Professional Documents
Culture Documents
•. BER(}.SON
~~~~14;;1~-~~--:'~~:-~- ;~
-~- -!.
,---··
}
1
r
· Eski Yunanlılardan beri mil-
·. letlerin sanat ve fikir haya·
ı
1
1 .
tında meydana getirdikleri
§aheserleri dilimize çevir·
rnek, Türk milletinin kültü-
ründe yer tutmak ve hizmet
etmek istiyenlere en kıymetli
vasıtayı hazırlamaktır. Ede·
biyatımızda, sanatlarımızda
ve fikirZerimizde istediğimiz
yüksekliği ve geni§liği bol }
1
yardımcı vasıtalar içinde ye-
~1
ti§mi§ olanlardan beklemek, ·
ı
tabii yoldur. Bu sebeple ter·
cüme külliyatının kültürü- ı
müze büyük hizmetler yapa·
cağına inanıyoruz.
UJ-1941 j,
lSMET INONtl ı.
' ı
fi
i
il
1 ,i
/
/ /iıl '
/ //til'
'1
j
ÖNSÖZ V
1
··~
\
ı
)1
'
ÖNSÖZ VII
ıı
sa hayall, takribi, veya zanni bir düşünce uyandırırlar.
İşte benim de Bergson felsefesi karşısında elimde~
gelebilecek şey ancak bu tarzda pek eksik bir tas-
lak yapmak olabilir. Bunun için okuyucularımdan her .!
\,·.·
şeyden önce büyük bir müsamaha istiyorum, Fikirle-
rini mosiki notaları gibi yazan bir düşünürü, anlamak- lll' ..
tan ziyade bütün bir ruh ile dinlemek lfozımdır. Bunun '1
için Bergson'u okuyanlar nerede düşünüp nerede duy-
duklarım fark ede·mezler, Bu feylesof hayat, şuur, hürri~
yet, irade, tek8.mül, ruh, h8.fıza, zekii gibi en karışık ve
kavgalı meseleleri öyle zarif, ve zarif olduğu kadar da
reddedilmesi güç bir surette çözer ki insan fevkaliide
bir felsefe. dehasiyle karşılaştığına şüphe etmedikten
başka kendi düşünce tarzlarının da az zaman i,inde
farkında olmadan bir devrime uğradıimı görür. Olanca
cesaretle söylenebilir ki Bergson'un felsefe tarihi içinde
aldığı felsefi tavrıo orijinallık ve telkinciliği belki de'
hiçbir feylesofa nasibolmaınışhr. Birinci sınıf yazıcılar
dan olan bu üslfrpçu feylesofun başlıca üstünlük delili
en ince ve' gizli ruhi anları umulmadık te~bih ve istia-
relerle şuurun güneşlerine sermesidir. Uslfrp ile düşün
cenin bu derece birleşmesi feylesoflar , arasında en çok
Bergson'a nasibolınuş bir ınazbariyettir denebilir. Tam
yerinde ve en zor noktalarda kolaylıkla bulduğu hayal ı'
ı
ve teşbihler açıklamalarına güzel bir eda vermekle kal-
maz, bilhassa pek kuvvetli ve akla yakıl_). delil ve
ispatlar vazifesini görür.
Bergson'un felsefeye başlamak üzere olduğu 1880
yılı sıralarında felsefi düşüncenin başlıca yönleriyle en
baskın iddialarını gördük. Bu sırada Sorbonne'un resmi
t
1
ÖNSÖZ IX
ı'
Bu felsefe nasıl başladı?
1
ÖNSÖZ Xl
ÖNSÖZ xıır'
1
'
li}
ı'
'1
melerin her birinde şuurun bütün geçmışı yoğunlaşmış
bir şiddet · halinde bulunur. Kısası, gerçek zaman şuur
halleridir. Bunlar arasın d~ hiçbir boşluk ve açıkhk
yoktur. Ruhun bütün geçmişi hem şuur hallerinin topun-
da, hem de her birisinde tamamiyi e sakildir. Bu açıkla
malardan anlaşılıyor ki BergsOn'a göre şuur halleri he
sap ve ölçü kabul etme7, çüiıkü kemiyet de~ildirler.
Şuur, keyfiyetlerden- ibaret· bir çokluktur. Kemiyetsiz
çokluk olur mu? denecek. Vakaa bu mantıkça abes,
akıl için söz götürürse de bakikatte· görülen ve olan bir
şeydir, İşte ruhta çokluğu kabul edip kemiyeti reddet-
mek ve yanlız bir· keyfiyet çokluğu göstermek şimdiye
kadar şuur hakkında kökleşmiş soyut teHikkilerimizi
altüst eden, fizik bir ruhiyat yapmak ümitlerini kökten
sarsan bir hükümdür; bu tehlikeye göre ruh, ne ttk bir
cevher ne de atomlardan yapılmış bir mozaiktir. Ö hal-
de Bergson'un şuur tiorisi şimdiye kadar yapılan şuur
teOrilerinden büsbütün ayrılıyor demektir. Artık bu öyle
bir şuur ki kendisinde hem çokluk, hem de birlik (unite)
var. Aynı z~manda hiçbir suretle ne parçalanır, ne· öl-
çülür, ne de hesaba gelir. bir şuur.
Bergson felsefesinin temel taşı işte hemen k3.milen
bu zaman fikrinin tenkidinde topl~nır. Bergson 'a göre
eski felsefe ve ilmin anladığı zaman, bircinsten olan
ölçülür. bir mekılndan ibarettir. Halbuki somut zaman,
şuurUmuzun bir oluşu ve yaratıcı bir tekô.müldür.
O halde canlı zaman ancak şuurda görülebilir.
Onun her anında eşsiz bir değişme ve keyfiyeiten iba·
ret bir yenilik vardır. «Siire» nin ölçülüp parçalanma-
ması bundandır. Canlı şuurumuzun her anında geçmişin
bütün şucır halleri çınlar, geleceğin sesleri duyulur. Bu
sesleri ruhumuzu tamamiyle kendi haline. samimi sevgi
ve nefretlerine bıraktığımız zamanlar iŞitiriz: Bunun için
bütün şahsiyetimizde, Sevgi ve nefretlerimizde toplanır.
Şuur bu tarzda tecanüssüz. kesiksiz ve bütün halieri
birbirleriyle kaynaşan bir organizasyon Olunca ruh hayatı
mız hakkında doğru bir fikir ~dinmek anca~ şuurumuzu
XVI YARATlCI T:EKAMÜL
İki "ben,:
Acaba Bergson'un tamamİyle orijinal ve organikleş
mesinde orijinal ve muhtar bUlduğu şuur, bütün şuurumuz
mudur? Hayır. Bergson'a göre şuurumuzun bir kabuk,
bir de iç tarafı Vardır. Kabuk tarafı akıl, zekıl, mantık,
ilim tabakasıdır. Bu. tabaka madde ve cemiyet hayatla-
rının pratik şartlarına uymaktan teşekkül etmiştir. Bu
kısmın faaliyeti kozalite kanuniarına tamamİyle bağlıdır,
Burada hürriyet yok, determinizm vardır. Faka(«iç.» ta-
rafa gelince, ki Bergson buna «temel ben» demek olan
«moi fondemental» der, burası büsbütün başka mcıhiyette \
bir şuurdur.
Kabuk ben, aksiyon, mantık, determinizm gibi
kayıtlara bağlı ise, «temel ben) bunun tamamen zıddıdır.
Birincisi _madde·· ve cemiyete uymakla katilaşmış ve şah
i
silikten çıkarak mekiinlaşmış, donmuş, sathi bir «ben:tı i
olmuş, dQkusu da tamamiyle fikirlerden örülmüştür. Hem,
de öyle fikirler ki içtimaileşmiş dilde donmuş, aynı
zamanda passif ve cansızdırlar, Bergson'un ifadesiyle:
l
«.Bu fikirler durgun sulai-ın Üzerindeki sonbahar yap-
\
ı
ÖNSÖZ xvıı
Hürriyet ve irade:
Şuurun esası tamamiyle orijinal bir kaynaşma, muh-
i:ar bir organiaşma olunca onun gelecekte alacağı renk
ve mahiyet önceden bilinmiyecek demektir Çü~kü daimı;t
yeniye, bilinmiyene doğru giden bir hareket karşısın
dayız. Şuıirun tabii hareketi daima geleceğe ve yenili2'e
gitmek oluııca geriye dönme kabil olmıyacaktır, Şuurun
geriye dönmiyeceğini vakaa Hume da söylemişti. Fakat da-
ima bilininiyene gittik-ini iddia etmem işi. Bu telikkiye göre
geçmiş, gittikçe ~rkada büyüyerek geriye dönrneğe engel
olan bir tepeyi andırır. Yararlı bir müracaat hazinesi
olmakla beraber aynı zamanda büyük bir yük olur. Fazla
olarak geçmiş her gün, her saat· «temel ben» in h ür oluş
larından gelen yeni bir yük kazanmaktadır. O halde
gelecekte ne düşünüp ne yapacağımızı bilemiyeceğimiz
gibi, yalnız geçmişe bakınakla da hali göremiyeceğiz.
~!
Çünkü her lahzasında büyüyen bir geçmişin iıe halimize
bir ayna olmasına ne de geleceği göstermesine imkin
yoktur. Önceden görmek mümkün olmayınca iradede
de determinizm olmıyacak demektir.
Bergson. bu tarzdaki düşüncesiyle şuurumuzun ge-
leceği hakkında Önceden görmenin imkansızlığını iddia
ve iradede determinizmi inkar ve binnetice hürriyeti
tasdik" ediyor demektir. Zaten hürriyeti ink8.r edenler,
ruhun mahiyetini durgun düşünenler, ruh hallerini
«eşya» gibi tasavvur edenlerdir. Bunlara bakılırsa fikir-
lerimizle duygularımız sanki hiç tekeVvün etmiyen «ol-
muş bitmiş» şeylerdir. Zihincilerimizin iradeyi açıklama
ları, hep bildiğimiz -tbeylik:. bir açıklamadır. Yalnız bu
tarzda bir iradenin gerçekte aslı esası yoktur. Bu
beylik açıklamaya göre hürriyet veya irade, iki hareket
dürtüsünden birini seçmekte belirir. Mesela (b) ruh ol-
2
xvııı YARA TICI T:EKAMOL
ONSÖZ XIX
Ruh ve beden ı
Bergson, «hen» i, yaı:ıi ruh faaliyetinin sathi ve derin
taraflarını
bir ruhiyatçı gibi teşrih ve tavsif ettikten
sonra onun çevresi ile olan münasebetine de geçeceği
tabildir.
Sad.ece «ben» i bilmele bütün realiteleri bilrneğe
elbette y.etmez. Sadece şuuru kabul edip diğ'er bütün
şeyleri bunun içinde vehmetmek de Bergson'dan bekle-
nemez. Bütün tabii insanlar gibi Bergson da «hen» in
idrak olunmaz, icazlı ve tek başına bir realite gibi boş
lukta asılı olmıyacağını düşün ür.. Onun için düşüncelerini
bu raddeye getiren bir feylesofun «ben» de kalmayıp
dış ileme geçmek zorunu, duyacağı aşikirdır. , Nit~kim
bu yolda da zihincilerin bazı vehimlerini görmüş ve
bul:'ları ortadan kaldırınağa «Madde ve Hafıza» [1] ~d h
ı!i
münasebetlerin, şimdiye kadar gelip geçmiş felsefi tel<ib
kilerden biçbirine uymıyan neticelere vardığını görüyor.
Bergson'a gelineiye kadar ruh ile beden· arasındaki
münasebet doktrininin en baskın ve ·hatta iilimler
tarafından bir nas gibi kabul olun~n şekli muvazilik
(parCıllellsme) teorisi idi. Bu teoriye göre rah ile beden, li
yani -ruh olaYlariyle fizyolojik olaylar arasında tam bir '
i:
muvazilik ve kesin bir karmaşıklık vardır. Ruh olaylariyle
fizyolojik olaylar aynı şeyin başka dillerle olan iki ter· 1
cümesinden ibarettir. 1
Bergson, iideta ilmi bir nas baline gelmiş olan bu 1
felsefi teoriden ayrılmış ve hatta onu inkiir etmiş dene·
bilecek bir hüküm vermekle birçok .ilim ve feylosoflarda
taassup kadar şiddetli bir küskünlük uyandırmıştır. Çünkü
fizgoloji ilmi bütün ruh olaylarını beynin bir fonksi-
yon'undan ibaret görüyordu. Bergson ise beyni, dış .!
alemden gelen hareketleri sinirler vasıtasiyle durdurap,
veya bedenin muhtelif nahiyelerine ileten bir telefon
merkezi olarak gösterir, vazifesini de maddenin hareket-
lerine yol veren, veya bu yolu kapıyan, aldığına hiç-
bir şey katmıyan sadece bir hareket merkezi olarak
gÖ<Ür[IJ.
~~--c:----,------;-- ı.
[1] ~Ruh ve beden» konferansında bu cihetler hayli
tafsiiB.tla aı;ıklanmıştır. Bakınız_.: «Bergson» M. Ş. (Halit
kütüphanesi}.
ÖNSÖZ XXV
'
iiieminin bir parçası olan beyinde, bütün alemin hayal
ve h8.tıra!arını toplayıp aksettirebilecek bir iktidar tasar- ,,
lamak parçada ·bütünün bulunabileceğine inanmak olur.
Bununla beraber, Ber.gson, daima olduğu gibi, burada da
mantıki bir tenkirlle yehinmekten ziyade h.ifıza hakkında
ilmi müşahedelerin verdiği neticelere önem verir, mesele-
yi de bunlara göre çöimeyi tercih eder. Bunun için son
sözü bafıza olaylarını bütün çıplaklığı ile gösteren hafıza
ve hele aphasie hastahklarına söyletir. Ezcümle bu hu-
sustaki incelemelerinin sonunda verdiği hüküm şudur :
Beynin zedelenme, veya hastalanması dolayısiyle duran
ve bozukluğa uğrıyan yalnız hareketlerdir, hatıralar bu
bozukluktan asla müteessir olmazlar.
O halde Bergson, tasavvur ettiği bu inorganik ha-
yal ve hatıraları acaba nasıl açıklıyor? .. Başka bir deyim-
le, beyin yalnız bir taharrüş ve hareket organı ise eşya
h_akkındaki bilgilere nasıl sahiboluyoruz?.. Fizik ilimle-
rio verdikleri bilgilere bakılırsa k8.inatın bütün eczası
birbirlerine karşılıklı tesir ettiklerini idrak ediyor de-
mektir. Nitekim Leibniz: «Her monat, kainatın bir aynası
d ır» demişti.
Maddi eczanın idraklerinde, yani karşılıklı tesirle-
rinde birikmiyerek mütemadiyen geçip giden, veya taraf·
sız bir hale gelen bir duygu vardır. Cisimlerin istikrar
ve denklik halinde kalmaları bu sebeptendir. ŞeffHf ci-
simler hayalleri hıfzetmeyip nasıl sadece geçirtiyorlarsa
maddi eczanın dııyuşları da bu tarzdadır. Nitekim Berg-
-'{
Hiif;aza ı
O halde .«ben» şuuru nasıl kazanılıyor ?~. Bergson
buna cevap olarak <h9.fıza» ile diyor, F eylesofun burada
h8fıza hak;kındaki telıikkileri «hen», yahut «şuur» hakkın·
daki görüşünü tamamlar. Geçmişin arkamızda nasıl dur-
madan ve geri dönmesine imkıin Olmadan t~plandığıılı
yukarda görmüştük Burada da Bergson'un geçmişi ha·
tırlamayı nasıl anladı{rını görece~iz. Bergson, h9.fı.za
muhtevalarının beyinde kazılmış belirsiz, itibari birtakım
izler olmasını bir türlü kabul etmez. Onca hıifıza, bütün
geçmişimizi tamamİyle saklıyan bir_realitedir. Yalnız bu
reslite bizde kuvve halinde ve şuursuz olarak her vakit
mevcuttu. Düşünür olmaktan önce .hareket eder pratik
bir varlık olduğumuz ve daima gelece~e, ileriye baktı•
~ımız için her an h8fızamıza başvUrmak zorunda de~i
liz.
İleriye bakan fiillerimizin dikkatini idare etmek
için de seçici bir «ben» imiz ve bunun icra aleti olan
bir beynimiz vardır. Bu kabuk «hen» in atomatiaşmış
pratik intıbaklann hareketlerini ihtiva eden sadece «oto-
mat» bir hS.fızası vardır. Asıl hiifıza, yani kendi kendine
çahşa!l «hür hiifıza» ise bu «ben» in arkasındadır, habe-
rimiz olmadan ald1ğımız bilkuvve duy~u ve idraklerden
taazzuv eder. Sif düşünce ve ~azari bilgiler işte bu hii-
fızanın eserleridir. ·
Şimdi bu h8fızadan istifademiz nasıl oluyor? [1]
Geçmişi hatırlam~k için geriye dönmek hiifızada müm-
[1] Bu hiifıza kuvve halinde her vakit mev-
cuttur. Fakat şulıra fiilen müdahalesi ancak lüzum anla-
rında olur, başka zamanlarda şuur tarafmdan kullanıl.
mayıp kendi kendine tekevvün eden gizli bir hayat yaşar.
İç hayab, düşünce zevkı, _yaratma temayülü olmıyanlar
için bu h8.fıza bir yüktür. Böyl'eleri mümkün olduğu ka-
dar mazisiz ve mihaniki yaşamak isterler. Hele ·sırf
pratik ve görenek hayatiyle yuğ'rulmuş olanlar bu· hafı
zalarını kullanmaya kullanmaya büsbütün körletmişlerdir
. ~'
ÖNSÖZ XXIX
i,,ıt. ı
\
ÖNSÖZ XXXI
3
~ -
i'
XXXIV YARA 'TIC! TEKAMOL
ÖNSÖZ XXXV
1
XXXVlll YARATICI To.EKAMOL
ı
nebatlar yönünde muzaffer olması, maddenin ataleti ile
uzlaşmak içindir_. Nebatların uyuşukluğunu paylaşan Ha~
yat bir müddet hürriyet ve hareketlerinden kaybetmişse
de bunlara karşılık ·maddeyi doğrudan doğruya zaptet-
mck ve bu sayede kendisini serbestliğe götürecek ikinci
bir patlamaya ulaşmak imkanını hazırlamıştır•. Bu patla-
ma· da şuurlu hareket etmeyi kazanmak suretiyle hayva·
na inkıl8p ettiği gibi nebatlarla · olan dayanışmayı da
kaybetmemiştir. Birbirlerinden ayrılmalarına rağm en ne·
1
Zeka:
! 1
Bunun için de insanın aynlığı «düşünmek» hassa-
sından ziyaele yaPmak kabiiiJetindedir. Nitekim sosyal
hayat, _iş için icabeden yapma aletl~r yapıp kullanmanın
etrafında döner, ilerleme yollarını açan ihtiraiar da sos- ·
ya\ hayatın -yönünü gösterir.
ruhun üçte ikisini teşkil ettiğini bugünkü ruhiyat teslim
etmiştir.) ı
İçgüdülere ruhun aşağı, ·iptidai bir şekli göziyle ba-
. kılması faaliyetlerinin yeknesak görünmesinden hftsıl ol-
muş bir aldanıştır. Hakikatte içgüdülerimiz ne tamamen
i'
yeknfsak, ne de ev~elden kurulmuş bir makinedir. Bun·
1
ların öyle dalaşık ve ustalıkh hareketleri, belli amaçlara 1
karşı o kadar açık ve sağlam görüşleri var ki çok kere
zekidan aşağı değildirler. Misal olarak yalnız sitaris de~
nilen böce~i alalım. Bu böcek, yumurtalarını antofor deni-
len arının kovanı ağzına bıraktıktan sonra bu yumurta-
cıklar erkek antofor arısının yuvadan çıkmasını gözet-
ler. Tam çıkarken Üzerine yapışarak çiftleşecekleri za-
mat.a kadar burada kalırlar, Çiftleşme esnasında dişiye
geçerek bunun yumortlamasını beklerler Dişi, yumurtlar
yumurtlamaz bu yumurtalardan bir tanesinin üzerine
üşüşerek yemeğe başlarlar. İçini bitirdikten sonra kabu-
ğunun Üzerine çıkarak bal peteğinde yüzrnek imkanını
temio ederler. Sürfe oluncıya kadar b alla beslenip ni·
hayet böceğe İstihale edı!r ler.
Şimdi bu kadar dalaşık ve mabaretli bir iş herhalde
bir bilgi ister. Yalnız bizim bu bilgiyi anlamamız ihtimal
mümkün olmı:{acaktır., Fakat herhalde burada «düşün
mek» ve «tasavvur etmek:>. bilgisi yerine «yaşamak)>, ve
«yapmak» suretiYle bilsıl olmuş bir bilgi olacaktır.
İcgüdü bilgisinde gö_rülen bu ayırt.~ eşekarısı de-
diğimiz diğer bir böcekte daha birizdir. Böceklerin
~hayatını incelemekle meşhur olan Fabre'ın müşahedeleri
ne göre eşekarısı muğtiyülcen~h böceklerle tırtılları
İğnesiyle öyle bir sokuyor ki böcek ölmüyor, yalnız kötü-
rüm oluyor. Sonra da dişi arı, yumurtalarını bunun
XL YARATICİ TEKAMÜL
ıl
XLII YARATICI T:EKAMÜL
'
ÖNSÖZ XLV
langıcına
vasıflar
kadar gitmek l3.zımdır. Bergson'a göre bu
üçtür: 1) Kudret toplamcik ve bu kudreti
\ 1
günü_~ birinde birdenbire patlatmak (biliyoruz ki bu
kudret. nebat18.rda doğrudan doğruya gÜneşten ve
madenierden alınıyor, hayvanlarda organizma vasıtasiyle
toplanıyor, insanda da cansızlar aleminde dilediğimiz
hareketleri yapabilecek aletler vücuda getirmekle kaza-
nılıyor). 2) Ferdiyet: ve cemiyete doğru .;ifte bir tema~
yül. 3) Şuursuz ve otomat bir faaliyetten her gün bir
parça daha sıynlarak gittikçe artan bir şuura, yani ~dü·
şüncelh> bir faaliyete gitmektir. Bu vasıflar toptan alın·
dığı zaman görülür ki hayatın tek8mülü, hürriyet ve
şuura yönelmiş, ilerleme ve sapmalarla giden, maddi ol-
mıyan bir akıştır. Bu akış maddeden geçer, iş bölümü
ile parçalanır, ferdi bencilliklerde oyalanır, kendi ken-
dine. verdiği şekillerde kalıplaşır, fakat günün birinde
fert ve nevileri aşarak bütiin mukavemetleri birden Imar.
Hayat hamlesi ı
Elhasıl, Bergs_on, ilml incelemelerden sonra meta-
fizik bir sezgi ile kavrayıp tasvir ettiği hayat hamlesini
şu satıriarta canlandırır: «Esen bir rüzg.ii.rdan havalana n
toz kasırgaları ne baldC)rse canlılar da hayat bamlesinin
yüce soluğunda öylece havalanmış gibidirler, Fakat ne
mutlu ki hepimizi üfliyen bu· görünmC:; nefes bazan
bütün-gözlerde bir şimşek gibi çakar. Analık şefkatinin
nice tecellilerinde ansızın karşılaştığımız bu ndes, hay-
vanların çoğunda göze çarptığı gibi nchatın taneciğine
'
1ı
olan ihtimamında da görülür. Hayatın bu büyük sırrını
saklıyan analık şefkatinde hayat sırrının bulunması neye
~
mümkün olmasın? Bu şefkat defıil midir ki her neslin .
kendisinden sonraki nesle düşkünlük ve teslimiyetini
göste-riyor. Analık şefkatinin aralığından bakılınca her
canlının sadece bir geçit olduğu ve asıl hayatın her can- '
1
lıdan geçen harekette bulunduğu anlaşılır.»
1.
Hayat bamlesi :icaba nereden geliyor? Nereye gi-
diyor? Amacı nedir?
l,
ı
,,
il
ÖNSÖZ XLVII li
Metafiziğin de daima sordutu şu iki soru vardır :
<Dünya nerden geHfor, nereye gidiyor?» Bergson, ilk
soruyu cevapsız bırakıyor. Çünkü kiiinahn geçmişini
araşbrıyor ve bizi «arkaya» baknıağa mecbur ediyor.
Düşünmeli ki zek&. yı: «.arkaya bakan bir meJeke» ola·
rak tasvir eden Bergson, zilı.in:ciliğ"e şiddetle karşıdır;'
fazla olarak felsefede istenen bilginin zeka bilgisi olma·
yıp içgüdünün şuurlaşmış bir kemali demek olan «sezgi»
li
lı
!;
ÖNSÖZ XLIX
\
Yalnız bu 'hürriyet acaba faydayı mı, güzelliği mi,
saadet veya faıileti mi prensip ittihaz edecektir? Mesele
bu noktaya gelince ahl.3.k alanına girilmiştir. Aşatıda
Türkçesini okuyacağınız «Yaratıcı tek8.müh eseri sadece
i
kiinatin bir metafiziğidir, bir alılik felsefesi değildir.
Bergson,~n ahliik ve din hakkındaki felsefesi eDin ve ah-
1.8kın iki kayna~ı» adlı eserde görülür.
Estetik ı
Bergson•nn estet.itine gelince, henüz başlıbaşına
ineelenmiş değildir. Feylesof ilk eseriyle «.Gülme» adlı
eserinde [1] ba:z:ı eş_tetik meselelere dokunmuşsa da
Sezgi ve muhak~me ı
ÖN SÖZ LI
GiRiŞ
il
GIR! ş 9
BİRİNCİ BÖLÜM
14 YARATICI TEKAMÜL
.,1'ilı
dik haller, ve gerek tembal sesleri bütün psi-
kolojik mevcudiyetimizin akıcı, kitlesi tarafından
!
taşınmaktadırlar. ·Bu hallerili ikisi de duyup
düşünPüğümüz- ve istediğimiz şeylerin _katfesini
· ve nihayet muayyen bir andaki bütün hüviyeti-
mizi içine alan· oyriak .bir bölgerlin sadece en
aydınlık noktalarıdır. Hakikatte ruhumuzun hali·
ni teşkil eden de bu bölgelerdir. Öyleyse böyle-
ce tarif edilen hallerin ayrı unsurlar olmadığı
ve sonsuz' bir akışla birbirleri iÇinde devam
ettikleri söylenebilir.
Fakat, dikkatimiz bunları yapma olarak
ayırdığı için neticede yapma bir bağ ile birleş
tirrneğe mecbur olmuş. Bu sebebeple de şekilsiz,
kayıtsız ve değişmez bir ben tahayyül etmiş,
sonra. da bunun üzerine müsta,kil, .sabit yar-
lıklar gibi gösterdiği psikolojik halleri sırala
mış. Böylece birbiri içine ve r'enktBn renge
giren bir. akıcılık olan yerde bir gerdanlığın
boneakları gibi yanyana diziimiş katı, sabit
renkler görmüş, ve nihayet bütün bu boncukları
bir arada tutacak aynı · derecede katı bir ip
farz etmek zorunda kalmıştır. Halbuki bu renksiz
ip eğer kendisini örten halletle daima boyamyorsa
bu belirsizliği içinde, bize kalırsa,· yoktur da deni-
lebilir. O halde yalnız boyanmışı, · yani sadece
psikolojik halleri idrak ediyoruz. Doğrusu ara-
nırsa «bem> denilen bu «ip)> hiç ·de bir realite
değildir; bunu icadeden fımil, şuur değişmeleri
-ne kesik kesik dikkat etmemiz ve bunun sonunda
'
1
1
16 YAR:ATICI TEKAMÜL
1
durt:İıaksızın akan ve d~ğişen şuur hallerini kesik
kesik ve birbiri üzerine katılmış gibi tasarlama-
mızdır. Eğer mevcudiyetimiz şekilsiz, kayıtsız v.e
değişmez bir «ben» in terkibettiği birbirlerinden 1
asli kı vrımları
da dahil olduğu halde bütün geç-
mişimizle istiyor, bütün geçmişimizle hareket edi-
yoruz. O halde geçmişimiz bize kendi hamlesiy- ·
le ve temayül halinde taın olarak beliriyor, yal-
nız bunun zayıf bir kısmı tasavvur haline geliyor.
Geçmişin bu arta kalış ( survivance) ın dan da
bir şuurun aynı halden iki defa geçmes~. imk3nsız
lığı neticesi çıkıy~r. Artık durumlar istediği ka-
dar aynı olsun, bunların tesir edeceği şahıs ma-
demki tarihinin yeni bir anındadır, artık aynı şahıs
değildir. Şahsiyetimiz .de toplan'an tecrübelerle
yapıldığı için hiç durmadan değişir, değiştikçe de
herhangi bir hal, sathi olarak olduğu gibi kalsa
bile, derinlikte de ayniyle tekerrür edemez. Ruhi
süremiz olan yaşadığımız zamanın yeniden ya-
şanılamama;St bu se~eptendir. Onun bir par-
çacığinı bile yeniden yaşatamayız, çünkü bunun
imk3nı ondan sonraki bütün hitıralarımızın silin~
mesine bağlıdır. Bunları zihnimizden silsek bile
irademizden çıkaramayız.
ŞaJısiyetimiz de hiç durmadan işte böyle doğu
yor, böyle büyüyor, töyle olgunlaşıyor. Onun bir
. öncesinden bir sonrakine katılan anlarının hepsi
yeni oluyor. Daha ileri gidelim: yalnız yeni
değil, önceden keşif oluniımıyorlar da... Şimdiki
halim, geçmişim ve şimdi üzerime tesir edenietle
açıklanabilir, bu muhakkak. Onu tahlil etmekle
de başka unsurlar bulacak değilim. Fakat hiçbir
zeki, hatta insan zekisına üstün bir zeki bile
tamamİyle soyut olaıı bu uns~rlara somut taazw
zuvunu veren basit ve parçalanmaz şekli önce-
SÜRE 19
ORGANİKLEŞ:MEMİŞ ClSlMLER 21
22 YARATlCI TEKAMÜL
ı
arneliyelerin objektif bir temeli olmasaydı ba:iı
hallerde tamanıile yürüyüp bazılarında yürüme.
m esi anlaşılır bir şey olmazdı. İleride göreceğiz ki
maddenin de ayrılabilir~ ve geometrik olarak ele.
alınabilir sistemler teşkil etmeğe yatkınlığı var-
dır. Hatta onu bu temayülü ile tarif edeceğiz,
fakat bu bir temayülden başka bir şey değildir.
Madde bu temayülünde sonuna kadar gitmediği
24 YAR.ATICI TEKAMOL
ORGANİKLEŞMiŞ ,CİSİMLER 27
1 ' '
ORGANİKLE,SMİŞ CiSjMLER 29
:ı
ter mutl4ka vardır.
Denecek ki yaptığınız şey bir benzetmeden
ibaret oluyor. Evet, zamana etkili bir kuvvet ve '
kendine has bir tealite atfeden her sözü benzetme
saymak zaten mekanizm doktrininin eski bir ideri-
dir. Şuurlu mevcudiyetimizin esasını geçmişin hal-
de uzaması demek olan hifızanın teşkil ettiğini, li
daha doğrusu bu mevcudiyetiri yapıcı ve geçmişin ! !1
ı'
bu noktada hiç de uzlaşılm!§ değildir. Bu hususta
en çok bağlanılan teori, hücrelerdeki protoplaz.
ma hacmının doğumdan _ölüme kadar durmadan
arttığıdır [ı}. Bundan daha derin ve hakikate t
[1] Sedgwick 1v!inot, On certain phenomena of gro~
wi.rıg old. (Proc. of the American Assoc. for the adven~
1HT1YARLAMA VE FERTLİLİK 33
TRANSFORMizMA
i;1.·
44 YARA TICİ TEKAMOL
!;
.c
\[
sel unsurları genel olarak 'em bryon hayatının '
başhingıcından itibaren belirmiyOrsa da henüz
fonksiyonel özel hiçbir farklılaşmağa uğramamış
olan embryon'un dokuları zararına ılıütemadiyen
teşekkül ettiği muhakkaktır[l}. Başka bir deyimle
telkih edilmiş yumurtacığın tekevVün kuVVeti
embryon'un büyüyen dokuları kütlesine yayıldığı
nispette zayıflıyor;- fakat bu suretle yayılırken
ileride yumurtacık ve spermatozoitleri vücuda
getirecek hücrelerin özel bir noktasına kendinden
bir şeyi yeniden topluyor. O halde denebilir ki
germinatİf pli'tzma devam etmese bile hiç olmazsa
tekevvün ettirme kudretinde bir devam oluyor.
Bu kudret embryon hayatını hateket ettirecek
kadar birkaç H\hza sarf edildikten sonra derhal
yeni cinsel unsurlarda toplanıyor ve burada ye-
niden faaliyet zamanını bekliyor. Işte bu gözle ha·
kıldığı zaman Hayat bir tohumdan diğerine ge-
lişmiş bir organizma ·vasttasiyle geçen hir akışı
andırıyor. Organizma bu akışla sanki fazla bir
parça (excroissance), yahut kendini yeni bir
tohumda devam ettirmeğe çalışan eski bir tohu-
mun meydana çıkarttiğı bir tomurcuktur. O hal-
deki esas, görünür her organizmanın yaşamak için
kendisine verilmiş kısa bir zaman aralığında
beliren görünmez bir ilerlemenin hudutsuz bir
süreğinden ...ibarettir.
46 .YAR.ATICI TEKAMOL
ıl
48 Y AR.A TICI TEKAMOL
lı
4
50 YARATlCI TEKA.MÜL
...
· '
BİYOLOJİ Y.E FlZlKO·SlMt sı
-- - _,.f"' r 0,...
t'P.S-"' -·~ı:tı;ı;lfi
.
50 YAR.ATICI TEKAMÜL
- t ~. •'.f!l\1:1'~
__ .. n>.s.,.o
52 YAR:ATICI TEKAMOL
lı
yanlış bir yol tutulmuştur. Bununla beraber fi. :.ı
ı
BlYOLOJl VE }?ELSEFE 69
,ı
fiiliere varır ki zekii . bunları ne kadar makul
unsurlara ayırsa bütün unsurlarını asla bulamaz;
çünkü hür fiil fikirlerle . ölçülemez ve onun i!
akli'liği, içinde istenildiği kadar makullük bu· il
'l
lunabilecek olan bu ölçülmemezliğin kendisiyle 1'
1
BlYOlOJİ VE FELSEFE 75 1
1
:.ı
ayrı yönlere dağılan ve esasen hep aynı ve
tek hir esişten gelen hir yel gibi. Ahenk, daha
doğrusu, «tamamlayıcılık» (la complimentarite)
geçim tarzlarından ziyade temayüllerde kabatas-
lak görünür. Ve bilhassa ileride bulunmaktan
ziyade ( finalizmin en çok aldandığı nokta bura-
sıdır) geride bulunur. , Müşterek' bir temayülde
değil, hayat hamlesinin ayniyetinden gelir. Bu se-
bepten hayat için beşeri manada bir amaç gös-
termek boştur. Bir amaçtan bahsetmek, gerçek-
leşmekten başka bir şey beklemiyen önceden
mevcut bir model tasarlamaktır. Bunu yapmak
her şeyin ezelden mevcut olduğunu, geçmişin,.
halde okunabileceğini farz etmek; hayatın hare-
ket ve tekamül ederken, zamanın dışında yerleşen
zek3.mız gibi hareket ettiğine inanmaktır. Hayat
1
~se ilerler, surup gider. Geçitmiş bir yolun
üzerine bir göz atarak yönünü tayin etmek ve
bu tayini psikolojik tiibirlerle kaydederek bir
amacın takibi varmış gibi bahsetmek şüphesiz
,,
daima mümkündür. Buna biz de iştirak ederiz.
ı
Fakat geçilecek yola gelince huiıun hakkında 'ı
insan aklının söyliyeceği bir şey yoktur, çünkü
'l&
bu yol onu kat'eden amel ile beraber yaratılır
ki arnelin yönünden başka bir şey değildir.
İmdi tekilmülün her anı psikolojik bir
yoruma elverişli olmak icabeder, ve bu yo- .
.rum, bizim bakımımızdan en iyi bir yorum
<>lmakla beraber tekamülün ancak kat' etmiş
<>lduğu yönler için manalıdır. Bizim teklif ede-
-ceğimiz finalist yorum ise hiçbir zaman gelece-
ğin bir keşfi gibi alınmamak lazımdır. Buradaki
keşif, geçmişi, halin ışığı altında bir nevi gör·
mektir.- Kısası şu ki, finalitenin kHisik anlayışı
hem pek fazla, hem pek az iddialı; hem fazla
geniş, hem de fazla dardır. Hayatı zeka ile açık
lamak hayatın minasını aşırı derecede daralt-
maktır; hiç olmazsa bizim kendimizde bulduğu
muz zek3, tek3.mülün geçtiği yol üzerinde teşek·
kül etmiş, daha geniş bir hayattan ayrılmış bir
parça, daha doğrusu yükseklik ve derinliği olan
bir realitenin bizzarure sathi bir yankısından
başka bir şey değildir. Hakiki. bir finalizm daha
tazammunlu olan bu realiteyi yeniden kurmak,
daha doğrusu, eğer mümkünse basit bir keşifte
kavramaktır. Fakat, diğer taraftan· realite, «tıpkı
yı tıpkıya bağlamak>> melekesi olan ve bu tek-
:rarları yapan zekiyı aştığı için şüphesiz yaratıcı
-dır, yani kendi.ı;ıi aşan ve genişleten sonuçlar
.doğurucudur. Öyle ise bu sonuçlar kendisinde
-önceden mevcut değildir, o halde onları gaye
<>larak da· alamaid~; fakat sonuçlar bir_ kere hu-
sul bulduktan sonra, bunlar da bir örneği ger-
çekleştirmiş olan bir fabrika işi gibi, akli bir
BlYOLOJİ VE F·ELSEFE 77
\
;
,ı
nasıl vukua gelebilir? Bunu kimse iddia edemez,
hatta Darwin'ciler bile olsa olsa aynı sonuçlar
\ 6
82 YARATICI TEKAMOL~
li
ı ~-
86 Y.ARA'riCI TBKA.M'OL
BIRDEN DEGISM!l 95 ı 1
7
:98 YARATıcı TilKAMüL
ORTHOGtN~SE ıoı
lı
d~rmique (embryon'da plastoderme'in orta taba·
kasına denilir) tir. Dahası var: Salamandra ma·
culata denilen ·bir nevi kertenkelenin iris'ine '!
ilişilmiyerek sadece kristal cismi çıkartılacak
ı
olursa iris'in üst kısmı ile kristal cisim yeniden
teşekkül ediyor; fakat iris'in bu üst kısmı da
KAZANILMIŞIN VERASET! ın
ı
bilir. Fakat realiteye ancak bir taraftan dokunan
bu teorileri realitenin aşması icabeder. Hiçbir
tatbikat gözetmediği için ilmin açıklığına hiç de
bağlı olmıyan felsefenin asıl konusu realitedir. 1'
·.1
O halde meselenin çözülınesi için tek3mülcülü- .ı
:ı
ı
r:.:.:-;' .....,, '":,...-.
lJ_! ·-
i.. 126 YARATICI TEKAMOL
ıl.
caklardır. Hayatın tekariıülünde de böyle olmuş
tur. Tekiimül yolundaki dallanırialar pek çoktur,
yalnız açılan iki, yahut üç büyük yolun yanında ! l
1
eğer hakikaten durınıyan bir yenileıme, bir ya-
ı
ratma ise gitgide hayatın yalnı~ ıekillerini değil,.
zeka .için bu şekiller( anlamağa elverişli olacak
fikirleri, hatta bu fikirleri ifade edecek tabirieti
d~ yaratacaktır. O halde hayatın geleceği, ıimdi
. ki halini aşacak_, önceden mevcut yahut tasarlan-. ll
mış bir plinın, gerçekleşmesi olamıyacakt-.r. ı:
1
NEBAT VE HAYVAN 145
l\
ı
Jazımdır.
YARA TICI TEKAMÜL
'i
NEBAT VE HAYVAN 155
l,ı
biribirlerini tamamlıyan iki karakter silsilesi de
bundan ile~igelmiştir; fakat ister çiı.tışsınlar;
ister birbirlerini tamamlasınlar aralarında daima ı,,
bir akrabalık havası vardır. Hayvanlar uzun te-
kamül yolunda birtakım arızatada gittikçe da- '1
ll
160
ı
şu kanunla ifade edebiliriz: bir temayüZ gelişir·
ken parçalandığı zaman bu suretle doğan tema-
yiillerden her biri ana temayü/den kendi ihtı·
ı
sas/aşmış faaliyetleriyle ıızlaşabilecek şeylerin
hepsini muhafaza etmek ister.~ Geçen bölümde
gördüğümüz gibi müstakil tekamül yollarında
görülen ve birbirlerinin aynı olan karmaşık
mekanizmalar böylece açıklanabilecek bir hale
gelir. Nebatlada hayvanlar arasındaki derin
birtakım benzeriikierin belki de başka bir sebebi
'ı
ı
ı
kendi samimiliğimizden irkilecek iyilik ve sev·
giyi inkar edecektik.
Bu falsoların derin sebebi önüne geçilemez
bir ritim ayrıliğından gelmektedir. Genel olarak
hayat, hareketliliğin ta kendisidir; hayatın parça
belirtileri ise bu hareketliliği istemiyerek kabul
e4er, ve bunda daima geç kalır. Hayatın hare·
ketliliği ise daima önden gider;' onun parça be~
Iirtileri de yerlerinde saymak isterler. Tek3.mül
HAYV ANLIGIN GELİŞMESİ 171
ı'
HAYVANLIGIN GEL1SMES1 179
l
Kemalini bulmuş 'bir zeka da cansız aletler
yapmak ve· kulla1111lak melekesidir.
Bu iki faaliyet tarzınıniyilik ve kusurları
pek meydandadır. İçgüdü, ihtiyaca göre bazsrian-
mış bir aleti eli altında hazır bulur. Hem de,
tabiatın bütün eserlerinde görüldüğü gibi, tefer·
ruattaki son derece karmaşıklığına karşılık işle
mesi son derecede basit olan bu alet ödevini
istenilen anda kolayca ve çok kere şaşılacak bir
mükemmellikle yapar. Fakat buna karşılık yapısı
hemen hiç değişmez; çünkü yapının değişmesi
nev'i de değiştirir. Bu itibarta içgüdü, zorunlu
1
olarak ibtısaslaşmış, yani belli bir şey için kul-
lanılan belli bir alet olmuştur. Zekansn yaptığı
ZEKA VE !ÇGÜDÜ 187
1'
'
ı\
ZEKA VE İÇGÜDÜ 191
i
198 YARA TIC! TllKAMilL
il
ZEKANlN TABII FONKSIYONU 205
ı
208 YARA TICI T-EKA.MOL
Aynı
içgüdünün Jilhakika muhtelif tekemmül
dereceleri vardır. Mesela, yabanarısı ile bal arıSı
arasındaki tekemmül farkı büyüktür, aralarında
da birçok mutavassıtlar vardır. Bu tekemmül
derecelerinden her biri sosyal hayatın karmaşıklık
derecelerine karşılık olduğu gibi aralarında az
,,
İÇGÜDÜNÜN MAHIYETi
\
:222
lı
müzik makamını zekanın soyut tabirleriyle
ifadeye kalkışmak boşunadır; çünkü bu ma·
karnlar düşünülmüş değil, duyu/muş şeyler
dir. Birtakım yabanartlarının aviarını öldür-
meksizin kötürümleştiren içgüdüleri karşısında
da aynı intıba alınır. Bunlar yumurtalarını,
kötiirümleştirmek suretiyle avladıkları· örümcek-
leri~ hamam böcekleri ve 'urtılların üzerlerine
bırakır; kötürümleştirilmiş olan bu böcekler
birkaç ·gün hareketsiz kalm~kla üzerlerine bıra~
i
en iyi belli eden normal ve marazi tanıma vakı·
alarından bilhassa afazi (aphasie) leri incelemiş
,,,ıi
ı
nikleşrneğe sürüklemiş, fakat bu yüzden de
hareketi hem son derece ağırlaşmış, hem de o
nispette parçalanmaya uğramıştır. Kanadianmak
il
için kozasında hapsolan ipek böceği gibi şuur
da bir yandan hakikaten uyuşmak zorunda ka- 'lı
lırken diğer yandan taşıdığı temayüllerin çoklu- ,1
r.
240 YARATICI TEKAMÜL
ı
saymak güç olur. Vakaa bu sebep o neticeye
yonunu göstererek onu boşa/tıyor. Nihayet her
i
şey zekanın maddeye el atmasının başlıca amacı
maddenin engel olduğu hayat ham!esine sanki
yol açmak ve bu .hamlenin yolunda devam et-
mesini sağlamaktır gibi görünüyor.
İnsan beyni ile hayvan beyni karşılaştırıldığı
zaman da aynı "intıba alınır. Bunların arasındaki
fark, ilkönce bir hacım ve karn;ıaşıkhk Hik! _
gibi görünür. Fakat işleyiş ve verimlerine bakı
lırsa arada bambaşka bir fark olmak icabeder.
Hayvan beyninin kurabildiği mekanizma, yani
iradesiyle kazandığı alışkanlıklar bu mekanizma-
larda toplanmış alışkanlıkların hareketlerini tek-
rarlamaktan başka bir sonuç vermez. insanda
ise hareki alışkanlıklar hayvanların alışkanlıkla
riyle kıyas edilmiyecek ikinci bir sonuç verebi-
lir; o bal de ki diğer hareki alışkanlıkları hüküm-
den düşü_rerek otoınatizme hakim olmak suretiyle
şuuru serbest bırakabilir. Dil merkezlerinin in-
san beyninde - tuttuğu yerin ne kadar geniş ol-
duğunu biliyoruz. Kelimelere tekabül eden be-
yin mt:kanizroalarının diğer mekanizmalarla, veya
birbirleriyle çatışmak gibi bir özellikleri vardır.
İşe gömülmüş ve işe sürüklenmiş · olan şuur an-
cak bu çatışmalar esnasında kendine sahip olarak
serbestleş ir [ı}.
! 1
YARA TIC! TEKAMÜL
256
lı
1'
1
.278 YARA TICI TEKAMÜL
•
294 YARA TICI TEKAMÜL
1
MADDENiN İDEAL OLUŞU . 315
1
'
MADDENİN İDEAL . OLUŞU 319
'
MADDENIN IDEAL OLUŞU 333
lı
/
Pı
halde bir şeyin yokluğunu ortaya koyan hüküm·
ler biri düşünülen, diğeri görülen olmak üzere
' iki nevi mevcudiyet arasında~i tezadı formül-
lendiren, yani göz önünd_e bulunan mevcudiyet
ile göz öıiünde ·bulunabilir olan mevcudiyet ara-
sındaki tezadı ifade eden hükümlerdir; bunlar
ise .bir ldmsenin-- ister gerçek ister hayali ol-
sun- herhangi bir mümkün ıriev.cudiyetin vücut
d bulmuş gibi olduğunu yanlış yere saadığı hal-
lerdir. Hakikat şu ki bu mümkün m·evcudi-
il yetin yerinde onu· inkar eden · farklı bir realite
vardır: İnkar hükmü işte bu tezadı ifade eder,
fakat onu bile tam · olmıyan bir şekilde ifade
eder, çünkü hitabettiği kimse, hipotez icabı,
belki mümkün olan mevcudiyetle ilgilidir de
' bunun yerine ne çeşit bir realitenin geçmiş ol-
duğunu bilmeyi asla tasa etmiyen bir kim-
sedir. Demek ki müıİ"ıkün _olan ıiıevcudiyetin
r~el olan ,mevcudiyet yerine alınınasi keyfiye_ti,
MEVCUDiYET VE YOKLUK 373
374
'i
l.
410 YARATICI TEK.AMOL
li
EFLATUN VE ARlSTO 4ll
;ı
ıı.
414 YARATlCI TEK.AMOL
1
418 _YARA TIC I TEK.AMOL
)
EFLATUN VE ARİSTü 419
' 1
ı
ı
1
KANT'IN TENKlDl 455
ı.
kısmının kafi olup olmadığını kendi kendine
sormağa bağlıdır. Filhakika ilim; eskilerde kav-
ramlara, yani met·cudattn nevilerine yükleniyor·
du. Bütün kavramları bir tek kavrarnda topla-
tnakla zaruri olarak bir· varlık a varıyorlardı;
buna şüphesiz Düşünce (Pensee) de denebilirdi,
yalnız bu, düşünen düşünce (Pensee-sujet) olmak-
tan ziyade düşünülen düşünce (pensee·objet)ydi:
l
Aristo, Tanrıyı «noeseos .no esis» (düşüncenin
düşüncesi) diye tarif ettiği zaman, ihtimal ki
kuvveti düşüneeye <<noesis» değil düş~nülen'e
«noeseos» veriyordu. Tanrı burada bütün kav-
ramiZtrın sentezi, fikirlerio fikri idi. Fakat yeni
ilim kanunlar yani niünasebetler üzerinde yürür.
Bir münasebet ise iki yahut birçok hadler
arasında zekıt tarafından kurulmuş bir bağlılık
tu. Bir münasebet ise, onu kuran zekanın
dışında hiçbir şey değildir. 0 halde olay-
lar bir zeka sözgeçinden geçmedikçe kilinat
bir kanun.lar sistemi olamaz. Bu zeka şüpHesiz.
insana son der~ce üs.tün bir -varlığın zekası .da
olabilir, öyle bir varlık ki mevcudatın maddili-
ğini kurmakla birlikte aralarındaki münaselietled
de kurmuş bulunabilir: nitekim Leibniz ve Spi-
noza'nın hipotezleri böyleydi. Fakat bu kadar
uzaklafa gitrneğe ne hacet, burada neticeyi elde
etiDek için insan zekası yeter: nitekim Kant
..nıeseleyi bu suretle haıieder. Bir Spinoza yahut
F
1
KANT'IN TENKIDI 461
1
47. YARATIC I TEKAMOL
A
Acte Am el
Aphasie Af azi
Actif Aktif
A priori Deneyden Önce
Aptitude Kabiliyet
Analyse Analiz
Av or ton Düşük
Assodation Birleşme, çağrışma
Antecedent Öncü\
Action Fiil, aksiyon
Artisan Zanatçı
Affection Teessür'
Absolu Mutlak
Attribut Yükle m
Approximatif Takribl
A fortiori Haydi haydi
B
Bon sens Sağduyu
Bulbe Soğancık
c
ContinuitC Süreklilik
Cellules bipolaires Çift kutuplu hücreler
CeUules multipalaires Çok kutuplu hücreler
Continu Sürekli
Comprehension İçlem
Chose Şey
\
YARATlCI TEK.AMOL 475
Clarte Açıkhk
Cansali te Sebeplilik, kozalite
Chamhre. noire Karanlık oda
Cornee Korne
Complexe Karmaşık
Comprehensive İçlemli
Canalisee Yatak açmış
Correlation Karşılıklı bağlılık, ba~laşım
_Choses Eşya
Caraetere Karakter
Cellules visuelles Görme hücreleri
Complementaire Tamamlıyan
Construction Yapı
CrustacCs Kabuklular
CorrClatif Karşılıklı
CorP sphCrique Muhiti cisim, çevresel cisim
Causalite mCcanique' Mekanik kozalite'
C oneret Somut
Com po se Mürekkep, bileşik
Certitude Yakin
Cornue Karnİ
DıSclancher Boşaltmak
Discontinuite Süreksizlik
Dialecticien Diyalektikçi
Distinction Seçiklik
DCsintthessC Menfaatsiz
Devenir Oluş
Demi noyau Yarım nüveler
DCroulement Açılma, serilme
Discontinu Süreksiz
Desord re Düzensizlik
Dogme Dogma
Doetrine Doktrin
DCclanchement Boşalma
YAR.ATICI TBKAMOL
Directions Yönler
Duree Süre
Derivee Müştak; türev
E
Entendement Müdrike
Effort Cehit, gayret, çaba
:Etendu Uzam
Etat Hal
Extension Kaplam
En fait fiilen, fiili olarak
En droit Hükmen, hükmi olarak
Evalutian Tek:Bmül
Especes Neviler
Etres Varlıklar
Ecart Sapış, sap~a
Excitant Münebbih, uyaran
Encephale Beyin
Expansion Uzantı
:El an Hamle
Elan originel -Ana hamle
Erierne Dı~
Echinoderme Derisi dikenliler
Embryon Embriyon
f.quations differentielles Diferamıiyel (ayrırnsal) denk~
lemler
F
Forme Suret, şekil
Formelle Formel
Fabrication Fabrika işi (mamul Bt), yapma
şey
Fa it Olgu
FacultC Me leke
G
Generalisation Genelleme
Genre Cins
GeneraliSer Geneliemek
Germinatif Doğurucu, germinatİf
H
Hipnotiser Uyutmak (suni olarak)
Heteroplastie Gayrimütecanis tekevvün
Histologie Histoloji
Hipothese Hip otez, faraziye
Heterogene Heterogen, bir cinsten olmıyan
Hydre Hidra
Hypertrophie Aşırı büyüme
I
lntuition Sezgi, sezit
lnsecte Böcek
lnflux nerveuse Sinir seyalesi
lmpulsion İçtepi
lnfusoires Haşlamlılar
In tention Niyet
Ide es Örnekler {Eflıitundaki
siyle), ldea'lar,
Interne İç, içlek
lnnee Fıtri, doğuştan
Inerte Atıl, cansız
lnconnaissable Bilinemez
Infini e Sonsuz, bitimsiz.
lrrCel Reel olmıyan, gerçek olmıyan
lllusion Yanılsama
lnpondCrable Tartılamaz
lndividu · Fert
'
il
478 YARATlCI TEKAMOL
J
jouee Oynanmış, vücutla yapılmış
L
Le parallelisme Parallelizm, başabaş gitme;
paralelcilik
Les virtualitCs Bilkuvvelikler
~a science universelle Evrensel ilim
Le reel Reel, gerçek
Loi de causalite Kozalite kanunu
La memhrane nerveuse Sinir zarı
Le pur mCcanisme Halis rnekanİzın
Le progres İlerleme
La contingence İmkan, olabilirlik
Les gCnCalogies Kütükler
Latente Mekni (örtülü)
La complCmentaritC Tamamlayıcılık
L'adaptation İntıbak, oyma
Les invertebres Omurgasızlar
La lo i e de, corn!lation Karşılıklılı bağlılık, kanunu
LCsions Afetler
Li bre Hür, serbest
Les concepts Kavramlar (mefhumlar}
L'intelligence Zeka
Les nations Bilgiler, kavramlar
Le temps Zaman
Lombriculus Solucan
Les entitCs Mevhum varlıklar
Les parties Parçalar
Les sens Duyular
Larvaire Sürfevi
La meme produit le meme Tıpkı tıpkı,yı dokurur.
M
Monde intelligible Akıl alemi
Mo bilite pure Saf hareketlilik, katıksıZ ha-
reıkiyet
YARA TIC! TEKAMOL 479
Matiere Madde
Mollusque Yumuşakçalar
Mutations Birden değişmeler
Monstruosites Ucubelikler
Mo elle Omuritik
Multiplicite Çokluk
Moi Ben
Mass e Kütle
o
Orbite de l' oeil Göz çukuru
Ordanne Düzenli
Ortho!ienese Ferdi tekevvün
Occasion Vesile
Organe Organ
Originel Asli; temel
Ovule Yumurtacık
Oursin Deniz kestanesi
Operation s Arndiyeler
Objet Şe)•, nesne, konu
·Organ ise Organikleşmiş
Objectivite Objektiflik
Present Hal
Perception İd rak
Paleontologie Paleontoloji
Probabilite İhtimalli!ik
Processus Proçes, süreç
Potentiellement Mekni olarak; örtülü olarak
Partienli er Özel
480 YARA TIC I TEK.AMüL
Primordial Ilksel
Principe Prensip; ilke
Postulat Konut, postutat
.Pirincipe vitale Hayati prensip
Molecule Zerre
Passif Pasif
Peigne Deniztarakı
R
Relations Münasebetler
Raisonnement Akıl yürütme, muhakeme
Raison d'etre Hikmet-i vücut '
Relatif İzafi; röl8.tif
Re generatian Yeniden teşekkül
Regne Boy
Realite Realite, gerçek
Reservoirs Depolar
Ratianalite Aklilik
Representations Tasavvurlar, tasarılar
Raison Akıl
s
Sens commun Halk duygusu
:Solidaire Dayanışmalı, ba~la§ımlı
Sui generis ,Nev'i şahsına munhasır
Saprophite Saprofit
.Structure Yapı
Sports (İngilizce) Oyuncaklar
Sensations Duyular
So us - grouPes Alt gruplar
SclCrose Göz akı
SimultaneitCs Hemzamanlılıklar, zamandaş
lıklar
seıection
naturelle Tabii ıstıfa
Somnambule Uykuda gezen
YARATlCI TEKAMÜL 481
Spfculation Spekülasyon
Symboliqı~e Sembolik
Sentimenis Duygular
Succession T ev ali; art arda geliş
Survivanee Arta kalma
T
'fraiectoire Mahrek; yörünge
Torpeur Uyuşukluk
Terme Had; term
Tout fait Olmuş bitmiş
Transformations İstibaleler, şekil değiştirme-
ler
Tar e Bozukluk
Tbese Tez
Trait d'union Şiraze
Tourbillonement Helezoni hareket
Tout Bütün
Thforique Teorik
Tendsnces Temayüller, sarkmalar.
u
Unifieation Birleştirme
Unite Birlik, vabdot
Universelle Evrensel
Universalite Evrensellik
Un proeessus discontinu Süreksiz bir süreç (proçes)
V
Vertebrfs Omurgalılar
Virtuellement Bilkuvve
Variations brusques Birden değişmeler
Volitions İstekler
31
İÇİNDEKİLER
Sahife
- Bergson'urı f~lsefesi V-LXI
Giriş . • . ı
BİRİNCi BÖLÜM
Hayatın Tekllmiiİii. - Mekanlzm ve Finalite
İKINCİ BÖLÜM
Hayatın Muhtelif Yönlerindeki Tekilmülii.
Uyuşukluk, Zekll, İçgiidii
Tekıimül prosessünün genel fikri. Büyüme. Biri-
birlerinden uzaklaşan ve biribirlerini tamamlı-
yan temayüller. ilerleme ve intıbakın manası 111
Hayvanla nebatın münasebetL Hayvani haya•
tın şeması. Hayvanlığın gelişimi . 118
Hayatın tekılmülünün büyük yönleri: Uyu.
şukluk, Zeka, içgüdü. 149
YARATICI TEKAMüL 483
Sahife
Zekinın i~kel (primordiale) fonksiyonu 164
İçgüdüuün mahiyeti. 179
Hayat ve şuur, İnsanın tabiatta olan görÜ·
nüşteki yeri 190
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Hayatın mAuasına dair
Tablatın düzeni ve zekAnın şekli
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
DÜ!jÜncenin sineina tografik mekanizması
ve mekanistik illusion.-Sistem.ler tarihine
bir bakı§. - Gerçek oluş ve sahte
tekiimülcülük.
Sahife
Suretler felsefesi ve bu felsefenin oluş hakkın-
daki anlayışı. Efl8.tun ve Aristo. Zekinı.ı tabii
. meyli.. . .... , 403
Yeni ilirnde oluş. Zaman hakkındaki iki görüş. 421
Yeni ilmin metafiziı'ti. Descartes, Spinoza, ı
Leibniz 441
Kant'ın tenkidi , 455
Spencer'in tek3mülcülüğü 464
YARATıcı TEKAMÜL
~111q,\'1~~~\\1\fi
t