You are on page 1of 35

VAHDEDDİN’İN SIRDAŞI AVNİ PAŞA ANLATIYOR

Milli Mücadele ve Sürgün Yılları


Osman Öndeş

TİMAŞ YAYINLARI | 2674


Osmanlı Tarihi Dizisi | 69

GENEL YAYIN YÖNETMENİ


Emine Eroğlu

PROJE EDİTÖRÜ
Adem Koçal

EDİTÖR
Zeynep Berktaş

KAPAK TASARIMI
Ravza Kızıltuğ

1. BASKI
2012, İstanbul

ISBN
978-605-114-929-5

TİMAŞ YAYINLARI
Cağaloğlu, Alemdar Mahallesi,
Alayköşkü Caddesi, No: 5, Fatih/İstanbul
Telefon: (0212) 511 24 24 Faks: (0212) 512 40 00
P.K. 50 Sirkeci / İstanbul

timas.com.tr
timas@timas.com.tr
facebook.com/timasyayingrubu
twitter.com/timasyayingrubu

Kültür Bakanlığı Yayıncılık


Sertifika No: 12364

BASKI VE CİLT
Sistem Matbaacılık
Yılanlı Ayazma Sok. No: 8
Davutpaşa-Topkapı/İstanbul
Telefon: (0212) 482 11 01
Matbaa Sertifika No: 16086

YAYIN HAKLARI
© Eserin her hakkı anlaşmalı olarak
Timaş Basım Ticaret ve Sanayi Anonim Şirketi’ne aittir.
İzinsiz yayınlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
VAHDEDDİN’İN SIRDAŞI
AVNİ PAŞA ANLATIYOR
Milli Mücadele ve Sürgün Yılları

Osman Öndeş
AHMED AVNİ PAŞA

1878 senesinde Batum’da doğdu. Şahinbaşoğlu (Lortkipanidze) Süleyman Faik Paşa’nın


oğludur. Harp Okulu’ndan mezun oldu. 1897 Osmanlı-Yunan, Balkan Harbi ve
Birinci Dünya Savaşlarına katıldı. 1915 senesinde oluşturulan Lazistan ve Havalisi
Umum Kumandanlığı’na bağlı Gürcü Lejyonu’nun komutanlığını yaptı. Son padişah
Vahdeddin’in başyaverliği görevini yürüttü. Ayrıca Bahriye Nazırlığı yaptı. Cumhuriyet’in
ilanından sonra 1924 yılında “Vatan Haini” olarak ilan edilen 150’likler Listesi’ne son
anda dahil edildi. Padişah Vahdeddin’in vefatına kadar yanında kaldı ve daha sonra
Lübnan’a yerleşti. Vatan Haini olarak 150’likler Listesi’ne dahil edilmeyi hiçbir surette
kabul etmeyen Ahmed Avni Paşa 1930’lu yıllarda Lübnan’ın sahil kasabası Cünye’de
vefat etti. Ahmed Avni Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Samsun yolculuğu
öncesindeki hazırlıklarını organize edenlerdendir. Harbiye Nazırı Gürcü Şakir Paşa’nın
damadı idi. Sultan II. Abdülhamid’in eşi Bidar Hanım’ın annesi Şahika İffet Lortika-
panidze Avni Paşa’nın akrabasıdır.

OSMAN ÖNDEŞ

1931 yılında, baba tarafından dedesi Üsküplü ve Selânik’ten muhacir kolağası Osman
Sancakdar Efendi ve Hafize Fahriye Hanım’ın İstanbul, Üsküdar İmrahor’daki evinde
doğdu.
Ankara-SBF’den ayrılarak Deniz Harp Okulu’na girdi. Bu okuldan dede ve baba mesleği
olan bahriye zabiti olarak birincilikle mezun oldu. Meslek yıllarında bir yıla yakın ABD
Maryland, İngiltere’de South Shields, Newcastle, Glasgow, 1968-70 yıllarında Malta
Adası’nda yaşadı. 1972’de gemi komutanı iken isteğe tâbi olarak istifaen emekli oldu.
Öğrencilik yıllarından beri yazarlık yanı hep ağır bastığından Son Saat, Milliyet, Hür-
riyet, Günaydın, Dünya, Referans, Hayat Tarih dergisi, Hayat Mecmuası ve Belgelerle
Türk Tarihi, Atlas Tarih gibi yayınlar başta omak üzere muhtelif gazete ve dergilerde
yüzlerce makalesi, araştırmaları ve Günaydın gazetesinde Cemal Dündar’ın resmettiği
çizgi romanları yayınlandı.
Eserleri; Boğaziçi Yayınları, Yağmur Yayınevi, Altın Kitaplar, Milliyet Yayınları, Hürriyet
Yayınları, Aksoy Yayıncılık, Remzi Kitabevi, Yapı Kredi Kültür Yayıncılık, Şenocak
Yayınları, İş Kültür Yayınları ve Timaş Yayınları gibi yayınevlerince neşredildi.
İngiltere’de, Lloyd’s of London Press, Informa, Seatrade, Shipbroker, Yunanistan’da Naftiliaki,
İsviçre’de International Journal of Transports dergilerinin Türkiye temsilcisi olarak çalıştı ve
bu sürelerde İngiltere’de Colchester ve Londra’daki merkezlerde temsilci olarak yer aldı.
Sürekli Basın Kartı sahibi Osman Öndeş, Bahriye Nazırı ve Sultan Vahdeddin’in Ser-
yaveri Avni Paşa ailesi mensupları tarafından kendisine emanet edilen “Avni Paşa’nın
Hatıratı” ile tarihi ve vicdani bir perdeyi aralamaktadır.
İÇİNDEKİLER

Sunuş / 9
Önsöz / 11
1. Bölüm
Ahmed Avni Paşa ve Ailesi / 21
2. Bölüm
Kimdi ve Nasıl Seçilmişti
Bu Vatan Haini 150 Kişi? / 47
3. Bölüm
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası
Ahmed Avni Paşa / 133
4. Bölüm
Sultan Vahdeddin’in Sürgün Yılları
ve Ahmed Avni Paşa’ya
Yazdırdığı Hatıratı / 333
5. Bölüm
Sultan Vahdeddin’in Vefatı ve
Sonrasında Yaşananlar / 357

Ek / 369
Kaynakça / 375
Dipnotlar / 377
Ahmed Avni Paşa Albümü / 427
İndeks / 455
Tercüme-i Hâlim
Ben kimim? Rumi 1291 yılı Temmuz ayı ortasında Batum’un
sayfiyesi olan Çakay’da Şahinbaşzade Süleyman Paşa’nın soyundan
gelmişim.
1893 Moskof Muharebesi’nin ardından, ailece Trabzon’a hicret ettik
ve orada yerleşerek, Trabzon mülki ve askeri rüştiyesinden saadetimde
İstanbul’da Kuleli Askeri İdadiyesi’ne nakil oldum. 1308 senesinde
Mekteb-i Harbiye’ye dahil oldum. 1313 yılında (24 Ocak 1898) Erkân-ı
Harbiye Yüzbaşı rütbesine terfi ettim.
Henüz, Erkân-ı Harbiye sınıfındayken Yunan Harbi sebebiyle Te-
selya Muharebesi’ne katıldım. Trabzon’da Redif Fırkası’na Erkân-ı
Harbiye zabiti olarak kumanda ettim. Hidemat Vakası’na binaen Yunan
Madalyası ve IV. Derece Mecidiye Nişanı ile ödüllendirildim.
Erkân-ı Harbiye Umumi Dairesi’ne tayinim çıktı. 1314’te (18 Ma-
yıs 1898) Kurmay kıdemli Yüzbaşı-Kolağası rütbesine terfi ettim ve
Yemen’e tayin olundum.
1318 senesinde Ankara Fırkası ile Hassa Ordusu’nda Erkân-ı
Harbiye’de görevler aldım. Tercihen (28 Aralık 1901) Kurmay Binbaşı
rütbesine ve ardından 16 Nisan 1903’te Kurmay Yarbay-Kaymakam,
11 Şubat 1908’de Kurmay Albay-Miralay oldum.
1324 senesi ve Meşrutiyet’in ilanından sonra Yıldız’da II. Fırka,
Erkân-ı Harb riyasetinde 13. Alay Kumandanlığı’na tayin edildim.
Görevler birbiri ardından geliyordu. Alay’ın Üsküdar tarafına naklim
ve oradan Samsun Redif Livası Kumandanlığı’na tayinlerim çıktı.
1324 Mayısı’nda Arnavutluk İsyanı’nın bastırılmasına memur
edildim. Altı ay Harekât-ı Askeriye’deki icraatın başında yer aldım.
Temyize muvaffak oldum ve Padişah hazretlerinin huzurunda icra

135
Ahmed Avni Paşa

kılınan merasime katıldım. Şimdi V. Babaeski Kumandanlığı’na tayin


olunmuştum!
1325 senesinde Yemen Harbi’nden dolayı Miralaylık rütbesini
muhafaza etmek kaydıyla yapılan tasfiyeye maruz kaldım.
1326 senesi Şubat ayında Yemen’de ortaya çıkan isyanın bastırıl-
ması için sevk olunan Kuvâ-yı Umumiye Erkân-ı Harbiye emrine ve
II. Fırka Kumandanlığı’na tayin olundum. Hidemat Vakası’nda ve
bilhassa Hacı Yahya ile yapılan ittifakta gösterdiğim yüksek işbirliği
başarımdan dolayı 1327 yılında (10 Aralık 1911) tümgeneralliğe terfi
edildim ve San‘a Tümen Kumandanı olarak tayin oldum. Bu görevim
sırasında 1911-1912 Osmanlı-İtalyan Savaşı’na ve 1912-1913 Balkan
Harbi’ne katıldım.
1327 yılı başlarında Yemen’deki 12. Fırka Kumandanlığı’na ve-
kaleten tayinim çıktı. Ardından 1328 yılı sonlarında yine İstanbul’a
çağrıldım.
1329 yılı (31 Mart 1916) Erzurum’daki 23. Nizamiye Fırka-
sı Kumandanlığı’na memuriyetimin değiştirilmesi emrolundu.
Erzincan’da 10. Kolordu Ahz-ı Askeri Heyet-i Riyasetine (Asker Alma
Kurulu Başkanlığı) tayinim gecikmedi. 8 Ocak 1917’de 4. Kolordu
Ahz-i Askeri Heyet-i Riyaseti’ne (Asker Alma Kurulu Başkanlığı’na)
tayin edildim.
1330 senesi (1914) Birinci Dünya Harbi patlak verince 27 Mart
1915’te 12. Ordu Menzil Müfettişliği’ne, Erzurum ve Lazistan Havalisi
Kumandanlığı’na tayin edildim. Bir sene boyunca Moskoflarla cereyan
eden sahil muharebelerinde bulunduktan sonra aynı sene Sivas Ahz-ı
Askeri Heyet-i Riyaseti’ne (Asker Alma Kurulu Başkanlığı) döndüm.

Karadeniz Cephesi’nde Geçen Hayatım


Karadeniz Cephesi Avni Paşa’nın Hatıratı’nda ayrıntılı olarak yer
almamakta. Bu nedenle kısmen Ahmed Avni Paşa’nın hatıratından ve
gerekse Genel Kurmay Başkanlığı Arşivi ile bağlantılı eserdeki kayıt-
lardan istifade ederek nakledeceğim; Kafkas Cephesi’ndeki Teşkilât-ı
Mahsusa birlikleri Rus Ordusu birlikleri karşısında yenik düşmüş,
Ruslar hücuma geçerek Artvin ve havalisini işgale başlamışlardı. Bir-
liklerimiz bozulmuş, bölge halkı korku ve telaş içerisinde göçe baş-

136
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

lamışlardı. Bunun üzerine Trabzon ve Havalisi Teşkilât-ı Mahsusa


Kumandanlığı lağvedilerek, Ahmed Avni Paşa 27 Mart 1915 tari-
hinde 12. Ordu Menzil Müfettişliği’ne, Erzurum ve Lazistan Havalisi
Kumandanlığı’na tayin edildi.
93 Harbi olarak adlandırılan bu sefalet, 1877-1878 Osmanlı-Rus
Savaşı ile başlamıştı. Rus orduları karşısında yenik düşülünce, Rusya’nın
ilhak ettiği ve Mart 1918’e kadar çarlık yönetiminde bir vilayet (Rus-
çasıyla oblast) oluşturan üç Osmanlı Sancağı’ndan (Elviye-i Selase)
Batum, Çıldır ve Kars sancaklarından birincisi Rusların Batum oblas-
tına, son ikisi de Kars oblastına dahil edilmişti. Kars oblastı, bugünkü
Kars ve Ardahan illeri ile Erzurum’un Oltu, Olur, Şenkaya ve Narman
ilçelerini kapsıyordu. Ekim 1917 Sosyalist Devrim’inden sonra kurulan
Bolşevik Hükûmeti 3 Mart 1918’de imzaladığı Brest-Litovsk Antlaşması
ile Elviye-i Selase’den çekilecektir.
Vahdeddin Gurbet Cehenneminde başlıklı eserin yazarı Tarık Müm-
taz Göztepe’nin ifadesiyle; Miralay Avni Bey, Mahmud Muhtar Paşa’nın
askeri şöhretlerinden birini temin eden ve 1910 senesinde Rumeli’de
yapılan meşhur sonbahar manevralarında takdir ve teveccühünü
kazanmış olan Karadeniz’in mahalli ve yiğit başlıklarıyla heybetli bir
varlık gösteren, talim ve terbiye hususunda da birçok kıtalar arasında
seçilen maruf Samsun Livası’nı kumanda etmişti.
Avni Paşa, Balkan savaşlarına Samsun Tugayı kumandanı olarak
katılmasına rağmen, nedense Genel Kurmay Başkanlığı’nca yayım-
lanan, Balkan Savaşı’na Katılan Komutanların Yaşam Öyküsü-Alay
ve Daha Üstbirlik Komutanları adlı eserde anlaşılmaz bir şekilde yer
verilmemiştir.
I. Dünya Harbi’nde Teşkilât-ı Mahsusa başlıklı eserinde Arif Cemil,
durumun vehametini işaret ederek şöyle der: “Cephede durum hiç de
iyi değildi. Ordu Teşkilât-ı Mahsusa’yı kontrol altına almak ve nizami
birlikler haline getirmek istiyordu. Lazistan ve Havalisi Kumandanı
olan Avni Paşa, Erkân-ı Harp olarak emrine verilen Kara Vâsıf lakaplı
Miralay Vâsıf Bey’le birlikte bu talebi gerçekleştirmek üzere çalışmalara
başladı. Dağılan Teşkilât-ı Mahsusa birlikleri, Teşkilât-ı Mahsusa Alayı
adıyla yeniden teşkilatlandırıldı. Ancak bu durum Teşkilât-ı Mahsu-
sacıları rahatsız etti. Teşkilâtın reisi Dr. Bahattin Şâkir yerine Filibeli

137
Ahmed Avni Paşa

Hilmi Bey’i vekil bırakarak gelişmelere müdahele etmek amacıyla


İstanbul’a gitti. Vekil bıraktığı Hilmi Bey’in kendisine çektiği telgraf:
“Avni Paşa ve Kara Vâsıf umumi Teşkilât-ı Mahsusa’nın nizamiye gibi
tanzimine, sevk ve idaresine memur oldular.” Cümlesiyle başlıyor ve
“Biz bu kadar zamandan beri çalıştık, çabaladık. Şimdi onlar gelip
Teşkilât-ı Mahsusa’ya sahip çıkıyorlar (…) Biz başkalarının emri al-
tında hareket edemeyiz.” cümleleriyle devam ediyordu.
Hilmi Bey ulaşabildiği her makam ve kişiye bu yöndeki düşün-
celerini ve duygularını bildirirken, kendisi de Teşkilât-ı Mahsusacı
olan Arif Cemil Bey, Hilmi Bey’in feryatlarının beyhude olduğunu
ifade ederek şöyle anlatıyordu: “O ve Teşkilât-ı Mahsusa’ya tâbi olan
zevat askeri vaziyeti layıkıyla kavrayamadıkları için kuvvet ve nüfuzun
ellerinden gitmesine tahammül edemeyerek sağa sola başvuruyorlar
ve yine iktidar mevkiine çıkmaya çalışıyorlardı. Harbin başlangıcında
çetelerimizin düşman topraklarında faaliyet göstermeleri mevzu ba-
hisken Teşkilât-ı Mahsusa’nın kendi başına hareket etmesi doğru ola-
bilirdi. Fakat zapt edilen düşman, arazi tutamadıktan ve Rus kuvvetleri
bizim topraklarımıza girmek üzere bulunurken Teşkilât-ı Mahsusa’nın
müstakil hareket etmesi askerlik açısından doğru olamazdı. Ordunun
düşüncesi düşmanın ileri hareketini durdurmak için çare aramaktı.
Onun için tâ Trabzon havalisinde yeni bir savunma hattı hazırlıyor-
du. Avni Paşa’yı oraya kumandan tayin etmiş ve Kara Vâsıf Bey’i de
Erkân-ı Harp reisi yapmıştı.”
Ruslar 14 Mart 1915’te cepheden taarruz ve yandan hafif donan-
malarının yardımı ile Arhavi’yi işgal ettiler ve 20 Mart günü Artvin’e
taarruza başladılar. Mareşal Fevzi Çakmak Büyük Harb’de Şark Cephesi
Hareketleri başlıklı Genel Kurmay Başkanlığı’nca neşredilmiş eserinde
birkaç gün süren şiddetli çatışmalardan sonra Rusların Şitanke müf-
rezesinin tamamını 26 Mart’ta Arhavi suyunun gerisine mevzilendi-
rerek bu mevkide durduklarını şöyle anlatır: “Bundan sonra Liyahof
Artvin üzerine olan baskısını artırdı. Burada Halit ve Bahaeddin Şâkir
Beyler savunmadaydılar. 27 Mart’ta Artvin düştü ve Halit Bey’in Milo
Müfrezesi, Milo istikametine doğru çekildi.
Trabzon Cephesi ehemmiyet arz etmekte olduğundan Avni Paşa
Lazistan ve Havalisi Kumandanlığı’na tayin olundu. Kara Vâsıf, Erkân-ı

138
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

Harbiyesi’ne verildi. Emrinde Şitanke Müfrezesi, Teşkilât-ı Mahsusa,


Trabzon Seyyar Jandarma Alayı bulunuyordu. Milo Müfrezesi bağımsız
hareket etmekle beraber Erzurum’un sol kanadını temin ediyordu.
Şitanke Bey hastalanarak cepheden ayrılmıştı.”
Çanakkale’de elde edilen zaferden sonra, bu cephedeki birliklerin
Kafkas Cephesi’ne nakilleri karşısında Ruslar Trabzon’u ve Erzurum’u
Türk takviye birlikleri ulaşmadan işgal etmek üzere cepheye takviye
birlikler sevk etti. Rus Çarı bu iki şehrin de vakit geçirmeksizin iş-
gal edilmesi emrini vermişti. Trabzon’u denizden de kuşatan Ruslar,
taarruzlarını aralıksız sürdürürken 3. Ordu Kumandanı Vehip Paşa,
Trabzon Sahil Cephesi Kumandanı Ahmed Avni Paşa’ya Trabzon’u
mümkün olduğunca dış hudutlardan savunmaya almasına dair emir
göndermişti. Fakat Ahmed Avni Paşa’nın birliğinin Rize’nin doğusunda
bir savunma hattı kurmasına vakit kalmadan Ruslar denizden çıkart-
ma yaparak ileri harekata geçtiler. Bunun sonucunda Sahil müfrezesi
tamamen dağıldı. Rize’nin batısında İyidere boyunca bir savunma hattı
oluşturulmaya çalışıldıysa da, burada ancak 250 kadar asker ve iki
makineli tüfekten oluşan kuvvet toplanabilmişti. Bu birliğin Rusların
ilerleyişini engellemesi mümkün değildi.
Rus birliklerinin ilerlemesi Trabzon’un işgali korkularını artırırken
olası işgale karşı Vali Cemal Azmi Bey şehirdeki erzak ve cephanenin
boşaltılması için üç haftalık bir zamana ihtiyaç olduğunu üst makamla-
ra telgrafla iletiyor ve birliklerimizin oyalama taktikleriyle kendilerine
bu zamanı kazandırmalarını istiyordu. Avni Paşa emrindeki küçük
kuvvetle Rusları İyidere’nın batı yakasında durdurmak için çalışırken
Ruslar 9 Mart 1916’da, bir tabur kadar kuvveti, denizden İyidere’nin
batı yakasına çıkartarak buradaki kuvvetlerimizi kuşatmak istedi.
Buna karşılık Avni Paşa, Lazistan Havalisi Kumandanı sıfatıyla gelip
birliklerine Of ’un doğusundaki Baltacı Deresi boyuna çekilme emrini
vererek yeni bir savunma hattı tesis etti. Bu suretle Rusların kuşatma
girişimi sonuçsuz kaldı.
Genel Kurmay Başkanlığı’nın Lazistan Cephesi’ni aktaran belgele-
rinden ve Rusya Devlet Arşivi kayıtlarından yararlanarak bir bölümü
özetledim: Fırtına Deresi sırtlarında Viçe (Fındıklı)-Hamidiye hattında
bulunan Lazistan Müfrezesi’ne, 3 Mart 1916 günü saat 08.30’da Rus

139
Ahmed Avni Paşa

taarruzu, başladığı belirtilerek şöyle devam edilmekte: “Cepheden


taarruz eden iki Rus piyade taburunu Rus Karadeniz Filosu’ndan
Imperatritsa Mariya ve Rostislav muharabe gemisi ile 6 muhrip ateş-
leriyle desteklemekte. Bu gemilerden Imperatritsa Mariya 19 Ekim
1913’te denize indirilmiş ve 13 Temmuz 1915’te Sivastopol’de donan-
maya katılmış çok yeni bir harp gemisiydi. Yer aldığı bir filo halinde
5 Şubat 1916 günü Kafkas Ordusu birliklerini Arhavi’ye çıkartmak
üzere bombardımana başladılar. 4 Mart’ta Kubanetz ve Donetz gibi
amfibik çıkarma gemileri Atina (Pazar Deresi)’ne çıktılar. Karaya çıkan
birlikler, iki piyade taburu, yedi Kazak bölüğü ve bir top takımı ile iki
makineli tüfekten oluşuyordu.
Üç gün boyunca denizden yapılan bombardımandan sonra Ruslar,
Rize’yi işgal ettiler. Mart ayı sonunda Rostislav ve Panteleimon (Eski
adı-Knyaz Potemkin-Tavricheskiy), Trabzon liman kentinin kendi-
lerine teslim edilmesi amacıyla bombardımanlar yoğun atışa devam
ederken, halk panik içinde dağlık araziden içerilere doğru kaçmaktaydı.
Müfreze cephesi yarılınca Lazistan ve Havalisi Kumandanı Mirliva
Ahmed Avni Paşa müfrezeye Atina (Pazar Deresi) batısına çekilme
emrini verdi. Fakat bu emri vermede geç kalındığından Rusların şid-
detle devam ettirdikleri cephe taarruzu ve Rus savaş gemilerinden
açılan yoğun bombardıman altında kıyı yolundan gündüz çekilme
imkanı kalmadı ve parça parça, yolsuz, dağlık bölgeye düştüğünden
Pazar Deresi’ne ulaşmada geç kaldı.”
Paşa, o yıllardaki adı Alanosohat olan Pazarönü Köyü’nde iken
savunma için sağ kolun Mak Boğazı’nı zayıf bir kuvvetle müdafaa
etmesini, sol kolun deniz kenarında Baltacı Deresi’nin sol kıyısın-
da mevzilenmesini ve bu kolun harbin kaderini tayin edecek kadar
önemli bir sorumluluk yüklendiğini anlatarak asıl kuvvetin buraya
toplanmasını emretmişti. Hattın merkezini Korkot (Yırca), Yiğa (Yarlı),
Alanosahot (Pazarönü) köyleri teşkil edecek ve bu merkezde çatışma
durumu daha hafif bir kuvvetle savunulacaktı.
Rus birliklerinin Trabzon’u ve Erzurum’u bir an önce işgal etmek
için sürekli destek almaları ve deniz üstünlüğünü ellerine geçirmeleri,
yöre halkının göçünü zorunlu hale getirmişti. Bölgeyi savunmak üzere
oluşturulan Lazistan Müfrezesi çoğunlukla mahalli askerlerden ve yine

140
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

mahalli milis güçlerinden oluşuyordu. Göç dolayısıyla bu kişilerin


çoğu aile telaşına düşerek birliklerini terk dahi etmekteydiler. Ahmed
Avni Paşa mevcudu 700’e kadar düşen birliğini bölgeyi savunacak güce
ulaştırabilmek için yoğun çaba sarf ediyordu. Kısa zamanda civardan
asker temin edebilmek için Of müftüsü ve Of ’un ileri gelenleri ile
görüşmeler yaptı. Kendilerine mektuplar yollayarak, bazılarıyla bizzat
görüşerek asker toplamaya gayret etti.
12 Mart 1916 tarihli mektubunda Of Müftüsü Bakkaloğlu Hüseyin
Sabri Efendi’ye şöyle hitap ediyordu:
“Bismillahirrahmannirrahim,
Müftü-yi kaza-yı Of Hüseyin Sabri Efendi’ye mektup velâl-i sala-
hiyetimdir.
Bu kere kaza-yı Of ’ta mukim ve misafir harb ve darbe veya nakliyat
veya inşaat-ı ceriyyeye kudreti vafir bi’l-umum firarî, bakaya ve tebdil-i
hava efradının nezd-i fazilânelerine yollanan ve emir ve kararımıza
tefrik olunan Hacı Haşim Ağa’nın say ve gayreti ve sizin din ve devlet
uğrundaki fedakârâne faaliyetiniz ile cem ve tarafıma sevk olunmalıdır.
Müfrezede ve kapısı önünde çalışmaktan ve merinize itaatten istinkaf
edecek kimseler üzerine dünyanın eşedd-i ceza ve mesaibini yağdır-
maya sana salâhiyet-i tamme verdim. Bu gibi kimselerin hanelerini
ihrak ve tahrip ve evlât ve ahfad ve akraba-yı taallukatının nefy ü tazib
hususundaki icraatınızı görmek isterim.
Ve minellâhi tevfik
28 Şubat 1331
Lazistan Havalisi Kumandanı
Mirliva Ahmed Avni”
Avni Paşa düşmana karşı mücadele etmek için orduya asker celbi
ve sair önlemlerin alınması için Müftü Hüseyin Sabri Efendi’ye her
türlü yetki verildiğini ve bütün ilgili makamların kesinlikle bu konuda
yardımcı olmalarını ve uymalarını içeren bir tebliği ilgililere gönder-
diği gibi bölgede nüfuzlu olan Hacıfazlıoğlu Behram Ağa, Çakıroğlu
İbrahim Ağa, Hacıfettahoğlu Abdullah Ağa, Sarıalioğlu Ömer Ağa,
Osmançelebioğlu İbrahim Ağa, Çakıroğlu Hasan Efendi ile Tellioğlu
Halim Ağa’ya birer mektup yazmıştır.

141
Ahmed Avni Paşa

Avni Paşa’nın, yüreği vatan sevgisiyle dolu bir asker ve bir kuman-
dan olarak yaşadığını ispat eden nice örneklerden biri de bu muha-
rebelerdeki çabaları ve hatta hangi yokluklar içerisinde olduğudur.
Huzuruna kabul ettiği heyetlere şöyle seslenir: “Burada düşmanla
harp edeceğim. Askerlerimle harp etmek isteyenlere silah vereceğim.
Harp etmek istemeyenler olabilir. Onlar da askerlerim için cephane
taşısınlar. Bunu da yapmayanlar olursa, askerlerim için istihkâm kaz-
sınlar. Bunu da yapamam diyenler, askerlerime dua etsinler. Bunu da
yapamam diyenleri, vallahi asarım, billahi asarım.”
Toplayabildiği askerlere, nasıl savaşacaklarına dair taktikler ve-
rerek şu emirleri verir: “Askerler, sizleri sağ cenaha, deniz kenarına
gönderiyorum. Orada kahramanca harp edeceksiniz. Her kim bana
bir düşman şapkası getirirse, kendisine bir gümüş Mecidiye vereceğim.
Bir düşman tüfeği getirene bir altın vereceğim. Bir düşman kulağı
getirene beş altın vereceğim. Askerler, bu kadar mükafat verebilirim.
Vatan için harb eden sizlere Allah daha çok şeyler verecektir.”
Öylesine derme çatma birliklerle düzenli Çarlık Rusya ordusu bir-
likleri karşısında akıbet değişemeyecek ve 27 Mart 1916 günü Ruslar Of
ve Çaykara’yı işgal edeceklerdir. Of ’u geri almak için yapılan hücum-
lar da sonuç vermeyecek ve Sahil Müfrezesi Sürmene istikametinde
çekilmeye başlayacaktır. Bu safhada çok çarpıcı bir karar ile Ahmed
Avni Paşa görevinden alınmış ve 31 Mart 1916 tarihinde 10. Kolordu
Ahz-ı Asker Heyeti (Asker Alma Heyeti) Başkanlığı’na atanmıştır.
2002 yılında Ankara’da düzenlenen XIII. Türk Tarih Kongresi sı-
rasında Sadık Sarısaman’ın “Trabzon Mıntıkası Teşkilât-ı Mahsusa
Heyet-i İdaresi’nin Faaliyetleri ve Gürcü Lejyonu” konulu tebliğinde
belirttiği üzere: “Trabzon Valiliği ve 3. Ordu Kumandanlığı tarafından
Gürcü Komitesine alet olduğu gerekçesiyle şikayet edilen Avni Paşa
19 Kasım 1915 tarihli telgrafında lejyonun Milo ve Erzurum taraf-
larına sevk edilebileceği gibi lejyon askerlerini dağıtabileceğini de
ifade ediyordu. Avni Paşa lejyona yeni asker kaydına engel olacağını
da belirtmekteydi.” ifadeleriyle Avni Paşa’nın görevden alınmasını,
Batumlu olması nedeniyle Gürcü Lejyonu’na arka çıkmasına bağlayan
iddialara açıklık getirmektedir. Kuruluş amacına hizmet edemeyen
ve giderek bu amaçtan uzaklaşan Gürcü Lejyonu’nun kapatılmasını

142
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

destekleyen ilk teklifin Lazistan ve Havalisi Kumandanı Ahmed Avni


Paşa’dan geldiği de bir gerçektir.
Ahmed Avni Paşa’nın hatıratını yazdığı birinci ve ayrıntılı olarak
yeniden gözden geçirdiği ikinci defterin aynı sayfalarından bazılarını
karşılaştırma yapmak amacıyla istisnai olarak vermek istiyorum. İleriki
sayfalarda haliyle 1934 tarihli anı sayfalarını günümüz Türkçesiyle
vermeye devam edeceğim.
Birinci defterin sayfalarına dönersek, defter fihrist ile başlar.

Fihrist
Birinci Kısım: 1- Sadrazam Tevfik Paşa’nın İstifası, 2- Hürriyet-i
İtilaf Fırkası’na Seçilmek İstemeyişim, 3- Bağımsızlık ve Tarafsızlık
Sorunu, 4- Birinci Damad Ferid Paşa Kabinesi’nin Kurulması, 5-
Kabinede Harbiye Nezareti’ne İlaveten Nafia Nezareti’ni Üstlenişim,
6- Yemin Töreni İçin Padişah Hazretlerinin Huzuruna Kabul, 7- Hatt-ı
Hümayun’nun okunması, 8- Kabinenin Programı, İcraatı, 9- Divân-ı
Harblerin Birleştirilmesi, 10- Tutuklanma, 11- Sıdkı Bey’in Dahiliye
Nezareti’ne Vekaleti.
İkinci Kısım: 1- Abuk Paşa’nın Harbiye Nezareti’nden İstifası, 2-
Bahriye Nezareti’ne Tayinim, 3- Dahiliye Nazırı Cemal Bey’in İstifası,
4- Mehmed Ali Bey’in Dahiliye Nezareti’ne Tayini, 5- İtilaf Devlet-
leri Temsilcileriyle Görüşmeler, 6- Anadolu ve Rumeli’ye Şehzade-
ler Başkanlığı’ndan Heyetlerin Gönderilmesi, 7- Mekteb-i Sultanî’de
Ziyafet ve Nutuklar, 8- Ermeni Tehcir ve Katliamı Sorunu, 9- Kürt
Mustafa Paşa’nın Bana Hücumu, 10- Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın
İddia ve İtirazları, 11- Adliye Nazırı Sıdkı Bey’in İstifasının Nedeni,
12- Adliye Nezareti’ne Cemil Molla Bey’in Tayini,
Üçüncü Kısım: 1- Bahriye Nezareti’ndeki İcraatım, 2- Cemal
Paşa’nın Bir Mektubu ile Souchon Paşa’nın Bir Raporu, 3- Fransızlar’ın
Bahriyeden Almak İstedikleri İstimbot, 4- Seyr-i Sefain Genel Mü-
dürlüğü, 5- Harp Kömür Merkezi’nin İtilaf Devletleri ile Müştereken
İdaresi, 6- General Franchet d’Esperey’nin Mühim Bir Notası, 7- Hey-
beliada’daki Mektebin Tekrar Rumlara İadesi, 8- Rauf Bey’in Bahriye
Mesleğinden İstifası, 9- Bahriye Mektebi’nin İntizamı, 10-Almanya’dan
Dönen Bahriye Talebesinin Şüpheli Tavrı

143
Ahmed Avni Paşa’nın Milli Mücadele Dönemi’ni anlattığı defterinin ilk sayfası.
Mukaddime
Hatırat yazmak neden hatırıma geldi? Hakikat-i halde bir sene kadar
Nezaret’ten bir buçuk sene de seryâverlikten mütebâ‘id olarak boş
kaldığım zaman yazmaktan ziyade okumaya dalmıştım. Okudukça da
cehlim artmış ve cereyân-ı hadisât düşündüklerimi te’yîd, söylediklerimi
tasdik etmeye başlamış olduğu için biraz da yazmaya heves ettim.
Ancak elde vesika olarak bir kurşunkalem bir de muhtî hafızamdan başka
bir şey yok. Yalnız sözlerimi işiten, bilen, hatta ezberleyen pek çok ilk
sahifede şahsiyetlerini hürmetle kayd ve işhâd eylediğim zevât da beni
kısmen muâheze, kısmen teşeccü‘ ettiler.
Ben ise vekâyi‘ tamamen hafızamda menkûş olmasa bile kâffesi alnımda
imiş gibi herkes okuyor, görüyor zann ediyor idim.
O halde ben de lehimde aleyhimde olsun yazılmış, basılmış görmek arzu
ettim.
Münferid vasıta-i rû’yet iken
Göremez kendisini dîde bile
Ahmed Avni Paşa

Dördüncü Kısım: 1- Cevat Paşa’nın Erkân-ı Riyaseti, 2- Mustafa


Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Görevli Olarak Hareketi, 3- Miralay İsmet
Bey’in ve Bazı Arkadaşlarının Eleştirileri, 4- Damad Ferid Paşa’nın
Hali ve Şanı,
Beşinci Kısım: 1- İstanbul’da İtilaf Devletleri Arasında His Olunan
Ayrılıklar, 2- İngilizlerin Umum İşgal Kumandanlığı’nı Almaları, 3-
General Franchet d’Esperey’in İstanbul’dan Ayrılması, 4- İngilizler
ile Yunanların Yeniden İşbirliği, 5- İtalyanların Nazikane ve Tarafsız
Vaziyetleri, 6- İzmir Hakkında İtilaf Devletleri’nin Notası, 7- Lloyd
George ve Venizelos, 8- Kabinenin Birleşerek Topluca İstifası, 9- Pro-
testolar, Mitingler, Tutukluların Tahliyesi
Birinci Damad Ferid Paşa Kabinesi
Yenilgiye Uğradığından Kabine Değişikliği
Son Cemaat Safından Mihraba Sıçramak
Kuvâ-yı Milliye’nin İç Yüzü ile Üç Yüzü
Kuvâ-yı Milliye, İttihad ve Terakki gibi bir oluşumdur. Ben Kuvâ-
yı Milliye’den korkmuyorum. Daha sonra şekil, hedef ve mahiyet
değiştirmesinden ürküyorum.

Avni Paşa
21 Temmuz 1341 (1925)

Başlangıç
Hatırat yazmak neden hatırıma geldi?
Hakikat-i halde bir sene kadar nezaretten, bir buçuk sene de baş-
yaverlikten uzaklaşarak, boş kaldığım zaman yazmaktan ziyade oku-
maya dalmıştım. Okudukça cehaletim artmış, etrafımda cereyan eden
hadiseler düşündüklerimi doğrulamaya, söylediklerimi tasdik etmeye
başlamış olduğu için biraz da yazmaya heves ettim.
Ancak elde vesika olarak bir kurşun kalem, bir de beni sürekli
hataya düşüren hafızamdan başka bir şey yok. Yalnız sözlerimi işiten,
bilen, hatta ezberleyen, ilk sayfada şahsiyetlerini hürmetle kaydetti-
ğim ve şahid gösterdiğim pek çok zevat da beni kâh eleştirdiler, kâh
yazmaya yüreklendirdiler.

146
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

Ben ise olaylar tamamen hafızamda kayıtlı olmasa bile hemen hepsi
elimde yazılı imiş gibi herkes okuyor, görüyor sanıyordum.
O halde ben de lehimde veya aleyhimde olsun, yazılmış ve basılmış
bütün evrakı görmeyi arzu ettim.
Münferid vâsıta-i ru’yet iken
Göremez kendisini dîde bile1
Bir de düşündüm; fâni insanların servetleri gibi bildiklerini de
öbür dünyaya beraber götürmeye hakları yoktur. Çünkü hakikatlar
ve yaşanmış olaylar da müşterek bir tarihtir, ortak bir servettir. Her
kimde bulunursa bütün kardeşlerine, hemşehrilerine verilmesi icap
eden bir borçtur.
Böyle bir görüşe dayanarak gördüklerimi, işittiklerimi, hatta söy-
lediklerimi bir araya topladım. Tarihlerin sırasına pek de bakmadım.
Zira benim niyetim, sanatım tarih yazmak değil.
Bu kitaba ne tarih denilir, ne de hatırat. Bu kitap belki tarihçilerin
işine yarayacak ve tarihe mâl olacak gizli kalmış, memuriyetim icabı
bildiğim ve tanık olduğum olayları içine alan bir mecmuadır.
Bu eser birilerine hoş veya nahoş görünmek için düşünülüp ya-
zılmamıştır. Asıl hedefim ahlâka ve bizden sonra gelecek olan nesle
hizmet olduğundan, gündeme getirirken ve yazarken, bu satırlara
nakledilen her şahsiyetin gerçek kimliğiyle anlatılmasına ve bilhassa
gerçeklere dayanarak kaydedilmesine dikkat edilmiştir.
Kaçınılmaz olarak ismi geçen şahsiyetleri takdir etme veya aksine
onlara saldırmak gibi bir tavırdan kesinlikle uzak kalınmıştır. Bununla
beraber kendilerini ve hizmetlerini tanımlarken kusursuzluk gibi bir
iddiada bulunmuyorum. Şu kadar var ki hatalı görülürsem azarlamaya
hacet yok zira: “Bir adama, her işittiğini ve her yaptığını söylemesi ve
yazması günah ve ceza olarak kâfi-i kâfîdir.
Allah’ın selâmı üzerinizde olsun!

Birinci Cilt
Yazıldığı tarihte okuyan şahıslar: 2
1-Adliye Nazır-ı Esbâkı Ayândan Ebuzziyazâde Velid Bey3
2- Sedat Simavi Bey (Resimli Gazete)

147
Ahmed Avni Paşa

3- Erkân-ı Harbiye Kaymakamı Ahmed Muhtar Bey,


4- Esbak Mebuslardan ve Giresun Eşrafından Eşref Bey,
5- Baytar Muallimlerinden Cafer Fahri Bey,
6- Mülkiye Müfettişlerinden Hacı Hasan Bey,
7- Teftiş Heyeti Umum Müdürü Fethi Bey,
8- Kadızade Kadir Bey4,
9- Banka Direktörlerinden Selahaddin Fevzi Bey,
10-Yedek subaylar Faruk ve Hüseyin Efendiler,

Birinci Kısım: 1- Sadrazam Tevfik Paşa’nın İstifası, 2- Hürriyet-i


İtilaf Fırkası’na Seçilmek İstemeyişim, 3- Bağımsızlık ve Tarafsızlık
Sorunu, 4- Birinci Damad Ferid Paşa Kabinesinin Kurulması, 5- Ka-
binede Harbiye Nezareti’ne İlaveten Nafia Nezaretini Üstlenişim, 6-
Yemin Töreni İçin Padişah Hazretlerinin Huzuruna Kabul, 7- Hatt-ı
Hümayun’nun Okunması, 8- Kabinenin Programı, İcraatı, 9- Divân-ı
Harblerin birleştirilmesi, 10- Tutuklanma, 11- Sıdkı Bey’in Dahiliye
Nezareti’ne Vekaleti.

1- Sadrazam Tevfik Paşa’nın İstifası:


4 Mart 1335 Salı (1919)
Günü geldiğinde Üçüncü Tevfik Paşa kabinesi, harp sorumlularını
ve İttihad ve Terakki mensuplarından birkısmını tutuklamış ve divân-ı
harbler teşkiliyle icraatına da başlamış idi. Tevfik Paşa dahilden ve
hariçten zayıf ve acizlikle suçlanmasından dolayı artık yerinde dura-
mayarak veya tutunamayarak istifaya mecbur olmuş, daha doğrusu
zorlanmıştı. Daha kararlı ve toparlayıcı ve azimkâr bir kabinenin
kurulması eğilimine cevap vermek üzere Saray-ı Hümayunca ayan-
dan Damad Ferid Paşa’nın bu makama getirileceği ifade ediliyor ve
söylentiler duyuluyordu.
Bu sıralarda ben de Filistin Yıldırım Ordular Grubu’nun hükmünün
kalmayışı ve Başmenzil Müfettişliği’nin geçersizliği ardından İstanbul’a
döndükten sonra Ümera-yı Divân-ı Harb azalığına, Nakliye Müfettiş
Umumiliği’ne ve Birinci Kolordu Asker Alma Başkanlığı’na nakil ve
tayin edilmiştim.

148
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

1334 (1918) senesi Şubat ayı son günlerinde ve Ömer Yaver Paşa’nın
zamanında Harbiye Nezareti’nden süratle celp ve davet olundum.
Mondros Mütarekesi gereğince Diyarbakır tarafında İngilizler tara-
fından silahları alınmak istenen Ali İhsan Paşa5 Kolordu veya ordunun
terhis edilerek dağıtılmasına ve silahsızlandırılmasına İngilizlerin
dahi onay vermesi ile sorumlu kumandan olarak tayin edildiğinden
bu görevi benim kabulüm ve görev yerine hareket etmem teklif edildi.
Bütün harp müddetince, Sivas Asker Alma Başkanlığı’ndan Erzurum
menziline, oradan Lazistan ve Havalisi Kumandanlığı’na, tekrar Sivas
ve İzmir Asker Alma Başkanlığı’na, hülasa menzilden menzile saya-
mayacağım her türlü hizmete, sevk ve görevli kılınmış ve hepsine
de hiçbir itirazda bulunmadan rıza göstermiş iken, koskoca İmpa-
ratorluğun maruz kaldığı feci yenilginin meydana getirdiği haysiyet
ve onur kırıcı bir hizmete ve hele İngilizlerin onaylayacağı böyle bir
göreve katılamayacağımı, bu tarz bir makamı kabul edemeyeceğimi
itiraz ederek bildirdim.
Bir taraftan kayınpederim Müşir Şakir Paşa, Birinci Dünya Harbi’ne
girilmeyerek, hiç olmazsa seferberlik halinde tarafsız bir ülke olarak
kalınmasını ısrarla ifade etmişti.
Almanların akıbetinin yenilgi olacağını beyan etmesi ve bu gö-
rüşünde ısrarcı olması üzerine ikinci defa Gemlik’e sürgün edildi ve
biraderim eski Denizli Mutasarrıfı İsmail Fevzi Paşa Karaman’a sevk
ve hatta tehdit ile uzaklaştırıldı. Tüm aile mensuplarını her fırsatta
baskı altında tutan ve takip eden İttihad ve Terakki Fırkası Komitesi
mensuplarından küçük bir kısmı beni de rahat bırakmadı ve istedik-
lerini reddedişimi istismar ile ve canımı vatanıma adadığım halde
her hareketimi de suistimal etmekte idi. Diğer taraftan ise komiteye
mensup olmayan memleketin münevverlerinden bir kısmı da vatana
hizmet adına daha şerefli bir vazife ve memuriyeti bana layık görerek
teklif ediyorlar ve bu yakın ilgilerini iltifatlarla ifade ediyorlardı.
1335 senesi Mart ayının dördüncü Salı günü (4 Mart 1919) Damad
Ferid Paşa Kabinesi’ne dahil olundum ve Harbiye Nezareti Vekalet
görevini müstakilen ve fedakâr olarak üstlendim.

149
Ahmed Avni Paşa

Nisan ayında (2 Nisan 1919) Bahriye Nezareti’ne dahil olundum.


Bahriye Nazırı iken Mayıs’ın on beşinci günü, Yunanların İzmir’i
istilaya başlamaları üzerine istifa ettim.
İkinci Damad Ferid Paşa kabinesinde Bahriye Nazırlığı görevini
yeniden muhafaza ettim ve Temmuz sonlarında bir kez daha istifa
ettim.6

2- Hürriyet ve İtilaf Fırkasına Katılmaya İtiraz Edişim


İzmir Asker Alma Başkanlığı’nda buluduğum sırada tanımış ol-
duğum, İzmir’in tanınmış dava vekillerinden İsmail Sıdkı Bey beni
İzmirliler namına Aydın Vilayeti valiliğine tayin ettirmek için İstanbul’a
gelmiş ve Dahiliye Nezareti’ne müracaat etmiş idi. Ancak müracaatın-
dan önce Mirliva Nurettin Paşa’nın İzmir’e tayin edilmiş bulunmasıyla
sonuçsuz kalan bu girişiminden beni haberdar etmişti. O sıralarda
tekrar kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın Genel Merkezi üyeliğine
seçilmiş olunduğunu ve fırkaya müdavim bulunduğunu da söyledi.
Fırkanın memlekette ilk defa İttihad ve Terakki’ye karşı muhalif
olarak teşekkül etmiş ve bu kere yeni başkanları arasında müşirlerden
Zeki ve Nuri Paşa’lar gibi memleketin eski ve tecrübeli komutanları
bulunduğunu beyan ederek, bu fırkaya benim dahi katılmamı tavsiye
etmişti. Aynı zamanda Damad Ferid Paşa’nın dahi bu fırkaya dayanarak
kabine teşkil edeceğini ve bu kabinede bana da Harbiye Nezareti’nin
teklif edileceğini söyledi.
Henüz görevli bir asker olduğumdan dolayı bir cemiyet veya si-
yasi fırkaya katılamayacağımı ve esasen öteden beri usul ve kaide ile
yetişmiş bir adam olduğum cihetle de bir fırkanın mensubu olarak
vazife kabul edemeyeceğimi delillendirerek söyledim. Sıdkı Bey aynı
zamanda fırkaya da hüsn-i şehadette bulunmakta devam ediyordu.
Bununla birlikte fırkaya dahil olmayarak dahi bir kere olsun Damad
Ferid Paşa’yı Baltalimanı Yalısı’nda birlikte ziyaret etmekliğimizi talep
eyledi.
Ancak bu şekilde muvafakatimi elime alarak Şubat’ın yirmi seki-
zinci gecesi Sıdkı Bey’le birlikte Baltalimanı’na gittik. Baltalimanı’nda
Hürriyet ve İtilaf Fırkası azasından olduklarını görüp anladığım ve

150
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

ilk defa tanıdığım Mustafa Sabri, Zeynelabidin ve Hakkı Efendilerle,


Ali Kemal ve Gümülcineli İsmail Bey’lerle buluştum.
Hoşbeşten sonra bulunduğumuz salona gayet zarif giyinmiş, şark-
lılardan ziyade bir batılıya benzeyen, gayet düzgün endamlı bir zât
reverans ile dahil oldu. Damad Ferid Paşa olduğu anlaşılan bu şahıs,
hepimizi selamladıktan sonra takdim tekaddüm muamelesi de ifa
edildi.

3- Bağımsızlık ve Tarafsızlık Meselesi


Damad Ferid Paşa, çok zarif bir şekilde ve son derece etkin bir ko-
nuşmayla toplantının amacını izah etti. İttihad ve Terakki Komitesi’nin
devleti hiç gerekli olmadığı halde harbe sevk ettiğinden, bunun sonu-
cunda hasıl olan elîm yenilgiden dolayı, bu ağır sorumluluğu kabul
etmek gibi bir vatani görev karşısında her birinin üstleneceği hizmet
ve memuriyetleri tespit için toplantıda hazır bulunan zevat ile bazen
hep birlikte ve bazen teker teker görüşerek durum değerlendirmesi
yaptı. Mevcut bulunmayan Mehmed Ali, Cemal ve Tevfik Beyler harb
müddetince sürgün oldukları Şam’dan hezimeti müteakip Eskişehir’e
dönmüşler ve orada Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın şubesini tesis eden
Ahmed Abuk Paşa7 ve Gemlik’teki sürgün yerinden Dersaadet’e hasta
olarak dönen Müşir Şakir Paşa için dahi uzun uzadıya görüşüldü.
Bidayeten kabinenin sadece bir fırka kabinesi olarak teşkili iltizam
edilmiş ve özellikle eski Bursa Valisi Gümülcineli İsmail Bey fırkaca
Dahiliye Nezareti’ne getirilmek istenmişti. Fakat İsmail Bey, gayet
şedid beyanatı ve kararlaştırılmış icraatları ile Damad Ferid Paşa’yı
ürkütmüş ve hatta beni de korkutmuş idi.
Böylesine bir hareket ve muhalefet; tıpkı bir adamın hanesine sı-
ğınmış olanları yok etmek için kendi evini gazla tutuşturmaya benzer.
Bazı davranışlar ve özellikleri ile Talat’ı andıran Gümülcineli İsmail
Bey’e benzeyen bir Harbiye Nazırı olamayacağımı anladığımdan ve
her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesap eden bir fırka kabinesinde
benim gibi müstakil bir askerin yeri olamayacağını ısrarla söyleyip,
bana teklif edilen Harbiye Nezareti’nden ayrıldım.
Gerçi Talat Komiteci idi. Ama aynı zamanda kalp hırsızı idi. Ancak
Gümülcineli sonradan anlaşıldığı üzere bilâkis hırsızın vücud bulmuş

151
Ahmed Avni Paşa

hali imiş!! Gümülcineli, Talat Paşa’nın sahip olduğu birçok vasıftan da


mahrum olduğu gibi esasen muhalif bir kişilikte yaratıldığı için namus
ve fazilet ehli olan birçok kişiye de karşı imiş. Ezcümle Umumi Harb
sırasında düşmanla işbirliği ederek, siyasi düşmanı olduğu İttihadcıları
yıkmak için Çanakkale’de ordunun maneviyatını ve direncini kıracak
makaleler içeren gazeteleri uçaklarla attırmıştır.
Çünkü vatani görevini çeşitli mahrumiyetler içinde ifa ve ekseriya
kanı ile de eda eden fedakar ve cefakar ordu içindeki silah arkadaşla-
rımı, Umumi Harb’den sorumlu tutmak nokta-i nazarına ve Umumi
Harb sırasında kabineyi alkışlamakta olan mebusan ile ayanın hepsini
de zanlı hükmüne koymak fikrine iştirak edemedim. Hususiyetle acele
edilerek alınan kararlarla suçluları tayin ve cezalandırma emrinde
hataya ve vebale düşmekten kendimi alıkoydum.
Bağımsız veya bitaraf olmak iddiası, İttihadcıların memlekete zararı
dokundu ise ve gelecekte dahi dokunmak tehlikesi varsa, onlara karşı
tarafsızlık sakat bir vaziyet olacağı için Mustafa Sabri Efendi tarafın-
dan hayli eleştirilmiş ve tarafsız kalınamayacağı gibi bunun sakat bir
davranış biçimi olacağını kuvvetli mantığıyla delillendirerek ve fakat
biraz da sinirlenerek ispata çalışmıştı.
Bununla birlikte dürüst hareketimden ve açık sözlü oluşumdan
ve tamaha tenezzül etmediğimi görerek takdirlerini beyan etmiş ve
Damad Ferid Paşa’ya karşı da beni mazur görmesini söylemişti.
Ferid Paşa bu görüş çatışmaları esnasında kabinesini tamamen
Hürriyet ve İtilaf Fırkası’ndan teşkil etmemeye ve kısmen de, hatta
Tevfik Bey gibi muhalefetle hiç alâkası olmayan bir zâtı da Maliye
Nezareti’ne getirmeye ve Gümülcineli İsmail Bey’den vazgeçmeye
karar vermişti. Hatta hukuka olan yakınlığı hasebiyle Divân-ı Harb
başsavcılığını teklif etmiş ise de önerilen savcılık makamının yetkileri
ve geleceği konusunda uyuşamayarak İsmail Bey tarafından bu görev
kabul edilmemişti. Damad Ferid Paşa’nın Hürriyet ve İtilaf Fırkası
kabinesinden uzaklaşmasına belki benim de bazı kişisel önerilerim
ve görüşlerim etkili olmuştur.
Çünkü ben diyordum ki: “Mecliste hazır olan zevatın ekserisi öte-
den beri İttihad ve Terakki Fırkası’na karşı muhalefetiyle tanınmış ve
aynı program ve mefkûre etrafında toplanmış olduklarından kabineyi

152
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

birbirine uyumlu olarak teşkil etmek ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası ka-


binesi şeklinde sorumluluk makamına gelmek onların da hakkıdır.
Bizler gibi usul ve kaidenin yetiştirdiği ve Umumi Harb’e iştirak
etmiş adamların ihtilâl kabinesinde değil ancak itidal kabinesinde
vazife almaları doğru olur. Binaenaleyh tepeden tırnağa kadar kabi-
neyi fırkacılık ve komitacılıktan anlayanlardan teşkil etmeli, bizleri
de sonraya bırakmalıdır.”
Bu görüşlerime karşılık olarak Damad Ferid Paşa: “Bu şekildeki
bir kabinenin başkanlığına da Talat (Efendi) gibi biri lazımdır. Ben
ise Talat (Efendi) olmadığım gibi ömrümde bir tavuk dahi kesmiş
değilim. Hususen Şevket-meab Efendimiz dahi sizler gibi Allah’ın
emirlerine muhalefet etmekten sakınan ve Umumi Harb’de vazifesini
suistimal etmemiş, devlete sadık bir şahsiyetin kabineye iştirakini
tercih buyuruyorlar.” dedi.
Cevaben: “Ale’l-hesab katarak lutfen teveccüh buyurmayınız efen-
dim.” dedim.
Bunun üzerine Ferid Paşa: “Ben çok kimseyi tanımam, fakat sizin
hakkınızda etraftan aldığım özel bilgilerden hakikaten kendi şahsi
fikirlerinizle ayakta duran, kanun ve davanıza bağlı bulunduğunuzu,
komitacı olmadığınızı anladım. Kayınpederiniz Müşir Şakir Paşa’nın
henüz hastalığı sebebiyle Bahriye Nezareti gibi hafif bir nezarete, zât-ı
âlilerinizin de Harbiye ve Dahiliye nezaretlerine tayininiz suretiyle
yine kanun kabinesi teşkili mümkün ve muvafık olur.” dedi.
“Müşir Şakir Paşa ile istişareden sonra Harbiye Nezareti’ne uy-
gun bir nazır buluncaya kadar vekaleten ve sadece “teknik” fennî bir
daire olmak itibariyle Nafia Nezareti’ni asaleten ve her halde kanun
dairesinde görev ifa etmek kayıt ve şartıyla kabul ederim.” dedim ve
ilaveten: “İttihad ve Terakki Hükûmeti esnasında bile refakatimizde
vazifesini suistimal edenlere karşı gerekli cezayı uygulamaktan asla
imtina etmedim. Binaenaleyh kanunun tayin ve tespit edeceği suçluları
sizlerle beraber dahi cezalandırmaktan geri kalmam. Yalnız zulüm ve
merhametsizlikten çekinirim.” dedim.
Ferid Paşa: “Hay hay efendim. Ben de Allah’a can vereceğim. Mevcut
olan medeni kanunlar neyi emrediyorsa bu kanunlara göre görevimizi
yerine getireceğiz.” dedi.

153
Ahmed Avni Paşa

Hâmiş (Ek Bilgi): İnancıma göre bağımsız demek, bir insanın hata ve
günahları kendisine kâfi iken, bir de büyük bir siyasi topluluğun, hem
de bazı hallerde fikren ve hissen onların görüşlerini hiç paylaşmadığı
halde, onların hatalarını beraber taşıması, beyaza siyah, siyaha beyaz
demek gibi bir zorunluluğu kabul etmemiş demektir. Özetle bağımsız
demek; fikir ve kanaatini kimseye zorlamamış demektir. Halbuki
muhalifler veya muhtelifler nazarında tarafsızlar, iki tarafı da idare
eder, renksiz, kokusuz, kanaatsiz, cesaretsiz, ictihadsız sayılırlardı.
İttihadcılar ise tarafsızlık olamayacağını, belki bir taraflık olacağını
kabul ettiklerini, kendilerinden olmayan bir kimseyi daima şüpheli,
zanlı telakki ettikleri cihetle aralarına hiç de almıyorlardı.
Bir kısım zevat da bizde, İttihadcı, İtilafçı, Padişahçı, Hançerci ola-
mayacağını, belki hepsine bir “ci” ilave edilirse menfaatçi bulunaca-
ğını söylüyordu. Halbuki mutlaka (ci) ile ifade edilmek arzu edilirse,
memleketçi demek daha doğru olacaktır.

4- Birinci Damad Ferid Paşa Kabinesinin Teşekkülü


Nihayet Damad Ferid Paşa Kabinesi müteakip satırlarda olduğu
gibi şu şekilde teşekkül eyledi;
Sadrazam ve Hariciye Nazırı: Ayandan Damad Ferid Paşa
Şeyhülislâm: Mustafa Sabri Efendi (Eski Tokat Mebusu)
Harbiye Nazırı: Vekaleten Ahmed Avni Paşa, Ahmed Abuk Paşa
Bahriye Nazırı: Müşir Şakir Paşa
Dahiliye Nazırı: Cemal Bey (Konya Valisi)
Adliye Nazırı: İsmail Sıdk Bey (eski Aydın Mebusu)
Nafia Nazırı: Ahmed Avni Paşa
Maliye Nazırı: Tevfik Bey (Divân-ı Muhasebat Reisi)
Maarif Nazırı: Ali Kemal Bey
Şûra-yı Devlet Reisi: Ayandan Seyyid Abdülkadir Efendi,
Evkaf Nazırı: Hoca Vasfi Efendi (eski Balıkesir Mebusu)
Ticaret ve Ziraat Nazırı: Ethem Bey
Posta ve Telgraf Nazırı: Mehmed Ali Bey

5- Kabinede Vekaleten Harbiye Nezareti’ni Üstlenmem ile

154
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

Nafia Nezareti’ni Üstlenişim


Kabinenin ilk teşekkül ettiği Salı günü Harbiye Nezareti’ne gidip
nezaret işlerini Topçu Livası Ferit Paşa’dan teslim alıp ve ordulara da
bir genelge ile vazifeye başladığımı tebliğ eyledim. O sırada Erkân-ı
Harbiye Başkanlığı’nda Mustafa Fevzi Paşa ve müsteşarlıkta da Mirliva
Hilmi Paşa, İstanbul Muhafızlığı’nda da Mirliva Ahmed Fevzi Paşa
bulunuyordu.
Ancak bir hafta kadar devam eden Harbiye Nezareti vekaletim esna-
sında askeriyedeki ve ordudaki esaslı değişikliklere kalem batırmamış,
görüşlerimi bildirmeyi asilliğin gelme zamanına bırakmıştım. Yalnız
Harbiye Nezareti erkânıyla hasıl olan anlaşmazlık üzerine istifa edip
hanesine çekilmiş olan Erkân-ı Harbiye-yi Umumiye Başkanı Kavaklı
Mustafa Fevzi Paşa’yı memuriyetine iade ettim ve görevinde bıraktım.
Her iki nezaretin görevlerini üstlenmiştim ve yönetiyordum. Her
gün toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına iştirak eylemekte oldu-
ğum zaman, geceli gündüzlü çalışmaya mecbur kalmıştım. Nafia
Nezareti’nde iken her taraftan beklenen ve teşvik olunan değişiklik-
lere lüzum görmemiş, başta Nafia Nezareti Müsteşarı Muhtar Bey
ve daireler reisleri Mustafa ve Süleyman Sırrı Beyler olduğu halde
hepsini vazifesinde tuttum. Teknik konuların uzmanı olan mühendis-
ler arasında fırkacılık, komitacılık olamayacağını ve hepsinin ancak
bulundukları ve memur olarak üstlendikleri görevlerinden dolayı
sorumlu tutacağımı temin eyledim.
Nafia Nezareti’nde mütarekeden sonra, bayındırlık konusunda
yatırım yapmak veya onarımları takip etmek gibi bir imkan kalmamış
olduğundan, İstanbul’un o aralık bozulmuş olan ulaşım, aydınlanma
ve ısınma konularında, İtilaf Devletleri yetkilileri ile bir özel komisyon
vasıtasıyla Zonguldak’tan kömürcülüğü güçlendirmek gibi zaruri bir
konu ile iştigal eylemiştim.

6- Görev Devir Teslimi İçin Padişah Hazretlerinin Huzuruna


Kabul
Hatt-ı Hümayun’un okunmasından bir gün evvel, Damad Ferid
Paşa bizleri Saray-ı Hümayun’a davet etmişti. Orada akşamüzeri top-
landık. Fakat Padişah hazretlerinin huzuruna o gün kabul olunamadık.

155
Ahmed Avni Paşa

Sonradan işittiğimize göre, Tevfik Paşa üçüncü defa olarak kabinesini


teşkil edeli henüz bir hafta olduğu halde istifa etmesinde, ne gibi acil ve
zorunlu nedenler olduğunun araştırılarak sorulmasını ve açıklanmasını
talep etmiş, ardından faaliyet ve uygulama açısından çok hızlı hareket
edileceği ve en yüksek takibin yapılacağı ve kabinesine sonradan Adliye
Nezareti’ne alınan Cemil Molla Bey tarafından hazırlanan ve kanun
şeklinde padişah katına arz olunan geçici bir kanunun onaylanması için
padişah katında beklemekte olduğu beyanıyla sadrazamlık mührünü
bir süre teslim edip etmemekte kararsız kalmış olduğu anlaşılmıştır.
Bu tereddüt esnasında kabine tarafından hazırlanan ve takdim olu-
nan dört maddelik son derece muhtasar ve yararlı bir kanun Padişah
hazretleri tarafından pek şiddetli ve aşırı bulundu. Esasen mevcut
yasalar adaletin uygulanmasına ve vazifeye yeterli görüldüğünden,
Padişah hazretleri tarafından uygun görülmemiş ve Ferid Paşa’nın
ise yeni kabine kurmasına gerek bırakmayarak meseleyi halledeceğini
temin eylediği işitilmiştir.
Nihayet sadrazamlık mührünün iade edilmesi üzerine Mart’ın
dördüncü Salı günü Tevfik Paşa’nın istifasının gerçekleştiği, hakkın-
daki padişahlık Hatt-ı Hümayunu Babıâli’de okunarak ilan edildi.
Hatt-ı Hümayun’un okunması için her zaman yapılmakta olan bazı
merasimler yapılmamış ve devlet erkânından katılması gerekenler dahi
mütareke devresinde bulunduğumuzdan dolayı davet edilmediği gibi
sade bir şekilde sadece hazır olanların huzurunda icra olunmuştur.
Hatt-ı Hümayun’un okunması esnasında Maliye Nazırı Tevfik,
Posta Telgraf Nazırı Mehmed Ali, Şûra-yı Devlet Başkanı Abdülkadir,
Ticaret ve Ziraat Nazırı Ethem Beylerin katılmasıyla resmi kutlama
yapılmış ve ardından herkes kendi nezaretine dönerek nezaret işlerini
üzerlerine almıştı.
Salı günü akşamı Babıâli’de ilk defa olarak bir araya gelen Meclis-i
Vükelâ’da kabine programının ana hatları ve hudutları tespit edilmiş
ve Saray-ı Hümayun’a toplu olarak gidilmiştir.

7- Hatt-ı Hümayun’un Okunması


Ferid Paşa o gün Saray-ı Hümayun’a gelmeyeceğini bizlere söyle-
memiş olduğundan Başmabeynci Lütfi Bey vasıtasıyla ve Şeyhülislâm

156
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

Mustafa Sabri Efendi refakatiyle geç vakit, küçük mabeyn dairesindeki


hususi bir odaya alındık ve Padişah hazretlerini ayakta bekledik. Zât-ı
şahanelerinin teşrifinden sonra Lütfi Bey’in elinde bulunan Hatt-ı
Hümayun’un okunmasını takiben, bu Hatt-ı Hümayun birer birer
her birimiz tarafından yüksek sesle okundu ve yemin etmek suretiyle
devir teslim töreni bitmiş oldu.
Yine hepimizi ayakta ayrı ayrı dinleyip kabul etmiş ve gayet derin
bir nazarla süzmüş bulunan Padişah hazretleri, cümlemize hitaben:
“Her türlü intikam hissi gibi kötü ve kişisel zaaflardan azade olarak
görev icra etmenizi ve hakka hukuka riayet etmenizi tavsiye ederim.”
yolunda şahane bir tavsiyede bulunduktan sonra kendi dairelerine
döndüler.

8- Kabinenin Programı, İcraatı


Mondros Mütarekenamesi’yle eli ayağı bağlanmış olan merkez
hükûmetin dış siyaseti; İstanbul’u kara ve deniz kuvvetleriyle işgal
altına almış bulunan galip ve kahir İtilaf Devletleri’nin tesiri altında
galip güçlere karşı direnme ve iyi geçinme politikası şeklinde olup; bu
hükûmetin dahilî siyasetini dahi, memleketi Umumi Harb’e sürükle-
yenlerin savaş sırasında işledikleri çeşitli suçlardan dolayı ayrılmaları
ve cezalandırılmaları için icraata başlaması teşkil ediyordu.
Dört senelik hudutsuz mahrumiyet ve tarihin nadir kaydettiği
kahramanlık ve fedakarlıklara mukabil ağır bir yenilgiye maruz kalmış
olmaktan dolayı ıztırap ve kahır içinde olan millet, çektiği zulüm ve
sefaletlerin sorumlularının en kısa zamanda ve en şiddetli şekilde
cezalandırılmalarını, hiç olmazsa vicdanlarının teselli bulması adına
istiyorlardı.
Umumi olan bu eğilim, işgalci güçlerin milletten genellikle öc
almak için sıkıyönetim uygulamalarını ve sonu gelmeyen yeni haklar
talep etme isteklerini artırıyordu. Yurt içinde ve dışında bir noktada
toplanan ve belirginleşen cezalandırma politikası, basının bile neşri-
yatıyla şiddetlenerek kabineyi akıl yoluyla ve sakin bir şekilde hizmet
vermekten alıkoyarak yoldan çıkarmaya mecbur ve uygulamada şiddete
sevk ediyordu.

157
Ahmed Avni Paşa

Mondros Mütarekenamesi’nin ne gibi feci ve elîm şartlar altında


yapılmış olduğunu salahiyettar bir lisana terk ederim.
İşbu utanç dolu mütarekenin imzalanmasını hızlandıran ve ka-
çınılmaz kılan Filistin yenilgisi ile Yıldırım Orduları Grubu’nun
Bakıyyetü’s-süyûf8’una kumandan tayin edilmiş olan Yaverân-ı Hazret-i
Şehriyari’den Mirliva Mustafa Kemal Paşa tarafından Halep’ten İzzet
Paşa kabinesine bir yazı gönderilmişti. Mirliva Mustafa Kemal Paşa’nın,
bu yazısında her ne bahaneye mâl olursa olsun sulhu imzalamaya
zorunlu kılan askeri durumu çok üzülerek reddettiğini hatırlarım.
Bununla birlikte kabine üyeleri arasında görüş birliği olmadığın-
dan cezalandırma emrinin verilmesi ve uygulamaya geçilmesi birçok
tartışmaya yol açmış ve görüşlerin belirtilmesini takiben, hukukun
kararlarına karışmamak kaydıyla hareket esası kabul edilmiştir. Bun-
dan dolayı öteden beri alışılmış olan askeri ve kapalı Divân-ı Harb’in
harekete geçilmesinden vazgeçildi. Bunun yerine özel adli mahke-
meler kurulması ve sanıklara savunma hakkı verilmesi, avukatların
mahkemelerde yer alması gibi uluslararası ceza hukukunun kuralları
sanıklara da tanınmış oldu.

9- Divân-ı Harblerin Birleştirilmesi


Bu kararların alınması sırasında Harbiye Nezareti vekaletinde
bulunduğum için örfî Divân-ı Harblerin tesisi ve üyelerinin tayini
hususunda yetkili kılınmıştım ve sorumluluk bana verilmişti. Ne var
ki, mahkemelere azaların tayini hususunda kabineden bana karşı
çıkanlara karşı savunma durumunda kalıyordum.
Özetle, Divân-ı Harb’deki davaların kapalı olacağı ve hiçbir vakit
açık olmayacağı, İttihadcıların uyguladıkları usulün aynısının bu
mahkemeler sırasında da uygulanması gerektiği gibi baskılarla karşı
karşıya idim. Bu baskıları yaparak önerdiği yöntemlerin gerekli oldu-
ğunu iddia eden Şeyhülislâm Mustafa Sabri Bey ile bazı arkadaşları
Divân-ı Hârb’e bilhassa ve sadece İttihadcıların karşıtı olan kendi
adamlarının seçilmesini kabul ettirmek istiyorlardı.
Bir gün önce Kürt Mustafa Paşa beni görmüş ve Divân-ı Harb
Başkanlığı liyakatini ispat edecek surette bir açıklamada bulunmuştu.
Hatta bir vesile ile bundan böyle tutuklanacakların esasen suçlarının

158
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

millet indinde sabit olduğundan ve Divân-ı Harb’de bir resmi geçit


icra ettirmek suretiyle bunları teşhir edeceğini söyleyip: “Yalnız isim
ve kimliklerini tespit ettirerek, kırk sekiz saat içinde her türlü soruş-
turmayı tamamlatmayı görev sayacağım. Netice olarak İttihadcılara
bu hususta rahmet okutacağım.” gibi sözler söyledi.
Kabinede tartışmalar sürdü gitti. Ortaya konulan bir sürü görü-
şün sonunda adaletin gereklerine saygı duyulması, intikam hisleriyle
hareket edilmemesi karar altına alındı. Meclis’te Mustafa Paşa’nın
görüşlerine iştirak edenlere karşı, “Su-i misal, vacibu’l-imtisal9 ola-
maz” denilerek “İttihadcılar katliam yaptıysalar bizler de onları idam
edelim” diyenler oldu.
“Mustafa Paşa ve arkadaşları kâtil olabilirler, fakat hâkim olamazlar.
Biz ise hâkim arıyoruz. İntikamcı ve cellat aramıyoruz.” dedim.
Maliye Nazırı Tevfik, Mehmed Ali Sıdkı Beylerle, Damad Ferid
Paşa ve sonradan vazifesine dönen Abuk Paşa benim görüşümü kabul
ederek, Divân-ı Harb Mahkemeleri’nin açık bir şekilde tesisini ve aza
reisinin ılımlı kişilerden seçilmesi fikrini çoğunlukla kabul etmişlerdir.
Bu suretle Tevfik Paşa zamanında kurulmuş olan Divân-ı Harb
Mahkemeleri birleştirilerek emekli Erkân-ı Harbiye feriklerinden
Nâzım Paşa başkanlığında bir Divân-ı Harb tesis olunmuştur.
Halbuki ben “Kanun, kanun” diyerek ve Padişah hazretlerinin
huzurundaki yemin töreni esnasındaki her kabine mensubunu adalete
ve sükunete davet eden iradesini ve önerilerini düşünerek her hal ve
hareketimizi bu kurala ve kitaba uydurmak istiyordum.
Belki bu kanun ve yöntemler hususundaki iştirak ederek yapaca-
ğım işbirliğinin esası olan durumdan biri de Yemen’de Müşir Çerkez
Abdullah Paşa refakatinde bulunduğum ve henüz mektepten mezun
olduğum zamanların, aldığım bir ibret dersi olacağını zannediyorum.
Çünkü mutlakiyet devrinin ve bir anlamda astığı astık, kestiği kestik
bir despot olması lazım gelen bir müşirin en hiddetli ve şiddetli za-
manında bile; “Arkadaş, seni kanunun adaletine teslim ederim” sözü
belleğimizde yer etmişti.
Umumi Harb esnasında kabineyi alkışlamakta olan mebuslar ile
parlamento (Ayan) mensuplarının tümünü suçlu saymak fikrine ve bu
doğrultuda ağırlık kazanan görüşlere iştirak etmedim. Bilhassa acele

159
Ahmed Avni Paşa

kararlarla suçluları tayin etmek, suçlu saymak ve cezalandırmak gibi


bir hataya ve sorumluluk altına düşmekten kaçındım.
Bağımsız ve tarafsız olmak iddiası, İttihadcıların hareketlerinin
memlekete zararı dokunmak gibi bir tehlikesi varsa ve gelecekte dahi
böylesine zararları devam edecek ise onlara karşı tarafsız kalmak sakat
bir vaziyet olacağı cihetle, Mustafa Sabri tarafından hayli eleştirilmiş
ve tarafsızlık olamayacağı gibi kuvvet mantığıyla görüşlerini hatta
asabiyet içinde ispata çalışmıştı.

İttihad ve Terakki İstibdadından Hürriyet ve İtilâf Fırkası’na


Ahmed Avni Paşa’nın Hatıratı’na ek olarak Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nı
anlatmak adına başka kaynaklardan nakledersek Meşrutiyet’in ilanın-
dan sonra her tarafta ve her sınıf halk tabakalarında büyük bir sevinç
uyanmış, günlerce süren gösteri ve törenlerle kutlanmıştı. Fakat bu
umumi heyecan çok sürmedi. Meşrutiyet’e edilen sadakat yeminlerine
ve göğü çınlatan “Hürriyet” ve “Eşitlik” feryatlarına rağmen, pek kısa
bir zamanda anlaşıldı ki iktidarı ellerine alanların memleket idaresinde
bir yenilik yaratmaya ne niyetleri vardı ve ne de iktidarları.
Devrim sadece şekilde kalmıştı. İlk yapılacak işler arasında en
önemlileri, baskı olaylarını ortadan kaldırmak, unsurlar arasında
mevcut geçimsizliği ve güvensizliği düzeltmek ve hükûmeti herkese
karşı hakkaniyetle yaklaşan bir devlet makamı haline koymak iken bu
esaslar hiç düşünülmedi; tamamıyla aksi ne varsa yapıldı ve yönetimin
dengesi daha ziyade bozuldu. İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne üye olmak
bir varlık ve hele merkez komitesi üyesi olmak nazırlık seviyesinde
bir kudret oluvermişti.
Meydana gelmiş olan bu olumsuz görünümü ilk günlerde gidermek
isteyen Yüzbaşı Mustafa Kemal, birinci Selânik Kongresi’nin akabinde
İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin siyasi bir parti haline dönüşmesi ve
subayların mesleki görevlerine dönmeleri önerisinde bulunmuşsa da,
zafer coşkunluğu içerisinde olan devrimciler iyi niyetle söylenen bu
sözlere kulak asmamışlar ve herkesçe bilinen akıldışı uygulamaların
icrasına yol açmışlardır. Bundan dolayıdır ki, Meşrutiyet’in ilanından
sonra yönetim işlerinde gelişigüzel verilen kararlar daima memleket

160
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

aleyhine neticelenmiş ve ilk günlerin yarattığı sevinç ve coşku az


zamanda umutsuzluğa ve kedere dönüşmüştür.
Meşrutiyet’in ilk günlerinde Selânik merkezi kısmen İstanbul’a
nakledilmiş ve hükûmet denetim altına alınmıştı. Hatta icra kuvveti
olmak üzere de ordudan Halil Paşa ve Mustafa Necip, Hoca Paşalı
Şeref, Dadaş Salim Beyler İstanbul’a gönderilmişlerdi. O sıralarda
İstanbul’da göreve başlayan Genel Merkez şu üyelerden oluşuyordu;
Ahmed Rıza, Talat Paşa, Şeyhülislâm Hayri Efendi, bir süre Nâzım
Paşa’ya yaverlik yapan Hüseyin Kadri, Maarif Nazırı Mithat Şükrü,
Bulgur Palas’ın sahibi olarak tanınan Yüzbaşı Habib, Enver Paşa, Da-
mad İsmail Hakkı Paşa, Dr. Bahaeddin Şakir ve Dr. Nazım.
Meşrutiyet’in ilanından bir müddet sonra Prens Sebahaddin’in
24 Eylül 1908 tarihinde Selânik’e ve Manastır’a seyahatleri sırasında
İstanbul’da Ahrar Fırkası kurulmuştu. Ardından Fırka-i İbâd isimli bir
fırka daha kuruldu. Ahrar Fırkası’nın programı Osmanlılığı içine alan
bir yaklaşımla hazırlanmıştı ve bir dereceye kadar Prens Sebahaddin’in
görüşlerini yansıtıyordu. Esasen kurucularından bazıları Prens’in
Paris arkadaşlarıydı.
Seçim sırasında İttihad ve Terakki genel merkezinin aldığı ön-
lemlerle bu fırka adayları kazanamadılar ve bir milletvekili dahi çı-
kartamadılar.
Meşrutiyet’in ilanı sırasında Sadrazam Avlonyalı Ferid Paşa istifa
etmiş ve yerine Said Halim Paşa gelmişti. Az zaman sonra Kâmil Paşa
sadrazam olmuştur. İttihad ve Terakki genel merkezi Bosna Hersek’ten
milletvekili seçimine kalkışınca Avusturya Hükûmeti 3 Kasım 1908’de
burasını kendi topraklarına katıverdi. Yine genel merkezin başına
buyruk hareketleri sonucu Kâmil Paşa’nın haberi olmadan sadrazam
namına bazı İngiliz seçkinleri için düzenlenen ziyafet vesilesiyle Bul-
garistan da 5 Kasım 1908’de bağımsızlığını ilan etti.
Daha da ileri gidildi ve Kâmil Paşa’nın sadaret mührüne el konu-
larak Hilmi Paşa sadrazam yapıldı.
İttihad ve Terakki’ye karşı çıkanlar susturuluyor veya tehdit edi-
liyordu. Susmayan veya tehditlere kulak asmayanlar öldürülmeye
başlanmıştı. Nitekim gazeteci Hasan Fehmi, köprü üstünde katledildi.

161
Ahmed Avni Paşa

Sultan Abdülhamid’in şikayet edilen baskı rejimi yerine daha teh-


likeli bir zorbalık rejimi gelmişti. Neticede 13 Nisan 1909 tarihinde 31
Mart Vakası diye tarihe geçen ayaklanma meydana geldi.
31 Mart İsyanı’nda hükûmet çökmüş, asiler tarafından katliam
yapılmış, ordu neredeyse tümüyle Hamdi Çavuş isminde bir askerin
emir ve kumandasına girmişti. Bir taraftan Prens Sebahaddin ya-
yınladığı iki beyanname ile tehlikeyi duyururken, İlmiye-i İslâmiye
Cemiyeti de İttihad ve Terakki Fırkası taraftarı olan milletvekillerini
vatan haini ilan ediyordu.
Mizancı Murad, Serbestî gazetesi sahibi Mevlanzade Rifat, Sabah
gazetesi namına Ali Kemal, Volkancı Vahdeti Efendi ve diğer bazı ileri
gelen şahsiyetler Beyoğlu’nda Kroker Oteli’nde toplanarak asilere karşı
takip olunacak hareket tarzı hakkında kararlar almışlardı. Cemiyet-i
İlmiye-yi İslâmiye’nin beyannamesine karşılık Ermeni Taşnaksuyon,
Rum Cemiyet-i Siyasiyesi, Fırka-i İbad-i Demokrat, Arnavut Başkım
Kulübü, Kürd Taavün Kulübü, Çerkes Taavün Kulübü, Bulgar Kulübü,
Mülkiye Mezunları Kulübü, Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye gibi der-
nekler ve Osmanlı gazetelerinin temsilcilerinin katılımıyla 17 Nisan
1909’da İttihad ve Terakki Hükûmeti’nin ve özünde Meşrutiyet’in
korunması doğrultusunda aldıkları kararları açıkladılar.
Kanlı olayların ve kargaşanın hüküm sürdüğü günler Selânik’ten
gelen Hareket Ordusu birliklerinin İstanbul’a girmesiyle sona erdi.
14 Nisan 1909’da Sultan II. Abdülhamid yerine Veliahd Reşad Efendi
padişah ilan edildi.
Olayların akışına hızlı bir şekilde bakarsak, bir süre tutuklu kalan
Prens Sebahaddin Paris’e iltica etmiş Dr. Nazım ve Ali Rıza Beyler bir
süre sonra Selânik’e kaçırılmışlardır.
Zamanla Paris, İttihad ve Terakki Hükûmeti’nin diktatörlük po-
litikasına karşı çıkanların birleştiği bir kent haline gelirken 31 Mart
Vakası’nın bastırılmasına rağmen ülkedeki karışıklıkların hızla arttığı
görülür.
Meşrutiyet’in ilanından sonra Avrupa devletleriyle uyumlu bir
siyaset istemelerine karşın Osmanlı İmparatorluğu’nu yok etmeye
kesin kararlı olan Avrupa devletleri gibi, Çarlık Rusyası için bunlar
önemsenmeyecek yaklaşımlar olarak kalmıştır. Nitekim 24 Ekim

162
Milli Mücadele’nin Öncesi ve Sonrası

1909’da Rus Çarı ile İtalya Kralı arasında Boğazlar ve Trablusgarb


hakkında bir antlaşma imzalanmıştır. Bu sözleşmenin amacı, Osmanlı
İmparatorluğu’nun kalan son topraklarıyla parçalayıp yok etmek po-
litikalarının bir belgesi olmuştur. Aralık ayında Rusya ve Bulgaristan
arasında gizli bir antlaşma yapılmıştır. Yemen’de İmam Yahya ve İdris
isyanları patlak vermiş, Arnavutluk’ta çok kanlı çatışmalar başlamıştır.
10 Haziran 1910 günü gidişatı eleştiren yazıları nedeniyle Sada-yı
Millet gazetesi başyazarı Ahmed Samim sokak ortasında bir suikasta
kurban gitmiş ve katili bulunamamıştır. Muhalif milletvekillerinden
Rıza Nur, Lütfü Fikri başta olmak üzere tutuklananlar ağır işkence-
lere maruz kalmışlar, işkence sırasında bazılarının tırnakları dahi
sökülmüştür.
Artık iç çatışmalar çorap söküğü gibi gelmektedir; yönetimdeki
düzensizlik sonucu Adana’da Ermeniler’e karşı girişilen çok ağır bas-
tırma hareketi tepkiler yaratırken, Rumeli’de suikastlar ve karışıklıklar
artmıştır. 1910 yılı boyunca Arnavutluk’ta isyan, Karadağ’ın hudut
talepleri, Girit İsyanı, 1911’de İmam Yahya’nın Yemen İsyanı ve İtal-
yanların Trablugarb’a saldırmaları imparatorluğun uçuruma gidişinin
ne derecede hızlandığını gösteren belirtiler olmuştur.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurulması Kasım 1911 tarihinde bu
gidişata karşı bir hareket olarak meydana gelmiştir. Sonraları Lütfü
Fikri, Gümülcineli İsmail, Rıza Tevfik, Damad Ferid Paşa ve Salih
Paşa, İsmail Hakkı Paşa, Hoca Sabri, Zeynelabidin’in de katıldığı bir
siyasi oluşumun başına Müşir Fuad Paşa seçilecektir.
İkinci Meşrutiyet’ten sonra kurulan en güçlü muhalefet partisi olan
Hürriyet ve İtilâf Fırkası, son derece bunalımlı bir dönemde kuruldu.
Meclis içinde bulunan ılımlı Hürriyet-perverân ve Ahâli Fırkalarına
mensup mebuslarla, Rum, Arnavut, Arap, Ermeni mebusları ve hiç-
bir partiye üye olmadıklarını söyleyen Hizb-i Müstakil mebuslarının
birleşmesiyle ortaya çıktı. Böylece İttihad ve Terrakki karşısında da-
ğınık durumda olan muhalefet toplanmış oldu. Ayrıca meclis dışında
bulunan eski İttihadcılar, devre dışı bırakılan ilmiyeciler, eski Ah-
rarcılar, demokratlar ve sosyalistler gibi düşünceleri farklı ve İttihad
ve Terakki’ye karşı olan kimseler de bu fırka içinde yer aldılar. Tek
başlarına İttihad ve Terakki’ye karşı koyamayan kişilerin ve partilerin

163
Ahmed Avni Paşa

birleşmesi neticesinde ortaya çıkan fırkanın belli bir ideolojisi yoktu.


Asıl gâyeleri, İttihadcıların, çeteciliğini ve komitacılığını önlemek
ve iktidar tekelini kırmaktı. Ancak bünyesinde topladığı unsurların
eğilimine göre, Osmanlıcılık, adem-i merkeziyetçilik ve yerinden idare
ve hür teşebbüs, meşrûtiyetçilik, serbest ekonomi gibi fikirlerin savu-
nuculuğunu yaptı. İttihad ve Terakki Fırkası’yla kıyasıya mücadele etti.
Meclis-i Mebusan’a 60-70 civarında milletvekiliyle giren bu partinin
varlığına tahammül edemeyen İttihad ve Terakki Fırkası’yla tırmanan
kargaşa sonunda Kanun-i Esasiye’nin (Anayasa) bazı hükümlerinin
değiştirilmesi oylamasında bir sonuç alınamaması sonunda Mebusan
Meclisi 18 Ocak 1912’de feshedilmiştir.
Trablusgarb’ın elden çıkması, Arnavutluk’taki Malisörlerin ayak-
lanmaları, İşkodra’da başlayan isyan hareketleri devam ederken 22
Haziran 1912’de Yüzbaşı Tayyar, Mümtaz, Mülazım Celâl ve Kasım
ile, Nafiz ve Hamza Beylerin Manastır’da isyan bayrağı açarak dağa
çıktıkları haberi gelir. Orduda subaylar tamamıyla siyasetin girdabına
düşmüşlerdir. Kurmay subaylardan Gelibolulu Binbaşı Kemal birkaç
arkadaşıyla İstanbul’da “Halâskâran Grubu”nu kurmuştur. Subaylar
arasında az zamanda büyük alaka gören bu oluşuma Dr. Rıza Nur,
Mahir Said, Kemal, Mithad, kurmay subaylardan Hilmi, Rosinbol
Hüsnü, Hasan Ali, Tevfik Beyler katılmışlardır. Bahriye subaylarından
ve Deniz Harp Okulu’nun unutulmaz öğretmen zabiti olarak daima
anılan İbrahim Aşkî Bey bu grubun en faal üyelerinden biri olmuştur.
Sopalı seçim olarak bilinen 1912 seçiminde pek az mebus çıkarabi-
len fırka, İttihad ve Terakki’nin uyguladığı baskı politikaları yüzünden
etkinliğini kaybetti. Meclis-i Mebusan’ın 4 Ağustos 1912 tarihinde
feshedilmesinden sonra, Balkan Savaşı’nın bunalımlı günlerinde se-
çimler ertelendi.
Balkanlar kaynamaktadır; 17 Kasım 1912’de önce Karadağ ve ar-
dından Bulgar ve Sırp hükûmetleri Osmanlı Hükûmeti’ne savaş ilan
ettiklerini açıklarlar. 15 Ekim 1912’de Uşi’de İtalyanlar ile bir sulh an-
laşması imzalamak zorunda kalınır. Balkan Harbi’nin patlak vermesiyle
Türk tarihinde görülmemiş müthiş bir felaket, ıztırap, acı ve facialar
seller gibi akmaya başlamıştır. Denir ki: “Bu facia sadece Rumeli’nin
elden çıkması değil, Türklük şerefinin, cesaretinin ve kahramanlığının

164

You might also like