. Bu ha düğü gün tören yapılır. Bu yönde yetgesi olan Fuad
kire morkad-i pâkini ziyaret ve ol kitabı kırâat müyes Köprülii’nün bir eserinde Âşık Paşa’mn ölüm günü
ser olmuştur.» 733 yılı Saferinin 13 üncü salı gecesi olarak gösterili
Bu eserin, Âşıkî Derviş Ahmed tarafından yazılan yor. Bugünkü kullandığımız tarihe göre 22 Teşrinisani
«Âşık Paşazade tarihi» olduğunda hiç şüphe yoktur. 1332 de ölmüş demektir. Her halde ikinci bir törende
Âlî, uzun boylu tetkik edemediği için yanılmıştır. bu yanlışlığın düzeltileceğini umarız.»
Sicil'deki «Maarifnâmesi ve dîvân-ı şi’ri vardır»
— Şiirler —
kaydının yanlışlığı ise meydandadır. — I -
Âşık Paşa uzun asırlar şöhretini’ muhafaza etmiş Her gönül kim mazhar oldı ol Hak’a
ve büyük bir mutasavvıf olarak tamimıştır. Bir takım Hak anun üzre dura her dem baka
eserlerde ondan iktibaslar yapıldığımda biliyoruz Çün irer Hak’dan kula rahmet nazar
(Meselâ Reşehat tercümesine bakınız). Lâcerem ol kul bula ömr-i beka
Süleyman Dede’nin meşhur Mevlid’inde ise Gaıib- Ol hümâ kuş gölgesi düşdüği kul
name tesiri bariz’ bir surette göze çarpıyor. Hattâ Kul isa sultân ola ol mutlaka
Mevlid nâzımı, Paşa’nm bîr çok mısralarını aynen al Kande ol pertev olursa zerrece
mıştır. Âleme gerek anı evvel çaka
Türk Şairleri
136 Âş.
ey Miskin gözün yum sen cemâl-i mâsivallahdan Çün oldı hikmet ü esrâr
ün gör bunda dîdârm ne bâcet va’d-i ferdâye I Iem işe Âşık’’m işi
— V — — VI —
Kimin ki şensin iy kadı
Cemâlin pertevi iy dost salalı nûr-i envârı
Kamu yollarda yoldaşı
Olııb Mecnûn veş hayran kıluram nâle vü zârı
Senün lûtfıınla bezenmiş
Bu gözler kim seni gördi cihanın terkini urdı
Dürür anun içi taşı İrer vuslat makamına ohıb Maıısûr-i şeydâyî
Taşında devlet erkânı Tecelli derde dermandur kulun arzûsı sultandıır
İçinde ma’rifet kâm Bu can yoluna kurbandur görelden ol temâşâyı
Sentinle gönü vü canı Ciğer derdin i:e lııındur akan çeşmimde Ceyhun'dur
Ne var gezse dağı taşı Gönül ışk bahrine daldı nider bes gayri sevdayı
Bu benlik mahv olub kaldı cihan külli fenâ oldı
Olur dağ taş ana cennet Bu ma’ııi sırların duydı anınçiin oldı riisvâyi
Kılıır her dem ana minnet Bu yola can viren Aşık amel kıla Hak’a lâyık
Zihî mâl ü zilıî ni'met Şerâb-ı lemyezel içüb temâşâ kıl bu deryâyı
Zihî sonsuz anun yaşı
M rd. Ş. K. No: 48
Seni sevmeliden oldum baş
— VII —
Dökilü üş gözümden vaş
Yaşarsam dünyede bin yaş Nazenin bu ömrümüz bir göz yumub açmış gibi
Ko aksun bu gözüm yaşı Geldi geçdi duymaduk bir kuş konub uçmış gibi
Nice geçdi bilmediik bu rûzigâr önden sona
Özün yaşun ucı ölmek
Eyle tut şimdi bize bir yil esib geçmiş gibi
Döner ağlamağa gülmek
Niceler geldi bu mülke kitdi vü göçdi giru
Seni sevmek seni bilmek
Şöyle kim bir kârüban bir dem konub göçmiş gibi
Kurutmaz tâ ebed yaşı
İşbu dünyâya gelenler bir dem eğlenmediler
Gözüm her dem seni boylar Hâniimânın dök d i gitdi yağıdan kaçmış gibi
Dilüm her dem seni söyler Sinlere var kim bilesin bu halâyık ııeydiğün
Canum gönlüm seni soylar Sanasın kim bir ekiııdür Azrail biçmiş gibi
Unulmaz yiireğüm başı Bahtlııdıır şol kişi kim dünyede adı kala
Baş oldı yüreğüm senden Ölmedi diridiirür âb ı hayât içmiş gibi
Değülsin ayru sen benden Bu ömür sermâyesin olmaz yire lıarc eyledün
Dükendi gitdi ol sen ben Şöyle kim bir key delü nakdin suya saçmış gibi
Kesildi benliğüm başı İy Aşık sen ömrüni Hak ışkuna sarf eylegil
Tâ iresin hazrete bir göz yumub açmış gibi
Ne ben varum ne benlik var Kitapçı Bay R a i f’teki eski bir yasmadan.
Seni sensin seven iy yâr
Gözünde görinen dîdar - VIII —
Görendür bakmayan şaşı
Tanrı ışkımdan bu cümle âdemi
Seni her dem gören sensin Yöğriişübeıı geşt iderler âlemi
Kamu alan viren sensin Dağ aşub deryâ geçüb nister bular
Bu nakşı gösteren sensin Bu aceb rendin aceb nedür emi
Çü sensin cümle nakkaşı İy niceler varluğun satdı yoğa
Şâdi virüb satun aldılar gami
Bu nakşı çünki sen yazdım
Bulmadı bu derde derman kimsene
Yiizinde rengi sen ezdün
Bilmedi nedür bu zahmun merhemi
Kamu yüzlerde sen düzdün
Işk elünden niceler hayrân olur
Kalem birle göz ii kaşı
Işk elünden nice baş oldı semi
Senün fazlımla ey Gaffar Tutmadı âşıklarım gönli karâr
Kılıır dağ taş sana ikrâr Gitmedi gözlerimlin lıergiz nemi
Türk Şairleri ^
Tâcını vfı tahtını terk eyledi Cümle aklın ilmi sensin ger hakikat ger hayâl
Sen işitmedin mi şâhırn Edhem’i Âdem ü Havvâ ki'gvldi kırdı etin ızhârıdur
Bular atlaspûş iken gi\di palas Ya’ni bunlar ata ana ayruğı cümle iyâl
Ölmedin ön giçürtirler matemi Kamuya bir- lâfz içinde Yâ benî Âdem didin
Âşık anun ıskuna dün gün yeler Kimine atlas giyürdiıı kiminün giydüği şâl
Nitekim yüğriir deniz üzre gemi Şîs’i sen dervîş kıldun gecdi gitdi fakrile
Camiminezair S. 864 Nûh’ı kodun da’vet üzre didin eyle ihtimâl
Eyyub’a sen sabr virdin şol belâyı tartmağa
- IX -
Ya’kub’a htizn ü firâk u Yûsuf’a lıüsn ü cemâl
Bir kişi mâlıfel içinde sordı benden bir suâl Hem didin İbrâhim’e sen kurban it İsmail’i
İtdi niçün tiz ağardun di nedeııdür bu hayâl Giııe sen aldırmadın afv eyledin savdın vebâl
Beti didim ki bir giee her kim değirmeijde konar Kudretin Mıısî elinde ejdelıâ oldı asâ
İrte olunca olur ol koca vü kırgıl sakal Kıldı Fir’avn’ın tamâmet leşkeriııi pftymâl
Elli yıldur bu değirmen üstümüzde çevıenür Dâvud’ı bu yir yüzünde sen halîfe eyledin
Tan mıdur ki ağınırsa elli yılda saç sakal Hem Süleyman buldı senden tâc ü tahttı mülk ü mâl
İy nice serverleri kim bu değirmen öğtidür Hikmetin İsi dilinde ölüyi kıldı diri
Geçdiğince geçirür ol rûz ü hefte mâh ü sâl Mustafâ zâtında âlıır sen kodun lırılk u kemâl
Gerdişüıı değirmeni kim döndüğince zindedtir Ol Ebâ Bekr ü Ömer Osman Aliy—yi Mürtezâ
Dönmez ayrılmaz ya kimdür bî zevâl ü lâyezâl Bııldı senden sıdk ıı adi ti hem lıayâ vü hem kıtâl
Geçdi ömrün duymadun öyle sanursın tizdtir Enbiyâ zâtında kodun dtirlü diirlü mu’cizât
Ölesün anfrıazsun illâ anduğında mülk ü mâl Evlivâ cânında kodun ilm ü hikmet vecd ü hâl
Bakuben ölenlere hiç ibret almaz gözlerin Cümle âlem halkının rızkını sen kısm eyledin
Lîk her kande bakarsan gözlerinde zülf ü hâl Kimisi kahr u cefâ yir ü kimi yir yağ u bal
Nice anmazsın şunı kim cânı tenden tartıla Evvel ü âhır dahi hem zâlıir ü bâtın dahi
Gide görmek gözlerinden dilin ola geng ü lâl Cümle senin kudretinden aldı bu kam ıı fiâl
Kim biliser kimse hâlin taşradan sormağile Cümle gözler nûrı sensin cümle diller zikri sen
Kendiizine geldüği vakt ma’lûm ola cümle hâl Âlem içre senden artuk ne cevab var ne suâl
Dünyevi kafdan kafa hükm eyleyen tutarmadı Sen yaratdm diller üzre Aşık'm tevhidini
Bes biltin kim bu ecelden kimse kurtulmak mulıâl Cânına sen yoldaş evle ışkımı yâ Zelcelâl
Âşık ’a hiç korku yokdur zerrece bil sen anı Ey Çalab şendendin âhır bu firâk ıı bu lıicâb
Hâsıl oldıysa hakikat Hak ile kurb-i visâl Yine şey’ullâh senden rûzi kıl kurb-i visâl
Camiunnezair S. 387 Camiunnezair S. 385-386
X — — XI —
Ey kerim-i lemyezel ey pâdişâh-ı lâyezâl Kande kim bakar isem gözüme karşu duran ol
Saltanat külli senindür kim sana yokdur zevâl Gözeden karşu bakuben yine anı gören ol
Kadir ü kahhâr sensin hışm ü hem rahmet senün Ol hâkim-i mutlak dürür uş cismim içinde
Kudretinde kabzti bast u kahr ü lûtfu külli hâl Cânumda duruben kamu işüm bitüren ol
Yoğidi bu cümle âlem var idin sen bî nişan Oldur ki beni bir dem arâm olmağa komaz
Eyledin bu cümle mülki bî sebeb hem bî misâl Dağlar aşıırub ilden ile bini süren ol
Ol didün oldı bu âlem yir ü gök dirdi vücûd Oldur ki voğı var idtiben varı yoğ eyler
Dirileri öldürüb ölüler dirüren ol
Bitti yirden hoş nebât ü indi hem gökden zülâl
Dön didin göklere döndi dur didin durdı bu yir Ayruk dahi kim var- kani göster ne hakim var
Rence bırağan oldur şerbet içüreu ol
Ne melûldür gök işinde ne yire geldi melâl
Kudretin kabzında muhkem arş ti f'erş ü cism ü can Boynum ana bağlu yüreğüm dağludur andan
Boynumi bııruben yüıcğüme dağ uran ol
Emrin altında revandur rûz ü hefte mâh ti sâl
Ayrılmadı Âşık canı aminle biledür
Gün senin hükmün içinde durmadan gaitan döner
Candan içeru can oluben canda duarn ol (1)
Ay senün emrin elinde gâh bedr ü geh hilâl
Kitapçı Bay R a if'e aicl eski bir yazmadan
Yir ü gök mülkündürür sen padişahsın bîmekân
Yirde gökde istenüb sensin kamu bu kil ü kal - X II -
Şeş cihetden sen berüsin ley ki senden toptolu Işkun şerâbın içeli
Arş ti ferş ü şark u garb ü hem cenûb ü hem şimâl Kandalığumı bilmezem
Cümle sûret nakşının nakkaşı sensin bîgüman (1) Bu şiirin bazı mısralarında vezin bozukluğu var.
Türk Şairleri
139
Ru ışka yoldaş olaldan bu Âşık'm cânı Bu sûret oldı gerek bes temiz ii hem tertîb
Sataşdı devlete vı'i buldı lâli’i Me’mûn Gören bu sîıreti çüukim tuta bu sözde karâr
Anını ki cânı ezelden ııasib dııtageldi Anun sıfatına yokdıır bu dilde şeıh ü beyân
Bıı gün bu dünya eviinde niçün ola mağbıın Bu dil meğer şunı ide bile ki akla sığar
Caıniuıınczair S. 604, 605 İki cihan pes aııunla dolııbdurur lîkin
- XV - Bu âdemî suverinden görinür ol Settâr
Hadis değül mi ki mü’mine gözgii mü’miııdür
Anı ki cânum içinde komuşdur ol Cebbâr
Anun dahi adı mü’min senün dahi iy yâr
Ne akl nakl id er anı ne dil kılur lekrâr
Hakikat oldı i mü’min özündürür gözgi
Bu akl u câıı iı gönül ol eserden esriikdür
Bu mü’mini görü ben bes getiirmegil inkâr
Anun kolıusıın alanlar nite olur lıüşyâr
Bu Âşık itdiiği mü’miıı olubdiirür iy dost
Çün ol lıulâsa-i hazret süvâr olub geldi
Bak ol velî vüzine kim görasiıı anda ne var
Anun rikâbı önünde piyâde cümle süvâr
Bu sır ki geldi dile sırrı andan artukdur
Yakindür ol bize bizden nice ırak bilelüm
Dile nice sığa ol câıı içindeki esrâr
Nice yakıtı ki ömür geçdi şöyle hasret ü zâr
Bu can anunla müzeyyen anı niçün görmez Canımıınezair S. 241 - 243
Bu akl anunla mtikerrem niçün olur mekkâr
Anunla muhkem ü kavim durubdurıır yir ü gök — XVI —
Velîkin anı göramez biri birine sorar
Dilüm bülbül oldı öter
Yiri yardtdı buvurdı didi ki dur durdı
Âlıum câna kılur eser
Hemin işâret ile şöyle durdı tutdı karâr
Dürlü dürlii vimiş biter
Yirin yaratdı vu bir kez didi ki dön döndi
Ma’mıır oldı biistânımuz
Anun içün dönadur durmadın bu leyi ü nehâr
Bu yidi vılduz anun hükmüne kılurlar hükm Geçenler nitdi neyledi
Biliin ki hâkimi görmez enin olur seyyâr Her birisi bir ad kodı
Çihâr unsur anunla durubdurur lîkin Leylî vü Mecnûn gibi
Göramez anı bu hâk ü bu âb ü bâd ü bu nâr Söyleniser destânımuz
Bu cümle âlemi oldur diri vü tâze tutan Işk ile başımı lıoşdur
Aceb budur göremezler katındadur dildâr Kailde varsam yoldaşdur [1]
Seni diri tutanı sen göramesen zî hayf
Yıl 011 iki ay sarlıoşdur
Eğer bu hakde kahırsan sana zi neng ü zi âr
Işkdan içdi cânumuz
Zihi ki gayet - i gaflet tutubdurur halkı
Göramez anı ki gözde görür ü elde tutar Mutî’ olduk ışk hâline
Göran ü işiden ol u duyan u söyleyen ol Bakmaduk dünyâ mâline
Değül diyen kanijıtsün kim andan ayru ne var Girdiik erenler yolma
Bu halkile bu emir kim bile birikmişdür Dürüst oldı îmâmmuz
Bulardürür ki Hak’ın kudretin kılur izhâr
Ne kaşadur ne gözedür
Yaratdı halkı vü kıldı cemâline gözgiı Meyilimüz hub yiizedür
Bu gözgüde göriinendür görane ol dîzâı-
Dâimâ solmaz tâzedür
Gözügüde şu görinen göz ü kamu yüz hem Bu bizüm gülistân-muz
Anı gören yine oldur iki dimen zinhâr
Niye ki bakdum anunla anun yüzin gördüm Kim buldı derman ecele
Ne kim görürsem (1) anınçün getürürem ikrâr Görse gerek her ki gele
Neden kim ün işidürsem görürem ündeki ol Biz dahi gidaruz ol yola [2]
Ne reng gelse anundur bu cümle nakş u nigâr Menzildedür kervaııımuz
(1) Asıl metinde görsem yazılıdır, (2) «Ol» yahut «biz» kelimesi fazladır.
Türk Şairİeri
Cûşa. geldi yir ü gök döndi semâ Dünya ahret doğru yoldan ırmasun
Âşık (Riyazîzade) — Danişî’nin yazma bir diva» taklid etti ve o da Musa Çelebi hakkında bir varsağı
nında ( Tpk.Bg. K. No 166) “Riyazîzade Âşık„ serlev- vücude getirdi.
hasile bir şiir kayıdlıdır. Ve bu şi’ri Danişî tanzir ederek İşte evvelce yalnız Evliya Çelebi’nin rivayetinden
bizzat kendi el yazısıyla divanına kaydetmiştir. istifade eden Bay Fuad Köprülü, bilâhare daha mühim
Tezkirelerde Şair’e aid hiç bir malûmata rastlama vesikalar elde etmiş ve şu fikirleri ileri sürmüştür :
dım. İhtimal ki Aşık, meşhur şair ve tezkireci Riyazî’- “Hayat mecmuasının 40ıncı sayısında Dördüncü Mu-
nin oğludur. Manzumeyi aynen naklediyorum: rad’a aid bir varsağı neşretmiştim. Bu varsağı bazı
mecmualarda Dördüncü Murad namına kaydedilmiş
Var mı bir dil k - olmaya derdinle nâlân sen nesin olduğu gibi Evliya Çelebi de Seyahatname’sinin birinci
Sen nesin ey gamze-i sermest-i cânan sen nesin cildinde bunu teyid eder; Hattâ bunun Derviş Ömer
Kıl nazar âyîneye bak kilk-i kudret neylemiş Ruşenî tarafından bestelendiğini de ilâve eyler. Bir
Sen de insâf eyle ey âşûb-i devran sen nesin mecmuada bu manzumenin Gevherî’ye isnad edildiğini,
Her ne itse vechi vardır âşıka cânânesi hattâ Haşan Ağa adlı bir bestekâr tarafından “Devri
Anlasak ey gerdiş-i bed ahd ü peyman sen nesin revan„ usulünde bestelendiğini gördüm. Diğer bir
Ey sipihr-i bî mürüvvet bakmadın feryâdıma mecmuada bunun Dördüncü Murad tarafından Musa
Hâlime rahmeyledi kâfir müselman sen nesin Çelebi için söylendiğini, Devri revan usuliyle bestelen
Devlet-i pâbûs-i yârı eylemişsin ârzû miş olduğunu okudum. Manzumenin başında bu yolda
Sen nesin ey Âşık-ı sermest-i cânan sen nesin mukayyed olmakla beraber, en son kıt’ada şairin ismi
Âşık olarak zikrediliyordu.
Âşık (Sazşairi) — XVII nci asır şairlerinden olan
Âşık, Dördüncü Murad’ın mahlası değildir. Ve o
Âşık’ın hayatı hakkında bugün kat’î hiç bir şey söyle
devirde Âşık ünvanmı taşıyan maruf bir saz şairi de
mek kabil değildir. Yalnız bilinen bir şey varsa Şair’in
malûmumuzdur. Bu metinleri iyi tedkik edince, bana şu
XVII nci asır içinde yaşamış bulunmasıdır. Onun
kanaat geldi :
Musa Çelebi hakkında yazdığı varsağı bu hususta hiç
Benim Hayat’ta neşrettiğim metin, Âşık’a aiddir; ve
bir tereddüde mahal bırakmamaktadır. Bir desise ile
devri revan usulünde Haşan Ağa tarafından bestelen-
(1041 — 1631 ) de öldürülen Musa Çelebi hakkında
miştir ki, işte muahharen Gevherî’ye isnad olunan da
yazılan bu mersiye, bize gösteriyor ki Âşık, O tarihte
budur.
manzumeleriyle şöhret kazanan bir şairdir. Bu şiiri
Bu metinde Musa isminin zikredilmemesi bunu gös
Murad IV . a isnad ederek ilk defa neşreden Bay Fuad
teriyor. Evliya Çelebi’nin bir kıt’asını zikrettiği Dördüncü
Köprülü bu hususa dair şu malûmatı veriyor ( Fuad
Murad’a aid manzume işte Aşık’a nazire olarak söylenmiş
Köprülü: On birinci asra aid bir varsağı, Hayat mecmuası
tir. Evliya Çelebi’de kaydedilen kıt’a ile o metin arasın
N o : 40, S. 264):
daki münasebet te bunu teyid ediyor. Şu halde esasen
“Millî tetebbular mecmuasının birinci sayısında“Âşık Âşık’a aid olan manzumenin Gevherî’ye isnadı tama-
tarzının menşe ve tekâmülü,, hakkındaki bir makalemde mile yanlıştır.,,
Dördüncü Murad’ın sevgili musahibi Musa Çelebi hak Pek doğru olan bu mülâhazalar da gösteriyor ki
kında tanzim etmiş olduğu bir varsağının bir parçasını Âşık, XVII nci asrın meşhur saz şairlerinden biridir.
neşretmiştim Evliya Çelebi’nin musikideki üstadı Derviş Onun manzumelerine ekseriyetle aynı asra aid mecmu
Ömer tarafından bestelenmiş olan o varsağının mezkûr alarda tesadüf edilmesi de Şair’in Murad IV . devrinde
parçasını Evliya Çelebi seyahatnamesinde bulmuş ve iştihar ettiğine kuvvetli başka bir delildir.
oradan almıştım ( Seyahatname, C. 1, S. 249 — 250 ) >
. Murad’ın bile bir manzumesine nazire yazdığı Aşık’ın
Ahîren tedkik ettiğim bir mecmuada “Şarkı-i Murad sarayla alâkası olan saz şairlerinden olduğunu kuvvetle
Hân-ı Râbi’ der hakk-ı Musa Çelebi,, ünvanı altında tahmin edebiliriz. Şair’in “bir manzumesinde, bir zaman
bu varsağının tamamını buldum. padişahın iltifatına mazhar olduğunu, onunla hemdem
On birinci asra aid olan bu halk türküsü zamanını bulunduğunu; fakat her nedense kendisinden ayrı düştü •
tayin edebildiğimiz bu cins eserlerin en eskilerinden günü ve o hayata tekrar kavuşmak ihtiyacını taşıdığını,,
olduğu gibi, o devir saray hayatına aid mühim bir ha anlatmaktadır.
diseyle, yani Musa Çelebi’nin katliyle alâkadar olduğun Bay Nihad Sami, kendisindeki bir cönkte yazılı
dan her halde şayanı dikkattir. olan Âşık’ın 7 manzumesini neşretmiştir ( Şair Âşik ve
Gene mezkûr mecmuada münderic bir kayıd bunun halk şairlerinde Oirid savaşı: Kültür haftası No: 20).
“Devri revan,, usuliyle bestelenmiş olduğunu da göste Bunlar arasındaki şiirlerden biri Âşık’m Deli İbrahim
riyor. „ devrinde de yaşadığını ve (1055-1645)de başlayan Girid
Filhakika Murad, bu katil hadisesinden çok mütees savaşında bulunduğunu sarih olarak göstermektedir.
sir olmuştur. bundan dolayı Âşık’ın manzumesini Bu manzumeyi aynen naklediyorum :
10
Türk Şairleri
146 Âş.
— mecburiyetinde
Türkü-i O
yaşamak irid — kaldığından dolayı şikâyet et
Girid defterleri irsâl olundu mektedir. Şiirlerine nazaran aşk yüzünden pek az mes’ud
Hâk-i izzetinde bil pâdişâhım olduğu anlaşılan Âşık, tam manasiyle lirik bir şairdir.
Venendik kıralı âh idüp ağlar Onun samimî heyecanlarından başka hiç bir şeyi mevzu-
Sen gül gibi açıl hey pâdişâhım bahs etmediğini görüyoruz.
Âşık’ın daha XVII nci asırdan itibaren bir çokları
Top tüfek sesinden inledi dağlar tarafından tanzir edildiğini elde mevcud mecmualardan
Yanar ateşlerden açılur bağlar anlamaktayız. Kuloğlu, Gevheri, Âşık Ömer, Karaca-
Venedik kıralı âh idüp ağlar oğlan, Âşık Haşan gibi meşhur sazşairleri Âşık’a
Akar gözlerinden sel pâdişâhım bir takım nazireler vücude getirmişlerdir.
Gaziler kılıcın alur destine Şair’in bir takım manzumelerine besteler yapıldığını
Cümlenin muıâdı kâfir kasdma da gene mecmualardan öğrenmekteyiz. Bir mecmuada
Elli beş günde Girid üstüne (M it. Altn. K. Mz. Mc. N o : 849) onun bir semaîsi
Ser virüp ser aldı kul pâdişâhım “Beyatî beste„ olarak kayıdlıdır.
Âşık’m bugün epeyce manzumesine sahibiz. 1934
Macar kiralına göndüb (gönderüb) malı yılı sonlarında “Âşık : Hayatı ve eserleri,, adıyla çıkar
Haraç virsün deyu gedâyı bayı dığım broşürde onun 22 şiirini neşretmiştim. Daha son
Akdeniz’de fetheylerse Malta’yı raki araştırmalarımda bir bu kadar daha manzumesini
Andan İstanbul’u al pâdişâhım buldum. Bay Namdar Rahmi de Bursa kütüphanelerin
den birinde bulduğu kıymetli bir mecmuadan onun bazı
Yaşa ey sâdetlü sultânım yaşa
şiirlerini tesbit etmiştir.
Hak dînimiz bâtıla dönmez hâşa
Hiç şüphe etmiyorum ki, bundan sonra yapılacak
Havada kuzgunlar süzüldü leşe
tedkikler sayesinde bu mühim şairin hayatına aid daha
Ölen ma’lûm olsun bil pâdişâhım
bazı vesikalar elde edilebilecektir.
Garib Âşık bunu böyle deridi — I _
Kalmayub düşmanın bağrı eridi — Varsağı —
Bin elli beşinde aldık Girid’i
Kuğumu yâre gönderdim
Gayet mubârektir hal pâdişâhım
Kuğum eğlendi gelmedi
Bu Türküden de anlıyoruz ki Âşık, bir çok sazşa- Selâmetle gelür derdim
irleri gibi ordu mensuplarındandır. Musa’m eğlendi gelmedi
Âşık edebiyatının tekniğine hakkıyle sahib olan
Ne hâlet geldi serine
Âşık, cidden mükemmel eserler vücude getiren bir saz-
Mecnun mı oldı birine
şairidir.
Âşıkı m-oldı bir birine
6-)-5 =11 veya4+4=8 hecesiyle ve nadiren aruz vez Musa’m eğlendi gelmedi
niyle manzumeler yazan bu kıymetli şair, bir de bugünün
müstezadlarına benzeyen bir türkü vücude getirmiştir. Hep kuğusun buldı iller
Ekseriyetle Âşık mahlâsını kullanan şairin, bir man Gözedir gözlerim yollar
zumesinde de Kul Âşık mahlâsını kullandığı görülmek Issız kaldı bizim yerler
tedir. Musa’m eğlendi gelmedi
Âşık, divan sahibi şairlerin muayyen bazı teşbihlerini Bizden gayri yâr mı buldı
Eserlerinde en ziyade aşkın elemlerini terennüm eden Kara gözlüm senden murad alınmass
Şair, sevgilisinden g ö rd ü ğü cefadan, veya ondan ayrı C ân a çevrin çoktur fendin bilinmez
Türk $airlerî
14*7
Hiç tenhâ bulamam yâri D ehânında lebindir dirdim ana ey büt-i tersâ
Adem milkinde m e’vâ itmiş olsa hazret-i îsâ
Arada engel kalmaz mı
*
* *
Ferhad’dır dağları delen V eli tâb-ı taravet görmemiştir gonce-i bahtım
Şirin’in yoluna ölen Ne cânibden eser bilmem nesîm-i lûtf u ihsanı
Arslan gibi çalar çırpar Bu şiirlerin aynı adama aid olduğu tahmin edilebilir.
Kaplan gibi yola bakar Âşıkî’nin elimizde bulunan manzumlerine nazaran
Gökte buluttan nem kapar kudretli bir şair olduğu muhakkaktır.
Ben gönlüm ah bilmez miyim Âşık Çelebi ve Haşan Çelebi'nin ondan bahsetme-
yişleri, her halde o zaman şairin küçük bir yaşta oldu
Der ki Aşık yâri gözler ğundandır. Bilâhire etraflı bir tezkire yazılmamış olması
Yakdı derûnumı sözler ve Kafzade'nin de tercümei hallere ehemmiyet verme
Beş pâdişahlık bir özler mesi yüzünden Âşıkî’nin hayatı bugün bizce meçhul
Ben gönlüm ah bilmez miyim kalmıştır.
Tpk. Hz. K. Mc. No : 1715 Âşıkî’nin mecmualarda bulduğum bazı şiirlerini nakle
Bibliyografya: Evliya Çelebi : Seyahatname, Fuad Köprülü :
diyorum :
X V II nci asır sazşairlerinden Gevheri, X V II nci asır sonuna kadar — 1 _
Türk sazşairleri, X V II nci asır sazşairlerinden Kul Mustafa ve Gene
Osman hikâyesi, X V II nci asra aid bir varsağı (Hayat mecmuası
Zülf-i siyehin dolaşalı boynuma cânâ
N o : 4 0 ), Naima : Tarih C. 3, , Sadeddin Nüzhet : Karacaoğlan Düşti uzun uzak bu kara başımş sevdâ
Hayatı ve eserleri, Gevheri, Halk şairleri 2 nci kitap, X V II nci asır Vech-i hasenin görse kaçan dir dil-i şeydâ
şairlerinden K u loğlu, Âşık Ömer hayatı ve eserleri, X V II nci asır Zî sâni’ü zî kadir ü zî hayy ü tevânâ
sazşairlerinden Âşık, Nihad Sami : Şair Âşık Kültür haftası No : 20 Elminnetü lillâh sanemâ deyr-i cihanda
Salim : Tezkire ve m uhtelif mecmualar.
İhyâ-yi memât itti lebin hemçü Mesîhâ
 şık (Sazşairleri) — Âşık Ömer, Âşık Kerem, Âşık Zulmette hayât âbını dil buldı Hızır vâr
Garib, Âşık Halil... gibi tanınmış bir çok sazşairleri- Sordukta lebin hatt-ı siyâh içre nigârâ
nin adları başında bulunan bu kelimeyi nazarı itibare Feryâdı budur bülbülünün bâğ-ı cihanda
Soldurmaya sen gonceyi Allahu taâlâ
almadık. Bu şairleri asıl adları ile yazmağı doğru
bulduk. Vaslın taleb iden kişi mahrum ola mı hîç
Elbette virür tâlibe matlûbum Mevlâ
 şıkî (Defterdarzade) — XVI nci asrın son nısfında Meydân-ı mahabbette serin Âşiki vir kim
yetişen Âşıkî’ye dair hiç bir tezkirede tarihî malûmata ! ol* I ¿j* o
tesadüf edemedim. Yalnız Kafzade F aizî tezkiresinde
Prv,
«Bu şiir anındır» serlevhasile şairin şu üç beyti kay
dedilmiştir: — II —
Emdügiyçün lâ’lini ol gözleri mestânenin
D ild ir bilen hayâlini dîdem neden bilür Kana kana kanını içmek gerek peymânenin
Bilm ez efendi çok yaşayan çok gezen bilüf
Komasun elden nola bir dem ayağın zâhidâ
Iyliğin çok görmüşüz âlemde biz humhânenin
Türk Şairleri
Ât. 149
Kankı şâne dil uzatmak diler ise zülfüne  tıf (Çavuşzade) — XIX uncu asır şairlerinden Âtıf
Pârelensün tîg-ı mihnetle dili ol şânenin hakkında Fatirı şu malûmatı veriyor:
Sâkıyâ devr-i lebinde hoş geçer sanma bizi “Ahmed Âtıf Bey Derseâdet’te 1209 (M. 1794) târi
Döne döne acısını çekmişiz peymânenin hinde kademnihâde-i sâha-i vücûd olup on üç sene
Hâbe varmış bâğ-ı hüsn içre o nerkisler yine mikdârı mektûbi-i vekâletpenâhî odasına müdâvemetle
Aşıkî şeftâlüsün almak gerek cânânenin ilm-i kitâbette derkâr olan mehâreti iktizâsmca oda-i
Nzr. mezbûr serhalîfeliğine ve üç sene zarfında sadâret-i
— III _ uzmâ mektupçuluğuna ve üç sene mürûrunda küçük
Sanma bülbülleri gülşende figan eylerler tezkirecilik memûriyetine ve üç sene tamâmında ol vak
Gonceye vasf-ı lebin yine beyân eylerler > tin ta’bîrâtı üzere Mansûre mektupçuluğuna ve üç sene
Güllerin bâğda ger humretini sorar isen tekmilinde bir mâh mikdârı takvimhâne-i âmire nezâre
Hâlet-i mihr-i rühindir ki iyân eylerler tine ve ba’dehu meclis-i vâlâ-yi ahkâm-1 adliye baş
Mestler lâ’l.i lebin yâd idicek meclisde kitâbetine ve muahharen meclis-i mezkûr a’zâsı sınıfına
Biri birine düşüb yok yire kan eylerler bililhâk üç sene mürûrunda bâ rütbe-i ûlâ tersâne-i
Nakd-i cân ile alur her ki metâ’ -ı vaslı âmire müsteşarlığına ve bir sene tamâmında iki mah
Sanma anları ki ey hâce ziyân eylerler müddet ticâret müsteşarlığına revnaktırâzı âtıfet buyu
Âşıkî mâh ı nevi gökde yoliyle arayub rulup Tanzîmât-ı hayriyye usûl-i mehâsin şümûlüni tes
viye ve icrâ eylemek üzere 1257 (M. 1841) senesi Kü
Çîn-i ebrûları havfile nihân eylerler
tahya defterdarlığına memûren cânib-i merkume azi
Mit. Alm. K • Mz. Mc. No: 646
met ve bir sene ikametten sonra Derseâdet’e avdet
Bibliyografya : K fz ., mecmualar.
eyleyüp ol aralık Anadolu defterdarlığına ve üç sene
Âşıkî (Müverrih) — Derviş Ahmed’e bak. mürûrunda masraf nezâretine revnak efzâ olmuş iken bir
kaç mah nâmizâc olarak îrâd-ı hayâtı masraf. ı memâta
A tıf (Amasyalı) — XVIII inci asır şairlerinden Âtıf
vefâ itmeyüp 1263 (M. 1846) senesi şehr-i muharremin
hakkında Salim şu malûmatı veriyor:
de vefât eylemiştir. Müşârünileyh Çavuşzâde dinmekle
“Nâm-ı nâmî ve ism-i kirâmîleri Ahmed’dir Harf ı
arif bir şâir-i zarif olup sehâ-yi tab’ı mânend-i Hâtem
ayn-ı mühmelede Abdî (idî) mahlâsı ile keşide, i silk-i
erkam olan mevâli-i kirâmdan Amasya’lı Bayram efen- meşhûr-i âlem ve şi’r ü inşâsı müsellem-i ashâb.ı naz
ın ü kalemdir.»
di’nin büyük mahdumlarıdır. Pâdişâh-ı âlempenâh
Aynı eserde «Gazel-i mühmel serlevhasiyle şu man-
(.LilIpjiJuCi. ¿ I jJİ. hazretlerinin şehzâde-i cevanbahtleri
zumesi kayıdlıdır :
saâdetlu Sultan Mehemmed hazretleri 1125(M. 1713)târî-
Mâilim ol turra-i tarrâre âh
hinde gehvâre-i vücûdu teşrîf buyurduklarında lisân-ı
hümâyûndan olmak üzere (Mısra’) Âhdır kârım demâdem âh âh
Andırır mâha o dildârım hele
Hâle-i kâkül olur ana güvâh
Elde mül gelse o gül serdir mahal
târihine muvaffak olup huzûr-i hümâyûna arz olundukta
Sâha-i dilde ana ârâmgâh
makbûl-i hümâyûn olmak şerefin hâiz olup mukabele
Vaslına âmâdedir her dem gönül
sinde Amasya’da bir medrese.i celîle ile çerâğ buyu
Hemdemim hem olmasa ger sedd-i râh
rulup nâil i merâm oldular. Pâk tabîat bir şâir-i mâ-
Anladım her güdeğe dildâdedir
hir-i pür ma’rifettir. Tabîat-i şi’riyyesinden mâadâ ci-
Âtıfâ âlûde gönlüm âh âh
het-i ilmiyyesi de ma’mûr bir vücûd-i maârifmevfûrdur.
Bibliyografya : Ftn.
Bu güftâr cümle i âsârındadır:
 tif (Defterdar)— XVIII inci asır şairlerinden olan
Şeb-i hasret geçüp mihr-i emel dîdâr göstersün
Âtıf İstanbulludur. Tuhfei hattâtin’de şairden «Musta
Tırâş itsiin hatın ya’ni o meh ruhsâr göstersün
fa Âtıf bin Mustafa» başlığıyla bahsediliyor. Diğer bazı
Ser-i serv üzre aks-ı mihr-i subhı pây best itsün
menbalarda da aynı ad görülmektedir. Ramiy tezkire
O gül nahl-i letafet gonce-i detsâr göstersün
Gül-i nevrûze bakmaz tûtiyan her dem bahâr-ı dil sinde ve ondan naklen Sicil’de ise “tsm-i nâzeninleri
O şekker leb heman âyîne-i ruhsâr göstersün Mehmed Emin„ olarak kayıdlıdır.
Mey-i mazmûn-i rengîni pür it m â’na-yi ta’bîre Âtıf, Ahmed III. devrinde Başbakikulu kesedarı
Çü reng-i bâde kendin m a’ni-i eş'âr göstersün
olmuş, İzzet Ali Paşa’nın vezirliğinden evvel defterdar
Ramiz tezkiresinde de Salim1d&n naklen Şair hakkında lık ettiği sıralarda mektupçuluğunda bulunmuştu. Onun
kısaca bahseailmekte ve sonunda, « Evâsıt-ı devr-i paşa olması üzerine bir müddet açıkta kaldı. (1140-1727)
Sultan Mahmûdî’de âzim-i dârülkarâr» olduğu söylen de “defterdarı şıkkı evvel„ oldu. Sonra azledilerek Ge
mektedir. libolu’ya nefyedildi. (1150 — 1737) de tekrar aynı va
Bibliyografya'- Sim ,, Rmz. zifeye geçti. Gene memuriyetinden ayrılmak mecburiyeti
Türk Şairleri
150 Ât.
karşısında kalmıştı. Bu defa isteğiyle hacca gitti. ittisalinde bir kütübhâne-i bîbahâne bünyân itmiştir.
(1154 - 1741) de üçüncü defa defterdar oldu. 1155 yılı - Hidemât-ı yevmiyede şâir mülûk ve vüzerâ dârülkütüb-
muharrem (Rmz.) veya cemâziyelevvelinde (Thf.) vefat lerine nümûne olup anın mukallidi olmuşlardır.»
etti (M. 1742). Üsküdar’da Miskinler civarında Şerif Aynı eserde Şairin babasına aid şu kayıdlar da gö
kuyusu denilen yere defnedildi. rülüyor:
Âtıf, devrinin oldukça kudretli şairlerinden biridir. “Pederi sâhib ayâr ve kesret-i dirhem ü dînâr ile
Seyid Vehbi, Vekâletname’sinde onun için, şöhret şiâr olmağla sadr-ı esbak dâmad Said Ali Pâşâ-
yi şehîd bir bahâne-i şer’iyye ile şehîd eylemiştir.»
Velî başbâkı kulu kîsedârı Âtıf-ı hoşgû
G üzel hoş lehçe bir şâir olur incitmeyin anı Ramiz tezkiresinde de Âtıf’ın cömerd fakat gururlu
diyor. bir adam olduğu şu cümlelerle ifade edilmiştir:
Fasih ve emsali şairlere nazireler vücude getiren «... Elsine-i selâsede mehâreti zâhir pâkîze edâ bir
Âtıf, bilhassa İzzet Ali Paşa’nın bir hayli gazelini tan- şâir-i huceste hisâl olduklarından mâada bittab’ tatyîb-i
zir etmiştir. Esasen bu iki şair arasında derin bir sa hâtıra ve hayr-i cemîle mâil-i dâmen keşîd-i ucb ü
mimiyetin mevcud olduğunu görmekteyiz. Paşa hakkın istikbâr bir zât-ı şîrin şemâil idi.»
da iki kaside yazan ve bazı kıt’alarında da onu med- _ I —
heden Âtıf, Paşa’nın bir gazelini tahmis ettiği gibi İz Vuslatın kadrini mehcûr olmadıkça bilmedim
zet Ali Paşa da Âtıf’ın, Âfiyet lütfunı rencûr olmadıkça bilmedim
Vuslatın kadrini ınehcûr olmadıkça bilmedim Bâde-i pür zür-ı aşkın nükte-i keyfiyyetin
Âfiyet lûtiunı rencûr olmadıkça bilmedim Arz-ı kâm itmekte mecbur olmadıkça bilmedim
beytiyle başlayan gazeline bir tahmis vücude getirmiştir. Âteş-i sevdâ ile yanup yakılma niydüğün
XVII nci asır şairlerinin ve bilhassa Nabi’nin tesiri Aşkile hemhâl-i tennûr olmadıkça bilmedim
altında daha ziyade hakîmâne mahiyette eserler vücu Lûtfunı imdâd-ı ceyş i neş’e-i câm-ı Cem’in
de getiren Âtıf, Arapça ve Acemce şiirler de kaleme Leşker-i ekdâre mahsûr olmadıkça bilmedim
almıştır. Â tıfâ seng-i sitemperdâz-ı a’dâ niydüğün
İstanbul kütüphanelerinde Âtıf’ın epeyce yazma di Câm-ı hâtır gibi meksûr olmadıkça bilmedim
vanı mevcuddur (Meselâ bakınız-. Ünv K.No: 2857, Tpk, - II _
Rv. K. No: 160). Cerîde-i ameli tâ bekey siyâh idelim
Şairin divanı 714 beyitten ibaret küçük bir nüshadır. Dili mülâzim-i dergâh-ı subhgâh idelim
İzzet Ali Paşa hakkında 2 kaside, biri Rakım’a, di
Yeter bu keşmekeş-i çille-i niyâz ü emel
ğeri İzzet Ali Paşa’ya 2 tahmis, 12 tarih, 14 kıt’a ve
Bir az zaman da gönül meşk-ı tîr-i âh idelim
rubaî ile 5 beyit ve 2 lügazden ibarettir.
Sefer göründi bize nâledir derâ-yi tarîk
Âtıf’ın kozmoğrafya ile de uğraştığını görmekte Derûnı meş’al-i âteş feşâne râh idelim
yiz. Divanın sonunda, “Muâmelât-ı mâliyede sene-i ka Satup gamı alalım deste câm-ı sahbâyı
meriye yerine sene-i şemsiyenin tatbîkı hâlinde hazîne-i Keder didikleri kallâşa bir külâh idelim
devletin müstefîd„ olacağına dair bir lâyiha münderic- Alub hayâlde Atıf miyâmn âguşa
tir. Gene divanın sonunda onun yazdığı arîza ve tez Bu âleme bu gice gönli haclegâh idelim
kere suretleri de vardır. Bir divan sonunda da Telhis aldı
- III —
muhtasar bir eserine rastlıyoruz (Tpk. Hz. K . No- 882).
Âgışte feyz-i sabr ile hâl-i tebâhımız
Âtıf’ın hattatlıkla iştihar ettiğini de görüyoruz Müs-
Hussâde tûtiyâ gibidir dûd-i âhımız
takimzade diyor ki (Thf.) :
Beyt-ül-hazen didikleri bu Kâ’be-i dilin
Y a’nî cenâb-ı atıfet ârâ-yi defterî
Kim dürr-i vasfı târ-ı hat-ı mistarımdadır
Mîzâbı dîde kisvesi baht-ı siyahımız
Biz hem nihâd-ı şu’le-i şem’-i tecelliyiz
Hüsn-i hatt-ı sülüs ve neshi Ağakapulu İsmail efen-
Âteşten olmalı serimizde külâhımız
di’den ve sonra oğlu Mustafa efendi’den yazmıştır.
Bu haclegâh-ı turfa merasimde Âtıfâ
Defterdar kalemi küttâbından olmağla dîvânî ve rik’a
Ol Yûsuf'uz ki ismetimizdir günâhımız
ve siyâkatte dahi kemâli ve husûsâ keskin dîvânî hat
Bibliyografya: R m z., Thf., E sd., F tn,, Sel. Hattu hattatan,
ları düstûrül’amel-i hâcegânîdir.» O s m ., Fş.
Bursalı Tahir, «Mi’yârülkelâm ismindeki galatât ri- Â tıf (İstanbullu) — XVIII nci asır şair ve hattatla
sâlesinin de bu zâtın âsârından olması melhûzdur» rından olan Âtıf hakkında Müstakimzade şu malûmatı
diyor (Osm.). veriyor (Thf.) :
Âtıf’ın adını yaşatacak en mühim eseri hiç şühpe «Mehemmed Emin Âtıf bin Mehemmed Şehridir. Pederi
yok ki tesis ettiği kütüphanesidir. Müstakimzade di Kepekçiler câmi’i dimekle ma’rûf mahalle câmi’inde imâm idi.
yor ki {Thf.) : «Âsâr-ı hayriyesinden Şeyh Vefâ dâiresi Ve kendileri Rumeli kalemi kuzâtından olup seb’a ve
Türk Şairleri
Ât. 151
aşereyi on yedi yaşında tekmîl ve takrîbe dahi takar- hâne-i huzûr ve Ayvansaray kapusu hâricinde Eyyub
rüb eylemişti. Pederi mezbûrun hemşiresi nâmdâş-ı rehgüzârmda nihâde-i lâhd-i kubûr olau Dâmad Haşan
Ebülkasım Hâce Mehemmed Râsim efendi merhûmun o Paşa imâmı dinmekle şöhretşiâr Ahmed efendi nâm zâ-
târîhde halîle-i celîleleri bulunmağla jUVl t-ı serâmed-i fazîlet medârın mahdûm ı cemîl-i celîl-ül-
maâli vasf-ı hâli iken isti’dâd-ı Hudâdâd ile endek za mikdârı olmağla mehâdîm-i kirâma muhtas olan mülâ-
manda irşâd-ı üstâd-ı müşârünileyh ile hüsıı-i hatt-ı sü zemetle hâl-i sigarında tevkîr ve ihtiram ve bâlig-i me-
lüs ü neshi temeşşuk ve tekmîl ve bilistihkak vetîre-i bâlig i sinn-i nisâb oldukta imdâd-ı meleke-i tab’ı se-
şeyhânede vaz’-ı lâfza-i ketebeye icazet ve izn ile teb dâd ile tahsîl-i ilm ü kemâle bezH ictihâd idüp fuhûl-i
cil olunmuş idi. Hüsn-i hattı gibi hüsn-i tab’ı dahi olup kirâmın halkari ders ve ifâdelerine kuûd ve tekmîH fü-
Âtıf mahlâsiyle nuût-ı pesendîde ve şâir eş’ârı ve te- nûn-ı ilmiye ile zürve-i a’lâ yi irfâne suûd itmeğin
varîh-i güzidesi vardır. Hattâ Ferhengi-i Haşan Şuûrî . . . senesi hilâlinde medrese-i hâriçle dâhil-i müderrl
hitâm-ı hatm ve tab’ına âhırında mersûm olan târîh i sîn i kirâm ve refte refje kat’-ı merâtib-i tarîk ve ha-
fârisî bunlarındır. Otuz yaşını henüz tekmîl eylemişken reket-i alâ mâyelîk iderek Dârülhadîs-i Süleymâniyye’de
mat’ûnen azm-i beka ve Edirne kapusu hâricinde dî- vaz’-ı seccâde-i ders ve tahkîk idüp kâmbîn ve reis ül
dedûz-i lika oludduğu bu târih ile mazbûttur: müderrisîn olmağla serefrâz-ı emsâl ve 1160 (M. 1747)
Meded hemnâm-ı Peygamber Em înâ Atıf-ı hoşgû senesi hedûdunda mahrûse-i İzmir mevleviyeti ile tev
îdüp rihlet kalem kıldı o dem i’lâm ahibbâye kîr olunmağın nâil-i âmâl olmuşlar idi 1160 (M. 1747)
D ii târihin bu beyte yazdı ol dem ki revân oldı senesinde medîue-i Şam hükümetiyle makdilmerâm ve
Cinâne cân atup kıldı teveccüh sûy-i M evlâ’ye
ba’dehu Mekke-i mükerreme pâyesiyle kârîn-i ta’zîm ve
Bekayı bin yüz elli atlı şalinde olup şâir
ikrâm olup 1163 (M. 1749) senesi . . . de Murad efendi
JJ u^c yerine bilfiil hükûmet-i dârülhilâfetilaliyye ile bermurâd
-1156- ve müddet-i muayyenelerin itmâm ile ma’zûl ve müs-
tevfâ arpalıklar ile gûşe-i râhatte mütâlâaya meşgul
Müdevven dîvânı olup âsârından mahalle münâsib
iken gurre-i rebîulâhır 1184 (M. 1770) de sadr-ı Ana
bir mürekkebci dükkânına inşâd eylediği târih budur ki
dolu ile bülend kadrolup âvân-ı tarîrimizde ol sadr-ı
her mısra’ın bir hattâta yazdırup mısra’-i târihi üsdad-
güzînde çârbâliş nişîn-i izz ü temkindirler. Mûmâiley-
ları yazmış idi:
hazretleri ulûm-i arabiyye ve fünûn.i fârisiyyede satr-ı
Hoşâ cây-i münevver matlâ’-ı nûr-i siyeh mânend evvel-i risâle-i mekrümet şâh ı kasîde-i lûtf u mürüvvet
Dinilse reng ü şîve bunda sâbit hak bu ensebdir olan zât-ı utûfet simâtları bî nazîr ve yektâ rev-i mey
Tih-i çâh-ı devâta hâme veş hibr-i mücellâsı dân. ı tahkîk u hayâl ve betahsîs feıın-i inşâda revnak
Fütâde ideyazdı rüşd-i küttâbı ne ağrebdir dih i mesned-i kâmrânî ve sem’-i pertevfürûz-i bezm-i
Şafakdır sürh rûy-i haclet-i lâ’lîsi hemvâre irfânî olan vücûd-i fâikulakrânı hâiz-i kasb-üs-sabk-ul
Zekâbma olan sevdâ keşîde zulmet-i şebdir kemâl olup edâ-yi letâfet ârâlarının çeşm-i Nergisi
Bu resme  tıfâ kilk-i utârid yazdı târihin hayrânı ve rûh-ı Veysî serendâz-ı hayret-i nâlânı ol
duklarından mâadâ zîver-i kârgâh-ı inâyet ve pîrâye-i
—1154— ruhsâre-i ber kerîm-i kâmrân ve ahyânen âzmâyiş i ta
biat içün j U l ö - j l m a ’nâsınca sernâme-i
Âtıf hakkında Ratniz de şu malûmatı veriyor: iftihâr-ı suhanverân olan mecmaulbahreyn-i kemâl-i hâ
“ Nâm-ı serâmedleri Mehemmed’dir. Vâlid-i mâcidleri
me i bîmisâllerinden cârî güftâr-ı nâzük reftârı reşk en*
Mehemmed efendi zümre-i eimmeden bir zât-ı celîl-ül-mik-
dâz-ı cümle i enâm bir sadr-ı nîk nâmdır ki bu mecelle
dâr olmağla İmamzâde dinmekle pür i’tibâr Anadolu mizi tezyin ve bu ebyât-ı pür nikât ile bihterîn kılındı,„
kuzâtından şi’r ü inşâya kadir pâkîze edâ bir şâir-i mâ-
Sicil'de şu malûmat kayıdlıdır :
hir idi.
1155 (M. 1743) senesi hudûdunda terk-i mansıb-ı “Âtıf Mehmed Emin efendi Damad Haşan Paşa ima
fenâ ve kazâ i âhır-ı beka etmişlerdir,,, mı mevâlîden Ahmed efendi mahdûmudur. Müderris
Aynı eserde “Bu ebyât zâde-i tab’-ı pür nikâtıdır„ 1141 (M. I728)de Haremeyn müfettişi oldu. 116-1 şevva
deniliyorsa da örnek kaydedilmemiştir. linde (M. 1748) İzmir, 1167 (M. 1753) de Şam ve 1173
Fatin tezkiresinde de şairden kısaca bahsedilmiştir. saferinde (M. 1759) Mekke 1176 muharreminde İstanbul
Bibliyografya : R m z., Thf., Ftn. kadısı oldu. 1184 rebiulâhirinin ikisinde (M. 1770) sadr-ı
Anadolu olup 1185 cümadilâhırında (M. 1771) azl ile
 tıf (Mehmed Emin) — XVIII inci asır şairlerinden
o sene içinde fevt olmuştur. Âlim, şâirdir. Çifte hamam
Âtıf hakkında Ramiz şu malûmatı veriyor :
« ... Âtıfetlû Mehmed Emin efendi hazretleridir ki mah- da tekyesi olan Seyyid Ahmed Raûfî hulefâsmdan Şeyh
rûse-i Edirne mevleviyetinden ma’zûlen âzim-i nihan- İsmâil’in müridi olmakla oraya vakıf yaptı.„
Türk Şairleri
152 ______________________________________________________ _________________ ______-___. ______________ _______ Â t.
Âtıf’ın hattat olduğunu da Tuhfei hattâtin'den öğ Â t ıf (Süleyman) — XIX uncu asır şairlerinden Âtıf
reniyoruz. Müstakimzade diyor ki: hakkında Fatirı şu malûmatı veriyor;
“Bunlar birâderi Dühnî Mustafa efendi ile kadıasker “Süleyman Âtıf Bey reîsülküttâb-ı esbak Âtıf efendi
kâtibzade Mehmed Refî’ efendiden telemmüz ve temeş- merhûmun mahdûmu olup mukaddemâ tarîk-ı tedrise
şuk ve kasbüssabk-ı hâne-i sükkerin câmelerinin zeyl i duhûl ile pederi müşârünileyhin vefâtından sonra teb-
telezzüzüne taallûk ve mahbûbe-i muhaddere-i izn ü dîl-i tarîk eyleyüp bir müddet dîvân-ı hümâyûn kalemine
icâzetlerine taaşşuk idüp sahn-ı sa’y ve gûşiş içre ed- müdâvemet ve bilâhire bir vakit dahi kalem-i mezbûra
hem-i kilk-i ihtimâmını semt-i irşâd-ı üstâda atîf ve mülhak mühimme odasına muvâzabetle rütbe-i hâcegâ-
birâderinin hurûn-ı tab’ı mütevakkıf ve reh i pinhân ı nîyi bilihrâz 1251 (M. 1835) senesi beğlikçi kesedarlığı
müdâhenede nokta-i zekâ-yi zihni hâzif ve dühni tara memûriyetine ve 1256 (M. 1840) senesi bâ rütbe-i saniye
fına zimâm-ı himmeti sârif olmuş idi.» mâliye hazîne-i celîlesinde vâki’ evâmir-i mâliye müdirliği
Müstakimzade, Şairin vefat tarihi olarak ta“ ^ memûriyetine revnak tırâz-ı i’tizâz buyrulmuş iken 1260
1186„ tabirini düşürmektedir. (M. 1844) senesi şehr-i ramâzan-ı mağfiret nişânında irti-
Şu halde Şairin vefatı SiciPde gösterilen tarihten bir hâl-i dâr-ı beka eylemiştir. Mûmâileyhin şi’r ile şöhreti
yıl sonra demektir.
olmayup eş’ârı bir kaç gazelden ibarettir.,,
Bibliyografya: R m z., Thf., Sel.
Aynı eserde şu gazeli kayıdlıdır:
A tıf (Rizeli) Son asır şairlerinden olan Âtıf hakkın
da İbnülemin Mahmud Kemal şu malûmatı veriyorfS^: Düşürdi âşıkanı kîl ü kale inceden ince
“Mehmed Âtıf efendi, Rizeli Şakir Âgâhî efendi’nin Hilâl ebrûyile müşgin gülâle inceden ince
oğludur. 1291 (M.1884) de Rize’de doğdu. İstanbul’da Dolaştı rişte-i fikrim o giysû-yi dilâvîze
ikmâl-i tahsil ettikten sonra mekteb-i nüvvâba girdi. Zamirimden geçen bak şu hayâle inceden ince
Şehâdetnâme aldı. Burhaniye, Tavas, Filorina, Edremit, Miyân ü kametin seyreyleyince şâh.ı gül âsâ
kadılığında, Kastamoni hukuk mahkemesi âzâlığında, Sarıldı târ-ı dil ol verd-i âle inceden ince
ikinci hukuk riyâsetinde, evkaf kadılığında, istînâf ve Kitâb-ı hüsn-i dildâr ü hat-ı nev nakşı gördükçe
temyiz mahkemeleri âzalığmda bulundu. İder ehl-i nazar dikkat meâle inceden ince
Mecelle ta’dîl komisyonunda iki sene îfâ-yi hizmet Kemend-i zülfüne bend eyleyüp olşehsüvâr-ı nâz
ederek kitâbül-icrâ hakkındaki ta’dîlâtm yetmiş sahife- Şikâr-ı hatırım çekti suâle inceden ince
Iik esbâb-ı mûcibe lâyihasını yazdı. Bilâhara tekaüd Didim ki korkarım bir tel kırar şâyed dil-i güstâh
edildi. Dîvançe-i eş’ârını yaktığı mesmu’dur. O rütbe düşme istiknâh-ı hâle inceden ince
— 1 — Benim kârım değil  tıf hünermendâne peyrevlik
— G azel— Neler çektim olunca nesc-i kâle inceden ince
Süveydâ-yi dilimde bir mahabbet var ki Mevlâ’ya Bibliyografya : Ftn.
Değişmem zevkini aslâ ne dünyâya ne ukbâya  t ıf î — XVIII inci asırda yazıldığı, ihtiva ettiği
Tutuldum tâ ezelden cezbe-i aşk-ı İlâhîye şiirlerle anlaşılan bir mecmuada (M it. Alm. K ■Mz. Mc.
Kapılmaz tâ ezelden mest olanlar zevk-ı dünyâya No : 621) “Âtıfî efendi sellemehullah„ başlığıyla bir gazel
Bütün seyr ü sülûkimden murâdım zât ı Bârîdir yazılıdır. Aynı asır şairlerinden olduğu muhakkak olan
Anınçün bakmıyor gönlüm ne ûlâya ne uhrâya Âtıfî hakkında hiç bir malûmata rastlamadım. Manzu:
Gönül ister ki yansın âteş-i aşk ile kül olsun meyi aynen naklediyorum :
Nasîb etsin Hudâvendim bu feyzi abd-i ednâya Sirişkimden kenâr-ı bâğ-ı çeşmimde akar su var
Nolur yansam şehîd-i âteş olsam feyz-i aşkından Nihâl-i kamet-i dildârdan bir serv-i dilcû var
Yazılsa sergüzeştim hûn-i dille arş-ı a’lâya Çıkan her dâğ-ı sînemden değil dûd-i siyâh-ı dil
Ferâmûş etme  tıf pirinin tebşirini aslâ Benim gülzâr-ı cismimde siyeh bir tahta şebbû var
Olursun sâyesinde vâsıl elbet kurb-i Mevlâ’ya Yine micmer fürûz-i sûziş ol ey dil ki rûyinde
— II — Ol âteşpârenin anber gibi bir hâl-i hindû var
Neden Mecnun gibi oldum hayâl-i rûy-i Leylâ’dan Dirahş.i nûr-i hüsni bîfürûg-ı reşk İder mihri
Neden şâm ü seher ağlar gönül sevdâ-yi Mevlâ’dan Bu gün gördüm felekte bir perî tal’at cefâcû var
Gülistân-ı tarîkatte demâdem seyriden gönlüm Aceb mi A tıfî serpençe tâb-ı Zâl-i nazm olsam
Neden zevk almıyor ezhâr-ı gûnâgûn-i dünyâdan Benim de Rüstem-i tab’ımda hayli zûr-i bâzû var
Çıkar her zerreden bir bang-i
(Kırşehirli) — Son asır şairlerinden
 y e tu lla h
Gelir âvâze-i tevhîd-i zâtî zîr ü bâlâdan
olan Âyetullah hakkında Bay İbnülemin Mahmud Ke
Bu hâl içre kalır mı sâlikin bünyâd-ı hestîsi
Olur elbette fânî vahdet-i Hak’kı temâşâdan mal şu mâlûmatı veriyor (Stş ) :
Nedir bu sür’at i seyrin nedir bu himmet-i pîrî «Âyetullah Bey, Süleymâniye dersiâm hocalarından
Uçarsın sanki ey  tıf demâdem arş-ı a’lâdan ve Osman efendi oğullarından Kırşehir’Ii Vehbi efendi’
Bibliyografya: St§. nin oğludur. 11 Kânunuevvel 1308 de Kırşehir’de doğdu.
Türk Şairleri
153
hoş ta’bîr âsârlarından olmak üzre bu mecelle-i celîleye  zerî (İstanbullu) — XVIII inci asır şairlerinden
sebt ü tahrîr olunmuştur: Âzerî hakmda Salim şu malûmatı veriyor :
Azerî gülşenserâ-yi gamda aşk-ı yâr ile Revnak efzâ-yi rûy-i dünyâ olan şehr-i İstanbul-i
Dağlarla lâlezâra sîne benzer benzemez bîhemtâdan olup küttâbdan reîs kaleminde kâtib ve hâ-
Beliğ’in Güldestesinde ve ondan naklen Mectnaı lince kat’-ı merâtib itmiştir. Vaktiyle dâğ-ı aşkı sûzân
şuara ve tezkirei üdyba'da «Gencîne-i maârifden hisse- bir mahdûm-i nüktedan idi. Şehr-i Kostantıniyye’de
dâr bir zât ı fezâil şiâr idi» denildikten sonra onun şu Lâleli çeşme kurbinde mütevellid olduğundan ber muk-
na’ti kaydediliyor: tezâ-yi hâsiyet-i terbiye sinesinde dâğ-ı derûn-ı âşıkî
Cenâbındır sebeb bu kâinâta yâ Resülâllah hâsıl ve elbette bir mahbûba lâleveş dâğ ber dil olup
Şefâattir senin kârın usâte yâ Resülâllah âteş-i aşkıyle sûzân olur ve gülistân-ı cihanda bir an
Görenler gül cemâlin tâ ebed ihyâ ider kalbin mahbûbsuz evkatı güzerân itmez idi. Âkıbet bu hevâ-
p
Sebeb nûr.i visâlindir hayâte yâ Resülâllah dan ferâgat itmeyüp ve Lâleli çeşme’de bîhude sükû
Yolunda cân ü başı terkidenler cümle ahyâdır nette bûy-i râhat bulamayup dimâğ-ı efsürdesin revâyih-i
Senin lûtfunladır ihyâ memâta yâ Resülâllah Şâm-ı cennet meşâm ile ta’tîr içün Şam defterdârı olup
Gubâr-ı pâyini kûhl eyleyenler çeşm-i idrâke azm-i Şâm itmiş idi. Tekfürdağlı Mustafa Paşa merhû-
Nazar itmezler aslâ mümkinâta yâ Resülâllah mun vezâretinde Şam defterdârı iken ravza-i cinâna
Umar mahşerde senden Azerî bîçâre sultânım ve dâr-ı fenâdan heşt behişt-i râhat sirişte rihlet eyledi.
Ola mazhar nigâh-ı iltifata yâ Resülâllâh Bu güftâr-ı hoş reftâr zâde-i tab’larındandır:
Bibliyografya : s im ., O ld ., Siraceddin : Mecmai şuara ve
Telli itti ayşımı lebini nûş hand iden
tezkirei üdeba. Kılm ış aeni tabîb beni drdmend iden
 zerî (Edirneli) — XVII nci asır şairlerinden olan Virmiş şikib ü sabrı sevüp sen sitemgeri
Sabr it belâ-yi aşka diyu bana pend iden
İbrahim Azerî Bostanzade denmekle şöhret kazanmış Âteş bıraktı micmere-i kalb-i âşıka
tır. İstabl-i âmire hademesinden idi. Safâyî'ye göre Ruhsârm üzre dâne-i hâlin sipend iden
(1057 - 1647) de ŞeyhVye ve Beliğ'e göre de (1052 - Aynı manzumeyi Beliğ Edirneli Âzerî namına kayd
1642) de ölmüştür. Rıza, Mustafa Mücib şairin eş’ârı etmektedir. .
hayâlden hâlî olmadığını yazıyorlar.
Bibliy agrafya : Sim .
Safayî “Tahsîl-i maârif-i kesîre etmekle ol asrın şâ-
ir-i bedî-’ül-beyânından olmağla tertîb-i dîvân ettiğini  zerî (Muallimzade) — XVI ncı asrın kıymetli şair
kaydediyor. Fakat misal olarak şairden aldığı parça, lerinden olan Âzerî, Selim devrinin meşhur sudurundan
diğer tezkirelerdeki üç beyitten ibarettir. Şairden bah Muallimzade'nin oğludur. Adı İbrahim olduğu için Âzerî
seden menbaların ekserisinde şu beyitler yazılıdır; mahlâsını kullanmıştı. Ebüssuud’dan mülâzım olduktan
Şöyle bârîkdir hayâlim kim sonra kardeşi Mehmed Çelebi (984—1576) da nişancı
Çeng-i Nâhîde târ-ı ma’nîdir olunca Âzerî de bu yolda ilerilemek istemiş ve otuz bin
akçe zeâmete nâil olmuştu. Bilâhare kadılık meslekini
Tîr-i düldül süvârdır tab’ım
Kalemim Zülfekar-ı ma’nîdir tercih etti. Anadolu’nun Tire ve Kestel gibi şehirlerine
tayin edildi. (993—1585) de Hama kadısı iken “ Hüm-
Dil-i deryâ misâlim Âzeriyâ
mayi muhrika„ dan vefat etti. Cinanî şu ölüm tarihini
Lüccerîz-i kenâr-ı ma’nîdir
söylemiştir.
Beliğ tezkiresinde ise «Bu gazel nuhbe-i ceride-i
Âzerî kim zamâne halkına hep
âsârıdır» denilerek onun şu beyitleri örnek olarak alın Galib olmuştı ilm ile edebi
mıştır: Sa’y idüp eyler idi kesb-i hüner
Telh itti ayşımı lebini nûş hand iden Güzerân ittiğünce rûz ü şebi
İtmiş seni tabîb beni derdmend iden Yeridir haşredek Cinânî veş
Mâtemin eylese zekî vü gabî
Âteş bırakdı micmere-i kalb-i âşıka
İntikal eyledikte târîhin
Ruhsârm üzre dâne-i hâlin sipend iden
Didiler ^
Zencîr-i aşkına beni pâbeste eyledi
— 993 —
Can gerdeninde halka-i zülfün kemend iden
Atayî Şakayık zeylinde diyor k i :
Dest-i ümîdin eyledi kûtâh Âzerî
Yârın nihâl-i kametini serbülend iden “Mezâr-ı fâiz-ül-envârı ba’dehu karîni olan Hâmid
Fakat bu manzumenin Salim tezkiresinde İstanbullu Çelebi ile zâhir-i şehr-i Hama’da bir püşte üzre vâki’
Âzerî namına kayıdlı olduğunu görüyorüz. Bu şiirir olmuştur. Seng-i mezarları miyl-i hânkâh gibi dûrdan
diğer tezkirelerde de olmayışına bakılırsa Sâlim’in tes- hüveydâ ve sâdırîn ve vâridîne istikbâl ve teşyî’ içün
biti daha doğrudur denilebilir. pâbercâ olup nişangâh-ı tîr-i duâ ve zebân-ı hâlleri
Bibliyografya: R z., Mcb., s im ., Sfy., B lg., Şky. ş. bey t-i meşhûr ile gûyâdır:
Türk şairleri
156 Âz.
İbret gözün aç deşte çıkup geşt-i mezâr it Nakşı hayal, 26 kadar hikâyeden mürekkep bir
Emyâtı basup geçme duâ ile güzâr it» eserdir. Şair her hikâyeyi ahlâkî bir mevzula başlamış
Azerî’nin bir güzele tutulması yüzünden Konya’ya ve gene ahlâkî bir hükümle neticelenmiştir.
kadar gittiğini Riyazi'den öğreniyoruz. Riyazî, tezkiresinde diyor k i: “Nakş-ı hayâlde Hâcû’ya
Azerî’den bahseden menbalar, onun kudretli ve ka taklîd idüp vasf-ı terkibileri çok isti’mâl itmişdir.„
biliyetli bir şahsiyet olduğunu söyliyorlar. Hasarı Çelebi Azerî’nin Nakşı hayal mukaddemesindeki izahatın
diyor k i : dan anlıyoruz ki, kendisi bu mesneviden evvel bir de
“Merhûm Muallimzâde’nin bâğ-ı cûdundan bir nihâi «Leylâ Mecnun» kıssasını nazmetmiştir.
ve ol devhâdan muttasıf.ı ma’rifet ve kemâl olup cümle Onun, genç yaşta ölmesine rağmen bu kadar çok
ihvânının evveli ve ercahı ve emsâl ve akrânının eş’ar eser vücude getirebilmesi velûd bir şair olduğuna
delâlet eder.
ve efsahıdır. Letâfet-i tab’ ve hiddet-i zekâ ile ma’rûf
_ I _
ve mekârim-i ahlâk ile mevsûfdur. Nevcevân iken fenn i — Na’t—
belâgatte sâhib kemâl olmuştur... ömr ü hayâttan behredâr Gül-i ruhsârın oldı dehri gülzâr itmeğe bâis
olaydı gerçekten sâhib i’tibâr ve iştihar olurdu.„ Vücûdundur cihânı yoğiken var itmeğe bâis
Atayî Şakayık zeylinde diyor k i : Esîr-i hâb iken şâm-ı ademde cümle eşyâyı
“Mahdûm-i merkum nahlbend-i maârif ve ulûm sahî Sen oldun subh-i sâdık gibi bîdâr itmeğe bâis
ve kerîm müşfik ve halim hoş tab’ ve hoş sohbet pâk Binâ-yi Kâ’be-i islâmı ta’mîr itmek olmuştur
meşreb ve melek haslet idi. Müretteb dîvânı ve Mahzen Çihâr erkân-ı dîni kendüne yâr itmeğe bâis
bahrinde Nakş-ı hayâl ismi ile mevsûm manzûme-i belâ- Nübüvvette sana ikrâr ider dünyâ vü mâfîhâ
gat nişanı vardır. Tab’ı tahmîs ve tesdîse çesbân ve
Nedir anı görüp küfirle inkâr itmeğe bâis
zebâne-i pür sûz-i eş’ârı vird-i zebân-ı âşıkandır. Ne gam ger Azerî âlûde-i gerd-i günâh: olsa
Mesnevide manzümesi nazm-ı lü’lû reng-i Hâcûdan Olur rûz-i cezâda lûtfun izhâr itmeğe bâis
nümûdâr ve cevâhir-i elfâz-ı terkibi ile terkîb-i Cevheri M it. Alm. K. Mz. Mc. No: 568
gibi neşvedârdır. - II -
Mercûdur ki bu beyt-i derdmendânesi bâis-i mağfiret —Müseddes—
ve mevc engîz-i bahr-ı rahmet ola; Dimiş idin ki belâkeşlerini yâd ideyin
Ne gam ger Azerî alûde-i gerd-i günâh olsa Dil-i vîrânelerin lûtfile âbâd ideyin
Olur rûz-i cezâda lûtfun izhâr itmeğe bâis„ Hecrime sabr ideni vaslıma mu’tâd ideyin
Azerî’nin divanına tesadüf edemedim. Fakat onun Der iken aşkım ile zâr olanı şâd ideyin
muhtelif mecmualarda kayıdlı olan şiirleri bir divançe Bunca feryâdım işittin dimedin dâd ideyin
teşkil edecek kadar çoktur. Şairin bilhassa muhammes Sen ki dâdjtm ezjsen ben kime feryâd ideyin
ve müseddeslerine çokça tesadüf ediliyor. Esasen
Riyazi ile Atayî de onun bu nevi eserleri daha çok Âdetin ehl-i dili lûtfile yâd itmek iken
olduğunu ve bu vadide daha ziyade muvaffakiyet gös Kahr ile düşmen.i bedhûya inâd itmek iken
terdiğini söyliyorlar .
Derd-i aşkınla figan ideni şâd itmek iken
Azerî’nin Fuzulî’yi tanzir, hatta tazmin ederek bir
Istedüğünce işin adi ile dâd itmek iken
hayli muhammes ve müseddes vücude getirdiğini de
görmekteyiz. Esasen tamamile âşıkane bir eda ile yaz Bunca feryâdım işittin dimedin dâd ideyin
dığı bu manzumelerde Azerî, büyük şair Fuzulî’nin de Sen ki dâd itmez isen ben kime feryâd ideyin
rin tesiri altında kalmıştır.
Azerî’nin Manî ve Nev’î gibi şairlere vücude getir Sana hidmet idenin cümlesi âşık değil a
diği tahmislerde de muvaffak olduğu görülüyor. Fakat Da’vi-i aşk idenin her biri sâdık değil a
onun devamlı bir şöhrete mazhar olan eseri “Nakşı Âşık olana cefâ adle muvâfık değil a
hayal„ adlı mesnevisi olmuştur. Azerî, bu eseri (987_ Bir senin gibi kerem kânına lâyık değil a
1579) da ikmal etmiş ve Cinanî şu tarihi söylemiştir :
Bunca feryâdım işittin dimedin dâd ideyin
Âıserî didi germ olup hâlâ
Ma’rifet bezmine kadeh nûşum Sen ki dâd itmez isen ben kime feryâd ideyin
Niçe demdir bu nazma gûşiş idüp
Âzeri veş reh-i aşkında olup efgende
Şevkile bahr gibi pür cûşum
Nazm irdi tamâme şimdi velî Seni terkeylemezem niteki cânım tende
Câm-ı samt ile mest ü medhûşum Arz-ı hâl itmeğe yok gayriye tâkat bende
Ben de sordum tamâmına târih Senin ihsânına kalmıştır ümîdim sende
Tmnıayup döudi didi Bunca feryâdım işittin dimedin dâd ideyin
— 987 — Sen ki dâd itmez isen ben kime feryâd ideyin
Nakşı hayâl’in İstanbul kütüphanelerinde müteaddid Tpk. Rv. K. Mc. No: 1972
nüshaları vardır (Meselâ bakınız: Siy. Esd. K. No: 2600, — III —
Çelebi Abdullah K. No : 331, Tpk. Rv. K. No : 849) . — Müseddes—
Revan Kütüphanesindeki yazmada 3138 beyit g ö Dirîga ayrı düştüm sen nihâi, i ergavânımdan
rülüyor. Sirişk-i lâ’lgûnum aktı çeşm-i hunfeşâmmdan
Türk Şairleri
Egerçi künc-i firkatte usandım tatlı cânımdan Gonce-i bahtımı pejmürde kodı bâd-i fenâ
Velî bîzâr sanma sen meh-i nâmihribânımdan Virmedi hayf diraht-ı emelim bâr-ı vefâ
Gam-ı hecrinle cânım çıksa cism-i nâtevânımdan Miyve-i ter yerine urdı bana çûb-ı cefâ
Temennâ.yi visâlin gitmeye ıûh-i revânımdan Bağ-ı ümmîdde her besledüğüm tâze nihâi
Gül-i rûyinden ayru zâr zâr ü hâr hâr olsam Bu gönül âkıbet.i kârı teemmül kılsun
Ayağım bend-i hecrinde esîr-i intizâr olsam Nice bir kendi ümûrunda tekâsül kılsum
Gam-ı firkatte bin yıl mübtelâ-yi âh ü zâr olsam Çekmesün derd ü elem Hak’ka tevekkül kılsun
Cemâlin görmesem tâ haşre dek hâtır figâr olsam Âzerî veş demidir terk-i tecemmül kılsun
Gam-ı hecrinle cânım çıksa cism-i nâtevânımdan Bunca bâr-ı eleme nice tahammül kılsun
Temennâ-yi visâlin gitmeye rûh-i revânımdan
Nev'i i haste dil ü âşık-ı bî sabr ü mecâl
Belâ-yi hecre düşsem dâimâ kârım olur zârî Tpk. Rv. K- Mc. No: 1985
Sirişkim garka-i seylâb ider bu çeşm-i hunbâri — V _
Ölürsem de unutmam ben o güftârı o reftâri — Nakş-ı hayâl’de n —
— Başlangıç—
Ne mümkindir ferâmûş eylemek sen mâh ruhsâri
Gam-ı hecrinle cânım çıksa cism-i nâtevânımdan
Temennâ-yi visâlin gitmeye rûh-i revânımdan Fâtiha ârâ-yi Kelâm-ı kadîm
Şem’-i dilefrûz-i şebistân-ı dîn
Gamınla Âzerî dâim melâmet sanma sultânım Nahl-i birûmend-i gülistân-ı dîn
Firâkından giriftâr-ı musibet sanma sultânım Kufi küşâyende i bâb-ı ümîd
Benim ittiklerim senden şikâyet sanma sultânım Levha i garrâ-yi Kitâb-ı mecîd
Nûrfeşânende-i bezm-i kıdem
Beni peyman şiken bir bî hakîkat sanma sultânım
Meş’a li târîk-i şebistân-ı gam
Gam-ı hecrinle cânım çıksa cism-i mâtevânımdan
Râhber-i rehgüzer-i şer’odur
Temennâ-yi visâlin gitmeye rûh-i revânımdan
Mihrfürûz-i seher-i şer’odur
Siy Esd. K. Mc. No: 3424 Besmeledir lâle-i nu’mân-ı dîn
- IV _ besmeledir ziynet-i bâğ-ı yakîn
— Nev’î’nin gazelini tesdis— Besmeledir hâme-i müşgin rakam
Aldı gönlüm yine bir dilber-i pâkîze hisâl Fâtiha-i sûre.i Nun vel - Kalem
Saçı sünbül lebi mül ârızı lıurşîd misâl Sen de dilâ Besmelei ezber it
Oldı pây-i dile giysû-yi girihgîri ikal Menzile-i hamde anı rehber it
Savmaa-i şevke girüb kıl simâ’
Şimdi hâlimden eğer halk iderlerse suâl
Hamd sürüdün idelim istimâ’
Gice gündüz benim ol mu’tekif-i künc-i melâl
Sananasîhat yeter ey hürde bin
Mütelâşî vü perîşân ü müşevveş ahvâl
Pend-i Fâzûli-i suhan âferin
Mihri götür günbed-i devvârdan
İtmedi bana vefâ ol meh-i ferhunde kadem
Resm i vefâ umma bu gaddârdan
Mehlikalarda dilâ kalmadı âyîn-i kerem
— Sebeb-i te’lîf —
Şu ki kaldı ki idem azm-i beyâbân-ı adem Nâzile güftâre gelüp ol sanem
Eyler oldı beni bu baht-ı siyâhım her dem Açtı suhan semt-i suhandan o dem
Mübtelâ-yi elem-i firkat ü dilhaste-i gam Kıldı sözün vâdi-i eş’âre sevk
Harem-i sohbete nâmahrem ü mahrûm-i visâl İtti dür-i nazmıma ızhâr-ı şevk
Didi ki ey mâye i fazl u hüner
Pür safâ olsa derûnum nola hurşîd sıfat Leyli vü Mecnun’una kıldım nazar
Eylerim savmaa-i kâh-ı felekte sohbet Buldum anı bir güher-i tâbdâr
Oldı dil mu’tekif-i perde serâ-yi uzlet Her varakı bahr-i ecvâhir nisâr
Gün gibi dünyâya saluptur ziyâ
Çekmedi bencileyin kâtib-i kilk-i kudret
Mihr ana serlevha olursa sezâ
Lâübâlî sıfat ü Vâmık u Mecnun sîret
Leyk hired buldı ana bir kusûr
Bî nevâ tab’u gedâ meşreb ü dervîş hisâl Hâtırına gelmesün andan fütûr
Ateş-i mihnet oluptur dil-i sûzâna mahal Rûm u Acem’de niçe şîrin zeban
Kıssa-i Mecnûn’ı kıluptur iyan
Kevkebim burc-i nuhûsette meğer oldı Zuhal
Kalmadı ol kıssada bir hoş hayâl
Beni gam çekmeğe halk eyledi Hallâk-ı ezel
Kim anı gûş itmeye erbâb-ı hâl
Nola olsam bu cihân içre melâhatte mesel Niçe havas urdı o râha kadem
Sâz-ı mutrıb gibi can beste-i evtâr-ı emel Belki güzergâh-ı avâm oldı hem
Beyt-i şâir gibi dil hânesi pür vehm ü hayâl Lâyık odur Rûm’da bir hûşmend
Çünki salar tâk-ı hayâle kemend
İrmeden gülşen-i ikbâle dilâ neşv ü nemâ Nazm ide bir pâk musanna’ kitâb
Rüzgârın elemi eyledi bî berk ü nevâ Anda beyân ide niçe fasl u bâb
Türk Şairleri
Câmi’ola niçe nasihatleri -Makale-i heştüm sâhib-i tevekkül ve kanâat rtiakbûl-i bârgâh-ı izzet
idüğin ve tarîk-ı tevekkül pûyân ve şitâbân olanlar mukarreb i
Hem niçe can bahş hikâyetleri
Sübhân olduğun beyân ider—
Çok güher-i pendi olur müştemil
Fâide mend ola hezâr ehl-i dil Ey heves i nefse giriftâr olan
Mûnis-i can ola belâkeşlere Devlet, i fânîye talebkâr olan
Şu’le nişân ola pür âteşlere Tîr-i heves cânma kâr eyleyen
Zahir ü bâtında olup dür nisâr İşret içün kendüyi hâr eyleyen
Her kişi hâlince ola behredâr Niçe edânîye idüp ibtizâl
Ravza ile Tuhfe-i Câmî gibi Hak’kı koyup gayre kılan arz-ı hâl
Mahzen-i esrâr-ı Nizâmî gibi Eyle teemmül ki bu hâlet nedir
Gerçi Acem’de niçe Isî kelâm Çak bu kadar cehl-i hamâkat nedir
Mihr zâmîrân-ı süreyyâ makam Dergeh-i ağyâre kılup istinâd
Eylediler böyle kitâb ihtirâ’ İdesin esbâba tamâm i’timâd
Buldı ahâlîsi tamâm intifâ’ Niceye dek ola eyâ nâsavâb
Neyleyin ammâ ki hizebrân-ı Rûm Can gözüne perde-i gaflet hicâb
İtmedi bu pîşeye aslâ hücûm Cehldürür tutmayasın Hak’ka rûy
Olmadı meslûk o ıeviş Rûm’da İl kapusunda olasın kâmcûy
Var ise de rütbe-i ma’dûmda Dergeh-i Mevlâ’yı koyup rûz ü şeb
Sen ki şeh-i milk-i suhansın bugün Eyleyesin rûzeni ilden taleb
Lâ’l keş-i silk-i suhansın bugün Ko bu işi sehv ü hatâdır sakın
Her ne ki nazm ittin ise oldı heb Nice hatâ şirk-i Hudâdır sakın
Reşk-i Acem gayret-i Rûm ü Arab Âkil isen ne beğe ne şâhe bak
Husrev-i evreng-i suhansın heman Nükte-i Errızku alâllâh’e bak
Doldı kemâlinle zemîn ü zaman Olma sakın il kapusunda zelîl
Lâyık idi sana bu tarz ı hasen Olmuş iken rızkına Mevlâ kefîl
Tâ biline kıymet-i dürr-i suhan Mâni’u mu’tî sana Hak’dır heman
Hâmeni kıl tûti-i şîrin edâ Gayre varup olma tazarru’ künan
Vasf olunan vâdiye it ibtidâ Cânib*i Hak’dan bilüb esbâbı hep
Sen de o vâdîde di bir nazm-ı hûb Düşme kemend-i talebe bî sebeb
Âyine-i râznümâ-yı kulûb Nefs sana nice bir eyler firîb
Mahzen-i esrâr-ı rümûz-i safâ Sanma murâdâtm olur bînasîb
Matlâ’-ı envâr-ı künûz-i safâ Gelmeyicek vakt-i zuhûr-i umûr
Cür’a resânende-i Câmî ola Her nice sa’yeylesen itmez zuhûr
Nakd-i revanbahş-ı Nizâmî ola Dergeh-i Mevlâ’ye kılup keşf-i râz
Olsun ol âvâze-i nazm-ı kavî Eyler isen derdile arz-ı niyâz
Tâzekün-i tantana-i Husrevî Tîr-i duâ zerrece hâr eylemez
Görse kemâlini Kemâl-i Hucend Cevşen-i gerdûnı güzâr eylemez
İde hayâline hezâran pesend Gelse velî rûz-i husûl-i merâm
Müddet-i ömründe eğer ol sanem Sen ne kadar eylemesen ihtimâm
Eylese gülgeşt i diyâr-ı Acem Feyz-i Hudâ müşkilin âsân ider
Yana hased âteşine külhânî Taht-ı murâd üzre Süleymân ider
Gül rühine bülbül ola gülşenî Aızidüp Allah’a murâdâtını
Ol dür-i deryâ-yi suhan perverî Sıdk u safâyile münâcâtını
Çünki nisâr itti bu gevherleri Eyler isen hazret-i Hak’tan taleb
Her birin ittim dil ü cân ile gûş Hâsıl ider cümlesini bîtaab
Eyledi deryâ.yi mahabbet hurûş Gayrı ko Hak’tır sana ihsân iden
Didim eyâ gonce-i bâğ-ı kerem Hâtır-ı mahzûnunı handân iden
Taht-ı dile pâdişeh-i muhterem Hak’dır iden şâhları bir gedâ
Serv-i çemân-ı çemen-i âb ü gil Nice gedâyı bir ulu pâdişâ
Nahl-i revân-ı harem-i cân ü dil Kimini mahzun kimini şâd iden
Bana neden çak bu kadar hüsn-i zan Kimini vîıan kimin âbâd iden
Kim ben olam mâlik-i milk-i suhan Kimine takdîr-i sââdet kılan
Gerçi ki yok bende ana iktidâr Kimine takrîr-i şakavet iden
Kim kalemim ola cevâhir nisâr Mâhasah Hazret-i Hakt’ır heman
Leyk muradın olıcak husrevâ Cümlemize feyz ü saâdet resan
Zerrece te’hîr değildir revâ İmdi bu ahvâle göz aç vâkıf ol
Lâzım oluptur ele almak kalem Kimseye yüz tutma varup ârif ol
Zâde-i tab’olanı kılmak rakam Bâb-ı tevekkülde durup mâh ü sâl
Her ne ki sevk itse dil-i pür uyûb Eyleme her hâr ü hase arz-ı hâl
Cümle yazam nîk ü bed ü zişt ü hûb Tut yüzün ol dergehe kim hâs ü âm
Emrini cân ile edâ eyleyem Oldı kemer beste gulâmı tamâm
Kendümi tahsîne sezâ eyleyem Gûşenişînân-ı sipihr-i bülend
Türk Şairleri
159
Şehd-i lebini lâ’l-i Bedahşân’e değişmem Hemzebân-ı gamzeyim âfet nedîmimdir benim
Dîdemden akan eşk-i terin derdi gamınla Şîve-i tîr-i kazâ yâr-ı kadîmimdir benim
Bir katresini lücce-i ummâne değişmem Perverişyâb-ı nesîm-i şu’le âb-ı gamzedir
Dâğ-ı dil kim gonce-i tab’-ı elîmimdir benim
Bu manzume Safayî tezkiresinde Bursalı Asım Mus
Olmasun bîhûde bîmâr-ı nigâhın fitnesâz
tafa namına kayıdlıdır ve orada şu beyitler fazladır : Kim berîd-i kakülün mâr-ı Kelîm’imdir benim
Ey bâd.i sabâ var o gözüm nûruna söyle Âyet-i Bismil değil tîg-i nigâh-ı yârda
Hâk-i rehini kûhl-i Sfâhâ’e değişmem Sernüvişt-i safha-i fark-ı dü nîmimdir benim
Dâğ-ı dilime eyleme tîmâr tabîbim Ben o pür cürm ü günâhım heft dûzah Âzimâ
Ben derd ü gam-ı aşkını dermâne değişmem Kim şirâr'i şu’le-i nâr-ı cahîmimdir benim
Âsim bizi zannitme ki mahmûr-i visâliz _ II —
Bir neş’esini câm-ı dirahşâne değişmem Nümâyan zahm-ı zahm-ı lâht-ı dil şemşîr nâ ma’lûm
Eser peydâ müessir gaib ü te’sîr nâ ma’lûm
Bibliyografya : Sim. Nice dânişverân-ı âlem ızhâr-ı telâş itmez
Âzim (Şabanzade) — XVIII inci asır şairlerinden Kazâ der zîr-i gayb u şîve-i takdîr nâ ma’lûm
olan Âzim hakkında Salim şu malûmatı veriyor : Cihanda bezl-i cûd olmaz meğer tâ devr-i âdemden
Kerem kembûde şahs ı mekrümet tahmîr nâ ma’lûm
“Devlet-i aliyyede Anadolu sadâretinden ma’zûlen
Hemîşe ehle gam nâ ehle şâdî vâye devrinde
intikal eyleyen Şabanzade Mehmed efendinin ferzend-i
Rüsûm-ı şîve-i evzâ’-ı çerh-i pîr nâ ma’lûm
ercemendi olup v .'j-* neş’esinden feyzmend bir ehl-i
Esîr-i töhmet-i nâkerde cürmüz hayf âlemde
keyf zât-ı hünermend olup mehâdîme muhtas olan mülâ-
Mükâfât itmede gerdun bize taksîr nâ mâ’lûm
zem-tle mükerrem olduktan sonra 118 rebiulevvelinde
Cihan vâbeste-i dâm-ı gam ı dâd ü sited yekser
(M. 1706) Tûti-i lâtîf medresesiyle ibtidâ hâriç ve 122
Ne hikmettir bu kim sayyâd yok nahcîr nâ ma’lûm
cümadilâhiresinde (M. 1710) binbaşı hakkı olan hareket
İdenler fenn-i aşkı böyle itmiş ihtiyâr Azim
le Rahîkî medresesine âric olduktan sonra ll24cümadil-
Ki mefhûmı heme nâ âşinâ ta’bîr nâ ma’lûm
âhıresinde (M. 1712) âzim-i dâr-ı beka oldular.
_ III -
Müretteb dîvanı ve miyân-ı şuarâda hayli nâm u şânı —N abî’nin gazelini mutarraf Tahmis—
olduğu ma’lûm-ı esâğır u ekâbirbir ma’rifetli nâzük şâirdir.„ “Gülsitân ı dehre geldik reng yok bû kalmamış,,
Safayî tezkiresinde de aynı malûmat verildikten son Itrsây-i kâm-ı dil bir berk-i hodrû kalmamış
ra “Âsârından Kafzade’nin Leylâ ve Mecnun nâm telifi Ziyb i gülşen revnak-ı âlem ser-i mû kalmamış
ni zeyl idüp hayli mergub nazm„ ettiği de söyleniyor. Bir nişîmen yok safâ-yi bâğ-ı her sû kalmamış
Bay Sabri, Üniversite kütüphanesindeki yazma divan “Sâye endâz ı kerem bir nahl-i dilcû kalmamış,,
lar fişinde şair için diyor ki : “Eylemiş derbeste dükkânın tabîb-i rûzgâr„
“Âzim an asıl Bosnah olup 1067 (M. 1656) tarihinde Derd-i hecre eylemez var ise her tedbîr kâr
vefat eden kadıasker Şaban efendinin biraderi Bostancı Zahm hord-ı hançer i idbâr-ı dehre yok şümâr
harem ağa’nın oğlu Kadıasker Şaban zâde Mehmed Neylesün Rısto-yi asr olsa hakîm-i rüzgâr
efendinin mahdumudur. İkmâl.i tahsîl eyledikten sonra “Hokka-i pîrûze-i gerdunda dârû kalmamış,,
alelusul devr-i medâris itmekte iken 1124 tarihinde
“Teşnegânın çâk çâk olmuş leb-i hâhişgeri„
mat’ûnen vefat etmiştir.„
El’ateş gûyan serâpây-i cihan hep serserî
Âzim’in Üniversite kütüphanesinde yazma bir divanı Teşne leb geşt ü güzâr itsen de ger her kişveri
mevcuddur (No : 760) (1168 — 1754) tarihinde yazılmış Zîr i pây itsen ne hâsıl zulmet-i İskender’i
olan bu divanda 1161 beyit görülüyor. Bunlar 2 na’t, “Çeşmesâr ı merhamette bir içim su kalmamış,,
3 kaside, 1 kasidebeçe, Nabi ve İsmetî’nin gazellerine
vücude getirilen 2 tahmis, 133 gazel, 44 rubaî ve kıt’a, “Kadrin anlar yok bilür yok her dür-i sencîdenin„
11 beyitten ibarettir. Bî revâc olsa aceb mi dürr-i eşki dîdenin
Farkı yok seng i hazefle gevher-i erzîdenin
Âzim’in bazı gazelleri ele geçmemiş ve divanda yer
Anlanılmazsa nola kadri suhan sencîdenin
leri açık bırakılmıştır. Salim’in örnek olarak aldığı iki
“Çârsû yi kabiliyette terâzû kalmamış,,
şiirden biri de bu divanda görülmiyor.
Kasideler, Sadrıazam Amcazade Hüseyin Paşa, Şey “Ceyş-i gamden kande itsün ilticâ ehl-i niyâz„
hülislâm Feyzullah efendi ve Reisülküttap Rami (Rami Semt-i şehr-i şevka yok bir rehber-i hâtır nevâz
Paşa) ye takdim edilmiştir. Bir müzeyyel gazelinde de Azimâ itsen de ger peygân-ı gamdan ihtirâz
Yok girızân olmağa bir cây-i âsâyiş tırâz
Cenâb-l  rif efendi ki m atla’-ı zâtı “Kal’e i himmette N âbî burç u bârû kalmamış,,
Nüvişte^i şer-i dîvâtı-ı i’tibâr olmuş Bibliyografya : Sim., sfy. , Fş.
A
hazret i Şems-i Tebrîzî’de kalarak ta’lîm-i ilm i aşk ile câl-i seniy-yül-hisâli dünyâya geldiği gibi o sırada pe
evkatgüzâr oldular. Ba’dehu 1260 (M. 1844) senesinde deri Âşık Osman dahi irtihâl-i dâr ı beka ederek Ab-
bir mi’râc gecesinin sabahısında sâhib terceme pûte-i dürreşid sultan’m kabristanında valdesi yanında def-
aşk olan dergâh ı hazret-i Mevlânâ matbah-ı şerifine nolunmuştur. Sâhib terceme Mesnevî-i şerîf ve derviş
bilikrâr çille-i şerifi dahi tekmil ittikten sonra azîz-i lere ders kırâati hâceliği hidmetleri ile imrâr-ı vakfetti
müşârünileyh Kaygusuz Dede zâtına mahsûs hücreye ği halde 1287 (M. 1870) senesinde Aydın güzelhisa-
istirfâk ederek seyr ü sülûki ikmâl ile beıâberine bir rında defîn-i hâk-ı ıtırnâk olan Horasanî Ali Dede’nin
mi’rac gecesinde kendisini şehdâb-ı inâbetle dahi şîrin- dergâh-ı şerifi meşîhatiyle bekâm edilüp orada îfâ-yi hid-
kâm etti. Muahharen 66 (M. 1849) senesi muharremin met-i meşihat ederken Girid vilâyeti merkezi bulunan
de bilistihlâf hilâfetnâmesini dahi ihsân ve i’tâ ve kendi Hanya’daki muhibbân ı mevleviyye tarafından mahsûs
kabr-i şerifi mahallini bitta’yîn «Bizi burada ziyâret âdemle da’vetnâmeler bilirsâl Girid’e teşrîfleriyçün vu
edeceksin» deye bir takım vasiyetleri ifâ eyledikten ku’ bulan recâ ve istid’â üzerine 1289 (M. 1872) sene
sonra kendisini tahsil i ilm içün Afyon kara hîsar’ına sinde Girid ceziresini bit-teşrif tarîk i feyz-i refîk-ı mev-
i’zâm ve isrâ ve mahall-i mezkûrda dört sene tahsîl-i levî âyîn-i bihînini icrâya mubâdeıet ve muahharen
ilm ile beraber bir sene dahi Bursa’da ve Derseâdet’te- Aydın mevlevîhânesinden kat’-ı alâik ile evlâd ü iyâlini
ki ziyâretgâhları ve hayâtta olan mürşid-i âgâhları zi mustashiben Hanya’ya hicret ve burada ihtiyâr-i tavat
yâret ve siyâhat ve ba’dehu Konya’ya avdetle emr-i tun ve ikametle Hanya’daki mevlevîhânenin binâ ve
teehhüle mübâderet eylemesini emr ü îsâl etti. Sâhib ihyâsına mubâşeret ve tedricen ikmâlina muvaffakiyetle
terceme dahi işbu vasiyet mûcibince dört sene Kara- 27 recebülferd 297 (M. 1879) târihinde resm i küşâdı
hisar’da huzûr-ı hazret-i Sultanı Dîvânî’de edâ-yi hid- bilicrâ ol vakitten beri âyîn-i tarikat ber vefk-ı matlûb
met ve tahsîl-i ilme sa’y ü gayretle berâber bir sene icrâ oluna gelmekte olduğu gibi sâhib terceme dahi 23
Bursa ve İstanbul’a dahi siyâhat ve bir takım zevât-ı zilhicce 303 ve 9 eylül 302 tarihinde (M. 1885) azm i
kirâmı ziyâret ettikten sonra Konya’ya avdetle azîz-i gülşenserâ-yi beka olarak mezkûr mevlevîhânede kâin
müşârünileyh Kaygusuz Dede’nin ta’yîn ve işâret bu türbe-i mahsûsasmda defîn i hâk-i ıtırnâk olmuştur.,,
yurduğu mahaldeki pişgâh-ı kubbe-i hazret-i Mevlânâ’- Şemsî Divanı 1305 de Şirketi mürettibiye matbaa
da kâin Geylânî Dede yanında Kaygusuz Dede mezarı sında şairin oğlu tarafından bastırılmıştır. Eserin baş
denmekle meşhûr ziyâretgâh olan kabr-i şerifini ziyâret tarafında «Girid vilâyeti müftîsi fazîletlu İbrahim Şerif
etti. efendi»nin ve «Girid vilâyeti mektûbî kalemi müsevidâ.
Sâhib terceme azîz*i müşârünileyh Kaygusuz De* nından izzetlu Halim N e y y i r efendi» nin takrizleri vardır.
de’ye teslim olduğu sırade kendisine işitmek ma’nâsın- Divan 1046 beyitli 84 manzumeden ibarettir. Bu şiir
da olan Sem’î ve muahharen esmâ-i hüsnâdan Nûr is lerden kırk altısı gazeldir.
minin tezkârına müdâvemeti üzerine Nûrî ve ba’dehu Eserin baştan 16 sahifelik kısmı farisîdir. 341 beyitten
hazret-i Şems’in ism-i şerifini zâkir ve hidmetlerine ibaret olan bu kısımda münacat, nait, medhiye ve mer
münhemik ve musir olmasıyla Şemsî mahlâsını vererek siyeler vardır. Kitabın ikinci kısmı Türkçe manzumeler
Kara Şemsî deye nidâ eder idi. dir. Kaside, tarih, murabba, Şarkı ve gazellerden mürek-
Muahharen kendisinde görülen kemâl-i tevâzu’ üze keb olan bu kısımda 705 beyit vardır.
rine Türâbî ve ba’dehu niyaz penceresinde geceleri Abdal Şemsî, divan.ve tasavvuf edebiyatları tesirine
kesretle niyâza devâm ettiği cihetle Niyâzî ve muahha kapılarak manzumeler yazan mutavassıt bir şairdir.
ren azîz-i müşârünileyh Kaygusuz Dede’nin mürşidi bu
lunan Mehmed Sûdî Dede’nin vuku’. ı irtihâli üzerine
Cür’a i câm-ı ezelden nûş iden mestâneyim
ana bedel tutarak Abdal mahlâsını vererek bu mâhlâsa
Teşne diller varise gelsün bu gün meyhâneyim
olan fart-ı mahabbeti îcâbı olmak üzre ekser-i evkatta
Dürr-i yektâ-yi giran mâye idim ma’nâda ben
Kara Abdal deye kendisini yâd eder idi ki sâhib ter
Sûret ârâ-yi sadefte yine ol dürdâneyim
ceme kendisi bu mahlâsla yâd edildikçe ziyâdesiyle
Arz idince şem’-i rûyin ol perî uşşâkına
müftehir olur idi. Sâhib terceme ber minvâl-i meşrûh
Cân ü ser terkin urup bîdil yanan pervâneyim
emr-i siyâhati ikmâl ile 1272 (M. 1855) senesinde Kon
Hâr ü hâşâk-i enâniyyetle gelme nezdime
ya’ya avdet ve azîz-i müşârünileyhin kabr.i şerifini
Yoksa ben âlem yakar bir âteş-i sûzâneyim
ziyâret ettikten sonra emr-i teehhülün dahi icrâsı esba
Ten libâsın terk ile Şemsî bu dem tecrîd idüp
bına teşebbüsle 1274 (M. 1857) senesinde bitteehhül 75
Cânı hem cânâne virdim dir hemin cânâneyim
(M. 1858) senesi receb-i şerifin yedisinde sulb-i pâ-
kinden Mehmed Şemseddin ve 77 (M. 1860) senesi - II -
cümadilevvelinde Haşan Hüsni ve 80 (M. 1863) senesi Bu derd-i aşka düşenler devâyı neylerler
ramazân-ı şerifinde Hüseyin Ârif nâmında üç nefer en- Bekada zevka üşenler fenâyı neylerler
Türk
Heman ki aşk-ı Hak oldı buların âmâli rının tesbit ettiklerine göre Bektaşi tarikatına mensup
Koyup mahabbet-i Hak’kı sivâyı neylerler tur. Âşık Paşazade tarihinde şu kayıdlara tesadüf olu-
Hemîşe hâzıra nâzır olan bu ârifler nuyor (S. 205):
Geçende geçmiş olan mâcerâyı neylerler “Sual: Bu Hacı Bektaş hazretinin bunca müridi ve
Geçen gibi gelecekte görünce bînâyan muhibbi vardır, bunların biatleri ve silsileleri nereden
Hayâl-i nistî vü hestî nümâyı neylerler olur? Cevâb: Hacı Bektaş Hâtûn Ana’ya ısmarladı. Nesi
Safâ-yi kalb ile zevk-ı derûnı bulmuşlar varsa, kendi bir meczûb budala aziz idi. Şeyhlikten ve
Bu âşıkan ki sûrî safâyı neylerler müridlikten fâriğ idi, Abdal Musa dirlerdi, bir derviş
Kalenderân ki Abdal gibi olup üryan vardı, Hatun Ana’nın muhibbi idi. Ol zamanda şeyhlik
Abâ-yi peşmin ü zerrin kabâyı neylerler ve müridlik ikenzâhir değildi, Silsileden dahi fâriğlerdi.
Hâtûn Ana ol azizin üzerine mezar itdi. Geldi Bu Ab
— 111 —
dal Musa bunun üzerinde bir nice gün sâkin oldı. Or
Peyrev-i kafile i menzil-i cânânız biz han devri geldi. Gazâlar itdi.
Mîzbân-ı feleğe bir g-ice mihmânız biz Sual: Bu Bektaşılar iderlerkim Yeniçerilerin başındaki
Döneriz kıbleye hem kıblenümâ.yi halkız tac Hacı Bektaş’ındır,, derler. Cevâb: Yalandır ve bu börk
Kâ’be-i aşkı tavâf içre hirâmâmz biz hod Bilecik’te Orhan zamânmda zâhir oldı, yukaru babda
Dâiriz dâire-i aslımıza halka misâl beyân idüb dururun, ve illâ Bektaşılar giymeğe sebeb,
Çün minallâh ilâllâh ile gerdânız biz Abdal Musa Orhan zamânında gazâya geldi. Ve bu
Nokta-i Besmeleden bed’iderek Fürkan’ı yeniçerinin arasında bile yüridi, ve bir yeniçeriden bir
Müflihun nüm sıfat hâfız-ı Kur’ân’ız biz eski börk diledi, yeniçeri dahi verdi. Yeniçeri üsküfüni
Mushaf. ı âlem, i kübrâdaki âyât-ı Hak’ı çıkardı, Bunun başına giydirdi. Abdal Musa vilâyetine
İnnehülhak ile irfâne sebakhânız biz geldi; ol börk bile başında, sordular kim “Bu başın
Dîde-i cân ile dîdâıe alup âfâkı daki nedir?» ol eyitdi “Buna elf (Elfî taç) dirler„ didi.
Viririz zâte sıfâtı büdelâyânız biz Vallâhi bunların taçlarının hakikati budur.„
Sûreti sîrete tebdîl idüp olduk Abdal Mevcud menakib kitablarında da onun Bektaşi aziz
Zâhirâ gerçi gedâ ma’nide sultânız biz
lerinden olarak kayıdh olduğunu görüyoruz.
- IV - Şakayık tercümesinde ve Evliya Çelebi Seyahatna
Eğerçi Mevlevinin bînevâ gedâlariyüz mesinde onun Yesevî tarikatine mensub gösterilmesi de
Cıdâ-yi aşk ile dilsîr ü pür safâlarıyüz aynı şeydir.
Kalenderân-ı tarîkiz mücerredân-ı sivâ Hasluck, Bektaşilik hakkında vücude getirdiği eser
Teferrüd âleminin merd-i hub edâlarıyüz de (Ragıb Hulusi Tercümesi: Bektaşilik tedkikleri S. 12)
Simâ’ü âyinimiz nâğmesizce samt ise de Hacı Bektaş ile Abdal Musa arasındaki münasebeti son-
Makam-ı şevk-ı tarab devrinin nevâlariyüz raki bir tekâmüle atfetmektedir. Bu kanaati doğru
Derinde Hazret-i Molla-yı Rûm-i pür cûdun bulmayan Bay Fuad Köprülü ise bu hususta şunları söy.
Niyâze durmuşuz A bdalı bînevâlarıyüz liyor (Türk Halk edebiyatı ansiklopedisi No: 1 S. 61):
.J
“Hasluck’un bu telâkkisi Hacı Bektaş’ın ve Bektaşîliğin
- V —
— Şarkı — tarihî mahiyetleri hakkında eskiden beri devam eden
Sâkıyâ lûtfun diler ayıkların an’anevî bir yanlışlığın neticesidir.,,
Saf saf olmuş bezmine sâdıkların Elde mevcud menkabelere nazaran Abdal Musa Ho
Ateşin lâ’lin ile yanıkların rasanın Hoy kasabasmdandır. Daha sonra Anadolu’ya
Dökme çeşmi yaşını âşıkların gelmiştir.
Beliğ'in, “Bursa fethinden mukaddem diyâr-ı Rûm’a
Gel kızartma rühlerin güller gibi vaz’-ı kadem iden büdelâ.yi erbainden biri„ olarak
Açma zülfün tâze sünbüller gibi gösterdiği ve Buhara’Iı olduğunu söylediği Abdal Mu
Hasret-i vaslınla bülbüller gibi sa gene onun rivayetine göre “Orhan Gazî ile medı*
Dökme çeşmi yaşını âşıkların ne-i mezbûre teshirine muâvenet ve bu hidmet-i azîme-
ye ez cân ü dil mübâderet„ eylemiştir.
Dâm-ı zülfü hâl i müşgin bû ile
Bütün bu rivayetlere nazaran Abdal Musa’nın Haci
Bende koyma canları giysû ile
Bektaş ile münasebeti olduğu ve Bursa fethinde bulun
Tir ü müjgân ü keman ebrû ile
duğu kat’î surette anlaşılmaktadır. Şakayık1ta, Âlî’de,
Dökme çeşmi yaşını âşıkların
ve bunları mehaz edinen diğer bazı tarihlerde ve Be*
A bdal Musa — XIV üncü asrın en meşhur erenle- liğ’in Güldeste'sinde onun Geyikli Baba ile münasebet-5
rerinden biri olan Abdal Musa, XV inci asır menbala- leri de kaydedilmektedir.
Türk Şairleri
165 Ab
Bu rivayete göre, Abdal Musa, bir ateş parçasını bağladılar. Bunu duyan babası çok müteesir oldu. Genç
pamuk içine koymuş ve bir müridiyle Geyikli Baba’ya oğlunun bu mücerredler dergâhına girmesi haysiyetine
yollamış; o da bir kâse süt verip müridi geri gönder, dokunmuştu. Hemen Teke beyine giderek oğlunu Abdal
miş. Mürid bundaki inceliği anlamamış; fakat Abdal Mu Musa’nın elinden kurtarmasını reca etti. Teke beyi,
sa, bu sütün geyik sütü olduğunu ve vahşî hayvanlar Kılağılı İsa adlı birisini yollayarak şeyhi alup getirme
üzerinde tasarruf etmenin ateşle pamuğu bir birine te sini emretti. Fakat, şeyhin kerametiyle attan inerken
sir etmeyecek surette imtizaç ettirmekten daha güç ayağı özengiye takıldı. Ürküp kaçan at üzerinde sürük
olduğunu ve bu suretle Geyikli Baba’nın mertebece lenerek parça parça oldu. Öfkelenen Teke beyi şeyhin
kendisinden yüksek olduğunu itiraf etmiş. Bay Fuad üzerine asker yolladı. Onu tutup yakmak için ateşler
Köprülü bu hususta diyor ki (Türk Halk edebiyatı hazırlattı. Olup biteni keşfeden Abdal Musa, dört beş
ansiklopedisi No: 1. S. 62 ) : yüz müridiyle beraber sema’ ede ede Teke beyine karşı
«Bu meşhur menkıbe ile Ahmed Yesevî’ye isnad olu yürümeye başladı; taşlar, ağaçlar da onunla birlikte
nan bir menkıbe arasında hiç bir fark yoktur. Ahmed yürüdüler. Böylece ateş yanan yere geldiler; ateşin içine
Yesevîde kendi meclisinde erkeklerle kadınların birlikte girdiler. Sema’ ederek ateşi söndürdüler. Sonra geri
zikretmelerine itiraz eden Mâverâünnehir ve Horasan dönüp tekkeye gelirlerken, dağdan kara bir canavar
âlimlerine, bir hokka içine pamukla ateş koyarak gön indi. Abdal Musa: İşte Teke beyinin rûhu! dedi. Tek
dermiş; ve böylece kendi gibi bir velînin meclisinde keye odun taşıyan bir derviş baltasıyla vurup canavarı
kadınlarla erkekler birlikte bulunsa bile onların gön öldürdü. Bu sırada Teke beyi de ölmüş, askeri dağıl
lünden her türlü kötülüğü giderebileceğini göstermiştir. mıştı. Bunu gören Alâiye beyi, Abdal Musa’nın hak
(Fuad Köprülü: Türh edebiyatında ilk mutasavvıflar erenlerinden olduğunu anladı; üç yüz adamıyla birlikte
S. 3 9 ). “Ateşle pamuğun oyunu olmaz„ meselesi Türk i gelip şeyhin elini öptü. Oğlunun kalmasına râzı oldu.
ve Acemlerde kadınla erkeğin cinsî temâyüllerini anlat Gaybî bu suretle tekkede kırk yıl hizmet etti. Şeyhi
mak hususunda kullanıldığı için bu menkıbenin nasıl ona Kaygusuz lâkabını verdi. Nihayet hacca niyet etti.
teşekkül ettiği anlaşılıyor. Bu yesevî menbkıbesi, Abdal Abdal Musa ona icazetname yazıp verdi. Kaygusuz
Musa’ya atfolunan bu menkıbeden şüphesiz daha manî, kâğıdı saklıyacak münasib yer bulamayarak kalbinde
dardır; Çünkü, Abdal Musa’nın Geyikli Baba’ya durup saklamak için onu ayranına doğradı ve içti. Bundan
dururken böyle bir keramet göstermesinde hiç mânâ sonra kalbden hikmetler söylemeye başladı ve şeyhinin
yoktur. Bu menkıbenin bektaşılara yesevîlikten geçtiği verdiği kırk dervişle seyahate çıktı.
ve Şakayık’m-hiç tasrih etmemekle beraber -Abdal Musa Kaygusuz menkıbesinin Abdal Musa’ya aid olan bu
hakkında her halde Bektaşi menkıbelerinden - istifade kısmı bir kaç noktadan dikkate lâyıktır: Şeyhin geyik
etmiş olduğu açıkça anlaşılıyor.« şekline girmesi, Teke beyin ruhunun bir canavar şekli
Bazı menkıbelerden ve bizzat Abdal Musa hakkında ne girerek o ölünce beyin de ölmesi, ağaçların, taşların
vücude getirilen menkıbeden öğreniyoruz ki, onun bir birlikte yürümesi, şamanî Türkler’in menkıbelerinde ve
çok dervişleri vardır. bu şamanî an’anelerini devam ettiren Türk evliya men-
kıbeciliğinde ve bunun en temiz mahsulleri olan Bektaşi
Bektaşi an’anesine göre Antalya beyine tâbi Alâiye
menkıbelerinde de mevcud olan motiflerdir.,,
sancağı beyinin oğlu olan Gaybî, yani meşhur Kaygu-
suz Abdal da tarikatça Abdal Musa’nın mürididir. Bu Kaygusuz Abdal menkıbesindeki bazı hususların
hususa dair “Kaygusuz Abdal menakıbı„ nda kayıdlı tarihî birer hakikat olduğunu da anlamaktayız.
olan rivayetleri telhis eden Bay Fuad Köprülü şunları Kaygusuz Abdal’ın adı Abdal Musa ve Kaygusuz
söyliyor ( Aynı eser) : menakıbnnamelerinin her ikis nde de Gaybî olarak
kayıdlıdır. Filhakika (972 - 1564) de Mısır’da yazılmış
“Tekkeye girdikten sonra aldığı lâkabla Kaygusuz
bir mecmuada Kaygusuz’un «Dolapname» adlı bir man-
Abdal, bir gün avda okla bir geyik vurdu. Yaralı
zıimesi yazılıdır. Şair’in bu şiirde «Alâî Gaybî» ve
geyik kaça kaça büyük bir âsitânenin kapusundan
« Kaygusuz » mahlâslannı kullandığını görmekteyiz
girdi. Gaybî de arkasından dergâha girerek dervişlere
(Kaygasuz maddesine bak).
geyiği sordu. Dervişler haberleri olmadığını söyle
diler. Meğer bu geyik suretinde görünen, bu der Abdal Musa’ya aid daha bir takım menkıbeler mev-
gâhın şeyhi olan Abdal Musa Sultan imiş. Abdal Musa, cuddur. Evliya Çelebi de ondan bahsederken bir takım
Gaybî’yi huzuruna çağırtarak geyiğe attığı oku gösterdi. menkıbeler kaydediyor. Bazı Bektaşi şiirlerinde de
Bu kerâmeti gören Gaybî, Şeyhe mürid olmak istedi. onun hakkında kerametler zikredildiğini görüyoruz.
Zorluklarını anlattı. Babasından izin almasını söyledi. Oedn Muslu'nun bir nefesinde şu beyitlere tesadüf
Nihayet, Gaybî’nin ısrarı üzerine onu tarîkat usulün edilmektedir (Sadettin N üzlıet: Bektaşi şairleri S. 125-
ce tıraş ettiler, taç ve hırka giydirdiler. Beline kemer 126):
Türk Şairleri
Ab 166
Evvel tekbir aldık pirin beline Erler gelür pîrim Abdal Musa’ya
yetdir. Gitmeğe niyyet iden şehirlünün yollan üzerine yin„ dedi. Geldi, Abdal Musa Sultana: «çık ışık Pâdi
vardı, eyitdi: “Oturalım gitmen„ dedi. Anlar dahi didiler şâh kapusuna varalum, suçlusun!,, dedi. Abdal Musa
kim; «Biz sizin hatırınuz yıkmışuz, huzûr edemeyüz, Sultan vezîre eyitdi: «Adın nedür?„ vezir eyitdi: “seni
bir yere dahi gidelüm» dediler. Abdal Musa Sultan de gerçek er derler, adımı dahi bilmezsin,, dedi. Tekrar
di kiî “Kanlu gömleği boyumca yığdum, bir kerre gelüb Abdal Musa Sultan eyitdi: «Adın bize bağışla!,, dedi.
bize hâlinüz ne? dimedinüz, münkir oldunuz. 01 sebeb- Vezir eyitdi: «Benim adım (Göde Yusuf) dur„ deyicek
den âfât-ı semâviyye irişüb sizi Allahü Taâlâ kahritdi. Abdal Musa Sultan eyitdi ki: «Senin adm Göde Yusuf
istiânet taleb idüb meded Abdal Musa! deyü çağırma- ise benim adım dahi (Köselen Musa) dur; nice senin
dmuz. üzerinüzden reddetsem gerek idi. Pes imdi her gibi gödenin kılağısın sildim» dedi. Göde Yusuf dahi:
birinüz bir vilâyete gidinüz!» dedi. Andan Abdal Musa «İneyim, şol kişi ne kişidür» dedi, atından aşağı ineyim
Sultan yaylakdan sâhil evine indi; anda bir tekye derken ayağı özengiye geçdi. At tepüb helâk eyledi.
bünyâd itdi. Ol tekyeyi yapdıkları yerden bir kazan al- Abdal Musa Sultan “Hû dedi, durugeldi. Gemî’-i Fuka-
tun çıkardılar. Abdal Musa Sultan eyitdi: «Bu malların râsiyla kalkdı; Abdal Musa Sultan eyitdi ki: «Sizinle şöy
yetimleri vardur. Kan ve irindür. Deryâ kenarında bir le oynayalum kim odun (ateşin) yerinde çayır bitsün.,,
Kâfir gemisi vardur. Ol mâlin vârisleri ol gemidedür. dedi. Dahi «beni seven yürüsün!,, dediği gibi cemî’
Varun söylen haber virün gelsünler, alsunlar, gitsünler,, dağlar ve taşlar ardınca kopdı, bile geldi, Genceli
dedi. Abdal gönderdiler vardı, gemiye haber verdi, ge şehrini basdı altına aldı. Meğer ol şehirde bir koca
mi içinde olanlar sordular: «Bu ne kişidür?» Abdallar karıcık var idi: Bir ineciği var idi. Ol ineğin südüni her
eyitdiler kim: «Bir veliyyullahdan âdemdür, vilâyet ve zaman Abdal Musa Sultana getürürdi. Heman onun evi
keramet ehlidür, dediler. Bu mal sizindür. Atalarınuz- kurtuldı, kaldı, gayrisi cümle zîr ü zeber oldı. Fukarâ
dan kalmışdur dedi. Gelsünler alsunlar haber virün de eyitdiler: “Dağlar bile yürüdi Sultanım!,, dediler. Ab
di; biz anınçün geldik, gelin dediler. Kâfirler bu sözi dal Musa Sultan eyitdi: «Dur dağım dur, senin yanında
işidicek gönüllerinden tutdılar kim: «Eğer bu kişi hak olsun bizim mezarımız.» Dedikde dağ duıdı. Bu kez
velî ise biz varınca bâdemiz hâzır ola ve hınzır çocuğu taşlar durmadı. Girü geliyorlar dediler. Abdal Musa
[domuz yavrusu] Pişmiş ola. Andan bu söz Abdal Sultan dahi: Durmaz mısınuz!,, deyü kara çomak ile bir
Musa Sultana ma’lûm olub şikâre Abdal gönderdi. Ak, kez vurdı, taşlar da sâkin oldı. ve Kendü fukarâ ile
kara canavardan [Domuz] ne düşerse getürün dedi. İki Teke Beğine vardılar. Teke Beği yüksek bir yerden
hınzır çoçuğu bulub getürdiler. Bunları yüzüb ocağa temâşâ ideıdi; Heman Teke beğine doğru yürüdiler.
kodilar. Pişer iken bir kâfir dahi şarab götürüb gi Belki tutayım dedi durmadı, kaçdı. Sultan cemî’-i Fu-
derdi; gördüler; kâfirin şarabını alub hâzır eylediler. karâsıyla ateşine girdi, samah [semâ] tutdı. ateş mah-
Kâfirler dahi gemiden gelüb hâzır buldılar. Bildiler ki voldı. Yerinde çayır çimen bitdi. Teke Beği durmadı, or
gerçek velîdür. Abdal Musa Sultan buyurdı : “Malların mandan ormana kaçdı. Sonra Ç jkdı “varayın erin elin öpe-
virün alsunlar, gitsünler.„ dedi. Tekyenin yanından akan yin, erin işi keremdür„ dedi. Kalkdı sultana doğrı var
su içinde sandal getürdiler. Kazanla ol mâli kodilar. dı. Abdal Musa Sultan’a anın geleceği mâ’lûm oldı.
Sandala bindiler; sandal yürümedi! Ol kadar cehdet- Kullarına eyitdi: “Teke Beğini içinize koman, ol size
diler ki sandalı yürüdemediler; meğer kim kâfirler ka beğ olamaz!« dedi. Bunun kulları dahi gördiler ki Beğ-
zanı Abdal Musa’ya virelüm deyü ahdetmişlerdi. 01 hâ- leri geliyor. Cümlesi çığrışdılar, Eyitdiler ki “Sen bizim
tırlarına gelüb kazanı çıkardılar. Ol saat sandal revân beğimüz olamazsın; biz beğimizi bulduk» dediler. Te
olub yürüdi. Andan sonra mâlin bulunduğum Teke ke beği geldi, yüzün yere sürdi : «Biz kendü bilmezli
beğine bildirdiler. Teke Beği dahi eyitdi ki: “Ne hoş, ğimizle etdik, Sultanım!» dedi. Abdal Musa Sultan nutka
biz burada İslâm Pâdişâhı iken virmeyüb kâfire niçün gelüb eyitdi ki: «Okun atdık, yayın yasdık; atılan ok
verdi ola?„ dedi.Bir kul gönderdi: “varın alın gelin!» dedi. girü gelmez; başına yarağ eyle!„ Teke Beği eyitdi:“Hay
Gelen kul gerü gitmedi; tekrar bir kul dahi gönderdi, Sultanım, kıyma, ne dilersen dile!» dedi. Sultan eyitdi:
ol dahi gerü gitmedi. Günden güne ikiden, üçden kul “Ne dileyeyin, Dünyâda dünyan yok, âhiretinde âhire-
gönderirdi hiç biri gerü gelmezdi, Heman varanlar Ab tin yok!„ Teke beği eyitdi: «Şimden gerü bize yürü
dal Musa’ya derviş olurdı. Bu veçhile tâ yaz olunca mek yok!» Oğlı (Halil) e Pâdişahlık emânetin ısmar
tamam beşyüz kul geldi. Bu gelen kullardan hiç birisi ladı. Abdal Musa Sultan eyitdi: « Bizim sağlığı
gerü gitmedi; Abdal Musa Sultan yanında derviş olub mızda anın üzerine hiç kimse gelmesün.» Teke Beği
kaldılar. Teke Beği dahi yarağlandı, yaylağa çıkdı. Ab Istanaz’a yetdi. Seherden kalkub gitdi. Abdal Musa
dal Musa Sultan dahi Genceli’ye çıkdılar. Teke Beği Sultan namaz vaktında durugeldi, gördi ki bir kara
günde beşden, ondan kul gönderirdi, diler ki Abdal canavar yer kazub çağırır. Kara Abdal’a buyurdı:
Musa Sultanı getürde.. Cemi’ gönderdikleri sekiz yüz ka «Baltam bile getür!» dedi, kara canavarı gösterdi:
dar kul oldı. Cümlesi Abdal Musa Sultana derviş olub «Eylekim Seğirt; Teke Beğinin ıûhıdur. Evfiyâya yetiş-
kaldı, gerü birisi gitmedi. Etrafta olan karye halkı tirmeyelüm,, dedi. Kara Abdal dahi Koğarak ol cana
Teke Beğine şikâyet etdi. Teke Beği dahi karye halkına varı yetişüb tepeledi. Meğer ol vakit Teke Beği Dö
emreyledi: « Ev başına birer yük odun getürün!» dedi şeme derununda Antalya’ya giderken atı sürçdi, atdan
«ateş idelüm, gerçek er ise gelsün, odı [ateşi] çiğnesün yıkıldı; başı taşa tokundı, helâk oldı. Leşini Antalya’ya
geçsün. Ben de ana i’tikad edeyin, siz de i’tikad edin „ getürdiler. Oğlı babasının hâlini gördi: «Buna noldı?»
dedi. Karye halkı ev başına birer yük odun hazırla- deyü suâl eyledi. Yanında olanlar hâlini bir bir bildir
yub cümlesini birikdirdiler, harman etdiler. Meğer Teke diler. “Abdal Musa gerçek er imiş şöyle oldı dediler,,.
beğinin yanında bir kulı kalmış idi, Vezîri idi eyitdi: Halil Beğ eyitdi: «Bu Hod er okına uğramış» dedi, “Ol
Buyur sultanım, ben varayın ol ışığı hûzuruna getüre* [Abdal Musa] benim babam olsun şimden gerü» dedi.
Türk Şairleri
Ab. 168
heman olanca askerin alub kalkdı. Abdal Musa Sultana dediler. Abdal Musa Sultan eyitdi: «Bir Pabuşcı kadar
ge-ldi. Abdal Musa Sultanın elin öpdi, eyitdi: «Ne etdi gayretinüz yok mudur? göni çeke çeke uzadır, Pabucı
ise babam etdi, benim suçum yokdur sultanım!» dedi. diker, sûrete getürür.„ dedi. Şöyle çiğin yapışdılar ağa
Abdal Musa Sultan eyitdi: “var otur işine, bizim sağlı cı çekdiler, bir ol kadar dahi uzatdılar. Cümlesi bunun
ğımızda korkma oğul!,, dedi. Halil Beğ fikretdi; “Abdal eline ve ayağına düşdıler: “Sultanım ne istersen vire-
Musa Sultan, oğluna vezir olmasa beğlik idemezin„ lüm» dediler. Abdal Musa Sultan eyitdi: «Heman bize
dedi. Pâdişâh iken sultanı vezir eylediler. Andan incir getürün.» dedi Bunlar vardılar incir getürdiler.
sonra Abdal Musa Sultan kalkdı, hareket idüb dökdiler orta yere bir çeç oldı, üşdiler, inciri yediler.
dağa çıkdı. Rados cemaatine indi, erenlerine selâm Abdal Musa Sultan su istedi. Meğer bunların suları
verdi. Erzâde Menteşe hazarında (Ahmed Dudu) geldi, ırakdan gelürdi. Ev ıssı eyitdi: “Devletlü geldün yetiş-
üç selâmın aldı, dükkânında nesi var ise devşirdi. Evi dün elhamdülillâh, bize su da himmet eyle efendim,
ne vardı, değirmene zahîre gönderdi. «Öğünen unu tez sultânım, suyumuz ırakdan gelür„ dediler. Abdal Musa
etmek pişirin eve âdem geliyor,, dedi. Bu yana Abdal Sultan yumruğun yere urdı, o yerden bir a’Iâ su çıkdı,
Musa Sultan anladı. Durduğu yerden bir taş aldı eyitdi: içdiler, kalkdılar, gitdiler. Bunlar incirin düğmelerin d e v
“Erenler, birer taş getürelim!n sekiz yüz Abdal getir şirdiler, saydılar sekiz yüz düğme çıkdı. Abdal Musa
diler. Üç çatal bir ağaç bile getirdiler. Bu yana Ahmed Sultan denizden çomağın aldı, Yine sehil vakıtda eve gel
evinde yemek ısmarladı, “hazırlan!,, deyüb kendisi karşu diler, indiler tekyede otururken bir gün yanına bir
çıkdı. Eyitdiler ki: “Ahmed dîvâne oldı, gözedin kande kaç abdal aldı, vardı, bir taşdan iki desti çıkardı,
gider„ dediler; gözetdiler, Ahmed dağa karşu gitdi. meydana getürdi. Birisini oğluna verdi ve birisin (Kı
Ahmedin gitdiği yana yola bakdılar ki bînihâye âdemler zıl Deli Sultan)a verdi; ve kırk nefer abdal verdi: «Ha
geliyor! Vardı Ahmed bunların elin öpdi. Önlerine düşdi, cı Bektaş Hünkârın üzerine türbesin ve tekyesin ve
geldiler evinin önüne Abdal Musa Sultan elindeki taşı furun ve matbahın yapın ve dâiresin ırakdan havliye
yere bırakdı, bu üç çatal ağaç dahi anda karâr itdi. alın, içine bağçe dikin, her ağaç yemiş verdikde her
Abdal Musa Sultan ol ağacın dibinde oturdılar. birinden alın, getürün meydana dökün, meydan dob-
Hep gelenler ellerindeki taşı yere bırakdılar. Andan dolu olsa gerekdür. Abdallar dahi size cevab dişeler
sonra yemek getürdiler. Abdal Musa Sultan eyitdi : Ye gerekdür; Ol söze bakman deyin kim: “Hünkâr ölüb
mek yiyelüm gelin!.. Ahmed geldi, yemek yidiler. Abdal geldiğimiz vakit üç sene emânet koyubdururuz. Size
Musa Sultan eyitdi : « Ahmed siz hocalığı tamam virsünler. Alın gelin„ dedi. Ammâ yerin bilmediler.
etdiniz, Şimdengeru adın Hoca Ahmed olsun şu araya Sultana abdal gönderdiler, geldi; “Sultanım siz buyur
tekye ve matbah yab, dedi, senin nasibin ayağına gel- duğunuz emânetlerin yerini bilmediler, yine size saldı
sün»dedi. Oradan Abdal Musa Sultan kalkdı (Yarış Çam) lar, nerde ise deyiverin,, dedi. Abdal Musa Sultan eyitdi:
a kondı . Bir âdem kısrak yedüb gider; Abdal Musa “Biri un ambarındadır. Ol (Sarı Alem) dir; birisi (Mer
Sultan eyitdi: «Kande gidersin? » dedi. Ol âdem eyitdi: mer Çerağ) dır. Hacı Bektaş Hünkâr’ın önünde yan-
«Şu kısrağı aygıra iletirin» dedi. Abdal Musa Sultan mışdur. Birisi (Yeşil ferman) dur. Ol (Sarı İsmail) dedür;
eyitdi: “Aygır ıssına ne vireceksin? bize vir dedi, sana el uzada abdal gelinceye kadar. Sarı İsmail göçdi.
gülbang idelüm murâdın hâsıl olsun„ dedi. Abdal Mu defneylediler, kabrini tenhâlayub üzerine vardı: «Yâ
sa Sultan gülbang eyledi; «var, imdi hâcetin kabûl oldı, sultan Sarı İsmail, benim hizmetim Hünkâra geçmedi.
taycığazın sakla!» dedi. Meğer bunun ileteceği bir yağlı Yeşil fermanı senden istediler, ne buyurursun?» de-
çörek idi. Bir saat sonra bir kâfir geldi, selâm verdi, dikde; Sarı İsmail Sultan kabri içinden yed. i beyzâ gi
«getür kâfir şarabın içelüm!» dedi. Kâfir eyitdi: *Bu sana bi bir eli ile sunuverdi. Abdal alub Allaha ısmarladık
yaramaz Sultanım,, dedi. Üç kere «getür içelüm!„ dedi, deyüb geldi. Hacı Bektaş evinde Kızıl Deli Sultana
âhir abdallara: “Getürün şerbeti içelüm!» dedi. Abdal Yeşil fermanı verdi. Bâkî anda olan mermer çerağı, ve
lar kalkub getürdiler, Kâfircik dahi bile geldi- Şarabı Sarı alemi virdiler. Kızıl Deli Sultan dahi alub Abdal
nın yanına oturdı, kadehin eline aldı. Abdal Musa Sul Musa Sultana emânetleri teslim eyledi. Andan sonra
tan Abdallara: «Getürün keşkülleriniz» dedi. Abdallar Abdal Musa Sultan kalkdı. deniz kenarına indi. Ve de
keşküllerin getürdiler, tulumdan şarabı sika sika çıkar di ki: “Buraya leşker geliyor. Karıncıkları açdur, dahi
dılar, gördiler ki tulumdan çıkan bal olmuş! kâfir eyitdi: bir şikârcık sunmadılar, karıncıkların doyuralum!» dedi
“Behey abdallar, ben bunı kendi elimle şarab doldurdum Bir saatden sonra denizden bir gemi zuhûr etdi; Geldiler,
idi; Siz bunı bal eyledinüz.» dedi. Abdalın birisi eyitdi: yalıya çıkdılar. Görünce: «Hay, bunda Abdallar var an
“Aç gözün kişi, bunlar gayib erenleridür,, dedi. Kâfir cak» dediler. Gemiden çıkanlar Abdalların yanma ge-
eyitdi: “Dininüz ne diııdür?» Abdal Musa Sultan : “Dini lüb: “Ey abdallar, ne ararsınız?,, dediler. Abdallar
miz Muhammed dinidür, îman getür!„ dedi. Kâfir îman eyitdiler: “Bunda gerçek er vardur, size muntazırdur»
getürdi, müslüman oldı. Balı çörekle yediler Kalkdılar, dediler. Ve “sizin içün yemek hazırladı,, dediler. Bunlar
üç kez samah tutdılar. Abdal Musa Sultan eyitdi: «Bu dahi sürüb erin nazarına geldiler. Ocakda erin hara
çamın kabuğı her derde derman olsun!„ dedi. Andan msın [Küçük kazan] gördiler; bunlara az göıündi ; de
göçdiler gitdiler. (İncirli Ova) ya yetdiler. Öte ucunda diler ki: “Hay Sultanım, bu yemek sizin leşkere mi
devletlü (Veli Dede) bina yapardı. Binanın bir ağacı yeter, bizim leşkere mi yeter?„ dediler. Abdal Musa
kısa geldi, yetişmedi, ona çalışıyorlardı. Abdal Musa Sultan kalkdı, haranının yanına vardı, kepçeyi eline alub
Sultan selâm verdi, dediler ki: «Sizin de Beğinüz var mı- “Deyin imdi Abdallar siz üleşdirin!,, dedi. Bunlar ta
dur?» Abdal Musa Sultan eyitdi: “Leşkerin beği olmaz mam kırkbin er idi. Abdallar yemeği üleşdirdiler, dahi
ını?» dedi. Bunlar eyitdiler ki: «Biz de bilelüm leşkerin yetmeyene tekrar üleşdirdiler. Yemek cümlesine yetiş-
beği var idüğin, bu kısa gelen döğeri çeksün uzatsun!» di. Karınları doydukdan sonra önlerinde döküli kaldı.
Türk Şairleri
169 Ab.
“yeter,, dediler. Abdal Musa Sultan kepçeyi haranın yuvası olur, öylekim kon, su olsun» dedi. Abdallar da
üzerine koydı, geri çekildi. Abdallar gördiler ki haranı tınmadılar. Su akdi. Baba Gaybî odunda idi, geldi,
yine evvelki gibi dolub durur, hiç eksilmemiş. Abdalın eyitdiler ki: Yâ baba Gayb, Efendimiz bal, yağ akıtdı,
birisi dedi ki: «niçün geıü çekildiniz; hay gaziler gelin şu punarlardan, sen görmedin» dediler. Baba Gaybe
görün haranı dobdulu durur!„ Geldiler, gaziler temâşâ yemek verdiler, yedi. Yine oduna gitdi. Gider iken bunı
eylediler. Bildiler ki bu er gerçek velidür. ( Gazi Umur görmediğine gussalandı. «Efendim, beni sevmezsin, ben
Beğ) geldi, eyitdi: «Şimdengeru biz sana çağırıruz senin dîdârına doymadum. Senden hiç birnesnecik gör
efendi himmet eyle!„ dedi. Abdal Musa sultan eyitdi: medim, dedi, bana yakındaki hizmetin göstermezsin,
“Bir börk getürün Umur Beğe geydirelüm,, dedi. Bir İrağa salarsın, dîdârından cüdâ düşerin.» dedi. Gaybî
kızıl börk getürdiler Umur Beğin başına geydiıdiler. odundan geldi.Abdal Musa Sultan eyitdi:«Varm Gaybe den,
“Gaziler şimdengerü Buna Gazi Umur Beğ deyin, dedi, bizden eyüye hizmet eylesün». Abdal geldi, Gaybe dedi.
varsun bu beğ de gazi olsun. Gerü size şimden son Gaybî gussalandı, eyitdi : « Şu ben bir pâdişâh oğlu
ra gazilik verüb dururuz,, dedi. Gazi Umur Beğ eyitdi: idüm, geldim. Şu dedeye kulluk eyledüm. İşte bildüm er
“Bize bir yâdigâr verin sultânım,, dedi. Sultan eyitdi: hak evliyâdur. Ben bundan yüz döndürsem çokdan yüz
“Şol Kızıl Deli’yi size verdük, alın gidin,, dedi. Bu gazi çevirirdüm. Elimden ne gelür? Koyub gitmek de olmaz!
ler kalkdılar: “Gider misin baba!„ dediler. Kızıl Deli nazarında yanalum bâri» dedi. Ahşam olunca kendüzin
Sultan, işâretle: “Giderin,, dedi. Abdal Musa Sultan ça- bacadan ocak içine atdı; ocağa düşecek vakit Abdal
ğııub bir ağaç kılınç sundı. Kızıl Deli Sultan aldı, Musa Sultan: «Tutun G ay bı! » dedi. Abdallar tutub
öpdi, başına kodı. Andan sonra yürüdiler. Abdal Mu yine kapudan dışarı bırakub kodılar. Baba G ay b î:
sa Sultan eyitdi: “Deyin imdi, hiç bir yere gitmen, doğ «Elimizden ne gelür ? Eşiğe yasdanalum! » dedi.
ru Boğaz Hisarı’na varın üzerine düşün, ikdâm Abdallar hep yatdıkda Baba Gaybî eşiğe
idün alursunuz; Boğaz Hisarın aldıkdan sonra yasdandı Abdal Musa Sultan kalkdı, taşra çıkdı;
Rûm İlin size virdüm, önünüze kimse durmasun» dedi. ayağın Gaybînin üzerine basdı. Gaybî tınmadı,
Birgün Abdal Musa Sultan sabahın dururdı: «Abdallar Abdal Musa Sultan: “kimdir Şu„ dedi. Gaybî: lebbeyk
size bir kişi geliyor gafil olman!,, dedi. Abdallar eyitdi: sultanım, kulun Gayb’dır„ dedi. Abdal Musa sultan:
“Nfce idelüm sultanım?,, dediler. Abdal Musa Sultan Aldın Kaygusuzum aldın, aldın!„ dedi; eline yapışub içe
eyitdi: “Şöyle vurun ateşi, tekye muhkem kızsun ri getirdi. Namaz vaktında Abdal Musa Sultan taşra
matbaha ateş eylen, koyu koyu tütünler çıksun. dedi çıkdı. Üç kez çağırdı, üni vardıkça: «Gelsün nasib is
ve suyı sık sık ulaşdırun, carınuz çekin, her erkâ teyen!,, dedi. Heman Abdal Kefi seğirtdi: “Meded sul
nımız tekmil olsun, o gelen âdeme sofra döşen,,. tanım himmet eyle!„ dedi. Abdal Musa sultan eyitdi:
Bir bir bakdılar, gözetdiler, bir kişi akşama yakın “Yüri sana evvel ^"-s1? ye ve âhir ¿ ‘J? ye; andan Kara
geldi, abdallara, eyitdi: “Abdallar, imdi sininle üç gün Âşık Baba geldi. «Yüri sana Eğirdiri verdüm» dedi.
üç gice yemek yiyelüm, oturalum» dedi. Ol gün Tahtalı Baba geldi. “Yüri, sana Tahtalı Dağım [Bey
yemek gelmedi. Sabah oldı, furuna, matbaha bakar şehir Civarında] verdüm dedi. Her kim geldi ise nasib
lardı, yemek gele deyü. Üç gün bu hâl üzre yemek verdi. Hâsıl-ı Kelâm ol gün kırk Abdala nasib verdi.
gelmedi, dördüncü gün oldı. Bu konuk acıkdı. Bir birine Andan Abdal Musa Sultan geldi, oturdı, elile ocağı
danışdılar: «buna gerçek velî deyü geldik, her dil buna karışdırdı. Abdal Kefi eyitdi:“Sultanımın eli yanmaz mı?„
meşhurdur. Biz buna karşı dilince(Dilimizce) söyleyelüm,, Abdal Musa sultan eyitdi: “Abdallarız, Fetâlarız Ür
dedi, eyitdiler: “Nola, söyle,, dediler. Acem dilince dile yanlarız, büryanlaıız!» Abdal Kefi eyitdi: “Aceb bu sul
geldi eyitdi : «*-> ,*.»>•JWV -¿l’ yT f / lr 1
’"*» dedi. tan ne soydandur » deyü sordı. Abdallar eyitdiler:
Abdal Musa Sultan eyitdi: •=—'"-¿»''JuT ju u»v. ûV*j' «Biz bu sultanın ötesini sormayüz. Heman dîdârınun
dedi. Abdal Kefinf/Câ/^can başına sıçradı, turugeldi, çıkdı, âşıkıyüz.» dediler. Abdallara bu müşkil oldı. Gönül
vardı altunı bir tersin altına kodı, geldi, dedi kim: «Altun evinden bunı istediler. Abdal Musa Sultan eydiverdi:
yokdur.„ Abdal Musa Sultan eyitdi: «Bire varın Abdal
lar, bokı boka katdı» dedi. Öyle deyicek Acem heman Kim ne bilür bizi biz ne soydanuz
kalkdı, Altunı getirdi: « İşte Sultanım, artık yokdur.» Ne bir zerre oddanlne hod sudanuz
dedi. Abdal Musa Sultan eyitdi. « Varın Abdallar, bunı Bizim husûsumuz ma’rifet söyler
hep ni’mete verin, hiç birisin arta koman» dedi. Vardı Biz Horasan mülkindeki boydanuz
lar, abdallar bunı hep pirince, yağa verdiler; bir günde Yedi deniz bizüm keşkülümüzde
yedi kez yemek pişirdiler. Zerdenin balı, yağı dükendi. Hacım umman oldı biz o göldenüz
Abdal Kefi gussalandı; Aşçı eyitdi: «Ne gussalanırsın?» Hızır İlyas bizüm yoldaşımızdur
dedi. Bunda hikmet vardır, Efendimize görünelim, dedi, Ne zerrece günden ne hod aydanuz
görelim ne buyurur» dedi. Abdal Musa Sultan eyitdi : Yedi tamulbize nevbahâr oldı
«Ne gam çekersiniz? Varın şu punardan bal alın, şu Sekiz uçmak içindeki köydenüz
punardan yağ alın götürün, yemek pişirin» dedi. Yemek Bizüm zahmımuza merhem bulunmaz
pişirdiler yediler. Sofra kalkdıkdan sonra Abdal Musa Biz kudret okuna gizli yaydanuz
Sultan eyitdi: « Bal, yağ olub akarlar mı punarlar öyle- Mûsâ Tur’da durub münâcât eyler
kim?» dedi. «Akarlar Sultanım» dediler. «Gelin biz de Neslimüz sorarsan asıl Hoy’danuz
varalım, görelim dedi.» Kalkdılar, heb punar üstüne Ali oldum adım oldı bahâne
vardılar. Abdal Musa Sultan eyitdi: «Yine su olun öy- Güvercin donunda geldüm bu hâne
lekim» dedi. Abdallar çığrişdılar. «Kon kon bal, yağ Abdal Musa oldum geldim cihâne
aksun Sultanım» dediler. Abdal Musa Sultan eyitdi: «Şahin Arif anlar bizi nice sırdanuz,,
Türk şairleri
Ab. 170
Bu menkıbede Abdal Musa’nın bir takım beylerle Abdal Musa’nın elimizde pek az manzumesi vardır.
münasebetlerinin yazılı olduğunu görüyoruz. Kaygusuz Hemen her Bektaşi mecmuasında onun bir kaç nefesine
menkıbesinde tesbit edilen Teke beyinin canavar şek tesadüf edilir. Balum Sultan’dan bahseden manzumenin
line girerek öldüğü rivayeti bu menkakıpnamede de (Bkt. S. 6) ise ya Abdal Musa namında diğer bir şaire
mevcuddur. Yalnız her iki eserde gösterilen sebepler aid olduğunu veya şiirin bazı yerlerinde sonradan de
başka başkadır, ğişiklikler yapıldığını kabul etmemiz lâzım geliyor.
Abdal Musa’nın şarabı bal yapması, küçük bir tah
Esasen Abdal Musa ve Abdal Musa Sultan mah-
tayı büyütmesi, susuz bir köyde yumruğunu yere vura
lâslariyle yazılan bu şiirlerin muhakkak surette Abdal
rak su çıkarması, kırk bin askeri bir tencere yemekle
Musa’ya aid olduklarını söylemek imkânı da yoktur.
doyurduğu halde yemeğin bitmemesi gibi kerametlerini
yazılı bulduğumuz bu eserden başka diğer bir Abdr.l — I _
Musa menakıbnamesinin zuhur edeceğine de ihtimal
verilebilir. Bektaşi şiirlerinde görülen bazı kerametlerin Gözlerin kör olsun ey kanlı yezid
bu menkabede mevcud olmaması bu kanaati kuvvetlen Bu meydanda ne var Ali’den gayrı
diriyor.
Güvercin donuyla Urum’a uçan
Abdal Musa’nın gerek Hacı Bektaş vilâyetnamesinden,
İmamlar evinün kapusun açan
gerek Kaygusuz Abdal menkıbesinden, gerekse kendisi
Cümle evliyâlar üstünden geçen
hakkında vücude getirilen menkıbeden Elmalı’da med-
Var mıdur hiç bir er Ali’den gayrı
fun olduğa anlaşılıyor. Buna mukabil Şakayık ve diğer
menbalarda onun Bursa’da gömülü olduğu kayıdlıdır. Muhammed mi’râcın yoluna girdi
Şairin gazalara iştirak etmesi dolayısiyle bir müddet Bu sır gayet sır içinde sır idi
Bursa’da bulunması yüzünden kendisine orada bir ma
Şir donunun hâtem mührüni virdi
kam tesis edildiğini ve asıl mezarının Elmalı’da bulun
Bu sırrı kim ider Ali’den gayrı
duğunu kabul etmek daha doğru olur sanıyorum.
Bektaşîliğin büyük merkezlerinden olan ve Elmalı’ya Cümle evliyâlar imamlar bunda
üç saat cenupta tekke karyesinde bulunan Abdal Musa İkrar alan kimse düşer mi derde
zaviyesi hakkında Evliya Çelebi Seyahatnamesi'ndz ve Yeknefeste durma meydân-ı erde
Türk Halk edebiyatı ansiklopedisi’nde Bay Fuad Köprülü Kimdür baba rehber Ali’den gayrı
nün yazdığı Abdal Musa maddesinde epeyce tafsilât
vardır (S. 64). Her kimin çırağın yaksa Hak yakar
Bektaşi sırrı adlı eserde (C. 3, S. 127) Nailî efendi Rızâya baş koyub teslimin takar
isminde bir zat mezkûr kitabın müellifine yazdığı bir Aslımız on iki imâm’a çıkar
mektupta : « On üçüncü cüzde tahrîr buyurulan Babamız her kim var Ali’den gayrı
Abdal Musa Elmalı’da medfûn olan Abdal Musa olma-
Selman bir deste gül şâha uzatdı
yup bu Abdal Musa başkasıdır; çünki bu hususta fa-
Kendü tabutuna kendüzi yatdı
kîrâne pek çok tedkîkat ve taharriyâtta bulundum. Bu
Cemî’-i mushafdan nikabm atdı
babda istihsâl eylediğim mâlûmâtı beyâna mecbûr ol
Kur’an yok gördüler Ali’den gayrı
dum. Şöyle ki Elmalı’da medfûn olan Abdal Musa Sul
tan Hazret-i Pîr efendimizin ammisi Haydar Ata’nm Erenler erkânı gerçek bellüdür
mahdûmı Haşan Gazî’nin sulbünden zûhûra geldiği “ki- Abdal Musa fakir anun kuludur
tâbülesabüssâdât„ nâm risâlede muharrer olduğu bir İmamlar sırrıyle göniü doludur
mecmûa-i atîkada g ö r ü ld ü .d iy o r s a da bu hususta Var mıdur hiç bir er Ali’den gayrı
şimdilik kat’î hiç bir şey söylemek kabil değildir.
Bay Muhtar’ın Bektaşi Tomarı adlı küçük eserinde _ II -
Abdal Musa namına uydurma bir mühür görülmektedir.
Bu mühürün ortasında ■uııVUiV» ve kenarlarında Muhammed Ali’nin kıldığı da’vâ
« ju t ¿ ¿ ijS Jj-j j J U j » yazılıdır. Ufak Yok meydanı değil var meydanıdur
bir tedkikle Son zamanlarda kazıldığı anlaşılacak olan Muhammed kırklara niyâz eyledi
bu mühürü, Abdal Musa’nın olarak göstermek ve husu Ar meydanı değil er meydanıdur
siyle onun “zübde i nesl.i Resul„ ve “Sultan„ tabirleri
ni kendi namına kazdırmayacağını düşünmemek büyük Kırklar özün bir araya kodılar
bir gaflettir. Şimdiye kadar hiç bir mutasavvıfın ve hiç Anlar cenazesin susuz yudılar
bir Bektaşi’nin kendisine böyle bir paye verdiği de Deveyi gördün mi gördüm didiler
görülmüş değildir. Ört elin eteğin sır meydanıdur
Türk şairleri
171 _____________________________ _____ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ Ab.
Ne diyeyim şu erkânı kurana «Hangi asırda yaşadığı belli olmayan bir sazşairidir.
Yuf çekerler bu meydanda yalana Şimdiye kadar bu mahlâsı kullanan hiç bir âşıkın hiç
Üçyüz altmış merdiveni bilene bir parçası neşredilmemiştir.
Kör meydanı değil gör meydanıdur
Yalnız, Viyana kütphanesi Türkçe yazmaları arasın
da hanği yılda yazıldığı belli olmayan 770 numaralı bir
Abdtıl Musa Sultan gerçek er ise
mecmuada Mecnun,Kuloglu, Âşık Ömer, Gevheri, Kâtibi
Ali’yi sevenler muhib yâr ise
gibi XVII—XVIII inci asırlara mensup meşhur sazşairle-
Hak’km maksûduna İrem der ise
rinin eserleriyle birlikte Abdal mahlâslı birinin de eser
Urganı boynunda dar meydanıdur leri vardır. Buna göre bu şairin de o asırlara mensup
olduğu söylenebilir. Mecmuada bu ad şeklinde
Bibliyografya : Abdal Musa menakıbnamesi, Ahnıed Rifat :
Mir’atülmekasıd. Âşık Paşazade tarihi, A lî : Künhülâhbar, Beliğ :
yazılmışsa da, halk şairlerinin eselrini ihtiva eden ve
Oildestei riyazi Bursa, Evliya Çelebi seyahatnamesi, Fuad Köprülü : halk tabakasına mensup insanlar tarafından yazılan bu
Türk edebiyatında ilk mutasavvıflar, Türk Halk edebiyatı ansiklo gibi mecmualarda imlâ dâima bozuk olduğundn, bu
pedisi, Hacı Bektaş vilâyetnamesi, Kaygusuz Abdal menakıbnamesi, adın Abdal olduğu anlaşılıyor.
Sadettin Nüzhet : Bektaşi Şairleri, Süleyman Fikri : Antalya livası
tarihi, Ragıp H ulûsi : Bektaşilik tedkikleri (Masluck’tan tercüme) , Bibliyografya'. Flügel Die arab., pers., Türkischen Handschrif
Rıfkı : Bektaşi sırrı. ten der K-—Königlichen hofbibliothek zu W ie n ,1,713.»
A b d al O ğlan (Bektaşi şairi) — XVII nci asırda Ülkemizdeki bazı kütüphanelerde ve hususî ellerde
yazıldığını mündericatmdan tahmin ettiğim bir mecmu mevcut mecmualarda da Abdal’ın bir iki manzumesine
ada (Mit. Alm. K. Mz. No'- 723) Abdal Oğlan mahlâsiy- tesdüf edileceğini tahmin ediyorum. Netekim Bay
le bir nefes kayıdlıdır. Başka hiç bir mecmuada manzu
Namdar Rahmi Bursa kütüphanelerinden birinde bulduğu
mesine tesadüf edemediğim şairin bu nefesini aynen
kıymetli bir mecmuadan Abdal’a aid bir manzumeyi
naklediyorum:
tesbit etmiştir.
Meydana giren yazılar
Yukarıda mevzubahsettigimiz Bektaşi şairi Abdal’la
Canım şunları öziler
bu şairin aynı adam olması da ihtimal dahilindedir.
Dinim imanım gaziler
Hû gerçekler demine Hû
Küçük Ahmed ider tayfasına
Aşık olan âvâredir Bir düş gördüm yaman dimiş
Yüreği pâre pâredir ... bana oldı alçak (?)
Yalanın yüzi karedir Baş kurtarın heman dimiş
Hû gerçekler demine Hû
A b d a l(Ş e y h ) —Ekseriyetle Hurufî ve Bektaşi şairleri sinde Mustafa //. nın Nemçe seferine iştirak etti. Bera
nin manzumelerini ihtiva eden bir mecmuada (M it. Alnı. berinde Bosnalı Şeyh Mustafa da vardı. Ordu vâizi
K. Mz. No: 551), «Abdal efendi», «Abdal Şeyh» ve olarak seçilmişlerdi. 1120 cemaziyelevvelinde (M. 1708)
«Abdal» başlıklarıyla dört manzumeye tesadüf olunuyor. Yenibahçeli Çelebi Şeyh Mehmed yerine Bayazıt camii
«Abdal efendi fermayed» serlevhalı şiir, vâizi oldu. 1122 rebiulevvelinde (M. 1710) Süleyma-
niye camiine naklolundu. Aynı yıl şevvalinin yirmi al
Kande bir dîvâne görsen kimdir ol abdâldır
tıncı perşembe gecesi saat üçte vefat etti. Üsküdar’da
Şem’a bir pervâne yansa kimdir ol abdâldır
Himmet efendi tekkesinde Babasının yanına defnedildi.
Bu erenler meclisinde dönmeyen gör kimdir
arkadaşlarından Şair İsmet’in söylediği şu tarih tür
Sohbetin çeşm-i çerâğı kimdir ol abdâldır
besine asıldı:
beyitleriyle başlamaktadır. Diğer manzumenin makta Kâşif-i sırr-ı hakîkat vâkıf-t ilm-i ledün
beyti şudur : Şeyh H imm et zâde Abdullah efendi ol hümâıtı
Câm-ı aşkı Hacı Bayrâm-ı V elî’den nûş idüb
Hâne-i kalbini tathîr idiver ey Abdâl Feyzbahşâ olmuş idi sâlhâ beynelenâm
Taht-ı sultânide oturmağa ol han gülbûs Andelîb-i nûtkı olsa nağmesâz-i bâğ-ı aşk
Şevkden sermesi olurdı meclisinde hâs u ânı
Ve bu şiir daha ziyade Divan edebiyatı tesirinde yazıl Tekye-i m a’nâ-yi kudsîden kelâmın istim â’
mıştır. «Abdal fermayed» başlığını taşıyan manzumede, jtse cevlân eyler idi ârif-i Bistâm u Câm
Ârzû-yi vasl-ı Mevlâ ile kılub bertaraf
Ziyâ-yi dîde i kalbim benim nûr-i Hudâ’dandır
Bu kuyûd-i mâsivâyı ciimleten ol nîknâm
Hidâyet bulduğum ancak tarîk ı Mustafâ’dandır Mürg-i rûhun lânesâz-ı gülşen-i adn itdi tâ
Benim kim meşrebim fâik tarik u mezhebim lâyık Eyler ervâh-ı safâ me’nûsile zevk-ı m üdâm
İmâm ol Ca’feri-i Sâdık reîs-i muktedâdandır Sâl-i fevtin fikr iderken feyz-i Himmetle dile
Vücûdun mektebinde ilm-i ebced ta’rifi Abdal Sırr-ı Bayrâmi’den irdi nâgehan bir hoş peyâm
İmam ol Mehdi i sâhib zaman Fazl-ı Hudâ’dandır Oûş idince İsmelâ kıldım duâ târih içiin
flS.» ¿-it jl solj of '
gibi beyitlere tesadüf olunuyor. Bunlardan başka fârisî Arpaeminizade Sami de, Şairin İlmî ve ahlâkî me
bir şiir de kayıdlıdır ki şair bu manzumesinde açıkça ziyetlerinden bahseder şöyle bir vefat tarihi vücude
Hurufîlerden olduğunu söylemektedir. getirmiştir:
Abdal’ın hangi devir şairlerinden olduğunu kat’î V â iz i câm i’-i m atbû’-ı Süleymâniyye
surette tayin edememekle beraber, XVII nci asırdan Fâzıl-ı nâdiredan Him m et efendi zâde
dur. Müstakimzade, şairden “Şeyh Abdullah bin Derviş Â rif ü Câm i mey-i sohbetine dildâde
Ülfet-i halkta yekreng idi mânend-i şeref
Himmet bin Ali Merdan„ başlığıyla bahsediyor ('.Jh f.
Râstgûlukta tekellüften olup âzâde
S. 286). (1050 - 1640) da doğdu. Gençliğinde hiç boş
Lâübâlî idi ahbâb ile sûrette velî
durmamış, tahsil ile meşgul olmuştur. Tefsir, Hadîs Mahrem-i encümen-i vahdet idi m a’nâde
ilimlerinde mütebahhir bir zat olarak tanıldı. Aynı zaman Pîr-i rûşen dil ü sâhib nefes-i şâdderun
da güzel söz söyleyen bir adamdı. Devrinin en kudretli Hâsılı misi ü nazîrl yoğidi dunyâde
vâizlerinden biri olmuştu. Hattâ hükümdar Mehmed’in Feyziyâb olmağıçün mürdedilâne dâim
Deııı-i canbahşı hayât âver idi ecsâde
huzurunda müteaddid defalar vâz ve nasihatte bulundu.
Nâgehan azim olup rûh-ı şerifi arşa
Bir taraftan da tarikate intisab etmek hevesine düştü ve
Atlas-ı çerh-i berin oldı ana seccade
babasına mürid oldu. (1080 - 1669) yılı başlarında Oöçti yâ Hû deyicek hânkah-i âlemden
Kasım Paşa camii vâizi tayin edildi. (1090 - \679) da M enzilin câygeh-i cennet idüd ukbâde
Kulaksız imamı Mehmed efendi yerine Halil Paşa camii Dem-i fevtinde kederle didi Sâmî târih
nın vefatı üzerine münhal kalan Yeni bahçe civarındaki Bütün tezkireler, Himmetzade’nin kudretli bir şahsiyet
tekkeye Şeyh tayin edildi. Vâizliği de bırakmış değildi. olduğunda müttefiktirler. Salim diyor ki:
1099 recebinde (M. 1687) haccı edaya karar verdi, Ve “... Nâzük tabîat hoş sohbet meşâyih-i kirâmın
1100 jebiulevvelinde (M. 1688) İstanbul’a döndü. 1105 mahdûm-ı ercümendi erbâb-ı irfânın bülendi bir zât-ı
recebinde (M. 1693) Çavuşzade Osman efendi yerine âlîkadr-i şîrin edâ ve sebükrûh-i vücûd-i bîhemtâ idi.»
Sultan Selim camii vâizliğine tayin edildi. 1106 rebiul- Şeyhî diyor ki: “ ... Azîz i merhum hadîs ü tefsirde
âhirinde fM. 1694)Fâtih camiine naklolundu. 1108 zilkade yegâne ta’bîr ü takrirde müfred-i zamâne müteşerri’ ve
Sairleri
--------------------------------------------------------------------------- Ab.
maârif ile miiteşerrif azbülbeayân mantıküllisân her fen D ü zebân ile kalem vasfda taksir eyler
de mâhir betahsîs şi’r ü inşâda mecmûa-i eevâhir-i Nice bir dille idem vasf-ı şerifin şâhâ
Sen ki hurşîdisin ol âlem .i kurb-ül-kurbün
nevâdir idi. „
Zerredir mihr-i ziyâ güstere çerh-i vâlâ
Abdi’nin divanını görmedim. Fakat tarihî menbalarda
Sen o mişkât-i haremgâh-ı İlâhîsin kim
onun müdevven birkaç divanı olduğu söylendiğine ba
Kesb-i nûr itmede senden dil ü cân-ı zurafâ
kılırsa, böyle bir eserin veya bir kaç eserin ileride mey
dana çıkmak ihtimali olduğunu kabul etmemiz lâzım S af ayî ise şair için «Gevher-i nazmı âbdâr bir zât-ı
gelir. Salim'e göre Şairin, «Müretteb dîvân-ı bülend nükteperver-i sihirkârdır» dedikten sonra onun bir ga
ünvânı husûsâ matâli’de azîm ulüvv ü şâm var idi. » zelinden şu beyitleri alıyor:
Şeyhî de şunlar söyliyor:
Ne meyl-i dilber ü ne rağbet-i sabûh idelim
“ Asâr-ı celîlelerinden Abdî mahlâsı ile muhakkika-
C em î’-i m a’siyete tevbe-i Nasûh idelim
ne müdevven ve mükemmel dîvân-ı nuût ve dîvân-ı ma- Bükâ ile açalım çeşmi hâb-ı gafletten
tâli’ ve dîvân-ı eş’ârları ve ilâhiyyât-ı bedâyi’şiârları var Teheccüdi sebeb-i mâye-ifütûh idelim
dır.« O denlü giryezen-i vâdi-i nedâmet olup
Beliğ de şairin “Bir kaç kıt’a dîvan tertîb„ ettiği Sirişki galib-i tûfân-ı bahr-i N û h idelim
Hemîşe virdim iz olsun seherde istiğfâr
ni söyliyor.
M üdâm zikr-i H udâ’yı gıdâ-yi rûh idelim
Tezkirelerde şairin şu beyitleri kaydlıdır:
Astânın ey şeh-i Levlâk me’mendir bana Himmetzade’nin şiirlerine bugün ancak mecmualarda
Hâkipâyin tûtiyâ-yi çeşm-i rûşendir bana tesadüf edebiliyoruz (Meselâ bakınız: Mit. Alm. K. Mz.
Sim., Blg.
No: 699, 713, 741, 865) . Bunlar ekseriyetle beyitlerdir.
H irâm eyle giyiip haftân-ı âli derse bîdiller
Kad-i bâlânı âl ile temâşâ itmek isterler
Öyle anlaşılıyor ki Abdi, bir çok matla vücude
Sim. getirmiştir. Onun bir hayli tarihine de tesadüf ediyoruz.
Sermâye-i cân anladılar âb ile nâm Bay Ahmed Remzi’ye aid Nesib Dede mecmuasınde ve
Ashâb-ı şikem bilm edi kadr-i ramazânı
Ayvansaraylı Hüseyn’in tertib ettiği çok mühim bir
Sfy.
mecmuada (Tpk. Rv. K.) da bazı tarihleri görülüyor.
Cefâsın çekmeğe âdem gerek saatçi dildârın
Demirdendir çekilmez yâyı ol sîh-i cefâkârın
Diğer bir mecmuada da (Nr. K. No. 4967), Fehîm’e
Sim. nazire olarak vücude getrilmiş,
Etine dolu seker dillü belûrîn ellu
Mihr ü meh kim âlemi eyler münevver rûz ü şeb
M ûm iyânân arasında o cefâcfı bellu
Yanm ada gûyâ iki misbâh-ı enver rûz ü şeb
Sim.
D il öğretmek olurm uş tûtiye m ir’ât ile hakka beytiyle başlayan bir na’ti v e ,
Cemâli eylemiştir mürg-i tab’-ı pâkimi gûyâ
Gönülle aşk-ı cânân âşinâ olmuş bulunmuşlar
Blg.
Sarışın dilber ile sohbet edince âdem Ruhiyle çeşm-i giryan âşinâ olmuş bulunm uşlar
Sarıyer seyrine varmış kadar eyler âlem matlaiyle başlayan bir gazeli kayıdlıdır.
Şky. Ş.
Himmetzade, hem divan edebiyatı tekniğinde şiirler
Bu şeb pâyine düştüm görmedi ol şem’-i bezmârâ
Meseldir mum dibi olur karanlık ey dil-i şeydâ yazmış, hem de Tasavvufî halk edebiyatı vadisinde İlâ
Blg. hiler vücude getirmiştir.
K im i ebrûye keman der kimi zülfe pür piç
Üsküdar - Haşimpaşa kütüphanesindeki bir mecmua
Başdan ayağa dek doğrı suhan yoktur hiç
Blg. da (N o: 15) “Ilâhiyyât-ı ârif-i billâh Hazret-i şeyh A b
dullah efendi ibn-i Eşşeyh Himmet serlevha-
Salim ile Beliğ onun bir na’tinden de şu beyitleri siyle 113 beyitten ibaret 17 İlâhisi kayıdlıdır.
yazıyorlar: Hece ve aruz vezinleriyle yazılmış olan bu İlâhîler
den 13 ü, Çâlâk Dede, Şeyh Mustafa, Yusuf Çelebi
Nîze-i velvele endâz nüm âdır kalemim
Rüstem-i tab’ım ider hasmı anınla ifnâ ve meşhur Dede gibi musikişinaslar tarafından bestelen
Vakt olur düşmene su’bân-ı dü serdir kalemim miş olduğunu da gene bu mecmua sayesinde'öğreniyo-
Dest-i Mûsâ-yi ahibbâye olur gâh agâ ruz. Diğer bir mecmuada da Itrî ve Dede tarafından üç
H uşktür gerçi nihâl-i kalem-ı lâ ’lînim İlâhisinin Mahur, Segâh ve Saba makamlarında beste
Feyz-i tab’ımdan olur nevki anın gönce nümâ
lenmiş olduğu kayıdlıdır (Tpk. Bg. K. No: 402).
Hâme mîzâb-ı füyûzât-ı İlâhîdir kim
Himmetzade’nin aynı zamanda musikî ile iştigal etti
Gülşen-i hâtırı anınla iderler İska
D ûrb în olsa nola şahs-ı maânîye kalem ğini de görmekteyiz. Kendi babası Himmet’in,
Peyker-i fikretim anınla olur çehre nüm â Bana aşk-ı H udâ yâr olmadıkça gönlüm eğlenmez
Şâir-i nüktever-i m u ’cize gûdur kalemim Cihânm halkı ağyâr olmadıkça gönlüm eğlenmez
vefkince leyi ü nehâr himmet-i verziş ve guşiş ile nâ- K o m ay up âyine-i dild e keder
mdâş-ı câmi’-ül- Kur’ân Hâfız Osman efendi’den te- S uhan erbabına he m râz olsun
N â m ı G e ıı c î n e - i V c â z olsun
lemmüzde akdem talebe ve izn-i vaz’-ı kelime-i kete-
be ile âlî mertebe olmuştur. Kendi üstadı hattıyle bir Abdullah, divan edediyatında da tasavvufî edediyatta da
hadîs-i Nûr kıt’ası bilhassa kendileri içün vakt-ı te- büyük bir kudret göstermiş bir şahsiyettir. Onuu vücu
meşşuklarında ketb olunduğum zahr-ı kıt’aya kayd ü de getirdiği beyitler ekseriyetle cemiyetli ve san’atkâ-
imzâ buyurmuşlardır.,, ranedir. İlâhîlerini ise daha ziyade manevî bir aşk ile
yazılmış parçalar teşkil ediyor.
Abdî, Abdullah, Derviş Abdullah gibi mahlâsları Himmetzade’nin birde şairler tezkiresi vücude getir
kullanan Şair manzum bir eserinde de Himmetzade mah- diği söylenmektedir. Faik Reşad, Lâtifî tezkiresinin so
lâsını kullanıyor. Şimdiye kadar dikkati celbetmeyen ve nuna yazdığı kısa bir makalede tezkireleri sıralarken
Bursalı Tahir tarafından yalnız ismi kaydedilen (Osm.)bu Onun da“tezkirei şuarâ,, sından bahsediyor (Matbu
eser Oencinei i’câz adında bir mesnevidir. (1176-1762) L âtifî tezkiresi S. 379). Bursalı Tahir de Şairden bahs
de Hafız Mehmed bin elhac Hüseyin tarafından yazılmış ederken onun böyle bir eseri olduğunu söyliyor
(Osm. C. 3 ) . Bay tbnülemin Mahmud Kemal de Son
bir nüshası Arkeoloji müzesi şark kütüphanesinde bu
asır Türk şairlerinin mukaddimesinde bu eseri mevzubahs-
lunuyor (No: 228) .
ediyor. Hammer tarihinde de böyle bir kayda rastlıyoruz.
1675 beyitten ibaret olan bu mesnevî, Hakanî’nin Fakat bugüne kadar bu tezkireyi gören olmamıştır.
hilyesine mukabil Peygamber’in hayatı hakkında vücude Bursalı Tahir,Abdi’nin başka bir eserini de şu yolda
getirilmiş bir eserdir. Şair, kitabın mukaddemesinde şiir kaydetmektedir:
ve şairden bahsettikten sonra şunları söyliyor: “Şair-i meşhûr Urfî’nin
O ld ıla r feyz-i H u d â ’ye m azhar < i- U 'ı j U j\jI j j -îjp ¿Is» i î 1
Bu havâdisle o şeb itti zuhûr A bdî (Abdullah) — XVIII inci asır şairlerinden Abdî
Âleme geldi idi bahr-i buhûr hakkında Salim şu malûmatı veriyor :
Çârdeh küngüre-i vîrâne “Nâm-ı zât-ı âlîkadirleri Abdullah olmağla mahlâs-ı
Dâl oldı aded-i şâhâne merkumu ihtiyâr eylemişlerdir. Miyâne-i erbâb ı irfanda
Nesl-i Kisrâ’dan olup on dört şeh pîşâni-i şân-ı iktidârları her dem sefîd olan zât-1 mec-
Ba’dezin devletinin hâli tebeh mûa-tül-kemâl ve ferîdleri Anadolu’da Akhisar kasaba
Yere hasf olduğı hem ol deryâ sından zuhûr ve bedîd olup zât-ı bî nazîrleri emr-i ha-
Dahi âteşkede olmak mutfâ tîr-i tahsîl-i maârif-i vefîrde sevâd ı leyâli-i tavâlde sür
Mûbidan gördüği hâb ey Gassan me i hâbî-i dü dîde-i iştigalinden mehcûr ve her rûz-i
Dâldir doğduğuna şems-i cihan rûşenâyi-i nev âmedenin merdüm-i dîde insân-ül-ayn-ı
Çünki halloldı o işkâl-i garîb kemâlleri revzen-i mütâlâadan sâha-i gülistân-ı hayâle
Eyleyüp çâk-i girîbân-ı şikîb
nigerân olmaktan bir ân dûr olmayup iller âyine, i âlem
Taraf-ı Kisri’ye pûyan pûyan
den müşâhede-i cemâl-i hûbân ittikçe bunların dil-i pâ-
Geldi bu vak’ayı çün itti iyan
kîzelerinden nakş-ı şâhid i irfan nümâyân ve bülheves-
Çârdeh kâne şüm ârı şâhan
Dil-i Kisrâ’ye olup nûr efşan lerin devha-i hayâlinde mürg-i mihr-i mahabbet âşiyân
Liyk bilmek ki sinîn ü ezman ettikçe bunların şâhsâr-ı himmetlerinden hevâ-yi visâl-i
Berk veş itse gerektir güzeran kâm.ı kemâlden gayrı bir nesîm vezân olmazdı. Liecl-i
Sene-i erbaada on dâver zâlik bilcümle ulûmı tahsîl ve malzeme-i eczâ-i terkîb-i
Cânib'i âhırete itti sefer ulûm-i ulemâ-i zîşân olan mevâddı bilkülliyye tekmîl
Şairleri
..... —......Ab.
■
eylediklerinden sonra sûy-i dilcû-yi şehirde cânib-i mak- Ne sûde olsa ol düşmen tekellüfle mülâyim ter
bûl olan şöhre-i maârif şehr-i İstanbûl’a vusul bulup Gubâr-ı sûde i seng-i zümürrüd kûhl.i mâr olmaz
ol asırda nfır-i cebhe-i erbâb-ı irfân-ı vaki ve bedr-i Komaz teşhîse tâkat telhi-i zehrâb-ı hicrânı
münîr i sipehr-i fazîlet ulemâ-yi fuhûlün mahall-i sâbıkı Ruhâm ı gam gibi âlemde hergiz gamgiisâr olmaz
ve enhâr.ı câriye-i mebâhisin bahr-i râyıkı olup kerreten
- II _
ba’de merretin sadâret-i Anadolu’da kıyâm ve nilıâye-i
Umîd-i bezl-i himmet âlemin nev devletânından
tarîk-ı aliyye olan Rumeli kadıaskerliği pâyesiyle ikrâm
Niyâz-ı sâyedir servin heman nahl-i revânından
olunan beyâz-ı felak-ı sabîh-ül-i cemâl.i kemâl pîr-i rûşen
Hayâl-i kamet-i bâlâsına sertâkadem yol yok
zamîr-i mifdal merhûm ve mağfûr eddâric ilâ rahmet-i
Geçilmez ol nihâl-i nihvetin mûy i miyânından
rabbihilgafûr fuzalâ-i kirâmın bülendi fâzıl-i nihrîr kesîr-
Sadâkat ağniyâya öptürür zeyl i gedâyânı
üt-tahrîr Kara Halil efendi cenâbıııa intisâb ve zât-ı âlî-
Iyandır zergerin sîm-i mihakk-i imtihânından
lerinden ahz ve tekmîl-i avârif ve maârifte kâmyâb ol
duktan sonra ol zât-ı kerem mu’tâde dâmâd olup ol — III -
fâzıl-ı yegâne Dâr-ül-hadîs-i Süleymâniyye’ye müderris Yoklamak bezm ehlinin semt-i dil-i ferzânesin
oldukta hidmet-i iâdelerinden hasb-el-âde mülâzim ve Resm-i nat’-ı ülfetin saymaktır evvel hânesin
tarîk-ı tedrîse âzim olup sene 1111(M. 1699) târihinde Subh-i mahşerde olur bîdâr Abdî ol mehin
Şeyhülislâm Esseyid Feyzullah efendi’nin imtihânma girüp Güftüğû-yi gamzesinin gûş iden efsânesin
tab’-ı hâlisleri mihakk-i tecribe-i imtihanda iyân ve zât-ı
- IV _
âlîleri makbûl-i a’yân-ı imtihân olup kadr-i zât-ı vâlâ
Gehî eyler Hudâ bir derde zıddıyle müdâvâyı
kadirleri nümâyân oldukta hazret i Şeyhülislâmın tahsîn
İki düzd i muhâlif hâneye hasbî nigehbandır
ve sâbâşlarına şâyân ve ibtidâ hâriç elli ile Yunus Paşa
medresesiyle handân olup 1112 (M . 1700) târihinde ha Salim ve Ramiz tezkirelerinde mahlası Abdî olarak
riçle Ali Paşa medresesine müderris olup ve medrese-i gösterilen şair meşhur Şeyhülislâm Abdullah Vassaf’tır.
meı kümede sekiz sene meks ü ârâm ittikten sonra 1118 Hayali Behçetâbâd ve diğer bir takım mühim eser
(M. 1706) târihinde şeyhülislâm Sadık efendi merhûmdan leri olan şair için Vassaf maddesine bakınız.
ibtidâ dâhil ile Çavuş Paşa medresesine nâil (1120 M. 1708) A b dî (Abdullah, Reîsülküttap) — XVIII nci asır
de Ebezâde Abdullah efendi merhumdan Mi’mar Kasım ile şairlerinden Abdî hakkında Ramiz şu malûmatı veriyar:
hareket i dâhil ve 1128 (M. 1715) senesinde Mahmud «Nâm-ı nâmîleri Abdullahtır. Müddet i medîde tez-
efendi’den mûsıla-i şahınla Beşiktaş Sinan Paşasına ge- kere-i evvel ila dîvân-ı i’tibân müstezâd ve mükem
lüp ba’dehu vâlid-i mâcidimiz Mirza Mustafa efendi haz mel olan Abdî efendı’dir ki evâil-i hâlinde fart-ı zekâ-
retlerinden şahın olup ba’dehu Abdürrahim efendi’den vet ile meşhûr olan şehrîlerden olup sadrında nâil-i
ibtidâ altmışlı ile Kürkçübaşı medresesine gelüp 1129 hâtem-i sadâret olan vezîr-i deryâ nevâl Dâmad İbra
(M, 1716) da Ebû İshak fazîletlu İsmail efendi’den hare- him Pâşâ-yi adîm ülmisâlin dâire-i devletlerine rûymâl
ket-i altmışlı il Zal Paşa’ya ve 1132 (M. 1719) târihinde ve abd-i mükâteb gibi hidmet-i celîlelerinde bezl-i vü-
şeyhülislâm ve müftilenâm fazîletlu Yenişehirli Abdullah cûd etmeğin mühürdarlık hidmet i celîlânesiyle ııukuş-i
efendi hazretlerinden musıla-i Süleymaniyye ile Gevher hâtem-i i’tibârı resm i ihtisâs-1 ubûdiyyet ile pür zîb ve
Han Sultan medresesine ve esnâ-yi tahrîr-i tezkiremizde muallâ olmağın nâil-i âmâl olmuşlar idi. Ba’dehu hâce-i
hareket-i misliyye ile Şehzâde medresesine gelüp ol bendegân-ı dîvân-ı hümâyun zümresine duhûl ile dilşâd ve
buk’a-i âlî makamda encümenefrûz-i bezm-i talebe-i kirâm
memnûn olup devlet-i aliyyenin çâker ve abd-i rıkkiyeti
idiler. Ehl-i ilim sâhib-i fazîlet ve bulunduğu hidemât-ı
olarak Tezkire-i sânî mansıb-ı pür ünvânı mütezâyid-i
aliyyede ber istikamet ve iffet bir vücûd-i pür ma’rifet
olup âsâr-ı kalemi vefîr ve dakik olan mahallere tahrîrâtı rif’at ü şânı olup ba’dehu tezkere-i evveli dîvân ve
müsellem-i sagîrve kebîr idi. Asârından meşhûr olan 1500 i’tibârları müstezâd ve tekmil olmuş idi. Ba’dehu
beyitten mütecâviz Behcetnâme namına nazm eyledikleri 1167 (M. 1743) senesi hilâlinde reîsülküttâb olmaları
eser i celîl ve etrâf-ı kütüb i adîdeye tahrir eyledikleri ile kâmyâb olduklarında müderris Hâmid efendi bu
tahrirât ve resâil ve şâir maârif-i kasâid ve gazeliyyât ve
târihi buyurmuşlardır:
elsine-i selâsede eş’ârı bilcümle şâyeste-i tahsîn ve ikrâm
ve pâbeste-i sâbâş-ı ülülihtirâm olduğu mâlâkelamdır. Bu tiJİjl \
îs- ¿J.c-
güftâr ol fâzıl-ı nâmdârın zâde-i tabı’ları olan âsârdandır:
Ba’dehu 1176 (M. 1762) senesi hilâlinde defteıdâr-ı
Gazel evvel-i cihanbânî ve nigehbân-ı hazâin-ı sultânî olmalariyle
O âfet âh ü nâleyle gönül zîb-i kenâr olmaz iki sene mikdârı revnakdih-i mesned-i kâmrânî olmuş
Bu sıyt-ı dehşetefzâ ile ol vahşî şikâr olmaz lar idi. Ba’dehu 1180 (M. 1766) senesi hudûdunda
Huşûnetten gelür vaz’-ı girâne inkisâr itmek gonce*i gülistân-ı vücûdu pejmürde-i semûmm-ı ecel
Uruîsa bin yerinden zahmı ânın âşikâr olmaz ve mehcûr-i neşv ü nemâ-yi gülşen-i emel olmuştur.
12
Türk Şairleri
Ab. ------------ . _ w ............ ' ................— .................... .......
Mûmâileyh iffet ve istikamette şöhretşiâr ve fünûn-i Bursa “ evkaf-ı salâtîn muhâsebesin „ teftiş ettiği bir
aklâmda yegâne-i devran bir zât-ı bülend iktidâr ol sırada vefat etti (943—1536) .
duklarından mâadâ şi’r ü inşâda mehâreti zâhir pâkîze Abdi’nin güzellere karşı çok mütemayil olduğunu
edâ birşâir-i mâhir idi. Âsâr-ı tab’-ı celîl-ül-mikdârların- görüyoruz. Aşık Çelebi onun başından geçen bir ha
diseyi de kaydediyor. Ve bütün Tezkireciler, onun aşk
dan berdest-i iktidâr olduğumuz enderûn-i hümâyunda
yüzzünden öldüğünü anlatmak istiyorlar.
Mahbûbiyye nâm kasr.ı mahbûbun 1164 (M. 1750) se Âşık Çelebi diyor ki: “Tatar Memi hâtırıyçün Lâmiî
nesinde hüsn i hitâmına didikleri târîh-i bînazîrleı idir ki merhûmu hecv idüp tezkiye-i nefs itmiş kimseler nefsine
teberrüken tahrîr olundu: dokunup tâzeliğinde helâk oldu.„
Hitâmın gûş idince bende-i dîrînesi Abdî Haşan Çelebi de şunları söyliyor :
Muvaffak oldı elhak böyle bir târîh-i dilcûde
“Merhûm hayli bülend şân ve kerem ü sehâyile şöh-
Duâgûne yazılsun tâk-ı arşa böyle târîhi
ret-i zamân mâmeleki mebzûl ve evzâ’u etvârı makbûl
dilberân ı melâhat âyîn ile celîs ü enîs ve karin idi.
Şair hakkında Vasıf tarihinde ve Halîkatürriiesa
Her kande bir seı v-i gül’izâr olsa elbette cânı hevâdâr
zeylinde tarihî bazı malûmat daha kayıdlıdır. Fakat hiç
olup fâhte misâl her gice bir serv-i gül’izâr cemâlin
bir menbada onun Ramiz tezkiresindeki kıt’asından
koynuna girmeyince olmaz ve zer kemer gibi her gün
başka bir manzumesi kayıdlı değildir.
bir sîmberi derkenâr idüp câmesi gibi derâguş itmeyince
Bibliyografya: R m z., Ftn., Vâsıf tarihi, Halikatürrüesa zeyli.
cânı yerine gelmez idi. Âhır-ı kâr tâtâr-ı ecel ve asker-i
A b d î (Abdullah, Tavil) — XVII nci asır şairlerinden fenâ mülket-i hayâtını târâc ve yağmâ idüp merhûm-i
olan Abdî hakkında Beliğ şu malûmatı veriyor : merkumun sebeb-i vefâtı Tatar Memi dimekle meşhûr
Abdî : Tavîl Abdullah efendi 1078 (M. 1677) de kendinin bir dilber i şîrin harekâtı olmuştur. Tafsîl-i hâli
azm i dergâh-ı Mevlâ etti. Dîvânından nuhbedir : bu minvâl üzre olmuştur ki âsmân-ı maârifin bedr-i lâmi’i
Hayâl-i zülfi ile fikr-i lâ’lin eyle dilâ vehurşîd i sâtı’ı meşâyih-i aliyye-i Nâkşbendiyyeden mer
Şeb-i Dırâzda hoştur şerâb-ı gamfersâ hûm Lâmiî mezbûrile yıldızı alışur ve muhâvere ve lâtî-
Didim o şûha lebin haste dillere emdir fesi barışur idi. Ol ecilden hâtırı içün Tatar Memi nâ
Didi keremler idüp nakd-i can ile emmâ mına bir gazel dimiştir. Matlâ’ı budur :
*
**
Kaşı keman müjesi tîr gamzesi hançer
Ne devr-i ferruh u dilkeş ne özge âlem olur
Tatar Memi gibi var mı cihanda bir dilber
Murâdı üzre döner âdemin felek dem olur
Derûnı gönce sıfat hûn olan feleklerde Cevân-ı mezbûr gazel-i mezkûrdan rencûr vedilgîr
Hezâr şevkile gül gibi şâd ü hurrem olur olup tünd hûyî ve nâdanlık idüp Lâmiî’yi hecv idüp
Bibliyografya: Blg. yine mezbûre irsâl ittikte Lâmiî merhûm cevân-ı merku
Abdî ( Abdülvehhab, İsli-) — XVI ncı asrın tanınmış mun bu makule nazma kadir değil idüğine âlim oldukta
şairlerinden olan Abdî,Bursalıdır. Asıl adı Abdülvehhab’- Abdî çelebi’nin idüğine câzim olup Lâmiî dahi Abdî i
dır.Devrinde “îsli Abdî,, deye şöhret kazanmıştı. Kendisi mezbûrı hecv eyler. Abdî’ye dahi şevk ve aşk.ı dilber
de bir kıt’asında, bu lâkabından şu yolda bahsediyer : ile germiyyet gelüp hamiyyet-i câhiliyyet üzre bu kıt’ayı
Lâmiî’ye dimiştir:
Vıldırım urmuş sanevber şeklidir
Berk-ı âhınıla yanaldan kametim Ferîd-i fenn-i nifâk u dilır-i arsa-i şer
Kametim zeyn ideli dûd-i siyâh Enîs-i dîv ii şeyâtin celîs-i hîre vü ber
İslilik ile oluptur şöhretim Akur nefs ü şagal hey’et ii hunük peyker
Dırâz dest u kasîr âstîn ü günbed ser
Âşık Çelebi, ayrıca Sarık lâkabiyle tanındığını da Anın mezâkına yâ Rab hezâr Iâ’net ola
söyliyor. Aceb ne dil ile ol g ü l’izârı hecv eyler
Kadiri efendi’den mülâzım olduktan sonra yirmi akça Ç ü zâtı olmadı mazhar fürûg-i m a’rifete
Ki nâmı bula anınla cihanda lem'a vü fer
ile Bursa’da Hamza Bey müderrisi olmuştu. Masan Çe
Zarûri eyledi taklîd ol bed endîşe
lebi diyor ki :
K- ezâ içün sığınup âb-ı zemzem içre sıçar
“Kadiri efendi’nin mezbûre nihâyetle meyi ü rağ Ben ol söze dimedim kim gören ide takbih
beti ve manzûr.ı nazar-ı ayn-ı kemâl-i inâyet ve Ben ol leâliyi dizdim ki dir gören cevher
re’feti olmağın merhum Şeyhülislâm müftilenâm Ebüssuud
Bu hecivden fukarâ ve sulâhâ-yi Nakşbendiyye cem*
efendi’den İstanbul kadısı iken şefâat idüp hidmet-i
olup esmâ^i kahriyyeye meşgul olup ol seyf-i sârim ile
niyâbetine alıvirüp ol hidmete ki mahz-ı mahdûmiyyet
mezbûrı maktûl iderler. Lâkin ba’z-ı sikattan istimâ*
ve ayn-ı saâdettir nâil olup ol makule âlimin ve fâzılın
nâibi olmak devletine vâsıl olmuş idi.,, ittim ki Abdî Çelebi’nin ekaribinden Hisar Bursa içre
Bir müddet açıkta kalmış ve bu yüzden çok sıkıntı imam bir sâlih ve âbid ve müttekî ve zâhid var idi. Ol
çekmişti. Sonra yetmiş akçe ile Menemen kadısı oldu. dahi mukabele içün meşgul oldukta duâsı makbûl olup
^ Türk Şairleri
mukaddemâ Lâmiî vefât idüp çok zaman geçmeden Câm-ı şarâb sofi amelden kodı bizi
Abdî Çelebi dahi kat’-ı âlem-i hayât itmiştir.„ Yiter cihanda rind olana bu kadar amel
Abdi’nin kudretli bir şair olduğunda bütün tezkireciler Kûyinde dün rakibi ürürken gören didi
müttefiktir. L âtifi diyor ki : “Hûb lütf-i tab’ı ve tasar- Bilmez yerini ol iti urun mahal mahal
ruf-i zihni var idi.,, Mevzûn ü dilküşâ vü bülend ü ferahfezâ
Beyanı diyor ki : Bir serv kadde yâ’ni didim bir güzel gazel
Prv.
“Eğerçi eş’ârı kalîl ammâher beyti kailinin kuvvetine
delildir.,, - IV -
Haşan Çelebi de şuniarı söyliyor : Yaş döküb âh eyleyüb ol mâhı cüst ü cûdayın
" . . . Eğerçi eş’âıı kalîldir lâkin kailinin kuvvet ve Hidmetim eksik değil gâh oddayın geh sudayın
mehâretine delildir.,, Ol perî aşkında bir mahrem bulunmadı bana
Abdi’nin divanı mevcud değildir. Esasen tezkireler Kendü kendümle delüler gibi güft ü gûdayın
de onun az şiir yazdığını söyliyorlar. Mahlâssız şiirler Aslı vardır bana dirlerse neheng-i Nîl-i aşk
yazması yüzünden de bazı manzumelerinin başka şairlere Kim batub gözüm yaşına gice gündüz sudayın
isnad edildiğini görüyorum. Netekim, Âlemin gördüm ziyâna değmez imiş assısı
Çekdiın el sûd ü ziyandan fârig u âsûdeyin
Maraz-ı aşkı gör şifâ yerine
Mit. Alm. K. Mz.Mc. No: 655
Alıgör derdini devâ yerine
- V —
beytiyle başlayan meşhur gazelini bazıları, İbni Kemal’in
zannetmişlerdir. Dolsa ger hûblarla meykedeler
Bozulur ahdler muâhedeler
Görse düşmen o sîb gabgabmı
Ne elim var benim miyânında Beni ey dost derd ü gam zedeler
Ne dilim var senin zebânında Nice mecrûh olmayalım biz
Devr-i hüsnünde cümle el giryan Göz göre bağrımız o gamze deler
Kim güler ben gülem zamanında Sineler mi kalur ki çâk olmaz
Âşık öldürmegile pâdişehim Dilrübâlar kaçan ki gamzedeier
Hançeri yer idindi yanında Virdile sofi yârı cezb ideriz
Hüsni yârın bir ânidi aromâ Ne çeker sen de göre gamzedeier
Bilmedi kadrini ol ânında Ne revâdır şehâ sana ağyâr
Yok yere can verir dehânın içün İkide bir kulum gamz edeler
Dil ne assında ne ziyânında Mit. Alm. K. Mz. Mc. N o : 563
Mit. Alnı. K. Mz. Mc. No : 563 Bibliyografya: Ltf., Aşk., H sn., Byn., Ryz., Sel., Osm . ve
— II — Mecmualar.
söyliyorlar. Safayi ise “1102 hudûdunda cezi're-i Kan. dâir olan varakpâre elden ele gezüp kemâl i rağbet
diye muhâfızı iken mevkib nümâ-yi güzergâh ı beka„ olunmakta idi. Elhâsıl sohbeti pâk zihni çâlâk
olduğunu yazıyor. ma’mûr.üz-zât bir vezîr-i huceste idrâk id'.„
Abdürrahman Paşa bilhassa doğruluğuyla tanınmış Safâyî diyor ki :
«Zât-ı saâdet simâtı zîver-i ilm ü fazl ile ârâste ve
bir adamdır. Onun hakkında bazı menkabelerin bile
zîb-i maârif ve kemâl ile pîrâste olup şuarâ-yi asırdan
rivayet edildiğini görüyoruz. Safayi tezkiresinde şaire
bir şâir-i sihrâsâr idi.„
aid şöyle bir menkabeye tesadüf ediyoruz :
O üftî de manzum tezkiresinde şairden şu yolda
«Eyâlet-i Basra’da ol vezîr-i âdilin kadı Şüreyh’a
bahsediyor:
muâdil adâleti mesmû’dur. Ezcümle Pâşâ-yi cemîl-üş-şiyem
Hoş nişîn i serây-i şâh-ı cihan
Basra ahalîsinden bir kimseye boyama ta’bîr olunur bir
Abdi-i tâze gûyi nükte veran
makreme virir. Ol kimse dahi boyamayı getürüp hâtû-
Harem-i hâsda odur hâlâ
nunua vermiş, meğer ol hâtûn hâmile imiş vaz’-ı hamlinde
Serfirâz-ı ferâyid-i şuarâ
ziyâde sıklet çeker. Ol mahal ol vezîr-i âdilin verdiği
Her sözi ma’raz ı karînedürür
boyama hâtırına hutûr etmekle teberrük niyyeti ile
Bir güherdir o kim hazînedürür
i’tikad-ı pâk ile hâtûnun beline bağlar. Emr-i Hak
İktibâs ı suhanda mahz-ı sedâd
hâtûn hamlini vaz’ider. Bu ma’nâ şehr-i Basra’da meşhûr
Hem tebâr-ı Mezâki-i üstâd
olur. Bunun üzerine her kande bir hâmile hâtûn hamilde
Şi’rinin akl ı kül galat harfi
zahmet çektikte ol boyamayı ta’zîm ile elden ele gez
Lâfzının âftâb u meh zarfı
direrek hâlâ Basra’da ebe kadın iskemlesiyle maan kat
Şârih-i ö r fi hoş terâne-i rûm
bekat boğçalar içinde hezâr izzü nâz ile gezdirdikleri
meşhûr ve mütevâterdir.» Enverî i kazâ fesâne i Rûm
Abdî Paşa, tezkirelerdeki kayıdlardan da anlaşıldığı Bârekâllâh garîb şerh-i lâtîf
üzre pek çok şiir yazmamıştır. Onun müretteb bir divanı Cevher-i evvel ana harf i redîf
olmadığını kuvvetle söyleyebiliriz. Şairin manzumelerine Kulzem-i nüktedir o şerh-i pür âb
ancak bazı mecmualarda tesadüf ediliyor. Bilhassa Bahr ana mevc-i dâmen-i pâyâb
Ömer Taip mecmuasında Abdi’nin bir takım gazelleri Bâğ-ı mâzmun hayâl-i şâdâbı
görülmektedir. Aynı mecmuada «Güfte-i Tevkîî Abdür Miyve-i Dahl-i harfi hep âbî
rahman Paşa berâ yi fevt-i Şeyhülislâm Minkarîzâde Bâğbân anda fikr- i bülhevesi
Yahya efendi.» başlığıyla şöyle bir tarihi de kayıdlıdır: Gül-i hurşîd nahl i tâze resi
¿Uy* Tab’ı âlem bahâ aceb pâkîz
Hep gül i âftâb ile lebrîz
Abdî ile Nabî arasında samimî bir rabıtanın mevcud
Harfi âteş meâli âteştir
olduğunu anlamaktayız. Bu iki şairin bugün elimizde
Gül-i mevzun hayâli âteştir
müştereken yazılmış bir gazelleri olduğu gibi Abdî
Essalâ hindüyâne hâne siyâh
Paşanın,
Rûm’da oldı diğer âteşgâh
Dilberâ dil sana m ülâzım dır
Kişiye kendi cânı lâzımdır Şi’r-i âteş sirişt ü mevzûni
İtti âteş perest mazmûnı
beytiyle başlayan gazelini Nabî, bir mısraını tazmin Tâ bekey cilve-i tenük zarfı
etmek suretiyle tanzir etmiştir.
Böyledir şi’r-i âteşin harfi
Onun Mezakî’ye de hürmetkar olduğunu görüyoruz.
Ekseriyetle Nabî tarzında gazeller yazan Abdî, din Abdürrahman Abdi’nin bugün elimizde mevcud en
dar bir adamdır. Ve en ziyade nait vücude getirmiştir. mühim eseri hiç şüphe yok ki tarihidir. (1058 - 1648)
Âşıkane bazı parçalar da yazan, fakat daha ziyade den (1093 - 1682) ye kadar olan vak’aları ihtiva eden
didaktik mahiyetteki şiirleriyle iştihar eden Abdi’yi tez- ve adı Vakayiname olan bu tarih, Nişancı tarihi deye
kirecilerimiz büyük takdirlerle mevzubahs ediyorlar.
şöhret kazanmıştır. Şairin gene bazı vak’alara taalluk
Salim diyor ki :
eden bir kaç şiirini ve bir kaç manzum tarihini ihtiva
“Şâir tabiat bir sadr-ı pür ma’rifet idi. Meclis-i şerif
eden bu mensur eser, şu manzum parça ile başlamak,
lerinde ulemâ ve fuzalâ ve şuarâ ve zurafâ cem’olup
her bâr sohbet-i şerifleri maârif ve eş’âr ve erbâb-ı tadır (Um. K . No: 5154).
irfânm meclis-i şeriflerinde azîm i’tibân olup nâzük edâ İlâhî ittim isminle bidâyet
ve pâkîzegû olan şuıâya rağbet buyurduklarından ashâb-ı Ki hep şendendir in’âm u inâyet
ma’rifet bâb-ı saâdetlerine intisâb etmeğe müsâraat Sana mahsûstur hamd ü senâ hep
ederlerdi, kendülerden bazı hoş âyende güftâr sâdır Sanadır istinâd ü ilticâ hep
oldukça zurafâ gürûhuna izhâr buyururlardı. Lieclizâlik Kulundur halk-ı âlem hep İlâhî
âsitâne-i saadetlerinde niçe mezâmîn-i maârif ve avârife Ki sensin padişahlar pâdişâhi
Türk Şairleri
181 Ab.
Hilâfet emri mahz-ı hikmetindir ve sahîh ü sâlim nakl ü rivâyet ile zabt u imlâ ve
Felek sun’-i kemâl-i kudretindir bizzât karîha-i sabîha-i pür nûrlarından sudûr iden
Cihâmn bu acâyib vâkıâtı Vakayı’nâme ismiyle müsemmâ kılındı.»
Sipihrin dahi devr-i bîsebâtı Abdî’nin, Şerhi Pendi Attar, Şerhi Kaside i Kâ'bibni
Muhassal her havâdis her vakayi’ Ziiheyr, Şerhi kasâidi Urfi gibi bir kaç eseri daha
Gerek mahfî gerek meşhûr u şâyi’ vardır.
Senin takdîr ü tedbîrinledir hep Abdî’nin mecmualarda ve tezkirelerde kayıdh olan
Senin tevfîk u te’sîrinledir hep şiirlerinden bazılarını aynen alıyorum:
Eğer olmazsa tevfîk i şerifin
Neye kadir olur abd i zaîfin
Bana tevfîkım dâim refîk it —N a’t —
erkam ile bu yüzden burka’küşâ-yi kelâm olup keşf-i Tâ’b-ı rûyinle düşüp mihr-i dirahşâne hased
rûy-i merâm ider ki bu hakîr harem-i İrem nazîr. i Yaktı bir dâğ-ı derun sîne-i devrâne hased
sultânîde Hâs oda huddâmından iken 1074 sâlinde Mey i aşkı dil ü can çeşmin ile nûş ideli
şevketlü pâdişâhımız hazretleri devletle dâr-ün-nasr-ı İttiler bir birine ol iki mestâne hased
Edirne’de istikrâr buyurdukları esnâda bu abd i kalîl-ül Meclis i meyde gice ey m ehi hurşîd lika
bidâaların tahrîr-i vakayi’ hidmetiyle memûr ve bil-mü- Nûş ider leblerini şevkile peymâne hased
şâfehe fermân-ı hümâyûn 1 saâdet makrûnları şerefiyle Bûy-i zülfünle muattar olalı bâğ-ı cihan
beyn-el-emsâl mümtâz ve mesrûr buyurmağın emr i İtti gül sünbüle sünbül gül-i handâne hased
cihan mutâ’-ı vâcib-ül-i’zâzları mûcibince âgaz ve tekel- Benzedüp gonce-i ruhsârını şem’-i bezme
lüfât 1 ıstılâhtan ihtiraz olunup vâzıh ve küşâde ibaret Andelîbe yeridir eyiese pervâne hased
Türk Şairleri
Ab. 182
Küşte-i râh-ı gamın buldı hayât-ı ebedî Nağmesencân-ı çemen suffa-i bâğ-ı rindi
Âşıkın anda fedâ dylediiği câne hased Gül ü mey bülbül ü ney cüş-i rebâb isterler
Dilberin cümleden a’lâsına meftûn olmuş Hissedârân-ı tarab hâne-i dîrîne-i Cem
Kuvvet-i baht-ı dil i Abdi-ı nâlâne hased Zer kadeh bezm-i ferah köhne şarâb isterler
Nr. K. Mc No: 4965 Nazın-ı üstâda nazîre olıcak ey Abdî
Dilküşâ rûhfezâ hûb kitâb isterler
_ 111 -
Ötm.
Ruh i dilcû da güzel zülf i semenbû de güzel
- VII -
Nice tercih ideyim o da güzel bu de güzel
Nice sarılmasun Allahı seversen âdem Dilberâ dil sana mülâzımdır
Sîne sîmîn miyan ince o pehlü de güzel Kişiye kendü cânı lâzımdır
Böyle pâkîze bir âşûb-ı cihan sev Abdı Hazz ider gamzen âh ü zârımdan
Yoksa şâyeste değil aşka her âlûde güzel Nâzük âşüfte-i niyâzımdır
Sim. Nola havf eylesem nigâhından
- IV - Bâis-i inkişâf ı râzımdır
Nâ ümidim halkdan Mevlâ muînimdir benim Vâdi-i aşkının sülûkünden
Avn ü tevfîkı refîkımdir karînimdir benim Her mahal cây-i ihtirâzımdır
Ceyş-i âlâm ü küdûretten emin olsam nola O şeh-i hüsne bu gazel Abdî
Arz ı hâl-i sitemtırâzımdır
Hıfz-ı Hak her hâlde hısn-ı hasînimdir benim
Ötnı.
îlticâ-yi cân ü dil ancak cenâb-ı Hak’kadır
Kim atâsı yâverim lûtfı zâmînimdir benim Bibliyografya ■Sim., Sfy., Sel , Osm. ve muhtelif mecmualar,
Şiikr-i bîhad kim pey ender pey fütûhât.ı Hudâ
Çâresâz-ı hâtır-ı zâr ü hazînimdir benim A bdî ( Alaşehirlizade) — XVIII inci asır şairlerinin
Feyz-i Yezdânî ile söylendi bu nazm-ı lâtif eserlerini ihtiva eden çok kıymetli bir mecmuada (Mit.
Sanma ey Abdı ki şi’r-i nevzemînimdir benim Alttı. K ■Mz. N o : 717 ) Alaşehirlizade Abdî başlığıyla
s/y. bir gazel kayıdlıdır. Aynı asır şairlerinden olduğu mu-
— V - hakak olan ve tasavvufa karşı mütemayil görünen A b
di’nin bu şi’rini aynen naklediyorum :
— N âbî ile müşterek —
Eyler gül-i ümidimi hoşbû-yi ter seher
Bir dilbere dil vir ki belâdır dimesünler
Her dem nesîm-i rahmet i Yezdan eser seher
Bir badeyi nûş it ki hatâdır dimesünler
Evrâd hân sâlikin eyler dehânını
Bir derde esir ol ki etibbâ-yi zamâne
Hengâm-ı hatm-i hâcede hem pür şeker seher
Pâbeste-i tedbîr-i devâdır dimesünler
Hasretkeşân-ı vaslı hulûs-i derûn ile
Dök nakd-i sirişkin ser-i kûyine nigârın
Vuslat peyâmı ile sabâ müjdeler seher
Tâ müddeiyan sana gedâdır dimesünler
Kavs i derûndan atılan tîr-i tîz-i âh
Lâht-i ciğer ü nâleni izhâra şitâb it
Tâ kim sana bîberk ü nevâdır dimesünler Ehdâf-ı tâk-ı hüsn-i kabüle geçer seher
Abdi gibi âşüfte-i hûbân-ı cihân ol Abdî hemîşe merd-i seher hîz-i himmet ol
N âbî sana tâ ehl-i riyâdır dimesünler Elbet niyâz-i merdi kılar mu’teber seher
Ötm., Mit. Alnı. K. Mz. Mc. N o : 612
A b d î (Altunîzade) — XVIII inci asır şairlerinden
— VI _ Abdî hakkında Ramiz şu malûmatı veriyor:
— Mezakî’ye nazire — “Ol fâzıl-ı efâzıl-ı Rûm Altunı çok zâde Abdullah
Mihr-i aşkın ki bütan siflemeâb isterler Abdî efndidir ki zer-i hâlis-ül-vücûdı dâr-üd-darb-ı
Dil-i âşık gibi bir çerh-i harâb isterler sikke-i irfân olan mahmiye-i Istanbuldan zuhûr ve
Dîde-i cân ü dil-i âşıkı veh kim hûbân bedîdâr ve
Hâs-ı gam yâr.ı elem düşmen-i hâb isterler Ferzend-i Stanbûlem ferzend-i Stanbûlî
Köhne resmi bilürüz itme cedel âşıklar
Gözde nem dilde elem sinede tâb isterler mısraını zîver-i nukud-i iftihar eden şehrîlerden olup vâ.
Pîşkârân ı mahabbet ezelî âşıkını lidleri Altum çok Mehmedağa zî servet ve yesâr ve mâl ü
Tef be-ber şu’le be ser dîde ber-âb isterler devletle şöhretşiâr bir merd-i bülend iktidâr olup bâliğ-ı me
Böyledir de’b-i sefîrân-ı Hicâz ı rahmet bâliğ-ı sinn-i nisâb oldukta pûte-i sebîkeiçre sipehr-idev-
Kat’-ı reh afv-ı güneh ref’-i ikab isterler rânile zer-i hâlis-ül-iyâr ı cihan-mikdâr ancak ulûm ü irfân
Türk Şairleri
183 Ab.
olduğu kenzîne i tab’-ı bâlâlarından iyân olmağla tahsîl-i (833 - 1429) yılında Aydıncık’ta yazıldığını şairin şu be-
destmâye-i rüsûm-i İlmiyeye bezi-i nakdîne-i himmet ve yitlerile anlamaktayız:
fuhûl-i asrından fâzıl-ı bî mânend merhûm ve mağfûr Neylî Bil N ebî’nin hicretinden bu zaman
Ahmed efendi hazretleri ve emsâli ulemâdan telemmüz ve Geçdi sekiz yüz otuz üç yıl heman
Türk dilince ben bunı nazm eyledüm
ahz-i vâye-i telezzüz ederek tahsil ve tekmil i ilm ü fazilet
Çok Ietâif cem’idüben söyledüııı
etmeğin nâil-i şeref i mülâzmet ve taıîk-ı devlet refik-ı
Şehr-i Aydıncık içinde bu kelâm
ulemâya azimet idüp 1140 (M. ) senesi hilâlinde biliş -
Yazılub düzilüben oldı tamâm
tihkak medrese‘i hâriç ile dâhil-i müderrisîn-i kirâm ve Çün tamâm itdük bu Câm asbnâme’yi
refte refte medâris-i Süleymâniyyenin birinde vaz’-ı Hak’ka şükr idüb bırakduk hâmeyi
seccâde-i ders ü ifâde itmeğim devre-i tedrîsiyyeyi it
Şair, eseri Murad II. namına Farsçadan Tiirkçeye
inâm ve 1170 (M.1727) senesi Kudüs-i şerif mevleviyyeti
çevirmiştir. Hükümdar hakkında şu beyitlere tesadüf
ile makdiyyülmerâm ve ba’dehu eyyâm-ı ıûzede huzûr-1
olunuyor :
fâiz-i nûr-ı şehenşâhîde mürettebsâz-ı encümen i ders ve
Han uruğı kıymeti candur murâd
takrirde izhâr-ı kemâl ve fazî'et itmeğin makbûl-i
 lem in şehlerine candur Murâd
tab’-ı hümâyûn. ı adalet âyîn olmağın mahrûse i Edirne
Şâh sultan ol Mehemmed oğlıdur
pâyesiyle kâmbîn olmuşlaridi. Pes .Mehemmed kân imiş bu oğlı dür
1175 (M.1761) senesi hudûdunda Mekke-i mükerreme
hükümeti ile tevkîr ve tebcil ve 1182 (M.1768) senesi Mesnevî’nin diğer bir yerinde de şöyle bir beyit
hilâlinde İstanbul pâyesiyle şeref ü ünvânı tezyîd ve görülüyor :
tekmil ittiklerinden sonra sene-i mezbûrede sadr-ı Ana
Şâh önünde olcına şâyed didiinı
dolu pâyesiyle bülend kadr olup mümtâz ve ordu-yi
Buna Câmasbnâme d yu ad kodum
hümâyûn hükümeti ile serefrâz olmuşlaridi. 1183 (M.1769)
senesinde Babadağı meştâsında ikamet üzre diyâr-ı ademe Şairin Abdî mahlâsını kullandığını da şu beytinden
sefer ve belde-i cinânı makar etmişlerdir. Müteveffâ-yi anlamaktayız:
mezbûr ulûm-i arabiyyede fâik-ul-akrân olduklarından Bu fakîr A bdî dilinden anlara
maâdâ fünûn-i maârifde nâdire-i devran bir zât-ı nükte D âim â olsun revân ol canlara
dan olup ahyânen esmâ-yi ferâğ ve ârâmlarında güftâr-ı Câmasbnâme’nin bir nüshası Millet kütüphanesi yaz
rengin reftâr âzmâyiş-i tab’ buyurmalarıyla çekide-i maları arasındadır (Mit. Alm. K- Mz. N o : 1202). Baştan
hâme-i şîrinkârları olan eş’ârları bilcümle makbûl-i sona kadar «Fâilâtün fâilâtün fâilün» vezninde yazılan
cümle-i enâm bir zât-ı bülend iktidâr idi. tedrislerinde bu mesnevî, 130 varak içerisinde 4877 beyitten iba
tezkerecilik ye kibâr-ı enâmın hidmetleri ile evkat- rettir.
güzâr ve etvâıı mergub ve ülülebsâr idi. Âsâr-ı tab’-ı Ankara kütüphanesindeki nüsha buna nazaran çok
bînazîrlerinded 1164 (M. 1750) tarihinde karîn-i hitâm eksiktir. Bay Naci Kum’un saydığına göre 216 sahife
olan Göksu kasrına dedikleri târihleri teberıiiken tahrîr içerisinde 2868 beyti ihtiva eden bu yazma baştan ve
olundu. sondan eksiktir. Demek oluyor ki Ali Emiıî nüshası
2009 beyit daha fazladır.
Kilk-i Abdî-i kemin gavvâs ı bahr-ı fikr olup Ankara nüshasını dil bakımından tarayan Kütüpha
Dürr-i târihin hele buldı çıkardı ez kümün neler genel direktörü Bay Haşan Fehmi, eserden bir
Mihr veş Sultân Mahmûd’a olup burc-i safâ çok Türkçe kelime tesbit etmiştir.
Jv:' st~“ ıSU*£i b' ı s~ Filhakika bu mesnevinin dil tarihi noktasından bü
yük bir ehemmiyeti vardır.
Esad tezkiresinde de 1193 (M. sâlinde garîm i
Câmasbnâme, mevzu itibariyle çok muhayyeldir.
ecele deyn-i ömri münkaz olup Sultan Osman Hân-ı
şehid câmi’i hatîresine İbrahim pâşâ kabri kurbine Ahmed adlı bir halk hikâyecisi tarafından Türk dilinde
defin olan elsine-i selâsede nazm-ı belâgat elîf ve Ba- yazılan ve şimdiye kadar bir çok defalar tabedilen
yezid kütüphanesinde mahfûz hâşiye i Beyzâvî ve re. meşhur Şahmeran ile aynı mevzuda olan bu efsanenin
sâil-i sâiresi güher âsâ tasnîf.i lâtîf sâhibi Altunu çok Hindliler ve İranlılar arasında da taammüm ettiği an-
zâde„ ve “Koca Abdî efende,, ile şöhret dâde Abdul laşılıyor.
lah efendidir kayıtlarına rastlıyoruz. Hikâyenin mevzuunu kısaca yazıyorum :
Bibliyografya : R nız., Esd. Câmasb, Danyal peygamberin oğludur. Babası onun
A b dî (Câmasbnâme sahibi) -- XV inci asır şairle «İlmi hikmete âşinâ» büyük bir adam olacağını söylemişti.
rinden Abdi’nin hayatı hakkında elde mevcud tezkire Yedi yaşında okutmağa başlattılar. Bu sahada muvaf
lerde hiç bir malûmat kayıdlı değildir. Abdi’nin Câmasb fak olamadığı görülünce kendisini bir işçi yanına ver
nâme adlı manzum bir hikâyesi mevcuddur. Bu eserin diler. Orada da bir şey öğrenemedi. Annesi merak
Türk Şairleri
Ab. 184
edip duruyor, ölen Kocasının dedikleri çıkmıyor deye Arkadaşları, bütün mallarını Câmasb’a vererek kendi
üzülüyordu. Nihayet onu evlendirmeğe mecbur oldular. lerini affetmesi için yalvarırlar. O da malları alarak
Gene uslanmamıştı. Akrabası kendisine bir merkep canlarını bağışlar.
tedarik ederek dağdan odun getirmesini tavsiye ettiler. Câmasb’ın bulunduğu şehir hükümdarı hastalanır.
Câmasb, bu suretle oyalanıyordu. Birgün arkadaşlarıyla Derdine hiç kimse çare bulamaz. Padişahın veziri, bu
beraber yolda şiddetli bir yağmura tutuldular ve dağ hastalığa Şahmeran’ı görmek suretiyle deva buluna-
eteğindeki bir mağaraya sığındılar. Câmasb toprağı bilebeğini söyler. Nihayet Câmasb’ı hükümdarın huzu
kazmağa başladı. Bir mermer taş çıktı. Taşı kaldırdı. runa götürürler. Vezir ile Câmasb kuyunun ağzına ge
Bal ile dolu bir kuyu göründü. Tulum tedarik ederek balı lirler. Vezir, bir şeyler okur; Derinden korkunç bir
çıkarıp satmağa karar verdiler. Balı epeye boşaltmışlar ses gelir. Bir ifritin başı üstünde Şahmeran görünür.
dı. Dipte kalan kısmı da Câmasb’ın kuyuya inerek Ve Câmasb’a «beni al koynuna koy» der. Câmsab,
almasını muvafık buldular. Fakat Câmasb kuyuda Şahmeran’ı koynuna kor. Şahmeran kendisini öldürme
iken onu öldürmek ve balın hepsine sahip olmak kas- mesini ve bir tencerede kaynatarak ikinci suynnu iç
dıyla kuyunun ağzını örterek kaçtılar.. Câmasb, kuyu mesini söyler.
da bir delik bularak büyütmüş ve içine girdiği zaman Saraya gidilince Şahmeran parça parça edilir. Vezir
kendisini cennette zannetmişti. Bir havuz ve bunun ikinci suyunu içmek isterse de muvaffak olamaz; Birin
etrafında tahtalar duyuyordu. Biraz sonra Şahmeran ci suyu içerek ölür. İkinci suyu içen Câmasb’ın ise
(Şâhı mâran) gelip tahtına oturdu. Câmasb’a selâm kalbine inşirah ve fikrine rasanet gelir.
vererek adının Yemliya olduğunu söyledi. Ve ondan Derdine çare bulunan şah, bir meclis akdederek
buraya nasıl geldin deye sordu. Câmasb, olanı anlattı. Câmasb’ı vezir tayin eder.
Bunun üzerine Şahmeran da insanların eline nasıl düştü Günler böylece geçer. Câmsab bir gün annesine
ğünü hikâye etti. babasından kitap kalup kalmadığını sorar. Annesi olan
Şahmeıan’ın anlattığı bu vak’a bir zamanlar Mısır ları oğluna verir. Câmasb, bu kitapları okuyunca
padişahının oğlu Bülkıya’nın başından da geçer. Bülkı- yerdeki defineler kendisine malûm olur; Mevcudatın
ya, «Gar-ı Süleyman»ın içinde kaybolarak bir çok teh- hususiyetlerini öğrenir ve bütün ilimlere sahip olur.
lükeler geçirir. Nihayet oranın padişahına rastlar. Bir Bu suretle de babası Daııyal Peygamberin dedikleri
kaç gün misafir kaldıktan sonra padişah kendisini gene çıkmış olur.»
— Câm sabnâm e’den—
âdem oğullarının yanma göndereceğini söyler. Bülkıya
önce razı olmaz, fakat orada kalmak mümkün olama* — ''yic/''' j ¿ijL ûIa —
yacağını anlar ve pâdişâhın verdiği bir at Bülkıya’yı İmdi işit gör ki bunlar neyledi
âdem oğullarının yanına çıkarır. Yolda melâikeye tesa Tanışuben bir birine söyledi
düf eder; kendisine selâm verirler. O da selâmlarını Çün suyı aldık u bitdi kaydumuz
alır. Gene yolda bir dağa rastgelir, ve melâikeden bu Koyâlum gitsün yine bu saydumuz
dağın Kaf dağı olduğunu öğrenir. Böyle diyüb sanduğun kapusunı
Bülkıya, ozamana kadar böyle büyük bir dağ gör Açdılar çıkardılar bunlar beni
memiştir. Hayretle bu dağa nasıl çıkılabileceğini sorar. Sıçrayı ok gibi atdum kendüzüm
Melâike, bu dağa ancak kendilerinin çıkabileceğini ve Taşra düşdüm dinle ne oldı sözüm
bu dağın bütün dünyayı ihata etmiş olduğunu söyler Dünyeden kimse murâd almayiser
ler. Bülkıya, oradan bir sahraya çıkar. Sahranın niha Bîvefâdur hiç vefâ gelmayiser
yetinde bir deniz görür. Kenara geldiği zaman, ayağı Gen yire çıkdum da bir yire durub
na sihirli oku sürerek denizin üzerinden yürümeğe baş Dutdum ün itdüm bulara çağırub
lar. Denizin ortasına gelince anlar ki suyun yarısı acı Ey Afan didüm i merd i hîlekâr
yarısı tatlıdır. Orta yerde bir dağ görür. Etrafında Bil ki olmaz niyyet itdüğün bu kâr
melekler oynaşırlar. Oradan ileriye geçer, mermerden Yüzüne irmez elün ey bed fiâl
beyaz bir kubbe görür. İçinde iki mezar vardır. Bülkıya Niçe bin kez kılur isen mekr ü âl
mezarlardan birinin yanında bir âdem oğlu görünce Elüne girüb alam mı sanasın
sevinir. Belki varub anda oda yanasın
Câmasb, Şahmeran’ın anlattığı bu hikâyeyi dinlerken Bu yavuz endîşe neyler terk idin
yanında bulunan ejderhalar, Câmasb’ı da memleketine Girü dönüben evünüze gidin
göndermesini ondan rica ederler. Şahmeran da razı Niıe varayidi ot bir işinüz
olur. Onu geldiği kuyunun ağzına bırakırlar. Bir akşam Ol gidereydi sizin teşvîşinüz
üzeri dünya üzerine çıkmış olur. Annesini bulur. Câ Anı bilmekde bu âciz oldunuz
masb, kendisini kuyuya bırakan arkadaşlarını buldurur. Uşde bu kezin yabanda kaldınuz
Türk şairleri
Yidi denizden bular kıldı güzer iden güftârları rengîn ve dilpezîr ukalâdan re’y-i rezîn-i
Yidi denizden öte geçüb meğer isâbet karînleri makbûl-i cümle-i enâm ve fenn-i keman
Gördiler bir dağ ulu göke değer da bir pehlevân i devrandır k i ,
Buluda benzer yüce key ulu dağ Havf 1 tîriyle olur kameti Behrâm'ın yây
Dört yanında sular akar çağ çağ ma’nâsı haklarında hak-kı edâ olan mümtâz ve tüfeng-
Toprağı misk ü abirden ol zemin endâz ve hıfızda beyn-el-huffâz seıfirâz bir zât-ı mah-
Tûli vü arzı beraberdir hemin midetkesîr idiler. Ragıb Paşa merhûmun
Sürüben bunlar bu dağı çıkdılar Kelâl geldi tasarrufdan Ümııı-i dünyâyı
Yeter bu Kahire’nin kahrı azm-i Rûm idelinı
Yürüyüben çevre çevre bakdılar
Gördiler ol dağda bir ulu gar beytine cevâb olmak üzre bu beyitleri meşhûr-i âlem
Girürise anda yüz bin er sığar olmuşdur :
Şairin hayatı hakkında Sicil'de şu malûmat kayıd- Dil-i sadpârem oldı giysiivâne ey perî şâne
«Diyarıbekiı’de Çermik’lidir. Vüzerâya levend başa- Ali Emirî Esami.i Şuarayi Âmid'de şunları söyliyor :
ğası olarak şecâatle meşhur oldu. Bu sıyt kendisini Lebîb-i Âmidî’nin vefâtına maa târîh mersiyesi
mîrimîrân eyledi. 1152 (M.1739) de Sivas ve 53 cümâdi- vardır. Hattat, şair, âlim, fâzıl, şecî’ ve kerîm idi. Arabî,
lâhirinde (M. 1740) Diyarıbekir ve 54 muharreminde Farisî, Türkî lisanlarının her üçünde dahi eş’âr-ı belîğı
vardır. Şuarâ yi memleketi ihsânına gark etmiş, hattâ
(M.1741)Rukka beğlerbeğisi olub 157 ramazanının yirmi
Lebîb-i Âmidî’nin elli dört beyti havî Bahâriye kaside
altısında (M. 1744) bârütbe-i vezâret Diyâııbekir vâlisi
sinin her beytine bir altun ihsân eylemişti, Ve cenâb-ı
olup 1159 ramazanında Adana ve 160 ıebîulevvelinde
Lebîb-i fâzıl şu semâhate karşı mahcûb ve hayrân kal
Faş ve ramazanında (M. 1747) Van ve 61 cümâdilevve- dığından taltîfen şu kıt’a-i gaırâyı da irsâl buyurmuş
linde ( 1748) Erzurum ve 65 rebiulevvelinde râbian lardı :
Diyarıbekir 66 recebinde (M. 1752) Anadolu ve 67 re Değme behâya virme Lebîbâ metâını
cebinde^.1753) sâniyen Erzurum 68 seferinde (M.1754) Silk-ül-leâl-i nazm ını aldırma müftüne
Her mısr’ın bahâsını a’lâ bilür gönül
sâlisen Sivas, 70 zilhiccesinde (M. 1756) Halep, 71 sa-
Y üz bin filori istesen olmaz mi cüftüne
ferinde (M.1757) emirülhâc ve Şam vâlisi olup 72 rebî-
Abdullah Paşa’nın vefatı Ramiz tezkiresine göre,
ulâhirinde(M.1758) taltifnâme-i hümâyun gönderildi. 173
(1175 - 1761) yılı hududundadır. Ali Emirî ise «1174
cümadilevvelinde hamisen Diyarıbekir valisi olup 1174
senesinde Âmid şehrinde vefât etmiştir» diyor. Her
rebiulevvelinde Diyarıbekirde irtihâl eylemiştir (M.
halde Ali Emirî’nin rivayeti daha doğrudur.
1760). Muamelât ve urbânı terbiye ve tedîbi meş Abdullah Paşa’dan bahseden tezkireler onu Abdi
hurdur. mahlâslı şairler arasında kaydediyorlar. Fakat örnek
Ne mahalle vardıysa muvaffak olup maârif ve edeb- olarak ancak beyitlerini aldıkları için bu mahlâsı kullanıp
den hissedâr idi. Cevdet-i hattı meşhûr olup vardığı kullanmadığı anlaşılmıyor.
vilâyâtta celî yazıları vardır. Derseâdet’te Sarı güız Şairin bir mecmuada biri Türkçe, diğeri Farisî iki
mescidine minber koyup câmi’ eyledi. Tertib i zibâ En- manzumesi «Çeteci Abdullah Paşa» serlevhasile kayıdlı-
dır (Mit. Alnı. K. Mz. No : 717). Bu iki şiirde de mah-
hârülcinân f i vicdân ı âyâtül-Kur'ân nâm iki eser-i hâmesi
lâs görülmiyor. Buna nazaran Abdu İlah Paşa’nın mah-
fazl n irfânmı iyân etmiştir. Yeğeni Hüseyin Paşa ve
lâssız manzumeler vücude getirildiği söylenilebilir.
hafîdiAhmed Paşa’dır.„ Bu iki manzumeyi nakletmekle iktifa ediyorum.
Ramiz diyor ki : _ I -
“Çeteci Abdullah Paşa vüzerâdan Rüstem vâr arz-ı
Nesîm âyât-ı zülfün arz iderse mülket-i Çîn’e
yed-i iktidar iden hezâr çetelerde bahadurlukları zâhir Serâser fırka-i âteş perestânî gelür dîne
ve âşikâr bir vezîr-i dilîr olduklarından mâadâ ulûm-i Görüp hâl-i siyâhın sarışın rûyinde mahbûbun
'
nâfiada binazîr ve ahyânen tab’-ı bâlâlarından sünûh Habeş sultânıdır gûyâ oturmuş taht-ı zerrine
Türk Şairleri
Ah
Rühinle mihr olunca imtihan şerh-i Metâli’den Abdî (İstanbullu)— XIX uncu asır şairlerinden Abdî
Mümeyyizler didi hüsnün sezâvâr oldı tahsîne hakkında Fatiıı şu malûmatı veriyor:
Kaçarken tîg-ı gamzenden irişti dâm-ı girdâbe “Abdî efendi Derseâdet’te 1118 (M. 1706) târihinde
Girifte oldı mürg-i hâtırım çengâl.i şâhîne pânihâde-i sâha-i vücûd olup 1144 (M.1731) târihinde
Didim ol şâh-ı hüsne tîg-i gamzen olmasaydı âh tarîk-ı tedrise duhûl ve bilâhire Kudüs-i şerif mevleviy-
Didi bilmez misin cellâd lâzımdır salâtîne yetine vusûl ile bir müddetten sonra Şâm-ı şerif mev-
Ieviyyeti pâyesini hâiz ve 1174 (M.1760) târihinde Medî-
— II — ne-i münevvere mevleviyyetine nâiliyyetle beyn-el-
emâsil mütemâyiz olarak 1181 (M.1767) sâlinde İstanbul
c' sî.j ' j-1. y
J^\j -V~s j -\.»T y ¿ jj' ¿1)
kadılığı pâyesi ve ba’dehu Ordu-yı hümâyun kadılığı
Jj \ J 'J (Jİ£>- J 5 memûriyeti uhdesine bittevcîh ordu-yi hümâyun câni-
jy <* bine azîmet ve bir müddet ikametle 1183 (M.1769)
<j-° j *4lr ¿j- târihinde İsakçı nâm kasabada işbu rezmgâh-ı fenadan
J 4>-^ -\ı )_ \
bezmgâh-ı bekaya nakl ü rihlet eylemiştir. Mûmâileyh
jy%0*.' û-x-*'î w>-l>" ¿i- j\
âlim ve fâzıl bir şâir i kâmil olup haylice eş’ârı olduğu
y ja^. >^». «v^Ly o^ijT
C>j? ı o; ^ rivâyet olunmuş ise de bâlâda mastûr târihinden başka
şi’rine destres olunamamıştır. „Eatin’in kaydettiği tarih
şudur:
Bibliyografya • Rnız., Sel,, Ali Em irî: Esamii şuarayı Â nıid,
— Necati’ye nazire—
Çelebi. Bu ebyât mecmûa-i eş’ârından intihâb olundu„
başlığıyla şu dört beyti kayıdlıdır:
Virdim iklîm-i dili cümleten ey şâh sana
Kıt’a-i hûbun temâşâ ittirir ol mir Hasen
Dahi yarayımadık hidmete yüz âh sana
Safha-i rûyinde hatt ı müşgnâbın gösterir
Gice yoktur harem-i kûyini dolanmayalar
*
* *
Aşık olmuş var ise encüm ile mâh sana
Gaflet değil mi nûr gibi berk ura şarâb
Gülmez oldı yüzi unuttı dil-i âvâre
Halvetnişîn-i gûşe-i meyhâne olmayım
Hûyun öğrendi meğer olalı hemrâh sana
Gül gibi gûş ider oldun hele feryâdımızı **
Hâlimiz arz ideli mürg-i sehergâh sana Hâkipâ yi ehl-i dil meftûtı.i yârânız hele
İşiğün kulluğum Abdi’ye ihsân eyle Hâk isek de cür’a nûş-i bezm-i rindânız hele
Gel kerem eyle beğim mansıb ile câh sana *
**
— II - Yeter dökdi yeter cellâd-ı ceşmin hûn-i uşşâkı
Biraz var hâb-ı nâza tîg-ı gamzen derniyâm eyle
Her kaçan gezmede yanımca o cânânım yok
Bibliyografya : Kfz.
Sanuram bir müteharrik cesedim cânım yok
Bülbülün gülşen içinde işi yoktur gülsüz A b d i (Meşk'ı’nin kardeşi) — XVI ncı asrın son nıs
Seyr i gülzârı nidem gonce-i handânım yok fında yetişen ve (1004 - 1595) te vefat eden Tokatlı Meş-
Bâğda kimin ile salmam ey bâd-i sabâ
kî’nin kardeşi olan Abdî hakkında tarihî malûmata rast
Bile yanımca yürür serv-i hirâmânım yok
lamadım. Yalnız Kafzade Faizi tezkiresinde “Abdî birâ.
Dîv-i gamdan nice kurtulabilem yâ Rabbî
der i Meşkî» başlığıyla onun şu beyitleri kaydedilmiştir:
Ki yanımda o lebi mühr-i Süleymân’ım yok
Yalınız yükrüğiyim arsa-i dehrin şimdi Bîmâr-ı aşkın oldı gönül hiç görür müsün
Abdiyâ nola eğer dir isem akrânım yok Sen bî vefayı terk idemez öldürür müsün
Türk Şairleri
189
Şems-i dünyâ vü dîn ü devlet bîn Biri birine itdi nâz ü niyâz
Hâce-i şeh Selîm-i pür temkin Bâb-ı mihr ü mahabbet oldı bâz
Bulub anun cenâbiyile şeref Didi Sa’d evvelâ ki ey dildâr
Dıir-i lâfzına gûşum oldı sadef Yoluna nakd i ömrüm ola nisâr
Eyledüm şükr ü geh şikâyet ana Pederin mihr ü mâderindir mâh
Fehm idüb hâl ü kali didi bana Yohsa virmez bu hüsni nâsa İlâh
Doldı kilkin sarîriyile cihan Başdan ayağa ey perî peyker
Pür safîr-i tabîatinle zaman Şîr ü şekkerle tıynetin yekser
Oldı mu’ciznümâ benân-ı beyan Mâh ı enver misin veyâ hurşîd
Ejder-i hâmen eyleyüb dü zeban Şem’i hâver misin veyâ Cemşîd
Şâh nâmına bir tırâz eyle Ism ü resmin nedür benüm hânum
Aleme tâze süz ü sâz eyle Kulunum kıl kabül sultânum
Köhnezâr oldı güfte-i pîşîn Menzilin kande ey Hümâ sâye
Nevbahâr ile asrı kıl tezyin Gün rühin mihr ü mâha pîrâye
İdüb emrine imtisâl heman
— II -
Tâli’-i sa’dı Sa’d’ın oldı bülend Nola nerkis yata gülşende varub mest ü harâb
Çü nevâzişler itdi ol gülhand Dest-i mihrünile dün bâde virübdür külehi
Yâre mâil olub diğer bâre Lebinin nükteleri gonce-i dil teng itdi
Dil-i mecrûhuna kılur çâre Kodı nerkisle seher şîve-i çeşm-i siyehi
Sineme her ne kadar tîr ü belâ atdun ise
_ 111 _
Anı şerheyledi bir bir yine kabrim giyehi
— Âşık dilinden gazel — Leb-i canbahşına öygündüğiçün âb-ı hayât
Vâdi-i zulmete saldı anı baht-ı siyehi
Bizi ey can gamın harâb itdi İşiğinde ko bu Âbdı kulum dür itme
Hâne-i ömrümi yebâb itdi Bülbülün bâğ-ı cinandır sanemâ cilvegehi
Bilmezem gayrılarla hâl nola S. 889
Ateşin bağrımı kebâb itdi
- 11 —
_ V - - VIII -
Gafil olma ey melek âhım okından kıl hazer Bulmadum derd i dile çâre elimden ne gelür
Kim dokuz kat cevşen-i eflâkden eyler güzer Başladum nâle ile zâre elimden ne gelür
Geldiğince sîneme bir lâhze ârâm eylemez Tan mı bülbül gibi feryâd ü figan eylese kim
Tîr-i gamzen ey kemân ebrû iken nâzük geçer Çün olur hemdem i gül hâre elimden ne gelür
Ey melek manzar seni bir lâhze göstermez bana Redd idüb ben kulum uydı hasûdun sözine
Bilmezem ne-ster [1] aceb benden sipihr-i kîne ver Buldı fursat o yüzi kare elimden ne gelür
Leşker-i gam dostum her yandan el bir idüb Burç-i nahs içre çü habs oldı sitârem nideyim
Bu dil-i vîrânımın bilsem nesin yağmâ ider Yâri kılmaz ki İrem yâre elimden ne gelür
Âşık-ı sâdıklara düşmenler itmez itdügün Beni incitmek içün yüzümi gördükçe habîb
Elhazer ey dostlar ol bî vefâdan elhazer Döndürür yüzüni ağyâre elimden ne gelür
Görinen encüm değül ey mâh ıû kevn ü mekân Abdiyâ irmeğe dîdâr-ı halîle şeb ü rûz
Âteş i âh-ı dil i Abdi'den oldı pür şerer Düşmişem yanaram uş nâre elimden ne gelür
S. 268-269 S. 240.241
— VI —
— IX —
— Gazel-i müveşşah—
Ey münevver rüh şu kim tebdîl-i devran gösterir Gamzenün çevri şehâ âşıka ihsan görinür
Tapum iklîm.i hüsn ehline sultan gösterir Zülfünün küfri senin zâhide îman görinür
Hey ne bâlâdür kadin kim seri sergerdân ider Ne perî ruhsın eyâ hûr-i cinansm acabâ
Vey ne sevdâdur saçın küfri kim îman gösterir Sıfatın cümle melek cünbişin insan görinür
Şöyle mahkûmundur inşân ü perî rûlar senin depredicek bâd i sabâ zülfün ucun
Lâ’lin ey mehrû meğer mühr-i Süleyman gösterir Karanu gicede sankim meh-i tâban görinür
jzünin tozını efser idinen kulı felek Hüsnün evsâfını vasf eyleyecektir sanemâ
Âsmân-ı rif’ate hurşîd-i tâban gösterir Ne kadar kim gözüme defter ü dîvan görinür
Her kaçan kim akreb-i maklûbunı keşfide bâd Zülfün ucıyla inüb çâh-ı zenahdânuna âh
Lerzeler düşüb günün cirmine cevlân gösterir Bendile anda niçe Yûsuf-i Ken’an görinür
Meyi idermiş kim işiğünde karâr ide rakîb Ser i sevdân ireli her gice bu gözlerüme
Hey ne cehlile özin itlikle yeksan gösterir Kirpiğin hâb iricek hâr-ı mugaylân görinür
Hâline ayn-ı inâyetle nazar kılmak gerek Bir saat yüzüni Abdi sanemâ görmezise
Işkunile şol ki eşkin bahr-i umman gösterir Arz-ı vâsi’dür eğerçi ana zindan görinür
Mürg i dil dolaşdı zülfün ağına cânâ aceb 6’. 227-228
Meskenin ol miskinün çâh-ı zenahdan gösterir - X _
Zâhidin peymânı vardur gerçi ki mey içmeğe — Nazîre-i Abdî muammâst her beytrâ—
Rühlerin şevkiyle dirsen kim ne peyman gösterir Tâ cemâlün gülsitânın gördüğüm zîbâdürür
Her nazarda aynıma bir nakş ider hüsnün iyan Öyle hoşhân oldı dil muhtâc-ı her gûyâdürür
Her tarafda lâle vü nesrin ü rayhan gösterir Bu şekilde tîğ ucundan yâ çeker câzû gözün
S. 179 Saldı uşşâk içre bir gavga ki hoş gavgadürür
- VII — Menzilinde dil varub nakş oldı Mûsâ’ye nasîb
İşin cefâyise cânâ bu câne yetmişdür Sen kadem andan getür yiıin dahi a’lâdürür
Hemin bu câna mı cümle cihâne yetmişdür Geldi gün mîzâna ebrûnile zülfün seyrine
Şu denlü yâre idübdür ciğerde gamzen kim Sâilindür nûr umar senden aceb şeydâdürür
Kadim hilâl-i kamer veş kemâne yetmişdür Bir nazar kıldum cemâli mihrine gördüm iyan
Çü subh mihr.i visâlin doğa diyu nâgâh İki aya zülfi tâc olmuş bu ne sevdâdürür
Gözüm yaşı bu hayâl il kane yetmişdür Sûret itdüm kıblei çün hâli gördüm anda hoş
Ne fitne saldı cihâna şu hûni gözler kim Secdem ol mihrâbadur kim mescid.i aksâdürür
Dolub figan ile yer âsmâne yetmişdür Şol tamâm ayı bana arzeyleme terk it yüri
Ne denlü yüz çevirirse habîb ben dönmen Hikmet-i Yezdân’ı gör bîmisl ü bîhemtâdürür
Kulum dimiş diyu bir kez bahâne yetmişdür Ger bana tâc ola zerden hâk. i pâyin isteyem
Muhayyer üzre dinübdür çü aşk kanûnı Andan anun kıymeti bana dahi a’lâdürür
Ne deff ü ney bize çeng ü çegane yetmişdür Abdiyâ gördüm elimde ibtidâsın cümlenin
Di Abdi'ye i sehâ ehli yolda kalma sakın Yâdına didüm bu şi’ri gör ki ne garrâdürür
Yavah yavah yüriyen nerdübâne yetmişdür S. 182
S. 120 Bibliyografya: Cı
Türk Şairleri
193
Abdî (Sarhoş) — X V I ne; asrın kıymetli şahsi Virilmek vâcib olmuşken mevâcib
yetlerinden biri olan Abdî, Sarhoş lâkabiyle şöhret Birisi olmadı çiin oldı tâlib
kazanmıştır. Hayatı hakkında pek kısa malûmatımız Anınçiin cümlesi oldı perîşan
bulunan şair,«Divanı hümayun» kâtiplerinden iken Tatarlardan ldmesne yoktur ePan
( 1002—1593 ) de nişancı olmuş, sonra azledilmiş, Yeniçeri sipâhî vü silâhdâr
( 1009 —1600 ) de deftereminliğine tayin edilmiştir. Eğer olsa idi anlan yoklar
Ba/.ı harplara bilfiil iştirak eden şairin vefatı Sicil Bulunur idi rub’ı ande mevcûd
deki kayda göre (1014—1615) yılındadır. Esâmidir olan defterde ma’dud
Abdi’nin bugün elimizde Zaferncıme-i Kal'e-i Istevor Ağası bî kıısûr alıır vazife
adlı bir eseri mevcuddur (M it. Alın. K. Mz. No: 1328). Biliir mi ola bu hâli halîfe
Eserin baş tarafında farsça şöyle birkayıd görülüyor: İki yerden virilür bir sancak
Be bu sancak değil bir sancı ancak
Zâîmin şimdi noksanı kati çok
} Jk* ¿y ; II; » ^ J-3 i
Sipâhînin devede kulağı yok
Kani serlıadde tîmâr ü zeamet
¿Ua.L-L j IjüL» ^lc ûl'.’ Aluptur ekserin erbâb-ı devlet
Stanbul’da çoğı saklı vü gümdiir
Sorulsa her biri dir âdemümdür
Eğer gibi olsa yerli (?)
Yedi sahifelik mensur bir mukaddimeden sonra Olurdı atı dâim i eyerli
317 beyti ihtiva eden bu kıymetli eser, zaferden doğan Olunca hâl-i devletten haberdâr
bir sevinçle yazılmış güzel bir manzumedir. Esasen ¡derlerdi adûya doğru ılgar
Abdi’nin dalıa ziyade hamasî şiirlerde muvaffakiyet gös Otuz olan zaîmin ucı yoktur
terdiği vâzıh olarak anlaşılıyor.Vatanını candan seven bu Bu sancaklarda noksan şimdi çoktur
adam, şeyhülislâm vasıtasile padişaha takdim ettiği man Elinde çoğunun yüz bin zeamet
zum bir arizada ( Tpk. Bg. K.Mc. No: 403) da devrin Kimin alur kimin eyler ferâgat
deki yolsuzlukları açıkça söylemekten çekinmemiştir. İki üç yüz bin eyler dahi yetmez
Mecmuada ,«Dîvân-ı hümâyûn kâtibleriııden Sarhoş Sorıiur diyu zîrâ havf itmez
Abdî söyledi. Miiftî efendi’ye viriip halîfetullâha îsâ! Kırıldı kalmadı yoğ oldı varı
etmeğe Istargon kal’esi teshîr olunduktan sonra Eflak Kani serhadlerin merdi yararı
muharebesinde bulunmuştur. » başlığıyla kayıdlı olan Virilseydi bir ere müft dirlik
bu şi’rı ayenen naklediyorum: Yolunda ölmeğe eylerdi birlik
Satar mahlûli hep beğler beğiler
Elâ ey pâdişâha âsman baht
Kani bu hak kelâmı sana söyler
Hümâyun saltanat şâlı-ı cevanbaht
Şu kim mâli olup eyler ticâret
Kelâm-ı Hak’kı gûş it dostlardan
Satup mahlûlüni eyler ticâret
Şehâ serhadleri kapladı düşman
Çoğının adı var kendisi yoktur
Tamışvâr ile Küle kaldı ancak
Bu güne kulların gayet te çoktur
Adû zaptmdadır hep gâyrı sancak
Dilîrim diyu dilsüzler çoğaldı
Bidun’a tâbi’ olanlar da el’an
Düşen tîmârı ekser anlar aldı
Kalubdur Solnuk u Huyan ıı Hatvan
Düşen mahlûle ma’zul olmamıştır
Birisi dahi Istûnî Beliğrad
Alan dahi yeğine gelmemiştir
Kalanın hâke oldı cümle berbad Cünûd içre bu hâli gördi düşmen
Çalıştılar esâsın cümle kal'e Bu denlü ihtimâli gördi düşmen
Yıkıldı kalmadı bir taş u kal’e Niçe çalışmasını tîğ ıı teberle
İder ekserini ihrâk bin-nâr Ana karşu varır yok cân u serle
Bize duzah azâbm kıldı küffâr Aceb devre irişdi ehl-i İslâm
Çü tedbîrinde noksân ide serdâr Zebûn itti kamûsun hiizn ü âlâm
Olur kiiffâre m ü’minler giriftar Kimesne idemez arz-ı vekavi’
Yıkilur memleket olur perişan Ağalarda çoğalmıştır tevabi’
Gider elden hem Eflâk ile Buğdan Yazılsa sunmak içiin niçe rik’a
Kalup Papa’da bekçi hayli tâtâr Ararlar âdem içiin buk’a bıık’a
Yanık (1) içinde dahi niçesi var Değildir hiç bir veçhile kabil
(â) Y anık Kalesi. Ola kâğıtları sen Şâha vâsıl
Türk Şairleri 104
Âb.
gün babalığım Elbâc Hüseyin bana hitâb idüp didi ki Fakîr dahi âyâ kimdir deyüp yanında dururdum. Gör
ey hatibim nûr-i dîdem ben pîr-i alil oldum. Mevtim düm ki câmi’-i şeriften beru bir pîr-i münîr gelüp se
karîbdir gel seni benim hak dostlarım vardır Anlar ile lâm viriip Hacı oğlun bu mudur deyu benim yüzü
âşinâ ideyim. Ancak ol meclis-i şerife dâhil olduğunda me baktıkta bende hemaıı cezbe zuhûr eyleyiip yere
sana suâl ederler ki bize gelmekten murâdın nedir ne düştüm ve bîhûş oldum. Aslâ kendimi bilmem. Halk
taleb edersin derler sen dahi ol vakit benim matlııb ve başıma cem’olmuş. Hacı Hüseyin dahi suâl edenlere
maksûdum Allah’tır Taleb i Hak’ka geldim deyu cevab oğlumdur masrû’dur cevabiyle nutk idüp beni bir ham-
ver dedi tenbîh eyledi. Emir sizin dedim. Beni alup İs mâla talımîl evleyüp hanemize gelmişiz. Aslâ şuûrum
tanbul da kırkçeşme kurbünde odalarına götürdü. Bir yok. Bir zaman yatmış kalmışım. Sonra aklım başıma
odaya girdik bir pîr-i nûrânî bez dokuyup durur. Hacı geldi. Hacı Hüseyin’den ol pîr kimdir deyu suâle ccsâ-
Hüseyin selâm vırüp zânû-yi mııbârekini bûs eyledi. ret eyledim. Buyurdu ki, ey oğul cümlemizin efendisi
Ben dahi dest-i şerifini bûs eyledim. Hacı Hüseyin ta’- dir. İdris Ali efendi derler. Kııtb-i zaman sâki-i cezbe-i
rîf idüp oğlumdur kalbine nazar buyurun dedi. Efen Rahmân el’an ol sultandır. Kırkçeşme odalarında gör
dimiz emreylediler mi deyu suâl eyledi, Hacı Hüseyin düğün ihvan cümlesi bu zât-ı şerifin âteş-i aşkıyla
dahi beli anların izn ü emirleriyle getürdiim dedi. Ol sıızân ve ubûdiyyet ve itâatmda cân ii baş ile
pîr-i rûşen zamir kalkup postuna oturdu. Ve hücre-i bende-i fermandır. Elhamdiilillâh seni bende-
şerîfenin dîvârım kakup ey ihvan cem’olalım deyu ni- liğe kabûl eyledi. Anın izniyle senin kalbine baktırdım.
dâ eyledi. Cümlesi odalarından geliip pirin hücresine Kırkçeşme odalarında vardığın pîr efendimiz tarafın
cem’oldular. Halka olup oturdular. Ol vakit pir bana dan nazar-1 kalbe me’mûrdur deyu keşf-i hâl buyur
hitâb ediip ey oğul bize ne mıırâda geldin istersin de duklarında şübhenı zâil ve murâdım hâsıl oldu. Vakt-ı
yu suâl eyledi. Fakir dahi taleb i Hak’ka geldim. Mat- irâdette zuhûr eyleyen ııûr her bâr kalbimde aşikâr
lûb ve maksûdum Hak’tır dedim. Buyurdu ki öyle ise idi. Gözümle gördüm. Bir iki sene mürûrıında komşu
Allah'tan gayrı derûnundan çıkar. Gel karşıımda otur. luğumuzda bir gene avret bana miibtelâ olup her bâr
Gözlerin yum Deıiinıından ne zuhûr ider ise eylesiin mekr ii iğvâ ile arz ı hüsn ü bahâ iderdi. Âhırulemr
hicâb etme. Muktezâ-yi feyzi görelim dedi. Iieman ol bir gün kapusu önünden geçerken beni hânesine aldı.
dem derfınumda bir şey kalmadı. Diz çöküp karşusuna Nâr-ı iinfiivân-ı şebâb ol mel’ûneyi kâmyâb eyledi.
oturdum. Gözlerim yumup müteveccih ilâllâh oldum. Heman ol anda kalbimde nûr rnestûr ve kasvet-i derûn
ve inkibâz-ı kiillî zuhûr idüp ıztırâbât-ı gûnâgûn ile
Tâfir zaman müterakkib oldum. Derûnumda bir şey zâ-
bîhuzûr oldum. Dembedem halecân-ı can firâvan ve
lıir olmadı. Gözüm açup anlara nazar eyledim. Cümle
zevk-ı derun filcdâniyle mazhar-ı lıusrân oldum. Derû
sinin mûylan iipermiş rûyları kızarmış anları bu halde
numda aslâ râlıat kalmayup bir elem-i elîme giriftar
göricek bana bir cezbe geliip bilâ ihtiyar Allah deyu
oldum ki her gören sana noldıı lıasta mı oldun deyu
na're ettim. Kendimden geçtim. Bîhod yere düştüm. Bir
suâl ederlerdi. Bir giin Hacı Hüseyin ey oğul sana
zaman geçmiş sonra aklım başıma geldi. Kalbimde bir
noldıı. Sevk-ı
) dilin kalmadı. Seni kasvet ve selvet üzre
ııûr lemeân ediyor. Gözümle gördüm. Pür şevk olmu
müşâhede iderim. Galiba senden bir kebîre sudıır
şum Hücre-i şerîfede ancak ol pir ile Hacı Hüseyin
eyledi deyu suâl buyurdukta ketm-i hâle mecâl kalma
kalmış. Kusûru gitmiş. Pir yine bez dokumağa meşgul
yup mâvaka’ı ikrâr eyledim. Oğul sana had lâzım
olmuş. Hacı Hüseyin oğul gidelim deyüp elime yapıştı.
gelmiş. Niçün bana söylemedin gel gidelim îcrâ yi
İkimiz dahi pirin zânûsunu bûs ederek gider iken de-
hükm i şerîat idelim deyerek beni yine Kırkçeşme
rûnumdaki nûrı halk görmesün deyu kürkümü kavuş
odalarında pîrin huziır-i şerifine getiirdü. Vâki’-i hâli
turup setir sadedinde oldum. Pîr-i rûşen zamîr hande
söyledi. Hazret-i pîr dahi kel-evvel ihvânı da’vet eyledi.
ederek oğul anı her göz görmez setre hâcet yok he-
Halka ve deynek getürüliip bana hadd-i zinayı tamâ-
man derûnunda hıfza sa’yeyle deyu keşf-i hâl eylediler.
men ikamet eylediler. Her bir darbede bir zevk-ı derun
Bu minvâl üzre niçe zaman ol nur kalbimde lemeân
hâsıl olarak itmâm ı hadde evvelki zevkim kâmil oldu.
idüp aşk u şevkim gün begıin firâvân olurdu. Hâtırı-
Lâkin ol nûri- kalbî min ba’d îıuhur etmedi.
ma gelür idi ki efendimiz emr ittiler mi deyu Hacı
Bu hikâye-i şerîfeyi ced merhûmun lisânından
Hüseyn’e suâl ittiler. Âyâ bunların efendisi kimdir anın
mesmû’ olmak üzre Vâlid efendi merhûm bu fakîre rivâ-
dahi cemâl-i şerifini görmek müyesser olur mudiyüp gai-
yet buyurdular.»
bâne âşık-ı sâdık olmuş idim. Ve Hacı Hüseyn’e suâle
hicâb ider idim. Bir cıım’a günü Hacı Hüseyin oğlu Sarı Abdullah’ın memuriyet hayatına ait malûmat
salât-ı cum’ayı bugün Ayasofya câmi’-i şerifinde edâ Halikatûrrüesa'da şu suretle kayıdlıdır :
idelim. Seninle gidelim dedi Varup salât-ı cum’ayı « . . . Halil Paşa sadâret-i sâniyesinde cânib-i İran’a
edâ idüp ba’ded-duâ taşra çıkarken Hacı Hüseyin bir serdâr ve bunlar dahi tezkerecilikleri ile kâmkâr olma
kerre ardına bakup âdâb üzre selâma müterakkib oldu. ğın o esnada reîsülküttâb bulunan Mehmed efendi
Türk Şairİeri
Âb. 196
meştâ-yi Tokat’ta otuz yedi saferinde sefer-i âhırete şitâb Nailî de şu tarihi söylemiştir:
ve bunlar riyâsetle şerefyâb olmuş idi. Sene-i mezbûre
G itti ol râstrev-i cadde-i her dü serâ
ramazanında Husrev Paşa mühr-i hümâyûn ile tebcîl
K i yanında y oğidi farkı gedâdan şâhın
ve Halil Paşa azl ile tebdil olundukta Musli efendi riyâı
H ak bu kim zîver i sernâme-i a ’m âli idi
sete nâil olmağın bunlar Halil Paşa ile tebdîl-i rîş ii li
Mansıb-ı âhıret ol hâce i âlî câhın
bâs ve Üsküdar’da Aziz Mahmııd Hüdaî âsitânesine il-
Fukarâ melcei bir pîr idi dünyâda dahi
tîcâ zımmmda def-’i istîlıâş ve himâyet-i istînâs olmuş
D â r ı ukb âda da m ak b ûli ola dergâhın
lar idi. 39 j[M. 1629) hilâlinde Halil Paşa âhırete rihlet
Vakt-ı rihlette didim N diliyâ târihin
ve bunlar on sene kadar muhtar- i inz’vâ ve uzlet ol
duktan sonra 47 (M. 1637) evâhirinde rikâb-ı hümâyun
riyâsetiyle mesrûr-ül-cenân ve sultan Murad hazretle - 1071 —
Sarı Abdullah, melâmiler ve diğer tarikat mensup 1 Cevâhir-i bevâhir-i Mesnevi : Beş cilt üzerine
ları arasında « Veli » olarak tanınmış bir zattır. tertib edilen bu Mesnevî şerhi tamamlanmamıştır. Mat-
budur.
Onun Hüdaî’den sonra îdrisi Muhtefî, Hacı Kabayî
^ Semerât-ül-füâd fiJ-mebde-i vel-maâd ; Beş
ve Beşir Ağa’ya intisab ettiğini de görmekteyiz. . bab ve bii1 hatime üzerine tertib edilen bu eser matbudur
Melâmiyyei Şattariye'de Sarı Abdullah’ın ağzından
III Xasîhat-ül-mülûk tergîben Ii-hüsn-is-siilûlf
şöyle bir kayıd görüliyor (S. 102-105) : Mehmed 1 T.e takdim olunan bu Türkçe eser tab’edil-
« Pâdişâhın gazabından korkup gizlice köyden kö memiştir (Siy. HU. K. No. 299, Nr. K. No. 2638).
ye İstanbul’a geliyordum. Bir köyde müsâfir kaldığım IV — M ir’ât-ül-asîıyâ fî sıfât-ı melâmiyyet-il-ahîiyâ:
akşam yatacağım sıralarda mâbeyn kapusuna bir uşak Arapça yazılan bu eser, Melâmîler hakkında Fütuhatı
gelerek bir hanımın benimle görüşmek istediğini ifâde Mekkiye’de mevcud olan malûmatın tavzihile Muhyed-
etti. Bizzarûr râzı oldum. Fakat ev sahibesinin bir fahişe dini Arabi’nin faziletlerinden bahseder ( Slu. HU K
No. 296). J
olması yahud tanınmış olmaklığım ihtimâli ile bîhuzûr
V — Rîcâi-üi-gayb : Tab’edilmemiş olan bu eser
idim. O sırada hanım mâbeyn kapusuna geliip kapu
bu taifeden bahseder.
aralığında durarak bana, Abdullah efendi ben yabancı
^ I Tevkîât-ı salâtîn-i 0sm âniyy e.
değilim. Sizi bir kaç kere efendimizin huzûrunda gör
II— Afesleküluşşak: Türkçe manzum bir kasidedir
düm. Bir şey soracağım. Efendimiz intikal buyurduk
^ IH ©evhere-tül.bidâye ve diirre-tUn-nihâye s
ları vakit kendilerindeki emâneti kime teslim ettiler
Murad IV. m ahvaliyle Bağdad fethinden ve bazı din
dedi. Ben Kabâî efendi’nin vefâtını henüz bilmiyordum.
ricalinin menkabelerinden biMiseder (Cevrî lınttıyle :Sly.
Dedim ki : Vefatlarından bile haberim yok. Yerle
HU. K. No. 213).
rine kimin kaim olduğunu nereden bileceğim. İkimiz Şairin kendi el yazı/ıyla olan nüshası, Üniversite
de Allah’tan hidâyet temenni ediip ağlaştık. İstanbul’a —Halis efendi kütüphanesindedir (No. 175).
geliip afvedildikten sonra sâhib-i zamânı aramağa baş
IN — Terceme-i mekasid-ül-ayniyye.
ladım. Bir gün müteessirâne Hacı Kabâî efendi’yi zi
X — Muhâkemat : ( Yh. K. No. 2270).
yarete gitmiştim. Kabir yanında Beşir Ağa’yı bir kaç
X I — Metâli-ul-envâr : (Mrd. Ll. A. No. 214).
kişi ile otururlarken buldum. Yüzüne bakınca nazarın
dan cezbelendim ve gavs olduklarını kalben tasdik et X II — R 'sâle fî merâtib-il-vücûd (Nr..K.No. ¿400).
tim. Derhal gidiip elini öptüm. Yanındaki zât, Abdul Yahva efendi kütüphanesinde 2396 ve 3637 numa
lah efendi pek geç geldin dedi. Ben de, Hamdolsun ralarda kayıtlı olan mecmualarda da Sarı Abdullah ın
hacere şecere secde ederek gelmedim. Hakikatlerine bir hayli yazıları görülüyor.
müteveccih ve kabullerine müterakkib idim dedim. Sarı Abdullah kıymetli bir âlim ve bir mutasavvıf
Yine o zât, fakat bu kadar gecikmek sana yakışmazdı olduğu kadar kudretli bir şair olarak gösterilemez.
deyince Beşir Ağa, sen sus bu zevk işidir deyüp beni Netekim kendisi de Gülşeni râz mukaddemesinde bunu
kabûl ettiler. » itiraf eliyor.Fakat yazdığı şiirler «Vahdeti vücûd» pren
Hamzevîlere karşı X V I ncı asırdan beri devam edip siplerini ve tasavvuf sistemini pek vâzıh olarak ifade
gelen menfî hislerden Sarı Abdullah’ın da kurtulama ettikleri için «Tasavvufî edebiyat> bakımından büyük
dığı anlaşılıyor. bir kıymeti haizdirler.
Sarı Abdullah’ın manzumeleri büyük bir yekûn
Safayi'nin, tezkiresinde onu müdafaa eder bir tarz
tutmaz. Ve bunlar ekseriyetle dağınık bir halde mec
da şu yolda söz söylemesi bunu açıkça göstermektedir:
mualarda kayıdlıdır. Üsküdar -Haşimpaşa kütüphane
« Mezbûr Sarı Abdullah efendi ol asırda Beşir Ağa sindeki bir mecmuada (No. 15), Eyip-Mihrişah sultan
nâm pir ile hemcivâr bulunmağla ekseıiyâ görüştüğü kütüphanesindeki Gülşeni râz sonunda ve Süleyma-
ecilden bazı kimseler Hamzavî mezheb olmasına zâhib niye Kütüphanesindeki kıymetli bir mecmuada onun
olmuşlardı, öyle bir zât-ı kâmil mezheb hilâfında bu yalnız kasideleri bir araya getirilmiştir. Fakat şairin
lunmak emr-i baîddir. Mezbûrun tarîk-ı hilafa gitmeye hece ve aruz vezniyle daha bazı manzumeleri mevcud
ceğine tahrîrât ve tasnîfâtı şâhiddir. Âsârını mütâlâa olduğu muhakkaktır.
edenlerin ma’lûmudur. » Onun en meşhur manzumesi « Meslekiiluşşak »
Sarı Abdullah, hiç şüphe yok ki, nev’i şahsına mün adını taşıyan kasidesidir ki bunu eserimize aynen
hasır kudretli bir şahsiyettir. Tasavvfta, İslâmî ahlâkta alıyoruz. Bu manzumeyi Lâlîzade Abdülbakî ve Habeşi-
hattâ siyaset sahasında devrinin en mümtaz simala zade Rahimî gibi melâmî şairlerinin zeylettiklerini de
rından biri olarak tanınmıştır. Yazdığı eserler ise onun görmekteyiz.
derin bir mütetebbi olduğunda hiç şüphe bırakmıyor. Şairin en mühim manzumesi ise hiç şüphe yok
ki «Gülşeni râz» ıdır. Bu mesnevinin her nedense
Sarı Abdullah, bir çok eserler kaleme almıştır. Gö
büyük bir şöhret kazanamadığı anlaşılıyor. Hattâ Sarı
rebildiklerimi yazıyorum:
Ab. Türk Şairleri
198
— IV —
— II —
— Kaside
Şol ki benlik şirkini yokluk ile gidermedi Âstân-ı p>de tâlib yüzi (1) yerde gerek
Ehl-i vahdet mahfilinde ana dinmez gel beru Ayağının toprağında ola gözi sürmelu
Benliğinden zerre denlu kalur ise ey ahî Kâmkâran sohbetinden sakla bizi ey Hudâ
Bin çalışsan assı kılmaz gidemezsin ileru Hamlık ile sırr-ı Fak’kı fâş iderler kûbekû
Varlığından sâf olup yokluğa gel yokluğa Bulmadım yokluk gibi bir gûşe-i emn ü eman
Tâ mahabbet badesinde suna mürşid bir dolu Bilmedim (2) yokluk gibi bir yâr-ı garı sevgilu
Şol gönül kim yokluğ ile geldi mürşid yanma Bulmadım yokluk gibi ol hazrete bir doğrı yol
Anı kendi varlığıyla mürşid eyler dobdolu Abcliyâ kalma yabanda ol yola kim (3) gitmelıı
Mazhar olmak ister isen evliyanın sırrına Ünü. K. Mc No: 247
Ayağına yüz siiriiben yalvaru gel yalvaru
— V -
Ziihd ü takvâ ilm ü irfan bil lıicâb oldı azîm
— Kasîde-i M eslek
Sana irfan assı kılmaz ol kapuda ey amû
Lâf uruben keşf-i esrar eyleme ey müddeî Hudâ’ya hamd-i bigaye ki lûtfı bînihâyettir
Yeğ değil mi sırr-ı irfan söylene hem örtiilu Salât olsun Resûline kim ol hatm-i risâlettir
Evliya esrarını nâmahreme fâş eyleme Selâm ashâb u âline husûsâ Çâryâr’ine
Keşf-i esrâr eyleyenler hergiz olmaz bahtlu Ki her biri o Hazret’ten saâdetyâb-i sıhhattir
Aşk-ı canan âteşiyle şol gönül kim mahv ola Uyalar anlara ümmet olalar mühtedî cümle
Buyurmuştur Resûlullah sözi vahy ile sünnettir
Varlığını yile verdi gelmez andan hây ti hû
Ey gönül bin ma’rifet bil bunda değmez bir pula Eyâ Hak yoluna tâlib derûn-i sâf ile râgıb
Akimı vir yokluğa gel uslu ol olma delu Bunı felım-i dürüst ile okur isen kifâyettir
Muradın Hak ise gerçek hulûs-i kalb ile âşık
Cevherîye boncuğı bostancıya tarhun satar
Bu sözlerden garaz bu kim seni Hak’ka delâlettir
Pı'r-i kâmil meclisinde ağzın açan zişthû
Mukadder ne ise Hak'tan mezâhirde olur zahir
Karga gibi her kese gördiiğüni gamz eyleme
Eğer nûr ii eğer zulmet saâdet yâ şekavettir
Tııti gibi deng-i lâl ol söyleme ey mâhrû
Eğer zillet eğer izzet eğer mihnet eğer minhat
İddiâ-yi Hak idenler pür garazdır ekseri
Yazılmıştır ne var ise ezelden bahş ü kısmettir
Az bulunur arasında bî garaz yüzi sulu
Kaderdir lıayr ii şer ammâ ki akl u ihtiyârın var
Kimi mansıb kimi altun kimi dünyâ talibi
Mükellef oldun anınla ki hayra bezl-i takattir
Kimi lıavrâ ile cennet mâtlabı oldı kamu
İşit imdi sana bir bir diyeyim cümle ahvâli
Kimi ağlar mâline irgörmesün aslâ zarar
Ki nakl eylediğim sözler meşâyihten rivâyettir
Himmet ister kimi dâim açıla rızkdan (1) kapu
Demişler yolı varanlar hakikat bîn olan canlar
Kimisi keşf ii keramet tâlibi subh ile şâm Ola ervâhına rahmet bize şefkat nasihattir
Pes kerâmet satmak ile ya’ni ola bir ulu Şu kal ehli ki zevk almaz maânî vü hakikatten
Kimi mürşid olmak ister işbu âlem halkına Kanâat ede sûretle gabidir dûn himmettir
Tâ ki cezbe yâ kerâmet birle ola erklu Aceb mi himmeti yoksa anın a’lâya ednâdan
Hak’ka tâlib bulmadım bunlardan (2) aslâ kimseyi Nasibi yok ise netsün ne bilsün bî liyâkattir
Her birinin gönli olmuş bir hevâ ile dolu Acebdir ba’zılar dahi riyâ vü süm’adan ârî
Lâ’net olsun buncılayın tâlib u matlilba hem Okur evrâd ü ezkârı salâh anlara haslettir
Hak’kı koyub bâtın ister duymaya Hâk’dan kohu Velî ziihd ü ibâdetde recâsı bu olur ancak
Baş ii câne kalmayan bir âşık-ı sâdık kani Verile hûri koçmağı göre uçmağı ziynettir
Kalb-i sâfî birle dura pîr önünde rûberû Eğerçi iştihâ nefse niamla ayş ü işrettir
Zâtı ile pîr önünde fâni-i mutlak ola Velîkin maksad-ı aksâ Cemâlullahı rü’yettir
Varlığından kalmaya hiç kez ararsan mûbemû Kimi dahi yemez içmez riyâzat eder anınçün
Şeylı i kâmil varlığından gayri varlık kalmaya Diyeler nefsine anın bu er sâhib kerâmettir
Ol işide ol göre hem ol ide Hak’ka tapu Gelüb rağbet edenlere elini suna öpmeğe
Mürşidi Hak bilmeyince ol ne bilsün Hak nedir Eğer bûs etmese bir kes diye bana hakarettir
Ne biliir a’mâ olan kızıl nedir yahud saru ideler halk ana hürmet cihanda söylene nâmı
Böyle bir tâlib yoluna baş iı cân olsun fedâ Sakınsun olmasun memkûr zîrâ şöhret âfettir
Kul olayın (3) kapusunda ger olursa satılu Tedebbür etse bikirdi bu nefsin hilesin ammâ
Giriftâr eyleyen mekre anı hubb-i riyâsettir
(1) Zevkden: Lâlizade
(D Y üzü hem: Lâlîzade
(2) Bunlarda: Lâlizade
(2) Bulmadım: »
(3) Oluben: Nüsha
(3) Ki :
Türk Şairleri
Ab» 200
Kimi okur niçe manzum u mensûrı tasavvuftan Severler yârinin nâzın sürerler yerlere yüzün
Sülûki yogise anııı makamı bîhalâvettir Demezler kimseye râzın bular sâhib serirettir
Kimi rind-i cihanız der bize lâzım değil mürşid Olup mest i harâbâtî şerâb-ı hııbb-i Zâtî’den
Bizim idrâkimiz vardır yolumuz emn ü râhattiı- Garîk-ı balır-i vahdettir bular makbûl-i hazrettir
Bizi korkutma ey_ vâiz gam-ı ferdâdan âzâdız Göremez çeşm-i nâmahrem arâis derler anlara
Bizim hod nukl-i sahbâmız müheyyâ nakd-i fikrettir Kıbâb-ı gayret-i Hak’ta sitâre pûş-i iffettir
Bizim irfâmmız vardır demeyiiz nesneye bâtıl
Belî âriflerin cümle yoh vahdetdüriir ammâ
Muammâdân-ı esmâyız sözümüz ayn-ı hikmettir
Muhakkikle rnukallid fark eden ııûr-i firâsettir
Mezâhirdir kamu eşyâ bizim gördüğümüz zahir
Yakîn ehli olur ârif şulıûdı zevk-ı vicdandır
Cihanda her ne var ise heman envâr-ı vahdettir
Sekamet olmaz anlarda tarîk-ı istikamettir
Eğer uzlet eğer halvet ne lâzım ârif'e derler
Kemâhî görür eşyâvı merâtib i’tibâriyle
Riyâzat çektiriip nefse elem vermek meşakkattir
Edebden taşra iş etmez bular sâhib dirayettir
Tekelliif yok beğim derler harâbâtî vii rindlerde
Bu bir ilm-i lediinnîdir olur ilhâm-ı Rabbani
Gele sen de sebükbâr ol taab çekme ne sıklettir
Aceb suT-ı İlâhîdir ne hikmettir ne hey'ettir
Cidâl etme sen anlarla ferâgat kıl taarruzdan
Koyup hâlile terk eyle ki bahsetmek şemâtettir Pes imdi bilmek istersen nedir vahdet nedir kesret
Hevâ-yi nefsine uyup tabiat çâhına düşen Mecâlide tecellîsi ne ma'nâdan ibârettir
Eğer pak olmasa çirki mülevves bî taharettir Bu kîl ii kali terk eyle gönül hâlin taleb eyle
Bu yolun evvelâ şartı hevâ-yi nefsi terk idüp Teveccüh eyle Allah’a duâ kıl kim icabettir
Çikup çâh-i tabîatten nedametle inâbettir Dile sen evvelâ Hak’tan bulup bir pîr i kâmil kim
Gel imdi tevbe kıl pâk et bu levsi eşk-i çeşminle Vücııdı zıll-i Yezdandır yüzi nûr-i hidâyettiı
Ecel vardım demez sakın bu dem fursat ganimettir Muhammed sırrına vâris anın nârıyla bedıvmuşl
İşit aslın sözün dinle hevâyı ko bunı anla Mekarrı öldürür aşkın ana lıil’at hilâfettir
Bu râhın zâdı takvâdır ve doğrı yol şerîattir Muhammed âftâb ı nûr-i hubb i layezâlîdir
Lügatte ma’nisi şer’in mübîn ü zâhir olmaktır Anın mir’âtı olmuştur velî mâh-ı mahabbettir
Lisân-ı ıstılâhîde itaatle diyanettir Velî arş-ı muallâiır makam-ı sırrı hod esna
Nedir takva ki perhiz ide sakına maâsîden Hisâli luılk-ı Rabbânî atâsı vecd ü hâlettir
Zemâyimden taharriizdür ve ilılâs ile niyyettir Nazarla olur irşâdı miirîd-i sâdıka anın
Refikin sâlihât olan amellerdir sana yolda Görür gönli gözi nıîrı biliir sırr-ı velayettir
Sakın ayrılma yoldaştan yalınızlık hasârettir Ki ya’nî Hak sana ol dem tecelli-i cemâl eyler
Menâzilde kalup durma yüri maksûda irince Dile pertev salar aşkı görürsün kim ne lezzettir
Gönül Kâ’besini görüp tavaf et beyt-i izzettir Bilürsin Hak yolı dildir delîli cezbe-i Rahman
İlim olsa amelsiz bil vebâl olur miifîd olmaz Refîkı aşk-ı Sübhânî aceb râh-ı selâmettir
Amelde olmasa ilmi cehalet hod dalâlettir Çü pîrin himmeti birle ola Hak cezbesi zâhir
Bu ilm ile amel dahi eğer olmaz ise lillâh Musaffa ola mir’âtın nazar kıl hoş letafettir
Kabûle geçmez ol tâat anınçün kim irâettir
Düşesin âteş i aşka Halîl âsâ olup teslim
Murâd olan amelden de Hak’ı bilmek ve bulmaktır
Diye * j -A selâmet bâg-ı rahmettir
Kıyâs eyleme kim ancak bu lâfz ile ibârettir
Kerem iksiri tarh ide nuhâs-ı kalbe feyzile
İbâdette niçe sır var anı zevk u şiihûd eyle
Sakın sanma sen ey gafil heman resm ile âdettir Zer-i hâlis ola bîgıl aceb âsâr-ı kudrettir
Mücerred kîl ü kal ile kişi ehl-i mezâk olmaz Ki sende kalmaya kesret izâle ola emniyyet
Eğer hâl ehli olmazsa derûnı pür kesâfettir Meğer aşkı kala ancak bu kurbet özge kurbettir
Hisâb et sen dahi gönlün harâb u yâ imâret mi Ne söz kala ne dil kala tecellî nârı mahv ide
Bilenler kendii hâlini zekî ehl-i kiyâsettir Heman bir bakışı ola bu rü’yet özge rü’yettir
Velîler cümle sâdıklar tarîk-ı Hakka sâlikler Nice vasfeyleye diller anın hüsn-i dilârâsm
Bulurlar zevki tâatte bular ahyâr-ı ümmettir Hisâl olmaz kemâlâtı adedsiz bî nihâyettir
Zemâyimden olup ârı sütûde huy-i girdârî Doğarsa ol güneş başa gönül yüzin yere döşe
Bulardır kavmin ebrârı melek sîmâ vü sîrettir Anın sayesine durmak sana Hak'dan inâyettir
Beli vardır velîlerde hârâbâtî melâmiler MCirîdi ol anın dilden muradın terk ediip cümle
Velî sanma sen anları mubâhî ehl-i bid’attir İrâdetten murâd olan nefes tutmak itaattir
Melâmî anlara derler bilinmeye o sûretle İrâdet iddiâ idüp muti’ olmaz isa emre
Ne tâc ile ridâsından ne şâl ile ne kisvettir Yeri yokdur tarîkatte voli anın gavâyettir
Bu cem’iıı kisvesi tâcı mahabbet zâtı nûrıdur Girüp meydâna merdâne başın top eyle çevgâne
Ridâsı hırkası dahi şiihûd-i Hak’la dehşettir Kul ol cânile fermâne dime külfet ne mihnettir
Türk Şairleri Ab.
201
Eğer mezkûr olan şartlar bulunursa bilâ noksan Hedivye olsun ihvâne niyâz ı derdmendâne
Olursun sohbete lâyık sana müjde saadettir Kabııl-i berk-i yekdâne hisâl-i zu mürüvvettir
Okursan oy ile ı eğer sırr-ı derûnundan Bu nazma Meslek-ül uşşdlc olursa tesmiye enseb
Görürsün anda ma’nâvı bilüp ne âyettir Bu gülzâr-ı mahabbettir bu esrâr-ı hakikattir
Gel ey âşık sözi hatm et heman vicdân ile zevk et
Eğer vechi kitâbını bilâ harf okutur ise
Alıaddir ol şümâr olmaz bu sır bî hadd ü gayettir
Hakayık münkeşif olur velî sakla emânettir
Emîn olan bu esrâra niçün keşf ide ağyara Ne söz ile varılın yol ne gözile görilür yol
Bilenler cevherin kadrin yine ehl-i basirettir Ne akl idrâk eder anı gönülde gark-ı hayrettir
Sakın nâ ehl ile durma celîs ü hemdemi olma Odur evvel odıır âhır odıır bâtın odur zâhir
Gerekmez ülfet anlarla kederdir kalbe kesrettir Odur râî odur mer’î ne nisbet ne izâfettir
Tarîk-ı aşka girenler sivâyı ref’ider dilden İlâhî sen nasib eyle erenler sohbetin her dem
Hakikat solıbet-i merdan iki âlemde devlettir
Kî zîrâ âşıkm kârı heman uzletle halvettir
Ayırma kulların yâ Rab sırât-ı müstakiminden
Hakikat halvet oldur ki iderler dillerin hâli
Habîbin aşkına olsun ki ol kâıı-ı şefâattir
Sivâdan ayrılup kiillî asıl uzlet bu uzlettir
Zaruret olmasa galib feragat etmez ulâdan - VI —
Niçün ruhsat virür nefse azimet hod tarîkattir
— H üd aî’nin gazelini tahmis —
Nedir evlâ bilür misin bu uşşâkın sülûkinde
Ki her dem bekleye gönli ehemmolan sıyânettir Sana senden yakındır Hak sakın olma dilâ gafil
Çti lâzım hırka vü lokma beşerdir iktizâ eyler Heman senlikdürtir ancak bu ortada olan hâil
Olur ruhsat ki kesb ide buları hod zarûrettir Gözün aç ma’niyi anla bu zevk ile olur hâsıl
Eğer kesb-i helâl ile alur virür bu halk ile «Muhît-i balır-ı tevhidi bilüp ummân-ı bîsahil »
Görişür söyleştir ammâ diliyle sanma ülfettir «Vücûdun katresin mahv et eğer oldunsa ehl-i dil»
Ubıidiyyet yiizin sürer fenâ toprağına dâim
Huşunet etmestin nefsin riyâzat çektirüp nerm et
Futun savmı vasi olur bular sâhib riyâzattır
Gider koma keder dilde musaffa kıl safâ bezm et
Hakikatte nedir savmı bu uşşâkın fenâ olmak
Şerâb-ı aşkı nûş ediip anınla cânını germ et
Nedir iftârı ol savmın nedir bu özge ni’mettir
Budur âşıkların idi iıe vaslına dildârın «Mecâza bakma ey sâlik hakîkî matlâba azm et»
Ki firkat olmaya aslâ aceb behcet meserrettir «Ki zîrâ zıll-ı zâilde ikamet eylemez âkil»
Nevâfil çün tekarrübdür Hak ile söyler işidir
Abes ümniyveler edi'ıp mülevves levne boyanma
Hak ile tutar u yürür görür kurb-i maiyyettir
Uyup gul-i beyabana nedâmet oduna yanma
Nevâfilde nedir ma’nâ ziyâd oldukça irfânı
Enâniyyet ile kimse Hak’a vâsıl olıır sanma
Bilüp kurb-i ferâizde zııhûr-i fi’le âlettir
«Şeb-i firkatteki kesret hayâl-i zildir aldanma»
Dilinde söyleyen Hak’dır kulağında işiden Hak
«Serabı ko serâya bak serâ-yı sırra ol vâsıl»
Gözünde hem gören Hak’dır maiyyet yok ne vuslattır
İderler canların kurban görürler kan bahâ vechin Su üzre nakş olan cismin hayâline sen aldanma
Cemâli hacc-i ekberdir aceb sırr u zıyâfettir Binâsı bâd ile olan vücud kasrına aldanma
Tevâciid hem nevâfildir husûl-i vecde rağbettir Temevviic eyleyen deryâya bak emvâca aldanma
Eğer zâhir olursa vech kurb-i lâ maiyyettir «Heman sen Sâni’in gör kim anın zeynine aldanma»
Tevâcüd farkı cem’ider vecidde cem’-i cem’olur «Güneş tâbında çün şebnem bilürsün kim olur zâil»
Viicudde hiç eser kalmaz bu hod gayb-ı hüviyyettir Nice bir Abdiyâ gussa gam-ı dildâr ile firkat
Miizâhim olımaz kesret bulunmaz anda gayriyyet Siyâlıat kıl siilûkile vücûdundan ediip uzlet
Hak’ındır çün kamu varlık ikilik yok bu vahdettir Gidince ikilik senden heman yüz gösterir vahdet
Nihân ender nihân olur ne nâm u ne nişân olur
LaJ
Değil bu girye-i hasret değil bu sûziş-i firkat Hudâ nâmiyle dil depret duâya
Heman aşk iktizâsıdır ne hiizn ile ne hiffettir Senâ vü lıamd ii şükr eyle Hudâ’ya
Yazıldı şîve-i etvârı ahyâr ile ebrârın Kim anın nâmıdır ünvân-ı nâme
Dahi esrârı şattârın ne remz ü ne işârettir O hemçiin rûh u serdir her kelâme
Türk Şairleri
A b.
Ne söz kim olmaya ger nâmı hemser Sana rahm idüben fazl itdi Allah
Ne denlii lıûb olursa ola ebter Bu gün kıldı seni sırrından agâh
Ar imdi destini kaldır duâye Tahayyiirde geziib isterken andan
îre şâyed dil-i haste devâye Hidâyet itdi yol gösterdi candan
Duâ dürrine dildir çünki hokka — t£-V i —
Dehân açııb nisâr et anı Hak’ka
Celâlinden getiirdi o! nikabı
Dökiibcn dîdelerden diirr ü gevher
Cemâl açdı vii ref’itdi hicâbı
Tevâzu’ birle koyııb secdeye ser
Dil olmuşdur zülâl-i vasla atsan
Di kim virdin vüoûd-i din-i İslâm
Yağub bâıân ı rahmet itdi reyyân
İdiib bunca bana ihsân ü in’âm
Mahabbet şcm’i rûşen itdi canın
Bırakdın kalbe çim bunca mahabbet
Uyardı kalbini envârı anın
Koma firkatde Bâri eyle rahmet
Ki bulub ya’ni kuvvet nûr-i iman
Beni benlikden al kurtar İlâhî
Sana feth oldı bu gün bâb-ı ihsan
Ki gide bendeden benlik günâhi
Açıldı ya’ni kim ma’ııâ bilindi
Olam dergâha muhlis tâ ki bende
Bu ihsân ti bu lutfı sen bil indi
Gide benlik ü senlik kala sende
İderken her ııefesde sen hatâyı
Hem eyle hâlimi kale muvâfık
Sana ol eyledi böyle âlâyı
K-ola ismim müsemmâya mutabık Gani dil itdi açub câııa ma’nî
İdüben bu duâyı eyle ilhâh Senin oldı cihan cümlesi ya’nî
Ki feth ide sana bu bâbı Fettâh
— 9 ys\c £•*>-} $ —
Duâ ile senadan sonra ey can
Gerü gel eyle minnet sen firâvan Seni gam itmiş iken şöyle pâmâl
Ki ya’ni ol Resûl-i miictebâya Kulağın burdı gözün açdı fil-hâl
Salât ile selâm it Mustafâ’ya Ol itdi sana çtinkim böyle in’âm
Revân eyle gözünden kanlı yaşı Olub üstünde in’âmı anın tâm
Fedâ eyle yoluna cân ü başı Edâ-yi ştikri içtin bir risâle
Gettir nazm eyle sen anı kemâle
Yüzün sür dergeh-i hâkine her dem
Bu ni’met zahir oldı çünkı sende
Ola kim olasın sırrına mahrem
İdüb izhâr-ı ni’met söyle sen de
Anın derdinde çek derd ile âhı
İre tâ kim sana feyz-i İlahî — ıiAjj U • —
Sen anı cân ü dilden yâd eyle Getür f'ehm olanın ba’zın beyâna
Hem andan dâim istimdâd eyle Ola kim nef’ola tâlib olana
Anın rûh-i şerifinden mededger Olan makdûrunı şiikrâne sarf it
İrerse ola maksûdun müyesser Maânî dtirlerin ilıvâne sarf it
Kim anınla bulur bulan necâtı Dur imdi tercemân ol gir beyâııe
Kıl imdi rûh-i pâkine salâtı Ukul irişdiğince vir nişâne
Ana olsun salât ile selâmım Haber vir evvel i âlem ademden
Emâmımda benim olur imâmım Ki nice feyz-i Hak bu İdi o demden
Dahi âline ashabına olsun Ne îcâb itdi kim geldi vücûde
Dahi ovlâd ü ahbabına olsun Ki mazhar diişdi mahz-ı lûtf u cûde
Sebeb ne oldı îcâd ti zuhûre
Târîkından anın ırmasun Allah
Bu tertîb Ü bu nev’ üzre sudııre
Be-hak-kı kurbet-i makbûl-i dergâh
Zuhûrı hem nice buldı bu gtilşen
— Sebeb-i te'lif-i risale — Ademden ilme vü ayna ilimden
Ne tertîb ile buldı bu nizâmı
Eğerçi kim çok itmişler kelâmı
Meğer bir gün ki bu haste yaturdı
Beyân eyle bum bildir nedendir
Hitâb idüb gönül şevka getiirdi Görünmez can görünen hep bedendir
Didi kim Hak sana ni’metlerinden Geliş gidiş doğuş ölüş nedir bu
Virüb hıfzeyledi nikmetlerinden Bu düzen böyle düzülmüş nedir bu
Ki ka’r-i bahr-i hayretde gezerdin Nedir bu şûr ti gavga bu temâşâ
Cihandan usanub candan bezerdin Değildir bu^güzâfen şöylej hâşâ
Bilemezdin ki sen nice olaydın Beyân eyle bunı asliyle ey yâr'
Bu derdine devâ nice bulaydm Kayırma söziini ger olsa inkâr
Türk Şairleri Ab.
203
Bulardan talibi gel eyle âgâh İki hâle bile çünkim geliir şek
Çii bildirdi sana bunları Allah Tahayyiirde beni gark eyledi eşk
Didim yok sende ey dil nazma kudret Kocaldub gam beni bükti belümi
Didi olur meded iderse kudret İşiden nâlemi dir bu delü mi
Didim hoş ger bula ruhsat bu bende Meğer kim gösteresin sen tarîki
Diyem Kudret meded iderse ben de Olub aşkın dil ü canım refiki
Bana imdâd res olub İlâhî
— Münâcât — Gözüme göster eşyâyı kemâhî
Jj> |^11 ¡oOa-Ic. ^ ı j ı s —
İlahî kıl inâyet bu kelâma
—
Ki ire nazm ile ma’nâ nizâma
Ola tâ kim kıdem yolunda râsih
Bu nazma dilerim senden inâyet
Ki tâlib olana ola hidâyet Ki olmaz hiç bu âyâtı çü nâsih
Nazar idene vir nûr-i basîret Gide bu yolda şübhe kalmaya reyb
Ana göster nedir bunda hakikat Ki hak yolda olur şübhe kati ayb
Ki ol anlaya ittiğim beyânı İdersen ger bana böyle atâyi
Ola vâzıh ana cümle maânî Sözümde bulmaya kimse hatâyi
Velî sakla bunı nâşî gözünden Verirsen söylemeğe bana destûı-
Açılmaya ana ma’nî yüzünden Beni bu sözlerimde eyle mestur
Ki ya’ni hıfz idiip eğri nazardan Dilimi sakla zilletle hatardan
Ayırma ma’niyi doğrı nazardan Hayâlin ırmagıl asla nazardan
Sana ısmarladım bunı İlâhî Açub gönlüm gözini kılma gafil
Sen olasın bunun dâim penâhı Ki hakta hak görem bâtılda bâtıl
Ki idesin inâyetle nazar bil j j l j < u U l ¿ » jjl» U». j i - l j j \ —
Sözlerinden anlaşıldığına göre Abdî göç yılının 1166 Bunca yıl geçer ömrümüz
(M..(.752) sında Mekke’de mücavir bulunuyordu. Kimbilir Misl-i uyhu imiş bildim
hangi sitem ve cezâva uğrayarak oraya sürülmüş
öter ol bülbül—i şeydâ
ve üç sene Mekke’de ikamete memur edilmiş olduğu,
Hazân olur gül -i dünyâ
Yazalar altuıı kalemle ehl-i aşklar sözümi
Başında şahların gavga
Anladım bildim cihanda aşkı ile öziimi
Kuru hay hû imiş bildim
Ü ç senedir lûtf-i H ak’la Bey’te'sürdüm yüzümi
Ö lü rjs e rn gam değildir A bdiyâ şimdeııgeru
Kimi gam içre bî lıuzûr
* Kimi dâ:m olur sürür
**
Ü ç sene mücâvir kalasın Abdi sen anda
Değil kalb-i fakir ma’mûr
Ayrılması güç sonra o Beyt-i haremimden Yıkık yapu imiş bildim
— IV -
Gel seninle tuti hanım
Barışalım görüşelim Nedendir gül yüzün seyr iden âşık
Dosta düşmanlara karşı Bülbüller misâli efgane gelür
Çıtır pıtır söyleşelim Dolanır kûyini çok bağrı yanık
Derdlidir cümlesi dermâne gelür
Benlerin var fiilfül gibi
Siyalı zülfün sünbiil gibi Kendine bendeni yâr-ı gâr itsen
Gülistanda bülbül gibi Ne olur sevdiğim böyle kâr itsen
Subh u mesâ ötüşelim Cemâlin şem’ini aşikâr itsen
Dönerek nice bin pervâne gelür
Neyleyelim mülk ti mâli
Yeter bana ruhin âli Sana ben ahvâlim söyleyim derken
Bağdâdî turna misâli Dîvâne gönlümü eyleyim derken
Çölden çöle gezişelim Seninle bir sohbet eyleyim derken
Neyleyim ol rakib bîgâııe gelür
Gel hanımım sarılalım
Sadef içre dür bulalım Sevdiğim doğrusu pek güzel imiş
Senin ile bir olalım Gülleri açılmış kemâlin bulmuş
Kelb rakible çekişelim Yâr ile rakibler bir yere gelmiş
Zemmile bu halkı âyâ ne gelür
Güzellik bir akar sudur
Erir gider kar topudur Bilmezdim sevdiğim ben böyle seni
Der ki Abdf sözüm budur Yazıklar uğruna bezi ettim teni
Sağdan sağa görüşelim Niçün öldürürsün garib A bdfni
Kırk yılda bir yiğit dünyâya gelür
_ IH _
_ V _
Bulunmaz menendi bu cihân içre
Nâzenin hubların kânı İslâmbul — Divan —
Söylenür dâimâ şâirân içre Taht-ı dilde hükm iden sen pâdişâhımsm benim
Virmiştir dünyâya şânı İslâmbul Nice mail olmayayım rûy-i mâhımsın benim
Cürm ile âlûdeyim bir yer kabııl etmez beni
Gök kubbe altında misli nâdirdir
Ma’rifet ilminde ehli mahirdir Sığınageldim sana cây-i penâhımsın benim
Ararsan kuş stidü anda hâzırdır Hüsn-i Yûsuf olsa almam zerre denlü aynıma
Bil mürde dillerin câm İslâmbul Âşık-ı dîdârımm beyt-i İlâhımsın benim
Türk Şairleri 206
Ab.
Gör ne lûtfa lâyık oldı ey delîl-i mağfiret Mey rüh-i şevk âverin gül bûseler sîm in berin
Severim billâh seni çeşm-i siyahımsın benim Zeyn ider bir kaddi nahl-i ergavan lâzım sana
Der ki Abdî bu vücûdun rlze rîze kılsalar G âh Nevrûz u A cem gâhî N ehâvend eyledin
Veclıimi senden çevirmem kıblegâhımsın benim B a’dezin m utrib makam-ı Isfıhatı lâzım sana
Sû- be-sû gezmekten el çek kim derâğuş etmeğe
A b d î ( Suphîzade ) — X V III nci asır şairlerinden
Cûy-i eşkim şim di bir serv-i revan lâzım sana
olan Abdî Abdullah, Feyzî mahlası ile şiirler yazan Her serâmed dilbere meyi itme olmaz Abdiyâ
Feyzullah' efendi’nin oğludur. Onun da babası şehre G önce fem sîmin beden bir yâr-ı can lâzım sana
mini ruznamçecisi Ahmed efendi’dir ki bu zatın da
Rmz.
Suphî mahlâsı ile şiirleri vardır. Salim şair’den bahse
— II -
derken « Hânedân-ı kemâlden olmağla ma’rifet kenclü-
lere bilirs intikal eyleyen zatlerdendir » diyor. Ram is
Ne aceb olmasa sergermi-i güm nâm da nâm
de, bu ailenin « Her biri asrında şi’r ii inşâda seref-
V ar m ıdır her dil-i gümgeşte-i n âk âm d a kâm
râz-ı emsâl erbâb-ı maârif-i kemal > olduklarını söyliyor.
İdegör hâsid-i bedhâha tevâzu’ tâ kim
Abdî, İstanbul’da doğdu. Tahsilini bitirdikten sonra
Der akabdır görinür sûret-i ihrâm da râm
hâcegân zümresine iltihak etti. (1172 — 1758) de « ket-
Sen hem an rene i humâr-ı gam ile m e ’lû f ol
hııdayi sadrı âlî » oldu. Bilâhare azledildi ise de çok
O lu r elbet sana bezm-i tarab encâm da câm
geçmeden Şehremini ruznamçeciliğine tayin edildi.
Çeşm-i sayyâdı nigehsâz-ı itâb oldukça
(1175 — 1761) yılı içinde öldü.
G ö rin ür m ürg i dile dîde i bâdâm da dâm
Abdi’nin bugün elimizde eksik bir divanı vardır Abdiyâ İzzet i iistâde olunca peyrev
(Ünv. K. No. 749). 588 beyitten ibaret olan bu yaz O ld ı beyt-i suhanım m a ’ni-i itm âm da tâm
mada Damad İbrahim Paşa’yı medheden 2 kaside ile Slh.
2 kıt’a görülüyor. Bunların haricinde bir kaç kıt’ayı
daha ihtiva eden bu eserde 14 tarih ve 51 gazel de — III -
kayıdlıdır. Silâhdarzade Mehmed Em in tezkiresindeki
Mihr olursa germ haclet bâde hâr oldukça sen
iki gazel bu divanda yoktur. Bundan da anlıyoruz ki
Mâha dâğ urm akta gamzen neş’edâr oldukça sen
şairin daha bazı manzumeleri mevcuddıır.
Zîb virsün şerha-i aşkın riyâz-ı sîneye
Abdî, bilhassa Nedim vadisinde şiirler yazan olduk Serv-i nâzım gül gibi açıl bahâr oldukça sen
ça kudretli bir şahsiyettir. Neş’edâr olm azdı dil bin kâse mey nûş eylese
Sevdiğim âzürde-i renc-i hum âr oldukça sen
Salim diyor ki :
D alm adan evvel atar fetrâke kendin mürg-i dil
« Hoş âyende eş’ârı ve nâziik târihleri ve dilpesend
N âzenînim m âil i sayd-ı şikâr oldukça sen
giiftârı vardır. Asrın şuarâ-yı pür ma’rifetinden vaktin
Kâmcû-yi iltifâ t itmez nigâh-ı hışm ider
zurafâ-yi sâhib tabîatindendir. »
Abdiyâ ol âfete hidm etgüzâr oldukça sen
Ram is ise onun, « hakka ki nazm vı nesirde müm- Slh.
tâz ve fâiz-i rıitbe-i imtiyaz olan şuarâdan güftârı pâk
— IV —
ve bir şâir-i mahir i huceste idrâk » olduğunu yazıyor.
Bâd-i subh-i nevbahâr ey dil vezân olsun da gör
Şâirin tezkirelerde kayıdlı olan 3 gazeli ile diva
nından 1 gazelini örnek olarak alıyorum : Nahl-i kadd-i dilrüb â serv-i çem ân olsun da gör
Pençe-i hurşîd alsun m ü lk i gülzârı yine
- I —
Leşker-i dey m ahv olup gözden n ih ân olsun da gör
— N edim ’e nazire —
A
G onca fem lerle çemen reşk âver-i gülzâr olup
A şık oldun ey g önül bir dilsitan lâzım sana Nahl-i dilkeş serv-i serkeş sâyebân olsun da gör
Bülbül-i nâlendesin bir gülsitan lâzım sana
Z âhidin yoktur sebâtı tevbeyi eyler şikest
Hâlet-i pîrîden ey zâhid şikâyet eyleme
Bezm-i mey dûşîze-i pîr-i m ugan olsun da gör
Sen cevân o lm ak dilersen nevcevan lâzım sana
Leblerin em riihlerin bûs eyle ol Îsî dem in Tıfldır ol şûh-i serkeş hat gelüp ruhsârına
Çeşme*i mâülhayât-ı câvidan lâzım sana Nerm olup uşşâk-ı zâre m ihribân olsun da gör
C iinbişinden işve lerzan gamze âşûb-ı cihan Hâme-i Abdî olur destinde b ülb ül sâkıyâ
V â k ıf -1 esrâr-ı can bir nüktedan lâzım sana Tarf-ı rûyin tâb-ı meyle gülsitân olsun da gör
Pertev-i aks-i izâr-ı âl gûn-i yârdan Divandan
Lâle-i kiihsâr veş dâğ-ı nihan lâzım sana Bibliyrçjrafya : S im ., R m z ., S lh ., Sel., Fş.
Türk Şairleri
207
Abdî (Şarkîkarahisarh ) — X IX uncu asır şairle de ikamet edermiş. Taşradan yazdığı mektuplara bir
rinden Abdî hakkında Bay İbnülemin Mahmud Kemal gezel, bir kasîde leffedermiş. Tevhid Bey bunlardan
şu malûmatı veriyor {Stş): istinsâh ettiği bazı eş’ârı mukaddemâ bana ihdâ etmişti
«Abdî efendi, Akkoyunlulardan Şeyh Süleyman ki bir kaç adedi buraya nakledildi.
ahfadından Osman Ağanın oğludur. Şarkî Karahisar’m Abdî efendi’nin erbâb-ı dânişten olduğunu âsârı
Avutmuş mahallesinde doğdu. İstanbul’a gelip talısîl-i gösteriyor. Miiretteb dîvânında nazmın her nev’i vardır.
ilim ettikten sonra Belgrad muhafızı Selim, Harput Dîvânın muhteviyâtı aruz vezniyle söylenmiş eş’ârdan
valisi Husrev paşaların kitabetlerinde, Haleb vâlisi ibârettir. Bayburtlu Zihni’nin, hece vezniyle manzûme-i
Mustafa Mazhar Paşa’nın dîvan kitabetinde istihdâm meşhuresi tarzında söylediği bir manzûme Anadolu
kılındı. 1266 (M. 1849) da meclis-i vâlâ mazbata odası şarkılarını toplamak üzere üç sene evvel vilâyâta gön
hulefâsı sınıfına dâhil oldu. Bir müddet sonra Bosna derilen musiki hey’etinden bir zâtın defterinde görüle
msclis-i kebîri baş kitabetine ta’yîn olundu. 1269 (M. rek istinsah ve aşağıya dere olundu. Belki bu yolda
1852) da azledildi. Bazı kaymakamlıklar ve mutasar daha başka manzumeleri vardır.
rıflıklarda bulundu. Rüşdi Paşa’ya (1) yazdığı manzum Atîdeki manzumeyi memleketine çekildikten sonra
müzekkerede: söylemiştir. Terceme-i hâline taalluku i’tibâriyle dere
Sekiz on sancak etmişken idâre olundu.
Geçenlerde verildi bir riyâset Müjde zâhid keyfin üzre bir kabâhat eyledim
O da üç m âh içinde çıktı elden
Ders ü devri aşk u sevdâdan feragat eyledim
Yine oldum giriftâr-ı meşakkat
Maaşım var idi üç kîse evvel
Hânkah u mescid ü meyhâneden çektim ayâğ
Riyasetle kesildi bu maişet Kâ’be-i ulyâ-yi tevhidi ziyâret eyledim
Bu sıkletten beni kurtar efendim ( >ldı ıslâh-ı adû hakkında sa’yin pek abes
Livalardan birin eyle in âytt Cild-i hınzîri cehaletle debâgat eyledim
diyor. Şarkîkarahisar bidâyet ceza mahkemesi reisi iken Geçti ömrüm ârzû-yi maıısıb u ikbâl ile
1302 (M 1884) de vefât etti. Hüsn-i hatta mâlik vehak- Bundan artık sanma dünyâda gabâvet eyledim
kâklık san’atına vâkıf idi. Şimdi geldi gülşen-i ikbâlime tâze bahâr
Bosna’da iken mâfevkmdaki zevâtın mesalilı-i hü Bâğ ü büstânımda teşkîl-i zirâat eyledim
kümette görülen « Hâlât-ı garîbe ve ârâ-yi acibesi » Cebhe sây-i bârgâh-ı şâh-ı tedbîr olarak
üzerine «İıâd-ı farîza-i zimmet olduğu halde - Maiyyette Kişver-i ayşımda ibrâz-ı liyâkat eyledim
bulunmak hasebiyle - ifâdesinde tesîrâtı görülmeyen Sad hezâraıı fahr ile oldum abâpûş-i vatan
ve yalnız akıl ve nutuk miyâneleriııde münazara ve Şekl-i dihkanîde tebdil-i kıyâfet eyledim
münâkaşa ile iktifâ olunan mu'âlââtı» hâvî «Nevpeydâ» İşte bu hâle getirdi devlet-i tenperveran
nâmiyle bir risale yazmıştır. İstanbul’da Asır gazete Eki ü şürb ü kisvede terk-i zarâfet eyledim
sine tefrika edildikten sonra ı-isâle şeklinde 76 sahî- Ayş ü işret zevk u sohbet lâfın etmem ba’dezin
feden ibâret olarak 1287 (M. 1870) de Terakki matbaasın Hayf bu âne değin niçe sefâhet eyledim
da tab'olunmuştur. Risalenin b,ışına «Nutk-ı bîpervâ Aferin bu siir’at-i idrâk-i mâderzâdıma
ile akl-ı dânâ beyninde muhavere» işaret edilmiştir. Altmışımdan sonra bu âlî dirâyet eyledim
Dîvân-ı eş’ârı tab’olunmamıştır. Olmadım hiç miyveçîn-i nahl-i giilzâr-ı ümîd
260 sahifeden mürekkep olan bir nüshası Darülfünun Şark u garb-i âlemi geşt ü siyâhat eyledim
kütüphanesindedir ( No: 207 ). Dîvânında «Kasîde-i Behr-i celb-i rızk-ı maksum-ı iyâli bîmecâl
Osmaniyye» ünvâniyle Dâstân-ı âl-i Osman vardır ki Kasıd-ı himmet ile Abdî refâkat eyledim (1)
alt tarafları Sultan Abdülaziz’in medhine dâirdir. Divâ
— I -
nında münderic terkîb-i bendlerden biri matbudur. - Gazel •
Dârülfünun kütüphanesinde ( No. 520 ) Tuhfe-i Cân vermektir bizim cânâna âhır kârımız
Vehbî tarzında on beş sahifeden ibâret ve nâkıs bir Oldu bu âlemde ancak nuhbe-i efkârımız,
risale vardır ki üstüne «Erzurum lehçesi» işâret edil Bir diraht-i serbülend-i bûstân-ı himmetiz
miştir. Kimin eseri olduğu gösterilmemiştir. Müzeler Seng-i ta’n ü dahi ile düşmez yere esmârımız
ve kütüphaneler müfettiş-i fâzılı Alımed Tevhid Bey,
bu nüsha bir zaman kendi nezdinde iken bir zat tara (1) Beylerbeyli H akkı Beyin eş’ârı arasında bu gazel de mün-
derictir. Fakat anın gazelinde 2, 5, İ2 inci beyitler yoktur. D ör
fından âriyeten alınıp iâde olunmadığı ve Abdî efendi
düncü beyit, H akkı Beyinkinde makta o lu p 1 nci mısraı «Hayf
nin eseri olduğunu söyledi.
öm rüm geçti H akkî iltizâm-ı sıdk ile» şeklindedir. 7 inci beyitteki
Mûmâileyh, Ahmed Tevhid Bey’in amcası meclis-i «dıhkanıda» ve 10 uncu beyitteki «altmışımdan» H akkı Beyinkinde
vâlâ evrak müdiri merhum Rüşdi efendi’nin ahibbâ-yi «Dervîşide», «ellisinden» sûretindedir. İntihal m i, tevârüd mü
kadîmesinden olduğu için İstanbul’a geldikçe hânesin- anlayam dım (Stş).
Türk Şairleri
A b. 208
Olmuşuz biz âşiyansâz-ı nibâlislân-ı aşk
Müfteiliin fâiliin Erzurum’a gel de gör
Bir gül-i ra’nâ içündiir her dem âh ü zârımız
Nice olur rûz ii şeb turp ile şalgam yemek
Gönlümüz verdik o nahl-i nâz-ı bâğ-ı işveye
Bundan özge yok bu gülşen içre berk ü bârımız
* :fc
Levh-i dilden eyledik mahv-i vücûd-i mâsivâ
Yârden gayre taalluk eylemez enzârımız Fâilâtün fâilâtün fâiliin
Kesdik aldık merzibûm-i vahdeti kıldık makar Erzurum’un öksürür içen suyun
Kalmadı âlemde artık yârımız ağyarımız
Dehr içinde hâniimansûz-ı alâyik olmuşuz Fatin de tezkiresine şairin şıı gazelini örnek olarak
Hazret-i sutlân-ı aşka hep fedâdır varımız almıştır:
Dergeh-i sultân-ı aşka ilticâmızdır kadîm
Sanma hâdis Abcliyd bu yoldaki ikrarımız Serâir ehli dâim sinede râz ı nihan saklar
Y erinde cevher ü sîm ü zeri elbette k ân saklar
- II -
Çeker âguş-i derke âkıbet ferzâne i âlem
Bû Alî Sînâ’ya hikmet-hân olur mâdûmımuz M iyân ı nev arûs i râzı kim halk-ı cihan saklar
Akl-ı Eflâtûn'a harfendâzdır Mecnûn’umuz Serâpâ kaplayan cevv i semâyı dûd-i âhım dır
İndimizde miiflis-i bî vâyedir Karûnlar
Meh-i âlem sitânı sanma ebr-i âsman saklar
Mahzen-i genc-i maânîdir dil-i meşhûnumuz
O şûh-i diirübâdan leyle i vaslı sakın sorma
Rabt olundı rişte-i miistahkem-i tevhîd ile
Rahnedâr olmaz hele şîrâze-i kamununuz Şeb-i kadri cenâb-ı Kibriyâ kılm az iyan saklar
Sûdmend etmez bizi âlâyiş-i zühd ii riyâ Ç ekinm e nazm a çek bu ratb u yâbis sözleri A bdı
Aşkdır sermâye i feyz i dil-i pürhûnumuz O zât-ı muhterem elbet kusûrun bîgüm an sakler
Bağrı yanıklardanız rûz-i Kasemnâ’dan beru
Sûy-i Hak’tan böyle geldi hükm-i Kâf ü Nûn’umuz Şairin ölümünü yanlış olarak (ı294 — 1877) yılında
Ez-ezel peygule pîrâ-yi serâ-yi vahdetiz gösteren Sicil sahibi onun hecve de mail olduğunu söy-
Kayd-ı zencîr-i teselsül ile yok mescûnıımıız liyor. Filhakika bir mecmuada ( M it. Alm. K.
Biz mecazı akıbet olduk mücâviz Abcliyd
No. 558).
Ba’demâ aşk-ı Hııdâ’dır masraf ı mazmunumuz
« Hecviyye-i Abdî efendi Şibin Karalıisârî kâtib-i
- IV - dîvân-ı müteveffa Samakovî Husrev Paşa der hakk-ı
— Türkü —
Hayreddin Paşa» başlığıyla onun bir hecviyesi kayıdlıdır.
Bülbül bağa giriip yapmış yuvayı
Görmüş ki gülleri cümle hâr almış Ey ki H ayreddin ile meşhûr olan şerrülenâm
Gülün her yanını mıır u mâr almış Gerçi zâhirde vezîr olm uşsun am m â m a ’nide
Taş taşır toprak alır çamur yapar ırgadsın
Öfkelenmiş kanbur felek bülbüle
Pejmürdelik vermiş güle siinbüle Beyitleriyle başlayan bu manzumede birtakım müs
Düşürmüş giilşene büyük gıılgule tehcen mazmunlara da tesadüf ediliyor.
Sanki bu âlemi sitemkâr almış Bay Sabri, Abdî divanı hakkında şu malûmatı veri
yor (F ş.):
Abdi derdin sana söyler iken gül
Gördüm boynun eğmiş bir yana sünbül « Takriben 3600 beyti ihtivâ eden bu nüshada 1
Küskün küskün gezer zavallı bülbül münâcât, 6 na't-i şerif, bir kaçı Sultan Alımed-i sânî
Benzer ki felekten âh ü zâr almış ve diğerleri ricâl-i devleti mâdih 27 kaside,- 10 terkibi
bend, 1 tercîibend, 2 müseddes, 6 muhammes ve tah
_ V _
mis, 19 tarih, hikmet âmiz 1 manzume, bir vak’anâme
— Erzurum lehçesinden —
iki mutâyebe, bir hezilnâme, 14 ü farisî 358 gazel, 1
Kavurga oldı kavrulmuş olan buğday una kavut türkü, biri Rüyânâme 7 mesnevi ile 41 kıt’a ve 34
Yoğurdı kurutup derler adına keş dahi kurut müfred münderictir.,,
*
** Bibliyografya : Ftn., Sel., Stş., Fş.
Türk Şairleri
209 Ab.
A bdullah  tıf — (1285 - 1869) de Konya’da doğdu. meşgul iken vekâletin teklifi üzerine tekaüde sevkedil-
Babası okumuş yazmışlardan Kângırılı Ali efendidir. dim. Şimdiki halde dersiâm vâizlerden bulunuyorum.»
Anası, Konya’nın Bozkır köylerinden Gezleveli Ahmed Abdullah Âtıf, ülkemizin en iyi Arapça bilenlerinden
efendi’nin kızıdır. Soylarına «Gezleveli oğulları» derler. biridir. Uzun müddet mekteplerde onun yazdığı Lübbül-
Abdullah Âtıf’ın dedesi Gezleveli Ahmed efendi, kırae ve emsali eserler okutulmuştu. Son yıllar zarfında
Konya âlimlerinden tanınmış bir adamdır. İstemediği büyük bir emekle Divanü lûgatıttiirk’ü Türkçeye çevir
halde kendisini Konya’ya müfti tayin etmişler,o da üzerine miştir. İngilizceye de oldukça vâkıf olan Abdullah Atıf,
hac farzolmadığı halde hacca niyetlenmiş, hacdan sonra Beyarıülhak, Mahfel gibi bazı mecmualarda da şiirler
Mekke’de vefat etmiştir. neşretmiştir.
_ I —
— Çamlıca'da manzumesinden —
Cibâl-i zî mekânetin,
Kulâ’-ı pür metânetin,
Kitâb-ı kevn içinde ben
Sahâif-i hamasetin,
Kulûb-i halka ra’şezen
Mebâhis-i celâdetin.
Hazâinin giranbahâ,
Maâdinin nemâfezâ,
Künûz-i sîne serteser
Büyût-ı servet ü gınâ,
Sağım güher, solum güher
Fakat kim eyler i’tinâ !
Abdullah Âtıf, kendi hayatına aid yazdığı bir vara Gelin konun civârıma,
kada şunları söyliyor : Bakın şu mîşezârıma,
«Mahalle mektebinde okuyup, Rüştiyeyi ikmal ettik Ne canlar etmiş ilticâ
ten sonra medarise girdim, sarf ve nahv i Arabî mukad- Kemingeh i gubârıma,
dematını orada gördüm. Resme çok merakım vardı, Ne şanlar etmiş ilticâ
Konya’da bir kaç sene nakkaşlık ta ettim. Bir aralık Yeminime, yesârımâ !
Selçukîlerin Konya’daki Alâeddin câmi-i şerifini de
nakşettim. 1307 tarihinde İstanbul’a gelişim de nakkaş Yerinde zîb ü zîverim
lığı ileriletmek içindi, Sonra fikrim değişti. Tahsîl-i ulû Semâda her zaman serim
mu daha muvafık buldum. O yolda çalışıp dururken Fakat şu kırda yer tutan
bir aralık Konya’ya giderek beş altı ay orada kaldım, Sekiz on evli köylerim,
O müddet zarfınde Darülmuallimine devam ederek bir Tenimde var iken şu can
şehadetname aldım. Bu halde kalmasın derim.
Arabî tahsilim İstanbul’da Şirvanlı Hâlis efendi mer
Bakın şu bahr-ı mevczen
humdandır. İkinci tedrisinde müşarünileyhten icazet
Ne anlı, şanlı bir çemen,
aldım. 1316 yılında Darülfünun açıldığında imtihan
Sefâin-i ticârete
vererek ulûm-i âliye-i dîniye şubesine dahil oldum.
Yegâne cilvegâh iken,
Dört sene devam eden bir tahsilden sonra şehadetna
Sen ol da düşme hayrete
me alarak çıktım, Üsküdar, Vefa, Mercan idadileriyle,
Ne farkı var şu karyeden
Galata sultanîsi,'İstanbul sultanîsi, Darüşşefaka’da mu
allimliklerde bulundum. İstiklâl harbinden sonra Konya Nasıl ki ebr-i pür safâ
lisesine naklettim. Bulunduğum mekteplerde hep Arapça Kılar semâda i’tilâ,
tedrisiyle meşgul oldum. Arabî tedris lâğvedilince Türkçe Bu şanla çok mu eylesem
dersi aldım. Dârüttedris, Ravzai terakki, Darüşşafaka Cihanda ben de irtika,
gibi bazı mekteplerde Türkçe dersleriyle de meşgul olmuş Zemin, zemîn-i muhteşem
tum. Konya muhtelit orta mektebinde Türkçe tedrisiyle Zaman, zamân-ı i’tilâ !..
14
(n
Türk şairleri
 b. 210
külfet olunmuş idi. Mânend-i ferişte salâh-ı hâl ile muavinlikte kaldıktan sonra zaptiye nezaretince tevkif
sirişte olup âteş-i cezbe ve aşk-ı kânûn derûnunda ve «efkârı fâside ashâbından» telâkki olunması dolayısıyla
müşteil olmağın çeşm-i cânı sürmei midâd-ı tesânif-i Trablusgarp merkez hastahanesi tabipliğine tayin olundu.
mutasavvıfa ile mükâhhal idi. Ammâ dîde-i zevka mu- Bir buçuk yıl hastahanede göz hekimliği ettikten sonra
râd ve aklânıı midâd-ı kûhlfâm ile nûr-i tesellî hâsıl kaleda habsedildi. Dört ay sonra tahliye olundu ise de
olmaz ve savâmi’-i ibârâtta şem’-i ıstılâhât her denlü Fizan’a şevki kararlaştığından Tunus’a savuştu. Oradan
inâre olunsa envâr-ı tecellî pertev salmaz. Binâen aleyh Paris’e ve Cenevre’ye gitti. Bir kaç arkadaşıyla iki sene
hâlâ yevmî elli akçe ile hidmet-i medârise-i ulûm-i zâ- Osmanlı isminde Türkçe ve Fransızca bir gazete neş.
hirde iken ba’z-ı meşâyih-i zaman hidmetinde sâlik-i ta- retti. Muahharen Viyana sefareti tababetine tayin kılındı.
rîk-ı tevhîd ve irfandır. Hâlâ ol tâife ile ihtilât ve irti Şair’in Bay İbnülemin Mahmud Kemal’e verdiği bir
batta olup fehvâsı üzre tekellüfât ve ta» varakada şunlar yazılıdır (Stş.) :
sallüfât-ı ulûm-i zâhireyi ¡ıe i’dâm ve ıskat
kılmıştır. Filvâki’ her ciheti ma’mûr ve beyn en-nâs
maârif ve fezâil ile meşhûrdur.,,
Beyanı diyor ki :
“Bergamadandır. Kızılca Hayreddin dimekle ma’ıûf-
tur. Elli akçe ile müderris olmuşken söfiyye ile musâ-
habet ile sohbet ve ülfet itmeğin terk-i ırk u izâfet it
miştir. Her ciheti ma’mûr zühd ü salâhile meşhûrdur.„
Rıza tezkiresinde ise “Mevleviyyet ile bazı bilâdda
mesnednişîn-i şerîat-i garrâ olmuş idi„ denildikten sonra
(1026 - 1617) de İstanbul’da vefat ettiği de kaydedil
mektedir.
Abdullah Cevdet, nev’i şahsına münhasır muharrir Gibb’in takdiri kâfidir : Abdullah Cevdet Bey Şekspir
ve şairlerimizden biridir. Dr. Hüseyinzade Ali, onu hakkında yazmış olduğu türkçe manzumeyi Gibb, tari
«Mecmuai azdad » terkibiyle anlatıyor ve kendisini hinde zikretmek için nazmen İngilizceye tercüme etmiş
«dindar bir dinsiz» veya «dinsiz bir dindar» olarak tir. Abdullah Cevdet ile Gibb zaten tanışır ve görü
tanıtmak istiyor. şürlerdi. Gibb’in Doktor’a yazmış olduğu mektuplar
Kendi kanaatlerine her kesin sadık kalmasını isteyen dahi ecnebi bir tahririn bu şair hakkında kadirşinaslı
bu didaktik şair, hakikaten dinsizlikle iştihar etmiştir. ğını isbat edecek derecededir. »
Fakat onun din hususunda daima reybî kaldığını tah Hiç, Tuluat, Türbei masumiye, Lâhdi masumiyet gibi
min ediyorum. şiir kitapları neşreden Abdullah Cevdet, uzun müddet
bilhassa tercüme ve telif ile meşgul oldu (Abdullah
Neyyir-i nevvârı s:nsin arş-ı islâmiyyetin
Cevdet'in eserleri için Kültür bakanlığının çıkardığı
Evc-i ulviyyettedir evreng-i fazl u rif’atin
Bibliyografya'ya bakınız).
Bizlere ihsânısın bî şübhe dest-i kudretin
İllet-i gaiyyesi zâtındır ancak hilkatin
Son zamanlarda da vücude getirdiği kıt’aları Karlı
Yâ Re3Ûlâllâh yoktur gaye-i ulviyyetin dağdan ses adı altında topladı ve tab’ettirdi.
gibi manzumelerden ibaret olan Kahriyat adlı şiir kitabı, Niçin ıssız, viran oldun güzel yurd ?
onun hep bu yoldaki manzumeleriyle doludur. Neden her yanında yaslar belirdi?
Nevsali M illî'de deniliyor ki : —Yemen yedi, Balkan alkanlar içdi,
«Bu heyecanlı şair, başka şeylerle meşgul olmaya idi, Bülbüller kahr oldu, güller delirdi
şüphe yok ki bizde hamiyyet ve hamaset vadisinde en 30 Mayıs 1915
güzel şiirler vücude getirecek ve henüz edebiyatımızda
- IV -
müstekillen mevcud olmayan bu cins eş’ârı ibdâ edecek
— Hürriyet Susuzluğu —
idi. Lâkin edebiyatın bu türlüsü kendisini siyasiyata,
içtimaiyata, felsefiyata zorla şevketmiş ve Abdullah Ey hürriyet susuzluğu, yak bir alev et beni.
Cevdet Bey bütün bu mesail ile uğraşmıştır.» Gece gündüz serablarm arkasından koşdurma.
«Şair olmak itibariyle bu zatın, son devr-i edebî Nice hicran güneşlen orda doğdu yaşadı,
tarihinde mümtaz bir sima olduğunu tasdika mecburuz. Ateşdendir, içindeki ummanları coşdurma.
Türkçe eş’arından maada Fransızca bir çok lirik şiirleri 23 2 nci kânun 1915
vardır ki bir kaç kitap teşkil eder ve matbudur. Farisî
— V _
şiirleri de vardır. Böyle bir kaç lisan üzre şiir yazabil
— U m um î H arbin İlham ı —
mek ve şairlikle beraber fünun ve felsefiyat ile müte-
veggil bulunmak; bir taraftan bilfiil inkılâb-ı siyâsî ve Aldatılmış yine mecrûh, perişan a’mâ,
İçtimaî cereyanlarına karışmak, diğer taraftan da kitap Ölerek, öldürerek, âh beşerdir şu giden;
yazmak, matbaa işletmek, gazete idare etmek, elhasıl Rûhunun şefkat ü isyanla tutuşmuş nazarı,
terakki meydanında bu derece gayretle yarışmak her Onu ta’kîb ediyor şahikalar fevkından.
kesin kârı değildir. Şairliğine gelince, müteveffa mister 12 ağustos 1916
Türk Şairleri
Ab.
Oku cebhemde yanan nûrda baht-ı beşeri, Göm sîne-i mahabbetine, inkisârını,
Dinle girdâbiarın kalbini elhânımda Bir başka ömr, başka cihan, başka can ara;
6 Haziran 1918 Gülsün eteklerinde bahârın çiçekleri,
- VIII - Sen göğsünü ger ey Yüce Dağ yıldırımlara
12 Ağustos 1928
Mahabbet —
_ XV -
Besleyen, bezeyen, yaşatan sensin, — Bir nabz arayıp bulmamak —
Tanımaz başka bir minneti gönlüm;
Bir lâhze-i vuslât diledim, ey deli hicran,
Senin tahtgâh-ı saltanatındır
Sen karşıma çıktın ezelinle, ebedinle,
Ebedî baharın cenneti gönlüm.
Bir fikr alınır hüznümün ummânına dâir;
15 Ağustos 1921
Bir nabz arayıp bulmamanın derdini dinle;
- IX - 8 Nisan 1929
Üstad ve Şâgird — - XVI _
— cjj —
Güneşlerin sinesinde bir şarâb.ı nûr içdik,
Bu işretde peymânemiz çok boşalmış dolmuştur;
Rehberine rehnümâlık eden özge canlarız, tjbs I ' jj
Ustâdımız dersimizde şâgirdimiz olmuştur |»Lî ¿Lİ) , r j
18 Eylül 1921
J ? --— > ^ A j*-■*"
— X — jLc J j j.î jJ>\
Söyleyen sâf Şairdir —
J .İ c r 'J J>~ J l/J
“Hercüb„ ün oğlu, fakat “İsa„ nın
Dest-i ihyâsı ile mecrûhum; t_ılÂ^I o’~ —
1
Kaç Yüda busesi gördü yanağım,
y» jU*
Kaç Çelîpâya gerildi rûhum !
j ı i ı_ıl:c j l i j J-u. Ç.Î3-
12 Haziran ;927
yK* jUj çfy J j f j«-
_ XI -
: J.İ (jiii r j _>i. ¿ı
Merhametin şahlanması —
l_’ o! J - .4 İA *
rinde bilhassa “vahdeti vücud„ prensiplerini terennüm Sîne Sînâ-yi kemâl oldu cemâlinle senin
etmiştir. Çıktı bin ma’nâ-yi vahdet bir hitâb-ı sîneden
Bu rind şair, kendi ifadesi veçhile “Hüsne meftun, Çeşm-i dikkatle oku miftâhıdır her müşkilin
letaife kail,hafifürruh ve meclis ârâ„ bir şahsiyettir. Kâinatın sırrını hallet kitâb-ı sîneden
Lâhze lâhze berk urur kalbimde bin nûr-i sürür
— 1— Lûtf u ihsânınla kurtuldum azâb-ı sîneden
Kederden yok eser şekl-i hayâtı câvidânımda Bakma ezhâr-ı bahâra bak riyâz-ı sînene
Meserret revnak ârâdır zemîn ü âsmânımda Feyz-i dâim şu’lezendir âb ü tâb-ı sîneden
Cihânım kalb i handânım gibi eltâfa müstağrak Mest iderdi rûh-ı mevcûdâtı feyZ-i aşk ile
Saâdet şems-i tâbandır benim ufk-ı cihânımda Düşse gerdûn üzre bir katre şarâb-ı sîneden
Zaman gülgûn zemin gülgûn fürûg-ı sinedir gülgûn Maksadın tahsil-i ulviyyât ise Mecdî senin
Bahâr-ı dâimî gülgûn derûnî gülsitâmmda Ders oku her dem kitâb-ı mustetâb-ı sîneden
Nasıl şâd olmasun gönlüm benim her lâhze cânânım
— IV -
Şerefpîrâ-yi vuslattır serîr-i nûr-ı cânımda
Geçen âlâmı gömdüm ka’r-ı nâyâbında nisyânın Katralar dalgalanır dîdeme deryâ görünür
Ferahdır şimdi râksan şevk ile sahn-ı cenânımda Zerreler şu’lelenüp şems-i mücellâ görünür
Emeller nâmına her ihtirâsı çâk çâk ettim Parlayup kisve-i elfâz ı kesâfetteki nûr
Demektir intikam aldım felekle imtihâmmda Bu mezâhir bana baştan başa ma’nâ görünür
Bütün âsâr-ı feyz-i kudreti kalbimde cem’ettim Nûr-i vâhiddeki feyz-i ezelin cûşundan
Ne gam olmazsa kuvvet dest ü pây-i nâtüvânımda Dürlü elvân ile bin dürlü merâyâ görünür
Hudâ eltâfı pertev saldı her yer nûıa müstağrak Kudretin mevcesidir kevn-i kesîf ile lâtîf
Güneşler doğdu kudretten semâ-yi lâmekânımda Levh-i dilde biri dünyâ biri ukbâ görünür
Nihâyetsiz cihanlar var içinde aşk ile devvâr Sûret-i sırr-ı vücûdu düşününce ârif
Gözün varsa gezin bir lâhze sakf-ı âşiyânımda Çeşmine âdem olan nüsha-i kübrâ görünür
Cemâl ârâ-yi efkâr olsa Mecdî çok mudur şi’rim Görülenle görenin aslını tevhîd eyle
Cemâl-i dilberim pîrâyedir hüsn-i beyânımda Bu muammâ sana her sırr ile peydâ görünür
Sînesi nûr-ı melâmetle müzeyyen olanın
— II —
Zâhir ü bâtını bâtında müheyyâ görünür
Cihânı sîne münevver fürûg-i vuslatdan
Zâtını çeşm-i basîıet bile rü’yet edemez
Ridâ-yi nûra büründü gönül meserretden
Şekl-i evsâfı fakat çeşme hüveydâ görünür
Nasîbedâr-ı maâlî nigâh-ı idrâkim
Bu hakikatle münevver ise irfan Mecdî
Teşekkülümdeki sırr-ı bedî’-i fıtratdan
Lûtf-ı Mevlâ ile dîdâr-ı muallâ görünür
Hadîka-i ebede ibtisâm-ı nûr-i ezel
Bedîa saçdı içimde füyûz-ı kudretden A bdülaziz (Ümmü Veledzade) — XVI ncı asır şair
Hakayıkın ne imiş sırrı lem’apâş oldu lerinden olan Abdülaziz, Ümmü Veledzade’lerdendir.
Tecelliyât-ı celîl.i hitâb-ı izzetden Babası Molla Hüsam ve ceddi Molla Hâmid’dir. Bu aile
Bedîazâr-ı cihandır kitâb-ı cûd-i vücûd efradı arasında bir çok âlimlerin yetiştiğini görüyo
Sutûr-i kesreti nûr-i midâd-i vahdetden ruz. Âşık Çelebi mübalâğalı bir lisanla şunları söyliyor :
Füyûz-i âliye meknûn-i kalb-i pâkindir “Ol hânedâna aıabiyyetdanlık lâzımdır. Ve sagîr ü
Çıkar metâlib-i ulyânı kenz-i himmetden kebîri tahsîl-i ilm ü ma’rifete mülâzimdir. Oğlancıkları
Susuz kalır mı cihanda hayât için âkil doğsa Makamat-ı Harîrî ile uyurlar, Ağlasalar ellerine
İçerse âb-ı hayâtı uyûn-i hikmetden Etbâk-üz-zeheb virüp avudurlar. Kapularına gelen ace-
Rızâ-yi Hak’ka olur rehnümâ.yi râh-ı sedâd mî oğlanları Türkîden evvel Arabi öğrenürler. Kariye
Feıâgat eyleme ömründe halka hizmetden câriyeleri değil kari mâriyeleri ruky ü afsûna Arabî ile
İçinde zevk-ı tecerrüd işinde zevk-ı şuûr öygünürler. Bu dahi fesahatte Bakılî’yi bakle-tül-ham-
Yüzün çevirme fakat kıble-i hakîkatden kaya saymaz. Ve zebân-ı Fârisîde Molla Hüseyn-i Seb-
Havârıkın yeri yokdur serâ-yi irfanda zevârî’ye berk-i tere dimezlerdi. „
Güneş doğunca sirâcın söner hacâletden
Abdülaziz, Müeyyidzade ve diğer bazı âlimlerden
Ne rütbe âciz isem de bu yolda ben Mecdî
okumuş ve muayyen olan tahsilini bitirdikten sonra mü
Yanar içimde meşâil fakat meserretden
derrislik hayatına atılmıştır.
- III _ Şair Necati’nin kızıyla evlenen Abdülaziz önce Siroz’a
Lem’apâş oldukça nûrun âftâb-ı sineden tayin edilmiş ve orada Şair İshak Çelebi gibi rind
Gel de cûşâcûşu seyr et incizâb-ı sineden adamlarla temasa başlayınca ayyaşlar arasına katılmış
Türk Şairleri
Ab. 216
tır. Şarabın şiddetle yasak olduğu bir sırada bu iki olan zaviyenin yanında bir mektebi vardır. Sadrüşşerîa
şairin gece gündüz içki içmeleri, memlekette büyük bir nâm kitab-ı hidâyet nisâba havâşî dimiştir.„
dedi kodu uyandırmış, hattâ şakacı şairlerden biri şöyle Mevcud menbalardaki malûmata göre, Abdülaziz’in
bir beyit söylemiştir : Türkçe, Acemce ve daha ziyade Arapça şiirler yazdığı
Cihetsiz müderris m ülâzim İsak anlaşılıyor.
İçerler şarâbı iutulm z yasak Tezkirelerde onun biri Arapça, diğeri Acemce iki
Abdülaziz, bir müddet sonra Davud Paşa medrese parçası kayıdlıdır.
sine müderris tayin edilmiştir. Fakat o sıralarda kadı- Manisa kadısı iken şu imzayı yazmıştır :
asker olan Zeyrekzade; âlim, aynı zamanda zeki adam
lriL. ci.»
ların, bir gün kendi mevkiini sarsacağını düşünerek,
. \
ı y jJ'b o*«—1
İstanbul’dan uzaklaştırılmasını istermiş. İşte diğer bazı
arkadaşlarıyla birlikte Abdülaziz’i de bu yüzden kadılık
LUr j j L J l j
meslekine naklettirir. Bir müddet Manisa ve Tire gibi
şehirlerde kadılık ettikten sonra gene müderrislik
jlo Ljp'o
meslekine dönen şair, Trabzon medresesine ve bilâhare
Edirne Dârülhadisine müderris olur. Daha sonra Halep Kadri efendi’ye gönderdiği bir mektuptan da şu iki
kadısı tayin edilir. Bir müddet geçince Amasya’ya mü beyit örnek olarak gösteriliyor :
derris ve müfti olur. Uzun zaman bu vazifede kaldıktan
sonra günde yetmiş akçe ile tekaüde sevkedilir.
Âşık Çelebi tezkiresine göre (952 - 1545) de Şakayık'a \j \j j jU
göre de (950 - 1543) de vefat etti. j\ o K jj J j l jl ¿y ¿y» o U U «vU
Abdülaziz, devrinin meşhur simalarından biridir. jfU ij ¿¿i. jS ' ¿y £
Sehî diyor ki :
Bibliyografya: Sh. Aşk, Byn., Şky.
“Mütekaddimîn-i efâdıl-ı Arab kasâid ve eş’ârı ki her
biri dürr-i semindir hizâne.i hâtırında mahfûz fasîh ve A b d ülb ak i — Bakî’ye bak.
belîğ kişidir. „
Âşık Çelebi diyor ki : A b d ülb ak î Fevzî (Uluboy) — 7 Kânunuevvel 1303
„İnşâsı şi’rine hezâr bâr galibdir Ve Arabî şi’ri Tüıkî (M. 1885) yılı cumaertesi akşamı Çorum’un Üç tutlar
şi’rinden râcihtir.„ mahallesinin Hacı Nasrullah sokağında doğdu. Babası,
Beyanı ise onun, “Arabî, Farisî ve Türkî nazma kud- Çorum’un pek eski bir ailesi olan «Alaybeği zadelerse
mensup Mehmed Fazlı efendi’dir.
ret-i tâmı„ olduğunu söyliyor.
Şakayık tercümesinde de şu sitaylşli cümleler kayıd- Emlâk ve arazi sahibi olan bu zat, hayatının sonuna
lıdır : kadar iyradıyla geçinmiş, hiç bir memuriyette bulun,
“Ol şahs-ı edîb ve erîb ve hasîb ve nesîb hadd-i mamıştır. Valdesi, Çorum müftisi şair Hacı Ali Ârif
zâtında lebîb ve kerîm vakur ve halîm bir fâzıl ı lâzım- efendi’nin kızı Kâmile Hanım’dır.
üt-ta’zîm idi. Sıyt-ı mefâhir-i lûtf u ihsânı kar’-ı esmâ’ Abdülbakî Fevzî, bana verdiği bir varakada diyor ki :
ve âzân-ı âlemiyan ve âvâze-i cûd ü mürüvveti takrît «Valdemin mensub olduğu âileden hatırı sayılır çok
ve teşnîf.i mesâmi’-i cihanyân eyledi. Esnâ-i musâha- âlim zuhur etmiştir. Bunlar hemen asırlarca memleketin
habette cümle-i âlemi hayr ile yâd eyleyüp ferd-i âfe- müftiliğini — bilistihkak — taht-ı inhisarlarında bulun
rîdenin ırzına şeyn îrâs eder kelâm-ı hezl ilmâmdan durmuşlardı. Kendisinden bir sene kadar arapça okuya
i’râz ider idi. Seng-i ta’n ve külâh-ı kelâm-ı sütürk ile bildiğim dayım Hacı Ahmed Feyzî efendi, bu sülâleden
cevher-i a’râz-ı âlemiyânı şikest itmeyüp kimsenin ha gelen müftilerin on birincisi idi. Çorum’da kıymetli bir
tırına dokunmaz idi. Cümle-i ulûm-i zahire i bâhire ve kütüphane tesis eden bu zat, bir çok yerlerde kadılık
fünûn-i mütedâvile-i fâhirede müşâreket-i ilmiyyesi var larda bulunmuştur. Muktadab sahibi Hacı Zihni efendi’,
idi. Ammâ ulûm-i akliyyenin aksâmına ihtisâs-ı tâmı nin bir müddet kendisinden tederrüs ettiğini bir gün
olup gayrı fünûndan ana artık talebkâr idi. Lisân-ı bilmünasebe birisine söylerken işitmiştim. Çok ihtiyar
arabda gayet-i fesâhat ve nihâyet-i belagat üzre kasâid-i olmasına rağmen geceyi ve gündüzü kitap yığınları
lâtife nazm idüp kelimât-ı Harîrî’den ince muhayyel ve arasında geçirir, ekseriya uykuyu bile unutarak böylece
nâzük arabî kasideler dimişti. Her bir kasîde i asîdesi selâmlığında sabahladığını uşakları söylerdi. Fa’al müs
sahâif-i dîvân.ı rüzgârda levha-i iftihar ve hüsn. i mat- takim, pervasız, sözünü esirgemez bir zat olduğundan
lâ’-ı dîbâce i iğtirâr olmağa sezâvâr idi. Mevlânâ Abdül- «Deli müfti» namıyla anılırdı. Ne yazık ki kendisinden
aziz’in evi mukabelesinde bir medresesi ve dahi hâric-i tam istifade edeceğim sıralarda hastalanmış ve çok
Kostantiniyye’de Emir Buhârî zâviyesi deyu meşhur geçmeden vefat eylemiştir.»
Türk Şairleri
217 Ab.
tan da ders veriyordum. Çünkü idadide açık derslerin Oüler d u ru r... kimin kalır gözünde artık uykusu
Yüzünde belli işte, hepsinin de bir sevinci var.
hiç eksik olduğu yoktu. Ben âdeta mektebin gedikli
bir vekili olmuştum.»
Aruz vezniyle yazılmış olan bu manzume o zaman
Abdülbakî Fevzî 1909 da Çorum iptidaî mektepleri
çok beğenilmişti. Hattâ ilk tebriknameyi merhum Tunalı
müfettişliği ile hüsnü hat muallimliğine tayin edildi.
Hilmi’den almıştım.
1910 da Çorum Darülmuallimin müdiri oldu, 1911 de
Balkan harbi mağlûbiyeti beni çok müteessir etmişti.
açılan müsabaka imtihanında muvaffak olarak İzmit
Bilmem ondan mıdır, nedendir? O tarihten mütareke
idadîsi tarih ve coğrafya hocası oldu. 1913 te İnebolu
senesine kadar yani sekiz sene hiç bir şey yazmadım
nümune ticaret idadîsi Türkçe ve edebiyat muallimlikle
(1911 - 1919). Hemen on seneden beridir ki yine hiç bir
rine 1918 de Kastamoni, 1919 da İstanbuldaki Davutpaşa
şey yazdığım yok.»
sultanîleri ser muidlikleıine tayin olundu. 1922 ye kadar
İstanbul’da çıkan bir çok gazete ve mecmualarda
bu vazifede kaldı. O yıl içinde muidlikler lağv edilmişti,
yazıları intişar eden Abdülbakî Fevzî, son devrin bil
Üsküdar sultanîsi Farisî muallimliğine inha edildi ise de
hassa mezah vadisinde muvaffakiyet gösteren şairlerin
kabul etmeyerek matbuata intisap etti.
den biridir.
1922 den 1924 e kadar müteaddid mezah gazetelerine
«Betarzı kudema» başlığı altında yazılar yazdı. Gene — 1 —
Bûseler lûtf edip o gülruhtan diği meşhurdur. Kabrinin önündeki pencerenin üstüne
Bir günâh işlemez sevâb gibi hakkedilmiştir :
Çekmemiştir cihanda kimse azâb
Kalbime ilhâm itti Hak
Şu benim çektiğim azâb gibi Hubb-i zâtı da’vet itti rûhı bezm-i vuslâta
Sen de iç, ihtirâz-ı ta’n etme Derler erbâb-ı mahabbet rihletim târihini
Olma söfîi dilharâb gibi jS' JjlJtjuc- JU.-
Ehl-i ta’nın o kîl ü kah bana
Geliyor av’av-ı kilâb gibi Bu kıt’adaki ı>:' terkibiyle dördüncü mısra’
Söyle hakkımda lâf eden fodula 1153 (M. 1740) senesini göstermektedir. Millet kütüp
Vızlayup durmasın zübâb gibi hanesindeki Pertev Paşa kitapları arasında 636 numa
rada mukayyed ve Lâ’lîzâde’nin âsarını muhtevî bir
Kafes ardından atmasın harfi
Zen-i sad zevc-i bî hicâb gibi mecmua vardır. Bu mecmuayı 1189 - 1190 (M. 1775-76)
Erse meydâna çıksın anlaşalım tarihinde Müstakimzade merhum yazmış. Mecmuada bâ
lâdaki tarih Abdülbakî efendi’nin Eyyub’a nakline âid
Kaçmasın şahs-ı bî nisâb gibi
olarak gösterilip “Kabri üzre pencere bâlâsına resmo-
Ezerim bir vuruşta ben adamı
lundu. Târih-i rihlet değildir,, kaydı da ilâve ediliyor ki
Afv ü safh eylemem Cenâb gibi
doğrusu da budur. Aynı mecmuanın üstünde Müstakim-
Hasma hâmem belâ-yi a’zamdır
zade’nin şu hatırasını okuyoruz :
Zülfekâr-ı Ebû Türâb gibi
“Garâibdendir ki şevval on dokuzunda sebt günü
Geçelim gayrı bahs i dîgere biz
salât-ı zuhurdan sonra cemâatle Eyyub’da cenâzesi
Sözle şekker olur mu şâb gibi
namazını edâ ve kıyâm ve tekbîrât esnâsında bu fakîrin
Zannedersem emîn-i beldemizin
Hayme-i hûşu bî tınâb gibi kalbine sânih olan mısra’ târih i rihletleri olmuştur ki
Ne sakal koydu yolmadık ne bıyık budur:
Eski âga-yi ihtisâb gibi ¿jUf
Meşhur mutasavvıf Abdülkerim Ceylî’nin Seni reddeyler ise cümle âlem müttefik olsa
adlı eserini (Eyip- Mihrişah K- Ah : 167) ve Sana vasf itseler görsen derûnun pür adâvettir
kezalik İmam Gazalî’nin Kimyayi saadet'ini ve Hoca Muhassal dilde hâsıldır anın makbûl ü merdûdu
Yakubu Çerhî’nin •‘—¡vrjujı sjnj ve Risaletülm urâdiye’y’ı Gönül âyinedir redd ü kabûli iki sûrettir
türkçeye çevirmiştir. Biri nûr-i cemâlidir biri nâr-ı celâlidir
Devrinin kudretli bir âlimi olan Lâlîzade’nin Yetim Biri îmân-ı Ahmed’dir biri Bu cehl-i gafletdir
mahlâsiyle şiirler de yazdığını görüyoruz. Meselâ bir Kemâl üzre Muhammed zâhir oldı cümle ekvâne
mecmuada, Yine mü’min ü kâfir zıd zuhûr itti ne hikmettir
Tutar erkânını erbâb-ı mezâhib aşkın
İnâyettir taleb abd-i hulûs âsâra Mevlâdan
mısraıyle başlayan bir manzumesi görülmektedir (Veli- Arar bulur efendisini abdiyyet vesâtettir
yiiddin K. Ab : 3191). Muhammed oldı bedrül-leyl-i
Kezalik 219 beyitli bir kaside ile bir manzumesi de Mükâhhal hûhl-i ja ehl-i rü’yettir
başka bir mecmuada kayıdlıdır (Mit. Al/n. K. Şr. No : Anın zâtıdır ancak illet-i gaiyye-i âlem
1023) . Zuhûrı ekmeliyyet üzredir hatm-ı risâlettir
Mutasavvıfane bir eda ile yazılan bu manzumelerde Anın vârisleri aktâb-ı âlem vâhiden vâhid
san’at zevkmdan ziyade telkin gayesi güdülmüş ve bu Birer tavr üzre zâhir oldılar hâdî-i ümmettir
şiirler, devrine göre açık bir lisanla kaleme alınmıştır. Sana takrir idem bir bir meziyyet cümle aktâbı
Abdülbakî’nin Mesleküluşşak zeylini örnek olarak Esah kavlile çün esmâları böyle rivâyettir
alıyorum : Çü kutbiyyet zuhûrı hazret, i Hatra-i risâletten
Ali'ye intikal itti ki ol hatm-i velâyettir
— Zeyl-i Mesleküluşşak — Alî’den de Haşan kim öasra’nın mîr ü emîridir
Bu nazm ehl-i sülûke kâşif-i sırr-ı emânettir Bu sırra vâsıl oldı nüktedân-ı mazhariyyettir
Ki her beyti anın kandîl-i mihrâb-ı tarîkattir Hasan’dan da Habîb'e intikal itti çü kutbiyyet
Anın çün ism-i pâki Mesleküluşşâk olmuş kim Habîb’in vârisi Dâvâd-ı Tâî’de emânettir
Bu tavra sa’y idenler mest ü medhûş-i mahabbettir Gelüp Dâvûd-ı Tâî’den bu sır Ma'rîıf-i Kerh'ı'ye
Budur ancak sırât-ı müstakimi ehl-i vicdânın S m ’nin hem Ciineyd'in dillerinde nûr-i vahdettir
Mahabbet râhıdır âşıklara me’vâsı vuslattır Bulardan sonra Mirnşâd Ahmed ü Esved Mı/hammed’dir
Bu bir nehc-i kavimi fakr-ı zâtîdir nazar kıl sen Sadeftir Deynür i Şehrî bu üç dürr-i velâyettir
Anın her seng-i râhı lâ’l ü yâkut-ı kerâmettir Vecîhüddîn-i Kadî hâkim-ül-ekvân olup andan
Bu nazm-ı dilpesendi nâzım Abdullah efendi kim Hilâfet Bü/ınecîb’e hazret-i Hak’tan inâyettir
Maârif bahrinin gavvâsı deryâ-yi hakikattir Ki andan Kutb-i dîn i Ebherî'de zâhir oldı Hak
Tarîk-ı Hak’ka sâlik neş’eyâb-ı aşk-ı Yezdânî Anın da sırrı Rük/ıüddin Secâsî’de vedîattir
Kemâl-i zâtının burhânı nutkundaki hâlettir Şehâbiiddin-i Tebrîzî, Cemâlüddin-i Tebrîzî
Yed-i mürşidle câm-ı dilden içmiş bâde-i aşkı Hem İbrâhînı-i Geylânî ki envâr-ı hakikattir
Bezimgâh-ı ricâlûllâha mahrem ehl-i sohbettir Safiyyiiddîn ü Sadriiddin, Alâüddîn geldikte
Füyûzât-ı İlâhî ile aşkın menbâm görmüş Tamâm oldı ricâlûllah-ı Iran Rûm’a hicrettir
Gönülde Hak’kı bulmuş kutba ermiş ehl.i rü’yettir Ebiı Hâtnid ki şehr-i Aksarây’ın âftâbıdır
Bu abd.i pür kusûr-i hâkipây-i ehl-i irfan kim Hilâfet Hacı Bayram sırrına andan mürüvvettir
Anın ibn-i hafididir Yetîm-i zû karâbettir Anın nûrı Emir Sikkîni'de zâhir iken ammâ
Murâd ittim o nazm-ı pâki zeyle nutk idem ammâ Butûn oldı cihân içinde ol ehl-i melâmettir
Benim nutkum dahi rûh-i şerifinden işârettir Bunun sırrına vâris İbn-i Yâmîn-i AyâşVdti
Müselsel cümle aktâb ı tarîk-ı aşkı nazmettim Ki andan Pır Aliy-yi Aksarâyî ehl-i biattir
Meşâyih zikr olundu ebr-i pür bârân-ı rahmettir Bunun ferzendi İsmail-i Ma’şûkî efendi’dir
Avâlim çün merâyâ-yi kemâlât-ı İlâhîdir Yüzünden Sârbâ/ı Ahmed çerâğ-ı nûr-i vahdettir
Kutubdur cümleyi câmi’ ki zât-ı Hak’ka sûrettir Hüsâmüddin ile B âlî efendi rihlet ittikte
Eğer bir kimse kutb:i vakti bulmayup vefât itse Cenâb-ı hazret-i İdrîs A lî sâki-i vahdettir
Muhakkak bil anı kim meyyit-i vakt-ı cehâlettir Anın sır devleti nakleyledi Hâcı Kabâî’ye
Bu kutbiyyet emânettir ki birden bire nakleyler O dahi Beşir’i tebşir ile sâhib şahâdettir
Acebdir iktisâb olmaz ezelden bir inâyettir Anın sırrı da Hâşim'de zuhûr itti butûn üzre
Ridâ vü hırka vü tâcı ve teksir i ibâdâtı Ki andan hazret-i Seyyid A lî ehl i inâbettir
Delîl olmaz kemâl-i zâta bunlar hüsn-i sûrettir Anın da sırrı hemnâmında(l) zâhir oldı bir müddet
Nişân-ı kutb-i vakti dilde bul halka suâl itme Ki ol burc-i necâbet üzre bedr-i ekmeliyyettir
Eğer makbûl olursan rehberin candan mahabbettir i (1) Şetıid Ali Paşa.
Türk Şairleri
Âb.
O dahi azm-i ravzât-ı cinân içre şehıd oldı tubî kaleminde bulunduktan sonra Selanik vilâyeti ma
Bilinmez şimdi ol sırr.ı velâyet câhiliyyettir iyet memurluğuna gönderildi. Burada bulunduğu üç sene
İlâhî sen hidâyet eyle sâhib vakti izhâr it zarfında “Feyziye„ mektebinde İktisat, Edebiyat, Tarihi
Kulûb-i mü’minîn ıhyâ ola rûz-i kıyamettir medeniyet, usuli defterî muallimliği yaptı. (1318 - 1902)
Hudâvendâ Yetîm'e bildir ol zâtı meded eyle den itibaren Gevgili, Toyran, Karaferye kazaları kay
Eğer cehl üzre kalursa anın kârı hasârettir makamlığında bulundu. (1324 - 1908) martında Siyasî
Mededkârâ inâyet eyle düşmüş kullarındandır bir sebeple idareten işten çıkarıldı. Bursa’ya geldi. İstan
Delâlet eyle maksûda talebkâr-ı inâyettir bul’a dönüşünün haftasında Sabah gazetesi baş muhar
Muhammedd Mustafâ vechinde zâhir nûra îsâl it riri Selânikli Tevfik kendisini beraber çalışmak hususunda
Ki ol hatm-i rüsüldür ümmete kân-ı şefaattir ikna etti.
[derin bir alâka uyandırmıştı. Onun Kahire’de çıkan Cennette seni dâhiline eyledi tebşir,
ve Kalkûta’da intişar eden ■
‘*'4-' gazete Dünyâda dahi kıymetini eyledi tevfîr.
lerinde bir çok arapça makaleleri de intişar etmiştir. Hûrî-i cinan isııı-i celîlinle muhallâ
Hattâ Beyrut’ta tab’edilen adlı eserde öz Ekdâr-ı beşer manzar-ı sâfınla mücellâ.
Türk olan Abdülgani Senî arap muharrirleri sırasında İnsanda değil taşta bile muntabi’ olsan
gösterilmiş, resmi de dercedilmiştir. Taşlar görünür gözlere mânende-i gülşen
Abdülgani Senî’nin matbu bir çok kitapları da var Bir ravzada, bir manzarada etse tecessüm
dır. Bunlar, AksiyaH\30$ ), Ashabı tabakatı seb’a (1309), Deryada sevâhikda eğer etse teressüm
Edebiyat (1311), Akıbeti Tevekkül (İbretâmiz bir vak’a Nûrun senin ey levh-i cemâl, ey büt-i nâzan !
1311), transızca iptida ve intiha edatları (1312), Zemin Kimler dayanır cezbene ey hüsn-i fürûzan ?
ve âsümaıı (Kamil Flamaryon’dan tercüme 1312), Hike- Sen bir küçücük dîdede olsan mütemekkin
miyatı şarkiye ve islâmiye (1316), Minhacı hikmeti idare Her hangi dili istesen iğvâ edemezsin !
(1325), Tarihi medeniyet (cilt : 2 1328), Yemen yolunda Sen bir leb-i pür handede meşhûd oluversen :
(Seyahatname. Azimet 1330 avdet 1332), Kimlerde kalır derd ü keder gussa ve şîven ?
(Arapça 1331), Hakayıkı iktisadiye (1331), vuavijıiaiı Etsen acabâ bir peri rûyinde teressüm,
(Arapça), ¿j-*; : Beyrut bombardımanı (1332), Yâhud dehen-i tâzede bir hüsn-i tebessüm,
j \iy.L\ (Arapça 1924) gibi eserlerdir. Hicran mı kalır kalb-i melâletzedelerde ?
Önce şiir yazmakla neşriyat hayatına atılan Abdül İnsan mı kalır kûşe-i mihnetkedelerde ?
gani Senî bilâhare daha ziyade nesirleriyle tanınmış Meftûn-i cemâlin olan erbâb-ı mahabbet
kıymetli bir muharririmizdir. Yerlerde, semâlarda arar câyını elbet,
Lâkin olamaz vuslat-ı dîdârına kadir,
— I _
Zîrâ bulamaz meskenini ol müteşâir.
— Kıtsalar —
Bîhad deyecek mertebe çoksun bu cihanda.
Zâhirde belâ zannedilen vak’a nihâyet
Ammâ seni derdest edemez tâlibin anda.
Bir hayli belâyâya olur sedd-i mümâni’
Âlemde çoğaldıkça senin kıymetin artar,
Ahkâm-ı İlâhiyye olur böylece her dem
Zevk ehli hemen hâmilini cân ile tartar.
Her vak’ada bir hikmet-i pür nükteyi câmi’
Hazineifünun. Sayı 33. Şubat 1309
— II -
- IV —
Kıyâs-ı nefs idüp rencîde kılma kimseyi aslâ
Eğer ister isen ömrü geçirmek bâ huzûr-i tâm — Gazel —
Mücerreb bir meseldir ki cihanda her ne zer’ itsen Meşhûd olunca çeşme nihâl-i terin senin
Muhakkak öyle bir mahsûl alırsın âhır. ı eyyâm Rahşân olur gözümde o ineh peykerin senin
1307 Tenvîr eder hayâlimi, efkârımı benim
Tavrın, edâ-yi cilvegeıin, manzarın senin
— III — Tesrîr eder dimağımı, âmâlimi bütün
— Cemâle hitab — Şîven, cemâl-i sâfterin, leblerin senin
Şeklin hayâlhâne-i fikrimde muntabi’
Bir levh-i bedâyi’ ediyor zihnimi tenvir,
Resmin, o sûretin, o ruh-i enverin senin
Pîşinde durup eylerim eş’ârımı tahrîr
Manzûr olur semâya eğer eylesem nigâh
Ey levh-i münevver! ey eden kalbi cilâsâz!
Çehren, o hâl. i şu’leveıin, gözlerin senin
Ey bülbülü şevkiyle eden lâhneye âgâz!
1309
Cezben ediyor gönlü zelâzil gibi tehzîz,
Hüsnün oluyor dîde-i nâzırda dilâvîz. — V —
Ebvâb-ı melâhat açılır şu’belerinde,
— Zavallı çiçek
Mehtâb-ı letâfet saçılır şivelerinde.
Mihrin sana nisbetle nedir vech-i münîri? Geçende bir küçücük kız elinde görmüştüm :
Bedrin ne uzak dense eğer işte nazîri! Henüz açılmağa, neşr. i abîre yeltenmiş
Bak mâha senin ismin eder kadrini i’lâ, Fakat - zavallı çiçek - haylice didiklenmiş,
İnsan bu bahâneyle eder mâhı temâşâ Lisân-ı hâl ile eylerdi âh ü istimdâd.
Yoksa kamerin kimler eder yâdım tekrâr? Çocuk elinde, o zâlimde var mı isti’dâd
Lâkin anı nâmındır eden gözlere dildâr. Terahhum etmeğe üşkûfenin bu hâletine
Hâlık da senin eyleyerek kadrini tebcil Kim iştirâk edecek nevha i melâletine
Âyetle edip nâmını her kâine tafdîl . Çocuk elinde zebûn-i sitem olan çiçeğin ?
îürk Şairleri
223
—Namık Kemal'in meşhur kasidesi, bugiinki dille.— A h d ü lg an î (Vardarî) — XVIII inci asır şairlerinden
Abdülganî hakkında Salim şu malûmatı veriyor :
Görüp hep sapkın olmuş her düzen durağından
Şeyhzâde Mehmed efendinin mahdûm-i mükerremle-
Çekildik kalkık başla biz (beylik konağından)
ridir ki Bağdâd-ı behişt âbâdda vâki’ olan sefer-i hü-
Usanmaz soydaşlara er kişi yararlıktan
mâyûn-i şevketmakrûn teşrîfâtındân Şeyhülislâm Müftil-
Kırık gönlü yapmaktan, çekinmez o varlıktan
enârn mehâdîm-i kirâmın serbülendi merhûm ve mağfûr
Küçük düştüyse millet, sen sanma değersizdir
Yere düşerse altın kirli sanmak yersizdir [*] «dûde-i O s m ân iy ân ız» yerine
Âb. 224
Yahyâ efendiden mülâzım ve tarîk-ı tedrise âzim olup Abdüİhak Hâmid — Hâmid’e bak.
1063 rebî’inde (N. 1652) Ebû Saîd efendi merhûmdan Abdülhak (Molla) — Mısır’da Tanta’da medfun Şeyh
Pirinççi medresesine âric ve 1064 şabanında (M. 1653) Abdüİhak Sünbatî ahfadından ve «Hacegânı] divanı
nûr-i ayn-ı mehâdîm-i kirâm olan şeyhülislâm-ı âlîmakam hümayun» dan Mehmed Emin Şükûhî efendi’nin oğlu ve
eshiyâmn bülendi merhûm Bahâî efendi’den Lûtfi Beğ Hekimbaşı Hayrullah efendi’nin kızının oğludur.
medresesine hareket-i hâriç eyleyüp 1067 recebinde
(M. 1656) yerlerinde i’tibâr ve sene-i mezkûıe şevvâ-
linde Üsküdar’da vâki’ Valde-i atîk medresesine güzâr
idüp 1068 cümâdilûlâsında (M. 1657) Pirinççi Sinan med
resesine şâyan görilüp sene-i mezkûre şâbanında Merdü-
miyye medresesine menkul ve 1069 şâbânında (M. 1658)
Nişancı medresesine vusûl ve 1070 cümâdilûlâsında
(M. 1659) Fethiyye Sinan Paşasına ve 1072 şevva
linde (M. 1661) Mehmed ağa medresesine ve 1079
(M. 1668) da Ali Pâşâ-yi cedid medresesine kıyâm ile
sürûrların tecdîd 1080 rebîulâhirinde (M.1669) Hazıet-i
Ebî Eyyûb-i Ensârî medrese-i celîlesine ve
1080 zilhiccesinde (M. 1669) medâris-i Süleymâniy-
yeden biri ile tekmîl-i medâris-i tarik eyledikten sonra
1083 rebîulevvelinde (M. 1672) Kudüs-i şerif kazâsıyla
teşrif olunup bir sene zabıtdan sonra ma’zûl ve Kostan-
tınıyye’ye vusûlden sonra dört ay mikdârı zaman mü-
rûrunda 84 şâbânında (M. 1673) Medîne-i münevvere
ju kazâ i şerifiyle bir kat dahi teşrîf
buyurulup 1085 (M. 1674) de ma’zûl ve 86 cümâdilâhire-
sinde (M. 1675)Pazarköyü ve Bursa Yenişehri arpalıkları ile
ikrâm ve 1090 cümâdilâhiresinde Bursa kazâsıyle ihtirâm
olunup 91 (M. 1680) de ma’zûl ve 1092 şevvâlinde
1 rcbiulevvel 1201 (M. 1786) de doğdu. Yeğen Ali
Uzunca ova Hasköyü arpalığı verilüp 1096 cümâdilûlâ- Paşazade Mustafa Hamdi Bey, şu tarihi söylemiştir :
smda Mekke-i miikerreme pâyesiyle Galata kadısı olup
98 muharreminde (M. 1686) ma’zûl ve sene-i mezbûre Semiy-yi Fahr-i âlem mihr-i burc-i kevkeb-i âlem
cümâdilûlâsında Yanbolu kazâsı arpalık olup 99 safe- Şukûh-i mahmedet pîrâ cihanın m a’rifet kârı
Serefrâz-ı gürûh-i ehl-i dâniş zübde-i küttâb
rinde (M. 1687) İstanbul pâyesi olup sene-i mezbûre
Oül-i sad berk-i eş’âr ü maârif bülbül-i zârı
cümâdilûlâsında arpalığı Dimetoka ve Dağ ardı kazâlarına
Aınîk-ı bahr-ı fazl u riişdiine nisbet olur olsa
tebdîl ve 100 saferinde Ayıntab kazâsı bire’sihâ arpalık Zekâ bahsında idrâki Felâtun cüz’-i enhârı
olup sene-i merkume rebîulâhirinde bil-fiil kadi-i İstan Makali levha i hâşiyye-i mecmûa-i irfan
bul olup sene-i merkume zilka’desinde Bolu maa Kere- Netîce şerh-i âdâb-ı selef endâm u etvârı
bene ve Dört divan kazâları arpalığı ile ma’zûl oldu. 1102 Hidîv-i mülket-i şi’r ü maârif zât-ı pâkidir
Sipâh-ı nazm içün tuğralı bir fermandır eş’ârı
şevvâlinde (M. 1690) sâniyen Dimetoka ve Dağ ardı
Eder cevlân her râh-ı ıııeâle cedvel-i rüşdi
kazâları arpalık olup 1107 cümâdilûlâsında (M. 1695)
Zarâfet tab’ına nıerkûz henıçün pây-i pergârı
Rumeli pâyesiyle Sinop kazâsı arpalık olup bu hâl üzre Yine sulb-i sadef âsa’-ı pâkinden cenâb-ı Hak
sebha şümâr-ı eyyâm ve ley âl iken 1108 şâbânında jnâyet kıldı lûtfiyle ana bir dürr-i şehvârı
(M. 1696) intikal buyurdular. Faziletlerinden fazla gâh İlâhî dâim a kıl dâye-i hıfzı ana vâye
eş’âra rağbet buyurduklarından teberrükeh bu mecelle-i O la tevfîk pâdâş ü zekâvet hem kafâdârı
celîleye tastîr ve cümle-i âsârlarından oljtıak üzre bu Tefekkür eyler iken Hamdiyâ tebrik mevlûdun
Bu güne oldı mîzâb-ı zebân-ı hâmeden câri
iki beyit sebt ü tahrîr olundu :
Düşürdüm seb’a-i seyyâre veş pertevli bir târîh
Ateş-i aşk ile sıızân olalı kalbim benim
Âlem-i dünyâya bir kerimeleri geldikte bu târîh-i Bay İbnülemin Mahmud Kemal diyor ki (Sis) :
lâtîfi demişlerdir: «Aileye mahsûs bir mecmuada münderic olan bu tâ
di. rihin altına — Şeyhülislâm-ı esbak Pîrîzâde Sâhib Bey’in
.¿ J jL a ta li (• j v > 0 f J J .!
oğlu İbrahim Bey’in ihtârile — Abdülhak Hâmid Bey
Bibliyografya: sim, şu beyitleri yazmıştır :
Türk Şairleri
Ab.
İki yüz birde gelmiş âleme tam Hıdır İlyas efendi’nin ifâdesine nazaran Abdülhak
Cedd i pâkim cenâb-ı Abdülhak efendi’yi saray hekimliğine memûr etmesi için etibbâ
Bende etmiş onun hayâtı devâm
recâda bulunmuşlarsa da hekim başı Behçet efendi
O na yâhud ben olmuşum m ülhak
“hadâset-i sinni vardır„ diye eski saraya ta’yîn etmişti.
Düşünen der bugün benimle onu
Bir sabî ceddin ihtiyar torunu
Oraya devâm eylemekte iken Keşan’a nefyolunması
üzerine hekim başı Mustalah Said efendi, sarây-ı atik
*
* * hekimi ünvânını Abdülhak efendi’den nez’eylemişti.
Bu o mecmûa ki vasfında bugün
Menfâdan avdette ramazân-ı şerifte bir gün Üskü
Olamaz her ne desek biz zâid
dar’da İskele câmi’inde bulunduğu esnâda berber başı
Sâhibi zât-ı Şükûhî mahlâs
Dedeıııizdir bize ondan vârid
Ali Ağa, mıısahib Abdi Bey’le birlikte câmi’-i mezkûre
Hatt-ı destiyle müzeyyen bu lcitâb vüıûd ve Abdülhak efendi’nin yanına kuûd ederek hâ-
Şimdi ahfâdına olmuş âid tırını sordu. Akşam üstü saraya iftara götürdü. Ertesi
Dileyor rûhuna rahmet Hak’tan gün yeni saraya hekim ta’yîni için irâde istihsâl eyledi.
O ğ lu nu n oğlunun oğlu H ânıid 1243 (M. 1827) te asâkir-i hâssa hekim başılığına
Maçka 1 Şevval 1346, 22 Mart 1928 nasb ile Selânik, 1244 (M. 1828) te Yenişehir mevleviy-
Aynı eserde Şaire aid şu malûmata tesadüf olu yeti ve safer 1245 (M. 1829) te Mekke pâyesi tevcih
nuyor (Stş) : kılındı. Müşârünileyh 'j1 da diyor ki Sultan Mahmud
«1216 (M. 1801) da tarîk-ı tedrise dâhil ve muah- “Abd-i çâkerlerine bizzât hitâb edüp Mekke-i mükerre-
haren saraya tabîb oldu. 3 rebîulâhır 1237 (M. 1821) de me pâyesi ihsân buyurduklarını emrettiler.,,
büyük biraderi ser etibbâ Behçet efendi ile beraber 1248 (M. 1832) de İstanbul pâyesine nâil ve 22 zil
Keşan’a nefyolundu. hicce 1249 (M. 1833) da seretibbâ oldu. 1252(M. 1836)de
Küçük birâderi Hıdır Ilyas efendi “Vakayii letâifi Anadolu pâyesi tevcih ve 18 zilhicce 1252 de seretib-
Enderun,, da hekim başı ve Anadolu Kadıaskeri Behçet
bâlıktan azledildi.
efendi’nin şân ve şöhretini muallel bil-ağrâz olan kimse
Müşârünileyh, hatt-ı destiyle muharrer hasır kaplı
ler çekemeyerek hakkında muhâtaralı mukaddimeler
bir mecmûada diyor ki :
tertîb idüp aklına i’tinâen eıkân-ı devleti terhîb ediyor “. , . Pertev Paşa’nın(l) tabibi, uzun Hâfız efendizâde
deyu âlem-i bâlâya arzeyledikleri sebeb-i nefy ü tağrîb ketebeden Ahmed efendi idi. Cehele-i nâstan tesvîd-i
olup müteaddid çavuş ta’yîni Keşan’a iclâ ve maiyye- tebyiz ederdi. Sûreti ne kadar bed ise de ahlâk.ı ha
tinde sarây-i atîka tabîb olan müderris Abdülhak efendi mide sâhibi, edîb bir âdem idi. Reîsületibbâ iken eczâ
dahi birlikte isrâ olunduğunu söyliyor. anbarına taallukatımızdan olmakla müdîr ta’yîn etmiştim.
Ricâl-iilmiyyeden biricezâ-yi nefye uğrayup Abdülhak Azlimiz îcâb ettikçe Vassaf efendi, mâbeynde mu’teber
efendi’nin yalısının önünden geçirirlerken Abdülhak kâtib olmakla pederininin (2) tabibi olan Ahmed efen
efendi, pencereden bakarak tebessüm eder. O zat, di’yi hekimbaşı etmişti. »
menfâsından : Safer 1255 (M. 1839) de Anadolu kadıaskeri, rebîul-
Niçün bakup güldün bana evvl 1255 de — ikinci defa — seretibbâ, 1 zilhicce
Rencidedir gönlüm sana 1257 (M, 1841) de Rumeli kadıaskeri oldu. Şevval 1261
şarkısını söyleyip gönderir. Bir müddet sonra Abdülhak (M. 1845) de seretibbâlıktan infisâl etti. Safer 1264
efendi, birâderiyle berâber Keşan’a nefyolunur. (M. 1847) de meclis-i maârif riyâsetine, zilkade 1264
Hıdır İlyas efendi; 1238 saferinin 15 inci gecesi (M. 1847) te — üçüncü defa — seretibbâlığa, safer 1265
(M. 1822) sarayda nevbetçi iken Mora’dan zafer haberi (M. 1848) te — ikinci defa — Rumeli kadıaskerliğine
gelmesiyle Sultan Mahmud tarafından bazı zevâta ve nasbedildi. Zilhicce 1265 (M. 1848; te seretibbâlıktan
kendine birer çıkın altun verildikte “Efendimizin in’âm azlolundu. 1269 (M. 1852) da reîsülulemâ ünvânını ihrâz
ve ihsâmna her zaman mazhar düştüğümüzün şükründen eyledi.
âciziz. Ancak ashâb-ı kusûrdan büyük kardaşımız 21 Şaban 1270 (M. 1853) te vefât etti. Sultan Mah
Behçet efendi kulunuzu afv ile kulunuzdan büyük beş mud türbesi hazîresine defnedildi. Sâib efendi’nin söy
dâne gelinlik kızını sevindirmek efendimizin bileceği lediği târih (3) :
şeydir„ demesiyle Sultan Mahmud “Sen altunları al;
ben anları ıtlâk edeceğim,, dedi. îmâm-ı sânî Zeynelâ-
(1) Mülkiye nazırı Pertev Paşa
bidin efendi de O y*ı> diyerek afve teşvik eyledi.
(2) Kayın pederi Pertev Paşa
Bir seneye karîb menfâda kaldıktan sonra safer evâ- (3) Bir noksandır. Ta’miyesi olacak. Birinci mısra’ muharrer
hirinde afv edildiler, Rebîulevvel 1238 (M. 1822) de olm adığı için ta’miyesinin şekli nıa’lûm değildir. Birinci mısra’ «Ehl-i
İstanbul’a avdet ettiler. Abdülhak efendi, saray tabâ- Haktan biri geldi okudu târihin» suretinde olsa ta’miye hakkıyle
betine devâm eyledi, edâ edilm iş olur (Stş) .
15
Türk şairleri
Ab. 226
Sicill-i Osmâni’de Âlim, tıbda mütefennin, edîb, işret tertîb edilir. O sırada Sultan Mahmud, vürûd et
natûk şairdir, ve Tezkire-i Fatin’de « Ashâb ı dirâyet mekle Abdülhak efendi, vükelâyı bağçenin bir köşesin
ve erbâb-ı fehim ve firâsetten olup mezâmîn-i şi’re deki ahıra sokar. Pâdişâhı istikbâl ederek bağçeyi gez
âşinâ ve dekayık-ı maâriH sâirede müşkil küşâ olduğu dirdiği esnâda ahırın kapısını açar, “Vükelânız burada,,
müsellem-i ashâb-ı akl ü zekâdır „ deniliyor. der. Vükelâ mahcûb olurlar. Ertesi gün Molla efendi
Ali Paşa Hüdavendigâr vâliliğinde bulunduğu esnâ- hekimbaşılıktan azlolunur.
da Cevdet Paşa’ya yazdığı 5 ramazan 1270 (M. 1853) Abdülhak Molla—hattiyle muharrer— bir mecmûada
târihli mektubda “ Abdülhak efendi’nin vefâtı filhakika diyor k i :
mûcib i teessür oldu. Merhûmun mizâcı biraz acâib idi. Halil Hamid Paşazâde Âıif Bey, imâm-ı evvel-i şeh-
Fakat eski zurafâdan ve erbâb-ı tabîatten mîr*i kelâm, riyârî Zeynî efendi, Lebib efendi bir gazel söylemişler,
nâdir-ül-misl bir âdem olduğu cihetle yerini boş bı matlâ’ beytini bu fakîre tahmil eylemişlerdi :
raktı „ iî Uî-j , «,-L. ¿c. Hayrullah efendi mîrâsa
Leylâ vii Mecnun vakfıdır geldi ıııüselsel muttasıl
konduğundan pederinin vefâtı acısını unutmuş olmak
Meşrııtadır zencîr-i aşk dîvaneden dîvâneye
gerektir „ diyor.
Âtideki beyit, Abdülhak efendi’nindir. Mühüıüne Bebek’teki yalısının havlısına mevzu’ olduğu halde
hakkettirmiştir : bilâhare Bebekli Saib Bey’in Beykoz çayırındaki köş
Çâresâz ola Hakîm-i mutlak künün bağçesine nakl olunan çeşme sütûnuna Abdül
Bula her derde deva Abdülhak hak Molla’nın hakkettirdiği beyitler :
Eczahânesinin kapısına bu mısra’ı ihtivâ eden bir Ç âr musluktan birinci maksadım
levha asmıştı : Mülk-i Han Abdiilm ecid âbâd ola
Ne ararsan bulunur derde devadan gayri Su içildikçe ikinci çeşmeden
Rûh-i Han Mahmûd A dlî şâd ola
Müşarünileyhin oğlu Hayrullah efendi’nin kerîmezâ-
Buluna derde deva üçüncüde
desi mülga hey’et-i a’yân a’zâsından, esbak adliye nâ
Atş-ı âteşten içen âzâd ola
zın İbrahim Bey’in kütübhânesinde bulunan mecmûa- Lâfz-ı ¿-U oldı târih tastamâm
larda Abdülhak Molla’nın eş’âr-ı müteferrikası münde- Nâm-ı A b dülh ak ta bunda yâd ola »
rictir. Keşan’da meııfiyyen mukîm iken bir meddahın
Aynı eserde Şairin şu şiirleri de kayıdlıdırfSfc.J:
naklettiği hikâyeyi 333 beyit olarak nazmetmiştir.
Târîh-i liva nâmında bir eseri de vardır ki Rus — I —
Gül i sad berke söyle dinlesün sadpâre gûş olsun İlâhîsinin de Dede tarafından Muhayyer makamında bes
«Benimdir nevbet-i feryâd bülbüller hamûş olsun(l)» telendiğini de görüyoruz (Tpk. Bg. K. Mc. No : 402).
Aynı mecmuada Itrî, Neyzen Mehmed Çelebi gibi
— IX -
tanınmış musikişinaslar tarafından da onun bazı parça
Âşıkı olmayan güzel dilber
larına besteler yapılmış olduğu kayıdlıdır.
Hastesi olmayan tabib gibidir
Celvetî tarikati mensuplarından olan Şair, yazdığı
— X — İlâhîlerde vahdet telâkkilerini terennümden daima uzak
j J-t- üj bulunmağa çalışmış ve ekseriyetle zahidane mevzular
¿¡I., c.;> üzerinde kalem yürütmüştür.
Bibliyografya: stş. Onun hemen her şiirinde Allahtan kerem Peygam
A b d ülh a lim M em duh — Memduh’a bak. berden şefaat beklemekte olduğunu görüyoıuz.
A bdiilhay (Celvetî) — XVII nci asrın son nısfında Abdülhay, İmam Busayrî'nin meşhur Kasidei Bür’e’-
şöhret kazanan mutasavvıflardan biridir. Edirne’de doğ sini 160 beyit olarak Türkçeye çevirmiştir (Nr. K. No :
du. Babası meşhur Saçlı İbrahim efendi’dir. Küçük yaş 3733J. Onun bazı eserleri daha olduğunu Bursalı Tahir
ta tahsile heves etmiş ve babasının terbiyesi ile yetiş şu cümlelerle anlatıyor (Osm.) :
miştir. Rumelinde Kazanlık kasabasında Şeyh Alâeddin «Hacı Bayram-ı Velî’nin
zaviyesine şeyh oldu. 1070 recebinde (M. 1659) baba
Çalabım bir şar yaratmış iki cihan arasında
sından inhilâl eden Edirne’de Sultan Selim camii vaiz
liğine tayin olundu. (1097 - 1685) te Kadızade Mahmud matla’lı nutk ı âlîlerine ve hazret-i Hüdâî’nin
efendi mahlûlünden İstanbul’un Kadırga limanındaki
İsteyen yârın hâk ider varın
Mehmed Paşa zaviyesine şeyh tayin edildi. (1099 - 1687)
de Valde camii vaizi oldu. 1103 saferinde (M. 1691) matla’lı İlâhîlerine şerhleri vardır. Sûre-i Fetih tefsirine
Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdaî hanikahına şeyh oldu. dâir aıabî-yül-ibâre s-**- isminde bir
1117 recebinde vefat etti (M. 1705), eseri vardır ki Beşirağa kütübhânesinde mevcuddur.»
(1) Bu m ıs ra 1 V e c dî’n in d ir . Abdülhay’m bazı İlâhîlerini naklediyorum :
Türk Şairleri
228
- IV -
— İlâhîeğlenmez
Gönlüm — meded yâ Rabbi bilmem neyleyem
Ey kerîm ü ey rahîm ü zülcelâl Gönlüme eğlence vir anınla gönlüm eyleyem
Ljj Ut- Gönlümün eğlencesi zevk-ı visâlindir senin
Ey âlîm ü ey Halîm ü Zünnevâl Firkatinle hasretinle nice gönlüm eyleyem
Va’fü annâ Rabbena vağfir lenâ Gice gündüz ağlaram müştâk olub dîdârına
Bulmadım bir yâr-ı sâdık ana derdim söyleyem
Lütfün ile zikrine vir iştigal Dağılur aklım demâdem kalmadı sabra mecâl
Tâ ki kalka ara yerden kîl ü kal Hayrete düşdi gönül ammâ ki bilmem neyleyem
Hâsıl ola kalbe envâr-ı cemâl Şensin ancak maksadım ihsânı çok kadir İlâh
Va’fü annâ Rabbenâ vağfir lenâ Senden özge dahi kime hasbıhâlim söyleyem
Bir delîl ü mürşide muhtaçsın Abdülhay heman
İşimiz sehv ü hatâdır dâimâ Göstere d îdârı Hak’kı ana râzım söyleyem
Afv ü lûtfa mazhar eyle ey Hudâ — V -
Mahv ola dilden keder gele safâ
Yüz sürdüm âlî dergâha
Va’fü annâ Rabbenâ vağfir lenâ
İnâyet eyle sultânım
Feth idüb Abdülhay'e bâb-ı atâ Kesile meylimiz câha
Hâsıl ola kalbine zevk u safâ İnâyet eyle sultânım
Zulmet u kasvet gide gele zıyâ Kulun işi kamu isyan
Va’fü annâ Rabbenâ vağfirlenâ Sana lâyık olan gufran
Umarım lûtf ile ihsan
— II —
İnâyet eyle sultânım
İtdi kalb i müridi nûrânî Kemâl.i re’fete irgör
Kamer-i Tamâm-ı rahmete irgör
Kıldı halk-ı cihâna erzânî Sarâ-yi vahdete irgör
Cevher-i Lâilâheillâllâh
İnâyet eyle sultânım
Sâlikin kalbini küşâde ider
Bu Abdülhay kulun her bâr
Rehber-i Lâilâheillâllâh
Kemâl-i acz ider izhâr
Zâkirin ağzına virür lezzet
Koma anı ola bîmâr
Şeker-i Lâilâheillâllâh
İnâyet eyle sultânım
Nefsin öldürmeğe penâh oldı
_ VI -
Hançer-i Lâilâheillâllâh
Rabbinden olur ihsân
Fethe tâlib olana nusratdır
Ey dil neye mahzunsun
Zafer-i Lâilâheillâllâh
Derdine olur derman
Râh-i Hak’da aceb ticâretdir
Ey dil neye mahzunsun
Sefer-i Lâilâheillâllâh
Ola Abdülhay'e. muîn ü zahîr Hak’tır seni var iden
Leşker-i Lâilâheillâllâh
Bîsabr ü karâr iden
_ III _ Tevhîdine (1) yâr iden
Bizi çün eyledin ihsâna mazhar Ey dil neye mahzunsun
Yine lûtf u kerem senden İlâhî
imâna eren sensin
Visâlindir ibâda îd-i ekber
İrfâna eren sensin
Yine lûtf u kerem senden İlâhî
Dîdârı gören sensin
Ey dil neye mahzunsun
İnâyet sen idersin mü’minîne
Hidâyet sen idersin ehl i dîne Tevhîd ile pür nûr ol
İrişdir kulların hakkulyakîne İrfân ile ma’mûr ol
Yine lûtf u kerem senden İlâhî Dîdâr ile mesrûr ol
Ey dil neye mahzunsun
İdüb sâlikleıe yolların âsan
Visâlinle idersin derde derman Abdiilhay eder âhı
Bu Abdiilhay kuluna eyle ihsan Göz yaşı döker günâhı
Yine lutf u kerem senden İlâhî (1) Tevhîd ile : Başka yazma i
Türk Şairleri
■ Ab.
Bizi fazlınla çünki itdin îcâd Yeğdir rüsülden cümleten Allah zihî ilm ü kerem
Dahi hem eyledin lûtfuna mu’tâd Hayl-i rüsül hep ey püser fazl ı amîminden diler
Lûtfundan ire bir eser yâ feyz ide bir katre nem
Tarîk-ı müştekime eyle irşâd
Meded Allah’ım Allah’ım meded it Tekmîl ol itti sûreti hem ma’ni vü hem sîreti
Andan pes Allah hazreti kıldı habîb-i muhterem
Cemî’.i evliyânın izzetiyçün Lâyıktır ana her şeref medhinde kıl ömrün telef
Husûsâ enbiyânın hürmetiyçün Nisbet kıluısan yok şeref j' ■/“
Habîbin Mustafâ’nın ıif’atiyçün Zîrâ ki fazl-ı Mustafâ tâ Hak’ta bulmuş müntehâ
Meded Allah’ım Allah’ım meded it Hadd ü kenâr olmaz ana kim âdem andan ura dem
Bibliyografya-. S im ., Sfy., Sel., Osm. ve mecmualar.
İrişdir bizi ef’âl ü sıfâta
Hidâyet eyle hem tevhîd-i Zâta A b d ülk ad ir Belhî ( Gulâmı Kadir ) - Son asrın en
Kulun Abdülhay\ iıgör hayâta meşhur mutasavvıflarından olan Abdülkadir, (1255-1839)
Meded Allah’ım Allah’ım meded it yılında Belh’in Kunduz şehri mülhakatından Hankah’ta
- VIII _ doğdu.Babası maruf âlim ve mutasavvıflardan»-'jutr.l-.sahibi
Seyyid Süleyman Hüseynî’dir. Cedleri Buıhaneddin Kı
Cilvegâh-ı sinede devrân ider efkâr ı Hû
lıç ve Şah Hasan’la Şah Hüseyn’in Belh’te hükümdar
Tûr-i dilde zahir olur şu’le-i envâr-ı Hû
lık ettikleri rivayet olunuyor.
Vuslat ı dîdâr-ı cânân eyledikçe ârzû
Şair’in yakın akribasından olan muallim Bay Cafer
Âşıkın sermâyesidir dâimâ tekrâr-ı Hû
verdiği varakada “ Abdülkadir Belhî’nin silsile-i nesebi
Söfi-i sâfi ki vecd ü hâlet ile devr ider
33 üncü batında Hazreti Peygamber’e müntehî olur„
San melekdir arş-ı a’lâdan ider güftâr-ı Hû
diyor.
Hecr ile eyler derûn-i sinede çün ney figan
Mevlevi eyler sitnâ’ı gûş idüb esrâr-ı Hû Bay İbnülemin Mahmûd Kemal ise şunları söyliyor
Cehr ile tevhidine Abdiilhay'ın dahleyleme { Stş. ) :
Hissedâr olan tecellîden ider ızhâr-ı Hû “ Seyyid Abdükadir efendi, sülâle i Sıddîkiyye’den
Özkend hükümdarı Seyyid Burhaneddin Kılıç ahfâdın-
- IX _
dan Şeyh Seyyid Süleyman efendi’nin oğludur. „
Koyub sırrım hevâ-yi mâsivâyı Bay Bakî ise Melâmilik ve Melâmiler adlı eserinde
Bana Mevlâm gerek gayrı gerekmez bu rivayeti şu yolda tenkid etmektedir :
Eğer dünyâ eğer ukbâ serâyı “ İbnülemin Mahmûd Kemal Bf. “ Son asır Türk
Bana Mevlâm gerek gayrı gerekmez Şairleri „ ismindeki esrinin birinci cildinde ( S. 26-27 )
mûmâileyhi sülâle-i Sıddîkiyye’den olmak üzere göste
Kimi tâlib bu halkın kimi matlûb
riyorsa da Abdülkadir efendi ismindeki kita
Kimi râgıb olubdur kimi mergub
bında :
Kimi gafletde kalmış şöyle mahcub
jU-i- -i-- ¿e-' ¿>L» »
Bana Mevlâm gerek gayrı gerekmez « ı.« ^liuULl Jı
İrem bâğiyle dil bulmaz teselli deye neşren kendi âile efrâdını birer birer ta’dâd etti
Demâdem durmaz ister cezb-i küllî ği gibi bir mesnevi ile de şeceresini tesbît eyleyerek
Hudâdan dilerem dâim tecellî Sâdât-ı Hüseyniyye’den olduğunu bildiriyor.
Bana Mevlâm gerek gayrı gerekmez Bu mesneviye nazaran şeceresi şudur :
Abdülkadir — Seyyid Süleyman _ Seyyid İbrahim
Derûnun zikr-i Hakla eyleyüb sâf Hâce Kelân — Seyyid Baba — Seyyid İbrahim — Sey
Olasın tâ ki zât-ı Hak’kı vassâf yid Muhammed Ma’rûf — Seyyid Tursun Bâkî — Sey
Sivâyı terk it Abdüllıay kıl insâf yid Gulâmüddîn — Seyyid Nâsıruddîn — Seyyid Ce-
Bana Mevlâm gerek gayrı gerekmez 1 mâlüddîn — Seyyid Burhanüddiıı Kılıç — Seyyid Ke-
Türk şairleri
Âb.
mâlüddin — Şah Haşan — Şah Hüseyn — Seyyid Mu- 10 yıl bu vazifeyi ifa eden Şeyh Süleyman Hüseynî
hammed — Seyyid Ahmed — Seyyid Abdullah — Sey ( 1294 — 1877 ) de vefat etmiş ve yerine Abdülkadir
yid Abdullahı Mufaddil — Seyyid Ubeydullah — Sey efendi şeyh olmuştur.
yid Tâlib — Seyyid Ahmedi A ’rec — Seyyid Ahmed- Seyyid Süleyman’ın adlı ve « Ehli Beyt »
Seyyid Mûselmüberka’ — İmam Muhammedüttakî — hakkmdaki Hadîsleri cami olan Arapça bir kitabı var*
İmam Aliyyürrıza — İmam Mûselkâzım — İmam Ca’- dır ki ( 1301 — 1883 ) de İstanbul’da tabedilmiştir.
ferüssâdık — İmam Muhammedülbâkır — İmam Ali Şeyh Murad Tekkesinde 47 sene şeyhlik eden A b
Zeynül’âbidîn — İmam Hüseyn — İmam Aliyyibni Ebû dülkadir Belhî, 1341 recebinin yirmi yedinci gecesi
Tâlib --'Muhammed Mustafa. » seksen altı yaşında iken vefat etmiş ( M. 1922 ) ve
mezkûr dergâh haziresinde pederinin yanına defnedil-
miştir.
Bay İbnülemin Mahmud Kemal diyor ki ( Stş. ) :
“ Son zamanlarda üç sene kadar istiğrak hâli zu-
hûr edip söz söylemez oldu. İntikalinden biraz evvel
küçük biraderi Seyyid Burhâneddin efendi’yi celbettir-
di. “ Burhan can „ deye kucaklayıp parmağıyle yol
göründüğünü işaret etti. Efrâd-ı âile ağlamağa başla
yınca “ Allah’a ısmarladık, Hak’ka emanet ettik „
dedi.
Âbid, zâhid, hüsn-i zanna lâyık, fâzıl bir merd-i
ârif idi. »
Bay Cafer verdiği varakada diyor k i :
“ Abdülkadir efendi, pederi gibi meşayih-i Nakşiy-
ye’den olmakla beraber Hamzevî meslekine de sâlik-
tir. İhtisab ağası Hüseyin Bey ve Âdile Sultan’ın kâh
yalıklarından mütekaid Seyyid Bekrürreşad efendiye
intisabla Hamzevî olmuş ve Reşad efendi’nin vefa
tından sonra kutub tanınmıştır. Doğrudan doğruya ve
diğer tarikatlerden, bilhassa mevlevîlerden bir çok
mensûba mâliktir. »
Melâmîlik ve Melâımiler'de de Konyalı muallim Bay
Abdülkadir Belhî
Abdülkadir’in babası Süleyman Hüseynî, memleke- Ârif’ten naklen şöyle bir menkabe kayıdlıdır :
tindeki asayişsizlikten ve halka yapılan zulmun çoklu “ Seyyid Abdülkadir efendi, Konya’da iken rüya
ğundan dolayı ailesi efradı ve üçyüzden fazla müridiy sında Bekir Reşad efendi’yi görmüş. Bekir Reşad efen
le birlikte Belh’i terketmiş; önce İran’a ve bilâhire di, Abdülkadir efendi’ye “ Ma’nen kendisini terbiyeye
Irak yolunu takiben Anadolu’ya geçerek Konya’ya memûr olduğunu, zaman fevtetmeden İstanbul’a gel
vâsıl olmuştur. ( 1272 — 1855 ) yılına tesadüf eden mesini „ söylemiş. Bu rüya, bir kaç gece alettevâli
bu hicrette Abdülkadir, on yedi yaşında bulunuyordu. tekerrür etmekle nihayet, babasına söylemiş. Hattâ
Daha Belh’te iken babasından muntazam bir tahsil göl Konya’dan hicretlerine de bu rüya sebeb olmuş. Bur
müş, Arapça ile Acemcede de vukuf sahibi olmuştur. sa’ya geldikleri vakit Bekir Reşad efendi tekrar gö*
Konya’da iken Şeyhi ekber Muhyeddini Arabi’nin bazı rünmekle beraber Abdülâziz de Süleyman efendi’yi
eserlerini istinsah ile meşgul oldu. İstanbul’a davet etmiş. Bu
Prof. Bay Şerefeddin’in rivayetine göre, Şeyh Süley suretle İstanbul’a gelen Ab.
man da Şeyhi ekber’in elyazısıyle mevcud olan Fütuhatı dülkadir efendi babasıyle
Mekkiye’sini okumuş ve kapağına bu eseri okuduğuna beraber evini bilmedikleri
dair bir kayıd koymuştur. Bekir efendi’yi bulmak için
Şeyh Süleyman, Konya’dan Bursa’ya ve Abdülâziz yola düşmüşler. Abdülka
Hân’ın davetiyle de oradan İstanbul’a gelmiştir. İcar dir efendi, “Ben efendimi
bedeli Padişah tarafından verilmek üzere Sülüklü’de bulurum,, deyip kalbî ma-
bir konağa misafir edilmişler, bir müddet sonra Üskü habbetini rehber ittihaz ede
dar’a geçip bir kaç yıl da orada oturmuşlardır. rek Fatih’e doğru yürüme
( 1284 — 1867 ) de Eyip Nişancısı’ ndaki Şeyh ğe başlamış; babası da ken
Murad Tekkesi, Feyzullah efendi’nin vefatiyle inhilâl disine refakat etmiş, Nihayet
etmiş ve meşihati Süleyman efendi’ye tevcih edilmiştir. Bekriiıreşâd
Türk Şairleri
231 Ab,
Bekir efendi’nin konağının kapusuna gelince ma’- II — A-'1 : Farsça yazılmış 6876 beyitli bir mes-
nevî bir cezbe ile Abdülkadir efendi kapuya teveccüh nevîdir. “Mefâîlün mefâîlün faûlün,, veznindedir. Şöyle
etmekle beraber kapu da hemen açılmış ve Bekir efen başlar :
di baba, oğlu kadîm iki âşinâ gibi karşılayıp rüyayı ı—*«» t ^ ^ O^ ^J.
tahkîk ve o gün Seyyid Abdülkadir efendinin kalbine
bakıp kendisini vahdet neşesiyle seımest eylemiş..
'-Vv -X-İ
Abdülkadir efendi vefatına kadar Hamzeviyye rica
liyle sohbet etmekle beraber rehberlik hizmetiyle bir j u {\
c j>\ <r
çok kimseleri de Hamzevîliğe idhâl eylemiştir. » 0—1 (j"'
İbrahim Baba adında bir zatın müridi olan Bekrür-
reşâd ile şeyhi için aynı esere bakınız (S. 179) . a .i j\ jjlâ ,
¿>upij (j*j
j
b l) ^
ı>.j *A-
i <_rO-*£J £*** ^
Eserin nihayetindeki ,
'»x>- j 1 \ı_j 1
e\s~ -'•~£ jl J.A
J3^\
c -X-İ U_.i»2 ^ û*J
W?1S ojh-SJ'
j-4?"
Abdülkadir'in el yazısı j^’l cjIjLs ¿jşr
Abdülkadir Belhî, son asrın en çok şöhret kazanan
1325 te tabedilen bu eseri Selânik valisi şair Nâzım
âlim mutasavvıflarından biridir. Vücude getirdiği eserler
Paşa nazmen aynı vezinde Türkçeye çevirmiştir.
de tamâmiyle mutasavvıfanedir. Mevlâna’dan sonra,
onun kadar manzume yazan mutasavvıfa hemen hemen Ey viicûd ı pâki cân içre nihan
bir bediî gaye gözetmeyen ve yalnız varidatını tesbit Leyli Mecnun dil beyâban gerd olan
etmek isteyen Abdülkadir Belhî’yi bir san’atkâr olarak Âlem-i ışkdan olubdur bâ haber
değil, bir sofî olarak tedkik etmek icab eder. Milk-i dil şehrinde ol kim şâhdur
Abdülkadir Belhî’nin Alevîlik neş’esiyle yazılan Cân-ı cânandın anğa irmiş nazar
bazı şiirlerine Fazlullah Rahimî’nin Gülzaıı hakikat Mekteb-i dilden okuğan ârifin
adlı matbu eserinde de tesadüf ediyoruz. Cümle âlem gözinadur yek nazar
Bazı manzumelerini örnek olarak alıyorum : Halk-ı âlem buldı şeydâ ışkığa
Buldı rûşen ışkdın şems ü kamer
—
HızrNveş
iyazi’ye nazîre —
âb-ı hayâtı nûş iden
Arif-i billâh olanlar aşka eyler iktidâ Tâ kıyâmet zindelikte müstakar
Muktedâsı aşk olanlar oldı hakka intihâ Tüşse canğa âteş-i ışk-ı Hudâ
Ârif-i Hak olsa âdem aşk anın yâridir Kalbi amnğ Tür olur şâm ü seher
Aşk eğer hemrâh olursa olur ana rehnümâ Hâl ü hatdan okuğan esrârını
Aşk-ı Hak’tan gayrisi uşşâka olmadı kabûl Âlem-i câna kılur her dem sefer
Aşk-ı Hak’tan gayrisi uşşâka oldı mâsivâ Kadir-i Hikmet'ga Hak buldı iyân
Aşk-ı vech-i yârdan gayrisidir dilde keder Kalmadı âlemga hestîden eser
Hâne i dilden süpür ger olsa dilde mâsivâ
_ IV _
Vech-i gayr-i yâre kim âşıklar etmez iltifât
Âlem-i cân içre bulgan mahzen-i esrârdır
İltifât eylerse her kim bulamaz zerre safâ
Cânıdın geçgân kişi cânânı birle yârdır
Yârdan bîbehre olmuşlar bilin dîvânedir
Kûy-i yârıga ikamet eylegân uşşâkını
Her kim ol dîvâne oldı akl ana etmez vefâ
Rûz i mahşerde şefî’i Ahmed i Muhtâr’dır
Cevr-i aşka sabr edenler ârif-i dânâ olur
Sâki-i Kevser elinden hamr i vahdet nûş iden
Arif-i dânâ olana cevreder râh-i Hudâ
Feyz-i Hak’dan neş’eyâb olmuş o beıhodârdır
Aşk bir nâr-ı şererdir mâsivâyı harkeder
Bâğ-ı gülzâr-ı ıühinde ârif-i sâbit kadem
Mâsivâ her ne olursa harkedüp eyler hebâ
Bir Hudâ’dın başkası gözine anınğ hârdır
Kadir-i Belhî Hudâ’nın aşkıdan olma cüdâ
Bir Hudâ’dın gayrısınğa ârif itmez iltifât
Aşk ı Hak olsa dilinde sana Hak’tandır atâ
Ol sebebdin ârif-i Hak bende-i derbârdır
— II — Kadir-i Hiknıet Hudâ’nınğ bende-i ednâsıdır
Avâlim cümlesidir zıll-ı esmâ Ol hudâvend-i cihanga mahzen-i esrârdır
Ki zâhir oldı esmâdan müsemmâ
— V -
Sıfâtından zuhûra geldi ekvân
Râh-ı Hak’ka kim girürse dilde ol sultân olur
Bulardan oldı zâhir sıır-ı esmâ
Hak yolıdan çıkgân âdemler bilinğ şeytân olur
Müsemmâsına mazhar oldı âdem
Neş’eyâb-ı câm-ı vahdet bulmağan âdem değil
Bu âdem oldı câmi’ cümle esmâ
Cür’a-i câm-ı mahabbetden içen inşân olur
Bu mazhar oldı vech-i Zât’a mir’ât
Feyz-i Hak’dan kat be kat siyrâb bulsa âdemî
Bu mir’attan ki Zât oldı hüveydâ
Gözleri dîdârına aklı anınğ hayrân olur
Ki âdem mazhar-ı Zât-ı Hudâ’dır
Vech-i Bâkî cilveger bulsa gözine tâ ebed
Ki kadrini anın Hak kıldı i’lâ
Bî haber bulub özidin mest ile sekrân olur
Merâtib âdeme buldı nihayet \jj/ ^ f i i .1 âyetin okur müdâm
Nihâyetten bidâyet oldı peydâ
Feyz-i Hak’dan şâd bulub mazhar-ı Rahmân olur
Bidâyetle nihâyet ortasında
Âlem-i insâniyetde her kim eylerse karâr
Tamâm-ı halk-ı âlemdir serâpâ
Katrası ummân bulub ol bahr-ı bî pâyân olur
Bidâyette nihâyet oldı mahfî
Kadir-i Hikmet hakîkat bahrığa gavvâs olub
Bu mahfîde bidâyet oldı ahfâ
Mâlik oldı gevhere ol ilm ana hayrân olur
- III —
_ VI -
Kim iderse kûy-i cânandan güzer Özindin bâ haber bulgan kişi insân-ı dânâdür
Ârif-i hakkanidür sâhib nazar Ki dânâ bulgan insanlar ki anlar merd-i ma’nâdür
Ebcedi okursa hatt-ı yârdan Hudâ’dın başka bilme cümlesi anınğ zuhûridür
İşbu âlem içredür ol muhtasar Tamâmî cümle i âlem heme a’lâ vü ednâdür
Sırr-ı Hak’kı her kime fâş eyleme Görinen cümle-i ekvân zuhûrât-ı İlâhîdür
Câhil ü nâdândan eyle hazer Merâtibden özini eylegân izhâr Mevlâ’dür
sırrını her kim bilmese Mezâhir oldı bu ekvan anınğ ismi irür mahlûk
Âlem-i hayvâni anğadur makar Mezâhiıden olan zâhir bilinğ ol Rabb-i a’lâdür
Türk Şairleri
Ab
İkisi oldı Hak’dan cem’ anınğ çün sırr-ı kübrâdür j-^ ls 0 I3 ¿jl». (^1 w - - ' 1-jjla.i j_j
c-y ;i J.j.4a ¿ t ,1u (1296 - 1878) yılında doğdu. İlk tahsilini bitirdikten sonra
U;i s Lj J j\ medreseye girmiş, Sıvaslı Ali Kemalî efendi’den oku
muştur. Müderris olduğu yıl kendisini tanıyan eski ev
w-1¿Lc y 3' ¡l\
o
l U l-.ij le>-
kaf nazırı ve şeyhülislâm Hayri efendi yüz kuruş aylık
Ua.» (5İ İJ
bağlamıştır. Medresede okurken Konya Darülmuallimi-
y j\ nini birincilikle bitirmiştir. (1327 - 1911) yılında bir im
tihanda birinciliği kazanarak Konya idadisine Türkçe
- VIII - ve «Malûmatı ahlâkiye», sonra sultanî, lise, orta mual
ijU «.? _sX; / lim, Kız muallim mekteplerine sıra ile hoca olmuştur.
1jSI 4.2- ;,l (1332 -1916) yılında Türk ve İslâm eserleri müzesine
;\ jJi JA-İ ,_J J*J j l
yar direktör tayin olunmuş, epey zamandan beri de
İJ.-0 «A.İJ <3il* J-> slîj' *T J i ¿ j ! jl
direktörlük vekâletini ifa edegelmekte bulunmuştur.
I
l'Mjl c.Jıf' c—' ¿¿o
¿ jj j'
l-ui *4*" ¿-“İS j'
j\S'c ^ c-l ı> Ui- 45" ¿5«-^-
[¿>-\zaZ C^-i ( j'
^«A
>- \
y>~s\ ^
j' e-3/'
ijco jT ¿far' ¿.J ,j'İ3 ^r" Jjf'
Zy ;.l .jls ^1;
lÂa-l O' j A _;AlI»
— IX -
-?=“ ti. y j' ^ (¿'
j Ji ^ Q Ij
Büyük Ata Türk Türkiyeyi kurtarmak için Anado İttiler teşrifine benden recâ târihini
lu’ya geçtiği zaman Abdiilkadir de Bekir ağa bölüğün ¿ı ^ «ii’Vy dedim bilirticâl
den kurtulup Konya’daki hocalık vazifesine dönmüştür. —1341—
Meşrutiyetin ilânından sonra Türklük etrafında araş _ VII _
tırmalar yaparak Babalık, Türk sözii gazetelerinde yazı
— Kâzım H iisnü’nün ölüm ü için —
lar yazmaya başlamıştır, Babalık’ta intişar eden Konya'
Hüsn-i hâliyle bilirdim ben onu
da mevcud müessesatı İslâmiye silsilesi büyük bir rağbet
Başka şeyler söyliyordu gerçi il
görmüş Ve her sınıf tarafından seve seve okunmuştur.
İşte teyîd etti târihim bunu
Abdülkadir Erdoğan daha ziyade Tarihî tedkikleriyle
j_. ^ rtr tfjiji ju.
tanınmış olmakla beraber, bir hayli manzumeler de vü-
— 1934 —
cude getirmiştir. Onun bilhassa tarih kıt’aları ehemmi
Abdülkerim Hâdi — Hâdi’ye bak.
yetli bir yekûn tutacak kadar çoktur.
Abdülkerim (Mutasavvıf) — Kerim’e bak.
— Târihler —
Abdülkerim (Mutasavvıf) — İştibî’ye bak.
- I _ Abdülkerim Sabit — Sabit’e bak.
Abdülmecîdi Sivasî (Mutasavvıf) — Şeyhî’ye bak.
— G alip Paşa’nın valiliğine —
Abdülmecid (Şeyh Nasuhzade Mutasavvıf) — Mecî-
Müjdeler Konya’ya Galip Paşa vâlî oldu dî’ye bak.
Abdülvâsiî (Çelebi) — XVI ncı asır şairlerinden
Galibiyyetle bekâm olduğumuz bir günde [1]
Abdülvasiî hakkında Se/ıî şu malûmatı veriyor:
Dediler söyle bu tevcihe güzel bir târîh
Abdülvâsiî Çelebi Dimetokalıdır. Aşere-i muhbise-
dendir. Merhum Sultan Bâyezid ol tâifeye hışm ittikte
— 1337 —
her biri perakende olub terk-i diyâr idüb gaybet itmişti.
_ II — Ol zamanda bu dahi diyâr-ı Acem’e çıkub niçe zaman
— Dam ad Ferid’in ölümit için — şuğl idüb kesb-i fezâil kılub ba’dehu Rûm’a geldikte
rağbet ile müderris olub âhır pâdişâh-ı sâhibkırân za-
Kendisinde yok idi kayd-ı vatan mânında kadıasker oldu. Kâmil ve fâzıl kişidir. Hâliyâ
Onu sıhrıyyeti etmişti vezîr cümle menâsıbı terkeyleyüb Kâ’bej ^i'Uv^ câni-
Gitti ol şahs-ı belâhet aradan bine gitti. Anda mücâvir olub kalmak murâd idindi.
Oldu târihi de Hoş tab’, nâzük âdemdir. Bu matlâ’ anın zâde-i tab’ın-
— 1339 —
dan sâdır olan eş’ârdandır :
_ III — Çeşmin bakalıdan bana hışm ile bakışlar
Nihâyetsiz fedâkârlıkla millet işte kurtuldu Ceyhûn u Furât’â gözüm öğretti akışlar
Sicil’de ise Şair hakkında şu malûmat kayıdlıdır :
Ümidsizken necattan bir hayât ü efyz.i nev buldu
“Abdülvâsi’ Vâsiî efendi ümerâdan Hayreddin Hızır
Bu ulvî îde fursat bence her kes kesse bir kurban
Beğ sulbünden Dimetoka’da tevellüd eyledi. Müderris
Ki r=- pek şanlı bir c1* oldu
Bursa mollası oldu. 927 (M. 1520) de İstanbul kadısı ve
-1341- — 1339—
iki gün sonra Anadolu kadıaskeri ve o sene Rumeli
- IV - kadıaskeri oldu. 929 (M. 1522) da ma’zûl ve mütekaid
Aldı ilhâm-ı inâyet etti Hak’ka istinâd oldu. Hacca gidüp mücâvir oldu. 944 (M. 1537) de fevt
Düşmanı tenkîl ü kahra âzim oldu ordumuz oldu. İstanbul ve bilâd-ı Acem’de tahsîl etmiş fuzalâdan
Sürdü a’dâyı çıkardı verdi târihe şeref şâir idi. Mâlini tesadduk ve kitaplarını vakf idüp bir
mektep ve bir medrese ve Bursa’da bir mektep yaptı.,,
— 1341 — Bibliyografya : Sh.,Scl.
- V _ Abdülvehhab (Vehhabı Ümmî) — XVI ncı asır
mutasavvıflarından olan Abdülvehhab’ın hayatına aid
Akla hayretler veren hârık hücûmiyle yine
malûmata tesadüf edemedim. Yalnız Elmalı’da doğmuş
Pek büyük bir safha-i târîh açıldı Türklere
olan bu zatın (910 —1504) te vefat eden meşhur Yiğit
Kayd ile târihini fahr etmemek kabil midir
4l>- ^ilkJl t başı Ahmed halifelerinden olduğunu ve mutasavvıf şair
Eroğlu’nun şeyhi bulunduğunu biliyoruz (Osm. C. 1 ,
_ 1341 _
S. 26) . Netekim Şair de aruz vezniyle yazdığı şiirlerin
- VI - birinde :
Milletin hengâm-ı ikbâl ü kemâlinde bu sâl Pirim Ahmed delîlim Hû ne gam zikrim hidâyettir
Geldi yümn ü mes’adetle vâli-i vâlâ hisâl diyor. Diğer bir İlâhisinde de şeyhini mevzubahsetmek-
[1] İnönü zaferi. tedir ( Şiir. No. VI ).
Türk Şairleri
235 _______________________________________ _________ _ ___ ,
Anın içün direm sana ve şeb ü ıûz tatyîb-i hâtır-ı âtırlanna bezl-i kudret
Işk kavile sığmaz imiş etmekle ol pîr-i rûşenzamîrin mazhar-ı hayr-ı duâları
Bu tevhidin ma’nâsını
olup serfirâz ve 1122 şevvalinde ( M. 1710 ) imâm-ı
Ehl-i tevhîd olan bilür
sâni-i halîfe-i enâm olmağla mümtâz olup Bursa Yeni-
Gücün özüme kul iken
Işk kavile sığmaz imiş şehri arpalığı ile ihtiıâm ve 1123 Zilkadesinde (M.1711)
Bir elifin sırrı sende ibtidâ hâriç elli ile Terceman Yunus medresesiyle ik-
Pinhandürür görmez misin râm olunup 124 şevvalinde ( M. 1712 ) ibtidâ dâhil ile
Muhammedi'm hakkı içün Timur kapuda Ahmed Paşa medresesine vâsıl ve 1125
Işk kavile sığmaz imiş
şevvâlinde Hace Hayreddin medresesine hareket-i dâ
Arif isen bir söz yeter
hil ve 1127 muharreminde ( M. 1715 ) yerlerinde mû-
Çok söylemek baş ağrıdur
Vâhib Ümmî yeter bu söz sıle-i sahın-ı i’tibârî ve sene-i mezkûre şevvâlinde me-
Işk kavile sığmaz imiş dâris-i sahn-i semândan birine güzer eyleyüp 1128 re
— VII - cebinde ibtidâ altmışlı ile Şeyhülislâm Yahyâ efendi
Kâfirin fethi hakında münzel oldı Zülfekar medresesine kıyâm ve 1129 rebîulevvelinde yerlerinde
Hayder’in elinden âhır yerde kesmez Zülfekar altmışlı hareketiyle ihtirâm olunup sene-i mezbûre ıa
Bin kişi çekmez kınından taşra çıkmaz Zülfekar mazanında hareket-i misliyye ile Ali Pâşâ-yi]cedîd med
resesine kıyâm buyurup sene-i merkume zilkadesinde
Bunların nûrı heman Cebbâr-ı âlem nûrıdur şehzâde-i cevanbaht devletlu saâdetlu Sultan Süleyman
Cümle mürsel tâcıdur hem anların serdârıdur Hân hazretlerine muallim ta’yîn buyurulup imâm-ı ev
Anlarun bakdukları bir Tanrı’nın dîzârıdur vel oldukta Afyon Karahisârı ve Servi kazâiarı arpa
Lâfetâ illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfekar lıklarına zamîme olundu. 1130 rebîulâhırında (M. 1717)
Hem velâyet hem kerem vechinde pinhandur bunun mûsıla-i Süleymâniyye ile Ayasofya-i Kebîre medrese
Dört kitâbın ma’nisi nutkunda beyandur bunun sine menkul ve 1131 rebîulevvelinde âhır-ı rüteb-i ta-
Her ne işler Hak içün işler işi iyandur bunun rîk-ı medâris olan Dâr-ül-hadîs medresesine vusûl bulup
Lâfetâ illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfekar 1132 rebîulevvelinde (M. 1719) evvel-i merâtib-i mevâli-i
Dinle hikmetden cevâbı rûhunı şâz eylesün kirâm olan menâsıb'i mahrecden Yenişehr-i fenâr mev-
Gayriyi gel taşra ko imdi sözün az eylesün leviyyetiyle çerâğ efrûhte buyurulup ihtirâm olundular.
Evliyânun hürmetine cân ile nâz eylesün Sene-i merkume zilka’desinde vâki’ sûr i hümâyûnda
Lâfetâ illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfekar Mekke-i mükerreme payesiyle ikrâm olundular. Hakka
Teslim ettin kendini çık sen aradan Vâhibî ki zât-ı fâik-ul-akranları her veçhile ikrâma şâyân fâzıl
Bu velâyet sırrınun Hay der-i Kerrar sâhibi ve afîf bir vücûd-i şerif olup enfâs-ı tayyibeleri rûhbah-
Cümleden bu zümrenün tevhîd-i Zâtdur şahidi ş-ı dil ü can ve güftâr-ı nâzük edâları kand-i nebât-ı
Lâfetâ illâ Ali lâseyfe illâ Zülfekar (1) Mısr-ı belâgat ve irfân vücûdı nâyâb tab’ı çâlâk-ı müs-
A b dürrah im Rum i ( Merzifonlu ) — Rûmî’ye bak. tetâb zekâ-yi mücessem bir zât-ı muhterem olup cüm.
A b d ürrah m a n A b di — Manî’ye bak. le-i fezâilinden mâadâ Arabî Tüıkî Fârisî meıâm üzre
A b dürrah m an ( İstanbullu ) — XVIII nci asır şa güftâra kadir bir mecmûa-tül-meâsirdir. Bu güftâr-ı
irlerinden olan Abdürrahman hakkında Salim şu malû sihr âsâr ol mahdûm-i fezâil mersûmun sâde-i tab’ ı â-
matı veriyor:
lîmikdârlarındandır :
“ Pâdişâh-ı heft kişver mâlik-i memâlik-i bahr ü
I
ber melik-i âdil şehenşâh-ı kerem mütevâsıl halîfe-i
— _
— Oazel —
enâm pâdişâh-ı İslâm salâtîn-i güzînin serfirâzı vemüm-
Olup âzürde hâtır güllerin çîn-i cebininden
tâzı essultan ibn-is-sultân Ahmed Hân-ı sâlis-i gâzî hal-
Geçilmez bülbülün şimdi figan-ı âteşîninden
ledallâhu eyyâme devletehu ve ebbede a’vâne salta-
Görüp ruhsâr-ı âlin geıden-i sîmîn-i berrâkın
natihi hazretlerinin imâm-ı evvel-i fezâilmendi mahdû-
Bahâr-ı âlemin geçtik gülünden yâsemîninden
m*i âlîkadr Abdürrahman efendidir ki pışüvâ-yi sufûf-i
O şûhun şâne veş tîg-ı gamiyle çâk çâk ammâ
hünermendân ve andelîb-i dilsûz elhân-ı gülistân-ı
Çekilmez dest-i dil sevdâ-yi zülf-i anberîninden
fazl u irfandır. Zât-ı bîmânend ve bîakrânı şehr*i Kos-
O rütbe mürtefi’ bünyâddır kasr-ı tevâzu’ kim
tantınıyye’de Şehzâde câmi’-i şerifi kurbinden nümâ-
Riyâz-ı cennete nezzâre mümkindir zemininden
yân olup vâlid-i mâcid-i kesîr-ül-mehâmidleri Şehzâde
— II _
câmi’-i şerifinde imâm ve Ebulfeth Sultan Mehemmed
Nerkis-i mahmûrun açmaz şîve-i mestâneden
Hân câmi’-i şerifinde hatîb olup sulâhâ-yi ümmetten
bir vücûd-i âlîkadr-i lebîb ve eıîb idi. Mütercem-i mez Bilmem ol âfet ne görmüştür dil-i dîvâneden
kûr hazretleri dahi dâimâ rızâ-yi şerifleri üzre hareket Şîvekârım şekvesin hasret keşânm dinlemez
(1) Bu şiirin baş parçaları a lın d ı, Bî haberdir mest olanlar lezzet-i efsâneden
Türk Şairleri
Ab. 240
A b dürrah im ( Kadiri ) _ XIX uncu asır şairle kahren ayrıldıklarından ileri gelse gerektir. Şair
rinden olan Abdürrahim hakkında Bursalı Tahir şu jU.Vtîjrf j nâm eserini İstanbul’un fethinde yazıyor.
malûmatı veriyor ( Osm. ) ; Vahdetname’yi her halde Afyon’a gelince başlayor..
Meşâyih i Kadiriyye ulemâsından bir zât olup Iv- Şair Afyon’a döndüğü vakit 40 yaşlarından fazla oldu
ranyalıdır. Muahharen Üsküb’e hicret ve 1282 (M. 1865) ğu tahmin edilebilir.
târihinde dâr-ı bekaya rihlet eyledi. Üsküp’te Dükkân- Afyon’da Şair’in muhtelif zevceleri var. Ve pek çok
cık dergâhında medfundur. Âsârı : “ Manzûme-i akaid servete mâlik. Vakfiyeye göre o zaman hemen Afyon’un
ve şerhi, manzum kavaid-i nahviyye, manzum tecvid, en zengin ailesi olduğu anlaşılıyor. Afyon’da Niyaz ad
Sebha-i Sıbyan tarzında lûgat-ı arabiyye manzûmesi, lı bir kızı oluyor. Ve bu kızı sonra kendine mürid olan
manzum Türkî ve Farisî terceme-i Kaside-i Bür’e „ dir Kasım Paşa namında bir zatın Sofi Çelebi adlı oğluna
ki son eseri matbû’dur. Ebyâtından : veriyor Kendi de Abdürrahim efendi camii adıyla bir
cami yaptırıyor. Bütün mallarını bu camiye vakfediyor;
Serâser nutka mazhar düşti âlemde kamu eşyâ
Zebân-ı kal ü hâl ile H uda’nın ham dini gûyâ
Mütevelli olarak ta kızını tayin ediyor. Kızının Ahmed
Çelebi adlı bir çocuğu oluyor.
1244 ( M. 1828 ) de İvranya’da vefat eden pederi Şair, tam manasıyle âlim ve fâzıl bir zat olduğun
Şeyh Ali efendinin de arabiyyülibâre “ Risâletürrûh „ dan zamanında Afyon’un başta gezen mukaddes bir
isminde bir eseri vardır. kitabı gibidir. Her şeyde bilgisi olduğundan halkı ken-
Bibliyografya : Osm. dişine cezbediyor.
Şair Afyon’da Gedik Ahmed Paşa medresesinde de
A b dürrah im ( Kaıahisarlı ) — XV nci asrın meş
müderris deye halk arasında söyleniyor.
hur mutasavvıflarından olan Abdülrrahim Afyonkarahi-
Şehid Mahmud Paşa’yı çok seviyor ve Vahdetname’
sarlıdır. Bizzat Şair de Vahdetname’sinde ,
sini ona ithaf ediyor.
O ld ı gerçi m evlidim Karahisâr Şair Kasım Paşa camii ittisalinde bir türbe derunun-
Y üzüm ak it kılma beni şermsâr
da damadı Sofî Çelebi ile yan yana yatıyor.
diyor . Şair sağlığında 109 aded kitabını vakfediyor. Bun
Muallim Edip Âli Gökpınar, Abdürrahim hakkındaki lar arasında Şeyhi Ekbeı’in ve İbni Sina’nın bir çok
tedkikinda hulasaten şunları söyliyor : kitapları vardır. „
“ Mısırlı oğlu Abdürrahim Afyon’un eski bir ailesi Abdürrahim’in en mühim eseri Vahdetname’dir. Â-
ne mensuptur. Babası da âlim ve fâzıl bir zat olduğu şık Paşa’nın Garibname’si tarzında ahlâkî ve tasavvufî
muhakkaktır. Mevlâna Alâeddin’in oğludur. En son elde mahiyette yazılan bu mesnevi “Fâilâtün fâilâtün fâilün,,
ettiğim bir vakfiyeye göre 700 hicri tarihinden az son vezninde tertîb edilmiştir. 3030 beyitten ibaret olan
ra Afyon’da Mısrî deye bir âile vardır. Şairin yine Vahdetname’nin bir nüshası Üniversite kütüphanesinde-
âlim ve müderris bir kaıdeşi Muslihiddin nâmiyle yaşa dir ( Yıldız. Tasavvuf No„ 253).
mış ve çok zengin olan bu adamın serveti tamamen Dinle zât-ı pâki cân-ı pâkden
K-âdemi peydâ kılubdur hâleden
Abdürrahim’e kalmıştır.
H am d ider ol zâte cânı pâk olan
Abdürrahim her halde zengin bir aile içinde doğ
Kim hilâfet buldı andan hâk olan
muştur. ve zamanına göre iyi bir tahsil gördüğü de
muhakkaktır. Abdürrahim VIII inci asr-ı hicrinin ( M. beyitleriyle başlayan bu eserin (865 • 1460) te yazıldığını
XIV ) başlarında doğmuş ve 888 ( M. 1483) senesinde şu beyitlerle anlamaktayız:
vakfiyesini yazdırmış ve biraz sonra da vefat etmiş ve Ç ün mııîn oldı vü yâri kıldı Rab
tahminen 80 yaşından aşağı ölmemiştir, Âhır oldı bu mübârek nâme heb
Hicret idelden o Sultân-ı harem
Abdürrahim’in ilk hayatına aid elde hiç vesika yok
Mefhar-i kevneyn me’miil-i ümem
tur.
Bil sekiz yüz dahi altmış beş idi
Abdürrahim ilk defa hem manevî, hem maddî he Hem şa’deyn birbiriyle eş idi
kimlikle meşgul olan Ak Şemseddin’i bulup onaintisab Bıırc-i Cevzâ’daydı cirm-i âftâb
ediyor ve onunla beraber dolaşıyor. Bir aralık sadrıa- Mâh-ı mîrîne Hamel olmuş rikâb
zam Halil Paşa’nın ve İkinci Murad’ın zamanında Edir Nısf-ı şa’bânidi vü fasl-ı bahâr
Mergzâr içinde idi mürgzâr
ne’de görünüyorlar. Sonra İstanbul’un fethinde Ak
İrdi bu ferhunde defter âhire
Şemseddin’in yanındadır. Bir kaç sene sonra Ak Şem-
Ber işârât ü rümûz-i fâhire
seddin’in Fatih’e küsüp İstanbul’dan ayrıldığı vakit şair Niçe söz ehli güher rîz oldılar
de oradan uzaklaşmış bulunuyor ve Afyon’a dönüyor. Nesr ü nazm ile dilâvîz oldılar
Şairin Fatih tarafından buraya nefyedildiği halk ağzın- Düşmedi bu resme bir Türkî kitâb
dadır. Fakat, bu Ak Şemseddin ile beraber padişah’a Hak budur vallâhii a’lem bis-savâb
16
Türk Şairler*!
242 Âb.
kemâli müstebân olur „ diyor ( Osm. ) . Gül yüzün şevkında cân olsa hezâr elden çıkar
Vahdetname’den bir parçayı örnek olarak alıyorum: Sünbülün devrinde diller bîkarâr elden çıkar
— Valıdeiname’deıı — Mest olub nerkis sıfat ey gönce leb çek câm-ı Cem
-- hikâye — Çün geçer gül mevsimi fasl-ı bahâr elden çıkar
Kıldı bir sâhib dil ahvâlin beyân Serv kaddile kenâr-ı âbı seyr it bâğa gel
Kendü hâlidür yakîn itme güman Kim safâ-yi sebze lûtf-i cûybâr elden çıkar
Didi maİûm ni’metüm bisyâr idi Her seher gülşende gûş it niçe hoş elhânile
Sim ü zer çoğidi bî mikdâr idi Mürgzâr olduğı bu kim gül’izâr elden çıkar
Dâimâ her yana kıiurdum sefer Pür gam ü mahzun benefşe yandı bağrı lâlenin
Getürürdüm her metâ’ı mu’teber Âh kim eyyâm-ı sohbet vasl-ı yâr elden çıkar
Girü bir gün kârbânidi azîm Gevher-i ömrün deminde lâ’l-i zerrin kıl nisâr
Uğraduk bir vâdiye pür havf u bîm Key sakın bir gün bu dürr-i şâhvâr elden çıkar
Gördük andan bir kişi yatur zaîf Ömr şehrin kıl imâret ârif ol Abdürrahim
Cânı gelmiş çıkmağa zâr ü nahîf Şehr olur virane çünkim şehriyâr elden çıkar
Bir nice gün yidüği olmuş hevâ 5. 197
Kuvveti gitmiş ü kalmış bî nevâ — II —
Görmüş ancak kurs=ı hurşîd ü şerâb Aşkın odı serbeser tutdı cihânı yandırur
Gözleri ayıuk ne nan görmüş ne âb Mahz-ı nûr eyler vücûdı cism ü cânı yandırur
Merhamet kıldum görüb ahvâlini Âşıkın kalbinde şevkin şemmesin kılsam beyân
Bir kadeh su virdüm aldum âlini Ol hevâ germiyyeti kevn ü mekânı yandırur
Yidi vü içdi çü buldı nân ü âb Ger cemâlin şu’lesinin zerresin keşfeylesem
Oldı râhat tutdı gözlerini hâb Şevk-ı nün şems ü mâh ü âsmânı yandırur
Ol durunca ben tevakkuf eyledüm Ey gönül Mûsî gibi ol tâlib-i dîdâr-ı dost
Ata bindirdüm telâttuf eyledüm Varlığın bir gün tecellî nâgehânî yandırur
Türk Şairleri
Âb. 243
Işka münkirdür safâsız sofi bilmez anı kim leri postnişîn ve mürebbi-i sâlikîn olmuştur. Mûmâileyh
Âşıkun cânını ışk odı nihânî yandırur İznik’a sekiz saat mesâfede vâki’ Tirşe karyesinde Bo
D erdi ışk âteşlerin şerh idemez Abdiirrahînı lulu İsfendiyarzâde akribâlarından Bâyezid Fakih nâm
Neylesün ol söz diie gelse lisânı yandııur zâtın sulbünden âlem i nâsûta gelüp henüz çocuk iken
S. 119 pederleriyle birlikte cenâb-ı Eşrefzâde’nin huzûr-ı âlîle
- III - rine gider meclisinde bulunur. Mehcûr olmak istemez
imiş. Bir gün Eşrefzâde pederlerine bu çocuğu bize ve
Cân ü dil ışkımdan oldı bî karâr ü zâr mest
riniz, ta’lîm ve terbiye idelim buyururlar. Pederi de
Kime kim peymâne sunsa ışk ider nâçâr mest
râzı olur. Her dâim maiyyeti seniyyelerinde bulunup bil
Bir tecellî irdi hüsnünden vücûdüm Tûr’una
âhire nâil.i rütbe-i hilâfet ve kerîme-i muhteremeleri
Kim hezâıan İbn-i İmrân’ı ider sad bâr mest
Zeliha hanımı da tezevvücle mazhar-ı şeref-i sıhriyyet
Ben kaçan bulam beni ışkun yitürdi benligüm
olurlar.
İster ağyârı bulur mı anı k-ider yâr mest
Cenâb-ı Eşrefzâde’nin irtihâlinden sonra câlis-i post-ı
Ol ki ışkun mestidür derman yiter derdün ana
meşîhat ve ta’lîm-i âdâb-ı tarîkat ve rehnümâ-yi sâlikâ-
Dir iken Mansûr Enelhak kıldılar berdâr mest
n-ı hakîkat olup Safer 926 (M. 1519) tâıîhinde vedâ’-ı
Gerçi varlık milkini yoğitdi ışkun leşkeri
âlem-i fânî ve azm i behişt-i câvidânî ederek İznik’te
Oldı ol gencîne-i vîrâne dil mi’mâr mest
türbe-i mahsûsasında defnolunmuştur. Bazı kerâmâtı
Gördi hâlîdür nişandan râhını çün ışk eri
menkuldür. Tabîat-i şi’riyyesi olmağla mükemmel bir
Bî nişandan baht-ı bâkî buldı bu seyyâr mest
dîvânı vardır. Bazı İlâhîleri bestelenmekle dergâhlarda
Kıldı cevher unsuriyyâtı İlâhî nûr ile
okunur.»
Amniçün oldı âb ü bâd ü hâk ü nâr mest
Bursalı Tahir de Eşrefoğlu Rûmî’den bahsederken
Mest ü mahmûr oldı ol meyden basîret ehli çün
şairin adını zikrediyor (Osm. C. 1 S. 17).
Lâcerem Abdiirrahînı'& dir ülülebsâr mest
Keşf idersem gam değil esrâr-ı ışkı şâd olub Tirsî lâkabı İznik’in Tirşe köyünde doğmuş olma
Nice setr idem sözi çün kıldı ol Settâr mest sından dolayı kendisine verilmiştir.
5. 58 Şiirlerinin çokluğundan dolayı ona aid müdevven
bir ilâhiyat divanının mevcud olduğunu kuvvetle tahmin
A bdürrahim Tirsî (Mutasavvıf) — XV inci asrın edebiliriz. Netekim kitapçı Bay Raif evvelce böyle bir
son nısfında yetişen kıymetli mutasavvıf Abdürrahim divan, sattığını hatırlıyor. Bursalı Tahir de onun “Sahip
Tirsî hakkında tarihî pek az malûmata sahib bulunuyoruz. Divan,, olduğunu söylemektedir.
Ravzai evliya'da şu kayıdlar görüliyor : İstanbul mektupçusu Bay Osman Ergin’e aid yazma
“Eşrefzade’den sonra seccâdenişîn ve mürşid-i tâli- bir Eşrefoğlu divanının baş tarafında onun 8 manzumesi
bîn olan Abdürrahim efendi sabî iken Eşrefzâde efendı’- kayıdlıdır. Diğer bazı mecmualarda da şairin epeyce
nin savmaalanna geliir gider ve anların hidmetin ider- şiirine tesadüf olunuyor.
miş. Her bâr ki babası eve alup gitse yine gelüp şey Abdürrahim Tirsî, Eşref oğlu ve Yunus Emre tar
hin savmaasında bulur imiş. Bilâhire Eşrefzâde efendi zında hece vezniyle ve sade bir lisanla çok güzel İlâ
bu oğlancığı bize virin ta’iîm-i ilm ü edeb idelim hîler vücude getiren kıymetli bir mutasavvıf halk
derler. Pederleri dahi teslîm ederler. Dahi kemâyenbagî şairidir.
ve kerîmelerini tezvîc ve nakd i hâllerini bâzâr ı i’tibâr- Kadirî tarikatine mensub olan bu mutasavvıfın bazı
da tervîc ederler. Umdetülvâsılîn Hamdî efendi andan parçalarını nakletmekle iktifa ediyorum :
hâsıl olur. Ba’dehu Eşrefzâde efendi hazretlerinin mürg i
_ I _
rûh-ı pür fütûhı hadîka-i enîka-i cinâna pervâz ve ha-
tîre-i hazîre-i kudse âşiyan sâz oldukta vasiyyet ve ta’- Ey dost senin derdin ile
yînleri üzre yerlerine müşârünileyh Abdürrahîm efendi Yürüyeyim yane yane
seccâdenişîn oldular. Müşârünileyh Eşrefzâde efendi’nin Dökeyim gözümden yaşı
kerâmâtı aliyyesine gayet ve âsâr-ı seniyyesine nihayet Akıdayım dâne dâne
olmayup her biri ferden ferda zikrolunsa niçe fusûl ve Bana seni gerek seni
ebvâbı müştemil bir bî iıtiyâbdır. Keıâmât ı aliyyeye Sensiz neylerem ben beni
mâlik olduklarına şâhid-i âdil ve güvâh-ı bî muâdildir.„ Aşk şeıâbı cânım cânı
Bursa’da mülga Mısrî dergâhı şeyhi merhum Mehmed İçür bana kane kane
Şemseddin efendi’nin Yâdigârı Şemsî adlı esrinde de şu Doldur gönlüm fikrin ile
malûmat kayıdlıdır (S. 50) : Hem dilimi zikrin ile
«Eşrefzâde’nin makam-ı âlîlerinde vasiyyetleıi mûci- Dost dost deyu aşkın ile
bince dâmâd-ı mükerremleri Abdürrahîm-i Tirsî hazret Çarh vurayım döne döne
Türk Şairlen
o sûretle setr-i hâl eden tarikat i Kadiriyye meşâyihin- beyitli bir mesnevisi de vardır. Ayrıca Mısrî Niyazi’nin
den Biga dâhilinde Bayramiçli Dombayzâde Ali efendi’ Her neye baksa gözün bil sırr-ı Sübhân andadır
den istifâza etmek üzre Midilli’ye gitti ve şeyh-i müşâ- Hak göziyle bak ki bî şek nûr-ı Yezdân andadır
rünileyhin telkin ve irşadı ile karîr-ül-ayn oldu.
beytiyle başlayan gazeli ile, Aczî’nin kendi gazellerinden
İki sene sonra işâret-i mürşidle İstanbul’a gelip ta.
olan
rîk'i Şa’bânî kibâr-ı meşâyihinden Kuşadah İbrahim
efendi’nin sohbet-i ârifânesiyle bir sene müddet tenvîr-i Sîneden m üjgân okun yar çekmesin
Dergeh i ağyâre kanım dökmesin
dil etti.
Edremit’e avdetinden iki ay sonra Dombayzâde matlalı manzumeye gene kendisinin yaptığı iki şeth te
şeyh Ali efendi cânibinden icâzetnâme gönderilip A kif bu divana ilâve edilmiştir.
mahlâsı verilmesi üzerine : Aczî’nin aruzla yazdığı manzumeler arasında
Hayât-ı câvidânî tıiydüğün şeyhten suâl ittim Solar hüsnün güli geçer bu çağlar
Ö lüm d en evvel ölmektir dedikte intikal ettim Hazan vakti gelür kış olur sana
Dâm-ı terke bülbül başını bağlar
meâline muvâfık olarak terk-i mâsivâ ve hânesinin bir Oülşende gam gussa îş olur sana
köşesinde senelerce inzivâ etti.
bendiyle başlayan manzume kabilinden koşma tarzında şiir
Dombayzâde efendi tarafından mahlâsı Âczi’ye tah
leri olduğu gibi aruz ve hece ile yazılmış İlâhîler de vardır.
vil edilince inzivâdan feragatle dîvân -1 eş’ârmı tertîb
ve niçe mürîdânı terbiye eyledi.
1283 ( M. 1866) te bir gün ehibbâsına mektup gön
— İlâhî —
derip cuma günü büyük alayda bulunmalarını iltimâs
Ağlayan gülmüş Tâlib ol tâlib
ve o gün vefât etti. Edremit’te Karayer nâmındaki
İsteyen bulmuş Tâlib ol tâlib
mahalle defnolundu.
Gönlünün Tûrı Bulsun ol nûrı
Beynelhalk “ Ağa hazretleri» nâmiyle yâdedilen bu
İste hüzün Tâlib ol tâlib
mubârek âdemin ümmî iken maârif-i İlâhiyye’ye dâir
Nefsi kıl şüste Hüsn i hulk iste
îrâd eylediği kelimât.ı ârifânenin eser-i kerâmet olduğu
Bî misal dosta Tâlib ol tâlib
şübhesizdir.
Nefsi doyurma Yoldan ayırma
Enderun Târihi sâhibi Tayyar zâde Ahmed Atâ Bey
Cana kayırma Tâlib ol tâlib
1286 ( M. 1869) da Karasi mutasarrıfı iken Edremit’e
Kışr-ı tarikat Oldı şeriat
azimetinde Ali Şefik Bey [1] pederi Mustafa Aczî Ağa
İste hakikat Tâlib ol tâlib
nın dîvân ı eş’ârını tevdi’ ve tab’mı îmâ etmekle Ah
Hazret-i Mevlâ Cümleden evlâ
med Atâ Bey 1290 ( M. 1873) da İstanbul’da mekteb-i
Sanâyi matbaasında tab’ettirmiştir. Dîvânın başında Ey Aczi-i ednâ Tâlib ol tâlib
Ahmed Atâ Bey’in yazdığı mukaddime ve nihâyetinde _ II —
Ağa’nın, kendi gazellerinden birine ve Niyâzî-i Mısrî- — Gazel —
nin bir gazeline yazdığı şerh münderictir. » Mevc-i kesret nevbenev hep bahr-i vahdetden gelür
Bursalı Tahir, Aczî’nin 1292 de vefat ettiğini] yazı Alem i imkâne her var vâhidiyyetden gelür
yor (Osm.). Bay Sabri ise bu rivayeti tenkid maksadiyle Arsa-i' milk-i vücûde nefy ü isbat çengine
şunları söyliyor (tş.) : Kâf ü Nünün askeri ordu*yi kudıetden gelür
«1290 târihinde tab’olunan Dîvân-ı Aczî’de târîh-i İzz ü devlet Ademe rüz-i ezelden gerçi kim
Atâ sâhibi Tayyarzâde Ahmed Atâ Bey tarafından yazı Lûtf u kahra mazhariyyet kabiliyyetden gelür
lan terceme i hâlinden müşârünileyhin ümmî bulunduğu Meşrebim budur ezelden dembedem nûş ettiğim
ve vefatına kadar«Libâspûş-i vücüh-i memleket ve ümmî-i Bâde-i câm-ı hayâtım bezm-i hayretten gelür
âmî sûret bir halde göründü » denilmesi ve çünki 1286 Derde derman denilen te’sîr-i Hak’tır ey tabîb
târihinde merhûmun mabdûmı Şefik Bey'in recâsı üze Cirm i eczâya o te’sir sırr-ı hikmetten gelür
rine Atâ Bey’in dîvânı tab’a teşebbüs etmesi herhalde Göremez vech-i hakikat ânını peyker perest
1286 dan evvel vefât ettiğine şübhe bırakmamaktadır.» Acziyâ ol dîv sîret semt-i sûretten gelür
Aczî’nin üniversite kütübhanesinde yazma bir divanı
_ III -
vardır (N o: 2910) . 1502 beyitten ibaret olan bu yaz
mada Şair’in ts»y- başlıklı ve 116 Bilüp kadr-i kelâmı gevher âsâ gûşa mengûş et
[’ ] 1248 de tevellüd ve 1311 de tedâvî için İstanbul’da b u lu n Uyan gafletten ey dil aşk ile deryâ gibi cûş et
duğu esnada vefât etti. Edirne kapusu kabristanına defnolundu Vücûd iklimini seyr ü sefer kıl durma oturma
( Stş. ). Fenâ ender fenâ iste yiiri bu kârı beıhûş et
Türk Şairleri
Ad. 249
İdegör nefsini tecrid kamu hazz-ı libasından niçeri efendiliği ile kâmkâr olmuş idi. Şıkk-ı sâlis def
İriş sırrına kendin abâpûş et terdarlığı ile bülend iktidâr olmuşlar idi. 1156 ( M.
Uyûbun göre halkın kendi hâline olup nâzır 1743 ) senesinde terk-i mansıb-ı cihân ve azm i ravza-i
Yakan al nefs elinden merd isen gel pendimi gûş et rıdvân idüp Topkapu hâricinde vâlidleri cenbinde
Murâdın bermurâd olmak ise ey âşık -1 Mevlâ defnetmişlerdir. Mütercem-i mezkûr şâir-i mâhir-i
İçüp mevt-i irâdî câmını bu nefsi medhûş et maârifmevfûr olup tevârîh âşinâ ve meşâyih-i tarîkat-i
Bu kesret âleminde mest-i mağrur kalma ey Aczi aliyye ile karîn-i müvâneset sohbet-i tasavvufa vâkıf mizâ-
Yüri var bezm i irfan içre vahdet cür’asın nûş et n-ı adle vaz’olunsa ecvâbını ma’mûr bir zât. ı bî hemtâ idi.
Bibliyografya : O sm ., stş., Fş. Asrında olan şuarâdan şâir-i bâlâ merâtib Osman zâde
A d lî (Bayezid Hân II.) — Bayezid’e bak. Tâib efendi ile miyânelerinde şekerâblık vâki’ olmağla
A d lî ( İstanbullu ) — XVIII nci asır şairlerinden ekser güftârlarm hecv ile müstezâd ve tabâyi-i hevâ-
Adlî hakkında Salim şu malûmatı veriyor : peıestâne vesîle-i ziyâd-ı safâ olmağın beyn-el-enâm
“ Nâm-ı emcedleıi Mehemmed ve zurafâ-yi şehr-i şâyi’ ve şâir güftârları şüyû’una mâni’ olmağın ber min-
İstanbûl’dan bir şâir-i serâmed olup dergâh ı âlî yeni- vâl-i mezkûr istizâd olunan bir iki gazelleri keşîde-i
çeriyânı ocağında asrında kul kethüdası olan Süleyman silk-i sutûr kılındı [1],
Beğ’in ferzend-i hünermendidir. Zât -1 hatîrleri tahsil-i Safâyî ise şunları söyliyor :
maârif-i vefîrden sonra dîvân-ı sultânî hâceleri silkine “ Asrın şuarâsından gayet pür gû ve nîk hû ve lisân-1
münselik olup taşra kâğıd emâneti ve kal’e tezkereci- tasavvufta mâhir ve salâh-i hâli zâhir bir zât-ı derviş
likleri ve rikâb.ı hümâyûnda yeniçeri efendiliği gibi nihâddır. Sultân-ı kevneyn ve Resûl-üs-sekaleyn
ba’z-ı menâsıba nâil olmuşlardır. Pür isti’dâd derviş jur hazretlerinin medh-i şeriflerinde nazm
nihâd lisân-ı meşâyihe muttali’ ve sırları ile hemrâz ve eylediği na’t-i şerifleridir :
tasavvuf âşinâ-yi kemâl bir merd i suhansâz olup meşâ- Rûz-i kıyâma dek o şeh-i hüsn ü behcetin
yih-i kibâr ve kibâr-ı meşâyihten ulûm i zahire ve bâtı- Âyine aks i hüsnüne hayran değil midir
nada müşârünbilbenân erbâb-ı hakayık ve irfân olan Hâk-i der-i saâdet-i iksîr-i kudreti
pirimiz pîr-i pür nûr veliy-yi kerâmet meşhûr gonce-i Kûhl-i uyûn-i cümle-i a’yan değil midir
sersebz-i bâğ-ı siyâdet bülbül-i gülistân-i hakikat Emîr Rûz-i vegada beş kalem âbı revân iden
Bûhârî şeyhi Esseyyid Feyzullah efendi hazretleri ile Keff-i kerîmi çeşme-i hayvan değil midir
ve şeyhüşsüyûh Nakşî efendi merhûm ile ve Koca Bu da gazeliyyâtmdandır :
Mustafa Paşa şeyhi merhûm Alâüddîn efendi ile ve Ko sâkî penbei sinen gül-i zîbâ-yi dâğ olsun
bunlardan mâadâ cümle sertâc-ı erbâb-ı tarikat olan Şerâb-ı lâ’li sun şimdengiıu dağ üstü bâğ olsun
aizze-i kirâmile ülfet ve sohbet-i cân eyleyüp meclis i Baîd olur mı Bağdâd âşık-ı zâr ü dilefgâra
muhteremlerinden ahz-i irfân ve şem’. i sûzân gibi mec- Heman her kande ise sevdiğim âlemde sağ olsun
*
lis-i cennet nişanlarında sabâha değin kıyâme şâyân i V
olmağja niçe esrâra vâkıf olup sırlan ile hemzebân Unutturur gamın en kâmrânı söyletsen
Zebûn-i keşmekeş, i gam cihanı söyletsen
olan merd-i suhandândır. Müretteb dîvân-ı belâgat ün-
Figan ü şekve-i devrânı senden evvel ider
vânı ve miyân-ı şuarâda hayli nâm ü şânı var idi. Bu
Felek didikleri nâmihribânı söyletsen
çend ebyât ol tûti-i hoş güftârın cümle-i âsârındandır :
Vasf-ı safâ'yi cârn-ı Cem’i gûş ider miyiz * *
Hiç biz kühen sifâl ile mey nûş ider miyiz Olsam nola uşşâkın reftârda mümtazı
Anmaz mıyız gamınla geçen günleri meğer Gülşende salındırdım ol serv i serefrâzı
Eyyâm-ı hoşgüzâıı ferâmûş ider miyiz *
Ey meh cemâl i hâle veş âyâ miyânını Ey mâh-ı nev tehî koma doldur piyâleni
Bir şeb felekte biz de derâguş ider miyiz » Noksânını gözetmededir çeşm-i âftâb
Ramız tezkiresinde de şu malûmat kayıdlıdır: ** *
« İsın-i emced ve nâm-ı serâmedleri Mehemmed’dir. Şol âşıkın ki serde gül-i tâze dâğı var
Dergâh-ı âlî *i yeniçeıiyânî ocağında tarîki üzre kol Gülşenserâ-yi şevka söyünmez çerâğı var „
kethudâsı olup serefrâz-ı emsâl ve 1C86 ( M. 1675 ) se Ali Canip Yöntem’in Osmanzade Taib hakkında
nesinde kûy i cinâne irtihâl iden dilîr-i şîr-i vega neşrettiği etüdde de Şaire aid şu kayıd ve manzume
Süleyman Ağa’nın ferzend-i cemili ve necl-i necîb-i lere tesadüf olunuyor ( Türkiyat mecmuası C. 2 S . 120):
bî adilidir. İmdâd-ı meleke ve tab’ -ı sedâd ile tahsil i “ Tâib, muasırlarından Adlî ile geçinemediği için
destmâye-i ma’rifet ve vâlidleri vefâtından sonra tarîk i hasmınm yazdığı gazelleri müstezad şekline ifrağ etmek
hâcegâna meyi ü rağbet ve ahkâm emânetiyle karîn-i suretiyle hecviye hâline sokarmış. Bu manzumelerden
şeref ü izzet olup ba’dehû kal’e tezkerecilikleri mansıb- ikisi şunlardır :
larıyle evkatgüzâr iken ayaklanup rikâb-ı hümâyûn ye | İJ Örnek yoktur .
Türk Şairleri
250 Ad.
oldu. Sülûkünü ikmal ettikten sonra Balat’ta Ferruh mısraıyle başlayan manzumeye de bir çok musikişinas
kethüda zaviyesine şeyh oldu. Bilâhire Rumelinde Sefer lar ayrı ayrı besteler vücude getirmişlerdir. Bu İlâhîyi
tekkesine, daha sonra Yanya’da Yakub efendi zaviye meşhur Itrî’nin de bestelediğini görüyoruz ( Tpk. Bg.
sine tayin edildi. Bir müddet Mora, Siroz gibi şehirlerde K. Mc. No. 403 ).
dolaştı. Siıoz’da bir mescid ve zaviye bina etti. Yandı gönülden mâsivâ çiiıı nâr-ı zikrullah ile
(1019-1610) da Şeyh Haşan efendi’nin vefatı üzerine
İlâhîsinin de Kara Ali tarafından vücude getirilmiş bir
Sünbülî âsitanesi olan Mustafa paşa şeyhliğine tayin
bestesi vardır ( Mit. Alnı. K. Mz. Mc. No. 142 ).
edildi. (1026 - 1617) da vefat etti.
Atayî Şakayık zeylinde diyor ki : Şairin gerek devrinde, gerek daha sonraki zaman
« Müşârünileyh ^ f ^'¿r' âteş-i aşk u mahabbetin larda kazandığı şöhreti gösteren bu misalleri, elimizde
ibrîz-i sâfı cevher-i deıyâ.yı sırr-ı hakikatin dürr-i giran- ki mecmualar sayesinde, daima çoğaltmak mümkindir.
mâye-i peri peykeri zâhir ii bâtını ma mur kerem ü ke- Adlî’nin İlâhîlerinde bir çok Halveti şairlerinde gö
râmetle meşhûr nâdire-i zaman ferîde-i asr u avân idi. rüldüğü gibi zahidane bir eda hissolunur.
Âsâr-ı celîlelerinden Şâ/ıii gedâ bahrinde manzûm kitab- Bazı manzumelerini örnek olarak alıyorum :
ları vardır. İsmi ve târihi « » dır. Nakl olunur ki
intikalleri esnâsında ahbâbından bir kimseye hitâb idüp İşimiz subh u mesâ cürm ü hatâ
buyururlar ki Derviş Çelebi Sultân Ahmed’i aldırdık Mülket-i cân ii dile virdi fenâ
Türk Şairleri
Ad.
Gark-i isyân olmuşuz ağfir lenâ Kîl ü kali terk idiip dilden tırâş it hubbunı
Rabbenâ yâ Rabbenâ vağfir lenâ Adliyâ yeter okursan bâb-ı aşktan bir varak
Ey Kerîm ü ey Rahîm'i Zülcelâl — V —
İ'timâdım hazrete fî küll-i hâl Bu cihan cây-i iftirâk ancak
Baştan aştı cürm ü isyân ü vebâl Vuslatın âhırı fiıâk ancak
Rabbenâ yâ rabbenâ vağfir lenâ Boyun eğmez kazâsına dehrin
01 habîbin hürmetiyçiin yâ İlâh Nefs-i emmâre kal-i âk ancak
Son nefeste hâlimiz kılma tebâh Birbirin sevmeyüp bu halk-ı cihan
Rûyimiz mahşer güni itme siyâh Kati bî zevk u bî mezâk ancak
Rabbenâ yâ rabbenâ vağfir lenâ Adliyâ firkate sabır yeğdir
Adli-ı gamhârı nâçâr eyleme Vuslatın âhırı firâk ancak
Sana yâr it nefsine yâr eyleme _ VI -
Cennet eyle yerini nâr eyleme Aşkın odı bağrım yakar
Rabbenâ yâ Rabbenâ vağfir lenâ Tütünüm göklere çıkar
— II _ Gözümden kanlı yaş akar
Yandı gönülde mâsivâ çün nâr-ı zikrullah ile Hidâyet eyle sultânım
Oldı münevver cân ü dil envâr ı zikrullah ile Kalbim fikrinden ayırma
Pâk ola kalbin ey hümâm zikr itmek ile subh u şâtn Dilim zikrinden ayırma
Dil mahzeni dola tamâm esrâr-ı zikrullah ile Her dem şükründen ayırma
Vahdet şerâbın kim içer bu cümle varlıktan geçer Hidâyet eyle sultânım
Mir’ât-ı kalbini açar tekrâr-ı zikrullah ile Göklere çıkıptur âhım
Ehl-i taıîkat geldiler zikr ile Hak’kı buldular Dağlardan yüce günâhım
Esrâra vâsıl oldılar âsâr-ı zikrullah ile Senden gayrı yok penâhım
Dirsen kemâle iresin varup cinâna giresin Hidâyet eyle sultânım
A dlî gözün aç göresin dîdârı zikrullah ile [1]
Enbiyânın rif’atiyçün
_ III _ Evliyânın izzetiyçün
Gülşen-i vahdetde dâim rüz ü şeb dil bülbüli 01 Resûl’ün hürmetiyçün
İrgörür eflâke feryâd ü figanım gulguli Hidâyet eyle sultânım
Himmetim bu cân ü dilden açıla vahdet güli - VII _
Sünbülîyem Sünbülîyem Sünbülîyem Sünbülî
Mevt haberin işidicek
Âsitân-ı Sünbiil’e sürdüm yüzümi niçe dem Yansun benim dervişlerim
Gâh yaş akıttı çeşmim gâh yaş yerine dem Peıvâneler gibi her dem
Dilde tekrâr eylerem bu mısra’ı ben dembedem Yansun benim dervişlerim
Sünbülîyem Sünbülîyem Sünbülîyem Sünbülî Nefs hevâsından geçsünler
Nola peymâne dolub feryâd iderse bülbüle Cennet kapusun açsunlar
An’aneyle irişür sultân ı dîne silsile Kevser şerâbın içsünler
Geldi bu mısra’ efendi içeıu dilden dile Kansun benim dervişlerim
Sünbülîyem Sünbülîyem Sünbülîyem Sünbülî Aksın gözünden yaşları
Sünbül ü Ya’kııb u Merkez hem dahi şeyhim Haseıı İbâdet olsun işleri
Adliyâ boynuma takdılar benim bir hoş resen Melek olsun yoldaşları
Silsilen kime irer deyu sorarsan bana sen Uçsun benim dervişlerim
Sünbülîyem Sünbülîyem Sünbülîyem Sünbülî Emir Hak’dan geldi bize
- IV _ Said defterine yaza
Levh-i dilden okuyan ilm-i İlâhîden sebak Yarın şefî’ oldı bize
Zerrece yanında kalmaz mahvolur hep mâsebak Silsün benim dervişlerim
Baş ü cân terkini ur Hak’kı seversen ey gönül Beş vakti emr itti kula
Lentenâlülbirre hattâ tünfiku dedi çü Hak Tevhîd i zikrullah ile
Çün ledün ilmi demâdem kalbine ilhâm olur Şeyhim gelür deyu dile
Neyler ey dil ârif-i billâha yazmak okumak Baksun benim dervişlerim
Gaflet ile yatmasunlar
Nûr-i Hak kalbin münevver eylesün dersen dilâ
Eğri yola gitmesünler
Ateş-i tevhîd ile gel mâsivâyı oda yak Adlî'yi unutmasunlar
[1] Dırağm an zâkiri . Neva beste : Bay Osm an’daki bir mec Ansun benim dervişlerim
m uadan.
Bibliyografya : şk y . A ty., Osm. ve ıııecmuâlaı
Türk şairleri
A d n l (Mahmud Paşa)— XVinci asrın en maruf şah Mahmud Paşa, padişahın bu hissini sezdiği ve esasen
siyetlerinden ve Osmanlı hükümetinin en değerli vezir şehzadeye karşı kin beslediği için bunu fırsat bilerek
lerinden olan Mahmud Paşa, Hadikatülvüzera'ya göre padişahla şehzadenin arasını bozmağa çalışmış ve onu
Hırvattır. Sırbistan'ın Alacahisar denilen kasabasında saltanata sahib olmak gayretile çalışan bir adam olarak
doğmuştur. Mamnıer ise bazı menbaiardan istifade ederek göstermiş. Fatih, bunun üzerine hiç tereddüt etmeden
annesinin Sırp, babasının da Rum olduğunu söyliyor. oğlunu zehirletmiş, fakat bilâhare yaptığı bu hatadan
Mahmud Paşa genç veya çocukken Mehmed Ağa adın nadim olmuş. Mahmud Paşa ise şehzadenin ölümünden
daki. bir asker tarafından esir edilerek Murad //. a takdim sonra meserret alâmeti olan beyaz elbise giymiş ve
edilmiştir. Şairin âdî bir köleolmaktan ziyade asîl bir ha şatranç oynayarak eğlenmiş. Bunları haber alan Fatih,
nedana mensup olduğunu kuvvetle söyleyebiliriz.Kardeşi esasen oğlunun katline sebeb olanın Mahmud Paşa
nin bir müddet Sırp kıralı olması da bunu gösteriyor. olduğunu bildiği için onu da öldürmekte gecikmemiş.
Mahmud Paşa’nın ilk yaşayış devirleri hakkında ma Hamrner, tarihinde şunları söyliyor :
lûmatımız hemen hemen yok gibidir. Tarihî menbalar,
Padişahın Mahmud Paşa hakkındaki infialine müte"
aynı yaşta bulunan Fatih Mehmed ile beraber okuduk-
addid sebebler, var idi. Mahmud, evvelâ Üsküdar’da
larını ve onun ilk hükümdarlığı zamanında ocak ağalığı
tahşid edilen ve kış ortasında sefere gidecek olan or
ve kapucubaşılık gibi vazifelerde bulunduğunu yazıyorlar.
dunun kumandasını teahhüd etmek istememiş idi. Sani
yen harekât-ı harbiyeye Şibin Karahisarı kalesinin zab-
tıyle başlanması hususundaki ısrarı padişahın hiddetini
tezyid eylemiş idi. Bundan maada Otlukbeli muhare
besinden sonra düşmanın kendi memaliki içerisine kadar
takib edilmemesini teklif eylemiş ve bu teklifin Sultan
Mehmed’in reyine mugayir olarak galebe etmiş olması
Sadırazam hakkında padişahın gazab-ı tamını celbeyle-
miş idi. Maahaza Mehmed veziriazamının dirayet ve
şecaatma muhtaç olduğu müddetçe hiss-i intikamını
izhar etmemiş idi. Lâkin harp hitam bulduğu vakit bu
his evvelâ Mahmud Paşa’nın azliyle zahir oldu. Biraz
sonra da katline ferman sâdır oldu, (879 rebiulahırının
üçüncü günü 1474). Bunun için bahane bulmak ta müş-
kil olmadı. Osmanlı müverrihlerine nazaran Mahmud
Paşa, bu bahaneyi bizzat kendisi çıkardı. O müverrih
lerin kavline göre şehzade Mustafa’nın vefatı üzerine
vezir-i sâbık ızhar-ı meserret ederek şatranc oynamış
ve came-i matem giyecek yerde beyaz libas ile meydana
çıkmış idi. Lâkin Mahmud Paşa’nın asıl cürmü bu değil
idi. Padişahın en ziyade gazabına bais olan, veziriaza
mın bir çok ahvalinde izhar etmiş olduğu istiklâl fikri
idi. Bir de Sultan Mehmed, Mahmud Paşa’nın hiss-i in
Mahmud Paşa (855-1451) de vezir olmuş ve Rumeli saniyete tebaan Bosna beyinin hayatını temdid ve ka
eyaletine getirilmiştir. (857-1453) te sadırazamlığa tayin raman beyi İshak Bey’in firarını teshil etmiş olmasın
edilmiş ve on beş yıl bu vazifede kaldıktan sonra (872- dan dolayı intikam almak istiyordu. Padişahın bu
1467) de azledilmiş, (873 1468) de de kapudanı derya istiklâl fikrinden dolayı beslediği hiss-i intikam Bosna,
olmuştur. (877-1472) de ikinci defa sadırazam olan Sırbistan, Ağrıboz fatihinin hidematını unutturmağa
Mahmud Paşa (878-1473) te Hammer'11 göre de bir yıl kifayet etmiş idi. Mahmud Paşa’nın ulûm hakkında
sonra Fatih tarafından öldürülmüştür. Kendi yaptırdığı ibraz eylediği himaye-i maarifpervera’ie ve devletin
cami yanındaki türbede medfundur. kendisine medyun olduğu tesisat-ı nafia Paşa’yı mu-
Tarihler onun katli hadisesini Fatih’in oğlu şehzade hakkirane bir mevtten kurtaramadı. »
Mustafa’nın ölümü ile alâkadar görüyorlar.
Mahmud Paşa’nm muvaffakiyetlerini çekemeyen Fatih’in
Anonim bazı Osmanlı tarihlerine göre, Fatih’in oğlu
onu kıskanmak suretiyle öldüğünü de rivayet edenler vardır
Mustafa, Mahmud Paşa’nın karısına tesallüt edermiş.
Uzun Haşan çenginde sağ cenah kumandanı olan Hiç şüphe yok ki Osmanlılarm en büyük devlet
şehzade Mustafa babasını kıskandıracak derecede büyük adamlarından biri olan Mahmud Paşa, ilmî meziyetlere
bir muvaffakiyet kazanmış. de sahip kudretli bir şahsiyettir. Gene Hammer, Âşık
Türk Şairler?
--- -------- --- ------ --- ------” Ab.
Çelebi ve Haşan Çelebi gibi tezkirelerle bazı tarihlerden gördüğü bu hâdiseyi Edirne’ye dönünce padişaha an
naklen diyor ki : lattı. Hükümdar gencin liyakatına hayran olmuştu.
«Ulema hakkında muhik ve kerim idi. Bir çok Kendi yanma aldırmayı düşündü. Rahibin babasına bir
eserlerini namına ithaf etmişlerdir. Haftada bir gün mektup gönderildi. Fakat kasaplık eden bu adam, bu
ulemayı sofrasına davet eder ve daima yemekte — bir işe müdahale edemiyeceğini, buna ancak rahiplerin
çoğu altundan olan — nohut daneleriyle karışık pilâv muvafakat etmesi lâzımgeldiğini söyledi. Rahiplerden
bulunur idi. Her kes kaşığında bulduğu kısmetine sahip bir kısmı gencin hükümdara gönderilmesine tarafdar ol
olur idi. Mahmud Paşa sofraya otururken « nâil-i servet muşlar; fakat bizzat kendisinin rıza göstermesi lâzım-
olan her kimsenin ağzında daima ibzal için altun bulun geldiğini söylemişlerdi. Esasen genç rahip, Osmanlı
malıdır» demek mutadı idi. Bu manidar ve muhik söz hükümdarının yanma gideceğini rüyasında gördüğü için
leri bir kaç defa da huzur-i pâdişahîde sarfeylemiş idi. biliyordu. Hiç tereddüd etmeden kabul etti. Genç ra
Bir gün padişah bir mollaya, vaktiyle hip bu suretle Edirne’ye gelmiş ve padişahın huzuruna
Kırım’ın tedris i ulûm ile meşgul dört yüzden ziyade kabul edilmişti. Artık Mahmud adiyle anılıyordu. Şeh
ulemâsı bulunduğu halde süratle zeval bulmasının fikrin- zade Mehmed’in hocası Molla Güranî’den ders almağa
ce neden ileri gelmiş olduğunu sormuş idi. Molla ceva başladı. Esasen hırıstiyanlığı iyi bilen Mahmud iki yıl
ben kabahatin Kırım’daki en son vezirde olduğunu ve içinde İslâmî ilimlerde de rüsuh sahibi oldu. Devrinin
bu vezirin ulemaya hakaret ederek cennet gibi olan alimlerine tefevvuk edecek bir kabiliyet göstermişti.
Kırım’ı harap bir çöle tahvil eylediğini söyledi. Mehmed Murad onu veziriazamlığa nasbetti. Tam üç yıl bu vazi
bunu vesile ittihaz ederek sadrıazamına, ulemaya ne fede bulundu. Fakat Mahmud Paşa’nm bu derece sür
yolda muamele ve ulûmu nasıl himaye etmekf lâzım ol atle yükselmesini vezirler çekememişlerdi. Mütemadiyen
duğunu ihtar eyledi. Mahmud veziri azaminin kabahati padişaha onun aleyhinde bulunuyorlar, yapmadığı bir
padişahın daha liyakatlisini sadrıazam yapmamaktaki takım çirkin şeyleri ona isnad ediyorlardı. Nihayet
hatasının bir netic i tabiiyesi olduğu cevabını verdi. hükümdar hiddetlendi, öldürülmesini emretti. Fakat cel-
Sadrıazamm böyle serbestane ve padişahın hoşuna git lâd Mahmud Paşa’nın boynuna kılıç sallarken Mahmud
meyecek bir surette idare-i kelâm etmesi de mevt-i Paşa birdenbire ortadan kaybolmuştu. Bir çokları onun
fecîinin ta’ciline az yardım etmedi. sihirbazlığından şüpheye düştüler. Fakat hakikatte öyle
Mahmud darbe-i mevti yemezden evvel vasiyetna değildi. Onu Hızır aleyhisselâm kurtarmıştı.
mesini tertib eyledi. Orada şu sözler bulunur : Bir köylü merkebine binmiş, pazardan öte beri al
« Ben padişahın kapısına bir at, bir kılıç, beş yüz mağa gidiyordu. Yüksek bir yerde iki adamın oturduğu
akçe ile geldim. O vakitten beri iktisab etmiş olduğum nu gördü. Bunlardan biri köylüye şu sözleri söyledi :
her ne mâlim var ise padişahındır. Oğlum Mehmed «Ben Hızır’m, yanımdaki de Mahmud Paşa’dır. Bunu
Bey’in hayatını muhafaza eylemesini kendisinden niyaz haksız olarak öldürmek istediler. Ben de Allahın emriyle
eylerim. Evkafımı muhafaza eyleyeceğini ümid ederim.„ onu kurtardım. Sen derhal padişaha git, benim selâmımı
Mehmed sadrıazamını idam ettirmekle beraber onun söyle. Mahmud Paşa’yı yarın ona göndereceğim. Bir
halk indinde bir şehid-i mazlûm olarak telâkki edilme kılma hata gelirse zarar göreceğini unutmasın.»
sini de istemiyordu. Mahmud Paşa’nın vefatına dair İhtiyar köylü derhal saraya gitti ve vak’ayı olduğu
bir mersiye zamanımıza kadar kalmıştır. Mehmed’in gibi hükümdara anlattı. Padişah sevinmiş ve köylüye
zulmüne karşı pür hiddet olan bu manzume sade oldu bir çok ihsanlarda bulunmuştu. Ertesi gün Mahmud
ğu kadar necîb bir üslûb ile ondan şikâyet eyler ( Ber Paşa hükümdarın huzurunda bulunuyordu. Murad ondan
lin kütüphane-i imparatorîsinde ) .„ af diledi ve el sözüne uyarak kendisine zulm ettiğini
Mahmud Paşa hakkında yazılmış muhtasar bir mena- itiraf etti. Mahmud Paşa tekrar veziriazam olmuştu.
kıbname mevcuddur. Yazma iki nüshasına tesadüf etti Üç ay sonra hükümdar vefat etti ve yerine oğlu Meh
ğim (Mit. Alın. K- Şr. No. 1136, Ays. K ■ No. 1940) med Han Padişah oldu. O sırada otuz, kırk bin tatar
bu eserin matbuu da vardır. .» / j3 askeri Edirne’ye hücum etmişti. Vaziyet çok tehlikeli
■uUMiUrj başlığını taşıyan bu menkabede hulasaten şu idi. Hükümdar, Mahmud Paşa’ya güveniyordu. Veziri
kayıdlaıa tesadüf ediyoruz : azam bir çare buldu. Kıymetli hediyelerle Tatar aske
«Murad II. ın adamlarından biri teftiş maksadiyle rinin bulunduğu yere gitti. Hediyeler arasında tesirini
memleket memleket dolaşıyordu. Bir bahar ayında bir müddet sonra gösterecek olan zehirli hil’atler de
Manastır’a dahil oldu. Bir gezinti yerinde üç dört yüz vardı. Mahmud Paşa bunları Tatar beylerine takdim
kadar rühbanın bir araya toplandıklarını gördü. Mak- ettikten sonra “ Saltanat şimdengerü sîzindir ammâ
şadları İncil’den mühim bir mesele halledene baş rahib- lûtfidin bize on gün mühlet virin kim davarlarımız ya
lik vermekti. Bu imtihanı uzun boylu yiğit bir delikanlı bandadır gelüp esbabımız yükledüp çıkup gidelim „ de
kazanmış ve ittifakla reîs intihab edilmişti. Bu adam di, Tatar beyleri yirmi gün müsaade etmişlerdi. Mah*
Türk Şairleri
254 — — ---- ---- — — — -- *-- — ------ ----- -----------— ---------- --------------- ---- Ad.
mud Paşa bunu fırsat bilerek on beş gün içinde büyük Mahmud Paşa der ki : Âdemler sizler şâhid olun, avu
bir hazırlık yaptı. Zehirli elbiseleri giyen beyler de cumda ne kadar altun çıkar ise Hak Tsâlâ’nın bin bir
ölmüşlerdi. Tatar askerleri ise şaşkın bir halde idiler. ism-i şerifi hürmetine Medine fukarâsma vakf olsun de
Veziriazam ordusuyla bunları perişan etmiş ve içle yu ahdeyledi. Tevekkülen bir avuç altun alur sayarlar
rinden ancak üç nefer kurtulabilmişti. tamam bin bir altun çıktı. Şimdi dahi her sene pâdişâh
Mahmud Paşa, artık İstanbul’un fethine lüzum gös tan Medine fukarâsma bin bir altun verilür. »
teriyordu. Padişahı da ikna etmişti. Gelibolu’dan Bur- Mahmud Paşa’dan önce vezir İbrahim Paşa idi.
sa’ya geçti. Oradan İznik’a giderek bir müddet kaldı. Onun mevkiine göz dikmiş olan bu adam Mahmud Pa-
Meşhur mutasavvıf Eşrefoğlu Rûmî’ye intisab etmişti. şa’nm daima aleyhinde bulunuyor ve onu gözden dü
Üç ay geçtikten sonra ordu ile İstanbul’a doğru yürü şürmeğe çalışıyordu. İbrahim Paşa’nın karısı ölmüş ve
meğe başladı. Eski Hisaı’ı karargâh ittihaz etti. Kıral Fatih kendisine güzel bir cariye vermişti.
adam yollamış ve maksadlarını sordurmuştu. Mahmud İbrahim Paşa, Mahmud Paşa’nm yanındaki adamlar
Paşa verdiği cevapta şunları söyledi : dan birini elde etti. Ona boş bir beyaz kâğat üzerine
“ Sultan Mehmed Hân’ın bu cânibe azîmetlerin suâl Mahmud Paşa’nm mühürünü basmasını söyledi. Bu
edersiz bu mevziin âb u hevâsı hûb olmağla bir kaç genç adam bu kurnazca işte muvaffak olmuştu. İbra
gün tahsîl-i mizâc içün sizinle komşu olmağa gelmiştir him Paşa bu kâğada Mahmud Paşa ağzından kendi
deyu diyesiz. „ karısına hitaben bir aşk mektubu yazdırdı. Bu mektup,
Üç ay daha geçmişti. Bir gün Mahmud Paşa, Pa « Sen bir tâze nâzen'ın hâtunsun. İbrahim Paşa ise
dişaha dedi ki burada ufak bir yerimiz olmadıkça bu amelmande bir koca kişidir. Sencileyin perî peyker
kiil’enin fethi imkânsızdır. Kıraldan bir mikdar arazî melek manzar öyle bir pîr-i nâtevâna şikâr olmak lâyık
isteyelim. Padişah buna da muvafakat etti. Derhal kı- mıdır. İmdi benim canım neylersen eyle İbrahim Paşa’
raldan bir sığır derisi kadar yer istediler. Kıral bunun ya zehir verüp helâk eyle sonra ben seni nikâh ile
kendisi için fena bir netice vereceğini düşünememiş ve alayım » gibi sözleri ihtiva ediyordu.
arzularını is’af etmişti. Mahmud Paşa sığır derisini ip İbrahim mektubu derhal Fatih’e gösterdi. Hü
lik haline getirdi ve çevrimi kadar yeri işgal etti. Bu kümdar birden bire hiddetlendi ve Paşa’nın Yediku-
rada geceyi gündüze katmışlar ve kimsenin görmemesi le’de habsedilmesini emretti. Mahmud Paşa adamla"
için çalı çırpı altında bir kale yaptırmışlardı. Bu suretle rından birini bir mektupla İznik’a gönderdi ve şeyhi
İstanbul’u zabtetmek kolaylaşıyordu. Az zaman içinde Eşref oğlu Rûmî’nin manevî yardımım istedi. Eşref
Mahmud ve Gedik Paşaların gayretlerile İstanbul feth oğlu murakib olduktan sonra gelen adama hitaben,
edilmişti. Fatih, Mahmud Paşa’nın bu muvaffakiyetlerin « Tez atına bin falân karyede bir şerife hâtûn vardır.
den memnun olmuş ve “ Lâla karadan gemi yürüttün Mahmud Paşa’ya ol hâtûn beddua etmiştir. Bizden se
kapdanlığı dahi sana verdim,, demişti. Bir yıl sonra lâm eyle duâ eylesün. Bulayki Pâdişâhın gazabı sâkin
Mahmud Paşa Çatalca’yı da fethetti. Padişah bunun ola » dedi.
üzerine “Lâla şimdengerü Rumeline sefer eylen, Rumeli Adam, ihtiyar kadını buldu ve vakayı anlattı. Ka
Beylerbeyiliğini dahi sana verdim„ dedi. Üç yıl sonra dıncağız şu sözleri söylemişti :
kadıasker Ali efendi vefat etti. Hükümdar kadıaskerliği “ Bu gice Resûlullahı vâ'kıamda gördüm. Hâtûn du-
de Mahmud Paşa’ya verdi. Bu suretle “ Dört mansıbı ân kabûl oldu. Oğul, Mahmud Paşa’ya bedduâ etmeğe
zabteyledi, yine hakkından geiüıdi.,, sebeb budur ki Eğriboz fetholdukta asker az olmağla
Mahmud Paşa her yıl, yerine doğru adamlar bırakır biraz gaıib yazılur. Eğrıboz’ı fetheyledikten sonra biraz
ve muayyen zamanlarda halvete girerek erbain çıkarırdı. gaıibler fesâd ederler. Nizâm-ı âlem içün bu garibleri
Büyük bir cami yaptırmak teşebbüsünde bulundu. katlederler. Benim oğlum dahi aralarında bulunur. Anı
Amele yeri kazarkan iki büyük küp altun çıktı. Mah dahi bîgünah katlederler. Oğlum öldüğün işittim. Firâkı
mud Paşa, «Bu câmide kimsenin dahli yoktur. Akçesi yüreğime kâr kıldı. Âh idüp oğlumu öldüren Pâdişâh
kendi yerinden çıktı» demişti. hışmından halâs olmasun deyu bedduâ eyledim. Ol za
Caminin inşası ikmal edildi. İlk namaz kılındığı mandan beru on dört senedir duâm şimdi kabûl ol
gün Padişah ta bulunuyordu. Mahmud Paşa mihrap ö- muş. Ammâ bu hususta Mahmud Paşa’nın âhıretine za
nünde murakib olurken uyuyuvermişti. Rüyasında pey rar yoktur. Ve atılan ok giıu dönmez. Bu def’a Mah
gamberi gördü. “ Cenâb-ı şeriflerinden ne işâret oldu mud Paşa’ya halâs yoktur. Var Şeyh efendi hazretleri
ise yine Mahmud Paşa bilür kimesne vâkıf olmaz. He- ne bizden selâm eyle. Mahmud Paşa’ya dahi acele ile
man feryâd idüp uyandı. Bir mertebe bükâ eder ki tah var. Şimdengiru âhıret tedârükün eylesün. Şerbet-i şe-
rir olunmaz. Bükâdan sonra buyururlar. Câmi’-i şerif hâdet mukarrer oldu diyesin. »
temelinde zuhûr iden filorilerden getürün deyu emrey- Mahmud Paşa, bu haberden hiç müteessir olmadı.
ledi. Varup huzuruna getürdüler. Altunu kiseden döker « Elhamdülillâh benim dahi aksâ-yi merâmım bu idi »
Ad.
Zahiri Faryabî, Hafız gibi meşhur Acem şairlerine Arızın üzre hatın âyât-ı ünvân 1 kadîm
nazireler ve cevaplar yazan ve Hace Cihan tarafından Sünbülün haddinde
bir kaside ile medhedilen Mahmud Pasa, Türkçe ve Buldı dil elhamdülillâh râh-ı kûyine mecâl
Farsça şiirleri ile tanındığı kadar inşasiyle de şöhret Virdi Rab-bül-âlemin ana sırât-ı müstakim
kazanmıştır. Hattâ onun nesrini nazmından daha kuv Çîn-i zülfüne senün benzer didi misk-i Hıtâ
vetli bulanlar vardır ( tis/ı. ) . Ger hatâdur dirisen
Adnî Mahmud Paşa’nın İstanbul kütüphanelerinde Ejdehâ yi turra i zülfün eğer kaldırsa baş
üç yazma divanına tesadüf ediliyor (Ünv. K- No: 1962, Olmaya bir dem mukabil ana su’bân-ı azîm
Mit. Alın. K. Mz. No: 278, 279). Âdni’mn azm i remîmine virür tâze hayât
Üniversite kütüphanesindeki divan iki kısımdan mü Bûy-i zülfünle irürse kabrine bâd-i nesim
rekkeptir. Birinci kısımda 677 beyit vardır. 1024 be - III _
yitten ibaret olan bu divan,
Zülfüni çünkim perişan eyledin
Subhdenı arş-ı bahâr içre zaman pîrezeni
Âh kim kasd-ı dil ü cân eyledin
Bezedi diirlü şükûfeyle zemin ü zemeni
Tâze tutmağa yüzün gulzârını
beyitli Fatih’i medh eder bir kaside ile başlamaktadır.
Yaşımı bârân-ı nîsân eyledin
Bu nüshada 1 kaside, 94 ü Türkçe, 45 i Farsça 139
İns ü cin râm olmak içün hükmüne
gazel ve 21 Farisî müfred görülüyor. Divanın sonunda
Lâ’lini mühr-i Süleymân eyledin
Fatih tarafından bazı hükümdarlara gönderilmiş Farsça
Subhdem gün gibi yüzün arz idüb
6 mektup sureti, yani Mahmud Paşa münşeatı da ka-
yıdlıdır. Gülleri gülşende hayran eyledin
Ali Emirî kütüphanesindeki 278 numaralı yazma, Ağzına öygünmedi hiç ey sabâ
Gonceye yok yire bühtân eyledin
Âh kim can hâneyiken aşkına
beytile başlıyor. İkinci kaside, Anı da dil gibi vîrân eyledin
y J.VP-- j\ (¿1 Dest-i çevrile belâ bezminde âh
¿1^» j\J JwU y j\J j, h /jJ Adni’yi ney gibi nâlân eyledin
'Türk Şairleri
Ad. 256
- V _ _ IX _
¿1U 5^7- —“lÜl J-5
Terahhum it dile cânâ ki bîkarârındır ciUT fi j\ x-*U j
Esîr-i silsile-i zülf i tâbdârındır jbjU. ji ¿>1
Müdâm gönlümi meygûn lebin hayâliyle ı__î j\
oVj - l
Harâb ü mest kılan çeşm-i pür humârındır
£.*»\ «¿LiSC -v -j j'
Nihâi i tûbi vü kevser didikleri bilürem
iil». (jJ i}:.^
Bülend kaddin ile lâ’l-i âbdârındır * o^lj.
Gerek vefâ vü gerek çevrile cefâ kılsun s i. ¿ t? p j lif " \\
-XI —
Gören kamer yüzüni meyi-i âftâb itmez
Soran şeker lebini yâd-ı lâ’l-i nâb itmez e* t£y j v ci1
^ ol-*-1 jaİc-
Gönül imâretini yıkmasun gamın hazer it
<>- jİÂ-laJ C--'
Ki kimse kendü evin göz göre harâb itmez ^ ¿.T * ij\jS
Benim bir ağladuğım yüzüme urur ne aceb -vir' e/ oU
Anın hezâr cefâ itdüğin hisâb itmez ^ 3 A f_\
Meğer ki çehresi âyînenin demirdendir ^ ^
^ oli’U. _4
Ki gün yüzünle mukabil olub hicâb itmez
4>- lil-j J'
Zaman mı var ki lebin nukli yâdına Adnî
o>.
Ciğer kebâb gözi yaşını şerâb itmez C—AŞ-U. uU
^ iSSç- ¿-T.
- VIII -
Bibliyografya : Sh., Ltf., Aşk.. Hsn., Byn., K nlı., Âşık
Dil-i âvâre yeler yel bigi ârâm itmez Paşazade tarihi, Tacüttevarih, Peçevî, Hadikatülvüzera, Sel., Ham-
Terk.i sevdâ-yi ser-i zülf-i dilârâm itmez mer tarihi : Ata Bey tercümesi, O sm ., Fş. ve mecmualar.
Türk Şairleri
257 Ad.
A d nî ( Mevlevî ) — XVII nci asır şairlerinden Ad- Bir mecmuada « Adniyülmevlevî » serlevhasiyle
nî hakkında Şeyhî, Vakayiülfuzalâ’da şu malûmatı bir manzume kayıdhdır ( Mit. Alm. K. Mz. No. 786) .
veriyor : Abdülkadir Geylânî’yi medhetmekle beraber mev-
« Adnî Receb Dede’dir. Belgrad’da vâki’ âstâne i levîliğini de sarih olarak şu yolda söylemektedir :
Mevlânâ’da seccâdenişîn-i tarîkat iken 1095 ( M. 1683 )
târîhinde azm-i âlem-i âhıret eyledi. Bu beyit anındır: Mâlik-i milk-i ebed hazret-i Abdülkadir
O âşık kim cemâl-i yârı her yerde şülıûd eyler Kusrev-i arş sened hazret-i Abdülkadir
İki nemnâk ç.'şmi âlem-i aşka diirûd eyler Mazhar-ı ilm-i H udâ kufi küşâ-yi esmâ
Esrar Dede tezkiresine göre Şair, Ramazan Dede’ye Vâsıl-ı nfır i Samed hazret-i Abdülkadir
intisab etmiştir. Şeyhi hakkında şöyle bir manzumesi Adni'ye eyle nazar bende i Mevlânâ’dır
vardır : Ç ün k i yok feyzine had hazret-i Abdülkadir
Ne cây ol cây.i âsâyiş nümâ-yi ehl-i isti’dâd Cenâb-ı hazret-i Han Ahmed-üs-sâlis şeh-i âlem
Nemâsâz itmede âb ü hevâsı gülşen.i câni Zamân-ı devletidir mâye bahş-ı râhat-i dünyâ
Zihî cây i safâ ârâ-yi râhat bahş u nüzhetgâh O şâhenşâh-ı vâlâ kadı-i evreng-i saâdet kim
Ki teşrîf eyleye sultân-ı heft iklîm-i hakânî Gubâr-ı dergehidir tutyâ-yi dîde-i Dârâ
Vücûde geldi ya’ni sulb-i pâkinden işâretle
Görüp bu câyı şâyân-ı nigâh-ı rağbet ü lûtfı
Arîk-uz-zât bir şehzâde-i memdûh u müstesnâ
Heman bünyâdına bu kasrın itti emr ü fermâni
Tulü’ itti yine burc-i şereften bir kamer tal’at
İdüp ya’ni havâle uhde-i sadı-ı keremkâre Göründi matla’-ul-iclâlden bir mâh-ı bedrârâ
Yapıldı böyle bir kasr-ı Havernak ıeşk-i sultâtıi Ruh-i pür tâbi ta’n endâz-ı şems-i evc-i izzettir
Ne sadr ol sâhib-i sadr-ı sadâret nâzım-ı devlet Cebîn-i tâbnâki gurre-i garrâ-yi devletzâ
Odur hâlâ vezîr-i a’zam u dâmâd-ı zîşâııi Olup yümn-i kudûmı bâis-i ârâyiş-i âlem
Vezîr-i a’zam-ı deryâ dil-i cûş-âver. i in’âm Donattı çârsû-yi dehri şevkından bütün dünyâ
Zihî hayr-ül-kudûm-i behcet ârâ-yi asâlet kim
İder siyrâb lûtfı teşnegân-ı cûd u ihsâni
Cihân oldı neşât-ı şevk-ı şevka şevk ser tâpâ
Mekârim pîşe İbrâhîm pâşâ-yi kerem haslet
Hudâ zât-ı hümâyûn-i şehenşâh-ı keremkârı
Şümâr-ı vasfıdır hayretfezâ-yi nev’-i insânî İde ârâyiş-i taht-ı Süleymân-ı cihanfermâ
Cihan nâdîde oldı böyle bir kasr-ı felek fersâ Nice evlâd ü emcâd ile olup şevketi müzdâd
K-olur hande küşâ-yi çerh-i gerdun sakf-ı eyvâni Zamân-ı ömr-i tab’îyi İlâhî ide istîfâ
Nedir ol kasr-ı zerrin kim şuâ’-ı pertev-i nûrı Duâ-yi devletin idüp didi târihini Afvı
İder gümgeşte taht-el-aız hurşîd-i dirahşâni
Ne kasr ol genc-i medfûn-i serây-i izz ü behcet kim _ 1135 —
Tılısm-ı hikmet ile eylemiş ejder nigehbâni
Hümâ-yi lânesâz-ı evc-i ikbâl ü celâlettir Bir mecmuada Afvî namına mukayyed bir tercii
Mekân tutmuş kenâr-ı bahri kân-ı dürr-i imkâni bende de tesadüf etmekteyiz (Tpk. Rv. K. No : 1972).
Bibliyografya: R m z., Sfy.
Nesîc-i zerkeş-i hayt-üş-şuâ’-ı mihr-i devlettir
Nitâk-ı cüfti oldı şu’lebend-i şem’-i nûrânî
Ağazade (Mehmed Dede) — XVII nci asrın tanın
Hemîşe bülbül-i dil nağmesâz-ı bağ-ı vasfıdır
mış mevlevîlerinden Ağazade, Gelibolu’da doğdu. Ba
Hazan nâdîdedir bu kasr-ı ikbâlin gülistâni
bası Yeniçeri ağalarından Haşan adında biridir. Baba
Akıttı lûle-i âb-ı mekâıim çeşme-i cûdı
sından kalan malı tamamiyle kendi kardeşi Asaf Ağa’ya
düp icrâ-yi himmet menba’-ül-hayr-ı firâvâni
terk etmişti. Genç yaşında Konya’da Bostan efendi’ye
İSebîl âsâ müselsel resm-i nev îcâd-ı şâhîdir
intisab eden şair, mutad olan çileyi bitirdikten sonra
Başı mecrâ-yi ihsandır ayağı cûy-i şâdânî
icazetname alarak Kudüs ve Yafa gibi şehirlere gitmiş,
Eğer bir cür’asın nûş eylese Hızr âb-ı pâkinden
fakat deniz yoluyla memleketine dönerken bir korsan
Olurdı lezzetinden dest şûy-i âb-ı hayvânî
gemisinde bulunanlar tarafından esir edilmiş ve Malta’-
Olunca sâye endâz-ı şeref pîrâ-yi teşıîfî
ya götürülmüştür, bir müddet bu gemide hizmet etmek,
Muhassal kasr-ı cennet şâıı olur evsâf-ı şâyâni
hattâ taş taşımak gibi ağır işleri görmek mecburiye
Değildir encüm-i seyyâre yer yer eyledi icrâ
tinde kalan Ağazade, geminin bilâhire Osmanlılar eline
Kudûm-i şâh-ı zîşâne felek resm-i zerefşâni
geçmesi üzerine kurtulmuş ve Cezayer’e gitmiştir. Ora
Dokundı zer kumâş-ı târ ü pûd-ı mihrini hâver
dan Gelibolu’ya dönmüş ve kendi evinde Mesnevî okut
İderse makdem-i pâkine pây endâz erzânî
makla meşgul olmağa başlamıştır.
Değil evsâfı çün gayet pezîr-i midhat-i zâtı
Sahih Ahmed Dede Tevarihi Mevleviyye’de diyor ki :
Duâ-yi devletiyle Afviyd vir nazma pâyâni
“Şehirde hânesinde va'z-ı Mesnevî ve icrâ-yi âyîn-i
Hudâ zât-ı hümâyûnun hatâdan hıfz idüp dâim
eıkân-i Mevlevi olunup bir vakit kesret-i ahbâb ile hâ-
İde hem hâkipâyin tûtyâ-yi ayn-ı a’yâni
nesi mukassî olduğundan muhibb i muhlislerinden Ab-
Hudâ kasr-ı kerem bünyânın âbâdân idüp her dem
dürrahim ibn-i Mehemmed Ağa hâric-i şehirde bir vâsi’
İçinde zevk u ayş ile muammer eyleye ani
tekye-i âlî bünyâd eyledi. Mâh-ı muharrem gurresinde
Hudâ ârâyiş-i kasr-ı hümâyûnun idüp müzdâd
Ağazade Şeyh Mehmed Dede cenâbı tekyeye gelüp
Ola efzûnter ömr-i ebedle şevket ü şâni içine girüp sâkin oldular.,,
Dahi şehzâdegân-ı nûr-i çeşm-i saltanat âbâd Bir müddet sonra - bilâhire Çırağan sarayı olan-
Olup mahfûz-i Yezdânî olalar devlet ünvâni Beşiktaş Mevlevîhanesi tesis edilmiş ve şeyhliğine tayin
— II — —Tarih— edilmişti. İki ay kadar bu vazifede bulundu.
Hidîv-i dâdger sultân-ı heft iklîm-i hâkanî ŞeyhVmn Vakayiülfıızalâ’sından naklen Esrar Dede
Hümâyun baht eslâf-ı mülûk-i saltanat pîrâ diyor ki.'
tü r k Şairleri
Ah. __________________________________________________ ___ ____________________________________________ ____ 260
«Bir gün nâbehengâm bir sefineye süvâr olup ba’- Bizdedir sırr-ı Muhammed nutk-ı pâk i Mevlevî
del-işâ Gelibolu’ya doğru bâdbanküşâ-yi azîmet ve mel- Mahzen-i genc-i İlâhî sâhib-i esmâ biziz
lâhân-ı sefineye ta’cîl buyurarak şitâbân-ı cânib-i vatan-ı Fakr ile fahr eyledik mülk-i kanâat şâhıyüz
me’lûfları oldukları leyle-i garibenin sabahında İstanbul-
Lâübâlîyiiz eğerçi ârif-i dânâ biziz
da fitne-i azîme zuhûrı cümle i kerâmâtlarından olduğu
mastûrdur.» Bende i evlâd-i Hayder hâk-i râh-ı Mustafâ
Safayî’ye göre (1061-1652) tarihinde vefat eden şair, Murtezâ'nın âşıkıyüz çâker-i Zehrâ biziz
bânîsi olduğu Gelibolu mevlevî tekkesinde medfundur. Mazhar-ı Molla-yi Rûm’uz Mesnevi buıhâmmız
Ağazade’den bahseden menbalar onun hakkında çok Sâlik-i râh-ı hakikat vâsıl-ı Mevlâ biziz
takdirli cümleler sarfediyorlar. Sakıb Dede Sefine1de Münkir-i Al-i Abâ’yâ tîğdır her nutkumuz
Şair’in “cümie-i ulûm ü fünûn ı ııakliyye ve akliyyede Kahir-i a’dâ-yi dîniz seyf-i Mevlânâ biziz
fâik-ulakrân ve hall-i müşkilât. ı hazret-i Mesnevi i şerifte Hazret-i sultân-ı aşka kul idelden kendimiz
adîm-ün-nazîr„ olduğunu ve güzel söz söylediğini kay Fırka-i nâcîden olduk Urvetülvüska biziz
dediyor. Bibliyografya: Skb. , Sfy. Şky. Ş. , Esr. , Sahih Ahmed
Safayî de onu “Bûstân-ı belâgatin tûli-i şeker beyâ Dede: Tevarihi mevleviye, Silsilei turukı aliye.
nı ve gülistân-ı fesâhatin bülbül-i şirin zebânı„ olarak
tavsif ediyor. A hdî ( Ali, Yıldırım şeyhi oğlu ) — XVI ncı asır
Ağazade’nin bugün elimizde iki manzumesi vardır. şairlerinden Ahdî hakkında Aşık Çelebi şu malûmatı
Bunlar da Sakıb Dede Sefinesinde ve ondan naklen di veriyor:
ğer menbalarda kayıdlıdır. İkinci manzumeyi Dede Sâ- « Ahdî : Edirnelidir. Ali Çelebi derler ki Yıldırım
bir Pârisâ, ve Ahmed Celâleddin gibi mevlevî şairleri şeyhi oğlu dimekle meşhûrdur. Fevâzıl-ı zâtiyye
nin tahmis ettiklerini de görmekteyiz. Bu şiirlerin her ve fezâil i kesbiyyesi ma’ıûftur. Akrânında fâik
ikisi de mahlâssızdır. Netekim Sakıb Dede de onun şi ve ahlâkda güzide i halâikdir. Ve her güne ihsâna
irde mahlâs kullanmadığını söyliyor. Üsküdar kütüpha mazhar olmağa halik ve lâyıkdır. Ammâ istihkakına gö
nesindeki bir tarikat silsilenamesinde mahlâsının Hakikî
re müteahhir olmuştur, ve âyîne-i âmâli jeng-i tekad-
olduğu yazılı ise de bu rivayeti kuvvetlendirecek başka
bir vesikaya rastlamadım ( Üs - Hd. K. No. 122 ) . düm-i emsâl ile mükedder olmuştur. Çi'ın gûyâlıkta ve
_ i „ şekerhâlıkta bülbül ve tûtî lH' ^ i Jet ı11*1' -
■ dir.
— Gazel — Mercûdur ki Hak merkezinde sâbit ola ve tu’mesiçün
Zir-i pây i mevlevîde her sadâ-yi pâykûb nebât yerine benât nâbit ola. Eş’ârı dahi muhkem ve
Münkir-i vecd ü simâ’a dokunur manend-i tûb metîn ve lâtif ma’nâlar ve ıengîn edâlara karîndir.
Sâha-i vicdânına ol tâir-i kudsîleriıı Şi’r-i û ••
Şehper-i tâvûs-i kuds olmak gerekdir hâkıûb Gülgûn eşki koşdum şebdiz’ i dûd-i âha
Vaz’olaldan olmadı tarz-ı tarikat âleme Meydân-ı aşk içinde koş koş yüğürgüni al
Böyle bir erkân-ı mergub böyle bir âyîn-i hûb *
**
Tâlib-i Kııtiilkıılûb olmak ne hâcet var iken
Gâh açıldı gönce geh dürdi yüzini nâzdan
Mesnevî-i ma’nevî mânendi bir kut-ül-kulûb
Arz-ı dîdâr itti ma’nâ bülbüle açmazdan »
Bir külâh ü bir nemed vecd ü simâ’u nây ü def
Haşan Çelebi de şunları söyliyor :
Sırrım keşf itmesün her şahsa Allâmülguyûb
“ Ahdî : Edirnelidir. Nâmı Ali’dir. Yıldırım şeyhi
Sine vü diller dururken şevk-i Mevlânâ ile
oğlu dinmekle meşhûr ve celidir. Evvel-i mahlâsı Ali’
Câme çâk olmak nedir ayb olmasa çâk-i cüyûb
dir. sonra Ahdî eylemiştir. Taıik-i ilme sülük idüp âhır
Münkir-i erkân ı Hünkâr olma sofi gerçi kim elli akçe ile kepenekçi medresesinden ma’zûl olup şîşe-i
Afv ider hep mâadâ-yi şirki Gaffarüzzünûb
hâtır-ı maârif pîşesi seng-i azl i mütemadi ile mütekes-
Olmaz ey nâdan hazer kıl kân-ı lûtf u hilm iken sir ve tarîkında emsâl ü akrânından müteahhir olup
Hiç Celâlüddin i Rûmî gibi bir şahs-ı gazûb
âyîne i âmâli jeng-i tekaddüm-i emsâl ile mütekeddir ol
Şemsdir ammâ ki şâm-ı subhgâh-ı haşıe dek
mağın yevmi yirmi akçe ile tekaüd ihtiyar eyledi. Şi’ri
İrmez ol şems-i sipehr-i vahdete hergiz guıûb
nazm-ı sâde ve kelâm-ı mevzun makulesi idüği mestûr
Sikke-i sultâna baş eğse nola Rûm u Arab ve meknûn değildir.
Taht ı hükm-i kutba dâirdir şimâl ü hem cenûb Beni taşlamağa etflâl üşürdiler eli
Bir penâh olmaz külâh-ı hazret-i Molla gibi Var ise şimdi benim dünyede Mecnun bedeli
Umarız her aybımız setr ide Settarüluyûb Dûd-i âhım beni kûyine iletmez oldı
Sırr-ı mahbûbiyyet-1 Mevlâ’ya Mevlânâ yi Rûm Cennete koymaz imiş kişiyi kara ameli
Vechi mir’ât olduğıyçün oldı mahbûbülkulûb Dökerim göz yaşın etrâfıma ben nokta gibi
- II — Yâr-ı zerre dehenimçün iderim reml-i Ali
Vâris-i ilm i leaünnî âdem i ma’nâ biziz Sicil’ de ise 975 (M. 1567) te vefat ettiği kayıdlıdır.
Vâkıfı sırr-ı rümûz-i Allemelesmâ biziz Bibliyografya: A Şk -> fis n '> Sel.
Türk Şairleri
261 Ah.
A h d î (Bağdadlı) — XVI ncı asrın meşhur şairlerinden libi Türkî eş’ârda râcil iken mezbûr dekayık-ı zebân-ı
Ahdî, Acemce şiirleriyle tanınmış olan Bağdadlı Şemsî’nin mestûrda tabaka-i bülegaya vâsıldır. Bir müddet İstan
oğludur. bul’da olup Tezkiretüşşuarâ yazmıştır.
Şairin hayatına dair etraflı malûmata sahip değiliz.
_ Beyânı —
Yalnız onun bir müddet İstanbul’a geldiğini ve tekrar
IV — Ahdî: Mevlâna Şemsî’nin ferzendi Ahdî i Bağ-
Bağdad’a giderek orada vefat ettiğini biliyoruz.
dâdî’dir. Vâlid-i mâcid Dâr ül hilâfe-i Bağdâd’da dest
Kendi tezkiresine yazdığı mukaddimeden anlaşılıyor
pîrâ yi mesned i şerîat iken Dâd ii sited-i döstgânî
ki Ahdî, ( 960 — 1552 ) de İstanbul’a gelmiş ve
dostî ve muâşeret olunmuş idi. İbtidâ-yi mülâkatda bu
( 971 — 1563 ) de Bağdad’a dönmüştür. Tezkirenin
matla’ını okudu. Ol zamandan beri mahfûz-i hizâne i
malzemesini İstanbul’da toplayan Şair, Oülşeni şuara’yı
hâfızadır:
aynı sene içinde Bağdad’da tertip ve ikmal etmiştir.
Kan idüp ey kaşı yâ oldı okun dilde nihan
Riyazi onun “Evâhiı-i devr-i Murâdî’de Bağdad’da
Yârınım ağzın arar cerrâh anınçiin her zaman
intikal„ ettiğini yazıyor. Demek oluyor ki Ahdî, (1003 —
1594) tarihinden bir iki yıl önce ölmüştür. Sicil’deki Tezkiretüşşuarâ imlâsı kaydına mübtelâ olmuş idi.
“Ahdî Çelebi: 1002 (M. 1593) de fevt oldu„ kaydının Düşvâr pesendlerin makbûli düşmeyüp künc hâne-i nes-
doğru olduğu anlaşılıyor. yen mensiyyâda makamın bulmuş idi. Bu beyit dahi
Tezkirelerin onun hakkıııdaki yazılarını aynen nak anındır ki sebt olundı:
lediyorum: D a’vi-i aşk ider isen ikisin sev güzelin
I — A h d î: Bağdadî’dir. Nâmı Ahmed’dir, Babasına Şâhideyn olmasa ey dil bulımaz da'vi sübût
Mevlânâ Şemsüddin derler. Müteayyinân-ı dâr.üs- se- Evâhir-i devr-i Murâdî’de Bağdad’da intikal etti.
lâm-ı hıttaı Bağdâd-ı pür ihtirâmdan idi. Kendisi da
— Riyazi —
hi bülega ve şuarâ ile âşinâ olmağla dîde-i cânı kûhl-i
maârif ve kemâlât ile rûşenâ şâhidân-ı belâgat ve be Bütün bu kayıdlar gösteriyor ki Ahdî, tezkiresiyle
ve şiirleriyle şöhret kazanmıştır. Ahdî’nin vücude getir
yân ile âşinâ olmağla dürüst-i ahd ü peymân idi. Eğer-
diği eseri, Riyazi ile Müverrih Âlî müstesna, diğer tezkire-
çi ekser i tâife i a’câm nazm-ı Türkîde kasır ve râcil ve
ciler takdir ile karşılıyorlar. Riyazî’nin Gülşeni şuara’yı
dekayık ve hafâyâ yi zebân-ı mezbûre gayr-ı vâsıldır. alâka uyandırmayan kıymetsiz bir tezkire olarak göstermesi
Lâkin mezbûrun eş’ârı Rûmiyâne ve üstâdâne olmağla  lî’nin de bunu «Acemice» yazılmış bir eser mahiyetinde
serhadd-i kabûl-i ehl-i irfâna dâhildir. Niçe zaman İs görmesi tamamiyle indî ve yanlıştır. Ahdî tezkiresinin bir
tanbul’da mecâlis-i bülega-yi zamâne şem’ olup kâşâ- çok yazma nüshalarına tesadüf edilişi bu kanaati çürüt
ne i şehr-i mezbûrdan tâli’ ve lâmi’ olan bülega-yi sihr meğe kâfidir. Hususiyle bu tezkirede hayatları hakkın
âferîn misâl-i pervîn bir yere cem’ idüp tezkiıetüşşuarâ da malûmat verilen bazı şairlerin diğer tezkirelerde
yazmıştır. Bu eş’âr-ı belâgat şiâr anın güftârındandır: bulunmayışı ona ayrıca bir kıymet verdirmektedir.
Şair vücude getirdiği tezkireyi (971-1563) te yazmış ve
Can nıetâı bulmadı bâzâr-ı dehr içre revâc
Oel lıadeng-i gamzenile ana Ifıtf it kapu ac
şu tarihi vücude getirmiştir :
Kan idüp ey kaşı yâ oldı okıııı dilde nihan Giil-i nazmı ile her ehl-i dilin
Yâremin ağzın açar cerrah anınçiin her zaman Olsa reşk-i cinan bu ravza nola
Ok gibi üftâdeni yâbâna âttın gerçi kim Eyleyüp cem’ bir yere Ahdî
Hâkden geldin getürdiin yine ey ebrû keman D id i târîh
mihr üvefâ ve hidmet-i ashâb-ı sıdkusafâye sıdk ile ikdâm idüp üç (Dört) ravza tarîkiyle [1] alâ kader-it'tâka bu bir
eyleyüp makdem-i şeriflerine yüz sürüp defaât ile mukad niçe perîşan evrâkı cem’ kılup tezkire.i eıbâb-ı safâ
der olan mülâkat-ı ferah sâât müyesser oldukta her b i a’nî Gülşen-i şuaıâ deyü nâm virildi. »
rinin hâkipâ yi saâdetbahşlanndan ve esnâ-yi musâha Gülşeni şuara’nın üç kısmında mevzubahs edilen şa
bette kelimât-ı dilkeşlerinden mesrûr olup murâdât-ı dün irleri - kitaptaki sıraya göre - gösteriyorum:
yevî ve isti’dâdât-ı uhrevî tahsil ve tekmîl iderken nâ- I — Der zikr-i eş’âr-ı pâdişâh-ı âdil ve şehzâdeğân ı
gâh gerdiş-i devr-i gaddâr ve âyîn i çerh-i sitemkâr ber hûb hasâil ve sâhib devletân-ı deryâ dil eş’ârındadıri
karâr olmayup ol enîs-i candan ve mûnis-i revandan Süleyman (Muhibbî), Selim (Selimî), Murad, Mehmed,
a’nî ol yâr ı dirinden ve ol şâir-i sihr âferînden beni Fatih, Mustafa. Bayezid.
dûr ve mehcûr kılıcak Ahmed Paşa (Şemsî), Ahmed Paşa, Cenabî Paşa, Piri
Budur devr-i zamânın ittifakı
Paşa, Şanî Bey,Celâl efendi, Ebülfazl efendi, Hakikî Bey,
K-olur her bir visalin bir firakı Nihanî Bey, Hatmi Bey, Fikrî, Yemînî Bey.
II — Ravza-i sanî : Mevâli-i izâm ve Ulemâ-yi fihâm
Vâdi-i hayret ve sahrâ-yi firkate bırağup üftân ü
hîzân mânend-i gerd-i nâtevân be-tarîk-ı müsâferet vesâ- ve müderrisin i nîk nâm beyânındadır :
lik-i râh-ı siyâhat olup pây-i taht-ı sultân-ı kişversitân ve Kemal Paşazade, Hoca Çelebi, Perviz efendi, Ebüssuud
dârüs-saltanat-ı dârâ-yi leşker keş-i İran ü Turan ve şe- efendi, Dervîş efendi, Mehmed Çelebi, Mehmed Çele
henşâh-ı kîtî penâh dergâhına ya’ni Kostantınıyye’ye bi, Kâmî efendi, Salih efendi, Şah efendi, Ali Çelebi,
gelüp gördüm ki bir cây-i şerif ve me’vâ-yi lâtîf ki âb ü Ahmed Çelebi, Yahya Çelebi, Sürûrî efendi, Molla Çe
hevâsı hûb ve her cânibde mesiresi mergub ve ol me- lebi, Fevri efendi, Rızayî efendi, Abdülganî efendi,
kân-ı pür eşvâk dilcû cevânânı mâh rûyân ile bir had Piri Çelebi, İlmî Çelebi, Bakî, Nevalî Çelebi, Dâîi Acem,
de memlûdur ki esvâk u çârsûsundan geçilmez. Niteki Derviş Çelebi.
dilrübâları vasfında şâir-i hoş edâ Bâkî bir matla’-ı III — Ravza-i sâlis şuarâ-yi nâmdârın zikrindedir:
garrâ buyurmuşdur ki vird-i zebân-ı âşıkan-ı şeydâdır: ı — Emri, Usulî, Anî, Ümîdî, Eflâtun, Ahmed Çe
lebi, Edayî, Emir Çelebi, Âgehî, İlhamı, Afitabî, Ah
D iirübâlarla aceb kesreti var her yolun
med Çelebi, Ümîdî, Amanî, Ehlî, Âlî, Edayî, Enverî,
Geçemez hııblarından gönül İstanbul’un
Aramî, İlâhî, Ahmed Harîrî.
Elhak ta’rîfden müberrâ tavsîfden muarrâdır zerre v — Behiştî, Bedri, Basirî, Beyazî, Penahî, Penahî,
mikdârı sitâyişe hiç ihtiyâç yokdur zîrâ ki me’men-i Bîdarî, Beliği, Bakî, Bakî, Bekayî, Balî, Bîatî.
sultân-ı salâtîn-i sâhib tâc olduğıyçün içinde fuzalâ-yi £ — Tabî, Tabî, Tabî, Tııaşî.
zevil-istihrâc ve şuarâ-yi nâzük şöyle çok ki farazâ eğer ^ — Sanî, Sübutî, Senayî.
ta’rîf ve tavsif olursa binde birin debîr-i kalem-i e — Cevheri, Celilî, Cevrî, Camî, Cevheri, Celilî,
serî’ulbeyân tesvîd ve tahrîr idüp gün gibi bir zer- Cafer, Cüdayî, Cinanî.
rei iyân idemez. c — Haletî, Hubbâ , Hayreti, Haydar, Hafız, Hâlî,
Müdddet-i medîd ve ahd-i baîd bu bende-i müsâ- Hıfzî, Hıfzî, Hükmî, Hayderî, Hamdî, Hamidî, Hüsaın.
fir şehr-i mezbürda mücâvir olup rûz ü şeb hizmet-i ulemâ- yi c — Hayalî, Haverî, Hâtemî, Hisalî, Hurremî, Halîfe,
izâm ve mülâzemet-i şuarâ-yi nîk nâm vetûtiyân-ı şek- Husrev, Hudayî, Husrevî, Hulûsî, Hâdimî, Humarî,
keristân-ı fesâhat ve andelîbân-ı gülistân-ı belâgatle- Halilî, Hızrî .
riyle gâh müşâare ve gâh müzâkere idüp elfâz-ı rûh 3 — Danişî, Derviş Çelebi, Derunî, Derunî, Derunî,
efzâlarından ve edâ-yi hoş nevâlarından ve gül gibi ke- Duayî.
limât-ı safâbahşlerinden ve mül gibi ebyât ı bîgışlerin- * — Zatî, Zihnî, Zihnî, Zünnun.
den bahş olup ve her birinin sohbet-i hâsın fursat ve j — Rahmî, Rizayî, Rahîmî, Riyazî, Remzî, Rümuzî,
ganimet bilüp cân ü dilden mâil ve râgıb olup velhâ* Ref’î, Reyî, Reyî, Rif’atî, Ruhî, Ruhî, Ruhî, Rüsuhî,
sil tâlib-i hidmet ve bende-i ehl-i ma’rifet geçinüp ze- Rızayî, Rindî, Rahimî, Ra’dî.
bân-ı Türkiye müdâvemet gösterüp bir mikdâr durûb-i '■
> — Ziyneti, Zeynî, Zeyrekî, Zârî, Zühdî.
emsâlin zabtına taklîd kılup fünûn-i şiirde ferîd olup lt — Sa’yî, Selikî, Selmaıı, Sırıî, Sünnî, Sihri, Sihrî,
hâlâ ki sene ihdâ ve seb’în ve tis’amiede Sırrî, Salikî, Sebzî, Seyfî, Sipahî, Sehayî, Sehabî, Siyahı,
fehvâsınca mihr-i vatan. ı aslî gönülde gün gibi iyan Sırrî, Semaî, Sâî, Serhengî, Sadrî, Sadrî, Safî, Salâhî,
olup gitmeğe niyyet ve ol vilâyete azîmet kıldıkta hâ- Sabayî.
J- — Şemsîi Bağdadî, Şühudî, Şuri, Şevkî, Şanî,
tır-ı pür fütûra bu lâyih ve fâyih oldı ki salâtîn. i izâ-
Şefiî, Şeydâ, Şinasî, Şevkî, Şeıhî.
mın ve ulemâ.yi fihâmın ve ayş ü nûş ittiğim şuarâ-yi u» — Sabrî, Sabirî, Sadrî, Sıdkî, Sıdkî, Saniî, Saniî,
şîrin mekalin hidmetlerine irişüp sohbetlerinden müste- Sarfî, Safayî, Sadık, Sıyamî.
fîd olduğum kimesneleıden evsâf ı hamîdesiıı gûş kıldı ,> — Zâyiî, Zaifî, Zamîrî.
ğım fusahâ yi nîkûhisâlin mehmâimkân tetebbu’-i ahvâl [1] Bazı tezkirelerde fasıllar dörde ayrılm ıştır.
Türk Şairleri
263 Ah.
— Tab’î, Tab’î, Tarzî, Tarîki. Âb-ı kereminden ger ola neşv ü nemâsı
t — Ârifî, Ubeydî, Âşık Çelebi, İşretî, İzarî, Ulvî, Gül gibi vire ziyneti büstâne karanfül
Ulvî, Âlî, Âlî, Arşî, Ulûmî, Aşkî, İmad, Atâ, İlmî, Âri Sen pâdişeh-i lûtfa meğer oldı mukarin
fî, Ârifî, Azmî, Îyanî, İdî, Ârif, Alâyî, Adnî, İzarî. Araladı gülzâıı Nerîmâne karanfül
t — Gubarî, Gubarî, Gamî, Gınayî, Gıyasî, Garibî, Bir tâze gazel bülbül okurdı çemen içre
Gafurî. Gül gibi kulak tutdı ol efgane karanfül
j — Fuzulî, Fikrî) Fazlî, Figanı, Firakî, Firdevsî, Geldikte bu rengile gülistâne karanfül
Fevzî, Feyzî, Ferdî, Feıagî, Fiiruğî, Fazlî, Fanî, Fam. Bin dürlü safâ virdi dil ü câne karanfül
Figanı, Fedayî, Fünunî, Fazlî, Fenayı, Faikî. Şem’ i rühine benzeyeli kıpkızıl oldı
3 — Kandî, Kudsî, Kadrî, Kudsî, Kuıbî, Kutub. Korkum bu ki nâgeh tutuşup yane karanfül
-11 — Kâtibî, Günahı, Kiramî, Keyfî, Keşfî, Kevserî, Lûtf u keremin özleyüp eş’âr ile Ahdî
Kelâmî, Kâtib Molla, Gedayî. Sunsa nola sen sâhib i irfâne karanfül
J — Lâyihî, Lâtifî, Lem’î, Lâzımî, Lâtifî, Lâhikî, Lâ Hak’tan umarım gül gibi bu reng-i hoş ile
tifi, Lâtifî, Lisanî. Virdikce safâ meclis i yârâne karanfül
r — Mecdî, Müslim, Muhyî, Meşamî, Muînî, Mîrek Kâşâne-i ikbâlin ola gülle müzeyyen *
Hakim, Muhyî, Misalî, Meşrebî, Muîdî, Meylî, Mübînî, Ne denlü gelüp gide bu devrâne karanfül
Muradî, Muradı, Medhî, Muhyî, Muhyî, Müfredî, Mahvî, Ark. Mz. Ekrem K. No. 240
Müdamî, Muînî, Muhitî, Misalî, Muhtarî, Mekalî, Mahfî, — II —
— Tarih —
Mutîî, Medhî.
v _ Nev’î, Namî, Nigârî, Nisarî, Namî, Nihanî, Ey melek sîret Haşan Paşa yine
Nazmî, Nevalî, Nalişî, Nazükî, Nâtıkî, Nadiri, Nusratî. Beğleri kulluğa saf saf eyledin
s — Vâlihî, Vâlihî, Vâlihî, Vahdeti, Vecdî, Vuslâtî, Nakd-i pâkisin vezîr-i a’zamın
Vuslâtî, Visalî, Vâhî, Vâlî, Vahdetî, Vasfî, Veznî, Vaslî. Zâtını dânişle eşref eyledin
* — Hüdayî, Hatifî, Hatifî, Hâtifî, Helâkî, Hilâlî, Günde yüz bin hayr umar merhûm idi
Hilâlî, Himmeti, Hemdemî. Anm içün sen muzâaf eyledin
<s — Yahya, Yetim Ali Çelebi, Yusuf Sineçâk, Ya- Pâdişâh emriyle mülk-i Şam’da
kinî. İrişüp Bağdâd’ı eltaf eyledin
Ahdî’nin divanına rastlamadım. Bununla beraber mec Ahdi i dâî didi târihini
¿Jİ.I J^.4, Ujl
mualarda onun bir hayli manzumesine tesadüf etmekteyiz.
— 988 -
Fuzûlî’ye bir çok nazire ve tahmisler vücude getiren;
kasideler, gazeller ve tarihler yazan Ahdî, divan tar Tpk. Rv. K. Mc. No. 1973
_ HI —
zının muvaffakiyetli bir şairi olarak gösterilebilir. Onun
— Â rifî’ye nazîre —
bir kaç manzumesini örnek olarak alıyorum:
Nâfe hattından nümûne sebze-i dilcû dahi
Gül gibi dâğın yakubdur lâle-i hodrû dahi
— Kaside —
Görmeğe dîdâr-ı pâkin âşık-ı şeydâ gibi
Şevkile gelüp âlem-i imkâne karanfül
Her yana yeler gider her sû revandır su dahi
Şem’ ister ola meclis-i cânâne karanfül
İster ki reyâhin gibi yağmâ ide bâğı Kaşların sergeştesi şehr içre ancak meh değil
Açdı başını girdi bu meydâne karanfül Kûh u sahrâda gözün dîvânesi âhû dahi
Geldikte heman eyledi âfâkı muattar Genc-i hüsnün üzre ejder zülf yetmez mi şehâ
Bilmem ne kodı hokka-i mercâne karanfül Hâlden nâzır kodun bir bende-i hindû dahi
Mestâne olup gitse reyâhin nola sundı İtlerin vasfında bin kez gerçi göldün Ahdi'yı
Her birisine bir iki peymâne karanfül Dimedin bir kez ser-i kûyimde kimdir bu dahi
Bir köhne sifâl oldı felek sanma kevâkib Ahd.
Yer yer yetürüptür niçe şâhâne karanfül — IV -
Tenhâda nola ârızına gaze sürünse Çemende durmayup akan değil âb-ı revan yer yer
Âl ile diler öygüne hûbâne karanfül Seni arayı gitti eşk-i çeşm-i âşıkan yer yer
Gûyâ ki şehîd-i müje i lâle ruhândır Elifler sîneye kestim gam ı kaddinle ey gülruh
Yerden çıka geldi bulaşup kane karanfül Gören sanur çemende bitti şâh-ı ergavan yer yer
Başına yakar od kılur yakasını çâk Nümâyan tîrlerdir yâ sipâh-ı gam gelüp kondı
Düşmüş sanasın âteş i hirmâne karanfül Fezâ'yi sîneye ey kaşı yâ değdi sinan yer yer
Ta’vîz gibi başta getürse nola her kes Elifle dâğ sanma tende gam yol azmasun deyu
Teşbîh olur mühr i Süleymâıı’e karanfül Yığup taş râh-ı aşka sinede diktim nişan yer yer
Türk Şairleri
Ah. 264
Şeb i gam görünen encüm değil Ahdî felek üzre maârife kadir ve fenn-i şiirde mâhir kimse idi. Bu mat-
Hadeng-i âhımın zahmıdürür oldı ¡yan yer yer lâ’ anın eş’ârındandır :
Ark. Mz. Ekrem K. No. 140 Kande varam sâye-i serv-i bülendim var iken
— V - Kime kul olam senin gibi efendim var iken
Kim ki terki ser idüp yoluna pâmâl olmaz L âtifî diyor ki:
Devlet el virmez ana lâyık-ı ikbâl olmaz «Edirnelidir. Sultan Bâyezîd devrind erkânda ah
Her gönül kim ser i zülfünden irişmez lebine kâm kâtiblerinden idi. Rengin eş’ârı ve şîrîn güftârı
Ömri ze.vk ile geçüp şevkile hoş hâl olmaz vardır. »
Duyacaksın ser-i zülfünde didim hâl-i dili Âşık Çelebi, Haşan Çelebi, Beyanî gibi tezkire
Geldi ol gül didi duyulmadık ahvâl olmaz lerde de aynı malûmata rastlıyoruz. Ve bütün bu men-
Deyr-i âlemde dilâ sanma ki hûbân içre balar Sehî tezkiresinde kayıdlı olan beyti örnek olarak
Aşıka meyi idici dilber-i meyyâl olmaz almışlardır.
Cidd ü cehd it yoluna cân ü seri vir Ahdî Edirneli Nazmî’nin Mectna tınnezair'inde ve Pervane Bey
Rehrev-i aşk olan kimsede ihmâl olmaz mecmuası'nda «Ahdî Bey» serlevhasiyle tesadüf edilen
Tpk. Rv. K. No. 1973 gazellerin Edirneli Ahdî’ye aid olduğu muhakkaktır.
- VI — Diğer bazı mecmualarda da Ahdî serlevha ve mah-
— Tahmîs-i gazel-i Fuzulî — lâsiyle bazı şiirler görmekteyiz . Bu şiirlerin de bu zata
Şehâ hûnî gözünde kasd ı cân içüıı şecaat var aid olduğu tahmin olunabilir.
Leb-i lâ’Iinde kanım dökmeğe remz ü işâret var Ahdî’nin iki şiirini örnek olarak alıyorum:
Efendim gözlerim seğrir yine hayre beşaret var _ i _
«Yolunda can virem gibi derûnumda melâmet var»
“Şehîd-i tîğ-ı aşk olmağa gönlümde şehâdet var» Kande varam sâye-i serv-i bülendim var iken
Kime kul olam senin gibi efendim var iken
Olaldan iltizâmım derd-i aşkın kenzi ey hûnî
Dil dolaşmaz zülfi sevdâsma gayrı dilberin
Edâ mümkin değil hare itse eşkim mâl-i Karûn’i
Kâkül i cânan gibi müşgin kemendim var iken
Yeter çâh ı zenahdânmda habs eyle bu medyûni
Nice serbâz olmayam ışkı yolunda dilberin
“Gel öldür de beni kurtar belâdan çünki ey hûnî,,
Bu delü gönlüm gibi çâbük süvarim var iken
“Ne sende merhamet şefkat ne bende sabre tâkat var„
Eylemiş diller salâ vaslına canlar virmeğe
Murâdın cân ise cânâ kulunda yoktur ey zîbâ Ey gönül ben kim diyem bum kemendim var iken
Kesersen başımı tîğınle yüz döndürmezem kat’â Dimedim mi itmezem ben lûtf ı dermânım dirîğ
Nedenlü hayf ideı sen gayre hâlim ağlamam hâşâ
Ahdı-i bîçâre gibi derdmendim var iken
«Efendim pâdişâhım ben kime varup idem şekvâ»
«Bana çok cevrü zulm ittin sana senden şikâyt var» Mcnz.
- II -
Virelden can meşâmına senin sevdâ-yi zülfün bû Safâ vü zevk ı dünyâyı dilâ şâhâne sürdün tut
Çeküp dil şâm-ı firkatte niçe yıllar gam u gaygu Serîr-i saltanatta ayş ü nûş ittin oturdun tut
Çüdoğdı subh veş mihr-i cemâlin çeşmime karşu Çeküp asker cihâna şâh olup dârât ii şevketle
«Döküldi gözlerim yaşı nazar kılmadın ey mehrû» Otağ ı rif’ati sahrâ-yi devlet içre kurdun tut
Düşübdür yıldızım benzer sitâremde nühııset var„ Sipehsâlâr olup ey dil bu meydân ı şecâatte
Sürüp esb-i murâdı niçe yıl yeldin yöpürdün tut
İçersen cür’asın Ahdî cihâna pâdişâh eyler Zebûn idüp kamu serkeşleri gürz-i girânınla
Cem ü Keyhusrev olsan birbirine mübtelâ eyler Adûnun pençesin zûr eyleyüp merdâne burdun tut
Dimiş ol kim cihânı mihr-i nazmı pür zıyâ eyler Özün fikr it temâşâ-yi cihandan göz yumup Ahdî
“Gedâyı âleme sultân sultânı gedâ eyler„ Kamu a’yân ü a’râzı serâser cümle gördün tut
“Şerâb-ı aşk-ı dilberde Fuzuli özge hâlet var,, Yarağ it durma dur azın i sefer kıl dâr-ı ukbâye
Bn fânî mülki terk eyle cihan durdukça durdun tut
Siy. Esd. K. Mc. No: 3424 Prv.
Bibliyografya : Aşk. , Hsn. , Byn. , Ahd. , Knh. , Sel. , ve Bibliyografya: Sh. , Ltf. , Aşk. , Hşn. , Byn. , S e l', ve
mecmualar. Mecmualar.
A h dî (Edirneli) — XV inci asır şairlerinden Ahdî A h d î (Meraşlı)—XVII nci asır şairlerinden Ahdî hak
hakkında tezkireler kısaca malûmat veriyorlar. kında G üfti şu beyitleri yazıyor:
Seki diyor ki:
«Sultan Bâyezîd zamanında dîvân-ı âlî nişan hizme Bir dahi turfa gûy ü turfa edâ
tinde olurdu. Ahkâm kitâbeti iderdi. Kitâbeti güzel ve Mer’aşî Ahdi-i suhan pîrâ
hattı bî bedel hüsn-i hattı ziyâde kâtib Şeyhzâde şâ- Beste i şi’ri dilkeş olmuştur
girdlerindendir. Eş’ârı garrâ ve nazmı müstesnâ çok Ya’ni mollâ yi Mer’aş olmuştur
Türk Şairleri
Cümle hûn-i şehîd-i mazmundur Açılsak bâde-i gülfâm ı görsek sâkıyâ biz de
Ele aisak yine gül gibi cânı-ı meclis efrûzi
Oldı ol şi’r i tâzenin yekfen
Nişân-ı lirin i ol kaşı yâ dıır eylemez dilden
Harfi bismilgeh-i şehîd-i suhan
Dil-i mecrûhı gözler nâvek-i müjgân-ı dildıızi
Şi’rden alur ol suhanpîıâ Kızarmış gonce-i hnnriz-i dilber kane ıııeyl itmiş
İntikam.ı sipihr-i bî pervâ H um âr âlfıde gördüm çeşm-i mest-i fitne âmıtzi
Oldı şi’rin bu arsada ekser Saîdâ Sâgar-ı hurşîd salmış âleme pertev
Diyet-i hûn-i küştegânı heder Bahâr irdi yine geım itdi şâh-ı bezm nevrûzi
Cümle yârân-ı Rûm’un oldı künûn
Bu gazeli «Ahîd efendi» isminde gene ilmiye sını
Levh-i eş’ârı maktel i mazmûn
fına mensub olduğunda şübhe edilmeyen bir şair tan-
Şi’ri yârân-ı Rûm mahmel ider
zir etmiştir. Ahîd’in naziresinde Şeyhülislâm’ı medh
Her sözün bir kitâb ı maktel ider
eder beyitler de vardır. Ebû Saîd'in (1073-1662) tari
Eyler eş’ârını ferâyid-i fen
hinde vefat ettiği düşünülürse şairin de bu yıllar içinde
Nüsha-i Maktel-i Hüseyn-i suhan
hayatta bulunduğunda tereddüd edilemez. Manzumeyi
Küştegân-ı suhan katâr katâr
naklediyorum :
Kerbelâ’dır o levha-i eş’âr
Zikr olunsa netîce*i hâli İderse bülbül-i bîçâre dâim âh-ı dilsûzi
Böyledir şi’r-i tâze minvâli Olur çâh ı nigâh-ı gönce elbette ana rûzî
Açılsa dîde-i hûnîn baht-ı şâhid-i maksûd
Bibliyografya: Oft.
Görülse bezm-i lûtfun sâgar-ı ikbâl efrûzi
A h d î ( Sazşairi ) — XIX uncu asır âşıklarından Talebkâr-ı gül-i ikbâl-i vasl-ı yârdır gönlüm
Ahdî’nin hayatı hakkında malûmata sahib olmadığım Ne (tan) bülbül gibi eylerse feryâd-ı ciğersûzi
gibi şiirlerine de rastlamadım. Gedâyî’nin bir manzume Didi bu mısra’ı zîrâ ki bir üstâd-ı mu’ciz dem
«Budur rûz-i ezelden âşık-ı bîçâreye rûzî»
sinde bir çok sazşairleri gibi onun da adı geçmektedir
Cenâb-ı Bû Saîd-i müfti-i devran ki halleyler
ki bununla, Ahdî’nin Gedayî ile muasır olduğunu anla Benân-ı kilk-i fazlı ukde-i esrâr-ı mermûzi
maktayız. Felekte kârgâh-ı perniyan bâfân ı eş’ârın
Bibliyografya : T unaoğlu Ahmed Şükrii : Gedayî : Konya Odur şimdi füsun pîrâye nakş endâz-ı dürdûzi
Halkevi Mecmuası N o. 1. İdüp kesb i sürûr-i câvidân eyyâm-ı adlinde
A h î (XV nci asır şairlerinden) — (840-1436) da ya Ferâmuş eylesün diller safâ-yi îd ü nevrûzi
zılan Mecmııatiinnezair ile (918-1512) de yazılan Cemiıın- Ahîzâde (İbni Ahî) — Hacı Kemal’in (918-1512) de
nezair’de Ahî serlevha ve mahlâsiyle iki şiir kayıdlıdır. tertib ettiği Carn/ıınrıezair'de bir manzumesi kayıdlı olan
XV inci asırda yaşadığını tahmin ettiğimiz şaire aid tez Ahîzâde, manzumesine nazaran Hurufîlerdendir. Bu itibar
kirelerde hiç bir malûmata tesadüf edilmiyor. Camiun- ile, tezkirelerde mevzubahs edilmiyen şairin XV inci asır
nezair’deki bir manzumeyi naklediyorum: içinde yaşadığını kuvvetle söyleyebiliriz.
Türk Şairleri
Ah. 266
Aynı mecmuada İbni Ahî mahlâsıyle de bir şiir gö A hm ed Âsim (Mütercim) — XIX uncu asrın en
rülüyor. mühim şahsiyetlerinden olan Ahmed Asım hakkında
Hurufîliğe aid bazı hususiyetleri ihtiva eden bu şii Bay İbnülemin Mahmud Kemal şu malûmatı veriyor (Slş.):
rin de Ahîzâde tarafından yazıldığını ve şairin bazan “Seyyid Ahmed Asım efendi, Meraş nevâhîsinden
Ahîzâde, bazan da İbni Ahî mahlâsiyle şiirler yazdığını Pazarcık ovasında medfûn Şeyh Osm ânı Semerkandî
tahmin edebiliriz. sülâlesinden J sâhibi Şeyh Ahmed efendi nes
linden Aymtap’ta şair Husûlî efendi zâde Aymtap mah
Camiunnezair’deki iki manzumeyi naklediyorum:
kemesi başkâtibi şuarâ-yi ulemâdan Mehmed Cenanî
— I -
efendi’nin oğludur. Aymtap’ta doğdu.
Dudağın çeşme-i hayvan değül mi Ebüzziya Tevfik Bey, Nümunei edebiyat’ta Asım’ın
Yanağın Kaf vel’-Kur’an değül mi resminin altına - târîh - i velâdeti olmak üzere 1169
Kaşınla kirpiğin zülfünle hâlin işâret etmiş ve İstanbul’a târîh-i vüıûdu olan 1204 se
Bu zîbâ hüccet ü burhan değül mi nesinde sinninin otuzu mütecaviz olduğunu yazmış ise
Hayâlin gönlümün eğlencesidür de bu malûmatın menbaı mechûlümüzdür.
Visâlîn derdime derman değül mi Arabî sarf ve nahvi Ömer zâde Hafız efendi’den ve
Sâçın zulmetlerinin arasında bazı mukaddimât-ı ulûmu Hacı Haşan zâde efendi’den
Cemâlindür meh-i tâban değül mi tahsîl ve fünûn'i sâireyi Hoca Necib efendi’den tekmîl
Tutam kim sende yokdur mekr ü fitne eyledi.
Mürâî gözlerin fettan değül mi Şiir ve inşâyı pederinden ve Ayıntab’a gelen Kilisli
Visâlin îd-i ekberdir ki kapun Rûhî’den teallümle elsine i selâsede nazım ve nesre
Olupdur mezbah-i kurban değül mi kesbi iktidâr ve memleketinde teferrüd ve taayyün etti.
Rümûzun bilmeyen ilm-ül yakînin Bir müddet mahkemeye devâm eyledi. “Şafiî efendiler»
Refiki mekri çok şeytan değül mi nâmiyle yâd olunan muhaddisînden elhâc Mehmed ve
Bu müşkil nükteyi hallitmek içün biraderi Ahmed efendilerden hadîs-i şerîf okudu.
Enelhak söylemek âsan değül mi Ayıntap hânedânındaıı Battal zâde Mehmed Nuri
Saâdet gencine İbıui AhVnm Bey’e mirmiranlık rütbesiyle Aymtap hükümeti tevcîh
Vücûdı serteser vîran değül mi olundukta divan kâtibi oldu. Nuri Paşa’nın isâetinden
— II — dolayı izâle-i vücûduna karar verilerek 1204 (M.1789 )
Mahbûb-i zaman çünki giizer kıldı Acem’den Uş irdi haşemden de Ayıntab’a hücûnı ve emvâl ve eşyâsı yağma edildi
Dil zinde olup çekdi elin ınevt-i ademden Sâf oldı gümemden ği esnâda kendi hânesine de teveccüh olunmasıyle
Yüzünde H ak’ı her kişi ki görmedi zahir A ’mâ vü lâindür
Âsim efendi, bir fakîıin hânesine ilticâ ve bir “gar-ı pür
Kurtarııııadı kendüyi ol gussa vü ganiden Kör olduğı demden
mâr„ içinde ihtifâ eyledi. Bir kaç saat sonra oradan
Vechinde senin otuz İki harf-i İlâhî Nâlııde çekildi
Halk eyledi arşını H udâ levlı ii kalemden G ötürdi rakamden rehâyâb oldu. İçeriden dışarıdan muhârebeye mübâderet
G özüm iziine tuş olalı kıılıl i Buhârî Esmâ-i semâî olunmakla ahâhi fiıâr etti. Hâneler, dükkânlar garet
Gark eyledi uş lıût-l cebel dâğını nemden Bağrumdağı demden olundu. O hengâmede müşârünileyh de Kilis tarafına
Kirpiklerinin okına sadrım tutuserven . . . Geçegörsiiıı savuştu. Bütün emvâl ve eşyâsı yağma edildi. Bir kü
Pes âdem olam reddidem ol okı sinemden Y-erlik bana nemden
tüphane dolusu kitabından bir varaka kalmadı. Diyâr-ı
O lm a bu cihan varlığına zerrece ıııağrûr Bilkim pirezendür
gurbette duçâr-ı zarûret oldu. Ailesini ve Malatya tara
Şâhâ sana örnek yeter ol câııı ile Cem ’den Gel çık bu haremden
Lûtf eyle Atlîzâde’ye te’hîr gözetme Te’hîr olur âfât
fına kaçan biraderini nezdine celb ile Kilis’te sekiz ay
Kimesne vefâ bulm adı kahr ile sitemden Şehd isteme semden ikamet ve dâinlerin tekazâsı ârâm ve karârını ihlâl etti.
Bibliyografya : Cmnz. İstimdâd için:
A h k ar (Zühdü Bey) — Zühdî’ye bak. Kalmadan hâk-i mezellette heman ey Âsim
Âziııı-i şfıy-i semâsâ-yi Stanbül olalım
Ahkarî(Divan Şairi) — Ekseriyetle XVI ncı asır
şairlerini ihtiva eden ve sonunda XVII nci asrın başla
deyerek 1204 (M. 1789) muharreminde Ayıntap’tan ha
rında yazılan bazı şiirleri de muhtevî bulunan kıymetli
reket ve İstanbul’a muvâsalet eyledi.
bir mecmuada (Tpk. Rv. K. No : 1973) Ahkarî serlevhalı
Reîsülküttâb ve vak’anüvîs Vâsıf efendi vesâtetiyle
bir kıt’a da görülmektedir. Bu isimdeki bir şairi tezkire
kadıasker meşhur Tatarcık Abdullah efendi’ye taalluk
ler kaydetmiyorlar. Manzumeyi aynen naklediyorum :
hâsıl etti.
İşrette geçür güni zavallu Hüseyn-i Tebrîzî’nin Burhanı katı' nâmındaki farisî
Bir bore ödemez hezâr kaygu lügatini fM» <iu^. *kS ^ ç?l>' tesmiye eyledi. 1211
Bir serv hevâsına sabâ vâr (M.1796) muharreminde Sultan Selim-i sâlise takdim et
Yok yire yelüp yöyürme her sû tirdikte haıeket-i dâhil rütbesiyle medrese rüûsu ve
Türk Şairleri
le i lisan ve bast-ı şikâyet eylemektedir. Meselâ der ki \ V Y 'o jC-j o «L cU Jl ji IrJ « u lp \2j \^ l
( Âsim tarihi C. 1 , S. 336 ) . Yusuf Neyyir Bey’e intikal eylediği beyân olunmuştur (Stş.).
(2) Âsım’ın medfûn olduğu lıazîrede oğulları Ham id [25 zilhicce
(1) Şeyhülislâm Samanîzade Ö m er Hulûsi efendi vefatı 1227, 1258] ve İsmail Nevres efendiler [10 muharrem 12351 ve zevcesi Ke-
(2) Allâme-i meşlıûr Ayıntaplı M ünib efendi. I rime Hanını [25 muharrem 12501 medfundurlar (S tş .).
Türk Şairleri
Ah. — ............................................... ...... ...................— — -- — -- --- -------- — ----- — 268
5 — Tarih: Vak’anüvis sıfatıyle yazmıştır, iki cild- lan olan hâl-i perîşânımıza rahm ü imdâd birle iânetten
dir (1) . sukutla icrâ-yi hayret efzâ„ diyor.
6 — 'r / Fransızların Mı Fazilet i İlmiyesi nisbetinde riâyet görmemekten mü-
sır’a girip çıktıkları müddete âid vakayii hâvî olarak tevellid teessür ve infiâl sâikasiyle târihinde şekvesâz
Şeyh Abdürrahman Cebertî’nin yazdığı, tarihin terce* olmakta ve mahrûmiyetine sebeb olanlara levm etmek
mesidir. Hekimbaşı Behçet efendi de terceme etmiştir. tedir.
7 — T ııhfei Âsim: Lügat ı arabiyeyi hâvî, Tuhfe-i Gelenbevî gibi, Şânîzâde gibi eâzım-ı efâdılın tesâdüf
Vehbî tarzında bir eser i manzumdur. ettikleri mahrûmiyet ve mihnetlere dâir söyledikleri
Nihâyetine şu kıt’a-i târîhiyyeyi yazmıştır: gayet nâzikâne ve hazımkârâne bir kaç söze, bir de
hazret-i Âsım’ın uzun sözlerine bakınca iıısan « kâşki
Ben dahi taıızîre Vehbî tuhfesin
İbtidâr ittim bu nazma ibtidâ şu sözleri söylemeseydi, elbette daha ziyâde İbrâz-ı
Şimdi tekmilinde târîhin didim kemâl ederdi.„ demeğe mecbûr oluyor. Tenkîdât ve
teşnîâtın, menfaat-ı âmmeden ziyâde menfaat-ı nefse
— 1213 — taalluk etmekte olması, fâdıl-ı muhterem için elbette bir
şeref temîn edemez.
Ebiizziya Tevfik Bey, Nümunei edebiyat’ta Âsim Jîjta j, Us «cJl -jy ı$*~j
efendi’nin «ebediyyet-i iştihâıına Kamus ve Burhan’dan
a’lâ huccet-i iıfan mı olur» demekte ne kadar haklı ol kaziyesi müsellem olmakla berâber bu kabîl eâzım. ı
duğunu ikrâr etmemek kabil değildir. Bütün eserlerin efâdılın daha hazımkâr, daha sabûr ve mütehammil ol
ması arzû olunuyor. Şeyhülislâm Atâullah efendi ve
de, bilhassa Kamus tercemesinde gösterdiği eser i
kemâl, milletin evliyâ-yi irfânından olduğuna şâhid-i -Şaııîzade’nin “muallim i âmme,, nâmiyle yâdettiği -
Hoca Münib efendi (1) ve zevât-ı şâire hakkındaki
kâmildir.
kelimât-ı gayr-ı lâikası şân ı fazilete yakışacak şeylerden
Türk, Arap ve Acem lisanlarındaki iktidâr-ı fevkalâ
değildir. Meselâ «Âsım’ın metrûkât-ı kalemiyesinden
desinden başka Fransız lisânına da vukufu, fünûn ı
bir kaç parça» ünvaniyle Tarih-i Osmanî encümeni
şettâdaki malûmat ı vâsiası nevâdirden ma’dûd olduğu
mecmuasına dere olunan evrakta Asım efendi, İbrahim
nu göstermektedir. Hattâ Sünbülzade Vehbî merhum
Kethudânın katlinden bahsederken der ki :
Burhânı kat'ı tercerrıesine yazdığı takrizde “Her fen
“ . . . Bazılarının dahi lâhmpâre-i hınzîrîsinden beş
de mehareti zâhir ve fadl u recâhati bâhir ve elsine-i
on dirhem mikdârına nâil olanlar, kendi peynir tulumu
selâsede şi’r ü inşâye kadir, ulemâ yi zamânın ercümendi
çekiştirir gibi etlerini ağzıyle çekiştirip guzatı [yani tu-
rehber-i bülendi“ deye tavsif ediyor;
ğat] - mezkûreden biri götüne bir meşe odunu sokup
Asım efendi de kendi kemâlât-ı İlmiyesini târihinde
odunun ucunu reng-i kazûrâtiyle sapsarı ettiğini ol hen-
bilmünâsebe zikretmektedir. Bu fıkra, o cümledendir. gâmda benden gayri et meydanında bulunanlardan kati
İran şahı tarafından sefaretle İstanbul’a gönderilen ule
çok kimesnelerin meşhûdu olmuştur. „
mâdan Hoy müftisi Ak İbrahim namındaki ahond, şey
Müşârünileyhin görebildiğim eş’ârı, tabîat-ı şâirâne
hülislâmla mülâkatında ulemâ yi mahalliyenin gelip gö
mahsûlü değildir. «Sana ahval yazar havvasın cümleten
rüşmelerini iltimâs etmekle kibâr-ı ulemâya tebligatta
rûşen» mısra’ı gibi sözler, şiir değil muntazam bir nazım
bulunudiyse de hiç birisi muvâfakat etmediğinden elçiyi
addolunamaz. Zâten müşarünileyh, şairlik iddiasında bu
ziyâret eylemesi Âsim efendi’ye tenbîh olundu. Müşâ.
lunmadığı gibi şâirlikle de mârûf değildir.
rünileyh elçi ile mülâkatta tercemesine başladığı Ka-
Ebiizziya Tevfik Bey'in Nümunei edebiyat’ta söyle
mûs’un otuz cüz’ünü gösterdi : Elçi uzun uzadı mütâ
diği veçhile târihinin ibâresi «rekâketten ve ıstılah per-
lâadan sonra tahsinhân oldu. Refâkatindeki müneccim
dazlıktan hâli değil» ize de Kamus ve Bnrhan terce-
ve şâir ile de mübâhase ve müşâare ederek fadl u irfâ-
melerinde «İttihâz ettiği üslûb-ı ifâde başlı başına bir
nını teslîm ettirdi. Elçi şeyhülislâma Âsim hâkkmdai
lisân-ı beyân ıtlâkına şâyândır denilebilir. »
takdîrâtmı arz etti. O da bilâhire Âsim efendi’ye te
Bayezid’deki Kütüphâne-i umûmî’de mahfûz 834 nu
şekkürle nakleyledi.
maralı bazı âsâr-ı manzûmesi münderictir, âtideki gazel
Müşarünileyh, bu maddeleri târihinde (C. 2, S. 125) ler oradan naklolundu.
hikâye eyledikten sonra şeyhülislâma telmîhan mâ’lûm-
(1) Sadr-ı esbak Said Paşa merhum bana dedi ki «vaktiyle bir (1) Ahmed Midhat efendi’nin «Târîh-i ulûm nâmiyle yazmağa
Fransız lirasına Mütercim  sım ’ın yazma tarihini almıştım. Bir başladığı esere talebi üzerine -Cevdet Paşa, yazdığı intikadnâmede
gün Prens Mustafa Fâzıl Paşa’nın nezdinde bulunduğum sırada bu kİ müsveddâtmı Müşârünileyhin evrâkı arasında görm üştüm . - «M ü
târihten bahsolundu. Paşa, bulunmadığını söyledi. Nezdimde bir nib efendfnin hemşerisi olan Asım efendi; ilmen anın kâ’bına var-
nüsha bulunduğunu söyledim. »Batıa verirseniz ıııemnûn olurum» mamış ise de Kamus ve Burhânı Kati tercemeleriyle daha büyük
dedi. Verdim- Üç yiiz lira gönderdi, târihi de bastırdı (Stş) hizmet eylemiş olduğu miisellemattandır» diyor (S tş .) .
Türk Şairleri
¡269 ------- -- ---- — ----- — --- — -------- ---------- ---------------------- ------- Ah_
Asım efendi’nin kısa boylu, uzun sakallı olduğu Söfî ider miidâm gıdâsım hâl ile
- kendini gören bir zâtın ifadesine atfen- Dârütta’lîm mü- Zîrâ o duhterh-i rez ile yek neseblidir
dîri elhac İbrahim efendi merhumdan menkuldür. Fakat Almış gibi peyâm-ı visâlin o gülruhin
Asım efendi’nin“Nümunei edebiyat„ta münderic resmindeki Zîrâ hezâr-ı hâme-i Âsim taıablıdır
sakal ile İbrahim efendi’den menkul sakal arasında pek
Burhanı Katı’ tercemesinin mukaddimesinde ve tez
çok fark vardır. Nakilde, yahut resimde yanlışlık olmak
kire i Fatin’de münderic gazel:
melhuzdur. Niimunei edebiyat'ta Âsim efendi’nin resminin
altına “Sultan Selîm-i sâlis tarafından Gelenbevî İsmail - IV -
efendi ile birlikte aldırılmış ve Mustafa Fâdıl Paşa’nın
Niçe bir hidmet i mahlûk ile mahzû) olalım
meşâhîr-i Osmâniyye koleksiyonunda bulunmakla andan
Sâil-i Hak olalım nâil i mes’ûl olalım
istinsâh ettirilmiş,, olduğu yazılmıştır.
Akalım pâyine bir bahr i hamiyyet bulalım
Asım efendi’nin 1204 de İstanbul’a geldiği, Gelen-
Seyli i himmetine mâ gibi mevsûl olalım
bevî’nin yine o sene Yenişehr’e azimetle iıtesi sene
Biz de sûret virelim kendimize kabil ise
orada vefât eylediği ma’iûm iken resimlerinin birlikte
Girelim ehl-i safâ bezmine makbûl olalım
aldırılması, bâhusûs Âsım’ın İstanbul’a vürûdiyle berâ-
Getir ey sâki yeter eyledin işgal bizi
ber iştihâr ve Gelenbevî gibi bir allâme-i ma’rûf ile bir
Bir zaman da mey-i bîgış ile meşgul olalım
likte resmi yaptırılacak derecede pâdişâh nezdinde ih-
Kalmadan hâk-i mezellette heman ey Asını
râz-i i’tibâr etmiş olması müsteb’ad görünür.
Âzim-i sûy. i semâ sây-ı Stanbûl olalım
Gelenbevî’nin evvelce aldırılan resminin bilâhiıe
Bibliyografya: Stş.
Âsım’ın resmiyle birlikte yaptırıldığına ihtimal verilse
bunu da te’yîd edecek elde bir vesîka yoktur. A hm ed (Bektaşi şairi) — Yaşadığı asrı kat’î olarak
tayin edemediğim Ahmed adındaki bir Bektaşi şairinin
- 1 -
bir kaç eserine tesadüf etmekteyiz. Muallim Bay Vâhid
Oazel
Lûtfi’ye aid bir mecmuada Ahmed namına bir nefes
Mey içüp gerd-i kederden dilini sâf eyle
görülüyor. Köprülü -Hafız Ahmed Paşa kütüphanesin
Rüh-i dilber gibi âyîneni şeffâf eyle
deki bir mecmuada da (No. 3 il) ekseri menbaların
Gerçi rindân-ı safâpervere hürmet lâzım
Sâkıyâ liyk demem bâdeyi isrâf eyle Kul Nesimi namına gösterdikleri meşhur,
Bu girişme bu tegafül bu nigâh ü bu edâ Ben nıelâmet hırkasını kendim giydim eğnime
Beni öldürdi o kâfir yeter insâf eyle
manzumesinin epeyce nüsha farklarıyla Ahmed adlı bir
Gitme ey şâhsüvârım yalınız seyrâne
şaire isnad edildiği görüliyor.
Uğur olsun yoluna bendeni irdâf eyle
Bazı mecmualarda Âşık Ahmed, Derviş Ahmed, Geda
Aramam gayrılara cevr ü cefâ eylediğin
Ahmed, Kul Ahmed mahlâslariyle de bazı şiirlere tesadüf
Derdmend Âsırn’ı tek mazhar-ı eltâf eyle
olunmaktadır (Bu maddelere bakınız). Bu muhtelif mahlâslı
_ 11 - şiirleri aynı adamın yazmış olması mümkin olduğu gibi,
Hâsılın bilmem nedir vâiz bu kil ü kaiden başka başka şairlerin de vücude getirmiş olmaları ihti
Var mı nef’in nehy-i ınahbûb ü şerâb-ı âlden mal dahilindedir.
Hatt-ı nevhîzin sana izhârı ol mehpeykerin Son devirlerde yaşayan Konyalı Koca Ahnıed
Sûret-i mihr ü vefâ aız etmedir icmâlden adlı bir bektaşı şairinin de mevcudiyetinden ha
berdarız (Bu maddeye bakınız) .
Ben senin zâlim bilürdüm böyle gaddâr olduğun
Şimdilik bu şairleri ayrı ayrı güstermek mecburiye
Âh gönlüm dediği dîvâne bilmez hâlden
tindeyiz.
Perçem ü lâ’linle hüsnün başka sûret bağlamış Bay Vâhid Lûtfi’ye aid bir mecmuadaki Ahmed mah-
Şûh u şîrîn olduğun hakka o yâl ü bâlden lâslı bektaşı nefesini aynen naklediyorum :
Âsınıâ tanzîre bu nazmın nevâ yok kimseden —I -
Lîyk bilmem Kudsi (1) -i üstâd-ı bî emsâlden Erenlere yüzüm tâpşura geldim
_ III - Yüzünüzde olan hak nûra geldim
* /\ Hidâyet idesiz men mûra geldim
Aşüfte olduğun güzel ey dil Halep’lidir
Ayn-ı Cem’e başım indüre geldim
Perverde-i kibardır elhak lekablıdır Âşıkım dîzâre göz göre geldim
Bâb-ül-ferec gibi der-i vaslı küşâdedir İziniz tozuna yüz süre geldim
Ammâ tarîk-ı medhali gayet teablıdır
İstersen sizlere mihmân olayım
Hatt-ı siyâhm ile beyâz-ı ruhin şehâ
Emrinize sizin ferman olayım
Sahbâ misâl hâsılı şûr ü şegablıdır
Dilerseniz heman kurbân olayım
(1) Halep müftisi, Kabûl iderseniz yeksân olayım
Türk Şairlerıı
Ah.
Âşıkım dîzâre göz göre geldim ilme sâlik ve nisâb-ı fazla mâlik olup dânişmend iken
İziniz tozuna yüz süre geldim nihâyet-i aşk u mahabbetten ki vücûd-i bihbııduna
tabîat olmuş idi. Cefâ-yi dildâr ile sabr u karâra me-
Cân ile gönülden haccı uralım
câli ve kendüde bâr-ı belâ-yi yâre tahammül ihtimâli
Safâ semâ’ idüp demler sürelim
olmayıcak huzûr-i hazarı meşakkat-i sefere tebdîl itme
İkraısız olanı hacdan sürelim
ği ihtiyâr idüp Nil gibi etrâf u eknâf ı Mısır’ı geşt ü
Özümüz yoklayup dîzâr görelim
güzâr eylemiş idi. Andan dahi Mısır paşası olan İs
Âşıkım dîzâre göz göre geldim
kender Paşa’nın oğlu Derviş Beğ ile Kudüs-i şerîfe
İziniz tozuna yüz süre geldim
vardıkda tâir-i rûh-i revânı âlem, i Kuds ü cinâna taye-
Erenler katında dardadır özüm rân ve seyyâh-ı câm mülk-i fenâdan maksad ı aksâ-yi
Dâim pâyinize sürerim yüzüm seyri olan âlem-i bekaya revân olmuş idi. i & }
Eyvallah demeden gayrı yok sözüm •¿u.-'ij İlm-i edvârda bî nazîr i rüzgâr olmağla bu
Heman dîzârınız gözedir gözüm çerh-i müseddes ve devr-i çenberîde muhammes ve
Âşıkım dîzâre göz göre geldim murabba’lârı şöhre i dâr ü diyâr ve makbûl ü memdûh-i
İziniz tozuna yüz süre geldim sigar ü kibâr olmuştur. Amel ve tasnîfâtı makamâtı
andelîb vâr pür gulgul-i âvâz itmişdir. Ve diyâr-ı Rûm-
Hak Muhammed Ali diyüp duralım
da bağladığı muraba’lar âheng-i hoşhârân-ı Iıâk u
Ayn ı Cem oluben meclis kuralım
Hicâz olmuşdur. Ekser i eş’ârı sâde ve âşıkane ve kü-
Lâ’net taşı ile Yezid uralm
şâdedir. Türkî ve Fârisî eş’ârı vardır. Hünerverân-ı
Gele rıza var mı durup soralım
a’câm ile muhâlâta ve musâhabeti ve kendüde dahi
Âşıkım dîzâre göz göre geldim
Acemzâdelik töhmeti olduğundan Fârisî eş’âr dimeğe
İziniz tozuna yüz süre geldim
dahi iktidârı var idi. Bu eş’âr anın güftârındandır :
Haccımıza sakın giımesün naşı rjb ¿jIj -W o*>-
kimse kabûl itmez pişmeyen aşı
*
Sır vermekten yeğdir vermeğe başı * *
Hak katında görür gözleri şaşı VL c>-*\
5 ^2 j-A
Âşıkım dîzâre göz göre geldim ❖
İziniz tozuna yüz süre geldim **
c j\ tj- -Vlâj
Ehline ayandır bu sır da mutlak j/İ f
Cennete gir dedi mü’mine çün Hak «Türkî eş’ârda da edâ-yi nâzük ile bîhemtâ ve teren-
Murtezâ Ali’nin yoluna pek bak nümât-ı hoş edâ ile bülbül-i nağme serâ ve savt bağ
Rızayla virelim gül ile zanbak lamada bî nazîr ve cümle-i güftârı dilpezîrdir» deyen
Âşıkım dîzâre göz göre geldim Ahdî de onun şu beyitlerini örnek olarak alıyor.
İziniz tozuna yüz süre geldim e\ C-Aj jLc ji,**
f \ J k ti *.ki ¿¡il_^=- j\
Ayn-ı Cem’e budur şimdi niyazım *
**
Dost yüzüne karşu kılam namazım ¿i- «f j. o*- f
Canım olsun size elde piyazım
Beyân ittim hacca gizlice râzım *
* *
Âşıkım dîzâre göz göre geldim
İziniz tozuna yüz süre geldim
j.2-1 j\y. J
Gerçi seversiniz âl-i Hayder’i Jİj \
j\
S~
- ¿jl-J Ae- jS'
Şâd idin bu demde Ahmed kemteri
Riyazi tezkiresinde ise şair için :
Kıskanmak mı olur hacda dilberi
“Musikîdân olup bağladığı murabba’lar velvele en-
Yolunuzda kodum cân ile seri
dâz-ı kubbe i âsmân olmuş idi. Acemzâde olmağla
Âşıkım dîzâre göz göre geldim
eş’ârı lisân-ı Derîde vâki’ olmuştur. 970 (M. 1562) hu-
İziniz tozuna yüz süre geldim
dûdunda fevt oldu» deniliyor. Onun,
A hm ed (Bestekâr) XVI ıncı asır şairlerinden Ah-
med hakkında Haşan Çelebi şu malûmatı veriyor. ( * ¿) *>- rç--3
« Ahmed : Burç u bârûsu kal’e-i sipihr-i mînû gibi beytini yazan Âşık Çelebi de Ahmed’in hattat oldu
bülend ve refî’ ve sevâd-ı letâfet nihâdı semâhat-i ehl-i ğunu ve tâlik yazıda fevkalâde meharet gösterdiğini
kerem gibi fesîh ve vesi’ olan şehr-i İstanbul’dandır, kaydediyor.
Binâ emîni Hüseyin Çelebi’nin oğulluğudur. Tarîk-ı Bibliyografya-. Aşk., Hsn., Ahd.. Ryz., Sel.
Ahmed (Bey) — XVI nci asır şairlerinden A/ımed vilâyet-i Rûm’a gelmeye ve kuzât içinde nazîri olmaya.
hakkında Haşan Çelebi şu malûmatı veriyor : Yazın içine bir ak şal ve kışın bir gök kapama üstüne
“Ahmed Beğ : Sâhib kırân-ı zaman merhum Sultan bir Selânik çukası ve başında bir donuzlu çalması var
Süleyman Hân Kal’e-i Sektiivâı’ı muhasara itdikte gü- idi. Mülk ata ve mülk kula mâlik olmuş değil idi.
listân-ı cinâna revân olan Nişancı Mehmed Beğ’in oğ
Hâdimi kazâda muhzir ve mülâzemette ecîre münhasır
ludur. Yetmiş bin akçe tîmâr ile dergâh-ı âlî mütefer
rikalardandır. Miidâm â\âze.i kûs-i kemâl ve ma’ri- idi. Ve mahkemesinde döşettiği bir hasîr idi. Kadılığa
fetde dâimâ ehl-i iıfân ile muâşeret ve musâhabette gitse kirâ bârgîri tutar, semerinin üstüne bir seccâde
tabîat-i şiıiyyesin i’mâl itmiş ve cûybâr-ı selâkat-ı naz- salup biner idi. Ma’zûl oldukta yol harcına bir kitâbın
miyye ile nihâl-i kemâli kemâle yetmiştir. satar ve İstanbul’a gelse mülâzemeti harçlığıyçün kitâbet
Eş’ârı âşıkane ve sâde ve maârifi gibi hadd ü aded- iderdi. Ve yanında rüsûm ı mersûmun hadd-i muayyeni
den ziyâdedir. Bu tezkireye tahrîr olunmağiçün bu yoğidi. Sicil ve hüccet mukabelesinde bir akçe ve iki
fakîre irsâl itdüği eş’arındandır : akçe virdiklerin alurdı. Demez idi ki bu az idi bu çoğidi
Derd-i aşk ı yârile düşdüm belâ vü mihnete Ammâ nûrâniyyet-i hakkaniyet ve bereket-i istikametle
Bana tîmâr eyleyüp girme tabibim zahmete bir mehâbet ve salâbeti var idi ki beğler ve yüceler
Kûyine varup acab mi vaslın itsem ârzû
hâli ü nâhâh emrine fermanber ve yanında her biri bir
Tâlib-i dîdâr olan itmez kanâat cennete
* berk-i tereden kemter idi. Tenfîz-i ahkâm ve tenkîd-i
❖*
şerâyi’-i islâmda ve kat’-ı kazâyâ-yi hısâmda seyf-ı sârim
Vasl-ı ma’şûk ile zevk itdi dimişsin söfî
Nice ben vâsıl isem sen o kadar rahmet bul ve bilcümle kitâb hükmünce kadı ve hâkim idi. Ammâ
*** ayb Hudâ bâde ve aşk-ı pâkile mest ve mahbûbperest
Hiç kimse başa çıkmaz aşk ile bu cihanda idi. Ekser-i nâyiblerinden birinin ya bir muhzırının bir
Leylâ hevâsiyile Mecnun gezer yabanda kabilce oğlancuğun bulup Gülistân okudurdu. Kendisin
den evlâd gelmeyüp ol hasretten illerin oğlancukların
Pervane Bey mecmuasında “ Ahmed Bey „ başlıklı
bazı gazeller kayıdlıdir. Bu manzumeler ihtimal ki bu ohşamağla gönlün avudurdu. Âhır kazası ki Tırhala
şairindir. kazâsıdır. Ana Kadı oldukta kadiasker ibrâmile bit
Bibliyografya: Hsn- pazarında bir donmuş mor ıskarlata çuka alındı. Bu
Ahmed Bey ( Tütünsüz ) — Rıdvan’a bak. çuka bana tabut örtüsü olur diyerek kazâya salındı.
Hikmetullahm ol kadılıkta ecel önünü aldı. Sene
Ahmed (Bursalı Pareparezade) — XVI ncı asır 4?u._î , 3e- , ¿u' (M.1560) gitti. Don saldı. Mor
şairlerinden Ahmed hakkında Âşık Çelebi şu malû
çuka eskisi arta kaldı.
matı veriyor. :
Merhûmun her fende eli husûsâ nazımda medhali
Ahmed Çelebi Pareparezâde : Bursalıdır. Mebde ve
var idi. Şi’ri şûh ve sâde ve hoş âyende ve küşâdedir.
menşede Silivri kadısı iken Şehnâme bahrinde cem’it-
Çırağı Lâmii’den yakar. Anın muktebes-i pertevi ve
tiği Tevârîh-i Âl i Osman’da bu veçhile beyân et
anın peyrevidir.
miştir:
Silivri kadısı iken Şehnâme teıtîb idüp Sultan Sü
Şu arada hatm oldı bu dâstan leyman merhûm Alaman seferinden dönüşünde rikâb-ı
Ki b> ravzadır çevresi gülsitan pâdişâha ithâf kasdettikte Lâmiî ile meşveret idüp
Görenler melâletden âzâddır mektub göndermiştir.
Seni bilmezem bana Bağdâd’dır Ve Ali Bâlî nâm bir dilber sevüp ölecek hasta gibi
Sorarsan ne yirdendürür menzilim sayıklayarak sözün ana döndürmüştür.
Brusa’da kandandır âb ü gilim
Halâvetde benzer heman sükkere — Sûret-i mektûb-i mezkur-i maıızûnı —
Sorar isen adıdürür Gök dere Eyâ mahrem-i işret âbâd-ı subh
Henüz girmedi şehre ol hoşgüvâr Mesıhâ yi anber nefes bâd-i subh
Kenârınd - anun bir güzel köşk var Dem-i nevbahâr irse ferrâş-ı bâğ
Eğerçi ki bir kun karaltıdur Hazan faslı irdikte nakkaş-ı râğ
Behişt anın üsti vü yâ altıdur Seherden durup azm-ı hazret iden
Hudâ’nındürür gerçi âlemde milk Süleyman serîrine hizmet iden
Velî bendenindürür ol gölgelik Ulüvv-i azimetle pervâz iden
Merhum dânişmendliğinde manzûr-ı ekâbir ve meş- Muhammed livâsın serefrâz iden
hûd-i nazar ve makbûl-i fuzalâ imiş. Fenâıîzade Kadı Sebükpây ol ey peyk-i Isâ nefes
asker Şah Çelebi’den mülâzim olup ba'dehu kadı ol Ki düşdi hevânile câne heves
muştur. Hayli zaman Silivri’de kadı olmuştur. İttifak Selâm ü tahiyyât-ı anber nesîm
bunun üzerindedir ki anın gibi müttekî ve müstakim Bekavl-i selâm-ı ve kalb-i selîm
Türk Şairleri
Âh. ------------------------------------------ --------------------------------------------------------------------------- 27'i
Revân eyle ol ıneclis-i âliye Velî şol gıdâ özlemiş anı can
Ki müştâkdır cennet-i âliye Bulımaz fedâ itse bin cânı can
Müşerref it ehl-i safâ sohbetin Eğeıçi komuşlar anı bahş-ı gayb
Ziyâıet idüb Lâmiî hazretin Velî vardır anın vücûdunda rayb
Ne hazret ki Hassân ı devr-i zaman Anı isteyenin çoğı oldı aç
Ne Hassan Mesîhâ*yi mu’ciz beyan Gerekse sen ağzunı poryaza aç
Duâ it dil-i ârzû mendile Bu şerbet suvara diyu mağzını
Hem it meşveret ol hudâvend ile Eğerler periler senin ağzını
Eğer câiz ise icâzet buyur Tutalım sana yâr ola dilberin
Keremden safâyile himmet buyur Kanî hâk-i pâyine sîm ü zerin
Ki âdınla âlemde bir ad idem Bilürem seversin Ali Bâli’yi '
Kalem kat’ idüb kıssa bünyâd idem Velî sevmez ol kîse-i hâliyi
Fürûğum gören günden idüp ferâğ Açar gerçi âyîneyi nâzenîn
Diye Lâmiî’den yakubdur çırâğ Firâkında olmasa âh ü enîn
Eğer hâm ise hâme ney şekkeri Açup seyr idem dirisen sinesin
Buyur zarf-ı helvâ idem defteri Şikest itmese gönlün âyînesin
Geçem geçmez ise ben ol şiveden Gönül bend-i zülfüne olup esir
Çekem desti bâlâdaki miyveden Diye İnne hazâ leşey’ün asîr
Dimişler dürer hem yemişler şeker Elin öptiiğünce tutub yumruğa
Ki er fahr ider âlet işler hüner Döğe döğe başın döne tomruğa
Müheyyâ gerekdir ifâf ü kifâf Ayağını öpmeğe eğdikçe baş
Kim âyine i cân ü dil ola sâf Eteğine dildâr doldura taş
Maâşım elini felek itti teng Kalem tut ki himmetdürür hem’inan
Gönül kaldı bengi vü akl oldı deng Süvâr ol bu meydanda cevlân künan
Maişet değildir heman âb ü nan İcâzet dilersen beşâret yeter
Gıdâ öldürür ki ola kut-i can Eğer ârif isen işâret yeter
Ki bir serv-i nâzım gerek nâzenîn
Merâtib-i kazâda takdiri te’hîr idüb yüze tâlib iken
Ki cüllâb idem lebleri sükkerin
bir bulundukta dimiştir :
Dil oldukça endîşeden huşk nağz
Bu cüllâb-ı can ağzını ide mağz Gözlük ile görmek uman yüzllüği
Çü yâkutı zevkin idem kut-i rûh Niçün ider ola bu yüzsüzlüği
İre âlem-i gaybdan bin fütûh Her ki yüz içün ide yetmişde ceng
Hem âyîne-i tab’ım olmağa sarf Benzer ana öğrene seksende çeng
Açub sinesin seyr idem tâ benâf Zinde değil ol kişi kim sindedir
Çü kaşları fikriyle yazam makal Altmış ile yetmiş arasındadır
Sözüm evc-i hikmetde ola hilâl Ömr sarâymda çoğalsa kovuk
Çün ol vâsıtayla suna destbûs Sofya havâsı ola gayet souk
Ney i kand ola hâme-i pür füsûs Saç ağarub oldı sakal üstübi
Veger lûtf u ihsâ.ı pâbûs ola Kangı gözünle göresin Üsküb’i
Kalem cilveler id i tâvûs ola Hiç ola mı köteği sovmış koca
Bu özrüm kavidir heman ey hümâm İlıca havzında güzeller koca
Bahânedir ayrukları vesselâm Kati hazer eyle ki Karatava
— Cevabnâıne-i Lâm iî Çelebi elmerlıum be-in mektûb — İde gümüş tepsiyi odun tava
Gel ey mekteb-i canda alan sebak Düşür önün söyleme samur samur
Sözün tâze helvâ vü zarfı varak Döğme Samakov deyu souk demür
İrişmişdürür hâme ney şekkeri Gözlerinin yaşın idersen Meriç
İrişdirenin var ola elleri Filibe’ye akmaz emek çekme hiç
Elin çekme bâlâ diyüb miyveden Gerçi gidersin Yenice’ye becid
Ki ol sana bâlâlanur şiveden Korkum oldur virmeye Vaıdar geçid
Söz ehlini bulur serencâm i kâr Anca hevâyi idesin çerh vâr
Kanatlandın gör sözi Şeyhi vâr Kapu açınca sana Demürhisar
Cihanda kanâat gibi gene var Oldı sana bengi hayâli Fenar
Müheyyâ vü hâzır niçe rene var Sîne-i sûzânın anınçün yanar
Türk Şairleri
Ah.
Karasu’yı ^özliyordun sû be-sû birinde bu mahlâsla başka bir şi’re rastlamadım. Mecmua
Âhır ine gözlerine karesu da da onun yalnız aşağıda yazılı olan gazeli kayıdlıdır:
Dimetoka diyu çok itme figan - I —
zevkim benimseyenler arasında onun eserleri de şöhret Hemm ü gamdan halâs içün yokdur
kazanmış ve hattâ Ali Fakrı, Ahmed Remzî, Nâzım Dergeh-i Mevlevi’den özge penâh
Paşa, Üsküdarlı Talât, Bostancılı Sami, Emin Hâkî, Söylerim vecd ile simâ’ ederek
Bağdadlı Reşid gibi şairler onun bazı gazellerini tahmis Na’rezen pâykûb vâşevkah
Hamdülillâh Celâl aşk ı Hudâ
veya tanzir etmişlerdir.
Bana oldı delîl ü mürşid i râh
Bay İbnülemin Mahmud Kemal diyor ki (Stş) '■ Kalmadı dilde meyl-i hubb.i sivâ
“Ahmed Celâlüddîn efendi fazîlet-i ilmiyye, siyret-i Besdir Allâh Lâilâhe sivâh
hasene ve vekar ü temkin ile ma’rûf olan erbâb-ı ke _ III _
mâldendir. ,, — Yeniş.'lıirli A vni’ye n
Bir kaç manzumesini örnek olarak alıyorum : Lebi yanında akîk-i Yemen nedir bilmem
_ I _
O lezzet-i lebe nisbet leben nedir bilmem
İzâr-ı sâfı arakrîz iken yanında anın
Dilde esrâr nihân olsa da bir olmasa da
Safâ yi jâle ne dürr-i aden nedir bilmem
Canda envâr iyân olsa da bir olmasa da
Gönüllere iden ilka-yi hubb u buğzı nedir
Def’ içün hüzn ii gamı vech-i hasen kâfidir
Sevilmeyen sevilen kim seven nedir bilmem
Sebze vü âb ı revân olsa da bir olmasa da
Nevâ yi bülbüle güldür sebeb denir ammâ
Bir gün elbet bozulur nakş ı cemâl-i hûban
Sadâ-yi müz’ic-i zâğ u zegan nedir bilmem
Bozulan hüsn ile ân olsa da bir olmasa da
Meşâma ermedi bûy-i vefâ bu gülşende
Fahr iden ilmile gafil ise râz-ı dinden
Şükûfehâ yi gül ü yâsemen nedir bilmem
Fahr-i Râzî i zamân olsa da bir olmasa da
Dehânım üzre uruldı kilidi hâmûşî
Nazarımda kader ü cebr ü vücûb u imkân
Enîs-i samt u sükûtum suhan nedir bilmem
Âlem-i kevn ü mekân olsa da bir olmasa da
Minah mihen negam u gam yanımda yeksandır
Bâde-i vahdet ile mest olan uşşâka Celâl
Aceb bu hâl ile zevk u hazen nedir bilmem
Sâki vü rıtl-ı girân olsa da bir olmasa da
Bu cilvegâhda eşyâ mezâhir-i Hak’dır
— II -
Ganî fakîr ü kabîh ü hasen nedir bilmem
Olalı manzarım Cemâlullâh Kemâl ü fazla nazar eylerim libâsa değil
Eyledi kalbimi tecellîgâh Kabâ-yi atlas abâ-yi kühen nedir bilmem
Eynemâ sırrı âşikâr oldı Makamı âlem-i ıtlâk iken aceb ıûhun
Neye baksam Fesemme vechullah Anâsır ile mukayyed bu ten nedir bilmem
Bütün eşyâ mezâhiı-i Hak’dır Eğer zuhûr u butundan ibâret ise bu devr
Cümle esmâ buna delil ü güvâh Gidiş gelişde giden kim gelen nedir bilmem
Senin olsun ibâdetin zâhid Bu bezmgâhda encâm-ı kâr mevt olıcak
Bana lâzım değil sevâb ü günâh Hayât-ı âıiyete bu mihen nedir bilmem
Zâhir-i şer’de sukut eyler Nişîmen-i ebedî zîr-i hâk olunca Celâl
Mest ü dîvâneden vücûb-ı salâh Binâ-yi kasr-ı meşîd ü dimen nedir bilmem
Rind i meyhâre bâdeye kanmaz Cenâb-ı Avni'yı tanzîre kudretim yok iken
Olur içtikçe hâli mest ü tebâh Bu ârzûya beni sevkeden nedir bilmem
Nitekim duymaz itse âşık zâr _ IV _
Vech-i yâre ne rütbe hasr-ı nigâh Benim gibi gören ol şûhı mübtelâsı mıdır
Farkı ne vasi ile firâkın ana Nigâhı her görenin âfet ü belâsı mıdır
İki hâletde eyler âh ile vâh Revâ mıdır dem-i pîrîde nevcevan sevmek
Âşıka subh ile mesâ birdir Bu ibtilâ acabâ gönlümün cezâsı mıdır
Nûr u zulmet ile sefîd ü siyâh Neden ki tâzeye meylimde ihtiyârım yok
Küfr ü îmâna iltifât etmez Bu hâle bâis olan hilkat iktizâsı mıdır
Hak’ka nâzırdır ârif-i billâh Tenin kıvâm-ı hayâtı gıdâ-yi sûrîdir
Kayd-ı dünyâ vü âhiret ne revâ Acab mahabbet-i cânan dilin gıdâsı mıdır
Ana kim olmak ister ehlullah Olursa keşti-i dil bâdbanküşâ-yi heves
Hesti vü nîstî kuyûdundan Yem.i mahabbet-i cânâneye hevâsı mıdır
Tabibe derd-i dilin çâresin suâl ettim
Geçen olmaz esîr i mansıb u câh
Visâl-i yâr aceb ol yârenin devâsı mıdır
Fark olunmaz bir özge hâletdir
Dedi tabîb lika-yi habîbdir âyâ
Âlem-i aşkda gedâ ile şâh Senin de maksadın ol dilberin likası mıdır
Fakr ile fahr eder nemedpûşân Şifâsı vuslat ı cânandır İbn-i Sînâ’nın
Yeğdir efserden anlara bu kü!âh Günün ı âşıka Kanûn ile Şifâ’sı mıdır
Türk Şairleri
276
Dü âlem ehline feryâd res zât-ı şerifindir ağalıkla taşra çıkup râyet ve eyâlete taayyün-i küllî
. Cemî’-i kâinâta fazl-ı Hak’dır yâ Resûlâllah buldu. Ba’dehu mezbûrun evlâdından yine Ahnıed ve
Şefâatten cüdâ itme bu Ahrned bendeni lûtf it Mehmed nâmına iki mîr-i ııışen zamîr-i lâzım-ul-ikrâm
Ki lûtfun ehl-i cürme müttefakdır yâ Resûlâllah koptu ki Ahmed nâmına olan nâmdâr dünyâ dâr-ı karâr
değil idüğini bilüp cidden menâsıb-ı dünyeviyyeye iltifat
Merhûm-i mûmâileyhin târih i rihleti «•**"' e-1
itmeyüp ağır müteferıikalığı hâlinde sofiyyûn tarîkına
1149» dur (M. 1736) . Lâkin seng-i mezârında bu târih
sülük ihtiyâr. kıldı. Lâtîf ebyâtı ve dilpezîr eş’âr-ı
yazılmış :
vâridâtı vardır ki tafsili şuaıâ faslında mezkûrdur. Hattâ
V âiz bizi korkutma cehennemde od olmaz
Bıı beyit dahi on veçhile Yahya Beğ’in Süleymâniye
Yanm ağa odı her kişi bundan iledirler
câmi’-i şerifine olan târihine nazîre bir matla’dır ki
beyt-i meşhûru anlara mahsus eser i m’sûrdur. Ammâ
mahıûsei Üsküdar’da Vâlide Sultan’ın câmi’-i cedidine
Mehmed nâmına olan asîl-i bülend iştihâr rütbe-i emâ-
şeyh-i mûmâileyh inşâd buyurmuşlardır:
retten mertebe-i eyâlete vâsıl olup Haleb’e ve ba’z-ı
/ıVl jtkU SjJIj J..U
U-j J.İA'6 J \Ju2İ J aI j 'j vilâyete mîrimîrân oldu. Ba’dehu Mısr-ı Kahire beğler-
Ol câmi’in zıver-i dergâh olan târihleri Osmanzâde- beğiliği ile i’tilâ-i şân buldu. Hâlâ zümre-i mevâlîden
nin ve hatları Fındıkzâde’nindir. » ve kazâ-i Mısır’a mutasarrıf olan ahâlîden Osman Bey
nâm zât-ı şerîf ve birâdeıi olup mansıb-ı emâretten
Esad tezkiresinde de kısaca aynı malûmat kayıdlı-
rağbet-i sülük ile mütekaid Sinan Bey nâm emîr-i lâtîf
dır. Şairin Üsküdar’daki camiye vücude getirdiği tarih,
mezkûr Mehmed Paşa’nın evlâd-ı kirâmından bakiyye-i
« «•J'j lâfzında ve iktidâ-i hemzesinde müsâmaha vardır „
takiyyedir. »
cümlesiyle tenkid edilmektedir.
Halbuki Atayî Şakayik zeyli’nde Dükakinzade Osman
Bibliyografya : Rmz- - Esd.
Bey'den «Elmevlâ Osman Bey bin Mehmed Paşa bin Ah
Ahmed Cevdet Paşa — Cevdet’e bak.
med Paşa bin Dükadin»başlığıyla şu yolda bahsetmektedir:
Ahmed Daı — Daî’ye bak.
“ Cedd-i emcedi ası-ı Sultan Selîm i kadîmde rüt
Ahmed ( Dükakinzade ) — XVI ncı asrın meşhur be-i vezârete nâil ve pedeı-i vâlâ güheri Mısır ve Ha
şairlerinden Ahmed, Dükakinzade Mehmed Paşa’nm lep eyâletleriyle serbülend-i emâsil olan nihâl-i ferhunde
oğludur. Onun da babası Fatih zamanında İslâmlığı zılâl-i devletmendi Dükadinzâde efendi’dir. Pederleri
kabul eden Ahmed Paşa’dır. Sultan Süleyman Hân hazretlerinin amme-i kerimeleri
Bu âile hakkında etraflı malûmata sahip değiliz. nin duhter-i sa’d ahteri Gevheı-i Melek şah sultanın
Muhtelif menbalardan aldığımız netice şudur : dür-i şâhvâr-ı sadefi ve necm-i tâbdâı-ı şerefi olup Mı
Arnavud dükasının iki oğlu vardı. Bunlar Fatih za sır eyâletinden ma’zûl iken 964 ( M. 1556) târihinde
manında islâmiyeti kabul etmişler ve İstanbul’a gelmiş fevt olmuştur. „
lerdi. Kendilerine Ahmed ve Mehmed - veya Mahmııd - Görüliyor ki Âlî’ye göre Ahmed Bey, Mehmed Pa-
adı verildi. Çok geçmeden Mehmed vefat etmiş, Ah şa’nın kardeşidir. Osman Bey’in de amcası oluyor. Ata
med işe tedricen yükselerek vezir olmuştu. (920—1514) yî’ye göre ise Gevheri Mülûk sultanın oğlu olan Ah
med Bey, Dükakinzade Osman Bey’in ağabeysidir.
de Yavuz tarafından Amasya’da katledildi. İbni Kemal’
Her halde Sicil sahibinin «Ahnıed Bey —Mehmed Paşa—
in dedesi Kemal Paşa türbesinde medfundur. Dükakinzade Ahmed Paşa — Menobor dükası » Tarzın
Ahmed Paşa’nın da Mehmed isminde bir oğlu oldu. da gösterdiği silsile doğrudur.
Bu da tedricen yükselerek vezaıet rütbesini ihraz etti. (962 — 1554) de Kanunî tarafından idam edilen ve
İkinci Bayezid’in kızı Gevheri Mülûk sultan’la evlendi. ziriazam arnavut Kara Ahmed Paşa'mn da bu âileye
(964 _ 1556) da vefat etti. Ahmed, Osman, Sinan ve karabeti olduğunu ve Dükakinzade Mehmed Paşa’nın
Neslişah adlarında dört çocuğu oldu. Bunların en bü yakın akribasından bulunduğunu Hammer söyliyor (C.
6 , S. 5(S). Taşlıcalı şair Yahya Bey’in de bu âileden
yüğü olan Ahmed, bizim tedkik etmek istediğimiz şair
olduğunu biliyoruz.
Dükakinzade Ahmed Bey’dir.
Şair hakkında tezkirelerin kaydettikleri malûmat
Müverrih  lî bu malûmatı yanlış bir şekilde ifade
pek azdır. Bunları sırasıyla gösteriyorum :
ediyor. Küçük yaşta Ahmed’i öldürerek Mehmed’i ve
I — « Dükadin oğullarından bu devir şuarâsından-
zir yapmaktadır. Mehmed Paşa münasebetiyle Künhiil-
dır. Tavr-ı dârât ve uıf ü izâfât kullanur ağır sipâhî
ahbar'da yazdığı satırlarda şu cümlelere tesadüf edi
ve zeâmâta mutasarrıf sancak pâyesinde bende-i şâhî
yoruz : idi. Cihân-ı fânînin fenâsın mukarrer ve dünyânın güze-
« ... Vaktî ki harem-i muhtereme dâhil oldular rânın mihr-i enveıden ezhar bilüp musâhabet-i mîr ü
ikisi dahi hemnâm*ı Fahr-ı enâm oldu. Ya’ni Ahmed ve mülûkden âr idüp künc-i ferâgatte inzivâ ve uzlet ihti
Mehmed isimleri ile iştihâr buldu. Ba’de zamânin Ah yâr itmiş idi. Fakr ü fenâye müteallik eş’ârı ve tarîk-1
med Bey vefat eyledi.- Bu keıre alemini ol biri hakikate miinâsib ve mülâyim güftârı vardır. Bu şiir
isbât etti. Ya’ni ki ol muammer oldu. Ve haremden I anın eş’ârındandır :
Türk Şairleri
Ah. _____________ ______________________ __________________
Z eyn itm ek içün cennete in şân iledirler (1) isimleriyle mukayyed dört nüsha görülmüştür. Bunla
Bu bir kaç beyit dahi dervişlik tankından her kesin rın mündericatı tertîb tahrirce az çok farklı olarak
cevr ü cefâsına ve kahr u ezâsma tahammül ve sabr yekdiğerinin aynı oldukları halde tezâkir-i şuâradan
ve vakt-ı hiddet ve gazabda nefse cebr idüp nev’-i in bazısı meselâ Sârban Ahmed’in teıceme-i hâli sırasında
şânın isâetine insâniyet itmek husûsunda anın maka- naklettiği bir şi’ri diğer tezkire Dükakinzâde Ahmed
lâtındandır : Bey’in terceme-i hâli sırasında dercettiklerinden elimiz
H er kim bize ta’neyler ise cins-i beşercfen deki nüshanın Sârban Ahm ed’in mi veya Dükakinzâde
H ak saklasıın anı d ile rim havf ü halerden [2] Ahm ed’in mi veyahud bu iki Ahmed’in şahs-ı vâhid mi
— L âtifî — olduğu katiyen tesbît edilememekle beraber 96 ncı
II — Ahmed Bey : Dükakin oğullanndandır. Ağır varakda Dükakinzâdeler nâmlarına mühürler hakko-
zeâmeti ve hayli şevket ü riyâseti var iken gûşe-i fenâ iunmak üzere altı beyit münderıc bulunduğundan işbu
ve inzivâda ihtiyâr-ı gûşe-i kanâat itmekle sülük i vâ- nüsha Dükakinzâde Ahmed Bey nâmına kaydedilmiştir.,,
di-i tevekkül idüp sabra rağbet itmişidi. Fakr ü fcnâye Görüliyor ki Bay Sabri kat’î olarak bir şey söyle
müteallik eş’ârı ve tasavvuf ve hakikate mülâyim güf- miyor. Buna mukabil Bay Bakî bu hususu bir kanaat
târı vardır. Bu şiir anındır : halinde ileri sürmüştür. Halbuki son neşrettiği Yıınus
Z eyn itm ek içün cennete insan iledirler [3] Emre adlı eserinde (S. 298) Sârban Ahm ed’le Düka
— Hasarı Çelebi _ kinzâde Ahmed’in ayrı iki şahsiyet olduklarını ve ev
III — Ahmed ( Dükakinzâde ) : Dükakin oğullarin- velki mülâhazalarının yanlışlığını — Sebep göstermeye
dandır. Devr-i Süleymânî’de ağır zeâmete mutasarrıf rek — söylemektedir.
olup sancak pâyesinde iken ferâğ idüp ihtiyâr ı gûşe i Mecmualarda ve bazı eserlerde tesadüf ettiğim
uzlet itmişidi. kayıdlar, beni bu hususta büsbütün tereddüdler içinde
Kûy-i dildâre varır sofiyi teşbih ile gör
bırakacak mahiyettedir.
Benzer İb lîs ’e ki ol cennete m âr ile girer Osnıanlı müellifleri’nde Dükakinzade Osman Bey’-
•t-
den bahsedilirken şöyle bir kayda rastlıyoruz ( C. 1,
Şevk ird iğ in c e çâk id e rim sabr h il’atin S. 306 ) :
H urşîd olursa tü ğ m e ana mâlı-ı nev ilik “ Dükakinzâde Osman Bey’in birâderi Ahmed Pa
■
λ
* * şa da urafâ-yi şuarâdan bir zattır ki Amasya’da med-
Bize geldikçe vefâ câm ı döner gayre sunar
D â im a aksin e dir devri bu çerh-i d û n u n
fundur. Eş’ârından :
*
* * C an Y û s u f’um Mısr-ı v ü c û d u n d a bulursan
U çar can kuşı b u dâm-ı bedenden
K e n ’ân ilin e is m in i s u ltâ n ile d irle r
H e n ıan ol dem de kim diikendi dâne
* V â iz b izi korkutm a cehennem de od olm az
❖❖
T ıfld ır d ilb e r im iz sofi y ü r i eyleme ayb H er kişi odın y a n m a ğ a b u n d a n ile d irle r»
N o la ö ld ü rs e beni şer'ile y o k d u r g ü n e h i
* Bay Bakî, bu malûmatı cerh ederek şunları söyliyor
* *
H ic ra n gicesi derdin şerh idem ezem zîrâ ( Melâmîlik ve meldnıîler S. 342 ) :
Bir şahs a ğ ır bassa çıkm az anın âvâzı « Tahir Bey’in Dükakinzâde vezir Ahmed Paşa ile
— Riyazi — divan sâhibi Dükakinzâde Ahmed Bey’i birbirine karış*
Kafzade Faizi tezkiresinde de Ahm ed’in “ Evâsıt-ı tırması tamamiyle yanlıştır. »
Süleymânî’de fevt,, olduğu kayıdlıdır. Sicil'de ise (964— Halbuki Dükakinzade Ahmed Bey namına divanda
1556) da vefat ettiği mukayyeddir.
kayıdlı olan bazı manzumeleri bir çok mecmualarda
Bay Abdüibakî, Melâmilik ve melâmîler adlı eserin
Dükakinzade Ahmed Paşa namına mukayyed görüyo
de Sarban Ahm ed’den (S. 55 —56) bahsederken, yalnız
Üsküdar kütüphanesinde onun namına kayıdlı olan di ruz. Netekim Bursalı Tahir’in örnek olarak aldığı şiir de
vanı gördüğü için, Dükakinzade’nin adını bile kaydet bir mecmuada Ahmed Paşa namına mukayyeddir ( Mit.
memişti. Bilâhire Üniversite kütüphanesindeki yazma
Alnı. K. Mz.yMc. No. 646 ) .
iki divanı da görünce eserin sonuna uzunca bir iiâve
yaparak Sarban Ahmed’le Dükakinzade Ahm ed’in aynı Bunlardan bir kaçını zikretmek bile bu hususta bir
adam olduklarını iddia etti. Maamafih ondan evvel fikir edinmek için kâfidir sanıyorum :
Bay Sabri, Üniversite kütüphanesindeki divanlar için  r if o l m ürşide ir zâtın ı irfân idegör
yaptığı tedkiklerde şunları söylemişti ( Fş. ) : ınısraıyle başlayan müseddes ( No 2 ), bir mecmuada
“ Darülfünun kütübhânesinde biri « Dîvân-ı Ahmed-i
Ahmed Paşa namına kayıdlıdır ( Nr. K. No. 4966 ) .
Sârban Dükakinzâde » ve diğeri « Dîvân-ı Ahmed
Sârban hazretleri » ve Fatih’deki Millet kütübhânesin Benlikten eğer geçm ez isen cân olım azsın
de « Dîvân-ı Ahmedî Dükakinzâde » ve Üsküdar’daki mısraıyle başlayan Tercîibend XVI ncı asırda yazılmış
Selim ağa kütübhânesinde « Dîvân-ı Ahmed Sârban » kıymetli bir mecmuada Ahmed Paşa namına mukayyed
Paşa adına yazılıdır ( Tpk. Rv. K ■No. 1973, Mit. Alın. Devrine göre açık bir lisanla ve pürüzsüz bir ifa
K . Mz. No. 646 ) . deyle yazılan bu şiirler arasında şairin san’atkârlığını
Biz, Dükakinzade Ahmed Bey ve Ahmed Sârban’ın gösterecek parçalar da vardır. Mevlâna’nın
şahsiyetlerini hakkıyle tesbit edemezken önümüze bir ‘¿LİP j
de Dükakinzade Ahmed Paşa çıkmaktadır. liLlff- ¿) A-»..*
Acaba tezkirelerde Ahmed Bey deye mevzubahs matlalı manzumesine Türkçe bir nazire yazan şairde
edilen ve “ ağır zeamete sahip sancak payesinde „ Nesimî, Halilî gibi bir takım Hurufî şairlerinin de tesiri
olduğu söylenen bu zat, paşa olduktan sonra mı dünyevî görülmektedir.
mansıblardan feragat etmiştir. Ve Ahmed Bey divanın Ahmed Bey’in bazı manzumeleri tarzında diğer şair
daki bazı şiirler, mecmualarda Ahmed Paşa adına bu lerin de şiirlerine tesadüf ediliyor. Meselâ onun hece
nun için mi kaydedilmiştir. Yoksa Ahmed Bey, bazı vezniyle yazdığı,
mecmualarda — Sultanzade olduğu için— yanlış olarak M alıabbet câm ın içeriz
Ahmed Paşa deye mi gösterilmiştir? Fenâlarız fenalarız
Mest o lu p serden geçeriz
Şimdilik bu hususta kat’î hiç bir şey söylemek im
F e n âla rız fe n alarız
kânını göremiyoruz. Yalnız şurası dikkate değer ki XVI
manzumesi tarzında XVI ncı asrın meşhur şairlerinden
ncı asırda yazılan mecmualarda Dükakinzade Ahmed
Bey’e aid olan şiirlerin hiç birini Sârban Ahmed namına Usıılî de,
İlci cihan terkin u rd u k
mukayyed görmedim. Meselâ 961— 972 (M. 1553— 1564)
Fenalarız fe n a la rız
yılları arasında yazılmış çok kıymetli bir mecmuada,
b ây a neıııede girdik
K iin tü K enzin g encine m âlik olan sultan dede Fenalarız fenâlarız
manzumesi “ Dükakinzade mir Ahmed „ serlevhasıyle bendiyle başlayan bir manzume vücude getirmiştir. Ke-
kayıdlıdır ( Mit. Alnı. K. Mz. No. 759 ). Gene Bay Os zalik Usulî, gene Ahmed Bey’in ,
man Ergin’e aid (965 — 1557) de yazılmış mühim bir
K iintü K enzin g encine m âlik olan sultan dede
mecmuada,
mısraıyle başlayan manzumesi tarzında,
A r if ol m ü rşid e ir zâtını irfân idegör
Ey libâs-ı fakr ile falır eyleyen üry an dede
müseddesi « Dükakinzade Ahmed Bey» başlığıyla kay Tâc ü taht-ı âleme baş eğm eyen sultan dede
dedilmiştir. beytiyle başlayan bir manzume yazmıştır. L â tifi tezki
Pervane Bey mecmuasında da “ Dükakinzade A h resinde de Işık Kasını adındaki bir şaire hitaben Üs-
med Bey „ namına divanda mevcud olan bir gazel küplil İs/ıak tarafından yazılan şu beyitler görüliyor
görülmektedir ( No. 4 ) . ( Matbu nüsha S. 91 ) :
Bir çok mecmualarda da « Dükakinzade Ahmed » Ey serîr-i milk-ı aşka hân olan server dede
veya sadece “ Ahmed „ başlığıyla divanda mevcud C ü m le esrâr ii rüm û za m enba' u m azlıar dede
olan şiirlere tesadüf ediliyor. Meşhur Bektaşi şairi Viranî de Ahmed Bey’in ,
Ahmed Sarban namına kaydedilen şiirler ise, yalnız O la lı e ğ n im ize h i l’at-i ıııerdan kepenek
Sarı Abdullah, Lâlîzade Abdülbakî, Müstakimzade gibi Milk-i esrâra b iz i eyledi sultan kepenek
melâmîlerin vücude getirdikleri eserlerde görüliyor. beytiyle başlayan bir manzumesi tarzında bir şiir kale
Bunlar da XVII ve XVIII inci asırlara aiddir. Bu zevat me almıştır ( Mit. Alttı. K ■Mz. No. 877 ) .
Vizeli Alâeddin’in Kaygusuz mahlâsiyle yazdığı şiirleri Bu manzumelerde “ Sahip zemin „ kimdir bilmiyo'
Ahmed Sarban namına kaydetmişlerdir. Dükakinzade ruz. Fakat bu şairlerden bir kısmının bizim Ahmed
Ahmed Bey’in yazdıklarını da yanlış olarak Ahmed Bey’i taklid ettiklerini tahmin edebiliriz. Esasen Ahmed
Sarban’a isnad etmiş olmaları ihtimal dahilindedir. D i Bey’in manzumelerine ekseriyetle Şiîlik, Kalenderîlik,
vanların üzerindeki « Sarban Ahmed » kayıdlarının ise ve Hurufîlik temayülü olan şairlerin nazire söyledikleri
— muahhar devirlerde yazıldıkları için — hiç bir kıy ni görmekteyiz.
meti yoktur. Bay İbnülemin Mahmud Kemal ve Bay Ahmed ve Ahtııedi mahlâslarıyle şiirler yazan
Ahmed Bey’in Üsküdar kütüphanesindeki ( Üs . üş.
Fahri’nin hususî kütüphanelerindeki Ahmed Bey diva
K- No. 74) divanında, 2538 beyit vardır. Bunlardan 127
nında ise böyle bir kayıd da yoktur. Ahmed Sarban’ın beyitli 22 manzume, Kaygusuz'a aiddir. Bu nüsha ga
merkadi Hayrabolu’dadır. Ahmed Bey namına ise zel itibarile eksiktir. Bu yazmada 183 gazel vardır. Ü n i
Eyip’te bir mezar taşı göriliyor. versite kütüphanesindeki 802 numaralı divanda ise 263
İşte bütün bu ihtimalleri düşünerek — yeni bazı ve gazel görüliyor. Diğer şiirler itibariyle de Üniversite kü'
tüphanesindeki iki nüsha daha zengindir.
sikalar bulununcaya kadar — elimizdeki divanın Sar
ban Ahmed’e değil, Dükakinzade Ahmed Bey’e aid
olduğunu söylemek mecburiyetindeyiz ( Sarban Ahmed —
için Ahnıed Sarban maddesine bakınız. ) . Benlikden eğer geçmez isen cân olımazsın
Ahmed Bey teknik itibariyle kuvvetli bir şairdir. Terk itmez isen küfrini îmân olımazsın
Onun ekseriyetle « Vahdeti vücud » felsefesini teren Dil hâtemini cehd idüben dîv ü perîden
nüm eder manzumeler yazdığını görmekteyiz. Şia itika Hıfz itmez isen milke Süleymân olımazsın
dına karşı çok mütemayil görünen ve İmam Ali ile Cehd itmez isen âb-ı visâl içmeğe ey dil
“ On iki imam » hakkında derin hürmet hisleri besle Hecr âteşine derd ile biryân olımazsın
yen Ahmed Bey, diğer üç halifeye karşı da muhab Vahdet gülini bulmaz isen bâğ-ı cihanda
bet izhar etmektedir. Can gülşenine müıg-i hoş elhân olımazsın
Türk Şairleri
Ah. 280
Esdâf-ı maârifde olan dürr-i yetîme Gülşende ruhin vasfını eylemeğe gönce
Mâlik olımazsan yüri ummân olımazsın Şebnemle yur ağzını gülâb ile ter eyler
Sır sakla eyâ tâlib-i Hak can sözün işit Dil hânesine gamzelerin seyr idegelse
Can karşu çıkub izzet ile ana yer eyler
Ser virmez isen sâhib-i meydân olımazsın
Bin nâz ile bakdıkça bu dil hasteye ey dost
Niydüğini Tûr ile bu gün vâdi-i Eymen
Neylerse benim cânıma ol gamzeler eyler
Fehm itmez isen Mûsi-i İmrân olımazsın
Sabr ile karâr ola mı âşıkda o demde
Terk itmez isen cismini cânân olımazsın
Cânan dil ü cân içre kaçan cilveler eyler
Dervîş olımazsın yüri sultân olımazsın
Ma’zûr buyur yoluna cân oynasa Ahmed
Fehm eyler isen mazhaıısın zât u sıfâtın Dervîş olan tuhfesini mâhazar eyler
İdrâk idegör menba’ısın âb ı hayâtın Terk itmez isen cismini cânân olımazsın
Dilhânesini pâk idegör Hak’kın evidir Dervîş olımazsın yüri sultân olımazsın
Gafil yürüme talibi isen sen o zâtın — II —
Bil mebde’ini ârif isen anla maânî —
Zulmet gide nûr ile dola cümle cihâtın Ârif ol mürşide ir zâtını irfân idegör
Bahrîler öğüş bahr-i sıfât içre velîkin Baş koyub işiğine cânını kurbân idegör
İrişmediler ka’rına hiç lücce-i Zâtın Katresin bahre karış ( 1 ) kendini ummân idegör
Nûş eyleyeli bâde i ışk cür’asın ey dost Kul iken özüni var âleme sultân idegör
Hiç lezzetini bulımadım kand-i nebâtın Gafil olma gözün aç sen seni inşân idegör
O l yâre irişmeğe gönül eyle taleb kim Hemdem-i ehl-i dil olub tenini cân idegör
Id ola günün hem giceler kadr ü berâtın Şekl-i insan görinüb ma’nide hayvan yüıiyen
Nefsin seni merkeb ide menzil alımazsın Sûretâ canlı gibi sîreti bîcan yüriyen
Cehd eyle ki bu yolda senin nefs ola atın Baş açuk yalın ayak çıplak u üryan yüriyen
Terk itmez isen cismini cânân olımazsın Bilmeyüb kendisin ey vâlih ü hayran yüriyen
Dervîş olımazsın yüri sultân olımazsın Gafil olma gözün aç sen seni inşân idegör
Ey dil bulagör cehd ile bir dilber-i hemdem Hemdem-i e h li dil olub tenini cân idegör
Hemhâl ola ahvâline hem sırrına mahrem Hey abes yerlere ömrüni sakın itme telef
Dilşâd oluruz çevrine cânânımızın biz
Rabbine eyle ibâdet budürür fi’l-i selef
Dest-i gam ile eyler ise kametimiz ham
Âdemî ol ki disünler sana bu hayr-ı halef
Dîvâneleriz ışkı hevâsında habîbin
Nefsüni (2) terk idegör tâ ki bula rûh şeref
Birdür bize âlemde bugün şâdiyile gam
Gafil olma gözün aç sen seni inşân idegör
Hayrân ola ger sohbetimiz seyr ide Husrev
Hemdem-i ehl-i dil olub tenini cân idegör
Rakkas ola hem câmımızın devri ile Cem
Mest eyleyeli ıûhumuzı bâde-i vahdet Aldadı hırs u hevâ nefsini garrâhğı ko
Bir çöbce değil aynımıza bu iki âlem Uslana hey delü dîvâne bu rüsvâlığı ko
Yârın ruh-i adninde gönül dâneye düşdi Ehl-i hâl ol gele şimdengiru şeydâlığı ko
Aybeylemenüz dâneye meyleylese âdem Aklunı başına dir fikr idüp a’mâlığı ko
Gafil olma gözün aç sen seni inşân idegör
Işk ehline serdâr olayın dir isen ey dil
Hemdem-i ehl-i dil olub tenini cân idegör
Derd ile yüri yârene var isteme merhem
Terk itmez isen cismini cânân olımazsın Hamd ü şükr eyle Hudâ’dan virilen ni’mete bak
Dervîş olımazsın yüri sultân olımazsın Seni tekrîm idüben eyledüği izzete bak
01 hakîmün kerem ü lûtfunı gör hikmete bak
Aldanma gönül ârif isen fikr ü hayâle Âkil isen berü gel sana olan devlete bak
Tebdîl idegör fürkatini bunda visâle
Gafil olma gözün aç sen seni inşân idegör
Maksûduna irişmedi her kim ki cihanda
Hemdem i ehl-i dil olub tenini cân idegör
Dil virdi ise gaflet ile mülk ile mâle
Dil şem’ i ruhin şevkıyile yandı tutuşdı Sen seni sanma tehî âlem-i kübrâsın sen
Pervâne sıfat bakmadı hiç perrile bâle Dünyede eşref olan mazhar-ı esmâsın sen
Sîrâba düşüb gezme susuz derbeder ey dil Ma’nide âdem isen Arş-ı muallâsın sen
Gel mülk-i maânîde iriş ayn-i zülâle Yirde gökde ne ki var cümleden a’lâsın sen
Fürkatde idüb şâm ü sehr zâr ile efgan Gafil olma gözün aç sen seni inşân idegör
Âşıkların eğlencesidir âh ile nâle Hemdem-i ehl-i dil olub tenini cân idegör
Bu ıûze-i hicran ile bir gün ola şâyed Enbiyânın izini izleyü dergâha ulaş (3)
Kurbân idevüz cânımızı îd .i visâle Evliyâ bahşına serçeşme olan Şâha ulaş
Meyhânei ışk içre bugün bir ruh-i gülgün Men aref sırrını duy ârif i billâha ulaş
Mest itmek içün destimize sundı piyâle Nefsini anla muhakkak dahi Allah’a ulaş
Terk itmez isen cismini cânân olımazsın Gafil olma gözün aç sen seni inşân idegör
Dervîş olımazsın yüri sultân olımazsın Hemdem i ehl-i dil olub tenini cân idegör (4)
Cânâne kaçan işveler ile nazar eyler [1] İriş ‘ D iv a n .
Yeksân olanı hâkile ol demde zer eyler [21 G afleti : M ecm ua,
Hâlikın ma’rifetin hâsıl [iden buldı kemâl Pâdişâh-ı mülk-i hüsn ü âlemin sultânısın
Odur insân-ı mükemmel ana yok kîl ile kal Devletin pâyende cânâ yâricin olsun kadîm
Benliği terk idegör tâ k olasın nîk hisâl Kûy-i cânandan yağarsa başıma tîğ ile tîr
Yokdiirür son ucu bir zerre şehâ özre mecâl Yüzümi döndürmeyem estağfirullahel’azîm
Gafil olma gözün aç sen seni inşân idegör Ay yüzün gördüm cemâlin îdine kurbân olam
Hemdem-i ehl-i dil olub tenini cân idegör Çekmeyem başumı Bismillâhirahmâniırahîm
Alımedî gayriyi ko kendüne âlî nazar it Öldürürsen Ahmed'i öldür beğim lûtf eyle kim
Mürşid-i kâmile var nâmını bir gerçek er it Âşık-ı dîvâneye olmaz hâbîbim havf ü bîm
Vâsıl-ı ma’ıifetullah ola gör bir hüner it
Bibliyografya Ltf. , H sn. , K n h . , Aşk. . Byn. , Kfz , Şky.
Hasb i hâlüni heman bir söz ile muhtasar it
A ty . , S enıeratülfuat, Sergüzeşt, M elânıiyei şattariyei B ayram iye,
Gafil olma gözün aç sen seni inşân idegör
D ili D ân a , S oh be tn am e , B iatnanıe, T a k v im iitte v a rih , P eçevî, L û tfî
Hemdem-i ehl i dil olub tenini cân idegör ta rih i, S ah a ifiila h b a r, T aciitte varih, M ürittev arih , H a n ım e r ia r ih i,
- III - S e l., Km s. , O s m . , Fş. , İsm ail H akkı : Kitabeler, E yip rehberi,
— G a zel —
A b d ü lb a k î: M e lâm ilik ve m e lâm île r, Y u n u s Em re hayatı ve m ecm ualar.
tercih ettiği kendiliğinden anlaşılır. Anadolu şehirlerinde Kazâ yayı ecel okların atar
Acem şi’r-i sofiyanesinin tesiri altında vücude gelmiş en Sana dahi dokuniser ol okdan
eski eser olarak tanıdığımız bu “Çerhname„nin «Ahmed Ol okun zahmına kimse duyamaz
Fakih» den sonra Anadolu’da yetişen sofî şairler üze Görür olmaz viriir cânunı kurban
rindeki tesiıatını aşağıda göreceğiz. «Çerhname» metni Vefâ umma bu dünyâdan i hânum
«Ahmed Fakih» hakkındaki tedkiknamemize zeyl olarak Anunla kılmağıl sen ahd ü peyman
Z eiisch. f. Türkisclıe Philologie Mecmuasında (C .2 , S. 1, Seni aldar bu dünyâ bî habersin
1926) tarafımızdan neşredilmiştir. » Sözüm işit öğüdüm tutub aldan
Canıiunnezair'de “ Çerhnâme-i Ahmed-i Fakih der O ğüği vir kıyâmet bil yakindür
bîvefâyi-i rüzgâr „ başlığıyla kayıdlı olan (Sahife 526-529) Utan kim sana nâzırdur Yaradan
ve 83 beyitten ibaret bulunan bu manzumeyi biz de bura Hevâya uyma geç nefs arzusundan
da neşrediyoruz : Bu nefs atınun ağzına ur uyan
— Ç e rhn am e — Bu dünyâ bîvefâdur bil hakîkat
Dirîga çerhin elinden hezâran Seni göçürmeden ol sen göç andan
ki kılmışdur muattal bunca kâran Niçe bir duriser bu dünye halkı
İşid imdi bu ahvâli i kardaş Niçe bir oliser dünyâ abâdan
Çün ümmetdür biri birine ihvan Yıkıliser bu göklerlerle bu yirler
Yavuz sanmaya kardaş kardaşına Kamusı oliserdür külli vîran
Hakîkatdür bu sözüm bana inan Gün ola kim kopa dağlar yirinden
İşiddünise sözüme kulak tut Berâber ola düpdüz tağ u yâban
Gidermagil sözümi kulağundan Kıyâmet kopıcağız bil hakikat
Bilür misin niçün geldin cihâne Kelâbek bigi tağıla bu insan
Seni kulluğ içün yaratdı sultan Yaradılmış cemî’i oliserdür
Sana ni’met virübdür bî nihâyet Kaliserdür heman ol Ferd ü Rahman
Husûsâ kim kılubdur ehl-i îman Yarın anda halâyık cem’ oliser
Nasîhat tutarisen dinle sözüm Kimi kayguya batmış kimi şâdan
Hünerün var ise gel işde meydan Suâl eylayiserler itdüğünden
Sana bir kaç öğütler viıeyin ben Tutar â’zâlarunı anda leızan
Ki her birisi dürr ola ya mercan Kirâmen kâtibin durmaz yazarlar
Öğüdüm bu günehden tevbe eyle Ne kim itdün kılurlar anı dîvan
ki îman kasdın eyler belki şeytan Getürüb tartalar hayıunla şerrün
Usan olma başuna aklunı dir Hakikat bil kurılur anda mîzan
Yol uzakdur ki yokdur hadd ü pâyan Eğer hayıun ağır gelsa zi devlet
Gözün aç gaflet içre yatma iy dost Yüzün ağ ola hemçün mâh-ı tâban
Ki göcmage tutubdur yüzi kervan Eğer şerrün ağır gelse i miskin
Yol erenleri göçüb yola girdi Varacak yirün olur belki nîran
Döke yürür ahır dünyânı servan Sırâta uğrayiserdür yolun bil
Nice bir yatasın gafletde iy yâr Kılıcdan iti dirler ince kıladan
Ecel irmezden öndin imdi uyan Yarın andan geçisersin yol oldur
Nazar kıl âleme hâlüni anla Sakın imdi i kardaş çıkma yoldan
Yeraga meşgul ol sen iy müselman Bizi korkduğumuzdan kurtar iy Hak
Eğer nâm ister isen âhıretde Bize ayruk tabıtma anda hicrân
Yidir gel Hak yolına dünyede nan Cemâlün bize göster yarın anda
Olanlar sana yetmez mi nasîhat Be-hakk-ı Mustafâ vü mâh ı tâban
Niçün ussum dirmezsin sen iy can Gel imdi ol Resûl’ün sünnetin tut
Bu dünyâya niçün pek yapışırsın Kim anı tutsa olur Şâh-ı merdan
Seni andan koparır çerh-i devran Bu dünyâ lezzetine mağrur olma
Bu rızk içün nice teşviş çekersin
Bu nefsi besleme gel hemçü hayvan
Üşendi rızk yiyü ağzında dendan
Seni ger bir nefes güldürdi dünyâ
Eğer giıib sin içinde yatasın
Son ucı bin gezin kıldırdı efgan
Beş on arşun bezile yahu(d) üryan
Ne mağrursın cihânun lezzetine Bu dünyâ bil ki sana bâki kalmaz
Niçe bir yürüyasın şâd ü handan Eğer mülkün ola Şâm ü Horâsan
283
Mecal virmez sürar âdemi bundan Dahi hüsn issi ol Yûsuf-i Kenan
Ebû Bekr ü Ömer kani Ali hem
Ne yoksulı esirger ne ho bâyı
Ya kani cem’ iden Kur’ân’ı Osman
Ne ak sakallu pir kor ne ho oğlan
Kamusı datdı bu şerbetden iy yâr
Gözünle niçe gördün ey asıllu
Uş imdi bize değdi nevbet el’an
Ki ma’sumlar kırılmışdur vebâden
Muhammed kim cihânun fahriyidi
Selâtinler zebûn olur ecelden
Bu sünnetler anındur ayn ( 1) ü erkân
Ecel irişmeden sana nigâhan
Burâk issi H ak’un dostı habîbi
Gel imdi kendüzüne vir öğüği
Ana mi’râc u arş üstiydi seyran
Ecel irişmeden sana nigâhan Anun içün yaradıldı bu âlem
Ecel câmı şerâbın çün içasın Anun içün düzendi ins ile can
Düşasın ayru kamu dostlarından Anun içün yaradıldı bu yirler
Yalınuzca yatasın sin içinde Anun içün bu gökler oldı sayvan
Ne bilam şad m olursun yâ perişan Ana kalmayıcak bu dünya key bil
Di imdi bunda anun yarağın gör Sana hod kalısar değül yaraklan
Ki sana yâri kıla Hayy ü Sübhan Pes ölüm hakdur elbette ölüısin
İbâdet kıl Hak içün gice gündüz Sana imdi i derviş kibr kandan
İbâdetdür bilürsin genc-i pinhan Tevâzu’ eyle bunda hâs u âme
Kazâ-yi âsmânî çün irişür Kim anda olmayasın zâr ü giryan
Ölüme kimsene olmaz peyendan Bibliyografya : C m nz. , P rof. F u ad K ö p rü lü : T ürk
Gelâcek nesne gelür çâre yokdur E debiyatı T a rih i.
Gerek sen yaş yirine ağlağıl kan A hm ed F erid( Ferdî ) 1283— 1866 da Yenişehir’de
Bu dünyâda belâya sabr idagör doğdu. Yenişehir Fenar’da “Dergâhı atik„ tekkesi
şeyhi Sâdî tarikatine mensub Şair Şeyh Mehmed Vehbî
Hak’un sevdüği kurtulmaz belâdan
efendinin küçük oğludur ( Vehbî maddesine bak ) .
Ölüm bir kapudur geçmek gerekdür
Vehbî mahlâsiyle şiirler yazan ve matbu divanı olan
Berâber anda sultân ile çopan
babası, şu doğum tarihini söylemiştir :
Yaradılmış bu şerbetden tadiser
• — Târîh-i velâdet-i ferzend-i sagîr-i hîş -
Ulu kiçidürür ol işde yeksan
N eşâtın vaktidir ey d il o lu p m esrur bu dem lerde
Bu bir işdür kim uğrar kamu mahlûk Teşekkür eyleyüp her an ferah eyle letafetle
M übeşşirler haber verdi ki çün o ğ lu m F erid d o ğ d ı
Bu bir derddür ki yokdur ana derman
K üşâyiş her cihetten geldi kalbe nev beşaretle
Bu bir rencdür ki hiç derman bulunmaz İlâhî tûl-i ö m r ile m u a m m e r eyle ol tıflı
İlâç bulmadılar Bokrât u Lokman K e m âl ehline m ü lh a k eyle anı her faziletle
H u d â y â eyle m a h fu z ol g ü li her hâr ii âfetten
Ecel sayrulığı çünkim irişse
İdü p m ü n ’inı m ükerrem kıl an ı her d ü rlü izzetle
Timâr itmez ana yüz bin tabîban İki m u h b ir g elüp Yehbî tam âm itti bu târih î
Nebî zindan dimişdür dünyâyiçün .j) Ari ¿T j!
0-^4-° -V ¡»-*2
Nita râhat oliser ehl i zindan — 1283 —
Dirîga kim uçiser kuş kafesden
Ahmed Feıid’i yetiştiren âile arasında başka şair
Dirîga kim çüriyiser bu ebdan
lere de tesadüf ediyoruz. Büyük dayısı Şeyh Cemal, Lûtfî
Dirîga yatısaruz sin içinde
ve Mestatı mahlâslariyle şiirler yazan ve müretteb divanı
Geçiser üstümüzden niçe ezman
olan bir şairdir. Küçük dayısı Muhyeddin de Muhyî
Nebî vü hem velî kurtulmadı hiç
mahlâsiyle manzumeler vücude getirmiştir (Bu mad
Ölüm şerbatin içüb virdiler can
delere bakınız) .
Bize hod ne hisab anlara nisbet
Ahmed Ferid, ibtidaî ve rüşdî tahsilini bitirdikten
Ecelden kaçmağa yokdürür imkân
sonra, babasından ve diğer zevattan Arabça ve Acemce
Celâb’um çün ölüme uğıaruz biz
okudu.
Ayırma son nefasümiz imandan
(1297— 1879) da Yenişehr’in Yunan tarafından işgali
Nidalüm çün cihânun işi budur
üzerine babasıyla İzmir’e gitti. Pederi ( 1300 —1882 ) de
O derde uğradı Dâvud Süleyman
vefat edince İstanbul’a geldi. Medreseye girdi. Bilâhire
Anun kim tahtını yil götüıürdi
Ölüme uğradı adı Süleyman (1) Â y în yerine.
Türk Şairleri
284 Ah.
meşihat müsteşarı olan Ödemişli Mustafa efendi’den kan de çok yüksek meziyyetlere malikti. Gayet müte»
icazet aldı. vazıdı. Büyük küçük her kese iltifat eder ve her sözü-
(1313— 1895) de Selâniğ’e giderek - İstanbul’da ne “ be pîrim „ deye başlardı.
Abdüsselâm dergâhı şeyhi iken Selâniğ’e nefyolunan Ahmed Ferid, divan tarzının muvaffakiyetli bir şairi
ve babasının halîfelerinden bulunan - Yahya efendi’den idi. Fakat bu rind adam, şiirlerini bir araya getirmek
Sâdî hilâfetnamesi aldı. Selânik’ten döndükten sonra kaydında değildi. Yazdıklarını dostlarına verir, kendi
hususî muallimliklerde bulundu. Daha sonra Molla gü- sinde bir suretini bile alıkoymazdı. Arkadaşlarına yaz
ranî rüşdiyesine ve Halıcıoğlu’nda musevî mektebine dığı mektupları ekseriyetle « bahri tavil » tarzında
muallim oldu. yazardı. Bu mektupların münderecatı arasında :
Üsküdar’da Sâdî tarikatinden Hallaç Baba dergâhı “ Santûr derûnunda hevâlar çalarak, tel kırarak ka-
şeyhi Ali Fakrî efendi’nin ( Ali Fakrî maddesine bakı met-i matbû’unu ta’cîl ü tehâlük ile döndürse kemâne,
n ız.) Ahmed Buharî dergâhı şeyhliğine naklinde yerine yine kanûn-i tecellîde akord eski akorddur. »
tayin olundu ( M. 1906) . Tekke çok harab bir va Gibi hoşa gidecek güzel parçalara tesadüf edilir.
ziyette idi. Şairin kendi müridlerinden Yenişehirli Ha Onun en meşhur eseri, musiki ıstılahlarını bir araya
cı Hüseyin Paşa kızı Vâhide Hanım tekkeyi yeniden getirerek vücude getirdiği «Kârı natık» tır.
yaptırdı. Ahmed Celâleddin efendi, şu tarihi
söylemiştir : — Kârı nâtık —
— II — cjV j\¿aj 1/
i< r «u/u
Katrayı bir bahr-i ummân eyledim
Zerreyi ben şems, i tâbân eyledim Anlaşılıyor ki, Ahmed Hân, Azerî lehçesiyle Türkçe
Neşveyâb-ı feyz*i aşkım kendimi şiirler yazdığı gibi Farisî manzumeler de kaleme al
Bâde-i vahdetle sekrân eyledim mıştır. Gene Camiuddiivel'den onun musikişinas ol
Yâr ile ben ahd ü peymân eyledim Ahmed Hân’ın bir gazelini örnek olarak alıyorum :
(985— 1577) de vefatıyla Şah İsmail’in cülûsu arasında e n cü m en i m ecm uası 1 Eylül 1341 N o . 88. ve m e c m u a la r.
tan ona ve arkadaşlarına Fransız şiirinin ikliminde davranmak itibariyle Yahya Kemal’i, Senboüzme te
rehberlik ederken^ diğer taraftan da onlara asıl şiirin mayülü cihetiyle de Ahmed Haşim’i andırırsa da gene
sırrını anlatıyordu. O zaman Garp Edebiyatı müder bir çok noktalarda onlardan ayrılır. Şair’de birincinin
risi olan Yahya Kemal, divan edebiyatını da en iyi anla vuzuhu yoktur. İkincinin senbolizmini ise onun daha
yanlardan biriydi. Ahmed Hamdi’y e N ailî, N e f'î gibi kıy çok ileri götürdüğünü görüyoruz.
metli şairlerimizi de tanıtmıştı. Bu esnada Yahya Ke Unutmamalıdır ki Ahmed Hamdi, bugünün şairleri
mal, gençleri Dergâh mecmuasında topladı. İçlerinde içinde kendine mahsus, zengin bir şiir dili yapabilmiştir.
Son yıllarda hakikî orijinalitesini bulan ve gideceği
Ali Mümtaz gibi değerli şairler, Nurullah Atâ
yolu tayin eden bu değerli şair, artık olgun eserlerini
gibi cevvâl zekâlar bulunan bu gençler arasında
verecek bir çağa gelmiştir.
Ahmed Hamdi de bulunuyordu. Onun da bir kaç man
Ahmed Hamdi’nin sık sık tesadüf edilmeyen man
zumesi bu mecmuada intişar etmişti. Şüphesiz ki bu
zumeleri, aşağı yukarı, hemen her mecmua koleksiyo
manzumelerde asıl Ahmed Hamdi’yi bulmak kabil de
nunda bulunur. Hiç bir teşebbüste kendisini kıskanma
ğildir. Bununla beraber onun daha o zaman bile şi’ıi-
yan Şair’in bir çok makalelerinden başka Yahya Kemal
nin özünü teşkil edecek olan mahrem musikinin peşinde
ve Ahmed Haşini için yazdığı etüdlerde san’at tahlili
koştuğunu görüyoruz.
bakımından kıymetli birer tetebbu ve ' görüş mahsulü
olarak gösterilebilir.
Ahmed Hamdi’nin Abdullah efendinin rüyaları deye
bir hikâye mecmuası da vardır ki bunun ilk parçası
olan Geçmiş zaman elbiseleri Ağaç mecmuası’nın ka
panması üzerine tamamiyle neşredilememiştir.
Şurasını da unutmamalıdır ki, Ahmed Hamdi’yi he
nüz büyük bir kari zümresi tanımaz. Bu hususta kendi
sindeki lâkaydînin de büyük bir medhali vardır.
Ahmed Hamdi, eserlerini daima süreksiz olarak neşret
miş ve her çıkan mecmuaya ancak bir iki yazı ver-
mekle iktifa etmiştir.
Onun şiirlerini toplu bir halde bulmak ve okumak
bilmem ki kabil olabilecek mi ?
— S abah —
— I -
A h m e d H a m d i (Nâzımülhikem) — Son asır şairle eylediği cihetle şâir Hamdî’lerden temyîz içün «Hamdî-i
rinden Ahmed Hamdi hakkında İbnülemin Mahmud muhammis» ünvânına müstahak görülmekte olan şaire
Kemal şu malûmatı veriyorfS ^. Nâzım-ül-hikem sıfat-ı mümeyyizesinin tahsîsini tensib
edenlerden bulunduğumuzdan nişân. i ihlâs-i mukaddi-
rânemiz olmak üzere kıt’a-i âtiyeyi kendisine ihdâ
eyleriz:
- 1 -
m edHân, (998-1589) da doğdu. (1012 1603) de on dört İlâhisi bendeki bir mecmuanın kaydına nazaıan, Neyzen
yaşında iken pâdişâh oldu, on dört yıl saltanat sürdü. Osman Bey tarafından Hicaz makamında ve Düyek
(1026 - 1617) de vefat etti. Kendi yaptırdığı Sultan îkaında bestelenmiştir. Diğer bir mecmuada ( Siy. Esd.
Ahmed camii yanındaki türbede medfundur. K. No : 3397) “Güfte i Ahmed Hân-ı evvel ibn-i Meh-
Ahmed ve Bahtî mahlâslariyle şiirler yazan Ahmed med ibn-i Murad Beste-i Hâfız Kumral Hüdayî zâkiıi
Hân, divan ve tasavvuf edebiyatları tesiri altında kal Mehmed Dede,, serlevhasiyle onun divanında da mev-
mıştır. cud olan şu kıt’ası yazılıdır :
Bahtî divanının yegâne nüshası bugün Millet kütüp N o la tacım g ib i başım da getürsem dâirıı
K adem i resm idir ol hazret-i Şah-ı rüsüliin
hanesi müzesinde bulunuyor.
Oül-i gülzâr-ı nübüvv et o kadem s â h ib id ir
Bursalı Tahir’in Osmanlı müelliflerı’nâe «Müıetteb
Ahmedâ durm a y ü z ü n sür kadem ine o g ü lü n
dîvânı Ayasofya kütübhânesinde mevcuddur.Eş’âr-ı fâri-
siyyeleri de rengindir» deyişi yanlıştır. Filhakika Aya
sofya kütübhanesinin fihristinde 3924 numarada «Divanı
Sultan Ahmed» yazısıyla bir divan kayıdkdır. Fakat
bu Farsça divan, Celâyir hanedanından Ahmed İbnî
Veys’e aiddir. Anlaşılıyor ki, Tahir Bey, bu eseri
görmemiş ve yalnız fihriste bakmakla iktifa ettiği için
yanılmıştır.
Bahtî divanında 380 beyit vaıdır. 4 niünacat, 3 nait,
2 İlâhî, 1 Mavlâna hakkında medhiye, Ramazan ve bay
ram için yazılmış 4 medhiye, Ebû Eyyub-ı Ensarî hak
kında 1 medhiye, babası için 1 mersiye 11 tarihî gazel,
lögazel, 1 tahmis, 4 tarih, 34 k ıl’a, 8 şarkı, 4 beyitten
ibaret olan bu divanda Şair’in,
O azâye aznı iden gazilere her yerde fursat vir
İlâh î müjde-i fetlı ü zaferle I albe rahat vir
19
Türk Şairleri
Âh. 290
Bursalı Tahir, Şair’den bahsederken bir münasebetle Bir ednâ abd-i âsîyem İlâhâ
«Sultan Ahmed-i sânî’nin de tabîat-ı şâirâneleri vardır. Kapunda bir gedâyem pâdişâhâ
Ata târihi Bahtı mahlâsını bu pâdişâha nisbet ediyorsa Be-hak-kı sûre-i Yâsîn ü Tâhâ
da doğru değildir» diyor. Bahtî’nin Ahmed /. olduğu Beni kıl âlem-i ma’nîde stıltan
muhakkaktır. Fakat Ahmed II. in şairliğine dair hiç
bir kayda rastlamadım. Bu fânî dünyenin(l) yoktur meâli
Ahmed Hân’ın bazı şiirlerini örnek olarak alıyoıum : Hayâl ü zil gibidir mülk ü mâli
Virüp rûz-i cezâda kadr-i âlî
— İlâhî —
Beni kıl âlem-i ma’nîde sultan
Dilhânesi pür nûr olur Envâr-ı zikrullah ile Be-hak-kı ıûy i âb-ı Fahr-ı âlem
İklîm-i dil ma’mûr olur Mi’mâr-ı zikrullah ile Habîb-i ekrem-i Rahmân.ı a’zam
Her müşkil iş âsân olur Derd-i dile dermân olur Be-sırr-ı terk-i İbıâhîm Edhem
Cânın içinde cân olur Esrâr-ı zikrullah ile Beni kıl âlem-i ma’nîde sultan
Gamgin gönüller şâd olur Dembesteler âzâd olur
Kapunda Ahmed’i m aklûl kul it
Gümgeşteler iışâd olur Asâr-ı zikrullah ile
Günâhın afv idüp özrin kabûl it
Zikr eyle Hak’kı her nefes Allah bes bâkî heves
Yolunda âkıbet ehl-i vusûl it
Pes gayrıdan ümmîdi kes Tekrâr.ı zikrullah ile
Beni kıl âlem-i ma’nîde sultan
Gör ehl-i hâlin fırkasın Çâk itti ceyb-i hırkasın
Devr eyle zikrin halkasın Pergâr-ı zikrullah ile — G a ze l—
Terk it cihan ârâyişin Nefsin gider âlâyişin - IV —
Bul cân ü dil âsâyişin Efkâr-ı zikrullah ile
Minnet Allah’a ki irişti beşâıet haberi
Ahnıed(\) seni ikrar ider Hem zikrini tekrâr ider
Geldi can kulağına yine meserret haberi
İhlâsını iş’âr ider Eş’âr-ı zikrullah ile
Mâl ü rızk ile iki kal’e bırakmış küffâr
— II — İrdi hoş peky-i sabâ ile ganîmet haberi
H udâ’ya şükridersem nola her gâh Münhezim olsa yakında umarım küfr ehli
İrişdi cismime sıhhat çü nâgâh Tâ ire Şâh-ı Kızılbaş’a hezimet haberi
Yatup gam döşeğinde (2) niçe müddet Râfızî kavmini dahi ide Kahir makhûr
İderken âh ü zârı gâh bîgâh Ki kırâla ire andan da musîbet haberi
Kabûl oldı duâsı müslimînin Cünd-i İslâma duâ itmededir çün Bahtî
Selâmet irdi bana hamdülillâh Ey sabâ durma heman anlara ilet haberi
Sığındım tâ ezelden ben Hudâ’ya
Odur şâh ü gedâye çün penâgâh _ V -
Tevekkül üzre ol her demde Ahmed Sıdı peymâne-i peymânını ey dil yine Şâh
Muin ola sana her yerde Allah Bezm-i devletten ayak çekmesine oldı güvâh
— III — Şâhlar yoluna azm itmedi ol bî mezheb
Râh-ı ahdini koyub âkıbet oldı gümrâh
Bana zâhirde ittin bunca ihsan
Yer yüzinde dileriz aye kadar bulmaya yer
Müyesser eyledin mülk-i Süleyman
Tâc ü tahtı ile mülkin ala destinden İlâh
Oluptur aşkın ile pür dil ü can
Lîk kani’ değilim hazret.i Mevlâ hakkı
Beni kıl âlem-i ma’nîde sultan
Cümleten askerini kırmayıcak hayl-i sipâh
Bana lütfün ile eyle tecellî Bahtiyâ başın alup tâcını pâmâl ideler
Bu tâc ü tahtile gelmez teselli Gele ayağıma Hak’dan dilerim efser-i şâh
Tâli’ -i şûrîdeme zülfün nişan yetmez mi kim A hm ed H ân ( Osmanlı padişahı Üçüncü Ahmed,
Bakduğuma subh-ı sâdıkda mesâlar gösterir Necib)— 1084 —1673 de doğdu. (1115— 1703) te hüküm
Sa’y it Alı/ned aşka kim Merve hakiçün dilberin dar oldu. Yirmi sekiz yıl padişahlık etti.(1143— l730)da
K â’be-i kûy-i mugaylânı Safâlar gösterir tahttan çekildi. (1149— 1736) da vefat etti.
Osmanlı padişahlarının yirmi üçüncüsü olan Ahmad
- VII -
Hân, hattat ve şairdi. Onun bir çok yazılarına bugün
Şükr ü hamdim anadır cân ü gönülden ki Şekûr bile tesadüf edilliyor (Bu hususta tafsilât almak için
Ehl-i islâmın olup yaveri kılmış mansûr Tuhfei hattatine bakınız).
Peşte’nin fethi Budin ehline canbahş oldı
Bu beşaret haberi kıldı cihânı mesrûr
Lîk kani’ değilim ben buna Hak’tan umarım
Englirûs’un habeı-i fethi dahi ide zuhfır
Münhezim eyleyeler gayret ile küffârı
Cünd i islâma vire fursat u nusrat o Gavûr
Ahmedâ zulmet i küfri gideıüp ol Hâdî
Mihr-i îmân ile küffâr iline doldura nûr
_ VIII -
Bihamdiliâh kılınış dîn-i İslâmî Hudâ mansûr
Vişığıâd ile İstergun’ı almışlar olup mesrûr
Guzât ı müslimîne irişüp avni o Kahhâr’ın
Vurup küffâıe top ı kahrı kılmışlar yine mr-khûr
Çü küffâr iline âteş bıraktılar idiip nâgeh
Aceb mi bu haıâretten kııâl olup yine ınahıûr
İtaât eyleyüp serdâre cân ile çalışmışlar
Duâm oldur ki indallah olalar cümlesi me’cûr
Çün irdi müjde i fethi bu iki kal’eniıı Bahtî
Aceb mi ehl-i islâ-nın şebi kadr olsa rûzi sûr
- IX _
Edirne şehri gibi gerçi şehr-i bî bedel olmaz
Yine amınâ b j dünyâda Stanbûl’a bedel olmaz
Eğerçi hûb olur gayette ayvâst anın ammâ
Ahmedî ve Necib mahlâslariyle şiir yazan Ahmed
Stanbûl’un sulu şeftâlüsi gibi güzel olmaz
Hân’ın manzumelerini Ali Emirî, bir araya getirmiş ve
Anın berg-i çenârı zîr-i dest itti Stanbûl’ı
bunlardan mühim bir kısmını tahmis etmiştir (Mit. Alnı.
Kimesne dimesün dünyâda kim el üzre el olmaz
K. Mz. No : 529) . 301 beyitten ibaret olan bu küçük
Mahalsiz varmışızdır dime ol şehre sakın ey dil
eserde naitler, gazeller, şarkılar, tarihler, bir de Nefes
Zamânmda iriştik hak budar böyle mahal olmaz
Baba adlı Firecik civarında medfun bir zat hakkında
O şehr i dilküşânın vasfına dinmiş gazeller çok
söylenmiş bir kıt’a görülmektedir.
Velî Bahtî senin nazmın gibi rengin gazel olmaz
Ahmed Hân’a bir çok kasideler, tarihler sunulmuştur.
_ X — XVIII inci asrın Nedim gibi, Seyid Vehbî gibi en meş
— Şarkı — hur şahsiyetlerinin divanlarında bu kabil manzumelere
Düşdi gönül sana güzel sık sık tesadüf edilir. Seyid Vehbî’nin Ahmed /// . e
Ey bî vefâ eyle vefâ aid bir mısraı da şu suretle tazmin ettiğini görmekteyiz:
Bağrımı delme cevr idüp « Bir g üm üşte n kal’e g ö rd ü m ande g iz ltn m iş ti âb.>
Attı zerrin to p u m feth itti anı âftâb
Ey bî vefâ eyle vefâ
Budur murâdı Bahtî1nin Ahmed H ân’ın şiirleri, Ali Emirî’nin tesbit ettikleri
Subh ü mesâ ey dilrübâ kadar olmasa gerektir. Bazı mecmualarda gördüğümüz
Canımı yoluna koyam bir kaç şiirin bu eserde olmayışı da bu kanaati kuvvet
Ey pür cefâ eyle vefâ lendiriyor.
Bibliyografya . M uhtelif ta rih le r., R y z ., P rv ,, M tnz., S e l.,
Bir mecmuada “Sultan Ahmed Hân’ın nev îcadları
O s m . ve m u h te lif m e c m u a la r. A hm ed H â n ’a a id olan resim Top- olan zincirli altun müseddesidir,, başlığıyla bir man*
kapu sarayı m ü ze s in d e k i ta b lo d a n alın m ıştır. zume görüliyor (Siy. Esd. K. No : 3409).
tü r k Şairleri
Ah ___ ‘M
01 nedir kim H ak azîz itm iş anı takdir ile Eşiğinde abd-i memlûk ol müdâm
C ü m le n in m a h b û b ıd ır ol hüsn-i âlem g îr ile Andan özge yoktur a’lâ yi merâm
G erçi d âim ülfeti şâlı u vezîr ii m ir ile
Saltanat budur Necîbâ bil tamâm
Lîk v a hşîd ir bu darbı eyleyüp ta’zîr ile
Şimdi Zât-ı Müctebâ’ye âşıkım
A kıbet anı m üselıhar k ıld ıla r te d bîr ile
G ö rd ile r d urm az gezer bend ittiler zencîr ile — II _
— İlâ h î -
Bârekâllalı pâdişâlı-ı â le m in îc âd ın a
Zikrin ile olınuşam ratb-ül lisân
Cevher-i akliyle sebkat eyledi e cdâd m a
Yâ Gıyâs el-müstagîsîn el’aman
Diirriyâ ta k lîd o lu n m a z hâtır-ı ra k k a d ın a
Aşkın ile eylerem âh ü figan
T â ki noksân irm eye gencînenin îrâd ın a
Y â Gıyâs-el-müstagîsîn el’amân
A kıb et anı m üsehhar kıld ıla r te d b îr ile
G ö rd ile r d u rm a z gezer bend ittiler zencîr ile Bulmadım yol âşiyân-ı vahdete
gibi bendleri ihtiva eden bu şiiıin DürrV ye aid olduğu Hayret el virdi bakup bu kesrete
ve tercihanesinin Ahmed Hân tarafından yazıldığı anla İrmedim ben bezm-i hâs-ı hazrete
Y â Gıyâs-el-müstagîsîn el’aman
şılıyor.
Ahmed I. e aid bazı şiirlerin de yanlış olarak Düşdi vahşetgâh-ı dünyâye bu dil
Ahmed III. e isnad edildiği görüliyor. Cürmüni afv eyleyüp sen rahm kıl
Beliğ tezkiresinde «Tekye-i Mevlânâ’da tab’.ı hümâ Sâye i lûtfunda eyle müstazil
Yâ Gıyâs-el-müstagîsîn el’aman
yûndan sünûh itmiştir» denilerek,
- N a ’t -
Gûşe-i seccâde-i irfânı takbîl itmedin
Zât-ı pâk-i Muslafâ’ye âşıkım _ V -
Cân ile Fahr-ül-verâ’ye âşıkım
Muksim-i feyz i nevâdır ol şerîf Buldı zikrullah ile dil mürgı şimdi lânesin
Menba’-i cûd ü atâye âşıkım Lîmaallah evcine kondı görüp cânânesin
Sûbesû rûy-i tecellî-i visâl açtı nikab
Enbiyânın umdesi ser defteri
Eyledi rûşen cemâliyle derûnum hânesin
Asfiyânın kudvesi hem rehberi
Kâinâtın zübdesi vü mefhari Bezm-i ehl i zevk-ı safvet mahreminden ol yüri
Aşk ile Bedr-üd-dücâ’ye âşıkım Sahvı neyler mest olup dâim içen peymânesin
Türk Şairleri
293 Ah.
Gülşen-i tevhîd i H ak’da keşf i esrâr eyledin Derûna saldı bir âteş
Bülbül-i şeydâ mısın âyâ Necîbâ yâ nesin Ko yaksun beni ol mehveş
- VI - Aceb kad çekti ol serkeş
Kiminle yâr olur şimdi
Esîr-i zülfünüm kâkül perişan bir efendimsin
Dil-i dîvâneme zencîrzen sâhib kemendimsin - XI _
— T ü rk ü —
Kolun sal boynuma ey gül beden ağyâre dâğ olsun
Hamâil veş benim sen hırz ı cânım sînebendimsin Siizer cânâne gözüni
Esîrin bir beni sanma cihan âvâre-i hüsnün İşitsem bâri sözüni
Pesendi dîde-i âlem cevân-ı dilpesendimsin Medh ideriz gün yüzüni
Gerek çevrinle mahzûn it gerek lûtfunla kıl mesrûr Bârekâilah ne hoş güzel
Gerek ağlat gerek güldür efendimsin efendimsin
Oluruz zülfünün bendi
_ VII _
Can verir lebinin kandi
Gönül Hak derdine mahrem gerektir
Şehr i İstanbul’da kendi
Belâ-yi aşkına hemdem gerektir
Bârekâilah ne hoş güzel
Ciğer sad pâre oldı fürkatiyle
Yerine göz yaşının dem gerektir Leblerini handân ider
Gözet fursat Fenâfillâhe sa’y it Aşıkları giıyân ider
Fenâ sâlikleıe her dem gerektir Melekleri nayrân ider
Necîbâ dest-i feyz i Hak’la mey nûş Bârekâilah ne hoş güzel
Olan dil ayn-ı câm-ı Cem gerektir
Arasın ıakib bulmasun
- VIII - Ol yâre vâsıl olmasun
Feyz i Hak imdâd ittikte kalem mîzâb olur Gül cemâli hiç solmasun
Katre i dâd i Hudâ’dan havz-ı dil pür âb olur Bârekâilah ne hoş güzel
Gelse kalb-i hâlis ü meşhıın-ı aşka vâıidât
Dil safâ müzdâd olup kayd-i sivâ bî tâb olur Söziim ana kâr ideydi
Şems-i zâtın perdesinden tâlib-i behre olan Bir kez benimsin diyeydi
Dilharâbı ihtiyâr itsün ki behreyâb olur A/ınıedî’ye lûtf ideydi
Gel Necîbâ cür’a i âb-ı hayât-ı ma’niden Bârekâilah ne hoş güzel
Eyle nûş andan içenler şeyh olursa şâb olur Bibliyografya : s im ., T h f., m u h te lif tarihler ve m ecm ualar.
A hm ed 111. in resmi T opkapu sarayı m üzesindeki tab lod an alınm ıştır.
- IX _
A h m e d H âşim — Hâşim’e bak.
Hücüm-ı ceyş i gamdan bana bir kehf-ül-amân olmaz
A h m e d H ik m e t — Hikmet’e bak.
Sirişk-i dîde hûn oldı ki hiç bir dem nihân olmaz
A h m e d İbni Veys (Sultan) — XIV üncü asrın
Tenezzül eylemez ziynetserâ-yi dehre âşıklar
son nısfında yetişen meşhur şahsiyetlerden Sultan A h
Hiimâ pervâz ı aşka cây i süflî âşiyân olmaz
med hakkındaki tarihî malûmatı Prof. Fuad Köprülü
Beni yâ Rab kemâl-i rahmetinden eyleme mehcûr
şu suretle telhis etmektedir (X IV üııcii asırda bir Azerî
Ki vâdî-i haşırda bana kimse mihribân olmaz
şairi: Hayat mecmuası No : 82, 21 Haziran 928) :
İlâhî şerbet-i vaslınla ben vîrânı âbâd it
“Celâyir ulusuna mensup Mogul ümerasından “Şeyh
İbâdet itmeğe dilhastede tâb ü tevân olmaz
Hasan-ı Kebîr ibn-i Emîr A kboğa bin Emîr İlkân „ a
Varınca arsagâh-ı Hak’ka kim şâh ü gedâ birdir
mensub oldukları için Âl i Celâyir,, veya İlkâniyan na
Cevâbın var mı anda ey Necib ketm i zebân olmaz
mını alan ve “İlhanîler„ den sonra 1336 dan 1410 sene
- X _
sine kadar “ Bağdad„ ve ekseriya “Azerbaycan,, hava-
- Ş arkı — lîsinde hüküm süren bu âilenin tarihi hakkında müver
Beni terk itti sultânım rihler uzun malûmat verirler.
Kiminle yâr olur şimdi İşte «Sultan Ahmed İbn i Veys» bu âilenin dördüncü
Dehânı şekker efşânını hükümdarı olup 1382 den 1410 senesine kadar hükümet
Kiminle yâr olur şimdi
sürmüş, «Timur» istilâsı karşısında «Yıldırım Bayezid’ ' e
ve daha sonra Mısır memlûklerine iltica etmiş, Timur’un
Rakîbe eyledi rağbet
vefatından sonra tekrar eski memleketlerini ele geçir
Bu olmaz mâni’ i vuslat
Heman sağ olsun ol âfet mişse de, 1410 da «Karakoyunlu» türkmenlerinin reîsi
Kiminle yâr olur şimdi “Kara Yusuf„a mağlûb olarak katledilmiştir. Bütün
Türk Şairleri
Ah. 294
-*.rl
Bu sirişk-i lâlegûndan nâme tahrîr eylemez
¿jU. ¿r 0^- Kumri vü bülbül okur Hak zikrini her dem velî
l*'^ c r1
'^ Ahmed İbtı-i Veys okur bu sözi takrîr eylemez
diye başlayan medhiyeyi «Bağdad» a gönderdiği meş
- II _
hurdur. Esasen Sultan Ahmed’in babası, «Sultan Üveys» j\ jji j ¿ jla / ¡£
de “Selman Saveci, Mehmed Assar, Ubeydi Zâkânî» gibi
büyük İran şairlerini himaye etmiş olduğu gibi, Farisî jT oy-*r JU.
şiirler de yazmıştı. Bu itibarla «Sultan Ahmed» bir j o Ms \c
san’at muhitinde yetişmiş, şairliğe hazırlanmıştı.„ JJ ¿^\c. j€
Ahmed İbni Veys’in bu şiirlerde Ahmed, Ahmed İbni Aı*' a A.“' j >- S -Z c - j ' J j»
Veys, Ahmed İbni Şeyh Üveys, İbni Veys gibi muhtelif Aı’ ' \J jile j ' i 3
Bugün elimizde şairin Türkçe yalnız bir gazeli var şairi : H ayat m ecm uası N o: 82, M c n z ., C m n z . ve A h m e d D iv a n ı,
dır. Bu gazeli de ( 840— ) da yazılan Mecmııatün- A hm ed ( İshak hocası) — XVIII inci asrın en mühim
nezair ile (918 _ ) de yazılan Ccmiunııezair’de şahsiyetlerinden olan Ahmed efendi, Salim ve Safâyî’ye
mukayyed buluyoruz. Aynı gazel, her iki eserde ufak göre Menteşe’lidir. Vakayiülfuzalâ ise daha doğru
tefek nüsha farklariyle tesbit edilmiştir. Camiunnezair’in olarak onun Aydın Güzelhisarına civar bir köyde doğ
kaydına göre bu gazelde «Sahip zemin», Sultan Ah- duğunu söyliyor. Babası Hayreddin efendi adında bir
med’dir. Ve bu şiiri; Namusî, Zeynî, Nizamî, Ahî gibi adamdır ki “mukaddematı ulûm„ u oğluna bizzat okut-
şairler tanzir etmişlerdir. Şairin bu Türkçe gazeliyle muştur.Genç yaşında,bir müddet Diyarıbekir ve Irak ta
divanından seçtiğimiz 2 Farisî gazelini örnek olarak raflarında kaldıktan sonra Acemistan’a gitmiş; ilim tahsili
alıyorum : uğrunda yıllarca Şirvan’da oturduğu için bir zamanlar
Türk şairleri
295 ........ .....................-...........-.................. .................. _ .......... -......— - - ............ -........... ......... Ah.
«Acem Ahmed efendi» deye anılmıştır. Türkiye’ye dön Ahmed efendi’nin bir hayli gazel de vücûde getir
dükten biraz sonra, Köprülüzade Fâzıl Ahmed Paşa’ya diği anlaşılmaktadır. Fakat bu şiirlerden bugün ancak
tezkerecilik eden îshak efendi’ye intisab etti. O devir tezkirelerde kayıdlı olanları biliyoruz. Bunlardan bir
lerde İshak efendi, nüfuzlu ve pek meşhur olduğu için; kaçını aynen naklediyorum :
Ahmed efendi, îshak hocası deye anıldı. Zamanının — I —
Dil meyi iderdi kâkül-i cânânı görmeğe
müverrihleri ve tezkirecileri ondan hep bu ünvan ile
Sevdâsı şimdi zülf-i perîşânı görmeğe
bahsederler. (1097— 1095) yılında İshak efendi katledil
Zer duhterine muğbeçenin müşteri hezâr
mişti. Ahmed efendi, hamisinin nekbet ve felâketinden
Çok kimse vardı meykedeye anı görmeğe
sonra Bursa mülhakatında sırf müderrislikle vakit ge
Hengâm ı azm-i râh ı fenâ geldi hâzır ol
çirdi. (1101 - 1689) da sadrıazam Köprülüzade Mustafa
Başla tedârük-i ademistânı görmeğe
Paşa, kendisini “Bâ fermân ı âlî ibtidâ dâhil i’tibâriyle
— II —
mahrûse i Bursa’da Hudâvendigâr medresesine naklet
tikten mâadâ Anadolu muhâsebesini ihsân ve maiyyet Düşüp ayağına sâkîye izzet eyleyelim
ve istisâb ile sefer-i zafer ıehber-i Belgrad’a revân„ V aıup suyunca şerâbına hürmet eyleyelim
oldular Paşa şehid düşünce Ahmed efendi, tekrar Yeter bize leb-i huşğ ile dîde-i giryan
Bursa’ya döndü. Ve artık orada kaldı. Memleketin ek Hükümet i ber ü bahre kanâat eyleyelim
y l AjI-» j
seri uleması ondan ders görmüştür.
Hulûsuna göre halkın sadâkat eyleyelim
İshak hocası Bursa’da Muradiye medresesinde m ü
— III —
derris iken (1120—1708) tarihinde vefat etti, Bursa’da
Levh-i ruhinde h attı perişan görünmesün
Sarban mezarlığında Şeyhülislâm Karaçelebizade Abdül-
Mir’ât-ı dilde jeng-i firâvan görünmesün
aziz efendi’nin yanında medfundur. Vâkıf mahlâsiyle
Çeşm-i terime kûhl i cilâ hâkipâydır
şiirler yazan oğlu Mehmed efendi, babasının vefatına
Bir de gözüme kûhl-i Sfâhan görünmesün
şu tarihi yazmıştır :
Bâg-ı ümîd-i vaslda bir iş bitürmedi
Hâce.i âlemiyan Ahmed efendi kim anın
Yetişür fazlına âsârı güvâh-ı âdil Düşdi nazardan aşk çü bâran görünmesün
Ref’idüp iki elim fevtine târih didim — IV _
J » J jt s-U tfJJİl -U-ly- fjJlj Devran sirişk-i alimi bezme şarâb ider
- 1120 — Sîh i belâda bağrımı hûnin kebâb ider
Bursalı Belig’in de mücevher şöyle bir tarihi vardır: Mi’mâr-ı hec esâs-ı sipihre budur reviş
i -'•2-' Ma’mûr idince bir dili bin dil haıâb ider
- 1120 _
— V -
İshak hocası’nın en mühim eseri, hiç şüphe yok ki Sezâvâr-ı nisâr-ı hâkipâyin gevherim yokdur
Akselireb f i tercenıeti mukcıddimetül-edeb adlı lügat kita Dür-i sîrâb-ı çeşmim çok müsâid ahterim yokdur
bıdır. Bu eser, milâdî XI inci asrın en meşhur Türk Ben ol sîmürg-i gerdun seyr-i hoşpervâzım ammâ hayf
allâmelerinden Zemahşetî'nin Mukaddimetiil-edeb adlı
Firâz ı kaf-ı kurb.i yâre mûsil şehperim yokdur
lügat kitabına yapılan çok kıymetli bir tercümedir.
Bibliyografya : s im ., S fy ., Şky. Ş e y h ., B lg ., E s d ., S e l.,
Ahmed efendi, bu kitabı yalnız türkçeye çevirmekle
O s m ., Siraceddiıı : M ecm aı şııara ve tezkirei iideba, A li C a n ip :
kalmamış, yazdığı mukaddimede Arapça, Acemce dilleri
İshak hocası Ahm ed e fe n d i: H a y a t m ecm uası N o : 67.
ile lügat hakkında da çok esaslı malûmat vermiştir.
Akselireb iki cild üzerine matbudurfil/oitaö/ âmire 1313). Ahm ed(İstanbulIu)— XVI ncı asır şairlerinden Ahmed
İshak hocasının bir hayli eseri daha vardır- hakkında Ahdî şu malûmatı veriyor:
Muhtelif yazı nevilerinde de meharet gösteren Ahmed “İstanbul’dandır. Dergâh-ı muallâ’da sipâhîoğlanıdır.
efendi, aynı zamanda şiirler de kaleme almıştır. Enbiya Lâkin müddet-i medîd ve ahd-i baîddir ki pâdişâh-ı
kıssalarından mürekkep 2918 bey itli Valıdetname adlı
Süleyman mekân ve şehenşâh-ı Halil Hân hazretlerinin
bir mesnevisi de vardır ki 1302 de Mahmud Bey mat
kilâr ı hâsında kâtib-i a’lâ nasbolunmuştur. Nefsinde
baasında tab’edilmiştir.
Bu eserin kütüphanelerimizde de müteaddit yazma sezâvâr-ı merâtib-i ulyâ kimesnedir. İlm-i muhasebede
larına tesadüf edilir. bînazîr ve esâlîb-i inşâda sözleri dilpesend ve dilpezîr
• Tezkirec leı imiz, Ahmed efendi’nin ilmi meziyetlerin eğerçi şâir şuarâ gibi mahlas ihtiyâr itmemiş feammâ
den başka, edebî kudretinden de bahsediyorlar. ol bülbül-i nüktedânînin gülistân ı maânîde gül gibi
Salim diyor ki : “Süyûtî-i zaman Câmî-i devran bir nazmı ve vasf-ı semenberân-ı hoşbû ve gönce dehânân-ı
fâzıl-ı nihrîr-i kesîr-üt-tahrîrdir kim Arabiyyâtta yed-i dilcû vâki’ olmuşdur. Bu eş’âr-ı fârisî ol yâr-ı nîkû güf-
tûlâsı dırâz Fârisîde bâğ-ı iktidârı her müşkile bâz idi. târındır.
S af ayi ise şunları söyliyor: “ İl m ü faziletle ârâste ü fA j' |j- fJi
ve kemâl-i maârif ile pîrâste vücûd i muhteremdir. Cüm- ji-i J >•*
le-i fezâilinden fazla eş’âr-ı âbdârı vardır. Gönce-i lİ _* <4^ Ua- „>.5 j\ JS'
Pervane Bey Mecmuası'nda “ Ahmed Çelebi „ ve külhanbeğleri arasında hatırı sayılır babayiğitlerden
“ Gonca Ahmed Çelebi „ serlevhalarıyla iki yerde ya olup Sarıgüzelli Deli Ahmed şöhretiyle benâm idi.
zılmış mahlâssız şöyle bir şiir görüliyor : Ara sıra aklında hiffet ve âsâr-ı cinnet görülmekle üç
defa dârüşşifâya girmiş çıkmıştır. Okumak yazmak bil
Çekmeyen bâr-ı gamın döne döne gerdûnun
mez, hecâ vezni şiir söylerdi. Tımarhanedeki delilerin,
Ne bilür lezzetini câm-ı mey i gülgûnun
doktorların, hizmetçilerin ahvâlinden bâhis matbu bir
Ey tabibim bana hikmet ne şifâ vermiyesin
destanı vardır. Kırk yaşına vardığı esnâda biraz da
Ney gibi âşıkı inletme midir kanunun
aklı başına gelerek tâib-i müstağfir olup İstanbul’dan
Beni ayaklara düşüıdi helâk eyledi âh
hareket ve îfâ-yi farîza-i hac maksadiyle hâk-i pâk-i
Çeşm-i mestinle şehâ lâ’l-i leb i meygûnun
Hicaz’a azîmet eder. Menâsik-i hacc-ı şeıîfi edâ esnâ-
Düşeli başıma sevdâ-yi ser-i zülf i nigâr
sıııda d i müslümanları edâ yi hacca davet suretiyle
Göremez o!dı gözüm karesini uyhunun
menâsiki müştemil elli bendi mülecâviz bir manzume
Delilikler ideyin vâdi-i aşk içıe şehâ
yapar ki Mekke-i mükerreme matbaasında tab’edilmiş-
Adın unutturayın dilde bugün altûnun
tir. Son bendi şudur:
Bu manzumenin Ahdî tezkiresinde mevzubahsedilen
şaire aid olması ihtimal dahilindedir. Tevellüd Kayseri ismim Ahmed
Bibliyografya • Ahd,, P>v . Taıîk-i Nakşîden kuşandım kemend
Cümle ehl-i îmânı eyledim da’vet
A hm ed ( Karaca Paşa) — XV nci asır şairlerinden
K â’be-i mükerremeye efendim buyurun
Ahmed hakkında Sehî şu malûmatı veriyor :
Baş açık yalın dîvâne durun
“Ahmed Beğ . Karaca Paşa dimekle meşhûr-
dur. Ergene imâretine mütevelli idi. Merhum Sultan Kayseriye’ye Sarıgüzelli Deli Ahmed değil, Hacı
Selim’e Trabzun’da defteıdâr olmuş idi. Niçe zaman Baba olarak gelmiştir. »
Defterdâr olup sonradan dergâh-ı âlempenâhtan bir Şair Nazım Paşa, Kayseri mutasarrıfı iken şimdiki
defterdar gönderdiler. Sultan Selîm merhum Karaca Üsküdar kütüphanesi direktörü Bay Ahmed Remzi ile
Paşa’da hayli dilâveriik ve kabiliyyet ve ziyâde idrâk müştereken Ahmed Baba hakkında mizahî şöyle bir
ve zekâvet fehm itmeğin yanında alıkoyup kapuya git manzume yazmışlardır :
meğe icâzet virmedi. Anın ehliyyetine ve kabiliyyetine A klına u y du g ir ü p üç kerre tım arhaneye
tamâm i’timâd itmiş idi, Elhâsıl ana çok i’tikadı var E y le d i M ecnunlara bahş-ı lıired A hm ed Baba
idi. Babası Sultan Bâyezîd ile mukabele idüp ceng N ağme-i vecd âveri ehl-i safâyı mest ider
ittikte yanında olan -yararca adamları düşüp Karaca El u ru p guşa ne dem derse m eded A h m e d Baba
E yle d i b ir şaklaban taklîd tarz-ı nağm esin
Paşa kalup her ne hidmet olursa Karaca Paşa hidmet-
D e d i nefretle ana y u ha m ered A h m e d Baba
lenüp hem vezirlik hem defterdarlık hidmetin ider, ya
Merkeb-i çâbükervinden d â im â m e m n u nd ur
rar, maslâhatgüzâr, her hidmetin uhdesinden geliirdi.
Esbrân o lan lara etmez hased A hm ed Baba
Saâdetle gelüp makarr-ı saltanata cülûs ittiklerinde ağır M erdiven başında istikbâl eder iş sâhibiıı
sancaklar virüp ulu beğliklere mutasarrıf olmuş, fâzıl O âlı ju rn al g e zd irir g âhî setıed A hm ed Baba
ve kâmil ve her fenne tetebbu’ itmiş kişi idi. Bu ebyât Eyledi evkaf anı m e’mûr-i târ-ı aııkebût
Nerkisin anı görecek gözi yok A h m ed (Kaytaszade) — XVI ncı asır şairlerinden
Bibliyografya: Sh. Ahmed hakkında Haşan Çelebi şu malûmatı veriyor :
“Ahmed : Kaytaszâde demekle ma’rûf ve meşhûr
A h m ed K âtib (Sazşairi ) — Kâtib’e bak.
ve mekânın-i ahlâk ile mevsûf ve mezkûrdur. Babalan
A h m e d (Kayserili, Hacı Baba) — Son asır âşık'aıından liyâkat ve istihkak ile mîr-i sancak olmuş idi. Kendü-
Hacı Ahmed Baba hakkında Bay Ahmed Remzi leri yayabaşı olup ba’dehu dîvân -1 saâdet medarda
Kayseri şairleri adlı gayrı matbu eserinde şu malû devâtdâr ba’dehu Arpaemîni ba’dehu şehıemîr i t a ’cehu
matı veriyor : Rumeli tîmârı defterdârı ba’dehu Diyânbekir’de mal
«Hacı Ahmed Baba Cemal Sadık A ğa’nın oğludur. defterdârı olup tahsîl i mâl-i mîrîde sa’y i kifâyeleri
Kayseriye’de doğmuş, gençliğinde İstanbul’a giderek olmağın sancak beğliği virilmişti. Lâkin mansıb ve
hemşehri sıvacılar yanında çıraklık etmiştir. Hârika de devletten gûşe-i ferâgatte kanâat evlâdır deyu makam-ı
necek derecede kuvvet i bâzûya mâlik olup eliyle taş uzlet ihtiyâr eyleyüp yüz kırk bin akçe tîmârile dergâh-ı
kırar ve oldukça kalın zincirleri koparırdı. İstanbul âlî m ütefeııikalaıındsn olup « ¿ ^ » n â m mesîre-i havas u
Türk Şairleri
297 Ah.
avâmda leb-i deryâda bir cây.i cennet âsâ bir ârâm- yınca Ahmed Kemal de daimî muharrirlerden oldu.
geh i behişt âbînde reşk-i nüzhet serâ-yi huld-i berîn Hattâ bazan bir nüshada onun iki şiiri birden intişar
bir işretgâh-r vesî’ ve bir kasr ı dilkeş ve refî’ binâ ediyordu.
itmişidi. Nazım Bizzat Şair bir makalesinde diyor ki(Füyıızat No : 22,
Binâ-yi m ünıekken be zevk u safâ
16 eylıil 1907)-. «... Maârif gazetesi İsmail Safa, Cenap
B edî' u neşât âver ü dilküşâ Şahabeddin, Tevfik Fikret, Ahmed Kemal... imzalariyle
intişar etmeğe başladı. İşte ben aradığım hey’et-i içti-
Garîb ü mıisâfir mukîm ü mücâvir ashâb-ı ma’rifet
mâiyeye dâhil oldum. Feryadlarıma, hiddetlerime ilk
ve erbâb-ı fazîlet âzâd ü bende âyende vii revende
cevabı İsmail Safa Bey’den almış oldum. Alem i mat-
ile ol felek rif’atte sohbet-i yârân ve ihvânile ülfet
bûâtta bana ilk delâlet eden bu edîb i merhum ve
üzre iken sene İsneyn ve tis’în ve tis’amiede (M. 1564)
muhterem oldu.»
ber fehvâ.yi .-*•»!' ^ ıs'ş kasr-ı hayatı mevsüf-i sıfat ı İsmail Safa, mecmuayı Samih Rifat’e bıraktıktan
Wl* olupkeştî-i vücüdı garkab-ı deryâ-yi fenâ oldu. sonra Ahmed Kemal’in de yazıları görülmez olmuştu .
Bu bir iki eş’âr anın güftârındandır : Bilâhire Malumat’ta ve Hüseyin Cahid’in çıkardığı Mektep
mecmuasında bazı şiirleri görüldü. Bir aralık Pul mec
Kul oldı kaddine gülşende şimşâd
muasına da bir çok şiir verdi. Servetifiituın
Amnçün oldı şâhım gamdan âzâd da manzumeler neşrine başladı.
Komazsın öpmeğe bir dem elini Tevfik Fikret, Cenap Şahabeddin, Ali Ekrem, H. N â
Elinden pâdişâhım dâd ü feryâd zım gibi tanınmış edebî şahsiyetlerin bu mecmuaya
Cefâ taşını bana atmayınca şiir yazdıkları yıllar içinde Ahmed Kemal’in de bir hayli
manzumesi intişar etti.Fakat Ahmed Kemal, tam bir Ser-
Benim vîrâne gönlüm olmaz âbâd
vetifünun şairi sayılmıyordu. O daha ziyade bu edebiyata
Hezâran dâğ yaktım sîneye ben
şekilde merbut kalmıştı. Şair, Namık Kemal’den intikal
Bana dağı ile benzer mi Ferhâd eden bir ruh taşıyordu. Heceyle ve hamasî bir gayeyle
Hirmen-i dünyâyı geşt ittim serâser hâsılı yazarak sonradan kitap halinde çıkardığı Ninniler onun
içli bir vatanperver olduğunu açıkça göstermektedir.İstib-
Arayup bir dâne mahlâs bulımadım kendime
dad devrinin tazyikleri karşısında isyankâr bir vaziyet
Bibliyografya : H sn.
alan Şair, vatanî manzumeler yazıyor, Hürriyet kahra
A h m e d K e m al (Akünal) — 1291 — 1875 te İstan manlarını; Midhat Paşa’yı, Namık Kemal’i, Ali Suavî’yi
bul’da doğdu. Miralay Rasim Bey’in oğludur. Çok kü tebcil ■'ediyordu. Bu şiirler, tabiatiyle o tarihlerde neşre-
çükken babasız kalan Şair, tahsilini Darüşefaka’da dilememişti. Mamafih onun bazı manzumelerinde bu
bitirdi. Bir taraftan Galata postahanesine memur olarak fikirlerini kapalı bir şekilde terennüm ettiğini görmek
devam ediyor, bir taraftan da Dârüşşefaka’da ders oku teyiz. Ali Ekrem’i medheder bir eda ile yazdığı Üstad-
tuyordu. Edebiyatta rehberi, aynı mektebin daha zadeye başlıklı bir manzumesi Namık Kemal’i anlatan
evvelki mezunlarından olan İsmail Safa olmuştur. bir parçadır (Mektep mecmuası No : 32) .
İstibdad hükümetine karşı onun menfî bir cebhe
alışı, kendisinin siyaset hayatına atılmasına sebeb oldu.
Ahmed Rıza gibi, İsmail Safa gibi hürriyet âşıkı şah
siyetler, Ahmed Kemal’in Taşkasap’taki evinde topla
nıyorlar, gizli gizli tertibat alıyorlardı. Hükümet bunu
haber alır almaz Şair’i tevkif etti. Fakat tevkifhaneden
kaçmağa muvaffak olan Ahmed Kemal, bir Fransız va
puruyla Pire’ye gitti. İlk işi Abdülham id’e bir telgraf
çekmek oldu. Sadece şunları yazmıştı : «Sâye-i şâhâ-
nede sâlimen Pire’ye muvâsalet ettim». Az bir zaman
sonra Mısır’a geçti. Oradan da gene pâdişaha şöyle
bir manzume gönderdi :
Y ıkm ad ık ev, yakm adık can koym adın ey şahs ı dun
M em leket viraneler hâlinde şim di sernigûn
Sikiet-i ruhunla m eşhedler bile zâr ü zebun
Sen işitm ezsen b iz i b ir gün duyar Rabb-i şüun
Bir gün A zrâîl hakkından gelir ey F ir:avun
I
Türk şairleri
Ah. 298
P â d işâh ım eyleme etme y a zık tır m illete dı, muhtelif yerlerde de konferanslar verdi. Bilhassa
Bir belâ-yi âsüm ân îsin bu dîn ü devlete 1911 de «İttihadü terakki cemiyeti» tarafından neşredi
Ş eyndir nâm ın bile târîh-i insâniyyete
len Çığır ve bilâhire Hak gazetelerinde muharrirlik etti.
G ö rm e m iştir m islini görm ez derim h a ttâ kurun
Bazı mecmualarda da onun bir kaç şiiri gene bu
Bir gün A zrâîl hakkından gelir ey F ir’avun
sıralarda intişar etmişti .
B ü lh ü d â ’dır pâdişâh-ı devr sen bir sayesin İstanbul’a geldiğinin ikinci haftasında Mehtab mec
Böyle b ir çok cşkıyâ-yı beldeye sermâyesin muası şöyle bir yazı neşretmişti (Mehtab No: 5, 1911):
H iç gücenme pâdişâhım doğrusu dun payesin
«Ateşlerinle yaşa ey vega-yi hürriyet
B ü lh ü d â’ya İzze t’e Tahsin e subh u şâm okun
K i y a n g ın ın la tutuşsun bu tâclar şerdir
Bir gün A z râ îl hakkından gelir ey F ir’avun
retinin Rusya nezdindeki teşebbüsüyle Ahmed Kemal, M âtem le rim le terk o lu n u p kalmak isterim
Çarlık hududu haricine çıkarıldı. Bundan sonra İstanbul’a temennisinde bulunmuştu. Hakikaten istediği gibi oldu.
geldi. “ İtttihadü terakki merkezi umumîsi,, nin verdiği Ahmed Kemal bugün « emellerini maziye gömerek »
tahsisatla geçindi. Bu arada bazı gazetelere yazılar yaz kendi halinde münzevî bir hayat sürmektedir.
Türk Şairleri
Ah.
— IV —
— K endim — — Cezâ-yi peym an —
Yazıyor sanki aşka dâirdir Bu şeb, bu şeb yine gördüm melûl mehtâbı
Yazdığı türrehâtının hepsi ; Ağaçların arasından — taab nümün-i kelâl
Hep karanlıkta rûhı şâirdir, Zılâl-i aşk ile pûşîde bir hayâl gibi —
Hep bulut, hep leyâldir bahsi. Eder hevâcis-i sevdâyı rûhuma icmâl;
Düşünür gâh gâh elinde kalem, Fısıldılar duyulur hep kesik kesik, gûyâ
Kaçışır nükteler hayâlinden Bütün mahabbete dâir birer müsâmeredir.
Ürküp enzâr-ı infiâlinden Önünde eyliyorum keşf-i râh-ı bîpervâ;
Silinir kâinât önünde o de m . Bu şeb serâir-i sevdâye sanki makberdir !
Gâh bir nağme-i rakîka ile
Seninle ağlamak isterdim âh ben bu gece ..
Cûş eder selsebîl-i hissiyât,
Bu mâhitâb-ı melûlün önünde evvelce.
Açılır sahne-i şuûn-i hayât
Olan yeminleri birlikte yâd edip... denizin
Yazamaz bir ufak neşîde bile
Ona Iûtf eylemezse sâat ü hâl... Bu enginin, bu ayın karşısında gel güzelim,
Bu da bir şâir-i güzîde makal ! Olan yeminler için gel biraz hicâb edelim,
Budur cezâsı bizim cürm-i şâirânemizin.
Servetifürıu/ı
_ 11 —
Servetifilnun
— İstiğrak —
— V -
— T e ellüm
Nedir şu fırtınalar, savletiyle peyderpey D u r u r soğu k iki n a ’ş-ı rem îde h â lin d e
Hayâlimin sebeb olmaktadır kıyâmetine ? Kazâ-yi târ-ı h a y â lin d e şim d i kalır ü sürür
Nedir şu mâvi bulutlarda titreyen bir şey Tevfik F ikret
Musallat oldu bugün aşkımın sükûnetine? Nedir bugün yine tenhâya, zulmete meylim ?
O leyle— perde-i nisyân içinde pinhandı, Zaman zaman beni bir müz’ic ıztırâb alıyor,
Beyin metâib-i fikretle bîtevân kalıyor...
Ne eski ra’şe-i bûd ü nebûddan bîtâb ;
Mükedderim, yine endîşenâk ü münfailim.
Ne hâlimin bu tükenmez gamıyla lerzandı...
Ne istedin bugün ondan sen ey füsüı de sehâb ! Gehî derim, açılır belki ağlasam tenhâ
Geçen zamanlarımın mahmel-i hayâlâtı 1 Sehâblar ki tahaşşüd nümâ hayâlimde;
Bulunmıyor bana iırıdâd eden bu hâlimde,
Sükûnu ömrümün ey şerh-i infiâlâtı !
Ne bir medâr-ı teselli, ne ihtimâl-i bükâ...
Dokundun âh bugün sen menâm-ı sevdâm a...
Müyesser olsa, dedim bâri dilfigâr-ı melâl 1 Şiir, bugün o da muğberdir iltifâtımdan,
Birer birer sana takrîr-i mâmezâ ederek Donar, kalır iki heykel önümde şi’r ü cemâl,
Bu samt içinde bu yorgun hayâtı dindirmek; Münâferet görünür çehre-i hayâtımdan.
Ve sonra ka’r-ı zıl.âlinde aşk-ı nâkâma Ne sûd ömre bu âciz temâyülâtımdan ?
Bir izbe makbere yapmak... muhâl, hepsi m uhâl! Gönül niçin bu teneffürle muttasıl meyyâl ,
Servetifünun Ne sûd kendime hattâ şu kendi zâtım dan!
— III —
Mehtab
— B ir gece — — VI —
Diyorum ben bu leyle-i târe — Şim şekli y a ğ m u rlu b ir ge
Şebtab mecmuası
Gözümde kanlı hayâliyle bir hazin tâbut
— VIII — Zaman zaman dolaşır ufk-ı fikretimde vakur.
— Mehtâb-ı şehâb â lû d — Peyinde sâf bulutlar., cihan cihan ervâh
Bitâb-ı aşk, leyle fürûzende i keder.. Eteklerinde ederler o mevkibi teşyî’.
Nevmîd bir emel gibi bî perr-i i’tilâ, Çıkar o, çıktığı yol arş-ı intikama varır!
Bir penbezâr-ı ebr arasından bu şeb kamer Geçer o, geçtiği yollarda rûy. i hak kızarır!
Bir hüzn-i dilşikâı ile olmakta lûnüm â!.
Yavaş yavaş dolaşır âsümanda.. gâh durur :
Sad rengi-i sahâb ile ruhsâıe-i semâ, Eder vücüde adem sanki bir itâb-ı nigâh !
Bir bî nihâye haşr ı mehâsin iyâneder; Onun itâb-ı nigâhiyle mahşer-i melekût,
Ressâm-ı çîredest-i tabîat; nazar rübâ
Onun ruûd-i sükûniyle belki arş-i İlâh
Her lâhze bin bedîa iyân ü nihân eder.
Huzû’ u haşyet içinde donar, kalır mebhût !..
Bir hande hâlesinde ayın eyliyor tavâf; Benim gözümde bu tâbût her zaman dolaşır!
Solgun bir öyle hande ki makber mesârdan!
İçinde Midhat’ı hûn-i şehâdetiyle taşır!
Eyler zılâl-i hüznüne mehtabın in’itâf,
Şebtab mecmuası
Uçmuş o sanki bir dil-i sevdâ medârdan 1
- XI -
Etmez nehârlarla, şafaklarla i’tilâf!..
— İki tilk i -
Aguş-i ilticâ arayor leyl-i târdan !.
Şebtab mecmuası Günlerin bir gününde bir tilki
Ölü hâlinde kaldı aç, sanki
— IX _
Boştu dağ, taş, dere, hıyâbanlar,
— Üstâd-ı a’zam N am ık K em al —
Nereye gitti bunca hayvanlar ?.
Bülend heykel-i Hak’dır ki sinesinde onun Gezdi çöllerde, dağda sahrada
Bu milletin kanayan kelb-i ıztırâbı vurur. Yoktu bir zîhayât dünyâda
tü r k Şairleri
301
Âh.
Gezdi günlerce nâtüvan kaldı Ahmed Bey — Ali Bey (Plevne 898— 1492) _ Hızır
Bir deriyle bir istühan kaldı
Bey (Edirne 859 - ¡446) — Mihal Bey (Edirne 8 i l — ¡431)
Titrer evrak,bâd olunca vezan
— Aziz Bey (E d im i 805 — 1102) — Köse Mihal (Har
Görse bir gölge nâgehân lerzan
Atılır, av sanır, hiicûm eyler. mancık. Takriben 780—1378).
Aç, susuz hem gider, hem av gözler. Bu aile hakkında etraflı tedkikler yapan Köse Mihal
Yolda oldu musâdif i enzâr oğlu Bay Mahmud Rağıp, Ahmed Bey’in Seyid Gazi’-
Başka bir tilki, etti istifsâr: deki ebniyesi üzerinde yazılı oian kitabeyi şu şuretle
«Kardeşim 1 Böyle hangi semte revan tesbit etmiştir :
Oluyorsun?» dedi; «Değişti zam an!
y^ >
. ^ 0 *. a * “ l v_iş Jl l;J I \
Geldim açlıktan işte son nefese
M ' -o- £0lr a ^ ^>.1 ¿UfiUJ\4İo rl\j
Etmeyor i’timâd hiç kimse
Ahmed Bey’in Kanunî devrine kadar yaşadığı
Kardeşim başka bir diyâr gerek,
tahmin ediliyor.
Başka yer, başka bir şikâr gerek.»
Beriki tilki verdi şöyle cevâb ; Ahmed Bey’in şairliğine aid tarih ve tezkirelerde
«Gitme boştur bu zahmet ey ahbâb : hiç bir kayda tesadüf edilmiyor. Yalnız Topkapu sarayı
Gittiğin şimdi başka bir yer mi ? kütüphanesindeki XVI ncı asra aid kıymetli bir mecmu
Neıdedir dişlerin berâber mi ?
ada Mihaloğlu Ahmed serlevhasiyle bir gazel görülüyor
Dişlerindir seni bu hâle sokan .
(Tpk. Rv. K. Mc. No :1969). Mihal oğlu kaydı, bu şairin
Ya çıkar onları veyâ ki inan ;
Nerde olsan nihâyetin bu olur. bu aileden olduğunu sarahetle göstermektedir. XVI ncı
Döğülür zulm eden veyâ kovulur 1» asırda ise yalnız yukarda şe eresini tesbit ettiğimiz
Bilyük duygu mecmuası Ahmed Bey’i tanıyoruz. Bay Mahmud Rağıp diyor ki :
A hm ed ( Koca, Konyalı Sazşairi ) — Son devir «Tarihteki bütün Mihal oğullarının Bektaşilik ve ede
sazşairlerinden Konyalı Koca Ahmed, saziyle ve söziyle biyat ile alâkalan bulunmak gerektir. Bizzat Köse Mi-
meharet gösteren bir âşıktır. Memleket memleket dola hal’ın islâm olmasında Şeyh Edebali’nin tesiri bulundu
şırdı. Okur yazar olmamakla beraber, irticalen şiir ğunu sanıyoruz.
söylemek hususunda muvaffak olurdu. Bektaşilik tarika- Mihaloğlu Mehmed Bey, Simavnalı Şeyh Bedreddin’-
tine intisabı olan Koca Ahmed, İmam Hüseyn’e besle in ve müverrih Âşık Paşazade’nin dostları idi. Dobrica’-
diği mahabbet dolayısile Kerbelâ’ya gitmiş ve bundan daki Arslan Baba türbesini ve bu Arslan Baba’nın bir
yirmi yirmi beş yıl önce orada vefat etmiştir. Mihaloğlu olduğunu Evliya Çelebi yazıyor. Budapeşte’
Bu malûmatı kendisinden aldığımız son devir âşık deki Gül Baba türbesinin banîsi Mihaloğulları olarak
larından Konyalı İsmail, onun çok güzel saz çaldığını kayıdlıdır. Battal Gazi türbeleri ile olan alâkalarını da
söylemektedir. Şiirlerinden örnek bulamadım. biliyoruz. Evliya Çelebi, Makedonya taraflarındaki başka
A hm ed ( Konyalı ) _ XVI ncı asır şairlerinden bir Mihaloğlu tekke ve türbesinden de bahsediyor.
Ahmed hakkında Ahdî tezkiresinde şu malûmat kayıd- Fetret devrinde Musa Çelebi Edirne’ye geldiği zaman
lıdır : bir Mihal beği Süleyman Çelebi’nin yanına koşarak bazı
“Ahmed Çelebi : Konevîdir. Pâdişâh-ı islâm ve sul- beyitler okumuş ve onu harekete getirmeğe çabalamıştır.»
tân-ı âlî makam ve şâhenşâh-ı zevilihtirâmın eyyâm-ı N ihalî ve Suzî gibi şairlerin de bu âile ile çok sa
adâlet şiârıııda zübde-i enâm ve nûr-i dîde i ümem ve mimî rabıtaları olduğunu biliyoruz(73« maddelere bakınız),
seyyid-i benîâdem —l'.j îjUJh.u ]n Medîne-i Mihaloğlu Ahmed Bey’in gazelini aynen neşrediyorum :
münevveresine kadi -i nîk nâm ve vâli-i huceste
— I -
fercâmdır. Beyn-el-mevâlî fezâil-i gayet-i fevk-al-had ve
ind-el-ahâlî kemâlât-ı bînihâyeti lâyuaddir. Bu matlâ’-ı Zülfün ü hüsnün başı kadı ile îd olmaktadır
engîz ve bir dilber-i hunrîz-i pür sitîz elinden şikâyet Mâh ı nev mihr-i ruhinden müstefîd olmaktadır
Mürşid-i pîr-i tarîkatsin hakikatte bugün
âmîz vâki’ olmuştur. Sebt olundu :
Hiametinde sofi i sâfî mürîd olmaktadır
El yüze tutup geçen cânân elinden elgıyâs İşiğinde kul olanın göklere irür başı
Bana yüz göstermez ol fettan elinden elgıyâs Tâli’i mes’ûd hem bahtı saîd olmaktadır
Bibliyogra fya : Ahd- Lûtf u in’âmın karîb oldukça bu ben bîkese
Pür olur hâtır ferahtan gam baîd olmaktadır
A hm ed Kudsi — Kudsi’ye bak.
Zülfekar-ı tîğ-ı havfından senin eyŞîr-i ner
A hm ed (K u l) — Ahmed (Sazşairi) e bak. Rimpapada cümle rühbanlar kadıd olmaktadır
A hm ed (Mailî) — Mailî’ye bak. Adi ü dâdın virdi revnak âleme bir veçhile
A hm ed M idhat (Efendi) — Midhat’a bak. Kalmayup zulm u sitem gam nâbedîd olmaktadır
A h m ed (Mihaloğlu) — XVI ncı asır simalarından Câm ı lâ’linden ki sen bir cür’a sundun Ahmed’z.
Mest i şevk-ı bâde-i Hel min mezîd olmaktadır
olan Mihal oğlu Ahmed Bey, meşhur Köse Mihal ahfa-
dındandır. Şeceresi şudur : A hm ed M uhib — Muhib’e bak.
f ürk Şairleri
Âh. 302
Dede’ye de intisab ederek ondan da bir hayli istifade diğini Dayazade Mustafa’nın Selimiye adlı eserinden
ler etti. Şeyh’in bazı müsveddelerini de tebyiz ediyor şu suretle öğrenmekteyiz (Mit. Alm. K. T. 924) :
du. Yirmi dört yaşlarında iken İstanbul’a geldi. Galata “Müneccimbaşı târihi maktûl İbrahim Paşa tenbîhi
mevlevîhanesinde oturdu- Bu tekkenin o sıralardaki ile Vehbî efendi ve Neylî efendi ve reis Mustafa efendi
şeyhi meşhur şair Arzı Dede idi. Ondan da hayli isti
ve Rûhî efendi ve Raşid efendi ve Çelebizâde ve Râzî
fadeler etti. Daha sonra Kasımpaşa mevlevîhanesi şeyhi
efendi ve İlmî efendi ve Subhî efendi ve râkım-ülhuıû-
Halil Dede’ye intisab etti. Bu zat kudretli bir âlimdi.
Ondan on yıl kadar Tefsir, Hadîs, Usul, Maani, gibi fun amim Müstakimzade Mustafa Vefâ efendi ve ser-
ilimleri okudu. Halil Dede, mantık ve felsefenin öğre kâtib Hıfzî efendi ve anlar emsâli hâcegân ve ulemâdan
nilmesine tarafdar değildi. Fakat bu sahada da tekem erbâb-ı dânişe taksîm olunarak bir kaç cild kitâb bir
mül etmek isteyen Ahmed, bunları da meşhur dersiâm haftada terceme okundu. Selâset-i ta’bîre şi’ri gibi
Salih efendi’den öğrendi. Bilâhire tıbba merak sardırdı.
Nedim Ahmed efendi merhûm muvaffak olmağla evveli
Bu sahada da meşhur tabib Salih efendi’den büyük isti
ana ta’yîn olunmuştu ve bilâhire anların olmak üzere
fadeler etti. İbrahim Kürdî, Ahmed Nahlî gibi âlimlerin
şüyû’ bulmuştur [*<-> ui'**-.» . »
derslerinden de müstefid oldu. Riyaziye ve heyeti ise
reisülmüneccimin Mehmed efendi’den okudu. Uzun Kütüphaneler genel direktörü Bay Haşan Fehmi de
yıllar da Mesnevî üzerinde çalıştı. Ahmed, artık her Müneccimbaşı tarihinin Selçukîlere aid bazı kısımlaıını
hususta tekemmül etmişti. son zamanlarda tercüme ve neşretmiştir.
Hükümdar Mehmed IV . in Edirne’de bulunduğu bir Müneccimbaşı Ahmed, Aşık mahiâsıyle şiirler de
sırada Ahmed de oraya gitti. Padişahla görüştü. Fev yazmıştır. Fakat bu şiirlerin gayet az olduğunu ve ekse
kalâde teveccühe mazhar olmuştu. Çok geçmeden mü- riyetle bestelenmek üzere yazılan şarkılardan ibaret bulun
neccimbaşı tayin edildi (1078 — 1667). duğunu kuvvetle tahmin ediyorum. Salim’in de «Güfte
(1081— 1670) de “Musahibi şehriyarî,, oldu. Kudüs leri şark u garbda meşhûrdur» deyişi onun yalnız
payesiyle taltif edilen Ahmed’e Biga ve Edremid kazaları şarkılaı ıyle iştihar ettiğini göstermektedir.
da arpalık olarak verilmişti. Mevlevî kıyafetiyle on sekiz Bu şarkıların tamamile besteli olduklarını da tahmin
yıl padişahın musahibi olarak kaldı. (1099 — 1687) de edebiliriz.Hafız Post’un kendi el yazısıyle vücude getiıdi-
Mısır valisi Haşan Paşa ile birlikte Kahire’ye gitti. İki ği mecmuada ( Tpk. Rv. K. No: 1724 ) onun da bazı
yıl sonra Hicaz’a geçti. Mekke Mevlevîhanesine şeyh parçalarını görüyoruz.
oldu. (1105 — 1693) te Medine'ye gitti. Altı sene orada Y in e şalın-ı çeınen reşk-i cinân o ld u ğ u ç a ğla rdır
ders okuttu. (1112—1700) de tekrar Mekke’ye döndü. D eğil nerkis g ö rin e n câbecâ rengin a y a ğ la rd ır
(1113 — 1701) de vefat etti. Harnnıer'in onu (1118— 1706) manzumesini ise bizzat Hafız Post bestelemiştir.
da ölmüş olarak göstermesi yanlıştır. Ahmed’in tezkirelerde kayıdlı olan parçalarını alıyorum:
Müneccimbaşı Ahmed, en kudretli Türk âlimlerinden
_ I _
biridir. Vücude getirdiği eserler ise hep istifadeli mev
Kâkül i şebrengin ey meh câygâhımdır benim
zulara dairdir. Din, ahlâk, Mantık, hendese, musiki, ede-
Gün yüzün üzre o bir çetr i siyâhımdır benim
biyet, tarih gibi muhtelif branşlar üzerinde çalışan Ah-
Şevk-ı ruhsârıııla da’vâ-yi mahabbet eylerim
med‘in gösterdiği iktidar, cidden takdire şayandır.
Hâl ü hattın ey peri peyker güvâhımdır benim
Eserlerinden en mühimlerini yazıyorum :
_ II —
I — Âdabı mütâlâa
II — Hâşiye-i tefsîı-i Beyzâvî : Sadreddinzade’ye Bezm ehline sâkî bu gün imdâde mi geldin
zeyl olarak yazılmıştır. Y â bî kadeh ü bâde heman sâde mi geldin
III — Şerh-i kitâbülahlâk. Her hûba esîr olmada sad kayda düşersin
IV — Gayetülbeyan. Aşık nicesin âleme âzâde mi geldin
Y — Tuhfetülmü’minîn «Tıbba aid» - III —
Yi — Kitâbii Vesîletülvusûl ilâ ma'rifetilhamli vel- Ey dil sakın o çeşm-i siyeh mest i işvenin
mahmûl «Mantık». Destinde hancer-i nigeh i bî âmânı var
ArII — Ta’lîkat alâ Iklîdîs «Hendese» Servin çemende kaddine hemserliğe senin
VIII— Letâifnâme «Ubeydî Zâkânî’nin lâtifeleri». Ey nev nihâi-i bâğ-ı letâfet ne cânı var
Akmed’in vücude getirdiği bu eserler arasında bil
- IV —
hassa Catniüddiivel adlı tarihi çok mühim bir ınehez
Jâle dermiş ol dür-i dendâne ey hokka dehen
olarak gösterilebilir.
Gonceye incinme oldur anın ağzına düşen
Yaradılıştan (1809 —1678) yılına kadar cereyan eden
tarihî vak’aları muhtevî bulunan ve yedi cildden ibaret - V -
olan bu arabça eser, müverrih  lî’nin tarihinden sonra Nev kîse-i zamâneden ihsân uman kişi
vücude getirilmiş çok değerli ikinci bir umumî tarihtir. Hayfâ dirîğ suret-i gülden gülâb umar
Bir çok şark raenbalarından başka bir takım yunanca tarih
lerden de istifade eden Müneccimbaşı bu eserinde vesika - VI _
lara istinad ederek çok etraflı malûmat vermektedir. Yine sahn-ı çemen reşk*i cinân olduğu çağlardır
Bu tarihin bir heyet tarafından hulâsa edilerek Türk - Değil nerkis görinen câbecâ zerrin ayağlardır
çeye çevrildiğini de biliyoruz. Son zamanlara kadar Bibliyografya • S kb., Esr., S im ., B lg ., S im ah ane i edeb, m e o
Nedim'e, isnad edilen Sahaifiilahbâr'm nasıl vücude gel m aı şuara ve tezkirei üdeba.
Türk şairleri
Ahm ed Nafiz (Paşa) — Son asrın tanınmış simala sebeb olan «Tasallübü şerayini nuhai şevki» hastalığına
rından olan Ahmed Nafiz Paşa hakkında Bay Nahid Sırrı Muş’ta mutasarrıf iken yakalanarak ömrünü altı ser,e ka
şu malûmatı veriyor : dar bir zamanı yatakta geçmiştir.
“Ahmed Nafiz Paşa, (1253— 1837) senesinde Bursa’da Ahmed Nafiz Paşa on sekiz yaşında iken Buısa’da
doğmuştur. Babası Oltu eşrafından Örik ağası zade Meh- aslen Çiirüksulu olan Hasibe hanımla izdivaç ederek
med Sabit Bey’dir ki, kendisinin doğduğu yıl içinde vefat son senelere kadar muammer olan bu hanımdan üç er
etmiştir. Yüz yaşını mütecaviz olarak ölen valdesi Sabire kek evlâdı dünya} a gelmiş ve bunlardan ancak üçüncüsü
Hanım, Çerkeş olup küçük iken esirciler tarafından çalın muammer olmuştur ki bu da Rüsûmat Eminliğinde uzun
mış ve cariye olarak satılmıştır. Ahmed Nafiz Paşa valdesi müddet kalan ve memlekette ilk defa olarak « Hukuku
ve övey pederi tarafından Bursa’da büyütülerek oraca hususiyei düvel » hocalığını ifa ve İngiliz edibi Schake
görülmesi mümkün olan tahsili görmüş, Arapça ve Faı s- Opeare i terceme eden Sırrı Bey merhumdur.,,
çadan başka Rumca dahi öğrenmiş (1267— 1850) senesin Bu malûmatı aynen kendisinden aldığımız, kıymetli
de yani onbeş yaşında Hüdavendigâr meclisi kebir kale müelliflerimizden Bay Nahid S nn da Sıırı Eey’in cğlvCur.
mine mülâzım olarak Devlet hizmetine girmiştir. Kalem Ahmed Nafiz Paşa’ııın kendi elyasısıyle bir şiir mec
hizmetlerinde terakki ederek (1277— 1860) da mabkemei muası bugün Bay Nahid S ırn’nın hususî kütüphanesinde
ticaret reisi olmuş ve (1279 — 1862) senesinde Buısa'dan bulunuyor. Gazeller, kıt’alar, tarihlerle bir teıciiberdden
ayrılarak aynı memuriyetle İzmir’e gönderilmiştir. mürekkeb olan bu küçük eserde,
Nasr-ı Bârî ile M u h ta r Pâşâ
D ü şm e n in h ıın u n ı dökti saçtı
Tîg-ı şertîz»i cünûd-i İslâm
Kalb-i a’d âd a gedikler açtı
A htned Paşa ( Bursalı, Veliyiiddinzade ) — XV zinin zamâıı.ı saltanatında Kadîasker idi. Merhûm-i mü-
inci asrın en meşhur edebî siması olan Ahmed Paşa şârünileyhin mahıûse i Edirne’de binâ ettiği Muıâdiye
hakkında tarihî menbalaıdaki malûmat pek azdır. Hat nâm câmi’in ve imâretin 830 ( M. 1426 ) târihiyle mü-
tâ onun Bursalı veya Edirneli olduğunda dâ ihtilâf var verrah vakıf nâmesi ol fâzılın kilk-i berâat şiârından
dır. L âtifi ile müverrih A lî onun Bursalı olduğunu söy- sudûr eyledi. Ünvân-ı vakfiyede <>. j jj-
liyorlar Daha eski menbalardan olan Sehî tezkiresinde kelâmını şâmil imzâsım bu hakir Mevlânâ Veliyüddîn’-
ise Asılda Edirnelidir „ deniliyor. Aşık Çelebi tezki in hattiyle görmek müyesser oldu. Ve Bursalı Safî
resinde ki bir kayıd da Şairin Edirne ile münasebetini nâm şâirin Mevlânâ Veliyüddîn’in vasfında kadîaskerli-
göstermektedir. Âşık Çelebi, Ahmed Paşa’nın vârisi ğini tavsîfde a’lâ kasideleri vardır. Anı dahi tetebbu’
olan amcazadesi Nâzır Çelebi ile görüştüğünü ve onun müyesser oldu. Miiellif-i Şakayık galibâ bu ahvâle a-
Edirneli olduğunu kaydediyor. Şu halde Edirne’da do dem-i tefattuundan anı bu kitabta derceylemedi. Mev-
ğan şairin bilâhire Bursa’ya naklettiğini ve orada lânâ-yi müşârünüeyhin ahvâlinden bu denlü ahvâline
tevattun ederek « Bursalı » deye şöhret kazandığını ıttılâ’ müyesser olmağın bu mikdâr ile iktifa olundu. »
söyliyebiliriz. Bursalı Belig’in de onu Edirneli olarak Ahmed Paşa, kuvvetli bir tahsil gördü. Arapçada
göstermesi, bunu teyid ediyor ( Old. ) . derin bir rüsuh sahibi oldu. Acemceyi de lâyıkıyle ö ğ
rendi. Medrese tahsilini bitiren Ahmed, önce Bursa’da
Sultan Murad medresesine müderris oldu. Oradan E-
dirne kadılığına terfi ettirildi. Fatih’in teveccühünü k a
zanan şair, bir müddet sonra kadıasker oldu. Memle
ketin her tarafında tanınmağa başlamıştı. Padişaha tak
dim ettiği kasideler, onun san’attaki maharetini göste
ren güzel parçalardı. Şiirden anlayan ve Avnî mahlâ-
siyle manzumeler vücude getiren Fatih Mehmed, bir
gün,
x.-.f U . r JiU' !j İİU. ¿1/ T
nebbih olup bu ahvâli imtihân itmek içün harîr ve I hiye kaleme almıştır ( No. 2 ) . Daha sonra Orhan ve
müşg-i ezfer sarup pinhân ider gibi zülfünü külâh için Muradiye tevliyetleri de Ahmed Paşa’ya verildi. Fakat
de pinhân idüp oğlan yine evvelki üslûb üzre hidmette bu vazifelerden hiç biri şairi tatmin etmiş değildi. O
iken Ahmed Paşa’nın gözü nâgâh oğlana tuşolup zül sıralarda Fatih bir gezinti maksadile Bursa’ya gitmişti.
fün görmeyicek alelfevr bu beyti heman ol mahalde didi : Ahmed Paşa da bir fırsat bularak padişaha bir man
Z iilfü n gid erm iş ol sanem k â fir liğ in konıaz lıenûz zume takdim edebildi. Bilhassa şu ricada bulunuyordu:
Kesmiş velî zü n n ârın ı d a h i m üselm ân olm am ış
C ih ân a Iûtf idersin her cilıetden
Sultan Mehmed ahvâli tamâm ma’lûm idindi. Şübhesi H alâs it ben k u lu m tevliyetden
kalmayıcak Ahmed Paşa’yı öldürmek isteyüp âhır Hükümdar bunun üzerine onu Sultanönü (Eskişehir)
Ij-p j.b ¿js. y. hadîsinin fehvâsını mülâhaza eyle- sancağına tayin etti. Bilâhire Tire’ye nakledildi. Oradan
yüp hâcelik hakkını zâyi’ eylemeyüp öldürmekten beri Ankara sancak beği oldu. Fakat bu tayinden de çok
olup oğlanı Ahmed Paşa’ya virdi. „ müteessir olan Şair hükümdara gönderdiği bir manzumede,
L âtifi de şunları söyliyor : İki c ih and a şeni g a m d an ide H âk âzâd
« Merhûm-i mezbûr meşhûr ve mezkûrdur ki gayet Eğer bu bend e ni â iâ d idersen A n ka ra ’dan
te şâhidbâz ve mahbûbperest ve şûr u şevkden aşk u ricasında bulunmuştu. Esasen o sıralarda Fatih vefat
hevâ ile mest ve hemdest imiş. Bu haysiyetten âlemde etmiş bulunuyordu.
zen ve zenpâre gayette menfûru ve musâhabet ve mu-
Bayezid’in hükümdar olduğu ( 886 — 1481 ) tari
karenetleri nihâyette mahzûru olup âlem-i tecerrüdde
hinden itibaren Ahmed Paşa’nın gene ikbal mevkiine
ömrü oldukça teehhül ve bûs ü tasavvur ve tahayyül
avdet ettiğini görüyoruz. Yeni padişah tahta geçer geç
eylememiş. Mesmû’dur ki bir gün Sultan Mehmed Hân
mez onu Bursa sancak beyi tayin etti. Ve Aşık Çele-
hazretleri gılmân-ı hâsından bir serv-i serbülendi nush
b'Cnin rivâyetine göre “ Ölünceye dek Bursa’da şuarâ
u pend içün bende çekmiş ve tohm i hışm u kîneyi
ve zurafâ musâhabeti ile güzer idüp evkatın tevzî idüp
mezramı kahr u gazabda ekmiş. Ol kayd ile mukayyed
her fasılda Keşiş dağı yaylaklarının bir münâsib mekâ
olan bendeyi bendde gördükte mezkûrdan bil-bedâhe
nında ayş ü işret „ ederdi.
bu nazm vârid ve lâyih ve mütevârid olur :
Fakat Ahmed Paşa, hayatını yalnız eğlence ile ge
C ih a n yan sun ki ol şem ’-i şeker hand
çiren sefihlerden değildi. îlme ve âlimlere karşı çok
Y a tu r g ir y a ıı a y a ğ ın d a dem ir bend
Lebi Ş irâzi helvâdır satarsa hürmetkâr olan şair, son yıllarında Muradiye camii ci
D e ğ e r Mısr u B ııhârâ vii Sem erkand varında bir medrese yaptırdı. (902—1496) da vefat etti.
Bu nazım Sultan Mehmed Hân hazretleri sem’-i şe Kendi yaptırdığı medrese civarına defnolundu. Ve bura
rifine yetişüp müşârünileyhi Yedikule’de habs idin deyu ya bir türbe inşa edildi. O sıralarda Bursa naibi olan
emr itmişler. » Eflâtun oğlu Mehmed’in yazdığı şu tarih, kitabe olarak
Âşık Celebi de şunları yazıyor: türbe kapusunun üzeıine yazıldı :
« Mansıb ı vezârette iken bir kaç ehl-i fesâd ve ı ö a-Â
.a
hüssâd harîm-i hâsta olan içoğlanlarından birine aşk- y ¿ 2- J l e .A i
bâzlık ve sevdâ-yi hâmile beden-i sîm teni vaslına S\ Cj *j*
demsâzlık eder deyu isnâd-ı töhmet ederler. Sultan tül2^.* ¿>\
^
Mehmed imtihân içün ol gulâmı soyar. Ahmed Paşa’yı
bile kendiyle hammâma koyar. Ol gulâmın zülfünü tırâş ¿UA-’j o'
eyler. Ahmed Paşa’ya anınla şerbet gönderir. Ahmed Diğer bir vefat tarihi de şudur :
Paşa dahi bu beyti diyüp râz-ı derûnu fâş eyler :
cjj ıs^Ç
Z ü lfü n g id e rm iş ol sanem k âfirliğ in k o m a z henüz
Kesmiş velî z ü n n ârın ı d a h i m ü s tlm â n olm am ış » Ahmed Paşa’nın bir kardeşi olduğunu kendi diva-
Şakayık, Haşan Çelebi, Beyanî tezkireleri gibi diğer ■
ındaki şöyle bir vefat tarihinden anlıyoruz ;
menbalarda da aynı malûmat kayıdlıdır. Esas itibariyle Ğ.~ lİ3 1'Jş-
1(j*.' ' f*_j> - ¿„jIj
hiçbir aykırılığı görülmeyen bu muhtelif rivayetlerden çı ıjiijl O'.-'I'Jj ı>.
kardığımız netice şudur : Ahmed Paşa, Fatih’in göz dk’lAs. -UlljVl a? J u » . ¿ U - l
delerinden birine sarkıntılık etmiş ve bu yüzden bilâhire _ 867 —
idam edilmek üzre kapucular odasında hapsedilmiştir.
Bursa’da bir ev yaptırdığını da gene Şair’in yazdı
Bu felâketten ürken Ahmed Paşa’nın derhal Kerem
ğı şu tarih sayesinde öğrenmekteyiz :
kasidesini yazarak padişaha takdim ettirdiğini görüyoruz.
K ul hatâ itse n ola avf-i şehenşâh kani Çü bünyâd oldı bu kası-ı muallâ
T utalım iki elim kande im iş kani kerem Görüb reşk eyledi firdevs-i a’lâ
gibi beyitleri ihtiva eden bu güzel kasideyi okuyan Fa Bakub Rıdvan bu kasra didi târih
tih, bütün hiddetine rağmen onu affetmekten kendini
alamamıştır. Fakat bu, hadiseden sonra Ahmed Paşa’yı — 865 -
saray muhitinden daima uzak buluyoruz. Şair’in teehhül edip etmediği hakkında ihtilâf var
N o la m icıner g ib i yanarsa içim dır. Se/ıi diyor ki : « Sâde rû mahbûb yiğitler musâ-
Bezm-i şâh-ı cih and an ayrıldım habetinden safâyâb ve mahzûz olmağın aslâ teehhül
deyen Ahmed Paşa bir müddet sonra Emir Sultan tev itmeyüp ömrin tecerrüd ile geçirmiştir. „
liyetine memur edildi. ( 833— 1429 ) de vefat eden bu ""Onu takdirli cümlelerle mevzubahseden Şakayık sahi
meşhur mutasavvıf hakkjnda işte bu sıralarda bir med- bi de şunları söyliyor (Matbu Şakayık tercümesi S. 218) :
Türk Şairleri
307 A h.
Kadın adlı bir câriyesin virüp hattâ Edirne civârında Ahmed Paşa :
Etmekçi nâm kariyyeyi Tûtî Kadın’a başmaklık virmiş, T ûb â kul oldı kaddine kam et hem în ola
Andan bir kızı dahi olup yedi sekiz yaşma ermiş. Fevt H ü s n ü n c ilıân ı yakdı k ıyâm et hem în ola
Hâl-i s iy âlu n ın şehâ m e n zili m âlı iç in de d ir Old- ehl-i safâye eşiğin K â’be-i m a ’bed
Ahmed Paşa’nın İvaz Paşazade AtayVden de mül Halbuki Âşık Çelebi tezkiresinde şu satırlara tesadüf
hem olduğunu görmekteyiz. Onun, ediliyor :
Y in e azm-i reznı kıld ı server-i hâver güneş « Âhır-ı ömründe Sultan Bayezîd’e Nevâyî otuz üç
Kim diyât-ı H in d ’e çekdi subhdem leşker güneş gazel göndermiş ki birisi bu gazeldir ki matla’ı budur;
matlaıyle başlayan kasidesine bir nazire söyleyen ve
O l peri peyker ki kayran b u lm u ş ins ü can anğa
bir beytinde Şair’in adını tasrih eden Ahmed Paşa Cüm le-i âlem menğe hayran m in hayran anğa
Türk Şairleri
309 Ah.
Sultan Bayezîd bu gazelleri Ahmed Paşa’ya gönde- Çîn-i z ü lfü n miişge benzetdiıtı hatâsın b ilm e d im
Key perîşaıı söyled im bu yü z karasın b ilm e d im
ıüp nazîre dinıek emr ittikde cümlesine nazîre diyiip
lâkin Nevâyî gazellerinin eyiliği vezârct bereketi ve pa Ve san’at-ı cihet-i câmi’ada bu matla’-ı matbû’ dahi
dişâhın eser-i şeref-i sohbetidir dimeği bu gazelinin gayette makbûl olmuştur :
makta’ında bu veçhile edâ itmiştir :
H ü s n için de sen g a rîb ü şelır içi de ben g a rib
Sözde uşşâkı m uhayyer iledirsem A hm e dâ Gel ik im iz b ir o la lım sen g arîb ü ben garîb
B öyle g ûy â o lm a ğ a kîıyin gerek b ü slân ana »
Zebân-ı Fürste vâki’ olan kütüb ü devâvîne tetebbu’-i
Pek kat’î olarak biliyoruz ki Ahmed Paşa, Bayezid
müstevfâsı ve tefahhus-i maksâsı olup cemî’-i manzû-
devrinde değil, ondan evvel, yani Fatih zamanında şah
mât-ı Fürsi mütetebbi’ ve fevâid ve avâid ve sanâyi’ ü
siyetini bulmuş, kaside vo gazel vadisinin en kıymetli
bedâyi’inden mütemetti’ ve münteffi’ olmağın,
bir üstadı olmuştur.
tesadüf ettiklerimizden çok azdır. Onun Türk edebiya Bu ehl o lan ya n ın d a seh ldir sehl
Benim k atım da belki ce lıld ir celıl
tına bir yenilik verdiğini bütün tezkirecilerimiz ittifakla
kabul ediyorlar. Elhak insâf budur ki zâde-i tab’ı gayette nâdir ve
Âşık Çelebi diyor ki : tur. Fakat ondaki ibda’ kabiliyetini ve şiirlerinin dahi
« Hakka ki şuarâ-yi Rûm ’a mukaddem ve kendi lî nescini teşkil eden muhayyile ve zekâ unsurunu in
zamânına dek olan şuarâdan ıâcih idüği müsellem ve kâr etmek büyük bir haksızlıktır.
ol zümreye mehter-i sahib tabi ü alemdir. Filhakika Ahmed Paşa, Şeyhî’yi taklid etmiştir; fakat, Şeyhî
eş’ârı metîn ve kaide-i nazmı muhkem ve rasîn gazelle değildir. Her iki şairin görüş ve gösterişi tamamiyle
ayrıdır.
ri üstâdâne ve kasâidi hod lâtif ve yekdest ve hemvâr
Ahmed Paşa, Acem şairlerinin de mukallidi sayıla
ve muhakkikanedir. „
maz. Onun şiirlerinde mahallilik vardır. Bakî’de ve da
Riyazi ise şu fikirleri serdetmektedir:
ha sonra Nedim’de tekâmül eden hakikî Türk şivesini
. «Dâr-ü'l-melik-i Rûm ’da şi’re âb ütâb ı evvel bunlar
kullanış kudreti , onda bir başlangıç olarak kendi
virmişlerdir. Mervîdir ki Sultan Hüseyn-i Baykarâ zamâ
sini göstermiştir. Ve ihtimal ki Riyazi’nin mübalağalı bir
nında diyâr-ı Horasan menba’ ı ahâlî-i ilm ü irfan ve
eda ile anlatmak istediği de onun bu hususiyetleridir; li
menşe’-i ashâb-ı belâgat ve beyân olup veziri olan
sanındaki düzgünlük ve hayalindeki genişliktir.
Mir Ali Şîr-i Nevâyî bir meclis-i hâsül-hâsda dârül-eyâ
Ahmed Paşa’nın büyük bir şair olduğunu, bıraktığı
letinin ulemâ ve şuarâsı bihterîni her merzübûm olan
tesirler de ispat etmektedir. Visalî, Konyalı Nizamî, Ka
mülk-i Rûm’un ulemâ ve şuarâsına galib olmuş iddiâ
sım Paşa, Sultan Cem, Sadî . . . gibi muasırı şairler üze
ider. Hazret-i Mahdûmi ol meclisde hâzır bulunup tıy-
rinde bile bariz tesirler bırakan Ahmed Paşa, XVI ncı,
net-i Rûmiyanda olan vüfûı-i ehliyyet ve kemâl-i kabi*
X V II nci, hattâ X V III nci asırlarda da unutulmamış ve
liyyet dahi inkâr olunmaz buyururlar. Bu makale esnâ-
onun eserlerine birçok nazireler söylenmiştir. Her han
sında cânib-i derden bir murakka’ pûş zâhir olup gûşe-i
gi bir devirde yazılan bir mecmuada ekseriya Ahmed Pa-
meclisde mütemessil olur ahvâlinden suâl olundukda
şa’nın şiirlerine tesadüf ediliyor ki bu da onun san’attaki
Rûm’dan geldüği zuhûr bulur. Şuarâ-yi Rûm’un nevpey-
iştiharına ve binnetice kudretine büyük bir burhandır.
dâ eş’ârından istifsâr iderler. Sahib tercemenin bu bir
Ahmed Paşa divanının Üniversite, Millet, Ayasofya,
kaç beytini okur :
Topkapu sarayı, Süleymaniye gibi kütüphanelerde mü-
Çîu-i z ü lfü n m iişge benzetdim hatâsın b ilm e d im ...
taaddit yazma nüshalarına tesadüf ediliyor. Bu nüsha
Hazret-i Mahdûmi (Molla Câmî) bu terâne-i dilkeşi ların bazısında kayıdlı olan şiirlerden bir kısmı, di
istimâ’ ittikte bî ihtiyâr serâgaz-ı raks u simâ’ idüp ğerlerinde yoktur. Camiııntıezair'de, Mecmaıınnezair'de,
müddeâmız sâbit oldu buyururlar. » Pervane Bey mecmuasında, Eyip kütüphanesindeki na
Ahmed Paşa’yı muasırlarından bazılarının da büyük zire mecmuasında ve diğer muhtelif mecmualarda ka-
bir takdirle karşıladıklarını görmekteyiz. yıdlı olan bazı şiirlerin de bu divanlarlaıda yazılı olma
L âtifi Şair Necati’den bahsederken şöyle bir fıkra dığını göröyoruz. Meselâ önce Melihi tarafından yazı
anlatıyor ki pek m anidardır: lan ve Huffi, Halilî, Kemal gibi şairlerle beraber
“ Bir gün bir mecma’-i âlîde zümre-i mevâlî ve Ahmed Paşa tarafından da tanzir edilen,
ahâlî sultân-ı şuarâ Ahmed Paşa’nın bu beyti okundukta
G ü l y ü zü n d e g ö re li ziilf-i şemensây g ö n ü l
ulular iki taraf olurlar ve her taraf bir cânibe nisbet
Kara sevdâda yeler bî ser ü b îp â y gönül
kılurlar : D im e d im m i sana dolaşm a ana hây gönül
D estim i kessen kalur dâmân-ı lû tfu n d a elim V ây g ö nü l vây bu g ö nü l vây g ö n ü l eyvây g ö n ü l
D â m e n in keşsen kalur destimde lûtfun d âm eni
murabbaını bu divanlar ihtiva etmiyor.
ve biri dahi bu ma’nâyı mütazammın Necati’nin bu
beytini okurlar : Revan kütüphanesindeki divanda (No' 176) , “3161„
beyit vardır. Üniversite kütüphanesindeki 2949 numa
Şöyle m uhkem tu ta y ım aşk ile d ild âr eteğin
ralı divan ise 3546 beyti muhtevidir. Elde mevcud olan
Y a elim k a fid e le r yâ keseler yâr eteğin bütün nüshaların beyit adedi bu suretle tehalüf etmek
Erbâb-ı meclisten bir takımı merkumu merhum A h tedir. Ekseri divanlar,
med Paşa’dan fennri şiirde tafdîl ve tercih ittikte itti
fak Necati dahi ol meclise çıkagelür. Mezkûr Necatî O ld ı çü ünvân-ı kelâm-ı kadîm
Ebr-i gam var yohsa medhinde redif itmek değil Mihr-i cûdun çemen-i lûtfa zerefşân olalı
Pertev-i zihnimden olaldan yedi kişver güneş Gülşen i dehri bezer neıkis-i büstân-ı kerem
Nûr nehrinden suvarub şâhını eş’ârımın Bûy-i hulkundan urur müşg gibi dem ki tutar
Gülşenimde ahter oluıdı şükûfe ber güneş Hoş revâyihle cihan bâğını ıeyhân-ı keıem
Tâ zümürrüd sebzezârında sipihrin her seher Ahmed’in gam makası kesdi dilin şem’ gibi
Sâgar ı pîrûzeye döker mey-i ahmer güneş Sana rûşen diyemez medhini sultân-ı kerem
Tâ yaza nevg i kalemle çin [1 ] seher nakkaş-ı Çîn [2] Sen Süleyman’ı ne dil ile öğe mûr-i zeîf
Şemse-i zerrîn i tâk-ı günbed-i ahdar güneş Getüıe nutka meğer lûtfun ile anı kerem
Tâ süreyyâ ıkdın eyler gûşvâr-ı gûş-i mâh Husrevâ cevr eli çâk eyledi sabrım yakasın
Tâ Benât-ün-na’şe örter nûrdan çâder güneş Destgîr olsa demidir bana dâmân-ı kerem
Çerh dürcinde konılan her muıâdın gevherin Midhatin bülbülüni gam kafesinde koma kim
Her gün itsün haıc idüb kapunda hâk-i der güneş Hayfdır iûtiye zehr ey şekeıistân ı kerem
Yazsun âsâr-ı süm-i esbin gubâr-ı hattile Ekrem-i hulksun ey vâsıta-i ıkd-ı kiıâm
Mâha tâ hayt-ı şuâ’ ile çeker mistar güneş Her leîmin sözün işitme budur şân-ı kerem
Ömr-i hasmın defterin tömâr veş dürsün felek Kul hatâ itse nola afv-i şehenşâh kani
Nice k'eczâsından eyyâmın düzer [3] defter güneş Tutalım iki elim kande imiş kani kerem
Umarım cürmümi gark itmeğe rahmet suyuna
_ V — Mevc-i ihsânın ile cûş ide ummân-ı kerem
— Kerem kasidesi — Ben kara toprağım ihyâ-yi memât itmek içün
Yağsa cûdun bulutundan nola nisan ı kerem
Ey muhît-i keremin katresi ummân'i kerem Gerd-i gamdan kıla bahtım yüzin ikbâl eli pâk
Bâğ-ı cûd ebr-i kefinden dolu bârân-ı keıem Mevc-i lûtfundan eğer cûş ide ummân.ı kerem
Matla’-ı subh-i zafer mihr i zekâ ebr-i hayâ Nice k-insârı ola âlemde abîd-ül ihsân
Felek-i izz ü alâ dâver-i devrân. ı kerem Nice kim ola cihan tâbi’-i fermân-ı kerem
Tâc bahş-ı ser-i sult-ân-ı salâtîn-i cihan Nice k-iklîm-i mürüvvetde geçe hükm-i vefâ
Ziynet-i taht u nigin hazret-i sultân-ı kerem Nice k eyvân ı atâda dura dîvân-ı kerem
Zıll-i Hak Şâ/ı Mehenımed k-eşiği kevkebinin Nice kim tuta varak safhaların defter i cûd
Kemterin yıldızı oldı meh-i tâbân-ı kerem Nice kim yaza kalem dillere dîvân-ı kerem
Ayağı toprağıdır cevher-i iksîr-i hayât Dest-i ihsânın ile yapıla bünyân.ı sehâ
Astânı tozıdır sürme-i a’yân-ı kerem Pâye-i kadrin ile yücele eyvân-ı kerem
Açılur hulkı nesîmiyle gül-i gülşen i cûd Nice kim K â’be müsâfirlerini lûtf-i İlâh
Bezenir lûtfı zülâliyle gülistân-ı kerem Rahmeti hânına her sâl ide mihmân-ı kerem
Bahı-ı ahdardır anın kulzem-i cûdunda habâb Id-i ferhundene kurbân ide a’dânı felek
Katre-i feyzidürür ebr-i dür efşân-ı kerem Sen ahibbâna buyur âb-ı sehâ nân ı kerem
Adi tâkında sözün reşg revân-ı kisrâ Ömr-i hasmın ire târih gibi pâyâne
Cûd bahrinde elin ebr-i dür efşân-ı kerem Nâmını nâme-i ikbâl ide ünvân-ı kerem
Kefi bir demde nisâr itdiği gencin öşrin Yer ü gök medhin okusun sen otur devletle
Haşre dek vezn idemez keffe-i mîzân-ı kerem Asman tahtın ola menzilin eyvân-ı kerem
Bî kıyâs olalı ihsanların ey huccet-i cûd Yine îd oldı bu gün irdi çü devrân ı kerem
Katı’ oldı cedel-i hasmını burhân-ı kerem Zevk u ayş it yine hurrem olub ey kân-ı kerem
Ne melek hûy meleksin ki dem-i lûtfunla Dest*i cûdunla senin âm olalı ihsânın
Kevser'i cûd akıdır ravza. i Rıdvân-ı kerem Kapuna geldi umar âb-ı sehâ nân-ı kerem
Ne kerâmet kodı Hak zât ı kerîminde k olur Cûdunun katresidir kulzem-i zahhâr-ı necât
Ayağın bastığı yer çeşme ı hayvân-ı kerem Lûtfunun zerresidir ebr-i dür efşân-ı kerem
Bulmasa nâm-ı şerifinle şeref râme-i cûd Nazar ı merhametin cevher-i iksir i hayât
Ebter olurdı kamu defter ü dîvân-ı kerem Astânm tozıdır mihr-i dirahşân-ı kerem
Gün gibi saltanatın topı göğe ağsa ne tan Yine cûdunla biter verd-i gülistân-ı atâ
Sana sunuldı bu meydanda çü çevgân-ı kerem Yine sûzunla olur miyve-i büstân-ı kerem
Bahr i cûdun nice şerh ola k-anın reşhasıdıı Açılur hulkun ile bir gül-i gülzâr-ı cemâl
Hâsıl-ı kân-ı sehâ mâye-i ummân-ı kerem Sulanur lûtfun ile yine bu atşân-ı kerem
Saltanat hil’atini kaddine hayyât-ı felek Bezenir serv boyunla yine bu bâğ-ı vücûd
Biçmese râst açılmazdı girîbân-ı kerem Açılur gül yüzün ile gül i handân ı kerem
Ne kadar zer var ise dest-i zer efşânınla Tûti-i nutkuna lâyık şekeristân-ı makal
Harf*ı zer gibi peıâkendedir ey kân-ı kerem Bülbül i tab’ma lâyık bu gülistân-ı kerem
Sîm sûretde sitem şeklile yazıldığiçün Alemine okunur nüsha-i devrân -1 ulûm
Dağıdırsın anı düşmen gibi ey kân ı kerem Adın ile yazılur defter ü dîvân-ı kerem
Gök tenûrunda kurı kurs okuna mihr ile mâh Olmaya zât ı şerifin gibi bir cism-i lâtîf
Hân-ı lûtfunda firâvân olalı nân-ı kerem Gelmeye rûh-i azizin gibi bir kân-ı kerem
Kâse i hırs dolar süfre-i ihsanınla Y a’ni kim âsaf-ı devran muîn-i fuzalâ
Dest-i in’âmın ile âm olalı hân-ı kerem K-ayağı toprağıdır sürme-i a’yân-ı kerem
[11 H er : nüsha Matla’-ı şems i duhâ mecma’-ı envâr-ı atâ
[2] S u n : : »
13] D ü r er • » Menba’-ı cûd û sehâ mâye-i ummân-ı kerem
Türk Şairleri
Ah. 314
Gerdan serâ-yi kadrine bir perde asdı kim Derd ile yire çaldı külâhmı subhgâh
Geh nakş-ı gevher olur ana geh nigâr lâ’l Çâk itdi gussadan yakasın âsman dahi
Şol denlü hasm kanuni dökdün ki korhudan Dölâb yaşlar akıdub inler bu derd ile
Kan yutdı kân içinde ne denlü ki var lâ ’l Taşlarla döğünüb yürür âb-ı revan dahi
Bir câm içirdi cevher i tîgın adûya kim Çeşm*i sitâre ağlasun ol mehlikaye kim
Her cür’asından oldı yemin ü yesâr lâ’l Görmedi pîr-i çerh ana benzer cevan dahi
Bulsa giyâ yi rezmgehin ehl i kîmyâ Kevn ü mekâne ni’meti bî minnet olanın
Eylerdi zer yerine tamâm ül-iyâr lâ’l Dutsa azâsını nola kevn ü mekân dahi
Hâk-i derin müferrihine benzerim dimiş Kahr u belâ adın nice terk itmesün k ’anm
Bâzâr içinde bulmağiçün i’tibâr lâ’l Müştâk idi cemâline bâğ-ı cinan dahi
Ayb itme kim bahâsını görmüş terâzüde Ey kabr nite gizledin ol bahr-i cûdı kim
Bir saht ıûdur ey şeh-i Cem iktidâr lâ’l Mevciyle dolmuş idi zemîn ü zaman dahi
Yok sîm ü zer elimde ki saçam ayağuna Âb ı hayât zulmete düşdi bu gussadan
Rengin yaşımla lâcerem itdim nisâr lâ’l Hayretdedir Skender-i kîtî sitan dahi
Gördüm zamane halka begûş oldı nazmıma Zinhâr emîn oturma ki âlemde kimse hîç
Dakdım kulağına yine bir gûşvâr lâ’l Bulmadı çerh-i zâlim elinden aman dahi
Şi’rim sefinesi iledir her kenâre dür Kılsa yir ehli sinesini câme gibi çâk
Nazmım cevâhiriyle dolar her diyâr lâ’l Kan ağlasa kıyâmete dek ins ü can dahi
Keffin muhîti ger vire ebr-i bahâre nem Feryâd iderse haşre dek efrâd-ı kâinât
Yağmur yerine yağdura fasl-ı bahâr lâ’l Olmaya bu musibete göre figan dahi
Deryâye düşse katresi bârân-ı cûdunun
•Mevc i miyan güher ola sengi kenâr lâ’l Ey hâki gül yüzine nikab eyleyen diriğ
Hikmet budur ki gözleri olsaydı fil-mesel Bitmekte lâle gibi şitâb eyleyen dirîg [2]
Kan ağlar idi Ahmed içün zâr zâr lâ’l O l şeh kani ki eşiği âlem penâh idi
Nazm eylesem makalimi gûş eylese felek Ol şeh kanî ki her kuh bir pâdişâh idi
Çeşm-i kevâkib akıda leyi ü nehâr lâ’l Re’y-i münîri zulmet-i zulm i zamânede
Var ol nice ki terbiyet-i âftâb ile
Meh gibi çerh rif’at ü encüm sipâh idi
Devran içinde sengi kıla rüzgâr lâ’l
Ey ârzû yi dîde-i hunbâr kandesin
Dünyâ harâcı dürc-i hazînende dere olub Kim yüzün ayı âyine i izz ü câh idi
Her gün kapunda hare ola yüz bin katâr lâ’l
Vâ hasretâ ki kandedir ol tal’at-i münîr
- VII — Kim mihr-i hüsni matla’-ı nûr-i İlâh idi
— Mersiye — Ol el kanî ki maksem i erzâk imiş deyu
— F a tih ’in o ğ lu m aktul Mustafa için — Mülk-i cihan mülûkine hep bûsegâh idi
Bahr ile kâne da’vi-i fazl itse himmeti
Dölâb-ı çerh dökdüği sey! i fenâyimiş
Sıdk-ı makaline dil ü desti güvâh idi
Bâğ.ı zamâne dopdolu hâr-ı cefâyimiş
Zâhidler eşiğinde gözi dürfeşân olub
Kûteh biçildi kaddine rûhun kabâ-yi ten
Âbidler ayağında yüzi hâk-i râh idi
Devletlü ol ki geydüği anın abâyimiş
Hâk-i siyehde gör nice pinhân olub yatır
Şâd olma ol libâsa ki ol müsteâr ola
Şol devlet âftâbı ki gerdun penâh idi
Farz it ki başdan ayağa hüsn ii behâyimiş
Derdâ ki soldı şol gül-i devlet ki bâğ-ı mülk
Çün oldı evvelin adem ü âhırın fenâ
Beslerdi nâzile anı çok sâl ü mâh idi
Pes sen vücûd da’visin itmek hatâyimiş
Hayfâ ki düşdi toprağa bâd-i fenâyile
Devlet bahâr-ı ayşına aldanma kim bu nûş
Devlet dirahtı kim kamuya tekyegâh idi
Bir bâldir ki illet-i nîş-i belâyimiş
Cân ı Azîz’e Mısr-ı vücûdunda rüzgâr Olmaz musibeti bu azânın beyan dirîg
Şerbet yerine sunduğı zehr-i cefâyimiş Zîrâ ki Şem’ gibi dutuşdi zeban dirîg
İkbâle virme kalbini kim bîbekadır ol O l burc-i devlet ahteri Şeh Mustafâ kani
Görmez misin ki kalbi anın lâbekayimiş Ol taht u tâc zîveri Şeh Mustafâ kani
Dürr-i giran bahâsını dürc-i hayâtının Ol hâki kîmyâ nazariyle zer eyleyüb
Ey hare® iden gurûr ile ömrün hebâyimiş Cûdile hâk iden zeri Şeh Mustafâ kani
O l şeh kanî ki sâye salam diıdi âleme Nusrat arûs-i hüsnüne behcet bağışlayan
Konmadan uçdı bilmedik ol hod hümâyimiş Deryâ-yi cûd gevheri Şeh Mustafâ kani
Âhır kefen değil mi tutalım ki bezminin Sâhib kııân önünce güneş gibi tîgile
Câmı tarâz-ı câme i ayş ü safâyimiş Uçmağa heft kişveri Şeh Mustafâ kani
Çeşm-i ümîdi toprağa girdi yer ehlinin Âl-i Muhammed’e dil ü candan muhibb olan
Âh-ı hurûşı göklere irse revâyimiş Hulk-ı azîm mâzharı Şeh Mustafâ kani
Şâdî günini gam buladı kapladı dirîğ Hâkî kafesden incinüb eflâke azm iden
Yillerle döğünüb [1 ] yir ü gök ağladı dirîğ Kasr-ı İrem kebûteri Şeh Mustafâ kani
Ey lâle kan ola ciğerin kim utanmadan
Ağlan ki yire girdi meh-i âsman dahi
Aldın eline sâgarı Şeh Mustafâ kani
Zulmet palâsın eğnine saldı cihan dahi
[2] İsfendiyâr m a ’reke Şeh M ustafâ dirîg
[1] D iiıı ii g ü n : nüsha. Deryâ-yi cûd ii raa’din-i sıdk u safâ d irîg : nüsha.
Türk Şairleri
Ah. - 316
Vîrân ol ey felek ne bezersin döne döne Dün garibindir diyüb cân atdı Ahmed zülfüne
Bu zer nigâr-ı çâdeıi Şeh Mustafâ kani Âh kim zencîr-i gamda kaldı ol şeydâ garîb
Ol saltanatda fahr-ı hilâfet penâh ola - X —
Âl-i mülûk mefhari Şeh Mustafâ kani Müselmanlar giriftârım meded bir nâ müselmâne
Dillü dilince zârlığ eylerdi kâinât Kemend-i zülf-i zertârı belâdır ehl-i îmâne
Buyidi cümle sözleri Şeh Mustaiâ kani Sürünmüş nâzdan sürme çekinmiş fitneden vesme
Ey hâki gül yüzine nikab eyleyen diriğ Arûs-i hüsni bu resme baş eğmez hûr u rıdvâne *
Gitmekde lâle gibi şitâb eyleyen dirîğ Nigârâ bâğ-ı cennette ya müşgin hûşedir zülfün
Y â Rab makamı ravza i huld i berin ola Ya anberden hamâyildir gümüş serv-i hirâmâne
Kabri enîsi haşre değin hûr i în ola Kara zülfünün ağma tutuldum mevc-i aşkından
Firdevsden mezânna revzenler açılub Ne müşkil hâl olur düşmek denizden kâfiristâne
Ervâh.ı kuds ile dün ü gün hemnişîn ola Severim didiğim içün çevirdin yüzini benden
Mülk i fenâda mûcib-i emn ü âmân idi Yazıkdır dostum girme yiğitsin yok yire kane
Dâr-ı bekada cümle belâdan emîn ola Oturub hüsn bezminde idersin hâlime hande
Var ihtiyâç afvine yâ Sâtir-el-uyûb Yanardın şem' veş sen de tutuşsan nâr-ı hicrâne
Demdir k-anın şefî’i Resûl-i mübîn ola Ruh u zülfün görüb Ahmed tutuşmuş yiri nûr olsun
Sultân-ı âleme ivazı bu musibetin Ki bir pervâne olmuşdur gün ol şem’-i şebistâne
Tâ haşre dek saâdet-i dünyâ vü dîn ola - XI _
Cân-ı cihandır ol ana yavuz sananların — Gazel-i zülkâfiy etey n —
İki cihanda hasmı Cihan âferîn ola Ne hoşdur mehlikalar tâze tâze
Şu’le götür mezânna kim zâir olana K-ide mihr ü vefâlar tâze tâze
Seng i mezârı âyine-i gayb bîn ola Ne sünbüldiir saçın kim sâyesinde
Nasır livâ-yi izzile her dem delil olub Biter müşgin giyâlar tâze tâze
Kadir sana vü âline dâim muin ola Ne sâildir yaşım kim eşigünde
Bir kadre ir ki kullarına kul olanların Giyer lâ’lin kabâlar tâze tâze
Kemter gedâsı husrev-i rûy*i zemîn ola Nice kan dökıııesün çeşmim ki ağyâr
Y â Rabbi bir tarîka sülük itdir anı kim Urur zahm.ı cefâlar tâze tâze
Şerh i menâkıbı şeref-i âlemîn ola Gözüm ebri behâr ı tal’atüne
Ahmed sözi uzatma ki mersiyyeden murâd Virir hüsn ü bahâlar tâze tâze
Halka nasihat ise bu ma’nâ hemîn ola Cemâlin bâğının şeftâlüsünden
Ko dersün mübtelâlar tâze tâze
Tâbûta girdi matla’ ı subh-i safâ dirîg
Kadîmî resmdürür muhlisine
Tahtın değişdi tahtaya kim Mustafâ dirîğ
İrer şehden atâlar tâze tâze
- VIII — Yazar sürhile her dem kâtib-i şeh
— G azel —
Kapunda mâcerâlar tâze tâze
Gün yüzi takvimine ey dil nazar kıl dâimâ
Ki ol gülşende bülbül gibi Ahmed
Ay başında fitneler vardır hazer kıl dâimâ
Diye ınedh ü senâlar tâze tâze
Bir kurı mektûbdur gönderdiğim dildâre ben
Ey gözüm merdümlük it yaşımla ter kıl dâimâ _ XII -
Bir nazarda kîmyâ itmek dilersen toprağı Safâ-yi aks i lebin m-aldı ey nigâr kadeh
Hâkini meyhanenin kuhl-i basar kıl dâimâ Ki bezme cüı’a bigi lâ’l ider nisâr kadeh
Ç ün şehîd eylersen ol gamzeyle hey kâfir beni Meğer ki sâye salar câme zülfi sâkînin
Bâri nûr insün mezârıma güzer kıl dâimâ Ki can dimâğın ider bile müşgbâr kadeh
Ruhlerin aç aks-i hüsnünden bahâr it âlemi Getür getür beıü sâkî ki lâ’l i nâbından
Saçların çöz yer yüzin pür müşg i ter kıl dâimâ Meyin yüzi kızarub ola şermsâr kadeh
Dil niyâz eyler nigârın kaşı m ihıâbmda kim Sun âftâb-ı sabûhı ki mâh-ı rûze geçüb
Gamzesi tîgın İlâhî kârger kıl dâimâ Hilâl.i îd eline aldı zernigâr kadeh
Hâl-i Ahmed hüsnüne ey meh tamâm âyinedir Lebin lebine irişmeğe çâre yok Ahmed
Hüsnüni seyr itmeğe bâri nazar kıl dâimâ Meğer ki toprağını kıla rüzgâr kadeh
— IX - - XIII -
Anın içün görinür ol kamet i ra’nâ garîb Her kimin yanında kim bir mâh-ı mihr efzâsı yok
Kim gül endâm olsa olur serv-i hoş bâlâ garîb Gûyyâ hâr-ı siyehdir kim gül i ra’nâsı yok
Nolduğ'um bilmek dilersen ey sanem hüsnüne sor Haddinin cennet gibi yüz gülşen i handanı var
Kim garibin hâline vâkıf değil illâ garîb Cennetin haddin gibi bir lâle-i hamrâsı yok
Bu sebebden dil karâr eyler kara zülfünde kim Çeşm i şûr engîzi pür âşûb idelden âlemi
Şâm irişdiği mahalde idinür me’vâ garîb Gûşe mi vardır kim anın şûriş ü gavgası yok
Zülfi yüzünde garîb olmaz mı yârin kim olur Cân ü dil yaksam nola cânâ yüzün şem’ine kim
Dâmen-i gülde taıâz-ı sünbül-i ra’nâ garîb Bâl ü perden âşık ı peıvânenin pervâsı yok
Sâkıyâ reng-i ruhinde görinür aks i şaıâb Anber-i sârâ gibi olsun siyeh ıû ey sanem
Nitekim berg-i gül üzre lâle-i hamrâ garîb Şol gönül k-anda ser-i zülfeyninin sevdası yok
Hubb i zindân eylemiş şevk-ı zenahdânınla can Bülbülün çokdur senin ey gül velî bu Ahmed'in
Çâha düşmüşdür yatur Yûsuf gibi cânâ garîb Senden özge lâle ruhsâr ü semen sîmâsı yok
Türk Şairleri
317 Âh.
Dilemez gündüzi dil gölgeni gösterdüğiçün Âşikın gönli sınıkdır ahd ü peymânı dürüst
Var kıyâs eyle seni gör ki nelerden günüler Zâhidin olmaz saçın küfrünsüz îmânı dürüst
Alımed umar ki hamâyil kıla boynuna kolun Çözse müşgin dâmen-i zülfün arûs-i hüsn-i dost
Gerçi sen sîm teni heykel-i zerden günüler Kalmaya bir nâfe i Ç în ’in girîbânı dürüst
Mest olubdur çeşm ü ebrûsı hayâlinden imâm
— X X X IV —
K-okumaz m ihıâbda bir harf i Kur’ân’ı dürüst
Turra-i cânân elinden elgıyâs Diş bilermiş lâ’line yârin rakîb-i seng dil
Nidem ol su’bân elinden elgıyâs Varsun öğünsün eğer kalursa dendânı dürüst
Bir nazarda gözleri bin cân alur Tîr-i gamzen zahmı merhemdir dil-i mecıûhuma
Şol iki fettân elinden elgıyâs Acıduğum bu ki kalmaz dilde peygâm dürüst
Şeyle virdi hânesin m eıdümlerin Gül yüzünde hatt-ı Reyhân’ın ki can hayrânıdır
Dîde-i giryân elinden elgıyâs Nâme-i tezvirdir ben dutmazam anı dürüst
Zulm zencîrinde zülfün kıldığı Dinlesen rağbetle bir gün Alımed'in bir beytini
Cevr-i bî pâyân elinden elgıyâs Gül gibi her yıl çıka bir tâze dîvânı dürüst
Diller ol zülf-i zenahdan çağrışur Gonca gibi câmesin çâk ide can bülbülleyin
Bendile zindân elinden elgıyâs Okıya şi’rim cihanşâhın gazelhânı dürüst
Alımed inler derd elinden lîk ben
İderim dermân elinden elgıyâs _ X X X IX _
A h m ed Paşa(İskender Paşazade) — XVI nci asır tebrîk eylemiştir. Müteâkıben memleketi olan Diyârıbe-
şairlerinden Ahmed Paşa hakkında Ali Emîıî şu malû kir’e civâr Rukka eyâleti vâliliği ile taltîf olundu. Eyâ-
matı veriyor (Tşa.) : let-i mezkûrede vâlî ve hüsn-i hidemât ile meşkûr-ül-
«Ahmed Paşa: Şehrimizde câmi’-i şerif ve şâir ba’z-ı aiıâlî bulunduğu halde 996 (M. 1587) senesi evâilinde
âsâr-ı hayriyye ile ibka-yi nâm eden Çerkeş İskender vefât eyledi.
Paşa’nın mâhdûm-i kebîridir.
Hadikatülcevânıi' de Derseâdet’te Kanhca’da pederiyle
Pederleri Diyârıbekir vâlîsi olmazdan mukaddem
berâber medfûn bulunduğunun maznûn olması ve Sicill-i
mütenevvi’ memûriyetlerle şehrimizde bulunarak teehhül
Osnıani'de 987 (M. 1579) senesinde vefât eylemesi gibi
eylemiş ve sâhib terceme Ahmed Paşa 933 (M. 1526)
bazı rivâyetler görüliyor ise de sıhhati bâlâda yazıldığı
hudûdunda dünyâya gelmiştir.
veçhiledir. Hattâ marhûmun muâsırîninden Selânikli
Sâye-i peder ve sevk-i kaderle ulemâ-yi Âmidiyyûn-
Mustafa efendi zamân-ı hayâtı vukuat-ı rûzmerresini
dan ve sonraları müfti-i memleket fâzıl-ı şehir Muslihid-
günü gününe yürütmek sûretiyle yazdığı târîh-i mu’te-
din Lârî hazretlerinden tahsîl-i ulûm ve kemâlât eyle
berinde aynen şu ibâre muharrerdir:
miştir.
«Bu esnâda merhûm çerkes İskender Paşazâde
Ahmed Paşa eşkiyâ-yi ekrâdın te’dîbi ve gerdenke-
mümtâz-ül akrân Rukka beğlerbeği Ahmed Paşa’nın
şânın tenkîli gibi ahvâlde pederinin yed-i yemîn.i sat-
intikali arz olunmağın Rukka beğlerbeğiliği sâbıka
veti idi. Celâdetle ılgarda nâmdâr ve alelgafle eşkıyâyı
basmakta çâbüksüvâr idi. Özbek hâkanı Abdullah Hân hazretlerine varup gelen
Diyârıbekir vilâyetine mülhak bazı sancak beğliğin- Kürd Piyâle Paşa’ya fermân olundu fî evâhir-i rebîul-
de istihdâm olunduğu gibi 974 (M. 1566) târihinde pe âhır sene 996»
derleri Bağdad vâlîliğine tahvîl-i memûriyyet eyledikde Dirâyet ve şecâatle mümtâz olan fuzalâdan olup
maiyyet-i pederle azm-i Bağdad eylemiştir. Ümerâ-yi şehrimiz şuarâsının memdûhu olduğu gibi Adanalı Lisânî
Arabdan Alyan oğlu vak’asında Basra ve Müntefik ve Karamam İzârî gibi şuarâ dahi müşârünileyhin mâdih-
Necid kıt’alarının fütûhâtında şecâat ve hüsn-i hidmeti lerindendir. Ulemâ ve üdebâya dildâde, erbâb-ı fünûn
zuhûra gelerek rütbe-i refî’a-i mirmiranî ile taltif olun ve maârife ihsânı küşâde, simât-ı ni’meti dâirnâ müheyyâ
muş ve şu fütûhât-i garrâye — ->ks c'-’ 975 târih ve âmâde idi. Kendisi bir şâir-i mâhir ve âsâıı kesîr
vâki’ olmuştur. olduğu halde garîbdir ki asrında te’lıf olunan Âşık
977 (M. 1569) senesinde Mısır valisi Koca Sinan Çelebi, Haşatı Çelebi, Riyazi Çelebi tezkirelerinin hiç
Paşa Yemen usâtının te’dîbine me’mûr edildiğinden birinde nâm ve âsârı görülmiyor. Yalnız Ahdî-i Bağdâ-
memâlik-i Mısrıyyeyi hüsn-i idâre ve Yemen’e vâki’ dVnin 971 senesinde te’lîf eylediği «Gülşen-i şuarâ» da
olan sevkıyyât’i mühimme-i askeriyyeyi bihakkin te’mîn muhtasar terceme-i hâliyle birkaç beyti mastûrdur.
edecek bir zât-ı celîl-ül-kadre şiddet-i lüzum görül Müşârünileyhin Türkî ve Fârisî ba’z-ı asârı nümûne
mekle şu evsâf-ı mükemmeleyi hâiz olan ve Bağdad’dan olarak tahrir olunur :
Mısır vâliliğine tahvil ve ta’yîn olunan peder.i âlîleriyle
— I —
C .~ j j' Ö j *- J -3
Felekte devri ben bu çerh-i kecreftâre gösterdim
C—i ıSjV; j' J —fr ISn 'S' Elifler dâğlarla zeyn idüp bu cismi âh ittim
-V —
Girîban çâk olup ol dilber-i gaddâre gösterdim,,
Bibliyografya : Tşa.
Bibliyografya: S im ., Şky. ş.
da Soğukçeşme rüşdiyesinde de bu dersi okutmağa evrak » vesaikini toplayıp tedkike memur edilmiştir.
başlamıştır. ( 1318 — 1902 ) de Harbiye’ye Fransızca Aynı zamanda Orduya tevzi edilmek üzere “ Erkânı
muallimi olan Ahmed Refik, bu talihten itibaren mesa Harbiyei umumiye „ nin emriyle Tarihte Osmanlı neferi,
isini yalnız bu mektebe hasretmiş ve ( 1324 — 1908 ) yirmi beş sene siper kavgası gibi askerlere mahsus risa
yılına kadar bu vazifede kalmıştır. Bu müddet zarfında leler yazmış ve bunlar “ Erkânı harbiye „ hesabına ba
ancak iki derece terfi edebilmiş, ( 1319 — 1903 ) te sılarak Orduya dağıtılmıştır.
mülâzimi evvel, ( 1323 — 1907 ) de yüzbaşı olmuştur. ( 1333 — 1916 ) da Yeni mecmua'da tarihî yazılar
Ahnred Refik, on senelik bu uzun zaman zarfında yazmıştır. Umumî harp sonlarında Şarkî Anadolu’nun
Tercümanı hakikat gazetesi başmuharrirliğinde bulun istirdadı üzerine Ermenilerin Tüıklere karşı yaptıkları
muş; İrtika, Malûmat, Hazinelfünun ve Mecmuai Ebiiz ■ mezalimi tedkik etmek Ü2ere ecnebi gazete muhabir
ziya'da makaleler neşretmiştir. lerinden mürekkep olmak üzere gönderilen heyete ri
Meşrutiyetin ilânını müteakip ( 1324 — 1908 ) de yaset etmiş, Batum, Trabzon, Erzurum, Erzincan, Kars,
Harbiye tarih muallimliğine tayin edilmiş ve aynı yıl Ardahan, Artvin havalisini dolaşarak ermeni mezalimi
içinde M illet gazetesi başmuharrirliğini yapmış, bir müd hakkında tedkikleıde bulunmuş ve onun bu müşahede
det sonra da Ikdanı gazetesinde yazılar neşretmeğe ve tedkikleri ecnebi gazete muhabirleri tarafından A v
başlamıştır. Lâle devri, Tarihî simalar, Köprülüler, Fe rupaya çekilen telgraflarla ilân olunmuştur. Bilâhire
lâket seneleri, Kadınlar saltanatı.. gibi eserleri işte bu iki komita — iki kital ve Kafkas yollarında adlı iki e-
gazetede tefrika edilmiştir. serinde bu müşahedelerini yazmışrır.
Ahmed Refik, ( 1325 — 1909 ) da “ Erkânı harbi- Ahmed Refik ( 1334 — 1917 ) de Mehmed Ârif
yei umumiye „ ceride şubesine memur olmuş ve orada Bey’in yerine İstanbul Darülfünunu Osmanlı tarihi mu
“ Mecmuai askeriye „ nin neşrine nezaret etmiş ve as allimi tayin olunmuş, bir yıl sonra da müderrisliğe ter
kerliğe aid makaleler yazmıştır. Aynı yıl içinde teşek fi etmiştir. Daha sonra Türkiye tarihi müderrisi olan
kül eden « Tarih encümeni » ne aza tayin edilmiştir. Ahmed Refik, Abdürrahman Şeref’in vefatıyla münhal
( 1328 — 1911 ) de Balkan harbi esnasında « Erkânı kalan tarih encümeni riyasetine de getirilmiştir (25 şu
Harbiyei umumiye » tarafından askeıî sansör müfettiş bat 1341 — 1924 ) . Bilâhire bu cemiyete Prof. Fuad
liğine tayin ve harbin hitamını müteakip tekaüd edil Köprülü’nün reis intihabı üzerine gene aza olarak kal
miştir. mış ve cemiyetin lâğvına kadar orada bulunmuştur.
( 1325 — 1909 ) da Fransa edebiyat, sanayi ve Ahmed Refik, Darülfünunun Üniversiteye kalbedildi-
müesseselerini tedkik etmek üzere giden heyete iltihak ği zamandan beri açıktadır.
etmiş ve bu sayede bir çok Fransız âlim ve müverrih" Ahmed Refik en çok eser vücude getiren bir tarih-
leriyle tanışmıştır. çimizdir. ( 1330 — 1913 ) te intişar eden Nevsali m illî
( 1330 _ 1913 ) te umumî harp esnasında tekrar de deniliyor ki :
yüzbaşılıkla silâh altına alınmış ve sansör umumî mü « Pîr-i tarihin genç muhibb i muhteremi Ahmed
fettişliğine tayin edilmiştir. Bu vazife esnasında “ Er Refik Bey, ancak otuz iki yaşında, gelmiş, geçmiş bü
kânı harbiye „ reisliğinin emriyle Türkiye ve Rusya tün müverrihlerimizden daha ziyade sâhib âsârdır. »
münasebetine dair yazdığı makalelerden birinde Kava- | Bay Mükremin Halil de neşrettiği bir makalede şun
lalı Mehmed A li’nin Türkiye’ye ihanetinden bahsetmesi ları söylemektedir ( Müverrih Ahnied Refik Bey, M illî
üzerine o vakit sadrıazam bulunan Said Halim Paşa’nın Mecmua No. 39, 13M ) :
emriyle Ulukışla’ya arpa, saman memurluğuna gönderil “Türk müverrihleri içinde Alı veKâtib Çelebi de da
miş ve alaylı bir yüzbaşı maiyetine verilmiştir. Bu es- hil olduğu halde hepsinden fazla tarihî eserler telif et
nada Ürgüp ve Nevşehir havalisini dolaşmış ve Dâmad miş, bütün ömrünü tedkikat-ı tarihiyeye hasreylemiş,
İbrahim Paşa hakkında tedkikler yapmıştır. Türk tarihçiliğine yeni bir şekil vermiş olan zat, Türk
(• 1332 _ 1915 ) te Eskişehir sevk komisyonu reis Tarih encümeni reisi müverrih ve müderris Ahmed Re
liğine tayin edilmiş ve orada bulunduğu müddetçe Ka- fik Bey üstadımızdır. »
racahisar ve diğer mevzileri tedkik etmiştir. Eskişe Filhakika Ahmed Refik, 150 ye yakın eser kaleme
hir’de şiddetli bir hastalığa tutularak tedavî edilmek alan kıymetli bir tarihçimizdir. Onun vücude getirdiği
için İstanbul’a gelmiş ve bu esnada Harbiye nazırı eserler arasında etraflı tedkiklere müstenid olanlar ol
Enver Paşa — asker arkadaşlığı doiayısiyle — Ahmed duğu gibi, halka tarih zevkim verdirmek için yazılanlar
Refik hakkında Said Hâlim Paşa’ya iltizamkârane söz da vardır. « Osmanlı tarihi külliyatı » namı altında
ler söyleyerek onun gazabını teskin eylemiş ve bu su neşrettiği Lâle devri, Kabakçı, Mustafa, Köprülüler, Ta
retle İstanbul’da ikametine müsaade olunmuştur. Bu rihî simalar, Kadınlar saltanatı, Bizans karşısında Tiirk
müddet zarfında Enver Paşa tarafından Harp mecmuası ler, Kızlarağası, Cem Sultan, Tasviri rical, Âlimler ve
na yazı yazmağa ve eski muharebelere aid « Hazinei san'atkârlar, Sokullu... gibi kitablar bu kabil eserlerdir,
Türk Şairleri
Ah. 324
— Kederden mi —
Bir gören bir dem unutmaz sen gibi bir mehveşi.
Kederden mi neden böyle sararmış reng-i ruhsârın? Gönlümün yıllar da geçse, sönmez aslâ âteşi.
Seninçün bak nasıl ağlar, yanar bu âşık-ı zârın. Can yakan ruhsârının hiç bir güzelde yok eşi.
Ağarsa saçların kâfî bana çeşm-i füsunkârın Gönlümün yıllar da geçse, sönmez aslâ âteşi.
Seninçün bak, nasıl ağlar, yanar bu âşık ı zârın.
Bir hirâmın var ki doymaz dîdeler seyrânına.
Firâkın zehr eder billâh bana her âlem-i âbı.
İltifât etmez, geçersin âşık-ı hayrânına.
Nolur bir neş’elendirsen, şu gamlı rûh i bîtâbı.
Öyle mağrursun ki billâh sen de hüsn ü ânına
Ağarmış saçlar olsun ömrümün son nurlu mehtabı.
Gönlümün yıllar da geçse, sönmez aslâ âteşi.
Seninçün bak, nasıl ağlar, yanar bu âşık-ı zârın.
— II —
— VII —
— Şen g özlerine — — Nfır görsün g ö zle rim —
Şen gözlerine neş’e veren bir çiçek olsam. Nûr görsün gözlerim, aç sineni.
Bûsenle sararsam, o güzel sînede solsam ! Gül lebinden bûse sun, mest et beni
Her koklayışın rûhumu âteşlere yaksa , Yandı sînem özledim candan seni.
Bûsenle sararsam o güzel sînede solsam ! Gül lebinden bûse sun, mest et beni.
Öldürse de çevrin yaşatır gönlümü handen Bir vücûdun var ki, zanbaktan beyaz.
Yansam da, yakılsam da, usanmam gene senden. Her yerin enfes, fakat insâfın az.
Bir şey dilemem uçsa da rûhum bu bedenden , Öldüm artık hasretinden, etme naz.
Bûsenle sararsam, o güzel sînede solsam 1 Gül lebinden bûse sun, mest et beni
— III —
— Sîneler a şkın la inler — _ VIII —
—
Sineler aşkınla inler, dîdeler mahmûr olur.
Bâdeler döndükçe artar bezm-i işin neş’esi
Sen içerken bezmimizde bâdeler hep nûr olur.
Çınlatırken bağlan mâhûrdan nâzik sesi.
Neş’eden sazlar coşar, vîrân olan ma’mûr olur.
Sîneler tanbûr feryâdıyle inler subha dek
Sen içerken bezmimizde bâdeler hep nûr olur.
Çınlatırken bağları mâhûrdan nâzik sesi.
Zer saçından reng alır parlar bütün peymâneler.
Gün batar, gül sinesi uşşâka mâhın nûrudur,
Şendeki âhû bakışlar, hâlet-i şûhâneler ,
Bâde sunmaz merhametsiz, hüsnünün mağrûrudur
Canlara canlar katar pür şevk olur mestâneler.
Nâz ü istiğnâ da etse, dil gene mecbûrudur.
Sen içerken bezmimizde bâdeler hep nûr olur.
Çınlatırken bağları mâhûrdan nâzik sesi.
— IV — — IX —
— E n d a m ın ın h a y âlin i — —
Endâmının hayâlini gözlerimden silemem Olmasaydın sen, gözüm görmezdi hiç dünyâda şevk,
Kollarında can vereyim, başka bir şey dilemem Vuslâtın bir başka âlem hasretin bir başka zevk.
Bana sen de acımazsan, kimler acır bilemem. Bûseden sermest edersin, neş'den hicrâne sevk,
Kollarında can vereyim, başka bir şey dilemem. Vuslatın bir başka âlem, hasretin bir başka zevk.
Senelerce sevdim seni, ma’bûdem sensin benim. Sinenin aksiyle her bir sunduğun mey nûrdur .
Kimseye yâr olmam artık ben senin bir bendenim. Saçların her dem perişan, gözlerin mahmûrdur.
Budur senden son temennim, en samimî şîvenim. Elde bâde, âşıkın hem mest, hem meshûrdur
Kollarında can vereyim, başka bir şey dilemem. Vuslatın bir başka âlem, hasretin bir başka zevk,
Türk Şairleri
325 Ah.
— XI _
— Perîşan K âk üliy le —
gfibi hakimane şiirler yazan Sami’den Molla Camî’nin edildi (1338 —1919) . Şair Emiıı Hâki şu tarihi söyle
“Arûzi Farisî,, sini ve “ Arûz-i Endülûsî „ yi de oku. miştir :
muştu. Hattâ Şairin babasını çokça ziyaret eden Sami,
c ,„ J U (■ /
Ahmed Remzi’nin vukufunu arttırmak için onunla m ü
k;35i
■ ı>_•*>.
temadiyen Farsça konuşurdu. Şairin çok gençken yaz C*.vJ I.İ.J c-V-f Vj «_iVlsfi l wiaS
dığı manzumeler, bugün ayrı bir divançe halinde mev- Jtijir X; üy* ı f
cuddur.
Ahmed Remzi, (1310 — 1892) de İstanbul’a geldi. Ahmed Remzi Tekkelerin kapatılması üzerine
Divanı muhasebata mülâzim olarak devama başladı. Üsküdar—Selimağa kütüphanesi başişyarlığına tayin
Yenikapı mevlevîhanesinde oturuyordu. O sıralarda olundu. On yıldan beri bu kütüphanede çalışan Ahmed
Fuzuli' nin Remzî, 1 Şubat 1937 tarihinde vazifesinden istifa etti.
F u z u lî ayb kılm a yüz çevirsem ehl-i âle m d en
Ahmed Remzi, Divan edebiyatı nazım şekillerinin
N eden kim her kim e yü z tu ttu m andan y ü z belâ g ö rd ü m
hemen hepsinde manzumeler yazdı. Gazeller, kıt’alar,
maktalı gazeline mutarraf bir tahmis yapmıştı. Şimdiki tarihler vücude getirdi. Şatranç, muamma ve lûgazlerle;
Kastamoni saylavı Veled Çelebi o zaman “Matbuatı noktasız veya elifsiz harflerden mürekkep nazımlar
dahiliye,, de bulunuyordu Tahmisi gören ve beğenen kaleme aldı. Bir çok taştirler ve tahmisler yaptı. Bil
Veled Çelebi manzumeyi almış ve Hazinei fünutı’ da hassa Fuzuli, Âşık Ömer, Esad Muhlis Paşa, Memduh
neşrettirmişti. Onun ilk intişar eden manzumesi budur. Paşa, Reşid Âkif Paşa, Nâzını Paşa, Hoca Tahsin, Ali
Ahmed Remzi, İstanbul’da bir yıl kaldı. Tekrar Haydar, Riişdî, Osman Şems, Üsküdarlı Talât, Tokadi
memleketine döndü. Muhataba sahibi şair Nâzını Paşa, zede Şekip , Edip , Abdiilaziz Mecdi, Mulıyeddin
o sıralarda Kayseri mutasarrıfı bulunuyordu. Onun delâ Raif, Sııud... gibi şairlerin eserlerine vücude getirdiği
letiyle Ahlâk ve “Ulûmu diniye„ muallimliğine tayin taştirler, ayrı bir divançe teşkil edecek kadar çoktur.
edildi. Hususî olarak ta bir çok gençlere Farsça, Pendi Fuzulî, Nabî, Kâni Yenişehirli Avni... gibi şairlerin
Attar, Gülistan, Bostan, Arûzi Camî ve Mesnevi oku de bir hayli manzumesini tahmis etti.
tuyordu. Meşrutiyetin ilânını müteakip vazifesinden Diyarıbckirli Said Paşa, Sivaslı Emin E dip... gibi
mezuniyet alarak Konya’ya gitti. Bir yıl kadar orada şairlerin gazellerini tanzir etti.
kaldı. Bilâhire Kütahya mevlevîhanesine şeyh vekili İb/ıüsseyid Octlib'le müşterek gazeller yazdı.
tayin edildi. (1326— 1908) de Kastamoni mevlevîhânesi Ahmed Remzi’nin bir çok Farsça şiirleri de vardır.
şeyhliğine terfi ettirildi. Hüseyin Vassaf şaire aid yaz
Mevlâna, Hafız, Sâib... gibi şairlerin bazı gazellerini
dığı Remzîname adlı mufassal tercümeihalde şöyle bir de tahmis veya taştir etti. Pendnanıe adlı gene Farsça
fıkra kaydediyor':
uzun bir mesnevî kaleme aldı. Onun bu lisanda yaz
“Tarîkat-i mevleviyye meşâyihi arasında nâdiren dığı manzumeler de bir divançe teşkil edecek kadar
tesâdüf olunan ahvâldendir ki pederi bir dergâhta çoktur.
mahdûmu diğer bir dergâhta postnişîn bulunsunlar. Ahmed Remzi’nin nait, medhiye, gazel, kıt’a, rubaî
Remzî Dede’de bu hâl tecellî etmiştir. Hattâ Kastamoni gibi manzumeleri ise büyücek bir divan teşkil eder.
mevlevîhânesi meşîhatinde iken edîb-i şehîr Süleyman Ahmed Remzi’nin tarihleri de pek çoktur. Bu gibi
N azif vâli olarak Kastamoni’yi teşriflerinde, birinci manzumeleri derhal söyleyebilmek hususunda muvaffa
mülâkatta “ Meşîhatiniz pedermande midir „ suâline kiyet gösteren şairin (1306—1888) den son yıllara ka
“Hayır Hudâdâddır. Lehülhamd pederim beıhayât ve dar bir çok tarih vücude getirdiğini; hattâ bazan, her
Kayseri mevlevı şeyhidir,, cevâbını verir.,, mısraı tarih olan manzumeler yazdığını da görmekteyiz.
Ahmed Remzî, bu vazifede iken Konya çelebiliğin Ahmed Remzi, yalnız aruz vezniyle manzumeler yaz
den aldığı bir emir üzerine Halep mevlevîhanesini tef mamış, hece vezniyle de bir takım destanlar, koşmalar
tişe gitti. Bu arada Ayıntap, Urfa, Kilis, Şam, Tırablus, vücude getirmiştir.
Kudüs., gibi şehirleri de gezerek tekrar vazifesine Ahmed Remzi, çocukluğundan itibaren sazşairlerine
döndü. (1332 —1913)de Halep mevlevîhanesine şeyh karşı bir hürmet beslemiş ve onları taklid ederek
tayin edildi. bu vadide de bazı manzumeler kaleme almıştı. İşte bu
Umumî harp esnasında Felestin cephesine hareket temayül neticesinde, eski Anadolu türkçesine derin bir
eden «Mücahidini mevleviye» arasında Ahmed Remzi de merak sardırdı. Ve şevahidiyle beraber bir çok lügat
bulunuyordu. Bir kaç yıl Şam’da kaldı. Emeviye cami belledi. Bugün Ahmed Remzi, Türkçeyi en iyi bilenle-
inde Mesnevî okuttu. Bilâhire Haleb’e döndü. Fakat rimizdendir.
oranın istilâsı üzerine İstanbul’a gelmeğe mecbur oldu. Gerek aruz vezniyle, gerek hece vezniyle ahlâkî
Çok geçmeden Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhliğine nakl bazı hikâyeler de naz metmiş olan Ahmed Remzi’nin
Türk Şairleri
327 Ah.
manzumelerini diğer şairlerde tanzir veya tahmis et risalesinin nazmını nazımla, nesrini nesirle tercümedir.
mişlerdir. (1337— 1919) da İstanbul’da basılmıştır.
Üsküdarlı Talât, Nazını Paşa, Bağdadin Reşld, Dr. VI — Rehnümâ-yi m a'rifet: Meşhur mutasavvıflardan
Sami, Emin MâkVnin bu yolda yazdıkları bazı manzu Ebû Sâbit Muhammed ibn-i Abdülmelik- it-Tûsî-yüd-
melere tesadüf edilmektedir. Asıl adı Salih olan Reşid Deylemî’nin Arapça bir risalesinin tercümesidir.
A kif Paşa’nin da şair için şöyle bir beyti vardır : 1928 de İstanbul’da basılmıştır.
Remzi-i rem z âşin ây ı hayr ile yâd eylesin VII — Münâcât-ı Hazret-i Mevlânâ • Mesnevî’den
Y â d ın a geldikçe S âlih şâir-i p ü r g û la r ın
duaya dair olan beyitlerin toplanmasıyle hasıl olan bir
Ahmed Remzi’nin şiirleri basılmamıştır. Fakat onun risaledir. İstanbul’da basılmıştır.
yazdığı bazı manzumeler, Hazineifünün'dan başlayarak VIII — Bir günlük Karaman seyâhatnâmesi: 80 be
Ankara vilâyet gazetesi'nde, Âhenk gazetesinde, Kay- yitten ibaret manzum bir gezinti hatırasıdır. (1324-1904)
seri’de çıkan Erciyes'te, M ahfel'de ve Ali Emirî’nin çı te Konya’da basılmıştır.
kardığı larih ve edbiyat mecmuası'nda intişar etmiştir. IX — Tuhfe-i Rem zî: Tuhfe-i Vehbî tarzında Fars-
Şairin Bergiizar adlı eserinde de bazı şiirleri görül çayı öğreten manzum bir lügattir. (1344— 1925) de
mektedir. İstanbul’da basılmıştır.
Ahmed Remzi, yalnız şiir yazmakla iktifa etmemiş, X — Bergüzar : Şairin bir kısım manzumelerini ih
bir takım eserler de kaleme almıştır. Bunlar arasında tiva eder. (1329— 1911) de Kastamonu’da basılmıştır.
tarihî kıymeti haiz olanlar da vardır. Bilhassa Onun XI _ Tarihçe-i aktab '• Konya’da Mevlâna ve ondan
vücude getirdiği Kayseri şairleri adlı eser, etraflı bir sonra o makamda bulunan çelebilerin doğum, meşihat
tedkik mahsulüdür. Henüz tab’edilmemiş olan bu kitapta ve ölüm tarihlerini bildiren manzum bir tarihçedir. Bu
Kayseri’de yetişen şairlerin mufassal tercümei halleri eser Nesih Dede tarafından yazılan manzumeye zeyldir.
ve eserlerinden örnekler vardır. Ahmed Remzi, bu ( 1331 — 1913 ) de Şam’da basılmıştır.
eserinde sazşairlerine de ehemmiyetli bir yer ayırmış XII — Tabsıra : Sadreddini Konevî’nin tasavvufî
tır. Onun diğer mühim bir eseri de Bursalı Tahir’in Farsça eserine tercümedir.
Osmanlı müellifleri'no, yaptığı fihristtir. Tab’edilmiş olan XIII _ Risale : Aziz Mahmud H üdaî’nin tasavvufî
bu eser sayesinde Osmanlı müellifleri’nde mevzubahse- Farsça -ui'V- adlı küçük bir eserinin tercümesidir.
dilen müellif ve kitap adları kolaylıkla bulunmaktadır. XIV — Liibb-i fazilet • Molla Cam î’nin,
Şairin diğer eserlerini de yazıyorum : ı£' _r*uj ;5 J-AW-
«o f ' o—
»İaU.
I — Tuhfetüssâimîn : Sultan Veled’in siyam hakkın
da otuz beyitli bir kasidesinin şerhidir. Manzume matlaıyle başlayan 40 beyitli ve lâfız san’atlarıyle dolu
şu beyitle başlar: kasidesinin şerh ve izah'dır.
e ';-5 v i'Î u"! '1 * 3 ıS X V —• Üslâb-i mergub: Nuhbe-i Vehbî ve şerhine
¿b ç-ılf ¿ ı f IT
Lügatları kolayca bulmak üzere fihristtir.
Veled Çelebi ve Kayseri idadisi müdürü Mehmed X V I— Fihristi hub: Tuhfe-i Vehbî ve Şerh-i Hayatî’ye
Memduh’un takrizlerini de ihtiva eden bu eser ( 1316 — lügatleri kolayca bulmak üzere yapılan fihristtir.
1898 ) de İstanbul’da basılmıştır. Ahmed Remzi, hiç boş vakit geçirmemiş mütema
II — Manzum kavaid-i F â ris î : Farsça yazılmış muh diyen çalışmıştır. Üsküdar kütüphanesinde bulunduğu
tasar kavaid kitabıdır.Eserin yazılış tarihi “ 1315„
son on yıl zarfında ise teteb-
tir. bu eser, (1316— 1898) de İstanbul’da basılmıştır.
bularını büsbütün ileriletmiş,
u j y
fihristler yapmış ve tedkik için
L tj-J •*-*J t/ l».,
gelenlere azamî yardımda bu-^
beytiyle başlar.
lunmayı^bir vazife bilmiştir.
III — Ayine-i Seyyid Sırdan :
B ârekâllah z ih î türbe-i B u rh â n ü d d în Hüseyin Vassaf Şaire aid
S ânekâllah z ih î secdegelı-i Kerrûbîn (1343 — 1924) te yazdığı Rem-
beytiyle başlayan bu Türkçe manzum eser, Kayseri’de zîname adlı mufassal tercümei -
medfun Burhaneddin Muhakkiki Tirmizî’nin menakıbma halde diyor ki :
aiddir. (1316 — 1898) tarihinde Sivas’ta basılmıştır. «Gayet zekî, şen ve şâtır, meclis ârâ, fevkalâde
IV —-Mir'ât-ı Zeyniilâbidîn: (817 — 1414) de Kayseri’de kuvve-i hâfızaya mâlik, ihâta-i külliye sahibi bir nâdiıe-i
vefat eden meşhur mutasavvıflardan Zeynelâbidin’in hilkattir. Zarîfâne ve nükteperdâzâne lâtîfeleri bezm-i
menakıbını ihtiva eden Türkçe bir manzumedir. sohbete revnak verir. İlme, edebe, şi’re ziyâde i’tinâsı
Bu eser (1317— 1899)da Sivas’ta basılmıştır. vardır. Güzel bir kütüphânesi olup âsâr-ı nâdire ile
V — Oülzâr-ı aşk : Vâhidî’nin Gül ile bülbül ara müzeyyendir. Yazdığını bilir, okuduğunu anlar erbâb-ı
sındaki mutasavvıfane bir muhavereyi müştemil Farsça dâniştendir. »
Türk Şairleri
Ah.
Ahmed Remzi’nin 11 parça manzumesini öınek ola Şu dilberâna mahabbet H udâ’yadır zâhid
rak alıyorum : Günâh eder anı lâkin sevâba benzetirim
Dirîg-i bûse kılan mâlikân-ı hüsnü fakîr
- I - Zekâtı men’eden ehl-i nisâba benzetirim
— O a ze l—
O şûh i nâza niyâzı be-kavl-i pâk-ı Reşid
« Kibâre arzolunan intisâba benzetirim»
Nice meyleyeleyelim âleme sersemcesine
Cenâb-ı âsafa Remzi nazîregûluğumu
Mâsivâdan geçelim zâde-i Edhem’cesine
Hümâ-yi devlete peyrev gurâba benzetirim
Kal û kîl etmeyelim çûn ü çerâdan geçelim
Vâkıf ı hâl olalım lâl olup ebkemcesine — V —
Kahrına lûtfu gibi âşık-ı tâlib olalım
Zahm-ı tîrin saralım sîneye merhemcesine Dîde ruh-i dildâre nigâh etmek içinmiş
Hâline el sunalım cennet-i ruhsârında Dil derde giriftâr olub âh etmek içinmiş
Bir günâh işleyelim biz dahi âdemcesine Pâbend i ser.i zülf edişi gönlümü yârın
Edelim bir nice dilmürdeyi Remzi ihyâ Mahkûm-ı yed-i baht-ı siyâh etmek içinmiş
Nutk-ı canbahş ile gel isi i Meryem’cesine Pîr etti beni aşk-ı cevânân-ı şerefrâz
Hep tûl-i emel ömrü tebâh etmek içinmiş
- II _
Ehl-i dile baş eğdiği gâhî süfehânın
Meyl-i bâğ etmez gönül sular mı yok cûlar mı yok Aldanma serencâmı külâh etmek içinmiş
Neş’e-i hâtır mı yok evvelki mehıûlar mı yok Kılmış beni Hak afvını izhâra vesile
Bir nazarda sayd ü kayd eyler dil-i âvâreyi Remzi gelişim kevne günâh etmek içinmiş
Çeşm-i âhûlâr mı bilmem dâm-ı giysûlar mı yok
— VI —
Beççe-i mürg-i dili pâbest ederdi zülf-i yâr
Aşiyânında piristûlar mı yok mûlar mı yok — Reşid  k if P aşa 'n ın g a z e lin i taştir —
Hasedle mümtezic olur bir âferîn işitse de « Nakş-ı hemreng-i tehavvül görürüm »
Mürîd-i aşk olanların murâdı söylenilmiyor Hak’ka her şeyde tevessül görürüm
gayretini Fransız şairlerini tedkika ve garp estetiğine garib bir hayâl şi’rimizin ufk-ı muhitindeki zalâm-ı
vâkıf olmaya hasretmişti. Yazdığı şiirler de bir tekâ tereddüdü — revnak ve ulviyyetiyle — daha geriye
mül m ahsulü olmağa başlamıştı. çekilmeğe mecbûr ederek cevlângâh-ı muhayyileye
Mektep mec muasım ( 1313 — 1895 ) tarihli 21 nci vüs’at veriyor. İşte bunlar nazar-ı i’tibâra alınsın. O
nüshasından itibaren Hüseyin Cahid çıkarmağa başla garâbet-i hayâlin nasıl bir fazilet olduğu anlaşılır.
mıştı. Ahmed Reşid de bu mecmuaya iltihak etti. Hece
... Terakkinin medlûlü düşünülürse edebiyatın terak
vezniyle yazdığı bir sone de bu mecmuada intişar etti.
kisi efkârın ve bu cihetle elfâz ve terkîbâtın inşiâb ve
Aynı yıl içinde Servetifünun mecmuasında da şiirler
teceddüdüne vâbeste olduğunda şüphe edilmez. Bir şair
neşrine başladı.H. Nâzını adını ona bu mecmuanın
veya münşinin ibdâ’ ve terviç ettiği elfâz, yeniden teş
sahibi Ahnıed İhsan vermiştir.
kil ettiği terkîbât-ı lisânın tabiat -1 asliyesine ve ihtiyâ
H. Nâzım Servetifünun’da bir takım “musahabe-i
cına muvâfıksa kabûl-i âmmeye mazhar olur, değilse
edebiye„ler de neşretmişti. Bunlar arasında divan ede
metruk kalır. Bundan dolayı kimsenin kimseyi takbih
biyatı hakkında umumî görüşleri ihtiva eden yazılar da
etmeğe hakkı yoktur. »
vardı. Şair bu edebiyatın gerilemesindeki sebebi, Arap
edebiyatının örnek ittihaz edilmeyip te acemleri taklid Bu şairlerin aleyhine olarak yapılan bu tenkidler,
etmekte buluyordu. bir müddet sonra Servetifünuncular arasında da bir ge
Ahmed Reşid, aıtık en olgun eserlerini veriyordu. çimsizliğin belirmesine sebeb olmuştu. Onlar da ikiye
Dekadan gürültülerinde Cenap gibi, Fikret gibi onun ayrıldılar. Bir kısmı diyordu ki, biz bazı hücumlara
da adı mevzubahs edilmişti. Hattâ İsmail Safa neşretti maruz kalıyoruz, birbirimizi haklı veya haksız müdafaa
ği bir makalede şunları sövüyordu ( Servetifünun No. : etmeliyiz. Hattâ kendi hatalarımızı gene kendimiz gör
366, 5 Mart 1898 ) : meliyiz. Bu hususta ön ayak olan da Ali Ekrem’di.
«... Ey kaideşinâsân-ı lisan ! Ayın N âdir’ın, H. Servetifünun şairlerini tenkid maksadıyle yazdığı bir
N âzını'ın , Cenab'm , Fikret'in , Suad’m , Sîref in , Ha- makaleyi Fikret, tahrif ve ihtisar ederek neşrettiği için
lıd Ziya'nın , Cahid'm , Necdet'in R a u f un eserlerini kızmış ve Baba Fahir'in çıkardığı Malûmat’a iltihak
tenkid edelim; Selîka-i milliyemize, kavâid i lisâniyemi- etmişti ( Bu hususta fazla tafsilât için Ali Ekrem mad
ze göre fikrî, lâfzî hatâlarını bulursak gösterelim, fakat desine bakınız. ) :
inkâr etmeyelim ki bu eserlerde taklîdi mûcib-i terak
kimiz olacak meziyyetler daha çoktur. Her yeni gör H. Nâzım , Ali Ekrem’in çok samimî dostuydu. Ma
düğümüz mevzûun teşbihin, terkibin ceffelkalem fena beyinde de vazife arkadaşı idi. O da Servetifünun’dan
lığına hükümde acele etmeyelim . . . » çekildi. Ve Malûmat'ta bir takım yazılar neşrine baş
Filhakika H. Nâzım ve arkadaşlarında muhakkak bir ladı. Bu yazılar arasında bazı tenkidler de mevcuddu.
yenilik mevcuddu. Fakat bu şairler, İsmail Safa’nın da İlk olarak Tevfik Fikret’in Rübabı şikeste’sini tenkid
inkâr edemediği gibi, bir takım gaıib teşbihler ve ter- etti. Fakat bu tenkidinde bitaraflıktan ayrılmamış ve
kibler kullandıkları için itirazlara hedef olmuşlardı. H. ciddî bir münakkid olmaya çalışmıştı. Hattâ tenkidin
Nâzım’ın da «Pür tebessümi nevhîz, Pây bendi kesel, mahiyeti hakkında neşrettiği bir makalede şunları
bî mecâli cehdü cidâl, garkai kefi târîk » gibi tabirleri söylemişti ( Malûmat N o .: 284 ) .
kullandığı görülüyordu. Fakat bu vadide en çok ileri
« Bir eseri tenkid etmek bazan vücûde getirmekten
giden Cenab Şehabeddin oluyordu. H. Nâzım da Ce-
daha müşkil olur. Çünki bir eserin sâhibi her şeyden
nab’ı müdafaa maksadiyla bir makale neşretti. Bilhas
ziyâde kendi fikr-i mahsûsuna, kendi hissiyâtına tâbi
sa şunları söylemişti ( Servetifünun N o : 280, Yıl
dir. Bunda aldanırsa zarar yalnız şahsına âid kalır. Hal.
1896 ):
buki münakkidlikte bilerek bilmeyerek bir tarafgirlik,
"... Nevresîdegân-ı edeb dediğimiz o erbâb-ı cidd ü
bir garaz şâibesiyle yine bilerek yahud bilmeyerek mu-
ma’rifet arasında yeniliği en ziyâde Cenab Şehabeddin
tâlâata sapılırsa bunda evvelâ okuyanların hususiyle
Bey iltizâm ediyor, Belki bu iltizamda eser-i ifrat bile
okuyanlar arasında inananların, sonra tenkid ediien e-
gösteriyor. Cenab Bey’e Sembolist deyenlerin iddiâla-
serin hukukuna tecavüz edilmiş olur. »
rını anlamam. Garâbete inhimâki olduğundan bahseden
lere derim ki : i’tikadımca bu şâirin bazı elfâz ve hayâ- H. Nâzım vücude getirdiği tenkidde Fikret’in kud
lâtmda görülen garâbet edebiyata hidmet i’tibâriyle retini inkâr etmemişti; fakat ne de olsa onun Servet-
en büyük meziyyettir. Hayâlât-ı garibesinden muvâfık-ı fünun’dan ayrılır ayrılmaz böyle bir makale neşretme
zevk-ı selim olmayanları bulunabilir; Bunlar metruk sinde dargınlık hissi muhakkak ki mevcuddu.
kalsın. Fakat bazan o garib hayallerin âheng-i imtizâ- Bu iki arkadaştan sonra Sami Paşazade Sezayı ile
cmdan çıkan bedâyi’-i rengîn edebiyatımızın bahâr. ı Menemenlizade 7ahir de Servetifünun’dan ayrıldılar. O
nevzuhûruna bir ibtisâm-ı lâtîf ilâve ediyor, Bazan da zaman Fikret şöyle bir kıt’a vücude getirdi :
Türk Şairleri
Ah. 332
eder bir muvazenet vardır. Fazlaca mahmul ve tekel- eser, Recaızade Ekrem’in vücude getirdiği Talimi ede-
lüflü edebî lisana yakışacak inhina ve mülâyemetten biyat'tan pek çok defalar kıymetlidir. Onun bu
mahrumdur. Alelekser cümlelerinde lüzumsuz bir uzun ülkeye bıraktığı en değerli mahsuller, hiç şüphe yok
luk kısrî bir sürükleniş vardır. « Yalnız taht-el-arz ki salâhiyetli bir kalemle son zamanlarda Türkçeye çe
mevcûd olan ma’denlerin evvelâ bulundukları kusûr.ı virdiği eserlerle muallimken yazdığı “ Nazariyatı ede
mechûliyetten çıkarılarak sonra tecıîd ve tasfiye edile biye „ olmuştur.
rek istifâdegâh-ı insâniyete girebilmesi için lûtf-i tabîate — I —
— Bir gece —
fikr-i beşerin iltihâkı nasıl lâzımsa tabîatte meknûz o
lan şi’rin de üzerindeki ridâ yi maddiyet sıyrılarak haş Orman büyük, ağaçları yüksek, küşâde bâl
viyat ber taraf olunarak bir cevher-i sâf hâlinde enzâ- Birbirleriyle dâim ederler musâhabe :
r-ı istifâdeye konulabilmesi için mehâsin-i tabîiyeye Mehtâb parça parça düşer ba’zı yerlere,
muhayyile-i beşerin inzimâmı öyle m eşıuttur» gibi mü- Or*nan, bu hey’etiyle, semâ-yi mükevkebe
Benzer. Öper de nûr-i mehi gizlice zılâl,
selsel ve muttasıl cümleleri vardır ki yorucu, sıkıcı ol"
İrâs eder o bûse — sirayetle her yere —
duğu gibi fazlaca da soğuk ve kurudur. Ne bediiyatın
Bir fecr-i nev zıyâ nigehin rengini şebe.
ruh okşayan incelikleri, ne de tabiatın ve besatetin
Kuşlar — o handezâr-ı tabîat perîleri —
kuvvetlerine mazhardır.
Başlar nisâr-ı nağmeye orman sükût eder.
Reşid Bey, san’at ve meslek itibariyle hakikıyunun Rîzân olur yavaşça zemîne o nağmeler
meslekine yaklaşmak ister. Nesirlerinde de bu cihete Takbîl edip şemîm-i ıyâdâr-ı meşceri.
Sevdâ gezer ağaçlanjjj^tınd a derbeder.
fazla bir temayül gösterdiği açıkça görünür. Malûmatı
geniş, tetebbuatı çok bir edibtir. Avrupa üdeba ve şu- Tehzîz eder havâyı bu âheng-i nûr fâm;
Bir hüsn-i muhtecib açar âheste bâlini
arasmı tedkik, kendi yazılarında da bazı tesirler bırak
Elhân-ı işvekâr ile leb ber-leb-i garâm ...
mıştır. Yazdığı şiirlerde asrının ve neslinin gittiği Ro- Âheng-i hüsnünün duyarım ben meâlini.
mantisme yolundan tamamen ayrılamamıştır. »
Mektep mecmuası No. 47, Y ıl: 1895
İsmail Habib ise şu fikirleri serdetmektedir ( Türk
— II —
teceddüd edebiyatı tarihi S. 554 ) :
— H isler —
t H. Nâzım çok yazıyor, fakat kuru yazıyordu. Mıs Nigeh-i nâz perverin gâhî
ralarında, vezninde belki metanet vardı. Fesahate ria Bana bir lâhza in’itâf eyler.
yet ediyordu, kendisinde şekil aksaklığı göremiyorduk. Bûse-i iştiyâk gönlümden
Lâkin heyecansızdı, çıkardığı ses kalblere gelmiyordu. Uçarak hüsnünü tavâf eyler,
Fikrime i’tilâ gelir derhâl.
Bazı kadınlar vardır; güzel gibi görünür, âza ve eşkâli
mütenasiptir, fakat cazibesi yoktur. Soğukturlar, kansız Leb-i gülrenginin kenarında
bir beyazlıkla donuk dururlar, H. Nâzım’ın şi’ıi buna Dolaşan ibtisâm-ı lâhûtî
benziyor. » Beni meshûr-i aşk edip eyler
Hüsnünün mübtelâ yi mebhûti
Filhakika H. Nâzım, heyecansız bir şairdir. Bir kaç Dolar ol anda kalbime âmâl.
manzumesi istisna edilmek şartıyle onun hemen hemen
Ka’r-ı leyl-i hayâta rûh saçar
bütün eserleri kurudur. Gerçi şiirlerinde teknik itiba
Çeşm-i nâzında pertev i sevdâ ;
riyle eksiklik yoktur. Fakat bu eserleriyle onu kudretli Kapanıp hâke arz-ı hayret eder
bir şair olarak göstermek imkânı da mevcud değildir. Dil-i lerzende-i şebâb sana ,
H. Nâzım, esasen İlmî bir kafaya sahiptir. Ve onun Belki takdîse de olur meyyâl 1
dimağında histen ziyade fikir hakimdir. Bu yaradı
Şemme-i aşk perverin eyler
lıştaki bir adamın şiirde büyük bir muvaffakiyet gös Beni bir başka âleme n â ;
termesi elbette imkânsızdır . H. Nâzım , en büyük Şensin ezhâra mutlaka, güzelim,
zevki okumadan almıştır. Servetifünun şairlerinin kül En güzel bûylar eden ih d â ,
tür itibariyle en kuvvetlisi odur. Okuduğunu hakkıyle Hüsne bahşeyleyen bu rütbe kemâl.
anlayan ve hazm eden bir kabiliyete sahiptir. Hattâ
Kuşların nağme-i lâtîfesi de
tedkik ettiği bir kitabın mündericatını bütün teferrua- Bence bir dâstân-ı hüsnündür ;
tıyle anlatabilir. Bazı sahalarda mütebahhir olacak Âsümanda cemâl-i subh u mesâ
kadar da meleke sahibi olmuştur. Riyaziyede bile Ma’kes-i inbisât ü hüznündür :
mümâresesi vardır. İşte bu itibar iledir ki şiirlerinde Bunları sensin eyleyen ikmâl .
azamî kudret gösterememiş , fakat felsefî görüşle Görürüm : geh nesîm cür’et edip
ri çok kuvvetli olan H. Nâzım, “ Nazariyatı edebiye „ Dokunur zülfüne hafîf h a fîf;
sinde büyük bir muvaffakiyet göstermiştir. Hattâ bu Sen de bahş-ı cesâret eyleyerek
Türk Şairleri
Âh.
A h m e d R a sim — ( 1280 — 1865 ) te Fatih’te Bu korku beni tiril tiril titretir. Sabahleyin kalkarım.
Sarıgüzel mahallesinde doğdu. Babası, Bahaeddin efen Gûyâ mektebe gidecek imişim gibi hazırlanırım. Sepe
d i; annesi, Nevber Hanırri>dır. te yemeğimi koyar, cüz kesemi boynuma takar. Elime
Bahaeddin efendi aslen Kıbııslı ve Menteşe oğulla- iki veya bir bakır onluk verir. Bazan :
rındandır. Küçükken ailesiyle birlikte Ermenak’e hicret — Oğlum! Rasim. Dünyada iki dalım var. Biri sen,
etmişlerdir. Büyüdükten sonra Kıbrıs’ta Posta ve tel biri Yusuf. Fakat o babasının yanında. O zengin. Bak
graf memurluğu vardır. ben fakirim. Oku. Adam olmağa çalış. Yavrum! bende
Bahaeddin efendi, önce Ermenak’te evlenmiş, fakat ölürsem sen sonra sefil kalırsın. Yaramazlık etme. Beni
memuriyetle İstanbul’a gelirken ailesini boşam ıştır. üzme. Ötekinden berikinden söz işittirme. Sonra hırpa
Onun İstanbul’a geldiği sıralarda Nevber Hanım da ilk lanıyorsun. Zaten dayak yemeden kuru kemik kaldın.
kocasından ayrılmış bulunuyordu. Tarzında nasihat verir. Fakat kim dinler. Ben sabî
Evlâdlık olan Nevber Hanım çok güzel bir kadındı. Beğ- bir müdâhin. Müraî. Fakat yalnız valdeyi, ceviz oynar
likçiHacı İsmail A ğ a ’nın oğlu Hacı Sadık Bey’den Yusuf ken mahalle çocuklarını aldatırım. Hiç hoca kanar m ı?
adında bir çocuğu da vardı. Bir gün Nevber Hanım, ken. O müdhiş falaka, üzeri yağlı gibi parlak duran değ
dişinin kocasından daha güzel olduğunu söyleyince Sa nek, tabanlarıma indikçe bana cihanı zindan eder. O-
dık Bey kızmış ve kucağından çocuğunu alarak karı kumak mı? Benim yediğim dayaklar hep onun yüzün
sını, hanımlarına göndermiştir. İşte bu sıralarda Baha den değil mi? Şehzade camii havlısından iyi mektep
eddin efendi, Nevber Hanım’ı istemiş ve almıştır. olur mu? Ceviz, topaç, esir almaca, saklanbaç, Vefa’lı
Bahaeddin efendi memuriyetle Tekirdağı’na gidince çocuklarla kavga, birdirbir, uzun eşek, kaydırak, k ı
orada tekrar evlenmiş, Nevber Hanım ’ı da karnındaki zak, kartopu patırdısı ihtiyar kayyım ile alay, mezar
çocuğu ile hanımlarına göndermiştir. lıktaki ağaçlara çıkıp ötekine berikine kozalak atış,
Bahaeddin efendi, Tekirdağmdaki karısını da bir macun çevirme, merkepsüvâr olarak meydanda gezme,
müddet sonra terkederek Ermenak’e gidiyor. Bu ai çukura ceviz atma, çırpma gibi oyunlar varken Amme
lesinden Azmî isminde bir oğlu ile iki kızı olmuştur. cüzünü kim bitirir. Ben cami havlısında bu kadar oyun
Orada tekrar evleniyor. Bu kadından da Fevzi isminde bir öğreniyorum. Kifayet etmez mi ?
oğlu oluyor. Daha sonra Şamlı zengin bir kadınla ev Evden çıkar çıkmaz valdeye gösteriş olmak üzere
leniyor. Bundan da ayrılıyor. Kıbrıs’a gidiyor ve orada mektep tarafına doğru giderim. Oradan bir tarafa sa
tekrar evleniyor. Bu kadar çok evlenen Bahaeddin e- par cami havlısına kendimi dar atarım. Akşama kadar
fendi, hiç bir karısını mes’ud edememiştir. oynarım. Yemeğim var. Param da var. Elverir. Cumar
Ufak bir geliri bile olmayan Nevber Hanım ise çok fe tesi günleri zenginlik zamanımdır. Zira valde hocaya
na bir vaziyette idi. Hanımları gene onu himaye etmişler altmış , kalfaya kırk para gönderir. Yirmi de bana ve
ve kendisine barınabilecek küçük bir de ev vermişler rirse tam üç kuruşum olur ki o zaman için büyük bir
di. İşte Ahmed Rasim bu evde doğdu. servettir. Hoca yüzümü görmez ki haftalık alsın ... »
Nevber Hanım çok idareli ve tutumlu bir kadındı. Eniştesi miralay Lâz Mehmed Bey, Ahmed Rasim’i
El dikişi dikiyor ve kazancını bu suretle temin ediyor himayesine almış ve ona Yakup Hoca isminde birini
du. Bütün düşüncesi yavrusunu büyütmek ve adam et muallim tutmuştu. Mehmed Bey’in vefatına kadar bu
mek olmuştu. Rasim’i okuma çağma getirinceye kadar dersleri takib eden Ahmed Rasim okuma zevkini ilk
bin bir sıkıntıya göğüs gerdi. defa bu adamdan almıştır.
Ahmed Rasim, önce mahalle mektebine verildi. Fa Ahmed Rasim, 12 Haziran 1291 — 1876 da Daıüş-
kat yaramaz bir çocuktu. Mektep muhitine de bir tür şafaka’ya kaydolundu. Ayııı on yedisinde tamamiyle
lü ısınamamıştı. Mütemadiyen kaçıyor; mahalle arala mektebin inalı olmuştu. İlk zamanlarda anasından uzak
rında, cami avlılarında oyunla vakit geçiriyordu. kalmak onu bir hayli üzdü. Fakat bu ayrılığa da ya
Ahmed Rasim kendi hatıralarının birinde şunları vaş yavaş alışmıştı. Bu şefkat yuvasında Ahmed Rasim
söyliyor ( Falaka ) : çalışkan bir talebe olmuştu. Edebiyata, riyaziyeye, Mu
« . . . Daha küçüktüm. Henüz sekiz, dokuz yaşında sikiye ve diğer derslere onun büyük bir gayretle çalış
vardım. Ana yavrusu. Âh! Anamı pek severim. Benim tığını görüyoruz.
hem babam, hem de en büyük veliyyetünni’metimdir. Ahmed Rasim’in edebiyat ve tarih zevkini uyandıran
Anın el dikişi dikerek beni beslediğini bilirim, Ben a- Hayreddin Bey' dir. Bizzat kendisi şunları söyliyor
facan. Zavallı kadın, maişetini istilâ eden mihnet i za- ( Muharrir, şair, edib. S. 11 ) :
rûret arasında komşulardan tekdir işidirdi. Benim için « Hayreddin Bey, usûl i defterîde mâhir bir zât idi.
anı azarlarlar. Ya birinin çocuğunu döğerim, ya top oy Mektebin defterlerini tanzim ediyor, hesabına nezaret
narken camını kırarım. Mektepten kaçarım. Bir kerre eyleyordu. Merhum Salih Zeki’nin sınıfıyle pek samîmi
kaçtım mı artık haftalarca gitmem. Gitsem dayak var. bulunduğunu göriyordusn. Günler geçti. Biz de terfi
22
Türk Şairleri
Ah. 338
ettik. Bize de ayni samimiyeti göstermeğe başladı. Şi- içinde beşinci olduğu halde, son sınıfın en çalışkan ta
nasi’yi Kemal Bey’i, Ahmed M idhat efendi’yi, Hoca Tah lebesi olmuştu. 20 Haziran 1299 — 1883 te Darüşşefa-
sin’i, Zıya Paşa’yı ... velhasıl kalbur üstüne gelen er- ka’yı birincilikle bitildi ve Posta telgraf fen kalemine
bâb-ı kalemi, bunların maksadlannı muttasıl söyler, kâtip oldu.
muttasıl şerheylerdi. Hattâ Ali SııavVyi bile anlattı. Sul Memuriyet hayatına atıldıktan biraz sonra tesadü
tan Murad’ın sebeb-i hal’ini, hâkan-ı esbakın gasıblı. fün garib bir cilvesiyle evlenmiş ve Annesine haber
ğını, sarayın, hükümetin mezalimini arada sırada zik vermeden Binbaşı B ilâl Bey’in kızı Sadberk Hanım ’ı
rettiği halde bizi yine ketûmiyete alıştııdı. Eski gazete almıştı.
lerden Bedr’in, Muhbir’in, Devr'in nüshalarından geti Bir tesadüfün yarattığı bu evlenmeyi Ahmed
rir, Kemal’in şiirlerinden Vatan ve emsalini yazdırır , Rasim’in annesi hiç bir zaman hoş görmemiş ve fikrini
sıkı sıkı saklamamızı tenbih ederdi. » sormadığı için oğluna kırılmıştı. Ölünceye kadar da
Edebiyat dersinde de Fuzulî, N ef'î, N abî ... gibi gelini ile bir kelime bile konuşmadı.
şairlerin seçme beyitlerini okuyordu. Ahmed Rasim’de Ahmed Rasim, bütün gayretini kudretli bir muharrir
şair olmak hevesi de uyanmağa başlamıştı : Bu hususta olmağa hasretmişti. Daha mektep sıralarında iken
da kendisini dinleyelim ( M uharrir, şair, edib, S. 18 ) : Ahmed Midhat efendi’ye Fransızcadan tercüme ettiği
« Bir defterim vardı. Ozaman hüsnü hatta da malik bir parçayı yollamış; fakat bu yazısı neşredilmemişti.
idim. Bunda müntahabat yazılı dururdu. En başta Darüşşafaka’yı bitirdikten sonra Yolcu adında bir tercüme
Fuzuli’nin : yaptı. Onun ilk intişar eden yazısı işte budur. Ahmed
D il verme gam-ı aşka ki aşk âfet-i candır Rasim hatıralarınde şunları söyliyor ( Gecelerim S. 51 ) :
Aşk âfet-i cân o ld u ğ u meşhûr-i cih and ır « Midhat Efendi’ye olan muhabbetim kadîmdir. Ta
Aşk âfet-i cân o ld u ğ u n a n dan b ilü re m kim mektepten beri severim. O zamanlar neşrettiği hikâye
H er kim se ki âşıktır işi âh ü fig a n d ır
leri, tarihleri alarak okurum. Maktepte benim kadar
gazel-i meşhûru muharrer idi. Bu gazelin elinden çek ateşli^ tarafdan yok idi. Gazetede, şimdi hey’et-i tahriri-
tiğimi bir ben bilirim, bir de Allah!... Kaç kerre nazîre ye-i edebiyesinden olmakla müftahir olduğum Tercüma
söyledim, yırttım. Nazireyi yaparım, bir saat sonra oku nı hakikat’te. mübahasât-ı kalemiyesini gördükçe var
rum, anlarım ki bir mısra uzun, bir mısra kısa!.. Nasıl kuvvetimle galebeyi anın tarafına sevk ederim. A rk a
oluyor da onunki dümdüz okunuyor, benimki okun- daşlarımla etmediğim mübahase, münazaa kalmadı. To
m ıyordu! Günler, haftalar bu endîşe ile geçiyor, bu kat tokata bile geldik.
endîşenin diğer derslere ziyanı dokunuyordu. Benim Bir kaç defa Tercüman’ın kapısına kadar geldim.
elimde Radhavs’m İlâveli lügat-ı Osmaniye’si, kafiye Giremiyorum. Titriyorum. Utanıyorum. Lamartine’den
arar dururum. Bulduklarımı kaydederim. Meselâ «tâbân» mi, H ugo’dan mı Yolcu sernameli bir şey tercüme et
kelimesini intibâb etmişim. Bunu ilk def’a kullandığım tim. Tercüman neşriyat-ı teıakkipeıveranesi ile benim
zaman beğenirim. İkinci def’a okuyuşumda hissederim gibi nevhevesleri canlandırıyordu. Ben o makaleyi ta
ki — fakat nasıl olur da hissederdim bilmiyorum — mam bir haftada tercüme ettim. Bütün gece önümde
Bu kelime benim naziremde mutlaka « taban » gibi o- diksiyonerler, hokkalar, kâğıtlar dolu olduğu halde
kunacak ? düşündüm.
Fakat günün birinde işi kurnazlığa döktüm : Kolay mı? O makale bütün üdebanın nazarına arz
edilecek. Belki on defa yazdım. Bozdum. Cümlelerini
D il verme gam-ı aşka ki aşk âfet-i candır
değiştirdim. Daha süslü olsun diye kamustan lûgatlar
mısraını hece hece üstüne istinsah ettim, şöyle bir u’- aramağa başladım. Belki yirmi defa valdeye okudum.
cûbe hâsıl oldu : Zavallı kadın! anlamaz, sade güler. Elim kalem tutma
ğa başladı. Hiç o, iftihar etmez mi? Ya bendeki kibir !
G el girm e dem-i zevke ki zevk hâlet-i a n d ır
Valdeye gûyâ Midhat Efendi’den söz almışım gibi ma
Ah bu vesikaları saklayamadım! Ben Fuzulî’nin mıs kalenin gazeteye dereedileceğini söyledim. O da ma
raını evvelce üstün, esirelemiş idim. Benimkinin de üs halle kadınlarının hepsine yaymış.
tün esiresi onu tutunca mısraımın mükemmeliyetine — Oğlumun yazılarını gazeteler yazıyor.
hükmeyledim. Ne kadar sevindim, ne kadar neş’elendim Demiş. Zaten mektepten çıktığım günden beri o
idi!.. Gençlikte ilk bahtiyar olduğum o andır. » benim parasız dellâlım. Meddahım. Gittiği yerde beni
Ahmed Rasim, zamanla aruz veznini öğrenmiş, eski söyleyor, beni medhediyor. Ben farkında değilim. Fe
şairlerimizi tedkika başlamıştı. Bir taraftan da Fransız- simin içine bir de nüsha dikmiş. Nazar değmesin diye
cayı ilerletiyor, garp eserlerini okuyup anlamağa çalı her akşam beni okurmuş. Odama çörek otu, sarmısak
şıyordu. Yaşı ileriledikçe mektep derslerine de büyük gibi şeylerden mürekkeb bir de nazarlık asmış, insan
bir ihtimamla çalışıyordu. Yedinci sınıfta dokuz kişi onların her yaptığını hoş görüyor.
Tüık'j Şairleri
339 Ah.
Son verdiğim karar üzerine makaleyi beyaza çektim. ermiş idi. Sade o mu? Ben de maksadıma erdim. Ya
Güzel bir zarf içine yerleştirerek üzerine, “ Midhat E- valde ne oldu ? Gazete elinde hane hane gezerek yo
fendi hazretlerine „ cümlesini yazarak yola düzüldüm. ruldu. »
Matbaaya yaklaştıkça gene havfediyordum. Ahmed Rasim’de yazı neşretmek bir ibtilâ haline
Çare yok. Gireceğim. Fesimi düzelttim. Önüm ü ilik gelmişti. Ve bu yüzdendir ki memuriyeti de feda etti.
ledim. Bir kaç defa öksürdüm. Artık daldım. Dik bir Hattâ bu hususta kendisine edilen nasihatlerin hiç biri
merdiven. Yavaş yavaş çıktım. Merdiven başında bir sini kabul etmemişti. Yaradılış itibarile de derbeder
oda. İçeride sarı sakallı, nazarı mütebessim biri duru olan Ahmed Rasim, kayd altında çalışmaya katiyen alı
yor. Beni hüsn-i kabul etti, kızardım. Bana : şamamıştı. Bir yıl ve. bir kaç aydan sonra vazifesinden
— Ne emriniz var ? istifa etti.
Dedi. Kendimi topladım : Ahmed Rasim artık tamamiyle gazetecilik hayatına
— Estağfirullah efendim! âcizâne bir şey kaleme atılmıştı. Tercümanı hakikat’te bir çok yazılar neşretti.
aldım da Midhat Efendi hazretlerine göndeımek iste- Bunlar, ekseriyetle fennî tercümelere aiddi. Bir müddet
yorum. sonra kitapçı Arakel, yeni keşiflere âid bazı kitaplar
— Veriniz. Biz yollarız. tercümesini Ahmed Rasim’e havale etmişti. Bunların
Zarfı verdim. O zat bir temenna ederek : birincisi olan Fonograf, onun ilk tab’olunan eseridir
— Teşekkür ederiz. ( 1885 ) . Bu serinin ikinci kitabı Alektrikiyeii sakine idi.
Demesin mi. Bütün hülyalarım baş gösterdi. Maka, Ahmed Rasim, Tercüman’daki neşriyatına da m un
le gazeteye dercedilecek. Teşekkür ederim dedi. Hiç tazaman devam ediyordu. Ahmed Midhat’ın takdir ve
tahattur etmiyorum ki daha okumadan teşekkür ederiz himayesine mazhar olmuştu.
demeklik nezakete mütaalliktir. Ne ise! mesruren dön 27 Ağustos 1885 tarihinde neşredilen Tercümanı
düm. hakikat’te Abdiilkerim Sabit’in bir tahmisi intişar etmiş,
Akşam eve geldim. Müjdeyi verdim. Yemeği yerye- ti. Bu şiirin altında Mülâhâza-i gayr-ı edibane başlığı
mez odama çekildim. Zaten tercümesini arzu ettiğim altında Ahmed Midhat’ın da bir fakrası görüliyordu.
« Sehab-ı muzie » bahsine giriştim. Bu fıkrada aslı Muallim Naci’nin olan gazel ile Abdül-
Arada sırada valde geliyor. Daha uyumadın mı d i kerim Sabit’in tahmisi ayrı ayrı tahlil edilmiş ve eski
yor. Ne garip sual ! tarz yazının zavallılığı gösterilmişti. Muharrir-', bilhassa
Ben dalmışım. Sabaha müsvedde yetiştireceğim. Ben “ Tarz ı edebiyâtımızın terakkıyât-ı zamâneye muvâfık
artık Tercüman’ın hâdimlerindenim. Tamam on üç kâğıt bir surete ifrâg „ zamanının geldiğini de ilâve ediyor
yazdım. Artık beynim yoruldu. Bahis te bitti. Yatağa du. Bir kaç gün sonra Ahmed Rasim’in bazı tercüme
yattım. Uyuyamam. Yarın Teıcüman’da bizim makale leri neşrolundu. Buffon'dan olan Bir tezarrıC parçası
görünecek. Kim bilir okuyanlar ne deyecek? Beğene nın altına Ahmed Midhat kendisinin de şu tezarrularını
cekler mi ? Elbette. Fena olsa gazeteye koymazlar. Of! ilâve etmişti ( 1 Eylıîl 1885 ) :
Sabah da olmıyor. Ben ilk şuaı görür görmez sokağa “ Ahmed Rasim gibi kullarını çoğalt ki, bütün elsi-
atılacağım. Saata bakarım. Sekiz. Gene bakaıım. Sekiz ne i umûmiye ile senâkâı larının seni nasıl tebcîl eyle
buçuk. On ikide sabah oluyor. Daha üç buçuk saat diklerini bize işbu tercümeler gibi terâcim-i nefîse ile
var. Tahammül edilir şey değil. Gece yarısı. Ne ile göstersinler. »
eğleneyim. Patlayacağım. Ne olur? Gazeteden haber Ahmed Rasim, tabiî ki bu yazıdan büyük bir haz
dar olsalar da o gece biriyle bana basılan nüshayı duymuş; hattâ ârtık tamamiyle tekemmül ettiğine hük
gönderseler. Bundan büyük iyilik olmaz. metmişti. Bir yazısında diyor ki (Ömrii edebîII. S. 56) :
Bu emel, bu tazyik hevesi, beni sabaha kadar uyut “ ... Bundan sekiz sene evvel Tercümanı hakikat’te
madı. İlk şua’ hücreme girdiği zaman beni uyanık bul beni takdîrâta boğan bir makalenin iki sene kadar
du. Fakat emel beni yorulmaktan kurtardığı için ser mâni’-i tetebbu’ olduğunu bugün kemâl, i nedâmetle i’ti-
semlik yok idi. Giyinir giyinmez fırladım. râf ederim. „
Ümidim boşa çıktı. Makalem dercedilmemiş. Ben Ahmed Midhat’ın Muallim Naci ile araları açılınca
gene me’yus! Cebimdeki müsveddâtı hâmilen matbaaya Ahmed Rasim, müşkil bir vaziyette kalmıştı. Çünkü
doğruldum. Yine o tavr-ı tereddüd ile merdivenlerden her ikisini de aynı hürmetle seviyordu.
çıktım. Yine o efendi beni karşıladı. Ahmed Rasim gene bu yıllar içinde Berk, İmdadülmi-
Yine teşekkür ederiz diyerek kâğıtları aldı. Fakat dad, Envârı zekâ, Güneş, Gülşen, Sebat, Hamiyet, Scı’y,
büyük bir müjde verdi. Bana : Şafak gibi mecmualarda yazıler yazdı. Bir taraftan
— Efendi hazretleri. Makalenizi beğendiler! dedi. da Ceridei havadis'te mütercimlik yapıyordu.
Ben derhal ye’simi unuttum. 1303 — 1886 da Edebiyatı garbiyeden bir nebze,
Filvaki ertesi gün bizim « Yolcu » menzil-i maksûda Cümeli hikemiyei ecnebiye, Cümeli hikemiyei Osmani
Türk Şairleri
340
ye gibi küçük küçük eserler de neşretti. Muallim Naci 1896 da Resimli gazete şeklîni ve münderecatını
nin takrizini de ihtiva eden Edebiyatı garbiyeden bir değiştirerek edebî bir risale şeklinde intişaıa başkmış-
nebze, Ahmed Midhat'a şu yolda ithaf edilmişti: tı. Samih Rifat, Vecihi ve Ahmed Rasim başlıca mu
harrirleri idi. 21 teşrinisani 1312 — 1896 tarihli 5 inci
Saadetlu Midhat efendi hazretlerinin huzûr-i âlîlerine
numarasında « edîbi şehîr
Saadetlu efendim hazretleri :
Ahmed Rasim Bey » yazı-
Edebiyat -1 garbiyeden bir nebze deye tesmiye etti
sıyle onun bir fotoğrafının da
ğim kitap lehülhamd meydân ı intişâre çıktı. Nâil-i tah-
neşredildiğini görüyoruz.
sîn-i sâmîleri olursam pek büyük iftihara mâlik olmuş
Bu yıl “Edebiyatı cedide„
çasına sevinirim. Eser benim değil', sizin mahsûl-i teş-
kavgalarının başladığı bir za
vîkınızdır. »
mandı. Ahmed Rasim de bu
Ahmed Rasim artık hemen her yıl bir veya bir kaç münakaşalara iştirak etti. Ede
eser neşrediyordu. Bunlar arasında fenne, tarihe âid biyatı cedidecilerin bir takım
olanlar olduğu gibi mektep çocukları için de yazılanlar garip teşbihlerine o da itiraz
mevcuddur. 1896 da Ahmed Rasim etmişti. Süleyman Nesib'e yaz
Bir aralık Yahudi Alyans mektebinde, bir müddet dığı bir yazıda şunları söyliyordu (Ömrü edebî II. S. 58) :
te Hamidiye — Behram ağa mektebinde hocalığı var « ... Ben Sâât-ı semenfâm’ın ne olduğunu anlaya
dır. Hattâ Behram A ğ a ’yı mektep açmağa teşvik eden mazsam kim anlayacak, hattâ Cenab Bey size şerh et
de kendisi olmuştu. Sarf kitaplarının ekserisini işte bu meseydi siz nasıl anlayabilirdiniz? Bu ciheti bırakalım .
hocalığı esnasında yazmıştır. Bir kerre lisanı umumiyet nokta-i nazarından berabevce
1888 — 1891 yılları arasında risale çıkarmak im düşünelim. Acaba yeni fikir, yeni his, yeni hayal keli-
kânsız bir hal almıştı. Fakat 1891 de gene bir çok mec mattan mı ibarettir ki teksîr-i istiaıe ve mecâza riâ
muaların intişar ettiğini görüyoruz. Ahmed İhsan da yetle böyle müşevveş-üt-tefekkür olarak ve ifâde edile
Servetifiinun’u bu yılın martında çıkarmağa başlamıştı. cek hissi boğarak bir acîbe-i hayâliyenin doğduğuna
Ahmed Rasim, Ahmed İhsan’ın çocukluk arkadaşı idi. sevinelim. Bâhusus Sâât-ı semenfâm, nây-ı ziimürrüd,
O da bu mecmuaya iltihak etti. Her nevi yazılar yazı şikeste reııg-i sefâlet terâkîb-i âdiyesinin ehemmiyeti
yordu. Onun Leyali ıztırab, Meşakı hayat, A fife gibi nedir ki anların nâtık olacağı fikir ve hiss ü hayal biz
büyük hikâyeleri ile Tarihi ticaret adlı bir seri yazısı ce makbûl ve mu’teber bir fikir ve hiss ü hayâl
bu mecmuada neşrolunmuştur. olsun ?.. »
Ahmed Rasim, aynı yıl içinde çıkmaya başlayan Fakat onun bu hususta bilhassa Hüseyin Cahid'le
Resimli gazete, M aarif gibi mecmualara da yazılar ver münakaşalar yaptığını görüyoruz. Ahmed Rasim, bir
di. Bir taraftan da kitapları neşrolunuyordu. yazısında “ Zevk-ı millî ve iıfân-ı ümmetin muhassala-
1893 te çıkmaya başlayan Hazineifiinun ve Mektep' sına tebaiyet her sahip kalem için mecburîdir „ demiş
te de bir takım yazılar neşretti. Hattâ Mekteb’in kısa ti. Hüseyin Cahid, bu sözün manalı gibi göründüğü
bir müddet başmuharrirliğini bile yapmıştı. halde manasız olduğunu ileri sürerek ona cevaplar ver
5 Temmuz 1894 te İkdam gazetesi intişâre başla di ( Bu münakaşalar için Hüseyin Cahid'in Kavgalarını
mıştı. Ahmed Rasim, bu gazetenin ileri gelen yazıcıla adlı eserine bakınız ) .
Ahmed Rasim, Servetifünuncuların büsbütün aley
rından oldu Ekseri yazıları imzasız çıkıyordu. İkinci
hinde değildi. Onların şık salon edebiyatına muhalefet
yılının sonlarında Carrnen 5j;/ya’dan naklettiği Karpat
dağlarında adlı hikâyesi vardır. ediyordu. « Daiye-i taklid » başlığıyle yazdığı bir yazı
da bilhassa şunları söyliyor ( Pul mecmuası No. 15, 13
23 Mayıs 1895 te Malûmat mecmuası Baba Tahir’in
ağustos 1314 — 1898 ) :
idaresinde intişara başlamıştı. Ahmed Rasim bu mec
d Edebiyât-ı hâzıra denilen ve « Edebiyât-ı ce-
muanın belli başlı muharriri oldu. İlk sayısından itiba
dîde » ye bir zeyl i mahsûs olarak îcâd ve ihtirâ’ edil
ren «malûmatı üsbuiye» 1er yazdı. Onun Kitabeigam'ı
diği dühât-ı şüb b ân ı zamâne tarafından iddiâ kılınan
da bu mecmuada tefrika edilmiştir.
tarz ı nev gittikçe garâbet-i ibtidâiyesinden kurtularak
Malûmat, “ Hanımlara mahsus malûmat „ deye ayrı
dâire i vuzûh içinde görünmeğe başlayor. Bu eser-i
bir kaç sahifeyi de ilâve olarak veriyordu. Bunların
muvaffakiyet her veçhile şâyân-ı takdirdir. „
bazılarında Ahmed Rasim, Leylâ Feride — Leylâ Ferid
Aynı makalenin sonunda onun şu fikirleri de se>
namıyle de yazılar yazdı. Bilhassa şarkılarından bir kısmı
dettiğini görmekteyiz ;
nı bu imza ile neşrediyordu. Ahmed Rasim, Malûmat « Çerçevesi Fransız, kâğadı Nemçe, mürekkebi Çin,
kapatılıncaya ve sahibi hapsedilinceye kadar bu mec kalemi İran, şekl-i tasavvuru Frenk, yazısı Türk olan
muaya yazılar yazmakta devam etmiştir. Onun bilâhire bir şekl-i edebîye bir milletin tekâmül ve terakkî-i e-
Sabah gazetesinde de çalıştığını görüyoruz. debîsi nazariyle bakılamaz. »
Türk Şairleri
341 Ah.
Bu münakaşalar uzun zamanlar devam etti. Onun okuyucu kütlesi vardı. İstibdad devrinin tazyikleri al
Muhakematı edebiye, Leyali tetebbu, Müsvedde kı tında Ahmed Rasim kadar yazı neşredebilen hiç bir
rıntıları „ yahud “ Ömrü edebî „ başlığı altında bu muharririmiz yoktur. Suya sabuna dokunmadan, fakat
hususa dair bir çok yazıları intişar etmişti. Şehir gene her kesi memnun ederek onun Meşrutiyet yıllarına
mektupları'nda da gene bu münasebetle yazılmış bir kadar susmadığını ve susturulmadığını görüyoruz.
hayli mizahî yazısı vaıdır. 1897 de çıkan klasikler me Ahmed Rasim, 1908 inki-
selesine dair de bir çok yazılar neşretmiştir. lâbında Sabah'ta çalşıyordu.
O sıralarda intişara başlayan
Baba Tahir gene bu yıl içinde Malûmat’ın bir gün
mecmualarda da bir çok ya
delik nüshasını çıkarmağa başlamıştı. Ahmed Rasim’in
zılar yazdı. Bir aralık Hüseyin
de imzalı imzasız bir çok yazıları bu gazetede çıktı.
Rahmi ile birlikte Boşboğaz
Onun bu yıl içinde Mecmuai Ebiizziya’ya da bir çok
adlı bir mizah gazetesi de
yazılar yazdığını görüyoruz. İrtika gazetesinde ise
« Hafta mektupları, icmâli edebî, mülâhaza » başlık- neşretti.
larıyle bir hayli yazı neşretti. Bu esnada yapılen “ li Umumî harp yıllarında
san meselesi, sadelik davası, öz Türkçe şi;r yazmak Tasvirle/kâr’da, mütareke se
iddiaları „ gibi münakaşa mevzularına dair de ciddî ve nelerinde de Yedigün, Zaman,
ya mizahî tarzda yazılar yazdı. Her yıl müteaddid ki Vakit gibi gazetelerde yazılar 1908 de Ahmed Rasim
tapları da intişar ediyordu. yazdı. Son zamanlarda Cumhuriyet'te de bir çok makale
Artık haklı bir şöhret kazanmıştı. ( 1318 — 1902 ) ler neşretti.
Yarım asillik gazetecilik hayatı olan Ahmed Rasim
de Mehmed Celâl onun hakkında bir de kitap neşretti.
en velûd muharrirlerimizden biridir ve onun bütün ya
Gerek Ahmed Rasim’in, gerek Mehmed Celâl’in bi
zıları can sıkılmaksızın okunabilecek güzelliktedir. O,
rer fotoğrafını da ihtiva eden bu küçük kitapta muhar
devrine göre alâka uyandıracak unsurları bulmak ve
ririn Ahmed Rasim’e kendi el yazısıyle yazdığı şöyle cazip bir ifade ile yazmak hususunda büyük bir kabi
bir mektup vardır : liyet göstermiştir. Gazete ve mecmualarda onun sık sık
Birâder-i muhteremim ! yazılarına tesadüf edilmesi de kendisine karşı olan ıağ-
Matbûât-ı Osmâniyeye ziynet bahş olan âsâr-ı ber- betin bir neticesi olmuştur.
güzîdene dâir küçük bir eser yazdım : Bu eser-i nâçi
zin neşrine müsâade eder misin ? »
Ahmed Rasim’in de ona gene kendi el yazısıyle
yazılmış şöyle bir cevabı görülmektedir :
« Azîzim !
Ben anladım. Kadr-i mesâiyi takdir edenler henüz
mevcud. Hakkımda gösterdiğin şu teveccüh-i uhuvvet
perverâne buna bir şâhid-i celidir. Teşekkür ederim
kardeşim.»
Muharrir bu kitabında Ahmed Rasim’in o tarihe kadar
çıkan en değerli eserlerinden kısaca bahsediyordu. Mu-
kaddimesinde de bilhassa şunları söylemişti :
VI. — M uhtelif kitaplar : Ahmed Rasim bir hayli şiir de yazmıştır. Onun ilk
1 Bedayf-i keşfiye ve ihtirâât-ı beşeriyeden Fonograf : S. defa olarak iki manzumesi, Leskovikli Hayreddin Nedinı
15, ( 1302 _ 1885 ) . in Cenap Şahabeddin’\t birlikte neşrettiği Sebat mec
2 — Elektirikiyet-i sakine : S. 44, ( 1302 — 1885 ) . muasında çıktı. Bu şiirlerden b ir i,
3 — Edebiyât-ı garbiyeden bir nebze: S. 94, (1303 —
G e ld i vatan yâdım a
1886 ) . A ğ la d ım evlâdım a
4 — Cümel-i hikemiye-i ecnebiye: S. 128, (1303— 1886).
nakaratiyle biten Vatan adlı uzunca bir manzumedir
5 — Cümel-i hikemiye-i Osmaniye: S. 64, (1303— 1886).
6 — Elektrik : S. 104, ( 1304 — 1887 ) .
( Sebat No. 6, 11 Haziran 1302 — 1886 ) .
Aynı yıl Oiilşen mecmuasında da Kumrıı ile Yolcu
7 — Cizvit tarihi : S. 34, ( 1304 — 1887 ).
isminde bir şi’ri intişar etti. Daha sonra Mektep, Hazi-
8 — Tarih-i muhtasar-ı beşer: S. 71, ( 1304 — 1887).
neifünunt Maarif, Malûmat gibi mecmualarda da Bazı
9 — Terakkiyât-ı ilmiye ve medeniye: S. 71, (1304-1887).
manzumeleri çıkmıştı.
10 — Teşekkül i cihan : S. 72, ( 1304 — 1887 ) .
Önce muhtelif gazete veya mecmuada tefi ika edi
11 — Eski Romalılar I : S. 76, ( 1304 — 1887 ) .
len ve sonra kitap şeklinde basılan K'tabei gam, Ömri
12 — Eski Romalılar II : S. 51, ( 1304 — 1887 ) .
edebî ve Şehir mektupları gibi eserlerinde de bir kaç
13 — Garâib-i âdât-ı akvâm: S. 124, ( 1304 — 1887 ) .
manzume görülmektedir.
14 — Arapların terakkıyât-ı medeniyesi: S .'28, (1304-1887).
15 — Ezhâr-ı târihiye : S. 51, ( 1304 — 1887 ) . Ahmed Rasim, ( 1309 — 1893 ) de yazdığı şiirleri
16 — Hazîne-i mekâtib veyahud mükemmel münşeât : S. bir araya getirmiş ve bu mecmuaya Asarı hayal adını
346, ( 1307 _ 1889 ) . vermişti. Hazineifünun’da şöyle bir yazıya tesadüf olu
17 — Tarih-igticâret: nuyor ( Hazineifünun No. 28, 6 kânunusani 1309-1893):
18 — Borjiyalar : “ Serâmedân-ı muharririnden Ahmed Rasim Bey’in
19 — Hanım : S. 158, derdest-i tab’ olan Asâr-ı hayâl ünvanlı mecmûa-i eş’-
VII. — Mektep kitapları: ârı hakkında şâir-i zî irticâl Mehmcd Celâl Bey tara,
1 — Yeni usul sarf-ı Fârîsi: S. 68, ( 1306 — 1888 ) . hndan inşâd edilen takrizdir :
2 — Küçük tarih-i İslâm : S. 178, ( 1306 — 1889 ) . Bahseylemek isterim b u g ü n ben
4 — Yeni usul sarf-ı Farisî: S. 71, ( 1307 — 1889 ) . B ir göz yaşı bahr-l b îkeran dır
Bir jâlede b ir d e n iz n ih a n d ır
5 — Osmanlı tarihi ’ S, 83, ( 1307 — 1890 ) .
Şâirce değilse de m ukaffa
6 — Hesab ı tedricî : S. 70, ( 1307 — 1890 ) .
Bir g özy aşı ş i’rdir m usaffâ
7 — İmlâ-yi O s m a n î: S. 46, ( 1307 — 1898 ) . İn tâk ın ın o lm a z ih tim âli
8 — Yeni usul muallim-i sarf II: S. 100, (1307— 1889). Bir rû h u n o lu r lisân-ı h âli
9 — Mübtedı B ir kerre d ü şün , d eğil m i şebnem
21 — Yeni usul Muallim-i sarf II : S. 120, (1327-1909). Nesrin ne hazin bir ağlam aktır
Ş i’rin ne derin b ir a ğ lam a k tır !
22 — Yeni usul Muallim-i sarf III : S. 232, (1329-1911) .
Efkâr-ı lâtîf-i âşıkanen
23 — Yeni usul Sarf-ı Farisî: S. 112, ( 1327-1909 ) .
Asâr-ı hayâl-i şâirânen
24 — Yeni usul Sarf-ı Farisî : S. 64, ( 1330 — 1912 ) .
G österdi b u asra şanlı b ir gene
25 — Resimli Küçük tarih-i O sm anî: S. 64,(1331-1913). Bir nâdire-i zekâ suhan sene
26 — Yeni Sarf dersleri II : S. 118, ( 1340 — 1924 ) . B ir cezbeli m ukte dir m u h u rrir
Ş ây ân o lu r ol güzel eserler
R. E fe n d im , n e v c iv ân ın ı, d ilşik ârım
M ü sta k b e li etse gark-ı zîver
Ra. H a zân ım d a b e n im sensin b a h ârım
Reşkâveri^oldu m â h itâ b ın
C. Seni sevmekte y o k tu r ihtiyarım
O iry e n d e « L e y âli ıztırâb » in
K o c a lm az tâze d ir g ö n lü m k o calm az
En d o ğ ru s u g ö rm e m iştim evvel
Bir şi'r « Afife » den m üke m m e l
C. Deııı-i pîrîde g e ld im iltic ây e
T e’m în ederim o lu r hüveydâ
R. Beni b ir kerre lûtf el kıl him ây e
H er b ir eserinde başka sevdâ
R a, D e lîl olsun sebâtım m iid d eây e
Asâr-ı h a y â lin e , b irâ d e r !
K o c a lm a z tâzedir g ö n lü m ko calm az
D in le r şu n u i’tirâ z edenler :
« Engüşt-i h a tâ u za tm a öyle »
Maamafih Ahmed Rasim yalnız eski vadide manzu
« Beş b ey tin e b ir n azire söyle ! »
me yazmakla kalmamış, teceddüd şairlerini de taklid
Asan hayal’m tab’edildiğine dair bir kayda rastla ederek bazı şiirler kaleme almıştır. Onun mizahî bazı
madım. Fakat onun mecmualarda intişar eden manzu manzumelerini de Şehir mektupları'nda buluyoruz.
meleri bile gene epeyce bir yekûn tutacak kadar çoktur. Fakat Ahmed Rasim’in en ziyade şaıkılarıyle şöhret
Ahmed Rasim, hemen her vadide şiir yazmıştır. kazandığını görmekteyiz. Bu şarkıların bir araya geti
Bizzat kendisi bu hususta şunları söyliyor ( Muharrir, rilmiş bir kısmı bugün Darüşşafaka kütüphanesinde yaz
Şair, Edip , S. 116 ) : ma bir cild içinde mevcuddur. 133 beyitli 53 şarkıdan
ibaret olan bu şiirleri onun bizzat kendisi bestele
« ... Gazel, Kıt’a, Şarkı, müstezad, kaside söyledi
miştir.
ğim gibi alafranga tarzda, serbest kafiyeli, hattâ şek
Ahmed Rasim daha mahalle mektebinde okurken
len veznen değişik, indî tarzlarda, kâh sone, ditiramp
musikiye heves etmiş ve bir takım İlâhiler bellemişti.
usulünde manzumeler de beceriyor, fakat bu son şekil-
Şair bu temayülünü, hatıralarında şu suretle anlatıyor
dekileri neşredemiyordum. »
( Falaka, S. 48 _ 50 ) :
Filhakika Ahmed Rasim, bilhassa Divan edebiyatı tar
« Mahalle mektebinde iken hoca gittikten sonra
zında bir hayli manzume vücude getirmişti. Türk şairleri
kalfa onun yerine geçer ilâhicileri karşısına alır gelsin
içinde en çok Fuzuli’yi seviyor ve onu taklîd ederek bazı
meşk ...
gazeller de yazıyordu. Bu büyük şair hakkında neşret
Mutrıba dahil olmayan bizlerde de kulak dolgunlu
tiği bir makalede diyor ki ( Hazineifünun No. 27, 30
ğu hasıl oluyur. Hiç unutmam daha ilk günü açıktan
kânunuevvel 1309 — 1893 ) :
ilk musiki dersi aldım. Filvaki ne okuduğumun farkın
« ... Ben Fuzulî’yi ezberleyemem. Okurken muttasıl
da değilim. Amma makam hoşuma gitti ve ısındımdı.
düşünürüm. Düşündükçe müteheyyic olarak kalırım. Hâ-
Ben zaten evde de ağızdan kapma şarkı okumakla
fızam andan hazzettiğini acz-i müteessiıâne ile İst at
Dilefza’yı misafir kızları kendime yalvartırdım. Hele
ediyor. Anı tanzire kalkışırım. Gazel, bu vâdi-i teng
büyük halama ne zaman gitsem merhum beni karşısına
beni sıkar, büyük manzumelere teşebbüs usandırır. Fa
alrr o vaktin sokak sokak en ziyade şâyi olan şarkı
kat ne çâre? Fuzulî’nin « belâ » dediği histen bende
larından,
de biraz var. O pîşdâr, ben mütereddid bir peyrev,
Bana şim di cihan bey tülhaze nd ir
yorgun, fikren müstağrak bir şakirdi. Rûhum anınla in-
cizâb eder. Ben bu mücâzebeye tutulduğum zaman anı nakaratlı şarkıyı okutturur ağlardı. Halbuki ben yalnız
tanzire kalkışırım. » okurdum. Ne manasını bilirdim ne de makamını, bir
Ahmed Rasim, başka şairlerle müşterek manzumeler dinleyişte çıkaramasam İkincisinde hiç olmazsa zemini
bile yazmıştır. Hazinefünun'da “Nakarâtı sermuharrimizin çıkarırdım. O gün ilâhicilerin okuduklarını, teganni nok
olmak üzere mûmâileyhle Ahmed Rasim ve Celâl Bey ta i nazarından çıkarmış gibi oldum. Kalfa gür, mües
ler tarafından müştereken ve irticâlen tanzim edilmiştir,, sir, Davudî sesli idi. Bundan maada benim çıkardığım
başlığıyle şöyle bir şarkı kayıdlıdır ( Hazineifünun No. İlâhi müteaddid defa okundu. Güfte “ gel „ ile başlı
52, 23 haziran 1310 _ 189i ) : yor, ortasında bir “ ateş „ sonra da bir « yok „ ile
bitiriyordu.
R â. — A z a lm a z nıeyl-i sevdası aza lm a z
Azattan sonra evde mırıldandım, sabahleyin yine
R. — K o c a lm a z tâze d ir g ö n lü m kocalm az
tekrar ettim. Güfte yok. Olsa hissettim ki okuyacak
C. — Perî peykerlere b ig ân e kalm az
gibiyim. Elhasıl hafta sonunda idi ki açıktan dinleyip
K o calm az tâzedir g ö n lü m kocalm az
soruşturmak ile anladım ki :
C, Bana insâf edin ey b î bedel siz ! G el vüc û d u n âteş-i aşk-ı H a b îb u lla h ’a yak
Ra. H a y âtın ı geçm esin aslâ g üzelsiz
R. O lu r m u lezzeti ö m rü n em elsiz ? Bu kadar kâfî.
K o c a lm a z tâzedir g ö n lü m kocalm az Artık evde sokakta “ Gel vücûdun „ ... O zaman.
Türk Şairleri
345 Ah.
larda mektepli bir Şark çocuğunun yegâne hürriyet-i I tarihinde ona ancak vasatta bir mevki vermek kabil ola
tekellümü bu İlâhiler ile avam ağzı türkü, şarkılardan bilir. O, şairlik itibariyle Müstecâbizade İsmet, Andelib
ibaretti. Bu hevesle ben de ilâhici olmak isteyordum. gibi şahsiyetlerin seviyesindedir. Musiki sahasında da
Fakat Mushaf’a değilse de hiç olmazsa Tebareke’ye kudretli bir san’atkâr olarak gösterilemez.
çıkmak yahud üstün esire ile yazılı İlâhi mecmuasın Ahmed Rasim’in romanları teknik itibariyle kuvvet
dan heceleyerek okuyabilmek şarttı. Halbuki ben daha lidir. Ve onun bu nevi eserleri Âhıııed Midhat'ınkiler-
Ebced’e gelmemiştim. Gelmemiştim amma Ebced’i ta den daha mütekâmildir. Hüseyin Rahnıi'nin eserle
nıyor, hattâ ondan maadasını ezbere su gibi biliyordum.» rinde gördüğümüz çeşni onda da vardır. Fakat müşa
Ahmed Rasim, Darüşşafaka’da iken hocası meşhur hedeleri kuvvetli olan Ahmed Rasim’in buna mukabil
Zekâî Dede'den azamî istifade etti. Hattâ Zekâi Dede eıtrik kabiliyeti eksiktir. Bu cihetledir ki onu bu nevi
oğlu kıymetli musikişinas Bay Ahmed'm rivayetine g ö eserleri ile Türk edebiyatının en kıymetli romancıları
re, mektebi bitirdikten sonra da bu büyük üstaddan arasında göstermek kabil değildir.
bir çok besteler, nakışlar öğrenmişti. Güzel bir sese de Ahmed Rasim tarihî eserler de kaleme almıştır.
sahip olan Ahmed Rasim, Fakat onu bu eserleriyle
besteler vücude getirmek metod sahibi bir müverrih
merakına da düştü. Y a p olarak göstermek te müm
tığı şarkıları, önce Şeh kün değildir. Dört cild-
zade başındaki Fevziye lik Osmanlı tarihinde fai-
kıraathanesinde meşhur de olarak gösterdiği ha
Vasil’e kemanla çaldırır şiyeler kıymetli olmakle
dı. Bu kahveye o devrin beraber, bugünkü tarih
en maruf bestekârları ge çilik zihniyetiyle onun yaz
liyordu. Eser, takdir gör dığı bu nevi eserlere bü
dükten veyahud üzerinde yük bir kıymet vermek
bizzat kendisi bazı deği imkânsızdır.
şiklikler yaptıktan sonra
neşredilirdi. Tarihî eserlerini daha
ağır başlı bir üslûpla ya
Ahmed Rasim’in vü zan Ahmed Rasim’in ro
cude getirdiği bu kıvrak manlarında da, musahabe
nağmeli bestelerde bir ve fıkralarında da en bariz
hususiyet vardır. Klasik olarak görünen hususi
Türk musikisinin bir çok yet üslûbtur. Ve şahsî
parçaları ile Anadolu tür olan bu üslûbun orijinali
külerinden bir haylisini tesi hareketli bir nesir o-
öğrenmesinin bu hususta luşundadır. Şahıslar ara
büyük tesiri olmuştur. sında yaptığı muhavereler
Ahmed Rasim, saz şa hakikî konuşmalardan
irleriyle de temas etmiş farksızdır. Bunlarda hiç
ve onlardan destanlar, bir sun’îlik göremiyoruz.
maniler, divanlar öğren Ahmed Rasim Ahmed Rasim’in yazıları
miştir. Onun bu sahadaki vukufunu M illî mecmua'da âdeta birer tablo olacak kıymettedir. Her hangi bir ha
neşrettiği makalelerinden de öğrenmekteyiz. disenin en karakteristik noktasını kavrayabilmiştir.
Onu ebediyen yaşatacak eserleri bilhassa hatıralarıdır.
Bayatı Melâhat Sonat , Ahmed Rasim için vü
Müşahede ve hafıza melekesi hayret edilecek derecede
cude getirdiği etüdde diyor ki : çok kuvvetli olan Ahmed Rasim’in bu nevi eseıleridir
« 1326 — 1910 da oğlu Mazlûm Bey Kayseri’de ki ona Türk edebiyatı tarihinde çok mümtaz bir mevki
muallim imiş. Tatil için İstanbul’a gelirken yanında bir verdirmiştir. Ve yıllar geçtikçe onun bu nevi eserleri
hademesini de beraber getirmiş. Bu adamcağız gayet bütün bütün kıymet bulacaktır. Bu eserlerin ehemmiyeti,
iyi bağlama çalarmış. Ahmed Rasim Bey bunu oğlun zamanla daha çok takdir edilecek; içtimaiyatçıların,
dan öğrenince adam gidinceye kadar üç ay ona her Tarihçilerin, Folklorla uğraşanların en fazla müracaat ede
gün bağlama ile halk türküleri çaldırır ve dinlermiş. „ cekleri menbalar bunlar olacaktır. Hatıralarını çok vâzıh
Şurasını da unutmamalıdır ki Ahmed Rasim’i yalnız bir lisanla ve samimî bir eda ile tesbit eden Ahmed
şiirleriyle, besteleriyle, roman ve hikâyeleriyle hattâ tarih Rasim’in bu nevi eserleri bugün nasıl ki zevkle okunu
leriyle tedkik edecek olursak, Türk edebiyatı ve musikisi yorsa yarın da aynı zevkle okunacaktır.
Türk Şairleri
şına destar sarmağa alışmış olan kırçil, çenber sakal lan, bir vuruşta dokuz can ) narasıyla ( Somun peh
larıyla kısa boylu kösemenlerde, ( Karagöz ) ün ( Bas livan ) lığına çıkan, her koltuğu iki değil, dört beş
kın ) oyununda mahalleye çıkan iğri büğrü, kanbur, karpuz sığacak kadar açık, göğüs ileri, adımlar canbaz
topal, çolak, solak, acı şaşı, titrek, sarsak efradı andı beygiri gibi talimli, başta mevsimine göre fesin üstüne
ranlara da fes, külâh, kavuk, sarıktan maada yürüyüş, kefiye, kuşak, kukuleta, lâz başlığı bağlı, sırtta yine
duruş, konuşuş ta değişmiş gibi. Maahaza şapkadan mevsimine ğöre eski ( Sako ) bozması, çifte kapaklı,
dşen bir nevi gölge simalarına daha koyu bir esmerlik caketten yelek, ayakta düz, deve derisi potin yahud
veriyor... » çizme, Müteveffa aktiris Peruz’un kantolarından birine
Ahmed Rasim Bey isterse İstanbul’un pitoresk bir zemîn-i terennüm olan :
köşesini, bir sokağını bir kaç cümle ile canlandırıveıir; — Var mı bana yan bakan ! tavrıyla geçer, oturur,
sât ve teheyyücât ı milliyenin muhassalasıdır„ deye ta çok kitabını bu sıralarda satmak mecburiyetinde
rif etmişti. Esasen pek doğru olan bu fikrin şu ifadesi kaldı.
ve şu tarifi biraz noksan ve muğlaktı. Edebiyatı cedi-
deciler bu noksandan istifade ettiler, Rasim Bey’e seıt
—- ve kendi noktai nazarlarına gere — kuvvetli ce
vaplar verdiler; fakat onlar da Rasim Bey’in noksanına
mukabil hataya düştüler : « Millî bir kulak, millî bir
göz vardır demek ne kadar sahih ise millî bir zevk
vardır demek te o kadar doğıudur. Bahusus gayet
vesî’, muhtelif iklimleri hâvî bir memlekette, gayr-i
mütecânis, çok ihtilât etmiş bir kavimde müşterek bir
zevk bulmak gayr ı kabildir „ dediler. Hulâsa Ahmed
Rasim Bey Edebiyatı cedidecilerin şık, salon edebiyatına
muhalefet etti. »
Ahmed Rasim
S 43
■
Elbet eder hicr-i yâr Hûn oldu revan hasret ile dîdelerimden
Ömrümü bir gün şikâr Ey nûr 1 çekildin mi nihâyet nazarımdan
Oülşen, No. 18 , 1885 Mahv oldu demek şevk ı ümîd ey meh-i âlem
Görmezsem eğer taFatını ben kederimden
- II - Mecmûa-i ahvâl-i cihan, doldu gamımdan
— O a ze l — Aşıklığımı anla bu muhrik eserimden
Karardı çeşm-i ümmîdim fakat hâtır nişânımsın Devran gam-ı dildârı füzûn etmeğe sâî
Açılma ey şeb-i hicran benim en hoş zamântmsın Bilmem ki ne ister bu gam âlûd serimden
Hayâl âmûz-i hicrin var, safâ âver visalin var Dur pîş i nigâhımda biraz eyle mürüvvet
Gamınla, şevk-ı vaslınla yine ârâm-ı câmmsın Mihr oldu iyan zannedeyim rehgüzerimden
Doğar bin kevkeb-i şâdî, ne âlemler olur peydâ M aarif No. 140, 1893
Gönül ârâm bulmaz bir nihâyetsiz cihânımsın
Hayâtım vermiyor şöhret bu dehre sa’y ü himmetle — VII—
Görün, ey aşk-ı âlemsûz ! şerh-i dâstânımsın
Fürûgundan senin ey mihr-i âlemtâb ı lâhûiî Hayâl olsan sevilsen ey hakikat bir gün olmaz mı ?
Tenevvür eyledi fikrim hayât-ı âsümânıms’n ! Neden sen böylesin sen böyle bî reng i sabâhatsin?
Hazineifünun No. 20, 1893 Hayâl olmazsın elbet çünki her şeysin hakikatsin
Müebbed şübhe-i tâkatgiidâz-ı hiss ü fikretsin
- III - Avâlim pâymâl-i lâhza-i îmân ü şevkindir
— F u z u li’ye nazire — Bizi minnetle öldürmek senin en eski zevkindir
Hayâl ol. Etme! öldürme! a Ni'met bir gün olmaz mı
G âh çeşmi öldürür, eyler gehî ihyâ beni
Tesellî bahş-ı ömrümsün, büyüksün başka âlemsin
Bir nazarla âleme karşı kılar, rüsvâ beni
Seni sevmekle ömrüm müstefîd-i zevk-ı vuslattır
Maksadım vuslat değildi başka bir sevdâ idi
Tecellîzâr-ı nûrânûr. i feyzin sahn-ı ibretsin
Yoksa eyler mi bu rütbe nâlezen sevdâ beni
Ümîd olmaz eğer sen olmasan bilmem ne hikmettir
Dâmeni geçmez ele düşsem de râh ı lütfuna
Maâd-ı ıûh-i âlemsin halâik sende hâsıldır
Merhamet kılmaz geçer çiğner o, bîpervâ beni
Kitâb-ı hikmet-i hilkat seni tebcile nâzildir
Gönlümü âlî eden etvâr-ı istiğnâsıdır
Anınçün sen metâf-ı rûh u hiss ü fikr-i âdemsin
Öldürürse gam yemem âhır bu istiğnâ beni
— L e ylâ P erid —
Cümlemiz müştâk iken ağyâra lüfeyler, fakat
Eyleyen hangi suçumdur böyle müstesnâ beni Malûmat No. 265, 1900
Hazineifünun No. 27, 1893
— VIII -
- IV _ Urmuş o sevâhil-i güzîne
— Sevdâ — Elvânı sipihr-i bîkerânın
Belâsın gerçi ey sevdâ fakat tatlı belâsın sen Niyrengi sanır gören zamânın
Benim gönlüm gibi âşüftegâna mübtelâsın sen Âveng-i şuâ’ı pâre pâre
Beni güldürmedin lâkin gamından şâd olanlar var Bin hâtıra, bin nühüfte eş’âr
Sanırsam her gönülle başka yolda âşinâsın sen Manzûr bu çeşm-i giryebâre
Türk Şairleri
Ah. 350
Kim her biri eyliyordu ihtâr Mecrûh, fakat ömr-i müebbed ile reyyan
Eyyâm-ı gamı dil-i hazîne. Nâkâm değil, şâd değil, tâbi’-i devran
Mebhût, lisân-ı hâl-i devran Her şey gibi bir gayeye olmakta" şitâban.
Her yerde garîb ü zâr gönlüm
Bîhod, elem-i hasret ü mihnetle şinâver
Ağlardı bu bîkarâr gönlüm
Her yâresi mekşûf u hun âlûd u gamefzâ
Mâzîyi görünce mahv ü nâbûd
Bir mevce fakat ıâh ı şinâhında berâber
Atîyi zalâm-ı hîçe makrun
Oldumsa deyip cihanda mevcûd Bir furtuna bir gün anı elbet ezecektir
Derdi kalayım mı böyle mahzun? Lâkin yine bir ses bana ihtâr ediyor ki :
Ümmîd, ne oldu? nerde pinhan?. Andan çıkacak âh ile yer yer gezecektir
Bir nağme gelir baîd ü bîtâb Sen söyledin evvel bunu ey nûr i mürüvvet
Sâhilde gezer bütün enîni Gönlünde yatan ben ile bir de kederinmiş
Tanbûr gibi hazin tanîni Yâr olduğunu anladım. Andan beri hâlâ
Eyler beni dâğdâr -1 hicrân Gönlümde yatan sen ile bir de kederindir
Hicran demini bilir misin sen? Rûhum seni tezkâr ile mevkuf i temâşâ
En hisli beyânıdır bu efgan Karşımda duran son nigeh-i gam eserindir
Öldürdü beni bu âh ü şîven Bildim meğer ey hûr i vefâdâr ı m ahabbet:
Bilmem ki olur mıyım rehâyâb ? Taklîb-i hayât eyleyecek bir nazarınmış.
Mahvolsa dahi ümîd-i vuslat Her rikkati senden duyarım, mûnis-i candır.
Bir hâtıradır kalan#gönülde Senden daha mahsûs olamaz rikkat-i eş’âri
Vardır yine her zaman gönülde Sen şi’r-i emelsin, nigehin nükte-i andır
Endîşeli bir emel ki bitmez Bilsen ne müheyyic, ne müessir nigehin var !
Bir öyle emel ki yâr derler Sen hasta, firâş üzre serilmiş yatıyorken
O gitse bile hayâli gitmez Hümmâlar içinde yanıyordu ten*i zârın.
Andan buna yâdigâr derler Bir başka güzellikle ağarmıştı cemâlin
Bir hatıradır kalan nihâyet . Bir humret-i pâkîze yanağında fürûzan
Kitabei gam S. 63 _ 65 Bir hasta güzel vasfına ahıâ idi hâlin
— IX _ Giysûların alnında dağılmıştı perîşan.
— N a ’ş-ı hay âl — A ’sâbın üzülmüş, elem-i tâb.ı şikenden
Hoykerde idi tarf-ı benâgûş-i izârın
Bir mevc-i serâzâde gibi na’ş-ı garîbi
Âh! anladım eyvâh! yine hasta idin sen
Sâhillere, enginlere uğrar şu üırîdin
Bir ra’şe-i mâtem gibi bir hiss-i kederle
Üryân ü perîşan gezerek yüzme nasîbi.
Korktum mu? ne oldum ki vedâ’ etmek için ben
Her lem’ası her pertevi, her nûru semânın Geldim. Bana baktın o teessürlü nazarla.
Urdukça söner rûy-i fenâ hâhına dâim
Bâzîçesidir dest-i kavî baht-ı zamânm 20 Haziran 1318-1902 Kitabei gam S. 243—2M
Türk Şairleri
351 Ah.
_ XXI _ _ X X IX —
_ Mâhur makamında ve Ağır aksak ikamda şarkı — — Hicazkârı Kiırdî makamında ve Düyek
Sen ne âfetsin ki çeşmin bî misâl îkaında şarkı —
Bir nigâhında durur her ihtimâl Seni sevdim güle nisbet
Leblerinde gizlidir zevk-ı visâl Biraz da bülbüle nisbet
Bir nigâhında durur her ihtimâl Ne istersem yaparım ben
Pâyine düşsem, serilsem, ağlasam Bu deli gönüle nisbet
Gönlümü döksem, döğünsem, dağlasam — XXX -
Hangi, kudrettir gözünden anlasam _ Mâhur makamında ve Aksak îkaında şarkı —
Bir nigâhında durur her ihtimâl
Güzel olsun cefakâr olmasın olmaz
— X X II - Gönül görsün giriftâr olmasın olmaz
Tecâhüldür o yârın ettiği yoksa
— Karcığar makamında şarkı —
Şu hâlimden haberdâr olmasın olmaz
Gönlümün bir hâli var ki gam değil, kasvet değil
Neş’e dersen hiç değil, mahzûni i firkat değil
Anlatır belki bu sözler derdimi erbâbına
Mey o mey, cânan o cânan sohbet ol sohbet değil. — K itâb :- i seng-i m ezâr —
Z â ir !
_ XXIII _
— Sâznak makamında ve Ağır aksak îkaında şarkı — Rûhum çekildi secdegeh-i Rabb-i izzete ;
Gel seninle yeni bir aşka giriftâr olalım Cismim bu yerde kaldı gam-ı iftirâk ile.
Yine sünbüllere kâküllere berdâr olalım Zâhir değil mi Fâtiha’ya minnetim benim ?
Gece gündüz yanalım âh edelim zâr olalım Lûtf et, bu lûtfa muntazırım iştiyâk ile !
Bu mudur istediğin âhır-ı ömrümde gönül
M aarif No. 136, Haziran 1893
— X X IV —
— Beyâti makamında ve Aksak îkaında şarkı —
Yâr gülmüş hâlime ben ağladım
Anlayın siz de ne hâle gelmişim
Ağladıktan sonra ammâ anladım
Anlayın siz de ne hâle gelmişim
Yâr gülsün hâlime ben ağlayım
Gönlüm ü isterse kendim dağlayım
Maksadı neymiş fakat bir anlayım
Anlayın siz de ne hâle gelmişim
_ XXV —
— Hicaz makamında ve Curcuna îkadında şarkı —
Bir kerre nolur şûh.i şenim hem tenim olsan
Dünyâyı fedâ eyler idim sen benim olsan
İkbâl i cihan, mâl-i firâvan senin olsun
Dünyâyı fedâ eyler idim sen benim olsan
_ XXVI —
— Uşşak makamında ve Aksak îkaında şarkı —
Leblerde uçuşsun bütün ezvâk-ı mahabbet K av g a la rım , A li C a n ip : T ürk edebiyatı a n to lo jis i, H ayat m ecm ua
Bir böyle şebin böyle günün nâmı duyulsun sındaki üç m akale N o. 3 1 ,4 1 , 44, D arüşşafaka risalesi ve künye def
terleri, M elım ed C e lâl : Teracim i ahvali nıaşah îr y a h ud z a m a n ım ı
_ X XV III — zın üdebâ ve m u h a rririn i A hm e d R a s im , M ustafa N ih a d : B ib liy o g
rafya, Bayan M alâhat S onat, A h m e d R a sim , b ir çok gazete ve
— Rast makamında Ve Düyek îkaında şarkı — m e c m u a l ar.
A hm e d R a sim ’ in 1896 da çıkarılan resmi R e s im li gazete’den
Leb i rengînine bir gül konsun ( 1002 ) ta r ih li resmi M ;h m e d C e lâ l’in e se rin d en , d iğ e r resim ler
O gülün üstüne bülbül konsun Bay M a z lu m ’d a n , Elyazısı da N evsali m illî’den b azı şarkılar ise
Zülfünün gerçi menendi olmaz m e rh um un to ru n u Bay O s m a n A k ın ’dan alınm ıştır.
Adı ammâ yine sünbül konsun
Türk Şairİerı
353
______J
Türk Şairleri
Yavrum senin hub cemâlin XVIII inci asır hattat ve şairlerinden Ahmed hakkında
Jji ıs~
— 1174 —
de oynarken bunları peltek bir lisanla söylrdim. Alt ve Bir kaç gün sonra taşçı dükkânının önünden geçi-
üstünden bir parçayı bulamazsam mübhem sözlerle ik yordum. Yan gözle tekrar baktım. Bizim mısraın tashih
mâle çalışarak etrafımdakileri güldürürdüm. edildiğini gördüm. Fakat bu son tarizden müteessir
«1316 — 1900 eylülünde memleketimin idadî talebesi olarak nasıl düşüp te yıkılmadığıma hâlâ mütehayyirim.
arasına yeni katılmıştım. Amcam Hakkı efendi merhû- Hocamın böyle teşvikleri devam ediyordu. Artık
mun mecmuası elime geçti. Bu mecmuadaki şiirlerden mektepte irticalen şiir, edebiyat mücadelelerinde galip
en çok anladığım ve sevdiğim (Koşma) lardı. Bunları gelen bir şairdim. Bütün dersleri ihmal ederek kendimi
taklide başladım. (Vezin) örneğim halktan dinlediğim şiire vermiştim.
koşmaların âhengi, makamı idi. Böylelikle yazdıklarımı Bir gün aruzla yazdığım bir şiire :
şair tanınanlara düzeltiyor, amcama eksik ve yanlışla
Tal’atâ bu şi’r-i ferahzâdıma
rını çıkarttırarak eser sahibi oluyordum ! Artık gittikçe
Nazire yazacak gelmez yâdıma
(Şair) olduğuma inanıyor, arkadaşlarım arasında başımı
bir karış yukarda tutuyordum. Arzetsem üstâd-ı hoşnihâdıma
Tanzîre tenezzül eder mi bilmem
Bu gurur bana (Aruz) la da yazmaya cesaret verdi.
(1321 — 1905) yılının güz ayında Çankırı idadisini Bendini havi bir koşmayı leffederek takdim ettim.
ikmal ederek Kastamonu idadisi altıncı sınıfına girmiş, Ertesi gün hocam sınıfta “Türkçede iki türlü vezin
tim. Mektebin yeni talebesinden olduğum, arkadaşla olduğunu, bunlara (Aruz, Parmak hesabı) denildiğini;
rımla muallimlerimin huylarını bilmediğim için yazılarımı elfâz ı cezele ve rakikanın aruza müsaid; fasahat ve
kimseye göstermiyordum... belâgatin aruzla mütecelli olduğunu; parmak hesabının
Bir gün edebiyat muallimimiz Hoca Sıddık efendi kahve âşıklarının lisanında dolaştığını; benim koşma
merhum sınıfta tahrir vazifesi verirken : vadisinde de muvaffak olduğumu söyledi...»
Taşköprü’de Alişan ağa ismindeki hayır sahibinin Ahmed Talât’ın matbuata intisabı da talebeliğinde
yaptırdığı çeşme için bir tarih yazınız ! başlar. Çankırı, İstanbul, Konya, Trabzon, Zonguldak,
emrini verdi. O gece, nöbetçilere uyuyor görünerek : Bolu, Kastamonu, İzmir, Ankara gibi şehirlerimizde çıkan
gazete ve mecmualarda bir hayli yazıları çıkmıştır.
Lüleden Tal’at akan târih.i cevher katrası
Kastamonu’da vali Süleyman N a zif’in nezareti altında
Mâ-i kevserdir olun siyrâb ey dilteşnegân
Tiraje adlı bir mecmuayı 18 nüsha çıkarmış; 1911 de
maktalı tarihi hocama takdim ettim.
İzmir’de çıkan gündelik Duygu, Anadolu gazetelerinin
Hocam benim şiirle uğraştığımı bilmiyordu. Bir ge
başmuharrirliğinde hayli müddet bulunmuştur. Altı
cede bu tarihi yazmaklığım takdirini, maamafih istiğra-
yıldanbeıi Türk harsına, Türk halkiyatına dair neşıiya-
bini mucib oldu. Yazabilenlerin eserleri içinde benim
tiyle tanınmış olan ve Çankırı’da çıkan Duygu gazete
kini düzelterek taşçıya gönderdi.
sini neşretmektedir.
Lüleden kelimesi hoeamındır, ben Çankırı’da su
Ahmed Talât çalışmayı sevdiği kadar çalıştırmayı da
musluklarına (filke) denildiği için filkeden demiştim.
sever ve bilir. Çankırılı gençleri teşvik ederek Çankırı
Bir kaç ay sonra Rüştiye muallimliğinden mütekaid
tarih ve halkiyatına dair bir çok kitap yazdırmış; kendi
Behçet efendi vefat etmişti. Sınıfımız bir vefat tarihi
notlarını da ilâve suretiyle bunları Duygu’da tefrika
yazmak teklifi karşısında kaldı. Hocamın beğendiği :
ettikten sonra kitap şeklinde basılmalarını da temin
Cevher-i eşkim döküp Tal’at dedim târihin etmiştir ki bu suretle meydana gelen eserler on kadar
Hâce Behçet kıldı yâhû cânib-i adne sefer dır. Bunlar arasından bilhassa Ahmed Kemal’in «Çankırı
Makta’lı tarihi yazdım. Bir hafta sonra taşçılar içinden tarihinin ana hatları», Haşan Üçok’un «Çankırı halkiyat
geçiyordum. Tarihi nefîs bir rik’a ile yuvarlak bir taşta ve tarihi» , Ali Dehri'nin «Çankırı masalları» Ahmed
yazılı görünce göğsüm kabardı. Dikkatle okudum; ikinci Rıza’nın «Türk atalar sözü, Çankırı şairlerinin eserle,
beytin : rinden mürekkep “Çankırı destanları,, ile Tahsin Uygur'
un Kastamonu’da basılan “Çankırı halk edebiyatı,,
Kastamoni şehrini etmiş idi pür zîb ü fer
eserlerini zikredebiliriz.
mısraındaki (pür) kelimesi yazılı değildi. Hemen taşçıya Ahmed Talât, eski Türk edebiyatı ile Halk edebiya
noksan olduğunu söyledim. Adamcağız gülümseyerek tını çok tedkik etmiştir. Ve onun en büyük hizmeti
yüzüme baktı; aramızda şu sözler g e ç ti: bu vadidedir.
— Ona senin aklın ermez. Halk edebiyatının kaidelerini örneklerine göre ilk
— Niçin ermesin meydanda. defa tesbit eden de Ahmed Talât olmuştur.
— Onu Hafız Mustafa efendi yazdı. Bolu salnamesi, Âşık Derdli, Tokatlı Âşık Nuri, Çan
— Fakat asıl tarihi ben yazdım 1 kırı Şairleri (3 cild) , Halk edebiyatının şekil ve nev'i,
— Güleyim kedinin çamaşır yıkamasına 1 Türk şiirlerinin vezni, Ahmed Harami destanı gibi mat
Türk Şairleri
Ah. 358
bu eserleri olan Ahmed Talât’ın Anadolu halk edebi Gülsem de akmasa gözümden yâşım ,
yatına âid topladığı malzemenin bir kısmı da henüz Ellisinde birden gencelse yaşım ;
intişar etmiş değildir. Gözlerim gözünde, dizinde başım
Ahmed Talât birçok güzel şiirler de kaleme aldı. Bahtiyâr olmuşça bir sabâh etsem.
Servetifünuncuları takliden manzumeler yazdı. Sazşa-
Her aşka mukadder ayrılık mâdeni
irlerini örnek ittihaz ederek koşmalar vücude getirdi.
Sen olsan bir Havvâ, ben olsam Âdem
Divan şairleri tarzında gazeller nazmetti. Fakat onun
Visal meyvasına el atsam her dem
asıl kıymetini, yazdığı bu şiirlerden ziyade, Türk edebi
Rabbi mebhût eder bir günâh etsem .
yatı tarihine aid yaptığı tedkiklerde aramalıdır.
- IV —
— I —
- Ö ğüt -
Merdlik dâvâ eden nâmerd sözüne
— T ürk çoc u k ların a —
Kanmasam söz olur, kansam söz olur
Bir öğüt vereyim gel oğlum yanıma Fazilet ocağında gayret közüne
Sen Türk çocuğusun onuru takın Yanmasam söz olur, yansam söz olur .
Türke yan bakana acıma sakın
Kafasına şöyle basıver gitsin ! Nûş etsem feleğin zehri câmını
Kahr ile bir tutsam her bir kâmını
İşinle gücünle uğraşırken sen
Yâran meclisinde yârin nâmını
Çayırında gezip suyunu içen
Anmasam söz olur, ansam söz olur .
Eşekleri şâha kalkmasın dersen
İlkin yularını kasıver gitsin. Hey Talât yâr zulmü, ağyârın taşı
Karşımda sen olsan, gökte dulun ay ; Elli yıl tâli’im yokken sebebi
Bir gece âsûde seyr-i mâh etsem . Girdâb-ı hayrette boylattı dibi
Bahtım yüze gülse, sen gülümsesen; Çocuk elindeki oyuncak gibi
Ne figan eylesem, ne de âh etsem . Başımı bir taştan bir taşa çaldı
Türk Şairleri
359 Ah.
Yediğim her lokma, içtiğim her câm ibtıâme-i ITindııstan ismiyle manzum seyâhatnâme yazan
Sinmedi içime zehr oldu encâm bir Osmanlı seyyahı olup Tokat’lıdır. Eserinin şu :
Kendimi âsûde sandığım akşam M u azza m şehrde vü adı T okat
İçtiğim bâdeyle gamım çoğaldı M ekân o lm u ş g e ç ü riir id ik evkat
O tururken g a m ı atıp yabane
Bulmadım hayatta vicdânıma eş Ne lû ’b o y n a d ı gör sen bu zam âne
Gül deye öptüğüm çıktı bir ateş N ice d a ğ d a n nice belden aşırdı
Karâr ittirm e d i H ind'e düşürdi
Elli yıl her akşam ufukta güneş
N ice d ü rlü havadis başdan aşdı
Derdime yanarak zulmete daldı.
Levazım o ld ı y a zm a k Sergüzeşti
Tal’atâ gam yeme fânidir hayât Beyitlerinden de anlaşılacağı üzere hem ticâret, hem
Türk’ü bâkî etsin Rabb-i kâinât seyâhat kasdıyle Kâbil tarîkiyle Hindistan’a giderek
Son nefese kadar vazifen heyhât 1 tebdil-i emtia ile epeyce servet sâhibi olmuş ve Basra,
Millete hizmettir ömrün azaldı. Yemen, Hicaz tarîkiyle vatanına avdetle muâsırı bulun
duğu Sultan Murâd-ı sâlis devrinde 248 sahîfe teşkil
— VI — eden seyâhatnâmesini meydana getirmiştir. Matlaından :
- T uyuğ —
H udâ’dır bu cihânın kârsâzı
Kırmızı gül takmış, gül memesine
Kamu âlem ana kılur niyâzı
Benzemiş kırmızı gül, memesine ;
Ahaddir lîk müstağni adedden
Gül: dedim, kül benzi oldu da gül gül
Münezzeh cümle vâlidden veledden
Kapandı gül ağzı, gülmemesine .
Şeriki yok şebîhi yok Ahaddir
Veziri yok nazîri yok Sameddir
— VII -
Bibliyografya : O sm .
Sevdiğim buyur ki bezensin gülşen
Açıl güller gibi .. gez, dolaş, gül şen . A hm ed ( Üsküdarlı, Şâmîzade ) _ XVIII nci asır
Bizi kim sorarsa desin tan yeli şâirlerinden Ahmed hakkında Salim şu malûmatı veri
Bülbüller ağlaşan, güller gülüşen . yor :
dullah efendi hazretlerinden mülâzim olup âdet üzere İnkişâf-ı hüsn-i eşyâ zıddına mevkufdur
kırktan infisâl ve hâliyâ medâris-i duhûl i tarîkten bir Hûy-i nîki vaz’-ı nâhemvâre-i bed hûden al
medrese.i âguş küşâ-yi ikbâl-i visâldir. Hakka ki zihn-i Bezm-i meyde anla ey söfî giran cân olduğun
nakkadı pâbeste-i ihtirâm ve zât ı ma’rifet irtisamı şâ- Eyleme vâbeste-i tasrîh çîn ebrûden al »
yeste-i her ikrâmdır. Bu bir kaç ebyât-ı dilârâ ol zât ı
pâkin zâde-i tab’-ı ra’nâlarındandır : Ahmed’in “ Al „ redifli gazeli örnek olarak alınan
llanıiz tezkiresinde ise şu kayıdlara tesadüf olunuyor :
— I _ “ Tezkire-i Salim ve Safâyî’de alettafsîl silk-i be
— O a ze l —
yan ve tahminen 1151 ( M. 1738 ) senesi hilâlinde Â-
Kapılma kâkül-i hûbâne gaflet itme sakın mid mevleviyyetinden âzim-i dâr-ı cinân olan Şâmîzâde
Düşürme kendüni dâme hamâkat itme sakın Üsküdârî Ahmed efendi’dir ki fazîlet-i bâhiresi gibi şi’r
Girerse destine işrette dâmen-i dilber ü inşâsı ve hatt u imlâsı makbûl-i efâdıl-ı cihan bir
Kenâr-ı vuslata çek fevt-i fursat itme sakın zât-ı bînazîr ve fâik-ul-akrân idi. Tâfsîl-i hâli ile tezkire
Leîme rabt-ı taalluktan ihtirâz eyle ler mâlâmâl olmağla teksîr-i sevâddan ictinâb ve âtâr-
Ümîd i nef’ ile celb-i mazarrat itme sakın larından bir kaç ebyât-ı rengînleri intihâb olundu :
Der-i cenâb-ı H udâ’dan meıâmın eyle talcb
— Târik i sûr-i hümâyûn —
Ki gayre arz-ı niyâz ile zillet itme sakın
Ben de bir mısra’la ol sûrun didim târihini
Tufeyl-i hân-ı füıûmâye olma ey Ahmed
Gedâ yi sabr güzîn ol sefâhet itme sakın jleiU ufl'l L? t£-V2-i ¿lifi)- J4-
hûr etmiştir. Evâil-i hâlinde tahsîl-i maârif i bisyâ'dan Behçet Bey, Ahmed Vefa için de şu tarihi söylemişti:
sonra mülâzim ve tarik-ı tedrîse âzim olup Üsküdar
Belıcetâ bak sana o Rabb-i Ahad
mahkemesi kâtibleri zümresine ilhâk olmağla refte ref- Bir ıııelekzâde verdi cedd be-ced
te başkâtib olmağla şi’r ü inşâ ile şöhretyâb ve fenn-i Ver bu târîh-i tâm ayârını m iizd
Sâgar-ı sahbâyı dest-i sâki-i gülrûden al rılmayan iki kardeşi, İsmail Safa ve Ahmed Vefa’yı
Rûyi al ammâ ki lâ’li gonce-i hoşbûden al Dariişşefaka’nın feyizli kucağına teslim etti. O zaman
Çek kenâr-ı bûseye işrette ol nevresteyi i henüz küçük olan Ali Kâmi, onlara sonra iltihak et
Bâde-i gülfâme nukli tâze şeftâlûden al miştir.
Sûret-i âyîne-i âlemnümâdır aks iden Tahsil hayatında Ahmed Vefa, büyük kardeşinden
Sîne-i bellûrini gör hikmet-i Ristû’den al ziyade zekâ ve kabiliyet göstermiş ve her zaman terfi
D ikkat eyle vasf iderken mûmiyân-ı dilberi derecesi ondan ileri bulunmuştur. Çocukluğunda bile
Eyleme teksîr-i ma’nâ nükteyi bir mûden al ağır başlı, vakur ve sâkindi. Babalarından mevrus bir
Gûyyâ setreylemiş gülgûn şafak tâb-ı mehi kabiliyetle bu iki kardeş ilk şiirlerini daha mektep sı-
Âl-i vâlânı eyâ mehpâre lûtf it rûden al ? lalarında iken söylemişlerdi.
Türk Şairleri
361 Ah.
Ahmed Rasi/n Darüşşefaka hatıralarında şunları söy- le onu aç ve uykusuz bırakırdı. Bir gün küçük kardaşı,
liyor ( Muharrir, şair, edip S. 30 ) : onu kendinden geçerek somnambul gibi ayakta uyudu
« . . . Zâten kulağıma çalınmış idi. Mektepte ben ğunu görmüştü. Bununla beraber onun uyku, yemek
den başka üç şair daha varmış. Bunu tahkik eder et gibi uzvî ihtiyaçlarına engel olan Ote-toi, o halinde
mez içimde bir hiss-i istirkab uyandı. Bunlardan biri bile şiir söylemesine mani olamıyordu. Toptaşı akıl
Safa, diğeri biraderi Vefa, üçüncüsü de yanı başımda hastahanesinin geniş taşlığında eline geçirdiği bir kur
bulunduğu halde farkına varamadığım Şevki — Şehre şun kalemi ile açık sarı bakkal kâğatlarına yazdığı şiir
mini idi.
lerden biri de şu id i:
Safa merhum o zamanda bile selâşet-i beyan sâhibi
M eskenim deycîır, d il re n c û rd u r ben nerdeyiın
idi. Lâkin kardeşi Vefa daha hissî, daha şair görüniyor-
Sengsâr ü stü n de y im besbelli b ir m akberdeyim
du. Bu zavallı şâirin hâli, tavrı gayet mahzûnâne sözleri Makber olsun, o lm asın , b ild im lıa zin bir yerdeyim
hafif, daima sıhhatten müşteki, nazarları endişeli idi. „ Fark edenler var m ıd ır, ben hang i âlem lerdeyim
zamanlar yazmıştır. “ Hemen hepsini „ diyorum. Zira Kâmi, sana bir şey söyleyeyim mi? anlayorum, hük
şiirleri içinde bîmarhânede söylenilmiş olanlar da var mediyorum ki ben hâlâ hiç bir zevkini bulmadığım, hâlâ
dır: O zekâ-yi nâdirin hâlet.i maraziyyesi bile böyle mantıkcasına hareketine hükmedemediğim bu seyyâre-i
mümtâziyet-i rûhiyeyi hâizdi. hîçînümâda artık hiç te rahat yüzü görmeyerek cehen
“ Fakat onu bir cin tesâhub etmişti. “ Ote-toi „ nem olup gideceğim vesselâm! Her kesin çocuğu toprağa
nâmını verdiği o hayâl i mu’zib evvelâ dişlerini göste gömülür, kardaşı hasta olur, kardaşının çocuğu kızamı
rerek tedricî ve esîrî bir teşekkülle tâm bir sîmâ hâli ğa tutulur, fakat böyle olağan şeyler için kimse benim
ni alır. Daha sonra uzaklaşıp yaklaşan ve bazan bir gibi uykusuz kalmaz, gözlerini kurutmaz, yahud çürüt
ma’nâ yi tehdîd ile kolunu kaldıran bir vücud şekline mez, beynini hırpalamaz, viicûdünü tepelemez... »
girerdi. « Pek müşkil bir mevkide idim. Kardeşlerimin biri
«Bu muannid sîmâ-yi esirinin tedricen irtisâma baş menfâda gurbet ellerinde, hususiyle katil bir marazın
ladığını biz onun hâlinden anlardık. Bu sîmâ ile berâ- taht-ı tehdîd-i bîamânında idi. Ben ondan bir nefha-i
ber onun marazî dalgınlıkları da başlardı. İlk devre teselli beklerken onu tesliye etmek mecbûriyetinde ka
lerinde hâlinden kendisi de şikâyet eder : lırdım. Kendisini müteessir etmemek için dediği gibi
« İşte, derdi, bir sıra diş karşımda gülüyor, Biliyo- sathî geçerdim. Fakat felâket bütün bütün kelm olun
lum, bu bir hallutination, bir galat-ı rüyet, bir hasta- mak imkânını binefsihi mahvederdi.
rık.,. Fakat bu hayâl teşekkülâtında devam ettikçe ha Ağabeyim başka bir mektubunda şöyle diyor :
kikate o kadar yaklaşıyor ki aldanmamak kabil olmu « Vefacık o halde durgun, dalgın, mektubuma şöy
yor. Korkarım bu sefer yine mağlûb olacağım. „ le bir göz gezdirdi, Öyle mi? Vah Vefacığım vah! ne
“Bir müddet sonra o hakîkaten dediği gibi mağlûb olacak? Bir daha kendine gelemeyecek mi yâ Rabbi ?
olurdu. O zaman hâlinden artık şikâyet etmez olur, ken Bilmem ama Kâmiciğim, o Şişli hastahânesinde bu
disini esîr eden senbût-ı bî insafa nevmîdâne bir mutâ- bîçarenin ifâkat bulduğu şimdiye kadar vâki’ olmadı ;
vaatle teslim i fikrederdi. öyle değil mi? Halbuki burada rahati elbette Toptaşı
« Büyük ağabeyimle berâber çok zamanlar başbaşa hastahânesinden ziyâdedir. Acaba Şifâhânedeki ifâkat-
verir, onu düşünürdük. Son zamanlarda devr.i ifâkati 1eıi mevki’ce bir hüsn-i te’siıden mi münbaisti? Yoksa
üç sene kadar imtidâd ettiği için yavaş yavaş korku zâten iyi olacak bir halde bulunmasına tesadüf ettiği
larımız azalmağa, devâm-ı afiyeti hakkındaki ümidleri- için mi orada bir kaç def’a rehâyâb oldu? Hâlinden şi
miz çoğalmağa başlamıştı. Büyük birâderimizin menfâya kâyet eder bir halde bulunmadığını hikâye ediyorsun.
i’zâm olunması onun cüınle-i asabiyyesini öyle sarstı, Şu halde Şifâhâneye gitmeğe muvafakat etmez. Behe-
o rebâb.ı kalemin en hassas bir teline öyle bir darbe mehâl orada iâde-i sıhhat edeceği bilinse rızâsına da
indirdi ki hastalık derhal nüks etti. bakılmaz. Fakat ne mâlûm? Eyvâh, eyveh! yeis, aciz,
“ Engizisyon zamanlarında bir mazlûmun işkenceye sükût!... Ne çâre!.,. İkide birde nüks eder bir cerîha-i
götürüldüğünü gören akrabası için bu manzara ne ka kaib! İşler, azar... işler, azar... Aylarca sızısını çekeriz.
dar elîm ve haşyet engiz olabilirse küçük ağabeyimin Sonra bir aralık bir nîm iltiyâm ile o yara kapanır g i
nüks i marazı da bizim için o tesiri hâiz olurdu: Mara bi olur. Yine başlar. Lâkin bu sefer, üç yıl kadar iyili
zın seyr ü terakkisini hatve hatve ta’kîb ederek sahâ- ği devâm etti. Maamafîh... Hayır, hayır... Dediğin gibi
yif-i âlâmını birer birer gözden geçirmek ölümler ge değil, böyle bu halde olması daha fenâ... Anlaşılıyor
çirenlerle hemdem olmaktan bin kerre beter bir hâl ki kendine mâlik değil. Of, of!... »
idi. Büyük ağabeyimle biribirimize zahîr olarak bu a- Küçük ağabeyimin esâsen bir vâveylâ-yi kalbiden
cıklı hâle kaç kerre tahammül etmiştik. Fakat artık ba ibâret olan terceme-î hâl-i hayâtı böyle feryaddan baş
na zahîr olacak bir kimsem kalmamıştı. Hunhâr bir el ka hiç bir şey aksettiremeyeceğinden daha ziyâde uzat-
biraz evvel büyük ağabeyimi benden ayırmıştı. Beni o mıyacağım . »
zaman beynimden vuran dest-i kader şimdi de kalbim Ahmed Vefa, 10 mart 1317-1901 de tımarhanede vefat
den vuruyordu. Hayâtımın o meş’um günlerini hiç unu etti. Ve Kaıacaahmed mezarlığına gömüldü. Tam bir
tamam. hafta sonra 17 mart 1901 de de İsmail Safa, Sivas’ta
« Bu bapta ağabeyime neler yazdığımı bilmiyorum. Garibler mezarlığına defnedilmiş bulunuyordu. Otuz üç,
Mektuplarım tamâmen Sivas’ta kalmış. Ağabeyim yaz otuz dört yaşlarında hayata veda eden bu iki kardeş
dığı cevapların birinde şöyle diyor : ten edebiyat âlemi daha çok şeyler bekleyebilirdi.
« Vefacığın hastalığı acaba hangi derecesiyle nük Ahmed Vefa’nın ele geçen şiirleri pek azdır. Bun
setti? Pek sathî geçiyorsun. Cünun hezeyanları var mı? ların mühim bir kısmını Bay Ali Kâmi Eş'an Vefa na
Ne gibi hallerde bulunuyor?. Hastahâneye isteyerek mi mı altında ( 1328 _ 1911 ) de tabettirmiştir. Bu şiir
gitti, yoksa iğfâl ederek mi götürdün? Bir çok acıklı lerin ekserisi Mirsad, Mektep, Maârif, Malûmat .. gibi
haller oldu da üzülmemekliğim için mi sathî geçiyorsun? mecmualarda da intişar etmişti. Onun bir takım men
Türk Şairleri
363 - Ah.
semâ yi mükevkeb altında, tenhâ bir âlem içinde ben S — Sen âlet-i cefâ iken
seninle beraber bulunmak isterim. Sevdâlar: Ezhârdan Cefâdan iştikâ neden
yalnız birinci kısmı görüliyor. Âkil sanırım kendimi mecnûn imişim ben
Bu roman « Vehametli sevdalar » namiyle kitap Dil âlem-i tenhâda seni gördüğü demler
Geliniz âşiyânemizde sizin Vecd ü hâlim var fakat bilmem nasıl bir vecd ü hâl
Nûr-i dîdânnız bedîd olsun Kalbimin te’sîr eder mutlak bu hâli dağlara
O meserret safâ-yi vuslatle Bir hakîkat keşf eder gönlüm nigâh ettikçe ben
Hânede bir ikinci îd olsun Kudretin âsâr-ı i’eâziyle mâlî dağlara
Yazınız müjde i vürûdunuzu Hep bizimçündür kavuşmak ihtimâli sevdiğim
O bize tatlı bir ümîd olsun Dağların yoktur kavuşmak ihtimâli dağlara
Eş’âr-ı Ve/â'dan Yazdığım şi’r-i hazinin ey Vefâ zanneylerim
1 Şevval 1305 (1889) Pek münâsib düştü hüznâver meâli dağlara
Mirsad N o : 12, 30 mayıs 1307 (1891)
- 111 —
- VII —
— Tekazâ —
— B ir m ersiyeden m ü n te h a b parça
Mahabbetin ediyor fikri târümâr güzel Evet mahall-i tenezzüh bize o dağlardı,
Eden odur beni bîmâr ü bîkarâr güzel Yüzüm güler, içim efğan ederdi, ağlardı,
Çıkar bu hâciseyi, ibtilâyı gönlümden Yanımda çiinki benim hasta bir melek vardı !
Bu derdi çekmeğe yok bende iktidâr güzel Reşîde(l) sen o idin, â h ! o nûr-i dîde idin,
Benim günüm ne için doğmasın bu âlemde O nûr-i dîde idin, sevdiğim Reşide idin!
Şu leyi i târımı etmez misin nehâr güzel ?
Nazargehimde çiçekler, sitâreler, kuşlar Reşide şimdi ki ben senden işte mehcûrum,
Senin kudûmuna etmekte intizâr güzel Demek ki âh ü figan eylemekte ma’zûrum
Ben ağlarım dökülür ebrler kesîf kesif Sana niçin acabâ ben bu rütbe mecbûrum?
Gülünce sen açılır bin güzel bahâr güzel Reşide, gözlerimin nûru âşıkim sana ben!
Bütün güzellere artık husûmet etmeliyim Hazin gönül sana düşkün, vefâ umar senden.
Sen olmadın bana zîrâ cihanda yâr güzel
Gınâ gelir dile artık sefil dünyâdan,
Şemâilinde vefadan biraz olaydı eser,
Mahabbetin bana indi cihân-ı bâlâdan :
Vefâ olurdu bu^âlemde bahtiyar güzel
Kelîm’e sanki nidâ geldi Tûr-i Sînâ’dan !
Eş'âr-ı Vefadan
Cebel mahûf, o baygın, bütün cihan sâmit,
7 Mart 1306 (1890)
Benim de bak nazarımda bugün cihan sâmit.
_ IV _
- K ıt’a -
Reşide ! sen benim endîşe-i muhâlimsin,
Yetişmeden soluvermiş o nevnihâlimsin;
Saymıyor câhili erbâb-ı ukul âdemden
Hulâsa şimdi benim bir güzel hayâlimsin
Adem olmaksa garaz ilm ü^hüner tahsîl et
Fakat, Reşide ! bu şeb âlemim perişandır;
Gayr-i mümkinse eğer cümlesinin tahsili
Bu söylediklerimin hepsi âh ü efgandır !
Ne kadar mümkin olursa o kadar tahsîl et
Mirsad No : 5, 11 nisan 1307 (1891) Havâ soğuk, yere kasvet yağar idi cevden,
Sevdiğim bir çehrenin nûr-i cemâli dağlara (1) Feride : Eş arı V efâ S, 12
Türk Şairleri
365 Ah.
O zamandan beri gönlümde bu sevdâ vardır Mümkin olsaydı tahammül hüsnünün ibrâmına,
Her sözün, her kelimen rûhumu ihyâ(l) ediyor Kim düşerdi aşkının ârâmsûz âlâmına ? !
O güzel nefhada i’câz-ı Mesîhâ vardır. Mübtelâlıktan beterdir tab’ıma âsûdelik;
Tek yaratmış yaradan hüsn ü letâfette seni Bir nigâhınla halel ver gönlümün ârâmına !
Hangi dilberde bu endâm-ı dilârâ vardır ! Belki vuslattır sonu hicrânının âlem bu yâ ,
Katlanır mihnetine, çevrine gönlüm âmmâ Ben o hâlin intizâr etmekteyim encâmına !
Beni nâhak yere üzmekte ne ma’nâ vardır? Eş’âr-ı Vefâ'dan 30 temmuz 1309 (1893)
Ey Vefâ bûy-i letâfet bulunur şi’rimde
Çünki zımnında o gül çehreye îmâ vardır (2) — XII -
— Ş ükran —
Mirsad N o : 21, 1 Ağuston 1307 (1891) .
Olsan ne zaman ye’se mukarin
_ X —
Sen bir sebeb îcâd ediyorsun
— D a :vet —
Gamdan beni âzâd ediyorsun
Ne safâdâr bak şu manzara - gel ; Üsrüm oluyor yüsre mübeddel
Çıkalım gel seninle seyrâna ! Alemlere ey Sâni’.i ekmel
Burası rûha ıûh bahş eyler, Şâmil keremin zâhir ü bâtın
Sana hûrî buna cinan derler !
Âcizlere imdâd ediyorsun
Sen değilsin behişte bigâne,
Muhtîleri irşâd ediyorsun
Ah pek dilnişin bu yerler - gel !
Efâr-ı Vefâ’dan 17 Haziran 1310 (1894)
Severim bâmdâd-ı rûşeni ben, — XIII -
Tab’a kasvet verir şeb-i deycûr! — İ’lân-ı m a h a b b e t —
A h m e d Y a h y a — XVIII inci asır şairlerinden A h muhteremden ve öyle mahdûm-i mükerremden dûr olan
med Yahya hakkında Salim şu malûmatı veriyor: vâlid-i firkatkeş dîde-i i’tibârından bil-külliye vech-i
«A hm ed Yahya: 01 şerefbahş-ı mehâdîm-i kirâm arzı ıskat eylemez de ne eyler? ol mahdûm-i celîl-ül-
yektânişîn-i sadr-üs-sudûr-i ülül-ihtirâm olup hatime i kadrin de hakka ki vücûdu nâyâb bir zât-ı sütûde sı-
asrı Sultan Mehemmed.i ıâb i’de Şeyhülislâm bulunup fât-ı âlîcenâb idi. Âlem-i sigarımızda bir kaç def’a
on altı gün mikdârı ma’zûl olduktan sonra matla’ ı meclis-i şerifleri ile şeıefyâb ve sohbetleri ile iktisâb ı
devlet-i Sultan Süleymân-ı Hân-ı sânîde yine şeyhülis şeref-i bîhisâb eylemişidik. Elhâsıl öyle bir mihr-i pertev
lâm ve müftilenâm olup ba’delazil ilâ vefâtihi mahmiye-i efgen-ı hânedân-ı şerefin gurûbu dehri mâtemzede eyle
İstanbul’da Sivas tekyegâhı kurbinde olan saâdethânele- yüp rûz-i neşâtın şeb-i tekdîr ve leyle-i intikalleri siyeh
rinde sâkin olup ömr-i azizleri izzet ile güzerân eyle câme-i mâtem-i her cevân ü pîr eylemişidi. Ol şeb-i
yen İzzeti efendi dâmâdı fâzıl ı nihrîr pîr-i rûşen zamîr deycûr-i hicrânın mersiyehânlarmdan ol hânedânın şe-
zübde-i sulehâ muhibb-i fukarâ Hâtem meniş olan es- refyâb-ı intisâbı olan kimesneler bu güne târih eylemişler
hiyânın bülendi merhûm ve mağfûr Dabbağzâde Meh- idi. Yine ol hânedâna müntesib olan Aziz Çelebi nâm
med efendi’nin mahdûm-i necâbet merkumlarıdır ki sâl-i nâtevan ol mahdûm-i nâdir-ül-misâlin destâver-i dehr
hicriden 1086 (M. 1675) şevvâlinin altıncı cum’a gecesi olan intikaline :
Ç ıktı b ir hâtif-i g a y b î d id i tâ r ih in a n ın
zühre âsâ matla’-ı vücûddan nümâyân ve meh-i tâban
gibi hâle-i âguş-i ikbâlde iyân olup mertebe-i sinn.i
temyize vusûlden sonra şehr i İstanbul’da ruh-i zîbâ-yi târîh-i duâ perverişiyle mersiyehân olmuşidi. Ol mah-
kemâle hâl misâl asrının dilpesendi merhûm Benli dûm i bîadîlin mutâlâa-i tahkikte fikr-i sedîdleri cemîl
efendi’den ulûm i nâfi’a ahz ü kıraât ve mehere-i zamân olduğu gibi mâlezime i gerden-i mahdûmiyyet olan
ile bit-tab’ ülfete mâil bir mahdûm-i melek haslet olup şâir irfanda dahi fâik-ul-akrân idi. Fazla i faziletleri
sükûnet-i vekar ile evkatgüzâr idi. Kuzât.ı asâkirin olan eş’âr-ı zîbâ ile teşhîz-i zihn i vâlâ buyururlar idi.
asrında ma’rûf ve bülendi Esîrî birâderi Mustafa Zât-ı necâbet mâlîleri gayetülgaye âlî olmağla mahlâs
efendi mütercem-i mezkûr mahdûm-i muhtereme ittihaz buyurmayup âlîcenâb olan mehere-i sâlifîne iktidâ
begayet müncezib olup ayn-ı i’tinâsı ve her bâr soh buyurmuşlar idi. Bu bir kaç beyt-i dilârâ ol mahdûm-i
beti ile karîr ve ol mahdûm-i güzînin zât-ı necâbet mersûmun zâde-i tab’-ı dilârâlaıındandır :
necâbet karînine bittab’ pederâne dildâde ve esîr ol- _ I —
mağla ol mahdûm-i celîl-ül-kadrin ikrâmına ez dil ü — G azel —
cân câzim ve ol zât-ı âlîkadr ol pîr-i muhteremden
Âzürde-i çevri idüğin yâre diyeydim
mülâzim olduktan sonra emsâlinde carî olan kanûn-i
Cevr eyler ise sonr nedir çâre diyeydim
dilpezîrüzere zâtı şâyân-ı ihtirâm ve tevkîr olunup sene
Bigâneye razın beni der zanneder ol mâh
1103 (M. 1691) saferinde def’aten mûsıla-i şahınla cedd-i Yanmazdım eğer kim bu dil-i zâre diyeydim
emcedleri Zekeriyyâ efendi medrese-i celîlesine müderris
Hiç söylemedi derd-i dilim yâre didim âh
olup 1105 (M. 1693) saferinde medâris-i semândan biri
Söylerdi eğer sûret-i dîvâre diyeydim -
ne ve 1106 (M. 1694) muharreminde Hadice Sultan
Âhense de nermeyler idi âhen-i kalbin
medresesine ve 1109 (M. 1697) rebîulâhirinde Ayasofya-i
Bu âteş ile hâlimi dildâre diyeydim
kebîre naklolunup kâse-i hoşgüvâr-ı ömr-i azîz ile
II -
siyr ü dîde-i merâmı dîden-i kâmile karîr olmadın he
— Beyit —
nüz nahl-i vücûdu müsemmer-i leyâl-i âmâli mukammer
Gürünce rûy ü hatt u zülfüni zanneyledim ey dil
olacak zamanda peder i muhteremleri dîdedûz-i kadr ü
Gül ü sünbül, açıldı nevbahâr-ı dilküşâ oldı
rif’atleri ve nigerân.ı mürüvvetleri iken ıiıı^ı
rihletgâh-ı dünyâdan intikal idüp sene 1110 (M. 1698)
Bibliyografya ■
. sim.
Türk Şairleri
Ah. 368
A h m e d Yesevî — Hoca Ahmed Yesevî’ye bak. Dil su bigi kapuna gitdi revan hâk olmağa
 hm ed ( ) 840— 1436 da yazılan Mecnıuatünne- Şevkin odından yele varalı bu gönlüm evi
zair'de “Ahmed birâder.i Köylüce,, serlevhasiyle bir Kametin vasfın sabâ zikr itse serv eyler simâ’
kaç manzume kayıdlıdır. (918 — 1512) de vücude getiri Raks urur lâbüd Hudâvendgâr anılsa Mevlevi
len Camiunnezair’de ise yalnız Ahmed başlıklı 6 man Râ kaşın kim dembedem ey nûr-i aynım mâh-ı nev
zumeye tesadüf edilmektedir. Tarihî büyük kıymetleri Ola şems ü tâli’ üstünde hilâlin pertevi
olan bu iki mecmuada Köylüce'nin de bazı şiirleri görü- Alımed’i Mecnûn iderse Leyli.-i zülfün ne tan
liyor (Köyliice'ye bakınız). K oldı sen Şîrin lebe Ferhâd âlem husrevi
Ahmed mahlâsıyle manzumeler yazan bu şairin tez
— IV -
kirelerde mevzubahsedilmediğine bakılırsa XV inci
asırda veya biraz daha evvel yaşadığı tahmin olunabilir. Verbimiş âşıkına yârselâm
Aşıkane bir eda ile muvaffakiyetli gazeller vücude ge f.l/'Vlj fcfej
tiren Ahm ed’in Camiunnezaiı’de kayıdlı olan gazellerini Can gerek bu selâme şükrâne
örnek olarak alıyorum : Dil ü câne hayat virür bu selâm
Âyet-i Nûr’dur ve sûre-i Feth
Bana ol yârdan gelen peygam
Ey âftâb-ı tal’atına bende mihr ü mâh Şem’ gibi anın firâkından
Vey mâhtâb gün yüzün önünde hâk-i râh Yanaram od u su içinde müdâm
Hasretde gözyaşı nitekim oldı germ ıû Giceler uyku gelmedi gözüme
Sengin dilüni idemedi germ âh âh Beni andan ayıralı eyyâm
Ma’mûr kıl gönülleri adlile kiaı mülûk Yokdürür tende andan ayru karâr
Mülki müsellem idemez olmayıcak sipâh Ne hod ansıız bu can kılur ârâm
Düşdüm ayağa olalı sergeşte hecrile Ahmeda yan bu ışk odına ki şem’
Vasi ile tut eliimi ki tutsun elin İlâh Nûrı olmaz yakılmayınca tamâm
A ğ alnunı gözümden irağ itdi bîsebeb
Olsun rakibinin yüzi bahtım gibi siyâh — V —
Kılmak nazar günâh ise gül yüzüne şehâ
Olsun hemîşe yaşlu gözüm garka-i günâh Hecrin ile çok yamandır kim giriftâr olmuşam
Her yire kim kadem basasın lûtfile gerek Mihnet ile âşinâ vü deıd ile yâr olmuşam
Ashâb-ı vecde haşredeğin ola secdegâh Zülfünün dâmına bir dem bulmadı bu dil küşâd
Işkun kıtâli geldi vü sabr oldı münhezim Bu belâ bendine ben kanden giriftâr olmuşam
Bir memlekette fitne olur olsa iki şâh Işk meydânı içinde oynayalı başımı
Ahmed kemine benden olubdur kabül kıl Derd-i serden kurtulub şâd ü sebükbâr olmuşam
Çün eşiğindir iki cihanda ana penâh Gerçi ışkun odına düşelden işimdir figan
Ney gibi ışkunda bir dem sanma bîzâr olmuşam
- II ~ ~
Pertev i nûr-i tecellîde ko yansun cân ü dil
Ey subh-i ruhin matla’ı envâr-ı İlâhî Var Ahnıed ben bugün müştâk-ı dîdâr olmuşam
Hüsnün güni dîvâne kılur mihrile mâhi
Devlet güneşi doğmaya başuma ne tan kim — VI —
Gam gicesi zülfün gibidir nâmütenâhî
Dil mahzen-i ışkundur anı deldiği gamzen Gönce lebin tarâvet-i beıg-i semen tutar
Uğrıdır umar ki ola gencîne-i şâhî Lülû dişin letâfet-i dürr-i aden tutar
ı/
Meh hirmenine od uralı mihr-i cemâlin Hüsnün arûsun itdi yine galiye nesîm
Yırtub yakasın çerh yere urdı külâhi Zülfün ki anberînine müşg-i Huten tutar
Şem’.i ruhidir ışk tarîkında delîlim Hattın hayâli kim gözümi tutdı gûyyâ
Gönlüm şeb-i zülfünde bulursa nola râhi Ab-ı revan kenârını berg-i semen tutar
Ahmed yüzüne karşu figan itme sakın kim Zülfün ki bâğbânıdüıür hüsn bâğının
Gül hirmenini yile virür bülbülün âhi Ucunda deste deste gül-i nesteren tutar
Zülfün neyiçün ola perişan benim gibi
— III — ~ Çün dâyim elde gül gibi sîb-i zekan tutar
Bâd-i âhımdan emîn olmağa hüsnün pertevi Yâkut dürfeşânına öygünmeğe müdâm
Dâmenin gerdi yüzün şem’ine zülfün şebrevi Gönce dehân içinde akîk-ı Yemen tutar
Bu ne hikmetdir habîbim k-öldürür lâ’lin beni İki cihan ferahlığıdır Ahmed'ç. gamın
Dere iken dürcünde enfâs-ı nesîm-i Îsevî Şâdîye irmesün anı her kim hazen tutar'
Türk Şairleri
369 ..... ............ ................. - . -- --------- _ ■ - Ah.
A h n iîd î ( Gîrmiyanlı ) — XIV üncü asrın çok bu sevdâ süveydâ-i kalbinde merkûz olup Kanûn-i Şifâ
meşhur ve çok mühim şahsiyetlerinden olan Ahmedî, üzre anı teshil ve tekmil bâbında eczây i vücûdunu
Germiyan’lıdır. L âtifi tezkiresinde ve ondan naklen Alî' i’dâm ve izâat ve müfredât-ı i’mârını ifnâ ve imâtet
nin Künhiilâhbar’ında Şairin Sıvös’lı olarak gösterilme idersin. Ba’dehu Mevlânâ Fenârî’ye müteveccih olup
si tamamiyle yanlıştır. Bu hususta en doğru malûmatı fâtiha i müddet-i ömründen hâtimeye varıncaya değin
Şakayık'ta buluyoruz. Haşatı Çelebi tezkiresinde de tavzih i usûl-i meşıû’ ve menkul ve Telvîh ü tenkih-i
şunları söyliyor : fürû’-i mesmû’ ve ma’kul eyleyüp kemâlât-ı ilmiyye ve
“ Lâtîfî tezkiresinde Sıvastandır dimiş. Lâkin Mer ameliyyeyi hâvî ve melekât-ı sûriyyeyi ve ma’neviy*
hum Taşköprülüzade Şakayık’ta Sultan Murâd-ı Gazî yeyi câmi’ olursun. Senin şân-ı saâdet nişânın devlet-i
devrinde geçen ulemâdan yazup aslı vilâyet i Germi- dâreyn v_ izzet-i neş’eteyni ihtivâ eylemek mukarrer
yan’dandır dimiş. „ dir deyu hatm-i "kelâm ve itmâm-ı merâm eyledi. Fil
Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılıoğlu’nun Kütahya vaki’ şeyh-i mezbûr verâ-yi estâr-ı gaybdan süıûş-i il-
şehri adlı eserinde ise Ahm edı’nin bugün Uşak köyle hâm-ı Rabbânî’nin lisânından terceme ittüği kelâm'ı
rinden olan Sıvaslı'da doğmuş olması bir ihtimal ola fâik vâki’-i hâle mutâbık ve nüsha-i takdîıe muvafık
rak zikrediliyor. Lâtifi, belki Şairin Sıvash’da doğduğu oldu. Bu üç fâzılın ahvâlleri t s ^ d* mazmûnu üze
na dair bir kayıd görmüş ve bu yeri Sivas ile karıştır re tefe’ül olunduğu gibi vuku’ buldu. »
dığından dolayı hata etmiştir. Sehî Tezkiresinde de şu kayıd vardır :
Tabakatı Hanefiye’de İbni Arapşah’tan naklen Abdül- «... Her gâh Mîr Süleyman Şeyhî ile müşâareler
kadir’in,£.s/ö/’ta Faik Reşad’ın, Osmaıılı müellifleri'nde iftirüp eş’âr didirdir idi. Anın ibıâmı ve ikdamı ile
Bursalı 'Yahu'm, Amasya tarihi’nde de Bay Hüseyin Hüsa- Mevlânâ Ahmedî şuğulden ferâgat ve ulûm mebâhisin-
meddin’in onu Amasyalı olarak göstermeleri de yanlış den berâet gösterüp tarîkten çıkup şi’re heves idüp
olsa gerektir.
buhûr-i nazma destres buldu. Eğer öyle olmasaydı
Bursalı Tahir, Ahm edî’den “ Tacüddin İbrahim bin
Molla Sa'düddin ve Seyyid Şerif hazretleri gibi bir
Hızır „ başlığıyla bahsediyor. Bay İsmail Hakkı ise
molla olurdu deyu rivâyet iderler . . . »
« Babasının adı İbrahim olup kendi lâkabı Tacüddin’-
Ahmedî bütün gayretini manzum eserler vücude ge
dir » diyor.
tirmeğe hasretti. Mısır’dan memleketine dönünce Geı-
Elde mevcud kayıdlardan anlaşılıyor ki Ahmedî,
miyan beyinin iltifatlarını göımüştü. Or.a bir takım
genç yaşında âlim olmak için var kuvvetiyle çalışmış
kasideler sundu. Bu manzumelerden hiç biri bugün
tır. İlk tahsilini kendi memleketinde yapan şair, bilâ.
elimizde mevcud değildir. Fakat şair A hm edî’nin ken
hire Mısır’a gitmiş, ve oranın meşhur âlimlerinden is
di doğduğu yerde Emîr olan bir adama kaside yazma-
tifade etmiştir. Tarihî menbalar, bilhassa icazetname
ması imkânsızdır. Netekim Şakayık tercümesinde şu
aldığı Hidaye şarihi Şeyh Ekmel'dtn müstefid oldu
kay-ıdlara tesadüf olunuyor :
ğunu kaydediyorlar.
« Mevlânâ Ahmedî diyâr-ı Mısır’dan vatan-ı asîl ve
Sehî’de, Şakayık’ta ve bunlardan naklen diğer menba-
mevlid-i cezîline avdet eyledikte Germiyan oğluyla
lardaAhmedî’nin bilâhire ilimden feragat ederek şairliğe
musâhabet idüp ana hâce oldu. Mîr-i mezbûr eş’âr ve
sülük ettiği kayıdlıdır. Onun hakkında şöyle bir menka-
ebyâta râğıb olmağın Mevlânâ Ahmedî dahi ol semte
beyede tesadüf ediyoruz ( Şakayık tercümesi S. 70 ) :
hadden ziyâde rağbet eyledi. »
«... Mevlânâ Ahmedî Mevlânâ Fenâıî ile ve H a
Demek oluyor ki İstanbul kütüphanelerinde bulu
cı Paşa ile Kahire-i Mısır’da bir gün üçü meşâyih-i
nan divanlara, ozamanın siyaseti icabı, bu kasideler
söfiyyeden bir ârif-i esrâr esmâr-ı gaybiyye-i lâraybiy-
alınmamıştır. Veyahud bizzat Şair önce Geımiyan be
yenin nüzhetserây-i halvetine dâhil olup istikmâl-i ke
yine sunduğu kasidelerin bazı yerlerini değiştirerek
mâl ve istihşâl-i hüsn-i hâl içün duâ istimdâd eylediler.
Emîr Süleyman’a ve Çelebi Mehmed’e tekrar sunmuş
Şeyh hazretleri bunların âyîne-i ahvâl-i ferhunde me-
tur.
âllerine nazar eyleyüp Mevlânâ Ahm edî’ye hitâben
Ahm edî’nin bilâhire Yıldırım Bayezid'ı de kaside
mısrâ’-ı kelâmı bu bâbdan feth eyledi ki matla ’-1 ömr-i
nâzenîninden makta’ına değin hâme-i bedâyi’ nigârın leriyle medhettiği muhakkaktır. Bu kasideler de eli
garîk-ı bihâr-ı efkâr-ı sanâyi’-i âsâr ve IV!ânî-i nukuş-i mizde mevcud değildir. Fakat bunların da yukarıda
eş’âr-ı bedâyi’-i eş’âr olup cenâb-ı ni’melmeâbın san’- söylediğimiz veçhile divana alınmadığı veya Memduh-
at-ı şiirde ferd-i kâmil ve bahr-i vâfirşâmil olur. Cüm- tan bahseden beyitlerinin değiştirildiği tahmin olunabilir.
le-i ezmânını muhassenât ı bedîiyye ile pîrâste efkâr İskendernaıııe'nin Bayezid’e takdim edildiğini ise katiyetle
ve hayâlâta sarf idüp mukatta’ât-ı evkatını bu vech
biliyoruz.
üzre taktî’ idersin ve dahi Hacı Paşa Hazretlerine
Elde mevcud manbalar, İskendeıname’nin Emir Sü
nazar idüp kanûn-i kelâma da bü perdeden âgaz eyle
di ki ba’z.ı ârıza sebebiyle ilm-i tıbbın ölümlüsü olup leyman’a verildiğini söyliyorlaısa da tamamile yanlış
müddet i ömründe anın tahsîli derdine mübtelâ olursun tır. Hattâ İskendername’nin makbule geçmediği hak-
24
Türk Şairleri
Âh. '■gı>».ınufi:ı 'M
kındaki rivayetin de doğruluğuna pek o kadar itimad ğüittüz bilelüm. Ammâ bu ortada artuk eksik söylen-
edilemez. L âtifi bu hususta şunları söylîyor: meyüp takvîm i sahîh-i sarîh ile takvîme râzı olalım
“ Murad Hân-ı gazî devrinde boy beğlerinden Mîr deyu mülâtafa eyledi. Mevlânâ Ahmedî her kişinin ser-
Süleymân’ın mâdih ve vâsıfı ve ol asrın şâir i pür maâ tâpâ ahvâline nâzır olup her kesin kadr ü bahâsına
rifi idi. İskendernâme’yi mezbûıun râmır.a dimiştir. Ve göre bir mikdar bahâ takvîm itmekte alup viımekte
ilm-i zâhir ve bâtında âfâk u enfüsü teşbîh ve temsîl ve kesüp biçmekte iken Emîr Tîmûr bu eksiklüyi as-
ile hendese ve hey’etten ve ilm-i nücûm ve hikmetten hâb-ı meclisten add idüp artırmayup beni dahi bu or
çok maânî ve maârif haıc ü dere itmiştir. Ammâ naz tada takvîm eyleyiniz deyicek Mevlânâ Ahmedî ana
mında ol kadar zarâfet ve elfâz ü edâsında çendan le- seksen akçe kıymet ta’yîn eyledi. Mîr-i mezbûr Mevlâ
tâfet yoktur. Rivâyet iderler ki kitâb'i mezbûru mez nâ-yi mezkûre bu hususda adi üzre takvîm itmeyüp
kûr diyüp ol asrın a’yân ve erkânına aız ittikte çen sen benim kıymetimi bilmedin. Burada eksik söyledin.
dan pesendîde görülmeyüp “ Bu güne nazm ile bir ki- Yalnız benim âzârım seksen akçe değer deyu münâka
tâbdan bir münekkahca kasîde efdal ve evlâ idi „ di- şa eyledi. Mevlânâ Ahmedî Emîr Tîmûr’dan alınmayup
mişler. O l dahi bu cevâb-ı t ’an âmîzden mecrûh-ül-bâl tiz bazarı bu vech üzre cevab virdi ki benim kıymet
ve şikeste hâl olup tamâm müteellim ve müteessir ve beyân ittüğüm senin âzârındır. Yohsa zât-ı şerifin sûk-i
bu harâretten zâtına bir ârıza ârız olup mizacı müte- sultânîde bir mankara değmedüği mukarrerdir didi. E-
gayyir olur. Meğer ol zamanda merhum Şeyhî ile bir mîr-i müşârünileyh bu lâtîfe-i Iâtîfeden gayetle hazz
hücrede celîs ve elif ve enîs imiş. Mâvaka’ı Şeyhî’ye idüp hammâmda bulunan cümle-i giranmâye esbabını
hikâyet ve bu makule bir kitâbdan bir pâkçe kasîde ana ihsân eyledi. „
efdal idi didiklerin rivâyet ider. Mezbûr Şeyhî dahi ol Aynı rivayet Aşık Çelebi tezkiresinde de ufak tefek
gice Ahmedî adına hasbıhâle münâsib bir muhayyel bazı farklarla mevzubahs edilmektedir. Bay İsmail Hak
kasîde peydâ kılur ve yarındası Mevlânâ Ahmedî ol kı diyor ki ( Kütahya şehri ) :
kasîde-i yekşebeyi alup erkâna gelür. A ’yâna arz ittik « Timurleng ile A hm edî arasında geçen ve yanlış
te a’yân im’ân ı nazarla mütâlâa kıluılar. Gördüler ki olarak Nasraddiıı Hoca'ya isnad olunan meşhur tuta
ebyât-ı kasîde ile nazm-ı kitâbın ol kadar münâsebeti yani peştamal hikâyesinin Kütahya'nın Kemer hama
ve elfâz u maânîde çendan müşabeheti yok. Tebessüm mında cereyan ettiği Kütahyaiılarca mütevater olarak
idüp “ Mevlânâ Ahmedî bu kasîde senin ise ol kitab söylenir. „
senin değildir. Ve eğer kitâb senin ise kasîde senin Maamafih, bu husustaki rivayetin bolluğuna rağmen,
değildir „ diyüp miyanlarında çendan tefâvüt-i fâhiş bu hamam hikâyesinin bir efsaneden başka bir şey
yok iken iki suhanverin kelimâtın bir birinden fark olmadığını ve Ahm edî’nin Timurleng’e karşı böyle bir
idüp temyîz itmişler . . . » lâtife yapmağa cesaret edemeyeceğini kuvvetle söy
İskendername’nin Germiyan oğlu Siileyma/ı Şah leyebiliriz.
Ahmedî bilâhire Yıldırım’ın oğlu Süleyman Çelebi'ye
namına yazıldığına dair mevcud olan rivayet te tama-
intisab etti. Ona da bir takım kasideler takdim etti.
miyle yanlıştır.
Şakayık tercümesinde şöyle bir kayıd görüliyor:
Ahmedî, daha sonra Timurleng ile tanıştı. Onun da
“ Ahmedî merhûm Sultan Yıldırım Bayezid Han ev-
takdirlerine mazhar oluyoıdu. Âşık Çelebi diyor k i:
lâd-ı emcâdından Süleyman Çelebi ile kaıîn olup şi’re
« Timurlenk ¡r/-' ¡r/-1 û* ^ mûcibince pâ-
hüsn-i iltifâtları dâiyesiyle nâm ı şeriflerine Iskender-
yitaht-ı saltanata kadem basup diyâr-ı Rûm’a geldikte
nâme nâm mesnevî kitâbı nazm idüp anın içinde ilm-i
Amasya'da Ahmedî Timur’a kasîde virüp aız-ı ihlâs
hendeseden ve ilm-i hikmet ve ilm-i tıbdan çok nesne
ve mütâbaat ider. Timur dahi Ahm edî’nin sohbetine
dere eyledi. Mîr-i mezbûrun nâmına bîhadd ü bî şü-
rağbet ider. »
mâr kasâid-i nâmdâr ve eş’âr-ı i’câz şiâr nazm idüp
Şakayık’ta şöyle bir fıkra da kayıdhdır:
mükemmel dîvân tertîb eyledi. »
“ Fâzıl-ı mezbûrun nevâdir-i letâifindendir ki Emîr
Halbuki Taşköprülüzade’nin dediği gibi İskender»
Tîmûr-i bedfercâm diyâr-ı Rûm’a geldikte Mevlânâ-yi
nâme Emir Süleyman’a değil1, Yıldırım Bayezid’e tak
mûmâileyhin musâhabetinden zevk idüp şîrîn ve şekke-
dim edilmiştir. Şair belki divanını bir- hattata yazdıra
rin kelimâtından lezzet almağın anınla şîr ü şekker gi
rak Emîre takdim etmiştir. Esasen onun Emir Süleyman
bi imtizâc idüp harîm.i harem.i muhteremlerine m ah
ile çok samimî olduğunu ve hükümdarla birlikte gece
rem idindi. Bu esnâda bir gün Emîr Tîmûr ile hammâ.
gündüz işret ettiğini Düstûrnâme’deki şu beyitlerden
ma varup letâif ve zaıâif söylenmeğe âgaz olundukta
de öğrenmekteyiz :
Emîr-i mezbûr Mevlânâ A hm edî’ye hilâb eyledi ki huz-
M ir S üle ym an d ü n ü g ün sohbet ider
zâr-ı meclisten her kişinin hakkında bir bahâ biçüp nu- A h m s d î’yle dem bedem işret ider
kud.i ahvâl ve arûz-i âmâline göre kıymet beyân eyle A h m e d î dervişti b ay eyledi Şâh
ki mikdârımız ma’lûm olup her birimiz ne kumaş idü- O ld ı m uhtaç ana cüm le ehl-i câh
Türk Şairleri
Âh.
TervîhıllerVah adlı manzum eserini de Emîr Süleyman matlalı bir gazeline ( 840 — 1436 ) da yazılan Mecmu-
namına yazdığını biliyoruz. alüıınCzair'de onun da bir naziresi kayıdlıdır (No : 21).
Emir Süleyman ( 813 — 1410 ) da katledilmişti. Camiunnezair'dz de Oiilşehrtye yazılmış bir nazire*
Ahmedî, onun hakkında brr mersiye kaleme aldı. Bil - si görülmektedir. Onun Divanında da bu kıymetli şairden
âhire Çelebi Mehmed'e iltica etti. Onun namına da bir bahsettiğini görüyoruz.
Ahmedî’nin Tasavvufa karşı derin bir temayülü var
hayli kaside tertib etti. Fakat bu manzumelerin yazıl
dır. Bu cihetle Yunus Emre ve Âşık Paşa gibi şairleri
dığı zaman şair çok ihtiyarlamış bulunuyordu. Seksen
de tanzir etmiştir. Camiunnezair’de kayıdlı olanları
yaşını geçkin olduğu halde vefat etti.
naklediyorum :
Şakayık onun ( 815 — 1412 ) yılında Amasya’da
vefat ettiğini kaydediyor. İslâm ansiklopedisinde de A- Yunus Emre :
D üşm işem elden ayağa şâh u sultânım tııeded
masya’da öldüğü mukayyeddir. Aynı eserde şairin 1335
D ertlü y e m g e ld ü m k a p u n a derde d e rm ân ım mede
veya 1336 da doğduğu, 1413 te de öldüğü zikredil
mektedir. Bursalı Tahir de “ Amasya’da vefat eyle- Ahmedî :
diyse de kabri ma’lûm değildir „ diyor ( Osm. ) . Bay F ü rk a tin in hirk atin d e n yak ılu r canını ıııeded
İsmail Hakkı ise “ 815 — 1412 „ senesinde seksen ya H asretinin m ih n e tin d e n kurur uş kanım nıedcd
Ahm edî’nin hakikî şahsiyetini gösterecek mahiyette T a m âm et oldı b u âlem şoluk saat feyelcûn
değildir. A h m e d î:
Seki, İskendernâme’ye büyük bir kıymet atfedi Bu i’tib âr ile kim nakşbend-i K ü n fe y e kûn
yor. Buna mukabil Lâtifi, bunun muvaffakiyetli bir eser Bu ya p ra k üzre nice y a zd ı nakş-ı g û n â g û n
olmadığını ileri sürüyor. Ali ise Ahmedî’yi manasız şiirler
Ahm edî’nin muasırlarından bazılarına da nazireler
yazmakla boş vakit geçirmiş bir adam deye tanıtıyor.
yazdığı muhakkaktır. Gene Camiunnezaiı’den onun
Görüliyor ki esassız olan bu hükümler yanlış ve hak
NesimVyi tanzir ettiğini anlıyoruz. Bunlardan bir ka
sız olarak verilmiştir.
çını yazıyorum :
Ahm edî’nin kudretli bir şair olduğu muhakkaktır.
Şair, gerçi İskendernâme’sinde teknik itibariyle büyük Nesimi :
bir muvaffakiyet gösterememiştir. Ve divanına nazaran D üşiirm iş a n b ^rin zü lfü n h ü m ây u n gölgesin aye
T aâlâllah z ih î sünbül T a âlâllalı z ih î sâye
bu mesnevî geridir. Fakat düşünmelidir ki o zamana
kadar bu sahada Türkçe muntazam bir örnek yoktur. Ahmedî :
Benefşe saçların salmış giil-i ter üstüne sâye
Mevzu işlenmemiştir. Tahkiye tarzı pek yenidir. Şair
G ö n ü l lıayrân ü zâr olıııış şu reyhân-ı semensâye
ancak şahsî gayretiyle bu yolda bir eser vücude ge
tirmiştir. Ve ilk manzum Osmanlı vakayinamesi bu e- Nesi mî :
Y ü z ü n i bänden n ih ân itm ek dilersen itm e gil
serin bir kısmıdır. Halbuki kaside ve gazel vadisi böy
G ö zle rim yaşın revân itmek dilersen itm egil
le değildir. Ahm edî’den evvel bir çoklan bu sahada
çalışmıştır. Ve şairin yaşadığı devir, divan edebiyatının ol A h m e d î:
G a m z e n in söziyle kan itmek dilesen itm egil
dukça mütekâmil bir devridir. Şair bir çok Türkçe di
Z ulm e u y u b kasd-ı cân itm ek dilersen itm e g il
van okumuş, önce bu örneklere göre şiirler yazmış ve
N esim î:
nihayet olgun eserlerini vermiştir. Ahm edî’nin divanı Y ü z ü n berg-i gül-i terdiir gül-i ter
rak Oülşe/ırî, Şeyhoğlu gibi muktedir şairleri ör A ceb b u leb m id ü r yâ şehd ii şekker
nek ittihaz ettiğini görüyoruz. Hoca Dehhanî’nin : S eyf i Serayı, Hasanoğlu, Ahmed D âî gibi şa
Aceb b u m ih n e tin p â y â n ı yok m ı irler tarafından yazılan meşhur gazeller tarzında A h
Y a bu sabr itm e n in u ra n ı yok m ı medî’nin de şöyle bir manzumesine rastlıyoruz :
Türk Şairleri
Ah. ____________________ ____ ________ __________________ _ ____— _____________ ____ ____________________ s n
Ç ü n k i A ttâ r ’ın sözi o ld ı tam âm fazla mikdarda şarap içen Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir
A h m e d î’ye d üşdi nevbet ey h ü m ân ı Süleyman’a sunulmuştur. Kitabın muhtelif yerlerinde
D in le a n u n d a h i b ir dem sözün i
de şarabın menfaatleri mevzubahs edilmektedir. Şair
N ice kul itm iş b u y o ld a ö z ü n i
kitabın bir kaç yerinde de Emir Süleyman’ın adını sa
Huşeçîn-i hirmen-i A ttâr o lu b
Y o la d üşm iş nâzım -ı Esrâr o lu b rahatle söyliyor.
Fârisiden T ürkçe k ılm ış terceme Tervîhulervah’ın sonunda ise şu beyitlere tesadüf
Y â d g â r o lm a g iç ü n her enceme olunuyor :
R u h u n a şeyhin kıluben i’tim âd
Brusa kavm i kim a n la rd a îm an
E y le d ü m A lla h ’ı hem ol dem de yâd
Adîm -üz-zâtdır zî ehl-i küfran
H em Resûl’ün ru h u n a y üz bin selâm
K am u İblîs b ig i H ak’ka tâg î
Ç â r y â r ’ilen kam u k ıld u m ta m âm
R e sû l’e hem ü lü le m rin e yâg î
Ne a n ların b irin d e m a ’rifet var
1752 beyitten ibaret olan Esrarname tercümesinin
Ne birind- âd em îlikd en sıfat var
İstanbul kütüphanelerinde bazı yazmalarına tesadüf O a r îb î hasm u şehrîye m u h â lif
edilir ( Meselâ bakınız : Tpk. Bg. K. No : 400 ) . H asedle kibr anlara vezâyif
de de birer nüshası mevcuddur. Bursalı Tahir, bu eseri Kişi kim miilk-i O s m a n ’dan ola ol
VII — Kaside i Sarsarı şerhî: Bu eser hakkın Ademden altı günde itti îcâd
da Şakayık tercümesinde şu malûmat kayıdlıdır : Bir emr ile dokuz eyvân-ı mînâ
« Kasîde-i Sarsan ki hurûf-i hecâ adedince yirmi Anın zâtı nekayisden münezzeh
Anın vasfı nekayızdan müberrâ
dokuz beyittir. Ve her beyti eksiksiz huıûf-i hecânın
Serâser ayba anın afvı settâr
cümlesini mutazammindir. Ol kasideyi tahkîkat-ı müfî- Cemî’-i gayba anın ilmi bînâ
de-i nâfia ve tedkîkat-ı sütûde-i câmi’a ile şerh eyledi.» Anın fikrinde vâlih fehm-i ziyrek
Ahmedî’nin bazı manzumelerini örnek olarak alı Anın zikrinde dâim akl-ı ednâ
yorum : Ne cevherdür ne cism ü ne arazdur
Ne sûretdür ne hâl ü ne heyûlâ
- I - Anın zikrine ihlâs ile meşgul
Serâdan her ne kim var tâ süreyyâ
— T evhid —
Anın birliğine virür şehâdet
Diyedurur dil ü can «MUiy Serâser âferîniş zîr ü bâlâ
Doludur iki cihan lâilâheillâllah Kim itdi yili yir yüzine ferrâş
İşit ki nice ider zerre zerre her mevcûd Kim itdi bâga bulutları sakka
Yir ile gökde iyân lâilâheillâllah Kamışdan kim düzetdi nûş-i dârû
Külah içindeki sem’ider ü basaıdağı nûr Dikenden kim bitürdi tâze hurmâ
Dahi tamardaki kan Lâilâheillâllah Kim itdi nerkisin gözin mükehhal
Beka-i cins-i cemâd oldı vü nebât dahi Kim itdi lâlenin yüzini hamrâ
Hayât.ı her hayevan Lâilâheillâllah Benefşe zülfüni kim itdi müşgin
Bu yirde vahşün üni oldı vü hevâda kuşun Gülün ruhsârını kim kıldı ra’nâ
Nice k-ider tayeran Lâilâheillâllah Çemen ferşini kim itdi mutavves
Olur sarîr-i kalem yazudâ nice kim olur Ağaçlar hüllesin kim kıldı hadrâ
O h atsa savt-ı keman Lâilâheillâllah Diriden ölüyi kim kıldı zâhir
İşit ki süsen ile lâleye değin eydür Ölüden diriyi kim kıldı peydâ
Nirede varsa zeban Lâilâheillâllah Giceden gündüzi kim itdi rûşen
Bahârda varak-ı gül yazılıdur nitekim Yazı kışdan kim eyledi hüveydâ
Mizâc-ı âb-ı revan Lâilâheillâllah Kim^_itdi sahreden yâkut-i ahmer
Diyedurur işidüb anlarisen ebr-i bahâr Kim itdi katreden lülû-yi lâlâ
Niteki bâd-i hazan Lâilâheillâllah Kim itdi âlemin tertibin ibdâ’
Sipihr ü encüme bahgıl ki doldı şem’ bigi Kim itdi âdemin terkibin icıâ
Bu kamu nûr u duhan Lâilâheillâllah Hudâvend i cihan kim kudretinden
Zihî nidâ-yi mubârek ki dolıdur andan Yir ü gök oldı vü arş-ı muallâ
Cem î’-i kevn ü mekân Lâilâheillâllah Ol itdi canları tevhide vâkıf
Gerek mi vahdete hüccet dahi çü dolmışdür Ol itdi dilleri tesbîhe gûyâ
Kamu zemîn ü zaman Lâilâheillâllah Anın lûtfı virür buluda idrâr
Ne söz ki söylene her bir lûgatda ma’nîsi Anın suyundan olur çeşme icrâ
Bilesin oldı heman Lâilâheillâllah Kelîm’e viren oldur tis’a âyât
Niteki mescid ü mihrâb dolıdur key işit Mesih’e iden ol ta’lîm-i ihyâ
Künişt ü deyr-i mugan Lâilâheillâllah Hemîşe lûtf-ı mersûmı müretteb
Cemî’-i âlem-i gayb ü şehâdet eydüıler Müdâm in’âmınm hânı müheyyâ
Uş âşikâr ü nihan Lâilâheillâllah Hudâvendâ günehkârım velîkin
Yir ile gökde görinür iken yakin vahdet Senin afvını iderim temennâ
Kalur mı dahi güman Lâilâheillâllah Benim cürmüm senin afvın katında
Dilüni Lâ’yile İllâ’ya âdet it k-oldı Nedür bir katredür der heft deryâ
Belâdan emn ü aman Lâilâheillâllah İlâhî rahmetini mûnis itgil
Hayât-ı can gerek unutma zikrin Allah’ın Bana şol dem ki kalam zâr ü tenhâ
Ki oldı canlara can Lâilâheillâllah Gözüm gayre nazar kıldıysa afv it
Şehâdetüni cenânile ıâst it k-oldı Bu ter dâmen siyeh dilden Hudâyâ
Kilîd i bâb-ı cinan Lâilâheillâllah Hudâvendâ sen it zahmuma merhem
Dilünde eyle revan zikrini Hak’ın k-oldı İlâhî derdime sen kıl müdâvâ
Safâ yi rûh u revan Lâilâheillâllah Senin ışkunladur yâ Rab bilürsin
İşitdi Almedi'n in rûh-i kuds tehlîlin Bu masnûâta itdüğim temâşâ
Didi ki sihr-i beyan Lâilâheillâllah Yüregüme sen urdun bunca âteş
Kodum feleklerin üstine rütbetile kadem Başuma sen getürdün bunca sevdâ
Diyeli dest feşan Lâilâheillâllah Eğer âşık u ger ma’şûk sensin
— II _ Niçündür ara yirde bunca gavga
Niyâzm Ahmedî arz idecekdi
— Kaside-i tevhîd —
Kapundan ola mı mahrûm hâşâ
Zi san’atlar k-ider lûtfiyle peydâ Benim nefsim bu tab’ âlâyişinden
Cihandadır taâlâllah taâlâ Halâs it fazlın ile iy tevânâ
Türk şairleri
Gidergil benliğin jengini benden Sebze içinde nazar eyleyene nüzhet içün
Ki gönlüm gözgüsi ola musaffa Yıldırar şöyle ki bu gökdeki ahter nerkis
Heyûlâ dûzahından beni kurtar Şekl i hey’etde nedür çetr-i Feridun lâle
K-ola fazlın ile ayşım müheyyâ Vaz’-ı sûretde nedür tâc-ı Skender nerkis
Senin Rıdvân’ını ister bu gönlüm Gül ü hem lâle müverred ferahiyle i aceb
Ne sebebdendürür olduğı müza’fer nerkis
Ne cennet ravzasın diler ne havra
Tâze vü zinde dil ü hurrem ü handan ruhdur
_ III _
Odın içinde meğer oldı semender nerkis
— M u tasavv ıfan e — Kibr idüb feleke başım indürmediği
Geydügiyiçün ola tâc-ı müzevver nerkis
Her kişi kim diler ana rûşen ola keşf-i zât Meclisinde gülün uş almış eline def-i zer
Şart oldur kim ide ol kendüzin mahv-i sıfât Ohıya bülbül ile hoş gazeli ter nerkis
Bulmayınca âyine kamu küdûretden safâ Benzeye gözlerüne senin i dilber nerkis
Mürtesem olub görünmez anda eşkâl-i zevat Ger kemankeş ola vü mest ü dilâver nerkis
Kuds halvetgâhına mahrem olan ol kişidür Gerçi mestânedür ü hûb u hoş u ıa ’nâdur
Kim görinmeye gözine zerrece bu kâyinât Hâşe kim ola gözünile berâber nerkis
Tûti bigi ölmeden öl kim kafesden kurtulub Hîç gülzârın içinde gözünün şivesine
Bulasın firdevs gülzârında câvîzan hayât Bitmedi bitmeyiser bir dahi nevber nerkis
Âlem i kudse nice pervâz urıben irişe Kaldı hayran saçuna şöyle ki reyhan sünbül
Bulmayınca mürg-i can kayd ı heyûlâdan necât Oldı fitne gözüne şöyle ki abher nerkis
Rişte-i tevhîd bir kat olıcak muhkem olur Olmasa gözlerünün işvesine vâlih ü zâr
Durış itmesün anı nefsün hevâsı iki kat Rencile olmayadı böyle muasfer nerkis
Lâilâh’ı kayd itdünise İllâllah ile Diler imiş ki teşebbüh ide fitne gözüne
Sür gönülden gayrı kim ol Lâ sana olmaya Lât Bî basardurur ider da’vi i münker nerkis
İkilikle bahma kim birliğe oldılar şühûd Yüzüne ne aceb oldiysa gözün âıâyiş
Öç mevâiîd u dokuz atayile dört ümmehât Kim olur bâg u gülistanlara zîver nerkis
Dsvlet-i uk'oâ gerekse dünyede eyle taleb Gözüm içinde makam itdi hayâli gözünün
Zulmet içinde bulınur çeşme-i âb-ı hayât Su ahan yirde olur tâze vü hoş ter nerkis
Kendü nefsün mülkine tedbir it ko her kişi Abherin gözlerünün gördi hayâlin düşde
Nitse itsün ger haberde ohıdunsa Küllü ş â t(i) Rûşen ol kim bu sebebdendürür ahver nerkis
Nefs kâmil olıcak cismün fenâsından ne bâk Uyhudan kaldı gözün işkile bu oldı sebeb
Ne gam üstâza ki hâzık ola smursa edât Yerekan illetine düşdüği ekser nerkis
Mülk-i ukbâyı taleb it k-andadur izz -i ebed Hasretinden olur ecvef gibi mu’tel-lül-ayn
Gırre olma dünyi câhına k-ana yohdur sebât Gözlerün nüshasın itdükce muharrer nerkis
Ömr bâgın sebze görüb tekye itmegil ana Dürr ü zerden urınur tâc k-ola lâle bigi
Ne vefâ bulasın andan k-ana lâzımdur vefât Melik i memlekete cânile çâker nerkis
Emn dilersen bu hâkî menzili terk eylegil Mîr Sültnan şeh-i kişver k- ayağı toprağına
Kim anâsır âlemi dâyim doludur hâdisât İrüb oldı zer ü sîmile tevanger nerkis
Şehsüvâr olub yüriyen dün bu nat’ üzre bu gün Gerçi bîbârdürür serv bigi emr itsen
Gör ki kem mansûbeyile nice olur şâh mât Hâr ü ney bigi bitüre gül ü şekker nerkis
Şeş cihetle çâr erkân oldı rûha habsgâh Ger himâyet idesin bâga budur rûşen kim
Bir yir iste k-ar.da ne erkân var ne hod cihât Müşteri ola gül ii zühre-i ezher nerkis
Anladunise bu sözler k-Ahnıedl eydür sana Ger inâyet nazarın ider isen bir lâhze
Ucdan uca ma’ni-i âyâtdur u beyyinât Ola serverlerin a’yânma server nerkis
Her kişi sözde mukabil nice oliser ana Hasmunun cânmadur çekdüği hançer süsen
Şahm-ı hanzalda kaçan bulıniser ta’m-ı nebât Düşmenün kasdınadur geydüği miğfer nerkis
Key tefekkür eyle kim hergiz berâber olmaya Gözüni çeşme-i hurşîd bigi rûşen ide
Bû A lî’nin hikmetine sözün iden türrehât Kıls-işiğin(l) tozum sürme i ağber nerkis
Getürür kahrının i’sârıyile âb âteş
— IV - Bitürür lûtfunun âsârile âzer nerkis
— E m îr S ü le y m a n ’a K a sid e — Hulkunun râyihasın aldı sabâdan bir dem
Subhdem aldı eline kadeh-i zer nerkis Nefesin anın içün itdi muanber nerkis
Nola mahmûrdürür açdıse sâgar nerkis Bahtına ger sığınub tîğ ala süsenden
Toprağa dökdi ne kim nakdi var ise zer ü sîm Düşmenin leşkerine ola muzaffer nerkis
Çünki nûş itdi çemende mey.i asfar nerkis Âyet-i Nur’dürür adun anı itmeğe sevâd
Virür uş necm ü şecerden görene dürlü nişan Gözinün kıldı beyâzın varak-ı zer nerkis
Şâh üstünde niçe k-ola musavver nerkis Çün çiçek gibi kenîz oldı serâperdende
Nâfe-i müşg gibi oldı mutayyeb gülzâr Lâyık ol kim urına başına efser nerkis
Micmere saldı meğer ûd ile anber nerkis Ger zer ü sîm ü eğer dürr ü eğer pîrûze
Bezmçün şâh-ı reyâhin ç ü gülistâne gelür Hâk ider varlığını yoluna yekser nerkis
Nola altundan eğer düzdise micmer nerkis Ayağın toprağına âşık olubdur ne aceb
Işk derdinden eğer oldise asfer nerkis
(1) Her ko y un kendi b a c a ğ ın d a n asılır m an a sına olan sU y
4.;-j-, d a rb ı meşeliue işaret. (1) Kılsa eşiğin yerine.
Türk Şairleri
377 Ah.
Ahmedî medhini yazdıhda anun nüshaların Kılıcının suyuna irdi âb-ı bahr meğer
Tâ ider başına mushaf big- anı her nerkis Ki oldı âyine vâr anda her keran rûşen
Bu nice ravzadürür k-oldı lebâleb lâle Siper yire sala lâle misâl çünkim ola
Bu nice bâğdürür k-oldı serâser nerkis Gözine düşmenin ol tîg u ol sinan rûşen
Ayşınun yüzini Hak gül bigi itsün tâze Ne âstandürür ol devlet âşiyan kim ider
Niçe kim arza ide gözlere manzar nerkis Gözine encümün ol hâk-i âstan rûşen
Nicesi münkir olur hâsm sana göıir iken
— V - Yüzünde âyet-i baht-ı ebed iyan rûşen
Kişiye kim ola ol rûz kûr çün huffâş
— Ç elebi M ehm ed hakkında kaside —
Ne nef’ola gice şâh-ı sitâregân rûşen
Kapun ki hidmet içün anda cem’olur encüm
Lebinden olalı sırr-ı nihân ı can ıûşen
Olubdürür nitekim râh-ı kehkeşan rûşen
Yüzünden oldı bu hûrşîd i âsman rûşen
Kılıcının odma muhterik olur düşmen
Niçe ki râzumı cânumda kıluram pinhan
Niteki gün zuhalile ider kıran rûşen
Gözüm yaşı ider anı yegân yegân rûşen
Fesâne oldı Nerîmân ü Sâm ol demden
Yüzün ne âyinedür kim anun safâsından
Ki nusratın kılıcı oldı bîfesan rûşen
Olur ana nazar idene nakş-ı can rûşen
Senin her işde gören azmini ki hurrem ola
Diler ki fehm ide can ağzının hakikatini
Bilür ki nice olur emr-i Künfekân rûşen
Ne vehm ile ola bu nükte-i nihan rûşen
Güher sehâvetinin korhusundan oldı nihan
Gözümi ko ki yüzüne nazar ide bir dem
İdedurur bu işi râst bahr ü kân rûşen
Ki âba ebr il- olur (1) rûy-i gülsitan rûşen
Senin kemâlinin evsâf ı bînihâyetidür
Sabâ saçın kohusını irürse hâke ola
Burada acz olur özr-i medhhan rûşen
Çeıâğ-ı rûh ile eczâ-yi istühan rûşen
Bu rûznâmene yirinme Ahmedî şâd ol
Lebüni zikre getürdükde cân olur şîrin
Ki rüzgârın ide subh-i kâmran rûşen
Yüzüni yâd idicek rûh olur ıevan rûşen
Nevaht itse beni şehriyâr sözümden
Ç ü kimse bilmedi mâhiyyetini sûretinin
Aceb güneşe neden oldı bu nişan rûşen Kamu cihanda ola hûb dâstrn rûşen
Saçın nikabı yüzünden gidiceğiz görinür îde bu pîr-i cevan dil cevâb ile pîre
Ki gitdi gice vü gün oldı nâgehan rûşen Ki ne keremler ider ol şeh-i cevan rûşen
Yüzün hayâli zeban uralı yüreğimde Güneş gibi söz içinde benüm müşâıünileyh
Çerâğ u şem’ bigi olmışam zeban rûşen İder bu da’vii tasdik ins ü can rûşen
Yüreğim - urduğı (2) ohı ider gözün inkâr Niteki şem’-i dilim cümle nûrdur gerçi
Gözüme karşuyiken tîrile keman rûşen Ki vardürür nefesimd— (1) âteş ü duhan rûşen
Bu âh-ı serd ile yaşum niçün ola tîre Niçe ki abher ola bâğ u bûstân efzûn
Kamu sulan çün ider dem i hazan rûşen Niçe ki ola gül ile bu hâkdan rûşen
Hayâl i serv-i kadünün gele deyu gör kim Bahâr-ı devletine irmesün hazan kim anun
Ne çeşmeler bu gözümden olur revan rûşen Olur hevâsıyile^bâg u bûstân rûşen
Kusûr u hûrı göremeye göz olub hîre
Yüzün big- (3) olurise gülşen-i cinan rûşen — VI —
Saçun hevâsıyile gün bigi alem oldum — T ercîibend —
Niteki râyet i şâhenşeh-i cihan rûşen
Muhammed-i melik-ül-mülk şems-i devlet-i din Yüzün renginden oldı tâze gülzâr
Ki adli nûriyile oldı her mekân rûşen Anunçün virdi revnak yaze gülzâr
Selîl i şâh-ı cihan Bayezîd ibn i Murâd Yüzün vasfını sâz itdükce bülbül
Sülâle-i şeh-i İslâm Orhan rûşen Küşâyişler kılur ol sâze gülzâr
Serîr bahş-ı salâtîn-i tâcdâr-ı mülûk Sabâya gizlü râzın cümle açdı
Olur likasıyile çeşm-i hânedan rûşen Çü mahrem göıdi anı râze gülzâr
Ayağının tozını sürme eylese nerkis Nisâr itdi ayağun toprağına
Sitâre bigi gözi ola câvidan rûşen Zer ü yâkut bî endâze gülzâr
Hayâlüni görürise karanulık düşde Bu zikr ile hezâr âvâz ününden
Ola sabâsile anun heman zaman rûşen Dolıdürür hezâr âvâze gülzâr
Sabâh mihrinile urdı dem aceb gündür Ne gördi ne göriser tâc ile taht
Bu k-itdi (4) şem’ bigi nûr ile dehan rûşen Melik Siilman bigi şâh-ı cevan baht
Zuhûrı buldı huzûrun çü gaybet itdi adû
Uş oldı gül giru mihmân-ı bülbül
Bulut gidicek olur şems bîgüman rûşen
Nevâ doldı vü berg eyvân-ı bülbül
Muammeyât-ı maânî zamirine iy şâh
Gülün ışkunda bülbül şöyle söyler
Olur niçe ki ider fikrin imtihan rûşen
K-olur tûtî-i can hayrân-ı bülbül
Niçe kim şerh ider şâhun cemâlin
(1) İle olur yerine. Güli hurrem kılur elhân ı bülbül
(2) Y ü r e ğ im e u rd u ğ u ye rin e.
(3) B igi — g ib i yerine.
(¡) Ki etti yerine. (1) Nefesimde ye rin e.
Türk Şairleri
Gül bezenüb gelür kadem ur gülsitâne kim Eğerçi teşnediirür mürg-i can lebüne aceb
Gül yüzüni görüb nicedür bile bûy u reng Bir Ahmedî bigi tûtî bu kande bulına mı
Açdın meğer nikab ki şevkiyle yüzünün
— XXI -
Hoş cûşa geldi kûh ile sahrâ vü hâk ü seng
Kurmış kemân-ı gamzen ü atmış hadeng i râst — D elıh a nî'y e nazire —
Giru bu fitne kimünile diler ide ceng
Çekdüm ben ol ikabı ki tîhûya bâz ider Aceb bu mihnetün pâyânı yoh mı
Zülfün ukabı bağruma nâgeh uralı çeng Bana bir râhatün imkânı yoh mı
Şîrin beyân ider lebünün vasfın Ahmedî Gönül düşdi saçun bendine yâ Rab
Gerçi olur bu kafiyede söz mecâli teng Bu müşkil ukdenün âsânı yoh mı
Emansuz gamzen uş göz kare idiib
- XVIII - Dil ü din kasd ider îmânı yoh mı
Cefâ mı hiisn ehlinün işi bes
Andan beru ki düşmişem ol yârdan ırah (1)
Bularun lûtfı vü (1) ihsânı yoh mı
Yandum fürâkı odına dildârdan ııah
Dirler ki sabr eyle fürâkına sen anun Firâkun derdine düşübdürür can
Bülbül nice karâr ide gülzârdan ırah Visâlünden anun dermânı yoh mı
Bahtumı gör ki yârdan ider beni cüdâ Gözüm kan yaş döker hecrinde her dem
Cehd itdüğümce kim olam ağyârdan ırah Bu deryânun aceb pâyânı yoh mı
Hâlün nedür didün ne sorasın sen anı kim Bu çevri k- Ahmedî’ye gamzen ider
Niçe bir duysun âhır cânı yoh mı (2)
Bîmâr ola vü düşe tîmârdan ırah
Saldı belâya gönlümi gamzen aceb bu kim
— X X II-
Olamaz ol henüz bu dildârdan ırah
Sensüz ne dünyi bana ne hod cennet-i naîm Gül yüzün yâdına her dem içe peymâneleri
Dûzahdür ana kim ola dîzârdan ırah Cennet-i huldi kıla gönlüne meyhâneleri
Her dem hezâr bâr ölüb giıü dirilür Kişi nerkis bigi sermest olur bîbâde
Bîçâre Alınıedî düşeli yârdan ırah Çünki yâd eyleye ol nerkis-i mestâneleri
Aşinâyi yine bîgâne diler kıla gözün
- XIX _
Kişi k-oldur özine hîş ide bigâneleri
Gel gel ki senden ayru bu ayşun safâsı yoh (2) Zülfünün zulmiyile yıhma gönül mülkini kim
Hoş görelüm bu ömri ki dehrin vefâsı yoh Şeh gerek adi ile ma’mûr ide vîrâneleri
Bir dem bu ömr dadını zevk ile virelüm Zülfünün tâbi ne gam yahdıyise halkı oda
Elden gelür iken ki cihânun bekası yoh Nola ger şu’lesi şem’in yaha pervâneleri
Yekrekdürür hezâr ıiyâ ehli sofiden Dolıdür fitne kamer devri vü tahkik bu kim
Bir sâfi ışk eri kim işinde ıiyâsı yoh Gözün efsünı ider bu kamu efsâneleri
O l yâr vasimi kıluram dâyimâ heves Ahmedî lâ’l i lebin dürcini vasf idiceğiz
Dünyâda gönlümün dahi ayruk hevâsı yoh Deıc ider defterine nazm ile dürdâneleri
Sabr eyle ışk derdine çâre diler isen
K o l derde çâre sabrdur ayruk devâsı yoh _ XXIII -
Işkun yolunda menzile nicesi iriser
Seni seven kişi pervâne bigi yane gerek
Ol kim belâ vü mihnete sabr u rızâsı yoh
Ana ki âşık ola şem’ bigi yane gerek
Her kim bu yolda varlığını terk eyleye
Seven kişi yanagunun gülini lâle sıfat
Bir ömr-i câvidan bula anın fenâsı yoh
Ciğer kanına boyanıb yüreği yane gerek
Ma’şûka vaslını dileyen çevre sabr ide
Elâ gözün ne belâdur ki olıcak sermest.
Dünyâda râhat ola mı k-anın anâsı yoh
Ne fitne k-uyhııda yatur kamu uyane gerek
Çoh haste dil esîri var ol câzu gözlerin
Yolunda gitdi dil ü dîn ü cân ü akl ne gam
İllâ ki Ahmedî bigi bir mübtelâsı yoh
Ana ki âşık ola s^br her ziyâne gerek
- XX — İşiğinün tozıdürür saâdete iksîr
Yüzün mukabili bir gül çemende bulma mı Orada yüzini sürene kîmyâ ne gerek
Dişün müşâbihi bir dür adende bulına mı Cemâlüne irişüb şem’ bigi nûr olmah
Lebün letâfeti dutgıl ki goncede bulına Yolunda can oda salıb başın koyane gerek
Tenün tarâveti hergiz semende bulma mı Çü şerh ider lebünün vasfın Ahmedî bülbül
Kaşun sevâdına anber bulmsa deryâda Sözini işiden eydür bu tûti yane gerek
Saçun kohusuna nâfe Huten’de bulma mı
_ X X IV -
Cihan senün nefsünden hayât buldı aceb
Bu yümnile nefes iy can Yemen’de bulına mı Tâ ışkum şehâ varak-ı câne yazmışam
Gönül ki ide perişan saçun hevâsı anı
Levh-i gönülde adını câııâne yazmışam
Dahi karâr ile sabr ana tende bulına mı
Belâya dâmdürür zülfünün kemendi senün Sen hîç sormadın beni şîrin budur ki ben
Dolaşmamış gönül işbu kemende bulına mı Şekker lebüne cânumı şükrâne yazmışam
(1) İrak yerine.
(1) Lûtf ile : M cn z .
(2) Y o k yerine. (2) Yok mı : »
Türk Şairleri
381 Ah
Gönlüm evini ışkun içün tutmışam makam Old- Ahtnedî hedef bigi pür zahm kim müdâm
Genc-i nihânı gör ki ne vîrâne yazmışam Tîr i kazâ atar bu perîşâne gözlerin
Hayretdeyem ki dudağına lâ’l dimişem
— X XV III—
Hacletdeyem ki dişüni dürdâne yazmışam
Bir kez cemâline nazar idem didim şehâ Aceb bu saç mıdur yâ müşg ü anber
Mûsî bigi tecell- (1) odına yane yazmışam Aceb bu leb midür yâ şehd ü şekker
Susalığumda lâ’lini zikıeyledi dilüm Bu şehlâ göz midür yâ nerkis-i mest
Âb-ı hayâta Hızr bigi kane yazmışam Bu zîbâ yüz midür yâhud gül-i ter
Yüzün sıfâtın Ahnıedi imlâ ideliden Boyuna secde kılmış şâh-ı tûbâ
G ör kim ne hûb veçhile dîvâne yazmışam Lebüne teşne olmış âb-ı kevser
Seher yüzün safâsından mutarrâ
— XXV — Sabâ zülfün hevâsından muattar
Saçınun bendine diller mukayyed
Dirîg bülbül ü tûtî k-ider cilâ yi vatan Gözünün sihrine canlar müsehhar
Gurâb u bûma bedel olalı hümâ-yi vatan Melek misin yahud akl-ı mücessem
Vatanda dahi ne râhat ola ki nerkis ü gül Beşer misin yahud rûh-i musavver
Gidiben oldı dolu hâr ü has serâ-yi vatan Fedâ yoluna yüz milk-i Süleyman
Vatandan ayrıluğum benüm ıztırâr iledür Nisâr ayağuna bin tâc-ı Kayser
Çün ihtiyâr ile kimdür k-ide celâ-yi vatan Cihanda Alımedî hüsnün sıfâtın
Eğerçi bâğ ü gülistandürür müferrih-i rûh Zihî kim şerh ider Allahu ekber
Velîkin ayruğ olur revnak-ı safâ-yi vatan
Vatan firâkı yakar şem’ bigi cânı oda
Nice ki gönlüme düşe benüm hevâ-yi vatan - X X IX _
Behişte dahi varursam vatan unıdulmaz Elıl-i dil sûıetüııe rahmet-i Mevlî didiler
Ki cân ile bile geldi tene vefâ-yi vatan Kamudan yoluna can virmeği evlî didiler
Vatandan ayru nice eyîesün gönül ârâm Âlem-i gayb ü şehâdetde yüzün görenler
Ç ü rûh-i candür ü hem rûh i dil lika-yi vatan Düşiben hayrete zî nûı-i tecellî didiler
Beşâretiçün ide Alımedî revan cânın Hûr u Rıdvan görüben işiğün ârâyişini
İrişse bir kez ana gaybdan salâ-yi vatan Habsgâh oldı bize cennet-i a’lî didiler
Silsile zülfüne Mecnûn olub ervâh ü ukul
— XXV I - Ne füsûn itdi aceb bize bu Leylî didiler
Gül mi zîbâdur letâfetde ya ruhsârm senin Hüsnünün şemmesini kimse idemedi beyan
Lâle mi hoşdur tarâvetde ya dîdârın senin Ruh ü zülfün sıfatın gerçi ki hayli didiler
Nerkis-i ra’nâ mı yeğdür yâ senin ala gözün Sırr ı lâhûtı bilenler sana benzer sûret
Sünbül-i zîbâ mı yeğ yâ zülf-i mekkârın senin Bulmadı bulmayıser hîç heyûlî didiler
Rüzgârın çevri mi çoh yâ benüm zârîlığum Alımedî vasfın ideıken lebünün bülbüller
Devr mi çok zulm ider yâ çeşm-i hunhârın senin Aferin sana zi tûtî-i hoş imlî didiler
Mülket i âlem mi yeğdür yâ senin âsâyişin
_ XXX -
Mihnet-i dünyâ mı artuk yâhud âzârın senin
Fürkatin mi acıdur billâh yahud ayşum benüm Işkun yolına bağlamışam ney bigi kemer
Can mı tatludur yahud lâ’l-i şeker bârın senin Böyle gerekdür ol kişi kim olmaya kem er
Nâliş-i kumrî mi artuk yâ benüm zâr itdiğüm Kaşlaruna hilâl dimiş bir bahışda can
Nağme, i bülbül mi yeğıekdür ya güftârın senin Bârîk bîn olan kişi olmaya kej nazar
Ahmedi’n'm şi’ri mi yeğdür yâ nazmı gevherin Bâz-i sabâ meğer güzer itdi saçuna kim
Âb-ı hayvan mı ola tatlu yahud yârın senin Can kohusiyle oldı hevânun dimâğı ter
Kevserdürür dudağun u Vennecm’dür dişün
— XXV II _ Gönlün H adîd’dür yanağun sûret.iil-Kamer
Cânâ cihânı yahdı bu cânâne gözlerin Can râzıdur ne dirise lâ’lünden Alımedî
Ne kaşun itdi rahmi bu câne ne gözlerin Reııgîn ü ter gerek söz ü şîrîn ü muhtasar
Dilteng itdi goncei sîıâb dudağın
— XXXI -
Bîmâr kıldı nerkisi mestâne gözlerin
Yûsuf cemâlini idiben kıssa sûretin Letâfetde dudağun câna benzer
Bâbil füsûnun eyledi efsâne gözlerin Hevâsı zülfünün îmâna benzer
Dermân idem didi dudağun derdüme velî Saçunun perçemi kim yanağunda
Komaz beni irişmeğe dermâne gözlerin Gül üzre deste-i reyhâna benzer
İder hezâr âbidi gümrâh kaşların Muanber hâl ol lâ’l-i lebünden
Kılur hezâr âkili dîvâne gözlerin Hızır’la çeşme-i hayvâna benzer
Komadı cân ü dil bu cihanda ki almadı Kemankeş gamzen ider giru âşûb
Başladı şimdi garet-i îmâne gözlerin Susamışdur meğer ol kana benzer
Nicesi kurtaram garkabdan can
(1) T ecellî yerine, Gözümün yaşı çün ummana benzer
Türk Şairleri
Lebün dermân idem dir derdüme lîk Hâsiyyetine dudağının irmedi îsâ
Komaz gamzen anı dermâna benzer Fi’lin gözünün Mûsi-i İmran dahi bilmez
Yüzün pervânesidür Ahmedî hoş Bir bahre düşüıdi beni ışkun k anı hergiz
Bu şem’e düşibenün yana benzer Ne bahrdürür kulzem ü umman dahi bilmez
Nûş eyle mey-i sâfiyi söfîde safâ yoh
- X X X II _ Ef’âli var anun k-anı şeytan dahi bilmez
Zülfün hevâsıyile sabâ müşgbâr olur Perde ne ise küfr ile îmân arasında
Aksi yüzünün irdüği yir nevbahâr olur Zâhirdür anı cümle müselman dahi bilmez
Nerkis gözün hayâline her gice câm içer O l sözi dimez Ahmedî illâ bunı dir kim
Budur sebeb ki subh iricek ol humâr olur Sırrın sözümün Hâce-i Selman dahi bilmez
Yüzüni ârzû idiben nice k-ağlaram
- XXXVI —
Gözüm yaşı irişdüği yir lâlezâr olur
Zülfün hevâsı kıldı perîşan bu gönlümi — M ü le m m a ’ gazel —
Sevdâ kemendine dutılan bîkarâr olur
Kaddün hayâli dutdı gözümde vatan belî
Her kande serv ola yiri cûybâr olur û*
Şensin diyâr-ı can dolu dah- (1) anda nesne yoh û j' ci-O
Ağyâr nice dura orada ki yâr olur 'j-5 y
Takrîr itdüğince lebün vasfın Ahmedî J f
Her söz ki nazm ide güher-i âbdâr olur
- X X X III- J1 4 ‘J* Ztr:“
<Jl d’ j'htsJ' o'
Zi muhlisler yeridürür harâbat Ct~ ü"' »a«.! Jjl
Ki yoh anda riyâ vü zerk u tâmât M?" Jİ
Kamu yohluhdür ü üftâdelihdür j j Jİ 3
Hakîkatde budur hod asl-ı tâât i¡ j f |j* V Vî A* Jji Jl*
Ç ü gönlünde eser yoh meskenetden jy > i j,\ r» ¿u.»
Dilünde ne gerek bunca makalât U>- j-i/î li-b iJ j \j -U -I
Nireye varsan gül ti reyhân idi Nireye kim vardı galib ğeldi ol
Bâğ dolu mürg-i hoş elhân idi Çok diyâr ü şehr ü kal’e aldı ol
Sebze mînâ reng ton geymiş idi O l arada ol kadar eyledi ceng
Gül cevâhir hirmeni yaymış idi K-andan imrenürdi mağribde Freng
Kûh olmışidi pîrûze seleb Kande kim irdi ise ol nâmdâr
Lâle lü’lû zîr u gönce lâ’l leb Feth idüb illeri aldı vü diyâr
Bâğ içind- oturmişidi şâdgâm Kal’eler virdiler ana mâl ü bâc
Feylekos önünde gül elinde câm Aldı kâfir leşkerinden çok harâc
Mutrıb itmişdi nevâda perdesâz Ol kadar ceng eyledi k-anda sipihr
Sâki itmişdi çemende bezme sâz Âferîn eyledi ana mâh u mihr
Sanasın kim meclis olmışdı behişt Kande kim buldı kilîse yıkdı ol
Ab-ı kevserdi mey.i anber sirişt Nâkus u zünnârı oda yakdı ol
Şemse-i gül ziynet-i nevrfız idi Yire sokub eyledi küfri nihan
Sûret-i sâkî bahâr efrûz idi Lâilâheillâ’yı kıldı iyan
Feylekos oturur iken şâdgâm Çok kilîse yıkdı mescid yapdı ol
Bir kişi geldi didi iy nîknâm İkilik yoğidi bire tapdı ol
Müjde olsun ki bugün vakt-i seher Nice kez eyledi anda ol kıtâl
O ldı tâli’ kevkeb-i feth ü zafer Nice küfr ehlini itdi pâymâl
Bir mubârek kevkeb iy şâh-ı zemen Vize vü Mualgara vü İpsale
Doğd- (1) esedden müşterî vü zühreden Feth oldı ana bu üçi bile
Nice kevkeb gün ana hayrân olur Anda kâfir leşkeri oldı zebun
Cümle âlem nûr ile tâbân olur Râyet-i küfr oldı anda sernigûn
Bir melekzâde vücûde geldi şâh Az zamanda çünki geçdi ay u yıl
K- ana mihr ü mäh oliser tâcgâh Doldı Allah ekber ile şehr ü il
Bir nebîre kıldı Hak rûzî sana İsa tapıldığı yirde ol zaman
Kim felek hemtâ getürmedi ana Şimdi anılan Muhammed’dir heman
Doğdı bir oğlun k- oliser bahtiyâr Bir zamandan irdi ana çün ecel
Tâc ü taht anı idiser ihtiyâr Çâre ne Hak emrine azze ve cel
Nûr ile devletdürür sertâ kadem Filmesel nedür cihan bir rehgüzer
Sıdk ile mihrinden urur subh dem Bunda uğrayan kişi lâbüd gider
Şâd oldı Feylekos ı nâmver
Virdi müjde getürene sîm ü zer
_ X X X IX -
— X X X V III —
— T e rvîh üle rv a h’tan —
— ¿pl-—j3 _
lunduğu da tahm in olunabilir. Şiirlerinden birinde şu Yerlere çalma ikende bî ser ü sâmânııu
yolda bazı beyitler de görüliyor. R ahm kıl redditme şahım bende - i ferm anını
Şükür yine Karamân’a yetiştik H iç ola m ı cân ü dil elden koya dâm ânm ı
Dil -i bîmara dermâna yetiştik
Boyumuzca görmüşüz ey serv kad ihsânm ı
Celâlüddîn - i Rûmî himmetiyle
Erenler taht - 1 Yûnân’a yetiştik
Her ne denlü dostum cevr - i firâvân eylesen
Gönüller K â’besi şehr - i ulâye
Der - i Molla’ya sultâna iriştik Zecr - i hecrinle yâhud hâk ile yeksân eylesen
Dil -i M ü’min gibi rûşen makama H âne - i kalbi yıkub derd ile vîrân eylesen
Cinân âsâ gülistana iriştik Gözlerim yaşın döküb deryâ - yi um m ân eylesen
Sim’a’ birle döne döne dolanup H iç ola m ı cân ü dil elden koya dâm ânm ı
Yine meydân - 1 irfâna iriştik Boyumuzca görmüşüz ey serv kad ihsânm ı
B u kayıdlardan anlıyoruz k i Ahsenî M üm in Pa
şa, Mevlevî tarikati m ensuplarındandır. Bâd - i âhım la salın ey kamet - i bâlâ yüri
Tezkirelerde adına rastlamadığım bu şairin üç G ü l açıl ağyâr ile var ey gül - i ra’nâ yüri
parçasını örnek olarak alıyorum: Sanma kalur yanma ittiklerin cânâ yüri
— Gazel — Y ok ferâğım eylesen yüz kerre istiğna yüri
— I — H iç ola m ı cân ü elden koya dâm ânm ı
H ak budur cennet imiş âb ü hevâsı Konya’nın Boyumuzca görmüşüz ey serv kad ihsânını
Ravza - i R ıdvân imiş bildim esâsı Konya’nın
K a l’e - i zât - ü l - bürûcı hayret efzâ - yi cihan Niçe yıllar eyleyüp ihsanın ile şermsâr
Tâ semekten burç - i sevre var binâsı K onya’nın
Şimdi lâyık m ı dönüp ben hasteden itmek firâr
M atla’ - nûr - i H u d â olsa revâdır her yeri
Böyle kalmaz ey sanem elbette devr - i rüzgâr
Kande baksan hâzır olmuş evliyâsı K onya’nın
Âstân - ı hazret - i M olla - yi R û m î revm ile Sen hüm âyı ansızın bir lû ’bile ittim şikâr
Astan - ı eve - izzettir yuvası K onya’nın Hiç ola m ı cân ü dil elden koya dâm ânm ı
Tazeler âb - 1 revânı âdemin rûh un m üdâm Boyumuzca görmüşüz ey serv kad ihsânını
P ür meram imiş Merâm - 1 canfezası Konya’n ın
Şâhid istersen anın dâr - üs - selâm olduğuna Nevcevansm âh - 1 âşıktan sakın eyle hazer
H ûra nisbet bak peridir mehlikası Konya’nın B ir görünmez tîrdir ey kaşı yâ ilmez geçer
Bilmez idim hak bu denlu ıııenba’ - i irfân imiş Pâdişâhım yüz sürüp kapuna gelmiş derbeder
E hl - i dilden var imiş irfan şinâsı Konya’nın Ahsenî der vird idüp bu m atla’ı şâm ü seher
Ö züm ü kurban idem şîrin edâ dildârına H iç ola m ı cân ü dil elden koya dâm ânm ı
Başka illerde bulunm az bu edâsı K onya’nın Boyumuzca görmüşüz ey serv kad ihsânm ı
Nice şîrîn olmasun şîrin edâlı dilberi
Şöhretin helvâ ile bulmuş gıdası Konya’n ın A hte rî — Ömer Taib Mecmuasında ve M illet
H ak virürse can şu denlu adi ü dâd idem dilâ kütüphanesindeki bir mecmuada (Alm . K. Mz. No.
Alem i tuta kamu adi ü sadâsı Konya’n ın 612) Ahterî m ahlâslı bir kaç manzume kayıdlıdır.
Ger cevânı ger M erâm ’ı ger safâsı Ahsenî
I Tezkirelerde mevzubahsedildiğini görmediğim bu
Şerh olunmaz ko ne dersin işburâsı Konya’nın
| şairin edebiyatla iştigali olan meşhur lügat m üellifi
— II —
Durmaz âdem öld ürür bilmez terahhum niydüğün Ahterî olması ihtim al dahilindedir.
Anlamaz m ı yoksa ol zâlim tezallüm niydüğün Ahterî hakkında Bursalı Tahir şu m alûm atı ve ■
Halka- i zü lf - i siyahın almasun gerdanına riyor (O sm ):
Bilmeyen tîm âr - ı zehr - i m âra gejdüm niydüğün «E fâzıl - 1 ulemâdan olup «Afyon Karahisar»
Aşk elinden mest ü hüşyâr olmıyan anlar m ı hîç lıdır. Ekser - i ulûm da alelhusûs edebiyyât - i arabiyye-
Bâde - i câm - ı ledünle hâlet - i Cem niydüğün
de ve ilm - i lügatte yed - i tûlâ sâhibi idi. Nam ına mu-
Varayın yârın ser - i K ûyinde nâlân olayın
B ü lb ü l - i şûrîdeler görsün terennüm niydüğün zâf olan meşhûr lügat kitabından başka mesâil - i fık-
G ülm ez açılmaz dime ey Ahsenî ol gül’izâr biyyeye m üteallik Câmiullisan ve fürûa dâir Câmiul-
mesâil ilm - i m uhâdaıâta aid Câmiülmuhâdarât
Goncadır dahi henüz bilmez tebessüm niydüğün
Gösterirken lebleri lû tf - i tebessüm niydüğün ciimle-i m üellefât - 1 fâzılânelerinden olup bunlardan
yalnız lügat m atbû’dur. Vefatı 936 (M. 1578) târih in
Çeşmi kasd - 1 cân ider bilmez terahhum niydüğün
de kabri K ütahya’dadır. Karahisar’da nâm ına m uzâf
Ahterî adına kayıdlı olan 4 manzumeyi nakledi seden uzunca bir manzumesinde Ahterî adlı bir şairin
yorum : de adı geçmektedir. Görebildiğim mecmualarda Ahterî
— 1 — nam ına bir manzumeye rastlamadım.
Bibliyografya: Tuna oğiu Ahmed Şükrü: Gedayî Kon
Merhametle âşık - 1 m ahzûnı mesrûr itsene ya Halkevi dil edebiyat tarih araştırmaları No. 1, 1934.
Hâne - i viranesin lûtfu nla m a’m ûr itsene A k a G ü n d ü z (Enis A vni) — 1301 - 1885 te Kate-
Çok m udur teşrif idersen gûşe - i gam haneme rin ile Alasoııya arasında ordu seferber iken yapılan bir
A ftâb - x tal’atınla kalbi piirnûr itsene yolculuk esnasında doğdu. Babası Rizeli binbaşı Finci
K adri Bey’dir. O nun babası Ahm et kaptan, onun baba-
Çok zamandır rîş lıandinle nemekp⧠olmadın
sıHüseyin kaptan, onun babası İbrahim M u allim Finci’-
Şerha - i dâğ - 1 derûnum zahm - ı nâsûr itsene
dir. İbrahim M uallim , tahsilini Bağdad’da yapan Buha-
Târ - ı zülfünle beni berdâr - 1 nahl - i gerden it ra’lı bir âlim dir. B ü tün aileye Finci denilir ki, bu keli -
Serfirâz it ben kulun hempa - yi Mansûr itsene nıe urgancı manasına gelen «fintci» nin bozuntusudur.
Dergehinde Ahterî - i zâra hep kahr eyleme Annesi Melek H anım , Sapanca’nın K ırkp m ar kö
H âtır - ağyarı da gabice m akhûr itsene yünden Hüseyin K u r Bey’in kızıdır.
— 2 —
— 3 —
Aka G ünd üz’ü n askerlikten çıkarılmasında daha Cümhuriyet inkılâbında polis m ü d ü rü bulunan
bir takım sebepler de mecvuddu. Harbiyede bir bakkal Bay Nuri o zaman polis neferi idi. İttihat ve Terakki
alış verişi dolayısile bir nümayiş yapılmıştı. B u nüm a teşkilâtııa da dahildi. A ka’ııın valiye hitaben yazdığı
yişe Aka G ü n d üz’den başka eski İstanbul meb’usu Şük bir pusulayı masasına gizlice koydu. R a u f Paşa kâğıdı
rü Yenibahçe, Ömer Seyfettin gibi her sınıftan ileri okuyunca, bunu beni sadrazam yapan delikanlı m ı yaz
gelenler de karışmışlardı. 3000 kişilik talebesi olan dı deye sordu. Sonra yanma çağırttı. Hapsolunduğun -
mektep içinde bakkallar bir hafiye teşkilâtı halinde ça - dan haberi yoktu. Aka G ün d üz’ü görür görmez gülerek,
lışıyorlardı. İşte bu sebeple bakkallara boykııtaj yapıl «sakalım ı dört parmak büyüttüm , hâlâ sadrazam ola -
dı. Mabeyinden adamlar gelmiş, mektebin divanı harbi m adım » demişti. B u bir lâtifeden ibaretti. Paşanın ikinci
varken ayrı b ir divanı harp kurulm uştu. Aka G ündüz sözü şu oldu: «Sana bir şey söyliyeceğim, amma doğru
elebaşı olduğu için pranga edilerek hapsedildi. Mektep söyle: Sen bu işlerle bilerek m i, yoksa bilmiyerek m i
te Tatar veya Baba Haşan lâkabile anılan bir yüzbaşı meşgul oluyorsun?» Aka G ündüz, bilâtereddüt «ben
vardı. B u zabit, Aka G ün d üz’e muhakeme esnasında na budala değilim Paşa hazretleri!» cevabını verdi. Bu
sıl cevap verilmesi icap ettiğini öğretmişti. D ivanı harp sözden heyecana düşen R au f Paşa, ayağa kalkmış ve
reisi ona «seni mahvederiz» dediği zaman, hiç tereddüt «ben kendi hesabıma seni affediyorum» demişti. Fakat
etmeden şöyle mukabelede b u lu n d u : «Siz kim i mahve valinin nüfuzu onu kurtarmağa kâfi gelmemişti. H ü -
diyorsunuz. Biz zatı şahanenin evlâdlarıyız ve onun ek- Şeyin H ilm i Paşa, bu hususta galebe çalıyordu. Nihayet
meğile büyüyoruz. Beklemedikleri bu cevabı işiten he - ikinci bir iradeden sonra Tal’at Pcrşa’n ın ve İzmir valisi
yet onun ayağındaki prangayı derhal sökmeğe ve onu Rahmi Bey’in buldukları kefillerle hapisten çıkarıldı.
serbest bırakmağa mecbur olmuşlardı. Aka G ündüz 1908 de gönüllü olarak Hareket or
Aka G ündüz, askerlikten alâkasını kesince Paris’e dusu ile beraber İstanbul’a geldi. O sıralar Adana’da
gitti. (1911). Sırasile Kollejde, Sanayii Nefisede ve H u - bir Erm eni ihtilâli olmuştu. Bahriye Nazırı Cemal Pa
kukta okudu. Fakat hiç birini bitirmedi. İki buçuk yıl şa, oraya vali tayin olunmuş, maiyetine de bir heyet
sonra İstanbul’a döndü. verilmişti. O meyanda Aka G ündüz de vilâyet meclisi
1907 yılı sonlarında Hacı A dil Bey’in m üdür b u lu n idare başkâtipliğine seçildi.
duğu hariciye gümrüğünde memuriyet aldı. Fakat bu va Aka, Adana’da bir yıl iki ay kaldı. Sonra istifa et
zifede de çok durmadı. 1910 da Karaferiye eşrafından ti. B undan sonra onun uzun m üddet m atbuat hayatın -
Sarim Bey’in oğlu Nesimî Sarim’le beraber siyasî sürgün da çalıştığını görüyoruz.
olarak Selânikte ikamete m em ur edildi. B u sıralarda 1932 yılında Ankara meb’usluğuna seçilen Aka
Ömer Naci ve Hüsrev Sami Selanik’ten Paris’e kaçmış - G ündüz bugün de Ankara saylavıdır.
lardı. Aka G ündüz ile Nesimî Sarim de bunları teşyi et Hususî hayatında kalender ve sakin olduğu kadar
mişlerdi. B u da bir hâdise oldu. Ve her ikisi hapsedildi İçtimaî hayatta mücadeleci ve ihtilâlci bir adam olan
Makedonya um um müfettişi Hüseyin H ilm i Paşa deh Aka G ündüz, m illî m uharrir ve şairlerimizdendir. O nun
şetli surette aleyhlerine hareket ediyordu. İki defa irade daha küçük bir yaşta iken m illiyet hislerile beslendiği
çıktığı halde onları hapisten çıkarmamış «ileride zu - ni görüyoruz. Başndan geçen bir aşk macerasını ve m il
hur edecek bir fitneye önayak omaları ihtim ali» ni d ü lî gururunun nasıl kabardığını bizzat şairden dinliyelim
şünerek aldığı emri tatbik etmemişti. Selânik valisi (Mecdi Sadreddin: Sevdiklerimiz S. 4 3 - 4 4 ):
R auf Paşa ise onları himaye ediyordu. Hattâ bu hâd i
« ... On iki yaşındaki aşkıma gelince, Makedonya
seden evvel Aka G ündüz, paşayı kızdırmıştı. Buna
Bulgar hududu üzerindeki «Planga» da bir Bulgar k ı
rağmen gene ona bir teveccüh eseri gösteriyordu.
zını sevdim. Fakat bu sefer o da on iki yaşında idi. M at
B ir gün Nesimî Sarım ile birlikte valinin ziyaretine
mazel Delboi yoktu, ablasız kalmıştım. Niçin gidiyor -
gitmişlerdi. Aka G ündüz, m alûlen askerlikten çıkanları
sun abla? diye sorduğum vakit ağlıya ağlıya beni öptü
nahiye m üdürlüklerine veya ona m ümasil işlere tayin
ve:
hakkındaki iradeden istifade emelile paşaya bir istida
vermiş ve Ağustos nahiyesini istemişti. R a u f Paşa çok — Babam evlendi de onun iç in ... dedi. A llah rah
m ültefit davranmakla beraber, sakalsız olduğu için ken met etsin, şu babam ; yok m uydu şu babam. O nun da
gençliği tıpkı benim gençliğim gibi geçti. Sakin, uslu,
disini tayin edemiyeceğini söyledi.
Aka G ündüz muztar bir halde idi. Elinde avucunda gözü yerde, ve gönlü cennetiâlâda.
hiç bir şey kalmamıştı. Gerçi evi ve dükkânı vardı. Fakat Şimdi bir annem vardı. Benden gizli bonbon, ki -
siyasî vaziyetinden istifadeye kalkışan kiracılardan para raz, turfanda salatalık yiyen ve tasarruf olsun diye eski
toplıyamıyordu. A ldığı bu m enfî cevap üzerine esasen fistanlardan bana setre pantalon diken bir anne. B ul -
müteessir olan Aka G ündüz büsbütün hiddetlenerek gar kızı ile beni daima gözetlerdi. Ne güzel kızdı bil -
«m utlaka sakal m ı lâzım dır» demiş, evet cevabını alııı - sen.. İri k irp ik li boncuktan gözleri, yanık mısır püskü
ca da «bari zatı devletiniz sakalınızı iki parmak daha lü renginde iki örgülü uzun saçları, ince parmakları ve
uzatın da sadrazam olun» sözünü sarfetmek cesaretinde ipek kuşaklı süslü şalları vardı...
bulunm uştu. Esasen uzun sakallı olan paşa, bu tarizden Manon, lâ f! Safo, lâf! Marguerite Gautire, lâ f! An-
fena halde kızmış ve derhal onu odadan dışarıya attır- tere, Mecnun, Kerem, Ferhat, hepsi lâ f! İşte sevgimizi
mıştı . tarif ettim.
İşte bütün bunlara m ukabil hürriyetperver bir a- Beni m illiyetçi eden bu güzel Bulgar kızıdır. Ben
dam olan R a u f Paşa, Aka Gvindüz’ü himaye etmekten onun sayesinde m illiyetçi bir m uharrir, has türkçe yaz
çekinmiyordu. mağa uğraşan bir insan oldum.
Ah. Türk Şairleri 389
B ir gün herkes çay kenarına toplanmış havaya ba yecana düşmüştü. Her taraftan ianeler veriliyordu. Ab-
kıyordu. Sevgilimle beraber biz de gittik. Ne var? de dülham it de bin lira m ı ne vermişti. Ben bu M artinik
dik. G ündüz havada bir yıldız görünüyor, dediler. G ü faciasını b ir şiirle tesbit edip M alum at’a gönderdim.
zel Bulgar kızı ellerini çırparak oh, oh; diye sevindi. Tesadüfen Baba Tahir görmüş, çok beğenmiş. B ir gün
Neye seviniyorsun, dedim? başka bir yazı gördüğüm zaman bana dediler ki: «Be -
— Ben m i, dedi. Ne zaman güpegündüz havada yefendi sizi görmek istiyor.»
bir yıldız görünmüşse, çok sürmez Türklerin başına bir Ne münasebet? Benî yanına götürdüler. Bana ya
felâket gelir. Ona seviniyorum... kışıklı bir adam göründü.
O anda o yıldız bütün cüssesi ile, bü tün ateşten — B unu siz m i yazdınız? A ferin oğlum. Çok m ü -
savleti ile beynime ind i ve o saniyeden itibaren Osman essir, çok hisli bir şiir. Fakat bu nu süslemek lâzım.
lılıktan Türklüğe avdet ettim. M alûm ya şevketmeap efendimiz de iane verdiler. O n
Akşam m ı? O, derhal sönen bir volkanın simsiyah dan da bahsederek arzı m innet ediniz. Ve şu çok hazin
krateri haline getirdi. mısraları çiziniz de kalbi hüm ayun fazla müteesir ol -
Koştum, arkamdan gelmek istedi. Fakat ben m em masın.
leketten de kaçmıştım. B u vakayı bir mektup şeklinde Ertesi gün maşallah padişahımıza, A llah razı ol -
Ömer Seyfettin’e yazdım. Sıla bitip te mektebe gelince sun filân diye bir kaç mısra ilâve ettim. H azin mısrala-
merhum Ömer bana dedi ki: rııı bir kısm ını ben çıkardım, bir kısm ını sansör çıkar
— Avni! B unu bir hikâye halinde yaz da «Irtika» dı. Bizim leylek kuşa döndü. Dayandım Baba T ahir’e.
gazetesine gönderelim. Hem inat için safi türkçe yaz. B unu daha çok beğendi! Masasından bir çekme açtı,
içinde bir sürü tahta rus kâseleri vardı. H an i eski sar-
Baş başa verdik, yazdım, çizdim tebyiz edip gön
«aflarm camekânlarmd/a dururdu.! yaljiızlji, tahtadan
derdim. Neşretmediler. İm lâsı şüphesiz bozuk, sarf ve
para kâseleri... Birisini karıştırdı:
nahvi şüphesiz bozuk, hikâyem in his ve fik ir tarafı gü
— Eserinizin ücreti.
zeldi. Fakat ne çare eserim üm meti necibei osmaniye
içim hopetti. Sokağa çıkıncaya kadar avucumu a-
çorbasının içine düştü. Zavallı Ömer Seyfettin’le sene
çamadım. B ir de ne göreyim? Çil, pırıl pırıl, bir altın
lerden sonra gördük ki bir alay mefkure peygamberi
lira çeyreği değil m i? Az kalsın çıldıracaktım. B ir kıtı-
önüm üze düşmüşler ve bizi Ahfeşiıı keçisine döndür -
piyoz manzumeye bir lira çeyreği. H albuki o zaman biz
mek istiyorlar. Ses çıkarmadık ama Ömer acısını öldüğü
sevgili üstadım Ahmet Rasim gibi meşhur meslekdaş -
güne kadar çekti. Ben de öleceğim güne kadar m uha -
ların iki beyaz mecidiye çeyreğine kalem teptiklerini
faza edeceğim...»
işitirdik de ağzımızın suyu terkos musluğuna dönerdi.»
Aka G ü n d üz’deki m illî zevkin inkişafında, Y e ni -
Aka G ündüz, bundan sonra hayatını tamamile
şehirli Hüseyin Haşini in de büyük tesirleri oldu. «S ı
yazıcılıkla temin etti. Kendisi şunları söylüyor: «B ilâ
n ıfı mahsus» da tarih hocalığı yapan bu hassas şair, A-
kaydii şart bu meslek ve bu okuyan halk kat’iyyen nan
ka’nın ilk şiirlerini tashih ediyor ve onun bu vadide
kör değildir.»
iîerilemesi için büyük bir gayretle çalışıyordu.
Aka G ündüz, yalnız İstanbul’da çıkan gazete ve
Hüseyin Haşim, milliyetperver bir adamdı. «B u
mecmualara yazı yazmakla kalmamıştı. İzm ir’de intişar
m illet kırk çadırdan doğmadı; Osmanlı devleti kırk ça
eden Hizmet ve Ahenk gazetelerinde de Muallim ve
dırdan doğdu» sözünü daima tekrar eder; ikisi de Türk
olduğu halde Timurlenk ile Bayezid’in niçin çarpıştık
Avni imzalarile bir hayli yazı neşretti. A dana’da bu -
lunduğu zamanlarda da Adana gazetesinde makaleleri
larına hayretle ağlardı.
intişar etmişti. Selâniğ’e gittikten sonra Çocuk Bahçe
Aka, daha sonra Ömer Seyfettin den istfiade etti.
sine muntazam an şiirler vermiş ve bu mecm uanın sey
Aruz veznini de lâyıkile ondan öğrenmişti.
yar m em urluğunu da yapmıştı. Hürriyetten sonra Se -
Aka G ündüz, yazıcılığa çok erken başladı. H enüz lânilc’te çıkan Zaman gazetesine devamlı makaleler yaz
küçük bir çocukken Mehmet Faik ’in neşrettiği Çocuk dı. Gene orada «İttihat ve Terakki Cemiyeti» n in h i -
gazetesinde bazı heveskârlık yazılan çıkmıştı. Daha mayesi altında bir gazete de çıkardı. Kadın mecmuasını
sonra m uhtelif gazete ve mecmualara yazmağa başladı. ise tamamile kendisi neşrediyordu. B u mecmuanın ka
Mecmuai Edebiye’’de intişar eden Penbe G ül başlıklı dınlığa ait yazılarında Seniha Hikmet im zam ı k ullan -
bir manzumesi dolayısile de on beş gün hapsedildi. 0- mıştır. O nun Genç Kalemler de de bu müstear ile bazı
nun istibdad devrinde çıkan bir çok gazete ve mecmua parçalarını görmekteyiz.
larda hikâye ve şiirlerini görmekteyiz. Enis Avni, Enis Aka G ündüz, bilhassa Selânik’te bulunduğu sıra
Saffet, Avni gibi m uhtelif imzalarla yazılar yazan Aka, larda şöhret kazanmağa başladı. Ethem Hidayet Yörük,
bilhassa Sabah gazetesinde bir çok tercüme hikâyeler «B ehliil M üb in » müstearile neşrettiği edebî bir müsa-
neşretti. Buna kendisinin de fransızca hocası olan K ü habede şunları söylüyor (Servetifünun No. 964, 1909) :
çük kont Mehmet Ali Bey delâlet ediyordu. Fakat bu Enis A vni: B u genci Bahçe gazetesinin Çocuk
yazıların hiç birinden para almış değildi. Yazıdan onun bahçesi nâmiyle intişanndanberi tanıyoruz. Her oku -
ilk aldığı para, Malûmat sahibi Baba Tahir’dendir.
yan kani’dir k i Enis A vni m utlak surette şairdir. F a
Bay Mecdi Sadrettin bu nu bizzat şairden şu suretle kat sâde ve sükûndâr b ir şair... Eserlerinde rûn üm â o-
naklediyor (Sevdiklerimiz S. 46 - 47) : laıı ihtisâsât denebilir ki Verlein in ruhundan in ’ikâs
«Sana yazıdan ilk para aldığım ı anlatayım. Sen etmiştir. Hele bazı eş’arı onun eş’âr - ı zuhaliyesini ne
hatırlamazsın beybaban pek iyi bilir, bir vakitler «Mar- kadar andırıyor. B u zavallı gencin kalb - i şi’rinde bir
tin ik » adasında bir yanar dağ patlamıştı da dünya he cerîha kanayor: A nnesi!... Evet bu muhterem kadına
390 Türk Şairleri A h.
âid olan şiirleri o kadar sûzişkârdır k i...» A yni zamanda o daha pek genç, hattâ çocuk denilecek
Aka G ündüz, hürriyetten sonra yazdığı yazıların çağda iken Makedonya’n ın ovalarını dolaşmış, «yeis ve
da yalnız elemlerini terennüm etmekle kalmamış, bir hüsrandan m üzâb olup serilen bir kadm kadar bîtâb
inkılâp gairi olmak gayretini de göstermişti. O zaman, ve b îrû h » göllerini seyretmiş, «Bayırların dilindeki a-
hafiyeleri tel’in eden şiirler yazdı. «M enakıbı H ürriyet»! ğaç kümesinin içinde davarlarını toplayan çobanın inle
kaleme aldı. K ara Izzet’in kaçması münasebetile bir yen m elûl mersiyesi» ni dinlemiş, B alkanların m uallâ
m anzume vücude getirdi. Recep Paşa’n m vefatı üzerine şâhikalarma tırmanmış, sonra «koylularda eğri ve yo
bir mersiye yazdı. «Osm anlılar ve İttihad ve Terakki sunlu bir taşın üstünde gayr-ı m untazam hakkolunm uş»
cemiyeti» başlıklı bir manzume neşretti. B ütün bu şiir nice Mehmedcik hitabeleri okumuştur. Hulâsa bir kerre
ler propaganda m ahiyetini haiz parçalardı. Daha sonra hâiz olduğu kabiliyet ve sonra yetiştiği m uhit, onu ih ti
m ünhasıran bu vadide şiirler yazmağa başladı. lâlci ve inkilâbcı bir şair, mefkureleri arasındaki tezad
B ü tü n bu yazılar ekseriyetle Enis A vni imzasile unutulm am ak şartıyle san’atı telâkki noktasından ikinci
intişar ediyordu. Henüz Aka G ündüz adı ortada yoktu. bir Namık Kemal yapmıştı».
Şair, bir gün Selanik’te Olimpos palas’ta oturuyordu. Balkan harbi başlamak üzere iken Aka G ündüz,
Erkânıharp kaymakamı Abdülkerim Bey (Paşa), şaire Tanin de hitabeler neşrediyor; sade, terkipsiz bir lisan
hitaben şu nasihatlerde bu lun du : la uyandırırcı yazılar yazıyordu. Balkan harbi felâketin
«A vni! H iç kimse kendi memleketinde peygamber den sonra hece veznile Bozgmı şiirleri vücude getirdi.
olamamıştır. Sen çok giizel şiirler yazıyorsun. Nesirler Bilhassa bu şiirler, derin bir heyecanla bü tü n bir genç
vücude getirmeğe de başladın. B u sahada da büyük bir liğin hafızasında yer etmişti.
muvaffakiyet gösteriyorsun. Fakat seni ancak Makedon Aka G ün d üz’ün manzumeleri m ühim bir yekûn tu
ya haricindekiler tanıyorlar. B u m uhit ise sana ehem - tar. K itap halinde intişar eden Bozgun şiirlerinden baş
miyet vermez. Ağzınla kus tutsaıı, bizim A vni değil mi ka Malûmat, İrtika, Çocuk Bahçesi, Bahçe, Genç Kalem
derler ve seni hâlâ Şemsi Hoca’nm mektebine giden ço ler, Aşiyan, Türk Yurdu... G ibi mecmualarda im zalı ve
cuk telâkki ederek mühimsemezler. Sen kendini sak - ya imzasız, aruz veya hece veznile görülen şiirleri ise,
larsan eserlerin o zaman hakikî kıym etini gösterecektir. bugün bir arada neşredilmiş değildir. Onun,
Binaenaleyh müstear bir nam la yazı yazmağa başla».
Enis Avni, ertesi gün Aka Gündüz oldu. Bazı mec Neye sevdim ben o zâlim kadını
m uaların da bu isim saklama hususunda büyük bir yar Bana zehretti hayâtın tadını
dım ı dokunmuştu. Söylemem sormayın asla adım
16 num aralı Genç Kalemler’de şöyle bir kayde te Bana zehretti hayâtın tadını
sadüf ediyoruz:
Bir ipek çarşafa işlendi gönül
«B ir kaç güne kadar Türk Kalbi ünvanlı küçük
Yeniden Şişli’de şişlendi gönül
hikâyeleri intişar edecek olan Kafkasyalı genç edib A-
İnciden dişlere dişlendi gönül
ka G ündüz Bey’in kitabın içindeki eserlerinden birini
Yeniden Şişli’de şişlendi gönül
nüm ûne olarak karilerimize takdim ediyoruz.»
(Filhakika, eserleri çok okunduğu halde, Aka Gün-
Uç yıl yaşadık baş başa kıskandı bütün köy
düz’iin kim olduğu anlaşılamamıştı. Y ıkılm az bir hale
Sevdâmızı gûyâ ebedî sandı bütün köy
geldikten sonra meydana çıkan Aka G iindüz’ün hakikî
En sonra hasedden geçerek yandı bütün köy
iştiharı, bu imza ile eser yazdığı günden itibaren başlar.
Zîrâ seni son kış kara topraklara gömdüm
A li Canip Yöntem, «T ürk ün kitabı için» eseri m ü
nasebetile yazdığı bir makalede diyor ki (Türk yurdu C. Bendleriyle başlayan bazı şarkılarının de bestelen
4, No. 22, 1913):
diğini biliyoruz. B ir takım Çocuk şiirleri de yazan Aka
« ... M uharririn tahrir hayatı «Aka G ündüz» müs- Giindiiz, uzun yıllardan beri m ünhasıran mensur eser
teâriyle başlamaz. B undan sekiz sene evvel Selânik’te ler vücude getirmektedir.
çıkan «Çocuk bahçesi» ni okuyanlar şübhe yok k i «E- K ü çük hikâyecilik, büyük hikâyecilik, romancılık,
nis A vni» im zalı bir çok şiirler hatırlarlar. Ekseriya ma musahabecilik, m uharrirlik yapan A ka’nm bü tü n yazı
razı ve bazan buhranlı m anzumelerini okuyan arka - larında bariz olarak görünen hususiyet, m ahallîliktir.
daşları ona Şarkın Bodler i derlerdi. Daha sonra Kadın İçtim aî ve ya siyasî hareketlerimizi, u rf ve âdetlerimizi
gazetesini neşre başladı. Seniha Hikmet müstearlı par canlı bir ifade ile gösterebilmiştir. Daha Kadın mecmu
çalar, genç b ir kız m ahsulü olarak kabulde tereddüd asını neşrettiği zamanlardan beri sade Türkçe ile yazmak
edilmiyordu. O bunlarda cidden m uvaffak olmuştu. gayesini güden A ka’nm elliden fazla eseri vardır.
Nihayet Selânik' te çıkan Zaman gazetesinde okunan Türk kalbi, Türkün kitabı, Hayattan hikâyeler,
Girid hakkm daki bir iki ateşli makalesinden başka hiç G azinin gizli ordusu, Demir elin hikâyesi, înkilâb hikâ
bir edebî mecmuada bir satırına tesadüf edilemez oldu. yeleri... gibi küçük hikâyeler; Tarpı, Dikmen yıldızı, O
B u m ânîdâr bir sükût idi. O, lıazırlanmakta olan yeni dun kokusu, Tank Tango, Onların romanı, Kokain, Üç
bir cereyanın tezahürünü bekliyormuş... kızın hikâyesi, Bu toprağın kızları, Çapkın kız, F. a. n.
'«... Alca Gündüz, ¿aha Selanik'te iken halk İle ve çetesi B ir şoförün gizli defteri. Yayla hızı, Sansaros, yıl
halk gibi konuşmaktan, halka hutbeler okutmaktan, dırımlar, Enginin esrarı, ik i süngü arasında, Bir ahlâk
onların argolarına kıymet vermekten, yazılarında bu meselesi, Yaldız, Aysel, Mezar kazıcılar, San zeybek,
tuhaf tabirleri kullanm aktan ne derin bir zevk alırdı. Roman içinde roman. Ocaklılar, JJvey ana... gibi
A h. Türk Şairleri 391
Çok zarardır.. U lu Tanrı ganidir B ütün kadınlığa âid bir ihtim âl ağlar
B ir baş için bir inecik yetişir. Siz ağladıkça bütün âh - 1 inkisârımda
M üzâb olan acı bir nefha - i teessür var.
— Sen gidersen...
— Keder etme nineciğiııı, Vefâ, üm îd ü teveccühle., pâyidâr olmaz
Babam gibi şan alırım , çavuş olup gelirim, Fenâlığm kara tırnaklarıyla m âııialar
B ir taş için, bir söz için şehâdeti bilirim . — Zaîf, kalb - i samîmiyle sernigûn - i niyâz
Ey yaradan dünyâları sen devlete bağışla Ve bâhusus ki bu yaşlarla bir kadın ağlar.
Nineleri, oğulları onun için sen sakla,
Hasanım m yüreğinde öğüdlerim yer bula.. Şu bir dakika fakat sâde, pâk ii müstesnâ
Seniha Hikmet: Ağustos 1321 - 1905 Semâ karîn olacak bir faziletin varsa
Çocuk bahçesi No. 41 Nedâm etindir; evet ey hayât - 1 nisviyyet
Vatan! sana kurban bir T ürk oğluyum! Bana evvelce pek güzel dediler:
Sâde bir tuhfe, bir hitâb - ı nizâr — B unu at!
Size benden: zehirli kahkahalar... Heyhât!...
Enis Avni 3 Şubat 1324 -1908
Bahçe No. 29 Beni tahrirli gözlerin o zaman
— V III — Nasıl aldattı, anlamam eran..
— Gurbet yolunda — O güzel ellerin
— Kış hatıraları — Nasıl lâk in
Gizliyor bir avuç zehirli diken?
M uzlim kanadlarıyla gerindikçe u fk - ı hâb,
Bakm a; yalvarma, istemem seni ben!
Esner ve esnetir gibi bir şey serâiri;
B ak! beğendin m i? kan içinde elim ...
Yırtınca zevk - ı samtını bir sayha - i gurâb,
H iç barışmam, çekil!., benim güzelim
Leylin esîr içinde eser rûh - i sâhiri..
Şimdi:
Ebedî
Ben penceremde mest - i emel, mest - i infial
Bitişik komşunun yamuk kedisi,
B ir rü ’y e t- i siyâh ii tehâşî içindeyim;
S insi!...
U fkun yakınlaşır leb - i hâm ûşu bî mecâl,
Hembûse, hem hayâl o zaman sanki gözlerim..
 h siz yok m u siz, fenâ kediler?
Bana evvelce pek güzel dediler;
Seyyâl iken önüm deki bir tûde - i buhar
— B unu at!
Üstünde camların, iki üç katre yaş gibi
H eyhât!...
M azlum ü m ü n ’adim sızıyor damla damlakar..
Seniha Hikmet
M azlûm ü m ü n ’adim o vakit ra’şe - i şebi Genç kalemler C. 2, No. 1, 327 - 1911
B ir âteş - i herâs ile ruhum da saklarım. — XI —
«B en mâcerâmı kendim anar, kendim ağlarım.» — Şitânın ilhamı —
Enis Avni Asiyan 1325 - 1909
— IX
Rüzgâr altında bir beyaz zambak
1
— Temâşâ -yi leyâl —
Sanki dallarda titreyen karlar
— Hepsi hâtıralardır —
B uzların sinesinde saklanarak
Ay, tâze bir verem gibi me’yûs ü m ünfail «D irahor» bir çocuk gibi ağlar.
Zühreyle karşı karşıya tâbişnüm ûn olur;
B a’zan verir bulutlara bir bûse - i alfl: Açılır hep perilerin kanadı
B ir reng - i bîzıyâ, dökülür hâk - i esfele; Sisler uçtukça dağların başına,
B ir sırr - ı müstetir dağıtır u fk - i zâhiri; Yüreğim şimdi anladım kanadı
— Takrir - i mâcerâ için ânât - 1 m ühmele — D öndüm evvelki gençliğin yaşma
B ir m âi hande seyreder eflâke: M üşteri...
B ir zamanlar zavallı anneciğim,
B ir m andolin, denizde «O lim p » in hayâtını Y urdum uz hurda gülmemiş m iydi?
Aheste, ihtizâr - 1 figaniyle inletir, Şimdi sen toprağın siyâh, ebedî
B ir gölge - mest - i neş’e - şu balkonda dinletir
Doymaz ağzında, bense âh, yetim;
Şi’rin tenessümâtım, «Aşkın m e m âtm ı...» [1] Aramız yılların yetişmediği
Yalnız, neden şu kalbim in üstünde ey gece! B ir beyazlık., işitmiyor musun k i!
B ir âteş - i elem yanıyor öyle gizlice?... Manastır, Genç kalemler No. 2, 1327 - 1911
Enis Avni: Asiyan 1325 - 1909.
X II —
— X —
— Vatan —
— Kedim —
— Kadın yazılan —
Vatan! sen büyüksün., vatan! sen güzel..
Ç ılgın! B u can fedâ olsun, senin yolunda,.
Bileğmi tırmaladın.. V arlık içinde yok sana bir bedel
Göreceksin, utanmaz arlanmaz, H ilâ l sağ yanında, yıldız solunda
Haylaz! Gencim, ateşliyim, kavî kolluyum
— Buna et verme bir daha «G ülte n!» Vatan hiç üzülm e, ben T ürk oğluyum!
Hele sen?
Sana artık tirit te yok nankör! Sisler dağılıyor, karlar eriyor,
Hem bu akşam soukta titre de gör.. Bahar gelmek üzre, çiçek açsana
Âh siz yok m u siz, fenâ kediler? Toplar ak dum andan duvak seriyor,
Vatan güllerini ona saçsana
[I ] Opera Gencim, yüreğimde ateş doluyum
394 Türk Şairleri A h.
m alûm at şu yolda tamamiyle menkabevî bir mahiyet Çocuğa bak dede simid veriyor derler. Sim idi ora ■
arzediyor: dan aldırarak yedirirler. Çocuktan bi - izn illâh o
A kbıyık, servet sahibi bir adam olmak arzusun hâlet - i asabiyye zâil olur. Sükûnet bulur. Bursa’ca
da idi. H albuki Hacı Bayram, ona fakirliğin mezi - meşhûrdur.
yetlerinden bahsediyordu. B ir gün gene bu yolda ko Azîz - i m ûm âileyhin kendisine benzer bir mah-
nuşulurken Hacı Bayram, j/ » y*" hadîsini izah dûm u var imiş. Başı açık gezer. Saçlarını salıverir
imiş. A li A lâüd dîn - ül - arabî’den ders okurmuş.
etti. A kbıyık ise Jr^
M ürûr - ı zamanla zaviye hâneye kalb olmuş, imâret
hadîsleri ile onu iskâta çalışıyor; fakir olup yardıma
mahvedilmiş, ancak türbenin kapu tarafında beş on
muhtaç olmaktansa zengin olup fakirlere yardım et
m enin daha iyi olduğunu söylüyordu. H albuk i «tari kişi alacak kadar mahalde ahşam ve yatsu namazları
kat âdâbı» na göre şeyhine itiraz etmemesi lâzımdı. edâ olunm aktadır...»
Hacı Bayram, onun bu hareketinden incindi ve ona A kbıyığ’ın şair olduğuna dair hiç b ir menbada
ağır sözler söyledi. A kbıyık hiddetlenmiş ve şeyhinin bir kayda tesadüf edilmiyor. Y alnız (840-1436) da
yanından aceleyle çıkarken tacını yere düşürmüştü. yazılan Mecmuatünnezair de «A kbıyık» serlevhasiy-
Y aptığından bilâhire müteessir olan A kbıyık, tacın le şöyle bir manzume kayıdlıdır:
böylelikle düşmesini şeyhinin kerametine atfetmiş ve
bu vak’adan sonra daima başı açık olarak gezmiş, saç Gerekmez ravzası yarin bugün nûr -i tecellâdur
larını da uzatmıştı. Çü buldum vaslını zindan bana firdevs - i a’lâdur
İşte A kbıyık hakkm daki bilgilerim iz bunlardan Ben ol dîzârı kim gördüm göreydi cennetün ehli
ibarettir. Bazı menbalarda da onun için takdirli cüm Ola dûzah ana cennet diye bu ravza tûbâdur
Şakayık tercümesinde deniliyor ki: K i güneş mahvolur anda delili nûr - i Mûsâ’dur
«A kbıyık Sultan keşf ü kerâmât ve havârik - ı Benem ol duhter - i İmran k - irişdi bûyi ma’şûkun
âdât sahibi olup ekser - i evkatta galebât - 1 ceze * Vücûdum bikr iken doğdı vücûdum zât - ı îsâ’dur
bât - 1 İlâhiyye ile müstağrak idi. Neşve - i bâde - i Bu yüzün aksini gel gör gözümde aşikâr oldı
şevk - ı mahabbetullah ile sekr üzere olduğu zaman Alub köküm olur bînâ şolar kim ehl - i mâ’nâdur
dâire - i akılda olduğu ezmândan efzûn idi.» Dakupdur boynuma zülfin benem berdârı ol îerviin
Beliğ Güldeste’de diyor ki: Gıda - i ruh buy - i zülfi nasibi dünye ukbâdur
«Meczûb - i mezikûr - i hâl âşinâ bir veçhile Beni mecnun ü hayrânî kılubdur âleme rüsvâ
m âlik - i emvâl - i bisyâr ve gmâ idi ki tûde - i hirmen Nire baksam görürem ol bilürem rûy - i Leylâ’dur
misâl zer ü sîm ile sahm hâne - i zaviyesini m âlâm âl Satun aldum gam - ı ışkı virüb lezzâtı - 1 çişmânî
idiip hıfz u hırâsetine takayyüd ve fakd u düzdîde Gamini ma’şukun buldum bana ol menn ü selvâdur
olanı asla tefakkud itmez idi. D âim â süfre - i n i’meti Tecellî şevk- ı dildârun beni Şems -i Hudâ kıldı
küşâde ve tertîb * i simâtı âyende vü revende içün Senünle deyr ü büthâne bana cennetle me’vâdur
şebanrûz âıııâde olup sünnet - i seniye - i H a lil - i vâ- Temenni iderem her dem cihanda derd i ma’şükı
cib - üt - tebcil üzre at’ime - i nefîse - i gûnâgûn ile İderven maksudum oldur ki vallah hoş temennâdur
K âffe - i fukarâ - yi âlemi it’âmda ihtim âm iderdi.» Şemsi Huda mahlâsiyle ve Mutasavvıfane bir eda
Yadigârı Şemsî adlı eserde ise şu kayıdlara te ile yazılan bu m anzum enin, meşhur mutasavvıf A.k-
sadüf olunuyor: bıyığ’a aid olmasını çok kuvvetle tahm in ediyorum.
«A kbıyık İstanbul fethinde pirdaşı A k Şemsed- Bay Osman Ergin’e aid (965 - 1557) de yazılmış
d in hazretleriyle birlikte maddeten ve m a’nen gay - m üh im bir mecmuada «Şemsi H uda •
rette bulunm uş Evâsıt - ı ciim adilûlâ 841 (M. 1437) «Şeyh Şemseddini H ııdayî», «Şemsi H udayî» baş -
tarihli temliknâme mûcibince Sultan M urad H ân - 1 lıklarıyla bazı şiirler kayıdlıdır. Tamamiyle m u -
tasavvıfane bir eda ile yazılan bu İlâhilerin de A k -
sânî hazretleri Yenişehri kurâsından kariyyesi -
n i m ûm âileyhe ihsân ve evâil - i cüm âdiûlâ 865 bıyığ’a aid olması kuvvetle mem uldür.
Y alnız beni tereddüde sevk eden bir cihet ka -
(M. 1452) târihli Fatih Sultan Mehemmed H ân haz
lıyor. Bay Ahmed Remzi Kayseri’de bir mecmuada
retlerinin ferm ânı vecihle mezkûr temlîknâme tas -
E bu H âm id ’in bir kaç manzumesiyle A k Şemseddin
dîk olunmağla Bursa’da elyevm ziyâretgâh olan zâ*
serlevhalı şöyle bir şiir bulm uştur:
viye ve türbesini binâ eylemişti. Âyende vü reven -
deyi it’am ulemâ ve meşâyihe ikrâm idermiş. O l ka Nere bakdum ise ol yâr göründi
dar zengin olmuş ki kendisi için defter tutm ak he - Bana her zerrede dîdar göründi
«âb etmek âdet dfcğil imiş. Sultan Bâyezîd - i velî dev Eğer zulmetdeyem acz ile dâim
rinde irtih âl itmiş. Zâviyesinde defîn - i kâh - i ıtır * Acebdür zulmeti envar göründi
nâk olunmuştur. M erkadının ayak tarafında bir delik İrişdüm hazrete Mansûr - ı ışkum
olup asabî olan uslu durmayan çocuklar güneş doğ - Enelhak söylerem çün dar göründi
madan götürürler. Mezkûr deliğe bir simid korlar. Cüneyd ii Şibli vü Maruf -i Kerki
396 Türk Şairleri A k.
Hevâyî zerreyem m üştâk - ı hurşîd Y ine pervaz lâm ekân itdi bu kuş
O lubdur katremüz um m anı sevdüm Katrem i deryâya irgürdüm bu gün
M üflisi sûret ben em gevher fürûş
— IX — Zerre Şems oldum diye da’vâ ider
Ben Hudâyî âleme kıldu m hurûş
Y o k dürür bende gönül anda nişan
O lm ışam dür ben anunçün bînişan — X II —
A radum her giz m ekânın bulm adum
A nın oldum âlem içre Lâm ekân K udret - i H ak ’kım göründüm sûret - i Âdem’de uş
Ben kulaksüz dinledüm ol bîzeban Aşikâre giin gibi kıldum zu hûr âlemde uş
Söyledi ben dahi oldum bîlisan L â’l - i câm ından şerâb - ı lemyezel nûş eyledüm
Sohbetinden şimdi geldiim hazretün Mest ii hayran Lâyezâli tutmışan elinde uş
F âni oldum bâki oldum zi nişan Şem’ - i vahdet olmışam ben âlem ün hayrâniyem
G itdi benden benliğüm ayn olmışam Söyle nakş itdi ezel nakkaşı dîvânüm de uş
Terk idüb her dü cihan k üfr ü im an K im i âşık m a’şûk olmış kimisi m a’şûk - ı ışk
Görmişem gözüml - anını dîzarını Ben beni m akbûl - i hazret bulm ışam ölüm de uş
Irm işem dür vaslına ben nâtüvan Başumı açık diyu ta’n itme zinhâr ey aziz
G ü n firakı perdesin ben yırtmışam Tâe - ı izzet m a’şuk urdı bilesin başumda uş
Her mekânda anı buldum ben mekân Ayağım yalın görüb inkâr - 1 m ünk ir itmesün
Kande idi enbiyâ vü evliyâ Arşı ferş itdi H ak emri işbu ayağımda uş
Şems - i H udâ bil kadîm idi heman Tâlib - i H ak oldunise gel berü b il sen beni
Ben anun içün m uh it - i k ü ll - i şey K u l tonında pâdişâh em ridürür bilüm de uş
Evvel âhır zâhir ü bâtm ayan A rif isen gel beru sûret perest olmayı gör
Ö ldürür gevher füruş girdi bu dükkânında uş
— X — Arife hoş hoş tecellî Şem - i H ııdâ eyledi
Seyr iden uş ben değülem işbu seyrânumda uş
Işkunı gönlüme m ihm ân eyledün
Bibliyografya: Mcnz., Şky., Cld., Âşık Paşa zade tari
Her ne k ü früm olsa îm ân eyledün hi., Ravzai evliya, Yadigârı Şemsi,-Osm., mecmualar.
Ağlar idüm hasret ile dün ü gün
Vaslunı ben kula ihsân eyledün > A klî (Eyipli) — X V III inci asır şairlerinden A k
Eyle olsa sûretüm kıldum harâb lî hakkında Salim şu m alûm atı veriyor:
Genci vîrân içre pihân eyledün A k lî N âm - ı serâmedleri M ehmed’dir. M a’din -i
Sûretâ h âr u zelîl ii nâtüvân erbâb - ı irfân olan Kostantiniyye’den niim âyan ve
Âlem içre beni sultân eyledün Hazret - i E bî Eyyûb - i Emsârîde sâkin olm aları ile
K im elinden mest ü hayrân eyledün Eyyûbî A k lî efendi deyu meşhûr -i cihân olmuşlardır.
M ü h ri virüben Süleymân eyledün D îvân - ı âlî küttâb - ı vâlânijâdlarm dan olup ba’z - ı
Dost düşman bu cihan halkı kamu Hâceliklerle bekâm olmuşlar idi. U m ûr dîde bir pir - i
Her b irin i bana yeksân eyledün rûsen zamir ve meclis - i sohbeti leziz bir merd - i hoş
Kande olsam vaslınun yok fürkati âyende ta’bîrdir. Asrın pîrâne ser olan zurafâsından
Kandesem m üşkilüm âsân eyledün ve vaktin şurâsmdaıı olmağla bu mecelle - i celîleye
Işk şarâbını elinden içmişem tastîr ve güftârından bu bir iki beyit tahrîr olundu:
K im elinden mest ü hayrân eyledün
Şems'i vahdet bahrine gark eyleyüb — I —
Y ir i göğü ana seyrân eyledün
R uhlerin rengi dile seyr - i gülistan istedir
B ülbüle nakş - ı bahâr - ı verd - i handân istedir
— XI —
— II —
G ö nlü m ü n bahri görün eyledi cûş
B undan evvel k im ben olmuşdum hamûş
M aârif bilmeyen dilber heman bir nakş - ı dîvandır
Mest beni k ıld ı şerâb - ı lâyezâl
Bakar şâhin gibi ammâ hakikatte sığırcıktır
Eyledi hayran kılandan anı nûş
Safayî tezkiresinde de şu m alûm at kayıdlıdır:
O l Elestü didi didüm ben belî
“ A k lî: Şem’ - i vücûdu şebistân - 1 İstanbul’dan fü-
O l suâl - i H ak’kı itdüm ben de gûş rûzan olmuştur. Evâil - i hâlinde asr - ı sultan Mehem-
Ol kadîm i yâre mahrem ben ebed med H ân - ı râbi’de vâlide karındaşı Y u suf Ağa nâm
Sen ezel sorgıl bana dün gider uş bir pir - i sâlihin hidmetinde olup tahsil - i m a’rifet -i
Ben melâmet tonını giydüm siyâh fenn - i kitâbet itmekle ba’z - 1 evkafa kâtib olup ba’-
Âlem içre yüridüm vallah ne huş dehu dîvan hâceleri silkine sâlik olmağla menâsıb - ı
Kande olsam m a’şuka ben vâsılam dîvâniyyeden ba’z - ı mansıba m utasarrıf olmuştur.
Nire baksam gözüm olur ana tuş Asrın şuarâsmdan hoş sohbet olmağla ba’z - ı kibâra
Cân ü gönlüm aldı ol dost meclisi nedim ve musâhib olup Ebâ Eyyûb - i Ensârî
A k. Türk Şairleri 399
hezretlerinin türbe - i münevvereleri civârın- lan tab’ - ı nüktedanlarından cârî târih - i bî nâzîrdir
da sâkin olmağla ol sultân - ı kişver - i kerametin ki teberrüken silk - i sutûr kılındı. Tarih;
medh - i şeriflerinde bu güne lü ’lû feşan olmağla bu
mahalle tahrîr olundu:
M erhûm - i m ezkûr m aârif - i ilmiyye ile meşhûr
Eyâ R û m ’a viren nûr u ziyâ şan
fenn - i belâgatin mücâz - ı aklîsi ve u lû m - i edebiy ■
Sebeb teşrifin oldı fethe im kân
yenin mücâz - 1 naklisi şi’r ü inşâsı âl - ü l - âl bir
Alemdarısın ol fahr - ı cihânm
şâir - i pâkîze m akal olmağla tahrîr ve âsârlarından bu
B udur sâlâlr - ı rütbe âli ünvan
beyt - i m eşhûrları tastîr olundu:
Kerâmet şemsi zahir oldı sende
M aârif bilmeyen dilber hemen bir nakş - ı sûrettir
Der - i hâkin nesîmi anber efşan Bakar şâhin gibi ammâ hakikatte sığırcıklar
Civârm gülsitan cây - 1 behîşt bu
Bibliyografya: Sim., Sfy., Rmz.
Süvâri hâtem - ı şâh - ı resûlân
Zimamkeş nâka - i Cibril rehber
A k lî (İştipli) — X V III nci asır şairlerinden A klî
Saâdetle olup darında m ihm an hakkında Salim şu m alûm atı veriyor:
H ilâfet m evki’i me’zûn - i devlet A k lî: Iştibî Mehmed efendi dinmekle meşhur bir
Şeref buldı bununla âl -i Osman bî akl ü şuûr olup Ankaravî Mehmed efendi merhûm-
Kerem kıl bir üm îdim çünki m edhin dan bir tarîk ile m ülâzim olduktan sonra sâlik— i kazâ
Derûna lâyih oldı vasfın erzan ve bir kaç yerde m âlik - i hükm ü im zâ olmuşken 1099
Benim ol cürm i bîpâyan siyah rû (M. 1687) târihinde izhâr - 1 bağyü fesâd eyleyen Y e
G arîkım bir yeme âlûd - i isyan ğen didikleri bâgî - i zulüm m u ’tâdin ordu - yi men-
K apunda A kli m iskinin recâsı hûsunda hâşâ kadı ve ol şakıy - yi m ekrûhun zîr - i
Şefâattir niyâzı yevm - i m izan itâatinde bulunm ağa râzî olup ol gürûlı - i mekrûha
B u bir kaç beyit gazeliyatındandır: taraf - ı pâdişâhîden tertîb - i cezâ olundukta bu dahi
m aktûl olup mahv i vücûd ve kendi rüfekasiyle
R uhlerin rengi dile seyr - i gülistân istedir
dâr - ı bevârda hemdem - i ashâb - 1 uhdûd eylemiştir.
B ülbüle nakş - ı behârı verd - i handân istedir
B u güftâr anındır:
Neyle ref’ - i zâr ider ol nâle - i sûz - i d ili
— Kıt’a —
B u hevalar m utrıba sâzile elhân istedir
O âşık kim şeb - i hecrinde ebrûnı hayâl eyler
Esmede bâd - i fiten zülfün perîşân olmada
Demâdem sineye nâhu n urur şeld - i h ilâl eyler
Baştan aşmak aşk - 1 M ecnun’a beyâban istedir
D ehânın fikr ider hüsnün kitâbı dâim â elde
Olmada pâm âl - i zillet sâye veş üftâdeler
A nınçün Aklı - i dilteng her gün hasbıhâl eyler
K or m ı tâkat neylesin çâk - i girîban istedir
Safayî tezkiresinde de şu kayıdlar görülüyor:
O şehin pâyine yüz sürmek ne m ürnkin Akliya “ A klî: N âm ı M ehmed’dir. Rum elinde vâki İştib
M idhat - ı hüsnün dahi bir başka dîvan istedir
nâm kasabada zuhûr itmiştir. Evâil - i halinde İstan
Yeniçeri odaları ta’m îr olundukta mezbûr bu ta b u l’a gelüp kesb - i kemâl - i m a’rifete âzim olmağla
rihi nazm idüp kapı üzerine tahrîr olunm uştur: m ülâzim olup tahsil - i ulûm dan sonra kazâya rıza di
O ldı ilhâm - ı H udâ A klî didi târihini yerek sâlik - i râh - ı kazâ olup seccâdenişîn - i hükm
ü imzâ olup 1099 (M. 1687) tarihinde vâki Nemçe
seferine serasker olan Yeğen Osman Paşa nâm bâğî*
Ram iz tezkiresinde ise şu m alûm at veriliyor: m in yanında ordu kadısı olduğu sebeple m azlûm en
katlolunmuştur. Asrın şuarâsmdan olup bu eş’âr - ı
“ A k lî Eyyûbî: N âm - 1 nâm îleri Mehmed’dir. Asr -i tâbdâr ol merd - i âk ilin ve ol şâir - i deryâ d ilin âsâ-
bâh ir - ü n - naşı* - 1 Sultan Ahıııed - i sâliste kaimma- rm d a n d ır:
kam ve ba’dehu hâilelerinde mütekaiden gûşegîr -;
Seyr it o şâhı tâze hat - 1 müşgbûyile
serîr - i râhat ve arâm iken 1135 (M. 1722) senesi h i
Sulh itti m ilk - i hüsnde gûyâ adûyile
lâlinde vâlide kethudâsı Mehmed Paşa’n m ah - i
Sür âsitânma yüzüni sen de Akliya
m ükerremi m âlik - i servet ve yesâr Y usuf Ağa nâm
H âk - i derinde hidm etin it âb - 1 rûyile
zât - ı iclîl - ü l - m ikd ârın dâire - i devletlerine intisab
ve Ağa - yi m ûm âileyhin lıüsn * i nazar ve terbiye - i — II —
bende nevâzîleriyle tahsil - i m aârif - i bihisâb itmek Ser - i kûyin gören meyi - i belışit - i câvidân itmez
le dâhil - i vücûh - i küttâb ve ta’dâd - ı menâsib - ı dî- R u h in seyreyleyenler ârzû - yi hûriyân itmez
vâniyye ederek 3 zilhicce 1144 (M. 1731) günü İstan Nisâr itmez nigâh âşinâ - yi Akli - i zâra
bul baruthânesi nezâretiyle kâmyâb olmuştu. B a’del- B ud ur tarz - ı cevânaıı iltifât - ı âşıkan itmez
azil 1147 (M. 1734) senesinde âzim - i dar - ü l - karâr Belîğ tezkiresinde de şu satırlara tesadüf o lunu
yor:
ve Hazret - i Ebî Eyyûb - il Ensârî türbe - i m üııîfe -
“ A k lî: İştibî Mehmed efendi 1099 (M. 1687) se
leri civârında olan mezâristanda defîn - i gene - i mezâr nesinde maktûlen fevt oldu.,,
k ılın u p seng - i merkadlerinde mastûr Suyolcuzade Bazı mecmualarda A k lî mahlâsiyle yazılmış bir
Necîb Efendi’n in m enb’a - i cûybâr - ı ilm ü irfân o takım şiirlere tesadüf ediliyor. (Meselâ bakınız: Tpk.
400 Türk Şairleri Ak.
Rv. K. Mc. No. 1972 Ünv. Yl. K. Mc. No. 46). H afız ve menkabeler onun babasıyla A nadolu’ya geldiğini
Post ta A k lî’nin şu parçasını bestelemiştir (Tpk. Rv. zikrediyorlar.
K. Mc. No. 1724). Bay Hüseyin Hüsam eddin’in bu rivayeti doğru ise,
Tâ subh olunca bâde -i nâb içmişiz bu şeb Şeyh Ham za’yı A nadolu’da tekrar evlenmiş olarak
göstermek icab eder. Ve bu takdirde bu kadın, A k
Y âd - ı lebinle hayli şarâb içmişiz bu şeb
Şemseddin’in anası değil, üvey anası olur.
L â ’lin hayâli arızın endîşesiyle biz
A k Şemseddin genç yaşında okumağa başlamış ve
Gâhî şarâb - ı nâb ü geh âb içmişiz bu şep
tahsilini bitirdikten sonra Osmancık medresesine m ü
B u şiirlerin Iştipli A k lî’ye âid olduğu tahm in
derris olmuştur, ihatalı bir âlim olan A k Şemseddin,
olunabilir.
kendince bir şeyhe intisabın lüzum una da kail olmuş
Bibliyografya: Sim., Sfy., Blg-, mecmualar.
ve bu yüzden bir “M ürşidi kâm il,, aramak gayretine
: ; ! : -iv ’-'1
düşmüştü. O sıralarda A nadolu’da en meşhur muta -
A k lî (Tablîzade A li) — X V II nci asır şairlerin -
savvıf Hacı Bayram idi. Fakat ondaki melâmet neşesi
den A klî hakkında Beliğ şu m alûm atı veriyor:
n i A k Şemseddin bir türlü hazmedemiyor ve onun
« A k lî: Bursavî Tablîzade A li efendi reîs - i zâ -
çarşıda, pazarda dolaşmasını ağır başlılık saymıyor
kiran. 1116 (M. 1704) senesinde fevt oldu. du/
K â k ü l - i m üşgînini dilber perîşân itmede
Gene o sıralarda H alep’te Z eyneddini H âfî de işti
B ûy - i zülfiyle cihânı anber efşân itmede
har etmiş büyük bir mutasavvıftı. Ona m ürid olmağı
Kande açılsa gül -i ter dâm enin tutmakta hâr tercih etti. Ve H aleb’e kadar gitti. Fakat rüyasında
B ü lb ü l - i şeydâ heman bîhûde efgan itmede
bir ucu A nkara’da Hacı Bayram’m elinde olan bir i-
K aldılar hayrân ü dembeste tabîbân - 1 zaman
pin diğer ucu kendi boynunda bağlı olduğunu görün-
Akli- i dilhastenin derdine dermân itmede
Yadigârı Şemsi’de şu m alûm at kayıdlıdır (S.
80-81):
Eşşeyh A li A k lî efendi: M ûm âileyh Bursa’da te -
vellüd ile ulemâ - i asrından telemmüz etmiş ve Dab-
bağ zâde Eşşeyh Mustafa efendi’ye intisabla maz -
har - 1 nazar - 1 kimyâ eseri olmuş. Musikiye hevesi
olup o fende de mehâret hâsıl eylemekle m ürşidine zâ-
kir olarak meclis - i zikirde İlâhiler okur, sâlikânın aşk
u sevkını tezyîd edermiş. Şeyh İsmail efendi’n in vefâ-
tiyle Eşşeyh Mehmed Em îr -ü l -Enârî hazretlerinin
müsâadesiyle zâviye - i mezbûreye ta’yin ve dokuzun
cu postnişîn olmuşlardır. 1116 (M. 1704) târihinde o
da kûs - i rihlet çalarak azm - i dâr - üs - selâm ve ye
ni yer kabristanında ârâni eylemiştir. M erhûnı - i
mezbûr ilm ü irfân ile meşhûr ve şi’r ü inşâ ve m usi
kîdeki kemâli musaddak - ı cüm hûr im iş.»
Bibliyografya: Blg., Mehmed Şemseddin: Yadigârı
Şemsî.
gâh eyleyicek M evlânâ Ak Şemseddîn kendisinin mez retleri Edirne’de bulunm ağın H a lil Paşa anları da’
ra’ - i âm âli m üsm ir ve bârver olup kiştzâr - 1 m erâmı vet idüp marîz - i mezkûr içün duâ istid’â ve
hâsıl olmak üm idine sofiler ile orak biçmeğe meşgul ilâç iltimâs eyledi. Şeyh hazretlerinin hulefâ - i
oldu. B ir milcdar zamandan sonra taâın ihzâr olunup suadâsından Mısrîoğlu dinmekle meşhûr olan A b -
hidm et - i merkumeden fâriğ olduklarında evvel taâ- diirıahm an nâm kimesne hikâye eyledi ki şeyh
nıı şeyh hazretleri tevzi’ idiip fukarâya ta’yîn eyledik hazretleriyle iyâdet kasdiyla marîz - i mezkûre varup
ten gayrı hâzır olan kilâba dahi başka hisse tâ’yîn ey içerii girdiğimizde pâdişâh - 1 mağfiret penâhm cüm
ledi. Am ıııâ fâzıl - 1 müşarünileyhe iltifat itmeyüp ta le atıbhâsını ol mecliste ilâç içün edviye ihzârına
ama da’vet eylemedi. M evlânâ A k Şemseddin kendiyi meşgul bulduk. Şeyh hazretleri bu hastanın marazı
ol şeyh - i sâmî riitbet taâma da’vet itmeyüp hân - 1 sersâmdır ana göre ilâç eyleniz deyiip bu söz üzre
iltifâtından behrever itmediğinden kilâbı ile hem kâ musir oldular. Cümle atibbâ ana inkâr edüp ilâcdan
se olup yemeğe meşgul oldu. Fâzıl - ı m üşarünileyhin el çektiler. Şeyh hazretleri marîz - i m esfûrun ken -
vaz’ - ı m a’h û d u şeyh hazretlerinin kalbine tesir idüp dinden ahvâlini suâl itmeyüp esbâb ve alâm âtını te -
ey köse gönlümüze girdin berii gel deyu kendi yanına tebbu5 itmeden sersâm m arazının ilâcına lâzım olan
da’veî eyledi. Mevlânâ A k Şemseddin Şeyh hazretle - edviyenin esâmisini yazııp acâleten ihzar ittiriip
rin in lıidmetlerinde tarîka - i tasavvufu tahsil ve tek re’y - i savâb nü'mâları üzre ilâç eyledi. B u ilâcın bi -
mil eyleyüp kerâmât - ı aliyye ve makamât - 1 seniyye- inâyeîiilâhilm üteâİ filh âl nef’i zahir ve bahir olup
ye ııâil ve vâsıl oldu.» şeyhin kerameti zuhur eyledi.»
Menakıba göre Hacı Bayram'a (849 -1445) te in- O nun Maddetühayat adlı tıbbî kitabından baş
tisab eden A k Şemseddin, hilâfeînam esini aldıktan ka mecmualarda da bazı ilâç tavsiyelerine rastlıyoruz
sonra Beypazarı’nda tevattım etti. B ir mescid ve bir (.Meselâ bakınız: Mit. Alm. K. Mz. No. 733).
değirmen yaptırdı. Fakat kendisine fazla teveccüh A k Şemseddin’in bir hayli eseri vardır. Şakayık.
gösteren halkın m ütem adi ziyaretlerinden bizâr ol - bu kitaplardan bazılarını şu yolda kaydediyor:
muştu. İskilib’e hicret etti. Halk, aynı suretle kendisi «Şeyh hazretleri ilm - i tasavvufta Riâslei nûr
ne temayül gösteriyordu. Nihayet Göynüğ’e geldi. 0- adlu bir risâle tasnif eyledi ve dahi m atain - i sofiyyeyi
rada gene bir mescid ve bir değirmen inşa ettirdi. def’iden bir risâle telîf eyledi. Ve dahi ilm - i tıbda
Fatih Mehmed, İstanbul fethine hazırlandığı sı kendi tecribe eylediği ilâcât - ı nâfiayı ceııı’ idüp müs
ralarda Akbıyık ve A k Şemseddin’i yanma getirtti. takil bir risâle eyledi. M üşarünileyhin Makamât- ı
H arp esnasında askeri teşci için her ikisinin de büyük Evliyâ ismiyle müsemmâ bir risâlesi vardır. B u ha -
hizmetleri dokunmuştu. Hattâ hüküm dar bazan Mah- kîr ol risalenin şeref - i mütâlâasıyla müşerref oldum.»
m ud Paşa’yı, bazan Ahmed Paşa’yı büyük bir itinıad Bursalı Tahir ise şunları yazıyor (O sm );
beslediği A k Şemseddin’in nezdiııe gönderir ve fik ir «Hazretin âsâr - 1 ârifaneleri esâmisi:
lerinden istifadeye çalışırdı. Fetihten sonra iki bin fi- 1 — Risaletünııûriyye: Siilûk -i tarikat ve gava-
lori hediye etmiş; fakat Şakayık’a göre A k Şemseddin mız - 1 i!m - i hakikate dâir arabiyyül - ibâre bir telif - i
bu parayı kabul etmemişti. dakik olup nüshaları İstanbul kütiiphânelerinin bazı
Meşhur Halid ibni Zeydülensarı n in kabrini onun larında vardır [1].
keşif ve tayin ettiğini de mevcud menbalar kaydedi - 2 — H ail - i m üşkilât: Ekâbir -i mutasavvifeden
yorlar. B u rivayeti izzet Molla da bir manzumesinde bazı zevât - ı âliyenin gavâmız - 1 tasavvufa âid olan
şu yolda tekrarlamaktadır: kelimât ve cümel - i m uhakkikanelerinin h allini mü*
Kara gün dostı imiş Fatih’in Ak Şemseddîn beyyin Arabiy - yiil - ibâre bir eser - i m u ’teberdir.
Ki yüzünden lemeân itmiş anm feth -i mübîn Bazılarının bu esere ' «Şerh - i akvâl - i Hacı Bay -
Nusratı ç.eşm - i hakikatle görüb virdi haber ram - ı V elî» deve isim vermeleri noksâni - i teteb -
İşte her kârı uzaktan görür erbâb - 1 yakîn bu ’dan münbaistir.
Sebeb olmuş koca bir beldeyi teshire o pîr 3 — M addetülhayât: Miintesib bulundukları ilm - i
Eylemiş kendine ancak bu makamı ta’yîn îıbdaki mücerrebât - ı miitenevvialarmdan bâhis
Ağakapusu’nu sultan -ı felekcâh yapup Türkçe bir risâle - i tıbbiyedir [2].
Kıldı envârı ile matla’ -ı şems - i tebyîn B ir de Makamat - ı Evliyâ isminde bir eser - i âri-
Sems’in iksir bilüb himmetini kendisine fâneleri olduğu Şakayık - ı numaniye tercemesinde
Eyledi savmaasın sîm ü zer ile tezyin muharrer ise de bu eser hulefâ -yi kirâm larıııdan olup
Eylesün mülkini Allah erenler ma’mûr kendilerinden sonra seccade - i irşadlarına kaim olan
Reşk ide ömr - i hümâyûnuna eslâf - ı güzîn Sevh Haıııza Baha’nınd ır.»
A k Şemseddin, valnız din ve tasavvuf âlim i ola - Meııakıbnam e’de ise Def’-i matâ:n, Telhis-i def-i
rak kalmamış, aynı zamanda devrinin kıymetli bir mutâin , Risale -i z’krullah adlı eserler de kayıdlıdır ki
tabibi olmuştu. Tababete âid eserler de kaleme aldı. bunlardan birincisi, isim tasrih edilmeksizin Şaka
Hastaları tedavi hususunda ise büyük bir meharet yık’ta da gösterilmiştir.
gösteriyordu. Şakayık’ta şöyle bir fıkra kayıdlıdır: Halis efendi kütüphanesinde de (TJnv.) Risale-i
«Rivayet olunur ki merhum Sultan M urad H ân - 1 Ak Şenr.eddin adıyla tasavvufî Tiirkce bir risale mev-
gazı hazretlerinin zamân - 1 saltanatında olan vüze - cuddıır.
râdan H alil Paşa’nın oğlu Süleyman Çelebi kadıasker
iken mahmiye - i Edirne’de babasının devleti evâ - [11 Meselâ baknız: Yahva efendi kütüphanesi No. 2408
ııında hasta olup pister - i maraza düştükte Şeyh haz [1] Tpk. Hz. K. No. 552
F . 26
^¿-5 * i .
402 T ürk Şairleri AL
Şair E c rin in bazı şiirlerini kendi el yazısıyla ih ti K a n i bir gerçek [2] âşık kim yanubdur derd - i Mev
va eden bir mecmuada ise (Bay Osman Erginde) lâdan [3]
jJ- » serlevhalı ve J'*» Beyazid kütüphanesi değerli m ü d ü rü Bay İsmail
Saib, A k Şemseddin’in Şemsî mahlâsiyle de bazı şiir
« ¿x. J'u--- J*
lerini evvelce gördüklerini söylediler.
cümlesiyle başlayan k üçük bir eser görülüyor. A k Bibliyografya: Şky, Âşık Paşazade tarihi, A k Şem -
Şemseddin, bu risalesinde Feridüddin Attar, Mevlânâ, şeddin hakkında yazılan iki menkabe, Sel., Osm., Kms. ve
Sultan Veled, Evlıadüddini K irm âııî, Seyyid Nimetul-. Ak Şemseddin’in bazı eserleriyle mecmualar.
lah, Seyfeddini Baharzî, Şeyh Hüseynî, Şeyh Mehmed Ak Şemseddin’in minyatürü Topkapı sarayı Hazine
Ş irin gibi meşhur m utasavvıfların «vahdeti vücud» a kütüphanesindeki «2653» numaralı albümden Bay Dr.
dair intihab ettiği beyitlerini bir araya getirmiştir. Süheyl tarafından alınmıştır.
A k Şemseddin hakkında ik i menâkıbnâme yazıl - A lâe d d in (İbrahim ) — İbrahim A lâeddin’e bak.
mıştır. Em ir Hüseyin ink i m atbu, E yipli müezzin Ab- A lâe d d in (Sünbülî) — X V II nci asır mutasav -
durrazzak’m iii gayri matbudur. Fakat her iki menka- vıflarından olan A lâeddin hakkında Sicil’de §u m a
bede de ekseriyetle Şakayık’tald m alûm atın biraz lûm at kayıdlıdır:
tafsil edilmiş şeklini görmekteyiz. «A lâeddin efendi: Haşan Neclmeddin efendi sul
Sadullah, Fazlullah, Em rullah ve Yusuf Zeliha bünden 1016 (M. 1607) da tevellüd eyledi. 1051 (M.
sahibi Ham dullah H am dî gibi oğulları olan A k Şem - 1641) de Koca Mustafa Paşa tekyesi şeyhi oldu. 1062
seddin’in Hamza Baba, İbrahim Tennurî, Mısrîoğlu (M. 1651) de Hacca azimet etti. 1091 (M. 1680) re -
Abdürrahim gibi tanınmış halifeleri de vardır. cebinde fevt oldu. Vâiz, muhaddis, müfessir, âbid idi.
Eski m enbalarm hiç birinde A k Şemseddin’in Şİ" M ahdum u ve halefi Nureddin efendidir.»
irleri olduğuna dair bir kayda tesadüf edilmiyor. Bay Sünbülî Vahyî, vücude getirdiği «Silsilenâme - i
Ahm ed Rem zi’n in Kayseri’de bulduğu bir mecmua Sünbiiliyye» adlı manzumesinde A lâeddin için de şu
daki Şemsi H uda mahlâslı şiirin A kbıyığ’a aid oldu - beyti söylüyor:
ğunu kuvvetle tahm in etmekteyim (Akbıyık madde - Nâmıdır hazret - i Alâüddîn
sine bakınız.). Fahr - ı âl - i Resûl şeyh -i güzîn
A ynı şair diğer bir manzumesinde de şunları
B ir çok mutasavvıflar gibi A k Şemseddin’in de
söylemektedir:
şiirler yazdığı m uhakkaktır. Nitekim Bursalı Tahir,
Şeyh - i âşir hazret - i Seyyid AJâüddîn’dir
A k Şemseddin’in şiirlerinden örnek olarak $u beytini
Kutb -i ekrem gavs - i azam muktedâ -yi etkiyâ
kaydetmektedir:
On birinci neci - i pâki Şeyh Nûrüddin’dir.
Gördüm çü Haık’kın vechini ayn - el -yakin yâ H û direm
Hüsn - i ahlâkiyle itti rütbesin fevk - al - ulâ
Geh sofi ladan dem urur ben her dem illâ H û direm
A lâeddin’in şairliğine dair menbalarda hiç bir
B u m anzum enin tam am ını görmedim. kayıd yoktur. Fakat bir çok mutasavvıflar gibi onun
Topkapı sarayı kütüphanesindeki b ir mecmuada da İlâhiler yazdığını mecmualardan öğreniyoruz.
onun şöyle bir beytine tesadüf ediliyor (Rv. K. No. Bendeki bir mecmuada kayıdlı olan ik i şi’rin i örnek
1973): olarak alıyorum:
Ziihdi kişiye nitsün reddeylese Allahı — I —
Fiskı ne ziyân itsün hayır olsa serencâmı Ben mest - i cânân olmuşum
B u beyit Sadî’n in meşhur manzumesindeki, Cân ü cihandan geçmişim /
oAj IJ f Jı 1 O-'A j Hayrân ü giryân olmuşum
N âm ü nişandan geçmişim I
İH Bu İlâhî «Arak» makamında Yeniköy’lü Haşan Kara gözlü yardan m urat alınmaz
tarafından bestelenmiştir. Cana çevri çoktur tarif olunmaz
404 Türk Şairleri
İçsem elinden — I —
Emsem lebinden
Koçsam belinden B ü lb ü l gibi zâr eyleme
Y âr gül yüzlüdür G önül sabr eyle sabr eyle
İ h ediip ezkâr eyleme
iştiyakı sineciğim yakıyor G önül si:br eyle sabr eyle
A h ü figanım göklere çıkıyor
Iıışaallah böyle kalmaz
İki elimde taş H ak kuluna cefâ kılmaz
Sinemde ataş Sanki akşam sabah olmaz
Didelerim yaş G önül sabr eyle sabr eyle
Pınarım gözlüdür
K alm adı sabre karârım
Zârım , işiden der ki yazıktır M ecnûnum Leyiâm ararım
G ariplik çekmişim bağrını eziktir Kısmet olursa sararım
G önül sabr eyle sabr eyle
Havadan inmez
K olum a konmaz Âşık A li kılar zârı
Halim den bilmez Figandır b ü lb ü lü n kârı
Acı sözlüdür Gam yeme buluruz yârı
G önü! sabr eyle sabr eyle
Der ki Ali kimse bilmez halim den
Kim e dâdeyin kanlı zalimden — II —
Mücevher saat tak İncili cüzdan iştirâk eylemiştir. Son büyük zaferi terennüm eden
Kanarya şallısı bir a’lâ fistan bir destanı da vardır. Hicivde de m uvaffakiyet gös
Biçak başı kabza köstek sırmadan teren Aşık, A li’nin «Uyuz destanı» m uhitinde meş -
Harcı sırma düğmesi mercan olsun h ur olmuştur.
Şair’iıı hayatı hakkında m alûm at veren Ahmed
B ir mercan teşbih pulları cevhere Talât Onay diyor ki (Ç ankırı şairleri S. 92 - 9 4 ):
Sırtına samur kürk boyuna göre «Aşık A li’nin kuvvetli bir hafızası vardır. K en
Yaraşur bunlar bir m âi şalvara di şiirlerini, başkalarının eserlerini okurken asla te
B u şeyler sana hep armağan olsun vakkuf etmez. K o llarını çaprazlar, dirseklerini diz
lerine dayar, gözlerini bir noktaya diker ve m ütem a
diyen okur. Şahsına mahsus görüşleri, sezişleri basit
Eğer yâr olmazsan Âşık A li’ye ve fakat zarif teşbihleri vardır. Lisanında sarf, na -
Bıı şeyler sana zehir yılan olsun hiv hataları bulunur. Fakat bunlar hep kafiye zaru
A li (Aşık) — X V III inci asır sazşairlerinden A li’nin retinden ileri gelmiştir. A li çelimsiz, zayıf vücutlu,
hayatı hakkında hiç bir m alûm ata sahip değilim. Y a l fakat âteşin zekâlı bir delikanlıdır. Anadan doğma
nız (1126 - İ714) de öldürülen Osmanoğlu Nasuh P a bir kızılbaş olduğu halde mezhep telâkkilerine ya -
şa hakkında yazdığı bir destan sayesinde onun yaşa bancdık göstermektedir.»
dığı devri tayin etmek im kân ın ı bulabildik. Bendeki Âşık A li’n in bir parçasını naklediyorum:
bir mecmuada kayıdlı olan bu şiiri aynen naklediyo
rum : — Güzelleme —-
— I —
Su vahdette gönül dostun arzular
— Osman oğlu Nasuh Paşa destanı — Dostlar hayâliniz gitmez gönülden
Him m et edin biz varalım gaziler
Dört tarafa ferman gitti kasdma Dostlar hayâliniz gitmez gönülden
Başının çaresin gör Osman oğlu
Dört vezir tayin olunmuş üstüne Arzulayıp ben dostuma varayım
K ırk bin asker ile bil Osman oğlu G ü l yüzlü dost cemâlini göreyim
B ir veçhile m urâdıııa ereyim
Aşkar atın yorgun cenge varılmaz Dostlar hayâliniz gitmez gönülden
Hattı hüm ayuna karşı durulmaz
Hasım ların galip dava görülmez Aştım geldim karlı dağın ardını
Mahşerde m ürafaa ol Osmanoğlu Çeken bilir ayrılığın derdini
Pek severim aziz dostun m erdini
Cok şükür huccaca vermiş hidayet Dostlar hayâliniz gitmez gönülden
Bunca yıllar vardı geldi selâmet
Sancağı resule yiiz sürdü gayet Aşkın kitabından okur yazarım
A kranın bulm asun al Osmanoğlu B ir hüsnü güzelde kaldı nazarım
Şimdi geldim dost ellerin gezerim
Müsehhar eylemiş Şam’ın çöllerin Dostlar hayâliniz gitmez gönülden
Hos selâmet ettin Mekke yolların
Seni ister şimdi A vdm illerin K olda gezdirirler şahin baz imiş
Sılai rahmeyle gel Osmanoğlu Geçti öm rüm göremedim tez imiş
Dostlara kavuşmak bahar yaz imiş
Neylesin yalınız bir Nasuh Paşa Dostlar hayâliniz gitmez gönülden
Alem şanı jnkâr olunmaz başa
N âm ü şanı inkâr olunmaz hâşâ Soyunursan dostlar yoluna soyun
Döğiişe döğüşe öl Osmanoğlu Pek zordur çekemem feleğin yayın
Cok şükür ki gördük dostların köyün
Der ki A l’’m sana hezar aferin Dostlar hayâliniz gitmez gönülden
Cenneti âlâda uçmaktın- verir»
TCı'n vüz virmi altıda kesildi s^ı-irı Sefil A li kadîm ikrar vireli
Yafa çöllerinde kaldı Osmanoğlu Elestü’den bu ikrara duralı
M em nûn olduk cemâliniz göreli
A li (Âşık, Ç ankırılı) — 1301-1-^85 te Cankı - Dostlar hayâliniz gitmez gönülden
m r n SabanSsü nahiyesine m erbut 0*bek adındaki
Bibliyografya: Ahmed Talât Çankırı Şairleri, Halk
Alevî köviinde doğdu. Babası Haşan Çavuş okulla -
rından Ali A<rn dır. Şiirlerinde Sefil Ali mahlasım şiirlerinin şekil ve nev’i.
kullanan Alî. okur vazar olmamakla beraber zeki bir
adamdır. TTmnmî harnte askerlikten kaçmış, bir m a A li A ’ver (Sazşairi) — M illet kütüphanesinde
ğarada saklanmış; fakat M illî mücadeleye seve seve ki bir mecmuada «Elhâe A li A ’ver» başlıklı hece vez
406 Türk Şairleri Al
niyle yazılmış bir manzume kayıdlıdır. B ir çok yeri Pâdişâhım yer yüzünde Şecâat sahibi erdir
müstehcen olan bu şiirin bir bendini naklediyorum: Kerâmet vardır özünde Yüzi aydın münevverdir
Sevdiğiyçün Çiharyâr’ı Muinidir gani Bârî
Didim yüzün şems ü kamer Adûsma yâdigârı Destinde tîr ü teberdir
Şahım meleksin ya beşer Müheyyâdır anın küsti Yed - iklime irer desti
Didi pek eşeksin meğer Din uğrundadürür kasdı Yetişmiş bir ulu serdir
Şeftali olmaz parasız Kahramanneşrürür resmi Zelîl olsun dâim hasm
Ol H udâ’nın bin bir ismi Pâdişahlara ezberdir
Bibliyografya : Mit. Alm. K . Mz. Mc. No. 738. Söylenirsin dillerinde Zahmm işler bellerinde
Yedi kıral illerinde Darbın tüyleri ürperdir
Benli Ali’m ider âhı Severiz ulu Allah’ı
A li (Benli) — X V II nci asır saz şairlerinden Din şeriat pâdişâhı Yerde gökte mu’teberdir
Benli A li hakkında Prof. Bay Fuad K öprülü şu m a A li E m îrî bu şiirlerin sonuna şöyle bir haşiye
lûm atı vermektedir : ilâve etmiştir:
«B enli A li, (1075 - 1664) te Fransızların firar- «M ezkûr B enli A li 1075 te Fransızların Ceza -
lariyla neticelenen bir hücum larını (Faure - Biguet, yer’e bahren tecâvüz ve mağlûbiyetiyle firarlarını
Histoire de l’Afrique Septentrionale, p. 361) aruz ile «Feth - i cemîl» deye bir manzûme ile tasvir ediyor.
yazdığı bir manzume vasıtasiyle tasvir etmiş oldu - Şu kadar var ki m anzûm e vezn - i arûzî üzeredir.
ğundan, işte bu suretle zam anını - takribi bir surette- B undan anlaşılıyor ki şâir 1050 ile 1100 arasında
anlıyabiliyoruz. Her halde Benli A li, (1050-1100) yaşıyan bir zattır».
Beneleri arasında Cezayer’de yaşayan yeniçeri âşık Bibliyografya: Fuad Köprülü: J. Deny: On sekizinci asır
larından b irid ir; «Âşık Omerler, Cevherîler» gibi, sonunda Cezayer Türk yeniçerilerinin türküleri: Türkiyat
yalnız heca ile değil aruz ile de yazan bu saz şairinin mecmuası C. 2. S. 215-218, A li Emiri: Mecmua
elimizde bir iki «deyiş» i vardır ki, Cezayer kahra ■ A li Bey (İdrisi M uhtefî) — İdrisi M uhtefî’ye
m anlarm ın medhine ve ocağın Osmanlı im paratorlu bak.
ğuna merbutiyetine âiddir. A li Bey (Şîrî) — Şîrî’ye bak.
Pâdişâhım Cezayer’in Bâg - 1 cennet durağıdır A li (Bursalı, sazşairi) — X I X uncu asrın ilk
Zavyesidir hem Resûlün Hak yoluna virür serin nısfında yaşayan sazşairlerijndendir. (1219 ->1804)
Coşar derya eser bâdı Hacı Bektaş kaçağıdır de ölen Cezar Ahmed Paşa’ya aid bir destanı bende*
Sedd - i İslâmdır bir adı Kâfire virmez amanı ki mecmualardan birinde kayıdlı olan Bursalı A li’nin
Allah olsun kîl ü kalin Dâim başı nacağıdır hayatı hakkında hiç bir m alûm ata rastlamadım.
Cezayer yedi kiralın Lûtfi çoktur bîzevâlin Manzumeyi aynen naklediyorum :
Cezayer’in kahramanı Akdeniz’in bucağıdır
_ _ I _ _
Cennetler kapısı bugün açıldı D arülfünund a teşekkül eden ve lise kitaplarını ihza
Şehitlere türlü hülle biçildi ra m emur edilen komisyonda azalık etti. (1337-1920)
Önünce Yeniçeriler seçildi yazında M illî hükümete iltihak ederek önce Trab -
B u gayret günüdür der Ahmed Paşa zon sultanîsi m üdürlüğüne, oradan terfian (1338 -
1921) de Gireson m aarif m üdürlüğüne ve (1339 -
K ılıc ın darbından kan ağlar Frenk 1922) de M aarif müfettişi um um îliğine geçti. (1340-
Öm ründe görmemiş böyle bir ahenk 1923) te kendi arzusuyla tekrar m uallim liğe döndü
Cezzar der söylensin ettiğimiz cenk ve Erkek m uallim mektebi ile Kabataş lisesinde ede-
Bilmeyenler duysun der Ahm ed Paşa
, j ■i j • ! : I
Cümle din adûsu olunca deli
Şüphemiz kalm adı velisin veli
Cezzar’ı medheder Bursalı Ali
Vezirler içinde koç Ahm ed Paşa
kâr olmak gayretiyle çalışıyordu. İstanbul’da çıkan b î olan bu mecmuaya biraz da fik ir ve felsefe çeşnisi
bazı mecmualara da yazı gönderiyordu. verilmek gayesiyle adı değiştirildi ve Genç kalemler
Edhem Hidayet Yörük «B ehliil M iib in » müs - denildi. B u mecmua elde mevcud olan meşhur «Genç
teariyle neşrettiği edebî bir musahabede A li Canib kalemler» değildir.
için de şunları söylemişti (Servetifünun No. 964, Ayni senenin sonlarında o zaman sadece Diyarı-
1325 - 1909): bekir’l i Ziya Rey denilen Ziya Gök Alj>, «İttihadii
«A li Caııib: Bilhassa son yazılarında isbat etti terakki merkezi um um îsi» azalığma seçilmiş, Selâ -
ki bütün gençler içinde ikinci bir Fikret olacaktr. niğ’e gelmişti. Eden tiyatrosunda bir piyes temsil
O nun gibi ıııetîn ve selîs bir şair.. Neşredilen parça ediliyordu. Ziya Bey’le A li Canib de seyirciler ara -
ları sırasiyle takib edilecek olursa birbirinden güzel smda idiler. Merkezi um um î başkâtibi Nesimi Sârim,
olduğu anlaşılır. Zaten A li Canib te bir hâssa - i ga - Ali C anib’in yanm a gelerek «Ziya Bey, şurada bir
rîbe var: O bazan Enis Avni gibi sâde ve siikûndar locada bulunuyor; seninle görüşmek arzusundadır.
bir şairdir. Fakat bazan birden yükselir; o kadar ki O m u senin yanına gelsin, sen m i onun yanma gi -
okuduğunuz parçanın böyle bir gencin eseri oldu - dersin» diyor. A li Canib’in m uvafakati üzerine Ziya
ğunda şüphelenirsiniz. Meselâ ekseri âsârma naza - Bcy’in yanma gidiyorlar. K aranlık bir loca içerisinde
ran Aşiyan da intişâr eden iki parçası «Serâir - i hlisn Ziya Bey, A li C aııib’e elini uzatıyor, safa geldiniz di
ü şi’rin » ve «M u m u m için» i ne kadar ulvîdir. A li yor. Fakat epey bir müddet hiç bir şey söylemiyor.
Canib de san’at perestî gittikçe kesb - i şiddet ediyor. Â li Canib, nâdim ve mahcub oluyor. Ziya Bey bunu
Ve bunun için onu Parnasiyenler cümlesine idhâl anlayarak yavaş yavaş açılıyor. «Genç kalenıler’de
etmek istiyorlar. Fakat o Coppee ile Fikret’in birai şiirlerinizi ve yazılarınızı okuyorum. Benim de ede
da Verhart ile Cenah’m öz bir evlâdıdır, denebilir.» biyat ve felsefeye merak ın var. Görüşelim » diyor.
(1325 - 1909) da Fecriâtî kâtibi um um îsi M üfid Bundan sonra hemen her zaman evce de komşusu o-
Ratip imzasiyle bu teşekküle davet edici bir tezkere lan Ziya Bey’le buluşuyorlar.
aldı. Ve o da derhal bu zümreye dahil oldu. Fakat A li Canib, gene bu sıralarda Ömer Seyfeddiıı ile
ekseriyetle Fecriâtîcilerin edebî temayüllerinden de tanıştı. Perviz imzasiyle yazılan bir yazıyı A li
uzak bulunuyordu. Hattâ 26 mart 1326 (M. 1910) Canib, m uharririni bilm ediği halde, bir makalesin -
tarihli ve 988 num aralı Servetifiinun’da neşrettiği de büyük bir takdir ile karşdıyor. B u nu n üzerine
bir makale ile bu gençlerin m ütem adi çalışmaları Ömer Seyfeddin. o }razı benim dir deyerek A li C anib’e
îcab ettiğini ve henüz san’atta çok geri olduklarını bir melcLup gönderiyor. İşte böyle bir tesadüf, ona
söylemiş; bunların Timsali aşk, Ruhu bîkayd gibi Ömer Seyfeddin’i de kazandırmıştır.
viicude getirdikleri eserlerde de büyük bir fevkalâ
B ir gün Ömer Seyfeddin’den şöyle bir mektup
delik bulunm adığını söylemekten çekinmemişti. Mec
alıyor (Caıvb Yöntem : Ömer Seyfeddiıı Hayatı ve
mua, Selânikten gönderilen bu makaleyi dercetmek-
eserleri S. 10):
le beraber bu fikirlere iştirak etmediğini şöyle bir
notla bildirm işti: «Cevabınızı almadan işte ben yazıyorum. Size
«B u m akalenin neşri münasebetiyle tekrar îzah bir teklifim var. Kanaatlarınıza pek yakın olduğu
ve beyân ederiz ki Fecriâtî âzası efkâr ■ı edebiyesiıv için hemen kabul edeceksiniz sanırım. Bakınız ne;
de h ü r ve m üstakildir ve hiç kimsenin kanaat - 1 hu- b ’raz îzah edeyim: Edebiyattan nefret ettiğimi, ve bu
sıısiyesi encümenin şahsiyet - i mâneviyesine tercii - nefretimin iğrenç tiksindirici bir nefret olduğunu yaz-
man olmak mâhiyet - i şâmilesini hâiz değildir.» nrştmı. B u nefretim edebiyata olmaktan ziyade li -
İlk edebî terbiyeyi Naci’den alan A li Canib’in ^anadır, b iz’m lisanımız, her zaman düşündüğüm üz
nazım lisanında yenilik nam ına yapılan yanlışlıkları Sİbi, berbat, perişan, fenne, ıııantıka m uh alif bir
terviç etmeyeceği pek tabiî idi. Şair bana verdiği bir lisandır. Garp edebiyatlarını biraz tanıyan m üm kün
varakada diyor ki: değil bu nefretten kurtulamaz. Zaman ve vâkıfane
b i r sa’y tasfiye eder. Ben işte edebiyattan vazgeçtik
«Bana sade Türkçe ve m illî edebiyat zevkini ilk
aşılayan M uallim Naci’dir. Nesir ve nazm ındaki vu ten sonra tetebbu edeceğim fenlere, ilimlere çalışır
zuh, fikirlerindeki m ahallilik, zayıf fransızcasıyla ken bu tasfiyeye de yardım edeceğim., « ...« v e » ...»
çok m uvaffak tercümeler yapmasına rağmen alafı - gibi nura, hakikate muhtaç Tiirkleri Asya’nın karan-
rangalıktan içtinabı, aynı zamanda teceddiid perver- bklar r.a götürmeğe çalışacağını. Sa’yim in esasını teş
liği. konuşma d ilin in îeabatma göre nazım lisanının kil edecek noktalar pek basit: Arapça, farsça terkip
tashihine tarafdarlığı, M uallim Naci’yi bana ilk ede l e r i n hiç lüzum u yoktur. B unlar ancak süs içindir.
biyat m uallim i yapm ştır. Ve b ütü n bu fikirlerim K im in gösterecek, teshir edecek fikri yoksa onları
oradan viirüm üşîür. iy i veya fena bütün manzumele <*ok kullanmıştın*. E&cr o terkipler terk olunursa tas-
rimde fîörülen nazmı kusursuzluğunu; zihaftan, fivede büv ük bir adım atılmış olmaz m ı... B unu
imaleden âzade oluşunu ben M u allim Naci’ye med - yalnızca basaramam geliniz Canib Bev. edebiyatta,
yun um .» İranda bir ih tilâl viicude getirelim. A h büyük fikir
(1326 - 1910) yılı içinde Selânik’te iki genç «a’yü sebat ister...»
Hâm id ve Hüsnü, Hüsün ve şiir adlı küçük bir mec A li Canib bu m ektubu bir gece Beyazkule balı -
mua çıkarıyorlardı. A li Canib, onların ağabeysi va - eesinde Zıya Bev’e okuyor. O da bu fikirleri fevkalâ
ziyetinde idi. Müracaatları üzerine bu mecmuada de ehemmiyetli buluyor ve birlikte çalışalım divor.
baj makaleler yazıyor, şiirler neşrediyordu, Sırf ede İki gün sonra A li Canib, zaten mensub olduğu «îtti-
Al. Türk Şairleri 409
zj l .v n ^ r u g a r a m p —
hadü terakki merkezi um um îsi» nden şöyle bir mek I I I — Türkçede m illî ve basit sarf hâkim tanı -
tup ve bir kararname alıyor: lacak, tekellüm lisanı, bir çok Türkler tarafından an
Osmanlı Ittihadü terakki cemiyeti laşılan lâtif ve tatlı «İstanbul Türkçesi» nazım ve ne
Merkez - i umumîsi sirde bedaate misal ve mikyas addolunacak.»
Aded 103 Genç kalemler’deki yazılar bütün bu esaslar dai
Talebe - i hâriciye encümeni kâtib - i umumîsi resinde idi. Yazanlar zaten ınahdud olduğundan isim
A li Canib Bey kardeşimize teııevviiü maksadıyla asıl adlarndan başka müste -
Muhterem kardeşimiz arlar da kullanmışlardı. O zaman A li Canib, aynı za
Talebe - i hâriciye encümeni hakkında itâ olu - manda Yekta Bahir, Celâl Sakıb, Gök Alp imzalarıyla
ııan karar sureti leffen gönderildi. Encümenin da G ök A lp müstearmı koymuş ve gitgide bu müs -
cem’iyle muamelâta ibtidâr olunması recâ ve Genç Demir Taş diye imza atıyordu. Zıya ismi hiç görülme
kalemler mecmuası sermuharrirliği ile encümen - i mişti, A li Canib, Demir Taş tabirini yadırgadığı için
mezkûr kâtib - i u m u m îlik vazifesinin îfâsı için zâ- bir iki manzumeden sonra Zıya Bey’in şiirleri altına
t - ı birâderîleriııe şehriye on lira tahsîs kılın dığı be da Gök Alp miistearmı koymuş ve gitgide bu müs -
yan olunur aziz kardeşimiz. tear ona malolmuştu.
12 Mart 327 Genç kalemler’de eıı çok A li Canib’in yazısı gö -
Merkez - i umumî mühürü rülüyordu. Ömer Seyfeddin, Zıya Gök Alp, M. Nermi,
Karar Kâzım Nami ve daha sonra Mehmed Ali Tevfik, Sup
A vrupa’nın ınahall - i muhtelifesinde müteşekkil hi Edher gibi şahsiyetler mecm uanın belli başlı m u
talebe cemiyetleriyle bil - muhâbere buradaki ef harrirler indendi.
kâr - ı selîme cereyanlarından onları haberdâr etmek A li Canib, mecmuanın ilk sayılarında ortaya bir
ve oradaki cemiyetlerde talebenin ne gibi şeylere m illî edebiyat meselesi attı. İstanbul edebî m uhiti
m uhtaç olduğunu anlayarak merkez - i umûm îye b il zaten yeni lisanın noktai nazarını terviç etmemişti.
dirmek ve A vrupa’ya talebe göndermek için teşeb - B unu ise büsbütün asabiyetle karşıladı. İlk olarak
büsâtta bulunarak îeshîlât - ı lâzım a îfâsına vesâtet Köprülüzade Mchmcd Fııad Servetifiinun’da itiraz -
eylemek ve A vrupa’da muhtâe - ı muâvenet olan ta larına başladı. Genç kalemler’in polem ik kısm ını Ali
lebeye m ikdâr - ı k âfî muâvenet - i m addiyenin îfâsı Canib idare ettiği için Bay Fııad’la karşılıklı m ünaka
esbabına delâlet eylemek üzere Dr. N âzım , A li Canib, şa en ziyade onun arasında olmuştu (Bu hususta faz
K âzım N âm i, Talât, Hüseyin H üsnü ve H am id Bey la tafsilât için Fuad K övrülü maddesine bakııvz.)
lerden bir talebe - i hâriciye encümeni teşkiline ve Mehmed Rauf, Yakup Kadri, Plevne tarihi harbi
A li Canib Bey’in Genç kalemler mecmuası serıııu - m üellifi miralay Mahmud Talât gibi şahsiyetler de
harrirliği vazifesine zamîmeten bu encümenin kâ - yeni lisan aleyhinde idiler. Celâl Sahir, Hamdullah
t’b - i u m û m îlik vazifesine ta’yînine karar verildi. Suphi gibi bu hareketi terviç edenler de vardı.
işte bundan sonradır ki elde nıevcud ve meşhur M aam afih zamanla aleyhtarlardan bir çoğu bu
olan Genç kalemler - ikinci cild kaydıyla - intişara cereyanı benimsemiş bulunuyorlardı. Yalnız şiddet
başlamıştı, ilk sayısnda «Edebî inkilâlar» başlklı le terkip taraftarı olan Cenap Sahabettin ile Süley -
bir yazı neşreden A li Canib bilhassa şunları söyle - man Nazif, Genç kalemler’in aleyhinde bulunm akta
inektedir (Genç kalemler No. 1. 29 Mart 1 32 7): ısrar ediyorlardı. Süleyman Nazif, Hâdisat’ta bir
«H er zaman hayatta iki zıd ruh vardır, eski - iki yazı neşretmiş ve bu gençleri Türkçülükle it -
lik, yenilik; B unu şöyle de anlatabiliriz: A n ’aııe, te ham etmişti. Cenap Şahabeddin ise uzun m üd -
rakki... B u iki ru hu n m utlaka evvelki harab olmağa, det Hak gazetesinde, Şehbal ve Servetifünun mecmua
ölmeğe m ahkûm hattâ m üstahaktır; çünkü o nazar - larında bu hususa dair bir çok yazı yazdı. A li Canib,
larını maziye dikmiştir, terakki istemez. K üçük bir bunları da mukabelesiz bırakm am ış; H ak gaze -
tereddüt eseri zavallıyı çıldırtır. H albuki mazi n iha tesinde ve Genç kalemler’de cevaplar negretmişti
yet bir seraptır; yalnız onun ihtişamiyle sermest o- Sair, bilâhire bu m ünakaşaları toplayarak küçük bir
lanlar, şüphesiz ki «o» ndan, o seraptan ibaret kalır kitap halinde bastırılmıştır (Millî edebiyat meselesi
lar; o serab ise bir h iç tir...» ve Cenap Beyle münakaşalarım 1918).
Merkezi umumî A li Canib, eserinin «H akikat yürüyor» başlığı
M ühürü altındaki mukaddimesinde şunları söyliyordu:
Genç kalemler ile «Y eni lisan» mücadelesi işte «Şübhesiz altı yedi sene içinde yüksek, ibtikârî
bu suretle kurulm uş oluyordu. Ömer Seyfeddin, A li b^r edebiyat sahibi olmadık. Fakat şa’şaalı terkibler-
Canib için yazdığı bir yazıda yeni lisan esaslarını şu le, şaklabanca lâfız oyuncaklarıyla edebiyat yapıla
suretle göstermektedir (Nevsali m illî 1330): cağını velim eden tek bir genç kalm adı; güzel Türkçe
« I — Arapça, acemce terkip ve cemi kaideleri bütün kalbleri teshir etti: «H er kalem yarınki m illî
kullanılmayacak (Istılahlar ve ınüfred m akamında dâhîye hazırlıklar yapıyor» dersem doğru bir söz söv
kullanılan cemiler müstesna. Sadrıazam, ahlâk, k âi memiş olmaz m ıyım ?»
nat g ib i...) Süleyman Nazif 113 num aralı Hâdisat gazetesin
II— «A m m a, şayed, yani, lâk in» gibi Türkçe de
- «B ir daha» başlıklı vazdığı bir baş makalede bu e-
leşmiş ve tekellüm lisanına geçmiş olan edatlardan seri tenldd etmiş ve bilhassa şunları söylemişti (20
maada arapça, acemce edatlar kullanılmayacak. Teşrinievvel 1334 - 1918):
410 Türk Şairleri Al.
«Pek uzun bir ünvan ile ahiren küçük bir kitab lunan lisanda Tiirk milliyetperverliği umdesine ikti-
intişâr etti: (M illî edebiyat mes’elesi ve Cenap Bey’le fâ ettikleri setr ü inkâr olunam az...»
m ünakaşalarım ). M erhum Akçoraoğlu Y u suf’un verdiği bu ma -
Selânik’ten gelen ve nâk il ve âm illeri arasında lûnıatta bir kaç yanlışa tesadüf ediyoruz. Önce Genç
maatteessüf bir Diyarıbekir’li de bulunan bu meş’um kalemler’deki hareket bizzat Ziya Gök Alp’m tesiriy
cereyan T ürkün can evi, göz bebeği olan Osmanlı le olmamıştır. O, nihayet bu hareketin m üzahiridir.
iıey’et - i ictimâiyyesini gördüğümüz sûrette târüm âr Netekinı bizzat kendisi şunları söylüyor (Ziya Gök
etti. A li Cenib Bey ortada haşrolan fecâyie karşı göz Alp: Türkçülüğün esasları S. 11):
lerini yummuş, altı yedi sene evvelki negamât - 1 « ... Selânik’te Genç kalemler isminde bir mec
dalâli tekrâr edip duruyor... mua çıkyordu. Mecm uanın ser m uharriri A li Canib
...A li. Canib Bey’i tanır ve zekâsını takdir ede - Bey’le bir gece Beyazkule bahçesinde konuşuyorduk.
riz. Kader - i İlâhî, bu adamı Ziya Gök Alp Bey’in B u genç bana mecmuanın lisanda sadeliğe doğru bir
m ahm îleri arasına atmamış olsaydı, bu kitab, belki inkilâb yapmağa çalıştığını, Ömer Seyfeddin in bu
yine intişâr ederdi. Fakat başka bir ünvân ile ve büs miicahedede pîşüvâ olduğunu anlattı. Ömer Seyfed-
b ü tü n zıd bir maksadı ta’kîb ederek...» d in’in lisan hakkındaki bu fikirleri tamamiyle be -
Cenap ta Ruşen E şre fin yeni lisan hakkındaki nim kanaatlerime tevafuk ediyordu...»
sorgularına şu yolda cevap vermişti (Ruşen Eş - Sonra, Genç kalemler 1327 - 1911 nisanında in
vef : Diyorlar ki S. 89 ): tişara başlamıştır. H albuki Türk yurdu, bu yılın
sonlarında çıkmıştr. A yni yıl içinde intişara başla -
«Son cereyan hesapla kitapla, Genç kalemler’in yan Türk derneği’n in ve ilk zamanlarda T ürk yur -
Selânik’ten salıverdiği balondur. Bence edebî cere - du’nun lisan hakkında hiç bir davası yoktur. B u mec
yanlar tahaddüs eder, ihdâs edilemez, B u son cere - m ualar, m ünhasıran fik rî T ürkçülüğün neşir vasıtası
yân ise ihdâs bile değil de îka’ edildi. Son derecede olmuşlardır.
cebrî ve sun’î görüyorum! Hayatını da cebrî ve sun’î T ürk yurdu’nun baş m uharriri olan Akçoraoğlu
şeylere mev’ud hayatlarla ölçeceğim... Bence bir Y u suf’un yazıları bile ağdalı ve terkipli bir lisanla -
«Propaganda» m ahiyetindedir, belki tecribesiz ve dır. Genç kalemler ise sırf dil üzerindeki T ürkçülü
tetebbu’suz gençleri bir miiddetçik cezbeder: Zîrâ ğüyle şöhret kazanmış bir mecmuadır. Y e ni lisanı en
«M ekâtib - i resmiye» ye cebren idhâl edildi, M ual çok m üdafaa eden ve m uarızlarına cevaplar yetişti
lim ler için çâre - i terakki oldu, tabiîdir ki hakikat ren de A li Canib olmuştur.
h ü k m ü n ü icrâya fırsat buluncaya kadar yaşar. Bir A li Canib’e yapılan itirazların m üh im sebeblerin-
lisan bu kadar fakirleşmeğe râzı olam az...» den birini de onun Servetifiinun’cuları, bilhassa Tev-
Terkibsiz lisanla yazmak hususunda görülüyor fik Fikret’i tenkid etmesinde aramalıdır. Filhakika
ki ilk hareket Genç kalemler’le başlamıştır. Fakat «Edebiyatı cedide» m ensuplan A li Canib’in de ka -
bazı eserlerde bu hakikatin tahrif edildiğine de şahid b u l ettiği ve takdirle karşıladığı veçhile edebiyatı -
oluyoruz. mızda bir yenilik göstermişlerdi. Fakat bu yenilik
Akçoraoğlu Yusuf Genç kalemler hakkında şun bir dereceye kadar varabiliyordu. Lisanları eski idi.
ları söylüyor (Türk yılı 1928) : Garip garip terkipler kullanıyorlardı. Ye şiir lisanını
«İstanbul’da Türk derneği, Türk yurdu, Türk imaleden büsbütün kurtaramanuşlardı . A li Canib ise
Ocağı adlı müesseselerle T ürkçülük fik rin in taazzî - terkipli bir lisanla yazılan şiirlerin imalesiz vücude
sine çalışılırken, Selânik’te Ittihadü terakkî hey’et - i getirilemiyeceğine kanaat getirmiş ve şiirlerinde b il
merkeziyyesi arasından kendine Gök A lp ünvanm ı hassa lisanm pürüzsüz olmasını ilk gaye olarak ka -
veren Zıya Bey’in telkin ve ilham lariyla merkezde bul etmişti. F ikir itibariyle ise onlardan beklediğini
bir T ürkçülük cereyânı başlamış olduğu gibi, o sıra - hürriyete kavuşmalarına rağmen - bulamamıştı. İşte
larda Selânik’te çıkmakta olan Genç kalemler mec - A li Canib bütün bu m ahzurları gidermek için « F ik
muası da Gök A lp ’in tesiri ile lisanda T ürkçülük ret edebivatı» telâkki ettiği «Edebiyatı cedide» yi
yapmaya teşebbüs etmiştir. B ir hayli aradığım halde yıkm ak istedi. Önce Halukun defteri’n i tenkid etti.
Genç kalemler’in tam kolleksiyonunu bulm ak kabil Bu hususta bilhassa şu fikirleri serdediyordu (Yek
olmadı. Genç kalemler’in bazı kavaid vaz’iyle lisânı ta Bahir: Genç kalemler No. 5 ):
sadeleştirmek hakkında ilk yazılarının hangi tarihte « ... Evet dünün Fikret’i, necib ve mütefekkir
intişar etmiş olduğunu tevsik edemedim; B u mec - şairi, bugünün Nabi’sı, belki bir Siinbülzade Vehbî'si-
mua, «Y e ni lisan ve bir istimzaç» adlı b ir risâle çı - olmuştu. O kadar âdî, o kadar berbaddı... Tefelsüfe
kararak, m üdafaa ettiği noktai nazar hakkında bir inhim akini bildiğim için «Belki diyordum, belki so
nevi anket te yapt. L âk in elimizde mevcud olan bu nunda güzel bir felsefe yapacak!» biçare gözlerimi
risâlenin de hiç bir yerine târih konmamştr. maama- er> âdî, en berbad kelime çakmaklarından miiteşek -
fih «T ürk yurdu’unda Genç Kalemler’i takriz yollu k ü satırların üstünde sürükliyordum. Fakat heyhat!
çıkan bir yazıdan, Selânik’li m ecm uanın Istanbul’lu Koca Razın Paşa’m n hikmetlerinden başka bir şeye
arkadaşı, çıkmaya başladıktan sonra, T ürkçülük yo rastsrelemedim...»
luna girdiğini istihraç kabildir. Hattâ bu iki mec - Genç kaîemler’de Fikret, Cenap Şehabeddin,
m uanın aynı zamanda Türkçülüğe başladıkları far- Süleyman Nazif, Faik Ali, Süleyman Nesip, Hüse
zolunsa bile, her ikisinin «T ürk derneği» ile neşro yin Daniş gibi «Edebiyatı cedide» m ensuplan *
A l. Türk Şairleri 4 11
m n birer şi’riyle A li Canib’in bir manzumesi yan ya II — Veyahud da bu kelimelerden sonra elifli
na diziliyor ve lisan hususundaki fark gösterilmek bir kelim e... ’
istenilyordu. İşte bu hareketler, Servetfünunculan A li Canib Bey Türk şivesini aruza da uyduru -
kızdırm ak için birer vesile oluyordu. yor. B u m uvaffakiyet birinci ve tamamiyle kendisine
Hattâ Rıza Tevfik bilâhire şunları söylemişti âid d ir...»
(Ruşen Eşref: Diyorlar ki S. 150) : O n mısradan mürekkep Triyole şeklinde ilk
« ... A li Canib de m uvaffak olabilirdi. Eğer zo - Türkçe şiir yazan da A li Canib oldu. O nun Yaprak ,
raki senbolizm yapmağa uğraşmasaydı ve istikbal Gece... gibi manzumeleri bu yolda vücude getirilmiş;
herkese açıkken o canibe teveccüh etmeyip te Fikret güzel örneklerdir. B ilâhire Âkil K oyuncunun da ay
gibi bir üstâd - ı hünerin üslûbunu tashihe kalkış - nı şekilde şiirler kaleme aldığını görüyoruz.
masaydı! Yoksa oldukça zevki var, fıtrat - ı şâirânesi A li Canib daha Genç kalemler’den başlayarak
de yok d e ğ il!...» Türk yurdun’da ve Y eni mec -
Genç kalemler, Balkan devletlerince Selaniğ’in m ua’da hece vezniyle de bazı şi
işgali tarihine kadar devam etti. İstanbul’a hicretten irler neşretti. B u meyanda este -
sonra bu mecmuaya yazı yazanların ekserisi Türk. tik mebahisine âid bir hayli m a
Yurduna iltihak etmişlerdi. A li Canib, edebiyat hak -
kale de yazmıştı. O nun Türk
kındaki noktai nazarını Yusuf Akçora’n ın teşviki ü-
sözlü, Hak, Şair gibi mecmualar -
zerine Türk Y u rd u n ’da ve « M illî edebiyat mesele -
da da bir hayli yazısına tesadüf
si» ünvanı altında neşre başladı. Fikret hakkında ge
ediyoruz. Daha sonraları Hayat,
ne bir makale neşretti. Kelime oyuncakçılığına itiraz
Güneş ve Türkiyat mecmualam-
yollu yazılar yazdı. T ürkçülük aleyhinde bulunanla
ra hücum etti. A ii Canib’in edebiyattaki nazariye - da ekseriyetle T ürk edebiyatı ta
lerini bu makalelerinde tekemmül etmiş bir m ahi - rihine aid tedkikler neşretti. B il
yette buluyoruz. hassa X V III nci asır divan edebi-
B u aralık, yani 1912 de Paris’te intişar eden ^ i yatımızı etraflı bir şekilde teteb-
1937 de A lı Canib , . . , 7 ,. ,
Mercure de France mecmuası P. Rizal imzasiyle ve bu etmişti, Nedim ve Usmanzade
«Tiirkler bir m illî ruh arıyor» başlığıyla uzun ve Taib hakkında vücude getirdiği etüdler ise hem m u
m ühim bir makale neşretmişti. B u yazıda Genç kalem- fassal, hem yorucu bir mesai m ahsulüdür. Liselerin
ler’in, A li C anib’le arkadaşlarının noktai nazarları birinci ve üçüncü sınıflarında okutulm ak üzere iki
ve rolleri etrafiyle gösterilmişti. B u makalenin ter kitap ta yazan A li Canib, bir kaç yıldan beri m ü n -
cümesi T ürk yurdu’nda intişar etmiştir. hasıran lügat tarama işleriyle meşgul olmaktadır.
A li Canib’in edebî telâkkilerini en güzel hülâsa
eden Ömer Seyfeddin’dır. Nevsali m illî’de şunları — I —
— Gazel —
söylüyor (1913):
« ... A li Canib Bey m illî edebiyatın mevzuları -
Eyâğ - ı bâde elimde o yâr gönlümde
nı, memleketimizde, yaşadığımız m uhitin içinde b u l
Çerâğ - ı hicri yanar gamnisâr gönlümde
muş ve konuştuğumuz sâf ve tabiî Türkçe ile te -
Abâbedûş serâzâdeyim taşır dururum
renniim etmiştir...
M elâl - i aşkı diyâr ü diyar gönlümde
Tevfik Fikret Bey nazımda bir «autorité» dir. O zülf - i târ ü perîşân ü ham - be ham işte
Fakat Osmanlıca nazmında.. O aruz ile enderun lisa T akıldı kaldı yazık târüm âr gönlümde
n ın ı tamamî bir telife uğraştı. Ve şübhe yok, çok Ne çâre aşk - ı şebâbım bugün tebâh oldu
m uvaffak oldu; yalnız bir şeyi, m ühim bir şeyi ihm al D efîn olunduğu hâk in mezâr şeklinde
ediyordu: Zihafa, yani kısa okumak kusuruna mey Y azıldı safha - i dîvâna Cânibâ bu gazel
dan vermemek için - kendisinden evvel gelen bü tün Eyâğ - 1 bâde elimde o yâr gönlümde
sairler gibi - medli arapça ve acemce kelimelerin bir
hecesini ikiye iblâğ ettirerek uzatıyordu. Geçtiğim yol’dan
Yüzünde gölgesi meşhûd çektiği mihenin — II —
Buradaki «M eşhud» ne fena çekiliyor! değil m i?
Fakat arapca olduğu için kısa okunsa daha fena o - — Serâir - i hüsn ü gi’rin —
h ırd u; cünkii bir kere kelime arapça... Sonra bizim — Menekşe semâlara —
Istanbulum uzda lâtif ve k üçük bir med vardır; ne
yapmalı? İşte A li Canib Bey onu buluyor: Her lâhze rû h - i aşkımı sen ağlatırken âh
Kaldırımlar bütün sükût, uyku Bilm em ki bir dakika aceb hisseder m isin;
Bakınız, burada uzun okunacak «sükût» keli - Bilm em k i bir dakîka aceb ey perî - nigâh
mesi var; kısa okunmuyor. Türkçenin h a fif meddi «M utlak bu giryeler bana â id d i!« der m isin?
m uhafaza edilmiş; fakat Fikret Bey’in «m eşhud» u n
daki ecnebi meddi gibi değil... O ne yapıyor? medli Neyçin fezâ - yi hüsnüne baktıkça öyle ben
arapca ve acemce kelimeleri ya: B ir hiss - i giryedâr verir her tebessümün?.
T -— M ef’ul veya m uzaf halinde getiryor. Sîmâ - yi ibtihâcm a bir zili - i pür hüzün?
4 12 Türk Şairleri Al.
Gece, h â if ve pür sükûn her yer; Aşkınla bak derinlere düştüm ; bu pek sefîl
Uzakta işte kamer B ir hufredir ki rûh u m u her gün çam urlıvor!..
Kesîf sislerin altında kimsesiz cânıid Ey lıüsn - i m uzm ahil beni terk et, biraz çekil ?
Bakıyor.
N ücûm , Y ok büsbütün bırak beni kirlendiğim yeter.
O münkesir, o yetîmâne gamzeler, ınahm ûm Bak dinle bir dakîka, şu kalbimde p ür keder,
Titreşiyor... L âkin temiz, zavallı nedâmetle ağlıyor!..
Semâ, deniz, âfâk Servetifünun 1910
B ütün, bu leyle - i sermâda sanki hep dönmüş
Hep bî rû h ; — VI —
Uzakta gölgelerin zîr - i câmidinde hamûş — Kelebek —
Beş on diralıt - ı kadîd
Mecrûh, Mavi bir gölge uçtu pencereden;
Giryan Baktım : âvâre bir küçük kelebek;
B ir tıfl - ı yetîm Yaramaz geldi kim bilir nereden?
G ibi ağlar, ağlar.
Belli yorgundu; bir vermeli çiçek
Uzakta vaz’ - ı mehabetle serteser dağlar, G ibi serpildi lâm banın yanm a;
— B irBeyaz olimposlar
dum an uçtu, gitti—titreyerek...
Okur bu leyi - i siyehfâma bir kitâb - i esâtîr...
A nladım kıydı yavrucak canına.
Gece, h â if ve pür sükûn her yer; Söyle, ey mavi gölge, söyle eğer
Uzakta işte kamer B ir ölüm den de çok fenâsa bana,
B u leyi - i bîkesin âguş - i bî mecâlmden
A lîl ii bî vâye Şu karanlık, şu kimsesiz geceler?..
Semâya âfâka Genç kalemler 1911
Ağlar, ağlar!..
ServetifünuTi 1909 — V II —
— Git —
— Gözlerin — Aşkın ben inledim en uzun, en hazinini,
Gözlerin bir menekşedir ki senin Git, âh uzatma ellerin aldatmasın beni.
İnkişâf etmeden solup bitm iş; K albi ide istemem yine bir ukde kalmasın,
Gözlerin, sevgilim, o leyi - i hazin G it m âvi gözlerindeki rüyâya dalmasrn.
Zevk - ı ye’simle meze - i rûh etm iş... Ben korkarım güzelliğinin rû h u pek ateş,
Ben korkarım o rûha büviik yıldırım lar eş.
Gözlerin âlı evet o şûh, o derin B ir ses içimde acze «felâket, ölüm !» diyor,
Gözlerin gözlerimde pür lerziş K albim ezilmek istemiyor, ezmek istiyor!
Geceler ağlatır; o zili - i berîn K alb im ezilmek istemiyor, girye, sis, figan
Sanırım hep keder, elem, nâliş?.. B unlar bütün bu andaki düşm anlarım in a n ! ...
Git sönmesin içimdeki isyan emellerim,
Sanırım sevgilim o gölgelerin G it ben de ağlamak değil, ağlatmak isterim.
Pîş - i hüsnünde kalb - i pür kederim Genç kalemler 1911
Eriyip gizli gizli mahv olacak!
— V III —
Sanırım, yok, hayır yemîn ederim: •— Sokak feneri —
Gözlerim gözlerinde böyle senin
B ir gün ağlarken, âh evet., solacak!,. Ö lü bir camdan ağlayan korku
Servetifüııunl 910 i iniyor serseri ve boş geceye;
Al. Türk Şairleri 413
K aldırım lar bü tün sükût, uyku... Çiziyor gölgeli, durgun suya bir gizli elem;
Her kovuk saklayor artık ebedî bir ıııâtem,
Her dıvar, her kovukta şimdi yine Her kovuk şübheli, korkunç... eriyor şimdi hayât;
B ir büyük göz niyâz eder, ağlar G ülüyor hasla söğüdlerde hazin bir lıeyhât!...
«D insin artık bu gizli şübhe!» deye
Her taraf gölgeli, baygaı.. bu her akşam böyle
Korkarım , saklanır heyûlâlar... Ö rtün ür göller uzun, şuhkalı mâtemlerle
Bana der: «İşte bir sahîfe, oku, Ve biraz sonra kamer gökleri yaldızlarken
Sarı gölgemde hasta kalbim var.» H aykırır kurbağalar sisli, karanlık geceden;
H aykırır gizlice bir şey; mlitevahhiş asabî
Ö lü bir camdan ağlayan korku. D ulların tıpkı m ırıldandığı bir n in n i gibi...
Genç kalemler 1911 Belki bir gizli şikâyet, ve biraz belki niyâz,
 h lâkin bu dum an vâhalar aslâ duyamaz.
— IX —
Gömecek onları nisyanlara âvâre sükût
— Şarkın ufukları — Ziihreler her gece göklerde sönerken m ebhût...
Genç kalemler 1911
D aldım gözünde vehm uyuyan susmuş ufkuna, — X II —
Ey şark, kanm adın m ı asırlarca uykuna? — Kış duası —
Türk yurdundaki kardaşlarıma ■
—
H âlâ hıışû’a kubbeler en hisli bir penâh
H âlâ minarelerde tevekkül deyen bir âh, Görüyordu yağmurlardan yorgun düşen ovalar
H âlâ kovuklarında öter baykuş evlerin, B ir b u lu lu n ta ucunda ışık gözlü rüyalar.
H âlâ köpek sadâları serper sokakta kin, Her derede koşuyordu şimdi sazlı bir ada;
H âlâ îıurâfeler yaşatır her çürük kafes, Kaybolmuştu hayat buluş, bu k ül rengi yoklukta.
H âlâ beşik gıcırtısı, hâlâ o tozlu ses... Baktım : Yerler yıkanm ıştı; kayalıklar beyazdı;
Belli hayat olmamıştı; fakat üm id pek azdı.
Yükselmeyen tazarruun ey şark bitmiyor Dikkat ettim, ağaçlarda yazın vardı bir yâdı,
Hayyaalelfelâhım gökler işitmiyor. Henüz sönmüş uçuyordu ishaklarnı feryâdı...
Lâkin ne bir sürü izi vardı, ne bir meleme
Sönsün semâlarında sükûn işleyen seher, Her ses şimdi bürünm üştü bir görünmez eleme.
Dönsün zeminlerinde de isyâna secdeler,
D iz çökmesin sağır göke öksüz duâların, Batan güneş şuracıkta vurmuştu bir tepeye,
Yaksın bütüıı u fukları artık belâların Koştum, ç ktım tâ üstüne: «A ltın dağ m ı bu?..» deye
Her zulm ü, kahrı boğmağa bir parça kan yeter, I âkin yoktu ne kurultay ne i li H an otağı,
Ey şark uyan yeter, yeter ey şark uyan, yeter... Ö rtülm üştü kefen gibi beyaz karla toprağı.
Genç kalemler 1911 D cd'm : Tanrım yeşil yurda yakışmıyor solgunluk,
Yakışmıyor bu kara kış, yakışmıyor bu souk...
— X Ona sen ver yine kalbi ateş dolu bir bahar;
— Yaprak —- Milyonlarca aiiası yok k u zu lan var, donar.
Milyonlarca kuzuları korkunç yola sapmasın,
Anıyordum b a h â n ; çırpınarak Acı tanırım acı, acı., zâlim kurdlar kapmasın.
Düştü bir gölge şey avuçlarım a:
Baktım : Ölm üş, zavallı bir yaprak... Bakt:m : Her yer şenlenmişti, u fu k kızıllaşmıştı,
A ltın ordu gibi güneş mavi göke taşmıştı..
Ey hazân artık intikam alma;
Şimdi zulmetleriyle haykıracak Yalılar, Kânunuır,ani 1327 - 1911
Sana lıusran bakışlı m âvi semâ!.. Genç kalemler 1911
Dağlar cevab verdi, dedi: «T ürk oğlu B u sükûndan bezmiş gibi girip içeri
Daha çık yukarı baş döndürücü Duruyordu dinç taşıyla bir yeniçeri:
Uçurum da olsa yeter T ürk gücü» Kavuğunda yosunlanan dün k ü vekardı,
Ç ıktım çıktım ; güneş büsbütün doğdu, Bana «O ğlum bu m iskin m i? » deye bakardı.
A ltın saçlarıyla zulmeti boğdu: Ey kahraman atam, evet oğlun bu ölü:
G öründ ü karşıdan T uranın yolu... Yoksul, ağzı kilidlenm iş, boynu bükülü..
Türk Yurdu 1912
Bağrında, her nefes alan ölüm ü kalsın,
— XIV — Söyle ey, Şark, ebedî bir mezarlık m ısın?
—- Eylülün denizi —
Yeni m ecm ual917
— XV —
— Şarkın mezarlığı —
diler gibi kıymetli âlimlerden ve meşihat makam ına n in Çivizâde’ye intisabından dolayı medrese tevcî -
kadar yükselmiş olan Çivizade Muhyeddin efendi gi hinde biraz ağır davrandığından Çelebi bundan m ü -
bi güzide bir müderristen ders okudıı. Usulü daire - teessir olur. B ir gün telif ve tedris ettiği kitabları alıp
snde tahsilini bitirdikten sonra (971 - 1563) te Şam, Ebussuud efendi’n in m akam ına gider. Ebussuud ne
bilâhire Mısır, Bursa, Edirne, İstanbul kadılıklarına istediğini sorar. Çelebi cevab olarak der ki: — efen
taiyn edildi. (979 - 1571) de A nadolu kadıaskeri ol dim, refiklerim nâil - i emel olmak için devr - i eb-
du. Yine o yıl, «mevkib - i sultanî» ile Edirne meşta- vab ederlerken fakir de bu kitabların fusûl ve ebvâ-
sına gitti. B ir müddetten beri kendisini bizar eden bın devrediyor idim . Zam ân - ı devletinizde bir şeye
«nıkris» illeti kış dolayısiyle şiddetini artırıyordu. n âil olamayacak isek bâri bu kapuyu kapayup başka
Nihayet öldü. İstanbul yolunda «N âzır mezarlığı»
bir kapuya müracaat edelim! Ebüssuud, K m alıza -
denilen kabristanın bir kösesine defnolundu.
de’nin bu cür’et - i me’yûsânesinden m ünfe il olmak
Şairi sevmeyenlerden biri şu ölüm tarihini dü -
şöyle dursun derhal Çelebi’ye Edirne’de kâin Hiisa-
sürm üştür:
miye medresesini tevcih e t ti..
j- C T JT jj j>y_ . j l j J b - J l
A li Çelebi’ye tevcih olunan ilk medrese budur;.
Km alızade Şam kadısı iken Mağrıp ulemâsının
— 979 — kibârından Şeyh Ebülfeth - i M âlikî bir gün ziyare -
tine gelir. Çelebi, bilâd - ı M ağrib’e dâir tarihî', coğ -
Atayî «Şakayık zeyli» nde K m alızade’n in vefa rafî o kadar m alûm at verir ki şöhret - i İlmiyesi âfâ-
tını bir musevî tabibin hiyanetine atf ederek şunları ka münteşir olan Şeyh M alik î’yi kelimenin b ü tü n
söylüyor: manasiyle hayretler içinde bırakır. Hele şehirleri,,
«M ervîdir ki adüvv - i dîn ve düşmen - i dîrîn - i gözüyle görmüş, m üddet - i medîde ikamet etmiş gibi
m üslim în olan tâife - i yekûd - i anâddan bir cehûd
tasvir eylemesi Şeyh’i büsbütün m ebhût ettiğinden
sûret - i tabâbetten hiyânet idlip vcca’ olan m ahalli
Çelebi’ye: Efendi siz bu memleketleri ne zaman gör
ba’z - 1 edhân - ı mesmûme ile tılâ ba’dehu dehen - i
dünüz? deye sorar. Km alızade Şeyh’in bu sualine r
neft ile ta’kîb idüp ol semûmu mesâma icrâ ider. Çok
oralara gitmedik, fakat kitaplarda gördük sözüyle
zaman geçmeden bezm - i hayâttan el çeküp dest - i
mukabele eder.
âhar - ı meclis - i zindegânî iderler.»
Şam ulemâsı arasında Siiyutı ye, Ibni Hacer’e
A li Çelebi hakkında kıymetli bir etüd viicude ge
m uâdil tutulan Şam m üftisi Radiyüddin ile cereyan
tiren Bay Ferid Kam ise, bu rivayetin bir vahime
eden şifahî, tahrirî bir mübahasede bahsi kazandı -
m ahsulü olduğuna şüphe etmiyor.
ğıııdan fuzalâ - yi beldenin kâffesi Çelebi’n in kud -
M uhtelif menbalardaki m alûm atı etraflı bir su
ret - i İlmiyesi önünde boyun eğmeğe, tâzîm ve tek -
rette toplayan Bay Ferid K am bu değerli şahsiyet
rîm i hadd - i gayeye vardırmağa mecbûr oldular. B a
hakkında şunları söylemektedir:
his, Ebû Hayyan m sâhib - i Keşşafa olan itirazatiy-
« ... Ozaman medreselerde alelusul tedris edilen
le tilmizlerinden İbnüssemı nin üstadına yani E bû
u lû m ii fü n u n u n kâffesini tahsil etmiş olan A li Çele-
Hayyan’a verdiği cevablara dair idi. K m alızade E b û
b i’nin Tefsir, hadis ilim lerinde ihtisâs - 1 tâm m ı, ri -
H ayyân’ın tarîk - ı i’tisâfa sülük ettiğini, tilm izi îb -
yâziyatta bilhassa ilm - i hey’ette yed - i tûlâsı var idi.
niissemî’nin haldi olduğunu delâil - i kâfiye ile is -
E n meşhur eseri Ahlâk - ı Alâî ünvanlı mecelle - i
bât etmiş, E bû Hayyân’a tarafdâr olan R adıyüddin’ii
nefisedir. Keşşâf a, Tecrîd’e, M evâkıfa Dürer ü Gu-
bir daha ağız açamıyacak surette iskât eylemiştir.
rere nâtamam hâşiyeleri, Hidaye’den Kitabülkerâ-
M ısr’a gittiği sırada ilm ii fazla, alelhusus fesa -
hiye’ye ta’lîkatı, vakfa dâir iki risâlesi, Seyf ü kalem,
het ve belâgatiyle teferriid etmiş olan Bekrîzade teb
risaleleri, Türkçe münşeatı, müretteb divanı, daha
bazı âsârı vardır. rik - i kudüm için Çelebi’nin nezdine gelmiş idi. Çe
lebi esnâ - i musâhabette o kadar fasîh, o kadar belîğ
Arabî, farisî lisanlarındaki kuvvetine dâir söz
bir edâ ile idâre - i lisân eder k i Bekrîzâde m ukabe
söylemek biraz değil gereği gibi hadnâşinaslık olur.
leden âciz kalır, aczinden kekelemeğe başlar. Hulâ-
O nun için biz de iltizâm - 1 sükûtu evlâ gördük. Me
sâ A li Çelebi gittiği yerlerde herkesten hürmet ve
rak edenler eserlerine miirâcaat edebilirler.
mahabbet görmüş, hangi memûriyete ta’yîn edildiy
Bizim medreselerde ötedenberi «Tez» usulü câ
se tasavvurun fevkinde eser - i fetânet ve reviyet gös
ri olduğundan A li Çelebi, Çivizade’den ders okuduğu
termiştir.
esnâda evâil - i ŞerhüVudad’a dâir bir risâle, yani
«Tez» yazıp hocasına vermiş [1], üstadının fevkalâ A li Çelebi’n in hâfızası gayet kuvvetli idi. Tür-
de takdirine mazhar olmuş idi. Çelebi m üddet - i öm kî, Arabî, Farisî lâyuad m ahfûzâtı olduğundan m u
ründe hocasının bu takdirinden duyduğu lezzete m u sahabe esnâsında her sözünü Âyât ve Ehâdîsten baş -
âdil olabilecek bir lezzet duym adığını her zaman li - ka zarif şiirler, lâtîf vecîzelerle teşyîn eder, her dava
sân - 1 tahassürle söyler idi. İşte, ilim aşkı, ilim âşıkı sını nâm ütenâhî şevâhid - i ilmiye ile te’yîd eyler idi.
böyle olur. Pek genç iken bazı arkadaşlarıyla İsparta’da bir
R um eli kadıaskeri Ebussuud efendi A li Çelebi’- mesireye gitmişler. Yanlarında Camı n in Baharis -
tan’’ı varmış. Çelebi henüz bu kitabı görmediğinden
[ 1] İbni Hacib’in meslek - i Mütekellimîin üzre, yaz mütehâlikâne m ütâlâasına koyulur. A radan biraz
dığı Muhtasarülmünteha’nın şerhi olsa gerektir. vakit geçer. Arkadaşları nasıl kitaptaki hikâyatı gör
Ah. Türk Şairleri 416
hafif, meşrebi edeb dâiresinde lâü b âlî idi. D ünyanın B u y - i lû tfiy le m u a t t a r k ıld ı
M ü l â y e m e t k e c u l u r k e n o ş e m ’e l â z ı m o lu r
Ç iv iz â d e k a la y d ı b u z a m â n e
İk i g ö z i l e b a k a r d ı c i h â n e N i t e k i ş e m ’i k o ş a n k o y n u n a m ü la y im o lu r
iderler. j *-* ^ ta lîm hânesinden müstefîz dülere arzeyledikte bu veçhile imzâ buyurmuşlardır Klt’a :
w
olmuştur. Bir inşâdır ki nazîrinden ihbâr muhâldir. Ve şi \ C. l-*>- t_ıl
F. 27
A l. T k r k Ş a irle ri 418
Haşan Çelebi, babasının şu beyitlerini örnek, olarak Ey Ali gül gibi gülşende salınma gözün aç
alıyor : Akıbet kabrdedir sana makar nerkis vâr
— I —
— VIII —
Kabâ - yi lâlegûnun üzre zerrin hançerin cânâ Cemâlin mâhı gerçi gün gibi her yerde lâmi’dir
Şafakda aşikâr olmuş hilâl -i îddir gûyâ Tulü’ itmez benim gamhâneme bir lâhze tâli’dir
Ne denlü kendüyi ârâyiş itse ol elif kamet Demâdem kati - i uşşâk itmeğe tîrinle şemşîrin
Dahi mevzûn olur kim zîb ile olur elif zîbâ Birisi hüccet - i nâliz birisi nass • ı katı’dır
Garaz nakş-ı cihanda sûretindir kılk - i tekvine Alî'nin gayrı hûba aşkı vâki’ oldı dirlerse
Cihan arada bir surettir ey mâh ■ı cihân ârâ İnanma sevdiğim ömrüm habîbim gayr - i vâki’dir
A li’nin sinesinden zahir olan nevg - i peygânlar
Meğer nevres çemenlerdir ki olmuş hâkden peydâ — XI —
— III —
Yâr idi ihtiyârı A li’nin çü gitti yâr
Ayb eylemen figanını bî ihtiyârdır
Şevk - 1 rûyi itmiş idi âteşi mesken bana
Ey hat -ı dildâr geldin Hızr irişdin sen bana - A i -
V |
Hurrem ol mest ki çün kalka seher nerkis vâr Meclise geldi rakib örtün meded peymâneyi
Ala destine heman sâgar - ı zer nerkis vâr Açık olsa kâse dirler kim ana şeytan değer
Rûz ü şeb ayş - ı müdâm eylemeğe gülşende Kısmet - i Hak’dır Ali esbâb - ı bezm - i aşkdan
Düşe câm - ı meye kaldırmaya ser nerkis vâr İllere zevk u safâ sana gam - ı hicran değer
Lâ’l - i ferah engîzin bir âbdır âteş reng Zemin mahall - i [1] belâ vü zaman medâr - ı anâ
Ruhsâr - ı arak rîzin bir âteş - i âb âmîz Budur serâ -yi cihan nakşına zemîn ü zaman
Pür nûr kılur çeşmim san mîl -i mükâhhildir Ali Çelebi, Türkçeden başka Arap ve Acem dillerinde
Râh - 1 ser - i kûyinde her hâr -1 türâb âmîz de bir çok şiirler yazmıştır. Hattâ onun bazı mülemmala-
Assı ne figanımdan bir gice çün uyanmaz rına da tesadüf edilir. Haşan Çelebi tezkiresinde de bu
Baht - ı siyehim gibi ol nerkis - i hâb âmîz yolda yazılmış bir manzumesini görmekteyiz. Atayi onun
Ağyârsız itmezsin teşrif Ali bezmin Arapça ve Acemce yazdığı manzumelerden şu örnekleri
Ey lûtfı itâb âlûd ey rahmi azâb âmîz kaydediyor :
— XV — — A rapça ş iir le r —
_ I _
Şöyledir aşkım idelden dâne - i hâlin heves
Kim bana hâlet virir âvâze - i perr - i mekes Vb y ¿ jl
¿i) Uk. y * oiaüj ¿X-I j
1 > J a û i J [) \J çz
— XV I —
¿İh Jj>-\¿A 1^.9
— IV —
— XIV —
â JsV
Hâlinde mûyi mâni’ - i meyi ü heves değil jsr fJrı 4../
Ariflerin gözünde o perr - i mekes değil
— XX —
— v —
11
Sînesine bâğ elif çekti gamından cu değil
l ZzS. 4.2“ j o jh  ı <_ru\
Cûyun oldı bağrı hun aks - i gül - i hodrû değil ¿a ^ w3Sjl4İ
tki zevraktır ki oldı bâd • ı âhımdan nigûn
Eşg - i deryâ bârım üstünde iki ebrû değil — F a r s ç a ş iir le r .—
— XXIII — — II —
— II —
B ib liy o g ra fy a : A ş k . , H s n . , A h d . , Ş k y . A ty . , S e l. , K m s. ,
O s m . , F e rid K a m : K ın a lız a d e A li Ç e le b i: E d e b iy a t fakülte si
m e c m u a s ı. S e n e 1, N o . 4.
Ş a ir in m in y a tü r ü , M ille t k ü tü p h a n e s in d e k i  ş ık Ç e le b i te zk i
re s in d e n a lın m ış tır.
metine halâs bulup Seyyid Nattâ’ haccidüp şehr-i Safed ki, Bir biraderimize târîh - i velâdet (¡»'J*»' ve birine l1,« *
Ken’an’dır. Andn düşüp bîmâr ve sâhib firâş olur. Gur - ve fakirin velâdetine ve bir birâderimize <i*»güJT ve
bette nattâ’lık ana sebeb - i maâş olur Çün sâki -i devlet bir biraderimizin mevtine tarîk - ı ta’miye bu târihi dimiştir.
saltanat câmın Sultan Murad a sunar. Ve hiimâ-yi devlet Beyt - i târîh :
anın ser-i bâ saadetine konar. Merhûmu işidüp da’vet
«TV (3^ > jl
ider O l dahi yine Rûm’a avdet ider. O l zaman Sultan
Murad şehzâdesi Sultan Mehemmed’i tathîr içün kasd -ı
ziyâfet i sünnet ider. O l ahde dek Rûm’da simât ile ye- Pâ - yi dünyâ ki eliftir keşide olup eksik olıcak târîh
mek çekilmek âdet olmayup siniler çekerler imiş. Merhûm - i tamâm olur.
bunu görüp büyük natı’lar ve simâtlar işleyüp Sultan Mu- Bibliyografya: A şk .
c '- A ! ıs * ¿C-\ i
şürürdü ki göreni kelâm ■i şirinine mekes gibi üşürürdü. 1
r 4 l: »r u-
Nazm - ı û :
fV t tlc J>\ J jL k l
r 1
< 0-*^’ û li
Bîsütun işitti hecrinde dilin feryadını V J5
v->>
Derdile göğsün geçürdi yâd idüp feryâdını
s
*i>
L â’l - i dilber var iken meyleylemezdi şekkere
sh
Bilse âlemde eğer kim tûti ağzı dâdını v JJ
Pıt * U* 3a J
— Velehû —
S r 1-- 5 f'r » 3 ^ i-«
sâr’ın Mihrıı Müşteri'sini terceme ettikleri mastûrdur. » « A li Çelebi : Filibevı’dir. Beynelmevâlî Vâsi’
Şair hakkında Hasaıı Çelebi tezkiresinde şu malûmat Alisi dimekle müteâreftir. Bu devr - i hümâyûnda Bursa ka
kayıdlıdır: dısı iken fevt oldu. Şi’r ü kasîde ile meşhûr ve şâirlikte
mezkûr değildir. Münşî - i elfâz - ı belîga ve muhaşsî - i
«Ali Ç elebi: Sâbıka mezkûr olan Ümmülveledzâde Ab-
metn - i maânî - i bedîadır. Hüseyin Vâiz’in Kelîle ve Dim-
dülâziz merhûmun ferzend - i hayr • ül - halefidir. Niçe me-
ne’sin rengîn elfâz ve hüsn - i edâ ve inşâ - i dilküşa ile
valî - i izâm hizmetinde kesb - i ulûmda dikkat ve ihtimâm
Fârisîden Türkîye terceme ve Hümâyunnâme tevsîm idüp
idüp beyn -el - akrân hilâl âsâ müşârünileyhi bilbenân olmuş
çok maarif ve letâif zamm ü ilhâk itmiştir. Hakka budur
idi. Merhûm Çivizâde efendi’den mülâzım olub niçe medâriste
ki bir inşâ • i celîl - üş - şan ve cemîl - ül - beyandır ki mün-
ifâde -i ulûm -i âliye ve fünûn -i âliyeye müdavim olduktan
şiyân -ı suhanverân ve mümliyân - ı ibâret perverân tarh - ı
sonra merhûm sâhib kırân Sultan Süleyman Hân medrese
ta’bîrât - ı matbûasında vâlih ü hayrân ve tarz - ı takdîrât-ı
sinde müderris iken Haleb-i Şehbâ’ya kadı olmuş idi.
masnûasında zâr ü sergerdân kalurlar. Ş i’ri nedret üzre
Anda hâdim -i şer’-i Resul iken kevkeb • i ömrü üfûl olup
yâlci’ olmuştur. Bu kıt’a - i nasihat misâl ol kitâbdandır :
ol mansıbda hizmet-i kazâya meşgul iken mansıb-ı hayat
tan ma’zûl oldu ^ Io.a.wX_j ¿)\
il£j ¿Uiotr> (981 -1573) Salâh u
B ir b e lâ n â z il o ls a itm e c e z a ’
takvâda bîbedel ve iffet ü istikamette darb -ül - mesel.
K - a n d a v a r ik i ş e r i ş i t b e n d e n
Reâyâ ve berâyâ sîretinden râzı ve şâkir ve âmme -i ehl-i
E v v e lâ d o s tla r o lu r g a m g în
Haleb âyât -1 vekar ü edebini tâlî ve zâkirdir Cesedi Ku-
S â n iy e n şâd m ân o lu r d ü şm e n »
bûr -üs -sâlihînde medfûn ve rûh -i pür fütuhu fatiha -i
fâyiha -i sagîr ü kebîre makrûndur. Arabî ve Türkî şi’r ü Aşık Çelebi ise Şair hakkında şu malûmatı veriyor :
inşâsı ve ilm-i arabîde yed-i tûlâsı var idi. Bu eş’âr ol
« A li: Vâsi’ A li’si dimekle ma’rûftur. Çün mevâli - t
şâir -i nâmdânn eş’ârındandır :
izamdan ve aâli - i kiramdan olduğu cihetten rütbe - i ilimde
pâyesi ve meblâğ - ı faziletten vâyesi ma’lûm ve mekşûftur
— I —
bir eser bir âdeme yeter belki artar. Nâzük ve nağz serâser B û s tâ n ı n e fh a s m d a n b â ğ - ı c e n n e t b û sta ıı
B â ğ - ı c e n n a tte k e vsere b e n z e r
Bu fakır bu ma’nâyı bu yüzden edâ ittim Linm lıarrirîhi
Hikâyeler arasında verir menzum mısra’lar Mısra'
Y a lın ız g ö r se m s e n i h a y r e t h e l â k e \ ’l e r b e n i
S a h n - ı g ü lşe n d e a r ’a r a b e n z e r G a y r ile g ö r s e m e ğ e r g a y r e t h e lâ k e y le r b e n i
irdüğümüz ve kefşelerin çevirdüğümüz efâzıl - ı ulemâ ve Gerd • i lâ’l - i dürfeşânında yazılmış sebz - i hat
erbâb - ı şi’r ü inşâ ittifâk üzre buyurmuşlardır ki Rûm ’da Hâlden ol hat havalisini zeynitmiş nokat
şimdiyedek bunun gibi inşa olmamıştır. Ve ciİd - i zernigâr
— D e r b ım a r î —
- ı sipihre dest - i sun’ - i Kirdigâr şemse - i mihrile turunca
idelden ve rişte - i eşi ât - ı hurşîd ile eczâ - yi perîşân i Tâb - ı teb gülruhleri rengini nesrin eylemiş
Hastalık sîmin tenin za’file zerrin eylemiş
sahâif - i eşcâra evrâk - ı intizam virelden rüzgâr bu denlu
çeşm - i kevakib - i seyyârât ve sevâbitle bir bunun gibi — . V e le h u —
kitâba nazar salmamıştır Bir cüz’ü Şiraz’a varsa Hafız bu
O l cerâhat kim sehergâh âh • ı mazlûm ey leye.
eş’ârı görüp revâk - ı rûh ı revânından ana cild iderdi.
Sanma kim hergiz anı bir seyf mesmûm eyleye
Münşiyân • ı mütekaddimîn - i Rûm ’dan Tacîzade C a’fer
Çelebi ve Lâmiî ve şâir münşeatın câmi’i olanlar bir hi- — V e le h u —
kâyetin işitseler âlem - i âhirette kendi kitablann cende Kani ol dem kim visâl - i yâr ile mesrûr idim
relere çekerdi. Ve bilcümle Brıjit O cemâl ü hüsne vü ben vaslına mağrûr idim
E s e r d ir e se rd ir e se rd ir eser
— V e le h u —
Z ih i ilm ü ir fâ ıı ü fa zl u h ü n e r
Eğerçi zişt serâgaz ü bed mahârıc idi
Eğerçi müdevven gazeli meşhûr değildir. Ammâ kitâb- Velî usûl - i edâsı ziyâde hâriç idi
'dan münâsebetle zikrettiği ebyâtın güzideleri îrâd olundu :
— V e le h u —
— D e r vasf - ı E d ir n e —
Na’resin işitse hâk olurdı ra’din çehresi
E s d i can b â g ın a b â d - i ıtrsâ - y i E d rin e
Hışm - ı çeşmin görse çâk olurdı berkin çehresi
F e y z - i r û h itti fe z â - y i c a n fe zâ - v i E d r in e
D e f’id ü p d ild e n g u m û m - T k ö h n e y i î s â g ib i
— V e le h u
T â z e c a n v ird i d e m - i m u ’ciz n û m â - y i E d rin e
O o n c e g ib i te n g lik te n d e r h e m o lm u ş k e n g ö n ü l Var mı bir hâtır ki gatnden hârhârı olmaya
G ü l g ib i a ç tı n e s im - i d ilk ü ş â . - y i E d rin e Kani bir ruh kim havâdisten gubârı olmaya
— D er bezm — K ı t ’a —
Müstakimzade Sadeddin de Tııhfei hattatin'de şunları Yüzün görüb kul olaldan hayâlin gitmedi dilden
söylüyor: Komazın eteğün elden kılursan beni bin pâre
«Ali Bin Salih : Şehridir Lekabı, A lâüddin’dir. Ibtidâ - i Kılursın yâr ile işret oda yakdı beni hasret
hâlinde Abdülvâsi’nâ® bir kadıaskerin hidmet - i iâdesile Gönül virmek zihî devlet cihanda bir vefâdâre
bekam olması Vâsi’Alisi deyu sebeb - i şöhreti olmuşidi. Cefâyise yeter cânum helâl olsun sana kanum
Esnâ - yi sa’yinde Şükrullah Halîfe’den meşk - ı hüsn - i Bulasın gönlümi hânum şu zülfün arasınd - ara
hat ve tekmil - i namt eyledi. Bursa’da ve Edirne’de mü Alî uş dünü gün ağlar firâk odı canın dağlar
derris ve İstanbul’da dahi şahın müderrisi olup yine Edir Bulunmaz derdine tımar ne bilsün kime yalvare
ne'ye nakl ve Bâyezid Hân medresesinden kazâ - i Bursa
teveccüh edüp anda 950 (M . 1543) târihinde za’f - ı — II —
Bektaşi şairleri S. 9(j — 61) iki manzumesi mukayyeti Kara çöl ilkiden deven mi sürdüm
dir (No. 1,3). Bu şiirlerden birini epeyce nüsha farkla- Açılmış tomurcuk gülün mü derdim
riyle Millet kütüphanesindeki bir mecmuada da kayıdiı bu Gök ekin içine sürü mü saldım
luyoruz (Alın. K. Mz. Mc, No. 702). Aynı mecmuada, Var git arap var git bende ne kaldı
beyitlerini ihtiva eden diğer bir manzume de görülüyor. Derviş Ali gice gördüm düşümde
Ali E mîrî’nm kendi elyazısiyle mevcud olan bir mec A li’nin hırkası tacı başımda
muada da (MU. Alın. K. Mz. Mc. No. 789), Derviş Ah nasıl öleyim bu genç yaşımda
A li’nin başka bir şiiri görülmektedir ( No. 2). Var git arap var git bende ne kaldı
Vir benim murâdım Şah Hızır Baba On iki imamlar kurbanıyız biz
A li (Edirneli) — XVIII inci asır şairlerinden Ali hak den istid a ettiyse de büyük babası mâni oldu. Ekrem Bey,
kında Salim şu malûmatı veriyor : yirmi yaşında İstanbul’a geldi. Büyük babası, Şûrayı dev
« A li: Resenbâz - ı sâha - i irfân olan vücûd - i faik * ul lete, yahud hariciye nezaretine tâ’yînini rica etmesiyle pâ
- akrânları dâr - ün - nasr- ı velmeymene ■i mahmiye - i E- dişâh, « Benim onun için, başka bir tasavvurum var» de
dirne’den nümâyân olup mevâli • i kiramdan Canbazzâde yip rütbe -i sâniye tevcih eyledi. Babası, gönderdiği mek-
Osman efendi’nin mahdûm • i maârif mersûmudur. Zurafâ-yi tubda şöyle demiştir: « Ekrem, rütben sinnine göre büyük,
vaktımızdan ta’lik hat ve imlâ ve müsveddesi bınazîr ma’ri- emsâline nazaran küçük, şimdi ne diyeyim ? »
fetlu bir şâir - i pâkîze ta’bîrdir. Bu güftâr cümle - i âsâ- « Kemal bir ay sonra vefat ettiğinden Ekrem Bey, mâ-
rındandır ». beyn kâtibliğıne ta’yîn olundu. Hakkmdaki tasavvur bu
Şairin manzumelerinden örnek gösterilmemiştir. imiş. »
Bibliyografya: S im .
Kânunuevvel 1304 ( M. 1888 ) te mabeyin hatibi olan Ali
A li E k r e m ( Ayın Nadir, Kemalzade, Bulayir) — Ekrem, bu vazifeda 18 sene kaldıktan sonra kânunuevvel
1284 - 1867 de İstanbul’da Hubyar mahallesinde doğdu. 1322 (M. 1906) de Kudüs mutasarrıflığına, meşrutiyette
Namık Kemal'in oğludur. Bay tbnülemin Mahmud Kemal Beyrut valiliğine tayin edildi. Beyrut’ta üç gün kaldıktan
diyor ki ( Sİş. ) : sonra istifa etti. Eylül 1324 (M. 1908) te Cezairi bahri
« Büyük babası sermüneccim Mustafa Asım Bey ilm - i sefid valiliğine nasbedildi. Ağustos 1325 (M. 1909) te
nücûm ile müştag'ıl olduğundan hafidini - eşref - i saat düs- kadro harici kalarak İstanbul’a geldi. Mart 1326 (M. 1910)
da Darülfünun edebiyat müderrisi oldu. Eylül 1328 ( M.
1912) de ikinci defa olarak Cezairi bahri sefid valiliğine
tayin kılındı. İki ay sonra Balkan harbi esnasında Yunan
lılara esir düşmüş ve Atina’ya sevkedilerek bir hafta esa
rette kalmıştı. Müteakiben İstanbul’a döndü. Uzun müddet
nısıf maaş aldı. Nisan 1334 (M. 1917) te tekaüdü icra
edildi.
Eylül 1329 (M. 1912) da ikinci defa Darülfünun’a mü
derris olmuştu. Erkek ve kız talebeye ayrı ayrı « Nazari
yatı edebiye» okutuyordu. 1335 martında bu ders Ali
Kemal’in karariyle lâğv edildiği için açıkta kaldı. Galata-
sray sultanîsi edebiyat muallimliğine tayin olunduysa da
istifa etti. Said Bey maarif nezaretine gelince muallimliği
kabul etti. Şubat 1339 (M . 1922) da Bay Yahya Kemal’e
vekâleten üçüncü defa Darülfünun’a tayin olundu. 12 tem
muz 13391 (M. 1922) da asîl olarak «Şerhi mütun » mü
derrisi oldu. Darülfünun’un Üniversite’ye tahvil edildiği
zamana kadar bu vazifede kaldı. Bugün Maltepe askerî
lisesi Edebiyat muallimidir.
Ali Ekrem, küçük yaşta şiir söylemeğe başlamıştı.
V a t a n ı b ir a r ı g e l m i ş s o k u y o r
beytiyle başlayan bir gazeldir ( Mirsad 1307 - 1891). den emîn olduğumuz ve kadrü kıymetini hakkıyle takdir
Önce yazılarını İlhâm müsteariyle neşreti. Sonra uzun ettiğimiz bu hırçın arkadaşımızın bizler her çevrine taham
müddet Ayın Nadir imzasını kullandı mül gösterirdik... »
Mirsad’da onun bir kaç manzumesi daha intişar etmişti. «. . . Birgün, hiç unutmam, fâzıl ve muhterem ve Fik-
Bunlar arasında Kıımru ünvanlı manzume dikkati celbet- retce de mahbûb ve muvakkar bir zât ile berâber Serveti
ti ( 1 ); çünkü, nazımda ifadenin tevalisi tarzını bu manzu fünun matbaasına şair ile görüşmeğe gittik. Fikret hemen
me ile herkesten evvel Ali Ekrem ihtiyar etmiş oluyordu. nefes aldırmadı başladı, evvelâ beni ta’rizlerine boğdu.
Mabeyni hümayunda kâtib olmak o gün fikrine göre benim
K u m r u e y t â ir - i m ü n a k k a ş per ! afvolumaz bir cürmüm oluyordu. Esasen hırçınlığı i’tiyâd
 ş iy â n - ı h a y â tta n k a ç a r a k ,
hâline geldikten sonra mabeyin kâtibi olduğum için ta’riz-
B ir h a z a n y a p r a ğ ı g ib i u ç a r a k
ler yağdırmadan Fikret benimle görüşmez olmuştu. . . . »
N iç in e ttin se m â y a doğru sefer V
B ir adem m ilk i m i a r a r s ın sen ? Ali Ekrem Servetifünun’a yazı yazmış olmakla beraber
V e r m e b ih û d e i ’tilA y a e m e k : Cenab’m meslekine tarafdar değildi. Ve bu tarzı katiyen
A ş a m a z s ın c ib â l - i ö m r ü fe le k hazmedemiyordu. Muallim Naci muakkiblerinin «Dekadan
S e n i e lb e tte k o v n u a ç e k e c e k !
lık» gürültülerine karışmamakla beraber kalben onlara hak
K a ç ılır m ı m e z â r - ı â le m d e n ?
vermiyor da değildi. O her nevi şiir yazdığı halde bu
İşte ç o k s ü r m e d i s u k u t e t t in
Sönm üş a h t e r g ib i h ü b û t e ttin .
vadiye katiyen yanaşmamıştı. İşte bütün bu âmillerin te
siriyle Ali Ekrem, Servetifünun şairlerini tenkid yollu uzun
Bendiyle başlayan bu şiirin tarzına ilk olarak İsmail bir makale yazdı. Tevfik Fikret önce bunu neşredeceğine
Safa itiraz etti. O , nesre yakın manzume yazılmasına ta- dair söz vermişti. Fakat pek beğenmediği bu yazının bir
rafdar olmamıştı. kısmını değiştirmek, diğer bir kısmını da büsbütün çıkar
Ali Ekrem’in daha sonra Maarif mecmuasında iki üç mak suretiyla mecmuaya dercetti Ali Ekrem bundan fev
eseri görüldü. Bilâhire Malûmat’ ta şiirler neşretti. Bu mec kalâde hiddetlendi. Evvelâ yevmî Malûmat ve Servet ga
mua, Baba Tahir’in çıkardığı Malûmat’tan başkadır: Bunun zetelerinde bir varaka neşrederek makalesinin tahrif edildi
24 nüshası intişar etmişti. Malûmat’ta Ali Ekrem’den başka ğini ilân etti Ve tenkidini tam olarak 14 Kânunuevvel
Fikret, Hüseyin Kâzım gibi şahsiyetler de eser neşredi 1316 (M. 1900) da çıkan Malûmat'ta neşretti. Ayın Na
yorlardı. Daha sonra Servetifünuıı’ da beş yıl kadar neşri dir, bu yazısında bilhassa Tevfik Fikret’e hücum ediyordu.
yatta bulundu. Bir çok şiirler ve makaleler yazmıştı. Ser- Kenan şi’rine güzel bir fıkracık deyip geçiyor, Kılıç
vetifünun’un Alasonya Yunau muharebesini müteakib neş manzumesini beğenmiyordu. Cenab’m kullandığı tabirlere
rettiği « Nüshai mümtaze » de Vasiyet’i intişar etmişti. Bu de ilişiyor; «Terakîb şi’rin kıymetini tezyîd değil, tenkîs
manzume, o nüshanın en güzel eseriydi. eder» diyordu. Faik Ali’yi ise ağır bir surette tenkid et
Ali Ekrem, bilhassa bu manzumenin intişarından sonra mişti. Onun bilhassa «Gurub» unvanlı manzumesinde mana
büyük bir şöhret kazandı. Fakat Tevfik Fikret’le ge olmadığını ve bu manasızlığı başta Uslad Ekrem olmak
çinemiyorlar di. Aralarına bir rekabet hissi girmişti. Hattâ üzere her kesin gördüğünü söylemişti.
Fikret, Ali Ekrem'i rencide edecek hareketlerde de bulu- Tevfik Fikret bundan çok müteessir oldu. Servetifünun-
nuyurdu. Meselâ Sarhoş serlevhalı bir şiiri Ali Ekrem’e da neşrettiği bir yazı ile bu hareketin çirkinliğini zımnî bir
ithaf ederek onun rakı içtiğini telmih etmek isteyordu. Gı surette anlatmak istedi. Ali Ekrem bunu da cevapsız bı
yabında aleyhdarlığmı yaptığı gibi yüzüne karşı da söyle rakmadı (Malûmat No. 270).
mekten çekinmezdi. Ali Ekrem’den sonra Alımed Reşid ( H. Nâzım ) da
Servetifünun topluluğunda herkes aşağı yukarı birbi-rine Baba Tahir’in Malûmat’ına geçmişti. Bu mecmuaya yeni
müsavi kabiliyetler addediliyordu Ve bunların müştereken bir kisve vermişler ve bir çok yazı neşretmişlerdi Sami
üstsd olarak tanıdıkları bir şahsiyet yoktu. Gerçi Recai- paşazade Sezayı, Menemenlizade Tahir ve Rıza Tevfik
zade Ekrem’e hürmetkâr bulunuyorlardı. Fakat o da eski de yazı yazanlar ’ arasında idi. O zaman Fikret, meşhur
mektebe mensuptu. Fikret ise arkadaşlarına karşı mütehak- kıt’asını vücude getirdi (Bu kıt’a için Ahmed Reşid
kimane bir tavır takınıyordu. Buna tabiatiyle tahammül maddesine bakınız).
edemiyorlardı. Ali Ekrem yazdığı hatıralarında diyor ki Ser- Servetifünun ve Malûmat münakaşaları epeyce devam
vetifüıuın No. 1501, 21 mayıs 13kl - 192i): etti, Ali Ekrem’le en ziyade münakaşa yapan Hüseyin
« . . . Esbâbı ne olursa olsun Tevfik Fikret pek huy Calıid olmuştu. Nihayet sarayın men’i üzerine neşriyat ta
suz, gayet hırçın olup gitmişti. Arkadaşlarının hepsi bu til edildi
nun ta’rizlerine, hücumlarına hattâ bazan tahkirlerine maruz Ali Ekrem meşrutiyetten sonra gene birçok yazılar
kalırlardı. Lâkin hulûs - i vicdânından, ulviyyet -i hilkatin- yazdı. Bilhassa Servetifünun, Şehbal... gibi mecmualarda
epeyce manzume neşretti. Muhtelif yerlerde de konferans
( 1 ) İ lh â m : M i r s a d N o . 9 , 9 m a y ı s 1 3 0 7 lar verdi. Hürriyet kahramanı Namık Kemal’in oğlu o
429 T ü rk Ş a irle ri A l.
luşu da ona ayrıca bir paye verdiriyordu. İttihadü terakki dağıtılmak üzere Atatiirk’e tak dim etmiş v e kendilerinden
fırkası ile halkın rağbet ve teşviki onu Kemal’in eserle hararetli bir t e ş e k k ü r n a m e a l mı şt ı r .
rini de neşre sevketmişti. Babasının divanından başka Şiir demeti : Küçük ç o c u k l a r i çin di nî , mi l l î , t e r b i y e v î
hemen hemen bütün külliyatını tab’a muvaffak oldu. Kendi şiirlerden müteşekkildir. Liselere mahsus olan i k i n c i c i l di
vücude getirdiği eserlerin bir çoğunu da bastırdı. Muhtelif de yazılmışsa da ba sı l ama mı şt ı r.
zamanlarda intişar eden bu kitapları sırasile gösteriyorum : Vicdan alevleri: V a t a n î ş i i r l e r d e n m ü r e k k e p k ü ç ü k bir
Ruhu Kemal ( 1324- 1908) de yazılmıştır. Hürriyet eserdir
aşkını aşılayan mensur bir eserdir. Lisan-l nazım: Müe l l i f i n Darülfünun’ da takrir ettiği
Zılâl -i İlham : Ali Ekrem’in ( 1304 - 1888) - ( 1324 - derslerdir. Bu e s e r d e , â h e n g i n ne d e m e k olduğu şimdiye
1908) yılları arasında muhtelif mecmualarda neşrettiği şi kadar kimsenin Sö y l em e d i ğ i yold a ve mu s i ki n a z a r i y a t ı n a
irlerin bir kısmını ihtiva eder. ( 1327 - 1911 ) de basılmış istinaden izah edilmiş, aruz vezninin lisanımızda kullanı
muhteremi A li Ekrem Bey’in Harbiye nezareti meydanında İlmî tesirler birer birer t ahl i l olunacak, büyk eserlerin
zat ınşâd edecekleri kâsîde - i askeriyedir ki hâsılâtını ia l er g ö s t e r i l e c e k t i . Fakat 6 cildde bitecek o l an bu ki t a bı n
bir manzumedir. Bu eser de «Çırçır harikzadegâr. menfa besi -iç in yazılmıştır. K e m a l ’in hususî, re smî , edebî hayat
Lisanı Osnıanî: 1914 te basılan küçük bir manzumedir. 21 8 0 b e yt i ihtiva ed en bu t o p l u e s e r , aynı mevzu et
lınma büyük askerî vak’aları câmi ikinci cildi de yazılmış değerli parçalar görüyoruz.
sa da bozgunluk baş gösterdiğinden basılamamıştır. Ali E k r e m m uh akk ak surette kıymetli bir şairdir. E v e t !
Ana vatan : Anadolu millî harekâtı başladığı ve İstan aruza Fikret gibi, A kif gi bi hâki m o ia ma mı ş tı r. O n u n ba-
bul düşman istilâsı altında bulunduğu zaman yazılan küçük zan f az l a tomturaklı ve t e k e l l ü f l ü b i r l i san k u l l a n d ı ğ ı da
bir risaledir. Hece vezniyle yazılmış vatanperverane şiir görülür. Terkiplere de ço k bağlı k a l mı ş t ı r . Bir manzume
B u in c e s ö z le r i e r b â b - ı fe n , f u h û l- i z a m a n *
« . . Kasîde ve gazel yazmak mutlaka eski efkâr - ı
B u c a n lı s ö z le r o lu r t e r c e m â n - 1 a k l ü c e n a n . » ... şâirâneye hâs değildir. Söylenmemiş söz kalmamış ise de
keşfolunmamış ta çok hakayık vardır. Yakında neşrolunan
Lisanın ihtişamına ekseriyetle bağlı kalan A li Ekrem, âsâr - ı şâirâne içinde Ayin Nâdir Beyefendi gibi istik
bu itibar iledir ki Türkçülük cereyanlarına da kat’iyen bâl - i edebîsi pek parlak bir şâirimizin Nevha - i bahâl’
yanaşmamıştır. Fakat bütün bunlara mukabil mensub oldu ünvanlı gazellerini gördüm ki efkâr - ı ceyyide ile yazılmış
ğu edebî mektebin estetiği dahilinde lisanına hâkimdir. bir gazel nümûnesidir.
«N ur, hur, âyin, m ürur...» gibi kelimeleri pek fazla kul
lanmış olmakla beraber ekseriyetle kelimeleri yerinde ve N e fh a - i b a h â r
Y a ş a t ı r R a b b - i h a l a k f ıt r a t ı i f n â ifn â
Filhakika A li Ekrem nâzım seviyesinde kalan bir mu
Ö ld ü r ü r b a n g - i H ü v a l l a h i l e i h y â i h y â
kallit değildir. Namık Kemal’deki heyecan, kısmen onda da
S a n m a g ö k le r d e fü r û z â n o lu y o r y ıld ız la r ,
vardır. Ve ibda ettiği güzellikler denildiği kadar mahdut Ç e ş m - i h i l k a t g ö r ü y o r â l e m i r ü ’y â r ü ’y â
kalmamıştır. Tabiat tasvirleri gayet ince ve kuvvetlidir. D u y a r ım v e l v e l e - i d e v r - i c ih â m E krem
Ve hakikaten tabiatten muktebestir. « Son buse » manzume D o lu lu k cân a tiy o r b o ş lu ğ a g û y â g û y â
431 T ü r k Ş a irle ri A l.
Ali Ekrem’in Türk edebiyatında ilk olarak bazı tecrü M a â l - i şü k ûfe te n h a n d e v e r
beler yaptığını da biliyoruz. Mısraı mısraa bağlayarak ilk B u lu tla r, b a h a r ile ş e m m e h îz ,
edilir. Fakat bunlar çok "mahduttur. AlifEkrem bunu ge-J L e b in d e n g a r â m içer b ir h ilâ l
ğini biliyoruz.Nedim mecmuası’ nda şöyle bir yazısına B u lu tla r İlâ h î m e z â h irin ,
tesadüf olunuyor ( No. Î4, 1 mayıs 1335 — 1918): H a tîb - i ım ıa llâ m e a lid ir !
killerde terkîb ederek pek lâtîf ve âhengdâr vezinler bul zume neşretti.
mak kabildir. » Bütün bu tedkikler gösteriyor ki Ali Ekrem edebî sa
Aynı mecmuada, « Faûlün mefâilün fâilün » vezninde, hada mütemadiyen çalışmıştır. Fakat onu asıl düşüren de
çok yazmak ihtilasıdır. Meselâ Takvim yaprakları serlev
B u lu tla r ne s âf ü ter b ir zıy a hası altında her gün bir şiir kaleme almak hevesi, onu bir
S a n ır s ın s ü k û t e d e r sath - 1 m â .
takım hayide manzumeler vücude getirmeğe mecbur etmiş
B u lu tla r n e s im eser ü rp e rir.
tir. Bu nevi şiirleri arasında şöyle bir parçaya tesadüf edi
S a n ır s ın k i m e v c e le r g ö k te d ir ;
yoruz :
K o ş a rla r, c e n â h a ç a r tu r n a la r ,
A k ş a m o ld u b iz im kıL’a d o ğ m a d ı,
Ne m û n is z ıy â s a ç a r h e r n a z a r .
B ir bey ite ik o ls u n d o ğ m a z m ı a c e b ?
B u lu tla r n a s ıl b a k ın c a n lıd ır : D e d im d u r d u m ... h a y ır, tu lü e tm e d i ;
C ib â le a k ın a k ın to p la n ır ; B ilm e m n e d ir b u g ü n şu h â le s eb e b ?
L o d o s m u ? b e lk i de. z â te n h e r g ü n b ir
K a rış m ış c ih a n n ü m â g ö k te h e p .
Ali Ekrem, hece vezniyle de bazı şiirler yazdı. Daha
B u lu tla r ç ık ın n a b ir fırtın a
1893 yılında, Maarif mecmuası’nda şöyle bir parçası in
U fu k ta n g e lir , g elir y a n y a n a ,
tişar etmişti ( .Yo. 193, h ağustos 1311):
K ö m ü rd e n s iy â h o lu r, cûş e d e r ;
— S â ile —
Y ü z u iıd e n t e b â h o lu r h a n d e le r .
B u lu tla r k o ş a r, s a ra r g ö k le ri A n n e c iğ im h a n g i y e rd e y a tıy o r ?
Ö k s ü z g ö n lü m k o y n u n a c an a tıy o r
S iy a h lık n ü fu z <-der h e r y a n a ,
B e n i h e r kes g ü le r e k a ld a tıy o r
Ç ö k e r b ir d erin ke de r in s a n a . S o k a k la r a d ü ş tü m k ü ç ü k y a ş ım d a .
B u lu d a r d a g iz lid ir ş im d i âb
V a r d ı b ir e s v a b ım b ir k a d ın ald ı
S e m â d a n c o şa r g elir b ih is â b ;
K o m ş u n u n k ızı y e m e n im i ç a ld ı
B u b â r a n k i k a m ç ıla r to p r a ğ ı.
B a n a a rtık b u c ih a n d a ne k a ld ı?
K a ld ı b e b e ğ im k ü ç ü k k a r d a ş ım d a .
S e m â n ın ta r a r, d a la r b ir a ğ ı !
S a n ır s ın t a b u r , ta b u r fırk a d ır B e n i n in e m h a n g i to p ra k ta b e k le r ?
B a n a b ir y o l gösterin ey m e le k le r
K i h a rb ti c id â l iç in ş u ’le r û h :
A r tık k a n la r g ö r ü n ü r g ö z y a ş ım d a .
B e v â rık g ü le r b ü tü n m e s t ti ş û h .
B ü tü n s o k a k b a ş la r ın ı b e k le r im
B u lu tla r g ü z e l, g ü z e l in c e lir
G e le n geçen b e ğ le ıi e te k le rim
S a n ır s ın k i z i e m el ç e h re d ir E n ta r im i y a m a la r ım , e k le rim
S e m â d a n d ü ş ü p g e le n r û h p e r B ir şe y k a lm a d ı ü s 'iım d e b a ş ım d a î
A l. T ü rk Ş a irle ri 432
Mâhitâbm sanki âşıktır hilâli dağlara Ey Hâlik - ı a’zam, nasıl etmez seni bîzâr
Kim semâyı eylemez tercih hâlî dağlara Gûş eylediğin bir nice bin âh - ı şererbâr?
Bir cebel kurbünde oldu bak yine vechi ayan Dehşetli bir âvâz ile der zâtına her bâr
In’ikâs etti o sevdâvî melâli dağlara Dağlar, uçurumlar, ovalar, dalgalar, eşcâr,
İntişâr eyler donuk bir reng - i ahdar mağribe Gökler, küreler - eyler iken arşını mescûd -
Lem’a lem’a nûr saçtıkça cemâli dağlara «Feryâd ez - in nev’- i vücûd -i adem âlûd !»
Bir semavi hüzn ile mestur olur her gûşesi — 1891
Sanki bin âşık gömülmüştür şu âlî dağlara
Sanki rûhumdan uçan bir âhı teşrih eyliyor — III —
Akis olmuş bülbülün mahzun makali dağlara
Kabr -i leyle âh kim çok sürmeden girdi hilâl — E lv â h - ı ta b îa tte n
Parça parça düştü ol leylin zılâli dağlara
Olunca hâb ile perverde çeşm - i bîdârın
Bir sabâh - ı mes’adette vâkıâ gülpûş olur
Eğildi sineme gülnahi - i tâze ezhârın ;
In’ikâs ettikçe şarkın reng - i âli dağlara
Cebîn - i sâfını bûs etmek istedim ammâ
Bence ammâ bir gülistandan güzeldir makbere
Döküldü gözlerime kâkül - i seher târın
Müncezib gönlüm şu kabristan misâli dağlara
Nigâh -ı âşıkını târümâr eden zülfün
Mutlak eylerdi ziyâret hâkini eşcârını
— O sâyebân - i perişan edâ - yi dîdârm —
Rûhumun olsaydı ger uçmak mecâli dağlara
Açıldı âhım ile pâre pâre ayrıldı,
— 1891 —
Süzüldü can evime dîde • i ziyâdârın !
— II — Şemîm - i hüsnünü rûhum duyardı zülfünden
Ederdi kalbimi lerzan nigâh - ı bîmârın
— F eryed — Bu hâl ile beni bir lâhze mest - i aşk ettin ;
Ummîd cihandan da büyük zevk ise mahdûd, Hemen şu lûtfunu kıskandı nâz - ı gaddârın ;
Her saati ömrün emel efzâ, elem efzûd, Atınca saçlarını dûşuna uçup gittin,
Mâzî mütevâlı, ezelî sâye - i memdûd, Gözümde kaldı hayâl • i ferişte reftarin !
Müstakbel ebedle dolu bir makber - i mesdûd, — 1892
Türk Şairleri
433 Al.
Tabiatın sehâsına
— IV —
Hezâr kerre âferin ,
— Elvâh ı tabiattan — Güzelliği saçar duıur
— Leyl-i ıtıükevkab — Zaman zaman; nevin nevin;
Ey leyl i mükevkeb seni ettikçe temâşâ Şükûfe, mevce, gül, hezâr ,
Rûhum uçuyor şevk ile yıldızlara gûyâ... Bulut, şafak, kamer, bahâr
Zulmetlerin eyleı bana takıîı-i hafâyâ, Zuhûr eder hezar hezar,
Gezmekte senin gölgelerinde nice sevdâ, Semâ semâ, zemin zemin/
Çıkmakta senin lem’alarından nice ma’nâ, Hanımlarım gül on p a ıa j
Mahşer gibi bin dürlü hakikatle ayansın 1 Sepet boşaldı da yine
Deyip dururdu mashara :
Ettikçe bu şeb ben şu büyük âleme dikkat,
Gül on para ! alın hele
Meşhûd oluyor fikrime bin levha-i hikmet :
Dikersiniz de mendile,
Y â Rab ne büyük makberedir şimdi tabiat,
Kemer yaparsınız bele ;
Her gûşede bir sâye nümâ kabr-i sükûnet ,
Gül on para, gül on para!
Her makbere bir yıldız olur şem’a-i türbet,
1309 - 1893
Ey leyl-i mükevkeb, ne kadar hoş lemeansın!
Bak bak ne kadar vech-i semâ namütenahi,
Encüm o mevâlîd-i zıyâ nâmütenâhî, _ V! -
Seyr eyle nasıl hâk-i fenâ nâmütenâhî, — Vasiyyet -
Dağlarda, denizlerde hafâ nâmütenâhî,
Donukça bir fenerin nûr-i sâyedârında ,
Her gûşede esrâr ı Hudâ nâmütenâhî,
Çadırların arasında zamân-ı râhatta ,
Ey leyi.i mükevkeb, ne mahâbetli cihansın !
Nöbet değiştirilen bir ferahlı sâatta ,
Karşımda müselsel mütevâlî nice kühsâr, Ağaçlı bir tepenin koytu bir kenârında
Her parçası bir nûr-i siyâh eyliyor izhâr Buluştular iki hemşehri kahraman asker :
Pîrâmen-i kühsârı öper bir yem-i seyyâr Çemişkezekli Memiş’le bölük emîni Ömer.
Her dalgası bir ahtere âyîne-i dîdâr ... — Gel arkadaş, bakalım gel. şu mektubu anlat,
Ulviyyet ü ziynetle sen ey leyl i zıyâdâr, Babam nasıl ?
Bir subh-i behiştîye bile gıbtaresansın 1 — Eyidir :
Ey leyl-i mükevkeb o siyeh zülfe mümâsil, — Çok şükür ... Nasıl Emine’m ?
Ettin beni bir vuslat-ı canbahşına nâil; Yeminlidir, bana korkma yalan demez ki ninem,
Eyvâh senin vaslına da var nice hâil ; Çarık takındığımız gün ağırca hasta idi;
Memiş, eğer ben ölürsem sakın acınma dedi...
Yıldızların artık oluyor mağribemâil,
— Baban selâm ediyor, Daltaban selâm ediyor;
Hüsnün olacak şimdi ümîdim gibi zâil,
Bekir selâm ediyor, Pehlivan selâm ediyor;
Ömrüm gibi hayfâ ki serî’ulcereyansın 1
Ninen selâm ediyor, ammi kızların hekezâ ;
1308 _ 189i Çoban selâm ediyor ...
— Bak hele 1 deyindi bana
— V — Bizim kadın nice olmuş ... Bizim kadın Emine ?
— O ü l on par» — Bekir nişanlanıyormuş; Bey ırmağı taşmış;
Gül on para, gül on para !.. Sular yeşil öyüğün üstünü basıp aşmış ...
Kolunda bir güzel sepet, Yoğundu., amma su ha !.. çoşgun olmalı bu sene
İçinde gül beş on sıra , Kızıl pınar bu kadar taşmadıydı.. Sen de hele
Temiz, sevimli bir çocuk — Şu mektubu bitir artık, bizim kadın nicedir
Diyor : malım değil soluk , — Memiş durundu...
Gelin alın çobuk çabuk ! — Bırak ben tamam sekiz gecedir
Gül on para, gül on para ! Düşümde görmedim artık ..
— Bu yıl da sazlı ele
Gül on para ... o hüsn-i ter , Çekirge çok düşüyormuş, öğen hele yoğimiş,
O handepâre-i şafak, Ağılda üç koyun ölmüş, sıcak biraz çoğimiş,
O dil şemîm i rûhper
Senin buzak büyümüş, gök ağaç çiçek açmış,
O reng-i çehre-i hayâ , Zavallı çöp Hasan’ın kır topu dağa kaçmış.
Tezehhür eylemiş zıyâ ,
İmam duâ okumuş cenge... hâ selâm ediyor,
Tebessüm eylemiş sühâ ... Çakır selâm ediyor, Mustafâ selâm ediyor,
O on para, ne mu’teber ! Ömer gilin kızı doğmuş... Sadık selâm ediyor...
Meali kondu gönlüme — Bırak bırak, yetişir anladık... — Selâm ediyor
9 u levha-i letâfetin, — Ne saklıyon bana sen .... Anlamam mı hâlinden
Hayât sundu gönlüme : Biaim kadın., deyiver, de.. Düşümde gördüm ben!
Çocuk güzel, edâ güzel , Memiş.. O nâmı musaggar, vücûdu heykel er
Çiçek güzel, havâ g ü z e l,
O şîr-i sâika bâzû ve âhenin peyker .
Zemin güzel, semâ güzel ...
O seyf-i bâri i gayret, okalb-i din perver,
Bu pek dokundu gönlüme ! O dağ kadar topa karşı göğüs geren asker
28
Türk Şairleri
Al. 434
Yıkıldı bir haberin sadme-i nihânı ile Melâik pesend ü şahadet meâl
Ezildi, koptu yerinden o kahraman yüreği, Semâvâta aksetti ism-i celâl!
Dilinde ye’s-i emel karşısında sevdiceği: O “ Allah, Allah / „ duyuldu heman
Nasîb alır gibi bir kabrin infialinden, Bütün ordu âteşlere attı can !
Perîde pertev-i sevdâ soluk cemâlinden. Cihâdın düşüp şanlı meydânına,
Gelir enîn-i hayât ıztırâb-ı lâlinden, Göğüs gerdiler gülle baranına,
Geçer zılâl i ecel çehre-i melalinden: Hücûm ettiler müsterîh-ül-fuâd,
Gunûde dîde-i şîrâne-i münıri bile. Emîn üş şehâde, feıîh-ül-maâd.
Garîb... can veriyor zannolundu, sordu yine: Ölüm her taraftan zuhûr eyliyor,
— Bizim kadın gidivermiş, değil mi? âh Emine: Fakat kim ölümden fütûr eyliyor ?
Biraz da ağladı durdu, melûl bî halecan; Ne top u tüfeng ü ne tîg ü sinan,
Lisân-ı rûh-i elemnâki eyliyordu figan/ Ne âteş, ne ordu, ne bârû, ne can
Şafak henüz sökiyordu, bir ibtisâm-ı hazin: Dayanmaz önünde yürürse eğer
Nigâh.ı şevk-ı sabavet, zıyâ-yi aşk-ı nevin Eder kal’e-i hasmı zır ü zeber !
Ağaçların arasından, çadırlar üstünden Tüfek sustu, top sustu hep süngüler
Süzüldü geldi; güzel bir hayâle nâzır iken Takılmıştı... A ’dâya Eynelmefer!
Cebîn-i muğberine kondu askerin... O zaman Tanîn âver-i füsha-i kâinât,
Zemîne gayz feşan, âsümâna handekünan Gırîv-i hayât ü enîn-i m em ât.
Etnîn imiş gibi A llah’ına vusûlünden O “ Allah, Allah ! „ yine berdevâm ,
Hazin vasiyyetini başlamıştı takrire : O “ Allah, Allah ! „ ile tâ be-şâm,
Şahîd olarsa eğer kimse bir şey almayacak; Göğüs göğse can câna uğraştılar,
Ne mâli var bu fakirin? Beş on koyun, kösemen; Dilîrâne, şîrâne uğraştılar
Biraz ekin buzağı, kağnı, bir de sazlı dere. Memiş bu mahşer-i heycâ içinde berzede hâl
Bu şeylerin birisi arkasında kalmayacak;
Bulutlu mağribin eşkâl-i bîkarârından,
Ne var ne yoksa satıp savmalı.. bahâsıyla
Alevli bir dumanın mevc-i târümârından,
Emîne’ye yakışır bir taş almadır emeli;
Hayâlini sezerek lem’a-i izârından
Kızıl boya, sarı altun yazıyla süslemeli,
Hümâ-yi rûhuna rühiyle per küşâ-yi visâl ...
Taşın yüzünde kılıç resmi olmalı mutlak ,
Visâl ümîd ediyordu lâtîf yârından
Memiş nefer mi ya zâbit mi kim bakıp soracak :
Emîne’nin arayordu cemâl-i ismetini;
Bir ince süngü yapılsın kılıç değilse bile ...
Yüzünde şevk i beka, gözlerinde nûr-i ümîd.
— Bir asmacık dikiversin babam, fidan salsın 1
Uruldu tâ yüreğinden, Hudâ’ya gitti şehîd;
Bi dânecik Emine’m gölgesinde hoş kalsın !
Götürdü yârına koynundaki vasiyyetini!
İmam efendiye söylen ki Hak rızâsı için.
Mezarcığın baş ucunda üç ayda bir akşam 1313 — 1897
Bir “ Amme „ cik okusun bir yanık İlâhi desin... — VII -
Kadıncağız gidiverdi ... - Kıt a -
— Şuna bakınd', tamam!
Bedbaht olarak gelince âdem,
Memiş sen ağlar isen şimdicek kaçıp giderim.
Bir makber olan şu kâinâta;
— Yazındı yaz Ömer, Osman gile selâm ederim/
Tesmîm-i vücûd olur müreccah,
Teselsül eyleyecekti selâmlar ammâ
Mihnetle imâte-i hayâta!
Çalındı bir boru...
— Kak, kak Memiş... silâh başına ! — VIII -
Memiş o mektubu müstağrak etti göz yaşına, — Kıt'a —
Kıvırdı koynuna koydu... Dilinde aşk-ı Hudâ, Çehremde bir zıyâ-yi saâdet ayân ise,
Yüzünde ân-ı şehâdet, atıldı meydâna Zannetme ki güneşten anı ettim iktibâs,
Kavuşmak isteyerek âhırette cânâna! Vicdânımı münevver eden şems i fikrimin
Bir sâf nûrudur ki eder veçhe in’ikâs!
Sıyâh ı gazanfer veş âvâz-ı top
Riyâh-ı heyâkil berendâz-ı top — IX —
Gırîv*i gulüv âver-i sûr ile, — Kayıkçı —
O tarrâka-i saika zûr ile, - 1 -
— Ki kükrerdi her noktadan an be-an Açık maon kayığın ortasında bir parlak
Levâmi’ nişân u savâik feşan — Cilâlı tahtada ârâm eder, takım düzgün :
Tehevvür künân etti âgaz-ı cenk; Dizinde bir çuha şalvar, belinde yünlü kuşak
Feyâfîyi inletti âvâz-ı cenk“ İpekli gömleği titrer beyazlığıyla ... bütün
Yürekten kopan bir sadâ-yi bülend, Kayık temiz, boyalı, şilteler yeşil katife/
Sadâ-yi hayât ihtivâ-yi bülend. Muşambalar yeni parlak, kürekler ince güzel.
Bir ordunun âvâze-i satveti, Nasıl gurûr ile durmaktadır, bakın herife,
Bütün halkın âheng-i milliyyeti ; Tutar kürekleri, okşar suyu hafif bir el,
Mukaddes, mubârek, bedî-ul-kemâl, Açıkta müşteri bekler ... gelirse pek a’lâ,
Zafer i’tiyâd ü gazâ iştimâl, Atar sevâhile bazan nigâh-ı istijfrnâ!
Şairler ¡Türk
435 Al.
Yaklaşırken seher, iner gökten, Her zerrede bir hikmet, her gölgede Hak seyyâr;
Olur ezhâra handerîz-i hayât. Her yârda var bir mevt her mevtde var bir yâr;
Bu küçük lem’alar ki şebnemdir Bir dâr bu âlem ki zulmet ona bir deyyâr,
Hüsn i subhun esîr-i vuslâtını Âyîne-i yârından meşhûd oluyor ağyâr.
Kalb-i ezhâra gizlice getirir, Âfâk-ı visâlinden hicranlar olur tayyâr !...
Onların bûs eder tarâvetini. Ben âşık-ı mahrûmum, mecıûh-i per ü bâlim,
Mahkûm i ebed ömrüm ölmek bütün âmâlim !
Katre-i eşke cismi pek benzer Eyvâh nedir bilsem âlemde olan ma’n â ?
Böyle teşbih ederse şâirler Kimdir bu güneşlerden a’mâ görünen t înâ?
Haklıdırlar, fakat bu noksandır : Her şey ne kadar bedhâl, her şey ne kadar la ’r â !.
Gökler yarılıp bir gün milyarlar ile sînâ
Bence bir katredir ki ağlarken Parlarsa, aceb der mi can sıdk ile âmenna ?
Nâgehan nemli gözleriyle gülen Mûsâ gibi ben düştüm bir Tûr-i tecellâya,
Çocuğun kirpiğinde tâbandır. Bir tâir i Mevlâ’yım, şâyan gibi Mevlâ’ya !
Yükseldi benim ufkuma bir zirve-i hicran. Kim bilir hangi zülf-i anbersâ
Bir zirve-i hicran ki aşılmaz üzerinden, Bir zamanlar karârgâhın idi ?
Mâzî gibi kopmaz elem-i târı yerinden... Kim bilir hangi çehre-i zîbâ
Savrulsa da bir nefha-i sarsarla bu küller, Nûr bahş-ı dil-i siyâhın idi ?
Rûhumda siyah aksi kalır, mahşeri bekler!
Şimdi sen bir kırık gönül gibi zâr,
Yaktım yanarak âteş-i aşkınla hayâtım !
Zâr ü ebkem, şikeste rûh, garîb
Yakmaz bu kadar cânımı ân-ı sekerâtım !
Yatıyorsun çamurda miskin, hâr,
Mahveylediğim hâtıralar şimdi birer leyi ...
Duruşun canlı levha-i tahrîb.
Vicdânıma çökmüş koca bir âlem-i vâveyl 1
Mektuplarının külleri altında mezârın Sırıtık dişlerinle bir cadının
A ’mâkına inmiş gibiyim, ben bu gubârın Benziyorsun dehân-ı lâ’netine,
Her zerre i târiyle yaman, nâmütenâhî Benziyorsun ölüp giden kadının
Bir mevte giriftâr oluyoıken... o İlâhî İrtiâş-ı cenân-ı nefretine.
Enzârını atf eylesen eb’âdın içinden, Neye çıktın da böyle karşıma sen
Bir arş-ı saâdette müebbed yaşarım ben I Sürünürsün yolumda ? vay mel’un,
Servetifünun 1502, Y ıl : 1924
Beni âgâh eder şu âlemden,
Var kadidinde bir edâ.yi cünun !
— XIII — Seni mahv etmeden geçersem eğer,
— Tâir-i İlâ h î’den — Kalacaksın benim canımda bere;
— A n k a n ın feryâdt — Buruşuk tıynetin nasıl benzer
Hâr ü muzlim tabîat-i beşere....
Koptum nazar ı Hak’tan deldim şeb i dünyâyı
Yuttum kızıl âfâkı, içtim kara deryayı Sen mezârında zâhir oldukça,
Söndürdü dem-i rûhum bir lâhzede gayyâyı. Bir cihân-ı memât mevcelenir;
Âyîne-i hilkatte gördüm yüce rü’yâyı, Güneşin nûru böyle doldukça,
Hâlâ ararım hâlâ mâhiyyet-i eşyây! I Her dişin sanki seng-i makberedir.
Anka-yi perîşânım, fikr-i ebedî fıtrat, Esfel-i sâfilîne artık in,
Ölmek ne saâdetmiş ey R a b b i ecel-kudret ! Basayım, mahv ol ey lika-yi anîf ;
Seni sevmek mi ? yok, bu za’fı demin
Doğdum uçurumlardan, yıldızlara yükseldim . Gösteren ben miyim ? ne fikr-i sahîf 1...
Azgın tepeler geçtim, kuzgun geceler deldim, Basacaktım vücûd-i zilletine,
Râlıımda ne ormanlar, dağlar, küreler çeldim!... Oldu hâlin vesîle-i îkaz;
Ukbâya kadar gördüm, Allah’a kadar geldim! Hürmet ettim büyük mezelletine,
Âyîne-i Rabbânî bir vecd-i mübecceldim .. Şân-ı mâzîni eyledim i’zâz !
Ben tâir-i Mevlâ’yım, lâkin yine a’mâyım, 12 teşrin isani 192ü
Kendim gibidirâlem , kendim de muammayım ! Servetifünun N o : 1580
Türk Şairleri
437 __________ __ _____ ______________ _______________ _ ________________, _____________________- ________ Al.
yoruz. Evvelce bana verdiği bir varakada diyor ki : ye postnişîn-i dergâh*! Hazret, i Ahmed-i Bubârî der
« Hengâm-ı sabâvetimde dergâhtan neş’et ettiğim Âsitâne-i aliyye > . j * Eşşeyh Esseyyid Elhâc
cihetle her gün vâlid-i azizim fakîıi Üsküdar tekyele- Ali Rızâ Elhimmetiy-yüs - Sa’dî -vM’j -j _■«j'V Jj1“!
rinden birine götürürdü. Esnâ-yi zikirde okunan İlâhîle efendi hazretlerinden ahz-ı icâze idüp lâbis-i hırka ol
rin makta’ beyitlerinde kaili olan zâtın mahlâsı dum... »
yâd olundukta cümlesinin « Hû s, « » deme Ali Fakrî’nin mühüründe Ali Rıza Himmeti imza
leri ve baş keserek envâ’-i ta’zîmât ve tekrîmâtı ifâ sını görüyoruz. Şiirlerinde ise Fakrî mahlâsıriı kul
eylemeleri pek ziyâde hoşuma giderdi. Zannederdim lanmıştır. Fakat halk arasında * Şeyh Ali efendi » na
ki ben de böyle İlâhîler söyler isem ismim geçtikçe mıyla tanınmıştı.
Derviş Yunus hazretlerine olan hürmet ve riâyet Ali Fakrî’nin bazı manzumelerini örnek olarak alı
bana da olur. Bu hulyâ ile giceleri tâ besabah Derviş yorum :
Yunus hazretleri gibi şiir söylemeğe heves eylerdim.
Bir hayli vakit vezinden ârî ve ma’nâdan külliyyen
■ -- N a ’t —
berî bir takım sözleri karalayıp durdum. Bir aralık
Cemâl-i Zât-ı Bârî’dir cemâlin yâ Resûlâllah
söylediğim bir manzumedeki bir beyit tesâdüfen mev
Celâl-i K ibıiyâ’dandır celâlin yâ Resûlâllah
zun düşmüştü. Bir gün nazm.ı mezkûru pederim ehib-
Arûs-i lâmekân pîıâ zuhûr-i nûı-i Yezdan’sın
bâ vü ihvanından bir zât-ı âlîkadre kemâl-i i’timâd ile
Vücûd-i kenz-i mahfîdir kemâlin yâ Resûlâllah
arzeyledim. O zat okudu. Oğlum , bu söylediğin sözle
Döner Y a’kub’a Yûsuflar görünce pertev i zâtın
rin içinde ma’nâ olmadığı gibi vezin dahi yok. Ancak
Melâhatte senin yoktur misâlin yâ Resûlâllah
mevzûn olan işte budur deyerek şu beyti gösterdi :
Der-i şevket medâr-ı izzetin ünvânıdır elhak
Kemâl-i ıe ’fet ü rahmetmeâün yâ Resûlâllah
Derd-i d ili açm a sakın her kese
D erde devâ derdi çekenden geliir Süveydâ-yi dilim mihr-i zıyâbahşâsıdır dâim
Sevâd-ı nokta-i hâl-i hayâlin yâ Resûlâllah
Bu kafiyedeki beyit Şeyh Osman Şems efendi Atâ bahş u kerem pîşe kerîm-i bî misilsin sen
merhûmun bir gazeline nasîre idi. Bir mecma’-ı fuza- Kerem âvâre-i cûd ü nevâlin yâ Resûlâllah
lâda okunmuş ve her kes tahsîn ü takdîr eylemişti. İş Gönül şûrîde-i aşkın ciğer pür hûn ü derdindir
te sabâvet hâli bunun yalnız kafiyesi hâtırımda kaldı Müyesser eyle Fakrî’ye visalin yâ Resûlâllah
ğından dergâha avdetimizde odaya kapanmış ve böy - II _
hafîf idi. Herkesle hüsn-i imtizâc ederdi. Mütâlâası çok Görinür her yüzde gerçi ârife envâr-ı Hak
ve hâfızası metîn idi. Dâhil olduğu mecâlis-i ülfette Vech-i pâkin Fakrı1ye mir’ât-ı Mevlâ’dır senin
¿A^wJ j t‘\Ia
el^. (^¿¿\
İjU'i^ J"l‘Vy ^î\
J\ J . J
û--' ¿r* V<3 ts:'i
(^^.¿9 J^İS -V-.C-
o^-—' U.ji\y_l
■* Ji H ı, i( ¡;fc j,
Ali İffet, şiirlerini Gazellerim, Kııdsi şeyler, Ciinun Ecrâm o kadarsa da fezâ bir
adlı kitaplar halinde topladı. Fakat bunlar henüz neşre İnsan o kadarsa da Hudâ bir
dilmiş değildir. Zerıât hisâbsızdır ammâ
Hurşîd-i cihantâb yekta
Ali İffet bilhassa Divan edebiyatı tekniği dahilinde
Mevcûd bilâ vücûd ü eşkâl
yazdığı gazelleriyle tanınmıştır. Ve onun muvaffakiyeti
Meşhûd bilâ şühûd ü timsâl
de bu sahadadır.
Memdûh-ı Muahammed i dilâgâh
“Gazellerim,, eserine yazdığı manzum bir takrizde Olmuştu kelâm-ı -üiııuu
Abdülaziz Mecdi de şu fikirde bulunuyor : Deryâ-yi vesî’-i feyz-i vahdet
Kılmakta bizi garîk-ı hayret
D â im â tarz-ı tegazzülde terennüm eyler
Hurşîd-i zıyâfeşân-ı tevhîd
Ş i’ri vâdî-i taaşşukta nidâ-yi hasret
Her zerreyi eylemekte hurşîd
«Gazellerim» için daha bir kaç takrize tesadüf edi Mihr ü meh ü ebr ü bâd ü bâran
yoruz. İbnülemin Mahmud Kemal in manzumesinde şu Hep kudretine değil mi burhan
beyitler görülüyor : Eşyâ sana hep delîl-i bâhir
Âsâr olamaz bilâ müessir
İffet’in şi’r-i d ilâ v îz in i takdir ederim Her şey’i muhît olunca Allah
Ç ü n k i ibrâz ediyor aşkını her beyt-i zarîf Densin mi muhâtına sivallâh
O n a şâir de derim , âşık-ı sâdık ta derim
Ulviyyet-i kudretin hisâbsız
Ş i’r in i âşk ile meze eylem iş ol merd-i arif
Her zerre sana delîl-i mu’ciz
Ne g azeller ki güzeller bile m eclûb o lu y o r
Cezb-i kalb etmede elhak o suhansâz-ı arîf
Yâ Rab yâ Rab nedir bu san’at
Y â Rab bu ne bî hudûd kudret
Allahına olmasın mı vâkıf
Ali Ekrem Bulûyir ise şunları söylemektedir :
Nefsinde bulur Hudâ’y* ârif
O ü z îd e m ü b d ii yâr-ı cenan A li İffet Ammâ yine künh-i sırr-ı Hak’kı
Ki kalb-i safıdır âyine-i ziyâ-yı hüd â Hergiz bilen olmadı kemâhî
Benim enîs-i h ay âtım , habîb-i c ân ım d ır Ma’bûduna karşı şâh-i ¿•¡/j
T evazu’und aki u lv î necâbetin hattâ
Hayretle buyurdu
Kemâl-i şân ın a hay rânim o n d a n öğrendim
Hayret hayret hezâr hayret
Ne jûtf-ı H ak im iş inşâna feyz-i istiğnâ
Hayrettir o hayrete nihâyet
G a ze lle rim ki benim İffet ini dem ektir hep
B irer neşîde i vicdan b ire r kitâb-ı vefâ İnsanlar ile serâser ekvan
Hayret denizinde cümle gaitan
cCünun» adlı eser, Şairin bu redifteki bir gazeli ile Tedkîk edilince zât-ı vahdet
bu gazele kendisinin ve Hüseyin Sıret, Muhyeddin Raif, Vüs’atleniyor fezâ-yi hayret
İdrâk-i hakayık etmek olmaz
Ahmed Remzi, Tahir Olgun, Suud, Bıçakçızode Hakkı...
Esrâr-ı Hudâ bilinmek olmaz
gibi şairlerin nazire, tahmis veya taştirlerini ihtiva et
Mebzûl ise de zıyâ-yı hurşîd
mektedir.
Nûr-i nazarı eder mi tezyîd
Türkçe, Farsça ve Rumca şiirler yazmış olan Ali Kudret yed-i kudretinde lâşey
İffet’in bazı şiirlerini örnek olarak alıyorum : Yok kudreti hâricinde bir şey
Yâ Rab-bi kadîr işte âdem
Feyz-i kereminle sırr-ı a’zam
Serlevha-i kudretindir âdem
— T evhîd-i B ârî —
Mir’ât-ı serâir ü kerâmet
Miftâh -1 hazâin-i saâdet
Ey cânım içinde nûru mahfî
Perverde-i hâs-ı ni’metindir
Kalbim gözüne zuhûru mahfî
Dünyâda yed-i meşiyyetindir
Vicdânım içinde nass-ı katı’
îz’ânım içinde berk-ı sâtı’ Encâm ı suhan Hudâ-yi Kadir
Mahfiyyet ü zâhiriyyet içre Her ân ü zaman cemâli bâhir
Bir nûr ki reng. i kesret içre İşrâkten eyle İffet'i pâk
Mahfiyyet içinde nûr-i zâhir Fikrinde bırakma tâb-ı işrâk
Zulmete nasıl ki rûz-i bâhir — 1906—
Türk Şairleri
Al.
Cür’asın bin akla tercîh etmeyen dîvânedir o yıl mektebi bitirenlerden b i:ıni seçip sır kâtibi olarak
Ref’eder bâr-i kuyûdu câm ı serşâr-ı cünun yanına almak istiyoıcu. Mahrem şifreleri ona açtıracak
En muazzam kalb ü hûşa vakt olur eyler hulûl tı. Çıkanlara kimin vasıtasıyle mektebe yazdırıldığını
Ol kadar mu’ciznümâdır feyz i eııvâr ı cünun hayatta kimleri olduğunu, izinli çıktıkça kimin yanına
Leşker*i gamla bütün iklîm-i aşka hâkimim gittiklerini bildirir birer tercümei hal yazdırıldı. Hayat
Çok mudur oldumsa serdâr ı alemdar ı cünüıı ta hiç kimsesi olmayan biri şifre kâtibi olarak, biri de
Şâhıd-i gülçehre-i gamdır hirîdâ'i anın mabeyn kâtibi sıfatiyle saraya alındı. Sınıfın ileri ge
Kalb-i âşıktır tecellîgâh-ı bâzâr.ı cünun lenlerinden ikisi de “ Hazinei hassa „ ya memur edil
En mükedder kalbi siyrâb-ı zü!âl i şevk eder mişti. Ali Kâmi bunlardan biri idi. Meşrutiyet ilân edildi
Zevk-ı lâhûtidir ancak Aarsa ekdâr-ı cünun ği vakit orada memurin ve sicil müdürü bulunuyordu.
Rûh i Behzâd eylemiş tasvir levn i aşk ile Sonra birinci sınıf şehbenderlikle hâriciyeye nakletti.
Resm-i Iffrl'tir yegâne nakş ı dîvâr-ı ciinun Fakat cihan harbi dolayısıyle İstanbul’da kaldı, bir ye
re gidemedi. Harbin sonlarına doğıu Posta ve telgraf
- VII —
nazırı Haşim B’ y’in kalemi mahsus müdürü , daha son
1L (ys t
ra memurin ve sicil müdürü oldu. Damad Ferid’in sa
! L jl Jlf
S ! J- i iî dareti ve R .fik H a lil’in müdin umumiliği zamanında
. t» -^JJ hükümetin âma'ine hizmet etmediğinden açığa çıkarıl
J ~ Cj j “»- tö U r -T~ - dı ( 1920 ). İki ay sonra Darüşşea’ya müdür oldu
!U ¿i O jî (C—'-Vİ- <¿1 # ( 17 Temmuz 1010). K;nd:s';ne ve kardeş'erine feyz
veren bu irfan yurdunu ı bugiin de i aşınd ı l ulunmak
! L» u j i » J V l * ‘ ¿ty>-
tadır.
jjl«--i* t u jl t«
1U tS•'/)
j » j\C--\jl£j ûX£.xmt. d\c-^
! U ^j\> ıy o/••■ *>- *'j er'«;*
! L. 1 U o / »¿^
!U J*'j
ıjrs J^jjî* j' j *? Cj->
*- VLT,1 ırj ¿T
¿ 1 5 ^ . çöl«.*“ ¿ÎU.
t* V_A» SjJ.m w>
bir alâka uyandırmış ve bir çok kıraat kitaplarına da Yangın !,. o ne dehşetli, ne mûnis canavardır,
alınmıştı. Hürriyetten sonra Âşiyan, İçtilıad... gibi Açtıkça açar ağzını, yutmakla da doymaz.
mecmualarda da bazı şiirleri intişar eUi. Servetifür.un Yuttukça azar, açlığı artar, ne musîbet.
edebiyatının muvaffakiyetli şairlerinden olan Ali Kâ-
mi’yi daha sonraları münhasıran felsefî mevzular üze Bir tâze gelin sanki otuımuş gibi bir ev.
rinde çalışan bir mütetebbi olarak görüyoruz. Baştan başa bir çok yeniliklerle müzeyyen,
Ali Kâmi, en büyük zevki muallimlikten alm ştır, Bin türlü emeklerle, emellerle mutarrâ
Darüşşefaka’da edebiyat, Fransızca, iktisat, sonra içti Ejder uzanır tâze gelin humıet içinde
maiyat okutmuş, lise son sınıflan için telif ettiği İçti Binlerce temâşâgerin enzârına ma’ıûz,
maiyat kitabı Maarif Vekâlc tince katul olunmuştur. Bir samt i tevekkülle durur öylece mahsur,
Tevfık Fikret'in Kalatasaray 1s esi müdürlüğü za
manında onunla beraber çalıştı. Son sınıf iktisad der Ejder sarılır tâze gelinden yine ses yok,
sini okuttu. Fikret’in müdürlükten istifasını miiteakib Âguşuna düştükçe fakat hasm-ı harîsin,
istifa eden bir çok muallimler gibi o da bu dersi bı Birden bire âıâm ı tükenmiş gibi pür acz ..
aktı. Tarıâkalı bir nâle çıkar kalb-i terinden.
Ali Kâmi’nin Mühendis mektebi, Telgraf mektebi âlîsi Bir nâle-i müdhiş kırılan her kemiğinden.
gibi yüksek mekteplerde de muallimliği vardır.1896 da
Bak şîmdi şu teşrîha ne kalmış o gelir.den
ilk olarak Ooet/ıe'nin Werther'ini Fransızcasından Türk- Feryâd ! ne manzar şu kızıl sîne i mekşûf.
çeye çevirmişti. Bu eser 1913 te İçt hat mecmuasına
Şu açık yâre i hûnîn
tefrika edildikten soma kitap helir.de çıkmıştır. Mıkrd-
Bir mahşer-i enkaz-ı cehennem,
dimesinde şu satırlara tesadüf ediyoruz :
Bir levha-i mâtem !
“ Bu kitabı, bundan on yedi sene evvel Werlher’in Serveti fii/ıun
aşkına hissen âşinâ olduğum bir zamanda ( 23 yaşın
da ) tercüme etmiştim. O zamandan beri hislerim k al _ II _
bimde, kitap bir dolapta medfun kaldı. Kardeşimin oğ — Şimşak çakarken —
lu Illıami bugün onu bütün gubâr-ı matemiyle med- Elektirikli bulutlarda berk ı şu’lenümâ
feninden çıkarıp tab’ediyor ... „ Zalâm içinde nasıl muhteriz ve leızende
Eski harflerle basılmış olan- bu kitabın piyasada Parıldayıp ta üfül eyliyorsa bir ande
mevcudu kalmadığından yeni Türk harfleriyle tekrar
Senin de hâtıra-i dilıübâ yi dîdârın
basılmıştır.
Senin de hande i ümmîd bahş ı enzârın
Büyük İtalyan edibi Ednıon de Amicis'nin Cvore
Semâ-yi fikrimi şimşekleriyle parlatarak
yani Kalb adlı eserinden adapte olarak Mektep âle
Harîm-i kalbime bir pertev-i zekâ atarek
mi namıyle bastırdığı kıraatlarla, ilk mektepler için
Cihân-ı vaslını bir anda gösterir ammâ
yazdığı Yurd bilgileri, Bcııjamin Konstant’d an ter
O anda zulmet-i hicran — Siyâh bir umman —
cüme ettiği Adolphe ve lolstoy’den tercüme ettiği
Bütün kesâfet i deycûr-i kasvetiyle heman
Kıiizer Sonat, Kazaklar şu satırların yazıldığı zama
Ç ök er... O zulmetin altında ben felekpeymâ
na kadar basılmış eserleridir.
« Kavuşturur dururum kollarım sütün âsâ »
Benıardin de Sai/ıt Pierre’in Paul et Virginie si ve
gene Tolstoy’un Harp ile Sulh namındaki romanı ya Çakıyor şimşek işte âh yine
kında basılacak tercümelerinder.dir. Benziyor bir cihetçe gözlerine
Yıllardan beri dersleriyle ve kitaplariyle kültür haya O da bir başka âşiyâne i berk 1
tımıza hizmetler eden Ali Kâmi, bugün de Oiindüz
adlı bir mecmua çıkarmaktadır. Çakıyor işte .. Şimdi bak gûyâ
Ali Kâmi’nin bazı şiirlerini örnek olarak alıyorum : Canlı bir heykel-i gadûb-i semâ
Dest i zûrunda tâziyâne-i berk
Sürerek hışm u kahr ile ileri
- I —
Kamçılar muttasıl sehâbeleri !
- Y a n g ın —
Bunu birlikte temâşâ etsek
Bir yâre açılmış gibi leylin cesedinde, Sen ol haşmetle sokulsan yanıma
Kan fışkırıyor semt-i semâvâta fürûzan ! O harâretle yayılsan canıma
Yangın! O bir ejder ki sayılmaz dili vardır; Razıyım öylece ölsek bitsek J
Bir kerre salar» sonra yalar, sonrası boşluk ! Malûmat
Türk Şairleri
Al. 446
Pek küçük gördüğün bu kavm-i necîb Sevin! bu ye’s i mükedderle ben de mesrûrum
Pek bitik sandığın şu yorgun Türk, Ümîd, o neşve-i kâzib füsun değil de nedir ?
Daha dün haıb edip te kalbinden O sihr-i muğfil ü fettanla böyle kaç senedir
Vurulan asker işte şimdi, bütün Bırakmadın ki gebersin şu aşk-ı makhûrum !
Kalbinin oklarıyle fırlayarak
Sana bir ders-i âhenin veriyor !.. Yazık bu hislere bîgâne kaldı taş yüreğin
Ve onun karşısında pür hayret Sımâh-ı kalbini bir kerre etmeden tahzîn
Bu gün artık akur bir denizin Bakıp merâret-i rûhumla isterim ki, yine
Kanlı, hep kanlı dalgalar açarak Senin elinle sarılsın cerîha-i kalbim !
— K u rtulabilse m —
Ne hoştu bir gece dargın, sanaût, âvâre
Gezerdim öylece senden cüdâ ve bîçâr^, “ Hissiz mi diyorsun bana? hissiz sana benzer
Arardım âh yine aks-i savt-ı hayretini; Tarzındaki şekvâ-yi garibinle demâdem
Evet ne hoştu seni gözleyip ararken ben Sevdalarının gaye-i m addîsini gizler
İlişti pâyime nâgâh pây-i üryânın — Pür his — çevirirdin bana bir nazra-i mâtem 1
Reh-i güzârıma sed çekti cism.i nâzânın
Ben zemzeme-i savtını dinler ve gülerdim
A çıldı kavs-i kuzahler zalâm içinde o dem 1
Bir hiss-i teneffür mü? hayır : bir acı zillet,
K üçüldü sanki cihan zevk-ı pür gururumdan Bir gizli elemle didinir, kendimi yerdim
Ne oldu anlam adım vefret-i sürûrumdan Çoktan bilirim ben seni anlatma, ne hâcet 1
T ürk Şairleri
A l. 448
- XI —
devam etti. 1922 de âlî ticaret mektebini bitirdi. O za C ivarın dan ç ığlıkla y o rg n n m artılar kaçtı;
mandan beri muhtelif bankalarda çalıştı. Bugün Bursa R ü zg âr sürüklenirken derinlerinlerden derine
kat muhakkak ki özlü eserler vücude getirmiştir. Bırak, şu billûrda solsun şu güller ;
Zamanı anlatır her düşen yaprak.
— I —
Ruhunu matemle sıkmazsa eğer
İ lh a m
Şu billûrda solsun şu güller, bırak...
Sevdayı gördüm,
Gönlümde birdenbire bağlandı bir kördüğüm. Bak nasıl kanayor hepsinin kalbi ;
Çiçek değil bunlar,-sanki bir gönül.
Gözlerinde şimşekler çakıyordu, Çok ıztırap çekmiş bir gönül gibi
Gözlerimi yakıyordu. İhtiyar olmadan dökülmekte gül.
Elinde parlayan ince bir billûr, G ül, aşkın timsali, ömrü pek kısa :
Yanıma yanaşıp dedi: « — Ey genç, dur, Haşmetle açılır bir bahar günü
Dudaklarını uzat, Ve teravetini rüzgâr alırsa
Kalbe ferah veren bir iksirden tat. O akşam görürüz döküldüğünü.
Her geçen bu sudan bir yudum tattı...»
Çiçek ölür, lâkin derin bir aşkın
Ve gülerek kadehini uzattı. Hatırası gibi kokusu ölmez.
Öyle aşklar var ki bir gün en taşkın
Elinden kadehi kavradım, aldım; Bir gününde ölür, kokusu ölmez.
Gözlerimle dudaklarına daldım;
Bilmem ki bu halde nekadar kaldım, — IV —
İçmedim, kadeh yalnız dudağımı ıslattı.
— 0 ve B en -
— VIII —
— VI —
P ın a r
— Haydut
Gün olur yollan kaplar bir heves,
Sırtında bir kurt kürkü, Duyulur derinden şakrayan bir ses;
Omuzunda bir martin, Gün olur yayılır içli bir nefes...
Nazarlarında kin Sular türkü söyler pınar başında:
Dudaklarında da yanık bir türkü,
Şehrin zincirinden uzak, Ey civar yollardan geçen yolcular,
Hürriyetten, inzivadan sarhoş olarak Serin kanımızdan içen yolcular,
Gezerim dağ Bizlerde bir emel seçen yolcular,
Başında... Pınarlar dertlidir bahar yaşında.
Şimdi şakrak
Ölüm yollara düştü;
Bu kimsesiz akşamla Kahkahalarla gülüyorum ağlayarak.
Gönlüm yollara düştü. Sonra gözlerimden yaşlar dökülerek
Ağlayorum gülerek...
Bu kimsesiz akşamla,
Sonu gelmez bir gamla Beni dinlemeyiniz,
Ru erir damla damla. Benimle inlemeyiniz.
Ben ağlayorum, gülüyorum
— XI —
Ve, ağlaya güle, ölüyorum...
— H e y k e ltır a ş —
A li N a c i (Hemedanîzâde) — Naci’ye bak.
Alçıdan, tunçtan, mermerden
A li N ih a d (Dr. Tarlan) — 1314 — 1898 de İstan
Yonttuğum devler arasında,
bul’da doğdu. En son vazifesi Üçüncü ordu muhasebeciliği
Kimi düşünürken kederden
olan Mehmed Nazif Bey’in oğludur. Büyük babası Dağıs
Kiminin bir eli kanayan yarasında;
tan âlimlerinden Ali efendi’dir. Mehmed Nazif Bey, şiirle
Kimi kollarını yanlarına açarak
riyle de tanınmış bir zattı. Sebatî divanının baş tarafında
Sedasız naralar atıyor,
manzum bir takrizi matbudur (N azife bakınız).
Kimi yorgun uzanmış yatıyor;
Ali Nihad’ın büyük dayısı Ömer Keşfî efendi’nin gayrı
Hepsinin hayalinde
Derin vadiler, yüksek dağlar; matbu divanı vardır. Bu zatın oğlu Kâşif Bey de bir
Harekette hareketsizlik halinde, hayli şiir yazmıştır. Her ikisi de Seyid N ig â ıî mensup-
Şeyhî divanımı Tedkik ( 1934): Bir divanın nasıl ted- verlerden başka Ripka, Dııda, M-inorski gibi müsteşrik
lerin de takdirle karşıladıklarını görüyoruz.
kik edileceğini göstermek üzre yazılmış iki ciltlik bir
Ali Nihad ; divan edebiyatı vadisinde, Servetifünuncular
eserdir. Birinci cildi Şeyhî’ nin tasavvufunu, felsefesini, ha
tarzında, millî edebiyat şekillerinde ve serbest nazım ma
yat ve muhiti hakkındaki telâkkilerini, İran edebiyatiyle
hiyetinde cidden güzel manzumeler de yazmıştır. Fakat A li
mukayeseli surette san’atını ihtiva eder. İkinci cild, Şey
Nihad, hayatını münhasıran şiir yazmağa hasretmemiş ve
hî’nin tevhid, nait ve kasidelerinde geçen âyet ve hadîs
şairliği bir gaye olarak kabul etmemiştir. O , bilhassa Türk
leri, dinî mefhumları, İslâmî kıssaları yine mukayeseli su
edebiyatının estetiğini bulmak için var kuvvetiyle çalışmış
rette izah eder.
tır. Divan edebiyatının bütün mazmunlarını, bütün hususi
Zerdiiştün Galaları ( 1935): Âvesta’nın lirik ve man yetlerini çok iyi anlayan ve bilen A li Nihad, Türk lisanı
453 T ü rk Ş a irle ri A l.
nın tekâmülünü de adım adım taki'b etmektedir. Divan ede - III —
biyatının kaidelerini, şekillerini tesbite başlayan ve bu me
— B ir k a s r ı z i y a r e t e d e r k e n —
sainin mahsulü olarak eserler de vermiş olan A li Nihad,
bu işi bitirmeğe muvaffak olduğu gün, bu edebiyatın an Sarayı geziyoruz... Büyük kapı açıldı,
laşılma tarzı çok kolaylaşacak; bu metodlu ve sistemli Karanlık bir salona biraz zıya saçıldı.
çalışma ile klasik edebiyatımızın bütün kaideleri, incelik Şimdi loşça bir salon içindeyiz... bir yanda
leri, nüansları meydana çıkmış olacaktır. Ve onun en bü Yaldızları dökülmüş, tozlu büyük bir ayna!
yük gayesi, işte bunu başarabilmektir.
Önünden biz geçerken gözlerinde hissettim :
— II —
22 Mayıs 1930
— B ir r ü y â —
— IV —
ikimiz — — M e t r u k b ir k a s r ı n e n d a m a y n a s ın a
O kadar sana yakın, o kadar ben şeninim... Ahulara su veren biliûr bir göl gibiydin.
Bir bakıma ben senin gölgenmişim Uzun kirpiklerine bakıp bakıp kuduran
Bir bakıma şenmişim... O gözlere mezarın kara toprağı dolmuş.
«
Kollarda alevlerden seyyaleler koşturan
Yüreğim sanki bir kuş ; O nâzenin endamlar servilere kalbolmuş.
O kadar şen, bahtiyar
Öyle ipekli yollar... İçi dışına çıkmış şâhâne bir koltuğa
Esmedeyken bu kumral, bu ipekli yollarda Dalan gözlerin uzun ipek dalgalar arar.
O servi boylarıyla sinmiş birer kovuğa
Bir de gözümü açtım, yüzüme güneş vurmuş! Saçı topuklarında sarışın saraylılar.
A l. T ü rk Ş a irle ri 454
Her an birer hâtıra yıkılırken önünde Nâr -1 cahîmi lezzet - i cennâtı andırır
Hâlâ kırılmadı mı senin kolun kanadın Vâdî - i H ak’da sâdır olur her günâhımız
Bu kadar güzellerin üfûlünü gördün de Bir dâstân - ı zulm okuyor anlayan göze
Ey taş yürekli, neden neden parçalanmadın ? Bismilgeh ■i belâdaki medd - i nigâhımız
Bigânedir sukuta düşer toprağa fakat
— V — Düşmez zemine zili -1 cebin - i tebâhımız
— Niçin sevmedim ? VIII
— I r a n Ş e h i n ş a h ı n ı n İ s t a n b u l ’u
Çocuğnun elinden tutmuş geliyor
z iy a r e t i m ü n a s e b e t iy le —
Yıllarca adını andığım kadın.
ı»lı* ^
Galibâ aklımı yine çeliyor
Yıllarca sevdiğim yandığım kadın. y Va w—~\
ji j u iît
j4r b
Yaklaştı tanıdı beni. Ansızın
^ cAsîj CjVU
Dudağı titredi yüzü sarardı. lü-T 3' 6'^.^
f c ,-» r y _ j ss» Cj >\
Şimdi o sevdiğim sarışın kızın
Yerinde vekarlı bir kadın vardı OJ.j (¿4^
jV
Gibi cana geçen bir alev sardı.
Evvelce o çocuk yoktu berâber.
^ ^ \ ¿¿İJj lı dT”
Kendine benziyen yalnız o vardı.
¿'ji-r-1' Cf \ ^3 pj**.
sJ» l»
Analık kadına ayrı bir edâ
sir jr>
Başka bir câzibe verir; severim
d>y
Güzel değil çirkin olsa da hattâ Cr.jj ı rj*ı
Bir çocuk görünce gider kederim.
gjJ, o\y3 ü'jj
1 [j, c^y.
Sevmedim, sevemem ben ebediyyen j (3
Şendeki analık hâlini inan. jloll-Aa- j3
jL»f' U. c j lı«~So
Nefret ettim hattâ yanında gezen U j fjy m
— Gazel
e*«**-!
o —\ ¿)T j\ U
Mestiz yatarız gûşe - i meyhâne bizimdir
-\ .i iîU . ¿fm\ ^ Lly
— VII — jlTj
— X —
Tutmuş civar -ı arşı bizim dûd - ı âhımız
^
Vurmuş cebin ■i vahdete baht - 1 siyâhımız O-iJ»5vj O^ly^J ^ y^
Bin bir ceriha - i elem ü kahr imiş meğer lz^^v.5 j »*ujl *^£İ31 ¿li C*—A
J*
İnsanlık iddiâsına ra’nâ güvâhımız
455 T ü rk Ş a irle r i Al
— XI — Sen bu ilmi kanden aldın didiler ^
¿lıs\ <>■ ¿ru V jj Üstâdım var pîre uğradım geldim
¿Ia9İ ¿)Uı ^ Uı>f** «¿bj
0?^. <£•* IJ>- 4j ¿1 - II —
Jjj A<j,l2* 'j'Ss*
Eğer âşık oldı isen
Dost yüzi ayan görünür
- XII -
Arife kul oldı isen
ı£\
jj Sohbetine can görünür
i“ J J ¿ l^ .* ¿>U â J o ,#
tebine girdi. Dördüncü sınıfta iken bazı arkadaşlarıyla A v yük eser, Donanma cemiyetinin yağmasında maalesef kay
rupa’ya kaçmak teşebbüsünde bulunmuş, fakat yakalanmıştı. bolmuştur.
Epey bir fasıladan sonra 1313 - 1897 de deniz sınıfı harp İstanbul’un işgali yılında bir çok meşakkatten sonra ai
mülâzimi olarak mektepten mezun olabildi. Mektep gemi lesiyle birlikte Ankara’ya gitti. Ve Matbuat umum müdür
sinde staj yapması lâzım gelirken siyasî hayata atıldığı için
lüğü İngilizce tercümanı oldu. Üç buçuk sene bu vazifede
onu doğruca Basra’da bulunan Zuhaf kurvetine göndermişler
kaldı. 1926 da İstanbul Ticaret ve Sanayi odasının daveti
di. Daha sonra Çanakkale boğazındaki donanmada Hami-
üzerine buraya geldi ve «: Ticareti bahriye şubesi >» şefi
diye, Aziziye, Orhaniye zırhlılarında çalıştı Orada iken
oldu. 1937 ye kadar 11 sene bu sıfatla ve neşriyat şefi
Turgud Reis ve Çanakkale ve civarı tarihi gibi eserleri
olarak çalıştı. Bu yıl ihtidasında Odadan ayrıldı.
ni yazdı. Mecmuai fünunu bahriye’de neşredilen bu eser
Ali Rıza Seyfi; makaleleriyle, kitaplariyle kültür haya
ler, alâka uyandırmış ve kendisi de İstanbul’da « Bahriye
tımıza cidden hizmet edenlerden biridir. Onun bugüne ka
fen komisyonu » azalığına tayin edilmişti. O sıralarda mü
dar intişar eden eserlerini mevzularına göre yazıyorum:
lâzimi evveldi. Bir kaç yıl sonra burada da durdurmadılar.
İdeoloji :
« Bâdemâ memâlik -i baîdede istihdâm olunmak » hükmüyle
1 — Oazi ve inkılâp: Cumhuriyetin onuncu yılı müna
Tarablusgarp’te Mansure kurvetine gönderdiler. Orada vali
sebetiyle.
ve kumandan bulunan meşhur müşir Reçel) Paşa’nın saye
Tarihî eserler :
sinde bir kaç yıl sonra tekrar İstanbul’a gelebildi. 1322 -
2 — Zeyl- i muhârebât -ı bahriye ( 131i — 1898).
1906 da Divanhanede «Erkânı harbiyei bahriye» dairesin
de tercüme kalemi fen şubesine memur edildi. Burada iken 3 — Baha Oruç ve Kemal Reis ( 131i — 1898).
esasen hocası olan meşhur Türkçü miralay Saffet Bey ile 4 — Turgut Reis (1316 — 1900).
5 — Çanakkale boğazı ve civarı tarihi (1316 — 1900).
birlikte çalışıyordu. 1324 - 1908 inkılâbında bu vazifedeydi.
Zaten mensub olduğu «İttihadü terakki cemiyetin teşkilâtı* 6 — fjcıyreddin Barbaros: ( 1325 — 1909).
için de çalışıyordu. 7 — Kırım harbinde Kars niçin düştiı ? ( 1330 —1913).
8 — Kafkasya’nın Ruslar tarafından istilâsı tarihi
(133i — 1917).
9 — Harekât -1 bahriye : Harbi umumî deniz muha
rebelerine aid 3 cilt, 1000 sahife ( 1925 — 27 ).
10 — Yutland deniz muharebesi ( 1926).
11 — Iskitler: Herodot tarihinde İskitlere aid bütün
parçaların tercümesi (1935 ).
Ebebî eserler :
12 — llagat âlûde: Millî, edebî roman. Musavver fenn
ü edeb’de tefrika ve ayrıca neşredilmiştir (1316 — 1900).
13 — Muazzez vatana: Salime Servet Seyfi ile müş
terek manzumeler kolleksiyonu (1330 — 1913).
14 — Kazıklı voyvoda: Roman (1932).
15 — Deli aslan: Tarihî roman (1933).
16 — Çocuk kahraman: Tarihî roman ( 1934)
17 — Bozkırların kıırdları: Tarihî roman (1935)
18 — Bayram Reis: Tarihî roman ( 1935).
Ali Rıza Seyfi’nin denizciliğe ve tarihe dair bir çok
makalesi de vardır, bunlardan başka tahrir lisanına aid ya
zılarına edebî mensur bazı parçalarına da tesadüf edilmekte
dir. Onun Malûmat, Şehbal, Donanma, Hizmeti umumiye,
Şebab. . gibi mecmualarda çıkan bir hayli manzumesine de
rastlıyoruz.
Bizzat kendisi bana verdiği bir varakada diyor k i :
« ... Bahriye mektebinde iken memleket ve millet hak-
Ali Rıza Seyfi kındaki düşüncelerim, bende Türkçe yazı yazmak, Türk
1325 - 1909 da yüzbaşı iken askerlikten çekildi ve neş halk edebiyatı yaratmağa yardım etmek; basılanları, ya
Tasviri efkâr, Şehbal, Donanma,
riyat hayatına atıldı. zılanları Anadolu’ya anlatmak mefkûresini çok şiddetle u-
Resimli kitap, Sabah, Tercümanı hakikat ve daha bir yandırmıştı. Daha (1312 — 1896) da mektebin son sınıfında,
çok mecmua ve gazetelere yazılar yazıyor; bir taraftan da iken, Gemlik’ten İstanbul’a gelmiş bir çocuğun sergüzeştini
Türklerin denizcilik tarihi’m ikmale uğraşıyordu. Bu bü sırf Türkçe kelimelerle yazmağa çalıştığımı hatırlıyorum..
457 T ü rk Ş a irle ri Al
Zaten basma âşık kitapları da hep ezberimde idi. o dil ile yaşıyordu. Uzun deniz memuriyetlerinden sonra onu da Di
bir Türk edebiyatı yaratılabileceğine iman etmiştim. » vanhanedeki « Bahriye fen komisyonu » azası yapmışlardı.
« ... Şair ve ressam olmağa hevesim, sırf millî mefkûre Ben sabahleyin bu yalnız, gamlı ’evden çıkıyor, rüşdiyeye
uğruna olduğunu burada bir daha teyid etmeliyim, yoksa gidip akşam doğruca eve geliyordum. Bu evde altı sene
nesir yazmak benim için lezzetli ve faydalı bir işti. Man iptidaî ve rüşdî tahsilimi derin bir yalnızlık ve korkunç
zum yazıyı sırf bir vasıta addettim. » tam bir İsparta terbiyesi içinde geçirerek (1308 -1892 ) de
1897 de çıkan Malumat’ta onun şöyle bir yazısına da Ada mektebine gittim. Lâkin arkadaştan, oyundan, gez
tesadüf etmekteyiz ( Malûmat No. 120)'- mekten mahrum geçirdiğim bu altı yıl benim hayatım üze
« Erbâb -ı iktidârdan bir kaç zât - ı âlî kadir şi’r - i rinde derin bir intiba bırakmıştı. Çıplak bir odada oturup
millîmizi ihyâ etmek fikr - i ulvîsinde bulunuyorlar. Hat yatıyordum. Bahçeye çıkmak bile yasak olduğundan ağabe
tâ bu fikrin netâyicinden olmak üzere ekseriyâ muhterem yimin kütüphanesinde ne bulursam, anlayım anlamayım o-
Malûmat’ınızm sütunlarında Türk veznine tevfikan gayet sâ kumakta idim. »
de bir tarzda yazılmış güzel, güzel manzumelere tesadüf «Bunların çoğu yaşımla, küçük dimağımla hiç uygun ol
olunuyor. Bu hususta gönlümü istilâ eden heves - i şedîde mayan ağır şeylerdi. Ağabeyimin kütüphanesinde roman,
tahammül edemedim ; vezn - i millîmize tevfîkan yazmış ol hafif edebiyat bulunamazdı. Bu garib vaziyet içinde elime
duğum şu küçük parçayı herçibâdâbâd fikriyle muhterem geçen birkaç mekteb coğrafya kitabını önüme koyarak bir
gazetenize takdîm ediyorum : coğrafya kitabı yazmağa yeltendiğimi bile bugün hatırlıyo
rum ki, on bir on iki yaşında idim. Ağabeyimin kütüpha
— G e m ic i ç o c u ğ u n u n tü r k ü sü —
nesinden aldığım kitaplar içinde Hagrullah efendi tarihi
E y k ö y ü n ü n y e ş il y e ş il b a ğ la r ı nin bende en derin alâkayı uyandırdığını söyleyebilirim.
E y v a ta n ın y ü c e , y ü c e d a ğ la n Ölmez şairimiz Hâmid’ in bu âlim atası binnisbe açık bir
S iz i H a k 'k a ıs m a r la y ıp g id e y im
lisan kullandığından onu eyice anlıyordum. Bir de ağabe
G u r b e t e le s e f e r im v a r n id e y im
yimin o sırada basılmakta olan « Muharebat - ı Bahriye - i
B e k le r b iz i k a r a d e n iz e n g in i
Osmaniye» eserinin tashih provalarını ağabeyimin kağat
A r z u la d ım ç o k ç a m â i r e n g in i
G ü n d o ğ u n c a g e n i ş y ü z ü p ır ıld a r
sepetinden alıp dikkatle okur, yarım yamalak anlamağa ça
R ü z g â r e s e r d a lg a la r ı ş ır ıld a r lışırdım. Bende tarih merakını uyandıran âmillerin bunlar
F o r a y e lk e n d e n iz , d e r y â g e z e r iz olduğunu söyleyebilirim. Lâkin başka bir cihet daha vardı:
G e z m e d e n d e b ir g ü n o lu r b e z e r i z Âşık Garib, Şah İsmail, Aşık Kerem hikâyeleri beni ateş
G ü n b a t a r k e n g a r ip g ö n lü m d e r tle n ir
li bir mıknatis gibi çekiyordu. Bunların bazı beyitlerini
G ö k k a r a r ır d e li r ü z g â r s e r tle n ir
daha Gemlik’te iken Tersane’de askerlerin ağzından, sazın
Y e l k e n i m i z c a m a d a n a u r u lu r
dan işitmiştim. Lâkin bunları, bu hâzineleri nasıl ele ge
P a la v r a d a y in e m e c l i s k u r u lu r !
V a t a n d e n ir , m e m le k e t t e n a ç ılır , çirecektim? Büyük ağabeyim Süleyman Nutkî’nin bunları
Y in e y ü r e k le r e d e r d le r s a ç ılır elimde görmesi ihtimali bile beni tir tir titretiyordu. Niha
G e m ic in in y a n ın d a y o k k ard eşi ! yet gündeliğimden biriktirerek bunları aylarca heyecan ve
Y a d e lle r d e k im d ir a n ın y o ld a ş ı ! ıztıraptan sonra elde ettim. Çıplak odamda daima serili
K im b a k a c a k d ü şe r is e m ben d erd e,
duran yatağımın altına saklıyor, gizlice, korka korka oku
A n a m n e r d e , b a b a m n e r d e ,b e n n e r d e » ?
yordum. Ramazan tatilleri ise benim için cennete girmekti.
Ali Rıza Seyfi, hayatını şu suretle anlatıyor: Gemliğ’e, aile yuvasına gidiyordum; burası, edebî kitap
«... Babam yıllarca denizlerde gezdikten sonra, Gemlik larla dolu idi. O zaman Ahmed Rasim ilk eserlerini yaz
tersanesi memuru ve liman reisi tayin edildiğinden ben mağa başlamıştı. Kemal’in, Ziya Paşanın, Hâmid’in,
bir buçuk yaşında iken oraya gitmişiz. Artık metrûk ve Muallim Naci’nin bütün matbu eserleri evimizde vardı.
harab olan tersane Gemlik kasabasının karşısındaki sahilde Hemşirem Salime Servet Seyfi'ye ağabeylerim her yeni
idi Biz orada kocaman bir beğlik konakta oturuyorduk. Bu eseri İstanbul’dan getiriyorlardı. Ve ablam kendi kendine
nun için şehirden uzak, deniz kıyısında, çayırlarda bayağı makaleler bile yazmağa başlamıştı. Ben bunları hayranlıkla
mes’ud, serseri bir küçük vahşî halinde dolaşırdım. Belki okuyor, ablamın isteği üzerine temize çekiyordum. Abla
de öyle kalacaktım. En sonra Bahriye kolağası olan en mın yazıları da bende derin bir intiba bıraktı ki, bu da sa
büyük kardeşimiz Süleyman Nutkî bir gün Gemliğ’e gel delik ve samimiyettir.... »
di: «Bu çocuğu vahşî mi yapacaksınız!» deyerek kolumdan «...Ada « Mekteb - i Bahriye » sine (1308 - 1892) de git
tutunca İstanbul’a getirip Kasımpaşa’da Bahriye hastanesi tiğim vakit ( 1 2 yaşımda) artık ben de küçük bir deftere
yokuşundaki Bahriye rüşdiyesine verdi. Bu yeni hayat be « Tulü, Gurup » gibi « Denize hitap » gibi şairane şeyler
nim için korkunç idi. Ağabeyim sert, o zamana göre bana yazmağa yelteniyordum. İdadî üçüncü sene olduğum vakit
çok merhametsiz görünen bekâr bir askerdi. Zindan arka - Büyük zelzele yılı - artık Kemal’in, Ziya Paşa’nın vatan
sındaki evimizde yüz yaşında büyük annemizle yalnızca davası, bütün ele geçen şiirleri bir kaç arkadaş yüreğimiz
AL T ü rk Ş a irle ri 458
de idi. Elimize geçen her şeyi okuyorduk. ( 1316 - 1900) Rüzgâr altı beyaz köpük, rüzgâr üstü kararmış..
yılı olmak lâzım gelen bu senede sarı kâğadlı mektep def Kaptan demir heykel gibi, tayfa yelken sarmada I..
terlerinin dört sahifesine « Envar » adlı bir gazete yazıp
mektepte okutmağa başlamıştım. Vatanın vaziyetine aklım « Maynagabya, saravelâ!.. haydi davran yiğitim,
ermişti, Divan edebiyatı gözümden düşmüş vatanî edebiyat, Kuru kütük düş önüne, hava zorlu ne çare..
vatanperverlik duyguları uyanmıştı. Fenne çalışalım, sana Orsa etme; yürüt, yürüt!., viya böyle; kaçırma,
yie çalışalım diyordum. Ve şi’re, gazele bayağı düşman Korkmıyalım, sabah yakın, uzaktayız kenara!.,,
olmuştum. Gazel yazan arkadaşları tahkire, gazellerini yırt
mağa kadar varıyordum. Bu ruhî infial ve inkilâb beni d i Provası suya dalmış, direkleri eğilmiş
van edebiyatına emsalsiz bir düşman etti. Bundan sonra Babafingolar albor, mayistra istinga ;
mektepte elime hiç bir şairimizin divanını alıp metodik şe Koca gemi bir oyuncak ; sanki kalyon değilmiş!
kilde tedk'ık etmedim. Bugüne kadar da aruzu öğrenmiş Bin kişinin hayatile eğleniyor bir dalga!
kudreti, ehemmiyeti pek ziyade büyümüştü. Şi’rin yurd ve Demir dişi her tarafı koparıyor, kırıyor ;
ulus aşkını alevlendirmekte, millî hayatta en kadir âmil Her dalgası sintinede hazırlıyor bir delik.....
olacağını görüyor ve onu vatanî mefkûreler için, ruhu Bu ne?... dinle!., bir gemici ne acı haykırıyor:
Sorarım her sabah yüce dağlara, Lâkin güneş pembe r.urlu ufuklardan doğarken
Bakarım ağlarım sola, sağlara, Ne o koça kalyon vardı, ne can vardı, ne yelken!...
Hep gidenler geldi hâlâ gelmedin, Yiğitlere, kahremana büyük, şanlı imtihan ;
Bir haber okuyla sînem delmedin ! Ölüm nedir? Belki kadın, çocuklara bir acı,
Yurdu için can verene nurla dolu bir cihan!
Bağdad’ın çölleri virandır, ırak,
Halep, Şam’da isen yetişir, bırak « Ö lü m !..» diye durma öyle yüzün soluk karşımda;
Artık ayıp değil bana ağlamak, Beşeriyet ve milletin senden hicab etmesin !
Hep gidenler geldi hâlâ gelmedin Bu yurd için güle güle parçalanmış ceddinin,
Bir haber okuyla sînem delm edin! Kardeşinin verdikleri emek boşa gitmesin !
Tasviriefkâr 1329-1912
« Ölüm ! » Lâkin bu bir sözdür; ölmediler, sağdırlar
— II —
Çamurunu kanla yuğrup bu « Özyurd » u yapanlar;
Deniz coşmuş, gök kudurmuş, dalga bulut, inilti, Tarihlerde adı geçmez, türkülerde anılmaz,
Deli rüzgâr dişlerini gıcırdatır armada; Ruhuna bir fatiha yok, oğlu çoktan unutmuş;
459 T ü rk Ş a irle ri A l.
Bu milletten değilmiş o... Öyle adam gelmemiş, Gençlerin « A tî » yi almağa giden
Altınını, sarayını yeller almış, dev yutmuş!.. Yorulmaz ve yılmaz bir çelik ordu I
Resimli şark 1933
Istiyene bu cihanı hakka, adle taptırmak
Ölüm nedir? Ölmemeyi bize veren yüksek yol; - VI —
İsteyorsan şu yıkılmış özyurdunu yaptırmak
— N efes —
Ne mutlu k i: Yurdun için ölümlere lâyık o l!
Bâde -i aşkınla mestiz ezelden
Resimliay 1332 — 1915
Dünyâdan, ahretten geçmişlerdeniz.
Va’de - i vuslatı aldık güzelden
— IV -
Fenâfillâh’a gider tuttuğumuz iz !
— İ s t i ’î â y ı h a y â t —
Yolumu bağlamaz hesapla kitap
Bu harâbe yurda hep gelen gider, Zâhidâ cennette sen köşkünü yap,
« ... 1305 sene -i rûmiyesinde Japonya’ya me’mûren esâs ■ı metîne müstenid olduğu teslim olunur. Naci mer-
giden Ertuğrul sefîne - i nâmurâdının vakayi’ - i seyr ü se hûmun Lemeât’ı ba’del - mutâlaâ :
ferini zabt u tahrîr hizmetiyle ve kendi arzusuyla Ali Ru
hî Beyde -ebhâr - ı muhîtanın girdaplarına namzed olan - o E y R û h i - i e r v â h f ii r û z u n L e m e â t ’ı
G ö n lü m g ib i â le m d e h e z â r a n d il - i r û ş e n
ğu maraz bîçâre şâiri karaya ve bir hastahaneye ilticâ etmeğe
H e r b e y t i n i b ir l e m ’a - i h i k m e t s a y a c a k t ı r
mecbûr etti. Ve orada vatanından binlerce mil dûr ve meh-
cûr, garîb ve bîkes, sükûnzâr - ı ebedîye tevdî’ - i rûh e-
kıt’asiyle şâiri takdir ve tebrîk etmek şerefiyle iftihârım
dip kaldı. »
becâ görürüz...
... Merhûmun cümle manzûmâtında lisân - ı beyan, â-
hengli ve vezn ü kafiye sıhhatdârdır. Levâyihinde kullan
dığı elvân, sert ve nazarfirîbdir. Hissiyâtı mubâlâgaya meyi
ile berâber kisve - i hakikatle mülebbestir. İfâdesindeki
sühûlet kendisinin en muhtelif mevzulardan bile san’atşinâ-
sâne bir sûrette bahs edebileceğini gösterir....»
Süleyman Nazif diyor ki ( Abdiilhak Hâmid : Mek
tuplar C. 1, S. Ih3 — İ H ) :
cc Ali Ruhî Bey tarz - ı kadîmde kaviyy - üt - tab’ bir
şâir - i şûrîde etvâr idi.....
Ali Ruhî Bey Farisîde de behre - i tâm sahibi idi. Me-
tîn eş’ârı vardır. Bir aralık Mekke - i mükerreme’de mü
cavir bulunurken berâ - yi hac gelmiş olan Hind ulemâsın
dan meşhur RahmetııUalı efendi’yle mülâkat için tanzîm
ve irsâl etmiş olduğu şu kıt’a,ki Hind âliminden Osmanlı
şâirine fevkalâde celb - i takdîr ve iltifât etmeğe sebeb
olmuştu, meşhûrdur:
ut-ÂJ jy Jtf^
Ali Ruhi
« ı_j\ • \aliı V 2
S
Süleyman Nazif’in bu rivayeti her halde daha doğrudur.
Tevhid, kaside, kıt’a tarih gibi manzumelerden başka
Şairi çok iyi tanıyan Üsküdarlı şair Safvel merhum - ki
34 gazeli de ihtiva eden Lemeat 63 sahifelik küçük bir
Muhataba sahibi Ncızım Paşa’nm yakın akrabasındandır -
eserdir.
Ali Ruhî’nin öleceği zaman, «Eğer Allahsan beni kurtar!»
dediğini işidenlerden nakl etmekte idi. Ali Ruhî, meşhur mutasavvıf Ataullahi İskenderî’mn
Hikem’inâen bazı parçaları da tercüme etmiştir. Onun en
Ali Ruhî, muntazam bir Şark tahsili gördü. Arapça ve
mühim eseri vücude getirmeğe başladığı şairler tezkiresi
bilhassa Acemce’yi iyi öğrendi. Onu divan tarzının en
olacaktı. Recaizade Ekrem, Hâmid’e yazdığı bir mektupta
kudretli muakkiblerinden biri olarak tanımaktayız.
diyor ki (Abdiilhak H â m id : Mektuplar C. 1, S. 166):
İsmail Hakkı diyor ki (Muasır şairlerimiz S. 31— 37,
«... Senin terceme -i hâl ile Şinasî ve Zıya manzume
Yıl 1311):
leri Ruhî Bey’e gönderilmiş, lâkin Ruhî Bey o tezkireyi
« Hakikî bir fıtrat - ı şâirâne ile muttasıf olan Alî Ruhî meydana getiremiyecek gibi görünüyor. Oyle bir encü
Bey merhum, bundan dokuz sene evvel « Lemeât» nâmı men -i edeb teşkîl etmek kolay değil, güzelce bir şey ö l
altında ünfüvân - ı şebâbında söylemiş olduğu eş’ârını cem’ü sün denirse güçtür. Çalışmak, düşünmek, uğraşmak, yaz
neşr etmişti. Lisânımıza ve Farisîye olan vukuf - i kâmilini mak, bozmak, yine yazmak, aramak, usanmamak ister ki
bir meyi - i amîk - i tabîat ile tezyîn eylemiş olduğundan o da bir rind - i sâgar keş - i lâübâlînin kârı değildir....»
eş’armda ve bâhusûs bir iktidâr - ı mütehakkimâne irâe Bu eser hakkında Bay İbnülemin Mahmud Kemal de
eden kasâidinde evsâf ve hasâilini senâ ettiği tabâyi’ - i şunları söyliyor ( Stş.):
beşeriye ile elvâh - ı dilpezîr - i kevniyeyi hüsn - i sûretle «Veys Paşazâde şâir Ali Ruhî Bey, üdebâ - yi asrın
meze ü telfîka muvaffak olmuştu. Manzûmâtında ekseriyetle serâmedânma mahsus olmak üzre bir tezkire tertibine te
sâdegî ve âzâdegî görülürse de tasvîr etmek istediği levâ- şebbüs etmişti. Her şâirin kendi kalemiyle yazacağı terce
yihin elvân ■ı gûnâ gûn - i hakikat ile mülevven ve bir me -i hâli ve âsârından lâakal bir kasîde yahud kasîde
461 T ü rk Ş a irle ri AL
yerini tutacak bir manzûme ile beş gazeli tezkireye aynen gibi müntehâ - yi hadd - i i’câz - ı belâgate irtika eden be
dercederek altına mûmâileyh tarafından « mukaddirâne bir yitler okundukça müşârünileyhin ulüvv - i iktidârını teslim
mütalâa» yazacağı ve İstanbul’dan başka yerlerde bulunan den başka hâtıra bir şey gelmiyor.
« mütehayyizân -ı üdebânın » da terceme - i halleriyle eser
C ih â n a etti A te ş p â r e neşr - i n û r N â c î’d en
lerini göndermeleri « Tercemânı hakikat» gazetesiyle ilân
E d e b c û y â n o la n y â r â n a a r tık d îd e le r rûşe n »
edilmişti. Bu kabil teşabbüsât - ı müfide, bizde, ekseren
neticesiz kalmakta olduğundan Ruhî’nin tezkiresi de - do takrizini yazıp Tercümanı hakikat’e göndermesi Naci’yi
ğarken ölenler gibi - henüz başlamakta iken ademâbâda mest etmişti. Tercümanı hakikat : « Hazret - i Rûhî ise
gitmiştir. » hakk - ı Naci’de ne kadar parlak bir teveccühü olduğunu »
Bay Ahmed Remzi’ye göre Ayıntap’ta Hasırcızâde ile lem’a - i vicdan tesmiyesine şâyân olup Ateşpâre’ye şu’-
Ali Ruhî’nin bazı tuhaf menkabeleri söylenmektedir. Onun lepûş - i mubâhât eden bu takriz - i beliğ ile yine bir
zarif bir adam olduğu anlaşılıyor. Ahmeıl Rasiın, Şair hak berk - 1 iltifat parlatmıştır. Ateşpâre kadar bir manzûme - i
kında şunları söylüyor (Muharrir, şair, edip S. 103): şükran yazılsa yine hakkiyle mukabelesinden i’tirâf - ı acz
«... Lemeat sahibi Ali Ruhi merhum asabî hoşgû idi. etmeğe mecbur olacağımızı sâhibine azîm azîm teşekkürler
Yüzündeki Bağdad çıbanının enli nedbesi, sakalının bir kıs takdimiyle ifthâr eyleriz» mukabelesinde bulunuyordu».
mını kazımış, yanağının bir kısmını yeyip çökertmiş olmak Ali Ruhi de Naci’den ziyade Yenişehirli Avni tesiri gö
la beraber veçhen yine sevimli idi. Bir gün Giilşen nüsha rülmektedir. O da bu kıymetli şair gibi rindane, âşıkane,
larından birinde münderic armudî dizilmiş bir manzumeyi mutasavvıfane manzumeler yazmıştır. Melâmîliğe de intisa
görünce : bı olan şairin eserlerinde bilhassa vahdet telâkkilerine sık
— Bunlar şair değil, manav ! sık tesadüf edilir.
Deyerek cümlemizi güldürmüştü..»
Ali Ruhî, bilhassa gazel vadisinin muvaffakiyetli şairle
rinden biridir. Bay İsmail Hikmet diyor ki (Tıırk edebi
Aşkın ki eyledi beni câm -ı Cem âşinâ
yat tarihi) :
Oldum safâ -yi meşreb ile âlem âşinâ
«... Ruhî de bir çok gençler gibi Naci’nin takdirkâr
Bigâne -ı neşâtı olur bezm - i âlemin
larındandı. Maamafih Ekremlere, Hâmidlere de hürmet - i
Bir dil ki hecr - i yâr ile olsa gam âşinâ
mahsûsası vardı. Zihninin müsâadesi nisbetinde onları tak
Geldikçe şâd eder beni mihmân - ı derd ü gam
dir ederdi. Ruhî’de vaktiyle Nâzım Paşa ile birlikte Tah-
Gördükçe âşinâsın olur hurrem âşinâ
rîb -i Harâbât müsveddelerini evine götürmek suretiyle
Bilmem gazâl - i vâdi - i vahşet midir nedir
tanıştığı meşhur Zıya’nın büyük tesîrı görülür. Zıya Paşa
Olmaz o şûh - i turfa edâ âdem âşinâ
zamanının gençliği üzerinde derin izler bırakmış büyük bir
Rûhî hadeng -i nâz ile ger zahmdâr isen
şairdi. Tercî ve Terkîb - i bendlerini Muallim Naci’den
Can ver de yâre olma sakın merhem âşinâ
başlayarak heman bütün gençlik tanzîr ve taklîd etmişti.
Âdeta bir tercî ve terkîb - i bend devri açmıştı. Ali Ruhi - II —
de âsarı meyanında bu tesiri gösterecek eserler bırakmıştır.
Cihânı yaktı o tal’atla yâr -ı cân olalı
 y e t - î n û r - i r u h in her d e m k i te rtît e y le r im ... Cihan bir öyle belâ görmedi cihân olalı
Belâ belâ deye aşkınla sû -be -sû gezerim
Nazîre - i Nâciyânesiyle Mes’ud - i Harabatî’yi tanzirden
O nâr nâire efrûz - i hânümân olalı
başlayan Ruhî, Muallim ile rabıtasını çok kuvvetlendirmişti.
Anılmaz oldu esâtîr - i evvelin - i cünûr.
Hele Naci’nin Ateşpare’si intişar ettiği zaman R uhî’nin
Cünûn - i aşk ile ben halka dâstân olalı
yazdığı « Şu’le - i cevvâle - i efkâriyle tenvir - i haclegğh - i
Hadeng -i âhımıza çerhi eyledik âmâc
matbûât etmekte olan bârika - i edeb Muallim Naci efendi
Mahabbet oklarına sinemiz nişân olalı
hazretlerinin bu kerre şirârepâş - ı i’câz olan Ateşpâre’si
Tenezzül eylemez oldun cihâna ey Rûhî
nûr - i nahl - i tecellâ gibi beni bîhûş etti. Her beyt - i â-
Yerin riyâz -ı tarabzâr -ı kudsiyân olalı
teşîni nûr perestân - ı irfâna bir âteşkede - i ma’rifet oldu
ğundan münhasıran Rûm’da değil Hindistan’da bile roaz- - III —
har - ı ta’zîm ve tevkîr olacağı rûşendir. Hele fırka - i nâ-
ciye - i muvahhidinin duâ - yi nûru olmağa ahrâ olan tev Hâr isem de çekme benden dâmen - i ihsânını
hidindeki Hârdan ey gül hazer kıl kim tutar dâmânını
Çâde eşkim, nâle nâyım, gam enîsim, şem’im âh
A lla h n e d ir d e y in c e g a îıl
Bin sabâh -ı vasla vermem bir şeb - i hicrânını
A lla h d e y ip h a m û ş o lu r d il
O lm a z m ı h ir e d g ü d â z - ı ü m m e t
Fitne saldın dehre bilmem kim ne efsun eyledin
P e y g a m b e ri l â l e d e n h a k ik a t Oldu meftunun görenler nerkis - i fettânını
A l. T ü rk Ş a irle r i 462
Âh edip endûh u gam cem’in dağıttın ey gönül Ehl - i hikmet zıver - i dünyâ iken dünyâ - yi dun
Bilmedin kim bâde verdin hirmen - i sâmânını Düşmen - i erbâb - ı isti’dâd olur hikmet nedir
Anlar elbet mehbit - i envâr - 1 ilhâm olduğun Aşktan demler ürürken şimdi tab’ın Rııhiyâ
Kim okursa Rı'lhiyâ mecmûa - i irfanını Nüktecûy - i hikmet ■i îcâd olur hikmet nedir
— IV — - VIII -
Can yandı nâr - ı aşkına yansın beden dahi Güller gibi açıldım ol verd - i âle karşu
Âteşprest - ı aşka gerekmez kefen dahi Gûyâ ki bülbül oldum ol hoş mekale karşu
Dökmekte dîde ağlayarak mâcerâsını O l mushaf - ı cemâle oldum bakınca dilşâd
Ey âh yâre derdini yan durma sen dahi Ettim ümîd - i vuslat ferhunde fâle karşu
Yoktur bilen cihâna gelenlerde mebdei Âşık niyâz ederse ebrûy - i yâre çok mu
Bilmez maâdı bezm - i fenâdan giden dahi El kaldırır duâya âlem hilâle karşu
Bir keşf eden hakayık • ı ekvânı var mıdır Gelse hayâl - i cânan kâşâne - i derûna
Zannım budur ki zandadır erbâb - ı fen dahi Çıkmaz mı can evinden ol hoş hayâle karşu
Rithî riyâz - ı kudse çekildi tlâhiyan Etmez kabûl - i ta’rîz bu nazm - ı dilpezîrin
Durmam bu çillehâne - i dünyâda ben dahi Rûlıi harâm olur söz sihr - i helâle karşu
— V — — IX —
Cihan bîzârdır ölsem de şerh - i hâl - i zârımdan Âvâre - i bevâdi * i huzlân - ı gurbetiz
Harâş - ı sîne zâhirdir yine seng - i mezânmdan Sergeşte pâ şikeste perişan - ı gurbetiz
Teninde rûh olaydı kâşkî keyfiyyet - i mesti Etsin felek kulûb - i ahibbây; kâmrân
Haberdâr olmayaydım tâ hayât - i müsteârımdan Biz gûşegîr • i külbe - i ahzân - ı gurbetiz
Karârın yok senin bir yerde ben sende karâr ettim Y â Rab nedir bu baht - ı siyehkâr bizde kim
Hudâ dûr etmesin bir lâhze hâl - i bîkarârımdan Tenhâ nişîn - i şâm - ı garîbân - ı gurbetiz
Ben âh ettikçe cânânım eder çîn - i cebîn izhâr Gurbet komazsa böyle girîbânımız bizim
Demâdem mevc urur bahr - i mahabbet rüzgârımdan Mahşerde biz de dest be - dâmân - ı gurbetiz
Bütün halk - ı cihan isterse ağyâr olsun ey Ruhî Rûlıî sorarsa hâlimizi gurbet elde yâr
Cüdâ kılmak beni mümkin midir bir lâhza yârımdan Yâd - ı mekânla şimdi gazelhân - ı gurbetiz
— IV —
« Dirîğ hâtırmı bir suâl eden yoktur »
— İğne —
— VI —
Elinde iğne bulunmak muhadderâtımızın
Mücâhidin kılıcından ziyâde hâdim - i halk. — Arapça şiir —
Kılıç cihanlara hâkim, fakat hayâtımızın
Revâbıt - i şeref ü şânı iğnedir ancak
«Lai’V t * L . J l jûJiı j?c.cu
Bürehne ten ne kadar varsa sâyesinde bütün * ¿r Vlüe- yj
Hıyât - ı şu’le gibi hep nazarfirîb oluyor ! sLİ-1 o ^2“ ö A b yT- jS L
* \ .i) 3 ^ " ^ o
Düşün o unsur - i pâkin necîb sinesini a IIp j öjü - i j b (3 '- ’Lj* 3*3 C*ju«.3İ
iLSjJİ <¿*2» t^.o ,J^jJÜ _;j de tekrar bahriyeye iade edildi. 1924 te tekaüde sevk edildi.
»L^i-Vl ^~-> *ojJ o lj^ * ^ .- îjil <j Lı j j ^ aS Fakat, ücretle gene bir çok vazifelerde ve bilhassa liman
î Ia î a VI j j U- i»j -J ^ ^ J1Î reisliklerinde istihdam edildi. 1933 te İzmir liman reisliğini
1339 — 1922 de yapan Ali Şadî, bugün Çanakkale liman reisidir.
— VIII —
— A l i F a k r i’n în g a z e lin i ta h m is —
^y’ ı>^ J jj
3Jj'^j^ t>° 0 _n>- Ji ytjİ C*j*>-
i k' - ' 5 ^y WnTio y | » l-i-
y t_ â ij
i c>-»U5 j 3j y j
0- w.aî^ ¿ j U l j ^ r - u _j> ‘^*•“^3
U ±^^9İ ^ J ^
y“ -^AJ ti i J T v>- Ali Şadi
ui- ¿t j'
Ali Şadî, ( 1309 - 1893) ( 1314 - 1898) yılları arasında
C*A>^ji jlj. (“3'^'
¿1 ¿vy Jİ>- _jj Hazineifiiıuın, Mektep, Malûmat gibi mecmualarda şiirler
c*-^iT3 « » jfti f'oji f: o*^ ne^retmişti. Ali Şadi, bana verdiği bir varakada diyor ki:
lKa* C‘“Î «J3, JJ* « ... İlk yazdığım manzume 1309 - 1893 senesinde Ha-
_,s ! 1^ jlf j, ö * J- '-L - zinefünun’a gönderilmiş olmakla mezkûr gazetenin renkli
o-.ji ^ ^ l" ¿r3'3
kapağına dere olunarak altına da « İsminiz eseridizden ey’ı-
c—*aî* ¿U\J-j ij e,J^Z. * <Sj^ ®
dir » mülâhaza - i edebiyesi yazılmıştır. Bu mütalâayı yazan
A li S u a d — Suad’a bak. — Andelib Faik Esat Bey merhum idi. O zaman neşrolunan
A li Ş e y d i R e is — Kâtibî’ye bak. — kıt’a şudur:
Bosna Hersek adlı küçük bir risale de kaleme alan A li Kulağımda hazin sadâsı anın
Şadî, Nabi ismini verdiği haftalık edebî bir mecmuayı da Giryenâk eyliyor beni her an
12 nüsha olarak neşredebilmişti (İlk sayısı: 9 Mayıs 1325) Yâda geldikçe hoş edâsı anın
Onun İzmir’de çıkan Hizmet gazetesinde de 1 17 tarihin « Eylerim böyle âh edip efgan »
den itibaren bir hayli manzumesi intişar etmiştir.
A li Şadi, münhasıran kendi imzasiyle şiirler neşretme « Â h ! ... sen gülsitân • ı ukbâda »
miş, bazı manzumelerinde de M. Ali veya Mehmed Sürey Gez meleklerle, ey verem dîde !
ya müstearlarını kullanmıştır. « Ben de mihnetsitân - ı dünyâda »
Gezeyim pür melâl, rencide
— I —
Eyledin mevti sen çeşide yazık. Teskin eder mi göz yaşı böyle felâketi ?
Takyîd eder mi hiss - i hurûşânı i’tidâl ?
Seng - i kabrinde bir nişan vardı Bir ses diyordu sem’ - i telehhüfle dinledim
Ki «Veremden şehîd olan Zehrâ» Zihnî Bey etti âlem - i ukbâya irtihâl
O zaman gözlerim kan ağlardı Sandım kederle saikalar yağdı kalbime
'Çünki bildim bu ismi ben hâlâ Sûrâh açardı sineye eshâm - ı ihtilâl
\
468 T ü r k Ş a irle ri A l.
Yandım bu firkatinle perîşânım, ey refik! efendi, Nasuh’un kemaline meftun olarak kendisine mürid
Hüznüm çoğaldı ömrümü telhâb eder kelâl olmuş, kızını da ona vererek damadlığına kabul etmişti.
Nabi gazetesi 1325 - 1909 Bu zatın üç kızı dünyaya geldi. Atayl bu çocuklardan bah
sederken diyor ki :
— IV — «... Bâlig - i rütbe-i bülûğ olduklarında her birine ci-
hazlık birer Mushaf - 1 şerîf yazup ol havali ahalîsinden üç
— G azel —
nefer sulâhaya kılâde -i akd - i akdeyn - i pîrâye kılmış ol
Mihnetin müzdâd ederken pîç ü tâb - ı kalbimi
gevher - i dügâne - i hurşîd ziyâ vak’a - i elmâs - ı müselles-i
Sen de bilmezsen kim anlar ıztırâb - ı kalbimi
na’mâdan birini vilâyet - i Ankara’dan gelüp Malkara’da ta
Sath - ı sîmâb - ı miyâh - ı vaslda seyyâredir
vattun eden Hâce Kemal nâm sâhib servetin hâsıl - 1 ser
Gerdiş - i seyl - i cünûn aldı habâb - ı kalbimi
mâye -i ömrü olup re’sül -mâl - i hüsn - i hâle mâlik tarîk -ı.
Mest - i mahzûzum reg - i cânımda rûh îcâd edüp
zühd ü salâha sâlik Nasuh Halîfe’nin zîver - i dîvâre - i
İnledir mıdrâb - ı müjgânm rebâb - ı kalbimi
harem - i hürmeti ve fass -ı nigîn - i zevciyyeti kılmış idi
Taştı bin seylâbe - i tûfân - ı hüsran sineden
ki sâhib -üt - tercemenin mukaddime - i netîce - i vücûdu
Göz yaşım îmâ eder hâl - i harâb - ı kalbimi
ve maddetül -hayât - i neşve - i zât - ı mes’ûdudur. Fakır - i
Fevk - ı tâk -ı levh - i illiyyîne ta’lîk ettiler
câmi’ - ül - hurûf 1030 (M. 1620) târihinde Rodoscuk ka
Beyyinât - ı nûr - i hüsnünden kitâb - ı kalbimi
dısı oldukta tefahhus ettim. O l karye bilkülliyye harâb
Asmân - ı ıztırâbımdan Süreyya berk uran
olup ahâlisi müteferrik olmuşlar. Lâkin mişkât - ı misbâh - ı
İhtirâk - ı rûha benzettim şihâb - ı kalbimi
ibâdet olan gar ve pişinde vâki’ mezâr - ı fâiz -ül - envar
Nabi gazetesi 1325 — 1909
ilel - an ziyâretgâh - ı recâ ve nişangâh -ı tîr - i duâ olup
— V — ırk - 1 tahir - i itre - i aliyyeye intisâbla meşhûr ve Emir
efendi mezarı dimekle müteâref ve mezkûrdur. Elhâletü
Zikr - i dildârı unuttum hezeyandan geçtim hâzihi bâlâda mastûr olan mesâhif - i şerîfenin biri vâlid
Kara sevdâyı bıraktım helecandan geçtim merhum tarafından bu hakîre intikal etmiştir. Hânemizde
Nûr akarmış dediler kamet - i dilcûsundan hırz - ı amani ve hatt - ı aman ve ta’viz - i bereket -i hâne-
Etmesin gölge dedim serv - i revandan geçtim dandır.. »
Yâra, ağyara müdârâ iledir şart - ı hayât İşte bu kızlardan birini Nasuh efendi almış ve ondan da
Mahz - ı hürriyyet için kayd - ı cihandan geçtim Ali Malkara’da doğmuştu. Önce tahsile koyuldu. Sonra «ta-
Rîh - i mihnetle hıyâbânı sararmış solmuş rikate intisab etti. Meşhur halvetîlerden Bayezidi Rumî'ye
Bir gül açmaz kurumuş tarh - ı çemandan geçtim mürid oldu. Bir hayli zaman şeyhinin telif ettiği kitapları
Muztarib rûha şifâ va’dediyormuş heyhât yazmakla iştigal etti. Bayezid’in vefatından sonra Turhan
Sakf ü dîvârı yıkık dâr - ı emandan geçtim Bey camiine imam ve hatib olmuş, sıbyan mektebinde de
hocalık etmeğe başlamıştı. (952 — 15k5) te vefat etti.
— VI —
Muallimi bulunduğu mektebin sahasına defnedildi. Atayî
— C ü s tü c û ’d a n — şunları söyliyor:
Her nefes zikr ile tevhîd - i beka peymâyı « .. Azîz - i mütercem ulûm - i zâhire ve bâtınada ilm -i
Aradım hayli zaman yâd ederek Mevlâ’yı envâ’ - i fünûn - i resmiyyede ve mecmûa - i her cins - i
Taşa, topraklara, Mecnun gibi sahrâlara hep fâhir - i elvân - ı maârif - i İlâhiyyede deryâ - yi muhît ve
Nerde bulsam deye sordum o güzel Leylâ’yı bahr - i zâhir aliyy - i âlîşân mesned - i hilâfet - i velliy - i
Sihr ü i’câza sebeb hangi hafî kudrettir vâlâkadr ve vâlâ vilâyet mecma’ - ül - bahreyn - i ilm ü ir-
Yutuyor hangi asâ kos koca ejderhâyı fân mevrid - ün - nehreyn - i maâni vü beyân hatîb - i e-
İki Mûsâ ne için birbirinin rehzenidir dîb - i ferruh dem edîb - i mes’ûd - üt - te’dîb - i ferhunde
Yaradan bir mi değil zâhir ü nâpeydâyı kıdem idi. Meleke - i şi’riyyelerine bu beyt - i sâde edâ
şahâdet eder:
A l i Ş e fik — Şefik’a bak
G e r e k sen z ü h d e m e ş g u l ol gerekse elde tu t b â d e
 — S a h ife S a h ife
211 __ Adlî ( Sünbülî ) 250 — 251 261 — Ahmed Refik 322 — 325
212 — Adnî (Mahmud Paşa) 252 — 256 262 — Ahmed Remzi 325 — 329
213 — Adnî ( Mevlevi ) 257 263 — Ahmed Reşid ( H. Nâzım) 330 — 336
214 — Adnî ( Sazşairi ) 257 264 — Ahmed Rasim 337 — 352
215 — Afif ( Ayvansaraylı Salih ) 257 265 — Ahmed (Sazşairi) 353 — 355
216 — Afif ( Feyzullah ) 257 — 258 266 — Ahmed ( Saray Katibi, hattat, Mest
217 — Afif (İstanbullu Salih) 258 çizade) 355 — 356
218 — Afvî ( Mehtned ) 258 — 259 267 — Ahmed Talât (O nay) 356 — 359
219 Ağazade ( Mehmed Dede) 259 — 260 368 — Ahmed ( Üsküdarlı, Şamîzade ) 359 — 360
220 Ahdî (A li, Yıldırım şeyhi oğlu) 260 369 — Ahmed Vefa 360 — 367
221 Ahdî ( Bağdadlı ) 261 — 264 270 — Ahmed Yahya 367
222 — Ahdî ( Edirneli ) 264 271 — Ahmed 368
223 — Ahdî ( Meraşlı ) 264 — 265 272 — Ahmedî ( Germiyanlı) 369 — 384
224 — Ahdî ( Sazşairi ) 265 273 — Ahmedî ( Işkodralı ) 385
225 — Ahî (X V inci asır şairlerinden) 265 274 — Ahsenî (Mümin Paşa) 385 — 386
226 — Ahîd ( Efendi ) 265 275 — Ahterî 386 — 387
227 — Ahîzâde ( İbni Ahî ) 265 — 266 376 — Ahterî (Sazşairi) 387
228 — Ahkarî ( Divan şairi ) 266 277 — Aka Gündüz ( Enis Avni ) 387 — 394
229 — Ahmed Asım ( Mütercim ) 266 — 269 278 — Akbıyık ( Mutasavvıf ) 394 — 398
230 — Ahmed ( Bektaşi şairi ) 269 — 270 279 -7— Aklî ( Eyipli) 398 — 399
231 — Ahmed ( Bestekâr ) 270 280 — Aklî ( İştipli) 399 — 400
232 — Ahmed ( Bey ) 271 281 — Aklî (Tablîzade) 400
233 — Ahmed (Bursalı Pareparezade ) 271 — 273 282 — Ak Şemseddin ( Mutasavvıf ) 400 — 402
234 — Ahmed Cânî ( XVI ncı asır şa 283 — Alâeddin ( Sünbülî) 402 - 403
irlerinden ) 273 284 — Alâyî 403
235 — Ahmed Celâleddin (Dede) 273 — 276 285 — Allahî ( Bey ) 403
236 — Ahmed ( Celvetî, Karamanîzade ) 276 — 277 286 — Ali ( Âşık) 403 — 404
237 — Ahmed ( Dükakinzade ) 277 — 281 287 — Ali ( Âşık ) 404 — 405
238 — Ahmed Fakih ( Hoca ) 281 — 283 288 — Ali ( Âşık ) 405
239 — Ahmed Ferid ( Ferdî ) 283 — 285 289 — Ali ( Âşık, Çankırılı) 405
240 •— Ahmed ( Geylân padişahı ) 285 290 — Ali A ’ver (Sazşairi) 405 — 406
241 — Ahmed Hamdi ( Mızrakçıoğlu ) 285 — 287 291 — Ali ( Benli) 406
242 — Ahmed Hamdi ( Nâzımülhikem ) 288 292 — Ali ( Bursalı Sazşairi ) 406 — 407
243 — Ahmed Han I. ( Osmanlı padişahı, 293 — Ali Canib (Yöntem) 407 — 414
Bahtî ) 289 — 291 294 — Ali Çelebi (Kmalızade) 414 — 420
244 — Ahmed Han III. (Osmanlı padişahı, 295 — Ali Çelebi (Seyyid Natta’zade) 420 — 421
Necib ) 291 — 293 296 — Ali Çelebi ( Ümmü Veledzade) 421 — 422
245 — Ahmed İbni Veys ( Sultan ) 293 — 294 297 — Âli Çelebi (Vasi’ Alisi) 422 — 424
246 — Ahmed ( İshak hocası ) 294 — 295 298 — Ali ( Derdname sahibi) 424 — 425
247 — Ahmed (İstanbullu) 295 — 296 299 _ Ali ( Derviş, Bektaşi şairi) 425 — 426
248 ■
— Ahmed ( Karaca Paşa ) 296 300 __ Ali (Edirneli) 427
249 — Ahmed (Kayserili, Hacı Baba) 296 301 __ Ali Ekrem ( Ayın Nadir, Kemalza .
250 ■
— Ahmed (Kaytaszade) 296 — 297 de, Bulayir) 427 — 436
251 — Ahmed Kemal (AkÜnal) 297 — 301 302 — Ali Fakrî ( Sadî şeyhi) 437 — 441
252 — Ahmed (Koca, Konyalı Sazşairi) 301 303 — Ali iffet (Oencarap) 441 — 444
253 — Ahmed ( Konyalı ) 301 304 — Ali Kâmi (A kyüz) 444 448
254 — Ahmed ( Mihaloğlu ) 301 305 — Ali Mümtaz (A rolat) 448
255 — Ahmed ( Mutasavvıf, Aşık ) 302 306 — Ali Nihad (Dr. Tarlan)
256 — Ahmed (Müneccimbaşı, Âşık, Dede) 302 — 303 307 — Ali Oğlu (Bektaşi şairi)
257 — Ahmed Nafiz ( Paşa ) 304 308 — Ali Rıza Seyfi
258 — Ahmed Paşa ( Bursalı, Veliyüddin- 309 .— Ali Ruhi ( Darbazzade )
zade ) 305 — 320 310 — Ali Salâhaddin ( Yiğitoğlu )
259 — Ahmed Paşa (İskender Paşazade) 321 — 322 311 — Ali Şadi
360 — Ahmed Paşa (Prasa) 322 312 — Ali ( Şeyh)