You are on page 1of 318

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENTİTÜSÜ
KAMU HUKUKU BİLİM DALI
ANAYASA HUKUKU ANA BİLİM DALI

TÜRK VE AMERİKAN YÜKSEK MAHKEME KARARLARINDA


DİN-VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ VE DİN-DEVLET İLİŞKİSİ
[LÂİSİZM - SEKÜLERİZM]
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)

DANIŞMAN:
YARD. DOÇ. DR. SİBEL İNCEOĞLU

HAZIRLAYAN:
ABDULLAH SEZER
21801496013

İSTANBUL
2000
TEŞEKKÜR

Tezimi okuyup değerlendiren Danışmanım sayın Yard. Doç Dr. Sibel


İNCEOĞLU’na, tez çalışmalarım süresince yardım ve desteklerini esirgemeyen,
Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanım ve tez jürisi üyesi, sayın Prof. Dr.
İbrahim Özden KABOĞLU’na, tez jürisi üyesi sayın Prof. Dr. Necmi
YÜZBAŞIOĞLU’na, sayın Yard. Doç Dr. Sultan UZELTÜRK’e, öğrenim yaşamımın
maddi-manevi tüm yükünü çeken aileme, değerli katkılarından dolayı teşekkürlerimi
sunmayı bir vicdan borcu bilirim.

Abdullah SEZER
06.06.2000, İstanbul

II
İÇİNDEKİLER

TEŞEKKÜR ........................................................................................................ II

İÇİNDEKİLER ................................................................................................. III

KISALTMALAR.............................................................................................. VIII

SUNUŞ ................................................................................................................. 1

GİRİŞ

GENEL OLARAK DİN-DEVLET İLİŞKİSİ

I. DİN-DEVLET İLİŞKİSİNE AİT TUTUMLAR................................................ 4

II. LÂİKLİĞİN ETİMONU VE ÇEŞİTLİ AÇILARDAN ANLAMLARI........... 11

III. DİN-DEVLET AYRILIĞINA İLİŞKİN FARKLI İKİ SİSTEM .................. 21


A) LÂİSİZM VE ÖRNEK ÜLKE: FRANSA ....................................................... 22
B) SEKÜLERİZM VE ÖRNEK ÜLKE: AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ.... 28

BİRİNCİ BÖLÜM

1982 ANAYASASI VE TÜRK ANAYASA MAHKEMESİ MAHKEMESİ VE


İNSAN HAKLARI AVRUPA SÖZLEŞMESİ KARAR ORGANLARINDA
LÂİKLİK VE DİN-VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ İLİŞKİSİ

I.ÇAĞDAŞ ANAYASALARDA DİN-DEVLET İLİŞKİSİ VE TÜRKİYE .... Error!


Bookmark not defined.
A) ANAYASAL YAKLAŞIM FARKLILIKLARI....... Error! Bookmark not defined.
1)DİN-DEVLET BİRLİĞİNE DAYANAN ANAYASALAR................ Error!
Bookmark not defined.
2)DİN-DEVLET AYRILIĞINA DAYANAN ANAYASALAR ............ Error!
Bookmark not defined.
B) 1982 ANAYASASI VE İNSAN HAKLARI AVRUPA SÖZLEŞMESİ
ÇERÇEVESİNDE LÂİKLİK VE DİN-VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN HUKUKSAL
REJİMİ ................................................................ Error! Bookmark not defined.
1) GENEL ÇERÇEVESİ ................................ Error! Bookmark not defined.
a) 1982 Anayasası’nda .................................. Error! Bookmark not defined.

III
b) Genel olarak uluslararası belgelerde ve İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi’nde .............................................. Error! Bookmark not defined.
2) DİN-VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN UNSURLARI.. Error! Bookmark not
defined.
a) Kapsamı .................................................... Error! Bookmark not defined.
aa) Dinî eşitlik.......................................... Error! Bookmark not defined.
bb) Dinî inanç veya vicdanî kanaate sahip olma ve değiştirme......... Error!
Bookmark not defined.
cc) Din veya inancı açığa vurma biçimleri ve sınırları ...Error! Bookmark
not defined.
aaa) Dinî eğitim ve öğretim ................... Error! Bookmark not defined.
bbb) Dinî propaganda............................ Error! Bookmark not defined.
ccc) İbadet............................................. Error! Bookmark not defined.
ddd) Uygulama (Yerine getirme)........... Error! Bookmark not defined.
b) Sınırları ve kötüye kullanılması ................. Error! Bookmark not defined.
aa) Subjektif sınırlama.............................. Error! Bookmark not defined.
bb) Genel sınırlama nedenleri ve özellikle kamu düzeni Error! Bookmark
not defined.
cc) Özel sınırlamalar ................................ Error! Bookmark not defined.
dd) Kötüye kullanılması ........................... Error! Bookmark not defined.
ee) Din ve vicdan özgürlüğünün kullanılmasının durdurulamaması . Error!
Bookmark not defined.
c) Hukuksal güvencesi: Lâiklik ve boyutları... Error! Bookmark not defined.
aa) Lâikliğin olumsuz boyutu: Din-Devlet ayrılığı ve unsurları........ Error!
Bookmark not defined.
aaa) Devletin resmî bir dininin bulunmaması....... Error! Bookmark not
defined.
bbb) Devletin çeşitli din sahiplerine eşit davranması ..Error! Bookmark
not defined.
ccc) Din ve devlet işlevlerini yerine getiren kurumların ayrı olması
............................................................. Error! Bookmark not defined.

IV
ddd)Devlet yönetiminin dinî kurallardan etkilenmemesi ve
esinlenmemesi....................................... Error! Bookmark not defined.
eee) Türkiye’ye özgü bir unsur: Dinin vicdanlara itilmesi............. Error!
Bookmark not defined.
bb) Lâikliğin olumlu boyutu: Vicdan ve ibadet özgürlüğü ............... Error!
Bookmark not defined.
aaa) Vicdan özgürlüğü .......................... Error! Bookmark not defined.
bbb) İbadet özgürlüğü ........................... Error! Bookmark not defined.

II. TÜRK ANAYASA MAHKEMESİ VE İNSAN HAKLARI AVRUPA


SÖZLEŞMESİ KARAR ORGANLARINDA LÂİKLİK VE DİN-VİCDAN
ÖZGÜRLÜĞÜ.......................................................... Error! Bookmark not defined.
A) DİN-VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN HUKUKSAL GÜVENCESİ OLARAK
LÂİKLİĞİN ANLAMI VE SINIRLARI ................... Error! Bookmark not defined.
1) LÂİKLİĞİN FARKLI DİN VE TOPLUMLARDAKİ ANLAMI ....... Error!
Bookmark not defined.
2) LÂİK DEVLET DÜZENİ VE KORUNMASI .......... Error! Bookmark not
defined.
3) LÂİKLİK VE DEVRİM YASALARI......... Error! Bookmark not defined.
4) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI VE DİN HİZMETLERİ SINIFI.. Error!
Bookmark not defined.
B) DİN-VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KAPSAMI VE LÂİKLİK İLİŞKİSİ .. Error!
Bookmark not defined.
1) DİNÎ EŞİTLİK ........................................... Error! Bookmark not defined.
2) DİNÎ İNANÇ VEYA VİCDANÎ KANAATE SAHİP OLMA VE
DEĞİŞTİRME................................................ Error! Bookmark not defined.
3) DİN VEYA İNANCI AÇIĞA VURMA BİÇİMLERİ VE SINIRLARI
....................................................................... Error! Bookmark not defined.
a) Dinî eğitim ve öğrenme.............................. Error! Bookmark not defined.
b) Dinî propaganda ....................................... Error! Bookmark not defined.
c) İbadet ........................................................ Error! Bookmark not defined.
d) Uygulama (yerine getirme)........................ Error! Bookmark not defined.

V
4) SİVİL VE SİYASAL ÖRGÜTLENME VE LÂİKLİK.....Error! Bookmark
not defined.
a) Sivil toplum örgütleri ve lâiklik.................. Error! Bookmark not defined.
b) Siyasal örgütlenmeler ve lâiklik ................. Error! Bookmark not defined.
aa) Millet Partisi’nin kapatılması.............. Error! Bookmark not defined.
bb) Demokrat Parti’nin kapatılması .......... Error! Bookmark not defined.
cc) Millî Nizam Partisi’nin kapatılması .... Error! Bookmark not defined.
dd) Huzur Partisi’nin kapatılması ............. Error! Bookmark not defined.
ee) Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nin kapatılması Error! Bookmark not
defined.
ff) Refah Partisi’nin kapatılması ............... Error! Bookmark not defined.

İKİNCİ BÖLÜM

AMERİKAN FEDERAL ANAYASASI VE FEDERAL YÜKSEK MAHKEME


KARARLARINDA SEKÜLERİZM VE DİN-VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ İLİŞKİSİ

I. GENEL OLARAK A.B.D. ANAYASASI BİRİNCİ DEĞİŞİKLİK EKİ ........ 198


A) GENEL OLARAK DÜZENLEMEME VE SERBEST UYGULAMA
İLKELERİNİN İÇERİĞİ VE İŞLEVİ............................................................... 198
B) DÜZENLEMEME VE SERBEST UYGULAMA İLKELERİ ARASI ÇELİŞKİ
VE YENİ ÇÖZÜM ARAŞIYI: KATI TARAFSIZLIK İLKESİ ............................ 204

II) DÜZENLEMEME İLKESİ VE YÜKSEK MAHKEME KARARLARI....... 206


A) GENEL OLARAK DÜZENLEMEME İLKESİ ............................................ 206
1) İLKENİN ANLAMI VE KAPSAMI....................................................... 206
2) KORUYUCU ÖZGÜL YASAKLAMALAR VE İŞLEVİ....................... 209
3) ÜÇ İLKELİ TEST VE TEK İLKELİ STANDARDA GEÇİŞ OLASILIĞI
................................................................................................................... 212
B) YÜKSEK MAHKEME KARARLARINDA DÜZENLEMEME İLKESİ ......... 214
1) EĞİTİM ................................................................................................. 214
a) Özel Kilise okullarına yapılan devlet yardımları.................................. 215
aa) Devlet tarafından verilen standart sınavlar için kilise okullarına yapılan
yardımlar.............................................................................................. 215
d) Devlet okullarında dua etme ve İncil okuma için zaman ayrılması ....... 228

VI
2) KUTSAL SEMBOLLERİN KULLANILMASI...................................... 233
3) DİNİ KURUM VE ETKİNLİKLERE PARASAL DESTEK SAĞLAMA235
a) Everson kararına kadar....................................................................... 235
b) Everson’dan günümüze dinî kurumlara devlet yardımı ........................ 236
aa) Dinî örgüt ve Kiliselere vergi bağışıklığı tanınması......................... 236
bb) Dinsel etkinliklere parasal destek ................................................... 237
4) DİĞER KONULARA İLİŞKİN KARARLAR........................................ 238
a) Okul ve kiliselere yakın yerlerde içki satma yasağı .............................. 238
b) Dinsel kaynaklı tatiller ........................................................................ 239
c) Ergen gençlere cinsel eğitim................................................................ 240
d) Ücreti vergi gelirlerinden sağlanan din görevliliği .............................. 240

III) SERBEST UYGULAMA İLKESİ VE YÜKSEK MAHKEME KARARLARI


.......................................................................................................................... 241
A) GENEL OLARAK SERBEST İNANÇ VE İBADET İLKESİ ......................... 241
1) İLKENİN ANLAMI VE KAPSAMI....................................................... 241
2) YERLEŞMİŞ BİR TEST YERİNE GENEL İLKELER .......................... 246
a) Niyet ilkesi........................................................................................... 246
b) Kısıtlayıcı etki standardı...................................................................... 247
c) Geleneksel ve modern yaklaşımın Mahkeme kararlarına yansıması ..... 247
aa) Geleneksel yaklaşım ve serbest ifade hakkı..................................... 248
bb) Modern yaklaşım ve serbest uygulama hakkı.................................. 249
B) YÜKSEK MAHKEME KARARLARINDA SERBEST UYGULAMA İLKESİ. 249
1) DİNSEL İNANÇ GEREĞİ BAZI YÜKÜMLÜLÜKLERİ REDDETMEK
................................................................................................................... 250
a) Askerliği reddetmek............................................................................. 250
b) Vergi ödemeyi reddetme ...................................................................... 252
c) Bayrak selamlamayı reddetme ............................................................. 253
d) Dinsel yemin yükümlülüğünü reddetme................................................ 255
e) Dinsel kaynaklı tatilleri veya belirli bazı günlerde çalışmayı reddetme 255
2) DİNSEL PROPAGANDA VE YEHOVA ŞAHİTLERİ .......................... 258
3) BAZI DİNLERİN İBADET GELENEKLERİNDEKİ ALIŞKANLIKLAR
VE UYUŞTURUCU MADDE KULLANIMI............................................. 259

VII
4) KAMU SAĞLIĞI................................................................................... 260
5) EĞİTİM ................................................................................................. 263
6) DİĞER KARARLAR ............................................................................. 265
a) Dinî kıyafet-kamu düzeni çatışması...................................................... 265
b) Dinî inanç-kamu yararı çatışması........................................................ 266
c) Dinî ayin-devlet menfaati (ve kamu düzeni) çatışması.......................... 266

SONUÇ ............................................................................................................ 269

KAYNAKÇA ..................................................................................................... 272


A) SİSTEMATİK ESERLER VE TEZLER........................................................ 272
B) MAKALELER ............................................................................................ 280
C) DİĞER KAYNAKLAR................................................................................ 302

VIII
KISALTMALAR

a.k. .............................. aynı sayılı karar


ABD. ........................... Amerika Birleşik Devletleri
AD. (AC.) ................... Adalet Dergisi (Adlî Ceride)
akt. .............................. aktaran
Ank.BD. ..................... Ankara Barosu Dergisi
Ant.BD. ...................... Antalya Barosu Dergisi
Any. ............................ Anayasa(sı)
App. No. ..................... Başvuru numarası
AÜHF(D). .................. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (Dergisi)
AÜSBF(D). ................ Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Dergisi)
AYİM(D). ................... Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (Dergisi)
AYM. .......................... Anayasa Mahkemesi
AYMKD. .................... Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi
b. ................................. bent
b.t. ............................... basım tarihi
b.y. .............................. basım yeri
bkz. ............................. bakınız
BLR. .......................... Brooklyn Law Review
bs. ............................... Bs.
C. ................................ cilt
Cal. ............................. California Supreme Court
CD. ............................. Ceza Dairesi
CMUK. ....................... Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu
Çev. ............................ Çeviren(ler)
D. ................................ Daire(si)
D.R. ............................ Decisions and Reports
Dan. ............................ Danıştay
Dec. ............................ Decision (karar tarihi)
Der. ............................. derleyen

IX
DEÜHF(D). ................ Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi
DİB. ............................ Diyanet İşleri Başkanlığı
DP. .............................. Demokrat Parti
dp. ............................... dipnot
DÜHF. ........................ Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi
E. ................................. Esas Sayısı
E.H.R.R. ...................... European Human Rights Reports
Ed. ............................... Editör(ler)
et.al. ............................ ve diğerleri
f. ................................. fıkra
FP. .............................. Fazilet Partisi
G.K. ............................ Genel Kurul(u)
Haz. ............................ Hazırlayan
HP. ............................. Huzur Partisi
ibid. ............................ önceki dipnotta geçen eser
İDDGK. ...................... İdarî Dava Daireleri Genel Kurulu
İHAK. ......................... İnsan Hakları Avrupa Komisyonu
İHAM. ......................... İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi
İHAS. .......................... İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi
İHEB. .......................... İnsan Hakları Evrensel Bildirisi
İHİD. ........................... İdare Hukuku ve İlimleri Dergisi
İHKAD. ...................... İnsan Hakları Kararlar Derlemesi
İHKÜK. ...................... İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu
İHM(D). ...................... İnsan Hakları Merkezi (Dergisi)
İHY. ........................... İnsan Hakları Yıllığı
in ................................. içinde
infra. ........................... aşağıya bakınız
İst.BD. ........................ İstanbul Barosu Dergisi
İÜHF(M). ................... İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (Mecmuası)
İÜSBF(D.) .................. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Dergisi)
İzm.BD. ..................... İzmir Barosu Dergisi
K. ............................... Karar Sayısı

X
K.n. ............................ Kanun numarası
K.T. ........................... karar tarihi
K.t. ............................. kabul tarihi
krş. ............................. karşılaştırınız
L. Ed. .......................... Lawyer’s Edition
Lât. ............................. Lâtince
loc.cit. ..................... (loco citato)yazarın en son başvurulan yapıtı/söz konusu makale
MBD. ......................... Mülkiyeliler Birliği Dergisi
md. ............................. madde
MHAD. ...................... Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Dergisi
MMHK. .................... Memurin Muhakematı Hakkında Kanun-u Muvakkat
MNP. .......................... Millî Nizam Partisi
MP. ............................ Millet Partisi
MSP. .......................... Millî Selâmet Partisi
MÜHF. ...................... Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
N.Y.S. ........................ New York Supreme Court
No. ............................. Numara(sı)
op.cit. ......................... opere citation (söz konusu eser)
özl .............................. özellikle
özl. ............................. özellikle
p. (pp.) ....................... page(s)
para. ........................... paragraf
passim. ....................... eserin bütününe bakınız
R.G. ........................... Resmî Gazete
Röp. ........................... Röportaj
RP. ............................. Refah Partisi
s. (ss.) ......................... sayfa(lar)
S. ................................ sayı
SBE. ........................... Sosyal Bilimler Enstitüsü
SBOD. ........................ Siyasal Bilgiler Okulu (Dergisi)
SDLR. ....................... San Diego Law Review
sn. .............................. sonnot

XI
SP. .............................. Sosyalist Parti
SPK. ........................... Siyasî Partiler Kanunu
supra. ......................... yukarıya bakınız
T. ................................ tarih
TBB(D). ..................... Türkiye Barolar Birliği (Dergisi)
TBKP. ........................ Türkiye Birleşik Komünist Partisi
TBMM. ...................... Türkiye Büyük Millet Meclisi
TCK. .......................... Türk Ceza Kanunu
TİD. ........................... Türk İdare Dergisi (İdare Dergisi)
TMK. ......................... Terörle Mücadele Kanunu
TÜSES. ...................... Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı
U.S. ............................ United States Reports
v. ................................ versus
vd. .............................. ve devamı
Vol. ............................ volume
Y. ............................... yıl
YAD. ......................... Yeni adalet Dergisi
Yarg. .......................... Yargıtay
Yay. ........................... yayın(lar)ı / yayınevi / yayıncılık
yy. .............................. yüzyıl

XII
SUNUŞ

Sosyal yaşamın en önemli olgularından olan din ve devlet arasındaki


ilişkiyi düzenlemek ve mevcut çatışmaları uzlaştırmak amacıyla, farklı toplumlarda
farklı çözümler oluşturulmuştur. Din-devlet arası ilişkiye bakış açısının, bireylerin
din-vicdan özgürlüğü konusundaki tavırla çok yakın ilişki içinde olduğu
kuşkusuzdur. “Türk ve Amerikan Yüksek Mahkeme Kararlarında Din-Vicdan
Özgürlüğü ve Din-Devlet İlişkisi [Lâisizm - Sekülerizm]” başlıklı tezimizde, söz
konusu ilişkiyi incelemeyi hedefledik.
“Genel Olarak Din-Devlet İlişkisi” başlıklı giriş bölümünde, din-devlet
ilişkisine bakış açılarını kısaca özetledikten sonra, lâikliğin farklı açılardan anlamına
değindik. Giriş bölümünde, tezimizin belkemiğini oluşturan hukukî yönü üzerine
yoğunlaşmak söz konusu iki olgu arasında ayrılığı benimseyen, birbirinden farklı iki
sistemin üzerinde durduk: Lâik anlayışın prototipi olan Fransa’dan esinlenen Türkiye
örneği ve seküler anlayışın prototipi olan Amerika Birleşik Devletleri örneği. Her iki
anlayışı bu kısımda teorik çerçevede inceleyerek, karşılaştırmaya çalıştık. Böylece,
din-vicdan özgürlüğünün hukuksal güvencesini teşkil eden din-devlet ayrılığına
ilişkin farklı iki anlayışın teorik çerçevesini ortaya koymakla, birinci ve ikinci
bölümlerin temelini de oluşturmuş olduk.
“1982 Anayasası ve Türk Anayasa Mahkemesi ile İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi Karar Organlarında Lâiklik ve Din-Vicdan Özgürlüğü
İlişkisi” başlıklı birinci bölümün ilk kısmında, öncelikle çağdaş dünya
anayasalarında din-devlet ilişkisine yönelik hükümlere yer verip, 1982 Anayasası
başta olmak üzere Türk anayasalarında konuya ilişkin hükümlere de değindikten
sonra din-vicdan özgürlüğünün anlamı, unsurları ve sınırlanmasına ilişkin rejimi
incelemeye çalıştık. İkinci kısımda, başta Türk Anayasa Mahkemesi kararları olmak
üzere Danıştay, Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi gibi diğer ulusal
yüksek mahkemelerin kararları ekseninde konuyu işlemeye özen gösterdik.
Türkiye’yi incelerken, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin, özellikle 1999 Anayasa
değişikliklerinden sonra, 1982 Anayasası’nın da üzerinde konuma sahip bir iç hukuk
kuralı statüsünde olmasından hareketle, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve İnsan
Hakları Avrupa Komisyonu kararları ve ayrıca gereken yerlerde diğer bazı ülkelerin

1
yüksek mahkeme kararlarından da yararlanmak suretiyle, karşılaştırma yapma
olanağı bulduk.
“Amerikan Federal Anayasası ve Yüksek Mahkeme Kararlarında
Sekülerizm ve Din-Vicdan Özgürlüğü İlişkisi” başlıklı ikinci kısımda, seküler
anlayışın prototipi olan Amerika Birleşik Devletleri Federal Anayasası’na Ek 1. md.
hükmünde yer verilen “düzenlememe” ve “serbest uygulama” ilkelerinin anlam ve
kapsamına değindikten sonra, din-devlet ilişkisine bakış açısının Federal Yüksek
Mahkeme’nin ve gereken yerlerde Eyalet Yüksek Mahkemelerinin kararlarına
yansımasını irdelemeye ve sorunların çözümünde getirilen kriterlerin değişim
prosesini incelemeye çalıştık. Ancak, ABD.’de konuyu jürisprüdansiyel açıdan
incelerken, yer vermeyi düşündüğümüz mahkeme kararlarının bir kısmına ulaşmanın
zorluğuyla karşılaşmamız doğaldı.
Tezimizin amacını ise şu şekilde özetlemek mümkündür: Ülkemiz için
temel sorun olarak gördüğümüz, temel hak ve özgürlükleri korumak suretiyle
demokratik rejimin ekseninde sorunlara çözüm üretme yolunda aşılması gereken en
önemli engellerden biri de, özgürlüklerin yerli yerinde kullanılmasıdır. Hiç kuşkusuz,
lâiklik kavramı üzerinde tüm kesimlerin konsensüsü sağlanamasa da, en azından
kavramın içeriğinin ne olduğunu anlaşılması zorunludur. Bu durumda, ekonomik
özgürlüklerle birlikte ülkemizde kötüye kullanılmaya en elverişli özgürlüklerden biri
olan din-vicdan özgürlüğünün özü de sağlam bir temele oturtulmuş olacaktır. Bu ise,
plüralist yapı içinde tüm toplumsal katmanlarının ortaklaşa sorumluluğunu ve her
şeyden önce yeterli bilinç düzeyine ulaşmasını gerektirmektedir. Bu bağlamda,
tezimizin amacı, gerekli jürisprüdansiyel verileri sağlamak suretiyle, özgürlük-otorite
çatışmasını uzlaştırmaya dönüştürmeyi amaçlayan ve din-devlet dikotomisi
ekseninde din-vicdan özgürlüğünün hukuksal güvencesini teşkil eden lâiklik
kavramına daha sağlıklı bir açılım kazandırmaktır.

2
GİRİŞ

GENEL OLARAK DİN-DEVLET İLİŞKİSİ

3
I. DİN-DEVLET İLİŞKİSİNE AİT TUTUMLAR

Bilim ile birlikte toplumsal yaşamın en önemli iki boyutundan birisi olan
din, önceki yüzyıllarda bilimle, daha sonraki yüzyıllarda ise devlet mekanizması ile
çatışmıştır.1 Sosyal yaşamı düzenleme cihazı olarak devletin, yine sosyal bir olgu
olan din gerçeği ile karşılaşması kaçınılmazdır.2
Doktrinde din-devlet ilişkileri açısından birçok sınıflandırma
yapılmaktadır. En basit sınıflandırma biçimi üçlü bir ayrımı ortaya çıkarmaktadır.
Söz konusu biçimler ise şunlardır: din ve devletin iç içe olması (Confusion); din ve
devletin ayrı ayrı, fakat birlikte olması (Union); din ve devletin birbirinden ayrılması
(Seperation).3
a)Din ve devletin iç içe olması (Confusion), esasında Teokrasinin bir
başka ifadesidir. Ancak Teokrasiden bazı farklılıklar arz eder. Bazı yazarlara göre,
Vatikan devleti ve ayrıca Laterano Anlaşması sonrası İtalya’nın durumu buna
örnektir.4
b)Din ve devletin ayrı ayrı, fakat birlikte olması (Union) esasına
dayalı sistem ise, daha sonra değineceğimiz Konkordato rejimine yakın bir şekil arz
eder. Söz konusu sistem daha çok Katolik Kilisesinin yapısına uygun olduğundan,
her ülkede uygulanamaz. Ayrıca, bir kiliseye tanınmış olan hak ve yetkilerin bir
başka kiliseye tanınması söz konusu değildir. Bu sistem de kendi içinde üç farklı
biçimde uygulanır. Bunlar, “dini tanıma” (Reconaissance); “dinin devlet olması”
(Religion d’Etat) ve “dinin benimsenmesi” (Confessionalism) anlayışlarıdır.5
c)Din ve devletin birbirinden tamamen ayrı olması (Seperation)

1
RUSSELL, Bertrand, Din ile Bilim, (Çev. GÖKTÜRK, Akşit), 4. Bs., Say Yay., İstanbul, Ocak
1983, s. 11.
2
ÇAĞLAR, Bakır, “Türkiye’de Laikliğin ‘Büyük Problem’i: Laiklik ve Farklı Anlamları Üzerine”,
Cogito, Laiklik Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994, s. 112.
3
ÇAĞLAR ise, din ve devlet olgularının karşılaşma biçimlerini daha da basite indirgeyerek,
“bütünleşme” ve “farklılaşma” biçiminde ikili bir ayrımla yetinir. Bu ayrım, temelde, din-devlet
birliği ve ayrılığı olarak da adlandırılmakta olup, din-devlet ilişkileri açısından iki uç tercihi ifade
eder. ÇAĞLAR, Bakır, “Türkiye’de Laikliğin ‘Büyük Problem’i: ..., ss. 112-114.
4
ER, İzzet, “Bugünkü Avrupa’da Din-Devlet İlişkileri”, Bilgi ve Hikmet, Din-Devlet İlişkisi ve
Lâiklik Sayısı, Yaz-1995, S. 11., ss. 20-21.
5
ibid., ss. 21-22.

4
anlayışının da üç farklı uygulamasından söz edilmektedir. Amerika Birleşik
Devletleri’nde uygulanan “umumî ilgisizlik” anlayışı, komünist ülkelerde uygulanan
“düşmanca ayrılış” tutumu ve Fransa, Portekiz, kısmen de olsa Almanya, Hollanda,
Belçika’da uygulanan “sempatizanca müsamaha” anlayışı.6
Alman sosyolog Max WEBER’in tipolojisine göre, din-devlet ilişkileri
üç şekilde kendini gösterir. Bunlar, Teokrasi, Sezaro-Papizm ve Hiyerokrasi
tipleridir. Sezaro-Papizm devletin dine hakim olduğu bir model olup; din seküler
güçlerin egemenliği altındadır. Teokraside ise tam aksine, din devlete hakim olup,
siyasî otorite ile dinî otorite kaynaşmış durumdadır. WEBER’in diğerlerinden farklı
olarak ortaya koyduğu Hiyerokrasi (Hierocracy) ise, iki modelin arasındaki bir
üçüncü anlayışı yansıtır. Siyasî alanın din görevlilerince meşrulaştırıcı gözetimini
ifade eden Hiyerokraside din, devletten ayrı olmakla birlikte, yine de siyasal
meşruiyetin temellerinden biridir.7
ROBERTSON ise, WEBER’in tipolojisini geliştirmek suretiyle dörtlü
bir sınıflandırma önermektedir. Buna göre, Teokrasi devlet ile kilisenin birliğinin
yanı sıra kilisenin özerkliği; Hiyerokrasi kilise ile devletin ayrılığının yanı sıra
önemli ölçüde kilise özerkliği; Erastiyanizm (Erastianism) ise kilise ile devletin
ayrılığının yanı sıra nispeten düşük düzeyde kilisenin özerkliğini ifade eder.8
Günümüz Batı ülkelerinde din-devlet ilişkilerinin durumu, WEBER’in
tipolojisindeki Hiyerokrasi ile ROBERTSON’un tipolojisindeki Erastiyanizm ve
Hiyerokrasinin çeşitlemeleri olarak görülmektedir.9
BERKES’in ortaya koyduğu sınıflandırmada ise, sosyolojik açıdan din-
devlet ilişkileri yedi farklı şekilde kendini gösterir. Bunlar, taassupçuluk (Fanatizm),
biçimcilik (Formalizm), kuralcılık (Şeriatçılık), dünyadan çekilme (Asetizm, zühd),
ayincilik (Ritüalizm), sofuluk (Püritanizm) ve Sezaro-Papizm’dir.10
Şimdiye kadar söz ettiğimiz sınıflandırmaları dikkate alarak, din-devlet

6
ibid., s. 22.
7
Akt. ERDOĞAN, Mustafa, “Sekülerizm, Laiklik ve Din (Secularizm, Laicizm and Religion)”,
Journal of Islamic Research, İslâm ve Lâiklik Sorunu Özel Sayısı, Vol. VIII, No. 3-4, Summary-
Autumn 1995, ss. 189-190.
8
ibid., s. 190.
9
ibid., s. 190.
10
BERKES, Niyazi, Teokrasi ve Lâiklik, 1. Bs., Adam Yayıncılık, İstanbul, 1984, ss. 13-14.

5
ilişkileri açısından belli başlı tutumları şu şekilde sıralayabiliriz.11
Din-Devlet birliği (Theocracy12), din kurallarının devleti yönetmesi
sistemidir. Türkçe’deki karşılığı “dinerki” olup, “tanrı yönetimi anlamındadır.
Devletin tanrısal kişiler, onların oğulları, peygamberler veya halifeleri tarafından
yönetilmesidir. ... İktidarın kaynağı Tanrı ve Tanrı buyruklarıdır.”13 Teokratik
görüşlere göre, “ister Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi, ister ilâhi gerekseme gereği
bir ‘yeryüzü tanrısı’ olsun, hükümdar ya da önder, iktidarın meşruluğunu halkın
çoğunluğundan değil, fakat insan üstü niteliklerinden almaktadır.”14 WEBER’e
göre, Teokrasi, Hiyerokrasinin aşırı bir biçimi olarak, “siyasi otorite ile dini
otoritenin kaynaşması”15 ve dolayısıyla din işleri ile dünya işlerinin çözümünün

11
Benimsenen sınıflandırma için bkz. TAPLAMACIOĞLU, Mehmet, Din Sosyolojisi, 2. Bs., AÜİF.
Yay., Ankara, 1975, ss. 289-290. Bazı kaynaklarda yer alan farklı sınıflandırmalar için bkz.
SEZEN, Yümni, Sosyoloji Açısından Din, Dinin Sosyal Müesseseler Üzerindeki Tesirleri, 2. Bs.,
Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1993, s. 184. vd. Farklı
sınıflandırmalar için bkz. VERGİN, Nur, “Din ve Devlet İlişkileri: Düşüncenin Bitmeyen
Senfonisi”, Türkiye Günlüğü, S. 29., Temmuz-Ağustos 1994, ss. 6. vd.; FIĞLALI, Ethem Ruhi,
Din ve Devlet İlişkileri, 1. Bs., Muğla Üniversitesi Rektörlüğü Yay., Muğla, 1997.; TOKER,
İhsan, “İslâm ve Laiklik (Islam and Laicism)”, Journal of Islamic Research, İslâm ve Lâiklik
Sorunu Özel Sayısı, Vol. VIII., No. 3-4., Summary-Autumn 1995, s. 218. vd.; ÇAYCI, Sadi,
“Vicdan ve Din Hürriyeti Üzerine”, AYİM. 25. Yıl Armağanı, Genelkurmay Basımevi, Ankara,
1998, s. 184-186.
12
“Theocracy” sözcüğü ilk olarak Yunanca “Theokratia” şeklinde, Yahudî tarihçi Josephus Flavius
tarafından M.S. 100 yıllarında kullanılmaya başlanmıştır. Söz konusu tarihçi, çeşitli milletler
monarşi, oligarşi, demokrasi gibi biçimlerde yönetilirken, Yahudîlerin yönetim şeklini ifade etmek
için Teokrasi sözcüğünü kullanmıştır. bkz. HARMAN, Ö. Faruk, “Katolik Kilisesi ve Teokrasi”,
Bilgi ve Hikmet, Din-Devlet-İlişkisi ve Lâiklik Sayısı, Yaz-1995, S. 11, s. 14-15.
13
TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 404. Teokrasi, “siyasal örgütlenmenin, devletin yönetim
organlarının, tüm siyasal ilişkilerin ve iktidarın din adamları tarafından düzenlenip yürütüldüğü
yönetim biçimi ...” DEMİR, Ömer - ACAR, Mustafa, Sosyal Bilimler Sözlüğü, 2. Bs., Ağaç Yay.,
İstanbul 1993, s. 354. “... papazlar yönetimi; ruhban sınıfı yönetimi; Tanrı'dan destek aldıkları
iddiasında bulunan kimseler yönetimi ... bu biçimde yönetilen devlet, din devleti” olarak da
tanımlanabilir. bkz. Longman – Metro, Büyük İngilizce-Türkçe-Türkçe Sözlük, 1. Bs., English-
Türkish Edition, Metro Yay., İstanbul, 1993, s. 1579.
14
TEZİÇ, Erdoğan, Anayasa Hukuku, 3. Bs., Beta Yayınları, İstanbul, Kasım 1996, s. 89.
15
ERDOĞAN, “Sekülerizm, Laiklik ve Din”, s. 190.

6
aynı kaynaklardan çıkarılması16 anlamına gelir.
Teokrasi, Kilise’nin devleti güdümüne aldığı model olup, tam tersine
devletin kiliseyi güdümüne aldığı model ise, Bizantinizm olarak adlandırılır. Bu iki
yaklaşımın arasında kalan ara modellerin tümü ise, devlet ile kilisenin
kutuplaşmasına dayanan çatışmacı modeller olarak ortaya çıkmaktadır.17
Teokrasinin farklı uygulamalardan doğan farklı tipleri mevcuttur. Bunlar,
Hiyerokrasi ya da saf Teokrasi, Kraliyet Teokrasisi, genel Teokrasi, Eskatolojik
Teokrasi ve ılımlı Teokratik model olarak sayılabilir.18
Bir yönetimin teokrasi olabilmesi için; ruhban sınıfının varlığı, bu sınıfın
yönetimde egemen olması ve söz konusu sınıfın bilgi açısından Tanrı ile bağının
sürdürülmüş olması gerekir. Teokraside, ruhban sınıfı mensupları, Tanrı’nın istediği
biçimde devleti yönetmekte ve gerekli bilgiyi de O’ndan ilham yoluyla elde
etmektedirler.19
İnsanlık tarihinin ilk aşamalarında, Tanrı’nın temsilcisi -ve hatta bazen
kendisi- sayılan aktörlerin ve egemen çevrelerin her dediği, salt gerçeklik
sayılmıştır.20 Tarihte birçok örneklerine rastlanır ancak, günümüzde sayısı oldukça
azalmıştır.
Teokratik sistemde devlet bir dini resmen tanır ve bu din dışında kalan
diğer dinlere ve mensuplarına değer vermez. Teokrasinin tanınmış örnekleri Eski
Mısır’da Firavunlar yönetimi, Musâ devrindeki İbranî yönetimidir. Günümüzde
Suudi Arabistan, Pakistan, İran ve Tibet Lamaizmi21 söz konusu sistemin belli başlı

16
BERKES, op.cit., s. 25.
17
CANATAN, Kadir, “Kilise-Devlet İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi ve Türkiye’de Laiklik”, Bilgi ve
Hikmet, Din-Devlet İlişkisi ve Lâiklik Sayısı, Yaz-1995, S. 11, s. 29.
18
Söz konusu farklı şekiller hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. HARMAN, loc.cit., ss. 14-16.
19
AKBULUT, Ahmet, “Kur’an-ı Kerim Açısından Egemenlik Meselesi (Problem of Sovereignity in
the Light of The Qur’an)”, Journal of Islamic Research, Vol. VIII., No. 3-4, Summary-Autumn
1995, s. 157. dp. 70.
20
ÖZBİLGEN, Tarık, Eleştirisel Hukuk Başlangıcı Dersleri, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul 1976, s.
7.
21
“... Tibet’te, Moğolistan’da, vb. izlenen Budizm türü” Longman-Metro, s. 824. “Aslında koyu bir
teokrasi örneğidir. Burada din kuralları dünya işlerine uygulanmakta ve onları yönetmektedir.
Tabiî bir ayrımlaşma sonunda [L]amaizmin din işlerini, bütün sistemin önderi olan ... Dalai Lama,
dünya işlerini de Pançen Lama yürütmektedir.” bkz. TAPLAMACIOĞLU, op. cit., ss. 360-

7
örnekleridir. İslâm’da Devlet (Hilâfet), saf biçimiyle en tipik Teokrasi örneğidir.22
Bir kısım yazarlar ise İslâm’da Teokrasinin kesinlikle bulunmadığı
kanaatindedirler.23
Din devletinde lâik bir anlayış zaten bulunmadığı gibi, gerçek anlamda
din ve vicdan özgürlüğünden söz edilmesi de mümkün değildir.24
Teokrasinin biraz daha ileri sistemlerinde bir dinî hoşgörü anlayışı yer
alır. Hatta anayasalar başka dinlerin de varlığını kabul etmek suretiyle bunlara bir
hak tanır. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nda oldukça etkin sayılabilecek bir din ve
vicdan özgürlüğü bulunmasına karşın, devlet düzeni ve yönetimi dinsel kurallardan
arındırılmamış bulunduğundan, toplum düzeninin lâik olduğundan söz edilemez.25
Ancak bazı yazarlar, lâiklik kavramının yalnızca özgürlük kısmını dikkate alma
eğiliminde olduklarından, Osmanlı Devleti’ni lâik bir devlet olarak değerlendirme
yanlışına düşmektedirler.26 Tam aksine, Osmanlı Devleti’nin İslâmî şeriat sistemini
ilk defa temel hukuk kaynağı yapan, örgütleyen ve uygulayan devlet olduğunu ileri
sürenler de mevcuttur.27

361.
22
ibid., s. 289.
23
“Eğer İslamiyet’te illa bir ‘[T]eokrasi’(?)den söz edilecekse ‘Nübüvvet Teokrasisi’nden söz
edilebilir ki, bu da peygamberin bu dünyadan irtihali ile sona ermiştir.” BULAÇ, Ali, Çağdaş
Kavramlar ve Düzenler, Beyan Yay., İstanbul, Nisan 1993, s. 320. Bir başka yazar, İslâm’da
teokrasinin kesinlikle bulunmadığını ileri sürmesine karşın, kısmen bizim de katıldığımız şu
kanaati ortaya koymaktadır: “Hz Muhammed zamanında, devlet başkanının peygamber
olmasından dolayı, devlet dine bağlı durumdaydı. Ondan sonra ise, din devlete bağlı olmuştur.”
AKBULUT, loc.cit., s. 157., dp. 71.
24
FEYZİOĞLU, Metin, “Lâiklik ve Teokrasi Üzerine Bir Deneme”, TBBD.,
Y. 10., S. 2., 1997, s. 172.; BERKES, op.cit., ss. 22-23.
25
GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, Anayasa Hukuku, 5. Bs., Turhan Kitabevi, Ankara, 1995, s. 87.;
KIŞLALI, Ahmet Taner, Siyasal Çatışma ve Uzlaşma, 2. Bs., İmge Kitabevi, Ankara, Ekim 1993,
s. 62., 67. vd.
26
“Anayasa’nın 24. maddesinde ... ifadesini bulan özgürlükler anlamında kullanılırsa, o zaman
Lâiklik yalnız Cumhuriyetin temellerinde değil, bütün Osmanlı devletinin uygulamasında en
önemli ilkelerden biri olmuştur.” AKSAY, Hasan, Gerici Eylemler ve Başörtüsü, Ölçü Yay.,
İstanbul, Eylül 1989, s. 216.
27
LEWIS, Bernard, “Türkiye: Batılılaşma”, (Çev. TOPÇUOĞLU, Hamide), AÜHFD., C. XXXVII.,

8
Doktrindeki yaygın kanaatin aksine, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk
zamanlarda Teokratik sisteme sahip olmadığını, Yavuz Sultan Selim’in Hilâfeti
Mısırlılardan devralmasından sonra, bu sisteme çok yakın bir şekil kazanmış
bulunduğunu ileri sürenlerin yanı sıra28, Osmanlı’nın hiç bir zaman şeriat devleti
olmadığını öne sürenler de vardır.29 Bir başka görüşe göre Osmanlı Devleti
Teokratik bir devlet olmadığı gibi, lâik bir devlet de değildir; özellikle XIX. yy.’da
yalnızca dindar bir meşruti rejim olarak nitelendirilebilir.30
Bizantinizm (Bysantinism), devletin dini koruması altına aldığı
sistemdir. Buna İngiliz yazarlar “kayser papalığı” anlamında “Caesaro-Papism”
adını vermektedir. İznik konsülünde, dini koruması altına almış olan Konstantin’in
durumu örnektir.31 Bunun gibi Timuçin siyasî güce sahip olduğu halde, dini devlet
otoritesine bağlamış, bir tür Bizantinizm uygulamıştı.
İmparatora tapınma sistemi (Caesarism), bütün din mensuplarının
imparatora ve yurda bağlılıklarını sağlayan bir inanç ve tapınma sistemi olan
Sezarizm32, ilk kez Julio Caesar’ın ölümünden sonra Roma’da kurulmuştur. İlk
Hıristiyanların işkence görmeleri bu tapınmaya katılmamalarından dolayıdır. Halen
Japonya'daki Mikado kültü bu türdendir.
Konkordato sistemi (Regime Concordate), bir devlet başkanı ile

S. 1-4., 1980, s. 169.


28
TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 404. Bazı yazarlar ise, Osmanlı’nın teokratik olduğu iddiasını
reddederek, yarı-dinî nitelikte bir devlet olduğunu ileri sürer. bkz. KARATEPE, Şükrü,
“Osmanlı’da Din-Devlet İlişkisi”, Bilgi ve Hikmet, Din-Devlet İlişkisi ve Lâiklik Sayısı, Yaz-
1995, S. 11., s. 80.
29
BOLAK, Ahmet Aydın, “Şeriat ve Laiklik Üzerine”, Balıkesir Barosu Dergisi, Aralık 1996-Mart
1997, S. 60-61., s. 34.
30
FIĞLALI, op.cit., s. 42.
31
GRANT, Robert M., “İznik Konsilinde Din ve Siyaset”, (Çev. KAÇAR, Turhan), Türkiye
Günlüğü, S. 47., Eylül-Ekim 1997, s. 131. Konstantin, 274-337 yılları arasında yaşayan Roma
İmparatoru olup, 332 yılında Hıristiyanlığı imparatorluğun resmî dini olarak ilân etmiştir.
Ölümünden bir süre önce Kilisenin de başkanı olduğunu iddia etmiş ve böylece Bizantinizmin
ortaya çıkışına yol açmıştır. TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 357.; CANATAN, loc.cit., s. 29.
32
“Hiçbir yasal, hukukî ve ahlakî sınır tanımayan diktatörlük. ... Siyasal olarak örgütlenmiş bir
toplumun, temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı, keyfî, merhametsiz ve totaliter bir şekilde
yönetilmesi.” DEMİR - ACAR, op.cit., s. 319.

9
ülkesinde yaşayanların mensup olduğu dinin önderiyle bir anlaşmaya varılarak, bu
anlaşma hükümlerine göre kurulan sistemdir. Bu sistem iki taraflı bir uluslararası
anlaşma niteliğinde olduğundan, tek taraflı olarak bozulması devletler hukuku
ilkelerine aykırıdır.
Fransa’nın ilk kez 1516’da Bologna’da imzaladığı konkordato bilinen ilk
konkordato örneği olup, 1790’a kadar yürürlükte kaldı ve sonraki yüzyıllarda
Polonya, İspanya, Portekiz ve Bohemya ile yapılan konkordatolara örnek oldu. 1789
Fransız Devrimi kilse yapılarını altüst ettiğinden, 1801’de Papa VII. Pius ile
Napolyon arasında imzalanan konkordato ise kilisenin devletten resmen ayrıldığı 9
Aralık 1905’e kadar devam etti. Bu konkordato, Devrimden sonra sarsılan din
özgürlüğünü yeniden tanırken, din adamlarını da devlet memuru konumuna
getirdi.33 Fransa’da ayrıca I. François-Papa ve Napoleon-Papa arasında da bu tür
anlaşmalar yapılmıştı.34
XIX. ve XX. yy.’larda, Fransa dışında daha birçok ülkede (Lâtin
Amerika, Sırbistan, Hollanda, Rusya, Letonya, Polonya, Çekoslovakya, Bavyera,
Alman Reich’ı ... vb.) kırk kadar konkordato imzalandı. Bunların en ünlüsü ve
günümüzde halen geçerli olanı, “Laterano Antlaşmaları”dır. Bu, Vatikan Devleti’ni
yaratarak, Roma’nın statüsünü kesin olarak çözüme bağlamıştır.35
Günümüzde İspanya36 ve Almanya37 için de bu sistemden söz
edilmektedir. Ancak en belirgin örneği hiç kuşkusuz Laterano Antlaşmaları
sonrasındaki biçimiyle İtalya’dır.38
Sosyalist sistem (Socialism)de, din ve vicdan özgürlüğü ile birlikte

33
MEULEAU, Maurice, “Çağdaş Dünyada Hıristiyanlık”, in Théma Larousse, Tematik
Ansiklopedi, Milliyet Yay., C. I., İstanbul, 1994, s. 503.
34
TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 290., 357.
35
MEULEAU, “Çağdaş Dünyada Hıristiyanlık”, s. 503.
36
İspanya’daki Konkordater sistem için bkz. IBAN, Ivan C., “Katolik Ülkelerde Kilise-Devlet”, (Çev.
ÇINARLI, İnci Yahşi), Din-Devlet İlişkileri ve Türkiye’de Din Hizmetlerinin Yeniden
Yapılanması Uluslararası Sempozyumu, (26-27 Mart 1996, İstanbul), Cem Vakfı Yay., İstanbul,
1998, s. 65.
37
Almanya için bkz. VOCKING, Hans, “Almanya’da Din-Devlet İlişkileri”, (Çev. ÇINARLI, İnci
Yahşi), Din-Devlet İlişkileri ve Türkiye’de Din Hizmetlerinin Yeniden Yapılanması Uluslararası
Sempozyumu, (26-27 Mart 1996, İstanbul), Cem Vakfı Yay., İstanbul, 1998, ss. 69-70.
38
GİRİTLİ, İsmet, “İtalya da Laik mi?”, İstanbul Ticaret Odası Dergisi, Y. 20., S. 1041., 1979, s. 2.

10
herhangi bir dine inanmama ve tanrıtanımazlık (Atheism) özgürlüğü de vardır.
Demirperde gerisinde kümelenen halk demokrasilerindeki sosyalist sistemler, klasik
demokrasilerden farklı olarak din ve vicdan özgürlüğünün yanı sıra, dinsizlik ve
tanrıtanımazlık özgürlüğünü temel haklardan sayar.
Din-Devlet ayrılığı (Laicism-Secularism) ise, dinle devletin ayrılması
ilkesine dayanır. Demokrasi, eşitlik ve özgürlük temeline dayanırken; lâiklik ise söz
konusu ilkelerin bir sonucudur. İlerleyen kısımlarda lâiklik ilkesinin unsurlarını
derinliğine irdeleyeceğimiz için, kısaca geçeceğiz. Ancak, burada, lâiklik ile
demokrasi arasındaki ilişkiye de değinmek gerekir. Özetle, lâiklik demokrasinin
gerek şartıdır ancak, yeter şartı değildir; bunun yanı sıra seçim, siyasal partiler, temel
hak ve özgürlükler gibi unsurların da varlığı gerekir. Ancak, demokratik düzenin
korunmasına elverişli düzenin nitelikleri arasında en önemli unsuru oluşturan lâiklik,
demokrasinin “sine qua non” (olmazsa olmaz, zorunlu) koşuludur.39 Ancak bazı
yazarlara göre, lâiklik ile demokrasi arasında herhangi bir ilişki mevcut değildir.
Zira, demokratik olmasına karşın lâik olmayan ülkeler bulunduğu gibi, lâik olduğu
halde demokratik olmayan ülkeler de mevcuttur.40
Kısaca değindiğimiz din-devlet ilişkisine ait tutumların en önemlileri din-
devlet birliği ve ayrılığına ilişkin örneklerdir. Din-devlet birliğinin en tipik örneğini
İslâm’da Hilâfet ve Hıristiyanlık’ta Vatikan yönetimi, ayrıca Tibet Lamaizmi
vermiştir; din ve devlet ayrılığı ise tarihsel açıdan daha sonra ortaya çıktığından,
nispeten yeni bir sistem olup, devamlı gelişme göstermektedir.

II. LÂİKLİĞİN ETİMONU VE ÇEŞİTLİ AÇILARDAN ANLAMLARI

Türkçe’deki “lâik” sözcüğünün kökeni Fransızca “Laïcisme”41

39
KONGAR, Emre, Demokrasi ve Lâiklik, 3. Bs., Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, ss. 142-143.
40
GÖZLER, Kemal, Anayasa Hukuku Dersleri, 1. Bs., Ekin Yay., Bursa, 2000, s. 136-137.
41
“Layikleştirme; kurumlara layik bir nitelik kazandırmak isteyen öğreti” SARAÇ, Tahsin, Büyük
Fransızca-Türkçe Sözlük, Adam Yayınları, İstanbul 1985, s. 808. Ayrıca yine “lâik” anlamına
gelen “laïc” “laïque”; “layikleştirme, layikleşme” anlamlarına gelen “Laïcisation”;
“layikleştirmek” anlamındaki “Laïciser”; “Layiklik, layik olma niteliği” anlamındaki “Laicité”
ve “Tarikattan olmayan; papaz olmayıp rahip sınıfından olan” anlamındaki “Lai” sözcükleri de

11
sözcüğüdür. Sözcüğün Fransızca’ya Yunanca’dan geldiği tartışılmaz bir gerçek
olmasına karşın, Yunanca’ya nereden geldiği bilinememektedir. Almanca’da
“Laizismus”42, İngilizce’de ise “Secularism” sözcükleri ile karşılanan kavram,
dilimize lâiklik olarak geçmiştir. Arapça’da “İlmaniye”43 olarak adlandırılan
kavram, dilimize Meşrutiyet devrinde girmiş ve Osmanlıca’da “lâdinî (dindışı)”44
sözcüğü ile karşılanmıştır. Önceleri “lâyiklik” olarak da kullanılan kavram, yeni
Türkçe’de “din ayrısı” ve “din özgenliği” olarak gösterilmişse de, bunların hiçbiri
tutunamamıştır.45
Lâik sözcüğünün asıl kökeni, Latince’deki “laicus” ve Yunanca’daki
“laikos” sıfatından alınmış Fransızca kökenli “laïque”46 sözcüğüdür. Onun kökeni
ise “laos” ismidir. Yetmişlerin Tevrat’ı İbranice’den Yunanca’ya çevirirken lâik

ilgili sözcükler olarak sayılabilir. ibid., s. 808.


42
Laizis’mus: “layiklik, layisizm, lâdinîlik” STEUERWALD, Karl, Almanca Türkçe Sözlük, Otto
Harrassowitz Verlag, ABC Kitabevi, İstanbul, 1988, s. 350.“Lâiklik, din ve devlet işlerinin
birbirinden ayrı tutulması” ÖNEN, Yaşar – ŞANBEY, Cemil Ziya, Almanca Türkçe Sözlük, C. I.,
(Baskıya Haz. ÜLKÜ, Vural), Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara 1993, s. 624. Ayrıca “Laizistisch” sözcüğü “lâik” anlamında kullanılmaktadır.
ibid., s. 624.
43
“Bilimsellik, bilimsel olma, toplumsal düzeni bilimsel esaslar, veriler üzerinde kurma. Arapça’daki
laiklik kavramı, yönetimde din dışı olma tavrını, düşüncede pozitivizmi, pozitivist felsefeyi
kapsar.” bkz. BULAÇ, Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, s. 259. Bazı filologlar ise, “ilmaniyye”
sözcüğünün köken itibariyle Arapça bir kelime değil, Arapçalaşmış bir kavram olduğunu ileri
sürmektedirler. bkz. HANEFİ, Hasan - EL CÂBİRÎ, Muhammed Âbid, “Laiklik ve İslâm
(Laıcızm and Islam)”, (Çev. ESEN, Muammer), Journal of Islamic Research, Vol. VIII., No. 3-4.,
Summary-Autumn, 1995, s. 160. Hatta yanlışlıkla ”İlmaniyye” veya “Ilmâniyye” olarak telaffuz
edilen kavramın Arapça aslı da “Almâniyye”dir. (ibid., s. 160., dp.*’da verilen, çevirmenin notu)
44
ÖZÖN, Mustafa Nihat, Büyük Osmanlıca-Türkçe Sözlük, 4. Bs., İnkılap ve Aka Kitabevleri, Tan
Matbaası, İstanbul 1965, s. 401. “Lâdinî” kullanımı Ziya Gökalp’e ait olup, söz konusu terim
Türkçe’ye ilk girdiği yıllarda ayrıca “lâruhanî” “iş hükümeti, ortamalı hükümet” terimleri ile de
karşılanmıştır. bkz. CANATAN, loc.cit., s. 31.
45
Hatta bazı anayasa hukukçuları lâiklik ilkesini “yercillik” olarak adlandırmaktadırlar. bkz.
EROĞUL, Cem, Anatüzeye Giriş (“Anayasa Hukukuna Giriş”), 5. Bs., İmaj Yay., Ankara, 1997,
ss. 266-267.
46
Fransızca’da laïc, laïque biçiminde kullanılmıştır. Anlamı, “ruhanî olmayan kimse, dinî olmayan
şey, fikir, müessese, prensip” demektir. KUTLU, Muammer, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında
Lâiklik”, Türk İdare Dergisi, Y. 69., Mart 1997, S. 414., s. 137.

12
sözcüğünden, rahiplerin ve özellikle kendini Tanrı’ya verenlerin dışında kalan halk
yığınlarını kastettikleri açıktır. Bu çeviride Levililere Kleros denirken, “laca” terimi
ise, rahipler ve kendisini özellikle Tanrı’ya adayanlardan oluşan Leviler dışında
kalan halk toplulukları için kullanılmıştır.47 Diğer taraftan, “laos” veya “laikos”
deyimi ise, imtiyazlı bir sınıf sayılan ruhban (kleros) dışındaki kimseler için
kullanılmaktaydı. Eski Yunanlı yazar Homeros’un eserinde bu söz, seçkin insanların
emrindeki şekilsiz ve örgütsüz bir yığını anlatmak için kullanılmıştır.48
Hıristiyanlığın ilk devirlerinde Kilise adamlarına Yunanca “klerikoi” ve
Latince “clerice” veya “clerici”; müminler topluluğuna ise, yine Yunanca “laikoi”
ve Latince “laici” denirdi.49 Fransızca'daki “laicite”, “laic” ve “laicisme”
sözcükleri de bu kökten gelmektedir.
Yunanca “laikos”, Lâtince “laicus” sözcükleri, halktan olan ya da din
işleriyle uğraşan topluluğun dışında kalan kişiler için kullanılırken, zamanla anlam
değiştirmiş ve günümüzde dinle devlet işlerinin ayrılması ilkesine dönüşmüştür.50
Bu anlamda batı dillerinde ve özellikle İngilizce’de “secular”51 ve
“secularism”52 terimleri mevcut olup, söz konusu terimlerin İngiliz dilinde bugünkü
anlamıyla kullanımı 1846 (bazı kaynaklarda 1848) yılında başlar ve bu konu ile
ilgilenen George J. Holyoake’a mal edilir.53 Söz konusu iki terimin kökeni ise,

47
SİNANOĞLU, Suat “Laik Kelimesinin Etimonu ve Anlamları”, Laiklik-1, Milli Tesanüt Birliği
Yay., İstanbul, 1954, s. 1-2.
48
TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 243.
49
“Katolik dünyasında din adamlarından meydana gelen ruhaniler sınıfına clerge adı verilmiş, bu
sınıfa dahil olmayan Hıristiyanlara ise lâic denilmişti.” bkz. KUTLU, loc.cit., s. 137.
50
GÖKÇEER, Fikri, “Laiklik-Demokrasi-Siyasi Partiler ve Laik Devlet Anlayışı”, İdarecinin Sesi,
Y. 4., S. 6., 1990, ss. 15-16.; ÖZEK, Çetin, Devlet ve Din, Ada Yay., İstanbul, b.t. yok, s. 13-14.
51
“Laik; dünyevi; din işleri ile ilgili olmayan.” OVACIK, Mustafa, İngilizce-Türkçe Hukuk Sözlüğü,
2. Bs., İş Bankası Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yay., İstanbul 1993, s. 286. “...
Laik; kiliseye bağlı bulunmayan, kilise tarafından yönetilmeyen; dinsel olmayan, din dışı ...;
Laiklik yanlısı, laikliği benimseyen ...; (papazlar hakkında) toplum-içi, manastır dışı; manastıra
bağlı olmayan; (keşiş olarak yaşamaktan çok) halkın arasında yaşayan.” Longman - Metro, s.
1366.
52
“Laiklik, laisizm; toplumsal kurumları ve eğitimi dine dayandırmama düzeni; din ve devlet işlerini
ayrı tutma.” Longman - Metro, s. 1366.
53
TOKER, loc.cit., s. 218.; TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 244.

13
Lâtince “saeculāris”54 sözcüğüdür. Gençleştirmek ve çağdaş kılmak anlamına gelen
“to secularise(-ize)”55 sözcüğü de “secular” kökünden türemiştir. Yine İngilizce’de
mevcut “layman(-woman)”56, “laity”57 ve “profane”58 sözcükleri de konu ile
bağlantılı olarak kullanılır.
Lâik, daha önce de değindiğimiz gibi, ruhban sınıfından olmayan
anlamına gelir. Hıristiyanlıkta bir ruhban sınıfı (“clerge”) varolmasına karşın,
İslâmiyet’te esas olarak böyle bir sınıf yoktur.59 Diğer taraftan, Hz. Muhammed’in
bir hadisine göre de, “İslam’da ruhbaniyet yoktur.”60 Anayasa Mahkemesi (AYM.)
dahi aynı kanaattedir.61 Dolayısıyla, bünyesinde bir ruhban sınıfını barındıran

54
Latince “Saeculāris” terimi, “yüzyıllık, yüzyılda bir olan; .. dünyevi, cismani, putperest”
anlamlarına gelir. KABAAĞAÇ, Sina – ALOVA, Erdal, Latince-Türkçe Sözlük, Sosyal Yay.,
İstanbul, Ocak 1995, s. 534. Söz konusu terimin ise, “kuşak, nesil, ömür, yaş, çağ; yüzyıl;
ebediyen” anlamlarına gelen Lâtince “Saeculum (saeclum)” sözcüğünden türediği ortaya
konmaktadır. ibid., s. 534. Buradan hareketle, “Saeculāris”, “çağdaşlaşma” veya “dünyaya ait
olma” anlamlarına gelmektedir. bkz. HANEFİ-CÂBİRÎ, loc.cit., s. 160.
55
“... Laikleştirmek; laiklik yönünde etkilemek ...; Laikleştirmek; kilisenin yönetiminden,
denetiminden kurtarmak.” Longman - Metro, s. 1366.
56
“Rahip sınıfından olmayan kimse; bir dine bağlı bulunup da rahip olmayan birisi ...” Longman -
Metro, s. 835.
57
“Umumi olarak kilise mensubu bulunmayanlar” OVACIK, op.cit., s. 195.; “... Rahip sınıfı
dışındakiler, ruhani sıfatı olmayan kimseler; dinsel bir topluluğun papaz olmayan, özel din eğitimi
görmemiş olan mensupları” Longman-Metro, s. 824.
58
“... Tanrı'ya veya kutsal şeylere karşı saygısızlık eden ...; ... özl. din ile ilgili sözcükleri veya
Tanrı'nın adını uygunsuz biçimde kullanan ...; din-dışı; dinsel veya kutsal olmayan; insanların, bu
dünyadaki yaşamı ile ilgili ...” Longman-Metro, s. 1188. Söz konusu terimin karşıtı ise “nitelik
veya kullanım bakımından dinsel; ... kutsal, mukaddes; Tanrı ile ilgisi olmasından ötürü kutsi ...”
anlamına gelen “sacred” terimidir. ibid., s. 1331.
59
“İslâm’da devlet şekli, İslâm’ın, Şerîat olarak vaz’ettiği işlerden değildir. ... Müslümanların
içtihadına bıraktığı işlerdendir ki ... Dini devletten ayırmak anlamında laiklik, İslâm’da devletten
ayrılacak bir kilise olmadığından, İslâm’da bir karşılığı yoktur. Ancak laiklikten amaç, ulemâyı,
ümerâdan ... ayırmak ise, -yani ... dinin siyasetten ayrılması ... ise- bu, gördüğümüz gibi
Mu’âviye’den itibaren fiilen olan bir olaydır. ...” HANEFİ-CÂBİRÎ, loc.cit., s. 165.
60
İslam’da ruhbanlığın bulunmadığını ortaya koyan söz konusu hadis, teolojik anlamda doğru
olmasına karşın; sosyolojik ve politik açıdan düşünüldüğünde geçerli olmadığı ortaya çıkar. bkz.
LEWIS, loc.cit., ss. 172-172.
61
bkz. AYM., K.T. 21.10.1971, E. 1970/53., K. 1971/76.; AYMKD., S. 10., ss. 61-62.

14
dinlerde, söz konusu zümre dışında kalan kimselere “lâik” denir. Ancak eklemek
gerekir ki, günümüzdeki Müslüman ülkelerde doğrudan devlet tarafından yaratılan
bir din adamları sınıfı mevcuttur.
Bazı tarihçiler, lâikliği bir tarih terimi olarak görmekten hareketle, din ile
felsefenin, din ile bilimin, din ile sanatın ayrılması olarak tanımlarlar. Ancak, bu tür
tanımlarda din ile devletin ayrımı dikkate alınmamaktadır.62
Türk Hukuk Lügatı’nda lâiklik; “devlet idaresinde ilim ve fen icaplarının
ve münhasıran dünya ihtiyaçlarının göz önünde tutulmasına ve dinin ancak vicdana
taalluk edip dünya ve siyaset işlerinde müdahalesi doğru olamıyacağına ve bu
kanaatle tesis edilen bir idarenin hakiki terakkiyi temin edeceğine inanış ...”63
olarak tanımlanır.
Lâiklik, tek yönlü bir kavram değildir. Din ve devlet kurumlarının
ayrılığı ve birbirinden bağımsızlığı kadar, vicdan, din ve kanaat özgürlüğünü ve hatta
bazı yazarlara göre, Müslüman ülkelerde rastlanan Modernizm hareketlerini de bu
başlık altında toplamak mümkündür.64 Ancak, karşıt görüşe göre, İslâm ile lâiklik
asla uzlaşamayacağı gibi, İslâmî modernizm hareketlerinin lâiklikle çakışan herhangi
bir yönü de yoktur.65
Evrensel dinlerin topluluklara değil, bireye ve bireyin vicdanına hitap
etmesi ve mesajlarının sınır tanımaz genişlikte olması, din ve devlet ayrımını
benimsemiş olduklarının kanıtıdır. İş bölümünün henüz gelişmemiş olduğu
devirlerde sanat, ahlak, felsefe, bilim, siyaset ve hukuk din kadrosu içinde
toplanmakta idi. Farklılaşma, değerlerin evrimi ve iş bölümüne bağlı olarak
uzmanlaşmanın ilerlemesi sonucu sanat, felsefe, ahlak, bilim ve son olarak da devlet,
hukuk ve eğitim dinden ayrılmıştır.66
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, lâikliğin çeşitli yönleri vardır ve
bunların her biri ayrı bir bilim dalının konusudur. Tezimiz hukuk ana eksenli

62
KARAL, Enver Ziya, “Devrim ve Lâiklik”, Atatürk, Devrim ve Lâiklik, Belgelerle Türk Tarihi
Dergisi Özel Yayını, İstanbul, 1968, ss. 23-24.
63
Türk Hukuk Lügatı, 3. Bs., Türk Hukuk Kurumu Yay., Başbakanlık Basımevi, Ankara 1991, s. 210.
64
TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 243.
65
FAZLURRAHMAN, “İslâm ve Siyasî Aksiyon: Siyaset Dinin Hizmetinde”, (Çev. GÜLEÇYÜZ,
Kâzım), Hukuki Araştırmalar, C. I., S. 1., Ocak 1998, ss. 45-46.
66
TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 240.

15
olmasına karşın; kavramın yeterince anlaşılabilmesi için, kavrama söz konusu
açılardan kısaca değinmek yerinde olacaktır.
Sosyolojik açıdan lâiklik konusuna bakıldığında, lâikliğin tarihsel
gelişiminin önemli rolünün bulunduğu görülür. İlk devirlerde tüm değerler, tüm
insan faaliyetleri ve tüm kültürel tezahürleri din kurumu içinde yer almakta idi.
Hukuk, siyaset, bilim, felsefe ve sanat dinin damgasını taşıyordu. “Hukuk kutsal
kitapların hükümleri; siyaset Tanrı iradesinin yeryüzündeki tecellisi; bilim, kutsal
kitapların yorumu; hikmet edebiyatı, felsefe ve kelamın bir dalı; sanat kutsallıkları
dile getiren timsallerdi.”67
Zamanla siyaset, hukuk, bilim, iktisat, felsefe, ahlâk ve diğer tüm kültür
tezahürleri dinden ayrılarak bağımsızlığa kavuşmuştur. Din ise, bünyesine aykırı
düşen bu tezahürlerden ayrılınca, yalnızca kutsallıklara hitap ederek aslî manasına
kavuşmuş, derinleşmiş ve gelişmiştir. Son zamanlarda din kadrosu içinde tartışması
yapılan yalnızca üç konu kalmıştır. Bunlardan ilki, devlettir. Bu alanda varılan son
gelişme, devletin dinden ve dinî temellerden ayrılarak insanî temellere
bağlanmasıdır. İkinci tartışma konusu, hukukun din kadrosundan ayrılmasıdır.
Aslında bu sorun, dinî normlara dayanan hukuk yerine medenî hukukun kabul
edilmesi ve böylece dinle hukukun birbirinden ayrılmasıyla çözülmüştür. Son
tartışma konusu olan dinî eğitim ise, dinî ve lâik eğitimin ayrılması ile sonuçlanmış
ve dinî öğretim, lâiklik konusunu zedelemeden yürütülen özel ve kişisel bir etkinlik
konusu olmuştur. Kısaca lâikliğin sosyolojik yönü, değerlerin evrimi ve işbölümünün
kaçınılmaz bir sonucudur. Böylece günümüzde devlet, hukuk ve eğitim dinden
arındırılmıştır.68 Ayrıca eklemek gerekir ki, dinsel işbölümünden siyasi işbölümüne
geçildikçe, kutsal olanın etkinliği azalmıştır.69
Teolojik açıdan lâiklik konusuna bakıldığında, ilkel dinlerde gerçek
hayatla dinî hayatın birbirinden ayırt edilmediğini görmekteyiz. Bireysel açıdan din
toplum içinde erimiş olup, millet demek din demekti. Büyük, ileri ve evrensel
dinlerin doğmasıyla dinler, toplumlar yerine, bireylerin vicdanlarına yöneldiler.
Kuran'da “ey iman edenler” denmektedir. İman edenler belirli bir yerde değil,

67
ibid., s. 241.
68
ibid., ss. 241-242.
69
AKAL, Cemal Bali, Yasa ve Kılıç, 2. Bs., Afa Yay., İstanbul, 1991, s. 64.

16
dünyanın herhangi bir ülkesinde olabileceği gibi, bağlı oldukları devlet otoritesi de
İslâm’dan başka bir dinin devlet ve toplum anlayışına sahip olabilir. O halde,
dünyanın herhangi bir yerinde bulunan kimse, dünya işleri için, içinde yaşadığı
toplumun kurallarına ve din işleri için de bağlı olduğu dinin gereklerine uymak
zorundadır. Bu ise, din-dünya veya son şekliyle din-devlet ayrımını doğurmuştur.70
Hıristiyanlık ise, lâiklik ilkesini daha önceleri benimsemiş ve günümüze kadar
korumuştur. Tarihsel ve toplumsal açıdan lâiklik konusuna bakıldığında, lâik
düşüncenin dinî olana karşı baskın hale gelmesi ve lâikliğin toplumsal bir boyut
kazanması sürecini ilk yaşayan toplumlar, Batı Hıristiyan toplumları olmuştur.
Caesar’ın oldukça güçlü olduğu bir dönemde doğan Hıristiyanlık, toplumda
tutunabilmek ve siyasal otoritenin baskısından uzak kalabilmek için İsa’nın ağzından
kısa bir formülle özetlenen lâiklik anlayışıyla ortaya çıkmıştır. Ancak, Sezar’ın ve
Tanrı’nın haklarını birbirinden ayıran formül,71 “Hıristiyanlığın toplumsal-siyasal
alanlarla hiç ilgilenmediği ve bu sebeple de lâik bir yapıda olduğu anlamına gelmez.
Zira o çağın şartları bunu gerektirmiştir, fakat Sezar ortadan kalktıktan sonra, diğer
bir ifade ile Roma İmparatorluğu dağılıp feodal prenslikler doğduktan sonra kilise
hem Tanrı’nın hem de Sezar’ın hakkını tekeline almaya çalışmış ve teokratik idareler
kurulmuştur. Hıristiyan dünyasında ta başından beri din ve siyasal otorite arasında
bir çatışma ve mücadele kendini göstermiş; laikliğin toplumsallaşması işte bu

70
TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 242.
71
Ferisîler ile İsa arasında gelişen diyalog İncil’de şu şekilde aktarılır: “Ferisiler İsa’yı tuzağa
düşürmek için şu soruyu sordular: ‘Söyle bize: Kayser’e vergi ödemek bizim için yasal mı, yoksa
değil mi?’ İsa onların kurnazlığını bildiğinden ‘Ey ikiyüzlüler!’ dedi, ‘Neden beni denemeye
kalkışıyorsunuz? Bana şu vergi parasını gösterin’ Kendisine parayı getirdiler. İsa sordu: ‘Şu
gördüğünüz yüz ve yazı kimindir?’ ‘Kayser’in’ dediler. Bunun üzerine İsa, ‘Öyleyse’ dedi,
‘Kayser’e ilişkin şeyleri Kayser’e, Tanrı’ya ilişkin olanları da Tanrı’ya verin.’” bkz. Matta, 22:
15-22.; Markos, 12: 13-17.; Luka, 20: 20-26. için bkz. İncil (Sevindirici Haber), İncil’in Yunanca
Aslından Çağdaş Türkçe’ye Çevirisi, Kitabı Mukaddes Şirketi, Ohan Matbaacılık, İstanbul 1995, s.
49., 97-98., 167. Ancak, bir yazara göre, tek başına söz konusu kısmın, din-devlet ayrılığı
biçiminde yorumlanması yanlış olup, yine İncil’de yer alan, “Hiç kimse iki efendiye kulluk
edemez.” (Matta, 6: 24.) hükmü ve diğer tüm hükümler ışığında yorumlanması gerekir. MERT,
Nuray, “Laiklik Tartışması ve Siyasal İslâm”, Cogito, Laiklik Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994, Yapı
Kredi Yay., İstanbul, 1994, s. 91.

17
mücadele sonunda ortaya çıkmıştır.”72
Konuya İslâm dini açısından bakıldığında, “‘din, devlet işlerine
karıştırılmamalı’ ifadesini, ‘din adına devlet gibi hareket edilemez’ şekline çevirmek
gerekir. Bunun sebebi ise, dini gerekçeyle başkalarına müdahale etmenin imkânını
ortadan kaldırmaktır.”73 Nitekim, Kur’an-ı Kerim’e göre, “dinde zorlama
yoktur.”74 Dolayısıyla, “İslâm dinine göre, hiçbir kimsenin Allah adına konuşma,
hareket etme yetkisi olmadığı gibi dini otoritesi ve kutsallığı da yoktur.”75 Ancak,
bazı görüşlere göre, İslâm dininin din-devlet ayrılığı ilkesi ile bağdaşması söz konusu
olmayıp, yalnızca sınırlı anlamda hoşgörü ilkesinin geçerli olması mümkündür.
Çünkü, “İslâmdaki tüm siyasal kuramlar şeriata dayalı ilâhî bir sözleşmenin erdemi
olarak hükûmetin var olduğu varsayımına dayalıdır. ... Bu nedenle siyasal bilim
entellektüel spekülâsyonun en yüce noktalarında gezinen bağımsız bir disiplin
olmayıp teolojinin bir bölümü olagelmiştir. Devlet ile toplum, kilise ile devlet
arasında bir ayırım ve fani şeylerin devlete, ebedinin ise kiliseye ait olduğunu
savunan bir doktrin de yoktu[r]. Din siyasetten ayrılmamıştır, siyaset de ahlâktan.
Müslümanların ... devletle ilişkilerinin metafizik ve dinsel bir tabanı olduğu için
dinsel muhalefet (ihtilâf) siyasal ayrılık hattâ vatana ihanet anlamı taşır.”76 Bazı
görüş sahipleri ise, bunun da ötesine geçerek, Müslüman olan bir kişinin lâikliği
kabul etmesi durumunda dinden çıkacağını iddia etmektedirler.77 Ancak,

72
DURSUN, Davut, “Laikliğin Türkiye’deki İşleyişi Üzerine Bazı Tesbitler ve Düşünceler”, Bilgi ve
Hikmet, İslâm ve Protestanlık Sayısı, Bahar 1993, S. 2, s. 98.
73
AKBULUT, loc.cit., s. 157. “Eğer din, siyasetin güdümünde olursa, Kur’an’ın çok önem verdiği ne
din hürriyeti, ne de dinde hürriyet kalır. Zaten dinde hürriyet kavramı, geleneksel [M]üslüman
kültürüne yabancıdır. Kur’an’a rağmen [M]üslümana özgürlük tanınmamıştır. Şüphesiz bunun
sebebi de dini kaygı olmayıp, siyâsi endişedir. Ancak geçmişte [M]üslümanların kurduğu devletler,
insanları İslâm Dinine girip-girmeme konusunda özgür bırakmışlardır. Görülüyor ki, bu konuda
[M]üslüman olmayana tanındığı kadar [M]üslüman olana hürriyet tanınmamış ve adeta başka
insanların [M]üslüman olamamaları telkin edilmiştir.” ibid., s. 157., dp. 67.
74
Bakara Sûresi, 256. ayet.
75
AKBULUT, loc.cit., s. 157.
76
LAMBTON, A. K. S., “İslâm Siyasal Düşüncesi”, (Çev. HANİOĞLU, Şükrü –
KALAYCIOĞLU, Ersin), İÜSBFD., Y. 1., S.1., 1983, s. 177. 199.
77
DOĞAN, Muzaffer, “Ben ‘Lâik’im Diyen Kişi Müslümanlıkta Kalamaz, Ben Müslümanım Diyen
Kişi de Lâik Olamaz!”, Cuma Dergisi, S. 18, 26 Ekim-1 Kasım 1990, ss. 46-47.

18
kanaatimizce, lâiklik dinin yararına bir tercih olup, böylece din, bireyler ve kurumlar
arasında menfaat veya siyasal çekişme aracı olmaktan çıkarak, aslî ve yüce işlevini
yerine getirir.78
Felsefî açıdan lâiklik, “iman ile aklın sahalarının ayrılmasını, imanın,
aklın sahasına asla müdahale ettirilmemesi gerektiğini müdafaa eden görüş”79
olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle, “insanın işini, insan aklı vasıtasıyla
düzenlemesidir. Bu tür laikliğin, İslâm ile çelişmesi söz konusu değildir. Çünkü
Kur’an, insandan düşünmesini, aklını kullanmasını, kendi işini doğru yapmasını
istemektedir.”80 Nitekim, lâiklik bireysel bir sorun olmadığından, bireyin inancına
zarar vermez; onu dinî inancından ve imanından etmez. Kavram, sosyal ve siyasal bir
tercihi ifade etmektedir. Buradan hareketle, bir yazar şu sonuca varmaktadır:
Müslüman lâikliği benimsemeyebilir; ancak Müslümanların kurduğu devletin lâik bir
yapıya sahip olması ise pekala mümkündür.81
Ahlâkî açıdan lâiklik, “ahlaki fiillerin ve ahlaki hayatın dini
tesirlerden tamamen azade kılınmasını, aklın prensiplerine ve ilmi gelişmelere
bağlanmasını, metafizik temelden kurtulmasını ifade eder.”82
Siyasî açıdan lâiklik, açıkça devleti dinin saldırısından korumak ve
bunun yanı sıra, din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alma amacını güder.83
Anayasa’da yer alan, dinsel temele dayalı devlet kurma yasağını getiren hüküm,
asılanda bu iki boyutun görüntüsüdür. Söz konusu açıdan bakıldığında lâiklik,
“Devletin yüksek çıkarlarının, bilimsel gerçeklerin ve çağdaş yaşamın kutsal
hükümlerle çatıştıkları hallerde bu hükümlerin değil, devlet çıkarlarının, bilimin ve
gündelik yaşamın gereklerinin uygulanmasıdır.”84
Hukukî açıdan lâiklik, demokrasinin zorunlu şartıdır. Demokrasi,

78
KURDAŞ, Kemal, “Laiklik Devlet Kadar Dinin de Bekasının Şartıdır”, Banka ve Ekonomik
Yorumlar, Y. 23, S. 12, 1986, ss. 6 vd.
79
BOLAY, Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, 5. Bs., Akçağ Yay., İstanbul, 1990, 145.
80
AKBULUT, loc.cit., s. 158., dp. 74.
81
BAŞGİL, Ali Fuad, Din ve Lâiklik, 5. Bs., Yağmur Yay., İstanbul, 1985, s. 162. vd.: ÖKTEM,
Niyazi, “Lâik Bir Devlet İslâm ile de Bağdaşabilir”, Dış Politika, S. 6, 1989, ss. 190-192.
82
BOLAY, op. cit., s. 145.
83
TAPLAMACIOĞLU, op. cit., ss. 240-241.
84
BELGİL, Vehbi, “Laikliğin Tanımı”, İdarecinin Sesi, Y. 2., S. 5., 1988, s. 32.

19
özgürlük ve eşitlik temellerine dayanırken; lâiklik bu iki ana ilkenin doğal bir
sonucudur. “Özgürsem, istediğim dini inanç ve kanaate sahip olabilirim veya
olmayabilirim. Eşitsem, diğerleri gibi ben de dini inanç ve kanaatıma göre amel ve
ibadet edebilirim. Bu durumda [lâiklik] bazılarının sandığı gibi bir fantezi ve
gösteriş yolu değil, rejimin gerçek ve olumlu bir gereğidir.”85 Böylece hukukî ve
siyasî açıdan lâiklik, “otoritenin ve hukukun kaynağı olarak ilahi bir kaynak ve
otorite tanımamak, devlet otoritesini ve hukuk prensiplerini dini unsurlardan ve
tesirlerden uzak tutmak ... ”86 olarak tanımlanabilir. Ancak, “laiklik, devletin
dünyevi etkinlik alanından bağımsızlaşmış bir alanda, kişiyi vicdanıyla başbaşa
bırakılan bir inanç sorunu da olamaz. Teolojik söylem de, dolaylı ya da dolaysız,
sosyal hayatın her yönünü kapsar. Bu iki alanın ayrılmasıyla, toplum, sözde
birbirinden bağımsız, din ve dünya adlı iki parçaya bölünmek istenmektedir. Ama bu
mümkün değildir, çünkü iki alan da hayata ilişkin kurallar içerir, ve hayata ilişkin
kurallardan, özerk iki kategori oluşturulamaz. Ne Papa ne de Kral böyle iki
kategorinin oluşturulabileceğine inanacak kadar saftı. Onlar dinsel düzenlemenin
sosyal, siyasi bir olgu olduğunu çok iyi biliyorlardı. Kullarını vicdanlarıyla başbaşa
bırakmak için değil, onları yönetebilmek için birbirlerinin boğazlarına sarıldılar.
Laikleşme süreci bu acımasız hesaplaşma sürecidir.”87
Bir görüşe göre, lâiklik batıda kabaca dört aşamadan geçerek gelişmiştir.
Bu aşamaların her biri, bir öncekinden daha ileri bir düzeyi ifade etmektedir. Söz
konusu aşamalar, sırasıyla, teokrasi, yarı-teokrasi, lâiklik ve son olarak sekülerizm
aşamasıdır.88 SOYSAL ise, söz konusu aşamaları şöyle sıralar: mezhep yobazlığının
kaldırılması, devlet dininin kaldırılması, hukuk sisteminin ve kamu yönetimini
düzenleyen kuralların dinden arındırılması.89

85
TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 241.
86
BOLAY, op. cit., ss. 145-146.
87
AKAL, op.cit., s. 120.
88
ÇİVİ, Halil, “İslam Dini Avrupa Birliği’ne Girmeye Engel mi? Din, Devlet, Lâiklik, Hıristiyanlık
ve İslamiyet”, Marmara Journal of European Studies, Vol. VI., No. 1., Marmara Üniversitesi
Avrupa Topluluğu Enstitüsü Yay., s. 73.
89
SOYSAL, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, 7. Bs., Gerçek Yay., Ankara, Ocak 1987, s.
257. Ancak yazara göre, “[k]abul etmek gerekir ki, bugün laik diye bilinen hukuk sistemlerinin
çoğunda, kuralların temeli dinsel inançlara ve başlangıçtaki düsturlara kadar iniyor; fakat bir

20
Lâikleşme sürecinin Batıda ve Türkiye’de geçirdiği evrim göz önüne
alındığında, Türkiye’nin Batıya göre bir avantajlı, bir de dezavantajlı duruma sahip
olduğu görülmektedir. Türkiye’de lâiklik ilkesinin uygulanmasını kolaylaştıran
unsur, İslâm’da ruhban sınıfının mevcut olmamasıdır. Batımdaki lâiklik
mücadelelerinin temel kökeni ise esasen ruhban sınıfının baskı ve ayrıcalıklarının
ortadan kaldırılmasını amaçlamıştır. Türkiye’de lâiklik uygulamalarının etkinliğini
azaltan durum ise, Hıristiyanlıktan farklı olarak, İslâm dininin, din ile devleti
ayırmak bir yana, bunları iç içe geçmiş biçimde kaynaştırması ve toplum yaşamına
ilişkin kurallar koymuş olmasıdır.90
Ancak, bir genelleme yapılarak, dinler hakkında lâikliğe elverişli ve
elverişli olmayan ayrımının yapılması hatalı bir yaklaşımdır. Bugün de Hıristiyanlık
sanıldığı gibi lâikliğe elverişli konumda değildir.91 İkinci bölümde inceleyeceğimiz
üzere, örneğin ABD.’de bu açıdan önemli aksaklıklar mevcuttur.
Dolayısıyla, Hıristiyanlığın lâikliğe ve demokrasiye yatkın ve elverişli
olduğu, aksine Müslümanlığın ise devleti ve bireyi kuşatarak laisizme olanak
tanımadığı kanaati yanlıştır. Hıristiyanlıkta lâisizmin daha kolay yerleşmesi, yeniden
doğuş, yeniden yapılanma ve aydınlanma çağının getirdiği akıl ve bilim eksenli
tutum ve davranışların toplum yaşamına egemen olmasından kaynaklanmıştır.92
Hukuksal ve siyasal çerçeve dahilindeki lâiklik, en çok öne çıkarılan ve
tezimizin de belkemiğini oluşturan boyutudur. Lâiklik ilkesine hukuksal ve siyasal
açıdan bakıldığında temel esas, lâik devletin resmen hiçbir dini tanımaması ve
benimsememesidir.93

III. DİN-DEVLET AYRILIĞINA İLİŞKİN FARKLI İKİ SİSTEM

Din-devlet ayrılığına yer veren iki farklı sisteme değinmeden önce bir

davranış kuralının başlangıç bakımından dinsel olması onun zamanla ‘laikleşmiş’ ve belli
gereksinmelere karşılık veren bir formül olmasına engel olamamıştır.” ibid., s. 257.
90
ibid., ss. 259-260.
91
ÖKTEM, Niyazi, “İnsan Hakları”, Yeni Türkiye, İnsan Hakları Özel Sayısı, Y. 4., S. 22., C. II.,
Temmuz-Ağustos 1998, ss. 725-729.
92
ÇİVİ, loc.cit., s. 73.
93
ARSAL, Sabri Maksudi, “Teokratik Devlet ve Laik Devlet”, Tanzimat-I., İstanbul, 1940, s. 83.

21
noktayı vurgulamak gerekir. Bazı kaynaklarda lâisizm ve sekülerizm kavramlarının
aynı anlama geldiği ileri sürülmektedir.94 Bazen birbiriyle eş anlamlı olarak da
kullanılan sekülerizm ve lâiklik, aslında aynı anlama gelmez. Çünkü, “birincisi
belirli bir hayat anlayışını, diğeri de o yaşam tarzının siyasal örgütlenme biçimini
ifade etmektedir.”95

A) LÂİSİZM VE ÖRNEK ÜLKE: FRANSA

Din-devlet ilişkilerini biçimlendiren başlıca etkenlerin, siyasal toplumun


tarihsel gelişimi, ülkenin entelektüel geleneği, toplumun dinî açıdan tekelci veya
çoğulcu tutumu ve ayrıca devletin din karşısındaki tutumunun sempatik, antipatik
veya kayıtsız olması olduğu söylenebilir. “Örneğin Fransa’da, rasyonalist
aydınlanmanın güçlü etkisi altında, dinden bağımsız bir ulusal kimlik oluşturma
çabası siyasal ve kültürel alanda din-karşıtı tutumu teşvik etmiş ve katı laikçi tutum
Fransız ‘cumhuriyetçiliği’nin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bunda,
Fransa’nın dini bakımdan esas itibariyle tekelci olmasının da etkili olduğu
söylenebilir.”96 Aynı şekilde, “Cumhuriyet Türkiye’sinin devletin üstünlüğüne
dayanan ‘laiklik’ modeli bir yönüyle de Osmanlı İmparatorluğunun siyasal
geleneğinin bir devamıdır. Bu gelenekte ‘din-devlet birliği’ görüntüsü altında,
aslında din siyasal otorite tarafından dünyevi iktidarın meşrulaştırılması için bir
araç olarak kullanılmıştır.”97
Lâisizm, “yasama, yürütme ve yargı erklerinin dinsel olan veya olduğu
söylenen ilkelere göre düzenlenmediği siyasal örgütlenme biçimi olarak siyasal
otoritenin, emredici yaptırım gücünü dinden almaması, meşruluğunu dine
dayandırmaması. ... Devletin çeşitli dinler arasında taraf olmaması ve ayrıcalık
gözetmemesi, din işleri ile devlet işlerinin ayrı kabul edilmesi”98ni gerektirir. Bu

94
CANATAN, loc.cit., s. 31.
95
DEMİR - ACAR, op. cit., s. 315.
96
ERDOĞAN, “Sekülerizm, Laiklik ve Din”, s. 190.
97
ibid., s. 190.
98
DEMİR - ACAR, op. cit., s. 227.

22
anlamda lâisizm, “sekül[e]rizmin siyasal çerçevesi”99 olarak kabul edilebilir. Daha
açık bir ifadeyle, “Laiklik, sekülerleşme veya sekülerizmden farklı olarak, sosyolojik
değil, fakat yalnızca siyasal-hukuki bir ilkedir. Gerçekten, laiklik toplumun veya
toplumsal bir durumun niteliği olmayıp, bir siyasal örgütlenme biçiminin –genellikle
modern ulus-devletlerin- bir ilkesi veya niteliğidir. Keza laiklik felsefi veya metafizik
bir doktrin de değildir; o bireyler için bir dünya görüşü veya ontolojik ve etik bir
sistem özelliği taşımaz. Bu nedenle, laikliğin normativitesi bireysel alanı
ilgilendirmez, sosyolojik gerçeklik de laikliğin normativitesinden bağımsızdır. Bu ilke
sadece, siyasal toplumun örgütlenmesine yol gösterebilir.”100
Ancak, söz konusu sistemin bir ideoloji halini almasına dikkat çeken bazı
yazarlara göre, lâiklikten farklı bir tutum olarak, lâisizm din karşıtı bir ideoloji olup,
tek tanrılı dinlerin mensupları tarafından kabul edilmesi mümkün değildir.101 Bazı
İslamî kimlikli yazarların yanı sıra102 MARDİN de, devlet tarafından araç değil
amaç haline getirilen lâiklik uygulamalarının zamanla yerleşen bir ideoloji halini
alabileceğini vurgular.103
Bugün lâik sisteme sahip devletlerin özellikle siyasî ve hukukî yapılarına
baktığımızda, farklı anlayışlarla karşılaşmak olasıdır. “Fransa’nın durumu bir yana
konulacak olursa, bütün batılı devletler, çeşitli derecelerde olmak üzere, din ve

99
ibid., s. 227.
100
ERDOĞAN, “Sekülerizm, Laiklik ve Din”, s. 184.
101
Bir yazara göre, “Laikleşme politik ve entelektüel bir program olarak kabul edilip tüm dünya
görüşünün temeli durumuna geldiğinde, insan ve toplum yaşamında dinsel inancın ya da din
kurumlarının herhangi bir biçimde rol almasına aktif olarak karşı gelen bir ideoloji halini
aldığında, bu, laisizm olarak adlandırılır. Laikleşme sürecinin dinsel inançtan bağımsız olduğu
söylense de ..., ve laiklik inançlı kişilerce kabul görse ya da kınansa da, laisizm dine kayıtsız değil,
bütünüyle karşıdır. Laisizm ideolojisini savunanlar, dini gelişmeye engel, bağnazlık kaynağı,
uyutucu, belirsizlik içinde bir sığınak, ve karşı gelinmesi, ezilmesi ve yok edilmesi gereken bir
insan zayıflığı olarak görürler.” MICHEL, Thomas S. J., “Laisizme Katolik Bir Bakış”, (Çev.
ŞENGEÇ, Deniz), Cogito, Laiklik Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994,
s. 102.
102
ÖZDENÖREN, Rasim, “Laiklik İdeoloji mi? (Laikliğin Türkiye’de Günümüz Kesitinden
Görünüşü)”, Journal of Islamic Research, İslâm ve Lâiklik Sorunu Özel Sayısı, Vol. VIII, No. 3-4,
Summary-Autumn 1995, ss. 202.
103
MARDİN, Şerif, “Religion As Ideology”, AÜSBFD., Prof. Dr. Yavuz Abadan’a Armağan,
Ankara, 1969, ss. 195 vd.

23
dinlere bir mevki vermektedirler.”104 “Bir bakıma laikliğin beşiği sayılan
Fransa’da uygulanan laiklik, Fransız Devrimi’ni izleyen yıllardaki militan ve din
düşmanı laiklik anlayışından sonra, devlet ve kilisenin birbirinden ayrıldığı, dinin
kamu işi olarak, din adamlarının da devlet memuru olarak kabul edilmediği, devletin
resmî bir dininin bulunmadığı, kamu düzeniyle ilgili sınırlandırmalar dışında her
türlü ibadet ve törenlerin serbest olduğu, hiçbir dine bütçeden para ayrılmadığı,
devletin bütün dinlere eşit mesafede durduğu, dinsel örgütlenmenin serbest olduğu
bir laiklik sistemidir. Dikkat edilirse Fransız laiklik sistemi daha çok hukuksal ve
siyasal alana önem veren bir laikliktir.”105
Fransa’da lâik devlet düşüncesi, 1789 Fransız Devrimi’nin felsefi
temellerinden beslenmiştir.106 Ancak, 1789 Devrimi ile ortaya çıkan çatışma, din
yandaşları ve din karşıtları arasında geçmemiştir.107 Katolik dininin ahlâk
kurallarının siyasal iktidar yoluyla sosyal açıdan zorla kabul ettirilmesini isteyen ve
modern toplum fikirleriyle uzlaşmak istemeyenlerle, bu tavrı reddeden ve Fransız
Devrimi’nin değerlerine vurgu yapan Katolikler arasında geçen bu çatışma, barışçı
bir çözüm yolu olarak bulunan lâiklikle kısmen çözülmüş, 1905’de din işleri ile
devletin ayrılması sonucu kurumlaşmaya başlamış ve 1946 Anayasası ile lâiklik
anayasal bir kurum haline gelmiştir.108
Bazı düşünürlere göre, “nasıl ki Fransa’da özgürlük, dinden özgürlük

104
GRIC, “Devlet ve Din (Etat et Religion)”, (Fransızca aslından Çev. HATİBOĞLU, M. S.),
Journal of Islamic Research, Vol. III, No. 3, July 1989, ss. 102-114 (GRIC.: Groupe de
Recherches Islamo-Chrétien: (İslâm-Hıristiyan Araştırmaları Topluluğu)), s. 103.
105
DURSUN, loc.cit., s. 99.
106
BURRY, John, Düşünce Özgürlüğünün Tarihi, (Çev. BARTU, Durul), Erdini Yay., İstanbul,
1978, s. 107-109.
107
XIX. yy. Fransası’nda Katoliklerin oranı % 97,5 idi ve ateistlerin oranı ise oldukça azdı. Bu
durumda ortada “tek bir Fransa” mevcut olup, aslında karşısında kendisiyle çatışabilecek güçlü
bir rakip olmadığı halde, otoriter siyaset anlayışıyla kendine rakip yaratmıştı. BAUBÉROT, Jean,
“Fransa’da Laiklik:Tarihçesi ve Güncel Durum”, (Çev. ÇINARLI, İnci Yahşi), Din-Devlet
İlişkileri ve Türkiye’de Din Hizmetlerinin Yeniden Yapılanması Uluslararası Sempozyumu, (26-
27 Mart 1996, İstanbul), Cem Vakfı Yay., İstanbul, 1998, s. 72.
108
BAUBÉROT, loc.cit., ss. 72-73. Ayrıntılı bilgi için bkz. ibid., ss. 73-76.

24
olarak anlaşılmıştır; ABD’de özgürlük, dinin özgürleşmesi olarak anlaşılmıştır.”109
Gerçekten, “Fransa’daki laiklik uygulamaları, ABD’den oldukça farklılık arz eder.
Laik Fransız devleti, sadece din ve vicdan hürriyetini tanımakla yetinmez, devletin
dürtüleri arasında sadece dünyevi olanların bulunabileceğini ve devletin dini
kurallardan esinlenemeyeceğini kabul eder.”110 Nitekim, “A.B.D. yargı
organlarının dinin kamusal yaşamın dışında tutulması gerektiği hükmüne karşın sivil
toplumda bu konuda farklı kanılara bölünülmüş olduğu, kimilerinin bu seküler
tutumu dinsel özgürlüğün bir ihlali olarak gördüğü gözlemlenmektedir.”111 Buna
karşın, “... kilise-devlet arasında bir siyasi güç mücadelesinin verilmiş ve ayrışmanın
sağlanması üzerinden asırlar geçmiş olmasına karşın bir bakıma hala Katolik
Kilise’nin gölgesini üzerinde hisseden Fransa örneğinde ise laiklik konusunda
ABD.’ye nazaran daha katı bir yorum yeğlenmektedir.”112
Seküler sisteme sahip ülkelerdeki uygulamalara oranla daha katı bir din-
devlet ayrımına giden Fransa’da, Conseil d’Etat düzenleyici ve din-devlet ilişkilerini
uzlaştırıcı bir işlevi yerine getirmektedir. Bir taraftan, kamu düzeninin gerekleri ve
ibadet özgürlüğü arasındaki dengeyi sağlamaya çalışırken; diğer taraftan tüm
bireylerin inanç özgürlüğü ile lâiklik ilkesinin kontrolünde, 1789 Bildirgesi ile
belirlenen “dinî düşünce özgürlüğü” ve “lâik devlet” ilkeleri çerçevesinde ve tam bir
dinî eşitlikle, tüm bireylerin hakları arasında düzenleyici bir işlevi yerine getirir.
Böylece Conseil d’Etat, İdarenin, inananların özgürlüğü pahasına, inanmayanlar
üzerinde çeşitli baskı ve tedirginliklere yol açmamasını sağlamak amacıyla çok
dikkatli davranmaktadır.113

109
ERDOĞAN, Mustafa, “İslâm’ı Yok Sayarsanız”, Din Projesi, Laiklik ve Din-Devlet İlişkileri
Üzerine Röportaj, Altınoluk, S. 166, Aralık 1999, s. 14.
110
GÜRAN, Kemal, “Türkiye’deki Uygulamalar Açısından Din ve Vicdan Hürriyeti ile Dini
Hizmetlerin Görülmesindeki Sınırlar ve Görevler”, Din ve Vicdan Hürriyeti Sempozyumu,
Aydınlar Ocağı Yay., Özal Matbaası, İstanbul 1991, s. 70.
111
TARHANLI, İştar B., Müslüman Toplum “Laik” Devlet, Türkiye”de Diyanet İşleri Başkanlığı,
(Doktora Tezi), İ.Ü.-SBE., Afa Yay., İstanbul, 1993, s. 153.
112
ibid., s. 153.
113
GAZIER, François – GENTOT, Michel – GENEVOIS, Bruno, “1789 İlke ve Düşüncelerinin,
Anayasa Konseyi ve Conseil D’Etat Kararlarına Etkisi”, (Çev. ERKUT, Celâl), İHİD., Fransız
Devriminin 200. Yılı Özel Sayısı, Y. 10., 1989, S. 1-3., s. 95. Conseil d’Etat, bu bağlamda; 25
Temmuz 1939’da, dinî bir kuruluşta öğrenci olan kişinin ilkokul öğretmeni olarak atamasının

25
Fransız lâiklik sistemi, yalnız Amerika’dan değil, diğer batı ülkelerinden
de farklı özellikler taşımaktadır. Nitekim, “İngiltere de laik bir yapıya sahip olmakla
birlikte Anglikan Kilisesi, devletin resmî kilisesidir ve devletin başı olan Kraliçe,
aynı zamanda kilisenin de başıdır. Benzer şekilde İsveç, Danimarka, Norveç,
Portekiz ve İtalya gibi ülkelerdeki laiklik sistemleri Fransa’dakinden farklı özellik
göstermektedir ve bu ülkelerde devletlerin resmî dinleri mevcuttur. Genel bir özellik
olarak bu ülkelerdeki laiklik, daha çok entellektüel ve toplumsal düzeyde kendini
gösteren bir yapı şeklinde belirmektedir.”114 Diğer bir deyişle, “bu ülkelerin –
Meksika ve bir ölçüde Fransa istisna olmak üzere- hiç birinde laiklik devletin dine
egemenliği anlamına gelmemektedir.”115
Bazı yazarlar ise, Fransız tutumunun aslında lâik bir tutum olmadığını
ileri sürmektedirler. Buna göre, Fransız modeli, yalnızca taassubu değil, gerçekte din
olgusunu hedef kabul eden bir modeldir. Daha açık bir deyişle, “lâik” değil, “lâikçi”
bir modeldir.116 Bu sebeple, sekülerizmi ve lâisizmi gerçek anlamıyla ele alamayan

yapılmamasına dair işlemi; 9 Temmuz 1943’de, otellerde kalan yolcuların kimliklerinin saptandığı
fişlere ayrıca hangi dinden olduklarını açıklama zorunluluğunu getiren bir valilik kararnamesini; 8
Aralık 1948’de, dinî görüşleri dolayısıyla bir asistanın çalışma ruhsatının geri alınmasına dair
işlemi; 28 Mayıs 1954’te, Ulusal Yöneticilik Okulu sınavlarına katılmak için yapılan başvuruların,
taşınılan siyasî düşünceden dolayı reddedilmesine dair işlemi; 1 Ekim 1954’de, siyasî görüşleri
dolayısıyla, bir akademi müfettişinin yetkilerinin geri alınmasına dair işlemi; 5 Haziran 1987’de,
sayım dolayısıyla, kişilerin dinî görüşlerini de soran bilgilendirme fişlerinin düzenlenmesine dair
işlemi, dinî kanaatleri açıklama özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmiştir. ibid. ss. 94-
95.
114
DURSUN, loc.cit., s. 99.
115
ERDOĞAN, “Sekülerizm, Laiklik ve Din”, s. 190.
116
VERGİN, loc.cit., s. 14.; SELÇUK, Sami, Yargıtay Başkanı’nın 1999-2000 Adlî Yılı Açılışında
Yaptığı Konuşmanın Tam Metni, (6 Eylül 1999, Pazartesi), Demokrasi Manifestosu ve Yeni Bir
Anayasa Önerisi, Aktüel Eki, İstanbul, 1999, s. 31 vd. Oldukça farklı değerlendirmelere konu olan
söz konusu konuşmanın eleştirisi için bkz. IŞIKLI, Alpaslan, “Cumhuriyet ve Laiklik (Yargıtay
Başkanı Sami Selçuk’un Açış Konuşması Üzerine)”, Mülkiye Dergisi, AÜSBF.’nin Kuruluşunun
140. Yıldönümü Armağanı, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yay., C. XXIII., S. 219., Kasım-Aralık
1999, ss. 71-84. Ayrıca krş. ÜREL, Hasan, “Yargıtay Başkanı’nın Açış Konuşması Üzerine...
Meşruluk, Yansız Devlet, Cumhuriyet ve Demokrasi, Laiklik”, Açık Sayfa, S. 32., Kasım 1999,
Mart Matbaacılık, ss. 24-25.; BEKTAŞ, Mehdi, “Yargıtay Başkanının Adli Yılı Açış Konuşması
Üzerine Bir Değerlendirme”, Ank.BD., Y. 56., S. 4., 1999, ss. 61-68. Tüm bunlardan çıkan

26
Türk lâisizmi tepeden inmeci bir anlayışa sahip olup, bu yüzden lâiklik ilkesinin
uygulamaları toplumsal gerginliklere yol açmaktadır.117
Avrupa’da geçmiş yıllarda Fransa dışında lâikliği lâisizm olarak
yorumlayıp uygulayan başka bir ülke olmadığından söz edilmektedir. Ancak, son
gelişmeler ışığında yapılan yeni değerlendirmelerde, son yıllarda Fransız lâikçiliği de
yumuşayarak lâikliğe doğru adım atmakta ve hatta Amerikan tarzı lâiklik anlayışına
(sekülerizm) daha çok benzemeye başlamakta olduğu ileri sürülmektedir.118
Türkiye’deki lâiklik anlayışı ve uygulamaları büyük ölçüde Fransız
uygulamasından esinlenmiştir. Bunun yanı sıra, Türkiye’deki lâiklik anlayışının
farklı özelliği, devletin, dinî faaliyetleri ve kurumları devamlı surette kontrol altında
tutmak istemesidir.119 Hatta bu açıdan bakıldığında devletin lâik değil, dini kendine
bağlı sayan bir model olduğu iddiasında bulunan bir yazar şunları ifade eder:
“Bu laiklik değil. Ama şu anlamda laiklik var Türkiye’de: Hukuk dinden
bağımsız olarak oluşturuluyor. Hatta bu anlamda aşırı bir laiklik olduğu bile
söylenebilir. Çünkü, yine evrensel anlayıştan farklı olarak, laikliğin devleti hukuku
oluşturmada dinden hiçbir şekilde etkilenmemesi olduğu zannediliyor ve öyle
uygulanıyor. Halbuki hukukun laik olması demek bir dini buyruğun devlet eliyle,
zorla topluma teşmil edilememesi, bunun hukuk kuralları haline getirilip farklı
inançlardaki olmak üzere herkese zorla uygulanmaması demektir. Yoksa laiklik
toplumda zaten kök salmış, etkili olan bir kısmı dini temelli olan ihtiyaçları, ilgileri
nazar-ı itibara almamak demek değildir. Toplumdaki bazı dini pratikler vardır ki

gerçek, Yargıtay Başkanı SELÇUK’un Fransız lâiklik anlayışını reddettiği ve ABD.’nin seküler
anlayışına daha yakın olduğudur. İDİZ, loc.cit., s. 6.
117
MERT, Nuray, Laiklik Tartışmasına Kavramsal Bir Bakış: Cumhuriyet Kurulurken Laik Düşünce,
1. Bs., Bağlam Yayınları, İstanbul, 1994, ss. 110-111., 123.
118
FIĞLALI, op.cit., s. 12., 15.; Ancak bu gelişme, hiç bir zaman, Fransa’nın kendine özgü
koşullarından kaynaklanan asıl farklılıkları ortadan kaldıramayacaktır. BAUBÉROT, loc.cit., s.
74.
119
DURSUN, loc.cit., ss. 99-100.; KIRCA, Coşkun, “Türk Usulü Laiklik”, Milliyet, 7.3.1990, s. 9.,
sü. 7-8. ÖKTEM’e göre, Fransa’da olduğu gibi, Türkiye’de de, din ve devletin birbirinden
ayrılması, devletin üstünlüğü ile sonuçlanmıştır. ÖKTEM, Niyazi, “Din-Devlet İlişkilerinde
Sosyal Olgu-Hukuk İkilemi”, Din-Devlet İlişkileri ve Türkiye’de Din Hizmetlerinin Yeniden
Yapılanması Uluslararası Sempozyumu, (26-27 Mart 1996, İstanbul), Cem Vakfı Yay., İstanbul,
1998, s. 81.

27
onları devlet zaten nazar-ı itibara almak zorundadır. Veya din özgürlüğünün
kullanımı, devletin bu kullanımı kolaylaştıracak bir biçimde hukuki düzenleme
yapmasını gerektirebilir. Mesela laiklik, Türkiye’de değil, herhangi bir demokratik
hukuk devletinde mesai saatlerinin dindarların dini inançlarının gereklerini yerine
getirmelerine imkan verecek şekilde düzenlenmesini gerektirir. Dini birtakım
ritüeller, bayramlar, törenler devlet tarafından da tanınabilir. Mesela bizde
tanınmıştır. Dini bayramlar resmi tatil ilan edilmiştir. Bu dini bir düzenlemedir. Bu
laikliğe aykırı mıdır? Değildir. Bizdeki model devletin dini kontrol ettiği bir model.
... Bu açıdan dinin devletin denetiminin dışına çıkması gerekiyor. ... [D]inin devlet
tarafından tanımlanmaması, yönlendirilmemesi gerekiyor. Dinin devletten
özgürleştirilmesi gerekir.”120
Bu açıdan bakıldığında, bazı yazarlar, Türkiye’nin yarı-lâik bir ülke
olduğu kanaatindedirler. Çünkü Devlet, dini kontrol altında tutma bahanesi ile
Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB.)’na genel idare içinde yer veren, devlet okullarında
din eğitimi ve öğretimi yapan, Kur’an kurslarındaki eğitim ve öğretimi destekleyen
bir karaktere sahiptir. Tutarlı ve gerçekçi bir lâikliğin oturtulabilmesi için, Devletin
kontrol ve desteklerine son vermesi, doğacak boşluğun ise sivil toplum örgütleri
tarafından doldurulması gerektiği ileri sürülmektedir.121 Türk lâikliği hakkındaki
yorumları değerlendiren bir başka yazara göre, “Türkiye Cumhuriyeti, egemenliğin
kaynağı açısından laik; devlet örgütlenmesi açısından teokratik; dini yönlendirme
açısından laikçi bir devlettir.”122 Hatta bazı yazarlara göre, Türkiye hiçbir şekilde
lâik bir ülke değildir.123

B) SEKÜLERİZM VE ÖRNEK ÜLKE: AMERİKA BİRLEŞİK


DEVLETLERİ

Sekülerizmin Türkçe karşılığı “dünyevileşme, sekülerleşme,

120
ERDOĞAN, “İslâm’ı Yok Sayarsanız”, s. 14.
121
BORATAV, Korkut, “Lâiklik Nedir, Ne Değildir?”, Cumhuriyet, 6.3.1990, s. 6., sü. 1-8.;
BELGE, Murat, “Lâiklik Nedir, Ne Değildir?”, Cumhuriyet, 7.3.1990, s. 6., sü. 1-8.
122
SELÇUK, Yargıtay Başkanı’nın 1999-2000 Adlî Yılı Açılışında ..., s. 35.
123
ATEŞ, Bünyamin, T.C. Lâik Bir Ülke Değildir, 1.Bs., Yeni Asya Yay., Ankara, 1987, passim.

28
beşerileşme”124 olarak verilebilir. Kavram, laisizmden farklı olarak, “dinsel olan
veya dinsellik atfedilen bütün değer ve ilkeleri bireysel ve toplumsal yaşamın dışına
iten, sadece bu dünyayı yaşanabilir kabul edip, öte dünyadan ilişkisini koparma
temeline dayalı insanmerkezci düşünme ve yaşama biçimi. Semavi olanla bağların
koparılması ideolojisi; insanı kendi kendine yeter kabul etme felsefesi”125 olarak
tanımlanmaktadır. Dolayısıyla, insan merkezci bakış açısına sahip olduğundan,
sekülerizm, “doğası itibariyle dışsal olup, herhangi bir verili dine göre kendini
örgütlemiş bir Cemaatin ‘Ruhani Yönetiminin’ dogmatikleşmiş vechelerini ortadan
kaldırmak amacıyla konulmuş bireysel şerh(-ler)dir.”126
Sekülerizm sürecini bazı yazarlar din dışı (irreligious) olmaktan ziyade
dinden yoksunlaşma (unreligious) olarak tanımlamaktadırlar.127 Böylece sekülerlik
dinden arınmayı, sekülerizm ise bu arınmanın cereyan ettiği süreci ifade eder. Din ile
sekülerizm ilişkisine gelince, “din getirdiği Tevhid ilkesi ile parçalardan
bütünselliğe doğru bir amaç taşırken, sekülerizm ise tam ters yönde bir süreç
izler.”128 Sekülerizmin Batıda geçirdiği süreci özetlemek gerekirse, “[a]sıl seküler
olan dinin meşruiyetini sorgulayan din (Katolik Kilisesi), rakibi Protestanlık
tarafından yenilgiye uğratıldı. Bu müthiş olayda dine (Katoliklik) karşı din
(Protestanlık) savaştı ve fakat bu savaştan seküler olan (Kapitalizm) galip çıktı.”129
Bir görüşe göre, sekülerizm lâisizmden daha ileri bir aşamadır. Buna
göre, “[l]aiklik aşamasında önce devlet dinden, daha doğrusu ruhban sınıfının
vesayetinden kurtulmuştur. Zaman içinde giderek hukuk, eğitim, devlet yönetimi vb.
alanlarda skolastik bilginin yerini akla ve bilime, deneye-gözleme dayalı pozitif

124
DEMİR - ACAR, op. cit., s. 314.
125
ibid., s. 314.
126
ALTINDAL, Aytunç, Üç İsa, (İngilizce’den Çev. ÖZBUDUN, Sibel), Anahtar Kitaplar Yayınevi,
İstanbul, 1993, s. 47. Yazar, eserinde, kendi dinsel cemaatinin dogmatik değerlerinin dışına
çıkmak suretiyle sekülerleşme olgusunun tarihsel ve dinsel kökenlerini irdelemektedir. Özellikle
Hıristiyanlık- sekülerizm ilişkisi için bkz. ibid., s. 47 vd.
127
ARSLAN, Abdurrahman, “Sekülerizm; Akleden Kalbin Parçalanışı”, Bilgi ve Hikmet, İslâm ve
Protestanlık sayısı, Bahar 1993, S. 2., s. 11.
128
ibid., s. 11.
129
BULAÇ, Ali, “Modernite’nin Seküler Sitesinde Kutsala, Hayata ve Tarihe Dönüş”, Bilgi ve
Hikmet, İslâm ve Protestanlık Sayısı, Bahar 1993, S. 2., s. 25.

29
bilimler almıştır. Bu arada, sadece ruhban sınıfının değil, devleti yönetenlerin de
toplum üzerindeki baskısı hafiflemiş, toplum giderek sivilleşmiştir. (secularisme)
Sonuçta birey, hem din adamlarının baskısından (laisizmle) ve hem de devlet
despotizminden (secularismle) kurtulmuş, bireyin özgürlüğüne yönelik insan hakları
ön plana çıkarak, bu gelişmenin sonucunda, çağdaş demokrasiler doğmuştur.”130
Ancak bu tür bir değerlendirmeye katılmak mümkün değildir. Söz konusu iki anlayış
birbirini izleyen iki aşama olmadığı, birbirinden farklı toplumlarda din-devlet
ayrılığına ilişkin olarak ortaya çıkan anlayış farklılıklarından kaynaklanan tercihleri
ve uygulamaları yansıttığı kanaatindeyiz.
Siyaset bilimcilerin büyük kısmının paylaştığı kanıya göre, sekülerizm
süreci ilerledikçe, dinin toplumdaki etkisi azalmaktadır.131 Ancak, bazı
sosyologların da ileri sürdüğü gibi, konuya Amerika Birleşik Devletleri açısından
bakıldığında, özellikle yaygın olan Protestanlığın seküler anlayışla sıkı bir sosyolojik
bağa ve oldukça uyumlu temellere sahip olmasından dolayı, “Amerika’da
dinsellikteki artış, sekülerizasyonun ‘gerilemesi’; sekülerizasyonun ilerleyen
sonuçları da dinin ‘disfonksiyonel’ hale gelmesiyle sonuçlanmamaktadır.”132
“Amerika’da laiklik, devlet organlarının dini esaslardan esinlenmemesi anlamına
gelmemiştir. Özellikle din ve mezheplerin üzerinde mutabık oldukları konular ve
değer ölçüleri, kaynağının dini olduğu açıkça ilan edilerek Amerikan devlet
organlarının dürtüleri arasında yer alabilmiştir. Çünkü laikliğin bu şekilde
anlaşılması, çoğunluğu Protestan ve Hıristiyan olan göçmenler arasında devletin
taraf tutması anlamına gelmiyordu.”133
Bir görüşe göre, başta Fransa olmak üzere birçok Batı ülkesinin aksine,
“Amerika Birleşik Devletlerinde laikliğin kurumsal bir gereği olarak din-devlet
ayrılığı siyasette din karşıtı bir tutuma yol açmamış, aksine gerek anayasal ve yasal
düzenlemeler gerekse siyasi-idari pratik açısından dine sempatik sayılabilecek bir

130
ÇİVİ, “İslam Dini Avrupa Birliği’ne Girmeye Engel mi? ...”, s. 73.
131
MARTY, loc.cit., s.156.
132
SARIBAY, Ali Yaşar, “Protestanlık ve Sekülerizasyon”, Bilgi ve Hikmet, İslâm ve Protestanlık
Sayısı, Bahar 1993, S. 2., s. 89. Amerika’da sekülerizmin gelişim süreci ve din olgusu ile ilişkisi
konusunda daha fazla bilgi için bkz. ibid., s. 86. vd.
133
GÜRAN, loc.cit., s. 70.

30
bakış egemen olmuştur.”134
Seküler sisteme sahip ülkelerde bir kısım düzenlemelerin dinden
kaynaklanması veya dinî unsurlar taşıması, lâik ülkelere göre daha yaygındır.
Örneğin, ABD.’de başkanın göreve başlama töreni, İncil okunarak ve papazların
duasıyla başlar ve tüm yeminler de İncil üzerine yapılır. İngiltere’de de benzer bir
durum mevcuttur.135 Öte yandan, “ABD’de bağnaz Hıristiyan kiliseler baskı grubu
olarak sosyal yaşamda büyük işlevler yüklenmişlerdir. Dine dayalı baskı grupları
büyük politik atılımlar yaparak, zaman zaman illegal işlere dahi girmektedirler. Aile
yaşamı ABD’de kilise yaşamı etrafında biçimlenmekte; toplantılar, okullar [ve]
üniversitelerde rahiplerin duasıyla açılmakta, ayinlerle devlet okullarında diploma
törenleri yapılmakta, futbol maçlarında bile taraftarı piskoposlar
kutsamaktadır.”136
Din karşısında tarafsızlık ve dinle ilgilenmeme ilkesini benimseyen
lâisizmin aksine, sekülerizmde, dine aşırı önem vermemek kaydıyla dinle ilgilenme
ve vatandaşın dinî ibadetine yardımcı olma ilkesi yerleşmiştir. Nitekim, ABD.
eyaletlerinin birinde, bir ilkokulun duvarına çizilen ve Hz. İsa’nın doğuşunu temsil
eden resimle ilgili olarak Eyalet Mahkemesi’nin lâikliğe aykırılık kararı vermesinden
sonra, konu Federal Yüksek Mahkeme’ye intikal etmiş ve Mahkeme, “[sekülerizm,]
devletin din karşısında tarafsız olması demek değildir. Vatandaşına dinî ibadette
yardımcı olması demektir.”137 gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
Sonuç olarak, LOCKE’cu ilkeleri esas alan kuruluş döneminden itibaren
Amerikan seküler siyasetinin temelini138, dinin devlet karşısındaki özerkliği ve din
özgürlüklerinin saygıya ve korunmaya değer olduğu anlayışı şekillendirmiştir.
“Denebilir ki, Fransız Cumhuriyetçiliğinin esası nasıl ki ‘dinden özgürleşme’
olmuşsa, Amerikan Cumhuriyetçiliğinin temellerinden biri de ‘dinin özgürleşmesi’

134
ERDOĞAN, “Sekülerizm, Laiklik ve Din”, s. 190.
135
AKSAY, op.cit., s. 278.
136
ÖKTEM, “İnsan Hakları”, s. 727.
137
AKSAY, op.cit.,ss. 223-224.
138
Amerikan siyasetinde sekülerizasyonun etkisi hakkında bkz. KELLY, George Armstrong, “Faith,
Freedom, and Disenchanment: Politics and the American Religious Consciousness ”, Dædalus:
Journal of the American Academy of Arts and Sciences, Religion Issue, Winter 1982, Vol. 111.,
No. 1., s. 141. vd.

31
olmuştur.”139
Amerikan sosyal bilimcilere göre, seküler paradigma, bazı iç çelişkilerine
sahiptir. Bunun yanı sıra, dinî akımların yükselişi sonucu, devletin dine bakış açısı da
değişime uğramaya başlamış ve din özgürlüğüne getirilen sınırlamalar, geçmiş
yıllara oranla nispeten belirginleşmeye başlamıştır.140
Seküler yaşam çerçevesinde Amerikan devlet sisteminin, ateizm,
panteizm, evrensel dinler ve Amerikan halkının çoğunluğunun dinî inancını ifade
eden Hıristiyanlık mezheplerine bakış açısı141 dikkate alındığında, Amerikan
sekülerizminin, özellikle din özgürlüğü açısından tutumunun maksimum çoğulculuk
ilkesine dayandığını ileri sürmek mümkündür.142 ABD.’deki din özgürlüğünün
çerçevesi geniş olup, dinsel örgütlenmelere minimum müdahale ilkesi
benimsenmiştir. Bu nedenle Katolikliğin en çok yayılma alanı bulduğu ülke de
ABD.’dir. Devlet dinden çekinmek ve sürekli müdahale etme yerine, dinle
ilgilenmeme politikasını benimsemiştir.143
Amerikan sosyolog MARTY ise, Amerikan toplumunda sergilenen
sekülerizmin, bir yaşam biçimi olarak, kapsamlı dindarlık ve ısrarlı seküler tutumun
bir arada dengeli yaşama politikasını güttüğünü vurgulamaktadır.144 Söz konusu
açıdan bakıldığında ABD., bazı din sosyologlarına göre, din ve devlet olgularının en
ideal biçimde uzlaştırıldığı ülke olarak değerlendirilmektedir.145
ABD., son yıllarda, diğer insan hakları alanlarında olduğu gibi, din
özgürlüğü alanında da global ölçekte koruyuculuk rolünü üstlenmeye yönelik
girişimlerde bulunmaktadır; bu bağlamda ABD, 1993 yılında “Dinsel Özgürlükler

139
ERDOĞAN, “Sekülerizm, Laiklik ve Din”, s. 190.
140
Amerika’da seküler paradigmanın sorgulanması hakkında bkz. MARTY, Martin E., “Religion in
America Since Mid-Century”, Dædalus: Journal of the American Academy of Arts and Sciences,
Religion Issue, Winter 1982, Vol. 111., No. 1., ss. 152-153.
141
DUPRÉ, Louis, “Spiritual Life in a Secular Age”, Dædalus: Journal of the American Academy of
Arts and Sciences, Religion Issue, Winter 1982, Vol. 111., No. 1., s. 27. vd.
142
MARTY, loc.cit., s. 157.
143
TOCQUEVILLE, Alex, Amerika’da Demokrasi, (Çev. SEZAL, İhsan – DİLBER, Fatoş), Yetkin
Yay., Ankara, 1994, s. 132.
144
MARTY, loc.cit., s. 152., 157.
145
MARTIN, David, “The Secularisation Issue: Prospect and Retrospect”, British Journal of
Sociology, Vol. XLII., 1991., ss. 470-471.

32
Yasası”nı kabul ettikten sonra, 1998 yılında “Uluslararası Dinsel Özgürlükler
Yasası”nı yürürlüğe koymuştur. 1998 tarihli yasanın gereği olarak Robert Sieple146
adlı gezgin bir büyükelçi atayan ABD. yönetimi, özellikle ABD.’deki Müslümanların
hakları başta olmak üzere, dünyadaki din özgürlüğü ihlâllerini her yıl rapor olarak
dünya kamuoyuna sunmaktadır.147
Tezimizin giriş kısmına, din-devlet ayrılığına ilişkin farklı iki tercih
açısından genel bir değerlendirme yapan görüşle son verelim:
“Dünyanın bütün ülkelerinde sosyal bir olgu olması nedeniyle tam bir
laik devlet yoktur. Devlet her zaman için din işlerine karışır. Din işlerine karışan
devlet, ne kadar özgürlükçü, hoşgörülü olsa da çoğunluğun dinsel eğilimi yanında
yer alır. Her devlette, her zaman ayrıcalıklı bir din veya mezhep bulunur. Değişik
ulus ve dinlerden meydana gelmeleri nedeniyle ABD’de belki tam bir laik düzenden
söz edilebilir ama, orada da eyaletten eyalete durum değişmektedir. Çoğunluk hangi
mezhebe mensupsa o eyalette ister istemez, çoğunluğun mezhebi ayrıcalıklı hale
gelmektedir.”148

146
Sieple, ABD.’nin resmî yayın kuruluşu olan USIA.’ya 30 Haziran 1999 tarihinde verdiği demeçte
şunları ifade etmektedir: “Dünyada evrensel vicdan özgürlüğünü ciddi biçimde ihlal eden ülkeler
bulunmaktadır. Artık Amerika’da bunları asal olarak kamuoyuna duyurmamızı sağlayan bir
yönergemiz var.” İDİZ, Semih, “Amerika Bu Kez ‘Din Özgürlüğü’ne El Attı”, Hürriyet, Pazar
Eki, 12 Eylül 1999. s. 6.
147
İDİZ, loc.cit., s. 6.
148
ÖKTEM, “Din-Devlet İlişkilerinde Sosyal Olgu-Hukuk İkilemi”, s. 81.

33
BİRİNCİ BÖLÜM

1982 ANAYASASI VE TÜRK ANAYASA MAHKEMESİ


İLE İNSAN HAKLARI AVRUPA SÖZLEŞMESİ KARAR
ORGANLARINDA LÂİKLİK VE DİN-VİCDAN
ÖZGÜRLÜĞÜ İLİŞKİSİ

34
I.ÇAĞDAŞ ANAYASALARDA DİN-DEVLET İLİŞKİSİ VE TÜRKİYE

A) ANAYASAL YAKLAŞIM FARKLILIKLARI

Devletlerin birçoğu din-devlet ilişkisi bağlamındaki tercihlerini


anayasalarına yansıtmışlardır. Ancak, şu da bir gerçektir ki, anayasal ve yasal
düzenlemelerin yanı sıra, söz konusu kuralların uygulanması da önemlidir.149
Çağdaş anayasalarda din-devlet ilişkisinin düzenlenişi açısından birbirinden farklı
kategorilere rastlanmaktadır.150 Ancak biz burada ayrıntıya girmek yerine, ana
hatlarıyla din-devlet birliği ve ayrılığına yer veren anayasalar ayrımı çerçevesinde
örnekler vermeyi tercih ediyoruz.

1)DİN-DEVLET BİRLİĞİNE DAYANAN ANAYASALAR

Modern anlamda yazılı bir anayasaya sahip bulunmayan ve geleneksel


anayasa anlayışı hakim olan İngiltere’de Kral ve Kraliçe Anglikan Kilisesinin
koruması altındadır. County okulları ile özel okullardaki dersler, bütün öğrencilerin
hazır bulunduğu toplu bir dinî âyin ile başlar. III. Henry’nin Büyük Hattı’nın 1.
maddesi “İşbu hat ile evvelâ, ilahi emirlere uyarak İngiltere Kilisesinin hür olmasını
ve hiçbir engele uğramaksızın bütün haklarından ve hürriyetlerinden yararlanmasını
kendi namımıza ve ilanihaye varislerimiz namına teyid ettik.”151 ifadesine yer verir.
Halen yürürlükte olan Act of Settlement’e göre, “Kraliyet tahtına gelecek olan her
kimse, kanunen müesses İngiliz Kilisesi mezhebine riayetkâr olacaktır.”152
İsveç, Norveç ve Danimarka’da, Lutherci Kilise, milli kilisedir. Kral
olmak için söz konusu kiliseye mensup olmak zorunludur. Kilisenin dinsel
konseylerinin, ülkenin dinsel sorun ve yönetimleri üzerinde söz hakkı vardır. Dinsel

149
DİNÇKOL, Bihterin (Vural), 1982 Anayasası Çerçevesinde ve Anayasa Mahkemesi Kararlarında
Laiklik, (Doktora Tezi), Kazancı Hukuk Yay., İstanbul, 1992, s. 42-43.
150
Din-devlet ilişkisi açısından çağdaş anayasalarda yer alan hükümlerin ayrıntılı sınıflandırması için
bkz. ARMAĞAN, Servet, “Dünya Devletleri Anayasalarında Laiklik Prensibinin Düzenlenişi”,
Yeni Türkiye, İnsan Hakları Özel Sayısı, Y. 4., S. 22., C. II., Temmuz-Ağustos 1998, ss. 732-741.
151
AKSAY, op.cit., s. 225.
152
ibid., s. 225.

35
eğitim tamamen kilisenin tekelinde olup, diğer dinsel görüşlere söz hakkı
tanınmaz.153
9 Haziran 1953 tarihli Danimarka Anayasası md. 4.’e göre, “ ‘Englise
Evangélique Lutheriénne’ devletin millî kilisesi olup, bu sıfatla devletten yardım
görür.”154 Yine md. 6. hükmüne göre, Kral, söz konusu kiliseye mensup olmak
zorundadır.155
Anayasa dışında, yasal düzenlemeler açısından bakıldığında,
Evangelikan Lutherien Kilisesi’ne mensup olmayanlar, İsveç’te bakan olamazlar, din
öğretiminde görev alamazlar, resmî dinle ilgili konularda hâkimlik yapamaz ve
memur ise mütalâa veremezler.156 Norveç’te resmî din olan İncil’i Luther dinine
mensup olmayanlar, Devlet kilisesine ait müzakere ve kararlara iştirak
edemezler.157
27 Aralık 1947 tarihli İtalyan Cumhuriyet Anayasası md. 7/1’e göre,
“Devlet ve Katolik Kilisesi, kendi aralarında bağımsız ve egemendirler.”158 2. f.
hükmüne göre, “aralarındaki ilişkiler, Latran andlaşmalarına göre düzenlenir. İki
tarafın kabul ettiği andlaşma değişiklikleri, Anayasanın değiştirilmesi usulüne tabi

153
DİNÇKOL, op.cit., s. 43., dp. 227.
154
ARSEL, İlhan, “9 Haziran 1953 Tarihli Danimarka Kraliyeti Esas Teşkilat Kanunu”, AÜHFD.,
C. X., S. 1-4., 1953, s. 770. Ancak, yine md. 65/2.’ye göre, “[c]eza adaleti laik azanın iştirakiyle
icra edilecektir.” ibid., s. 780.; Ayrıca bkz. AKSAY, op.cit., s. 226. Evangelism, Hıristiyan sağı
olup, bireyden yola çıkarak aile ve sivil toplumu esas alan ve politik boyutu oldukça zayıf olan bir
harekettir. Fundamentalizm ile ortak noktası, lâikliği tüm kötülüklerin kaynağı olarak görmeleridir.
Onlara göre, lâik hümanizma insanı Tanrı’dan ayırmakta ve dine düşmanca davranmaktadır. Bu
nedenle Evangelistler, kutsal metinlerin sözüne sıkı sıkıya bağlılık ilkesini benimserler. Bkz.
ESEN, Kâzım, “Din ve Siyaset Kavşağında İrtica”, Polis Dergisi, Y. 4., 1998, S. 14., Emniyet
Genel Müdürlüğü Yay., s. 17.
155
ARSEL, “9 Haziran 1953 Tarihli Danimarka...”, s. 770.
156
AKSAY, op.cit., s. 228.
157
ibid., s. 229.
158
GÜRBÜZ, Yaşar, Anayasalar, Filiz Kitabevi, Özlem Kardeşler Matbaası, İstanbul, 1981, s. 130.
Anayasa’nın 7. md. hükmü, fiili durumla uyumlu bir hüküm getirmiştir. Bu ilke, İtalyan halkının
büyük çoğunluk itibariyle Katolik olduğu düşüncesine dayanır. AMBROSINI, Gaspare, “Yeni
İtalyan Anayasasının Tahlili”, (Çev. ERGİNAY, Akif), AD., Y. 45., 1954, S. 9., s. 1120.
ERGİNAY, Akif (Çev.), “İtalya Cumhuriyeti Anayasası”, AÜHFD., C. VIII., S. 1-2., 1951, s.
778; GİRİTLİ, “İtalya da Laik mi?”, s. 2.

36
değildir.”159 Laterano Antlaşması md. 1.’e göre, “Apostolik ve Romen [K]atolik
dini devletin yegane dinidir.”160
Kolombiya Anayasası’nın Giriş kısmı, “Tüm otoritenin en yüce kaynağı
adına”161 ifadesi ile başlar birçok maddesinde din-devlet birliğine ilişkin hükümler
getirir.162
Finlandiya’da resmî dine mensup olmayanlar, söz konusu kiliselerin din
adamlarını ilgilendiren kanunların görüşülmesine katılamazlar.163 Yine İrlanda
Anayasası’nın 8 md. hükmüne göre, iktidarın kaynağı, kutsal otorite olan
Tanrı’dır.164
16 Temmuz 1945 tarihli İspanya Anayasası’nın 6. md.’sine göre,
“İspanya devletinin dini olan [K]atolik dinine mensup olma ve merasimi ifa etme
resmi himayeye mazhardır. Hiç kimse dinî inanışlarından ve dinini özel olarak icra
etmekten endişeye sevk edilemez. Katolik dininden başka dinlerin, harici tezahür ve
merasimlerde bulunmaları yasaktır.”165
Lâtin Amerika ve İskandinav ülkelerinin anayasalarında da din-devlet
birliğine ilişkin hükümler mevcuttur.166
Halklarının büyük çoğunluğu Müslüman olduğu için, İslâm ülkeleri
anayasalarının birçoğu, dinsel kökenli hükümler taşımaktadır.167
Suudî Arabistan, dünyada modern anlamda anayasaya sahip olmayan on
ülkeden biri olup, Anayasası Kuran’dır.168

159
GÜRBÜZ, op.cit., s. 130.
160
AKSAY, op.cit., s. 226.
161
GÜRBÜZ, op.cit., s. 435.
162
Bkz. md. 44/2. GÜRBÜZ, op.cit., s. 444.; md. 53/1-2-3. ibid., s. 445-446.; md. 54. ibid., s. 446.;
md. 116. ibid., s. 464.
163
AKSAY, op.cit., s. 229.
164
ÖKTEM, “Din-Devlet İlişkilerinde Sosyal Olgu-Hukuk İkilemi”, s. 80
165
AKSAY, op.cit., s. 225.; FIĞLALI, op.cit., s. 12.
166
FIĞLALI, op.cit., s. 12.
167
ARMAĞAN, Servet, “Günümüzde Bazı Müslüman Devlet Anayasaları ve Tipik Özellikleri”, Prof.
Dr. Erdoğan Moroğlu’na 65. Yaş Günü Armağanı, Yayına Haz. İÜHF., Beta Yay., Ekim 1999, s.
1092.
168
DİNÇKOL, op.cit., s. 52. Suudi Arabistan, aynı zamanda, İslâm ülkeleri içinde yazılı bir
anayasaya sahip olmayan tek ülkedir. ARMAĞAN, “Günümüzde Bazı Müslüman Devlet

37
Hemen her maddesinde İslâm dininin izlerini taşıyan ve hatta Başlangıç
kısmında İslâmî devrimden söz eden, 15 Kasım 1979 tarihli İran İslâm Cumhuriyeti
Anayasası’nın 12. md. hükmü şu şekildedir: “İran’ın resmi dini İslam ve Ca’feri-i
isna aşeri mezhebidir ve bu madde sonsuza değin değiştirilemez.”169
11 Kasım 1972 tarihli Kuveyt Anayasası “Bismillahirrahmanirrahim”
sözüyle başlar ve 2. md. şu hükme yer verir: “Devlet dini İslâmdır. İslâm şeriatı
yasamanın ana kaynağıdır.”170
12 Mart 1973 tarihli Suriye Arap Cumhuriyeti Anayasası md. 3’te
devletin resmî dininin İslâm olduğunu belirttikten sonra, şu hükme yer verir: “İslâm
Fıkhı yas[a]manın ana kaynaklar[ın]dan biridir.”171
27 Haziran 1976 tarihli Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti
Anayasası md. 4.’e göre, “Devlet dini İslâmdır. Cumhuriyet herkesin düşünce, inanç
ve serbest ibadetine saygıyı güvence altına alır.”172
Diğer Müslüman ülke anayasalarında173 ve geçici anayasalarında174 da
benzer hükümler mevcuttur; devletin resmî dininin İslâm olduğu belirtilmiş, ancak
din-vicdan özgürlüğünü güvenceye almaya yönelik bazı hükümler de konmuştur.

Anayasaları ve ...”, s. 1087.


169
ARMAĞAN, “Günümüzde Bazı Müslüman Devlet Anayasaları ve ...”, s. 1092.; DİNÇKOL,
op.cit., s. 50.
170
ARMAĞAN, Servet (Çev.), “11 Kasım 1972 Tarihli Küveyt Devleti Anayasası”, MHAD., Yeni
Seri, Y. 6., S. 9., 1972, s. 180.
171
ARMAĞAN, Servet (Çev.), “Suriye Arap Cumhuriyeti Daimi Anayasası”, Prof. Dr. Hüseyin Nail
Kubalı’ya Armağan, İÜHF. Yay., İstanbul, 1974, s. 141.
172
BEYGO, Taner – ÇAĞLAR, Bakır (Çev.), “10 Eylül 1963 Tarihli Cezayir Demokratik Halk
Cumhuriyeti Anayasası”, MHAD., İstanbul Üniversitesi Mukayeseli Hukuk Enstitüsü Yay., Yeni
Seri, Y. 4., S. 6., 1970, s. 258.
173
Libya Anayasası md. 2. ARMAĞAN, “Günümüzde Bazı Müslüman Devlet Anayasaları ve ...”, s.
1092.; Irak Anayasası md. 4. ibid., s. 1092.; 1973 tarihli Pakistan İslam Cumhuriyeti Anayasası
md. 2. DİNÇKOL, op.cit., s. 53.; 11 Aralık 1957 tarihli Malezya Federal Anayasası md. 3/1. ibid.,
s. 54.; 25 Temmuz 1957 tarihli Tunus Cumhuriyeti Anayasası md. 1. ibid., s. 55.; Fas Anayasası,
ibid., s. 54.
174
Libya Arap Cumhuriyeti Anayasası md. 2. in ARMAĞAN, Servet (Çev.), “11 Aralık 1969 Tarihli
Libya Arab Cumhuriyeti Geçici Anayasası”, MHAD., Yeni Seri, Y. 5., S. 7., 1971, s. 270.; Irak
Arap Cumhuriyeti Anayasası md. 19/a. in ARMAĞAN, Servet (Çev.), “16 Temmuz 1970 Tarihli
Irak Arab Cumhuriyeti Geçici Anayasası”, MHAD., Yeni Seri, Y. 5., S. 8., 1971, s. 205.

38
Bu ülkelerin bir çoğunun anayasalarında, İslâm fıkhı yasamanın ana
kaynağı olarak kabul edilmektedir.175
Arap ülkelerinden İsrail’in 17 Şubat 1949 tarihli İsrail Anayasası’nın
giriş bölümünden başlayarak görülen en önemli husus, “bütün siyasi işlerini ve
hedeflerini dinî inançlarıyla tam bir kaynaşma ve bütünlük içine getirdikleridir.
Bütün siyasi düşüncelerini, eylemlerini ve hedeflerini belirleyen dinî düşünceleridir.
Onun içindir ki, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen Yahudilerin çoğunluğunun
konuştuğu dil İngilizce olmasına rağmen, resmi dil olarak, Tevrat’ın tarihi dili olan
İbranice’yi kabul etmişlerdir.”176
İsrail’de din ve siyasetin nasıl iç içe girdiğini ve adeta bütünleştiğini
görmek için, İsrail Anayasası’nın giriş bölümünü alalım: “Biz, İsrail Milleti, Yüce
Tanrı’ya bizi sürgünün sıkıntılarından kurtardığı ve eski vatanımıza kavuşturduğu
için tevazu ile teşekkür ederek, sürgündeki nesillerin ... milletin manevi
geleneklerinin muhafazası için katlandıkları kahramanca fedakarlıkları hatırlayarak,
Filistin’de kalarak orada Yahudi yerleşmesini yüzyıllar boyunca devam ettirenleri ...
yüceliyerek; ülkemizi İsrail Peygamberinin barış ve adalet ideallerine uygun olarak
yeniden inşaya, (...) azmetmiş olarak, aşağıda yazılı anayasayı kabul ederiz: ...”177
Yine İsrail Anayasası’na göre,
“...İsrail’de gelecekte kabul edilecek kanunlar, Yahudi Hukukunun temel
prensiplerinden ilham alacaktır.”
...Cumartesileri (Sabbath) ve kutsal Yahudi günleri istirahat ve manevi
yükseliş günleridir. memleket kanunlarında böyle kabul edilirler.”178
17 Aralık 1992 tarihinde İsrail millî meclisi Knesset tarafından kabul
edilen ve İsrail’in yeni anayasası olan Temel Yasası’nın 1. md. hükmü de, yine din-
devlet birliğini açıkça belirtir.179
1 Ocak 1952 tarihli Yunanistan Anayasası, “kutsal, aynı cevherden

175
1973 tarihli Demokratik Sudan Cumhuriyeti Anayasası md. 9. DİNÇKOL, op.cit., s. 54.; Mısır
Anayasası, ibid., s. 56.
176
AKSAY, op.cit., s. 229. İsrail Anayasası’nın tam metni için bkz. TAPLAMACIOĞLU, M.
Nevzat, “İsrail Devletinin Anayasası”, AD., Y. 42., Temmuz 1951, S. 7., ss. 1096-1102.
177
ibid., s. 230.
178
ibid., s. 230.
179
GÖZLER, Anayasa Hukuku Dersleri, s. 136.

39
gelme ve taksim edilemez (Trinite) adına Helenler Parlamentosu şu hususları
kararlaştırmıştır.” ifadesiyle başladıktan sonra, md. 1.’e göre, “Yunanistan’ın
müesses dini İsa’nın Doğu Ort[o]doks Kilisesi dinidir...”180 Dolayısıyla Yunanistan
tam bir din devletidir.
Lâtin Amerika ülkelerinin birçoğunun anayasasında da, Roman Katolik
Kilisesi, devletin resmî kilisesi olarak tanınmaktadır. Örneğin, 7 Kasım 1949 tarihli
Costa Rica Anayasası’nın 76. md. hükmünde, Apostolik Roman Katolik dininin
devletin resmî dini olduğundan söz edilir.181 Diğer bazı Lâtin Amerika ülkelerinin
anayasalarında da benzer hükümler mevcuttur.182

2)DİN-DEVLET AYRILIĞINA DAYANAN ANAYASALAR

17 Eylül 1787 tarihli ABD. Anayasası’na 15 Aralık 1791 tarihinde


eklenen 1. ek md. hükmüne göre, “Kongre, bir din kuran veya bir dinin gereklerinin
serbestçe yerine getirilmesini yasaklayan ... hiç bir yasa çıkaramaz.”183
4 Ekim 1958 tarihli Fransız Cumhuriyet Anayasası’nın Başlangıç
kısmında belirtildiği gibi, “Fransız halkı, 1789 Bildirisi ile saptanmış ve 1946
Anayasasının başlangıcı ile doğrulanıp tamamlanmış biçimleriyle, insan haklarına ...
bağlılığını açıkça ilân eder.”184 Dolayısıyla, Fransız Anayasası, 1789 Bildirisi’nin
ortaya koyduğu şekliyle din ve vicdan özgürlüğünü benimsemektedir. Diğer taraftan,
md. 2/1’e göre, “Fransa bölünmez, lâik, demokratik ve sosyal bir Cumhuriyettir.
Cumhuriyet, ... din farkı gözetmeksizin tüm yurttaşların yasa önünde eşitliğini
sağlar; tüm inançlara saygı gösterir.”185

180
ibid., s. 224.
181
BURGENTHAL, Thomas – SHELTON, Dinah, Protecting Human Rights in Americas (Cases
and Materials), 4th Edition, International Institute of Human Rights Publication, Strasbourg, 1995,
s. 398.
182
25 Ağustos 1967 tarihli Paraguay Anayasası md. 72. BURGENTHAL - SHELTON, op.cit., s.
393.; 5 Eylül 1965 tarihli Guatemala Anayasası md. 67. ibid., s. 394. 1957 Arjantin Anayasası md.
20. ibid., s. 388.
183
GÜRBÜZ, op.cit., s. 36.; TANİLLİ, op.cit.,s . 41.
184
ibid., s. 106.
185
ibid., s. 106.

40
23 Mayıs 1949 tarihli Federal Alman Cumhuriyeti Anayasası’nın
Başlangıç kısmı, “Tanrı ve insanlar karşısındaki sorumluluğunun bilincinde olan, ...
Alman halkı ... Anayasasını kabul etmiştir.”186 diye başlar. 4/1. md. hükmüne göre,
“din ve inanç hürriyeti ile dini ve felsefi inanç hürriyetine dokunulamaz.”187 Aynı
maddenin 3. f. hükmüne göre, “hiç kimse, savaş zamanında inancına aykırı olarak,
silâhlı hizmete zorlanamaz.”188
29 Mayıs 1874 tarihli İsviçre Federal Anayasası 49. md. hükmü de, yine
dine ve devletin ayrılığını ortaya koymaktadır.189
26 Nisan 1947 tarihli Japon Anayasası md. 20’ye göre, “[h]içbir dinî
teşkilât devletten imtiyaz alamaz ve siyasî bir selâhiyet kullanamaz. ... Devlet veya
diğer amme organları dinî eğitimden veya herhangi diğer bir dinî faaliyetten
kaçınmak mecburiyetindedirler.”190
10 Ocak 1993 tarihli Çek Cumhuriyeti Anayasası md. 2/1’de devlet
erkinin kaynağının bizzat halk olduğundan söz edilmektedir ki, bu ve diğer
hükümlerden çıkan sonuç, din-devlet ayrılığına yer verildiğidir.191
12 Aralık 1993 tarihli Rusya Federasyonu Anayasası md. 14/1.’e göre,
“Rusya Federasyonu laik bir devlettir. Devlet himayesinde veya vesayetinde hiçbir
din kurumsallaştırılamaz.”192

186
ibid., s. 46.; TANİLLİ, Anayasalar, s. 512.; AKSAY, op.cit., s. 226.
187
GÜRBÜZ, op.cit., s. 47.
188
ibid., s. 47.
189
PEKİN, Hüseyin, “İsviçre Yüksek Mahkemesinin Türban Kararı”, Manisa Barosu Dergisi, Y. 7.,
S. 65., Nisan 1998, s. 49.; DİNÇKOL, op.cit., s. 47. Ancak, eklemek gerekir ki, 2 Mart 1980
tarihinde halk ve İsviçre Kantonları, büyük bir çoğunlukla, devlet ve Kilisenin tamamen
ayrılmasına ilişkin bir halk teklifini (initiative populaire) reddetmiştir. Halihazırda yalnızca iki
kanton (1907’den beri Cenevre ve 1941’den beri Neuchatel) devlet ile Kilisenin belli oranda
ayrılmasını gerçekleştirmiştir. AUER, Andreas, “İsviçre’de Devlet ile Kilisenin Ayrılması”, (Çev.
BATUM, Süheyl), Günümüzde Yargı, Haziran 1980, S. 50., s. 6.
190
ERGİNAY, Akif (Çev.), “Yeni Japon Anayasası”, AÜHFD., C. VII., S. 1-2., 1950, s. 497.
191
COŞAR, V. Ahsen, “Üçüncü Bin Yılın Eşiğinde İki Yeni Anayasa: Çek Cumhuriyeti ve Rusya
Federasyonu Anayasaları”, Av. Dr. Faruk Erem’e Armağan, TBB. Yayını, Afşaroğlu Matbaası,
Ankara 1999, s. 112. Çek Cumhuriyeti Anayasası’nın tam metni için bkz. ibid., ss. 111-144.
192
COŞAR, loc.cit., s. 150. Yine aynı maddenin 2. f. hükmüne göre, “[d]inî kuruluşlar, devletten
ayrıdırlar ve yasa önünde eşittirler.” ibid., s. 150. Rusya Federasyonu Anayasası’nın tam metni

41
29 Ekim 1946 tarihli Hessen Anayasası md. 48/3.’te “[d]evlet dini
yoktur” hükmüne yer verdikten sonra, md. 50/2.’de “Kilise, dinî veya dünya görüş
toplulukları devlet gibi diğer tarafın işlerine müdahaleden sakınmalıdır.”193
demektedir.
Eski Sosyalist devletler anayasalarının tümü, din-devlet ayrılığına ilişkin
hükümler taşımaktadır.
9 Haziran 1948 tarihli Çekoslovakya Anayasası md. 15. ve 16. din-
vicdan özgürlüğünün yanı sıra, dinin topluma müdahale edemeyeceğini öngörür.194
Macaristan Halkçı Cumhuriyeti Anayasası 54/2. md., “[v]icdan hürriyetinin
menfaati namına, Macaristan Halkçı Cumhuriyeti kiliseyi devletten ayırmıştır.”195
hükmünü taşır. Diğer ülke anayasalarında da benzer hükümler mevcuttur.
7 Ekim 1977 tarihli Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Anayasası
md. 52/2’ye göre, “SSCB’de kilise devletten, okul da kiliseden ayrılmıştır.”196
Yugoslavya Federal Sosyalist Cumhuriyeti Anayasası md. 174/2. “Dinsel
topluluklar devletten ayrı olacak ve dinsel ... hizmetlerini yerine getirmekte özgür
olacaklardır.”197
5 Mart 1978 tarihli Çin Halk Cumhuriyeti Anayasası md. 46.
“vatandaşlar, bir dine inanma özgürlüğünü ve bir dine inanmama ve tanrı
tanımazlığı yayma özgürlüğünü kullanırlar.”198
Diğer eski Sosyalist devletler anayasalarında yer alan benzer hükümler
de, dinin toplum yaşamına müdahalesini reddeden bir anlayışı yansıtmaktadır.199
Orta Asya Cumhuriyetlerinde de din-devlet ayrılığının büyük ölçüde
benimsendiği görülmektedir. 12 Kasım 1995 tarihli Azerbaycan Anayasası md.

için bkz. COŞAR, loc.cit., ss. 145-203.


193
ABADAN, Nermin (Çev.), “Hessen Anayasası”, AÜHFD., C. VI., S. 2-4., 1949, s. 440.
194
ARSEL, İlhan (Çev.), “9 Haziran 1948 Tarihli Çekoslovak Anayasası”, AÜHFD., C. VII., S. 3-4.,
1950, s. 644.
195
ESEN, Bülent Nuri (Çev.), “Macaristan Halkçı Cumhuriyeti Anayasası”, AÜHFD., C. VII., S. 1-
2., 1951, s. 775. Anayasa’nın tam metni için bkz. ibid., ss. 765-776.
196
GÜRBÜZ, op.cit., s. 203.
197
ibid., s. 319.
198
ibid., s. 185.
199
Arnavutluk, Bulgaristan, Polonya, Romanya et.al ... DİNÇKOL, op.cit., s. 45., dp. 244.

42
7/1.’e göre, Azerbaycan devleti, “demokratiq, hukuqi, dünyavi, üniter Cumhuriyet
...”200 niteliğini taşır.201 18 Mayıs 1992 tarihli Türkmenistan Anayasası’nın 1/1.
md. hükmü de benzer bir hüküm getirir: “Türkmenistan, demokratik ve lâik hukuk
devletidir.”202 Din-devlet ayrılığına yer veren diğer ülke anayasaları203nda da
benzer hükümler mevcuttur.

B) 1982 ANAYASASI VE İNSAN HAKLARI AVRUPA


SÖZLEŞMESİ ÇERÇEVESİNDE LÂİKLİK VE DİN-VİCDAN
ÖZGÜRLÜĞÜNÜN HUKUKSAL REJİMİ

1) GENEL ÇERÇEVESİ

a) 1982 Anayasası’nda

Batı kökenli dillerden dilimize giren lâiklik kavramının anlamı belirgin


olmadığı iddiasıyla, üzerinde yoğun tartışmalar bulunmaktadır. Bazı yazarlar, ilkenin
içeriğinin yanı sıra isminin de Batı tarafından Türkiye başta olmak üzere İslâm

200
Azerbaycan Respublikasının Qanunvericilik Toplusu, No: 1., Azerbaycan Respublikası
Prezidentinin Neşri, Bakü, 31 İyul [Temmuz] 1997, s. 11. Ayrıca, md. 18/1.’e göre din, devletten
ayrıdır. ibid., s. 12. Lâiklik, Azerbaycan Anayasası’nın 1/1. md. hükmünden başka, Başlangıç
kısmında ve 18/3. md. hükümlerinde de “Dünyavilik” olarak ifade edilmektedir. Md. 155.’e göre,
devletin dünyevi olduğuna dair hükmü de kapsamak üzere, bazı maddelerin değiştirilmesi ve
ayrıca III. fasılda yer verilen temel insan ve vatandaş hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılması
hakkındaki teklifler oylamaya konamaz. ibid., s. 45.
201
Konu ile ilgili diğer hükümler için bkz. md. 18. Azerbaycan Respublikasının Qanunvericilik
Toplusu, s. 12.; md. 47/3. ibid., s. 18.; md. 48. ibid., s. 18.
202
TERZİOĞLU, Süleyman Sırrı (Türkmence’den Çev.), Türkmenistan Anayasası ve Türkmenistan
Mevzuatından Metinler, Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı Yayınları, T.C. Dışişleri Bakanlığı,
(b.y. yok), Ocak 1999, s. 3. Ancak orijinal metinde ise, “seküler” anlamına gelecek biçimde,
“...dünÿewi döwlet...” ifadesi kullanılmaktadır. (ibid., s. 4.). Ayrıca bkz. md. 17. ibid., s. 11.; md.
26. ibid., s. 13.
203
26 Kasım 1949 tarihli Hint Anayasası, md. 25-28. ABADAN, Yavuz (Çev.), “Yeni Hint
Anayasası”, AÜHFD., C. VIII., S. 1-2., 1951, ss. 248-249.; Hollanda Anayasası, DİNÇKOL,
op.cit., s. 45.; Belçika Anayasası, ibid., s. 45.

43
ülkelerine dayatıldığı kanaatindedirler.204 Bu bağlamda DEMİRKOL, dilimize
daha uygun düşen “düny[e]vilik” kelimesinin kullanılması gerektiğini ileri
sürmektedir.205 Hatta aynı yazara göre, lâikliğe Anayasa’da yer verilmese dahi,
devlet dinsizliğe dönüşmeyeceği gibi, teokratik yapıya da dayanacağı anlamına
gelmeyeceğinden, devletin lâik niteliği bozulmaz.206
Bazı yazarlar ise, Anayasa’daki “lâiklik” kavramının kaldırılarak, yerine
“tölerans (hoşgörü)” kavramının konmasını önermekte ve bunun geleneksel kültürle
oldukça barışık bir yapıya ve anlama da sahip olduğunu ileri sürmektedirler.207
Ancak, vurgulamak gerekir ki, söz konusu kavramın içeriği belirgin olmayıp,
suiistimale elverişlidir.208 Diğer taraftan, hoşgörü ilkesi, değil lâiklik ilkesinin, onun

204
AYDIN, Mustafa, “Dinin Dünyevileşme Sorunu, Protestanlık ve İslâm”, Bilgi ve Hikmet, İslâm ve
Protestanlık Sayısı, Bahar 1993, S. 2., s. 53.
205
DEMİRKOL, Ferman, “Laiklik mi, Dünyavilik mi?”, Türk Hukuk Dergisi, Türk Hukuk Enstitüsü
Yayını, Y. 4., S. 38., s. 11. Yazara göre, bireysel veya toplumsal açıdan bakıldığında, iman, ibadet
ve muamelat olmak üzere, dinin üç boyutu bulunmaktadır. Madem ki Tanrıya göre insanların
düşünce ve hareketleri, yani dinin üçüncü boyutu önemliyse o zaman dinin üçüncü boyutunu ifade
edecek olan kelime de “dünyavilik” olmalıdır. Böylelikle, hiç olmazsa, kelime bir anlam ve
kazanır ve dinin devlet ile ilgisinin yalnızca bu dünyaya ait olduğu anlaşılır. Yani din, ahiret
pazarlığına konu olmaktan çıkarılarak, inanca yönelik dünyanın bu dünyadan yönetilemeyeceği
açıklıkla belirtilmiş olur. Hukuk yalnızca bu dünyadaki ilişkilerimizi düzenlediğine göre, devletin
dünyevi kalması doğaldır. bkz. ibid., s. 10-11.
206
Yazara göre, “Laiklik anayasada yok diye din devleti isteyenler devleti teokratik yapıya
dönüştüremezler. Çünkü devletin diğer niteliklerinden olan insan haklarına dayalı, geniş anlamda
Cumhuriyet ilkesi teokratik devleti getirmeye zaten engeldir. Dolayısıyla din devletini isteyenler
olsa olsa kendilerine devlet tarafından din hizmetinin sunulmasını isteyebilirler. Veya kamu
düzenini din yoluyla bozmadan kendilerine karışmamayı isteyebilirler. Bir dine dayalı devlet
isteyenler de, inananlar için devleti, baskı aracı veya dinsizlik aracı olarak kullanamazlar. Çünkü
laikliğin yer almadığı bir anayasa bu hakkı da vermez.” DEMİRKOL, loc.cit., s. 11. Ancak, bu
tür bir kanaate katılmak mümkün değildir.
207
ALTINDAL, Aytunç, “Laiklik Yerine Hoşgörü”, Günaydın, 13-16 Ocak 1995.
208
Nitekim, PAINE’in hoşgörü kavramı hakkındaki şu ifadeleri oldukça çarpıcıdır: “Hoşgörü,
hoşgörüsüzlüğün karşıtı değil, sahtesidir. İkisi de despotizmdir. Birisi vicdan özgürlüğünü
vermeme hakkının, diğeri de bunu ihsan etme hakkının kendinde olduğunu varsayar. Biri çalı ve
ateşle silahlanmış papazdır, diğeri de hoşgörü satan ya da ihsan eden papazdır. Birincisi kilise ve
devlet, ikincisi de kilise ve ticarettir.” PAINE, Thomas, İnsan Hakları, (Çev. SARICA, Hüseyin),
1. Bs., Belge Yay., İstanbul, 1985, s. 112.

44
bir boyutunu teşkil eden din ve vicdan özgürlüğünün dahi karşılığı olamayacağı
düşünüldüğü takdirde209, lâiklik ilkesinin yerine hoşgörü ilkesinin ikamesi, sorunu
çözmekten öte, ayrıca birtakım sakıncalı sonuçlara neden olabilecektir. AYM. de
1989/12 karar sayılı kararında, tek başına hoşgörü kavramının lâiklik ilkesinin
açıklanmasında yeterli olmadığı görüşüne yer vermektedir:
“Dinler doğaları gereği lâik değillerdir. Ancak lâikliğe karşı olmaları da
zorunlu değildir. Başka dinlere, dinsel inancı olmayanlara hoşgörüsü olanaklıdır
...”210 “Cumhuriyet, ulusal egemenliğin hukuksal biçimi olduğundan dinsel
olguların etkisi dışındadır. Teokratik devlet düzeni lâik olamaz ama dinlere
hoşgörülü bakabilir.”211
Doktrinde lâikliğin kısa tanımı yetersiz bulunup212, 1982 Anayasası
çerçevesinde lâikliğin unsurları sıralanır. Söz konusu unsurlar ve anayasal
dayanakları şunlardır:213
1)Din ve vicdan hürriyeti (Any. md. 24/1., 24/2.),
2)Resmî bir devlet dininin bulunmaması (Any. md. 24/3.),
3)Devletin, din ve mezhepleri ne olursa olsun, yurttaşlara eşit işlem
yapması (Any. md. 10.),
4)Devlet yönetiminin din kurallarına göre değil, toplum ihtiyaçlarına,
akla, bilime, hayatın gerçeklerine göre yürütülmesi; dinle devletin ayrılması (Any.
md. 24/5.),
5)Eğitimin lâik, akılcı ve çağdaş esaslara göre yapılması (Any. md. 42/3.

209
KABOĞLU’nun da haklı olarak vurguladığı üzere, “[d]in özgürlüğü, hoşgörü kavramıyla
karıştır[ı]lmamalıdır. Devletlerin din özgürlüğüne saygı gösterme ve bu alana müdahaleleri
sınırlama yükümlülüğü, aynı zamanda devlete, hoşgörü esprisine saygı yaratma ve bu anlayışın
gelişmesine katkıda bulunma yükümlülüğü getiren hükümlerle tamamlanmalıdır. Bu çerçevedeki
hükümler ise, konuya sadece hoşgörü açısından yaklaşımla değil, özgürlük açısından yaklaşımla
konabilir ancak. Din özgürlüğü, hoşgörüyü de kapsamına alır, fakat hoşgörü, kendi başına
özgürlük için yeterli değildir.” KABOĞLU, İbrahim Özden, Özgürlükler Hukuku: İnsan
Haklarının Hukuksal Yapısı Üzerine Bir Deneme, 3. Bs., Afa Yay., Özener Matbaası, İstanbul,
Mart 1993, s. 186., dp. 2.
210
AYM., K.T. 7.3.1989, E. 1989/1., K. 1989/12.; AYMKD., S. 25., s. 157.
211
a.k., s. 152.
212
ÖZEK, Devlet ve Din, s. 16.
213
KUTLU, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Lâiklik”, ss. 137-139.

45
Söz konusu husus Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği)’ın ve dolayısıyla lâikliğin
ayrılmaz bir parçasıdır.),
6)Din hizmetlerine yardım edilmesi ve destek sağlanması (Any. md.
136.) olarak sıralanabilir.
Temel norm açısından bakıldığında, başta başlangıç kısmı olmak üzere,
Anayasa’nın 2., 14., 24., 136. ve 174. md. hükümleri ve diğer ilgili hükümler
Devletin lâik siyasî ve hukukî düzenini sağlama ve korumaya yönelik hükümler olup,
lâiklik ilkesinin anayasal ayrıcalığa sahip olduğunun kanıtlarıdır.
Başlangıç kısmında, “... lâiklik ilkesinin gereği kutsal din duygularının,
Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı ...” vurgulanmaktadır.
1982 Anayasası’nın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2. md. hükmüne
göre, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.” Söz konusu
hükmü diğer ülke anayasalarının benzer hükümleriyle karşılaştırdığımızda, oldukça
ayrıntılı ve net bir düzenleme getirdiği görülmektedir. Ancak, bazı yazarlara göre, 2.
md. hükmünde sayılanlardan “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı”
deyimlerinin cumhuriyetin nitelikleri kapsamına girip girmediği konusu tartışmalı
olduğundan, cumhuriyetin nitelikleri ifadesinin diğer ifadelerle sınırlandırılması
gerekir.214
1982 Anayasası’nda önemli bazı değişikliklere yol açan 1995
değişiklikleri çerçevesinde siyasî partilerin 2. md. üzerindeki değişiklik önerilerini
incelediğimizde, birkaç husus dikkati çekmektedir. Öncelikle, hemen tüm siyasî
partilerin “insan haklarına saygılı devlet” deyimi yerine, 1961 Anayasası’nda
olduğu gibi, “insan haklarına dayanan devlet” deyiminin getirilmesini önerdikleri
dikkat çeker. Siyasî partiler arasında böyle bir konsensüse varılmış olmasına karşın,
söz konusu değişiklik teklifinin gerçekleşmemesi oldukça ilginçtir. Ayrıca tüm siyasî
partilerin, madde metninin kısaltılması ve başlangıç kısmına yapılan göndermenin
kaldırılması taraftarı oldukları görülmektedir. Ancak konumuz açısından dikkat
çeken en önemli husus, Refah Partisi’nin sunduğu değişiklik teklifiyle, Cumhuriyetin
temel niteliklerinden “lâik devlet”in; Halkın Emek Partisi’nin ise “millî devlet”in 2.

214
ONAR, Erdal, 1982 Anayasasında Anayasayı Değiştirme Sorunu, Ankara, 1993, s. 13.

46
md. metninden çıkarılmasını önermesidir.215 Bazı hukukçular ise, söz konusu 2. md.
metninde geçen “lâik” deyiminin sakıncalı olduğunu, bunu fark eden bazı ülkelerin
söz konusu deyimi anayasalarında kullanmaktan kaçınmış olduklarını
belirtmektedirler.216
Yine Anayasa’nın 4. md. hükmüne göre, Anayasa’nın 1., 2. ve 3. md.
hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Dikkat edilirse, 1982
Anayasası, 1961 Anayasası’nın 9. md. hükmünden farklı olarak, değiştirilemez
hükümleri artırmıştır.217 Bu bağlamda, Anayasa’nın söz konusu hükümleri, Türk
hukuk düzeninin temel değerleri olarak anlam kazanmaktadır.218
Anayasa’nın herhangi bir maddesinin deştirilmesi konusunda getirilen
yasaklama anlayışının ilk örneği, 1924 Anayasası’nın 102. md. hükmünde karşımıza
çıkar. 1924 Anayasası’nda her ne kadar devletin dinini belirleyen hükmün de
değiştirilmesine ilişkin yasaklama getirilmek istendi ise de, bu istek, çoğunluk
tarafından kabul görmedi.219 1961 Anayasası’nın 9. md. hükmü ise, yalnızca devlet
şeklinin değiştirilemeyeceğine ilişkin bir yasak getirmekteydi. Ancak, 1961 Anayasa

215
Any. 2. md. metni üzerinde siyasî partiler tarafından ortaya konan değişiklik önerileri hakkında
bkz. TBMM.’de Temsil Edilen Siyasi Partilerce TBMM. Başkanlığı’na Sunulan Anayasa
Değişikliği Konusundaki Görüş ve Öneriler, TBMM. Başkanlığı Yayını, TBMM. Basımevi,
Ankara 1993. Buna göre, Halkın Emek Partisi, “millî devlet” deyiminin madde metninden
çıkarılmasını teklif etmektedir. ibid., s. 53. vd. Refah Partisi’nin önerisinde ise, değişiklik
isteminin gerekçesinde, kendi deyimiyle, “Çağdaş anayasaların hiçbirinde –Fransa hariç- bu
kelimenin lüzumu görülmediğinden ...”, “lâik devlet” ifadesinin kaldırılması istenerek, madde
metninin şu şekilde değiştirilmesi teklif edilmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti, vatandaşlarına her türlü
baskıyı önleyen ve hizmeti esas alan, toplumun huzuru ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına
dayanan, millî, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.” Söz konusu siyasî parti, ikinci bir öneri
daha sunarak, “lâik devlet” deyimi kaldırılmadığı takdirde, madde metnine “lâikliğin anlamı 24.
madde ile açıklanmıştır.” hükmünün ilâve edilmesini önermektedir. ibid., s. 73.vd.
216
Bir yazar, vurguladığı sakıncayı gidermek için, İtalyan Anayasası’nın 7. md. hükmüne benzer bir
hüküm önermektedir: “Türkiye Cumhuriyeti ... Devlet ve Dinin ayrılığına dayanır.” Bkz.
GÖZÜBÜYÜK, Abdullah Pulat, “Devlet ve Din”, in Devlet Hukuku Meseleleri, 1. Bs., Kazancı
Hukuk Yay., İstanbul, 1980, s. 17.
217
GÖREN, Zafer, Anayasa ve Sorumluluk, 2. Bs., DEÜHF. Yayını, Ankara 1995, s. 37.
218
ibid., s. 37.
219
GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref – SEZGİN, Zekai, 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri,
Ankara, 1957, s. 462. vd.

47
tasarısının Temsilciler Meclisi’nde görüşülmesi sırasında, yasağın kapsamının
yalnızca devlet biçimiyle sınırlandırılmaması, cumhuriyetin nitelikleri konusunu da
kapsaması istendi ise de220, çoğunluk tarafından reddedildi.
Ancak AYM. 1970/31 karar sayılı kararında, 1961 Anayasası’nın söz
konusu hükmünü genişletici yoruma tabi tutmak suretiyle, cumhuriyetin niteliklerini
belirten 2. md. hükmünün değiştirilmesinin de söz konusu yasaklama kapsamına
girdiğini açıkladı.221
AYM., 1488 sayılı Anayasa Değişikliği hakkındaki kanundan önce,
anayasa değişikliklerinin esas bakımından da anayasaya uygunluk denetimine tabi
olması gerektiğini savunmuştur.222 Daha sonra, 1488 sayılı Anayasa Değişikliği
hakkındaki kanunun 147. md. gerekçesine rağmen AYM., 1961 Anayasası’nın 9. md.
hükmünü yorumlarken, değişme yasağı konusunda genişletici bir yorum tarzını
benimsemiş ve aynı yorumdan yola çıkarak bir çok anayasa hükmünü iptal
etmiştir.223 Nitekim, md. 138/4.’deki “ancak savaş halinde bu şart aranmaz”
kuralını224 denetlerken, 1961 Anayasası’nın 9. maddesindeki değişmezlik ilkesini

220
Bu konuda üyelerden Necip BİLGE şu ifadeleri kullanmaktadır: “... Sadece Devlet şeklinin
cumhuriyet olduğu hakkındaki hükmün değişmezliğinin ifade edilmesi yeterli değildir. ... Bugün
dünyanın en sağcısından en solcusuna kadar bütün diktatörlükleri, rejimlerinin cumhuriyet
olduğunu ifade ve ilân etmektedirler. ... Sadece, rejimin Cumhuriyet olduğunu ve bunun
değişmezliğini iddia, ... bizi diktatörlükten kurtarmaya yeter olmadığı kanaatindeyim. ... Ben
şahsen, sadece Cumhuriyetin değil; Cumhuriyetimizin vasıflarından olan demokratik ve lâik
olduğu şeklindeki prensibin de değişmezliği şeklinde bir hüküm konmasının daha uygun olacağı
kanaatindeyim. Bu suretle hakiki demokrasi muhafaza edilmiş olur.” bkz. ÖZTÜRK, Kâzım,
İzahlı, Gerekçeli, Anabelgeli ve Maddelere Göre Tasnifli Bütün Tutanakları ile Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası, C. II. (md. 1-75.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ajans-Türk
Matbaacılık, Ankara, 1966, s. 1208. Ayrıca, aynı konuda Anayasa Komisyonu sözcüsü Prof. Dr.
Muammer Aksoy’un farklı görüşleri için bkz. ibid., ss. 1209-1210.
221
AYM., K.T. 16.6.1970, E. 1970/1., K. 1970/31.; AYMKD., S. 8., s. 313-340.; R.G., T. 7.6.1971, S.
13855.
222
AYM., E. 1970/41., K. 1971/37.; AYMKD., S. 9., 1976, s. 429.; AYM., E. 1971/18., K. 1971/32.;
R.G., T. 14.4.1971, S. 13809.
223
ALDIKAÇTI’nın söz konusu anayasa değişikliklerini yorumladığı kısım için, “Anayasa
Mahkemesince İptal Edilen Anayasa Değişiklikleri: Anayasanın, Anayasa Mahkemesinde
‘Değiştirilmesi’: ...” başlığını kullanması oldukça dikkat çekicidir. ALDIKAÇTI, op.cit., s. 181.
224
AYM., E. 1973/19., K. 1975/87.; R.G., T. 26.2.1976, S. 15511.

48
yorumlamış ve Anayasa’nın koyduğu Devlet Sisteminin niteliğini belirlemede,
Başlangıç kısmında yer alan ilke ve kurallara da yollama yapmıştır. AYM. aynı
gerekçelerle md. 38.’de kamulaştırmada ödenecek karşılıkla ilgili 2. ve 3.
paragrafları225; md. 144.’deki YHK. ve md. 137.’de YSK. aleyhine başka mercilere
başvurulamayacağı kurallarını226 da iptal etmiş, ancak AYM.’nin söz konusu kararı,
doktrinde bazı sert eleştirilerle karşılaşmıştır.227
Bazı yazarlara göre, 1982 Anayasası’nın 4. md. hükmüne hakim olan
içerik ve amaç değiştirilmemek kaydıyla, söz konusu md. hükmünde öngörülen
değiştirme yasağının kapsamı genişletilebilir.228
Tüm bunlardan hareketle, Anayasa’nın kendi içindeki hiyerarşiden
dolayı, yasa koyucu Anayasa’da herhangi bir değişiklik yaparken veya yeni yasa
üretirken, lâiklik ilkesinin anayasal dayanakları olan; Başlangıç’ta sayılan temel
ilkeler, 2. md.’de yer verilen nitelikler, İnkılâp Kanunları’nın korunmasıyla ilgili 174
md. hükmü ve genel olarak Anayasa’nın temel felsefesiyle çatışmamak durumunda
olduğu sonucu çıkmaktadır.229 KABOĞLU, Anayasa’nın ve diğer bazı yasaların
lâiklikle yakından ilişkili hükümlerini “laiklik ilkesine ilişkin kurallar bloku”230
olarak adlandırmaktadır.

b) Genel olarak uluslararası belgelerde ve İnsan Hakları Avrupa


Sözleşmesi’nde

Uluslararası insan hakları hukuku açısından bakıldığında, din-vicdan

225
AYM., K.T. 21.10.1976, E. 1976/38., K. 1976/46.; R.G., T. 20.1.1977, S. 15825. (M.)
226
AYM., E. 1976/43., K. 1977/4.; R.G., T. 21.4.1977, S. 15916.; AYM., E. 1977/82., K. 1977/117.;
R.G., T. 14.1.1978, S. 16169.
227
DAL, Kemal, Türk Anayasa Hukuku, 3. Bs., Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Basımevi,
Ankara 1992, ss. 151-152.
228
ONAR, op.cit., s. 17. Konu hakkındaki farklı görüşler için bkz. ibid., ss. 17-21.
229
HAFIZOĞULLARI, Zeki, “Türk Hukuk Düzeninde İnsan Haklarını Kayıtlayan Hükümler”,
İnsan Hakları Merkezi Dergisi, AÜSBF.-İHM. Yayını, Ocak 1995, C. III., S. 1., s. 8. Hatta Bülent
ECEVİT, lâiklik ilkesini, “Cumhuriyet’in aşil topuğu” olarak nitelemektedir. Bkz. Cogito,
Laiklik Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994, Sunuş Kısmı, s. 11.
230
KABOĞLU, İbrahim Özden, Anayasa ve Toplum, 1. Bs., İmge Yay., İstanbul, Mayıs 2000, s.
185., sn. 7.

49
özgürlüğü, Birleşmiş Milletler231, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
(Teşkilâtı)232 ve diğer uluslararası oluşumlar tarafından düzenlenen233 belgelerin
yanı sıra, Avrupa Konseyi belgelerinde de yer almıştır.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi234, din ve vicdan özgürlüğüne 9.
md.’de yer vermektedir. Söz konusu maddeye göre:
“1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya
inanç değiştirme özgürlüğü ile açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve
tören yapmak suretiyle tek başına veya toplu olarak dinini ve inancını açıklama
özgürlüğünü de içerir.”
... 2. Din veya inancını açıklama özgürlüğü, demokratik bir toplumda
ancak kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın veya ahlakın ya da
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olan tedbirlerle ve
kanunla sınırlanabilir.”235
9. maddede “düşünce, vicdan ve din kelimeleri ile ifade edilen ‘değer’,
esasında, bir bütün olarak bireyin her türlü kanaat, inanç, görüş, felsefi öğreti vb.

231
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, md. 18.; Uluslararası Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi, md.
18.; Din veya İnanca Dayalı Olan Her Türlü Hoşgörüsüzlüğün ve Ayırımın Ortadan Kaldırılması
Hakkında Bildiri, md. 1., 22. et.al.
232
Helsinki Nihai Senedi, md. 1/a.; Viyana Belgesi, md. 11., 16., 17. et.al.
233
Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi, md. 12.; İnsanın Hakları ve Ödevleri Hakkında Amerikan
Bildirisi, md. 3.; İnsan ve Halkların Hakları Hakkında Afrika Şartı, md. 8. et.al.
234
4.11.1950 tarihinde Roma’da imzalanan Sözleşme, 1953’te yürürlüğe girmiştir. Asıl adı “İnsan
Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi” olan ve bazı kaynaklarda
kısaca “Sözleşme” olarak da zikredilen söz konusu metin için, doktrinde her ne kadar “Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi” ifadesi kullanılmakta ise de, bu tür bir adlandırma, sanki yalnızca
“Avrupanın İnsan Hakları”nı tanıyıp güvence altına alma amacı taşınıyormuş izlenimi
yaratmaktadır. Oysa, Sözleşme bölgesel nitelik taşımasına karşın, etkileri bu çerçeveyi aşmış
olduğundan dolayı, bu tür bir adlandırmayı tercih etmeyip; yaygın eğilimin aksine, aynen resmî
çeviride olduğu gibi, “İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi” biçimindeki adlandırmanın daha uygun
düşeceği kanısındayız. Sözleşme’nin resmî metni için bkz. R.G., T. 19.3.1954, S. 8662.; Düstur
III. Tertip, C. XXXV., s. 1568.; Ayrıca 3 ve 5 No.lu protokollerle getirilen değişiklikleri içeren
metin için bkz. KUZU, Burhan, Türk Anayasa Metinleri ve İlgili Mevzuat, 3. Bs., Filiz Kitabevi,
Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1997, ss. 766-778.
235
ibid., s. 769.

50
gibi fikir ve düşün dünyasında, iç âleminde yer alan ‘kanı’sıdır.”236
İlk fıkranın ilk cümlesinde her bireye genel bir hak tanınmıştır. Düşünce,
vicdan ve din özgürlüğüne sahip olma hakkı mutlak nitelikte olup, hiçbir sınırlamaya
tabi tutulamaz. Daha açık bir deyişle, ilk fıkra hükmü ikinci fıkra hükmünden
tamamen bağımsızdır ve sözleşmeci devletler söz konusu hakka mutlak biçimde
riayet etmekle yükümlüdürler. Sonuç olarak, birey istediği inanca sahip olabilecek ve
bunu açıklamaya hiçbir şekilde zorlanamayacaktır. Ancak, söz konusu hak, inancını
başkalarına açıklama hakkını da mutlak surette içermektedir.237 Bunun yanı sıra
birey inançları nedeniyle suçlanamayacak veya kınanamayacak, kendisine zorla veya
beyin yıkama ve fikir aşılama gibi özgür iradeyi etkileyen vasıtalarla belirli bir inanç
kabul ettirilemeyecek, mevcut inancından vazgeçirilmeye çalışılamayacaktır.
Fıkranın ikinci kısmında ise, söz konusu hakkın içeriği saptanmaktadır.
Sistematik biçimde ifade etmek gerekirse, söz konusu hak, sahip olduğu din veya
inancı istediği an değiştirebilmek, bireysel veya kolektif (özel veya alenî) olarak
açığa vurmak gibi alt kısımlara ayrılabilir.
Maddenin ikinci fıkrası ise, din veya inancı açığa vurma biçimlerine
getirilebilecek sınırlama hallerinin meşruluk şartlarını düzenler.
9. md.’de yer verilen ilkeler evrensel nitelikte değildir. Benzer hükümler,
insan haklarına ilişkin diğer belgelerde de yer almaktadır.238 9. md.’nin yazılış tarzı,
İHEB. 18. md. hükmünün yazılış tarzı ile hemen hemen aynıdır.239 Diğer taraftan,
Uluslar arası Medenî ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 18 .md. hükmü de esas olarak

236
GÖLCÜKLÜ, Feyyaz - GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve
Uygulaması, 2. Bs., Turhan Kitabevi, Ankara, Ekim 1996, s. 310., para. 607.
237
JACOBS, Francis G.- WHITE, Robin C.A., The European Convention of Human Rights, 2nd
Edition, Clarendon Paperbacks, Oxford University Press, 1996, s. 211.
238
GOMIAN, Donna - HARRIS, David, Düşünce, İnanç, Vicdan ve İfade Özgürlüğü (Freedom of
Thought, Conscience, Religion and Expression), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Yorum ve
İçtihatları, (İngilizce’den Çev. CENGİZ, Orhan Kemal), Kürdish Human Rights Project, Belge
Yay., İstanbul, Mayıs 1998, s. 21.
239
10 Aralık 1948’de New York’ta kabul edilen Bildirge’nin 18 .md. hükmüne göre, “Herkesin
düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, din veya inanç değiştirmek özgürlüğünü,
dinini veya inancını tek başına veya topluca, açık ya da özel olarak öğretim, uygulama, ibadet ve
törenlerle açığa vurmak özgürlüğünü içerir.” KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 735. Bildirge
için bkz. R.G., T. 27.5.1949, S. 7217.; Düstur, III. Tertip, C. XXX., s. 1020.

51
aynı ifade biçimini içermesine karşın, söz konusu hükmün 4. fıkrası, aynı zamanda 1
No.lu Ek Protokol’ün aile denetimine ilişkin hükmüyle paralellik taşır.240
Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü haklarının ilk ikisi, demokrasinin
gereği gibi işlemesinin ön koşulları olup, üçü birlikte bireye saygı düşüncesinin
temellerini oluştururlar. 9. md. hükmü, Sözleşme’de yer alan en az beş diğer madde
ile ilişkilidir. söz konusu ilişki, bazı md. hükümleriyle doğrudan, bazılarıyla ise
dolaylı bir bağ kurmaktadır.241
Strasbourg organları, 9. md. altında ortaya çıkan sorunları, 9. md.
hükmüyle benzer yapıya sahip bulunan 8., 10. ve 11. md. ve 4 No.lu ek Protokol’ün
2. md. hükümleri altında ortaya çıkan sorunlar gibi ele alıp
değerlendirmektedirler.242 O halde, 9. md. ile söz konusu diğer hükümler arasında
da yakın bir ilişki mevcuttur.243

2) DİN-VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN UNSURLARI

Her özgürlüğün hukuksal rejimi iki boyutludur. Söz konusu boyutlar,


sınır ve güvencedir. Dinî inanç ve vicdan özgürlüğünün belli bir düzenleme ve
sınırlamaya tabi tutulmayıp yalnızca güvenceye alınması yeterlidir. Buna karşılık,
ibadet özgürlüğünün hukuksal rejimi, sınırlama ve güvence unsurlarıyla belirlenir ve

240
Sözleşme’nin 18/4. md. hükmü şu şekildedir: “Bu Andlaşmaya taraf Devletler, çocuklarının dinî
ve ahlâkî terbiyesini ananın, babanın ve bunlar olmadığında kanunî vasilerinin kendi inançlarına
uygun olarak yaptırmak hürriyetine saygılı olmaya söz verirler.” KUZU, Türk Anayasa
Metinleri ..., s. 753.
241
9/1. md. ile 4/3. md. b. 1. arasında vicdanî redde ilişkin doğrudan bir bağın varlığının yanı sıra, 9.
md. ile 10. md.’de yer alan ifade özgürlüğü arasında, ve yine 9. md. ile, 1. Ek Protokol’ün 2. md.
hükmünde yer alan çocukların eğitimi üzerinde ailenin hakkı arasında doğrudan bir ilişki
mevcuttur. 9. md. ile 11. md. hükmünde yer alan toplanma ve örgütlenme özgürlüğü ve 12. md.’de
yer alan evlenme ve aile kurma hakkı arasındaki ilişki ise daha dolaylı bir nitelik taşır. bkz.
GOMIAN - HARRIS, op.cit., s. 21.
242
GOMIAN - HARRIS, op.cit., s. 23.; GÖLCÜKLÜ - GÖZÜBÜYÜK, op.cit., s. 292.
243
8-11. md. hükümleri arası ilişki hakkında detaylı bilgi için bkz. HARRIS, D.J. - Q’BOYLE, M. -
WARBRICK, C., Law of The European Convention on Human Rights, Butterworths Press,
London, Dublin, Edinburg, 1995, ss. 283-301.; GÖLCÜKLÜ - GÖZÜBÜYÜK, op.cit., s. 292.

52
bu alanda düzenleme yapılması zorunludur.244

a) Kapsamı

Buraya kadar devleti dinin etkisinden kurtarma amacını güden hükümleri


inceledik. Şimdi ise sıra din, vicdan, ibâdet, âyin ve tören özgürlüğünü koruyan ana
hükümlerin incelenmesine geldi.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, dini siyasetin etki ve saldırısından
koruyan hükümlerin bir kısmı Türkiye’nin imzalamış bulunduğu antlaşmalarda yer
alırken (Örneğin, Lozan Antlaşması md. 38-43.); diğer bir kısmı ise uluslar arası
antlaşmalara devletin katılması sonucu oluşan hükümlerdir (örneğin, İHEB. md. 18.).
Son olarak 1961 ve 1982 Anayasalarının vicdan ve dinsel inanç, kanaat, ibâdet, âyin
ve dinsel tören özgürlüğüne ilişkin hükümleri sayılabilir.
Bir görüşe göre, özgürlüklerin asıl kalkış noktasını oluşturan245 din
özgürlüğü, gerçekte düşünce, kanaat ve vicdan özgürlüğünün tabiî bir sonucu ve
tezahürüdür.246
1982 Anayasası, lâiklik ilkesinin zorunlu uygulaması olarak gördüğü din
ve vicdan özgürlüğünü, 1961 Anayasası’nda olduğu gibi resmî devlet ideolojisi
olarak, Anayasa metni içinde, düşünce özgürlüğünden önce düzenlemiştir.
Gerçekten, “Anayasa’da bu konuda öncelikli ve özel bir kuralın bulunması,
düşüncenin özgür olabilmesi için, öncelikle vicdanların özgür olması gerektiğini;
dolayısıyla, laikliğin, ‘diğer özgürlüklerin döl yatağı’ olarak kabul edilen düşünce
özgürlüğünün de temeli, zemini olduğunu vurgulamaktır.”247
Din özgürlüğünün özneleri kişiler olabileceği gibi, dinsel cemaatler de
olabilir. Kural olarak dinsel mekânlar da din özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası

244
KABOĞLU, Özgürlükler Hukuku ... , s. 188.
245
ALDIKAÇTI, Orhan, “Atatürk İnkılâplarından Lâiklik”, İÜHFM., Doğumunun 100. Yılında
Atatürk’e Armağan, C. XLV-XLVII., S. 1-4., 1979-1980-1981, s. 46.
246
EREM, Faruk, “Ceza Hukuku Bakımından Vicdan ve Din Hürriyeti”, AÜHFD., C. VIII., S. 3-4.,
1951, s. 67.
247
YÜZBAŞIOĞLU, Necmi, Türk Anayasal Yargısında Anayasallık Bloku, 1. Bs., İÜHF. Yayını,
İstanbul, 1993, s. 171. (a.b.ç.)

53
olarak koruma altındadır.248
Din-vicdan özgürlüğünün kapsamı, bireylerin kanun karşısında eşitliği
olup; inanç, ibâdet, eğitim ve propaganda (irşat) haklarını da içine alır. O halde, din
özgürlüğünün kapsamı din eşitliği, ibâdet, eğitim ve propaganda; yasak bölgesi ise
söz konusu özgürlüğün kötüye kullanılmasıdır.249

aa) Dinî eşitlik

Dinî eşitlik 1924 Anayasası ile İHEB.’de yer almış bir ilkedir. 1961
Anayasası’nın 12. ve 1982 Anayasası’nın 10. md. hükümleri bunu sağlar. 1982
Anayasası md. 10/1.’e göre, “Herkes, ... felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Böylece anayasa
düzenimizin yurttaşlar arasında din ayrımı yapmamış, hak ve ödevler bakımından
bütün dinleri eşit saymıştır. Ayrıca dinî inancı olmayanlar da korunmuştur.

bb) Dinî inanç veya vicdanî kanaate sahip olma ve değiştirme

1982 Anayasası’nda “Din ve vicdan hürriyeti” başlığı altında yer verilen


24. md., f. 1.’e göre, “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.”250
Lâiklik objektif olarak devleti, subjektif olarak bireyi ve onun inanç ve
ibadetini korumaktadır. Ancak dinî inanç söz konusu olduğu takdirde, şöyle
söyleyebiliriz: “Din özgürlüğünün iki yönü vardır: Dinî inanç, düşünce ve kanaat bu
ilkenin subjektif yönüdür. İbâdet, teşkilât, propaganda ve öğretim ise ilkenin objektif
yönüdür.”251
Ayrıca olumlu veya olumsuz davranışlardan dolayı kişilerin korunması

248
KABOĞLU, İbrahim Özden, Kolektif Özgürlükler, 1. Bs., DÜHF. Yay., Diyarbakır, Nisan 1989,
s. 109.
249
KUBALI, Hüseyin Nail, Anayasa Hukukunun Genel Esasları ve Siyasî Rejimler, Ersa Matbaacılık,
İstanbul, 1964, s. 434.; TAPLAMACIOĞLU, op. cit., ss. 282-283.
250
“Vicdan özgürlüğü, din özgürlüğünü de içine alır. Bu yönden dinî inanç sözü fazladır. Zira dinî
inanç sözü yalnızca dine inanmayı bildirdiği halde, dinî kanaat sözü, inanma kadar inanmamayı
da gösterir.” ibid., s. 284.
251
ibid., s. 284., dp. 200. ve ilgili metin.

54
da güvence altına alınmıştır. Gerçekten 1982 Anayasası md. 24/3.’ e göre, “Kimse,
ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.”
Din ve vicdan özgürlüğü, olağanüstü hal veya sıkıyönetim durumunda
dahi anayasal koruma altına alınmış ve müdahale dışı tutulmuştur. Anayasa md.
15/2.’ye göre, savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hal durumlarında dahi,
“... kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan
dolayı suçlanamaz.” Söz konusu md. hükmü, din ve vicdan özgürlüğünün
dokunulmaz, çekirdek alanlı haklardan olduğunu ortaya koyar.
Nitekim, AYM.'ye göre, “kaynağını lâiklik ilkesinden alan ve onun
gerçekleştirilmesi için sağlanması zorunlu olan bu özgürlüğün, sınırlanamaz ve
durdurulamaz olma özelliği nedeniyle diğer hak ve özgürlükler arasında öne çıkarak
özel bir koruma ve öneme sahip olduğu tartışmasızdır. Gerçekten, ... Anayasa’nın 15.
maddesinde, savaş, seferberlik, sıkıyönetim ya da olağanüstü durumlarda bile,
kişilerin din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamamaya zorlanamaması ve
bunlardan dolayı suçlanamaması, bu özgürlüklere, kişilerin yalnızca iç dünyalarında
kalmaları dışa yansıtılmamaları konusunda sınırsız olma özelliği
kazandırmıştır.”252

cc) Din veya inancı açığa vurma biçimleri ve sınırları

1982 Anayasası’nın din veya inancı açığa vurma biçimlerini 24. md.’de
saymıştır. Buna göre, 24/1. md. hükmü “vicdan, dinî inanç ve kanaat”, 24/2., 3. md.
“ibadet, dinî âyin ve törenlere katılma” ve 24/3. md. “din eğitim ve öğretimi”ni
düzenlemektedir.
İHAS. 9. md. hükmünün uygulanmasında en önemli husus, dinini veya
inancını izhar etme (açığa vurma) kavramının kapsamıdır. Resmî Türkçe metinde ve
çevirilerin büyük bir bölümünde, “ibadet”, “ayin” ve “öğretim” biçimlerinden söz
edilmektedir. Oysa, söz konusu maddenin İngilizce ve Fransızca metinlerindeki
sayım farklı olup253, Türkçe metinde yer verilmeyen “practice and observance”

252
AYM., K.T. 2.2.1996, E. 1995/25., K. 1996/5.; AYMKD., S. 32, C. II., s. 560.
253
İHAK., X. and Church of Scientology v. Sweden , App. No. 7805/77., Dec. 5.5.1979, D.R. 16., p.

55
(Fr. “les pratiques et I’accomplissement des rites”) terimi, Türkçe “amel”, yani “bir
kimsenin dinin buyruklarını yerine getirmek suretiyle yaptıkları” anlamına
gelmektedir. Bütün sorun söz konusu “uygulama hareketleri” kavramının, “ibadet
şekli (tapınma usulü)”nin yanı sıra, bir din veya inancın emrettiği “toplumsal
davranış”ı da içerip içermediğidir.254

aaa) Dinî eğitim ve öğretim

1982 Anayasası’nın 24/4. md. hükmüne göre, “[d]in ve ahlâk eğitim ve


öğretimi, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi
ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun
dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin ve kanunî
temsilcisinin talebine bağlıdır.”255
Bir yazara göre, 1980 askeri müdahalesiyle ülke yönetimine el koyan
silâhlı kuvvetler, radikal siyasal akımlara karşı önlemler alırken yalnızca örgütlenme
özgürlüğünü sınırlandırmakla yetinmeyerek, bunun yanı sıra, “[d]evlet kontrolünde
‘ılımlı islâm’ı, gençleri siyasi sapmalardan koruyacak bir panzehir olarak gören
yönetim, silahlı kuvvetlerin Atatürk ilkelerine ve laikliğe olan güçlü bağlılığına
rağmen zorunlu din derslerini anayasa maddesi olarak benimsedi.”256
Gerçekten, Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu’nun metninde söz
konusu ders “din ve ahlâk” biçiminde olmasına karşın, Millî Güvenlik Konseyi
tarafından “din kültürü ve ahlâk” olarak değiştirilmiştir. Ayrıca, Danışma Meclisi
metninde yer alan, “islâm dinine mensup olmayan kişilerin din derslerini takibi
isteklerine bağlıdır” hükmü, Konsey tarafından madde metninden çıkarılmıştır.

71.
254
Sözleşme’nin söz konusu 9. maddesinin ilk fıkrasında, açığa vurma biçimleri şunlardır: 1)İbadet;
tapınma (İng. in worship; Fr. par le culte); 2)öğretim (İng. teaching; Fr. I’enseignement);
3)uygulama; âyin icrası (İng. practice; Fr. les pratiques); 4)yerine getirme; âyin teşkil eden
hareketlerin ifası (İng. observance; Fr. I’accomplissement des rites). bkz. GÖLCÜKLÜ -
GÖZÜBÜYÜK, op.cit., s. 315.
255
KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 46.
256
NARLI, Nilüfer, “Türkiye’de Laikliğin Konumu”, Cogito, Laiklik Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994,
Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994, s. 27.

56
Dolayısıyla, din derslerinin zorunlu olması ilkesi, Danışma Meclisi Anayasa
Komisyonu’nun değil, Millî Güvenlik Konseyi’nin eseridir.257
Bir görüşe göre, “[b]urada, -Anayasa tasarısının aksine- belirli bir din
veya inancın (İslam dini) hiçbir şekilde söz konusu olmadığı açıktır. Ancak
uygulama, Devlet tarafından sadece İslam dini derslerinin sunulmasına ve eğitimin
giderek resmi Kuran kursu niteliğini kazanması yanında gayrımüslimler için başka
bir olasılığın yaratılmasına da yol açmıştır. Din eğitiminin okulda yapılmasına değer
veren gayrımüslimler için tek olasılık, Devletçe ‘tanınan’ ve Lozan Andlaşması
uyarınca ayrı bir eğitim sistemine sahip olan [Hı]ristiyan veya [Y]ahudi azınlıkların
okullarıdır. Ne İslama ne ‘tanınmış’ dinlerden birine mensup olmayanlar için tek
olasılık ise din dersinden uzak durmaktır. Uygulamada bu olanak, dinsel bakımdan
tarafsız olan ahlak dersinin okutulmadığı hallerde söz konusudur.”258 Sonuç olarak
biz de bu görüşe katılmakta ve gerek anayasal düzenleme ve gerekse uygulamanın,
bizzat 1982 Anayasası’nın temel ilkelerine ve özellikle lâik devlet ilkesine kesinlikle
uygun düşmediği kanaatini paylaşmaktayız.
Zorunlu din dersi uygulamasının en önemli sonuçlarından biri, lâikliğe
aykırı nitelikte eğitim veren İmam-Hatip liselerinin daha da kökleşmesi sonucuna yol
açmasıdır.259 Bunun yanı sıra zorunlu din dersi, devlet eliyle dinî bölücülük ve
ayırımcılık yapılmasına yol açma sakıncasını da taşımaktadır.260 Sorun şudur: Lâik
bir devletin neden tüm yurttaşlarını belli bir dine resmî olarak dahil ederek onlara
zorla dinî bilgiler vermek istemesinin gerekçesi ne olabilir? Aslında, din dersinin
zorunlu olmasının arka plânında, “zorunlu din” veya “din zorunluluğu” mantığı
yatmaktadır.261
Öte yandan, Medenî Kanun’un 266. md. hükmü, uluslar arası

257
KUZU, Burhan, 1982 Anayasası’nın Temel Nitelikleri ve Getirdiği Yenilikler, 1. Bs., Filiz
Kitabevi, İstanbul, 1990, s. 257.
258
RUMPF, Christian, Türk Anayasa Hukukuna Giriş, (Çev. ODER, Burak), Ankara, 1995, s. 141.
259
BATUHAN, Hüseyin, “Laiklik Teması Üzerine Çeşitlemeler”, Cogito, Laiklik Özel Sayısı, S. 1.,
Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994, s. 138 vd. Söz konusu liselerin lâik devlet açısından
taşıdığı sakıncalar için bkz. ibid., ss. 135-147.
260
OZANKAYA, Özer, Türkiye’de Laiklik: Atatürk Devrimlerinin Temeli, 6. Bs., Cem Yay.,
İstanbul, Kasım 1995, s. 247.
261
ÖZGEN, Bekir, Düşünce Özgürlüğü ve Laiklik, 2. Bs., Çınar Yay., İstanbul, Mart 1995, s. 151.

57
sözleşmelere paralel olarak, din eğitiminde ana-babanın seçme hakkını tanırken,
gerek Anayasa’nın 24/4. md. hükmü, gerekse 1739 sayılı Millî Eğitim Temel
Kanunu’nun 12. md. hükmü, söz konusu hükümle açık biçimde çelişmektedir.262
Dolayısıyla, çocukların dinî eğitim ve terbiyesi devletin değil, ana-
babanın görevi olup, buna ek olarak, çocuk ergin olunca, ana-babanın dahi bu
yetkileri son bulur.263 Nitekim, Medeni Kanun’un “Velâyet” adlı kısmında yer alan
“Dinî terbiye” başlıklı 266/1. md. hükmüne göre, “[ç]ocuğun dinî terbiyesini tâyin
ana ve babaya aittir.” Ancak, aynı md.’nin 2. f. Hükmüne göre, “Reşid, dinini
intihapta hürdür.”264
Sonuç olarak, dinî bilgi edinme özgürlüğünün güvenceye bağlanması,
lâik bir sistemin zorunlu unsurlarından biri olmasına karşın265, dinsel öğrenimin
bireyler için zorunlu olması, lâiklik ilkesinin en esnek yorumuyla dahi bağdaşır
nitelikte gözükmemektedir.
Bazı yazarlar ise, din eğitimine herhangi bir eleştiri yöneltmemekte,
gerekçe olarak da bir takım tarihsel nedenlere dayanan ve sonuç olarak siyasal ve
sosyal zorunluluklardan doğan bir tercih olmasını göstermektedirler. Bunun yanı sıra,
din kültürü ve ahlak dersinin öğretiminin yapılmasının lâik devletle herhangi biçimde
çelişmediği görüşü öne sürülmektedir. 266
Diğer taraftan md. 42/3. hükmü ise şu şekildedir: “Eğitim ve öğretim,
Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre
... yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.”267
İslâm’da bir ruhban sınıfının bulunmamasına karşın, bazı yazarların da

262
DİNÇKOL, Bihterin, “Zorunlu Din Eğitimi ve Öğretimi Bağlamında 1982 Anayasasının 24 üncü
ve Medeni Kanunun 266 ncı Maddeleri Arasındaki Çelişki”, Hukuk Araştırmaları, MÜHF. Yay.,
C. V., S. 1-3., Ocak-Aralık 1990, ss. 96-97.
263
KILIÇOĞLU, Ahmet M., “Çağdaş ve Lâik Bir Toplum Yaratılmasında Medenî Kanunun Rolü”,
Ank.BD., Y. 57., S. 1., 2000, s. 13.
264
VELİDEDEOĞLU, Hıfzı Veldet, Türkçeleştirilmiş Metinleriyle Birlikte Türk Medenî Kanun ve
Borçlar Kanunu, C. II. (Türk Medenî Kanunu), 5. Bs., Evrim Yay., İstanbul, 1992, s. 142.
265
UMAR, Bilge, “Lâikliğin Tartışılmaz İçeriği Üzerine”, İzm.BD., Y. 1993, S. 2., s. 98.
266
DEMİR, Fevzi, Anayasa Hukukuna Giriş, Genel Esaslar ve Türk Anayasa Hukuku, 5. Bs., Barış
Yay., Fakülteler Kitabevi, İstanbul, 1998, s. 266-267.
267
KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 69.

58
haklı olarak savunduğu üzere, 1949 yılından beri Tevhid-i Tedrisat’ın 4. md.268
hükmüne dayanarak durmaksızın İmam-Hatip okulu açılması suretiyle, İslâmiyet’te
olmayan bir ruhban (“clerge”) sınıfının yaratılması çabasına girilmiş ve böyle bir
sınıf yaratılmıştır da.269 Söz konusu okulların orta kısımları en sonunda
kapatılmıştır.270
Diğer bir sorun da, denetimsiz tutulan Kur’an kurslarıdır. Her ne kadar
gerek İmam-Hatip liselerinin orta kısımlarının kapatılması ve gerekse sekiz yıllık
kesintisiz eğitime geçilmesi sonucu bu tür kurslara talep azalmış ise de, özellikle
kırsal bölgelerde bu alandaki denetimsizlik devam etmektedir. Bazı Kur’an
kurslarında küçük çocuklara ezberletilip okutulduğundan söz edilen “Kur’an
Kursları Andı”nın içeriği lâik bir devlet düzeni açısından oldukça anlamlıdır:
“Ben Muhammed Müslüman ümmetindenim ... Türkiye dinsiz, laik bir
memleket haline gelmiştir. Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa
adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele
edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini
önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan şeriat devletinin kurulması için
devlet idaresinde söz sahibi olacak mevkilere gelmek için çalışacağıma dinim,
Allahım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim.”271
Tevhid-i Tedrisat Kanunu öncesi durum dikkate alındığında272 ve
günümüzdeki uygulamalarını273 kıyaslandığında, söz konusu kanunun amacına

268
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun söz konusu 4. md. hükmü şu şekildedir: “Maarif vekaleti yüksek
diniyat mütehassısları yetiştirmek üzere Darülfünunda bir ilâhiyat fakültesi tesis ve imamet ve
hitabet gibi hidematı diniyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de ayrı
mektepler küşat edecektir.” YAYLA, Yıldızhan – AKGÜNER, Tayfun, Türk Anayasa ve İdare
Hukukuna İlişkin Temel Kanunlar, Okan Yayınları, İstanbul, 1984, s. 229.
269
ÜÇOK, Bahriye – ÜÇOK, Coşkun, “Laiklik ve Türkiye’de Çağ Değişimi”, Prof. Dr. Mahmut
Koloğlu’na 70. Yaş Armağanı, AÜHF. Yay., Sevinç Matbaası, Ankara, 1975, s. 278.
270
İmam-Hatip liselerinin kuruluşu ve gelişme süreci hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ÖZGEN,
op.cit., ss. 135-148.
271
OZANKAYA, op.cit., s. 113.
272
Tevhid-i Tedrisat Kanunu öncesi tarihsel gelişim hakkında bkz. ÇETİNKANAT, Fahriye,
“Öğretim Birliğinin Tarihsel Çerçevesi”, Türkiye’de Lâik Öğretime Geçiş, Öğretim Birliği Paneli
(3 Mart 1989), Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Yayını, b.t. yok, ss. 1-5.
273
bkz. ANG, Tüten, “Öğretim Birliğinin Uygulamada Bugünkü Durumu”, Türkiye’de Lâik

59
aykırı yasal düzenlemeler ve sonuçlarının, günümüzde hâlâ ortadan kaldırılamadığını
görmek mümkündür.274 Lâik eğitimin amacına uygun olarak gerçekleştirilebilmesi
için atılacak adımların yerleşebilmesi, anayasal ve yasal düzenlemelerin ve alınacak
önlemlerin yanı sıra, eğitim sisteminin geliştirilmesi ve tavizsiz uygulamaların
devamına bağlıdır.275 Bir görüşe göre, din eğitimi konusundaki sorunları ortadan
kaldırabilecek tek çözüm, öğretimin her aşamasındaki din derslerine son vermektir.
Devlet bu tür dinsel eğitim yapan kurumları desteklememeli ve bu faaliyetler
devletin denetimindeki cemaat kurumlarına bırakılmalıdır.276
Eğitim hakkını düzenleyen İHAS. 1 No.lu Protokol277, md. 2.hükmü şu
şekildedir: “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve
öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu
eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama
haklarına saygı gösterir.”278
Türkiye, tıpkı İHEB.’i onaylarken yaptığı gibi, 10 Mart 1954 tarih ve
6366 sayılı kanunla onayladığı İHAS.’a Ek 1 No.lu Protokolü imzalarken de, eğitim
hakkını düzenleyen 2. md. hükmünü 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i
Tedrisat Kanunu hükümlerini saklı tutan bir çekince ile kabul etmiştir. Bu ise, bazı
yazarlara göre, İnkılâp Kanunları’nın Anayasa’nın genel felsefesine ve insan
haklarına tercih edildiği anlamına gelmektedir.279 Diğer bir görüşe göre, söz konusu

Öğretime Geçiş, Öğretim Birliği Paneli (3 Mart 1989), Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği
Yayını, b.t. yok, s. 16. vd.
274
ÇELİKEL, Aysel, “Şeriat Eğitimi ve Lâik Hukuk”, Türkiye’de Lâik Öğretime Geçiş, Öğretim
Birliği Paneli (3 Mart 1989), Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Yayını, b.t. yok, s. 7 vd.
275
ARAT, Necla, “Nasıl Bir Eğitim, Nasıl Bir İnsan”, Türkiye’de Lâik Öğretime Geçiş, Öğretim
Birliği Paneli (3 Mart 1989), Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Yayını, b.t. yok, s. 23. vd.
276
TANİLLİ, Server, İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?, 8. Bs., Adam Yay, İstanbul, 1998, ss. 228-
229.
277
20.3.1952 tarihinde Paris’te imzalanan ve 1954’te yürürlüğe giren söz konusu Protokolü Türkiye,
onaylamıştır. Resmî metin için bkz. R.G., T. 19.3.1954, S. 8862.; Düstur, III. Tertip, C. XXXV., s.
1582. Ancak Türkiye, 1. No.lu Protokolü onaylarken (K.n. 6366., K.t. 10.3.1954) Eğitim hakkını
düzenleyen söz konusu 2. maddeye çekince koymak suretiyle, 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı
Tevhid-i Tedrisat Kanunu hükümlerini saklı tuttuğunu bildirmiştir.
278
KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 779.
279
AKSAY, op.cit., s. 195.

60
kanun eğitim ve öğretimin organizasyonu ile ilgili olup, müfredatla herhangi bir
ilişkisi bulunmamaktadır.280
Divan ve Komisyon’un daha önce de defalarca vurguladığı gibi,
Sözleşme ve Protokol hükümleri bir bütün olarak okunup yorumlanmalıdır. Bu
bağlamda, “2. maddenin hükümleri, sadece bu maddede yer alan hükümlerin
ışığında değil, ama özellikle Sözleşme’nin anne-babalar ve çocuklar da dahil
herkesin 8. maddedeki (özel ve aile yaşamına saygı hakkı), 9. maddedeki (düşünce,
vicdan ve din özgürlüğü), ile 10. maddedeki (haber ve fikirleri elde etme ve ulaştırma
özgürlüğü) hakları ışığında okunmalıdır.”281
İHAM.’a göre, “eğitim hakkını düzenleyen sözleşmeye ek 1. protokolün
2. maddesi, ana ve babanın dini ve felsefi inançlarına aykırı fikirlerin eğitim yoluyla
açıklanmasını yasaklamakta, devletin bu madde uyarınca üstlendiği yükümlülükler
eğitim ve öğretim sisteminin objektif eleştirisel ve çok sesli (“Pluralistic”) bir şekilde
yürütülmesini gerekli kılmaktadır.”282
“Devletin eğitim ve öğretim alanındaki her bir fonksiyonuna uygulanan
2. madde, din eğitimi ile diğer konuların eğitim arasında bir ayrım yapmaya izin
vermemektedir. Bu madde Devlete, eğitim programının bütününde, anne-babaların
dinsel veya felsefi kanaatlerine saygı göstermeyi emretmektedir.”283
“... ‘Eğitim hakkından yoksun bırakmama’ yükümlüğü ile kendilerini
bağlayan Sözleşmeci Devletler, kendi egemenlik alanında bulunan herkes için,
‘Belirli bir zamanda varolan bir eğitim kurumuna girme’ ve ‘tamamladıkları

280
YILDIZHAN, Ahmet, “Türkiye Cumhuriyeti’nin İmza Koyduğu Uluslar arası Metinlere Göre
İlkokulda Dahi Başörtüsü Takmak Serbesttir”, Yeni Türkiye, İnsan Hakları Özel Sayısı, Y. 4., S.
22., C. II., Temmuz-Ağustos 1998, s. 756.
281
Kjeldsen, Busk Madsen and Pedersen v. Denmark, Dec. 7.12.1976, Series A., No. 23., 1. E.H.R.R.
711., para. 51. in DOĞRU, Osman - ELBAN, Hasan Kemal – İNCEOĞLU, Sibel (Ed.), İnsan
Hakları Kararlar Derlemesi, C. I., MÜ.İHM. - İstanbul Barosu İHM. Yayınları, İstanbul, Mayıs
1998, s. 218.
282
Kjeldsen, Busk Madsen and Pedersen v. Denmark, Dec. 7.12.1976, Series A., No. 23., 1. E.H.R.R.
711. in ÇAVUŞOĞLU, Naz, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Topluluk Hukuku’nda
Temel Hak ve Hürriyetler Üzerine, (Doktora Tezi), AÜSBF.-İHM. Yayını, İmaj Yayınevi, Ankara
1994, s. 43.
283
Kjeldsen, Busk Madsen and Pedersen v. Denmark, Dec. 7.12.1976, Series A., No. 23., 1. E.H.R.R.
711., para. 51. in İHKAD., C. I., s. 217.

61
çalışmaların resmen tanınması suretiyle’, ‘aldıkları eğitimden bir menfaat sağlama
hakkı’nı güvence altına almışlardır.”284
İHAM.’a göre, “Protokolün 2. maddesi, Devletlerin eğitim ve öğretim
yoluyla, doğrudan veya dolaylı olarak, dinsel veya filozofik bilgi vermelerini
engellememektedir. Bu madde, anne-babaların bu türden bir öğretimin müfredata
konulmasına karşı çıkmalarına da izin vermemektedir; çünkü aksi takdirde,
kurumsallaşmış bütünsel eğitim uygulanamaz hale gelebilecektir. Aslında, okullarda
okutulan bir çok dersin az ya da çok felsefe ile bir bağlantısı olmadığını söylemek
zordur. Felsefi, kozmolojik veya ahlaki nitelikteki her soruya bir yanıtı olan geniş bir
dogmatik ve ahlaki bütün oluşturan dinlerin varlığı hatırlanacak olursa, aynı şey
dinsel eğilimler bakımından da geçerlidir.”
... Öte yandan 2. maddenin ikinci cümlesi, Devletin eğitim ve öğretim
alanında üstlendiği görevleri yerine getirirken, müfredata dahil edilen bilgilerin
objektif, eleştirel ve çoğulcu bir tarzda nakledilmesine dikkat etmek zorunda
olduğunu ima etmektedir. Devletin, anne-babaların dinsel ve felsefi kanaatlerine
saygı göstermeyip, fikir aşılama (indoctrination) amacını izlemesi yasaktır.
Aşılmaması zorunlu olan sınır budur.”285
İHAK.’a göre, din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 9. md. hükmü,
müfredatında zorunlu din bilgisi dersine yer veren okullarda, söz konusu derse
girmemek suretiyle muaf tutulma hakkını da kapsamaktadır.286
Dinî eğitim konusunda Anayasa, devleti yükümlü kılmış ve öğrenimi
isteğe bağlı saymış ancak, bunu düzenlemeyi yürütme organına bırakmıştır. Kanun
burada iki tür sınırlamaya yer vermektedir. Anayasa 24/4.’e göre, “Din ve ahlâk
eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk
öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.
Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin ve
kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.” Din ve ahlâk öğretiminin devletin gözetimi
ve denetimi altında yapılması, dinî öğretim özgürlüğünün kötüye kullanılmasının

284
a.k., para. 52. in İHKAD., C. I., s. 217.
285
a.k., para. 53. in İHKAD., C. I., s. 218.
286
İHAK., Lena and Anna-Nina Angeleni v. Sweden, App. No. 10491/83., Dec. 3.12.1986, D.R. 51.,
p. 48., 50.

62
önlenmesi açısından zorunluluk taşımaktadır.287
Diğer sınırlama hükmü niteliğindeki md. 42/3.’e göre, “Eğitim ve
öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim
esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı
eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” Çağdaş bilim ve eğitim ilkelerine aykırı
olmamak hükmü, Ortaçağ metotlarını kullanan mahalle ve sübyan mektepleri ile
medreselerin açılması ihtimalini ortadan kaldırmak için konmuştur.
İstatistiksel verilere göre, 1932 yılında yalnızca 9 olan Kur’ân kurslarının
sayısı, Ekim 1991 itibariyle 5304’e ulaşmış olup, okuyan öğrenci sayısı 160.000
civarındadır. Söz konusu kurslarda 2192’si erkek, 2675’i kadın, toplam 4067 fahri
görevli bulunmaktadır.288
Lâik eğitim açısından gelinen noktayı anlamak için şu mantık zincirini
oluşturabiliriz: Zorunlu din dersini savunmak 1971’de MNP.’nin, üniversitelerde din
dersinin okutulmasını önermek ise 1983’te HP.’nin kapatılma nedenlerinden birini
teşkil etmekteydi. Bu açıdan bakıldığında, “... Anayasa din derslerini zorunlu hale
getirmiştir. 1971 yılında ‘din derslerinin mecburi olmasını istemek’ MNP’nin
kapatılması nedenleri arasında yer alıyordu. Demek ki bugünkü Anayasanın ‘laiklik’
anlayışı daha dün yasadışı sayılıyordu. On yıl içinde laiklikten dönüş konusunda
alınan mesafe ürkütücüdür.” 289
Son olarak eklemek gerekir ki, büyük tartışmalar ve siyasal amaçlı
müdahalelere karşın uygulamaya konabilen sekiz yıllık kesintisiz temel eğitim,
açısından gerekli, hatta “zorunlu” idi; bugün artık, Batı’nın birçok ülkesinde bu
yıllardır uygulanmaktadır. Hatta ABD.’de nüfusun % 58’i yükseköğrenim görme
olanağına sahiptir. Oysa bugün ülkemizde nüfusun yarısına bile, ortaokul öğretimi
sunulamamaktadır.290

287
DUMAN, İlker, Cumhuriyet ve Nitelikleri, 1. Bs., Yay. Yok, İstanbul, 1996, s. 42.
288
URAL, İbrahim, “Kur’ân Kursları ve Din Eğitimi”, Türkiye’de Din Eğitimi ve Öğretimi, İmam-
Hatip Liselerinin 40. Yılı Münasebetiyle Tartışmalı Toplantı, İslâm Medeniyeti Vakfı Yay.,
İstanbul, 1993, s. 5., 7.
289
PERİNÇEK, Doğu, “Laiklik ve Siyasi Partiler Yasası”, Balıkesir Barosu Dergisi, Nisan 1992, S.
46., s. 14.
290
ADEM, Mahmut, “Eğitim Hakkı”, İHY., C. X-XI., 1988-1989, ss. 149-150. Ülkemizdeki mevcut
durumun diğer ülkelerle karşılaştırılması için bkz. ibid., ss. 150-152.

63
bbb) Dinî propaganda

Anayasa’da dinî propagandanın serbest olduğuna ilişkin açık bir hüküm


mevcut değildir. Ancak, “din özgürlüğünün tanınmasıyla kapalı olarak bu
özgürlüğün ayrılmaz bir parçası olan din propagandasının da serbest olacağı
tabiîdir. ... Dinî inançların açıklanmasını serbest bırakmak din propagandasını
yapmak ve onu yaymak demektir.”291
Ayrıca bazı yazarlara göre, Anayasa’nın 25. md. hükmü, dolaylı olarak
düşünce ve kanaat özgürlüğünün bir parçası olan dinî kanaatlerin de propaganda
özgürlüğüne sahip olduğunu tanımaktadır. O halde, dinî düşünce ve kanaatleri
yaymak, bir takım sınırlamalar çerçevesinde kalmak koşuluyla, Anayasa’nın
güvencesi altındadır. Ancak, bu konuda Anayasa’ya daha açık ve belirli bir hükmün
konması daha yerinde olurdu.
Bazı Anayasalarda, tüm dinlerin propagandası güvence altına
alınmamıştır. 12 Kasım 1995 tarihli Azerbaycan Anayasası md. 18/2.’ye göre, insan
haysiyetini alçaltan veya hümanizm ilkelerine aykırı olan dinlerin yayılması ve
propagandası yasaktır.292

ccc) İbadet

1982 Anayasası md. 24/2. “14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak
şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler serbesttir.”
Bir dinin doğasının anlaşılmasında en sağlıklı yol, söz konusu dinin
emirlerinin uygulanması yoluyla belirli zamanlarda yapılan “rit”lerin
incelenmesidir. Bu kavram içine, dinsel eylemler, bireysel veya kolektif biçimde
yerine getirilen ibadet(tapkı)ler, ayin ve törenler girer.293

291
TAPLAMACIOĞLU, op. cit., ss. 286-287.
292
Azerbaycan Respublikasının Qanunvericilik Toplusu, s. 12.
293
RADCLIFFE-BROWN, A. R., “Din ve Toplum (1)”, (Çev. OSKAY, Ünsal), AÜSBFD., C.
XXIII., S. 4., Aralık 1968, ss. 302. Bazı ülkelerdeki ibadet biçimlerinin toplum üzerindeki etkisi
hakkında bkz. ibid., ss. 302 vd.

64
Anlam olarak ibadet, “ Tanrıya kulluk etmek, kutsala yaklaşmak ve
yakınlaşmak için yapılmakta olan dinî eylemlerdir. İbadetleri tamamlamak üzere
âyin ve törenler yapılır.”294 Ancak, “Kanunun koruması için eylemin dince
tanınması ve dinî bir nitelik taşıması yeter sayılmaktadır. Esasen ceza kanununun
175. maddesi de bu şekilde yorumlanmalıdır. Yoksa dince kabul edilmeyen ve bazı
hurafeleri dile getiren eylem ve törenleri kanun korumaz. Bazılarına göre Mevlit ve
yağmur duası dinî bir nitelik taşımadığından dinî âyin sayılmazlar. Kanaatımızca
Mevlidin dinî bir âyin ve tören sayılması gerekir. Çünkü Mevlit okunurken
Kur’andan bazı ayetlerin de okunduğu görülmektedir. İbâdet ve dinî âyinlerin
tapınak içinde ve dışında yapılması özgürlüğün korunması ve ilkenin
uygulanmasında önemli değildir.”295
Aynı inanç etrafında toplanan sadık bir topluluğu gerektirdiği anda,
ibadet özgürlüğü kolektif bir nitelik kazanmaktadır.296 Aslında, din özgürlüğü,
vicdan ve inanç bakımından bireysel temele dayanmasına karşın, söz konusu
özgürlüğün kolektif yönü, dinsel görevleri yerine getirmede, yani ibadette ortaya
çıkar. Burada bireysel ve toplu uygulama (ayin) ayırımı yapılabilir. Hıristiyanlıktan
farklı olarak İslâm dininde, inanç ve vicdan özgürlüğü esas olup, ibadet özde
bireyseldir; ibadet özgürlüğünü kural olarak bireyler yalnız başlarına kullanır.
Cemaat ile kılınan namazlar, ibadet özgürlüğünün toplu görünümünü oluşturmakta
ise de, bütün inananlar için salt olarak geçerli değildir.297
Anayasa aynı zamanda ibâdet, âyin ve tören yapma özgürlüğünü
sınırlamıştır. Ancak, eklemek gerekir ki, Anayasa vicdan özgürlüğünü mutlak
biçimde tanımasına karşın, ibadet özgürlüğünü, diğer hak ve özgürlükler gibi,
Anayasa’da belirlenen sınırlar içinde kullanılabileceğini düzenlemiştir.298 Esasen
vicdan özgürlüğünün sınırlanabilir bir özgürlük olup olmadığı da tartışılması gereken
bir diğer konudur. 299 Bundan dolayı örneğin, devleti ve onun kanunlarını tahkir

294
TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 285.
295
ibid., s. 285.
296
KABOĞLU, Kolektif Özgürlükler, s. 34.
297
ibid., s. 97.
298
YÜZBAŞIOĞLU, op.cit., s. 172.
299
Bir teolog, söz konusu özgürlüğün etik nedenlerle dahi sınırlanabileceğini öne sürerek, kabul
edilmesi mümkün olmayan şu görüşlere yer vermektedir: “Mum söndürme âdeti, genel ahlâka

65
eden vaiz, TCK.’nın 241. ve 242. maddelerine aykırı tutumu ile kamu düzenini
bozduğu için Anayasa’nın 24. md. korumasından yararlanamaz.
Kanun yalnızca olumlu olarak tapınma eylemlerine katılanları korumakla
kalmamış, aynı zamanda hiçbir kimsenin ibâdet, âyin ve dinî törenlere
zorlanamayacağını da belirtmiştir. Bu gibi zorlamalar anayasaya aykırıdır. İbadet
özgürlüğünün sınırlanmasında genel sınırlama nedeni kamu düzenidir. Bu konuya
daha sonra değineceğiz. Ancak hemen eklemek gerekir ki, Anayasa tarafından
bireylerin ibadet özgürlüğü güvenceye bağlanmasına karşın, bu her zemen ve her
yerde geçerli bir kural niteliğindedir. Zira, kamu kurumlarında ve özellikle resmî
mesai saatleri içinde söz konusu özgürlüğün kullanılması sınırlanabileceği gibi,
mesai saatlerinin ibadet saatlerine göre düzenlenmesi yolundaki girişimler kuralların
açıkça dine dayandırılması anlamına gelir ki, bu tür girişimlere lâik bir devlet
düzeninde izin verilmesi söz konusu olamaz.300

ddd) Uygulama (Yerine getirme)

Uygulama unsuru, bireyin mensup bulunduğu dinin emirlerini günlük


yaşama aktarmasını ifade eder. Dolayısıyla, inancı pratiğe dökme olarak
tanımlanabilecek söz konusu açıklama biçiminin görünümleri çeşitli olabilir.
Örneğin, ibadet dışında diğer günlük faaliyetlerin yerine getirilmesi, biyolojik, sosyal
ve kültürel ihtiyaçların giderilmesinde diğer bireylerden farklı olarak kullanılan
yöntemlere ilişkin farklı tercihler başta olmak üzere, giyim-kuşam, beslenme,
barınma, eğlenme, diğer bireylerle kurulacak sosyal ilişkilerde takınılan dinî kaynaklı
tutumlar ve sergilenen tavır, uygulama hareketleri olarak adlandırılabilir. Ancak,
tekrar vurgulamak gerekir ki, dinî inancın belli periyodik aralıklarla yapılmasını
öngördüğü ritüeller, uygulama kavramının kapsamı dışındadır.

aykırı düştüğünden himaye görmez. Tarikatlarla ilgili bir eylem, bu amaçla çıkarılmış olan ve
tarikatları yasak eden kanuna aykırı olduğundan”, Anayasa md. 24/3.’de sözü geçen özgürlükten
yararlanamaz. TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 285.
300
Bu bağlamda, geçtiğimiz dönemde “Refah-Yol Koalisyonu” olarak anılan RP.-DYP. hükûmet
ortaklığı sısrasında, kamu kurumlarında öğle tatilinin Cuma namazı saatleriyle örtüşecek biçimde
düzenlenmesi yönündeki girişimin başarısızlıkla sonuçlandığını anımsatmak isteriz.

66
b) Sınırları ve kötüye kullanılması

Daha önceki kısımlarda da değindiğimiz gibi, gerçekten, 1921 Anayasası


veya daha açık anlamıyla 1924 Anayasası lâikliğin kurucusu, 1961 ve 1982
Anayasaları ise koruyucularıdır.301 Din özgürlüğünün uzun yıllar boyunca, özellikle
DP. iktidarı döneminde302 kötüye kullanılması sonucu, lâiklik ilkesi baltalanmış ve
zayıflatılmıştır. Bunu önlemek üzere anayasa koyucu, din özgürlüğünün sınırlarını
belirtmek zorunda kalmıştır. Her iki Anayasa’da da dinin kötüye kullanılmasını ve
sömürülmesini önleyici Anayasal hükümler303 mevcuttur. 1961 ve 1982 Anayasaları
söz konusu ilkeyi kanunlar vasıtasıyla da korumaya çalışmıştır.

aa) Subjektif sınırlama

1982 Any. md. 12/2. hükmü, özgürlüklerin subjektif sınırlamasını teşkil


etmektedir. söz konusu madde hükmüne göre, “temel hak ve hürriyetler, kişinin
topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.”304
denmektedir. Böylece, metindeki “... da ...” ekine de dikkat edilecek olursa, hak ve
özgürlüklerin bireye bazı avantajlar sağlamasının yanı sıra, bazı sorumluluk ve
sınırlamaları da beraberinde getirdiği vurgulanmaktadır. Ancak, tek başına subjektif
sınırlama yeterli olmayıp, somut bazı yasaklamaları da içinde barındıran
sınırlamaların yapılması gereklidir ki, bu da özel ve genel nitelikte olabilir.

bb) Genel sınırlama nedenleri ve özellikle kamu düzeni

1982 Anayasası'na göre din özgürlüğü, 13. md.'de sayılan genel sınırlama
nedenlerinin tümüyle çerçevelenmiştir. 1982 Anayasası md. 13., f. 1.: "Temel hak ve
hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin,

301
TAPLAMACIOĞLU, op. cit., s. 281., 287.
302
ibid., s. 281.;
303
Söz konusu hükümler 3 kısımdır: a)TCK. 163. maddenin bir Anayasa hükmü haline getirilmiş
biçimi olan 1982 Anayasası md. 24/5.; b)6187 sayılı kanunun hükümleri; c)1961 Anayasası 19/5.,
53.; 1982 Anayasası Başlangıç para. 5., md. 14/son.
304
KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 31.

67
Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının,
genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile ... sınırlanabilir."305 Gerçekten
söz konusu maddenin 3. f. hükmüne göre, "Bu maddede yer alan genel sınırlama
sebepleri temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerlidir." 306 Anayasa'nın 13. md.
hükmündeki genel sınırlama nedenlerine tâbi olan din özgürlüğü, özgürlüklerin
suiistimalini düzenleyen 14. md. hükümlerine aykırı olmamak şartıyla kullanılabilir.
Söz konusu genel sınırlama nedenleri içinde konumuz açısından en çok
dikkati çeken konu, “genel ahlâk” nedeniyle tüm hak ve özgürlüklerin
sınırlanmasıdır. Ancak, kanaatimizce, lâik bir devlet düzeninde, genel ahlâk, bir
sınırlama nedeni olamaz. Aksi takdirde, dinsel kaynaklı ahlâk kurallarının ve
dolayısıyla dinsel unsurların hukuk sistemine müdahale yolu açılır.307 Ancak, Türk
toplumunda Müslüman kimliğinin rolü ve inancın yaşam üzerindeki etkisi dikkate
incelendiğinde308, dinsel dogmaların ve ahlâk kurallarının toplumsal yaşamın tüm
katmanlarında çok önemli derecede etkin olduğu anlaşılabilir.
O halde, din özgürlüğünün genel sınırları içerisinde en önemli olanı,
birtakım özelliklere sahip olan kamu düzeni sınırlamasıdır.309 Her ne kadar içeriği

305
ibid., ss. 31-32.
306
ibid., s. 32.
307
Ahlâk kurallarının hukuk sistemi ve özgürlükler üzerindeki etkisi hakkında bkz. HART, H. L. A .,
Hukuk Özgürlük ve Ahlak, (Çev. ÖZ, Erol), 1. Bs., Dost Yay., Ankara, Şubat 2000, ss. 18., 33-34.,
46-47.
308
Bu konu üzerinde 1992 yılında yapılan geniş çaplı bir araştırmanın sonuçları için bkz.
YÜCEKÖK, Ahmet, Dinin Siyasallaşması, Din-Devlet İlişkilerinde Türkiye Deneyimi, 1. Bs., Afa
Yay. ve TÜSES. Yay., İstanbul, 1997, ss. 64-111. 1999 yılında yapılan bir diğer araştırma için
bkz. ÇARKOĞLU, Ali – TOPRAK, Binnaz (Haz.), Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset, 1. Bs.,
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV.) Yay., Acar Matbaacılık, İstanbul, 2000,
passim.
309
KABOĞLU’na göre, kamu düzeni kavramı, kamu güvenliği (genel asayiş), kamu sağlığı (genel
sağlık) ve kamu dinginliği gibi unsurları da içermektedir. Dolayısıyla, kamu düzeni kavramının
birer unsuru olan söz konusu kavramlara anayasalarda birer sınırlama nedeni olarak yer verilmesi
yerinde değildir. KABOĞLU, Kolektif Özgürlükler, ss. 134-135. Bu tür bir tutum, özgürlüklerin
güvencelerini zayıflatıcı sonuçlara yol açacaktır. ibid., ss. 135-136. Öte yandan, kamu düzeni
kavramının özellikleri ise şunlardır: Hukukî kural niteliğindedir; amaca göre belirlenir; tüm
toplumu ilgilendirir. Diğer taraftan, örneğin genel ahlâk sınırlaması, hukukî kuraldan ziyade ahlâkî
hareket niteliğindedir; zaman unsuruna göre belirlenir; toplumun büyük çoğunluğuna tabidir ve

68
tartışmalı olsa da, kamu düzeni kavramının özü, “toplum hayatında maddî bir
karışıklığın olmaması, kaba kuvvetin, kaos ve anarşinin hüküm sürmemesi, aksine,
belli bir düzenliliğin ve barışın hâkim olmasıdır.”310 Söz konusu kavram, özellikle
ibadet özgürlüğünün sınırlandırılmasında önemli bir işleve sahiptir.
“Hak ve özgürlükleri kayıtlama nedeni olarak kamu düzeni, genel ölçüt
niteliğinde ise de, bu kavramın uygulamasında da farklılaşmalara gidilmesi
kaçınılmazdır. Önce bu kavramda içerik genişlemesine işaret edilmelidir. Ekonomik
kamu düzeni, çevre kamu düzeni, orman kamu düzeni gibi kavramlar hukuk
metinlerine girmeye başlamış, böylece düzenin sokak dinginliği anlamındaki düzenle
sınırlı olmadığı ortaya çıkmıştır.”311
KABOĞLU’na göre, “kamu düzenini ihlal derecesi gözönüne alınarak,
bir hak ya da özgürlüğün amaç dışı ya da kötüye veya yasadışı kullanımının yolaçtığı
olumsuz etki ... ikiye ayrılabilir. Bir toplantı ya da gösteri özgürlüğünün kötüye
kullanılması ‘geçici kamu düzeni’ ihlaline yol açmasına karşılık; yasadışı veya
şehircilik ilkelerine aykırı olan ve çevreyi bozan bir inşaatın yol açtığı kamu düzeni
ihlali ‘kalıcı’dır”312 İbadetlerin yol açtığı kamu düzeni ihlalleri ise geçici olmasına
karşılık, belirli periyodik aralıklarla yapılan ritüeller biçiminde işleyen eylemlerden
oluştuğundan, kalıcı etkiye sahip sayılmalıdır.
AYİM.’in 1995/1196 karar sayılı kararında da vurguladığı
gibi,“ülkemizde 1961 ve 1982 Anayasalarıyla kabul edilmiş olan laiklik ilkesi,
geçirilen tarihi tecrübelere, inkılaplara, ulusun dini veya siyasi özelliklerine ve
yurdumuz koşullarına uygun bir anlam taşımaktadır. ... Laiklik ilkesi, Devletin

subjektif bir unsur olan benimsenme unsuruna ihtiyaç gösterir. ESEN, Bülent Nuri, Anayasa
Mahkemesine Göre Türk Anayasa Hukuku Anlayışı, AÜHF.Yayını, Ankara Üniversitesi Basımevi,
Ankara, 1966, s. 55. Kamu düzeni kavramını niteleyen üç özellik, maddî, kamusal ve sınırlı
olmasıdır. KABOĞLU, Kolektif Özgürlükler, s. 136., dp. 85. Kamu düzeni kavramı hakkında
daha ayrıntılı bilgi için bkz. ibid., ss. 133-138.
310
TANÖR, Bülent, Siyasî Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, (Doktora Tezi), Öncü
Kitabevi Yay., İstanbul, 1969, s. 138.
311
KABOĞLU, İbrahim Özden, “Hak ve Özgürlükler Anlayışındaki Gelişmelerin Anayasa’ya
Yansıtılması Sorunu”, Anayasa Yargısı, No. 11., Anayasa Mahkemesi’nin 32. Kuruluş Yıldönümü
Nedeniyle Düzenlenen Sempozyuma Sunulan Bildiriler (28-29 Nisan 1994), AYM. Yay., Ankara,
1995, s. 250.
312
KABOĞLU, İbrahim Özden, “Hak ve Özgürlükler Anlayışındaki ...”, s. 251.

69
niteliklerinden birini açıklar ve belirler. ... Din özgürlüğünün Anayasa ile çizilen
sınırlarının ihlali; dinin sömürülmesi ve kötüye kullanılması, Devletin laiklik esasına
dayanan düzenine karşı gelinmesi anlamını taşımaktadır. ... Bu nedenle, Anayasada
din ve Devlet işleri tayin edilirken, din özgürlüğünün ferdin manevi hayatına ilişkin
olanlarının dışındaki bölümleri için birtakım sınırlamalar getirilmiş ve kurulmuş
olan laik devlet düzenini korumak için yaptırımlar konulmuştur.”313
Diğer taraftan AYM.’nin 1979/44 karar sayılı kararında da açıkça ifade
edildiği üzere, “din özgürlüğünün kimi kişilerin iç âleminden taşarak toplumun
huzurunu kaçıracak boyutlara ulaşmasına, kamu düzeninin korunması ve işlerliğinin
uyum içinde sağlanması düşüncesi izin vermez. Bu nedenle öngörülen bu sınırlama
ile, toplumun bütün bireylerinin aynı özgürlüklerden yararlanabilmelerinin amaç
edinildiğinde ve böylece bireylerin bu alandaki özgürlüklerinin güvence altına
alınmak istendiğinde kuşku edilmemek gerekir.”314
İHAS. md. 9. f. 2.’de de din özgürlüğünün genel sınırlama nedenleri
belirlenmiştir. Söz konusu madde metnine göre, “din veya inancını açıklama
özgürlüğü, demokratik bir toplumda ancak kamu güvenliğinin, kamu düzeninin,
genel sağlığın veya ahlakın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için
gerekli olan tedbirlerle ve kanunla sınırlanabilir.”315

cc) Özel sınırlamalar

Özellikle kamu düzeni, genel ahlak, başkalarının hak ve özgürlükleri gibi


genel nedenlerle din özgürlüğü sınırlanmakta ise de, uluslararası sözleşmeler,
anayasalar ve yasalar, özgül nitelikli bazı sınırlamalar da öngörebilir.
1982 Anayasası md. 13. f. 1.'e göre, “temel hak ve hürriyetler, ...
Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve
ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir.”316 O halde, ilgili madde hükmünde

313
AYİM. 1. D., K.T. 26.12.1995, E. 1995/1265., K. 1995/1196., AYİMD., S. 11., Genelkurmay
Basımevi, Ankara, 1997, s. 341.
314
AYM., K.T. 27.11.1979, E. 1979/9., K. 1979/44.; AYMKD., S. 17., s. 340.
315
KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 769.
316
ibid., s. 31-32.

70
yer alan özel sınırlama nedenlerine bakmak gerekir.
Özel sınırlama nedenlerinden biri, din eğitimine ilişkin devlet gözetimini
öngören anayasal hükümdür. Nitekim Anayasa 24/4.’e göre, “din ve ahlâk eğitim
ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.”
Bir diğer özel sınırlama hükmü ise, Anayasa md. 24/son hükmüdür ki,
özgürlüğün kötüye kullanılması ile ilgili kısımda yer vereceğiz.

dd) Kötüye kullanılması

Kötüye kullanma yasağı temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerli


olacak biçimde, 1982 Anayasası md. 14., f. 1.’de somutlaşmıştır. Buna göre:
“Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye
düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin bir kişi veya zümre
tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde
egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair
herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzenini kurmak
amacıyla kullanılamazlar.”317
Ancak, md. 24. f. son. hükmü, md. 14.’ün yanı sıra, özel olarak din
özgürlüğünün suiistimalini önleyici ek bir hüküm daha getirmektedir. Söz konusu
hükme göre: “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini
kısmen de olsa, din kurallarına dayandırmak veya siyasî veya kişisel çıkar yahut
nüfuz sağlamak amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut
dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” 318 Siyasî
partiler, söz konusu hükmün sınırları çerçevesinde hareket etmek zorunda olup, bu
amacı güdemezler.
Tüm bunların yanı sıra, Anayasa’nın başlangıç kısmında da “... laiklik
ilkesinin gereği kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle
karıştırılmayacağı ...”319ndan söz edilmektedir.

317
ibid., s. 34.
318
ibid., s. 46.
319
ibid., s. 22.

71
Nasıl ki hiçbir özgürlük diğer özgürlüklerin ortadan kaldırılması için
kullanılamaz ise320, demokratik haklar da, demokratik düzenin ortadan kaldırmak ve
hatta zarar vermek veya kesintiye uğratmak için kullanılamazlar.

ee) Din ve vicdan özgürlüğünün kullanılmasının durdurulamaması

1982 Anayasası’nın “Temel haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan 15.


md. “temel hak ve ödevlerin kullanılmasının durdurulması”nı düzenlemektedir. Söz
konusu md. 1. f. hükmünde, olağanüstü durumlarda temel hak ve özgürlüklerin
kısmen veya tamamen durdurulabileceği belirtilir. Ancak, 2. f. bazı hak ve
özgürlüklere bu hallerde dahi dokunulamayacağını vurgular. Söz konusu 2. f.
metnine göre, “[b]irinci fıkrada belirlenen durumlarda da, ... kimse din, vicdan,
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz
...”321
O halde, din veya inancını açıklamama özgürlüğü, olağanüstü
durumlarda dahi, her ne sebeple olursa olsun, kullanılması kesintiye uğratılamaz
niteliğe sahip, yani diğer hak ve özgürlüklere oranla daha ayrıcalıklı hak ve
özgürlüklerdendir. Bu nedenle bunlara “sert çekirdekli temel haklar”, “dokunulmaz
alanlar” veya “sınırlamaya kapalı hak ve özgürlükler” de denir. İHAS. dahi 15. md.
ile din ve vicdan özgürlüğüne dokunulmaz alan içinde yer vermektedir. Ancak
hemen eklemek gerkir ki, söz konusu müdahale edilemez alan içinde yalnızca din
veya inancını açıklamaya zorlanamamayı içerir; bunlardan başka ibadet, dinî eğitim
ve propaganda özgürlüğünün sözkonusu mutlak dokunulmazlık güvencesinden
yararlanamayacağı yoruma gerek kalmayacak kadar açıktır.
Doktrinde hakim olan görüş, çekirdek nitelikli temel hakların
diğerlerinden daha önde gelen haklar olduğu, diğer bir deyişle, diğerlerine oranla
daha temel haklar niteliğine sahip olduğu yönündedir.322 Karşıt görüş ise, bunu

320
Konu hakkında daha geniş bilgi için bkz. KAPANİ, Münci, “Freedom to Destroy Freedom, Its
Meaning and Implication”, Prof. Dr. Ernest Hirsch’e Armağan, AÜHF. Yayını, Ankara, 1964, ss.
261-276.
321
KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 35
322
EROĞUL, Anatüzeye Giriş (“Anayasa Hukukuna Giriş”), s. 271.; SOYSAL, 100 Soruda
Anayasanın Anlamı, s. 201-203.;

72
reddederek, anayasa kuralları arasında herhangi bir hiyerarşi bulunmadığını ve
dolayısıyla söz konusu hakların da diğerlerinden herhangi bir üstünlüğünün
olamayacağını savunmaktadır.323

c) Hukuksal güvencesi324: Lâiklik ve boyutları

Devletin lâikliği, din özgürlüğü rejiminin yalnızca ideolojik değil, aynı


zamanda hukuksal temelidir. Din ve dünya işlerinin ayrılması sonucu vicdan, din ve
ibadet özgürlükleri daha belirginleşmekte ve özgür biçimde koruma altına alınmış
olmaktadır. Lâik olmayan bir devlet düzeninde söz konusu hakların kullanımı ise,
ancak devletin hoşgörü sınırları çerçevesinde söz konusu olabilecektir.325
Lâiklik, anlam açısından iki boyutludur. Bir taraftan, devlet yönetiminde
dinî kuralların etkili ve egemen olmaması zorunluluğunu öngören din-devlet ayrılığı
ilkesinden hareketle, devletin olumsuz edimi, müdahale etmemesi söz konusu iken,
diğer taraftan devletin inanç ve vicdan özgürlüğünü sağlaması, ayin ve ibadetlerin
serbestçe ve güvenlik içinde gerçekleştirilebilmesini güvence altına almaya yönelik
tedbirleri alması söz konusu olduğunda ise, devletin müdahalesini gerektirir.
Dolayısıyla, birincisi daha çok devlet ilgilendirir ve onun olumsuz edimini gerektirir.
İkinci unsur ise daha çok bireyi ilgilendirir ve her ne kadar devletin bireye bu alanda
müdahalesini sınırlar ise de, aslında devlet bununla yetinmeyip, diğer taraftan,
bireyin ibadet, tören ve ayin özgürlüğünü kullanabilmesi için devleti birtakım olumlu
edimlerini zorunlu kılar. Buradan hareketle, söz konusu unsurları olumlu ve olumsuz
boyutlar olarak adlandırmayı uygun bulmaktayız.

323
GÖZLER, Kemal, Anayasa Normlarının Geçerliliği Sorunu, 1. Bs., Ekin Yay., Bursa, Mayıs
1999, ss. 164-166.
324
Aslında lâiklik, din ve vicdan özgürlüğünün yalnızca güvencesi olmayıp, aynı zamanda söz konusu
özgürlük için bir sınırlama işlevini de yerine getirmektedir. Nitekim, başörtüsü giyinme dinî
uygulama niteliğinde olup, resmî alanda başörtüsü giyilmesi yasalarla yasaklanmıştır. Ancak,
eklemek gerekir ki, din özgürlüğünün hukuksal güvencesinin yanı sıra toplumsal güvenceleri de
önem taşımaktadır ve bu ise bireylerin bilinç seviyesine ilişkindir.
325
KABOĞLU, İbrahim Özden, “Din Özgürlüğü (Sınırı ve Güvencesi)”, AÜSBFD., Prof. Dr.
Muammer Aksoy’a Armağan, C. XLVI., S. 1-2., 1991, ss. 271-272.

73
aa) Lâikliğin olumsuz boyutu: Din-Devlet ayrılığı ve unsurları

Lâiklik kavramının birinci boyutu olan din-devlet ayrılığının


gerçekleşebilmesi, bazı unsurların varlığına bağlıdır. Söz konusu unsurları kısaca
inceleyelim.

aaa) Devletin resmî bir dininin bulunmaması

Devletin herhangi bir dini resmî olarak tanımaması, malî ve siyasî


destekte bulunmaması, dinsel nitelikli topluluk ve örgütlenmelerle devletin
birbirinden kesin biçimde ayrılması, kamu yönetiminin dinsel kurallardan hiçbir
şekilde etkilenmemesidir.326 Ancak bu, devletin dinlerin varlığını yadsıması
anlamına gelmeyip, bütün dinlerin mensuplarına eşit davranmasını gerektirir.
Devletin bütün dinler karşısındaki tarafsız konumu, eşitlik ilkesinin gereği olup,
“farklı olma hakkının aynı zamanda devlet karşısında güvence altına alınmış
olmasını anlatır. Özgürlük açısından laik devlet, kişinin Tanrı ve din konularındaki
tercihlerine karışmaz, inanma ya da inanmama yönünde belli bir kanaati aşılamaya
çalışmaz ... bir bakıma seyirci konumumdadır. Dinler özel ve bireysel alanda yer
almakla birlikte, laik devlet bunları tümüyle görmezlikten gelemez. Çünkü devlet,
öteki faaliyet alanları olan kültürel, toplumsal ve iktisadi etkinlik biçimleriyle ilişki
içerisindedir.”327
Lâikliğin en önemli unsurlarından birisi, devletin resmî bir dininin
bulunmamasıdır. Devlet herhangi bir dini resmî olarak onaylayamaz. Çünkü devlet
bir “gerçek kişi” değildir. Din ise ancak, gerçek kişilere özgü sosyal bir olgudur.
Aslolan, devletin belli bir dine üstünlük tanımamasıdır. Devletin resmî bir dini
bulunmadığı için, belli bin dinin veya mezhebin gereklerini vatandaşlarına aktarma
etkinliğinde de bulunamaz. Bu noktadan hareketle devlet dinî propaganda yapamaz
ve din eğitim-öğretimini zorunlu kılamaz. Aynı şekilde, “resmi dini olmayan
devlet, belli bir dinin kurallarını vatandaşlarına benimsetmek için faaliyette

326
KABOĞLU, Özgürlükler Hukuku ... , s. 189.
327
ibid., ss. 189-190.

74
bulunamaz; özellikle zorlayıcı kurallar koyamaz.”328
Devlet desteğinde olan ya da devlet çatısı altında yer alan hiçbir din ve
mensupları, gerçek anlamda özgür olamaz. Devlet manevi bir destekle iktidarını
sürdürmek isteyince, teokratik düzenlerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Böylelikle,
hem lâik devlet ilkesi zedelenmiş, hem de bireylerin din-vicdan özgürlükleri baskı
altına alınmış olur.329
Kanun-i Esasî’de ve 1928 değişikliğine kadar Türk anayasalarında,
devlet resmî bir dini tanımaktadır. Ancak 1937 yılındaki anayasa değişikliği ile bu
duruma son verilmiştir.
Kural olarak devletin resmî bir dini olmamalıdır. Her ne kadar bazı
Avrupa ülkelerinin anayasalarında devletin dini kabul edilmiş olsa da, diğer bütün
dinler serbest bırakılmış olup, din-vicdan özgürlüğü tam bir güvenceye
kavuşturulmuştur; kabul edilen devlet dininin diğer din mensuplarına karşı farklı
muamelelere yol açması da söz konusu değildir.330
Devletin dininin olmaması, tüm dinleri tanıması ve tarafsız bir tarzda
onlara eşit davranmasıdır. Din düşmanlığı ve inkârcılık ile devletin dininin olmaması
tamamen farklı olgulardır. Lâiklik dinsizlik de değildir.331 Bir görüşe göre, dinin
siyasete araç olarak kullanılması da, din düşmanlığı da bizzat ayrı bir din
yaratmadır.332 Nitekim, devletin herhangi bir dinin veya dinsel grubun koruyucusu
olmasını önleme üzere, Anayasa’nın 6/3. md. hükmü getirilmiştir. Anayasa
Mahkemesi’nin 1995/16 karar sayılı kararı da aynı paraleldedir:
“... Lâiklik, dinin siyasal alan dışında kalmasını amaçlayan bir devlet
anlayışıdır. Lâiklik, din düşmanlığı, dinsizlik ya da dine karşı oluş değil, inanç
özgürlüğüne saygıdan kaynaklanan ve dini, kişi özgürlüğünün enginliğine bırakan
bir tutum ve davranış biçimidir.”

328
ÖZBUDUN, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, 2. Bs., Yetkin Yay., Ankara, 1992, s. 65.
329
ÖKTEM, “İnsan Hakları”, s. 725.
330
ARSEL, İlhan, “Din ve Devlet Ayrılığı”, AÜHFD., C. XVI., S. 1-4, 1959, s. 175.; SOYSAL, 100
Soruda Anayasanın Anlamı, s. 257.
331
VELİDEDEOĞLU, Hıfzı Veldet, “Laiklik Dinsizlik midir?”, Halkevleri Dergisi, C. IX, S. 109,
1975, ss. 11-12.; DEMİRER, Ercüment, “Laiklik Dinsizlik Değildir”, Kemalizm, S. 217, 1980,
ss. 19-20.
332
DEMİRKOL, loc.cit., s. 9.

75
... Yurttaşlar değişik dinlerden de olsalar, Devlet kuşkusuz hepsine karşı
aynı yakınlıktadır. Lâik düzen içerisinde istediği dini seçmek kişinin özgürlüğüdür.
Bunda hiçbir zorlama yapılamaz.”333
Doktrinde ve AYM. kararlarında, lâikliğin en önemli koşullarından biri
olarak, devletin resmî bir dini olmaması gereği vurgulandığı halde, İHAK. farklı
kanaattedir. İHAK., resmî bir devlet dininin bulunmasına karşın, devlet tarafından
söz konusu dine zorunlu katılım istenmediği veya isteğe bağlı ayrılma
yasaklanmadığı takdirde, 9. md. hükmüne aykırılığın söz konusu olamayacağı
kanaatine varmıştır.334

bbb) Devletin çeşitli din sahiplerine eşit davranması

Anayasa’nın 10. md. hükmünde yer alan söz konusu unsur, “lâikliğin
ağırlık noktası” olarak tanımlanabilir. Devlet, tüm dinlere olduğu gibi, söz konusu
dinlerin mensuplarına da eşit davranmak zorundadır.335
Lâik bir devlette devletin dini olmadığı (devletçe tanınan bir dini
olmadığı) gibi, devletçe müsamaha edilen (ayrıcalık tanınan) herhangi bir din de
olamaz. Tüm dinler hukuken ve eşit düzeyde koruma altına alınır, hiçbir din diğerine
üstün tutulup kayırılamaz.336

ccc) Din ve devlet işlevlerini yerine getiren kurumların ayrı olması

Lâik bir devlet, din kurumlarının işlevlerini yerine getiremez; din


kurumları da devletin yerine getirdiği işlevlere karışamaz. Diğer bir ifade ile, lâik
devlet, “devlete bağlı din” ve “dine bağlı devlet” anlayışlarını yadsır. Ancak
Türkiye yaklaşımı, kendine özgü koşullarından hareketle kendi sistemini kurarak,
lâikliği zayıflatan değil, aksine kendine özgü koşulları gereği onu koruyucu bir
çözüme ulaşmak için din hizmetlerinin dinsel mezhep ve topluluklara bırakılmasını

333
AYM., K.T. 21.6.1995, E. 1995/17., K. 1995/16.; AYMKD., S. 31., C. II., s. 546.
334
İHAK. Raporu, Peter Darby v. Sweden, Dec. 9.5.1989, para. 45. in GÖLCÜKLÜ -
GÖZÜBÜYÜK, op.cit., ss. 312-313.
335
ÖZBUDUN, op.cit., s. 66.
336
EREM, “Ceza Hukuku Bakımından Vicdan ve Din Hürriyeti”, s. 70.

76
sakıncalı addetmiştir.

ddd)Devlet yönetiminin dinî kurallardan etkilenmemesi ve esinlenmemesi

Bu anlamda, iki farklı bakış açısı mevcuttur. Birinci yaklaşım, söz


konusu unsurun dar açıdan yorumlanmasını içerir. Devlet işlerinin dinî kurallardan
etkilenmemesi, asgari anlamda devlet işlemlerinin dinî kurallara uygun olma
zorunluluğunun bulunmadığını vurgular.337 Söz konusu yaklaşımın tipik örneği,
Kanun-i Esasî’nin 7. md.338 hükmüdür. Bir diğer yaklaşım biçimi ise, devlet
yönetiminin dinî kurallardan etkilenmemesi ilkesinin geniş anlamda
yorumlanmasıdır. Bu bağlamda, geniş açıdan yorumlamada, devlet işlerinde dinî
kurallardan etkilenmemeni yanı sıra -hatta bunun da ötesinde-, dinî kurallardan
esinlenilmemesi söz konusudur. Bu sonuncu durum, akılcı düşüncenin egemen
olduğu toplumlarda mümkün olabilir.339
Söz konusu yaklaşım farklılığının bir diğer örneği ise, başörtüsü sorunu
dolayısıyla ortaya konmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Kurulu’nun bir
kararına göre, lâiklik ilkesinin doğal sonucu, “devlet yönetiminde din kurallarına
uyma zorunluğunun olmamasıdır.”340 Oysa, AYM.’ye göre, ilkenin doğal sonucu
devlet işlerinde din kurallarına uyulması zorunluluğunun bulunmaması değil, din
kurallarının hiçbir biçimde devlet işlerinde etkili ve egemen olmamasıdır.
Nitekim AYM.’nin 1989/12 karar sayılı kararında bu konuya yer
verilmiştir:
”Devlet yönetiminde tüm düzenlemeler ancak hukuk kurallarına göre
yapılır. Din kurallarına göre yapılan düzenlemeler hukuksal nitelik taşımaz. Din
kurallarının kaynağı Tanrı’dır. ‘İlâhi istenç, (irade)’ tanrı buyrukları, din
kurallarının başlıca kaynağıdır. Hukukun kaynağı ise, hukuku yaratan istenç olarak
kendi ulusunun istencidir. Din, ulustan kaynaklanan bir değer olmadığından temelini
ulusal istencin oluşturduğu bir düzende hukuk kaynağı sayılması olanaksızdır.

337
ÖZBUDUN, op.cit., s. 66.; MEMİŞ, op.cit., s., 173.
338
ÖZBUDUN, op.cit., s. 66.
339
ibid., s. 66.
340
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 30 Aralık 1980 tarih ve 77 sayılı kararı,
bkz. AKSAY, op.cit., s. 188.

77
Egemenliğin ulusta oluşuna dayanan hukuk düzeniyle tanrısal buyruklara dayalı
ilâhi istenç arasında ilişki kurulamaz. Hukuk düzeni, dinsel düzeni dışarda bırakan,
varlığını hukuktan alıp hukukla sürdüren devlettir. ... Siyasal düzenlemelerin kaynağı
hukuk, dayanağı Anayasa’dır. Başka kaynak ve dayanak aranamaz. Hukuksal
düzenlemeler dünya işidir, din işi değildir.”341 Yine AYM.ye göre, lâiklik ilkesinin
en önemli unsurlarından birisi “[d]inin, devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması
esasını benimseme”342 olarak belirtilmiştir.
Dolayısıyla, lâik devlette, din kurallarının uygulanması konusunda devlet
ve birey açısından kısıtlama vardır: Öncelikle, yasama din kurallarından bağımsız
olup, dinin dünya düzenine müdahale eden kuralları, ancak lâik devletin lâik
hukukuna uygun düştüğü ölçüde uygulanabilir. Devletin yanı sıra, birey de, inandığı
dinin dünya düzenine ilişkin kuralını uygulamakta özgür bırakılmamıştır; o kural,
lâik hukuk kuralları ile çatışıyorsa, birey, lâik hukukun kurallarına uymak
zorundadır.343
Bazı yazarlar tarafından, İslâm’da din-devlet ilişkisi sorununun çok dinli
ve çok hukuklu bir toplumsal proje ile çözülebileceği iddiası da vardır ve hatta bu
sistem Türkiye’ye önerilmektedir.344 Oysa AYM’.nin de vurguladığı gibi,
“[y]asalar ilkelerini dinden değil, yaşamdan ve hukuktan almazlarsa hukuk devleti
niteliği zedelenir. Dine dayanan yasalar, vicdan özgürlüğünü benimsemediğinden,
her din için ayrı yasa gereğini ortaya çıkarır, ulusal bir devlette bu tür bir düzenleme
olamaz. Böyle düzenlemeler din kurallarını benimsemeyenler için baskı aracı
sayılabileceği gibi, ayrı dinler için de ayrılık aracı olur.”345

341
AYM., K.T. 7.3.1989, E. 1989/1., K. 1989/12.; AYMKD., S. 25., ss. 151-152..
342
AYM., K.T. 2.2.1996, E. 1995/25, K. 1996/5, AYMKD., S. 32., C. II., ss. 558-559.
343
UMAR, loc.cit., ss. 91-92.
344
Üzerinde oldukça fazla tartışılan toplumsal model, “Medine Vesikası” olarak da anılmaktadır. Hz.
Muhammed tarafından Medine’de Müslüman ve Yahudi topluluklar arasında akdettiği
sözleşmenin ana hatları ve değerlendirmesi için bkz. BULAÇ, Ali, “İslâm ve Modern Zamanlarda
Din-Devlet İlişkisi”, Cogito, Laiklik Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul,
1994, ss. 82-85.
345
AYM., K.T. 7.3.1989, E. 1989/1., K. 1989/12.; AYMKD., S. 25., s. 152.

78
Diğer taraftan, her dinin mensupları için ayrı yasalara yapılması, lâik
devlet ilkesine aykırıdır. Nitekim, Medenî Kanun’un “Esbabı Mucibe Lâyihası”nın
günümüz Türkçe’sine çevrilmiş metninde şu ifadelere yer verilir:
“Özellikle çeşitli dinlere bağlı uyrukları olan devletlerde tek bir yasanın
bütün toplumda uygulanma olanağını kazanabilmesi için bunun dinle ilişkisini
kesmesi, ulusal egemenlik için de, bir zorunluluktur. Çünkü yasalar dine dayalı
olursa, vicdan özgürlüğünü kabul zorunda bulunan devlete, türlü dinlere bağlı
bulunan uyrukları için ayrı ayrı yasalar yapmak düşer. Bu durum, çağdaş devlet için
temel ilke için temel ilke olan siyasal, toplumsal ve ulusal birliğe hepten aykırıdır.
Hatırlamak gerekir ki, devletin yalnız uyruklarıyle değil, yabancılarla da ilişkisi
vardır. Bu durumda onlar içinde onlar için de kapitülasyon adı altında ayrıcalık
kuralları kabul etmek zorunluluğu doğar.”346

eee) Türkiye’ye özgü bir unsur: Dinin vicdanlara itilmesi

Türk toplumunun özel durumu ve Kurtuluş Savaşı sonrasında geçirdiği


devrim, lâiklik ilkesine, sayılan unsurlar dışında değişik bir unsuru daha ekleme
zorunluluğunu doğurmuştur. Dinin düşünce ve eylem alanındaki etkinliğine son
verilip tamamen vicdanlara itilebilmesi için gerekli önlemlerin alınması zorunluluğu
Türkiye’yi diğer ülkelerden ayırmaktadır. 347
SOYSAL’a göre, “... [d]inin toplum işlerinden , toplumsal görevlerinden
sıyrılıp ‘vicdanlara itilmesi’, kişilerin iç dünyalarından taşmayan bir inançlar
bütünü sayılabilmesi, ... aynı zamanda dünya işleriyle çok yakından ilgili olan İslâm
dininin kendi içinde de bir büyük değişikliğe ve eğer İslâmda hiç bulunmayan bir
terim kullanmak gerekirse, bir ‘reform’a girişmek demekti. Bir bakıma, Atatürk’ün
uygulamak istediği lâiklik politikası, dini ‘toplumsal’ olmaktan çıkarıp
‘kişisel’leştirirken, Müslümanlığın temel niteliklerinden birine de dokunmuş
oluyordu. Lâik devlet, yalnız mezhepler arasında ayırım gütmeyen, resmî bir dini
olmayan, dinsel kurallarla iş görmeyen bir devlet olmakla kalmamalı, aynı zamanda

346
VELİDEDEOĞLU, op.cit., Giriş Kısmı, s. XXXV.
347
SOYSAL, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, s. 258.

79
dinin vicdanlara itilmesi için gerekli önlemleri de alabilen devlet olmalıydı.”348
Bu açıdan bakıldığında 1982 Anayasası, “kurulu düzeni korumak
amacıyla ibadet özgürlüğüne, çağdaş lâik devletlere nazaran daha geniş
sınırlamalar getirmiştir. Dini bireylerin vicdanlarına itmek, eylem alanları ile inanç
alanını birbirinden ayırmak da hedeflenmiştir.”349
AYM.’ye göre, “[l]âik düzende özgün bir sosyal kurum olan din, devlet
kuruluşuna ve yönetimine egemen olamaz. Devlete egemen ve etkin güç, dinsel
kurallar ve gerekler değil, akıl ve bilimdir. Din, kendi alanında, vicdanlarındaki
yerinde, Tanrı-insan arasındaki inanış olgusudur. Kişinin iç-inanç dünyasının
düzenleyicisi olan dinin, devlet işlerinde söz sahibi ve çağdaş değerlerle, hukukun
yerine geçerek yasal düzenlemelerin kaynağı ve dayanağı olması düşünülemez.”350
AYM.’nin 1996/5 karar sayılı kararında, “[d]inin, bireyin manevi
hayatına ilişkin olan dini inanç bölümünde, aralarında ayrım gözetilmeksizin sınırsız
bir hürriyet tanımak suretiyle dini, Anayasa güvencesi altına alma, ... [buna karşın,]
[d]inin bireyin manevi hayatını aşarak toplumsal hayatı etkileyen eylem ve
davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak
amacıyla, sınırlamalar kabul etme dinin kötüye kullanılmasını ve sömürülmesini
yasaklama ...”351 ayrımından hareketle, dinin vicdanlara itilmesine yönelik tercih
dile getirilmiş olmakta; dolayısıyla vicdan ve dinî inanç özgürlüğünün sınırsız
olduğu, buna karşın ibadet ve uygulamalara ilişkin olarak din özgürlüğünün açığa
vurulmasında kamu düzeni, güveni ve çıkarının korunması amacıyla sınırlamadan
söz edilmektedir.
Yine AYM.’nin 1989/12 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere,
“Lâiklik; egemenliğe, demokrasiyle özgürlüğe ve bilgi bileşimine dayanan toplumsal
bir atılım; siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. Onurunu
üstün tutarak bireye kişilik ve özgür düşünce olanaklarını veren, bu yolla siyaset-
vicdan ayrımını gerekli kılarak vicdan ve dinsel inanç özgürlüğünü sağlayan ilkedir.
... Lâik düzende din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır,

348
ibid., s. 258.
349
AKAD, Mehmed, Genel Kamu Hukuku, 3. Bs., Filiz Kitabevi, İstanbul, 1998, s. 265.
350
AYM., K.T. 7.3.1989, E. 1989/1., K. 1989/12.; AYMKD., S. 25., ss. 147-148.
351
AYM., K.T. 2.2.1996, E. 1995/25, K. 1996/5, AYMKD., S. 32., C. II., ss. 558-559.

80
gerçek, saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. ... Düşünce ve inanç
alanlarının ayrılması dinin kutsallığına en uygun durumdur.”352
Medenî Kanun’un “Esbabı Mucibe Lâyihası”nın günümüz Türkçe’sine
çevrilmiş metninde şöyle denir:
“Kuşku yoktur ki, Yasaların amacı, herhangi bir gelenek veya görenek
veya yalnız vicdanla ilgili olması gereken din kuralları değil, siyasal, sosyal, iktisadi
ve ulusal birliğin her ne pahaya olursa olsun sağlanması ve yerine getirilmesidir. ...
Bunun tersi, Devletin benimsediği din ilkelerini kabul etmeyen kimselerin
vicdanlarının baskı altında tutulması olur. Çağdaş devlet görüşü bunu kabul edemez.
Din, vicdanlarda kaldıkça Devlet gözünde, saygıdeğer ve dokunulmazdır. ... Çağdaş
devlet, dini dünyadan ayırmakla insanlığı tarihin bu kanlı belâsından kurtarmış ve
dine gerçek ve sonsuz bir taht olan vicdanı özgülemiştir.”353

bb) Lâikliğin olumlu boyutu: Vicdan ve ibadet özgürlüğü

Lâiklik ilkesine bu açıdan bakıldığında, lâiklik ilkesinin ikinci boyutunun


iki unsurlu olduğu görülür. Dar anlamda din ve vicdan özgürlüğünün kapsamına
vicdan özgürlüğünün yanı sıra ibadet özgürlüğü de girer. Şimdi bunlara kısaca
değinelim:

aaa) Vicdan özgürlüğü

Tüm inançlara saygı duyan devletin, vicdan özgürlüğünü, yani inanma


veya inanmama biçimindeki bireysel tercihi güvenceye bağlama zorunluluğu
karşımıza çıkar. din özgürlüğüne ilişkin baskı ve müdahaleler yalnızca devletten
değil, toplumdan, gruplardan veya diğer bireylerden de gelebileceği için, bu tür
ihlaller de söz konusu güvence çerçevesinde ele alınmak gerekir. Din karşısındaki
ilgisizlik, hiçbir dine inanmama, farklı bir dine inanma, dinden uzaklaşma veya
dinini tamamen değiştirme de söz konusu koruma kapsamına girer.354

352
AYM., K.T. 7.3.1989, E. 1989/1., K. 1989/12.; AYMKD., S. 25., s. 145.
353
VELİDEDEOĞLU, op.cit., Giriş Kısmı, s. XXXV.
354
KABOĞLU, Özgürlükler Hukuku ... , s. 190.

81
Bazı yazarlar ise, aksi kanaattedir. Nitekim Alman hukukçu HAMEL, bu
konuda şunları ifade eder: “... vicdan ve inanç hürriyeti, her iman, vicdan ve inancın
inkârı hüviyetini içine almaz. En yüksek manevî makam olan hiçbir iman ve vicdana
sahip olmıyan, iman ve vicdan hürriyetine de dayanamaz. Her dinî ve her manevî
nizamı reddeden inkârcılık (skeptizismus) fikirlerini açıklıyor: o inanmaz, zira
inanmak vecibe altına girmek ve formel olmak demektir.”355

bbb) İbadet özgürlüğü

Devletin yükümlülüğü, dinsel yükümlülüklerin kolektif olarak yerine


getirilmesinde, yani ibadet özgürlüğünde de ortaya çıkar. Devlet toplu ibadetlerin
serbestçe ve güvenlik içinde ifa edilmesini de güvenceye bağlar, maddi açıdan
ibadetin yapılmasını olanaklı kılar, fakat malî açıdan desteklemez. Diğer taraftan
devlet, ibadet özgürlüğünün kullanımı sırasında kamu düzeninin bozulmasını da
önler; aksi takdirde diğer farklı inanç mensuplarının huzurunun ve dinginliğinin
ihlaline göz yummuş olur. Yani, İbadet özgürlüğü, vicdan özgürlüğünü herhangi bir
ibadete katılmama veya farklı ibadetlere katılma yönünde kullanan bireylerin
dinlenme, çalışma, sağlık ve çevre gibi diğer hak ve özgürlüklerini sekteye
uğratmamak şartıyla kullanılabilir.356

II. TÜRK ANAYASA MAHKEMESİ VE İNSAN HAKLARI AVRUPA


SÖZLEŞMESİ KARAR ORGANLARINDA LÂİKLİK VE DİN-VİCDAN
ÖZGÜRLÜĞÜ

A) DİN-VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN HUKUKSAL GÜVENCESİ


OLARAK LÂİKLİĞİN ANLAMI VE SINIRLARI

1) LÂİKLİĞİN FARKLI DİN VE TOPLUMLARDAKİ ANLAMI

355
HAMEL, Walter, Din ve Vicdan Hürriyeti, (Çev. ARMAĞAN, Servet), Yeni Asya Yayınları,
İstanbul, 1973, s. 63.
356
KABOĞLU, Özgürlükler Hukuku ... , s. 190.

82
AYM.’ye göre, Any. md. 24. hükmü, lâiklik ilkesinin bir bakıma
açıklamasını yapar ve bu ilkenin din ve Devlet işlerinin ayrılması biçimindeki klâsik
tanımını vurgular. 357 Gerçi lâiklik ilkesinin, “din ve devlet işlerinin birbirinden
ayrılması” biçiminde tanımlanması yaygındır, ancak yeterli olduğunu söylemek
mümkün değildir. Söz konusu dar tanım, “laikliğin ancak çok uzun yolunun
başlangıcı olabilir.”358 Nitekim, AYM. de, lâiklik ilkesinin, din-devlet ayrılığı
biçiminde daraltılamayacağını, zira boyutlarının çok daha geniş olduğu görüşünü
birçok kararında tekrarlamıştır:
“Lâik düzende özgün bir sosyal kurum olan din, devlet kuruluşuna ve
yönetimine egemen olamaz. Devlete egemen ve etkin güç, dinsel kurallar ve gerekler
değil, akıl ve bilimdir. Kişinin iç-inanç dünyasının düzenleyicisi olan dinin, devlet
işlerinde söz sahibi ve çağdaş değerlerle, hukukun yerine geçerek yasal
düzenlemelerin kaynağı ve dayanağı olması düşünülemez ve gerçekte lâiklik din-
devlet işleri ayrılığı biçiminde daraltılamaz.”359
AYM.’nin 1971/76 karar sayılı kararında lâiklik ilkesi açısından,
İslâmiyet ile Hıristiyanlık arasındaki fark şöyle dile getirilmiştir:
“Lâiklik ilkesi din ve Devlet ilişkilerini düzenleyen bir ilke olması
nedeniyle, her ülkenin içinde bulunduğu ve her dinin bünyesinin oluşturduğu
koşullar arasındaki ayrılıkların, lâiklik anlayışında da ortaya ayırımlar çıkarması
zorunlu bir sonuçtur.”
... Hukukî yönden klâsik anlamda lâiklik, din ve Devlet işlerinin
birbirinden ayrılması anlamına gelmektedir. Ayrılık dinin Devlet işlerine, Devletin
de din işlerine karışmaması biçimindedir ki bu anlayışa göre kilise tam anlamı ile
bağımsızdır. Bu durum, Hıristiyan dinine bağlı milletlerde birçok tarihi olguların,
gereksinme ve zorunlulukların sonucu olduğu kadar bu sonuçda kilisenin dini bir

357
AYM., K.T. 21.6.1995, E. 1995/17., K. 1995/16.; AYMKD., S. 31., C. II., s. 546.
358
KILIÇBAY, Mehmet Ali, “Laiklik ya da Bu Dünyayı Yaşayabilmek”, Cogito, Laiklik Özel Sayısı,
S. 1., Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994, s. 19.
359
AYM., K.T. 2.2.1996, E. 1995/25., K. 1996/5.; AYMKD., S. 32, C. II., s. 559. Aynı görüşler için
bkz. AYM., K.T. 4.11.1986, E. 1986/11., K. 1986/26.; AYMKD., S. 22., s. 310.; AYM., K.T.
7.3.1989, E. 1989/1., K. 1989/12.; AYMKD., S. 25., s. 141., 147.; K. AYM., K.T. 9.4.1991, E.
1990/36., K. 1991/8.; AYMKD., S. 27., C. I., s. 301.; AYM., K.T. 21.6.1995, E. 1995/17., K.
1995/16.; AYMKD., S. 31., C. II., s. 546. karar sayılı AYM. kararları. et.al.

83
kuruluş bulunmasının, Hıristiyanlıkta ruhani bir sınıfın, bir din hizmetinin
varlığının ve Papanın kutsal nitelikte dinî bir başkan olarak kabul edilmesinin de
etkisi çoktur.”
... İslâmlıkta ise bir ruhban sınıfı bulunmadığı gibi, mabetlerde, görevli
kimseler de kutsal nitelikte değillerdir. Şu halde her iki dinin koşulları aynı olmadığı
gibi din işleriyle uğraşan kimselerin bağımsızlığı veya özerkliği anlayışının gerek
ülkemizde gerekse batı devletlerinde oluşturacağı sonuçlar da birbirinin aynı
değildir.”
... Hıristiyan ve İslâm dinine bağlı milletlerin kurdukları devletlerdeki
lâiklik anlayışında bir ayırımın var olması zorunlu bulunduğundan, mabet ve din
işleriyle uğraşanların devletten tüm ayrı ve bağımsız oluşunun lâiklik anlayışında bir
ilke gibi benimsenmesi ancak, Hıristiyan dininin kabul edildiği ülkelerdeki
devletler için söz konusu olabilir. Yoksa buna, her dinin inanç ve gereklerinden
doğan ayrılıkları gözönünde bulundurmadan geniş ölçüde genel bir ilke niteliği
vermeğe olanak yoktur ... Dinî anlayış yönünden benzer koşulları bulunmıyan bir
ülkenin, batı hukukundaki anlamı ve biçimiyle lâiklik ilkesini benimsememesini
koşullardaki ayrılığın sonucu gibi görmek gerekir.”360
Anayasa Mahkemesi, tıpkı 1961 Anayasası döneminde verdiği kararlarda
olduğu gibi, 1982 döneminde verdiği 1983/2 karar sayılı kararda da, Türkiye'deki
lâiklik anlayışının batıdaki Hıristiyan ülkelerinden farklı bir yapı ve düşünce
biçimine sahip olduğunu belirtmiş, ayrıca sosyalist ülkelerin lâiklik anlayışı ile de
benzerlik taşımadığını vurgulamıştır. Hıristiyan ve İslâm dini inanç ve gereklerinin
farklılığına değinildikten sonra karara şöyle devam edilmiştir:
“Dini ve din anlayışı tamamen farklı olan bir ülkenin, laikliği o ülke batı
medeniyetine açık olsa dahi batılı ülkelerdeki anlayış içinde benimsenmesi esasen
düşünülemez ve beklenemez.”361
DİNÇKOL’a göre, Anayasa Mahkemesinin bu görüşüne bir ölçüde
katılmak mümkün ise de, batıdaki lâiklik anlayışının Türkiye’den farklı olmasını
yalnızca dinsel nedenlere bağlamak yeterli değildir. Batıda lâikliğin oluşması;

360
AYM., K.T. 21.10.1971, E. 1970/53., K. 1971/76.; AYMKD., S. 10., ss. 61-62.
361
AYM., K.T. 25.10.1983, E. 1983/2., K. 1983/2.; R.G., T. 15.10.1984, S. 18546.; AYMKD., S. 20.,
s. 358.

84
feodalitenin yıkılması için yapılan toprak reformu, ticaret devrimi sonucu güçlenen
burjuvazinin, merkezci ve salt yetkili krallıkların kurulması için kilisenin aşırı
egemenliğinin sınırlanmasında rol oynaması ve aydınlanma çağı ile aklın
üstünlüğünün ortaya atılması aşamalarından geçmiştir. Görüldüğü gibi, tarihî,
ekonomik, teknik nedenler de farklılığı oluşturmaktadır. Dinî faktörler de, bu
nedenlerin yanı sıra; lâiklik anlayışında şüphesiz farklılık getirir. Bunlardan biri;
İslâmiyet’te ruhban sınıfının olmaması; bir diğeri ise, İslâm devletinin doğuşunda
ümmet fikrinin olmasıdır. Bu ulus-devlet anlayışı ile farklı bir görünüm
getirmektedir. Oysa ki Batıda lâiklik ulus-devletin doğuşu ile ortaya çıkmış ve
güçlenmiştir.362
Lâikliğin farklı dinler çerçevesinde kazandığı anlama değindikten sonra,
ayrıca farklı toplumsal bakış açıları tarafından nasıl algılandığına da kısaca yer
vererek örneklemek yararlı olacaktır.
Lâiklik kavramı birbirinden farklı üç anlayış çerçevesinde
değerlendirilmektedir. Söz konusu anlayışlar şunlardır363:
a)Devletin yansızlığı biçimindeki lâiklik anlayışı: Ancak bu yansızlık
mutlak olmayıp, yer yer hukuk sistemi ile dinî unsurlar arasında açık veya gizli
örtüşme ve müdahaleler görülebilir. Sosyal kültürde mevcut dinî unsurlar, hukuk
düzenini ve hukuk politikasını da etkiler. Fransa’da din-devlet ayrılığını getiren 1905
Kanunu’nun yanı sıra, İHEB. md. 18. ve İHAS. 9. md. hükümleri, bu anlayışın tipik
örnekleridir.364
b)Devletin din üzerindeki denetimine dayanan lâiklik anlayışı: Bu
anlayışın tipik örneği ise, Türkiye’de yerleşik “Anayasa İdeolojisi” olup, AYM.’nin
özellikle siyasal partilerin kapatılması ve örtünme sorunları hakkında verdiği
kararlarda açık biçimde görülebilir.365
c)Hümanizm olarak lâiklik anlayışı: Farklılıklara ve herkesin hakkına
saygı gösteren ve hiç kimseyi dinî inançları nedeniyle dışlamayan sosyal felsefedir.
AGİK.’in 29 Haziran 1990 tarihli Kopenhag Belgesi’nin 9/4. md. hükmünde yer

362
DİNÇKOL, op.cit., s. 195.
363
ÇAĞLAR, Bakır, “Türkiye’de Laikliğin ‘Büyük Problem’i: ..., ss. 112-114.
364
ibid., s. 113.
365
ibid., ss. 113-114.

85
verilen lâiklik ilkesi, bu anlayışın en belirgin ifadesidir.366

2) LÂİK DEVLET DÜZENİ VE KORUNMASI

Anayasa Mahkemesi, yerleşmiş kararlarından hareketle, lâiklik ilkesinin


temel koşullarını sıralamaktadır. Buna göre:
“Anayasa'da kabul edilen laiklik ilkesi özde,
a)Dinin, devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması esasını benimseme,
b)Dinin, bireyin manevi hayatına ilişkin olan dini inanç bölümünde,
aralarında ayrım gözetilmeksizin sınırsız bir hürriyet tanımak suretiyle dini, Anayasa
güvencesi altına alma,
c)Dinin, bireyin manevi hayatını aşarak toplumsal hayatı etkileyen eylem
ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak
amacıyla, sınırlamalar kabul etme dinin kötüye kullanılmasını ve sömürülmesini
yasaklama,
ç)Devlete, kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla dini hak ve
hürriyetler üzerinde denetim yetkisi tanıma”367
olarak sıralanmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin diğer birçok kararında
da aynı koşullara rastlanmaktadır.368
Danıştay’ın 1973/1435 karar sayılı kararında da vurgulandığı üzere
“lâyikliği tek tek her insanda, kendi kanaatlerini tetkik eden bir tenkit ruhu ve diğer
taraftan, başkalarının iman ve itikatlarına hürmet için ve onlara karşı anlayış
göstermek için bir irade kuvveti olarak tanımlamak mümkündür. Bu nedenle, layik
bir devlette kişilerin hepsinde; başkalarının iman ve itikatlarına hürmet ve anlayış

366
ibid., s. 114.
367
AYM., K.T. 2.2.1996, E. 1995/25, K. 1996/5, AYMKD., S. 32., C. II., ss. 558-559.
368
bkz. AYM., K.T. 21.10.1971, E. 1970/53., K. 1971/76.; AYMKD., S. 10., s. 66.; AYM., K.T.
4.11.1986, E. 1986/11., K. 1986/26., AYMKD., S. 22., ss. 312-313.; R.G., T. 22.2.1987, S.
19380.; AYM., K.T. 7.3.1989, E. 1989/1., K. 1989/12., AYMKD., S. 25, s. 146.; R.G., T.
5.7.1989, S. 20216.; AYM., K.T. 9.4.1991, E. 1990/36., K. 1991/8., AYMKD., S. 27., C. I., s.
300.; R.G., T.31.7.1991, S.20946.; AYM., K.T. 23.11.1993, E. 1993/1., K. 1993/2.; AYMKD., S.
30., C. II., s. 926.; R.G., T. 14.2.1994, S. 21849.; AYM., K.T.21.6.1995, E. 1995/17., K. 1995/16.,
AYMKD., S. 31., C. II., s.546.; R.G., T.14.10.1995, S. 22433. ... et.al.

86
göstermek iradesi hakim olmalıdır. Bu görüşten giderek TCK. nun 163 üncü maddesi
layikliği bir esasa bağlamış ...”369 bulunmaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı Va’z ve Va’z Edecekler Yönetmeliği’nin 2. md.
hükmüne göre vaaz, “... [c]amilerde ve toplu ibâdet yapılan yerlerde vaaz etme
yetkisine sahip bir din bilgini tarafından, İslâm dininin itikat, ibâdet ve ahlâk ile
ilgili bir konusunda, âyet ve hadisler esas alınarak, usulüne uygun bir tarzda
cemaati aydınlatmak, dinî bilgi ve şuurunu geliştirmek maksadıyla belirli bir süre
içinde yapılan dinî bir öğüt ...”370 olarak tanımlanmış ve yine söz konusu
yönetmeliğin 4. md., d, e ve f fıkralarına göre ise, “... vaaz edenin konuşurken,
genellikle ölçülü, yapıcı, uyarıcı, teşvik edici, sevdirici, müjdeleyici ve sakındırıcı
ifadeler kullanması gerektiği, aşırı ve kırıcı ifadelerden mesnetsiz sözlerden, siyaset
ve şahsiyet yapmaktan, dinî bütünlüğü ve millî birliği zedeleyici ihtilâflı meselelere
yer vermekten kaçınacağı ...”371 hükme bağlanmıştır.
Bir Yargıtay kararında, bir imamın camide hazır bulunan cemaate, bir
şahsı bahane ederek, dindar olmayan kişiler aleyhinde söylediği sözlerle372 bir
yandan adı geçen Yönetmelik hükümlerine aykırı biçimde hareket etmiş olduğu, öte

369
Dan. 2. D., K.T. 14.1.1974, E. 1973/1435., K. 1974/61., DD., S. 9-10., s. 166.
370
a.k., s. 167.
371
a.k., s. 167.
372
Sanığın bir camide Cuma namazından sonra verdiği vaazda, ölmüş bulunan Yargıtay Başkanının
şahsını hedef tutarak sarf ettiği şu sözler, 163. md. hükmüne aykırı bulunmuştur: “... Bundan bir
sene kadar evvel, biri ölmeyecekmiş gibi konuşuyordu. Ve diyordu ki (Allah’ı insanlar yaratır,
insanlar olmasaydı Allah olmazdı) diyordu. ... Ölmedi. Geberdi. Mukaddesatın hariminde
hayvancasına tepinen ve kâinatın büyük yaradanına itler gibi hırlayan ... bir kişi öldü mü, ...
cami’yi bırakın, kâbeyi bırakın, mescidi bırakın, kilisenin önündeki musalla taşı bile onu kabul
etmez. ... Ne garip meslek bu, ömür boyu sarığa sövmektedir. Ömür boyu din adamına gerici,
softa, yobaz, mürteci, örümcek kafalı, şeriatçı, dinci, tutucu, yıkıcı, falan, nihayet bir gün geliyor,
her beşerde olduğu gibi, bu fanide geberiyor. ... Tabutuyla beraber musalla taşına, minare
gölgesi önüne getirmeyin, azap etmeyin bu adamcağıza, neden cüppeli, sarıklı bir zatın önüne
getiriyorsunuz, bunu ezansız, camisiz yere, namazı kılınmayan yerlere götürün. ... Müminleri ...
ikaz etmek mecburiyetindeyim. Bir adam Allah’ı inkâr ederse namazı kılınmaz, bir adam
Peygamber Efendimize saygısızlık ederse namazı kılınmaz. ... Namazını kılan da, kıldıran da
cemaat olarak duran da cümlesi kâfirdir ...” Dan. 2. D., K.T. 14.1.1974, E. 1973/1435., K.
1974/61., DD., S. 9-10., ss. 167-168.

87
yandan da TCK.’nın 163 üncü maddesinin 4 üncü fıkrasında yazılı şekilde lâikliğe
aykırı olarak bazı temel nizamları din esaslarına uydurmak suretiyle dinsel unsurları
amaçlarına alet ederek propaganda ve telkinde bulunduğu anlaşılmış bulunduğundan,
sanığın yargılanmasına karar verilmiştir.

3) LÂİKLİK VE DEVRİM YASALARI

Devrim kanunları, “İnkılâp kanunlarının korunması” başlığı altında,


1982 Anayasa’nın 174. md. hükmü ile koruma altına alınmış olup, toplam sekiz
kanunu kapsamaktadır. Söz konusu maddeye göre, “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk
toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin
lâiklik niteliğini koruma amacını güden, ... inkılâp kanunlarının, ... Anayasaya aykırı
olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.”373 Söz konusu 174. md. hükmünde
sayılan kanunlar şunlardır:374
1)3 Mart 1341 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;
2)25 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisâsı Hakkında
Kanun;
3)30 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle
Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Ünvanların Men ve İlgasına Dair
Kanun;
4)17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle kabul
edilen, evlenme akdinin evlenme memuru önünde yapılacağına dair medenî nikâh
esası ile aynı kanunun 110’uncu maddesi hükmü;
5)20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın Kabulü
Hakkında Kanun;
6)1 Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve
Tatbiki Hakkında Kanun;
7)26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi Lâkap

373
KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 198.
374
Ancak bazı kaynaklarda, “İnkılâp Kanunları” başlığı altında, Anayasa’nın 174. maddesinde
sayılanlardan başka birtakım kanunlara da yer verilmektedir. Anayasa md. 174. hükmünde sayılan
İnkılâp Kanunlarının ve diğer kanunların tam metni için bkz. YAYLA – AKGÜNER, op.cit., ss.
222-231.

88
ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun;
8)3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin
Giyilemeyeceğine Dair Kanun.
Bazı yazarlara göre, İnkılâp Kanunları’nın yalnızca 8 madde içine sıkışıp
kalması, Atatürk İnkılâplarını belli bir zaman ve kalıba sıkıştırmaktadır.375 Bu
nedenle, İnkılâp Kanunları’nın tümünün günümüzde hiçbir geçerliliği kalmamış
olup, metrukiyete uğramıştır.376
Devrim Kanunları’nın yasama organı tarafından değiştirilemeyeceğine
ilişkin herhangi bir pozitif hukuk kuralı bulunmamasına karşın, bu konuda yasama
organının takdirini büyük ölçüde ortadan kaldıran hukuk-ötesi sınırlamaların olduğu
kanaatindeyiz. Doktrindeki yaygın kanaat de bu yönde olup, 1982 Anayasası’nda,
Devrim Yasalarının yasama organı tarafından değiştirilemeyeceğine ilişkin herhangi
bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak, yine Anayasa’nın 174/1. md.’sinde yer alan
“Anayasanın hiçbir hükmü, ... inkılâp kanunlarının, ... yürürlükte bulunan
hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz
...”377 hükmü ile çelişen herhangi bir değişiklik, Anayasa’ya aykırılık nedeniyle,
AYM. tarafından kaçınılmaz olarak iptal edilecektir.378
Devrim Kanunları’nın Anayasa’ya aykırılığının ileri sürülmesi
yasaklanmasına karşın, yasama organının söz konusu kanunları değiştirmesi
konusunda herhangi bir hukuksal engel bulunmamaktadır. Ancak, AYM.’nin HP.
kararında yapmış olduğu yorum379 dikkate alınırsa, devrim Kanunları’nı değiştiren
bir kanunun AYM. tarafından lâiklik ilkesine aykırı bulunması olasılığı oldukça
yüksektir.380

375
“Yeni bir değişime daha ihtiyacımız yok mudur? Bu sekiz maddelik sınır yeni bir inkılâp kanununu
imkânsız kılmak için de bir neden olabilir mi?”AKSAY, op.cit., s. 203.
376
ibid., s. 203. vd.
377
KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 197.
378
ÜNSAL, Artun, Siyaset ve Anayasa Mahkemesi (“Siyasal Sistem” Teorisi Açısından Türk Anayasa
Mahkemesi), AÜSBF. Yay. No: 443., Ankara, 1980, s. 142., dp. 29.
379
AYM., K.T. 25.10.1983, E. 1983/2., K. 1983/2.; R.G., T. 15.10.1984, S. 18546.; AYMKD., S. 20.,
ss. 357-358.
380
DİNÇKOL, Bihterin, “Anayasal Koruma Altındaki Devrim Kanunları”, Hukuk Araştırmaları,
MÜHF. Yayını, C. VIII., S. 1-3., 1994, ss. 143-144.

89
Diğer taraftan, yasama organı tarafından yapılacak bu tür bir değişiklik,
laiklik ilkesine ilişkin anayasal hükümlerle çelişemez. Değişiklikler Anayasa’nın
174. md. hükmünde söz edilen “Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne
çıkarma”381 ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacı”na aykırı
olamaz. Değişiklikler bu amaçlar çerçevesinde değerlendirilir ve AYM.’nin denetim
alanına sokulur.
Devrim Kanunları’nın değiştirilmesi konusunu değerlendiren bir yazar,
söz konusu kanunları koruma altına alan anayasal hükmü şu şekilde savunmaktadır:
“Yüzeysel bir hukuk gözü ile bakanlar, devrim Yasalarının korunmasına
ilişkin Anayasa maddesinin antidemokratik olduğunu ve hukukun üstünlüğü ilkesine
ters düştüğünü savunabilirler...”
... Millete mal olmuş bu devrimlere karşı çıkış kapısını açık bırakmak; iç
ve dış düşmanların el ele vererek millî birlik ve beraberliği yıkıcı ... nitelikte zararlı
davranışlara göz yummak sonucunu doğurur.”
... Bu nedenlerle, Türkiye’de Devrim yasalarının ve onları koruyan T.C.
Anayasasının 153 üncü maddesinin [1982 Anayasası’nda 174. md.] Anayasa ile
hukukun temel ilkelerine aykırılığını savunmak gerçeklere sırt çevirmek olur.” 382

4) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI VE DİN HİZMETLERİ SINIFI

Bir yazara göre, “[ç]ağdaş devletlerde din, kamu hizmet alanının


dışındadır. ... Laik devlet bütçesinde, herhangi bir dinin gelişim, ilerleme ve
devamlılığı için tek kuruşluk bir ödenek ayrıldığını göremezsiniz. Din adamlarının
atanmaları, görevden alınmaları, yükselmeleri, maaşları mensup oldukları dinin
cemaatine aittir.”383
Din hizmeti açısından Türkiye’deki lâiklik, başka ülkelerden farklı
özellikler taşır. Türkiye’ye özgü lâiklik, “dinin devlet işlerine karıştırılmaması,

381
Söz konusu ifade, 1961 Anayasası’nda “Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi”
olarak düzenlenmiştir. Bu değişiklik, 1982 Anayasası’nın çağdaşlaşma açısından daha üstün bir
amacı hedeflediği biçiminde yorumlanır. ibid., s. 142.
382
GÖKÇE, Abbas, “Devrim Yasaları ve 1961 Anayasası”, DD., Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılı
Özel Sayısı, 1981, s. 63.
383
GÖKÇEER, loc.cit., s. 18.

90
karşılıklı inançlara saygı gösterilmesi, din hizmetlerine yardım edilmesi ve destek
sağlanması”384dır.
Danıştay’a göre, imam-hatip, müftü ve müezzin, statüsü itibariyle
kamu görevlisi sayılmamaktadır.385 Nitekim Danıştay’ın 1995/279 karar sayılı
kararında da vurgulandığı gibi, “Türk Ceza Kanunu’nun 279 uncu ve bu maddeye
açıklık kazandıran 1255 sayılı T.B.M.M. yorum kararı memur tanımında kamu
görevini esas almıştır. Ceza Kanunu bakımından memur kamu görevini yerine
getiren kimsedir. Halbuki imam, hatip, vaiz gibi din hizmetlilerinin yaptıkları
vazifeler, kamu görevi niteliğinde olmadığından bunların Türk ceza Kanunu
uygulamasında da memur sayılmalarına olanak yoktur. Nitekim Yargıtay Ceza Genel
Kurulu’nun 20.1.1969 gün ve K:693/17 sayılı kararında bu durum açıkça ifade
edilmiştir. Öte yandan Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri hakkında
Kanunun 16 ıncı maddesi ile, il ve ilçe müftüleri diyanet İşleri Başkanlığını temsilen
bölgelerindeki din hizmetlerini, dini müesseseleri yönetmek ve din görevlilerinin
hizmetlerini düzenleyip, kontrol etmek ile görevlendirilmişlerdir. Müftülerin ancak
anılan idari görevleri ile ilgili ya da bu görevleri yaparken işledikleri suçları
Memurin Muhakematı Hakkındaki kanun kapsamında düşünmek mümkündür.
Halbuki soruşturma konusu olayda bazı bakanlıklar aleyhine sözler sarfetme suçunu,
köy kahvesindeki özel bir konuşma (vaaz) sırasında işleyen sanık ...’ın vaaz etmek
görevi bir kamu görevi niteliğinde olmadığından adı geçen sanık hakkında Memurin
Muhakematı Hakkında Kanuna göre il yönetim kurulunca karar verilmesinde yasaya
uyarlık bulunmadığından il yönetim kurulu kararının bozularak sanık ... hakkında
Memurin Muhakematı Hakkında Kanuna göre karar verilmesine yer olmadığına ve
soruşturma dosyasının genel hükümlere göre işlem yapılmak üzere yetkili cumhuriyet

384
KUTLU, loc.cit., s. 140.
385
Dan. 2. D., K.T. 28.2.1983, E. 1982/4344., K. 1983/477., DD., S. 52-53., s. 87.; Dan. 2. D., K.T.
9.3.1990, E. 1988/2423., K. 1990/778., DD., S. 80., s. 73.; Dan. 2. D., K.T. 17.1.1990, E.
1988/1216., K. 1990/72., DD., S. 80., s. 78.; Dan. 2. D., K.T. 8.12.1993, E. 1993/3136., K.
1993/2791., DD., S. 89., ss. 72-73.; Dan. 2.D., K.T. 3.2.1995, E. 1993/2669., K. 1995/279., DD.,
Y. 26., S. 90., 1996, ss. 96-97.; Dan. 10.D., K.T. 9.2.1994, E. 1993/900., K. 1994/532., DD., Y.
26., S. 90., 1996, s. 1060.; Dan. 2. D., K.T. 25.9.1996, E. 1996/2186., K. 1996/1558., DD., S. 93.,
s. 52.; Dan. 2.D., K.T. 16.10.1997, E. 1997/2708., K. 1997/2286., DD., Y. 28., S. 95., 1998, s. 53
... et.al.

91
başsavcılığına gönderilmesi için yerine geri çevrilmesine ... oybirliği ile karar
verildi.”386
Yine Danıştay, “müezzin ve kayyumların yapmış oldukları görev,
kamu görevi sayılmadığından, işlemiş oldukları suçun kovuşturulması MMHK’na
göre değil, genel hükümlere göre C. Başsavcılıklarınca yapılması gerektiği”387ne
karar vermiştir.
“Açıkça görülüyor ki yasa koyucu, söz konusu personelin Diyanet
İşleri Başkanlığı personeli, lâik devlet ilkesine uygun düşen biçimde görevlerini
yerine getirmelerine büyük bir önem vermiş ve bu maksatla onların kişiliğinde, din
konusunda öğrenim yoluyla elde edilmiş bilgi ve ihtisasın varlığını aramıştır.
Bununla yetinmeyen yasa koyucu, çağımızın gereksinmelerine uygun düzeyde genel
kültüre sahip olmaları için, yüksek öğrenim yapmış olma koşulunu da ayrıca gerekli
görmüştür.”388
Danıştay’a göre, Anayasa’nın 124. md. hükmü dikkate alındığı takdirde,
genel idare içinde yer alan DİB.’nin yönetmelik çıkarma yetkisi
bulunmamaktadır.389
Konu ile ilgili önemli bir Anayasa Mahkemesi kararı, 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun bazı maddelerinin değiştirilmesi ve bu kanuna bazı maddeler
eklenmesine ve kanunun kapsamı dışında kalan kamu personelinin aylık ve
ücretlerine ilişkin 31.7.1970 tarih ve 1327 sayılı kanunun din hizmetlerine ilişkin
hükmünün (9. md. VI. bent) Anayasanın 2., 4., 19., 117. ve 154. maddelerine ve
yine aynı kanunun 93. md (c) b. hükmünün Anayasa’nın 82. maddesine aykırı olduğu
iddiası ile iptali istemine ilişkindir.
1327 sayılı kanunun iptali istenilen hükmünde, devlet memurları sınıfları
8 kategoride gösterilmiş, VI. bentte “Din Hizmetleri Sınıfı” yer almıştır. Söz konusu
kanuna göre, din hizmetleri sınıfı, özel kanunlarına göre çeşitli derecelerde din
eğitimi görmüş olan ve dinî görev yapan devlet memurlarını kapsamakta ve
kayyımlar, imam-hatipler, müezzinler, Kur’an kursu öğretmenleri, vaiz ve müftüler

386
Dan. 2.D., K.T. 3.2.1995, E. 1993/2669., K. 1995/279., DD., Y. 26., S. 90., 1996, ss. 96-97.
387
Dan. 2.D., K.T. 16.10.1997, E. 1997/2708., K. 1997/2286., DD., Y. 28., S. 95., 1998, s. 53.
388
Dan. G.K., K.T. 27.2.1975, E. 1975/6., K. 1975/17., DD., S. 20-21., s. 157.
389
Dan. 5. D., K.T. 6.12.1988, E. 1986/1938., K. 1988/2866., DD., S. 74-75., s. 246.

92
bu kapsama girmektedirler.
AYM.’nin 1971/76 karar sayılı kararına konu olan yasa iptalini talep
eden davacı partinin gerekçesine göre, “iptal dâvasına konu olan Kanun ile din
hizmetleri sınıfı ihdas edilince devlet, din işleriyle uğraşan teokratik bir devlet
hüviyetini kazanmış olacaktır. Bu ise Atatürk devrimlerinin, 1961 Devrim
Anayasa’mızın tam manası ile inkârı, ihlâli manasını taşımaktadır. Din hizmetleri
sınıfının kurulması ile Türkiye'de Milli, demokratik lâik ve sosyal hukuk devleti
fikirleri yerleştirilemez. Şeriat düzenine yaklaşmaya yardım edilmiş olur.”390
Davacı, bu iddiaların yanı sıra, din hizmetleri sınıfının kurulmasını
Anayasa’nın 19. ve 154. maddelerine aykırı olduğunu da ileri sürmüştür:
“Lâik bir devlette Diyanet İşleri Başkanlığının Anayasa’ya girmesi
bilimsel yönden ... büyük bir tersliktir. Ancak bizim toplumumuza has tarihsel
koşulların bir sonucu olarak, bu meselede Kanun Koyucu, Devlet denetimini
yürütebilmek ve tehlikeli sonuçları ve eylemleri önlemek düşüncesi ile Diyanet İşleri
Başkanlığına ‘çeşitli hükümler’ başlığı altında yer ver...miştir.”
... Diğer bir nokta da İslâm dininde ruhbanlığın yeri olmadığıdır. Din
hizmetleri sınıfı yaratmakla bir ruhban sınıfı meydana getirmiş bulunuyoruz. İslâm
dininin esaslarına da bu suretle aykırı hareket edilmiş bulunulmaktadır.”
... Din hizmetleri bir kamu hizmeti niteliğinde sayılmadığına göre din
adamlarının memur sayılması lâik devlet ilkelerine uymaz.”391
AYM.’nin 1971/76 karar sayılı kararında, din işleri ile uğraşanların
devletten tümü ile ayrı ve bağımsız olmasının ancak Hıristiyan dininin kabul edildiği
ülkelerde mümkün olduğu belirtildikten sonra; İslâm devletlerinde ve özellikle
ülkemizde bu esasın uygulanmasının sakıncalarından söz edildikten sonra, DİB.’nin
Anayasada yer almasının gerekçesine yer verilir:
“Diyanet İşleri Başkanlığı, dinî bir teşkilât değil ... genel idare içinde yer
almış idarî bir teşkilât durumundadır ve bu teşkilâta mensup kişiler de ... memur
niteliğinde sayılmışlardır. Bu durumun ... birçok tarihi nedenlerin, gerçeklerin ve
ülke koşullariyle gereksinmelerinin doğurduğu bir zorunluk sonucu olduğundan
kuşku yoktur.”

390
AYM., K.T. 21.10.1971, E. 1970/53., K. 1971/76.; AYMKD., S. 10., s. 53.
391
a.k., s. 53-54.

93
AYM., aynı kararında, söz konusu nedenlere de yer verir:“Dinin
Devletçe denetiminin yürütülmesi, din işlerinde çalışacak kimselerin yetenekli olarak
yetiştirilmesi yoliyle dinî taassubun önlenmesi ve dinin toplum için manevî bir
disiplin olmasının sağlanması ve böylece Türk Milletinin çağdaş uygarlık seviyesine
erişmesi, yücelmesi ana ereğinin gerçekleştirilmesi gibi nedenlere dayandığı gibi
aynı zamanda toplumun çoğunluğunun [M]üslüman bulunduğu ülkemizde, dinî
ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için din işleri görecek kişiler, mabet ve başka maddî
ihtiyaçların sağlanması ve bunların bakımı gibi konulara yardım etmek nedenlerine
de dayanmaktadır. ... Bu nedenlerle Devletin bu alandaki yardımı ve Diyanet İşleri
Kuruluşu görevlilerinin memur sayılması Devletin din işlerini yürüttüğü anlamına
gelmeyip ülke koşullarının zorunlu kıldığı ihtiyaca uygun bir çözüm yolu bulmak erek
ve anlamını taşımaktadır.”392
Bazı yazarlara göre, yasal düzenlemelerin dine göre yapılması ile din ve
vicdan özgürlüğüne uygun olarak yapılması farklı durumlardır. Zira, dine göre
düzenleme, herkesi din kuralları ile bağlama ve herhangi bir dine inanmayanları da
dindarların hareket ve ibadetlerine katılmaya zorlamayı içerir. Oysaki, din ve vicdan
özgürlüğüne uygun nitelikte düzenleme yapılması lâiklik ilkesini ihlâl etmediği gibi,
ayrıca din ve vicdan özgürlüğünün de zorunlu bir şartıdır.393 Bu açıdan bakıldığında
Anayasa’nın Diyanet İşleri Başkanlığı’nı düzenleyen 136. md. hükmü, dine göre
düzenleme olmanın yanı sıra, ayrıca bu konunun dine göre özel kanunlarla
düzenlenmesini de emretmektedir.394
DİB. hakkında belli başlı üç görüş dikkati çekmektedir ki bunlar:
1)Devletin, elini dinî hizmetlerden çekmesi ve DİB.’nin lağvedilmesi
gerektiğini savunan görüş395,
2)Devletin, diğer ihtiyaçlar gibi, dinî hizmetleri de karşılamak zorunda

392
a.k., ss. 67-68.
393
AKSAY, op.cit., s. 278.
394
ibid., s. 277. vd. Batı ülkelerinde bir kısım kanunların dine göre düzenlenmesinde kapsam çok daha
fazla genişlemektedir. Örneğin, ABD.’de başkanın göreve başlama töreni, İncil okunarak ve
papazların duasıyla başlar ve tüm yeminler de İncil üzerine yapılır. İngiltere’de de benzer bir
durum mevcuttur. ibid., s. 278.
395
KILIÇBAY, “Laiklik ya da Bu Dünyayı Yaşayabilmek”, s. 18.; BORATAV, Korkut, “Lâiklik
Nedir, Ne Değildir?”, Cumhuriyet, 6.3.1990, s. 6., sü. 1-8.

94
olduğunu savunan görüş396,
3)DİB.’nin üniversiteler gibi özerk olması ve siyaset baskısından
kurtarılarak tarafsız bir kurum olan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması gereğini
savunan görüş. Böylece DİB., 136. md. hükmünde istendiği gibi, görevlerini “laiklik
ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak” yerine
getirebilecektir.397
DİB.’nin ideal anlamda lâiklikle bağdaşmadığını kabul eden yazarların
bir kısmı, devletin yerine getirmek durumunda bulunduğu kamu hizmeti ve toplumun
içinde bulunduğu sosyal şartlar bakımından söz konusu kurumun gerekli ve hatta
zorunlu olduğunu vurgulamaktadırlar.398
Bir diğer görüşe göre, DİB. ortadan kaldırılmamalı, ancak öncelikle
zihniyet ve sonra statü açısından yeniden yapılandırılmalıdır. ÖZTÜRK’e göre,
“Diyanet, mezhep diyaneti değil, Kur’an’ın diyaneti olmalıdır. Bunun anlamı,
Diyanet’in bir mezhebin diyaneti olmaktan çıkarılıp birkaç mezhebin diyaneti haline
getirilmesi ... değildir. Böyle bir şey, ... İslam’ı iyiden iyiye Anonim şirket dini
haline getirir. Diyanet’in muhtaç olduğu şey, hisse artırımına giden bir şirket
manzarasına bürünmek değil[dir.]”399 Söz konusu yeniden yapılanma anlayışının
gereği ve bizim de katıldığımız görüşe göre, “Diyanet din içindeki alt kimliklerin
yani mezhep, meşrep ve tarikatların kabullerini icra anlamında hizmet
üretmeyecektir. Bu hizmetler, o kabullerin sahipleri tarafından finanse
edilecektir.”400
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın diğer mezheplere de yönelik olarak hizmet
verecek şekilde yeniden yapılandırılması yolundaki çözüm önerilerinin, son

396
EROĞUL, Cem, “Öznel Bir Hak Olarak Laiklik”, AÜSBFD., Prof. Dr. Muammer Aksoy’a
Armağan, C. XLVI., S. 1-2., s. 185.; ÖZEK, Ali, “Laiklik İlkesi ve Türkiye’deki Uygulanışı”,
Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Ekim 1986, S. 10., ss. 26-27.; ÖZAY, İlhan,
“Cumhuriyetin Dini”, İHİD., Atatürk’ün 100. Doğum Yılı Özel Sayısı, Y. 2.,S. 3., Aralık 1981, s.
80.; GİRİTLİ, İsmet, “Din Dersleri ve Diyanet İşleri Lâikliğe Aykırı mı?”, İstanbul Ticaret Odası
Dergisi, Y. 30, S. 1458, 1987, ss. 3-7.
397
GÜRAN, loc.cit., ss. 80-81. TARHANLI, op.cit., s. 167. vd.
398
FIĞLALI, op.cit., ss. 57-58.
399
ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, “Diyanet Tamam mı Devam mı?”, Yeniden Yapılanmak, Kur’an’a Dönüş,
Cihan Ofset, İstanbul, 1996, ss. 10-11. (Vurgulamalar yazara aittir.)
400
ibid., s. 12.

95
zamanlarda durulan mezhep gerginliğini yeniden tırmandıracağı için yeni çatışmalara
neden olacağı düşüncesiyle sakıncalı olacağı kanısındayız. Kuşkusuz, böyle bir öneri
kurumun mevcut yapısı ve işleyişine nazaran lâik devlet ilkesine daha yakın bir
tercihi ifade edecektir. Ancak, Sünnî mezhebin yanı sıra Âlevi, Şiî, Bektaşî ve diğer
mezheplere hizmet götürmeye uygun bir yapılanmanın çok az sayıda mensubu
bulunan mezheplere ne kadar etkin bir hizmet götürebileceği, hatta ateizmi
benimseyen yurttaşlara ne tür bir hizmet götürebileceği sorusu akla gelmektedir.
Bunun yerine DİB. konusundaki kişisel kanaatimiz, kurumun tamamen ortadan
kaldırılması ve devletin din hizmetlerinden tamamen elini çekerek, bu tür uğraşları
dinsel cemaatlere bırakması yönündedir. Ancak, bu alandaki kötüye kullanımları
yaptırıma bağlayıcı kurallar konulmalı ve faaliyetleri denetleyici mekanizmalar
kurulmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na Türk toplumunun bakış açısı incelendiğinde,
halkın büyük kısmının kurumun kaldırılmasını doğru bulmadığı, ancak yine büyük
bir kısmının kurumun Alevi vatandaşlara da hizmet sunması gerektiği kanaatinde
olduğu anlaşılmaktadır.401
Ancak son olarak eklemek gerekir ki, DİB.’nin kaldırılmasını amaçlayan
faaliyetlerde bulunmak, SPK. tarafından yasaklanmış olup, ÖZDEP.’in402 kapatılma
nedenlerinden birisi de budur.

B) DİN-VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KAPSAMI VE LÂİKLİK


İLİŞKİSİ

401
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV.) ve Boğaziçi Üniversitesi tarafından Şubat
1999 tarihinde gerçekleştirilen kamuoyu araştırmasının sonuçları yayınlanmıştır. Söz konusu
araştırmada, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması doğru olur mu?” şeklinde yöneltilen
soruya yanıt verenlerin % 81.7’si olumsuz yanıt verirken, % 8.6’sı kurumun kaldırılması gerektiği
yönünde kanaat belirtmiş, % 9.7’si ise kararsız kalmıştır. ÇARKOĞLU – TOPRAK, op.cit., ss.
66-67. Ancak diğer taraftan, aynı denekler, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alevi vatandaşlarımıza
da hizmet vermesini uygun bulur muydunuz?” şeklinde yöneltilen soruya ise büyük çoğunlukla
olumlu yanıt vermişlerdir. Buna göre, deneklerin % 69.2’si uygunluk yönünde kanaat belirtirken,
sakıncalı olacağı görüşünde olanların oranı % 16.4, kararsızların oranı ise % 14.4’tür. ibid., s. 68.
402
AYM., K.T. 23.11.1993, E. 1993/1., K. 1993/2.; AYMKD., S. 30., C. II., ss. 841-930.; R.G., T.
14.2.1994, S. 21849.

96
Buraya kadar devleti dinin etkisinden kurtarma amacını güden hükümlere
ilişkin mahkeme kararlarını inceledik. Şimdi ise sıra din, vicdan, ibâdet, âyin ve
tören özgürlüğünü koruyan ana hükümlerin yansımasına ilişkin mahkeme
kararlarının incelenmesine geldi.
Daha önce de değindiğimiz üzere, din özgürlüğü gerçekte düşünce,
kanaat ve vicdan özgürlüğünün tabiî bir sonucudur. Kapsamı, bireylerin kanun
karşısında eşitliği olup; inanç, ibâdet, eğitim ve propaganda (irşat) haklarını da içine
alır. O halde, din özgürlüğünün kapsamı din eşitliği, ibâdet, eğitim ve propaganda;
yasak bölgesi ise söz konusu özgürlüğün kötüye kullanılmasıdır.

1) DİNÎ EŞİTLİK

AYM.’nin 1995/16 karar sayılı kararına göre,“[y]asalarda ‘devletçe


kabul edilen din, kabul edilmeyen din’ ... ayrımı bulunmamaktadır. Bütün dinler lâik
devlet anlayışı içerisinde geçerli ve saygındır. ... Hiç kimse başkasının inancına ya
da inançsızlığına da karışamamaktadır.”403
Diğer taraftan, Danıştay’ın 1994/310 karar sayılı kararına karşı oy
gerekçesinde de ifade edildiği gibi, “[l]aik devlet kavramı, devletin dinler arasında
yansızlığını ve bütün dinsel inançları eşdeğerde görmesini gerektirir. Laik devlet
sisteminde, bir dinin kabul edilip edilmemesi konusunda idarenin takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Bu açıdandır ki, kişi belirli bir dinsel inanca iman ettiğinde, bu
inancın din olarak kabul edilmesi ve Anayasa’nın 10 uncu maddesine göre, ‘eşit
uygulamaya’ konu yapılması zorunludur. ‘Eşit uygulama’ zorunluluğu, her dinsel
inancın, beğenilsin beğenilmesin, benimsensin benimsenmesin, Anayasa’nın 24 üncü
maddesinde yer alan ‘din ve vicdan hürriyeti’nin yarattığı haklardan yararlanmasını
zorunlu kılar.”404

2) DİNÎ İNANÇ VEYA VİCDANÎ KANAATE SAHİP OLMA VE


DEĞİŞTİRME

403
AYM., K.T. 21.6.1995, E. 1995/17., K. 1995/16.; AYMKD., S. 31., C. II., s. 547.
404
Dan. İDDGK., K.T. 10.6.1994, E. 1993/73., K. 1994/310., DD., Y. 26., S. 90., 1996, s. 113.
(Çoğunluk kararına esasta karşı oy gerekçesinden)

97
Danıştay’ın 1995/4872 karar sayılı kararına karşı oy gerekçesinde şu
görüşe yer verilir: “Devletimiz, din işlerini kamu yararının gerektirdiği ölçüde bir
disipline bağlamış; ancak, kendi kuruluş ve işleyiş düzenine dini esaslarının hakim
kılınmasını kesinlikle önlemiştir.”
... Türkiye Cumhuriyetinin kabul etmiş olduğu laiklik ilkesinin başlıca
koruyucu aracı, kişilere sağlanmış olan din ve inanç özgürlüğüdür. Böyle bir
özgürlüğün kabul edilmediği bir siyasal topluluğa laik denilemiyeceği açıktır. Bunun
bilincinde olan Anayasa koyucu, Anayasa’nın 24. maddesi ile herkes için dini inanç
ve kanaat hürriyetini tanımış ve bu hürriyetin alt bölümleri sayılabilecek ibadet,
dini ayin ve tören yapma; bu gibi işlere katılmama; dini inanç ve kanaatlerini
açıklamama ya da korkusuz ve cezasız açıklama hürriyetlerini de güvence altına
almıştır.”
... Ne 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda, ne de 633, 1543,
1587 sayılı kanunlarda ve diğer yasalarda dinin tanımı yapılmıştır. Bu itibarla,
kişinin din olarak açıkladığı ve iman ettiği inanç sisteminin, Anayasa’nın 13, 14 ve
24. maddelerinde yazılı hususlara aykırı olmamak koşuluyla, idarece, o kişinin dini
olarak kabul ve sicilin özel yerine tescil edilmesi gerekir.”405
Danıştay’a göre, hangi inanç biçimlerinin din olarak değerlendirileceğini
saptama hususunda, ne yönetsel, ne de yargısal organlar yetkili değildir. Bu açıdan
bakıldığında, İHAM. kararı ile Danıştay’ın kanaati paraleldir. Danıştay’ a göre,“bir
inancın dinsel niteliğinin felsefi ve sosyolojik olarak tartışılması olası olmakla
birlikte, herkesçe kabul edilebilir sonuçlara varılması konunun özelliği ve içeriği
bakımından söz konusu olmamaktadır. Aksine bir anlayış, belirli bir modele
uymadığı gerekçesiyle, bir inancın müstakil bir din olarak kabul edilmeyerek, bu
inanç sahiplerinin yasal haklarını kullanmasına engel olmak, laiklik ilkesini
zedeleyeceği gibi Anayasa’nın 24. maddesinde yer alan ‘herkes vicdan, dini inanç ve
kanaat hürriyetine sahiptir’ hükmüne de aykırı düşmektedir. ... Bir inanç sisteminin
din niteliği taşıyıp taşımadığı konusunda yargı yerince bir karar verilmesi; devletin
organlarından biri olan yargı organının din işlerine karışması anlamına gelir ki, bu

405
Dan. 10.D., K.T. 25.10.1995, E. 1992/3226., K. 1995/4872., DD., S. 91., s. 990. (Danıştay Savcısı
Ülkümen Osmanağaoğlu’nun mütalaası)

98
da Anayasamıza hakim olan laiklik ilkesinin olumsuz yönü ile çelişir.”406
Ancak, 1986/26 karar sayılı kararında AYM. İslâm dini çerçevesinde
semavî din kavramına verilen anlama değinmiş ve bu kavramı tanımlamıştır.
Mahkeme’ye göre, “semavî sözcüğü, semaya mensup, yani gök ile ilgili, Allahtan
olan, Allaha mensup, Tanrıyla ilgili, ilahi, Allahın işi, insan eseri olmayan, vahiyle
gelmiş bulunan anlamına gelmektedir. Bu belirlemelere göre ilahi bir kaynaktan
doğan, bir Allaha iman esasına dayanan Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık,
İslâmi anlayışa göre semavî din olarak kabul edilmektedir.”407
Danıştay, 1995/4872 karar sayılı kararında “Anayasanın 24. maddesinde
ifadesini bulan dini açıklama özgürlüklerini ‘Bahailik’ olarak kullanmak isteyen
davacıların bu isteminin, Bahailiğin din olarak kabul edilemeyeceği gerekçesiyle
davalı idarece reddi işlemi, devletin dinsel nitelikte olduğu iddia edilen görüşler
arasında ... ayrım yapılması anlamına geleceğinden hukuka uygun
bulunmamaktadır.”408 gerekçesinden yola çıkmak suretiyle Bahailiğin din olduğu
sonucuna varmıştır.
Danıştay, 1992/1933 karar sayılı kararında ise, “aile kütükleri
oluşturulurken yazılması zorunluluğu nedeniyle idarenin bir inancın din olup
olmadığını araştırabileceğinin kabulü gerekeceği, dosyanın incelenmesinden, İçişleri
Bakanlığınca Yehova Şahitliğinin din olarak aile kütüklerine yazılıp
yazılmayacağının sorulması üzerine, Diyanet İşleri Başkanlığının ... yazısında,
‘Yehova Şahitleri’ denen dini ekolün H[ı]ristiyanlıktan ayrı müstakil bir din olarak
kabul edilmesinin mümkün görülmediğinin; İlâhiyat Fakültesi Dekanlığından alınan
... raporda da; Yehova Şahitliğinin din olmayıp bir inanç şekli olduğunun
bildirildiğinin anlaşıldığı; bu durumda, davacının nüfus kütüğündeki ‘dini’ sütununa

406
Dan. 10.D., K.T. 25.10.1995, E. 1992/3226., K. 1995/4872., DD., S. 91., s. 989. (Danıştay Tetkik
Hakimi Zuhal Bereket’in mütalaası) Aynı görüş için bkz. AYM. 21.6.1995 tarihli kararı
407
AYM., K.T. 4.11.1986, E. 1986/11., K. 1986/26.; AYMKD., S. 22., s. 309. AYM., semavî
olmayan din kavramı üzerinde açıklamalar yaparak, söz konusu dinleri üçe ayırmıştır: 1)İlkel
kabile dinleri: .......; 2)Millî dinler: Konfüçyüs dini, Tao dini, Zerdüşt dini, Şinto dini, Hindu dini;
3)Evrensel dinler: Budizm, Jainizm dinleri. bkz. AYM., K.T. 4.11.1986, E. 1986/11., K. 1986/26.;
AYMKD., S. 22., s. 310.
408
Dan. 10.D., K.T. 25.10.1995, E. 1992/3226., K. 1995/4872., DD., S. 91., s. 989. (Danıştay Tetkik
Hakimi Zuhal Bereket’in mütalaası) Aynı görüş için bkz. AYM. 4.11.1986 tarihli kararı

99
‘Yehova’nın Şahidi’ yazılması isteminin reddinde isabetsizlik bulunmadığı ... ”409
gerekçesinden yola çıkarak, Yehova Şahitliğinin din olarak kabulünün mümkün
olmadığına karar verir.
Danıştay 1994/310 karar sayılı kararında da aynı görüşü tekrarlar:
“Diyanet İşleri Başkanlığı ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültelerinden alınan
cevaplarda Yehova Şahitliği dini ekolünün, Hıristiyanlıktan ayrı müstakil bir din
sayılmasının mümkün olmadığının bildirilmesi üzerine davacının nüfus kütüğündeki
‘dini’ sütununa Yehova’nın Şahidi yazılması isteminin reddi yolundaki işlemde
mevzuata aykırılık bulunmadığı ... ”410
Söz konusu kararın alınmasında etkili olan Danıştay Savcısı’na göre de
Yehova Şahitliği din değildir. Çünkü, “[d]evletlerin varlığını, milli sınırları
tanımayan ekonomik, sosyal, hukuki, siyasi ve milli düzenleri reddeden, bayrağa ve
askerliğe karşı olan, teokratik bir düzeni hedefleyen ‘Yehovanın Şahidi’ düşüncesi
ancak terörizmin teorisi olarak kabul edilebilir. Böylece bir görüşün dinsel
niteliğinden söz edilemeyeceğinden nüfusa kaydı zorunluluğundan da söz edilemez.
Dünyada mevcut tüm dinlerin ortak amacı toplumda huzur ve sükun sağlamak
olduğundan; yukarıda niteliği açıklanan görüşün bu kategoriye alınması
düşünülemez.”
... Davacı ve vekilinin amacı bir hakkın savunulması olmayıp; toplum
huzurunu sarsan görüşlerinin propagandasını yapmak, bu düşünceyi
yaygınlaştırmaktır. Devlet düzenini reddeden bir inanışı yada görüşü Devletin
koruması, resmiyet tanıması kendi varlığını inkar anlamına gelir. Laiklik, Devletin
bölünmez bütünlüğüne karşı olan görüşlere serbestlik olarak kabul edilemez.”411
Söz konusu kararları inceleyen bir yazara göre Yehova Şahitliği, lâiklik
esaslarına aykırı bir biçimde ve Hıristiyanlık dininin kurallarıyla yönetilen bir dünya
düzeni amaçladığından, yeni bir din olarak kabul edilmesi mümkün olmadığı gibi,
diğer taraftan, söz konusu örgütlenmenin yöneticileri, üyeleri ve bunun

409
Dan. 10. D., K.T. 14.5.1992, E. 1990/946., K. 1992/1933., DD., Y. 26., S. 90., 1996, ss. 108-109.
Saptamalara göre, 1875’e doğru ABD.’de kurulan “Yehova Şahitleri” çok güçlü bir dinî akım
olup, Kitab-ı Mukaddes’i harfi harfine yorumlayan 3 milyon tanıtımcısı ve 8 milyon sempatizanı
vardır. MEULEAU, “Mezhepler Dünyası”, s. 531.
410
Dan. İDDGK., K.T. 10.6.1994, E. 1993/73., K. 1994/310., DD., Y. 26., S. 90., 1996, s. 107.
411
a.k., s. 107-108. (Danıştay Savcısı Metin Yüksel’in düşüncesi)

100
propagandasını yapanlar, lâikliği zedelemektedirler.412
Ancak, bu ve benzeri kararlara katılmak mümkün değildir.413 Nitekim
Danıştay’ın söz konusu 1994/310 karar sayılı kararına karşı oy gerekçesinde de bu
eleştiri açık bir biçimde ifade edilmektedir:
“Anayasanın 24 üncü maddesi ile kabul edilen dinsel inanç özgürlüğü,
kişinin istediği dini seçmek hakkını kapsadığı gibi bu hakkı kullanan kişinin inandığı
dinin nüfus kütüğüne yazılmasını talep hakkını da kapsamaktadır ... İdarenin kişinin
dinsel inancını denetlemek hak ve imkanı yoktur. Kişinin ‘dinsel inanç seçmek’
hakkını kullanmasına rağmen, İdare’nin nüfus kütüğünün düzeltilmesi istemini
reddetmesi, kişilerin dinsel inançlarını denetlemesi anlamına gelir. Böyle bir
uygulama, idarenin izin verdiği ölçüde din özgürlüğünün varlığı düzenine yol açar.
Böyle bir idari düzen ise, laiklik kavramıyla bağdaşmaz.”414
“... Kişinin dinsel inancını seçmek ve bunu nüfus kütüğüne
kaydettirmek hakkı ..., ‘laik devlet’ kavramının doğal sonucudur. Laik sistemde din,
kişi ile doğaüstü güçler arasındaki iman sistemi olduğuna göre, bir dini müstakil din
sayıp saymamak sadece o kişiye ilişkin bir karardır.”415
Dikkati çeken husus, Danıştay’ın Bahâiliği bir din olarak kabul etmesine
karşın, Yehova Şahitliğini din olarak kabul etmemesi ve böylelikle çelişkiye
düşmesidir.
AYM., 1979/44 karar sayılı kararında, Nüfus Kanunu’nun 43.
maddesi416ni Anayasa’nın 2. ve 19. maddelerine aykırı görmemiştir. AYM.’nin
görüşü şöyledir:

412
SARACOĞLU, Aydın, “Yehova Şahitleri”, YD., C. III., S. 1., Ocak 1977, s. 49. Yazar, Yehova
Şahitliğinin yeni bir din olarak kabul edilemeyeceğini, Hıristiyanlık dininin kurallarının
günümüzde uygulanmasını savunan bir örgütlenme olduğunu ileri sürmektedir. ibid., s. 48.
413
Yargıtay’ın Yehova Şahitleri’ne ilişkin olarak verdiği kararlar hakkında daha fazla bilgi için bkz.
YALKUT, Necdet, “Yargıtay Kararları Işığında Yehova Şahitleri”, AD., Y. 79., 1988, S. 2., ss.
78-85.
414
Dan. İDDGK., K.T. 10.6.1994, E. 1993/73., K. 1994/310., DD., Y. 26., S. 90., 1996, s. 112.
(Çoğunluk kararına esasta karşı oy gerekçesinden)
415
ibid., s. 113.
416
Nüfus Kanunu’nun söz konusu 43/1. md. hükmü şu şekildedir: “Aile kütükleri; ailenin bütün
fertlerinin ... dinini, ... ihtiva eder.” AYM., K.T. 27.11.1979, E. 1979/9., K. 1979/44.; AYMKD.,
S. 17., s. 336.

101
“Bu kural, kimsenin dini inanç ve kanaatlerini açıklamasına engel
değildir. Anayasa'nın izin vermediği husus zorlamadır. Bu itibarla konuya (zorlama)
öğesi açısından bakmak gerekmektedir. Söz konusu 43. madde zorlayıcı nitelikte hiç
bir hüküm içermemektedir. Nüfıısa kaydolunurken kişinin, Anayasa'nın kastettiği
anlamda dinî inanç ve kanaatlerini de değil, sadece dininin ne olduğunu
açıklamasına yol açabilecek bir durum yaratmaktadır ki, bu kuralın zorlayıcı bir
niteliği ve zorlama i1e ilişkisi yoktur.”417
Söz konusu AYM. kararının din özgürlüğü ile bağdaşmaz niteliği
oldukça açıktır. Bir eleştiride de açıkça ifade edildiği üzere, “Türkiye nüfusunun %
99’unun [M]üslüman olduğu bir ülke değildir. Yalnızca nüfusun % 99’unun nüfus
kâğıtlarına devletin zorla [M]üslüman yazdığı bir ülkedir. ... Doğalı henüz birkaç
saat olmuş bebeğin dini olur mu? Ana-babasının nüfuslarında [İ]slâm yazıyor diye el
kadar bebeği bir inanç şartlandırmasına sokmaya devletin hakkı var mı? ... 18 yaşını
dolduran her insan kendi beyanıyla dini hanesine istediği şeyi yazdırabilmeli ya da
boş bırakabilmelidir.”418
Sorun, daha sonra bir kez daha AYM.’nin önüne geldi. Danıştay Onuncu
dairesi tarafından AYM. önüne getirilen iptal davasının konusu, 5.5.1972 tarih ve
1587 sayılı Nüfus Kanunu’nun 43. maddesinde yer alan “... dinini ...” sözcüğünün,
Anayasa’nın 2. ve 24. md. hükümlerine aykırılığı iddiasıyla iptaline ilişkindir.
Davaya konu olan yasal düzenleme metnini incelediğimizde, Any. 15. md.
hükmünde dokunulmaz bir hak olarak öngörülen dinî kanaatini açıklamama
özgürlüğü ile bağdaşmadığı kanaatine varmaktayız.
Danıştay 10. Dairesi’nin başvurusunda, “1587 sayılı Nüfus Kanunu’nun
... 43. maddesinde yer alan ‘... dinini ...’ hükmünün Anayasa’ya aykırılığı yönünden
... yasalarla bireylere dinsel kanaatlerini açıklama zorunluluğunun din ve inanç
özgürlüğünü zedelediği, mevzuatta bu şekilde yer alan hükümlerin Devletin lâik
niteliği ile bağdaşmadığı, ... bireyin dininin öğrenilmesinin Devlet hayatı yönünden
hiçbir değerinin bulunmadığı ...”419 ifade edilmiştir.

417
AYM., K.T. 27.11.1979, E. 1979/9., K. 1979/44.; AYMKD., S. 17., s. 340-341.
418
AKSAYLI, Muhtar Turgay, “Laikiz Elhamdülillah”, İzmir Barosu Dergisi, Ocak 1994, S. 1., s.
71.
419
AYM., K.T. 21.6.1995, E. 1995/17., K. 1995/16.; AYMKD., S. 31., C. II., s. 545.

102
AYM.’ye göre, “bireyin kişilik tanıtım ya da belirleme olarak nüfus
kütüğüne yazılacak bu özelliklerin birinin diğerinden hiçbir farkı bulunmamaktadır.
Bunlar, Ulusun demografik yapısının kamu yararını ilgilendirmesi nedeniyle ‘şahsî
hal’ bilgisi olarak nüfus kütüklerine geçirilmektedir.”420
“Şüphesiz Cumhuriyetin temelini oluşturan nitelikleri yadsımak ve
bunları savsaklamak olanaksızdır. Bu bağlamda lâiklik, hukuksal ve tarihsel bir olgu
olarak benimsenmiştir.”421
AYM.’ne göre, Nüfus Kanunu 43.“madde metninden de açıklıkla
anlaşılacağı gibi, önemli olan, bir yasa metninde dinle ilgili bilginin yer alması
değil, kötüye kullanılmasının yasaklanmasıdır.”422 Çünkü, “kişinin dini ile ilgili
bilgi ... lâik devlet yapısına ters düşecek biçimde hiçbir özel anlam taşımamaktadır.
Anayasada yasaklanan, kişinin dininin bir ayrım ve eşitsizlik öğesi olarak
kullanılmaması ve lâik devlet düzenine ters düşecek uygulamaların yapılmamasıdır.”
... Bir başka önemli husus da, laiklik ilkesine aykırı olarak kişinin dini ile
ilgili bilginin, belirli bir dine mensup olanlardan sorulmayarak ayrım
yapılmamasıdır. Bu kural herkes için geçerlidir, dolayısıyla da geneldir. ...”423
“İtiraz konusu sözcüğü içeren ... madde metninden anlaşılacağı gibi
kişinin, sadece hangi dine bağlı olduğu belirlenecek ve bu husus nüfus aile kütüğüne
yazılacaktır.”
“Anayasa’nın ‘kimse ... dini inancı ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamaz’ kuralından, kişilerin hangi dine bağlı olduğunun bir bilgi olarak resmi
kayıtlara geçirilemeyeceği anlamı çıkarılamaz. Anayasa’nın izin vermediği husus,
zorlamadır.”
...
... Anayasa’nın 24. maddesinde yasaklanan, kişinin dininin öğrenilmesi
değil, dinî inanç ve kanaatlerinin zorla açıklattırılmasıdır. Ayrıca kişi, dinî
inançlarından ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacak ve suçlanamayacaktır. Bu iki
husus birbirini tamamlamaktadır.”

420
a.k., s. 543.
421
a.k., s. 545.
422
a.k., s. 546.
423
a.k., s. 547.

103
... Nüfus yasasının 43. maddesinde dini inanç ve kanaatler yönünden
herhangi bir zorlama olmadığı gibi, bir kınama ve suçlama da söz konusu değildir.”
...
... Sonuç olarak, söz konusu 43. madde zorlayıcı nitelikte hiçbir hüküm
içermemektedir. Nüfusa kaydolunurken kişinin, Anayasa’nın öngördüğü anlamda
dinî inanç ve kanaatlerinin değil, kişinin özgün durumu yönünden kamu yararı, kamu
düzeni ve sosyal gereksinimlerle ilgili olarak göz önünde bulundurulmak üzere
dininin ne olduğunun açıklanması söz konusu olmaktadır ki, bu kuralın da zorlayıcı
hiçbir niteliği ve zorlama ile bir ilişkisi bulunmamaktadır.”424
“... ‘Dinî inanç ve kanaat’ kavramını, sadece demografik bir bilgi olarak
ya da kişilik bilgisi olarak aile kütüğüne yazılacak ‘dinî bilgisi’ ile sınırlandırmak
olanaklı değildir. ‘Dinî inanç ve kanaat’ kavramı bir kişinin şu ya da bu dinden ya
da inançtan olmasını kapsayan dar bir kavram olmayıp, din ve inanç yönünden pek
çok hususu bünyesinde barındıran geniş bir kavramdır.”425
Böylece, Nüfus Kanunu’nun 43. md. hükmünün Anayasa’ya aykırılığı
iddialarını reddeden AYM., yaklaşık üç ay sonra sonuçlandırdığı 1996/5 karar sayılı
kararında ise içtihadını değiştirmiştir. Davanın konusu ise, tanığa dininin sorulmasını
öngören CMUK.’un 61. md. hükmünde geçen “... dini ...” sözcüğünü Anayasa’ya
aykırılığını iddiasıdır..
AYM.’nin 1996/5 karar sayılı kararına göre, “Modern devlette din, kimi
haklara sahip olmanın bir şartı değildir. Günümüzde devlet, vicdan hürriyetine
olabildiğince saygılı, bünyesinde çeşitli din ve mezheplere inananlara ve bunlara ait
teşekküllere yer veren bir kurumdur. Laik devlette herkes dinini seçmekte ve
inançlarını açığa vurabilmekte, tanınmış olan din ve vicdan özgürlüğünün sınırları
içerisinde serbesttir. Hiçbir dine itikadı olmayanlar için de durum aynıdır. Laik bir
toplumda herkes istediği dine ya da inanca sahip olabilir. Bu husus yasakoyucunun
her türlü etki ve müdahalesinin dışındadır. Gerçek vicdan hürriyetinden ancak lâik

424
a.k. AYM., K.T. 21.6.1995, E. 1995/17., K. 1995/16.; AYMKD., S. 31., C. II., ss. 548-549. Ancak,
hukuk devleti ilkesi dikkate alındığı takdirde, söz konusu madde hükmünün açık bir zorlama
öğesini içerdiği kolayca anlaşılabilmektedir. Bu konuda Yekta Güngör Özden’in karşı oy
gerekçesi için bkz. AYM., K.T. 21.6.1995, E. 1995/17., K. 1995/16.; AYMKD., S. 31., C. II., ss.
550-552.
425
AYM., K.T. 21.6.1995, E. 1995/17., K. 1995/16.; AYMKD., S. 31., C. II., s. 548.

104
olan ülkelerde söz edilebilir. Dinlerden birini devlet olarak tercih fikri ayrı dinlere
mensup vatandaşların kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı düşer. Laik devlet, din
konusunda inancına bakmaksızın, yurttaşlara eşit davranan, yan tutmayan
devlettir.”426
“İtiraz konusu kuralda, tanığa sorulacak sorular arasında dininin de yer
alması öngörülmekle, kamusal ilişkilerde dinin, belirleyici bir rol oynaması
olasılığına yol açılmaktadır. Oysa lâik devlette, dinin her türlü etki ve el atmanın
dışında bırakılabilmesi, onun sadece kişilerin iç dünyasına ilişkin bir olgu
kalmasıyla olanaklıdır. Bu gerçeğin, kişilerin istekleri dışında yasal bir zorunluluk
olarak dinlerini açıklamaları sonucunu doğuran kural ile açık bir çelişki
yarattığında duraksamaya yer yoktur. Bu nedenlerle, incelenen Yasa kuralında yer
alan ‘dini’ sözcüğü, Anayasa’nın 2. maddesindeki ‘lâiklik’ ilkesine aykırıdır.”427
“İtiraz konusu kuralda olduğu gibi, dininin sorulması, kişinin isteği
dışında bu inancını açıklaması sonucunu doğuracağından Anayasa’nın 24.
maddesinin üçüncü fıkrasına açık bir aykırılık oluşturacaktır. Kişilere dinleri ile
ilgili olarak sorulan soruların yanıtlanmamasının bir yaptırıma bağlanıp
bağlanmaması da bu sonucu değiştirecek nitelikte değildir. Çünkü yasa buyruklarına
uyma zorunluluğu hukuk devleti ilkesinin doğal bir sonucudur. Bu durumda, itiraz
konusu kuralın, tanıklık yapan kişileri dinlerini açıklamaya zorlayarak, din ve vicdan
özgürlüğünü zedelediği açıktır.”428
Özetle, daha önceki 1979/44 ve 1995/16 karar sayılı kararları ile Nüfus
Kanunu’nun 43. md. hükmünün Anayasa’ya aykırılığı iddialarını reddeden AYM.,
son karardan yaklaşık üç ay sonra sonuçlandırdığı 1996/5 karar sayılı kararında ise
içtihadını değiştirmiştir. Tanığa dininin sorulmasını öngören CMUK.’un 61. md.
hükmünde geçen “... dini ...” sözcüğünü Anayasa’ya aykırı bularak iptal eden
AYM., böylece, çok kısa bir zaman içinde ilerleme kaydetmiştir. Ancak, unutmamak
gerekir ki, Nüfus Kanunu’nun 43. md. hükmünün AYM.’ye yeniden intikali için
karar tarihinden geçerli olmak üzere on yıl süreyle beklemek gerekiyor.429

426
a.k., s. 559.
427
a.k., s. 559.
428
a.k., C. II., s. 560.
429
1982 Anayasası’nın 152/son. md. hükmünde düzenlenen ve “on yıllık süre yasağı” olarak da
adlandırılan bu sınırlamaya, Avrupa modeli anayasa yargısında rastlanmamaktadır. KABOĞLU,

105
Bu durumda, hemen hemen aynı nitelikte sonuçlara yol açan iki
hükümden biri iptal edildiği halde, üç ay önceki kararla uygunluk kararı verilen
hüküm yürürlüktedir. Söz konusu on yıllık süre yasağı, Nüfus Kanunu’nun 43. md.
hükmünün yasama organı tarafından değiştirilmesine engel değildir. Ancak,
vurgulamak gerekir ki, üç ay gibi kısa bir süre içinde AYM. içtihadını değiştirdiğine
ve eski kararının yanlışlığını üstü örtülü biçimde kabul ettiğine göre, söz konusu
yasak çok uzun bir zaman dilimini kapsamakta olup, anayasa yargısında içtihat
değişikliği yolunu tıkayıcı işlev görmektedir ve yerinde değildir. Lâik devlet
anlayışıyla ve 1982 Anayasası’nın 15. md. hükmüyle çelişen söz konusu 43. md.
hükmü yasama tarafından kaldırılmalı veya yapılabilecek anayasa değişikliği ile, on
yıllık süre yasağı Anayasa metninden çıkarılmalıdır.
Farklı dinlere mensup olan vatandaşların, inanmadığı bir dinin kutsal
günlerinde, bilgi edinme hakkından yoksun bırakılacak biçimde, basın ve yayın
organlarının yasaklanmasına maruz bırakılıp bırakılamayacağına ilişkin davaya
bakan AYM., bu konuda yorum yapmama yolunu tercih etmiştir. Karacabey Sulh
Ceza Mahkemesi’nce Anayasa Mahkemesi önüne getirilen itirazın konusu, 13.6.1952
tarih ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki
Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’un 20. ve 28. md. hükümlerinin
Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2., 5., 26., 27., 28. ve 29. md. hükümlerine aykırılığı
iddiasıyla iptali istemine ilişkindir.
İtiraz yoluna başvuran söz konusu mahkemenin gerekçesinin konumuzu
ilgilendiren “Cumhuriyetin Niteliklerine Aykırılık” kısmında şu ifadelere yer
verilmiştir: “... Anayasa’nın 2. maddesine göre, ‘Türkiye Cumhuriyeti, ...
demokratik, laik ... bir hukuk devletidir.’ Demokratik ve laik bir hukuk devletinde
ayrı dinlere bağlı yurttaşlar, bu inançlarından dolayı cezalandırılamaz. Türkiye

İbrahim Özden, Anayasa Yargısı: Avrupa Modeli ve Türkiye, 2. Bs., İmge Yay., Ankara, 1997, s.
75. Oysa, KABOĞLU’nun da haklı olarak değindiği üzere, “Anayasa, yaşayan bir hukuki işlem
olduğuna göre, toplumun evrimiyle uyumu sağlayabilmek için, mahkemelerin makul gerekçelerle
daha önceki içtihatlarını değiştirebilmeleri olağan karşılanmalıdır. Bununla birlikte, itiraz yoluyla
başvuruda, Anayasa Mahkemesinin red kararından sonra ‘on yıl geçmedikçe aynı kanun
hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulama’ması ... , hem Anayasa
Mahkemesi’ni hem de diğer yargı organlarını hukukun ve toplumun evriminden koparma riskini
taşımaktadır.” ibid., ss. 113-114.

106
Cumhuriyeti yurttaşı olan bir kişi, inanmadığı bir dinin kutsal günü olan Şeker ve
Kurban Bayramlarında, izlediği yayın organlarının ya da çıkardığı gazetelerin
yayımlanmasının yasaklanmasına maruz bırakılamaz. Türkiye Cumhuriyeti
yurttaşlarının, değişik görüşlere, inançlara ya da dinlere bağlı olsalar da,
Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerden aynı şekilde yararlanmaları
gerekir. Bunu sağlamak, devletin amaç ve görevleri arasındadır.”430
Ancak AYM., konuya ilişkin verdiği kararda, lâiklikle ilgili Anayasa’ya
aykırılığa hiç değinmemiş ve gazete çıkarma yasağını yalnızca özgürlüklerin
sınırlanması ve durdurulması ayırımı açısından incelemiş bulunduğundan, AYM.’nin
konuyla ilgili görüşünü öğrenme olanağı olmamıştır.431
İHAM. kararlarına göre, 1. No.lu Ek Protokol md. 2.’de yer alan
“conviction (inanç)” deyimi432, “düşünce”, “fikir” ve “kanaat” sözcükleriyle eş
anlamlı olmayıp, belli ölçüde ciddi, güçlü, tutarlı ve önemli görüşleri ifade
etmektedir. Yani, yalnızca tanınan, bilinen belli bir din değil, bunu yanı sıra her türlü
dinî veya felsefî kökenli güçlü inanışlar da söz konusu kavramın kapsamına dahildir.
Ancak eklemek gerekir ki, madde metninde yer alan “felsefî” sıfatının kesin bir
tanımı bulunmamaktadır.433
İHAM.’ın bir kararında felsefî inançların tüketici tanımını vermenin
mümkün olmadığı belirlenmiş, Sözleşme’nin bütünü göz önünde tutulduğunda bu
inançların demokratik bir toplumda saygı gösterilecek nitelikte olması ve insan
onuruyla uyuşmaz olmaması gerektiği sonucuna varılmıştır.434

430
AYM., K.T. 20.1.1993, E. 1992/36., K. 1993/4.; AYMKD., S. 29., C.I., s. 211.
431
Söz konusu AYM. kararının ayrıntılı değerlendirmesi için bkz. TURHAN, Mehmet, “Gazeteler ve
Bayram (Bir Anayasa Mahkemesi Kararının Düşündürdükleri)”, AÜSBFD, Ocak-Aralık 1993, C.
XLVII, S. 1-4, ss. 197-208.; İÇEL, Kayıhan, “Bayramda Gazete Çıkarma Yasağının Anayasa
Karşısındaki Durumu”, İHFM., Ord. Prof. Dr. Charles Crozat’a Armağan, C. XLIII, S. 1-4, ss. 37-
44.
432
“Conviction” sözcüğü,“kanı, kanaat, sağlam ve samimi inanç” anlamındadır. Longman-Metro, s.
306.
433
bkz. Young, James and Webster v. The United Kingdom, Dec. 13.8.1981, Series A., No. 44., 4.
E.H.R.R. 38., para. 63.; Campbell et Cosans v. The United Kingdom, Dec. 25.2.1982, Series A.,
No. 48., 4. E.H.R.R. 293., para. 34 ... et.al.
434
Campbell et Cosans v. The United Kingdom, Dec. 25.2.1982, Series A., No. 48., 4. E.H.R.R. 293.
in ÇAVUŞOĞLU, op.cit., ss. 43-44.

107
İHAM. ve İHAK., “din” ve “vicdan” terimleri arasında herhangi bir
farklılık bulunduğunu vurgulamadıkları gibi, söz konusu terimlerin yapısı ve
kapsamları hakkında herhangi bir tartışma içine girmekten de kaçınmışlardır.
Strasbourg organları, genel olarak, başvurucunun belli bir düşünce, inanç, veya
entelektüel durumunun, vicdan veya inanca ait bir sorun olduğu yönündeki
sunumlarını, yalnızca söz konusu başvuru özelinde kabul ederek incelemeyi tercih
etmektedirler.435
Din ve vicdan özgürlüğü, demokratik toplumun nirengi noktası olması
nedeniyle oldukça önem arz eder. Nitekim İHAM.’ye göre, 9. maddede koruma
altına alınan biçimiyle düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, Sözleşme’deki anlamında
“demokratik toplum”un temel taşlarından birisidir. Din konusu bağlamında ise söz
konusu özgürlük, yalnızca inananların ve onların hayat anlayışları ve kimliğine
ilişkin başlıca unsurlardan olmakla kalmayıp, bunun yanı sıra, tanrıtanımazlar,
bilinemezciler, şüpheciler veya ilgisizler için de önem taşımaktadır. Burada
demokratik toplumun vazgeçilmez unsuru olarak, yüzyıllar sonucunda gerçekleşen
çoğulculuk söz konusudur. İHAM.’a göre, din özgürlüğü, esasen bireylerin vicdanı
ile ilişkili olduğundan dolayı, diğer başka unsurların yanı sıra, bireyin dinini
açıklamasını da içermektedir. Söz ve eylemlere yansıyan şeyler, bireyin dinsel
inançlarının varlığıyla sıkı ilişkilidir.436

3) DİN VEYA İNANCI AÇIĞA VURMA BİÇİMLERİ VE SINIRLARI

Danıştay’ın 1995/4872 karar sayılı kararında da vurgulandığı gibi,


“Türkiye Cumhuriyetinin kabul etmiş olduğu laiklik ilkesinin başlıca koruyucu aracı,
kişilere sağlanmış olan din ve inanç özgürlüğüdür. ... Bunun bilincinde olan Anayasa
koyucu, Anayasanın 24. maddesi ile herkes için dini inanç ve kanaat hürriyetini
tanımış ve bu hürriyetin alt bölümleri sayılabilecek ibadet, dini ayin ve tören yapma;
bu gibi işlere katılmama; dini inanç ve kanaatlerini açıklamama ya da korkusuz ve

435
GOMIAN - HARRIS, op.cit., ss. 28-29.
436
Kokkinakis v. Greece, App. No. 14307/82., Dec. 25.5.1993, Series A., No. 260-A., 17. E.H.R.R.
397., p. 418., para. 31. Benzer ifadeler için bkz. Otto-Preminger Institut v. Austria, Dec.
20.9.1994, Series A., No. 269-A., E.H.R.R., para. 47.

108
cezasız açıklama hürriyetlerini de güvence altına almıştır.”437
Strasbourg organları, zaman zaman, bir inanç açıklamasının inancın
bizzat kendisi olmadığı, fakat yalnızca o inanç tarafından teşvik edildiği veya söz
konusu inançtan etkilendiği gerekçesiyle, 9. md. hükmünün koruma alanı dışında
kaldığına karar verdiler.438
İHAK.’ın bu konu ile ilgili bir kararı, Arrowsmith davası sonucu ortaya
çıkmıştır. Bayan Arrowsmith, Kuzey İrlanda’ya gitmek üzere bir kampta bulunan
askerlere dağıttığı bildiri ile barışseverlik propagandası yapmak suretiyle, savaşa
gitmemelerini, görevden kaçmalarını istemiştir. Mahkeme ise sanığı askeri firara
tahrikten suçlu bularak cezalandırmış, ancak 7 aylık mahkûmiyetten sonra serbest
bırakılmıştır. Komisyon’a başvuran Bayan Arrowsmith, doğuştan barışsever bir
insan olduğunu, bildiri dağıtmakla inancını açıklama ve yayma özgürlüğünü
kullanmaktan başka bir şey yapmadığını, mahkûm edilmekle, söz konusu hakkının
ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.
Sorunu değerlendiren İHAK, bir öğreti olarak pasifizmin 9. madde
kapsamına girdiğini, ancak başvurucunun dağıttığı broşürlerin söz konusu pasifist
inancın bir açıklaması niteliğinde olmadığına karar verdi. Komisyon’a göre, 9.
maddede kullanıldığı biçimiyle “uygulama” terimi, bir din veya inanç tarafından
motive edilen veya etkilenen tüm eylemleri kapsamaz. Pasifist düşüncenin genel
olarak kamuya açıklanmasının ve şiddet karşıtı eylemlerin tercihinin öne
sürülmesinin, söz konusu pasifist inancın bir parçası ve dolayısıyla olağan ve meşru
tezahürleri olarak değerlendirilebileceği tartışılamaz. Bununla birlikte, söz konusu
inanç tarafından motive edilmiş veya ondan etkilenmiş olsa bile, bireylerin eylemleri
gerçekten söz konusu inancın bir ifade tarzı niteliğinde değilse, 9. maddenin
koruması altında değerlendirilemezler.439 Olayda dağıtılan bildiri, bir inancın
açıklanması için halka yönelik genel bir bildiri niteliğinde olmayıp, belli bir asker
grubunu hedef alarak izinsiz kampı terk etmeleri istendiği açıktır. Bu ise,
Sözleşme’nin 9. md. hükmünün kapsamına giren, barışçı bir inancın açığa vurulması

437
Dan. 10.D., K.T. 25.10.1995, E. 1992/3226., K. 1995/4872., DD., S. 91., s. 990. (Danıştay Savcısı
Ülkümen Osmanağaoğlu’nun mütalaası)
438
GOMIAN - HARRIS, op.cit., s. 29.
439
İHAK., Pat Arrowsmith v. The United Kingdom, App. No. 7050/75., Dec. 12.10.1978, D.R. 19.,
para. 71-72., pp. 19-20.

109
niteliğinde değildir. Ayrıca Komisyon raporu, Bakanlar Komitesi tarafından da
benimsenmiştir.440
Bir diğer vak’ada başvurucu, kendisi öldükten sonra, küllerinin, sahibi
bulunduğu araziye serpilmesini talep etmekteydi. İHAK.’a göre, başvurucunun kendi
toprağına gömülme isteği, Sözleşme’nin 9. maddesindeki kapsamıyla bir inancın
pratikte açıklanması olarak değerlendirilemez. Her ne kadar arzu edilen eylem, kesin
olarak güçlü bir kişisel güdüyü içermekte ise de, söz konusu istek, temel problemlere
ilişkin herhangi bir tutarlı görüşün bu yolla ifade edilmesi olarak görülebileceği
anlamda, bir inancın açıklanması olarak kabul edilemez.441

a) Dinî eğitim ve öğrenme

Danıştay’ın 1972/2522 karar sayılı kararına göre,“sınıfta bırakılan


[birey] üç sene arka arkaya din dersine devam ettiği halde velisi yazılı veya sözlü
olarak buna itiraz ettiğini iddia etmediğine göre zımnen oğlunun bu dersi okumasına
muvafakat etmiş sayılır. Bu sebeple davanın reddi gerekeceği düşünülmektedir.”442
Davanın esası, 1957 tarihli bir genelgeye dayanılarak tesis edilen işlemin
din eğitimi ve öğrenimini düzenleyen, Anayasa’nın 19 md. hükmüne ve Anayasal
ilkelere uygunluğu sorunudur. Söz konusu genelgeye göre; çocuklarına din
derslerinin verilmesini istemeyen veliler bu taleplerini ders yılı başlangıcında okul
idaresine yazı ile ilettikleri takdirde, bu gibi öğrenciler din derslerinden muaf
tutulacaklar, dersler başladıktan bir ay sonra bu amaçla yapılan başvurular ise kabul
edilmeyecektir. O halde, din eğitimi ve öğretimini açıkça isteğe bağlı tutan Anayasal
hüküm ile, söz konusu eğitim ve öğrenimi isteğe bağlı tutan genelgenin çeliştiği,
herhangi bir tartışmaya gerek kalmayacak kadar açıktır.443

440
İHAK., Pat Arrowsmith v. The United Kingdom, App. No. 7050/75., Dec. 12.10.1978. in
GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, “Avrupa İnsan Hakları Komisyonu Kararlarından Seçme Özetler”,
İnsan Hakları Merkezi Dergisi, AÜSBF.-İHM. Yayını, Ocak 1995, C. III., S. 1., ss. 37-38.
441
İHAK., X. v. The Federal Republic of Germany, App. No. 8741/79., Dec. 10.3.1981, D.R. 24., p.
138.
442
Dan. 8. D., K.T. 4.7.1972, E. 1971/1678., K. 1972/2522., DD., S. 9-10., s. 329. (Danıştay Kanun
sözcüsü Şerif Atalay’ın görüşü)
443
a.k., s. 329. (Danıştay Raportörü Harun Çetintemel’in görüşü)

110
Diğer taraftan, “Türk devriminin temel ilkelerinden biri olduğu kadar,
demokratik bir zaruretin de ifadesi olan ... lâiklik ilkesinin doğal bir sonucu olarak
da din, fertlerin vicdanına terkedilmiş bulunduğundan, kişilerin isteği bulunmadan
böyle bir eğitime tabi tutulmaları açıkça Anayasaya aykırı düşer. Bu itibarla,
Anayasanın 8. maddesi ... gereğince, idarenin; 1957 yılında yayınlanan genelgeden
sonra yürürlüğe giren Anayasanın bu emredici hükümlerine uygun olarak, din eğitim
ve öğrenimini kural tasarruflarla yeniden düzenlemesi ya da uygulamada bulunarak
işlem tesis etmesi gerekirken, öğrencinin, kanuni temsilcisinin isteği olmadan, din
eğitim ve öğrenimine tâbi tutularak din dersinden sınıfta bırakılmasına ilişkin
işlemin iptali gerekir.”444
“Olay tarihinde yürürlükte bulunan orta okullar ve orta öğretim
kurumları sınav ve sınıf geçme yönetmeliğinin 26. maddesinde sınavların genel
olarak yazılı yapılacağı ancak, seçmeli ve uygulamalı derslerin sınavlarının sınav
komisyonu kararı ile, hem yazılı, hem sözlü, veya her ikisi ile de yapılabileceği
belirtilmişse de, maddede sayılan seçmeli ve uygulamalı ders niteliğinde bulunmayıp
ihtiyarî bir ders niteliğinde bulunan din dersi sınavının sözlü olarak yapılması
konusundaki işlemde sebep ve maksat yönünden mevzuata uyarlık bulunmadığından
iptali gerekeceği düşünülmüştür.”445
“Davacı öğrencinin din dersinden sözlü imtihan olduğu anlaşıldığına
göre durumunun tespiti mümkün değildir. ... Davacı bu dersi takip ettiğine ve
imtihanlarına girdiğine göre, seçme yapmadığı yolunda[ki] iddiada da isabet yoktur.
Davanın reddi gerekir.”446
“Olayda, din dersinin, seçmeli ve uygulamalı bir ders olmadığı, ancak
derse girmeyi kabul edenler için zorunlu, fakat girip girmeme konusunun öğrenci
velisinin ihtiyarına bırakılan bir ders olduğu ... davalı Bakanlık yazısı ile dava
dosyasının incelenmesinden anlaşılmıştır. ... Bu durumda, ihtiyari bir ders olan din
dersi sınavının yazılı yerine sözlü yapılmasına ilişkin sınav komisyonu kararı ve
sonucuna göre tesis edilen işlemde yönetmelik hükümlerine uyarlık bulunmadığından

444
a.k., s. 330. (Danıştay Raportörü Harun Çetintemel’in görüşü)
445
Dan. 11. D., K.T. 26.10.1978, E. 1976/4938., K. 1978/4790., DD., S. 34-35., s. 510. (Danıştay
Raportörü Sabri Coşkun’un görüşü)
446
a.k., s. 510. (Danıştay Kanun sözcüsü A. İhsan Ekmekçioğlu’nun görüşü)

111
iptaline ...”447
İHAK.’a göre, Sözleşme’nin 9. md. hükmü, ibadet, öğretme, uygulama
ve yerine getirmeyi bir din veya inancın tezahür biçimleri olarak açıkça koruma
altına almaktadır.448
İHAK.’a göre, Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol md. 2.’de düzenlenen
eğitim hakkı, temel olarak ilk öğretime ilişkin olup, daha ileri eğitim programlarını
mutlaka kapsaması gerekmez.449
İHAM., 1 No.lu Ek Protokol’ün 2. md. hükmünü yorumlarken, şu sonuca
varır: “Protokolün 2. maddesi, Devletlerin eğitim ve öğretim yoluyla, doğrudan veya
dolaylı olarak, dinsel veya filozofik bilgi vermelerini engellememektedir. ... Aslında,
okullarda okutulan bir çok dersin az ya da çok felsefe ile bir bağlantısı olmadığını
söylemek zordur. Felsefi, kozmolojik veya ahlaki nitelikteki her soruya bir yanıtı olan
geniş bir dogmatik ve ahlaki bütün oluşturan dinlerin varlığı hatırlanacak olursa,
aynı şey dinsel eğilimler bakımından da geçerlidir.”450
Bu kanaatten hareketle Mahkeme, Danimarka’da devlet okullarında
cinsel eğitim verilmesinin 1 No.lu Ek Protokol’ün 2. md. hükmünü ihlâl ettiğini ileri
süren başvuruyu incelediği davada, şu sonuca varır: “bu tür bir eğitim, öğretmenlerin
dinsel ve felsefi alana taşan bazı bilgiler vermelerini imkansız kılamaz; çünkü bu
konu, maddi bilgilerin verilmesi sırasında kolaylıkla değer yargılarının da ifade
edilebileceği türden konulardır. ... Danimarka devleti, gerekli görülen bilgilerin
uygun zamanda çocuklara verilmesi suretiyle, örneğin evlilik dışında doğan çocuk
sayısındaki fazlalık, kürtajlar ve zührevi hastalıklar gibi rahatsızlık verici bir
fenomen karşısında kendilerini uyarmaya çalışmıştır. ... Bu konular aslında ahlaki
düzen içinde yer alır; ancak bunlar çok genel nitelikte olup, demokratik bir Devletin
kamu yararı kapsamında görebileceği konulardır.”

447
a.k., s. 511.
448
Kemal Yanaşık v. Turkey, App. No. 14524/89., Dec. 6.1.1993 in GEMALMAZ, Mehmet Semih
(Der.), Avrupa İnsan Hakları Komisyonu Kararları, C. III., Türkiye’ye Karşı Başvurularda
Kabuledilebilirlik Kararları ve Komisyon Kararları Özetleri, İnsan Hakları Derneği Yayınları, 1.
Bs., İstanbul, Nisan 1996, s. 56.
449
App. No. 5962/72., D.R. 2., p. 50. in GEMALMAZ, op.cit.,s. 58.
450
Kjeldsen, Busk Madsen and Pedersen v. Denmark, Dec. 7.12.1976, Series A., No. 23., 1. E.H.R.R.
711., para. 53. in ibid., s. 218.

112
... Tartışma konusu mevzuat hiç bir biçimde, belirli bir tarzda cinsel bir
davranışı savunmak suretiyle, fikir aşılamayı (indoctrination) amaçlamamaktadır.
Bu mevzuat, cinselliği kışkırtan veya öğrencilerin dengeleri, sağlıkları veya
gelecekleri için tehlikeli olabilecek bir yaşantıya girmelerini teşvik edecek, veya
anne-babaların kınamasına sebep olacak bir görüş savunmamaktadır. Bu mevzuat,
çocukların doğal eğitimcileri olan anne-babaların onları aydınlatmalarını ve onlara
tavsiyede bulunmalarını, veya kendi dinsel veya felsefi kanaatleri çizgisinde
yönlendirmelerini de etkilememektedir.”451 demek suretiyle, devlet okullarında
cinsel eğitim verilmesini öngören yasal düzenlemenin, hiçbir şekilde bireylerin dinî
ve felsefî kanaatlerine aykırı olmadığı; ayrıca 1 No.lu Ek Protokol’ün 2/2. md.
hükmünün ihlâl edildiği iddiasının da hukukî dayanaktan yoksun bulunduğuna karar
vermiştir.
Aynı davada başvurucular ayrıca, yasal düzenlemenin anne-babaların
çocuklarını din derslerinden muaf saydırma imkanı vermesine karşın,
bütünleştirilmiş cinsel eğitimden muaf tutulma imkanının bulunmadığını, bu
durumun da Sözleşme’nin 14. md. hükmü uyarınca göre dinî temele dayanan bir
ayrımcılık olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa, söz konusu yasal düzenlemenin,
bireyleri veya birey topluluklarını sahip bulundukları durum veya sosyal statüden
dolayı farklı işlemlere tabi tutmasından söz edilemez. Tüm bunların yanı sıra
Mahkeme’nin de dikkat çektiği gibi, “dinsel eğitim ile cinsel eğitim arasında fark
vardır. Dinsel eğitim sadece bilgi değil, bir öğreti yayar; oysa cinsel eğitim böyle
değildir. Bu nedenle başvurucular tarafından itiraz konusu yapılan dinsel eğitim-
cinsel eğitim ayrımı, birbirinin benzeri olmayan maddi esaslara dayanır. 14.
maddeye aykırılık yoktur.”452

b) Dinî propaganda

Yargıtay ve Danıştay’a gelen davalar arasında en çok rastlananlardan biri


de, Hıristiyanlık propagandası ile ilgili olanlardır. Ancak, ülkemizde, halen
yürürlükte olan Lozan Antlaşması’nın sonucu olarak Hıristiyanlığa mensup

451
a.k., para. 54. in ibid., s. 219.
452
a.k., para. 55. in ibid., s. 220.

113
mezheplerin kendilerine ait kiliseleri ve cemaatleri bulunduğu ve ibadetlerini
serbestçe yerine getirebildikleri dikkate alındığı takdirde453, Hıristiyanlık
propagandası gibi bir suçtan söz etmek anlamsız hale gelir.
Danıştay, birçok kez, Hıristiyanlık propagandası yaptığı gerekçesiyle,
bireylere pasaport verilmemesine ilişkin işlemin mevzuata aykırılığını reddetmiştir.
1980 yılında çözümlenen bir davada görüşünü açıklayan Danıştay
Raportörüne göre, “... Anayasamızın hukuk devleti ve takdir yetkisinden de doğsa,
idarenin hiçbir eylem ve işleminin yargı denetimi dışında bırakılamayacağı ilkesi
karşısında, davacının yurt dışına çıkması halinde siyasi emniyet açısından ne gibi
sakıncalar bulunduğunun inandırıcı nedenlere dayanması ve bu konudaki karara
dayanak olarak gösterilen eylemlerin kabul edilebilir bilgi ve belgelerle kanıtlanması
gerekmektedir. Bir kimsenin dini inanç ve görüşleri ile ülkenin siyasi emniyeti
arasında bu şekilde işlem tesis etmeye neden olabilecek herhangi bir ilişkinin
varlığından söz etmeye de olanak bulunmamaktadır. Bu nedenle davacının
Hıristiyanlık propagandası yaptığı iddiasından hareketle, kendisine pasaport
verilmemesine ilişkin dava konusu işlemin iptali gerekeceği düşünülmüştür.”454
Aynı davada görüş bildiren Danıştay Kanun sözcüsü ise, aksi görüştedir.
Buna göre, “1972 ve 1974 yıllarında yasalara aykırı bir biçimde dini bir amacı
gerçekleştirmek ve örgütlemek için yapılan toplantılara katıldığı ve suçüstü
yakalandığı belirlenen ... sonraki davranışları itibariyle de siyasi emniyet
bakımından memleketten ayrılması sakıncalı görülen davacıya, pasaport
verilmemesinde anılan yasa hükmüne aykırılık görülmemiştir.”455 Danıştay Kanun
sözcüsü, konuyu yasa hükümlerine aykırılık açısından incelediği halde, Anayasa’da
yer alan özellikle din ve vidan özgürlüğüne aykırılıktan söz etmemiştir ki, bu açıdan
bakıldığında, dinî propaganda yaptığı gerekçesiyle bireyin seyahat özgürlüğünün

453
24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması, md. 38/2.: “Türkiye’de oturan herkes, her inancın,
dinin ya da mezhebin, kamu düzeni ve ahlâk kurallarıyla çatışmayan gereklerini, ister açıkça
isterse, özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkına sahiptir.” KUZU, Türk Anayasa Metinleri
..., s. 967. Ayrıca söz konusu antlaşmanın konumuzla ilgili olan 37-45. md. hükümleri için bkz.
ibid., ss. 967-969.
454
Dan. 12. D., K.T. 25.11.1980, E. 1978/5826., K. 1980/4070., DD., S. 42-43., s. 328.(Danıştay
Raportörü Cengiz Divanlıoğlu’nun görüşü)
455
a.k., s. 329. (Danıştay Kanun sözcüsü Yılmaz Taşdelen’in görüşü)

114
engellenmesinin Anayasa’ya aykırı olacağı kuşkusuzdur.
Danıştay, söz konusu kararının sonuç kısmında ise “... davacının çeşitli
tarihlerde Hıristiyanlık propagandası yaparken ve bu konuda broşür ve kitaplar
dağıtırken yakalandığı, ... sıkıyönetim mahkemesinde görülen davasının af nedeni ile
ortadan kalktığı, ülkemizde faaliyeti yasaklanan ‘Yehova Şahitleri’ adlı örgütün
düzenlediği toplantılara katıldığı ve örgüt lehine çalışmalarda bulunduğu ... göz
önüne alındığında, yurt dışına çıkması sakıncalı görülerek, ... yasa hükmü uyarınca
pasaport verilmemesi suretiyle tesis edilen işlemde hukuka aykırı bir husus
bulunmamaktadır.”456 ifadesine yer vermiştir.
Danıştay, aynı konuya yönelik bir başka kararında da, “Hıristiyanlık
propagandası yaptığı belirlenen yabancı uyruklu kişinin ikamet izni verilmeyip, sınır
dışı edilmesinde mevzuata aykırılık olmadığı”457 sonucuna varmıştır. Mahkeme’ye
göre, “her ne kadar, davacının eylemiyle ilgili olarak cumhuriyet savcılığınca
karar verilmişse de ... ilgilinin fiilinin suç niteliğini taşıması ya da bu eylemin yargı
kararıyla belirlenmiş olması zorunlu bulunmadığından, davacının ikamet
tezkeresinin iptal edilip sınır dışı edilmesinde ve Türkiye’ye girmesi yasak kişiler
kapsamına alınmasında, kamu düzeninin korunması amacına ve mevzuata aykırılık
bulunmamaktadır.”458
Danıştay’ın söz konusu eğilimine karşın Yargıtay, özellikle son yıllarda,
farklı yönde kararlar vermiştir. Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulu
“Hıristiyanlığın değişik bir yorumundan ibaret bulunan ‘Yehova Şahitleri’ inancını
paylaşanların topluluk (cemaat) oluşturmalarının, toplanıp birlikte ibadet
etmelerinin, inanışlarını öğretme ve yayma, yani propagandasını yapma eylemlerinin
Anayasanın 24. maddesinin kapsamına dahil olduğu ... ve suç teşkil etmediği
...”459ni hükme bağlamıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak görev yapan İmam-hatip, vaiz,
müezzin-kayyım gibi görevlilerin dinî propaganda çerçevesinde suç işlemesine

456
a.k., s. 329.
457
Dan. 10.D., K.T. 19.10.1995, E. 1993/3535., K. 1995/4616., DD., S. 91., s. 1146.
458
a.k., s. 1148.
459
Yarg. C.G.K., K.T. 26.5.1986, E. 1985/9-596., K. 1986/293. in TOROSLU, Nevzat, “Hıristiyanlık
Propagandası Suç mudur?”, TBBD., Y. 1988, S. 2., s. 247.

115
ilişkin bir çok dava, Yargıtay ve Danıştay’ın önüne gelmektedir.
Danıştay’a göre, statüsü itibariyle kamu görevlisi sayılmayan imam-
hatip, müftü, vaiz ve müezzinlerin görevleri esnasında vaaz yoluyla gerek şeriat
devletini övücü veya Cumhuriyet rejimini tezyif edici, gerekse insanların dinî
inançlarını istismar edici ve kışkırtıcı nitelikte vaaz vermek yoluyla işledikleri
suçlardan dolayı, MMHK’ a göre değil, genel hükümlere göre yargılanması gerekir
ve kovuşturma da genel hükümler uyarınca Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından
yürütülür.460
Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında 5816 sayılı Kanun’un 3. md.
hükmüne göre, söz konusu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıkları
tarafından kendiliğinden takibat yapılacağı öngörülmektedir. Bu tür davalar, ilk
bakışta, lâik devlet ilkesi ile çok yakın ilişkili görünmeyebilir. Ancak, Danıştay ve
Yargıtay’a intikal eden davaların konusuna ve davalıların özelliklerine dikkat
edilecek olursa, özellikle lâik devlet ilkesini benimsemeyen belirli bir siyasî eğilimin
izlerini açık olarak görebilmek mümkündür. Ayrıca, dikkati çeken bir diğer nokta da,
söz konusu suçları işleyen şahısların büyük bir kısmının, imam-hatip, vaiz, imam-
hatip okulu öğretmeni ve dinî eğitim veren yüksek okul ve fakültelerde görevli devlet
memurlarından oluşmasıdır.461 Danıştay’a göre, derslerde komünizm propagandası
yapmak, öğrencilere okumaları için zararlı yayınları öğütlemek ve öğrencilerin dinî
inançları ile alay etmekle suçlanan sanıkların yargılaması, doğrudan doğruya

460
Dan. 2. D., K.T. 28.2.1983, E. 1982/4344., K. 1983/477., DD., S. 52-53., s. 87.; Dan. 2. D., K.T.
9.3.1990, E. 1988/2423., K. 1990/778., DD., S. 80., s. 73.; Dan. 2. D., K.T. 17.1.1990, E.
1988/1216., K. 1990/72., DD., S. 80., s. 78.; Dan. 2. D., K.T. 8.12.1993, E. 1993/3136., K.
1993/2791., DD., S. 89., ss. 72-73.; Dan. 2.D., K.T. 3.2.1995, E. 1993/2669., K. 1995/279., DD.,
Y. 26., S. 90., 1996, s. 96-97.; Dan. 10.D., K.T. 9.2.1994, E. 1993/900., K. 1994/532., DD., Y. 26.,
S. 90., 1996, s. 1060.; Dan. 2. D., K.T. 25.9.1996, E. 1996/2186., K. 1996/1558., DD., S. 93., s.
52.; Dan. 2.D., K.T. 16.10.1997, E. 1997/2708., K. 1997/2286., DD., Y. 28., S. 95., 1998, s. 53.
461
Konuyla ilgili Danıştay ve Yargıtay’a intikal eden uyuşmazlıklara konu olan davalılar, özelliklerine
göre şu şekilde sıralanabilirler: Yüksek İslâm Enstitüsü Müdürü -önceleri İlâhiyat Fakültelerinin
yerini tutan yükseköğretim kurumlarıdır.- (Dan. 2. D., K.T. 16.11.1973, E. 1973/1196., K.
1973/2298., DD., S. 9-10., s. 164.); Üniversite Öğretim üyesi (Dan. 2. D., K.T. 8.11.1974, E.
1974/1483., K. 1974/3031., DD., S. 18-19., s. 216.); İmam-Hatip Lisesi öğretmeni (Dan. 2. D.,
K.T. 9.3.1990, E. 1988/2423., K. 1990/778., DD., S. 80., s. 73.) vb.

116
DGM.’lerin görev alanına girmektedir.462
Dinî propaganda konusundaki en önemli Anayasa Mahkemesi kararı, bir
dönemin güncel konusu olan TCK. 163. maddeye ilişkindir. İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Mahkemesi, Türk Ceza Kanunu’nun 5433 sayılı yasa ile değişik
163. maddesinin dördüncü fıkra düşünce açıklaması, aşılama ve propaganda
yapılmasının cezalandırılması sureti ile, düşünce özgürlüğünün özüne dokunulduğu
ve böylece Anayasa’nın 11.,19. ve 20. maddelerine aykırılık oluştuğunu ileri
sürmüştür. Söz konusu itiraz gerekçesinde, söz konusu maddenin Anayasa’nın 12.
maddesine de aykırı olduğu şöyle belirtilmiştir:
“Ülkemizde dinsizlik propagandası yapılmasının herhangi bir suç
oluşturmamasına karşın, ‘ekonomik-toplumsal gelişmenin [İ]slâm dinine ve şeriata
bağlı kalındığı oranda gerçekleşebileceğini’ savunan kişi, Türk Ceza Yasası'nın
163/4. maddesi gereğince kovuşturulabilmekte, böylece iki kişiden, dinsizliği
savunan ceza yaptırımıyla karşılaşmamaktadır. Bu da Anayasa'nın 12. maddesindeki
eşitlik ilkesine aykırıdır.”463
Anayasa Mahkemesi, TCK. 163. md.464 hükmünün Anayasa’ya
aykırılığını değerlendirirken, TCK. 163. maddenin lâiklik ilkesine bağlı olarak iki
eylemi yani “propaganda” ve “telkin”i yasakladığını ifade etmiştir. Kararda fıkra
şöyle açıklanmaktadır:
“Fıkranın birinci bölümüne göre, propaganda ya da telkin, lâikliğe
aykırı olarak, Devletin sosyal, ekonomik, siyasal ya da hukuksal temel
düzenleri465nden birisinin bir bölümünü bile olsun, dinsel ilke ve inançlara

462
Dan. 2. D., K.T. 8.11.1974, E. 1974/1494., K. 1974/3035., DD., S. 18-19., s. 217.
463
AYM., K.T. 3.7.1980, E. 1980/19., K. 1980/48.; AYMKD., S. 18., s. 266.
464
TCK.163/4. maddenin 1949 tarih ve 5435 sayılı kanunla değiştirilen metni şöyledir: “Lâyikliğe
aykırı olarak, Devletin içtimaî veya iktisadî veya siyasî veya hukukî temel nizamlarını, k[ı]smen de
olsa dinî esas ve inan[ç]lara uydurmak amaciyle veya siyasî menfaat veya şahsî nüfuz temin ve
tesis eylemek maksadiyle din[i] veya dinî hissiyatı veya dince mukaddes tanı[n]an şeyleri alet
ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse bir yıldan beş
yıla kadar ağır hapis cezasiyle cezalandırılır.” İÇEL, Kayıhan – YENİSEY, Feridun,
Karşılaştırmalı ve Uygulamalı Ceza Kanunları, 4. Bs., Beta yay., İstanbul, 1994, ss. 513-514.
1983 tarih ve 2787 sayılı kanunla değiştirilen 4. f. ile, söz konusu ceza bir yıldan beş yıla kadar
tespit edilmiştir. ibid., s. 514.
465
TCK 163. maddede yer alan “temel düzenler” ifadesinden amaçlanan şunlardır: Devletin sosyal

117
uydurmak amacını gütmeyecektir; bunlara aykırı propaganda ve telkinin her türlü ...
biçimi yasaklanmıştır. Fıkranın ikinci bölümü de, siyasal çıkar ve kişisel etkenlik
sağlamak için, yine lâikliğe aykırı olarak dini, dinsel duyguları, dince kutsal tanınan
şeyleri araç kılarak yapılacak propaganda ve telkini yasaklamaktadır. Görülüyor ki
fıkra, tümüyle ‘lâikliği’ korumayı amaçlamakta ve lâikliğe aykırı davranışların ceza
hukukundaki yaptırımını oluşturmaktadır.”
... Nitekim, ... Anayasa’nın 19. maddesinde geçen ‘istismar, kötüye
kullanma, yasak dışına çıkma ve kışkırtma’ sözcükleri Türk Ceza Yasasının 163/4.
maddesindeki ‘propaganda ve telkini’ kapsamaktadır.”466
AYM.’ye göre, 1961 Anayasası’nın, din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin
19/5. md. hükmü, farklı kelimelerle de olsa, TCK.’nın 163/4. md. metninde yer
almaktadır. Söz konusu hükümler arasındaki bağlantı ise şöyle açıklanmıştır:
“Türk Ceza Yasasının 163/4 maddesinde tanımlanan suçun maddî ve
manevî öğeleri Anayasa'nın 19/5. maddesindekilerin koşutu olup, anayasa’nın 19.
maddesinde geçen ‘istismar, kötüye kullanma, yasak dışına çıkma ve kışkırtma’
sözcükleri Türk Ceza Yasasının 163/4 üncü maddesindeki ‘propaganda ve telkini’
kapsamaktadır. Anılan Anayasa hükmünde, yasaklanan eylemlerin yaptırımının
yasada gösterileceği de açıkça belirtilmiştir. Bu bakımdan, itiraz konusu hükmün,
dayanağı durumundaki Anayasa'nın 19. maddesine aykırılığı savının kabulüne
olanak yoktur.”467
TCK.’nın 163. maddesinin 4. fıkrasının, cumhuriyetin niteliklerini
düzenleyen Anayasa’nın 2. maddesi açısından aykırılık oluşturup oluşturmadığı
konusu ise kararda şöyle irdelenmiştir:
“..Lâiklik ilkesini benimseyen Cumhuriyet, hukukun lâikliğini sağlamış;
böylece Devlet bağımsız ve yansız bir hukuk kurumu olarak çağdaş ve uygar yapısını

(içtimaî) temel düzeni; bir toplumun varlığını ve devamını sağlayan ve koruyan bütün kurallar ve
kuruluşlardır. Devletin ekonomik (iktisadî) temel düzeni; servetin üretim, dolaşım ve bölüşümünü,
sermaye ve emek sahibi arasındaki münasebetleri düzenleyen esas ve usulleri; Devletin siyasal
temel düzeni, devletin varlığını, kuruluş şeklini ve bunların düzenini koruyan kuralları, Devletin
hukukî temel düzeni, devletin toplum için her alanda koyduğu düzenleyici bütün kuralları ifade
eder. DİNÇKOL, op.cit., s. 190., dp. 46. Ayrıca bkz. ibid., s. 103., dp. 170-171.
466
AYM., K.T. 3.7.1980, E. 1980/19., K. 1980/48.; AYMKD., S. 18., ss. 271-272.
467
a.k., s. 272.

118
bulmuştur. Böylece laikliğin Anayasa'nın 2. maddesiyle temel kural durumunda
siyasal ve hukuksal yaşamda geçerli bulunması, lâikliği koruyan Türk Ceza
Yasası'nın l63 üncü maddesini Anayasa'mızın 2. maddesinin doğal ve zorunlu bir
sonucu durumuna getirmektedir.”468
Çağdaş ve uygar yapının temel taşlarından olan lâiklik prensibi ile, hukuk
dinsel dogmalardan kurtulmuştur. Günümüzde de, 1982 Anayasasının 2. maddesinde
Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan lâiklik ilkesinin Türk Ceza Kanunundaki
koruyucu hükmünün 163 üncü maddenin 4 üncü fıkrası olduğu söylenebilir.
AYM., 1961 Anayasası’nda düşünce özgürlüğünü düzenleyen
anayasanın 20. md. hükmü açısından yaptığı değerlendirmede, TCK.’nın 163. md.
hükmünün düşünce açıklama özgürlüğünü sınırlamadığı kanaatine varmıştır:
“Anayasa'nın 19. maddesinin ‘her ne suretle olursa olsun’, diyerek
getirdiği sınırlama ve yasaklamayı içeren özel hükmü karşısında, bu maddenin
kapsamına giren durumlarda 20. maddedeki genel hüküm gözetilemez. ... Anayasal
düzenimiz bakımından önemine ... değinilen lâikliği koruyup sürdürmek için düşünce
özgürlüğünün sınırlanması, bizzat Anayasa'nın uygun bulduğu bir düzenlemedir.
Anayasa koyucıınun zorunlu gördüğü bu düzenlemenin de düşünce özgürlüğüne
aykırı bir yanı bulunduğu ileri sürülemez.”469
Bu gerekçe ile, TCK 163/4 üncü maddenin gerek Anayasanın 20. ve
gerekse 11. maddesine aykırı olmadığı karara bağlanmıştır.
Bu açıklamalarla, yerinde olarak, lâikliği korumak için getirilen
sınırlamanın düşünce özgürlüğünün özüne dokunmadığı belirlenmiştir. Özgürlükler
ancak demokratik toplumlarda bir anlam taşırlar. Teokratik toplumda özgürlükten
söz etmek zordur. Özgürlüklerin anayasal düzeni yıkmak için kullanılmasına göz
yumulmaması doğaldır.470
Açıklanan nedenlerle, AYM.’ce; TCK 163. md. 4. f. hükmünün,
Anayasanın belirtilen maddelerine aykırılığı iddiası kabul edilmemiştir. TCK. 141,
142. maddeleri ile birlikte, kaldırılan sürdürülen 163 üncü maddenin, gerek söz
konusu fıkra, gerekse tümü ile lâikliği koruyucu bir nitelik taşıdığı ortadadır. Bu

468
a.k., s. 272.
469
a.k., s. 273.
470
DİNÇKOL, op.cit., s. 193.

119
madde ile propagandanın yasaklanmasının düşünce açıklama özgürlüğünü ihlal
etmediğine dair görüşü destekleyen bir belge de Medenî ve Siyasal Haklar
Uluslararası Sözleşmesi’dir. Bu sözleşmenin 20. maddesine göre;
“Savaş lehinde her propaganda kanunla yasaklanmış ... olduğu gibi
ayırıma, düşmanlığa veya şiddete teşvik teşkil eden her çağırıyı kanun
yasaklamıştır.”471
Bilindiği üzere, 163. md. daha sonra Terörle Mücadele Kanunu
(TMK.)’nun 23. md. hükmü472 ile kaldırılmış olmasına karşın, TCK. 312/2. md.
hükmü473nün doğan boşluğu doldurmaya çalıştığı söylenebilir.
1980 öncesinde verdiği bir kararda Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nin;
Anayasa Nizamını, Millî Güvenlik ve Huzuru Bozan Bazı Fiiller Hakkındaki
5.3.1962 tarih ve 38 sayılı kanunun 1. maddesinin (B) bendinin anayasaya aykırılığı
iddiasını kapsayan itirazını inceleyen AYM. 1961 Anayasasının düşünce
özgürlüğünü düzenleyen 20. maddesini değerlendirmekte ve düşünce ve kanaatlerin
mutlak, sınırsız bir şekilde anlaşılmaması gerektiği düşüncesinden yola çıkılarak, lâik
düzeni yıkmaya yönelik düşünce açıklamasının düşünce özgürlüğü kapsamına
girmeyeceğini şöyle ifade etmektedir:
“... Düşünce ve kanaat hürriyeti insanların en tabii haklarındandır.
Herkes istediği gibi düşünmekte, istediği fikre inanmakta serbesttir. Kişinin iç alemi
kanunun her çeşit müdahalesinin dışındadır. Ancak kişinin iç aleminde kaldığı
sürece mutlak ve sınırsız olan düşünce ve kanaat hürriyeti, toplum hayatını
ilgilendirdiği andan itibaren hukukun ve kanunun sahasına girer ve toplumsal
yaşayışın gerektirdiği bazı kayıtlamalara bağlanabilir ... Toplum hayatına zarar
veren düşünce ve kanaatlerin açığa vurulması, toplumu huzursuzluğa sevk ederek
toplumsal yaşayışın ve Devletin güvenliğini sarsar. Bu bakımdan diğer hak ve
hürriyetler gibi düşünce ve kanaat hürriyeti de her türlü sorumsuz davranışlara
cevaz veren mutlak ve sınırsız bir hürriyet olarak telâkki ve kabul edilemez. Bu

471
KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 753.
472
İÇEL – YENİSEY, op.cit., s. 1483.
473
TCK.’nın 312/2. md. hükmü ş şekildedir: “Halkı ... din, mezhep ... farklılığı gözeterek kin ve
düşmanlığa açıkça tahrik eden kimse ... hapis ve ... ağır para cezası ile cezalandırılır. Buna tahrik
umumun emniyeti için tehlikeli olabilecek bir şekilde yapıldığı takdirde faile verilecek ceza üçte
birden yarıya kadar artırılır.” İÇEL – YENİSEY, op.cit., s. 634.

120
hürriyeti toplumsal yaşayışın ve demokratik nizamın icaplariyle bağdaştırmak ve
toplumsal yaşayış[l]a düşünce ve kanaat hürriyetini denge halinde tutmak
gereklidir.”474
... Anayasamızın, ... 20 nci madde hükmünü düşünce ve kanaatlerin
mutlak ve sınırsız bir şekilde ve hiçbir sorumluluk duygusuyla bağlı olmaksızın her
düşünceyi açıklamaya cevaz veren bir hak gibi telâkki etmemek icabeder. Aksine
olarak onu Anayasa'da yer almış diğer hükümler ve ilkeler ile birlikte ve
Anayasa’nın bütünü içinde bir parça olarak ele almak ve değerlendirmek gerekir.
Nitekim maddenin Temsilciler Meclisinde görüşülmesi sırasında bu maddenin
düşünce ve kanaat hürriyetine bir sınır çizmediği, bu şekli ile fertleri meselâ
kom[ü]nizm[e], nasyonel sosyalizme veya irticaa kayan düşünceleri veyahut
ahlâksızlığı teşvik eden fikirleri de açıklamak ve yaymak hususunda serbest bırakmış
gibi bir intiba yarattığı ileri sürülerek bu bakımdan kayıtlanması istenilmesine karşı,
Anayasa komisyonu sözcüsünün yaptığı açıklamada ‘Maddeyi yalnız başına ele
alarak yani diğer hükümlerden tecrit ederek manalandırmanın caiz bulunmadığını,
hukukta doğru olan tefsirin gai tefsir yani hükümlerin gayeye göre tefsir edilmesi
olduğunu, tefsir konusu olan hüküm hangi kanunda ve Anayasa’da ise o kanun veya
Anayasa’nın tümü ve ruhu göz önünde tutularak yorumlama yapılacağını,
Anayasamızın esas itibariyle hürriyetleri imha edici faaliyetleri yasak eden ve realist
bir hürriyet anlayışını kendine temel olarak almış olan bir Anayasa olduğunu, bu
bakımdan herkese tanınan düşünce hürriyetinin Anayasa ile tesbit olunan Devlet
nizamına ve demokratik nizama uygun kanaatleri belirtmek için sağlandığını ve bu
sebeple lâik ve demokratik nizamı yıkmak, Devletin ve Milletin bütünlüğünü
parçalamak isteyen düşüncelerin açıklanmasının düşünce hürriyetine dâhil
sayılamıyacağını ve bilâkis suç teşkil edeceğini’ bildirmiş olması düşünce ve kanaat
hürriyetinin de ... 11 inci madde uyarınca ‘Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun
olarak kanunla sınırlanabileceğini’ kolayca anlatmaya kâfidir.”475
İHAM.’a göre, din ve inancın açığa vurulması, öğretim veya propaganda
vasıtasıyla başkalarını da kendi inancı yönünde ikna etme hakkını da içermektedir.
Aksi takdirde, 9. md. ile güvence altına alınan “din veya inancını değiştirme

474
AYM., K.T. 8.4.1963, E. 1963/16., K. 1963/83.; AYMKD., S. 1., s. 199.
475
a.k., ss. 199-200.

121
özgürlüğü”nün teorik ve yalnızca kâğıt üzerinde kalan bir hak düzeyinde kalacağını
kabul etmek gerekir.476
Emekli bir işadamı olan başvurucu 1919 yılında Ortodoks bir ailede
dünyaya gelmiş ve 1936 yılında Yehova Şahidi olduktan sonra “proselytism”
(mühtedilik, başkalarını kendi dinine sokmaya çalışma) faaliyetleri nedeniyle altmış
kezden fazla gözaltına alınmış ve birçok kez hapis cezasına çarptırılmıştır.
Başvurucu 1960-1970 yılları arasında dört kez gözaltına alınıp, kovuşturma
geçirmesine karşın mahkûm olmamıştır. Başvurucu 2 Mart 1986 günü eşi ile birlikte
Ortodoks Kilisesinde hizmetli olan komşularını ziyarete giderek, dinsel konularda
tartışmaya başlamışlardır. Başvurucunun komşusunun polise yaptığı şikâyet üzerine
başvurucu ve eşi gözaltına alınıp bir gece karakolda tutulmuştur. Proselytismi suç
sayan 1938 tarihli yasa hükümleri gereğince başvurucu ve eşi hakkında açılan ceza
davası sonunda başvurucu üç ay hapis cezasına mahkûm edilmiş, bu ceza ise günlüğü
400 Drahmiden olmak üzere para cezasına çevrilmiştir. Başvurucu tarafından ulusal
yargı organları nezdindeki yargılamalar sırasında ileri sürülen, proselytismi suç
sayan yasa hükümlerinin 1975 tarihli Yunanistan Anayasası’na aykırılığı iddiası,
ulusal mahkemeler tarafından kabul görmemiş ve itiraz reddedilmiştir. Bunun
üzerine başvurucu din özgürlüğünün ihlâl edildiği iddiasıyla konuyu İHAK.’a
taşımıştır. 477
İHAM., İHAS. 9. md. hükmünü değerlendirirken şu görüşlere yer verir:
“[D]in özgürlüğü çoğulcu ve demokratik bir toplumun temellerinden biri
olduğundan, din özgürlüğü bir kimsenin dinini açığa vurmayı ve kural olarak bir
kimsenin komşusunu kendi dinine sokmaya çalışma hakkını da içerdiğinden, bununla
beraber çoğulculuk Sözleşme’nin 9. maddesinin ikinci fıkrasında olduğu gibi
başkalarının inançlarına saygı gösterilmesini sağlamak amacıyla din özgürlüğüne
sınırlamalar konulmasını gerektirdiğinden, başvurucu hakkındaki mahkumiyet
kararının din özgürlüğüne bir müdahale oluşturduğuna; başvurucu proselytismin
objektif bir tanımının olmadığını ve bu konudaki suç normlarının genişletilmeye

476
Kokkinakis v. Greece, App. No. 14307/82., Dec. 25.5.1993, Series A., No. 260-A., 17. E.H.R.R.
397., para. 31., 44., 48.
477
a.k., in DOĞRU, Osman (Der. ve Çev.), İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlar Rehberi
(1960-1994), İstanbul Barosu Yayınları, Yayına Haz: MÜ-İHM., İstanbul Şubat 1999, s. 348.

122
müsait ve belirsiz içeriğe sahip olduğunu, bu nedenle müdahalenin hukuken
öngörülebilir olmadığını ileri sürmüş ise de, bir çok yasa hükmü mutlak bir biçimde
belirgin olmadığından, aşırı katılıktan kaçınma ve değişen koşullara uyarlama
ihtiyacı kanunların az ya da çok geniş terimlerle ifade edilmesini gerektirdiğinden,
proselytism hakkındaki ceza hükümleri de bu kategoriye girdiğinden, bu tür
yasaların yorumlanması ve uygulanması tatbikatın işi olduğundan, öte yandan
anayasaya aykırılık konusundaki itirazlar hakkında ulusal mahkemeler daha önce
karar vermiş olduklarından, olayda söz konusu müdahalenin hukuken öngörülebilir
olduğuna; ...”478
İHAM. kararında devamla, “... olayda her Hıristiyan’ın ve kilisenin
temel görevlerinden biri olarak ‘Hıristiyan müminliği’ ... ile başkalarının düşünce,
vicdan ve din özgürlüğüne saygıyla bağdaşmayan ‘usulsüz proselytism’ arasında bir
ayrım yapılması gerektiğinden, yine olayda ulusal mahkemelerin verdikleri
kararlarda başvurucunun komşusunu usulsüz yollarla ikna girişiminde bulunduğu
anlaşılamadığından, başvurucunun mahkumiyeti ve cezalandırılması izlenen meşru
amaçla orantılı olmadığından ve yapılan müdahale demokratik toplumda gerekli
olmadığından, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünün ihlaline ...”479 karar
verilmiştir.
İHAM. kararı sonucunda hükmedilen tazminat Yunanistan hükümeti
tarafından ödendikten sonra, söz konusu kararın metni üst mahkemelerin başkan ve
yargıçlarına gönderilmiş; savcılıklar Yunan mevzuatını İHAM. kararına paralel
olarak yorumlamaya başladıklarından, ulusal mahkemelerin önüne gelen
proselytismle ilgili dava sayısında önemli ölçüde azalma olmuştur. Hükümetin
verdiği bilgiye göre, 1994 yılından bu yana küçüklere yönelik proselytism
suçlarından yalnızca iki mahkûmiyet kararı verilmiş olup, yine Hükümet, İHAM.
kararına doğrudan etki tanınması nedeniyle, Kokkinakis davası sonucu saptanan
ihlâlin yenilenme tehlikesinin bulunmadığı görüşündedir.480

c) İbadet

478
a.k., in ibid., ss. 348-349.
479
a.k., in ibid., s. 349.
480
a.k., in ibid., ss.349-350.

123
AYM.’ye göre, “Din özgürlüğünün kimi kişilerin iç âleminden taşarak
toplumun huzurunu kaçıracak boyutlara ulaşmasına, kamu düzeninin korunması ve
işlerliğinin uyum içinde sağlanması düşüncesi izin vermez. Bu nedenle öngörülen bu
sınırlama ile, toplumun bütün bireylerinin aynı özgürlükten yararlanabilmelerinin
amaç edinildiğinde ve böylece bireylerin bu alandaki özgürlüklerinin güvence altına
alınmak istendiğinde kuşku edilmemek gerekir.”481
Din özgürlüğünün dinî emirleri yerine getirme ve ibadet biçimlerinde
ortaya konmasında, toplu ibadet ve bu amaca yönelik araçlar, öncelikle kamu düzeni
ve dinginliğini ihlal etmemek zorundadır. Hemen her dinde, ibadet mekanları söz
konusu amaca özgülenmiş olduklarından, bu yerlerin dışında, kamuya ve halkın
dolaşımına açık yer ve meydanlarda dinsel yükümlülüklerin yerine getirilmesi kamu
düzenini bozucu hal aldığı takdirde, söz konusu eylemler sınırlanmalıdır.482
Örneğin, “cuma namazlarının sokaklara taşılarak kılınması, halkın dolaşımına
özgülenmiş alanlarda gidiş-gelişi aksatabilir. Vaazların hoparlörle yapılması ise,
farklı dinlerin mensuplarının ve hatta herhangi bir dini inanca sahip olmayan
bireylerin inanç özgürlüğünü sınırlar. ... Yükseltici ile okunan ezanlar, özellikle
yatsı ve sabah ezanları ilgili semtin dinginliğini bozabilir. Ülkemiz hukuk düzeni,
çalışmaya başlama saatini 08.00 - 09.00 olarak belirlediğine göre, sabahın
dördünden itibaren dinsel vecibeleri yerine getirmeyen veya farklı inanca sahip olan
ya da inançsız kişilerin uyandırılmaları, kamu düzenini bozucu eylem”483ler olarak
nitelenebilir.
Fransa’da Conseil d’Etat, kamu düzeninin gerekleri ile ibadet
özgürlüğünün kullanılması arasında, dinsel düşünce özgürlüğü ile lâik devlet
ilkelerine bağlı kalarak, düzenleyici ve uzlaştırıcı bir fonksiyon üstlenmiştir. Buna
göre, dinsel düşünceleri açıklama ve ibadet özgürlüğünün mutlak ve genel anlamda
yasaklanması yasal olarak mümkün olamayacağını; bu konuda ancak kamu
düzeninin açık ve ciddi olarak tehdit edilmesi ve bu tehdidin başka bir yolla
önlenmesinin mümkün olmaması halinde yasaklama getirilebileceğini kabul

481
AYM., K.T. 27.11.1979, E. 1979/9., K. 1979/44.; AYMKD., S. 17., s. 340.
482
KABOĞLU, Özgürlükler Hukuku ..., s. 189.
483
ibid., s. 189., dp. 1.

124
etmektedir.484

d) Uygulama (yerine getirme)

İHAS. 9. md. hükmünün uygulanmasında en önemli hususlardan birisi,


dinini veya inancını izhar etme (açığa vurma) biçimlerinden olan “uygulama
hareketleri” kavramının, “ibadet şekli (tapınma usulü)”nin yanı sıra, bir din veya
inancın emrettiği “toplumsal davranış”ı da içerip içermediğidir.
İHAK. önceleri uygulama hareketleri kavramını geniş bir çerçevede
yorumlamıştır. Ancak daha sonraki kararlarında, söz konusu kavramın, bir din veya
inancın emir, telkin veya tavsiye ettiği tüm davranışları içermediği ve böylelikle,
Sözleşme’nin 9. md. hükmünün de, kamusal alanda, bir inancın gerektirdiği biçimde
davranma hakkını her zaman güvence altına almadığı sonucuna varmıştır. 485
İHAK.’a göre, bireyi dinî ve ahlâkî inançlarına aykırı bir işi kabul etmeye
zorlamak, 9. md. hükmüne aykırıdır. Bununla birlikte, dinî inancı gereği askerlik
görevini yerine getirmeyi reddetme durumunda, 9. md. hükmünün koruması devreye
girmektedir.486 Ancak, İHAS. md. 4/3-b487 hükmü saklıdır.
Dinî inancına aykırı olarak zorla askerlik yaptırılmasının, Sözleşme’nin
9. md. hükmünü ihlâl ettiğine ilişkin başvuruyu488 değerlendiren Komisyon’a göre,
9. md. hükmü yorumlanırken, ayrıca md. 4/3-b.’nin de dikkate alınması gerekir. Bu
kuraldan da açıkça anlaşılabileceği gibi, zorunlu askerlik yaptırma yerine, dinî
inançları askerlik yapmalarına engel teşkil eden kişiler için, başka bir kamu hizmeti
öngörme, Sözleşmeci devletlerin takdirine bırakılmıştır. Sonuç olarak Komisyon, 9.

484
GAZIER – GENTOT– GENEVOIS, loc.cit., s. 95.
485
GÖLCÜKLÜ - GÖZÜBÜYÜK, op.cit., s. 315.
486
İHAK., A. v. Switzerland, App. No. 10640/83., Dec. 9.5.1984, D.R. 38., p. 223.
487
İHAS.’ın 4/3-b. md. hükmüne göre, “askeri nitelikte bir hizmet veya inançları gereğince askerlik
görevini yapmaktan kaçınan kimselerin durumunu meşru sayan ülkelerde bu inanca sahip
kimselere zorunlu askerlik yerine gördürülecek başka bir hizmet; ...”, Sözleşme’nin 4/1. md.
hükmü ile yasaklanan zorla çalıştırma veya zorunlu çalışmadan sayılmaz. KUZU, Türk Anayasa
Metinleri ..., s. 767.
488
Başvurucu, kendisinin Katolik olduğunu ve silâhlı bir savaşçı olarak Avusturya ordusunda görev
yapmasının dinî inancına aykırılığını gerekçe göstererek, zorunlu askerlik hizmetini yerine

125
md. hükmünün, Sözleşmeci devlete, dinî inançları gereği askerlik yapmaktan
kaçınanları, zorunlu askerlik yükümlülüğünün dışında tutma zorunluluğu getirmediği
kanaatinden hareketle, başvuruyu temelsiz görerek reddetmiştir.489
Türk hukuk sisteminde, vicdanî red konusu kabul edilmemektedir. TCK.
md. 155. md. hükmünde düzenlenen “halkı askerlikten soğutma sıuçu”, bazı
yazarlara göre, ne vicdanî redle, ne de savaş karşıtlığı ile açıklanamaz.490 Bunun
yanı sıra, 307 karar sayılı Askerî Yargıtay kararı ise gerekçesinde şu ifadelere yer
verir: “... As. CK.’nun 45 maddesi hükmü sarahati karşısında hiçbir asker, askeri
vazifeyi ve emri dinî inançlarına aykırı düştüğünden bahisle ifadan kaçınamaz ve
yine dinî inanç, bu yolda vukubulan bir fiili suç olmaktan çıkaramaz ...”491
İHAK.’a göre, devlet, bireylerin vicdanî inancına aykırı bir etkinliğe
katılmalarını zorunlu kılan tarafsız kurum ve uygulamalara bünyesinde yer verdiği
takdirde, din ve inançla ilgili edimler 9. md.’nin koruma alanının kapsamı dışındadır.
Ödediği verginin barışçı programlar yerine silâh alımı, savunma harcamaları veya
din işlerine ayrılan kısmını geri alma hakkı bulunduğunu ileri süren başvurucunun
iddiasını araştıran Komisyon’a göre, 9. madde esas olarak kişisel inanç ve dinsel
akideler sahasında, yani, zaman zaman forum internum adı verilen bir alanda koruma
sağlar. İlave olarak, bu madde, bir inanç ya da dinin genel olarak tanınmış
uygulamalarının çeşitli boyutlarını oluşturan ibadet ve tapınma gibi davranışlarla
yakın bağlantı içinde olan eylemleri de korur. Vergi ödeme yükümlülüğü genel
nitelikte nötr bir yükümlülük olup; kendi başına, özel vicdani bir anlamı
bulunmadığından dolayı, inançlara saygı bağlamında bir sonuç doğurması
düşünülemez. 9. madde, garanti altına alınan özgürlüklere tecavüz edilmeden,
kamusal alanda genel ve tarafsız olarak uygulanan, yasayla getirilmiş bir
yükümlülüğü inançlarına dayanarak reddetme hakkını vermemektedir. Zira, vergi
yükümlüsü, devletçe toplanan verginin harcanacağı alanları etkileyemediği gibi,
harcama konusunda karar verme yetkisini de haiz değildir.492
İHAK.’a göre, devlet, bireyleri, vergi veya diğer araçlarla devlet

getirmeyi reddetmiş ve bu nedenle cezalandırılmıştır.


489
X. v. Austria, App. No. 5591/72., Dec. 2.4.1973 in GÖZÜBÜYÜK, “...Seçme Özetler”, s. 37.
490
ODMAN, M. Tevfik, “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü Bağlamında Halkı Askerlikten Soğutma
Suçu”, İHMD., C. III., S. 5., Aralık 1995, s. 33.
491
Ask. Yarg. 3. D., K.T. 9.12.1975, E. 31., K. 307. in ibid., s. 23., dp. 44.
492
İHAK., C. v. The United Kingdom, App. No. 10358/83., Dec. 15.12.1983, D.R. 37., p. 147.

126
kilisesine parasal katkıda bulunmaya zorlayamaz.493 Ancak, dinsel hizmetler için
kiliseye vergi ödeme yükümlülüğü, kilise üyeliğinden ayrılma sonucu sona erdiği
takdirde, bu tür bir yükümlülüğün bulunması, 9. md. hükmünün ihlâli olarak
değerlendirilemez.494
İHAK., devletin bireyleri resmî devlet kilisesine üye olmaya zorlama
yetkisinin bulunup bulunmadığı konusundaki bir sorun karşısında, devletin bu tür bir
yetkisinin bulunmadığına karar vermekle kalmamış; ayrıca, bireylerin istedikleri
takdirde kilise üyeliğinden ayrılmalarını kolaylaştıracak olanakları sağlama görevinin
devlete ait olduğu görüşünü ortaya koymuştur.495
İHAK., bir öğretmenin kendi dinî inancına paralel olarak dinî
yükümlülüklerini yerine getirmesini zorlaştırmasına karşın, çalışma saatlerine uygun
davranma yükümlülüğü getirilmesinin, Sözleşme’nin 9. md. hükmünü ihlâl etmediği;
aksine, din özgürlüğüne uygun bir durum olduğu kararına varmıştır.496
Din ve vicdan özgürlüğüne, inanma ve dinsel yükümlülükleri yerine
getirme boyutuyla bakıldığında, kamu hizmeti çerçevesinde en çok sorun yaratan
özgül bir durum başörtüsü (türban)dür. Genel olarak bireylerin istediği biçimde
giyinme özgürlüğü mevcut olduğundan dolayı, sorun söz konusu açıdan tartışma
dışında kalmaktadır. Üzerinde durulması gereken en önemli nokta, kamu
kurumlarında ve üniversitelerde başörtüsü kullanılmasıdır. Başörtüsü sorununu İslâm
dininin emirlerini mahkeme kararları çerçevesinde değerlendirebilmek için, mevcut
anayasal ve yasal düzenlemelerin yanı sıra, kıyafette İslâm’ın aradığı şartları497 ve

493
İHAK., Peter Darby v. Sweden, App. No. 11581/85., Dec. 11.4.1988, D.R. 56., p. 173.; İHAK., C.
v. The United Kingdom, App. No. 10358/83., Dec. 15.12.1983, D.R. 37., p. 148.
494
İHAK., E. & G.R. v. Austria, App. No. 9781/82., Dec. 14.5.1984, D.R. 37., pp. 45.; İHAK.
Raporu, Peter Darby v. Sweden, Dec. 9.5.1989, para. 45.
495
İHAK., Jean and Bertha Gottesmann v. Switzerland, App. No. 10616/83., Dec. 4.12.1984, D.R.
40., pp. 289.; İHAK., E. & G.R. v. Austria, App. No. 9781/82., Dec. 14.5.1984, D.R. 37., p. 45.
496
X. v. The United Kingdom, App. No. 8160/78., Dec. 12.3.1981, D.R. 22., pp.
497
Kıyafet hususunda İslâm’ın aradığı şartları başlıca yedi grupta toplamak mümkündür. Bunlar,
temizlik, edebe uygunluk, çıplaklığı kapatacak biçimde örtünme, karşı cinse benzememe,
başkalarını kıskandıracak ve sosyal dengede rahatsızlık oluşturacak biçimde israflı giyinmeme,
aşırı gösterişli ve kibir doğurucu tarzda giyinmeme, sosyo-ekonomik açıdan farklı toplum
kesimleri arasındaki uyumu tahrip edecek biçimde giyinmeme. AKSAY, op.cit., ss. 183-184.

127
konuyla ilgili ayetlerden gerek Nûr Sûresi âyet 31.498 ve gerekse Ahzab Sûresi âyet
59.499 hükümlerinin konuya bakış açısını, ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
konuya ilişkin kanaatini500 de dikkate almak gerekir.

498
Nûr Sûresi, âyet 31. şu şekildedir: “Mü’min kadınlara da söyle ... (tac, küpe, gerdanlık, bilezik ve
emsali külliyât gibi) süslerini (ve bu süslerin bulunduğu baş, kulak, boyun, göğüs, bazu, kol ve
ayak gibi yerlerini yabancılara karşı) açmasınlar, (ancak) o (süs yerlerinden ve eşyası)ndan (dışa
gelen ve örtülmesi güç olub) görünen kısmı bu hükümden müstesnâ (ve başka bir hükme tabidir ki
bunlar örtünün dış tarafıyle parmak, el ve bunların süsleri gibi şeylerdir) baş örtülerini
yakalarının üzerine (başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunların, gerdanlarını, göğüslerini sımsıkı
örtecek şekilde) sarkıtsınlar.” BAYTAN, Enver, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Tefsirli Meâl-i Alîsi,
Baytan Yay., İstanbul, 1987, s. 354. Âyette geçen “yakalarının üstüne sal”ma emrinden kastın ne
olduğunu yorumlayan Din İşleri Yüksek Kurulu’na göre, “İslâmiyet’ten önce ... kadınlardan
başlarını örtenler, örtülerini enselerine bağlarlar veya arkalarına salıverirler, boyun ve
gerdanlarını açık bırakırlardı. Cenab-ı Hak ... bu adeti ... kesinlikle yasaklamış, [M]üslüman
kadınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek şekilde
yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir.” in AKSAY, op.cit., s. 185. Kurul’un kararına göre,
Hz. Muhammed, “görünen kısımlar” ifadesini, eller ve yüzler olarak yorumlamaktadır. ibid., ss.
185-186. Ancak belirtmek gerekir ki, söz konusu âyetteki örtünmenin sınırlarının tayini, yer ve
zaman açısından geleneklere ve yorumun kapsamına bağlı olup, örtünmenin sınırları çok kesin
ölçülerle belirlenemez. Tüm bunların yanı sıra, söz konusu âyete aykırı inanç ve eylemlerin dinsel
yaptırımı konusunda herhangi bir açıklık da mevcut değildir. BİLGE, Necip, “Laik Düzen ve
İslâm’da Örtünme Sorunu”, İdarecinin Sesi, Eylül-Ekim 1998, C. XII, S. 70, s. 33.
499
Ahzab Sûresi, âyet 59. ise şu şekildedir: “Ey o peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve mü’minlerin
kadınlarına hep söyle; cilbablarından üzerlerini sıkı örtsünler! Bu onların ... tanınıp da eza
edilmemelerine en elverişli olandır.” YAZIR, Elmalılı Hamdi, Kur’an-ı Kerîm ve İzahlı Meâli,
(Haz. CÜNDİOĞLU, Dücane), İslamoğlu Yay., İstanbul, 1993, s. 425. Âyette geçen “cilbab”,
“baştan aşağıya örten çarşaf” anlamındadır. ibid., s. 425., dp. 5. Kurul’a göre, söz konusu âyetle,
kadınların ev kıyafetleri ile sokağa çıkmamaları; yalnızca ibadet ederken değil, aynı zamanda
sokağa çıkarken ve insanlar arasında iken de, vücut hatlarını belli etmeyecek, gizleyecek biçimde
giyinmeleri, kesin bir biçimde emredilmektedir. Kurul, söz konusu âyet ve hadislerden hareketle,
“... [M]üslüman kadınların ... vücudun el, yüz ve ayaklar dışında kalan kısımlarını, aralarında
dinen evlilik caiz olan yabancı erkekler yanında açık bırakmamaları gerektiği ...” sonucuna
varmaktadır. in AKSAY, op.cit., s. 187.
500
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, İmam-hatip Liseleri Yönetmeliği’nde yer alan
başörtüsü yasağı konusunda, Millî Eğitim Bakanlığı’nın istemi üzerine hazırladığı 30 Aralık 1980
tarih ve 77 sayılı kararında, Kur’an- Kerim âyetleri ve hadisler ışığında örtünme ve özellikle
başörtüsü konusunu değerlendirmiş ve sonuç olarak, dinî emirler çerçevesinde başörtüsü
kullanmanın kadınlar için kesin bir emir olduğunu ve hukuksal metinlerle bunun engellenmesi

128
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 30 Aralık 1980
tarih ve 77 sayılı kararında, konuyla ilgili olarak şu görüşlere yer verilmiştir:
“Din, sırf bir inanç veya inanç sisteminden ibaret değildir. Dinin inanca
ait esasları yanında; ibadet, amel ve ahlakî davranışlarla ilgili hükümleri, ... inançlı
kişilerin yaşayışlarında uymaları zorunlu emir ve yasakları da vardır. O halde din ve
vicdan hürriyeti, sadece bir dinin inançla ilgili esaslarına inanmak veya inanmamak
değil, dindarın mensub olduğu dinin bütün emir ve yasaklarını hiçbir engele
rastlamadan, serbestçe yerine getirebilmesi hakkıdır. ... O halde, her Türk vatandaşı,
bir anayasa hakkı olarak, mensub olduğu dinin bütün emir ve yasaklarını ‘kamu
düzeni, genel ahlâk ve bu amaçla çıkarılan kanunlara aykırı olmamak şartıyle’
hiçbir baskıya maruz kalmadan, serbestçe yerine getirebilme hürriyetine sahiptir. ...
Üstelik hanımların söz konusu kıyafetlerinde ..., kamu düzenine, genel ahlâka ve
kanunlara aykırı bir durum olmadığı da açıktır. Bu hususun devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünün, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin,
kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunup korunmamasıyla da bir
ilgisi yoktur. Bu itibarla [M]üslüman hanımların dinî tesettüre uymalarının kanunla
sınırlandırılması da Anayasamızın 11. maddesi uyarınca söz konusu olamaz. ”501
Söz konusu kararda devamla şöyle denilir:
“Dinin emrettiği şekilde örtünmeyi kabul etmeyen bir kimseyi
örtünmeğe zorlamak, kişi hak ve hürriyetiyle ne derece bağdaşmayan bir davranış
ise, ister dinî bir zaruretle, ister sırf öyle arzu ettiği için veya estetik amaçlarla olsun,
örtünmek isteyen bir kimsenin örtünmesini engellemeye kalkışmak ve bu maksatla
ona baskı yapmak da, aynı şekilde kişinin temel hak ve hürriyetlerine açık bir
müdahale sayılmak gerekir. Çünkü genel ahlâka aykırı bir durum olmadıkça, kişinin

veya sınırlandırılmasının Anayasa’ya aykırı olduğunu savunmuştur. Kurul kararının sonuç


kısmında, “İmam-Hatip Liseleri’nin Yönetmeliğinde, dinimizin [M]üslüman kadınların
örtünmesiyle ilgili hükümlerine aykırı, Anayasamızın tanıdığı, kişilerin temel hak ve hürriyetlerini
zedeleyici ve sözü edilen okulların yönetim, eğitim ve öğretim faaliyetlerini olumsuz yönde
etkileyici hükümlerin yer almasının uygun olmayacağı mütalaa olunmuştur.” demektedir. Diyanet
İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 30 Aralık 1980 tarih ve 77 sayılı kararı. in
AKSAY, op.cit., ss. 193-194. Söz konusu kararın tam metni için bkz. ibid., ss. 185-194.
501
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 30 Aralık 1980 tarih ve 77 sayılı kararı. in
AKSAY, op.cit., ss. 189-190.

129
örtünmesi veya örtünmemesinde, başkaları için bir zarar söz konusu değildir.
Nitekim, hürriyetçi demokrasi ile idare edilen ve lâiklik ilkesini kâmil uygulayan
bütün ülkelerde, ... kişilerin giyinişlerine, kılık ve kıyafetlerine hiçbir sınırlama
getirilmemekte ve ... hatta bu ülkelerde bir takım dinî okulların ve cemaatlerin,
kendi inançlarının gereği sayarak giydikleri, toplumun genellikle benimsediği
kıyafetten çok farklı olan özel kıyafetleri de hiçbir şekilde yadırganmamakta, hatta
saygı görmektedir.”
... Millî Eğitim Bakanlığı yazısında kadınların örtülü kıyafetlerinin
‘Atatürk ilkelerine tamamen aykırı’ olduğu ifade edilmekte ise de, genel ahlâka ve
kanunlara aykırı olmayan her türlü kadın kıyafetinin Atatürk devrim ve ilkelerine
aykırılığı söz konusu değildir.”502
“Esasen, Atatürk’ü ve ilkelerini, -çoğu zaman yapıldığı gibi- dinimizin
kadın kıyafetiyle ilgili hükümlerine karşı göstermek, ... Atatürk ilkeleri açısından son
derece sakıncalı bir tutumdur. Müslüman Türk vatandaşı, ‘ ya Allah’ın emri, ya
Atatürk ilkeleri’ şeklinde son derece vahim bir tercihle karşı karşıya
bırakılmamalıdır.”503
“İmam-Hatip Liseleri ve Kur’ân kurslarında, ... bir taraftan [M]üslüman
kadınların örtünmelerinin dinen zorunlu olduğu öğretilirken, diğer yandan
[M]üslüman kızların başlarını açmaya zorlanmaları, izahı kabil olmayan bir çelişki
olacağı gibi, onların vicdanında da son derece olumsuz etkiler meydana getirecektir.
... Diğer taraftan, İmam-Hatip Liselerimizde ve özellikle Kur’ân kurslarımızda,
Kur’an-ı Kerim Öğretimi, temel dersler arasında yer almaktadır. ... Kur’an-ı Kerim
okumak ... esnasında Allah’ın emirlerine tam bir itaat halinde olmak gerekir. Kız
öğrencilerin yaptıkları bir ibadeti başı açık halde yapmaya zorlanmaları, onların
vicdanına açık bir baskı teşkil eder.”504
Kararı değerlendiren bazı yazarlara göre, kılık ve kıyafete ilişkin olan
671, 677 ve 2596 sayılı devrim kanunlarının hiç birinde, kadın kıyafetiyle ilgili

502
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 30 Aralık 1980 tarih ve 77 sayılı kararı. in
AKSAY, op.cit., s. 191.
503
a.k., in ibid., s. 192.
504
a.k., in ibid., ss. 192-193.

130
herhangi bir hükme yer verilmemektedir.505 Bunun yanı sıra İnkılâp Kanunları’nda
başörtüsüyle ilgili değil herhangi bir yasaklama, başörtüsüyle ilgili tek bir kelime
dahi geçmemektedir.506 Ancak, özellikle kılık-kıyafetle ilgili 671 ve 2596 sayılı
devrim kanunlarının konuş amacı Atatürk ilke ve inkılâpları ile Anayasa’nın genel
felsefesi ışığında güncel bir yoruma tabi tutulduğu takdirde, bu konuyla çok
yakından ilişkili oldukları açık şekilde görülmektedir.
Başörtüsü konusundaki bir diğer önemli sorun ise, dinsel bir emir veya
ideolojik bir simge olasılığından kaynaklanmaktadır. Mecelle’deki 39. md. hükmü,
başta başörtüsü olmak üzere, üzerinde dinsel emir olup olmadığına yönelik yoğun
tartışmalar yapılan sorunlar açısından oldukça düşündürücüdür: “Ezma’nın
tebeddülü ile ahkâmın tagayyuru inkâr olunamaz.” Yani, zaman değiştikçe,
kuralların geçerliliğini yitirebileceğini kabul etmek zorunludur. Ayrıca eklemek
gerekir ki, Mecelle, herhangi bir beşerî kaynağa değil, bizzat Kur’an-ı Kerim’e
referans yapan bir kodifikasyon yöntemini benimsemiştir.
Diğer taraftan, eğer başörtüsünün bir dinsel emir olduğu kabul olunsa
bile, bunun Kur’an’a giriş amacının da araştırılması gerekir. Saptamalara göre
başörtüsü, o devrin Arap toplumundaki hür kadınlar ile cariyeleri birbirinden
ayırdedebilmek için öngörülmüş bir düzenlemedir.507
İdare’nin kamu kurum ve kuruluşlarında giyim-kuşama (kılık-kıyafet)
ilişkin kurallar koyması, kamu hizmetinin gerekleri çerçevesinde düzenleme ve
takdir yetkisi kapsamında mevcuttur. Nitekim Danıştay’ın başörtüsü ile ilgili
kararlarında da aynı kanaat hakimdir.
Danıştay’ın bir kararında, “[i]lgililerin uyarmalarına karşın türbanlı
olarak staja devam eden stajyerin bu davranışının laik hukuk devleti ilkesine aykırı,

505
a.k., in ibid., s. 192.
506
ibid., s. 207. Aynı yazara göre, “eğer başörtüsü inkılâp kanunlarıyla yasaklanmış olsa, buna
rağmen milletin büyük çoğunluğu böylesine örtünseydi, o zaman bu kanun da ‘Efendi, bey, paşa’
gibi, lâkap ve unvanların yasaklandığına dair olan kanun gibi uygulamasız kalmış olurdu.” ibid.,
s. 206.
507
KARAÇELİK, Burhan, “Laiklik, İnanç Özgürlüğü, Başörtüsü ve Barolar”, Balıkesir Barosu
Dergisi, Mart 1996, S. 57., ss. 6-7.; ÇAĞATAY, Neşet, “Şeriat Yönetimi ile Lâik Yönetimin
Karşılaştırılması”, İdarecinin Sesi, Temmuz 1990, C. IV., S. 4., s. 39.; BİLGE,“Laik Düzen ve
İslâm’da Örtünme sorunu”, s. 33.

131
avukatlık mesleği ile bağdaşamaz nitelikte ...”508 olduğu sonucuna varılmıştır.
Yargıtay’a göre, “Türbanlı olarak duruşmaya katılan ve türbanını
çıkarması konusunda yargıç tarafından uyarılan yakınıcı vekili Avukat (A.Ö.)’in
temel özgürlük ve hakkını kullandığı gerekçesiyle olumsuz tutumundan direnmesi
karşısında; duruşmadan çıkarılmasına karar verilip, ... duruşmaya katılmadığının
kabulü ile şikayet hakkının düşürülmesine karar verildiği saptanmış, 1136 sayılı
Avukatlık Yasasının 49. maddesinde ‘Avukatlar Mahkemelere Türkiye Barolar
Birliğinin belirteceği resmi kılıkla çıkmak zorundadırlar’ hükmü getirilmiş, Türkiye
Barolar Birliği ‘Avukatların duruşmalara başı açık olarak girmeleri gerekliliğini
ilkeye bağlamış’ HUMK’nun 70 .maddesinde de ‘Vekil duruşmada münasip olmayan
hal ve tavırda bulunması halinde mahkemeden çıkarılır’ biçimde kesin ve buyurucu
yöntem öngörülmüş olduğuna göre;”
... Yasal kurallara karşı eylemli olarak direnme çabasında görüntülenen
ve usulen uyarıldığı halde çağdaş giyim karşıtı olumsuz davranışını kendince
algılayabildiği temel hak ve özgürlük kavramına sığınarak sürdürmek isteyen vekilin,
duruşmadan çıkarılmasına karar verilmesi usuli norma uygun, gerekli ve tutarlı bir
uygulama ...”509dır.
Diğer taraftan, Türkiye Barolar Birliği (TBB.) Başkanlığı’nın 2.6.1989
tarih ve 752/53 sayılı genelgesi ile de, başı örtülü bayan avukatların duruşmalara
girmesi yasaklanmış ve gerekçe olarak anayasal ve yasal kuralların yanı sıra İHAK.
kararlarına referans yapılmıştır.510 Esasen TBB., başörtüsünün inanç boyutuyla
değil, ideolojik boyutunun yanı sıra meslek kurallarını ilgilendiren yönüyle
ilgilenmektedir ve söz konusu düzenlemeler de bu çerçevededir. İnanç özgürlüğünün
saygıdeğer bir insan hakkı olmasına karşın, her mesleğin kendine özgü kurallarının
bulunduğu da bir gerçektir. Herhangi bir mesleğe talip olanlar, o mesleğin
gerektirdiği kuralları bilmek ve uygulamak zorundadır.511 Ayrıca, mesleğe yeni
başlayan bir avukat, avukatlık Kanunu’nun 9. md. hükmü uyarınca, meslek
kurallarına uyacağına dair içtiği andı yemin metni gereğince vicdanî bir temele

508
Dan. 8. D., E. 1992/3342, K. 1993/2611. in Balıkesir Barosu Dergisi, Temmuz 1992, S. 47., s. 46.
509
Yarg. 8. CD., K.T. 5.11.1997, E. 1997/13604., K. 1997/15302. in PEKİN, loc.cit., s. 48.
510
“Avukatlar Başı Örtülü Olarak Duruşmaya Giremez”, TBB. Başkanlığı Genelgesi, Balıkesir
Barosu Dergisi, Temmuz 1992, S. 47., s. 44.
511
KARAÇELİK, “Laiklik, İnanç Özgürlüğü, Başörtüsü ve Barolar”, s. 6.

132
oturttuğuna göre, söz verdiği kurallara tam anlamıyla uymakla kendini yükümlü
tutmuş olup, aksi her durum, lâiklik ilkesine ve avukatlık mesleğinin gereklerine
aykırılık teşkil edecektir.
Danıştay, “mesaide kılık kıyafet yönetmeliğine aykırı olarak giyinen
araştırma görevlisi hakkında olumsuz sicil düzenlenmesinde hukuka aykırılık
bulunmadığı ...”512na karar vermiştir. Buna göre “... Üniversitesi iktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünde araştırma görevlisi olan davacının 1991 yılına
ait olumsuz sicil raporunun iptali istemiyle açılan davada; ... davacının kurum içinde
mesai saatlerinde kılık/kıyafet yönetmeliğine aykırı olarak başörtüsü giydiğinden, ...
Atatürk İnkılapları ve ilkelerine aykırı tutum ve davranışları yönünden sicilinin
olumsuz düzenlendiği anlaşılmakla, tesis edilen işlemde mevzuata aykırılık
bulunmadığı ... ndan hareketle ... temyiz isteminin reddi ile anılan kararın
onanmasına, ... oybirliğiyle karar verildi”513
Yine Danıştay’a göre,“Derslere başörtüsü ile giren ve öğretim
elemanlarınca birden fazla uyarılmış olmasına rağmen ısrarla başörtüsü takmaya
devam ederek okuldaki çalışma düzenini de bozan davacıya, Yükseköğretim
Kurumları Disiplin Yönetmeliği ... uyarınca kınama cezası verilmesinde hukuka
aykırılık bulunmadığı ...”514na karar vermiştir.
“Yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin kılık ve kıyafetinin
Anayasanın 174 üncü maddesiyle Anayasal güvence altına alınan devrim yasalarına,
T.C. Anayasasının ilke ve kurallarına Cumhuriyetin özgün niteliklerine ve ...
yükseköğretimin amaç ve ilkelerine uygun olması gerektiği kuşkusuzdur.”515
“Öncelikle ve özellikle, yükseköğretim öğrencisi, Atatürk İnkılap ve
ilkelerini benimsemiş ve bu ilkeler doğrultusunda davranan kişi olmalıdır.
Dolayısıyla, Atatürk İnk[ı]lap ve ilkeleri dışında davranışlarda bulunan öğrencinin,
yükseköğretim öğrencisi olma sıfatının gereklerini tam olarak yerine getirdiğinden
söz etmenin imkanı bulunmamaktadır. Başka deyişle, çağdaş kıyafet ve görünüme
ters düşen dinsel nitelikli kılık kıyafet giyen, başörtüsü veya türban takan öğrencinin,

512
Dan. 8.D., K.T. 18.2.1997, E. 1995/271., K. 1997/402., DD., Y. 28., S. 94., 1998, s. 549.
513
a.k., ss. 549-550.
514
Dan. İDDGK., K.T. 17.6.1994, E. 1993/61., K. 1994/327., DD., Y. 26., S. 90., 1996, s. 140.
515
a.k., s. 143.

133
Atatürk ink[ı]lap ve ilkelerine aykırı davrandığı böylelikle yükseköğretim öğrencisi
olma sıfatının gerektirdiği itibar ve güven duygusunu sarstığı açık
bulunmaktadır.”516
Diğer taraftan, Danıştay’ın 1994/327 karar sayılı kararına karşı oy
yazısında şu görüşlere yer verilmiştir:
“Oysa, anılan yönetmeliğin 7 inci maddesinin (a) fıkrası, öğrencilik
sıfatının gerektirdiği saygınlık ve güven duygusunu sarsacak nitelikte
davranışlardan; (e) fıkrası ise ders, seminer, uygulama, laboratuar, atölye çalışması
ve konferans gibi çalışmaların düzenini bozucu hareketlerden söz etmektedir.”
... Davacının saçlarını türbanla kapatması, öğrencilik sıfatının
gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak bir davranış olarak
düşünülemeyeceği gibi, düzen bozucu hareket olarak değerlendirilmesi de mümkün
görülememektedir.”517
“Laiklik özünde herkesin düşünce ve inancına ve bu düşünce ve inancın
gereği olan davranış ve yaşama biçimlerine saygıyı gerektirir. Dinsel inancı
nedeniyle, Üniversitede öğrenim gören bir kız öğrencinin boynunu ve saçlarını bir
örtü ya da türbanla kapatması çağdaş bir toplumda hoşgörü ile karşılanmalıdır.
Kaldı ki, inancı gereği başörtüsü kullanan bir öğrencinin devlet tarafından
korunması laik devletin en başta gelen ödevlerinden biridir.”518
Danıştay’ın 1984/230 karar sayılı kararı ise, bu konuda verilen en önemli
mahkeme kararlarından biridir. Danıştay’a göre, “yeterli öğretim görmemiş bazı
kızlarımız hiç bir özel düşünceleri olmaksızın içinde yaşadıkları toplumsal çevrenin
gelenek ve göreneklerine uyarak veya onların etkisi altında kalarak başlarını
örtmektedir. Ancak bu konuda kendi toplumsal çevrelerine uyma zorunluluğu
duymayacak veya onların etkisi altında kalmayacak ölçüde eğitim gören bazı
kızlarımızın, sırf laik cumhuriyet ilkelerine karşı çıkarak dine dayalı bir devlet
düzenini benimsediklerini belirtmek amacı ile çoğu zaman aynı biçimde başlarını
örttükleri bilinmektedir. Bu kişiler için başörtüsü masum bir alışkanlık olmaktan
çıkarak kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı bir dünya

516
a.k., 1996, s. 144.
517
a.k., s. 145. (Çoğunluk kararına karşı oy gerekçesinden)
518
a.k., s. 145. (Çoğunluk kararına karşı oy gerekçesinden)

134
görüşünün simgesi haline gelmektedir. Davacı, Yükseköğretim gördüğüne göre bu
ilkelerin Cumhuriyetimizin kuruluşunda ve korunmasındaki önemini bilmesi
gerekmektedir. Aydın, Uygar ve Cumhuriyetçi gençler yetiştirmekle görevli eğitim
kurumlarının bazı kuralları öğrencilere uygulaması doğaldır. Bu kurallar herkesce
bilinen ve benimsenen cumhuriyetin kurallarıdır. Bu kuralları öğretmek ve
benimsetmekle görevli eğitim kurumlarının bunlardan ödün vermesi düşünülemez.
Yükseköğretim görmek üzere dahi okula geldiği sırada başörtüsünü çıkarmamakta
direnecek ölçüde laik devlet ilkelerine karşı bir tutum içinde bulunduğu ...”519
sonucuna vardığı söz konusu durumdaki öğrencilerin derslere devam etmesinin
yasaklanması suretiyle okula alınmamasında520, ayrıca kınama cezası ile
cezalandırılmasında521 ve okulu bitiren öğrencinin çıkış belgesi almak için
gönderdiği fotoğraflarda başının örtülü olması nedeniyle çıkış belgesi
verilmemesinde522, hukuka, lâik devlet ilkelerine ve yasalara aykırı bir durumun söz
konusu olmadığına karar vermiştir.
Danıştay ayrıca, kılık kıyafet nedeni ile verilen disiplin cezaları 3670
sayılı yasa ile ortadan kalkmış bulunduğundan, söz konusu cezalar sonucu okula
devam edilemeyen günlerin özürlü devamsızlık sınırları içerisinde değerlendirilmesi
gerektiği kanaatine varmıştır.523
İsviçre Federal Yüksek Mahkemesi, 1997 tarihli bir kararında, Devletin
dinsel tarafsızlığına ve dinsel barışı koruma işlevine öncelik tanıyarak, Müslüman bir

519
Dan. 8. D., K.T. 23.2.1984, E. 1983/207., K. 1984/330., DD., S. 56-57., ss. 317-318. Aynı ifadeler
için bkz. Dan. 8. D., K.T. 16.11.1987, E. 1987/128., K. 1987/486., DD., S. 70-71., s. 392.; Dan. 8.
D., K.T. 27.6.1988, E. 1987/178., K. 1988/512., DD., S. 72-73., ss. 459-460.
520
Dan. 8. D., K.T. 23.2.1984, E. 1983/207., K. 1984/330., DD., S. 56-57., s. 318.
521
Dan. 8. D., K.T. 16.11.1987, E. 1987/128., K. 1987/486., DD., S. 70-71., s. 392.; Dan. 8. D., K.T.
27.6.1988, E. 1987/178., K. 1988/512., DD., S. 72-73., s. 460. Dan. 8. D., K.T. 12.2.1987, E.
1986/105., K. 1987/63., DD., S. 68-69., ss. 548-550.
522
Dan. 8. D., K.T. 16.10.1989, E. 1989/694., K. 1989/772., DD., S. 78-79., s. 394. Karara karşı oy
için bkz. a.k., s. 395.
523
Dan. 8. D., K.T. 7.4.1993, E. 1991/3480., K. 1993/1598., DD., S. 88., ss. 374-375. Söz konusu
Danıştay kararına göre, “davacıya verilen disiplin cezası tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte
ortadan kalktığına göre devam edilmeyen süre haklı ve geçerli bir nedene dayanacağı kabul
edilebilir. Dolayısıyla davacının bu süre içinde özürlü olduğu kabul edilerek özürlü devamsızlık
sınırları içinde değerlendirilmesi ... gerekmektedir.” a.k., s. 375.

135
bayan öğretmenin, sınıfta, başına türban takarak girmesini yasaklayan idarî makam
kararını onayladı. Federal Mahkeme, bu sonuca varırken, tarafların yararlarını
karşılaştırarak, dâva konusu olayda, inanç özgürlüğünün ihlâl edildiği iddiasını
oybirliği ile reddetti.
Cenevre Kanton Hükümeti, 16 Ekim 1996 tarihli kararı ile, Kantonal
Eğitim Müdürlüğü’nün, Müslüman bir bayan öğretmenin, derslere, İslâm dini
geleneğine uyarak, başına türban takarak girmesini yasaklamıştı. Bu karar üzerine,
bayan öğretmen, Lozan’da bulunan Federal Yüksek Mahkeme’ye başvurarak, karara
itiraz etti. Başvurucu, temyiz dilekçesinde, bol elbise (ferace) giymesinin ve başına
türban takmasının, dinsel simge olmadığını, aksine, Batı ülkelerindeki çağdaş
giysilere uygun olduğunu iddia etti. Yüksek Mahkeme ise, başvurucunun estetik bir
nedenle değil, aksine, dinsel zorunluluk olduğuna inandığı için böyle giyindiğine, bu
tür bir giysinin ise “kuvvetli bir dinsel simge” oluşturduğuna karar verdi.524
İsviçre Federal Yüksek Mahkemesi II. Kamu Hukuku Dairesi’nin
kararına göre, “her ne kadar, ilgili yönünden, kendi giysileri ile açığa vurulan
dinsel kimliği büyük bir önem taşımakta ise de, belli koşullarda bu tür giysilerin
yasaklanması, ‘inanç özgürlüğü’nün özüne tecavüz sayılamaz. Çünkü, idari merci
tarafından yapılan bu yasaklamada, ‘önemli derecede kamu yararı’nın varlığı söz
konusudur.”525
İsviçre Federal Yüksek Mahkemesi’nin söz konusu kararına göre, “...
‘Kanton Eğitim Müdürlüğü’nün, kişilerin inanç özgürlüklerine müdahalesi, dinsel
yönden yansız (nötr) bir öğrenim yapılmasını güvence altına alma amacına yönelik
olduğundan, onaylanır bir davranıştır. Bu davranış, aynı zamanda, ‘Devlet ve Kilise
Ayrılığı’nı (Laiklik) açıkça hükme bağlayan Kanton Anayasası’na uygunluğun da
bir gereğidir. ... Bu açıklamalar, öğretim personeline getirilen ‘dinsel simgeli
giysilerle derslere girme yasağı’nın, İsviçre Federal Anayasası ile doğrudan biri
ilişkisi bulunmadığı savını havada bırakmaktadır. Kaldı ki, Federal Anayasa dahi,
resmi okullarda dinsel yönden yansız ... bir öğrenim yapılmasını emretmektedir.
(Anay. mad. 27-3). ... Zira bu konuda, sadece çocukların ve ana-babalarının dinsel

524
İsviçre Yüksek Mahkemesi’nin 12.11.1997 tarih ve E. No. 2P. 419/1996 karar sayılı kararı. in
PEKİN, “İsviçre Yüksek Mahkemesinin Türban Kararı”, ss. 48-49.
525
PEKİN, loc.cit., s. 49.

136
etkilemelere karşı korunması değil, fakat aynı zamanda giderek daha da frajil
(kırılgan) hale gelme eğilimi gösteren ‘dinsel barış’ın korunması da söz
konusudur.”526
İsviçre Federal Mahkemesi, karar aşamasında, tarafların yararlarını
karşılaştırırken, şu görüşe varmaktadır: “Bayan öğretmenin, dinsel inançlarının
gereğini yerine getirememe veyahutta işinden olma gibi ağır bir seçenekle karşı
karşıya geldiğini de göz önünde tutmak gerekir. Ancak, öğretmenin, okul otoritesini
temsil etmekle yükümlü bir görevli olarak, dinsel açıdan yansız ... öğrenim
sağlanmasına aktif katkıda bulunma zorunluluğu ağır basmıştır. Öğretmen, çeşitli
dinsel inançlı çocukların inançlarına saygılı olmak ve de kendi dinsel görüşünü
sergilemekten kaçınmak zorundadır.”527 Son olarak, Yüksek Mahkeme,
“öğretmenin bu davranışının, Federal Anayasa’da güvence altına alınan ‘kadın-
erkek eşitliği’ne aykırı olduğuna”528 da değinmektedir.
Fransa’da Conseil d’Etat, son yıllarda “foulard islamique”529 deyimiyle
gündeme gelen, eğitim kurumlarındaki başörtüsü sorunu konusunda verdiği
kararlarında, din özgürlüğü ile lâiklik ilkesi arasında denge kurmaya çalışmıştır.
Fransız Danıştayı (Conseil d’Etat) Genel Kurulu, öğrencilerin mensup
bulundukları dine ilişkin sembolleri eğitim kurumları içinde taşımaları sorunu ile
ilgili 27 Kasım 1989 tarihli istişarî görüşünde şu ifadelere yer vermektedir:
“... Eğitim kurumlarında, belli bir dine bağlı olduklarını ortaya koyan
öğrenciler tarafından taşınmasının bizatihî laiklik prensibi ile bağdaşamaz olmadığı
ortaya çıkmaktadır. Dinî inançları açıklama ve gösterme özgürlüğü kapsamında
varolan bu özgürlük, öğrencilere dinî simgeleri bayraklaştırma müsaadesi vermez.
Aksi takdirde, simgenin birey olarak veya topluca kullanılması sırasındaki koşullar
sebebiyle ya da bizzat simgenin niteliğinden kaynaklanan şekilde bir baskı,
provokasyon, propaganda ve çekme çabası oluşturabilir. ... Eğitim faaliyetinin

526
ibid., s. 49.
527
ibid., s. 49.
528
ibid., s. 49.
529
YESEVİ, Ahmet (Fransızca’dan Çev.), Fransız Danıştayı’nın Eğitim Hürriyeti ve “Başörtüsü
Sorunu” ile İlgili İçtihatları, İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı, İnsan Hak ve Hürriyetleri Dizisi,
No: 3., 1. Bs., İdeal Ofset, İstanbul, Eylül 1998, s. 20., dp. 2.

137
akışına ve öğretmenlerin eğitici rolüne engel olabilir; sonuçta kurumun düzenini
veya kamu hizmetinin normal işleyişini bozabilir.”530
Aynı kararda Mahkeme, söz konusu nedenle okuldan ihraç durumunu ve
sonuçlarını da açıklamaktadır:
“... Bir öğrencinin, okul içinde ve eğitimin yapıldığı diğer herhangi bir
yerde, bu görüş bildiren bu kararımızda ... belirtilen veya kurum iç yönetmeliğinde
gösterilen, kabul edilmeyecek tarzda dinî simgeler taşımasının disiplin cezasını
gerektirecek bir kusur teşkil ettiğine, ... mevzuatta öngörülmüş cezaların –ki bunlar
arasında kurumdan ihraç da bulunabilir- uygulanmasına karar vermek disiplin
yetkisini elinde tutan makamlara aittir. Eğitimin zorunlu olmasına rağmen bir okul,
kolej ya da liseden ihraç mümkündür; yeter ki ... ‘ister kamu okulları veya özel
okullarda, isterse ailelerde ebeveynler tarafından veya ikisinden biri ya da istediği
kişilerden’ eğitim alabilsin. Ayrıca ... öğrenci mektupla öğretim yapan resmî
merkezlere yazılabilir.”531
Conseil d’Etat, 2 Kasım 1992 tarihli kararını ise şu temel kriterlere
dayandırmıştır: “Kamu öğretiminde laiklik ilkesi, öğretimin, bir yandan
programlarla ve öğretmenlerce kamu hizmetinin yansızlığı ilkesine saygı, öte yandan
öğrencilerin vicdan özgürlüğüne saygı çerçevesinde yapılmasını gerekli kılar. ...
Okullarda bir dine aidiyetlerini ortaya koydukları işaretlerin öğrencilerce taşınması
-taşımanın kendisi-ifade özgürlüğünün ve dinsel inançların ortaya konmasının
kullanımını oluşturduğu ölçüde laiklik ilkesiyle bağdaşmaz değildir; fakat bu
özgürlük, öğrencilere, doğalarıyla, bireysel veya toplu kullanım biçimlerinde
koşullarıyla yahut gösterişçi ... veya talep edici karakterleriyle, bir baskı, tahrik,
kendi inancını yayma çabası (proselytisme) veya propaganda eylemi oluşturabilecek
olan, öğrencinin haysiyetini veya özgürlüğünü yahut eğitim topluluğunun diğer
üyelerinin haysiyet veya özgürlüğünü zedeleyebilecek, onların sağlık veya
güvenliğini tehlikeye düşürebilecek, öğretim faaliyetlerinin oluşumunu
(yürütülmesini) veya öğretmenlerin eğitici rolünü sekteye uğratabilecek, nihayet,
kurumda veya kamu hizmetinin olağan işleyişinde düzeni bozabilecek dinsel aidiyet

530
Conseil d’Etat’nın 27 Kasım 1989 tarihli istişarî kararı. in ibid., ss. 9-10.
531
Conseil d’Etat’nın 27 Kasım 1989 tarihli istişarî kararı. in ibid., s. 11.

138
işaretlerinin çok belirgin biçimde kullanımına olanak tanımaz.”532
Conseil d’Etat’nın daha sonra verdiği içtihadî kararlarda da, son yıllarda
ilgili davaların oldukça artmasına karşın, başörtüsü sorununa bakış açısında çok
önemli bir değişiklik görülmemektedir.
Conseil d’Etat, 20 Mayıs 1996 tarihli içtihadî kararında, başörtüsü
kullanan bir öğrencinin koleje kabulünün reddine ilişkin Kolej Müdürü ve Rektörlük
kararını hukuka aykırı bulurken, şu gerekçelere dayanmaktadır:
“... Prévessin-Moëns Koleji Müdürünün, Bayan ... aleyhine verdiği
karar, derslere uzun süre dini inancını izhar eden bu başörtüsü ile devam etmiş olan
genç kızın herhangi bir davranışı üzerine alınmamış, başörtüsünün doğası gereği
laiklik ilkesi ile uyuşmaz olduğu gerekçesine dayandırılmıştır. Bu neden, başvuran
Bakanlığın ileri sürdüğü gerekçeleri desteklemediği gibi, laiklikle ilgili
değerlendirme hukuken yanlıştır.”
... Dosyada, ... başörtüsünün, doğası gereği etkileyici veya talepkâr ya da
sadece giyilmesi sebebiyle bir baskı, bir kendi inancına çekme olarak görülmesine
neden olacak deliller mevcut değildir. Zaten Bayan ... ’nin kurum içinde kamu
düzenine zarar verdiğine ilişkin ne böyle bir iddia, ne de bu yönde deliller mevcuttur.
Öte yandan, dosyadan Bayan ... ’nin, başörtüsünü çıkarmadığı takdirde, herhangi
bir eğitim kurumuna devamının bütünüyle yasaklandığı anlaşılmaktadır. Oysa,
ilgilinin, bu yasağa neden olduğu belirtilen ve kurumun faaliyetlerini engelleyen
davranışları tespit edilememiştir.”533
Conseil d’Etat’nın yine 20 mayıs 1996 tarihli kararında, son yıllarda
eğitim kurumlarında başörtüsü kullanımının artmasının, genel nitelikteki bir
yasaklamayı meşru göstermeye yeterli olmadığı kanaati ortaya koyulmaktadır.
“1994-1995 eğitim yılı başında başörtüsü taşıyan öğrencilerin sayısında
artma olması da, tek başına, ... Kolejinde başörtüsünün yasaklanmasını haklı kılar
nitelikte değildir. Öte yandan, Milli Eğitim Bakanının eğitim kurumlarında gösterişçi
simgelerin taşınmasına ilişkin direktifini takip eden düzeni bozucu davranışlar söz
konusu ise, bu fiilleri işleyenler hakkında bir disiplin kuralı uygulanabilirse de, bu

532
Conseil d’Etat’nın 2 Kasım 1992 tarihli içtihadî kararı, in KABOĞLU, Özgürlükler Hukuku ..., s.
194.
533
Conseil d’Etat’nın 20 Mayıs 1996 tarihli içtihadî kararı, in YESEVİ, op.cit., ss. 15-16.

139
durum kurumda başörtüsü takılmasını genel bir yasaklamaya tabi tutmayı meşru
gösteremez.”534
Başörtüsü kullanan bayan öğrencilerin fakülte ve eklerine girmelerini
yasaklayan 13 Aralık 1994 tarihli Lille II Üniversitesi Hukuk, Siyasal ve Sosyal
Bilimler Fakültesi Dekanlığı’nın kararının temyizi ile ilgili sorunu çözüme bağlayan
Conseil d’Etat, kararında şu görüşlere yer vermektedir:
“Lille Üniversitesi ... Dekanına düşen, ... aldığı yetki gereği,
Üniversitenin Hukuk bölümü binalarında düzenin devamını sağlamak için gerekli
bütün tedbirleri almaktır.”
... Dosyanın incelenmesinden anlaşılmaktadır ki, İdare Mahkemesi
önünde itiraz edilen kararlar, Üniversite Yöneticilerinin Üniversite alanlarında
İslâmî başörtüsünün yasaklanmasıyla ilgili imzasız bir bildiri almış olmalarına
dayandırılmaktadır. Oysa, bu tehdit, Üniversite Yöneticilerinin İslamî başörtüsü
takmış genç kızlara binalara girme yasağı koymaksızın, kurumda düzenin devamının
sağlanması için gerekli tedbirleri almak imkanını ortadan kaldıracak nitelikte
değildir.”
... Ayrıca, ... Fakültesi Dekanının, İslâmî başörtüsü takmış genç kızların
binalara girmesini yasaklayan kararı yasal dayanaktan yoksundur.”535
Diğer ülkelerdeki duruma değindikten sonra, şimdi de AYM.’nin
konuyla ilgili kararlarını inceleyelim. AYM.’nin de değindiği gibi, “Türkçe’de kılık;
‘Bir kimsenin giyinişi, giyim, üst baş, kıyafet, kisve ve bir kimsenin dış görünüşü’
olarak; kıyafet de ‘kılık’ ve ‘resmi giysi’ olarak tanımlanmaktadır.”536
AYM.’nin 1991/8 karar sayılı kararında, Devrim Kanunları ile kılık-
kıyafet arasındaki ilişki şöyle yorumlanmaktadır:
“Cumhuriyetin ilk yasalarından biri olan ve kıyafet devrimini simgeleyen
... 28 Kasım 1925 günlü, 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun ... çıkarılırken,
giyim çağdaşlaşma sorunu olarak düşünülmüş ve giyim ile dinsel inançlar arasında
bir ilişki kurulmaması gerektiği vurgulanmıştır.”

534
Conseil d’Etat’nın 20 Mayıs 1996 tarihli içtihadî kararı. in ibid., s. 19.
535
Conseil d’Etat’nın 26 Temmuz 1996 tarihli içtihadî kararı in ibid., s. 22. Ayrıca, Conseil
d’Etat’nın, başörtüsü kullanımı gerekçesiyle liselerde uygulanan genel nitelikli yasaklamaların
hukuka aykırı olduğu yolundaki 27 Kasım 1996 tarihli içtihadî kararı için bkz. ibid., s. 23. vd.

140
... Kıyafetle ilgili olarak kabul edilen ikinci yasa 3 Aralık 1934 tarihli,
2596 sayılı ‘Bazı Kisvelerin Giyilemiyeceğine Dair Kanun’dur. Bu yasaya göre,
dinsel görevi bulunan kişilerin, hangi din ya da mezhebe ait olduklarına
bakılmaksızın mâbed ve ayinler dışında dinî kisve giymeleri yasaklanmaktadır. Bu
yasa’nın (gerekçesinde), kıyafetteki karmaşanın kamu düzeni ve halkın huzuru
yönünden sakıncalı olduğu belirtilmiştir. Bu yasalara temel olan düşünce lâikliktir.”
... 1961 Anayasası’nın 153., 1982 Anayasası’nın 174. maddeleriyle
korunmaya alınan her iki Yasa, Anayasa’ya aykırı oldukları biçiminde
anlaşılmayacak ve yorumlanamayacaklardır.”537
Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsü ile ilgili en önemli kararlarından biri,
10.12.1988 tarihli ve 3511 sayılı “2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununun 44 üncü
Maddesinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir ek ve Dört Geçici Madde Eklenmesine
Dair Kanun”un 2. maddesiyle 2547 sayılı yasaya eklenen Ek Madde 16’nın538,
Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile, 2., 10., 24. ve 174. maddelerine aykırılığı nedeniyle
iptali istemine ilişkindir.
Söz konusu AYM. kararına göre, “Sosyal ve dinsel değerlere,
geleneklere saygı ayrı, başörtüsü için çıkan yasayı dinsel inançlara dayandırmak
ayrıdır. Toplumun ahlâk kuralları ve gelenekleriyle yön verdiği içtenlikli
uygulamaları, yükseköğretim kurumlarında dinsel gereklere bağlamak, dinsel
özgürlüğü saptırmaktır. Belli biçimde giyinmek özgürlüğü, dinsel inancı aynı, ayrı
olanlar ve olmayanlar arasında farklılık yaratmaktadır. Vicdan özgürlüğü,
[istediğine] inanma hakkıdır. Lâiklikle vicdan özgürlüğü karıştırılarak, dinsel
giyinme özgürlüğü savunulamaz. Giyim konusu Türk Devrimi ve Atatürk ilkeleriyle
sınırlı olduğu gibi vicdan özgürlüğü konusu da değildir.”
... İncelenen yasa kuralı ise, yükseköğrenim kurumlarında bayanların
giyimlerine ilişkin getirdiği yeni düzenlemeyle dinsel inanca dayalı başörtüsüne
olanak tanımıştır. Böylece, islamî esaslara uygun olup olmadığı bir yana, dinsel

536
AYM., K.T. 9.4.1991, E. 1990/36., K. 1991/8.; AYMKD., S. 27., C.I., s. 298.
537
ibid., s. 298.
538
İptali istenen 3511 sayılı yasanın 2. maddesi ile 2547 sayılı yasaya eklenen yasa kuralı metni
şöyledir: “Ek M.16: Yükseköğretim Kurumlarında, dersane, laboratuvar, klinik, poliklinik ve
koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dinî inanç sebebiyle boyun ve
saçların örtü ve türbanla kapatılması serbesttir.”

141
inanç gereği boyun ve saçların örtülmesine olanak vermekle, devlet kamu hukuku
alanında bu hukukun gereklerine göre yapılabilecek giyimi düzenleme yetkisini,
dinsel olura bağlamış bulunmaktadır. Yükseköğretim kurumlarında dinsel giyim
esaslarını içeren düzenleme, dinsel kurallardan arındırılmış devlet düzenine, giyim
nedeniyle dinsel bir elatmada bulunmaktadır. ... Dine dayalı kurallar hukuk kuralı
haline geçirilmekle temelde siyasal ve hukuksal bir kurum olan devletin din
özgürlüğü yönünden yansızlığı bozulmaktadır.”539
“Anayasaya uygunluk denetiminin konusu, yükseköğretim kurumlarında ,
dinsel inanç sebebiyle, boyun ve saçların örtü ya da türbanla kapatılması serbestisini
getiren yasa maddesidir. Yalnızca boyun ve saçın birlikte kapatılması biçimiyle
değil, açıkça ‘dinî inanç sebebiyle’ denilerek kapatmanın dinsel amaçla yapılacağı
belirgin olarak gösterilmiştir. Uygulama alanı yükseköğretim kurumlarıdır ve ...
bu yasayla Türkiye’deki kadınların giyinmeleri ve örtünmeleriyle ilgili genel bir
düzenleme yapılmamıştır. Devlet birimlerindeki giysilerle özelliği gereği kimi meslek
giysileri dışında kalanlar, evde, sokakta, özel iş yerlerinde tarlada, bağda-bahçede,
yazlıkta inançları gelenek ve görenekleri gereği istediklerini giyinebilmektedirler.
Düzenleme, devlet kuruluşları olan yükseköğretim kurumlarında, giysinin bir parçası
da sayılabilecek başörtüsü kullanımıyla ilgilidir. Sorun, bir yasal düzenlemenin din
kurallarına, dinsel inançlara ve gerekleri göre yapılıp yapılamayacağı noktasında
yoğunlaşmaktadır. Madde içeriğinin, dinsel inanç gereği yapılan düzenlemenin
konusunun başörtüsü ya da başka bir şey olması önemli değildir.”540
“Temelde sosyal, kültürel ve estetik nedenlere dayalı bir toplumsal olgu
niteliğini taşıyan giyim, çevre koşulları, kişisel görüşler, kültür ve gelenekle
biçimlenir. ... Bunların dışında dinsel inanç ya da dinsel kurallarla doğrudan ilişki ...
kurularak yapılan düzenleme, hem devrim yasalarını, hem de lâiklik ilkesini
ilgilendirir.”541
AYM.’ye göre, Anayasa’nın 42/3. ve 42/4. md. hükümleri yalnızca ilk ve
ortaöğretimde geçerli olmayıp, yükseköğretim kurumlarında da söz konusu

539
AYM., K.T. 7.3.1989, E. 1989/1., K. 1989/12.; AYMKD., S. 25., s. 154.
540
a.k., ss. 141-142.
541
a.k., s. 144.

142
yükümlülüklere uyulması zorunludur.542
Birinci cümlesi ile ikinci cümlesi dahi birbiriyle çelişen iptal davası
konusu hüküm, öğrenciler arasında ayırımcılığa neden olabilecektir. Gerçekten,
“dersliklerde, laboratuvarlarda, klinik, poliklinik ve koridorlarda bilimsel
yöntemlerle yetiştirilerek gerçeği bulmak için birlikte çalışmalar yapanların
kardeşlikleri, arkadaşlıkları, dayanışmaları, yarınları için bile gerekli iken, onları
dinsel gereklerle ayırmak, kimin hangi inançtan olduğunu gösteren bir işaretle belli
etmek, onların yakınlaşmalarını, birlikte çalışıp karşılıklı yardımlaşmalarını ve
işbirliğini önler; ayrılıklara, dinsel inanç ve görüşler nedeniyle çatışmalara yol
açar.”543
“Yalnızca felsefî ve ideolojik bir kavram olmayıp yasalarla yaşama
geçirilerek hukuksal bir kurum niteliğini kazanan lâiklik, uygulandığı ülkenin, dinsel,
sosyal ve siyasal koşullarından etkilenmekte, kendisi de onları etkilemektedir.”544
“Modern devlet, değişik din ve mezheplere inananlara, bunlara ilişkin kuruluşlara
yapısı içinde yer vermekte, bireyler arasında inançlarına göre ayrım
gözetmemektedir. Herkes dinini seçmekte, inançlarını açıklamakta, tanınmış olan din
ve vicdan özgürlüğü sınırları içerisinde serbesttir. Lâik bir toplumda bireyin istediği
dine ve inanca sahip olması, yasakoyucunun her türlü etki ve elatmasının dışındadır.
Devletin dinlerden birini tercih fikri, ayrı dinlere bağlı yurttaşların yasa önünde
eşitliğine de aykırı düşer.”545
“Hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ilkesi gücünü lâiklikten almış,
milliyetçilik ilkesi lâiklikle tamamlanmış, Türk Devrimi lâiklikle anlam kazanmıştır.
Bu ilkenin Anayasa’dan çıkarılması da olanaksızdır.”546
“Hukukun ikiliğini, ayrıcalık ve eşitsizlikleri kaldıran, dinsel sömürüyü
önleyen, siyasal ve sosyal kurumları güçlendiren lâiklik, öğretim ve eğitime de ışık
tutmuştur. Lâik öğretim ve eğitim bilimsel çalışmaların en olumlu ortamıdır. Dine
karşı yansızlık nasıl dine karşıtlık olarak alınamazsa, lâik öğretim-eğitim de inanç
özgürlüğü engeli sayılamaz. Öğretim ve eğitimin zorunluluk koşulları, inanç

542
a.k., s. 149.
543
a.k., s. 149.
544
a.k., s. 146.
545
a.k., ss. 146-147.

143
özgürlüğünü ortadan kaldırmaz. Bu özgürlük de anayasal güvenceye bağlanmıştır.
Ancak, din ve ahlâk eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.”
... Devlete, dinsel konularda denetim ve gözetim hakkı tanınması, din ve
vicdan özgürlüğünün demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bir sınırlama
sayılamaz.”547
“İncelenen kural, kamu kuruluşlarından sayılan yükseköğretim
kurumlarındaki bayanların giyimlerini düzenlerken, dinsel gereklere uygunluğu nasıl
olursa olsun, başörtüsü kullanımına dinsel inanç nedeniyle geçerlik tanımakla, kamu
hukuku alanındaki bir düzenlemeyi dinsel esaslara dayandırmak suretiyle lâiklik
ilkesine aykırılık oluşturmuştur. Dinsel kurallardan arındırılmış, akla ve bilime
dayanan, dinsel inancı kişilerin vicdanına bırakan lâik devlette, hukuk düzeninin
dinsel gereklerle sağlanıp sürdürülmesi benimsenemez. Lâik devlet ancak,
yurttaşların din ve vicdan özgürlüğünü sağlayıcı ve koruyucu önlemleri alır, bu
konulardaki hak ve özgürlükleri güvenceye bağlar. Dinsel eğitim bile lâik devlet
anlayışına uygun biçimde yapılır. ... Tevhid-i Tedrisat Kanunu bu gereğin belgesidir.
Lâiklik ilkesine uygun çalışmalar yapmakla yükümlü üniversitelerde bu çalışmalara
katılacakların kılık ve kıyafetleri, hangi statüde olurlarsa olsunlar, dinsel
gereklere göre biçimlendirilmemelidir.”548
“Siyasal alanda dinsel çabalar, dinsel geleneklere uygunluğu aranan
düzenlemeler, eylem ve işlemler ne kadar geçersizse, öğretim ve eğitim alanında da
din buyruklarıyla ilişki kurulamaz. ... Dersliklerde ve ilgili yerlerde dinsel inançları
simgeleyen belirtilerden uzak kalınması zorunluluğu nedeniyle yükseköğrenim
kurumlarında dinsel gereğe bağlanan başörtüleri lâik bilim ortamıyla
bağdaştırılamaz.”549
“ ‘Dinsel inanç gereği’ sözcükleri kullanılmasa da Cumhuriyetin
niteliklerine yönelik, bu amaç ve anlamdaki dinsel kaynaklı düzenlemelerle
girişimler Anayasa karşısında geçerli olamaz. Özgürlükler Anayasa ile sınırlıdır.
Anayasa’daki lâiklik ilkesine ve lâik eğitim kuralına karşı eylemlerin demokratik bir

546
a.k., s. 147.
547
a.k., s. 148.
548
a.k., ss. 148-149.
549
a.k., ss. 149-150.

144
hak olduğu savunulamaz. Anayasal ayrıcalığa sahip lâiklik ilkesi; demokrasiye
aykırı olmadığı gibi tüm hak ve özgürlüklerin de bu ilke temel alınarak
değerlendirilmesi zorunludur.”550
“Dava konusu madde ‘Dini inanç sebebiyle ...’ ifadesini taşıdığından
demokratiklik ilkesine ters düşmektedir. Ulusal egemenlik kavramı, demokratik
yapının temelidir. Demokratik düzen ise, dinsel gerekleri egemen kılmayı amaçlayan
şeriat düzeninin karşıtıdır. Dinsel gereklere yönetimle ağırlık veren bir düzenleme
demokratik olamaz. Demokratik devlet, ancak lâik devlettir. Dinsel gerekli
düzenlemeler dinsel çabaları, zorlamaları, bunlar da dinsel ayrılıkları getirir.
Sonuçta demokrasinin özgürlükçü, çoğulcu, hoşgörücü niteliği kalmaz.”551
“Din konusunda inançlarına bakmaksızın tüm yurttaşlara eşit davranan
lâik devlette, din ve mezhep farklılığı kişiler arasında hiçbir ayrıma neden olamaz.
Dava konusu kural ise, giyim konusunda islâmi olduğu ileri sürülen başörtüsüne
ayrıcalık tanımakla eşitlik ilkesine biçimsel yönden ters düşmektedir. Özde başka
dinlerin gerektirdiği örtülere olanak tanımak da lâikliğe aykırılığı ortadan
kaldıramaz.”552
“Dinsel nedenle başörtüsü ve türbanla boyun ve saçların örtülmesine
serbestlik tanınması, bir tür yönlendirme, bir anlamda zorlamadır. Kişileri şu ya da
bu yönde giyinip başını örtmeye zorlamak, ayrı ve hattâ aynı dinlerden olanlar
bakımından ayrılık yaratacaktır.”553
“Denetlenen Yasa maddesi, dinsel inançları simgeleyen başörtüsü ya da
türbanla yükseköğrenim kurumlarına gelip öğrenimlerini ve bilimsel çalışmalarını
bu durumda sürdürmelerine olur vermekle ... dinin, bireyin manevî yaşamını aşarak
toplumsal yaşamı etkileyen eylem ve davranışlara neden olmasına izin verilmiş, din
özgürlüğünün anayasal sınırları kaldırılmış olmaktadır.”554
“Vicdan özgürlüğünü kimi simgelerle kullanılamaz, yararlanılamaz
duruma düşürmek Anayasal ilkelere aykırılık oluşturur. Din seçimine, ibadete kimse
karışamazken, dinsel simgelerle yaratılacak ayrılıklarla toplumun bu haklardan

550
a.k., s. 150.
551
a.k., s. 151.
552
a.k., s. 153. Bu açıdan, Heybeliada Ruhban Okulu’nun statüsü de ayrı bir tartışma konusudur.
553
a.k., s. 153.
554
a.k., s. 153.

145
yoksun kalması tehlikesi doğabilir.”555
“Yükseköğretim kurumlarında giysilerin başörtü ve türbanın dinsel
inanca dayandırılması çağın gereklerine aykırıdır. Çağa, güne, ortama, koşula,
duruma uygun olarak herkes istediği biçimde giyinir. Dini, çağdışı, güne ters düşen
bir kurum olarak tanıtan, başörtüsü kullanımında belli biçim ve zorunluluk, vicdan
ve dinsel inanç özgürlükleriyle uyuşmamaktadır.”556
“Giysi durumu, salt bir biçimsel görünüm konusu değildir. Lâiklik,
düşünsel yapının değiştirilmesidir. ... Giysi, kişiliği yansıtan bir araçtır. Dinsel olsun
olmasın, çağdaşlığa aykırı, devrim yasalarının öngördüğü düzenlemeyle çelişen
giysiler uygun karşılanamaz. Dinsel nitelikli giysiler ayrıca lâiklik ilkesine ters
düştüğünden daha yoğun bir aykırılık oluşturur.”557
“Kadın erkek eşitliğini benimseyen Türk Devrimi’nin, kadın giysilerinin
çağdaşlığını savsakladığı kabul edilemez. Kamu yaşamında ve özel yaşamda kadın-
erkek giyimleri, dinsel gerekler gözetilerek yasayla düzenlenemiyeceği gibi özellikle
kamu kesiminde giyinmeyi düzenleyen kurallar ancak hukuksal gereklere göre
düzenlenir. Devletin kendi kurumlarında düzenleme yapması en doğal hakkıdır. ...
Derslere çağdaş görünüme aykırı giysi ve örtülerle girmenin özgürlük ve özerklikle
ilgisi olmadığı gibi devletin düzen sağlayacak kurallar getirmesi de özgürlük ve
özerkliğe aykırı değildir. Kaldı ki giyim özgürlüğü ve özerklik, lâiklik üstün
tutularak, lâiklikle birlikte gözetilir. Lâikliği ortadan kaldıran ya da zedeleyen bir
özgürlük ya da özerklik geçerlik kazanamaz.”558
Bazı yazarlara göre, AYM.’nin 1989/12 karar sayılı kararı, doğrudan
doğruya başörtüsü ile ilgili olmayıp, başörtüsü ile ilgili kanun üzerindedir. Bu
noktadan hareketle, söz konusu karar, başörtüsüne karşı bir karar olarak
değerlendirilmemelidir.559 Bir görüşe göre, AYM., 1989/12 karar sayılı kararıyla

555
a.k., ss. 153-154.
556
a.k., s. 154.
557
a.k., s. 155.
558
a.k., s. 156.
559
ARMAĞAN’a göre, “Anayasa Mahkemesi sadece [başörtüsü ile] ilgili kanunu iptal etmiştir.
Yoksa, kız öğrencilerin başlarını örtmeleri Anayasaya aykırıdır dememiştir ve Anayasaya göre,
diyemez de. Çünkü kız öğrencilerimizin bu konudaki dayanakları, ... Anayasa maddeleridir.”
ARMAĞAN, Servet, “Üniversitelerimizdeki Başörtüsü Meselesi Hakkında Bir Değerlendirme”,

146
yetkilerini aşarak yasama organı gibi kural koymuş ve bunun yanı sıra özgürlükleri
geliştirici bir düzenlemeyi iptal etmek suretiyle anayasa yargısının temel işlevine ters
düşmüştür.560 Ayrıca, bazı yazarların iddiasına göre, AYM. gerekçe
yayımlanmadan önce kararı kamuoyuna açıklamakla, Anayasa’yı ihlâl etmiştir.561
Bunun yanı sıra söz konusu AYM. kararı, bazılarınca sosyal barışı bozduğu ve
dolayısıyla bireye hukuk dışı baskılar uygulanması anlamına geldiği yönünde sert
biçimde eleştirilmiştir.562 Oysa, söz konusu kararın dayandığı temel ilke olan
lâiklik, bizzat sosyal barışın en temel güvencesidir.563
Söz konusu 1989/12 karar sayılı karara lâik devlet ilkesi açısından
bakıldığında, AYM., “...‘[k]apalı anayasal değerler alanı teorisi’nin unsurlarını
Anayasa Başlangıcı ve Anayasa’nın 174. maddesinde bulmuş, resmi Anayasa
ideolojisi içinde ‘Lâiklik prensibi’nin ‘Anayasal ayrıcalığa’ sahip olduğunu tesbit
etmiştir. Bu tesbitin Anayasa Mahkemesi’nin kurmakta olduğu ölçü normlar
blokunun kavranmasında kritik bir önemi olduğu açıktır. Normlar blokunun
arkasındaki ‘ideoloji’nin en açık ifadelerinden biri, belki de, Anayasa
Mahkemesi’nin 1989/12 karar sayılı Kararıdır.”564 Bunun yanı sıra, 1989/12 karar
sayılı kararda “Lâiklik prensibini, ‘Anayasada öngörülen kimi sınırlamaları zorunlu
kılan bir neden’ sayan Mahkeme, ‘Atatürk Milliyetçiliği’ni sivil barışın kurucu
unsuru olarak görmüştür. ‘Dinsel gerekli düzenlemeler’ ise bölünmelere yol açma ve
sivil barışı bozma istidadı taşıyan düzenlemelerdir. Demokrasiden yararlanarak
lâikliğe karşı çıkışlar din özgürlüğünün kötüye kullanılmasıdır.”565 Böylece AYM.,

DÜHFD., Y. 1993, S. 6., s. 42. Benzer görüş için bkz. AKSAY, op.cit., s. 256. vd.
560
SELİMHAN, Selim, “Anayasa Mahkemesi Kararlarının Uygulanması Sorunu ve Bir Örnek Olay:
Başörtüsü Kararı”, Hukuki Araştırmalar, C. I., S. 1., Ocak 1998, ss. 13. vd.
561
AKSAY, op.cit., s. 263. vd.
562
TÜRK HUKUK ENSTİTÜSÜ (Haz.), “Başörtüsü Sorununun Hukuki Tahlili”, Türk Hukuk
Dergisi, Y. 4., S. 41., Nisan 1999, ss. 3-13.
563
SÖNMEZ, Kasım, “Laiklik Cumhuriyetin ve Toplumsal Barışın Temelidir”, İzm. BD., C. LX., S.
2., 1995, ss. 8-9.
564
ÇAĞLAR, Bakır, “Anayasa Mahkemesi Kararlarında Demokrasi - Sentetik Bir Deneme İçin
Notlar”, Anayasa Yargısı, No. 7, İsmail Hakkı Ketenoğlu’nun Anısına Armağan, Anayasa
Mahkemesi’nin 28. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyuma Sunulan Bildiriler
(18-19 Nisan 1990), AYM. Yay., Ankara, 1990, s. 85.
565
ÇAĞLAR, “Anayasa Mahkemesi Kararlarında ...”, s. 85.

147
“kapalı anayasal değerler teorisi”nin anayasal verilerini Anayasa’nın Başlangıç
kısmı ile 174. maddesinde göstermiş, resmi Anayasa ideolojisinde lâiklik ilkesinin
anayasal ayrıcalığa sahip olduğunu saptamıştır. AYM.’nin söz konusu yaklaşımı,
kurmakta olduğu “ölçü normlar bloku”nun kavranması olayında birincil önem
taşımaktadır. Özellikle başörtüsü hakkında AYM.’nin verdiği kararlarda bu ayrıcalık
tanıma anlayışı açık biçimde görülmektedir.
AYM. 1989/12 karar sayılı kararından sonra, başörtüsü konusu İHAK.’a
götürüldü. Komisyon’a göre, İHAS. 9. md., dinsel kanaatin emrettiği biçimde
kamusal alanda hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın ortaya konmasını hiç bir durumda
güvence altına almamaktadır. Diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de,
örgütlenme ve işleyiş biçimi kendi dinsel inançlarına uygun olmayan bir eğitim
kurumuna kayıt yaptırma ve dolayısıyla eğitim alma zorunluluğu bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, “kayıt işlemi, üniversite kurumu içersinde uygulanan düzenlemeye
katılımı ifade eder; kayıt, kısacası, dinsel inançları ortaya koyma hakkının özünden
değil, fakat sadece, bir kamu hizmeti çerçevesinde kanaatleri dışavurumun belli
biçimlerinden vazgeçmesi anlamına gelir.”566
Başörtüsü konusundaki bir başka başvuruyu değerlendiren İHAK.’a göre,
lâik esaslar çerçevesinde eğitim veren bir eğitim kurumu olan üniversitenin,
öğrencilerinin giyimleri konusunda kendi yönetmelikleri aracılığıyla düzenlemeler
yapmak suretiyle, yönetime ilişkin hizmetlerini, öğrencilerinin söz konusu
düzenlemelere uyması koşuluna bağlı kılması, din ve vicdan özgürlüğüne müdahale
olarak değerlendirilemez. Dâvaya konu olan olayda, söz konusu üniversite yönetimi,
bir bayan öğrencinin diploma için türbanlı fotoğraf vererek, türban yasağı getiren
düzenlemeye uymadığı gerekçesiyle kendisine mezuniyet belgesini vermeyi
reddetmişti.567
İHAK., Şenay Karaduman davasında, “Sözleşme’nin 9 maddesinin,
kamusal alanda bir inancın gerektirdiği biçimde davranma hakkını mutlak olarak

566
KABOĞLU, Özgürlükler Hukuku ... , s. 193.
567
İHAK., Şenay Karaduman v. Turkey, App. No. 16278/90., Dec. 3.5.1993, D.R. 74., p. 109. Daha
sonra, yine Türkiye aleyhine açılan Yanaşık davasında da, Komisyon, dinsel inancını ortaya
koyma özgürlüğüne getirilen sınırlamayı haklılaştırmak için, açık bir biçimde, vazgeçme fikrini
hatırlatmaktadır. İHAK., Kemal Yanaşık v. Turkey, App. No. 14524/89., Dec. 6.1.1993, D.R. 74.,
p. 27.

148
güvenceye almadığı; özellikle 9. maddenin 1. fıkrası anlamında ‘bir dinin
uygulanması’ ifadesinin, bir dinin veya inancın zorunlu kıldığı ya da esinlendiği her
türlü hareketin yapılabileceği anlamına gelmediği”568 sonucundan hareketle,
“Sözleşme’nin 27-2. maddesine göre başvurunun açıkça temelden yoksun olması
(Défault manifeste de fondement)”569 nedenine dayanarak, başvuruyu kabul
edilebilirlik aşamasında reddetmiştir.
İHAK., Türk Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili kararlarına referans
yaptığı ve aynı tarihte verdiği bir başka karara göre; getirilen hukuksal düzenlemeler,
“farklı inanışlardaki öğrencilerin birlikteliğini sağlamak amacına yönelik olarak,
öğrencilerin dinsel inançlarını açığa vurmak özgürlüklerini yet ve biçim bakımından
sınırlayabilirler. Özellikle nüfusun büyük çoğunluğunun belirli bir dine mensup
olduğu ülkelerde, bu dinin tören ve simgelerinin herhangi bir yer ve biçim
sınırlaması olmaksızın sergilenmesi, sözü geçen dini uygulamayan veya başka bir
dine mensup olan öğrenciler üzerinde bir baskı oluşturabilir.”570 İHAK., bu
gerekçeden hareketle, Sözleşme’nin 9/1. md. hükmü ile güvence altına alınan haklara
herhangi bir müdahale saptamamış ve şikâyetin kabul edilemez olduğuna oy çokluğu
ile karar vermiştir.
Başörtüsü konusunda AYM.’nin vermiş olduğu ikinci karar, ilk karardan
iki yıl sonrasına rastlamaktadır. AYM.’nin 1991/8 karar sayılı kararı571na konu olan
iptal davasının konusu, 25.10.1990 tarih ve 3670 sayılı “Kadının Statüsü ve
Sorunları Genel Müdürlüğünün Korunması ile 14.1.1970 Tarihli ve 1211 Sayılı ve
4.11.1981 tarihli ve 2547 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında 422
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun”da yer
alan md. 12. ve Geçici md. 1.’in 572, Anayasa’nın Başlangıç kısmına ve 2., 7., 9.,

568
ÇAĞLAR – ÇAVUŞOĞLU, loc.cit., s. 176.
569
ibid., s. 176.
570
Lamiye Bulut v. Turkey, App. No. 18783/91., Dec. 3.5.1993. in ibid., s. 176-177.
571
AYM., K.T. 9.4.1991, E. 1990/36., K. 1991/8.; AYMKD., S. 27., C.I., ss. 285-323.; R.G., T.
31.7.1991, S. 20946.
572
3670 sayılı Yasa’nın 12. maddesiyle 2547 sayılı Yasa’ya eklenen, dava konusu maddeler aynen
şöyledir:
“Ek Madde 17.-Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; Yükseköğretim Kurumlarında kılık
ve kıyafet serbesttir.”

149
10., 24., 153., ve 174. md. hükümlerine aykırılığı iddiasıyla iptali istemine ilişkin
olmak üzere, TBMM. Anamuhalefet Partisi (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) grubu
adına Grup Başkanı Erdal İnönü tarafından yapılan başvurunun incelenmesidir.
Başvuru gerekçesinde, daha önce AYM. tarafından iptal edilen bir
hükmün yeniden yasalaştığı ve bu durumun Anayasa’nın 153. md. hükmünde yer
alan, AYM. kararlarının bağlayıcılığı prensibine aykırı olduğu savunulmaktadır.
Buna göre, her ne kadar yeni düzenlemede “dinsel inanç gereği” sözcükleri
kullanılmasa da, kıyafetin tamamen serbest bırakılması, Anayasa’nın lâiklik ilkesine
aykırıdır.573 Nitekim AYM. dahi 1989/12 karar sayılı iptal kararında aynı görüşü şu
şekilde savunmuştu:
“Lâikliğin, Türk Devriminin, Cumhuriyetin özü ve ulusal yaşamın temeli
olduğu bir gerçektir. ‘Dinsel inanç gereği’ sözcükleri kullanılmasa da Cumhuriyetin
niteliklerine yönelik, bu amaç ve anlamdaki dinsel kaynaklı düzenlemelerle
girişimler Anayasa karşısında geçerli olamaz. Özgürlükler Anayasa ile sınırlıdır.
Anayasa’daki lâiklik ilkesine ve lâik eğitim kuralına karşı eylemlerin demokratik bir
hak olduğu savunulamaz. Anayasal ayrıcalığa sahip lâiklik ilkesi; demokrasiye
aykırı olmadığı gibi tüm hak ve özgürlüklerin de bu ilke temel alınarak
değerlendirilmesi zorunludur.”574
“Dinsel olsun olmasın, çağdaşlığa aykırı, devrim yasalarının öngördüğü
düzenlemeyle çelişen giysiler uygun karşılanmaz.”575
AYM.’ye göre, çözülmesi gereken ilk sorun, dava konusu kuralın,
Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen hükümle özdeş nitelikte olup
olmadığıdır.576 AYM.’ye göre, daha önce iptal edilen hüküm dinsel inanca dayalı
olan kıyafetlere serbesti getirmiştir. Ancak, “[d]ava konusu ‘Ek Madde 17’ ise,
‘Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; Yükseköğretim Kurumlarında
kılık ve kıyafet serbesttir’ kuralını öngörmüştür. Bu maddeyle getirilen

“Geçici Madde 1.-Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce Yükseköğretim Kurumlarında kılık ve
kıyafet ile ilgili olarak verilmiş her türlü disiplin cezaları bütün hüküm ve sonuçlarıyla birlikte
ortadan kalkar.” AYMKD., S. 27., C.I., s. 295.
573
AYM., K.T. 9.4.1991, E. 1990/36., K. 1991/8.; AYMKD., S. 27., C. I., s. 291.
574
AYM., K.T. 7.3.1989, E. 1989/1., K. 1989/12.; AYMKD., S. 25., s. 150.
575
a.k., s. 155.
576
AYM., K.T. 9.4.1991, E. 1990/36., K. 1991/8.; AYMKD., S. 27., C. I., s. 302.

150
düzenlemenin, dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılması
serbestisini de içerdiği söylenebilirse, kuşkusuz, ‘Anayasa’nın 153. maddesine açık
bir aykırılık vardır’ denebilecektir. Ancak, ... maddenin getirdiği serbesti,
Yürürlükteki Yasalara (Anayasa da bir yasa olduğuna göre aynı kapsam içindedir)
aykırı olmamak koşuluyla sınırlıdır. ‘Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve
türbanla kapatılması serbestisi’nin Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla Anayasa’ya
aykırılığı belirlendiğinden, ‘Yürürlükteki Kanunlara aykırı olmamak’ koşulunun
araştırılmasında, Anayasa’ya aykırılığın var olup olmadığının öncelikle saptanması
gerekir. Dava konusu maddeyle getirilen serbestinin, ‘Dinî inanç sebebiyle boyun ve
saçların örtü ve türbanla kapatılmasını’ içermediği kabul edilmelidir.”
... Bu durumda, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen Ek 16.
Madde ile dava konusu Ek. 17. Madde aynı ya da özdeş nitelikte kurallar
değildir.”577 gerekçesinden hareketle, Ek 17. md.’nin Anayasa’ya aykırılığı savını
reddetmiştir.
Karşı oy gerekçesinde, dava konusu hükmün daha önce iptal edilen
hükümle aynı kapsamda olup aynı amaca yönelik olduğu ve iptali gerektiği
savunulmaktadır.578
Öncelikle vurgulamak eklemek gerekir ki, Anayasa Mahkemesi burada
dava konusu kuralı bağımsız olarak incelemek yerine, Anayasa’ya aykırılığı
saptanmış olan bir başka kuralla karşılaştırarak hüküm vermiştir ve bu yöntemin çok
sağlıklı olduğunu söyleyebilmek zordur. çok daha önemli olan husus, AYM.’nin
1989/12 karar sayılı kararında açıkça vurguladığı, “‘[d]insel inanç gereği’ sözcükleri
kullanılmasa da, Cumhuriyetin niteliklerine yönelik, bu amaç ve anlamdaki dinsel
kaynaklı düzenlemelerle girişimler Anayasa karşısında geçerli olamaz.”579 ve
“Dinsel olsun olmasın, çağdaşlığa aykırı, devrim yasalarının öngördüğü
düzenlemeyle çelişen giysiler uygun karşılanmaz.”580 görüşlerini bu kararda dikkate
almaması ve “dinî inanç sebebiyle” sözcüklerinin yasada yer alıp almamasını dava
konusu kuralın Anayasa’ya aykırılığında tek kriter olarak kullanmış olmasıdır.

577
a.k., ss. 306-307.
578
a.k., s. 323. AYM. üyeleri Selçuk TÜZÜN, Ahmet Necdet SEZER ve Güven DİNÇER’in karara
karşı oy gerekçesi için bkz. a.k., ss. 322-323.
579
AYM., K.T. 7.3.1989, E. 1989/1., K. 1989/12.; AYMKD., S. 25., s. 150.
580
a.k., s. 155.

151
Kararı eleştiren bir başka yazara göre, AYM., 1991/8 karar sayılı kararı
ile açık bir yetki ve görev gaspında bulunmuştur. Yazar, bu konuda şu görüşü öne
sürmektedir:
“Anayasa ... Anayasa Mahkemesi’ne, ‘yasama yorumu’ olarak, somut
olayla ilgili olmayan bir ‘yorum kararı’ verme yetkisini vermediği gibi, bunu apaçık
yasaklamıştır da! ... Anayasa Mahkemesi başörtüsünü serbest bırakan YÖK. Ek/17’yi
Anayasa’ya aykırı görmediği için, iptal etmemiştir. Bu madde, ‘Kanuna aykırı
olmadıkça kıyafet serbesttir’ der. Kanunun ne olduğu, ne demek olduğu, başörtüsünü
yasaklayan bir kanun bulunmadığı da açıktır. Şu halde Anayasa Mahkemesi’nin ‘ben
bu maddeyi iptal etmiyor, ancak başörtüsünü -hiçbir kanuni yasak kuralı olmasa
bile- Anayasa’ya ve yasaya aykırı ilan ediyorum’ demesi bir açık yetki ve görev
gaspı değil midir?
... Anayasa bir ‘hakimler hükümeti’ne de cevaz vermez. Anayasa
Mahkemesi, iptal etmediği bir kanunu keyfi bir yoruma tabi tutarak, kendisi objektif
ve genel geçerli bir ‘yasama yorumu’ bir tür kanun yayınlayarak yasamaya ‘sen
bunu demek istedin, ne dediğini de bilmiyorsun!’ yürütmeye de ‘işte senin
uygulayacağın yasa budur. Meclis’den çıkan değil!’ diyemez.”581
Karara yapılan söz konusu eleştiriler yersizdir. Gerçi, Anayasa’ya göre,
AYM. yasamanın yerine geçerek norm koyma yetkisine sahip olmadığı
öngörülmüştür ancak, AYM.’nin 1989/12 karar sayılı kararı, bu nitelikte değildir.
Anayasal yargı organlarının verdiği ara kararlardan bir kısmı, “yorumlayıcı
kararlar” veya “yorum kaydı altında anayasaya uygunluk kararları” olarak
adlandırılan kararlardır.582 Bu tür kararlarda belli bir yasal hükmün anayasallığı
belli bir yorum kaydına bağlanmıştır. Amaçları değişik olabilir ancak, söz konusu
AYM. kararının amacı, yasaya anayasaya uygunluğu konusunda gerekli açıklıkları
getirmek yoluyla, yasayı uygulamakla görevli makamlara yönelik, yasanın anayasaya
uygun biçimde uygulanma koşullarını göstermektir. KABOĞLU’na göre, “ ‘[y]asa,

581
HATEMİ, Kezban, “İnsan Hakları ve Kadın, İnsan Başı Örtüsü Sorunu”, Yeni Türkiye, İnsan
Hakları Özel Sayısı, Y. 4., S. 22., C. II., Temmuz-Ağustos 1998, s. 752.
582
Anayasal yargı organlarının kararları, basit kararlar, ara kararlar ve yasama organına çağrı kararları
olarak üçlü bir ayırıma tabi tutulmaktadır. Ara kararlardan bir kısmı “kısmî anayasaya uygunluk
bildirimi”, bir kısmı ise “yorumlayıcı kararlar”dır. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz.
KABOĞLU, Anayasa Yargısı ..., ss. 102-109.

152
kararın gerekçelerinde belirtilen yorumlar kaydıyla anayasaya aykırı değildir’
biçimindeki formüller, hem yorumlayıcıdır, hem de kısmen anayasaya aykırılık
beyanını içermektedir.”583 Dolayısıyla, “yorumlu red kararı” niteliğindeki söz
konusu 1991/8 karar sayılı kararda AYM.’nin yetkisini aşmış olması durumu söz
konusu değildir. AYM., söz konusu düzenlemeyi iptal etmemiş, ancak başvuruyu
reddetmiş ve “... yürürlükteki yasalar ...” ifadesinin kapsamına başta Anayasa olmak
üzere, lâiklikle ilgili Devrim Yasaları ve diğer tüm yasal düzenlemelerin dahil
olduğunu ve dolayısıyla bunlara uygun olan kıyafetin çağdaş ve ancak bu takdirde
serbest olabileceğini vurgulamıştır.
Diğer taraftan AYM., Geçici Madde 1. hükmü584nün Anayasa’ya
aykırılığı savını da reddetmiştir. AYM.’ye göre, dava konusu kural, af kurumu ile
ilgili anayasal kurallara aykırı olmadığı gibi; her türlü giyim ve kuşamı kapsamına
aldığından, kanun önünde eşitlik ilkesini ihlâl edici bir unsur da içermemektedir.
Tüm bunların yanı sıra, dava konusu düzenlemenin giyim ile ilgili disiplin suçu
işlemiş olanlara bir ayrıcalık tanıma amacı taşıması da söz konusu değildir.585
Ancak, karşı oy gerekçesinde de açıklandığı gibi, affın asıl amacı, başörtüsü
nedeniyle disiplin cezası almış olanların cezalarını kaldırmaktır.586
Kanaatimizce, Geçici Madde 1’in incelenmesinde Anayasa Mahkemesi
çok acil karar vermiş ve üzerinde yeterince düşünmemiştir. Gerçi tüm kılık ve
kıyafetlerle ilgili disiplin suçlarının affı söz konusudur ve ilk bakışta eşitliğe aykırı
bir durum yok gibi algılanabilir. Ancak, tüm disiplin suçları açısından bakıldığında
durum değişir. Gerçekten, devletin temel düzenine egemen olan lâiklik ilkesine ve
Atatürk devrimlerine aykırı davranış ve giyim-kuşam nedeniyle disiplin cezası
alanların bu cezaları kaldırılırken, daha az sakıncalı nedenlerle ceza alanların
cezalarının uygulanmasına devam edilmesi kanun önünde eşitlik ilkesinin ağır bir
ihlâlidir. Bu nedenle, dava dilekçesinde öne sürülen -madde metninde geçen “kılık ve
kıyafetle ilgili olarak” ifadesinin iptali gerektiği biçimindeki- isteme katılmaktayız.

583
KABOĞLU, Anayasa Yargısı ..., s. 104.
584
“Geçici Madde 1.-Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce Yükseköğretim Kurumlarında kılık ve
kıyafet ile ilgili olarak verilmiş her türlü disiplin cezaları bütün hüküm ve sonuçlarıyla birlikte
ortadan kalkar.”
585
AYM., K.T. 9.4.1991, E. 1990/36., K. 1991/8.; AYMKD., S. 27., C. I., ss. 307-308.
586
a.k., s. 321. AYM. üyesi Mustafa Şahin’in karşı oy gerekçesi için bkz. a.k., ss. 314-322.

153
1982 Anayasası’nın 130/1. md. hükmünde de belirtildiği gibi, “[ç]ağdaş
eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına
uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile ...”587 kurulan üniversitelerde uygulanan
başörtüsü yasağı, oldukça yoğun tartışmalara sahne olmaktadır. DİB.’na bağlı Din
İşleri Yüksek Kurulu’nca, söz konusu yasağın toplumsal huzursuzluk ve toplum
vicdanında rahatsızlıklara yol açtığı iddia edilmektedir.588 Yine bazılarına göre
başörtüsü yasağı, bireyin inandığı gibi yaşama özgürlüğüne aykırıdır.589 Tüm
bunların yanı sıra, her ne kadar bazı yazarlar, Türkiye’nin imzaladığı uluslar arası
anlaşmalara göre, ilkokullarda dahi başörtüsünün serbest olması gerektiği kanaatinde
olanlar, bunu özellikle dinî inancı yaşama aktarma özgürlüğü temeline dayandırsalar
da590, hatta, bayanların dinî vecibeleri gereği başlarını örttükleri için okullara
alınmamalarının, siyasî amaçla öğrenim haklarının kısıtlanması anlamına geldiği ve
bu fiillerin TCK. md. 188.’e göre suç teşkil ettiği iddia edilse de591, yasal
düzenlemeler ve Anayasa’nın genel felsefesinden hareketle, söz konusu yasağın
hukuka aykırılığı bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Nitekim, 11 Kasım 1997 tarihinde, Devlet Bakanı Hikmet Sami TÜRK’ü
ziyaret eden RP.’li milletvekillerinden bir kısmı, başörtüsü yasağı konusundaki
görüşlerini yansıtan yazılı bir başvuruda bulunarak, bu konudaki isteklerinin İnsan

587
KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 156.
588
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 30 Aralık 1980 tarih ve 77 sayılı kararı,
bkz. AKSAY, op.cit., s. 193.
589
CANİKLİ, İlyas, “Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in Öğretilerinde İnanç ve
İnandığını Yaşama Hürriyeti”, Yeni Türkiye, İnsan Hakları Özel Sayısı, Y. 4., S.
22., C. II., Temmuz-Ağustos 1998, s. 771.
590
Bir yazarın, bu konudaki görüşü şöyledir: “Sekiz yıllık zorunlu kesintisiz ilkokul eğitimi esnasında
kız evlatlarımızın bir kısmı ergenlik çağına gelmektedirler. Bu andan itibaren de dini inancımız
gereği tesettürlü olmaları gerekmektedir. İşte bu durum da ebeveynin dini ve felsefi akidesinin bir
parçası olduğuna göre, devlet başörtüsü konusunda da ilkokullardan başlayan bir düzenlemeyi
ana-babanın isteği doğrultusunda yapmak mecburiyetindedir.” YILDIZHAN, Ahmet, “Türkiye
Cumhuriyeti’nin İmza Koyduğu Uluslararası Metinlere Göre İlkokulda Dahi Başörtüsü Takmak
Serbesttir”, Yeni Türkiye, İnsan Hakları Özel Sayısı, Y. 4., S. 22., C. II., Temmuz-Ağustos 1998,
s. 756.
591
KIR, Ş. Yavuz, “Laiklik ve Atatürkçülük Kamuflajında Demokrasi ve İnsan Hakları İhlâli”, Yeni
Türkiye, İnsan Hakları Özel Sayısı, Y. 4., S. 22., C. II., Temmuz-Ağustos 1998, s. 766.

154
Hakları Koordinatör Üst Kurulu’nda değerlendirilmesi yönündeki istemleri üzerine,
Kurul, 14 Kasım 1997 tarihinde yaptığı toplantıda, söz konusu yasağın insan
haklarını ihlâl edici nitelikte olmadığına karar verdi. Kurul’a göre, “[ş]üphesiz,
eğitim ve öğrenim hakkı, hiç kimsenin yoksun bırakılamayacağı bir temel haktır.
Ancak, eğitim ve öğretim kurumlarında lâiklik ilkesinin gereği olarak yapılan
düzenlemelere uyulması da zorunludur. Kaldı ki günümüzde özellikle yükseköğretim
kurumlarında başörtüsü, bireysel bir hürriyetin kullanılması sınırlarını aşmış olup;
dine dayalı bir siyasal ideolojinin mücadele simgesine dönüştürülmüştür.”592
Bu açıdan bakıldığında, üniversitelerdeki başörtüsü sorunu hakkındaki
AYM. ve Danıştay kararlarının isabetli olduğu kanaatindeyiz. Diğer taraftan
özgürlükler çatışması açısından sorunu inceleyen KABOĞLU’nun da vurguladığı
üzere, “[b]irden çok öğrencinin gözler dahil, her yanını siyah örtülerle kapatmış
olmaları, onlara hitap eden öğreticinin özgürlüğünü sınırlar, ihlal eder. Kendisinin
görmediği, buna karşılık muhatabın bu duyu organını kullanabildiği bir ortamda
ders vermek, onu herşeyden önce psikolojik olarak rahatsız eder, dolayısıyla anlatım
yetisini sınırlar. Doğaldır ki böyle bir durum, bizi yüzyüze ilişkinin ve aynı zamanda
karşılıklı etkileşimin geçerli olduğu öğretim ortamından uzaklaştırır. Kuşku yok ki,
eğitim-öğretim kamu hizmeti çerçevesinde, öğrenim özgürlüğü ile giyim-kuşam
serbestliği arasındaki çatışmada, öncelik birinci kategoriye verilmelidir. Kaldı ki,
genel olarak öğrencilerin “aidiyet simgeleri”nin kabul edilmesi ve bunun
yaygınlaşması, üniversite öğretim[in]de öğretim üyesinin yansızlığı bakımından da
sakıncalı olabilir.”593 Diğer taraftan, “[t]ümüyle örtüme durumunda, kendilerine
ders verilen kişilerin cinsiyetlerini saklama, kendi yerlerine öğrenci olmayan kişileri
derse ve başkalarını sınava girdirme olasılıkları da göz önüne alınmalıdır.”594
Dolayısıyla, başörtüsü yasağı kurumların iç düzeni ve çalışanların
rahatlıkla tanınabilmesi ve dolayısıyla görevlerin güvenli biçimde yürütülebilmesi

592
“İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu’nca Başörtüsü Konusunda Yapılan İnceleme”, in İnsan
Hakları Koordinatör Üst Kurulu’nun Çalışmaları, C. II. (Kanun Tasarıları, Yönetmelikler,
Genelgeler, İncelemeler Ve Adlî Rapor Formları), 2. Bs., İHKÜK. Yay. No: 2., Başbakanlık
Basımevi, Ankara, Mayıs 1999, s. 96. İncelemenin tam metni için bkz. ibid., ss. 93-97.
593
KABOĞLU, Özgürlükler Hukuku ..., ss. 194-195.
594
ibid., s. 194., dp. 2.

155
açısından da gereklidir.595
Diğer taraftan, KABOĞLU’nun da çok haklı olarak değindiği gibi,
özgürlüklerin sınırlanması mekân unsuru açısından değişiklik gösterir. Dolayısıyla,
başörtüsünün dışarıda serbest olmasına karşın, birey, “özel alandan, kamusala,
kamusaldan resmi alana geçtikçe, kişisel özgürlüklerin daralması olgusu ile
karşılaşır.”596 Örneğin, son milletvekili genel seçimlerinden sonra Merve
Kavakçı’nın TBMM.’de neden olduğu kriz hatırlanırsa, bu konuda yazar, “başörtüsü
ile Meclis’e girmenin ve o şekilde yasama faaliyetlerine katılmanın sakıncası
nedir?” sorusunu da yanıtlamaktadır:
“Başörtüsü, sarık, çarşaf, peçe gibi, belli bir cemaat veya tarikata
mensubiyeti ifade eden görüntülerle, yani kendi inanç ve kanaatlerini simgesel
olarak taşımak suretiyle Meclis’e girilmesi, o mekânı, bütün ulusun meclisi olmaktan
çıkarır; cemaatler, tarikatlar, farklı diller, farklı etnik kimlikler meclisine
dönüştürür. Bu, milli egemenlik temeli üzerinde kurulan ulus-devlette mümkün
değildir.”597 Ayrıca, başta Anayasa’nın lâiklik ilkesiyle ilgili kuralları olmak üzere,
AYM. kararları, TBMM. İçtüzüğü ve yasama gelenekleri bir “bağlayıcı kurallar
bloku” oluşturur ve milletvekillerinin kişisel özgürlüklerini sınırlar.598
12 Eylül döneminde 16.7.1982 tarih ve 8/5105 sayılı Bakanlar Kurulu
kararı ile kabul edilen “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan personelin Kılık ve
Kıyafetine Dair Yönetmelik” uyarınca, sağlık hizmetlerinde istihdam edilenler de
dahil olmak üzere, bay-bayan tüm kamu çalışanlarına, başın açık olması zorunluluğu
getirilmiştir. Görüldüğü üzere, getirilen düzenlemede herhangi bir ayrımcılık
güdülmesi söz konusudur. Ancak, bir görüşe göre, söz konusu zorunluluğun anayasal
ve yasal temeli bulunmadığı gibi, bunun yanı sıra, herhangi bir özgürlük yönetmelik
aracılığıyla sınırlanamayacağı ilkesi de ihlâl edilmiştir. Bu görüş sahiplerince, söz
konusu hukuka aykırılığın ortadan kaldırılması için, idarî yargıda iptal davası açma
ve Bakanlar Kurulu nezdinde girişimde bulunmak suretiyle yönetmeliğin Bakanlar
Kurulu kararıyla kaldırılması yollarının yanı sıra, uygulamaya dönük bir çözüm yolu

595
YARIŞ, Cahit, “Binalar Dahilinde Başı Açık Gezmek Kaidedir”, Abece, S. 13., 1987, ss. 31-32.
596
KABOĞLU, Anayasa ve Toplum, s. 180.
597
ibid., s. 180.
598
ibid., s. 181.

156
olarak söz konusu yönetmeliğin ihmal edilmesi yöntemi önerilmektedir.599 Ancak,
belirtmek gerekir ki, söz konusu yönetmelikle getirilen yasak, kamu kurumlarının
tümünde ve tüm kamu görevlileri için geçerli olmasından dolayı, eşitliği zedeleyici
herhangi bir unsur taşımamaktadır. Ayrıca, söz konusu yasak yalnızca kamu
dairelerinde uygulanmakta olup, memur olmayan kadınlar için, hatta işleri dışında
memur kadınlar için başörtüsü yasağının uygulanması söz konusu değildir.600
Gelinen noktada, birkaç münferit olay dışında özellikle üniversitelerdeki
başörtüsü sorunu aşılmak üzeredir.Ancak, bazı siyasîlere göre en büyük sorun, söz
konusu yasağın her yerde aynı kararlılıkla uygulanmayıp, bazı yükseköğretim
kurumlarındaki yetkili ve sorumlu kişiler tarafından bu konuda tavizler verilmesi
durumudur.601
Başörtüsü sorununu değerlendiren bazı yaklaşımlarda hoşgörü kavramına
vurgu yapılmasının da kalıcı bir çözümü getiremeyeceği kanaatindeyiz. Bu bağlamda
“[y]eniden altı çizilmesi gereken nokta, özgürlüğün dinsel açıdan değil, modern-laik
devletin ürünü olarak İnsan Hakları bakış açısıyla geçerli olduğudur. Başörtüsü
takılmasının ’özgürlük’ şeklinde nitelenebilmesi laiklik açısından mümkün
olabilmektedir; oysa öznel olarak inançta içten olunduğu varsayımında bu bir emir
olarak algılandığına göre, aslında ‘özgürlük’ten söz açılması güçtür. Bu nedenle,
sorun geleceğe yönelik özelliğiyle ortaya konduğunda bugün kendilerine özgürlükçü
bakış açısıyla muamele edilen kişi ve grupların, hakim duruma geldiklerinde ‘emir’
bakış açısıyla ‘başörtüsüz’ olanlara özgürlük tanımayacakları öne sürülebilir.”602
Din özgürlüğünün uygulama boyutuna ilişkin bir diğer önemli sorun,

599
KIR, Ş. Yavuz, “Laiklik ve Atatürkçülük Kamuflajında Demokrasi ve İnsan Hakları İhlâli”, s.
765. Yazar, ihmal yönteminin diğer bazı durumlarda uygulandığını şöyle iddia etmektedir:
“Bugüne kadar çoğu kamu kurumlarında bu ‘ihmal yöntemi’ uygulanarak bir sorun çıkmıyordu.
Fakat ’28 Şubat Örtülü Darbe’ sürecinden sonra bütün kamu kurumlarında bu ‘ihmal
tekniği’nden kısmen vazgeçilerek; kot pantolon, yırtmaç, mini etek, uzun tırnak, aşırı makyaj,
kolsuz ve açık yaka da yasak kapsamına alındığı halde, bunlar ‘ihmal’ edilirken; başörtüsüne
karşı gösterilen bu hoşgörüsüz ve düşmanca tavır, toplumda hoşgörü ve barış ortamını
zedelemiştir.” ibid., s. 765.
600
TÜRK, Hikmet Sami, “Kadınların Sorunları, Başörtüsü ve İnsan Hakları”, in Türkiye’de ve
Dünyada İnsan Hakları, 2. Bs., İHKÜK. Yay. No: 5., Ankara, Mayıs 1999, s. 151.
601
ibid., s. 152.
602
KABOĞLU, Özgürlükler Hukuku ..., s. 195.

157
askerî düzen ve disiplin ile din kuralları arasındaki çatışmadan doğmaktadır. Bu
konudaki mahkeme kararlarından örnekler verelim.
AYİM. 1. D.’nin, Subay Sicil Yönetmeliği’nin “Disiplinsizlik ve ahlaki
durum nedeniyle ayırma” başlıklı 99. md. (e) bendi603 uyarınca Silahlı kuvvetlerden
ayırma işlemi yapılan subay hakkındaki, 26.12.1995 tarih ve 1995/1196 karar sayılı
kararına göre,
“Davacının arz ve sicil dosyalarının incelenmesinde; 15 yıllık subaylık
safahatındaki sicillerinin genelde iyi düzeyde olduğu, ancak 1991 yılından itibaren
muhtelif sicil üstlerince, kurum içindeki her türlü sosyal faaliyetlerden uzak kalacak
derecede laiklik dışı görüş ve düşüncelere sahip bulunduğu, ..., bu meyanda 1981
yılında Çankırı’da görevli iken evinde yapılan aramada irticai bir kısım yayın ve
dökümanın bulunduğu, evli olanların eşleri ile birlikte katılmaları emredilmesine
rağmen, okuldaki iki sosyal aile toplantısına eşini getirmediği, ... mesai saatleri
içinde ibadet ederken okul komutanınca görülmesi üzerine bu konuda yazılı
savunmasının istendiği, savunmasında belirttiği açıklamaların davacının düşünce
sistemini açıkça ortaya koyduğu ... okul komutanlığınca istenmesi üzerine hazırladığı
... el yazılı ifade beyanlarının da davacının ideolojik yönünü ortaya koyduğu, ... okul
sinema salonunda ‘Laiklik’ konusunda konferans vermekte olan bir öğretim üyesine
askeri öğrencilerin huzurunda yönelttiği sorular ve akabinde yine idarece istenmesi
üzerine bu soruları sormasına gerekçe olarak gösterdiği el yazılı düşüncelerinin , bir
subay için hoş görülmesi mümkün olmayan bir nitelik arzettiği, yine laiklik karşıtı bir
yazarın kitabını okuması için okulda bulunan bir öğretmen subaya verdiğine ilişkin,
görgü sahibi bir kişi tarafından tutulan tutanak muhteviyatının mevcut olduğu,
ayrıca okuldaki yetkili amirlerince belgelere dayalı olarak tutulan rapor içeriğine
göre de, davacının dozu giderek artan laiklik karşıtı bir tutum içerisine girdiğini,
bunun yasadışı irticai görüş mahiyetine dönüştüğünü kabul etmek zorunlu
bulunmaktadır. ... İdare davacının subaylık safahatı boyunca kendisini gözlemiş;
başlangıçta yoğun olmayan laikliğe aykırı düşüncelerinden dolayı hemen işlem

603
Söz konusu bent hükmünde, “Tutum ve davranışları ile yasadışı siyasi, yıkıcı, bölücü, irticai ve
ideolojik görüşleri benimsediği, bu gibi faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar”ın,
disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle ayırmaya tabi tutulabileceği belirtilmektedir. in AYİM. 1.
D., 26.12.1995, E. 1995/1265., K. 1995/1196., AYİMD., S. 11., Genelkurmay Basımevi, Ankara

158
yapmamış, ancak özellikle son yıllarda bir askeri okul gibi ilim yuvasında dozu artan
bir şekilde irticai görüşlere varan laiklik karşıtı tutum ve davranışlarına son
vermemesi üzerine de, hakkında işlemi tesis etmiştir. Bu işlemin, belirtilen Anayasal
ve yasal kurallarla uyum içerisinde olduğu ise açıktır.”604
Köktendinci eylemleri nedeniyle askerî okuldan uzaklaştırılan
başvurucuya ilişkin Kemal Yanaşık/Türkiye dâvasını değerlendiren İHAK.’a göre,
Sözleşme’nin 9. md. hükmü, bir inancın emrettiği alenî bir davranış biçimini değil,
bundan daha önce, bireyin iç dünyasında yer alan bir inancı korumaktadır. Bir
inancın tayin ve telkini sonucu olsa bile, doğrudan bir inancı ifade etmeyen bir
eylem, söz konusu hükmün koruduğu bir uygulama olmayıp, Türk askerî
akademisinin, askerlik mesleğini tercih etmiş bulunan ve dinsel yükümlülüklerini
askerî yaşamın gereği olan sınırlamalar çerçevesinde ifa edebilme olanağına sahip
öğrencilerin köktendinci İslâmî eylemlere katılmasını yasaklaması , din ve vicdan
özgürlüğüne müdahale sayılamaz.605
Başvurucu, kendisine yöneltilen köktendinci İslâmî faaliyetlere katıldığı
yolundaki suçlamaların, dinî inançları nedeniyle kendisini cezalandırmak üzere
yapıldığını ve bu bağlamda, Sözleşme’nin 9. md. hükmünün ihlâl edildiğini ileri
sürmüştür.606 Muhatap hükümet ise, bu iddiaya karşılık olarak, iki noktaya dikkat
çekmektedir. Öncelikle, başvurucunun Harp Okulu’ndan uzaklaştırılması din
özgürlüğüne bir müdahale oluşturmadığı gibi, başvurucunun dinî ibadetlerini
serbestçe yerine getirebildiğini ve bir kimsenin dinî ibadetlerini yerine getirmesinin,
askerî okullarda disipline aykırı bir eylem sayılmadığını vurgulamaktadır. Hükümet
ikinci olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin temel ilkelerinden birisi olan lâiklik
ilkesine bağlılığın subaylar için getirilen bir yükümlülük olduğunu ve Harp Okulu
öğrencilerinin, Sözleşme’nin 9/2. md. hükmü ile getirilen sınırlamalara uygun
biçimde davranmak zorunda olduklarını hatırlatmaktadır. Bu iddia ve savunmaları
değerlendiren Komisyon’a göre, söz konusu ilkeye aykırı eylem ve davranışlar,
ordudaki düzene tahrip edebileceğinden, askerî disipline aykırı olarak mütalâa

1997, s. 339.
604
a.k., ss. 342-343.
605
İHAK., Kemal Yanaşık v. Turkey, App. No. 14524/89., Dec. 6.1.1993, D.R. 74., p. 27.
606
Kemal Yanaşık v. Turkey, App. No. 14524/89., Dec. 6.1.1993 in GEMALMAZ, op.cit., s. 54.

159
edilmeleri doğaldır.607
Komisyon, Yanaşık vak’asında 9. md. hükmünün ihlâli olup olmadığı
hususunda bir karara varılabilmesi için, öncelikle, şikâyet konusu olan tedbirin, din
ve vicdan özgürlüğünün gereklerini yerine getirmeye bir müdahale oluşturup
oluşturmadığının net bir biçimde saptanması gerektiği görüşünden hareketle, şu
görüşlere yer verir.
“Komisyon, bir subay adayının bir Harp Okulu’na kaydedilmekle, o
okulun düzenlemelerinde/yönetmeliklerinde açıkça yer verilen askeri kuralları kendi
iradesiyle benimsediği görüşündedir. Bu düzenlemeler, askeri öğrencilerin dinlerinin
icaplarını uygulama özgürlüklerini, bütünüyle ortadan kaldırmaksızın, ordunun
işlevlerini gerektiği biçimde yerine getirebilmesini temin için, zaman ve mekana
bağlı sınırlamalara tabi kılabilir.”
...
... Bu sınırlamalar, askeri personelin, amacı ve programı dinsel
kuralların başat kılınmasını temin olan, köktenci İslami harekete katılmaktan
kaçınması ödevini kapsayabilir.”608 Sonuç olarak, “Harp Okulu’nda mevcut
kayıtlama altında öğretim görmek, başvurucu o sistem içerisinde askeri kariyerini
yapmak hususunda özgür tercihini kullandığından, ... din ve vicdan özgürlüğüne,
ileri sürüldüğü gibi, bir müdahale biçimlemez.”609
İHAK.’ın Yanaşık kararında altını çizdiği en önemli husus, “kamu
yönetimlerinde dinsel yansızlık prensibinin, Demokratik Toplumun
savunulmasında[ki] yararı” 610olup, İHAM. de Kalaç vak’asında benzer bir görüş
ortaya koymuştur.
Aynı konudaki bir başka karar, yine Türkiye aleyhine açılan Kalaç davası
sonucu verilmiştir. Köktendinci bir tarikata mensup olma gerekçesiyle askerî
yargıçlık görevine son verme işleminin din ve vicdan özgürlüğüne bir müdahale
oluşturup oluşturmadığını değerlendiren Divan’a göre, “Türkiye’de silahlı kuvvetler
bünyesindeki kişilerin dini inançlarını yerine getirebilmeleri için gerekli imkanlar,

607
a.k., in ibid., ss. 54-55.
608
a.k., in ibid., s. 57.
609
a.k., in ibid., s. 58.
610
ÇAĞLAR –ÇAVUŞOĞLU, loc.cit., s. 175.

160
hem müslümanlar hem de diğer dinlerin mensupları için sağlanmıştır. Ancak, 9.
maddenin koruma alanı bir askerin, üyelerinin faaliyetleri ordunun hiyerarşik
düzenini bozabilecek köktenci bir hareketin mensubu olmasını kapsayacak biçimde
genişletilemez.”611
Aynı davada daha önce Komisyon, başvurucunun emekliliğe sevk
işleminin, Sözleşme’nin 9/1. md. hükmü ile güvence altına alınan hakka bir
müdahale oluşturduğu ve söz konusu müdahale 2. f. hükmü açısından da hukuken
öngörülmediği kararına varmış olmasına karşın; Divan aynı görüşü paylaşmamış ve
“emekliliğe sevk kararına yol açan şey başvurucunun dinini açığa vurma şekli
olmadığından, bu kararın 9. maddeyle güvence altına alınan hakka müdahale
oluşturmadığı sonucuna varmıştır.”612
Kalaç davasını çözüme bağlayan “Mahkeme, din özgürlüğünün öncelikle
bir kişisel vicdan sorunu olduğunu, ama ayrıca bir kimsenin dinini yalnızca toplum
içinde, halk arasında ve aynı inancı paylaşanlar arasında değil ve fakat tek başına
ve özel olarak da açığa vurma özgürlüğünü ifade ettiğini hatırlatır. 9. madde bir
kimsenin din ve inancını açığa vurma şekillerinden ibadet, öğrenme, uygulama ve
yerine getirmeyi sıralamıştır. Bununla birlikte 9. madde, bir din veya inancın
gerektirdiği veya esinlendirdiği her hareketi korumamaktadır. Ayrıca, dinini açığa
vurma özgürlüğünü kullanırken, bir kimsenin kendi özel durumunu dikkate alması
gerekebilir.”613
ÇAĞLAR’a göre, Strasbourg organlarının başörtüsü, Kalaç ve Yanaşık
vak’alarında Sözleşme’nin 9. maddesini yorumlarken ortaya koyduğu anlayışın
temeli, “ ...‘Plüralist Demokratik Toplum’ ve ‘Fert özerkliği’ ile bağdaşmayan
‘İSLAMCI FONDAMENTALİZM’in mahkum edilmesi ... [F]arklı olma hakkına
talebin, farklılıkları yok edici özüne hayır politikası”614 olarak değerlendirilmelidir.
Buradan çıkan sonuç, Strasbourg yargı organlarının, din ve vicdan özgürlüğünü,
ifade ve örgütlenme özgürlüğüne tanıdıkları üstün korumadan yararlandırmadığı ve

611
Kalaç v. Turkey, Dec. 1.7.1997, Series A., No. 781. in DOĞRU, Osman - ELBAN, Hasan Kemal
– İNCEOĞLU, Sibel (Ed.), İnsan Hakları Kararlar Derlemesi, C. II., MÜİHM. - İstanbul Barosu
İHM. Yayınları, İstanbul, Ekim 1998., s. 278.
612
Kalaç v. Turkey, Dec. 1.7.1997, Series A., No. 781. in İHKAD., C. II., s. 279.
613
a.k., in ibid., ss. 278-279.
614
ÇAĞLAR – ÇAVUŞOĞLU, loc.cit., s. 176.

161
özellikle entegrist (köktendinci) akımları Sözleşme’nin 9. maddesinde yer alan
güvencelerden yararlandırmama konusundaki eğilimidir.615

4) SİVİL VE SİYASAL ÖRGÜTLENME VE LÂİKLİK

a) Sivil toplum örgütleri ve lâiklik

Dernek, vakıf, tarikat gibi sivil toplum örgütlerinin de, eylem ve


işlemlerinde, tıpkı siyasal örgütlenmeler gibi lâiklik ilkesi açısından sınırlanması söz
konusudur. Dernekler Kanunu ve diğer ilgili kanunlarda sınırlama hükümleri
mevcuttur. Ancak, günümüz Türkiye’sine bu açıdan bakıldığında en büyük sorun,
dinî bölünmelerden kaynaklanan mezhep, hizip ve fraksiyonların örgütlenme
biçimleri olan vakıf ve tarikatlardır.
Gerçi Devrim Yasaları ile tekke, zaviye ve türbeler ortadan kaldırılmıştır
ancak, bu alandaki boşluğu doldurmaya yönelik alternatif sosyal kurumlar
oluşturulamadığından, söz konusu dinî örgütlenmelerin uzantısı niteliğindeki
tarikatlar toplumu sarmıştır. Bu ve benzer nitelikteki örgütlenmelerin varlığı devrim
yasalarına aykırı olduğu gibi, yapılanmaları ve işleyiş tarzları ile faaliyetleri de
lâiklik ilkesini zedelemektedir.616
İnsan Hakları Avrupa Komisyonu’na Komisyon’a intikal eden bir
davada, Moon tarikatı617 mensupları, Avusturya hükümetinin, kendilerine

615
Şubat 1999 itibariyle İHAM. önüne Türkiye aleyhine gelen dava sayısı 1924’tür. Onu 1920 dava
ile İtalya takip etmektedir. İtalya’ya karşı açılan davaların yoğun şikayet konusu yargılama
sürelerinin uzunluğu iken, Türkiye’ye karşı açılan davaların 106’sı yaşama hakkı, 109’u işkence,
129’u kişi güvenliği, 232’si adil yargılanma, 128’i düşünce, din ve vicdan özgürlüğü, 10’u ise
toplantı ve örgütlenme özgürlüğünün ihlali ile ilgilidir. ibid., s. 187.
616
ÖKTEM, “İnsan Hakları”, s. 729.
617
1954’te, daha sonra saygıdeğer Moon olarak anılacak olan Sun Myung Moon (parlak ejderha)
tarafından kurulan Moon hareketinin asıl adı, “Dünya Hıristiyanlarının Birliği Derneği” olup,
komünizme karşı mücadele temelinde örgütlenen yeni bir Mesihçi mezhep olarak ortaya çıktı. Söz
konusu mezhep, din ve siyaseti iç içe kabul ettiğinden, müritlerinden mutlak bağlılık talep etmiştir.
Kurucusunun bu yolla edindiği servet, hükümetlerin dikkatini çekince, Moon 1986’da vergi
kaçakçılığından hapse atıldı; akım İsrail ve Avusturya’da yasaklandı. 1984’te Avrupa
Parlamentosu, söz konusu mezhebe güvensizliğini dile getirdi. Moon’un doktrini Taoculuktan,

162
örgütlenme izni vermediğini; bu durumun ise, Sözleşme’nin 9. maddesindeki dinî
inancı yayma özgürlüğünü ihlâl ettiğini ileri sürmüşlerdir. Komisyon, devletin
herhangi bir tarikata belirli bir yasal yapı çerçevesinde örgütlenme izni vermeme
yetkisinin bulunduğuna karar vermiştir. Zira, tarikat mensupları bu tür bir
örgütlenme olmaksızın da dinî inançlarını açıklama ve yayma özgürlüğüne
sahiptirler.618
IX.-XII. Yüzyıllar arasında kurulmuş bulunan başvurucu sekiz manastır,
Yunan Devleti’nin 1829 tarihinde kurulmasından önce bağışlar sayesinde oldukça
büyük malvarlığına sahip olmuşlardır. Kiliselerin sahip oldukları taşınmazların
büyük bir kısmı Yunan Devleti’nin kuruluş yıllarında kamulaştırılmış, hatta bazı
kiliseler arazilerinin bir kısmını kendiliğinden Devlet’e veya mülk sahibi
olmayanlara vermişlerdir. Manastırlar ve dinsel kuruluşlar, Bizans ve Osmanlı
dönemlerinde sosyal, kültürel ve eğitsel bazı önemli işlevlere sahip hemen hemen tek
güç olup, ayrıca kurulduktan sonra Yunan Devleti hiçbir zaman manastırların mülk
sahibi olmasına karşı çıkmamış, hatta zaman zaman bazı resmî kararnamelerle bunu
kabul etmiştir. Manastırların arazi ve binaları 4684/1930 sayılı kararnameyle paraya
çevrilebilen ve çevrilemeyen mallar olarak ikiye ayrılarak, ikinci kategori malların
yönetimi kutsal manastırlara ve paraya çevrilebilen malların yönetimi ise Kilise
Mallarını İdare Müdürlüğü’ne (ODEP.) bırakılmıştır.619 Yüksek İdare Mahkemesi 7
Aralık 1987 tarihli kararında, kutsal manastırların mallarının yönetimini ODEP.’e
veren 1700/1987 tarihli yasanın Anayasa’ya ve İHAS.’ın 9. ve 11. md. Hükümlerine
aykırılığı iddiasını reddetmiş ve bunun üzerine başvurucu manastırlar, İHAS.’ın 6.,
9., 11., 13. ve 14. md. ile 1 No.lu Ek Protokol’ün 1. md. hükümlerinin ihlâl edildiği
iddiasıyla 16 Temmuz 1987 ve 15 Mayıs 1988 tarihlerinde İHAK.’a
başvurmuşlardır.620
Başvuruları değerlendiren İHAK., 1 No.lu Ek Protokol’ün 1. md.

Kitab-ı Mukaddes’ten ve ilkel bir Anti-Komünizmden alınma unsurları birleştirmekteydi. Müritleri


etkilemek için kullanılan psikolojik yöntemler, müritlerin sahip oldukları mal, mülk ve parayı
mezhebe bağışlamalarına yol açmaktaydı. MEULEAU, “Mezhepler Dünyası”, s. 531.
618
X. v. Austria, App. No. 8652/79., Dec. 15.10.1981, D.R. 26., p. 92.
619
The Holy Monasteries v. Greece, Dec. 9.12.1994., Series A., No. 301-A., 20 E.H.R.R. 1. in
DOĞRU, op.cit., ss. 496-497.
620
a.k., in ibid., ss. 499-500.

163
hükmüne aykırılık iddiasını haklı bulmasına karşın621, konumuz açısından önemli
olan 9. md. bağlamında öne sürülen ihlâl iddialarını yerinde bulmamış ve “Birinci
Protokolün birinci maddesine aykırı görülen söz konusu yasa hükümleri hiçbir
biçimde ibadet nesneleriyle ilgili olmadığından, olayda düşünce, din ve vicdan
özgürlüğüne müdahale bulunmadığına”622 karar vermiştir.

b) Siyasal örgütlenmeler ve lâiklik

AYM.’nin 1978/36 karar sayılı kararının gerekçesinde, 648 sayılı Siyasî


Partiler Kanunu’nun 1. maddesinde yer alan tanımdan hareket etmek suretiyle, siyasî
partilerin amacı şöyle belirlenmiştir:
“Kanun koyucu siyasî partilerde amacın ... yönetmek için seçim yolu ile
yönetimi ele geçirmek, bunda başarı kazanamazlarsa yönetenleri denetlemek ve
ayrıca, bireyleri ve toplulukları kendi görüşlerine çekmek ve böylece oy toplamak
olduğunu, bu amaca erişmeleri için sürekli çaba harcamaları ve propagandada
bulunmaları gerektiğini kabullenmiştir.”623
AYM.’nin 1978/36 karar sayılı kararında, siyasî partilerin bireyleri ve
toplulukları kendi görüşleri doğrultusunda etkilemek için, tüzük ve programlarını
diledikleri gibi düzenlemelerinin, her türlü faaliyetlerinin sınırsız olmasının, anayasa
koyucu tarafından sakıncalı görüldüğü ifade edilmiştir:
“... Anayasa; özellikle Devletin şekli ve bütünlüğü, Cumhuriyetin
nitelikleri ve egemenlik gibi hayatî önem taşıyan anayasal ilkelerin korunmasını ve
kamu düzeninin tehlikeye sokulmamasını sağlamak için gerekli önlemleri
öngörmüştür.”
... Bu nedenle ... siyasî partilerin tüzük ve programlarına ve faaliyetlerine
kimi sınırlamalar ve yasaklamalar konulmuştur.”624
Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasası’nın 19/5. (1982 Anayasası’nın
24/son) maddelerinden hareket ederek şu sonuca varmıştır:

621
a.k., in ibid., ss. 502-504.
622
a.k., in ibid., s. 505.
623
AYM., K.T. 23.5.1978, E. 1978/28., K. 1978/36.; AYMKD., S. 16., s. 131.
624
a.k., s. 131.

164
“Bu açık kurallara göre, siyasî parti organı, mercii, kurulu, yardımcı kol
organı veya bir parti üyesinin her türlü faaliyet ve propaganda çalışmalarında
Devletin temel düzenini, bütünü veya bir bölümü ile dinî inanç ve kurallara
dayandırmaya kalkışmaları, din duygularını ve dince kutsal sayılan şeyleri siyasal
amaçla sömürmeleri, özellikle siyasî partilerin tüzük ve programlarında insan hak ve
özgürlüğüne dayalı demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmezliği temel hükmüne aykırılıklar bulunması ve faaliyetlerinde bu
ilke ve hükümleri çiğnemeleri Anayasa’ya ters düşer.”625
AYM., 1961 Anayasası’nın 19. ve 57. maddelerinde yer alan siyasî
partilerin kapatılması ile ilgili hükümlerde belirtilen eylemlerin suç teşkil edip
etmemesinin sonucu etkilemediği düşüncesindedir:
“Bu Anayasa kuralları siyasal partiler hakkında kapatma davası
açılmasını ve kapatma kararı verilmesini, soyut olarak, sözü geçen maddelerdeki
yasaklamalar dışına çıkılması koşuluna bağlamış; ayrıca, eylemin suç teşkil edip
etmemesi veya bu konuda kesinleşmiş mahkeme kararının bulunması gibi başka bir
koşul getirmemiştir. Kaldı ki, Anayasa’nın 19. ve 57. maddelerinin; suç işleyenler
haklarında kesin yargı kararı alıncaya kadar geçecek süre içinde, onların ve
dolayısiyle bağlı oldukları siyasî partilerin Anayasa hükümlerini ve giderek
demokratik ve lâik devlet düzenini bozmalarına izin verdiğini düşünmeye de olanak
yoktur”626
1982 Anayasası’nın 68/4. md. hükmüne göre, “[s]iyasî partilerin tüzük
ve programları ile eylemleri, ... demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı
olamaz;...”627
Yine Anayasa’nın 69/5. md. hükmüne göre, “... siyasî partinin tüzüğü ve
programının 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması
halinde temelli kapatma kararı verilir.”628 Ancak, “... siyasî partinin 68 inci
maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli
kapatılması, ancak, onun bu nitelikteki fillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin

625
a.k., s. 132.
626
a.k., s. 136.
627
KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 99.
628
ibid., s. 101.

165
Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir.”629 Bunun yanı sıra,
temelli kapatılan siyasal partilere bir takım yaptırımlar da uygulanmaktadır630
Anayasamızda hal böyle iken, İHAS. felsefesi çizgisinde, “Avrupa
Konseyi Hukukla Demokrasi Komisyonu”nun merkezî ve Doğu Avrupa ülkeleri için
yazdığı anayasa metinleri, siyasal partilerin etnik, ırksal ya da dinsel temeller üzerine
kurulamayacağına ilişkin kurallar öngörmektedir.631
Bazı yazarlara göre, lâiklik ilkesi, yalnızca teokratik partilerin veya
dinsel kökenli ideolojilere sahip siyasal partilerin değil, komünist partilerin de
kurulmasına engel teşkil etmektedir. Zira, “... teokratik ideoloji, din ve devlet
işlerinin tekrar birbirine kaynaştırılmasını ve din vicdan özgürlüğünün tekrar
ortadan kaldırılmasını istemektedir. ... Teokratik ideoloji, laiklik prensibini yok
etmek ve ‘din diktatörlüğü’ kurmak amacındadır. ... Öte yandan komünizm ideolojisi,
dini, ‘insanları uyuşturan afyon’ olarak niteleyen ve Allaha inancı reddeden
materyalist ve ateist bir ideolojidir. Karl Marx’a göre, din ve Alaha bağlılıktan
uzaklaştırılıp materyalist ve ateist bir kitle haline getirilecek olan proleterya, sınıf
savaşı yoluyla devleti ele geçirecek, din ve inanç özgürlüğünü ortadan kaldıracaktır.
Marxizm-Leninizm, hem devleti, dinle mücadele eden bir devlet haline getirmek, hem
de vatandaşları din, mezhep, ibadet ve felsefî kanaat hürriyetinden uzaklaştırmak ve
‘dinsizlik diktatörlüğü’ kurmak amacına yönelmektedir. İşte kurulmuş ve kurulacak
legal ve illegal bütün komünist partileri bulundukları ortamda lâikliğe bağlılık
görüntüsü sergileseler bile, hakikatte, lâikliği ortadan kaldırıp ‘dinsizlik

629
ibid., s. 101.
630
Siyasal partilerin kapatılmasının hukuksal sonuçları ve uygulanan yaptırımlar hakkında ayrıntılı
bilgi için bkz. KUZU, Burhan, “1961 ve 1982 Anayasalarında ve Bunlara İlişkin Siyasi Partiler
Kanunlarında Siyasi Parti Kavramı, Kuruluşu ve Kapatma Rejimi (Karşılaştırmalı Bir İnceleme)”,
İÜHFM., Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’e Armağan, C. LII., S. 1-4., 1986-1987, ss. 182-184.
631
Söz konusu anayasalara örnek olarak, 1991 Bulgaristan Anayasası md. 11/4.; 1991 Makedonya
Anayasası md. 20.; 1991 Romanya Anayasası md. 8/2., 37.; 1990 Hırvatistan Anayasası md. 6/3.,
1992 Slovakya Anayasası md. 29.; Estonya Anayasası md. 48/3-4. et.al. Akt. ÇAĞLAR, Bakır -
ÇAVUŞOĞLU, Naz, “Parti Kapatma Davalarında Mermer-Mozaik İkilemi, (Demokratik Toplum
Düzeni Hukuku Tartışması Üzerine Notlar)”, Anayasa Yargısı, No. 16, Anayasa Mahkemesi’nin
37. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyuma Sunulan Bildiriler (26-27 Nisan
1999), AYM. Yay., Ankara, 1999, s. 171.

166
diktatörlüğü’ne ulaşmak amacındadırlar.”632 “Görülüyor ki, komünist partisinin
kurulmasına taraftar olanlar, ama lâikliği korumak açısından teokratik partiye izin
verilemeyeceğini savunanlar, dinsizlik diktatörlüğü amacında olanlara hizmet etmek
durumundadırlar.”633 Yazara göre, “komünist ideolojide bir üst yapı kurumu
olarak isimlendirilen ‘din’ olgusu, ‘lâik cumhuriyetin’ varlığı ile bağdaşmayacak
hususları içermektedir. Bu nedenle, teokratik ideolojiye karşı, dinine bağlı masum
kitlelerin ve Atatürkçü aydınların ittifakını elde etmek amacıyla lâikliği savunur
görünen komünizmin özü itibariyle ateist ve materyalist düzeni savunduğu gerçeğini
unutmamak gerekecektir. ... Atatürk ilke ve inkılâpları ise, Marksist-Leninist ilkeler
ile yer değiştireceğinden, ‘Atatürk İlke ve İnkılâplarına Bağlılık’tan da söz
edilemeyecektir.”634
Bugüne kadar toplam 6 siyasal parti lâiklik ilkesine aykırılık nedeniyle
kapatılmış bulunmaktadır.635 Bunlardan ilk ikisi Asliye Hukuk Mahkemeleri
tarafından, diğer dört siyasal parti ise AYM. tarafından kapatılmış bulunmaktadır.
Şimdi kapatma kararlarına kısaca değinelim.

632
KORKUD, Refik, Komünist, Faşist ve Teokratik Partiler Kurulursa ... , Türkiye Fikir Ajansı
Yayınları, Ankara, 1989, s. 21.
633
ibid., ss. 21-22.
634
ibid., s. 60.
635
2000 yılı itibariyle bugüne kadar Anayasa Mahkemesi’nde 32 parti kapatma davası açılmış olup,
bu davalar sonucunda 22 partinin kapatılmasına karar verilmiştir. Söz konusu siyasal partilerden
4’ü lâiklik ilkesine aykırılık, 5’i AYM.’nin verdiği ihtar kararına uyulmaması, kapatılan bir başak
partinin ad ve ambleminin kullanılması ve kapatılan partinin devamı olduğunun ileri sürülmesi, 1’i
iki dönem milletvekili seçimlerine katılmama, 12’si “Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğü ilkesi”ne ve “azınlık yaratma yasağı”na aykırılık gerekçesiyle kapatılmış
bulunmaktadır. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin bulunmadığı 1961 Anayasası öncesi dönemde
siyasal partilerin hukuksal statüsü ve kapatma davalarına bakan yargısal mercileri de dikkate
aldığımız takdirde, toplam 6 siyasal partinin lâiklik ilkesine aykırılık gerekçesiyle kapatıldığı
görülmektedir. bkz. ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz, “Siyasal Partiler ve Sivil Toplum Örgütleri”,
Anayasa Yargısı, No. 16, Ahmet H. Boyacıoğlu’nun Anısına Armağan, Anayasa Mahkemesi’nin
37. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyuma Sunulan Bildiriler (26-27 Nisan
1999), AYM. Yay., Ankara, 1999, s. 105.; ÇAĞLAR – ÇAVUŞOĞLU, “Parti Kapatma
Davalarında ...”, s. 169. Ayrıca, yine lâiklik ilkesine aykırılık gerekçesiyle FP. hakkında kapatma
istemiyle açılan davanın halen devam ettiğini de not etmek gerekir.

167
aa) Millet Partisi’nin kapatılması

Mevcut şartlarda üçüncü büyük parti durumunda bulunan Millet Partisi


(MP.), Ankara Dördüncü Sulh Ceza Hakimliği’nin 26 Ocak 1954 tarihli kararıyla
“din, mezhep ve tarikat esaslarına dayanan bir dernek” olarak nitelendirilmiş ve bu
nedenle partinin merkezi ile bütün şubelerinin feshine karar verilmiştir.636
Söz konusu mahkemenin kapatma kararının hüküm fıkrasında, “[s]iyasi
bir cemiyet olan ve Cemiyetler Kanunu hükümlerine tabi bulunan Millet Partisinin ...
proğramının 7., 12. ve 13. üncü maddelerinin taşıdığı mana ve maksat yönünden din,
mezhep ve tarikat esaslarına dayanan ve gayesini saklıyan dernekler durumunda
bulunduğu anlaşılmış [olduğundan,]... böyle bir cemiyetin idaresini bilerek deruhte
eden maznunlardan ... hafif hapislerine ... ve Millet Partisinin Ankara’da bulunan
merkez ve diğer ... şube teşkilatlarının feshine ... temyiz yolu açık olmak üzere karar
verildi ...”637ği ifade edilmiştir.
MP., lâikliğe aykırı programı ve faaliyetleri nedeniyle, Sulh Ceza
Hakimliği’nce638 kapatılmış bulunmasına karşın, bazı yorumlara göre, asıl neden
lâikliğe aykırı faaliyet değil, o yıllarda iktidarda bulunan DP.’nin, kendisine rakip
olmasından çekindiği söz konusu partinin gelişiminden huzursuzluk duymasıdır. Bu
nedenle, MP.’nin kapatılmasında, o zaman iktidarda bulunan DP.’nin çoğulculuğu
dışlayıcı siyasal eğilimi ve muhalefeti kısıtlayıcı baskıcı uygulamalarının önemli rol
oynadığından söz edilir.639 Diğer bir değerlendirmeye göre, parti programı ve
eylemleri kapatmayı gerektirecek nitelikte lâikliğe aykırılık taşımadığı halde640,

636
TİKVEŞ, Özkan, “Cumhuriyetimizin Elli Yıllık Döneminde Laikliğe Aykırı Partilerin Kapatılması
Sorunu”, İÜHFM., 50. Yıl Özel Sayısı, C. XXXVIII., S. 1-4, 1973, s. 262.
637
TİKVEŞ, “Cumhuriyetimizin Elli Yıllık Döneminde ..., ss. 263-264.
638
Zira, o yıllarda siyasal partiler, siyasal dernek statüsünde kabul edilmekte olup, Dernekler
Kanunu’na tabi idi. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi henüz mevcut olmadığından, siyasal partilerin
denetimi ve kapatılması adlî yargı mercileri tarafından yerine getirilmekte idi.
639
TANÖR, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), 4. Bs., Yapı Kredi Yay.,
İstanbul, Aralık 1999, s. 352.
640
MP.’nin programında din-devlet ayrılığı ilkesine yer verilmiştir. BOZBEYLİ, Ferruh, Türkiye’de
Siyasi Partilerin Ekonomik ve Sosyal Görüşleri-Belgeler, Parti Programları, Kitap 1., C. I., Ak
Yay., İstanbul, 1970, s. 147. MP. programının tümü için bkz. ibid., ss. 145-174.

168
verilen kapatma kararı hukukî değil, siyasî nedenlere dayanmaktadır.641 MP.’nin
kapatılması, demokratik bir ortama henüz ulaşmamış toplumda oldukça büyük
tedirginlik yaratmış ve Anayasa Mahkemesi kurulması çabalarını hızlandırmıştır.642
Diğer taraftan, siyasal yaşamda etkin bir konuma sahip bulunan bir
partinin Anayasa Mahkemesi gibi uzmanlaşmış bir yargısal merci yerine, bir adlî
mahkeme tarafından kapatılması, dönemin demokrasi düzeyinin anlaşılması
açısından önemli bir ipucudur. “İşte, partilerin yalnız alakalı derneklerle bir
tutulmıyarak yalnızca Anayasa Mahkemesince kapatılabilmesi düşüncesi bu olaydan
etkilenmiştir.”643

bb) Demokrat Parti’nin kapatılması

27 Mayıs 1960 devrimi ile aslında siyasî hayatın dışına itilmiş bulunan
Demokrat Parti (DP.)644 de yine bir mahkeme kararı ile kapatılmıştır. Kapatma
davası, yine aynı partiye (DP.) mensup bir şahıs tarafından645 20 Haziran 1960
tarihinde Ankara Dördüncü Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılmış ve 29 Eylül 1960
tarihinde gerçekleşen ikinci celsede partinin kapatılmasına karar verilmiştir.646
Kararın gerekçe bölümünde şu ifadelere yer verilmektedir: “Bütün bu
ifade ve neşriyat şeklinde ve dosya münderecatından Demokrat Parti Tüzüğünün ...
atfettiği proğramının ilk 17 maddesinin tamamı ile dışında hareketle esas gayesinden
ayrıldığı ve dini siyasete alet ettiği, bir zümre tahakkümünü kurduğu ve bir grup

641
ONAK, Naciye, Millet Partisi (Türk Siyasal Hayatında 1960’a Kadar Doldurduğu Yer),
Yayınlanmamış Doktora Tezi, İ.Ü. - SBE., İstanbul, 1993, s. 62 vd. Ancak, söz konusu suçlamaları
yönelten iktidar partisi DP.’nin de, 7 yıl sonra, aynı gerekçelere dayanarak, tıpkı MP. gibi bir
Asliye Hukuk Hakimliği kararı ile kapatılması ise oldukça düşündürücüdür. ibid., s. 62.
642
TİKVEŞ, “Cumhuriyetimizin Elli Yıllık ... ”, s. 264.
643
ibid., s. 264.
644
DP’nin Türk siyasal yaşamındaki yeri ve kapatılma nedenleri hakkında daha fazla bilgi için bkz.
EROĞUL, Cem, Demokrat Parti (Tarihi ve İdeolojisi), AÜHF. Yay., Sevinç Matbaası, Ankara,
1970, passim.
645
DP., ilginç bir şekilde, yine DP. üyesi olan Avukat Cemil Özbey tarafından kapatılmış ve aynı
şahıs bu süreci anlatan bir de kitap yayınlamıştır. bkz. ÖZBEY, Cemal, Demokrat Parti’yi Nasıl
Kapattırdım, Ankara, 1961., passim.
646
TİKVEŞ, “Cumhuriyetimizin Elli Yıllık ... ”, s. 264.

169
vatandaşa diğer bir grup vatandaşı hasım bıraktığı ... eşitlik haklarını ihlal ettiği ...
ileri gelenleri tarafından Anayasanın ihlaline yolaçtığı ... ve binnetice Türk Ceza
Kanununun dahi birçok maddelerinin ihlaline yolaçtığı ... ve yukardanberi izah
edilen fiil ve hareketler mezkur partinin sosyal bir cemiyet olmak vasfını
kaybettirdiği cihetle Medeni Kanunun 71 inci maddesi uyarınca talep usul ve kanuna
uygun görülerek Demokrat Partinin feshine ...”647 Böylece daha önce on yıl
iktidarda kalmış bir siyasal parti, o zaman yürürlükte bulunan mevzuat gereğince, iki
celsede, bir Asliye Hukuk hakimliği kararı ile kapatılmış ve kapatma davasını açan
şahsa manevî tazminat ödenmesine hükmolunmuştur.648 DP.’ye uygulanan
yaptırım, partinin kapatılmasıyla kalmamış, ayrıca 1961 Anayasası’nın yapılması
sürecinde de devre dışı bırakılmıştır. Doktrindeki ağırlıklı görüşe göre, bu kısıtlama,
anayasanın bir uzlaşma belgesi olabilmesini de engellemiştir.649

cc) Millî Nizam Partisi’nin kapatılması

Ülkemizde dinî kaynaklı muhalefetin ilk örneği olarak değerlendirilen


Millî Nizam Partisi (MNP.)650’nin kapatılması istemiyle açılan davada, siyasî parti
kapatma dâvasına bakan mahkeme sıfatıyla Anayasa Mahkemesi tarafından itiraz
yoluna başvurulmuş ve 22.4.1962 tarih ve 44 sayılı kanunun 32. ve ayrıca 13.7.1965

647
ibid., s. 265.
648
Kapatma kararının manevî tazminata ilişkin kısmı için bkz. DÂVER, Bülent, “Anayasa
Mahkemesi Kararları Açısından Siyasal Partiler: Birkaç Örnek Olay”, Anayasa Yargısı,
AYM.’nin 23. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyumda Sunulan Bildiriler, (25-
27 Nisan 1989, Ankara), AYM. Yay., Ankara, 1986, s. 109.
649
TANÖR, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), s. 370.
650
MNP., dinsel akımların ve din devletini savunan tutucu İslâmî hareketin ilk siyasal örgütlenme
biçimidir. Söz konusu siyasal partiden önceleri dinsel muhalefet, batılılaşmaya karşı olan tepkisini
kenar muhalefetin gölgesinde sürdürmeye çalışmıştır. SARIBAY, Ali Yaşar, Türkiye’de
Modernleşme, Din ve Parti Politikası, “MSP Örnek Olayı”, Alan Yay., İstanbul, 1985, ss. 103-
104.; ARI, Mehmet, “Tutucu İslam: MNP-MSP”, MBD., Kasım 1985, C. XIX., S. 185., s. 27.
Bazı yazarlara göre, söz konusu dinsel muhalefetin kökleri, aslında DP. İktidarı döneminde atılmış
ve daha sonra kökleşmiştir. YÜCEKÖK, Dinin Siyasallaşması, Din-Devlet ..., ss. 29-31. Özünde
küçük bir burjuva hareketi olan MSP. muhalefeti, zamanla kökleşmiş ve 1970’li yıllarda
radikalleşerek siyasal parti niteliğini kazanmıştır. ibid., ss. 31., 46.

170
tarih ve 648 sayılı SPK.’nın 108. maddelerinde yer alan, ve siyasî partilerin
kapatılması dâvalarına Anayasa Mahkemesi’nde duruşmalı olarak bakılmasına ilişkin
bulunan hükümlerin, Anayasa’nın 148/2. maddesine aykırılığı ileri sürülmüş ve
AYM., 1971/50 karar sayılı kararı ile, dâvada uygulanacak olan söz konusu
hükümlerin kapsamını yorumlayarak iptal etmiştir.651
AYM.’ye göre, “Duruşmalı düzenin daha güçlü bir teminat getireceği ve
derneklerin kapatılması dâvalarında bile duruşma yolu uygulanırken derneklerin kat
kat üstünde önemi olan siyasî partilerin kapatılmasında dosya üzerinde inceleme
yapılmasının tutarsız kalacağı yolunda ileri sürülecek bir iddianın da temelsizliği
ortadadır ... Anayasa Mahkemesi, Anayasa’yı değiştiren bir kanuna ilişkin iptal
dâvasını bile ‘dosya üzerinde inceleme ve ilgililerin sözlü açıklamalarının
dinlenmesi’ yoliyle karara bağlayabilirken ve burada teminat kaygısı duyulmazken
bir parti kapatma dâvası dolayısiyle teminattan söz edilmesinin yeri yoktur. Kaldı ki
... duruşmalı düzenin üstünlüğüne ilişkin iddia inceleme konusu hükmü[n]
Anayasa’ya uygunluğunu savunmayı değil ancak Anayasa’da bir değişiklik dileğini
ifade edebilir.”652 Diğer taraftan, İHAM. de, 1998 yılında verdiği Sosyalist Parti
(SP.) kararında, siyasal parti kapatma davalarının duruşmasız olarak yapılmasının
İHAS.’a aykırı olmadığı sonucuna varmıştır.653
AYM., bu karardan sonra, MNP. hakkındaki kapatma davasının esasını
incelemeye geçmiştir. 1971/1 karar sayılı karar, 1961 Anayasası döneminde,
Anayasa Mahkemesi’nin lâikliğe ilişkin verdiği en önemli kararlardan birisi olup,
Cumhuriyet Başsavcılığının, MNP.’nin 648 sayılı Siyasî Partiler Kanununun 92., 94.,

651
Benzer bir duruma son parti kapatma dâvalarından olan RP. kapatma dâvasında da rastlanmaktadır.
Her iki kapatma dâvasında da dâvalı partilerin aynı siyasal anlayışın temsilcileri olması oldukça
dikkat çekici bir noktadır.
652
AYM., K.T. 6.5.1971, E. 1971/27., K. 1971/50.; R.G., T. 22.10.1971, S. 13994.; AYMKD., S. 9.,
ss. 508-509.
653
Başvurucular, AYM.’nin kamuya açık bir duruşma yerine gizli oturum yaptığından ve dolayısıyla
dosya ile duruşma tutanaklarına ulaşılamadığından şikayet ederek, bu durumun İHAS.’ın 6/1. md.
hükmünü ihlâl ettiğini ileri sürmüşlerdir. Ancak ne Türk hükümeti, ne de İHAK., İHAS. md. 6/1.
hükmünün davanın esasına uygulanabilir olduğunu mütalâa etmemiş, İHAM. ise 11. md.’ye
uygunluk hakkındaki değerlendirmede bu şikayeti incelemeyi gereksiz görmüştür. bkz. Sosyalist
Parti and others v. Turkey, App. No. 919., Dec. 25.5.1998, para. 58-60. in Yargı Mevzuatı Bülteni,
T. 12.7.1999, S. 85., Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı Yay., ss. 86-87.

171
97. ve 101. maddelerine aykırı faaliyetlerde bulunması ve bu faaliyetleri onaylar
nitelikte parti organlarınca karar alınmış olması nedeniyle, aynı kanunun 111.
maddesinin 2 sayılı bendi gereğince kapatılmasına karar verilmesi talebinin kabulüne
ilişkindir.
Cumhuriyet Başsavcılığı hazırladığı iddianame ile, gerek MNP. Genel
Başkanı ve gerekse Genel İdare Kurulu üyelerinin çeşitli kuruluş ve açılış
toplantıların yanı sıra kongrelerde lâikliğe aykırı beyan ve eylemlerde
bulunduklarının saptanmış olduğunu ileri sürmüştür.654 Nitekim, Başsavcılığın
hazırladığı iddianamede yer verilen konuşmalarda MNP. Genel Başkanı Necmettin
Erbakan655, Genel Başkan Yardımcıları Hasan Aksay656, Hüseyin Abbas657,

654
Parti eylemleri açısından durum böyle olmasına karşın, MNP.’nin programında lâiklik ilkesine
aykırı bir unsur bulunmaması dikkat çekicidir. Bkz. BOZBEYLİ, ... Parti Programları, s. 399.
MNP. Programının tümü için bkz. ibid., ss. 397-432.
655
MNP. Genel Başkanı Necmettin Erbakan, 18.1.1970 tarihinde Boyabat’ta, “Esselâmünaleyküm
Müslüman Kardeşlerim” sözleriyle başladığı konuşmasında devamla “... Türkiye’ye yeni bir
[M]üslüman partisi kurulmasının lüzumunu hissederek M.N.P.’ni kurduklarını ...” AYM., K.T.
6.5.1971, E. 1971/27., K. 1971/50.; R.G., T. 22.10.1971, S. 13994.; AYMKD., S. 9., s. 5.;
17.9.1970 tarihinde Bafra’da, “M.N.P.’nin herkesin anladığı manada bir parti olmadığını,
teşkilâtlanmak ve maksatlarına ulaşabilmek amacı ile parti adını aldıklarını, kanunî mecburiyetle
parti adı altında toplandıklarını, fakat hakikatta parti olmadıklarını, ... Avrupalının teharet dahi
bilmeyen hipiler olduğunu, elli yıllık batıl devreden kurtulup 1000 yıllık hakka teslimiyet devrine
geçeceklerini” ibid., s. 6.; 7.10.1970 tarihinde Edirne’de, “... elli seneden beri sizi
[A]vrupalılaştıracağız, sizi benzeteceğiz dedikleri insanların memleketimize geldikleri zaman
gördüğümüz bitli turistler olduğunu, kodamanlarını yüz numarasında su olmadığını, ... C.H.P.nin
... A.P.nin ... tek tip mektep diye kız ve erkek çocukları lisenin son sınıfına kadar aynı sırada
oturtup ahlâksızlığı öğütlediklerini, ... Millî Nizam denince liselerde okutulan sosyoloji ve ahlâk
kitaplarının yerine Efendimizin Hadis-i Şerif kitaplarının ... okutulacağını, ... Millî Nizamcı olarak
şehadet bayrağı altında toplanmanın mecburî olduğunu ... besmele ile Millî Nizama kaydolmak
gerektiğini, Millî Nizam iktidara gelince Sultan Fatih’in yaptığı gibi Ayasofya’yı açıp ilk Cuma
namazının beraberce kılınacağını ...” ibid., ss. 6-7.; 13.11.1970 tarihinde Kocaeli’nde, “... Millî
Nizam Partisinin iktidara gelmesiyle ... [M]üslüman bir Türk Devletinin teşekkül edeceğini ...”
ibid., s. 7.; 3.1.1971 tarihinde Samsun İl Kongresi’nde, “... Millî Nizamdan başkasına hizmet
etmenin Yahudi askerliği olacağını, ... çocuklarımızı mektebe alıp putperestlikten başlayıp her
türlü Haham kitabının fikriyatını okutarak zehirleyen bugünkü maarifi kökünden
değiştireceklerini, ...” ibid., s. 8.; 28.8.1970 tarihinde Hakkâri’de, “[k]üçük yaştaki çocuklara
dinimizin öğretilmediğini, bir insanın gözlerinden kırmızı ışık çıkıyorsa Komünist, sarı ışık

172
Hüsamettin Akmumcu658, Ahmet Tevfik Paksu659, Genel Sekreter Süleyman Arif

çıkıyorsa Mason olduğunu, kendilerine yarayan insanın gözlerinden yeşil ışık çıkması gerektiğini
dinin de böylece kurtulacağını Millî Nizamın da gayesinin bu olduğunu” ibid., s. 9.; 17.5.1970
tarihinde İzmir’de, “... T.C.K.nun 163. maddesinin [M]üslümanlığı yok etmek amacı ile
kullanıldığını” ibid., s. 9.; 27.8.1970 tarihinde Van’da, “... camilerin yanında içki satıldığını,
Maarifimizin Mason Maarifi olduğunu, ... kız okullarında erkek hocalara gece nöbeti
tutturulduğunu ...” ibid., s. 10.; 3.1.1970 tarihinde Samsun İl Kongresi’nde, “Müslümanlık
yolunun hak, Yahudilik ve Hıristiyanlığın din olduğunu, ancak bunlara din adının insanlar
tarafından verildiğini, Allah’ın indinde ise tek dinin İslâm olduğunu ...” ibid., s. 10.; 16.1.1971
tarihinde Ankara İl Kongresi’nde, “... faiz düzeninin kaldırılması gerektiğini, ...” ibid., s. 11.;
24.1.1971 tarihinde Ankara Büyük Kongre açılış konuşmasında, “Millî nizamın manevî sahada
yapacağı köklü değişiklikler arsında millî kıyafetlere aykırı giyim tarzlarının yasaklanması, ...
Millî Nizamın bu ve buna benzer çalışmaları ibadet aşkı ile yapacağını ...” ibid., s. 11. Yine aynı
kongrenin kapanış konuşmasında ise “... Millî Nizamın şahadet işaretinin Çankaya’ya, Büyük
Millet Meclisi’ne ve Başbakanlığa dikileceğini” ibid., s. 12. ifade etmiştir.
656
26.6.1970 tarihinde İskenderun’da, “[d]âvalarının 1071 de Malazgirt’te başlayan Türkün ve
Anadolu’nun islâmlaşması olduğunu” ibid., s. 12.; 30.6.1970 tarihinde Diyarbakır’da, “Millî
Nizam Partisinin İslâm’ın Hıristiyan’a üstünlüğünü gösteren bir parti olduğunu, ... Ayasofya’ya
İslâm’ın H[ı]ristiyan dünyasına üstünlüğünün sembolü olarak baktıklarını ...” ibid., s. 12. ifade
etmiştir.
657
6.10.1970 tarihinde Kırklareli’nde, “mücadelelerinin ... imanla küfür ve hakla batılın mücadelesi
olduğunu, millî irade safsatası ile milletin uyutulduğunu, ... bira fabrikalarının temelinin besmele
ile atılmasının din düşmanlığı sayılacağını, ... memleketin sarhoş masalarında hazırlanan
kanunlarla idare edilemiyeceğini, bugün en iyi öğrencilerin İmam Hatip Okullarında
yetiştirildiklerini ...” ibid., ss. 12-13.; 12.11.1970 tarihinde Kocaeli’de, “Diyanet İşlerine
bütçeden 1,5 milyon lira ayrılırken 5 milyon liraya açılan bale mektebinde o... yetiştirildiğini ...”
ibid., s. 13..; 6.12.1970 tarihinde Ankara/Altındağ’da, “[m]edeniyet ve batılılaşma diye başımıza
kasket geçirildiğini, 19 Mayıs bayramı diye kızların k...larının açıldığını, Lozan Anlaşmasının
Müslümanlığın ortadan kaldırılması için bir oyun olduğunu, ...” ibid., s. 13.; 25.6.1970 tarihinde
Urfa’da, “... medreselerle tekke ve zaviyelerin kapatılmasının şedit bir sistem olduğunu,
ortaöğretim ve üniversitelerde yetişen yavrularımızın süper dinsiz olduklarını, ... bir müslümanın
camide namaz kıldıktan sonra dükkânında içki satamıyacağını, ... 4 hak mezhebin dışında bir şey
tanımadıklarını ...” ibid., s. 13.; 12.9.1970 tarihinde Çarşamba’da, “[p]olis copu ve jandarma
dipçiği ile başlarına geçirilen küfür âlametini bugün cahilin de giymediğini, ...” ibid., s. 14. ve
9.1.1970 tarihinde Ankara/Yenimahalle’de “Millî Nizamın sonuna parti kelimesinin kanuna uysun
diye mecburen konulduğunu, kendilerinin parti olmayıp imanla küfrün mücadele ettiğini ...” ibid.,
s. 14. ifade etmiştir.
658
3.6.1970 tarihinde Diyarbakır’da, “İslâm ahlâk ve faziletini memlekete hâkim kılacaklarını, din

173
Emre660 ve Genel İdare Kurulu üyesi Fehmi Cumalıoğlu’nun661 muhtelif yer ve
zamanlarda yaptıkları konuşmalarda geçen ifadeleri, Millî Nizam Marşı olarak
adlandırılan marşın662, Ankara’da toplanan Parti I. Kongresinde okunan faaliyet
raporu663nun ve Parti Beyannamesi664nin ve ayrıca MNP. Genel İdare Kurulu
tarafından yayınlanan kitaplar665ın lâikliğe aykırı unsurlar taşıdıkları görülmektedir.

hürriyeti hakkını alacaklarını ...” ibid., s. 14. ifade etmiştir.


659
26.6.1970 tarihinde İskenderun’da, “[h]ırsızlık yapan elin kesilmesi, kem gözle bakan gözün zayi
edilmesi gibi şer’i hükümlerin M.N.P. iktidara gelince getirileceğini, Parlamento heyeti ile
İngiltere’ye gittiği zaman Müslüman bir devletin Parlamento üyesi olduğunu ifade ile smokin
giymeyi ve toplantıda da domuz eti yemeyi ve içki içmeyi reddettiğini, dinimizin engellediği bir
takım kaidelere kanunlarla müsaade edildiğini...” ibid., s. 15. ifade etmiştir.
660
17.5.1970 tarihinde İzmir’de, “[e]sas gayelerinin İslâm hak ve adaletini programlı olarak yaymak
olacağını ...” ibid., s. 16.; Trabzon’da, “... 6187 sayılı kanun ile T.C.K. nun 163 üncü maddesini
tadil edeceklerini ...” ibid., s. 16. ifade etmiştir.
661
9.1.1971tarihinde Ankara/Yenimahalle’de, “batıya dönmek isteyen partilerin batıl olduğunu,
M.N.P.nin ise hakkın kendisi bulunduğunu, milletin dinine, imanına hürmet etmeyen basına
hürriyet tanınmayacağını..” ibid., s. 17.; 17.1.1971 tarihinde Trabzon İl Kongresinde, “...
üniversitelerin başındaki idareciye rektör denildiğini, halbuki bunun kilise papazı, zangoç
anlamına geldiğini, öğretmenlerin Cuma namazına bile gitmediklerini, bunun talebe üzerinde
menfi tesiri bulunduğunu ...” ibid., s. 17. ifade etmiştir.
662
9.1.1971 tarihinde Ankara/Yenimahalle’deki ilçe kongresinin yapıldığı salonda asılan pankartta söz
konusu marşın şu dörtlüğüne yer verilmiştir: “Solcuların kafasına/ Masonların locasına/ Türkün
Anayasasına/ Hak yol islâm yazacağız.” (a.b.ç.) ibid., s. 18.
663
Söz konusu kongrede Parti Genel İdare Kurulu tarafından hazırlanıp okunan raporda, MNP.’nin
Türkiye’de sağı temsil eden tek parti olarak diğerleriyle mücadele ettiği ve faaliyetlerine devam
edeceğinden söz edilmiş ve hemen akabinde rapor ibra edilmiştir. ibid., ss. 18-19.
664
Beyanname’de o zamana dek yapılan faaliyetler ve kaydedilen gelişmelere yer verildikten sonra,
“Millî Nizam Ahdi” ile kongreye son verilmiştir. Üzerine topluca yemin edilen ahdin metni
şöyledir: “Manevî İstiklâl harbi kazanılıncaya kadar mücadeleye devama, hakkın hâkimiyetini
kurmaya, Millî Nizamı hâkim kılmaya bütün gayretimizle çalışacağımıza ahdederiz.” ibid., s. 19.
665
Söz konusu kitaplardan bazıları şunlardır: “Mecliste Ortak Pazar”, “Doğuda, Batıda ve İslâm’da
Kadın”, “Basında Prof. Dr. Necmettin Erbakan” ve “İslâm ve İlim” ibid.,s s. 19-20. Özellikle
“Basında Prof. Dr. Necmettin Erbakan” adlı kitaptaki şu ifadeler dikkat çekicidir: “Türkiye’de
Anayasa tam bir din ve vicdan hürriyeti tanımıştır. Ancak, bu hürriyet 163 üncü madde ile
kısıtlanmıştır. ... Ne diye Cuma günleri tatil yapamıyoruz da Pazar tercih ediliyor? Cuma günü
tatil yapılsa da Müslümanlar rahatça camiye gitseler olmaz mı? ... Bu 163. madde kaldırılarak,
din hürriyeti Müslümanlara mutlaka verilmelidir. ...” ibid., s. 62. “Dinle Devletin ayrı şeyler

174
İddianame üzerine davalı parti savunması666nın da alınmasından sonra
AYM. işin esasını incelemeye geçmiş ve kararını vermiştir. Gerekçede öncelikle,
lâikliğe aykırı olarak parti Birinci Büyük Kongresinde verilen genel idare heyeti
faaliyet raporunda ve partinin çıkardığı kitaplarda yer alan ifadelerden örnekleme
yapıldıktan sonra, söz konusu deliller şöyle değerlendirilmektedir:
“Din bir vicdan, inanç ve kanaat konusu, Tanrı ile insan arasında
manevi bir ilişki olmaktan çıkarılarak Anayasa ile çizilen sınırlardan taşırılmakta; ...
bütün dünya işlerinde uyulacak tek kaynak, dayanak ve düzen olarak gösterilmek
istenmektedir. Parti, halkla olan temaslarında, karşısındakileri yalnızca bir dinin
müntesipleri olarak görme, ... din fikrini hayatın tek hâkimi kılma eğiliminde ve ...
din duygularını sömürme ve kötüye kullanma yolundadır. [Ö]rnekler, Millî Nizam
Partisinin güttüğü amaçları ... ortaya koyma bakımından tartışmayı ve yorumu
gerektirmeyecek eçıklık ve kesinliktedir”667 Deliller böylece değerlendirildikten
sonra, karar kısmında şu ifadelere yer verilmektedir:
“... [a]lınan örneklerin ve bu arada özellikle Türk Ceza Kanununun
(Lâikliğe aykırı olarak Devletin içtimaî veya iktisadi veya siyasî veya hukukî temel
nizamlarını kısmen de olsa dinî esas ve inançlara uydurmak amaciyle dernek
kurulmasını veya bu yolda propagandada ve telkinde bulunmasını) yasaklayan 163
üncü maddesinin kaldırılmasını, din derslerinin mecburî olmasını istemenin, hilâfetin
gelmesinde [b]üyük faydalar görmenin ve millet isterse bunun olabileceğini
belirtmenin, dinle Devletin aynı olduğunu, beraber yürüdüğünü ileri sürmenin; her
alanda İslâmlaşma zorunluğundan söz etmenin ve Cuma tatili üzerinde direnerek
durmanın ve bütün bu görüşlerin Milli Nizam Partisince benimsenip 648 sayılı
Yasanın 111 inci maddesinin 2 sayılı bendinde yazılı belgeler yoluyla açıklanmasının
anlamı kesinlik ve açıklıkla ortadadır. Parti, kuruluş ereği, çalışma düzeni, faaliyet
ve bu arada propaganda ve telkin yönü bakımlarından Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’na aykırı bir tutum ve durumun içindedir. Bu aykırılık başlıca, bir yandan
Anayasa'nın başlangıç kısmındaki ‘Milletimizi dünya milletleri ailesinin eşit haklara

olduğu lâkırdısı uydurmadır. Dinle devlet aynıdır, beraber yürür. Ayrılmalarına imkân yoktur.”
ibid., s. 67. “Din Dersleri ihtiyarî olmamalıdır” ibid., s. 67.
666
Davalı partinin savunması için bkz. ibid., ss. 20-47.
667
AYM., K.T. 6.5.1971, E. 1971/27., K. 1971/50.; R.G., T. 22.10.1971, S. 13994.; AYMKD., S. 9.,
ss. 65-66.

175
sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içinde daima yüceltmeyi amaç bilen
Türk Milliyetçiliği’ ilkesi ile; vicdan ve din hürriyetine ilişkin 19 uncu maddesi ile ve
özellikle bu maddenin din eğitim ve öğrenimini kişilerin kendi isteğine ve
küçüklerinin de kanunî temsilcilerinin isteklerine bağlı tutan dördüncü ve Devletin
sosyal, iktisadî, siyasî veya hukukî temel düzenini, kısmen de olsa din kurallarına
dayandırma veya siyasî veya şahsi çıkar veya nüfuz sağlama amaciyle her ne suretle
olursa olsun dini veya din duygularını, yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar
etmeyi veya kötüye kullanmayı yasaklayan beşinci fıkraları hükümleriyle; siyasi
partilerin tüzük, program ve faaliyetlerinin demokratik ve lâik cumhuriyet ilkelerine
uyması zorunluğunu getiren 57 nci maddenin birinci fıkrası kuralı ile; öte yandan
648 sayılı Siyasî Partiler Kanununun dördüncü kısmında yer alan hükümlerden
siyasî partilerin Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini değiştirmek amacını
gütmelerini yasaklayan 92 nci, Halifeliğin yeniden kurulması amacını gütmelerini
yasaklayan 93 üncü, Devletin sosyal, iktisadî veya hukukî temel düzenini, kısmen de
olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî yahut şahsi çıkar veya nüfuz sağlama
amaciyle her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal
sayılan şeyleri istismar edici ve kötüye kullanıcı faaliyetlerde bulunmalarını
yasaklayan 94 üncü maddeleriyle doğrudan doğruya çelişkiye ve çatışmaya düşmek
biçiminde kendisini göstermektedir.”668 Böylece, yasada belirtilen kapatma
koşullarının gerçekleştiği sonucuna varıldığından, söz konusu partinin temelli olarak
kapatılmasına karar verilmiştir.
MNP.’nin kapatılmasından sonra, aynı siyasal hareketin devamı olarak
MSP. kurulmuştur. Toplam nüfusunun % 98’inin Müslüman olduğundan söz edilen
ülkede % 9-10 oranında oy alan; siyasal yaşamda kaldığı süre içerisinde, yalnızca
inananların kendisine oy verdiğini defalarca belirterek, seçmeni zan altında bırakmış
ve çok çalkantılı bir dönemde Türk siyasal yaşamında yer almış bulunan MSP., aynı
siyasal çizginin temsilcileri olan MNP. ve RP. gibi mahkeme kararıyla kapatılmamış,
12 Eylül rejimi döneminde diğer siyasal partilerle birlikte faaliyetlerine son
verilmiştir.669

668
AYM., K.T. 20.5.1971, E. 1971/1., K. 1971/1.; R.G., T. 14.1.1972, S. 14072., ss. 1-18.; AYMKD.,
S. 9., ss. 67-68.
669
ARI, loc.cit., s. 27. MSP.’nin Türk siyasal yaşamındaki yeri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.

176
dd) Huzur Partisi’nin kapatılması

Anayasa Mahkemesi’nin 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden


sonra lâiklik ilkesine ilişkin olarak verdiği ilk karar, bir siyasal partinin
kapatılmasına ilişkindir.
Karara konu olan davada, Huzur Partisi (HP.)’nin kurulurken verdiği
programın, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu’nun dördüncü kısmında yer alan 78.,
84., 86., 87. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek, aynı kanunun 101/a.
maddesi gereğince, partinin kapatılmasına karar verilmesi istenmiştir.670
SPK.’nın dördüncü kısmı, siyasî partilerle ilgili yasakları düzenlemekte
olup, söz konusu maddeler lâik devlet düzenini korumaya yönelik hükümler
içermektedir.
HP. Programının dava ile ilgili 12., 17/1. ve 21. md. metinleri şu
şekildedir:
“Madde 12 — Eğitim ve öğretim kurumları ile üniversitelerimizin bazı
sosyalist ülkelerdeki gibi laik olması fikrine inanmıyor ve bunu benimsemiyoruz.
Üniversiteler milli karakterin aynası olmalıdırlar. Bu manada din eğitim ve
öğretiminin üniversitelere de batıdaki örneklere uygun olarak tatbikine taraftarız.”
671
“Madde 17/1 — Milli eğitim müesseselerimizde ilkokuldan itibaren
kaynağını ahlak, fazilet ve Türk İslâm geleneklerinden alan bir sistemle vatan ve
milletini seven, çalışkan, dürüst, kendisine, ailesine ve cemiyete faydalı nesiller
yetiştirmek gayemizdir.”672
“Madde 21 — Eğitim ve öğretim programları taklitçilikten kurtarılarak
memleket gerçeklerine ve milli bünyeye uygun halde yeniden tanzim edilecek, bu
programlarda gençliğe sapık ideolojilerin sızmaması için Anayasa doğrultusunda

ALBAYRAK, Sadık, Türk Siyasi Hayatında MSP Olayı, 2. Bs., Araştırma Yay., Öz Dizgi
Matbaası, İstanbul, 1989. passim.
670
Kararın tamamı için bkz. AYM., K.T. 25.10.1983, E. 1983/2., K. 1983/2.; AYMKD., S. 20., ss.
345-374.; R.G., T. 15.10.1984, S. 18546.
671
a.k., s. 357.
672
a.k., ss. 357-358.

177
dini ve ahlaki değerlere önem veren bir tedrisat sistemi getirilecektir.”673
HP. Programında yer alan, üniversitelerde batıdaki din eğitim ve
öğrenimini örneklerine uygun olarak eğitim uygulanması hükmü üzerine şu görüş
belirtilmiştir;
“Bilimsel ve nesnel ölçülere göre biçimlendirilmiş üniversiter bir
öğretim ve eğitimin gerçekleştirilmesi, ... o öğretim ve eğitimin sadece bilimsel
isterler doğrultusunda yapılması, doğmalardan ve bilime ters düşen öteki etkilerden
uzak tutulması suretiyle sağlanabilir. Bu itibarla Anayasanın 24. maddesinin
dördüncü fıkrasında ifadesini bulan ... kural, Atatürk ilke ve inkılâplarıyla daha açık
bir anlatımla Türk Devrimleriyle birlikte ele alınıp değerlendirilmelidir. Çünkü, Türk
Devrimi, Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen ulusal bağımsızlığın ve
çağdaşlaşma hareketinin adıdır ve bu düşünce sistemi 1982 Anayasası'nın temel
dayanağını ve felsefesini oluşturmuştur.”674
Bu noktada Anayasa Mahkemesi, 1982 Anayasasının temel dayanağı
felsefesinin, bağımsızlık ve çağdaşlaşmayı hedefleyen Atatürk ilke ve inkılâpları
olduğunu saptamış; böylece, Anayasanın ideolojisini ortaya koymuştur.
Anayasa Mahkemesi söz konusu partiyi, programının Anayasa’nın ve
SPK.’nın lâikliğe ilişkin hükümlerine aykırılığı nedeniyle kapatmıştır. Anayasa
Mahkemesi bu kararı verirken Anayasa metni ve başlangıç hükümlerinden çıkarılan
ilkelerden hareket etmek suretiyle, yalnızca ilgili Anayasa ve SPK. hükümlerini
değil, anayasanın felsefesini de dikkate almıştır.
AYM, “Anayasa metni ve Başlangıcı’ndan çıkardığı ilkeleri, ‘Partilerin
çerçevesi anayasal düzen teorisi’ni kurmada kullanmış ve partilerin uyacakları
kuralları düzenleyen pozitif kurallardan çok daha geniş bir yasaklama rejimi
getirmiş. İlk unsurları Mahkeme’nin 1965/40 ve 1973/1 karar sayılı kararları ... ile
kurulan bu teori ‘Huzur Partisi Davası’nda da uygulanmıştır. Huzur Partisi Vak’ası
Anayasa ideolojisinin tanımlanması ve korunmasında klinik bir vak’adır.”675
Anayasa Mahkemesi, HP. ve benzeri parti kapatma davalarında, “resmi
bir Anayasa ideolojisinin varlığını kabul etti ve POLİTİK ALANI, Anayasa

673
a.k., s. 358.
674
a.k., ss. 363-364.
675
ÇAĞLAR, “Anayasa Mahkemesi Kararlarında ...”, s. 73.

178
başlangıcında ifadesini bulan Resmi İdeoloji (milliyetçilik ve laiklik ilkeleri)ile
sınırladı. Kısaca ‘Değerler Demokrasisi’nin adını koydu.”676
AYM, “Huzur Partisi vak’asında, ‘Atatürk ilke ve inkılapları ... 1982
Anayasasının temel dayanağını ve felsefesini oluşturmuştur’ derken, resmi bir
anayasa ideolojisinin varlığını kabul etmiş ve bu ideolojiyi, belirlenen siyasi alan
dışında kalan partiler için, bir kapatma gerekçesi olarak görmüştür. Mahkeme ...
Resmi ideoloji ile kayıtlı ‘Bütünleştirilmiş sistem’ anlayışının tipik örneğini
vermiştir.”677
Kararda devamla şu görüşlere yer verilir:
“Anayasamızın kabul ettiği lâiklik ilkesi, soyut bir kavram değil,
Devletin, hukukun ve eğitimin lâikleşmesini içeren sistemler topluluğudur. Bu
nedenledir ki Anayasamızın 24. maddesinin dördüncü fıkrası hükmüne başka
manalar izafe etmek, Atatürkçü düşünceye ve Türk Devrimine ters düştüğü kadar
bizatihi hükmün açık olan ve yoruma elverişli bulunmayan beyanına ve ayrıca
bilimsel özerkliği ilke olarak benimseyen Anayasa kurallarına da aykırı olur.”678
Ancak, Anayasa Mahkemesinin bu yorumundan hareketle Anayasanın
24. maddesinin 4. fıkrasında düzenlenen hükümle zorunlu din dersleri getirilmesi,
eğitimin lâikleşmesi ile bağdaşır mı? Anayasa Mahkemesi, üniversitelerde dinî
eğitimin yapılması isteğinin parti programında yer almasını lâikliğe ve Atatürk
Devrimlerine aykırı bulmuştur. Acaba, eğitimde lâiklik ile, ilk ve orta öğrenimdeki
zorunlu din dersleri nasıl bağdaşmaktadır? Dava ile ilgisi olmadığından, Anayasa
Mahkemesince bu durum incelenmemiş ve dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin bu
konudaki görüşünü öğrenmek olanağı olmamıştır.
PERİNÇEK, AYM.’nin HP. hakkında verdiği kararı şu şekilde
eleştirmektedir:
“Anayasa Mahkemesi’nin üniversitede dinî eğitim düşündüğü için parti
kapatması, ... hukuk devletiyle ilgili sorunlar getirmektedir. Anayasanın orta
eğitimde zorunlu kıldığı din dersinin üniversiteye de konmasını programladığı için
parti yasaklamak, açıklaması güç bir çelişme yaratmaktadır. Kaldı ki, sözü geçen

676
ÇAĞLAR – ÇAVUŞOĞLU, “Parti Kapatma Davalarında ...”, s. 169.
677
ÇAĞLAR, “Anayasa Mahkemesi Kararlarında ...”, s. 63.
678
AYM., K.T. 25.10.1983, E. 1983/2., K. 1983/2.; AYMKD., S. 20., s. 364.

179
partinin programında ‘zorunluluk’ kaydı dahi yoktur. Anayasa ve devlet tutarlı
olmalıdır. ... Demokratik ve çağdaş bir ülkede, din dersi ancak gönüllü olabilir,
partiler ise olur olmaz nedenlerle kapatılmazlar.”679
ÇAĞLAR’a göre, AYM, 1983/2 karar sayılı kararında, “...‘politik alan’ı
Anayasa Başlangıcı’nda ifadesini bulan ‘Resmi İdeoloji’ ile sınırlarken, ‘Mücadeleci
Demokrasi (Fighting democracy)’ ya da ‘Mücadeleci Anayasa’ anlayışının yeni bir
formülünü getirmiştir. Anayasa Mahkemesi, ‘Başlangıç’da getirilen ‘Anayasa
İdeolojisi’ni yeniden yorumlama yetkisini kendine tanırken, bu ideolojik ilkeler
blokunun ‘Anayasa’nın yorum ve uygulanmasında siyasi kadroların
değerlendirilmesini etkisiz kılmak amacı ile’ getirildiğini de ileri sürmüştür.”680
ÇAĞLAR, AYM.’nin özellikle lâiklik ilkesine ilişkin tüm kararlarında
1982 Anayasası’nın “politik anayasa” kimliğinin ön plana çıktığını saptayarak, bunu
mücadeleci demokrasi anlayışına bağlamıştır.681
Türkiye’de özellikle son yıllarda irticaî söylem ve eylemlere karşı dile
getirilen “militan demokrasi”682 anlayışını eleştiren bir yazarın bu konudaki
değerlendirmesi ise oldukça ilginç:
“Bu demokrasi tehlikeyi kendisi saptıyor. yani son derece bilinçli; bu
tehlikeye karşı kendisini savunuyor, yani bayağı eylemci bir güç. Herkesin demokrasi
fikrinde birleşmesini istiyor; reddedenlerden tedirgin oluyor; fazla tedirgin
olduğunda militanlaşıyor ve isterse belki de militerleşiyor. ...”
... Açıktır ki bu söylem, var olan otoriter yapıyı pekiştirmeye yarayan bir
aldatmacadan ibaret. Çünkü hiçbir demokrasi kendini bu şekilde korumaz.
Demokrasi toplumun dışında durup onu kendine benzetmeye çalışan bir odak veya
ideolojik dokunulmazlığı olan bir kurum değildir. Demokrasi bir sonuçtur.
İnsanların katılım yoluyla ürettiği, farklı olanlar arasındaki sözleşmelere dayanan
rejimin adıdır ve dolayısıyla da korunması gerektiğinde, ancak o farklılıkları taşıyan
sıradan insanların siyasi eylemi içinde korunabilir.”
... Devletin demokrasi savunuculuğuna soyunduğu her rejim otoriterdir.

679
PERİNÇEK, “Laiklik ve Siyasi Partiler Yasası”, s. 14.
680
ÇAĞLAR, “Anayasa Mahkemesi Kararlarında ...”, s. 67.
681
ibid., s. 64 vd.
682
Militan demokrasi anlayışı için bkz. KAPANİ, Münci, Kamu Hürriyetleri, 5. Bs., AÜHF. Yay.,
Ankara, 1976, ss. 217-218.; ÖZBUDUN, op.cit., s. 66.

180
Toplumdan tedirgin olup demokrasinin ‘kendisini savunmasını’ önerenler de otoriter
zihniyetin bilinçli veya bilinçsiz takipçileridir.”683
Ancak, konuya diğer bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması, ve
bunun yanı sıra özellikle Türkiye’de kötüye kullanılmaya açık olan özgürlüklerin
başında gelen din-vicdan özgürlüğü çerçevesinde yaklaştığımız takdirde, söz konusu
eleştiriye katılmadığımızı belirtmek isteriz. Zira Anayasa, hiç şüphesiz, politik alanı
oldukça sınırlayan, hatta kapatan bir “militan demokrasi” tezini benimsemiştir,
ancak söz konusu tercihin nedeni, -daha önceki kısımlarda da değindiğimiz gibi-
Türkiye’ye özgü lâiklik anlayışının gerekleridir.684

ee) Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nin kapatılması

Özgürlük ve Demokrasi Partisi esasen başka nedenlerden kapatılmasına


karşın, SPK.’nın 89. md. hükmü uyarınca, DİB.’nin Anayasal kurum olma niteliğini
kabul etmemesi de kapatılma nedenlerinden biri olarak kabul edilmiştir.685
ÖZDEP.’in programında “Devlet din işlerine karışmayacak, din
cemaatlere bırakılacaktır”686 hükmü yer almıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesinde söz konusu hüküm
üzerinde durularak şöyle denir:
“Programda Devletin din işlerine karışmayacağının öngörülmesi, onun
klâsik lâiklik anlayışının gereği olarak örgütlenmesi, ... devletin dinsel fonksiyonlar
ifa edememesi anlamında algılanabilirse de, geleneksel olarak Cumhuriyet dönemi
anayasalarımıza yansıyan lâiklik anlayışının birtakım zorunluluklardan kaynaklanan
kendine özgü niteliği karşısında, bu ilkeye aykırı biçimde, devletin din işlerinde kamu
yararını sağlama amacıyla sahip olduğu düzenleme yetki ve görevinden yoksun
kılınması sonucunu doğuracak böyle bir anlayışın Anayasa’ya uygun olduğunu
söylemek mümkün değildir. Parti programında kabul edildiği üzere devletin din
işlerine karışmaması, dinin cemaatlere bırakılması halinde, devletin kamu düzenini

683
MAHÇUPYAN, Etyen, “Demokrasi Kendini Savunur mu?”, Radikal, 20 Şubat 2000, Pazar, s. 9.
684
YÜZBAŞIOĞLU, op.cit., s. 172.
685
AYM., K.T. 23.11.1993, E. 1993/1., K. 1993/2.; AYMKD., S. 30., C. II., ss. 841-930.; R.G., T.
14.2.1994, S. 21849.
686
a.k., s. 850., 901.

181
sağlama amacıyla ve inzibatî düşüncelerle dinî işlerin bir kesimine karışmasına
olanak veren ve hatta bunu gerekli kılan lâiklik ilkesi çiğnenmiş olacak, Cumhuriyet,
onun nitelikleri arasında sayılan ve değiştirilemeyeceği kabul edilen lâiklik
niteliğinden soyutlanmış olacaktır. Böyle bir sonucu doğuracak amacın güdülmesi
SPY’nın 78/a maddesiyle yasaklanmış bulunmaktadır. Diğer taraftan; yine bu şekilde
Anayasa’da ve SPY’da genel idare içinde varlığı öngörülen Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın göreceği görevler ortadan kalkacağından kendisinin hukuksal
varlığına da ihtiyaç kalmayacak ve adı geçen örgüt genel idare içinde Anayasa’nın
136. ve SPY’nın 89. maddesine aykırı olarak tasfiye edilmiş olacaktır.”687
Başsavcılık bu gerekçeden hareketle davalı parti programının bazı bölümlerinin
Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2, 3, 14, 24, 42, 68, 69 ve 136. maddelerine ve
ayrıca SPK.’nın 78/(a) ve 81/(a)bentleri ile 89. maddesine aykırılığını öne sürmüş ve
ÖZDEP.’in, yine SPK.’nın 101/(a) bendi gereğince kapatılması isteminde
bulunmuştur.
ÖZDEP. ise, programında lâikliğe aykırı olduğu öne sürülen unsurların
giderilmesi için kendisine yapılması gereken uyarı yapılmaksızın açılan kapatma
davasının usulsüz olduğunu ileri sürdükten sonra688, Anayasa’nın siyasî partilerin
kapatılma sebeplerini 69. maddesinde 14. md. ile sınırladığını, ancak SPK.’nın 68.,
69. ve 78. md. hükümlerinin Anayasa’nın 14. maddesindeki genel sınırlamayı
genişlettiğini belirtmiş689 ve partinin lâikliğe aykırı davrandığı iddiasına karşılık şu
savunmayı yapmıştır:
“ÖZDEP lâiklik ilkesini tarihsel gelişmesine göre geldiği en son evredeki
biçimi ile yorumlamaktadır. ... ÖZDEP bu ilkenin tanımına göre Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın Genel İdare içinde olmaması gerektiği kanaatindedir. Siyasal Partiler
Yasası’nda belirtilen lâiklik anlayışı Türkiye’nin toplumsal yapısına uygun
düşmemektedir. 1982 Anayasası’nın kabulünden sonra toplumda şeriata hızlı bir
yönelme olmuştur. Bunun nedeni Diyanet İşleri Başkanlığı’nın genel idare içinde
olmasıdır. İmam hatip liselerinden mezun olanlar devletin kilit noktalarına

687
a.k., s. 869., 905.
688
Söz konusu iddia, AYM. üyelerinden yalnızca Mustafa GÖNÜL’ün karşı oy yazısıyla kabul
edilmiştir. Karşı oy yazısı için bkz. AYM., K.T. 23.11.1993, E. 1993/1., K. 1993/2.; AYMKD., S.
30., C. II., s. 931.
689
AYM., K.T. 23.11.1993, E. 1993/1., K. 1993/2.; AYMKD., S. 30., C. II., s. 873.

182
yerleşmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla Han[e]fi mezhebinin kabulüne göre
İslam yorumlanmaktadır. Âlevi köylerinde camiler yapılmaktadır. Devlet 12
Eylül’den sonra Kürt kökenli vatandaşların yaşadığı bölgelerde uçaklarla şeriat
bildirilerini atmaktadır. ÖZDEP bu yanlış anlayışa Lâiklik ilkesinin çağdaş
yorumlayışıyla çözüm üretmektedir. Bu nedenle kapatma davasının red edilmesi
gerekmektedir.”690
Davalı partinin bu savunmasında vurguladığı husus aslında dikkate
değer. Zira, bir yazarın da belirttiği üzere, DİB.’yi ortadan kaldırmaya yönelik
eylemler lâiklik ilkesi ile çelişebilir ancak, söz konusu kurumun dinler ve özellikle
mezhepler arası eşitlik esasına aykırı örgütlenme ve işleyişe sahip olduğu
eleştirisinden hareketle, kurumun statüsünde bir reform amacını gütmek, tek başına
bir kapatma nedeni olamaz.691
Tüm bunlardan sonra esas hakkında karar veren AYM. kararını şu
gerekçeye dayandırır:
“Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Anayasa’da yer alması hususu din
hizmetleri denetiminin Devletçe yürütülmesi, din işlerinde çalışacak kimselerin
yetenekli olarak yetiştirilmesi yoluyla dinî taassubun önlenmesi, ahlâkın ve dinin
toplum için manevî bir disiplin durumuna gelmesi ve değişik dinlerdeki tüm
inananları ve inanmayanlarıyla Türk Ulusu’nun çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi
ana gereğinin gerçekleştirilmesi nedenleri yanında, çoğunluğun [M]üslüman olduğu
ülkemizde, dinî gereksinimlerin karşılanabilmesi için din hizmetleri görecek kişilerin,
mabetlerin ve başka maddî gereksinimlerinin sağlanması, onarım ve bakımları gibi
konulara da katkısı olması nedenlerine dayanmaktadır. Devletin her toplumsal
kurumda olduğu gibi, toplumun dinî gereksinmelerine yardım etmesinin Anayasa’da
yer alan ve nitelikleri açıklanan lâiklik esaslarına aykırı bir yanı bulunmadığı gibi
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Anayasa’da yer almasının da yukarıda açıklanan
nedenlere dayanması karşısında, lâiklik ilkesine aykırı düştüğü kabûl edilemez. Yine
bu nedenlerle Devletin bu alandaki yardımı ve Diyanet İşleri kuruluşu görevlilerinin
memur sayılması, Devletin din işlerini yürüttüğü anlamına gelmeyip, ülke

690
a.k., s. 879.
691
PERİNÇEK, Doğu, Türkiye’de Siyasî Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması Rejimi, AÜHF. Yay.,
Sevinç Matbaası, Ankara, 1968, s. 127 vd.

183
koşullarının zorunlu kıldığı durumlara uygun bir çözüm yolu bulmak amaç ve
anlamını taşımaktadır. Kaldı ki Anayasa’nın 136. maddesinde Başkanlığın işleri,
‘lâiklik ilkesi doğrultusunda ...’ belirlemesiyle uygunluk temelde vurgulanmıştır.”
... Bu nedenlerle Anayasa’da genel idare içinde varlığı öngörülen
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevlerini ortadan kaldırmak ve bu yolla bu kurumun
hukuksal varlığına son vermek özellikle siyasî partiler yönünden 2820 sayılı
Yasa’nın 89. maddesine aykırıdır.”692 Sonuç olarak AYM., davalı parti ÖZDEP.’in
SPK.’nın 4. kısmında yer alan hükümlere ve bu arada Anayasa’nın 136. maddesine
aykırı davrandığı saptandığından, SPK.’nın 101/(a) bendi gereğince kapatılmasına
karar vermiştir.
ALİEFENDİOĞLU’na göre, “[s]iyasi partilerin kapatılması, ...
Anayasa’nın 68. ve 69. maddeleri dışında ve özellikle Anayasada yazılı olmayan bir
nedene dayandırılamaz. Ancak Özgürlük ve Demokrasi Partisi davasında, parti
tüzüğünde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yerinin korunması kuralına uyulmaması
durum[u] ..., Siyasi Partiler Yasası’nın 96. ve 89. maddelerine aykırılık
oluşturduğundan kapatma nedenleri olarak kabul edilmiştir.”693
Siyasal partilerin Anayasa’nın 136. md. hükmüne aykırı amaç
gütmelerini yasaklayan SPK.’nın 89. md. hükmü ile “bu kurumun laiklik ilkesini
güçlendireceği düşünülmüş olabilir. Hatta Diyanet İşleri Başkanlığının Cumhuriyet
rejimimizin başlangıcında bu açıdan önemli bir tarihsel işlev yerine getirdiği de
söylenebilir. Ancak bugünkü yapısı ve işleyişiyle bu kurumun ... varlığını laikliğin
vazgeçilmez koşulu saymak bugünün gerçekleriyle hiçbir biçimde
bağdaşmamaktadır. Aksine laik bir parti Diyanet İşleri Başkanlığını laikliğe karşı bir
kurum olarak değerlendirebilir ve bu yönde bir anayasa değişikliğini laikliği
korumak için amaçlayabilir. Ne var ki Siyasi Partiler Kanununun 89. maddesi buna
engel olmakta ve partileri, Diyanet İşleri Başkanlığı açısından bir örnek davranmaya
zorlamaktadır.”
... İşin paradoksal yanı, laikliği koruma adına konulmuş olan bu yasağın
antilaik partilerden çok, laikliği savunan partiler üzerinde bir tehdit oluşturmasıdır.
Nitekim laikliğe aykırı hiçbir eğilimi bulunmayan ... [ÖZDEP ve Demokratik Barış

692
AYM., K.T. 23.11.1993, E. 1993/1., K. 1993/2.; AYMKD., S. 30., C. II., s. 927.
693
ALİEFENDİOĞLU, “Siyasal Partiler ve ...”, s. 105.

184
Hareketi gibi partilerin] ... kapatılma gerekçeleri arasında bu yasağa da
dayanılmıştır.”694
PERİNÇEK, ÖZDEP. hakkındaki kapatma kararının gerekçelerini şu
şekilde eleştirir:
“Diyanet İşleri Başkanlığının devlet yönetimi içinde yer almasına
aykırılığın parti kapatma nedeni olarak sayılması, laiklik ilkesinin katı bir
yorumudur. Toplum hayatının gelişimi ve akışı içinde bir siyasi parti böyle bir
zorunluluk görmeyebilir. Diyanet İşleri Başkanlığının statüsünü değiştirme amacı,
tek başına parti kapatma nedeni olarak düşünülemez. Bu amaç, ancak laiklik ilkesine
aykırı bir tutumun belirtisi olduğu zaman, parti yasakları açısından bir anlam ifade
eder. ”
... Kanun koyucu Diyanet İşleri Başkanlığının düzenlenmesi ile parti
yasaklamalarını birbirine karıştırmıştır. Çünkü gelişmeler rahatsız edici ve
uyarıcıdır. Diyanet İşleri Başkanlığının örgütlenme ve çalışma tarzı, yıllardan beri
Devletin din ve mezhepler karşısında tarafsızlığı ilkesini çiğnemektedir. Bu devlet
kurumu, sünni çoğunluğun örgütü durumundadır. ... Bir parti, ... bu nedenlerle
Diyanet İşleri Başkanlığının statüsünü değiştirmeyi veya bu kuruluşu devlet yönetimi
dışına çıkarmayı düşünebilir ve konuyu toplumun önüne getirebilir.”695
BATUM ise, konu ile ilgili bir değerlendirmesinde, “DİB’nin Genel
İdare içinde yer almasını reddeden partilerin yasaklanması olgusu laiklikle değil,
demokrasi ile ilgili bir sorundur, ...”696 derken, bunun laiklikten bağımsız bir sorun
olduğunu belirtmiyor, özgürlükçü bir bakış açısından yola çıkarak, ifade özgürlüğüne
vurgu yapıyor.
ÖZDEP.’in AYM. tarafından kapatılmasından sonra, konu İHAM.
önüne götürüldü. İHAM. ise, yaptığı değerlendirme sonucunda, AYM. kararının

694
SAĞLAM, Fazıl, “Anayasa Hukukumuz Açısından Siyasal Parti Kurumunun Güncel Sorunları”,
Anayasa Yargısı, No. 14., İsmail Hakkı Ülkmen’in Anısına Armağan, Anayasa Mahkemesi’nin
35. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyuma Sunulan Bildiriler (26-27 Mayıs
1997), AYM. Yay., TBMM. Basımevi, Ankara, 1997, ss. 379-380.
695
PERİNÇEK, “Laiklik ve Siyasi Partiler Yasası”, s. 14.
696
BATUM, Süheyl, “Din Hizmetlerinin Yeniden Yapılanması” Tartışması, Din-Devlet İlişkileri ve
Türkiye’de Din Hizmetlerinin Yeniden Yapılanması Uluslararası Sempozyumu, (26-27 Mart 1996,
İstanbul), Cem Vakfı Yay., İstanbul, 1998, s. 204.

185
yanlışlığını ortaya koyarken, özellikle demokratik bir toplumda siyasal çoğulculuk
ilkesinin önemine dikkat çekmektedir. Mahkeme’nin görüşüne göre, ÖZDEP.’in,
Türk devletinin yapısı ve ilkeleri ile uyuşmayan böylesine bir siyasal projeyi ortaya
koyması, demokratik kuralların ihlâli olarak değerlendirilemez. Demokratik rejim,
kendisine zarar vermemek şartıyla, devletin mevcut yapısını sorgulayıcı nitelikte
olsalar dahi, farklı siyasal görüşlerin önerilmesine ve tartışılmasına izin vermelidir.
Esasen bu, demokrasinin özüdür.697

ff) Refah Partisi’nin kapatılması

Refah Partisi (RP.)’nin kapatılması istemiyle Yargıtay Cumhuriyet


Başsavcılığı tarafından açılan davayı görüşen AYM. öncelikle, 1998/1 karar sayılı
kararı ile698, kapatma kararı davasında uygulanacak nitelikte olan SPK. md. 103/2.
hükmünü Anayasa’nın 69. md. hükmüne aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etti.
SPK. md. 103. f. 1. şu hükmü içermekteydi: “Bir siyasî partinin, bu
Kanunun 78 ile 88 ve 97 nci maddeleri hükümlerine aykırı fiillerin işlendiği bir
mihrak haline geldiğinin sübuta ermesi halinde, o siyasî parti Anayasa
Mahkemesince kapatılır.”699
Kapatma kararı verilmesine sebep olacak odak olmanın koşullarını
belirleyen ve AYM. tarafından iptal edilen 2. f. ise şu hükme yer vermekteydi: “Bir
siyasî partinin yukarıdaki fıkrada yazılı fiillerin mihrakı haline geldiği, 101 inci
maddenin (d) bendinin uygulanması sonucunda bu fiillerin o partinin üyelerince
kesif bir şekilde işlenmiş olduğunun ve bu fiillerin kesif olarak işlenmesinin o
partinin büyük kongre, merkez karar ve yönetim kurulu veya Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki grup genel kurulu yahut bu grubun yönetim kurulunca zımnen veya
sarahaten benimsendiğinin sübuta ermesiyle olur.”700

697
İHAM., Freedom and Democracy Party v. Turkey, App. 23885/94., Dec. 8.12.1999, para. 41. in
www.dhcour.coe.fr.
698
AYM., K.T. 9.1.1998, E. 1998/2., K. 1998/1.; R.G., T. 22.2.1998, S. 23266. in Anayasa
Mahkemesi’nin RP Hakkındaki Gerekçeli Kararı, 1. Bs., Alkım Yay., Kurtiş Matbaası, İstanbul,
1998, ss. 1-6. Karşı oy ve değişik gerekçeler için bkz. ibid., ss. 7-12.
699
KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s. 500.
700
ibid., s. 500.

186
Diğer taraftan Anayasa’nın 69/6. md. hükmü ise şu şekildedir: “Bir
siyasî partinin 68 inci maddenin dördüncü maddesi hükümlerine aykırı
eylemlerinden ötürü temelli kapatılması, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği
bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar
verilir.”701 Söz konusu 68/4. md. hükmü ise şöyledir: “Siyasî partilerin tüzük ve
programları ile eylemleri, ... lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; ...”702
Böylece, söz konusu yasanın 103/2. md. hükmünün iptali sonucu, odak
olmanın koşulları yasadan çıkarılmış ve bu konudaki takdir hakkı Anayasa’nın 69/6.
md. hükmü uyarınca tamamen AYM.’ye bırakılmış oluyordu.
ALİEFENDİOĞLU’na göre, Anayasa md. 69/son gereğince, odak
haline gelmenin koşulları yasayla belirlenip düzenlenmeli idi. Anayasa’nın 68/6.
fıkrasında, bu esasın, hiçbir ölçüt belirlemeksizin Anayasa Mahkemesi’nin
saptamasına bırakılması, Anayasa’nın 69. md. son f. hükmüne aykırıdır. Anayasa
Mahkemesi siyasal partinin bu nitelikteki fiillerin işlendiği odak haline geldiğini
nasıl saptayacaktır? Bu konuda anayasal ve yasal bir kriter bulunmamaktadır.
Doktrinde yaygın olan kanaate göre, siyasal partilerin kapatılması, Anayasa’nın ilgili
hükümlerinde sayma yolu ile belirtilenler dışında kalan herhangi bir nedene
dayandırılamaz.703
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının esas hakkındaki iddianamesinde,
davalı siyasal partinin, demokratik düzeni kötüye kullanarak, dinsel temellere dayalı
bir devlet düzeni kurmayı amaçladığı ileri sürülmüştür. İddianamede RP. Genel
Başkanı Necmettin Erbakan’ın 23 Mart 1993 tarihli anayasa değişikliği konusunda
yapılan toplantıdaki “... Türkiye’nin şu anda bir şeye karar vermesi lazım. Refah
Partisi adil düzen getirecek, bu kesin şart, geçiş dönemi yumuşak mı olacak, sert mi
olacak, tatlı mı olacak, kanlı mı olacak, altmış milyon buna karar verecek ...”704
biçimindeki konuşması kapatma nedenlerinden biri olarak gösterilmiştir. Konuşmada

701
ibid., s. 101.
702
ibid., s. 99.
703
ALİEFENDİOĞLU, “Siyasal Partiler ve ...”, s. 103. Yazara göre, “[s]iyasi partilerin
kapatılması, ... Anayasa’nın 68. ve 69. maddeleri dışında ve özellikle Anayasada yazılı olmayan
bir nedene dayandırılamaz.” ibid., s. 105.
704
AYM., K.T. 16.1.1998, E. 1997/1., K. 1998/1.; R.G., T. 22.2.1998, S. 23266. in Anayasa
Mahkemesi’nin RP Hakkındaki Gerekçeli Kararı, ss. 19-20.

187
adil düzenle anlatılmak istenen, dinsel kurallara dayalı devlet düzenidir.705 Söz
konusu konuşma, davalı partinin genel eğilimini ve bu konudaki kararlılığını gözler
önüne sermektedir. Yine Erbakan’ın 13.1.1991 tarihinde Sivas’ta yaptığı konuşmada
kullandığı ifadeler706 de, din ayrımcılığına dayalı bir anlayışı yansıttığından lâiklik
ilkesine açıkça aykırıdır. Bunun yanı sıra, Erbakan, başbakanlığı döneminde, lâikliğe
aykırı söz ve eylemleriyle tanınan bazı tarikat liderlerine, devrim yasalarına aykırı
kıyafetleriyle geldikleri Başbakanlık konutunda iftar yemeği vererek, söz konusu
kişilerin Devlet katında itibar gördüklerini ve eylemlerinin parti tarafından
onaylandığını kanıtlamış bulunmaktadır.
Davalı partinin Rize milletvekili Şevki Yılmaz’ın “... Allah’ın size
soracağı soru şöyle: küfür düzeninde islam devleti olsun diye niçin çalışmadın?
Erbakan ve arkadaşları parti görüntüsü altında bu ülkeye islamı getirmek istiyor,
savcı bunu anladı. Savcı kadar biz anlasak bunu, meseleyi halledeceğiz. ... Bu ülkede
dinin simgesinin Refah olduğunu Yahudi Abraham bile anlamıştır. ... Kim iktidar
müslümanın eline geçmeden cemaatı silaha teşvik ediyorsa, ya o cahildir, ya
başkaları tarafından görevlendirilen bir haindir. ... Müslüman akıllı olur.
Karşısındaki düşmanı nasıl yeneceğini göstermez. Kurmay çizer, asker uygular. ...
Bizim görevimiz, konuşmak değil, asker olarak ordu içerisinde harpteki planı

705
Aslında, adil düzen adı verilen ve alternatif ekonomik sistem olduğu öne sürülen program, hiçbir
gerçekçi temele sahip olmayıp, demokrasiyi kullanmak suretiyle totaliter dinsel bir yönetim biçimi
kurma amacını gerçekleştirebilmek için, alt ve orta sosyal sınıfların ilgisini çekebilmeye yönelik
bir nitelik taşımaktadır. IŞIKLI, Alpaslan, “Adil Düzen”, MBD., C. XVIII., S. 167., 1994, ss. 22.
Adil düzenin ekonomik temelleri için bkz. ibid., ss. 23. vd.
706
Erbakan, 13.1.1991 tarihinde Sivas’ın Sıcak-Çermik ilçesinde yaptığı konuşmada şu ifadeleri
kullanmaktadır: “... sen Refah Partisi’ne hizmet etmezsen hiçbir ibadetin kabul olmaz. ... Refah
b[ir] ordudur. Bütün gücünle bu ordunun büyümesi için çalışacaksın. Çalışmaz isen patates
dinindensin. ... Bu parti islami cihad ordusudur. Kendi kendine CİHAD ediyorum diye faaliyette
bulunamazsın. Karargaha bağlı olmak zorundasın. ... Müslüman mısın? Bu orduya asker olmaya
mecbursun. ... Cihada para vermeden müslüman olunmaz. ... Bir müslüman, zekatını götürüp
fakire veremez. Zekatını ... cihad ordusunun karargahına, ilçe teşkilatının başkanlığına verecektir.
... Şuurla Refaha çalışan cennete gidiyor, [n]eden? Çünkü Refah demek Kur’an nizamını hakim
kılmak için çalışmak demektir.” AYM., K.T. 16.1.1998, E. 1997/1., K. 1998/1.; R.G., T.
22.2.1998, S. 23266. in Anayasa Mahkemesi’nin RP Hakkındaki Gerekçeli Kararı, s. 20.

188
uygulamaktır.”707 biçimindeki sözleriyle lâikliğe aykırı eylemleri teşvik ettiği
ortaya konmuştur.
Şevki Yılmaz’ın yaptığı konuşmada, “cihat” çağrısında bulunduğu ve
şeriat düzenini savunduğu anlaşılmaktadır. Cihat, İslâm Davası uğruna, Şeriat
düzenini yeryüzünde tümüyle hakim kılmak veya bu düzeni savunmak amacıyla
yapılan savaştır. Yılmaz’ın cihat çağrısının lâik düzenden yana olan vatandaşlar
üzerinde kaygı ve korku yaratan nitelikte olduğu açıktır. Şeriat kurallarını egemen
kılmaya yönelik bu davranışların lâikliğe aykırılık oluşturduğu kuşkusuzdur. Şahsın
hakkında davalı parti, kapatma davasından önce herhangi bir soruşturma açtırmadığı
gibi, bu konuşmaların benimsenmediğini belirten bir açıklama da yapmamıştır. Bu
durum, söz konusu şahıs tarafından söylenen sözlerin davalı parti tarafından da
onaylandığını göstermektedir. Ayrıca kapatma davası açıldıktan bir ay sonra partiden
ihraç kararı alınmasının da, kapatma davasından kurtulmaya yönelik bir girişim
olduğu açıktır.
Ayrıca Şevki Yılmaz’ın iddianamede yer almayan, ancak kamuoyunda
oldukça yoğun tepkilere neden olan bir diğer konuşması da Hac’da yapılmış olup,
lâik düzene karşı açıkça mücadele ilânı niteliğindedir.708
Ankara milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan’ın709, Kayseri Büyükşehir

707
AYM., K.T. 16.1.1998, E. 1997/1., K. 1998/1.; R.G., T. 22.2.1998, S. 23266. in ibid., s. 21.
708
Refah Partisi ve ondan önceki MNP. ve MSP.’nin Avrupa kanadını oluşturan Avrupa Millî Görüş
Teşkilâtı’nın o yıllardaki Başkanı ve RP. milletvekili adayı olan Şevki Yılmaz, 1992 yılında
Hac’da yaptığı konuşmada, meydanda toplanan binlerce insana şu yemini ettirmişti: “Bundan
böyle sana savaş açan Sağcılık, Solculuk, Kemalizm, Kapitalizm, Laiklik ve bütün şeytani
düzenleri boykot ederek, seninle bizim aramıza, İslam’dan başka, Kur’an’dan başka hiçbir nizamı
sokmamak için, canımızla, malımızla, ... senin dinin uğrunda nöbete koşuyoruz. ...” TURAN, Sara
Gül, Köktenrefah, Dünden Bugüne Atatürkçülüğe Karşı Olanlar, Utku Yay., İstanbul, 1993, s.
191.
709
Refah Partisi Ankara milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan, 14.3.1993 tarihinde Kırıkkale’de şu
sözleri sarf etmiştir: “Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm
başkalarınındır. ... Türkiye yıkılacak beyler. Türkiye Cezayir olur mu diyorlar? Orada % 81 nasıl
olmuşsa, % 20 falan değil, % 81’lere ulaşacağız. ... Boşuna uğraşmayın, Kırıkkalelilerin elinde
gebereceksiniz.” AYM., K.T. 16.1.1998, E. 1997/1., K. 1998/1.; R.G., T. 22.2.1998, S. 23266. in
Anayasa Mahkemesi’nin RP Hakkındaki Gerekçeli Kararı, s. 22. Söz konusu konuşmayı
değerlendiren bilirkişi raporuna göre, sanığın eylemi “suç işlemeye dolaylı tahrik” suçunu
oluşturmaktadır. Zira, “[k]onuşmada özellikle belli bir dini görüş ve inanca sahip olanlarla

189
Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin710, Genel Başkan Yardımcısı Ahmet
Tekdal’ın711 ve Şanlıurfa milletvekili İbrahim Halil Çelik’in712 yaptığı
konuşmalarda geçen ifadelerin yanı sıra, ayrıca Refah Partili Adalet Bakanı Şevket
Kazan’ın, DGM.’ce şeriat devleti kurma yönünde girişimlerde bulunmaktan
tutuklanan Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ı hapishanede ziyareti, mahkeme
kararını protesto ve söz konusu şahsın söz ve eylemlerinin parti tarafından
onaylandığı yönünde kamuoyuna verilen açık bir mesaj niteliğindedir.

olmayanlar arasındaki farklılık ön plana çıkarılmakta, bu dini görüş ve inanca sahip olmayanlar,
şayet bu görüş iktidara gelirse ‘gebertileceklerine’ kadar varan düşmanca hareketlerin hedefi
olarak gösterilmektedir.” ibid., s. 22. Aynı şahıs, 24.11.1996 tarihinde, bir TV. kanalında yaptığı
konuşmada ise şu sözleri sarf etmiştir: “Asker kalkmış diyor ki, PKK.lı olmanıza müsa[a]de ederiz
ama, şeriatçı olmanıza asla, bu kafayla çözemezsiniz. Çözüm isterseniz şeriatçılıktır.” ibid., s. 23.
710
Refah Partili Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, 10 Kasım 1996 tarihinde,
Atatürk’ü anma töreninden sonra, şöyle demektedir: “Bu sabah ben ..., resmi görevim, sıfatım
nedeniyle bir törene katıldım. Süslü püslü görünüşüme bakıp da lâik olduğumu sakın sanmayın.
[İ]nancımıza saygı duyulmadığı, ... bir dönemde, içim kan ağlayarak, bu günkü törenlere katıldım.
... Başbakan’ın, bakanların, miletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak sizin hiçbir
mecburiyetiniz yok. Bu düzen değişmeli, bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. ... Gün ola, harman
ola, müslümanlar içindeki hırsı, kini, nefreti eksik etmesin.” sözleri üzerine, törende hazır bulunan
Kayseri milletvekili Memduh Büyükkılıç, “Başkanımız duygularımıza tercüman oldu”
diyebilmiştir. AYM., K.T. 16.1.1998, E. 1997/1., K. 1998/1.; R.G., T. 22.2.1998, S. 23266. in
Anayasa Mahkemesi’nin RP Hakkındaki Gerekçeli Kararı, s. 23. Karatepe, söz konusu
konuşmasından dolayı açılan dava sonucunda, halkı din farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa
açıkça tahrik suçundan (TCK. md. 312/2.) cezalandırılmıştır.
711
Ahmet Tekdal, 24. 11.1996 tarihinde bir TV. kanalında şöyle demektedir: “Parlamenter sistemin
hakim olduğu yerlerde, eğer bir millet ... hak nizamının tesisi sadedinde gayret sarf etmez ise, ...
cenabı hakka hesabını veremeyecektir ... Türkiye’de hak nizamı tesis etmek isteyen siyasal
kadronun adı Refah Partisi’dir.” AYM., K.T. 16.1.1998, E. 1997/1., K. 1998/1.; R.G., T.
22.2.1998, S. 23266. in Anayasa Mahkemesi’nin RP Hakkındaki Gerekçeli Kararı, s. 23.
712
Söz konusu şahsın 8.5.1997 tarihinde Meclis kulisinde yaptığı konuşmada geçen şu ifadeler, açıkça
suç işlemeğe tahrik unsurunu taşımanın yanı sıra, Cezayir benzeri şiddet özleminin ve şeriat
devleti amacının açık deklarasyonu niteliğindedir. “Refah Partisi iktidarında İmam-Hatipleri
kapatmaya kalkarsanız kan dökülür. Cezayir’den beter olur. Ben de kan dökülmesini istiyorum.
Demokrasi böyle gelecek fıstık gibi olacak. Ordu, 3500 PKK’lı ile baş edemedi. Altı milyon
islamcıyla nasıl baş edecek. ... Bana vurana ben de vururum. Ben sapına kadar şeriatçıyım.
Şeriatın gelmesini istiyorum.” AYM., K.T. 16.1.1998, E. 1997/1., K. 1998/1.; R.G., T. 22.2.1998,
S. 23266. in ibid., ss. 23-24.

190
Yılmaz, Ceylan ve Çelik’in parti listesinden aday gösterilerek
Milletvekili seçilmelerinin sağlanması, konuşmalarının parti tarafından çoğaltılarak
parti örgütüne gönderilmesi bu kişilerin eylemlerinin davalı parti tarafından da
benimsendiğini göstermektedir. Söz konusu şahısların, parti hakkında kapatma
davası açıldıktan bir ay sonra partiden ihraç edilmesinin, kapatma davasını sonuçsuz
bırakmaya yönelik bir girişim olduğu kuşkusuzdur.
RP. Genel Başkanı ve Genel Başkan Yardımcıları ile bazı
milletvekillerinin, lâiklik karşıtı söz ve eylemleriyle, din ayrımına dayalı şiddet
özlemi içerisinde oldukları kuşkusuzdur. Ayrıca RP., demokratik hak ve
özgürlükleri, bizzat demokrasiyi ortadan kaldıracak şeriat düzeninin getirilmesi
amacı uğrunda araç olarak kullandıkları anlaşılmaktadır. Bu tür söz ve eylemlerin
ise, 1982 Anayasası’nın 68/4.713 ve 14/1.714md. hükümlerine, ayrıca yine
Anayasa’nın 14/3. md. hükmü ile, benzer nitelikteki İHAS.’ın 17. ve İHEB.’in 30.
md. hükümlerine açıkça aykırı oldukları kesindir.715

713
1982 Anayasası’nın 68/4. md. hükmü şu şekildedir: “Siyasî partilerin ... eylemleri, demokratik ve
lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; ... herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve
yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.” KUZU, Türk Anayasa Metinleri ..., s.
99.
714
Anayasa’nın 14/1. md. hükmü şu şekildedir: “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, ...
temel hak ve hürriyetleri yok etmek, ... din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir
yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzenini kurmak amacıyla kullanılamazlar.”
ibid., s. 34. Hükmün madde gerekçesine göre, “[h]er ne kadar, ... genel ve özel nedenlerle
gerçekleştirilen sınırlama, hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmasını önleyebilir ise de; bazı
hallerde kanun hükümlerine uygun olarak kullanılan bir hürriyetin esasında başka bir kasıt
gütmesi ve bu kasıtın da fıkrada belirtilen yasak amaçlara yönelik bulunması her zaman
mümkündür. Mesela, ... dinî yayının mezhep ayırımı yaratmak kastını gütmesi gibi.” ibid., s. 34.
715
Anayasa’nın 14/3. md. hükmü şu şekildedir: “Anayasanın hiçbir hükmü, Anayasada yer alan hak
ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamaz.”
ibid., s. 34. Benzer şekilde, İHAS. 17. md. ve İHEB. 30. md. hükümlerinde de bu yasağa yönelik
hükümler mevcuttur; ancak, söz konusu hükümlerde kötüye kullanma yasağı, birey ve
toplulukların yanı sıra, devleti de kapsayıcı biçimde düzenlenmişken, Anayasa’daki düzenlemede
devlet bu açıdan bir yasaklamaya tabi tutulmamaktadır. İHAS.’ın 17. md. hükmüne göre, “Bu
Sözleşme hükümlerinden hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kişiye Sözleşmede tanınan hak ve
özgürlüklerin yok edilmesine ... yönelik bir faaliyete girişme ya da eylemde bulunma hakkını
sağladığı şeklinde yorumlanamaz.” ibid., s. 770. İHEB.’in 30. md. hükmü şu şekildedir: “Bu

191
Konumuz açısından dikkat çekici bir diğer önemli husus ise oldukça
çarpıcıdır: Söz konusu parti, 1995 Anayasa değişikliklerine yönelik olarak sunduğu
değişiklik teklifiyle, Anayasa’nın 2. md. hükmünde sayılan ve 4. md. uyarınca
değişmez hükümler arasına alınmış bulunan “Cumhuriyetin temel nitelikleri”nden
“lâik devlet”in madde metninden çıkarılmasını talep etmesi de, yine lâiklik ilkesine
aykırılık teşkil etmektedir.716
Söz konusu eylemleri değerlendiren bir yazara göre, hakkında kapatma
davası açılan “Refah Partisi dinsel temele dayanan bir partidir. Sözü edilen dinsellik
hem yapılanmada hem ideolojik temelde bir paradigma olmuştur. Refah Partisi
ideolojik olarak o kadar ileri gitmiş[tir] ki, partiye üye olabilmek için Müslümanlık
şartı aranıyordu (siyasal İslam). ... Nitekim parti lideri bir seçim propagandasında
Refah Partisine oy vermenin Müslümanlığın bir şartı olduğunu söylemekte bir
sakınca görmemişti. ... Ulul emre (parti lideri) kayıtsız şartsız itaat etmek farzdır
anlayışı hakimdir. ... Bu anlayışın hakim olduğu bir partide özgürlük, eşitlik,
çoğulculuk gibi demokrasinin temel kavramları yer edinemez.”717
Davayı inceleyen AYM. şu sonuca vardı: “Açıklanan nedenlerle, Refah
Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın, Yükseköğretim Kurumları
öğrencilerinin başörtüsü kullanmalarını destekleyen, çok hukuklu sistemi savunan
beyanları ile kimi tarikat liderlerine Başbakanlık Konutunda iftar yemeği vermesine
ilişkin davranışları; Genel Başkan Yardımcısı Şevket Kazan’ın Sincan Belediye
Başkanı’nı tutuklu olduğu sırada ziyareti ve Genel Başkan Yardımcısı Ahmet

Bildirinin hiçbir hükmü, herhangi bir devlete, zümreye ya da kişiye, Bildiride açıklanan hak ve
özgürlükleri yok etmeye yönelik bir faaliyete girişme ya da e[y]lemde bulunma hakkını verir
şeklinde yorumlanamaz.” ibid., s. 737.
716
Refah Partisi’nin önerisinde ise, değişiklik isteminin gerekçesinde, kendi deyimiyle, “Çağdaş
anayasaların hiçbirinde –Fransa hariç- bu kelimenin lüzumu görülmediğinden ...”, “lâik devlet”
ifadesinin kaldırılması istenerek, madde metninin şu şekilde değiştirilmesi teklif edilmiştir:
“Türkiye Cumhuriyeti, vatandaşlarına her türlü baskıyı önleyen ve hizmeti esas alan, toplumun
huzuru ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına dayanan, millî, demokratik, sosyal bir hukuk
devletidir.” Söz konusu siyasî parti, ikinci bir öneri daha sunarak, “lâik devlet” deyimi
kaldırılmadığı takdirde, madde metnine “lâikliğin anlamı 24. madde ile açıklanmıştır.” hükmünün
ilâve edilmesini önermektedir. bkz. TBMM.’de Temsil Edilen Siyasi Partilerce ..., s. 73.vd.
717
YAŞAR, Halis, “Parti İçi Demokrasi (Eleştiriler ve Öneriler)”, Prof. Dr. Sahir Erman’a Armağan,
Yayına Haz. İÜHF., Beta Yay., İstanbul, 1999, s. 929.

192
Tekdal’ın 1993 yılında Hac’ta yaptığı ve 24.11.1996 günü Kanal-D televizyonunda
görüntülü olarak verilen konuşması, ... Anayasanın 68. Maddesinin dördüncü
fıkrasında öngörülen ve Cumhuriyetin temel niteliklerinden olan ‘laiklik ilkesi’ne
aykırılık oluşturduğundan Refah Partisi’nin Siyasi Partiler Kanunu’nun 101.
maddesinin (b) bendiyle, Anayasa’nın 69. maddesi uyarınca kapatılmasına karar
verilmesi gerekir.”718
AYM. tarafından oy çokluğu ile alınan719 kapatma kararının yanı sıra
bazı parti yöneticileri, Anayasa’nın 69/8. md. hükmü uyarınca beş yıllık bir süre için
siyasetten yasaklanmışlar ve ayrıca söz konusu parti üyelerinden milletvekili
statüsünde olanların milletvekilliklerinin sona ermesine ve beş yıl siyasal yaşamdan
uzaklaştırılmasına karar verilmiştir.720 Tüm bunların yanı sıra, Ankara DGM.
Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, RP’nin kapatma kararı ile milletvekillikleri düşen
Erbakan ve siyasî yasaklılara aynı suçlamalarla TCK.’nın 146/1. md. hükmünden
iddianame düzenleyerek açtığı davada “Anayasal düzeni yıkarak yerine din devleti
kurmak amacıyla militan yetiştirdikleri sabit olan Milli Gençlik Vakfı ile Milli
Görüş’e büyük destek verdikleri sabit olan Müstakil Sanayici ve İşadamları
Derneği’nin kapatılması”721nı istemiştir.
Siyasal partilerin kapatılmasına neden olan ve bu nedenle siyasal
yaşamdan yasaklanan parti üyelerinden milletvekili olanların, yasaklılık süresince
bağımsız milletvekili olup olamayacağı konusu da oldukça tartışılmaktadır. Ancak,
bu konuda olumlu bir yanıt verilemeyeceği kanaatindeyiz. Temelli olarak kapatılan
siyasal partinin milletvekilleri zaten bağımsız hale gelmektedir. Bağımsız hale gelen
milletvekilinin milletvekillik statüsüne son verilmesi, söz konusu durumda bulunan
milletvekilinin yasaklılık süresi boyunca, bağımsız da olsa yeniden milletvekili
seçilebilmesine olanak tanınmadığını göstermektedir.722

718
AYM., K.T. 16.1.1998, E. 1997/1., K. 1998/1.; R.G., T. 22.2.1998, S. 23266. in Anayasa
Mahkemesi’nin RP Hakkındaki Gerekçeli Kararı, ss. 260-261.
719
Kapatma kararına muhalif kalan AYM. üyelerinden Haşim KILIÇ ve Sacit ADALI’nın karşı
oyları ve değişik gerekçeler için bkz. ibid., ss. 264-330.
720
AYM., K.T. 16.1.1998, E. 1997/1., K. 1998/1.; R.G., T. 22.2.1998, S. 23266. in ibid., ss. 262-263.
721
ÇAĞLAR – ÇAVUŞOĞLU, “Parti Kapatma Davalarında ...”, s. 172.
722
KEKEÇ, Sait, “Siyasi Parti Yasaklıları, Yasaklılık Süresinde Bağımsız Milletvekili Olabilir mi?”,
Ank.BD., Y. 56., S. 4., 1999, ss. 71. vd.

193
Refah Partili siyasîler, AYM.’nin kapatma kararıyla birlikte iç hukuk
yollarının tükenmesiyle, İHAM.’a dava açmışlardır. Ancak, “Refah Partisi
mensuplarının aç[tığı] dava, daha çok, bir tazminat davası niteliğinde olabilir. Yani
eğer Parti’nin kapatılması Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi’ne aykırı görülürse,
davacı parti mensuplarının bu[n]dan dolayı uğradıkları zararın tazmini istenebilir.
Yoksa Türkiye’de Refah Partisi’nin tekrar açılmasını sağlayabilecek bir karar,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden elde edilemez.”723
RP.’nin kapatılmasından sonra aynı siyasal kadrolar tarafından kurulan
FP. siyasal hayatta yer almaya devam etmektedir. Kapatılan bir siyasal partinin
devamı niteliğindeki bir partinin başka adla yeniden kurulmasını hukuksal yollardan
engelleyebilecek herhangi bir mekanizma geliştirilebilmiş değildir. Gerçi,
KABOĞLU’nun da çok haklı olarak vurguladığı üzere, “[p]arlamento içindeki
ifadelerinden tamamen sorumsuz olan bir parti liderinin dışarıdaki sözlerinin parti
kapatma nedeni olabilmesi hukukum[u]zun heteroklit özelliğine örnek gösterilebilir.
İfadelerin partiyi kapatma yaptırımı ile sonuçlanması tek biçimli karakterinin
sakıncasını doğrular. Bu nedenle, çoğulculuk ilkesine aykırı yasakların ayıklanması
ya da kaldırılmasını savunurken, partiler açısından ‘yaptırım farklılaşması’nı da
tartışmaya açmak gerekir. Kapatma yerine söz konusu partiyi bir dönem seçimden
alıkoymak (böylece başka adla ama devamı niteliğindeki partinin kurulması
şeklindeki hukuk sistemimizin ‘ikiyüzlülüğü’nün önüne geçilebilir.); yalnızca
sorumluları yaptırıma tabi kılmak; devlet yardımını kesmek; mali yaptırım
uygulamak; ön denetim yapmak gibi.”724 Diğer taraftan, önemle vurgulamak gerekir
ki, “[h]ür demokratik nizamın sahasında kalmayan siyasî partileri siyasî hayattan
ayırabilmek ve onları Anayasanın temel nizamına bağlamak, müdafaa

723
TÜRK, Hikmet Sami, “Refah Partisi’nin Kapatılması ve İnsan Hakları ile İlgili Gelişmeler”, in
Türkiye’de ve Dünyada İnsan Hakları, 2. Bs., İHKÜK. Yay. No: 5., Ankara, Mayıs 1999, s. 120.
724
KABOĞLU, İbrahim Özden, “İfade Özgürlüğünün Siyasi Partilerce Kullanımının Sınırları”,
Anayasa Yargısı, No. 16, Ahmet H. Boyacıoğlu’nun Anısına Armağan, Anayasa Mahkemesi’nin
37. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyuma Sunulan Bildiriler (26-27 Nisan
1999), AYM. Yay., Ankara, 1999, s. 92. dp. 73. Bunun en tipik örneği, MNP, MSP, RP ve son
olarak FP ile devam eden siyasal çizgidir. FP hakkında devam eden kapatma davasının öncekiler
gibi sonuçlanması halinde, yeniden kurulacak olan siyasal partinin de, tıpkı bundan öncekiler gibi,
bir öncekinin “devamı niteliği...” taşıyacağından kuşkumuz yoktur.

194
demokrasisinin icablarındandır. Bu sonuncusuna hazır olmayanlara, hangi sebepten
olursa olsun, yollar kolaylaştırılmamalıdır. Tekrar açılma, pozitif hukukun bir
düzeltmesi olmayıp, tersine, siyasî partinin tutumunun Anayasanın temel değerlerine
uygun istikamette değişimini gerektirmektedir.”725
Diğer taraftan, eski RP.’lilerin kurmuş olduğu FP. de, aynı şekilde dinsel
temel dayalı bir parti niteliğindedir. Ayrıca, kapatılan “Refah Partisinin ‘parti
liderine itaat farzdır’ anlayışı şimdiki [F]azilet [P]artisinde de hakimdir. Bu
anlayışın hakim olduğu bir partide özgürlük, eşitlik, çoğulculuk gibi demokrasinin
temel kavramları yer edinemez.”726
AYM.’nin Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP.) hakkında verdiği
kapatma kararında yer alan şu kısım ise, kapatılan siyasal partinin devamı niteliğinde
kurulabilecek yeni partilerin durumu açısından oldukça ilginç bir yorumu
içermektedir:
“Davalı siyasî partinin daha önce düşünce, siyasal eylem ve hukuksal
örgütlenme bağlamında varlık gösteren çeşitli siyasal hareketlerin kültürel mirasına
talip olması ya da böyle bir savda bulunması son derece doğal ve demokratiktir.”
... Bundan, davalı partinin kapatılan bir partinin devamı olduğunu beyan
ettiği anlamını çıkarma olanağı yoktur. Yalnızca iki partinin birleşmesi ile
yetinilmeyip marksist hareketin farklı örgütlenmelerine, siyasal kültürüne ve
partilerine ve bunların kültürel mirasına sahip çıkılması, kapatılan bir siyasî partinin
devamı olmak değil, marksist örgütlenmenin birikim ve deneyiminden yararlanıp
yeni bir parti oluşturmaktır.”727
Türkiye’de “mücadeleci demokrasi” anlayışı, siyasal parti kapatma
kararları ile uzun süreden beri yürürlüktedir. Bu yöndeki uygulama, RP. Kararı ile uç
noktaya çıkmıştır.728 Ancak, KABOĞLU, söz konusu gerginliği tırmandıran
etkenleri irdelerken, haklı olarak şu eleştirileri de getirir:

725
STERN, Klaus, “Temel Hakların Kaybı ve Parti Kapatma Davalarına Ait Usul Hukuku
Problemleri”, (Çev. ARMAĞAN, Servet), İÜHFM., C. XLII., S. 14.’ten Ayrı Bs., Sulhi Garan
Matbaası, İstanbul 1977, s. 41.
726
YAŞAR, loc.cit., s. 929.
727
AYM., K.T. , E. 16.7.1991, E. 1990/1., K. 1991/1.; R.G., T. 28.1.1992, S. 21125.; AYMKD. S. 27.,
C. II., s. 968.
728
KABOĞLU, Anayasa ve Toplum, s. 184.

195
“[l]aiklik açısından ‘barışlandırılmış laiklik’ anlayışı yönündeki
gelişmeleri, bilinçli ya da çarpık özgürlük anlayışı sonucu tahrik edenler aynı
çevreler değil mi? Bunun sonucu ya da bu laikliğin yerine, ‘mücadeleci laiklik’
anlayışının öne çıkması olmadı mı?”
...
... Sonuç olarak, hem demokrasi hem de onun temeli olan laiklik
açısından ‘mücadeleci pratiğe yol açan ya da ivme kazandıranlar, laiklik ve
demokrasi karşıtı birtakım kalelerin elde edildiğini sanısına kapılmış olsalar da,
‘Anadolu Müslümanları’nın din özgürlüğüne de zarar vermekte olduklarının
farkındalar mı acaba?”
Diğer taraftan, kapatılan RP.’nin yerine geçerek kurulan FP.’nin başta
Merve Kavakçı olayı başta olmak üzere, diğer konularda sergilediği tutumlar, söz
konusu siyasal kadroların lâikliğe bakış açısının değişmediğini ve geçmiş olaylardan
gerekli dersin çıkarılmadığını, dolayısıyla halen Cumhuriyet’in temel değerleriyle
çatışma halinde olduklarını açık biçimde göstermektedir.729 Ayrıca, kurulduktan
çok kısa bir süre sonra FP. hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açmış
bulunduğu kapatma davasının AYM. tarafından henüz sonuçlandırılmamış olduğunu
da not etmek gerekir.

729
KABOĞLU, Anayasa ve Toplum, s. 183.; TÜRK, “Refah Partisi’nin Kapatılması ve ...“, s. 121.

196
İKİNCİ BÖLÜM

AMERİKAN FEDERAL ANAYASASI VE YÜKSEK


MAHKEME KARARLARINDA SEKÜLERİZM
VE DİN-VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ İLİŞKİSİ

197
I. GENEL OLARAK A.B.D. ANAYASASI BİRİNCİ DEĞİŞİKLİK EKİ

A) GENEL OLARAK DÜZENLEMEME VE SERBEST


UYGULAMA İLKELERİNİN İÇERİĞİ VE İŞLEVİ

Federal bir devlet yapısına sahip bulunan ve çok çeşitli dinî inançları
bünyesinde barındıran730 ABD.’de, günümüzde dinî mezhep ve akımların bir kısmı
din-devlet ayrılığı esasını özgürlük temeline dayandırarak kabul etmesine karşın, çok
büyük bir kısmı bu ilkeyi açıkça reddetmektedir. Diğer bazıları ise, daha orta bir
tavrı tercih etmektedirler.731

730
Din olgusu açısından ABD’ne göz atacak olursak, çok devletli ve parçalanmış dinî gruplara sahip
bir ülkede plüralist ve özgürlükçü bir sistemin zorunluluğu ortaya çıkar. Birleşik Devletler’de
halkın büyük çoğunluğu Hıristiyan olmasına karşın, bunun yanı sıra, belirli oranda Yahudi ve
Müslüman da vardır. Öte yandan “ABD.’de kiliselere üye olanlardaki en büyük artış yaklaşık yüzde
55 ile (1950-1970) gerçekleşmiştir. ... Ülkede yüzde 3’lük bir kitle dinsizdir. ... 219 mezhebe bağlı
331 bin kilise grubu vardır. Bunlar[da] 72 milyon Protestan 49 milyon Katolik ve 6 milyon Musevi
vardır. 4 milyon kişi Doğu Ortodoks Kilisesine mensuptur. Her yıl 9 milyon İncil dağıtırlar. Halkın
bu kurumlara yıllık yardımı 35 milyon dolardan fazladır. Çoğunluğu[nu] Yahudi ve Hıristiyanların
kurduğu üç bin vakıf yılda bir milyar 825 milyon dolarlık bir harcama yapar.” in “Amerika
Birleşik Devletleri Dosyası”, Dış Politika, S. 8, Ocak 1990, Risale Yay., s. 80.
731
Hıristiyanlıkta Katolik eğilim Saint THOMAS’ın yolunu izlerken, Protestan ağırlıklı ABD.’de
özellikle Calvin’ci görüşlerle, Mormonluk gibi Hıristiyan sapmalar, koyu bir bağnazlık içinde
açıkça teokratik devleti savunmaktadırlar. ÖKTEM, Niyazi, “Dinler ve Laiklik”, Cogito, Laiklik
Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994, s. 32. ABD.’de değişik versiyon ve
sapmalarıyla en yaygın biçimde yer alan Protestanlık, temelde Calvin ve Luther teolojisine dayanır.
Her iki teoloji de katı bir determinizmden yana olup, temel felsefeleri anti-lâik bir yapı
içerisindedir. ibid., s. 40. Protestan mezhepler kadar, Protestanlıktan sapmalar olarak nitelendirilen
Mormonluk, Yehova Şahitleri, Moonculuk gibi akımlar da din-devlet birliğini açıkça savunmakta
ve çok güçlü konumlar içinde sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamı etkilemektedirler. ibid., s. 41.
Ayrıca Yedinci Gün Adventistleri ile dünya çapında çok geniş bir örgütlenme ağına sahip olan
Yehova Şahitleri de koyu tutucu akımlar olarak nitelendirilebilir. MEULEAU, Maurice,
“Mezhepler Dünyası”, in Théma Larousse, Tematik Ansiklopedi, Milliyet Yay., C. I., İstanbul,
1994, s. 531. Calvin teolojisine sıkı sıkıya bağlı olan Presbyterian ailesinin yanı sıra, sağlık
alanındaki örgütlenmesiyle dünya çapında hizmet veren Methodist Protestanlar oldukça etkindir.
Luther-Calvin sentezinden yola çıkan diğer bağnaz yaklaşımlar olan Baptistler ve Church of Christ
ailesi ise, misyonerlik faaliyetlerini dünya çapında örgütlemişlerdir. Bu akımlar sosyal yapıyı

198
ABD.’de din-devlet ayrılığı fikrinin ortaya çıkışı ve kökleşmesinde,
özellikle İspanya, Fransa ve İngiltere’deki dinî kökenli çatışmaların getirdiği dinsel
ayırım, mezhep çatışmaları ve işkencelerden doğan acı tecrübelerden ders alınması
önemli rol oynamıştır. Bu nedenle, Birleşik Devletler’de din özgürlüğü, devletin
kurucularının da önem vererek Anayasa’da güvence altına aldığı en önemli
konulardan biridir. 732
Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’nin hazırlık çalışmaları devam ederken,
Virginia Eyalet Meclisi tarafından kabul edilen 12 Haziran 1776 tarihli Virginia
Haklar Bildirisi’nin 16. md. hükmü; “Yaradan’a borçlu olduğumuz ... dinimiz, ....
ancak irade ve inançla belirlenebilir;...”733 ifadesini, 4 Temmuz 1776 tarihli ABD.
Bağımsızlık Bildirisi ise, “Tüm insanlar... Yaradan’ları tarafından bağışlanmış, ...
haklara sahiptirler. ...”734 ifadesini kullanmasına karşın; 17 Eylül 1787 tarihli ABD
Anayasası735’nın, 1791 yılında kabul edilen Ek 1. md. değişikliği ile şu hüküm
konmuştur: “Kongre, bir din kuran veya bir dinin gereklerinin serbestçe yerine
getirilmesini yasaklayan ... hiç bir yasa çıkaramaz.”736 Böylece, dünyada ilk kez bir
anayasada din-devlet arası ayrılık ilkesi ortaya konmuş oluyordu.737 Söz konusu

biçimlendirdikleri gibi, politik karar mekanizmalarını da etkilemektedirler. ÖKTEM, “Dinler ve


Laiklik”, s. 40. Ortodoks ve Anglikan kiliseler ile Uniterian kilise ise lâiklik sorununu özgürlüğe
oldukça yakın biçimde el almakta ve din-devlet ayrılığını benimsemektedirler. ibid., s. 41.
732
PAINE, op.cit., s. 114-115.
733
JANKO, Musulin (Der.), Hürriyet Bildirgeleri, Magna Charta’dan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine, (Çev. ZEKÂ, Necmi), 1. Bs., Belge Yay., İstanbul, Nisan 1983, s. 78. Bildiri’nin
tam metni için bkz. ibid, ss. 75-78.
734
JANKO, op.cit., s. 79. Bildiri’nin tam metni içi bkz. ibid., ss. 79-84.
735
Birleşik Devletler’in bağımsızlığının on ikinci yılında, 17 Eylül 1787 tarihinde kabul edilen ve 4
Mart 1789 tarihinde yürürlüğe giren, ayrıca ilk yazılı anayasa özelliğine sahip olan ABD. Federal
Anayasası’nın orijinal metni için bkz. SPAETH, Harold J. - SMITH, Edward Conrad, The
Constitution of The United States, 13th Edition, Harper Collins College Outline Series, 1991, s.
199-215.; GUNTHER, Gerald, Constitutional Law, 11th Edition, University Casebook Series, The
Foundation Press, Mineola, New York, 1985, in Appendix A, s. A1-A14.
736
GÜRBÜZ, op.cit., s.36; TANİLLİ, Server, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, İstanbul 1976, s. 41.
737
Din ve devletin ayrılığına ilişkin ilk düzenlemenin ABD. Anayasası ile ortaya çıkmış olmasına
karşın, söz konusu düzenlemenin temeli daha erken zamanlarda yatar. Avrupa’daki dinî çekişmeler
ve çatışmaların gösterdiği acı tecrübelerden ders alan ilk Amerikan toplulukları, daha sömürge
devrinden itibaren, ilk olarak Massachusetts’te ortaya çıkan Katolik Teokrasisi eğilimlerini

199
hükümde, din ve vicdan özgürlüğünü güvenceye bağlamak üzere iki ayrı ilkeye yer
verilmektedir. Bunlardan biri, herhangi bir dinin devlet tarafından düzenlenmemesi
ve kabul edilmemesine ilişkin bulunan “düzenlememe”738 ilkesi; diğeri ise, bir dinin
gereklerinin serbestçe uygulanmasına ilişkin bulunan “serbest uygulama”739
ilkesidir.
Dikkat edilirse, söz konusu ilkeler din-devlet ilişkilerinin iki boyutunu
içermektedir: Düzenlememe ilkesi hem devletin herhangi bir dini desteklemesini,
hem de dinin devlet yaşamına müdahalesini; serbest uygulama ilkesi ise devletin dine
baskıda bulunmasını engelleyici işleve sahiptir. Daha açık bir deyişle, birinci ilke
din-devlet ayrılığını, ikinci ilke ise din-vicdan özgürlüğünü ifade eder.
Söz konusu iki ilke aynı temel değeri, yani devletin hiçbir baskı ve
müdahalesi olmaksızın, her bireyin dinî açıdan istediği inancı tercih etme ve
uygulama veya yine istediği takdirde inanmama ve uygulamama hakkını koruma
altına alır.740 Bu açıdan bakılınca, ABD. Anayasası’nda ifadesini bulan din-devlet
ayrılığının anahtarı, “serbest devlet içinde serbest din”741 biçiminde formüle
edilebilir.

önlemişler ve ilke olarak Pennsylvania’da din ve devlet ayrılığı esasını, daha XVII. yy. ortasında
uygulamaya koymuşlardır. Daha sonra ABD. Anayasası’nda ifadesini bulan din-devlet ayrılığı
ilkesinin ilk tohumu budur. GİRİTLİ, İsmet, “Demokrasi ve Lâiklik”, in Demokrasi Yolunda:
Demokrasinin Bazı Mesele ve Müesseseleri Üzerinde Düşünceler ve Müşahadeler, B. Kervan Yay.,
İstanbul, 1960, s. 95.
738
Söz konusu ilke, genellikle “The establishment clause” olarak kullanılmaktadır. bkz. EMANUEL,
Steven, Constitutional Law, 9th Edition, Emanuel Law Outlines Inc., New York, 1991, s. 583;
SPAETH - SMITH, op.cit., s. 117.; GUNTHER, op.cit., s. 1465. Bunun yanı sıra bazı
kaynaklarda “Anti-establishment clause” veya “Non-establishment clause” olarak adlandırıldığı da
görülmektedir. Akt. TARHANLI, İştar B., “A.B.D. Yüksek Mahkemesinin Kararları Işığında Din
Özgürlüğünün Düzenlenmesi Sorunu”, İHİD., Prof. Dr. Lütfi Duran’a Armağan, C.IX, S. 1-3, Y.
1988, s. 299.
739
Söz konusu ilke, kaynaklarda “The free exercise clause” olarak adlandırılmaktadır. bkz.
EMANUEL, op.cit., s. 608.; SPAETH - SMITH, op.cit., s. 115.; GUNTHER, op.cit., s. 1509.
740
CHANDLER, Ralph C. – ENSLEN, Richard A. – RENSTROM, Peter G., The Constitutional
Law Dictionary, Vol. I. (Governmental Powers), ABC-Clio Inc., Santa Barbara, California & Clio
Press Ltd., Oxford, London, 1985, s. 610.
741
GİRİTLİ, “Demokrasi ve Lâiklik”, s. 95.

200
Federal Yüksek Mahkeme Yargıçlarından J. Goldberg’e göre, söz konusu
iki ilkenin özü, devletin, dinsel gereklerin yerine getirilmesine olumlu veya olumsuz
herhangi bir katkı veya müdahalesinin bulunmaması, dinler veya mezhepler arasında
ya da inançlılık veya inançsızlık arasında taraf tutmaması, hiçbir dinî inanca engel
olmaması biçiminde özetlenebilir.742
Söz konusu Ek 1. md. Değişiklik hükmünün ana fikri, “devletin dinden
korunması olmaktan çok, dinin ve dindar vatandaşların devletin keyfî tutumundan
korunmasıdır.”743 Nitekim Amerikan Federal Yüksek Mahkemesi’ne göre,
“Anayasanın Birinci Eki, Federal Hükümetin Amerikan Halkının ibadetine şu veya
bu şekilde müdahalesini önlemek üzere konulmuş bir teminattır. Bu suretle halkın din
ve ibadeti, her siyasî iktidar değişikliğinde hükümetlerin baskısından âzade tutulmak
istenmiştir.”744 Federal Yüksek Mahkeme üyelerinden Yargıç Brennan’a göre,
“Birinci Ek’teki din ibarelerinin önemli bir işlevi, âşina olmadıklarından, azınlık
inançlarını ve ibadetlerini önemsiz sayan, çoğunluğun sosyal kurumları tarafından
sessizce aşındırılmalarına karşı azınlık dinlerinin mensuplarının haklarını
korumaktır.”745
Söz konusu ilkelere ait tüm yaklaşımlar, zımnen ikili bir ayırım
taşımaktadır. Söz konusu ayırımın görüntüler kamusal alan ve bireysel alandır.
“Bireysel alanda inanç ve ahlaki değerler ve din yer alır. Kamusal yaşam ise eylem
ağırlıklıdır -belirlenmiş hedeflere varmaya yönelik akılcı süreçlere özgülenmiş. Bu
ikilik, yüzeysel bir şekilde din ibarelerinin amaçlarını ortaya koyar: Düzenlememe
İbaresi dini kamusal alanın dışında tutarken, Serbest İnanç ve İbadet İbaresi dini
bireysel alan içinde korur. Böylelikle bir bütünü[n] parçaları birbirini
tamamlar.”746

742
School District of Abington Township v. Schempp, 374 U.S. 203. (1963) in EMANUEL, op. cit, s.
581.
743
ERDOĞAN, “Sekülerizm, Laiklik ve Din”, s. 190.
744
Engel v. Vitale, 370 U.S. 421 (1962) in KARAMUSTAFAOĞLU, Tuncer, “Devlet Okullarında
Dua Okutulmasını Anayasaya Aykırı Gören Amerikan Yüksek Mahkemesinin Mütalâası”,
AÜHFD., C. XX, Y. 1963, S. 1-4, s.219.
745
Goldman v. Weinberger, 475 U.S. 503.; 54 U.S.L.W. 4298 (1986) in TARHANLI, loc.c.t., s. 319.
746
, s. 320.

201
Önemle vurgulanması gerek bir husus da şudur. ABD Anayasası’nda Ek
1. md. değişikliği kapsamında yer verilen her iki ilke de Kongre’nin yasama
faaliyetlerini sınırlamaktadır. Federal Yüksek Mahkeme’ye göre, Haklar Bildirgesi
(Bill of Rights747)’nin diğer güvenceleri gibi, din-vicdan özgürlüğünün boyutlarını
oluşturan söz konusu ilkeler, Ek 14. md. değişiklik hükmü aracılığıyla748, yalnızca
federal yönetimin eylem ve işlemlerine değil, aynı zamanda federe devletlere de
uygulanmaktadır.749
Ek 14. md. Değişiklik hükmü Federal Anayasa’ya eklenmeden önce,
1833 tarihli Barron v. Mayor of Baltimore davasında Federal Yüksek Mahkeme,
Baş yargıç Marshall tarafından yazılan kararında, Bill of Rights’ın ancak federal
hükümetin gücü karşısında ileri sürülebileceğini, eyalet yönetimleri açısından bunun

747
17 eylül 1787 tarihli Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın değişikliklerinin ilk 10’u, “Bill of
Rights” olarak anılmakta olup, 15 Aralık 1791 tarihinde onaylanmıştır. Söz konusu ilk 10
değişiklik, Anayasa’nın diğer değişiklikleri ile birlikte, vatandaşların belirli bazı haklarını, özellikle
hükümete karşı öne sürerek korumayı üstlenmektedir. WHEARE, Kenneth C., Modern
Anayasalar, (Çev. TURHAN, Mehmet), Değişim Yay., Ankara, Ekim 1985, s. 59. Daha sonraki 16
değişiklik ise sırasıyla, 1798, 1804, 1865, 1868, 1870, 1913, 1919, 1920, 1933, 1951, 1961, 1964,
1967 ve 1971 yıllarında kabul edilmiştir. bkz. GÜRBÜZ, op.cit., s. 36. vd.
748
9 Temmuz 1868 tarihinde kabul edilen söz konusu Ek 14. md. değişiklik hükmünün 1. kısmına
göre, “... [h]iç bir federe devlet, Birleşik Devletler vatandaşlarının ayrıcalık veya
dokunulmazlıklarını kısıtlayıcı yasalar yapamaz veya uygulayamaz; ... kendi yargı alanında
bulunan bir kişinin, yasaların korunmasından eşit şekilde yararlanmasına engel olamaz.”
GÜRBÜZ, op.cit., s.39.
749
Cantwell v. Connecticut, 310 U.S. 296 (1940) in SPAETH - SMITH, op.cit., s.116; EMANUEL,
op.cit., s.582, 608 Everson v. Board of Education karında da aynı husus vurgulanmaktadır. bkz.
Everson v. Board of Education, 330 U.S. 1, 67 S. Ct. 504, 91 L.Ed 711. (1947) in GUNTHER,
op.cit., s. 1470. Anayasa’ya 1 No.lu Ek md. olarak eklenen hüküm, din ve devlet işlerinin ayrılığını
yalnızca Federal Devlet yönünden halletmesine karşın, eyalet hükümlerinin herhangi bir
sınırlamaya tabu kılmamıştı. Federal devleti olduğu gibi eyalet yönetimlerini de aynı şekilde
sınırlayan Ek. 14. md. hükmünün Anayasa’ya giriş tarihi olan 1875’e kadar, eyalet yönetimleri
dinsel nitelikli kurumlara eyalet bütçesinden parasal yardımlarda ve din okullarını kayırıcı
faaliyetlerde bulunmuşlardır. ARSEL, İlhan, Amerikan Anayasası ve Federal Yüksek Mahkeme,
AÜHF. Yay., Güzel Sanatlar Matbaası, Ankara, 1958, s. 221., dp. 4.

202
mümkün olamayacağını belirtmişti.750 Oysa bu karardaki görüşün eşitliğe aykırı
olduğu kuşkusuzdur. Nitekim, Federal Yüksek Mahkeme’nin 1976 tarihli
Fitzpartrick v. Bitzer davasında verdiği karara göre, ırk, renk, din ulusal köken ve
cinsiyet ayrımı amacı ile hareket eden yönetime karşı Ek 14. md. 1. para. hükmüne
göre dava açılabilecektir. Mahkeme, bu davadaki yargılama giderleri ile avukatlık
ücretlerinin davalı yönetim tarafından ödeneceğini öngören 1964 tarihli Medeni
Haklar Yasası’nın Anayasa’ya aykırı herhangi bir yönünün bulunmadığına karar
vermiştir.751
ABD.’de yasaların Anayasa’ya uygunluğunu sağlamada kullanılan
mekanizma federal ve federe düzeyde örgütlenmiştir. Federal mahkemelerin en üst
düzeyinde yer alan yargı organı, Federal Yüksek Mahkeme’dir.752 Bunun yanı sıra
federe düzeyde753 de anayasaya uygunluk denetimi yapılmaktadır. Bir diğer önemli
nokta da şudur: ABD. Federal Yüksek Mahkemesi her şeyden önce bir hukuk
mahkemesi olmasına karşın, yarı-politik bir niteliğe sahip olduğundan, kamu
politikalarının saptanmasında ve Anayasa’nın yorumlanmasında siyasî açıdan çok
önemli rol oynamaktadır.754

750
Barron v. Mayor of Baltimore, 32 U.S. (7 Peters) 243. (1833) in BRODERICK, Raymond J.,
“Amerika Birleşik Devletleri’nin Bugünkü Anayasası”, (Çev. KIZIL, Neşe), İHİD., Y. 8, 1987, S.
1-3, s. 35.
751
Fitzpartrick v. Bitzer, 427 U.S. 445. (1976) in AKGÜNER, Tayfun, “Amerika birleşik Devletleri
Yüksek Mahkemesinin 1975-1976 Döneminde Verdiği Önemli Kararlardan Özetler”, İÜHFM., C.
XI.VIII-XLIX., S. 1-4, 1982-1983, s. 428.
752
Federal mahkemeler dört kısım olarak örgütlenmiştir: 1) Washington’da bulunan Federal Supreme
Court (Federal Yüksek Mahkeme), 2) Circuit Courts (12 bölgede mevcuttur); 3) District Courts
(yerel Mahkemeler, 94 yerde mevcuttur); 4) Diğer alt mahkemeler. Ayrıntılı bilgi için bkz.
SEVİNÇ, Murat, “Amerikan Yüce Mahkemesi”, AÜSBFD., Prof. Dr. Oral Sander’e Armağan, C.
LI., S. 1-4, Ocak-Aralık 1996, A.Ü. Basımevi, Ankara 1997, ss. 391-392.
753
Federe düzeydeki örgütlenme ise yine dört kısımdır:1) Supreme Courts (federe düzeydeki Eyalet
Yüksek Mahkemeleri; New Jersey, Ohio, New York vb.); 2) Courts of Appeal (Eyalet İstinaf
Mahkemeleri); 3) County, District, Superior Courts; 4) Justices of Peaces (köylerde) ve Magistrate
(kentlerde) adlı daha alt mahkemeler. Ayrıntılı bilgi için bkz. SEVİNÇ, loc.cit., s.392.
754
SERİM, Ekrem, “Amerika Birleşik Devletleri Yargı Sistemine Genel Bakış”, Balıkesir Barosu
Dergisi, Eylül 1984, S. 17, s. 20. Federal Yüksek Mahkeme kararlarının alınmasında izlenen usul
ve aşamalar, gerekçelerin yazılma usulü ve yayımlanması hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ibid., s.
22 vd. Amerikan Yargı sisteminde temel hak ve özgürlüklerin korunması çerçevesinde Federal

203
B) DÜZENLEMEME VE SERBEST UYGULAMA İLKELERİ
ARASI ÇELİŞKİ VE YENİ ÇÖZÜM ARAŞIYI: KATI TARAFSIZLIK
İLKESİ

Daha önceki kısımlarda da değindiğimiz gibi, gerek lâik, gerekse seküler


sistemi uygulayan ülkelerde, ilgili hükümler düalist bir yapıya sahiptir. Bir taraftan,
devlet yönetimini ilgilendiren ve özellikle din-devlet arası ilişki ve mesafeyi
ayarlayan sınırlayıcı hükümler; diğer taraftan, devletten ziyade bireyi ilgilendiren ve
inanç, ibadet, propaganda ve örgütlenme kapsamındaki hak ve özgürlüklerini
güvence altına alan hükümler.
ABD Anayasası’nda da, söz konusu Ek 1. md. Değişikliğinde yer alan
her iki ilke arasında bu açıdan sıkı bir ilişki mevcuttur. Bu ilişki, Federal Yüksek
Mahkeme tarafından da özetlenmiştir. Nitekim Mahkeme, düzenlememe ve serbest
uygulama ilkeleri arasında yakın ilişki ve karşılıklı etkileşim bulunduğuna dikkat
çektikten sonra, yönetimin yapısının, vatandaş hakları755nın korunması için dinî
müdahaleden arındırılmış dünyevî (temporal) kurumlara sahip olduğunu
belirtmektedir. Diğer taraftan Mahkeme, din özgürlüğünün, söz konusu ilkeler
vasıtasıyla, sivil otoritenin tecavüzlerine karşı da güvence altına alınmış
bulunduğunu vurgulanmaktadır.756

Yüksek Mahkeme’nin işlevi hakkında daha fazla bilgi için bkz. ABRAHAM, Henry J., Freedom
rd
and The Court (Cıvıl Rights and Liberties in The United States), 3 Edition, New York 1977,
passim.
755
“Temel haklar” deyimi, çoğu zaman hem “insan hakları”, hem de “kamu özgürlükleri”,
kavramlarının yerine kullanılır. Bu arada bazen de “vatandaş hakları” deyimi tercih edilmektedir.
Sayılan haklarla bir idealin mi, yoksa gerçekleşmiş ve korunması gerekli bir haklar demetinin mi
kastedildiği anlaşılamayan durumlarda, söz konusu deyim daha elverişlidir. Federal Yüksek
Mahkeme karından geçen “civil rights” deyimini “vatandaş hakları” anlamında kullanılmasına
karşın, dilimize yanlışlıkla “medenî haklar” olarak çevrilmiştir ki, esasında her iki deyimin anlamı
birbirinden oldukça farklıdır. Bu konuda bkz. SOYSAL, Mümtaz, Anayasaya Giriş, 2. Bs.,
AÜSBF. Yay., Ankara, 1969, s. 237.; KAPANİ, Kamu Hürriyetleri, s. 13., dp. 12.
756
Watson v. Jones, 13 Wall 679. (1971) in GUNTHER, op.cit., s. 1467.

204
Söz konusu iki ilke arası yakın ilişkiye karşın, bazı bağlamlarda birbiri
ile çeliştiğinden söz edilmektedir. Örneğin devlet özel okullarla birlikte kilise
okullarına da malî yardım yaptığı takdirde, içinde güçlü bir dinî unsur barındıran
eğitimle ilgili olarak, devletin düzenlememe ilkesini ihlâl etmiş bulunduğu sonucuna
varılabilir. Diğer taraftan, diğer okullara yapılan geniş ölçekli malî yardımdan kilise
okullarının yoksun tutulması halinde ise, öğrencilerin dinini öğrenme ve gereklerini
uygulama özgürlüklerinin engellendiği ileri sürülebilir. Ayrıca, kilise okullarının
yardım alması durumunda, kilise okullarına devam eden öğrencilerin diğer okullara
yönelmeleri de söz konusudur ki, bu takdirde dolaylı bir engellemenin varlığı söz
konusu olabilir.757
Ancak son zamanlarda, iki ilkenin uyumlu hale getirilmesi için çeşitli
öneriler ortaya atılmaktadır. Bazı yorumcular, “katı tarafsızlık ilkesi” adı verilen
yeni bir ilkenin söz konusu iki ilkenin işlevine sahip olacak biçimde donatılarak
kullanılmasını önermektedirler.
“Strict neutrality” olarak anılan söz konusu ilkeye göre, yasama ve
yürütme organları, ortaya çıkardıkları işlemlerde sebep, konu ve amaç unsuru olarak
dini kullanamaz.758 Buna göre, söz konusu iki ilke, katı tarafsızlık ilkesi aracılığıyla
uyumlu hale getirilebilir ve böylece tek bir emir ifade eder gibi algılanarak
okunabilir. Yönetim, eylem veya hareketsizliklerinde din olgusunu bir standart
olarak kullanamaz, çünkü söz konusu ilkeler dinlerin bir etki yayma veya bir fayda
sağlama bakımından sınıflanmasını yasaklamaktadır.759
Söz konusu ilkeler, tıpkı yasaların Anayasa’ya uygunluğunun
denetlenmesinde kullanılan genel ilkeler760 gibi tamamen jürisprüdansiyel gelişim
sürecinin ürünüdür.

757
EMANUEL, op.cit., s. 581; TARHANLI, loc.cit., s. 299.
758
GUNTHER, op.cit., ss. 1463-1464.; TARHANLI, loc.cit., s.315.
759
EMANUEL, op.cit., s. 581.
760
Söz konusu ilkeler, şunlardır: Birey haklarına getirilen sınırlamaların genel yarar için gerekliliği
(Rule of expendiency); birey haklarına yasayla yapılan müdahale ile kamuya sağlanan yarar
arasında hakkaniyete uygun bir ilişkinin bulunması (rule of reasonableness); birey haklarını
sınırlayan yasaların ölçülü olması (balance of convenience); ceza yaptırımları öngören yasaların
hangilerine izin verdikleri, hangilerini yasakladıklarının yeterli açıklıkla belirtilmesi (rule of

205
II) DÜZENLEMEME İLKESİ VE YÜKSEK MAHKEME
KARARLARI

A) GENEL OLARAK DÜZENLEMEME İLKESİ

1) İLKENİN ANLAMI VE KAPSAMI

ABD. Anayasası’nın 15 Aralık 1791 tarihli değişiklikleri sonucu


onaylanan Ek 1. md. Değişiklik hükmüne göre, “Kongre, bir din kuran ... hiç bir
yasa çıkaramaz.”761 Bu hüküm yalnızca Kongre’nin yetkilerini sınırlayan bir
hüküm değildir; daha sonra da değineceğimiz üzere, bir eyaletin veya federal
devletin Kilise kurmasını da yasaklamaktadır. Ancak, eklemek gerekir ki, bunun yanı
sıra, Kiliselerin kendi yetki alanlarına giren konulara da müdahale edilemeyecektir.
Nitekim Federal Yüksek Mahkeme, 1976 tarihli Serbian Eastern Orthodox
Riocese for the United States of America and Canada v. Dionisije Milivojevich
davasında, bir eyalet Yüksek Mahkemesinin, dinsel içerikte ve tamamen dinsel alana
ilişkin kuralları uygulamak suretiyle karar veren bir kilisenin kararını inceleme
yetkisinin bulunmadığını, böyle bir durum Mahkeme’nin yargı yetkisinin sınırları
dışına çıkması anlamına geleceğinden, Anayasa’ya aykırılık oluşturduğuna karar
vermiştir.762
Ek 1. md. hükmünü 1976 tarihli Roemer v. Maryland Public Works
Board kararında yorumlayan Federal Yüksek Mahkeme’ye göre, Kongre tarafından
çıkarılan herhangi bir yasanın düzenlememe ilkesini ihlâl ettiğinin saptanabilmesi
için, şu üç unsuru taşıması gerekir:763
1) Yasa, yasama organı tarafından dinsel bir amaçla çıkarılmış olmalıdır.

certitude). Bkz. ÇOLAK, Halil, “Amerikan Anayasası ve Federal Yüksek Mahkeme”, AYİM. 25.
Yıl Armağanı, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1998, s. 353 vd.
761
GÜRBÜZ, op.cit., s. 36; TANİLLİ, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, s. 41.
762
Serbian Eastern Orthodox Riocese for the United States of America and Canada v. Dionisije
Milivojevich, 426 U.S. 696. (1976) in AKGÜNER, op.cit., ss.429-430.
763
Roemer v. Maryland Public Works Board, 426 U.S. 736 (1976) in AKGÜNER, “Amerika birleşik
Devletleri Yüksek Mahkemesinin ...”, s. 429.

206
2) Yasa, dinsel faaliyetleri azaltıcı veya çoğaltıcı etki yaratmalıdır.
3) Yasa, Devleti dinsel işlere müdahale ettiren içeriğe sahip olmalıdır; bu
üç unsuru taşıyan bir yasa, düzenlememe ilkesini ihlâl etmiş sayılacaktır.
Amerikan Federal Yüksek Mahkemesi 1962 tarihli Engel v. Vitale
kararında, söz konusu düzenlememe ilkesi hakkında şu görüşlere yer vermektedir:
“Tesis hükmünün Birinci ek hükmünden farklı olarak ihlâl edilmiş
sayılabilmesi için devletin doğrudan doğruya zorlayıcı bir müdahalede bulunması
icap etmez. Bu hüküm, resmî bir din tesis eden kanunların ısdarıyla bunların fertleri
icbar edip etmediklerine bakılmaksızın ihlâl olunmuş sayılır. Tabiatıyla bu, muayyen
bir resmî ibadet şekli koyan kanunların fertleri buna icbar etmiyecekleri manasına
gelmez. Devlet muayyen bir dinî kanaati siyasî ve malî bakımdan destekliyecek
olursa, devletin bu dolaylı tazyiki, diğer dinî azınlıkları resmen tanınmış bir dine
intiba etmek zorunda bırakacağı âşikardır.”
... Fakat tesis hükmünün tarzının ettiği gayeler daha da şümûllüdür.
Hükmün aslî ve en önemli gayesini devlet ile din birliğinin devleti tahribe ve din[i]
de tahkire marûz kılacağı esası teşkil etmektedir.”
... Tesis hükmü, dinin sivil devlet erkanı tarafından tahrifine müsaade
edilemiyecek kadar fazla şahsî, fazla mukaddes olduğuna dair esas teşkilât
kurucularınca vaz olunan prensibi de ifade etmektedir.”
... Tesis hükmünün vaz’ına âmil olan bir diğer sebep de, devlet dinlerinin
dinî zulüm veya işkencelerle el ele yürütülmesi gibi bir tarihî hakikatin farkına
varılmış bulunulmasında kendini gösterir.”764
Aynı şekilde, Engel v. Vitale kararının gerekçesinde, ABD.’de kilise ve
devletin birbirinden ayrılmasını gerektiren tarihsel nedenlere değinilirken, geçmişte
dinsel inanç ve ibadet özgürlüğü bağlamında yaşanan acı tecrübelerin yeniden
yaşanmaması için bu önlemlerin alınmasının gerekli ve hatta zorunlu olduğunun altı
çiziliyordu.765
Önceleri Federal Yüksek Mahkeme, düzenlememe ilkesini geniş biçimde
yorumlamayı tercih etmiş ve Anayasa’nın söz konusu hükmüyle “din ve devlet

764
Engel v. Vitale, 370 U.S. 421. (1962) in KARAMUSTAFAOĞLU, loc.cit., ss. 219-220.
765
a.k., in DİNÇKOL, op.cit., s. 126.

207
arasında aşılmaz bir duvar ör[ül]düğü”766 biçiminde bir yoruma ulaşmıştır.
Nitekim, Everson v. Board of Education davasının çoğunluk kararını kaleme alan
Yargıç Black’in ifadesine göre,
“Birinci Ek’deki Düzenlememe İbaresi en azından şu anlama gelir: Ne
bir eyalet, ne de Federal Hükümet bir kilise kuramaz. Her ikisi de, bir dine veya tüm
dinlere yardımda bulunamaz, ya da bir dini diğerine tercih edemez. Her ikisi de, bir
kimseyi, kendi hilafına, kiliseye gitmek veya gitmemek hususunda zorlayamaz ya da
etkileyemez; herhangi bir dine inancı ya da inançsızlığını açıklamaya zorlayamaz.
Hiç kimse dinsel inançları veya inançsızlığını uygulamak ya da bu işle profesyonel
olarak uğraşmak ve kiliseye devam etmek veya etmemek nedeniyle cezalandırılamaz.
Adı ne olursa olsun dinsel faaliyetleri ya da kurumları, ne şekilde olursa olsun
bunların dini öğretmek ve uygulamalarını desteklemek için, ay ya da çok miktarda
hiçbir vergi salınamaz. Ne bir eyalet ne de Federal hükümet, açıkça ya da gizli
olarak, herhangi bir dinsel örgütün veya grubun faaliyetlerine katılamaz; aynı
engel, bu örgüt ve grupların eyalet ve Federal Hükümetle olan ilişkilerinde de
geçerlidir. Jefferson’un sözleriyle, devletçe din düzenlenmesine engel olan bu ibare,
‘Kilise ile Devlet arasında bir ayırım duvarı’ dikmek için konulmuş hukuki
düzenlemedir.”767 “... Bu duvar aşılmaz ve yıkılmaz şekliyle kalmalıdır; onda her
hangi bir gediğin açılmasına biz hiç bir zaman göz yumamayız.”768
Düzenlememe ilkesinin ikinci ve dar yorumunu savunanlara göre, söz
konusunu ilke ile engellenen, diğer dinsel kurumlar üzerinde yer alacak tek ve resmî
bir kilisenin kurulmasıdır. Bu görüşe göre, “ayırım duvarı” yalnızca devletin farklı
dinî inançlar arasında ayrımcı tutum sergilemesini engellemek için öngörülmüştür.

766
ERDOĞAN, “Sekülerizm, Laiklik ve Din”, s. 190.
767
Everson v. Board of Education, 330 U.S. 1, 67 S. 504, 91 L. Ed. 711. (1947) in TARHANLI,
loc.cit., s. 302. (vurgulamalar aktarana aittir) Ancak hemen belirtmek gerekir ki, söz konusu “ayrım
duvarı” benzetmesi, hangi tür devlet faaliyetlerinin düzenlememe ilkesini ihlâl ettiğinin
saptanmasında çok fazla yardımcı olamaz. EMANUEL, op.cit., s. 582. Zira, söz konusu benzetme
kullanışlı olmasına karşın, devlet ile kilise arasında var olan ilişkinin pratik yönüne ilişkin tam ve
doyurucu bir tanım getirememektedir. GUNTHER, op.cit., s. 1470.; ERDOĞAN, “Sekülerizm,
Laiklik ve Din”, s. 190.
768
Everson v. Board of Education, 330 U.S. 1, 67 S. Ct. 504, 91 L. Ed. 711 (1947) in ARSEL,
Amerikan Anayasası ve Federal Yüksek Mahkeme, s. 222., dp. 7.

208
Sonuç olarak devlet, dinî kurumlara doğrudan veya vergi bağışıklığı tanımak gibi
dolaylı yollarla parasal yardımda bulunabilir; ancak tek koşul, söz konusu
yardımların hiçbir ayırım yapılmaksızın her türlü dinî kuruma yapılmasıdır.769
Gerek geniş yorum, gerekse dar yorum tarzı tercih edilsin, sonuç olarak
şunu söyleyebiliriz ki, düzenlememe ilkesi, “... çoğulcu, demokratik, çağdaş hukuk
devleti düzeninde, inanç özgürlüğünü sağlayabilmenin birinci koşulu saydığımız
lâiklik ilkesini ifade eden ...”770 bir ilkedir. Ancak, Federal Yüksek Mahkeme’nin
içtihatlarında düzenlememe ilkesinin geniş biçimde yorumlandığı sonucunu
çıkarabiliriz. Nitekim, 1948 tarihli Mc. Collum v. Board of Education School
District No. 71. kararında Mahkeme, şu görüşlere yer vermektedir:
“Devlet ve din, birbirlerinden ya tamamiyle ayrıdır veya değildir. ...
Bunun ortası olamaz. Millî birliği ... emniyet altına alan Anayasa sistemimizin en
mukaddes ve hayatî esası, din ve devlet ayrılığına müteallik olan bu büyük Amerikan
prensibidir. Bu prensibi mutlak bir şekilde tatbike çalışmak Yüksek Mahkemenin en
mukaddes vazifesidir.”771
Devletin sunduğu kamu hizmetlerinden, diğer tüm toplamsal kurumlar
gibi dinin ve dinî kurumların da yararlanması konusunda ortaya çıkan sorunlar,
düzenlememe ilkesi çerçevesinde çözümlenmekte olan başlıca konulardandır. Ancak
bu noktada vurgulanması gereken, devletin düzenleme alanının genişlemesi sonucu
“kesin tarafsızlık ilkesi”nin sekteye uğramakta olduğu gerçeğidir.772

2) KORUYUCU ÖZGÜL YASAKLAMALAR VE İŞLEVİ

Düzenlememe ilkesinin içeriğinin ve devletin seküler niteliğinin


korunabilmesi için, açık bir biçimde düzenlememe ilkesini ihlâl etmekte olan

769
TARHANLI, loc.cit., s. 302.
770
ibid., s. 300. Düzenlememe ilkesinin değişik yorumlarından ortaya çıkan farklı anlayışlar (ayrılıkçı
görüş, devletçi görüş, katı sekülerist görüş, sempatik veya destekleyici görüş) ve Türkiye ile
karşılaştırmalı analizi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ERDOĞAN, “Sekülerizm,Laiklik ve Din”,
ss. 190-191.
771
Mc. Collum v. Board of Education School District No. 71, 333 U.S. 203. (1978) in ARSEL
Amerikan Anayasası ve Federal Yüksek Mahkeme, s. 225.
772
TARHANLI, loc.cit., s. 315.

209
yönetsel eylemlerin engellenmesi gerekir. Federal Yüksek Mahkeme, söz konusu
eylemleri, birtakım özgül yasaklamalar biçiminde sıralamıştır. Bunlar şu şekilde
sıralanabilir:773
a)Resmî kilise yasağı: Ne bir federe devlet, ne de federal yönetim, resmî
bir kilise kurma girişiminde bulunamaz.
b)Zorlama yasağı: Yönetim, bireyi, özgür iradesi hilâfına kiliseye
gitmeye veya uzak kalmaya; ayrıca, bireyi inancını veya inançsızlığını açıklamaya
zorlayamaz veya bu yönde bir etkide bulunamaz.
c)İnancın cezalandırılması yasağı: Hiç kimse, inancını veya
inançsızlığını açıklama ya da kiliseye katılma veya katılmama dolayısıyla
cezalandırılamaz.
d)Tercih yasağı: Yönetim, bir dini diğerine karşı tercih edemeyeceği
gibi, din olgusunu da dinsizliğe tercih edemez.
e)Katılma yasağı: Yönetim, dinsel temelli örgütlenmelerin eylemlerine
katılamayacağı gibi, bu tür örgütler de yönetimin eylemlerine katılamazlar.
f)Anlamı belirsiz yasaklamalar: Federal Yüksek Mahkeme’nin saptadığı
iki tür yasaklama daha mevcuttur ki, bunlar açık olarak tanımlanmamış ve muğlak
kapsamlı olan yasaklamalardır:
aa)Yardım yasağı: Yönetim, bir dine veya tüm dinlere yardım etme
amacı taşıyan bir yasa çıkaramaz.
bb)Vergi yasağı: Yönetim, herhangi bir dinî faaliyeti veya kurumu
desteklemek amacıyla vergi tahsil edemez.
Tıpkı lâik sistemlerde olduğu gibi, seküler anlayışın prototipi olan
Birleşik Devletler’de de devlet, rejimi tehlikeye düşürebilecek eylemler karşısında
pasif bir tutum sergilemek yerine, gerekli tedbirleri almak üzere Yasama organını
görevlendirmiştir. Yukarıda özetlediğimiz yasaklamalar ise, devletin kendini dinî

773
Everson v. Board of Education, 330 U.S. 1, 67 S. Ct. 504, 91 L. Ed. 711. (1947) in EMANUEL,
op.cit., ss. 582-583. Söz konusu yasaklamalardan bazıları (örneğin, bireyin dinî inancından dolayı
cezalandırılmasına ilişkin yasaklama ve sonuçta bireyin sahip bulunduğu “inancından dolayı
cezalandırılmama hakkı”, belki de daha doğrudan bir biçimde serbest uygulama ilkesi tarafından
da koruma altına alınmıştır. Ancak, söz konusu davada Federal Yüksek Mahkeme, listelenmiş
bulunan yasakların düzenlememe ilkesinin türevleri olduğunu ileri sürmektedir. in EMANUEL,
op.cit., s. 583.

210
nitelikli eylemlerden koruma siyasetinin temel taşları olup; aslında bu anlayış,
Avrupa’da gelişen, klasik demokrasi anlayışından militan demokrasi anlayışına geçiş
prosesinin Birleşik Devletler’deki uzantısı olarak değerlendirilebilir.
Nitekim Amerikan Federal Yüksek Mahkemesi, 1951 yılında vermiş
bulunduğu Dennis v. United States kararında, devletin cebir ve şiddet kullanarak
devrilmesinin amaçlanması halinde, devletin hürriyetleri sınırlamasında yeter
derecede ciddi ve önemli bir çıkar bulunduğunu belirtir ve şu ifadeleri kullanır: “ ...
Bu herhangi bir toplumdaki şüphesiz en son feda edilecek değer yerini işgal
etmektedir. Çünkü bir toplum, öz yapısını silahlı iç darbeden koruyamazsa, sonuç
olarak bundan daha az önemli bir değeri de koruyamaz. Eğer devlet; kendisini
devirmek amacını taşıyan bir grubun, üyelerine bu hususu öğretmeye, aşılamaya ve
önderlerin, durumu, koşul[l]arın izin verdiğini hissettikleri anda darbeyi indirmeyi
sağlayan bir gayeye bağlamaya kalkıştıklarının farkına varmış ise, devletin harekete
geçmesi gerekir. ... Devleti devlet kul[l]anarak devirmek teşebbüsü, hatta
devrimcilerin yetersiz sayısı ve güçleri nedeniyle daha baştan başarısızlığa mahkum
bulunsa bile, bu Kongrenin önlemesi gereken yeterli, uygun bir zarar teşkil
eder.”774
Dennis v. United States davasına neden olan olayda, Dennis adlı şahıs,
Komünist Partisi şefi olarak, hükümet karşıtı faaliyetleri dolayısıyla bu suçtan
mahkûm edilmiş ve Federal Yüksek Mahkeme bu mahkumiyet kararını onamıştır.
Federal Yüksek Mahkeme, 1946 tarihli Smith Act775in Anayasa’ya uygun olduğu
kanaatine varmıştır.
Federal Yüksek Mahkeme, söz konusu kararında, sanıkların başarı
ihtimali ve şanslarının bulunmamasının, onların harekete geçmeyeceklerini
göstermediğini vurguladıktan sonra; eğer ortada teşebbüse hazır bir grup mevcut ise,
harekete geçme zamanının geldiğini hissettiklerinde liderlerinin çağrısına uyacak
biçimde örgütlendiği ve sıkı biçimde disipline edildiğini ifade ettikten sonra

774
Dennis v. United States, 341 U.S. 494. (1951) in DİNÇKOL, op.cit., s. 61., dp. 9.
775
Smith Act’in söz konusu hükmü ile “[H]ükümeti zora ve şiddete başvurmak yolu ile bilerek ve
isteyerek devirmeye matuf harekette veya bu gaye ile neşriyatta bulunmak, bu çeşit neşriyatı
yayınlamak, satmak, veya bu gaye ile hareket eden şahısları veya toplulukları veya cemiyetleri
desteklemek...” suç olarak addedilmiştir. ARSEL, İlhan, Amerikan Anayasası ve Federal Yüksek
Mahkeme, ss. 193-194.

211
devamla: “[t]ehlikeyi yaratan gizli ittifakın varlığıdır. Şayet reaksiyonu oluşturan
unsurlar var ise, devleti, bunlara tahrip hareketinin de eklenmesine kadar beklemeye
mecbur edemeyiz, bağlayamayız.”776 demektedir.
Aynı davada Yargıç Douglas, çoğunluk kararına iştirak şerhinde ifade
özgürlüğünün Amerikan toplumu için öneminden söz ederken “... söz hürriyeti, ...
hakikatta imanımızın ilk hamuru, Devlet sistemimizi biz onunla yoğurduk. Aramızda
mevcut siyasî, dinî, felsefî, iktisadî ve ırkî grup ayrılıklarının koruyucusu o oldu.
...”777 ifadesini kullanmasına karşın, Federal Yüksek Mahkeme, kararda şu
görüşlere yer vermiştir; “Şiddet ve kuvvet yolu ile hükûmeti devirmek tehditleri,
hükümet için söz hürriyetini tahdit etmek bakımından meşru bir sebeptir. Zira bu, her
cemiyette, hükûmetin başvuracağı nihai bir çaredir; çünkü aksi takdirde, yani şayet
cemiyet, kendi esas bünyesini silahlı iç tecavüzlere karşı koruyamayacak olursa,
topluluğun kuruluş gayesine bağlı olan kıymetlerin korunması mümkün olmaz. ...
İstiklâliyetini ve dahilî emniyetini muhafaza etmek ve yabancı taarruz ve
müdahalelere karşı kendisini korumak, her devletin en kutsî vazifesidir ve bu neticeyi
elde ederken diğer mülahazalar tali derecede kalır.”778 “... [S]öz hürriyeti ...,
hududu olmayan ve takyid edilemez bir hürriyet değildir; söz hürriyetinin içtimaî
değeri, icab ettiği takdirde, diğer kıymetlere ve mülahazalara feda edilmelidir.”779
Ancak, Federal Yüksek Mahkeme, daha sonraki bazı kararlarında Dennis
kararındaki içtihadından sapmalar göstermiştir. Mahkeme, ilk olarak 1957 tarihli
Waters v. United States kararıyla, bu tutumundan vazgeçerek daha özgürlükçü bir
yaklaşım tarzı sergiledi. Mahkeme’ye göre, “şiddete dayanan bir [düşüncenin]
savunulması ve öğretilmesi, bu fikrin savunucusu ya da öğreticisinin niyeti ne kadar
kötü olursa olsun, eyleme yol açacak herhangi bir gayretin eşliği söz konusu değilse,
kanun koyucu tarafından yasaklanmamıştır.”780

3) ÜÇ İLKELİ TEST VE TEK İLKELİ STANDARDA GEÇİŞ OLASILIĞI

776
Dennis v. United States, 341 U.S. 494. (1951) in DİNÇKOL, op.cit., s. 61., dp. 9.
777
a.k., in ARSEL, Amerikan Anayasası ve Federal Yüksek Mahkeme, s. 199, dp. 17.
778
a.k.,in ibid., s. 193.
779
a.k., in ibid., s. 199.
780
Waters v. United States, 354 U.S. 298 (1957) in TANÖR, Siyasî Düşünce Hürriyeti ve ..., s. 66.

212
Federal Yüksek Mahkeme, düzenlememe ilkesine ilişkin sorunların
çözümünde kriter olması amacıyla üç ilkeli bir kontrol testi de geliştirmiştir. Lemon
v. Kurtzman kararı ile formüle edilen “Lemon Testi”, somut olaylarda
düzenlememe ilkesinin ihlâl edilip edilmediğini kontrol etmek içim kullanılmış ve
Mahkeme’nin özellikle kilise okullarına yapılan devlet yardımları konusunda verdiği
kararların sonucunu önemli ölçüde etkilemiştir. Herhangi bir işlem veya eylem söz
konusu üç ilkenin her birine uygun düştüğü ölçüde düzenlememe ilkesi açısından da
geçerli olacaktır. Söz konusu testin içerdiği üç kriter şunlardır.781
a)Seküler amaç kriteri: Dava konusu düzenleme dinî amaç
gütmemelidir. (secular purpose)
b)Etki kriteri: Dava konusu düzenlemenin uygulanmasından doğan
sonuçlar dini olumlu veya olumsuz yönde etkilememelidir. (primary effect)
c)Aşırı ilgilenme (ayak bağı) kriteri: Dava konusu düzenleme
dolayısıyla devlet, dini besleyici veya dine aşırı ilgi gösterici bir tavır içine girmiş
bulunmamalıdır. (excessive entanglement)
d)Siyasi bölünme kriteri: Teoride, bu üç ilkenin yanı sıra, bir dördüncü
ilkeden de söz edilmektedir. Buna göre düzenleme, dinî gruplaşmalar arasında aşırı
derecede siyasi bölünmelere yol açmamalıdır.782 Ancak, aslında bu ilke de, üçüncü
ilkenin bir başka yönü olarak değerlendirilebilir.
Tek ilkeli standart (Dinin onaylanması standardı): Lynch v. Donnely
davasının çoğunluğu tarafından ileri sürülen görüşe göre, üç ilkeli test, yalnızca
Federal Yüksek Mahkeme’nin görüşünü öğrenme amacıyla ortaya çıkan konuları
artırmakta ve bazı yönetsel işlemler üçlü test barajını geçmeseler de,
savunulabilmektedir. O halde, daha basit bir işleyişe sahip olan tek ilkeli bir
standarda geçilmelidir.783 Daha sonraki bir başka davada da benzer görüşler ileri
süren Federal Yüksek Mahkeme’nin çoğunluğu, tek ilkeli standarda geçilmesini
önermişlerdir.784 Ancak, Federal Yüksek Mahkeme tarafından birkaç kez ortaya

781
EMANUEL, op.cit., s. 583.; TARHANLI, loc.cit., s. 304.
782
EMANUEL, op.cit., s. 583.
783
Lynch v. Donnely, 465 U.S. 668, 104 S. Ct. 1355, 79 L. Ed. 2d. 604. (1984) in EMANUEL,
op.cit., s. 583.
784
Ayrıntılı bilgi için bkz. Texas Monthly, inc. v. Bullock, 489 U.S. 1 (1989). in EMANUEL, op.cit.,
s. 584.

213
konan söz konusu standardın kapsamında yer alan bu öneriler, daha sonraki yıllarda
Mahkeme tarafından benimsenmemiştir. Böylece üç ilkeli test, düzenlememe ilkesi
ile ilgili davalarda halen geçerliliğini koruyan başlıca kriterdir.

B) YÜKSEK MAHKEME KARARLARINDA DÜZENLEMEME


İLKESİ

1) EĞİTİM

Düzenlememe ilkesine ilişkin sorunların çoğu, eğitim bağlamında ortaya


çıkmaktadır.785 Tam anlamıyla seküler bir ülke olan ABD.’de devlet ile Kilise
birbirinden ayrıldığı gibi, Kilise ile okul da birbirinden ayrılmıştır. Anayasa’nın Ek
1. md. hükmü gereğince, din eğitimi devletçe desteklenmediğinden, devlet
okullarında ne zorunlu, ne de seçimlik olarak dinsel öğretim yapılmaz. Buna karşılık,
çeşitli dinsel cemaatler ve vakıfların açtığı okul ve yükseköğretim kurumlarında
dinsel öğretime geniş ölçüde yer verilmektedir. Ancak bazı eyaletler, Kilise
yönetimindeki okullara devam eden öğrencilere parasal destek sağlamakta ve
okullara vergiden muaf fon kazancı temin etmektedir.786
Federal Yüksek Mahkeme, kilise ile okulların birbirinden ne denli kesin
çizgilerle ayrıldığını 1948 tarihli Mc. Collum v. Board of Education School
District No.71 kararında şöyle dile getirmektedir:
“Organlarından her hangi birisi marifetiyle ve bilhassa öğretim
sahasında devletin, din ve dünya işlerini birlikte görmesi imkânlarına yer vermemek
suretiyle Amerikan Cemiyeti, genç olduğu kadar da terkibi itibariyle benzerine ender
rastlanır bir milletin ihtiyaçlarına en uygun bir şekilde hareket etmiştir”.
... Devlet mektepleri, her şeyden evvel, Demokrasimizin sembolü ve
müşterek kaderimizin en müessir hazırlayıcı vasıtasıdır. Anayasamızın ayrı
kalmalarını mutlak şekilde lâzım addettiği meselelerde, teşevvüş şöyle dursun fakat
en ufak bir anlaşmazlığı dahi bertaraf etmek bakımından Devletin, resmî

785
GUNTHER, op.cit., s. 1463.
786
DİNÇKOL, op.cit., s. 125.

214
mekteplerde ayrılık yaratacak mahiyetteki faaliyetlerini önlemek kadar hiç bir şey,
memleke[t] için hayatî olamaz.”787
Yine aynı kararda Mahkeme, “değil yalnız devlet mekteplerinde, devlet
parası ile maarif kadrosu tarafından yapılan dinî tedrisatın, fakat aynı zamanda her
türlü din derslerinin ne şekilde olursa olsun okutulmasını[n] bile lâikliğin ihlâli
demek olacağı”788nı belirtmiştir.

a) Özel Kilise okullarına yapılan devlet yardımları

aa) Devlet tarafından verilen standart sınavlar için kilise okullarına


yapılan yardımlar

Okul sınavlarına ilişkin sorunların ilki Federal Yüksek Mahkeme’ye


1973’te intikal etti. New York eyaleti, yasalar gereğince yapılması gereken sınavlara
harcanmak üzere, bütçesinde kilise okullarına yapılacak yardım kaleminden
28.000.000 $ ayırmıştı. Ayrıca, söz konusu harcamaların sonradan mali denetiminin
yapılacağına ilişkin herhangi bir yasal düzenleme de mevcut değildi. Mahkeme, 8-
1’lik oylama sonucunda verdiği Levitt v. Committee for Public Education and
Religious Liberty kararıyla, Bütçe Yasası’nın söz konusu hükmünü iptal etti.789
Federal Yüksek Mahkeme, aynı yıl içinde, sınavlarla ilgili bir başka
sorundan doğan Wolman v. Walter davasında, bu kez haklı gerekçelerle
Anayasa’ya uygunluk kararı verdi. Zira, Ohio eyaletinin sınavlara malî katkısının
konusu, yalnızca dindışı ders sınavlarını kapsamına almaktaydı. Mahkeme, dine
doğrudan bir yardımın söz konusu olmadığı ve dolayısıyla dine aşırı ilgi göstermenin
söz konusu olmadığı gerekçesiyle Anayasa’ya uygunluk kararı verdi.790

787
Mc. Collum v. Board of Education School District No. 71, 333 U.S. 203. (1948) in ARSEL,
Amerikan Anayasası ve Federal Yüksek Mahkeme, s. 225.
788
Mc. Collum v. Board of Education School District No. 71, 333 U.S. 203. (1948) in GİRİTLİ,
“Demokrasi ve Lâiklik”, s. 96.
789
Levitt v. Committee for Public Education and Religious Liberty, 413 U.S. 472. (1973) in
TARHANLI, loc.cit., s. 304.
790
Wolman v. Walter, 433 U.S. 299. (1977) in ibid., loc.cit., s. 304.

215
New York eyaleti, iptal kararından 4 yıl sonra, yine kilise okullarında
yapılacak sınavlara ilişkin yardım harcamalarıyla ilişkili yeni bir düzenleme getirdi.
Ancak bu kez, önceki düzenlemeden farklı olarak, harcamaların sonradan malî
denetiminin yapılmasına dair bir hüküm konmasına karşın, 6’ya karşı 3 oyla Federal
Yüksek Mahkeme, New York v. Cathedral Academy davasında söz konusu işlemin
asıl amacının dine yardımda bulunmak olduğu ve böylelikle düzenlememe ilkesinin
ihlâl edildiği gerekçesiyle Anayasa’ya aykırılığa karar verdi.791
New York eyaletinin daha önce iki kez Anayasa’ya aykırı olduğu
gerekçesiyle iptal edilen düzenlemesi, 1980’de açılan Committe for Public
Education and Religious Liberty v. Regan davası ile tekrar Federal Yüksek
Mahkeme’nin karşısına geldi. Ancak bu kez, Mahkeme’den 5’e karşı 4 oyla
Anayasa’ya uygunluk kararı çıktı. Mahkeme, gerekçe olarak, son tahlilde sınavların
hiçbir dinî amaç taşımamasını gösterdi.
Ancak, Regan kararıyla Mahkeme, oldukça tehlikeli bir adım attığı
yönünde eleştirildi. Sınavlar her ne kadar dindışı derslere ilişkin olsa da, özellikle
yaşamın kökenleri, evrim, cinsel davranış gibi konulara ilişkin sorunun yanıtlarının,
dinî eğitim temeline dayalı okul öğretmenleri tarafından oldukça farklı biçimde
aktarılacağında kuşku yoktur.792
Ancak, bu noktada vurgulanması gereken konu, Amerikan toplumunda
ahlâki değerlere ilişkin unsurların yer yer etkili olduğu ve bazı durumlarda özellikle
cinsel eğitimle ilgili düzenlemelerin muhafazakâr kesimler tarafından Federal
Yüksek Mahkeme’ye sık sık taşınması ve zaman zaman istenilen sonuçların
alınmasıdır. Bu nedenle bazı yazarlara göre, ahlâk kuralları, Amerikan hukuk
sisteminde dayatma boyutuna varacak derecede etkilidir.793

bb) Kilise okullarını tercih eden ebeveynlere okul ücretleri


konusunda yapılan yardımlar veya ücrette indirimler

791
New York v. Cathedral Academy, 434 U.S. 125. (1977) in ibid., s. 304.
792
Committe for Public Education and Religious Liberty v. Regan, 444 U.S. 646. (1980) in ibid., s.
305.
793
HART, op.cit., ss. 33-34.

216
Özel kilise okullarıyla ilgili ikinci sorun, anayasal haklarını kullanarak
çocuklarını özel kilise okullarına göndermeyi tercih eden ebeveynlerin, okullara
ödemekte oldukları ücretlere ilişkindir. Söz konusu durumda bulunan ebeveynler,
devlet okullarına tahsis edilmiş vergileri ödemek zorunda olmalarının yanı sıra,
ayrıca ücretli kilise okullarına da ödeme yapma zorunluluğu altındaydı.
Konuya ilişkin ilk sorun 1947 yılında Everson v. Board of Education
davası ile karara bağlandı. New Jersey eyaletine bağlı Ewing kasabasında, bir genel
düzenleyici işlem vasıtasıyla, yönetim, kilise okulları da dahil olmak üzere, çocukları
devlet okullarına devam eden ebeveynlerin ödemekte oldukları okul ücretlerini
kendilerine iade etmek suretiyle, söz konusu masrafları karşılamayı kararlaştırdı.
Devlet okullarına ve diğer özel okullara devam eden öğrencilerin yanı sıra kilise
okullarına giden öğrencilerin otobüs ücretlerinin de vergi yükümlülerinden alınan
paralarla ödenmek istenmesi üzerine, düzenlememe ilkesinin ihlâl edildiği
gerekçesiyle Eyalet Yüksek Mahkemesi’ne başvuruldu ve Mahkeme Anayasa’ya
uygunluk kararı verdi. Sorunun Federal Yüksek Mahkeme’ye intikali sonucu oluşan
çoğunluk kararında, söz konusu düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığı ve
“çocuk yararı” dikkate alındığı takdirde, uygulamanın sürdürülmesinin uygun
olduğu yönünde idi.794 Söz konusu dava, muhtaç çocuklara yardım sağlamak gibi
ilgi çekici bir şekilde sonuçlanmasına karşın, Mahkeme üyelerinin fikir birliğine
vardığı hükümde geçen ilkeler, çoğunluk oyu ile çelişmektedir.795
Nitekim, karşı oy yazısını kaleme alan Hakim Ruthledge’in de değindiği
gibi, “Gerek kilise ve gerek din varlıklarını bu hürriyete borçludurlar. Devlet
himayesi veya kilise müdahalesi altında din hürriyeti gerçekleşemez. ... [D]in
hürriyetinin aslî şartını onun her türlü malî yardım ve diğer devlet müdahalelerinden

794
Everson v. Board of Education, 330 U.S. 1, 67 S. Ct. 504, 91 L. Ed. 711. (1947) bkz. TARHANLI,
loc.cit., s. 302.; KARAMUSTAFAOĞLU, loc.cit., s. 225.
795
Mahkeme üyelerinden Yargıç Black, “... vergi gelirlerinden, herhangi bir dinin ilkelerini öğreten
kurumların desteklenmesinin yasak olduğu.... ancak devletin hiçbir bireyini inancından ya da
inançsızlığından dolayı, kamu refahına ilişkin yasamadan doğan yardımlardan mahrum
edemeyeceği... Ek 1 inci maddenin ‘kilise ile devlet arasında bir duvar’ oluşturduğu ... bu duvarın
da yüksek ve zaptolunamaz şekilde korunması gerektiği...” görüşündedir. Everson v. Board of
Education, 330 U.S. 1, Ct. 504, 91 L. Ed. 711. (1974) in DİNÇKOL, op.cit., s. 126., dp. 252. ve
ilgili metin.

217
uzak tutulması teşkil eder. Çünkü [seküler] bir temel üzerine kurulunca diğerleri ile
ilişiği ortadan kalkacaktır. Devlet bütçesine dinî masraflar için konulacak bir masraf
ilerde daha fazla taleplere yol açacağı gibi dinî cemaatler arasında da ya fazla veya
hiç hisse almamak yüzünden mücadelelere sebebiyet verecektir.”796 Sonuç olarak,
söz konusu düzenleme devlet ve kilise arasında var olması gerek ayırım duvarını
belirgin biçimde ihlâl edici nitelikte olduğundan, Anayasa’ya aykırıdır.797
Federal Yüksek Mahkeme, konuya ilişkin iki eyalet düzenlemesini daha
1973 yılında karara bağladı. 1973 tarihli Committe for Public Education and
Religious Liberty v. Nyquist davasına konu olan New York eyaletinin düzenlemesi,
düşük gelirli ailelere, eğitime verdikleri her çocuk için 100 $’a varan miktarda
doğrudan malî yardım yapılması ve ayrıca çocukları kilise okullarına devam eden
ebeveynler için gelir vergisinden muaf tutulma olanağı getirmekteydi. Mahkeme, söz
konuyu düzenlemenin dine doğrudan yardımı amaçladığını belirterek, Anayasa’ya
aykırılık kararı verdi.798
Aynı konuya yönelik olarak, yine aynı yıl içinde Federal Yüksek
Mahkeme’nin çözüme bağladığı Sloan v. Lemon davasına konu olan
Pennsylvania’nın yasal düzenlemesine göre, dinî temelli ilköğretime devam eden her
çocuk için 75’er $, ortaöğretim için ise 150’şer $ tutarında malî yardım yapılması
öngörülmekteydi. Federal Yüksek Mahkeme, kararın gerekçesinde, her ne suretle
olursa olsun, yapılması düşünülen malî yardım aracılığıyla ebeveynlerin çocuklarını
kilise okullarına göndermeye teşvik edildiğini, böylelikle dine doğrudan katkıda
bulunulmuş olacağını belirtti.799
On yıl sonra Federal Yüksek Mahkeme’nin önüne gelen aynı konudaki
Mueller v. Allen davasının konusunu ise Minnesota eyaletinin bir düzenlemesi idi.
Düzenlemeye göre, okul ayırımı yapmaksızın, çocukları okula devam eden

796
Everson v. Board of Education, 330 U.S. 1, 67 S. Ct. 504, 91 L. Ed. 711. (1947) in
KARAMUSTAFAOĞLU, loc.cit., s. 225.
797
Everson v. Board of Education, 330 U.S. 1, 67 S. Ct. 504, 91 L. Ed. 711. (1947) in SPAETH -
SMİTH, op.cit., s. 117. kararla ilgili daha detaylı bilgi için bkz. GUNTHER, op.cit., ss. 1466-
1470.
798
Committee for Public Education and Religious Liberty v. Nyquist, 413 U.S. 756. (1973) in
TARHANLI, loc.cit., s. 305.
799
Sloan v. Lemon, 413 U.S. 825. (1973) in ibid., s. 305.

218
ebeveynlere okul ücretleri, ulaşım ve okul araç-gereçleri için yaptıkları harcamaları,
vergide baz olarak alınan matrah miktarından düşme olanağı tanınmaktaydı. 5-4’lük
oylama sonucu Federal Yüksek Mahkeme, vergi indirimlerinden elde edilen
kaynaklardan sağlanmak şartıyla, çocukları kilise okullarına devam eden ebeveynlere
getirilen vergi bağışıklığı ve malî yardımların Anayasa’ya uygun olduğu sonucundan
hareket ederek, söz konusu yardımlardan tüm okul çocuklarının yararlandırılması
gerektiği kanaatine vardı. Çoğunluk kararını kaleme alan Yargıç Rehnquist’e göre,
yasa “Lemon Testi”nin hiçbir kuralına aykırı değildi. Zira öğretim görmekte olan
çocuğu bulunan herkes söz konusu indirimden yararlanacaktı; son tahlilde yasa,
herhangi bir dinî amaç taşımamaktaydı; ayrıca, yasanın uygulanması dine hiçbir
ayrıcalıklı katkıda bulunmayacağından, bu yasadan dolayı devlet dine aşırı bir ilgi
göstermiş olmayacaktı.800

cc) Kilise okullarına devam eden öğrencilere sunulan yardımcı


hizmetler
Kilise okullarına devam eden ve çeşitli özel ihtiyaçları olan çocuklara
çeşitli yardımcı hizmetler sunulmasını amaçlayan Pennsylvania düzenlemesinin
Anayasa’ya aykırılığını değerlendiren Federal Yüksek Mahkeme, 1975 tarihli Meek
v. Pittenger davasında 6-3’lük bir oylama sonucu iptal kararı verdi. Düzenleme ile,
işitme, konuşma ve zeka özürlü veya anadili İngilizce olmayan çocuklara
destekleyici programlar, üstün zekalı çocuklara ise özel hızlandırılmış eğitim;
danışmanlık hizmeti; ücretsiz sağlık kontrolü ve tedavi sunulması amaçlanmaktaydı.
Kural olara, devlet okullarında eğitim gören öğrencilere sunular söz konusu
hizmetler kilise okullarından talep durumunda, eşit koşullarda onların da
yararlandırılması öngörülmekteydi.801
Mahkeme’ye göre, eğer söz konusu yardımlar bir tür okulların bine ve
eklentilerinin dışına yapılırsa yasal, okul yeri ve arazilerine yapıldığı durumlarda ise
Anayasa’ya aykırı niteliktedir.802

800
Mueller v. Allen, 463 U.S. 388. 103 S. Ct. 3062, 77 L. Ed. 2d. 721. (1983) in GUNTHER, op.cit.,
s. 1473; TARHANLI, loc.cit., s. 305.
801
Meek v. Pittenger, 421 U.S. 349. (1975) in ibid., s. 306.
802
a.k., in DİNÇKOL, op.cit., s. 127.

219
Mahkeme’nin çoğunluk kararı gerekçesini kaleme alan Yargıç Stewart,
gerçekçi olmayan gerekçelere dayanarak söz konusu yasal düzenleme hakkında iptal
kararı verirken, yasanın uygulamaya konması halinde, devlet ile din arasında, hoş
görülemeyecek biri ilişki kurulacağını ileri sürdü. Kararı eleştiren Baş Yargıç
Burger, söz konusu hükümle okulların değil, ebeveynlerinin yapmış olduğu tercih
nedeniyle çocukların cezalandırıldığını vurguladı.803 ayrıca, karara karşı çıkan
Rehnquist, çoğunluk oyuna katılanları “bütün halinde (A.B.D.) toplumunun tamamen
dindışı bir duruma getirilmesi gerektiğine inananlar”804 olarak değerlendirmek
suretiyle, ağır eleştireler yöneltti.
Meek v. Pittenger kararından iki yıl sonra 8-1’lik oylama sonucunda
çözümlenen Wolman v. Walter davası ise, Ohio eyaletinin sağlık hizmetleri
konusundaki düzenlemesine ilişkin olup, sağlık hizmetlerinin kilise okullarında da
tamamen sivil devlet personeli tarafından yürütülmesini öngörmekteydi. Mahkeme,
bu kez Anayasa’ya uygunluk kararı verdi. Mahkeme’nin gerekçesi, aynı konuya
ilişkin bulunan daha önceki Meek v. Pittenger kararına karşı oy yazan Baş Yargıç
Burger’in gerekçesine dayanmaktaydı. Diğer taraftan tek karşı oyun sahibi Yargıç
Marshall’a göre, söz konusu hizmetlerin içinde terapinin de yer alması, kilise
okullarına devam eden öğrencilerin başarısını arttırabilecek nitelikte bir etken olup,
böylelikle dine de dolaylı olarak katkıda bulunulmuş olacağından dolayı,
düzenlememe ilkesinin ihlâl edildiği açıktır.805
Görüldüğü üzere, Federal Yüksek Mahkeme’nin Kilise okullarına
yapılan yardımlar hakkında verdiği kararlarda, yardımın parasal tutarından çok,
Kilise-devlet birliğini destekleme biçimi ve bu iki kurum arası ilişki açısından
sembolik bir mesaj taşıyıp taşımadığı konusu daha çok ele alınmıştır.806
1985 yılında Federal Yüksek Mahkeme, devlet veya kilise okulu
öğretmenlerinin özel yardımcı hizmetlere yönelik olarak görevlendirilmesine ilişkin
iki ayrı davayı sonuçlandırdı. Bunlardan Grand Rapids School District v. Ball
davasının konusu, yönetimin Grand Rapids kentinde yapmış olduğu iki düzenleyici

803
a.k., in TARHANLI, loc.cit., s. 306.
804
a.k., in ibid., s. 306.
805
Wolman v. Walter. 433 U.S. 299. (1977). in ibid., s. 306.
806
DİNÇKOL, op.cit., s. 127.

220
işlemle ilgili idi. Bunlardan “Cemaat Eğitim Programı”nda hiçbir devlet okulu
personelinin kullanılmaması ve kullanılacak binaların da Kilise okullarından
kiralanması öngörülmekte idi. Kent bütçesinden ayrılan ücretler karşılığında kilise
okulu öğretmenleri, ders saatleri dışında, gazetecilik ve beden eğitim gibi konularda
kurs vermek üzere görevlendirilmişti. Mahkeme, 7-2’lik oylama sonucu aldığı
kararla, kilise okulları öğretmenlerinin 15:30’dan sonra aniden din dışı bir karakter
kazanamayacaklarını, bu nedenle işlemin Anayasa’nın düzenlememe ilkesini ihlâl
ettiğini belirtti.807
Yine aynı yıl içinde çözümlenen Grand Rapids School District v. Ball
davasına konu olan ve Grand Rapids yönetiminin düzenlediği ikinci programda ise,
yine aynı amaca yönelik olarak, fazla mesai için fazla ücret almayı kabul eden, devlet
okullarına mensup öğretenler görevlendirilmişti. 5-4’lük oylama sonucunda Federal
Yüksek Mahkeme, kilise okullarında okuma, resim, müzik ve beden eğitimi
derslerine yönelik olan bu kursların ne özel nitelik gerektirdiğine, ne de bu konularda
öğrencilerin özel ihtiyaçları bulunduğuna dair herhangi bir kanıta rastlanamadığından
hareketle, ikinci düzenlemenin de Anayasa’ya aykırılığına karar verdi.808
1985 yılında Federal Yüksek Mahkeme, Aquilar v. Felton davasında,
Kongre’nin 1965 yılında çıkardığı bir yasal düzenlemeyi denetledi. Söz konusu ilk
ve Ortaöğretim Yasası, dar gelirli ailelerin öğrenim görmekte olan çocuklarının
imkanlarına katkıda bulunmayı amaçlamaktaydı. Söz konusu yasa uyarınca New
York eyaleti getirdiği yeni düzenleme ile, ertesi yıldan itibaren, kilise okullarına
devam eden öğrencilere yardımcı hizmet sunmak amacıyla, eyalet bütçesinden
ödenek ayrılmasına karar vermişti. Daha sonra hazırlanan ve uygulaya konan
programa göre, öğretmenler, psikologlar, psikiyatristler, rehberlik uzmanları ve
sosyal hizmet uzmanlarından oluşan devlet okulu çalışanları, kilise okullarına devam
eden öğrencilere gerekli olduğuna karar verilen ek dersler ve hizmetler sunmaktaydı.
Bunun yanı sıra, programların içeriğinde ve uygulamasında herhangi bir dinî içerik

807
Grand Rapids School District v. Ball, 473 U.S. 373; 105 S. Ct. 3216. (1985) in EMANUEL,
op.cit., ss. 602-603; TARHANLI, loc.cit., ss. 306-307; DİNÇKOL, op.cit., s. 127.
808
Grand Rapids School District v. Ball, 473 U.S. 373, 105 S. Ct. 3216. (1985) in TARHANLI,
loc.cit., s. 307.

221
olup olmadığını kontrol etmek üzere, kent eğitim müdürlüğü müfettişleri, ayda bir
kez olmak üzere, söz konusu okullarda denetleme yapmaktaydı.809
Mahkeme, 5-4’lük oylama sonucunda verdiği kararda, söz konusu
programın din ile devlet arasında aşırı bir ilişki yarattığı ileri sürerek, Anayasa’ya
aykırılığını hükme bağladı. Mahkeme’ye göre, ek eğitim hizmetlerinin verdiği
yerlerin kilise okulu olması dolayısıyla, henüz temyiz yeteneğine sahip bulunmayan
öğrenciler, bu durumu asıl amacını algılayamayıp, devletin dine resmi deste vermesi
olarak yorumlayabilirler. Diğer taraftan, düzenlemenin denetimle ilgili kısmında da
bir çelişkiye düşülmüş olup, aynı şekilde bu durumda da dine aşırı bir ilgi gösterilmiş
olmaktadır.810

dd) Doğrudan Kilise okullarına yapılan yardımlar

Federal Yüksek Mahkeme, 1971 tarihli Tilton v. Richardson davasında


verdiği kararla, akademik binaların kurulmasında kullanılmak üzere, kiliselerle
ilişkili okullar ve diğer özel kolejlere federal yardım yapılmasını öngören yasal
düzenlemenin Anayasa’ya uygunluğunu onayladı. Mahkeme’ye göre, kolej
öğrencileri, dinî telkin konusuna daha az yatın olup, ilk ve ortaöğrenim
kurumlarındaki öğrencilere nazaran daha az etkilenebilmektedir.811 Bunun yanı sıra,
Mahkeme’ye göre, tem amaca yönelik (olarak vaktiyle verilen inşaat ödenekleri,
devlet ile kilise arasında ayak bağı olup, Anayasa’ya aykırı nitelikte aşırı bir ilişkinin
kurulmasına yol açmaktadır. Ayrıca Mahkeme, binaların 20 yıllık bir süre için dinî
amaçlar için kullanılmasına izin veren yasa hükmünü de iptal etmiştir.812
Yine aynı yıl içinde çözümlenen Lemon v. Kurtzman davasında, Kilise
okullarında fen bilimleri, matematik, yabancı dil ve beden eğitimi gibi derslere

809
Aquilar v. Felton, 473 U.S. 402; 105 S. Ct. 3232. (1985). in ibid., s. 307.
810
a.k., in ibid., s. 307.
811
Anımsatmak gerekir ki, kolejler, bizde olduğu gibi yabancı dilde eğitim veren özel ortaöğretim
kurumlarını değil, lise sonrası lisans düzeyindeki yükseköğrenim kurumlarını ifade etmek için
kullanılmaktadır.
812
Tilton v. Richardson, 403 U.S. 671. (1971) in SPAETH - SMITH, op.cit., s. 118.; GUNTHER,
op.cit., ss. 1480-1481. Tilton kararının sonucu, iki yıl sonraki bir diğer kararda da aynen
uygulanmıştır. Bkz. Hunt v. Mc Nair, 413 U.S. 734. (1973) in GUNTHER, op.cit., s. 1481.

222
ayrılan giderleri finansa etmek üzere doğrudan parasal yardım yapılmasını öngören
bir Pennsylvania kanununu Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal
edilmektedir. Federal Yüksek Mahkeme, söz konusu derslerin içeriğinin ilgili
Katolik kilisenin dinsel misyonunun ayrılmaz bir parçası olduğu kanaatinden hareket
etmek suretiyle, yapılan yardımla öğrencilerden ziyade, Kilise okullarına yönelik
fayda sağlandığının saptadı.813
1976 yılında Federal Yüksek Mahkeme’ye intikal eden Roemer v.
Maryland Public Works Board davasında Federal Yüksek Mahkeme, bir eyalet
yasama meclisinin, içinde dinsel derslere ağırlık veren okulların da bulunduğu özel
okullara parasal yardım yapılması sorunun Anayasa’ya aykırılığı iddiasını
değerlendirmiştir. Mahkeme’ye göre, düzenlememe hükmünün ihlâl edilmiş
sayılması için, gereken şartlar oluşmamıştır, yasa herhangi bir dinsel amaca hizmet
etmediği gibi, dinsel faaliyetleri teşvik edici veya caydırıcı sonuçlara da sebebiyet
vermemektedir. Bunun yanı sıra yasa, devletin dinsel işlerle ilgilenmesine de yol
açmamaktadır. Dolayısıyla, söz konusu yasal düzenleme sonucu Devlet tarafsız
konumda kalabilmektedir. Bu görüşlerden hareketle Federal Yüksek Mahkeme,
yasamanın Anayasa’ya uygun olduğu kararına varmıştır.814

b) Devlet okullarındaki olanakların din eğitimi için kullanılması

Federal Yüksek Mahkeme’nin düzenlememe ilkesine ilişkin olarak


karşılaştığı sorunlardan bir diğeri ise, devlet okullarında din eğitimi konusudur. Bu
tür davaların ilki, 1948’de Mahkeme’ye intikal eden Mc. Collum v. Board of
Education School District No. 71. davasıdır. Illinois’deki Champain kasabasında
yapılan düzenleme, değişik dinî mezheplere mensup din adamlarının, devletten
herhangi bir ücret talep etmeksizin, devlet okullarındaki öğrencilere Protestan,
Katolik veya Yahudi dinsel eğitimi vermek üzere görevlendirilmesine ilişkindir. Söz
konusu düzenleme uyarınca, ebeveynlerinin din dersi almasını istediği çocuklar izin
belgeleri ile birlikte mezheplere göre ayrılmış değişikliklerde öğretim görecek; din

813
Lemon v. Kurtzman, 403 U.S. 602. (1971) in TARHANLI, loc.cit., s. 302.
814
Roemer v. Maryland Public Works Board, 426 U.S. 736. (1976) in GUNTHER, op.cit., s. 1481.;
AKGÜNER, loc.cit., s. 429.

223
derslerine katılmayı reddedenler ise okulun başka kısımlarında din dışı derslere
katılacaklardı.815 Öğrencilerin derslere devamlarını izleyen yoklama sonuçlarının
ise, ancak laik öğretimde bulunan öğretmenlere raporla bildirilmesi
öngörülmekteydi.816 Ancak çocuklar boş ders saatlerinde - Doremus davasında
olduğu gibi din dersleri almak üzere- Kiliseye gitmemekte, bunun yerine bizzat
Papaz okula gelerek sınıflarda din dersi vermekteydi.817
Federal Yüksek Mahkeme, söz konusu proje uyarınca, vergilerle
desteklenen devlet okullarına ait binaların ve okul araç ve gereçlerinin bazı dinlerin
doktrinlerini yaymak için kullanılmasının Everson ilkesini çiğnediği ve dolayısıyla
Anayasa’da düzenlenen din-devlet ayrılığı ile bağdaşmadığı gerekçesinden yola
çıkarak, söz konusu yasal düzenlemeyi iptal etti.818
Federal Yüksek Mahkeme’nin bu davada dikkat çektiği iki önemli nokta
vardır. Birincisi, eğitimin mekanının devlet okullarının olmasıdır. Dikkat edilirse
dava, devlet okullarındaki imkanların, öğrencilerin dinî eğitimleri için kullanılmasına
ilişkindir. Mahkeme’nin 8-1’lik oylama sonucu verdiği iptal kararını kaleme alan
Yargıç Black, olayda “salt vatandaşların ödediği vergilerden kaynak alan devlet
okullarının dinsel öğretilerin yayılması için kullanılmasıyla kalınmadığını; devletin,
zorunlu devlet okulu mekanizmasını kullanarak, din gruplarına taraftar
kazanabilmeleri için paha biçilmez yardımlarda da bulunduğunu”819 ileri sürdü.
İkinci önemli nokta, din derslerine katılan öğrenciler ders görmekte iken,
diğer öğrencilerin okludan çıkmasına izin verilmemesi hususudur. Karşı oy yazısının
sahibi Yargıç Frankfurter da, karara katılmamakla birlikte, din dersine girmeyen
öğrencilerin okuldan çıkışlarına izin verilmemesinin, öğrenciler üzerinde baskı
unsuru yarattığı şeklindeki görüşe katılmaktaydı.820

815
Mc. Collum v. Board of Education School District No. 71, 333 U.S. 203. (1948) in DİNÇKOL,
op.cit., s. 125; TARHANLI, loc.cit., s. 308.
816
a.k., in KARAMUSTAFAOĞLU, loc.cit., s. 225; DİNÇKOL, op.cit., s. 125.
817
a.k., in ARTUS, Amil, “Amerika Birleşik Devletlerinde Kanunların Anayasaya Aykırılığını
Mahkemelerin Tetkik Yetkisi”, AD., Y. 51, Mart 1960, S. 1, s. 23.
818
a.k., in DİNÇKOL, op.cit., s. 125; KARAMUSTAFAOĞLU, loc.cit., s. 225.
819
a.k., in TARHANLI, loc.cit., s. 308.
820
a.k., in ibid., s. 308. Kararla ilgili detaylı bilgi için bkz. GUNTHER, op.cit., ss. 1484-1487.

224
Derslere devam konusuyla ilgili olarak iki hususa dikkat çekmek gerekir.
Kanımızca, din derslerine devam etmek istemeyen öğrenciler, kendi serbest
iradeleriyle ve dinî bilgi edinmek amacıyla okulda kaldıkları halde; diğer
öğrencilerin serbest iradelerinden söz edilemez. Her ne kadar irinci gruba giren
öğrencileri din derslerine devam etmeyi istememekte ise de; aslında, diğer
çalışmalara katılmayı da serbest iradeleri sonucu seçmiş değillerdir. İkinci önemli
nokta ise, düzenlemenin zorlama unsuru içerip içermediği sorunu olup, az önce
dikkat çektiğimiz ilk husustan kaynaklanmaktadır.
Bununla birlikte, bazı yazarlara göre, dinî ve dinî olmayan gruplar
arasında tarafsız bir siyaset güdülmesi halinde, devlet okullarının binalarının
kullanmasına izin verilmesi düzenlememe ilkesini ihlâl etmez.821
Kanımızca, söz konusu düzenlemenin uygulamada ortaya çıkan
sonuçlarından en önemlisi, serbest iradeleri sonucunda tercih etmedikleri ve fakat din
derslerine girmek yerine seçtikleri din dışı derslere giren öğrencilerin, bir süre sonra
dersleri suni ve zaman doldurma olarak addederek, din derslerine girme eğilimlerinin
ortaya çıkmasıdır ki, bu noktada gizli bir baskı unsurunun varlığı anlaşılabilecektir.
Sonuç olarak yönetimin, kanımızca, “ya din dersine girmeyi kabul edersin; ya da
eğer girmek istemezsen okuldan dışarı da çıkamazsın, seni okulda tutmanın yolunu
buluruz. Din dersini reddetmenin ödülü (!) istemediğin halde okulda program dışı
derslere katılmayı kabul etmektir.” biçimindeki zorlaması.
Federal Yüksek Mahkeme, New York’un aynı konuya ilişkin
düzenlemesini değerlendirdiği Zorach v. Clauson davası822nda ise, birincinin
aksine, Anayasa’ya uygunluk karar verdi. İlk davanın aksine, ikinci davada
Anayasa’ya uygunluk kararının ortaya çıkmasına yol açan etken, din derslerinin okul
binalarında verilmeyip, din eğitimi almak isteyen öğrencilerin tercih ettikleri dinî
kuruma gidebilmeleri konusunda serbest bırakılmaları idi.
Başvurucular, öğrencilerin dinlerini öğrenmek amacıyla bağlı oldukları
Kilise’ye gidebilmelerini sağlamak içi haftada bir ders saatinin boş bırakılmasını
öngören New York düzenlemesinin Anayasa’ya aykırılığı iddiasını Federal Yüksek

821
EMANUEL, op.cit., s. 585.
822
Zorach v. Clauson, 343 U.S. 306, 72 S. Ct. 679, 96 L. Ed. 954. (1952) in TARHANLI, loc.cit., s.
308. Kararla ilgili detaylı bilgi için bkz. GUNTHER, op.cit., ss. 1484-1487.

225
Mahkeme’ye taşırken, kendilerinin vergi yükümlüsü olduklarını, New York sınırları
içinde ikamet ettiklerini ve çocuklarının da söz konusu yasal düzenlemeye tabi
olduğunu, dolayısıyla olayda hukuksal menfaatlerinin mevcut olduğunu belirttiler.
Mahkeme, davacıların çocukların velisi sıfatıyla dava açma yetkisinin bulunduğunu
kabul etmesine karşın, çocukların dinî terbiyesine imkan sağlamak amacıyla okul
programlarında boş saatlerinin bırakılmasının Anayasa’ya uygun olduğuna karar
verdi.823
6-3’lük Mahkeme karırını kaleme alan Yargıç William O. Douglas,
düzenlemede zorlama unsuru bulunmadığını, dolayısıyla Anayasa’nın ihlâlinin söz
konusu olmadığını belirttikten sonra, Anayasa’nın din ve devlet arasında mutlak bir
ayrılık öngörmediğini, aksi takdirde, yönetimin gerekli durumlarda bu yerlere kolluk
ve yangın gibi asgari hizmetleri dahi götürmesinin mümkün olmayacağını ifade etti.
Karara karşı oy kullanan Yargıç Black, Frankfurter ve Jackson ise, gerekçeleri
inandırıcı bulmadıklarını belirttiler. Hatta dinsel konulara yatkınlığı ve inançlılığı ile
bilinen Douglas’ı sert bir dille eleştiren Jackson824, kendisinin de çocuğunu özel
kilise okuluna gönderdiğini, ancak Douglas’ın tavrının, dinsel eğitime çıkanları din
karşıtı, ateist, agnostik olarak suçlama eğilimi olduğunu kaydetti.
Bu davada, en önemli nokta ise, kuşkusuz, daha önceki davada da
üzerinde durarak eleştirdiğimiz, din eğitimi almak istemeyenlerin okuldan dışarı
çıkmalarına izin verilmemesidir. Yargıç Jackson, bu durumu, kiliseye gitmek
istemeyenler için okulunu geçici bir hapishaneye dönüştürülmesi olarak
değerlendirmiştir.825 Dikkati çeken son husus, güçlü karşı oy yazıları ve ağır
eleştirilere karşı, Federal Yüksek Mahkemenin bu karardaki hükmünün, uzun yıllar
boyunca bu konudaki örnek karar olma özelliğini sürdürmesidir.
Federal Yüksek Mahkeme’ye 1981 yılında intikal eden Widmar v.
Vincent davasının konusu ise, bir devlet üniversitesinin, ibadet amacıyla devlet
okullarına ait binaların kullanılmasına izin verilmesini yasaklaması, ancak dinî

823
a.k., in ARTUS, loc.cit., s. 17.
824
Nitekim Zorach v. Clauson davası kararını kaleme alan Yargıç William O. Douglas, gerekçesinde,
izleyen yıllarda ağır eleştireler hedef olan şu ifadeyi kullanmaktadır. “Biz, müesseseleriyle yüce bir
varlığın mevcudiyetine inanmış dindar bir milletiz.” Zorach v. Clauson, 343 U.S. 306, 72 S. Ct.
679, 96 L. Ed. 954. (1952) in KARAMUSTAFAOĞLU, loc.cit., s. 224-227.
825
a.k., in TARHANLI, loc.cit., ss. 308-309.

226
olmayan grupların kullanımına olanak sağlamasıdır. Mahkeme’ye göre, bu tür bir
siyaset, serbest ifade zemininde Anayasa’ya aykırı idi. Mahkeme, söz konusu
üniversitenin talebini reddederek, bu düzenlemenin düzenlememe ilkesini ihlâl
ettiğini hükme bağladı.826
Federal Yüksek Mahkeme, daha sona önüne gelen Board of Education
v. Mergens davasında ise, devlet okulları binalarının dinî gruplar tarafından
kullanılması sorununun Anayasa’ya aykırılığı iddiasını değerlendirerek, daha önce
Kongre tarafından çıkarılmış bulunan “Eşit Ulaşma Yasası”827nın Anayasa’ya
aykırı herhangi bir yönünün bulunmadığına karar verdi. Mahkeme’nin çoğunluğuna
göre, dinî olmayan grupların toplanmasına izin verdiği gibi, aynı şekilde, okul
saatlerinin dışında dinî grupların toplanmasına izin veren lisenin eylemi,
düzenlememe ilkesini ihlâl etmemektedir.828

c) Devlet okullarında müfredat

Devlet okullarında müfredata ilişkin iki önemli olay, Tennessee


Eyaleti’nin yasal düzenlemesi üzerine ortaya çıktı. John Scopes adlı bir biyoloji
öğretmeni, İncil’in insanın yaratılışına ilişkin anlayışını eleştiren teorilerin ve
özellikle dinsel kökenli inanışı reddeden Darwin Teorisi’nin okullarda öğrencilere
anlatılmasını yasaklaya Tennessee yasasına aykırı davrandığı gerekçesiyle tutuklandı
ve yargılanma sonucunda hüküm giydi. Tennessee Eyalet Yüksek Mahkemesi ise
akarı esas açısından değil de, şekil açısından iptal etti.829
Devlet okullarındaki müfredata ilişkin bir diğer dava, 1968’de Federal
Yüksek Mahkeme’nin önüne geldi. Epperson v. Arkansas davasına konu olan
Arkansas eyaletine ait bir yasal düzenleme, evrim konusunun işlenmesine ilişkin
olup, insanların daha alt tür bir hayvan cinsinden türediğinin öğrencilere
öğretilmesini ve bu tür iddialara yer veren kitapların derslerde okutulmasını suç
saymış bulunuyordu. Hiçbir karşı oy bulunmayan kararında Mahkeme, hiçbir

826
Widmar v. Vincent, U.S. 263. (1981) in EMANUEL, op.cit., s. 585.
827
bkz. EMANUEL, op.cit., s. 585.
828
Board of Education v. Mergens, 110 S. Ct. 2356b (1990). EMANUEL, op.cit., s. 585.
829
ÇAĞLAR, Bakır, Anayasa Bilimi, Bir Çalışma Taslağı, 1. Bs., BFS. Yay., İstanbul, 1989, s. 155.
Söz konusu dava “Maymun Davası” adıyla anılmaktadır. ibid., s. 155.

227
eyaletin okul müfredatlarına müdahalede bulunamayacağını, dinî inanç ve öğretilere
aykırı olduğu gerekçesiyle, bilimsel bir öğretinin öğretilmesini ve yayınını
yasaklama yetkisinin bulunmadığını belirtti.830 Federal Yüksek Mahkeme, söz
konusu yasanın Anayasa’nın Ek 1. ve Ek 14. md. hükümlerine aykırılığı sonucuna
vararak, eğitimde devlet-kilise ayrılığını bir kez daha vurgulamış oluyordu.831
Bu karar üzerine karşıt gruplar, tepki olarak, Darwin’in evrim teorisinin
yanı sıra, yaratılış teorisinin de bilimsel olduğunu ve derslerde okutulması gerektiğini
ileri sürdüler.
Aynı konuya ilişkin diğer bir davada Louisiana eyaletinin kabul ettiği
yasal düzenleme, devlet okullarına, “yaratılış bilimi” dersinin mümkün olduğu kadar
dinî açıdan ele alınarak, yaratılış teorisi çerçevesinde öğretilmesini
öngörmekteydi.832 Louisiana Eyalet Mahkemesi, 1985 yılında, bu düzenlemeyi
Anayasa’ya aykırı bularak iptal etti. Sorun daha sonra Federal Yüksek Mahkeme’ye
intikal etmeden önce doktrinde yapılan değerlendirmelerde, Federal Yüksek
Mahkeme’nin daha önceki örnek kararlarını gerekçe göstererek söz konusu
düzenlemeyi incelemekten kaçınacağı veya tek cümlelik bir hükümle, gerekçe
yazmaksızın, salt karara bağlayabileceği beklentisi oluştu ise de833 Edwards v.
Aquillard davasında sorunu detaylı olarak inceleyen Federal Yüksek Mahkeme,
kanunun asıl amacının özellikle dinî bakış açısına uygun biçimde bilim müfredatı
tesis etmek olduğunu ve bu suretle Anayasa’da yer alan düzenlememe ilkesinin ihlâl
edildiği kanaatine vardı.834

d) Devlet okullarında dua etme ve İncil okuma için zaman ayrılması

830
Epperson v. Arkansas, 393 U.S. 97. (1968) in TARHANLI, loc.cit., s. 310.
831
a.k., in ÇAĞLAR, op.cit., s. 155.
832
Edwards v. Aquillard, 482 U.S. 578. (1987) in SPAETH - SMITH, op.cit., s. 119.
833
TARHANLI, loc.cit., s. 310.
834
Edwards v. Aquillard, 482 U.S. 578. (1987) in BILA, Rena M., “The Establishment Clause: A
Constitutional Permission Slip for Religion in Public Education”, BLR., Vol. LX., No. 4., Winter
1995, ss. 1587-1589.; SPAETH - SMITH, op cit, s. 119. Kararla ilgili çoğunluk ve kaşı oy
gerekçeleri hakkında daha detaylı bilgi için bkz. EMANUEL, op.cit., ss. 590-592.

228
Federal Yüksek Mahkeme, Devlet okullarında dua edilmesi için zaman
yarılmasına ilişkin uyuşmazlıklarda, iki kez Anayasa’ya aykırılık kararı vermiştir.
Ancak, bu davalardan önce Federal Yüksek Mahkeme, bayrak selamlama sorunu ile
ilgili 1943 tarihli West Virginia State Board of Education v. Barnette kararında,
dolaylı yoldan dua sorununa da değinerek, okullarda dua okumak istemeyenlerin her
türlü baskıdan uzak olacaklarını açıklıkla belirtmekteydi.835
1952 tarihli Doremus v. Board of Education of City of New York
davasına konu olan sorun, İncil’deki Eski Ahd’in (“Old Testament”) beş mısrasının
her sabah devlet okullarında öğrenciler tarafından birlikte ve yüksek sesle
okunmasını öngören bir New Jersey düzenlemesinin Anayasa’ya aykırılığı iddiasıdır.
Söz konusu yasal düzenlemenin Federal Anayasa’nın din özgürlüğüne ilişkin
hükmüne aykırı olduğunun saptanmasını isteyen başvurucular, kendilerinin hiçbir
dine bağlı olmadıklarını, çocuklarının İncil okumalarının kendi kanaatlerine aykırı
düştüğünü ve hatta kendilerini rencide ettiğini, bunun yanı sıra diğer çocuklar İncil
okurlarken bu faaliyetlere katılmamak istemeyen çocukların bir kenarda oturması
mümkünse de, bu durumun çocukta aşağılık duysusu yaratacağını ve ruhsal yapısını
bozacağını ileri sürdüler. Ayrıca, davacılar, İncil okunduğu sıradan vaktin ve
dolayısıyla okula harcanan paranın din için kullanıldığını da vurguladılar.836 New
Jersey Yüksek Mahkemesi, davacıların sıfatını dava açmak için yeterli bulmasına
karın yasal düzenlemenin Anayasa’ya uygun olduğuna karar vererek davayı
reddetti.837 Daha sonra sorunun Federal Yüksek Mahkeme’ye intikaline kadar geçen
sürede, davacılardan birinin çocuğu okulundan mezun olduğundan, Mahkeme, söz
konusu velinin temyiz başvurusu açmak için yeterli hukuksal menfaatinin
bulunmadığına karar verdi.838 Üç karşı oydan ikisinin sahibi olan Yargıç Reed ve
Yargıç Burton ise, davacıların kamu parasının tahsis olunduğu amaçtan başka yere

835
West Virginia State Board of Education v. Barnette, 319 U.S. 624. (1943) in
KARAMUSTAFAOĞLU, loc.cit., s. 226.
836
Doremus v. Board of Education of City of New York, (1952) in ARTUS, loc.cit., s.16.
837
New Jersey Yüksek Mahkemesi’ne göre okullarda her sabah İncil okunması, hiçbir dine bağlı
olmayan annelerin inanç ve kanaatleriyle çatıştığından, başvurucu öğrenci velilerinin davada
hukuksal menfaatlerinin mevcut olduğu ortadadır. in ibid., s. 16.
838
Doremus v. Board of Education of City of New York, (1952) in ibid., s. 17.

229
kullanıldığını iddia ettiklerini hatırlatarak, vergi mükellefi olmaları nedeniyle
menfaatlerinin bulunduğunu ortaya koydular.839
Okullarda dua okutulmasına ilişkin en önemli davalardan biri olan Engel
v. Vitale davasına konu olan olay, New York’ta bulunan bir Öğretim Kurulu’nun
federe kanunda aldığı bir yetkiye dayanarak, eyaletin yetkili eğitim uzmanları
tarafından hazırlanan bir duanın, her okul günün başlangıcında tüm sınıflarda birer
öğretmenin nezareti altında yüksek sesle okutulması hakkında bölge okul müdürüne
talimat vermesidir. Söz konusu dua şu şekildedir. “Yüce Tanrı, sana imanımızı
şükranla arz ederiz, hepimiz ebeveynimiz, öğretmenlerimiz ve vatanımız için
inayetlerini niyaz ederiz”840 “Yüce tanrım, varlığımızı Sana borçluyuz ve
nimetlerini bizden, ebevey[n]lerimizden, öğretmenlerimizden ve Ülkemizden
esirgememen için Sana yalvarıyoruz.”841
Federal Yüksek Mahkeme’nin çoğunluk kararını kaleme alan Yargıç
Black’e göre, “... gerek duanın herhangi bir dinî zümreye taalluk etmemesi ve gerek
öğrencilerin ihtiyarına bırakılması gibi hususlar, mezkûr duayı tesis hükmünün
(establishment clause) kayıtlarından âzade kılmaya müsait bulunmadığı gibi, Birinci
Ekin hükmünden de kurtaramaz. Çünkü her iki hüküm 14. Ekle eyaletlere de teşmil
olunmuştur.”842 Yargıç Black’e göre, bireyin din ve ibadet özgürlüğüne karşı en
büyük tehlike, devletin belirli bir ayine veya ibadet tarzına resmi nitelik
kazandırmasından doğmaktadır.843
Yine Federal Yüksek Mahkeme’ye göre, herhangi bir grup için resmi
dualar hazırlama etkinliği, devletin meşguliyetinin bir parçası değildir.844 Mahkeme
“... [m]emlekette her eyaletin dualar yazmak veya duaları kanuni müeyyidelerle
himaye etmek gibi işlerden kaçınmalarını istemek ve tamamen dinî mahiyetteki bu
fonksiyonları halkın kendisine veya onun bu konuda seçeceği kimselere bırakmak, ne
dine hürmetsizlik ve ne de din aleyhtarlığı sayılır.”845 ifadesini kullandıktan sonra,

839
a.k., in ARTUS, loc.cit., ss. 17-18.
840
Engel v. Vitale, 370 U.S. 421. (1962) in KARAMUSTAFAOĞLU, loc.cit., s. 215.
841
a.k., in TARHANLI, loc.cit., s. 309.
842
a.k., in KARAMUSTAFAOĞLU, loc.cit., s. 219.
843
a.k., in DİNÇKOL, op.cit., s. 125.
844
a.k., in SPAETH - SMITH, op.cit., s.117.
845
a.k., in KARAMUSTAFAOĞLU, loc.cit., s. 221.

230
hazırlanan söz konusu duayı din özgürlüğüne tehlike teşkil etmeyecek kadar özet ve
genel bulanlara karşı, Anayasa’nın 1. Ekinin kaleme alan James Madison’ın şu
sözleriyle cevap verir: “... Bütün diğer dinleri hariç bırakarak H[ı]ristiyanlığı kabule
muktedir olan bir otoritenin aynı kolaylıkla muhtelif H[ı]ristiyan tarikatları arasında
da bir tanesini resmen tanımayacağını kim temin edebilir? Bahis konusu otorite bir
vatandaşı mülkünün yüzde üçünü yardım olarak herhangi bir kuruluşa vermeye
mecbur tutabilirse, onu diğer her türlü ahvalde ve kuruluşlara riayete de zorlayamaz
mı?”846
Federal Yüksek Mahkeme’nin 6-1’lik çoğunlukla aldığı karar,
kamuoyunda oldukça büyük yankı uyandırdı. Hatta basında, “Yüksek Mahkeme
Tanrı’yı Yasadışı İlân Etti”847 biçiminde başlıklara yer verildi. Aradan uzun zaman
geçmesine karşın, devlet okullarında dua okutulmasına ilişkin anayasa yargısı, halen
Engel kararındaki çizgisini sürdürmektedir. Mahkeme’nin tutumu, her şeye rağmen,
özellikle Doğu ve Güney eyaletlerinde benzer düzenleme girişimlerini azaltmadı;
ancak, Orta Batı ve Batıda ise, Mahkeme kararları doğrultusunda görülen yasaklama
faaliyetleri arttı. 1963-1983 yılları arasında Federal Yüksek Mahkeme, benzer
konulara ilişkin bulunan yedi alt mahkeme kararını incelemeyi reddetti.848
Federal Yüksek Mahkeme, 1963 yılında önüne gelen School District of
Abington Township v. Schempp davasında, İncil okuma konusundaki bir
Pennsylvania düzenlemesini Anayasa’ya aykırı bularak iptal etti. Söz konusu
düzenleme ile, öğrencilerin her sabah İncil okumaları, ardından da toplu olarak dua
etmeleri öngörülmüştü. Her öğrenci, İncil’den istediği kısımları okumasının yanı
sıra, istediği tür İncil’i kullanabilmekteydi; ancak, eyaletin okullara temin ettiği
İncil’ler Kral James nüshası idi. Tün bunların yanı sıra, öğrenciler ailelerinin yazılı
izni ile bu törene katılmama hakkına sahip olmasına karşın, bina içi ses tertibatı
vasıtasıyla İncil okuma ve dua okulların her tarafından duyulduğundan, katılmama

846
a.k., in ibid., s. 221.
847
UROFSKY, Melvin U., “Church and State: The Religion Clause”, in BODENHAMER, David J.
– JAMES, W. Ely, Jr. (Ed.), The Bill of Rights in Modern America after 200 Years, Indianapolis
University Press, Bloomington & Indianapolis, 1993, s.60.
848
Söz konusu davalardan birisi de “[s]ana güzel çiçekler, yediğimiz yiyecekler, şakıyan kuşlar,
herşey için minnettarız.” sözlerinden oluşan ve anaokullarındaki çocuklara okutulan dua olup,
“kurabiye duası” olarak da anılmaktadır. in ibid., s. 310., dp. 55.

231
hakkı anlamsız kalıyordu. Mahkeme’nin 8-1’lik oylama sonucu verdiği kararı
kaleme alan Yargıç Tom C. Clark, gerek Kral James nüshası İncil sağlanmak
suretiyle Protestanlık inancının dayatılması, gerekse bina içi ses tertibatı ile
zorlamada bulunulması nedeniyle düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığını
vurgulamakla kalmamış; ayrıca, ikinci neden açısından bir adım daha ileri giderek,
söz konusu zorlama olmasa dahi, devlet okullarında din korumacılığı yapılmasının,
düzenlememe ilkesini ihlâl ettiğini belirtmiştir. Buna karşılık, tek karşı oy yazısını
kaleme alan Yargıç Stewart ise, İncil okuma ve dua etme törenlerine katılmayı
reddeden öğrencilerin din dışı faaliyetler yapabilmek olanağının bulunduğunu ve
düzenlemenin zorlama unsuru içermediğini vurgulayarak, söz konusu çerçevede İncil
okuma programının Düzenlememe ilkesini çiğnemediğini, hatta serbest ibadet
ilkelerini de bir gereği olduğunu savunmuştur.849
1984 yılında Mahkeme, yalnızca tek cümleden ibaret bir hükümle, dua
ile ilgili bir düzenlemeyi -Engel kararı doğrultusunda kalarak- Anayasa’ya aykırı
bulan bir alt derece mahkemesinin kararını onayladı.850
Bu davadan bir yıl sonra Mahkeme’nin önüne getirilen Wallace v.
Jaffree davasına konu olan düzenleme, daha önceki yıllarda da yanı yönde bazı
girişimleri bulunan Alabama eyaletine aittir. Daha önceki iptal kararlarını dikkate
alan eyalet yönetimi, Anayasa’ya uygunluk denetimini geçebilecek bir dua
hazırlamanın yollarını aradı. Bu nedenle, aşamalı girişimlerde bulunarak, öncelikle
devlet okullarında bir dakika sessizlik, sonra meditasyon ve istenirse dua etmek için
sessiz bir süre ve en sonunda da bizzat hazırlanmış bulunan dua metinlerinin
okutulması uygulamasına geçti. Federal Yüksek Mahkeme, maddi olguları açısından
son derece karışık olan bu davaya, 6-3’lük bir oylama sonucunda verdiği Anayasa’ya
aykırılık kararı ile noktaladı. Kararı kaleme alan Yargıç Stevens’e göre, her
öğrencinin istediği zaman ve mekanda sessizce dua etme imkanı olduğu halde,
eyaletin böyle bir düzenlemeye gerek duymasının tek nedeni, grup halindeki bir
tören vasıtasıyla gençleri etkilemeye çalışmaktır.851 Söz konusu yasal düzenlemenin

849
School District of Abington Township v. Schempp. 374 U.S. 203. (1963), in ibid., s. 309.
850
ibid., s. 310.
851
Wallace v. Jaffree, 472 U.S. 38.; 105 S. Ct. 2479. (1985) in TARHANLI, loc.cit., s. 310.; BILA,
op.cit., s. 1582-1583.

232
diğer bir amacı da, devlet okullarında gönüllü olarak dua okunmasını aşama aşama
yerleştirmektedir.852
Sistemli bir karşı oy yazısı kaleme almış bulunan Yargıç O’Connor’a
göre, devletin sessizlik anı düzenlemeleri, doğrudan dinî amaçlı düzenlemeler
gitmesinden çok daha farklıdır. Sessizlik anının dinî bir uygulamaya ayrılması şart
değildir; kişi bu süre içerisinde isterse dinlenir, isterse gününü planlar, isterse hayal
kurabilir. Önemli olan, devletin, bu sessizlik anlarının, dinî bir amaca yönelik olarak
kullanılması gerektiği mesajını çocuklara vermesi veya vermeye çalışmasıdır.853
Söz konusu kararın çoğunluk ve karşı oy gerekçeleri, doktrinde, Federal Yüksek
Mahkeme üyelerinin çoğunluğunun konunun özüne vakıf olduğunu gösterdiği
biçiminde yorumlanmaktadır. Zira, daha önce sonuçlanan “kurabiye davası” gibi
davaların dahi anayasa yargısı duvarını aşamadığı dikkate alınırsa, Mahkeme’nin
vatandaşların özgürlüklerini korumada ne kadar titizlikle hareket ettiği kolaylıkla
anlaşılır.854

2) KUTSAL SEMBOLLERİN KULLANILMASI

1980 yılında, devlet okullarının her sınıfa “On Emir”in asılmasına ilişkin
bulunan Kentucky yasasının Anayasa’ya aykırılığı inceleyen Federal Yüksek
Mahkeme, 5-4’lük oylama sonucunda çözümlediği Stone v. Graham davasında,
gerekçe yazmaya gerek görmeksizin, salt bir hükümle, söz konusu düzenlemenin
Anayasa’ya aykırılığına karar vermiş, karara muhalif kalanlardan yalnızca Yargıç
Rehnquist ise, hazırladığı karşı oy yazısıyla, düzenlemenin Anayasa’ya
uygunluluğunu savunmuştur.855
Eyaletlerin birinde, bir devlet ilkokulunun duvarına çizilen ve Hz. İsa’nın
doğuşunu temsil eden resimle ilgili Eyalet Mahkemesi’nin laikliğe aykırılık kararı
vermesinden sonra, konu Federal Yüksek Mahkeme’ye intikal etmiş ve Mahkeme,
“[l]âiklik devletin din karşısında tarafsız olması demek değildir. Vatandaşına dinî

852
a.k., in SPAETH - SMITH, op.cit., s. 119.
853
a.k., Wallace v. Jaffree, 472 U.S. 38.; 105 S. Ct. 2499. (1985) in TARHANLI, loc.cit., s. 311.;
854
ibid., s. 311.
855
Stone v. Graham, 449 U.S. 39. (1980) in ibid., s. 310, dp. 58.

233
ibadette yardımcı olması demektir.”856 gerekçesiyle Anayasa’ya aykırılık iddiasını
reddetmiştir.
1984 yılında Lynch v. Donnely davasında Federal Yüksek Mahkeme,
Hıristiyanlığa ait kutsal bir sembolün kamu malı üzerinde sergilenmesinin
Anayasa’ya uygun olduğuna karar verdi. Rhode Island eyaletinin Pawtucket
beldesinde, Noel’de, üzerinde “Mutlu Noeller” yazısı taşıyan ve Noel Baba, ağacı,
geyiği ile yine Noel’e özgü bazı sembollerden oluşan ve ayrıca İsa’nın doğumunu
canlandıran bir resmin de yer aldığı sahnenin, beldenin alışveriş merkezine yarın bir
parkta sergilenmesi olayı, Mahkeme’ye intikal etti. Mahkeme’nin 5-4’lük oylama
sonucu ulaştığı çoğunluk kararını kaleme alan Baş Yargıç Burger, söz konusu
sembollerin son tahlilde hiçbir dinî nitelik taşımadığını, Amerika Birleşik Devletleri
halkının kültür ve geleneğini temsil ettiğini ilan etmekteydi. Muhalif üyeler adına
karşı oy yazısını kaleme alan Yargıç Brennan ise, söz konusu sembollerin dinî
niteliğe sahip bulunduğunu ve kamu malı üzerinde sergilenmelerine izin verilmesinin
düzenlememe ilkesine ve dolayısıyla Anayasa’ya ters düştüğünü belirtmiştir.857 Bu
karar, doktrinde, Mahkeme’nin “din ile devlet arasındaki ‘ayırım duvarı’nı belirgin
bir şekilde alçalttı”858ğı şeklinde değerlendirilmektedir.
Lynch kararından sonra, aynı konuyla ilgili olmak üzere, yirmiyi aşkın
dava çeşitli yargısal mercilere intikal etmiş, ancak Mahkeme söz konusu davaların
tününe bakmayı reddetmiştir.859
Federal Yüksek Mahkeme, aynı konuya ilişkin County of Allegheny v.
ACLV. Greater Pistburg Chapter davasını 1989 yılında çözüme bağladı. 1981
yılından itibaren Allegheny beldesi, her Noel zamanında, belde mahkemesi olarak da
kullanılmakta olan ve kamu malı olan binada, özel bir dinî grubun gösteri yapmasına
izin vermekteydi. Bunun yanı sıra, özel şahıslar tarafından temin edilmekle birlikte,
gösteride kullanılan araç ve gereçlerin yıl içinde söz konusu binanın bodrum katında
saklanmasına izin verilmekte ve hatta taşıma ve bazı küçük masrafların
karşılanmasında da söz konusu dinî gruba parasal yardım sağlanmaktaydı. Gösteride

856
AKSAY, op.cit., ss. 223-224.
857
Lynch v. Donnely, 465 U.S. 668, 104 S. Ct. 1355, 79 L. Ed. 2D. 604. (1984) in TARHANLI,
loc.cit., s. 311. Kararla ilgili detaylı bilgi için bkz. GUNTHER, op.cit., ss. 1498-1509.
858
TARHANLI, loc.cit., s. 311.
859
ibid., s. 311, dp. 64.

234
kullanılan semboller arasında İsa, Meryem, Joseph, Üç Doğulu Kral, çoban figürleri,
çeşitli hayvan resimleri ve elinde “Gloria in Excelsis Deo” yazılı bir bayrak taşıyan
bir melek bulunuyordu. Ayrıca, 1982 yılından itibaren, Pittsburgh kentinde her yıl
Noel zamanı belediye binasının kapısına konan 13.5 metre uzunluğundaki Noel
ağacının yanı sıra, ayrıca 5.5. metrelik bir de Hanukah Menorah’ı dikilmeye
başlanmıştı.860
Söz konusu iki farklı olayın Anayasa’ya aykırılığı sorununu irdeleyen
Federal Yüksek Mahkeme, 5-4’lük bir oylama sonucunda verdiği kararla, Noel
sahnelemesini Anayasa’ya aykırı bulmasına karşın, 6-3’lük oylama sonucunda
vardığı kararla, Hanukah şamdanının Anayasa’yı ihlâl etmediğini belirtti. Çoğunluk
oyu adına kararı kaleme alan Yargıç Blackmun’a göre, Noel sahnelemesi aslında
Lemon Testi’nin ikinci kuralına aykırı olup, dine yönelik etki taşımaktaydı.
Menorah’ın Anayasa’ya aykırı bir yönünün bulunmadığına karar verilmesine ilişkin
karara karşı çıkan ve ağır eleştirilerle dolu bir karşı oy yazısı kaleme alan Yargıç
Kennedy ise, devleti dinî geleneklerin söz konusu olduğu bu tür durumlardan
soyutlamanın dine karşı açık bir düşmanlık içerdiğini; dolayısıyla da asıl
Anayasa’ya aykırılık durumunun bu şekilde ortaya çıktığını ileri sürdü.861

3) DİNİ KURUM VE ETKİNLİKLERE PARASAL DESTEK SAĞLAMA

a) Everson kararına kadar

Federal Yüksek Mahkeme, 1940’lı yılların sununa kadar, dinî kurumlara


yapılan parasal yardımlar konusuyla ilgilenmedi. Bu sorunla ilgili daha önce
karşılaştığı vakalar ise, sonuçsuz kaldı. Mahkeme, Bradfield v. Roberts davasında
verdiği ilk kararda, Roman Katolik Kilisesi’nin denetimi altındaki bir hastanenin bir

860
County of Allegheny v. ACLV. Greater Pistburg Chapter, 492 U.S. 573, 109 S. Ct. 3086. (1989) in
ibid., ss. 311-312. Hanukah, Noel ile aynı zamana gelen Musevilerin kutsal bir günüdür. Menorah
ise, o gün yapılan törenlerde kullanılan yedi kollu şamdanın adıdır. a.k. ss. 3095-3096. in ibid., s.
312, dp. 65.
861
County of Allegheny v. ACLV. Greater Pistburg Chapter, 492 U.S. 573, 109 S. Ct. 3086. (1989) in
ibid., s. 312.

235
kısmının, kamu hastanesi koğuşu kurulması amacıyla kamulaştırılmasının
Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verdi. Ancak Mahkeme, dinî kurumlara parasal
yardım yapılıp yapılmayacağı konusunu çözümlemedi. Zira, söz konusu hastane,tam
olarak dinî bir yapıya sahip değildir.862
İlk karardan yaklaşık dokuz yıl sonra, Sioux Kızılderili Kilisesi’nin
mensupları adına olmak üzere, Kilise okullarına federal ödeme yapılmasının hukuka
uygun olduğunu hükme bağladı. Fakat daha önceki karında olduğu gibi, Quick Bear
v. Leupp davasında da, genel olarak dinî bir kuruma yönetim tarafından yardım
sağlanması konusunu tam olan mali transferin, ulusal yönetimin daha önceki
yükümlülüklerinin bir gereğince yapıldığını vurguladı.863
1923 yılında Frothingham v. Mellon kararında ise Mahkeme, vergi
sorunuyla ilgili bir davanın taraflarının bilgi talebi üzerine, dinî kökenli kurumlara
federal yardım yapılmasının hemen hemen mümkün bulunmadığını açıkladı.864

b) Everson’dan günümüze dinî kurumlara devlet yardımı

Mahkeme, dinî kurumlara parasal yardım konusunu ilk olarak Everson v.


Board of Education davasında çözüme ulaştırmak suretiyle, anayasal prensipler
açısından doyurucu bir inceleme üretti.865 Burada, daha önce eğitimle ilgili kısımda
yer verdiğimiz ve kiliselere doğrudan yardım konusuyla ilişkili olan kararlara tekrar
yer vermeyeceğiz.866

aa) Dinî örgüt ve Kiliselere vergi bağışıklığı tanınması

Kiliselere arazi ve mülk vergilerinden bağışıklık tanıyan yasal


düzenlemeler, Federal Yüksek Mahkeme’nin 1970 yılında Walz v. Tax Commission

862
Bradfield v. Roberts, 175 U.S. 291. (1899) in GUNTHER, op.cit., s. 1465.
863
Quick Bear v. Leupp, 210 U.S. 50. (1908) in ibid., s. 1465.
864
Frothingham v. Mellon, (1923) in ibid., s. 1465, 1543.
865
Everson v. Board of Education, 330 U.S. 1, 67 S. Ct. 504, 91 L. Ed. 711. (1947) in GUNTHER,
op.cit., s. 1466.
866
Krş. Cochran v. Louisiana State Board of Education, 281 U.S. 370. (1930) in GUNTHER, op.cit.,
s. 1466., dp. 2 ve ilgili metin.

236
of The New York kararı ile Anayasa’ya uygun bulunmuştur. Kararın gerekçesinde
Mahkeme, kiliselerin bazı vergilerden muaf tutulmasının kilise mallarının değerlerini
saptamak, vergi tarhlarını düzenlemek ve ilgili bürokratik işlemleri yerine
getirmekten kurtararak, devlet ile kilise arasında aşırı bir ilişki kurulmasını
engellediğini ve bunun da esas itibariyle düzenlememe ilkesinin gereği olduğunu
ileri sürmüştür.867
1989 tarihli Texas Monthly, Inc. v. Bullock davası sonucunda
Mahkeme, bir dinî inancın kutsal metinlerini içeren kitapların ve inancın öğretimini
amaçlayan yazıların basım ve yayımını üstlenen dinî örgütleri, süreli yayın
ürünlerinin satışlarından alınan vergiden muaf tutan düzenlemeyi iptal etti.
Mahkeme’ye göre, söz konusu düzenleme, Walz davasındaki düzenlemeden farklı
olup, Texas davasında, öncekinin tersine, yalnızca dinî gruplara bir bağışıklık
tanınmaktaydı. Düzenlemenin asıl amacı dini geliştirmek olduğundan, Anayasa’ya
aykırıdır.868
1990 tarihli Jimmy Swaggart Ministries v. Board of Equalization
davasında, dinî örgütlerin satış vergilerinden muaf tutulmasını reddeden eyalet
düzenlemesinin Anayasa’ya aykırılığı iddiasını inceleyen Mahkeme, dinî gruplara
bağışıklık tanınması isteminin reddedilmesinin hiçbir şekilde düzenlememe ilkesini
ihlâl etmediğini karara bağlamıştır.869

bb) Dinsel etkinliklere parasal destek

1979 yılında Papa II. Jean Paul Philadelphia kentini ziyarete gittiğinde,
kentin kamu görevlileri, Papa ve çevresindeki rahip sınıfının bir milyon kişiye varan
halk kitlesi önünde kutlamaya katılabilmeleri için kamu fonundan para
harcamışlardı. Gilfillan v. City of Philadelphia davası olarak anılan ve 1981 yılında
sonuçlanan davada, Philadelphia’da yaşayanlar, vergi ödeyenler olarak, Papa için

867
Walz v. Tax Commission of The City New York, 397 U.S. 664. (1970) in TARHANLI, loc.cit., s.
313. Krş. Church of Jesus Christ of Latter-Day Saints v. Amos, 483 U.S. 327. (1987). in
EMANUEL, op.cit., s. 594.
868
Texas Monthly, Inc. v. Bullock, 489. U.S. 1. (1989) in EMANUEL, op.cit., ss. 593-594.
869
Jimmy Swaggart Ministries v. Board of Equalization. 110 S. Ct. 688. (1990) in EMANUEL,
op.cit., s. 594.

237
hazırlanan platformun inşasının kamu fonundan para harcanarak yapılmasının
Anayasa’nın düzenlememe ilkesini ihlâl ettiği gerekçesiyle Federal Yüksek
Mahkeme’ye başvurdular. Mahkeme’ye göre, dava konusu sorun çerçevesinde söz
konusu ilke, hükümetin din işlerine karışamayacağını teminat altına almakta ve bu
nedenle bir kilise için veya bir din ya da mezhebi korumak için yapılacak
harcamaların kendi gönüllü taraftarlarının parasal desteklerinden kaynaklanacağını,
ve asla devletten yardım alınamayacağını belirtmektedir. Mahkeme böylece,
tamamen dinsel bir amaç için planlanan ve bu doğrultuda kullanılan platform için
kamu fonundan para ayrılmasının düzenlememe ilkesine aykırı olduğu yönündeki
Temyiz Mahkemesi (Circuit Court of Appeals)’in kanaatini yerinde bularak davanın
tekrar görüşülmesine gerek olmadığını belirtmek suretiyle Anayasa’ya aykırılık
kararı vermiştir.870

4) DİĞER KONULARA İLİŞKİN KARARLAR

a) Okul ve kiliselere yakın yerlerde içki satma yasağı

1983 tarihinde Federal Yüksek Mahkeme’ye gelen Larkin v. Grendel’s


Den. Inc. davası, bu konuya ilişkin az sayıdaki örnekten biridir. Massachusetts
eyaletine ait bir düzenleme ile, herhangi bir okul veya kiliseye 150 metre mesafede
bulunan yerlere, okul veya kilisenin şikayeti vuku bulduğu takdirde, içki ruhsatı
verilmemesi öngörülmekteydi. Mahkeme, kiliselere bu tür bir veto yetkisi tanımanın,
devletin sahip bulunduğu kamu gücünün kilise yararına -kanımızca, daha doğru bir
deyişle, dolaylı yoldan da olsa kilise tarafından- kullanılması sonucunu doğuracağı
gerekçesinden hareket ederek söz konusu yasayı iptal etti. Çoğunluk kararını kaleme
alan Baş yargıç Burger’e göre, yasanın bu tür bir veto yetkisi tanıma yerine, mutlak

870
Gilfillan v. City of Philadelphia, (1981). BRODERICK, loc.cit., ss. 39-40. Birleşik Devletler
Bölge Mahkemesi Başkanlarından Raymond BRODERIC, makalesinde, söz konusu kararı
değerlendirir. Yazarın görüşü de, tamamen dinsel bir amaç için planlanan ve bu doğrultuda
kullanılan platform için kamu formundan para ayrılamayacağı yönündedir. ibid., s. 40.

238
bir yasak getirmiş olması durumunda, Lemon Testinin üçüncü kuralına ve dolayısıyla
Anayasa’ya aykırılıktan söz edilemeyecekti.871

b) Dinsel kaynaklı tatiller

1961’de, Pazar günlerinin tatil olmasının Anayasa’ya aykırılığı iddiasına


ilişkin Mc. Gowan v. Maryland davasını değerlendiren Federal Yüksek Mahkeme,
esas olarak Pazar günlerinin dinî bir anlamı olsa bile, tüm bireyler için dinlenme
günü olarak benimsenmesinin, söz konusu düzenlemeyi din dışı bir düzenleme
durumuna getirdiğini belitti. Mahkeme, kararın gerekçesinin oluşturulmasında
kolaylık sağlayan, ancak daha sonraki benzer nitelikli kararlarında kendini zor
durumda bırakabilecek ve esas itibariyle de tehlikeli addedilebilecek bir standart
kullanmıştır. Buna göre, çalışmaya ara verilecek günün saptanmasında, Pazar
gününün, çoğunluğun dinî inançlarına en uygun gün olmasının en önemli faktör
olduğunu da belirtmiş ve bu nedenle düzenlemeyi Anayasa’ya uygun bulmuştur.872
Dikkat edilirse Mahkeme, düzenlememe ilkesini korumakla görevli
olmasına karşın, gerekçede kullandığı standart ile, düzenlemem ilkesini bizzat kendi
ihlâl etmektedir. Zira, din dışı amaçlı olarak ele alınsa bile, değil toplumun
çoğunluğu, tüm bireylerin dinî amaçlı olarak ele alınsa bile, değil toplumun
çoğunluğu, tüm bireylerin dinî inançlarına uygun düşen bir düzenlemeyi korumanın,
düzenlememe ilkesinin en bariz ihlâl biçimi olacağı kanısındayız
Söz konusu karırın önemi, hem dinî, hem de din dışı amaçlı bir
düzenlemenin, asıl etkisi (primary effect) dikkate alınarak, düzenlemem ilkesini ihlâl
etmeyeceği kuralını getirmesidir.873

871
Larkin v. Grendel’s Den. Inc., 459 U.S. 116, (1982). in TARHANLI, loc.cit., s. 312. Konuya
Türkiye açısından bakıldığında Danıştay, son kararlarından birinde, “[o]kul, cami vb. yerlere
olması gereken uzaklık kuralına uymadan kıraathane ve içkili yer işleme izin verilmesine TCK’na
göre görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağı” kanaatine varmıştır. bkz. Dan. 2.D., K.T.
15.1.1997, E. 1995/1969, K. 1997/30, DD., Y. 28, S. 94, 1998, s. 87.
872
Mc. Gowan v. Maryland, 366 U.S. 420. (1961) in TARHANLI, loc.cit., s. 312; EMANUEL,
op.cit., s. 592.
873
EMANUEL, op.cit., s. 596.; TARHANLI, loc.cit., s. 312.

239
c) Ergen gençlere cinsel eğitim

1981 tarihli Bowen v. Kendrick davanın konusu, ergenlik çağındaki


gençlere cinsellik ve aile yaşamı hakkında eğitim verilmesini amaçlayan bir
programa, bazı sosyal grupların yanı sıra, açıkça dinî örgütlerin de katılmasını
öngörün, 1981 tarihli federal bir yasadır. Mahkeme’nin 5-4’lük oylama sonucu
verdiği kararı kaleme alan Baş yargıç Rehnquist, söz konusu düzenlemeye Lemon
testini uyguladı. Öncelikle, yasının amacının, ergenlik çığında yaşanan, cinsellik,
hamilelik ve aile gibi etkenlerden kaynaklanan sosyal ve ekonomik sorunlar ve
çözüm yollarına ilişkin, din dışı eğitim vermek olduğu ileri sürülen karar
gerekçesinde, uygulamada federal yönetimin parasal kaynaklarının kullanılmasının
herhangi bir mahzuru bulunmadığı; Düzenlememe ilkesinin, hiçbir şekilde, dinî
örgütlerin devlet tarafından desteklenen programlara katılmasına engel teşkil
etmediği ifade edilmiştir. Baş yargıç ayrıca, dinî örgütlerin söz konusu programa
diğer din dışı örgütlerle birlikte katılmasından dolayı, devletle din arasında aşırı bir
ilginin kurulduğunun iddia edilemeyeceğine vurgulamıştır.874
Karara ayrık oy yazısı kaleme alan Yargıç O’Connor, gençler arasında
cinsel düzeni salamaya yönelen ve din dışı olduğuna inandığı yasanın nitelikleriyle
uygulamadaki sapması arasında tereddütte kalmıştır. Ortak ayrık oy yazısı kaleme
alan Yargıç Kennedy ve Yargıç Scalia, mail bir devlet kaynağının kullanılması
hususunda, öneli olanın kullanan değil, kullanılan amaç olduğunu belirtmiştir.875
Karara muhalif kalan üyeler adına karşı oy yazısını kaleme alan Yargıç Blackmun
ise, dava sonucunda örnek kararlardan sapmanın söz konusu olduğunu ve böylelikle
Lemon testinin kısır ve anlamsız bir duruma düşürüldüğünü iddia etmiştir.876

d) Ücreti vergi gelirlerinden sağlanan din görevliliği

Bu konuya ilişkin az sayıdaki örneklerden biri olan Marsh v. Chambers


davası 1983 yıllında Mahkeme’ye geldi. Nebraska eyaletindeki yasama organında

874
Bowen v. Kendrick, 487 U.S. 589.; 108 S. Ct. 2562. (1988). in TARHANLI, loc.cit., s. 313.
875
a.k., in ibid., ss. 313-314.
876
a.k., Bowen v. Kendrick, 487 U.S. 589.; 108 S. Ct. 2584. (1988). in ibid., s. 314.

240
yer alan ve ücreti vergi gelirlerinden sağlanan din görevlisinin Anayasa’ya
uygunluğunu değerlendiren Mahkeme, bu durumun Anayasa’ya uygun olduğu
kararına vardı. 6-3’lük oylama sonucu verilen çoğunluk kararını kaleme alan Baş
yargıç Burger, gerekçesinde, tarihsel geleneklere ve devlet yönetiminde görülen dinî
kaynaklı motiflere dayanarak, Mahkeme’nin alışılmış tutumunun hiçbir şekilde
dikkate almadı. Yargıç Marshall ise, kaleme aldığı karşı oy yazısında, söz konusu din
görevlilerinin Lemon testine tamamen aykırı olduğunu, ayrıca devletin bağımsızlığı,
inanç özgürlüğü ve dinî yaşamın bireyselliği gibi farklı açılardan da Anayasa’ya
uygun olamayacağını savunur.877

III) SERBEST UYGULAMA İLKESİ VE YÜKSEK MAHKEME


KARARLARI

A) GENEL OLARAK SERBEST İNANÇ VE İBADET İLKESİ

1) İLKENİN ANLAMI VE KAPSAMI

ABD Anayasası’nın birinci değişiklik ekinde çıkarılan ikinci ilke,


“serbestçe dinin gereklerini yerine getirme ibaresi”dir. Söz konusu ilke ile,
bireylerin serbest inanç ve ibadet özgürlüğü düzenlenmektedir.878 ABD
Anayasası’nın birinci değişiklik ekine göre, “Kongre, ... bir dinin gereklerini[n]
yerine getirilmesini yasaklayan ... hiçbir yasa çıkaramaz.”879 Esas olarak devletten
ziyade bireyi ilgilendirdiği ve laiklik ilkesinin olumlu boyutunu oluşturan serbest
inanç ve ibadet ilkesi öncelikle hiçbir dinî inancın yasa dışı sayılmamasını gerektirir
ve bu tavrı kesin bir biçimde yasaklar. Tüm inançlara saygı gösterilmesinde sorun

877
Marsh v. Chambers, 463 U.S. 783; 103 U.S. 3330. (1983) in ibid., s. 313. Ayrıca “[d]ua etmeye
gereksinim duyan meclis üyelerinin ve bu işi sabahları göreve gelmeden önce, neden kendi
başlarına halledemedikleri, ne de bu işi hangi sebebi topluca yapma gereği duydukları
anlaşılmamaktadır.” in ibid., s. 313.
878
CHANDLER, Ralph C. – ENSLEN, Richard A. – RENSTROM, Peter G., The Constitutional
Law Dictionary, Vol. II. (Individual Rights), ABC-Clio Inc., Santa Barbara, California & Clio
Press Ltd., Oxford, London, 1987, ss. 98. vd., 413.
879
GÜRBÜZ, op.cit., s. 36; TANİLLİ, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, s. 41.

241
yoktur, ancak güçlü, yalın olarak inancın kendisinde değil, inancın gereklerinin
yerine getirilmesinden ortaya çıkmaktadır.880
ABD’deki din-devlet ilişkileri incelenirken, sistemin en önemli
mekanizmalarından biri konumunda bulunan Federal Yüksek Mahkeme
içtihatlarındaki “din anlayışı tanımlamasını ‘Tanrı’nın varlığını zorunlu gören’
koşulundan çıkarıp ‘Vicdan Muhasebesi’ niteliğine sokan”881 değişimi de ortaya
koymak gerekiyor.
Federal Yüksek Mahkeme, poligamiyi yasaklayan yasal düzenlemenin
Anayasa’ya aykırılığı iddiasını karara bağladığı, 1890 tarihli Davis v. Beason
davasında, din deyiminin anlamını ortaya koymak zorunda kaldı. Zira, başvurucular,
din özgürlüğünün mutlaklığından hareketle, dinsel uygulamaların da mutlak ve
dokunulmaz nitelik taşıdığı iddiasını taşımaktaydı. Mahkeme, dava dolayısıyla
yaptığı din tanımında, daha önce Kongre’nin çıkardığı bir yasa ile getiren, ve
Tanrı’nın varlığını kabullenme ekseninde şekillenen dinsel inanç tanımı882
çerçevesine hemen hemen sadık kalarak, şu ifadeleri ortaya koymaktaydı:
“Din deyimi, kişi’nin kendi yaratıcısı ile olan ilişkilerine müteallik
düşüncelerine, görüşlerine, inançlarına ve bu görüşlerin ve inançların yine kişinin
kendi varlığının kendi niteliklerinin ve kendi iradesine boyun eğem alışkanlığının
kutsallığı ile ilgili olarak yüklendiği görevlere bağlı bir deyimdir. Çoğu zaman bu
durum, belli bir mezhebin ibadet ve ayin usulleriyle karıştırılır, oysa ki ayrıdır ve
onlar çok farklıdır.”883
Bu tanımlamadan da anlaşıldığı üzere, Mahkeme’ye göre dinin en önemli
özelliği inanç unsurunu bünyesinde barındırmasıdır. Bu özelliğiyle din, şekilcilikten,
ibadet ve ayinlerden ve diğer davranış kalıplarından farklıdır. Diğer taraftarı, din

880
EMANUEL, op.cit., s. 608.; TARHANLI, loc.cit., s. 314.
881
ARSEL, İlhan, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, Dr. A. Recai Seçkin’e Armağan, AÜHF.
Yay., Ankara, 1974, ss. s. 75.
882
ABD, Kongresi, çıkardığı yasa ile, dinsel inanç kavramını şöyle tanımlamıştı: “Dinî inanç, kişinin
üstün bir varlık (yaratan) ile olan ilişkilerine değinen inancı, inanıştır. Bu inanç kişiler arası
ilişkilerin doğurduğu görevlerin üzerindeki, ve aslında siyasal, sosyolojik ve felsefi görüşleri ve
özellikle kişisel bir ahlak kodunu kapsamayan görevleri içine alır.”in ARSEL, “Layik Devlet
Anlayışından Sapmalar”, s. 76.
883
Davis v. Beason, 133 U.S. 333, (1890). in ARSEL, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, s. 76.

242
deyince akla gelen dinsel inanç unsurunu da üstün bir varlığın yani Tanrı’nın
varlığını kabul eden bir inanç olarak anlamak gerekir. Böylece Federal Yüksek
Mahkeme, söz konusu kararda “theistic” bir tutum takınmıştır. Yani, din anlayışını
Tanrı’nın varlığında bulan bir anlayış.884
Zamanla, din ve inanç anlayışındaki değişimin de etkisiyle, Federal
Yüksek Mahkeme, söz konusu içtihadını değiştirmek ve din kavramının kapsamını
genişletmek zorunda kalmıştır. Nihayet 1961 yılında baktığı bir dava dolayısıyla,
eski içtihadını gözden geçirerek, yeni şartlara daha uygun bir tanımlama çerçevesini
ortaya koyma fırsatı buldu.
Federal Yüksek Mahkeme, 1961 tarihli Torcaso v. Watkins davasında,
din ve vicdan özgürlüğü kapsamı içindeki dinsel inanç kavramını, Tanrı’nın varlığını
varsayan tanımlama ile sınırlayan anlayışı terk ederek, üstün bir varlığa inanma
unsurunu din özgürlüğü açısından gerekli görmemiştir.
Federal Yüksek Mahkeme’ye göre, “din hürriyeti’nin alanı sadece
Tanrı’nın üstün varlığını kabul etmiş olanları değil fakat etmemiş olanları da
‘inanmayanları’ da kapsamaktadır. ... Tanrı’nın varlığını kabul etmek, dindar
olmanın ve din anlayışına bağlı bulunmanın tek ve mutlak koşulu değildir. Federal
Anayasa, üstün bir varlığın (Tanrı’nın) varlığını kabul edenlerle etmeyenleri ‘dinî
inanışa sahip olma bakımından’ aynı nitelikte saymıştır. Tanrı’nın varlığına inanç,
dinî inanca sahip olmanın esas ve şartı değildir. Nitekim Tanrı’nın varlığı esas sayan
büyük dinler yanında buna öngörmeyen, Tanrı kavramına yer vermeyen dinler de
vardır. ... Budism, Taoism, Etik Kültür ... Laik hümanism ... gibi dinler ... Tanrı’nın
varlığı inancını öngörmeyen böylece bir inancı yerleştirmeye çalışmayan, Tanrı
kavramına dayanmayan dinlerdir ve yeryüzünde yüz milyonlarca insanın kendi
çatıları altında toplamışlardır. Bu dinlere pek çok ülkelerde olduğu gibi A.B.D.’de de
rastlanır.”
... O halde, ... Tanrı’ya bağlı ve inanan dinlerle, Tanrı’nın varlığını kabul
etmeyen dinlerim ve bütün bu dinlere bağlı olanların Anayasa’daki inanç hürriyeti

884
ARSEL, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, s. 77.

243
ve din hürriyeti hükümlerinden ayni şekilde yararlanmaları ve bu hükümlerin
güvenliğine sahip olmaları gerekir.”885
1961 tarihli söz konusu kararla yerleşmeye başlayan yeni içtihat, daha
sonraki yıllarda genel olarak uygulanma alanı bulmuştur. Ancak, özellikle dinsel
inançlarının elverişsizliğini gerekçe göstererek askerliği reddetme sorununa ilişkin
davalarda, sonraki birkaç yılda alt mahkemeler bu içtihattaki anlayışı yansıtan
kararlar vermiştir. Örneğin, bu tür bir davada, İkinci İstinaf (“Circuit”) Mahkemesi
yeni içtihada uygun bir karar vermesine karşın, sorun bir yıl sonra 1965’te Federal
Yüksek Mahkeme’nin önüne gelmiş ve Mahkeme alt mahkemesin kararını
bozmuştur. Davada adı geçen İstinaf Mahkemesi, davalının savaşa karşıt oluşunun,
savaşı ahlaka aykırı ve insan kişiliği ve insanın manevi değerini yok edici
addetmesinden ve buna inanmış olmasından kaynaklandığını ve bu bakımdan
Tanrı’nın varlığının kabul etmese dahi böyle bir inanca sahip olması nedeniyle inanç
özgürlüğü güvencesinden yararlanması gerektiğini öngörmüştür.886
Federal Yüksek Mahkeme’nin söz konusu içtihadının gelişimini
değerlendiren ARSEL, şu ifadeleri kullanıyor:
“Vicdanı bağlayıcı nitelikteki kesin ahlaki değerler sistemine inanmış
olma durumu Anayasa’nın benimsediği anlamda bir dinî inanç tarzıdır, velev ki bu
inanca sahip olan kişi Tanrı’nın varlığını (soyut ya da somut) kabul etmemiş olsun.
Bu bakımdan kanunların güvenliğe bağladığı ve din ve vicdan hürriyetinden
yararlanmayı sağlayıcı nitelikteki hususlar ve bu tür inançları da kapsayacak kadar
geniş tutulmalıdır.”
... Böylesine geniş ve sınırsız inanç ve vicdan hürriyeti anlayışı Batı’nın
bütün ülkelerinde yerleşmiştir...”
Şimdi bir bu gelişmeyi ve bir de bizim Devlet organlarımızın, hem de
devlet ağzıyla gerçekleştirmeye çalıştıkları din anlayışını düşününüz. Orta çağ
karanlıklarının neresinde olduğunuzu kolaylıkla anlarsınız.”887

885
Torcaso v. Watkins, 367 U.S. 488. (1961) in ARSEL, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, ss.
77-78.
886
ARSEL, “Laik Devlet Anlayışından Sapmalar”, s. 78. EMANUEL, op.cit., s. 621. Federal
Yüksek Mahkeme’nin din kavramına getirdiği yeni tanımlama anlayışının askerliği reddetme
sorununa yansımasının ilk örneği için bkz. Welsh v. United States, 395 U.S. 361. (1970)
887
ARSEL, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, ss. 78-79.

244
Gerçekten, gelişmiş demokratik ülkelerde geçerli olan din özgürlüğü
anlayışı, bireye, ister Tanrı’ya inansın, ister inanmasın, veya belirli bir Tanrı’ya değil
de başka bir Tanrı’ya inansın; dininin gereklerini yerine getirsin veya getirmesin her
bireye din özgürlüğünü tanır, ancak kullanılmasında bazı sınırlamalar olması
koşuluyla. Oysa ki ülkemizde ve özellikle Müslüman ülkelerde din özgürlüğünü hak
etmenin koşulu olarak Tanrı’ya (hatta belirli bir tanrı’ya) inanma olarak algılanmakta
ve bunun da ötesinde dininin gereklerini yerine getirme koşulu eklenmektedir.
Üstelik dininin gereklerini yerine getirmeyen birey kınanmakta, ayıplanmaktadır.
Diğer taraftan, inanç özgürlüğü ile dinsel uygulama özgürlüğü birbirine karıştırılarak,
inancı pratiğe dökme özgürlüğü sınırlanamaz bir alan olarak algılanmaktadır.
Oysa, Federal Yüksek Mahkeme’nin 1940 tarihli Cantwell v.
Connecticut davasında ortaya koyduğu kanaate göre, inanç özgürlüğü mutlak ve
dokunulmaz bir nitelik taşımakta olup, Anayasa’nın din özgürlüğünü teminat altına
alan birinci değişikliği, mutlak biçimde inanç özgürlüğünü içermektedir. Buna
karşılık, ibadet ve ayin gibi, inancı uygulama niteliğindeki özgürlükler, sınırlı bir
nispi nitelik taşıdığından, Anayasa’nın söz konusu hükmü, dinsel eylem ve uygulama
özgürlüğünü kısıtlayıcı niteliktedir.888 Böylelikle Mahkeme, “dinî inanç ve vicdani
kanaat unsurunu sınırsız olarak ayırmış ve buna mukabil din ve vicdan hürriyetinin
şekli nitelik arzeden yönlerinin sınırlanabileceğini ve düzenlenebileceğini”889
ortaya koymuştur.
Amerikan Federal Yüksek Mahkemesi’nin içtihatlarından yola çıkara,
serbest inanç ve ibadet ilkesine ilişkin sorunları iki kümede toplamak
mümkündür.890
a) Devletin bireyi dinsel inancına aykırı olduğuna ve dinî açıdan yasak
olduğuna inandığı bir davranışta bulunmayı zorlaması veya teşvik etmesidir.
b) Devletin bireyi dinsel inancına aykırı olduğuna ve dinî açıdan yasak
olduğuna inandığı bir davranışta bulunmaya zorlaması veya teşvik etmesidir.

888
Cantwell v. Connecticut, 310 U.S. 296. (1940) in SPAETH - SMITH, op.cit., s. 116.
889
ARSEL, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, s. 75. Aslında Federal Yüksek Mahkeme bu
konudaki tutumunu daha önceki çeşitli kararlarında da ortaya koymuştu. Örneğin bkz. Davis v.
Beason, 133 U.S. 333. (1890). in ARSEL, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, ss. 75-76.
890
EMANUEL, op.cit., s. 608.; TARHANLI, loc.cit., s. 314.

245
Bu tür sorunlar, bazı durumlarda, yönetimin dindışı amaçlarla yaptığı
işlemlerden de doğabilmektedir.891

2) YERLEŞMİŞ BİR TEST YERİNE GENEL İLKELER

Anayasa’nın Ek. 1. md. Değişiklik hükmünün genel ifadesine rağmen, bir


dinî inancın gerektirdiği davranışta bulunmayı yasaklayan veya bir dinî inanç
tarafından yasaklanmış bulunan bir davranışta bulunmaya zorlayan kuralların tümü
serbest inanç ve ibadet ilkesini ihlâl edici olarak kabul edilmemektedir.892
Federal Yüksek Mahkeme, düzenlememe ilkesine ilişkin sorunlarda
uygulanmak üzere bir teste sahip olmasına karşın, serbest inanç ve ibadet ilkesine
ilişkin sorunlarda faydalanabileceği benzer bir test geliştirilmiş değildir. Bununla
birlikte, aşağıdaki iki standardı ilgili davalarda uygulamak suretiyle, sorunları
çözmeye çalıştığı görülmektedir.

a) Niyet ilkesi

Niyet ilkesi, dengeleme amaçlı düzenlemelerden ziyade, mutlak nitelikli


yasaklamalara uygulanmasına karşın, bu tür hukuka aykırı etkenlerle seyrek
karşılaşılmaktadır. En sık rastlanan durum, dinî kaynaklı davranışa ters düşmek veya
müdahale etme niyeti taşımamasına rağmen, son tahlilde bu sonuca yol açan
düzenlemelerdir. Mahkeme, bu tür sorunlarda oldukça dikkatli davranarak, titiz bir
dengeleme siyasası gütmeyi yeğlemektedir. Buna göre, belirli bir davranışın dinî
kaynaklı olması dolayısıyla, devletin düzenlemelerindeki amaç olumsuz olduğu
takdirde, Anayasa’nın ihlâl edildiği sonucuna varılır. Çünkü, dinî inançtan
kaynaklanan hareket biçimi, resmi bir istek veya kontrol değil, bağlayıcı bir emir
veya yasaklamadır.893

891
Bkz. Sherbert v. Verner, 374 U.S. 398; 83 S. Ct 1970; 10 L. Ed. 2d. 965. (1963). in EMANUEL,
op.cit., s. 608, 610.
892
EMANUEL, op.cit., s. 609.
893
ibid., s. 609.

246
Genellikle kabul gören yaklaşım, devlet açısından yerine getirilmesi
zorunlu bulunan bir amaca yönelik olarak dinî özerkliğe yapılacak -daha doğrusu
yapılmak zorunda kalınacak- herhangi bir müdahalenin din özgürlüğünü minimum
derecede sınırlayıcı etkiye sahip olmasıdır.894

b) Kısıtlayıcı etki standardı

1960’lardan önceki kararlarında Federal Yüksek Mahkeme, devletin din


dışı amaçları gerçekleştirmek için eylemde bulunduğu sürece, salt inançtan ziyade
davranışı düzenlemesine Anayasa’ya uygun kabul etmekteydi. Mahkeme’nin bu
dönemdeki kararları, söz konusu ilke açısından bakıldığında, geleneksel yaklaşım
tarzı olarak değerlendirilmektedir.895
Modern yaklaşımın başlangıcı olan 1960 sonrasında uygulanmaya
başlanan “kısıtlayıcı etki standardı”na göre, Devlet, getirdiği düzenlemelerin
özgürlükler üzerinde yarattığı doğrudan veya dolaylı etkiyi mümkün olan en düşük
düzeyde tutmaya çalışmalıdır. Eğer özgürlükler üzerinde sınırlama yapılmaksızın
istenen amaca ulaşılabilmesi söz konusu olmasına karşın yine de sınırlama
getirilmişse, söz konusu eylem ve işlem Anayasa’ya aykırıdır.896 Federal Yüksek
Mahkeme, 1961 tarihli Braunfeld v. Brown davasında söz konusu standardı
tanımlarken şu ifadeleri kullanır: “devletin, yetkisi dahilinde bir konuda, amacı ve
etkisi din dışı hedefleri gerçekleştirmeye yönelik bir yasa yaparak, davranışları
düzenlemesi halinde; bu yasa, dinsel gereklerin yerine getirilmesi üzerinde dolaylı
bir kısıtlama getirse dahi, anayasaya uygun sayılır. Devletin amacına, kısıtlamalara
gerek kalmaksızın ulaşabilmesi olanağı bulunması ve bunu kullanmaması
durumunda, yasa anayasaya aykırı düşer.”897

c) Geleneksel ve modern yaklaşımın Mahkeme kararlarına yansıması

894
TARHANLI, loc.cit., ss. 314-315.
895
EMANUEL, op.cit., s. 609.; TARHANLI, loc.cit., s. 315. Bu anlayışın en tipik örneği 1878 tarihli
Reynolds v. United States davası sonucunda verilen karardır.
896
EMANUEL, op.cit., s. 609, 610.
897
Braunfeld v. Brown, 366 U.S. 599 (1961). in TARHANLI, loc.cit., s. 315.

247
Geleneksel ve modern yaklaşım ayrımının temeli, din kavramına getirilen
tanımın kapsamı ve söz konusu tanıma ilişkin Federal Yüksek Mahkeme
içtihatlarındaki değişimden kaynaklanmaktadır.898

aa) Geleneksel yaklaşım ve serbest ifade hakkı

Geleneksel yaklaşımın ilk tipik örneği, 1878 tarihli Reynolds v. United


States kararıdır. Mormon inancına sahip olan ve bu inancı gereğince birden fazla
kadınla evlenmiş bulunan George Reynolds, ilgili yasa uyarınca cezaya çarptırıldı.
Çokeşliliği suç sayan yasanın Anayasa’ya uygunluğu sorununu değerlendiren
Federal Yüksek Mahkeme, salt dinî amaçlarla çok eşli evlilik yapmanın dinsel
emirler gereği insan öldürmekten farklı olmadığı; her iki olayın da sosyal
yükümlülükleri ihlâl ettiği gerekçesinden yola çıkılarak, çok eşliliği suç kapsamına
sokan yasanın Anayasa’ya aykırı bir yönünün bulunmadığı kararına vardı. Mahkeme,
bu karar ile, dinî inancı açıklama özgürlüğü ile dinî inançtan kaynaklanan bir
eylemde bulunma özgürlüğünü birbirinden ayırarak, davranış olgusunun devletindin
eylemde bulunma özgürlüğünü birbirinden ayırarak, davranış olgusunun devletin din
dışı amaçlı düzenleme yapma yetkisine tabi olduğunu belirtti. Mahkeme’nin bu bakış
açısı 1960’lı yıllara kadar geçerliliğini korudu. Bu süre içerisinde Mahkeme, bu tür
konulardaki uyuşmazlıklarda söz konusu olan dinî özgürlük hakların, serbest
uygulama ilkesinden ziyade, serbest ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirme
eğilimini devam ettirdi.899
Federal Yüksek Mahkeme, bu karardan on iki yıl sonra 1980 yılında,
Davis v. Beason davasında, yine aynı konudaki bir uyuşmazlığı değerlendirerek,
poligamiyi yasaklayan yasal düzenlemenin Anayasa’ya aykırı herhangi bir yönünün
bulunmadığı görüşünü yineledi. Poligamiyi yasaklayan yasal düzenleme, Utah
eyaletinin özellikle Salt Lake City adlı bölgesinde yerleşmiş buluna Mormonları
ilgilendirmekteydi. Davis adlı başvurucu, Anayasa’da güvence altına alınmış

898
ARSEL, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, ss. 75-79.
899
Reynolds v. United States, 98 U.S. 145. (1878). in TARHANLI, loc.cit., s. 315; GUNTHER,
op.cit., s. 1510. 1943 yılında çözümlenen West Virginia State Board of Education v. Barnette
davasında da aynı eğilimin izleri görülür.

248
bulunan din özgürlüğünün mutlaklığından, dinsel uygulama özgürlüğünün de
mutlaklığı sonucunun çıkarılması gerektiğini iddia ederek, birden çok kadınla
evlenmeyi yasaklayan yasanın din özgürlüğünü zedelediğini ileri sürmüştür. Ancak
Federal Yüksek Mahkeme, Reynolds v. United States davasındakine benzer
gerekçelerden yola çıkarak Anayasa’ya aykırılık iddiasını reddetti.900
Federal Yüksek Mahkeme, bu anlayışını 1960’lı yıllardan sonra
değiştirmesine karşın, bazı davalarda geri dönüş yapmış ve örneğin 1977 tarihli
Wooley v. Maynard davası sonucu verdiği kararda da geleneksel anlayış çizgisinin
etkisinde kalmıştır.901 Uyuşmazlığa konu olan New Hampshire yasası, “Özgür Yaşa
Ya da Öl” biçimindeki eyalet özdeyişinin oto plakalarına yazdırılarak sergilenmesini
öngörmekteydi. Yehova Şahidi ise, söz konusu düzenlemeyi kendi dinî, ahlâkî ve
siyasî inançlarına ters düştüğü iddiasıyla eleştirerek, aleyhine Federal Yüksek
Mahkeme’ye başvurdu. İddiayı değerlendiren Mahkeme ise, söz konusu
düzenlemenin ideolojik bir mesajın kitlelere yayılmasını amaçladığını belirttikten
sonra; bireylerden, bu tür bir etkinliğe katılmak suretiyle, bu tür sembollerin kendi
üzerlerinde veya özel mülkleri üzerinde taşınarak sergilenmesinin istenemeyeceğine
karar verdi.902
bb) Modern yaklaşım ve serbest uygulama hakkı

Federal Yüksek Mahkeme, 1960 sonrasında çözüme bağladığı davaların


büyük bir kısmında modern yaklaşım çerçevesinde kararlar vermiştir. Tezimizde
daha çok yeni kararların incelenmesini tercih ettiğimiz için, söz konusu yaklaşımın
örneklerini bu kısımda zikretmek yerine, konularına göre gereken yerlerde
irdelemenin daha uygun düşeceği kanısındayız. Ancak bu anlayış değişikliğinin
temel felsefesine değinmek gerekir.

B) YÜKSEK MAHKEME KARARLARINDA SERBEST

900
Davis v. Beason, 133 U.S. 333. (1890). in ARSEL, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, ss. 75-
76.
901
TARHANLI, loc.cit., s. 315., dp. 81.
902
Wooley v. Maynard, U.S. 705. (1977) in SPAETH - SMITH, op.cit., s. 116. Federal Yüksek
Mahkeme söz konusu kararda, 1943 yılında çözümlediği Barnette kararındaki anlayışın etkisinde
kalarak uyuşmazlığı çözmüştür. GUNTHER, op.cit., s. 1511., dp. 4.

249
UYGULAMA İLKESİ

1) DİNSEL İNANÇ GEREĞİ BAZI YÜKÜMLÜLÜKLERİ REDDETMEK

a) Askerliği reddetmek

1961 tarihi Torcaso v. Watkins kararıyla yerleşmeye başlayan ve din


kavramının kapsamını oldukça geniş tutma eğilimini yansıtan yeni içtihat, daha
sonraki yıllarda genel olarak uygulanma alanı bulmasına karşın, özellikle dinsel
inançlarının elverişsizliğini gerekçe göstererek askerliği reddetme sorununa ilişkin
davalarda, sonraki birkaç yılda alt mahkemeler bu içtihada uygun karar verdiği halde,
Federal Yüksek Mahkeme, eski içtihadındaki anlayıştan kolayca vazgeçmemiştir.
1960’lı yıllarda, federal bir yasa ile, kişilere, dinî inancının
elverişsizliğini öne sürerek, askerlik yükümlülüğü yerine getirmekten kaçınma
imkanı tanınmıştı. Ancak, 1965 öncesinde verilen Federal Yüksek Mahkeme
kararında, söz konusu muafiyetin kapsamı daraltılarak, yalnızca ilahi bir varlığa
ilişkin inanca istinaden savaşa karşı çıkma gerekçesi ile sınırlandırılmış olması, yeni
bir sorunu ortaya çıkardı.
Örneğin, 1964 yılında Seeger adlı bir genç, askerlik görevini yerine
getirmekten kaçındığı için takibata uğramıştı. Şahıs, yargılaması sırasında bağlı
bulunduğu mezhebin kurallarına ve kendi inançları uyarınca Tanrı’nın varlığını kabul
etmediğini, bunun yanı sarı savaşı ve onun uzantısı durumundaki faaliyetlerden biri
olan askerliği reddettiğini açıklamıştı. Davaya bakan İkinci İstinaf (“Circuit”)
Mahkemesi, davalının savaşa karşı çıkışının, savaşı ahlaka aykırı ve insan kişiliği ve
insanın manevi değerini yok edici addetmesinden kaynaklandığını ve bu bakımdan
Tanrı’nın varlığını kabul etmese dahi böyle bir inanca sahip olması nedeniyle inanç
özgürlüğü güvencesinden yararlanması gerektiğini öngörmüştür.903 Mahkeme
Seeger adlı sahsın, “[k]işinin insanlık haysiyet ve değerini koruma ve sürdürme
yollarını arayan ahlaki bir sorumluluğu ve akla, ... hürriyete, ... kişiselliğe ve

903
ARSEL, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, s. 78.; EMANUEL, op.cit., s. 621. Federal
Yüksek Mahkeme’nin din kavramına getirdiği yeni tanımlama anlayışının askerliği reddetme
sorununa yansımasının ilk örneği için bkz. Welsh v. United States, 398 U.S. 361. (1970).

250
demokrasinin amaç edindiği kişi gelişmesi koşullarına uygun etik düşüncelere
dayanan bir inancı bulunduğunu ve bu nedenle Anayasada din ve inanç
hürriyetinden yararlanabileceğini ve askere gitmeyi red edebileceğini”904
belirtmiştir.
İkinci İstinaf Mahkemesi yeni içtihada uygun bir karar vermesine karşın,
sorun bir yıl sonra 1965’te Federal Yüksek Mahkeme’nin önüne gelmiş ve Mahkeme
alt mahkemenin kararını bozmuştur. Dinsel inançların elverişsizliği gerekçesiyle
askerliği reddetme sorununa ilişkin ilk Anayasa’ya aykırılık iddiasını United States
v. Seeger davasında değerlendiren Federal Yüksek Mahkeme, teolojik açıdan
herhangi bir tartışma içine girmekten kaçınarak, ilahi varlık kavramını, yalnızca içten
ve anlamlı hisler duyulan ve inanların yaşamında Tanrıya duyulan Ortodoks inanca
paralel bir yer işgal eden bir varlık olarak yorumladı. Bu yorumuyla Mahkeme,
askerlik görevinden kaçınmak için gerekçe gösterilen ilahi varlık kavramını salt
olarak dinî çerçevede tanımlamak suretiyle, siyasal, sosyolojik, felsefi veya diğer din
dışı gerekçelerle savaşa ve dolayısıyla askerlik görevine karşı çıkma olanağını saf
dışı bıraktı.905
Yine aynı konuda, beş yıl sonra kendisine intikal eden Welsh v. United
States davasını değerlendiren Federal Yüksek Mahkeme, önceki kararında ortaya
koyduğu yorumunu genişleterek, dinî görüşlerin yanı sıra, ahlaki görüşleri ve hatta
devlet politikasına ilişkin güçlü endişelerin de savaşa karşı çıkma gerekçeleri içinde
değerlendirilmesi gerektiğine karar verdi.906
Federal Yüksek Mahkeme, 1971 tarihli Gillette v. United States
davasında ise, savaşa tümüyle karşı çıkmayan, ancak belli bir savaşa katılmayı
inancına aykırı bulan bireylerin tutumlarının Anayasa’ya uygun olduğunu karar
bağladı.907 Tüm bunların yanı sıra Mahkeme, 1974 tarihli Johnson v. Robinson
davasında, askerlik yapanlara ödenen eğitim ödeneklerinin, askerlik yapmaktan

904
ARSEL, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, s. 78.
905
United States v. Seeger, 380 U.S. 163. (1965) in TARHANLI, loc.cit., s. 316.
906
Welsh v. United States, 398 U.S. 361. (1970) in ibid., ss. 316-317.
907
Gillette v. United States, 401 U.S. 437. (1971) in ibid., ss. 316-317.

251
kaçındıkları için kendilerine önerilen alternatif kamusal etkinliklere katılanlara
ödenmekten kaçınılmasında da Anayasa’ya uygun bulduğunu açıkladı.908
Bu konudaki kanaatimizi açık bir biçimde ortaya koyan ve devletin
getirdiği yükümlülüklerden değil de, özgürlüklerden hareket eden yazarın da dikkat
çektiği gibi, “[d]evletin ne otoritesi, ve ne de emniyeti, vicdanları zorlayan kanuni
hükümlere istinat edemez. Vatandaşlara milli müdafaanın zaruriliğini anlatmak ve
hissettirmek ... yerindedir; fakat ahlaki veya dinî sebeplerle memleket müdafaasına
katılma hakkını kendinde görmeyenleri, kanun, hapisle tehdit ederse ve aleni bir
damgayla işaretlerse, ... [yurt] savunmasının daha iyi temin edileceği hayaliyle de
vakit kaybedilmemelidir.”909

b) Vergi ödemeyi reddetme

Amish inancından kaynaklanan ve vergi ödeme yükümlülüğünün


reddedilmesine ilişkin uyuşmazlık, 1982 yılında United States v. Lee davası
aracılığı ile Federal Yüksek Mahkeme’nin önüne geldi. Amish işverenler, sosyal
güvenlik sisteminden faydalanmalarına olanak vermeyen inançları nedeniyle sosyal
güvenlik vergisi ödemekten muaf tutulmalarını talep etmekteydi. Önceki kararların
aksine, Mahkeme bu kez istemi reddetti. Bu tür bir bağışıklığın devletin bu
düzenlemeyle güttüğü amaca açıkça aykırı olduğunu ifade eden Mahkeme, zorunlu
katılım olmaksızın sosyal güvenlik sistemine yeterli kaynak sağlanamayacağını ve
sonuç olarak fonksiyonunu yitireceğini işaret etti. Karara ayrık oy yazısı ekleyen
Yargıç Stevens ise, daha da ileri giderek, bu bağışıklığın tanınması nedeniyle bir
dinin açıkça desteklenmiş olacağını belirtti. Stevens’e göre, mevcut dava Sherbert ve
Thomas davalarından tamamen farklı olup, ilk iki davada ilgililer dinî inançlarını
tercih etmekle büyük bir fedakârlıkta bulunmuştur; ancak söz konusu davada ise
böyle bir durum bulunmamaktadır; bağışıklık tanınması sonucu davaya konu olan

908
Johnson v. Robinson, 415 U.S. 361. (1974) in EMANUEL, op.cit., s. 620; TARHANLI, loc.cit., s.
317.
909
MIEVILLE, Henri, “Vicdani İnanışlarını İleri Sürerek Askerlik Mükellefiyetini Yerine Getirmeyi
Reddetmek Kanun Tarafından Cezalandırılmalı mıdır?”, (Çev. ALNIAK, İlhan), MHAD, S. 10,
1973, s. 114. Bu konudaki yabancı mahkeme kararlarından örnekleri ve doktrinal analiz için bkz.
ibid, ss. 107-113.

252
inanca büyük bir yarar sağlanmış olacaktır. Diğer taraftan, bu bağışıklık, ekonomik
düşüncelerle birçok kişinin ayrıcalık tanınmış bulunan dinî inançlara kaymasına
neden olabilir ki, bu durumda da bir dinin diğerine karşı tercih edilmesini yasaklayan
Anayasa hükmü açıkça çiğnenmiş olacaktır.910

c) Bayrak selamlamayı reddetme

“Flag Salute Cases” adıyla anılan davalar, okul törenleri esnasında


Amerikan bayrağını selâmlamayı, dinî gerekçelere dayanarak reddeden öğrencileri
devlet okullarından uzaklaştırma yetkisine ilişkindir. Söz konusu davaların ilki,
1940’da Federal Yüksek Mahkeme önüne getirildi. Mahkeme, Minersville School
District v. Gobitis davasında, dinî özgürlüklere müdahale etmemek koşulu ile,
bayrağın sadakat ve bağlılık ilkelerinin sembolü olduğu kanaatini destekledi.911
Yehova Şahitleri tarafından, bayrak selâmlama zorunluluğu getiren düzenlemenin
Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülerek, dinin serbestçe uygulanmasını ihlâl ettiğinin
karara bağlanması istendi. Mahkeme’nin çoğunluğu ise, “bayrağa saygı töreni
gereğinin, her ne kadar akılsızca olursa olsun, Amerikan toplumunun temellerini
güçlendirdiği ve böylece de, özgürlüğe tecavüzün tam tersine, varolan temellerini
desteklediği...”912 kanaatine vardı. Karara karşı oy yazısı kaleme alan Yargıç Stone
ise, “düzenlemenin Anayasa tarafından güvence altına alınan hem din hem de
düşünce özgürlüğünün açık bir ihlâli ve Mahkemenin bunu geçersiz saymaya yetkili
olduğu”913nu vurgulamaktaydı.
Federal Yüksek Mahkeme’nin 1940 tarihli söz konusu kararı, kanımızca
yanlıştır. Nitekim, söz konusu davada çoğunluk kararına katılan Yargıç Black,
Douglas ve Murphy, 1942 yılındaki Jones v. Opelika davasına konu olan
uyuşmazlıkla ilgili kanaatlerini ortaya koyarken, bayrak selâmlama ile ilgili 1940
tarihli kararda ortaya koydukları görüşlerinin yanlış olduğunu kabul etmek
durumunda kalmışlardır.914

910
United States, v. Lee. 455 U.S. 252. (1982) in TARHANLI, loc.cit., s. 318.
911
Minersville School District v. Gobitis, 310 U.S. 586. (1940) in ibid., s. 318.
912
WHEARE, op.cit., s. 59.
913
ibid., s. 59.
914
Jones v. Opelika, 316 U.S. 584. (1942) in ibid., s. 60.

253
Dinî gerekçelerle bayrak selâmlamayı reddetme sorununa ilişkin ikinci
dava, ilk davadan 3 yıl sonra Federal Yüksek Mahkeme’ye intikal etti. Bir grup
Yehova Şahidi, öğrenci olan çocuklarının okullarda düzenlenen bayrak selâmlama
törenine zorunlu olarak katılmalarının Anayasa’ya aykırılığı gerekçesiyle,
Mahkeme’ye başvuruda bulundu. Mahkeme, West Virginia State Board of
Education v. Barnette davasını değerlendirirken, yetkilerine dayanarak, daha önce
vermiş bulunduğu kararı dikkate almadı. Mahkeme’ye göre, çoğunlukla ve resmen
kabul edilmiş bulunan fikirleri din ve siyaset çerçevesinde tanımlama çabası veya
bireyleri böylesine konulara bağlılığı itiraf etmeye zorlamak, düzenlememe ilkesini
ihlâl etmektedir.915 Federal Yüksek Mahkeme, davada kullandığı “... [a]nayasal
takımyıldız içinde eğer sabit bir yıldız varsa o da, hiçbir resmi makamın, politikada,
milliyetçilikte, dinde ya da düşünce ile ilgili herhangi bir alanda tekdoğrunun ne
olacağını buyurma yetkisine sahip olmadığıdır.”916 ifadeleriyle devletin -her alanda
olduğu gibi- dinsel alanda da insanların inançlarını etkileme hakkı bulunmadığını ve
bu konuda baskı yapmasının söz konusu olamayacağını vurgular.
ÇAĞLAR’a göre, “inançta tek doğrunun resmileştirilmesi yasağı, belki
laiklik prensibinin en kısa tanımıdır ama, bu prensibi olmuş bitmiş saymak da
zordur.”917
Federal Yüksek Mahkeme’nin 3 yıl içinde kendisine intikal eden iki ayrı
davada iki farklı karar vermesinin nedeni ise, iki yeni yargıcın Mahkeme’ye gelmesi
ve ayrıca Yargıç Stone’un Baş Yargıçlığa yükselmesidir. Bunun yanı sıra, 1940
tarihli davada çoğunluk görüşüne katılan üç yargıç, daha önce de değindiğimiz gibi,

915
West Virginia State Board of Education v. Barnette, 319. U.S. 624. (1943) in MURPHY, Paul L.,
“Symbolic Speech and the First Amendment”, in BODENHAMER, David J. – JAMES, W. Ely,
Jr. (Ed.), The Bill of Rights in Modern America after 200 Years, Indianapolis University Press,
Bloomington & Indianapolis, 1993, s. 43 vd.; SPAETH - SMITH, op.cit., s. 116.
916
West Virginia State Board of Education v. Barnette, 319. U.S. 624. (1943) in ÇAĞLAR, op.cit., s.
155.
917
ibid., s. 155. Ancak eklemek gerekir ki, tek doğru yasağı her türlü inanç ifadesini her zaman
korumamaktadır. ÇAĞLAR, bunu, “Kapalı anayasal değerler alanı teorisi” ile karşılaştırmalı
olarak açıklamaktadır. bkz. ibid, s. 155.

254
kendi görüşlerinin yanlış olduğunu, 1942 tarihli Jones v. Opelika kararında
kabullenmişlerdir.918

d) Dinsel yemin yükümlülüğünü reddetme

1961 tarihli Torcaso v. Watkins davası919, Maryland Eyaleti’nin,


noterlere, mesleğe başlamadan önce, Ofislerde, Tanrı huzurunda yemin etme
yükümlülüğü getiren bir yasal düzenlemesinin Anayasa’ya aykırılığı iddiası
nedeniyle açılmıştı. Federal Yüksek Mahkeme, söz konusu yasanın dinsel bir yemin
etme zorunluluğu getiren maddesini Anayasa’nın din özgürlüğünü güvenceye alan
Ek 1. md. hükmüne aykırı olduğu iddiasını haklı bularak yürürlükten kaldırdı.
Federal Yüksek Mahkeme, yaptığı değerlendirmede, din ve vicdan özgürlüğü
kapsamı içindeki dinsel inanç kavramını, Tanrı’nın varlığını varsayan tanımlama ile
sınırlayan anlayışı terk ederek, üstün bir varlığa inanma unsurunu din özgürlüğü
açısından gerekli görmemiştir.920
Federal Yüksek Mahkeme’ye göre, “... Tanrı’nın varlığını kabul etmek,
dindar olmanın ve din anlayışına bağlı bulunmanın tek ve mutlak koşulu değildir.
Federal Anayasa, üstün bir varlığın (Tanrı’nın) varlığını kabul edenlerle etmeyenleri
‘dinî inanışa sahip olma bakımından’ ayni nitelikte saymıştır... O halde, ...Tanrı’ya
bağlı ve inanan dinlerle, Tanrı’nın varlığını kabul etmeyen dinlerin ve bütün bu
dinlere bağlı olanların Anayasa’daki inanç hürriyeti ve din hürriyeti hükümlerinden
ayni şekilde yararlanmaları ve bu hükümlerin güvenliğine sahip olmaları
gerekir.”921

e) Dinsel kaynaklı tatilleri veya belirli bazı günlerde çalışmayı reddetme

918
WHEARE, op.cit., s. 60.
919
Torcaso v. Watkins davası Federal Yüksek Mahkeme içtihatları açısından oldukça önemli olan bir
yere sahiptir. Zira bu davadan başlamak üzere, Mahkeme’nin din kavramını tanımlama anlayışında
oldukça radikal bir değişim başlamış ve kavramın kapsamını genişletmiştir. ARSEL, “Layik Devlet
Anlayışından Sapmalar”, s. 77.
920
a.k., in EMANUEL, op.cit., s. 621; ARSEL, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, s. 77.
921
a.k., in ARSEL, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, ss. 77-78.

255
Bu konuya ilişkin ilk dava, yürürlükteki yasalar uyarınca Pazar günü tatil
yapmak ve dolayısıyla işyerlerini kapatmak zorunda kalan bir grup Musevî asıllı
tüccarın şikâyetlerine ilişkin Braunfeld v. Brown davasıdır. Söz konusu tüccarlar,
dinî inançları gereği Cumartesi günleri ticaret yapamamanın yanı sıra, yasal
düzenleme uyarınca Pazar günleri de işyerlerini kapatmak zorunda kaldıklarını;
dolayısıyla, haftanın altı gününde çalışma olanağına sahip bulunan diğer tüccarlar
karşısında fırsat ve kazanç eşitliği açısından mağdur durumda bulunduklarını ileri
sürerek, söz konusu yasanın uygulanmasından kendilerinin muaf tutulmasını talep
etmişlerdir. Federal Yüksek Mahkeme ise, bu davayı çözümlemede kısıtlayıcı etki
standardını kullanarak, söz konusu bireylerin ticarî yaşamı üzerinde bir kısıtlama
olmasına karşın, tatil günlerinin tüm ülkede aynı şekilde düzenlenmesini kamu yararı
açısından daha önemli bulduğundan hareketle, istemi reddetmiştir.922
1963 tarihli Sherbert v. Verner davasına konu olan uyuşmazlığa göre,
South Caroline eyaleti, Cumartesi günleri çalışmayı reddeden bir “Yedinci Gün
Adventisti”923ne, uygun bir iş önerildiği halde kabul etmediğinden dolayı, işsizlik
tazminatı ödemeyi reddetmekteydi. Federal Yüksek Mahkeme, söz konusu eyaletin,
bu tutumu ile, bireyi kendi dinî ibadeti ile tazminat arasında bir tercih yapmaya
zorlamak suretiyle, inancından dolayı cezalandırdığına ve sonuç olarak serbest ibadet
ilkesini ihlâl ettiğine karar vermiştir.924 Mahkeme’ye göre, herhangi bir zorunluluk
olmadığı halde, bireyi, dinî inancının gerektirdiği ritüelleri zamanında yapması ile
diğer menfaatleri arasında tercihte bulunmaya zorlanması, serbest ibadet ilkesini ihlâl
edici niteliktedir. Zira, serbest ibadet ilkesi, dinî uygulama, ibadet, ayin ve törenlerin
zamanında yapılmasını da kapsayacak biçimde yorumlanmalıdır.925
Dikkat edilirse, aynı konuya yönelik olan Sherbert ve Braunfeld
kararları, birbiriyle çelişir gibi görünmektedir. Ancak, kararların farklılığı ve

922
Braunfeld v. Brown, 366 U.S. 599. (1961) in TARHANLI, loc.cit., ss. 315-316.
923
“Yedinci Gün Adventistleri” adlı mezhep, kıyamet düşüncesini öne çıkarır ve İsa’nın çok yakında
dünyaya geri döneceğine inanır. Üyeleri ahlâkî değerlere büyük önem verir, kesinlikle et yemez ve
perhiz yaparlar. Sayıları 4 milyonu aşkındır ve çeşitli dillerde 500 dergi ve çeşitli radyo
yayınlarıyla önemli bir medya gücüne sahiptirler. MEULEAU, “Mezhepler Dünyası”, s. 531.
924
Sherbert v. Verner, 374 U.S. 398; 83 S. Ct. 1790; 10 L. Ed. 2d. 965. (1963) in ibid., s. 316.
925
a.k., in MARSHALL, William P., “Towards a Nounifying Theory Unconstitutional Conditions:
The Example of the Religion Clause”, SDLR., Vol. XXVI., No. 2., 1989, ss. 249-250.

256
Mahkeme’nin farklı çözüm yollarını tercih etmesi, Mahkeme’nin tutarsızlığı
anlamına gelmez.926
Sherbert kararının gerekçesini daha sonraki Thomas v. Review Board of
The Indiana Employment Security Division davasında da aynen uygulayan
Federal Yüksek Mahkeme, dinî inançları sebebiyle bir fabrikadaki işinden ayrılmak
zorunda kalan bir Yehova Şahidi’ne işsizlik tazminatı verilmesini reddeden işlemin
serbest uygulama ilkesine ve dolayısıyla Anayasa’ya aykırı olduğunu hükme
bağlayarak, söz konusu işlemi iptal etti.927
1985 yılında ortaya çıkan Thornton, Estate of v. Caldor Inc. davasının
konusu ise, Sabataryen928 bireylerin hiçbirinin, dinî inancının gereklerini yerine
getirmek üzere dinlenme günü olarak seçtiği ve böylece değerlendirmek istediği bir
günde işvereni tarafından çalışmaya zorlanamayacağına dair yasal düzenleme getiren
bir Connecticut düzenlemesi idi. Federal Yüksek Mahkeme 8-1’lik oylama
sonucunda, söz konusu yasanın düzenlememe ilkesini ihlâl ettiği gerekçesiyle
iptaline karar verdi.929
Kanımızca, Thornton davasına konu olan uyuşmazlığın Anayasa’ya
aykırılığı, dinî kaynaklı bir tatil gününde çalışma talebinin ileri sürülmesinden değil;
aksine, bireyin mensup olduğu din açısından tatil olarak kullanılması öngörülen bir
günde çalışmaya zorlama hakkının bulunmadığından kaynaklanmaktadır. O halde,

926
“Sherbert hükmü kişinin dinsel yasa ile sivil yasa arasında bir seçim yapmaya açıkça zorlandığı,
inancı doğrultusunda bir seçim yapması durumunda da bir anlamda cezalandırıldığı
uyuşmazlıklara uygulanmaktadır. Öte yandan, Braunfeld çizgisindeki kararlarda da bu kısıtlama
mevcut olmakla birlikte, dinsel ve sivil çıkar ve yararlar arasında, bir denge kurulmaya
çalışılmaktadır. Bu da bireyin salt tek başına var olmayıp bir toplumun parçası olmasın[ın]
kanımızca doğal sonucudur.” TARHANLI, loc.cit., s. 316. (Vurgulamalar yazara aittir.)
927
Thomas v. Review Board of The Indiana Employment Security Division, 450 U.S. 707. (1981) in
TARHANLI, loc.cit., s. 316; SPAETH - SMITH, op.cit., s. 116.
928
Sabataryen, Sabbath inancına mensup bireylere verilen isimdir. Sabbath ise “Sebt günü, Şubat
günü;... Yahudilere ve bazı Hıristiyanlara dinlenme ve ibadet günü olarak kabul edilen Cumartesi
günü” olup bu günde çalışmak, oyun vb. eğlencelerle meşgul olmak dinî açıdan kısıtlanmıştır.
Longman-Metro, s. 1330. Ayrıca çoğu Hıristiyan Kilisesi tarafında bu tür bir gün olarak kabul
edilen Pazar tatilinde de aynı isim verilmektedir. ibid., s. 1330.
929
Thornton, Estate of v. Caldor Inc., 105 S. Ct. 2914. (1985) in TARHANLI, loc.cit., s. 316.;
EMANUEL, op.cit., s. 593.

257
irdelenmesi gereken, düzenlememe ilkesi değil, serbest uygulama ilkesinin ihlâli
sorunudur. Bu nedenle söz konusu davaya serbest uygulama ilkesine ilişkin kısımda
yer vermeyi daha uygun bulduk.
Konuyla yakından ilgili bir diğer sorun ise, dinsel inançlar gereğince
belirli bazı günlerde çalışmayı reddetme sorununa ilişkindir. Bu bağlamda, 1987
yılında Federal Yüksek Mahkeme önüne gelen Hobbie v. Unemployment Appeals
Commission of Florida davası 24 Şubat 1987 tarihinde sonuçlandı. Hobbie adındaki
işçi, başka herhangi bir nedeni olmaksızın, yalnızca samimi dinsel inançları
nedeniyle, Cuma ve Cumartesi günleri gün batımından sonra çalışmayı batıl kabul
etmekteydi. Florida İşsizlik Temyiz Komisyonu, işçinin belirli süreleri işsizlik
tazminat talebini reddetmişti. Federal Yüksek Mahkeme ise, dinsel inançlara bağlı
olarak ya da bağlı olmaksızın kişinin yaşama özgürlüğünün Anayasa’nın Ek 1. md.
Değişikliğinde güvence altına alındığını belirterek, işçinin talebinin ilgili kurum
tarafından reddini Anayasa’ya aykırı buldu.930

2) DİNSEL PROPAGANDA VE YEHOVA ŞAHİTLERİ

Federal Yüksek Mahkeme’ye göre, Anayasa’nın din özgürlüğünü teminat


altına alan birinci değişikliği, mutlak biçimde inanç özgürlüğünü içermesine karşın,
dinî eylem ve uygulama özgürlüğünü kısıtlayıcı niteliktedir.931
Üç Yehova Şahidi’nin mahkûmiyetiyle ilgili Cantwell v. Connecticut
davasında Federal Yüksek Mahkeme, herhangi bir davranışın dinsel bir anlamı olup
olmadığının belirgin şekilde tanımlanmasının zor olduğundan hareketle, devletin,
kapı kapı dolaşarak insanları kendi dinlerine çevirmek isteyen misyonerlerin
eylemlerine izin veremeyeceğini açıkladı.932

930
Hobbie v. Unemployment Appeals Commission of Florida, (1987). in BRODERICK, loc.cit., s.
40. Federal Yüksek Mahkeme’nin söz konusu karını değerlendiren BRODERICK’e göre, Federal
Anayasa her ne kadar büyük çoğunluğunu Hıristiyanlığa mensup şahısların oluşturduğu yepyeni bir
ulusun kuruluş döneminde hazırlanmış ise de, din özgürlüğünü yalnızca Hıristiyanlara has olmak
üzere sınırsız kılmamaktadır. Anayasa, hiçbir sınır tanımaksızın söz konusu özgürlüğü tüm dinlerin
mensupları için tanır ve güvence altına alır. ibid., s. 40.
931
Cantwell v. Connecticut, 310 U.S. 296. (1940) in SPAETH - SMITH, op.cit., s. 116.
932
a.k., in ibid., s. 116.

258
Federal Yüksek Mahkeme, 1942 yılındaki Jones v. Opelika davasında,
Yehova Şahitlerinin görüşlerini yaymak amacıyla çeşitli Amerikan kentlerinde kitap
dahil bir çok propaganda malzemesi pazarlayan satıcıların ruhsata tabi kılınmasını
öngören yasal düzenlemenin Anayasa’ya uygun olduğuna karar verdi.933

3) BAZI DİNLERİN İBADET GELENEKLERİNDEKİ ALIŞKANLIKLAR


VE UYUŞTURUCU MADDE KULLANIMI

Bazı dinlerin dinî ibaret gelenekleri arasında yer alan uyuşturucu


kullanımına ilişkin sorunlar konusu da ilginç davalara neden olmuştur. Federal
Yüksek Mahkeme ise, bu tür davalarda, genellikle söz konusu uyuşturucunun
alınması sonucu görülen etkileri dikkate almak suretiyle karar almayı tercih etmiştir.
Özellikle bireyleri şiddete yönelten uyuşturucuların kullanımına kesinlikle izin
vermemekle birlikte, Federal bir yasa veya eyalet düzenlemeleri uyarınca
yasaklanmış bulunmasına karşın, fazla tehlike arz etmeyen veya yalnızca kullanan
için tehlikeli olabilen maddelerin kullanımını serbest bırakmıştır.934
Bu konudaki ilk sorun, 1940’da ortaya çıkan Oregon Department of
Human Resources v. Smith davasına konu oldu. Bir Amerikan Kızılderili kilisesi
mensuplarının uyuşturucu kullanımı ile ilgili davaya bakan Federal Yüksek
Mahkeme’ye göre, Bireyler, dinî törenlerin bir parçası olarak hukuka aykırı biçimde
uyuşturucu kullanmaktan cezalandırılabilir. Amerikan Kızılderili kilisesinin
üyelerinin peyote935 kullanma alışkanlığı, söz konusu maddenin kullanılmasını
yasaklayan kanundan muaf tutulmamasını gerektirir. Mahkeme, yönetimin öncelikle,
bir dinî ayinin gereklerinin yerine getirilmesini engelleyici olsa bile, davranışın ilgili
herkesi kapsayacak biçimde cezaî yasaklama çerçevesine alınmasını meşrulaştırmak
amacıyla, önemli bir yönetsel yarar ortaya koyması gerektiğine karar verdi. Yine
Mahkeme’ye göre, ortaya konan bu standart, Müslümanların sünnet olma

933
Jones v. Opelika, 316 U.S. 584. (1942) in WHEARE, op.cit., s. 60.
934
TARHANLI, loc.cit., s. 317.
935
Peyote: “... meskalin ... sınıfından bir uyuşturucu ...” olup bazı geleneksel kiliselerin dinî
ayinlerinde kullanılmaktadır. Longman-Metro, s. 1104. Meskalin ise “... bir tür kaktüs ...
bitkisinden elde edilen, kullanıldığında insanın rüyalara dalıp bunları gerçekmiş gibi algılamasına
neden olun bir uyuşturucu” türüdür. Longman-Metro, s. 924.

259
geleneklerinin; Yahudilerin, Musevilik dini kurallarına göre hazırlamış et üretmek
için hayvanları kurban etmelerinin; Katolik ve Ortodoks kilisesinin Aşai Rabbani
ayinlerinde şarap kullanılmasının yasaklanmasına da hukukî zemin oluşturabilir.936
Aynı konuya yönelik bir diğer dava, 1964’te California Yüksek
Mahkemesi’ne intikal etti. Yine Kızılderililerin törenlerde kullandığı uyuşturucunun
söz konusu olduğu People v. Woody davasını çözüme bağlayan Mahkeme, önceki
kararın aksine bu kez, salt dinî inanç gereğince dinî törenlerde uyuşturucu kullanma
geleneğinin, serbest uygulama ilkesinin güvence altına aldığı ibadet hakkının
gereklerinden birisi olduğuna karar vermiştir.937

4) KAMU SAĞLIĞI

Kamu sağlığı ile ilgili sorunları değerlendiren Federal Yüksek Mahkeme,


başkalarının sağlığını ilgilendiren genel sağlık düzenlemelerine karşı getirilen
itirazları genellikle reddetmesine karşın, bireyin serbest iradesi ile salt kendi sağlığını
tehlikeye sokan tercihlerde bulunmasına izin vermiştir.
Bu çerçevede ilk olarak ortaya çıkan Jacobsen v. Massachusets
davasında Federal Yüksek Mahkeme, genel sağlık amacına yönelen bir kolluk tedbiri
niteliğindeki aşı işleminin, ilgilinin dinî inancı nedeniyle reddedilmesi ve gerekçe
olarak da bireyin kendi bedeni üzerindeki tasarruf hakkının öne sürülmesine karşılık
olarak, toplumu salgın hastalıktan koruma amacını gerekçe göstermek suretiyle,
işlemi Anayasa’ya uygun bulmuştur.938
Ancak sonraki yıllarda ve özellikle 1950 sonrası kararlardaki genel
eğilim oldukça farklıdır. Kişinin ölümcül sonuçlara neden olacağını bilmesine
rağmen, tedaviyi reddetme hakkının, din özgürlüğünün oldukça ön plana çıkarılarak
tanınmasıdır. Dikkati çeken bir diğer nokta, din özgürlüğüne dayanılarak verilen ve
ölme hakkını destekleyen kararların son yıllarda gösterdiği önemli artıştır. Bu
konudaki Yüksek Mahkeme kararlarında izlenen genel kanaate göre, “ölümlerine

936
Oregon Department of Human Resources v. Smith, 110 S. Ct. 1595 (1990). in SPAETH - SMITH,
op.cit., s. 116.
937
People v. Woody, 61 Cal. 2d. 716, 394 P. 2d. 813. (Cal. 1964) in TARHANLI, loc.cit., s. 317.
938
Jacobsen v. Massachusets, 197 U.S. 11. (1905) in ibid., s. 317.

260
neden olacağı bilinmesine rağmen, kişiler dinî inançları[nın elverişsizliği] nedeniyle
tedaviyi reddedebilirler. Diğer bir deyişle, dinî nedenlerle yaşama hakkından
vazgeçmek mümkündür.”939
Özellikle bireyler arası kan nakli veya birey yaşamını kurtarma amacına
dayalı diğer tıbbî müdahaleler konusu karmaşık birçok sorunu mahkemelerin önüne
getirdi. Bu konuya yönelik ilk dava olan In re Brook’s Estate davasında Illinois
Yüksek Mahkemesi, dinî inancını gerekçe göstererek tıbbî müdahaleyi reddeden
yetişkin bir bireyin gerekçesini Anayasa’ya uygun bularak, bireyin lehine karar
verdi.940
Gerçekten, yaşam kurtarıcı tedaviyi dinsel inançları gereğince reddetme
en doğrudan ve açık biçimde In re Brook’s Estate kararında tanınmıştır. Bu kararda
Illinois Yüksek Mahkemesi, bir Yehova Şahidinin dinî inancının elverişsizliğini
gerekçe göstererek kan naklini reddetme hakkını tanımıştır. Böylelikle söz konusu
kararda, “kişinin din özgürlüğü, yaşama hakkı karşısında daha üstün bir koruma
görmüş... ve yaşamın kutsallığı tezi ya da dokunulmazlığı tezi bir tarafa
bırakılmıştır.”941
In re Brook’s Estate kararında Mahkeme, “ilgili kişinin inançları bize
akılsızca, delice ya da komik görünse de, kişi olası sonuçları tam olarak bilerek,
tedaviyi dinî inançları nedeniyle reddediyorsa, topluma herhangi bir zararı olmadığı
sürece, müdahale edilmemesi gerektiği... [f]akat bu hakkın, toplum sağlığı, refahı ya
da ahlâkına yönelik açık ve mevcut tehlike oluşturmaması...”942nın zorunlu olduğu
kanısına varır.
Aynı yılda verilen diğer bir karara konu olan Erikson v. Dilgard
davasında ise, New York Yüksek Mahkemesi, “yetişkin bir kişinin, yaşamını sona
erdireceği bilinmesine rağmen, kan naklini reddetme hakkına sahip
bulunduğu...”943 görüşünü yinelemiştir.

939
İNCEOĞLU, Sibel, Ölme Hakkı (Ötenazi), (Doktora Tezi), 1. Bs., Ayrıntı Yay., İstanbul 1999, s.
124.
940
a.k., in TARHANLI, loc.cit., s. 317.
941
a.k., in İNCEOĞLU, op.cit., s. 124.
942
a.k., in ibid., ss. 124-125.
943
Erikson v. Dilgard, 252. N.Y.S. 705. (1965) in ibid., s. 124.

261
New Jersey Yüksek Mahkemesi’nin 1964’te karara bağladığı Raleigh-
Fitkin Paul Morgan Memorial Hospital etc. v. Anderson davasında ortaya
koyduğu görüş uyarınca, yaşam kurtarıcı tedaviyi reddetme hakkı, başka kişilerin
haklarına zarar vermediği sürece tanınmaktadır. Diğer bir deyişle, bu hakkın sınırı,
başkalarının haklarının korunmasıdır. New Jersey Yüksek Mahkemesi, söz konusu
gerekçelerden yola çıkarak, hamile bir Yehova Şahidine kan verilmesine yetki
vermiştir.944
Din özgürlüğüne dayanarak beden üzerinde tasarruf yapma yetkisi,
yalnızca yetişkinlere tanınmış olan bir haktır. Reşit olmayan kişilere bu tür bir hak
tanınmamıştır. Nitekim bir alt Mahkeme Application of The President and
Directors of Georgetown College, Inc. davasında, ailesinin dinî inançlarını gerekçe
göstererek tıbbî müdahaleden kaçınan küçüğün durumunu değerlendirirken, küçüğün
korunmasında ve yaşatılmasında devletin üstün yararının bulunduğu gerekçesiyle
talebi reddetmiştir.945 Bu kararda, küçüğün haklarının korunmasının bir devlet
menfaati olduğu savunularak, küçüğün yaşama hakkı kişinin din özgürlüğünün ve
beden bütünlüğüne ilişkin hakların sınırı olarak kabul edilmiştir.946
Benzer bir karara konu olan People ex rel Wallace v. Labrenz
davasında Illinois Yüksek Mahkemesi, Yehova Şahidi olan bir küçüğün dinî
inancının elverişsizliğini gerekçe göstererek kan naklini reddetme hakkının
bulunmadığına karar vermiştir.947
Bu konuda son olarak şunu da belirtmek gerekir ki, din özgürlüğüne
oldukça kapsamlı bir anlam yüklenerek bireye tanınan yaşam kurtarıcı tedaviyi
reddetme hakkı, dinsel bir temelden yoksun olduğu durumlarda, anayasal
mahremiyet haklarına veya Common Law kökenli özerklik hakkına dayanılarak
korunmuştur.948

944
Raleigh-Fitkin Paul Morgan Memorial Hospital etc. v. Anderson, 201b A 2 ob 537. (1964) in ibid.,
s. 125.
945
Application of The President and Directors of Georgetown College, Inc., 331 F. 2 d 1000, 377 U.S.
978. (D.C. Cir. 1964). in TARHANLI, loc.cit., s. 317. (Ancak, İNCEOĞLU’na göre, kan
verilecek olan, söz konusu küçüğün ebeveynidir. in İNCEOĞLU, op.cit., s. 125)
946
EMANUEL, op.cit., s. 620.; İNCEOĞLU, op.cit., s. 125.
947
People ex rel Wallace v. Labrenz, 104 NE. 2d 769. in İNCEOĞLU, op.cit., s. 125.
948
Bu konuya ilişkin Amerikan Mahkeme kararları için bkz. ibid., ss. 125-132.

262
Kamu sağlığı konusu ile yakından ilişkili bir diğer konu ise dinsel
amaçlarla hayvan kesimidir. Bir kent belediyesi, bir mezhebin dinsel ibadet amacıyla
hayvan kesmesini, yürürlüğe koyduğu bir tüzük ile yasaklamıştı. Yasağın gerekçesi
ise, hayvan boğazlamanın kamu sağlığı açısından taşıdığı tehlike idi. Diğer gerekçe
ise hayvanları toplu olarak öldürülmekten korumak ve vahşeti önlemek idi. Sorunu
inceleyen Federal Yüksek Mahkeme, “yasağı dine müdahale olarak tanımlamıştı...
Yüksek Mahkeme kararında dine karşı ayrımcılık yapıldığını söyledi. ‘Laik
amaçlarla hayvan kesmeyi yasaklıyor musunuz’ diye sordu. Kurban niyeti ile
yapılmayan hayvan kesmeyi yasaklamadığınız halde, dinî saiklerle kurban kesmeyi
yasaklıyorsanız bu dine karşı bir ayrımcılıktır.”949görüşünden hareketle, söz konusu
yasağı Anayasa’ya aykırı buldu.

5) EĞİTİM

Serbest inanç ve ibadet ilkesinin düzenlememe ilkesi ile en fazla çeliştiği


konulardan birisi de, devletin ideolojik çıkarları nedeniyle yakından ilgilenme
zorunda olduğu eğitim konusudur.
Federal Yüksek Mahkeme, 1925 tarihli Pierce ve. Society of Sisters
davasında, Oregon eyaletinin bir düzenlemesini din ve vicdan özgürlüğüne aykırı
bularak iptal etti. Söz konusu yasayla eyalet, ailelerden, sekizinci sınıfı
tamamlayıncaya kadar çocuklarını devlet okullarına göndermelerini istemekteydi.
Mahkeme’ye göre, söz konusu eyalet böylece, çocukların, dinsel bir kurul tarafından
desteklenen dinsel kökenli okullara veya diğer özel okullara düzenli biçimde
devamını engellemeyi amaçlamaktaydı. Ayrıca, söz konusu yasal düzenleme,
ailelerin çocuklarını doğrudan yetiştirme ve eğitme özgürlüğüne makul olmayan bir
biçimde müdahale etmekteydi. Bunun yanı sıra, söz konusu düzenleme, kilise
okullarını, hukukî sürece uygun olmayan biçimde, meslek ve mülkiyetlerinden
yoksun bırakmakta olduğundan, düzenlememe ilkesine aykırıdır.950
Toplumsal çıkarlarla bireysel çıkarların karşı karşıya geldiği eğitim
konusunda Mahkeme’nin vermiş olduğu en geniş yorumlu ve esnek karar 1972

949
ERDOĞAN, “İslâm’ı Yok Sayarsanız”, s. 11.
950
Pierce v. Society of Sisters, 268 U.S. 512 (1925) in SPAETH - SMITH, op.cit., s. 115.

263
tarihli Wisconsin v. Yoder davası sonucu ortaya çıkmıştır. Wisconsin eyaletinde,
Amish951 mezhebine mensup bir aile, on altı yaşına kadar zorunlu ortaöğrenimi
öngören yasal düzenlemeye karşı çıkarak, 14 ve 15 yaşlarındaki çocuklarını okula
göndermeyi reddettiler. Amish inancı gereğince, cemaat üyelerinin ancak çiftçilik ve
benzeri kırsal faaliyetler yaparak geçimlerini sağlayacak şekilde eğitilmesi söz
konusu olduğundan, zorunlu devlet ortaöğrenimi dinî inançlarına ters düşmekteydi.
Amish inancına mensup ebeveynlerin gerekçelerini tatminkâr bulduğunu belirten
Mahkeme, eyaletin bundan daha üstün bir çıkarının bulunamayacağını ifade etti.
Mahkeme, 8-1’lik bir oylama sonucu verdiği kararla, Amish inancına mensup
kişilerin söz konusu yasal düzenlemenin getirdiği yükümlülüklere uyma
zorunluluğundan muaf tutulması gerektiği sonucuna vardı. Böylece Mahkeme,
Amish ebeveynlerin dinî temele dayanan kanaatlerinin haklılığını
vurgulamaktaydı.952
Mahkeme’ye göre, eyaletin çıkarı, tüm vatandaşlarının iyi eğitilmiş,
siyasal yaşama katılabilir ve ekonomik açıdan kendi kendine yeten bireyler
olmasıdır. Amish inancına mensup ailelerin çocukları bu eğitimden yoksun kalacak
olmalarına karşın, hemen hemen bu çocukların tümü yaşamlarını Amish cemaati
içinde sürdüreceklerinden, kendi aralarında alacakları eğitim yeterli olacaktır. Karara
muhalif kalan tek yargıç Douglas, karşı oy yazısında, Mahkeme’nin gerekçesinde
Amish halkının genelde hukuka oldukça saygılı bireylerden oluştuğunun
vurgulanmasını ağır bir dille eleştirerek, dinî inanç ile hukuka saygılı olmanın farklı
şeyler olduğunu ifade etti. Douglas’a göre en önemli nokta, haklarında bu kadar
önemli karar verilen çocuklara danışılmaması olup, çocukların tercihinin bu
konudaki son söz olması gerekir.953

951
Amish, bu tür Protestan anlayışı olan Mennonite mezhebine bağlı olanlardan ABD.’de yaşayan
grubun ismidir. TARHANLI, loc.cit., s. 318. Gelenekçi bir dinî cemaat olan Amish’ler modern
teknolojinin sonuçlarını reddetmekte olup, çocuklarını sekizinci sınıftan itibaren okula göndermeyi
reddederler, çünkü okulun çocuklarını Tanrı’dan uzaklaştırdığına ve kendi kültürlerine
yabancılaştırdığına inanırlar. ERDOĞAN, “İslâm’ı Yok Sayarsanız”, s. 11.
952
Wisconsin v. Yoder, 406 U.S. 205, 92 S. Ct. 1526, 32 L. Ed. 2d. 15. (1972) in SPAETH - SMITH,
op.cit., s. 116; TARHANLI, loc.cit., s. 318.
953
a.k., in ibid., s. 318; Ayrıntılı bilgi için bkz. GUNTHER, op.cit., ss. 1521-1526.

264
6) DİĞER KARARLAR

a) Dinî kıyafet-kamu düzeni çatışması

Askerî düzen ve disiplin sistemi içerisinde serbest inanç ve ibadet


özgürlüğüne ilişkin 1986 tarihli Goldman v. Weinberger davasına konu olan
uyuşmazlık, Hava Kuvvetleri’nde Ortodoks Musevî bir yüzbaşı olan Goldman’ın,
Hava Kuvvetleri’nin üniforma talimatnamesine aykırı biçimde, görev esnasında
yarmulkasını954 çıkarmayı reddetmesinden kaynaklanmıştır. Mahkeme, 5-4’lük
oylama sonucunda verdiği kararla, askerî yaşam dikkate alındığı takdirde, devlet-
birey ilişkilerinin sivil yaşamda olduğundan daha farklı bir dengeye sahip
bulunduğunu, askerî düzen içinde tek tip elbise giyinme zorunluluğu esas olarak
faaliyetin özüne ilişkin olup, bu yüzden davranışın Anayasa’ya aykırı olduğunu ilân
etti. Ayrık oy yazısını kaleme alan üç yargıç ise, asıl sorunun tek tip giysi kullanma
zorunluluğu değil, farklı dinî inançlara sahip bulunan bireylerin tümüne aynı biçimde
davranmak olduğunu vurguladılar. Nitekim yarmulkaya tanınabilecek bir ayrıcalık,
gelecekte Sih dininin mensuplarının da aynı ayrıcalıkları talep etmelerine yol açacak
ve onlara da aynı olanağın tanınması gerekecekti ki, bu durum da açıkça askerî
düzenin çökmesi anlamına gelecektir. Bunun yanı sıra, bu simgelerin asıl amacı ait
oldukları dinî farklılıkları vurgulamak olduğundan, askerî faaliyetin özü de ihlâl
edilmiş olacaktır. Karara muhalif kalan yargıçlar Brennan, Marshall, Blackmun ve
Sandra Day O’Connor ise, karara hakim olan çoğunluğun önemle üstünde durduğu
“tek tip giyinme” gerekliliğinin bu kadar tavizsiz uygulanmasında, silâhlı kuvvetlerin
hayatî bir çıkarı bulunduğuna inanmadıklarını ortaya koydular. Yargıç Brennan
ayrıca, haç ve benzeri göze çarpmayan takılar kullanılmasına izin verilmesi sonucu,
daha çok göze çarpan dinî simgelere sahip Musevîlik ve diğer dinler aleyhine ve
fakat Hıristiyanlık lehine bir sonucun ortaya çıktığını ileri sürdü.955

954
Yarmulka, dinî inançları gereği Ortodoks Musevi erkeklerin giydikleri bir tür takke olup, kendi
dinleri uyarınca nerede bulunursa bulunsunlar, tüm zamanlarında onu giymek zorundadırlar.
EMANUEL, op.cit., s. 614.
955
Goldman v. Weinberger 475 U.S. 503; 54 U.S.L.W. 4298. (1986) in TARHANLI, loc.cit., s. 319;
EMANUEL, op.cit., s. 615.

265
Ancak, söz konusu karardan hemen iki yıl sonra, Kongre bir karara
vararak, 1986 tarihli Federal Yüksek Mahkeme kararının din özgürlüğü üzerinde
kısıtlayıcı etkiye sahip bulunduğu kanaatine vardı ve söz konusu haksız kısıtlamayı
gidermek için yasal düzenleme ihtiyacını hissetti. Halen yürürlükte olan söz konusu
yasal düzenlemenin ilgili kısmı şu şekildedir:
“Profesyonel askerler kamu görevlerini yerine getirirken görevlerini
yerine getirmelerine engel olmaması ve basit, sade, göze batıcı olmaması kaydıyla
dinî semboller ve giysiler giyebilirler.”956

b) Dinî inanç-kamu yararı çatışması

1989 tarihli Frazee v. Illinois Department of Employment Security


davası957nda
Gelenekçi bir dinî cemaat olan ve modern teknolojinin kullanımını
reddeden Amish cemaati, motorlu taşıt araçlarını kullanmayıp, trafikte atlı arabalarla
seyretmeyi tercih etmekte veya birtakım trafik işaretlerini araçlarında bulundurmayı
reddetmektedirler. Konu Federal Yüksek Mahkeme’nin önüne geldiğinde, Mahkeme,
Amishler’in trafikte at arabaları ile seyretmelerini ve bunu dinî inançlarına
dayandırmalarını, trafiğin güvenli bir biçimde seyrini engellediği gerekçesiyle haklı
bulmamıştır. Mahkeme’ye göre, davada, bireysel inançlar ile kamusal yararı
çatışması söz konusu olup, burada daha ziyade korunmaya değer olan inançlar değil,
kamu yararı olduğundan, söz konusu cemaatin inançlarını kamu yararına ve
dolayısıyla Anayasa’ya aykırı bulmuştur.958

c) Dinî ayin-devlet menfaati (ve kamu düzeni) çatışması

956
ERDOĞAN, “İslâm’ı Yok Sayarsanız”, 12. Askerî düzen açısından durum böyle iken, resmi
devlet okullarında görev yapan öğretmenlerin dinsel kıyafet giymeleri de yasaktır. DİNÇKOL,
op.cit., s. 125.
957
Frazee v. Illinois Department of Employment Security, 489 U.S. 829. (1989) in EMANUEL,
op.cit., s. 621.
958
ERDOĞAN, “İslâm’ı Yok Sayarsanız”, s. 11.

266
Federal Yüksek Mahkeme’ye 1988 yılında intikal eden Lyngh v.
Nortwest Indian Cemetry Protective Association davasına konu olan uyuşmazlığa
göre, 200 yılı aşkın bir süredir Yurok, Karok ve Talowa kabileleri en kutsal
törenlerini, Kuzey California’nın 25 millik alanında gerçekleştirmektedirler. Söz
konusu bölgeyi 6 mil genişliğinde bir yol haline getirmeye yönelik Devlet plânı,
Mahkeme tarafından Anayasa’ya uygun bulunmuştur. Dünya üzerinde başka hiçbir
bölgenin, ilgili Kızılderili yerli kabileler için taşıdığı anlam ve önemi
veremeyeceğinin yargılama sürecinin her aşamasında defalarca vurgulanmasına
karşın, Mahkeme’nin 5-3’lük oylama sonucu verdiği kararda, devlet çıkarlarının
daha üstün olduğundan söz edilmektedir.959 Ancak, karar, doktrinde oldukça yoğun
biçimde eleştirilmiştir.960
Diğer taraftan, dinî ayin-kamu düzeni çatışmasına örnek olarak, 1952
tarihli Willis Cox et. al. v. United States davasında, dinî amaçlı gösteri yürüyüşleri
ve törenleri izne bağlayan bir New Hampshire yasal düzenlemesinin Anayasa’ya
aykırılığı iddiası değerlendirilmiştir.961 Willis Cox ve arkadaşları, genel bir yol
üzerinde izin alınmadan düzenlenen dinî bir törene katıldıkları gerekçesiyle New
Hampshire mahkemelerinden birinde hapis cezasına mahkûm edilmiş olup, istinaf
taleplerini reddeden New Hampshire Yüksek Mahkemesi alt mahkemenin kararını
onadı. Bunun üzerine sanıklardan bir kısmı, dinî içerikli gösterileri izne bağlayan söz
konusu yasal düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla Federal Yüksek
Mahkeme’ye başvurarak, mahkûmiyet kararlarını temyiz yoluna gittiler.
Mahkeme’ye başvurarak, mahkûmiyet kararlarını temyiz yoluna gittiler.
Başvurucular, mahkûmiyetlerine neden olan yasanın bireyleri ibadet özgürlüğünün

959
Lyngh v. Northwest Indian Cemetry Protective Association, 485 U.S. 439; 108 S. Ct. 1319. (1988)
in TARHANLI, loc.cit., s. 319.
960
“Çoğunluk inançları konusunda son derece hassas davranarak ayrıntılara dek özen gösteren ve
muhafazakar ... bir çizgiye ulaşmış olan Mahkeme, [K]ızılderili yerli dininin özündeki tören
yapılan mekan kavramının önemini rahatça gözardı edebilmiştir. Kanımca bu tutum çoğulcu
toplum yapısını her alanda korumakla görevli herhangi bir anayasa yargısının düşebileceği en
büyük yanılgıdır.” Bkz. ibid., s. 319.
961
Söz konusu yasal düzenleme, ilçelerde Belediye Meclisi’nden, illerde ise yetkili komisyonlardan
izin alınmadan hiçbir genel cadde veya yol üzerinde hiçbir dinsel tören veya gösteri
yapılamayacağını hükme bağlamaktaydı. ARTUS, loc.cit., ss. 23-24.

267
yanı sıra söz ve basın, toplanma özgürlüğünden mahrum etmekte olduğunu ve dinî
gösterilere izin verecek olan makamlara sınırsız ve gayrimenkul bir yetki tanımakta
olduğunu ve bu nedenlerle Anayasa’nın Ek 14. madde hükmü962ne aykırı olduğunu
ileri sürmekteydi.963
Sorunun Federal Yüksek Mahkeme’ye intikali üzerine Mahkeme davayı
reddederek, Anayasa’ya uygunluk kararı verdi ve mahkûmiyet hükümlerini onadı.
Mahkeme’nin gerekçesine göre, Anayasa ile güvence altına alınan medenî
özgürlükler, genel düzeni sağlayan örgütlü bir toplumun varlığını gerektirir. Kamu
düzeni olmazsa, bizzat özgürlükler, sınırlanmamış olan kötüye kullanmaların aşırılığı
içinde yitirilebilir. Resmî makamların, genel caddelerin kullanımı açısından halkın
güvenlik ve huzurunu ve dolayısıyla kamu düzenini korumaya yönelik kurallar
koyması, asla medenî özgürlükleri zedeleyici olarak düşünülemeyeceği gibi, aksine,
özgürlüklerin bağlı oldukları düzeni koruma aracıdır.964

962
9 Temmuz 1868 tarihinde kabul edilen konusu ek 14. md. değişiklik hükmünün 1. kısmına göre,
“... [h]iç bir federe devlet, Birleşik Devletler vatandaşlarının ayrıcalık veya dokunulmazlıkların
kısıtlayıcı yasalar yapamaz veya uygulayamaz, yine hiç bir federe devlet, yasal olmaksızın kimseyi
... özgürlüğünden ... yoksun kılamaz veya kendi yargı alanında bulunan bir kişinin, yasaların
korunmasından eşit şeklide yararlanmasına engel olamaz.” GÜRBÜZ, op.cit., s. 39.
963
Willis Cox. et. al. v. United States, (1952). in ARTUS, loc.cit., s. 23.
964
a.k., in ARTUS, loc.cit., s. 24.

268
SONUÇ

Son olarak, elde ettiğimiz veriler ışığında vardığımız sonuçların yanı sıra
konu ile ilgili önerilerimize yer vermekle yetineceğiz.
Tezimizin bitiminde ulaştığımız belli başlı sonuçları ana hatlarıyla
özetlemek mümkündür:
a)Din-devlet ilişkisinde lâik tercih açısından önemli olan iki unsur din-
devlet ayrılığı ve din-vicdan özgürlüğüdür. Din-vicdan özgürlüğü lâikliğin zorunlu
gerek koşulu olmasına karşın yeter koşulu değildir. Lâikliğin gerçekleşebilmesi için
din-vicdan özgürlüğünün yanı sıra devletin kuruluşu, yapısı ve işleyişinde, devlet
yönetimine ve bireylere uygulanan kuralların dinî kaynaklı olmaması; diğer bir
deyişle, dinî kuralların toplumsal yaşamın hiçbir alanında etkili ve egemen olmaması
gerekir. Diğer taraftan, din-devlet ayrılığı da demokrasinin gerçekleşebilmesinin
“sine qua non” koşuludur, ancak bunun yanı sıra seçimler, siyasal partiler, temel hak
ve özgürlükler güvencesi vb. unsurlara da ihtiyaç duyulur; özetle, lâiklik
demokrasinin en önemli gerek koşuludur, ancak yeter koşulu değildir.
b)Türkiye’de lâiklik ilkesi oldukça önemli bir konuma sahip olup, din-
vicdan özgürlüğünün güvenceye alınmasının öncelikli koşulu olarak kabul
edilmektedir. Bunun yanı sıra, lâiklik, demokrasinin yeter koşulu olmasa da gerek
koşullarından biri ve hatta en önemlisidir. Söz konusu eğilim, doktrinin yanı sıra
Türk Anayasa Mahkemesi’nin konuya ilişkin jürisprüdansında da oldukça istikrarlı
sayılabilecek ölçüde korunmaktadır. Ancak, Amerikan Federal Yüksek Mahkeme
jürisprüdansı açısından ise aynı kanaate ulaşmak zordur. Nitekim, Mahkeme
kararlarının gelişim prosesi izlendiğinde, özellikle son yıllarda tutucu bir eğilim içine
girildiği gözden kaçmamaktadır.
c)Ancak, Amerikan örneğinde din-devlet ilişkisi çerçevesinde ortaya
çıkan sorunların çözümünde, Federal Yüksek Mahkeme tarafından, Avrupa Anayasa
Mahkemelerine nazaran daha belirgin ilke ve kriterlerin geliştirildiği de dikkati
çeken bir diğer önemli noktadır.
Ülkemize yönelik önerilere gelince, bunları da kısaca özetlemek
mümkündür. Din-devlet arası ideal bir ilişki iki boyutlu olup, söz konusu önerileri

269
dinin ve devletin kendi alanlarına çekilmesine yönelik olarak iki kısma ayırmanın
uygun olacağı kanısındayız.
a)Dinî unsurların kendi aslî alanına çekilmesi için yapılabilecek öneriler,
aynı zamanda din-devlet arası ayrılığın gerçek anlamda sağlanmasına yöneliktir:
-Din derslerinin zorunlu olmasını öngören hüküm Anayasa’dan
çıkarılmalıdır.
-Genel İdare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı kurumu ortadan
kaldırılarak, din adamları kadroları lağvedilmeli ve devletin kontrolü altında din
adamlarının ücret ve diğer ihtiyaçları dinî cemaatlere bırakılmalıdır.
-İmam-Hatip liseleri tamamen ortadan kaldırılarak, dinî okulların
kurulması ve işletilmesine ilişkin faaliyetler sıkı kontroller çerçevesinde cemaatlere
bırakılmalı, devlet bu alandan da elini çekmelidir.
-Kur’an Kursları sürekli faaliyet gösteren kurumlar olmaktan çıkarılmalı,
yalnızca eğitim-öğretim dönemlerine ara verilen zamanlarda faaliyet gösterebilmeli
ve bu amaca paralel olarak sekiz yıllık kesintisiz zorunlu temel eğitim
uygulamasından taviz verilmemelidir.
-Temel hak ve özgürlüklerin “genel ahlâk”a aykırılık nedeni ile
sınırlanmasının makul gerekçesi olmadığından, söz konusu genel sınırlama nedeni
Anayasa’dan çıkarılmalıdır.
-Tarihî ve mimarî özelliği olanlar dışında, tüm dinî yapılar cemaatlere
devredilmeli ve bunlara ayrılan bütçe ödenekleri kesilmelidir.
-Bireylere dinini açıklama zorunluluğu getiren din hanesi kimlik
cüzdanlarından kaldırılmalıdır. Bunun yanı sıra, olağanüstü hallerde dahi
sınırlanamayan “inancını veya inançsızlığını açıklamama özgürlüğüne” aykırı
düzenlemeler yasama organı tarafından mevzuattan ayıklanmalıdır.
b)Dünyevi iktidarın kendi aslî alanına çekilmesi için yapılabilecek
öneriler ise, din-vicdan özgürlüğünü korumaya yöneliktir:
-Din, tamamen bireysel bir konu olarak kabul edilmeli ve diğer bireylerin
vicdanları üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılması önlenmelidir.
-Dinsel cemaatlerin Anayasa ve yasalar çerçevesinde örgütlenmesi ve
işleyişine yönelik her türlü müdahale önlenmelidir.

270
-Her tür dinî, felsefî veya ahlâkî inanç, Anayasa ve yasalar tarafından
güvenceye bağlanmalı, azınlıkta kalan mezhep, cemaat ve felsefî kökenli akımlar
korunmalıdır.
-Toplum ve birey arası bağ, yalnızca yurttaşlık esası üzerine kurulmalı,
diğer etkenlerin kötüye kullanılması önlenmelidir.
-Kuşkusuz en önemli öneri, bireyin ve toplumun bilincinin geliştirilmesi
yoluyla, her alanda olduğu gibi, din alanında da çıkar çevrelerinin sömürü ve
suiistimallerinin engellenmesidir.
Söz konusu öneriler uygulamaya geçirildiği takdirde, devlet ve din
olguları kendi aslî alanlarına çekilerek, din-vicdan özgürlüğü ve din-devlet ayrılığı
unsurlarının birbirlerine olumsuz etkisi minimum düzeyde tutulabilir. Böylelikle,
çatışmanın odak noktalarından biri uzlaşmaya dönüşmek suretiyle, özlenen otorite-
özgürlük (devlet-birey) dengesi yolunda olumlu bir adım atılmış olacaktır.

271
KAYNAKÇA

A) SİSTEMATİK ESERLER VE TEZLER

 ABRAHAM, Henry J., Freedom and The Court (Civil Rights and

Liberties in The United States), 3rd Edition, New York, 1977.

 AKAD, Mehmed, Genel Kamu Hukuku, 3. Bs., Filiz Kitabevi, İstanbul,

1998.

 AKAL, Cemal Bali, Yasa ve Kılıç, 2. Bs., Afa Yay., İstanbul, 1991.

 AKSAY, Hasan, Gerici Eylemler ve Başörtüsü, Ölçü Yay., İstanbul, Eylül

1989.

 ALBAYRAK, Sadık, Türk Siyasi Hayatında, MSP Olayı, 2. Bs.,

Araştırma Yay., Öz Dizgi Matbaası, İstanbul, 1989.

 ALTINDAL, Aytunç, Üç İsa, (Fransızca’dan Çev. ÖZBUDUN, Sibel),

Anahtar Kitaplar Yay., İstanbul, 1993.

 ARSEL, İlhan, Amerikan Anayasası ve Federal Yüksek Mahkeme, AÜHF.

Yay., Güzel Sanatlar Matbaası, Ankara, 1958.

 ATEŞ, Bünyamin, T.C. Lâik Bir Ülke Değildir, 1.Bs., Yeni Asya Yay.,

Ankara, 1987.

 BAŞGİL, Ali Fuad, Din ve Lâiklik, 5. Bs., Yağmur Yay., İstanbul, 1985.

 BERKES, Niyazi, Teokrasi ve Lâiklik, 1. Bs., Adam Yay., İstanbul, 1984.

272
 BULAÇ, Ali, Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, Beyan Yay., İstanbul,

Nisan 1993.

 BURGENTHAL, Thomas - SHELTON, Dinah, Protecting Human

Rights in Americas (Cases and Materials), 4th Edition, International

Institute of Human Rights Publication, Strasbourg, 1995.

 ÇAĞLAR, Bakır, Anayasa Bilimi, Bir Çalışma Taslağı, 1. Bs., BFS.

Yay., İstanbul, 1989.

 ÇAVUŞOĞLU, Naz, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa

Topluluk Hukuku’nda Temel Hak ve Hürriyetler Üzerine, (Doktora Tezi),

Yayına Haz. AÜSBF.-İHM., İmaj Yay., Ankara, 1994.

 DAL, Kemal, Türk Anayasa Hukuku, 3. Bs., Gazi Üniversitesi Teknik

Eğitim Fakültesi Basımevi, Ankara, 1992.

 DEMİR, Fevzi, Anayasa Hukukuna Giriş, Genel Esaslar ve Türk Anayasa

Hukuku, 5. Bs., Barış Yay., Fakülteler Kitabevi, İstanbul, 1998.

 DİNÇKOL, Bihterin (Vural), 1982 Anayasası Çerçevesinde ve Anayasa

Mahkemesi Kararlarında Laiklik, (Doktora Tezi), Kazancı Hukuk Yay.,

İstanbul, 1992.

 DOĞRU, Osman - ELBAN, Hasan Kemal - İNCEOĞLU, Sibel (Ed.),

İnsan Hakları Kararlar Derlemesi, C. I., MÜİHM. - İstanbul Barosu İHM.

Yay., İstanbul, Mayıs 1998.

273
 DOĞRU, Osman - ELBAN, Hasan Kemal - İNCEOĞLU, Sibel (Ed.),

İnsan Hakları Kararlar Derlemesi, C. II., MÜİHM. - İstanbul Barosu

İHM. Yay., İstanbul, Ekim 1998.

 DOĞRU, Osman (Der. ve Çev.), İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi

Kararlar Rehberi (1960-1994), İstanbul Barosu Yay., Yayına Haz.: MÜ-

İHM, İstanbul, Şubat 1999.

 DUMAN, İlker, Cumhuriyet ve Nitelikleri, 1. Bs., Yay. Yok, İstanbul,

1996.

 EMANUEL, Steven, Constitutional Law, 9th Edition, Emanuel Law

Outlines Inc. Press, New York, 1991.

 EROĞUL, Cem, Anatüzeye Giriş (“Anayasa Hukukuna Giriş”), 5. Bs.,

İmaj Yay., Ankara, 1997.

 EROĞUL, Cem, Demokrat Parti (Tarihi ve İdeolojisi), AÜHF. Yay.,

Sevinç Matbaası, Ankara, 1970.

 ESEN, Bülent Nuri, Anayasa Mahkemesine Göre Türk Anayasa Hukuku

Anlayışı, AÜHF. Yay., Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1966.

 FIĞLALI, Ethem Ruhi, Din ve Devlet İlişkileri, 1. Bs., Muğla

Üniversitesi Rektörlüğü Yay., Muğla, 1997.

 GEMALMAZ, Mehmet Semih (Der.), Avrupa ve İnsan Hakları

Komisyonu Kararları, C. III., Türkiye’ye Karşı Başvurularda Kabul

Edilebilirlik Kararları ve Komisyon Kararları Özetleri, İnsan Hakları

Derneği Yay., 1. Bs., İstanbul, Nisan 1996.

274
 GOMIAN, Donna - HARRIS, David, Düşünce, İnanç, Vicdan ve İfade

Özgürlüğü (Freedom of Thought, Conscience, Religion and Expression),

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Yorum ve İçtihatları, (İngilizce’den Çev.

CENGİZ, Orhan Kemal), Kürdish Human Rights Project, Belge Yay.,

İstanbul, Mayıs 1998.

 GÖLCÜKLÜ, Feyyaz - GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, Avrupa İnsan Hakları

Sözleşmesi ve Uygulaması, 2. Bs., Turhan Kitabevi, Ankara, Ekim 1996.

 GÖREN, Zafer, Anayasa ve Sorumluluk, 2. Bs., DEÜHF. Yay., Ankara

1995.

 GÖZLER, Kemal, Anayasa Hukuku Dersleri, 1. Bs., Ekin Yay., Bursa,

2000.

 GÖZLER, Kemal, Anayasa Normlarının Geçerliliği Sorunu, 1. Bs., Ekin

Yay., Bursa, Mayıs 1999.

 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref - SEZGİN, Zekâi, 1924 Anayasası Hakkındaki

Meclis Görüşmeleri, Ankara, 1957.

 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, Anayasa Hukuku, 5. Bs., Turhan Kitabevi,

Ankara, 1995.

 GUNTHER, Gerald, Constitutional Law, 11th Edition, University

Casebook Series, The Foundation Press, Mineola, New York, 1985.

 HAMEL, Walter, Din ve Vicdan Hürriyeti, (Çev. ARMAĞAN, Servet),

Yeni Asya Yay., İstanbul, 1973.

275
 HARRIS, D.J. - Q’BOYLE, M. - WARBRICK, C., Law of The

European Convention on Human Rights, Butterworths Press, London,

Dublin, Edinburg, 1995.

 HART, H. L. A ., Hukuk Özgürlük ve Ahlak, (Çev. ÖZ, Erol), 1. Bs., Dost

Kitabevi Yay., Ankara, Şubat 2000.

 İNCEOĞLU, Sibel, Ölme Hakkı (Ötanazi), (Doktora Tezi), 1. Bs.,

Ayrıntı Yay., İstanbul, 1999.

 JACOBS, Francis G.- WHITE, Robin C.A., The European Convention of

Human Rights, 2nd Edition, Clarendon Paperbacks, Oxford University

Press, 1996.

 KABOĞLU, İbrahim Özden, Anayasa ve Toplum, 1. Bs., İmge Yay.,

İstanbul, Mayıs 2000.

 KABOĞLU, İbrahim Özden, Anayasa Yargısı: Avrupa Modeli ve

Türkiye, 2. Bs., İmge Yay., Ankara, 1997.

 KABOĞLU, İbrahim Özden, Kolektif Özgürlükler, 1. Bs., DÜHF. Yay.,

Diyarbakır, Nisan 1989.

 KABOĞLU, İbrahim Özden, Özgürlükler Hukuku: İnsan Haklarının

Hukuksal Yapısı Üzerine Bir Deneme, 3. Bs., Afa Yay., Özener Matbaası,

İstanbul, Mart 1993.

 KAPANİ, Münci, Kamu Hürriyetleri, 5. Bs., AÜHF. Yay., Ankara, 1976.

 KIŞLALI, Ahmet Taner, Siyasal Çatışma ve Uzlaşma, 2. Bs., İmge

Kitabevi, Ankara, Ekim 1993.

276
 KONGAR, Emre, Demokrasi ve Lâiklik, 3. Bs., Remzi Kitabevi, İstanbul,

1999.

 KORKUD, Refik, Komünist, Faşist ve Teokratik Partiler Kurulursa ...,

Türkiye Fikir Ajansı Yay., Ankara, 1989.

 KUBALI, Hüseyin Nail, Anayasa Hukukunun Genel Esasları ve Siyasî

Rejimler, Ersa Matbaacılık, İstanbul, 1964.

 KUZU, Burhan, 1982 Anayasası’nın Temel Nitelikleri ve Getirdiği

Yenilikler, 1. Bs., Filiz Kitabevi, İstanbul, 1990.

 MERT, Nuray, Laiklik Tartışmasına Kavramsal Bir Bakış: Cumhuriyet

Kurulurken Laik Düşünce, 1. Bs., Bağlam Yay., İstanbul, 1994.

 ONAK, Naciye, Millet Partisi (Türk Siyasal Hayatında 1960’a Kadar

Doldurduğu Yer), (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İ.Ü. - SBE., İstanbul,

1993.

 ONAR, Erdal, 1982 Anayasasında Anayasayı Değiştirme Sorunu, Ankara,

1993.

 OZANKAYA, Özer, Türkiye’de Laiklik: Atatürk Devrimlerinin Temeli, 6.

Bs., Cem Yay., İstanbul, Kasım 1995.

 ÖZBEY, Cemal, Demokrat Parti’yi Nasıl Kapattırdım, Ankara, 1961.

 ÖZBİLGEN, Tarık, Eleştirisel Hukuk Başlangıcı Dersleri, Sulhi Garan

Matbaası, İstanbul, 1976.

 ÖZBUDUN, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, 2. Bs., Yetkin Yay., Ankara,

1992.

277
 ÖZEK, Çetin, Devlet ve Din, Ada Yay., İstanbul, b.t. yok.

 ÖZGEN, Bekir, Düşünce Özgürlüğü ve Laiklik, 2. Bs., Çınar Yay.,

İstanbul, Mart 1995.

 PAINE, Thomas, İnsan Hakları, (Çev. SARICA, Hüseyin), 1. Bs., Belge

Yay., İstanbul, 1985.

 PERİNÇEK, Doğu, Türkiye’de Siyasi Partilerin İç Düzeni ve

Yasaklanması Rejimi, AÜHF. Yay., Sevinç Matbaası, Ankara, 1968.

 RUMPF, Christian, Türk Anayasa Hukukuna Giriş, (Çev. ODER, Burak),

Ankara, 1995.

 RUSSELL, Bertrand, Din ile Bilim, (Çev. GÖKTÜRK, Akşit), 4. Bs.,

Say Yay., İstanbul, Ocak 1983.

 SARIBAY, Ali Yaşar, Türkiye’de Modernleşme, Din ve Parti Politikası:

“MSP Örnek Olayı”, Alan Yay., İstanbul, 1985.

 SEZEN, Yümni, Sosyoloji Açısından Din, Dinin Sosyal Müesseseler

Üzerindeki Tesirleri, 2. Bs., Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı

Yay., İstanbul, 1993.

 SOYSAL, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, 7. Bs., Gerçek Yay.,

Ankara, Ocak 1987.

 SOYSAL, Mümtaz, Anayasaya Giriş, 2. Bs., AÜSBF. Yay., Ankara,

1969.

 SPAETH, Harold J. - SMITH, Edward Conrad, The Constitution of The

United States, 13th Edition, Harper Collins College Outline Series, 1991.

278
 TANİLLİ, Server, İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?, Adam Yay., 8.

Bs., İstanbul, 1998.

 TANÖR, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), 4.

Bs., Yapı Kredi Yay., İstanbul, Aralık 1999.

 TANÖR, Bülent, Siyasî Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası,

(Doktora Tezi), Öncü Kitabevi Yay., İstanbul, 1969.

 TAPLAMACIOĞLU, Mehmet, Din Sosyolojisi, 2. Bs., AÜİF. Yay.,

Ankara, 1975.

 TARHANLI, İştar B., Müslüman Toplum “Laik” Devlet, Türkiye”de

Diyanet İşleri Başkanlığı, (Doktora Tezi), İ.Ü.-SBE., Afa Yay., İstanbul,

1993.

 TEZİÇ, Erdoğan, Anayasa Hukuku, 3. Bs., Beta Yay., İstanbul, Kasım

1996.

 TURAN, Sara Gül, Köktenrefah, Dünden Bugüne Atatürkçülüğe Karşı

Olanlar, Utku Yay., İstanbul, 1993.

 ÜNSAL, Artun, Siyaset ve Anayasa Mahkemesi (“Siyasal Sistem” Teorisi

Açısından Türk Anayasa Mahkemesi), AÜSBF. Yay. No: 443., Ankara,

1980.

 WHEARE, Kenneth C., Modern Anayasalar, (Çev. TURHAN, Mehmet),

Değişim Yay., Ankara, Ekim 1985.

 YESEVİ, Ahmet (Fransızca’dan Çev.), Fransız Danıştayı’nın Eğitim

Hürriyeti ve “Başörtüsü Sorunu” ile İlgili İçtihatları, İnsan Hak ve

279
Hürriyetleri Vakfı, İnsan Hak ve Hürriyetleri Dizisi, No: 3, 1. Bs., İdeal

Ofset, İstanbul, Eylül 1998.

 YÜCEKÖK, Ahmet, Dinin Siyasallaşması, Din-Devlet İlişkilerinde

Türkiye Deneyimi, 1. Bs., Afa Yay. ve TÜSES. Yay., İstanbul, 1997.

 YÜZBAŞIOĞLU, Necmi, Türk Anayasal Yargısında Anayasallık Bloku,

1. Bs., İÜHF. Yay., İstanbul, 1993.

B) MAKALELER

 “Amerika Birleşik Devletleri Dosyası”, Dış Politika, S. 8, Ocak 1990,

Risale Yay., ss. 71-123.

 ABADAN, Nermin (Çev.), “Hessen Anayasası”, AÜHFD., C. VI., S. 2-4,

1949, ss. 436-453.

 ABADAN, Yavuz (Çev.), “Yeni Hint Anayasası”, AÜHFD., C. VIII., S.

1-2, 1951, ss. 208-255.

 ADEM, Mahmut, “Eğitim Hakkı”, İHY., C. X-XI., 1988-1989, ss. 137-

152.

 AKBULUT, Ahmet, “Kur’an-ı Kerim Açısından Egemenlik Meselesi

(Problem of Sovereignity in the Light of The Qur’an)”, Journal of Islamic

Research, Vol. VIII., No. 3-4, Summary-Autumn 1995, ss. 149-159.

280
 AKGÜNER, Tayfun, “Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesinin

1975-1976 Döneminde Verdiği Önemli Kararlardan Özetler”, İÜHFM.,

C. XLVIII-XLIX., S. 1-4, 1982-1983, ss. 417-435.

 AKSAYLI, Muhtar Turgay, “Laikiz Elhamdülillah”, İzm.BD., Ocak

1994, S. 1, ss. 69-72.

 ALDIKAÇTI, Orhan, “Atatürk İnkılâplarından Lâiklik”, İÜHFM.,

Doğumunun 100. Yılında Atatürk’e Armağan, C. XLV-XLVII., S. 1-4,

1979-1980-1981, ss. 39-47.

 ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz, “Siyasal Partiler ve Sivil Toplum

Örgütleri”, Anayasa Yargısı, No. 16, Ahmet H. Boyacıoğlu’nun Anısına

Armağan, Anayasa Mahkemesi’nin 37. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle

Düzenlenen Sempozyuma Sunulan Bildiriler (26-27 Nisan 1999), AYM.

Yay., Ankara, 1999, ss. 95-115.

 ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz, “Yeni Bir Anayasa Yargısı ve Anayasa

Mahkemesi”, Anayasa Yargısı, No. 14, İsmail Hakkı Ülkmen’in Anısına

Armağan, Anayasa Mahkemesi’nin 35. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle

Düzenlenen Sempozyuma Sunulan Bildiriler (26-27 Mayıs 1997), AYM.

Yay., TBMM. Basımevi, Ankara, 1997, ss. 225-246.

 ALTINDAL, Aytunç, “Laiklik Yerine Hoşgörü”, Günaydın, 13-16 Ocak

1995.

 AMBROSINI, Gaspare, “Yeni İtalyan Anayasasının Tahlili”, (Çev.

ERGİNAY, Akif), AD., Y. 45, 1954, S. 9, ss. 1113-1132.

281
 ANG, Tüten, “Öğretim Birliğinin Uygulamada Bugünkü Durumu”,

Türkiye’de Lâik Öğretime Geçiş Öğretim Birliği Paneli (3 Mart 1989),

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Yay., b.t. yok, ss. 12-22.

 ARAT, Necla, “Nasıl Bir Eğitim, Nasıl Bir İnsan”, Türkiye’de Lâik

Öğretime Geçiş, Öğretim Birliği Paneli (3 Mart 1989), Çağdaş Yaşamı

Destekleme Derneği Yay., b.t. yok, ss. 23-27.

 ARI, Mehmet, “Tutucu İslam: MNP-MSP”, MBD., Kasım 1985, C. XIX.

S. 185, ss. 21-28.

 ARMAĞAN, Servet (Çev.), “11 Aralık 1969 Tarihli Libya Arab

Cumhuriyeti Geçici Anayasası”, MHAD., Yeni Seri, Y. 5, S. 7, 1971, ss.

267-277.

 ARMAĞAN, Servet (Çev.), “11 Kasım 1972 Tarihli Küveyt Devleti

Anayasası”, MHAD., Yeni Seri, Y. 6, S. 9, 1972, ss. 177-204.

 ARMAĞAN, Servet (Çev.), “16 Temmuz 1970 Tarihli Irak Arab

Cumhuriyeti Geçici Anayasası”, MHAD., Yeni Seri, Y. 5, S. 8, 1971, ss.

199-220.

 ARMAĞAN, Servet (Çev.), “Suriye Arap Cumhuriyeti Daimî

Anayasası”, Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı’ya Armağan, İÜHF. Yay.,

İstanbul, 1974, ss. 137-162.

 ARMAĞAN, Servet, “Dünya Devletleri Anayasalarında Laiklik

Prensibinin Düzenlenişi”, Yeni Türkiye, İnsan Hakları Özel Sayısı, Y. 4.,

S. 22., C. II., Temmuz-Ağustos 1998, ss. 732-741.

282
 ARMAĞAN, Servet, “Günümüzde Bazı Müslüman Devlet Anayasaları ve

Tipik Özellikleri”, Prof. Dr. Erdoğan Moroğlu’na 65. Yaş Günü

Armağanı, Yayına Haz. İÜHF., Beta Yay., Ekim 1999, ss. 1087-1104.

 ARMAĞAN, Servet, “Üniversitelerimizdeki Başörtüsü Meselesi

Hakkında Bir Değerlendirme”, DÜHFD., Y. 1993, S. 6, ss. 25-48.

 ARSAL, Sabri Maksudi, “Teokratik Devlet ve Lâik Devlet”, Tanzimat-I.,

İstanbul, 1940.

 ARSEL, İlhan (Çev.), “9 Haziran 1948 Tarihli Çekoslovak Anayasası”,

AÜHFD., C. VII, S. 3-4, 1950, ss. 639-675.

 ARSEL, İlhan, “9 Haziran 1953 Tarihli Danimarka Kraliyeti Esas

Teşkilat Kanunu”, AÜHFD., C. X, S. 1-4, ss. 770-784.

 ARSEL, İlhan, “Din ve Devlet Ayrılığı”, AÜHFD., C. XVI., S. 1-4, 1959,

ss. 166-177.

 ARSEL, İlhan, “Layik Devlet Anlayışından Sapmalar”, Dr. A. Recai

Seçkin’e Armağan, AÜHF. Yay., Ankara, 1974, ss. 47-79.

 ARSLAN, Abdurrahman, “Sekülerizm; Akleden Kalbin Parçalanışı”,

Bilgi ve Hikmet, İslâm ve Protestanlık Sayısı, Bahar 1993, S. 2, ss. 3-17.

 ARTUS, Amil, “Amerika Birleşik Devletlerinde Kanunların Anayasaya

Aykırılığını Mahkemelerin Tetkik Yetkisi”, AD., Y. 51, Mart 1960, S. 1, ss.

3-29.

 AUER, Andreas, “İsviçre’de Devlet ile Kilisenin Ayrılması”, (Çev.

BATUM, Süheyl), Günümüzde Yargı, Haziran 1980, S. 50, s. 6.

283
 AYDIN, Mustafa, “Dinin Dünyevileşme Sorunu, Protestanlık ve İslâm”,

Bilgi ve Hikmet, İslâm ve Protestanlık Sayısı, Bahar 1993, S. 2, ss. 543-

56.

 BATUHAN, Hüseyin, “Laiklik Teması Üzerine Çeşitlemeler”, Cogito,

Laiklik Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994, ss.

117-147.

 BATUM, Süheyl, “Din Hizmetlerinin Yeniden Yapılanması”, Tartışması,

Din-Devlet İlişkileri ve Türkiye’de Din Hizmetlerinin Yeniden

Yapılanması Uluslararası Sempozyumu, (26-27 Mart 1996, İstanbul), Cem

Vakfı Yay., İstanbul, 1998, ss. 201-207.

 BAUBÉROT, Jean, “Fransa’da Laiklik: Tarihçesi ve Güncel Durum”,

(Çev. ÇINARLI, İnci Yahşi), Din-Devlet İlişkileri ve Türkiye’de Din

Hizmetlerinin Yeniden Yapılanması Uluslararası Sempozyumu, (26-27

Mart 1996, İstanbul) Cem Vakfı Yay., İstanbul, 1998, ss. 72-77.

 BEKTAŞ, Mehdi, “Yargıtay Başkanının Adli Yılı Açış Konuşması

Üzerine Bir Değerlendirme”, Ank. BD., Y. 56, S. 4, 1999, ss. 61-68.

 BELGİL, Vehbi, “Laikliğin Tanımı”, İdarecinin Sesi, Y. 2, S. 5, 1988, ss.

32-33.

 BEYGO, Taner - ÇAĞLAR, Bakır (Çev.), “10 Eylül 1963 Tarihli

Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti Anayasası”, MHAD., İstanbul

Üniversitesi Mukayeseli Hukuk Enstitüsü Yay., Yeni Seri, Y. 4, S. 6,

1970, ss. 255-265.

284
 BILA, Rena M., “The Establishment Clause: A Constitutional Permission

Slip for Religion in Public Education”, BLR., Vol. LX., No. 4., Winter

1995, ss. 1535-1598.

 BİLGE, Necip, “Laik Düzen ve İslâm’da Örtünme Sorunu”, İdarecinin

Sesi, Eylül-Ekim 1998, C. XII, S. 70, ss. 32-33.

 BOLAK, Ahmet Aydın, “Şeriat ve Laiklik Üzerine”, Balıkesir Barosu

Dergisi, Aralık 1996-Mart 1997, S. 60-61,

 BRODERICK, Raymond J., “Amerika Birleşik Devletleri’nin Bugünkü

Anayasası”, (Çev. KIZIL, Neşe), İHİD., Y. 8, 1987, S. 1-3, ss. 31-45.

 BULAÇ, Ali, “İslâm ve Modern Zamanlarda Din-Devlet İlişkisi”, Cogito,

Laiklik Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994, ss.

65-85.

 BULAÇ, Ali, “Modernite’nin Seküler Sitesinde Kutsala, Hayata ve

Tarihe Dönüş”, Bilgi ve Hikmet, İslâm ve Protestanlık Özel Sayısı, Bahar

1993, S.2, ss. 19-34.

 CANATAN, Kadir, “Kilise-Devlet İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi ve

Türkiye’de Laiklik”, Bilgi ve Hikmet, Din-Devlet İlişkisi ve Lâiklik

Sayısı, Yaz-1995, S. 11, ss. 23-42.

 CANİKLİ, İlyas, “Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in Öğretilerinde İnanç

ve İnandığını Yaşama Hürriyeti”, Yeni Türkiye, İnsan Hakları Özel

Sayısı, Y. 4., S. 22., C. II., Temmuz-Ağustos 1998, ss. 767-772.

285
 COŞAR, V. Ahsen, “Üçüncü Bin Yılın Eşiğinde İki Yeni Anayasa: Çek

Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu Anayasaları”, Av. Dr. Faruk Erem’e

Armağan, TBB. Yay., Afşaroğlu Matbaası, Ankara 1999, ss. 101-203.

 ÇAĞATAY, Neşet, “Şeriat Yönetimi ile Lâik Yönetimin

Karşılaştırılması”, İdarecinin Sesi, Temmuz 1990, C. IV., S. 4., s. 37-39.

 ÇAĞLAR, Bakır - ÇAVUŞOĞLU, Naz, “Parti Kapatma Davalarında

Mermer-Mozaik İkilemi, (Demokratik Toplum Düzeni Hukuku Tartışması

Üzerine Notlar)”, Anayasa Yargısı, No. 16, Anayasa Mahkemesi’nin 37.

Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyuma Sunulan

Bildiriler (26-27 Nisan 1999), AYM. Yay., Ankara, 1999, ss. 143-187.

 ÇAĞLAR, Bakır, “Anayasa Mahkemesi Kararlarında Demokrasi -

Sentetik Bir Deneme İçin Notlar”, Anayasa Yargısı, No. 7, İsmail Hakkı

Ketenoğlu’nun Anısına Armağan, Anayasa Mahkemesi’nin 28. Kuruluş

Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyuma Sunulan Bildiriler (18-

19 Nisan 1990), AYM. Yay., Ankara, 1990, ss. 51-127.

 ÇAĞLAR, Bakır, “Türkiye’de Laikliğin ‘Büyük Problem’i: Laiklik ve

Farklı Anlamları Üzerine”, Cogito, Laiklik Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994,

Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994, ss. 109-115.

 ÇAYCI, Sadi, “Vicdan ve Din Hürriyeti Üzerine”, AYİM. 25. Yıl

Armağanı, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1998, s. 177-187.

286
 ÇELİKEL, Aysel, “Şeriat Eğitimi ve Lâik Hukuk”, Türkiye’de Lâik

Öğretime Geçiş, Öğretim Birliği Paneli (3 Mart 1989), Çağdaş Yaşamı

Destekleme Derneği Yay., b.t. yok, ss. 6-11.

 ÇETİNKANAT, Fahriye, “Öğretim Birliğinin Tarihsel Çerçevesi”,

Türkiye’de Lâik Öğretime Geçiş, Öğretim Birliği Paneli (3 Mart 1989),

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Yay., b.t. yok, ss. 1-5.

 ÇİVİ, Halil, “İslâm Dini Avrupa Birliği’ne Girmeye Engel mi? Din,

Devlet, Lâiklik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet”, Marmara Journal of European

Studies, Vol. VI, No. 1, Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu

Enstitüsü Yay., ss. 63-76.

 ÇOLAK, Halil, “Amerikan Anayasası ve Federal Yüksek Mahkeme”,

AYİM. 25. Yıl Armağanı, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1998, s. 329-

358.

 DÂVER, Bülent, “Anayasa Mahkemesi Kararları Açısından Siyasal

Partiler: Birkaç Örnek Olay”, Anayasa Yargısı, AYM.’nin 23. Kuruluş

Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyumda Sunulan Bildiriler, (25-

27 Nisan 1989, Ankara), AYM. Yay., Ankara, 1986, ss. 93-140.

 DEMİRER, Ercüment, “Laiklik Dinsizlik Değildir”, Kemalizm, S. 217,

1980, ss. 18-20.

 DEMİRKOL, Ferman, “Laiklik mi, Dünyavilik mi?”, Türk Hukuk

Dergisi, Türk Hukuk Enstitüsü Yay., Y. 4, S. 38, ss. 9-11.

287
 DİLEK, Muzaffer, “Cumhuriyetin 75. Yılında Laikliğin Ülkemiz

Açısından Önemi ve Anayasa Mahkemesi Kararlarındaki Yeri”, TİD.,

Cumhuriyet’in 75. Yılı Özel Sayısı, Y. 70., S. 421., Aralık 1998, ss. 35-38.

 DİNÇKOL, Bihterin, “Anayasal Koruma Altındaki Devrim Kanunları”,

Hukuk Araştırmaları, MÜHF. Yay., C. VIII, S. 1-3, 1994, ss. 127-145.

 DİNÇKOL, Bihterin, “Zorunlu Din Eğitimi ve Öğretimi Bağlamında

1982 Anayasasının 24 üncü ve Medeni Kanunun 266 ncı Maddeleri

Arasındaki Çelişki”, Hukuk Araştırmaları, MÜHF. Yay., C. V., S. 1-3.,

Ocak-Aralık 1990, ss. 96-100.

 DOĞAN, Muzaffer, “Ben ‘Lâik’im Diyen Kişi Müslümanlıkta Kalamaz,

Ben Müslümanım Diyen Kişi de Lâik Olamaz!”, Cuma Dergisi, S. 18, 26

Ekim-1 Kasım 1990, ss. 46-47.

 DUPRÉ, Louis, “Spiritual Life in a Secular Age”, Daedalus: Journal of

the American Academy of Arts and Sciences, Religion Issue, Winter

1982, Vol. 111, No. 1, ss. 21-31.

 DURSUN, Davut, “Laikliğin Türkiye’deki İşleyişi Üzerine Bazı Tesbitler

ve Düşünceler”, Bilgi ve Hikmet, İslâm ve Protestanlık Sayısı, Bahar

1993, S. 2, ss. 97-107.

 ER, İzzet, “Bugünkü Avrupa’da Din-Devlet İlişkileri”, Bilgi ve Hikmet,

Din-Devlet İlişkisi ve Lâiklik Sayısı, Yaz-1995, S. 11, ss. 20-22.

288
 ERDOĞAN, Mustafa, “İslâm’ı Yok Sayarsanız”, Din Projesi, Laiklik ve

Din-Devlet İlişkileri Üzerine Röportaj, Altınoluk, S. 166, Aralık 1999, ss.

9-15.

 ERDOĞAN, Mustafa, “Sekülerizm, Laiklik ve Din (Secularizm, Laicizm

and Religion)”, Journal of Islamic Research, İslâm ve Lâiklik Sorunu

Özel Sayısı, Vol. VIII, No. 3-4, Summary-Autumn 1995, ss. 179-194.

 EREM, Faruk, “Ceza Hukuku Bakımından Vicdan ve Din Hürriyeti”,

AÜHFD., C. VIII, S. 3-4, 1951, ss. 60-84.

 ERGİNAY, Aktif (Çev.), “İtalya Cumhuriyeti Anayasası”, AÜHFD, C.

VIII, S. 1-2, 1951, ss. 777-805.

 ERGİNAY, Aktif (Çev.), “Yeni Japon Anayasası”, AÜHFD, C. VII, S. 1-

2, 1950, ss. 494-506.

 EROĞUL, Cem, “Öznel Bir Hak Olarak Laiklik”, AÜSBFD, Prof. Dr.

Muammer Aksoy’a Armağan, C. XLVI, S. 1-2, ss. 183-190.

 ESEN, Bülent Nuri (Çev.), “Macaristan Halkçı Cumhuriyeti Anayasası”,

AÜHFD, C. VII, S. 1-2, 1951, ss. 765-776.

 ESEN, Kâzım, “Din ve Siyaset Kavşağında İrtica”, Polis Dergisi, Y. 4.,

1998, S. 14., Emniyet Genel Müdürlüğü Yay., ss. 9-36.

 FAZLURRAHMAN, “İslâm ve Siyasî Aksiyon: ‘Siyaset Dinin

Hizmetinde’”, (Çev. GÜLEÇYÜZ, Kâzım), Hukuki Araştırmalar, C. I, S.

1, Ocak 1998, ss. 41-46.

289
 FEYZİOĞLU, Metin, “Lâiklik ve Teokrasi Üzerine Bir Deneme”,

TBBD., Y. 10., S. 2., 1997, ss. 157-180.

 GAZIER, François - GENTOT, Michel - GENEVOIS, Bruno, “1789

İlke ve Düşüncelerinin, Anayasa Konseyi ve Conseil D’Etat Kararlarına

Etkisi”, (Çev. ERKUT, Celâl), İHİD., Fransız Devriminin 200. Yılı Özel

Sayısı, Y. 10, 1989, S. 1-3, ss. 77-119.

 GİRİTLİ, İsmet, “Demokrasi ve Lâiklik”, in Demokrasi Yolunda:

Demokrasinin Bazı Mesele ve Müesseseleri Üzerinde Düşünceler ve

Müşahadeler, B. Kervan Yay., İstanbul, 1960, s. 95-97.

 GİRİTLİ, İsmet, “Din Dersleri ve Diyanet İşleri Lâikliğe Aykırı mı?”,

İstanbul Ticaret Odası Dergisi, Y. 30, S. 1458, 1987, ss. 3-7.

 GİRİTLİ, İsmet, “İtalya da Laik mi?”, İstanbul Ticaret Odası Dergisi, Y.

20, S. 1041, 1979, s. 2.

 GÖKÇE, Abbas, “Devrim Yasaları ve 1961 Anayasası”, DD., Atatürk’ün

Doğumunun 100. Yılı Özel Sayısı, 1981, ss. 50-63.

 GÖKÇEER, Fikri, “Laiklik-Demokrasi-Siyasi Partiler ve Laik Devlet

Anlayışı”, İdarecinin Sesi, Y. 4, S. 6, 1990, ss. 15-19.

 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, “Avrupa İnsan Hakları Komisyonu

Kararlarından Seçme Özetler”, İnsan Hakları Merkezi Dergisi, AÜSBF.-

İHM. Yay., Ocak 1995, C. III, S. 1, ss. 34-43.

 GÖZÜBÜYÜK, Abdullah Pulat, “Devlet ve Din”, in Devlet Hukuku

Meseleleri, 1. Bs., Kazancı Hukuk Yay., İstanbul, 1980, ss. 16-24.

290
 GRANT, Robert M., “İznik Konsilinde Din ve Siyaset”, (Çev. KAÇAR,

Turhan), Türkiye Günlüğü, S. 47, Eylül_Ekim 1997, ss. 130-139.

 GRIC, “Devlet ve Din (Etat et Religion)”, (Fransızca aslından Çev.

HATİBOĞLU, M. S.), Journal of Islamic Research, Vol. III, No. 3, July

1989, ss. 102-114 (GRIC.: Groupe de Recherches Islamo-Chrétien

(İslâm-Hıristiyan Araştırmaları Topluluğu)).

 GÜRAN, Kemal, “Türkiye’deki Uygulamalar Açısından Din ve Vicdan

Hürriyeti ile Dini Hizmetlerin Görülmesindeki Sınırlar ve Görevler”, Din

ve Vicdan Hürriyeti Sempozyumu, Aydınlar Ocağı Yay., Özal Matbaası,

İstanbul 1991, ss. 53-82.

 HAFIZOĞULLARI, Zeki, “Türk Hukuk Düzeninde İnsan Haklarını

Kayıtlayan Hükümler”, İHMD., AÜSBF. İHM. Yay., C. III, S. 1, Ocak

1995, ss. 8-33.

 HANEFİ, Hasan - EL CÂBİRÎ, Muhammed Âbid, “Laiklik ve İslâm

(Laicizm and Islam)”, (Çev. ESEN, Muammer), Journal of Islamic

Research, Vol. VIII, No. 3-4, Summary-Autumn 1995, ss. 160-165.

 HARMAN, Ö. Faruk, “Katolik Kilisesi ve Teokrasi”, Bilgi ve Hikmet,

Din-Devlet-İlişkisi ve Lâiklik Sayısı, Yaz-1995, S. 11, ss. 14-19.

 HATEMİ, Kezban, “İnsan Hakları ve Kadın, İnsan Başı Örtüsü Sorunu”,

Yeni Türkiye, İnsan Hakları Özel Sayısı, Y. 4., S. 22., C. II., Temmuz-

Ağustos 1998, ss. 750-754.

291
 IBAN, Ivan C., “Katolik Ülkelerde Kilise-Devlet”, (Çev. ÇINARLI, İnci

Yahşi), Din-Devlet İlişkileri ve Türkiye’de Din Hizmetlerinin Yeniden

Yapılanması Uluslararası Sempozyumu, (26-27 Mart 1996, İstanbul), Cem

Vakfı Yay., İstanbul, 1998, ss. 61-67.

 IŞIKLI, Alpaslan, “Adil Düzen”, MBD., C. XVIII, S. 167, 1994, ss. 20-

25.

 IŞIKLI, Alpaslan, “Cumhuriyet ve Laiklik (Yargıtay Başkanı Sami

Selçuk’un Açış Konuşması Üzerine)”, Mülkiye Dergisi, AÜSBF.’nin

Kuruluşunun 140. Yıldönümü Armağanı, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yay.,

C. XXIII, S. 219, Kasım-Aralık 1999, ss. 71-84.

 İÇEL, Kayıhan, “Bayramda Gazete Çıkarma Yasağının Anayasa

Karşısındaki Durumu”, İHFM., Ord. Prof. Dr. Charles Crozat’a Armağan,

C. XLIII, S. 1-4, ss. 37-44.

 İDİZ, Semih, “Amerika Bu Kez ‘Din Özgürlüğü’ne El Attı”, Hürriyet,

Pazar Eki, 12 Eylül 1999, s. 6.

 KABOĞLU, İbrahim Özden, “Din Özgürlüğü (Sınırı ve Güvencesi)”,

AÜSBFD., Prof. Dr. Muammer Aksoy’a Armağan, C. XLVI, S. 1-2, 1991,

ss. 265-278.

 KABOĞLU, İbrahim Özden, “Hak ve Özgürlükler Anlayışındaki

Gelişmelerin Anayasa’ya Yansıtılması Sorunu”, Anayasa Yargısı, No. 11,

Anayasa Mahkemesi’nin 32. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen

292
Sempozyuma Sunulan Bildiriler (28-29 Nisan 1994), AYM. Yay., Ankara,

1995, ss. 237-252.

 KABOĞLU, İbrahim Özden, “İfade Özgürlüğünün Siyasi Partilerce

Kullanımının Sınırları”, Anayasa Yargısı, No. 16, Ahmet H.

Boyacıoğlu’nun Anısına Armağan, Anayasa Mahkemesi’nin 37. Kuruluş

Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyuma Sunulan Bildiriler (26-

27 Nisan 1999), AYM. Yay., Ankara, 1999, ss. 71-92.

 KAPANİ, Münci, “Freedom to Destroy Freedom, Its Meaning and

Implication”, Prof. Dr. Ernest Hirsch’e Armağan, AÜHF. Yay., Ankara,

1964, s. 261-276.

 KARAÇELİK, Burhan, “Laiklik, İnanç Özgürlüğü, Başörtüsü ve

Barolar”, Balıkesir Barosu Dergisi, Mart 1996, S. 57, ss. 6-7.

 KARAGÜLLE, Süleyman, “Laik Devlet Düzeninde İlâhiyat

Fakültelerinin Yeri”, The Journal of Islamic Researches, No. 3, January

1987, ss. 44-46.

 KARAL, Enver Ziya, “Devrim ve Lâiklik”, Atatürk, Devrim ve Lâiklik,

Belgelerle Türk Tarihi Dergisi Özel Yay., İstanbul, 1968, ss. 21-30.

 KARAMUSTAFAOĞLU, Tuncer, “Devlet Mahkemesinin Mütalâası”,

AÜHFD., C. XX, Y. 1963, S. 1-4, ss. 215-227.

 KARATEPE, Şükrü, “Osmanlı’da Din-Devlet İlişkisi”, Bilgi ve Hikmet,

Din-Devlet İlişkisi ve Lâiklik Sayısı, Yaz-1995, S. 11, ss. 70-81.

293
 KEKEÇ, Sait, “Siyasi Parti Yasaklıları, Yasaklılık Süresinde Bağımsız

Milletvekili Olabilir mi?”, Ank.BD., Y. 56, S. 4, 1999, ss. 69-74.

 KELLY, George Armstrong, “Faith, Freedom, and Disenchanment:

Politics and the American Religious Consciousness”, Daedalus: Journal of

the American Academy of Arts and Sciences, Religion Issue, Winter

1982, Vol. 111, No. 1, ss. 127-148.

 KILIÇBAY, Mehmet Ali, “Laiklik ya da Bu Dünyayı Yaşayabilmek”,

Cogito, Laiklik Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul,

1994, ss. 13-19.

 KILIÇOĞLU, Ahmet M., “Çağdaş ve Lâik Bir Toplum Yaratılmasında

Medenî Kanunun Rolü”, Ank.BD., Y. 57., S. 1., 2000, ss. 7-17.

 KIR, Ş. Yavuz, “Laiklik ve Atatürkçülük Kamuflajında Demokrasi ve

İnsan Hakları İhlâli”, Yeni Türkiye, İnsan Hakları Özel Sayısı, Y. 4., S.

22., C. II., Temmuz-Ağustos 1998, ss. 759-766.

 KURDAŞ, Kemal, “Laiklik Devlet Kadar Dinin de Bekasının Şartıdır”,

Banka ve Ekonomik Yorumlar, Y. 23, S. 12, 1986, ss. 5-11.

 KUTLU, Muammer, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Lâiklik”, Türk

İdare Dergisi, Y. 69, Mart 1997, S. 414, ss. 137-140.

 KUZU, Burhan, “1961 ve 1982 Anayasalarında ve Bunlara İlişkin Siyasi

Partiler Kanunlarında Siyasi Parti Kavramı, Kuruluşu ve Kapatma Rejimi

(Karşılaştırmalı Bir İnceleme)”, İÜHFM., Ord. Prof. Dr. Sulhi

Dönmezer’e Armağan, C. LII, S. 1-4, 1986-1987, ss. 145-184.

294
 LAMBTON, A. K. S., “İslâm Siyasal Düşüncesi”, (Çev. HANİOĞLU,

Şükrü – KALAYCIOĞLU, Ersin), İÜSBFD., Y. 1., S.1., 1983, ss. 177-

199.

 LEWIS, Bernard, “Türkiye: Batılılaşma”, (Çev. TOPÇUOĞLU,

Hamide), AÜHFD., C. XXXVII, S. 1-4, 1980, ss. 153-177.

 MAHÇUPYAN, Etyen, “Demokrasi Kendini Savunur mu?”, Radikal, 20

Şubat 2000, Pazar, s. 9.

 MARDİN, Şerif, “Religion As Ideology”, AÜSBFD., Prof. Dr. Yavuz

Abadan’a Armağan, Ankara, 1969, ss. 193-203.

 MARSHALL, William P., “Towards a Nounifying Theory

Unconstitutional Conditions: The Example of the Religion Clause”,

SDLR., Vol. XXVI., No. 2., 1989, ss. 243-253.

 MARTIN, David, “The Securalisation Issue: Prospect and Retrospect”,

British Journal of Society, Vol. XLII, 1991, ss. 470-471.

 MARTY, Martin E., “Religion in America Since Mid-Century”,

Daedalus: Journal of the American Academy of Arts and Sciences,

Religion Issue, Winter 1982, Vol. 111, No. 1, ss. 149-163.

 MERT, Nuray, “Laiklik Tartışması ve Siyasal İslâm”, Cogito, Laiklik

Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994, ss. 87-99.

 MEULEAU, Maurice, “Çağdaş Dünyada Hıristiyanlık”, in Théma

Larousse, Tematik Ansiklopedi, Milliyet Yay., C. I., İstanbul, 1994, ss.

502-503.

295
 MEULEAU, Maurice, “Mezhepler Dünyası”, in Théma Larousse,

Tematik Ansiklopedi, Milliyet Yay., C. I., İstanbul, 1994, ss. 530-531.

 MICHEL, Thomas S. J., “Laisizme Katolik Bir Bakış”, (Çev. ŞENGEÇ,

Deniz), Cogito, Laiklik Özel Sayısı, S. 1., Yaz-1994, Yapı Kredi Yay.,

İstanbul, 1994, ss. 101-107.

 MIEVILLE, Henri, “Vicdanî İnanışlarını İleri Sürerek Askerlik

Mükellefiyetini Yerine Getirmeyi Reddetmek Kanun Tarafından

Cezalandırılmalı mıdır?”, (Çev. ALNIAK, İlhan), MHAD., S. 10, 1973,

ss. 103-114.

 MURPHY, Paul L., “Symbolic Speech and the First Amendment”, in

BODENHAMER, David J. – JAMES, W. Ely, Jr. (Ed.), The Bill of

Rights in Modern America after 200 Years, Indianapolis University Press,

Bloomington & Indianapolis, 1993, ss. 39-56.

 NARLI, Nilüfer, “Türkiye’de Laikliğin Konumu”, Cogito, Laiklik Özel

Sayısı, S. 1., Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994, ss. 21-29.

 ODMAN, M. Tevfik, “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü Bağlamında Halkı

Askerlikten Soğutma Suçu”, İHMD., C. III., S. 5., Aralık 1995, ss. 22-33.

 ÖKTEM, Niyazi, “Din-Devlet İlişkilerinde Sosyal Olgu-Hukuk İkilemi”,

Din-Devlet İlişkileri ve Türkiye’de Din Hizmetlerinin Yeniden

Yapılanması Uluslararası Sempozyumu, (26-27 Mart 1996, İstanbul), Cem

Vakfı Yay., İstanbul, 1998, ss. 77-82.

296
 ÖKTEM, Niyazi, “Dinler ve Laiklik”, Cogito, Laiklik Özel Sayısı, S. 1.,

Yaz-1994, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 1994, ss. 31-47.

 ÖKTEM, Niyazi, “İnsan Hakları”, Yeni Türkiye, İnsan Hakları Özel

Sayısı, Y. 4., S. 22., C. II., Temmuz-Ağustos 1998, ss. 722-731.

 ÖKTEM, Niyazi, “Lâik Bir Devlet İslâm ile de Bağdaşabilir”, Dış

Politika, S. 6, 1989, ss. 189-192.

 ÖZAY, İlhan, “Cumhuriyetin Dini”, İHİD., Atatürk’ün 100. Doğum Yılı

Özel Sayısı, Y. 2, S. 3, Aralık 1981, ss. 79-83.

 ÖZDENÖREN, Rasim, “Laiklik İdeoloji mi? (Laikliğin Türkiye’de

Günümüz Kesitinden Görünüşü)”, Journal of Islamic Research, İslâm ve

Lâiklik Sorunu Özel Sayısı, Vol. VIII, No. 3-4, Summary-Autumn 1995,

ss. 199-206.

 ÖZEK, Ali, “Laiklik İlkesi ve Türkiye’deki Uygulanışı”, Banka ve

Ekonomik Yorumlar Dergisi, Ekim 1986, S. 10., ss. 26-27.

 ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, “Diyanet Tamam mı Devam mı?”, in Yeniden

Yapılanmak, Kur’an’a Dönüş, Cihan Ofset, İstanbul, 1996.

 PEKİN, Hüseyin, “İsviçre Yüksek Mahkemesinin Türban Kararı”,

Manisa Barosu Dergisi, Y. 7, S. 65, Nisan 1998, ss. 48-49.

 PERİNÇEK, Doğu, “Lâiklik ve Siyasi Partiler Yasası”, Balıkesir Barosu

Dergisi, Nisan 1992, S. 46, ss. 12-15.

 RADCLIFFE-BROWN, A. R., “Din ve Toplum (1)”, (Çev. OSKAY,

Ünsal), AÜSBFD., C. XXIII., S. 4., Aralık 1968, ss. 301-329.

297
 SAĞLAM, Fazıl, “Anayasa Hukukumuz Açısından Siyasal Parti

Kurumunun Güncel Sorunları”, Anayasa Yargısı, No. 14, İsmail Hakkı

Ülkmen’in Anısına Armağan, Anayasa Mahkemesi’nin 35. Kuruluş

Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyuma Sunulan Bildiriler (26-

27 Mayıs 1997), AYM. Yay., TBMM. Basımevi, Ankara, 1997, ss. 367-

383.

 SARACOĞLU, Aydın, “Yehova Şahitleri”, YD., C. III, S. 1, Ocak 1977,

ss. 39-49.

 SARIBAY, Ali Yaşar, “Protestanlık ve Sekülerizasyon”, Bilgi ve Hikmet,

İslâm ve Protestanlık Sayısı, Bahar 1993, S. 2, ss. 85-89.

 SELİMHAN, Selim, “Anayasa Mahkemesi Kararlarının Uygulanması

Sorunu ve Bir Örnek Olay: Başörtüsü Kararı”, Hukuki Araştırmalar, C.I.,

S.1, Ocak 1998, ss.13-16.

 SERİM, Ekrem, “Amerika Birleşik Devletleri Yargı Sistemine Genel

Bakış”, Balıkesir Barosu Dergisi, Eylül 1984, S.17, ss.20-23.

 SEVİNÇ, Murat, “Amerikan Yüce Mahkemesi”, AÜSBFD, Prof. Dr. Oral

Sander’e Armağan, C.LI., S. 1-4, Ocak-Aralık 1996, A.Ü. Basımevi,

Ankara 1997, ss, 391-407.

 SİNANOĞLU, Suat “Laik Kelimesinin Etimonu ve Anlamları”, Laiklik-

1, Milli Tesanüt Birliği Yay., İstanbul, 1954.

 SÖNMEZ, Kasım, “Laiklik Cumhuriyetin ve Toplumsal Barışın

Temelidir”, İzm. BD., C. LX., S. 2., 1995, ss. 7-9.

298
 STERN, Klaus, “Temel Hakların Kaybı ve Parti Kapatma Davalarına Ait

Usul Hukuk Problemleri”, (Çev. ARMAĞAN, Servet), İÜHFM, C.XLII,

S. 14’ten Ayrı Bs., Sulhi Garan Matbaası, İstanbul 1977, ss 3-43.

 TAPLAMACIOĞLU, M. Nevzat, “İsrail Devletinin Anayasası”, AD, Y.

42, Temmuz 1951, S.7, ss. 1096-1102.

 TARHANLI, İştar B., “A.B.D. Yüksek Mahkemesinin Kararları Işığında

Din Özgürlüğünün Düzenlenmesi Sorunu”, İHİD., Prof. Dr. Lütfi Duran’a

Armağan, C. IX., S. 1-3, Y. 1988, ss. 299-321.

 TERZİOĞLU, Süleyman Sırrı (Türkmence’den Çev.), Türkmenistan

Anayasası ve Türkmenistan Mevzuatından Metinler, Türk İşbirliği ve

Kalkınma Ajansı Yay. T.C. Dışişleri Bakanlığı, (b.y. yok), Ocak 1999.

 TİKVEŞ, Özkan, “Cumhuriyetimizin Elli Yıllık Döneminde Laikliğe

Aykırı Partilerin Kapatılması Sorunu”, İÜHFM., 50. Yıl Özel Sayısı, C.

XXXVIII., S. 1-4, 1973, ss. 247-192.

 TOCQUEVILLE, Alex, Amerika’da Demokrasi, (Çev. SEZAL, İhsan -

DİLBER, Fatoş), Yetkin Yay., Ankara, 1994.

 TOKER, İhsan, “İslam ve Laiklik (Islam and Laicism)”, Journal of

Islamic Research, İslam ve Laiklik Sorunu Özel Sayısı, Vol. VIII, No 3-4,

Summary Autumn 1995, ss. 218-222.

 TOROSLU, Nevzat, “Hıristiyanlık Propagandası Suç mudur?”, TBBD,

Y. 1988, S. 2, ss. 242-247.

299
 TURHAN, Mehmet, “Gazeteler ve Bayram (Bir Anayasa Mahkemesi

Kararının Düşündürdükleri)”, AÜSBFD, Ocak-Aralık 1993, C. XLVII, S.

1-4, ss. 197-208.

 TÜRK HUKUK ENSTİTÜSÜ (Haz.), “Başörtüsü Sorununun Hukuki

Tahlili”, Türk Hukuk Dergisi, Y. 4., S. 41., Nisan 1999, ss. 3-13.

 TÜRK, Hikmet Sami, “Kadınların Sorunları, Başörtüsü ve İnsan

Hakları”, in Türkiye’de ve Dünyada İnsan Hakları, 2. Bs., İHKÜK. Yay.

No: 5., Ankara, Mayıs 1999, ss. 147-155.

 TÜRK, Hikmet Sami, “Refah Partisi’nin Kapatılması ve İnsan Hakları

ile İlgili Gelişmeler”, in Türkiye’de ve Dünyada İnsan Hakları, 2. Bs.,

İHKÜK. Yay. No: 5., Ankara, Mayıs 1999, ss. 119-121.

 UMAR, Bilge, “Lâikliğin Tartışılmaz İçeriği Üzerine”, İzm.BD., Y.

1993, S. 2., ss. 90-101.

 URAL, İbrahim, “Kur’an Kursları ve Din Eğitimi”, Türkiye’de Din

Eğitimi ve Öğretimi, İmam-Hatip Liselerinin 40. Yılı Münasebetiyle

Tartışmalı Toplantı, İslam Medeniyeti Vakfı Yay., İstanbul 1993, ss. 5-7.

 UROFSKY, Melvin U., “Church and State: The Religion Clause”, in

BODENHAMER, David J. – JAMES, W. Ely, Jr. (Ed.), The Bill of

Rights in Modern America after 200 Years, Indianapolis University Press,

Bloomington & Indianapolis, 1993, ss. 57-71.

300
 ÜÇOK, Bahriye - ÜÇOK. Coşkun, “Laiklik ve Türkiye’de Çağ

Değişimi”, Prof. Dr. Mahmut Koloğlu’na 70. Yaş Armağanı, AÜHF.

Yay., Sevinç Matbaası, Ankara, 1975, ss. 271-278.

 ÜREL, Hasan, “Yargıtay Başkanı’nın Açış Konuşması Üzerine...

Meşruluk, Yansız Devlet Cumhuriyet ve Demokrasi, Laiklik”, Açık Sayfa,

S. 32, Kasım 1999, Mart Matbaacılık, ss. 24-25.

 VELİDEDEOĞLU, Hıfzı Veldet, “Laiklik Dinsizlik midir?”, Halkevleri

Dergisi, C. IX, S. 109, 1975, ss. 10-12.

 VERGİN, Nur, “Din ve Devlet İlişkileri: Düşüncenin Bitmeyen

Senfonisi”, Türkiye Günlüğü, S. 29, Temmuz-Ağustos 1994, ss. 5-23.

 VOCKING, Hans, “Almanya’da Din-Devlet İlişkileri”, (Çev. ÇINARLI,

İnci Yahşi), Din-Devlet İlişkileri ve Türkiye’de Din Hizmetlerinin

Yeniden Yapılanması Uluslararası Sempozyumu, (26-27 Mart 1996,

İstanbul), Cem Vakfı Yay., İstanbul, 1998, ss. 68-71.

 YALKUT, Necdet, “Yargıtay Kararları Işığında Yehova Şahitleri”, AD.,

Y. 79, 1988, S. 2, ss. 78-85.

 YARIŞ, Cahit, “Binalar Dahilinde Başı Açık Gezmek Kaidedir”, Abece,

S. 13., 1987, ss. 30-32.

 YAŞAR, Halis, “Parti İçi Demokrasi (Eleştiriler ve Öneriler)”, Prof. Dr.

Sahir Erman’a Armağan, Yayına Haz. İÜHF., Beta Yay., İstanbul, 1999,

ss. 919-950.

301
 YILDIZHAN, Ahmet, “Türkiye Cumhuriyeti’nin İmza Koyduğu Uluslar

arası Metinlere Göre İlkokulda Dahi Başörtüsü Takmak Serbesttir”, Yeni

Türkiye, İnsan Hakları Özel Sayısı, Y. 4., S. 22., C. II., Temmuz-Ağustos

1998, ss. 755-758.

C) DİĞER KAYNAKLAR

 “Avukatlar Başı Örtülü Olarak Duruşmaya Giremez”, TBB. Başkanlığı

Genelgesi, Balıkesir Barosu Dergisi, Temmuz 1992, S. 47, s.44.

 “İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu’nca Başörtüsü Konusunda

Yapılan İnceleme”, in İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu’nun

Çalışmaları, C. II. (Kanun Tasarıları, Yönetmelikler, Genelgeler,

İncelemeler Ve Adlî Rapor Formları), 2. Bs., İHKÜK. Yay. No: 2.,

Başbakanlık Basımevi, Ankara, Mayıs 1999.

 Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi, AYM. Yay., C. I-XXXV.

 Anayasa Mahkemesi’nin RP Hakkındaki Gerekli Kararı, 1. Bs., Alkım

Yay., Kurtiş Matbaası, İstanbul, 1998.

 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kararları Dergisi, AYİM. Yay.,

Genelkurmay Basımevi, Ankara.

 Azerbaycan Respublikasının Quanunvericilik Toplusu, No: 1, Azerbaycan

Respublikası Prezidentinin Neşri, Bakü, 31 İyul [Temmuz] 1997.

302
 BAYTAN, Enver, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Tefsirli Meal-i Alisi, Baytan

Yay., İstanbul, 1987.

 BOLAY, Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, 5. Bs., Akçağ

Yay., İstanbul, 1990.

 BOZBEYLİ, Ferruh, Türkiye’de Siyasi Partilerin Ekonomik ve Sosyal

Görüşleri- Belgeler-Parti Programları; Kitap 1, C. I, Ak Yay.; İstanbul,

1970.

 CHANDLER, Ralph C. – ENSLEN, Richard A. – RENSTROM, Peter

G., The Constitutional Law Dictionary, Vol. I. (Governmental Powers),

ABC-Clio Inc., Santa Barbara, California & Clio Press Ltd., Oxford,

London, 1985.

 CHANDLER, Ralph C. – ENSLEN, Richard A. – RENSTROM, Peter

G., The Constitutional Law Dictionary, Vol. II. (Individual Rights), ABC-

Clio Inc., Santa Barbara, California & Clio Press Ltd., Oxford, London,

1987.

 ÇARKOĞLU, Ali – TOPRAK, Binnaz (Haz.), Türkiye’de Din, Toplum

ve Siyaset, 1. Bs., Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV.)

Yay., Acar Matbaacılık, İstanbul, 2000.

 Danıştay Kararları Dergisi, Danıştay Yay.

 Decisions And Reports, European Commission of Human Rights, Council

of Europe, Strasbourg, C. I.-XMIII.

303
 DEMİR, Ömer - ACAR, Mustafa, Sosyal Bilimler Sözlüğü, 2. Bs., Ağaç

Yay., İstanbul 1993.

 European Human Rights Reports.

 GÜRBÜZ, Yaşar, Anayasalar, Filiz Kitabevi, Özlem Kardeşler Matbaası,

İstanbul, 1981.

 İÇEL; Kayıhan - YENİSEY, Feridun, Karşılaştırmalı ve Uygulamalı

Ceza Kanunları, 4. Bs., Beta Yay., İstanbul, 1994.

 İncil (Sevindirici Haber), İncil’in Yunanca Aslından Çağdaş Türkçe’ye

Çevirisi, Kitabı Mukaddes Şirketi, Ohan Matbaacılık, İstanbul, 1995.

 JANKO, Musulin (Der.), Hürriyet Bildirgeleri, Magna Charta’dan

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, (Çev. ZEKÂ, Necmi), 1. Bs., Belge

Yay., İstanbul, Nisan 1983.

 KABAAĞAÇ, Sina - ALOVA, Erdal, Latince-Türkçe Sözlük, Sosyal

Yay., İstanbul, Ocak 1995.

 KUZU, Burhan, Türk Anayasa Metinleri ve İlgili Mevzuat, 3. Bs., Filiz

Kitabevi, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1997.

 Longman – Metro, Büyük İngilizce-Türkçe-Türkçe Sözlük, 1. Bs., English-

Türkish Edition, Metro Yay., İstanbul, 1993.

 OVACIK, Mustafa, İngilizce-Türkçe Hukuk Sözlüğü, 2. Bs., İş Bankası

Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yay., İstanbul 1993.

304
 ÖNEN, Yaşar - ŞANBEY, Cemil Ziya, Almanca Türkçe Sözlük, C. I.,

(Baskıya Haz. ÜLKÜ, Vural), Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek

Kurumu, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara 1993.

 ÖZÖN, Mustafa Nihat, Büyük Osmanlıca-Türkçe Sözlük, 4. Bs., İnkılap

ve Aka Kitabevleri, Tan Matbaası, İstanbul 1965.

 ÖZTÜRK, Kâzım, İzahlı, Gerekçeli, Anabelgeli ve Maddelere Göre

Tasnifli Bütün Tutanakları ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, C. II. (md.

1-75), Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ajans-Türk Matbaacılık, Ankara,

1966.

 SARAÇ, Tahsin, Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük, Adam Yay., İstanbul

1985.

 SELÇUK, Sami, Yargıtay Başkanlığı’nın 1999-2000 Adli Yılı Açılışında

Yaptığı Konuşmanın Tam Metni, (6 Eylül 1999, Pazartesi), Demokrasi

Manifestosu ve Yeni Bir Anayasa Önerisi, Aktüel Eki, İstanbul, 1999.

 STEUERWALD, Karl, Almanca Türkçe Sözlük, Otto Harrassowitz

Verlag, ABC Kitabevi, İstanbul 1988.

 TANİLLİ, Server, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, İstanbul 1976.

 TBMM.’de Temsil Edilen Siyasi Partilerce TBMM. Başkanlığı’na Sunulan

Anayasa Değişikliği Konusundaki Görüş ve Öneriler, TBMM. Başkanlığı

Yay., TBMM. Basımevi, Ankara, 1997.

 Türk Hukuk Lügatı, 3. Bs., Türk Hukuk Kurumu Yay., Başbakanlık

Basımevi, Ankara 1991.

305
 Türkçe Sözlük, 5. Bs., Türk Dil Kurumu Yay., Türk Tarih Kurumu

Basımevi, Ankara, 1969.

 United States Reports.

 VELİDEDEOĞLU, Hıfzı Veldet, Türkçeleştirilmiş Metinleriyle Birlikte

Türk Medenî Kanunu ve Borçlar Kanunu, C. II. (Türk Medenî Kanunu), 5.

Bs., Evrim Yay., İstanbul, 1992.

 Yargı Mevzuatı Bülteni, Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı Yay.

 Yargıtay Kararları Dergisi.

 YAYLA, Yıldızhan - AKGÜNER, Tayfun, Türk Anayasa ve İdare

Hukukuna İlişkin Temel Kanunlar, Okan Yay., İstanbul 1984.

 YAZIR, Elmalılı Hamdi, Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meali, (Haz.

CÜNDİOĞLU, Dücane), İslamoğlu Yay., İstanbul, 1993.

306

You might also like