You are on page 1of 240

VVALTHER K R A N Z

a n t ik
FELSEFE
M I - r İ N L I R Vi; A < . ' I K I . A M A 1 . A R

Türkçesi
S uad Y . Baydur

DÜNYA KÜLTÜR
KLASİKLERİ ^ DİZİSİ
SOSYAL YAYINLAR
WALTHER KRANZ

a n t ik
FELSEFE
Mi riNi i :r v e a ç i k l a m a i .a r

Türkçesi
S uad Y . Baydur

Değerli düşünce adamı Suad D.


Baydur’un, Sokrates öncesi Hellen filozof­
larından kalma fragmentlerin doğrudan
doğruya orijinal metinlerinden dilimize
yaptığı bu çeviri, şüphe yok ki kültür ha­
yatımızda önemli bir boşluğu doldurm ak­
tadır.
Çağdaş Batı düşüncesinin temelinde ya­
tan eski Grek felsefesinin bu en eski ör­
neklerinin bilinmesi yalnız felsefeyle uğra­
şanlar için değil, fakat b ü tü n aydınlarımız
için büyük değer taşıyor.

DÜNYA KÜLTÜR
0
KLASİKLERİ ^ DİZİSİ
SOSYAL YAYINLAR .
2
W
D Ü N Y A K L A S İK L E R İ K Ü L T Ü R D İZ İS İ : 1

Bu basımın metnini
P ro f. M acit Gökberk
gözden geçirm iştir.

A N T İK FELSEFE

W alth er Kranz/ Çeviren : Buad Y . Baydur/Yayınlıyan


Sosyal Yayınlar/K apak d ü z e n i: İsa Çelik/Birinci basım ,:
M ayıs 1984/Dizgi ve b a s k ı: O n u r M atbaası
İ Çİ ND EKİ L E R

K IS IM I

I. Homeros Filozof olarak

II. m n y a n ın doğuşu ve biçimiüzerine eski öğ­


retiler 11

III. Eski özlü sözler ahlâkı ................................... 19

IV. M ilet’li filozoflar (Thales, Anaxlm andros,


Anaxlmenes. Tanınm ayan bir eski tyonyalı.
nın kosmologiasından) ................................... 27

V. Pythagoras ve eski Pythagorascılar ............. 41

VT. Ksenophanes ..................................................... 51

V II. Herakleitos ........................ ............................. 57

V III. Parm enides ve öğrencileri .............................. 75

IX . Empedokles ....................................................... 97

X. Sonraki Pythagorascılar ................................ 127

KISIM n

X I. Anaksagoras 14S

Xn. İyonya felsefesini yenileyenler 153

X III. Atomistler .................................. 161


X IV . Bilimsel İyonya hekimliği ............................... 183

X V. Sofistlik .............................................................. 191

X V I. T rajed i yol gösterici ve felsefenin ardılı ola­


rak ...................................................................... 213

Ek : Sokrates’ten önceki felsefenin geçe-gelişi 231

K A Y N A K L A R L A i L G lL Î A Ç IK L A M A ........ 233
KI SI M I
1. HOMEROS F İLO Z O F O L A R A K

Hom eros’un ilk filo zo f olduğunu söyliyen Aristote­


les bu savında haklıdır ; çünkü Homeros bir dünya
görüşünün habercisi, dünya ve hayatın bir yorumcusu­
dur. Şüphesiz, Hom eros’un kullandığı §ekü b ir şiir şek­
li, bir bilim - öncesi şeklidir. Burada bir de İlias‘ — aşa­
ğı yukarı İs. ö. 750 de bitmiştir — ile Odysseia^ — bitişi
aşağı yukan İs. ö. 700 — arasındaki hem m otiflerde hem
de düşüncelerde kendini gösteren nesü a yrılığ ı açık ola­
rak işe karışmaktadır. Sonraları bilimsel felsefenin in­
ceden inceye ele aldığı sorunlar bu destanlarda kapalı
bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu destanlar­
da, ilk - m adde’nin ne olduğu hakkmda bir soruşturma­
yı, tektanrıcılığa doğru bir eğilim i, olan - bitenin anla­
m ı üzerine b ir araştırm ayı buluyoruz. Ozan, insanlar
v e insan hayatı üzerine yaptığı sayısız gözlem leri çok
kere birleştirerek genel bir yargıya varıyor. Onun da­
ha o zaman Tanrı istencinin insan istenci karşısındaki
durumunun ne olduğu sorusunu aydmlatmağa çalışm a­
sı pek önemlidir (bu, sonraki felsefede istenç özgürlü­
ğü diye adlandırılan sorundur). Homeros’un dünyası
baştan aşağı tanrılarla dolu olan esrarlı bir dünyadır ;
ancak burada insan istenci’nin de büyük bir önemi v a r­
dır, bu istenç kahramanca davranmada olduğu gibi acı­
la ra katlanmada da kendini gösterir. Bundan dolayı
W alther K ra m

ozan olan^biteni Tanrı ile insanın ortaklaşa yaptıkları


bir iş olarak anlıyor — bu, zamanımıza kadar yaşaya-
gelm iş bir düşüncedir. Hattâ Odysseia’nm girişinde Baş.
tanrı insanların kötülüğün nedenini kendilerinde, kendi­
lerinin işledikleri günahta arıyacaklarına tanrılarda
aram ağa kalkışmalarını yerer. — Eski Hellen mythos-
larında pek çok zulüm hareketleriyle karşılaşılır ; bu­
nun yanmda Homeros’un, in san l± şe refi ve onuru, e v ­
liliğin yüksekliği, çocuğun önemi — bunu bize babanın,
çocuğunun kendinden daha değerli olmasını özlemesi
gösteriyor — üzerine söylediği sözlerin parlaklığı bir kat
daha artıyor- Bundan dolayı şair Horatius (Spistula I,
2) Homeros’un ahlâkı Stoalı filozofların birçoğundan
daha açık olarak öğrettiğini söyliyebiliyor.
Antik Felsefe

HOMEROS’U N BİLİM -Ö NC E Sİ F E L S E F Î
D Ü ŞÜ N C E LE R İN D E N Ö R N E K LE R

İlk öğe-öğretisi

Okeanos (dur) tanrıların babası v e anası Tethys.’


(X IV , 302)

(Kahramanlardan biri ötekileri azarlıyor ;)


«Sizler hepiniz su ve toprak olun.
Herbiriniz burada yüreksiz ve ünsüz oturanlar.’»
(V II, 99)

En Yüksek Tanrı

Zeus, insanların ve tanrıların babası. (Sık sık


rastlanan bir deyiş)

••

Zeus, kim olursa olsun*, tanrdarm en yükseği ve


en iyisi. (XXin, 43)

••

(H ektor) tanıdı Zeus’un kutlu terazisini.* (X V I 658)

Olupbitenin niçin’i

B ir vakitler onbinlerce insan soyu eziyorlardı,


W alther Kranz

Oraya buraya atılarak, geniş-göğüslü toprağı.


Zeus bunu görüp ona acıdı ; derin aklıyla
Düşündü yükünü azaltm ayı herşeyi-besleyen toprağın.
B öylece körükledi îlios savaşının zorlu döğüşünü.
Azaltm ak istiyordu toprağın yükünü ölümle : T roia üin-
de

Göçüp gittiler yiğitler ; geldi Zeus’un dileği yerine.

(K yp ria * 1)

(Helena kendisinden ve P a ris ’ten söz ediyor ;)


Zeus yükledi kötü kaderi, sonradan da
Şarkılık olalım diye gelecekteki insanlara.’ (V I, 357)

İnsan hayatının değeri ve "'değersizliği

İk i küp vardır tabanında Zeus’un konağınm


V erd iği arm ağanlarla dolu, kötülüklerle biri, iyiliklerle
öteki.
K im e karıştırıp' verirse Zeus şimşeklerle eğlenen
Bazan kötüye kavuşur o, bazan da iyiye.

Belâlardan verd iği kimseyi rezil eder.


Uğursuz sefalet güzelim dünyada onu oradan oraya
atar.

Dolaşır durur, onu ne tanrılar ne de insanlar sayar.


X X IV , 527)
Antik Felsefe

(B ir benzeti)

Nasılsa yapraklann soyu, öyledir insanlarınki d e.


Y a p ra k la n yel yere saçar, başkalarım orman
Tomıırcuklanıp yaratır, gelince yeniden bahar.
Böyledir insanların soyu da : biri yeşerir, öteki solar.*
(V I, 146)

Daha g eçici hiçbir şey beslemiyor toprak insandan.


(18, 130)

(AkhiUeus ölümünden sonra hüküm veriyor :)


Üstün tutarım ırgat olarak yanmda çalışmayı,
Y oksul, mah mülkü az bir adamın.
Bütün göçüp giden ölülere hakan olmaktan. (11, 489)

T a n n istenciyle insan istenci

(AkhiUeus) yeniden savaşa katılacaktır.


N e zaman ki göğsündeki yürek buyuracak ve T a n n kış­
kırtacak. (IX , 702)

(Hektor ölümünden önce :)

Eyvah, gerçekten beni tanrılar ölüme çağırıyorlar.


W alther Kranz

......Şimdi kader tanrıça bana yetişiyor-*"


Fakat döğüşsüz ve ünsüz ölmekten korkarmı ben,
G eleceklerin de öğreneceği büyük bir işden sonra de­
ğil. (X X II, 297)
*
•«

(Zeus tanrılar toplantısmda konuşuyor :)

«H ayret, nasıl da tanrıları suçlandırıyorlar insanlar


şimdi!
Bizlerden geldiğini söyliyorlar kötülüklerin, halbuki
kendileri
Kendi budalalıkları yüzünden kısmetten çok acılara
katlanıyorlar.
Böylece şfmdi de Aigisthos kısmetini aşarak Atreus-
oğlunun
Karısını aldı, kendisini de yurda dönünce öldürdü.
B ile bile bastıracak felâketi, zira söylemiştik önceden
ona,
H erm eias’ı uzağı-gören Argeiphontes’i*' yollayarak,
Onu öldürmesin, karısıyla evlenmesin diye,
Zira Orestes öcünü alacak Atreus-oğlunun demiştik.
Büyüyüp de yurdunu özlediği vakit.
B öyle dedi Hermeias, fakat inandıramadı Aigisthos’u
İyiliğin i düşündüğü halde ; şimdi toptan çekti hepsi­
nin cezasını.» (1, 32)
Antik Felsefe

(Savaşta kuşların uçuşunun’’ alâm et sayılmasına kar­


şı :)
B ir tek alâmet en iy i (sayü ır) : vatanı korumak. (X II,
243)

«•

Katlanan bir yürek verdiler M oiralar insanlara. (X X IV ,


49)

(Odysseus’un şiarı) :

Katlanacağım , acı-görmüş bir yürek var göğsümde, (5,


222)
Soylular ahlâkı

(B ir soylu kişinin şiarı :)

H er zaman en iy i olmak, ötekileri geçm ek.


A taların soyuna leke sürmemek. (V I, 208)

Özgürlüğün değeri

Yavuzluğunun yarısm ı çeker alır uzağı^gören Zeus


Adamm, kölelik gününün pençesine düşer düşmez."
(17, 322)

İnsanlık

Zeus’dan gelirler bütün konuklar ile dilenciler.


Küçük bir arm ağan da sevindirebilir. (6, 207)
W alfher K ra m

Evlilik

(Andromafche konuşuyor :)

Hektor, sen benim için baba, saygıdeğer ana


V e kardeşsin, hem de genç ve güçlü kocamsm. (V I,
429)

Baba He oğul

(H ektor’ım duası :)

Zeus ve öteki tanrüar, dilerim sizden, bu


Benim oğlum, benim gibi Troialılar arasmda parlasın.
Öylece yaman güçlü olsun, îlio s ’a kuvvetle buyursun.
Hattâ şöyle diyen bulunsun : «Ben babasından pek da­
ha yavuz>.“ (V I, 476)

Atasözünü an d ırır sözler^*

N asıl da hep benzeri benzerine götürüyor Tanrı. (17,


218)

Y umuşar yüreği soylu kişilerin. (X V . 203)


Başından geçince anlayışlıdır budala da. (X V II, 32)
İ y i değildir buyuranlarm çokluğu. (II, 204)
K ısadır savaşta solıdc-alma. (X I, 801)
U laştırır am aca T a n n her şeyi. (X IX , 90)
Antik Felsefe

Notlar:

1. Bu iki eser aym ozanın değil, fakat aynı ozan-oku-


lunun malıdır. Aşağıdaki örneklerde ÎMas’ın kitapları R o­
m a sayılarıyla, Odysseia’nınkiler A rap sayılarıyla göste­
rilecek. — 2. Deniz, biri erkek öteki di§i bir deniz - varlığı
olan ilk -t a n r ı çiftiyle anlatılıyor; buna göre su «(gim di
ve her zam an egemen olan) tanrıların doğurucusudur.»
— 3. «Ö lm ek» demek olan bir anlatım, buna göre insanı
kuran öğeler bunlardır. — 4. T an rın ın varlığının tam ola­
rak anlatılam ayacağına kapalı şekilde ilk işaret etme.
— 5. Bu kader terazisinin gösterdiği şeye en yüksek tan ­
rı da boyun eğiyor; karşıl. not lO’u — 6. llia s ’d an daha
yeni bir destan: Kypros (K ıb rıs) adasında m eydana gel­
diği sanıldığından K ypria adıyla anılıyor. Bu girişteki
düşünceyi rationalist olan günümüz şu şekilde anlatırdı;
N üfusun aşırı artışı savaşa götürür. — 7. B u rada acı çek­
menin anlam ı büyük sanatçının bundan uzun zam an y a­
şayacak bir sanat eseri yaratm asında bulunuyor. — 8.
B una göre hiçbir kimseye yalnız iyilik nasib olmaz. —
9. İnsanca, hatta ruhça olan bütün şeylerle dünyadaki
nesneler arasında içten bir bağlılık bulunduğuna inanan
Homeros çok kere açık olarak anlatabilm ek için benze­
tiler kullanır ve böylece bu bağhlığı gözönüne koymak is­
ter. — 10. «M o ira» yani kader tanrıça çok kere olduğu gi­
bi burada Zeus yahut «tan rılar» yerini tutan bir deyiştir;
fakat Zeus’un da daha yüksek bir varh ğa bağlı olduğunun
gösterilmek-istendiği yerler de yok değil (karşıl. örneğin
X X II, 208 dev, ve yukarda not 5). — 11. T an rılar h aber­
cisi, Hom erob-îa neyi bildirdiği kestirilemeyen bu takma
adı taşıyor. Atreus-oğlu Agam em non’dur. Orestes de onun
oğlu. — 12. K u şlarm uçuşunu endişeyle gözetleyip yo­
rum layan bir kâhine karşı söylenmiş biz söz. — 13. Y a n i
özgür olmayan insan özgür olarak gücüne sahip kimse­
nin başardığının yarısı kadar başarır. — 14. Friedrich
Nietzsche’nin insanın yalm z soyunu üretmekle kalm ayıp
«gelişip yükselmesi» gerektiği öğretisi için temel. — 15.
B urada deril toplu kısa anlatış dikkate değer.
n. DÜNYANIN DOĞUŞU VE BÎÇİMÎ
ÜZERİNE ESKİ ÖĞRETİLER

Dünyanın meydana gelişi üzerine mytihologik öğre­


tilere birçok uluslarda rastlıyoruz ; örneğin doğulu
uluslardan Babillüerde, Finikialüarda, Yahudilerde,
Perslerde, eski Türklerde, bunu görüyoruz. Bu öğre­
tileri eski Hellenlerinki ile karşılaştırmak, benzerlikle­
rini ve ayrılıklarını ortaya koymak hiç de yararsız de­
ğildir. Bu eski Hellen öğretilerinin yazarlarına A risto­
teles «Uk theologlar» adını veriyor. Z ira mythik düşün­
m eye bağlı olan bu kişiler için dünyanm meydana g e ­
lişi, tanrıların meydana gelişi ile birdi. Bu yazarların
bizce bilinenlerinin en eskisi Boiotia’nın Askra kentin­
den olan Hesicdos (İs. ö. 700 çevresin de)’dur ki Home-
ros’unkiler gibi heksametron ölçüleriyle yazılmış,
«Theogonia» ve «İşle r ve Günler» adlı iki eseri günü­
müze kalmıştır. Bu eski mythologik öğretilerde her za­
man gece gündüzden önce gelir- Fakat Hesiodos için ka­
rakteristik olan şey meydana gelişteki sıranın inceden
inceye düşünülmüş olmasıdır ; kuşkusuz o bu sıralanış
için neden gösterm iyor. Ona göre önce bir uçurum g i­
bi açılan boşluk demek olan Khaos meydana geliyor ;
ondan sonra dişi bir varlık olan analar-anası Toprak ile
erkek bir varlık, yaratıcı Tanrı Eros ; bundan sonra
kısmen doğrudan doğruya kendinden doğurma — top­
raktan tem el varlıklar olan gök, d ağlar ve deniz, ge­
12 Vfalther K ra m

ceden ölüm, uyku ve «düşler soyu» nun dünyaya g eli­


şi gibi — kısmen cinsel doğurmalar şeklinde doğurmalar
başlıyor. Toprak anamn Gök - Tanrı üe birleşm esi so­
nunda ilk tek tek göklü tanrılar ortaya çıkıyorlar ; zira
Platon’a varm caya kadar Hellenlerin Tanrısı doğamn
yaratıcısı değildir, sadece doğa içinde hükmedendir.
Döğüşle biribirinin yerini alan üç tanrı-nesli evrenin
yaradılışındaki gelişm eyi gösteriyorlar ; bugünkü ku-
§ak Zeus’un kuşağı olup bu kuşağın Zeus’un emrinde
bulunan tanrısal varlıklarla iyiden iy iy e dolu olan bu
dünyada sonsuz olarak etki göstereceği sanılıyor.
Öteki kosmogonialara orphik kosmogonialar deni­
y o r ; çünkü bunların başlangıcı mythik şarkıcı Orphe-
us’a dayanmaktadır ; Hesiodos’un öğretisiyle olan ben­
zerliği açıkça görünüyor ise de daha sonraki şekillerin­
deki tasavvurların pek hayalci oluşunda doğunun etkisi
kendini belli ediyor. Dünya yumurtası tasavvuruna baş­
ka başka uluslarda rastlam yor. - Pythagoras’ın öğret­
meni, Kykladlar adalarmdan Syroslu Pherekydes (550
çe vr.) ‘Theologia’sım daha o zaman düzyazı olarak yaz­
mıştır. Fakat burada Gök Tanrı ile Toprak tanrıçanın
öncesiz-bititnsiz va r olduklarının düşünülmesinde yu­
karda adı geçen öğretUerdekinden bambaşka bir ruh
seziyoruz. Dünyanın yahut göğün, tanrının dokuduğu
yahut işlediği bir elbise yahut bir hırka yahut da bir
hah olduğu tasavvuru pek eski. Doğuda bulunan bir
tasavvurdur.

HESÎODOS’U N «T H E O G O N IA » S IN D A N

Selâm sizlere (M u seler), Zeus’un çocukları, bana güzel


şarkılar verin.
A ntik Felsefe 13

Söyleyin* nasıl önce tann iann ve tt^rağın meydana


geld iğin i
Ve ırmakların, kabarıp gürleyen sonsuz denizin,
P arlayan yıldızların ve ynkardaki geniş gök kubbesinin.

Anlatın bana bunları Museler, siz ey konaklan Olym-


pos’da onlar,
Baştan beriye ve söyleyin, bunlardan hangisi önce
meydana geldi.
Gerçekte Khaos’du en önce meydana gelen, sonra da
Geniş göğüslü Toprak herşeyin daima sağlam durağı
Ve Eros, en güzeli olan ölümsüz tanrılarm.

Khaos’dan da Erebos (karanlık) ile kara Gece m ey­


dana geldiler.
Geceden de Aither (aydm bk) ile Gün ortaya çıktı.
Bunları o sevişerek birleştiği Erebos’dan gebe kalıp
doğurdu.
Toprak ise önce ortaya koydu kendine eşit olan
Y ıld ızlı Göğü, kendisini sarıp örtsün diye ;
M eydana getirdi büyük dağları^ sevim li duraklarını
tanrıların ve
B oğazlarla kesilmiş dağlarda yaşayan nymphelerin ;
Y in e o dinlenme-bümez denizi doğurdu, kabarıp gür­
leyeni.
14 W alther Kranz

Pontos’u, arzulayan sevgi olmadan ; sonra da


Göğün eşi olarak^ doğurdu girdaplı Okeanos’u,
Koios’u, K rios’u, Hyperion’u, îapetos’u,
Theia’yı, Rheia’yı, Them is’i, Mnemosyne’yi,
Altun-çelenkli Phoibe’yi. sevim li Tethys’i.
Bunlardan sonra da en gençleri olarak meydana geldi
kurnaz Kronos.*
(dize 104 d ev.)
Rheia ise evlenerek Kronos ile doğurdu parlak çocuk­
lar ı
Hestia’yı, D em eter’i ve altun-sandallı H era ’yı,
Güçlü Hades’i, evi yeraltında olanı
Y üreği acıma bilmeyeni ve Ennosigaios’u, pek gürle­
yeni,
V e düşünceli Zeus’u, tanrılarla insanların başını/ (d i­
ze 453 d e v.)
Aynı kökenden olduklarmı tanrılarla insanların. (îş le r
ve Günler 108).

(E n eski kosmos-tasavvuru :)

O kadar toprağın derinliğindedir (yer-altı ülkesi) ne


kadar uzaksa gök topraktan.
Dokuz gece ve gün çünkü tunç bir örs
Gökten aşağı düşerek onuncuda toprağa varırdı.
Y in e dokuz gece ve gün tunç bir örs
Antik Felsefe 15

Topraktan aşağı düşerek onuncuda Tartaros’a va rır­


dı.' (Theog. 720).

Orphik kosmogoniahafdan

Orphik kosmogonia geceden başlıyordu. (F ra g m .


d. Vorsokr. 1 B 12).
Khaos vardı önce, Gece ile kara Erebos ve geniş Tar-
taros,
N e Toprak, ne Hava, ne de Gök vardı. Erebos’un son­
suz kucağında.
Doğuruyor en önce kara-kanatlı Gece yelle döllenmiş
bir yumurta,.
Bu yumurtadan zamanların dönüp tamamlanmasıyla
özleyen Eros çıktı
Sırtında iki altun kanat parlayan, hızı kasırgalara bir
olan
Bu da geceye gömülmüş kanatlı Khaos ile eşleşerek
geniş Tartaros’da

Önce ölümsüzler soyu yoktu. Eros birleştirmeden önce


herşeyi.
Birbdrleriyle birleştiklerinde meydana geldi. Gök Oke-
anos.
Toprak ve bütün bîifatlı tanrılarm göçm ez soyu. (A 12).,
16 W alther Kranz

Ilk-başlangıç, vücudunda boğa ve arslan başlan


çıkmış olan, ortada Tanrı yüzü bulunan bü- ejderhay­
mış, omuzlarında kanatlar varm ış.. Bu ejderha aşın
büyüklükte bir yumurta meydana getü iyor, yumurta
onu meydana getirenin yükü altında ezilerek ikiye bö­
lünüyor. Üstteki bölümü gök oluyor, alttaki de toprak.
(B 13).

Syroslu Pherekydes’in Theologîasmdan

Zas (Zeus) ile Khronos (Zam antanrı) vardılar dai­


ma v e Khthonie (Toprak tanrıçası).. (Zas ile lOıtho-
nie) düğün yapıyorlar, düğünün üçüncü günü gelince o
zaman Zas büyük ve güzel bir atkı yapıyor ve üzerine
renk renk toprağı ve denizi ve denizin evlerini işliyor-
(V e Zas Khtlionie’ye söylüyor :) «Düğünün olmasını is­
tediğimden seni sayarak bu örtüyü veriyorum. Sana hoş
geldin derim eşim o la ra k !» (7 B 2).
İlk meydana-ğetiren şey en iy i şeydir. (A 7).

Notlar .

1. Museler EsM Yunanlılara göre şiir esinleyen tan­


rısal kadınlardır. İnsanların her türlü hünerlerinin T an -
n nın bir arm ağanı olduğu Eski-Grek çağının temel kam -
la rından birid ir: bu düşünceye Homeros’un ve Hesio-
dos’un şiirlerinde h er yerde rastlanır. — 2. Anayla oğlun
evlenmesi. Eski mythos bu şekilde evlenmeleri bir de kar­
deşlerin evlenmesini hiç çekinmeden motif olarak kulla­
nıyor (önce Kronos İle Rheia, sonradan Zeus ile H era).
— 3. K ronos’un kurnazlığıyla ilk kuşak olan Uranos (gök)
-G a i a (toprak) kuşağını devirip onun yerine geçen bu
ikinci tanrılar - kuşağından olanlar arasında şunlar var­
dır ; Hyperion (yükseklikler - oğlu, sonradan G üntanrı
Hellos’un ek-adı, Hölderlin tarafm d an özel ad olarak kul­
Antik Felsefe 17

lanılıyor). lapetos (Prom etheus’un b abası), hak ve hu­


kukun tanrıçası Themis, bellek yetisi tannçası Mnemosy-
ne (M uselerin anası) ; Tethys için b. yuk. s. 5. — 4. Bu
üçüncü ve sonuncu tanrılar - kuşağıdır, bu da Zeus’un baş­
kanlığı altında sonradan ikinci kuşağı deviriyor. Hestia
o c a k -a te şi tanrıçası, Demeter ekmeği veren, Hera evlen­
meyi gözeten tanrıça, Hades ölüm tanrısıdır : Ennosigai-
os «yerisarsan» demek olup denizlerin egemeni olarak
yerdepremi yapan Poseidon’un adıdır. — 5. D ünya daha
burada tam Greklere uyan bir şekilde, düzgün bir yapı
olarak düşünülüyor, bu yapıda kutlu dokuz sayısı (birçok
uluslarda kutlu bir sayı sayılan üçün üç katı) egemen­
dir. Ü ç sayısının kutlu oluşu k a n - koca ve çocuğu göster­
mesiyle açıklanıyor.
in. ESKİ ÖZLÜ SÖZLER AHLÂKI

N asıl birçok uluslar daha erkenden dünyanın do­


ğuşu üzerine düşünmeye başlamışlarsa yine böylece
daha gençken özlü sözler şeklinde yaşama kuralları
koymuşlardır. Hesiodos’un yukarıda sözü edilmiş olan
ikinci ve heksametron nazım ölçüsüyle yazılm ış «İşler
ve Günler» adlı eseri tam am ıyle ahlâksal bir yol tutmuş­
tur ; kendi başına gelerek yaşadığı haksızlıktan hız ala­
rak hak ve adaletin halk ile birey için olan önemi üze-
r ine ders veriyor v e insanların gittikçe daha çok soy-
suzlaşması karşısmda duyduğu kaygıların yükü altın­
da ezilmesine rağm en doğru ve hakça çalışmanın geti-
r eceği uğur ve bereketi zihinlere yerleştirm eye çalışı­
yor. Buna bazan kısa özlü söz, bazan uzunca söz dizi­
leri kılığında çeşitli yaşam a ve çahşma kuralları ekle­
niyor. Çiftçinin ve gem icinin işlerini gösteren bir çeşit
takvim oluşturan a y n bölümler bulunuyor.
Halk arasında yaşayan yahut önemli kişilerin malı
olan özlü sözleri daha aşağı yukarı İs. ö. 6. yüzyılda
kutlu bir sayı olan yedi ile anılan fakat adları pek de­
ğişen b ilgelere m âlediliyor. Burada Hellen ulusunun
ruhuna bizi doğrudan doğruya baktıracak bir kapı açı­
lıyor. Bu sözlerin neye özendiklerine, neden şekiller­
de taşkınlığı gem leyip ölçülülüğe, büyüklenme ve a z­
gınlığı gem leyip alçakgönüllülüğe varm ak öğüdünün
tekrarlandığma dikkat etm eli : Hellen sanatının ayırıcı
20 W alther Kranz

özelliği olarak hayranlıkla karşıladığım ız gkarar ölçü»


bilinçli bir ruh eğitiminin ürünüdür. Bu büğe gibi
adamlar eğiticiydiler. Friedrich Nietzsche şöyle diyor :
«Başka ulusların erm işleri var, Hellenlerin ise büge-
le ri.»

HESÎODOS’U N «İŞ L E R V E G Ü N L E R »
A D L I E S E R İN D E N

Üç kere onbindirler çok-besliyen yer-yüzünde


Ölmez gözcüleri Zeus’un ölümlü insanlar yanında.
Onlar gözetler hak kavgalarını, kötü işleri
Sislere bürünüp dolaşırlar bütün yer-yüzünü.
B ir de genç kız vardır A dalet diye, Zeus’dur babası*
Tanır ve sayarlar Oiympos’un sahibi tanrüar onu.
B iri onu kırınca haksızlıkla hakaret ederek
Hemen va rır oturur yanına babası Kronos-oğlunun
Duyurur hak-tanımaz insanların niyetlerini : sonunda
Halk çeker cezasmı beylerin deliliğinin, uğursuz niyet­
lerle
E ğri yargılarla başka yana hakkı çevirenlerin. (252)

Hakka kulak ver artık, zoru unut büsbütün.


Şu âdeti koydu zira Zeus insanlar için :
Balıklar, karadaki hayvanlar, uçan kuşlar
Y iyecek birbirini, hak yoktur aralarında çünkü.
Antik Felsefe 21

İnsanlara ise hak yolladı, odur nimetlerin en büyü­


ğü. (275)
Kötülüğü sürüyle elde edebilirsin, kolayca.
Düzdür yolu, pek yakındır y eri ;
M eziyet’in önüne alın teri koydular
Ölümsüz tanrılar ; uzundur diktir yolu
Hem_de önce taşlarla dolu, varınca tepeye
Kolaydır ondan sonrası, başta gü jse de. (287)
En kusursuzdur kendisi her şeyi düşünüp gören
Neyin ilerisi ve sonu için daha iy i olduğunu,
İyid ir iy i söze uymasını bilen kişi de ;
B;r adam ki ne kendi görür, ne de cankulağıyla
Başkasını dinler, o işte yaram az higbir işe. (293)

Çalışmak ayıp değildir asla, çalışmamak ayıptır


Ceza düşünür geniş-görüşlü Zeus Kronos-oğlu. (238)

Çoktur bütün bir kente bir tek kötünün felâket getirdiği


Yanılıp kötü işler işlemesi yüzünden. (240)

K endine kötülük hazırlar başkalarına kötülük hazırla-


yan
22 W alther Kranz

Kötü öğüdün en çok öğüt-verenedir zararı. (265)

Budalalar bilm iyorlar yarım ın bütünden ne kadar çok


olduğunu.* (40)

Gün bazen bir ana, bazen bir üvey anadır.’ (825)

(Gaipten haber verm eler)

Şimdiki soy‘ demirdendir ; ne gündüzleri


Dinlendikleri var zahmet ve acıdan ne geceleri,
Soysuzlar ; ezici kaygılar verecek tanrılar.
Fakat yine iy i şeyler katılmış olacak bunların kötülük­
lerine,
Zeus yok edecek bu soyunu da ölümlü insanların.
Şakaklarında ağarmış saçlarla doğdukları gün.*
N e baba çocuklara uyacak ne de çocuklar babaya
N e konuk e v sahibini, arkadaş arkadaşı
N e de kardeş sevecek kardeşi, eskisi gibi.
Çok geçm eden saym ıyacaklar yaşlı anababalarım
Hakaret edecekler onlara ağır sözler söyliyerek
Şerirler, tanrıların öcünden çekinmiyenler,
K ocamıs anababava verm iyecekler bakımlarını geri
Güclp hak alanlar ; yıkacaklar birbirlerinin kentlerini.
Antik Felsefe 23

N e andına bağlıya değer verecekler, ne âdile


N e de iyiye. Kötülük işleyeni, haddini bümeyeni
Daha çok sayacaklar, hak kola kalacak.
Saygı kalkacak ; kötü kişi iyiye zarar verecek
E ğri sözlerle, doğru olduğuna da and içecek.
Yoldaşlık edecek kıskançlık zavallı insanlara
Kötü sözler kötü bakışlarla, sevinerek zarara.
V e o zaman geniş yeryüzünden Oiympos’a doğru
Pa rlak örtülere bürüyerek güzel vücudunu
Ölümsüzler arasına gidecek, insanları bırakıp
Saygıyla Utanma ; kalacak acılarla kederler
Ölümlü insanlara, çaresi olm ıyacak felâk etin. (176)

Y E D İ B İL G E N İN SÖZLERİNDEN»

Lindos’lu ' Kleobulos diyor ki : Ölçü en iy i şey. Ba­


bayı saymak gerek. Dinlem eyi sevmeli, gevezeliği de- '
ğil. Yurtdaşlara en iy i öğütleri vermeli. Hazza hük-
m etm eli. Zorla hiçbir şey yapmamalı. Çocukları eğit­
meli. Halka karşı olana düşman gözüyle bakmalı. Kişi
dengiyle evlenmeli ; daha yükseği efendin olur, ak­
raban değil.

A tin a’h Solon diyor ki : H içbir şeyde aşırı olma-


K eder doğuran hazdan kaç. Çabuk dost edinme, edin­
diklerini de çabuk gözünden düşürme. Hükmedilmeyi
öğrenerek hükmetmeyi bileceksin. Yurtdaşlara en ho-
şa gideni değil en iy iy i sağlık ver. Görünmeyenleri
görünenlerden çıkar.
24 W alther K ra m

îsparta’lı Khüon diyor ki : Kendini bil.® Dostların


ziyafetlerin e yavaş git, felâketlerine koşa koşa. Düğün­
leri sade yap. Ölmüşleri bahtlı diye öv. Kendinden yaş­
lıyı say. Tutkuya hâkim ol. Y asalara uy. Haksızlığa
uğrarsan barış, hakarete uğrarsan öc al.

M ile t’li Thales, diyor ki : K e faletin yoldaşı fe lâ ­


ket. Kötü yoldan zengin olma. Babadan kötü şeyi kap­
ma. Ana babana ne gibi yardım larda bulunmuşsan ih­
tiyarlığında kendin de öylelerini bekle- îşsiz-güçsüzlük
üzücü bir şeydir. Kendine hâkim olmama zararlı bir
şeydir. Acınmaktan çok kıskanıl. Ölçülü o l.

Lesbos’lu Pittakos diyor ki : Soylu olmak güçtür.


Uygun zamanı kolla. Yapm ak istediğini söylem e ; başa,
ramazsan gülerler. B ek a s ın d a hoş görm ediğini kendin
yapma.® Bahtsızları ayıplam a ; çünkü tanrıların öfke­
sine uğramışlardır. K araya güvenilir, denize güvenil­
mez. Kazanç doymak-bilmez. Sana uyanı kazan ‘° A f
öcalmadan daha güçlüdür.“

P rie n e ’li Bias'^ diyor ki : İnsanların çoğu kötüdür.


İşe yavaş giriş, başladığına da sıkı sıkı sarıl. Yanılm a­
mak için çabuk konuşmaktan nefret et ; ardından piş­
manlık gelir. Y ap tığını düşün. Çok dinle, yerinde konuş.
İk na ederek al. zorlayarak değil, iy i bir şey yapm ış­
san tanrılardan bil, kendinden değil.

Korinthos’lu Periandros diyor ki : Bütünü düşün.


Dinginlik güzel bir şeydir." Atılganlık aldatıcı bir şey­
dir. Kazanç çirkin bir şey. Bahtlüıkta ölçülü ol, baht­
sızlıkta düşünceli. Ana-baba’na lâyık olduğunu göster.
Dostlarına karşı bahtlılıklarmda nasılsan bahtsızlıkla­
rında da öyle kal. Y asaların eski, yem eğin taze olsun.^*

(F ragm ente der Vorsokratiker I 10)


Antik Felsefe 25

Halk dilindeki özlü sözler

Yapan bulur.“ — Y aralayan iy i eder.“ — Güzel


şey güçtür." — En iyisi doğmamış olmaktır, olabildi
ğince erken ölmek ondan sonra gelir/*

Notlar;

1. H ak ve adaletin insanlardan değil tanrılardan gel.


miş olduğu eski Hellenlerin sarsılmaz b ir görüşüdür. —
2. iy i başarılmış ufak bir parça baştan savma yapılmış
büyük bir bütünden daha iyidir demek isteniyor. — 3.
U ğurlu bereketli günler vardır, bir de bereketsiz ve uğur­
suz günler. — 4. Hesiodos insanların gittikçe kötüye doğ­
ru gelişmelerinin altın, gümüş, bronz madenlerine karşı.
İlk olduğu şeklindeki, aslında Doğudan gelen fakat ken­
disi tarafından serbestçe bulunmuş düşüncelerle yuğuruı-
muş olan mythos’u anlattıktan sonra şimdi haldeki «d e­
m ir soy»a geliyor. Fakat ardından anlatıldığı üzere bu
soy da gittikçe soysuzlaşacak, sonunda Zeus insanları yok
edecektir. — 5. B u korkunç mucize insanların daha çocuk
ken ihtiyarlar gibi akıllı olacağını söyliyor ki bu d a sağ
lıksızlığın, doğaya aykırılığın bir işaretidir. — 6. Y ed i B il
geler arasına Solon, daha sonra Lesbos halkının güdücü
sü Pittakos, politika aaam ı Bias, Korinthos hüküm dar
Periandros gibi büyük devlet adam larının da Dulunmas
dikkate değer ; bu sağlam eski devirde kendini toplulu
ğun hizmetine verme «bilge kişi» nin ilk ödevidir. — 7
Rhodos adasındaki bir kentin adı. — 8. Bu söz Delphoi’
daki Apollon - tapınağım n gireğinde yazılı bulunuyordu
Platon’un söylediği üzere anlam ı şuydu : «Sadece bir in
san olduğunu bil». — 9. H er ethik’in temeli. — 10. Anla
m ı : sana, varlığına uygun olanı elde etmeye çahş. — 11
B ir kimseyi affeden onun üstüne yükselir ; ondan öc
alan onun seviyesine iner. — 12. K arşılaştır : Heraklei
tos bölümü not 27. — 13. Bu iç dinginlik klâsik Kellen
sanatının eserlerinde bulunuyor. — 14. Y a n alaylı söy
lenmiş. — 15. B u söz için şair Alskhylos (Khoephorol 313).
26 W alther Kranz

«K ocam ışlar kocamışı sözü> diyor. — 16. Delphol ApoU


lon’unun eski zam anda bildirmiş olduğu bir kehanetmiş;
d ah a önceki söz için pek güzel bir tam am lam a. — 17. S a­
natçılar ve işçiler Ö reklerin ilk ve klâsik devrinde buna
göre hareket etmişlerdir. — 18. Yüzyıldan yüzyıla geçe-
gelen bu söz «H ellen neşeliliğinin» dayandığı temelin ne
k adar karanlık olduğunu gösteriyor.
IV. M İL E T ’L İ F İL O Z O F L A R

L T h a 1e s

Bilim sel felsefenin, hattâ genellikle bilimin doğ­


duğu yer Anadolu kıyısmdaki bir İyonya kenti olan Mi-
le t’dir. HeUenlerle Hellen olmıyan halkm yanyana ya-
şayışımn a yrı kuvvette bir fik ir yarattığı ve ruha pek
a yrı bir canlüık verd iği bu yerde insan daha İs. ö. 6-
yüzyılda ilk alarak, pratik yarar için değil de, sadece
doğru uğrunda sorularla boğuşmuştur. Bu ise bilimsel
çabanın gerçek belirtisidir.
Eski-Hellen filozoflarınm canla başla kendini ve r­
dikleri ilk sorun dünya sorunu idi : Dünyanın asıl te­
mel maddesi nedir? Bunun nedeni, bunların ruh gözle­
rinin pek çeşitli görünen dünyayı daha o zaman bir bir­
lik, bir bütün olarak görmesiydi. Doğa felsefesi denen
bu felsefenin başlangıcını Aristoteles, Thales adına bağ.
lıyor. Daha Aristoteles zamanında onun öğretisi üzerine
sağlam hiçbir haber kalmamıştı ; sadece matematik
alanında sağlam bir okul geleneğinin bulunduğu anlaşı­
lıyor. Thales’in soyu sopu da sağlam olarak bilinmiyor­
sa da, baba tarafının F inikia’lı olması olasılıdır. İnsan-
ca-kişice olarak tasavvur edilen tanrıların dünyada bu­
lundukları zaman filo zo f için artık geçm iştir : Temel
madde olarak Thales suyu alıyor ve bunun içinde tan­
rısal yaratm a gücünün, miknatıs taşındaki çekme kuv­
veti gibi bir hayat gücünün bulunduğunu düşünüyor-
28 W alther Kranz

Dahası var : her şeyin tanrılarla dolu olduğunu söyle­


yen Thales için dünyada tanrısal olmayan hiçbir şey
yoktur.. Bu canlı ve ruhlu madde öğretisi monizmin ta
kendisidir. Thales astronomi ve matematik alanlarında
da yeni çığırlar açmıştır. Hellenliğin bu gençlik çağın­
da bilim daha tam bir birlik ve bütünlük gösteriyordu.

B i l d i r i l e r ( H a b e r l e r )

Thales’in babası Eksamyes, anası Kleobuline olup


F inikia’lı’ ve Kadmos ile Agenor çocuklarının en soylu­
ları olan Thelidler soyundan idi. Thales F inikia’dan sü­
rülen Neileos ile birlikte M ilet’e geldiğinde kendisine
yurtdaşhk hakkı veriliyor ; çoğunluğun bildirdiğine göre
Thales orada-doğma bir M iletliym iş. Bazılarına göre
hiçbir yazı bırakmamıştır ; ona mâledilen «G em ici as­
tronomisi» nin Samos’lu Phokos’un olduğu söyleniyor.
Apollodoros^ onun 39. oiym piad’ın ilk yılında (îs. ö- 624)
doğmuş olduğunu söylüyor ; 78 yaşında ölmüştür, çün­
kü (ApoUodoros’a g ö re) 58. oiympiad içinde (İs. ö.
548-5) ölmüştür, Kroisos’ zamanında yaşamıştır. (11 A
1).
(Herodotos anlatıyor :) Soyunun başlangıcına gö­
re Finikialı olan M iletli Thales’in İonialılarm Teos’da
— Teos İonianın ortasıymış — bulunacak bir tek yö­
netme kurulu olmasını, öteki kentlerin ahalisiyle bir­
likte sadece bucak im işler gibi taranmalarını istemesi,
ionianın yuklmasından önce yara rlı bir öneriydi.
(A 4)
(Aristoteles söylüyor :) İlk olarak fe lse fe ile uğra­
şanların çoğu bütün nesnelerin ilk-temelinin yalnız mad­
de şeklinde olduğunu sam yorlardı ; kendisinden varo­
lan bütün şeylerin çıktığı ve ilk olarak ondan meydana
A ntik Felsefe 29

geld iği ve yok olarak sonunda ona döndüğü şeye — te­


m el varlık olduğu gibi kalıyor, yalnız halleri değişiyor
— öğe diyor, bunun varolanların ük-başlangıcı olduğu­
nu söylüyor ve bundan dolayı, bu şekildeki yaratılıp
olduğu gibi kaldığından, hiçbir şeyin meydana gelm e­
diğini, hiçbir şeyin yok olmadığını düşünüyorlar...
Böyle olan ük-temelin sayısına ve şekline gelince hepsi
aym şeyi söylem iyorlar, bu çeşit felsefenin asıl başı
olan Thales — ötekilerin (daha sonrakilerin) tersine —
bunun su olduğunu söylüyor — bundan dolayı topra­
ğın suyun üzerinde bulunduğunu anlatıyor — ; belki de
bu varsayım ına bütün varlıklarm besininin nemli oldu­
ğunu v e sıcağın kendisinin de bundan çıktığım v e onun­
la yaşadığını görerek varıyor — her şeyin ilk-tem eli ise
kendisinden her şeyin meydana geld iği şeydir — işte bu
yüzden bu varsayım a varıyor ve bir de bütün nesnelerin
tohumlarının yaratılışınm nemli olmasından. Su ise nem­
li şeylerin taibiatının ilk-tem eli (arkhe) dir. Çok eskile­
rin, bugünkü kuşaktan çok önceleri yaşamış v e ilk ola­
rak tanrılar üzerine düşünmüş olanların doğa üzerine bu
şekilde düşünceler yürüttüklerini söyleyen kim seler de
va r ; çünkü, bunlar Okeanos üe Tethys’i* meydana g e ­
lişin babası ve anası. Tanrıların andını da kendilerinin
Styks® adını verdikleri su yapıyorlar ; en saygıdeğer
şey en yaşlı olan şeydir, and ise en saygıdeğer şeydir.
(A 12).
Yerdeprem i üzerinde yeryüzünün bir gem i gibi yüz­
düğü suyun kımıldamasıyla oluyormuş.'' (A 15)
Thales herşeyin tanrılarla (daim onlarla) dolu oldu­
ğunu sanıyordu. — Miknatıs taşınm, dem iri çektiğinden
dolayı, canlı olduğunu söylüyordu. (A 22. 23)
Onun ilk astronom olduğu anlaşılıyor. — (Herodo-
tos anlatıyor : L yd ia hakanı Alyattes ile M edia hüküm­
darı Kyaksares arasmdaki savaşda) boğuşma iyice
30 W alther Kranz

başladığı sırada birdenbire gündüz gece oluyor (28.5.


585’deki güneş tutulması). Günün bu değişmesinin ola­
cağım M iletli Thales sımr olarak bu yılın dönümünü
(y a z gün dönümünü) önceden koyarak önceden îonialı-
lara söylemişti.® Bu zaman içinde de gerçekte bu de­
ğişiklik olmuştu. (A 1. 5)
(A ristoteles’in öğrencisi Eudemos’un matematik ta­
rihine göre :) N asıl Finikialılarda ticaret değiştokuş
dolayısıyla sayıların tam olarak bilinişi başlamışsa böy­
lece.. M ısırlılarda da geom etri., bulunuyor.® Thales M ı­
s ır’a gelerek ilk defa bu bilim i H ellas’a getiriyor ; ken­
disi de birçok şey buluyor^ birçok şeylerin de kendi­
sinden sonra gelecekler için tem ellerini atıyor. — Bir
dairenin çapla iki eşit bölüme ayrıldığını ilk olarak o
göstermiş. — H er ikiz kenar üçgenin taban açılarının
eşit olduklarını söylemiş ; bunu yaparken eskice bir
deyişle eşit yerine «şekilce benzer» demiş. — B irbiri­
ni kesen iki doğruda ters açıların eşit olduğu teoremini
ilk bulan Thales imiş. — Denizdeki gem ilerin araların­
daki m esafeyi onun hesapladığı söyleniyor (ikinci
kongruens teorem i yardım ıyla). — (Başka kaynaklara
göre :) İlk olarak daire içine dik açılı bir üçgen çiz­
miş.'" — Ehram ları (P y ra m id ’le r i) gölgem izin büyük­
lüğü kendimiz kadar olduğu zamanı bekleyerek gölge­
lerinden ölçmüş. (A 11. 20 ve 1. ek)

2. A n a k s i m a n d r o s

M itolojik düşünürlerin bakışı kuşaklarm ve zaman­


ların birbirini kovalayışına, dünyanın meydana g elişi­
ne çevrilm iş bulunuyordu ; bilimsel araştırıcı aynı za­
manda başka bir şey daha bulmaya çalışıyor : bu şey
değişen ve biribirinin yerini alan ardında dünyada hep
Antik Felsefe 3f

kalan şeydir, dünyanın varbğıdır. Tîıales bunu belli bir


öğede bulduğu halde öğrencisi v e arkadaşı Anaksimand
ros bunu madde bakımından iyiden iy iy e belirlenem e­
yen — bizim «töz» (subsUıntia) kavram ım ıza yaklaşan
— bir şeyde buluyor v e ne zaman ne de y er bakımın­
dan sınırı olmayan bu şeye apeiron, yani smırsız-şey
adını veriyor. Daha bu eski Yunamn bakışı sonsuzlu-
ğa uzamyor. Sonsuz, öncesiz^bitimsiz maddenin son-
suz olarak yeniden kendine kendisinden şekil verdiği
iler i sürülüyor, hattâ daha ileri gidilerek bu sınırsız
mej^dana-gelme ve yok-olma için ük defa olarak, daha
henüz m itolojik nitelikte olmakla birlikte insanın içini
sarean ulu bir yasa ortaya atüıyor : her nesneye ve
herbir varlığa zaman belli bir yaşama ölçüsü ayırmış-
tır, sonra o çekilip gidecek, gelene «lıaksızlığınm », y a ­
ni hükmetme dileğinin cezasını ödeyecektir. Başlı başı­
na var-olm a dileği, «ben» isteği de yine kendinin yok
olmasına yol açar. Goethe’nin Mephisto’su haklıdır :
«Doğan her şey ölm eğe mahkûmdur».

Düşünce tarihi bakımından önemli olan ve sağ­


lam kaynaklardan öğrenilen bir sürü tek tek düşünceler
sonunda Anaksagoras’a gelip dayanıyorlar. Bunların
en önemlisi «k osm os». yâni inceden inceye bölümlendi-
rilmiş düzenli güzel bir yapı olarak dünya düşüncesi-
^ r . Ashnda «düzgün ziynet» demek olan bu sözcüğü
universum, yâni dünya bütünü için ilk kullanan belki
o olm alı. Gerçekten Hellence olan bu düşünceyi insan
İlk ondan sonra yitirmemiştir.

B i l d i r i l e r

Anaksimandros Praksiades’in oğlu olup Miletlidir-


Thales’in dinleyicisi (öğrencisi ve arkadaşı) idi. —
32 W alther Kranz

ApoUodoros onun 58. oiym piad’ın ikinci yılında (îs . ö.


547-6) altmış dört yaşında olduğunu ve az sonra da
öldüğünü söylüyor. — Anaksimandros M ilet’ten (K a ra ­
deniz kıyısındaki) Apollonia’ya giden göçm enlere baş­
kanlık etmiştir.'^ (12 A 1-4)
Tanıdığım ız Hellenler arasında ilk olarak doğa
üzerine yazılm ış bir yazı yayım lam ak cesaretini gös­
term iştir.’^ — ilk olarak meskûn dünyamn bir levha
üzerine resmini yapm ağa kalkışm ıştır." — Gnomon’u
(gök ölçüsü) da ilk olarak o bulmuş ve Lakedaim onia’-
daki gün-dönümlerini ve gece-ıgündüz eşitliğini göste­
ren güneş saatinin yanına dikmiştir. — A yrıca gök
küresi de yapmıştır. — Anlatılageldiğine göre'* güneş
ekliptiğinin eğriliğin i anlamıştır ki bu da (gök-bilgisi
için anlayış) kapı (sim ) açmak demektir. (A . 7. 6. 1. 5)

« D o ğ a » adl ı e s e r i n d e n

Varolan nesnelerin başlangıcı (a rk h e )’mn apei-


ron (sınırsız şey) olduğunu söylemiştir. (Bu başlangıç
maddesi olarak ne suyu ne de öğe denen şeylerden her
hangi birini değil de kendisinden bütün göklerin v e bu
göklerdeki dünya (kosm os)’ların meydana geldikleri,
smırsız başka bir tözü düşünüyor.)** Varolanlar neler­
den meydana gelm işlerse zorunlu olarak yok olup onla­
ra dönerler ; zira onlar birbirlerine zamamn düzenleyi-
şine göre haksızlıklarmm cezasını v e kefaretini öder­
ler. — Apeiron kocamaz, ölmez, yok-olmaz (A 9. 11.
15 B 1-3)

T a m a m l a y ı c ı b i l d i r i l e r

B ir’den (apelronMan) içinde bulunan karşıtların


A ntik Felsefe 33

ayrüjp çıktıklarını söylüyor. — Bu karşıtlar sıcak, so­


ğuk, kuru, yaş v.b. imiş. — Sonsuz sayıda kosmoslar
varsayıyor. — Sonsuz sayıdaki göklerin (kosm oslann)
tanrı olduğunu bildiriyor. — Ona göre meydana geliş
bitmez.^* (A 9. 17. 14)
Soğukla sıcağın öncesizlikten beri varolan doğuru­
cu ne-snesi bu bizim dünyamızın meydana gelişinde ay­
rılmış ve bundan yeryüzü çevresindeki havayı bir ağa­
cın kabuğu gibi saran bir a lev küresi meydana gelm iş ;
bu küre parçalanıp da birtakım daireler halinde toplan­
dığı zaman güneş, ay ve yıldızlar onun yerini alm ış­
la r.'’ — Güneşin çizdiği daire dünyanın 27 misli, ayın
ki de 19 (18 + 1) misli imiş ve en yukarda güneş, on­
dan sonra ay, en aşağıda da çakılı ve gezici yıldızların
çenberleri bulunuyor imiş.*® Anaksimandros yeryüzü­
nün boşlukta ve kosmos’un merkezinde bulunduğunu
söylüyor. — Yeryüzü şekil bakımından silindir biçimin­
de (sütun, taşına benzer) imiş, yüksekliği genişliğinin
üçte biri kadarmış.'® — İki düz yüzden biri üzerinde biz
yürüyoruz, öteki bunun tam karşısında bulunuyor. (A
10. 11. 26)
îlk canlılar dikenli kabuklara sarılı olarak yaşlık
içinde meydana gelm işler, yaşları ilerleyince kuru y e ­
re çıkmışlar, kabuğun çepeçevre yırtılm ası ile kısa bir
zaman başka bir şekilde yaşamışlar. — Başlangıçta in­
sanların başka kılıktaki canlı varlıklardan meydana g el­
diğini söylüyor, çünkü ötekiler az zamanda kendilikle­
rinden yiyeceklerini buluyorlar, yalnız insan uzun sü­
ren bir bakıma gereksinme gösteriyor ; bundan dolayı
başlangıçta da kendini bu şekliyle kurtarıp yaşata-
mazdı. — İnsanların ilk önceler i balıklar içinde m ey­
dana geldiklerini ye köpek balıkları gibi büyüdükleri­
ni ye kendilerine bakabilecek hale geldikten sonra ka­
raya el attıklarını anlatıyor.^” (A 30. 10)
34 W alther K ra m

3. A n a k s i m e n e s

Bilimsel araştırm ayı M ilet’de üç kuşak boyunca iz­


leyebiliyoruz ; ondan sonra araştırm a zinciri kopuyor;
bu kopuşun nedeni Herodotos’un (V 28) «İon ia ’nın sü­
sü» dediği M ilet’in 494 yılında P ersler eliyle yıkılm a­
sıdır. Anaksimandros’un genç yoldaşı Anaksimenes
onun ve Thales’in düşüncelerini toplayıp bir fizik teo­
risi kurmuştur ; bu kuram dünyanın meydana gelişini
daha kavranılır kılmak istiyor. Fakat yine o ana-töz
diye kabul ettiği biricik öğeyi yani havayı (a e r) tan­
r ı olarak, tanrı gücüyle dolu olarak düşünüyor, böyle­
ce dünyanın meydana gelişi bu biricik tanrıyla-bir mad.
de’nin değişmesi demek oluyor. Anaksimenes’in dünya
görüşü de böylece, doğalhkla m ateryalist ve natura-
list bir anlamda, bütün bütün monistçe - pantheistçe bir
dünya görüşüdür.
Anaksimenes kendine özgü fizik düşünceleri bakı­
mından zengin bir kimsedir. «Çakılı yıld ız» deyimini ilk
kullanan o olduğu gibi ilk olarak ay tutulmasının doğ­
ru açıklanışım o yapmış ve ilgilendirici bir deprem ku­
ram ı ortaya koymuştur.
insan vücudunu kosmos-vücuduyla karşılaştırması­
na gelince bu düşünceyi eski Pers hekimlerinin öğreti­
sinden alarak kendi kuramına bağlamıştır. Kim olduğu
bilinmeyen ve M ilet filozoflarının düşüncelerini kulla­
nan bir eski İoniahnın kosmolojisi dünya bütünü ve in­
sanlar üzerine olan bu tuhaf düşünüşü iyiden iyiye göz.
önüne seriyor. Bu kosmolojide yedi sayısının gücü üze­
rine Babillilerin kurdukları hayaller de açıkça görünü­
yor. A şağıya aldığım ız parça doğulu düşüncenin îs. ö.
6. yüzyıl İyonya’sı üzerindeki hâkimiyeti için bir örnek­
tir ; sonradan HeUen biliminin gücü bu düşünceyi ye­
niyor.
A ntik Felsefe 35

B i l d i r i l e r

Eurystrastos’un oğlu M iletli Anaksimenes arkadaşı


olduğu Anaksimandros gibi yaratılış (d oğa ) tözünün
(substantia) bir tek ve uçsuz-bucaksız olduğunu, fakat
onun dediği gibi belirsiz değil de belirli olduğunu söy­
lüyor ve buna hava d i y o r B u hava seyreklik ve sıklık
bakımından niteliklerine göre ayrı ayrıym ış. Seyrekle­
şince ateş haline gelir, sıklaşınca önce yel, sonra bulut,
daha çok sıklaşınca su, sonra toprak, sonra taş ve bü­
tün ötekiler de bunlardan olurmuş. O da hareketin son­
suz olduğunu, onun sayesinde değişmenin meydana g el­
diğini kabul ediyor. — Maddenin büzülen ve sıklaşan
şeyinin soğuk olduğunu söylüyor, seyrek ve gevşek olan
şeyinin ise sıcak. — H ava tanrı imiş. — H er şey hava­
dan meydana geliyor v e her şey yine dağılıp hava olu-
yK)rmuş. (13 A 5. B 1. A 10. B 2)
Ç iviler gibi yıldızlar kristal gökyüzüne çakılıdırlar ;
yıldızlar yeryüzünün altına doğru değil de, tıpkı keçe
külâh başımızın etrafında dönüyormuş gibi, yeryüzü
çevresinde hareket e d e r l e r — Güneş bir yaprak gibi
yassı imiş.” Ayın ışığını güneşten aldığını ve ay tutul­
masının ne şekilde olduğunu ilk olarak Anaksimenes
bulmuştur. — Yeryüzü tepsi şeklinde imiş, yassılığın-
dan dolayı havamn üzerinde duruyor imiş.^* (A 14. 7.
15. 16. 20)
Anaksimenes yer depreminin nedeninin yeryüzü­
nün kendisi olduğunu, dışardan bir şey onun üzerine
düşerek onu harekete getirmediğini, bunun onun içinde
ve onun içinden olduğunu söylüyor. Y a sıvının gevşettiği
yahut ateşin kem irdiği yahut (içindeki) havanın şid­
detinin sarstığı birtakım parçaları yeryüzünden kopup
düşürüyorlar imiş... Tıpkı eski yapılarda hiç sarsılma-
dıklan halde birtakım kısımların ağırlıkları kuvvetleri­
36 W alther Kranz

ni aşınca düşmesi gibi, bu bütün yapıda da eskilik do-


layısıyle parçalar gevşiyor, gevşeyip ayrıldıktan son­
ra da düşerek yukardaki bölümleri sarsıyorlar. (A 21)
Büsbütün hava imiş insan (sıklığı az veya çok) ;
ruh havadan imiş.^’ (A 22. 23)

E s e r i n d e n

Nasıl hava olan ruhumuz bizi hükmü altında bir-


arada tutuyorsa bütün kosmosu da (bütün dünya düze­
nini d e) soğuk ve hava öylece sarıp tutar. (B 2)

4. Tanı nmayan bi r eski İyonyalının


k o s m o l o g i a s i n d a n

Dünya-bütünü içindeki ilk düzen (dıştan ilk, en


dış) ayrılmamış (öğ e) yapısıdır (yani firm am ent) ; ikin­
ci düzen güneş parlaklığını g eri atan yıldızlarınki ;
üçüncüsü sıcaklığı içinde tutan güneşin dolaştığı küre ;
dördüncü düzen büyüyerek tamamlanan küçülerek yok
olan ayınki ; beşinci bölüm yağmur ve şimşekleri, gök
gürültüsünü, doluyu ve karı meydana getiren havanın
birleşmesi ve dizilişidir. Altıncı denizin yaş bölümü ile
ırmaklarm, çeşmelerin ve kaynakların ve bataklıkların
yaş bölümüdür ; yedinci üzerinde canlıların ve bitki­
lerin bulundukları toprak olup her şeyi besler, sudan
meydana gelmiştir. B öylece bütün evrenin bağlantıla­
rının yedi bölümlü bir düzeni vardır... Yeryüzü ve en
yukardaki düzen (kosmos) yaratılıştan durgundurlar;
ötekilerin ise dönüp dolaşma yolları vardır. Kosmos’-
un ortasında duran, içinde ve altında yaşlık bulunan
yeryüzünü hava kaldırır, böylece aşağıda bulunanlar
Antik Felsefe 37

için bizim bu yukarısı aşağı, aşağısı da yukarıdır. Or­


tada bulunan (yeryüzü ile gökyüzü arasında) ay ise
bütün ötekilerini uygunca birbirine bağlar.
Durgun duran ve kımıldamayan, kosmos’un orta­
sında bulunan yeryüzünün sert ve taştan olan bölümle­
ri (insanın) doğadan duygusuz ve hareketsiz olan ke­
miklerinin örneğidir ; taşlı bölümleri saran (yan i top­
raktan olan) bölümler insanların kolay dağılan etleri­
dir ; yerin içindeki sıcaklık ve yaşlık insanın iliği, bey­
ni Ve tohumudur. Suyun ırmak suyu olarak benzeri da­
mar ve dam arlardaki kandır, bataklık suyu olarak da
sidik torbası ile oturak yeridir. H ava insanm soluğuna
benzer. A y diyafram ın yerini gösterir (ikisinin yerle­
ri aynıdır). İnsanın sıcaklığı kosmos’da olduğu gibi iki
yerde bulunur ; güneşin ışınlarından biraz toprağa ka­
rışm ıştır ve bu içuzuvlardaki ve dam arlardaki sıcak­
lığa benzer, kosmos’un daha yüksek yerlerinde bulu­
nan sıcaklık ise yani yıldızların ve güneşin bulunduğu
kesimdeki sıcaklık deri altındaki sıcaklığa benzer ; et
çevresinde bulunan ve hızlı harekette parlayan (kıza­
ran ) bu sıcaklık yukarda gökte gördüğün Jüpiter y ıl­
dızı gibi renk değiştirir ; Arkturos^ yüdızı ise insanda
öfkeyi v e güneşin beslediği sıcaklığı yaratır. Bütün
kosmosu saran ayrılıp örgenleşmemiş gökyüzü yığını ise
derinin serin kuruluşu gibidir.
Bütünün ve bölümlerinden herbirinin yaratılışı iş­
te budur. (Günümüze geçegeldiği yer : Pseudo-Hippok-
rates Y ed i sayısı üzerine böl. 1. 2- 6)

Notlar:

1. Y u n an efsanesine göre Fenikeliler, bir Hellen olan


K adm os’un soyundan türemişlerdir — 2. B urada ve art­
tan gelende çok kere adı geçen kronist ApoUodoros İs ­
38 Wcdther K ra m

kenderiyeli bir bilgindir ; zam an hesabıyla dört yıllık bir


devreyi gösteren oiympiad ölçüsünü kullanıyor. Aşağıda
karşılaşılan bütün oiympiad hesapları onundur. — 3. Lid-
ya kıralı Kroisos. — 4. Pers kıralı Kyros (K u r u ş )’a karşı.
Demek oluyor ki o zam ana değin tek başlarına yaşayan
lyonya kentleri birleşip bir devlet kuracaklardı. — 5.
Karşılaştır, yuk. böl. I. not 2. — 6. Homeros tanrıları ye­
raltı ülkesinin esrarlı ve karanlık bir çayı olan Styks’ün
adını anarak yemin ederler. — 7. Demek oluyor ki artık
bunu yapan «Y eri sarsan» Poseidon değil. — 8. Herhalde
Babilde yapılmış olup pek eskiden beri yürütülen güneş
tutulması listelerine dayanarak ; Thales sadece genel
olarak güneş tutulmasının o yılın yaz gün-dönüm ünden
önce olacağını bildirebiliyordu. — 9. Fakat sadece iş ala­
nında kullanılm ak üzere ; matematik bilim i diye bir bi­
limi ilk ortaya koyanlar Hellenlerdir. — 10. Thales teo­
remi denen şey ; çapı gören çevre açısı bir dik açıdır. — ■
11. Eski Hellen araştırıcılarının hayata ne kadar bağlı ol­
duklarının gösteren bir örnek. — 12. İlk defa olarak bir
felsefî yazı yayım layan buna göre Thales değil Anaksi-
m andros’dur. A rttan - gelendeki «ilk olarak» sözüne de
dikkat edile. — 13. yani ilk yeryüzü haritası. — 14. B u bil-
dirilegelenin doğruluğu şüphelidir. — 15. Kere içindeki
cümle antik bir açıklamadır. — 16. B u sonsuz sayıdaki
dünyalar birbiri ardından m eydana gelmiş olarak düşü­
nülüyorlar ; Anaksim andros’un bu kosmosların aynı za­
m anda var olduklarını kabul ettiğini bildiren başka bir
gelenek var ise de atomculuktan önce böyle bir şeyin ya­
pıldığı düşünülemez. — 17. Bu kuram K ant-Laplace dün­
yanın doğuşu öğretisinin en eski şeklidir. — 18. ve 19.
Bu, Anaksim andros’un dokuz sayısı yardım ıyla pek dü­
zenli olarak kurulmuş olan «kosm os»udur (böl. I I not 5 ):
silindir şeklinde olan, genişliği yüksekliğinin üç misline
varan dünyamız devlik yer içinde serbest olarak süzülmek­
tedir : merkezden dünyamızın y a n çapının 3 x 3 = 1 x 9
misli uzaklıkta — doğulu örneklere uyularak hâlâ en alt­
taki olarak kabul edilen— yıldızlar küresi dönmektedir,
2 x 9 yarıçap uzaklıkta ay küresi, 3 x 9 yarıçap uzaklıkta
güneş küresi bulunm aktadır ve bu kürelerin herbiri dün­
yanın (yeryüzünün) y a n çapı genişliğindedirler ; hepsi
birden tam bir küre yapısı.Tek tek hususlar ve tek tek
A ntik Felsefe 39

karşıkoyanlar bir kıyıya bırakılacak olur ise bu tasavvu­


run hükmü Kopernikus’a k adar sürmüştür. B u kosmos'un
ötesinde «sınırsız» şekillendirilmemiş m adde bulunuyor. —
20. Bu, türlerin m eydana gelişi teorisinin ilkel bir şekli.
İnsanın hayatının uzun bir kısmında yardım a muhtaç
olduğu bugün de antropolojide tartışm a konusudur. —
21. Hellence deyim açık değil. — 22. Anaksim andros’un
tersine Anaksimenes en yüksek yeri yıldızlara veriyor ;
doğruya ancak zorlukla ulaşılabilir! Keçe külâh başta
dikine değil de arkaya doğru eğilmiş olarak duruyor ; bu
benzetiş (Anaksim enes’in yaşadığı) bölgenin meridyen
çizgisiyle gök küresinin kurdukları açının gözümüzün
önünde canlanm ası için seçilmiştir (Berger, Geschichte
der wisseııschaîtiichen Erdkunde der Griechen, 2. A u lla-
ge, s. 79 da doğru olarak bu şekilde açıklıyor). — 23. Bu
çocukça tasavvurlar bugün bir yana atnmıştır, bizim fi­
ziksel tasavvurlanm ızın başına gelecek olan bir akibet.
— 24. B u tasavvur 18. yüzyılda h âlâ sürmekte idi. — 25.
Bütünün anlaşılm ası için bak. s. 41. — 26. B urada yıldız­
ların insan üzerine doğrudan doğruya etkileri olduğımu
düşünen b ir Doğu astroloji tasavvurunun izi var.
V. P Y T H A G O R A S VE E S K İ
P Y T H A G O R A S C I L A R

Ünlü bir mücevher yontucusunun yani bir sanatkâ­


rın oğlu olan Pythagoras’ın yurdu Samos (Sisam ada­
sı) da İonia’nın bir parçası idi, fakat Pythagoras ora­
dan ayrılarak Hallen düşünce çırasını batıya, karşı-ya-
kaya geçiriyor. Öğretisini yalm z sözle yaydığından ki­
şiliği daha erkenden bir esrar perdesine bürünmüş,
kendi düşünceleri güç anlaşılır bir duruma girm işler­
dir. Fakat geçegelenler eleştirici bir gözden geçirm e­
ye uğratılacak olursa üç şey açık olarak çıkar. Bunla­
rın birincisi tam amıyla kişisel olarak duyduğu ruh gö­
çü öğretisidir. Bu ruhun göçtüğü düşüncesi Hindistan’­
dan çıkma ise de Ptyhagoras bunu kosmos’un kanunlu-
luğunu ileri süren yeni M ilet öğretisi ile birleştiriyor :
kosmik hareketin öncesiz-sonrasız çemberine şimdi in­
san ruhunun tunçtan, hiç-şaşmayan bir kanuna uyarak
çeşitli insan ve hayvan şekillerinden geçerek aynı şek­
le dönüşünün çemberini karşılık kuruyor. Pythagoras’-
in yine Doğudan aldığı bir şey daha var : öğretisinin
karşıtlıkları dünyanın kurucu ilkeleri olarak gören
ikinci esaslı düşüncesinin esini İran ’dan gelm edir. F a ­
kat burada da H ellen’in başkasından aldığım kesin bir
tarzda değiştirip ona başka bir kılık verdiğini görü­
yoruz. Şimdi aynı karşıtlık sayılar dizisinde, tek ve
çift, rational ve irrational sayılarda görülüyor. Bunlar
42 W alther Kranz

arasındaki köprü harmonia, yani aralarında belli bir


ilişki kuran uyarlık, uygunlukdur. Musikideki harmonia
da tamamıyla sayıya dayanır, çünkü, tellerin yahut bo­
runun uzunluğu ile çıkan ses arasında belli bir ilişki
vardır. Bu buluşunu Pythagoras yıldızlar, güneş ve ay
küresinin yeryüzüne olan uzaklıklarına uyguluyor ve
böylece kosmos onun için uyumlu sesler veren bir bir­
lik oluyor. Pythagoı-as’m sayının dünyanın asıl şekü
ilkesi olduğu tarzındaki derin anlamlı öğretisinin geliş­
tirilm esini ilerde (böl. X da) göreceğiz.
Pythagoras’ın başardığı üçüncü fik ir işi fe ls e fî bir
yaşam a topluluğu olan, giriş ve yaşayış için sıkı ka­
yıtları bulunan ve bir tarikatı andıran okulunun kuru­
luşudur ; bu hususdaki tanıklıklar daha sonraki za­
mandan kalmadır (bak. böl. X ). Matem atik ile tıbbın
daha baştan beri öğretilen en önemli nesneler arasında
bulunduğunu buraya koyduğumuz tanıklıklar gösteriyor­
lar. Kosmos’u, insan vücudunu ve insan ruhunu ajmı
zamanda bakışıyla kavrayan bir filo zo f olan büyük he­
kim Kroton’Iu Alkmeon da Pythagoras’ın doğrudan doğ­
ruya öğrencisi idi.

P y t h a g o r a s ü z e r i n e en eski
t a n ı k l ı k l a r

Ksenophanes*, Pythagoras üzerine olup ta günümü­


z e kalmamış olan başka hikâyelerden sonra şöyle di­
y o r ;)

B ir köpeğe işkence edilirken geçiyormuş.

A cıyıp şu sözleri söylemiş :

«Dur, vurma artık! Dost bir kişinin ruhu var


A ntik Felsefe 42

Bunda, tanıdım onun sesini duyunca.» (21 B 7)

(Empedokles^ :)

Vardı onlar arasında üstün bilgili bir kişi,


En büyük fik ir hâzinesine sahip olan,
Her türlü bilgece işlerden en çok anlayan.
Uzanınca yukarı zekâsının bütün gücüyle
Kolayca görüyordu bütün varolanların herbirini
İnsanların onuncu ve yirminci göbeğine kadar. (31
B 129)

(Pyth agoras’a atfedilen bir söz :)

«B ir gün gelecek ben elim deki bu değnekle yine


karşınızda ders vereceğim .»

(Herodotos :)
İnsan ruhunun ölmez olduğunu, vücut yok olunca
her defasında meydana gelen başka bir canlı varlığa
girdiğini, topraktaki, denizdeki ve havadaki bütün va r­
lıkları dolaştıktan sonra da yeniden o zaman doğan bir
insan vücuduna girdiğini ve onun bu dolaşmasının 3000
yıl sürdüğünü anlatan bu öğretiyi ilk olarak ortaya
atan M ısırlılardır. Birtakım ı erkenden birtakım ı daha
sonradan olmak üzere bu öğretiyi kendi m alları imiş
gibi kullanan Hellenler olmuştur. Bunların adlarını bi­
liyorsam da yazmıyorum.’ (14, 1)
(Herakleitos :)
Mnesarkhos oğlu Pythagoras herkesten çok soruş­
turma ve araştırm alarda bulunmuş ve bu yazıları se­
çerek kendi felsefesini kurmuştur ; çok-şey-bilme yani
oyun-etme. — Çok-şey-bilme akıllı olm ağı öğretm ez ;
öyle olsa Hesiodos’a, Pythagoras’ a ayrıca da Ksenop-
44 W alther Kranz

hanes’e ve Hekataios’a öğretirdi. — Pythagoras yalan­


ların başıdır/ (22 B 129. 40. 81)

Demokritos, Pythagoras’ı aynı addaki eserinde hay­


ranlıkla anıyor. (14, 4)
(îsokrates :)
Bugün de (îsokrates zamanında) kendilerini Pyt-
hagoras’ın öğrencileri olarak gösterenlere karşı, sustuk­
la rı halde,® söz söylemede büyük ünü olanlardan çok
hayranlık duyuluyor. (14, 4)
(Syroslu) Pherekydes® Pythagoras’m öğreticisi idi.
Hastalanmış, Pythagoras eliyle Delos adasında topra­
ğa verilm iştir. — Pythagoras 40 yaşındayken Polykra-
tes’in tiranlığının çok sertleştiği, özgür düşünceli
bir insan için bu istibdat idaresine dayanmanın iy i ol­
m ayacağını görerek İta ly a ’ya geçm eğe karar verm iştir.
— Pythagoras’ın olgunluk ça ğı 60. oiym piad’a (İs. ö-
540 - 537 yıllarına) rastlar, okulu ise dokuz, hattâ on
öğrenci kuşağı boyunca yaşayadurmuştur. — Sokra-
tes gibi o da (y a zı) yazmamıştır. (7 A 1. 4. 14, 8. 10. 18)

S o n r a k i g ü v e n i l i r bi l di r i l e r

Pythagoras Zerdüşt’ün’ yanma varmış, bu da ona


varolan şeyler için başlangıçtan beri iki nedenin, anay­
la babanın, bulunduğunu, babanın ışık olduğunu ana­
nın karanlık olduğunu, ışığın bölümlerinin sıcak, kuru,
h afif, hızlı, karanlığınkinin soğuk, yaş, ağır ve yavaş
olduğunu anlatmış. Bütün dünya bunların, erkekle di­
şinin, bir araya gelm esiyle kuruluyor muş. — (A risto­
teles bildiriyor :) Birtakım Pythagorascılar ç ift çift
anarak on ilk-temel bulunduğunu söyliyorlar : sınırlı ile
smırsız, tek ile çift, bir ile çok, sağ ile sol, dişi ile e r­
kek, duran ile kımüdanan, doğru ile eğri, ışık (aydm-
Antik Felsefe 45

İlk) ile karanlık, iy i ile kötü, kare ile dikdörtken (mus-


tatil) rational ile irrational).® (14. 11 v e dev. 24 A 3)

En güzel şey : harmonia (uyum) — Bütün gök


uyum ile sayı imiş. — (Aristoteles söyliyor :) B irta ­
kım kimselere göre bu kadar büyük cisim ler hareket
ederken ses çıkması gerekir, çünkü, yığınca da denk
olmadıkları o hızla da yol alm adıkları halde bizim dün­
yam ızdaki cisim lerde de bu görülüyor. Güneş ile ay,
üstelik sayıca v e yığınca bu kadar büyük olan yıldızlar
bu hızla ve bu dönüşle döndüklerinde akla hayale sığ­
m ayacak büyüklükte bir sesin çıkmaması olamaz.® —
Bunları v e bir de (a y rı a y rı) aralıklara dayanan hızla­
rın musikice bağıntıları olduğunu kabullendiklerinden
yıldızların çepeçevre dönmelerinden doğan sesin har-
monialı olduğunu söyliyorlar. — (Pythagorascılara gö­
r e ) bütün kosmos’a harmonia, quarte, quinte ve oktave
hükmeder.^® — Pythagoras’ın kendisi bütün evrenin
ahengini dinliyordu, çünkü o kürelerin ve bunlar üze­
rinde dönen yıldızların hep birlikteki uyumunu anlıyor­
du, biz ise bunu yaratüışım ızm za y ıflığ ı yüzünden işit-
miyormuşuz. — (Eski Pythagoracılardan Petron’a gö­
r e ) 183 dünya olup bunlar her yanında 60 dünya bu­
lunan bir üçgen şeklinde dizilm işlerdir. G eri kalan üç­
ten herbiri üçgenin köşelerine yerleşm iştir. Sıralarda
yanyana olanlar birbirlerine değmekte olup toplu ola­
rak raksediyorlarmış gibi dönmektedirler.” (58 C 4. B
4. 35. Sekstos Empirikos V II 94. 31 B 129. c. 16)

Pythagoras matematik üzerine olan bilgiyi özgür


bir bilim ve eğitim kılığına sokmuştur. (14, 6 a)

İta ly a ’ya ayak bastı ve Kroton’da yaşadı. — Y irm i


jal Kroton’da kaldıktan sonra Metapont’a'^ göç etti ve
orada öldü ; kendisine karşı duyulan hayranlık o ka­
dar büyük idi ki evini tapınak yaptılar. (14, 8a. 13)
46 W alther Kranz

Eski P y t h a g o r a s c 1 1a r hekim olarak

Kalliphon, Knidos’da Asklepios rahibiydi Kroton


kenti yurttaşı ve Pythagoras’ın yoldaşı olmuştur. Demo-
kedes onun oğlu olup Kroton’da hekimlik ediyordu. K o­
la y kızan bir adam olan babasından çok çekiyordu. D a­
ha fazla dayanamayarak ondan ayrılıp A igin a ’ya gitti.
Oraya yerleşmesinin yılında, parasız pulsuz olduğu,
elinde bu sanatla ilgüi hiçbir aygıt bulunmadığı halde,
bütün öteki hekimleri gölgede bıraktı. İkinci yılda Ai-
ginalılar ona devlet kasasından bir talent’lik " ücret
bağlıyorlar, üçüncü yıl Atinaiılar 100 mine ile, dördün­
cü yıl Polykrates iki talent ile onu hizmetine alıyor.
B öylece Samos’a geliyor ve bu adamdan sonra Kroton
hekimlerinin ünü iyice yayılıyor. — Polyk rates’in ölü­
münden sonra onu Persler yakalayıp büyük hakan’ın
yanına (Susa’y a ) götürüyorlar. — Susa’da D a ra ’y ı bir
hastalıktan kurtarıyor ve ondan sonra büyük bir konak­
ta oturuyor, büyük hakanın sofrasında bulunuyor ve
HeUas’a dönmek olanağmdan başka herşey elinin altın­
da bulunuyor. Eskiden büyük hakanı tedavi eden ve
şimdi bir Hellen hekimine yenildikleri için kazıklana­
cak olan M ısırlı rahibleri^* büyük hakana yalvararak
kurtardığı gibi Polyk rates’in yanındakilerden olup şim­
di köleler arasında unutulmuş kalmış olan E lisli bir bi­
liciyi*® de kurtarmıştır. Böylece Demokedes büyük ha­
kan yanında hatın-sayılır bir kişi oluyor. — D a ra ’nın
karısı ve K yros’un kızı Atossa’yı göğüs ağrısından kur­
tardığı zaman, yeniden döneceğine söz vererek, ondan
ödül olarak Hellas’a gönderilmesini diliyor. V e ayrı bir
tesadüf eseri olarak Kroton’a ğeliyor. Orada kalmak
istiyor ; (birlikte gelen) Perslerden biri onu yakalayıp
büyük hakanın kölesi olduğunu bildiriyor ise de Kro-
tonlular Demokedes’i kaçırıp götürüyorlar. — D ara’y a
A ntik Felsefe 47

gelince, dolandırıcı, beş para etmez bir adam olduğunu


söyleyerek, artık onu kötülüyor.

Demokedes tedavi üzerine bir kitap yazmıştır, (c.


19)
Krotonlu Alkmeon da öğrenci olarak Pythagoras’m
derslerini dinlemiştir. — Karşıtlıklar öğretisini ya o
Pythagorascılardan, yahut Pythagorascüar ondan al­
mışlardır.^’ — Pythagoras yaşlı bir adamken Alkmeon
genç idi... Pythagorascılara benzer şekilde düşünceler
ortaya atmıştır. İnsanca şeylerin çokluğunun aslında
bir ikilik olduğunu söylüyor, bununla ötekilerinki gibi
sayıca belli değil de ak ile kara, tatlı ile acı, iy i ile
kötü, büyük ile küçük gibi bir sürü karşıtlıkları düşü­
nüyor. — Alkm eon’a göre sağlığın tem el dayanağı yaş
ile kuru, soğuk ile sıcak, acı ile tatlı ve başkaları gibi
kuvvetler arasındaki denkliktir ; bunlardan birinin,
«tek başına hâkim liği» hastalık nedeni imiş. Sağlık bu
nitelikler in*'* hep bir ölçüde karışması imiş. (24 A 1. 3.
B 4)

Alkmeon ölümsüz varlıklara benzediğinden ruhun


ölümsüz olduğunu söyliyor ; ruhun böyle oluşu sonsuz
olarak hareketli olmasından imiş,^® çünkü, bütün tan­
rıca varlıklar da aralıksız sonsuz bir hareket içinde
imişler, ay, güneş, yıldızlar ve bütün gök. (24 A 12)

(Alkm eon’un öğretisine göre) bütün duyu organla­


rının ve duyguların herhangi bir şekilde beyinle bağ­
lantıları v a r d ır ,b u n d a n d o la y ıd r ki beyin sarsıldığı
ve yerini değiştirdiği zaman bunlara inme iner, çünkü,
bu, duyu organlarının meydana geldikleri «boruları tı­
kar». — İşitm e, görm e ve koklama algılarını yaptıran
beyindir ; bunlardan bellek ve tasavvur doğar, bellek
ile tasavvurdan da, yatışıp dinlenmişler ise, bilgi m ey­
48 W alther Kranz

dana gelir. — (Platon ’un açıklayıcılarından biri söy-


liyor :) Gözün yaratılışını göstermek gerekiyor ; bu­
nun üzerine birçok kimselerden başka usta bir doğa-
araştırıcı olan, ilk defa olarak bir kesme** yapmak
cesaretini gösteren Krotonlu Alkmeon ile Aristoteles
öğrencisi Kallisthenes ve Herophilos“ pek işe yarar
şeyler ortaya koymuşlardır. (A 5. 11. 10)

3. A l k m e o n ’ un « D o ğ a » adl ı
e s e r i n d e n k a l m a k ı r ı n t ı l a r

Krotonlu Alkmeon ki Peirithoos’un oğludur. Broti-


nos ile Leon’a ve Bathyllos’a şöyle d i y o r : Görünmeyen
şeyleri sağlamca yalnız Tanrılar bilir, biz insanlar ise
sadece sonuç çıkarabiliriz. — İnsanların yok olup git­
melerinin nedeni başlangıcı sona bağlayam am alarıdır.
— İnsan öteki varlıklardan biricik kavrayan varlık olu­
şuyla ayrılır, ötekiler algılarlar ise de kavrayam azlar.
— B ir düşmandan kendini korumak bir dosttan koru­
maktan daha kolaydır. (B 1-2. 5)

Notlar;

1. Karşılaştır, agağ. böl. VT yı. — 2. Karşü. aşağ. böl.


IX . Empedokles daha önceki bir kuşağın insanlarından
söz açıyor. O n lar arasında yaşayan Pythagoras’da ruhu­
nun vücuttan vücuda dolaştığı (inkorporation) zam andan
kalan ve çok uzaklardaki geçmişe kadar uzanan bir h a ­
tırlam a var. — 3. Herodotos, Pythagoras’ın ruhun güçleri
öğretisini orijinal bulm adığı İçin onun adm ı söylemiyor.
B u öğretinin M ısır’dan geldiği bir yanhş anlam aya daya­
nıyor. — 4. Herakleltos’un bu keskin saldırışı için b. aş. s.
89. — 5. Susmasını öğrenmek Pythagoraslık eğitimin bir
Antik Felsefe 40

bölümüydü. — 6. Karş. yuk. sahif. 19 — 7. Pythagoras llo


Zerdüşt arasındaki kişisel bağlantı pek şüphelidir, fakat
her ikisinin öğretileri arasında içten bir bağlılık bulundu­
ğu bir gerçektir. — 8. B urada matematikteki rational ve
irrational anlatılm ak İsteniyor ; bizim sayılarda bulduğu­
muz bu şeyi Hellen canh olarak geometri şekillerinde gö­
rüyor. — 9. B una göre Goethe, Faust’un prologos’unda
şöyle diyor : Uğulduyor güneş eski nağmeye uyarak K a r­
deş kürelerle yarışarak Ve çizilmiş olan yolunu Bitiriyor
gürleyen adım larla. — 10. B u intervallum ’lar ilk dört sa­
yı ile kuruluyorlar, zira 1 : 2 oram oktave’yi, 2. : 3 quin-
te’yi, 3 : 4 quarte’yi verir. — 11. Bu cüretli ve cüretli ol­
duğu k adar da çocukca varsayım Hellen’de düzölçülü dü­
zene ve symmetria (b a k ışım )’ya karşı olan isteğin ne k a­
dar kuvvetli olduğunu gösteriyor. — 12. K roton ile M eta-
pont Aşağı İtalya doğusunda Hellen göçmen kentleriydi­
ler. — 13. En eski, henüz bilim dışı olan hekimlik Askle-
pios tapım ına bağlıydı. K nidos güney Anadolu’da Knidos
yanm adasım n ucunda. — 14. Pek büyük bir p ara tutan
(bugünkü para ile anlatılam az) ; 100 mine bunun bir bu­
çuk mislinden çok. — 15. M ısır hekimliği pek ünlü oldu­
ğundan D ara o zam ana kadarı sarayında M ısırlı hekimler
bulunduruyordu. B u hekimlik uzmanlık dallarına ayrılm ış­
tı ; Herodotos şöyle diyor (11 84) : tedavi sanatı M ısırlı­
larda şöylece bölüm lendirilm iştir: bir kimse birkaç has­
talığın değil de bir tek hastalığın hekim idir ve h er yer
hekimle doludur. Birtakım ı oturmuş göz hekimliği yapı­
yor, başkaları başa, dişe, gövde bölümlerine ve nihayet
başka hekimler görünmeyen hastalıklara bakıyorlar. —
16. Peloponnesos’un batı bölümünde. — 17. Bu, ünlü he­
kimin de Pythagoras okulundan olduğunu anlatan bir
deyişten başka b ir şey değil. — 18. İç uyum kavram ı Alk-
meon’d an beri antik hekimlikte olduğu gibi bugünkünde
de rol oynamaktadır. — 19. Karşıl. Platon, Phaidros p.
245 c. — 20. B u büyük buluşun etkisi Aristoteles’in, eski
tasavvura uyarak, yüreği düşüncenin baş organı olarak
tutması ve bejâne sadece ikinci derece bir işlev vermesiy­
le azalmıştır. — 21. Bununla sadece canlı h ay ran üze-
50 W alther Kranz

Tindeki kesme anlatılmak istenmiş olabilir. — 22. İsken­


deriyeli hekimlerin en büyüklerinden biri. — 23. Yazı bu
üç kişiye ithaf edilmişti, fakat bu başlangıçtaki anlamda
bir it h a fı; ilk önce sadece onlara mahsustu. Belki sonun­
cu cümle bu üç kişiye ihtiyatsızlık edip kitabı başka dost­
lara vermemelerini hatırlatıyor.
V I. K S E N O P H A N E S

H om eros’un ve Hesiodos’un dini bütün bütün çok—


tanrılılık (polj-i-heism), insan yüreğinin çeşitli ve ara-
sıra gelişen duygularının doğal bir dışa-vuruluşu
idi. Buna karşılık M ilet doğa-felsefesi Tanrı’y ı mad­
denin içinde etkisi olan bir şey olarak görmüştü ; ona
göre madde Tanrılar ile, Tanrı ile doluydu. Bundan son.
ra yine bir îyon yalı olan Ksenophanes mythos’un ve
epos’un tanrı tasavvuruna karşı ayaklanıyor. Anado­
lu’nun batı kıyısındaki Kolophon kenti yurttaşı olan bu
düşünür, Perslerin istilâsından kaçarak, yurdunu bırak­
mış, İta ly a v e Sicilya Hellenleri arasında dolaşıcı bir
hayat geçirm iştir. Epos’daki tanrılar-dünyasının
çokluğuna v e karşıtlıklarına, insan kılıklı oluşuna, ara-
sıra bize ahlâksızca görünen davranışlarına karşı aman­
sız bir savaşa girişiyor. G erçekte bu eski Tanrılar ço­
cuklar gibi suçsuzluk durumu içinde bulunuyorlarj iyi
ile kötü alanlarının ötesinde yaşıyorlardı. Ksenophanes
bu Tanrı-tasavvuru karşısına tam am ıyle tinsel olan
tek-tanrıcıhğı (monotheism’i ) çıkararak hajTanlık
uyandıran bir düşünme işi başarıyor. Bu başarının
halk üzerinde etkisi olmamış ise de Tanrının, kendi y e ­
rinde durarak, dünyayı düşünmekle kım ıldattığı şek­
lindeki ulu öğretisi, Aristoteles tarafından ele alınmak
v e tamamlanmak suretiyle, birçok yüzyıllar boyunca
hüküm sürüyor. Gerçek bir savaşçı ruhu taşıyan Kse-
52 W alther Kranz

nophanes halk arasında kökleşmiş olan başka görüşler,


le de döğüşmüştür. Doğa felsefesi ile ilg ili tek tek dü­
şüncelerinden bizce bilinen pek az şeyler arasında tek
tek değerli gözlem ler de bulunuyor. Kendini yüksek
görm ekle birlikte Ksenophanes kendisine ve öğretisine
karşı eleştirici bir tavır takınıyor: insan doğruya de­
ğil, sadece doğruyu-andırana ulaşabilir.

K i ş i l i ğ i ü z e r i n e

Kolophonlu Ksenophanes (Apollodoros’un bildirdi­


ğine göre) 50. oiym piad’da (580-77 ts. ö.) doğmuştur.*
(21 A 8)
(Ksenophanes’in kendisi Kolophonlular üzerine hü­
küm v e riy o r:)

(Eskiden yaşayışları sade idi.)


Boş gösterişliMği öğrendiler Lidyalılardan.

O iğrenç tyranlık^ ortada yokken

G iderlerdi toplantıya her yanı erguvanı giyişiyle,

Birkaç kişi değil bini birden,

Kurula .kurula, süslü saçlarla övünerek.

Pahalı yağlar, kokular sürünerek. (E 3)

Yurdundan sürüldükten sonra Sicilya’daki Zankle


kentinde kalıyor ve E lea ’ya yerleşecek göçm enlere ka­
tılıyor, Katane’de® de kalıyor. — Heksametron ölçü­
süyle dizeler, elegialar v e iamboslar yazmıştır... bir y er­
de söylediği gibi, kendi yazılarm ı bir rhapsod gibi ken­
disi okuyordu :

Altmış yedi oldu Hellen Uinde benim kaygım ı


Antik Felsefe 53

Oradan oraya atan yılların sayısı.


D oğalı yirm i ve bir de beş olmuştu o zaman
Bu işte doğruyu söyleyebiliyorsam." (A 1 B 8)
Ben ise kendimi kentten kente taşıyordum,
Dolaşıyordum. (B 45)

« D o ğ a » ve « a l a y ş i i r l e r i > *
a d l ı e s e r l e r i n d e n

Tek bir Tanrı, tanrılar ve insanlar arasmda' en ulu.


N e küıkça insanlara benzeyen ne de düşünmece.
Hep göz, hep düşünme, hep kulaktır o. —
Hep aynı yerde kalır hiç kımıldanmadan.
Yakışm az ona bir oraya bir buraya gitmek.
Yorulmadan sarsar ruhun düşünüşüyle bütün dünyayı.
(B 23-26)
Hepsini Tanrılara yüklediler Homeros ile Hesiodos
N e kadar ayıp ve kusur varsa insanlar yanında :
Çalma, zina etme v e birbirini kandırma. (B 11)

Fakat ölümlüler doğduğunu sanıyorlar Tanrıların.


V e kendileri gibi giyim leri sesleri ve şekUleri olduğunu-
(B 14)
Elleri olsaydı öküzlerin, aüarın ve arslanların
Yahut resim ve i§ yapabilselerdi elle insan gibi
A tlar atlara, öküzler öküzlere benzer
Tanrı tasvirleri çizerler ve vücutlar yaparlardı
H erbiri kendinin şekli nasıl ise ona göre. (B 15)
Habeşler kendi Tanrılarının basık burunlu ve kara.
54 W alther Kranz

Thrakialüar da gök gözlü ve kızıl saçlı olduklarını san­


makta. (B 16)
İris ’ dedikleri şey, bu da yaratılışça buluttur,
Bakınca erguvanî ve kızıl v e yeşil-san görünür. (B
32)

Toprakla sudur hepsi, bütün doğanların v e yetişenle­


rin (B 29)

Hepim iz topraktan ve sudan doğduk zira.® (B 33)

Topraktan gelir bütün şeyler ve toprağa döner sonun­


da (B 27)

Kaynağıdır deniz suyun, kaynağıdır yelin.


N e bulutlar olurdu zira büyük Pontos olmasa.
N e ırmakların akıntısı, ne de gökten yağan su,
Fakat büyük Pontos’dur doğurtucusu bulutlarla yellerin
V e nehirlerin. (B 30)

Sarımtırak balı yaratm asaydı Tanrı^ söyleyeceklerdi


incirin daha tatlı* olduğunu. (B 38)

Doğru, baştan gösterm ediler ölümlülere Tanrılar her


şeyi.

Fakat zamanla araştırıp buluyorlar daha iyiyi. (B 18)


Açık seçik olanı olmadı gören, olm ayacak da
Görüp bilen Tanrıları ve burada bütün söylediklerim i;
B iri pek başarı gösterip mükemmel bir şey söylese bile
Kendisi bilmiyordur yine; gibi-geliş* bağlıdır hepsi­
ne. (B 34)

* G ib i - görünüş, sanış.
Antik Felsefe 55

Bunlar benzer şeyler sanılsınlar gerçek olanlara,


(F ak at gerçek değildirler yine de) (B 35)

T a m a m l a y ı c ı b i l d i r i l e r

Ksenophanes bütün göğe bakarak birin (bir-olanın)


Tanrı olduğunu söyliyor. — Dünya bütününün bir oldu­
ğunu söyliyor ve Tanrının sonsuz, bir ve her yanda a y ­
nı, sınırlandırılmış, küre şeklinde'" ve bütün bölümle­
rinde algılayıcı olduğunu anlatıyor. (A 30. 33)

Ksenophanes Tanrıların doğduklarını söyleyenlerin


öldüklerini söyleyenler gibi dinsiz olduklarım söyliyor-
du. — Elealılar Leukothea’y a " kurban sunalım v e bir
ağıt söyleyelim mi diye sorduklarında, Tanrı olarak
sayıyorlar ise ağıt söylem em eleri, insan olarak sayıyor,
larsa kurban sunmamciları öğüdünü veriyor. — Helios
ateş-saçan bulutlardan kurulu im iş; Selene sıklaşmış
bulut imiş. — Gem ilerin üzerinde görünen yıldıza ben­
zeyen ve birtakımlarının Dioskurlar'^ dedikleri yıldız­
lara benzer şeyler harekete göre parlayan bulutcuklar
imiş. (A 12. 13. 40. 43. 39).

(Ksenophanes söyliyor)... toprağın ve dağların de­


rinliklerinde deniz hayvanlarının kabukları bulunuyor­
muş. Sirakusa’da taş-ocaklarında bir balığın ve fokların
izlerinin (kalıplarının), P a ros’da kayanın derinliğinde
sardalya balığının kalıbının, M alta’da her türlü deniz
hayvanlarının yassı şekillerinin bulunduğunu söyliyor ;
bunlar eskiden herşeyin balçık haline geld iği zaman ol­
muş, izler balçık haline geldiği zaman olmuş, izler balçık
içinde kurujnıp kalmış.” (A 33)

Herm ioneli Lasos” kendisiyle zar oynamak istemie-


56 W alther K ra m

yen Ksenophanes’e korkak dediği zaman bunu kabul


ediyor ve çirkin şeyler karşısında pek korkak ve yü­
reksiz olduğunu söyliyordu. (A 12. 16)

Notlar;

1. 4. nota bakıla. — 2. Pers boyımduruğu. B urada


Lldya ve Doğu ihtişam ve lüks düşktinlüğünün İyonya
kentleri üzerindeki gevşetici olan tehlikeli etkisi açık ola­
rak görülüyor. <Bin>, devletin başındaki aristokratlardır.
— 3. Elea, Salerno güneyinde İtalya’nın batı kıyısında,
K atane Sicilya’nın doğu kıyısında. — 4. Kolophon’un
Pers boyunduruğu altına girişinin 545 yılında olduğu k a­
bul edilirse Ksenophanes 570 yılında doğmuş ve bu şiir
478 de yazılmıştır ; Ksenophanes 100 yıldan fazla yaşa­
mış. — 5. B u şiir dergisinde Homeros’a karşı yapılanlar
gibi hücum lar bulunuyordu ; bu iki eseri tam olarak bir­
birinden ayırm ak bizler için mümkün değildir. — 6. «T a n ­
rılar ve insanlar arasında» sözü <düşünülebilen bütün
varlıklar arasın da» yerine kullanılmıştır. — 7. İris gök­
kuşağı tanrıçasıdır. — 8. Y u k arda böl. 1 not 3 ü karşıl. —
9. Bizim bugün şekerle yaptığımız gibi eski çağda tatlı,
larda kullanılan bal tatlılığı anlatan şeydir ; bal olm a­
saydı onun yerini incir alacaktı. — 10. Bu, T an rı ile kos-
mos’un bir tutulması demek. — 11. Leukothea mythos’a
göre ölümünden sonra tanrılaşan bir dünyalı kadındır.
— 12. Helios güneş tanrısı. Selene ay tanrıçası. Zeus’un
K astor ve Polydeukes adh iki oğlu olan Dioskurlar gökte
«İkizler» burcu olarak, bazan da elektrik ateşi şeklinde
gemilerin direklerinde görünürler. — 13. M odern araştır­
m a sonuçlarım n daha önce Hellenler etrafından bulunan­
larından biri. — 14. O zam am n bir çalrl ve m usikicisi;
Herm ione doğu Peloponnesos kenti.
VI I . H E R A K L E İ T O S

İyonya’nın sonuncu ve en büyük filozofu olan Ephe-


soslu Herakleitos eski ve soylu bir aüenin oğlu olarak
dünyaya gelmiş, 540-480 y ılla n arasında yaşamıştır.
Yaln ızlığı seven büyük adamın, kendisinin daha önceki­
lerle olduğu gibi çağdaşları ile de a cı bir karşıtlık için­
de bulunduğunu gören bu örnek araştırıcı in­
san yurdunu kurtarıcı bir politika yoluna ulaştırabil­
me umutunu yitirdikten sonra, topluluk içinde yaşamak­
tan uzaklaşıyor. Ruh ve düşünce aristokratı olan filozo­
fun gururu çokluğa sadece «çoklar» — bu deyim i Fried-
rich Nietzsche daha kuvvetlendirerek «pek çoklar» kı­
lığına sokuyor — , «y ığ ın », «anlayışsızlar» gözüyle ba­
kıyor; bunların yaşayışları ve Tanrıyı sayma tarzları
da onun sert hükümleri karşısında ayakta duram ıyor­
lar. insanların kusurlarını sert sözlerle yüzlerine hay­
kırıyor.
Herakleitos’un insanlara bildireceği, fakat hiçbir
zaman anlam ayacakları bu yeni, o zamana kadar işitil­
memiş şey nedir? Bu her şeye hükmeden bir tek tan­
rısal dünya-kanunudur, d o g o s» dur — yabancı dile
çevrilem eyen bu deyim aynı zamanda söz, düşünce,
anlam, akü anlamlarına gelmektedir. Herakleitos bu
dünya-kanununu sezgi — intuition — yoluyla, evrenin de­
rinliklerine dalarak buluyor ve sonsuz logos’un dili ola­
rak polariteyi (kutupluluğu) ortaya koyuyor; bu kutup­
58 W alther Kranz

luluk logos’un içeriğinin kutuplu karşıtlıklar halinde hiç


sona ermeyen hareketle olan gelişmesi, serpilmesidir,
bu karşıtlıklar arkasında ise «bir-olan» hep hazır dur-
makda olup Tanrı adıyla anılır ve T an rı’dır. Bu ayrı­
lıklı birliği filozofun gözü çeşitli sim gelerde ve şekiller­
de görüyor: örneğin aynı zamanda yukarıya ve aşağı­
ya götüren yolda, bir bütünün iki yarısı olarak görü­
len gündüz Ue gecede, sonsuz olarak değiştiği halde adı
ve cinsi değişmeyen ırmakta, ırm ağa esrarlı bir şekil­
de benzeyerek yok-olmayı ve var-olm ayı kendisinde bir.
leştiren insan-hayatında, dama oyununda taş sürüşte
ve karşı-sürüştc, savaşdaki yenme ile yenilmede, dai­
re çizgisi üzerindeki başlangıç ile sonda, erkek ile dişi
de, musikinin yüksek ile alçağında, uyanıklık ile uyku­
da, gençlik ile yaşlıhkta, yaşayım (hayat) ile ölümde.
Anaksimandros ile Pythagoras’ın düşüncelerinin bura­
da derinleştirilmiş olduklarını görüyoruz. Bütün bu
karşıtlıklar, ikiliklerine rağmen «aynı şey» olup «bir»in
a y rı ayrı yanlarıdır. Y ayın kirişi ve ly ra ’nın teli mad-
deli-vücutlu olarak gerilm elerinin birliğinde karşıtlı­
ğın kaynaşmasını gösterirler. Bu kaynaşma kuvvet do­
ludur, hatta kirişle telin etkisi yalnız buna dayanır.
Bundan dolayı sonsuz hareket nesnelerin varlığında bu­
lunmaktadır, hareket olmasa bu varlık hiçbir zaman
ortaya çıkamazdı, bu yüzden «savaş bütün nesnelerin
babası» dır; fakat bunun ardında bulunan esrarlı «a y ­
n ı» şey «duran» bir şeydir. Sonsuz meydana-geliş için­
de sonsuz var-oluş gizlidir. Schiller bunu şu dizelerle
anlatır :

H er şey sonsuz olarak dönüp değişse de

D urgun bir ruh yerindedir bu değişmede.

Ancak sonraki Herakleitoscularda bu durgun kalan


tanrısal va rlığ ı anlıyabümek için üstadın kuvveti yok­
A ntik Felsefe 59

tu, onlar için bütün bilgelik «her şey akm aktadır» ba­
y a ğ ı sözündedir. H er derin öğreti içinde böyle kendisi
için tehlike de vardır.
Bu bir tek logos’u Herakleitos ruhsal-maddesel
olarak görüyor ki bu da bizim bugün de ruhsal anlam­
da kullanabileceğimiz ateştir. Ona göre bizim dünya­
mız sonsuz canlı ateşden değişm eyle meydana gelm iş­
tir v e bir vakit gelecek sonunda tüm-ateş’e girecektir,
böylece bu akış yeniden başlayacaktır. Fakat nasıl es­
kiden ateşdeyse ve ateş olacaksa, ateşin değişip su,
suyun toprak ve aither haline gelmesine ve aynı yolun
g eriy e doğru gidilmesine rağm en haliyle de ateş’tir.
Vaktiyle Herakleitos’un kitabı fizik ile ilg ili tek-tek şey­
ler bile öğretiyormuş, bunlardan günümüze pek az şey
kalmıştır: kendisi «çok-şey-bilme» den pek n efret et­
tiğine göre bu tek-tek logos’a bağlı şeyler olmuş olma­
lıdır, bunlar «çok-şeyler» idiler fakat yine de «bir-şey>
idiler. «Bütün şeyler bir-tek-şeydir» dediğini biliyoruz.
Herakleitos kendi ruhunun derinliklerine de dalı­
yor: «kendi kendisini araştırıyor» ve günümüzde an­
laşılan şeyleri o zaman anlayarak, Anaksimandros’un
dünya bütünü için dediği gibi, o da ruha «sonsuz» diyor.
Arkhaik tarzda aynı zamanda ruhsal ve maddesel ola­
rak düşünülen insan ruhunda tanrısal logos-ateşinden bir
parça bulunmaktadır; bu parça çoğalır azalabilir, «da­
ha kuru» (daha iyi dem ek) yahut «daha yaş» (daha kö­
tü dem ek) olabilir, uyanık iken kendini başka şekilde
gösterir uyurken başka, «durmadan değişir, yine de ol­
duğu gibi kalır». Anlaşılan henüz insanın ruhsal güç­
leri tam olarak birbirinden ayrılm amışlardır, fakat bu­
rada önemli bir buluş ile karşılaşıyoruz: düşünen v a r­
lık olarak insan bir ortaklığa girm iştir, çünkü, «bü­
tün insanlarda düşünme ortaklaşadır»; düşünme ilke­
lerinin herkes için geçer olduğunu anlatan ilk deyiş bu
oluyor. Herakleitos ben’i v e karakterin önemini orta­
Wcdfher Kranz

ya çıkarmış, fakat ruhu aynı zamanda geniş topluluğuy­


la görmüştür. Ölüm ruh ateşinin logos’un tüm-ateşine
karışıp yok olmasıdır.
Sürekli değişmenin ritmini kulağıyla dinleyen He-
rakleitos onu diline de verebilm iştir. Bu dil dalgalanı-
şıyla meydana-gelişin yükselip alçalmasm ı pek güzel
taklit ediyor, fakat öte yandan düşüncenin özünün sağ­
lam lığı akıp dağılmanm önüne geçiyor. Bu dilin karan­
lığı Tanrı duraklarındaki kâhin sözlerinin karanlığı­
dır: kendisinin Dclphoi ApoUon’u için söylediği gibi bu
dil sadece işaret eder, bir işaret, bir simge verir.
Herakleitos’un sonrakiler üzerine pek büyük etki­
si olmuştur. Stoa çığrında onun öğretisi bütün önemiyle
uyanıyor, oradan Hıristiyanlığın logos öğretisi etkile­
niyor. Cues’li Nikolaus’un (1401-1464) asıl ilkesi olan
coincıdentia oppositorum yani «karşıtların biraraya
gelm esi»nde H erakleitos’un ruhu seziliyor. Goethe Wert-
her zamanından son eserine kadar Herakleitos’tan ken­
dine uygun olanları almıştır, Hölderlin’in Hyperion’u
onu anıyor; hele H egel şu itirafta bulunuyor: «H erak­
leitos’un hiçbir cümlesi yoktur ki logik’ime almış ol­
m ayayım ». Nietzsche şöyle demiştir: «Dünya her za­
man doğruya muhtaçtır, o halde her zaman Heraklei-
tos’a muhtaçtır». Y in e Nietzsche «Zerdüşt şöyle dedi»
adlı eserine «Herakleitos şöyle dedi» adlı esere göre
şekil verm iştir; her ikisinde de. kılıkları şairce bir düz­
yazı olan tek tek özlü sözler, anlamlarına göre takım
takım toplanıyorlar. Son olarak Bergson Ephesos’luya
önemli düşünceler ve sim geler borçludur.

H a y a t ı ü z e r i n e b i l d i r i l e r

Bloson oğlu Ephesoslu Herakleitos 69. oiym piad’ -


A ntik Felsefe 61

da (İs. ö. 504-501) en güçlü yaşında idi. — Kendisine


«K aranlık» ekadı veriliyor. — Antisthenes kardeşine
krral-rahipliği bıraktığını' söyliyor. — Tyran Melan-
komas’ı hâkimliğini bırakmağa* kandırmıştır. — Ephe-
soslular kendisinden kanunlar yapmasını istedikleri za­
man kent artık kötü yönetim biçiminin hâkimiyeti altm-
da bulunduğundan buna tepeden bakmıştır. — K elim e­
lere baş vurmaksızın gerekeni sim geler üe anlatan kim­
se özellikle övülür ve hayranlıkla karşılanmaz mı?
Böylece kendisi yurttaşlar arasındaki barış üzerine dü­
şündüğünü söylem eğe çağırıldığı zaman Herakleitos
hatip kürsüsüne çıkmış, bir bardak soğuk su alıp üze­
rine arpa unu serpmiş, bir çöple karıştırdıktan sonra
içmiş. Sonra çekilip gitmiş. Bununla o elde bulunanla
kanaat etme v e pahalı şeyden vazgeçm enin kentleri ba­
rış ve dirlik içinde tutacağını gösteriyordu. — Anlatıl­
dığına göre bir gün dostları onu görm eğe gitm işler. Y a ­
nına vardıkları zaman fırının önünde ısınmakta olduğu­
nu görmüşler. Duraklamışlar. Herakleitos ise çekin­
meden içeri girm elerini söylemiş ve şöyle demiş: «Bu­
rada da tanrılar var.»*
(H ikâyecik :) Artem is tapınağına çekilerek çocuk­
larla aşık oynuyor; Ephesoslular çevresine toplandıkla­
rında şöyle diyor: «N e şaşıyorsunuz, reziller! Yoksa
böyle yapmak sizinle birlikte devlet yönetmekten daha
iyi değil md?» — Altmış y ıl yaşadıktan sonra ölmüş­
tür. (22 A 1-3. 9)

« D o ğ a » a d l ı e s e r i n d e n

(Bloson oğlu Ephesoslu Herakleitos şöyle d iy o r:)


Öğretinin ne demek istediği (logos’u) için burada son­
suz olarak bulunduğu şekilde insanlar sonsuz olarak an­
62 W alther Kranz

layışsız olacaklar, duymadan önce de, bir kere duyun­


ca da. Çünkü, her şey bu logos’a uygun olarak olduğu
halde denemesizlere benzerler, herbirini yaratılışına
göre bölerek ve nasıl olduğunu göstererek benim tar­
tıştığım biçimdeki sözler ve işlerde kendüerini dene­
miş olarak. Fakat öteki insanlar uyanık iken yaptıkla­
rının farkında değildirler, tıpkı uykudayken olanları
unuttukları gibi.* — Düşünme (insanların) hepsinde or-
taklaşadır. — Ortaklaşa olan şeye uym alıdır; fakat lo­
gos ortaklaşa olduğu halde çokluk kendilerine özgü dü­
şünmeleri varm ış gib i yaşıyor. — N asıl ateşe yaklaştı­
rılan kömürler başkalaşarak ateşleşirler, uzaklaştırılın­
ca da sönerlerse, ruhumuz da ortaklaşa olanın ardın­
dan giderse logos’tan pay alır, ayrılırsa logos’suzdur-
— Akılla konuşmak isteyenler herkeste ortaklaşa olan
(akıl yani logos) ile kendini kuvvetlendirmelidir, tıpkı
kanunla kent gibi, ve çok daha kuvvetli olarak; çünkü,
insanların bütün kanunları bir tek tanrısal kanundan
beslenirler, çünkü, dilediği kadar egem enliğini genişle­
tebilir, herkes ve herşeye yettiği gibi artar’ bile. —
En çok sürekli olarak birarada bulundukları şey olan
îogos ile, bununla anlaşamıyorlar ve hergün karşılaş­
tıkları şeyler onlara yabancı ğeliyor. — Güven olmaym-
ca logos tanımanın elinden kurtulur. — İçlerinden ne
kadar çoğu bunlarla karşılaşsa da çoklar böyle şeyleri
düşünmezler, öğrenseler de tanıyıp bilm ezler, fakat ken­
dilerine öyle görünürler. — En inanılırın tanıyıp bildiği,
saklayıp koruduğu öyle-görünen® şeylerdir; fakat şüp­
hesiz hak tanrıçası yalanların uyduruculannı v e tanık­
ların ı yakalayacaktır. — N e dinlemesini ne de konuş­
masını bilen kişiler. — İşittikten sonra anlayışsızdırlar,
sağırlara benzerler; varlıkları ile yoklukları bir sözü
bunu onlara kanıtlar. (B 1. 113. 2. A 16. B 114. 72. 86.
17. 28. 19. 34)
Antik Felsefe 63

Y ara tılış (physis) saklanmağı sever. — Altın ara­


yanlar pek çok toprağı kazar v e az şey bulurlar. —
Bir kimse bir şeyi beklemezse beklenmeyen şeyi bula­
mayacaktır, izi bulunmaz ve yamna varılam az bir şey
olduğundan. (B 123. 22. 18)

Benim değil logos’un sesini duyduktan sonra bütün


şeylerin bir tek şey olduğunu logos’a uyarak söylemek
bilgeliktir. — B ağlam şlar’ : bütün ile bütün olmayan,
birlik olan ile ikilik olan (anlaşma ve anlaşm azlık), ses
birliği ses aykırılığı, bütün-şeylerden bir-şey ile bir-şey-
den bütün-şeyler. — Değişerek dinlenir (insan vücu­
dundaki aither-ce ateş). — D ağılır ve yeniden toplanır,
yaklaşır ve uzaklaşır. — Tanrı : gündüz gece, kış yaz
savaş barış, tokluk açlık ; başkalaşıp değişir, ateşin
tütsülük baharlarla biraraya gelince herbirinin ko­
kusuna göre ad alması gibi. — Aynı şeydir yaşayanla
ölmüş, uyanıkla uyuyan, gençle ihtiyar ; çünkü, bunlar
değişince ötekilerdir ve ötekiler değişince de bunlar.
— Ölümsüzler : ölümlüler, ölümlüler : ölümsüzler ;
çünkü bunların hayatı onların ölümü, onların hayatı da
bunların ölümüdür.® — Soğuk ısınır, sıcak soğur, yaş
kurur, kuru nemlenir. — B irbirine karşı olan birlikte
giden; birbirinden ayrılanlardan en güzel uyum (har-
monia). — Görünmez uyum (harmonia) görünenden da­
ha kuvvetli.® — Kendinde ikilik olan şeyin logos’da na­
sıl uyuştuğunu anlamazlar : ters yana dönen uyum
(harm onia) yayla ly ra ’da olduğu gibi. — İm di yayın
adı bios ( = hayat) tır. işi ise ölüm-’“ — Fakat savaşın
ortaklaşa v e herkes için olduğunu, hakkın kavga oldu­
ğunu ve herşeyin kavgaya ve zorunluluğa göre oldu­
ğunu bilmek gerek.'* — Savaş bütün şeylerin babası­
dır, bütün şeylerin hakanıdır, birtakımlarının tanrı
(heros) olduğunu bildirir,“ birtakınîmm ise insan, bir­
takımlarını köle yapar, birtakımını ise özgür. — Karm a
64 W alther Kranz

itkide de katüanlzır birbirinden ayrılır karıştırılm ayın­


ca.’^ (B 50. 10. 84a. 91. 67. 88. 62. 126. 8. 54. 51. 48.
80. 53. 125)

D aire çem beri üzerinde başlangıç ve son ortaklaşa


bir şeydir. — K eçeci mengenesinin doğru v e e ğ ri yolu
bir ve aynıdır” — İnen v e çıkan yol bir v e aymdu*. —
İy i ile kötü bir ve aynı şey. îm di hekimler kesip dağ­
layıp üstelik karşılığını istiyorlar, hastalıkların yap­
tığı aynı işi gördüklerinden hiçbir ücret alm ağı hak et­
medikleri halde." (B 103. 59. 60. 58)

Zaman (a io n ) oynayan, dama taşı süren b ir çocuk­


tur : bir çocuğun hakan oyunu! — Olduğu yerde kalan
hiçbir şey yoktur. — A yn ı ırm aklara girenlerin üzeri­
ne hep başka başka sular akar gelir. — A yn ı rrmaklîira
giriyoruz hem girmiyoruz, hem biziz hem değiliz. (B
52. A 6. C 5. B 12. 49a)

P ek çok kişüerin sözlerini işittim, hiçbiri bügeli-


ğin“ bütün şeylerden a yrı bir şey olduğunu tanıyıp an­
lam ağa ulaşamıyor. — Sürünen her şey (Tanrının)
kamçı vuruşuyla otlatılıyor. — Bir-olan, yalm z kendisi
bilge Zeus adıyla anılmağı hem istiyor hem istemiyor.
— Hiçbir vakit batmayandan bir kimse nasıl saklana- _
bilir? (B 108. 32. 11. 16)

Bütün şeyleri (evren i) şimşek (ateş dem ek) dü­


menler (yön etir). — Bütün kişiler (v e şeyler) için ay­
nı olan bu bizim kosmos’umuzu ne bir insan ne de bir
Tanrı yaratm ıştır, o daima hep-yaşayan bir ateşti, ve
olacaktır, ölçülere göre parlayan ve ölçülere göre sö­
nen. — Çokluk” için en güzel kosmos (dünya düzeni)
rastgele dökülüvermiş şeylerin kurduğu bir yığın gibi­
dir. — Bütün şeylerin ateşe, ateşin bütün şeylere karşı
dcğişilmesi, tıpkı altın karşılığı mal, mal karşılığı al­
Antik Felsefe 65

tın gibi-^® — Ateş : ihtiyaç v e tokluk/* — Ateşin dö-


nüp-değişmeleri : önce deniz, denizin yarısıyla töprak,
yan sıyla da aither; fakat yeniden toprak deniz olarak
dağılıp akar ve toprak olmadan önceki aynı orana
(logos’a) göre ölçülür. — Ateş gelip bütün şeyleri y a rg ı­
layıp yakalayacak.^" (B 64. 30. 124. 90. 65. 31. 66)

Helios (Güntanrı) ölçüleri aşmayacaktır : yoksa


Erinnyler, hak tanrıçasının yardım cıları, onu bulup çı­
karacaklardır^^ — Güneş her gün yenidir. — Güneş
olmasaydı, öteki yıldızlara rağm en gece olurdu. (B 94.
6. 99)

Ruhlar için ölüm su olmaktır, su için de ölüm top­


rak olmak, topraktan ise su olur, sudan da ruh. —
Ruhlar için haz ve ölüm ; nemli olmak. — B ir adam
sarhoş olunca yetişkin olmayan bir çocuk tarafından,
sallana sallana, nereye gittiğine dikkat etmeden götü­
rülür, ruhu nemli olduğundan. — Kuru ruh : en bilge
ve en iy i olan.^’ (B 36. 77. 117. 118)

Kendi kendimi araştırdım. (B 101)

Ruhun ucunu bucağını bulamazsın, her yolda yürü-


sen de ; bu kadar derin logos’u vardır. — Rühun logos’-
u kendi kendini çoğaltan bir logfos’dur. — Nasıl örüm­
cek ağının ortasında oturup bir sineğin bir ipliği boz­
duğunun farkına vararak hızla oraya koşarsa, sanki ip­
liğin kopmasından acı duyuyormuş gibi, böylece insa­
nın ruhu da vücudun bir bölümü zarar görünce acele
oraya gider, sanki kendisine kuvvetle v e belli orana
(logos’ a ) göre bağlı bulunan vücudun yaralanmasına
dayanamıyormuş gibi. — Uyanıklar için bir tek ve
ortaklaşa dünya, uyuyanlardan herbiri kendisininkine
döner. — Uyuyanlar (bilm eden) dünyada olanların iş­
C6 W alther Kranz

çileri ve birlikte-çahşıcılandırlar. (B 45. 115. 67a. 89.


75)

Ruhları ham olan insanlar için gözler ve kulaklar


kötü tanıktırlar. — Gözler kulaklardan daha sağlam ta.
nıktırlar. (B 107. 101a)

Bütün varolanlar duman olsalardı, burun onları


ayırdedip tanırdı. — Hastalık sa ğlığı hoş küar, açlık
tokluğu, yorgunluk dinlenmeyi. (B 7. 111)

Tanrı için^’ bütün şeyler güzel, iy i ve hakça (ada­


le t li)’dn-, insanlar ise birtakım şeyleri haksız buluyor­
lar birtakım larını da hakça. — Haksız şeyler olma­
saydı hak adını bilm ezlerdi. — İnsanca varlığın görüş­
leri (düşünceleri) yoktur, tanrıca olanın ise vardır. —
Çocuk oyunları (Tanrıya göre) insanların düşünceleri.
—Adama çocukça denir. Tanrıya göre, oğlamn adama
göre olduğu gibi. — İnsanların en bilgesi Tanrı karşı­
sında maymun. — Maymunların en güzeli insan soyuy­
la karşılaştırıldıkta çirkindir. (B 102. 23. 78. 70. 79.
83. 82)

Deniz en artık ve en berbat su, balıklar için içilir


v e kurtarıcı, insanlar için de içilm ez v e yok edici.^‘ (B
61)

Öküzler mutludurlar yem ek için bezelye buldukla­


rında. — Eşekler altın yerine samanı alırlardı. — D o­
muzlar artık sudan çok çirkeften hoşlanırlar. — Kümes
hayvanları tozla yahut külle yıkanırlar. (B 4. 9. 13. 37)

«E n-iyiler» bir şeyi bütün şeylere y eğ tutarlar :


ölümlü şeylerin verdiği^® sonsuz ünü; çokluk (çoklar)
ise sığır gibi toktur. — Bir kişi benim için on bin kişi,
mükemel ise. — N edir ki onların aklı yahut düşünme­
si; halk şarkıcılarm a kam yorlar ve yığm ı öğretmen:
A n tik Felsefe 67

ediniyorlar «çokların kötü, azların iy i» olduğunu bilm e­


yerek. (Yukardaki söz büğe B ias’ındır ; Herakleitos
başka bir yerde onun üzerine şunları sö yliyor:) Prie-
ne’de Teutames oğlu Bias doğmuştur;^’ ünü (logos’u)
öteküerinkinden daha büyüktür. — Doğunca yaşamak
istiyorlar ve ölüm-kaderleri olmasmı... ve arkada ço­
cuklar bırakıyorlar ölüm-kaderleri doğmak üzere.^® —
Aptal insan her söz (logos) karşısında her zaman şaş­
kın şaşkın bakınır. — Köpekler tanımadıklarına hav­
larlar. (B 29. 49. 104. 39. 20. 87. 97)

B ir kişide yahut pek az kişilerde kurbanlar tama-


m ıyle arıklanmış kişilerin kurbanıdır.^® — Kandan kana
bulanarak arınıyorlar, tıpkı pisliğe basan bir kimse
pislikle yıkanır gibi; onu bir kimse böyle bir şey y a ­
parken görse deli olduğunu sanırdı. Ve şu tanrı heykel­
lerine yalvarıyorlar, tıpkı biri yapılarla konuşuyormuş
gibi, tanrıları ve herosları nasılsalar öyle tanımadığın­
dan. — G eceleri coşup dolaşanları, sihirbazları, bakkho-
ları, mainadları, m ystleri” ateş kavrayacaktır; insan­
lar arasında âdet olan m ysteria’ya girm ek dinsizliktir.
— Ayıp yeri üzerine yapılan alay ve söylenen şarkı
Dionysos için olmasaydı en ayıp şeyi yapmış olurlar­
dı; fakat şerefine coşup dolaştıkları ve lenaia bayra­
mını yaptıkları Dionysos^ ile Hades (ölüm Tanrısı) bir­
dir. — Delphoi’daki tanrı-konuşağı kendisinin olan bay
(Apollon) ne söyler ne de gizler, sadece işaret verir.^^
— Sibylla kudurmuş ağzıyla gülünmeyen, süssüz ve
düzgünsüz şeyler bildirir... Tanrı kışkırttığından...”
(B 69. 5. 14^ 15. 93. 92)

Ephesoslulara yakışan yetişkin olanların hepsinin


kendilerini asması ve kenti yetişkin olmayanlara bırak­
masıdır, onlar ki en değerli adamları olan Hermodo-
ros’u” «içim izden hiçbiri en-değerli olmasın, olursa da
68 W alther Kranz

başka yerde ve başkaları yanında!» diyerek kapı dışa­


r ı ettiler. — Eksik olmasın sîzlerden zenginlik, ey Ep-
hesoslular, kötü olduğunuzun belli olması için! (B 121.
125a)

Homeros yarışlardan atılm ağa v e kamçılanmağa lâ­


yıktır ve bir de Arkhilokhos."® — İnsanlar görünen nes­
neleri tanımada bütün Hellenlerden daha bilge olan
Homeros gibi aldanmışlardır. Çünkü, onu da bit kıran
çocuklar «gördüklerim izi v e yakaladıklarım ızı bırakı­
yoruz, görm ediklerim izi ve yakalam adıklarımızı da gö­
türüyoruz» diyerek aldatm ışlardı." — Çok-şey-bilme
akıllı olm ağı öğretm ez ; öyle olsa Hesiodos’a, Pytha-
goras’a ayrıca Ks'enophanes’e ve Hekataios’a*® da öğ­
retirdi; tek-şeydir çünkü bilgelik : herşeyleri her şe­
kilde çekip çevirm iş olan ve çekip çeviren düşünceyi
anlamaktır. — Çoğunun öğretm eni Hesiodos; en çok
onun bildiğini sanıyorlar, o ki günün ve gecenin bir ol­
duğunu tanıyamamıştır. — Hesiodos her günün yaratı­
lışının bir olduğunu bilmiyor. — Mnesarkhos oğlu Pyt-
hagoras herkesten çok soruşturma ve araştırmalarda
bulunmuş ve bu y a zıla n seçerek kendi bilgeliğini kur­
muştur: çok-şey-bilme yani oyun etme. — Pythagoras
yalanların başıdır. (B 42. 56. 40. 41. 57. 106. 129. 81)

Yurttaşlar kanun için, surlar için döğüşür gibi dö-


ğüşmelidir. — Bir-olanm (logos’un) dileğine uymak da
kanundur.’* (B 44. 33)

Huy insan için daimondur.‘“ — Hatsizliği (hybris)


söndürmek yangını söndürmekten daha çok gerekir. —
B ilgisizliği gizlem ek daha iyi. — Kendini-beğenme : sa­
ra illeti (epilepsi). — Hırsla savaşmak güçtür; çünkü
istediğini can pahasına*’ satın alır. — İnsanların bü­
tün dilediklerinin olması daha iy i değildir. (B 119. 43.
95. 46. 85. 110)
A ntik Felsefe 69

Sağ-düşünceli olmak en büyük m eziyettir, bUgelik


de gerçek şeyler söylem ek ve işlemektir, yaratılışa
(v a rlığ a ) göre v e ona kulak vererek. — Kendini tanı­
mak ve sağ-düşünceli olmak bütün insanlarm hakkı­
dır. (B 112. 116).

Uykudakiler gibi işlem em eli ve söylem em eli yahut


anababanm çocuğu"^ gibi (sadece öncekilerden gördü­
ğümüz gibi dem ek). — R astgele en büyük şeyler üze­
rine tahminlerde bulunmamah. (B 73. 74. 47)

Cesetler atılm aları gübreden daha gerekli şeyler­


d ir." — Daha büyük ölüm-kaderlerine daha büyük kıs­
met nasip olur : savaşta ölenleri tanrılar da överler in.
sanlar da. (B 96. 25. 24).

İnsan geceleyin kendine ışık tutuşturur, gözünün


fe ri sönünce ; sağ olarak ölmüşü tutar uyurken, uya­
nıkken uyuyanı tutar.*^ — Uyanık iken gördüklerimizin
hepsi ölümdür, uyurken gördüklerimiz uyku (ölüyken
de h a y a t)." — İnsanları öldükten sonra ummadıldarı
ve akıllarına getirm edikleri şeyler bekler. (B 26. 21. 27)

T a m a m l a y ı c ı b i l d i r i l e r
ve y a r g ı l a r

(Irm ak öğretisinin daha sonraki şekilleri :) Aynı


ırm ağa iki kere girilem ez. — Daima her şey akmakta­
dır.*® — Bütün nesneler (ev ren ) ırm ak gibi akarlar.
(B ir Aristotelesçi söylüyor : ) Herakleitos «Tanrılar ve
insanlar arasındaki kavga yok olsayd ı!» diyen şaire
(Hom'eros, İlias 18,107) çıkışmaktadır ; çünkü, birbirinin
karşıtı olan yüksekle alçak olmadan uyum (harm onia),
dişisiz erkeksiz de canlı varlıklar olmazmış.
70 V/alther Kranz

(Daha sonraki bildiriler : ) Kosmos ateşten meydana


geliyor ve belli dönemler içinde yeniden ateş haline dö-
nüyormuş bütün sonsuzluk boyunca değişe değişe. —
8000000 güneş y ılı ediyormuş büyük yıl. — Topraktan
ve denizden buğular çıkıyormuş, birtakımı parlak ve
aydınlık birtakımı karanlık... gün ile gece, ayla m ev­
simler ve yıllar, yağm urlar ile yeller yükselen buğu­
ların çeşidine göre meydana geliyorlarm ış. — Güneş
İle ay tekne şeklinde im işler." — Y ıld ızlar kılıkça tek-
neye-benzer olduklarından nemli buğulardan yükselen
parıltıları içlerine alarak bizim tasavvurumuza göre
ışık saçıyor larmış, güneş daha parlakmış, çünkü, daha
arık hava içinde bulunuyormuş; ay ise daha bulanık
hava içinde imiş, ve bundan dolayı da daha sönük gö­
rünüyor muş. — Güneş ve a y tutulması teknenin yukarı
dönmesiyle oluyormuş; ayın aylar boyunca olan şekil­
leri teknenin biraz dönmesiyle oluyormuş. (A 1. 13. 1.
12 . 1 )

Bizi çevreleyen (evren ) logos’lu ve us’ludur; bu tan­


rısal logos’u Herakleitos’a göre solukla içim ize çekerek
akıllı oluyoruz, uykudayken unutucuyuz, uyandıktan
sonra yeniden bilinçliyiz. Uykudayken algılam aya ya ­
rayan borular*^ kapandıklarından içim izdeki akıl çev­
releyen (evren ) ile bitişiklikten ayrılır — sadece ne­
fes almağa dayanan bağlılık bir kök gibi kalır, ayrı­
lınca da önceki hatırlama gücünü y itirir; uyanmada
ise a lg ı boruları boyunca, pencereden uzanır gibi, uza­
nan akıl çevreleyen (evren ) ile buluşarak logos’un gü­
cüne bürünür. — Ruh yok olmazmış; çünkü, (vücut­
tan) dışarı çıkınca bütünün (evrenin) ruhuna g eri dö-
nüyormuş, kendisiyle aynı soydan olan. (A 16. 17).

Herakleitos kitabını adak olarak Artem is tapm ağı­


na koyuyor, bazılarına göre bile bile karanlıkça yaz­
A ntik Felsefe 71

mış, yalnız gücü olanlar kitaba yaklaşsınlar diye. —


Theophrastos ise kara-sevda yüzünden birtakım şeyleri
yarı bitmiş, birtakım larım da gerek böyle gerekse şöy­
le yazmış/® — B ildirişin kısalığı ve a ğırlığı eşsizdir. —
Anlatıldığına göre Euripides, Herakleitos’un yazışım
(Sokrates’e ) vererek «N e dersin?» diye sormuş, öteki
şöyle demiş : «Anladıklarım pek mükemmel; öyle sa­
nırım ki anlamadıklarım da. Yalnız Delos’Iu bir dal­
gıç gerek.*® — Yazısını açıklamış olanlar pek çoktur.

Herakleitos’un eserinin antik bir nüshasındaki epig-


ramma :

A çıverm e Herakleitos’u yaprağın sonuna dek

Ephesliyi; pek sarptır patika gerçek.

Kapkaranlık her yan, yok bir ışık, güderse

Bhli, her yer güneşten aydmiık. (A 1. 4. 1)

Notlar:

1. Antisthenes hellenistik bir tarihçidir. Herakleltos


en büyük oğula kalan rahiplik hakkından vazgeçiyor. —
2. Kentin mutlak hâkim ini bu derece etkileyebiliyordu
demek. Tyrannis (ty ra n lık )’in yerini demokrasi alıyor,
fakat Herakleitos’u o da tatm in edemiyor. — 3. Aristote­
les bu «h er yerde tanrılar vari' sözünden doğa araştırıcı-
nm hiçbir hayvanı yoklam aktan çekinmemesi gerektiği,
çünkü, hepsinde doğal-güzel bir şey bulunduğu sonucu­
nu çıkarıyor. — 4. U yan an kimse ruhunun rüyada ettik­
lerini çabucak unutur; insanların çoğu ise uyanıkken bile
eylemlerinin iyice farkında değildir. — 5. în sam n aklı ge­
nel düşünme kanunu ile olan bağlılığının farkındajrsa
ancak o zam an doğru yoldadır, tıpkı bir kentin ancak ka­
nun hâkim olduğu zam an geUşmesi gibi; bu kanun tan-
72 W alther Kranz

rica kanunun bir çocuğudur. Öte yandan her şeyi çeviren


bu tanrısal kanun’dur. — 6. Doğruyu değil demek. — 7.
Logos’da «b a ğ la n a n » karşıtlıklar anlam ına. — 8. «Ö lüm ­
süzlük» ülkesinden gelen ateş-ruh insanda sanki «ölüm ­
lü» (individual) oluyor ve insam n ölümüyle yeniden
«ölüm süz» (genel, bireyüstü) yaşayışa katılıyor. — 9.
Pythagorascıların harm onia anlayışına karşı. — 10. Grek-
cede bios kelimesi (vurgu farkıyle) hem hayat hem de
yay demektir, yay ise Herakleitos için ölüm simgesidir.
— 11. Anaksim andros’un olan bir düşünce. — 12. Savaş­
ta ölen heros oluyor ve bu sıfatla tanrı gibi saygı görü­
yor. — 13. Değerli bir şeyin m eydana gelmesi için hare­
ket gerek deniliyor. — 14. Keçeciler bir çeşit mengene kul­
lanıyorlardı. — 15. «K esm ek» ve «dağlam ak », o zam an ol­
duğu gibi yeni zam anın başlangıcına k adar hekimlerin
baş vurdukları bu «iy i» çareler tıpkı hastalıklar gibi a ğ n
verici ve «kötü» dürler. — 16. «B ilge», «tek bilge» şey lo-
gos’tur; ardından Herakleitos buna Zeus adım veriyor
İse de bunu da yeter görmüyor. — 17. B u şu demek: çok­
luk dünyanın İç düzenini anlamıyor. — 18. Altının para
esası olarak ilk ve önemli anılışı; altın ateş gibi hep aynı
kalan şeydir. — 19. Ateşce-ruhca öğenin etkisinin' az y a­
hut çok olduğu devreler açlık ve toklukla karşılaştırılıyor.
— 20. İlerde bütün şeyler (evren) değişip yeniden ateş
olduğu zaman. — 21. Kosmos’da «h a k » hâkim dir; «G ü n -
tanrı» da kendisi için ayrılan yola bağlı kalacaktır. —
22. B u sözü fiziksel anlam alı, çünkü Herakleitos güneşin
her sabah ateşli buğulardan yeniden olm akla birlikte hep
aynı tarzda, ırm ak gibi, kurulduğunu düşünüyor; fakat
bu söz simge olarak da anlaşılabilir. — 23. Bu kesimin dü­
şüncelerini anlam ak için ruhu ateşe eşit olarak düşün­
mek gerek. — 24. Tanrısal logos’ta bütün karşıtlıklar kay­
naşıp yok. olur. — 25. B u rada ve arddan gelenlerde kar.
şıtlıklar göreli bir düşünce ile değil insanla hayvan a ra ­
sındaki ilişkide kutuplu (polar) karşıtlığın oynadığı rolü
göstermek için sayılıyor. — 26. İnsan hayatında elde edi­
len başarılarla. — 27. Y u k arda s. 28’e bakıla. — 28. Bu
şu demek: yığın sadece bir bitki hayatı sürer. — 29. G e ­
A ntik Felsefe 73

çe-gelenler sağlam değil. — 30. D in h;ıkukuna göre kan


dökme suçu kanla temizlenme yoluyla ortadan kalkabili­
yor. — 31. Sihirbazlar doğulu rahiplerdir, bakkholar ile
m ainadlar Dionysos’a tapınan erkekler ve kadm lar,
mystler gizli din derneklerinin üyeleri. — 32. Soluk beniz­
li ölüm tanrısı Hades ile taşan, k abaran hayatın tannsı
Dionysos cbir» dirler: o zam anın Hellenleri için en büyük
paradoksla. — 33. T anrı Apollon’un bildirdikleri sırh işa­
retlerdir. — 34. İonia Erjrthraia’sındaki Sibylla’nin sözü
geçiyor. — 35. Hermodoros politika adam ı olup Heraklei-
tos’un arkadaşıydı. — 36. İs. ö. 7. yüzyılda yaşayan Arkhi-
lokhos dalayıcı, bölümüyle de edeb dışı şiirler yazmıştır.
Ksenophanesin yaptığı gibi Herakleitos burada Homeros
ile Arkhilokhos’un sözde ahlâksızlığına saldırıyor. — 37.
Bu homeros’un (yaşam öyküsü)’ne girmiş eski bir bilme­
cedir. — 38. Miletli devlet adam ı olup Herakleitos’dan bi­
raz daha yaşlı olan Hekataios tarihçi ve coğrafyacıdır.
Bildiklerini kendi istediği gibi kısa ve toplu olarak anlat­
m adıklarından Herakleitos onlara çatıyor. — 39. N ot 5’e
bakıla. •— 40. Goethe bundan aldığı esinle «U rw orte Orp-
hisch, D aim on» adlı şiirinde şöyle diyor; «N asılsan öyle
kalacaksın, kendinden kurtulam azsın!» — 41. Hırs o ka­
dar kuvvetlidir ki kendini canla ödetir. — 42. Âdet köle­
liğine karşı. — 43. İhtişam lı debdebeli gömme törenlerine
karşı söylenmiş bir söz. — 44. Uyanıklık, uyku ve ölüm
halleri birinden ötekine geçilirken düşünülüyor; ölüm,
ruhu vücuttan kurtardığından, bu üç durum un en yük-
.seğidir. — 45. Ayraç içindeki parça düşüncenin tam am ­
lanm ası için önemlidir. — 46. B ugün Herakleitos’a mal
edilen şu ünlü «p an ta rh el» sözünü Herakleitos hiçbir
zaman söylemiş değildir. B u sözle daha sonrakiler onun
düşüncelerini üstün körü özetliyorlar. — 47. B u tasavvu­
ra M ısırlılarda da rastlanıyor. — 43. B u «boru lar», k an al­
lar (Hellence poroi) duyu algılarına yararlar. — B u son­
raki bildiriler içindeki düşünceler ne dereceye k adar He-
rakleitos’un öz m alıdırlar, bu bilinmiyor.» — 49. Y an lış ol­
makla birlikte pek karakteristik bir söz. — 50. Deloslu
dalgıçlar derine dalm akta pek mahirdiler.
V I I I . P A R M E N Î D E S VE
Ö Ğ R E N C Î L E R Î

Güney İta ly a ’nın E lea şehrinden olan Parm enides


H erakleitos’un çağdaşı olmakla birlikte onunla taban
tabana karşıt bir kişidir : hattâ bu ikisinin kişiliklerin­
de insanın ruh ve düşünce davranışının ayrı iki örneği­
nin anıt gibi karşımıza dikildiğiin söyliye'biliriz. Çünkü,
mükemmel bir kanun-koyucu ve böyle olarak da yur­
dunun çok saygı gören bir yurttaşı olan Parm enides,
Herakleitos için araştırmanın doğal ve kuşkusuz çıkış
noktası olan ve onun sadece tem ellerine inmek istediği
duyularla yapılan algımn aslâ doğrunun esası olamı-
yacağım düşünüyor. B ir vahiy gibi ona şu düşünce ini­
yor : doğruyu yalnız akü verir, ve bu akıl meydana-
gelm eyi, değişm eyi, hareketi, yani var-olan bir şeyin
(daha) var-olmayan bir şey haline geçm esini ve bu­
nun tersini kavrayam az, var-olmayan diye bir şeyin ol­
duğunu düpedüz yadsımak zorundadır. Bu işitilmemiş
düşünceyi Parm enides heksametron ölçüsüyle yazılmış
bir şiirde açığa vurmuştur. Doğruluk tanrıçasının ona
öğretiyi açtığı ışık-ülkesine götürülüşünü tasvir eden
bu şiir baştan aşağı tanrıçanın ona söyledikleri olup
Parm enides sadece dinleyen bir öğrencidir. Eski-heUen
devrinde bu çeşit vahiy-şiirlerinin iyice yerleşm iş ede-
t î şekil haline geldiklerini kabul etmek zorunda oldu­
ğumuz, Parm enides’in şiir değeri olan bir şiir yazm a­
76 W alther Kranz

dığını anladığımız halde yine eseri bu yüzden etkisin­


den hiçbir şey yitirm ez : objektif doğrunun kendisinin
konuştuğunu işitir gibi oluruz. Herakleitos ise ne kadar
başkadır : vahiy ondan geliyor, o kendi ben’ini açığa
vuruyor, bize dünyayı o «kendi-tarzı» na göre nasıl gö­
rüyorsa öylece gösteriyor.
Tanrıça öğretilerini kendisi ikiye ayırıyor : mürid-
lerine bildireceği şeylerin biri «doğruluğun sarsılmaz
yü reği» öteki «insanların öyle-sanışları»dır.
Öğrenci doğruyu bulmak dileğindeyse göze, işitme­
ye, dUe değil sadece lojik düşünmeye uyacaktır, bu dü­
şünmenin ona öğrettiği şudur: sadece var-olma (va rlık )
vardır, bu kadar da değil, var-olm a ile düşünme aynı
şeydir, bizim dışa-vuruş şeklimizle : bütün yargüar
bir var-olm a’nın, değişmeden duran bir gerçeğin dışa-
vuruluşudurlar, mantık ve matematik önerm eleri bunu
en açık olarak gösterm ektedirler. Aklın yargılarının
var-olm am a’yı yani geçer-olm ayanı dışa-vurduklan dü­
şüncesi anlamsızdır. Fakat «var-olm a» ve «var-olm a-
m a» «aynı şeydir v e aynı şey değüdir» diyen ve her
yerd e «karşıtlık» bulan o «çift-başlüar» m — yani hep
birbirinin tersi iki yöne bakanların — yani Herakleitos
ile Herakleitoscularm düşüncesi daha yanlıştır. Buna gö­
re «m eydana-gelm e» ile «yok-olm a» duyuların hokkabaz­
lığıdır, çünkü, var-olmayandan var-olanın meydana ge­
lişini ve var-olanın yok-oluşunu varsayar ve duyular
dünyası düşten (rüyadan) daha gerçek değildir; yer-
değiştirm e, renk değiştirm e ve insanların sözünü ettik­
leri bu gibi şeyler «sadece ad» dırlar. Doğruluk, düşün­
me, var-olma ülkesindeyse yalnız şu nitelikler geçer­
d irler : meydana-gelmemiş, geçip gitm ez, bölünmez, sü­
rekli, hareketsiz — değişmez, aynı şeyde aynı şey, ken­
dinde, toplu, bir bütün. Parm enides’in var-olması «sar­
sılm az» bir var-olm a’dır. Burada matematik bir ruhun
Antik Felsefe 77

konuştuğu görülüyor; bundan dolayı ona göre gerçeklik


«iy ice yuvarlak» v e var.olm a dünyası «her yandan ay­
nı» dır, «iy ice yuvarlak bir küre yığınına benzer». Par-
menides’in dünyası hep aynı olan idea’nın dünyası’dır.
Bununla birlikte Tanrıça öğretisinin ikinci bölü­
münde «insanların görünüş-düşüncelerini (öyle - sanı§-
la rın ı)» de bUdiriyor. «İçlerin de doğruluk bulunmayan
aldatıcı söz düzenini betimlemek zahmetine katlanma­
sının nedeni ne ola? Eskiden bu kısım doğruluk ülke­
sinden daha geniş bir yer kaplıyordu, yalnız bundan
günümüze pek az şey kalmıştır. Nedenini Tanrıça ken­
disi söylüyor : «Seni ölümlülerin herhangi bir düşün­
cesi alt etmesin d iy e »; kendisi insanların görüş açısm-
dan bakarak ona «doğruya-benzer bir düzen» bildirmek
istiyor; bu düzen bu «doğruya-benzerlerin» en iyisi ola­
caktır, çünkü, yalnız tek bir doğruluğun va r olmasma
karşılık insanlarm theoriaları arasında d eğerlileri de­
ğersizleri vardır, tıpkı bir düşün iy i yahut kötü anla­
tılabileceği gibi. Eskiden bu kısımda ortaya konan «g ö­
rünüş» kosmologiası ki aynı zamanda «doğruya-benzer-
lik » kosmologiası’dır, duyulu algılar dünyasında geçen
G iriş’te (prooimion’da) olduğu gibi tem el önkoşul ola­
rak İki «şeklin», durum şekilleri olan aydınlık ve ka­
ranlığın varlığına dayanıyor. Sıcak ile soğuk, ateş ile
toprak da denilen ve Pythagoras’dan gelen bu ikilik
kosmos’un, hem insanın hem dünyanın, meydana gelişi
öğretisinin bütünüyle üzerinde bulunduğu tem el’dir.
V aktiyle uzun uzun betimlenmelerine rağm en bütün
bunların önemi bir «adın» önemi’dir, yalnız kavram ül­
kesinde bulunan gerçekliğin önemi değil. Bu iki ülke,
yani kavram ülkesiyle görüş ülkesi, arasında burada
aşılmaz bir uçurum uzanıyor. îlk defa Platon felsefesi
burada bir çözüm yolu arayacaktır-
Öğrencilerin öğretmenlerinin düşüncelerini aşırı-
78 W alther Kranz

laştırdıklan ve tek-yanlılaştırdıklan bilinen bir şeydir.


Örneğin Herakleitoscu Kratylos m eydana-geliş’in ken­
disini biricik gerçek şey olarak gördüğünden sonunda
kendisine sorulanlara hiçbir şekilde kesin bir cevap
verm iyor ve Aristoteles’in Metaphysik 5’de anlattığına
göre sadece işaret parm ağını iki yana sallıyor; bunun
gibi Parmenides öğrencisi Zenon algı ile düşünme ara­
sındaki uçurumu elinden geldiği kadar öğretmeninin
yaptığından daha çok derinleştirmiştir, bu uçurumun
kendine yani sorun üzerine, antinomia üzerine gözünü
dikmiştir. Şöyle denebilirse : onun için sorunun ken­
disi g'erçek’tir. Düşünceleri birlik, çokluk, sonsuz, ha­
reket kavram ları çevresinde dönüp dolaşıyorlar. N a ­
sıl olur da sınırlandırılmamış küçük m esafelerin birara-
ya gelmesinden sınırlandırılmış büyük bir mesafe, (sı­
nırlandırılmamış küçük) duruş anlarının toplamından
bir hareket, işitilemeyen seslerin toplamından işitilir bir
ses meydana gelebilir? Nasıl olur da kavram lı düşünme
— duyuların ortaya koydukları — bütün bu şeyleri kav­
rayabilir? Y a hareket denen şey nedir? Hep, değişen
(duran yahut hareketi değişen) bir konuyla bağıntıyı
bildiren bir sözden başka bir şey değil. Zenon’un para-
dokson’Iannda gerçekte insanların sonsuz olarak uğra­
şacakları sorunlar toplanmışlardır.
Zenon nasıl politika kanılarını ölünceye kadar de­
ğiştirmemişse Parm enides’in öteki öğrencisi Melissos
Atina’ya karşı giriştikleri bağımsızlık savaşında Sa-
moslulara baş olmuştur. Melissos başlı başına düşünen
bir filo zof değildir, esas bakımından sadece öğretm e­
ninin düşüncelerini tekrarlamaktadır. Parm enides’in
öğretisini, deyiş yerindeyse, bir defa da düz yazı ayna­
sında görüyoruz diyeibiliriz. Melissos’un anlattıklarının
dayandığı varsayım zamanca «sınırlandırılmamış-son-
suz» aynı zamanda yerce (m ekânca) oluşudur; böy­
lece gerçek varolan îyonya tarzmda olarak bir öğeye
A ntik Felsefe 79

eşit kılınıyor. Boş mekân kavram ını açıklama biçimi


kendinden sonrası için önemli olmuştur.

1. P a r m e n i d e s

Yaşamı üzerine bild iriler

P yres oğlu E lealı Parm enides Ksenophanes’in


derslerini dinlemiştir. Diokhaitas oğlu Pythagorascı
Ameinias ile de birarada bulunmuş, yoksul fakat ol­
gun bir kişi olan bu adama çok bağlanmış, kendisi par­
lak ve zengin bir soydan olduğundan ona ölümünden
sonra heros-tapınağı (türbe) yaptırm ıştır. Parm eni-
des’i iç dinginliğine kavuşturan Ksenophanes değil
Am einias’dır.' En dinç ve zinde zamanı 69. oiym piad’a
rastlıyor (İs. ö. 504-501). — Parm enides yurdunu pek
mükemmel kanunlarla iyice düzenlemiş, bundan do­
layı memurlar her yıl yurttaşları kanunlara bağlı ka­
lacaklarına yemin ettiriyorlardı. (28 A 1. 12)

‘Nesnelerin yaratılışı üzerine’ a'dlt eserinden^

Beni taşıyan kısraklar canımın istediği kadar


Götürüyorlardı, beni bu ünlü yola koyduktan sonra
Daimon kadınlar, bilge kişiyi kentleri aşırıp götüren.
Burada gidiyordum; bu yolda taşıdılar beni uslu atlar-
A rabayı çekerek, kızlar da yol gösterdiler.’
Dingil yuvalarda kaval sesi çıkarıyordu
Kızarak — çift tekerlek kasırgasıyla itiliyordu
îk i yandan — , acele ettikçe yoldaşlıkta
80 Wcdther Kranz

Güneş kızları, gecenin evlerini önce bırakan,


Işığa doğru, atarak başlarından örtüleri elleriyle/ —
Oradadır kapısı geceyle gündüzün yollarının,
P e rv a z ve taş eşik iki yandan tutuyor onu ;
Aitherde olan kapıyı büyük kanatlar dolduruyor ;
Bol cezalı adaletin elindedir değişen kilitleri."
Konuşarak onu kii^lar yumuşak sözlerle
Kandırıyorlar ustaca, kendilerine dilli sürgüyü
B ir anda itm eğe kapıdan- Açılıyordu ağzına kadar
Kanatlar, kapının utiTiıasıyla tunçtan m ihverleri
Yataklarında değişe değişe döndürerek
Çengeller ve kam alarla tutturulmuş olan : imdi bu ka­
pıdan
Dosdoğru sürdüler kızlar yol boyunca arabayla atla-
r ı.«-
V e beni Tanrıça dostça karşıladı, sağ elim i
Sağıyla tuttu, şöyle söz söyleyerek bana dedi :
«E y delikanlı!’ ölümsüz sürücülere yoldaş olarak.
Seni taşıyan atlarla buraya ulaşan sana
Selâm! Çünkü kötü bir kader değil sana yaptıran
Bu yolu — insanlarm dolaştıklarının dışında bu çünkü —
Tanrı kanunu Ue hak. im di senin herşeyi öğrenmen
gerek :
Hem doğruluğun iyice-yuvarlak sarsılmaz yüreğini
,Hem de ölümlülerin öyle-sanışlarını, gerçek güven ol­
mayan.
Antik Felsefe 81

Fakat yine de bunları da öğreneceksin, öyle-görûnen-


lerln
Nasıl denenir-inanılırca var-olm ası gerekirdi büsbütün
geçerken her şeyden.
H aydi bakalım, ben söyliyeceğim — sen de cankulağıy-
la dinle —
Hangi araştırma yollarm ın düşünüleceğini yalm z :
B iri var-olmanın olduğu, var-olmamanın olmadığıdır,
Bu inandırma yoludur — doğruluğun ardından yürür
çünkü —
Öteki, var-olmama, var-olmamanin zorunlu olduğudur ;
Hiç bulunmaz olduğunu söylüyorum sana bu patikamn ;
N e tanıyabilirdin var-olmayanı çünkü — yapüamaz çün­
kü bu —
Ne de bildirebilirsin ; aynı şeydir çünkü düşünmekle
var-olm ak.“ (B 1. 3)
Ortaklaşa-toplu bir şeydir 'benim için
Nereden başlasam ; oraya geleceğim yine çünkü zi­
ra.” (B 5)
Bak aklınla bulunmayanm nasıl yine de akılla orada
olduğuna sağlamca.
Kesm eyecek çünkü var-olanin var-olana bağlanmasını.
N e düzen boyunca her yanda her biçim de ayrılacak
N e de bir araya toplanacak şekilde. (B 4)
Söylemek ve düşünmek gerek var-olan’m olduğunu ;
var varolmak,
S2 W alther Kranz

H iç ise yoktur ; bunları düşünmeni istiyorum.


Seni uzaklaştu-dığım ilk araştırma yolu budur*" işte.
Fakat sonra bir de hiçbir şey bilmeyen ölümlülerin
Sallandıkları yol var, iki-başhlann ; çaresizlik yöne­
tir çünkü
Göğüslerindeki sallanan düşünüşü, sürüklenir giderler
Hem dilsiz hem körler, şaşkmlar, kararsız kişiler,
Var-olmakla olm amayı aym şey sananlar
Hem de ajmı şey değil, onlarca geriye-döner herşeyin
yolu.‘‘ (B 6)
Hakkından gelinem ez hiç şu var-olmayanin va r oldu;
ğunun
Sen bu araştırm a yolundan uzak tut düşünceni,
Çok-denemiş alışkanlık bu yola itip sürmesin seni,
Kullanma bakışsız gözü, uğuldayan kulağı
V e dili, logosla bağla karara çok-kavgalı kanıtı
Benim anlattığımı. Y aln ız bir yolun anlatılışı
K alıyor daha,“ o da varlığın ; vardır bu yolda
P e k çok işaret, çünkü doğmamış olduğundan yok-ol-
m azdır da.
Y apısı bütündür, sarsılmaz ve hedefsizdir.
N e bir kere va r idi ne de olacaktır, şimdi bir bütün
va r çünkü.
Bir-olan, toplu^ey. Nasıl bir doğuş bulacaksın ona?
Nasü nereden yetişmiştir? Brrakmıyacağım var-olma-
yandan
A ntik Felsefe 83

Sözetmeğe ne de düşünmeğe seni ; söylenemez düşü­


nülemez çünkü
Var-olmadığı. Nasıl bir gereklik zorlamış ola onu
Sonradan yahut önceden hiçten başlayarak doğmağa?
B öylece ya büsbütün olması gerek yahut olmaması.
Hem de var-olmayandan bırakmaz inanma gücü
Kendinden ayrı bir-şeyin doğmasını. Bundan ötürü doğ­
m ağı
N e de ölm eği Dike^’ salıverm edi gevşeterek köstekle­
ri,
Aksine germekte. Bunlarm k a ran şunda g izli :
V ardır yahut var değil. İm di karar verildi, bu bir zo­
runluluk.
Bir kıyıya atm ağa düşünülemez söylenemez olan yolu
— hakikisi
Bu değil çünkü — , ötekinin va r ve gerçek olduğuna.
Nasıl yok olabilir var-olan öyleyse? N asıl doğabilir?
Doğduysa var değildir, ilerde doğacaksa da öyle.
Böylece doğuş sönmüştür v e ölüm yok olmuştur.
Bölünemezdir de hep bir-cins” olduğundan ;
Burada biraz daha çok da değU — bu onu engellerdi
toplu olmaktan —
Burada biraz daha za if de değil, bütün doludur va r­
olanla,
Bu yüzden bütün topludur ; var-olan var-olana bitişir
zira.
84 W alther Kranz

Fakat kımıldamaz koca bağların sm ırları içinde


Başlamaz dinmez, çünkü doğm a ve göçme
P e k uzaklara atılmıştır, gerçek inanıştır onu süren.
Aynı şey olarak aynı şey içinde kalarak kendi kendine
yatar.
Böylece sapa sağlam yerinde durur ; güçlü zorunluluk
Smırm bağlarında tutar, onu çepe çevre saran sınırm.
Çünkü sonsuz olamaz var-olan Tanrı kanunu gereğince ;
îhtiyaçsızdır çünkü ; her yandan muhtaç olurdu böyle
olmasa.
Aynı şeydir düşünmekle var-olma düşüncesi
Çünkü içinde söylenmiş olarak bulunduğu var-olansız
Bulamazsın düşünmeyi. D eğildir ve olm ayacaktır çün­

Başka şey var olanın dışında, çünkü K ader bağla­
mıştır
Bütün ve hareketsiz olmağa. Bu yüzden hepsi ad ola­
cak
İnsanların koyduklarmm, gerçek olduğuna inanarak :
«M eydana-gelm ek» de «yok olm ak» da, var-olm ak da
olmamak da,
Y e r değiştirmek ve parlayan rengi başkalaştırmak da.
Fakat son bir sınır olduğundan bütünlenmiştir
H er yandan, iyice tekerlek bir küre yığm ı gibi.
Ortadan dışa her yanda bir-ağırlıkta. Çünkü ne daha
büyük
Antik Felsefe 85

N e de daha za y ıf olmaması zorunlu burada yahut orada.


N e varolm ayan vardır çünkü — bu onu durdururdu
ulaşmaktan
Bir-cins-olana — ne de burada daha çok varolamn
Burada daha az olabilmesi varolandan, bütün dokunul­
mamış olduğundan
Kendine her yandan eşit, aynı şekilde sınırlara dayanu-.
Burada senin için kesiyorum güvenilir sözü ve düşünceyi
Doğrulukla ilgili. Öyle-samşlarım bundan sonra insan­
ların
Öğren, sözlerimin aldatıcı düzenini dinleyerek.
İk i şekli adlandırmakta karar kıldılar düşünceleri —
Bunlardan biri olm am alıydı", burada yanıldılar —
Karşıtlara böldüler şekli ve alâm etlerini ayrıldılar
Birbirlerinden, buraya alevin aitherli ateşini
Yumuşak, pek h afif, kendiyle her yanda bir-olanı,
Başkasıyla bir-olmayanı, koyarak ; fakat öteki de ken­
di kendine
K arşı yandaki ışıksız gece, koyu bir şekil ve ağır.
Bu evren-düzenini gerçeğe benzer şekilde her şeyiyle
bildiriyorum ben sana.
Hiçbir vakit ölümlülerin herhangi bir düşüncesi seni
geçmesin diye. (B 7. 8)
Bütün şeylere ışık ve gece adı verildikte.
V e kuvvetlerine göre olan şeylerle bunlar v e şunlar
adlandırıldıkta
86 W alther Kranz

Bütün (evren ) doludur aynı zamanda ışık ve görünmez


gece ile
Her ikisi de eşit olan ; yoktur çünkü ikisinden biri için­
de olmayan. (B 9)

Bileceksin şimdi aither-varlığı v e aitherdeki bütün


Y ıld ızları ve saf, parlak güneş-çırasmm
Kavurucu işlerini ve nereden meydana geldiklerini,
Dönüp-dolaşan işlerini de öğreneceksin tekerlek gözlü
ayın
Yaratılışını da, bileceksin çepe çevre kavrayan göğü de

Nereden çıktığını ve nasıl onu götürüp bağladığını zo­


runluluğun
Sınırlarını tutmağa yıldızlarm.*® (B 10)
(Söyleyeyim sana şimdi) nasıl yeryüzü, güneş ve ay
Ortaklaşa aither de, Samanyolu da ve gök,
En dışta bulunan, ve yıldızların sıcak gücü çabalıyordu
Meydana-gelmek için ." (B 11)

En baştaki olarak Tanrılarm Eros’u düşünüp buldu..


(B 13)
(A y ) gece parlayan, yeryüzü çevresinde dolaşan ya­
bancı ışık...

Hep gözetleyen güneşin ışınlarını. “ (B 14. 15)


Yeryüzü... kökü suda. (B 15a)
Nasılsa herkesteki karışım ı öğelerin”
Ö ylece akıl insanların yanında durur ; aynı şeydir
A n tik Felsefe 87

Çünkü düşünen şey, öğelerin yaratılışı, insanlarda


Hepsinde ve herbirinde : düşüncedir daha çoğu (ışı­
ğın yahut karanlığın (B 16)
B öylece meydana geldiler bunlar öyle-sanışa göre ve
vardırlar
V e üerde bundan böyle büyüyerek sona erecekler.
Bunlara ad taktılar insanlar, bir işaret herbirine.
(B 19)

Tam am layıcı yargılar ve b ild irile r

Platon söylüyor :) Büyük Parmenides... Parmeni-


des, Hom eros’un deyişiyle «saygı v e aynı zamanda kor­
ku uyandırır»^* bir kimse olmalı. — (Parm enides ile
öğrencileri) Parm enides evreni durduruyor. — (Yeni-
platoncu Proklos : ) E lealı bilge büyük yığm m ruh gö­
zünün doğruyu görm eğe dayanacak yaratılışta olma­
dığını söylüyor. (B 7. A 5. 26. 22 ek)

Aristoteles’in yargısı : ) Var-olan’a göre var-ol-


m ayan’ın hiç olduğunu doğru bulan Parm enides zorun­
lu olarak var-olan’m bir-şey olduğunu ve başka-bir-şey
olm adığını sanıyor... Ancak görünen nesnelere uymak
zorunda kaldığından v e lojik düşünüşe göre bir-şey a l­
g ıya göre ise çokluk kabul ettiğinden yine iki neden ve
iki üke (principium) yani ateş üe toprak da dediği sı­
cakla soğuğu koyuyor, bunlardan sıcağı var-olan’m ya­
nma koyuyor, ötekini de var-olmayanın yanma. (A 24)

(Sonraki bildiriler :) Akşam v e Sabah yıldızınm a y­


nı olduğunu^ söylüyor Parm enides... göğün kosmos ol­
S8 Walther Kranz

duğunu ve yeryüzünün toparlak olduğunu.^’ — Posei-


donios yeryüzünün beş kuşağa ayrılışının babası ola­
rak Parm enides’i gösteriyor. — Meydana-gelen ve
yok-olan şeyler üzerine canlı varlıkların organlarına
varıncaya kadar Parm enides kendinden sonrakilere bil­
g i v e riy o r." (A 40. 44. 44a. B 11)

2. Z e n o n

B ü d irü er

E lealı Zenon öğrenci olarak Parm enides’i dinlemiş­


tir. En dinç ve olgun olduğu zaman 79. oiympiad yüla-
rm a (İs. ö. 464-461) rastlar. — K a vg a yazıları, ‘Empe-
dokles düşüncelerinin açıklanması’^*, ‘F ilozofla ra ’ , ‘N es­
nelerin yaratılışı’ adlı yazılar yazmıştır. — (Platon ’-
un üvey kardeşi) Antiphon... bir kere büyük panathe-
naia bayramına Zenon ile Parm enides’in (A tin a’y a )
geldiklerini söylüyordu.^ Perikles” Parm enides’in yap­
tığı gibi nesnelerin yaratılışiyle uğraşan fakat inandır­
m ağa ve çelişm eyle çaresizlik içine düşürmeye elve­
rişli bir çığır kuran E lealı Zenon’u da dinlemiştir. —
(Söylendiğine göre) Parm enides’in iy ice tam dığı Zenon
tyran Dem ylos’a karşı kötü niyete girişiyor, giriştiği
işi başaramıyor, o zaman Parm enides’in öğretisinin de­
ğerini ateşe sokulan saf ve gerçek altm gibi gösteri­
yor ve büyük adam için yalnız çirkin şeyin korkulacak
şey olduğunu, acüardan çocuklarm, kadınların ve bu
gib i kadm ruhu olan erkeklerin korktuklarını yaptık­
la rıy la ortaya koymuştur, çünkü ktndi dilini ısırarak
tyran’m suratma tükürüp atıyor. (29 A 1. 2. 11. 4. 7)

(Platon Zenon’u konuşturuyor :) Gerçekte benim


bu düşüncelerim Pîirm enides’in öğretisi için onunla
Antik Felsefe 89=

alay etm eğe kalkışanlara ve yalnız bir-şey var ise bun­


dan öğreti için pek çok gülünç v e öğretinin kendisine
karşıt sonuçlar çıktığını söyleyenlere karşı bir yardım ­
dır. İm di benim bu yazım nesnelerin çokluğunu ileri sü­
renlere karşı konuşuyor ve onlara aym şeyleri fa zla ­
sıyla geri veriyor, çünkü şunu açık olarak göstermek
istiyor : iş gerektiği gibi baştan sonuna kadar ele alı­
nırsa onların tem el düşüncesinin başına — çok şeyler
varsa — bir şeyin va r olmasından çok daha gülünç
şeyler gelir. — (Platon söylüyor :) E lealı Palam edes’-
in“ (Zenon demek) dinleyenlere aynı şeylerin benzer
ve benzer-değü, bir-şey v e çok şey, duran ve yine de
kımıldayan olarak görüneceği şekilde sanatla konuştu­
ğunu bilm iyor muyuz? (A 12. 13)

Zenon kendisine b ir kimse bir-olan (= b ir - ş e y )’in ne


olduğunu anlatırsa var-olan şeyleri bildirebileceğini
söylemiş. — Parm enides’in yakın tanıdığı Zenon varo-
lanlarm çok olmasına var-olan nesnelerin içinde hiçbir
bir-şey (bir-olan, b irlik )’in bulunmaması, çok şeylerin de
(çokluğun da ) bir (b ir lik )’lerin yığm ı olması yüzünden
olanak olmadığını gösterm eği deniyordu. — İçinde birçok
tanıtlama denemeleri bulunan yazısında herbirinde çok
şeylerin (çokluğun) var olduğunu söyleyenin birbirini
tutmayan şeyler söylediğini gösteriyor.

Zenon şu soruya ne cevap vereceğini bilem iyor :


yer (m ekân) diye bir şey varsa ne içinde bulunuyor?^
(A 24)

Zenon’un hareket üzerine olup çözm eği deneyenlere


hoşa gitm eyen güçlükler çıkaran dört önermesi vardır.
Birincisi taşınan şeyin yolun yarısına hedeften önce
varm ası gerektiğinden hareketin olm adığıdır." İkincisi
Akhilleus denendir. Bu en yavaş koşan varlığa (kap­
lum bağaya) en hızlının yetisem iyeceğidir. Çünkü, ko­
w W altber Kranz

valayan varlığın bir noktaya ancak öteki oradan ha­


reket ettikten sonra varm ası gerektiğinden en yavaşın
en hızlıdan biraz önde bulunması gerek ir..." Üçüncüsû
fırlayan okun durduğudur. Bu, zamamn şimdilerden
kurulmuş olduğunu kabul etmekle olur ; bu kabul edil­
mezse bu önerme de olmaz.” Dördüncüsü koşu yerinde
karşıt yönlerden eşit sayıda (duran) cisimler önünde
hareket eden eşit sayıdaki cisim ler üzerine olandır ;
bunların birtakımı koşu yerinin sonundan, birtakınu da
ortasmdan eşit hızla hareket ediyorlar ; buna göre ya-
rı-zamanm iki katı zamana eşit çıktığım samyor.” (A
28)

Zenon’un sofist Protagoras’dan sorduğu cümle :


«Söyle bakalım bana, ey Protagoras, bir tek akdarı ta­
nesi yahut bunun on binde biri yere düşerek ses çıka­
rır m ı?» Beriki çıkarm az deyince Zenon ; «B ir ölçek
akdarı düşünce ses çıkarır mı çıkarmaz m ı?» diye so­
ruyor. Beriki bir ölçeğin ses çıkaracağım söyleyince
Zenon şöyle diyor : «N asıl, bir ölçek darı ile bir tek
darı ve bir darınm on binde biri arasmda beUi bir ba­
ğıntı yok m u?» B erik i olduğunu söyleyince Zenon :
«N asıl, sesler arasında da aynı bağlantılar bulunmıya-
cak mı? Çünkü, ses çıkaran nesneler nasılsa sesler de
öyle olm alı ; bu böyle olunca da bir ölçek darı ses çı­
karıyorsa bir tek d a n ve bir darınm on binde biri de
ses çıkaracaktır» diyor.” (A 29)

‘Nesnelerin yara tılışı' aâ lı eserinden

Varolanm büyüklüğü yoksa, va r olamaz. V ar ise


herbir bölümün bir büyüklüğü, kalınlığı olmalı ve biri
•ötekinden uzak olmahdır. Ötekinin önünde olan için de
A ntik Felsefe 91

aynı söz geçerlidir ; zira onun da büyüklüğü olacak ve


önünde bir şey bulunacak. İm di bunu bir kere söyle­
mekle hep söylemek birdir ; çünkü varolanm böyle bir
bölümü (bir şeyi) en dıştaki olm ıyacak ve hiçbir za­
man b iri ötekine göre değil olarak olmayacaktır. Böy­
lece çok şeyler varsa bunlar hem küçük hem büyük ol­
malıdır, büyüklüğü olm ıyacak kadar küçük, sınırsız
olacak kadar büyük. (B 1)

(Büyüklüğü, kalınlığı, a ğırlığ ı olmayan varolam az).


Çünkü, başka bir varolana eklense hiç daha büyük yap­
m az ; çünkü hiçbir büyüklük varolm ayınca, eklenince
de büyüklükte hiçbir artma olmaz. V e böylece artık
eklenen hiç olurdu. A yrılm ca öteki hiç daha küçük ol­
maz ve yine eklenmesiyle artm ayacaksa eklenen şeyin
de ayrılan şeyin de hiç olduğu meydandadır. (B 2)

Çok şey varsa ne kadar şey varsa o kadar şeyin


olması zorunludur, ne daha çok ne daha az şeylerin.
Varoldukları kadar şeyler varsalar bunlar sınırlı olur­
lardı. (Öte yandan) çok şey varsa va r olanlar sınır­
sızdır ; çünkü daima varolanlar arasında başka şeyler
vardır ve yine onlar arasında başka şeyler. V e böylece
varolanlar sınırsızdır. (B 3)

H areket eden ne bulunduğu yerde (m ekânda) ha­


reket eder ne de bulunmadığmda. (B 4)

3. M e l i s s o s

B i l d i r i l e r

İthaigenes oğlu Samos’lu Melissos, Parm enides’in


derslerini dinlemiştir. — Melissos kitabının adma §u
92 W alther Kranz

şekli veriyordu : «D oğa ya da var-olan». — Politikada


P erik les’in düşmanıydı v e Samosluların başkomutanı
olduğu zaman 84. oiym piad’da (444-1, tam olarak 441 /
0) bir deniz savaşmda tragedia şairi Sophokles’e” karşı
savaşmıştır. — Aristoteles’in bildirdiğine göre P e rik ­
les’in kendisi büe bir kere bir deniz savaşmda Melis-
sos’a yenilmiştir. (30 A 1-4)

« D o ğ a ya da v a r - o l a n » a d l ı
eserden

Daima vardı var-olan ve daima varolacaktır. Doğ-


saydı, doğmadan önce hiç-bir-şey olması gerekirdi. Hiç-
bir-şey vardıysa, asla hiç-bir-şeyden hiç-bir-şey m ey­
dana gelemezdi. — İm di (var-olan) olmadığına göre
vardır ve vardı ve daima var olacaktır ve başı sonu
olmayıp (zam anca) smırsızdır. Olsaydı bir başlangıcı
olurdu — olduğuna göre bir kere başlamış olm alı —
bir de sonu olduğuna göre bir kere sona erm esi g e ­
rekirdi — ; başlamadığına ve sona erm ediğine göre dai­
ma vardı Ve daima olacaktır, ne başlangıcı vardır ne
de sonu ; çünkü, daima var-olması olanaksızdu- büsbü­
tün var-olamıyanm. — H er zaman var-olduğuna göre
büyüklükçe de her zaman sınırsız olması gerekir. —
Bir-tek olmasa, bir başkasına karşı sınırı olması ge­
rekir. — Sınırsız olursa bir-tek olurdu ; çünkü, iki ol­
saydı smırsız olamazdı, tersine birbirlerine karşı smır-
la rı olurdu. — Böylece sonsuz, sınırsız, bir-tek ve
büsbütün hep-aynıdır. N e yok olabilir,ne daha büyük
olabilir, ne şeklini değiştirebilir, ne de ağrı yahut acı du­
yabilir ; bunlardan birine uğrasa artık bir-tek olamaz.
Başkalaşırsa var-olan artık hep-aym olamaz, tersine
Antik Felsefe 93

önce var-olanın yok olması, var-olmıyanın raeydana


gelm esi zorunludur.
Onbinlerce yılda bir-tek kıl kadar başkalaşsa, bü­
tün zaman içinde büsbütün yok olur. Fakat şeklinin de­
ğiştirilm esi olanaksızdır. Çünkü, önce var-olan şekillen­
dirm e yok olmaz ve var-olmayan meydana gelm ez. Hiç-
bir-şey eklenmeyince, hiç-bir-şey yok olm aym ca ve
değişm eyince şekli değişmiş olarak nasıl var-olanlar
arasmda bulunabilir? A ğ r ı da duymaz. Çünkü, a ğ rı duy­
sa büsbütün var-olam azdı ; çünkü ağrı duyan bir şey
daima var-olamazdı, sağlam la aynı güçte olamazdı.
Hep-aynı da olamazdı a ğ n duysa. Çünkü bir şeyin a y ­
rılm ası yahut eklenm esiyle a ğ rı duyabilirdi, ve artık
hep-aym olamazdı. Sonra sağlam olan ağrı duyamazdı.
Çünkü, sağlam-olan ve var-olan yok olur, var-olmıyan
meydana gelirdi. Acı-duymak için de ağrı duymak için
olan aynı söz söylenebilir. Boş diye bir şey de yoktur.
Çünkü, boş şey hiç-bir-şeydir. im di hiç-bir-şey var-ola-
maz. (Var-olan) hareket de etmez. Çünkü çekileceği
bir y er yoktur, tersine doludur. Boş olsa boşluğa çeki­
lirdi. Boşluk olmadığından çeküecek yer yoktur. Sık ve
seyrek de olamaz. Çünkü, seyreğin sık gibi aynı şeküde
dolu olmasına olanak yoktur, tersine seyrek sıktan da­
ha boş bir şey olarak meydana gelir. Dolu ile dolu- ol-
mıyan arasında şu ayırm ayı yapmak gerekir : bir şeye
yer v e rir yahut içine alırsa o dolu değildir ; ne y er ve-
rü-, ne de içine alırsa doludur. İm di boş değilse dolu ol­
ması gerekir. Doluysa hareket etmez. (B 1-3. 5-7).

Bir-tekin yalnız var-olduğunun en güçlü kanıtı bu


sözlerdir. Fakat şu kanıtlar da vardır. Birçok şeyler
olsa onlarm da bir-tek için söylediğim yaratılışta olma­
la rı gerekirdi. Toprak, su, bava, ateş, demir v e altm
varsa, bu canlı öteki ölü, kara ve ak ve insanların g er­
çekte va r olduklarını söyledikleri şeyler, bütün bunlar
94 W alther K ra m

varsa, ve biz doğru olarak görüyor ve işitiyorsak her


birinin bize önce göründükleri gibi olm aları, dönmeme­
leri ve başkalaşmamaları, tersine herbirinin nasılsa
öyle olması gerekir. îm di biz doğru gördüğümüzü ve
işittiğim izi ve anladığımızı söylüyoruz ; öte yandan bi­
ze sıcak soğuk, v e soğuk sıcak, sert yumuşak ve yumu­
şak sert duruma gelir gibi görünüyor, yaşayan ölür v e
yaşamıyandan meydana gelir gibi ; ve bütün bunlar de.
ğişiyor ve önce ve şimdi var-olan hiç-bir-şeyin hep a y ­
nı olmadığı, demirin sertliğine rağmen biraraya geldi­
ğ i yerde parmakla aşındığı, altm ve taş ve sert bilinen
bütün şeylerin su, toprak ve taştan meydana geldikle­
rini görür gibi oluyoruz. B öylece var-olanı ne gördüğü­
müz ne de tanıyabildiğim iz anlaşılıyor. İm di bunlar
birbirine uymuyor. K ılık ları ve sağlam hklan olan bir­
çok şeyler bulunduğu söylendiği halde her defa görü­
lenlerden bize herşeyin başkalaştığı ve değiştiği görü­
nüre benziyor. İm di doğru görm ediğim iz ve o birçok
şeylerin doğru olarak va r görünmedikleri meydandadır.
Gerçekte var-olsalardı değişm ezlerdi, tersine her şey
önce göründüğü gibi olurdu. Çünkü, gerçek var-olandan
daha güçlü bir şey yoktur. Değişirse var-olan yok olur,
yar.olm ıyan meydana gelm iştir. îm di buna göre birçok
şeyler varsa bir-tek nasılsa onlar da öyle olmalıdırlar.
(B 8)

Var-olan bölünmüş olursa hareket eder ; hareket


edince de var-olamaz. (B 10)

Notlar :

1. Bu sözler Parm enides’in öğretmenine ölümünden


sonra yaptırmış olduğu heros (y arı-tan rı) türbesinin adam a
şiirinden alınmadır. Pythagoras’m düşüncelerinin etkisi
A ntik Felsefe y5

Parm enides’in manzumesinin ikinci bölümünde görülür. —


2. Eserin başlığı eski filozoflarda olduğu üzere peri phy-
seos olup burada physis nesnelerin yaratılışı, doğası an ­
lam ına gelmektedir, zira söz konusu Tar-olan şeylerin asıl
öz varlığıdır. — 3. Güneş ikızlarmın sürdükleri araba şair-
filozofu karanlık yeryüzünden alıp yukarıya doğru güne­
şe giden yolda götürüyor. — 4. K aran lık ülkesini ardla-
n n d a bırakırlarken güneş kızları yüzlerindeki örtüyü kal­
dırıyorlar : artık yurtlarına yaklaşm aktadırlar. — 5. B u
kapı, ışık ülkesine götüren geçittir. Gece ve Gündüz tan ­
rıçaları yeryüzüne iner ve yeryüzünden ayrılırlarken bu
kapıdan geçmek zorundadırlar ve bu bir kanuna göre
düzenlendiğinden Adâlet (h a k ) tanrıçası kapının anah­
tarlarını elinde tutmaktadır, (yuk. ıböl, I I I not 1, böl. V II
not 21’i karşılaştır.) — 6. Bu dize bizi geriye şiirin baş-
langıcm a götürüyor ; a ra yerdekiler kapıya varm adan ön­
ce arkaya doğru bir göz atıştır. — 7. Parm enides de He-
siodos gibi Tanrıçayı d ah a gençliğinde ruh gözüyle görü­
yor. — 8. H egel de böyle diyebilirdi. — 9. Akıl dünyası
bir bütün, bir birlik kurar, bütÜn şeyleri eşit olarak çev­
reler, h er yerde yalnız bir tek «var-olm a>yı içine ahr. —
10. Birinci yanlış yol var-olanla var-olm ayam eşit görmek­
tir, ikinci yanlış yol ise Herakleltos ile öğrencilerinin yo­
lu olup var-olm ayam eşit ve yine eşlt-olmayan şeyler ola­
rak g ö rm e k tir; bu n lara göre varolm ak ve varolm am ak
m eydana-gelm enin içinde bulunuyor. — 11. Herakleitos'-
un bir düşüncesidir bu. — 12. Şimdi yalnız var-olm am n
varolduğunun kabulünden çıkan sonuçlar göz önüne seri­
liyor. — 13. N ot 5’e (A d âlet) bakıla. — 14. Hellence ho-
moion sözü bütün a y m yapıda elam gösterir. — 15. P ar-
menides’e göre asıl yanlışlık ikiliğin kabullenmesidir. —
16. Böl. V I I not 21’e bakıla. — 17. B u düşüncenin güç an-
laşıhr ayrıntılarım bir kıyıya bıraktık. — 18. Eros yarat­
mak arzusu, yaşam a ilkesidir. — 19. Çünkü, ayın ışığı gü -
neşinkine bağlıdır. — 20. Öğe yerine Hellence metinde or­
ganlar anlam ına gelen mele bulunuyor ; yani kosmos’un
organları demek. B u organ lar Parm enides’in sözünü et­
tiği aydınlık ile karanhktır. İn san düşüncesinin değeri ay-
S6 W alther Kranz

dıraık öğesinin ağır basm asına bağlıdır ; biz bugün «p ar.


lak düşünce» dediğimiz zam an bu düşünceyi simge olarak
kullamyoruz. — 21. Homeros bu sözü yüksek seciyeli ki­
şiler için kullanmıştır. — 22. B u büyük bir buluştur. —
23. H er ikisi de Anaksim andros’un düşüncelerine uygun
olabilir, fakat sonraki antik bilginler Parm enides’in dün­
yayı bir kylindros şeklinde değil de yuvarlak ola­
rak düşünen ilk insan olduğunu söylüyor. — 24.
Parm enides görünüş dünyasını (gerçek sam lan ı) bu ka­
dar ayrıntılı olarak anlatrmştır. — 25. Şüphesiz Zenon
bunu kritik bir şekilde yapmıştır. — 26. Büyük Panat-
henaia bayram ı Temmuz ayında k u tla n ırd ı; Zenon ile
Parm enides’in h an gi yılda A tinaya geldikleri bilinmiyor.
— 27. Perikles aym zam anda Anaksagoras’ın ve Protago-
ras’ın öğrencisi idi. — 28. Palam edes İlios’u alan Hellen-
lerden idi, kurnazca buluşlarıyla ünlü idi. — 29. B u me­
k ân meselesine ilk olarak rastlanıyor. — 30. B aşka bir
deyimle, nasıl olur d a sonsuz küçük bölüm lerden kurulu
olan kesimler sonlu olurlar, diyebiliriz. — 31. N asıl olur da
kazanılan aralık, yan i m ekânda varolan bir şey, sıfır ya­
h u t yok olur? — 32. Nasıl olur da birçok zam an nokta­
larının biraraya gelmesiyle zaman içerisinde ilerleyen
hareket m eydana gelebilir? Sinem a film inin birçok du­
ruş anlarını biraraya getirerek hareketi doğurm ası bu­
günün insanlarına bu sorunu canlandırabilir. — 33. O
halde hareketi dururken ölçmekle yürürken ölçmek ara­
sında göreli bir ayrılık vardır ; bu nokta Einstein’in re-
lativizm kuram ının başlangıcıdır. — 34. Zenon’un bu dü­
şünceyi daha ileri sürmüş olması olasılıdır, şöyle demiş
olabilir : b ir tek aktarı ses çıkarmıyorsa, m antığa göre,
bir ölçeği de ses çıkarmaz, o halde duyularımız bizi alda­
tıyorlar. — 35. Sophokles’in başJ:om utanlığı sadece şekil
işi olmah.
IX . E M P E D O K L E S

Kosmos’un çok organlı vücudunun Tanrı ile büsbü­


tün dolu olduğu düşüncesi en kuvvetli şekline güney
S icilya’nın Agrigento kentinden olan Empedokles’in
felsefesinde — tabiî kendisi olgunluk çağına vardıktan
sonra — kavuşuyor. Pindaros’un dediği gibi «ölümlüle­
rin en güzel şehrinde» doğmuş olan filo zo f yurdu için
çeşitli alanlarda çalıştığı gibi büyük bir hekim olduk­
tan sonra yurdunda ve uzak yerlerde yolculuklar yapı­
yor, son yılları karanlık içinde gözden yok oluyorlar.
‘A rın m a la r’ adlı şiiri daha tam amiyle Orphikler’in
ve Pythagoras’çıların etkisi altındadır. Orphik-karam-
sar öğretiye uygun olarak burada insanlar, ve şairin
kendisi de, düşmüş ruhlar ve yeryüzü yaşayışı öteki
dünyada, sonsuz ışığın ülkesinde işlenen suçun ceza-
sı’dır ; burada aşağıda insanlar dünyasında kötü kuv­
vetlerin, öldürme ve öc-alma ruhlarının, hastalıkların,
meydana gelm e ve yok-olmanın ve başka karşıtlıkların
karanlığı sultanlık etmektedir. Et yememek — hayvan­
la rı öldürmekle insan kardeşlerim izi öldürmüş oluyo­
ruz — ve belli bitkilere perhiz etmekle, çeşitli ‘arınma­
la r’ ile ruh binlerce yıl boyunca birçok vücut kalıpla­
rından geçerek yetkinleşebilir ve sonunda yeniden yur­
du olan ışığa yükselebilir.
V aktiyle birkaç bin dizeyi içine alan, bir sürü ben­
zetişler ve m ecazlarla canlandırılmış, ışıklandırılmış.
98 W alther Kranz

süslenmiş olan ikinci manzumesi, yani ‘yaratilış’ (D oğa )


Empedokles’in kendi düşüncelerinin ve uzun yıllar sü­
ren gözlemlerinin toplammı veriyordu. Burada o «ken­
disi» olmuştu, burada yaratılış (d o ğa ), içinde karşıt­
lıklar bulunmasına rağmen, içten kavrayan bir sevgi
kendini meydana vuruyor. Nesnelerin va rlığ ı sevgi ve
n efret kuvvetleri tarafından hareket ettirilen, çekme
v e itme ile birleşen yahut çözülen, karışan yahut a yrı­
lan tanrısal organ-vücutlardır ; şair-filozofun gözü bu­
nu görünüş dünyası ardında görüyor. Bahtlı <s.sphairos»
da, sevginin tek başına hüküm sürdüğü çağdaki hep-bir-
araya gelm e aşırı (ekstrem ) haddi ile öteki aşırı had,
yani nefretin tek başına hüküm sürdüğü zamandaki
büsbütün dağılm a arasında bu iki kuvvetin bir daha
çok, bir daha az etki gösterdikleri dönem bulunuyor,
bu dönemde öğe karışımları, bitkiler, hayvanlar ve in­
sanlar da bu arada olmak üzere, tek tek şekiller m ey­
dana getiriyorlar ; bunlar bütün nesneler gibi tama-
m iyle tanrısal öğe_ aynı zamanda vücut ve ruh’turlar.
Güneş, su, toprak ve hava da, bize göründükleri şe­
killeriyle, dört öğe-tanrının meydana çıkış şekilleri olup
bunlar için öğeler için kullanılan sözler kullanılmakta­
dır. Var-olan her şey, eski îyonya felsefesinde olduğu
gibi, aynı şekilde tek bir kosmos’un bölümüdür.

Empedokles hiç kuşkusuz Sokrates’den önceki f i ­


lozofların en bol-düşüncelisi, en verim lisidir. Eseri çok
uzaklara kadar etki gösteren düşüncelerle dolu’dur. A y.
nı zamanda sıcak, soğuk, kuru ve nemli gibi dört te­
mel niteliğin taşıyıcıları olan ateş, hava, toprak ve su
şeklindeki dört unsur öğretisi hâlâ bugün halk arasında
hüküm sürmektedir .Evren-bütünü toplamının öyle-kalır
(sabit) olduğu düşüncesi ile çekme ve itme tasavvurunun
kökü onda’dır. Empedokles atomistik’in, kimyanın, bo-
tanik’in ve m orfolojinin babasıdır ; bütün bunlar do­
Antik Felsefe 99

ğallıkla onda tohum düşünceler halindedü-ler. Vaktiyle


pek uzun uzun anlatılan, soyca-yakın ruhca-bedence
öğe parçacıldarınm dokunmaları tem eli üzerine kuru­
lan duyulu algı kuramını Goethe Sevinçle amyor. Em-
pedokles’in ışığın yayılm ası üzerine olan kuramı bu­
gün yine ortaya çıkmıştır; onun uydurduğu bir embryo-
logia (em briyoloji) de bugün hâlâ kullanılmaktadır-
Daha Roma imparatorluğu devrinde Empedokles hâlâ
büyük Hippokrates gibi — her ikisinin çalışmalarının
kaynağı sadece insan sevgisi olduğundan — saygı gö­
rüyordu. Hiç şüphe yok ki Hippokrates bizim anladığı­
mız anlamda bilimci, hekim ve doğa-araştırıcı Empe­
dokles Paracelsus gibi aynı zamanda şair, bilici, ve
sihirbaz idi.

Empedokles’in antik kişiliğini Alman şairi Fried-


rich Hölderlin bir tragedia’da romantik kılıkta yeniden
canlandırmıştır. Friedrich Nietzsche ise Empedokles’i
Herakleitos ile birlikte kendinin atası sayıyor.

B i l d i r i l e r

A kragaslı Empedokles Anaksagoras’dan çok daha


sonra doğmuş değildir...* En dinç v e olgun çağı 84-
oiympiad zamanına (İs. ö. 444-441) rastlıyordu. — Em ­
pedokles yurttaşların ileri-gelenlerinin devlet işlerinde
gurur ve ikilik içinde olduklarını açıkça göstererek
kenti onlardan kurtardığı gibi ülkeyi kısırlıktan ve v e ­
badan kurtardı... — Aristoteles Ksanthos’un onun üze­
rine olan yazısında söylediği gibi kendisine tek lif edi­
len kırallığı red eden Empedokles’in özgür ve her tür­
lü hâkimiyetten uzak bir kişi olduğunu söylüyor. —
(Platon öğrencisi) Herakleides’e göre Empedokles
800.000 inşam’ barmdırdığmdan Akragas kentine büyük
100 W alther Kranz

demiş ; onların aşırı bolluk içinde yaşadıklarını belirt­


mek için de şöyle söylemiş : «Akragaslılar yarın ölecek­
miş gibi k eyif ediyorlar, evlerini de hiç ölmeyecekmiş
gibi yapıyorlar.» — «B ir tek bilge kişi bulamıyorum»
diyen birine şunları söylemiş : «P e k tabiî, çünkü, bil­
gey i arayan önce kendisi bilge olm alıdır.» (31 A 1. 7.
14. 20)

Büyük bir hekim idi. — Hekimler tarafından ümit­


siz diye bırakılan ve ölü gibi yatan bir Akragaslı-kadı-
nı iyileştirm iş. — (H atip) Gorgias, Empedokles sihirbaz
gibi okuyup üflerken kendisinin orada bulunduğunu an­
latıyor- ( A l )

Aristoteles onun altmış yaşında öldüğünü söylüyor.


— Ölümü üzerine söylenenler birbirini tutmuyor... Hip-
pobotos’ (başkalarından ayrı olarak) onun Etna (A ti­
n a )’ya doğru gittiğini, ateş-kazanına (k ra ter’e) varınca
içeri atılıp yok olduğunu söylüyor... Empedokles’in Pe-
loponnesos’a gittiğini ve hiçbir vakit geri dönmediğini,
bundan dolayı sonunun belli olmadığını ısrarla söyle­
yen Timaios’ ona ve ötekilere karşı geliyor. (A 1)

Şairler üzerine® olan kitabında Aristoteles me­


cazları seven ve başka şiir araçlarına baş vuran Em ­
pedokles’in Homeros tarzında ve deyişçe kuvvetli ol­
duğunu söylüyor. (A 1)

(Rom ah şair Lucretius Sicilya ile Empedokles için


şöyle diyor :)

Daha parlak hiçbir şey barındırmadı kucağında bu


adamdan
N e de daha kutlu ve değerli yahut hayran olunacak
anlaşılan ;
A ntik Felsefe 101

H ele şiirleri tanrıca coşkun yüreğinden kaynayarak


Öyle parlak ve yepyeni düşünceler döküyorlar ki ortaya
İnanmaz kolayca insan onun insan soyundan çıktığı­
na. (A 21)

‘ A r ı n m a l a r ’ m a n z u m e s i n d e n

E y sarı Akragas kıyısında kaleye doğru yükselen


Büyük kentte yaşayan dostlar, iy i işler düşünerek
Yabancıların saygıdeğer sığınağı kötülük bilmez y er­
lerde.
Selâm sizlere! Aranızda ölümsüz bir tanrı değil, insan
olarak
Dolaşıyorum herkesten saygı görüp, böyle görünüyo­
rum onlara.
Şeritlerle' süslenmiş olarak ve taze çelenklerle.
A yak basınca parlak şehirlere saygılıyorlar beni
Kadınlı erkekli. Arkamdan koşuyorlar binlerle
Sormak için selâmete çıkan yolu, dilemekte
birtakımı kâhinlik, soruyorlar ötekiler de
D eva sözü işitmek için çeşitli dertlerine.
Uzun zaman katlanmışlar acıların keskin hançerine,
(B 112)

Fakat neye uğraşıyorum bunlarla büyük bir iş yapı­


yor gibi
102 Walther. Kranz

Üstünsem ölümlü insanlara, felâketten felâkete koşan.


(B 113)

Ey dostlarım, biliyorum hakikat bulunduğunu


Söylediğim sözlerde ; ancak güç kılınmıştır
İnsanlara, zorlukla sokulur inanış ruhlara. (B 114)

Var Kaderin bir sözü, tanrılarm pek eski bir yargısı,


Ebedî, mühürlenmiş geniş yem inlerle,'
Ellerini öldürme kanıyla buladı mı şaşırıp da biri
K avgaya uyup olursa yemin eden yalan yere
Uzun bir hayat kısmeti çekmiş olan daimonlardan’
Üç kere on bin yıl® bu, bahtlılardan uzak dolaşacak
Bu zamanda ölümlülerin çeşitli kılıklarm a girerek
Hayatın meşakkatli yollarını değiştirerek-
Havanın gücü kovalar onları zira denize.
Deniz ise tükürür yerin dibine, toprak da ışıklarına
P arlayan güneşin, o da fırla tır havanın kasırgalarm a ;
Bu ondan o bundan alır, nefret ederler fakat hepsi de.
Onlardanım şimdi ben de, tanrmm kovduğu bir serseri,
Azgm kine güveneliden beri. (B 115)

(D işi tanrüar Empedokles’in yeryüzüne düşen ru­


huna yoldaşlık ediyorlardı ; bunlar şöyle diyorlar :)

Ulaştık bu üstü örtülü ine... (B 120)

A ğlayıp sızladım görerek yabancı yeri. (B 118)

Nasıl bir şereften, ne kadar büyük bir bahtlılıktan


Antik Felsefe 103

A yrılarak düştük şimdi bulunduğumuz yeryüzüne! (B


119)

Vaktiyle ben oğlan, kız, çalı oldum.


Kuş oldum, denizden sıçrayan dilsiz balık oldum. (B
117)

(Uzun zaman kalmam gerek bu) sevimsiz yerde.


Cinayetin, Kinin, ve başka cin sürülerinin,®
Kurutucu hastalıklarm, kokmalarm ve akıcı ağrıların**
F elâket çayırım n karanlığında dolaştıkları bu ülkede.
(B 121)

(İnsanların âleminde ikilik hüküm sürer ; şunlar


Empedokles’in gözünden kaçm ıyor :)

Orada idiler Yer-ana ile uzak-bakışlı Güneş hâtûn’*


Kanlı K a vg a ile ciddî bakışlı Anlaşma,
Güzellik Çirkinlik, Çabuklukla Yavaşlık,
Sevim li Doğruluk, karagözlü Vuzuhsuzluk
Yetişm e ve Cîöçme hâtûnlar. Uyku ile Uyanıklık,
Durmazlık ile Dururluk, çelenkli Ululuk,
Ç irkef hâtûn. Susma ile Konuşma... (B 122. 123)
Vah sana, ey zavallı insan soyu, ey bahtsız.
Böyle kavgalardan işte, böyle inmelerden yaratıldınız!
(B 124)

(însan hayatı :)

A ğrıla r v e acılar karıştırarak, aldatm alar v e sızlan­


m alar. (B 154a)
104 W alther Kranz

(Ruhun kalıptan kalıba dolaşmasını kararlaştıran


tanrı canlı varlıkları yaratıyor :)

Ruhları etten yapılm a yabancı bir göm lekle kuşa-


tan.’^’ (B 126)

(Burada hükmü geçen kanun :)

Canlılardan ölüler yaptı çünkü_ şekilleri değiştirerek,


Ölülerden de canlılar. (B 125)

(Bu dolaşmada ve değişmede insan için en yüksek


şekiller :)

H ayvanlar arasında dağda barınan yerde yatan arslan


Olurlar, güzel saçlı ağaçlar arasında da defne. (B 127)

(Düşen ruhların dolaşmalarında son hedef :)

Sonunda bilici, ozan ve hekim, başta gelen kişi


Olurlar yeryüzlü insanlar arasında.
Oradan yükselirler şerefçe en üstün tanrılığa
Öteki ölümsüzlerin ocak ve sofra eşi olarak
insanlık acılardan pay almaz, hiç yıpranm azlar. (B
146. 147)

(İnsanların en baştaki zamanı bugün ile kıyaslandık­


ta çok daha mükemmeldi, hattâ vaktiyle altın çağ va r­
dı :)

Onlar için ne Ares diye bir tanrı vardı


N e de Kydoimos,” ne hakan Zeus ne Kronos, ne Posei-
don
Antik Felsefe 105

Yaln ız K ypris” hâtûn...


Dinlice adaklarla sığınıyorlardı ona
Hayvan resimleriyle,'® güzel kokan yağlarla.
Saf m irsafi ve kokulu günlük sunup,
Sarı baldan yere serperek yaptıkları saçlarla ;
Boğaların saf kanıyla ıslanmıyordu sunak
Günahların en büyüğü idi bu insanlar arasında
Can alarak asü uzuvları yutmak. (B 28)

Hep-yaprakh hep-meyvalı ağaçlar yem yeşildiler


M eyvalarla bol bol bütün y ıl hep yüklüydüler. (B 77. 78)

Bütün yaratıklar ehlî ve insanlara sokulgandılar


Vahşi hayvanlar da, kuşlar da, sıcaktı dostluk ateşi.
(B 130)

(Altın çağdaki yükseklikten insanlık çok aşağılara


düşüyor ; artık insanlık boğuşmayı, hayvan boğazla­
m ayı seviyor, fakat bir adam yalnız başına hayvanla
insan arasındaki sevgi ile ilgili eski b ilgeliği insanlara
bildiriyordu : bu adam Pythagoras’tı :)

Vardı onlar arasında üstün bUgili bir kişi,


En büyük fik ir hâzinesine sahip olan.
H er türlü bilgece işlerden en çok anlayan.
Uzanınca yuk-an zekâsının bütün gücüyle
Kolayca görüyordu bütün var-olanların herbirini
İnsanların onuncu ve yirm inci göbeğine kadar.'® (B
129)
106 W alther K ra m

(Pythagoras yahut başka tek bir kişi üzerine söy­


lenmiş daha başka şeylerden sonra yeni konuya ge-
çiş :)

Ölümlülerden birinin hatırı için, ey ölümsüz Muse,


Çabalamalarımızı aklından geçiriyorsan,
Y ardım et şimdi yine, e y Kalliope, yalvarana,
Bahtlı tanrılar üzerine doğruyu açıklayana. (B 131)

N e mutlu tanrıca düşüncelerden bir servet edinene.


Z avallıdır karanlık kuruntuları olan tanrılar üzerine (B
132)

Olamaz yaklaştırmak, gözle erişilir kılmak


Yahut ellerim izle tutmak — budur geçidi
inanışı insan yüreğine sokan en büyük anayolun.*'' (B
133)

(Tan rıları insan kılığında düşünen mythoslarla dö-


ğüşme ; Empedokles’in Apollon adıyla andığı tanrının
gerçek varlığının tasviri.)

Donatılmış değildir (tanrının) uzuvları insan başıyla


Uzanmaz sırtından ayrılıp iki dal,'®
N e ayaklar, ne hızlı dizler, ne külı yerler,
Sadece kutlu v e anlatılmaz zekâ vardır,
H ızlı düşünceleriyle bütün kosmosu dolaşır.” (B 134)

(Kosm os’da hüküm süren «adâleb>in^® içine hay­


van öldürmeği yasak eden doğa kanunu da girer ; biz
hayvan öldürürken gerçekte insanca bir va rh ğı yok edi­
yoruz :)
A ntik Felsefe 107

Herkese buyurulan şey, hükmü her yanı kaplayan ait-


herde B 135)

Son verm eyecek misiniz bu iğrenç öldürüşe?


Görmüyor musunuz birbirinizi yuttuğunuzu düşünce­
sizlikle? (B 136)

Kılık değiştirmiş oğlunu yakalayarak babası


Kesiyor dualarla, koca budala. Şaşkınlık içindeler
Kurban edecek kişiler yalvaranı. Buysa işitm iyor sız­
lanmaları.
Kesip hazırlıyor iğrenç bir yem ek evinde.
Böylece yakalayarak oğul baba 3^, çocuklar anayı
Canlarını alıp yutuyorlar akrabaların etlerini. (B 137)

Vah bana, öldürmedi beni acımaz gün


Dolaştırmadan önce lâfım ağzımda bu uğursuz yeme­
ğin (B 139)

Zavallılar, pek zavallılar, çekin ellerinizi fasu lyed en !"


(B 141)

<Buyuruyorum) defne dallarm a hiç dokunmamağı.”


(B 140)

Kötülüklerle yolunuzu şaşırdığınızdan, hiçbir zaman


Yüreğinizi kurtaramıyacaksınız uğursuz acılardan. (B
145)

Perhizli kalmak günaha (öğüdüm bu siz zavallılara)


(B 144)
Î08 W alther Kranz

« D o ğ a » adl ı m a n z u m e d e n

(M use’nin Empedokles’e öğretisini gözde-öğrenci-


si Pausanias’a bildirmesini buyurduğunu anlatmış ola­
cak giriş-bölümünden).

E y Pausanias, dinle sen şimdi, bilge Ankhitesin oğ-


oğlu! (B 1)

(F akat her şeyi içine alan bir doğruya ulaşmak


güçtür.)

Dardır vücuda serpilmiş kavrayışı duyu yolları,^’


Boş pek çok şey sokulup içeri körletir düşünceleri.
Yaşarken az bir şey görüp dünya yaşamından insanlar
Uçup gidiyorlar tez ölümlü zavallılar, duman gibi,
N eye rastlamışsa herbiri oradan oraya dolaşırken
B ir buna inanır, övünür, bütünü buldum sanır.
İşte böyle ne gördükleri va r insanların bunları ne duy­
dukları
N e de akılla kavradıkları. Fakat sen şimdi böyle ses­
sizce
Hazır oı öğrenm eğe ölümlü aklının erişebildiği kadarı.
(B 2)

(L ojik düşünmede bütün, katkısız doğruyu bulduk­


larını bildirenler^^ va r.)

Fakat, ey tanrılar, koruyup dilim i bunların deliliğinden


Dinli ağızlardan akıtın arık kaynağı,
Ve sana, ey hep anılan Muse, ey ak kollu kız, yalvarırım
A ntik Felsefe 109

Anlat kısa ömürlülerin işitmesi yasak olmayanları,


Getir dinlilik ülkesinden kolay sürülür şiir arabasını!
Zorlam ayacaklar seni şeref ve ün çiçekleri,
Ölümlülerin verdikleri, fa rz olandan çoğunu anlatmağa
Küstahlıkla, sonra da bilgelik tahtına kurulmağa.
H aydi bak her «k avra yıcıyla », her-şey nasıl apaçık,
İnanma sakın hiçbir şekilde göze daha çok kulağından
Yahut uğuldayan kulağa dilinin duygularından,
kısm a hiç öteki organlardan birine güvenini
Tanıma yolu olarak, tanı her şey nasıl apaçık. (B 3)

Kötülerin âdetidir hep kuvvetlilere inanmak.


M use’mizin nasıl sağlam düşünceler verdiğini
Tanı yüreğinde süzerek sözlerini! (B 4)

Susup yürekte saklamak"^ (gerek fakat benim öğrettik­


lerim i.) (B 5)

Söyleyeceğim şimdi sana en baştaki öğeleri


Şimdi gördüğümüz bütün şeylerin meydana çıktıkları :
Toprak ile bol dalgalı deniz, nemli hava.
Titan aither,“ çepçevre saran bütün çemberi. (B 38)

Dört kökünü dinle sen önce bütün şeylerin :


Parlayan Zeus, hayat veren H era, Hades,
Nestis,^’ göz yaşlarıyla besleyen dünya kaynaklarını.
(B 6)

Başka bir şey söyleyeceğim sana ; doğmazlar hiçbiri


Ölümlü nesnelerin, yok korkunç ölüm sonu da,
IIO W alther Kranz

Karışım dır yalnız ve kanşmışların değişilm esi


Var olan, «doğuş» insanların verd iği addır buna. (B 8)

Bu öğeler insanda karışıp ışığa kavuşurlarsa


Yahut vahşi hayvanlar soyunda, yahut da bitkilerde,
Yahut kuşlarda — o zaman «doğm ak» diyorlar,
Uğursuz ölüm kaderi, bunlar ayrılınca da.
Doğru değil söylenen, âdete göre böyle dedim ben de.
(B 9)

Ölüme öc-alıcısı (diyorlar hattâ günahm.) (B 10)

Budalalar, uzağa-varır değil düşünceleri


«M eydana geldiğini» sanıyorlar önce «varolm ayanın»
Yahut öldüğünü birşeyin ve yok olduğunu büsbütün.
(B 11)

B ilge bir kişi bunu yüreğinde söyleyem ez :

İnsanların ancak yaşadıkları — yaşama dedikleri şey


— sürece
V a r olduklarını ve onlarda iyi ve kötü şeyler bulundu­
ğunu.
Öğelerin birleşm esiyle meydana gelmeden önce
V e ayrıldıktan sonra hiç-bir-şey olmadıklarını. (B 15)

Varolmayandan meydana gelm e olamaz asla,


Yapılm am ış ve işitilmemiş varolamn yok olması ;
N erey e konulmuşsa orada olacaktır daima. (B 12)

N e boş ne de taşmış bir §ey va r evren-bütününde.


Antik Felsefe 111

Boş değil evren^bütününde hiç-bir-şey ; nereden ekle­


necek bir-şey? (B 13. 14)

(Ö ğeleri sonsuz kuvvetler olan sevgi ile nefret sü­


rüklerler.)

Nasıl idiyse önce öyle olacak, sanu’im,


Bu ikisinden boş kalm ayacak uçsuz zaman. (B 16)

Çift şey diyeceğim : gâh tek bir bütün doğar


Çok şeylerden, gâh da çok şeyler biter «b ir» den ayrılıp.
İkilidir ölümlü şeylerin doğuşu, ikili yok oluşu.
Birini bütün nesnelerin toplanması doğurur ve yok eder,
Ötekiyse dağılınca onlar yetişmişken uçup gider.^“
V e bunlar değişir dururlar hiç kesilmeden.
Gâh sevgiyle toplanır bir olur bütün şeyler
Gâh da ayrılırlar yine tek tek nefretin kiniyle.
Nasıl çoklardan bir tek biliyorsa bitip yetişmesini
V e yine bir tek ayrılınca nasıl çoklar çıkıyorlarsa
Öylece doğmaktadırlar ve sürekli değil onlar için ya­
şama.
Nasıl değişir dururlarsa hiç kesilmeden
Öylece hareketsiz kalırlar çevre içinde daima.
Dinle şimdi sözlerim i ; Öğrenme çoğaltır aklı çünkü.
Önce de dediğim gibi, sözlerimin hedefini gösterirken^
Ç ift şey diyeceğim : gerek tek bir bütün doğar
Çok şeylerden, gerekse çok şeyler biter «b ir» den a yrı­
lıp :
112 W alther Kranz

Ateş, su, toprak ve uçsuz yüksekliği havanın,


Uğursuz nefret, onlardan ayrı, ağırlıkça-bir her yanda,
V e sevgi aralarında, eşit olan ence boyca.^®
Buna sen aklınla bak, oturma şaşkın şaşkın bakınıp!
Sevgi doğuştandır deniyor insan organlarında,
Onunla beslenir sevişme arzuları, eş olurlar birbirine.
Haz ve sevinçtir verdikleri ad buna hem de Aphrodite.
Onun bunlar içinde dolaştığını çıkmadı bilen bir kimse
Ölümlüler içinde. Kulak ver sen yanıltmaz sözün gidi­
şine.

Bunların eşittir hepsi, doğuşça aynı-yaşta.


A yrıd ır fakat herbirinin görevi, huyu da başka.
Hükmederler sırayla dolaşıp dönerken zaman.
N e bir şey eklenir bunlara ne de diner kesilir.
Y ok olsalardı tam amıyle zira, artık varolamazlardı.
N e çoğaltacaktı bu bütünü? Hem de nereden gelip?
Nasıl yok olabilirdi, bunlardan boş bir şey yokken?
Olamaz, bunlardır bir varolan, gerçek birbiri içinden
B ir bu, bir o gelir meydana ve arasız benzeyenler dai­
ma (B 17)

(Sevgi ile nefret sırayla değişerek insanların, hay­


vanların, bitkilerin yaşayışında da hükümlerini göste­
rirler.)

Göze çarpıyor bu insan organlarının yığınında.


Gerek sevgiyle toplanıp bir oluyorlar bütün bölümleri
A ntik Felsefe 113

Vücudumuzun, erişti mi yükseğe çiçeklenen hayat ;


Gerek yine bölünerek kavganm kara kuvvetleriyle
Dolaşır herbiri a yrı ayrı yaşam kıyılarında.”
Böyledir tıpkıyla çalılarda ve sudanevli balıklarda
Dağda-yatan yırtıcılarda, kanatla kayan kuşlarda. (B
20 )

Fakat haydi, bak önceki sözlerimin şu tanığına,”


Öncekilerde eksik var mı şekilde diye :
Güneşe, parlak görünen, sıcak olan iyiden iyiye.

Terleten sıcak ve parıltı ile yıkanan bölümlere.


Yağm ura, herşeyde karanlık ve dondurucu olan.
Topraktan akıp g elir durak onlarla sağlam şeyler de.
Kinde bütün şeyler çeşitli kılıkta ve a yrı ayrı olur.
Toplanırlar fakat sevgide, özlerler birbirini.
Bunlardan zira bütün önce ve şimdi olanlar, olacaklar
Yetiştiler, ağaçlar, erkeklerle kadınlar.
Y ırtıcıla r, kuşlar ve suyla-beslenen balıklar
V e uzun ömürlü tanrılar da, en üstünler şerefte.
Bunlardır zira bir varolan, geçerek birbiri içinden
Çeşitli şeyler gelir meydana ; karışım değiştirir bu ka­
dar şeyi. (B 21)

Nasü ressamlar adak levhacıkları" renk renk boyar­


larsa.
Sanattan iyice anlayan akıllı kişiler —
Y akalayıp çeşitli renklerdeki boyalan
114 Wdlther Kranz

Uyumlu birleştirirler, bundan çok, ondan az alıp,


Bunlardan da bütün şeylere benzer şekiller yaparlar :
A ğaçlar yaratırlar, erkeklerle kadınlar,
Y ırtıcılar, kuşlar ve suyla beslenen balıklar
Ve uzun ömürlü tanrılar da, en üstünler şerefte. —
B öylece kandırmasın aklını aldatış, olduğuna başka
yerd e
Bütün — sayısız — ortada olan ölümlü şeylerin kay­
nağının.
Yalnız iyice bil bunu, hatırla tanrı” sözü duyduğunu.
(B 23)

(Yakışm az bana) tepeleri tepelere kavuşturup da”


Sözlerin bir tek yolunu sonuna vardırm am ak. (B 24)

(Dizelerin tekrarlanmasının nedeni)

İki kere söylemek de güzeldir gerekeni. (B 25)

(Kosm ologia)

(Evrenin o zamanki durumu)

O zaman ne güneşin hızlı organları ayırdedilir


N e de toprağın kıllı kuvveti, ne de deniz
Böylece uyarlığın sağlam sığınağında saklı duruyor
A ntik Felsefe 115

Küre şeklindeki Sphairos, çevredeki yalnızlığa sevine­


rek. (B 27)

N e ayaklanma ne de yakışıksız kavga vardı organlarda


(B 27a)

Fakat nefret iyiden iyiye gelişip de (Sphairosun) or­


ganlarında
Saygınlığı yükselince, sırayla onlara( sevgiyle nefrete)
Sağlam yem inle gösterilen zamanın tamamlanışıyla,
(Bozuldu uyarlığın durgunluğu, doğdu hareket ) (B 30)

Sarsıldı çünkü, sırayla bütün organları Tanrının."® (B


31)

(O zaman meydana gelenler arasmda olanlar)


Sivri oklu Gün-tanrı ile yumuşak parıltılı Ay-tanrıça.
(B 40)

(Güneş tutulması)

A y örttü onun ışınlarını,


Güneş geçip giderken, kararttı yeryüzünün
Parlak gözlü ayın genişliği kadar bir yerini. (B 42)

B ağlı (k a lıyor) bütün bunlar kendi parçalarıyla


Kızgın güneş, toprak, gök v e deniz”
Fakat bu parçalar dağınık dolaşmaktalar bu dünyada.
Tıpkı böyle karışım a uygun ne varsa
Birbirine benzer ve sevgiyle bağlıdırlar.
116 W alther Kranz

Düşmandır en çok, birbirinden en uzak olanlar,


Doğuşça, karışımca ve kalıplanmış şekillerce,
Hiç alışmamış birleşm eğe ve pek somurtkan
N efretin öğütleriyle, onlarm doğuşuna düşman olan.’*
(B 22)

Birçok yaratıklar doğdu iki yüzlü ve iki göğüslü,”


Önü insan inek-doğuşlular, başkaları çıktı yine
însan yaratılışlı, öküz başlı karışm ışları erlerin burda
Kadın yaratılışlı orda, donatılmış gölgeli ayıpyerile.
((B 61)

H aydi şimdi, nasıl erkeklerle pek zavallı"" kadınların


G eceli filizlerin i ayrılan ateş kavuşturdu ışığa.
Bunu dinle! B ilgisiz Ve hedefsiz değil bu söz zira.
Kaba yığınlı şekiller çıktılar önce topraktan.
H er ikisinden, sudan sıcaktan, hissesi olan.
Y olladı bunları benzerine" varm ak isteyen ateş yukarı
Henüz kendisinde ne organların sevim li kılığı görünen­
leri
N e de ses yahut insandaki gibi ayıpyerleri.“ /“ (B 62)

Nasıl uzun ağaçlar ve deniziçre balıklar (ortaya çıktı­


la r.) (B 72)
(Sevgi-tanrıça) şarkısız soyunu güderek bol-tohumlu

balıkların.** (B 74)
Aynı şey saçlarla yapraklar, sık tüyleri kuşların
V e pullar, üzerinde biten kuvvetli organlarm ." (B 82)
Antik Felsefe 117

Böylece yumurtlarlar yüksek zeytin ağaçları önce...


(B 79)

Böyledir ağır-sırtlı deniz-yurtlularin kabukları da,


A yrıca deniz-minaresi ile taş d erili kaplumbağaların,^
Göreceksin yerleştiğini burda toprağın derinin en dışı­
na. (B 76)

.................................................... Kirpide ise

Sırtı örter diken diken olmuş sivri-oklu yeleler. (B 83)

(Kem iğin, kanın ve etin yapısı)

Toprak da sevinçle güzel-göğüslü potalar içinde


Su-hatunun parıltısından sekiz bölümden ikisini pey aldı.
Dört de Ate§-tanrıdan. Parlak kemikler oldu bunlar.
U yarlık kolasıyla uydurulunca birbirine tanrılık işler.*’
(B96)

Toprak da eş-ölçüde buluştu en çok şunlarla :


Ateş-tannyla, yağmurla ve pırıl pırıl aither’le,
Sevgi-hatunun hedefe vardıran limanlarında dem irle­
yerek.

Y a biraz daha çok, yahut daha da büyük çoğunlukta


Kan ile et cinsleri doğdu bunlardan. (B 98)

(Gözün yapısı)

Nasıl bir ışık hazırlarsa dışarı çıkmağı düşünen


118 W alther Kranz

Kış gecesinde, bir parıltı, yanan ateşten gelen,


Bütün rüzgârlardan koruyacak bir fener yakarak ;
Bütün fener esen yellerin soluğunu dağıtır.
Işık ise dışarı fırla r, çok daha ince olduğundan
Y o l boyunu aydınlatır yorulmaz ışınlarıyla —
Öylece gizlendi vaktiyle"^ deriler v e ince örtüler içine
Kapatılan eski-sonsuz ışık yuvarlak gözbebeğinde
Bu zarlar tanrı-işi oyuklarla delinm işlerdi baştan başa
Tutuyorlardı bunlar çepeçevre akan suyun derinliğini
Bırakıyorlardı dışa ateşi, çok daha ince olduğundan.
(B 84)

(D eriyle soluklanış)

B öylece soluk alır verir bütün nesneler hepsinde ka­


nı az
E t borucuklar yayılm ışlardır vücudun üst yüzüne ;
Bunların ağızlarında derinin en üstü her yerde
Delinmiştir sık çizgilerle ; öyle ki kan içerde kalır.
Fakat kanallar içinde havaya yol açıktır.
Çekilince seyrek olan kan oradan delice kabararak
Saldırır gürültüyle hava, kan g eri sıçrayınca da
Çıkar dışarı yeniden hava, tıpkı bir kızın
Pa rlak bakırdan sifon ile oynayışı g i b i :
Aletin boynundaki ağzı biçim li eliyle dayalı tutup da
Daldırınca yumuşak yapısına suyun
Antik Felsefe 119

Islaklık girem ez içine kabın, a ğırlığ ı havanın


Yüklenip içerden sık deliklere engel olur bu işe.
K ız kaldırıp elini bıraktı m ı sıkışan hava akımım
Çekilen hava kadar su atar içe ri adımını.
Tıpkı bunun gib i su kaplarsa bakırın derinliğini
A ğızla boyun kapalıyken insan derisiyle
Girmek ister hava dışardan içeriye-hükmedip üst kısma
Durdurur suyu guruldayan süzgecin kapılarında
Kız elini çfekince bu-yol yeniden, öncekinin tam tersine
Saldırıp giren hava kadar su alttan dışarı kaçar.
Tıpkı bunun gibi seyrek kan organları dolaşırken
Akıp çekilince içeriye, dönerek geriye.
D elice kabarır gelir hava-akımı hemen ardından.
A yn ı miktar hava dışarı çıkar geri sıçrayınca da kan-
(B 100)

(Büyüme)

Çoğaltır toprak kendi şeklini, aither de aither’i.


(Su suyu çoğaltır) ateş de ateşi.'^ (B 37)

(Duyusal a lgıla r)

Toprağım ızla toprağı görüyoruz zira, suyumuzla suyu


H ava ile de tanrıca havayı, ateşle yok edici ateşi
.Sevgiyi de sevgiyle, somurtkan nefretle de nefreti.
(B 109)
120 W alther K ra m

Tanrı hepsinden akıntılar olduğunu bütün yetişenlerin.


(B 89)

Tatlı tatlıyı kavrar, acı acıya saldırır.

Ekşi ekşiye biner, ateşli ateşliyi sürer.“ (B 90)

(Düşünme ve duyma)

Bunlardan” kurulmuştur zira her şey uygunca


Ve bunlarla düşünürler, kederlenir sevinirler. (B 107)

Böylece raslantının dileğiyle bilinçli oldu bütün” varlık^


lar. (B 103)

Beslenmiştir (yürek) karşı-sıçrayan kanın*® dalgaların-.


da

Burasıdır insanların akıl” dediklerinin en çok bulundu­


ğu,.
Y ü reği dolaşan kandır zira düşünce insanlarda. (B 105),

Bulunan şeye göre*® artar aklı insanların. (B 106)

( B i t i m )

Gömerek öğretileri sağlam yüreğinin derinliğine


Güler yüzle saf düşüncelerle gözetirsen
Bütün bunlar ömrün boyunca ayrılm azlar senden.
Çok şey de kazanırsın bunlardan başka, büyürler zira
Kendiliğinden kök salıp her huya, her yaratılışa göre**'
Fakat sen arzulayacaksan bir sürü değersiz nesneleri.
Antik Felsefe 121

İnsanlarda bulunan, körlcten düşünceleri,


İnan, zamanın dönüşüyle hemen bırakırlar seni
Özlerler kendi öz soylarına dönmeği.®"
Zira herşeyin, bunu bil, va r bilinçte düşünüşte payı.
(B 110)

(Ö ğretiye karşı bağlılık gösterirsen ilerde daha


yüksek şeyler öğreneceksin.®')

N e kadar deva varsa dertlere ve kocamağa karşı


Öğreneceksin, yalnız senin için yapacağım zira bunları-
Dindireceksin de yorulmaz yellerin gücünü
Saldırınca toprağa alt üst eden soluğuyla tarlaları ;
Yine, istersen, yeller getireceksin karşılamak için za­
rarı..
K ara sağanağı uygun kuraklık yapacaksın insanlara
Çevireceksin yaz kuraklığını da
Ağaçlar-besleyen akımlara, aitherden gelen ;
Getireceksin Hades’den gücünü ölmüş insanın. (B 111)

B i r k a ç t a m a m l a y ı c ı b i l d i r i

(Atomculuğun ilk basamağı :) Karışım değişme­


yen fakat küçük parçalar halinde yanyana konulmuş
olan öğelerden yapılmış olacaktır ; et ve öteki madde­
lerin herbiri böyle doğar. — Empedokles’e göre dört
öğeden önce çok küçük kırıkları varmış, âdeta öğeler­
den önce öğe olarak.®* — B izler ve ... bütün öteki cisim ­
ler dört öğeden meydana gelm işiz ; bu öğeler birb iri
122 W alther K ra m

içine nitelikçe karışmış değillerm iş, küçük parçalar


halinde yanyana duruyor, birbirlerine değiyorlarm ış. —
(Bu parçacık) teorik olarak daha bölünebilir ise de
pratik olarak asla daha bölünmez. — (B ir cisim ) öğe
bölümcüklerinin yığılm ası ile meydana gelen bir bü­
yüklüktür. (A 43. B 159)

(Işık teorisi) Empedokles güneş ışığının aradaki


y ere görm e alanımıza varmadan önce vardığını söylü­
yor. — Işık ışıklı cisimden dışarı akan bir cisim ola­
rak önce yeryüzü ile gök arasındaki yerde bulunuyor,
sonra bize geliyormuş, onun bu hareketinin, hızlılığı yü­
zünden, farkına varamıyormuşuz.®’ (A 57)

(B itkiler öğretisi :) Canlılardan ilk olarak ağaçla­


rın topraktan bittiklerini söylüyor... (B itk iler) toprak­
taki ısıyla kaldırılarak büyümüşler, böylece toprağın
bölümleri im işler, ana karnındaki embryon’un ananm
bölümü oluşu gibi. — Bitkilerde arzu bulunuyormuş,
duyguları da varmış, kederleniyor ve seviniyorlarmış.
A k ılları da varmış. Onlarda erkeklik, dişilik ve her iki­
sinden karışma bir cins bulunuyormuş. (A 70)

(H ayvanların ve insanların meydana gelişi)®’ Em ­


pedokles nasıl rastladıysa öylece ilk önce canlı varlık­
ların kafa, el, ayak gibi organlarının doğduğunu, sonra
bunların (rastlantıyla) biraraya geldiğini söylüyor...
Böylece hayatta kalabilecek gibi birbirleriyle birleşen­
ler canlı yaratıklar oldular ve birbirlerinin ihtiyacım ta­
mamlamakla hayatta kaldılar ; dişler yiyeceği kesti ve
parçaladı, mide onu hazmetti (sin dirdi), karaciğer kan-
laştırdı. însan kafası insan vücuduyla buluştuğu za­
man bütün (lük) hayatta kaldı, sığır vücuduyla bulu­
şunca uymadı ve yok oldu. (B 61)

(Em bryolojiden) : Daha doğmamış çocuk derile­


A ntik Felsefe 123

re sarılıdır, bunlardan biri ince ve yumuşaktır ; Empe-


dokles buna «koyun postu» diyor.®* (B 70)

(Besleniş :) Empedokles yem eklerin hazmedilmesi


(sindirilm esi)’nin bir çeşit çürümeyle olduğunu söylü­
y o r ( A 77)

(Duyusal A lg ı ;) Parm enides, Empedokles ve


Platon duyusal algıyı benzerliğe dayandırıyorlar,
Anaksagoras ile Herakleitos ve bunların öğrencileri ise
karşıtlığa... Duyulardan herbiri üzerine tek tek öteki
Sokrattan-öncekiler hemen hemen hiçbir şey söylem i­
yorlar, Empedokles ise bunları da benzerliğe dayandır­
m ağa çalışıyor. — Bütün duyular üzerine benzer şekil­
de konuşuyor ve (öğe parçacıklarının) herbiri duyu­
nun porlarına uymasıyla algının meydana geldiğini söy­
lüyor. (Görm e duyusu için örnek)®’ Empedoldes’e göre
varolan nesnelerde bir nevi akıntılar ve içlerine akın­
tıların girdikleri v e içlerinden geçtikleri por’lar (ka­
nallar) vardır. Bu akıntıların birtakımı por’lardan bir
kaçına uyar, ötekiler küçük yahut büyük gelirler... B öy­
lece renk nesnelerden gelen, görme organıyla symmet-
rik (bakışım lı) olduğundan algılanan bir akıntıdır. —
(Em pedokles’e göre) bütün nesneler algılarlar ve ka­
rışım, algılam a ve büyüme aslında aynı şeydir ; çün­
kü, her şeyi o por’larm bakışımı ile olduruyor.®" (A
86. 92)

N o t l a r :

1. Bölüm X I not 5’e bakıla. — 2. Bu İs. ö. 4. yüzyılın


felsefe yazarından iletilen haber pek güvenilir değildir,
köleler ve çocuklar da sayılmış olsa bu sayı yine aşırı­
dır. — 3. D ah a sonraki ve güvenilmez bir kaynak. — 3.
124 W alther Kranz

Hippobotos’a kargı kendisi Sicilya’Iı olan tarüıçi Tim ai-


os'un bildirisi tanıklık etmekte (4/3. yüzyıl) ; inanılacak
bildiri onunkidir. — 4. Bu eserden yalm z parçalar kal­
mıştır. — 5. Hellence tainia, saygı işareti olarak bir kim ­
senin başına sarılan şerit. H alk hekim Empedokles’i tanrı
olarak görüyor, fakat ikinci kısımda görüleceği üzere o
buna değer vermiyor. — 6. K anunun sonsuz olarak geçer­
likte bulunduğunu belirtmek için onun arkasında tanrı­
ların kararı ve zorunluluk tanrıçasının bulunduğu,
ayrıca da yeminle m ühürlü olduğu anlatılıyor. —
7. Daim onlar tanrı ile insan arası ruhlardır. —
8. Hellence hora süresi kesin olm ayan bir za­
man, belki yıl. — 9. K e r’ler Homeros’da ölüm cinleridir.
— 10. Üç çeşit hastalık var ; birinciler vücudun çok kuru
oluşundan, İkinciler çok yaş oluşundan, üçüncüler de çü­
rümeden doğanlar ; Empedokles’in İkinciler ve üçüncüler
için kullandığı rhcum a ve sepsis sözleri günümüze kadar
kullanılagelmişlerdir. — 11. Hellenlerde güneş bir erkek
tanrı olan Helios ile gösterildiği halde Empedokles bura­
da Heliope adında güneş gözlü bir tanrı yaratıyor. B u
fragm ent’in anlatm ak istediği şey dünyamızın karşıtlarla,
dolu olduğudur. — 12. Vücudun ruhun .bir gömleği oldu­
ğu düşüncesi Hıristiyanlığa geçmiştir. — 13. Bu tasavvur
Homeros’undur, savaş gürültüsü bir tanrı şeklinde düşü­
nülmüştür. — 14. Sevgi tanrıçası Aphrodite K ıbrıs ad a­
sında doğmuştur. B urada adı geçen tanrılar için ikinci
bölüme bakıla. — 15. Hellence zoa grapta resmi yapılm ış
canlı yaratıklar demektir ; bunlar, üzerine resimler yapıl­
mış levhalar olup adak olarak tanrılara sunulmuşlardır.
— 16. Bölüm V not 2’ye bakıla. — 17. Görm e ile dokunm a
duyusu insanların tasavvuruna göre gerçeği en doğru ola­
rak veren duyulardır. — 18. Arkaik Hellen sanatında da
kanatlar dallar gibi şekillendirilmişlerdir. — 19. B urada
Ksenophanes’in düşüncelerinin etkisi ve başka bir şekil­
de anlatılışı ile karşılaşıyoruz. — 20. Bölüm I I I not l ’e, böL
V II not 21’e ve böl. V I I I not 4’e bakıla. —
21. Pythagorasçılar ile Empedokles için fasulya-
nm neden yasak olduğu sonraki antik çağca
A n tik Felsefe 125

bilinmiyordu. — 22. D efne Apollon’un kutlu ağ a ­


cıdır. — 23. Empedokles duyu organlarına pek anlatışlı
bir kelime ile «p a la m a i» (tutucular, kavrayıcılar) adını
veriyor. — 24. Söz konusu olan Kişiler Parm enides ile
öğrencileridir. — 25. Pythagorascılann yaptıkları gibi Em ­
pedokles gözde öğrencisine düşüncelerini bir sır olarak
anlatıyor. B u Fausanias sonradan ünlü bir hekim olmuş­
tur. — 26. Aither (= h a v a ) eski bir tanrı olarak düşü-
nülüyor. — 27. Zeus, Herakleitos’da olduğu gibi, tanrı-öğe
ateşdir, Hera toprak-ana, Hades (Hellenler buna «görün­
mez» diyorlar) burada tanrısal hava öğesidir ; Nestis bir
su-perisidir. — 28. Tek tek şeylerin evrenin gelişmesinin
birbirinin karşıhğı olan iki devrinde de m eydana geldiği
anlatılıyor ; bir-olanın parçalanarak birçok öğelere ay­
rılm ası ve bunun tersi olarak da bu parçalardan yeniden
b ir’e dönüş. — 29. Empedokles sevgi ile nefretin değeri­
nin aynı olduğunu anlatm ak için ağırlıklarının, uzunluk
ve genişliklerinin birbirlerine uygun olduklarını söylüyor.
B una göre o bu kuvvetleri aynı zam anda maddesel ve ruh­
sal olarak düşünüyor. — 30. D ört öğe ile o n lan kımılda­
tan kuvvetler olan sevgi ve nefret demek bu. — 31. B u ra­
d a söz konusu olan cinsel birleşmedir. H ayat dalgah de­
nize, insan da kıyıda oradan oraya koşan gemisi batmış
kişiye benzetiliyor. — 32. Öğelerin dünyada gösterdikleri
şekiller öğe-tanrının kanıtları ve tanıklarıdır. — 33. B u n ­
ları satın alan götürüp bir tapınağa arm ağan olarak asar­
dı. — 34. Muse Empedokles’in tanrısıdır. — 35. Şair ken­
dini sistemli anlatışa şevklendiriyor. — 36. T an rı ile kas-
dedilen sphairos’dur. — 37. Not 32’ye bakıla. — 38. Bu
haber sağlam değildir. — 39. D oğanın başarısızhğa uğra­
y an bir hayvan yaratm a denemesi. — 40. A rınm alar şi­
irine bakıla. — 41. Aither’deki ateşe. — 42. B unlar ya­
şam ayıp yeniden yok oluyorlar demek. — ■ 43. Bunun ar­
dından düzgün ve uygun şekillerin doğuşu anlatılıyordu.
44. Balıkların pek canh bir tasviri. — 45. Bugünkü de­
nemeli m orfolojinin başlangıcı. — 46 Öğelerin hayvan
vücudunda daha göze çarpar bir şekilde bulunuşu. — 47.
B urada ve arttan gelenlerde hayali olarak ortaya atılan
126 W alther Kranz

oranlarda (kemikler için 4 bölüm ateş + 2 su, kan ile et


İçin aşağı yukarı 2 toprak + 2 ateş + 2 su + 2 h ava) kim.
yanın başlangıcıyla karşılaşıyoruz. — 48. M etin güvenilir
değil. — 49. Gözün m eydana gelişinde ; bu benzetiş Ho-
meros tarzında olup inceden inceye düşünülmüştür. —
50. Bebek yerine hellencede kız sözü var. — 51. Bunun
ardından Empedokles’in pek lıoşlandığı benzetişlerden bi­
ri geliyor. Şair derideki deliklerle soluk alm ağı bir sifon’-
un tulumba gibi çalışmasına benzetiyor ; dolm a kalemin
mürekkebi alıp veren kısmı bu şekilde çalışmaktadır. —
52. Buna göre büyüme sözü geçen öğe bölümlerinin ken­
di benzerleriyle çoğaltılm aları demek oluyor. — 53. Eski
ve sırlı bir ilke olan «benzerler benzerlere» sözünün cü­
retli şekilde k u lla n ılışı; yukarda böl. 1 s. 10 atasözü ile
karşılaştırıla. — 54. D ört öğeden. — 55. V urgu bu söz­
cük üzerindedir ; düşünen bir bilinç olm adan hiçbir şey
var olamaz. — 56. Bununla anlatılm ak istenilen nabzın
atmasıdır. — 57. Aristoteles Alkm eon’un (yuk. s. 63) dü­
şüncesine değil de Empedokles’inkine katılıyor. — 58. Y a ­
ni bulunan öğeye göre ; yukarda Herakleitos ile Parm eni-
des’e bakıla. — 59. B u düşünce bir eğitim görüşüne da-
yanıyon — 60. Düşünceler burada canlı varlıklar olarak
göz önünde canlandınhyor. — 61. İnsanca ölçüleri aşan
bu kâhinliği girişteki sözlerle karşılaştırınız. — 62. B u as­
la Empedokles’in kendi sözü olmadığı gibi tasavvur da
onun malı değildir. — 63. B u emanation denen ve günü­
müzde yeniden ortaya çıkan bir teoridir. Işığın hızı üze­
rine Empedokles’in ortaya koyduğu düşünceler Sokrattan
önceki filozofların dâhice sezişlerinden biridir ; bu düşün­
celere karşı Aristoteles ayak diremiştir. — 64. Yetenek­
linin yaşaması üzerine ilkel düşünceler ; yukar. not 39
dev. bakıla. — 65. Empedokles’in embryolojisi g e n iş d i;
koyun postu (am nion) adı hekimlikte bugün de kullanılı­
yor. — 66. Yukar. not lO’a bakıla. — 67. Platon, Menon
p. 76’ya göre. — 68. Aristoteles okulundan Theophrastos’-
un eleştirisinden.
X. S O N R A K İ P Y T H A G O R A S C IL A R

Kitabım ızın V. bölümünde anlatüan Eski Pythago-


rasçıların öğretisi ile 5./4. yüzyıl Pythagorasçılarının
öğretisini kesin olarak birbirinden a yırt etmek olamaz,
fakat basit şekildeki başlangıçlardan çıkıp gelişerek bu
öğretinin yapısımn gittikçe tamamlanışı açık olarak
gösterilebilir. Pythagoras okulu matematik, musiki,
astronomi, m etafizik alanlarında bol m eyvalar vererek
çalışm ağa devam ediyor ; bu okulda hüküm süren ruh
dünyadan ayrılm ış olan üstada olduğu kadar birbirleri­
ne karşı olan içten bağlılıkta da değerini ve sağlam lığı­
nı gösteriyor.
Sayı üzerine olan öğretilerinin ilkece betimlenmesi
bu zamanda yapümıştır- Bu öğretinin özünü kuran baş­
lıca düşünce şudur : yalnız şekil kazanmış olan tanına­
bilir (bilin ebilir), şekil ise ölçüye, kanuna, sayıya daya­
nır. H er şekli belirtirken kullanılan deyiş bir sayı ora­
nıdır. H er uyarlık (harmonia) sayıca sınırüandınlmış,
belirtilm iştir ; sayı varolandır. «D oğa»da sayı vardır,
bu şu demektir : hem algılanan maddeler dünyasında,
hem de düşünen ruhun dünyasında sayı do­
ğuştan vardır. Philolaos’un dediği gibi «sa yı bütün tek
tek nesnelerle a lgı arasında ruh içinde uyarlık (âhenk)
kurar v e böylece onları tanmabilir kılar». Tanım a (b il­
m e) olurluğu (im kâm ) sayı kavramına dayanır, doğru­
luğun dayandığı da odur. Doğruluk kanuna-görelidir.
128 W alther Kranz

Asıl zamanımızın doğa bilgini Pythagorasçılann


kendisinin ruh ve fik ir akrabası olduğunu görüyor, ana
düşüncelerini yine onların yaptığı şekilde dile getiriyor.
Bilginlerden birkaçının sözü bunu gösterm eğe yeter sa­
nırız : ‘Universum’un büyük mimarının sadece matema­
tikçi olduğu gün geçtikçe daha iy i anlaşılıyor.’ (Edding-
ton) ; ‘Klasik fiziği, Tanrının dünyanın yaratılışında en
derin geom etri problemlerini çözmüş olduğunu düşünen
aydınlatıcı spekülâtif tahayyülde, hâlâ iyice etraflı bir
şekilde ifade edilmiş olarak bulabiliriz. Atom fiziğ i
bu sorunları çözmemiştir. Benzetişim izi yürüterek söy­
lersek atom -fiziği geom etri yerine aritm etiği koyacak
şekilde Tanrının düşünüşünü çevirm elid ir.’ (M ax
Planck) ; Pythagoras’ın ‘buluşu kısaca insanların bi­
liminin en kuvvetli ileri atılışlarından biridir... Bir mu­
siki harmonisinde ... matematik yapı öz olarak tanınırsa
bizi çevreleyen doğanın akıllıca düzeninin temelinde do.
ğa kanunlarının matematik özünün bulunması gerek ir.’
(H eisenberg).

Pythagoras okulunun, biçimini zengin bir şekilde ta­


m am ladığı ve eskiden olduğu gibi uyarlık (harmonia)
üe dolu olarak düşündüğü evren yapısı K epler’in ‘E v ­
ren harmonik’i ’ için örneklik ediyor, yeryüzünün bu
okul eliyle evrenin merkezinden atılması Kopernikus’u
esinlerdirmiştir. Pythagorasçı eğitim öğretisi Platon için
önem kazanıyor, Pythagorasçılann birbirlerine içten
bağlılıkları Friedrich Schiller’in ‘D ie Bürgschaft’ adlı
şürinde yaşayıp duruyor.

Bildiriler

(A şa ğı İta ly a ’daki) Krotonlu Philolaos Pythago-


rasçı idi. — Kylon vaktiyle (Pythagorasçılarm dernek
Antik Felsefe 129

m erkezini) yaktığı zaman İta ly a ’dan kaçarak ... The-


bai’ye gelm iştir. Y alm z Hipparkhos ile Phüolaos, Pytha-
gorasçüann başma gelen sözü geçen felâketten kur­
tulmuşlardır.* (44 A 1. la )

Tarentli Arkhytas Pythagorasçı bir filozoftur...


Her bakımdan değerli oluşundan dolayı halk ona karşı
hayranlık duyuyordu ; bu yüzden, başkaları kanunca
yasak olduğundan bir yıldan çok başkanlık edeme­
dikleri halde o yedi defa mutlak yönetici seçiliyor. İlk
olarak o mekanik’i matematik ilkeler kullanarak me-
todlu bir şekilde ele almıştır. — (Platon anlatıyor :)
Syrakusa’dan ayrılmadan önce (367 yılından sonraki
ikinci yolculuğunda) Arkhytas^ ile tanıdıklar ve (Syra-
kusa tyran’ı) Dionysios Ue karşılıklı konukluk esası üze­
rine dostluk kurmuştum. (47 A 1. 2. 5)

Arkhytas aradan uzun zaman geçtikten sonra bir


seferden dönüşünde yeniden çiftliğine gidince kâhya ile
öteki uşakların işleri iy i görmemiş, tersine olarak yüz
üstü bırakmış olduklarını görüyor. Çok kızıyor, kızabil­
diği kadar kızdığı halde anlatıldığına göre uşaklara şöy­
le diyor : «Talihiniz varm ış ki size kızdım yoksa böy­
le bir suç işledikten sonra kolay kolay cezadan kutula-
mazdınız.»

Lokrisli (aşağı İta ly a ’da) Timaios Pythagorasçı


b ir filo zo f idi ; eserleri şunlardır : Matematik, Doğa,
Pythagoras’m hayatı. — (Platon onun için şunları söy­
lüyor’ ; ) Tim aios çok iy i idare edilen bir kentten, İta l­
y a ’daki Lokris’dendir ; varlık ve soy bakımından yurt­
taşların hiçbirinden aşağı değildi, böylece yurdundaki
en yüksek memurluklarda ve m evkilerde bulunduğu gibi
... bütün felsefenin doruğuna ulaşmıştır. (49, 1 dev )
130 W alther Kranz

P h i l o l a o s ’ un ‘D o ğ a ’ a d l ı
e s e r i n d e n

Doğa evren düzeninde (kosmos’da) sınırsızlardan


ve sınırlandırıcılardan‘ kurulmuştur, hem kosmos bü­
tün olarak, hem de onun içinde olan bütün nesneler.
(B 1)

H erşey sınırsız olsaydı daha baştan bir tanıma ko­


nusu bile olmazdı. (B 3)

Harmonia çok karışmışların bir-oluşu ve ayrı dü-


§üncedekilerin düşÜHce-birliğidir (B 10)

D oğa (physis) ve uyarlık (harmonia) için durum


şudur : nesnelerin sonsuz olan va rlığ ı ve doğanın ken­
disi tanrılık tanıma ister, insanlık değil. Bundan baş­
ka biraraya gelm eleriyle dünya-düzenini (kosmos’u )
kuran nesnelerin, hem sınırlandıranların hem de sınır­
sızların va rlığı temelde bulunmadan, varolan nesneler­
den herhangi bir şeyin bizim tarafım ızdan sadece ta­
nınmış (bilinm iş) olması bile olamazdı. Bu ilk-ıbaşlan-
gıçlar (arkhe) benzer ve bir soydan olmadıklarından
harmonia — nasıl doğmuş olursa olsun — gelip katıl­
mamış olsaydı bunlarla bir kosmos kurulamıyacağj
muhakkaktı. îm di benzerlerin ve bir soydan olanlarm
harmonia’ya (u yarlığa) hiç ihtiyaçları olmazdı, ben­
zer, bir soydan ve sıralanışı bir olmayanların onları
bastırıp bir dünya düzeni içinde tutacak olan böyle b ir
harmonia ile biraraya toplanmaları zorunludur. (B 6)

Bütün tanınan (bilinen) şeylerde sayı vardır mu­


hakkak ; zira herhangi bir şeyi düşünceyle kavram ak
ne de tanımak olamaz bunsuz. (B 4)

Sayının işlerini v e varlığını on sayısında® bulunan


A ntik Felsefe 131

kuvvete göre gözden geçirm ek gerek. Çünkü, sayının


v e (ayrıca da) on sayısının kuvveti büyük, her şeyi
tamamlayan, her §eyi işleyendir, tanrı, gök ve
insan hayatının tem eli ve güdücüsü’dür herşeyle ortak­
laşa olarak. Onsuz bütün şeyler sınırsız, ışıksız ve gö­
rünmezdir. Tanıtıcı (b ild iric i)’dir, zira sayının yaratılı­
şı ve herkes için de bilinmeyen ve şüpheli olan herşey-
de öğretici ve yol gösterici. Sayı ve sayının va rlığ ı ol­
masa nesnelerden herhangi birşey ne bunların kendile­
rine ne de bunun ona olan oranı ile hiçbir kimseye
açıkça görünmezdi. Şimdi ise sayı ruhta bütün şeyleri
algıyla uyarlıklı kılarak onları «tanıtıcı»nın'' yaratılışı­
na göre tanınabilir (bilinebilir) ve birbirinin karşılığı
olur hale getirir, onlara vücut şekli vererek ve nesne­
lerin, hem sınırsızların hem de sınırlandıranların, oran­
larını birer birer ayırarak.

Sayınm yaratılışının (physis’inin) ve kuvvetinin et­


kisini yalnız daimon-ca ve tanrısal nesnelerde değil in­
san işleri ve sözlerinin hepsinde, heryerde ve bütün fen
işlerinde musikide de görebilirsin.

N e sayının yaratılışı ne de harmonia (uyarlık) içi­


ne yalan sokulamaz. Zira bu ona yabancıdır. Sınırsız’ın,
anlaşılmaz’ın ve akılla kavranamıyan’ın yaratılışına g i­
rer yalan ve kıskançlık.

Y alan hiçbir şekilde sayının içine üfleyemez. Düş­


man olan ve nefret edilen bir şeydir onun yaratılışı için
yalan, doğru ise sayının cinsinin yakını ve soydasıdır.
(B 11)

(Kosm os) küresinin vücutları (m addeleri, öğeleri)


beştir ; küre içinde bulunan ateş, su, toprak ve hava
ve beşinci olarak kürenin örtüsü,' (kürenin ruhu ise
harmoniadır.) (B 12)
132 W ntik Felsefe

Eski din-adamlanyla biliciler® suçların cezası ola­


rak ruhun bedenle biraraya koşulduğunu ve bir me­
zarda imiş gibi bunun içinde gömülü olduğunu bildiri­
yorlar. — İnsanlar bir ceza evinde gibi... tanrıların mal-
larmdan biri olarak. (B 14. 15)

Bizden daha kuvvetli olan birtakım düşünceler var.


(B 16)

A r k h y t a s ’ ın ‘ H a r m o n i k o s ’ undan

M atem atikçiler bana yetkin bilgiler elde etmiş g i­


bi görünüyorlar ve onların tek tek nesnelerin yaratılı­
şı üzerine doğru olarak düşünmeleri hiç de şaşılacak
birgey değil. Çünkü, evren-bütünü üzerine yetkin bil­
g iler elde ettiklerinden nesnelerin yaratılışı üzerine de
tek tek olarak yetkin bir görüşe sahip olacaklardı.
Böylece bize yıldızların hızı, batışları ile doğuşları üze­
rine açık bir tanıma (b ilg i) verdiler, geom etri, sayılar
(aritm etik) ve küreler ve bir de musikide. Çünkü, bu
bilimlerin kardeş oldukları görülüyor. Çünkü, bunlar
var-olanın kardeş iki pek eski şekliyle'" uğraşıyorlar.
(B 1)

B i l d i r i l e r

B ilgeler göğü ve yeri, tanrıları, insanları ortaklı­


ğın, dostluğun, düzen ve düzen bağının ve adâletin bir
arada tuttuğunu söyliyorlar ve bu bütüne bu yüzden
kosmos (düzen) diyorlar, düzensizlik, bağsızlık değil-“
(44 B 14)

Philolaos ateşin ortada, (dünyanın) merkez (in )’de


Antik Felsefe 133

bulunduğunu söylüyor, buna ‘evren-bütününün ocağı’


ve ‘Zeus’un e v i’ , ‘tanrılar anası v e tanrılar sunağı’ ,
‘yaratılışın (doğanın) bağı v e ölçüsü’ adlarını veriyor ;
v e yine en yukarda olup evren-bütününü saran ikinci
bir ateş varm ış. Önce doğanın ortası varm ış ; bunun
çevresinde topluca raksederek*^ on tanrısal vücut dö-
nüyorlarmış : çakılı yıldızlar küresinden sonra beş ge­
zegen, onlardan sonra güneş, onun altında ay, bunun
altında yeryüzü, onun altında karşı-yeryüzü^’ ; bütün
bunlardan sonra ortada ocağın yerini kaplayan ateş
geliyormuş. İçinde (henüz organlaşmamış olan) saf
öğe yığınının bulunduğu devlik kürenin en yüksek bö­
lümüne ‘Oiympos’ adını veriyor, dönüp duran Olympos’-
un altında kalan v e içinde beş gezegenle güneşin ve
ajan sıralandıkları bölüme ‘kosmos’ , aym altında ve
yeryüzü çevresinde olup içinde pek kolay değişen mey-
dana-geliş ülkesinin bulunduğu bölüme ‘gök’ adını v e ­
riyor. (44 A 16)

(Bunun üzerine Aristoteles şöyle diyor : ) Pjd;ha-


gorascılar okulu matematik ile uğraşmış ve bunu ilk
olarak ilerletm iştir. Onunla yetiştikleri için onun ilke­
lerinin bütün varolanların ilkeleri olduğunu sanıyorlar.
Matem atik ilkelerinin başında sayılar geliyor ve on­
la r ateşle toprakta ve suda olduğundan daha çok sayı­
larda var-olanlarla benzerlikler gördüklerini sanıyor­
lardı ; zira onlara göre sayıların etkilerinden biri
‘adâlet’ , öteki ‘ruh’ ve ‘düşünme,’ bir başkası ‘uygun
an’ ve ötekilerin herbiri de bunlara benzer birşey
idi ayrıca musikideki uyarlığın (âhengin) etkilerinin
ve oranlarının sayılara dayandığını da görüyorlardı- İm .
di, yaratılıştaki öteki şeyler sayılara benzer, sayılar ise
yaratılışın ilk şeyi olarak göründüklerinden sayı ilkeleri­
nin bütün varolanların ilkeleri ve bütün göğün uyarlık
(harmonia) ile sayı olduğuna inanıyorlar- Bir yandan sa­
134 Walthe rKranz

yılarla uyarlık, öte yandan gökteki olaylarla onun bö­


lümleri ve bütün dünya düzeni arasında gösterebildikleri
bütün uygunlukları biraraya getirerek uygun kılıyor
lardı. — En çokları yeryüzünün ortada bulunduğunu
söylerken Pythagoras okulu İta ly a ’da bunun tersini öğ­
retiyor ; zira bu okul ortada ateşin bulunduğunu, y e r­
yüzünün ise yıldızlardan biri olarak ortanın çevresinde
döndüğünü ve böylece gece ile gündüzü meydana ge­
tirdiğini söyliyor. Bundan başka ikinci bir yeryüzü da­
ha varsayıyorlar, ötekinin karşısındaki bu yeryüzüne
‘karşı-yeryüzü’ adını veriyorlar, bunu yaparken gö­
rüntülere uygun olarak kendi düşüncelerini ve neden­
lerini aram ıyorlar, tersine olarak kendilerinin birtakmj
düşüncelerine ve kanılarına (phainomen’le r i) çekip g e ­
tiriyor ve bunları onlara uydurmağa çalışıyorlar. (58
B 4. 37)

Syrakusa’h Hiketas göğün, güneşin, ayın ve yıldız­


ların ve genellikle bütün yeryüzü üstündeki nesnelerin
durduklarını ve evrende yeryüzünden başka hiçbir şe­
yin hareket etmediğini, kendi ekseni çevresinde pek bü­
yük bir hızla döndüğünden dolayı etkisinin yeryüzü du­
rup da göğün döneceği zaman olacak etkiyle bir oldu­
ğunu düşünüyor. (B 50)

Pontos’lu Herakleides ile Pythagorascı Ekphantos


yeryüzünü döndürüyorlar, fakat yerini değiştirir şekü-
de değil de dingili çevresinde dönen bir teker gibi batı­
dan doğuya kendi m erkezi çevresinde.” (B 51)

Philolaos ruhun bir uyum olduğunu öğretmiştir.^®


(44 A 23)

Genellikle Pythagorascılar düzenli bir egemenliğin


bulunmamasından daha büyük bir felâketin bulunmadı­
ğını kabul etmek gerektiğini sanıyorlardı ; insan ken­
A ntik Felsefe 135

dinin üstünde biri bulunmadığı halde de kendini kurta­


rabilecek yaratılışta değilmiş.

Bilimlerden ve fenlerden Pythagorasçılar, bir bil­


diriye göre, her şeyden önce musikiyi, hekimliği, ve
biliciliği saydılar. Susan ve dikkat eden dinleyicilerdi,
onlarda dinlemesini bilen övülüyordu. Hekimlikten her-
şeyden önce perhizi alıyorlar ve buna pek dikkat edi­
yorlar. İlk olarak içkilerin, yiyeceklerin ve dinlenmenin
tam kararının belirtilerini bulmağa çalışıyorlardı ; ay­
rıca hemen hemen ilk defa olarak verilen yem ekleri bi­
lim ce ele alm ağı ve tam olarak belirlem eği deniyorlar­
dı... İlâçlara pek değer verm iyorlardı, en çok kullan­
dıkları açık yaralar için olanlardı ; kesme v e dağlama
araçlarına hiç baş vurmuyorlardı... Yerinde olarak kul­
lanıldığı takdirde musikinin de sağlığa büyük yardımı
olacağını kabul ediyorlardı... B elleğe karşı büyük say­
gı gösteriyorlar, ona çok alıştırm a ve bakım ayırıyor­
lar, öğrenirken öğretinin tem ellerini sağlam ca kavra­
madan öğrenilecek şeyi elden bırakm ıyorlar, aynı şe­
kilde her zaman o gün içinde konuşulan sözleri hatırla­
m ağa çalışıyorlardı. Pythagorasçı bir gün önceki olay­
la rı hatırlamadan yatağından kalkmazdı. (58 D 3. 1)

Pythagorasçılar vücudu temizlemek için hekimlik


aracını, ruhun temizlenmesi için musiki aracını kulla­
nıyorlardı.” (D 1)

Vücudun daima aynı durumda kalmasına, bazan


kuru, bazan etli olmamasına önem verirlerdi, nedeni de
bunun düzensiz yaşamadan ileri geldiğini sanmaları idi.
Fakat ruh durumu için de böyle idi, bazan sevinçli ba­
zan pek kederli olmamalı, hep bir ölçüde yumuşak bir
durumda olm alı idi. Öfke, yeis, telâş ve heyecan du­
rumlarım kendilerinden uzaklaştırırlardı. Anlayışlı ki­
şiler için insanların başına gelen felâketlerden hiç bi­
136 Walther K m n z

rinin beklenmedik olmaması, insamn elinde olmayan


herşeye karşı hazırlıklı olunması onlar için bir kuraldı-
Fakat öfkeye, kedere, yahut bunlar gibi birşeye kapıl­
dıkları zaman ötekilerden uzaklaşırlar, herbiri kendi
başına'® bu tutkulu duyguyu sindirmeğe, iy i etm eğe
çalışırlardı. Pythagorasçüar için, hiçbirinin öfkeyle
bir kölesini cezalandırmadığı, özgür bir kimseyi azarla­
m adığı, herbirinin önce ruhunun yatışmasını beklediği
de anlatılıyor." (D 6)

(Aristoteles öğrencisi Aristoksenos söylüyor :)


Tyran Dionysios tahtından kovulup Korinthos’a geldi­
ğinde çok kere bize Pythagorasçı Phintias ile Damon’-
un^“ hikâyesini anlatırdı. Bu hikâye ölüme kadar giden
kefillikten söz açıyordu. Dionysios’un hep yanında bu­
lunanlardan birkaçı çok kere Pythagorasçılardan söz
açarak onlarla alay eder, ve dolandırıcı olduklarını,
hatırı sayılır bir korkuyla karşılaştırıldıkları takdirde
onların bu ciddiyetinin ve yalancı güvenilirliğinin ve
yılm azlığının yerinde yeller eseceğini söylerler. B ir­
kaçı bunun böyle olmadığını söyleyince kavga başlıyor,
ve böylece Phintias ile yoldaşlarına şöyle bir oyun ha­
zırlanıyor. Dionysios onu çağırtıyor, dâvacılarından bi­
rini onun karşısına çıkarıyor ve onun başka birkaç ki­
şi ile birlikte kendisine karşı suikast hazırladığının
meydana çıktığını, orada bulunanların tamk olduklarını
ve bu suçlandırmanın tam amıyle inanılır bir şey oldu­
ğunu söylüyor. Phintias söylenene şaşıyor. Fakat D i­
onysios bunun iyice araştırıldığını ve ölümden kurtu-
lam ıyacağını ısrarla söyleyince Phintias böyle olması­
na karar vermişse kendisinin v e Damon’un evdeki iş­
lerini yoluna koymak üzere günün g eri kalanının ken­
disine bağışlanmasını diliyor ; zira bu adamlar hep bir­
likte yaşıyorlardı ve bütün şeylerde ortaklaşa paylan
vardı, Phintias daha yaşlı olduğu için evin işlerinin
A ntik Felsefe 137

çoğu onun üzerinde idi. İşte bu iş için serbest bırakılm a­


sını dUiyor, k efil olarak Damon’u gösteriyor. Bunun
üzerine Dionysios şaşarak ölüm için kefü olacak bir ki­
şi çıkar mı diye soruyor. Phintias çıkar deyince Damon
çağırılıyor, olan bitenleri dinliyor v e k efil olacağını,
Phintias gelinceye kadar kalacağını söylüyor. Diony-
sios’un kendisinin anlattığına göre Dionysios’a bu pek
dokunuyor, fakat bu denemeyi hazırlayanlar Damon
Ue alay ediyorlar, Phintias’ın onu bırakıp kaçacağını
söylüyor, alay ederek (Iphigenia’nın) kurban edilişinde
olduğu gibi geyiğin yerini tutacağını bildiriyorlar. Gü­
neş batmak üzere iken ölmek için Phintias çıka gelin­
ce bu hepsine dokunuyor, utanıyorlar. Anlattığına göre
Dionysios’un kendisi bu adam ları kucaklayıp öpüyor,
onlardan üçüncü dost olmak üzere kendisini aralarına
almalarım istiyor ise de ısrarlı dileyişlerine rağm en hiç,
bir surette onu kabul etm iyorlar.

Başka bir hikâyeye göre Pythagorasçım n b iri uzun


bir yolculuk sırasında bir hana iniyor. Bitkinlikten ve
bir sürü başka nedenlerden hastalanıp uzun zaman ya­
tıyor, bu yüzden parasız pulsuz kalıyor. Fakat hancı
adama acıdığından, yahut parasını geri alacağım um­
duğundan hiçbir yardımdan ve masraftan çekinmeden
ona ne gerekse veriyor. Hastalık ağırlaşınca da ölme­
ğe hazırlanan adam bir tahta üzerine işaret^* yapıyor
ve hancıya başına bir şey gelirse bu levhayı dışarıya
asmasını ve gelip geçenlerden işareti anlayan birinin
çıkıp çıkm ıyacağm ı beklemesini tembih ediyor, bu ada­
mın onun yaptığı m asrafları ödeyeceğini, ve kendisi
için ona teşekkür edeceğini söylüyor. Hancı adamın öl­
mesi üzerine cesedin görülmesi için gerekenleri yapı­
yor, fakat levhayı okuyacak kimseden harcadığını geri
alacağmı, hele kendisine teşekkür edileceğini hiç um­
muyor. Y in e de kendisini etkilediği için tavsiyeyi de­
m ________________________________________ W alther Kranz

neyerek levhayı durmadan dışarı taşıyor. Aradan uzun


zaman geçtikten sonra Pythagorasçılardan biri oradan
geçiyor, durup bakıyor, işareti yapmış olanı anlıyor,
olup bitenleri soruyor ve hancıya harcadığından pek
daha çoğunu veriyor. (58 D 7)

N ot l a r :

1. Herhalde K reton kentindeki demokrat parti K ylon’-


un yönetiminde aristokrat Pythagorasçılan, önce Pytha-
goras kentten ayrıldıktan sonra, tamamıyle sürüp atmış­
tır (karşılaştır, yuk. böl. V .) — 2. Platon’un 7. mektupta
yazdığına göre Arkhytas Platon’u Syrakusa’da tehlikeli
durum dan kurtarm ak gibi iyi bir iş de başarmıştır. — 3.
Hiçbir Pythagorasçının öfkeli iken cezalandırması caiz
d e ğ ild i; aşağıda s. 27’yi karşılaştır. — 4. Bu Tim aios’a
Platon ona göre Tim aios diye adlandırılan eserinde dün­
yanın yaratılışı mythos’unu anlattırıyor. — 5. Anlatılm ak
istenen 1 ve 2 ilkeleridir. — 6. Pythagorasçılar şöyle di­
yorlar (58 B 15) ; «Sayının asıl varlığı 10 sayısıdır ; zira
bütün Hellenler, bütün Hellen-olm ayanlar lO’a kadar sa­
yıyorlar, oraya geldikten sonra yeniden l ’den başlıyor­
la r» : Aristoteles : (58 B 4) : «10 sayısının bir bitim oldu­
ğu ve sayının bütün varlığını kavradığı görülüyor.» Bu
anlayışta sayı saymak için başlangıçta onsuz olmayacak
olan on parm ağın rolü var. Ondalık sistem günümüze k a­
d ar önemini arttıradurmuştur. Yuk. böl. V ’i de karşıl. —
7. Hellence gnomon ; bu astronomi hesaplarında kullanı­
lan bir aci-ölçücü âlete verilen addır. — 8. Bununla ince,
seyrek yüksek-hava anlatılm ak isteniyor. B una göre Phi-
lolaos beş unsur kabulleniyor. — 9. B unlar orphik öğret­
menler ve peygam berlerdir ; karşılaştır : Empedokles’in
«A rın m alar» manzumesi, böl. I X ve Platon, G orgias p.
493, Phaidon 61. — 10. B un lar sayı ile nicelik. — 11. B iL
.geler Pythagorasçılardır. Platon bunu (G orgias 507 de)
A ntik Felsefe ________________139

mutlak iktidar zevkinin temsilcisi olan Kallikles’e kargı


söylettiriyor. — 12. Yuk. s. 43’e bakıla. — 13. Sadece bir
varsayım a dayanılarak varlığı kabullenilen bu cisim hep
yeryüzü ile birlikte ortam n çevresinde döndüğünden biz
lıiçbir zam an ortadaki ateşi göremiyormuşuz. — 14. H e­
sabın içinde «adâletin» bulunduğunu biz de söyleyebiliriz,
fakat sayılara yükletilen öteki şeyleri duy amayız. — 15.
Yeryüzünün ekseni çevresinde döndüğünü Platon da (T i-
m aios p. 40) kabulleniyor. K aradeniz Herakleia’sm dan
olan Platon-öğrencisi Herakleides gezegenlerin, yeryüzünün
güneş çevresinde döndüğünü de öğretiyordu ; onun öğre­
tisini Samos’lu Aristarkhos devam ettiriyor (İs. ö. 3. yüz­
yılın birinci yarısı). Fakat Aristoteles’in nüfuzu Stoa za
m anında öne geçiyor ve astronom Klaudios Ptolemaios
(İs. s. 2. yüzyılın birinci yarısı) bu sisteme Renaissance
dönemine kadar süren kesin şeklini veriyor. Kopernikus
‘Gök cisimlerinin dönüşleri’ adlı büyük eserinin sunuş kıs­
m ında papa. III. P au l’e Philolaos’un ve Herakleides’in the-
orialarının onu kendi devrimci düşüncelerini kurm ak hu­
susunda yüreklendirdiklerini anlatıyor. — 16 Platon bu ­
na karşı tavır takınıyor (Phaidon p. 86 dev.) — 17. Buna
bağlayarak Aristoteles Poetika p. 1449 da tragedianın et­
kisinin tutkuların «arınm ası» olduğu öğretisini ortaya
atıyor. — 18. Aynı şeyi şu Hellen atasözü anlatıyor : «B e ­
nim bahtsız olmam yeter.» — 19. Yuk. s. 129’da Arkhytas
üzerine olan hikâyeyi karşılaş. — 20. Schiller’in ‘Bürgsc-
h a ft’ (kefillik) adlı balladı için en eski kaynak budur,
fakat o Hyginus’daki (Augustus zam anından) daha son­
raki bir şekli kullanıyor. — 21. Hellencesi «sym bol», yalnız
Pythagorasçı olanın anlayabileceği bir işaret.
K I sı M II
X I. A N A K S A G O R A S

Atina’nın fe lse fey i geliştiren şehirler sırasına geçişi


Perikles’in ilk zamanlarına rastlar ; bu geç kalışına
karşılık, Atina şehri, tarih-yazar Thukydides’in dediği
gibi, sonradan «H ellas’ın eğitim ocağı» olmuştur. A ti­
na’yı fe lse fe alamnda harekete getiren îonialı Anaksa-
goras’dır. Empedokles’in düşüncelerinin etkisi altında
kalan Anaksagoras, onun en küçük madde parçacıkları
üzerine olan teorisini daha ileri götürmüştür. Anak-
sagoras’a göre bu parçacıkların karışma ve ayrılm asıy-
le tek tek cisim ler meydana geliyorlar. Şu kadar va r ki
Anaksagoras değerli bir düşünce olan öğe düşünce­
sini bırakmıştır, zira ona göre bu parçacıklar görünüş,
dünyasının cisminin ancak ruh gözüyle görülebilen bö-
lümcükleridir, bu cisme ayrı nitelik veren aynı mad­
de parçacıklarının çoklukça ağır basmasıdır. Nesne­
lerin bu «tohum lar»! sayı ve tür bakımından sonsuz­
durlar.
Fakat Anaksagoras’ın asıl büyük başarısı başka­
dır : ilk defa olarak o maddeden, ona hareket veren ve
ve hükmeden kımıldatıcı gücü, nus’u (ruh ve akıl) ayır­
mıştır. Anaksagoras’la felsefed e düalism başhyor ; E f­
lâtuna ve Aristoteles’e geçen düalism, felsefe tarihin­
de bugüne kadar hüküm süregelmiştir. Anaksagoras
zamanından beri «nus» bir fe ls e fî ana-kavramdır.
Nus’u maddî olmayan bir şey olarak anlamanm ona ne.-
144 W alther Kranz

kadar güç geldiğini, nus'u gerçekte tabiatın hâkimi ve


şekillendiricisi olarak kavram ak ve anlatmak hususun­
da ne kadar sıkıntı çektiğini onun öğretisi üzerine günü­
müze kalmış olan bildiriler göstermektedir. Şahsiyeti­
nin büyüklüğünü onun sözleri ve onun için anlatılan hi­
kâyecikler aksettiriyorlar.

B i l d i r i l e r

Anaksagoras Hegesibulos yahut Eubulos’un oğlu


olup klazomenai’liydi. Apollodoros kroniğinde onun
70. oiym piad’da (500-497) doğduğunu, 88. nin ilk yılında
öldüğünü (428) söylüyor ; A tina’da arkhon Kallias za­
manında (456) fe lse fey le uğraşmaya başlamıştır. —
Anaksagoras doğumuna göre Empedokles’den daha es­
ki, eserlerine göre ondan daha yenidir. — Perikles iki
kişinin, Klazom enaili Anaksagoras ile zamanında yurt­
taşların en akıllısı olduğu sanılan Damon’un' öğrencisi
olmuştur. — P erik les’le en çok birarada bulunan, ona
gerçek halk yöneticisinin ağırbaşlı ve nefsine güvenen
davranışını öğreten, onun bîütün oluşunu daha üstün bir
basamağa yükselten Anaksagoras’dı. (59 A 1. 43. 15)

Anlatıldığına göre, bir gün yalnız bir boynuzu olan


bir koç kırdan P erik les’e getirilm iş. Kâhin Lampon al­
nın ortasında çıkmış olan kuvvetli ve sağlam boynuzu
görünce şöyle demiş : şehirde bulunan ve biri Thukydi-
des’in'.^, öteki P erik les’in olan iki kuvvetli partiden bi­
ri, alâm et sayılan hayvan şimdi yanında bulunanı, ikti­
darı ele geçirecektir. Anaksagoras ise boynuzu kesmiş
ve beynin, dibi doldurmayıp, bir yumurta gibi sivril­
miş olarak kafatasından taşıp boynuzun kökünün baş­
ladığı y ere doğru kaymış olduğunu göstermiş. Bunun
üzerine orada bulunanlar Anaksagoras’a karşı hayran-
Antik Felsefe 145

İlk duymuşlar, çok geçmeden de Thukydides’in ortadan


kaldırılm asıyle (İs. ö. 442) halkın mukadderatı aynı şe­
kilde Perik les’in eline geçince de Lampon’a karşı. (A
16)

Hem Sokrates hem de Euripides Anaksagoras’ı din­


lem işlerdir. (A 7 ek)

Bu sıralarda (Peloponnesos savaşı başlangıcında)


Diopeithes dini saymıyanların yahut dünyanın üst y a ­
nındaki şeyler üzerine bilgiler öğretenlerin mahkemeye
verilm elerini önerdi ; maksadı Anaksagoras bahanesiy­
le P erik les’i vurmaktı. Bunun üzerine Perikles korkup
Anaksagoras’ı şehirden uzaklaştırdı. — Anaksagoras
güneşin kızgın bir maden külçesi olduğunu söyliyordu.
— Anaksagoras’ın öğrencisi olan Euripides «m aden kül­
çesidir güneş» diyor. (A 17. 1. 20 a )

(Anaksagoras sürgüne gittikten sonra Euripides’in


yazmış olduğu bir koro^ şarkısı ■)

Bahtlıdır bilim le uğraşan


Kendini yoran, araştıran.
Düşünmez yurttaşlara zarar verm eyi
Haksızlığa varm az asla eli.
Doğanın bitimsiz düzenine bakar
Gözünü ayırmaz, bu kosmos nereden,
Nasıl doğmuştur, bunu sorar.
Tem izdir, lekesizdir böyle bir kişi
Kötülükten, şüpheden uzaktır her işi.

Anaksagoras, Lampsakos’a (Çanakkale boğazında)


gitm iş, orada ölmüştür. Kendisinden kentin âm irleri ne
gibi bir dileği olduğunu sordukları zaman, kendisinin
146 Walther K m n z

öldüğü ayda çocukların her yıl bir oyun düzenlemelerine


müsaade edilmesini istemiştir. — Lampsakoslular bir
yabancı olan Anaksagoras’ı gömmüşlerdir ve bugün
hâlâ (İs. ö. 4. yüzyıl) kendisine saygı gösterm ektedir­
ler. (A 1. 23)

Anaksagoras’m ruh gözüyle görm eyi ve bundan do­


ğan bağım sızlığı yaşamın amacı olarak gösterdiği söy­
leniyor. — B iri ona oğlunun öldüğünü bildirdiği zaman
sükûnetle şöyle demiş ; «Ölümlü birini dünyaya getir­
diğim i biliyorum». — Hüküm giymesi^ üzerine şöyle de­
miş ; «AtinalIlar için de benim için de doğa çoktandır
ölüm kararım verm iş bulunuyor.» — Anaksagoras’ın
gurbette ölmesi kendisine pek dokunan bir kimseye
şunları söylemiştir : «Öteki dünyaya giden yollarm
uzunluğu her tarafta aynıdır.» — Ölümü öğreten iki
şeyin bulunduğunu söylemiş ; doğmadan önceki zaman­
la uyku. (A 29. 33. 1. 34)

(Aristoteles söyliyor : ) Anaksagoras’m öğeler için


söyledikleri Empedokles’in söylediklerinin tersinedir.
Zira o ateşin, toprağın ve onlarla aynı sırada olan öğe­
lerin, cisimlerin öğeleri olduğunu, her şeyin bunlardan
kurulduğunu söylediği halde Anaksagoras tersine ola­
rak şöyle diyor : «aynı parçalı şeyler»"' öğelerdir. Bun­
dan kastedilen et, kemik ve bu gibi şeylerin herbiridir.
H ava ve ateşse bunların ve bütün öteki «tohum» ların
karışmasıdır. Zira her ikisi de görünmeyen küçüklük­
te her türlü «aynı parçalı m addeler» in biraraya g e l­
m esiyle doğmuşlardır, bunun için her şey onlardan
Antik Felsefe 147

meydana gelir. — (Başka bir kaynaktan) Ona en güç


görünen şey, var olmayandan bir şeyin nasıl doğabile­
ceği veyahut var olmayan haline geçebilm esiydi. Şimdi
biz sadece ve bir kılıklı besin alıyoruz. — ekmekle su —
ve bu besinden saç, toplardamar, atardamar, et, sinir,
kemik ve öteki kısımlar meydana geliyor. Bunlar m ey­
dana geldiklerine göre aldığım ız besinde her şey var
olarak bulunmaktadır, ve her şey yalnız var olandan
meydana gelmektedir- Bu besinde kan, sinir, kemik ve
ötekilerin doğurucuları olan parçalar bulunmaktadır ;
bunlar yalnız akılla görülen parçalar olacaklardır. —
Anaksagoras : «duyularımızm za ifliğ i dolayısıyle g e r­
çeği ayırt edecek durumda değiliz» diyor. Bunların gü­
vensizliğinin kanıtı olarak da, küçük parçalara göre
renklerdeki değişm eyi ele alıyor. K ara v e ak gibi iki
boya alır, bunlardan birini ötekine damki damla boşal­
tırsak, gerçekte olduğu halde, duyumuz azar azar olan
değişm eyi ayırt edemiyecektir.® (A 43. 46 B 21)

İlk olarak Anaksagoras maddenin karşısına onun


egemeni olarak nus’u koymuştur. — Nus’un yaratıcı,
maddenin yaratılan olduğunu söyliyor ; zira her şey
birarada iken nus gelip düzenlemiştir. — IVus’tan ve
72us’suzluktan uzun uzun söz açmıştır. (A 1. 42. 15)

(Aristoteles hüküm veriyor :) Anaksagoras evre­


ni kurmak için nus’u bir mihaniki araç olarak kullanı­
yor ve her şeyin hangi nedenden zorunlu olarak bulun­
duğunu bilm ediği zaman ona baş vuruyor, başka hal­
lerde her şeyi nus’dan çok, neden olarak gösteriyor.®
Anaksagoras insanın elleri olduğu için bütün hayvan­
ların en akıllısı olduğunu söylüyor. En akıllı olduğu için
elleri bulunması mantıkîdir. Çünkü, el â le ttir'v e doğa
akıllı bir insan’ gibi herbir şeyi onu kullanabilene v e ­
rir. (A 47. 102)
148 W alther Kranz

« D o ğ a » a d l ı e s e r i n d e n

(Başlangıçtaki durum '■) H er şey birarada idi, çok­


luk ve küçüklük bakımından sonsuzdu, zû-a küçük şe­
yin çokluğu sınırsızdı. Hepsi biraradayken küçüklük­
ten dolayı hiçbir şey ayırt edilemiyordu. H er şeyi ha­
va ve aither tutuyordu, her ikisi de sonsuzdular. Zira
bunlar bütün yığm içinde hem çokluk hem de büyüklük­
te en büyük olanlardır. — ...Çünkü, hava v e ateş-ait-
her çevreleyici çokluktan ayrılıyorlar, ve bu çevreleyen
şey çokluk bakımından sonsuzdur. (B 1. 2)

Bunlar (şimdi gördüklerim iz) ayrılmamışken her


§ey biraradayken, hiçbir renk görünmüyordu. Bütün
nesnelerin karışmış olması bunun önüne geçiyordu-
Y aş ve kuru, sıcak ve soğuk, aydınlık ve karanlık bir­
birine karışmıştı ve içlerinde birçok toprak ve hiçbir
şekilde birbirine benzemeyen sayısız tohumlar® yığm ı
vardı. Çünkü, öteki şeylerin hiçbiri de ötekine benze­
mez. Bu böyle olunca bütün içinde bütün nesneler bu-
lunmahdır. (4)

(En küçüğün bir küçüğü olm adığı gibi en büyük bir


şey de yoktur.)® Çünkü küçüğün en küçüğü değil, daha
küçüğü vardır — va r olanın va r olmamasına imkân
yoktur — , büyüğün de daima daha büyüğü. V e küçüğe
çoklukça eşittir ; kendi başına her şey hem büyük,
hem de küçüktür. (3)

H er nesnede nus’dan başka her şeyden bir parça


vardır, bazılarında^ nus da bulunur. (11)

Öteki şeyler her şeyden pay alır, nus ise sınırsız


ve tek başına egemendir ve hiçbir nesneyle karış­
m az,“ tersine yalnız olarak kendi kendine kalır. Çün­
kü, kendi kendine bulunmayıp başka bir şeyle karışmış
Antik Felsefe 149

olsaydı, bütün nesnelerde payı olurdu, bir şeyle ka­


rışmış olsaydı. Çünkü, her şeyde her şeyden pay vardır,
önce söylemiş olduğum gibi. Sonra onu, onunla karış­
mış olanlar engeller, böylece hiçbir nesneye aynı şe­
kilde hüküm edemezdi, başlı başına bulunan bir şey
olduğu gibi. Çünkü, o bütün nesnelerin en incesidir, en
tem izidir,’^ her şey hakkında her bilgisi vardır ve en bü­
yük güce sahiptir. Küçüklerde büyüklerde bütün ruhlu­
larda nus egemendir. Bütün dönüşe de nus egemen ol­
muştur, böylece dönüş ilk başta ortaya çıkmıştır. V e
önce bu dönüş ufak bir noktadan başlamış, gittikçe y a ­
yılm ıştır ve yayılacaktır da. Karışanları, ayn lan la n ve
birbirinden uzaklaşanları, hepsini nus tanıdı. N asıl ola­
caktı ve nasıldı, şimdi olmıyanları, şimdi olanları ve
nasıl olacaklarını, hepsini nus düzenledi, ve yıldızların,
ayın, güneşin, ayrılan havanın ve ateş-aither’in yaptık­
ları şimdiki dönüşü de. Bu dönüşün kendisi ayrılm ayı
yapar. Gevşekten sık ve soğuktan sıcak, karanlıktan
aydınlık ve yaştan kuru ayrılıyor. Birçok maddelerin
birçok parçalan var. Tam olarak akıldan başka hiçbir
şey ayrılm ıyor, biri ötekinden uzaklaşmıyor. Nus ise
büyük de olsa, küçük de olsa, hep aynıdır. Başka hiç
bir şeyin aynı değildir, bir şeyde en çok nelerden varsa
herbir şey en açıkça onlar olarak görülüyor ve görü­
lüyordu.*’ (12)

V e nus kımıldatmaya başladığında bütün kımılda-


nandan ayrıldı ; nus’un kımıldattığı ne varsa bütün
bunlar birbirinden ayrıldılar. Bunlar kımıldanır ve ay­
rılırken dönüş pek daha büyük bir ayrılm a yarattı. —
Bu yığınlar böylece dönüyorlar v e ağırlık ve hız altın­
da ayrılıyorlar. Hız ise ağırlık doğurur. Onların hızı şim ­
di insanlar arasında bulunan nesnelerden hiçbirinin
hızına benzemez, tersine olarak tamamen kat kat hız­
lıdır. (13. 9)
150 W alther Kranz

Daima var olan nus şüphesiz şimdi de vardır, na­


sıl ki çevreleyende (daha ayrılmamış olanda), çoklukta
ve ayrılm ayla ona eklenende ve (a rtık ) ayrılm ışlarda
öteki bütün şeyler vardır. (14)

(Başka dünyaların meydana gelişi) ... Bunlar böy­


le olunca (her yerde) bütün birleşenlerde birçok ve
çeşitli şeyler bulunmalıdır, ve bütün nesnelerin tohum­
ları, çeşitli şekiller, renkler, lezzetler ve kokular. İn ­
sanların ve ruhu olan öteki canlıların da böyle birara-
ya çatılmış olmalarını kabul etmek gerektir. Bu insan­
ların bizlerde olduğu gibi oturulan şehirleri, bakımlı tar­
la ları olmahdır, ve bizde olduğu gibi, güneşi, a yı ve
öteki yıldızları bulunmalı, ve toprakları onlara en yarar­
lılarını evlerine taşıyıp sonra kullandıkları birçok ve çe­
şitli şeyler verm elidir. Benim ayrılm a üzerine söyleye­
ceklerim bunlar, yani bunun yalnız bizlerde değil, başka
yerde de olabileceğidir. (4)

A yrılan maddelerin çokluğu ne hesapla bilinebilir


ne de denemeyle. (7)

Bunlar böyle birbirinden ayrılınca hepsi birlikte


ne azaldıklarını ne de çoğaldıklarını görmek gerektir
— hepsinden çok olmasına olanak yoktur — , hepsi dai­
ma aynıdır.^’ (5)

Bu bir dünya düzeninde (kosmos) bulunan (kurucu-


p a rça )’lar birbirlerinden uzaklaşıp ayrılm amışlardır,
ne de baltayla sıcak soğuktan, soğuk sıcaktan bölün­
müştür. (8)

Sık, yaş, soğuk ve karanlık şimdi dünyânın bulun­


duğu bir yere çekildi, seyrek, sıcak ve kuru ise dışarı­
ya ateş-aither’in uzaklığına gitti. — Bu ayrılan (y ığ ın )’-
lardan toprak katılaştı. Zira bulutlardan su ayrılır, su­
Antik Felsefe 151

dan da toprak, topraktan da soğuk altında taşlar katı­


laşır, bunlar da sudan daha çok dışan çıkarlar. (15. 16)

Güneş ay üzerine aydınlık atar. (18)

Meydana gelm ek yok olmak üzerine Hellenlerin doğ­


ru bir düşünceleri yoktur. Zira hiçbir nesne meydana
gelm ediği gibi ölmez de, va r olan nesnelerden birleşip
karışır, ve karışmadan ayrılır ; bunun için meydana
gelm eye karışıp birleşme ve yok olmaya da ayrılm a de­
seler doğru olur.^‘ — Saç olmayandan saç, et olmayan­
dan et olması nasıl mümkündür? (17. 10)

Seçik olmayanların görülebilmesi : görünenler.*®


(21 a)

K u vvet ve hız bakımından biz insanlar hayvanlar­


dan geriyiz, fakat biz kendimize has olan deneme, bel­
lek ve akıllılık ve beceriyi kullanarak bal toplıyor, süt
sağıyor ve her şekilde hayvanların malını elde ediyo­
ruz. (21 b)

N o t l a r :

1. Önem li bir musiki teoricisi, öğretisinden kırıntılar


kalmıştır. — 1.2. Bu, aristokratlar partisinin başı olan Thu-
kydides’dir. Doğal nedeni araştıran filozofla kâhin, insan
ruhunun davranışının ayrı iki tipidir. — 2. H angi trage-
diadan olduğunu bilmiyoruz (fragm ent 910), fakat bu­
nunla şairin filozofların sürgün edilmesini protesto ettiği
meydanda. — 3. Sürgün edilme idam hükmü demekti.
Anaksagoras Atina toprağına ayak basarsa idam edilecek­
ti. — 4. Deyiş Aristoteles’indir, Anaksagoras’ın değil. —
5. B urada ilk defa olarak bir deneyişle karşılaşıyoruz ;
Empedokles’in birtakım benzetileri bunun, ilk basam ak­
larını kuruyorlar. — 6. Platon da, Phardon’da p. 97 v.b.
152 W alther Kranz

benzer şekilde hüküm veriyor. — 7. Benzetiş Aristoteles’­


in görüş tarzı için pek karakteristiktir. — 8. Spermata
(tohum lar) yahut m olrai (bölü m ler)’le Anaksagoras en
küçük birlikleri adlandırıyor. — 9. Bu parça, küçüklük
(sperm aların veyahut m oiraların) kavram ının tartışma-
sıyle ilgili olmalı. — 10. Anaksagoras’a göre bitkiler, hay­
vanlar ve insanlar yani organik varhklar. Bitkileri tıpkı
Empedokles gibi ruhsal hayatla dolu olarak görüyor, ör­
neğin yaprakların dökülmesini kederlerinin belirtisi ola­
rak anlıyor (A 117). — 11. Nus bazı varlıkların «içinde»
varmış, fakat maddeyle karışmıyormuş. — 12. B urada
Anaksagoras’ın bile ruhu nasıl m addî olarak anlam ak teh-
likesi karşısında bulunduğu görülüyor. — 13. «T oh u m »-
ların ağır basan cinsi m addî tek şeyin özelliğini oluşturu­
yor. — 14. Empedokles’in evrenin toplamının değişmediği
şeklindeki fikrinin tekrarlanışı. — 15. B u da Empedokles’­
in fikri. — 16. Görünenler (phainom ena) aracılığıyla seçik
olm ayanlar görülürler.
X I I . l O N t A F E L S E F E S İ N İ
Y E N İ L E Y E N L E R

Üç kişi lyonya felsefesinin 5. yüzyılda da hâlâ etki­


sini sürdürmekte olduğunu meydana koyuyor : bunlar
Hippon, Arkhelaos ve Apollonialı Diogenes’dir. Her
üçünün düşünceleri Atina’da bilindiği gibi son ikisinin
kendileri de Atina’da fa a liyet gösterm işlerdir : artık
karşıya, Sokrates’e, Euripides ve Aristophanes’e götü­
ren köprü kurulmaktadır. Bu üç filozofun en çekicisi D i­
ogenes’dir. Hatırı sayılır bir hekimdi. Onun insanın da-
damar sistemini betim leyen bir yazısı günümüze kal­
mıştır ; bu yazıdan burada söz edilm eyecektir. Daha
değerlendirilmemiş olan yeni bulunmuş bir el-yazması
onu doğru rejim ve yemeklerin, içkilerin etkisi üzerine
yazı yazan bir kimse olarak gösteriyor. Hippon nasıl
Thales’in fikirlerini yenilemişse, Diogenes de Anaksi-
menes’i diriltmiş ve onun tanrısal aer (h a va ) öğreti­
sini dikkate değer bir sebatla sonuna kadar götürmüş­
tür. X IV . fasılda gösterileceği gibi, o bu sayede Hippok-
rates hekim okulunu etkilem iştir : fakat daha 18. yüz­
yılda benzer teoriler ile ri sürülmüştür.

1. H i p p o n

Hippon Samosludur.’ — Suyım’ ilk-öğe olduğunu söy-


154 W alther Kranz

lüyor. — Her şeyin nedeni olarak yalnız suyu gösterdiği


için kendisine «tanrısız» ek-adı takılmıştır. (38 A 1. 8)

Hippon şöyle diyordu : «Bütün içilen sular deniz­


den gelirler. Sularını içtiğim iz kuyular denizden daha
derin değildirler ; ancak bu şekilde su denizden değil
de başka bir yerden gelirdi. Şimdiye deniz sulardan
daha derindir. İmdi, denizin üst yanında bulunan bütün
sular ondan gelmektedir.^ (B 1)

Ruh denen şey yaratıcı suymuş. — İçim izde bize


özgü bir nemin bulunduğunu, onun sayesinde algıladığı­
m ızı ve yaşadığım ızı söylüyor. Bu nem aslında olduğu
gibi bulunursa canlı varlık sağlammış, kuruduğu zaman
canlı varlık algılayam az olur ve ölürmüş. Bunun için
ihtiyarlar kuru ve duyularla algılam aya tam olarak sa­
hip değildirler, çünkü nemden yoksundurlar. Buna uy­
gun olar.ak ayak tabanları da duyarsızdırlar, çünkü
nemden payları yoktur. (A 11)

Hippon her bitkiiıin evcil ve yabanlı olduğunu söy­


lüyor ; bakıhnca evcil, bakılmazsa yabanlıymış. Bu
bir bölümüyle doğru, bir bölümüyle yanlıştır. Bakımsız­
lığa uğrayan her şey daha kötü olur ve yabanlaşır
ama bakılan her şey onun dediği gibi daha iy i olmaz.*
(A 19)

2. A r k h e l a o s

Arkhelaos M iletlidir. — O, Anaksagoras’ın, Sokra-


tes de onun öğrencisiydi ; ilk^ olarak îoniadan fe lse fey i
A tina’ya getiren odur. — Sokrates gençken (bir çağda­
şın bildirdiğine bakılırsa) Arkhelaos’la Samos’a git­
miş.® (60 A 1-3)
A ntik Felsefe 155

Kosmos’un meydana gelişi üzerindeki düşüncelerin­


de öteki noktalarda yeni ve kendi m alı olan şeyler or­
taya koymağa çalışıyor ise de ilk öğeler (ark h eler)’
Anaksagoras’da olduğu gibidir. — Oluşun iki endeni ol­
duğunu söyliyor, birisi sıcak öteki soğuk. — Hareketin
başlangıcı sıcakla soğuğun birbirinden ayrılmasıymış,
sıcak hareket ediyor, soğuk duruyormuş. (Buz halin­
deyken) eriyen su (dünyanın) ortasında toplanıyor, ora­
da yanarak hava ve toprak oluyormuş, bunlardan biri
yukarıya gidiyor, öteki aşağı iniyormuş. Bizim dünya­
mız böylece meydana gelm iş ve duruyor, ortada bulu­
nuyormuş, bütünün parçası değilmiş yanıştan çıkıp
yükselen hava ise bütüne egemenmiş, başlangıçta kızgın
yığınından yıldızların doğası meydana gelmiş, bunla­
rın en büyüğü güneş ondan sonra aymış, ötekilerden
birtakımı daha küçük, birtakımı daha büyükmüş.
Gök eğrilmiş® ve böylece güneş dünya üzerine ışık yay­
mış, ve havayı saydam, toprağı kuru kılmış. Y an ları
yüksek, ortası çukur olduğu için yer-yüzü önce batak-'
İlkmiş ; bu çukurluğun kanıtı, güneşin bütün insanlar
için aynı zamanda doğup-batmayışıymış, düz olsa böy­
le olurmuş.*” Hayvanların meydana gelişi için şunları
söyliyor : toprak ısındığı zaman sıcakla soğuğun karış­
tığı alt kısımda önce birçok canlı varlıklar, bunlar ara­
sında insanlar meydana geldiler ; balçıkla beslendikle­
rinden hepsi aynı şekilde yaşıyorlardı — toprak balçı­
ğı süt gibi bir gıda olarak yukarı verdi — ömürleri kı­
saydı ; sonradan kendi nesilleri kendilerinden türedi.
İnsanlar ötekilerden ayrıldılar, yöneticiler, kanunlar,
teknik başarılar, şehirler ve başka şeyler yarattılar.

Âdil ve ahlâkça çirkin şey doğadan değil insanların


koyduğu âdet yüzünden varmış. (A 4. 5. 1)
156 W alther Kranz

3. A p o l l o n i a l ı D i o g e n e s

Apollotiıemis oğlu Diogenes Apollonialıydı.’* —


Anaksagoras zamanında yaşamıştır. — Çok kıskanıldı-
ğ ı için az kalsın Atina’da başına felâket gelecekm iş."

Diogenes doğa filozoflarının hemen hemen en gen­


cidir. Yazdıklarının çoğunu oradan buradan seçip top­
layarak yazmıştır, birtakımını Anaksagoras’a, birtakı­
mını Leukippos’a göre söylemiştir. Bütünün (evrenin)
doğası ona göre (Anaksimenes de olduğu g ib i) sonsuz
ve sonrasız havadır, bu havanın sıklaşmasından, sey­
rekleşmesinden ve görünüş şekillerinde değişmesinden
ötekilerin kılıkları meydana gelir. — Hava ona göre tan.
rıdır ; tanrı aklından payı vardır, bunsuz ondan hiç­
bir şey meydana gelemezdi. — Sonsuz sayıda kosmoslar
ve sonsuz boşluk vardır.” (A 5. 8. 1)

Yaşam ak v e düşünmek gibi duyu algılarını da ha­


vaya bağlıyor. Koku duyma beyindeki havayla oluyor­
muş..., işitme de kulaklardaki havanın dışardaki havay­
la harekete getirilerek bu hareketi beyne verm esiyle,”
görm e de gözbebeğindeki yansımayla ; içerdeki havay­
la karışan gözbebeği algıyı meydana getiriyormuş. —
Dilin gevşekliği ve yumuşaklığı ve vücuttan ona giden
damarların bağlılığıyla bir süngerin çekmesi gibi çeki­
len lezzetler algıya ve beyine akıyorlarmış. (A 19. 22)

« D o ğ a » a d l ı e s e r i n d e n

B ir söze başlayan kimsenin başlangıcı açık ve se­


çik, deyişi de sade v e ağırbaşlı kılması gerektiğini sa­
nıyorum. (B 1)
A n tik Felsefe 157

(Başkalarının tersine) ben, hepsini birden söylemek


gerekirse, bütün var olan nesnelerin aynı şeyin değiş­
m esiyle meydana geldiğini ve aynı şey olduklarım sanı­
yorum. Bu pek açıktır : şimdi bu kosmosta bulunan
her şey, toprak, su, hava ve ateş ve bu kosmosta var
görünen bütün ötekilerden bir şey başkasından başka ol­
saydı — yani kendi özünde başka — ve aynı şey olarak
sık sık dönüp değişmeseydi, ne herhangi bir şekilde bir-
biriyle birleşir, ne de başkasına başkasından yarar ya
da zarar gelirdi ; ne topraktan bir bitki biter, ne de bir
hayvan ya da başka bir şey meydana gelirdi, aynı ola­
cak şekilde birleşmiş olmasaydı. Fakat bunların hepsi
aynı bir şeyden başkalaşarak meydana çıktıkları için,
bazan böyle bazan başka türlü olur ve yeniden aynı
şeye geri dönerler. (B 2)

(İlk-öğede çok noesis (ruh gücü) va rdır.) Çünkü,


noesis olmadan her şeyin, kışın, yazın, gecenin, gündü­
zün, yağmurların, yellerin ve güneş ışığının belirli ölçü­
leri olacak bir şekilde bölünüşü mümkün olamazdı. Bir
kimse düşünürse bütün öteki şeylerin de yapılabileceği
kadar en güzel bir şekilde düzenlenmiş olduğunu gö­
rür.” (B 3)

Bunlardan başka şu kuvvetli kanıtlar da vardır :


İnsanlar ve öteki canlılar nefes alarak havayla yaşar­
lar. Bu onların ruhu ve noesis’idir. — bu, yazıda açık
olarak gösterilecektir — bu ayrılırsa ölürler ve noesis
kalmaz. (B 4)

V e ben noesis’i olan şeyin insanlarm hava dedikleri


şey olduğunu sanıyorum. Herkesin yöneticisi ve hâkimi
odur. İşte bunun kendisi bana tanrıdır gibi geliyor, onun
her yerde bulunduğunu, her şeyi çevirdiğini ve her
şeyde bulunduğunu sanıyorum. Ondan pay almıyan bir
tek şey yoktur. Hiçbirinin payı da ötekinin aynı değil­
158 W alther Kranz

dir, havanın kendisinin de, noesis’m de pek çok deği­


şiklikleri vardır. Çok şekillidir, daha sıcak, daha soğuk,,
daha nemli, daha sâkin, daha hareketli olur, ve bunlar­
dan başka birçok lezzet ve koku ve renk başkalaşmaları
vardır. Ruh bütün canlılarda aynı şeydir, dışardaki
bizi saran havadan daha sıcak fakat güneşte bulunan­
dan pek daha soğuk olan havadır. Bu sıcaklık canlıların
hiçbirinde aynı değildir — çünkü insanlarda da böyle
değildir — fakat çok farketm ez, birbirine yakındır. T a ­
biî, değişen hiçbir şey öteki şeye tam olarak benze­
mez, bunun için aynı olması gerekir '® Başkalaşma çok
şekilli olduğundan canhlar da çok şekilli ve çeşitlidir­
ler, ne şekillerinde ne yaşayışlarında ne de noesis’lerin-
de birbirlerine benzemezler ve bunun nedeni de baş­
kalaşmaların çokluğudur. Y in e de bütün varlıklar aynı
şey sayesinde yaşıyor, görüyor ve işitiyorlar ve hepsin-
deki başka türlü noesis aynı şeyden geliyor. (B 5)

İşte bu (a e r = h a v a ) sonrasız, ölümsüz bir vücuttur,


ötekilerden birtakımı doğar, birtakıım yok olur. —
Bunun (bu vücudun) hem büyük hem sonrasız, hem
ölümsüz hem de çok şey bilen olduğu açıktır gibi g eli­
yor bana. (B 7. 8)

N o t l a r ;

1. D ah a sonra A şagi-îtalya’da yaşamış, Pythagoras-


çılara katılmıştır. — 2. Öğe öğretisi üzerine söylenenler
birbirinden ayrılıyor. — 3. Arddan gelen kısımda Hippon
İçecek sudan tuzun nasıl ayrıldığını göstermeğe çalışmış
olmalı. — 4. Bu öğreti Empedokles’in kurduğu botanik’te
çalışm anın nasıl devam ettiğini gösteriyor ; eleştiri Aris­
toteles’in hatıri-sayılır bir botanikçi olan öğrencisi The-
ophrastos’undur. — 5. D ah a kesin söylemek gerekirse, bu­
Antik Felsefe 159

nu daha önce öğretmeni Anaksagoras yaptı, fakat bura­


da öğrenciyle öğretmeni birleştirmek gerek. — 6. A tin a’­
nın Samos’a karşı yaptığı seferde 441/0. — 7. Y a n i nus
ve madde cisim parçacıkları şeklinde. — 8. D urur halde
olan merkez olduğu için. B urada ve aşağıda Pythagoras
kosmoloj isine — eski İyonya tarzında yeryüzünün yine bir
tekerlek gibi düşünülmesi bakım ından da — karşıt bir kos-
moloji ile karşı karşıyayız. — 9. Zira kutup yıldızı hiç­
bir zaman başımızın üstünde bulunamaz. — 10. B u gibi
güçlükler ve yanlış sonuç çıkarm alar yeryüzü şeklinin
yanhş tasavvur edilmesinden ileri geliyorlar. — 11. Gi-
ritteki mi yoksa Firikyadaki Apollonia mı kasdediliyor bil­
miyoruz. — 12. Çağdaş Atina tragediası (Euripides) gibi
komedia da (Aristophanes) Diogenes’in düşüncelerinin
Atina’daki etkilerini gösteriyorlar. — 13. Bunu atomcu­
lardan Leukippos yeniden ele alıyor. — 14. Ses algısının
«aer im plantatus» la, yani kulağın içine yerleşmiş h a ­
vayla olduğu düşünüşü Cotugno’nun 1760 da kulaktaki sı­
vıyı buluşuna kadar hâkim olmuştur. — 15. Diogenes’e gö­
re de mümkün olan en iyi dünyada yaşıyoruz. — 16. Ağır
bir düşünce, karşıl. Platon, Phaidon p. 74 : Principium
identitatis indiscernibilium! (Leibniz).
XIII. A T O M İ S T L E R

Empedokles, Anaksagoras ve Abdera filozofları, bu


adlar atomculuğun gelişmesinin üç basamağmı göste­
rirler, fakat ancak A bdera’da Leukippos’la Demokritos
eliyle sonuna kadar giden m ateryalist atomculuk ya­
pısı kurulmuş olup bu yapı birlik ve derlilik bakımın­
dan eşsizdir.
Parm enides’in aradığı yaratılmamış, yok olmayan,
değişmeyen varlık şimdi boşlukta baskı ve itme ile önce-
sizden sonrasıza hareket etmekte olan som ve maddî
atomda bulunmuştur. Bizim ruh dediğim iz de gerçek­
te maddî atommuş, yalnız — ateş gibi — küre şeklin­
deymiş (bununla ruhun hareketliliği açıklanıyor.) Bu
gibi cüretli kuruluşları, ilk defa olarak doğayı bütün
ayrıntılarıyla aralıksız bir nedensellikler zinciri
olarak göstermek isteyen bu atomcu sistemde
baştan başa görm ek mümkündür. Bütün duyu algıları,
bütün düşünme de katkısız maddî edim olarak kabul
ediliyor ; ruhsal olanın esas bakımından maddesel olan­
dan başka türlü olduğu yolundaki Anaksagoras’ın bu­
luşunun önemi görülmüyor. Demokritos’tan yalnız bilgi
teorisiyle ilgili derin sözler değil, aynı zamanda, işin
niteliği gereğince ve zorunlu olarak fiziksel öğretiler­
den bambaşka bir gözden-geçiriş isteyen estetik ve et-
hik öğretiler kaldığı için bu olay daha çok şaşmaya de­
ğer.
162 W alther Kranz

Bu iki atomcunun yaşlısı olan Leukippos çok geç­


meden daha genci ve büyüğü olan Demokritos’un ar­
dında kalıp kaybolmuştur ; bunların kuramı daha A ris ­
toteles’e esaslı noktalarda bir birlik olarak görünmüş­
tür. Fakat Demokritos’un pek çok şeyleri kavrayan bir
kişi olduğu bizlere de kendini gösteriyor ; bunu çok sa­
yıdaki yazılarının adları da anlatıyorlar ; bu yazıların
günümüze kalmaması bilimin Eskiçağ bakımından uğ­
radığı kayıpların en ağırlarındandır. Yaln ız ethik söz­
lerinden hatu'i-sayılı şeyler Antik Çağ sonundan kalma
bir seçm elerde elim ize geçmiştir. Demokritos ethik’inin
atomcu öğretiyle olan içten bağlılığı öncesiz-sonrasız
doğa bağlılıklarının ona göre aynı zamanda insanlar
için en büyük iy i’yi içine almış olmasına dayanıyor : bu
iyi, ruhun durulmuş dinlenişi, euthymie (ruh sevinci)
ve eudaimonie (mutluluk) tur ; bu, acılar ve karışık­
lıklarla dolu olan insan hayatında güçlükle erişilecek
olan amaçtır. Bunun için doğru «ölçü» zorunludur. P ek
değerli tutulan eğitim bilgi yoluyla buna götürmelidir ;
saygı eğitimin temelidir. Mutluluk için dikkatle tartı­
lan «a c ı» ve «haz» ise maddî değil, ruhî cinstendirler
ve haklı, doğru hareketin doğal bir ilk koşul olduğu söy­
lenebilir. «Mutluluk»a erişmek için olan bu çabada vur­
gu «ben» üzerindeyse (egosentrik) de — klâsik Grek dö­
nemindeki bir kimse için doğal olarak — devlet toplulu­
ğunu düşünen sözler asla eksik değildir, hattâ sosyal
duygu onda özellikle kuvvetli bir şekilde kendini hisset­
tiriyor.

Abdera atom öğretisi Epikuros ile Lukretius’un ara­


cılığıyla Gassendi ve Bacon’a geçmiş ve modern doğa
biliminin doğuşunda yardım ı olmuştur. Demokritos’un
ethik’i, Epikuros’un değiştirdiği şekilde, Montaigne
(1533-92) ve Bentham (1748-1832)’ın öğretilerinde ken­
dini yeniden gösteriyor.
A ntik Felsefe 163

Şahıs ü z e r i n e

Leukippos Elealı, yahut birtakım kimselerin söyle­


diklerine göre Abderalı, başkalarına göre ise M iletli -
dir,* (öğrenci olarak) Zenon’u dinlemiştir — Demokritos
arkadaşıydı. Hegesistratos’un, başkalarına göre Athe-
nekritos yahut Damasippos’un oğlu olan^ Demokritos’-
un yurdu Thrakia’daki Abdera yahut Anadoludaki Te-
os’du — Geometri öğrenmek için M ısır’a seyahat et­
tiği gibi Pers ilindeki Geldanilere ve A rab denizine ka­
dar gitmiş. Bazılarının bildirdiğine göre Hindistandaki
gymnosophistlerle birarada bulunmuş ve Etyopya’ya
(Habeşistan)a gitmiş.’ Kendisinin ‘Küçük dünya - dü­
zeni (M ikros diakosm os)’nde söylediğine göre, Anaksa-
goras bir ihtiyarken o gençmiş. Demokritos şöyle di­
yor •* «Atinaya geldim — baktım kimsenin benden ha­
beri yok.» (67 A 1. 68 A 2. B 5)

Demokritos bir tek nedenin açıklamasını bulmayı


P ers tahtını elde etm eye yeğ tutacağını söylüyordu.
(Aristoteles onun üzerine konuşuyor :). Bu adam her
şey üzerine düşünmüşe benziyor. (68 B 118. A 35)

Bilgelerden Herakleitos’a öfke yerine ağlam a, De-


mokritos’a gülme geliyordu.* — Herakleitos karanlıktır.
Demokritos hiç de öyle değil. (68 A 21. 34)

Ö ğ r e t i l e r ü z e r i n e h a b e r l e r *

Parm enides felsefesine katılmış olan Leukippos


varlık üzerine araştırmada Parm enides’le Ksenopha-
nes’in tuttuğu yoldan değil, aksi yoldan yürümüşe ben­
ziyor. Bunlar evreni bir-tek, hareketsiz, yaratılm am ış,
sınırlı yaptıkları ve var olmayanı araştırm aya bile mü­
164 W alther Kranz

saade etm edikleri halde, Leukippos sayısız ve daima


hareket eden öğeler, atomlar,’ ve bunlar arasındaki
atom şekilleri çokluğunu sonsuz olarak kabul etmiştir ;
çünkü hiçbir şey böyleden ziyade böyle olmuyor ve o
nesnelerde oluş ve daimî değişme görüyordu. Bundan
başka var olan kadar var olmıyamn da mevcut oldu­
ğunu v e olan nesneler için her ikisinin de aynı şekilde
neden olduklarını kabul ediyordu. Atomların varlığının
«som » ve dolu olduğunu kabul ederek onların var-olan
olduklarını ve boşluk içinde sürüklendiklerini söylüyor,
bu boşluğa var-olmıyan adını veriyor, var-olan kadar
onun da va r olduğunu ileri sürüyordu. Benzer şekilde
yoldaşı Abderalı Demokritos da ilk-başlangıç olarak do­
luyu Ve boşu alıyordu. — Atom istler bölünüşün atoma
gelip dayandığını ve sonsuzluğa kadar gitm ediğini söy­
lüyorlar. — (Elealıların tersine) Leukippos duyulu al­
gıya uygun olarak ne doğuşu ne yok-oluşu, ne hareketi
ve varlıklar çokluğunu ortadan kaldırmıyan bir öğretiye
sahip olduğunu sanıyordu. Görünenlere bu bakımdan
hak verm ekle birlikte hareketin boşluk olmadan olam a­
yacağını düşünerek bir-teklik öğretisi tem silcilerine
boşluğun var-o] mayan olduğunu ve var-olandan hiçbir
şeyin var-olmayan olmadığını söylüyor ; çünkü asıl
var-olan bütün bütün dolu olanmış. Fakat böyle olan bir
tek değilmiş, tersine çokluk bakımından sonsuz ve
(atom ların) yığınların küçüklüğü yüzünden görünmez
imişler. Bunlar boşlukta sürüklenirlermiş — çünkü boş­
luk va r imiş — ve biraraya gelm eleriyle doğuşu, ay-
rılm alarıyle yok oluşu meydana getiriyorlarm ış. Rast-
gele dokunuşlarına göre etkiliyor v e etkileniyorlar-
mış. (67 A 8. 68 A 48. 67 A 7)

Bunlar çokluk bakımından ilk-başlangıçların (ilk e­


lerin ) sayısız olduklarını söylüyor, som oldukları ve
boşluktan p a ylan olm adığı için bölünmez ve parçalan­
Antik Felsefe 165

maz olduklarını varsayıyorlardı ; zira bölünme cisim­


lerdeki boşluk dolayısiyle oluyor diyorlardı. Bu atom­
lar sonsuz boşluk içinde birbirinden ayrılmış ve şekil,
büyüklük, duruş ve sıralanış bakımından fa rk lı olarak
boşlukta sürükleniyorlar, birbirileri üzerine gelerek
çarpışıyor, birtakımı böyle rastladığı yerde, birbirin­
den uzağa atılıyorlar, başka birtakımı şekillerin, bü­
yüklüklerin," duruş ve dizilişlerin bir-ölçülülüğü (sym-
m etria )’ne göre birbirleriyle örülüp «bir arada k a lıy oı»
ve böylece birleşik cisimlerin doğuşu meydana geliyor­
muş. (67 A 14)

Atomların örneğin pürüzlü, düz, kanca şeklinde,


çengel şeklinde, köşeli, eğri-büğrü, tekerlek, yuvarlak
olanları vardır. (A 80. 135)

Öğelerden herbirinin atom şekillerinin nasıl ve ne


olduğunu sınırlamadılar, yalnız ateşe küre-atom şeklini
verdiler ; havayı, suyu ve öteki öğeleri (atom şekille­
rinin) büyüklük ve küçüklük (ü) ile birbirinden ayırdı­
lar. (67 A 15)

Bütün öteki şeyler parçalanamayan cisimlerin bir-


araya gelm esiyle kurulmuş, bu cisimler hem çokluk
hem de şekil bakımından sonsuzmuşlar, nesnelerse bir­
birlerinden kendilerini kuran atomların şekilleriyle ve
onların duruş ve dizilişleriyle ayrüıyorlarm ış. (Bu üç
kavramın açıklanması :) Çünkü (A ) harfi (N ) den şek­
liyle, (A n ) (N a ) dan dizilişiyle ( = ) (H ) dan duruşuy­
la ayrılıyor muş-* — Sadece kurucu, parçalarından biri­
nin duruşunu değiştirm esiyle bir nesne başka türlü gö-
rünüyormuş ; çünkü tragedia ve komedia aynı h arfler­
den kurulu im işler. — Birbirlerine vurarak ve birbirle­
rine çarparak atomların hareket ettiklerini söylüyorlar ;
fakat doğal hareketin başlangıcının nereden çıktığını
söylem iyorlar. — İlk cisimlerin, yani atomların sonsuz
166 W alther Kranz

boşlukta ve zorla itilerek daima hareket ettiklerini ileri


sürüyorlar. (67 A 9. 6. 16)

Hiçbir şekilde bir kimse tarafından yaratılm adı­


ğından dolayı Demokritos evreni zaman bakımından sı­
nırsız olarak tutuyor. A yrıca töz bakımından değişmez
olduğunu söylüyor... Şimdi meydana gelen şeylerin ne­
denlerinin hiçbir başlangıcı yokmuş, genellikle son­
suz zamandan beri ‘zorunluluk’ içinde düpedüz her şey,
olmuş olan, olmakta olan ve olacak olan, önceden bu­
lunuyormuş. (68 A 39)

Leukippos ile Demokritos çokluk bakımından son­


suz kosmosların sonsuz boşluk içinde çokluk bakımın­
dan sonsuz atomların bir araya gelm esiyle kuruldukları­
nı ileri sürüyorlar.'” — (B ir Demokritos öğrencisi söy­
lüyor :) Sonsuzluk içinde yalnız bir kosmos bulunduğu­
nu kabul etmek, büyük bir tarlada yalnız bir tek başa­
ğın sürdüğünü söylemek kadar saçmadır. — Kosmos-
lann aralıkları eşit değilmiş, burada daha çok, orada
daha azmış, kosmosların birtakımı büyümekteymişler,
birtakımı olgunlaşmışlar, başka birtakımı göçm ektey­
mişler, burada meydana geliyor, orada eksiliyorlarm ış.
Çarpışarak birbirleri yüzünden yok oluyorlarmış. (67
A 21. 70 A 6. 68 A 40)

Dünyalar şöylece meydana geliyorlarm ış : Sınır­


sızlık içinde şekil bakımından çeşitli tek tek atom cisim­
leri büyük boşluğa düşüyorlar, hep birlikte bir tek ka­
sırga meydana getiriyorlarm ış, bu kasırga ile birbir­
lerine çarpıyorlar ve çeşitli şekillerde çepeçevre dönü-
yorlarken benzerler ayrılıp biraraya geliyorlarm ış.
Çoklukları yüzünden bir-ölçüde dönemedikleri için in­
celer kalburdan geçmiş gibi dış boşluğa gidiyorlarm ış;
ötekiler birarada kalmışlar, birbirleriyle örülerek hep
Antik Felsefe 167

birlikte birarada hareket etmiş, önce küre biçiminde


bir sistem meydana getirm işler. (67 A 1)

Ruh ateş gibi ve sıcak bir şeymiş. Sayısız atom şe­


killeri olduğuna göre Demokritos pencereden giren ışın­
larda görünen havadaki tozlar gibi, küre şeklinde olan
atom lara ateş ve ruh diyor... Küre şeklinde olan atom­
ların ruh olmasının nedeni bu gibi atomların her şeyin
arasından geçebilm eleri, kendileri harekette oldukları
gibi ötekileri de harekete getirebilm eleriym iş ; çünkü
onlar ruhun canlılara hareket veren şey olduğunu va r­
sayıyorlar.’^ Bunun için hayat solukla sınırlandırılmış­
tır. Atm osfer vücutları sıkıştırıp, kendileri de hiçbir
zaman hareketsiz kalmadıkları için canlılara hareket
veren atom şekillerini vücuttan dışarı sürdüğünden,
dışardan uygun şekildeki atomların nefes ahrken içeri
girm eleriyle yardım yapılıyormuş ; zira bunlar sıkış­
tıran ve ezen çevreyi (atm osferi) aynı zamanda geri
iterek canlılarda daha bulunmakta olanların da ayrı­
lıp atılmasına engel oluyorlarmış. Bu yapılabildiği sü­
rece yaşanıyormuş. (67 A 28)

Hippokrates, Demokritos ve Platon güdücü orga­


nın beyin olduğunu s ö y lü y o r la r . (68 A 105)

(Aristoteles şöyle diyor ;) Demokritos ve duyusal


algılar üzerine konuşan doğa filozoflarının çoğu pek
yersiz bir şey yapıyorlar ; çünkü bütün algılanmış şey­
leri dokunulmuş şey yapıyorlar. Bu böyle olduğu takdir­
de öteki duyulardan herbirinin yoklama duyusu ola­
cağı açıktır.” (A 119)

H er nesneden daimî olarak bir çeşit (atom ) akın­


tı (s ı) çıkıyormuş.” — (Cisim lerin) ağırlığını, h a fifliğ i­
ni, yumuşaklığını ve sertliğini (atom şekillerinin) bü­
yüklüğü küçüklüğüyle, ve (bu atom şekillerinin duru­
168 W alther Kranz

şunun) gevşekliği yahut sıkışıklığiyle, soğukluğu sıcak­


lığ ı ve bütün öteki duyu algılarını vücuda sokulan atom­
ların çeşitli tek-şekilleriyle açıklıyordu.” Duyu algıları
ve düşünceler cismin (içe ri sokulan atom larla) değiş­
m eleridir. — A lgı ve düşünme (atomlardan kurulmuş)
hayallerin dışardan gelm eleriyle oluyormuş ; atom ha­
y a li içeri girmeden bunlardan hiçbiri olmuyormuş.
(68 A 135. 67 A 30)

Demokritos ile Platon’un“ Protagoraa’a karşı söy­


ledikleri üzere hiçbir kimse her tasavvurun gerçek ol­
duğunu, bu cümlenin tersine çevrilm esi yüzünden, söy­
leyem ez. Çünkü, her tasavvur gerçekse, o zaman her
tasavvurun gerçek olm adığı şeklinde tasavvura uygun
olarak kabul edilen şeyin de gerçek olması gerekecek,
böylece her tasavvurun gerçek olduğu sözü yanlış ola­
caktır. (68 A 114)

L e u k i p p o s ’ un ‘ N u s ’ ” aiJlı
e s e r i n d e n

Hiçbir nesne plânsız meydana gelm ez, tersine her


şey logos’dan (= b ir nedenle) ve zorunluluk altında
(meydana g e lir). (67 B 2)

D e m o k r i t o s ’ un e s e r l e r i n i n
a d l a r ı

Fizik eserleri : Büyük dünyandüzeni” — bunu The-


ophrastes ile okulu Leukippos’a mal ediyorlar. Küçük
dünya-düzeni. Kosmos-tasviri. Gezegenler üzerine. —
Doğa. İnsanlarm doğası. Nus- Dujoısal algılar. — L ez­
Antik Felsefe__________________________________________ 169

zetler. Renkler. A y rı ayrı atom -şekilleri yahut idea-


1ar.*® (Atomlardan kurulma) a lgı tabloları yahut öngö­
rü. — Düşünme kuralları yahut cetvel ve başkaları.

M atem atik eserleri : A lg ı tarzlarının ayrılığı yahut


daire değeti ve küre d e ğ etP . Geometri. Sayılar. Oran­
sız^" çizikler ve atomlar. (Cisim lerin düz yüzeyler üze­
rindeki) izdüşümü. Büyük tasviri. Yeryüzü tasviri. Gö­
ğün kutuplarının tasviri. Işınlar bilgisi ; v.b.

Edebiyat üzerine eserleri : R itim ve uyum. Şiir üze­


rine. Sözlerin güzelliği. Güzel ve çirkin sesli harfler.
— Homeros yahut dil doğruluğu ve karanlık sözler.
Şarkı ; v.b.

Teknik-tıb eserleri : Hastalığın seyrini önceden bil­


me. Perhiz. Hekimin tanıyışı. Zamansız ve zamanında
müdahale soruları. — Toprak bakımı. Ressamlık. Tak­
tik kitabı. Silâhla döğüşme sanatı ; v.b.

Ahlâk eserleri : Pythagoras. Bilgenin ruh durumu,


ölümden sonraki hayat. Yetkinlik yahut erdem. Gönül
rahatlığı ; v.b. (68 A 33)

D e m o k t r i t o s ’ un e s e r l e r i n d e n

B ilgi teorisi düşünceleri

Bu görülen kural yardım ıyla insan gerçek doğru­


dan uzak olduğunu anlayacaktır. — Gerçekte herbir
şeyin nasıl olduğunu anlamanın ulaşılır olm adığı m ey­
dana çıkacaktır. — ‘Gerçekte hiçbir şey bilmiyoruz ;
zira doğru derindedir. — Herkesin düşüncesi (atom ­
lardan kurulmuş levhaların) ona akış ( ı ) ’dır. — Biz
hiçbir şeyi gerçekte sağlam olarak kavramıyoruz, ter­
170 Vfalther Kranz

sine yalnız vücudumuzun durumuna ve ona akan ve kar.


şı koyan (atom ) ’larm durumuna göre değişmiş olanı. —
Bilginin iki şekli vardır, gerçek olan, karanlık-yalancı
olan. Bütün bunlar karanlığındır : Görme, işitme, kok­
lama, tatalma, dokunma ; öteki ise gerçek^^ olup bun­
dan ayrılm ıştır... Karanlık olan daha küçüğü görem e­
diği, işitemediği, koklayamadığı, dokunma ile algılaya­
m adığı zaman, tersine olarak daha inceye doğru (araş­
tırmanın yönelmesi gerektiği zaman daha ince bilgi or­
ganı olan ve atom ları gören gerçek b ilgi ortaya çıkar )
— Hep kullanüagelen konuşma tarzına göre renk,
tatlı, acı vardır ; gerçekdeyse var-olan atomlarla boş­
luktur. Fakat duyular anlığa şöyle diyorlar : «Z avallı
akıp®, kanıtlarını bizden alarak bizleri yere vurmak mı
istiyorsun? Y e re vurma senin için yere yıkılm a ola­
cak.» (68 B 6. 8. 117. 7. 9. 11. 125)

Atom öğretisi

Bir-şey kadar hiç-birşey de v a r d ı r — (Kosmosun


kuruluşunda) bütünden her çeşit atom şekillerinden ku­
rulmuş bir kasırga ayrıldı. — Bu sırada atomlar çepe­
çe vre serpildiler. — (Bu olurken ‘Benzerler benzerlere’
kanunu etkisini gösteriyor) zira güvercinlerle güvercin­
ler, turnalarla turnalar arasmda ve öteki hayvanlarda
da olduğu üzere canlı varlıklar da aynı soydan canlı
varhklara yoldaş oluyorlar. Cansızlarda da bu böyledir;
bunu kalburlanan tohumlarda, dalgaların sürüklediği
taşlarda da görmek mümkündür. Orada kalburun kasır­
gasıyla ayrı ayrı olarak mercim ekler mercimeklerin,
arpa taneleri arpaların, buğday taneleri buğday tane­
lerinin yanına sıralanırlar, burada ise dalgaların ha­
reketiyle uzunca taşlar uzunçaların bulunduğu yere, yu­
A ntik Felsefe 171

varlaklar yuvarlakların yanına itilir, sanki nesneler­


deki benzerlikte birleştirici bir şey varm ış gibi. —
(Atom lardan kurulmuş) birtakım hayaller insana so­
kulurlarmış ; Demokritos kendisinde hayırlı hayallerin
bulunmasını diliyordu. (B 156. 167 - 8. 164. 166)

Matematik üzerine düşünceler

B ir koni,^ bir düz yüzey ile hemen tabanı düzle­


minde kesilirse bu kesitleri nasıl düşünmek gerek, bir­
birine eşit mi yoksa değil mi? B irbirlerine eşit değiller­
se koni basamak basamak girinti v e çıkıntılı olacağı
için onu orantılı olmıyan bir şekle sokacaktır ; eşitse­
ler dilim ler de eşit olacaklar ve birbirlerine eşit olmı-
yan değü de eşit olan dairelerden kurulmuş olacağı için
koni üstüvane kılığına girmiş olarak görünecektir, bu
ise anlaşılır bir şey değildir. — Küre bir bakımından
açıdır.^® (B 155. 155 a)

Antropoloji üzerine düşünceler

İnsan bir küçük dünyadır (M ikros kosmos).“’ (B 34)

Estetik üzerine düşünceler

Bir şairin tanrı coşturması ve kutlu üfürme ile yaz­


dığı her halde güzeldir ; (bunlarsız yazdığı ise değer­
sizdir.) — Tanrıca bir yaratılışa sahip olan Homeros
çeşitli dizelerden düzenli bir yapı kurmuştur. — Musi­
kinin doğuşu daha yenidir ; onu zorunluluk^® ayırm a­
mış, tersine önce bulunan bolluktan meydana gelm iş­
172 W alther Kranz

tir. En önemli şeylerde hayvanların öğrencisi olmuşuz­


dur : dokunma ve örmede örümceği, eş yapmada kır­
langıcı, şarkı söylemede ötücü kuşları, kuğuyu ve bül­
bülü taklit etmişizdir.^® (B 18. 21. 144. 154)

Ethik düşünceler*®

Tanrı yalnız haksızlık işlemekten nefret edeni se­


ver. (Eski zamanın) bilgelerinden bazıları ellerini şim­
di biz Hellenlerin hava dediğim iz yere doğru kaldır­
mış ve şöyle dem işlerdir : ‘Zeus her şeyi kendisiyle
konuşuyor ve her şeyi o veriyor v e o alıyor, sultanıdır
her şeylerin o.’ — Tanrılar ise insanlara bütün nimet­
leri bahşediyorlar, eskiden olduğu gibi şimdi de ; y a l­
nız ne kadar kötü, zararlı ve faydasız şey varsa, bun­
la rı tanrılar ne evvelce veriyorlardı, ne de şimdi ve ­
riyorlar, tersine insanlar akıl körlüğü ve düşüncesiz­
lik yüzünden kendileri farkında olmadan bunlara gömü­
lüyorlar. — Dualarında insanlar tanrılardan sağlık di­
liyorlar ; sağhk olanağının kendilerinde olduğunu bil­
m iyorlar, ölçüsüzlükle tersini işleyerek hırsları yüzün­
den sağlığa hiyanet ediyorlar. — T a li cömert fakat dö­
nektir, doğa kendi kendine yeter ; bu yüzden doğa da.
ha az, fakat sağlam olanıyla ümidin daha çok olan şe­
yini yener. — Cüret işin başlangıcı, kader sonun efen ­
disidir. — însanlar düşüncesizliklerini gizlem ek için
kendilerine bir kader heykeli yapm ışlardır ; çünkü ka­
der pek nadir olarak düşüncelilikle savaşır, hayatta en
çok şeyi yola koyan anlayışlı keskin görüşlülüktür. —
Tepelem e doldurulmuş bir sofrayı talih önümüze koyar,
yetecek kadarını da ölçülülük. — İnsanlara kötülükler,
bir kimse iyi şeylerin dizginlerini kullanmasını ve on­
ları sürmesini bilm ediği zaman, iy i şeylerden doğar.
A n tik Felsefe 173

Böyle şeyleri kötülükler arasına sokmak haksızlıktır,


tersine iyiliklerden saym alıdır ; iyi şeyleri kötü şeyle­
re karşı kullanmak da mümkündür, arzu edilirse, —
korunmak için. (B 217. 30. 175. 234. 176. 269. 119. 210.
173)

İnsanlara yakışan, ruhu vücuttan çok hesaba kat­


m aktır ; çünkü ruhun yetkinliği vücudun zayıfhğını doğ­
rultur, düşünceyle birarada olmıyan vücut gücü hiç.
bir şeyde daha iyi kılmaz. — Vücut nelere muhtaçsa,
bunlar herkes için zahmetsiz, meşakkatsiz kolayca ha­
zır durmaktadır. Zahmet ve meşakkate ihtiyaç göste­
ren ve hayatı acılarla dolduran neler varsa vücut bun­
la rı arzulamaz, bunları arzu eden düşünüşün kötü cin­
sidir. — Vücut bütün hayatta uğradığı acılar ve kö­
tülükler yüzünden ruha karşı dâva açsa ve kendisi
(Dem okritos) bu dâvada yargıç olsaymış _ vücudu bir
yandan kayıtsızlıkla m ahvettiği, ve sarhoşlukla gevşet­
tiğinden, öte yandan haz peşinde koşmayla yok edip
parça parça ettiğinden dolayı ruhu, tıpkı bir aygıt ya
da âlet kötü bir durumda olduğu zaman hiç sakınma­
dan kullanan kişiyi suçlandırır gibi, mahkûm etmek­
ten memnun olurmuş. — Yalnız düşmanları değil, baz­
ları yenen de yiğittir. B azıları ise şehirlerin efendileri,
kadınların da köleleridirler. — H evese karşı döğüşmek
güçtür ; fakat üstün olmak, iy i düşünmesini bilenin işi­
dir. — Y iğ itlik kaderin vuruşlarını küçültür. (187. 223.
159. 214. 236. 213)

Mutluluk da ruhundur, mutsuzluk da. — Mutlulu­


ğun yurdu ne sürülerdir, ne de altın : ruh mutlu-mut-
suz varlığın durağıdır, — İnsan için en iyisi hayatı ola­
bildiği kadar çok neşeyle ve olabildiği kadar az sıkın­
tıyla geçirm ektir ; buysa hazzı ölümlü olmıyan şeyler­
de aramakla olabilir. — Her hazzı değil, ahlâkça güzel
174 W alther Kranz

olana bağlıyı seçmek gerek. — Büyük hazlar güzel


eserlerin temaşasından doğarlar. — K a zla rı kendi için­
den alm aya alışmış olan ruh mutludur. (170. 171. 189.
207. 194. 146)

H evesli olarak haklı ve kanuna uygun işlere sürük­


lenen kişi gece gündüz neşeli, kuvvetli ve kedersizdir :
adâleti düşünmeyen ve gerekenleri yapmayanın, bir
şeyi hatırladıkça bütün bunlar şevkini kırarlar ve böy-
lesi korku içindedir, kendini kötüler. — Şevkli yaşa­
mak isteyenin, ne kendi hayatında ne de topluluk ha­
yatında, çok şeylerle uğraşmaması, yaptığı her şeyde
kudretini ve yaratılışını aşanı almaması, tersine ola­
rak talih onu bulsa ve yanlış düşünceyle onu kandırıp
aşırılığa götürmek istese de o bunu değersiz tutacak,
kuvvetlerini aşana dokunmayacak kadar dikkatli olm a­
lıdır ; çünkü, tam ağırlık aşırı ağırlıktan daha sağlam ­
dır. — İnsanlara yürek ferahlığı, haz ölçülülüğüyle ve
hayattaki tam kararlılıkla gelir : eksiklik ve aşırı bol­
luk dönüp değişm eyi, ruhta büyük hareketler yaratm a­
yı sever. Büyük aralıklar arasında gidip gelen ruhlar­
da sarsıntısızlık ve ruh ferahlığı bulunmaz. îm di dü­
şünceyi yapılabilen şeyler üzerinde tutmalı, ve olan­
larla yetinmeli ve bu arada kıskançlık ve hayranlıkla
bakılanlara hiç aldırm am alı ve düşünceyle onlara bağ-
lanmamalıdır ; sıkıntılı hayatları göz önünde tutmalı ve
bu arada bunların ne gibi acılar çektiklerini görm elidir
ki, şimdiki durumun ve elinde olanlar sana büyük ve kıs­
kanılmağa değer görünsünler ve böylece, daha çoğa he­
ves ettiğin için, ruhunda acılara katlanmakla karşı kar­
şıya kalmıyasın. Çünkü, va rlığı olanlara ve öteki in-
sanlarm mutlu buldukları kim selere hayran hayran ba­
kan v e aklı fik ri her an orada olan daima yeni bir işe
girişm ek ve hırsı yüzünden kanunların yasak ettikleri
şeylerden iy i edilemez bir şeyi yapmaya girişm ek zo­
Antik Felsefe 175

runda kalacaktır. Bunun için birtakım şeyleri elde et­


meye çalışmamalı, ve kendi hayatmı daha kötü durum­
da olanlarınkiyle karşılaştırarak öteki şeylerle ruh fe ­
rahlığı duymalı ve onların çektiklerini düşünerek on­
lardan bu kadar daha iy i durumu ve işi olduğu için
kendini mutlu saymalıdır. Bu düşünceye tutunursan,
daha büyük bir gönül ferahlığıyla yaşayacak ve pek
uğursuz ruhları, hasedi, şeref hırsını, ve düşmanlığı
hayatta kendinden uzaklaştıracaksın. — Sahip olmadık­
larından acı duymayan, sahip olduklarından sevinç du­
yan kişi anlayışlıdır. — Mutludur ölçülü mal mülk için­
de yürek ferahlığı duyan, mutsuz çok şeyler içinde ne­
şesiz olan. — Yeryüzündeki yaratılışın çözülüp dağıl­
masını bilmiyen birtakım insanlar, hayattaki kötü ey­
lem lerini bildiklerinden, ölümden sonraki zaman için
yalan hikâyeler uydurarak ömürleri boyunca karışıklık­
lar, korkular içinde azap çekiyorlar. (174. 3. 191. 231.
286. 297)

Bayram sız hayat, hansız uzun yola benzer. — İy i


şeylerden en seyrek olarak görünenler en çok sevindi­
rirler. — Ölçü aşılırsa en hoş şey en hoşa gitm eyen ola­
bilir. — Yem ede içmede yahut sevgi işlerinde tam ka­
r a n aşarak bazlarını mideden alanların hepsi için haz­
lar kısadırlar ve kısa bir zaman, yiyip içtikleri müd­
detçe, sürer acılar ise pek çoktur. Çünkü bu arzulama
aynı şeyler için daima mevcuttur, ve arzuladıkları şey­
ler onların olunca haz hemen geçer gider, onlarda kısa
bir hazdan başka bir şey kalmaz ve yeniden aynı şey­
lere gereksim e duyulur. — Domuzlar pislik içinde ku­
dururlar. — Y arayanlarla yaram ıyanların sınırı neşe v e
neşesizliktir. — Ölçülülük hoş şeyleri çoğaltır ve hazzı
daha büyük kılar. (230. 232. 233. 235. 147. 188. 211)

Kadın kötü düşünceler için erkekten çok daha ateş-


176 W alther Kranz

lidir. — A z konuşma kadının süsüdür ; süsün sadeliği


d e güzeldir. — Damattan yana mutlu çıkan oğul bulur,
mutsuz çıkan kızını da kaybeder. — Çocuk yetiştirm e
şüpheli bir iştir : başaranın döğüş ve üzüntü dolu bir
hayatı olmuştur, başaramıyanın da daha büyüğü olmı-
yan bir acısı. — İnsanlara çocuklar meydana getirmek,
doğaya ve ilk duruma uygun olarak pek gerekli şeyler-
denmiş gibi geliyor ; anlaşılan bu öteki canlılar için de
böyle ; çünkü, hepsi yavru meydana getiriyor, doğaya
uyarak ve hiçbir yarar düşünmeyerek. Y avru lar do­
ğunca herbirini elinden geld iği kadar didiniyor, besliyor
ve küçük oldukları sürece üzerlerine titriyor, başlarına
bir şey gelirse acınıyor. Ruhu olan bütün varlıklarda
böyle bir yaratılış va r ; insanda ise çocuklardan bir y a ­
rar gelm esi alışılan bir düşünce olmuştur. — Kendi v a ­
rından çok şey harcamaksızın çocukları büyütmek ve
onların mal ve mülkelerini ve kendilerini bir duvarla
ve koruyucu hendekle çevirm ek mümkündür. — Ço­
cuklar için haddinden çok para yığm a mal gözlülüğü­
nün ayrı bir şeklini açığa vuran bir bahanedir. — Eli-
sıkı kimselerin çocukları bilgisiz yetiştikleri için bıçak­
lar arasında oynıyan köçeklere benzerler : bunlar ba­
sacakları zaman ayaklarını koym aları gereken biricik
j^eri tutturamazlarsa mahvolurlar ; fakat bu biricik y e ­
r i tutturmak güçtür, çünkü yalnız ayaklar için yer bı­
rakılmıştır. Onlar da böyledir : babalarmın elisıkı ve
sıkıntılı tarzını tutturamazlarsa yok olurlar. — Baba­
nın ölçülülüğü çocuklar için doğru yolu göstermenin en
büyüğüdür. (273. 274. 272. 275. 278. 280. 222. 228.
208)

Doğa ve eğitim benzer şeylerdir : çünkü eğitim in­


sanı başka kılığa sokarsa da, başka kılığa sokarak do­
ğ a yaratır. — Daha çokları doğadan çok alıştırm ayla
iy i olurlar. — Gençliğin eğitiminde en kötü şey çılgınlık­
A ntik Felsefe 177

tır, çünkü kendilerinden işe-yaramazlığm çıktığı baz­


la rı doğuran odur. — Çalıştırılmayan çocuklar ne oku­
mak yazmak, ne musiki, ne idman yarışı, ne de erdemi
içinde saklıyan utanma ve saygıyı öğrenirler. — E ği­
tim mutlular için süs, mutsuzlar için sığınaktır. — E r­
dem yolunda kuvvetli bir eğitim ci olarak görünecek
olan kimse, doğru yolu gösterme ve sözle inandırma yo­
lunu tutandır, kanun ve zor yolunu değil. Çünkü kendini
haksızlıktan kanunun alıkoyduğu kimse olasılıkla g izli­
ce yanlış yol tutacaktır ; ödeve inandırma tarafından
götürülenden ise ne gizlice, ne de açıkça yanlış bir
şey yapması beklenmez. Bunun için anlayış ve bilgiyle
doğru davranan erkekçe ve doğru düşünceli bir kim­
se olacaktır. — Kötülerle sürekli olarak birarada bu­
lunma kötülüğe yeteneği arttırır. — Eğitilm işlerin
ümitleri hiçbir şey öğrenmemişlerin zenginliğinden da­
ha kuvvetlidir. — Gençlerde akıllılık, yaşlılarda akılsız­
lık bulunduğu olur ; düşünceliliği öğreten zaman değil,
zamanındaki eğitim ve yaratılıştır. — K uvvet ve gü­
zellik gençliğin m alları ; ihtiyarlığın çiçeği ölçülülük.
— İhtiyar gençlikten geçmiştir ; gencin ihtiyarlığa ula­
şabileceği belli değildir, im di tamamlanmış mal, gele­
cekteki ve şüpheli olandan daha ağır basar. — İhtiyar­
lık hiçbir şey eksilmeden vücudun organlarının kesil­
mesi demektir : her şey vardır, hepsi muhtaçtır. (33.
242. 178-181- 184. 185. 183. 294-296)

Sürekli zahmet alışmayla gittikçe hafifler. — İs­


tenerek katlanılan zahmetler istenmeden gelen zahmet­
lere dayanmayı kolaylaştırırlar. — Kendilerine ulaşmak
için zahmete girdiğim iz şeyleri elde ettiğim iz yahut el­
de edeceğim izi bildiğim iz zaman bütün zahmetler ra ­
hattan daha tatlıdırlar. Başarısızlıkta ise her şey aynı
şekilde can sıkıcı ve zahmetlidir. — Elisıkılık ve aç­
lık gerçekte faydalıdır, zamanında isra f da ; buna ka­
178 W alther Kranz

ra r verm ek yavuz kişinin işidir. — D aim î olarak yaşa­


yacaklarm ış gibi çalışan elisıküarın mutluluğu a rı­
ların mutluluğudur. — Kötü işten doğan zenginlik daha
açık bir lekeye sahiptir. — M al mülk arzusu toklukla sı­
nır landırümazsa, fakirliğin en son derecesinden daha
kötüdür ; zira daha büyük arzular daha büyük ihtiyaç­
lar yaratır. — Daha çoğa tamah eden Aisopos masalın­
daki köpek gibi (sudaki yansıyı kapmak isterken) elin-
dekini kaybeder. — Çok şeylere tamah etmezsen az,
şeyler sana çok görünürler ; çünkü küçük arzu fa k irliği
zenginlik kadar kuvvetli kılar. — Fakirlik, zenginlik :
ihtiyaç ve tokluk için sözler ; imdi ne ihtiyaç duyan
zengindir, ne de ihtiyaç duymayan fakir. — F akirliğe
yakışığınca katlanmak namuslu olanların işidir. (24L
240. 243. 229. 227. 218. 219. 224. 283. 291).

Kanun insanların hayatına iy i bir şekil verm ek is­


ter, fakat bunu ancak onlar kendileri iy i olm alarını is­
terlerse yapabilir ; çünkü o uyanlara kendisinin mü­
kemmelliğini gösterir. — B iri ötekini kötülemese^ za­
rar verm ese kanunlar herkesin dilediği gibi yaşamasına
engel olmazlardı ; zira çekememezlik bozuşmanın baş­
langıcım doğurur. — Yurttaşların bozuşması her iki
yan için de kötü, zira yenenlerin de yenilenlerin de ba­
şına aynı felâket gelir. — Yalnız düşünce birliğine da­
yanarak büyük işler ve kentler için savaşlar yapılabilir,,
başka türlü değil. — Varlıklı olanlar, varlıksızlara el.
uzatır, ellerinden tutmaya, iyilik etm eye karar vere­
bilirse, merhamet de bunun içindedir, yalnız kalm am ak
da, arkadaş olmak da, birbirine yardıma koşmak da,,
yurttaşların aynı düşüncede olm aları da ve bir kimse­
nin sayıp bitirem eyeceği birçok başka iyilikler de. —
Haksızlık görenlere ölçülerini alarak elden geldiği ka­
dar yardım etm eli ; haksızlığa göz yummamak ; çünkü,
böyle bir şey haklı ve iyi, tersiyse haksız ve kötüdür^
Antik Felsefe 179

— İnsan olarak insanların felâketlerine gülmemek, acı­


mak yakışır. — Yakınlarınm dahi felâketlerinden haz
duyanlar kaderin getirdiklerinde herkesin ortak oldu­
ğunu anlamadıkları gibi evlerinde de neşe bulamazlar.
— Bir yol kesiciyi, herhangi bir korsanı öldüren, bu­
nu ister kendi eliyle yapsın, ister bunun için em ir ve r­
miş olsun, ister mahkeme kararıyle yaptırsın, ceza
görmemelidir. Bir halk hâkimliğindeki fakirlik beyler
yanındaki sözde mutluluğa, özgürlüğün köleliğe üstün
tutulduğu kadar, yeğ tutulmalıdır. D evlet içindeki gö­
revleri ötekiler karşısında en üstün tutmalıdır ki iy i gö­
rülsünler ; bunlarda yakışık alm ayacak şekilde kavga­
cılık etmemeli, ne de herkesin yararına aykırı olarak
kuvvetlilik taslamamak. İy i güdülen bir devlet en bü­
yük destekth’ ve bunda herşey saklıdır ; bu sağ kalır­
sa, her şey sağlam kalır, bu bozulunca, her şey yok olur.
Yaratılış hükmetmeyi üstün olana ayırm ıştır. — D e­
ğersizlerin hükmü altında bulunmak kötüdür. — Kötü­
ler yüksek m evkilere geçerlerse, ne kadar değersiz ise­
ler o kadar savsak olur, düşüncesizlik ve küstahlıkla
kabarırlar. — Başaram adıkları işleri insanlar başardık­
larından çok hatırlarlar. Bu da haklıdır, nasıl kendisine
emanet edileni geri verenin övülmesi gerekm ez, geri
vermeyenin kötülük işitmesi ve çekmesi gerekirse, hük­
meden için de böyledir : o kötü işler için değil, iy i iş­
ler görmek için seçilmiştir. (248. 245. 249. 250. 255. 261-
107a. 293. 260. 251. 252. 267. 49. 254. 265)

Adillik gerekenleri yapmaktır, adâletsizlik gereken­


leri yapmaktan kaçınmaktır. — Âdilliğin başarısı karar
kuvveti ve korkusuzluğudur, adâletsizliğin sonu felâket
korkusu. — Yanılmanm nedeni daha iyinin bilinmemesi.
— Kötü kazanç ümidi kaybetmenin başıdır. — Kötü ka­
zançlar şereften kaybettirirler. — Kendi kusurlarını
unutma küstahlık doğurur. — Korku dalkavukluk yara­
180 W alther Kranz

tır, karşılık olarak dost duygulan verm ez. — Düşünce


birliği dostluk yaratır. — insan başkalarından asla ken­
dinden korktuğundan çok çekinmemelidir. Kimse öğren-
m iyecek olsa da bütün insanların öğreneceği haldekin-
den çok kötülük yapmamalıdır. Tam tersine en çok ken­
dinden çekinmeli ve şu, kanun olarak ruhun karşısında
bulunmamalıdır : yakışmayan hiçbir şeyi yapmamalı.
(256. 215. 83. 221. 220. 196. 268. 186. 264)

Söz işin gölgesidir. — N e yavuz söz kötü iş karartır,


ne de iyi iş sözün iftirasıyle kötülenir. — Kötü işlerin
sözlerinden de kaçınmalıdır. — Doğruyu söylemek ge­
rektir, çok söylemek değil. — Özgürlüğün öz m alı açık
sözlülük, tehlikesi uygun zamanın bilinmesi. (145. 177.
190. 225. 226)

Düşüncesizler kendilerine tesadüfün kazançlarıyla


şekil verirler, böyle (kazan ç)’leri bilenler de bilgeli-
ğinkilerle. — Budalalar hayattan nefret ettikleri halde,
ölüm korkusundan yaşamak isterler. — Budalalar ha­
yattan neşe duymaksızın yaşarlar. — Budalalar uzun
ömür arzu ederler, uzun ömürden neşe duymadan. — Bu­
dalalar olmıyanları arzularlar, karşılarmda olanla-
la n , geçmişlerden daha kazançlı da olsalar, saymazlar.
— Budalaların bütün hayatlarında kimseye faydaları ol­
maz. (197. 199 - 202. 204)

İnsan hayatının zayıf olduğunu, kısa sürdüğünü,


ve birçok eziyetler ve güçlüklerle karışık olduğunu
tanım alıdır ki sadece ölçülü mülk için kaygılanılsın ve
zahmet zorunlu olanlara göre ölçülsün. — Vücut gibi ev
ve hayat hastahğı da oluyor. — Hayattaki zorunluluk­
lara uymamak düşüncesizliktir. — Uyuşmuş ruhun hâ­
kim olunamayan kaderini akılla kov. (285. 288. 289. 290)
Antik Felsefe 181

N o t l a r :

1. Y a n i aslen Miletliydi, E lea’da Parm enides’in öğren­


cisi Zenon’un derslerini dinliyor ve Trakya sahilinde Ab-
dera’da okulunu kuruyordu. — 2. Demokritos’un ailesi
hakkında bilinen şeyler demek bu kadar azdı. Teos doğ­
duğu yer olmalı, A bdera’da Leukippos ile buluşuyor. — 3.
Yolculukları üzerine söylenenlerin değerleri şüphelidir,
fakat bunlar Demokritos’un çok gezmiş bir adam sayıldı­
ğını gösteriyorlar. — 4. A tin a’ya yapılan bu yolculuğun
zamanı kestirilemez. Platon atom cuların öğretisini ancak
yaşlılık eseri olan Tim aios’da anıyor. — 5. Herakleltos
için, ağlayan, Demokritos için, gülen filozof adları buda­
laca şeyler olup çıktıkları yer G rek romanıdır. — 6. Aris­
toteles ve okulundan geliyorlar. Leuklppos’un, Dem okri­
tos’un öğretisi diye bir ayırm a yapm ak mümkün değil­
dir. — 7. Grekçe atomos kesilip bölünmez şekil demektir,
bundan başka atomon da denir ki, bölünmeyen şey an la­
m ına gelir. — 8. Atom lar sadece fiziksel olarak bölünemez
diye düşünülüyorlar, matematik olarak değil, bundan do-
layı atomistler atom ları büyüklüklerine göre ayırabiliyor­
lar. — 9. Y a n a yatmış H h arfinin bam başka bir görünüşü
vardır. — 10. B urada — daha Anaksim andros’da değil, kar-
şıl. yuk. böl. IV — dünyaların aynı zam anda sonsuz çok­
lukta varoluşu açık olarak söylenmiştir. — 11. O zam an­
lar ve daha sonra yayılmış bir görüş. — 12. Karşıl. yuk.
böl. V not 21. — 13. Empedokles’de bütün duyusal algılar
aynı maddî - ruhî öğe parçalarının birbirlerine dokunuş­
larıyla m eydana geldiği gibi atomistlerde ayrı ayrı şekil­
lerdeki atom ların algılayanın vücuduna sokulmalarıyla,
yani yine dokunuşla m eydana geliyorlar. — 14. «Akıntı»
deyimi Empedokles’ten alınmadır. — 15. Birinci sıradan,
yani sertlik, ağırlık gibi, nesnelerin kendilerinde bulunan
niteliklerle renk ve lezzet gibi ikinci sıradan nitelikler diye
bir ayırm a yaptığına göre atomculuk Locke (1632 1704)’.
dan öncedir. — 16. Y a n i Theaitetos p. 171. — 17. Atomist
bu «ru h » u tabiî materyalistçe kavramıştır. — 18. Grekçe
182 W alther Kranz

diakosmos. B undan anlaşılıyor kİ Antik çağ sonlarında


da nelerin Leukippos’un, nelerin Demokrltos’un m alı ol­
duğu iyice bilinmiyordu. — 19. Atom cular atoma «idea» =
«salt şekil» de diyorlar. — 19.2. Grekçesi kanon, Türkçe
kanun buradan geliyor. — 20. Y a n i daire ile küre arasın­
daki İlişki. — 21. Y an i aralarında belli bir oranlılık bu-
lunm ıyan şeyler olarak. — 2. B ir mikroskop gibi çalışan
ve görünüşlerin ardında atom ları gören akıl. — 23. Şu de­
mek : daha derin bilgiyi kendisine veren aklı olsa bile
atomcu duyularıyle algıladığı şeylere tam am en bağlıdır.
— 24. B ir şey - atom lar ; Hiç . bir şey - boşluk. — 25. B u
sorun atomistik’e yakın olan ve daha sonra Arkhimedea
tarafından ele alınarak geliştirilen sonsuz-küçük kuramıy-
le ilgilidir. — 26. Daire pergelin bir açı çizmesiyle meyda­
na gelir : dairenin m ekâna çevrilmesinden küre doğar.
— 27. B urada mikrokosmos öğretisinin başlangıcı görü­
lüyor : her canlı varlık büyük kosmos’un hayret verici
yapısına benzetilebilen bir organizmadır. — 28. Musiki
sanat olarak zorunlu ihtiyaçlardan değildir. — 29. H ay­
vanların insanın ustası olması M ontalgne’de ve ondan
sonra 18. yüzyılın aydınlanm asında da rastlanan bir dü­
şüncedir. — 30. Bu alanda ötekilerle ölçüştürülemiyecek
kadar, çok orjinal Demokritos sözleri elimizde bulundu­
ğu şüphesizdir. Biz burada yalnız gerçekten Demokrltos'-
un olduğunu düşündüğümüz sözleri veriyoruz.
X IV . B İ L İ M S E L İ Y O N Y A H E K İ M L İ Ğ İ

İyonya’nın bilimsel ruhu İs. ö. 5./4. yüzyılda bir kere


daha serpilip çiçeklenmiştir : bu serpilme o zamanlar
felsefeye sıkı sıkıya bağlı bulunduğunu bildiğim iz he­
kimlik alanında olmuştur. Bu hekimlik en yüksek tepe­
y e K os’lu Hippokrates ile varıyor (460-375 ç e vr.). Koca
bir Corpus Hippocraticum, yani Hippokrates okulunun
birkaç yüzyılından toplanan kitap derlemesi, günümüze
kalmıştır. Bu Corpus’un A rap ve Avrupa tıbbına olan
etkisi pek büyüktür, hatta bünye öğretisi v e doğal ola­
rak iyileşm eye değer verm e gibi ana düşünceler bugün
yine canlıdırlar. Bu derlem e içinde Hippokrates’in
kendinin olan yazıları kesin olarak ayırm ak henüz müm­
kün olmamıştır. Çevrilen parçalar onun ruhunu ve dü­
şüncelerini bize bir tanık gibi bildiriyorlar. Bu parça­
larda hep o zamanki atomculukta görülen aralıksız ne­
densel açıklama çabasını buluyoruz, ve gerçekte antik
roman bu iki büyük İyonya’lıyı, Demokritos’Ia Hippok-
rates’i, birbiriyle dost olarak göstermiştir. Böylece As­
yalIlarla AvrupalIların karakterlerinin içinde bulunduk­
ları çevrenin etkisiyle açıklandığını, modern geo-psikolo-
jinin başlangıcını görüyoruz; her türlü mucize inançları-
nin tersine olarak sözde daimonların yolladıkları sar’a il­
leti de doğal biçimde açıklanıyor. Fakat bu gerçek bilim ­
sel ruh yanında onun bir eşi olarak tanrımn derinliğine -
184 W alther Kranz

varılam az etkisi karşısında duyulan saygı ile insanlara


karşı olan sevgi bulunuyor.

Hekim ler asklepiadlar denilen loncalarda toplan­


m ışlardı ; bu adı almalarının nedeni kuruluşlarının he­
kimlik tanrısı olan Asklepios’a dayandığım düşünmele-
rindendi. Çok kere meslek gerçekte babadan oğula geçi­
yordu. Genç hekimin loncaya yazılırken ettiği yemin
günümüze kadar gelm iştir ve önemli bir kültür tarihi
belgesidir.

î n s a n k a r a k t e r i ve ç e v r e

A sy a ’da olduğu gibi Avrupa’da da' büyüklük, şekil


ve m eziyetler bakımından birbirinden ayrı uluslar v a r­
dır... Dağlık, sert, yüksek ve sulak yerlerde oturan ve
büyük iklim farkları gören insanların ir i yapılı, daya-
nıklığa ve yiğitliğe elverişli yaratılışta olm aları pek do­
ğaldır, hatta böyle yaratılışlarda bir dereceye kadar
vahşilik ve hayvanımsılık bulunur. Bol otlu ve soğuk
havalardan çok sıcak havalardan pay alan çukur y e r­
lerde yaşayanlar, sıcak su kullananlar genellikle büyük
ve normal güçte olamazlar, daha çok enine, etli ve siyah
saçlıdırlar. Vücutları da aktan çok karadır, sa fra vî ol­
maktan çok lenfavî^ olup ruhlarında yiğitlik ve daya­
nıklılık aynı şekilde bulunmamakla birlikte kanun şek­
linde kullanılan âdet bunu yaratabilir.’ Mem lekette dur­
gun suları ve yağmur sularını dışarı götüren ırm aklar
varsa bu halde oradakiler sağlam ve açık renkli olur­
lar, ırm aklar bulunmaz da göllerden ve bataklıklardan
durgun su içerlerse, bu gibilerin vücutları zorunlu ola­
rak şiş-karınlı ve dalaklarından hasta olurlar. Yüksek,
düz, rüzgârlı, bol sulu yerlerde oturanlar büyük ve bir­
birlerine benzer olurlar fakat daha az erkekçe ve da­
Antik Felsefe 185

ha yumuşak yaratılışlıdırlar. Çıplak, susuz, sert kışın


şiddeti altında ezilen, güneşten kavrulan yerlerde’ şöyle
insanlar bulunur : kuru, sert, oynak eklemli, gergin,
sık tüylü ; böyle bir yaratılışta iş arzusu gibi dayanık­
lılık kuvvetlidir ; düşünceleri ve hırsları cüretli ve ken­
dine bağlıdır ; yumuşaklılıklarından çok vahşilikleri
vardır, sanat ve hünerlere daha eli yatık ve anlayışlı­
dırlar, savaş işlerine elverişlidirler ve memlekette y e ­
tişen öteki şeylerd e ona uygundur. (P e r i aeron böl. 24).

K u t s a l * d e n i l e n h a s t a l ı k

«K utsal» denilen hastalık şöyledir : Bu hastalık ba­


na ötekilerden hiç de daha tanrısal ya da kutsal görün­
müyor ; tersine olarak öteki hastalıkların nasıl onları
doğuran doğal bir nedeni varsa bunun da doğal bir ne­
deni ve bahanesi var. Öteki hastalıklara hiç benzeme­
diği için insanlar denemesizliklerinden ve şaşkınlıkla­
rından onun tanrısal bir şey olduğunu sanıyorlar, ve
onu anlama olanaksızlıkları dolayısıyle bu tanrısallık sü­
rüp gidiyor, öte yandan kullanmak istedikleri kolayca
iyi-edişleriyle bu «tanrısallık» ortadan kalkıyor...

Bu hastalığa ilk önce kutsal adını verenler büyü­


cüler, üfürükçüler®-^ cerci hocalar, dolandırıcılar gibi
bugün de bulunan kimselerdir sanıyorum... F azla bir
§ey biliyorlarm ış gibi yapıyorlar, imsak ve tem izlik
öğütleyerek insanları aldatıyorlar, sözleri eninde sonun­
da hep «tan nsal»a «şeytanî»ye, dayanıyor. Kendilerinin
inandıkları gibi ben onların dindarlıklarından dolayı
değil, tersine olarak dinsizlikleri ve tanrıyı inkâr etme­
lerinden dolayı böyle söylediklerini, onların tanrıya
ksrşı dinliliklerinin, göstereceğim gibi, dinsizlik ve kut­
suzluk olduğunu sanıyorum. Çünkü a yı gökten indirmek.
186 W alther Kranz

güneşi karartmak/ bozuk havayı iy i hava yapmak,


yağmur ve kurakhk meydana getirm ek, denizi’ ve top­
ra ğ ı kısır kılmak ve bunlara benzer şeyleri yapmak gibi
yetenekleri olduğunu söylemekle — ister bunun vahiy­
le, ister anlayış ve çabayla yapılabileceğini söylesin­
ler, — bunlara kalkışanlar, bana, dinsizlik ederek ve
tanrıların olmadığına, ya da olsalar da güçleri bulun­
madığına, inanır görünüyorlar ve ben böyle bir kimse­
nin tanrıları gözeterek en kötü işten çekineceğini san­
mıyorum. Çünkü bir insan sihir ve kurbanla a yı gök­
ten indirecek, güneşi karartacak, kötü havayı iyi hava
yapacaksa ben artık bunlardan hiçbirinin tanrısal ol.
duğuna inanmam ; zira bu halde tanrılığın kuvveti in­
sanin düşüncesinin hükmü ve köleliği altına girmiş
olur...

Bu hastalık bence ötekileri doğuran nedenlerden


doğmaktadır^ ve zamanın uzunluğuyla kökleşip kullam-
lan iyi-etme çarelerinden daha kuvvetli olmadıkça öte­
ki hastalıklardan hiç de daha az iyi-edilebilir değildir...
Bu hastalığın nedeni, öteki hastalıkların en büyükle­
rinde olduğu gibi, beyindir.’" Beyin bütün öteki canlılar­
da olduğu gibi, insanda da çifttir. Ortasını ince bir zar
a y ırır (bu yüzden başın daima aynı ta ra fı ağrımaz, iki
parçadan biri, yalnız arasıra da bütün baş a ğ rır) ve bü­
tün vücuttan birçok ve ince dam arlar beynin içine uza­
nırlar, ikisi ise kalın olup biri karaciğerden, öteki dalak,
tan gelir... Düşünceme göre beynin insan için pek büyük
önemi vardır. Çünkü sağlamsa havadan gelen şeylerin
bizim için çevirm enidir, ve ruh hayatını bize hava verir
Gözler, kulaklar, dil, eller, ayaklar, beyinin tanıdığı şey
leri yaparlar. Çünkü, bütün vücutta, havadan’’ payı oldu
ğu oranda biraz duygu vardır, fakat bunu anlayışa bildi
ren beyindir. Çünkü insan nefes alınca, önce beyine ge
A ntik Felsefe 187

lir, beyinde asıl kuvvetini ve ruh ve düşünce olan nesi


varsa bu-aktıktan sonra vücudun öteki kısımlarına ya y ı­
lır. Çünkü önce vücuda, orada et ve damar kısımlarında
tanıma gücünü bıraktıktan sonra beyine gelmiş olsaydı
sıcak ve temiz olm ıyarak, tersine et ve kandaki nemle
karışık olarak beyine gelir ve böylece keskin olmazdı...
M evsim ler dolayısıyle havada kuvvetlice bir değişme
olunca, beyin de değişir. Bunun için ^beyine en sert, en
büyük, en öldürücü ve denemesiz kişi için tanınması
«n güç hastalıkların sokulduklarım da söyleyeceğim .
(P e r i hieres nusu, böl. 1 dev.)

H i p p o k r a t e s ’ in y ö n t e m i * *

(Platon söylüyor :) Asklepiadlar loncası üyesi Hip­


pokrates’in sözüne bakılırsa vücudun yaratılışını has­
talığında tanımadan vücudun yaratılışım memnun edi­
ci bir şekilde tanımak mümkün değildir. (Phaidros p.
270)

H i p p o k r a t e s ’ in ö z d e y i ş l e r i

Doğanın her şeyden haberi vardır : kendiliğinden,


hiçbir şey öğrenmeden, gerekeni yapar.” Hayat kısa,
mesleğin sanatı uzun, uygun an kaçıcı, deneme kaypak,
karar güçtür.'* İlâçların iyi etmediklerini demir iyi
eder. Demirin iy i edemediğini ateş iy i der. Ateşin iyi
edem ediği ise, iy i edilem ez bilinmelidir.” — Ancak in­
san sevgisi olan yerde meslek sevgisi vardır. — Tem iz
şeyler yalnız temiz insanlara malûm olur. — Tanrılar
yardım a çağırıldığı zaman insan kendisi de işe sarılm a­
lıdır.** (Corpus Hippocraticum)
188 Walther Kranz

H e k i m l e r i n l o n c a y e m i n i

Apollon hekimi, Asklepios’u ve H ygieia ’yi, Panakeai


ile ” bütün tanrıları ve tanrıçaları tanıklığa çağırarak
yemin ediyorum ki gücüm ve aklım yettiği kadar şu ye­
mini ve şu üstlenmeyi yerine getireceğim .

Bana bu sanatı öğreteni anababamla bir tutaca­


ğım, onunla birlikte yaşıyacağım , ihtiyacı olursa va rı­
mı onunla paylaşacağım , onun soyundan olan erkekleri
kendi kardeşlerim bileceğim , öğrenmek isterlerse onla­
ra parasız ve kayıtsız bu sanatı öğreteceğim , öğütleri,
dersleri ve bütün öteki bilgileri kendi oğullarımla v e ba­
na öğretenin oğullarıyla bir de loncaya kayıtlı, hekim
kanunu üzerine yeminli öğrencilerle paylaşacak, başka
kimse ile paylaşmayacağım.

Gücüm ve aklım yettiği kadar hastaların yararı


için yaşama kuralları göstereceğim ; onları zarar ve
yaralanmadan koruyacağım. Hiçbir kimseye, istese bi­
le, ne öldürücü ilâç, ne de böyle bir öğüt verm iyeceğim .
Bunun gibi hiçbir kadına çocuk düşürme aracı vetm i-
yeceğim. Hayatım ı ve sanatımı kutsal ve saf olarak
saklayacağım...

N e kadar eve girsem de hastaların yararına g irece­


ğim, her türlü bile bile yapılan ve yok edici olan kötü­
lüklerden, özellikle kadınların, erkeklerin, özgürlerin
ve kölelerin vücutlarına karşı şehvet işlerinden uzak
kalacağım.'® Tedavide yahut tedavi dışında insanlarla
ilişkilerim de gördüklerim ya da işittiklerimden başka­
larına anlatılmaması gerekenleri sır bilerek böyle şey­
ler üzerine susacağım.'®

İm di bu yem ini yerine getirirsem ve bozmazsam in­


sanlar yanında sonsuz olarak iy i bir adla anılarak ba­
A ntik Felsefe 1S9

na hayatta ve sanatta başarı nasip olsun, onu hiçe sa­


y ar, yeminimi bozarsam, bunların tersi. (Corpus Hip-
pocraticum)

N o t l a r :

1. Arddan gelenlerde herşeyden önce B alkan yarım a­


dası göz önünde tutuluyor. — 2. Biz burada elimize geç­
miş olan metni değiştirdik. — 3. B urada ve arddan gelen­
lerde Eurotas vadisinde (Peloponnesos’d a ) oturanlar, yani
âdet (n o m o s)’in aralarında pek önemli bir yeri olduğu
Ispartalılar bir yana, Tbessalia ve Boiotia düzlüklerinde
oturanlar başka bir yana ayrılıyor ve karşılaştırılıyor. —
4. Çünkü yaylada insanları birbirinden ayıran vadiler yok.
— 5. Y azarın hangi ülkeyi aklından geçirdiğini söylemek
güç. Bazı noktalar A tin a’yı çeviren araziye, A ttika’ya işa­
ret edere benziyor. — 6. S ar’a illetine bu ad veriliyordu
(epilepsi). — 6. 2 Bu tipi, ulu şekliyle, Empedokles’te gör­
dük. — 7. Bununla ay ve güneş tutulması kasdediliyor ;
birtakım sihirbazlar aynı şeyi yapabileceklerini söyliyor-
larmış, — 8. Beklenen balıklar çıkmazsa deniz kısırdır.
— 9. Çevirdiğimiz bir kısımda bu husus teorik olarak an­
latılıyor. — 10. Karş. yuk. böl. V not 21, böl. X I I I not 12 ;
önce gördüğümüz gibi hekim Apollonia’lı Diogenes bey­
nin merkez organ olduğunu kabul ediyor. •— 11. Arddan
gelende ileri sürülen ve aer’in ruhlulukla donatılmış m ad­
de olduğunu kabul eden öğreti tam olarak hekim Dioge-
nes’in öğretisine uyuyor. — 12. Metin, önce anlaşıldığı şe­
kilde, hekimin — Empedokles’in yaptığı gibi — insan vü­
cudunu kosmos iUşikliği içinde görmesi gerektiğini söyle­
mek istemiyor ; metnin anlatm ak istediği tek tek organ­
ların bütün vücudun organik bağlılığı içinde gözden ge­
çirilmesinin gerektiğidir. — 13. Bulunduğu yer : Epide-
m ialar V I, 5 ; adı geçen yerde doğa karşısında saygı iste­
yen buna benzer daha çok kurallar var. — 14. Bu özdeyi­
şi Goethe, W ilhelm Meister’in öğreti mektubunda başlan­
190 W aliher Kranz

gıç ve temel yapmıştır. — 15. Schüler’in «H aydutlar» m m


başlık kuralı. Kesmek ve yakmak (d ağlam ak) yeni-zam a-
nın başlangıcına kadar iç hastalıklarının zıddına olarak
cerrahinin en başta gelen vasıtasıydı. — 16. B u özdeyiş
için (bulunduğu yer Peri oneiron V I not 1) karş. böl. I.
— 17. Apollon ruh hekimidir. (Aiskhylos ona «kâh in he­
kim » diyor). Asklepios bütün ‘Asklepiadlarm ’ tanrısal ata­
sı sayılıyor, Hygieia sağlık tanrıçasıdır. Panakela’nın an­
lamı herşeyi - iyi - eden’dir. — 18. Bu, kölelerle özgürlerin
pek doğal olarak eşit tutuluşunda tam am en Hippokra-
tes’e has olan htunanitas kendini gösteriyor. — 19. He­
kimler için bugün de geçen susma borcu.
XV. S O F İ S T L İ K

Atomistlerin sistemi Sokrates’ten önceki felsefenin


sonuncu büyük sistemi idi. Fakat Thales’den beri orta­
ya atılmış Yunan fe ls e fî açıklama denemelerinin çoklu­
ğu zorunlu olarak eleştirm e ve şüphe ruhunu uyandıra­
caktı. Böylece evren sorunu yanında felsefed e ikinci
ana-konu olarak bilgi sorunu ve daha genel olarak in­
san ruhunun sorunları y er alıyor. Bununla biz özellik­
le Atina’da etkisini gösteren sofistlik devrine, büyük
fakat fırtınalı - tehlikeli fik ir boğuşması devrine g iri­
yoruz. Aslında sofist, pek genel olarak, bilge ya da za­
naattan anlayan kişi, sonradan da meslekten «bilgelik
öğretm eni» demektir. Planton’a göre (Euthydemos p.
305) sofist «filo zofla politikacı arasında orta bir şey­
dir». (İs. ö ) 5. yüzyıl’ın bu sofistlerinin eski kuşağı
önemli kişilerden kurulu idi, sofistliğin kötü bir ad ka­
zanmasına yol açan genç kuşaktır.
Tek tek insana değer verilm esi, hâkim olan dinin,,
devletin, geçerlikte olan hukukun bağlarından kurtarıl­
ması, her türlü ‘konvention’un (nomc.s) yerine «doğa­
nın» (physis) konulması, sofistlerin öğretilerinde b ir
baştan öteki başa uzanan temel düşünce işte bu idi. T a ­
biatıyla bu çok anlamlı «d oğa» kavramını kesin olarak
belirleyem iyorlar. Eğitim sorununu onlar hararetle tar­
tışmışlar, ‘erdem ’in ‘öğretilir’ olup olm adığı sorununu
Sokrates ile tartışm ışlar ve evetlem işlerdir. Sözü, inan­
192 W alther Kranz

dırmanın aldatıcı bir âleti, fakat aynı zamanda tehlikeli,


keskin bir silâh yapan sofistliğin yeni hitabet sanatı
pek kuvvetli bir eğitim aracı oldu. Kültür tarihi, gram er
v e estetik bu zamanda bakıma kavuştular. Düşünmekten
yoksun halk ve bir bütün olarak polis üzerinde sofistli­
ğin etkisi parçalayıcı idi. O zamanın edebiyatının büyük
eserleri sofistliğin etkisi altında bulunuyorlardı : Hero-
dotos, Protagoras’ın fikirlerini yeniden ortaya koyar,
ikinci büyük Grek tarihçisi Thukydides üslûpta Gor-
g ia s’ın öğrencisidir, Euripides’in dram ları sofist dün­
y a görüşünün bir yankısı haline gelirken Aristophanes
bu görüşle şiddetli bir savaşa girişir. Öte yandan so­
fist relativizm ’i ile boğuşarak Sokrat - Platon felsefesi
kendi varlığını bulmuştur.

Sofistlik için antik «aydınlanma d evri» denir ve bu


haklıdır, zira gerçekte onunla İs. s. 18. yüzyılın aydın­
lanması arasında, hem de bütün ruh yapısı bakımından
sıkı bir akrabalık görülüyor. Bu sonraki aydınlanma da
derine doğru inen eleştirisi ile özellikle Descartes ile
Leibniz’in sistemlerinin oluşturdukları büyük spekülâtif
fe lse fe devrinden sonra gelmiştir. O da ön yargılam a­
dan ve uzlaşımdan (konventiondan) kurtulma ve ‘do­
ğ a y a ’ dönme için dövüşüyordu ; o da yepyeni bir genç­
lik eğitim i getirmek istiyordu ; onun da genişlemesine
olan etkisi geçip gelmiş şekillerin devrim - doğuran,
tehlikeli bir yıkılışı idi ; fakat yine burada da bu ay­
dınlanma ile gerçek «aydınlatıcı» ve klâsik felsefenin
kurucusu İmmanuel Kant’ın etki gösterebilmesi için
gereken ilk koşullar yaratılm ıştır.

P r o t a g o r a g

Protagoras, (Aristoteles öğrencisi) Herakleides’e


A ntik Felsefe 193

göre, Abdera’İ!, Eu{>olis’e (komedia şairi) göre ise The-


os’ludur.‘ En olgun ve verim li çağı 84. (444-1) Olympi-
ad’a rastlıyor. Bu zaman Thurioi şehri için kanunlar
yapmıştır^ — «Tanrılar »a d lı kitabının başlangıcı yü­
zünden AtinalIlar tarafından sürgün edilmiş, sahiplerin­
den toplattırılarak kitapları pazar yerinde yakılmıştır-
Sicilya’ya yaptığı yolculukta gem isi batmıştır (aşağı
yuk. 411). (80 A 1-3)

B ir beşli - yarışta biri cirit atarken istem iyerek


Pharsalos’lu Epitimios’u vurup öldürdüğü zaman Perik-
les bütün gün Protagoras ile en doğru düşünüşe göre
ciridin mi, yoksa atıcının mı ya da yarışı hazırlıyanla-
rın mı bu felâketin suçluları olarak kabul edilmesi ge­
rektiğini tartışmış. — (Protagoras Perikles üzerine :)
genç ve güzel olan çocukları topu topu on gün içinde
ölünce buna acınmadan katlandı. Çünkü kendisine her
gün sağlık, acısızlık ve yığın yanındaki ünü için çok
şey kazandıran iç ferahlığına bağh kahyordu. Çünkü
onun acılarına erkekçe dayandığını gören herkes bu g i­
bi işlerde kendi çaresizliğini pek iy i bildiği için onun
yüksek duygulu y iğit ve kendine hâkim biri olduğunu
düşünüyordu. (A 10. B 9)

(Protagoras Platon’da’ :) Bir sofist olduğumu, in­


sanları eğittiğim i söylüyorum... Birçok yıllar var ki bu
sanatın içindeyim... Delikanlı, benimle düşüp kalkar­
san, daha birarada bulunmamızın ilk gününde, daha
iy i olmuş olarak evine gideceksin, ertesi günün de aynı
olacak, ve her gün durmadan daha iyiye doğru bir iler­
lem e yapacaksın... Öğrettiklerim şunlardır : ev işlerin­
de ve devlet işlerinde ne yapacağım bilmek, yani insa­
nın evini en iy i bir şekilde nasıl yöneteceği ve politikada
eylemek ve söylemek için nasıl en güçlü olunacağı. V e ­
receğim i bildirdiğim asıl şey şudur : erkekleri becerik­
194 W alther Kranz

li yurttaşlar haline getireceğim e söz veriyorum... —


Protagoras güzel ve toplu dersler okutmasmı başardığı
kadar sorulara kısa cevaplar verm eği ve kendi sorduğu
bir sorudan sonra cevabı beklemesini ve fikrini söyleme­
sini biliyor ; bu durumda olan pek az kimse vardır. —
D ersleri için para alm ayı ilk olarak o doğru bulmuştur.
(A 5. 7)

Protagoras’ın öğretUeri

Tanrılar üzerine bilgi edinmede çaresizim, ne va r­


oldukları, ne de var-olmadıkları, ne de rîe şekilde ol­
dukları üzerine ; çünkü bilgi edinmeyi engelleyen çok
şey vardır : duyularla algılanamamaları, insan hayatı­
nın kısa oluşu, (buna karşılık insanlar üzerine belirli
şeyler söylerîebilir...)* ( B4)

Bütün şeylerin ölçüsü insandır,’ var-olanların va r ol­


duğu, va r olmıyanların var olmadıkları için... Herbir
şey bana nasıl görünürse benim için böyledir, sana na­
sıl görünürse yine senin için de öyle... üşüyen için rüz­
g âr soğuk, üşümeyen için soğuk değildir. (B 1)

H er şey üzerine birbirine karşıt olan iki söz söyle»


mek mümkündür. — Daha za y ıf olan sözü v e düşüncejd
daha kuvvetli yapmak gerek.® (B 6)
Saygıdan ve hukuktan payı olmıyan kişiyi devlet
için bir salgm hastalık gibi yok etm elidir.’ — Öğretim
yaratılışa v e çahşmaya muhtaçtır... Öğrenm eye daha
gençlikten başlamahdır. — Çok derine inilmezse, ruhta
eğitim fışkırm az. Gram erle ilg ili şeyler sözcüklerin
cinsleri erkeklik, dişilik, nesnelik diye ayrılır, söyleye­
nin ana şekilleri şunlardır : dilek, soru, cevap, emir.,
(A 27. 1)
Antik Felsefe 195

Rakiplerin düşünceleri

Platon ve Demokritos : Bütün şeylerin ölçüsü tan­


rıdır (Platon Kanunlar s. 716). — Bütün insanlar için
aynı şey iy i ve doğrudur ; tabiî biri için bu, öteki için
şu hoştur (Dem okritos). — Demokritos ile Platon’un®
Protagoras’a karşı söyledikleri üzere hiçbir kimse
her tasavvurun doğru olduğunu, bu cümlenin tersine
çevrilm esi yüzünden^ söyleyemez. Çünkü her tasavvur
doğru ise, o zaman her tasavvurun doğru olm adığı
şeklinde tasavvura uygun olarak kabul edilen şeyin de
doğru olması gerekecek, böylece her tasavvurun doğ­
ru olduğu sözü yanlış olacaktır. (68 A 114)

Aristoteles : Geometrinin duyularla algılanabilir


ve gelip geçici büyüklüklerle uğraştığı doğru değildir ;
öyle olsa bunlar gelip geçince onun da yok olması g ere­
kirdi.^” Astronomi de bu görünen göklerle ve duyularla
algılanır büyüklüklerle uğraşmasa gerek. Çünkü ,ne
duyularla algılanır çizgiler geometricinin düşündüğü
cinstendirler, — zira duyularla algılanır şeyler arasın­
da tamamen düz ve yuvarlak olan hiçbir şey yoktur,
(duyularla algılam ada) bilindiği gibi, teğetle daire .ia­
dece bir tek noktada birbirine değmezler, tersine ola­
rak iş Protagoras’in geom etricileri çürütmek üzere söy­
lediği gib id ir" — ne de gökteki hareketler v e eğriler
astronominin üzerinde hesaplarım yaptıklarının aynıdır­
lar. (B 7)

G o r g i a s

Kharmantides’in oğlu Gorgias Leontinoi’lu bir ha­


tipti, Empedokles’in öğrencisi, Akragas’h Polos’un” öğ­
196 W alther Kranz

retm eni idi. Delphoi’a kendisinin altından bir heykelini


adak olarak koydurmuştur ; hitabet öğreticilikte elde
ettiği kazanç bu kadar büyüktü — Erguvan boyalı el­
bise ile göründüğü söylenegelmiştir. (82 A 2. 7. 9)

(427 yılında) Khalkis’lilerin'^ soyundan ve Atinalıla-


rın akrabaları olan Sicilya’daki Leontinoilulara karşı
Sirakusalılar savaş açmışlardı. Savaş altınd ezildikleri
v e Sirkusalılann üstünlüğü yüzünden yenilip düşman
eline düşmek tehlikesiyle karşı karşıya olduklarından
halktan olabildiği kadar çabuk yardım etmesini ve şe­
hirlerini tehlikeden kurtarmasını istemek üzere Atina’­
ya elçiler gönderdiler. Elçilerin başında söz kuvvetinde
çağdaşlarından kat kat üstün olan hatip Gorgias bu­
lunuyordu. Hitabet sanatmı ilk bulan o idi ve sofistlik­
te ötekilere o kadar üstündü ki öğrencilerinden yüz mi-
na” alıyordu, işte böylece Atina’ya gelip halkın karşı­
sına çıkarak ittifak üzerine konuştu ve konuşuşunun ye­
niliği ile kabiliyetli ve söz-sever kişiler olan AtinalIları
hayrete düşürdü. Çünkü ilk defa olarak o özel, sanatlı
konuşuş şekilleri, karşılaştırmalı, aynı ritim li, sonda
aynı uyumlu ve bunlara benzer şeyli cümle parçaları
kullanıyordu. Bunlar o zaman gösterdikleri yepyenilik
yüzünden alkış topluyordu, bugün*® ise çok aşın görü­
nüyor ve bize çok kere gülünç ve fazla yüklü geliyor.
Sonunda Atinalıları Leontinoilulara yardıma kandırıp
Atina’da hitabet sanatıyle hayranlık uyandırdıktan son­
ra yine Leontinoi’a döndü. (A 4)

Gorgias lO?’’ yaşına kadar yaşanıış ve hiçbir zaman


uğraşışından ve işinden geri kalmamıştır. Kendisinden
neden bu kadar uzun zaman hayatta olmak istediği so­
ruldukta «ih tiyarlığı suçlandırmam için bir nedenim
yok » demiştir. — Hayatının sonunda, üzerine bir der­
mansızlık gelmiş olarak, biraz dalmış, yatıyordu. Dost­
A ntik Felsefe 19î

larından biri bakmak için yanına gelip nasıl olduğunu


sorduğu zaman, şu cevabı veriyordu : «A rtık beni uy­
ku kardeşine teslim etm eğe başlıyor.» (A 12. 15 )

Gorgias’m öğretileri

Leontinoi’lu Gorgias insanın y argı yeteneğini tanı-


m ıyanlar arasında olmakla birlikte Protagoras ile yan­
daşlarının tuttukları düşünce doğrultusuna dayanmı­
yordu. Çünkü, «v a r olmayan ya da doğa» adlı eserinde
birbirini kovalıyan üç tem el düşünce ortaya atıyor ;
bunların birincisi : hiçbir şey yoktur, ikinci olarak :
varsa bile insan için kavranılmazdır. Üçüncü olarak :
kavranılır (bilenebilir) olsa da öteki insanlara bildirile-
mez ve anlatılamaz. (B 3 de bundan sonra tanıtlama­
la rı bulunuyor)’®

(Platon ’da Gorgias şunları söylüyor : ) ’®Ben_ en bü­


yük nimet, aynı zamanda insanlar için özgürlüİs nede­
ni, aynı zamanda da herbir kimsenin kendi devletin­
de ötekilere hükmetmesi nedeni olan şeyin ustasıyım ;
bu da : mahkemede yargıçları, divanda divan üyeleri­
ni, halk toplantısında veya genel olarak çağırılan her­
hangi başka bir toplantıda üyeleri sözleriyle inandırmak
yeteneğidir. Bundan sonra bu yeteneğe dayanarak he­
kimi de, idman öğretmenini de kendine bağlı kılabi­
lirsin ; ve esnaf — bunun böyle olduğu açıkça görüle­
cek — kendisi için değil konuşmasını ve yığını kandır­
masını bilen senin için kazanır. Kandırma ustası hita­
bet sanatıdır ve bütün açlışması ve asıl iş bunu göz
önünde tutar. (A 28 ve öncekiler)

Gorgias’in sözleri : Görünüşte-olmadığı için va r­


198 W altker Kranz

olmak bilinemez, var-olm adığı için görünüşte-olmak


güçsüzdür.^'’ (B 26)

' Hiçbir zaman söz yokluğu çekmem. — ikna gücü


söze katılarak ruha dilediği şekli verir... Sözün kuvveti
ile ruh durumu arasındaki ilişki zehir (ilâ ç ) tavsiyesiyle
vücudun, yaratılışın arasındakinin aynıdır. Çünkü nasıl
birtakım zehirler vücuttan şu, başka birtakım ı bu suyu
çekip alıyorlar, ve birtakımı hastalığa, başka takımı ha.
yata son veriyorlarsa, sözlerde de bu böyledir : Sözlerin
birtakımı keder yaratır, başkaları sevinç, birtakımı kor­
ku doğurur, başkaları dinleyicileri güvenle doldurur, y i­
ne başkaları belli bir kötü inandırma gücü ile ruhu ze­
hirler, büyüler. — Rakiplerin ciddiliğini gülm elerle yık-
mah, gülmelerini de ciddilikle. (B 17. 11. 12)

Tragedia gözleri bağlar, bunda gözleri bağlayan


gözleri bağlamayandan daha doğru, gözlerini bağlattı­
ran bağlattırmayandan daha akıllıca hareket etmiş
olur.^ (B 23)

A nt i p h o n

«D oğru» adlı eserden”

Zaman düşünce ya da ölçüdür, tözsel olan bir şey


değil. (B 9)

Tahta bir karyola toprağa gömülse ve tahtadaki


çürüme hayat kazansa, bundan bir karyola değil, sade,
ce odun meydana gelir.^’ (B 15)

Adillik^* bir kimsenin, yurttaşı olduğu devletin ka­


nunlarını ayak altına almamasıdır. B ir kimse tanıklar
Antik Felsefe 199

bulunduğu zaman kanunları yüksek tutar, yanında ta­


nıklar olmadan yalnız bulunduğu zaman da doğanın buy­
ruklarım yüksek tutarsa, adaleti kendisi için en yarar­
lı bir şekilde kullanmış olacaktır ; çünkü kanunların
buyrukları dileğe göredirler, doğanınkiler ise zorunlu­
durlar ; kanunların buyrukları sözleşme ile kararlaştı-
rılm a’dırlar, doğal olarak yetişme değil, doğanınkiler
ise yetişm edirler, sözleşme ile kararlaştırılm ış değil.
Kanunun buyruklarını çiğneyen kimse, bu iş kararlaş­
tıranlar için g izli kalırsa, utançtan ve cezadan kurtu­
lur, gizli kalmazsa da kurtulmaz. Doğadan bizimle b ir­
likte yetişmiş olan kanunlardan birini olanağın tersine
olarak ayaklar altına almak isteyen, bütün insanların
gözünden kurtulsa kötülük hiç de daha küçük, hepsi g ö­
rürlerse de hiç de daha büyük değildir ; çünkü öyle dü­
şünüşe göre değil, gerçeğe göre zarar görür. Bunların
bu gözden geçirilişi (benim tarafım dan) şu yüzden ya ­
pılmıştır : kanuna göre haklı olan şeylerin çoğu do­
ğayla düşmanlık halindedirler. Çünkü gözler için, on­
ların neleri görüp neleri görm em eleri gerektiği için ka­
nunlar konulmuştur sonra kulakların neleri duyup
neleri duymamaları gerektiği için ; sonra dilin neleri
söylemesi, neleri söylememesi gerektiği için ; sonra el­
lerin neleri yapm aları neleri yapm am aları gerektiği
için ; ayakların nereye gidip nereye gitm em eleri gerek­
tiği için, sonra düşüncelerin neyi dinleyip neyi dinleme­
mesi gerektiği için. îm di kanunların bize yaptırm ak is­
tedikleri de yasakları da aynı şekilde doğaya dost ve
uygun değildirler. Öteyandan yaşamak doğaya bağlı­
dır, aynı şekilde ölmek de ; yaşamak onlara yararlılar,
dan, ölmek de yara rlı olmayanlardan geliyor. Kanunla­
rın belirledikleri yararlılar doğanın kösteğidir, doğa­
daki bu ise özgürdürler. —

Böyle babaların çocukları olanları sayıyor, onlar­


200 W alther Kranz

dan çekiniyoruz, iy i evden olmayanları da saymıyor,


onlardan çekinmiyoruz. Bu halde birbirim ize barbarlık
ediyoruz. Zira doğadan hepimiz her şeyde aynı olarak
yaratümışızdır. Hellen olsun barbar olsun ; bunu doğa­
dan bütün insanlar için aynı şekilde zorunlu olan şeyler
gösteriyor... Bunları elde etmek herkes için aynı şekilde
olanaklı, bütün bunlarda biz ne bir barbarı ne de bir
Helleni dışarıda bırakıyoruz. (B 44)

« Y u r t t a b i r l i k » adlı eserinden^®

insan bütün yaratıkların en tanrı-kılıklısı olduğunu


söylüyor (fakat buna göre eylem iyor.) (B 48)

Yaşam ak bir günlük bir nöbete benzer, ömrün


uzunluğu da bir tek gün gibidir, o bir gün içinde ışığa
kavuştuktan sonra yerim izi bizden sonrakilere bırakı­
rız. — Şimdiki hayatı yaşamayıp büyük bir çabayla
ikinci başka bir hayatı yaşamaya hazırlananlar var,
şimdiki hayatı değil ; ve bu arada onlara bırakılan za­
man gelip geçiyor. — Harcanacak şeylerin en değerlisi
zamandu-” (B 50. 53 a. 52. 77)

insanlar arasındaki şeylerin en başta geleni sandığı,


ma göre eğitim dir, zira herhangi bir şeyin başlangıcını
bir kimse doğru yapsa sonunda iy i olması kuvvetle bek­
lenilir. Toprağa nasıl bir tohum atılırsa, ona göre bir
ürün beklemek gerekir. Genç bir vücuda gerçek eğitim
tohumu ekilirse, bu tohum bütün hayat boyunca yaşar
ve serpilir, ne yağmur, ne de yağmursuzluk onu yok
edemez. — insanlar için itaatsizlikten^* ve başsızlıktan
daha kötü bir şey yoktur. Eskiler bunu gördüklerinden
büyüyüp adam olup da büyük bir kader değişikliği ile
karşılaşınca şaşırmamaları için çocukları daha başlan­
Antik Felsefe 201

gıçtan hükmedilmeğe ve buyrulanı yapm ağa alıştırı­


yorlardı. — Çirkin ya da kötü şeyleri ne dilemiş, ne de
onlara el sürmüş olmayana namuslu denemez ; zira
kendinin içten düzenli olduğunu göstermeden önce ye­
neceği bir şeyle karşılaşmamıştır. (B 60. 61. 59)

H i p p i a s . A l k i d a m a s . L y k o p h r o n ““

(Platon ’a göre :) bilge Hippias şöyle dedi : «E y bu­


rada bulunanlar, ben bizlerin hepimizin doğadan, kanun­
dan değil, soydaş, akraba ve yurttaş olduğumuz düşün­
cesindeyim ; zira benzer benzeriyle doğadan soydaştır,
kanunsa insanların zorbası (tyrannos’u) olması dolayı-
siyle birçok şeyleri doğaya karşı zorla yap tırır.» (86
C 1)

Alkidamas : kanun ve töre devletlerin alışkıyle yer­


leşmiş kralıdır. — F elsefe kanun ve töreye karşı kale­
dir. — Tanrı herkesi azat etmiştir, doğa hiçbir şeyi kö­
le yapmamıştır. (Aristot. Rhetor. 1406 ve 1973 skholion)

Sofist Lykophron şöyle diyordu : Kanun insanlara


karşılıklı olarak hakkı garanti eder (fa k a t ahlâkî bir
rolü yoktur.) ... Soyluluğun parlaklığı pek belli olmıyan
bir şeydir, kibarlık sadece söze dayanır. (83. 3. 4)

K a 11 i k 1 e s "

(Platon ’da Kallikles konuşuyor :) Doğaya göre da­


ha kötü olan her şey, yani haksızlığa uğramak, daha
çirkindir, kanun ve töreye (nomos) göre ise haksızlık
etmek. Haksızlığa uğramak bir erkeğe yakışmıyan, bir
köleye yakışan bir haldir ; böyle haksızlığa, hakarete
202 W alther K ra m

uğramış, ne kendisine ve ne de bakması gereken başka


birine yardım edem eyecek olan için ölmek yaşamaktan
daha iyidir. Yalnız sanımca kanunları koyanlar za y ıf
adam lar v e çokluktur. Şimdi kendileri ve kendi yararla­
rı için kanunları koyuyorlar, övm elerde, yerm elerde bu­
lunuyorlar. Kendilerinden fa zla kudrete sahip olma­
sınlar diye daha çok kudret elde edebilecek olan daha
kuvvetli insanları korkutmak için daha çok elde etmek
istemenin çirkin ve haksız olduğunu, asıl bu başkaların,
dan çok şeyi olması peşinde koşmanm haksızlık etmek
olduğunu söylüyorlar. Daha kötü ve za y ıf olduklarından
aynı şeye sahip olabilmelerine seviniyorlar diye düşü­
nüyorum. Bunlardan dolayı kanuna ve töreye göre bu­
na haksız v e çirkin deniyor, bu çokluktan daha çok
ş'eyi olmasına çalışmaya haksızlık etmek adını veriyor­
lar. Oysa fikrim ce doğanın kendisi iyinin kötüden, y e ­
teneklinin yeteneksizden daha çok şeyi olmasının haklı
olduğunu açıkça gösteriyor. Bunun böyle olduğu birçok
yerlerd e olduğu gibi öteki yaratıklarda ve insanlarda,
bütün bir devlette ve kuşakta görülüyor : daha kuvvet­
linin daha zayıfa hükmetmesi ve ondan çok şeye sahip
olması haklı bir şey olarak görülüyor.’’ Böyle değilse
Serhes H ellas’a karşı ya da babası İskitlere karşı — ve
daha böyle binlercesi — hangi hakla sefere çıkıyorlardı.
Benim anladığıma göre onlar bunu haklılığın doğasına,
şüphesiz bizim koymuş olduğumuza değil de. Tanrı ta­
nık olsun, gerçekten doğanın kanununa göre yapıyorlar.
En iyilerim izi ve en kuvvetlilerim izi arslanlar gibi da­
ha küçükten ele alıp onları yuğuruyor, ayni şeye mâlik
olmak gerekir, güzel ve haklı işte budur diye onları al­
datıp büyüleyerek kendimize köle yapıyoruz. Şöyle dü­
şünüyorum : ya tam yaratılışlı bir adam ortaya çıkar­
sa, bizim harflere bağlı kanunlarımızı, büyülerimizi, tat­
lı sözlerimizi, doğaya uymayan kanunlarımızın hepsini
A ntik F elseje 203

çiğneyip de bütün bunları kopararak üzerinden attıktan


sonra kaçıp kurtulur, ayaklanıp eskiden kölemizken
efendimiz olur, böylece doğal hakkın ışığı parlamağa
başlarsa.

Herhangi bir kimseye kölelik eden insan nasıl mut­


lu olabilir?"^ Doğaya göre güzel ve haklı olan şey şim­
di benim açık olarak çekinmeden söyliyeceğim şeydir :
-doğru yaşıyacak olanın hırslarım alabildiğine büyümek
üzere salıvermesi, onları gemlememesi, ne kadar büyük
olurlarsa olsunlar, cesaret ve akıllılık aracıyla onlara
yardım edebilecek halde olması, hırsların ardından git­
tiği şeyleri yerine getirm esi gerektir. Fakat düşünceme
göre çokluk bunu yapmaz. Bundan dolayı kendi yetenek­
sizliklerini gizlem ek için utançlarından böyle insanları
yeriyorlar ve, söylemiş olduğum gibi, doğaca daha iyi
olan insanları kendi köleleri kılmak istiyerek nefse
hâkim olmamanın çirkin bir şey olduğunu ileri sürü­
yorlar. Kendileri bazlarının arzularını yerine getirem e­
yecek kimseler olduklarından, ölçülülüğü, âdilliği, ken­
d i korkaklıklarının hatırı için, övüyorlar. Daha baştan
kırallann oğulları olanlar ya da kendileri doğadan
kendilerine bir kırallık ya da tyran’lık ya da hâkimlik
bulabilecek kabiliyette olmak mutluluğuna kavuşanlar,
bu gibi insanlar için gerçekte ölçülülükten daha çirkin
v e daha kötü ne olabilir? Bunlar için kimse engel olm a­
dan nimetlerden yararlanmak mümkünken insan yığını­
nın kanununu, lâkırdısını ve yergisini, kendileri efendi
iken başlarına mı getirecekler? Kendi dostlarına, hem
de kendi devletlerinde hükmettikleri halde, düşmanla­
rından daha çok bir şey verem ezler ise nasıl olur da
bunlar «âdillik ve ölçülülüğün güzelliği» yüzünden mut.
suz olup çıkmazlar. Gerçekte bu iş şöyledir ; bolluk
içinde yaşama, dilediğini yapma, özgürlük — yardım
kaynaklan va rsa " — işte erdem de, mutluluk da bu-
204 W alther Kranz

dur, ötekiler ise, süslemeler, insanların doğaya uyma­


yan anlaşmaları, boş ve değersiz şeylerdir. (Platon,
Gorgias p. 483. 491)

P r o d i k o s , K r i t i a s ”

Keoslu Prodikos söylüyor ; Güneş, ay, ırm aklar ve


kaynaklar ve genel olarak hayatımıza yardım ı dokunan
ne varsa, yara rları yüzünden — M ısırlılar’da N il gibi —
eskilere tanrı olarak görünmüşler v e bunun için ekme­
ğe D em etler, şaraba Dionysos, suya Poseidon, ateşe
Hephaistos gözü ile bakılmış ve bu, işe yarayan şeyle­
rin herbiri için böyle olmuştur.” . (B ir hatip söylü­
yor :) Burada insanların her türlü ibadetini, sırları
(m ystheria’la rı), âyinleri çiftçiliğin nimetlerinden çı­
karan, tanrı düşüncesinin ve her türlü dinliliğin de in­
sanlara oradan geldiğini kabul eden Prodikos’un bilgi­
sini araya sıkıştıracağız.** (84 B 5)

(K ristias’ın Sisyphos adlı yergi (satyr) oyununda”

Sisyphos’un söyleyişi :)

B ir zamanlar insanların hayatı düzensiz,


Hayvanımsı ve kuvvetin uşağıydı,
iy ile r ödüle kavuşmuyordu.
Kötüler cezasını bulmuyordu.
Sonradan insanlar bence kanunları
Koymuşlar olmalı, hak her şeye
Hükmetsin suç kölesi olsun diye.
A n tik Felsefe 205

Ceza görüyordu suç işleyen.


Kanunların göz göre göre onları
Yapm aya bırakmadıkları zorbalıkları
G izlice işlediklerinden bence,
İlk olarak kurnaz düşünceli adamın biri
Tanrı korkusunu insanlara buldu,
Korkutacak bir şey bulunsun diye
işler, düşünür, söylerse gizlice.”
Buradan «tan rılığı» ortaya çıkardı.
«Daimon vardır, parlar sonsuz hayatla.
Ruhla işitir, görür, pek aşırı düşünür,
Dikkat eder dünyaya, tanrıca yaratılışiyle
İşitir her söyleneni insanlar arasında,
Kaçm az gözünden hep yapılan.
Sessizce bir kötülük tasarlasan
Gizli kalmaz bu tanrılardan ;
P e k keskindir akılları. Bu sözlerle
En tatlı öğretiyi sürdü o öne
Bürüyerek doğruyu yalancı söze.

Tanrının hiçbir şeye gereksinmesi yoktur, hiçbir


kimseden bir şey almaz, sınırsız ve gereksinmesizdir.
(87 B 10)

Tanrıların oturdukları yeri söylerken


İnsanları korkudan dondurmayı düşünüyor.
Tanıyor geldiği yeri insanlara korkularm,
Y ard ım kaynağını acı dolu hayatlarm :
206 W alther Kranz

Yukarıda dönen gök kubbesiydi bu,


Korkunç gök gürültüsü oradan geliyordu,
Orada görüyordu çakan şimşekleri,
v e yıldız-gözlü gökyüzünü.
Zaman tanrmm, bilge ustanm, parlak işini,
Gün-yıldızm parlayan yığını ile gezdiği,
Islak fırtınanın toprağa indiği yeri.
Böyle korkularla çevirdi insanları.
Aynı zamanda tanrıların anlattı
Güzelce konakladıklarını, yakışan bir yerde.
Kanunsuzluğu kanunlarla söndürdü hem de.
Böylece sanırım biri ilk olarak inandırdı
Tanrılar diye bir soyun varlığına insanları. (88 B 25)

(K ritas’ın İsparta devleti’nden)

(însan eğilim i üzerine) Doğal insanın doğuşuyla


başlıyorum. Vücut nasıl en iy i ve en kuvvetli olabilir?
Babası idman yapar, iy i yer ve vücudunu katlanmaya
alıştırırsa, dünyaya gelecek olan çocuğun anası vü­
cutça sağlam ise ve idman yapıyorsa.** (İsparta’da böy­
led ir.) (88 B 32)

Simonides**

Resim sanatı susan bir şiir sanatı, şiir sanatı konu­


şan bir resim sanatıdır. (Plutarkhos, Atinalüarın ünü
üzerine 3)
Antik Felsefe 207

A dı bi linmeyen bir sofist, ahlâkın


g ö r e l i o l u ş u üzerine**

İy i ve kötü. — însan hayatından yem e, içm e ve


cinsel sevgiyi ele alacağım. Bunlar hasta olan için kö­
tüdürler, sağlam olan ve ihtiyacı olan için ise iyi. Sonra
bunlarda ölçüsüzlük ölçüsüzler için kötü, fakat bun­
larla ticaret yapan için iyi. Sonra hastalık onu çeken­
ler için kötü, hekim- için ise iyidir. Sonra ölüm, ölenler
için kötü, tabut ve kefen satanlarla mezar kazıcılar
için iyi. Savaşta — en yeni olayları daha önce söyle­
mek gerekirse — Lakedaim onia’lıların Atinahlarla müt.
tefiklerine karşı kazandıkları zafer (İs. ö. 404) Lake-
daimonia’lılar için iyi, AtinalIlarla m üttefikleri için kö­
tüdür. Hellenlerin Perslere karşı kazandıkları za fer
(Is. ö. 480) Hellenler için iyi, P ersler için kötüdür. Son­
ra îlion ’un alınması Akhaiolar için iy i idi, T ro ia ’lüar
için kötü.

Güzel (yakışık alan) ve çirkin (yakışık alm ıyan).


Kadınların evde yıkanmaları yakışık alır, P a la istra ’da
ise yakışık almaz. Fakat erkekler için Palaistra v e
Gymnasionda yakışık ahr ...Kendi erkeği ile yatmak ya ­
kışık alır, bir yabancı erkek ile ise hiç yakışık almaz.
Erkek için de kendi karısı ile yatmak yakışık alır, ya ­
bancı bir kadınla yakışık almaz. Süslenmek, üstübeç sü­
rünmek, altın takınmak erkeğe yakışmaz, kadına ise ya ­
kışır. Dostlarına ’ yilikte bulunmak yakışık alır, düşman,
lanna yakışık almaz. Düşmanların önü sıra kaçmak ya­
kışık almaz, koşu yerinde rakiplerin önünde yakışık
alır. Dostları ve yurttaşları öldürmek yakışık almaz,,
düşmanları ise yakışık alır... Thrakialılarda kızların ten­
lerini iğneyle işlem eleri bir süs, başka m illetler­
de ise iğnelem e kötülük edenler için bir cezadır.
Iskitler için öldürülen adarmn kafasmm derisini yüzmek.
208 W alther Kranz

bu deriyi atının ön tarafında taşımak, kafatasını ise al­


tınla kaplajap onunla içmek ve tanrılara içki saçmak gü­
zel bir âdettir. Hellenlerde ise hiçbir kimse böyle yapan
biriyle aynı eve girm ek bile istemezdi. M assagetler‘“ ana
babalarını öldürüp yiyorlar, ve çocuklarının karnına gö.
mülmeyi en güzel m ezar sanıyorlar; biri bunu Hellas’da
yapsa yurt dışına atılır, çirkin, korkunç işler yapmış biri
olarak sefilce ölürdü... Öyle sanıyorum ki biri çıkıp da
bütün insanlara yakışık almayan şeyleri — herkesin böy­
le bildiklerini — biraraya getirm elerini buyursa, son­
ra da bu yığından yakışık alan şeyleri — herbirinin
öyle sandığı — almalarını söylese bir tek şey geri kal­
maksızın hepsi hepsini paylaşırlardı. (90. 1. 2)

N o t l a r :

1. Eupolis Protagoras’m çağdaşı olduğundan lyonya ken.


ti Teos’u onun yurdu, A bdera’yı da ilk ortaya çıktığı şehir
olarak kabul etmemiz gerekecek. — 2. Yıkılm ış olan Syba-
ris’ln temelleri üzerine Tarent körfezinde Perlkles tara­
fından kurulmuş olan Thurioi Hellen örnek kolonisi ola­
caktı ; bu kentte Empedokles ile Herodotos da bulunmuş­
lardır. Protagoras’ın o zam anlar ne kadar sayıldığını ka-
nun-yapıcı olarak onun seçilmesi gösteriyor. — 3. Dialog
431 yılı çevresinde geçiyor, yazılış aşağı yukarı İs. ö. 390
dadır : bu dialog’da Platon büyük sofistin meziyetlerini ve
kusurlarını aynı sanatla anlatıyor. Bu dialogu tamamen
okumalıdır. — 4. Bu — elbette güvenilir olmayan — bütün­
leme önceki cümleden çıkmaktadır. — 5. ‘Bütün şeyler’
ile Protagoras hem şeyleri, hem de şeylerin niteliklerini
kasdediyor. ‘İn san ’ sözünün genel değil de bireysel olarak
kullanıldığı Platon’un tutum ve eleştirisinden anlaşıhyor.
Bu cümleler ‘D oğru’ yahut ‘Yerevurucu sözler’ adlı ese­
rinde idiler. — 6. Bu söz ancak soysuzlaşan sofistlik dev­
A ntik Felsefe 209

rinde kötü işi iyi olarak göstermek gerek şeklinde an la­


şılmıştır. — 7. Platon’daki Protagoras’ın bu sözün­
de (p. 322) kanun-koyucu Protagoras’ın konuştuğmıu gö­
rüyoruz. — 8. Protagoras ilk G rek gramercisi i d i ; ‘doğru
konuşma’ adlı — tamamen kaybolmuş — bir eser de yaz­
mıştır. — 9. karş. yuk. böl. X III, not 16 — 10. Tam am en
Platon gibi düşünülmüş ; matematik sonsuz olarak hep
aym kalan şekillerin öğretisidir. — 11. Protagoras şu şe­
kilde sonuç çıkarıyor: Duyu dünyasında hiçbir teğet dai­
reye tanım ın istediği gibi yalnız bir noktada değmez. H al
buki bütün bilgilerin kaynağı duyu dünyasıdır. İm di te­
ğet hakkındaki matematik önermeleri genel olarak geçer
bilgi olarak kabul edilemezler. Platon bunun tersine yürü­
yerek — ve doğru olarak — sonuca varıyor : Gerçekte du­
yu dünyasının hiçbir teğeti daireye yalm z bir noktada
değmez. Fakat teğet tanım ından çıkarılan teğet hakkın­
daki önermeler genel olarak geçerlidirler. Şu halde bu­
nun hakkındaki bilgi duyudan çıkmamaktadır. Tam am en
aynı kavga nedensellik kanunu İçin D avid Hume ile K an t
arasında geçmiştir - 12. Sicilya’nın doğru kıyısındaki
L e o n tin o i; Polos’u biz Platon’un G orgiasından tamyoruz.
— 13. Elbette çok küçük olmalı. — 14. Euboia adasındaki
Khalkis Leontinoi kentinin a n a s ıy d ı; halkı AtinalIlar gibi
ioniyalıydı. — 15. B u 1000 drakhm i eder, o zam an için pek
büyük bir para. — 16. Augustus zamanında. — 17. Veri­
len sayı 105 ile 109 arasında değişiyor. — 18. G orgias’ın
üç cümlesine sadece keskin bir düşünüşle fikirleri açma
malzemesi gözüyle bakılm ahdır ; bu serme ve açmayı bi­
ze çeşitli şekillerde günümüze kalmış tanıtları gösteriyor.
Son cümle ise bugünkü felsefede de ele alınan şu güç so­
ruyu kapsam aktadır : genel olarak bir insanı başka bir
insanın anlam ası ne dereceye kadar olabilir? — 19. P la ­
ton’un G orgias dialogunun bütün birinci kısmı G orgias’ın
karakterini ortaya koyar, bunun için okunulması gerek­
tir. — 20. V a r olmak ile görünüşte olmak için bak. P ar-
menides, böl. V III. — 21. Gözbağlıyan yahut bağlam ayan
aktördür, gözübağlanan yahut bağlanm ıyan seyirci. —
22. A tin a’da İs. ö. 5. yüzyıl sonlarında Antiphon adında
210 Walther Kranz

birçok kimseler var ; bunlar arasından birini seçmek güç.


Burada konuşan, eseri o zam anın bütün bilgisini ele alan
biridir ; bilgi teorisini ilkeler öğretisini, bunlar arasında
ayrıca matematiği, fiziği, antropoloji ve etik’i. — 23. An.
toteles hesaplaşıyor. — 24. Aşağıdakilerle daha önceki ku­
şaklarının adalet ve kanun karşısındaki tutum ları için
bak. Hesiodos, böl. I I I not 1, Herakleitos, böl. V I I not 5.
21. — Aşağıdaki bütün parçalarda doğanın grekçesi phy-
sis, kanun ve törenin grekçesi nomos’tur. — 25. Arddan
gelen sayıp dökmede alayci-acı bir edâ var. — 26. O de­
virde sık sık ele alınan bir kitaptan kalmış olan kırıntı­
lar buna dokunmuyorlar. — 26. O devirde sık sık ele alı­
nan bir kitaptan kalmış olan kırıntılar buna do­
kunmuyorlar. — 27. Eski çağ için nadir, yeni za­
m an için alışılmış bir anlayış. — 28. Y azarın bu öğretiyi
‘Doğa hukuku’ öğretisiyle nasıl birleştirebileceğini bilmiyo­
ruz. — 29. Elisli Hippias’ın karakteri Platon’un onun adını
verdiği iki dialogunda belirtilmiştir. Alkidam as G orgias’ın
öğrencisiydi, belki Lykophron da. — 30. K allikles’i biz yal­
nız Platon’un G orgias dialogundan tanıyoruz; yaşamış ol­
duğundan şüphe edilemez. Onun düşünce arkadaşı Platon
evlet kitab I ’deki Thrasym akhos’dur; ondan önemsiz şeyler
kalmıştır. Platon’un p. 338’de ona söylettiği: ‘H ak daha kuv­
vetlinin çıkarından başka bir şey değildir’ karakteristik
sözü de Kallikles’in olmalıdır. — 31. Kallikles’in ve Thrasy-
makhos’un düşüncelerinden birtakımını, meselâ Efendl-
köle ahlâkı karşıtlığını Nietzsche etikine almıştır. Fakat
Nietzsche için içgüdü hayatına hâkim olma onun özlediği
yüksek insan tipinin temel koşuludur, K allikles’in ideali
ise efendi insanın bağsız sınırsız haz hayatıdır. Fakat Re.
naissance’in homo singolare yahut unico’su ile Kallikles’­
in kudret insanı arasında şüphesiz içten bir akrabalık
var. — 32. Asıl insanlara ve bir şeye hizmet etmede insan
İçin en yüksek m utluluğun saklı olduğunu her devirde
büyük adam lar duymuşlardır. — 33. B u rada sözde b a ğ ­
lantısız efendi - insanın bağlantılılığı açıkça görünüyor.
— 34. Keos adasından olan Prodikos sofist olarak Atina’­
da faaliyette bulunuyor (karş. örneğin Platon, Plotagoras
Antik Felsefe 211

p. 315 dev.) : Ksenophon ‘Sokrates anıları’nda onun He-


rakles yolağzında adlı güzel m asalını anlatır. Herakles
güç erdemi (arete), yahut rahatça zevk içinde yaşamayı
(hedone’yi) seçecektir. Kritias, Platon’un amcası, İspar­
ta’nın hayranı ve 403 yılında A tin a’daki 30 tyrandan bi­
riydi. B urada her ikisinin dinin doğuşu hakkındaki düşü,
nüşleri biraraya getirilmiş. — 35. D in tasavvurlarının
burada olduğu gibi akılcı bir açıdan açıklanm alarına 18.
yüzyılda da rastlanıyor. — 36. Bugünün düşünüşüne göre
de en eski din tasavvurlarının doğuşunda çiftçiliğin bü ­
yük önemi olmuştur. — 37. K ritias düzyazı olarak felsefi-
politik yazılardan başka manzum eserler, bunlar arasında
üç tragedia ile bunlara bağlı dörüdüncü parça olarak
‘Sisyphos’ yergi oyununu, yazmıştır. Sisyphos mythosda en
kurnaz insandır. — 38. M odern rationalism ’in de dini bel­
li erekler için bulunmuş bir şey olarak anlam aya kalkıştığı
olmuştur. — 39. Bununla Platon’un ‘Nom oi’ kitab IV p. 721
deki düşüncelerini karşılaştır. — 40. D ah a İs. ö. 468 yılın­
da ölen bir şair olan Simonides’de sofist düşünceleri bulu­
nuyor. A nılan söz için Lessing «G re k Voltaire» inin göz
kam aştıran antithes’i diyor ; bu antithes Lessing’in La.
okoon’u için çıkış noktası olmuştur. — 41. Protagoras’a
göre 400 çevrelerinde A tin a’da yaşamış olan fakat dilin­
den de anlaşıldığı üzere Atinalı olmıyan adı bilinmeyen
bir sofist derlemesine ‘çifte söyleyiler’ adını veriyor. Bu
eser derine inmemekle birlikte önemli sorunları kapsa­
maktadır. — 42. İskitlerden göçebe bir boy.
X VI. T R A J E D İ Y O L G Ö S T E R İ C İ VE
F E L S E F E N İ N A R D I L I O L A R A K

Trajiklik insan zekâsıyla uzlaşturılamayan karşıt­


lıktır. İnsan dünyasının bu gibi trajik karşıtlıklarla do­
lu olduğunu Atinalı Aiskhylos (525-456) ortaya koymuş,
aynı zamanda bunu sanatlı-ulu bir şekilde betimlemiş­
tir. Avrupa trajedisinin yaratıcısı odur. Bu trajik kar­
şıtlığı o Zeus’la Prometheus arasında olduğu gibi, nesil­
lerin birbiriyle olan ilişkilerinde, Agamemnon ile K ly-
taim estre gibi ayrı karakterdeki tek tek kişilerin iliş­
kisinde, fakat aynı zamanda ana ve babanın oğullarına
karşı ileri sürecekleri ayrı ayrı hak iddiaları arasındaki
objektif çatışmada, hatta daha genel olarak iy i ile kötü,
haklı ile haksız arasındaki insan dünyası boyunca uza­
nıp gelen karşıtlıkta buluyor. Bütün bu kavgaları şair
bize mythik öykü kılığına bürünmüş olarak ve çok ke­
re kendi düşüncelerinin ve duygularının bir anlatım
aracı olarak kullandığı koro şarkıları yoldaşlığında do­
kunaklı bir şekilde gösteriyor. Fakat daima Aiskhylos’-
un trajedisi insanların bu karmakarışık işlerinin gece­
sinde aydınlatıcı bir ışığa kavuşmağa çalışıyor. Bütün
kuşkulara, kara kara düşünmelere rağmen, yüreği tan­
rıya karşı güvenle dolu olan bu şair uzlaştırıcı iyi - yü­
reklilik ile sevgide, sonra yetingenliği ve ölçülülüğü el­
de etm eğe çalışmanın bu karşıtların ötesinde bulunan
bir ahlâkî yükseklik kurdukları inancında aranılan çözü.
214 W alther Kranz

mü buluyor. Bu yüzden bütün dram trilo jileri uzlaş­


m ayla sona eriyorlar. Aiskhylos’un bu fe ls e fî dinliliği
elbette genellikle Atina halkmmkinden daha derin bir
dinlilik idi.
Buna karşılık Atina’nın ikinci büyük trajedicisi
Sophokles (495-405 çe vr.) bütün bütün ana yurdunun
din inancına bağlıydı. Onun için tanrıların cevabı, ra ­
hiplerin sözü, eskiden gele-duran ibadet, tanrılar
mythos’unun kuşaktan kuşağa geçen şekli, dinin asıl
varlığıyd ı ve buna dinlilikle kendini verm ede o eudai-
monia’yı. hayattayken ve ölümünden sonra övülmesine
yol açan bu iç mutluluğu görüyordu. Bütün olup biten­
ler, hatta K ral Oidipus’un yıkılışı gibi en tüyler ürper­
ticileri bile, onun için tanrıların dileği ve bundan dolayı
iy i idi. Eskiden beri kutlu sayılanı, ezelden beri kendini
gösteren tanrı kanununu ve tanrı adâletini temelinden
sarsan sofist aydınlanma ruhunun kendi zamanındaki
eylem lerini öfkeyle karşılıyordu. Tanrı karşısında in­
san ne kadar küçük ve değersiz bir varlıktır. İşte Sop-
hokles’in trajedisi asıl bunu bilmenin insanı bütün ya­
şayışında alçak gönüllülüğe zorlaması gerektiğini öğre­
tiyor.
Euripides bambaşka bir insan (485-406 çevr.) Bü­
yükçe bir kitaplığa kendi malım diyebilen ilk Grek olan
şairin ruhu yeni düşünce akımına tamamıyle açık bu­
lunuyordu. Daha eski çağda ona «sahnenin filozofu » adı
verilm işti, çünkü o eserlerinin kişilerini, hatta kadın­
la rı ve köleleri, hemen nerdeyse filo zo f gibi konuştu­
ruyor, bugün onun dramlarına haklı olarak «düşüncele­
rin savaş m eydanı» deniyor. Çünkü_ Euripides yeni so-
fistik hitabetin öğrencisi olarak çok kere keskin bir şe­
kilde birbirinin karşısına çıkarılan söyleyi ve karşı -
söyleyilerle güç konuları açıp sermektedir. Euripides
Anaksagoras’ın saygı duygularıyle dolu bir öğrencisi­
Antik Felsefe 215

dir (b. yuk. s. 5). Ksenophanes’den, ApoUoniah Dioge-


nes’den ve birtakım sofistlerden fik irler ahyor. Zama­
nının bütün sorunlarını derin - anlamlı fakat sade olan
eski mythos’a yerleştiriyor : evlilik ve cinsel sevgi so­
runları .eğitim ve doğru yaşayış, şehir - devlet (polis)
in bütün dünya ile ilişikliği sorunları, köleler sorunu
v.b. Fakat her şeyden önce Euripides’in tutkuyla üze­
rinde durduğu konu Ksenophanes’den beri Grek düşün­
mesini uğraştıran büyük sorundur : dinle ahlâkın ilişki­
si. Yeni bir psikoloji onun dramlarında insan ruhunun
derinliğine dalıyor, ilk defa olarak kadın ruhuna dalıyor
ve kötü, hatta patholojik olan ustaca tanınıp betimleni­
yor. Bu sanat gerçeği arıyor, mythos’un örtüsü altın­
da bile hayatı nasılsa öylece, çıplak ve gerçek olarak
göstermek istiyor. Bilim le sanatın burada anılmıya de­
ğer bir birlik kurduklarını görüyoruz : aklın hep derine
inmek isteyen eleştirisiyle durmadan çalışan, artık
Aiskhylos ile Sophokles gibi birlikli bir din inancında
dinlenme bulamayan şaû'in kendisi zamanın «aydmlan-
m ış» insanlığmm dokunaklı bir örneğidir.

Aiskhylos

T a n rı ve insan

Zeus aither’dir, Zeus toprak, Zeus gök,


Zeus gerçekte evren ’dir ve bundan daha yüksek olan.*
(F ra g . 70)

(S evgi Tanrıçası konuşuyor :)*


216 W alther Kranz

Arzular saf gök toprağa sokulmayı,


Arzu yakar toprağı, diler olsun düğünü.
Y aş dökülüp taşan gökten
Bereket saçar toprağa : doğurur o da insanlara
Sürüler otlağı. Dem etler m eyvesi,
E rdirir çiçek çağına ağaçları
Birleşm e sesli ; hep benim bunların sebebi. (F ra g . 44>

Zeus,’ kim olursa olsun, hoşlanıyorsa


Bu adla çağırılmaktan,
Bunu esirgem eyeceğim ondan.
Bulamıyorum benzerini
Tarttığım halde her şeyi.
Bir Zeus karşımda, yüreğimdeki yararsız yükten
Kurtulmak gerekince gerçekten.
Yok o vaktiyle hükmeden,’
Kuvvetten azan, korku bilmeyen,
Olmayarak «varm ış» diyen.
Ardından gelen de göçtü
Bularak kendinden daha güçlü,
Zeus’un zaferini yürekten öven,
Odur aklın bütününe eren.
Zeus’dur insanlara akıl yolunu gösteren,
«Acıdan öğrenm e» kuralım
A ntik Felsefe 217

H er zaman için koyan.


Siner uyku yerine yüreğine
Fenahk-bilen acı, dikbaşlıyı da
Bulur sağ-düşünce ;
Olur yumuşadıkları tanrıların
Kutsal dümenine sertçe hükmederlerse de dünyanın.*
(Agamemnon 160)

E y kutluk aither ve siz tez-kanath yeller,


Irmakların suları, denizin dalgalarının
Sayısız gülüşmeleri, her şeyin anası toprak.
V e seni çağırıyorum, ey herşeyi-gören güneş yu varlığı:
Görün neler çektiğim i tanrılardan-tanrıyken.' (Prom .
88)
Bakın nasıl haksızlıklar çektiğim e’

E y anam ulu toprak, ey herkes için olan


Işığ ı çeviren aither. (Prom . 1091)

Aiskhylos’da Thetis kendisinin düğününde ApoUon’-


un şarkı söylediğini anlatır ve :
218 W alther Kranz

«Bana çocuklardan yana mutluluk müjdeledi,


Hastalık görm eyeceklerini, uzun ömürlü olacaklarmı.
Bütün bunları söyleyip mutlu kaderimi
B ir paianla övdü, sevindirdi beni.
Ben de umuyordum Phoibos’un kehânet sanatıyla
Taşan tanrılık ağzından yalan çıkmayacağını.
Kendisi terennüm etmiş, kendisi sofrada bulunmuş
Kendisi bunları söylemişken öldüren o oldu
Benim oğlumu»* der. (Platon D evlet II. p. 383)
Tanrı suç yaratır insan için
Yıkm ak isteyince bir e v i büsbütün.* (Platon D evlet II-
p. 380)

İnsanlar arasındaki çoktan söylenmiş eski bir söze göre


B ir kimsenin büyüyüp artan refahı
B ir çocuk, bir m irasçı yapar kendine ;
İşlerin rast gitmesinden de soy için
Doym ak bilmeyen sefalet türer.
Ötekilerden uzağım, kendi düşüncemle yalnızım :
Dinsizce işin ardından kendine benzer
Birçok başkalarını doğurduğu doğrudur,
Doğru-âdil evlerin güzel-soylu kaderdir mirasçısı.’*
(Agam . 750)
A ntik Felsefe 219

Kötü düşünceli olmamak ; işte tam-ımn en büyük ar-


m ağam ." (Agam . 927)

B ir kimse kendisi gayret ederse Tanrı da girişir işe “


(P e rsler 742)

(Tan rı konuşuyor ;)

Seni (güç amnda) yalnız bırakm ayacağım .” (Eum. 64)

însan hayatı

Z avallı insanların işleri. Mutluluklarım


Bir gölge çevirebilir ; mutluluklarıysa
Unutulur yaş süngerin sildiği resim gibi.
İşte buna ötekinden pek daha çok acıyorum.” (Agam .
1327)

(Babanın hakkıyla ananın hakkı arasmda kavga) “

Kan-tanrısı kan-tanrısıyla, hak hakla ç^p ışa ca k . (Kho-


eph. 461)

Bu iş bir ölümlünün hüküm verebileceğini sanmıyacağı


kadar güç. (Eum. 470)
220 W alther Kranz

Bazan korku veren şey de iyidir,


Yürekte gözcü olarak
Oturup beklemesi gerekir ;
Y ara rlıd ır dar durumda düşünceli olmak.
Hangi insan, hangi devlet
Yüreğini beslemezse tanrı korkusuyla.
Hakkı saymakta devam eder?
N e hiçbir başa bağlı olmayan hayatı
Ne de zor altındaki uşaklığı öv.
Herşeyin ortasına Tanrı verir Başarı,”
Bunu bu, şunu şu yola çevirse de.
Uygundur söyleyeceğim şu söz :
îmansızhğın çocuğudur gerçekte küstahlık.
Yürek sağlıhğından gelir herkesçe özlenen.
Tanrılardan dilenilen bereket.
H er işin içindir şu sözüm :
Mihrabını say hakkın ;
Kazanç gözetip çiğneme onu dinsiz ayağınla
Geç kalmaz cezası zira. (Eum. 516)

Haykır vah vah diye! Yalnız sonunda iyilik yene.”


(Agam . 121)

S o p h o k l e s

Tanrının işleri

Daima iy i otururlar Zeus’un zarları. (Fi-. 809)


A n tik Felsefe _______________ ^

Bu acılardan hiçbiriy o kki Zeus olmasın. (Trakhin-


1278)

Ben bu alın yazısını da, bütün ötekilerini de


Tanrıların düşündüğünü söyliyeceğim insanlara.
Aklına bu düşüncem uygun gelm eyen varsa
O kendi inancına bağlansın, ben de buna. (Aias, 1036)

BUgedir ancak tanrıları sayan kişi


Onlarda olsun gözün her zaman, a yrıl deseler bile
Hak yolundan, git gösterdikleri yere,
Hiçbir şey kötü değildir tanrılar rehberiyse.” (F r. 226)

Ö ğrenilecekleri öğreniyorum, arıyorum


Bulunacakları, yalvarılacakları da tanrılardan diliyo-
rum.‘* (F r. 759)

Adâlet ve Kanun

N e Zeus’du bunu bana buyuran.


N e de ölüler-tanrıları yanındaki Adâlet hatun
Böyle kanunlar koydu insanlar için
N e de sanıyorum senin yasaklarının
Tanrıların yazılmamış hiç-yıkılmaz kanunlarmı
222 Wcdther Kranz

B ir ölümlü olan bana çiğnetecek gücü olduğunu.


N e bugün ne de dündendirler, daima vardırlar,
Daima olacaklar, bilen yok nereden çıktılar. (Ant. 450)

Toprağın kanunlarını yerine getiren


Tanrıların yeminle korunan adaletini güden.
D evlette baş üstünde tutulur ; yeri yoktur
Güzel olmayandan nasip alanın küstahlığı yüzünden.”
(Ant. .368)

Dilerim kaderden bahşetsin bana


Kutluk saflık bütün sözlerimde
Bütün işlerimde ; başlarımız üstündedir
Bunun kanunları, göğün aitherinde
Yaratıldılar, bir Oiympos’u tanırlar
Baba olarak onlar, doğurmadı
Ölümlü insanların yaratılışı
Onları, görmedi başlarını
Unutmanın kucağı.
Ulu bir tanrı onlarda yaşar, bilmez kocamayı.

Kim ki eliyle yahut diliyle


Tutar hadsizlik yolunu,
Adaletten korkmayıp.
Tanrı duraklarını hiçe sayıp,
A ntik Felsefe 22?

Zalim bir kaderin düşsün o pençesine


Kazancını doğru yolda kazanmazsa
Dinsizce işlerden geri durmazsa
Varırsa şaşkının eli dokunması-yasağa.
Var mı bu durumda tanrıların oklar mı
Savıp koruyacak canını?
Övünmeye değerse böyle işler
N eye İlâhiler, neye âyinler?^' (Oidip. 863)

iy i düşünceli ve haklıyı düşünen bir ruh


Her sofistten daha güçlü bir bulucudur.^ (F r. 97)

Her şey güçleşir, can sıkar, bırakıp da bir kimse


Kendi yaratılışını, kendine uymayanı işlerse.^’ (Philok.
902)

İnsan h a y a t ı ’'

Vah ölümlülerin nesilleri!


Nasıl da hiçle bir tutuyorum
Yaşayan sizleri!
Hangi, hangi insan
Mutluluğa erişti
224 W alther Kranz

Kendini kandırdığından daha çok


V e kurtuldu kendini kandırmaktan?
Seni örnek olarak gören
Senin korkunç ta lM n i, senin
E y yeryüzünü taşıyan ve yeryüzünde tatıtı olan,"
İnsanların hiçbirini. (Oidip. 1168)

(Oidipus hayatının sonunda söylüyor : )**

Yapmaktan çok çektim işlerimi. (Oidip, Kolon. 266)

E u r i p i d e s

T a n r ı

Çeşitlidir esrarlı tanrılığın şekilleri.^

E y yeryüzünü taşıyan v e yeryüzünde tahtı olan,*’


Kim olursan ol, ey bilinmez, anlaşılmaz varlık
Zeus yahut doğadaki zorunluluk ya da ölümlülerin ruhu,
Sana yalvarıyorum . Şensin çünkü ölümlülerin her şeyini
Sessizce dolaşarak doğru yolda yürüten. (Troad. 884)

Ulu toprak ve göğün aitheri“


Antik Felsefe 225

İnsanlarla tanrıların yaratıcısı beriki,


Nem saçan yaşlık dam lalarım öteki
Alıp doğurur ölümlüleri,
Doğurur hayvan soylarını, bitkileri ;
Haklı olarak bunun için
Sayılır o anası herşeyin.
Toprağa geri dönerler
Topraktan doğan şeyler,
Aither’in doğurtucu gücünden gelenler de
Göğün yükseklerine uçarlar yine.
Ölmez hiçbir şey meydana gelmişlerden
A yrılır bu ondan, şu ötekinden.
Şekildir sadece değişen. (F r. 839)

Söyler elbette biri, gökte tanrıların bulunduğunu."


Yokturlar, yokturlar. İnsanlar arasından bir budala
Çıkıp da eski masalı tekrarlarsa, o başka. (F r. 286)

Tanrılar çirkinlik işlerlerse tanrı denmez onlara.*" (F r.


292)

Erdemde üstünüm bir ölümlüyken büyük tanrıya...


Budala bir tanrısın ya da âdil değilsin.’ * (Herakles 342)
226 W alther Kranz

Töreye uyarak tanrılara inanıyoruz.” (Hek. 800)

Uzun zaman âdet olan «eb ed î» ve «doğadan gelm e» dir.


(Bakkh. 895)

t n s a nlt k
K im biliyor, ya yaşamak (gerçek te) ölmek
Ölmede de (gerçek ) yaşamak sayılıyorsa aşağıda." (F r .
638)

Bütün hava kartala geçit verir


Bütün dünyfc yav^z kişiye yurt olur.“ (F r . 1047)

(Mfcieia styliyor)

Farkındayım yapacaklarm m fenalığımn.


Oyuncağı aklım kabaran hrslarunın.® (M ed. 1078)

N e çirkindir, yapanlara böyle gö^nezse?** (F r. 19>

Neden geleceği-bildirenlerin tahtuida oturarak


Antik Felsefe 227

Yemin ediyorsunuz tanrıların dileğini iyice bildiğinize?


Böyle düşüncelere yetmez gücü insanların.
Tanrılar üzerine bilgim var diye övünenin
Koşarak kandırmaktan fa zla bir şey değildir bildiği.
Önceden düşünüp hesaplamak en iyisidir bilim lerin.”
(F r. 795)

İy i soylu insan
Katlanır ne yazarsa tanrılar sesini çıkarmadan-’® (He-
rakl. 1227)

(Ölümü arayacak kadar mutsuz olan

H erakles’in sözü)

Yeneceğim ölüm düşüncesini. (Herakl. 1351)

Mutludur denizdeyken kopan fırtınadan


Kurtulan, limana varan,
Mutludur acıla rı yenen de.”
B iri ötekine herhangi bir şekilde
Üstün olabilir zenginlikte, kudrette.

Sayısızdır hâlâ insanlar için


Üm itler, birtakımı
228 W alther Kranz

G etirirler beklenen mutluluğu,


Başkaları aldatırlar insanı.

Bugün’ünü kim ki neşeyle yaşar


Mutludur o, mutlu. (Bakkh. 902)

N o t l a r :

1. Heliadlar trajedisinin bu fragm ent’I (fr. 70) Alskhy-


los’un burada tıpkı Ksenophanes’de (yuk. böl. V I ) oldu­
ğu gibi tanrıyı dünyaya üstün ve hâkim olarak düşündü­
ğünü gösteriyor ; Aristoteles’in tanrı anlayışı buna ya­
bancı değildir .— 2. Danaidlerde Aphroditenin söyleyişi;
gökle toprağın düğünü çok eski olup ( I I böl. Hesiodos’u
karşıl.) burada yeni şairce bir şekilde görülüyor, sevgi
tanrısı Empedokles’de olduğu gibi kosmik bir kuvvettir.
— 3. Agam em non’dan bir koro şarkısı. Bu şarkı Aiskhy-
los’un bir theodise’si oluyor. (Başlangıcı için Homeros yu­
karda bölüm I karşılaştır.) — 4. Aşağıda Hesiodos’daki üç
tanrı soyu olan Uranos, Kronos, Zeus kasdediliyor. —
5. Bütün zorbaca ve korkunç şeyler tanrının elinde bir
eğitim aracıdırlar. — 6. D ah a genç olan tanrılar kıralı
Zeus’un, insanlara karşı beslediği büyük sevgisi yüzünden
K afkasların bir kayasına zincirlediği Prometheus’un
(mısr. 88 dev.) yakınmaları. — 7. Aynı trajedinin bitiş
sözleri. — 8. Thetis’in Apollon hakkındaki şikâyetleri. P la­
ton tarafından Devlet I I 383’de anılıp eleştiriliyor. D ev­
let II. s. 124 deki çevirisini karş. — 9. B u düşünceyi de
Platon adı geçen eser, 382’de tanrıya lâyık değil diye red­
dediyor. — 10. Agam em non’un korosu burada (h âlâ bu-
gün de bulunan) tanrının bir insanın m utluluğuna kıs­
kançlıkla bakabileceği fikrine karşı konuşuyor. Platon
(Phaidros p. 247) da şöyle diyor : «H ased tanrılar çevre­
sinin dışındadır.» — 11. T an rı her şeyi olduğu gibi, ev­
ren plânına uyarsa, insanın kötü düşüncelerini de verir ;
Antik Felsefe 229

kocasına ihanet eden katil kadın Kiytaim estra’nın kızı


Elektra «Benim kendimi çok daha namuslu ve daha te­
miz elli kıl» diye tanrıya yalvarıyor (Khoeph. 140). —
12. K ıra l D a ra ’nın Persler’deki sözleri tanrı ve insan kuv­
vetinin birbiriyle kaynaşm asım (iyi ve kötü işler yapm ak
için) gösteriyor ; aynı şeyi burada olduğu gibi çok kere
Homeros’da (karş. yuk. böl. I.) söylenmiş buluyoruz. —
13. Bu derin anlam lı ve genel olarak geçen avutm a ile
Apollon ana katili Orestes’e yardım etmeyi üzerine ah-
yor. — 14. Kiytaim estra eliyle öldürülmeden önce bilici
kadın K assandra böyle yakınıyor. — 15. Babaerkli huku­
kun temsilcisi olan Apollon ana katili Orestes için anaerkil
hukukun koruyucuları olan Eriny’lere karşı dövüşüyor. B i­
rinci sözü koro (Khoeph. 461) söylüyor, ikinci sözü Apol-
lon’un ya da Eriny’lerin lehine hüküm verecek olan tanrı
Athena. — 16. Aiskhylos’un dünya ve devlet görüşü için
temel olan bu düşünceyi Aristoteles ethika ve politikasında
kullanıyor. B u parça Eumenidlerin bir korosundandır. —
17. Agam em non’un bir korosunun bitiş sözü, bir olgu ola­
rak kötü ile, bir dilek olarak iyiyi birleştiriyor. — 18. F a ­
kat n. 30 karş. — 19. Bölüm ün 1, 4, ve 5. inci dizelerinin
hangi bağlılık içinde bulunduğu bilinmiyor (fragm ent 12.
226. 759), İkincisi bitiş sözü olarak Trakhis kadınları traje­
disinin özünü veriyor, üçüncü Aias’tandır. — 20. Her iki söz
de Antigone dram ından alınmadır. B u trajedinin konu yap­
tığı şey şudur : öncesiz-sonrasız tanrı buyruğuna, tanrı
hukukuna insan uymalıdır, tyran keyfine değil. B urada
ilk defa olarak öncesiz- sonrasız «d o ğa» hukuku ile posi-
tif denilen hukuk karşılaştırılıyor. — 21. B u ağır ve etki­
li şarkıyı sahnede Delphoi tapınağı kehaneti ile alay
edildiği zaman. Oidipus’daki koro söylüyor ; şair koroya
gayet açık olarak kendi fikirlerini anlattırıyor. 22. — Bu
fragm ent 27 de ‘sofist’ sözü ilk defa olarak düpedüz kötü
bir anlam da kullanılıyor. — 23. Bir yalanın kendini nasıl
bir durum a düşürdüğünü gördüğü zaman bu sözleri Akhil-
leus’un oğlu Neoptolemos söylüyor. — 24. B urada koro
Oidipus trajedisinin asıl anlam ını açığa vuruyor. Oidipus’-
un başına gelenler bizi tanrının anlaşılmaz dileği karşı-
230 W alther Kranz

sm da alçak gönüllülüğe götürmeli. — 25. Sophokles’in


yaşlılık eseri olan ‘Oidipus Kolonos’da trajedisinden ; bu
eser mutsuz adam ı ululaştırıyor ; korkunç işleri, babasını
öldürmesi, anası ile evlenmesi tanrının dileği ile olmuş
şeyler olarak gösteriliyor. — 26. Bu o la c a ğ ı. hisseden, es­
rarlı sözle Euripides çok kere dram larını bitirir. — 27. îlk
dize Apollonia’lı Diogenes’in hava-tanrı’sını bildiriyor,
ondan sonra gelenler ise tanrı kavram ının ne kadar prob-
lematik olduğu üzerinde duruyorlar. — 28. Y in e gökle ye­
rin düğünü hakkındaki eski mythos tekrarlanıyor, yalnız,
bu defa bir öğe öğretisi ile ilgili olarak. — 29. Kaybolup
gitmiş olan bir Bellerophontes trajedisinden. K ah ram an
kanatlı at Pegasosun sırtına binerek tanrılar orada otu­
ruyorlar mı, oturmuyorlar mı diye bakm ak üzere göğe
yükseliyor. B ir yıldırım onu aşağıya atıyor. — 30. Demek
ki burada Sophokles’dekinin tersine bir sonuç ; karş. yuk.
not. 18. — 31. Bu sözleri söyleyen, karısı Alkmeneyl Zeus’.
un aldattığı Am phitryon’dur. Şimdi de (görünüşte) oğlu
Herakles’e hiyanet etmiştir. — 32. B urada ve alttaki mıs-
rada (B akkh alar 895 :) nomos - physis sorunu ile karşı­
laşılıyor. — 33. Pythagorasca düşünce. — 34. H ippias’m
böl. X V sözleri ile karş. — 35. Sokrates içgüdünün akıl
- yetisinden daha güçlü olabileceğini kabul etm e zd i: M e-
dela ise burada (mis. 1078) kendisi için bundan söz ediyor.
— 36. Bu fragm ent ahlâkın sübjektif oluşunun en kesin
bir şekilde anlatımı. — 37. Euripides çok kere bilicilere
şiddetle çatıyor. — 38. Bu ve arddaki dizeler G rek kahra­
m anının en derin acıdan kendini nasıl kurtararak hayatı
kabule ulaştığını gösteren Herakles adlı trajediden alın­
madırlar. — 39. Bakkhaların bir koro şarkısı. Koronun
barışlı ve sessiz bir günlük hayatın m utluluğunu özleme­
sinde şairin kendi sesini işitiyoruz.
EK

Sokratet'iten önceki felsefenin


g e ç e - g e l i ş i

Platon’dan önceki fUozofların hiçbir yazısı bütün


olarak günümüze kadar gelm em iştir. U fak kırıntılarm
kaybolan bütün eserlerin yerini tutması gerekiyor ; zira
ancak daha sonrakilerdeki anmalarla orijinal sözlerden
birazını yeniden kazanıyoruz. Bu zahmetli v e güç top-
lama-işini ancak 19. yüzyılın filo lo jisi memnun edebile­
cek bir şekilde başardı. Fakat meydanda olan bir ger­
çek, bu saygı-değer düşünürlerin anlaşılmasını, yalnız
çok kere dillerinin eskiliği v e karanlık oluşu yüzünden
değil, herşeyden önce düşünce bağlılıklarının ve sırala­
rının bulunmayışı yüzünden pek güçleştiği, hatta bazen
olanaksızlaştığıdır. Platon’un dialoglarındaki kişiler ol­
dukça sık olarak, arasıra konuşmanın fikirlerine uy­
durulmuş serbest bir şekilde, eski filozofların sözlerini
anıyorlar ; Aristoteles’in okul y a zıla n bu eski yazılar­
daki düşünceleri işleyip öğretim için kulanıyorlar. îlk
olarak Aristoteles’in öğrencisi Theophrastos bütün eski
öğretilerin sistematik bir şekilde bölümlenmiş bir betim ­
lemesini «D oğa filozoflarının düşünceleri» adı altında
yapıyor ; bu eser Hermann D iels’in (1878) «Doxograp-
hi G raeci» sinde yeniden kurulmuştur, Theophrastos’a
232 W alther Kranz

bütün daha sonraki fe lse fe tarihi bağlıdır. Ondan son­


ra İskenderiye Peripatos okulu eski düşünürler için biog-
ra fik gereçler derlem eye çalışmışsa da pek sık olarak
kendini yakışık-almayan bir dedikodu düşkünlüğüne
kaptırmıştır. Bunun tanığı Diogenes Laertios’un İs. s.
3. yüzyılın malı olan ve eksiksiz olarak elim ize geçmiş
bulunan derlem e eseridir ; Thales’den hellenizm dev­
rine kadarki «Ünlü filozofların hayatı ve öğretisi» üze­
rine on kitap olan bu eserde değerli haberlerle hiç işe
yaram az olanlar karma karışık şekilde birarada bulunu­
yor. Hıristiyan yazarlar bile Hıristiyan olmayan düşü­
nürlerle dostça yahut düşmanca yaptıkları tartışm alar­
da arasıra bize eskilerin değerli sözlerini saklamışlar­
dır.
Bilebildiğim ize göre Sokrates’ten önceki filo zofla ­
rın eserlerini tam olarak okuyan son kişi, Aristoteles’in
eserlerine pek üstün açıklam alar yazmış olan, İs. s. 5.
yüzyılın değerli yeni - Platoncusu Simplikios’dur ; örne­
ğin Parm enides ile Empedokles’in en önemli parçaları­
nı onun sayesinde tanıyoruz.
K A Y N A K L A R L A Î L G Î L İ A Ç IK L A M A

K ita p ta , « A » işa retli p a rça lar Sokrates-ön-


cesi y a za r v e filo z o fla r a ü işkin h a b erleri; « B »
işa retli parçalar, on lardan doğru dan doğru ya
k alm ış p a rça la n g ö steriy o r. B un ların kaynağı,
«D ie F ragm en te d e r V o rso k ra tik e r, griech isch
und deutsch v o n H erm an n D iels, 5. A u fla g e
herau sgegeben v o n W a'lther K ran z, c ilt I v e I I ,
1934-1935» dir. Bunun d ışın daki rak kam lar, g e ­
nel k lasik b a s k ıla n b e lirtiy o r.

You might also like