You are on page 1of 235

TESİRİ

O« t Prof.

M .¥ u a d Köprülü

CTUKEN
Bizans
Müesseselerininin
Osmanh
Müesseselerine
Tesiri
Ord. Prof. M. Fuad Köprülü

Önsöz, bâzı notlara, bibliyografyaca


ilâveler ve geniş bir indeksle
yayımlayan
Dr. Orhan F. Köprülü
lndiana Ünv. Osmanh Tarihi
eski Assoc. Profesörü

ÖTÜKEN
YAYIN N U : 184
KÜLTÜR SERİSİ : 32

2. basım: 1986

Ö tüken N eşriyat A Ş.
Klodfarer Cad. 40/7 D ivanyolu-İstanbul
Kapak Düzeni: Nur ve Olcay Okan
Kapak Raskısı: Burkul O fset
Baskı: Pnlot O fset
Cilt: Y eıligün M ücellithânesi
1986
12 — İmparatorluk ve Hâkimiyet Telâkkileri ... 145
13 — Hilâl Mes'elesi 155
14 — Sâır İdari Müesseseler ............................... 163
I. Bürokrasi 165
II. Devlet Muhaberelerinde Rumca ...... 169
III. İdâri Taksimat ve Şehremaneti ......... 173
15 — Saray Âdetleri 178
I. Cülus Bahşişi ............ 179
II. Alkış Âdeti ...:......... 180
III. Umûmi Eğlenceler ve Ziyâfetler ... 18i
IV. Fetihnâmeler ...................................... 184
V. Hil’at Vermek Âdeti ............... 188
VI. Tahkir Usûlleri ............................... 189
VII. “Alay” ve "Efendi” Kelimeleri ...... 191
16 — Maddi Medeniyette ve İktisadi Hayatta
Bizans Te’siri 193
V. Bu Tetkikten Çıkan Neticeler ............................ 199
VI. Osmanlılar'dan Evvel Bizans'ın İslâm - Türk
Âlemiyle Münasebetleri ve Karşılıklı Te'sirler
Hakkında Mütalâalar ............ ...... 206
BİBLİYOGRAFYA .......... 227
.

İNDEKS .. — I ................ 243


ÖNSÖZ

Merhum Prof. M. Fuad Köprulü’nün, Bizans Müessese­


lerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri başlığı altında ve
ilk defa müstakil bir kitap halinde yayımladığımız bu
monografisinin aslı, 1931‘ae kendisinin müdürlüğü altında
neşir hayatına başlayan Türk Hukuk ve İktisat Tarihi
Mecmuası nda1 uzun bir makale halinde çıkm ıştı/ Daha
ziyâde bir edebiyat tarihçisi olarak bilinen Köprülü. Türk
medeniyet tarihinin çeşitli şûbeleri arasında Türk hukuk
tarihiyle de ciddi ve etraflı bir şekilde meşgül olmuştur.
Kendisinin şimdi bir kitap halinde yayımladığımız bu id­
dialı araştırması, Avrupa'da da büyük akisler yapmış3 ve
Osmanlı müesseselerinin Bizans'tan ve İstanbul’un fethini
takiben alındığı hakkındaki görüşleri o zamana kadar
bil* müieârife gibi kabul edilmiş olan en tanınmış bızan-
îinistierin ve şöhretli tarihçilerin ilmi mesnetten mahrum
hükümlerini sağlam bir metoda dayanarak büyük ölçüde
değiştirmiştir. İimi değeri kabul edilmiş olan bu monog­
rafinin 1953'de İtalyanca'ya tercüme edilerek'* bir kitap
halinde neşredilmiş olması da Köprülü'nün görüş ve hü­
kümlerinin daha geniş bir çevrede yayılmasını sağlamış­
tır.
F. K öprülü'nün bu monografisindeki an a fikir, Osman­
lI müesseselerinin, Bizans müesseselerinin bir taklidi ol­
mayıp. kendi an’anesi içinde geliştiğini gösterm eğe mâtuf-
tur. B urada peşin hüküm lere yer verilmeksizin h er mü-
c-srese sağlam bir tarih m etoduna dayanılarak, kendi ta­
rihî seyri içinde incelenmiştir. Köprülü, hacmi itibariyle
küçük fak at ileri sürdüğü görüşler ve vardığı neticeler ba-
kınamdan büyük bir ehemmiyet taşıyan bu araştırm asın­
da. yalnız varmış olduğu neticeleri ilim aleminin tenkid-
lerine arz etmekle de kalmamıştır. O, bu monografisinde
bir taraftan konunun genişliği, diğer taraftan evvelce ya­
pılan çalışmaların çok yetersiz kalm ası yüzünden, ileride
yapılması gereken araştırm aların hangi mesele ve mev­
zularda teksif edilmesi gerektiği üzerinde de durm uştur,
Bu husustaki görüşlerini başlıca iki ayrı kısımda ele al­
mak icap eder.
Bir bütünün daha küçük p arçalan olarak kendisinin
üzerinde çalıştığı ve yayımlamağı düşündüğü mevzular
şu n la rd ır:
Selçuklu!ann idâri teşkilâtı (s Bö); Gelibolu tersanesi
(s. 72); Tavacı tâbiri (s. 79); Orta-Zamanda İktisadi ve
Mâli Türkiye (s. 89. 93 ve türlü yerler): İran Türkleri (s.
1075; Anadolu'nun türkleşmesi Cs. 109), Hârizmşahlar dev­
letinin teşkilâtı (s. 111); Anadolu Selçuklulannın idâri
teşkilâtı (s. 1121; ıstılah olarak subaşı (s. 139); Selçuklu­
larda uc teşkilâtı (s. 141); İslâm ve Türk devletlerindeki
hâkimiyet timsâlleri (s. 149); Memlükler devleti ile Anado­
lu’nun harsi münasebetleri (s. 165); Orta-Çağ’da İslâm ve
Türk şehirlerinin teşkilâtı (s. 176): Gazneliler’in idâre teş­
kilâtı Is. 187); Osmanlı hâkimiyeti devrinde hıristiyan
teb’a İS. 200); İkİbaşlı kartal meselesi (s. 218).
Bir iki istisnası dışında K öprülünün yukarıda isimle­
rini belirttiğimiz araştırmaları ne yazık ki neşredilme-
miştir. Yayımlananları da İslâm Ansiklopedisl’nin çeşitli
maddeleri arasında kısmen dağınık bir şekilde bulunm ak­
tadır.
İkinci kısımda ise, K öprülünün genç araştırıcılara
yaptığı tavsiyeleri gösterebiliriz. O, diğer birçok araştır­
m alarında yaptığı gibi bu monografide de birçok yeni me­
seleler ortaya atarak bunların nasıl halledilebileceği hu­
susunda kendisinden sonra gelecek araştırıcılara yol gös­
termeğe çalışmaktadır. Onun bu tetkikinde, üzerlerinde
incelemeler yapılmasını istediği mesele ve m evzular yir­
miyi geçmektedir. Yerimizin m üsait olmaması yüzünden
burada bunlardan sâdece birkaç tanesini belirtm en» ikti­
fa edeceğiz.
İstanbul'un fethinden sonra, Osmanlı İmparatorlu
ğu’nun çeşitli m üesseseleri üzerinde, meselâ Saray teş
rifatında, idare teşkilâtında Bizans’ın büyük tesirler
olduğu, m üverrihler tarafından bir m ütearife gibi ka
bul olunmuştur. Busbec, daha XVI. yüzyılda bazı Os
manii âdetlerinin, m eselâ alkış âdetinin, Roma âdet
lerinden alınmış olduğunu kaydettiği gibi*, XVII. yüz
yılda Pietro Della Valle de aynı görüşü te k rar etmek
te, ve h attâ, Türklerin kendilerini Romalıların takip
çisi ve vârisi addettiklerini söylemektedir.2 Klâsik kül
türe yabancı olmayan Busbec ve Della Valle’nin bu
müşâhedeleri, Türkler üzerinde Bizans tesiri mesele
sinin, yüzyıllardanberi göze çarpmış olduğunu göste
ren delillerden biridir ; ve şüphesiz ki, daha XIX. yüz
yıldan evvel bu gibi birtakım müşâhedelere rastlana
bilir.
F akat, bu gibi m ünferit müşâhedelere dayanan
benzetişlerden başka, bazı Osmanlı muesseseleriyle
Bizans m üesseseleri arasında bağlar kurulmasını ön­
ce Leunclavius (Löwenklau)’da buluyoruz. Osmanlı ta ­
rihinin bu eski m üverrihi Annales Sultanorum, Othma-

1 Letters du Baron de Busbec, traduit p ar De Foy.


Paris M.D.CC.XLVII. c. 1 s. 36.
2 Voyages de Pietro Della Valli, Rcmen MDCCXLV
% I. S. 207-208.
nidarum (Francoforte, 1596) adlı m eşhur eserinin so­
nuna ilâve ettiği, Leonclavii Pandectes historiae Tur-
ciae'sm da birtakım Osmanlı m üesseseleriyle Bizans
müesseseleri arasında m ünasebetler bulmuştur.
Sonraları Du Cange onun kaydettiği bu gibi benze­
yişleri Glossarium ad sepiptores m ediae et infimce
graeciiatis (Lugduni, 1688)’de te k ra r eylemiştir.
XIX. yüzyıl zarfında gerek Osmanlı gerek Bizans
tarihleri hakkmdaki te tk ik ler ilerledikçe, Osmanlı
İm paratorluğu’nun S aray âdetleri ve idare njüessese*
leriyle Bizans m üesseseleri ve te şrifa t usûlleri arasın­
daki benzeyişler daha açık ve daha umumî bir şekilde
dikkati çekmeğe başladı. H akikaten, Bizans hukuku ta­
rihinin büyük üstadı Z achariae von Lingenthal’İn pek
haklı olarak ileri sürdüğü veçhile, Osmanlı İm parator­
luğu içindeki hukukî şa rtla rın yalnızca Türkler ta ra ­
fından yaratıldığını zannetm ek ve bunda Bizans’ın te­
sirlerini dikkat nazarına alm am ak, muhakkak bir ha­
ta olurdu.3 n . M ehmed’in, İstanbul fethinden sonra
Kanunnâme'sini neşrederek İm paratorluğun müesse-
selerini yeniden düzenlediğini ve tanzim ettiğini de
dikkate alan Ram baud. Bizans m üesseselerinin bu hu­
susta bir örnek teşkil ettiğini düşünmüş ve buna da­
ir dikkate değer cazip m ukayeseler yapm ıştır. Ram­
baud, Osmanlı İm paratorluğu teşkilâtında Türklerin
«Bağdad, K arakurum veya Pekin» saraylarından da
birçok şeyler alm akla birlikte, en çok Bizans İm para­
torluğu müesseselerinden ilham aldıkları fikrindedir:
Ona göre, Bizans’taki doğuya ve batıya mahsus iki
«domestigue des scholae», O sm anlIlardaki «Anadolu ve
Rumeli beylerbeyliklerinin m odelidir; «veztr-i-âzam*,

3 Ch. Diehl, Byzance, Paris 1019. s. 326.


€granddomestique»tiı; «kapudan paşa», «m âgaduotür;
«reisülküttab», «grandlogothSteHir; « d efterd a rla r «lo-
gothete»lerâiv; «kadı-asker», «juge du camp»dır.
Bizans ve Osmanlı saraylarını dolduran daha bir­
çok m em uriyetler arasında da böyle bir uygunluk ku­
rulmasının pek mümkün olduğunu Ram baud kuvvetle
iddia ediyor ve diyor ki: Codinus, Bizans sarayında
— sonradan Osmanlı sarayında da olduğu gibi — «çavuş­
lar», h attâ bir «çavuş başı» sonra «tercüm anlar» ve bir
«amiral» mevcut olduğunu tesbit etm işti. Yeniçerilere
dağıtılan cülus bahşişleri, R om alılardaki donativuır,’
dan başka bir şey m idir? Sultanların çıkardıkları fe r­
manlar, tıpkı o ferm anlarda olduğu gibi altınla, sürlı
ve lâcivert renklerle yazılmış Bizans Chrysobulle'lerln-
den farksızdır. Büyük m uvaffakiyetleri dost ve tâbi
devletlere litterae laureatae’lerle bildiren Rom a im pa­
rato rları gibi, Osmanlı İm p arato rla rı' da zaferlerini
/efihndm e’Ierle tebliğ etm em işler m idir? Vilâyetlerin
idaresi hususunda da Bizans them e’loTİyle Osmanlı
sancak'ları, tem lerin idaresine m em ur strateğe'ler le
sancak beyleri arasında büyük bir fark yoktur. Bizans­
lIlardaki Clisurarque’lara, turm arque’\ara hudut «dur»
ve «comfe&larına, tabiî başka isim ler altında. Osman­
lIlarda rastlanır. Stratiötai fiyeflerinin (dirlik) benzer­
leri «timar» ve ziâm ef’lerde, sipahi dirlikleri'nde görü­
lür.4
R am baud’nun, birdenbire cidden çok* açık ve çok
inandırıcı m ahiyette olan bu görüşlerine göre, Osman­
lI İm paratorluğu’nun yalnız saray âdetlerinde ve m er­
kez teşkilâtında değil, vilâyet idarelerinde, ve ordu
teşkilâtıyla pek yakından alâkadar olan toprak mesc-

4 Lavisse et Rambauıl. Histoire gânerale, c. IV. s 750-


üzerinde Arap tesiri başlayıncaya k ad a r hukuk sa h a­
sında Bizans ö rt ve kanunlarının hüküm sürdüğünü,
ve A rap tesirinin de ancak XVI. yüzyıl başında Suri­
ye, Mısır, Elcezire, Irak fütuhatıyla başladığını iddia
etm iştir.7 Bununla birlikte H. A. Gibbons Osmanlı ce­
miyeti üzerinde Bizans tesiri*nin daha İstanbul fethin­
den evvel başladığını, Yıldırım Bâyezid’in G erm iyan
beyinin kızıyla izdivacı meselesini anlatırken söylüyor;
ona göre, daha XIV. yüzyıl sonlarında Osmanlı s a ra ­
yındaki merasim, yüksek sınıfların âdetleri, kadınların
örtünmesine kadar, Bizans tesiri altında kalm ıştır; Os­
manlIlar eğer franklardan bazı şeyler aldılarsa, o bi­
le ancak İstanbul yoluyla yani Bizans vâsıtasıyla ol­
m uştur;8 yine Gibbons, sefirlerin kabulünde silâhların
alınması âdetini de — Rambaud gibi — Bizans âdetlerin­
den alınmış addetm ektedir.9 Öyle anlaşılıyor ki, Gib­
bons, Osmanh cemiyeti üzerindeki Bizans tesirlerinin,
daha İstanbul fethinden evvel başladığı kanaatindedir.
Ch. Diehl, Bizans'ın Türkler üzerindeki tesirinden
bahsederken, başlıca Ram baud’ya dayanm akla b e ra ­
ber, bundan daha cüretkâr neticelere varıyor: Onun
fikrîne göre, Türkler ne idare adam ları, ne de hukuk­
çudurlar; siyaset ilmine alâka duym ayan; se rt ask er­
dirler; bundan dolayı İstanbul’u alarak Bizans’ı m ah­
vettikten sonra, yeni devlet m üesseselerinin ve idari
teşkilâtlarının büyük kısmım Bizans örneklerini taklit
ile kurdular.10 E n son ve en ciddî batı ta rih eserlerinde,
bile, Ram baud’nun ve Diehl’in bu görüşlerinin artık

7 Aym eser, s. 80; Türkçe tercümesi, s. 62.


8 Aynı eser, s. 157; Türkçe tercümesi, s. 135.
d Aym eser, s. 177; Türkçe tercümesi, s. 155.
10 Ch. Diehl, Byzance, s. 325 - 327.
b ir dıakikat» şeklinde umumileştirildiğini,12 hattâ bazı
eserlerde daha ifratk ârân e bir surette tBizans İmpa
ratorluğulnun siyasî ve askerî müesseselerinin Osman -
It İmparatorluğu tarajm dan toptan kabul olunduğu•
görüşünün ileri sürüldüğünü görüyoruz^
Yalnız Bizans tarihiyle uğraşan bâzı ilim adamla,
n ve tarihçiler, ara - sıra, bir münasebetle, Bizans ve
Osmanh müesseseleri arasında bazı benzerlikler kur
mağa çalışm ışlarsa da, bunlar arasında Ram baud'g;
bi meseleyi daha umumî bir noktadan tetkik edenler
pek az olmuştur: M eselâ A. Mortdmann, bir makale-,
sinde «eski Bizans m üesseselerinin sadık bir timsali
olan yeni Türkiye»deki «kapı kethüdası» mevkiinin Bi­
zanslIlardaki « iv scpoecSreov »nın karşılığı oldu­
ğunu söylemişti,13 Keza A. Finlay, Osmanlı pa
dişahlarının her hafta îstanbul camilerinden biri­
ne gitmelerini, Bizans im paratorlarının her hafta gayr-:
resm î elbise ile kiliseye gitm eleri ve halkın arzuhalle­
rini doğrudan doğruya alm aları âdetiyle alâkadar gör’
müştjü,14 Bizans ve Osmanlı müesseseleri arasında ku­
rulm ağa çalışılan bu gibi benzerliklere ait misaller da
ha fazla çoğaltılabilir. E. Oberhummer, Türkler ve 0>
manii İm paratorluğu hakkındaki küçük re değerli bir
eserinde bu meseleden de biraz bahsetmiş ve dikka
te değer bâzı fikirler yürütm üştür.15 Oberhummer, Bi

11 H. Hauser et A. Renaudet, Les Dâbuts de I’Âge


ntoderne, Paris 1929. s. 393.
12 Rene Grousset, Histoire de I*Asi e, Paris 1922. c 1
s. 286.
13 Archives de I’Oricnt Latin, Paris 1881, s. 699
14 Finlay, A History of Greece from its Conquest by
the Romans to the present times, 1877.
15 E. Oberhummer. Die Türken und das Osmaaıische
zans’ın Türkler üzerindeki medenî tesirlerinin — m ese­
lâ tamamiyle olmamakla beraber kısmen sikkelerde
ve ölçülerde, sonra mimarîde, inşaata ve gemiciliğe
ait tâbirlerin iktibasında olduğu gibi —* ehemmi­
yetinden bahsetmiş, ve ayrıca hukuki ve malî husus­
larda ve idari teşkilâtında da birtakım iktibasların
mevcudiyeti hakkında evvelce ileri sürülen fikirleri hu­
lâsa olarak tekrar eylem iştir.18 Onun bu risalede en
ziyade üzerinde İsrar ettiği ve derinleştiği mesele, Os-
manlı Devleti’nin ve Osmanlı tesiri altında kalmış İslâm
memleketlerinin hâkimiyet timsali olarak kullandıkları
m ilâ h in Bizans’tan alımp alınmadığıdır; yazar bu hu­
susta etraflı tetkiklerde bulunmakla beraber, bunun
Bizans'tan alındığı neticesine varam ıyarak, eski T ürk
an’anesinde de hilâl’in mevcudiyetini ve bu hususta Bi­
zans ve Türk an’aneleri arasında bir benzeyiş bulun­
duğunu yazıyor.

Oberhummer’in çok defa fikirlerini kabul ve tek­


rar ettiği R.V. Scala, Bizans'tan Osmanlı D evleti’ne
geçen müesseseler hakkında, Ram baud’dan daha derin
ve daha dikkate değer görüşler ortaya sürm üştür. Ona

Rciclı. Leipzig und Berlin 1017 (Geograpische Zeitschrift,


XXII - XXIII) s. 53-57.
16 Onun başlıca kaynaklan R.V. Scala’nın aşağıda
bahsedilen eseri, ve kısmen de Ami Bouo'nin önce Fran­
sızca yayınlanıp son cildi 1840‘da çıkan ve sonradan Ai-
mancaya tercüme olunan -Die Europ. Türkei, 1889» adlı
meşhur kitabıdır. Bu son eserde Bizans'tan alınmış olarak
gösterilen şeyler pek sayılı olduğu gibi, yaşadığı devrin
umumi telâkkisine uyarak Bizans’ı her türlü fenalığın ve
idare bozukluğunun timsali sayan yazar, Osmanh idaresi­
nin başlıca fenalıklarını Bizans'tan alınmış gibi göster­
mektedir.
göre Selçukluların enkazı üzerinde kurulmuş olan Bey­
likler — Selçukluların daha fazla İran tesirinde kalma­
larına mukabil — Batı ile ve Bizans'la daha sıkı müna­
sebetlerde bulundular; Sanıhan, Aydın, Menteşe sikke­
lerinde bu tesir göze çarpar. OsmanlIlara gelince, bun­
lar daha Orhan zamanında Alâaddin P aşa’nın tesisa­
tıyla Batı nüfuzunu kabule başlamış bulunuyorlardı.
Aile bağlarıyla da Bizans’a bağlı olan OsmanlIların
ilk devirlerinde Bizans ve Batı tesiri o kadar açık gö­
rünmüyor. Türklerin, diğer birçok şeylerde olduğu gi­
bi, siyasî - sosyal teşkilâtta da daha eskidenberi İran
tesirinde kalmaları belki bunda müessir olmuştur.
Türklerdeki ay ve yıldız alâmetlerinde tamamiyle Sâ-
sâni tesirini gören Scala, timar meselesinde de —Ram­
baud ve takipçilerinin sathî ve acele hükümlerinden
tamamiyle farklı olarak — İran tesiri olup olmadığım
araştırıyor; ve Gâz&n zamanında yapılmış olan İran
tim ar ıslahatının OsmanlIlara bir örnek vazifesi görüp
görmediğini -ileri sürüyor. Osmanlı timar teşkilatında
batı feodalizminin tesirini kabul etmemekle beraber
Bizans’taki arazi teşkilâtıyla Osmanlı timarîarı arasın­
da bâzı benzerlik noktaları bulunduğunu — mesela her
iki teşkilâtta da timar kıymetlerinin muayyen olduğu­
nu — ileri sürerek, bu meselede Bizans tesirini kabule
ta ra fta r gözüküyor. Ona göre, Bizans arazi kanunu,
Türk hâkimiyeti zamanında devam etmiş ve Bizans
hukukunun bazı esasları Osmanlı. kanunlarına tesir ey­
lemiştir. Scala’ya göre, Bizans’ın birtakım teşkilâtı ve
gelenekleri de OsmanlIlarda devam etmiştir. İdarî teş­
kilâtın Anadolu ve Rumeli olarak ikiye ayrılması, İs­
tanbul Eparchia’sının Şehremâneti olarak muhafazası,
ellerindeki gümüş değneklerde gümüş zincirler şıkır -
dıyan, çavuşlar, çavuşbaşılar, «kanun, defterdar, güm­
rük, efendi» kelimeleri, ve inşaat ve teçhizata aiî bir
çok tabirler, sikkeler ve ölçülerin bir ktsmt hep Bizans’­
tan alınmadır. Sikkelerin Hükümdar namına basılması
meselesine o kadar ehemmiyet verilmesi, Batıdaki hâ­
kimiyet mefhumunun tesirine atfedilmek lâzımgeldiği
gibi, maliye meselesinde olduğu veçhile daimî ordu teş­
kili meselesinde ve Saraydaki hadımagalart’ndâ da Bi­
zans nüfuzu göze çarpıyor. Scala’ya göre, Osmanlı
Türkleri arasında Uzak - Doğu medeniyetinin kalıntısı
olarak yalnız «karagöz» oyunu kalmıştır. Maddî mede­
niyet hususunda, askeri, siyasî, ve sosyal teşkilâtta
mağlûp Bizans tesiri galip Türklere kendisini zorla ka­
bul ettirm iştir.17
Osmanh tarihiyle uğraşan bâzı mütehassıslar da,
Osmanlılara geçen Bizans müesseseleri hakkında bâzı
fikirler ileri sürmüşlerdir: Meselâ Netâyicul-Vuku'ât
y azan M ustafa Paşa, İstanbul fethinden sonra Bizans
teşrifat usûllerinin Osmanlılara geçtiğini, sorguçlar,
solaklar, peykler, türlü türlü elbiseler ile alayların
Bizans mirası olduğunu, hattâ efendi kelimesinin bile
rumlardan alındığını yazmıştır.** Ludwig Fekete, Os­
manh resm î muhaberatında Bizans tesiri ihtimalini kı­
saca z ik re tm işti19. J. H. Kramers, Osmanh İmparator-
luğu’ndaki ulemâ teşkilâtında Rum patrikhanesinin bir
örnek olduğunu Encyclopâdie de l'Islam ’daki bir ma­
kalesinde ileri sürmüştür.10 Jean Deny de, tim ar me­
selesi hakkında yine Encyclopedie /'İslam ’a yazdığı
pek mühim bir makalede, OsmanlIlardaki tim ar teş-

17 Helmolt, Weltgeschichte, V, s. 111-113. 124.


18 Netâyicü’l-Vukuât. 2. Basım, c. I. s. 01.
10 L. Fekete, Einf&hrung İn die Osmanisch - Türkische
Diplomatik der T&rkischen Botmaessigkeit in Ungam. Bu-
dapest 1926, s. LXVII:
20 Encyclopâdie de L'Islam, Shaikh al-lslâm maddesi.
kilâtımn BizanslIları tak lit suretiyle, hatlâ belki de
eski Bizans tim ar usulünün korunm ası suretiyle mey­
dana geldiğini, ve tim ar kelimesinin de Bizans’taki
pronoya (pronia) kelimesinin karşılığı olduğunu ispata
çalışmakladır.* -

Türklerdeki tim ar ıstılahının rum ca tim arion’dan


alındığını önce Leunclavius XVI. yüzyıl sonunda ileri
sürmüş, ve biraz sonra B audier ve daha sonra da Du
Cange bu farazıyeyi kabul etm işlerse de, V.D. Smir-
nov, bu hususta istinad edilen m etinlerin sonraki devir­
lere ait olduğunu ileri-sürerek onu reddetm iştir. 1598’de
Venedikli Lazzaro Soranzo F a rsç a « » kelimesi­
nin mevcudiyetinden bahsetm iştir ki, Hammer ve da­
ha diğer bazıları Türklerdeki tim ar kelimesinin bura­
dan alındığı fikrine katılm ışlardır. Halbuki F arsça da
tim ar kelimesi hiçbir zam an OsmanlIlardaki manâsiy-
le kullanılm am ıştır. Osmanlı tim ar teşkilâtının menşei
hususunda H am m er ve onun bâzı görüşlerini düzelten
Vorms, Belin, Tischendorf hep aynı neticeye varm ış­
lar ve bunu İslâm feodal sistem ine yani «İktâ» mesele­
sine bağlam ışlardır. İra n tesirine fazla ehemmiyet ver­
mekle beraber, H am m er’in de vardığı netice budur.
Deny, T ürk arâzi kanununda İslâm tesirleri olduğunu
ve meselâ arazinin öşriyye ve harâciyye diye bölünme­
sinin bu tesirden doğduğunu kabul etmekle birlikte, ti­
mar arazisi hakkında Osmanlı kanunnâmelerindeki
hükümlerin XVI. yüzyıl âlim leri tarafından ş e r’î esas­
larla pek zor uzlaştırılabileceğini söylemektedir. Ona
göre tim arların menşeini İra n ’da aram ak hiç doğru
değildir; Hammer, Bizans ve T ürk tım arlarının teşek­
külünü İran tesirine atfetm ekle büyük bir mübaleğa

21 Encyclopgdie de l'Islam, timâr maddesi.


ya düşm üştür. Bu üç devlette de zırhlı sipahilerin mev­
cudiyeti, te fe rru a ta âit bir meseledir. Askerî tım arla­
rın Anadolu S elçuklularında bulunup bulunmadığı hak­
kında bilgisi olmadığını söyliyen Deny, Bizans’ta oldu­
ğu gibi, Osm anlûarda da donanma hizmetine mahsus
ttm arlar olmasını, Osmanlı tim arlarınm Bizans men-
şeinden geldiğine bir delil gibi kabul etm ektedir.
Şu son senelerde P rof. Sokolov eski Osmanlı İm ­
paratorluğum da arazi meselesi ve arazi vergileri hak­
kında yayım ladığı bâzı makalelerde,21 gerek arâzi ka­
nunlarında gerek arâzi vergilerinde Bizans’ın pek kuv­
vetli tesiri olduğu fikrini m üdafaa etmektedir. Yukarı­
da görüşlerini îzah ettiğimiz çeşitli âlimler arasında
da bu fikri daha evvel ileri sürenler olmuştu; lâkin So­
kolov, Osm anlı îm paratorluğu’nda Tanzimat’tan evvel­
ki arâzi m eselesini ve bilhassa arâzi vergilerini ayrı­
ca gpzden geçirerek, onlarla Bizans devri arâzi vergi­
leri arasında daha açık bağlar kurmağa çalışmıştır.
Bu yazar, gerek arâzi kanunlarında gerek arâzi vergi­
leri sistem inde Osmanlı îm paratorluğu’nun, benzeri
Bizans m üesseselerinden ilham aldığını kabul etmekle
birlikte, sosyal ve İktisadî şartların tesiri altında bun­
ların sonradan hususi bir şekil aldığını, ihtirazî bir ka-

22 Sokolov, Zemclnye otnosenija v Turcij do Tanzi-


mata, Novyj Vostok, Moskva 1924. nu. 6, s. 93-113. Yazar
bu makalesinde, Bizans müesseselerinin OsmanlIlara tesi­
ri hakkında Bizans tarihinin tanınmış mütehassısı F. 1. Us-
penskij'nin «Socialnaja Evol'ucijai feodalizatcija v Vizan-
tij» yâni «Bizans'ta içtimai tekâmül ve feodalizasyon» adlı
eserine dayanmakta ise de, maalesef bu eseri bulup fay­
dalanmak kabil olmadı. Sokolov'un ikinci makalesi de yi­
ne. Novyj Vostok’da (nu. 8-9, 1925, s. 82-95) şu isim altın­
da çıkmıştır. Zemelno-podatneo oblozeniev Turcij do Tan­
zimat a.
yit olarak, zikretmektedir; ve umumiyetle Bizans mü-
esseselerinin Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzu hak­
kında ileri sürülen iddiaların inceden inceye esaslı bir
surette araştırılm ası lüzumunu itiraf etmektedir. Soko-
lov, şe r’ı tekâliften olan «öşür»ün, yani «onda bir nis­
petinde mahsulât vergisinin» Bizans’ta da mevcut ol­
duğunu sadece kaydettikten sonra, Osmanlı devrinde­
ki birtakım örfi tekâlifin Bizans’tan alındığını söylü­
yor:
I. Tapu resmi (ona göre bu kelime rumca topos’tan
alınmadır); II. Resm-i çift (Bizans’taki zevgarion ve­
ya zevgar karşılığı); IH. Dönüm akçesi (Bizans’ta
karşılığı vardı); IV. Sâlâriyye (Bizans’taki ippoforvi
yani at yemi vergisi karşılığı); V. Resm-i otlak (Bi­
zans’taki ennomion karşılığı); VI. Resm-i kışlak (Bi­
zans’ta karşılığı vardı); VH..Resm-i agnâm (Bizans’ta
karşılığı vardı); VHI. Resm-i ağıl (Bizans’ın mandric-
tikon’una karşılık); IX. Resm-i hınzîr (Bizans’taki X;ro-
dekatiya karşılığı); X. Resm-i kovan (Bizans'taki mel-
lisonomion karşılığı); XI. ,Resm-i dühan (Bizans'taki,
kapnikon karşılığı); X n . Resm-i arûsân (Bizans’taki
partenofforiya karşılığı); XIII. Resm-i bâd-ı h avi (Bi­
zans’taki aerikon karşılığı).
Sokolov’un bu muadeletleri kaydederek Osmanlı
îm paratorluğu’ndaki bu ve diğer arazi vergileri hak
kında da kısaca izahat verdikten sonra” «timar» usu­

23 Bu vergiler hakkında malûmat almak için Tarih-i


Osman! Encümeni Mecmuası'na ilâve olarak neşredilen
Kanunnâme (İstanbul 1329) ile Millî Tetebbular Mecmua-
sı'ndaki Kanunnâme'ye (sayı 1-2, İstanbul 1331) ve F.
Kraelitz tarafından neşredilen Fatih Kanunnâmesi'ne
(MOG, Band I, 1821) bakınız. Bunlar hakkında Süleyman
Sudi’nin Defter-i Muktesid (1301)'inde ve Abdurrahman
Vefik Bey’in Tekâlif Kavaidİ (s. I, l32o)’nde bilgi vardır.
lünden, köylünün başka mükellefiyetlerinden, ve bütün
bunların sosyal ve iktisadi neticelerinden de bahsede­
rek, tım arın BizanslIlardan alındığını ve sonra diğer
İslâm memleketlerine geçtiğini söylüyor; ve Osmanlı
İmparatorluğu devrindeki toprak ve köylü vaziyetinin
Bizans devrinden âdeta farksız olduğu neticesine varı­
yor. Sokolov’un timar meselesi hakkında verdiği bilgi­
ler, Deny ve hattâ Scala ile karşılaştırılam ayacak ka­
dar basittir; eski arazi vergileri hakkında başvurduğu
Osmanlı kaynaklarının da gayet mahdut olduğu ve hat­
tâ bu sebeple birtakım büyük yanlışlıklara düştüğü
görülüyor; ancak bu vergilerin Bizans’taki karşılıkla­
rını ilk defa umumî bir tarzda tesbite çalışması her
halde dikkate değer.
F akat, şu son zamanlarda bu mühim mesele ile en
ziyade meşgul olan. Prof. N. Iorga'dır. II. Mehmed’in
İstanbul merkez olmak üzere tensik ve tanzim ettiği
Osmanlı İmparatorluğu’nu Bizans’ın sadece devamı
sayan, F atih’i — hattâ İstanbul’un fethinden evvel bi­
le — y a n Sırp Constantin Dragases’ten daha fazla Bi­
z a n s lI sayan lorga24 Bizans müesseseierinin OsmanlI­
lara tesiri meselesi hakkında ayrı bir tetkik yayımla-
mamakla beraber, çeşitli kitap ve makalelerinde do-'
İayısiyle bu meseleye temas etmiştir. Osmanlı İm para­
torluğu’nun Güney - Doğu Avrupa’nın tarihî mukadde­
ratı üzerindeki tesirini birçok batı tarihçilerinden fark ­
lı ve daha tarafsız bir surette îzah eden RomanyalI
tanmmış tarihçi, meselâ Osmanlı ordusunun Hızır -
İlyas'la. hareketinden bahsederken, bu âdetin Bi­

24 N. lorga, L*interp6n6tration de l'Orient et de I’Oc-


cident au Moyen Âge, Bulietin de la Section Historique d»
I’Acaddmie, Roumaine, Bucarest 1929. c. XV, s. 52.
zans’ta da geçer olduğunu söyler," yahut Osmanlı pa­
dişahları zamanında saray düğünleri münasebetiyle
At-Mey dam ’nda tertip edilen umumî eğlencelerden
bahsederken, bununla Bizans devrindeki eğlenceler
arasında bir münasebet kurm ağa çalışır." Bunun gi­
bi, Bizans im paratorlarının im paratorluğu «ayrılma
kabul etm ez bir kül» telâkki etm eleri prensibine, son­
rad an Osmanlı îm paratorluğu’nun da sadık kaldığını
söyler.*7 Bu parça parça müşahedeler, Iorg a’nın bu
meseleye bakış tarzım açık surette gösterebilir. F a ­
kat N. Iörga, daha umumî mâhiyette bir eserinde, bu
husustaki fikrini açıkça hulâsa etm iştir: Ona göre Et.
Mehmed, İstanbul’u Kumlardan alıp kendine hükü­
met merkezi yaptıktan sonra, kendi zamanına kadar.
— h attâ Edirne payitahtında bile — Asyaî bir devlet
mahiyetinde olan Osmanlı Devleti’ni bir «monarhie
absolue» halinde ve Bizans D evleti’ni taklidcn kur­
m uştur; Bizans sarayının bütün teşrifatı, bütün me­
m uriyetleri, II. M ehmed’in sarayında da, tabiî isim­
lerini değiştirerek, devam etti; ve padişahın iradeleri
bile eski rum ca Canon'dan alınmış olarak «kanun»
unvanı altında çıkarıldı." İşte, N. lo rg a’nın bu müta­
lâalarından anlaşılıyor ki, o da, Rambaud ve Diehl
gibi, İstanbul fethinden sonra, Osmanlı. İm paratorlu­

25 N. Iorga, Les Voyageurs français dans l ’Oricnt


Europeen, Paris 1928, s. 62.
28 N. Iorga, La Societe roumaine du XIX. siâçle dans
le theatre roumain. Paris 1926. s. 12.
27 N. Iorga, Y-a-t-il eu un Moyen-Age byzantln? (Bul-
Ictin de la Section Historique de I’Academie Roumaine,
Bucarest 1927, c. XIII, s. 8).
28 N. Iorga, Essai de synthfcse de Thlstoire de Thuma-
nîtĞ, Paris 1027, c. II. s. 560.
ğu’nun, Bizans müesseselerini taklid yoluyla tanzim
edildiğine kani’dir; Fatih jVIehmed’in tesisatından ev­
vel, Osmanlı Devleti, «Bursa» ve «Edirne» hükümet
merkezlerinde tamamiyle Asyaî bir Beylik’ten iba­
retti; ancak Bizans’ın m irasına konduktan sonradır
ki, Türkler, Bizans'ın İdarî kadrolarım m uhafaza et­
m ek suretiyle, im paratorluklarını kurdular.29
İşte yukarıda verdiğimiz bütün izahattan anlaşı­
lıyor ki yalnız Eambaud, Diehl gibi Bizans mütehas­
sislan değif, Deny, Gibbons, K ram ers gibi Osmanlı ve
Türk tarihiyle uğraşan tetkikçiler de — aralarındaki
bazı görüş farklarına rağm en — İstanbul fethinden
sonra Bizans müesseselerinin Osmanlı müesseselerine
en mühim bir örnek vazifesi gördüğüne kani’dirler.
G örünüşte pek mantıkî ve pek cazip istidlallere. mu­
hakemelere dayanan bu kesin kanaatin, artık bir mü-

29 Bununla birlikte N. lorga diğer bir eserinde, XV.


yüzyıl Türkiyesinin, hattâ daha II. Murad zamanında bi­
le, Bizans İmparatoıiuğu'nun müslüman rengine boyan­
mış yeni bir şekli olduğunu iddia etmek suretiyle yuka­
rıdaki iddiasını bir dereceye kadar nakzetmiş tir. (Les Vo-
yageurs français dans I'Orient Europeen, s. 14). Yine aynı
yazar, XVI-, yüzyılda tamamiyle emperyalist bir mahiyet
alan Kanuni Süleyman Türkiyesinden bahsederken de, Bi­
zans medeniyetinin Islâmiyetle ittifak etmek yolunu bula­
rak İstanbul'da yeni bir şekil altında devam ettiğini söy­
ler ve Kanuni Süleyman'ın Türk ırkının ananelerine ta­
mamiyle yabancı bir medeniyetten mülhem olduğunu ve
Bizans’ı «taklit değil âdeta intihal ettiğini* ilâve eder (ay­
nı eser. s. 21-22; Etudes roumaines, Paris 1023, s. 51). Diğer
iki eserinde de, başka bir münasebetle, Osmanlı Devleti'-
nin bir «müslüman Roma İmparatorluğu» olduğunu söy­
ler (Une vingtaino de voyageurs dans I’Orient Europeen,
Paris 1928. s. 4; Relations cntrc I'Orient et l ’Occident au
Moyen-Age, Paris 1923. s. 181).
teârife şeklinde bütün tarih manüellerine geçmesinden
daha tabii bir şey olamaz.
F ak at, bugünkü tarihçiler arasında âdeta resm î­
leşm ekte olan bu kanaat ne dereceye kadar doğrudur?
Bu k anaat yalnız görünüşteki benzeyişlere, mantıkî is­
tidlallere, Türkiye tarihi hakkındaki evvelce edinilmiş
fik irlere mi dayanıyor? Yoksa, tarihî şe'niyete de uy­
gun m udur? Usul noktasından, yukarıda zikredilen ta ­
rihçilerin takip ettikleri usûl doğru ve kâfi midir? De­
ğilse, nasıl bir usûl takibi îcap eder? Orta Çağ Türkiye-
si’ne a it tarihî tetkiklerin yeni bir devreye girdiği, ve
h a ttâ bu tarihin çeşitli meseleleri hakkında şimdiye ka­
d ar umumileşmiş birçok kanaatlerin değiştiği şu sırada,
Bizans ve Osmanlı tarihi m ütehassıslarını alâkadar et­
m ekle beraber Türk hukuku tarihi itibariyle de esas
bakımından büyük bir ehemmiyeti olan bu meseleyi
yeniden orta 3'a koymayı ve yukarıdaki suallerin cevap­
larını araştırm ayı bir zaruret saydık.
Bugüne kadar Bizans m üesseselerinin Osmanlı mü-
esseseleri üzerindeki derin tesirlerinden bahsedenler,
itiraf etmeli ki bunu «ispatı lâzım bir davâ» şeklinde
değil, <dspat edilmiş bir mesele» hattâ bir m üteârife
şeklinde ortaya sürm üşlerdir. Bu iddiayı ispat için m e­
selâ Ram baud’nun ve diğerlerinin delil diye gösterdik­
leri şeyler, alelade benzeyişlerden ibâret olabilir;
Rambaud, İstanbul fethinden evvelki Osmanlı müesse-
selerini izah ettikten sonra, fetihten sonra vücûde ge­
len yenilikleri ve onların ancak Bizans’tan alınmış m ü­
esseseler olabileceğini, ikna edici delillerle gösterm ek
mecburiyetinde idi. Bunun gibi N. Iorga, İstanbul fet­
hinden ve Bizans müesseselerinin kabulünden evvel
Osmanh Devîeti'nin Bursa ve h attâ Edirne hükümet
merkezlerinde bile «Asyai bir emaret» olduğunu söy­
lerken. tarihî vakıalara değil sadece kendi fantezisine
dayanıyor. R am baud’nun Osmanlı teşkilâtında «Bağ-
dad, Pekin veya Karakurum saraylarının da tesiri ol­
duğundan» bahsetm esi, Gibbons’un F atih Kanunnâm e’
si’nde «kuvvetli Bizans ve mutedil T ürk tesiri» gör­
mesi, Grousset’nin Osmanh İm paratorluğu’nu «yarı
Bizanslı, yarı Moğol» saym ası30 ve daha bunun gibi

33 R. Grousset, Histoire de I’Asie, c. I, s. 288. N. Iorga


da Osmanlı Devîeti'nin, umumi asayişi muhafaza için idâm
birtakım umumi görüşler, bu tarihçiler tarafından hiç
bir müspet delile dayanmaksızın ortaya atılmış fante­
zilerdir ki, hattâ tarihî birer faraziye bile sayılamaz.
Bu kadar umumî mahiyette neticelere emniyetle vara­
bilmek için, evvelce uzun müddet birçok tahlilî çalış­
mada bulunarak, ayrı ayrı müspet ve sarih dayanak
noktaları elde etmek lâzımdır. Halbuki, şimdiye ka­
dar, gerek tarihçiler gerek başkaları Osmanlı mües-
seselerinin gelişmesi hakkında hattâ en basit monog­
rafiler bile yapmamışlardır. Hamm er’in ve D’Ohsson’-
un pek mahdut kaynakları fcenkitsiz bir surette kulla­
narak vücude getirdikleri çok eski eserlere51 dayana­
rak böyle umumî neticeler çıkarmak, ilmî ihtiyata hiç
uygun değildir. Osmanlı tarihinin bütün şubelerini ve
bilhassa Osmanlı müesseselerinin gelişmesi meselesini
anlamak için esas bakımından bir ehemmiyeti olan
«Anadolu Selçuklularıt tarihi — burada kelimenin
mahdut manâsıyla «siyasî tarih» değil, geniş manâsıy­
la '«medeniyet tarihi» kastolunuyor — henüz pek ka­
ranlık olduğu gibi, Anadolu’nun. XIV. yüzyıl tarihi de
daha yeni yeni aydınlanmaya başlıyor.
Yirmi senedenberi bu hususta Avrupa'da ve bil­
hassa Türkiye'de yapılan araştırm alar ve elde ediien
neticeler, henüz türkiyatçıların mahdut dairesi için-

ve müsadere gibi «Moğol devlet sisteminin en müthiş vası­


talarına başvurduğunu* söyler (Histoire des etats balkani-
ques, Paris 1925, s. 25).
31 Bu hususta şimdiye kadar elde bulunan umumî
mahiyette eserler, Joseph von Hammer’in Des Osma-
nischen Reiches Staatsverfassung und Staatsverwaltung
(VVien 1815) ile meşhur Tarih’i, ve d’Ohsson'un, Tableau
de TEmpire Ottoman (Paris 1625, s. 25)'dır.
ta ra ftan , Türk tarihine âit diğer birçok meselelerde
olduğu gibi, bu meselede de A vrupa tarihçilerini yan­
lış neticelere götüren en büyük âmil, onların Türkler
hakkında besledikleri yanlış fikir (prejuge)’lerdir. Bu
telâkkilere göre, T ürklerin ta rih î rolü, yalnız askeri
ve tah rip kâr bir m ahiyette kalmış, ve medenî hayat­
ta hiçbir m üspet rolleri olm am ıştır. Th. NÖldeke gibi
büyük bir ilim adam ının bile, her nedense böyle bâtıl
ve g arazkârane fikirleri m üdafaada ne kadar ileri git­
tiğini gördükten sonra, Türk ve İslâm tarihlerinde hiç
bir bilgisi olmayan B izantinistlerin bu cins telâkkileri­
ne asla şaşılam az. Bilindiği üzre, Nöldeke, Selçuklu’-
larm o rtay a çıkışım bütün dünya tarihi için birinci de­
recede bir felâket saym ış ve hayatının sonuna kadar
bunu m üdafaaya çalışm ıştır.35 Gerçekten, W. Barthold
gibi büyük bir tarihçi, bunun tarih! hakikate hiç uygun
olmadığını ispat etm işse de38 Türk tarihine ait tetkikle­

35 Th. Nöldeke, 1914 de yayımladığı bir makalesinin dip­


notunda şu satırları yazmıştı; «Sâmâniler’in yok olmasından
sonra, Türklerin, yeni teşekkül eden İslâm medeniyetine
girmesini cihan tarihi itibariyle birinci derecede bir fe­
lâket telâkki eylemeğe kendimi mezun addediyorum.
Türkler ve husûsiyle Moğollar. medeni eserler vücûde ge­
tirmek şöyle dursun, eski ve yeni birçok medeniyetleri
tahrip etmişlerdir. Türk padişahlarının hükümet mer­
kezlerini ve sayfiyelerini mağrurane süsledikleri nefis
binalar ve diğer sanat mahsulleri, saray edebiyatından
daha fazla, ya doğrudan doğruya Acem mahsûlü veya
bunların Türkler tarafından vücüde getirilmiş taklitle­
rinden ibarettir. Tarih bakımından daha önceki mede­
niyet sahasındaki Türkler’de bu gibi san’at eserlerinin
azlığı buna bir delil sayılabilir* (Der İslam, c. XIV, 1-2,
s. 158).
36 Orta-Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s. 130
v.d.
rin azlığı ve yetersizliği yüzünden, Türkler hakkındaki
bu gibi yanlış fikirler en ciddî tarihçiler arasında bile
m aalesef halâ hüküm sürmekte, ve birçok tarihî mese­
lelerin tam iîmî bir şekilde halline engel olmakladır.
Mevzuumuzun dışına çıkmamak için bu hususta gös­
terebileceğimiz birçok delilleri ortaya koyam amak
mecburiyetinde kalıyoruz. Müspet vakıaların tahlil ve
inşaasından değil, yukarıda zikrettiğimiz «mütekaddım
fikirleri ( les idees preconçues)» den ve m ücerret
m antıktan doğan bu istidlallerin tarzını da kolayca ta
yin edebiliriz:
1 — Bütün bu tarihçilerin fikrine göre, Ösmanİj
Devleti, Selçuklu hüküm darları tarafından Bizans hu
dud boyuna yerleştirilm iş göçebe küçük bir kabile ta ­
rafından kurulmuştur. B asit çobanlardan ib a re t olan
ve devlet kurm ak için medenî unsurlara m alik bulun
m ayan bu kabîle, İslâm iyet’i bile ancak O sm an’ın za­
manında kabul etm iştir (Rambaud, Gibbons, Grousset
ve diğerleri). Bunlar, yerleştikleri ve zaptettikleri sa ­
halardaki müslüman olmayan unsurlar sayesinde bir
devlet kurm ak için gerekli unsurları elde ediyorlar.37

37 Osmanlı Devîeti’nin kuruluşunda yalnız Bizans


sınırındaki göçebe aşiretleri âmil göstermek ve‘ bunların
idare adamlarım ancak yerli hıristiyan unsurlar sayesin­
de tedarik ettiklerini zannetmek, büyük bir hatâdır. Hal­
buki Osmanlılar. daha ilk zamanlarından . başlayarak.
Anadolu Selçukluları devletinin ve İlhanlIların idare
teşkilâtından azamî nispette faydalandıkları gibi, Ana­
dolu’nun çeşitli merkezlerinde, Mısır ve Suriye'de, İran’­
da tahsil etmiş, hattâ Selçukluların ve Iran Moğollan’-
nra idari işlerinde bulunmuş münevver bir bürokrasiden
de istifade etmişlerdir. Türklerin ne idareci, ne de hu­
kukçu olduklarını delilsiz iddia eden Ch. Diehl’in bu fik
ri tamamen yanlış ve tarihî vakıalara aykırıdır. Selçuk-
2 — Bu göçebelerin m üslüm an olduktan sonra yap­
tıkları ilk teşkilât, şüphesiz, iptidai ve Asyai bir .ma­
hiyettedir. Aslı, İstanbul fethinden sonradır ki Osman­
lI İm paratorluğu bütün m üesseseleriyle yeniden kuru­
luyor. Bunun da, Bizans m üesseselerini taklit ve ikti­
bas ile olduğu pek tabiidir.
İşte, yukarıda gösterdiğim iz veçhile, aralarındaki
bâzı görüş farklarına rağm en R am baud’dan N. Iorga’-
ya ve Ch. Diehl’e kadar takip edilen istidlal tarzı bu-
dur. Anadolu’nun X III — XIV. yüzyıllardaki tarihi
hakkında halâ geçerli olan yanlış faraziyeiere dayan­
makla beraber, çıkarılan neticenin bâzı doğru cihet­
leri olduğu da inkâr edilemez. Yüzyıllarca süren bir
hayata malik kuvvetli Bizans medeniyetinin, o impa-
ratorlağun yerine geçen O sm anlılar’m medeniyeti üze­
rinde müessir olm am asına im kân yoktur. Her iki de­
virdeki İktisadî hayat, şehir teşkilâtı, umumî ve husu­
sî hayattaki birçok âdetler, bâzı halk i ’tikatlan, hat­

lularm ilk Anadolu fütuhatı hakkında Byzance et les


Turcs Seldjoucides dans I'Asie Occidentale jusqu'en 1081.
(Paris 1919) adlı mühim bir eser yazmış olan J. Laurent
da, Büyük Selçuklu İmparatorluğu nun çok sağlam ida­
ri teşkilâta malik bir devlet olduğunu hiç dikkat naza­
rına almıyarak, Anadolu'ya gelen Türkleri alelâde çapul­
cu göçebelerden ibaret saydığı için, çok yanlış ve çok
sathi neticelere varmıştı (Cl. Huart’ın buna ait Journal
Asiafique'te çıkmış olan haklı tenkitleri ve bizim bu hu­
sustaki görüşümüz hakkında tafsilât için bakınız: Tür­
kiyat Mecmuası, c. I, ş, 300 - 303). Bütün bu yanlışlıkla­
rın sebebi, yukarıda izah ettiğimiz gibi, Türkler hak kın­
daki yanlış telâkkilerdir, Rambaud ve Diehl Anadolu
Selçukluları tarihini, J. Laurent da Büyük Selçuklu İm­
paratorluğu tarihini tarafsız bir zihniyetle tetkik etse­
lerdi, bu kadar basit yanlışhklardan kolayca kurtulabl-
lirlerdi.
tâ birtakım İdarî müesseseler dikkatle m ukayese edile­
cek olursa, birtakım göze çarp ar benzerliklerin, ikti­
basların meydana çıkacağı şüphesiz sayılabilir. F ak at
bütün bu gibi tetkiklerde, bilhassa, bahis mevzuumuz
olan «müesseselerirı iktibas ve taklidi» gibi ince ve
pek muğlak meselelerde, tarihî usulün bütün icapları­
na — eldeki vesikaların verdiği im kân nispetinde —
uymak zarurîdir. Yoksa, Ram baud'nun ve takipçileri­
nin yaptığı gibi, dış görünüşteki birkaç benzerliğe da­
yanarak, onların tarihî vakıalara ne derece uyabilece­
ğini hiç düşünmeden umumî hükümler çıkarm ak, as­
la İlmî bir hareket sayılamaz. Sosyal m üesseseler in
bir kavimden diğerine, bir m edeniyet dairesinden di­
ğer bir medeniyet dairesine nasıl geçtiğini, sosyal bir
müessesenin bir kavim için ifade ettiği m anâyı diğer
bir kavme geçince nasıl değiştiriverdiğini araştırm ak ,
çok güç bir meseledir. İlk bakışta birbirinden alınmış
gibi görünen iki müessesenin, hakikatte, tam am iyle
ay rı menşe’lerden gelmiş olması da m üm kündür. Yine
bu gibi birçok hallerde, mesele lâyıkıyla tetkik olunun­
ca, her hangi bir iktibas ve taklitten bahse hiç m ahal
olmadığı, ve yalnız benzer sosyal şartların benzer ne­
ticeler vücude getirmiş olduğu m eydana çıkabilir. Keza
birtakım iktibasların da doğrudan doğruya değil fa ­
k at vasıtalı olması çok mümkündür, R am baud da ta ­
kipçileri de, Bizans’tan alındığını iddia ettikleri Os-
m anlı müesseselerinin menşeini, m ahiyetini a ra ştır­
m aya lüzûm görmemişler ve m üesseselerin tarih î ge­
lişmesini tespit için yapılması gerekli olan çalışm ayı
tamam iyle ihmal ederek, II. M ehmed’in Kanunnâm e’-
siyle tespit edilen bâzı müesseselerin B izans’tan geç­
tiğine — görünüşteki benzeyişlere b ak a rak — m antıkî
istidlâ İlerle hükmetmişlerdir. Halbuki, ac ab a o m ües­
seseler daha İstanbul fethinden evvel m evcut değil
miydi? XIV. yüzyılda O sm anlılar’la Bizans arasındaki
devamlı münasebetler, o m üesseselerin de o yüzyılda
Osmanlılar tarafından taklit edilmiş olmasını intaç
edemez miydi? Gibbons, yukarıda zikrettiğimiz gibi,
eserinin bâzı yerlerinde bunu im a etm iş olmakla be­
raber, açık deliller zikredem em iştir; keza Grousset,
ı. Bâyezid’in hükümeti hakkında «byzantin» sıfatım
kullanmakla birlikte, buna hiç bir delil gösterm emiş­
tir.3' BizanslIlar’la ve İstanbul sarayıyla yüzyıllarca
münasebete bulunan Anadolu Selçukluları, acaba Bi­
zans müesseseleri tesiri altında kalm am ışlar mıdır?
Osmanlılar’ın doğrudan doğruya Bizans’tan almış ol­
dukları zannolunan bâzı m üesseseleri, menşei velev
ki Bizans olsun, Selçuklular’dan geçm iş değil midir?
H attâ, Em evîler ve A bbasîler zam anında İslâm âle­
miyle Bizans arasındaki devamlı m ünasebetler, İslâm
medeniyetinin Doğu-Roma’dan birtakım müesseseler
alması neticesini doğurmuş değil m idir? Bu müesse-
selerden Abbasîler yoluyla — doğrudan doğruya veya
vasıtalı olarak — Büyük Selçuklu İm paratorluğum a,
onlardan Anadolu S elçuklularına ve onlardan da Os-
m anlılar’a geçmiş olanlar yok m udur? İşte birtakım
mühim sualler ki, şimdiye kad ar Bizans - Osmanh
müesseseleri arasındaki benzerliklerden bahsedenler
bunları tetkik lüzumunu duym am ışlardır.
Osmanlı m üesseseleri üzerinde «Bağdad, Pekin
veya Karakurum saraylarının da tesiri olabileceğini»
sadece bir ihtirazî kayıt gibi ileri sürm üş olan Ram-
baud, Osmanlı Devleti’ni «yarı Moğol, yarı BizanslI»
sayan Grousset, II. Mehmed’in Kanunnâm e’sinde «mu­
tedil Türk tesiri» olabileceğini söyleyen Gibbons, Türk
hukuku tarihinin en karışık meselesini sadece kelime­

38 H .Grousset, Histoire de I'Asie, s. I, s. 278.


lerle çözmek istem işlerdir! R am baud ve takipçilerinin
Bizans’tan alınmış gösterdikleri birtakım m üesseseler,
belki gerçekten B izans’tan alınm ıştır; fak a t onların,
tezlerini ispat için takip ettikleri usûl, buraya kadar
İzaha çalıştığımız veçhile, tarih usûllerine tamamiyle
aykırıdır. Ne gibi m üesseselerin Bizans’tan Osmanlı-
la r ’a geçtiğini ilm i surette tesbit için önce, Osmanlı
m üesseselerinin m enşe’leri m eselesini umumî ve n a­
zari surette belirtm ek m ecburiyeti vardır. Burada bu
mühim m eseleyi a y n bir tetkik şeklinde ortaya süı>
cek değilim; m aksadım , sadece, lisûle a it bir noktayı
aydınlatm aktan ib a re ttir. Yani, R am baud ve takipçi­
lerinin Bizans’tan alınm ış olduğunu iddia ettikleri mü­
esseselerin yahut diğer Türk - Osmanlı m üesseseleri­
nin menşeTerini nasıl ve nerede a ra m ak lâzımdır? İş­
te, Türk hukuku tarihinin metodolojisine â it olan bu
çok mühim m eseleyi burada en umumî çizgileriyle iz a­
ha çalışacağım .
III

Osmanlı İm paratorluğu hukukî m üesseselerinin


mer.şe’lerini ciddî bir surette tetkik etm ek isteyen her
tarihçi, her şeyden evvel, Osmanlı D evleti’nin kurulu­
şu hakkında şimdiye kadar bilinen yanlış ve d ar fara-
ziyelerden kurtulm ak m ecburiyetindedir; ve bu mec­
buriyet, Osmanlı devrinin yalnız hukukî değil diğer
bütün sosyal müesseselerinin menşeini ara ştırm ak is­
teyenler için de aynı kuvvetle v ârîttir, Çünkü bütün bu
faraziyeler, tarihi zihniyete tam am iyle ters, yanlış bir
telâkkiye dayanm aktadır: Osmanlı D evleti’ni, Anado­
lu'nun batı nihayetinde, Bizans hudut boylarında yer­
leştirilm iş küçük bir aşiretten çıkmış addetm ek!
Eski Osmanlı vakanüvislerinin telâkki tarzların­
dan tam am en farksız olan bu başlangıçtan hareket
edildikçe, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu da Osmanlı
hukukî müesseselerinin menşei meselesi de hiç bir za­
man bir muamma halinden kurtulam ıyacaktır. Halbu­
ki Osmanlı tarihi, umumî Türk tarihi çerçevesi içinde,
yani, öteki Anadolu Beylikleriyle berab er ve Anado­
lu Selçukluları tarihinin bir devam ı şeklinde telâkki
olunursa, o zaman, şimdiye k adar karanlık kalan bir
Çok noktaların anlaşılm ası im kânı ortaya çıkar. Aynı
suretle, Anadolu Selçukluları tarihi için de umumî Sel­
çuklu tarihinin bir şubesi halinde tetkik edilmek, ve
böylece, Türk tarihinin en eski devirlerine kad ar in­
mek zarureti vardır. Bütün sosyal m üesseselerim iz gi­
bi, hukukî m üesseselerim izin tetkikin d e de, İslâm iyet-
ten evvelki devirlerden başlayarak, kronolojik bir su­
rette, çeşitli T ü rk devletlerinde o m üesseselerin ne gi­
bi safhalardan geçtiğini anlam ak ve her devirde ve
her coğrafî sahada dıştan gelm esi m uhtem el tesirleri
de tespit etm ek m ecburiyetindeyiz. A ncak böyle gene-
tique ve com paratif bir usûl sayesinde, h er m üessese­
nin dahilî gelişmesini, m aruz kaldığı dış tesirleri, iktibas
olunan yabancı m üesseselerin m illî bünyem iz içinde
nasıl bir m ahiyet aldığını bütün sebepleri ve neticele­
riyle anlam ak kabil olur.
Hiyung-nuTardan b aşlay arak O sm anlılar’a k ad ar
Türk tarihinin geçirdiği uzun yüzyıllar ve bu tarihin
üzerinde cereyan ettiği geniş coğrafî saha gözönüne
.alınırsa, T ürk hukukî m üesseselerinin m enşe Teri ve
gelişmeleri meselesinin, ehem m iyeti nispetinde müş­
külâtı da derhal anlaşılır. T ürkler, daha İslâm mede­
niyeti dairesine girm eden evvel, çeşitli zam an ve yer­
lerde, kısmen kendi örfî hukuklarım m uhafaza etm iş­
lerdir; kısmen de — zam an zam an siyasî, dinî, İktisa­
dî bağlarla bağlandıkları — Ç in,’ Hind, İ ra n hukuki
m üesseselerinden iktibaslarda bulunm uş olabilirler.36
Bâzı Türk şubeleri çeşitli âm iller tesiriyle son zaman­
la ra kadar göçebe yahut yarı göçebe kabile teşkilâ­
tım korudukları ve bunların hukukî m üesseseleri bil-

39 Islâmiyetten evvelki Türk devletlerinin teşkilâtı


hakkında yine bu sahifelerde yayımlayacağımız makale­
lerde bu meseleler hakkında tafsilat verilecektir. Bu es­
ki Türk devletlerinin teşkilâtı ve hukuki mahiyeti hak­
kında hattâ en son Avrupa tarih eserlerindi? verilen? bil­
gi — meselâ: F. Löt, La fin du mondc antique et le dübut
du Moycn-Âge, Paris 1S27, s. 221-224— çok sathidir.
T ürk devlet müesseselerinin îslâm âlem inde kuv­
vetli ve göze çarpıcı tesirler yapm ası, bilhassa, büyük
Selçuklu îm paratorluğu’nun kuruluşundan sonradır.
Abbasî halifelerini maddi hâkim iyetleri altına aldık­
tan sonra, Mısır ve Suriye gibi şiî F atım î halifeleri­

ekseriyetle Sâsâniler'den alınmıştır (İbn Haldûn, arap-


ça metin, c. I. s. 203; Gaudefroy - Demombynes, La Syrie â
l’epoque des Mamelcuks. Paris 1923, s. CXVI; A. Chris-
tensen, î'Empire des Sassanides, Mem. de I'AcadĞmie do
Daneoıark, 1907, 33. 39. 41). Sâsânî teşkilâtı hakkında en
mühim kaynak olan bu son eserde, yazar, Abbasi teşki­
lâtıyla da bazı karşılaştırmalar yapmaktadır. Cl. Huart*-
ın «Histoire des Arabes, Paris 1912, c. I. s.' 289-290* adlı
zayıf eserinde bu hususta verilen bilgi pek sathidir. L.
Halphen'in «Les barbares, Paris 1926, s. 215‘indeki hulâ­
sa fena değildir. J. H. Kramers'in «les Noms musuimans
composes avec Din, Açta Orientalia, V, 57» adlı makale­
sinde de bâzı mukayeseler yapılmıştır. Yine A. Christen-
sen, bir eserinde bir münâsebetle. Sâsâniler'de hüküm­
darın taç giyme gününde nutuk söylemesi âdetinin Os­
manlI İmparatorluğu nda son zamanlara kadar devam
ettiğini kaydetmiştir. (Archives d’Etudes orientale,. Up-
psala 1918. c. XIV, s. 88). Bununla birlikte Sâsâniler’den
îslâm devletlerine geçen daha birçok hukuki müessese­
ler, âdetler mevcut öidüğundan. bu mesele hakkında da­
ha derin tetkiklere ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Mese­
lâ Saffâriier’de askere maaş dağıtılması merasimi — kİ
Sâmâniier, Gazneliler. Selçuklularda ve daha sonraki
İslâm-Türk devletlerinde de mevcuttu— doğrudan doğ­
ruya Sâsâniler'den alınmıştı; bu hususta tafsilât veren
İbn Hallikân, İbnül-Adim’in Tarih-i Haleb'inden naklen,
bu âdetin Sâsâniler’de de mevcudiyetini söylemektedir.
(İbn Hallikân, 1273 Kahire basımı, c. II, s. 475-476). Cor-
ci Zeydan bu fıkrayı mehaz göstermeksizin kitabına nak­
letmiş ve Abbasiler'de geçit resminin İranlılar'dan alın­
dığını söylemiştir (Medeniyet-! lslâmiye tarihi, türkçe
tercümesi, c, I, s. 135). Bu hususta aşağıda bilgi vardır
(X. Timar Sistemi).
nin nüfuz sahaları m üstesna olmak üzere, İslâm dün­
yasının hâkimi olan ilk Selçuklu sultanları zamanında,
devlet m üesseseleri çok sağlam olarak kuruldu. Bun­
la r arasında Sâsânî ve îslâm m enşe’inderi gelen mü-
esseselerle birlikte, kısmen K arahanlılar’dan kısmen
de Oğuz geleneklerinden kökünü alan Türk müessese­
leri de mevcuttu. Bu büyük imparatorluğun parçalan­
m asından sonra, yerine geçen çeşitli devletlerde — me­
selâ H ârizm şahlar’da, Suriye, İra n ve Anadolu Selçuk­
lularım da, A tabeyler’de, Eyyubîler’de, sonraları Mem-
lû k ler’de — bu T ürk menşe’inden gelen müesseseleri
görm ek kabildir;45 ve bu tesir, hattâ Kuzey:Afrika İs­
lâm devletlerinde de az çok kendini göstermiştir"

45 Bâzı Avrupalı şarkiyatçılar bir takım İslâm dev­


let müesseselerinde Türk tesiri olduğunu, İslâm yazarlar-
m n ifâdelerine dayanarak kaydetmişlerse dc, meseleyi da­
h a fazla derinleştirmeğe girişmemişlerdir: Meselâ Abbasİ-
ler’deki «divânü’l-inşâ*nm S elçuklularda ve Selçuklular'-
ın idari geleneklerini takip eden Türk devletlerinde «di-
v ân ü ’l-Tuğrâ» ya tebeddülü gibi (Makrizi, Kitabü’l-Hıtat.
K ahire basımı, g. II, s. 226; T uğra hakkında bu makalemi­
zin 61-65’nci sahifele rinde verilen tafsil ata bakı­
nız). Keza «iktâ» meselesinde Selçuklular’m koydukları
esaslan n ehemmiyeti hakkında (KÖprülüzade Mekmed
Fuad, Milli Tetebbular Mecmuası, sayı 5, s. 205) ve yine
b u makalemizin (X. Timar Sistemi) faslında mufassal bil­
gi vardır. Bununla birlikte doğrudan doğruya Türk mer.-
şo’inden gelen ve Büyük Selçuklular‘dan sonra bütün Is­
lâm âlemine yayılan Türk devlet müesseseleri. umumiyet­
le zannolunduğundan çok fazla ve çok mühimdir. İslâmı-
yetten evvelki ve sonraki Türk devletlerinin teşkilâtı şim­
diye kadar hemen hiç tetkik edilmediğinden, bu mesele­
lerin ilim alemince meçhul kalm ış olması pek tabiidir. Bu
husustaki tetkiklerimizin neticelerini şırasıyla yayımlaya­
cağız.
4(1 Mesâlikü’l-Ebsâr’ın, Mısır hariç olmak üzere, Af-
Anadolu Selçuklularının ve Danişmendliler’in de bu
imparatorluğun parçalarından olduğunu düşünürsek,
cihan tarihi noktasından olduğu gibi Türk hukuku ta ­
rihi bakımından da, bu devrin ne kadar büyük bir
ehemmiyeti olduğunu daha iyi anlarız.
Bundan sonra, Türk hukuku tarihinin ikinci mühim
safhasını açan, Moğollar devri gldu. Kurdukları devlet
müesseselerinin menşe’ini çeşitli kaynaklardan — me­
selâ mühim bir kısmını Uygur Türkleriyle Kara-Hı-
ta y la r’dan — almakla beraber47, T ürk dünyasının huku­
ki gelişmesi üzerinde Moğol hâkimiyetinin mühim ve de­
vamlı bir tesiri olmuştur. İlhanlIlar'm İslâm iyeti kabu­
lünden sonra, Moğol müesseseleri, bilhassa İra n ’da, bir

rika memleketleri hak kındaki kısmını neşreden G. De-


mombynes, eserine yazdığı kıymetli mukaddemede, Kuzey-
Afrika İslâm devletlerinde hâkimiyet alâmeti olan bâzı
müesseselerin - meselâ «nöbet çalınması, hükümdarların
başlarında tutulan şemsiye ( )» gibi - Türkler’-
den gelmesi ihtimalini ileri sürmekle ve bu hususta bâzı
karşılaştırmalar yapmakla beraber, ilim âlemince Türk
devletlerinin müesseseleri hakkmdaki malumatın yok de­
necek kadar azlığından dolayı, mukayeselerini yeter de­
recede derinleşlirememiştir. (Bibliothcque des geographes
arabes, Paris 1927, c. II, s. LVIII, LXIV).
47 P. Pellioi. Sur quelques riiots d’Asie Centrale, Jour­
nal Asiatique, XI eme sârie, c. I, s. 465; Barthold, Orta-
Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s. 112, 139; bununla
birlikte Barthold, Kara-Hıtaylar’ın tesirini olduğundan
çok fazla göstermek isteyen Blochet ve Marquart'm fikir­
lerini haklı olarak tenkit etmektedir (aynı eser, s. 113, 152).
P. Pelliot, Moğol împaratorluğu’nun ilk devirlerinde türk-
çenin İmparatorluğun milletlerarası lisam olduğunu söyle­
mek suretiyle, büyük Moğol devletinin çok kuvvetli Türk
tesiri altında kaldığını anlatmaktadır (T'oung Pao, c.
XXVII, s. 191, 208).
dereceye k adar İslâm tesiri altında kalmakla birlikte,
ehem m iyetini kaybetmedi; Celâyirler devri, devlet teş­
kilâtı bakımından, llhanlılar devrinin devamından baş­
ka bir şey değildir. F akat en ziyade Orta-Aş.va’da,
Altın - O rdu’da, Kırım ’da yüzyıllarca bu müesseselerin
pek kuvvetli bir surette yaşadığım ve h attâ Moskoflar
üzerinde bile m üessir olduğunu görüyoruz48. Anadolu’­
da bile bu Moğol devrinin tesiri, şimdiye kad ar sanıl­
dığından fazla olmuştur, Timur saltanatı, çeşitli gö-

48 Moğol istilâsının, Rus Çarlığı'nın teşekkülü üze­


rinde, doğrudan doğruya veya vasıtalı olarak, büyük bir
tesiri olduğu, daha eskidenberi kabul edilmiş bir gerçek­
tir, Moğollar'm idari ve mali müesseselerinden birçoğu­
nun da Rusların devlet teşkilâtı üzerinde müessir olduğu
muhakkaktır. Bununla beraber Ruslar'daki bâzı devlet
müesseselerinin ve birtakım saray âdetlerinin Moğollar’-
dan mı alındığı, yoksa Bizans'tan mı geldiği henüz tarih­
çiler arasında bir münakaşa mevzuu teşkil etmektedir.
Türk ve Moğol tarihi hakkındaki tetkikler ilerledikçe, bu
meselelerin daha iyi anlaşılacağı pek tabiidir (tafsilât
için; A. Rambaud, Histoire de la Russie, 7 eme ed., Paris
19iS, s. 138-147); N, Iorga. Moğol hâkimiyetinin Ruslar'a
yeni bir «İmparatorluk mefhumu» getirdiğine kanidir
(Cinq conferences sur le Sud-est de I’Europe, Paris 1924.
s. 45-47), Altın-Ordu Devleti nin, şimdiye kadar sanıldığı
gibi, her türlü medeni teşkilâttan mahrum, ilme ve gü­
zel sanatlara ilgisiz bir barbar cemiyeti olduğu hâkkın-
daki eski fikirler tamamiyle yanlıştır. Son zamanlarda
Rus arkeologları tarafından yapılan tetkikler bunun aksi­
ni ispat ettiği gibi, XIV. yüzyılda burada zengin bir Türk
edebiyatının teşekkül etmiş olduğunu da şahsi tetkikleri­
miz neticesinde meydana çıkardık (Köprülüzade Mehmed
Fuad, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1928. s. 347-365 12.
basım, 1980, s. 295-3101). Altın-Ordu hükümdarlarının, Çin
idari geleneklerine ilgisiz kaldıkları için, burasının «vasıf­
lan dınlamıyacak bir barbarlığa düştüğünü» iddia eden E.
Blochet tamamen aldanmıştır (Introduction â I’Histoire
des Mongols, Gibb Memorial, 1010, c. VII, s. 217).
rüşlere göre, îslâm tesirinin Moğol müesseselerine
karşı bir reaksiyonu mahiyetinde olmakla beraber, yi­
ne birçok hususlarda o umumî kadro dahilinden dışa­
rıy a çıkamamıştır. Daha sonraları K ara ve Ak-Koyun-
lular'da, Tim urlular’da ve onların bir şubesi demek
olan Hind Moğolları’nda, ve hattâ Safevîler’de bile Mo­
ğol devri müesseselerinin kalıntılarım bulmak çok ko­
laydır49.
En umumî çizgileriyle çizmeye çalıştığımız şu umu­
mi çerçeve, Osmanlı müesseselerinin m enşe’ ve geliş­
mesini tetkik için nasıl bir yol takip edilmesi gerek­
tiğini ve bu müesseselerin köklerini bâzen ne uzak bir
geçmişte aram ak icap ettiğini pek açık bir surette gös­
terebilir. Buna bir misâl olmak üzere, Selçuklu hüküm­
darlarının istiklâl alâm eti olarak Osman Gazi’ye da­
vul ve bayrak göndermesi an ’anesinin, diğer İslâm dev­
letlerinde bulunmakla beraber, İslâm iyetten evvel
Gök - Türkler’de ve diğer bâzı Türk devletlerinde ge­
çerli bir usûl olduğunu, II. Mehmed devrinde konulan
«hükümdarların divân müzâkerelerini kafes arkasın­
dan dinlemesi» âdetinin H ârizm şahlarda -mevcut bu­
lunduğunu, eski bir makalemde başka bir münasebet­
le söylemiştim*0. Eski Türk ve İslâm devletlerinin ..hu­
kukî müesseseleri hakkında yapılmış araştırm alar yok
denecek kadar nâdir ve yapılanlar da ekseriyetle usul­
süz ve itimâda değer bulunmadığından, yukarıda tas­

49 Şimdiye kadar pek az ve tamamiyle usulsüz tetkik


edilmiş olp.n bu meseleler hakkındaki tetkiklerimizi yine
bu sahifelerde parça parça yayımlayacağız. Yalnız şunu
söylemekle, İktifa edelim ki, yukarıdaki görüşler, alelade
tahminlere ve mantıki istidlâllere dayanan indi faraziyeler-
den ibaret olmayıp, kaynakların tenkitli bir surette tetkik
ve mukayesesinden çıkarılmış neticelerdir.
50 Hayat Mecmuası, İstanbul 1927, sayı 11.
rih ettiğimiz genetique ve com paratif usûlün tatbikinin
ne k ad ar güç olduğu meydandadır. F ak at m enşe’ mese­
lesini, ve bilhassa hangi rhüesseselerin ve ne za­
m an hariçten alındığını tayin edebilmek için, bundan
başka bir usûlün tatbikine imkân yoktur. Şimdi R am ­
baud ve takipçilerinin Bizans’tan O sm anlılar’a geçti­
ğini iddia ettikleri çeşitli müesseseler i bü usûle uya­
ra k tetkik edelim.
ve vazifelerini açık sureti* tayin etm iştir: P adişahtan
sonra, devletin en büyük adamı odur ve padişahın
m utlak vekilidir; devlet işlerini diğer vezirlerle ve def­
te rd a rla rla m üşavere eder. D efterdarların buyrultu­
suyla olan malî işler ve kadı askerlerin buyrultusuyla
olan kazâı işler müstesna olmak üzere, diğer bütün iş­
ler vezir-i âzam buyrultusuyla olur. Vezir-i âzam bâzı
tım arları padişaha arzetmeden verebilir. M alî işleri
m üstakil olarak gören başdefterdar bile vezir-i âzam ’-
la m üşâvereye mecburdur; çünkü vekil-i m utlak ol­
m asından dolayı mali işlerin, de n âz ın odur. Padişahın
m ühürü bu sebeple yani vekâlet-i m utlakası hasebiy­
le onda durur52.
B u memuriyetin İstanbul fethinden sonra Bizans­
lIlar’ın grand domestique’inden alınmış olm asına en
u fak bir ihtim al bile yoktur; çünkü, daha F a tih ’ten

Bu kanunnâmeyi notlar ekleyerek yayımlayan Arif Bey’in


fikrine göre. - K a n u n n â m e , K eri 882'den sonra tertip edil­
miştir. Bu Kanunnâme’nin var lığından Önce ‘Âİİ, Künlıü’l-
Ahbâr adlı meşhur tarihinde bahsettiği gibi, sonraları da
Hammer Osmanlı imparatorluğu teşkilâtına a it yukanda
bahsettiğimiz eserinde ve Osmanlı Tarihi’nde bundan söz-
etmiştir. Fatih devrine ait diğer bir Kanunnâmenin metni
ve almanca tercümesi de, yukanda zikrettiğimiz gibi, F.
Kraelitz tarafından neşredilmiştir. CMitteiIungen zur Os­
man is riı en Geschichte, Wien 1921, e. p #.
52 Kanunnâme-i âl-İ Osman, s. 10, Tİ, 16. 20, 21, 27.
29, 30; burada vezir-i âzamlara ait bâzı hukuk ve selâhi-
yetler daha yazılıdır ki, Hammer yukanda zikredilen eser­
lerinde bunlardan bahsetmiştir. Biz, sadece, vezir-i âzam-
lığın Bizans’tan almıp-almmadığı meselesini aydınlatma­
ğa çalıştığımızdan bütün o tafsilâtı vermedik. Bu mühim
mesele hakkında aynca bir monografiye ihtiyaç vardır;
ve elde bulunan bol vesikalar, bu müessesenin gerek di­
ğer islâm devletlerinde, gerek Osmanlı împaratorluğu’nda
nasıl bir tarihi gelişmeye uğradığını aydınlatmağa kâfidir.
ni haiz olan «vezirlik» müessesesinin Osmanlı Devle-
t i ’ne —daha diğer birçok İdarî teşkilât gibi— Anadolu
S elçuklularından geçtiği pek tabiîdir: X III. yüzyılda
Selçuklu vezirlerinin —Osmanlı vezir-i âzam ları gibi—
devlet idaresinin başında ve hüküm darın vekil-i mut-
lakı olarak bulunduklarını biliyoruz53. Bunun, Büyük
Selçuklu İm paratorluğum dan geçmiş olduğu 56 ve yal-

şa’mn ve daha sonra da Çandarlızâde Halil Paşa’nin ve­


zir-i âzam olduğunu söyler. -Âşık Paşazade-de vezir-i
âzam tabiri yoktur; halbuki o devrin meşhur şâirlerinden
«SafUnin Divanında Halil Paşa nâmına kayıtlı bir kasi­
dede «vezir-i âzam» tabiri yazılıdır. (Hususi kütüphane­
mizdeki yazma nüsha).
55 Anadolu Selçuklularında, hükümdarlıktan sonra
devletin en büyük mevkii vezaretti; ve vezâretin timsali
divitti. Bu. vezirin, sivil idarenin en büyük âmiri olduğu­
na bir alâmetti ki, bunu daha evvel Büyük Selçuklular’da
görüyoruz (Rahat as-sudûr, Gibb memorial ne w series. II.
s. 365, al-Urâda fi'l-hikâyat as salcukiyya, K. Süsheim ba­
sımı, Leyden 1009, s. 66). Bununla beraber, bazen vezire
hükümdar tarafından altın kıliç verildiği de oluyordu. Bu,
askeri işler üzerinde de onun nüfuz ve murakabesini gös­
teren bir delildir. Nihayet, atabeylik, beylerbeyilik gibi
devletin en mühim mevkilerine geçen kimseler, terfian ve-
zârete getiriliyordu; ve merkezi idare doğrudan doğruya
onun nüfuzu altında bulunuyordu. Maamafih bazen ve­
zirlerin diğer nüfuzlu emirlerin tesiriyle azil ve nasbedil-
diği ve müşkül zamanlarda vezâret mevkiinin kimse ta­
rafından kabul edilmek istenmediği vakiydi (Muhtasar
Selçuknâme-i İbn Bîbi, Houtsma basımı. Leyden 1902, çe­
şitli sahifelerde). Selçuklu vezirlerine «Sâhib. Sâhib-i a’zam*
lâkabı verilirdi (Taeschner ımd Wittek, yukanda zikredi­
len makale'de, s. 112, not 1). Sâhib lâkabı hakkında ayn-
ca şunlara da bakınız: Makrizi. Kitabü'l-Hitat c. II, s. 223;
Subhü'l-A’şa, c. VI. s. 17.
56 Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na âit bütün tarihi
vesikalarda, devletin en büyük memuru ve hükümdarın
mutlak vekili olarak «vezir»in bulunduğu kayıtlıdır; daha
him eyaletlerin başında bulunan ve yine vezir unva­
nını taşıyan büyük memurla, devlet m erkezinde bulu­
nan ve hüküm darın mutlak vekili olan asıl veziri ka-
nştırm am alıdır60. H ârizm şahlar’m en son zam anlarına
kadar vezâret müessesesinin onlarda da bulunduğunu
ve vezirlerin daim a büyük bir nüfuz sahibi olduğunu bili­
yoruz*1. Bu müessese llhanlılar’da da mevGuttu62. «Mâ-
verdî» gibi bâzı İslâm hukuk nazariyecilerl, vezâretin
mahiyeti, mevkii, hukuk ve selâhiyeti, vazifeleri hak-
hakkm da prensipler de koym uşlardır63. B unlara göre
«vezâret» başlıca iki nevidir: 1. vezâret-i te fv iz; 2. ve-
zâret-i lenfiz. «Vezâret-i tefviz» halifenin m üsaadesiy­
le ve onun nezareti altında halîfe nam ına bütün hükü­
m et işlerini m üstakil olarak yapm ağa mezuniyet ifa­
de eder; yalnız halîfenin istifasına, veliaht nasbına,
halîfe tarafından tayin edilmiş olan m em urların azli­
ne selâhiyetli değildir. Halbuki «vezâret-i tenfiz» halî­
fenin em irlerini yapm aktan başka hiçbir selâhiyete
m alık değildir. Bu bakımdan «veztr-i tefviz» ancak bir
tane olabildiği halde, çeşitli işler için m uhtelif «vezir-i
tenfiz»ler mevcut ola*bilirM. İşte, şu hale göre meselâ

60 The Târîkh-i Baihaki, Bibliotheca İndica, Calcutta


1862; A. de Biberstein Kazimirski, Menoutchehri, Paris 1887.
61 O. Houdas, Histoire du Sultan Djelal ed-Din Man-
kobirti, Paris 1895.
62 Subhü'l-A'şa, jp. VI, s. 139; c. VII. 5. 262-264, 302-304;
ayrıca Ilhanlıİar tarihine ait başlıca kaynaklara bakınız.
63 El-Ahkâmü’s-Sultaniyye. Mısır basımı, 1909, s. 18-24.
64 Vezâret müessesesinin Kuzey-Afrika ve Endülüs'te
ne gibi değişmeler geçirdiğini, tafsilâtıyla anlamak için,
bilhassa İbn Haldun’un Kitabü’l-İber ve Divânü’İ- Mübte-
dâ ve'l-Haber mukaddimesine bakınız: c. I, s. 197-202; Kal-
kaşandi'nin Subhu’l-A'şa’smda vezâret meselesi hakkında
epeyce mühim bilgi vardır: c. VI, s .18-22; Mısır’daki İslâm
devletlerinde vezâret müessesesinin mahiyeti hakkında
Selçuklulardaki vezirler, sonra, Osm anlIlarda mevcut
veziri âzam lar «vezâret-i te fv îz n hâiz bulunuyorlar85.
Abbasî İniparatorluğu’nun diğer birçok devlet mü-
esseselerinde olduğu gibi «vezâret» m üessesesinde de,
Sasânileri taklit ettiği, ilim âlem inde eskidenberi bili­
nen bir vâkıadır.06 S âsâniler’deki «W azurg-framâahâr»
yani hüküm darm mührünü taşıyan m utlak vekili ne
ise, İslâm devletlerindeki vezir-î te fv iz veya vezir-i
âzam da odur. Osmanlı vezir-i âzam larının yalnız mül­
kî değil askerî m em urların da en büyüğü olduğu me­

yine bu esere bakınız, c. III, s. 277, 482, 489; c. IV. s. 28,


29; W. Björkman. Beitrage zur Geschichte der Staatskanzlei
im isiamisciıen Aegypten- (Hamburg (1923)'in indeksine
bakınız: G. Demombynes. La Syrie â I'Epoque des Mame-
louks, s. LXVI. 151, 207, Abbasiierde ve Sâmâniler'in son
zamanlarında olduğu gibi hükümdar «emirü'l-ümerâ» un­
vanlı askerî bir. kumandanın tahakkümü altına düşerse,
o. MâverdThln tarifince «vezir-i tefviz- mahiyetinde olu­
yor. ve hükümdarın asıl veziri «vezir-i tenfiz» hükmünde
kalıyordu Sâmâniler'in son devrinde emirüT-ümerâ Se-
bük tekin vezirlerin azil ve nasbına karışıyordu (Ch. Sche-
fer, Description topographique et historique de Boukhara,
Paris 1892. s. 193-195). Bununla birlikte, daha önce, hüküm­
darların nüfuzu sarsılmamışken bile vezirlerin seçilmesi
hususunda Horasan valisi olan emirü'l- ümerâ’nın reyi alı­
nırdı (aynı eser. s. 105). Nizamülmülk. devletin en bü­
yük memuru olarak veziri gösteriyor (Siyasetnâme, Ch.
Schefer tercümesi. Paris 1893. s. 220). Vezâret müessesesi
hakkında küçük bir hulâsa. Corci Zeydân'ın «Medeniyet-I
İslâmiye Tarihi*nde mevcuttur: Türkçe tercümesi, İstan­
bul 1328, C. I. S. 132-137.
65 Bunları hiçbir zaman emirüT-ümerâlarla muka­
yese edemeyiz-, çünkü, tamamiyle diktatör makamında
bulundukları için, hükümdarm mutlak vekâletini zor­
la elinden almışlardı; ve hükümdar onları azletmek kud­
retine fiilen malik değildi.
66 A. Christensen, L’Empire des Sassanides, s. 33. .
selesine gelince, eski îslâm vezirlerinde çok kere ku­
mandanlık sıfatının da birleştiğini biliyoruz: Abbasî
veziri F azl b. Sehl bu iki sıfatı da kendinde topladığı
için zü’r-riyâseteyn lâkabını alm ıştı. G azneliler'de
ve diğer bâzı Türk-îslâm devletlerinde de ordu ku­
mandanlığı vazifesini gören vezirler vardı. E sasen Sâ-
sânîlerde de vezir-i âzam ’ın askerî vazifeleri malûm­
dur.67 Vezâret müessesqsinin îslâm ve T ürk devletle­
rinde gelişme tarihini yazmak, îslâm iyetten evvelki
bâzı Türk devletlerinde buna benzer bir m emuriyet
bulunup - bulunmadığını aram ak, bu araştırm am ızın
mevzuunun dışındadır68. Yalnız, bu kısa izahat, Fatih
kanunnâme1sindeki vezir-i âzam lığın B izanslılar’dan
alınmış olamıyacağmı kati surette gösterm eye yeter.

2 — îk i B eylerbeyilik

F atih' Kanunnâmesi*nde beylerbeyiler hakkında


epeyce tafsilât vardır. Buna göre beylerbeyilik hem
fiili bir memuriyet, hem de bilfiil b aşk a bir m em uri­
yette bulunanlara verilebilen bir rütb ed ir. M eselâ, ni­
şancıların, vezir veya beylerbeyi rütbesini haiz iseler
teşrifatta defterdardan önde gelecekleri açıkça belir­
tilmiş olup, buna göre, beylerbeyilik bir rütbe olmuş
oluyor. Beylerbeyiler, vezirlerden bir derece daha a şa ­
ğı sayılıyorlar; mal defterdarları, nişancı, 500 akçe
kadılar, 400.000 akçeye kadar vasıl olmuş sancak bey­
leri terfi’an beylerbeyi oluyorlar. B eylerbeyiler, hiz­
m etkârlarına mücevveze değil üsküf giydirebiliyorlar;

67 Aynı eser, s. 4J.


68 Îslâmiyetten evvelki Türk devletlerinin idari teşki­
lâtlan hakkında hazırladığımız bir makalede, bu mesele
- de izah edilmiştir.
oğulları kırkbeş akçe ile m üteferrika oluyorlar. P adi­
şah huzuruna çıkam am akla beraber, yazılı m aruzatta
bulunabiliyorlar; kendi m em uriyet dairelerindeki ti­
m ar ve zeam etleri tevcihe mezun olmakla beraber, a r ­
za m ecburdurlar. T ahsisatları başlangıçta 800.000 ak ­
çeden başlayarak nihayet 1.200.000 akçeye kadar yük­
selebiliyor; 100.000 akçe ile tekaüt oluyorlar; padişa­
hın kızlarından olan çocuklara asla beylerbeydik veri­
lemiyor.63. İşte bütün bu izahat, vilâyetlerin en büyük
mülkî ve askeri âm iri olan beylerbeyilerin ehemmiye­
tini göstermeğe kâfidir. Ancak, ay rıca Anadolu ve Ru­
meli beylerbey ileri hakkında K anunnâm e'de hususî
tafsilât olmayıp, yalnız bir yerde başdefterdarın Ru­
meli beylerbeyi ile beraber yani m evki’ce müsavi ol­
duğu zikrolunmaktadır.70
Ram baud’nun B izans'taki Doğu ve B atı’ya mahsus
iki cdomestique des schole»den alınm ış olduğunu söyle­
diği Anadolu ve Rum eli beylerbeyilikleri, hakikati hal­
de. F atih devrinden çok önce konulmuş iki m emuriyet­
tir: Daha Çelebi Mehmed zam anında Rumeli beyler­
beyi olarak rHamza Bey» ve «Bayezid Paşa», II. Mu-
rad zamanında Anadolu beylerbeyi olarak «Uruc Bey»,
«Hamza Bey», Rumeli beylerbeyi olarak da «Sinan Bey»
ve «Şahin Paşa»71 tarihinde yer alm ış şahsiyetlerdir. Os-

60 Kanunnâme-i âl-i Osman, çeşitli sayfalar.


70 Aynı kanunnâme, s. 16.
71 Aşık Paşazâde, Emir Musâ’nm vezir, beylerbeyi,
kadıasker tayin ettiğini yazdığı gibi (İstanbul basımı, s.
82) Çelebi Mehmed devrinde ve II. Murad vekayiinden
bahsederken de yukanda zikredilen kimselerin Rumeli ve
Anadolu beylerbeyisi olduklarım tasrih eder. (s. 89. 96. 102,
119, 129, 132). Âşık Paşazadede, bunlardan evvel, I. Mu­
radın Lala Şahin Paşa’yı Rumeli beylerbeyi tayin ettiği
yazılmıştır ki (s. 55) Tevarih-i âl-i Osman’da, I. Murad’m
manii D evîeti’nin XIV. yüzyıl tarihi henüz kâfi dere­
cede aydm lanam adığı için, Anadolu ve Rumeli beyler-
beyiliklerinin ilk ne zaman ihdas edildiğini şimdiden
katiyetle tespite kalkışmıyoruz. F a k a t, yukarıda ver­
diğimiz izahat, herhalde îstanbul fethinden çok evvel
bunların ihdas edildiğini gösterm ek suretiyle, Ramba-
ud’yu katî surette yalanlam aktadır.
O sm anlılar'm Selçuklular’dan alm ış oldukları «bey­
lerbeydik» mem uriyeti, belki de R um eli’deki fütuhat­
tan sonra tabiatıyla ikiye ayrılmış ola çak tır; bunu bir
taklit saym am ak, ve devletin genişlemesiyle ahenkli
olarak bu m üessesenin geçirdiği dahili bir gelişme saf­
hası gibi telâkki eylemek, elbette daha doğrudur.
Bunu doğrulayacak başlıca delil, bu memuriyetin
XIII. yüzyılda Anadolu Selçukluları’nda, İlhanlılar’da,
Aitm Ordu D evieti’nde, M em lûkler’de de var oluşudur:
Anadolu Selçuklularında «vezirlik»ten sonra «nâiblik,
m elikul-üm eralık, atabeylik, pervânelik» devletin en
büyük m akam ları idi; buradaki «meliku l-iimera» lâ­
kabı, beylerbeyilikten başka birşey değildir ve onun

Rumeli fütühatmda Lala Şahin’in beylerbeyi olduğu kav­


dı bunu doğrulamaktadır. F. Giese. Die Altosmanischen
anonymen Chroniken, Breslau 1922, c. I, s. 21). «Netayicii'I-
vukuat»ta dahi bu görüş kabul edilmiştir (İkinci basım, İs­
tanbul 1329, c. I, s. 15. 16). II. Murad devrinde Türkiye’de
seyahat etmiş olan «Bertandon de la Broquiere»in «Seig-
neuı* de la Grece» diye zikrettiği Sinan Bey’in Rumeli bey­
lerbeyi Sinan Bey, ve «Le plus grand Gouverneur du
Turcq* diye tavsif ettiği «Camussat Bayscha*nm da Ana­
dolu beylerbeyi Hamza Paşa olduğu muhakkaktır (Ch.
Schefer, Le Voyage d’Outremer, Paris 1892. bk. indeksi. Ru­
meli beylerbeyi Sinan Bey hakkında şair Safi'nin bir ka­
sidesi de mevcuttur (hususi kütüphanemizdeki Divan’m-
da). Bütün bu izahat, II, Murad devrini pek iyi bilen Âşık
Paşazâde’yi doğrulamaktadır.
bir tercüm esidir; nitekim îbn Bîbî, bu iki kelimeyi
hep m üteradif olarak kullanm aktadır.” Selçuklular
devrinde bu beylerbeyilerin nüfuz ve ehemmiyeti çok
büyüktü; O sm anlılar’da Anadolu ve Rum eli beylerbe-
yilerîne verilen ehemmiyet, bu m em uriyetin Selçuklu­
la r’dan alındığına bir delil olabilir. Ancak, yine îbn
Bıbî’de mevcut bir kayıt, Sultan İzzeddin Keykâvus
zamanında (1210 - 1219) «melikiTl-ümerâ — beylerbeyi»
lâkabını taşıyan iki adam ın yani «Hüsâmeddin Çoban»
ve «Seyfeddin Kızıl» beylerin mevcudiyetini gösterdiği
gibi” bu hükümdarın son zam anlarına k adar bunlar­
dan başka olarak bir üçüncünün yani «Seyfeddin»in
de- yine «melikü'l-iimerâ — beylerbeyi» olduğunu ve
Alâeddin Keykubâd’ın — y u k arıd a zikredildiği veçhi­
le — onun yerine diğer birini beylerbeyiliğe tayin et­
tiğini biliyoruz. Y ukarıda ismi geçen iki beylerbeyi
Alâeddin zamanında da «melikü’l-ümerâ = beylerbeyi»
lâkabını taşım akta idiler. Şu hale' göre, beylerbeydik,
Anadolu S elçuklularında hem muayyen bir m em uri­
yet, hem de devletin en nüfuzlu ve büyük ricaline ve­
rilen bir unvan, bir rütbe m idir? Selçuklular’da olsun,
Memlukier’de olsun, bâzen bu türlü unvanların bir rü t­
be gibi verildiğini biliyoruz. Ancak, Yazıcı-Oğlu’nun

72 îbn Bibi: Sayf ad-Din Ayne ki malik al-umarâ


bûd. (s. 84); An şab beylerbegi râ az tahvili Sayf ad - Dîn
Ayne ba Komninüs 7 farmûd (s. 115). Daha, Büyük Alâ­
eddin saltanatından evvel mevcut olan beylerbeyliğin, da­
ha sonraki devrede Moğol tahakkümünden sonra da de­
vam ettiği yine aynı kaynaktan anlaşılıyor (s. 268, 270,
275, 280ü. XIII. yüzyıla ait bir Mısır vesikasından da Ana­
dolu Selçuklularında beylerbeyi unvanının mevcudiyeti
görülüyor (Subhü’l-A’şa, c. XIV, s. 149).
73 Th. Houtsma. Recueil de textes relatifs â l’histoire
des Seldjoucides, c. IV, S. 49.
Selçuknûm e*sinde <sHüsameddin Çoban» Bey’in Oğuz-
la r ’ın K ayı boyuna mensup olup, sağ kol beylerbeyi,
«Seyfeddîn Kızıl» Bey’in ise Bayındır boyuna mensup
olup sol kol beylerbeyi olduğu tasrîh edildiği gibi,74
eserin çeşitli yerlerinde de daima sağ kol ve sol kol
beylerbeyilerinden bahsolunm aktadır.75 XIII. yüzyılda
A nadolu’da a ş ire t hayatının ve aşire t geleneklerinin
pek kuvvetli olduğu tabiîdir. Acaba, Yazıcı-Oğlu’na
m ehaz olan «İbn Bîbî»de tasrih edilmemekle beraber,
bunlar hakikaten Anadolu’daki Oğuz aşiretlerinin ba­
şında bulunan iki nüfuzlu reis midir? Büyük bir servet
ve nüfuza m alik olduklarına ve Sultan Alâeddin Key-
k ubâd’ın, diğer eski büyük em irleri ortadan kaldırdı­
ğı halde bunlara hiç birşey yapm adığına veya yapa­
m adığına bakılırsa, buna ihtim al verilebilir. E ğer böy­
le ise, hüküm darın doğrudan doğruya tayin ve azlede­
bildiği bir «Melifcû’I-t/mercbdan başka, Oğuz aşiret
beylerinin fevkinde, eski an ’aneye uygun bir şekilde,
b iri sağ kol, diğeri de sol kol aşiretlerinin başında bu­
lunan iki «beylerbeyi — m elikul-üm erâ» daha buiun-

74 Aynı külliyat, c. III. s. 119, 208.


75 Aynı cilt, s. 89, 91; yine bu eserde mevcut bir kay­
da göre, Alâeddin Keykubad zamanına kadar, sağ kol bey-
lerbeyiliği Kayı ve Bayat beyine, sol kol beylerbey iliği de
Bayındır ve Çavundur beyine verilirdi; diğer Oğuz boyla­
rının beylikleri de babadan oğula geçerdi. Yazıcıoğlu. bu
usûlün Alâeddin’in çocukları zamanına kadar mevcut ol­
duğunu da ilâve ediyor (s. 204). «İbn Bibi»de mevcut ol­
mamakla beraber, aşiret an'anelerinin XIII, yüzyılda da
yaşadığını gösteren bu kayıtların tamamen «uydurma» ol­
duğuna hükmedilemez. Bizim fikrimize göre, Yazıcıoğlu’-
nun yaptığı bu ilâveler, bu an’anelerin XV. yüzyıl başım­
da bile henüz unutulmamış olduğunu anlatıyor (Abdülke­
dir Bey'in Orun vc Üiüş Meselesi adlı makalesi dc bu
görüşümüzü doğrulamaktadır: Türk Hukuk ve İktisat Ta­
rihi Mecmuası, c. I, s. 121-133).
ğin ikiye ayrılm asında — yahut, ilk defa iki beylerbe­
yilik ihdasında — bu eski aşiret ananesinin de mües­
sir olması ihtim ali kolayca reddedilemez.»
İlh an lılar’da, vezirden sonra devletin en büyük me­
m urları, dört Ulus em îri idi; bu dört em îrin en büyü­
ğüne de «beglari-beg = beylerbeyi» yani «emirüT-üme-
râ» derlerdi ki, askerî işler ve ordu doğrudan doğruya
onun em ri altında idi.17 Görülüyor ki beylerbeyilik İl»
h an lılar'da, h a ttâ Selçuklular’dan daha mühimdi. Beg-
larbek yani beylerbeyi memuriyeti — İslâm î İra n dev­
let geleneklerinden İlhanlılar kadar m üteesir olma­
yan — Al tın-Ordu Devleti’nde de mevcuttu. «İbn Bat-
tûta», bu devletteki «emîr-i ulus» tâbirini «emirüT-üme-
râ» diye izah etm ektedir.78 XIV. yüzyıl Mısır y az arla­
rının verdiği m alûm ata göre, ulus em irleri, Altın-Or-
du’da m evcut olmakla beraber, nüfuzları İlhanlıİar’da
olduğu kad ar büyük değildi; yine aynı kaynaklar bun­
la ra «beylerbey» nâm ı verildiğini de tasrih ediyorlar.7*

77 Subhu’l-A'şa, C. IV. S. 423-425; C. VII, S. 262-263; Ze­


ki Velidi. Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, c, I, s.
34-36; Notices et extraits des manuscrits dc la Bibliotheque
Nationale, XIII, s. 263.
78 İbn Battûta, türkçe tercümesi, c. "I, s. 376.
79 Subhu’l-A'şa yazan Altın Ordu’daki ulus emirle­
rinden bahsettiği gibi te. IV, s. 475), Memlûkler divânın­
dan bunlara hitaben yazılan mektuplardaki lâkablara nü-
mûne olmak üzere -et-Tetkifden naklen* bir parçayı da
muhtevidir (c. V, s. 137). Bununla birlikte bu ciltlerde
«Beglarbek» unvanı mevcut değildir; bu unvan ve ulus
emirlerinin llhanlı ulus emirlerinden daha ehemmiyetsiz
olduğu hakkmdaki sarahat asıl et-Tetkif'dedir (ondan
naklen: Subhu’l-A'şa. c. VII, s. 302-304; W, de Tiesenhausen,
Recueil de mat£riaux relatifs â I’histoire de la Horde d'Or,
St. Petersbourg 1884, c. I. s. 405; E. Quatremere, Histoire
des Mamelouks, c. II, kısım II, s. 315; Journal Asiatique,
Herhalde, Ilhanlılar D evleti’nde olduğu gibi bunlarda
da ulus em irlerinin reislerine «beylerbeyi» nam ı ve­
rildiğini tahmin edebiliriz. M ısır M em lûkleri'nde «Ata-
bekü’l-asâkin ve «emır-i kebir» unvanlarıyla birlikte
«beylerbeyi» unvanı dahi verildiği «el-Merıhelü1s-SâJı»
de yazılıdır.80
Sonraları da Safeviler’de, daha ilk devirlerden
başlayarak, büyük eyaletlerin başındaki ask erî ve m ül­
kî en büyük âm ire «beylerbeyb unvanı verildiğini gö­
rüyoruz.81 Bunun S afevîler’e, Ilhanlılar teşkilâtına he­
men aynen vâris olan C elâyirler ve onları takip eden
Kara-Koyunlu ve Ak-Koyunlular devletleri vasıtasıyla
geçtiği kuvvetle tahm in olunabilirse de vazifesi itib a­
riyle Osmanlılar’daki beylerbeyiliklere benzer oldu­
ğundan Osmanlı Devleti'nden alınmış olması da — za­
yıf bir ihtimal olmakla berab er — tasavvur olunabi-

1850, 4 eme serie, c. XVI, s. 59). I. Berezin, Cuci ulusu'nun


dahili teşkilâtına dair monografisinde tTrudy Vostocn.
Otdel.. St. Pâtersbourg 1863, c. VIII, s. 52) Reşidüddîn, İbn
Battûta ve Mesâlikül’-Ebsâr'a dayanarak, ulus beyi me­
muriyetinden bahsettiği halde, Quatremere ve Defremery’-
Ain yukarıda zikrettiğimiz kayıtlarım göremediğinden Al-
tın-Orduda «Begiarbek» unvanının mevcudiyetinden ha­
berdar olamamıştır.
80 E. Quatremere, Histoire des Mamelouks, c. I, kısım
1i m
- 81 Ch. Schefer tarafından yayımlanan şu esere ba­
kınız: (Raphael du Mans, Estat de la Perse en 1660, Paris
1890. s. 151; ayrıca bakınız: Sanson, Voyage ou relation de
I’etat present de Perse, Amsterdam MDCXCV. s. 42-44;
Chardin, Voyage, II, s. 173, 280). Bunların maiyetindeki
hanlar Osmanlılar'daki sancak beylerine muadildi. Bu­
nunla birlikte biz bu memuriyeti Safeviler’in daha ilk za­
manlarında da görüyoruz (Tarihi âlem-ârây-ı Abbasi, c.
I, s. 155). Bu kaynaklarda «beylerbeyi» tâbiri yerine «emi-
rû'l-ümerâ» tâbiri de kullanılmaktadır.
lir.*2 H erhalde T ürk m enşe’inden geldiği ‘açık olan
beylerbeyiliğin, ve onun Anadolu ve Rumeli diye ikiye
ayrılm ış olmasının, Bizans tesiriyle hiçbir münasebeti
olmadığı yukarıdaki izahat ile katî surette ortaya çık­
m ıştır.81
3 — Kadıaskerlik
Fatih Kanunnâm esi’nde kadıaskerlerin mevki ve
selâhiyetleri hakkında epeyce tafsilât vardır. Buna gö­
re, m eratip silsilesinde vezirlerden sonra kadıaskerler
gelir; divanda yem ek yenildiği zaman, onlara mahsus

82 Beylerbeyilik memuriyetinin çeşitli Türk devlet­


lerinde mevcut olup - olmadığım anlamak ve her devirde
vazife ve selâhiyetlerini lâyıkıyla tayin etmek için ayrı
bir monografiye ihtiyaç vardır. Meselâ Hâriznışahlar daki
emir-i emirân. beylerbeyi nden başka bir şey değildir (Cü-
veyni. Târih-i Cihânguşâ, 1, s. 68).
83 J. Deny’e nazaran beylerbeyi unvanı, eski bir Er­
meni unvanım takliden vücûde gelmiştin V. yüzyıl başın­
da hükümran olan Sâsâni padişahı V. Behrâm ve halefle­
ri zamanında Ermenistan’daki Sâsâni marzbân mm mai­
yetinde yerli bir reis mevcut idi ki, buna «prenslerin
prensi» manâsına olarak «ichkhan ichkhanats* derlerdi.
Sonraları Bizans imparatorlarının, kendilerine tâbi olan
Ermeni prenslerine verdikleri unvan, bu unvanın rumca
tercümesinden başka birşey değildi. Leunclavius. ilk defa
bu unvanla Türkler’deki beylerbeyi unvanı arasında bir
benzerlik kurmağa çalışmış, ve bu, *Du Cange» tarafın­
dan da tespit olunmuştur. Araplar, Ermenistan’ı hâkimi­
yetleri altına aldıkları zaman, Ermeni prenslerinin bu un­
vanını muhafaza ettiler; ve belki de emîrü’l-ümera unva­
nını bunu takliden vücude getirdiler; Selçuklular devrinde
bu unvan beylerbeyi şeklinde türkçeye tercüme olundu
(J. Deny, Sommaire des Archives turques du Caire, Le
Caire 1930, s. 41-42). Bu mesele hakkında burada tafsilâta
girişmemekle beraber, beylerbeyi unvanının emirü’l-üme-
râ’dan alınmış olduğu fikrinin bize de mülayim geldiğini
ilâve edelim.
sofra çıkar; so fra onların önünden kalktıktan sonra ka-
pıcılar-kethüdasm a verilir. Vezirler gibi hizm etkârla­
rın a mücevveze giydirebüirler. Ş er’ân hükmedilecek
davâlar onların buyrultusu ile yazılır. Çehzâdelerin ce­
naze m erasim inde vezirler ve defterdarlarla beraber
bunlar da bulunurlar. K adıasker olmak, 500 akçeye k a­
dar yükselen kadıların hakkıdır. O ğullan 45 akçe ulu­
feye nâil olur. S ultanlara m üteallik olmayan cihetlerin
iki akçelerini, a rz a m uhtaç olmadan, verebilirler. Bay­
ram m erasim inde padişah onları kabul ederken ayağa
kalkar; m erasim de padişahın yanında dururlar. Sefer­
lerde padişahın huzuruna girebilirler. Günde ekalli 500
akçe tahsisat a lırla r.44 K anunnâm e’de kadıaskerliğin
Anadolu ve R um eli kadıaskerliği diye ikiye ayrıldığı­
na dair hiçbir kayıt yoktur. Yalnız, Osmanh vekayinâ-
melerinde, kadıaskerliğin I. M urad tarafından — ule­
ma silsilesinin en yüksek m ertebesi olarak — ihdas
edildiği, ve sonradan F a tih ’in 885 = 1480’de. Sadr-ı
- âzam K aram an! M ehmed P a ş a ’nm bâzı şahsî sebep­
lere müstenit teşviki üzerine, bunu Anadolu ve Rume­
li kadıaskerliği diye ikiye ayırdığı kaydedüm iştir.85

84 Kanunnâme-! âl-i Osman, çeşitli sayfalarda.


85 Âşık Paşazâde. I. Murad Tıenüz Rumeli Fûtûhatı-
na başlamadan evvel Çandarlı Kara Halil’in kadıasker ol­
duğunu yazdığı gibi (s. 54, 188). Musa Çelebi’nin de kadı-
asker nasbettiğini söyler (s. 82). Tevarih-i âl-i Osman’da
da I. Murad'ın Bilecik ve İznik kadısı olan Kara Halil’i
kadıasker yaptığı zikredilir (Giese neşri, s. 20 ) Netâyicü’I-
Vukuât’ta da bunlara dayanılarak I. Murad’ın ilk sene­
lerinde kadıaskerlik ihdas edildiği yazılıdır (c. I.
s. 16). Kadıaskerliğin ikiye ayrılması hakkında Solakzâ-
de Tarih i’nde (s. 265-266) ve ondan naklen Ham-
mer'de bilgi vardır fc. III, 18 .kitap). Her halde d’Ohs-
son’un, kadıaskerliğin 1362’de ihdas edildiği hakkmdaki
ifadesi, asla kat i sayılamaz (Tableau gânörale de IUmpira
Bâzı edebî m enbalarda ve vakıfnam elerde, II. Murad
devrindeki bâzı kadıaskerler hakkında kayıtlar bulun­
m ası86 ve daha İstanbul fethinden evvel bâzı kadıas-
kerlerin terfian vezarete geçm eleri,07 bir taraftan bu
m em uriyetin eskiliğini gösterdiği gibi, diğer taraftan
da F atih K anunnâm esinin vezirlerden sonra teşrifat
sırasında kadıaskerlerı gösterm ek suretiyle, sadece,
eski bir geleneği tespit etm iş olduğunu da anlatıyor. I.
M urad devrine ait bir vesikada rastlanılan «Rumeli şey­
hülislâmı» unvanına şimdiye kadar diğer vesikalarda
tesadüf edilem em iştir.38

XV. yüzyıl başlarında K aram an Oğulları’nöa da


m evcut olduğu Âşık P aşazad e’nin bir kaydından da an­
laşılan89 «kadıaskerlik», O sm anlıîar’dan evvel Anadolu

Ottoman, Paris 1791, c. IV, s. 530 ve devamı). Kâtıb Çele­


b in in bu hususta verdiği malûmat da tamamiyle itimada
lâyık değildir (Takvimü’t-Tevârih, İstanbul 1146, s. 186 -
187).
86 Meselâ Safi'nin divan'mda II. Murad'm kadıaskeri
Veliyyüddin hakkında bir kaside vardır. Bu devirde kadı-
asker unvanının vakfiyelerde de mevcudiyeti hakkında
bakınız: Türk Tarih Encümeni Mecmuası, nu. 94, s, 222.
294.
87 Daha Çandarlı Halil’den başlıyarak buna birçok
misaller görüyoruz. Fatih’in son zamanlarında kadıasker-
lerin bazen vezârete terfi edildiklerini biliyoruz (Solakzâ-
de Tarihi, s. 265).
88 Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, nu. 28. Bu
unvan hakkında tafsilât için Encyclopedie de I'IsIam'da J.
H. Kramers tarafından yazılan Shaikh al-Islam maddesi­
ne bakınız.
89 Âşık Paşazade Tarihi, s. 86. Anadolu Selçuklu la-
rı’nın birçok teşkilâtına vâris olan, Memlûkler'le ve Os­
manlılarca sıkı münasebetlerde bulunan Karaman Oğul­
lan Devleti’nde kadıaskerlik memuriyetinin bulunması
S elçuklularında Memlûkler D evleti’nde, daha evvel
de Eyyubîler’de, mevcut idi, «îbn Bibî»de ve j «Aksa-
rayî»de rastlanılan «kadı-i ieşker», herhalde «kadıas-
k«er»den başka bir şey değildir.90 Mısır kaynaklarında
mevcut bir kayda nazaran daha «Seîâhaddîn Eyyûbi»
zamanında kadıasker bulunuyordu.9’ E yyubîler Devle­
tim in bir devamı demek olan ve onun birçok müesse-
selerin; iktibas eden Memlûkler Devleti*nde bu m em u­
riyetin mahiyeti hakkında oldukça bol bilgiye malikiz:
«Melikü’z-zâhir Baybars» zam anm da d ört mezhebe
mahsus olmak üzere sayılan dörde çıkarılan d ört «Ka-
dıü'I-kudât»dan sonra* kadıaskerler gelirdi; Şafii, H a­
nefî ve Maliki mezhebinde üç kadıasker daim a hü­
küm darın maiyetinde bulunurlar, saray d a ve hüküm ­
darın maiyetindeki askerî kuvvetler ara sın d a çıkan
meseleleri hallederlerdi. K ahire’deki m erkezi idareden
hemen farksız teşkilâta malik olan Şam niyabetinde-,
de, dört kadıü’l-kudât’tan sonra biri Şafiî diğeri H a­
nefî olmak üzere iki kadıasker bulunurdu. Halep ve
Trablus-Şam niyabetlerinde de aynı suretle biri Şafii

pek tabiidir .Karaman Oğullarına âit bâzı resmi yazılarda


Kadıasker unvanını taşıyan birtakım adamlara rastlanıl­
ması da bunu doğrulamaktadır (Aşır Efendi Kütüphanesi,
kısım I, nu. 869).
90 Th. Houtsma. Recuei] de textes relatifs â I’histoire
des Seldjoucides, c. IV. s. 299; Türkiyat Mecmuası, c. II, s.
17; Subhu’l-A'şa c. XIV, s. 160'daki Anadolu SelçuklularT-
na âit ve o devirde yazılmış bir eserden alınmış bir fıkra­
da, kadıasker kelimesi de mevcuttur. Bunu doğrulayan
diğer bir delil daha: Türk Tarih Encümeni Mecmuası, nu.
83 ,s. 349. XII, yüzyılda Gûriler de de «kadı-i İeşker» memu­
riyeti vardı. (Tabakat-ı Nâsıri, Calcutta 1864. s. 1171.
91 Subhu’I-A’şa, c. IV, s. 36,
bu unvanın mevcut olduğunu biliyoruz.94 Her ne olur­
sa olsun, bu verdiğimiz izahattan sonra, «kadıaskerlik»
memuriyetinin Bizanslılar’daki «Juge de camp»lar tak-
liden ihdas edilmiş olamıyacağı katiyetle anlaşılıyor.

4 — Reisülküttâblık ve Nişancılık

Fatih Kanunnâmesi"nde «reisülküttâb»lara âit olan


m addeler şöylece hülâsa olunabilir; Reisülküttâb, ni-
şan cı’mn maiyetindeki kâtiplerin reisidir; teşrifattaki
yeri şehre mininin altında ve yeniçeri kâtibinin üstünde­
d ir; Sili akçe m üderris yalnız reisülküttâb’a değil şeh-
reminine dahi takaddüm eder. Dıvan-ı hümâyûndaki
yem ekte vezirlerin önünden kalkan sofra, reisülküttâb
ile m aiyetindeki kâtiplere verilir. Reisülküttâb te rfi’-
an nişancı olursa, sancak hükmü ile olur; bununla be­
rab er, nişancılıktan aşağı bir m ertebe olan defterdar­
lığa terfi edildiği de vardır. E ğer defterdarlıktan ni-
şancı olursa, beylerbeyilik hükmü ile olur. Kanunnâ­
m e'ye göre şehremini ile reisülküttâb’a aynı elkap ya­
zılır.*5 îşte kanunnâm e’nin bu hüküm leri gösteriyor ki,
reisiilküttâblık, Ram baud’un iddia ettiği gibi «grand-
logothete»e muadil yüksek bir mevki değil, nişancıla­
rın maiyetinde alelâde bir kalem amirliğinden ibaret­
ti. Sonraları bu mevkiin ehem m iyet kazanarak hattâ
nişancılığın üstüne çıkmış olması, R am baud’yu şaşırt­

çuklu İmparatorluğundan kalma bir müessese olduğu im­


kânım da kuvvetle akla getirmektedir. Herhalde bu me­
sele hakkında eski tarihi kaynaklan yeniden tetkik lâzım­
dır. Ordu kadılığı Safeviler'de de vardı (Tarîh-i Âlem-
ârây-ı Abbasî ve diğer Safevi devri kaynaklanna bakınız).
94 O. Houdas, Hlstoire du Sultan Djelal ed-Din s. 50.
95 Kanunnâme-i âl-i Osman, s. 14, 15 17. 18, 22, 31.
mış ve yanlış bir neticeye götürm üştür. Halbuki Ham­
m er Tarihi'nin şöylece bir gözden geçirilm esi bile bu
yanlışlığı düzeltmeğe kâfiydi.96/ Öyle anlaşılıyor ki,
Ram baud, «nişancı» yerine yanlışlıkla «reisülküttâb»
Kelimesini kullanmıştır.
Bu ihtimale göre, «nişancılık» m emuriyetinin de
F atih Kanunnâmesi'nde tayin edilen vazife ve selâhi-
yetlerini tespit edelim: Merkezî idarede vezirlik, kadı-
askerlik, başdefterdarlık’tan sonra en büyük vazife
nişancılıktır. Devletin haricî m uhaberatına o b akar
ve tu ğra çeker. Vezirler, kadıaskerler, defterd arlarla
b erab er dîvanda sadırda oturur. E ğer vezâret veya
beylerbeyilik rütbesini haizse, d efte rd a ra takaddüm
ed er; eğer sancak beyliği ile nişancı ise, defterd ar ona
takaddüm eder; elkabı ve m ertebesi d efterd ar gibidir.
N işancıların oğullan, beylerbeyi çocukları gibi, 45 akçe
ile d efterdarlar ve nişancı ile birlikte sofraya otururlar.
B ayram merasiminde padişah vezirlere, kadıaskerle-
re, başdefterdara olduğu gibi nişancıya dahi ayağa
kalkar. Nişancıların bilhassa m ünşiler ve âlim ler a r a ­
sından seçilme ve tayini usûldendi. Bu bakım dan, d a ­
hil ve şahın müderrislerinden nişancı tayin olunurdu.
M al-defterdarlarından te rfi’an nişancı tayin edilirse
beylerbeyilik hükmü ile, reisülküttâb nişancı olursa
sancak hükmü ile olurdu. N işancılara beylerbeyilik,
yahut, esasen beylerbeyi pâyesini haiz iseler vezirlik
verilirdi.97

96 Hammer, Histoire de I’Empire Ottoman, c. III, s.


313.
97 Kanunnâme-i âl-i Osman, s. 13, 14, 15, 20, 25: keza-
lik Hammer, aynı yerde Th. Spandouyn Cantacusin’in - Ch.
Schefer tarafından yayımlanan - Petit Traıcte de l’origine
des Turcqz, Paris 1896. s. 99-100 adlı eserinde buna âit pek
«Tuğra»,94 «tevki»99 gibi hüküm darın alâmet-i mah-
susası ve o alâm eti havi yazılar m anâlarında kullanı-

kısa bilgi verilmektedir. Esasen XVI. yüzyıldan itibaren


bu hususta bol malûmat vardır.
98 Aslında Oğuz Türkleri’ne mahsus olan «tuğra»
hakkında en toplu bilgi. Jean Deny’nin Encyclopedie de
I’Islam’a yazmış olduğu Tughrâ maddesindedir; yine ora­
da nişancılık hakkında da biraz izahat verilmiş olmakla
beraber, bu müessesenin menşei hakkında bilgi yoktur.
Bununla beraber bu makalede bilhassa Memlükler'in ve
Osmanlılar’m tuğraları hakkında malûmat verilmiş olup,
Selçukluların ve diğer Türk devletlerinin tuğralan hak­
kında hemen hiç birşey söylenmemiştir. Bu mesele hakkın­
da yakında bir makale neşredeceğiz. Yalnız şimdilik şu­
nu söyleyelim ki, ilk Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in tuğ­
rası çomak şeklinde idi. (Râhat as-Sudûr, s. 98; GMNS. II).
Biz. Râvendi’nin tespit ettiği ve çomağa benzettiği bu şek­
lin, Selçuklu hanedanının mensup olduğu Kınık boyunun
damgası olduğu fikrindeyiz. Tuğrui'daıj sonra. İslâmiyet
tesiri altında tuğralar mühim bir değişikliğe uğradı: Alp
A rslanin tevkı'i «bi-nasr Allah», Berkyaruk’un «i'timâdi
ala’llah» Muhammed ibn Melikşah’m «ista'antu
bi'llah». Sencer’in «tavakkaltu ’ala'ilâh», Mahmud ibn
Muhammed'in «i'taamtu bi'llah*, Tuğrul ibn Muham-
med'in «i'tadadtu bi'llah vahdahu»; Mes'ud ibn Muham-
med'in «i'timâdi 'ala'llâh»; Melikşah ibn Mahmüd'un
ve Süleyman ibn Muhammed’in «ista'antu bi'llâh»,
Arslan ibn Tuğrul’un «Itadadtu billâh- Tuğrul ibn
Arslan’ın «i’tadadtu bi'llah vahdahu», idi. (Râhatü's-
Sudûr'a ve onun bir hülâsası olan al-Irâdah fî’I
hikâyah as-Salcukiyyah'ye bakınız). Büyük emirlerin de
tevkıieri vardı; meselâ Emir Gökce'nin Allah ve şimşir idi
(RahAt as-Sudür, 391) Hârizmşahlarin ve diğer İslâm-Türk
sülâlelerinin de tevki'leri vardı.
99 Tevki' Osıhanlılar'da tuğra ve nişan karşılığı ola­
rak kullanılmıştır. Islâm devletlerinde tevki ve tuğra ile
niş?.n arasındaki fark hususunda tafsilât «tuğra» hakkın-
daki makalemizdedir. Encyclopödie de I’IsIam'daki «Tawki»
maddesinde verilen malumat çok eksiktir.
lan «nişan»100 kelimesinden teşkil edilmiş olan bu «ni­
şancı» tâbirinin ne zamandan beri kullanıldığını, bu­
günkü araştırm alarım ıza göre, kati olarak söyleyeme-

100 Bu kelime hakkında izahat almak için bakınız:


F. Kraelitz. Osm&nische Urkunden in türkischer Sprache,
Wien 1922, s. 18, 22; L. Fekete, Einführung in die osma
nich-türkische Diplomatik..., Budapest 1926, s. XLIV. Pro­
fesör Kraelitz'in Âşık Paşazâde'den aldığı «timarlann ni­
şanı Bayezid Han adına öldü» cümlesi -nişan» kelimesi­
nin, hükümdarın imza veya alâmet-i mahsu sasını yani
tuğrasını muhtevi resmi vesika manâsına kullanıldığını
göstermektedir. Fatih devrine ait resmi vakıf defterlerin­
den de, birtakım yerlerin vakıf olduğunu ispat eden vesi­
kalara «nişan» denildiği, ve bu «nişan-ların yalnız padi­
şahlar değil, şehzâdelcr ve beylerbeyiler tarafından da
verildiği anlaşılıyor. Bu defterler, herhangi bir memleket
Osmanlıiar eline geçtiği zaman bu gibi tasarruf vesika­
larının derhal yenilendiğini göstermek suretiyle Âşık Pa-
şazâde'nin ifadesini de doğrulamaktadır (Ahmet Refik.
Türk Tarih Encümeni Mecmuası, nu. 79: Fatih Zamanında
Teke İli, nu. 80: Fatih Zamanında Sültanöyügu). XIV ve
XV. yüzyıl resmi vesikalarından anlaşıldığına göre, bu gi­
bi vesikalara «bitiv*" unvanı da yeriliyordu. Profe­
sör Kraelitz’in Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuasında
neşrettiği ilk padişahlara ait vesikalarla yukarıda zikret­
tiğimiz eserindeki vesikalar, bunu göstermektedir. Bahis
mevzuu vakıf defterlerinde ise padişah ve şehzadelerin
emirnamelerine «nişan» beylerbey ilerin, beylerin ve kadı-
lannkine «biti» denmektedir; hatta burada rastlanılan
« • ve •*/--! • nin ne demek
olduğu tamamiyle anlaşılamamaktadır. Bu .«biti» kelime­
si Shiratori’nin ve W. Radloffun mütalâalarına göre Çin­
ce «fırça» manâsına olan «pit» kelimesinden alınmıştır;
eski Çin kaynaklarına nazaran, Orta-Asya'da daha Topa-
Wei (M.S. 388-558) sülâlesi zamanında «pi-teh» (ihtimal ki
«bitik: yazı») kelimesi ve «pi-teh-çen» (ihtimal ki «bitik­
çi», yani «kâtip») vazifesi malûmdu: Orhon kitabelerinde
«bitig» kelimesi mevcut olduğu gibi «Kutadgu Bilig» te de
yiz.’"1 Ancak, bu unvanın F atih zam anından beri kul­
lanılmaya başlandığını kabul etsek bile, bu ad altın­
daki müessesenin Büyük Selçuklular’daki «tuğrâi»lik
müessesesinden başka birşey olmadığı gayet açıktır.
Abbasi ler’den başlayarak bütün İslâm devletlerinde
muhtelif fark larla mevcut olan «divânüT-inşâ» adı,10*
Büyük Selçuklular zamanında eski Oğuz geleneğine
uyularak «divânüT-tuğrâ»ya tebdil edilm işti.103 İşte bun­
dan dolayı, önce Büyük Selçuklu İmparatorluğum dan

•»bitikçi* kelimesi geçer (V/. Barthoid’un Encyclopedie de


I'Islam'daki Bitig maddesine bakınız). Her halde Uygur­
ların ve Karahanlılar Devle ti’nin idari ıstılah lan arasın­
da bulunan ve kelimenin, sonradan Moğoilar tarafından
alındığım ve llhanlıiar Devleti’nde «Uiug Bitikçi» memuri-
ye Linin büyük bir ehemmiyeti olduğunu o devre ait ve­
sikalardan öğreniyoruz (Muhammed b. Hindûşâh Nahçi-
vâni rkn Düsîûıü’l-Kâtib fi Ta'yinü'l-Merâtib adlı eserinde,
Köprülü kütüphanesi, nu 1241, var. 187-188; bu hususta
Cüveyni, Vassâf. Reşidücl-din gibi müverrihlerin eser­
lerinde bol malûmat vardır). II. Bayezid zamanına kadar
Osnumlı padişahlarının muharreratında bu «biti» kelime­
sinin kalınası, bu eski an anenin bir kalıntısı gibi telâkki
olunabilir. (Münşcclt-ı Feridun'a bakınız) .
İSİ XVI. yüzyıl başında yazılmış bâzı eserlerde. XIV.
yüzyıl sonlarında Germiyan beyliği’nde nişancılık memu­
riyeti bulunduğuna ait bazı kayıtlar varsa da, bunu biraz
ihtiyatla karşılamak gerekir.
102 İslâm devletlerinde «divanûl-inşâ»mn ehemmiye­
ti vs gelişmesinin çeşitli saf halan hakkında bakınız:
Subhu’I.A’şa, c, III, s. 490 ve devamı; Makrizi, Kitabü'l-Hı-
tat. Mısır basımı, c. II, s. 225 ve devamı; Corel Zeydûn,
Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, türkçe tercümesi, c. I, s. 228
ve devamı.
133 Makrizi, aynı eser, s. II, s. 226; Makrizi burada
lbn Hallikân'a daytınarak «tuğra»mn fansi bir kelime
olduğunu söylemekle aldanmıştır. Houtsma, Recueil des
textes reiatifs â ['Histoire des Seldjoucides, c. II, Preface,.
VIII - IX; Çahâr Makale, Gibb Memorial series, XI. s. 100.
başlayarak, muhtelif Selçuklu şubelerinde daim a «tuğ*
râî» lâkaplı birtakım meşhur devlet adam larına tesa­
düf olunur ki,104 biz bunu Anadolu Selçukluları’nda da
aynen görüyoruz.105 Bunların vazifeleriyle Osmanlı

104 Houtsma'nın neşrettiği metinlere. Râhat as-Sıı-


dur’a, ve Selçuklu tarihine ait diğer metinlere bakınız.
«Tugrâi» lakabıyla şöhret kazanan âlim ve şairler hakkın­
da. «İbn Hal likan* ve Lubâb al-albâb’a bakınız. Celâieddin
Harzemşah Tebriz'i zaptettiği zaman, şehir reisliği, «tug-
râi» lâkabını taşıyan bir ailenin' elinde idi (Nesevi, Sire-
tü’s-Sultaıı Celâieddin, s. III; Houdas tercümesi. Paris 1895,
s. 1641. Yine aynı kaynaktan «tugrâi-lik vazifesinin Hâ-
rizmşahlar'da da mevcudiyetini ve ehemmiyetini öğreni­
yoruz (meiin s. 146; tercümesi, s. 243). Ancak, Selçuklu­
larda bu vazife «kitâbet-i inşâ» memuriyetine takaddüm
ettiği halde, Hârizmşahlar'da onun altında sayılıyordu,
(meiin. ş, 37: tercümesi, s. 29).
103 Anadolu Selçuklularında «tugrâi» lik memuriyeti
mevcumı- ve divanda büyük ehemmiyeti vardı* Şemsed-
d'I:_ Muuınud Tugrâi. Meçdeddin Tugrâi, Nureddin Tug-
raı gibi Sriçuaiu devlet adamları hakkında «İbn Bibi»de
mühim maıumata rastlanır (indeks’e bakınız). XIII. yüzyı­
lın başında Anadolu Selçuklularında mevcudiyetini gör­
düğümüz bu memuriyetin herhalde XII. yüzyılda da bu­
lunduğunu kolaylıkla tahmin edebiliriz. Büyük Selçuklu­
larda ve Karizmşahlar'da olduğu gibi Anadolu'da da tug-
râilik vazifesine ekseriya münşilikle şöhret kazanan, res­
mi haberleşme usûllerine lâyıkıyle vâkıf adamlar tayin
olunur, bilhassa devletin dışla olan muhaberatı onlar ta­
rafından idare edilirdi. Büyük memuriyetlere tayin edilen­
lerin menşurlarını da onlar yazarlar, ve karşılığında bü­
yük hediyeler alırlardı (Houtsma, Recueil de textes .... IV. s.
83, 157, 251). Şemseddin Mahmüd Tugrâi'nin Anadolu Sel­
çukluları tarihindeki rolü bilhassa mühimdir. Bütün bu
izahat. Osmanlılar’daki nişancılık vazifesinin tamamen
Selçuklulardan geçtiğini gösterebilir. Anadolu Selçuklu­
larında a=®:bâz] devletlerdeki kâtibü’s-sırr'a muadil olarak ^
ayrıca bir de «münşi-i hâss» bulunduğunu ilâve edelim.
Devletinin XV. yüzyıldaki nişancılarının vazifeleri ara- t
sında esas bakımından hiçbir fark yoktu. XVI - XVH.
yüzyıllarda bunun yerine «reisülküttab»lık ve «tevki’î*
lik m em uriyetlerinin daha ehem m iyet kazanm ası me­
selenin araştırılm ası, mevzuumuzun dışındadır. Bu kı­
sa izahat O sm anlılar’daki «nişancılık» müessesesinin
«grand - logothete» mukabili olarak Bizans’tan alındı­
ğı iddiasının ne kadar esassız olduğunu ispata kâfi­
dir.

5 — D efterdarlık

Fatih K anunnâm esinde defterdarlık müessesesi


hakkında, hattâ diğer m em uriyetlerden daha fazla, taf­
silât yardır. Bu kcm ınnâm e'ye göre, devletin bütün ma­
liye vazifeleri, başdefterdar, defterdarlar, defter-kelhü-
daları ve tım ar - d efterd arları tarafından görülmek­
tedir. Elimizdeki kanunnâm e nüshasının oldukça bozuk
ve tertipsiz olmasına rağm en, defterdarlık hakkında-
ki hükümlerini şu suretle hülâsa edebiliriz: Maliye iş­
leri, devletin diğer bütün işleri gibi vezir-i âzam ’ın
nezareti altında bulunmakla b eraber, bunun asıl m es’ul
âmiri b aşd efterd ar’dır; ve ehemmiyetli maliye işlerin­
de yalnız vezir-i âzam la m üşâvere eder. Onun maiye­
tinde m al-defterdarlan yani diğer d efterdarlar vardır
ki, kanunnâm e’de sayıları açıklanm am ıştır. D efter­
darların aşağısında defter-kethüdalan vardır ki, Ru­
meli defter-kethüdası’nın te rfi’an m al-defterdarı ola­
bileceği açıklanmış olduğuna göre, Anadolu defter-ket-
lıüdalığı memuriyetinin de bulunm ası zarurîdir. Bun­
ların aşağısında da tim ar-d efterd arlan vardır; ve bun­
lar te rfi’an defter-kethüdası olabilirler. Başdefterda-
rrn teşrifattaki mevkii onun ehemmiyetini gösterm eye
kafidir: Dîvanda vezirler ve kadıaskerlerden sonra
sadırda oturur; nişancı, eğer vezir rütbesini haiz ise
ancak o zaman başdefterdara takaddüm e d e r; yemek
yenirken başdefterdar vezir-i âzam ’la bir sofrada bu­
lunmak hakkını dahi hâizdir; diğer d efterd arlar, ni­
şancı gibi, diğer vezirlerle birlikte ayrı bir sofraya otu­
ru rla r. Başdefterdar Rumeli beylerbeyi ile aynı pâye-
de sayılır; ve işte bundan dolayı te rfi’an vezir olabilir.
M al-defterdarlan beylerbeyi veya beylerbeyilik hük­
mü ile nişancı olabilirler (s. 15’de m al-defterdarlarının
d e fa te n vezir olabilecekleri m anâsı çıkarılabilecek
olan fıkra, cümle tertibindeki bozukluktan da anlaşıla­
cağı veçhile, ş. 14’deki açıklığa göre bu yolda düzel­
tilmek lâzımdır). B aşdefterdar devlet m erkezinde dî­
vanda bulunur; fakat merkezde olduğu gibi vilâyetler-,
de de m al-defterdarlan olduğu ve mevki itibariyle
hepsinin de aynı derecede bulunduğu kanunnâm e’den
anlaşılm aktadır. M al-deflerdarlan. te şrifa tta , şehzâde
lalarına, ve İstanbul kadısı m üstesna olarak diğer ka­
dılara, sancak beylerine ve diğer ağ a la ra takaddüm
ederler, B aşdefterdar vezir ve kadıaskerler gibi padi­
şaha bizzat m ârûzatta bulunabilir: şehzade cenazele­
rinde bulunur; hizm etkârlarına m ürevveze giydirebi-
lir; kendisine selâm çavuşu tayin olunur; devlet işle­
rinde, ve 2ir-i âzam, diğer vezirler gibi başdefterdarla
da m üşavere eder, bayram m erasim inde vezirleri ve
kadıaskerleri takiben m erasim e k atılır; ve hüküm dar
ona da ayağa kalkar; seferde dahi m ârûzatta bulun­
m ağa mezundur. Hükümdar haslarının id aresi d efter­
d ara aittir. Hükümdara her nereden h ara ç ve hediye
gelirse, vezirler gibi ona da muayyen bir hisse veril­
mesi âdettir. B aşdefterdara 600.000 akçe has, ve hâzi­
neden 150’den 240 bin akçeye kad ar sâliyane verilir.
Havâss-ı hüm ayundan gerek iltizam gerek emanet yo­
luyla verilen h a sla r kaç yük kıymetinde ise defterdar­
lar yük başına 1000 akçe imza hakkı alırlar. Hâzineye
teslim edilen p ara lard an ise 1000 akçeden 22 akçe alır­
lar. D efterd ar m aiyetindeki kâtiplere de kitabe: hak­
kı verilir. H avâss-ı hümayun âşârından defterdarlara
zahire dahi verilir. D efterdarlar 80.000 akçe ile tekaüt
olurlar. M al-defterdarları te rfi’an baş defterdar olabi­
lirler. M al-defterdarlığı vazifesine de defleremir.i. şeh­
remini, reisülküttâb, Rumeli defter-keıhüdası, 300 ak­
çe m aaşlı kadı, yahut sahm m üderrisi olan kimseler
tayin edilir. D efterd arlar yılda bir kere devletin bü­
tün gelirlerini ve giderlerini yani bir nevi bütçesini
hüküm dara arzederler. ve buna mukabil kendilerine
h ila l ihsan edilir. H üküm dara arza muhtaç olmadan
hâzineden iki akçe verm eye, ve, çavuşluk, sipahilik,
kâtiplik, sancak ve zeam et arzına dahi mezundurlar.
Divandan ve m âliyeden kendilerine yazılacak elkap
m uayyendir .106
Kanunnâm e’den çıkardığım ız bu hükümlerde:, baş­
ka, yine F atih devrine ait tarih î metinlerde defterdar­
lığın m evcudiyetini gösteren bazı kayıtlar vardır ,107
fakat, daha evvelki devirlerde devletin maliye işleri­
nin nasıl idâre edildiğini gösteren hukukî kaynaklar
mevcut olmadığı gibi, bu husustaki tarihî bilgiler de
pek az ve pek çok şüphelidir. Maliye tarihimize ait
olarak şu son zam anlarda yazılan bazı eserlerde, def­
terdarlığın daha Osmanlı D evleti’nin ilk zamanlarında
ihdas edildiği iddia olunm akta ise de, bunu doğruiaya-

İOC Kanunnâme-i âl-i Osman, s. 10, 11, 13-17, 19, 2C. 22,
23, 25-29, 31.
107 Tursun Bey. Tarih-i Ebü'l-Feth, s. 91-92.
cak hiç bir delil zikredilm em ektedir.10® n . M urad dev­
rinde «mal-def tercisi» yahut «mal-def terdarı» adıyla
bir m emur bulunduğunu tahm in edebiliriz: «Yazıcı-Oğ-
lu Ali»nin bu devirde yazdığı Selçuknâm e'de Anadolu
Selçuklu D evleti’nde «sahib-dîvân»ın «emval defterle­
r i n e de nezarette bulunduğu y azılırı «İbn Bibi» ta ­
rihinde bu kayıt m evcut olmadığından, Yazıcı-Oğlu’-

108 M. Zühdi, Bütçe, c. II, s. 36-42'de Osmanlı Devleti'-


nin ilk mali teşkilâtı ve defterdarlık hakkında verilen bilgi,
başLan başa yanlış ve esassızdır; Abdürrahman Vefik
Bey'in «Tarih-i Mali» (s. 112) ve «Tekâlif Kai’aidi» (s. 157,
162) adlı eserlerinde bu hususta açık çelişkiler vardır; M.
Zeki Bey’in «Teşkilât-ı Atıkada Defterdar» (Türk Tarih En­
cümeni Mecmuası, nu. 91. s. 96-102 ve nu. 93. s. 234-244)
adlı makalesinde bu çelişkiler gösterilmiştir. Bununla be­
raber bu makalede de. çeşitli zamanlara ait kanunnâme­
lerin ahkâmı -hepsi aynı devre aitmiş gibi- tasnifsiz su­
rette birbirine karıştırılmış, ve ne kaynakların tenkidi­
ne. ne de kronolojiye ehemmiyet verilmiştir; Haremer'den
ve bilhassa lbn Haldun'un, tûrkçe tercümesinden alman
parçalar, «defterdar» unvanının eskiliği hakkında yazan
şaşırtmıştır; halbuki lbn Haldun'un metninde «defterdar*
kelimesi mevcut değildir (c I. s. 202-205). Bu makalede en
ziyâde Mehmed Arif Bey’in Fatih Kanunnâmesine yaptı
ği haşiyelere dayanılmışsa da. orada bahsedilen teşkilâtın
hangi zamanlarda yapıldığı gösterilmediğinden tarih ba­
kımından ehemmiyeti yoktur. Naili Abdullah Paşa, XVIII
yüzyılın son yarısında yazdığı Kavanin-i teşrifat adlı ese­
rinde lbn Haldün’un verdiği bilgileri aynen tekrar ederek.
Osmanlı!ar’da defterdarlık teşkilâtı hakkında küçük bir
ilâve ile iktifa etmiştir. Hammer. müverrih Âli'nin verdi­
ği bilgilerden faydalanmışsa da. verdiği malûmat umumi­
yetle çok basit ve sathîdir (c. III, 18 . kitapta «defterdar*
bahsi); d’Ohsson'un meşhur eserinde (c. VII, s. 192. 261 ) ve
Cl. Huart'ın bilhassa buna ve bir de Hammer'e dayana­
rak yazdığı. Encyclopedie de I'lslam'daki DcftcrdSr maka­
lesinde verilen bilgi dahi pek sathidir. M. Belin'in «Essai
nır I’histoire £conomiquc de la Turquie»sinde defterdarh
nun bunu başka bir kaynaktan aldığını ve fakat, «emval
defterleri» tâbirinin, Selçuklu devrine ait olmasa bile,
herhalde II. M urad devrine a it olduğunu ve bu defter­
lere nezaret eden m em ura da «defterdar» adı verildi­
ğini söyliyebiliriz.109 «Defter» kelimesi İslâm âleminde
pek eski zam anlardan beri bilindiği gibi,110 F aiım îkr'in
idari teşkilâtında «sahib-i defter» unvanı,111 ve bilhas­
sa İran Moğol D evleti’nde «defterdarlık» ve cdefîer­

gin daha sonraki devirlerdeki teşkilâtı hakkında daha iyi


ve toplu bilgiye rastlanır (Journal Asia(iquc, mai-;âi;ı 1834,
s. 466 ve devam»), XV. yüzyıl sonunda def terör, rhs hak­
kında en iyi malûmat «Fctit Traicte de ibriğine des
Turcqz»dedir (s. 96-93). Tarihi kaynaklarımıza. çc-;::îi ka­
nunnâmelere, diğer resmi vesikalara, hattâ Batı seyyahla­
rının bâzı eserlerine başvurmak suretiyle XV. yüzyılın
ikinci yansından başlayarak İmparatorluğun mali teşki­
lâtını mükemmel surette tetkik imkânı vardır.
109 Houtsma’nın neşrettiği Recueil..'., (c; IV); Muh­
tasar İbn Bibi Tarihi, (s. 44)te birşey yoktur; halbuki, c.
III, s. 103'te Sultan İzzeddin Keykâvus'un «Sâhib d;vanlık
ve emval defterlerini, siyâkat ve hesapta Rum memûiikin-
de benzeri olmayan Bedreddin-i Horasâni'ye verdiği» yazı­
lıdır. İlhanlılar’da da «sahip divan» unvanım hâiz olan
büyük memurun «divan-ı istifâ» âmiri olduğu ve devle­
tin bütün maliye işlerine baktığı, ve vilâyetlerdeki mali­
ye memurlanmn mercii bulunduğu tamamiyle malûmdur.
Selçukluların idari teşkilâtı hakkında neşredeceğimiz ma­
kalede bu meseleyi ayrıca tetkik edeceğiz. Her nç olursa
olsun. Yazıcı-Oğlu'nun ifadesi, II. Murad devrinde «defter­
ci, defterdar* unvanlarının kullanıldığım göstermektedir.
110 Yunancadan gelen bu kelime Arap, Acem, Türk,
Moğol lisanlarına da girmiş ve eskiden beri kullanılmıştır.
111 Subhu’l-A’şa'daki bir kayda göre (e. III. s. 525-
526). Makkârî’de «daftar-h’ân» unvanına rastlanması, def­
ter kelimesinin Mısır yoluyla Batı ,İslâm devletlerine de,
geçtiğini gösterebilir (Dozy, Suppl. aux Dictionnaires ara-
bes, c. I, s. 448).
dar» bulunduğu cihetle,112 Osmanlılar’ın bu hususta
kısmen Selçuklu ve bilhassa da Ilhanlı teşkilâtından
iktibasta bulundukları meydana çıkm aktadır. Abbasî-
le r’deki «dîvanü’l-hurûc ve'l-cibâyât» ile Sâm ânîler ve
S elçuklulardaki «dîvan-ı istifa » teşkilâtından başlaya­
rak, çeşitli İslâm ve Türk devletlerinde maliye işleri­
nin nasıl görüldüğünü, H ârizm şahlar’da, M emlûkler’-
de, Moğollar’da, Anadolu Selçuklularında çeşitli mali­
ye m em uriyetlerinin mahiyetini, ve çok defa aynı un­
vanlar korunmakla beraber vazife ve salâhiyet husus­
larında ne büyük farklar ortaya çıktığını izah mesele­
si, ayrıca bir monografiye m uhtaçtır. İşte, bütün bun­
lardan anlaşılıyor ki, Fatih Kanunnamesi ndeki «def­
terdarlık» m üessesesi de «defterdar» unvanı da, asla
Bizans’tan alınmış değildir; ve Rambaud'nıın bunu Bi­
zans’taki «logothele»lerden alınmış gibi gösterm esi, ta ­
rihî vakıalara tam am iyle aykırıdır.
112 İlhanlı Devîeti’nin tanınmış .devlet adamlarından
Sahib-divân Hoca Şemseddin Cüveyni, Hülâgû zamanın­
da çok kanşmış olan maliye işlerini düzenlediği sırada,
her vilâyetin mali işleri hakkında mükemmel deflerler
tanzim ettirmiş ve bu suretle muameleleri merkezileşti­
rerek her zaman sıkı ve emin bir kontrol imkânını elde
etmişti. Sonradan bu defterlerin tertip ve muhafazası için
Seyyid Sadrü'd-din Hamza’yı «defterdâr-ı divan-ı memâ-
lik* veya «defterdâr-ı memâlik- tayin etti. Daha sonra
Gâzân Han, «müstavfi-i memâlik»in 'emri altında bulunan
bu memuriyete daha fazla ehemmiyet ve istiklâl verdi;
gayet muntazam bir defterhâne yapıldı; hattâ divan top­
lantıları çok defa orada yapılmağa başlandı. Fakat sonra­
ları bu teşkilât bozuldu; ve bu memuriyet dahi ortadan
kalktı (daha fazla tafsilât için: Düstûrü’l-Kâtib fi Ta’yîni’l
Merâtib, s. 191-192; bunun tamamiyle itimada değer olma­
yan bir tercümesi: Hammer, Geschichte der Goldenen
Horde, Pesth 1840, s. 497-501). «Defterhâne»nin İran’da Sa-
feviler zamanında da mevcudiyetini, Du Mans’dan öğren­
mekteyiz (Estat de la Perse en 1660. s. 26).
6 — Kaptanpaşalık

A. R am baud ve takipçilerinin sırf bir Bizans tak­


lidi olarak ve «megaduc» mukabili gösterdikleri kap-
tanpaşalık hakkında Fatih Kanunnamesi’nde hiç bir ka­
y ıt yoktur; ve bu da gayet tabiîdir. Çünkü F atih za­
m anında, Osmanlı Devleti’nin küçük bir deniz kuvve­
ti m evcut olm akla birlikte, «kaptanpaşalık» diye bir
m em uriyet m evcut değildi. Donanma, bilhassa Gelibo­
lu deniz üssüne dayandığı ve tersane orada olduğu için,
Gelibolu sancakbeyinin emri altında bulunurdu. H arp
esnasında, hüküm dar, yahut sadr-ı âzam, yahut, bun­
lar harbe katılm adıkları takdirde serdar tayin edilen
vezir, donanm aya da kumanda ederdi. Daha sonra
Osmanlı D evleti’nin Mısır ve Suriye’yi zaptıyla bir Ak­
deniz im paratorluğu halini alm ası ve Karadeniz sa­
hillerinin de tam am en Osmanlı nüfuzu altına düşme­
si üzerİSc, donanm anın ehemmiyeti arttı. B âzı.vakit,
azledilen vezirlerin Gelibolu sancakbeyliği ve kaptan­
lıkla m erkezden uzaklaştırıldığı oluyordu. Nihayet
«Barbaros»tan sonra kaptanlara Cezayir beylerbeyi
payesi, ve daha sonra d a vezâret verilmeğe başlandı;
ve bilhassa XVII. yüzyıldan başlayarak, kaptanpaşa-
lık, m erkezi idarenin en mühim ve nüfuzlu mevkile-
rinden biri halini aldı .113 îşte bu kısa izahat, Rambaud

113 Bu mesele hakkmda Hammer ve d’Ohsson’un


eserlerinde verilen bilgi pek sınırlıdır: F. Babinger'in bun­
lara ve Kâtib Çelebi'nin. «Tuhfetü'l-Kibâr fi Esfâri'l-Bi-
hâr»ıyla bâzı ikinci derecede kaynaklara dayanarak Encyc-
lop ed ie de I'Islam'a yazdığı «Kapudan Pasha* makalesi ise
gayet sathi, tenkitsiz, ve birçok yanlışlıklarla doludur. Hal­
buki. bilhassa XVII. yüzyıldan itibaren, bu mesele hakkın­
da gerek tarihi kaynaklarda, gerek kanunnâmelerde bol
bilgi mevcut bulunduğundan, bu hususta etraflı bir mo­
nografi vücüde getirmek mümkündür.
ve takipçilerinin, bu hususta kurm ak istedikleri ben­
zetm elerde de tamam iyle aldandıklarını meydana çı­
karıyor.
Osmanlı deniz kuvvetlerinin ve denizcilik teşkilâ­
tının F atih zamanına kadar geçirdiği safhalar haklım­
daki bilgi, yok denecek kadar az ve dağınıktın”4 An­
cak, bu dağınık bilgiler, toplanarak birleştirilince gö­
rülüyor ki, daha XIV. yüzyıl -sonlarında Gelibolu’da te­
şekküle başlayan Osmanlı bahriyesi, Menteşe ve bil­
h assa Aydın ve Saruhanoğulları gibi, mühim deniz
kuvvetlerine malik Anadolu Beylikleri’nin bu hususta­
ki geleneklerine vâris olmuştur.” 5 Nitekim onlar da

114 Kâîib Çelebi'nin Tuhfeîü'l-Kibâr fi Esfâri’l-Bihar­


ında. Naili Abdullah Paşa’nm Kavanin-i Teşrifâl’lnda bu
ilk devirler hakkında verilen bilgi hem pek az hem de
yanlıştır. Kitib Çelebi, Fatih’ten evvelki zamanlar hak­
kında malûmatı olmadığım söylüyor. Kevanin-i TeşrifâtTa
ise, yazar tarafından tasrih edilmemekle beraber, görü­
lüyor ki. îbn Haldûr’un, İslâm devletlerinde donanma hak-
kındaki kısmı tercüme olunarak tArapça metin, c. I. s.
210-214), Lûtfl Paşa’nın Âsafnâme’sinden ve Kâtib Çc-lcbf-
den alman bazı parçalar ona ilâve olunmuş ve XV]i-XYÎIT
yüzyıllara aı: birtakım malûmat da eklenmiştir; bundan
dolayı, eski devirler hakkında bunda da bir şey yeki ur
Yukarıdaki haşiyede zikredilen Avrupa eserlerinde de bu
hususta bilgiye rastlanmaz.-
115 Clavijo XV. yüzyılın İlk senelerinde Gelibolu’daki
Osmanlı tersanesini ve harp gemilerini görmüştü (Guy
Lo Strange, Ciavijo, Embasşy to Tamc lan, 1403-1405).
«Türk istilâsından sonra Gelibolu* hakkında yakında_,ya­
yınlayacağım ız bir tetkikte: Osmanlı donanm asının teşek­
külü hakkında da izahat vereceğiz. IKöprülü'nün bu mes'-
ele hakkında pek çok notu varsa da bunlar bir eser ha­
line getirilmemiştir. Kendisi bu hususta yaptığı araştırm a­
yı yayımlamağı çok arzu ederdi 1, Menteşe, Aydın, Saru
han Oğullan’nın deniz seferleri hakkında Bizans ve Av
XUI. yüzyılda Alâiye, Antalya gibi mühim deniz üsle­
rine dayanarak Akdeniz’de, ve Sinob’a dayanarak da
Karadeniz’de donanma yapm ağa çalışan Selçuklular’ın
an’anelerini devam ettirm işlerdir.11*
Anadolu Selçukluları teşkilâtında X m . yüzyılın ilk
yarısı sonlarında «reisü’l-bahr» unvanlı büyük bir me­
mur bulunup Selçuklular’ın K aradeniz’de en mühim
deniz üssü olan Sinob’ta oturduğunu, ve bu m em uriyet­
te bulunan «Şücâü'd-dîn»in bir aralık niyabet vazife­
si gibi devletin en mühim vazifelerinden birine tayin
olunduğunu biliyoruz.117 Yine bu yüzyılın ıkinei yarısın­
da, Selçuklu em irleri arasında pek mühim bir mevkii
olan «sm îrü'ssevâhil Hoea Yunus» ile118 «m elikû’s-se-
vâ-ı'.l Brhaü'd-din» m alûm dur.119 Acaba «reisüT-bahr»,
«cmlrû's-sevâhil» ve «melikü’s-sevâhil» unvanları aynı
memuriyetin üç muhtelif ismi m idir? Yoksa, ikisi Ak­
deniz kıyılarının ve «reisüT-bahr» unvanı da K aradeniz
kıyılarının korunmasına m em ur bulunan iki ay rı me­
m u r iy e t isimleri midir? Öyle tahm in ediyorum ki,

rupa kaynaklarında bilgi vardır. Fakat bilhassa Umur


Beyin deniz harpleri hakkında Enveri’nin Düstûrnâme ad­
lı raazrjıa vakayinâmesi ve Mükrimin Halil Bey’in mu-
kutkîlme’si zikre şayandır (Türk Tarih Encümeni neşriya­
tından, nu. 15. îstanbul 1928-1930).
115 Bu hususta malûmat, maalesef, çok azdır. Her
halde Seiçuklularbn denizcilikte o kadar büyük bir faa­
liyet gösteremedikleri, ve XIV. yüzyıldaki Anadolu Beylik-
leri’nia bu hususta onlara üstünlük sağladıkları muhak­
kaktır.
117 Houtsma, Recueil... c. IV, s. 271, 272.
118 Aksarayi’nin Selçuknâme’sinde (Ayasofya kütüp­
hanesi yazmaları, nu. 2143; Yenicami kütüphanesi yaz­
maları. nu. 827).
119 Houtsma, Recueil..., c. IV, s. 323, 325.
Anadolu’da Moğol tahakkümünden sonra, eski «reisü’l-
bahr» unvanı önce «em îrü's-sevâhlUe ve daha sonra
da «melikü’s-sevâhibe tebdil edilmiştir. Bu unvan Ak­
deniz sahillerinde kurulan — m eselâ A ntalya’daki Te­
ke Beyliği gibi — em aretlerde de bâzı değişmelerle,
yani «emir» ve «melik» kelimeleri tam bir istiklâl ifa­
de eden «sultan» kelimesine tahvil edilerek, devam et­
m iştir.120 Eski «reis» unvanının, Moğol hakimiyeti altın­
da Konya Selçuklu sultanlarının nüfuzları azaldıkça, ön­
ce «emir» ve daha sonra da «melik» unvanlarına ta-
havvül etmesi, pek tabiîdir. Sonraları O sm anlılar’daki
gemi kaptanlarına, «reis» unvanı verilmesi de, görü­
lüyor ki, Anadolu Selçukluları zamanına çıkan bir ge­
leneğe dayanm aktadır.121 Bizans’ın, Anadolu T ürk leri­
nin deniz teşkilâtında bir örnek vazifesi gördüğü ga-

120 Teke beylerinden Mehraed Bey'in Antalya’da


Aîâaddın camii kapısındaki kitâbesinde «Sultanü’s-sevâ-
hil» unvanı da mevcuttur (Ahmed Tevhid, Türk Tarih En­
cümeni Mecmuası, nu. 83, s. 336). Bizans tarihleri, ilk Men­
teşe hükümdarı olarak «Salpakis» adlı birisinden bahse­
derler (Köprülüzade Mehmed Fuad, Türkiyat Mecmuası,
c. II. s. 10). Dr. P. Wittek bu ismin «sahil bey- yani «emî-
rü*s-sevâhil» olması ihtimalini bana hatırlattı ki, pek doğ­
rudur. Esasen bu ailenin yukarıda zikrettiğimiz «emîrü’s-
sevdhil Bahâü’d-din»e mensup olduğu tahmin edilmekte­
dir. (birde bk. P. Wittek, Das Fürstentum Mentesche. İstan­
bul. 1934.1
121 Kaptanlara reis unvanı verilmesi, herhalde daha
eski zamanlardan kalmış olacaktır. Fatımiler’de bahriye
kumandanına «mukaddam» ve «reis» unvanları veriliyor­
du. (Subhu'I-A’şa, c. III, s. 523). XIV. yüzyılda Suriye li­
manlarına dayanmak suretiyle Akdeniz doğusunda bü­
yük faaliyette bulunan bazı Türk korsanlarının da «reis»
adını aldıklarını biliyoruz (L. De Mas Latrie, L’ile de Chyp-
re, Paris 1876, s. 274).
tahmin olunabilir.13* Bunun, Sâm ânıler vasıtasıyla ge­
çen bir Sâsânî geleneği olduğu pek tabiîdir. Abbasî ve
Gazneliler’in birçok a n ’anelerine vâris olan Selçuklu­
la r d a , ve F atım î a n ’anelerine de vâris olan Eyyübî-
le r’de tavâşilerin ehemmiyetini ve içlerinden bazıları­
nın mühim m evkilere yükseldiğini ve devlet işlerinde
ehemmiyet kazandığını görüyoruz; Salâhaddin Eyyü-
b î’nin veziri «Karakuş» bir tavâşî idi.130. Memlûkler za­
manında bu hadım lara artık «tavâşî» adı verilmeye
başlandığını biliyoruz ki, bu kelime, Arap tarihçileri­
nin ifadeleri veçhile, türkçeden alınmıştır.131 Mısır
Memlûk sultanları zam anında saraydaki tavâşîlerin
reisine «zimâmdâr» unvanı veriliyordu: Sultanın ha­
rem işlerine, ailevî hususlara o nezaret ediyor, dışarı­
dan alınacak şeyleri o alıyor, hükümdar ailesine men­
sup prenseslerin yahut aza d edilmiş cariyelerin evlen­
mesi hususunda sultandan doğrudan doğruya emir alı­
yordu; cbâbü’s-sitâre» yani «perde kapısı» hizmetinde

129 Tirikh-i B a y h a k i, farisi metin, s. 489


130 Bu devirlerde yetişip mühim mevkiler işgal eden
tavâşiler hakkında tarihi kaynaklarda birçok bilgiye rast­
lanır.
131 Makrizi’nin verdiği malûmata göre tavâşî keli­
mesinin eski şekli tâbüşi olup, türkçeden alınmadır (Quat-
remere, Histoire des sultans Mamelouks, c. I. kısım 1, s.
132). Türkçeden arapçaya geçen kelimelerde «c=:ş» ve
«p=b» değişikliğine daima tesadüf edildiği için «tabuşi»
nin «tapucı* olduğu kolaylıkla anlaşılıyor. Bu kelimenin
daha eski şekli «tapugcı»dır ki, eski türkçede «memur,
hizmetçi» manâlarına gelir; bu kelimenin aslı olan «tapug
= tapu* kelimesi de muhtelif manâlarda türkçede eskiden
beri kullanılır (XV. yüzyıl başında Rumeli’de rastlanılan
tavacı tâbiri hakkında bu makaleye zeyl olarak yayımla­
yacağımız kısımda tafsilât mevcut olduğundan, burada
fazla izahata lüzum görmüyoruz).
XVI. yüzyılda, harem hizmetindeki tavâşilerin devle­
tin id are hayatı üzerinde tesirli olduklarına dair tarihi
kaynaklarda hiçbir bilgi yoktur. Yalnız bu yüzyılın so­
nunda, (982 hicride) kapı-ağası Habeş Mehmed Ağa’-
nın ilk defa «dârüssa’âde ağası» unvanını aldığını, ve
ay rıca, H arem eyn evkafına nezaret vazifesinin de uh­
desine verildiğini biliyoruz. S aray kadınlarının elinde
oyuncak olan m . M urad devrinde dârüssa’âde ağalı­
ğının böyle büyük b ir ehemmiyet kazanması gayet ta ­
biîdir. Şehzadelerin sarayda mahpus yaşam aları ve
saltanata geçen şehzadelerin ancak eski m usahipleri­
ne ve kadınlarına güvenerek haremin devlet işlerine
hâkim olması, harem in âm iri olan dârüssa’âde ağasının
ehemmiyetini artırıyordu. O zamandan başlayarak,
Türkiye’de m eşrutiyet ilânına kadar yetişen d ârüssa’­
âde a ğ a la n arasında, memleketin umumî hayatında
ekseriyetle m eş’um büyük roller oynayanlar mevcut­
t u r / 36 D ârüssa’âde ağalığı memuriyetinin İstanbul fe t­

işe Osmanlılar devrindeki dârüssa’âde ağalan hak­


kında meşhur -Resmi Ahmed Efend;»nın 1163’te yazdığı
Hamiletü’l-Kübrâ adlı eserde toplu bilgi vardır (İstanbul’­
da çeşitli nüshaları varsa da, Yazarın elvazısıyla olduğu
tasrih edilmiş bir nüsha Üniversite kütüphanesindcdin
Yıldız Kütüphanecinden naklen 17402 numarada). Müşta­
kı mzade bunu tezyil ederek 1202 senesine kadar darüssa'â-
de ağalığında bulunan sekiz zatın hal tercümesini yaz­
mıştır (İbnülemin Mahmud Kemâl, Tuhfe-i Hattatın mu-
kaddemesinde s. 63). XVII. yüzyıldan başlayarak Osmanlı
vakayinamelerinde ve diğer tarihi kaynaklarda dârüssa'-
âde ağalan hakkında birçok tafsilâta rastlanır (meselâ
Üniversite kütüphanesindeki Hamiletü'l-Kübrâ nüshasının
arkasında Resmi Ahmed Efendfnin, kitabı namına ithaf
ettiği ve hakkında çok sitayişli davrandığı Beşir A ğanm
memlekette nasıl bir suiistimal şebekesi vücudo getirdiği­
ne dair pek mühim malûmat vardır). Resmi Ahmed Efen-
di’nin verdiği malûmata nazaran, dârüssa’âde ağalığı va-
lerin daima te k ra r ettikleri bu yanlış iddiayı, yalnız
E m st Stein, her zam anki kuvvetli görüşüyle, kabul e t­
memiş, ve Orta-Bizans’a âit mandatores Terin halef­
leri olan .bu çavuş ( tÇaovoıoç ) isim ve teşkilâ­
tının Türklerden alınm ış olduğunu, ve önce Manuel
Comnenus zam am nda bunlara rastlandığını söylemiş­
tir.137 Biz burada, takip ettiğimiz usûle uyarak, daha
O sm anlılar’dan evvelki çeşitli Türk devletlerinde ve
İstanbul fethine kad ar O sm anlılar’da çavuş ismine ve
teşkilâtına tesadüf edilip edilmediğini izah edeceğiz.
Muhtelif T ürk lehçelerinde mevcut eski bir Türk
kökünden geldiği m uhakkak olan 138 «çavuş»

137 Emst Stein. Untersuchungen zur spâtbyzanti-


nischen Verfassungs und Wirtschaftsgeschichte (Mitteil.
Zur Osman. Geschichte. Wien 1925, e. II, s. 45).
138 Çavuş kelimesinin tûrkçe «çav { ** * kö­
künden geldiğini önce Vamböry meydana koymuştur
(Çagataische Sprachstudien, s. 276; Etymologisches Wör-
terbuch, s. 130). «Feryat, bağırma, ses» manâlarına gelen
ve mecazi olarak «şan, şöhret» mefhumunu dahi ifade
eden — Türk tarihinde pek çok rastladığımız «Çavlı» admı
hatırlatmak kâfidir; bununla beraber Çavlı kelimesinin
başka manâlan da vardır— bu kelime, «Mahmûd Kâşgari»-
de (Divan-ı L.T., c. I, s. 47; G. Brockelmann, Mitteltür-
kischer Wortschatz. s. 51), Çağatayca çeşitli lügatlerde
(Şeyh Süleyman, s. 149; Pavet de Courteille, s. 281'), ve Ki-
t&b al-idrâk (Caferoğlu neşri, s. 47)'te mevcuttur. Eski
Anadolu metinlerine gelince, XIV. yüzyıla ait olan Fer-
hengnâme (s. 94)'de, XV. yüzyıl başlarında yazılmış olan
türkçe Selçuknâme'de (Recueil..., s. III, s. 47. satır 6'da ve
diğer sayfalarda), XVI. yüzyıla âit «Divan-j Türki-i Basit»te
(Köprülüzade. s. 44, satır 7) bu kelimeye rastlanır. Bu iza-
hât, kelimenin çeşitli Türk lehçelerinde mevcudiyetini ve
eskiliğini göstermeye kafidir. «Çavuş» kelimesine gelince
«çav» kökünden, geldiği pek açık olan bu kelimeye önce
Mahmûd Kâşgari'de tesadüf ediyoruz (c. I, s. 307; Brockel-
kelimesine ve çavuş teşkilâtına — şimdiki tetkiklerim i­
ze göre, daha evvelki zam anlar hakkında kati birşey
söyliyememekle beraber139— herhalde Büyük Selçuklu
devletinden başlayarak rastlıyoruz: Siyasetnâm e’debi
bir fık ra Sultan Alp A rslan’m sarayında çavuşlar bu­
lunduğunu ve hattâ, hükümdârın, şiî olduğunu itira f
eden bir memuru onlara dövdürdüğünü anlatm akta­
dır.140 Bunu teyid eder bir şekilde, Sultan Sencer dev­
rinde çavuş lâkabını taşıyan adam lar olduğunu yine
o devre ait tarihî kaynaklarda görüyoruz.141 F arsça

mann, Mitteltür. Wort., 51). Mahmüd'un «orduda saflan


tertip ve düzenleyen ve askerin zapt ve raptmı muhafa­
zaya memur olan adam, yani, zabit» manâsında izah etti­
ği « : Çavuş» kelimesi, bu teşkilâtın yalnız
Selçuklular’da ve Karahanlılar’da değil, hattâ daha îslâ­
miyetten evvelki Türk devletlerinde de mevcut olduğunu
tahmin ettiriyor. Bununla birlikte elimizde bu kelimenin
daha eski devirlerde mevcudiyetine dair vesika olmadığın­
dan, bunu, ancak bir faraziye olarak ileri sürebiliriz. Ça­
vuş kelimesinin moğolca «tehagou-tehi» kelimesinden gel­
diğini iddia eden E. Blochet’nin bu hususta uzun uzadıya
verdiği izahat, kanaat verici olmaktan çok uzak ve taraa-
miyle indidir (Patrologia Orientalis, Paris 1920, c. XIV,
fas, 3. s. 664-665). Yine aynı yazar, diğer bir eserindeki
haşiyede, bu «çavuş» kelimesinin yine moğolca «tsaghad-
sa» kelimesinden gelmesi ihtimalinden, fakat burada sırf
bir ihtimal olarak, bahsetmiştir (Relation du voyage un
Orient de Carlier de Pinon. publiö par E. Blochet, eztrait
de la Revue de I’Orient latin, Paris 1920, c. XII-XUI, s. 96).
139 P. Pelliot'nun zikrettiği «Tcheou chou» kelime­
sinin acaba bununla bir münasebeti var mıdır? (A propos
des Comans, Journal Asiatique, avril-juin 1920, s. 153). r-
140 Nizâm-ül-Mülk. Siasset-Namâh, traduit par Ch.
Schefer, Paris 1893, s. 207.
141 Th. Houtsma, Recueil de textes relatifs â I’histolre
des Seldjoucides, c. II, s. 159. Burada zikredilen Yusuf Ça­
kaynaklarda çok defa serheng yahut dûrbâş kelime­
leriyle ifade edilen çavuşların Selçuklu devrindeki kı­
yafetleri, A vfî’nin CâmVü’l-HikâyâVındaki bir fıkradan
anlaşılm aktadır: Hükümdarın daima maiyetinde bulu­
nan bu çavuşların bellerinde gümüş kem erler ve elle­
rinde de m urassa değnekler bulunurdu; hükümdar bir
yere giderken önünde bulunurlar ve «dûrbâş: savu­
lun» diye bağırarak yol açarlardı.m F arisî lisanında
hem bu değneğe, hem de o değneği elinde bulunduran
sa ra y hademesine «dûrbâş» ismi verilir.143 Daha Gaz-
nelilerde, h attâ Sâm ânîler’de mevcut olan bu serlıeng-
lerin,144 ve, onların ellerinde m urassa değnek taşım ala­
rı âdetinin, Sâsânıler’den kalma bir saray geleneği ol­
duğu tahmin edilebilir, Yalnız Büyük Selçuklular’a de­
ğil, diğer Selçuklu şubelerine ve Anadolu Selçukluları­
na ait farisı m etinlerde «Serheng, dûrbâş» kelimeleri­
ne daim a rastlanm aktadır. Büyük Selçuklu İmparator-
luğu’nun vârisleri olan çeşitli Türk devletlerinde de
çavuşların mevcudiyeti anlaşılıyor: Moğol istilâsı önün­
den kaçarken «Âbiskûn»da ölen Harezmşah Alâ’addin
M uhammed’in yanındaki em irler arasında «Şemsü’d-
dîn Mahmûd el-Çavuş»un bulunduğunu biliyoruz ki,
bu adamın taşıdığı «Çavuş» unvanı, Hârizmşâhlarida

vuş, Sencer'in ileri gelen emirlerinden olarak gösteriliyor.


Bununla beraber, bu, çavuş lâkabının büyük emirlere ve­
rildiğini göstermekten ziyâde, bu emirin evvelce çavuş ol­
duğuna bir delil addedilebilir.
142 Tarih-i Cihânguşâ-yı Cüveyni c. I sonundaki ha­
şiyelerde, s. 238.
143 Mütercim Âsım’m Burhân-ı Kâtı' tercümesinde
dûrbâş kelimesine bakınız.
144 Tarih-i Beyhaki'de çok defa bunlardan bahsedi­
lir (meselâ s. 488).
/
da çavuşların bulunduğuna açık bir delildir.144 Nesevî’-
deki bir kayıt da bu devlette yani çavuş­
lar sınıfının mevcudiyetini doğrulam aktadır.144 Eyyû-
bîler vasıtasıyla Selçukluların birçok müesseselerini
almış olan M emlûklar’da da çavuşlara rastgeliyoruz:
Memlûk sultanlanm n maiyetinde bir çavuşlar zümre­
si bulunduğu gibi, Suriye'deki n â’ibü's-sultan'm maiye­
tinde de yine çavuşlar vardı. Bilhassa askerî alaylar­
da, m erasim de bunların bulunması, saltan at icabından
sayılıyordu.147 Anadolu Selçuklularında hükümdarın
ve büyük em irlerin maiyetinde çavuşlar bulunuyordu;
bunlar, em irleri tebliğ için münadılik vazifesi yaptık-

145 O. Houdas, Histoire du Sultan Djelal ed-Din Man-


kobirti, s. 81; arapça metin, s. 48.
146 Aynı eser, s. 123; tercümesi, s. 205.
147 Memlûkler devrinde çavuşlar zümresinden bahse­
den Arap tarihçileri bunlara «çâvişiyya» ( jlj» ),
«şâvişiyya» ( ) adını .verirler. Bu mesele
hakkında önce E. Quatremere epeyce bilgi vermiş ve ça­
vuş lâkabına XIX. yüzyıl başlarında Mısır’da halâ rastlan­
dığım da kaydetmiştir (Histoire des sultans Mamelouks,
c. I, kısıra I, s. 135 - 136). Bu zümrenin Suriye’d eki’
nâi’bü’s-suitanlarm maiyetinde de bulunduğu gerek Sub-
hu’l-A’şa’dan (G. Demombynes, La Syrie â I’epoquo des
Mamelouks, s. 232), gerek diğer tarihçilerin ve meselâ
Mufaddal ibn Abi’l-Fazâil’in ifadelerinden anlaşılıyor Pat-
rologia Orientalis, c. XIV, fas. 3; E. Blochet, Histoire des
sultans Mamelouks, Paris 1920, fas. II, s. 664). Bu kelime
hakkında Dozy’nin verdiği malûmattan, çavuş lâkabımn
sonraları Kuzey - Afrika’da ve Yemea’de de yayıldığı an­
laşılmaktadır (Suppl. aux dictionnaires arabes, c. I, s. 169,
717-718* aynca bakınız; Mohammed Ben Cheneb, Mots
turcs et persans conservâs dans le parler algûrien, Paris
1922, s. 51). Bunda Osmanlı hâkimiyetinin de mühim te­
siri olmuştur.
da değişik m ahiyette kalm ası neticesini doğurmuş­
tu r.1*1
Osmanlı İmparatorluğunun «Tanzimat» devrine ka­
d ar devam eden bu adem-i m erkeziyetçi ve mahallî
alışkanlıklara çok riayet eden maliye sistemi, eski Os-
manlı devri vergilerinin m enşeini araştırırken daima
göz Önünde bulundurulacak bir noktadır, Anadolu sa­
hasında, Selçuklular’dan ve îlh an lılar'd an kalan vergi
usûllerinin te 'siri tabiîdir. B ilhassa O rta ve Doğu Ana­
dolu sahasında İlhanlı te'siri daha derin ve daha de­
vamlı olm uştur.161 Bizans te'sirinin ise, daha ziyade,

- İSİ XVI. yüzyıldan başlı yarak Tanzimat’a kadar Os­


manlI împaratorluğu'nun mali nizamlarını ihtiva eden ka­
nunnâmelerde ve diğer tarihi vesikalarda bu hususta bir­
çok deliller vardır.
162 Uzun müddet Uhanlı memurları tarafından ida­
re edilen ve îlhanlılar’m idare ve vergi sistemleri te'siri
altında kalan Doğu- ve Orta Anadolu’da vaziyetin böyle
olması pek tabiidir. Eretna Oğullan'nın yerine geçen Ka­
dı Burhaneddin, esasen fukahadan olduğu için 782'de tah­
ta çıktığı zaman, İlhanlIlar devrinden kalan bir takım
hukuki ve mali an’aneleri kaldırmıştı (Bezm-Ü Rezm, Tür­
kiyat Enstitüsü neşriyatından, 1928, s. 223). İslâm zihniye­
tinin Moğol devrinden kalan şeylere karşı böyle bir tepki­
de bulunması, gayet tabiidir. Fakat, İlhanlılar devri mü­
esseselerinin ve bilhassa vergi sisteminin Anadolu’da
uzun müddet tesirli olduğunu gösteren diğor delillere ma­
likiz: Karaman Oğulları’ndan Pir Ahmed ve Kasım namı­
na Niğde’de Cami-i Kebir veya Sunğur Bey camiinin çar­
şı içindeki kapısı üstüne konulmuş olan (H. 874) tarihli
kitabe, İlhanlılar devrinden kaldığı pek açık olan birta­
kım vergilerin kaldırıldığı hakkında bir hükmü havidir.
Deraçk oluyor ki, bu zamana kadar Anadolu'da tlhanlı
devrinin vergi sistemine hâlâ riayet olunuyordu (bu mü­
him kitabe Halil Edhem Bey tarafından neşredilmiştir.
Karaman Oğullan Hakkında Vesaik-i Mahkûke, Tarih-i Os­
man! Encümeni Mecmuası, 11-14, aynbasım, 1328, s. 52).
B atı Anadolu ve bilhassa Rumeli sahasında daha te­
sirli olduğu tahmin edilebilir. F a k a t bunu isp a t için So-
koiov’un yaptığı gibi, yalnız haricî benzeyişlere baka­
ra k ondan umûmî neticeler çıkarm ak, asla doğru bir
usûl değildir; hangi cins vergi bahis mevzuu ise onu
Osm anlılar’ın ilk devirlerinden başhyarak, Anadolu
beyliklerinde, Anadolu S elçuklularında, îlh an lılar’da,
h attâ Memlûkler’de ve Büyük Selçuklu devletinde a ra ­
mak suretiyle genötique bir usûl takip etm elidir ki,
hakikî menşei ve geçirdiği değişm eler lâyikıyle anla-
şılabilsin. Bizans te’siri, ancak, O smanlılar’dan evvel­
ki İslâm -Türk devletlerinde m enşei bulunamayan ver­
gilerde aranabilir. İşte Sokolov böyle esaslı bir tetkike
hiç girişmeksizin, h attâ sözünü ettiği vergilerin Os­
m anh devletinde Kanunî Süleyman devrinden evvel
mevcut olup olmadığım anlam ağa bile lüzum görmek­
sizin, acele ve sathî hükümler verm iş, yani, şimdiye
kadar hemen bütün bizantinistlerin işlemiş oldukları
bir yanlışı tekrarlam ıştır.
Yayımlanmış Osmanh kanunnâm elerinden bile hiç
faydalanm ayarak sadece H am m er’e dayandığı, onda-
ki bâzı yanlışlıkları aynen tek rar etmesinden de163 ko­
layca anlaşılan Sokolov’un XVI. yüzyılda Bizans’tan
alınmış gibi gösterdiği muhtelif vergilerden yalnız bir
tanesini, «resm-i agnâm» yani «koyun vergisfoni bura­
da kısaca tetkik edelim; ve verdiği hükümlerin ne k a­

Maliye tarihi bakımından pek büyük ehemmiyeti olan, ve


Moğol hâkimiyeti devrinden kalan idari ve mali an'anele-
rin devamım gösteren bu kitabe hakkında a y n bir araş­
tırma yayımlayacağız.
163 Meselâ «resm-i bennâk» Sokolov tarafından
«resm-i nebbâk» tarzında kaydedilmiştir ki, daha evvel
Hammer de bu hatayı yapmıştı.
d ar sathi olduğunu m eydana çıkaralım : bu verginin
daha Fatih zam anında mevcudiyetini Kanunnâm e’den
öğrendiğimiz gibi,IM I. M urad zam anında mevcudiyeti­
ni de, onun, Tirmizli Seyyıd Ali’nin çocuklarım «resm-i
agnâm»dan istisna eden bir ferm anından anlıyoruz.165
Selçuklular’da, H ârizm şahlar'da, M em lûkler’de, Ana­
dolu Selçuklularında, İlhanlılar’da çeşitli isimler a l­
tında, tabiî, m iktarları değişmek üzere, bu vergiye dai­
ma rastlıyoruz.166 Tebaasının çok m ühim bir kısmı hay­
van sürüleri yetiştirm ekle uğraşan göçebelerden mü­
rekkep olan bütün bu devletlerde, ekseriyetle aynen
alınan bu verginin ehemmiyeti pek açıktır, îslâm iyet­
ten evvelki Türk devletlerinde de m evcudiyeti gayet
tabiî olan bu vergi, İslâmî T ürk devletlerinde şe r'î hü­
kümler ile de bağdaş tırılmış tır: Çünkü bu vergi «ze-
kât-ı sevâ’im» namı altında şe r’î tekâlif arasında esa­
sen mevcuttur.167 Bu verginin, gerek m iktar, gerek ay­

164 F. Kraelitz tarafından yayımlanan Kanunnâme


metnine müracaat, s. 22, § 13; 29, § 5; 30, § 24; 31, § 25; alman­
ca tercümesi, s. 36. § 13; 45, § 5; 47, § 24; 25.
165 Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, nu. 28, s. 245;
Fatih Kanunnâmesi*nde olduğu gibi 787 tarihli bu ferman­
da da «koyun hakkı» tâbiri kullanılmaktadır.
166 M. Belin, 1864 de «Journal Asiatique, sixiöme sörie,
c. IV»de neşrettiği «Essai sur I’histoire economique de la
Turquie» adlı eserinde OsmanlIlardaki agnâm resminden
bahsettiği gibi, Selçukluiar'da ve Hârizmşahlar'da koyun
vergisinin mevcudiyeti hakkında biraz izahat vermişti (s.
261; ve bilhassa 263'deki not). Bu bilgiler çok mahdut ve
bâzı cihetlerce düzeltilmeğe muhtaç olmakla beraber. So-
kolov’un iddiasını redde kâfidir. «Orta-Zamanda İktisadi
ve Malî Türkiye», adlı araştırmamızda bu hususta tafsi­
lât vardır.
167 Bu hususta tafsilât yukarda zikredilen araştır­
mamı zdadır.
nî olarak veya nakten alınm ak itibarıyla eski Türk ve
İslâm devletlerinde geçirdiği çeşitli safhaların tetkiki,
büsbütün ayrı bir mevzu teşkil ed er; ve bu makalemizin
sahasının dışındadır. Bu kısa izahat, Sokolov’un, ag-
nâm vergisinin ve ona m üteferri yahut m üşabih diğer
bâzı vergilerin Bizans'tan alındığı hakkındaki iddiası­
nı çürütm eye kâfidir. Onun rum ca «topos»tan alındığı­
nı söylediği «tapu» kelimesinin türkçe olduğunu da ilâ­
ve edelim.16*

10 — Tim ar .Sistem i

Osmanlı devletindeki tim ar sistem i hakkında Je-


an Deny ile Scala'nın görüşlerini yukarıda hülâ­
sa olarak söylemiştik. Bu sistem in Bizans’tan alındığı­
nı, hiçbir delile dayanm aksızın iddia eden Ramba-
ud ve takipçilerine nisbetle, bunların görüşleri şüphe­
siz daha esaslı bir tetkike dayanm aktadır. Bilhassa
D eny’nin tetkiki, son zam anlarda bu m evzua ait y a­
zılan tek ciddî m akaledir. F a k a t, Osmanlı tim ar siste­
minin Osmanlılar’dan evvelki diğer İslâm -Türk dev­
letlerinde ve bilhassa Anadolu S elçuklulan’nda mevcut
olup olmadığı meselesi burada da tam am iyle ihmal
edilmiş ve Osmanlı tim ar sistem ini İslâm feodal siste­
mine yani «iktâ» m eselesine bağlam ak isteyen Ham­
m er ve takipçilerinin fikri hilâfına, B izans’tan geldi­
ği kabul edilm iştir; donanma hizm etine m ahsus timar-

168 Encyclopedie de V İslam, c. IV, s. 813, Timâr mad­


desinde. Evvelce M. Belin de bu kelimenin türkçe olduğu­
nu kaydetmişti (Etüde sur la propriete fonciere en pays
musulmans, et specialement en Turquie, Journal Asiati-
que, fevrier - mars 1862, s. 194).
ta lan n tetkikine girişemiyor.170 Deny ise, Anadolu
Selçukluları’nda tim ar sistemi hakkında, eski m akale­
mizdeki küçük bir kaydı hatırlatm akla iktifa ediyor;
ve Osmanlı tim ar sisteminin A raplardaki iktâ* usûlün­
den doğamıyacağı gibi S âsânîler’den de alınmış olamı-
yacağım söylüyor;171 Gâzan’m ihdas ettiği ask erî ti­
m ar lar hakkında ise hiçbir şey söylemiyor. Halbuki,

170 Türkler’le Acemlerin medeni münasebetleri. İran


medeniyetinden Türklere geçen unsurlar ve Türkler den
Acemlere geçmiş olan askeri ve idari tâbirler hakkında
Scala’nm verdiği bilgi, birçok noktalardan düzeltilmeğe
ve tamamlanmağa muhtaçtır. Bilhassa Gâzan’m askeri
timarlar ihdâs etmesini, daha Parthe’lar ve Sâsâniler za­
manında İran’da mevcut feodalizmin te’âirine atfetmek,
görüşümüzce, çok yanlış bir düşüncedir. Bunda, daha zi­
yade, Büyük Selçuklu İmparatorluğundaki benzeri tesisle­
rin nüfuzunu aramak şüphesiz daha mantıki olur. Maa-
mafih, Scala, diğer taraftan bu meselede Türk te’siri im­
kânını da inkâr etmiyor: «Fakat öyle görünüyor ki eski
Türk hayatının en saf olarak muhafaza edildiği mıntıka­
larda (?)., Hokand ve Hive Hanlıklarında göze görünür bir
surette hususi bir timar sistemi mevcuttur. Özbeklerde,
asilzade sınıfı,, küçük çiftçilerden _ asker toplardı (Hel-
molt, VVeltgeschichte, V. s.' 112). Orta-Asya tarihine
pek az vukufu olan muharririn bu görüşleri de çok tashi­
he muhtaçtır. Moğolİar devrinde arâzi meselesi ve Gâzan’-
m ihdas ettiği askeri timar sistemi hakkında biraz aşağı­
da bilgi vereceğiz.
171 Milli Tetebbular Mecmuası, nu. V. 1331, s. 213-214
de Anadolu Selçuklularında askeri timar sisteminin mev­
cudiyetinden kısaca bahsetmiştim. Biraz aşağıda bu hu­
susta daha etraflı bilgi verilecektir. İran te’siri meselesine
gelince, vaktiyle Hammer. gerek Bizans gerek Türk feoda­
litesi üzerinde bu te’sirin ehemmiyetinden mübalegalı bir
şekilde bahsetmişti; halbuki, ' Deny’nin de yazdığı gibi,
Kremer, Arap feodalitesinin teşekkülünde İranlIların hiç
bir rolü olmadığını meydana koymuştur (Kulturgeschich-
te des Orients. I. 109-110).
Osmanlı Umarlarını Bizans pronoyaTarının bir taklidi,
h attâ bir devamı sayabilm ek için, evvelâ, Büyük Sel­
çuklularda ve Anadolu S elçuklularında buna benzer
bir müessese olmadığını, ve bunun doğrudan doğruya
Osmanlı devrinde ortay a çıktığını tespit etmek zaru­
reti vardır.
Osmanlı tim ar sisteminin A raplaıdaki iktâ* usûlün­
den doğmuş olmasını kabul etm ek istemiyen Deny
bu iddiasını doğrulayacak açık deliller gösterememiş­
tir. Halbuki, ondan evvel XIX, yüzyılda bu mesele ile
uğraşan Avrupa âlim leri ve en sonra da Prof. C. H.
Becker, bu iktâ‘ usûlünün nihayet nasıl Osmanlı ti­
mar sistemini doğurduğunu oldukça açıklıkla anlatm ış­
lardır.17* Biz burada, Büyük Selçuklular ve bilhassa
Anadolu Selçukluları zam anına a it daha sarih ve daha
bol maddelere dayanarak, m eseleyi daha k a t’î bir şe­
kilde çözmeğe çalışacağız.
Daha ilk îslâm devletlerinde mevcut olan «iktâ‘>
usûlü hakkında ta rih î kaynaklarda ve «Mâverdi»nin
aiAhkâmü’s-sultâniyye»si kabilinden hukukî eserlerde
bol bilgi olduğu gibi, bu mesele çeşitli Avrupa âlim leri
tarafından da tetkik edilm iştir.173 Bilhassa C. H. Bec-

172 G. H. Becker, Steuerpacht und Lehnwesen, Der


İslam, 1914, V, 82-92. J. Deny, bahis mevzuu makalesinde
bu mesele hakkmdaki başlıca Avrupa tetkiklerini zikret­
tiği halde, bu mühim makaleden bahsetmemiştir.
173 Bu hususta M. Sobemheim tarafından Encyclopö-
die de I’Islam’da neşredilen Iktâ’ maddesine müracaat edi­
niz. Oradaki bibliyografyaya ilâve olarak E. Fagnan tara­
fından tercüme ve notlarla birlikte yayımlanan İmâm
Ebü Yusuf'un meşhur Kitâbü’l-Harac’ım zikredelim: Le
Livre de l'impot foncier, Paris 1921. Kezalik Subhu'1-A’şa,
Kahire 1918, c. XIII. s. 104-200; G. Demombynes’in yukarda
bir çok defa zikredilen «Memlûkler Devrinde Suriye» unvan-
ker bu meseleyi çok güzel hulâsa ve İzah eylemiştir:
Abbâsiler zam anında her ne suretle olursa olsun ken­
dilerine geniş arazi iktâ* edilmiş olan nüfuzlu adam lar
ve bilhassa askerî ricâl, devlet hâzinesine verecekleri
varidat hissesini verm iyorlardı; esasen, fazla gelir a l­
mak m aksadıyla çiftçiyi son derecede tazyik ettikleri
için, m ukâta’aların varid atı devamlı surette azalıyor,
m ukâ’taa sahipleri de bunları hâzineye iade ederek
mukabilinde tazm inat istiyorlardı. Devlet, askerlerin
elindeki bu m u k â 'ta a la n alarak onlara sadece belirli
m aaş vermek için çok çalıştıysa da, m uvaffak olama­
dı; onlar, büyük arâzi sahibi veya vergi mültezimi sı­
fatıyla meşrü olm ayan m enfaatler sağlam aktan vaz­
geçmiyorlardı. Bu suretle, hem devlet gelirlerini kay­
bederek malî bir felâkete sürükleniyor, hem de çiftçi
sınıfı İktisadî bakım dan tamam iyle harap oluyordu.
Nihayet, .Büyük Selçuklu devletinin veziri «Nizâm-ül-
Mülk» Selçuklu merkezî idaresinin çok kuvvetli bulun­
masından faydalanarak bu vaziyeti yeni bir şekilde ıs­
lah etti: araziyi m ukâ’ta ala ra bölerek askerî hizmet­
leri mukabili olmak ve irsen intikal etmek suretiyle
askerlere verdi. «Nizâm-ül-Mülk»ün «Siyâsetnâmensin­
de izah ettiği bu usûl mucibince «M ukâ'taanlar
yani kendilerine arâzi iktâ edilenler «reâyâ» yani
çiftçilerden yalnız muayyen m iktarda vergi (mâl-i
hakk) alm aya selâhiyetli olup, başka bir hakka malik
değillerdi; ve bunu da, ahaliyi incitmeyecek bir şekil­
de yapacaklardı; ahali şikâyetini hükümete bildirm ek­

lı eseriyle, yine aynı yazarın «Mesâlikü’l-Ebsâr ve Memâli-


kü'l-Emsâr- dan tercüme ve tahşiye ettiği, Mısır m üs* esna
olmak üzere sair Afrika memleketleri hakkmdaki mü­
him eseri (Bibliotheçue des GĞographes arabes, Paris
1627, c. 11) de bu hususta zikre değer.
ten men olunamıyacaktı; reâyâya karşı haksızlık eden­
lerin iktâ‘Iarı ellerinden alınacaktı; çünkü, gerek a r a ­
zi gerek tebaa ancak hükümdara aitti,174 İstihsalin ço­
ğalması iktâ* sahibinin gelirini de çoğaltacağı cihetle,
onlar, kendi topraklarında mâmuriyetin artm asına, ik­
tisadi vaziyetin düzelmesine çatışacaklardı. Hakikaten,
o devre ait tarihî kaynaklarda bu ümidin gerçekleş­
tiğini gösteren kayıtlar vardır.1”
İşte bu suretle, Büyük Selçuklu İm paratorluğu’nun
ilk defa m uayyen askeri hizm et mukabilinde, irsi ol­
mak üzere, askerî iktâ'lar yani timarlar vücûde getir­
diğini görüyoruz. Halbuki bundan evvel, Selçuklular

174 Siyasetnâme'nin 5. ve 37. fasıllarına bakınız. -


175 Th. Houtsma, Recueil de tcztes reiatifs â I’histo-
ire des Seldjoucides, c. II, s. 58. Buradaki mühim kayda
dikkat eden C. H. Becker. sadece bunu zikretmekle iktifa
etmiştir. Halbuki, burada verilen bilgiye göre. Ni2 âm-ül-
Mülk. meselâ bir askere senelik 1000 dinar kıymetinde bir
iktâ' verdiği zaman, bunun yansım Rum diyarında bir
memleketten, diğer yansını da meselâ Horasan’daki bir
şehirden veriyordu. Selçuklu tarihine ait eserlerden Rahat
as-Sudur'da ve ondan naklen al-Urâda fi’l-hikâya as-Sal-
cûkiyya’deki diğer bir kayıt da bunu doğruluyor; bu kay­
da göre bu ayininin sebebi, askerlerin, nerelere giderlerse
orada kendilerine ait tahsisat bulup reâyâya zulmetmeme­
leri idi: va çunin gufta and ki az gâyet-i ma’dalat u dâd-
parvari mavâcibu câmaki-i Iaşkariyan dar câmi'-i bilâd-i
cahân mutafarrik farmûd, tâ bi-har mavzl' ki nuzûl ku-
nand varili cihat-i hare daşta başand va ra'âyâ-râ zah-
mati na-rasânand (Kari Süssheim, Das Geschenk aus der
Seidschukengeschichte, Leiden, 1909, s. 60). Bu eserin baş­
lıca mehazı olan «Rahat as-Sudür» da ise mavâcib u câma-
ki tâbirleri yerine ıktâ'ât tâbiri kullanılmıştır (Rahat as-Su­
dür, s. 131). Nizâm-ül-Müİk*ün iktâ' meselesinde koyduğu
yeni usûl ve onun neticeleri hakkında «Medeniyeti tslâmi-
ye Tarihi-nde de bilgi vardır (türkçe tercümesi, c. I. s. 151).
ta ra fın d an birçok İdarî müesseseleri taklit edilen İran
ve M averaünnehir’deki eski îslâm devletlerinde de ik-
tâ 4 usûlü m evcut olm akla beraber,1,6 askere arazi ve­
rilm ez, yalnız belirli m aaş verilirdi: S a ffâ rlle r’de, Sâ-
m âniler’de, G azneliler’de yılda dört defa orduya m aaş
verildiğini biliyoruz.1,7 Büyük Selçuklular’da arâzinin
askerî m ukâ4ta a la ra taksiminden sonra, devlete ait
arâzinin azaldığı, ve vaktiyle Gazneliler’de, Sâmânî-
le r’de o arâzinin idaresi vazifesiyle mükellef olan me­
m urun büyük ehem m iyeti olmasına m ukabil Selçuklu
id aresinde bu m em uriyetin eski ehemmiyetinin kal­
m adığı görülüyor.178 Bununla beraber, Selçuklular’da,
yalnız m aaş alan ve iktâ' sahibi olmıyan efradın da
m evcudiyetini gösteren tarihî deliller vardır: fak a t bu

176 İktâ* usûlü, bütün İslâm devletleri gibi İran ve


Maveraûunehir sahasındaki İslâm devletlerinde de mev­
cut idi. Sâmâniler ve Gazneliler devrinde ordu efradına
arâzi verilmemekle beraber, hükümdar hanedanına men­
sup olanlara büyük ricâl ve ümeraya İktâTar bahşedilirdi.
177 Siyâsetnâme'de verilen bilgiye göre, Selçuklular­
dan evvelki devletlerde senede dört defa — efradın mev­
kiine. ehemmiyetine göre miktarı değişen — maaş verirlerdi:
devletin geliri hâzinede toplanır, maaş bundan verilirdi. Bu
üç aylık maaşa — Nizam-ül-Mülk’ün kullandığı tabirle
«mevâcib»e— bistagâni derlerdi. Harizmi’nin Mefâtihü’J-
Ulüm’ da bahsettiği , t* l w L.>- bundan başka bir şey
değildir (Mısır basması, fasıl V., s. 43). Maaş efrada dağıtı­
lırken, ordunun mikdan ve askerin teçhizatında noksan
olup olmadığı da teftiş olunurdu. Saffâriler’de bu usûlün
mevcudiyetini ve teferruatını îbn Hallikân'daki bir kayıt­
tan anlıyoruz (yukarda s. 32‘deki 44 numaralı nota bakı­
nız) . Sonraları* Osmanlılar’da da orduya üç ayda bir maaş
verilmesi, herhalde bu pek eski an'anenin bir devamı gibi
düşünülebilir.
178 Köprülüzade Mehmed Fuad, Türkiye Tarihi, İs­
tanbul 1923, S. 177.
maaşlı efrat, ordunun hepsini değil, yalnızca, hüküm­
darın maiyetinde veya büyük m erkezlerde ve sın ır­
larda devamlı olarak bulunan daim î kuvveti teşk il edi­
yordu .179 Bununla birlikte «Sultan Melikşahnm daim a
maiyetinde bulunan ve dîvan ceridelerinde isim leri y a­
zık olan 46.000 kişilik büyük bir süvari kuvvetine m en­
sup efradın da, m em leketin çeşitli yerlerinde iktâT arı
vardı. Sayıca bundan pek fazla olan diğer iktâ* sah ip ­
leri, umumiyetle kendi arâzilerinde yaşıyorlar, ve lü­
zum görüldükçe yapılan davet üzerine orduya katılı­
yorlardı. Selçuklu ordusunun esas kuvvetini teşkil eden
bu askerî m ukâ'taafîann m enşei meselesi henüz m eç­
huldür; acaba, bu m eselede, daha P a rth e 'la r zam anın­
da ve daha sonra m evcudiyeti m uhakkak olan İra n feo­
dalizminin bir te’siri mi bahis mevzuudur? Yoksa, d a ­
ha îslâmiyetten önce T ürkler arasında da böyle bir
müessese mevcut mu idi? Henüz bu cihetler ay rı ve
uzun tetkiklere m uhtaçtır .180 E sasen gayemiz, sadece,
OsmanlIlardaki tim ar teşkilâtının B izans'tan mı, yok­
sa. Anadolu S elçuklularından mı geldiği meselesinin
tahkikine hasr edilm iş olduğu cihetle, bu m enşe’ m e­
selesi mevzuumuzun dışında kalm aktadır. Şimdilik,
menşei her ne olursa olsun, herhalde tarih i bir zaru-

179 Nizâm-ül-Mülk, Selçuklular’da hükümdarın bas­


sa askeri demek olan gulâmlara — yani sonraları OsmanlI­
lar daki Kapıkulu — arâzi verilmeyip yalnız maaş verildiği­
ni ve iktâ’ sahiplerinin ise muhtaç oldukları parayı mu-
kâraalanndan aldıklarını tasrih etmektedir : laşkar-râ mâl
rûşan bâyad kardan u ân-çi ahl-i iktâ’ başand dar dast-i
ışân mutlak u mukarrar bâyad dâşt va ân-çi gulamâ-
nand ki iktâ' na-dârand mâl-i işân padid bâyad avurd
(Siyâsetnâme, fasıl XXIII). .
180 Partlar ve Sâsâniler devrinde feodalizm hakkın­
da tafsilât için bakınız: A. Chriştensen, L'Empire des Sas-
sanides, s. 10-13, 23-29. 44-45.
D. Hanedan azasm a mahsus m ukâtaalar kanunen
değil fakat fi'len irs! olmakla beraber, tahta her yeni
çıkan hükümdarın iktâ’ı yenileştirm esi, yahut, iktâ* sa­
hibinin ölümü üzerine o m ukâtaayı vârislerine hüküm­
darın tevfiz etmesi lâzımdı. D evlet adam larına ve
em irlere, memuriyetlerine mahsus olarak verilen mu­
k âtaalar, ancak o vazifenin devam ıyla m ukayetti.182
III. Büyük m ukâtaa sahibi olan prenslerin, devlet
adam ları ve em irlerin, buna mukabil, askerî bir kuv­
vet beslemeleri lâzımdı. Bunun m iktarı belirli olma­
makla beraber, hükümdarın hoşuna gitm ek için bütün
rical, maiyetlerinde, kabil olduğu kad ar çok ve mun­
tazam bir kuvvet bulundurmaya çalışıyorlardı.183

manında Mısır timar sisteminde tadilât yapıldığı zaman


sultana mahsus iktâ'lar için yine «hass» unvanının korun­
duğu. ve bu ıstılahın Osmanlılar zamanında da hemen he­
men ayni manada muhafaza edildiği muhakkaktır. Os­
manlI timar sisteminin menşei meselesinde, bu, mühim bir
noktadır.
lâ2 Siyâsetnâme’ye göre toprak ve raiyyet doğrudan
doğruya hükümdara ait olduğundan iktâ’m sahih olması,
ancak yeni hükümdarın tasdikiyle mümkün olurdu. Şahsa
değil büyük memuriyetlere mahsus olan iktâ’lar, ancak,
babasının memuriyetini oğlu da işgal ettiği zaman ona
geçerdi. Merkezde değil fakat bilhassa vilâyetlerde böyle
babadan oğula kalan büyük mevkiler pek çoktu; ve onlar
âdeta yan müstakil gibi idiler. Yeni tahta çıkan hüküm-
darlarm eski iktâ'lan ve memuriyetleri yenilemek için
yeni menşurlar verdiklerini tarihi kaynaklar daima zik­
rederler. Hanedana mensup kadınlara da büyük arâzi ik­
tâ’ edilirdi.
183 Geniş Selçuklu İmparatorluğu'nun çeşitli sahala-
nnda âdeta yan müstakil birer hükümdar gibi yaşıyan
Selçuklu prenslerinin sarayı, tıpkı Selçuklu İmparatoru­
nun sarayım takliden teşkil edilirdi; ve emirleri altında
daima mühim bir askeri kuvvet bulunurdu. Bu kuvvet.
IV. Küçük ask erî m ukâtaalar, bilfiil askerlik
m etinde bulunanlara veriliyordu; ve babadan oğula
geçiyordu. Bununla birlikte, reâyâya karşı haksızlık
edenlerin m u k âtaaları hemen ellerinden alınıyordu.m

merkezde olduğu gibi, daimi ve maaşlı gulâmlarla. lüzu­


mu halinde hizmete çağnlan iktâ* sahiplerinin tedarike
mecbur oldukları sipahilerden meydana gelirdi. Büyük ge­
lirli geniş malikânelere sahip olan büyük rical ve emirle­
re gelince, bunların da maiyetlerinde kendi kölelerinden
mürekkep mühim kuvvetler bulunurdu, Nizâm-ül-MüIk
Siyâsetnâme’sinin XXXII. faslında, bunlann, maiyetlerin­
de her türlü teçhizatı mükemmel bir kuvvet bulundurma­
ları lâzım geldiğini, paralarıyla daima köleler almalarım,
mevki ve itibarlarının hususi hayatlarındaki gösteriş ve
servetle değil maiyetlerindeki kuvvetle mütenasip olacağı­
nı, gerek hükümdara karşı, gerek ordu erkânı ve sair ri­
cal arasında ancak bu suretle kendilerini gösterebilecek­
lerini anlatıyor.
184 Hukukî bakımdan mukataalar, vazife mukabilin
de verilen bir ücret mahiyetinde olduğundan, babadan er­
kek evlâda veya çocuklara geçmesi hukuki bir zaruret de
ğildi. Vazifesini yapmayan veya reâyâya karşı fena mua­
melede bulunduğu sabit olan mukataa sahiplerinin elin­
den mukataalannın alınabilmesi de bundan dolayı idi. An­
cak, -Selçuklu devleti, bu askeri mukataaların babadan
oğula geçmesini İdarî bir prensip olarak kabul etmiş, ve
bu prensip, sonradan Selçukluların yerine geçen ve aske­
ri mukataa sistemini kabul eden diğer Türk-İslâm devletle
ri tarafından da tatbik olunmuştur. Mukataa sahibi olan
askerlerin devlete bağlılığını ve fedakârlığını te'min için
bu usûlün çok faydası olmuştur. Atabeyler’den meşhur
Nureddin Şehid'in (milâdi 1146-1173) askerlerinden birine
atfen Maknzi'de mevcut olan - ve Sobemheim tarafından
işaret edilen - mühim bir kayıt bu izahatımızı doğrulaya­
cak bir mahiyettedir: «İktâ'lar bizim emlâkim izdir; baba­
dan oğula kalır; biz o uğurda hayatımızı feda ederiz» (Hı-
tat, Bulak basımı, c. II. s. 216). Gerçekten diğer tarihi kay­
naklarda da Nureddin’in, ölen efrattan kalan askeri mu
ta ltif için artırıldığını, hattâ bâzı hadiselerde umumî
olarak çoğaltm a isteğinde bulunulduğunu görüyoruz.187
îş te bu bakım dan, bu askerî m ukâtaaların — sonraları
Osmanlı tim ar teşkilâtında da görüldüğü veçhile — ge­
tirdiği gelir m iktarına göre ayrıldığı yani kıymetçe be­
lirli olduğu anlaşılıyor.
İlk Selçuklu hüküm darları, geniş Selçuklu İm para­
torluğum un arazisini ve bilhassa hudut memleketleri­
ni hanedan azasm a ve büyük em irlere iktâ' etmek su­
retiyle, sonradan kendi im paratorluklarına halef olan
birçok siyasî heyetlerin esasını hazırlamış oldular.
M erkezî idarenin kuvvetli olduğu ilk zam anlarda bu­
nun z a ra rı görülmüyordu. Fakat, merkez zayıfladıkça,
önee y a n m üstakil sonra tamam ile müstakil birtakım
yeni devletler m eydana çıktı. İlk Selçuklular‘ın takip
ettikleri bu iktâ* usûlü, esas itibanvla kendilerinden
evvelki İslâm im paratorluklarının takip etmekte olduk­
la rı bir sistem di; onların bu hususta yaptıkları deği­
şiklik. yâni, babadan oğula kalan askeri m ükâtaalar
ihdas etm eleri m eselesi, Selçuklu İmparatorluğunun
nasıl ta rih î ve sosyal şa rtlar dahilinde kurulduğu dü­
şünülünce. daha iyi anlaşılır: göçebe Oğuz aşiretlerine
d a y a n a ra k H orasan ’da saltanatlarını kuran Selçuklu
hüküm dârları, yalnız onlan değil, çeşitli sebeplerle
Orta-Asya bozkırlarından devamlı surette akıp gelen
diğer T ürk kabilelerini de yerleştirmek, onlara geçim
vasıtaların ı sağlam ak mecburiyetinde idiler. Ne Hora­
san, ne de İra n ’ın sa ir sâhaları, bu kadar kesif kütle­
lerin tam am en yerleşm esine müsait olmadığından, Sel­

187 Melikşah,. amcası Kavurd’un isyanını bastırdığı


zaman, askerleri, iktâ'lannm ve maaşlarının artırılması is­
teğinde bulunmuşlardı, (Rahat as-Sudur, E. J. W. Gibb Me-
morial, New series II, s. 127).
çuklu hüküm darları batıya doğru yeni istilâ hareketle­
ri yapm ak^zarurelinde kaldılar: işte, İra n dahilinde ve
Güney K afkasya’da T ürkler’in çoğalm ası ve bilhassa
Anadolu’nun fethi ve Türkleşm esi, doğrudan doğruya
böyle bir İktisadî zaruretin neticesidir.188 İra n dahilin­
de göçebe hayatını ve aşiret asabiyetini m uhafaza eden
bir kısım O ğuzlar'm, Selçuklu hüküm darlarına daima
ne büyük m üşkilât çıkardıklarını biliyoruz. İra n ’ın b â­
zı m ıntıkalarında, yerli ahaliyi yok ederek onların ye­
rine geçen ve toprağa yerleşen bir kısım Türkler de
mevcuttu; hattâ birtakım ’ şehirlerde, ay rı T ürk m ahal­
leleri de kurulm uştu. F akat, T ürk aşiretleri, ekseri­
yetle kendilerine iktâ* edilen sâ h ala rd a yaşıyorlardı:
İra n ı unsurlarla bunlar arasında müthiş bir düşmanlık
vardı.183 Bu karşılıklı nefret, göçebelerle yerleşmiş

188 Meselâ Muhammed bin İbrahim'in Kirman Sel-


çukilcri Tarihi'nde göçebe Oğuzların bu sâhadaki müthiş
tahribatı ve yok ettikleri yahut yerlerinden kaçırdıktan
yerli halkın topraklarına yerleşerek kısmen ziraatie uğ­
raşmağa başladıkları hakkında bilgi vardır. Diğer Selçuk­
lu tarihlerinde de bu hususta bir çok mühim tafsilâta rast­
lanır. İran Türkleri hakkında neşredeceğimiz bir eserde
bu hususta geniş malûmat vardır.
189 Ayni kavme mensup olsalar bile, yerleşmiş halk
ile göçebeler arasında karşılıklı nefret gayet tabiidir. Fa­
kat bundan başka, Orta-Zaman İslâm dünyasında, îslâmi-
yetin, kavmi unsurları birleştirmeğe çalışan zihniyetine
rağmen, müşterek yaşıyan çeşitli unsurlar arasında ihti­
lâfların. zıdlaşma ve karşılıklı nefretin mevcudiyetini bi­
liyoruz. Emeviier devrinde ve Abbasilerin ilk asırlarında
göze çarpan bu anlaşmazlıklar, Gazneliler, Selçuklular.
Hârizmşahlar zamanında daha şiddetle devam etti; Türk­
lerle muhtelif irani unsurlar arasındaki anlaşmazlıklar,
yalnız şehirlerde ve köylerde değil, bu Türk saltanatları­
nın çeşitli unsurlardan mürekkep ordulannda da göze
çarpıyordu. Bu gibi zıddiyetleri, muhtelif Türk zümreleri
halk arasında zarurî olan İktisadî zıdlaşmadan, Türk­
ler'in vergi tahsilindeki şiddetlerinden, toprak geçim­
sizliklerinden ileri geliyordu.

İşte bu kısa izahat gösteriyor ki Selçuklular’ın as­


kerî m ukâtaalar ihdas etm eleri, hanedanın, kendi baş­
lıca dayanağı olan Türk unsuruna mensup kütleleri ya­
bancı sahalarda yerleştirm ek, onlara hem toprak ver­
mek, hem de lüzumunda askerî bir kuvvet olarak fay­
dalanm ak fikrinden doğmuştur.190 Bu suretle yavaş ya­
vaş toprağa bağlanan göçebeler, hem bir karışıklık
âm ili olm aktan çıkıyorlar, hem de devlete kuvvçtli bir
askeri dayanak teşkil ediyorlardı. Bu usûlün ehemmi­
y et ve faydası bilhassa Bizans’tan zaptedilen yeni sâ-
h alarda daha sarih olarak görünüyor: kısmen harpler­
de ve istilâlarda imha veya esir edilen ve kısmen de
yerlerinde bırakılan yerli ahaliden kalmış geniş Ana­
dolu toprakları, Selçuklular’ın takip ettikleri iktâ’ sis­
tem i sayesinde yavaş yavaş T ürkleşti.1®1 D aha Bizans-

arasmda bile görmekteyiz: Meselâ Oğuzlar, Türkmenler,


Kalaçlar arasında münaferetler eksik değildi. Bu devre
ait tarihi kaynaklarda bunu doğrulayan birçok misaller
bulunabilir (meselâ: Houtsma, Recueil..., c. T, s. 105, 173;
Cihânguşâ-yı Cüveynl, c. II, s. 193; Nesevî. arapça metin,
s. 81, Fransızca tercümesi, s. 136).
190 Nizâmü’l-Mülk’ün askeri mukataalar ihdası su­
retiyle eski iktâ* sisteminde b ir yenilik yapması, Selçuklu
imparatorluğu sâhasına devamlı surette gelen kesif Türk
kabilelerini yerleştirmek zaruretinden doğmuştur denilebi­
lir. Selçuklular’dan evvelki müslüman Türk sülâleleri za­
manında böyle kuvvetli göç hareketleri mevcut olmadığın­
dan, askeri mukâtaalar ihdasına lüzum görülmemişti.
191 Anadolu'nun. Büyük Selçuklu saltanatı zama­
nından başlıyarak, türkleşmesi meselesi ve bunun muhte­
lif âmilleri burada hattâ en umumi hatlanyla gösterileme­
Iılar zam anında geniş topraklara m alik olan yerli feo­
daller ve bilhassa Erm eni a risto k ra tla n ,— -bâzen geçi­
ci ve zâhiri, fak at bâzen de hakiki olarak — îslâm iyeti
kabul etm ek suretiyle eski iktisadi ve hâkim vaziyet'
lerini tam am iyle m uhafaza ediyorlardı.192 İslâm olmı-
yan bâzı prensler veya m ahallî hâkim ler de, Selçuklu
hâkimiyetini kabul etmek suretiyle, yerlerinde bırakı­
lıyorlardı. Selçuklu hüküm darları, bu suretle, geniş
topraklar, vilâyetler iktâ* ettikleri a şire t reislerinin is­
yan ve istiklâl ihtim allerine karşı bir m üvazene unsu­
ru vücude getirm ek ve m erkezî idarenin kuvvetini ve
nüfuzunu m uhafaza etm ek istiyorlardı.193 T ürk aşiret­
leri bu suretle kısmen eski şehirlere yerleşm ek ve Kıs­
men de yeni köyler teşkil etmek suretiyle toprağa bağ­
lanmağa, göçebe hayatından çıkm ağa başladılar; fakat,
gerek bâzı coğrafî âm iller, gerek doğudan yeni yeni
Türk kabilelerinin — bilhassa Moğol istilâsından sonra

yecek kadar uzun ve ehemmiyetlidir. Bu mesele hakkında


başka bir fırsatta neşredeceğimiz bir makalede etraflı bil­
gi vermek ümidindeyiz.
192 Türk istilâsı esnasında Anadolu'da bulunan Ulah-
lar, İslavLar, Suriyeliler ve bilhassa Ermeni 1er, Bizans
aleyhine Türklerle, birleşiyorlardı (J. Laurent, Byzance et
Toriğine du Sultanat de Roum, Mâlanges Ch. Diehl, Pa­
ris 1930. c. I, s. 180). Fakat bu hususta Ermeniler’in bilhas­
sa mühim rolü olmuştur. Ortodoks tazyıkmdan ve Bizans
idaresinden nefret duyan Ermeniler’in. din hürriyetine ri­
ayet eden Türk hâkimiyetini memnuniyetle karşılamaları
gayet tabiiydi. İşte bundan dolayıdır ki. o devir hıristiyan
vak'anÜYİsleri, Ermenileri Hıristiyanlığa ihânetle ittiham
etmişlerdir (tafsilât için: J. Laurent, Byzance et les Turcs
Seldjoucidesı s. 74; kezalik yine aynı müellifin: Des Grecs
aux Croises, Byzantion, c. I, s. 386-387).
193 Aynı makale, s. 408.
daha geniş m ikyasta — Anadolu’ya gelmeleri, bir kısım
göçebe aşiretlerin Anadolu sâhasm da yüzyıllarca bu
sosyal şekli m uhafaza etm elerine sebebiyet verm iştir.
Yalnız Selçuklular devrinde değil O sm anlılar’ın son­
rak i devirlerinde bile, İktisadî sebeplerle devlete bir­
çok m üşkilât çık aran bu göçebelerin yerleştirilm esi
meselesinin hâlâ devam ettiğini görüyoruz.134
Anadolu’nun iskân tarihine ait olan bu mühim ve
karışık m esele üzerinde daha fazla duracak değiliz*
Yalnız bu kısa ve um um î izahat, S elçukluların ihdas
ettikleri askeri m u k â ta a la r sisteminin nasıl sosyal za­
ruretlerden doğduğunu anlatm ağa kâfidir sanırım.
Şimdi, Büyük Selçuklu İm paratorluğu’ndan doğan di­
ğer Türk devletlerinde bu sistemin mevcudiyeti hak-
kmdaki tarih î delilleri zikredelim: Halep A tabeklerin ­
de veraset yoluyla erk ek evlâda intikal eden askerî
m ukâtaaların m evcudiyetini yukarıda söylemiştik195
Bunlar nasıl Selçuklu m üesseselerini hemen aynen mu­
h afaza etm işlerse, bunların bir devamı demek olan
Eyyûbiler de aynı esasları takip etm işlerdir.196 Yine
Büyük Selçuklular’m diğer bir istitalesi olan Hârizm­
şah lar devletinde de irsi iktâ‘ sisteminin ve askerî
m ukâtaaların m evcudiyetini görüyoruz: Devletin büyük
m em urlarına, büyük ask erî kum andanlara verilen büyük

194 Anadolu’da göçebe Türk aşiretlerinin yerleştiril­


mesi meselesi ve bu göçebelerin gerek Selçuklularda gerek
Osmanhlar'a karşı çıkardıkları müşkilât hakkında burada
bilgi vermeğe imkân yoktur. Osmanlı devleti, Tanzimat'­
tan sonra bile, bu ıhühim mesele ile uğraşmıştır (Ahmed
Cevdet Paşa'nm. Türk Tarih Encümeni MecmuasTnda çı­
kan Ma’ruzât'ına bakınız: XIV., XV., XVI. senelerde).
195 104. sayfadaki 184 numaralı nota bakınız.
196 M. Sobemheim'ın Encyclop6di© de ITslanı'daki
iktâ' maddesine bakınız.
m ukataalardan başka, kendilerine iktâ* edilen ar&zide
yaşıyan ve harp zam anında hükümdarın maiyetindeki
daimî orduya k atıla ra k harp bittikten sonra tekrar ken­
di topraklarına çekilen mühim bir kısım efrat da var­
dı ;197 Bununla berab er, H ârizm şahlar’da hükümdarın da­
imî ordusundaki e fra d a hem toprak hem de m aaş veril­
diğini gösteren bâzı kayıtlar dahi vardır .198 Her halde,
teferruatı bir ta ra fa b ırakacak olursak Selçuklu tim ar
sisteminin H ârizm şahlar devrinde de hemen aynı esas­
lar içinde devam ettiğini söyliyebiliriz.
Büyük Selçuklu devletine vâris olan diğer devlet­
lerde devamını gördüğüm üz bu sistemin, Anadolu Sel-
çuklulan’nda m evcut olması gayet tabiidir. Askeri mu-
kâ ta alarm ihdasını gerektiren âm iller hakkında biraz
evvel verilen izahât, bu sistem in bilhassa Anadolu sa­
hasında belki her yerden daha kuvvetli olması sebep­
lerini anlatm aktadır. G erçekten eldeki tarihî vesika­
lardan istidlal edilebilen neticeler bunu doğruluyor: ha­
nedan azasm a, devletin büyük m em urlarına, m emleket­
leri ellerinden alınan bâzı prenslere, Moğol istilâsın­
dan sonra m aiyetlerindeki aşiretlerle birlikte kaçıp
Anadolu’ya sığınan H arizm em irlerine geniş arazi ik-
tâ ‘ edildiğini pek iyi biliyoruz .199 Bu iktâT ann m uay­
yen kıym etlere m alik olduğu, ve iktâ* sahiplerinin bu
kıymet nispetinde m aiyetlerinde efrat bulundurmağa
mecbur oldukları da anlaşılıyor .200 Büyük iktâTara ma-

197 Hârizmşahlar devle ti’ne ait tarihi kayıtlarda bu


hususta mühim tafsilâta rastlanır. Bu devletin teşkilâtı
hakkında neşredeceğimiz tetkiknâmede bu hususta bügi
bulunduğundan burada ayrıca izahata girmeyeceğiz
198 Tafsilât aynı yazımızda olacaktır.
199 ibn. Bibi’nin verdiği bilgiye göre. Bu devre ait di­
ğer tarihi kaynaklar da bunu doğrulamaktadır.
200 İbn Bibi’deki bâzı kayıtlar bunu anlatmaktadır:
İlk olan em irler, lâzım oldukça hüküm et merkezine
gelirler, yahut, aldıkları em ir üzerine, belirli bir nok­
tada maiyetlerindeki askerî kuvvetle orduya katılırlar,
ve iş bittikten sonra te k ra r kendi yerlerine dönerler­
di.201 Selçukluların Akdeniz’de ve K aradeniz’de sahil
korumasına memur ve m aiyetlerinde her halde bir de­
niz kuvveti de mevcut sahil em irleri bulunduğunu yu­
karda söylemiştik; demek oluyor ki Selçuklular’da do­
nanma hizmetine mahsus ik tâ 'lar da mevcuttu. Aske­
rî iktâ’ların bilhassa Uçlarda yâni sınırlarda büyük
ehemmiyeti olduğu, ve gerek uc beylerinin gerek mai­
yetlerindeki Türk aşiretlerinin bu ik tâ’îardan fayd a­
landıkları pek tabiîdir. «Yazıcı-Oğlu Ali»nin Selçuknâ-
m esinde, «I. Alâeddin Keykubâd» devrinden bahsolu-
nurken, onun «tim arları gazilere yani sipahilere ayır-

«Sultan ân lahza cavabî na-fannûd: çün farû âmad Ka-


mâl ad-Din Kâmiyâr-râ talab dâşt va tasrıf-i hass va yak
hazar dinâr-i surh u panc sar astar pâlânî u dah asb bâ-
zin u licâm u panc gulâm arzânî dâşt va farmûd ki uma­
ra bâ û takaüuf kunand va vilâyat-i Zirah-râ ki sad hazâr
’adad hâsıl u şast mtfar havâşî büd bad-û ba-hukm-i ik­
tâ' rahmat farmûd» (Houtsma, Recueil..., IV, 113-117). Bun­
dan anlaşılıyor ki. iktâ' edilen bu vilâyetin varidatı yüz
bin dinar idi: ve bu kıymette bulunan vilâyete mâlik olan
emir, hükümdar ordusuna altmış nefer asker tedarikine
mecburdu. Yine bu eserdeki diğer bir fıkra (aynı eser, s.
274) iktâ'Iarın muayyen kıyjnetlere mâlik olduğunu gös­
teriyor: Sâhib Mühezzibü’d-Din kendisine verilen iktâ iar-
dan ancak kırk bin dinar kıymetinde iktâ’ kabul etmişti;
■Sâhib Muhaddib ad-Dîn ba-cuz çihil hazâr ‘adad kabul
na-kard va dar kabza-i nay-âvard».— Anadolu Selçuklu-
lan ’nın idari teşkilâtı hakkında yakında yayınlayacağımız
bir makalede bu meselelere dair uzun malûmat verdiğimiz­
den burada daha fazla izahata girmiyoruz.—
201 Aşağıda ordu hakkında verilen izahata bakınız
(H - Ordu Teşkilâtı).
dığı ,ve bir tim ar sahibinin ölümünde oğlu ehliyetini is­
pat edince tim arm ona tevcih olunduğu» kayıtlıdır.*®
Yazıcı-Oğlu Selçııknâm e’sinin bu kısmı, esas bakımın­
dan İbn B îbî'nin eserinden alınm ıştır. Acaba İbn B îbî’-
de mevcut olmıyan bu mühim kayıt, II. M urad devrin­
de eserini yazan Yazıcı-Oğlu tarafından, kendi devrin­
deki tim ar usûlleri gözönünde tutularak, yapılmış bir
ilâve midir? Böyle bile olsa, Selçuklu devri a n a n e le ­
rinden birçoğunun henüz Anadolu’da yaşam akta oldu­
ğu bir sırada eserini yazan ve o a n ’aneleri gayet iyi
bilen «Yazıcı-Oğlu»nun bu kaydı ,203 O sm anhlar’daki ti­
m ar usûlünün Selçuklular’dan geldiği kanaatinin XV.
yüzyıl başında bile hâkim olduğunu gösterir. Nitekim,
yukandanberi verdiğim iz izahat ve Anadolu Selçuklu­
ları hakkında İbn B îbi’den çıkardığımız malûmat, «Ya-
zıcı-Oğlu»nun görüşünü k a t’ı surette doğrulam aktadır.
As/cer: m ukâtaalar a yâni tim ar sistem ine Osman­
lIlardan başka diğer Anadolu Beyliklerinde de umumi­
yetle tesadüf edilm esi, bu sistem in Selçuklular devrin­
den kaldığına diğer m ühim bir delildir. Anadolu Bey­
likleri hakkındaki ta rih î m alum at henüz çok eksik bu­
lunmakla beraber, eski Osmanlı vekayi’nâm elerindeki
bâzı kayıtlar bu ciheti pek açıkça gösteriyor: meselâ
Aşık P aşa-zâde’nin verdiği bilgiye göre, I. M urad, Ha-
mid-Oğlu’ndan satın aldığı şehirler civarındaki tim ar-
ları eski sahiplerine bırakm ış, fa k a t ellerine yeni be­
r a t verm işti; kezaük, I. Bâyezid, Aydm ilini zaptettiği
zaman, eski tim ar sahiplerini yerlerinde bırakm ış, yal­
nız memleket kendi hâkim iyeti altına geçtiği için, vak­

202 Milli Tetebbu'lar Mecmuası, sayı 5. s. 213.


203 Bu hususta bir fikir edinmek için bakınız: Türk
Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, e: I, s. 127, 131.
tiyle Aydın Oğlu nam ına verilm iş eski beratları değiş­
tirerek , kendi tuğrasıyla yeni nişanlar- verm işti; Men­
teşe Beyliğinin zaptında da tim arları eski sahiplerine
bırakm ıştı.204 F a tih de îsfen d iy ar Oğulları memleke­
tini Osmanlı Devletine kattığı zaman, eski timar sa­
hiplerinin hepsini yerlerinde bırakm ıştı.205 Osmanlı
devleti Anadolu’da yeni arazi zaptettikçe hemen daima
bu usûlü takip etmiş, eski tim ar sahiplerini her zaman
yerlerinde bırakm ıştır. Yeni bir hâkimiyetin kolaylık
la ve sosyal hiçbir sarsıntıya meydan bırakm adan-ye­
rine oturm ası için çok faydalı olan bu mahirâne usû­
lün, Osmanlı devleti tarafından icat edilmediğini, ve
diğer İslâm - T ürk devletlerinde ve hattâ Moğoliar'da
dahi tatbik edilmiş olduğunu ilâve edelim.2” İşte bu
suretle, sosyal ve İktisadî m evkileri hiç sarsılmayan
mühim ve nüfuzlu bir sipahî sınıfı, bir hanedanın hâ­
kimiyeti altından çık arak diğer bir hanedanın hâkimi­
yeti altına girm ekte hiçbir mahzur tasavvur etmiyor
du.207

204 En eski Osmanlı vaka yinâm ele rinde umunıyeı-


le bu kayıtlara rastlanır ki, mevsukiyetinden şüphe e:me
ğe hiç bir sebep yoktur.
205 Âşık Paşa-zâde, İstanbul basımı, s. 157.
206 İbn Fazl Allah al-Omari diyor ki: Hârizır. mem­
leketi Cengiz evlâdı eline geçtikten sonra da Harizz* as­
kerleri Hârizmşahlar devrindeki iktâ’lannı korudular. Bu
veçhile halâ bu iktâlar babadan oğula miras kalmaktadır.
(Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, c. I, s 3£’ Bu
kayıt, aynca, Hârizmşahlar devrinde de iktâTann baba­
dan oğula geçtiğini, yâni Selçuklu sisteminin onlarca.da
aynen devamını göstermek suretiyle, yukanda verd.gımiz
İzahatı doğrulamaktadır.
207 Orta-Zaman İslâm dünyasında bugünkü anlaşı­
lan manâsıyla vatanperverlik telâkkisi me vcu t ol anıya
cağı düşünülürse, bu cihet daha iyi anlaşılır.
Osmanlı tim ar sisteminin tarihî menşe’lerini gös­
teren bu izahattan sonra, Osmanlı devleti’ndc bu mües-
sesenin nasıl bir gelişmeye m azhar olduğunu — eldeki
tarih i ve hukuki kaynakların eksikliğine rağmen — umû­
mi çizgileriyle gösterm eğe çalışalım : bu kaynaklara
nazaran, Osmanlı tim ar sistemi, Osman Gazi'nin ilk
fütuhatıyla birlikte başlıyor: Osman Gazi zaptettiği
bütün y erleri tim ar olarak silâh arkadaşlarına, asker­
lerine veriyor; ita a t eden yerli halkı yerlerinde bıra­
kıyor; h attâ arkadaşlarından bazılaıım n uysal ahaliyi
her hangi b ir sebeple yerlerinden kaçırm alarına engel
oluyor.20® Âşık P aşa-zâd e’ye nazaran Osman Gazi, ti­
m ar hakkında bâzı esaslar koymuştur : (I) tim ar'sah i­
binin elinden sebepsiz yere tim arının alınmaması. (II)
bab ası ölünce tim arının .oğluna verilm esi. (III) oğul kü­
çük olursa, büyüyünce}'e kadar maiyetindeki hizmet­
kârların sefere gitm esi.209 Gerek tim ar sisteminin- ge­
rek bu zikredilen bürün esasların umumiyetle Selçuk­
lular devrinden kalmış olduğu düşünülürse, bu iddianın
yanlışlığı, ve Osman Gazi’nin sadece eski sistemi de­
vam ettirdiği, kendiliğinden anlaşılır. Orhan zamanın­
da ise, tim ar tevcihlerine ait bir çok tarihi kayıtlar ol­
duğu gibi, gazilerin yâni tim ar erlerinin yeni zaptedi-
len u çlara y erleştirildiği hakkındaki rivayet de tım ar­
ların askerî m ahiyetini daha iyi anlatabilir.2& Tım ar­
lar dahilindeki yerli halk da, bâzen, sipahilerle bir­
likte, kendi din kardeşlerine karşı harplere katılıyor­
lardı.211 Rum eli fütuhatı başlayınca, tim ar sistemi ora­
da da tatbike başlandı: hattâ, iptida zaptedilen Geİibc

208 Âşık Paşa-zâde, İstanbul basımı, s 20-29.


209 Ayni eser; s. 20.
210 Ayni eser; s. 39.
211 Ayni eser. 41.
lu havalisinin Y akup Ece ile Gazi F azıl’a tim ar olarak
verildiği ilk ta rih î kaynaklarda yazılıdır.21* I. Murad
devrinde Rumeli fütuhatı büsbütün ehemmiyet kazan­
dıktan sonra, Anadolu’dan birçok halk, h attâ b ir ta ­
kım Türk a şire tle ri R um eli’ye nakledilmeye başlandı,
ve tim ar teşkilâtı bu yeni vaziyet dahilinde büsbütün
yaygınlaştı. XVI. yüzyılda toplanmış olan eski kanun
mecmualarında, tım arların babadan oğula kalm ası
usûlünün — bilhassa Rum eli'ye ve Bosna’ya ait diğer
bâzı askerî m ahiyette tesisler ile birlikte — I. Murad
devrinde Rum eli Beylerbeyi bulunan Tim urtaş P a ş a ’-
nm teşvikiyle olduğu,2- h attâ küçük U m arlarla daha
büyük kıymette ziam etler ayırımının da yine Tim ur­
taş P a şa ’mn teşvikiyle M urad tarafından 1375’te yapıl­
dığı kayıtlıdır.214 Bununla beraber, tim ar sisteminin
menşe' ve gelişmesi hakkında yukardanberi verdiğimiz
izahat, bu iddianın doğru olamıyacağını ve Umarların
babadan oğula intikali usûlünün daha O sm anlılar’dan
çok evvel m evcut bulunduğunu anlatm aktadır. Yalnız,
bundan I. M urad’m, T im urtaş P a ş a ’nın teşvikiyle, ti-
m arlarm kıymet derecelerini tespit ve tefrik için bâzı
yeni esaslar koyduğu ve orada — belki d e — babadan

212 Ayni eser, s. 51.


213 «Sultan Murad Gazi zaman-ı şeriflerinde iptida
sipahi ve silâhdar olmak ve erbab-ı timar oğulları mah­
rum olmayıp babalan fevt oldukta oğullanna Ka­
nun üzere timar verilmek ve kul oğulları mahrum
olmamak ve voynuk yazılmak cümlesi Rum elinde ve
Bosna vilâyetinde Rumeli Beylerbeyisi Timurtaş Paşa ilka-
siyle olmuştur» (Kanunnâme, Millî Tetebbu’lar Mecmuası,
sayı 2, s. 325). J. Deny, timâr hakkındaki makalesinde bu
kayda dikkat etmemiştir.
214 J. Denv’nin yukanda zikredilen tîmâr makale­
sinde (Paris Milli kütüphanesindeki bir Osmanlı kanun­
nâmesine dayanarak).
oğula geçmesi m eselesine ait bâzı küçük teferruatın
da tesbit olunduğu istidlâl edilebilir.315

215 Hukuk Fakültesi profesörlerinden Ebul'ulâ (Mar­


din) Bey Gelibolu’ya Geçerken Rumeli Arazisi İçin Vazolu-
nan İki Esaslı Kaide-i Hukukiyye adlı küçük bir makalesin­
de (Yeni Mccmua’nm Çanakkale nusha-i fevkalâdesi, s.
34-36) Rumeli arâzisinin «arz-ı memleket» namiyle devle­
tin manevi şahsiyetine izafe olunmasının bâzı mühim ne­
ticeler husüle getirdiğini söyliyerek, timar usulünü de bu
neticelerden olarak gösteriyor. Feridun Bey Münşeatında­
ki iki mektupla. Millî Tctebbular Mecmuası'nda neşredilen
Kanunnâme’den alınmış Ebüssüud fetvalarına istinat eden
bu makaledeki hükümlere karşı, tarihi görüş bakımından
muhtelif tenkitler ileri sürülebilir- evvelâ, dayanılan fet­
valar XVI. asra ait olduğu gibi, Feridun Bey M ünşeatında
mevcut ilk devirlere ait vesikaların da pek itimada değer
olmadığı bilinmektedir; bunların dışında hiç bir tarihi ve­
sikaya istinat edilmeden, Rumeli’nin, ilk zaptında bâzı hu­
kuki esaslar konulduğuna nasıl hükmedilebilir?- Benim
şimdiye kadar görebildiğime göre «arz-ı memleket* ıstı­
lahına Osmanlı müellifleri arasında ilk defa XV. yüzyıl
başında Selçuknâme sahibi Yazıcı-Oğlu Ali’nin eserinde
rastlanıyor; bu müellif, «Ravendi»nin bir fıkrasını tercü­
me ederken «arz-ı memleket» tâbirini kullanmıştır: «cüm­
le bid’atlerden birisi bu idi ki müslümanların elindeki
mülklerin tutardı, eydürdi ki cemi’ yerler arazi-i memle­
kettir; Emirülmü'mininindir. kimsenin mülkü yoktur, isbat
etsünler». önce Barthold'ün nazarı dikkatini celbeden bu
fıkranın (Barthold, Turkestan..., s. 348, asil şudur: «kibâ-
Iahâ ba mi hvast u mı-guft zamin az ân-i amir al-mu'mi-
nîn ast kasi ki bâşad İd milk dârad» (Râvendi. s. 381).
İkinci olarak timar usulünün teessüs ve takarrürü, Rume­
li'nin fethinden sonra değil, Selçuklular devrinde olmuş­
tur; ve bunun tarihi sebepleri ve muhtelif safhaları yuka­
rıda gösterilmiştir. Üçüncü olarak timar usûlünün konul­
masıyla «hükümetin araziyi re’sen idaresi mahzuru» ber­
taraf olmamıştır; çünkü gerek Rumeli'de, gerek Anadolu’­
da hükümetin elinde daima geniş arazi kalmış, ve bu arâ-
zi ilk zamanlarda emanet ve daha sonraları da iltizam yo-
I. Bâyezid devrinde Osmanlı tim ar teşkilâtının d a­
ha muntazam bir hal aldığı kuvvetle tahmin olunabilir:
bu devirde yazılmış bulunan Kenzü^l-Kiiberâ adlı mü­
him bir siyaset kitabında «timar, dirlik» tâbirleri, m a­
lûm m ânasıyla kullanılm aktadır; meselâ yazar, m e­
murlardan bahsederken, bunların halka zulmetmeme­
leri için «ekmek, iktâ, tim ar, dirlik lerin in tamam ol­
ması lüzumundan söz ediyor; sonra, kâfir uçlarından
yâni sınır boylarından bahsederken cesaretiyle ün yap-

luyla idare edilmiştir; bilhassa Rumeli'de hükümete ait


arâzi daha çoktu; «Çelebi Sultan Mehmed» zamanında Ru­
meli Umarlarının yansının malikâne addedildiği hakkında
yukarıda verdiğimiz izahat dahi bunu doğrulamaktadır.
Dördüncü olarak, «bir kısım efrat uhdesinde çök geniş
arâzi bulunmasının ve netice olarak derebeyliğin Önü alın­
dı» iddiası da yanlıştır; Bosna'da arâzi meselesi hakkında
Truhelka'nın makalesi ve Bosna'ya ait arâzi kanunları bu
yanlışlığı isbata kâfidir (Ciro Truhelka'nın makalesinin
tercümesi: Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası. 1931.
c. ,1. s. 43 - 69); bundan başka, timar sistemi Osmanlı İm­
paratorluğumun her tarafında geçer olmadığı gibi. İmpa­
ratorluğun doğu eyaletlerinde ve bilhassa Kürtlerle mes­
kûn bir çok yerlerde derebeylik mevcuttu. Beşinci olarak,
timarların erkek çocuklara kalmasında «ziraat arazisi ile
ormanları eşhas uhdesinde mümkün mertebe müstakillen
bulundurarak usul-i tevrisin istilzam eylediği küçük par­
çalara inkısam tehlikesinden sıyanet* faydasını bulmak
da doğru değildir; çünkü, bir timar veya ziamet sahibinin
erkek çocuğuna veya çocuklarına verilen hisseler, her za­
man. babanın malik olduğu miktara müsavi değildi: Ebul'-
ulâ IMardinl Bey’in diğer bir eserinde (Ahkâm-ı Arâzi
Dersi Notlan. Talebe-i Hukuk Cemiyeti neşriyatı, 1340-41, s.
54) «bizde arâzi meselesinin ihtilâllere sebep olmadığı»
hakkındaki görüşü de doğru değildir: bu makalemizde, tı­
marlan ellerinden alınanlann Rumeli ve Anadolu'da ne
mühim isyan hareketleri vücude getirdiklerini İzah ettik;
meşhur Celâliler İsyanının esasında da başlıca bu âmil
mevcuttur.
şaya bile değm ez. Aksine, îran Moğoiları’ndaki aske­
rî m u kâtaalar sistem inin Selçuklu te’siri altında vücu-
de gelip gelm ediğini araştırm ak , şüphesiz, daha doğ­
ru olur.200 N itekim , V. Minorsky, ahiren bir makalesinde,

cib, câmegî, mâl, berât, idrârât, zindegânî» ve maaşlı mu­


kabilinde «rûzihvâr, icrahvâr» tâbirlerine tesadüf olunur.
Daima birbiriyle karıştırılan ve müteradif olarak yekdiğe­
ri makamında kullanılan bu kelimeler arasın d» «♦'»r.-.r»
kelimesinin de bulunması, bunun «pıonoya» karşılım ola­
rak meydana çıkarılmadığına bir delildir. Anadolu Selçuk­
lularına ait metinlerde (meselâ, Houtsma. Recueü..., c. IV
ş. 242) *de yukanda zikredilen mânalarda «timar» kelime­
si mevcuttur: «va didand ki Baycu kasi-râ ki bad-û navla
mî-konad tımâr mi-dârad». Yukanda zikredildiği üzere
XIV. yüzyıl sonlarına ait Osmanlı eserlerinde de «etmek,
iktâ', tımâr, dirlik» kelimeleri müteradif olarak kullanıl­
maktadır (s. 118). İslâm eserlerinde daima rastlanılan «za-
im, ze’âmet» tâbirleriyle, yukanda izah ettiğimiz «hass» ke­
limesinin (% 102. not >181)'de eski İslâm-Türk devletlerinde
mevcut olduğunu düşünürsek, Osmanlı timar sisteminde­
ki ıstılahların tamamiyle İslâm menşeinden geldiğini söy-
liyebüiriz. Timar kelimesi. OsmanlIlara gelinceye kadar
mânâ itibariyle uzun bir gelişme devresi geçirmiş ve an­
cak o devirde belirli bir ıstılah olarak yerini almıştır. Os­
manlI timar sisteminde husûsi bir ehemmiyeti olan «dip­
lik» ve «sipahi» kelimelerine gelince, birinci kelime -m a­
aş, zindagânr» gibi arap ve acem tâbirlerinin türkçe tercü­
mesinden başka bir şey değildir; «sipahi» ıstılahına ise
İran'da, daha Selçuklular'dan çok evvel bile tesadüf edil­
mektedir. Bütün bu meseleler hakkında daha etraflı tet­
kiklere- ihtiyaç olduğunu itiraf etmekle beraber, bu izaha­
tın. yukankı görüşümüzü isbata kâfi bulunduğunu söyle­
yebiliriz.
230 Encyclopedie de ITslam'daki «Tiyül» makalesine
bakınız, Minorsky bu makalesinde bilhassa Safeviler ve
Kaçarlar devrinden bahsetmekle beraber, kelimenin işti­
kakından ve müessesenin menşeinden sözederken İ l h a n l I ­
l a r ve Timurlular zamanında da mevcudiyetini sadece zikr
îran Moğolları’ndaki bu sistem in Büyük Selçuklu im pa-‘
ratorluğu’ndan veya daha eski zam anlardan kalmış
olacağım, pek doğru olarak yazm ıştır.
Bu küçük araştırm am ızda, sadece, Osmanlı tim ar
sisteminin Bizans’tan m ı yoksa Selçuklular’dan mı gel­
diği meselesini izaha çalıştığım ızdan, daha fazla ta fsi­
lâta girişmeyeceğiz. Yoksa, bu sistem in bütün Türk ve
îslâm âlemindeki çeşitli tecellileri, onların birbirleriy-

iie iktifa ediyor. Tiyûl kelimesi hakkında önce Quatreme-


re bilgi vermiş, ve Timurlular, Safevîler, Babüriler devirle­
rine ait tarihi metinlerde bu kelimenin mevcudiyetini ve
Chardin’in bu husustaki izahatıyla sair bâzı Avrupa coğ­
rafi eserlerindeki malumatı nakletmişti (Notices et Extraits
des Manuscrits, c. XIV. Paris, JL843. Matla’ as-sadayn. s.
124-225). İlhanlIlar devrine ait tarihi kaynaklara dayana-
rak d'Ohsson, İran Moğollan’ndaki askeri timar müesse-
sesi hakkında biraz bilgi vermişti (Histoire des Mongols.
IV, s. 420-429). Fakat. Celayirler’de, Timurlular’da Kara
ve Ak Koyunlular*da, Safeviler’de, sonra Hindistandaki
îslâm devletlerinde — Babur sülâlesinden evvel ve sonra —
bu müessesenin geçirdiği çeşitli safhalar, elde buniara ait
az çok malzeme bulunmasına rağmen, henüz tetkik edil­
memiştir. Umumi mahiyette bâzı eserlerde bu hususta ve­
rilen mahdut bilgi çok müphemdir (meselâ M. Ishawari
Prasad, I’lnde du VlIIe au XVIe siöcle, Histoire du Monde
Paris 1930, c. VIII, s. 324'de XIV. yüzyılda Tuğlukşahlar
devrine ait verilen malûmat gibi). Orta-Zaman İslâm ve
Türk feodalitesinin lâyıkiyle anlaşılması için bu meselele­
rin daha esaslı bir surette teikiki zaruridir. Partlar ve
Sâsâniler devrindeki askeri iktâ’lar meselesi hakkında A.
Christensen oldukça toplu biigi vermektedir (I'Empire des
Sassanides, s. 8 -10, 12, 13, 23 - 29, 45.— dayandığı tarihi
bilgi, bilhassa İslâmî devirler hakkında, çok sınırlı olmak­
la beraber, Jacque de Morgan’m «La feodalite en Perse,
son origine, son developpement, son âtat actuel* adlı ma­
kalesi de tavsiyeye değer: Revue d’Etnographie et de Soci-
ologic, Paris 1912 nu. 5-8, s. 169-161).
11 — Ordu Teşkilâtı

Osmanlı devletinin ask erî teşkilâtında esaslı bir


ehemmiyeti haiz olan Y eniçeri1lerin yâni hükümdarın
şahsına bağlı daim î piyade ordusunun 'kurulmasında
bile Bizans te 'siri görm ek isteyenler olmuştur. Scala
bu noktayı bilhassa belirttiği gibi, F ransız müsteşriki
Cl. H uart da bir m akalesinde — k a l'î bir hüküm verm e­
mekle beraber — bunda Bizans te ’sirinin pek muh­
temel olduğunu, yalnız efrad ı devşirm e usûlünün yani
hıristiyan çocuklarından ask er alınm ası kaidesinin ta ­
rihle ilk defa O sm anlılar tarafın d an tatbik edildiğini
söylemektedir.232 Bu ikinci m esele, bütün ehemmiyeti­
ne rağmen, mevzuumuzla doğrudan doğruya alâkadar
olmadığından, burad a, yalnız, hüküm darın şahsına bağ­
lı daimî piyade ordusu teşkilinde Bizans te'siri olup ol-

232 Encyclopedie de I'Islam'daki • Janissaires* mad­


desinde. Halbuki Seignobos. Yeniçeri teşkilâtının Mısır
Memlükleri'ndeki Memlûk teşkilâtının taklidi oldu­
ğunu söylüyor ki (Histoire Generale» II, 334; Gibbons
tarafından zikredilmektedir: The foundation of the Otto-
man Empire, hi 118; trk. tercümesi, s. 98), Cl. Huartın gö­
rüşünden daha doğrudur. Ancak, bu usulün, daha Mem-
lûkler'den evvelki İslâm ve Türk devletlerinde de mevcut
olduğunu unutmamalıdır. Bâzı harplerde esir edilen ve
satılan hıristiyan çocuklarının memlükler arasında İslâm
terbiyesine göre büyütülerek türkçe öğrendiklerini, asker
olduklarım, ve içlerinden büyük emirler yetiştiğini biliyo­
ruz kiJu<tUVmt/rı:, i. 3ü1. Cl. Huart’m yalnız bir noktada
iıukki yardır. Osmanlı Devleti, kendi hıristiyan tebaasının
çocuklarını, şer’i esaslara aykırı olarak, orduya almıştır;
bu. memluk sisteminin hiç bir malî külfete lüzum göster-
miyen bir şeklidir. Anadolu Selçuklulan’mn idari teşkilâtı
hakkında araştırmamızda onlarla Memlûkler'in ordu teş­
kilâtı arasındaki benzerlikler de gösterilmiştir.
lan fıkraların birleştirilm esi ve mukayesesi, suretiyle
elde edilmiş olduğundan, çizeceğimiz levhanın, bu teş­
kilâtı tam ve kusursuz bir surette gösterm esine imkân
yoktur; bilhassa, Anadolu Selçukluları hakkında verdi­
ğimiz bilgi ancak XIII. yüzyılın ikinci yansına, yâni Mo­
ğol boyunduruğu altındaki daha geç bir devre aittir;
m aam afih, Osmanlı ordu teşkilâtının menşeini anla­
mak itibariyle, bu devir teşkilâtını bilmek, eski devir­
leri bilmekten şüphesiz daha faydalıdır.
Anadolu SelçukluIarTnın askerî kuvveti şu çeşitli
kısım lardan meydana geliyordıj :

I — Doğrudan doğruya Sultan’ın şahsına bağlı olan


ve daim a merkezde bulunan kuvvet. Bunlar £müfred,
gulâm, mülâzimân-ı yatak» unvanlarıyla yadolunurlar-
dı. Serhengler, can d arlar, perdedarlar gibi, sarayın
muhtelif hizmetlerinde bulunanlar da bunlardı. Büyük
Selçuklular‘da ve M emlûkler’de de mevcudiyetini gör­
düğümüz ve hüküm darın m üteferrik hizmetlerinde kul­
lanıldıkları için bu namı alan m üfredler,235 daha sonra

235 Nizâm-ül-Mülk. Siyâsetnânıe’sinde diyor k i «gu-


lamlardan başka, sarayda daima bulunmak üzere, şeci,
mücerrep, uzun boylu ve güzel yüzlü, müfred namıyla 200
nefer seçmelidir. Bunlardan yüzü Horasanlı, yüzü de
Deyiemli olmalıdır. Bunların sarayda daimi ikametgâhı ol­
malı. gerek sulh gerek harp zamanında oradan ayrılma­
malıdırlar. Bunlara erzak, m iaş, güzel libaslar vo daima
mükemmel silâhlar verilmelidir. Fakat bu silâhlan lüzum
görüldüğü takdirde ellerine vermeli, ve sonra tekrar al­
malıdır. Her elli mûfredin âmiri olmak üzere bir nakip ta­
yin etmelidir.* (XIX. bahis). Selçuklu tarihine ait diğer
kaynaklarda da rastlanılan bu müfred ıstılahı (Râhatu’s-
Sudür, s. 365), müfredi ve cemi' olarak mefâride şeklinde
Memlûkler'de de mevcuttu. (Quatremere, Histoire aes Ma-
züm redir ki, sonraları Osmanlı teşkilâtındaki ckub>
ıstılahı da bundan alınm ıştır. Yine İbn B îb î’de «mülâ-
zimân-i yatak» ıstılahıyla ifade edilen züm re de bu
gulâm lardan bir kısım olmalıdır.241 Bu h assa kuvveti­
nin m iktarı ve ne gibi unsurlardan m ürekkep olduğu
meselelerine gelince, XIH. yüzyılda saray d a Kazvinli,
Deylemli ve Frenk olmak üzere 500 kişi bulunduğunu
biliyoruz.242 'Büyük Selçuklu İm paratorluğu’nda olduğu
gibi Anadolu Selçukluları’nda da gulâm lardan m ürek­
kep olan hâssa kuvvetinin böyle çeşitli unsurlardan
meydana gelmiş olması pek ta b iîd ir.243. Hususî surette

kullanıldığını ve aralarındaki farkları anlamak için, bu


eserle, G. Demombynes'in yukarıda zikredilen eserine ba­
kınız,
241 Houtsma, Recueil..., IV, £^182.
242 Ayni eser, s, 87.
243 Nizâmü’l-Mülk, çeşitli unsurlardan mürekkep bir
ordu lüzumunu şiddetle savunmaktadır. Eğer ordu, bir
unsurdan teşekkül edecek olursa, efrat daima bir takım
karışıklıklar çıkarabilirler; ve hükümdarın arzusuna uy­
gun hizmet etmıyebilirler. Bundan dolayı, saltanatın bü­
tün unsurlarından alman askerlerle orduyu teşkil etme­
lidir. Sarayda iki bin Horasanlı ve iki bin Deylemli asker
bulunmalıdır. Eğer ayrıca bir miktar Gürcü ile bir miktar
İranlı da bulunursa daha iyi olur; çünkü bunlar cesur
adamlardır. Mahmud Gaznevi'nin bu husustaki usûlü şu
idi; onun ordusu Türkler, Horasanlılar, Araplar, Hintliler,
Deylemliler, Gürlulardan mürekkepti. Harp zamanında
hepsi yerli yerinde kesif, bir kütle halinde bulunur, ve «fi­
lân harpte filân millet iyi harp edemedi» dedirtmemek için
her millet bütün gayretini sarfederdi. (Siyâsetnâme, XXIV.
bahis. Bu bölümdeki «va dar safar har şab az har gurûh
malûm karda bıi dand ki Çand mard ba yatak raf­
tandı» cümlesindeki «yatak» kelimesini, Schefer türk-
çe -yatak» manâsına alarak, bunu, sefer esnasın­
da bu çeşitli unsurlardan bir kısmının yatmağa git­
tiği yâni nöbetle dinlendiği tarzında tercüme etmiş-
talim ve terbiye gören gulâm lardan m ürekkep bu d a ­
im î hâssa kuvvetinin süvari olduğu, ve m ikdarlarım n
üç-beş bini geçmediği îbn B îbî’nin bâzı kayıtlarından
anlaşılıyor. M aam âfih, Büyük Selçuklular’da olduğu gi­
bi, Anadolu S elçuklularında da merkezde devam lı o la ­
ra k bir piyade kuvveti bulunduğu kuvvetle tahm in
olunabilir.244 Yazıct-Oğlu Selçuknâme si'nde merkezde-

tir. Halbuki, benim fikrime göre, buradaki «yatak» keli­


mesi, aşağıda izah edildiği gibi «otak» kelimesinin bozul­
muş veya lehçevi bir şekildir; bundan dolayı bu cümleyi,
sefer esnasında bu değişik unsurlardan ayrılan belirli kı­
sımların otak hizmetini gördüğü yâni, hükümdarın çadırı­
nı beklediği tarzında tercüme etmek gerekiri. Çeşitli un­
surlar üzerinde hükümran olan büyük imparatorlukların
böyle çeşitli ordulara dayanması ve hükümdarın hâssa
kuvvetinin bilhassa «hükümdar ailesinin mensup olduğu
unsurdan başka unsurlardan teşkil edilmesi» Orta - Çağ
Türk ve İslâm İmparatorluklarında daima görülen bir şey­
dir: Abbasi imparatorluğu da daima bu usûlü takip etmiş,
ve ordusunu en ziyade Iranlı unsurlarla Türklerden teşkil
eylemişti. Bunun çeşitli sebepleri, fayda ve zararları ay ri­
ca tetkik edilmek icap eder. Bununla beraber, Nizâmü‘1-
Mülk, Türkmenlerin Selçuklu Saltanatı için ne kadar kuv­
vetli bir dayanak olduğunu da inkâr edemiyerek, bu hu­
susta şu tavsiyelerde bulunuyor. Türkmenler her ne kadar
devlete bir takım güçlükler çıkarmışlarsa da, yine Selçuk­
lu sülâlesinin teveccühüne lâyıktırlar. Çünkü bu devletin
ilk kuruluşunda çok hizmetleri olmuş ve bu uğurda bir­
çok meşakkatlere katlanmışlardır. Bundan başka, hüküm­
dar ailesine akrabalık bağlarıyla da bağlıdırlar. Bundan
dolayı onların çocuklarından 1000 tanesini alarak tıpkı ğu-
lâmlar gibi hususi surette terbiye etmeli, silâh kullanma­
yı ve saray hizmetlerini öğretmeli; daimi surette saraya
bağlamalıdır. Bu suretle onlar hükümdara sadıkane hiz­
met edecekleri gibi, kalplerinde hükümdar ailesine karşı
besledikleri hoşnutsuzluk da zail olacaktır (Slyasetnâme.
XXVI. bahis).
244 Nizâmu l-Mülk, Siyâsetnâme’nin XIX. bahsinde
ki bu hâssa kuvvetinin devamlı su rette ask erî talim ­
lerle uğraştığı hakkında —İbn B îbî’de bulunm ıyan— bir
takım tafsilât m evcutsa da, bunun eski bir tarihi kay-
nakdan mı alındığı, yoksa XIV. yüzyıl başında Osman-
lı teşkilâtına kıyasla mı ilâve edildiği kat! surette kes-
tirilemez.24* «Mülâzimân-ı yatak» tâ b irin e gelince: İbn
Bîbî’de bir iki defa geçen bu ıstılahtaki «yatak» keli­
mesinin, eskidenberi, hüküm dara m ahsus çadır m âna­
sında kullanılan «otak, otağ» kelim esinden başka b ir
şey olmadığı, ve Mısır Memlûklerine a it arap ça ta ri­
hî eserlerde «vutak» şeklinde tesadüf edilen kelime­
nin de bu kelime olduğu kuvvetle tahm in edilebilir.24*
Maamâfih, yine İbn B ibi’de bu m anâda olarak «serâ-
perde» ve Memlûk tarihlerinde de daim a kullanılan

müfredlerden bahsettikten sonra, isimleri divan defterle­


rinde kayıtlı ve muhtelif unsurlara mensup 4000 piyadenin
daima hazır bulunması lüzumunu, ve bunlardan 1000 ne­
ferinin doğrudan doğruya Sultanın maiyetinde olmasını,
ve 3000 neferinin de emirlerin ve sipehsâlârlann yanında
bulundurulmasını söyler. İbn Bibi’de. Selçuklu ordusunun
ekseriya, süvarilerden teşekkül ettiğini gösteren kayıtlar
bulunmakla beraber (Houtsma, Recueil..., IV. s. 165, 187,
2371. orduda piyade kuvvetinin de bulunduğunu anlatan
fıkralara dahi rastlanıyor (ayni eser, s. 183).
245 Houtsma. Recueil..., IH'te bu hususta tafsilât var­
dır.
246 Houtsma külliyatı, IV, s. 113: «va guJâmân-ı hâss
dar-silah ravand va bar-kanun yatak mülâzım bâ-şand bâ-
silah va favci az mafârîda u gulâman-ı yatâk»; (s. 2651:
•az mafârida-i halka-i hâss u gulâmân-ı dar-gâh u mulazı-
mân-ı yatâk»; (s. 182); «Sultan bar-dar sâhib ravand...» Bu
fıkralar gösteriyorki, buradaki «yatâk» kelimesi, daha Mah-
müd Kâşgari'nin meşhur eserinde mevcut olan «otag»dan
başka bir şey değildir, «vutak» şekline gelince, bu hu­
susta Quatrem6re’e bakınız (Histoire des Mamelouks, l.
197). «Yatak» kelimesi hakkında 135. sayfadaki 243 numa­
ralı nota müracaat.
«dehliz» kelimelerine de tesadüf olunm aktadır.247 Bu
takdirde «mülâzımân-ı yatak»m, hüküm darın çadırını
muhafazaya memur gulâm lar olduğu m eydana çıkı­
yor.
II — Anadolu Selçuklu devletinin, K ayseriye başta
olmak üzere, Sivas, H arput, D eveli-K arahisar, Nik­
sar, M alatya, Erzincan, Niğde, Lâdik, Honas gibi mü­
him askerî merkezlerinde devam lı surette bulunan mu­
hafaza kuvveti. Bu büyük m erkezlere tâbi olan civar
m ıntıkalardaki tim ar erbabı, göçebe kabileler, ve di­
ğer askerî kuvvetler o mıntıkanın «subaşı»sı - farsça
tercüm esiyle «SerTeşker» - unvanını haiz büyük bir
kumandana tâbi bulunurdu. O m ıntıkalarda m evcut müs­
tahkem mevki Terdeki daim î kuvvetlerin başında ay­
rıca kum andanlar vardı ki, şehrin mülkî idaresi ve
inzibatı onlara aitti; fak a t bunlar o m ıntıka «subaşı»-
sının em ri altında idiler. Bu m erkezlerden bilhassa
fCayseri’nin askerlikçe büyük ehem m iyeti vardı; ve
orada her zaman mühim bir kuvvet bulunurdu.248

247 Houtsma külliyatı, IV, s. 80, 216, 303; bu kitap­


ta bu ıstılahlar daima geçmektedir. Dehliz kelimesinin
Mısır Memlûkleri’nde istimâli hakkında bakınız (Histoi­
re des Maraelouks I, 190-192). Dehliz ıstılahı Hârizmşah­
lar da da mevcuttu (Nesevi'ye bakınız: s. 144, 314). Mısır
Memlûkleri’nde Dehliz teşkilâtının mahiyeti ve yine o
devre ait menbalarda tekerrür eden «âlâcûk» keli­
mesi hakkında ÇuatremĞre malumat vermektedir
(âlûcük kelimesi hakkında bakınız: Şeref ad-Din Yezdî. Za­
fer nâme. a I, s. 518; P. Pelliot, Neuf notes sur des question
d'Asie Centrale T’oung Pao, c. XXVI, s. 264; Fârsnâme-i Nâ-
sıri, I, 120).
248 îbn Bibl’deki çeşitli kayıtlara göre «Subaşı» keli­
mesi hakkında Encyclopâdie de I'lslâm'daki Dr. J. H. Kra-
mers tarafından yazılan makaleye bakınız. Eski Türk teş­
kilâtında büyük ehemmiyeti bulunan ve ıstılah olarak mâ-
İÜ — Büyük ik tâ'lara malik devlet büyüklerinin
m aiyetlerinde kendi şahıslarına bağlı olarak bulunan
ve teçhiz ve iaşesi dahi onlara a it olan gulâm lardan
veya ücretli askerlerden m ürekkep kuvvet.* îktâ* sis­
temi takip eden bütün îslâm ve T ürk devletlerinde ve
bilhassa Büyük Selçuklular’da ve M em lûkler’de oldu­
ğu gibi Anadolu S elçuklularında da devlet büyükle­
ri ve em irlerin maiyetinde daim a mühim kuvvetler
bulunurdu.249 îb n B ibî’de büyük em irlerin şahıslarına
bağlı m üfredlerden, gulâm lardan, «icra-hvâr»lardan
yâni ücretli askerlerden bahsolunm aktadır.” 0 Yine

itasını muhtelif zamanlarda değiştirmekle beraber yüzyıl­


larca devam eden bu kelime hakkında aynca bir tetkik
yayımlayacağımız için burada izahâta girişmiyoruz.
249 İbn Bibi'nin verdiği bilgiye göre, Selçuklu devle­
tinin büyük emirleri, muazzam servetlere maliktiler. Ve
daireleri o servetle mütenasip olarak gayet muhteşem ve
kalabalıktı. Meselâ Alâeddin Keykubâd'ın ilk zamanların­
da saray mutfağında günde otuz koyun kesildiği halde.
Emir Seyfeddin'in mutfağı için günde seksen koyun kesi­
liyordu (s. 112). Bu ümeranın nüfuz ve tahakkümünden
kurtulmak istiyen Alâeddin, Antalya'da bulunduğu sıra­
da, yakınında bulunanlann akıllıca tavsiyesiyle, yirmi se-
neclenberi orada hâkim olan Emir Mübarizüddin'in nüfu­
zundan korkarak, bir harekete cesaret edememiş ve bunu
Kayseriye’de yapmağa karar vermişti (s. 113). Devlet bü­
yükleri. kendi nüfuzlarını her ihtimâle karşı sağlamak
için maiyetlerinde, doğrudan doğruya kendilerine bağlı
olmak üzere, mümkün mertebe büyük bir kuvvet besleme­
ğe mecburiyet hissediyorlardı. Moğol tahakkümünden son­
ra Selçuklu sarayının debdebesi ve memur kadrosu arttığı
gibi, bilhassa Moğollara dayanan büyüle emirlerin debde­
besi. serveti .de artmış, ve maiyetlerinde eskisinden daha
çok bir kuvvet bulundurmağa başlamışlardı.
250 Houtsma. Recueil..., IV. 264; Sâhib Şemseddin,
kendi şahsına bağlı olan müfredleri ve «icra-hvâr»lan uc-
o rad a rastlanılan «havâşî» tâbiri galiba, bunların
hepsini birden ifade eden bir tâbirdir.231 Bu em irlerin
b ir kısmı merkezde, bir kısmı da kendi ik tâ ‘ dairele­
rinde y aşarlar. Bir harp halinde — m erkezden aldıkları
em ir ü z e rin e — maiyetleriyle beraber ordunun toplan­
m a yerine gelirlerdi.
IV — Y ukarıda sözünü ettiğimiz ask erî tim ar sa ­
hiplerinin m aiyetinde bulunan kuvvet. Selçuklu ordu­
sunun mühim bir kısmının bunlardan teşekkül ettiği
tahm in olunabilir.
V — U çlarda yâni çeşitli hudud boylarında uc-
beylerinin maiyetinde bulunan kuvvet. E kseriyetle uç­
la ra yerleştirilm iş Türkmen kabilelerine mensup ef­
r a tta n m eydana gelen bu mühim kuvvetler, fırs a t bul­

la çıkan bir isyanı bastırmak maksadıyla gönderdiği za­


man, düşmanlan bu fırsatı kaçırmıyarak onu yakalayıp
öldürmüşlerdi.
251 Houtsma, Recueil..., IV. s. 117: «çün sultân az may-
HAn ba-ivân âmad farmûd tâ tamâmat-i havâşi u gulâ-
mân u muta’allikân-i umarâ-i maktûl-râ siyâsat kanand*;
aynı eser. s. 264: «Bâyad ki ba'd az intark-i havâşi farmâ-
yad...» Bu kelimeye ayni manâda olarak Siyâsetnâme’nin
XVI. bahsinde rastlıyoruz: «Va kasi ki ahval-i matbah u
şarabhâna u âhur u sarâhâ-i hâss u farzandân u havâşi
ba-vai ta'alluk dârad har mâhi balki har rüzi bâyad ki şi-
nâhta-i maclis-i *âli bâşad...» İşte bütün bu metinler gös­
teriyor ki «havâşi» kelimesi, hükümdarın yahut bir emi­
lin bütün maiyetini yâni dairesi halkını ifade eden umumi
bir tâbirdir. Ancak, s. lir d e k i 200 numaralı notta yine İbn
Bibi'den nakledilmiş olan çok mühim fıkrada, «havâşi*
kelimesi, ıktâ* sahibinin tedarike mecbur olduğu askeri
kuvvet manâsında kullanılmış gibi görünüyor. Bütün bu
eski metinlerde, birbirinden azçok farklı bir takım ıstılah­
ların birbiriyle aynı manâda gibi kullanılması, bu türlü
karışıklıklara sebep olmaktadır.
dukça düşm an m em leketlerine akm yapm aktan geri
kalm azlardı. Sultanlar, Bizans veya E rm eni, Gürcü
hüküm darlarıyla sulh halinde oldukları zam an bile,
bu akın h arek etleri tek errü r ederdi.252 M erkezî idare
zayıfladığı zam an, uc beylerinin kendi hesaplarına
hareket ettiklerini, m erkezi tanım adıklarını, çok defa
isyan h areketlerine katıldıklarını biliyoruz.253

VI — H arp zam anlarında fazla a sk ere ihtiyaç gö­


rüldüğü vakit ekseriyetle T ürk kabilelerinden ve kıs­
men de im paratorluk içindeki çeşitli m illiyetlere ve
dinlere m ensup ahaliden ücretle tutulan efrat. îbn
B îbî’de acr-h v âr, icra-hvâr kelim esiyle ifade edi­
len bu kuvvet,254 oldukça mühim bir yekûn teşkil

252 Bizans vakayinamelerinde buna ait pek çok mi­


sallere rastlanır. Sonradan Osmanlı Akıncılarının komşu
memleketlere yaptıkları akmlann da çok defa devletler
arasındaki sulhu bozmadığım görüyoruz.
253 Selçuklular devrinde uc teşkilâtı hakkında ayn
bir araştırma yayınlayacağımız İçin burada tafsilâta giriş­
miyoruz.
254 Houtsma, Recueil..., IV, s. 237: «Bâ haftâd hazar
suvar az kadimi u icra-hvâr ki bâ haram u atfâl u umam
bar mücİb-i hukm cam’ âmada bûdand»; ayni eser, s. 264:
«sâhib-i mafârida u ıcra-hvârân râ dar suhbat-i Hatır
ad-Din amirdâd irsâl farmüd»; ayni eser, s. 301; «Parvâna
bâ asâkir-i hvud ü laşkar-i nakida u cam'iyyat-i pîşar-i
Hâcâ (Câcâ) ki az suflagân u macâhil-i turkân-i acr-hvân
bûd va parvâna ûrâ bar kaşida...». Bu metinlerden de an­
laşılacağı veçhile «icra-hvâr»lar, Türklerden ücretle tutul­
muş askerler olacaktır (cira, icrâ) kelimeleri hakkında
bakınız: Çahar Makale, Mirza Muhammed Kazvinî ta­
rafından ilave edilen notlar kısmında (s. 169). İran’da XVII.
yüzyılda hâlâ kullanıldığını gördüğümüz bu «cıra» kelime­
si (Raphael du Mans, Estat de la Perse, s. 26) hakkında
«Burhân-ı kâtı*» mütercimi şunlan söylüyor: «kul, hizmet­
kâr ve şakirt için tayin olunan yevmiyedir. Harçlık olsun
ederdi. Maamâfih, yalnız hükümdarlar değil, büyük
em irler de, yukarıda söylediğimiz gibi, ihtiyaç g ö r­
dükleri zaman kendi hesaplarına böyle ü cretli ask er
ted arik ederlerdi.
VII — Selçuklu hükümdarının m etbuluğunu k a­
bul etmiş olan, yahut her hangi bir ittifak m uahedesi
mucibince bir harp halinde belirli m iktarda bir im­
d at kuvveti göndermeği taahhüt etmiş bulunan müs-
îüm an vc Hıristiyan komşu devletlerin gönderdikleri
yardım cı kuvvet. XIII. yüzyılın ilk yarısında Bizans
veya Trabzon İm paratorlarının, Erm eni ve Gürcü
krallarının, Suriye ve Elcezire'deki bâzı küçük İs­
lâm hükümdar larının Selçuklu ordusuna yardım cı
kuvvetler gönderdiklerini çeşitli vesilelerle görüyo­
ruz.255 Bunların teçhiz ve iâşe m asrafları ve m ik tar
la n meselesi muahedelerle belirlenirdi. .

ve gerek taam olsun.» Nâsır Husrev Seyahatnâmesi’nde de


•devletten yevmiye veya maaş alan» mânasına «icra-hvâr»
ve -rûzi-hvâr» tâbirlerine tesadüf olunuyor (Berlin basımı
s. 62, 67). Sonradan Osmanlılar’da gördüğümüz «çirehor.'
sereîıor, serâhor» tâbiri bundan muharref olmalıdır
(Aşık Paşa-zâde, İstanbul tabı, s. 77; Rumeli’nden sera-
hor çıkarmak Bâyezid Han’dan ihdas oldu, veziri Ali Paşa
mübaşeretiyle: s. 155: Mahmûd Paşa kendi Edirne’ye vardı.
Rumeli'nin leşkerf ve azabını ve serahorunu cemi’ cem’ettı.
Naimâ, c. II. s. 240: ve bundan esbak merhum Sultan Os­
man etrafa serahorlar gönderip...). Bu kelimeyi şimdiye
kadar umumiyetle yapıldığı gibi «sohrahör» veya •silâşûr»
kelimelerinden iştikak ettirmek yanlıştır (bakınız: F.
Taeschner und P. Wittek, Der İslam, XVIII, 1-2, 88; aynca:
Mehmed Arif, Âşık Paşa-zâde Tarihi Hakkında, Milli Te-
tebbular Mecmuası, IV, s. 279). Osmanlı teşkilâtındaki di­
ğer birçok ıstılahlar gibi bunun da eski Türk-İslâm devlet­
lerinden ve bilhassa Anadolu Selçuklularından geçmiş ol­
ması, har halde dikkate değer.
255 Anadolu Selçuklulan’na ait İslâm, Bizans, Erme-
İşte, bu izah ettiğim iz tarzda çeşitli kısım lardan
meydana gelen Anadolu Selçuklu ordusunun oldukça
yüksek bir yekûn teşkil ettiği tabiîdir. İbn Bibî, Mo-
ğollarTa yaptığı m eşhur Köse*Dağ harbinde Selçuklu
ordusunun 80 bin süvariden fazla olduğunu söylü­
yor.236 O rdunun en büyük kısmını süvariler teşkil e t­
mekle beraber, çeşitli seferlerde orduda piyadelerin
mevcudiyetini, * ve m uhasara harplerinde bilhassa
bunlardan faydalanıldığım , ayrıca, bugünkü istihkâm
kıt’a la n n a benzer lâğım ve mancınık kıt’alarım n da
bulunduğunu biliyoruz.287 Bu ordu, din ve milliyet iti­
bariyle m ütecanis değildi: yalnız Türkler ve Türk k a­
bileleri değil, çeşitli İran ve A rap unsurları, Rum lar,
Erm eniler, G ürcüler, F renkler de bulunuyordu.25* Hu-
dud boylarında ise daha ziyade Türk kabilelerinin
faaliyetini görüyoruz: meselâ Sinob’a yapılan bir hü­
cumu o havalideki Çepni aşiretine mensup Türkler
neticesiz bıraktırm ağa m uvaffak olm uşlardı.25*' Maa
mâfih bâzı iç isyanlarda karışık unsurlardan m ürek­
kep ordunun büyük faydası göze çarpıyor.260 Anadolu
Selçukluları, karışık ordu meselesinde, bütün İslâm ve
Türk devletlerinin ve bilhassa Büyük Selçuklu İmpa-
ratorluğu’nun tak ip ettiği bir geleneği devam ettir-

ni, Gürcü tarihi kaynaklarında bu hususta uzun tafsilâta


rastgelinir. Mevzuumuzun dışına çıkmamak için burada
buna ait izahata girişmiyoruz.
25S Houtsma, Recueil..., IV, s. 237 ve 238

257 Anadolu Selçuklu tarihine ait kaynaklarda bu


bu hususta tafsilât mevcuttur.
258 Aynı kaynaklara bakınız
259 Houtsma, Recueil..., IV. s. 333.
260 Babûiler isyanını bastırmakta muhtelit ordunun
büyük hizmeti olmuştur.
miglerdir ki, yukarıda izah ettiğim iz gibi, bütün Or-
ta-çağ im paratorlukları için bunu gayet tabiî h attâ
zarurî görmek gerekir.
Selçuklu ordusunun m erkezde nasıl bir teşkilât
tarafından idare edildiği, ne gibi harp vasıtalarıyla
teçhiz olunduğu, nasıl bir harp usûlü takip ettiği hak­
kında burada izahata girişm ek mevzuurnuzun dışın­
dadır. Yalnız, yukarıki hulâsa, eski Türk-İslâm dev­
letlerinde oldpğu gibi, Anadolu Selçuklu sultanlarının
maiyetinde de kendi şahıslarına bağlı devamlı bir
kuvvet bulunduğunu, ve Selçuklu ordusunda yalnız
süvari değil piyade kuvvetleri de m evcut olduğunu
meydana koym aktadır.
îlk Osmanlı ordu teşkilâtı hakkında şimdilik eli­
mizde kesin bilgiler yoktur; ancak, Osmanlı devleti­
nin önce bir uc beyliğinden ib a re t olduğu düşünülür­
se, diğer Anadolu Beyliklerinde olduğu gibi bunlarda
da, Selçuklu m üesseselerinin, devlet teşkilâtına baş­
lıca esas teşkil ettiği anlaşılır. Eski kaynaklarda «ga­
ziler, alplar, alp erenler» ism iyle zikredilen serhat
akıncıları, en ziyade süvarilerden” 1 mürekkepti: fa ­
kat, O sm anlılar’da ay rıca «yaya» adıyla bir de piya­
de teşkilâtı bulunduğu, ve so nraları Y eniçeriler'in
bunların yerine geçtiği anlaşılıyor.”2 Yeniçeri teşkilâ­
tındaki «ocak» tâbirinin M em lûkler’de mevcudiyeti,
«orta» ıstılahının M oğollar’daki «orda»dan alındığı,
ve Anadolu S elçuklularında ve diğer tü rk devletlerin­
de piyade kuvvetlerinin m evcudiyeti düşünülürse, bu-

261 Köprülûzâde M. Fuad, Türk Edebiyatında tik


Mutasavvıflar, İstanbul. 1919 s. 273.
262 Osmanlı ordu teşkilâtı hakkında bilgi veren bü­
tün tarihi kaynaklarda bu cihet açıkça belirtilmektedir.
nun Bizans’tan alınm ası ihtim ali çok uzak kalır. Bun­
dan başka, yukarıda Selçuklu ordusu hakkında veri­
len bilgi, daha İstanbul fethinden evvelki Osmanlı or­
du teşkilâtıyla birçok noktalarda büyük benzerlikler
gösterm ekte ve h attâ ıstılahlarda bile bu benzeyiş
göze çarpm aktadır. Bizans te’sirini, eğ e r m evcut ise
Anadolu Selçukluları teşkilâtında ara m a k gerekir:
Çünkü, Konya sultanları, Bizans ask e rî teşkilâtı daha
m untazam bulunduğu bir sırada, B izansla — ilk Os-
m anhlar’dan daha uzun, daha sıkı — tem aslard a bu­
lunm uşlardı. M aam âfih, Anadolu Selçukluları askerî
teşkilâtının diğer Türk-İslâm devletleri teşkilâtıyla pek
yakından alâk ad ar olduğu ve — belki bâzı ehem m iyet­
siz noktalar m üstesna o la ra k — bu hususta Bizans te'-
sirinin bahis mevzuu olam ıyacağı, yukarıki izahattan
anlaşılm ıştır. O sm anlılar için de böyle bir ihtim al
düşünülemez, çünkü, Yeniçeri teşk ilâtın d a Bizans te’-
siri ihtimalinden bahsedenler, bu hususta hiç bir de­
lil zikredem em işierdir. îşte, bütün bu ta fsilâ t netice­
si olarak, OsmanlI'lardaki ordu m üessesesinin esas
bakım ından Anadolu S elçuklularından alındığını, ve
kısmen M em lûkler teşkilâtından d a m ülhem olduğu­
nu söyleyebiliriz .*63
12 — im paratorluk ve H âkim iyet T elâkkileri
Osmanlı îm paratorluğu’nu B izans'ın İslâm laş­
mış şekilde bir devamı sa y arak Osm anlı T ürklerine
Nâo - B yzantins de I'lslâm sıfatını veren, ve Doğu
Rom a’nm, İstanbul'un T ürkler ta ra fın d an fethinden
sonra T uranî Roma olduğunu söyliyen P ro f. Io rg a’ya
göre ,264 Bizans'm Rom a’dan intikal etm iş «tek ve ay­

263 Bu hususta birçok deliller zikredilebilirse de, mev-


zuumuzdan uzaklaşmamak için izahata girişmiyoruz.
264 Avant et aprâs, 11 ya I’Etat centralisO, inoxorab-
rılık kabul etmez im paratorluk» telâkkisi, Osmanh-
la r ’da da devam etm iştir: h a ttâ XIX. yüzyılda Bal­
kan milletlerinin istiklâl h areketlerine karşı Bâb-ı
Ali’nin daima «tam âm iyet-i mülkiye»den söz etmesi­
ni, lorga bu telâkkinin b ir eseri olarak yorumlu­
yor.1*5 Bütün bizantinistler gibi h a ttâ onlardan daha
m üfrit şekilde Osmanlı İm paratorluğu’nu Bizans’ın
bir devamı sayan lo rg a için bu görüş tarzını pek tabiî
bulmak gerekir, Nitekim Scala da aynı m antıka uya­
rak, Osmanlılar’da sikke darb ı hakkının hâkimiyet
hukukundan sayılm asını — keza Alâeddin P a ş a ’ya is­
nat olunan bütün devlet teşkilâtını — Bizans te ’sirine
atfetm ektedir.266 Şimdiye k ad a r verdiğimiz izahat
hiç bir açık delile dayanm adan insanı bu gibi umu­
mî hükümler verm eğe sevk eden m ücerret mantığın

le envers toute libertâ et toute spontanene, la machine de


gouvemement, aux ressorts d'une ubiquite parfaite, qui
salt et peut tout. Home orientale. au debut. et. 4 la fin: Ro-
me touraniennc (Bulietin de la Section historique de I'Aca-
demie Roumainev c. XIII, s. 9). Mekteplerde okutulmaya
mahsus bâzı yeni fransız tarih kitaplarında, Avrupa’daki
mutlakiyetçİ devlet rejiminin ya II. Mehmed'in imparator-
lufühdan yahut doğrudan doğruya Bizans imparatorlu­
ğundan mülhem olduğu görüşlerine rastlanmak tadır (M.
Lheritier, l’lıistoire byzantine dans les manuel français,
Bulietin du comite International des Sciences historiques,
1930, nu. 9. s. 687). Bu mutale&larla, Iorga'nın yukarıdaki
görüşü arasında alâka pek açıktır. lorga, diğer bir ese­
rinde, Yeni-Çağ’ın ilk mutlakiyetçİ devleti olmak üzere
Fatih Mehmed’in İstanbul zaptından sonraki Osmanh-TürR
imparatorluğu nu göstermek suretiyle bu görüşü daha açık
suretle ifade etmiştir (Essai de synthese de rHistoire de
I'humanitâ, II. s. 560).
265 Buli. de la Sect. hist. de I'Acad. Roumaine, c. XIII,
s. 8.
266 Helmolt, Weltgeschichte, V,
yanlışlığını ispata yeter; fak at çeşitli bakım lardan
husûsî b ir ehemmiyeti olan bu im paratorluk ve hâ­
kim iyet telâkkilerinin O sm anlılar’daki mahiyetini ve
menşeTerini en umumî çizgilerle gösterelim ki, yu-
k an k i iddiaların doğru olup olmadığı anlaşılsın.
Roma İm paratorluğum da olduğu gibi Bizans’ta da
im paratorluğun tek ve ayrılık kabul etm ez bir mahiyet­
te sayıldığı m alûm dur. Son zam anlarda, Iorga — yukarı­
da zikrettiğimiz m akalesinde m bu hususta tafsilât ver­
diği gibi ,267 Michel Lheritier de Bizans tarihinin umu­
mî tarih içindeki hakikî mevkiini gösterm ek m aksadıy­
la yazdığı bir m akalede buna ait mühim bilgiler vermiş­
tir .268 M aam âfih, Bizans, Rom a’nm tek m eşru vârisi sı­
fatıyla, b arb a r Batı âlemini ve B atı hüküm darlarını,
nazari olarak kendisine tabî sayarken, Doğu’da Sâsânî
im p aratorları ve daha sonra İslâm H alifeleri de kendi­
lerini im parator addediyorlardı .268 Yüksek ve incelmiş
bir m edeniyete, m untazam devlet teşkilâtına, muhteşem
bir devlet merkezine, en küçük teferrüâtına, kadar tan ­
zim edilmiş saray merasimine malik olan Sâsânı hü­
küm darları, kendilerine «şahların şahı» gibi unvanlar
verm ekte ve şahıslarım m a‘budlar sırasında saym ak­
ta idiler .270 Em evî ve bilhassa Abbasî halifelerine ge­
lince, «Bağdad» gibi, Orta-Çağ’ın en m edenî bir m er­
kezinde, göz kam aştıracak bir debdebe ve nihayetsiz
bir servet içinde yaşayan, m untazam devlet müesse-

267 Aynca bakınız: N. Iorga, L’Orient et I’Occident


au Moyen-Âge (Bull. de la hist. de l'Acad. Roumaine, c.
XV. s. 16 ve devamı).
268 M. LhĞritier, L’histoire byzantine dans I’hlstoire
generale (Mölanges Ch. Diehl, 1, s. 201-216).
269 Aynı makale, s. 213.
270 A. Christensen. L'empire des Sassanides, s. 88-89.
selerine m alik olan bu İslâm im paratorları da, kendi­
lerini alelâde hüküm darların fevkinde bir im parator
saym akta haklı idiler. Orta-Çağ’da B atı’nm barbar
âlem ine k arşı XIII. yüzyıla kad ar «Vempire unique,
Vempire üniversel» vaziyetini koruyan Bizans, Eski
Doğu medeniyetlerinin vârisi olan bu muhteşem Do­
ğu im paratorluklarına k arşı aynı rolü oynayamıyor-
du; İstanbul patriklerinden biri Girid İslâm emirine
yazdığı bir m ektupta, İslâm ve Bizans im paratorluk­
larını gökteki iki yıldıza benzetmiş ve bunların iki
kardeş gibi yaşam aları lüzumundan bahsetm işti.271
A bbasîler’de «imparatorluk» telâkkisinin mahiye­
tini anlam ak için, • tarihî şe’niyetlerle beraber, İslâm
âm m e hukuku nazariyelerini gözden geçirmek gere­
kir. Bu nazariyeleri Abbasî D evleti zamanında — dinî
esaslarla çok defa tearuz eden ta rih î şe'niyetleri dik­
kat nazarına alarak ve bunları im kân dairesinde te ’li-
fe çalışarak — kuran İslâm jıukukçularına göre,173 bü­
tün İslâm âlem i «Emîrülmü-minîn»e tâbi bir kül teş­
kil etm ektedir; yâni, başka bir ifade ile, İslâm âlemi,
«vâhit: unique» ve «âlem-şümul: üniversel» bir «Sal-
tanat-Ü m m et: un Empire-Eglise»dir. Gerçekten, En­
dülüs E m evileri’nin, ve sonradan Şiî F atım î halifele­
rinin kendilerini «em îrülm ü’minîn, imâm» saym ala­
rın a rağm en, Abbasî Devleti, Sünnî İslâm devletleri
üzerinde yüzyıllarca büyük bir m anevî nüfuz icrasına
m uvaffak olmuş, tah ta çıkan hüküm darlan menşur­
larla tasdik etmiş, unvanlar verm iş, onlara hâkimi­
yet tim sali olarak bir takım hediyeler göndermiş, bu
suretle onların hâkim iyetlerine m eşrûluk bahşetmiş-

271 M. LhĞritier’nin aynı makale'sinde, s. 213-214.


272 Bilhassa Mâverdi’nin Ahkâmü’s-Sult&niyyesine
bakınız.
ni takip eden K arahanlılar ve G azneliler, Abbasî ha­
lifelerine k arşı çok ‘bağlıydılar: bilhassa G azneliler’in
bu husustaki alâk aları daha büyüktü.*76 F ak at, Ab­
b asî hilâfeti hiç bir zaman onların m addî hâkimiyet­
leri altına geçm edi. Ancak B ağdad’ın «Tuğrul Bey»
tarafından fethinden yâni Büyük Selçuklu İm parator­
luğu’nun kuruluşundan sonradır ki, F âtım î devleti
m üstesna olarak, hemen bütün Islâm dünyasının Türk
hegem onyası altına düştüğünü görüyoruz. Bağdad’da
A bbasî halifesinin elinden Doğu ve B atı memleketle­
ri hâkim iyetini tem sil eden ta ç la rı giyen Tuğrul Bey
ve kudretli halefleri, Abbasî halifesini kendi nüfuzla­
rı altında ve kendisine ayırdıkları gelirle yaşayan
ruhâni bir reis m ahiyetinde bırakarak*77 bütün cis-

276 Gazneliler’in ve Karahanlılar'm Abbasiler'le mü­


nasebetleri hakkında Nizâmü'l-Mûlk Siyâsetnâme’de epey­
ce tafsilât vermektedir. Bunlar bu hususta Saman:!er'in
an anesine sadık kalmışlardır. Bâzı Karahanlı sikkelerinde
oniann «Emirü’l-ümerâ» lâkabım kullandıkları bile görü­
lüyor. Gaznelilerin Abbasiler’le münasebetleri ve bilhas­
sa Bağdad'dan gelen sefirlere yapılan gösterişli istikbâller
hakkında «Beyhakî- tarihinde çok mühim bilgi vardır.
Anadolu'ya gelen Abbasi sefirleri hakkında gösterilen hür­
met ve iltifatı ve yapılan merasimi «lbn Bibi» uzun uzun
anlatmaktadır. Sünnî îslâm devletleri, Abbasi sefirlerine
karşı, diğer devletler mümessillerine yapılan muameleden
çok farklı hürmet gösteriyorlardı.
277 Tuğrul'un Bağdad’da halife tarafından kabulü
merasimi ve «melikü’l-maşnk ve’l-mağnb» unvanıyla tek-
rimi hakkında bakınız: (lbnü'l-Esîr, Mısır basımı, c. IX. s.
220-221). Hukuki şekli itibariyle, halife ona «mutlak vekâle­
tini» veriyordu; çünkü, İslâm hukukuna göre, Emirü’l-mü’-
minîn, ruhani değil asıl cismani kudretin sahibidir; yâni
bizzat «sultan»dır. Halbuki fi’len sultanlık yâni imparator­
luk Tuğrul Bey'e geçmiş ve halifenin yalnız ruhani bir sı­
fatı kalmıştı ki. böyle bir ayınm. İslâm hukuki prensiple-
mani nüfuzu yâni imparatorluk nüfuz v e selâhiyetini
tamamen alıyorlar; Asya'daki îslâ m m em leketlerinde
hüküm süren birçok sülâleler, onların tâbii olmak
m ecburiyetinde kalıyorlar. Yâni, A bbasîler’in ilk şev ­
ketli asırlarında mevcut u n i q u e v e ü n i v e r s e l îslâ m
İmparatorluğu telâkkisi, Büyük Selçuklularda adetâ
tekrar canlanıyor. Son büyük Selçuklu imparatoru
sayabileceğim iz «Sencer» devrine isn a t edilen bir ve­
sika, bu telâkkinin mahiyetini gösterm ek bakımın­
dan çok dikkate değer: Bizanslılar tarafından esir
edilen ve fena muamelelere uğratılan islâm ların ken­
disine gönderdiği bir şikâyetnâm e üzerine, «Sencer»,
Bizans imparatoruna tehdid edici .bir mektup yazarak,
bu esirlerin derhal salıverilm esini em rediyor; aksi
takdirde İslâm memleketlerindeki hır is tiy anları öldü­
rüp m a’bedlerini tahrip ettireceğini, v e İstanbul'a ka­
dar gelip Rumlardan bir eser bırakm ıyacağm ı söylü­
yor.178 Bu mektubun mevsuk veya sah te olduğu m ese­
lesinin tetkiki, mevzuumuzun dışındadır. Çünkü, sahte
bile olsa, Sencer devrindeki im paratorluk telâkkisinin

riyle asla bağdaştırılamazdı. Halife ve m aiyeti, Tuğrul ta ­


rafından kendilerine aynlan gelirle yaşıyorlardı (R âhatu’s-
Sudûr, s. 11).
278 Muhammed Avfî, Lubâb al-albâb, M irza M uham-
med Kazvîni tarafından yapılan ilâveler arasın d a Cc. I, s.
314-317). Sencer tarafından Bizans İm p arato ru n a yazılan
bu m ektubun küçük bir parçası, b undan evvel W. Barthold
tarafından neşredilmiştir ki (Turkestan..., rusca aslına ze­
yil olarak neşredilen metinler arasında, s. 24-26). Mirza
M uhammed Kâzvini buna dikkat etm em iştir. Barthold’ün
bunu iktibas etmiş olduğu y azan m eçhul m ü n şeat mec­
m uası hakkında bilgi almak için bakınız: (CoUections
scientifiques de I’İnstitut des langues orientales, III, lea
m anuscrits persans decrits p a r le Baron V ictor Eosen»
St. - Petersbourg, 1886, s. 146).
küçük ve zayıf bir devlet olan Anadolu Selçu k lu ların ­
da bile, Büyük Selçuklu devleti a n ’anesinin bir deva­
mı olarak, civardaki küçük müslüman ve hıristiyan
devletler üzerinde nazari bir hâkim iyet iddiası göze
çarpmaktadır.281 Ancak, şunu bilhassa kaydedelim ki,
bütün bu îslâm imparatorlukları tek hıristiyan im pa­
ratorluğu olarak Bizans’ı tanıyorlardı.

îş te bütün bu izahat gösteriyor ki, Osm anlılar’da


bilhassa XVI. yüzyılda en gelişm iş şeklini gördüğü­
müz imparatorluk telâkkisi, B izan s’tan kalma bir m i­
ras değil, kısmen Osmanlı D ev leti’nin muazzam inki­
şafından yâni tarihî ş e ’niyetten doğan, ve kısmen de
eski Selçuklu ve Abbasî an’anesinden gelen İslâm î
bir telâkkidir. Acaba bunda, daha îslâm iyetten ev v e l­
ki Türk an’anelerinin bir te’siri var mıdır? Y egân e
imparatorluk olarak «Çin»i tanıyan v e onun zap­
tından sonra kendisini tam mânasıyla tek ve cihan-
şümûl bir imparatorluk sayarak bütün İslâm ve

ait tarihi kaynaklarda bu meseleyi bütün teferruatıyla ta­


kip etmek kabildir.
281 îbn Bibî'nin verdiği bilgiye göre, Anadolu Selçuk­
luları. Küçük Ermenistan Krallığını adetâ kendilerine tâ­
bi bir vilâyet sayıyorlardı: Sultan îzzeddin Keykâvus, Er­
meni kralım yenip sulha mecbur ettiği zaman, memleketi­
ni tekrar ona tevfiz eden bir menşur göndermişti (Houts­
ma, Recueil..., IV. 66). Bu gösteriyor ki, Anadolu Selçuk­
luları. Küçük Ermenistan’ı müstakil bir devlet değil. Selçuk­
lu tmparatorluğu’nun tamamlayıcı bir parçası sayıyorlardı:
Selçuklular, çeşitli zamanlarda kendi yüksek hâkimiyetle­
ri altında bulunan diğer müslüman ve hıristiyan devletle­
rini de imparatorluğun parçalarından saymakta idiler;
hattâ o devletlerin sikkelerinde metbu'lan olan Selçuk­
lu padişahının ismi de mevcut idi (bu cins müşterek sik­
keler hakkında Galib Edhem ve Tevhid Beylerin yukanda
zikredilen kataloglanna bakınız).
Hıristiyan devletlerini kendisine tâbi telâkki eden
Moğol İmparatorluğu, bu hususta eski Türk ve Moğol
a n ’anelerinin te ’siri altında kalmış mıdır? îşte bir ta ­
kım karışık sualler ki, mevzuumuzla doğrudan doğ­
ru y a a lâk a d ar olm am akla beraber, meselenin esaslı
b ir surette tetkiki için bunlara da cevap verilmek za­
ru re ti vardır. Şimdilik bu meselenin tetkikini başka
bir fırs a ta geri bırakarak, burada, kısaca, Osmanlı-
la r ’da sikke darbının hâkim iyet hukukundan sayıl­
m asının Bizans’tan alınma bir telâkki olduğu hakkın­
d a S cala’nm iddiasını tetkik edelim.

İslâm iyet ten evvelki ve sonraki Türk devletlerin­


de hâkimiyet mefhumunun menşei ve gelişmesi me­
selesi. T ürk hukuku tarihinin diğer bütün meseleleri
gibi, henüz meçhul bulunuyor. Ancak S cala’nm iddia­
sını reddetm ek için böyle uzun bir tetkike ihtiyaç
yoktur. Osmanlı m üesseselerine ekseriyetle örnek va­
zifesi gören Anadolu S elçuklularında sikke
darbının, diğer bütün İslâm devletlerinde ol­
duğu gibi, doğrudan doğruya devlete âit bir hak
olduğunu, h attâ Selçuklular’a tâbi devletlerin sikkele­
rinde Selçuklu hüküm darlarının ismi de bulunduğunu
y u k an d a söylemiştik, Şu halde, hicrî 722’de ilk Os-
rrranh- sikkelerini bastırm ış olan «Orhan»m“ 2 bu hu­
su sta Bizans te’siri altında kalmış olduğunu iddia et­
mek tam am iyle yersizdir. O rhan devrinde teşekküle
başLayan Osmanlı bürokrasisi, Anadolu Selçukluları’-
nm h attâ M em lûkler’in ve Ilhanhlar’ın idari an’ane
lerine tam am iyle vâkıftı; ve sikke darbı hakkının

282 Köprülüzade Mehmed Fuad, tik Osmanlı Sikkele­


ri Hakkında, Türkiyat Mecmuası, c. II, s. 411.
hâkimiyet haklarından olduğunu Bizans’tan öğren­
meye asla m uhtaç değildi.

13 — Hilâl Mes’elesi

Osmanlı T ürkleri’nin bayraklarında hâlâ milli bir


tim sâl olarak bulunan «Hilâl» şeklinin ya îstanbul fet­
hinden evvel ve yahut sonra Bizans’tan alınmış ol­
duğu, eskidenberi tekrar edilmiş bir iddiadır. Bu me­
seleyi en son tetkik etmiş ölan Oberhummer, m akale­
mizin ilk kısm ında söylediğimiz gibi, Hilâl’in daha Os-
m anLlar’dan evvel Türkler arasında bir tim sâl ola­
rak kullanıldığım dikkate alarak, bunun, yalnızca bir
Bizans taklidi sayılamayacağını ve eski T ürk a n ’ane­
sinin de bu hususta tesirli olduğunu ileri sürm üştü.
Hilâl m eselesi hakkında yazılmış çeşitli yazılarda,
İlk ve O rta çağlarda Hilâl’in çeşitli kavim lerde bir
tim sâl olarak kullanıldığı hakkında kâfi derecede,
ta fsilât mevcut bulunduğundan,283 burada o bilgilerin

283 Ûberhummerin makalesine ve orada bu devirler


hakkında gösterilen çeşitli kaynaklara bakınız. Yakub Ar­
tın Paşa'mn Concribution â f etüde du blason en Onent
unvanlı eserinde, daha tlk-Çağ devletlerinden başlıyarak,
Hilâl hakkında mühim bilgi vardır fbu kısım Halil Haiid
Bey tarafından tercüme edilmiştir.- İlahiyat Fakültesi Mec­
muası. sayı 3. s. 36-51; Maamafih burada İslâm ve Türk
devletlerinde ve bilhassa OsmanlIlarda Hilâl hakkında
verilen bilgi tamamlanmağa muhtaçtır. Profesör Ridgeway
tarafından İngiliz Antropoloji Cemiyeti Mecmuasında 1908
de neşir ve yine Halil Halid I^y tarafından tercüme edi­
len »Türk Hilâlinin Aslı* unva mi-makale de dikkate değer
(İlahiyat Fakültesi Mecmuası, sayı 2, s. 158 • 132). Bu ma­
kaleye zeyil olarak çeşitli Ingiliz âlimlen tarafından ileri
tek rarını lüzumsuz buluyoruz. Bundan dolayı, sadece
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan evvelki îslâm ve
bilhassa Türk devletlerinde Hilâl'in m illi bir timsâl
olarak mevcut olup olmadığını ara ştırm ak la iktifa
edeceğiz. Bu mesele hakkında şimdiye kad ar çeşitli
m akale ve kitaplarda dağınık kalmış bilgileri, eski ta ­
rih î kaynaklarda mevcut olup da bugüne kadar dik­
k ati celbetmemiş bir takım kayıtlarla tamam layıp
birleştirerek yazılan bu satırların, İslâm -Türk arkeo­
lojisiyle uğraşanlar için de faydalı olacağını zanne­
diyoruz.
Eski Türkler de Hilâl'in bir tim sâl olarak kullanıl­
dığına dair Çin kaynaklarında hiç bir kayıt yoktur.
Bir Çin şairinin tasvirine göre «korkunç çölün son­
suzluğunda boşluğa asılmış gibi duran hilâbin284
Türkler içir, hususî bir ehemmiyeti olması kolaylıkla

sürülen görüşler de çok dikkate değer. Bunlardan, meş­


hur arkeolog Arthur Evans, Hilâl'in JTürkler tarafından
İstanbul fethinden sonra — Bizans'tan alman sair birçok
şeylerle beraber— alındığını, ve yalnız, Bizans'ta Hilâl'in
üstünde Yıldız bulunduğu halde Türklerin Hilâli semaya
doğru yan çevrilmiş vazıyette kuilandıklannı söylemiştir
Hind ve Efgan tarihi hakkında tetkikleriyle ün yapan M.
Longvvorth Dames ise, Efganistan'da hüküm sürmüş bir
takım Türk sülâlelerinin sikkelerinde Hilâl ve Yıldıza rast­
lanıldığını ileri sürerek, Bizans'tan alınma iddiasını red­
detmiştir. W. Deonna'nın «Le drapeau de la Râgence du
Carnaro» adlı küçük makalesinde de Hilâl meselesine ait
bâzı bilgilere tesadüf edilir (Revue de I’histoire des Reli-
gions, 1920 . c. 02, s. 79-84). Profesor W. Barthold'ün Hilâl
meselesine dair Rus İlimler Akademisi bültenlerinde çık­
mış olan bir makalesi mevcut ise de bu makaleyi yazar­
ken onu bulup faydalanamadım.
284 Renâ Groussct, sur les traces du Bouddha, Paris.
1929. M31.
h atıra gelebilir; fakat buna âit kaydı ancak «Şeftnd-
me»de bulabiliyoruz ki203 ne dereceye kadar mevsuk
sayılabileceği bilinemez. Sonradan Moğollar devrinde
«Muqalı»nm bayrağında «kara Hilâldin bulunduğu
Çin m enbalarından anlaşılıyor; fa k a t bu b ayrak P .
Pelliot’nun tahmin ettiği gibi M uqalı’nın şahsına m ah­
sus bir b ayrak mı idi? Yoksa, Cengiz H an'ın bayrağın­
da da «kara Hilâl» bulunuyor muydu? Bu, kesin olarak
söylenem ez.286 Bununla beraber, şimdi îzah edeceği­
miz üzre, îslâm iyetten sonra çeşitli Türk devletlerin­
de, bilhassa sikkeler üzerinde, «Hilâl»e rastlanıldığı
ve Şehnâm e’n in yukarıda geçen kaydı dikkate alınır­
sa, eski T ürk ve Moğollar’da Hilâl’in bir tim sal olarak
kullanıldığı fikri birden bire reddedilemez.
Hilâl, Sâsânîler zamanında İra n ’da bir tim sâl ola­
ra k kullanıldığı gibi,287 İran, İslâm hâkim iyeti altına
geçtikten sonra da o sâhada devam etti.23* E. Ober-

285 Buna Oberhummer dikkat etmiştir: Die Türken


und das Osm anise he Reich, s. 104.
286 P. Pelliot. Notes sur le Turkestan de M. W. Bart-
hold, T’oung Pao. XXVII, s. 32.
287 Bu eskiden beri bilinen bir vâkıadır. Yukanda
zikrettiğimiz eserlerde buna dair verilen tafsilâta bakınız.
Onlara ilâve olarak: A. Christensen, L’empire des Sassanİ-
des, s. 90; CL Huart, la Perse antique, s. 170; J. Stryzgowski,
Altai-İran und Völkenvanderung, 1917, s. 52, 1S7; N. P.
Kondakov. bu Sâsânî timsalinin onlarla münasebetlerde
bulunan Türk göçebelerine ait bâzı eserlerde de mevcud
olduğunu bugün Tokyo Müzesinde bulunan bir kumaştan
istidlAl etmektedir (Byzantion, I. s. 24).
288 Sâsânî geleneklerinin İran sâhasında Islâmiyet-
ten sonra uzun müddet devamı bilinmektedir. Hattâ, eski
İslâm meskûkâtı arasında, doğrudan doğruya Sâsâni sik­
kelerini taklid ederek basılmış ve içinde pehlevî harfleri
bulunan sikkeler de mevcuttur (daha sonraki devirlerde
hummer, m üverrih Mîrhond’dan naklen, Sebük Te-
kin’in ordusunda H ilâl’in —acem ce metinde «mâhçe»—
bir tim sâl olarak kullanıldığını söylüyor.*89 Sonradan,
Selçukluiar'da H ârizm şahlar’da, Anadolu Selçuklula­
r ın d a mevpudiyetini o devirlere â it tarihî ve edebî
kaynaklarda gördüğümüz bu «Mâhçe» yâni «Hilâl»290

bile orap harfleriyle fakat Sâsânî tipinde İslâm sikkeleri­


ne rastgelinir). Ya'kub Artin Paşa bu hususta Hcnri La-
voix’nm «Catalogue des monnales de Bibliothcque Nati-
onale, c. I. Khalifes orientaux»suna dayanarak bilgi ver­
mektedir. Aynca Galip Edhem Bey’in İstanbul Müzesi
Meskûkât-ı Kadime-i lslâmiye Kataloğu’na bakınız.
289 Oberhummer, ayni eser,*s. 54. Onun dayandığı
metin şudur: «Dar în atnâ mahça-i tûk-i zafar-paykar-i
amir-i Nâsır ad-Din Sabuktagin az ufk-i dıyâr-i Balh tâli'
gaşt» (Ravzatu's-safâ, Bombay basımı c. 4, s. 26). Bu «mah-
çe» kelimesi hakkında Ferheng-i Şu’ûri (c. 2, 35S)'de şu
tafsilât vardır: «Sancak ve alem başlannda olan yassı
nesne ki ay gibi gümüşten ve bakırdan idüp yaldızlarlar»
ve bunu müteakip Selman-ı Saveci'nin şu beyti zikredili­
yor :
Şâh ginft Kâf tâ Kâf cahân ki dar cahân
Mahça âflâb şud râyat-i râyi şah-râ.
«Ravzatu s-Safâ» metnindeki «tuk» kelimesi «tug»dan
başka bir şey olamaz. Gerek bu fıkrada gerek Şehnâme'-
deki fıkrada Belh havalisinden bahsolunduğu için Ober-
hummer’in bundan bir netice çıkarmağa çalışması, tama-
miyle manasızdır. Bu, alelade bir tesadüften başka bir şey
değildir. (Bu «mahçe» meselesi hakkında C. Brockelmann'a
da bakınız Keleti Szemle 1916-17, XVII, 1-3. s. 187-190),
290 Meselâ Râhatu's-Sudûr (s. 137)‘de: «Va aftâb-i
din-i muhammadi darhama ‘âlam az mahça-i livâ-i şahr-
yâr-i kâmgâr duruhşân u tafta ast», Houtsma, Recueil..., i,
.130: «Ba tulû’-i hilâl-i râyat-i Atâ-begi tabaşır-i subh u sa­
lâh-i rûy namüd»; kezalik «Hakanı*nin Harezmşah Tö-
küş'e takdim ettiği bîr kasidenin şu mısraında. «Mâhça-i
çatr û kal'a-i gardûn guşâd» (Cihangüşa-yı Cüvaynî'den
naklen: Hâdi Haşan, Falakî-i Shinvânî, 1929, s. 32-33). Bu
K arah an lılar'ın ,” 1 Büyük Selçuklular’ınÎM ve Selçuk­
lular'ın h alefi olan bir takım küçük devletlerin, son­
ra İlhanlılar’m meskukâtında2” da görülmektedir.

gibi misâlleri daha pek çok uzatmak kabildir. Netice ola­


rak söyliyelim ki, eski metinlerde daha ziyade «mahça-i
çatr, mahça-i livâ. mahça-i ’alam» ve daha sonraları
«mahça-i tüg- şekillerinde bu kelimeye rastlanır.
291 Ahmed Tevhid, Meskukât-ı Kadime-i İslâmiye Ka­
talogu, s. 4. 3u sikkede mevcut olan Hilâl ve altındaki Yıl­
dız, diğer bir şekiile karışık olduğu için; Tevhid Bey bu­
nun Hilâl şekli olduğunu tesbıt etmemiştir.
292 Tuğrul Bey sikkelerinde. Hilâl ve Yıldız işareti,
ve ayrıca, yukarıda zikrettiğimiz Karahanh sikkesindeki
bir işaret mevcuttur ki. Tevhid Bey bunların ok ve yay
işareti olduğunu söylemiştir (ayni eser, s. 53-59). Bizim
fikrimize gere, o unlardan biri Hilâl ve Yıldızdır; diğe­
rinin de. Tuğrul 3ey :a tevki’ alâmeti olan «çomak tamga*
olduğu tahmin olunabilir. Acaba bu çomak tamga, Sel­
çukluların mensup olduğu Kınık boyunun tamgası mı­
dır? Yoksa, ad enin ceddi olan Selçuk Subaşı’ya, metbûu
olan Karahaniılar tarafından verilen bir alâmet-i mahsu­
sa mıdır? Her haide yukanda zikredilen Karahanh sikke­
siyle Tuğrul'un sikkeleri arasında görülen •—ve Ahmed Tev-
hid Bey taralından belirtilmeyen— bu derin benzerlik ay­
rıca tetkike değer. Biz burada bu meseleyi halle çalış­
maksızın. sadece, kayıd etmeği yeter görüyoruz.
293 Meselâ Anadolu Selçuklularının sikkelerinde Hi­
lâl, Yıldızla Hilâl şeklilerine çok rastlanır (Ahmed Tevhid,
Meskükat-ı Kadime-i İslâmiye Katalogu. s. 126, 142, 189. 197,
199, 202, 232, 248; Galib Edhem, Takvim-i Meskukât-i Sel-
çukiyye, s. 45. 63). Musul Atabeylerinden İzzeddin in 535
tarihli, Mahmudun 627 tarihli, Cezire Atabeylerinden
Mu'izzüddin Mahmud’un 606 tarihli, Meyafari-
kîn Ey yû bilerinden Melik al-Nâsır Salâhaddin’in tarihi
bilinmeyen sikkelerinde Hilâl mevcuttur (Galib Edhem,
Meskııkât-ı Türkmâniyye Katalogu, s. 101, 132, 148). Hü-
lâgu’nun Erbil’de kesilmiş bir sikkesinde, Abaka Han’ın
Bununla beraber, bu devletlerin bayraklarında Hilâl
şeklinin mevcudiyeti hakkında hiç bir bilgimiz yoktur.
Eski İslâm devletleri arasında ise, m eselâ F âtım iler'in
bayraklarında Hilâl resm i - bulunduğunu pek iyi biliyo­
ruz.294 Efganistan’da hüküm süren bâzı T ürk ve K arluk
em irlerinin sikkelerinde dahi Hilâl ve Yıldız şekillerine
rastlanm ası,295 her halde, öyle basit bir tesadüften ib a­
r e t sayılamaz.
İslâm Epigrafisinin adetâ kurucusu sayabileceği­
miz Max van Berchem, İslâm sikkelerinde ve kitabe­
lerinde tesadüf edilen bâzı şekillerin m ahiyetini ve
bunların bir sülâleye ve yahut bir şehre m ahsus arm a­
lar gibi telakki edilip edilemiyeceğini h er zamanki de­
rin görüşüyle tetkik ettiği sırada, bir m ünasebetle. «Hi­
lâ ld e n de söz etmiş ve bu gibi karışık m eseleler hak­
kında acele hükümler verm enin yanhşlığm ı pek iyi

Musul’da, kesilmiş diğer bir sikkesinde Hilâl olduğu da


malûmdur (Mübarek Galib. Meskükât-ı Kadime-i İslâmiy-
ye Kataloğu. III, s. 16. 24). Bu çeşitli sikkelerde. Hilâl deği­
şik şekildedir: ya sadece bir Hilâl, yahut Yıldızla Hilâl,
yahut Anadolu Selçuklularında olduğu gibi bir süvarinin
başında Hilâl, iki eliyle göğsünün üstünden uçları yukan
doğru bir.Hilâl tutmuş bir adam, ilh... Aşağıda 295 numa­
ralı nota bakımz.
294 G. Demombynes, Bibliothequ 2 des gâographes
arabes. c. II, s. LI. Burada verilen izahata göre, bâzı Ku­
zey Afrika müslüman devletlerinde de bayrak üzerinde
Hilâl kullanılmıştır. Yakub Artin Paşa'nın kitabında diğer
İslâm devletlerinde de Hilâl'in kullanıldığı hakkında bâzı
kayıtlar vardır.
295 Yukarıda s. 155’deki 283 nolu notta gösterildiği gibi.
M, Longvvorth Dames tarafından verilen izahata bakınız
(İlahiyat Fakültesi Mecmuası, sayı 2, s. 180)'
gösterm işti.296 G erçekten, yukarıda, sikkelerinde Hilâl
şekline rastlanıldığını söylediğimiz çeşitli T ürk devlet­
lerinin bayrakları, o bayrakların renkleri, çeşitli renk­
lerin ifade ettikleri m anâlar, sülâleye mahsus resm î
bayrak ile em irlere mahsus b ay ra k lar arasındaki fa rk ­
lar, hülâsa bütün bu m eseleler hem en hemen tam a­
men meçhulümüz bulunuyor. Bu m eselelere dair şura­
da burada rastlanılan bilgiler de dağınık ve yetersiz­
dir. tik Osmanlı bayraklarına âit H am m er’den bugüne

296 Max van Berchem, Musul Atabeyi Lü'lü'ye âit


bâzı eserler ve kitabeler hakkında yayımlamış olduğu bir
makalede, «elinde Hilâl tutan oturmuş bir adam» şekline
bu hükümdara âit kitabelerde ve Musul'da yapılmış bâzı
sanat eserlerinde rastlandığını, ve bunun Zengi ve Hülâgû
hanedanlarının sikkelerinde de bulunduğunu söylemiş,
ve Lü'lü «Bedreddin» lâkabım taşıdığı için bu lâkapla Hi­
lâl arasında bir münasebet olması ihtimâlini bir faraziye
şeklinde ileri sürmüştü (Orientalische Studien, Festschrift
fiir Th. Nöldeke, 1900, Band 1. s. 201). Van Berchem, son­
radan, diğer bir eserinde, başka bir münâsebetle bu me­
seleden tekrar bahsetmiş, ve evvelki faraziyesi tahakkuk
edecek olsa bile bu timsâlin umumiyetle sülâleye mahsus
değil, belki sadece Bedreddin Lü’Iü'ün şâhsına mahsus bir
arma gibi telâkki olunabileceğini söylemişti (Max van
Berchem und J. Strzygowski, Amida, Heidelberg 1910, s.
94-S5, not 4). Yazar, bundan sonra, üzerinde Hilâl işareti
bulunan Zengiler ve İlhanlIlar gibi sülâlelere âit çeşitli
sikkelerden bahsederek, bunun herhangi sülâleye mahsus
bir arma sayılmayacağını, çünkü aynı sülâlenin sikkele­
rinde değişik şekiller bulunduğunu (meselâ tlhanhlar'da
arslan, kaplan, tavşan, güneş), ve hattâ M. de Karabacek'-
in iddiası veçhile Musul şehrine mahsus bir arma da sa­
yılamayacağını, çünkü çeşitli şehirlerde basılan sikkelerde
Hilâle tesadüf edildiğini pek haklı olarak söylemiştir. İs­
lâm ve Türkierde Hilâl meselesi hakkında yukarıdanberi
verdiğimiz izahat, van Berchem’in bu görüşlerini doğru­
layacak mahiyettedir.
kadar verilen bilgilerin de, sonraki devirlerde yazıl­
mış ve bundan dolayı tam m anâsıyla güvenilemiye-
cek Osmanlı kaynaklarından çıkarılm ış olduğunu söy­
lersek, Hilâl timsâlinin Osmanlıiar tarafrndan ne z a ­
mandan beri kullanıldığım bile şimdilik kesin surette
tesbite imkân olmadığı açıkça anlaşılır.287 Ancak, men­
şei her ne olursa olsun, A sya'nın m uhtelif sahaların­
daki Türk devletleri tarafından kullanıldığı anlaşılan
Hilâl’in Osmanlılara Bizans’tan geçtiğini iddia etmek­
te hiç bir sebep yoktur. Eğer Hilâl Osmanlıiar dan ev­
velki T ürk ve Moğol devletlerinde m evcut olmasaydı,
ancak o zaman bunun Bizans’tan alındığını iddia ka ­
bil olurdu. Hilâl, Osmanlıiar tarafından kullanıldıktan
sonradır ki, bilhassa son asırlarda Batı ve Doğu âle­
minde İslâm î bir timsâl mahiyetini alm ıştır.288

297 Osmanlıiar'da Hilâl kullanılmasının ne zaman-


danberi başladığı hakkında Yakub Artin Paşa’nm kita­
bında ve Oberhummer'de verilen bilgilere tamamıyle gü-
venilemez. Sonraki devirlerde yazılmış kaynaklardan çı­
karılan o bilgiler ihtiyatla kullanılmalıdır .
298 E. Oberhummer, camilere ve minarelere Hilâl
asılması adetinin Türk memleketlerine münhasır olduğu­
nu, Fas'ta. Acemistan ve Hindistan'da bu âdetin mevcut
olmadığın; söylüyor, ve bunu da. Hilâl’in islâmi bir tim­
sâl olmadığına bir delil olarak zikrediyor (yukarıda mez­
kûr eserinde). Bu münasebetle, eski bir Ermeni müverri­
hinde tesadüf ettiğimiz mühim bir kayıt üzerine dikkati
çekmek istiyoruz: bu kayda göre Abû Suvar «Ani* şehri­
ni zaptettiği zaman, büyük kilisenin üstüne. Ahlat’tan bil­
hassa getirttiği altından bir «at nalı» astırmış: fakat Kral
Dav id şehri geri alınca, nalı kaldırarak y eri ne tekrar sa
libi koymuş (Histoire chronologique par Mkhithar d'Airi-
vank, XM'e sieclc., traduit par M. Brosset, St. Petersbourg,
1809, 5, 99), Bu eserin mütercimi olan Brosset. ilâve ettiği
bir notta Hilâl'in «at nalı* olduğunu, ve gerek Ermeni ge­
rek Gürcü yazarlarının bunu ifade için arapça nal kelime-
14 — Diğer İdarî Müesseseler

Bizantinistlerin iddiasına göre, Osmanlı İm p arato r­


luğu Bizans idari müesseselerini hemen aynen alm ış,
ve devleti idare eden bürokrasi de, hem en um um iyet­
le. müsiüman olmuş hıristiyanlardan teşkil olunm uştur;
devletin dış haberleşmelerinde ve bir takım iç işlerde
rumcamn resm i dil olarak kullanılması da bunun baş­
lıca delillerinden biridir! Türklerin idare adam ı ve hu­
kukçu olmadıklarını bir m üiearife olarak d eri süren
Ch. Ciehl gibi bizantinistlerden başlay arak bu m ese­
le hakkında son zam anlarda çok m utaassıbâne bir ma-

sinîn transkripsiyonunu kullandıklarını söylüyor. Müslü­


man Acem müverrihlerindeki «mâhçe-i tüg» tâbiri, acaba,
at kuyruklarından yapılan tuğların üstüne konulan at na­
lım mı ifade ediyor? Türklerde HilâTin menşeini ararken
acaba bunu göz önünde tutmak lâzım değil midir. Yoksa.
Ermeni müverrihleri, sırf şekil benzeyişine aldanarak Hi­
lâli nala benzetmiş ve o kelime ile mi ifade etmişlerdir?
işte mühim bir mesele ki yalnız tarihi ve arkeolojiyi de­
ğil, etnegrafiyi de alâkadar ediyor.
Hilâl'ln Türk-Moğol kabileleri arasında kullanılıp kul­
lanılmadığı hakkında bir fikir vermek için, G. Grum-
Grzimajlo'nun Uriankhai şamanlanna ait bir müşahedesi­
ni kaydedelim: Onlann başlıca eşyası arasında «çclcs-
dedikleri bir bayrak (Moğollara ait acemce kaynaklardaki
çaliş) vardır; bâzan yukarısına madeni bir yılan timsâli
veya güneş yahut Hilâl şekilleri konur (Zapadnaja Mon-
golija, i Urjanhajskij Kraj, c. III. kısım. 2, s. 143). Acaba
bu Hilâl eskiden beri kullanılan bir timsâl midir? Yoksa,
sonraki devirlere ait bir iktibas mıdır? Yukanda, s. 157,
not 287'de Kondakovun . iddia ettiği gibi Sâsânilerden
Türklere ve onlardan Moğollara mı geçmiştir? Yoksa, bu
bir Hilâl değil de sadece bir at nalı mıdır? Biz hiç bir
kat’i fikir ileri sürmeyerek yalmz vâkıalann tesbitiyle ik­
tifa ediyoruz.
kale neşreden yunanlı yazar A. Papadopulos’a ka­
d ar299 daima tekrarlanan bu iddia, şimdiye kadar Bi-

29D Epetiris Etireias Byzantinion Spedion (Bizans


Tetkikleri Cemiyeti Yıllık Mecmuası, rumca) Atina, 1925.
c. II, s. 84 - 106. Türklerin ancak Rum tebaalan sayesinde
devlet kurabildiklerini isbata çalışan, ve çok dar, msîa-
assıbane bir zihniyetle yazılmış olan bu makalede, yazar,
diğer çeşitli meseleler arasında bu noktaya da temas ede­
rek şunları söylüyor: «hükümetin idari ve mali hizmetle­
rinde dahi Rumlar faydalı idiler. Yan vahşi ve g?;ebe
Türkler, medenî bir teşkilâttan büsbütün habersiz olup bu
teşkilâtı ancak BizanslIlarla temasa geldikleri zaman öğ­
rendiler. Bizans devleti harabeleri üzerine Türk de", ,'eti
kurulunca, Türkler. Bizans’ın teşkilâtını kopya etmrVer,
idare ve maliye hizmetlerinde mecburiyet dolayısıyla Rum
kullanmağa başlamışlardı. Rum memur olmadığı vakit
devlet veznelerinde çetele kullanan bir hükümette, gllir
ve gider doğru ve tamam olamaz». Görülüyor ki bu id İla,
bizantinistlerin eski görüşlerinin daha mutaassıbâne bir
tekranndan başka bir şey değildir; yukanda da bu mahi­
yetle görüşlere rastlamıştık. Bunlara bir ilâve olmak üze­
re. Kanuni Süleyman devri hakkında dikkate değer bir
eser yazmış olan ve Türkler hakkında hattâ dostâne fi­
kirler besieyen bir Amerikalı tarihçinin de Osmanlı dev­
letinde devlet teşkilâtının bir çok teferruatının — hem mer­
kezî idareye, hem de mahalli teşkilâta ait olmak üzere—
Bizans'tan geldiği fikrinde bulunduğunu da söyliyelim (Al-
bert Hoıve Lybyer, the Government of the Ottoman Empi­
re in the time Of Suleiman the Magnificent, Cambridge,
1913, s. 2Ş-24). Görülüyor ki, bizantinistlerln bu gibi iddi­
aları. en tarafsız olmak istiyen âlimler üzerine bile tesir­
li olmuştur! En son neşredilen bir umumi tarih serisinden
aldığımız şu satırlar da, Osmanh idare mûesseselerinin
mahiyeti hakkındaki bu yanlış telâkkinin umumiyetle ta­
rihçiler arasında halâ devam ettiğini göstermektedir: «le
Turc, qui est un guerrier et non un administrateur, et qui
a conserve â peu pres intacts les cadres de I’administration
byzantine, s’en remets volontiers du soin de gouvemer les
provinces â ces hommes qui connaisserit les populations
I
zans’tan alındığı iddia olunan bir çok İdarî, m ali, a s ­
kerî m üesseselerin büsbütün başka m enşe’lerden gel­
diğini m eydana çıkaran yukarıki sayfalardan sonra,
artık ehemmiyetini kaybetmiştir. Bununla beraber, bu
meseleyi daha açık ve kesin surette halletm ek için,
bizantinistlerin mevcud olduğunu iddia ettikleri diğer
bâzı idari iktibasları da birer birer gözden geçirelim .

I — Bürokrasi

Daha Osmanlı Devleti kurulm adan evvel m evcut


olan ve Anadolu'da kuvvetli izler bırakan Anadolu Sel­
çukluları devleti, XIII. yüzyılda, gayet iyi kurulm uş
bir devlet teşkilâtına, vazife ve salâhiyet daireleri sı­
nırlandırılmış ve tanzim edilmiş kuvvetli bir
sınıfına malikti. Bu asrın sonunda Anadolu’ya fi'len
hâkim olan Ilhanlılar im paratorluğu ise, merkezde ve
m ülhakatta, gayet mükemmel bir idare mekanizması­
na sahip bulunuyordu; h attâ Anadolu'nun m uhtelif
âm illerle karışm ış olan İdarî ve mâlî vaziyetini tanzim
için merkezden hususî heyetler gönderildiği de bilin­
mektedir.300 X in - XIV. yüzyıllarda Anadolu ile siyasî
ve kültürel çok sıkı münasebetlerde bulunan M ısır -
Suriye Memlûk Im paratorluğu’nun ne kadar kuvvetli
ve muntazam bir bürokrasiye malik olduğunu da ilâ­
ve edelim.301 işte, esasen Selçuklu teşkilâtına vâris

sujettes et qui sont familıarises avec les traditions d’une


bureaucratie seculaire» (H. Hauser et A Renaudet. Les de-
buts de I’âge modeme, Paris, 1929, s. 3931.
300 İbn Bibî, Aksarayi Tezkeresi, Cami'ü't-Tevârih
gibi o devirlere ait başlıca kaynaklar ve d’Ohsson'un Mo-
ğollar Tarihi'ne bakınız.
301 Me mİ ilkler devletinin Anadolu ile '.ok sıkı harsi
münasebetleri hakkında Encyclop4die de l’lslam'a yazmış
olan Osmanlı Devleti, XIV. yüzyılda kendi İdarî mües-
seselerini kurmak m ecburiyetinde kaldığı zam an, Sel­
çuklu - îlhanlı • Memlûk m üesseselerini bir örnek ola­
rak karşısında buldu; ve Osmanlı bürokrasisi, kısmen
bu devletlerin — yahut, onlara benzer m üesseseler vü-
cude getirmiş Karam an, Germiyan gibi beyliklerin —
hizmetlerinde bulunmuş, ve o geleneklere vukuf k az ar­
mış adamlar tarafından kuruldu.*’2 D aha XIII. yüzyıl­
da parlak mahsuller vermiş olan Anadolu m edreseleri.
O sm anlIların ve diğer Anadolu Beyliklerinin muhtaç
oldukları idare adam larını, hukuk âlim lerini bol nis­
pette yetişdirdikleri gibi, o zam anki tedris si s temin c-
göre İslâm âleminin çeşitli büyük m erkezlerinde tah­
sillerini tamamlamış adam lar da Anadolu’da aslâ ek
sik değildi.3^ Orhan’ın açtığı İznik m edresesi ve ondan
sonra açılan diğer m edreseler de bu unsurları yetiştir­
mek hususunda şüphesiz faydalı olm uşlardır.301 Devle­
tin kuruluşunda çok büyük hizm etleri olan XIV. yüz­
yıl Osmanlı devlet büyüklerinin, hemen pek az istisna
ile. Türkler‘den mürekkep olduğu da unutulm amalıdır.
İşte bütün bu cihetler düşünülecek ohr.-a. ilk Osman
lı bürokrasisinin daha XIV. yüzyılda tam am iyle Türk

olduğum uz «Osman!' T urk Edebiyatı» maddesine banın:.


Şimdiye kadar hiç teıkı*. -.emiş olan bu mühim mes*
le hakkında aynca bir tetkik yayimlıyacağız.
302 İlk Osmanlı ric&l ve âlimleri hakkında tarihi kay­
naklarda mevcut bilgi bunu göstermektedir. Eski Osman­
lI vakayinamelerinde — meselâ Âşık Paşazade Tarihi’nde.
Tevarih-i âl-i Osman’d a — buna ait mühim kayıtlar vardır
303 Bu hususta «Şakayık» a ve XIV—XV. yüzyıllards
Mısır'da yazılmış tarihi ve biyografik eserlere bakınız.
304 Mehmed Arif. Devlet-i Osmaniye’nin Teessüs ve
Takarrürü Devrinde İlim ve Ulema (Edebiyat Fakültesi
Mecmuası. 1332, sene 1, sayı 2, s. 137-144).
lermkî vergi mültezimliği gibi basit vazifelerde kulla
nılm aları, hiç b ir zaman, Osmauu idare makinesinin
Bizans’tan kaldığına delâle* edemez. Asya’daki diğer
Islâm devletleri gibi, isinim Iran an aneleriyle meşbu
? ve T ürk-Islâm lardan mürekkep çok muntazam bir bü­
rokrasi. Osmanlı Devletinin esas dayanaklarından bi­
rini teşkil ediyordu.308

303 Sâsânî İmpuratorluğu’nun idare teşkilâtı, İslâm


devrinde âdeta ideal bir örnek gibi telâkki edilmiştir. M.S.
IV. yüzyılın meşhur İslâm müellifi Câhız, Risale fi fezâili’l-
Etrâk'ınde Sâsâniler'm idarecilikteki üstünlüklerini kay­
deder (bu risale van VIo ten tarafından «Tria opuscula
auetore al-Djâhiz, 1903» adıyla toplanan risaleler içinde
yayımlanmıştır. Türkçe tercümesi Türk Yurdu Mecmuası'n-
da’ mevcuttur; İngilizce tercümesi de «J.R.A.S. 1915, 631-97»
de çıkmıştır). İslâm yazarları tarafından yazılan siyaset
kitaplarında daima Sâsânî hükümdarlarının ve devlet bü­
yüklerinin tedbirlerinden. İran feylesoflarının devlet idare­
si hakkındaki nazari yelerinden balı solunur. Her halde, İs­
lâm devletlerindeki divan teşkilâtında, daha umumi tâbir
ile İslâm bürokrasisinin teşekkülünde Sâsâni tefsin — vak­
tiyle İbn Haldun'un da dikkat ettiği g ib i— çok göze çar­
pıcıdır (A. Christensen, I’Empire des Sassanides s. 33. 55).
Nizâmü'l-Mülk, Siyasetnâme'sinde, Büyük Selçuklu İmpa­
ratorluğunda da hâkim olan bürokrasinin mahiyetini o l­
dukça vazıh olarak anlatmaktadır: Bundan anlaşılıyor kı.
devlet işleri ve bilhassa merkezi idare, âdeta belirli ailele­
rin ellerindedir, ve âdeta bir «caste» hâlini almış olan bu
sınıf, yabancıları kendi arasına almaktan şiddetle kaçın
mıştır. «Muhammed bin Hindüşâh»ın Düstûrü’l-Kâtib adlı
münşeatında, kitabet vazifesinin ehemmiyet vc fazileti ve
bilhassa Sâsûniler devrinde buna verilen büyük kıymet
hakkında, kısmen Uyûnü'l-Ahbâr’dan nakledilmiş (Mısır
basımı 1925, c. 1, s. 7; ‘Uyûnü’l-Ahbâr’m birinci cüzünde
bu mesele hakkında uzun malûmat vardır) mühim bilgi­
ler olduğu gibi, İslâmî arda kitabet meselesinin ehemmiye­
ti hakkında da İzahat vardır; bu meselede eski Sâsânî te­
lâkkisine şiddetle taraftar olan müellife göre, babalan ve
II— Devlet Muhaberelerinde Rumca

D aha Selçuklu’lar devrinden başlayarak Anadolu


şehirlerinde T ürklerle R um ların karışık bir halde y a ­
şam aları, h er iki lisanın birbiri üzerinde karşılıklı te’-

dedeleri devlet işinde bulunmamış kimseleri ve avâmı ki­


tabet işine karıştırmamak, devletin selâmeti için şarttır
(Köprülü kütüphanesi yazmaları, nu. 1241, varak 12 ve
2 3 1 ). «Muhammed bin Hindûşâh» kendi zamanında yâni
XIV. yüzyılda Mısır ve Suriye’de kitabet vazifesine çok
ehemmiyet verildiğini ve «kâtibü*s-sır»[ann büyük emirler
gibi ikta’lara malik olduklarını söylüyor: Memlûkler dev­
rinde bürokrasinin ehemmiyetini, bu vazifelerin âdeta ir­
si surette babadan cgula kaldığım, kâtiplerle kadıların
böyTece ayrı ye çok kuvvetli bir sınıf teşkil ettiklerini bi­
liyoruz (C. Demombynes, La Syrie â l‘cpoque des Mamc-
louks, XLVIII, LXV, CXVI - CXVII’de bu sivil idarenin
mahiyetini pek iyi anlatmakta, ve bunun, eski halifeler
devri idari ananelerinin bir devamı olduğunu söylemekte­
dir). AbbâsiierMe, Sâsânller’de, Memlûklerde, İlhanlılar’-
da devam eden bu Sâsâni te! âit kilerinin XV. yüzyılda Ti-
murlular devrinde de devamım gösteren bir delili, Devlet-
şâh'ın şüerâ Tezkire’şinde buluyoruz: avam ve köylü ço­
cuklarının biraz okuyup yazma öğrenerek devlet memuri­
yetine girmelerini şiddetle suçlayan bu müellife göre, köy­
lü sınıfının memur olması hem ziraat hayatım bozar; hem
de, memur aristokrasisine mensup olmıyan bu sonradan
görme insanlar, ahaliye zulmetmekten çekinmezler. Dcv-
letşâh. bu fikrim doğrulamak için eski bir hikâye de an­
latıyor: Selçuklu İmparatoru Melikşah ordunun ihtiyacı
için iki hafta içinde 200.000 dirhem tedarik etmesini emre­
derek Nizâmu l-Mülk’ü İsfahan'a yolluyor. NizâmüT-Mülk
yolda bir köy ağasının, (dihkan. kethüda) evine m isafir
oluyor; Nizâma 1-Mülk"ün niçin seyahat ettiğini öğrenen
dihkan, azçok okuma yazma öğrenmiş olan oğlunun dev­
let hizmetine kabulü takdirinde derhal bu parayı verece­
ğini söylüyor. Bu tekliften memnun olan vşzir. derhal me­
seleyi hükümdara bildiriyor. Fakat an’aneye muhalif olan
bu teklif Melikşah’ı fevkalâde hiddetlendiriyor (Devletşah
Tezkeresi, 3rowne tab’ı, s. 179-181). îşte Anadolu Selçuklu-
sirler yapm asına sebebiyet verdi. Bundan başka, Sel­
çuklular, Hıristiyan devletlerle ve bilhassa Bizans ile
haberleşm elerinde rum cayı kullanmaya başladılar. Ya-
kın-Doğu’da asırlardanberi büyük bir im paratorluk m a­
nevî nüfuzu ic ra eden Bizans’ın bu devirlerde resm î
•dili olan rum ca, büyük bir diplomasi lisanı mahiyetini
kazanm ıştı; işte, birçok Rum tebaaya, ve merkezî id a­
rede Rum tercüm anlara malik olan Anadolu Selçuklu
devletinin, hıristiyan devletlerle muhâberelerinde rum -
cayı diplomatik bir lisan olarak kullanması gayet ta ­
biîydi. XÜI. yüzyılda Anadolu Selçuklularının yaptık­
ları m uahedenâm elerde rum ca kullandıkları hakkın­
da tarihî bilgilere malikiz. Onlardan sonra, K aram an
hüküm darlarının, Anadolunun cenup sahillerindeki b â ­
zı T ürk Beylerinin, Batı Anadolu’da Bizans ile ve B a­
tı devletleriyle m ünasebetlerde bulunan Türk E m irlik­
lerinin bu an ’aneye uyduklarını biliyoruz.303 XIV. yüz­
yıldan başlayarak, hemen hemen XVI. yüzyıl sonları­

ları’nm ve sonra Osmanlı Devletinin esas itibariyle bu bü­


rokrasi an’anelerine vâris olduğunu asla unutmamalıdır
XIV. yüzyıl sonuna ait bâzı Osmanlı menbalanndan pek
iyi anlaşıldığına göre, bu esnada Osmanlı bürokrasisi es­
ki lran-İsl&m geleneklerine göre teşekkül etmiş bulunu­
yordu.
309 Papadopulos’un makalesinde buna ait menba-
lar zikredilmiştir. Ona ilâve olarak *L. De Mas Latrie’nin
(Histoire de Chypre sous les Lusignans, Paris. 1852-61, 3
Cilt.) adlı mühim eserindeki bâzı vesikalarla. (Thomas et
Pedrelli. Dipîcmatarium Veneto-Levantinuml ’daki bir ta­
kım vesikaları ve Iorga'nın aşağıda sözü edilen makalesi­
ni zikredebiliriz. Anadolu Türk devletlerine ait bu resmi
vesikalar arasında lâtince olanlar da vardır; acaba bun­
lar esasen lâtince mi yazılmıştır? Yoksa, bu lâtince metin­
ler rumca yazılmış metinlerin tercümeleri midir? Bu ci­
heti biraz tetkik edelim. W. Heyd. II. Bayezid devrine ait
ve ticari mahiyette resmî bir vesikadan bahsederken, bu­
nun rumca ve lâtince ve yahut sadece rumca yazılmış ol-
na kadar, Osmanlı padişahlarının da bu kuvvetli gele­
neğe uyduklarını görüyoruz. D aha 1430’da sarayda
D churatch adında türkçe, rum ca ve Slavoncaya vâkıf
bir sırp kâtibin vazifeli olduğunu Ducas söylediği gibi,
Kritovulos da F atih 'in bir ru m kâtibi olduğunu haber
veriyor.310 XV. yüzyılda F a tih 'in ve II. Bayezid’in rum ­
ca yazılmış ferm an ları bu gün elde m evcuttur; XVI.
yüzyıldan da, galiba en son olarak, II. Selim’in, Kıb­
rıs meselesi m ünasebetiyle Venedik Doju’na gönder­
miş olduğu rum ca bir ferm anın metni elde bulunu-
yor.3,!

duğunu. çünkü rumcamn henüz o devirde de dış haber­


leşmelerde Osmanlı devleti tarafından resmi lisan olarak

1kullanıldığını söylüyor (Histoire du commerce du Levant,


®f s. 3431, N. Iorga, Fatih Mehmed’in Galata ahalisine
verdiği meşhur ferman hakkında yayınladığı makalede
(Belletin de la sec. hist. de I’Acad. Roumaine, 1914, II, nu. 1.
11-32) bunun rumca olduğunu söylüyor (bu fermanın türk­
çe sureti İskender Hoci Bey tarafından neşredilmiştir: Ta­
rih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 1330, yıl 5, cüz 25, s.
52-53). Musa Çelebi ile Venedik arasında 12 ağustos - 3 ey­
lül 1411'de I. Mehmed ile Venedik arasında S aralık 1419‘-
da, II. Murad ile Venedik arasında 4 eylül 1430'da yapılan
muahede metinleri, yine Iorga tarafından (Notes et ex-
traits pour servir â l’histoire des Croisades au XV örae
sieclel külliyatında neşredilmiştir. Bu makalede, II. Meh-
med'in rumca yazılmış bâzı vesikalarını daha neşreden
Iorga. makalesine I. Murad’ın Cenevizlerle 8 temmuz 1387'
de yaptığı muahedenin lâtince metnini naklettikten sonra,
bunun esasen rumca yazılmış olduğunu söylüyor. Süley­
man Çelebi’nin 3 haziran 1403 tarihli muahedesinin lâtin­
ce metninin ise türkçeden tercüme olunduğu fikrindedir.
II. Mehmed'in Macarlarla yaptığı 13 nisan 1452 tarihli mu­
ahedenin lâtince metninin ise siavoncadan tercüme edil­
diğini tahmin ediyor.
310 Ducas, Kritovulos ve sair Bizans menbalannda.
311 Papadopulos’un makalesinde (Miklosich - Mül-
ler. Açta et Diplomata’dan naklen).
Daha XIV. yüzyıl sonlarında adetâ bir Balkan dev­
leti halini alarak Batı devletleriyle m ünasebetlere gi­
rişen, ve yalnız rum değil külliyetli Slav tebaaya d a ­
hi malik olmuş olan Osmanlı Devleti, batı devletleriy­
le ve hattâ tebaasıyla münasebetlerinde, rum cadan
başka, lâtince ve Slavonca’yı da kullanıyordu. D îvan­
da bütün bu çeşitli lisanları bilen kâtipler mevcuttu.312
XVI. yüzyılda M acaristan, Osmanlı hâkimiyeti altına
geçtiği zaman, Osmanh valilerinin halk ile olan m üna­
sebetlerinde M acar halk lisanını kullandıklarını düşü­
nürsek, İm paratorluğun, çeşitli unsurlara mensup te ­
baasına karşı ne kad ar akıllıca ve geniş bir siyaset
takip ettiğini daha iyi anlamış oluruz. Öyle görünüyor
ki, Osmanlı padişahları bu hususta Iİhanlı İm p arato r-
luğu’nun güttüğü siyaseti takip etm işlerdir: çünkü, İl-
hanlılar da, değişik unsurlara mensup tebaalarının dev­
letle münasebetlerinde kendi ana dillerini kullanm ala­
rını terviç ediyorlar ve divanlarında muhtelif lisanla­
ra vakıf kâtipler, tercüm anlar bulunduruyorlardı.313
Harici haberleşm elerde diplomatik zaruretten, iç mu-
âmelelerde ise im paratorluğun tebaasına karşı takip
ettiği geniş siyasetten ileri gelen bu hali, daha yüzyıl­
larca evvel edebî dil ve devlet dili olarak kullanılmış
bulunan türkçenin iptidaîliğine yormak her bakım dan
imkânsızdır.

312 F.' Kraelitz'in -Osuıanischen Urkunden in türkisc-


her Sprache» mukaddimesine bakımz. Iorga, Kanuni Süley
man devrinde, türkçeden başka rumca ve siavoncanın da
devlet lisanı olarak kullanıldığını söylüyor (N. Iorga. Les
voyageurs français dans TOrient âuropeen, Paris, s. 22.
Aynca yine aym yazarın şu eserine bakınız: Points de vue
sur I hisloire du commerce de I’Orient â l’epoque Moderne.
Paris. 1925. s. 12).
313 Câmiü’t-Tevârih ve Düstûrü’l-Kâtib gibi o devir
menbalanna nazaran.
Osmanlı devletinin resm i m uhabere usûllerinde, el-
kap meselesinde, üslupta ve sairede, bir kelime ile
«Diplomatique»de Bizans'ın te ’siri asla bahis mevzuu
olamaz. Selçuklu hüküm darı Alâeddin Keykubâd’m
1220’de Venediklilere verdiği ferm anın tıpkı bir Bizans
[ chrysobulle’İne benzediği iddia olunuyorsa da,314 bun­
dan, öyle büyük b ir netice çıkarm ak hiç doğru değildir:
Hıristiyan devletlerle haberleşm elerde, Selçuklular’m
Bizans geleneklerine tâ b i olm aları, Selçuklu dîvanının
Bizans te’siri altında kurulduğunu gösterm ez. İç işler­
de, diğer İslâm devletleriyle haberleşm elerde, Anado­
lu Selçukluları, kendilerinden evvelki İslâm -Türk dev­
letlerinin kurm uş oldukları usûllere sadık kalm ışlardır.
Bütün büyük İslâm -Türk im paratorluklarında, H ârizm ­
şa h lar’da, İlhanlılar’da, ve bilhassa Memlûkler’de bu
resm î haberleşm e usûllerinin ne kadar m untazam ol­
duğu, kâğıtların şekli ve k ıt’ası gibi en ince ve basit
teferrü ata k ad a r nasıl evvelden t a ’yin edilmiş bulun­
duğu ise bilinm ektedir.315 Osmanlı dîvanında takip edi­
len usûllerin m ahiyeti ve gelişmesi, bilhassa ilk devir­
ler için henüz Iâyıkıyla bilinmemekle birlikte, bunda,
Bizans’tan ziyade Anadolu Selçukluları’nın, kısmen
M emlûkler’in ve îlh a n lılar’m te ’sirlerini aram ak her
halde daha doğrudur.

III — İdari Taksimat ve Şehremaneti

Osmanlı İm paratorluğu idare teşkilâtında Rumeli


ile Anadolu’nun —vaktiyle Bizans teşkilâtında olduğu gi­

314 G. I. Bratianu, Recherches sur le commerce g6-


nols dans la Mer Noire au XIIIe siecle, Paris 1929, s. 163.
315 Kalkaşandi’nin «Subhu’l-A'ş&»sı bu hususta yete­
ri kadar fikir- verebilir.
bi — ayrılmış olması, ve beylerbeyilik, kadıaskerlik gi­
bi büyük m em uriyetlerde de bu tasnife uyulması, bi-
zantinistlerin fikrine göre, doğrudan doğruya Bizansı
taklitten doğmuştur. Bu tasnifi her hangi bir taklide
değil, doğrudan doğruya coğrafî zaruretlere b ağ la­
mak elbette daha akla yakındır. Böyle sathî m üşabe­
hetler üzerine kurulmuş diğer bir iddia da, «Şehrema­
neti» meselesidir. B izantinistlere göre, Osmanlılar dev­
rinde îstanbul’da m evcut Şehremaneti, Bizans’taki
«Eparchia»nm bir devam ıdır. Son yıllarda, yalnız
E rnst Stein tarafın d an reddedilen bu umumî iddianın*’6
ne kadar esassız olduğunu gösterm ek için, Osmanlı İm ­
paratorluğu teşkilâtındaki «şehreminbrün mahiyetine
kısaca göz atalım : Fatih Kanunnâm esi’nde, «defter-emi-
ni’nin altında ve reisülküttâb’ın üstünde oturduğu ve
yüz yirmi akçe ulufe aldığı» tasrih edilen «şehremini»
nin vazifesi hakkında hiç bir şey söylenmiyor. XVI.
yüzyıl başında dahi bu vazifenin mevcud olduğunu, ş a ­
ir F a k iri’nin b ir eserinden öğreniyoruz;357 bu yüzyıl
sonlarında da bu m em uriyetin devam ettiğine dâir, b â­
zı resmî vesikalardan başka müverrih Âli'de de bir

316 Untersuchungen zur Spatbyzantinischen. Verfas-


sungs und Wirtschaftsgeschichte (M.O.G. Band II, 1-2. s. 36).
E. Stein bu meselede de mu'tat derin, görüşünü göstermiş
ve diğer bizantinistlerden ayrılmıştır. Bizanstinistlerin bu
gibi esassız iddiaları, yalnız Avrupa’da değil memleketi­
mizde de o kadar yerleşmiştir ki, eski Şehreminliği me­
muriyeti hakkında en esaslı tetkiki yayımlayan Osman
Nuri Bey bile, bu umumi yanlışlıktan kurtulamıyarak, Os­
manlılarca İstanbul'un fethinden evvel rastlanılmayan
şehremini unvan ve vazifesinin Bizans idare teşkilâtından
alınan bâzı şeylerle beraber alınmış olacağını söylüyor
(Mecelle-i Umur-ı Belediyye, e. I. s. 1358-1365).
317 Bu şair ve eseri hakkında: bk. Türkiyat Mecmu­
ası, c. I. s. 13.
kayıt buluyoruz.318 XVII. yüzyılda Evliya Çelebi’nin v er­
diği bilgilere göre, yalnız İstanbul’da değil, P eşte, Bağ-
dad, Bosna’da da bu m em uriyete rastlanm aktadır.319
XVIÜ. yüzyılda da mevcudiyeti çeşitli vesikalardan a n ­
laşılan bu m em uriyet, nihayet hicri 1247’de kaldırıl­
dı.720 Bu m em uriyetin bu yüzyılda K ahire’de de mevcud
olduğunu biliyoruz.321 Bütün bu çeşitli vesikalardan,
şehremininin vazifesi azçok açıklıkla anlaşılabilm ekte­
dir: sarayda ve şehirde hükümete a it inşaat ve tâm irat
işlerine nezaret etm ek, Topkapı sarayı m üstesna ola­
rak İstanbul’daki diğer sarayların — meselâ Eski s a ­
ray, İbrâhim P a şa sarayı, G alata s a ra y ı— umumî
m asraflarına bakm ak, doğrudan doğruya şehrem inine
aittir.322 İşte bu izahlardan anlaşılıyor ki, O sm anlılar’-
daki şehremini, Bizans'ın «Eparchia»sıyla aslâ a lâ k a ­
dar değildir. Bizantinistler, 1271’den sonra kurulm uş
olan İstanbul Şehrem anetini dikkate alarak, bu bele­
diye teşkilâtını, eskidenberi devam edip gelen bir mü­
essese zannettikleri içindir ki böyle yanlış bir fikre k a­
pılmışlardır. Bununla birlikte îstanbul fethinden sonra

318 -Ahmed Refik, Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul Ha­


yatı, s. 25. 105 (Osman Nuri Bey tarafından zikredilmiştir)*
Müverrih Ali, eserlerinden birinin. Padişahın emriyle yaz­
dırılıp tezhip ve minyatürlerle tezyin ettirildiğinden bah­
sederken. bunun masarifine Şehremini'nin baktığını söy­
lüyor (İbn-üI-Emin Mahmud Kemal. Menâkıb-ı Hünerve-
rân Mukaddimesi, s. 25).
t 319 Bu bilgi Osman Nuri Bey tarafından toplanıp ya­
yımlanmıştır. (Mecelle-i Umur-ı Belediyye’deki Şehremaneti
faslında). Burada bu memuriyetin bu yüzyılda mevcudi­
yetine ve vazifelerine dair şâir bâzı vesikalar daha vardır.
320 Aynı eser'de.
321 Jean Deny. Sommaire des arehives turques du
Caire, s. 521.
322 Elde mevcut vesikalardan anlaşılan budur.
OsmanlIlarda gördüğümüz şehremini, bizantinistlerin
zannı gibi bugünkü belediye reislerine benzer bir vazi­
yette bulunsaydı bile, bunun Bizans taklidi olduğuna
hükmedilemezdi: Çünkü, Orta-Çağ'da, İslâm dünyası­
nın en doğu sâhalardaki İslâm ve Türk büyük şehir­
lerinde bile hususî bir şehir teşkilâtının mevcudiyeti
kesin su rette bilinm ektedir.325

. 15 — Saray Âdetleri

Osmanlı devletinde saray hayat ve teşkilatının ve


saray âdetlerinin —bâzılarina göre daha İstanbul fethin­
den evvel, bazılarına göre fetihten sonra— Bizansı tak-
lid yoluyla geliştiği, eskiden beri iddia olunur; ve bu id­
diayı doğrulam ak için, Bizans ve Osmanlı saray ların d a
müşterek bir takım âdetler daima zikredilir. D aha Or­
han zam anından beri Bizans ve Osmanlı sa ra y ları a r a ­
sında m evcut sıkı bağlar, sonra, Bizans sarayının bü­
tün Orta-Çağ tarihinde ünlü debdebesi, ince ve karışık
teşrifat usûlleri, komşu kavimleri hayran bırakan ih­
tişamı düşünülünce, bu iddia birden bire belki çok ta ­
biî ve m antıkî görülür. Bu mantıkî ihtimâli birden bire
reddetm em ekle beraber, eldeki vesikaların kifâyeti
nisbetinde, iddia edilen benzerlik noktalarını ayrı ayrı
tetkik m ecburiyetindeyiz. Çünkü, Bizans sarayının Os­
manlI sa ra y ı üzerinde en göze çarpan te ’siri olarak
gösterilen harem a ğ a la n kullanmak usûlünün bile, Os-
m anlılar'da İstanbul fethinden evvel başladığım , ve bu­
nun menşeinin Bizans’tan başka sâhalarda bulunduğu­
nu yukarıda gösterm iştik.

323 Orta-Çağ'da İslâm ve Türk şehirlerinin teşkilâtı


hakkında ayrıca bir tetkik yayımlamak ümidindeyiz.
Yalnız, bu tetkike girişmezden evvel, Osmanlılar*-
da tam mânasıyle saray bayatının İstanbul fethinden
evvel başlayıp başlam adığını araştırm ak lâzım dır: ta ­
rihçiler arasında hemen um um iyetle yayılm ış b ir k an a­
ate göre, Osmanlı sarayı, bilhassa İstanbul'un fethin­
den sonra, Bizans modeline göre tanzim edilm iştir. H al­
buki tarihî vesikalar gösteriyor ki, Osmanlı sa ray ı d a ­
ha Yıldırım Bayezid zamanında bile oldukça büyük b ir
ihtişam içinde idi; bu hüküm darın Schiltberger ta ra ­
fından tasvir edilen av alayı, bu sa ra y debdebesinin
bir misâli olduğu gibi, eski Osmanlı v akayi’nâm eleri
de saray debdebesinin ve israf ve sefahetin bu devir­
de başladığını umumiyetle itiraf ederler.314 II. M urad
devrinde, Osmanlı sa ra y ı hakkında B ertrandon de la
Broquiâre’ın verdiği mühim bilgiye malikiz. Bu devre
ait Osmanlı vesikaları ve Chalcocondilas’m n . Mu-
rad'ın serveti hakkında verdiği izahat da bunu doğru­
layacak m ahiyettedir.325
Fatih devrinde İstanbul sarayı hakkında bugün eli­
mizde bulunan resm î vesikalar gösteriyor ki, bu sa ra y ,

324 Hammer, Yıldınm’ın bu av tafsilâtım Schiltber-


ger'e dayanarak tasvir eder (J. de Hammer, H istoire de
l’Empire Ottoman, I, 337). Eski Türk devletlerinde av me­
rasiminin ehemmiyeti ve şa'şaası hakkında bakınız (Köp-
rülüzade Fuad, Milli Tetebbu'lar Mecmuası, nu. 4. s. 35-
40). Selçuklu hükümdarlarının av merasimine itina ettik­
lerini, hattâ Melikşah’m avlarım tasvir eden bir de Şikâr-
nâme bulunduğunu biliyoruz (Rahatü’s-Sudür, 131). Mah­
mûd bin Muhammed bin Melikşah-ı Selçuk! pek av me­
raklısı olduğundan, hayvanlarına altından tasmalar yap­
tırmıştı (aynı eser, s. 205). «Tevârih-i âl-i Osman» Yıldırım
Bayezid devrindeki bu israf ve sefaheti Vezir Ali Paşa’ya
isnat etmektedir.
325 Tafsilât «Orta-Zamanda İktisadî ve Mail Türkiye»
adlı eserimizdedir.
şimdiye k adar tahayyül olunduğu derecede kalabalık
ve tantanalı değildir.326 İstanbul fethinden sonra Bi-
zansı taklid ile ihdas edildiği söylenen «Solaklarım d a ­
ha Yıldırım Bayezid devrinde mevcud olduğu düşünü­
lürse, F atih sarayının Y ıldırım ve II. Murad saray la­
rından daha çok fark lı ve daha muhteşem olduğunu
iddia için hiç b ir açık delil bulunamaz.” 7 Bizans s a ra ­
yı, eğer Osm anlı sa ra y ı üzerinde bâzı te ’sirler y ap ­
mışsa, bu te ’sirle ri daha İstanbul fethinden evvel XIV.
yüzyılda Y ıldırım B ayezid'in sarayında, hattâ, biraz
aşağıda izah edeceğim iz gibi, XIII. yüzyılda Anadolu
Selçukluları’nm sa ray ların d a aram ak şüphesiz daha
doğru olur. A vrupalIların eski Bizans ihtişamıyla m u­
kayese ettikleri m uazzam Osmanlı sarayı ise, n . B a­
yezid devrinden b aşlay a ra k ,” 6 XVI. yüzyılda teşekkül
etm iştir: III. M urad’m sarayıyla F a tih ’in sarayını h a t­
tâ sathî surette m ukayese edecek olursak, Fatih s a ra ­
yının XVI. yüzyıldaki bir vezir dairesinden daha ihti-
şamsız kaldığını görürüz.” 6 Bu umumî îzahattan sonra,

326 Hicri 883 senesine yâni Yeni Saray'ın tamamlan­


dığı seneye mahsus «mevâcib-i mülâzimân-ı dergâh-i âli»
defterinden anlaşıldığına göre, Fatih'in bütün saray halkı
726 kişiden ve m aaşlan 216.011 akçeden ibaretti. 878 sene­
si şa'banma ait bir mutfak defterinden anlaşıldığına gö­
re, bu ay zarfında sarayın mutfak masrafı 135,363 akçe
tutuyordu (Ahmed Refik. Fatih Devrine Ait Vesikalar. Ta­
rih-i Osmani Encümeni Mecmuası, nu. 49-62. s. 1-58).
327 Daha Yiidınm Bayezid zamanında solakların
mevcudiyetini Âşık Paşa-zâde söylüyor: İstanbul basımı s.
78.
328 Solak-zâde, Osmanlı padişahlarının önce 914 se­
nesinde yâni II. Bayezid devrinde altın ve gümüş kaplar
içinde yemek yemeğe başladıklarını kaydeder.
329 XVI. yüzyıl sonunda padişah ve vüzera sarayla­
rının ihtişamı hakkında o devirlere ait tarihi kaynaklarda
Osmanlı sa ra y ların a Bizans’tan geçtiği iddia olunan bâ­
zı âd etleri b irer birer tetkik edelim.

I — Cülus Bahşişi

Osmanlı padişahlarının tahta geçtikleri zaman a s­


k ere p a ra dağıtm aları âdetinin Bizans’tan alındığı umu­
m iyetle iddia olunur. Halbuki, yeni hükümdarların,
başlıca d ayanakları olan orduyu memnun etmek için,
ask ere p ara dağıtm aları, yahut m aaşlarına zam yap­
m aları, gayet tabiî bir hâdisedir. Doğuda ve Batıda
daim a tesadüf olunan bu âdetin bir iktibas ve taklit
eseri sayılm ası, tam am iyle mantıksızdır. Bilhassa, sal­
ta n a t verâseti prensibinin kesin ve kararlaştırılm ış ol­
madığı ve tahta çıkmak iddiasında bulunacak birçok
şahsiyetler bulunduğu devirlerde, yeni hükümdarın bu
gibi m addî v asıtalara başvurm ası bir zarurettir. Os­
m an lIlar’dan çok evvel İslâm tarihinde buna birçok
m isaller görüyoruz: A bbâsîler'de H akku’I-bi’a adı ve­
rilen bu cülus bahşışları, devlet hazînesini sarsacak
k ad ar ağır bir m asraf teşkil ediyordu.330 Bu âdeti Sa­
m an lılard a,331 G azneliler’de,33* Selçuklular’da,333 Hâ-

pek bol bilgi vardır. Bu ihtişam ve israf, yüzyıllarca de­


vam etmiştir.
330 Abbâsiler, bi’at hakkı olmak üzere askerlere çok
para verirler ve bu suretle mevkilerini sağlamlamağa ve
taraftar kazanmağa çalışırlardı. Bu hususta ta'fsilât için
bakınız: Corci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, türk-
çe tercümesi, c. II. ş .175.
331 Nerschakhy, Description de Boukhara; s. 204.
Gardizi, Zainu’l-Ahbâr, 1928, s. 60.
332 Beylıaki’ye bakınız.
333 Râhatu’s-Sudâr, s. 127; Melikşah, amcası Kavurd'
un isyanını bastırıp onu esir ettiği zaman, ordusu efradı
rizm şahlar’da334 diğer İslâm -Türk devletlerinde ve Mo-
ğollar'da338 görüyoruz. Bu kısa izahat, bunun, benzer
şartların doğurduğu bir neticeden başka bir şey olma­
dığını ispata kâfidir.

n — Alkış Adeti

O sm anh sa ray ların d a m erasim esnasında m utat


olan alkış âdetinin Bizans'tan alındığı, eskidenberi
tek rar olunan bir iddiadır. Osmanh tarihi hakkındaki
meşhur eserinde H am m er de bu görüşü ileri sürm ek­
tedir.538 Halbuki, yine aynı yazar, diğer bir eserinde,
bu alkış âdetinin Bizanslılar a Abbâ siler'den geçtiğini
iddia ediyor.” 7 A bbâsîler’deki bu âdetin, Abbasî mües-
seseleri tesiri altında kalan diğer İslâm ve Türk dev­
letlerinde de m evcut olması gayet tabiîdir. Bu husus­
ta tafsilâta girişm em ekle beraber, bu âdetin Memlûk-
le r’de ve Anadolu S elçuklularında mevcudiyetini söy-

maaşlarmm artırılması talebinde bulunmuşlar ve bu ta­


lep kabul edilmediği takdirde Kavurd'a bi'at edeceklerini
soyliyerek tehditlerde bulunmuşlardır. Berkyaruk’un cü-
lûsu meselesinde de, bütün saltanat müddetlerinin, taraf-
dar kazanmak için, bol paralar sarfettiklerini biliyoruz,
(ayni eser, s. 140 ve devamı). Selçuklular'm çeşitli şubele­
ri ve Anadolu Selçukluları için daha bu gibi bir çok mi­
saller zikredilebilir.
334 ll-Arslan'm cülusunda, asker maaşlanna zam ya­
pılması gibi.
335 İbn Arabşâh, Fâkihetü’l-Hulefâ, Musul 1860, s.
481-482; Moğol devrine ait acem ve ermeni kaynaklan da'
bunu doğrular.
- 336 Hammer, Histoire de l’Empire Ottoman. c. III, ki­
tap XVIII.
337 Hammer, Histoire de I'Ordre des Assasins, traduit
par Hellert, s. 295.
liyebiliriz. Osmanlı D evleti’nin ekser m üesseselerinde
olduğu gibi, bu hususta da, Selçuklu ve Memlûk s a ra y ­
larının te’sirini aram ak, Bizans te ’siri aram aktan d a­
ha doğrudur sanmaktayız.

İÜ — Umumi Eğlenceler ve Ziyafetler

Osmanlılar devrinde saray düğünleri m ünasebetiy­


le At Meydam’nda tertip edilen umumî eğlencelerden
ve ziyafetlerden bahseden Iorg a’nın, bununla Bizans
devrindeki Hyppodrome şenlikleri arasında bir benzer­
lik kurmağa çalıştığını ve bunda da Bizans te ’siri gör­
mek istediğini yukarıda söylemiştik. Halbuki O sm an­
lIlar devrindeki At Meydanı eğlencelerini ve um um i
ziyafetleri biraz tetkik edecek olursak, bunda Bizans
te ’siri ihtimali olmıyacağım derhal anlarız. Eski T ürk
devletlerinde bu gibi umumî ziyafetler ve eğlenceler
hakkında vaktiyle yapmış olduğumuz bâzı tetkikler,338
Osmanhlar’da da devam eden bu âdetin menşeini ay ­
dınlatacak bir mahiyettedir. Burada o araştırm aların
neticelerini kısaca izaha çalıştık: Türklerin eski k ab i­
le hayatında ve İslâm iyetten evvelki Türk devletlerin­
de kabîle reisinin veya hâkan’m kendi halkına um um î
ziyafetler vermesi zaruriydi; eski bir dinî ayinin b a ­
kiyesi olan ve sonradan hukukî bir müessese m ahiye­
tini alan bu umumî ziyafetlerde, her kabîle m ensup­
larının mevkileri ve yiyecekleri belirliydi.338 Bu ziya­
fetleri vermemek, yahut çağırılm ası icap edenleri ç a ­

338 Köprülüzade Mehmed Fuad, Türk Edebiyatının


Menşei (Milli Tetebbu’lar Mecmuası, sayı 4, s. 27-34), aynı
yazar, Türkiye Tarihi s. 114, 175.
339 Yukanki notta gösterilen eserlere bakınız. Ayrı­
ca bakınız; Abdülkadir, Orun ve Ülüş meselesi (Türk Hu­
kuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, c. I, s. 121-133).
ğırm am ak, belirli kaidelere uymamak, isyanlara se­
bep olurdu.340 T ürklerde kabile reisinin ve hükümda­
rın «pederâne velâyeti» telâkkisinden doğan bu âdete,
daha Orhon kitabelerinde bile rastlanm aktadır. O ra­
dan kolaylıkla anlaşılıyor ki, hükümdar, tebaasını giy­
dirm eye, doyurm aya, zengin etm eye m ecburdur.341 En
eski gelenekleri saklıyan Türk halk destanlarından da
bu umum! ziyafetlerin mevcudiyetini ve ehemmiyeti­
ni çıkartabiliyoruz.343
NizâmüT-Mülk, Siyasetnâm e'sinin XXXV. babını
bütünüyle bu m eseleye ayırm akta, gerek Selçuklu hü­
küm darlarının gerek T ürkistan Hanlarının yani Kara-
han lılar’ın bu kavm î geleneğe riayetlerinden bahseyle-
m ektedir.343 M elikşah ile b eraber Semerkand ve Öz-

340 Kitab-ı Dede Korkut’ta buna ait tafsilât vardır:


Salur Kazan böyle bir ziyafete Dış Oğuzlan davet etme­
diği için onlar isyan etmişlerdi. Biraz aşağıda bunun tari­
hi misallerini dahi göreceğiz.
341 V. Thomsen, Inscriptions de 1‘Orkhon, 1896. s. 118.
Orhon kitabelerinin yine Thomsen tarafından neşredilen
son ve tadilli tercümesine (ZDMG,»1924, s. 121-175) bakınız:
trk, tercümesi: (Türkiyat Mecmuası, c. III),
342 Daha Oğuz destanından başlı yarak, çeşitli Türk
şubelerinin destanlannda buna misaller bulunabilir.
343 Nizâm üT-Mülk’ün söylediklerini şöylece hulâsa
edebiliriz: Hükümdarın sofrası daima mükemmel surette
hazırlanmış ve herkese açık olmalıdır. Vazifelerini yap­
mak için saraya gelenler yemeklerini orada yemelidirler.
Eğer hükümdann hususi hizmetlerinde bulunanlar her­
hangi sebeple sofraya gelemezlerse, paylarını istedikleri
zaman kendilerine vermelidir. Tuğrul Bey her sabah ye­
meğinde sofrasını herkese açık bulundururdu. Hattâ, bir­
den bire ava gitmek veya gezmeğe çıkmak istediği zaman,
sofrası kırda hazırlanır, Türk ümerası, askerler ve ahali
oradaki bolluğa hayret ederlerdi. Türkistan Hanlarının
idare usûlü, mutfaklarında daima tebealan için bol mik­
tarda yemek pişirtmektir.
kend’e gittiği zaman, hükümdar bu eski âdete uym adı­
ğı için bir takım şikâyetler olduğunu söyleyen Nizâmü’l-
Mülk'ün bu ifadesi, diğer tarihî kaynaklarla da uygun­
luk gösteriyor: M elikşah’ın Semerkand’den H orasan’a
geri dönüşünden sonra, Batı K arahanhlar ordusunun
esasını teşkil eden «Çigibler, Sultan kendilerine ria ­
yet edip ziyafet vermediğinden dolayı, epeyce m ühim
bir isyan çıkarm ışlardı.344 Çeşitli Türk devletlerinde
gördüğümüz bu umumî ziyafetler hakkında daha faz­
la tafsilâta lüzum görmüyoruz. Yalnız, muhtelif îslâm
devletlerinde, A bbâsîler’de, Tolunlular’da, F atım île r’-
de var olan bu âdetin, Sâsânîler’de de mevcut oldu­
ğunu belirtelim .345 XIV. yüzyıl başında, Kastamoni emî-
ri Süleyman P a şa ’nın hergün halka mahsus sofralar
kurdurduğunu «İbn Battûta» söylüyor. Bu izahattan
sonra, Osmanlılar devrindeki bu umumî ziyafetlerde,
kısmen, T ürk kabîle hukukunun te’siriyle eski Türk
devletlerinde mevcut olan ve onlardan gelen geleneğin
en çok m üessir olduğu, ve ayrıca, İslâm devletleri v a­
sıtasıyla gelen Sâsâni a n ’anesinin de belki bir te ’sir
yaptığı kolaylıkla anlaşılıyor. İstanbul fethinden sonra
Osmanlı padişahlarının bu cins umumî ziyafetleri ve
eğlenceleri At M eydam’nda yapm aları, sırf topoğrafik

344 İbnü’l-Esir, c. X, s. 59.


345 Emeviler ve Abbasîler devrinde halk için tertip­
lenen umumi sofralar ve ziyafetler hakkında bakınız:
Corci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, türkçe tercü­
mesi c. V, s. 116-117. Bu müellife göre, bu âdet bilhassa S&-
sâniler’den alınmıştır. O tafsilâta ilâveten, Mısır'da Fatı-
miler. devrindeki umumi ziyafetler hakkında bakınız: Se­
yahatname*! Nâsır-ı Husrev, Schefer tercümesi, s. 156. Fa-
tımiler bu hususta belki Tolunlular’dan kalan bir an'aneyl
takip ediyorlardı. Çünkü, Tolunlular devrinde Mısır’da hal­
ka umumî ziyafetler verildiğini, umumi eğlenceler tertip
sebeplerden dolayıdır; yoksa, yalnız buna dayanarak,
bu eski T ürk âdetini Bizans taklidi saym ak, tarihen
imkânsızdır.

. IV — Fetihnameler

Osmanlı padişahlarının herhangi büyük za ferleri­


ni fetihnam elerle komşu devletlere tebliğ etm eleri
âdetini Ram baud, hiç bir delile istinat etmeksizin, R o­
m a İm paratorlarının letter laureatae’leriyle alâkad ar
görm üştü. H albuki biz bu âdeti yalnız Osmanlı Devle-
ti’nde değil, bütün Islâm ve Türk devletlerinde bul­
m aktayız. Mevzuu fazla uzatmamak için, yalnız Türk
devletlerinden bahsedelim . Gazneliler’de herhangi bir
z afer m ünasebetiyle bütün İm paratorluk içindeki y a n
m üstakil hüküm darlara fetihnam eler gönderildiği g i­
bi, Abbasî halifelerine ve diğer civar devletlere de f e ­
tihnam eler yazılırdı.346 Sonraları Büyük Selçuklular^
da347 ve Selçuklular’a halef olan çeşitli devletlerde, Hâ-
rizm şahlar'da, Anadolu Selçuklularında, İlhanlılar’da •
ve onları tak ip eden diğer bütün Türk devletlerinde
bu usûle uyulduğunu görüyoruz.348 M ısır-Suriye Mem-

edildiğini biliyoruz (Encyclopedie de I'Islam’daki «Tuluni-


des* maddesine müracaat).
346 Gazneliler devrine ait başlıca kaynaklarda bu
hususta yeter bilgi vardır.
. 347 Selçuklu reislerinin, daha müstakil bir devlet kur­
madan evvel bile, Sultan Mes’ud Gaznevi'ye karşı bâzı ba­
şarılarım civar memleketlere ve hükümdarlara fetihname­
lerle tebliğ ettiklerini «Beyhaki»den öğreniyoruz.
348 Bu devletlere ait tarihi kaynaklarda ve o devir­
lerden kalan inşa kitaplarında bu hususta bir çok çeşitli
bilgi ve aynca metinler mevcuttur. W. Barthold'ün yuka­
nda İngilizce tercümesini çeşitli münasebetlerle zikretti­
ğimiz Turkestan..., adlı 9serinin rusça aslına ilâve olarak
luk İm paratorluğunda da bu usûlün m evcut olduğunu,
h attâ o devir inşa kitaplarında buna ait tafsilât bulun­
duğunu söyliyelim.549 Bütün bu Îslâm î geleneklerin te '­
siri altında, Osmanlı devleti de daha îstanbul fethin­
den evvel bu âdete uyuyor ve büyük zaferleri, bilhas­
sa H ıristiyan âlemine karşı kazanılan b aşarıları İslâm
hüküm darlarına fetihnam elerle tebliğ eyliyordu.550 Do­
ğu ve Batı âlemlerinde mevcut olan bu âdeti h er hangi
bir iktibas ve taklide atfetm ekden ise, belirli za ru re t­
lerin tabii bir neticesi gibi düşünmek daha doğrudur:
Haber alm a vasıtalarının iptidaî bir halde bulunduğu
Orta-Çağ'da düşm anlarına karşı zafer kazanan hüküm­
dar, kötü şâyialara meydan vermemek, ve gerek içte,
gerek dışta kendisine hücum için fırsat bekleyenlerin
ümidini kırm ak için, tantanalı fetihnam elerle zaferini
her ta ra fa bildirmek mecburiyetinde idi. E kseriya se­
faret heyetleri vasıtasiyle ve ganim et olarak alınm ış
hediyeler ve esirlerle birlikte gönderilen bu fetihnam e­
ler, düşman devletlere karşı bir tehdit, dost hüküm ­
darlar için de bir müjde mahiyetinde idi. îşte görülü­
yor ki bu meselede de Bizans te ’siri asla bahis mevzuu
olamaz.

neşredilen metinler arasında Selçuklular ve Hârizmliler


devrine ait bâzı fetihname nümûneleri vardır (Saint Pe-
tersboıırg, 1898).
349 Subhu't-A’şâ, c. VII, s. 366; c. VIII, s. 271 ve deva­
mı.
350 Münşcât-ı Feridûn Bey’e ve o devre ait Mısır ta­
rihlerine bakınız. Yalnız Osmanlılar’da değil XIV. ve XV.
yüzyıllarda bütün müslüman devletlerinde, bu âdete rast­
lanıyor. Osmanlılar’m teşekkülünden evvel ve sonra, İs­
lâm dünyasının en doğu sâhalannda kalan devletlerde bi­
le bu usulün mevcudiyeti, Bizans te'siri iddiasını red için
en kesin bir delildir.
V — Hil'at Vermek Âdeti

Osmanlı hüküm darlarının herhangi bir kimseyi ta l­


tif için hil'at verm eleri, Osmanlı sarayında pek eski
bir âdettir. Bu âdetin eskiden beri Bizans sarayında
da m evcut olduğu bilinm ektedir.551 Şu halde, şimdiye
k adar zikir ve tetkik ettiğim iz bir çok diğer meseleler­
de olduğu gibi, bunda da, bir iktibas ve taklit iddiası
ileri sürülebilir. Halbuki, bu sathî karşılaştırm ayı kâ­
fi görm eyerek m eseleyi biraz tetkik edecek olursak,
varacağım ız netice büsbütün başkadır: İslâm devletle­
rinde daha E m evîler’den başlıyarak «tırâz» meselesi­
nin, yâni hüküm darlara mahsus nakış ve yazılar ile
işlenmiş mükellef libasların ve bunları dokumağa m ah­
sus «DârüT-Tırâzalarm mevcudiyeti- malûmdur; bun­
la rı yaptırm ak ve taltif edilecek kimselere bunları v er­
mek yâni h il'a t ihsan etm ek, doğrudan doğruya hâki­
m iyet hukukundan sayılıyordu.352 Sonraları Abbasiler’-
de,353 T ahirîler, S affa rîler ve Sâm ânîler’de,354 Gazne-

351 Germaine Rouillard, I’Adrainistration çivile de


FEgypte byzantine Paris 1928, s. 228; N. lorga, FOrient et
I'Occident au Moyen-Âge- (Bull. Sec. Hist. Ac. Roumaine,
c. XV, s. 50), Ch. Diehl, Byzance, Paris, 1910, s. 57.
352 Tu*âz meselesi hakkında bilgi almak için A. Groh-
mann tarafından Encyclopedie de Flslam’a yazılan Tırâz
maddesine bakınız. Orada yeter derecede bibliyografik bilgi
de verilmiştir.
353 Medeniyet-i lslâmiye Tarihi'nde bu hususta verilen
malûmat çok eksiktir (Cilt. V. s. 255). Fazla tafsilât İçin ba­
kınız: A. Mez, Die Renaissance des Islâms, s, 118, 432-34.
354 Çahâr Makale, s. 76; Narşahı, Description du Bouk-
hara, s. 86, 166, 197; Barthold’ün Turkestan...’ma zeyil olarak
neşredilen metinlerde ve bu sülâlelere ait tarihi menbalarda
tafsilât vardır.
liler’de,335 Selçuklular’da,356 F atım îler’de, E yyubîler’de,
M em lûkler’de,337 H ârizm şahlar’da,39* Anadolu Selçuk-
lu la n ’nda359 da bu âdetin mevcut olduğunu görüyoruz.
Bu m üessesenin menşei hakkında kesin bir söz söyle­
mek kabil değildir: Sâsâniler’de bu an’anenin büyük
ehem m iyeti olduğunu bildiğimiz gibi,340 eski M ısır’da
F irav u n ların da taltif için hiTat verdikleri bilinmekte­
dir.361 Jo sef üon Karabacek, bunun Babil-Asurî menşe-

355 Çahâr Makale, s. 58; ayrıca Beyhaki’de buna ait bir


çok bilgiye rastlanır (ondan naklen: Kazimirski, Menoutceh-
ri, s. 44, 53. 62). Gazneliler'in İdare teşkilâtı hakkında yayım­
layacağımız bir makalede bu hususta tafsilât mevcuttur.
356 Selçuklu tarihine ait kaynaklara ve Houtsma’nın
Recueil..,'ine bakınız. Sclçuklular'ın idare teşkilâtına ait
yayınlayacağımız bir makalede buna dair tafsilât vardır.
357 Subhu’l-A’şâ, c. VIII. s. 339. Mısır tarihine ait kay­
naklarda buna dair bir çok tafsilât vardır ki. onlann en
iyi hulâsası Quatrcmere*in Memlûkler Tarilıi'nde (c. 2, kı­
sım 2, s. 72 ve devamı) ve G. Demombynes’in (La Syrie â
I'epoque des Mamelouks, LXXXIX-XCV) ’indedir. Aynca
Grohmann'ın makalesinde de bu hususta mühim tafsilâta
rastlanı;*.
353 Nesevl’nin S'ıret-i Sultan Cclâleddîn’ine bakınız.
359 Houtsma Külliyatı, c. IV’te buna ait malûmat
vardır. XIII. yüzyılda Anadolu Selçuklularında Tiriz imâ-
lâthanesi bulunduğu. «Alâ'addin Keykubad ibn Keyhus-
rev»in ismini taşıyan bir nümünenin elyevm Lyon men­
sucat müzesinde bulunmasiyle de sabittir (Jean Ebersolt,
Orient et Occident, Paris, 1929, s. 40-41).
360 Al-Tha’âlibi, Histoire des Rois des Perses, publiö
et traduit par H. Zotenberg, Paris 1900, s. 649, 654; Cİ. Huart,
la Perse antique et la civilisajtion iranienne, Paris 1925, s.
180-181; A. Christensen, İran'da bu hil’at usûlünün pek es­
ki olduğunu, sonradan İslâm Halifelerinin bu hususta Sâ-
sânileri taklit ettiklerini, ve onlardan bu âdetin bütün İs­
lâm dünyasına yayıldığım söylüyor (l'Empire des Sassa-
nides, s. 100).
361 Grohmann’ın makalesine bakınız.
inden gelm esi ihtim alini ileri sürmüş ve îslâm ların bu
hususta S âsânileri ve Bizansı taklit ettiklerini iddia e t­
m iştir.863 R o m alılar’daki Clavus ile îslâm lardaki tırâ-
zın alâkası, A cem lerin V-VI. yüzyılda bu clavus’leri
taklit ettikleri iddiası, clavus’Ierin E trüsk menşeinden
gelmesi gibi cihetler mevzuupıuzun tam am iyle dışında­
d ır.” 3 Yalnız, bu h il'a t verm ek usûlünün eski Çinliler­
de m evcut olduğunu, ve Türkler arasında daha İslâm i-
yetten evvel bu Uzak-Doğu a n ’anesinin m evcudiyetini
tahm in .edebiliriz ” 4 S onraları M oğoliar’ın, llh a n lıla r’ın,
Altun-Ordu hüküm darlarının bu âdete riay e t etm ele­
rinde, h erh a ld e bu Uzak-Doğu a n ’anesinin te ’siri ol­
m u ştu r denilebilir.” 5 O sm anlIlar bu hususta kısm en is-

362 Aynı m akaleye bakınız (Karabacek, Papyruspro-


tokolle, s. 27) den naklen.
363 M aamafih Grohmann da bu meselede Eski Doğu
te’siri iddiasının kolayca reddedilemeyeceği fikrindedir.
364 Çın imparatorlarının taltif maksadiyle Türk
prenslerine h il’atîer verdiğini, bu iıiI atlerin —•sonraları
Memlûkler'de gördüğümüz g ib i— çeşitli rütbelere göre
değişik renklerde olduğunu, ve bu hil alin yalnız elbiseden
ibaret o lm a y ıp — yine Memlûklerde ve diğer bir takım
İslâm ve Türk devletlerinde olduğu g ib i— ay n ca bazı
teferruatı da m eselâ hil'atın derecesine göre altın veya
güm üş kem er ve saireyi ihtiva ettiğini biliyoruz (E. Cha-
v an n es’ın m akalesine bakınız.- T’oung-Pao, sârie II, c. V. s
15, 36, 42, 46-491, Islâmlarda hil'at m eselesinden oldukça
sathi surette bahseden Cl. Huart (Encyclopedie de l'Islam!
gibi Grohm ann da tırâz hakkmdaki kıym etli m akalesin
de, Çinlilerdeki bu âdetten tam am iyle habersiz kalm ış, ve
Eski Türk ve Mdğol devletlerinde hil'at ve tıraz m eselesin ­
den gayet ek sik surette söz etm iştir. Biz. büsbütün b aşka
ve m ahdut bir m aksatla, yani hil'at m eselesinde B izan s
te'siri olup olm adığını gösterm ek için yazdığım ız bu s a ­
tırlarda, onların ihm al ettikleri bu n ok talan işaret etm eyi
fa y d alı gördük.
365 M oğollar’da h il’at m eselesi hakkında M oğol dev
lâm te’siri -—yani Memlükler'in, Selçuklular’ın te ’si­
r i — altında kalmış olsalar bile, belki kısmen de îlhan-
lılar devrinde canlanan Uzak-Doğu a n ’anesinden mü­
teessir olm uşlardır. Bu izahattan sonra Bizans ve Os-
manlı saraylarında müşterek olan bu h il'a t verm ek
âdetinde O sm anlıiar üzerinde Bizans te ’siri aram ak
imkânsızdır. E ğer bu hususta Karabacek’in iddiası veç­
hile Bizans’ın eski bir te ’siri varsa, onu O sm anlılar’dan
çok önceki zam anlarda, yani Em evîler’de ve F atım î-
ler’de aram ak şüphesiz daha doğru ve daha m antıklı
olur.

VI — Tahkir Usûlleri

Osmanlı devrinde tahkir ve tezlil için sakal kes­


mek, eşeğe bindirmek, erkeklere kadın elbisesi gönder­
mek gibi bir takım usûllere başvurulduğu bilinmekte­
dir.36* Bu usûllerin tahkir ve tezlil vasıtası olarak Bi­

ri tarihlerine bakınız (meselâ: Cihanguşâ-yı Cüveynî, c. II,


ş. 25). Mogollara halef olan çeşitli devletlerde, meselâ Al-
tun-Ordu’da (İbn Battüta, c. I, s. 381), llhanlılar’da, Cela-
yirler’de, Timurlular’da, ilh... bu âdet sürüp gitmiştir. Türk
devletlerinde hil’at meselesi büsbütün müstakil bir mevzu
teşkil ettiğinden, mevzuumuzdan uzaklaşmamak için yal­
nız bu âdetin mevcudiyetini kayıt ediyoruz.
366 Eski Osmanlı an’anelerini pek iyi bilen Âşık Pa-
şa-zâde diyor ki: «Zaman-ı evvelde taraklı ve hürmetli sa­
kallar olurdu. Kaçan bir kişiye padişah hışmeylese saka­
lın kesip eşeğe bindirirdi. Şimdiki zamanda sakalların ken­
di elleriyle keserler ve eşeğe binmek hod âdetleridir» (İs­
tanbul basımı, s. 40-41). Maamafih, ceza olmak üzere sakal
kesmek âdetinin XVI. asırda da mevcudiyetini Kanuni Sü­
leyman devrinde tertip edilen Kanunnâme’den öğreniyo­
ruz (Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası’na ilâve olarak
neşredilen «Kanunnâme-l âl-i Osman, s. 7). XVI. asırda
zanslılar’da da kullanıldığını biliyoruz.367 Meseleyi te t­
kik etmeksizin yalnız Osmanlı ve Bizans sarayların­
daki bu usûllerin benzeyişini gözönünde tutacak olur­
sak, bu hususta da Ö sm anhlar’ın Bizansı taklit ettik­
lerini iddia edebiliriz. Halbuki, bu tahkir ve tezlil usûl­
lerinin O sm anlılar’dan evvelki îslâm devletlerinde de
mevcut olduğunu tarihî kaynaklar bize gösteriyor: s a ­
kal kestirm ek daha Abbasîler devrinde bir tahkir a lâ­
meti olduğu gibi,368 Sâm ânîler’de de eşeğe bindirmek
bir tezlil vasıtası idi.389 Sonra, tahkir maksadiyle kadın
elbisesi göndermek gerek Sâsânîler’de gerek Romalı-
la r ’da m üşterek bir âdetti.370 Çeşitli İslâm ve Türk dev­
letlerinde bu âdetlerin mevcudiyetine dair daha bir çok
deliller zikredilebilir. Görülüyor ki bu meselede de Os-
m anlılar üzerinde Bizans te ’siri bahis mevzuu olamı­
yor. Eski Doğu saraylarında m üşterek bir âdet, men­
şei her ne olursa olsun, İslâm saraylarına geçmiş ve
Osmanlılar devrinde de devam eylemiştir.

ceza olarak sakal kesildiğini ve bunun Türkmenler arasın­


da büyük bir tahkir alâmeti olduğunu, «Âlî»den naklen
Peçevı tarihinde mevcut bir kayıt bize gösteriyor (c. I, s.
118). Tarihî kaynaklarda bunu doğrulayacak daha bir
çok misaller bulunabilir.
367 Bizans tarihinde buna pek çok misaller vardır.
Tahtından indirilen İmparatora hakaret için saç ve saka­
lının traş edilerek topa] bir deveye bindirildiğini (Ch.
Diehl. Byzance, s. 155), azledilen Patrikin saç ve sakalının
traş olunarak eşeğe bindirildiğini (N. Iorga, Y-a-t-il eu un
Moyen-Âge byzantin, B. S. A. R., ç. XIII. s 2), harpte ce­
saret göstermiyen zabitlerin kadın elbisesi giydirilerek ve
bir eşeğe bindirilerek halkın yuhalan arasında Forum’da
dolaştırildıgmı (F. Chalandon, Les Comnenes, Paris 1912, II.
s. 610) biliyoruz.
368 Medenîyct-î İslâmiye Tarihi, c. IV, s. 318.
369 Nerchakhy, Description du Boukhara, s. 189.
370 A Christensen. l'Empire des Sassanides, s. 101.
VII — «Alay» ve «Efendi» Kelimeleri

Bizans’ın Osm anlılar a te’sirini gösterm ek için dai­


ma zikrolunan iki delil de «alay» ve «efendi» kelime­
leridir. Bizans'ın O sm anlılar'la değil h attâ daha Sel­
çuklular Ta tem asından çok önce Bizans’ta mevcut olan
zallagiyon» kelimesi, iptida, seferde İm paratorun m a­
iyetindeki ask ere verilen bir isim olarak biliniyordu.
XIII. yüzyılda ise, ordunun bir birliğine bu ismin ve­
rildiği görülüyor.371 3u bakımdan Ernst Stein'ın türkçe-
deki «alay» kelimesini bundan alınmış addetm esi pek
doğrudur.1"2

«Efendi» kelimesine gelince, Bizans’tan Türkiere


geçtiği m uhakkak olan ve şimdiye kadar epeyce te t­
kik edilen bu kelim e hakkında burada izahata girişe­
cek değiliz/ 3 Yalnız, bu kelimenin Anadolu türkçesine

371 Ernst Stein. Untersuchungen zur spatbyzanti-


nischen Verfassung und Wirtschaftsgeschichte (MOG, Band
II. 1-2 s. 44) .
372 Alay kelimesinin. Osmanlı te’siri altında XVII.
yüzyılda Rus Çarlarının sarayında da kullanıldığını biliyo­
ruz (Dimitrijev, Les elements de lexique turc dans la no-
menclature des faucons du tzar AIexis, Comptes Rendus de
l'Academie des Sciences de l'U. R. S. S.. 1962, s. 14, Rusça).
373 CI. Huart tarafından Encyclopedie de ITslam'a ya­
zılmış olan Efendi makalesine bakınız. Çok üstünkörü olan
bu makalede, kelimenin XIII-XV. yüzyıllarda ne manâlarda
kullanıldığına dair hemen hiç bir şey yoktur; verilen bil­
gi daha sonraki devirlere aittir. Jean Psichari'nin 1908'de
Louis Havet'ye takdim edilen «Melanges de Philologie et
de Linguistique, s. 337-427»de çıkan Efendi makalesi dik­
kate şayandır. Jean Deny önce «Grammaire de la langue
turque. § 1158»de bu kelime hakkında basit bilgi vermiş
olüugu gibi, sonradan da «Sommaire des Archives turques
du Caire, s. £l. 561-de bu hususta tafsilât vermiştir. Ona
ne zaman geçtiği şimdiye kadar tesbit edilmediğinden,
bu hususta kısaca bilgi vermek, istiyoruz: Anadolu’da
XIII-XIV. yüzyıllarda kullanıldığı o devir eserlerinden
anlaşılan «efendi» kelimesini «İbn Battûta» yazdığı gi­
bi, Eflâki Menakıbi’nde de yine bu kelimeye rastgeliyo-
ruz; bunlardaki kullanış tarzı, kelimenin rum ca aslına
tamamiyle uyuyor. M evlânâ’nm kızı «Melike Hatun»
daha ziyade «Efendi - Poulo = Efendimizin Kızı» lâka­
bıyla anılıyordu;*74 K astamoni Em irinin kardeşine
«Efendi» unvanı veriliyordu.37* H. M ehmed’in Galata
ahalisine vermiş olduğu meşhur rum ca ferm anda dahi,
Fatih’in kendisi için «Efendi» unvanını kullandığını gö­
rüyoruz.37* XV. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak
«Efendi» kelimesinin m ünevver sınıfa mensup okumuş
adam lara verildiğini söyleyebiliriz.3'7

16 — Maddî M edeniyette ve İktisadî Hayatta


Bizans T e’siri

Bizans’ın Osmanlı devlet' müesseseler: üzerindeki


te’sirleri iddiasını ayrı ayrı tetkik ettikten sonra, onun
sadece bir tam am layıcısı olmak üzere, yine Bizans'tan

göre Grand Seigneur lâkabı rumca «Megas Aphemis-in


tercümesinden ibarettir, ve Löwenklau zamanında henüz
kullanılıyordu (Pandectes historiae turcicae, Francfurti,
1596, s. 104’den naklen).
374 Cl. Huart. Les Saints des Derviches toumeurs, Pa­
ris 1922, c. II, s. 429.
375 İbn Battûta, Şerif Paşa tercümesi, c. I, s. 353.
376 Hammer. Histoire..., II, s. 523; N. Iorga, B.S.H.A.R.,
c. II, nu 1, s. 12-13.
377 Psichari bu kelimenin Th. Spandouin Cantacasin’-
in «Petit traictâ de I’or. des Turcqz>ünde mevcudiyetini
yazıyor.
Türklere geçtiği iddia olunan çeşitli mahiyette bâzı te’­
sirleri, veya birden bire hatıra gelebilecek bâzı göze
çarpan benzeyişleri kaydedebiliriz. Burada bu m uhte­
lif iddiaları ve benzeyişleri, yukanda hukukî m üesse­
seler hakkında yaptığımız gibi ayrı ayrı tetkik etm ek,
mevzuumuzun biraz dışındadır. Ancak, um um iyetle
T ürkB izans medenî münasebetleri hakkında m evcut
başlıca fikirleri tenkidi bir surette hulâsa etmek, asıl
mevzuumuzun daha iyi aydınlanması için de faydalı
elabilir.
Yazımızın ilk kısmında kısaca zikrettiğimiz gibi,
maddi m edeniyet itibariyle Türkîer’in B izanslîlar’dan
çok m üteessir oldukları daima iddia edilm iştir: inşa­
a ta , bir takım sa n ’atlara, gemiciliğe, madenciliğe a it
bir çok tâbirlerin türkçeye rumcadan geçtiği söyleni­
yor. Türkçe gemicilik tabirlerinde rum cadan başka
italyancanm te’siri olduğunu söyliyebiliriz. XIH-XIV.
yüzyıllarda Bizans denizciliği müthiş bir gerilem eye
uğram ış ve büyük İtalyan ticaret şehirleri Doğu deniz­
ciliğini ele almış olduklarından, Türkler'in onlardan
da m üteessir olm aları pek tabiidir. Madencilik gibi
m ahallî sa n ’atlard a da Türkler'in eski Bizans a n ’anele-
rini devam ettirdikleri tahmin olunabilir.378 K ıyafetler­

378 Rumeli'de, daha Sırp devleti zamanında madenci­


likle uğraşan Sakson kolonileri vardı ki. bunlar. Osmanlı
hakimiyeti altında da uzun müddet bu işlerle meşgul ol­
muşlardır. Osmanlı devrinde bunlara mahsus yapılan ka­
nunnâmelerden biri, Fehim Spaho tarafından Sırp-Hırvat-
ça tercümesiyle birlikte Bosna Müzesi Mecmuası (Glas-
nik Bos., 19L3, XX-XXV. 133-194)’nda neşredilmiştir. Alman­
ca ıstılahlarla dolu olan bu kanunnâme’nin. onlara ait daha
eski bir kanunun türkçe tercümesinden ibaret olduğunu C.
J ire çek söylüyor (La Civilisation serbe au Moyen-Âge, trad.
fran. de L. Etsenmann, Paris, 1920. s. 29). Mahalli an'anele-
de ve kostüm lerde Bizans te'şirinin çok göze çarpıcı ol­
duğunu gösteren m addî deliller vardır. Hulâsa, maddî
medeniyet itibariyle Bizans’ın Türkler üzerinde mües­
sir olduğu tarihi bir hakikattir. Ancak, bütün bu te’sir-
lerin mahiyetini, derecesini, ve bilhassa zamanmı
— yâni Osmanlılar zamanına mı, yoksa Selçuklular za­
manına mı ait olduğunu — tayin için uzun tetkiklere vc
müstakil m onografilere ihtiyaç vardır. Daha Osmanlı-
la r’dan evvel, eski Anadolu şehirlerinde yüzyıllarca be­
rab er yaşıyan T ürklerle R um lar arasında bir çok âd et­
lerin mübadele edildiği pek tabiîdir. Rum âlimi Ph.
Ktıkules umumiyetle T ürklere isnat edilen çeşitli âd et­
lerin ve meselâ tesettür meselesinin Türklere Bizans'­
tan geçtiğini iddia etm ektedir ki,379 ondan evvel de ile­
ri sürülmüş olan bu görüşte her halde bir hakikat his­
sesi olduğunu söyleyebiliriz.380 Selçuklular ve OsmanlI­
lar devrinde şehirli Türklerin m uaşeret âdabı, yaşayış
tarzları daha iyi araştırılacak olursa, belki bir takım

re çok riayet eden Osmanh idare sisteminin bu hususiyeti


düşünülürse, yukanki görüşümüz daha iyi anlaşiiır Bu hu­
susta tafsilât «Orta-Zaman’da İktisadi ve Malî Türkiye» adlı
eserimizdedir.
379 Byzantinische Zeitschrift. Dreissigster Band. Fesi-
gabe A. Heisenberg, 1629 - 30, s. 180-185.
380 Ziya Gök Alp. Yeni Mecmua’nın 14-17. numarala­
rında çıkan Aile Ahlâkı adlı makaleler silsilesinde, umumi­
yetle Islâmiyete tesettür usûlünün girmesinde Bizans ve
İran te’siri olduğunu söylemektedir. Türklerin bu tesettür
âdetini doğrudan doğruya Bizans’tan değil, İslâm an an e­
lerinden aldıkları tahmin olunabilir. Maamafih, Anadolu
şehirlerinde. Bizans'ın doğrudan doğruya te'siri ihtimali
de mevcuttur. Her halde bu mesele de ayrıca tetkîkeStnuh-
taçtır. ve Kukules’in üstünkörü makalesi meseleyi lüzumu
kadar aydınlatmış değildir.
Bizans te ’sirlerinin daha m eydana çıkacağı tahm in
olunabilir.
Bizans geleneklerinin bilhassa şehir teşkilâtında
ve iktisadi m ekanizm ada devam ettiğini tahm in e ttire ­
cek bâzı benzerlik noktalan ilk nazarda göze çarp m ak ­
tadır: M eselâ, Bizans ve Trabzon, Selânik gibi büyük
merkezlerde, m ahallelerin ayrı kapılarla birbirinden
aynlm ış olması, geceleri bu kapıların kapanm ası, gece
bekçilerinin m evcudiyeti, sonraları Osmanlı devrinde
de aynen göze ç a rp a r.381 Bizans esnaf teşkîlâtiyle Os-
manlı devri esnaf teşkilâtı arasında bâzı benzerlik
noktaları pek göze çarpıcı olduğu gibi, Bizans devrin­
de çeşitli esnafa m ahsus ayrı ayrı ça rşıla r olması âde­
ti Osmanlılar devrinde de devam etm iştir.383 Bizans
İm paratorlarının yabancı tüccarları memleketlerine
çekmek için verdikleri im tiyazlar, yâni kapitülasyon­
lar, yalnız O sm anlılar'da değil, Selçuklular’da h attâ
Akdeniz kıyılarına hâkim çeşitli İslâm devletlerinde
de mevcuttu. İç ve dış ticaretin gelişmesi için Bizans’­
ın takip ettiği bâzı usûller, Selçuklular ve O sm anlılar
devrinde de devam etm işti: ticaret yollarının em niye­
ti maksadiyle, mühim m erhalelerde, ticaret kervanla­
rım içine alabilecek kervansaraylar inşası âdetinin Bi­
zans’ta m evcudiyetini O. T afrali söylediği gibi,383 mü-

2&1 Henri Grâgoire, Les Veilleurs de nuit â Trebizon-


de, Fyzantinische Zeitschrift, XVIII, s. 490 ve devamı.
332 Tafsilât için bakınız: Orta-Zamanda İktisadi ve
Mali Türkiye.
: 13 O. Tafrali. ThessaIonique au quatorzieme siöcle,
Pari: 1913, s. 123; bu müellif, Texier ve Pullan’m «L'Archi-
tectı e byzantine» adlı eserine dayanarak, II. Murad’a is­
nat ılunan bir kervansarayın Bizans eseri olduğunu id­
dia ' diyor. Bu mesele hakkında tafsilât yukanda zikredi­
len ı «elimizdedir.
him geçit noktalarının korunm ası ve kervanların o ra­
larda taarru za uğram am ası için hükümet tarafından
derbentçiler konulması âdetinin Bizans’ta da bulundu­
ğunu lorga iddia etm ektedir.384 G. I. Bratianu'ya göre,
Bizans İm paratorluğunun hükümet merkezi ve ordu ia ­
şesi hususunda takip ettiği usûl ile Osm anhlar ta ra fın ­
dan takip edilen usûl arasında büyük bir benzerlik mev­
cuttur; Bizans’ın azam etli zam anlarında İstanbul'un
iaşesi için takip edilen siyaset, Osmanlı İmparatorluğu
zamanında da aynen tatbik olunmuştur.385
Ancak, bütün bu benzeyiş noktalarını tesbit ve bun­
larda Bizans te ’siri ihtim alini kabul etmekle beraber,
bu meselelerde doğrudan doğruya Bizans te’siri oldu­
ğuna derhal hükmetmemeliyiz. Buna kesin surette hük­
medebilmek ve bu te’sirin derecesini ve zamanını ta ­
yin edebilmek için, Orta-Çağ İslâm şehir teşkilâtım ,
Bizans ve İran ile de m ukayese suretiyle esaslı bir
tarzda tetkik etm ek, ve bu tetkiki Selçuklular devri
Anadolu şehirleriyle O sm anlılar zamanındaki Rumeli
şehirlerine de teşm il etmek lâzımdır. İslâm - Türk dev­
rindeki İktisadî teşkilâtta ve esnaf cemiyetlerinde Bi­
zans te'siri olup olmadığını anlamak için de büyük ve
esaslı mesaiye ihtiyaç vardır. Bütün bu meseleler he-

384 N. lorga, Histoire des Etats bal cani ques, s. 29. Ma-
amafih bu usûlün yalnız OsmanlIlar da değil. Anadolu Sel­
çukluları’nda, îlhanlılar'da ve daha diğer Türk devletlerin­
de de mevcut olduğunu ilâve edelim. Buna yalnız Osman­
lIla rd a veya Anadolu Selçuklularında tesadüf edilseydi,
o vakit bir Bizans te'şirinden bahsetmek mümkün olurdu.
Bu mesele hakkında «Orta-Zaman da İktisadi ve Malî Tür­
kiye* adlı eserimizde uzun tafsilât v ard ır.
385 G. İ . Bratianu, La Question de l'approvisionnement
de Constantinople â I’epoque byzantine et ottomane, Byzan-
tion. c. V, s. 94. 103-106.
nüz derin bir karanlık içinde bulunurken, m ukayese­
ler yapm ak ve m üsbet neticelere varm ak imkânı ta ­
savvur edilemez. Tetkiki nisbeten daha kolay olan ve
şimdiye kadar üzerinde oldukça çalışılm ış bulunan mi­
m arî tarihi m eselelerinde bile Bizans'ın İslâm ve Türk
m im arilerine te ’sir derecesi hakkında ne kad ar değişik
fikirler ileri sürüldüğü malûmdur. Bu hakikat meydan­
da iken, şimdiye k adar hiç düşünülmemiş, tetkiki çok
büyük çalışm alara muhtaç m eseleler hakkında hüküm­
ler vermenin ilmen imkânsız olduğu kolayca teslim olu­
nur.
Osmanlı İm paratorluğunun, bilhassa İstanbul fe t­
hinden sonra, B izans’tan aldığı iddia olunan hukukî
müesseseleri, ve onlarla a lâk a d ar bâfcı âdetleri, m aka­
lemizin başında izah ettiğim iz tarihî usûle göre, birer
birer tetkik ettik. Bu uzun tetkikten çıkan neticeleri,
artık vuzuh ve em niyetle hulâsa ve tesbit etmek kabil­
dir:
1— Osmanlı devletinin, İstanbul fethinden sonra, dev­
let müesseselerini yeni baştan tertip ve tensik ettiği id ­
diası, tarihi şe ’niyete uygun değildir. F atih kanunnâ­
meleri, daha İstanbul fethinden önce yerleşmiş olan
esasları tesbit eden birer vesikadır; onların ihtiva et­
tiği hükümlerin evvelâ ne zam an konulduğunu bu k a­
nunnâmelerden anlam ak mümkün olamaz; çünkü, d a ­
ha sonraki Osmanlı kanunnâm eleri gibi, Fatih kanun­
nâmeleri de, hüküm dar tarafından bir kül halinde ç ı­
karılmış bulunan hüküm leri ihtiva eden resm î bir vesika
değildir. Çeşitli zam anlarda konulan ve değişiklikler y a­
pılan ve Divanda yazılı bulunan hükümlerin —onları ta t­
bikle mükellef devlet m em urları için bir kolaylık olmak
üzere— tevkiî veya nişancı vazifesini ifa eden bir zat ta ­
rafından toplanarak sıray a konulm asından vücude gel­
miş hususî m ahiyette birer nizam ât mecmuasıdır. Bun­
dan dolayı, bunlara «Fatih kanunnâmeleri» demekten
ziyade «Fatih devrinde toplanm ış kanun mecmuaları»
demek daha doğrudur. Hiç şüphe yok ki bu kanun mec-
m ualannın tertip edildiği sırada, onlarda m evcut hü­
kümler yürürlükte bulunuyordu; fa k a t o nizam ve k a ­
nunlar acaba ne zam andanberi yürürlükte idi? M uhte­
lif zam anlarda ne gibi değişikliklere uğram ıştı? İstanbul
fethinden sonra F atih onların üzerinde bâzı değişiklik­
ler yapmış mıydı? B unlara henüz k a t’ı ve açık bir ce­
vap verilemez. Yalnız şurası m uhakkaktır ki, F atih
devrinde, ne saray hayatında, ne devletin um um î mü-
esseselerinde hiçbir esaslı değişm e olm am ış, ve İçti­
maî hayatın diğer şubeleri gibi, Osmanlı devletinin hu­
kukî tekâm ülü de tabiî mecrasını takip edip gitm iştir.
Osmanlı m üesseseleri tarihi için esasi bir ehem m iyeti
haiz olan bu netice tesbit edildikten sonra, bizantinist-
lerin m antıkî istidlallerine başlıca esas teşkil eden is­
tinat noktası temelinden yıkılmış oluyor.
2— Osmanlı devletinin idari teşkilâtı, m ali usulleri,
saray âdetleri hakkında ayrı ayrı yaptığım ız tetkikler,
bu müesseseler üzerinde Bizans te 'siri iddiasını ta m a ­
miyle cerhetm iştir. P ek mahdut bâzı şeylerde, m eselâ
Osmanlı denizciliğinin inkişafında, «alay» ve «efendi»
kelimeleri gibi bir iki noktada Bizans te ’siri görünüyor;
fakat bu te 'sirler de İstanbul fethinden çok önce, h a t­
tâ Anadolu Selçukluları zam anm da vukua gelm iş ve
O smanlılara belki de onlardan intikal etm iştir. Osman­
lI devrinde belki bâzı mahallî vergilerin B izans’ta n k al­
dığı kabul olunabilir; fakat bu tahm inin ta rih î b ir h a ­
kikat gibi kabulü için henüz ara ştırm alara ihtiyaç v a r­
dır. Bizans’tan alındığı şimdiye k ad a r en k a t’î su re t­
te iddia olunan bir çok m em uriyetlerin, sa ra y âdetle­
rinin, vergi ve tim ar sistemlerinin ise O sm anlılar’dan
evvelki Türk-tslâm devletlerinden intikal etm iş oldu­
ğu, yukarıdaki sayfalarda verilen izahat sayesinde a r ­
tık kesin olarak anlaşılm ıştır. Bizans ve O sm anlı m ü­
esseseleri arasında, sırf dış benzerliklere b ak ılarak ve
evvelce edinilmiş fik irlere dayanılarak mantıkî istidlal
yoluyla kurulan bağlar, doğrudan doğruya tarihî rea-
liteyi istihdaf eden genetique ve com paratif usûl k a r­
şısında yıkılmış, ye Bizans m üesseselerivle hiç bir a lâ­
kaları olmadığı kesin olarak anlaşılan muhtelif Osman
lı m üesseselerinin m enşe’leri ve tekâm ülleri de olduk­
ça vuzuh ile teayyün etm iş bulunuyor: Osmanh devleti,
Anadolu Selçukluları saltanatının idari ananelerine
vâris olmuş ve kısm en llhanlılar’m ve M emlûkler’ın
te’siri altında kalm ış bir T ürk-îslâm saltanatıdır,

3— Osmanlı devletinin O rta-Çağ’daki bu um


seciyeleri bir defa tayin olunduktan sonra onu bütün
m üesseseleriyle, siy asî a n ’a neleriyle «Bizans’ın îslâm
laşmış bir devamı» sayan görüş tarzının yanlışlığı da
m eydana çıkmış oluyor. B alkanlarda Tuna hududunu
geçtikten ve Ş arkta Suriye ile Mısırı zaptettikten son­
ra , K afkas dağlarından B asra körfezi’ne ve Bağdad*-
tan P e şte ’ye k ad a r büyük bir im paratorluk halinde in­
kişaf eden. XVI. aşrın en muazzam siyasî ve askeri
kuvveti m ahiyetini alan ,386 um um î Avrupa siyaseti üze­
rinde şiddetle m üessir olan,387 Hint Denizlerinde Porte

386 H. Hauser et A. Renaud'et, Les debuts de I’Âge mo


derne. s. 392-395. Maamafıh bu müelliflerin Osmani: İmpa­
ratorluğunun dahili müvazenesi ve kuvvet kaynaklan
hakkmdaki fikirleri, selefleri gibi, çok yanlıştır: Osmanlı
devletinin başlıca kuvvetini Yeniçeriler değil, bilhassa Ti
marlı Sipahisi teşkil ediyordu.
387 Bu yüzyılda Avrupa’da artık Haçlı zihniyetinin
ortadan kalktığını, Hıristiyan devletlerin sırf kendi siya
si menfaatlerini gözeterek İslâm devletleriyle ve Osmanlı
larla andlaşmalar imzalamaktan çekinmediklerini, ve Os­
manlI İmparatorluğunun Avrupa devletleri manzumesine
girerek .umumi siyaset üzerinde faal bir rol oynadığını gö­
rüyoruz CH. Hauser, La Modemite du XVI e siecle, Pari^
1930, s. 81-B2).
kiz nüfuzunu kırm ağa çalışan138 Osmanlı devleti, O rta-
Çağ*da değil fak a t Yeni-Çağ’da oynadığı cihanşüm ul
tarihî rol itibariyle, bâzı cihetlerden Bizans ile m uka­
yese edilebilir: Bizans nüfuzunun sarsılm asından son­
ra Balkan m illetleri arasında başlayan ve Türklerin-
Rumeliye geçmesiyle hâd bir şekil alan anarşi, O sm an­
lI İm paratorluğu sayesinde ortadan kalktı; ve bu İm ­
paratorluk kadrosu içinde Balkan h ıristiy an lan — B i­
zans’ın kudretli zam anlarında olduğu gibi — sulh ve sü­
kûna, nisbı bir refah a kavuştular;33* Doğu Kilisesi L â­
tin tahakküm ünden kurtuldu. Bizans İm paratorluğu,
Ortodoks mezhebi ve Rum lisanı gibi iki büyük tem sil
vasıtasına m alikti; Osmanlı imparatorluğu da îslâ m
dininin sünnîlik şeklini ve Türk lisanını iki büyük te m ­
sil makinası gibi kullandı. İstanbul sarayının ve İm pa­
ratorluk nüfuzunun cazibesi altında bu m akinelerin
çarklarına kapılan muhtelif unsurlardan, koyu müslü-
man ve sağlam Osmanlı tipleri çıktığını görüyoruz.3*

388 Longworth Dames, The Portuguese and Turks in


the Indian Oce&n in the sizteen Century (J. R. A. S. 1921).
389 H. Hauser et A. Renaudet’nin yukarıda zikredilen
eserine bakınız (s. 393). Bu müellifler, Osmanlı idaresinin,
Hıristiyan tebaayı müslüman yapmağa çalışmadığını söy­
lemekte çok haklıdırlar, lorga da bu görüşü müdafaa et­
mekte, ve Osmanlı idaresinin Hıristiyan tebaaya karşı hiç
bir taassup fikriyle dolu olmadığını, aksine, büyüklerin
zulümlerine karşı reayanın Padişaha şikâyet ettiklerini
ve bu şikâyetlerin daima reaya lehine netice verdiğini ve
zâlimlere büyük cezalar verildiğini kaydetmektedir (Histo­
ire des Etats Balcaniques, Paris 1825, s. 30-31). Osmanlı
devletinin hıriştiyan tebaasına karşı nasıl bir siyaset ta­
kip ettiği ve muhtelif hıriştiyan unsurların Osmanlı haki­
miyeti devrindeki vaziyetleri ayrıca tetkik edilmeğe muh-
taçdır. Bu mesele hakkında hazırladığımız bir tetkiknâme-
yi yakında neşretmek ümidindeyiz,
390 XVI-XVII. yüzyıllarda, bilhassa Rumeli serhatle-
Balkanların dünkü h attâ bugünkü etnolojik simasında,
İçtimaî m üesseselerinde, m edeniyet eserlerinde Os-
manlı İm paratorluğunun sağlam ve azam etli islerini,
yüzyıllarca m ahkûm iyet hatırasının şiddetlendirdiği
millî kin ve taassuplarına kapılarak o izleri imhaya ça­
lışan Balkan m illetlerinin gayretine rağmen, halâ bul­
mak m ümkündür: bir B ulgar âlimi, Balkanlarda bugün
bile gözalıcı m edeniyet eserlerinin Osmanlı devrinden
kaldığını itiraf ed iy o r;391 B alkanlarda halâ yaşıyan
Türk kütlelerinden başka, İslâm iyet dairesine girmiş
A rnavutlar, B oşnaklar da doğrudan doğruya Osmanh
İm paratorluğunun canlı eserleridir. Türk dilinin ve
Türk kültürünün derin ve göze çarpıcı izlerini Balkan
milletlerinin lisanlarında, halk edebiyatlarında, âdetle­
rinde bulmak için, lisaniyatçı veya etnograf olmaya hiç
gerek yoktur. Yalnız B u lg arlar’da ve S ırplar’da değil,
istiklâllerini onlardan önce kazanan Y unanlılar’da ve Ru-
m enler’de bile T ürk kültürünün te ’siri hâlâ görülür. Gö­
zümüzü İm paratorluğun diğer sahalarına çevirecek
olursak, Kuzey A frik a’da, I ra k ’ta, Suriye’de, Kırım’da,
hulâsa bütün eski Osmanlı m em leketlerinde im parator­
luk devrinin izlerini, kalıntılarını görebiliriz.392 Osman-

rinde bu tiplere tesadüf etmekteyiz. O devirlere ait tari­


hi kaynaklarda ve Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu
tiplerin canlı tasvirleri mevcuttur.
391 Meşhur Sırp âlimi Tsivitch, Makedonya’nın Bul­
gar değil Sırp olduğunu isbat için yazdığı bir müdafaanâ-
mede. Makedonya’da Bulgar medeniyet-i maddiyesine ait
hiç bir eser olmadığını kaydetmişti. Buna karşı bir Bulgar
âlimi diyor ki: «Eğer maziden kalan âbidelerin mikdann-
dan siyasi neticeler çıkarılmak isteniyorsa, Makedonya’­
daki Türk âbidelerinin diğerlerine üstün olduğu muhak­
kaktır» (J. Ivanoff. La Question Mac6donienne, Paris 1920
s. 224).
392 Bu memleketlerde muhtelif medeniyet unsurla-
1» harsının tarihi tetkik edilecek olursa, B ağdad’dan
P eşte’ye ve Cezayir'den Kefe’ye kadar İm paratorluğun
muhtelif merkezlerinde, muhtelif milliyetlere mensup
insanların aynı müşterek hars dairesinde yaşadığı,
Türk lisan ve edebiyatına hizmet ettiği görülür. îslâm i-
yeti kabul etmiş Bcşnaklar'ın, A m avutlar’ın, R um la­
rın, hattâ M acarlar’m, kendi dillerini yazm ak için A rap
elifbesi alm ak tecrübesinde bulunm aları da, yine Os­
manlI İm paratorluğunun medenî te ’sirlerindedir.3*3
Anadolu’daki Rum lar ve Erm eniler de — daha Selçuk­
lular zam anından başlayarak — Türk harsının çok kuv­
vetli te'siri altında kalmışlardı.394
Bütün bu 'izah atlar gösteriyor ki, Osmanlı İm p ara­
torluğu, bâzılarının iddiası gibi «ilk m ağlubiyette ça ­
dırlarını'toplayıp geldiği bozkırlara dönen ve hakim i­
yetinden hiç bir iz bırakmıyan b arb a r göçebelerin kur­
duğu geçici bir devlet» değildi. Mükemmel teşkilâta
malik, sağlam esaslara dayanan hakikî bir im parator­
luktu. Ancak, Osmanlı devletinin, Yeni-Çağ’ın m utla-
kıyetçi devletlerine örnek olacak derecede m untazam
idare teşkilâtına malik olması ve.O rta-Ç ağ G arp feo­
dal sistemine dayalı devletlerden farklı ve Yeni-Çağ’ın

nnda bu OsmanIı-Türk te'sirini görmek kabildir: mimari­


de. lisan ve edebiyatta, âdetlerde, hulâsa medeni hayatın
bütün şubelerinde bu tesirleri ayn ayn araştırmak lüzu­
mu vardır. Mevzuumuzun dışına çıkmamak İçin burada
bu meseleler hakkında en umumi malûmat bile veremiyo­
ruz.
393 Encyclopâdie de l'Islam’da Osmanlı-Türk Edebi­
yatı hakkındaki makalemizde bunlardan umumi surette
bahsedilmiştir.
394 Bu hususta bir fikir edinmek için «Türk Edebi­
yatının Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Te’siri» adlı makale­
mize bakınız (Edebiyat Fakültesi Mçcmuasi; c. II. sayı 1, s.
1-30Î.
devlet telâkkisine yakm bir devlet mahiyetini alması,
neden ileri geliyor?.. Bugünkü Avrupa tarihçilerinin
iddialarına göre, bunu her şeyden evvel Bizans te’sirı-
ne atfetm ek lâzım dır. Halbuki, bu araştırm am ız kesin
surette ispat etm iştir ki, Osmanlı Devletinin hakimiyet
telâkkisi ve id a re sistem i üzerinde Bizans’ın hemen hiç
bir te ’siri olm am ıştır. Bundan başka, Avrupa tarihçile­
rinin şimdiye k ad a r nedense hiç düşünmedikleri diğer
mühim bir nokta vardır ki, o da bu görüşümüzü tama*
miyle doğrular: OsmanlIlar XIV. yüzyılda Bizans’la te­
m as ettikleri zam an, yahut XV. yüzyılda İstanbul'u a la­
ra k Bizansa v âris oldukları esnada, Bizans İmparator*,
luğu artık eski Doğu-Eoma değildi; hudutları daralmış,
teşkilâtı bozulmuş, eski muhteşem imparatorluk hatı­
raların ı bir gölge halinde bile aksettiremeyen zayıf ve
feodal bir O rta-Çağ devleti idi.395 Bununla. II. Meh-

395 -Bizans İmparatorluğu daha Komnen’ler zamanında


eski romen mahiyetini kaybederek, «askeri bir aristokrasi
tarafından idare edilen feodal bir devlet» şeklini almıştı
İstanbul'un Lâtin! er tarafından alınmasından sonra ise
Rum İmparatorluğu birbirinden ayn üç parçaya ayrıldı,
Bizans parası, yüzyıllardan beri muhafaza ettiği istikra­
rım kaybetti; ve merkeziyetçi bir devlet mefhumu yerine,
son Paleaiogue'lann. âdeta feodal diyebileceğimiz rejimi
kaim oldu. Bizans'ın Lâtinlerden kurtarılarak tekrar Kum­
lar eline geçmesi, hakikatte büyük bir şey ifade etmez:
çünkü o sırada bütün ticari ve sınaî faaliyet Akdeniz’in
tacir cumhuriyetlerine mensup ecnebi kolonilere geçmiş.
İmparatorluk eski malı vasıtalarını kaybetmişti. XIV. yüz­
yılda Balkan milletlerinin İmparatorluk dairesinden çıka­
rak müstakil devletler kurmağa çalışmaları, Batı-Anadolu'-
daki Türk Beyliklerfnin ve bilhassa Ösmanhlar'ın ilerliyen
istilâsı karşısında Bizans topraklannın devamlı daralma'
sı. ve en sonra Ösmanhlar'ın Kümeliyi de istilâsı, XV. .yüz­
yılda Bizans’a mukadder olan akıbeti hazırladı (G. 1. Bra-
tianu, Les Divisions chronologiques de l'histoire byzantine.
med'in merkeziyetçi imparatorluğu her hangi bakım ­
dan olursa olsun kıyaslanamaz. Bunlar arasın d a, sa t­
hî benzeyişlerden çok fazla, derin ve hakikî teza tla r
vardır. îşte bu noktadan da, Osmanlı Devletini Bizans’­
ın İslâmlaşmış bir devamı gibi telâkkiye im kân olm a­
dığı görülüyor. Yukarıda izah ettiğim iz gibi, hukukî
müesseselerinin esasını Orta-Çağ T ürk-îslâm sa lta n a t­
larından alan Osmanlı Devletinin, XIV-XVI. yüzyıllar­
daki hukukî tekâmülü hakkında burada izah lara g iriş­
mek mevzuumuzun dışındadır; yalnız, bir defa d aha
te k ra r edelim ki, bu tekâmül üzerinde, O sm anlılar'm
İstanbul fethinden önce ve sonra Bizans ile tem asları­
nın hiç bir esaslı te'siri olmamıştır.

Bul. de la Sec. hist. de I'Acad, roumaine, c. XVII, ş. 48-63;


N. Iorga, Y a-t-il eu un Moyen-Age byzantin, B.S.H.A.R.,
XIII. s. 1-9).
Rambaud ve takipçilerinin, araştırmamızın ilk kıs­
mında izah edilen faraziyeleri bu suretle yıkıldıktan
sonra, yazımızın ikinci ve üçüncü kısımlarında temas
ettiğimiz ana bir nokta üzerine dönebiliriz: Osmanlı
devletinin, hukukî müesseselerinin esasını Bizans’tan
değil fakat O rta-Çağ Türk-îslâm saltanatlarından aldı­
ğı neticesine varm ıştık. Acaba bu Orta-Çağ Türk-İslâm
saltanatları üzerinde Bizans'ın te ’siri olmamış mıdır?
ve o te ’sir sonradan Osm anlılara da vasıtalı bir şekil­
de geçmemiş m idir? Meseleyi daha açık ve müşahhas
olarak ortaya koyalım: Orta-Çağ İslâm devletleri teş­
kilâtı üzerinde çok büyük nüfuzu olan Abbasi devleti­
nin hukukî m üesseselerinde acaba Bizans te ’siri mev­
cut değil m idir? Büyük Selçuklular, doğrudan doğruya
değilse de vasıtalı olarak o te ’sir altında kalmamışlar
mıdır? Bizans ile sıkı tem aslarda bulunan ve hattâ b ir
bakımdan ona halef olan Danişmendiller’de, Anadolu
Selçuklularım da doğrudan doğruya Bizans te’sirine
rastlanm ıyor mu? Bu te ’sirler Anadolu Selçuklularım­
dan O sm anlılara da geçmiş olamaz mı? İşte bir yığın
sualler ki, Osmanlı m üesseseleri üzerinde Bizans te h ir ­
lerinden bahsedenler, bunları düşünmeğe bile lüzum
görm em işlerdir. Halbuki, bir takım noktalarda, yalnız
bunlarla da iktifa etmiyerek meseleyi daha derinleş­
tirm ek ve bâzı yeni sualler daha ortaya atmak zarure­
ti v ardır: Malûm olduğu üzere, Orta-Çağ İslâm sa lta ­
n atları Sâsânî müesseselerinin büyük nüfuzu altında
kalm ışlardı; Sâsânî - Bizans münasebetlerini ve bu iki
büyük medeniyetin karşılıklı te’sirlerini dikkat nazarına
alırsak, S âsân îler’den îslâm devletlerine geçen bâzı
m üesseseleri ve âdetleri Bizans’ta da bulmak kabil de­
ğil midir? Keza, İslâmiyetten evvelki Türk devletlerin­
de bâzı Sâsânî te ’sirleri, yahut. Sâsâniler — veya daha
evvelki İra n d ev letleri— vasıtasiyle intikal etmiş Yu-
nan-Rom a te’sirleri bahis konusu olamaz mı?... Bu is­
tifham noktalarım daha pek çok uzatmak kabildir; ve
yalnız T ürk hukuku tarihi itibariyle değil, umumî m e­
deniyet tarihi bakımından da çok mühim olan bu sual­
lerden bir çoğu şimdiye kadar ya büsbütün ihmal edil­
miş, yahut pek üstünkörü surette tetkik olunmuştur.
Biz burada — daha evvelki devirlere gitmiyerek — Bi­
zans'ın Sâsânî İm paratorluğu ve İslâm devletleri üze­
rinde ve karşılıklı olarak Sâsânî ve İslâm medeniyet­
lerinin Bizans üzerinde yaptıkları te’sirlerden —en umu­
mî hatlariyle— bahsederek bu suretle, Bizans'ın Os-
manlı m üesseseleri üzerinde vasıtalı olarak te 'siri m e­
selesine, yâni daha açık bir ifade ile, Bizans'ın Osman-
lılar’dan evvelki İslâm devletleri müesseseleri üzerin­
deki te’siri hususuna tem as etmek istiyoruz. Asıl m ev-
zuumuzun bir lahikası hükmünde olan bu sahifeler, bu
mühim ve karışık meseleyi halletmek m aksat ve iddia-
siyle, yazılm ıyor; maksadımız, sadece, gerek Bizans,
gerek İslâm tetkikleriyle uğraşanların dikkatlerini bu
mühim m esele üzerine çekmektir.
İlk-Çağ’da Yakın Doğu tarihinin en mühim hadise­
lerinden biri, İran ile Yunan-Roma medeniyetlerinin
birbirleriyle mücadeleleridir; bu mücadelelerin Sâsâ-
n î’ler devrinde yeniden kuvvetlendiğini görüyoruz. Bu
iki büyük medeniyetin bin yıldan fazla süren tem asla­
rı esnasında birbirinden iktibaslarda bulunacakları pek
tabiîydi: Keyâniyan (Achemenides) devrinin bir takım
an 'a n e ve m üesseseleri, İskender istilâsından sonra
kurulan muhtelif Asya monarşileri vasıtasiyle,
Roma İm paratorluğu’na intikal etmişti. Roma,
Küçük Asya ve Elcezire fütuhatından sonra, 'd a ­
ha çok İran te ’siri altında kaldı; Milâdın birinci yüzyı­
lından başlıyan bu devamlı te ’sir, Sâsânî İm paratorlu­
ğunun kurulm asından sonra (M.S. 228) büsbütün kuv­
vetlendi: millî a n ’anelerinin kuvvet ve kıymetini idrak
ederek hakim iyetlerini o sağlam esaslar üzerine ku­
ran bu sülâle zamanında, İran İmparatorluğu, o aralık
iç karışıklıklar arasında bocalıyan, iktisadi ve manevî
bakım lardan bitkin bir halde bulunan. Roma’ya karşı
üstünlüğünü pekâlâ hissediyordu. Kendi zâfı ve geri­
lemesi karşısında Sasânî devletinin yükseldiğini gören
Roma, artık İra n ’ı bir örnek gibi telâkkiye başlamıştı.
Diocletien in sarayı, mabut mertebesine çıkarılan hü­
kümdarın önünde secde etmek âdeti gibi âdetleriyle,
karışık teşrifat kaidelerine bağlı memurları ve hadım-
lariyle, bizzat o devir adamlarının da iddia ettikleri
gibi, Sâsânî sarayının bir taklidi idi. İm parator Galere,
İra n mutlakiyeiçiliğinin Roma İmparatorluğuna sokul­
masından açıkça bahsediyordu; halkın iradesine d a ­
yalı olan eski kayserlik, adeta bir nevi hilâfet şekline
dönecek gibi görünmüştü.3*

396 Franz Cumont. les Religions oricntales dans )e


Pagan isme romain, 4e 6dit., Paris, 1929, s. 125-131. Kıymet­
li âlim bu eserinin VI. bahsinde Roma’da İran te’sirinden
ve bilhassa dini te’sirlerden uzun uzun bahsetmektedir.
Sasâni medeniyetinin icra ettiği bu nüfuz yalnız Batıya
mahsus kalmamış, Orta-Asya’da ve bozkırlardaki Türk
kabileleri üzerinde de kendini göstermiştir. Şimdiye ka­
dar bilhassa san’at tarihi sahasında yapılan tetkikler bu
noktalan aydınlatmışsa da hars tarihinin diğer şubelerin­
de ve bilhassa hukuki müesseselerde böyle bir te'sirin mev-
Sâsânî te ’siri Doğu-Roma’da dahi uzun müddet kuv­
vetle devam e tti;397 A. Christensen, Sâsâni ve Romen
âdetleri arasında benzeyişler bulunduğunu yazdığı gi­
bi,398 F. Cumont, N. P. Kondakov, J. Ebersolt gibi âlim ­
ler de Bizans sarayında Sâsânî âdet ve kıyafetlerinin,
bir takım rütbe ve memuriyetlerin taklit edildiğinden
bahsediyorlar.399 E . Quatrembre, daha bundan bir asır

cut olup olmadığı henüz lâyıkıyle tetkik edilmemiştir. Bu


yazımızda yalnız hukuki meselelerin tetkiki gayesini ta­
kip ettiğimizden, arkeoloji meseleleri hakkında hattâ en
umumi bibliyografya malûmatı bile vermiyoruz. Yalnız,
Sasani san’atının yayılma sahası ve tehirleri hakkında ol­
dukça bol tetkikler ve neşriyat yapılmış olduğunu ilâve
edelim.
39? Bizans İmparatorluğu Eski-Doğu monarşilerinin
ve bilhassa Sasâniler’in bir çok an'anelerine vâris olmuş,
ve hattâ âmme hukuku telâkkilerinde bile bu Doğu tehi­
rinden kurtulamamıştır. G. Millet, Bizans’ın takip ettiği ik-
tişadi siyasetin — yani, devletin bütün iktisadi faaliyetler
üzerinde nâ^ım. ve mürakıp vazifesini görmesi, eşyaya
narh koymasj, bâzı ziynet eşyasını, hattâ zaruri ihtiyaç
maddelerini inhisar altına alması gibi esasların— Eski Do­
ğu monarşilerinin ve bilhassa Lagide’lerin an’anelerine
geri dönüş mahiyetinde olduğunu söylüyor (G. Millet, Sur
les Sceaux des commercîaires byzantins, Melanges offerts
â M. G. Schlumberger. Paris 1924, II, s. 306). Hıristiyan ki­
lisesinin de şiddetle desteklediği bu telâkkiler. Orta-Çağ
iktisadiyatında uzun ^aınan büyük bir âmil olmuştur.
398 A. Christensen, L’Empire des Sassanides, s. 101.
399 Kondakov. Bizans sarayında kullanılan Doğu kos­
tümlerinden bahseden mühim bir makalesinde, Bizans
İmparatorlarının ve zabitlerinin alay elbisesi olan «scara-
mangion»un eski Acemlerin süvari kıyafetinden başka bir
şey olmadığını ve bu kostümün bir taraftan Orta-Asya’ya,
diğer taraftan Güney Avrupa'ya kadar yayıldığını söyle­
mişti (Les Costumes orientau* â la Cour byzantine, Byzan-
tion I. s. 7-49). F. Cumont, Saiihiye’de yapılan son hafriyat
neticelerine istinaden, bu kostümün daha Sâsâniler dev­
evvel, Bizans saraylarındaki top ve çevkân oyunları­
nın İra n 'd a n iktibas edildiğini haklı olarak söylemiş­
t i / 00 Bizans san ’a tı üzerinde Sâsânî san’atmın te ’siri
m eselesi birçok y azarlar tarafından tetkik edilmişse de,
b urada, mevzuu muzla doğrudan doğruya alâkası olraı-
yan bu mesele üzerinde duracak değiliz: mahiyeti ve
te ’sir derecesi hakkında ne kadar farklı fikirler yürü­
tülürse yürütülsün, her halde bu te ’sirin mevcud oldu­
ğu m u hakkaktır/01 Bizans İmparatorluğunun, Eski Do­
ğu medeniyetleri izlerini taşıyan bu simasını ve onun

rinden önce, Fırat nehrinin romen hududunu bekliyen sü­


vari okçular kıt'alan tarafından kabul edilmiş olduğunu,
yâni, daha İstanbul'un kuruluşundan evvel bu irani kostü­
mün Fırat batısında Koma İmparatorluğuna tâbi sahalar­
da yayıldığını meydana çıkarmıştır (L'Uniforme de la Ca-
valerie orientale, Byzantion, II, s. 180-191). Saraylarda hü­
kümdarın şahsi hizmetlerine bakanlara o hizmetlerin ma­
hiyetine göre verilen unvanların, sonralan devletin umu­
mi hizmetlerini gören büyük memurlara ve kumandanla­
ra, b&zen bir belirli memuriyet ismi bâzen de bir rütbe
olarak, tevcih edilmesi âdeti, Bizans sarayında da mevcut
idi ki. Ebersolt bu an’anenin Eski Doğu monarşilerinden
intikal ettiğini haklı olarak söylemektedir (Fonction et
dignite du vestiarium byzantin, Melanges Ch. Diehl. I, s.
88). Biz bu an’anenin Orta-Çağ İslâm-Türk saltanatların,
da da kuvvetle devam ettiğini görüyoruz.
400 Kûy ve çevkân oyununun eski İran sarayların­
daki ehemmiyeti malûmdur. Bizans sarayında da pek ma­
ruf olan bu oyunu BizanslIların Fransızlardan iktibas et­
miş olacaklarım Du Cange vaktiyle iddia etmişti. Halbuki
bu meseleyi etraflı bir surette tetkik etmiş olan Quatre-
möre. buna imkân olmadığını, ve Bizanslılann — Arapîar
gibi — bunu İran'dan almış olacaklarını isbat etmekte, ve
muhtelif Islâm-Türk saraylarında bu oyunun mevcudiye­
ti ve ehemmiyeti hakkında uzun tafsilât vermektedir (His.
toire des Mamelouks, I, s. 121-132).
401 Tafsilât için Ch. Diehl’in «Manuel d’Art byzantin»
adlı eserinin 2 ciltlik, son basımındaki indekse bakınız.
doğulu karak terin i pek güzel hulâsa eden Ch, Diehl,
daha sonraları tslâm âlemiyle ve Şam, Bağdad sa ra y -
lariyle devam lı tem asta ve tic arî ve siyasî çok sıkı m ü­
nasebetlerde bulunan bu İm paratorluğun bir çok nok­
talardan onlara benzediğini söylüyor: m eselâ sa ra y la­
rın ve sa ra y hayatının ihtişam ve debdebesi, teşrifat
usûlleri, saray ın ve saray entrikalarının devletin siya­
sî hayatındaki mühim mevkii, askerî ihtilâllerin çok­
luğu, harem hayatı, debdebe ve gösteriş m erakı, kan
dökmek zevki, ilh... Bizans’ta olduğu kadar B ağdad’ta
da m evcuttu.402 M aamafih, Bizans ve Bağdad saray ları
kadar Sâsânî saraylarına dahi tatbik edilebilecek olan
bu umumî benzerlik noktalarını sadece kayıt eden
Ch. Diehl bu hususta hiç tafsilâta girişmiyor. Acaba
Bizans m edeniyeti özerinde ve Bizans müesseselerin-
de, İslâm medeniyetinin ve devletlerinin ne gibi te’sir-
leri oldu? V aktiyle H am mer’in iddia etmiş olduğu üze­
re,403 Bizans sa ray ı Abbasî sarayından bir takım ikti­
baslarda bulunmuş mudur? îconoclasme hareketinde
İslâm iyetin te siri olduğunu iddia edenlerin,404 bu gö­

402 Ch. Diehl. Byzance, s. 269-270.


403 Abbasi halifesi Muktedir’in Bizans İmparatoru
Thâophile tarafından gönderilen sefaret heyetini kabulün­
den bahseden Hammer. bu hususta tafsilât verdikten son­
ra, Bizans sarayının Abbasi saray âdetlerini taklit ettiğini,
ve Thâophile’in, Bağdad’taki «Darüşşecere* sarayını en kü­
çük teferruatına kadar taklid eden bir saray yaptırdığını,
ve bu saray geleneklerinin OsmanlIlar devrinde İstanbul'da
da devam ettiğini söylüyor (Hammer, Histoire de I'Ordre
des Assasins, trad. par Hellert et de la Nourais, Paris 1833,
s. 292-2951. Ch. Diehl de bu fikre iştirak etmekte ve Islâm
san'atının — bilhassa tezyini İslâm san’atının— Bizans'ta­
ki te'sirinden bahsetmektedir (Manuel d’Art byzantin, lere
edition, s. 343-344).
404 Ch. Diehl’in Manuel d’Art byzantin'ine bakınız.
Ayrıca: Compte-rendu du premier Congres International
rüşleri doğru mudur? Islâm lar’dan Bizanslılara bâzı
malî usûller geçtiğini iddia edenler405 ne dereceye ka­
dar haklıdırlar? İşte t r takım sualler ki, bunların ay­
rı ayrı tetkik edilmesi Bizans-îslâm münasebetleri tari­
hinin aydınlanması için zaruridir. Yalnız, o tetkiklerin
neticesini beklemekle birlikte, Islâm medeniyetinin Bi­
zans üzerinde herhalde m üessir olduğunu şimdilik
umumî bir surette söyliyebiliriz. Üzün yüzyıllar îslâm
dünya siyle sıkı m ünasebetlerde bulunan Bizans İmpa­
ratorluğunun böyle bir te ’sir altında kalmamasına im­
kân yoktur. Anadolu Selçuklularının Bizans’la yüzyıl­
larca devam eden devamlı münasebetleri neticesinde
de, Bizans’ta bâzı Türk tehirlerine tesadüf edilmesi
zarurîdir sanıyoruz: J. Ebersolt, Bizans’ta Selçukî mi­
m arîsi tehiri altında vücude gelen eserlerden bahset­
tiği gibi,400 E. Stein’in «Ç2vuş» kelimesini ve çavuşlar
teşkilâtını gayet doğru olarak T ürkler’den Bizans’a
geçmiş -saydığını da yukarıda söylemiştik. Acaba bun­
ların dışında, Bizans üzerinde Selçuklu te h irleri oldu­
ğu tahmin edilemez mi? Keza, İlhanlılar devrinde koz-
mografya tahsili için Bizans’tan Tebriz’e bir takım ta­
lebeler gittiğini biliyoruz.407 Acaba bu devrin Bizans
üzerinde diğer tesirleri olmamış mıdır? Yüzyıllarca
Bizans’la münasebetlerde bulunan, Bizans ordularında

des etudes byzantines, Bucarest. 1925, s. 42.- M. Lheritier,


L'histoire byzantine dans I'histoire generale, Melanges Ch.
Diehl, I, s. 214.- BuIIetin du Comitc International des Sci­
ences historiques, nu. 9, s. 687.
405 A. Andreades, Les Juifs et le fise dans l’Empire
byzantin, M61anges Ch. Diehl, I, s. 12-13.
406 J. Ebersolt. Le Grand Palais de Constantinople, Pa­
ris. 1910, S. 149-150. 175.
407 R. Guilland, Essai sur Nicephore Grâgoras, Paris,
1626, s. 72.
hizmet eden Türk kabilelerinden bâzı şeyler Bizans’a
geçmemiş m idir? îşte Türk-Bizans m ünasebetleri ta ri­
hinin aydınlanm ası için de bu meselelerin tenviri lâ ­
zımdır.
M aam afih, bütün bunlar, meselenin bir. cephesidir;
halbuki, Bizans’m İslâm ve Türk dünyası ile m ünase­
betleri tarihi için, meselenin diğer cephesi, yâni — d a ­
ha O sm anlılar’dan evvel — Bizans’ın İslâm ve Türkler
üzerindeki te ’sirlerinin tetkiki şüphesiz daha mühim­
dir. Bir ta ra fta n Yunan-Roma medeniyetinin, diğer
taraftan Eski Doğu medeniyetlerinin m irasçısı olan Bi­
zans, yeni doğan İslâm medeniyeti üzerinde elbette m ü­
him bir te’sir ic ra edecekti. Mısır ve Suriye de dahil
olmak üzere Bizans’ın Asya’daki topraklarının büyük
bir kısmım elde eden İslâm lar, oralardaki mahallî h a r­
sın te’siri altında kalarak bir takım yeni medeniyet
unsurları aldıkları gibi, oralardaki Bizans teşkilâtına
ve idare m üesseselerine de vâris oldular. Çölden gelen
y a n barb ar A rap fatihlerinin, devlet kurm ak için, kıs­
men Sâsânî ve kısmen Bizans m irasından istifade ve
bu iki büyük İm paratorluk müesseselerini taklit ettik ­
leri tabiîdir. Bizans te ’sirini, en ziyade, hükümet m er­
kezlerini Şam ’da kuran Em evîler'de aram ak lâzım dır;
onların İdarî ve mal! teşkilâtında, ordularında, saray
hayat ve âdetlerinde Bizans’ın kuvvetli izleri bulunma­
sı lâzım gelir. Nitekim Em evîler devrinde, vergi usûlle­
rinde, İdarî taksim atta, orduda Bizans an ’anelerinin de­
vam ettiğini m ütehassıslar iddia ediyorlar. Abbasîler,
kısmen E m evîler vasıtasiyle gelen Bizans te ’siri altında
kalmakla beraber, devletlerinin merkezini Sâsânî a n ’-
anesiyle meşbu topraklar ^üzerinde kurdukları ve ilk
zam anlarda başlıca iranî unsura istinat ettikleri için,
devlet teşkilâtında daha çok Sâsânî te’sir inde kaldılar.
Eski İslâm müelliflerinin İslâm m üesseseleri üzerinde
Sâsânî ve Bizans te ’sirlerinin mevcudiyetini pek iyi
anladıklarını İbn Haldun bize açıkça gösteriyor: Ona
göre, İslâm devletlerinde salta n at levazımından sayı­
lan bir takım şeyler, m eselâ taht, hüküm dara mahsus
mühür, ordu tertibatı, askerî muzika, muhtelif renk ve
şekillerde bayraklar istim ali, Tıraz (yâni hükümdarın
husûsi alâm etini muhtevi hil’a t), tam am iyle Sâsânîler'-
den veya Bizans’tan geçm iştir.408 Bugünkü tarihçilerin
— sa n 'a t tarihine a it noktalar m üstesna olmak üzere
bu meseleleri telkîk hususunda İbn Haldün'a nazaran
öyle çok büyük bir terakki gösterem ediklerini üzülerek
itiraf edelim. Eski İslâm devletleri m üesseseler! üze­
rinde Sâsânî te'«iri m eselesi, yukarıda pek kısaca bah­
setmiş olduğumuz üzere, çok mühim olmakla beraber,
henüz yeter derecede tetkik edilm em iştir. Bizans te’si­
ri meselesine gelince, bâzı bizantinistler tarafından
dolayısiyle ileri sürülen bir takım m ütalâalar müstes­
na olmak üzere, bu hususta da hemen hiç bir şey ya­
pılmış olmadığını söyliyebiliriz. Gelecekteki tetkikler
için bir kolaylık olmak m aksadiyle, Bizans'ın İslâm
müesseselerine te’siri hakkında şimdiye kadar rastla­
dığımız çeşitli m ütalâa ve faraziyelerin başlıcalarm ı
sıralayalım : Bizans devrinde M ısır’ın mülki idaresini
tetkik etmiş olan bâzı âlim ler, meselâ Af. H'îîcIceR, Bi*

408 İbn Haldûn. Kitâbü’l-lber ve Divânül-Mübtedâ ve’l-


Haber, cilt I. s. 203 ve devamı; s. 215 ve devamı. Corci Zey-
dan, Medeniyet-i Islâmiye Tarihi, türkçe tercümesi, c. I’de
yukarıdaki meseleler hakkında verilen bilgiye bakınız. Tı-
raz hakkında Encyclopâdie de ITslam’daki GrohmannTn
makalesine bakınız. Eski İslâm müellifleri bir takım âdet ve
müesseselerin İslâmlara Bizans’tan veya Sâsâniler’den geç­
tiğini itiraftan çekinmemişlerdir. Meselâ «Belâzûri» İslâm-
lar’da zimâm ve mühür divanını önce Irak valisi olan *Zi-
yad b. Übeyye-’nin eski İran padişahlarını taklid ederek,
kurduğunu söyler.
zans devrindeki bâzı vergilerin sonra A rap idaresi za­
manında da devam ettiğini söylediği gib i;109 H. I. Bell
de bu hususta biraz daha ileri giderek, Bizans ve Arap
devirlerindeki m alî m üesseseler arasında pek sıkı bağlar
olduğunu, ve h attâ bâzı eski vergilerin aynen devam et­
tiğini ileri sürm üştü.410 D aha sonra M. F. Dölger, Bi­
zans vergi sistem inin yalnız A raplar tarafından değil,
Lâtmler ve Islavlar tarafından da kabul edildiğini mey­
dana koyarak, bunu doğrulam ıştır.411 Bununla birlikte
daha, onlardan evvel Van Berchem M ısır’ın ilk fethin­
de eski Bizans vergi sisteminin m uhafaza edildiğini,
hem de İslâm m üverrihlerinden naklen, m eydana koy­
muştu.412 A. Mez, İslâm lardaki arâzi vergisi ve şahsî
vergi sistem lerinin, mağlupların bütün teşkilâtıyla b ir­
likte, İslâm lar tarafından alınmış Bizans m alî siste­
minden başka bir şey olmadığını ileri sürm üştü.412
Gaudefroy-Demombynes, sonradan neşrettiği bir eser­
de, bu görüşleri te k ra r ettiği gibi, Suriye’de E m eviler’-
ın eski Bizans idari taksim atını m uhafaza ettiklerini,414

409 YVilcken’in Grundzüge'sine dayanarak: G. Rouill-


ard, L'administration çivile de l’Egypte byzantine, s. 79.
410 Aynı eser s. 80. Bu müellif, eserinin sonunda, Mı­
sır'daki Bizans idare usûlüne Araplar’ın vâris olduğunu,
ve eski usûlün itina ile takip edildiğini söyler: s. 248. Ay­
rıca bakınız: G. Bouillard, Les Archives de Lavra, Byzan-
tion. III, s. 262.
411 M. F. Dölger, Beitrage zur Geschichte der byzan-
tinlschen Finanzvenvaltung, Byzan. Archiv, 1927, 9, s. 94-
95. G. I. Bratianu, Recherches sur le commerce genois dans
la Mer Noire, s. 135.
412 Van Berchem, ia propriötâ territoriale et Timpot
roncier sous les premiers Califes, Genöve, 1886.
413 A. Mez, die Renaissance des İsl&ms, s. 42.
414 G. Demombynes, le Monde musulman et byzantin
jusqu’aux Croisades, Paris 1931, s. 216 (Histoire du monde,
publiĞe sous la direetion. de M. E. Cavaignac, Tome VB. 1).
Dîvan teşkilâtında olduğu gibi Ordu idaresinde ve a s­
kerî rütbeler hususunda da Bizans ve Sâsânî gelenek­
lerine uyulduğunu,415 berîd yâni resm î posta teşkilâtı­
nın kısmen S âsâ n î’leri ve daha ziyade Bizans’ı taklid
ederek vücude getirildiğini söylem ektedir.410 Evvelce
Kremer ve daha sonra W ellhausev gibi İslâm iyet mu-
tahassısları tarafın d an da bu gibi fikirler ileri sürül­
müştü. Bununla birlikte, bütün bu umumi m ahiyetteki
görüşlerde Bizans ve Sâsânî tehirlerinden m üşterek
surette bahsedilmekte, onları açık ve k a t’î surette ayır
m ak ekseriyetle kabil olm am aktadır. Bu husustaki tet-
kiklerin henüz kâfi derecede derinleşmemesinden ileri
gelen bu vuzuhsuzluğa Demombyne s'in eserinde de rast-
lanm aktadır. Eski İslâm devletlerinde devlet hâzinesi­
nin, yâni «Beytü’l-m âbin, câm ilerdeki hususi kubbeler
altında m uhafaza edildiği hakkında eski İslâm coğraf­
yacıları tarafından verilen m alûm at, daha sonraki sey­
yahlar ve tarihçiler tarafından da doğrulanm aktadır kî.
Johs. Pedersen bu âdette Bizans te h iri olduğunu tahmin
etmektedir.417 Nitekim, ilk İslâm fetihlerinin mahiyeti bi
raz düşünülecek olursa, îslâm lar eline geçmiş eski Sasâ
nî ve Bizans m em leketlerinde m ahallî idarenin ve vergi
usûllerinin belki aynen bırakılm ış olduğu kendiliğinden
anlaşılır: M ısır’da, Suriye’de. M ezopotamya’da ilk İs ­
lâm fatihleri, sadece bir işgal ordusu mahiyetinde id i­
ler; bunlar arasında hesap ve kitabet işlerinden anlı-
yan idare adam ları bulunam ıyacağı cihetle, mülki id a ­
re aynen eski halinde bırakıldı; E m evîler devrinde
bile, yine yerli kâtipler tarafından idare edilen Mısır
dîvanında ‘vergi defterlerinin "kopt,, lisaniyle, Suri-

415 Ayni eser, s. 217, 241, 270, 306, 358, 402.


410 Aynı es*»r- S,
417 Encyclopödie de I'lslam’da Masdjid maddesinde.
(La Mosquöe et I'admicistration pub!iquo) kısmında.
y e ’de rumca, Irak’ta farisî olarak d evam ettiğin i b ili­
yoruz. Sonradan, Abdü’l-Melik ibn M ervân zam anın­
da (H. 81 senesinde) Suriye'de idari ve m ali d efterler­
de arapçanm kullanılmağa başlandığını, H a cc â c’ın
Irak’ta farisî defterleri arapçaya naklettirdiği, V elid
ibn Abdü’l-Melik zamanında (H. 87 sen esin d e) M ısır
haraç divanının arapçaya tahvil olunduğunu îslâ m ta­
rihlerinden öğreniyoruz.418 Tırazlarda da Bizans d e v ­
rinden kalan rumca yazıların ve hıristiyan lığa m ahsus
formüllerin kaldırılarak arapça İslâm î form üller kul­
lanılması; yine Abdü’l-Melik ibn M ervân zam anında
olmuştur.418 Bu zamandan başlayarak idare işlerinin
İslâmlara geçm eğe başladığı, daha doğrusu, esk i yerli
unsurun kısmen din değiştirm ek ve ara p ça öğrenm ek
suretiyle yerlerinde kaldığı söylenebilir. Bununla b ir­
likte bunu da umumî bir hadise gibi telâkki et­
memek gerekir: çünkü, bundan y ü zyıllarca sonra,
m eselâ Mısır ve Suriye’de, m uam eleler tam am iyle
arap lisaniyle olduğu halde, gayri m üslim unsurun y i­
ne idare işlerinde kullanıldığı bilinm ektedir.430 İşte bu
izah edilen şartlar dairesinde, esk i îslâ m d ev letleri­
nin Bizans’tan bir takım m üesseseler alm ış olm aları
gayet tabiîdir. G . D e m o m b y n e s , M ısır-Suriye Memlûk
İmparatorluğu teşkilâtından bahsederken, M ısır’ın an ­
cak İran ve Bizans’tan tevarüs edilm iş olan esk i İslâm

418 Maverdi, Ahkâmü’s - Sultaniyye, Divan teşkilâ­


tından sözeden XVIII. bahiste; Fagan’ın tercümesi: Les Sta-
tuts gouvemementau*, Alger, 1915, s. 430-437; îbn Haldun,
c. I. s . 203-204; Corcı Zeydan, Medeniyet-i islâmiye Tarihi,
türkçe tercümesi, c. I, s. 203.
419 Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, türkçe tercümesi,
m î, s. 121..
420 Bütün îslâm tarihlerinde bunu doğrulayacak bir
çok bilgiye rastlanır.
hilâfeti id ari te şk ilâ tı sayesinde Memlûk emirlerinin
büyük tahriblerine m ukavem et edebildiğini söylü­
y o r;421 ve Memlûk devleti bürokrasisinin, bu devlete,
bizanten — yâni b ir Orta-Çağ devletinden daha çok
Yeni-Çağ devletine benziyen— bir mahiyet verdiğini,
h attâ «İnşâ ve M ükâtebat dîvanı»nda Bizans İmpa-
ratorlariyle Sasânî hüküm darları devrinde olduğu gibi
teşrifat ve elkap m eselelerine fevkalâde fazla ehem­
miyet verildiğini yazıyor.422 Bu Fransız âliminin haklı
kanaatine §01*6, İslâm m üesseseleri üzerinde Bizans
te ’siri m uhakkaktır; fak at, Abbasî devri müellifleri,
Sâsânî te ’sirlerini kabul ve itiraf ettikleri halde,
hıristiyan B izans’ın Islâm hilâfeti müessesele­
ri üzerindeki nüfuzunu kabul etmek istememişlerdir.422
Bununla birlikte, G. D em om bynes de bu umumî görüş
ile iktifa ederek, bu hususta tafsilâta girişmiyor. Ch.
Diehl, Bizans hakkm daki umumî eserinde, Bizans’ın
İslâm âlemi üzerindeki te ’siri m eselesine az çok temas
etmişse de hukukî m üesseselerden hiç bahsetm iyerek
yalnız ilim ve felsefe sahasm da İslam ların tercüme
faaliyetini zikretm eği y e te r görm üştür.424 Umumiyet­
le bilinen ve şim diye k ad a r en fazla tetkik edilmiş
bulunan bu noktalara ilâve olmak üzere, Johs. Peder-
sen’in İslâm îardaki bâzı ilim müesseselerinin Bizans
te ’siri altında kurulduğu hakkm daki görüşünü zikre­
debiliriz.425 İslâm F ık h ı’mn teşekkülünde Roma, huku­

421 La Syrie â l'6poque des Mamelouks, s. CXVI.


422 Aynı eser, s. LXV-LXVI.
423 Aynı eser, s. CXVI, 1 numaralı notta. Maamafih İbn
Haldûn da dahil olmak üzere, muhtelif İslâm müelliflerinde,
bâzı âdet ve müesseselerin Bizans'tan iktibas edildiğine
dair kayıtlara tesadüf olunduğunu unutmamalıdır.
424 Ch. Diehl, Byzance, s. 309-310.
425 Encyclopâdie de lTslam 'da Masdjid maddesinde
kunun da nüfuzu olduğu hakkında şimdiye kad ar ileri
sürülen fikirleri de buna ilâve edelim.428
İşte bu izahattan anlaşılıyor ki, Bizans’ın İslâm
âlemi üzerinde te ’sirleri meselesi — oldukça işlenm iş
olan Arkeoloji sahası müstesna olmak üzere — yalnız
ilim ve felsefe sahasm a münhasır gibi kalm ış, İdarî
teşkilât üzerinde Bizans nüfuzu olup olmadığı m ese­
lesinin tetkikine girişilmemiş tir. Bundan başka, Bi­
zans'ın en ziyade Emevîler ve A bbasîler’le olan mü­
nasebetlerinden bahsedilmiş, fak at Bizans ile çok sıkı
alâkaları olan muhtelif İslâm -Türk devletlerinin ve
bilhassa Anadolu Selçukluları'nın hukukî m üesseseleri
üzerinde Bizans te’siri meselesi hemen tam am iyle ih­
mal olunmuştur. F atım î saraylarının âdetlerinde Bi­
zans te ’siri olması ihtimalini sadece zikreden İnost-
j ranisev bu hususta hiç malûmat vermediği gibi,427 A na­
dolu Selçuklularının Bizans'tan iktibasları hakkında
da Bratianu'nün Alâaddîn Keykubâd’m Venediklilere
verdiği bir ferm anı Bizans chrysobulle’lerine benzet-

(La Mosquee, centre d’enseignement, 1, II). Bu müellif


camilerin tedris merkezi olmasında ve İslâm Darülhike-
melerince, Bizans vasıtasıyle intikal eden Eski Yunan
ananesinin mevcut olması ihtimalinden bahsetmektedir.
426 I. Goldziher. Le Dogme et la Loi de I'Islam, Paris, *
1920. s. 39; yine aynı müellifin Encyclopâdie de ITslam’dd*
ki Fikh maddesine bakınız. Ayrıca: J. Declareuil, Rome
et Targanisation du Droit, Paris, 1924, s. 426 (IEvolution
de l'humanitö, XIX).
427 Bu müellif. Fatımi hükümdarlarının alaylan
hakkında neşretmiş olduğu gibi makalede (Zapiski Vostok
Otd., 1908-1907, c. XVII., s. 1-113) bu merasimi sair bu cins
merasimle mukayeseye girişmemekle beraber, Constantin
Porphyrogânâte’in meşhur teşrifat mecmuasındaki bâzı
merasimin Fatımiler sarayında müessir olması ihtimalin­
den bahsediyor.
m eşinden,428 bir de bâzı Selçuklu âbidelerinde görülen
Ikibaşlı Kartal şeklinin Bizans’tan alındığı iddiasından
başka dikkate değer ve açık bir mütalâa yurütülmemiş-
tir.4M Halbuki, Bizans-Türk münasebetlerinin Bizans
m üesseselerinin ve âdetlerinin Türkler üzerine te’siri
bakımından en dikkate değer safhasını, belki, Anado­
lu Selçukluları devri teşkil eder. Bu devirde Bizans ve
Konya sa ra y ları arasında çok sıkı münasebetler m ev­
cutlu; Konya sarayında Bizans prenslerine ve Bizans
sarayında dahi Selçuklu prenslerine rastlanıyordu. Bi­
zans idaresinde ve hizmetinde müslüman Türkler ol­
duğu gibi, Selçuklu idaresinde ve hizmetinde de Orto­
doks R um lar mevcuttu. A sırlarca yanyana yaşıyan
Türk ve Bizans kültürlerinin birbirleri üzerinde te’sirler
yapm am aları, tasavvur edilemez. Müslümanlarla kom­
şu yaşıyan BizanslIlar nasıl Türk-İslâm âdetlerini ka­
bul etm işlerse,430 aynı suretle, Türkler de Bizans’tan

428 Recherches sur le commerce genois dans la Mer


Noire au XIIle siecle, s. 163.
429 Yalnız Selçuklular'da değil muhtelif Türk sülâle­
lerine ait kitabelerde ve sikkelerde de tesadüf edilen bu
«îkibaşlı Kartal» meselesi hakkında şimdiye kadar çok
şeyler yazılmıştır. Bu hususta ayn bir makale neşredece­
ğimiz için burada aynca izahata girişmeyi zait sayıyoruz
Ancak, İkibaşlı Kartal’ın yalnız Bizansa ait bir timsal ol
madiğini, ve daha Eski Doğu devletlerinde de bunun mev­
cudiyetini ilâve edelim.
430 Jean Comnâne Çankırı'yı zaptettiği zaman, ora­
daki Türklerin istedikleri yere serbestçe gitmeleri şartını
da kabul etmişti; halbuki, ahaliden bir çoğu bu şartttan
istifade etmiyerek yerlerinde kald.lar ve hattâ Bizans hiz
metine girdiler (F. Chalandon, Les Comnenes, II, s. 91-92).
Hudutlarda yaşıyan bir takım hıristiyanlann Türk âdetle­
rini kabul ettikleri hakkında bakınız, aynı eser, s. 181-182.
Bizansa tâbi bâzı Batı Anadolu şehirlerinde îslâm mezar­
lığı mevcut olduğunu İbn Bibî'den öğreniyoruz.
elbette birçok şeyler alm ış olmalıdırlar. Osmanlı d ev­
rinde Bizanslılar’dan alındığı iddia olunan bir çok
âdetlerin, m üesseselerin, daha ziyade Selçuklu devrin­
de iktibas edilm iş olduğu pek tabiîdir. Ancak, A nado­
lu Selçuklularının İçtimaî tarihi bugüne kadar çok az
tetkik edilmiş olduğu cihetle, bizantinistlerin bu de­
vir hakkında bu türlü tetkiklere girem em elerini m a­
zur görmelidir.

îslâm devletleri üzerine Bizans te ’siri m eselesi,


şimdiye kadar en fazla meskûkât üzerinde göze çarp­
mıştır. G. î. Bratianu Arap m eskûkât sistem inin Bizans
taklidi öldüğünü ve sikkeler üzerindeki resim ve yazı­
lar itibariyle de bu te s’irin pek bâriz bulunduğunu söy­
lemektedir.431 M . J . d e M o r g a n , îslâm lar tarafından
fethedilen B atı A sya memleketlerinde ve M ısır’da, e s ­
ki Sâsânî ve Bizans sikkelerine alışık olan ahalinin o
tipte sikkelerden başkasına kıym et verm ediklerini, v e
binaenaleyh îslâm hükümdarlarının A bdüTM elik ibn
Mervân’a kadar Irak’ta Sâsânî tipinde v e Suriye ile
Kuzey Afrika’da ise Bizans tipinde sikkeler bastırm a­
ğa mecbur olduklarını kaydetmektedir; bununla bera­
ber, Sâsânî ve Bizans taklidi sikkeler «Abdü’l-Melik»
den sonra da bâzı sahalarda yine epey zaman devam
etmiştir.433 Türk sikkelerine gelince, A n d r â a d â s bun­
ların Bizans taklidi olduğunu söylüyor ki,433 bu iddia
ancak kısmen doğrudur; filhakika, Büyük Selçuklu­

431 Bratianu, L’Hyperpfere byzantin et monnaie d’or


des republiques italiennes au XIII e siecle, Melanges Ch.
Diehl, I, s. 40.
432 J. de Morgan, Evoiution et revolutions numisma-
tiques, Melanges offerts â M. G. Schiumberger, II, s. 285-295.
433 AndrĞades, De la monnaie dans l'Empire byzan­
tin, Byzantion, I. s. 81.
lar'dan sonra Batı Asya’da Bizans bududlarmda kuru­
lan muhtelif Türk devletlerinin, meselâ Dânişmend*
liler’in, A rtuklular’ın, Zengîler’in, Anadolu Selçukluları’-
nın meskûkâtı tetkik edilince, bunlarda Bizans tipinde
sikkelerin ehemmiyetli nisbette mevcut olduğu, ve
bunların uzun bir müddet devam ettiği görülmekte­
dir. Muhtelif iktisadi ve İdarî zaruretlerin neticesi
olan bu vaziyeti burada tetkike girişecek değiliz. Elde
mevcut meskûkât kataloğları sayesinde bu Bizans tak ­
lidi Türk sikkeleri hakkında etraflı bir tetkik yapma
ğa daima imkân vardır.431 İran Moğol hükümdarı Hü-
lâgû’nun bir sikkesinde de Bizans te'siri görülüyor
ki,435 bunu, ya Trabzon imparatorlarının sikkeleri­
nin taklidine, yahut, Bizans sikkeleri tipinde sair Türk
sikkelerinin te’sirine atfetmek kabildir.436 Rus şarki
yatçısı Borozdin Altm-Ordu'ya ait bâzı sikkelerde de
bir kadın ve çocuk resm i olduğunu ve Meryem’le îs â ’-
yı tasvir eden bu sikkelerin Bizans te’siri altında b a­
sılmış olacağını ileri sürerek, Altın-Ordu sahasında da
Bizans medeniyetinin te’sirleri bulunduğunu iddia et­
mişti.437 Halbuki, tanınmış m eskukâta R. Vasmer bu­
nun tamamiyle yanlış olduğunu, ve Altın-Ordu sikke­
lerinde Bizans te ’sirine aslâ tesadüf edilmediğini kat'I
surette izah etm iştir.436 XV. yüzyılda Batı Anadolu’da-

434 İstanbul müzesi kolleksiyonlanna ait neşredilen


«Meskûkât-ı lslâmiye Kataloğu» bile bu hususta bir fikir
edinmeğe kâfidir.
435 Meskukât-ı Kadime-i lslâmiye Kataloğu. c. III, s.
234.
436 Bu ihtimallerden hangisinin daha kuvvetli oldu­
ğu aynca tetkike muhtaçtır. Biz, meseleyi halle çalışmck-
sızm sadece ortaya koymakla iktifa ediyoruz.
437 Noviy Vostok, Moskova, 1924, s. 329-335.
438 Mâmoires du ComitĞ des Orientalistes, 1927, ç. I .
kısım I, s. 109-113.
ki Türk Beyliklerinden Aydın, Menteşe, Saruhan Oğul­
la rın ın Batı memleketleriyle olan ticarî m ünasebetle­
ri dolayısiyle — İslâm tipindeki sikkelerden başka —
Napoli K rallarının Gillati adıyla tanınmış gümüş sik­
keleri tipinde sikkeler kestirdiklerini biliyorsak d a439,
ne diğer Anadolu Beyliklerinin ne de Ö sm anhlar’ın sik­
kelerinde Bizans te'siri görünüyor. Bizantinistlerin,
çok yanlış olarak, Bizans’ın her hususta taklitçisi v e
takipçisi gibi telâkki ettikleri Ö sm anhlar'ın, m eskukât
meselesinde de Bizansla hiç bir alâk a lan olmaması,
makalemizin umumî neticeler ini doğrulayan diğer bir
delildir.

Bütün bu m ütalâalardan sonra, Bizans müessese-


lerinin, yalnız Osmanlı devri müesseseleri üzerinde
değil, umumiyetle Batı Asya İslâm-Türk devletleri
m üesseseleri üzerindeki te’sirini araştırm ak m esele­
sinin ehemmiyeti daha iyi anlaşılm ıştır Sanırız. Bi­
zans’ın, ilk İslâm devrinden başlıyarak Osmanlı dev­
letinin kuruluşuna kadar, İslâm ve Türklerle yedi asu ­
de vam eden münasebetleri esnasında, bu iki âlemin
birbirine karşılıklı te’sirleri ve bilhassa Bizans huku­
kî müesseselerinin İslâm-Türk müesseselerine te’siri
meselesi, Türk hukuku tarihinin en dikkate değer saf­
halarından birini teşkil eder. Bizans devlet m üessese­
lerinin Osmanlı devlet müesseseleri üzerinde hiç bir
bârız te'sir icra etmemiş olması, Osmanlılar’dan ev­

439 G. Sctılumberger, Les Principaules franques du


Levan t. Paris 18.9.7,,. s. 121-123. Yine aynı müellifin »Numis-
m atique de I ’Orient latin»iyle, Joseph Karabacek’in «Wie-
ner Mumismatiseho Zeitschrirt*le 1370 ve 1877 de intişar
eden m akalelerine bakınız.
velki devirlerde de böyle bir te'şirin bulurimadtğına
aslâ bir delil teşkil edemez. Türk ve îslâm lar üzerinde
Bizans medeniyetinin diğer bir takım te h irleri de, en
ziyade, O sm anlılar'dan evvelki devirlerde vukua gel­
miştir. İşte bu bakımdan, yukarda verilen izahlar­
dan sonra, bu sahada yapılacak müstakbel tetkikler
için faydalı olabilecek bâzı neticeler ve bâzı hareket
noktaları kendiliğinden meydana çıkmış oluyor:
Evvelâ, kesin bir surette ortaya çıkıyor ki, Bizans
medeniyeti, diğer bütün medeniyetler gibi, kendisine
kısmen vâris olan İslâm-Türk medeniyeti üzerinde
müessir olmuştur. Maddi ve mânevi hayatın bıitün
tecellîlerinde bu te h iri bulmak kabildir: Şehirlerdeki
yaşayış tarzında, kıyafet ve âdetlerde, fikir ve felse­
fe sahasında, devlet teşkilâtında, saray hayatında,
muhtelif hukukî ve iktisadi müesseselerde, m im arîde
ve tezyini san’atlard a, ilh... zaman ve m ekâna göre
az veya çok nisbette, Bizans unsurları bulunabilir.
Muhtelif tarihi âm iller, bu unsurların, meselâ edebi­
y a tta ve husûsi hukuk’da âdeta yok denebilecek kadar
az bir derecede mevcudiyetini intaç ettiği halde, sair bâ­
zı sahalarda bil’akis çok bâriz bir surette tecelli et­
melerine sebep olmuştur. İslâm medeniyeti, her m e­
deniyet gibi, muhtelif menşe’lerden gelme m ütecanis
olmayan unsurların yeni şartlar altında vücude g etir­
dikleri yeni bir terkiptir; bu terkip içinde Bizans un­
surlarını bulmak için, bu medeniyetin yeni teşekküle
başladığı ilk yüzyıllara kadar inmek daha doğrudur.
Bundan dolayı, bizantinistler, îslâm tarihinde Bizans
teh irin i, en ziyade, Emevî devriyle Abbasîler’in ilk
asırlarında aram alıdırlar. Çünkü, bir medeniyet bir
defa teşekkül ettikten ve bütün teferruatiyie kuvvetli
bir sistem halini aldıktan sonra, kendi kıymet ve kuv­
veti hakkındaki şuurunu da kazanır; ve o vakit, haricî
hululler daha azlaşır ve daha m üşkilleşir. Dinî esaslar
üzerine v e ümmet şuuruna dayanan büyük İslâm me­
deniyeti, teşekkül edip şuurunu kazandıktan sonra, Bi­
zans m edeniyeti gibi yabancı bir dîne müstenit bir Or­
ta-Çağ m edeniyetini maddeten ve mânen kendisinden
daha aşağı görmüş ve onu bir örnek saym ağa tenezzül
etm emiştir.
Diğer taraftan, Türkler İslâm m edeniyeti dairesi­
ne girdikten sonra, vasıtalı olarak, o m edeniyetin B i­
zans'tan aldığı unsurlardan m üteessir olmuşlardır. F a ­
kat, Türkler’İn doğrudan doğruya Bizans nüfuzu altın­
da kaldıkları en mühim devir, şüphesiz, Anadolu fü tu ­
hatını takip eden ilk asırlardır. Anadolu Selçukluları
ve Anadolu’da kurulan diğer eski Türk devletleri, B i­
zans’tan zaptettikleri topraklarda yerleştikleri ilk za­
manlarda, tamamen değilse de yine bir dereceye ka­
dar, Mısır ve Suriye'nin ilk İslâm fatihleri vaziyetinde
bulunuyorlardı: Onların metbuu ve dayanağı olan Bü­
yük Selçuklu devleti, İslâm î İran m edeniyeti esasları­
nın ve Türk İdarî an’aneleriyle imtizacından doğmuş
kuvvetli ve muntazam m üesseselerc malik ve İslâm
medeniyetine dayalı bir imparatorluktu. Fakat, onun
batıya doğru ilerliyen bu istitâleleri, daha ziyade göçe­
be aşiretlerden mürekkep ve göçebe an'anelerine bağ­
lı kuvvetlerdi. Yeni yerleştikleri muhitin Bizans te ’si-
riyle meşbu şartlarına uymak mecburiyetinde olduk­
ları gibi, İslâm î m edeniyetle de tam am iyle ünsiyet et­
miş değillerdi; ve oldukça kesif hıristiyan kütleleriyle
birlikte yaşıyorlardı. İşte bu şartlar altında Anadolu
T ürklerinin bilhassa XI. - XII. yüzyıllarda kuvvetli Bi­
zans te’siri altında kalmaları pek tabiîdir. Suriye, İran
ve Irak’la sıkı münasebetlerde bulunan Anadolu Türk­
lerin d e, şehir hayatı geliştikçe, İslâm medeniyeti te’-
sirlerinin de arttığı, ve Moğol istilâsından sonra İslâm
dünyasının her tarafından menkul servetleriyle birlik­
te gelen muhacir kütleleri sayesinde şehir hayatının
ve tslâm kültürünün büsbütün kuvvetlendiği kolayca tah ­
min olunabilir. F ak at bu hal, XI. - XII. yüzyıllardaki Bi­
zans te'sirlerinin izlerini büsbütün ortadan kaldıram a­
mıştır. İşte bu bakımdan, Osmanlılar devrinde Bizans’­
tan Türklere geçtiği iddia olunan şeylerin mühim bir
kısmını XI. - XII. yüzyıllarda aram ak daha doğru olur.
Şimdiye kadar tamamiyle ihmal edilmiş olan bu
noktalar üzerinde gerek bizantinistler, gerek İslâmi-
yat ve Türkiyat mütehassısları tarafından müştereken
yapılması icap eden tetkikler, yalnız Türk hukuku de­
ğil, umumiyetle Orta-Çağ medeniyet tarihi itibariyle,
büyük bir ehemmiyeti haiz olacaktır.
B İBLİY O Ğ R A FY A

Abdülkadir, (İnanl Orun ve Ülüş Meselesi (Türk Hukuk


. ve İktisat Tarihi Mecmuası, c. I s. 121-133).
Abdürrahman Vefik, Tekâlif Kavaidi, Kanaat Kütüpha­
nesi, 1328.
Tarih-i Malî 1330 (tamamlanmamıştır).
Abû Hayyân, al-Idrâk li Lisan al-Atrâk (nşr. A. Çafnr-
oğlu). İstanbul. 1931.
Ahmed Cevdet Paşa, Ma’ruzftt (Türk Tarih Encüme­
ni Mecmuası, 1924-20, nu. 78-103).
Ahmcd Refik (Altunayl, Fatih Devrine Aid Vesikalar,
Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası. 1919-1921, nu.
40-02.
—, Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı, İstanbul, 1333.
—, Fâtih Zamanında Sultan Öyüğü, Türk Taıih Encü­
meni Mecmuası, 1924, sayı 00, s. J29 -141.
—, Fatih Zamanında Teke-ili, Türk Tarih Encümeni Mec­
muası, 1924, nu. 79, S. 65 - 70.
Ahmed Tcvhid. Antalya Kitabelerine Dâir, Türk Tarih
Encümeni Mecmuası, 1924, nu. 83.
Meskıikât-ı Kadime-i İslâmîyye Kataloğu, İstanbul. 1321,
c. IV.
AksarAyi, Selçuknâme, Ayasofya Kütüphanesi yazmala­
rı. nu. 2143: Yeni CAmi Ktp. yazmaları, nu. 827 |Ost
man Turan tarafından Musâmeretü’l-ahbâr ve Mü-
sâyeretü'l-ahyâr adıyla 1944'te Ankara'da yayımlan-
m ıştırl.
al-Fnkhri, Texte arabo (nşr. H. Derenbourg) Paris, 1B95.
Ali. KılnhüT Ahbâr, İstanbul. 1277 - 85.
Amar. E., Histoire des dynastics musulnıanes, Archives
Marocaiııcs, Paris. 1910, c. XVI.
Andrâadâs, A.. Les juifs et les fise dans l’Empire byzan-
tin, Mâlanges ch. Diehl. Paris. 1930, I. s. 7-29.
—, De la monnaie et dc la puissance d’achat des mâta-
ux precieux dans I’empire byzantin, Byzantion, 1924,
I. ş. 75 - 115.
Arif Mehmcd, Fâtih Kanunnâmesi, Tarih-i Osmânî En­
cümeni Mecmuası, '1912, nü. 13 -15.
—, Devlet-i Osmaniye’nin Teessüs ve Tekarrürü Devrin­
de İlim ve Ulema. Edebiyat Fakültesi Mecmuası,
1332, I, nu. 2.
—, Kanunî Süleyman Kanunnâmesi, Tarih-i Osmânî En­
cümeni Mecmuası, 1914, ııu. 16 - 19.
Âsim (Mütercim), Burhân-ı kâtı tercümesi.
Âşık Paşa Zâde, Tevârih-i âl-i Osman, Âli Bey (İstanbul.
1332) ve Giese (Leipzig. 1929) basımları.
Atâ, Tarih-i Atâ İstanbul. 1291, c. I.
Avfi, Lubâb al-albâb (nşr. Brovvne). Lejden. 1906.
Aziz îbn Ardaşir-i Astarâbâdi, Bezm ü Rezm (Türkiyat
Enstitüsü neşriyatından), İstanbul, 1928.
Baihaki, Tarih-i Baibaki (nşr. Morİey). Calcutta, 1862.
(Bibliotheca îndica).
Barthold, W., Turkeslan doıvn to the mongol invasion.
1928 (Gibb Memorial Nevi- Series, V).
—, Bitikçi, Encyclopedie de l’lslam.
— Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İstanbul. 1927
(Türkiyat Enstitüsü neşriyatından).
—, Kayı, Encyclopedie de l’Islam.
Becker, C. H.. Steuerp&cht und Lehnıvesen. Der İslam.
1914, V. s. 81- 92.
Belin, M., Etüde sur la propri€t6 fönciere en pays musul-
mans specialement en Turquie, fevri er-mars. 1862
—, Essai sur 1’histoire âconomique de la Turquie, Journal
Asiatiquc, mai-juin, 1864.
Berchem, M. Van, La propriâte territoriale et l'impot fon-
cier sous les premier Califes, Gene ve 1836.
—. Monuments et inseripliens de l’Atâbek Lu'lu' de Mossoul,
OrientaUsche Studien. Festschrift fılr Tlı. Nöldeke,
Band I. Gicssen, 1906, s. 197- 210.
Berchem, M. van und StrZygövvakî. J., Amida, Heidelberg.
1910. .
Berezin, L, Oçerk vnutrenniago ustroistva ulusa Dzuçi-
eva (Cuci ulusunun dalı ili teşkilâtına dair monog­
rafi), Trudy Vostoç. Otdel., St. Petersbourg, 1863.
Björkman, W., Bcitrage zur Geschicîıte der Staatskanzlei
im islamischen Aegypten, Hamburg, 1928.
Blochet, E.. Introduction â l’histoire des Mongols. 1910
(Gibb Memorial Series, VII).
Borozdin, N„ Ob izuçenij vostoçnyh kultur SSSR. (Sov-
yetler Birliğinin Şark Medeniyeti), Novyj Vostok.
Moskova, 1924.
Boue. Ami, La Turquie d’Europe, Paris, 1840, 3 cilt.
Bratianu, G. 1., Lcs divisions chronologiques de Thistoire
byzantine, Bull, de la Scction Hist. de l’Acad. Rou-
maine, 1931, c. XVII.
— La question de l’approvisionncment de Constantinople
â l’epoque byzantine et cttomane. Byzantion, 1928, c.
V, S. 83 - 107; 1931, c. XI, S. 645 - 656.
Eecherches surle commerce genois dans la Mer No ire
au XIII siecle, Paris, 1929.
L’hyperpere byzantin et la monnaie d’or des republiques
italiennes au XIII siöcle, Melanges Ch. Diehl.
Brockeİmann, C., MitteJtürkischer wortsclıatz, nach
Mahmud al-Kâsgarîs Diwan Lugât at-Turk, Budapest
- Leipzig 1928.
Busbec. Baron de. Letters. trad. par De Foy. Paris 1748.
0, I.
Câhız IIisala fi fadâ’il al-Atrâk (nşr. Van Vloten), Tria
opuscula auctore al-Dijâhiz, 1903; trk. trc. Türk yur­
du, İstanbul 1914, c. V. yıl III.; ıng trc. C.T. Harley
VValker. Journal or the Royal As. Şociety, 1915, s.
636-607. {Bu eserin yeni ve güvenilir bir tercümesi
Ramazan Şeşen tarafından yapılmıştır. Hilâfet Ordu­
sunun Menkıbeleri ve Türkler’in Faziletleri. Ankara
1967, (Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayın­
ları)!.
Cantacusin. Spandouin, Petit traictö de Toriğine des
Turcqz (nşr. C. Schefer), Paris 1866.
Chalandon, F.. Les Comnenes, Paris 1912, c. II.
Chardin, Journal dû Voyage..., Amterdam 1792, c. II.
Ohavannes, Ed., Documents sur les T'ou-Klue (Turcsl Occl-
dentaux, st. Petersbourg, 1903.
—, Noies additionnelles sur les T'ou-Kiuc occidentauz,
T'oung Pao, 1904, Seri II. c. V.
—, Dix inscriptionfi chinoises de l'Asie Centrale, 1902.
Ccvad Paşa, Tarih-i askeri-İ Osmâni, İstanbul 1297.
Christensen. A., L'Empire des Sassanides, Mem. de I'Aca-
• demiede Danemark. 1907. [1936'da Paris’de Liran sous
les Sassanides adıyla basılmıştır].
8 ^ -. Le premler homme et le premier roi dans l'histoire le
gendairc des Iranicns, Archives d'Etudes Oricntales,
Uppsala 1918. XIV.
Ctavijo. Embassy to Tamerlan, translated by Guy Le Stran-
ge. Ne w York 1928.
Corci Zeydan, Mcdeniyet-i İslâmiye Tarihi, trk. trc.* İsta n ­
bul 1328-1330. 5*CİIt.
Cumont. Fr. L'uniformo de la cavalerie orientale, Byzan-
ti on, 1925. II, s. iei-192.
—, Les religions orientales dans le paganisme romain, Paris
1329 (4. basım).
Cüveyni, Târih-i Cihânguşâ nşr. Muh. Kazvini (Gibb Me­
mene! series. XVI).
Dames. Longworth, The Portuguese and the Turks İn the
İndian Ocean in the Sizteenth century, journal Royal
Asiatic Society, 1921. S. 1-28.
Davlatşâh. Tadkira (nşr. Browne, 1901).
Declareuil. Rome et l’organisation du droit. Paris 1924.
Della valle, Pietro, Voyages. Fms. trc. Rouen 1745.
Deny, Jean, Sommaire des archives turques du caire, Le
caire 1630.
—> Timâr, Encyclopedie de l’Isiam.
—, Tughrâ, Encyclopâie de I’Islam.
Grammaire de la langue turque, Paris 1920.
Deonna, W., Le drapeau de la RĞgence du Camaro, Revue
de I’Histoire des Religions, 1920, t. 82
Diehl, Charles. Byzance; Paris 1919.
—J Manuel d’Art byzantin, Paris 1912.
DImitrijev, N. K., Tureckle leksibeskie elementy v nomenk-
lature sokolov carja AIexseja Mikajloviça (Comptes
Rendus de 1‘Academie des Sciences de 1’Û.R.S.S. 1926)
s. 13-18.
Dingelstedt. Victor. Le regime patriarcal et le droit coutu-
mier des Kirghizes. Paris 1891.
DOhsson, Ign. Mourajea. Tableau gânâral de I’Empire ot-
homan, Paris 1788 -1824, 7 cilt.
Dozy, Supplâment aux dictionnaires arabes, Leiden 1881,
2 cilt .
Ebersolt, J., Les fonctions et les dignitâs du vesttarium
byzantin, Melanges ch. Diehl, Paris 1930, I, s. 81 - 89.
—, Le grand paiais de constantinople. Paris 1910.
—J L’Orient et 1'Occidont, Paris. 1929.
Ebü‘l-UIâ (Mardin), Ahkâm-ı Arâzi Dersi Notlan (Talebe-i
hukuk cemiyeti neşriyatı), 1340-1341.
Gelibolu'ya Geçerken Rumeli Arazisi için Vaz'olunan İki
Esaslı Kâide-i Hukukiye, Yeni Mecmua (Çanakkale
nüshası), 1917.
En veri, Düstumâme, nşr. Mükrimin Halil (Yinanç) Türk -
Tarih Encümeni neşriyatından nu. 15. İstanbul 1930.
Fagnan, E.. Abou Yousof Ya kcub, Le livre de l'impot fon-
cier. Paris 1921.
—. Les status gouvemementaux, Alger 1915 (Bu kitap Mâr
verdi'nin al-Ahkâm as-Sultaniyya*sinizi tercümesidir).
Fekete, L.. E in fü hrun g in die osmanisch - türkische Diplo­
matik der türkischen Botmassigkeit in Ungara, Buda-
pest 1926.
Feridun Bey. Münşeat, İstanbul 1274, 2 cilt.
Finlay, George, A History of Greece from its conquest by
the Romans to the present times, Oxford 1877.
Galîb Edhem, Meskukât-ı Kadîme-i îslâmiyye Katalogu,
îstanbul 1322.
—, Takvim-i Meskûkât-ı Selçükiyye, îstanbul 1309.
Gardizi, Zain ul-Ahbâr nşr. Muhammed Nâzım, Berlin
1928.
Gaudefroy - Demombynes M., Masâlik ai-Absâr (al-Oma-
ri’nin) Mukaddimesi (Bibi, des Gâogrophes Arabes, c.
II.), Paris 1927.
La Syrie & l'6poque des Mamelouks, Paris 1923.
Gibb, H.A.R., Tülûnuides, Ency )lop6die de l'lslam.
Gibbons,, H. A.. The foundation of the Ottoman Empire,
Oxford 1916; Türkçe tercümesi. Ragıb Hulusi, Osman-
lı İmparatorluğunun Kuruluşu, İstanbul 1828.
Giese, F.. Dic altosmanischen anoymen Chroniken. (metin!
Bresi a u 1922; (tercüme) Leipzig 1925
—, Das Problem der Enstehung des Osmanischen Reiches, Zc-
itschrift für Semitisk, 1924. II. s. 24G-271; Türkçe ter­
cümesi, Türkiyat Mecmuası, 1925. i; s. 151 -177.
Goldziher. I., Lc dogme et la loi de l'Islam, Paris 1920.
Fikh, Encyclopedie de l'Islam.
Granet, Marcel. Danses et legendes de le Chine aııtique.
Paris 1926, 2 cilt.
Gr6goire, Henry. Les veilleurs de nuit â Trebizonde. By-
zantinische Zeitschrift, 1909. XVIII. s. 490-499.
Grohmann. A., Tirâz, Encyclopedie de l'Islam.
Grousset. R.. Histoire de l’Asie. Paris 1922. 3 cilt.
—. Sur les traces du Bouddha. Paris 1929
Grum-Grzimajlo, G.. Zapadnaja Mongolija Urjanhajski}
Kraj, c. III.
Guillard. R., Essai sur Nicephore Gregoras, Paris 1926
Halil Edhem. Düvel-i İslâmiyye. İstanbul 1927.
—, Karaman - Oğullan Hakkında Vesâik-i Mahküke, Târih i
Osmani Encümeni Mecmuası. 1323, nu 11 - 14.
Halphen. L.. Les Barbares, Paris 1929.
Hammer, J. (von). Des Osmanischen Reiches staatsverfas-
sung und staatsvenvaltung, VV'ien 1615.
—, Histoire de 1‘Ordre des Assassins (fransız trc. Hellert el
De la Nourais, Paris 1833).
—, Geschichte der Goldenen Horde, Pesth 1840.
Histoire de l’Empire Ottoman (fransız trc. Hellert, Pans
1835-1841).
Hauser, H.. La modemite du XVI e siâcie, Paris 1930.
Hauser. H.. et Renaudet, A., Les debdebuts de l’Âge moderne.
Paris 1929.
Heyd, W., Histoire du commerce du Levant au Moyen - Âge
(fransız: trc. F. Raynaud), Paris 1923, 2 cilt.
Hoca Mes’ûd, Ferhengnâme-i Sa’di tercümesi, İstanbul
1340.
Houdas, O.. Histoire du Sultan Djelal ed-Din Mankobirti,
Paris 1895, 2 cilt.
Houtsma, Th., Rccueil de textes relatifs â l’histoire des Sel-
djoucides, Leiden 1886 -1902, 4 cilt.
Huart, Cl. Histoire des Arabes, Paris 1912, 2 cilt.
—'i Cavush, Encylopedie de l'Islam.
—, Defterdar, Ene. de l’Islam.
—, Efendi EnC. de l'Islam.
—. Janissaires, Ene. de l'Islam.
—, Kâdı'asker, Ene. de l'Islam.
—! Les saints des derviches tourneurs. Paris 1922, 2 cilt.
—| La Perse antique et la civilîsation iranlenne, Paris 1925.
Hüseyin Hilmi, Sinop Kitabeleri, Sinop 1341.
Hüseyin Hüsamettin, Koca Mehmed Paşa, Tarih-i Osman!
Encümeni Mecmuası, 1916, nu. 37-38.
—, Orhan Beyin Vakfiyesi, Tarih-i Osmani Encümeni Mec­
muası, 1927, nu. 94, S. 2 8 4 -3 0 1 .
İbn al Asir, al-Kâmil fi't-Târih, Mısır basımı.
İbn Arabşâh, Fakihat al-Hulafâ’, Musul 1869.
İbn Bibi, Selçuknâme, Ayasofya kütüphanesi, yazma,- nu.
2985.
İbn Haldünî Kitâb al-İbar ve Divân ai-Mubtedâ v’al-Habar.
Kahire 1284.
İbn Hallikân, Vefayât al-A'yân, Bulak 1275.
Ibnülemin Mahmud Kemal, Tuhfe-i Hattatın Mukaddimesi,
İstanbul, 1928.
—, Menâkıb-ı Hünerverân Mukaddimesi, İstanbul 1926.
—, Evkaf-ı Hümâyun Nezaretinin tkrihçe-i teşkilâtı, İs­
tanbul 1336.
Iorga. N., Cinq confârences sur le sud-est de l'Europe, Pa­
ris 1924.
^ Relations entre l’Orient et l'Occident au Moyen-Age, Pa­
ris 1923.
—, Points de vue sur l’histoire du commerce de TOrient a
l’epoque moderne, Paris 1925.
— L'iconoclasme byzantin et ses correspondances dans l i ­
treme - Orient CCompte - rendu du premier congres
International des Ğtudes Byzantines), Bucarest 1925.
—, Le privilâge de Mohammed II pour la ville de Pera, Bul-
letin de ia Section Histor. de l'Acad. Roumanie. 1914. II.
nu. 1. s. 11-32 (türkçe sureti Tarih-i Osmani Encüme­
ni Mecmuası, 1914, nu. 25,
—, Essai de synthâse de l'histoire de l’humanltĞ, c. IV, Paris
1927.
—, Ya-t-il eu un Moyen - Âge Byzantin? Builetln de la sec-
tion Histor. de I'Acad. Roum&nie, 1927, c. XIII, s. 1*9.
—, Les voyageurs français dans I’Orient Europâen, Paris 1928
—, L'interpenetration de l’Orient et de l'Occident au Moyen
- Âge, Bulletin de la section Histor. de I’Acad. Roumal-
ne. 1929 c. XV. S. 16-52.
—, La sociötö roumaine du XIX'e sidcle dans le thiatre
roumain, Paris 1929.
—, Histoire des Etats Balcamques,
İskender Münşi Tarih-i Âlem-ârâ-yi Abbasî, Tahran 1314.
Ivanoff, J„ La Question Macedonienne, Paris 1920.
Jansky, Herbert, Das Meer in Geschichte und Kultur des
İslam (İslâm Tarih ve Medeniyetinde Deniz), Beitrâge
zur historischen Geopraphie, Kulturgeographie, Et-
nographie und Kartographie vomehmlich des Orients,
Wien 1929, s. 41-59.
Jiriçek, C , La civilisation serbe au Moyen - Âge (Eisen-
mann’m fransızcaya tercümesi), Paris 1920.
Juynbolİ, Th. W., Kâdi, Encyclopedie de l’lslam.
Kalkaşandi , Subh al - A'şa, Mısır basımı, 14 cilt.
Kanunnâme, Milli Tetebbular Mecmuası, İstanbul 1915, nu.
l *2.
Karabacek, J., Gigliato des jonischen Turkomanfürsten
Omar - beg, Wiener Numism. Zeitschrift, 1870.
—, Gigliato des Karischen, Turkomanfursten Urchân-beg.
Wiener Ürumism, Zeitschrift, 1877.
Kâtib Çelebi, Tuhfat üi-Kibâr fi Esfâr ül-Bihâr, İstanbul
1329. (kısmen İngilizce tercümesi J. Mitchelii, The His-
tory of the maritime wars of the Turks, London 18311.
Takvim üt-Tevârih, İstanbul 1733. (R. Carli’nin tercümesi,
Venezia 16971.
Kazimirski. *. De Biberstein, Menoutchehri, Paris 1887.
Kemâl-ad-din, Histoire d’Alep (tercüme E. Blochet) Pans
1900.
Kondakov, N. P., Les costumes orientaux â la cour de By-
zance, Byzantion, 1924, s. 7-49.
Köprüiü-zâde Mehmed Fuad (Köprülü, Fuad), Orta Za­
manda Mâlî ve İktisadi Türkiye (basılmamış).
—, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, İstanbul 1919. 12.
basım Ankara 1968; 3. basım, Ankara 19761.
Anadolu'da İslâmiyet, Edebiyat Fakültesi Mecmuası, 1922,
nu. 5. s. 327.
— Türkiye Tarihi, İstanbul 1923.
—, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1928. İ2. basım, İstanbul
19301.
—. Anadolu Beylikleri' Hakkında Tarihi Notlar, Türkiyat
Mecmuası. 1928, II. s. 1 - 32.
—, Selçukiler Zamanında Anadolu'da Türk Medeniyeti, Millî
letcbbular Mecmuası, 1915, nu. 5.
Tenkit, (J. Laurent'ın Byzance et les Turcs Seldjoucides
dans I’Asie Occidentale }usque'cn 1081) adlı eseri hak­
kında. Türkiyat Mecmuası, 1925, I, s. 300 - 303.
—, Kayılar, Türkiyat Mecmuası, 1925, I. s.187 -191.
—, Osmanlı İmparatoriuğuhun Kuruluşu Meselesi, Hayat
Mecmuası, nu: 11« 12ı
— Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Tesiri,
Edebiyat Fakültesi'Mecmuası, c. II, nu. 1.
—. Litterature turque othmanlı, Encyclopödie de l'Islam
(bk. Turks).
Meddahlar, Türkiyat Mecmuası, 1925,. I. s. 1-46; 1928, II •
’ S. 430 - 434.
Kraelitz, F., Kanunnâme Sultan Mehmeds des Eroberers,
—, Mitteilungen zur osm. Geschichte, 1921, I s. 13-48
—■, Osmanische Urkunden in türkischer sprache, Vien 1921
Kramers, J. H., Les noms musulmans composâs avec Din.
Açta Orientalia, 1927. V, s. 53 - 67.
•—, Shaikh aJ-Islâm. Encyclopedie de l'Islam.
Kntobulos. Târih-i Sultan Mehmed Han II, Tarih-1 Osma­
ni Encümeni Mecmuası, (1910-1911, nu. l - l 3 ) ‘na ilâ­
ve olarak.
Laurent, J.. Byzance et les Turcs Selloucides dans l’Asie
Occidentale îusquen 1081, Paris 1919.
Byzance et Toriğine du Sultanat de Roum, M6Ianges
Ch. Diehl. Paris 1930, c. I.
. Des Grecs aux Groisös, Byzantion, c. I, s. 386 v.d.
Laviesse et Rambaud, Histoire gânârale, c. IV
Lees, Nassau W., Tabaqât-ı Nâsıri, farsça metin, Calcutta
1864.
Lhöritier, M., L’Histoire byzantine dans les manueis fran-
çais, Bulletin du comitâ Internationale des Sciences
historiques, 1930, nü. 9.
—, L’Histoire byzantine dans I’Histoire gânörale, Melanges
Ch. Diehl, Paris 1930, I, S. 2 0 1 - 2 1 6
Lot, F., La fin du mondc antique et le debut du Möyen -
Âge, Paris 1928.
Lybyer, Albert Howe, The Government of the ottoman
Empire in the time of Suleiroan the Magnificent, Çarn-
bridge Mass. 1613:
Maçoudi, Les prairies d’or, (metin ve tercüme Barbier De
Meynard ve Pavet de Courteille tarafından!, c. I - IX.
Paris 1861-1877.
Mahmud Kâşgari, Dîvân Lugât at-Türk (nşr. Ali Emirî).
İstanbul 1915; Türkçe trc. Besim Atalay tarafından (İs­
tanbul 1940- 1943).
Makrizi, al-Mavâiz v'el İtibâr fî zikr al-Hitat v’el-Âsâr, Bu­
lak 1270.
Mans, Raphael Du. Estat de la Perse en 1660, Paris 1890
(nşr. Ch. Schefer).
Marsigli. comte De. L’etat militaire de I'Empire ottoman,
Amsıerdam 1732,
Mas, Latrie De. L’ile de Chypre, Paris 1876.
—, Histoire de Chypre sous les Lusignans, Paris 1852 - 61.
3 Cilt.
Mâverdı, al-Ahkâm as-Sultaniyye, Mısır basması. 1909.
Mez, A.. Die Benaissance des Islâms, Heidelberg 1922 (İs
panyolca’ya Salvador Vila tarafından (Madrid 1936).
İngilizce'ye S. Khuda Bukksh ve D.S. Margohouth ta­
raflarından (London 1937) tercüme edilen bu eserin
türkçesi de Cemal KÖprülü'nün kalemiyle Ülkü Mec­
muası (1936, nu. 43’den başlayarak) ’nda tefrika hâlin­
de yayımlanmıştır).
Millet, G., Sur les sceau* des commerdaires byzantins,
Melanges offerts â M. G. Schlumbeıger, Paris 1924. s. I
303 - 327.
Minorsky. W.t Tlyûl, Encyclopedie de l’Islam.
Mirhând, Rauzat as-Safâ. Bombay 1261.
Mkhitar D'Airivank, Histoire chronologiuque par Mkhitar
D’Airivank, XIIIe siecle (trc. Brosset), st. Pötersbourg
1895.
Mohammed Ben Cheneb, Mots turcs et persans conserves
dans le parler algerien, Alger 1922.
Mohammed ibn Hinduşâh Nahçivâni, Düstûr al-Kâtib fî
Ta’yin al-Maratib (Köprülü kütüphanesi, yazma, nu.
1241).
Mordtmann. A., Bulles byzantines realitives aux Varâgues,
Archives do l'Orient Latin, Paris 1881, I.
Morgan, J. De, Evolutions et revolutions numismatiques,
Melanges offerts â M.G. Schlumbergor Paris 1924. s.
235 - 295.
—, La feodalite en Perse, son origine son developpement,
son etat actuel, Revue d'Ethnographie et de sociologie
Paris 1912. nu. 5-8, 169-191.
Mufazzal İbn Abıl - Fazail., Histoire des Sultans Maraelo-
uks, Partrologia Orientalis (Texte arabe publie par E.
Blochet). Paris 1909-1920, c. XII-XIV.
Mustafa Paşa, Netâyicü'I-vukû'at, 2. basım İstanbul 1327.
Kaili Abdullah Paşa, Kanunnâme-İ Teşrifat (hususi kütüp­
hanemizdeki yazma nüsha, (Çeşitli kütüphanelerde
nüshaları vardır).
Naîmâ, Tarih, İstanbul 1281, 6 cilt.
Nâsır-ı Husrau, Safarnâmo (tercüme ve nşr. Ch. Schefer),
Paris 1881; (ayrıca 134i’de de Berlin'de basılmıştır).
Nazml Edirneli, Divân-ı Türkî-i Basit (nşr. F. Köprülü), İs­
tanbul 1928.
Nemeth. G., A. honfoglalo magyarsağ kialakulâsa, Buda-
pest 1930,
Nizâm ul-Mulk, Siyasetnâme (tercüme ve neşr. ch. Sche­
fer), Paris 1893,
Nizâmi ul-Arudı Chahâr Maqâia (nşr. Mohammed
Kazviiıü. Gibb Memorial Series, 1910, c. XI.
Nöldeke, Th., Kans Dcmschwam's Tagebuch, Der İslam,
1925, XIV, s. 156-158.
Oberhummer, E„ Die Türken und das Osmanische Reich,
Gcographischen Zeitschrift, Leipzig - Berlin 1917, c.
XXII - XXIII.
Osman Nuri. Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, İstanbul 1338, I.
Papadopulos, A., Türk İdaresi Altında Yunanlılar, Epetiris
Etireias Byzantinion Spedion (rumca), 1925, c. II, s. 84-
106. •
Pavet De Courteille, Dictionnaire turc-Oriental, Paris 1870.
Pedersen, Johs., Masdjid, Encyclopedie de l’Islam.
Pelliot, P., Sur que]ques mots d’Asie centrale attestes dans
les textes chinois, Journal Asiatique, 1913, serie XI. c. I.
s. 451 - 469.
—, A propos des Comans, Journal Asiatique. 1929, serie XI.
G. 15. S. 125-186.
—. Notes sur le «Turkestan» de M. W. Barthold, Toung Pao.
1930, XXVIII, s. 12-56.
—. Le prötendu mot «iascot» chez Guillaume de Rubrouck,
T’ouung Pao, 1930, XXVII, 190-192.
Pinön, Carlier De, Relation du voyage en Orient de Carlier
de Pinon (nşr. E. Blochet), Revue de l’Orient Latin,
Paris 1920. e. XII-XIII.
Prasad, M. Ishawari, L’Inde du V lle au/XVIe si ede, His-
toire dus Monde, Paris 1930, c. VIII.
JPsichari. Jean. Efendi, Philologie et Linguistique, Melanges
offerts a Louis Havet, Paris 1909, s. 3B7-427.
Quatremere, Histoire des Sultans Mamelouks, Paris 1837-
40. 2 cilt.
—, Notice de l'ouvrage qul a pour titre «mes&lek Alabsar fi
Mamalek Al&msar», Notices et Extraits des manuscrits
de la Bibi, du Roi, 1838. XIII, S. 151-384.
Rambaud, Histoire de la Russie. (7. basım) Paris 1918.
Raşid ud-Dın, Cami‘ut - tavarih, Berezin ve Blochet tara­
fından bastırılan kısımlar (K. John tarafından da kıs­
men Londra (1940) ve Prag (lB41)’da neşredilmiştir).
Râvandi. Rahat as-sudör va âyat as-surür (nşr. Muham-
med îqbâl), Gibb Memoria) Ne w Series, 1921, II.
Resmi Ahmed Efendi, Hamilet ul-Kubra (İstanbul Üni­
versite Ktb. yıldız yazmaları nu. 17402).
Ridgevvay, William, The Origin of the Turkish Crescent,
The Journal of the Royal Anthropological Institute of
Gıeat Britain and Ireland, 1908, c. XXVIII, s. 241-258;
Türkçeye Halil Halid Bey tarafından tercüme edilmiş­
tir (Türk hilâlinin aslı, Ilâhiyat Fakültesi Mecmuası,
1926, nu. 2).
Rifat (Kilisli). Kitab-ı Dede Korkut, İstanbul 1332 tOrhan
Şaik Gokyay tarafından lâtin harfleriyle İstanbul'da
1938‘da yayınlandığı gibi. Vatikan'daki nüsha da İtal­
yanca tercümesiyle birlikte Ettore Rossi tarafından.
1952 de neşredilmiştir!.
RouiIIard. G.t L’administration çivile d I’Egypte byzantine,.
Paris 1928.
—i Les archives de Lavra Byzantlon, 1926, III, s. 253-264
Rypka. J., Sâbit's Ramazânijje, Islamica, 1926, III, s. 435-
478.
Sâfi, Divân (husûsi kütüphanemizdeki yazma nüsha).
Sanson, Voyage ou relation de I’etat prâsent du Royaume'
de Perse, Amsterdam 1695.
Scala. R. (von), Das Griechentum Seit Alexander dem
Grossen. (HeLmolt), Weltgeschihte, Leipzig und VVien.
V, s. 1-116.
Schefer, Ch. Le voyage d'outremer de Bertrandon de la
Broquiere, Paris 1892.
—, Description topographique et historique de Boukhara
(Narşahi’nin), Paris 1892.
Schiumberger. G., Les principautes franques du Levant
d'aprcs les pius recentes deconvertes de la numismati-
que, Paris 1877.
Sobernheim. M.. Iktâ’, Encyclopedie de l'Islam.
Sokolov, İ. !., Zemelnye otnoşenija v Turcij do Tanzimata,.
Novyj Vostok. Mosca 1924, nu. 6.
—, Zemelno - podatnoe oblozenie v Turcij do Tanzimata„
Novyj Vostok, Mosca 1925, nu. 8 -9 .
Solak - Zâdî, Tarih, İstanbul 1297.
Stein, Ernst, Untersuchungen zur spatbyzantinischen Ver-
fassungs und V/irtschaftsgeschichte, Mitteilungen zur
Osm. Geschihte. 1923 - 1925, II. S. 1 - 62.
Strzygovrski, Altai - Iran und Völkervvanderung, 1917.
Süleyman (Şeyh), Çağatay lügati, İstanbul 1298.
Süleyman Sû di. Defter-i muktesid, 1301, 3 cilt.
Süssheim, K. Das Geschenk aus der Seldschukengeshischte.
Leiden 1909.
Şeref ud - Dîn Yezdı, Zafernâme, Caicutta 1887 (Bibîiothe-
ca İndica).
Şeyhoğlu, Kcnz ül-küberâ, (Tek yazma nüshası husûsî kiı-
tüphanemizdedir.
Ta'âlibi, Histoire des rois de Persc (tercüme ve nşr. H. Zo-
tenberg). Paris 1900.
Taeschner, Fr. Tavkî, Encyclopedie de ITslam.
Taeschner, Fr. und Wittek, P., Die Vezirfamilie der Çan-
darlyzâde (14-15. Jhdt.) und ihre Denkmaler, Der İs­
lam, 1929, XVIII, S. 60 -115.
Tafralı, O.. Thcssalonique au quatorzi&me siecle, Paris 1913.
Tâ'ib, Osmanzâde. Hadikatii'l-vüzerâ (hususi kütüphane­
mizdeki yazm a nüsha).
Thomsen, v., Inscriptions de I’orkhon dechifrecs, 1891 -1896
(yeni tercümesi H. H. Schaeder tarafından Zeit. der
Morg. Ges. (1924-25. s. 121 -175) 'dc neşredilmiştir 1.
Tiesenhausen. W. De, Recueil de matcriauz rclatifs â l’his-
toire de la Horde d'Or. c. I. St. Petersbourg 188 i.
Tursun Bey, Tarih-i Ebu 1-Feth, Tarih-i Osmani Encümeni
Mecmuası (1914 -1916. nu. 26 - 75)‘nda ilâve olarak.
Vâmbery. E., Çağataische Sprachsiudien, Leipzig 1867.
Etymologisches W5rlerbuch der turke - tatarisehen Sprac-
hen. Leipzig 1878.
Vasmer. R.. O dvuh zolotoordyskih monetah (Altunordû'-
ya ait iki sikke hakkında), Zapiski KoIIegij Vostoko-
vedov. 1927, II. S. 109 - 112.
Visdelou. C., Supplement â la Bibliolheque Orientale, 1780.
ZeKi, M.. Teşkilât-ı Atikâ da Defterdar, Türk Tarih Encü­
meni Mecmuası, 1926-1927. nu. 91-93.
Zekî Velidi IToğanl, Moğollar Devrinde Anadolu'nun İk­
tisadî Vaziyeti, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmu­
ası. 1831. I, S. 1 -4 2 .
Ziya Gökalp. Aile Ahlâkı, Yeni Mecmua, 1917, nu, 14 - 17.
Zühdi, M.. Bütçe, 2 cilt.

B ib liyografya’y a ek

Bu eser 193İ de neşredildifi için o tarihten zamanımı­


za kadar geçen elli yıl zarfında gerek kitabın müellifi olan
Profesör M. Fuad Köprülü, gerek çeşitli yazarlar tarafın­
dan bu devre esnasında yazılan kitap ve makalelerin bel­
li başlılarını, ek bir bibliyografya halinde vermeği faydalı
bulduk. Bu ek bibliyografyadaki kitap ve makalelerin bir
kısmı kitabın 1953'de yayımlanan halyancasmda da yer
almıştır.
Ayalon, D., L’esclavage du Mamelouk, Jerusalem 1951.
Babinger, F., Mehmed der Eroberer und seine Zeit. 1953.
Barkan. Ömer Lütfi, XV ve XVI ıncı Asırlarda Osmanlı
İmparatorluğumda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali
Esasları. I. Kanunlar. İstanbul 1945.
—, Tim ar mad., İslâm Ansiklopedisi. (1973).
BrĞhier, Louis. Les instutions de I’Empire byzantin, öditi-
ons Albin. Michel, 1949 et 1970.
Canard, M., Le Ceremonial fatimite et le ceremonial byzan­
tin. Byzantion, 1951, XXI, s, 355 - 420.
Cibb, H. A. R. and Bowen, Har., Islamic Society and the
West. I. Islamic Society in the eighteenth century,
Part I. Oxford 1950.
Göyünç, N'ejat, Tavâşi, Islâm Ansiklopedisi. (1971).
Kahane, H. R., - Tietze, A, The Lingua Franca in the Le-
vant, Turkish Nautical Terms of Italian and Greek
origin. Urbana 1958.
Köprülü. MT. Fuad, Les Origines de L’Empire ottoman, Pa­
ris 1935; Türk. trc. Osmanlı Devletinin Kuruluşu, An­
kara 1959, 2. basım. Ankara 1972. 3. basım İstanbul 1981.
—, Orta-Zaman Türk Hukuki Müesseseleri, İslâm Amme Hu­
kukundan Ayn Bir Türk Amme Hukuku Yok mudur?
Belleten, Ankara. 1938. II, s. 39 - 72.
—, Alp, İslâm Ansiklopedisi (1941).
—, Ata, İslâm Ansiklopedisi (1942).
—, Bayrak, İslâm Ansiklopedisi (1942).
—, Bey, İslâm Ansiklopedisi (1942).
—L Çağatay Edebiyatı, İslâm Ansiklopedisi. (1945).
—, Çavuş. İslâm Ansiklopedisi (1945).
—, Fıkıh, İslâm Ansiklopedisi (1947).
—, Hârizmşâhlar, İslâm Ansiklopedisi (1949).
Hil'at, İslâm Ansiklopedisi (1950).
Köprülü, Orhan F., Efendi, Islâm Ansiklopedisi (1946).
Mayer, L. A. Mamluk Costume. Geneve 1952.
Moravcsik, G., Byzantinoturcica. I. DieByzantinischen Qu-
cllen der Geschicte der Türkvölker. II.Sparchres-
te der TürkvÖlker in den byzantinischen Quellen, Bu-
dapest 1942 - 43.
Ostrogorskij, G., Pronija, Prilog İstarii feudalizma u Vizan-
tij i u Juznoslovenskim zemijama, Beograd 1951.
Parmaksızoğlu, İsmet, Kaptan Paşa, İslâm Ansiklopedisi.
P&gliaro, A., Un ginoca persians alla corte di Bisanzio, (1936'
da Eoma’da toplanan Milletlerarası 5. Bizans Çalış­
maları Kongresi'zıin zabıtları). Roma 1939, c. I, s. 5 2 1 -
524.
Turan. Osman, lktâ, İslâm Ansiklopedisi, (1951).
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı devletinin saray teş­
kilâtı, Ankara 1945.
, Ağa. İslâm Ansiklopedisi (tashih ve ikmal)
Wittek, Paul, The Rise. of Ottoman Empire, London 1938.
—>, Notes sur la Tuğhra ottomane, Byzantion, 1948, XVIII,
S. 311-334; 1950, XX. S. 267-293.
İNDEKS
(«Bizans, Osmanlı, Osmanlılar, Osmanlı Devleti, Selçuk­
lu, Selçuklular, Türk ve Türkler» kelimeleri metinde çok
sık geçtiğinden indekse dahil edilmemiştir.)

A Agnâm resmi. 93
Ahiler, 22
Ahkâm-ı Arazi Dersi not­
A History of Greece from its lan (Ebul'ulâ Bey), 118
conquest... (A. Fınlay), 8
A Honfogalolo Magyarsag... Ahkâmü’s - Sultaniyye (Mâ-
(Nâmeth), 21 verdi), «7, 148, 217
A propos des Comans (P. Pel- Ahlat. 162
liot), 83 Ahmed I.. 69
Abaka Han, 159 Ahmed Cevdet Paşa, 110
Abbasi, Abbasiler, 27, 32. 34, Ahmed Refik (Altunayl, 62.
43, 45, 58, 63,. 70. 76 - 78, 98. 89, 134, 167, 175
107, 136, 147 - 152, 169, 179, Ahmed Tevhid, 74, 149, 153,
180, 183, 184, 186. 190, 206. 159
211, 212. 218, 219, 224. Aile Ahlâkı (Ziya Gökalp),
Abdülkadir lînanl. 50, 181 194
Abdü’l-Melik İbn Mervân, Akdeniz, 71, 73 - 75, 112, 195,
217. 221 204
Abdürrahman Vefik Bey, 14. Akhisar, 120
68 Ak Koyunlular. 37, 51, 53, 66,
Abiskûn, 84 129
Abû suvar, 162 Aksarayi, 57, 73
Açta et Diplomata, 17İ Aksaray! Tezkiresi, 165
Açta Orientalia, 33 al-Fakhri, 76
Acem, Acemler, 23, 163, 180, al-Tha’alibi (Sa’alibi), 187
188. 209 al-Urâda fi'l-hikâyat aş-SaJ-
Acemistan, 162 çukiyya, 42, 61, 99
Aerikon, 14 Alâiye, 73
Afrika, 98 Alâcûk, 138
Ağacı, 77 Alâeddin Camii (Antalya’da),
Ağıcı, 31 74
Alâeddin Keykubâd (Sul­ 130 - 133. 135, 138, 139, 142 -
tân) 49, 50. 112, 139, 173, 145, 149, 153, 154, 158 - 160,
187, 219 165, 167, 169, 170, 173, 178,
Alâeddin Muhammed (Ha- 180. 184, 187, 196, 199, 200,
rezmşah), 84 206, 212, 219, 220, 222.
Alâeddin Paşa (Sultan Or­ 225.
han’ın kardeşi), 6, 10, 146 Anadolu Türkleri, 74. 225
Alay, 191, 199 Anadolu ve Rumeli Beylerbe-
Alı (müverrih), 40, 68, 121, yilikleri, 47
174, 175. 190 Anadolu ve Rumeli Beylerbe-
Ali Paşa (Bâyezid I. devri ve­ yiliği, 48
zirlerinden), 142, 177 Anadolu’da İslâmiyet (Fuad
Ali Paşa (Çandarlı), 120 Köprülü), 22
Allagion, 191 g Andrâades, A., 212, 221
Alp Arslan (sultan), 43, 61 , Ankara, 22
83, 149 Ankara Harbi, 119
Alp erenler, 144 Ani (şehri), 162
Alp’lar, 144 Annales Sultanorum othma-
Altai-İran und Völkerwande- nidarum, 3
rung, 157 Antalya. 73. 74, 139
Altın-Ordu Devleti. 36, 48, 52, Antropoloji Cemiyeti Mecmu­
53, 188, 169, 222 ası (İngiliz), 155
Altuntaş (Harezmşah), 77 Amorath (bk Murad), 122
Amar, E., 76 Araplar, 54, 96. 97, 135, 210,
Amida, 161 215
Amiral, 5 Archives d’Etudes Orientale
Amsterdam, 53 (Christensen), 33
Anadolu, 20. 21, 2İ, 25. 29, 36. Archives de I’orient Latin, 8
49, 50, 54, 58. 64, 74, 86, 91, Archives Marocaines, 76
92. 108 - 111. 113, 114, 121, Archieunuchos, 75
122, 150, 152, 165-167, 169 Ârif Bey (nâşir), 40
170, 173, 191, 102, 194, 196. Arnavut, Amavutlar, 167, 202,
203, 204, 225 203
Anadolu Beylikleri, 21, 29, 72, Arslan İbn Tuğrul, 61
73. 86. 90, 92, 113, 128, 161, Arz-ı memleket, 117
223 Ar tuk! ular, 222
Anadolu defter - kethüdalığı. Asafnâme, 72
65 Asya, 151, 162, 168, 208, 213,
Anadolu Kadıaskerliği, 55 ^ 221, 223
Anadolu medreseleri, 166 Âşık Paşa zâde, 41, 42, 47, 48.
Anadolu Selçukluları, 20, 24, 56, 62. 79. 113 - 115, 120, 121
25. 27, 29. 34. 35, 42. 43, 48. 142, 178, 189
49. 56 - 58, 64, 68, 70, 73 - Âşık Paşa zâde Tarihi. 41, 56.
75, 79, 81. 84 - 86, 89. 92 - I 142, 166
07. 105, 111-113, 123, 126, 128, Aşır Efendi kütüphanesi, 57
A ta b e k u l-a sâ k ir , 53 Bâyezid II.. 63, 170. 171, 178
Atabeyler, 34, 43, 104, 105 Bâyezid Paşa. 47
Atabeylik, 42, 48 Bayındır, 50,
At Meydanı, 16, 181, 183 Becker. Prof. C. H„ 97, 99
Avfi, Muhammed, 84, 151 Bedreddin Horasâni. 69
Avrupa. 125, 129, 174. 178, 200, Bedreddin Lü’lü (Musul Ata­
204 beyi), 161
Ay ve Yıldız (alâmet), 10 Beglarbek, 52, 53
Ayasofya kütüphanesi, 73 Beglari - beg == beylerbeyi, 52
Aydın, 10 Behram V., 54
Aydın ili, 113 Beitrage zur Geschichte...
Aydınoğlu, 114 (Björkman), 45, 102, 134
Aydi.no ğullan, 72, 86. 223 Beitrage zur historischen Ga-
ographie... (H. Jansky), 75
Beitrage zur Geschichte... (M.
B
F. Dölger), 215
Belazüri, 214
Baöâiîcr isyanı. 143 Belh. 158
Bâbıâli, 146 Belin. M.. 12, 68, 93. 94
Bâbil - Asuri. 187 Bell, H. 1. 215
Babinger, F. 71 Ben Cheneb, Mohammed, 85
Babur sülâlesi, 129 Berât, 128
Baburiler, 129 Berchem, Max Van, 160, 161.
Bâbus-sitâre (perde kapısı). 215
78 Berezin. 53
Bağdad, 4, 19, 27, 32, 99, 147. Berkyâruk, 51, 180
149, 150, 175, 200, 203, 211 Berlin, 9, 43. 77, 127, 142
Bahaü’d-din (melikü's-sevâ- Beşir ağa (darüssâde ağası).
hii), 73, 74 80
Balkan. Balkanlar, 146. 172. Beyhakî, 150, 179, 184, 187
200 - 202. 204, Beylerbeyi (unvan), 53, 54
Barbaros. 71 Beylerbeyi = melikü'l-üme-
Barthold, W., 21, 23, 32, 35. 43. ra, 50
63, 117, 151. 152, 156. 184.
Beylerbeydik, 9. 42. 46. 48. 51,
186 54, 60
Basileus, 0
Basra Körfezi, 200 Beytü'l-mâl, 216
Başbakanlık Arşivi, 89 Bczm-ü Rezm, 91
Başdefterdarlar, 65. 67 Bibliotheca İndica, 44, 86
Başdefterdarhk. 60 Bibiiothöque des gâographes
Baş-erenler, 119 arabes (G. Demombynes),
Batı-Karahanhlar, 183 35, 98, 160
Baudier, M„ İ2 Bilecik, 55
Bâyezid I., 27, 62, 79. 113, 118. Biıtagâni (bk. mevâcib), 100
142 Biti. 62, 63
Bitig mad. (Ene. de l'Islam), Byzance et les Turcs Seldjou-
63 cides... (J. Laurent), 25, 109
Bitikçi, 62 Byzance et Toriğine du Sui-
Bizantinistler. 76, 81, 146, 162. tanat de Roum (J. Laurent)
164, 174 - 176, 199, 214, 221. 109
223 Byzantion, 109, 157. 196, 209,
Björkman, W., 45, 58, 102, 134 210, 215, 221
BlOChet, E., 35. 36, 83, 85. 105 Byzantinische Zeitscrift, 194,
Bombay, 158 195
Borozdin, 222
Bosna, 116 , 118. 175 C
Bosna Müzesi Mecmuası
(Glasnik Bos.), 193
Boşnaklar, 203 Caferoğlu. A. (naşir), 82
Bouâ, Ami. 9 Cahız, 168
Bratianu, G. I., 173, 196, 204, daire. Le, 54
215. 219, 221 Calcutta. 44 , 57. 86
Breslau, 48 Cambridge, 164
Brockelmann, C„ 82. 158 Câmi-i Kebir (Niğde'de), 91
Broquiere, Bertrandon de la Câmi'ü'l-Hikâyat, 84
48, 122, 177 Câmi’ü’t-Tevârih, 165. 172
Brosset M., (mütercim). 162 Cam ussa t Bayscha (Hamza
Brovvne (nâşlr), 169 Paşa), 48. 122
Bucarest, 15, 16, 212 Candar Oğullan. 90
Budapest. 21, 62 Candarlar, 133
Bulak, 104 Canon, 16
Bulgarlar. 201 Cantacasin. Th. Spandouin
Bull. de la seetion Hist. de 192
l'Ac. Roumaine, 15, 16, 146, Catologue des monnaies
171. 186. 100. 192, 205 (H. Lavoix), 158
Burhan-ı Katı tercümesi, 84. Cavaignac, M. E.. 215
141 Cebeci başı, 87
Busbec, Baron de, 3 Cebeliler, 122
Bursa, 17 Celâleddın Harzemşah, 64
Bütçe (M. Zühdi), 68 Celâli ier, 118
Celâyirler, 36, 53, 79. 129, 189
Büyük Selçuklu İm paratorlu­ Cenevizler, 171
ğu, 25, 27, 41. 58. 63, 64, 83.
Cengiz evlâdı, 114
84, 9b - 100, 108, 110, 123,
Cengiz Han, 157
126, 129. 130,' 133 - 136. 139.
149-153, 159, 168, 184, 206, Cevat Paşa, 132
Cezayir, 203
221. 225
Cezayir beylerbeyi (pâye),
Byzance (Ch. Diehl), 4, 7. 71
186, 190, 211, 218 Cihanguşa-yı Cüveyni, 108,
Bvzan. Archiv, 215 158, 189
Cinq Confârences sur le Sud- Çandarlı Ali Paşa, 119
est... (Iorga), 36 Çandarlı Halil Paşa (Kara),
Cira (icrâ), 141 41, 42, 55, 56
Chabot, J. B. (nâşir), 152 Çandarlı İbrahim Paşa, 41
Chalandon, F.t 123, 190, 220 Çandarlılar, 41
Chalcocondilas. 177 Çankırı, 220
Chardin, 53, 129 Çardak köyü, 120
Chavannes. Ed., 51, 130, 188 Çav (Çavuş'un kökü), 82
Christensen, A.. 33. 45. 76, 101 ÇâviŞİ, 86
129, 147, 157, 168, 187, 190, Çavişiyya (bk. Çavuşlar), 85
209 Çavlı, 82
Chronique de Michel le Syri- Çavundur, 50
en (nşr. Chabot), 152 Çavuş. 82. 83, 85, 212
Chrysobulle, 5, 173, 219 Çavuş mad. (İslâm Ansk.) 88
Ciavijo, Embassy to Tamer- Çavuşbaşı, 5. 86-88
lan..., 72 Çavuşbaşılar, 10
Clavus (Tıraz gibi), 188 Çavuşlar, 5, 10, 81, 84 - 87,
Clisurarque, 55 212
Codinus, 5, 81 Çaıvsh, mad. (Ene. de FIs-
Collections scientifiques de lam), 88
l'Ins..^ 151 Çelebi Mehmed I.; 120, 121
Comte, s Çeles (bayrak), 163
Comptes rendus du premier... Çepni (aşirot), 143
(Ch. Diehl), 211 Çigil’ler, 183
Constantin Dragases, 15 Çin, 30. 36, 62, 130. 153, 156,
Constantin Porphyrogönet, 188
219 Çinliler, 51, 188
Contribution â l’etude du Çivehor; 142
blason en Orient (Y. Artin Çomak tanığa (tevki alâme­
Paşa), 155 ti), 159
Corel Zeydân, 33, 45, 58, 63.
75, 179, 183. 214, 217 w D
Courteille, Pavet de, 82
Cuci Ulusu, 53
Cumont, Franz. 208, 209 Dames, M. Longworth, 156,
Cülus bahşişleri, 5 160, 201
Cüveynî, 54. 63 Danişmendliler, 35, 206, 222
Danses et lögendes de la chi-
ne an tiq u e (Marcel Gra-
Ç net), 51
Darü’l-hikeme’ler, 219
Çagataische Sprachstudien Darüssa’âde ağası. 75, 79
(Vâmbery), 82 Darüssa’âde ağalığı, 80, 81
Çahar Makale, 63, 127, 141, Darüşşecere sarayı (Bağdad’-
186, 187 da), 211
Darü’t-tıraz’lar, 186 süs ve takarrürü (M. Arif)
Dos Fürstentum Mentesche 166,
(P. Wittek), 74 Devletşah Tezkeresi, 169
Das Geschenk aus der... (K. Deny, Jean, 11 -13,15.17,54,6|
Süssheim). 69 94 - 97. 122, 123, 12,5 12‘İ
David (kral), 162 132, 166, 175, 191
Dchuratch (sırp kâtib), 171 Deylemli, 133, 135
De la monnaie dans l’Empirc Dış Oğuzlar, 182
byzantin (Andrâades), 221 Die Altosmanischen anony-
Declareuil, J.. 219 racn Chroniken (F. Giese j
Defter, 69 48, 119
Defter emini, 67, 174 Die Europ. Turkei (Amie
Defter kethüdaları, 65 Boue), 6
Defterdar mad. (Ene. de l’Is- Die Renaissance des Islamd
lam), 68 (A. Mez), 43. 58. 77, 18C, 215
Defterci, 69 Die Turken und des Osmaı
Defterdar, 10. 65 - 69. 87 nisehe Reich (Oberhum-
Defterdar-ı Divan-ı memalik mer), 8, 9, 76, 157
(veya Defte rdar-ı mema­ Die Vezirfamillio der Çandar|
lik). 70 lyzâdc. . (F. Taeschner * Fİ
Defterdarlık, 65. 67, 68 - 70 \Vittek), 4 t
Defter - hân, 69 Diehl, Ch.. 4. 7. 16 . 24, 25. 123J
Defterhâne. 70 163, 186, 190, 210, 211. 2121
Defter-i Hakâni arşivi, 89 218
Defter-i Muktesîd (Süleyman Dihkan (kethüda). 169
Sudi), 14 Dimitriyev, 191
Defrömery, 53 Dingelsted, Victor, 31
Dehliz (ıstılah), 138 Dioclâtien. 208
Demombynes, G.. 33, 35, 45, Diplomatirum Veneto - Lc
58, 85, 95. 97. 302, 134, 135, vantinum, 170
160, 169, 387. 215, 216. 237, Dirlik, 5, 118 , 119, 128
218 Divan, 64, 66. B7, 172, 197
Deonna, W., 156 Divan cerideleri, 101
Der İslam, 23, 41. 97. 142 Divan defterleri. 137
Derenbourg. H„ 76 Divan teşkilâtı (Abbasiler'-
Des Grecs aux Croises (J. La- de), 32
urent), 109 Divan-ı humayun, 59
Des Osmanischen Reiches... Divan-ı istifa, 69, 70
(Joseph von Hammer), 20 Divan-ı lugati't - Türk, 82
D escription............... de Bouk- Divan-ı Safi, 42
hara (nşr. Schefer), 45, 179, Divan-ı Türkiii Basit (F Köp­
186 190 rülü), 82
Devletşah, 169 Di van ü’l-huruc ve'l - ci bây ât3
Develi - Karamsar. 138 70
Devlet-i Osmaniye'nin tees­ Divanü'l-insâ 34 63
Divanul-Tuğra, 34. 63 Eisenmann, L.. (mütercim),
Dix inseriptions Chinoises de 193
l'Asie (E. Chavannes), 51 Ekmek, 118
Documents sur les Tou - kiue El-Ahkâmü's * Sultaniye, 44
(E. Chavannes). 51 El-Menhelü's-Sâfl, 53
D'ohsson, 20, 55. 68. 74, 129. Elcezire, 7, 142, 208
165 Emevİ, 76, 147, 224
DoğU Roma. 27. 145. 146, 204. Emevîler, 27, 32, 107, 183. 186.
209 189, 213. 215, 216. 219
Doğu Türkistan Karahanlı- Emin (halife), 78
lan. 102 Emir, 74
Domestique dez seholae. 4 Emir Gökçe. 61
Donativum. 5 Emir Musa, 47
Dozy, 69. 85 Emir Mübarizüddin, 139
Dölger, M. F. 215 Emir Seyfeddin, 139
Dönüm akçesi. 14 Emir Süleyman, 120
Dört ulus emiri, 52 Emir-i emirân, 54
Du cange, 4. 12, 54, 210 Erair-i kebir. 53
Duc, 5 Emir-i ulus, 52
Ducas, 171 Emirülmü'minin, 148, 150
Dûrbâş, 84 Emirü’l-ûmerâ = Beylerbeyi,
Dusturû’l-Kâtib fi ta'yini’l 49
merâtib, 63, 70, 168, 172 EmirûT-ümerâ, 45. 52 - 54. ISO
Düsturnâme (Enveri), 86 Emirü's-sevâhil, 73, 74
Düvel-i lslâmiye, 79 Emval defterleri, 68, 69
Düzme Mustafa, 121 Encyclopâdie de l'Islam. 11.
12, 21, 56. 58, 6i, 63. 68, 71,
88. 04. 97. 110, 119, 128, 131,
E 138, 165. 167, 184. 186.. 188.
191, 203. 214. 216, 218
Ebersolt, Jean, 187, 209, 212 Enderun teşkilâtı, 167
Ebül'ulâ (Mardin), 117, 118 Endülüs, 44
Ebüssuûd fetvaları, 117 Endülüs Emevîleri, 148
Edebiyat Fakültesi Mecmuası. Ennomion, 14
22, 166, 203 Enveri, 73
Edirne, 17, 142 Eparchia. 10, 174, 175
Efendi, 10, 11. 191, 192. 199 Epetiris Etireias Byzantinion
Efendi mad. (Ene. de İTslam), Spedion (Bizans tedkikieri
191 cemiyeti yıllık mecmuası),
Efendi - Paulo, 192 164
Efgan. 156 Erbil, 159
Efganistan, 156, 160 Eretna oğullan, 91
Eflâki menakıbı. 192 Ermeni, Ermeniler, 54, 109,
Einführung in dle Osmanisc- 141 - 143, 153, 162, 180, 203
he... (L. Fekete), 11, 62 Ermenistan, 54
Erzincan, 138 Fatih Kanunnâmesi, 9. 46, 54,
Eski Saray. 175 56, 59, 60. 65. 67, 68, 70. 71.
Essai de synthâse de l’histo- 87, 68. 60. 03. 122, 174
ire... (Iorga). 18, 146 Fatih Kanunnâmesi (nşr. F.
Essai sur l’histoire economi- Kraelitz), 14
que de la Turquie (Belin), Fatih Kanunnâmeleri, 122 ,
68, 93 197,
EssaJ sur Nicephore Grâgoras Fatih zamanında Sultanöyü-
(R. Guilland), 212 ğü, 62
Estat de la Perse en 1660 (R. Fatih zamanında Teke ili, 62
Du Mûnsl,153, 70. 141 Fatımi, Fatımiler, 33. 74, 78,
ct-Tetkif, 52 148 - 150. 160, 163, 187, 189,
Etrüsk, 188 219
Etüde sur la propriâtâ... (M. Fazl b. Sehl (Abbasi veziri),
Belin), 04 46
Etudes roumaines, 17 Fehim Spaho (mütercim), 193
Etymologisches Wörterbüch Fekete. Ludvvig. 11, 62
(Vâmbery). 82 Ferheng-i Şu’ûri, 158
Evans, Arthur (arkeolog), 156 Ferhengnâme, 82
Evkâf-ı Hümâyûn Nezareti­ Feridun Bey Münşeatı. 117
nin tarihçe-i teşkilâtı, 81 Fermanlar, 5
Evliya Çelebi, 175 Fetihnameler, 5, 184, 185
Evliya Çelebi Seyahatnamesi. Fırat nehri. 210
201 Fi el. 95
Eyyûbiler, 34, 43. 57, 58, 78. Fikh mad. (Ene. de Flslam),
85, 105, 110, 187 219
Finîay, A.. 8
F Fonction et dignite du......
byzantin (Ebersoit), 210
Forum, 180
Fagnan, E., 97. 215 Foy, De, 3
Fükihetö'i-Hulefâ (İbn Arab- Francoforte (Frankfurt), 4
şah), 180 Fransızlar, 209
Fakiri (şâir), 174 Frenk. Frenkler, 135, 143
Faiaki-i Shirtvânî, (Hadi Ha­
şan), 158
Farsnâme-i Nâsırî, 138 G
Fas. 162
Fatih (bk, Mehmed II.), 39, Galata, 171
40, 47. 55, 56. 62. 63. 67, 71, Galata-sarayı 175
72, 88, 90, 93, 114, 124, 134. Galâre (imparator), 208
167. 171. 177, 178, 192, 108, Gaüb Edhem. 153* 158. 159
199, Gardizi, 179
Fatih Devrine alt vesikalar Granet, Marcel, 51
(Ahmed Refik), 134, 167. 178 Gâzân (Han). 10. 70, 95. 96
Gazi Fazıl. 116 Guilland. R.. 212
Caziler (sipahiler), 112, 115. Gümrük. 10
144 Gürcü, Gürcüler, 135, 141 -
Gaznelilsr (devleti), 31 - 33, 143, 162
43, 46, 77, 78. 84, 100, 107.
134, 150. 179, 184, 188, 187 H
Gelibolu. 71, 72, 115
Gelibolu tersanesi, 75
Gelibolu’ya geçerken Rumeli Habeşi (Habeş) Mehmed Ağa
arazisi için (Ebü'l-ulâ), 117 (dârüssa’âde ağası), 80, 81
Geograpische Zeitschrift, 9 Haccâc, 215
Germiyan, 7 Hâce-i büzürk (vezir), 43
Germiyan beyliği, 63, 1G3 Hacı İvaz Paşa, 41, 121
Geschihte d er G o ld e n e n Hor­ Hâcib, Hâciblik, 77
da (Hammer), 70 , Hâcib mad,. (îsl. Ansiklope­
Gibb Memorial, 32, 36, 42, 63. disi), 77
106 Hadım ağalan. 11, 75
Gıbbons, H, A., 6. 7, 17. 19. Hadım Ali Paşa (sadrâzam),
21, 22, 24, 27, 95, 131, 132 79
Giese, F.. 21. 22, 48, 55 119 Hadım Sinan Paşa. 79
Gillati 223 Hâdımân-ı harem-i Sultani,
Girid, 148 77
Glossarium ad scpiptores... Hâdi Haşan. 158
4 Hadikatü’I-Vüzora, 79
Goldziher. 1., 219 Hak anî, 158
Gök-Türkîer. 37 Hakku’i-bi’a (cülus bahşişi),
Grammaire de la langue Tur- 179
que. (Dony), 191 Halac, 79
Grand dcmestique, 5. 40 Halep, 57, 149
Grand-logothete, 5, 59, 65 Haleo Atabekleri, 110
Grand Seigneur, 191 Halil Edhem Bey, 79, 91
Grâgoire, Henri, 195 Halil Hal id Bey, 155
Grohmann. 186 - 188, 214 Halka. 134
Grousset. Rene, 8, 19, 21, 24, Halka-i has müfredleri. 134
27. 156 Halphen, L., 33
Grundzüge (VVilcken), 215 Hama, 58
Grzimajio. G. Grum, 163 Hamburg, 45
Guiâm’lar. 101, 104, 136, 138, Hamîd - oğlu. 113
139 Hamiletü'l - K üb râ (Ahmed
Guiâm-r hass (bk. gulâm), Resmi). 80
134 Hammer, J, v., 12, 20. 40, 55,
Gulâmân-ı dergâh (bk. gu­ 60, 68. 70. 71. 92. 94, 93. 132,
lâm). 134 .1 161. 177. 180, 192, 211
Gulâmân-ı hassa. 134 Hammer Tarihi (bk. Histoire
Guriîer (Gurlular), 57. 58. 135 de l'Empire ottoman), 60
Hamza Bey (Anadolu beyler­ Hind Moğolları, 37
beyi, II. Murad devri), 47 Hindistan. 129, 162
Hamza Bey (Rumeli beyler­ Hiadliler, 135
beyi, Çelebi Mehmed dev­ Histoire chronologique par
ri). 47 Mkhithar d ’Airivank, 162
Hamza Paşa ICamussat Histoire d’Alep (Kemâl-ad-
Baychal, Anadolu beyler­ din), 105 .
beyi. 48 Histoire de l’Asie (R. Grous
H^nbeli, 58 set), 8, 9. 27
Hanefi. 57, 58 Histoire de Chj'pre sous les
Haraç (Abbasiler’de), 32 Lusignans, 170
Haraç divanı (Mısır’da), 217 Histoire de la Russie (Ram-
Haraciyye, 12 baud), 36
Haremeyn evkafı, 80 Histoire de I’Empirc ottoman
Haremeyn evkafı nezâreti, (Hammer), 60, 177, 180. 192
81 Histoire de l’ordre des Assa-
Harput, 138 sins (Hammer), 180, 211
Hârizmi, 100, 114 Histoire des Arabes (Ci. Hu-
Harizmliler, 105. 185 art), 33
Hârizmşahlar, 34. 37, 43, 44, Histoire des dynasties musul-
51. 54, 58, 61, 64, 70, 03, 102, manes (E. Amar)> 76
107, 110, 111, 114, 138, 152, Histoire des etats balcaniques
158, 173. 180, 184, 187 (Iorgaİ, 20. 196. 201
Hârizmşahllk, 152 Histoire des Mongols (Dohs-
Hass. 66, 102, 103, 126 son). 129
Hass incü (hükümdara mah­ Histoire des Rois des Perses
sus arazi). 102 (Ai-Tha'alibi), 187
Hauser. H., 8, 165. 200, 201
Histoire des Sultans Mame-
Havass-ı hümâyûn. 67
Havâşi (ıstılah). 140 Iouks (E. Blochet), 85
Havet. Louis, 191 Histoire des Sultans Mame-
louks (Quatremere), 52, 53.
Hayat Mecmuası, 21,. 37
Hazinedar, 31 78, 79. 85. 133, 134. 137, 138.
210
Hazinedarbaşılar. 81
Heidelberg, 43, 161 Histoire du commerce du Le-
Hellert (mütercim). 180, 211 vant (W. Heyd). 171
Helmolt, 11. 96, 146 Histoire du Sultan Djilâl ed-
Heyd, W., 170 Din Mankobirti (O. Hou-
Hıtat (bk. Kitabü'l-Hıtat), 104 das), 44. 51, 59. 85. 102
Hızır lîyas, 15 Histoire generale (Lavisse et
Hilâl (timsal), 9. 155, 156, 158- Rambaud), 5
163 Histoire generale (Seigno-
Hil’at. 180 - 189. 214 bos). 31
Hind, 30, 156 Hive (hanlığı), 96
Hind Denizi. 200 Hiyung - nu’lar, 30. 51
Hoca Şemseddin Cüveyni lbn Haldûn, 33, 44, 68. 72. 149.
(sâhib-divan), 70 168, 214, 217, 218
Hoca Yunus. 73 lbn Hallikân, 33. 63. 64. 100
Hokand (hanlığı), 96 İbnü'l - Adim. 33
Honas, 138 lbnülemin, Mahmud Kemal,
Horasan. 32, 45, 99, 106, 183 80. 175
Horasanlı, 133. 135 İbnü’I - Esir. 183
Houdas, O., 44. 51. 59, 64, 85 İbrahim Paşa (Veziriazam),
Houtsma, Th., (naşir), 42, 43. 41
49, 57. 63. 64. 69. 73. 83. 86, İbrahim Paşa Sarayı, 175
99. 105. 108. 112. 128. 134, lchkan ichkhanat (prensler
135, 137. 139 - 141, 143, 153, prensi),54
167, 187 lconoclasme, 211
Houtsma külliyatı (bk. Re- İcra-hvâr (ücretli askerler).
cueil...), 137, 138, 187 128, 129, 14 i (acr-hvâr, lbn
Huart, Cl., 25, 33. 58. 68, 88, Bibi'de), 142
131, 157, 187, 188, 191, 192 İdrarât, 128
Hulâgû, 70. 159, 161, 222 İki Beylerbeyilik, 46, 52
Hums-ı divâni (tâbir), 105 îkibaşlı Kartal (timsal) 220
Hums-ı uşr-i divâni, 105 İktâ, 34, 94 - 96, 97, 99 - 101,
Husrev-i Dehlevi, 86 103-109. 111. 112. 118, 126-
Hükümdar haslan, 66 130, 139, 140, 169
Hüsameddin Çoban, 49, 50 İktâ mad. (Ene. de Flslâm),
Hüseyin Hüsameddin Bey, 41 97. 110
Hüseyin Hilmi, 79 İl Arslan (Hârizmşahlar’dan),
Hyppodrome. 181 152. 180
İlâhiyât Fakültesi Mecmuası,
155, 160
l
llhanhlar. 70. 165, 166, 172. 184,
188. 189, 196, 200. 212
Iorga, N.; 15 - 17, 19. 25, 36. İlk Osmanlı sikkeleri hakkın­
145 - 147, 170 - 172, 181, 186, da (F. Köprülü), 154
190, 192, 196, 201, 205 İmam Ebü Yusuf, 97
Irak, 7, 202, 214, 217, 221, 225 İncü (arazi), 102
Islavlar, 109. 215 İnostrantsev. 219
İnscriptions de Forkhon, 182
i İnşa ve mükâtebât divanı. 218
İntroduction â 1’His toire des
lbn Arabşah, 180 Mongols (E. Blochet). 36
îbn Battûta, 52. 53, 183, 189, Ippoforvi,, 14
192 İran, 24, 30, 34, 35. 52. 70, 70.
ibn Bibi, 49, 50, 57. 64, 68, 87. 96, 100, 101, 106, 107, 128,
111, 113, 134 - 139. 141. 143, 135, 136, 141, 143, 157, 168,
150, 153, 165. 220 187, 207, 208. 210, 214, 217,
lbn Fazl Allah al-Omarî, 114 225
İran Moğollan, 24, 69, 95, 127, J.R.A.S., 168. 201
129, 222 Juge de Camp, 5. 59
lsâ, 221 Juynboll, Th. W.. 58
lsfendiyar İbn Bâyezid, 79
lsfendiyar Oğullan,. 114
İskender Haci Bey, 171 i
İskender istilâsı, 206
İslâm Ansiklopedisi, 77, 78
Islamica, 86 Kaçarlar, 128
İsmail Bey (Kastamonu emi- Kâdi mad. (Ene. de l’Islam),
ri), 79 58
İsmail Galib, 149 Kadı asker, 5, 57, 87
İstanbul, 3, 4, 6-8, 10. ii, 14 - Kadıaskerler, 56. 66
17, 19. 21, 22, 25 - 27, 32. 37. Kadıaskerlik, 39, 41, 54 - 56.
39-41, 45, 47, 48, 56, 73, 75 58-60
-'77, 79 - 81, 86. 88, 89, 100. Kadı Burhaneddin. 91
114, 115, 120, 123. 130, 142, Kadı-i leşker, 57, 58
145, 146, 148, 151, 155, 167, Kadıu'l-kudât, 57
174- 178, 185, 189, 198, 199, Kafkas dağlan, 200
201, 204, 205, 210, 211 Kafkasya, 107
İstanbul Müzesi, 222 Kâfur (siyah bir tavaşi), 76
İstanbul Müzesi meskukât-ı Kahire, 33. 57, 97, 175
k a d im e -i is lâ m iy o K a ta lo g u Kalaçlar, 108
(Galib E d h c m /, 158 Kalavun (sultan), 102
İvanoff, J., 202 Kalkaşandi, 44, 173
İznik, 55 Kanun, 10
İznik medresesi, 166 Kanûnl Süleyman, 6, 17, 89. ,
İzzeddin (Musul Atabeylerin­ 90, 92, 164, 174, 189
den), 159 Kanunnâme (Fatih), 4, 26, 27.
İzzeddin Keyhâvus (sultan). 39-41, 47. 93
49, 153 Kanunnâme (nşr. F, Kraelitz).
90, 93
Kanunnâme (Milli Teteb.
. J Mec.), 14, 116
Kanunnâme-i âl-i Osman (Fa­
Janissaires mad. (Ene. de l’Is- tih Devri), 40, 47, 55, 59, 80.
la m ) , 131 67
Jansky. Herbert, 75 Kanunnâme-i âl-i Osman (Ka-
Japonya. 130 nûni devri), 88, 90, 189
Jean Comnâne, 220 Kapı ağaları, 81
Jean II Comnâne et Manucl Kapı kethüdası, 8
I ....... (Chalandon), 123 Kapıcılar kethüdası, 87
Jireçek, J.. 193 Kapıkulu, 101
Journal Asiatique, 25, 52, 69 Kapnikon, 14
93, 94 Kapudan Paşa, 5
Kapudan Pasha mad. (Ene. de Keyhusrev III, 149
l’Islam), 71 Kıbns. 171
Kaptanpaşalık, 71, 75 Kılıç Arslan, IV, 149
Kara Burun. 120 Kınık boyu. 61, 159
Karabacak. 161, 187 -189. 223 Kırım 36. 202
Karadeniz. 71, 73, 112 Kızılbaş kabileleri. 51
Karahanhlar. 32. 34, 63, 83. Kirman Selçukluları Tarihi
150, 159, 182 (RecueU’de), 43, 105, 107
Kara - Hıtaylar, 35. 152 Kitab al-idrâk... (nşr. A. Ca-
Kara Hilâl, 157 feroğlu), 82
Kara Koyunlular, 37, 53, 129 Kitab-i Dede Korkut. 182
Karakunm. 4. 19, 27 Kitabet-i inşa, 64
Karakuş (bir tavuşi), 78 Kitabü'l İber v e . . Haber (lbn
Karaman Oğullan, 56-58, 90. Haldun), 44. 214
91. İ0S. 167. 170 Kitabü'l Haraç. 97
Karaman Oğullan hakkında Kitabü'l - Hıtat (Makrizi), 34.
vesâik-i mahküke (Halil 42. 63
Edhera). 91 Koca Mehmed Paşa. 41
Karluk, 130 Koca Mehmed Paşa (TOEM*-
Karamâni Mehmed Paşa. 55 de). 41
Kasım (Karaman Oğullan’n- Komnenier, 123, 204
dan) 9 i Kondakov, 157, 163, 209
Kastamoni. 79. 183, 192 Konya, 74. 145, 220
Kaşgâr. 31 Kopf, Kari, 95
Kâtıb Çelebi, 56, 71. 72 Kopt. 215
Kâtibü's-sır. 64. 163 Koyun hakkı, 93
Kavanin-i Teşrifat (Naili Ab­ Köprülü. Fuad, 72, 77, 88
dullah Paşa). 63, 72 Köprülü kütüphanesi, 63, 169
Kavurd (Melikşah'ın amca­ Köprülü zâde Mehmed Fuad
sı) 105, 179, 180 (bk. Köprülü Fuad), 32, 34,
Kayı Boyu, 50 36, 74, 82, 100, 144, 149, 154,
Kayz mad. (Ene. de l'Islam), 177, 181.
21 K öse-D ağ harbi, 143
Kayseri ye. 138, 139 Kraelitz, F., 14, 40. 82, 90, 93.
Kâzı-asker mad. (Ene. de l'Is- 172
lam), 58 Kramers Dr. J. H., 11. 17, 33.
Keleti Szemle, 158 56, 133, 167
Kazvin. 135 Kremer. 96. 216
Kefe. 202 Kritovulos (Kritobulos), 171
Keleti Szemle. 158 Kukules, Ph., 194
Kemal - ad - din. 105 Kul (ıstılah). 135
Kenzü‘1- Kübera, 118 Kulturgeschichte des Orients
Keyâniyân (Achemenides). (Kremer) 96
2C8 Kutadgu - Bilig, 62
Küy ve Çevgân oyunu, 210 La Perse Antique (Cl. Huart),
Kuzey Afrika, 34, 44, 85, 160, 157, 187
202, 221 La propriâte territoriale et
Küçük Asya, 208 l'impot ... (Van Berchem),
Küçük Ermenistan Krallığı, 215
153 La question de l’approvision-
Künhü’I-Ahbâr (Ali), 40, 120, nem en t, 196
121 _ La ques£ion Macedonienne
Kürtler. 118 (İvanoff), 202
La socictd roumaine (lorga).
L 16
La Syrie â l'epoque des Ma-
melouks (G. Denıombynes),
L’administration civilo de 33, 45, 58. 85, 95, 102, 134,
l’Egypte byzantine (G. Ro- 169, 187. 218
- üillard), 186, 215 Lâdik, 138
L’Architecture byzantine Lagide’ler, 209
(Texier ve Pullan), 195 Lala Şahin Paşa (Rumeli Bey­
L'Empire des Sassanides (Ch- lerbeyi). 47, 48
ristensen), 33. 45, 76. 101, Lâtin, Lâtinler, 201, 204, 215
129. 157, 168, 187, 190, 209 Latrie, L. De Mas, 74, 170
L’historie byzantine ... (M. Laurent. J., 109
Lhâritier), 146, 147 Lavoix. Henri, 158
L’Hyperpere byzantin ...... Lavisse. S. 6.
(Bratianu), 221 Le Dogme et le loi de l’Islam
L’Ile de Chypre (Mas Latrie). (Goldziher), 219
74 Le drapeau de la Regence
L’Inde du ville ........ (M. î. du Carnora (W. Dconna),
Prasad), 129 156
L'interpenetration de TOricnt Le Grand Palais de Constan-
(lorga) 15 tinopie (EbersoltJ, 212
L’Orient et I’occident au Klo- Le livre de l'impot foncicr
yen -A ge ...... (lorga), 147, (Ebû Yusuf). 97
186 Le Monde musulman et by­
L’ Uniforme de la Cavelerie zantin ...... (Demombynes),
Orienlale (F. Cumont). 210 215
La civrilisation serbe au Mo- Le regime patriarcal et le dro-
yen - Âge, 193 it ... (V. Dingelöted). 31
La feodalite en Perse son ori- Le Voyage d outremer (B. de
gine, 129 la Broqiu£re), 48, 122, 167
La fin du monde antique ...... Lhcritier, Mıchel, 146. 147, 148
(F. Lot), 30 Leipzig, p,‘75
La modernite du XVI'e siec- Leonclavii Pandectes historiae
le ...... (H. Hauser), 200 Turciae. 4
Les Archives de Lavra (G. Logathöte. 5. 70
Rouılhırd), 215 Lot, F.. 30
Les B arb ares, ( L Halphen).33 Lövenklau. 192
Les biens de la couronne Lubab al - Albâb, 64, 151
(Hass) 102 Lugduni, 4
Les comnenes (Chalandon), Lûtfi’Paşa, 74
ISO. 220 Lybyer, Albert Howe, 164
Lyon. 187
Les costumes orientaux â la
cour byzantin (Kondakov),
209 M
Les debuts de l’Age moderne
(H, K’tser, A. Renaudet),
a t*?. 2Cö Maaş. 128
Les Divisions chronologiques Macar, Macarlar, 171. 172, 203
.. (Bratiaıiu), 204 Macaristan, 172
Les eleraents de Iexique ... Mahçe (Hilâl). 158
(Dimitriyev). 191 Mahçe-i alam, 159
Les iuifs le fise ... (Andrea- Mahçe-i Çatr, 159
dös). 212 Mahçe-i liva, 159
Les noms musulmans M ah çe-it uğ. 159. 163
XKramer3), 33 Mahmud (Musul Atabeylerin­
Les Origines de l’Eır.pire Ot- den) 159
toman (Fuad Köprülü). 22 Mahmud bin Muhammed b.
Les Prairies d’or (Maçoudi). Melik şah-1 Selçuki, 177
76 Mahmud ibn Muhammed, 61
Les Principautö franque . . Mahmud Gaznevi, 135
Schlurnberger)I 223 Mahmud Kaşgarî, 82, 83, 137
Les reiigions Orientales Mahmud Paşa, 142
27 Makedonya, 202
Les Saints des Derviches Makkâri, 69
Tourneurs (Huart), 192 Makrizi, 34, 42. 63. 78, 104
Les Status gouvcrnementaux Mâl, 128
(Fagnr.n), 217 Mal-deftercisi (bk. mal def­
Les Tou-kuie Occidentaux. 130 terdarı), 68
Les veiiîeurs de nuit â Trebi- Mal - defterdarları (bk. def-
zende CH. Gregorie), 195 tociarlar), 65, 60, 67
Les voyaçeurs français (lor* Malatya, 138
ga), 15. 17. 172 Mâl-i hak (vergi), 98
Lettres ciu Baron de Busbeq, 3 MâliklıAne, 118, 121
Leunclav.us (Lovvenklau), 3, Maliki, 57
12. 54 Manda tores, 82
Leyden. 42. 43 Mandriatıkon, 14
Lingenthal, Zachariae von. Mans, Raphael du, 53, 70, 141
Litterr.a laureatae, 5, 184 Manuel, 124
Manuel Comnenus, 82 Melikşah lbn Mahmud, 61
Manuel d’Art byzantine, 210, Melikü'l - havass. 102
211 Melikü'l - maşrık ve’l magnb
Marquart, J.( 21, 35 (unvan). 150
Mşrsigli, Conte de, 132 Melikü'l - ümera, 50
Mâruzât lCevdet Paşa), 110 Melikü's- sevâhil, 73, 74
Marzbân, 54 Melikü'z - zahir Baybars. 57,
Masdjid mad., (Ene. de l’Is- 86
lam), 216. 218 Mellisonomıon, 14
Matla'as - sa'dayn, 129 Memlûk (unvan), 134
Mâveraünnehir, ıoo, 127 Memlûkler, 34, 43. 48, 49. 52,
Mâverdi, 44. 45, 97, 148. 217 56 - 58, 61, 70, 70, 79, 81, 85,
Mecelle-İ Uraur-i Beledi yy e 92. 95; 102, 13i, 133, 134. 139.
(Osman Nuri), 174, 175 144. 145, 154, 165, 169, 173,
Medeniyel-i îsiamiye Tarihi 180, 187 - 189, 200, 217. 218
(Corel Zeydan), 43. 45. 58. Memlûkler devrinde Suriye
63. 75 - 77, 99. 179, 183, 186. (bk. La Syrie â l'epoque...).
190, 214, 217 97
Megaduc, 5 Memlûkler Tarihi (bk. Histo­
Megas Aphentis, 192 ire des.,. - Ouatremere).
Mefâtihü’l-ulûm (Hârizmi). 187
100 Memoircs du Comite des Ori-
Mehmed 1. (Çelebi). 41. 47. entalistes (Borozdin) . 222
118. 120, 171 Mcnakıb-ı Hünerveran Mu­
Mehmed II, 4, 6. 15 -17. 26. 27 kaddimesi ... (Îbnüieminî.
37, 41, 86/ 122, 123, 146, 171, 175
204 Menteşe, 10. 74 •
Mehmed Arif. 142. 166 Menteşe Beyliği, 114
Mehmed Bey (Teke beyi). 74 Menteşe oğullan. 72. 223
Mekke, 149 Menoutchehri (Kazunirski).
Mâlanges Ch. Diehl, 147, 210, 44. 187
.
211 212 Mersûm, 127
Mâlanges de Philologie ... 191 Meryem, 222
Mğlanges offerts â M.G. Sch- Mesâlikü'l - Ebsâr ve memâ-
lumberger, 209, 221 Iikü’l-cmsâr, 34. 53, 98
Melik, 74 Meskükat-ı îsiamiye Kataîo-
Melik al Nasır Salâhaddin ğu, 222
(Meyafârikin Eyyubilerin- Meskukat-ı kadime-i İslâmîyc
den), 159 Kataloğu (A. Tevhid), 159
Melike Hatun (Mevlânâ’nın Meskükat-ı ...... îsiamiye Ka­
kızı), 192 talogu (Mübarek Galib).
Mşlikşah (sultan), 43, 101. 160, 222
106, 140. 169, 177, 179. 182. Meskukat-1 Türkmanîyye Ka­
183 taloğu (Galib Edhemi, 159
Mes’ud Gaznevi (sultan), 77. Moğollar Tarihi (bk. Histoire-
184 des Mongols), 165
Mes'ud İbn Muhammed, 01 Monarchie absolue, 16
Mes’udi (Maçoudl), 76 Motdmann, A.. 8
Meşrutiyet, 80 Morgan, Jacque dc, 129, 221
Mevâcib, 128 Moskova, 13, 222
Mevâcib-i mülazimân-i der- Mcskoflar, 38
gâh-ı âli defteri, 178 Mots turcs et persans ... (M.
Mevâcib ve Câmegi, &9, 127 Ben Cheneb) . 85
Mevlânâ, 192 Muâviye, 76
Mez, A.. 43. 58, 77, 188, 215 Mübarek Gaiıb. 160
Mezopotamya, 216 Mufaddal ibn Abi’l Fazâil, 85
Mî sır. 7. 24, 33, 34, 44. 49. 52. Muhammed bin İbrahim, 105,
57, 58, 63, 69. 71, 77. 78, 85, 107
86. 95. 88, 100, 150, 166. 158. Muhammed bin Hinduşâh
169, 133, 185. 187. 200, 213, Nahçivâni, 63, 168, 169
214. 217, 221, 225 Muhammed İbn Melikşah, 61
Mısır Memlukleri. 53.131. 132. Muhtasar Seiçuknâme-i tbn
134, 137, 138 Bibi, 42, 69
Mısır - Suriye Memlûk impa­ Muızzüddin Mahmud (Cezire
ratorluğu, 165, 185, 217 Atabeyi), 159
Michei VII. Doukas. 123 Mukaddam, 74
Miklosich - Müller, 171 Mukaddime (Düsturnâme’de
Miilet. G.. 209 M. H. Yraanç), 73
Milli Tetebbu’lar Mecmuası,
14. 34. 51, 86, 88, 90. 113, 116. Muka’taalar, 98, 100 -100, 108,
117, 132, 142, 152, 177, 181 110. 111, 113
Minorsky, 128 Muktedir-Billâh (halife), 70,
Mirhond (müverrih), 158 _ 211
Mirza Muhammed Kazvini, Murad I.. 47, 55. 56, 07. 93, 113,
141, 151 116, 171
Mltteilungen zur Osmanisc- Murad II., 17. 41, 47. 48, 56. 68,
hen ..., 40 69, 87, 113, 121, 177, 178
MitteltürUischer ... (Brockel- Murad III., 80, 178
mann), 82. 83 Muqalı, 157
Moğol, 19-23, 27, 36, 37. 44. Musa Çelebi. 55, 120, 121. 171
49, 51, 58, 69, 74, 84. 91, 92. Mustafa Paşa (müverrih), 11,
109, 111, 133. 139, 224 125
Meğollar, 35. 51. 63, 70, 96, 105. Musul, 180 . 161. 180
114. 139, 143, 144, 149, 154. Mutfak defteri, 178
157, 162, 163, 180, 188, 189 Mûfred’lcr, 133, 137, 139
Moğollar devrinde Anadolu’­ Mükrimin Halil (Yınanç), 73
nun iktisadi vaziyeti (Z. Mülozimân-ı yatak (ıstılah),
Velidi). 167 133, 135, 137. 138
Munşeat-ı Feridun Bey (bk. Nöldeke, Th., 23
Feridun Bey Münşeatı), 83, Nunıismatique de l'Oricnt la
185 tin (Schlumberger). 223
Münşi-i hass, 64 Nureddin Şehid (Atabeyler
Müstavfi-i m em âlı k, 70 den), 104
Müşahare, 127
Nureddin Tugrâi, 64
Müteferrikalar, 134
Mütercim Âsim, 84
O
N
Oberhummer. E., 8. 9, 75, 76
Nâiblik, 48 155, 157. 158, 162
Nâibü’s-sultan, 85 Ocak (ıstılah) 144
Naili Abdullah Paşa, 68, 72 Oğuz. Oğuzlar, 34, 63, 50. 51
Naima, 142 105 - 108
Nanpâre. 127 Oğuz boyu, 51
NSsır Husrev, 77, 142 Oğuz Destanı, 182
Nâzırü’l - hass. 102 Oğuz Türkleri, 61
Nâmetlı. J„ 21 Onuncu Asr-ı Hicride İstan­
Nerschakhy (Nerşahi), 127. bul Hayan (A. Refik), 175
179, 186. 190 Orda (ıstılah), 144
Nesevi, 51. 64. 108, 138, 187 Ordu kadılığı, 59
Netayicü’i - vuku'ât (Mustafa" Orient et Occident (Eöer-
Paşa), 11. 43. 45. 48, 55. 125 soîtî. 187
Neuf notes sur des ... (Pelliot), Orhan (sultan). 6, 10. 41, 87,
138 115;, 154. 166. 176
Niğde. 91, 138 Orlıan Bey in Vakfiyesi (TO-
Niksar, 138 EM). 4 i
Nişan, 61. 62 Orhon kitabeleri. 62. 182
Nişancı, 59. 60, 62. 65. 198 Orientalische Studien ... (Th.
Nişancılık, 60. 61, 64, 65 Nöldeke), 161
Nizamü'l - Mülk, 83, 98-101, Orta - Asya. 36, 62, 96, 106,
102, 104, 105. 108, 133, 135. 208. 208
136, 150, 152, 168,169, 182, 183 Orta Asya Türk Tarihi Hak­
Notes additionelles sur les kında Dersler (Barlhold),
Tou-kiue ... (Chavannes), 21, 23. 35.
51 Orta - Zamanda İktisadî ve
Notes et extraits pour sorvir Malı Türkiye (Köprülü, ba­
«.*(N. lorga), 171 sılmadı). 89, 90, 93. 177, 194,
Notes sur le Turkestan de M. 196
W. Bart hol d, 157 Orun vc Ülüş meselesi (Ab-
Noticcs et extraits des Manus- düikadir), 50, 181
crits. 52, 129 Osman ağa (Darüssa’âde ağa­
Noviy Vostok, 13, 222, sı) 81
Osman (Gâzi), 22, 24, 37. 86. Pehlevî, 157
113. 142 Pekin, 4. 19, 27
Osman Nuri Bey, 174, 175 Pelliot, P„ 35, 83. 138, 157
Osman zâde Tâib, 70 Perdedarlar, 133
Osmanlı İm paratorluğunun P ervânelik, 43
kuruluşu (G ibbons), 6 Peşte, 175, 199, 203
Osmanlı K anunnâm eleri, 92 Petit traictö de ... (C antaca-
Osmanlı Tarihi (bk. H istoire sin ), 60, 69. 192
de 1 Empire Ottoman. Ham- Peykler, 11
mer), 40 Pi - teh. 62
Osmanlı Türk Edebiyatı (Ene. Pi - teh - Çen. 62
de l'Islam, F. Köprülü), 119, Pir Ahm ed (K aram an oğu l­
166, 203 larından) 91
Osmanische Urkunden in tür- Points de vue sur 1'histoire
kiseher spraehe (K raelitz). du comm erce (lorga). 172.
62. 172 Prasad. M. Ishawari. 129
Otağ, 137 Pronia (pronoya), 97, 123, 124.
Otak (yatak), 136, 137 127, 128
Psichari, Jean. 151. 192
Ö
Q

Örfi tekâlif. 105


Öşriyye, 12 öuatrem ere. E.. 52, 53. 78. 79,
Öşür. 14 85. 129, 131, 133, 134. 137,
138, 187, 210
Ötüken Neşriyat A.Ş.. 22
özbekîer. 96
R
P Radloff, W.. 62
Ragip Hulusi, 6
Paleoiogue'lar, 204 Rahat as sudur, 42, 61, 64. 99,
Pandactes historia Turcicae 106, 133. 151. 158, 177, 179,
Lövenklau). 192 Raiyet, 119
Papadopulos, 164, 167, 170, 171 Rr.nıbaud, .4 -10, 16, 17. 19.
Papyrusprotokolle ■(Karaba- 24 - 28. 38. 38. 47, 48,59, 60.
cek). 188 70. 71, 81, 94, 123,184. 206
Par:s Milli Kütüphanesi (Bib- Ravendi, 117
lıotheque Nationaie). 116 Ravzatü’s - safâ, 158
Part (Parthe)’lar, 96, 101, 129 Reâya, 98, 99, 102, 104. 105
Partenofforiya, 14 Recueil de textes... (Houts­
Patrologia Orientalis (Bloc- ma) , 49, 57, 63, 64, 69, 73, 82,
het). 83, 85 83, 86. 99, 105, 108, 112, 128,
Peçevi Tarihi, 190 134, 135, 137, 139, 140. 141.
Pedersen, Johs, 216, 218 143, 153, 167, 187
Recueil de matoriau* ... (Tie- Rouen, 3
senhausen), 52 Rouillard, Germaine, 186, 215
Recherches sur le commercc Rum (Anadolu), 99
genois ... (Bratianu), 173 Rum İmparatorluğu, 204
214. 220 Rumi ar, 143. 151. 164, 167, 169,
Reis, 74 194, 203, 204, 220,
Reisu'l - bahr, 73 Rumeli. 48, 54, 55, 78, 92, 115-
Reisülküttâb. 5, 59. 60 , 87, 174 119, 121, 142. 173, 193, 196,
Reisülküttablık, 65 201, 204
Relation de voyage de Nas- Rumeli beylerbeyi, 66
Sİr Khosrau. 77 Rumeli defter kethüdası, 65, 67
Relation du Voyage un Ori- Rumeli Kadıaskerliği, 55
ent ... (nşr. Blochet), 83 Rumeli Şeyhülislâmı, 56
Relatıons enire I’orient ct l’oc- Rumenler, 202
cident ... (lorga). 17 Rus. 31. 191, 222
Renaudet. A., 8. 165, 200, 201 Rus Çarhğı, 3G
Resm-i ağıl, 14 Rus İlimler Akademisi. 156
Resm-i agnâm (Koyun vergi­ Rûzî-hvâr (ıstılah), 128, 142
si), 14. 92. 93 Rypka, J., 86
Kesm-i arusân. 14
Resm-i bâd-i havâ. 14 S
Resm-i bennâk (Sokolov’da
yanlışı resm-i nebbâk), 92
Resm-i çift, 14 Sâbit’s Ramazânı)je. 86
Resm-i dühan, 14 Safevîier, 37, 53. 59. 70, 128 ,
Resm-i hınzır, 14 129
Resm-i kışlak, 14 Saffariler, 33, 100. 186
Resm-i kovan. 14 Safemâme-i Nâsır-ı Husrav,
Resm-i otlak. 14 43. 77, 127
Resmî Ahmed Efendi. 80 Sâfi (şâir). 42. 48, 56
Reşidüddin. 53. 63 Sâfi Divanı. 48, 56
Reşidüddin (vezir), 22 Sağ kol beylerbeyi, 50
Revue d Etnographie et... 129 Sâhib, 42
Revue de l’histoire des Reli- Sâiıib - divan. 68
gions, 156 Sâhib - divanlık. 69
Ridgeway, Prof. 155 Sâhib-i a’zam, 42
Risâle fi fezâili’l-etrâk (Câ- Sâhib-i defter (Fâtımiler’de).
hız), 168 69
Roma. 145, 147, 184, 208 Sâhib Mühezzibü'ddin. 112
Roma hukuku, 218 Sahib Şemseddin. 139
Roma İmparatorluğu, 147, 208. St. Petersbourg, Sİ - 53. 123,
210 151, 162, 185
Rome et I’organisation du Sakson kolonileri, 163
Drolt (Decİareuil), 219 Sftlâriyye, 14
Rosen, Baron Victor. 151 Sâlihiye. 209
Sâliyane, 66 Scala, R. V., 9-11, 15, 81, 94-
Sal pak is, 74 96, 127, 131, 1^6, 154
Salur Kazan, 182 Scaramangion, 209
Samânî, Samâniler. 23, 31 - 33, Schefer, Ch. «nâşir ve müter­
43, 45. 70, 78. 84. 100, 134, cim), 45, 48, 53, 70, 77, 83,
150, 179, 180, 100 102, 122, 127, 135, 183
Somsa Çavuş, 86 Schiltberger. 177
Sancak beyleri. 5, 66 Schlumberger. G.p 223
Sancaklar, 5, 120 Slav, 172
Sanson, 53 Slavonca, 171, 172
Saruhan, 10 Shailkh al - Islâm mad. (Ene.
Saruhan Oğullan, 223 de l'Islam). 56
Sâsâni. Sâsâniler, 32-34, 45, Shiratori. 62
46, 54. 76, 78, 84, 90, 101, 129, Sırp devleti, 193
147. 157, 158. 163. 168, 109, Sirplar, 202
183, 187, 188, 190, 207, 211. Siasset - Nameth (bk. Siyâset-
213, 214. 216, 218, 221 nâme), 76, 83
Sâsâni - Bizans, 207 Silahdar, 116
Sebüktekin, 45. 158 Simp.vnaİı Bedreddin, 120, 121
Seignobos, 131 Sınan Bey (Seigneur de la
Selâhaddin Eyyûbi, 57, 78 Grâce), Rumeli beylerbeyi,
Selçuk Subaşı, 159 47, 48
Selçuknâme (Aksarâyi), 73 Sinan Paşa (Vezir), 41
Selçuknâme (Yazıcıoğlu), 68. Sinob, 73. 79. 143
112, 113, 117, 122, 136 Sinob kitabeleri (Hüseyin
Selâm Çavuşu, 60 Hilmi), 79
Selânik, 195 Sipah - yazıcılan, 122
Selim II. 17, 89 Sipahi, 119, 128, 128
Selman-ı Sâveci, 158 Sipahi birlikleri, 5
Semerkand, 182, 183 Sipahiler, 104, 105
Sencer (Sultan). 61,83. 84, 151. Sipehsâlâr, 31. 137
152 Siretû's Sultan Celâleddln
Serdarlık, 79 (Nesevî), 64, 187
Serehor (Serâhor), 142 Sivas, 138
Serhad akıncılan, 144 Siyasetnâme (Nizâmü’l -
Serheng’ler, 84, 133 Mülk), 45, 98-105, 108, 133.
Ser-leşker, 138 135, 136, 140. 150, 152, 168,
Seyahatnâme-i Nâsır-ı Hus- 182
rev (bk. Safernâzne...), 142, Smimov, 12
183 Sobemheim, M., 97, 104, 110
Seyfeddin Kızıl, 49, 50 Socialnaja ... Vizantij, (Bi­
Seyfü’d-din el çâviş (emir), zans'ta içtimâi tekâmül...),
86 13
Seyyid Sadrü‘d-diû Hamza, 70 Sohrakor (silâşûr), 142
Sokolov, Prof. 13-15. 88-00, Süleyman İbn Muhammed. 61
92 - 94 Süleyman Paşa (Kastamonu
Sol Kol beylerbeyi, 50 e miri),, 183
Solak -zâde, 178 Süleyman Sudi, 14
Solak - zâde Tarihi. 55, 56 Süssheim, K., (naşir), 42. 99
Solaklar, 11. 178 I
Sommaine des Archives ... du
Caire (Deny). 54, 175, 191 ş
Soranzo, Venedikli Lazarro.
12 | - Şafii. 57
Sorbon Üniversitesi, 22 Şah İsmail Safevi, 51
Sorguçlar, 11 Şahin Paşa. 47
Stein, Emst. 82, 88, 174, 191. Şahların şahı (unvan. Sâsânî
212 ler’de), 147
Steuerpaeht und... İslam (Bec- Şakayık, IBS
ker), 97 - Şam. 57. 211, 213
Strange, Guy Le. 72 Şahabeddin ağa, 79
Stratege, 5 Şehname, 157, 158
Stratiotai fiyefîeri, 5 Şehremaneti, 10,174, 175
Stryzgovvski. J., 157, 161 Şehremini. 59. 67. 174, 175
Subaşı, 31, 119, 138 Şehreminliği. 174
Subhul - A'şâ (Kalkaşandi). Şehzade lalaları. 66
42, 44, 49, 52, 57, 63, 60, 77, Şeker (bir tavaşi) 77
79, 86. 97, 102, 173, 185, 187 Şemseddin Mahmud Tugrü
Su-lu (Türkeş hükümdarı), 64 I
130 Şemsü’d-dih Mahmud el ■ça
Sultan. 74 vuş (emir), 84
Sultanöyüğü. 89 Şerefü'd-din Yezdı. 86, 138
Sultanü’s - sevâhil. 74 Şeri Tekâlif, 93 ,
Sungur Bey Camii (Niğde’­ Şerif Paşa tercümesi (İbn
de). 91 Battûta. Seyahatname), 192
Supplâment â la Bibliotheque Şeyh Süleyman. 82
Orientale (C. Visdelou), 51 Şıhab ad-din Şahin (bk Şa­
Supp aux Dict... arabes habeddin ağa), 79
(Dozy), 69, 85 Şikâmâme, 177
Sur les sceaux des... (Millet). Şücâü'd-din (reisüi-bahr). 73
209
Sur les traces du Bouddha, T
156
Sur quelques mots d’Asie (P.
Pelliot), 35 Tabakât-ı Nâsıri, 57, 127
Suriye. 24. 33. 34, 58, 71. 74, Tableau de TEmpire Ottoman
85, 108, 142, 169, 200, 202, (lorga), 20
213, 215, 217, 221, 225 Tableau gânârale de l'Empire
Süleyman Çelebi. 17i ottoman (d’ohsson), 55
Tabuşİ (tapıcu), 78 Tawki mad. (Ene. de l'Islam}»
Taeschner, F.. 41, 42. 142 61
Tafrali. O., 105 Tcheou Chou, 83
Tafuca, 120 Tebriz, 64. 212
Tafucı, 120 Tekâlif, 105
Tahiriler, 186 Tekâlif Kavaidi (Abdurrah­
Takvim-i Meskûkât-ı Selçu- man Vefik), 14, 68
kiyye (Galib Edlıem). 159 Tekâlif-» örfiyye, 89
Takvim-1 Meskûkât-ı Selçu- Tekâlif-i Şer’iyye. 89
kiyye (İsmail Galib), 149 Teke. 89
Takvimü’t-tevârih (Kâtib Çe­ Teke Beyliği, 74
lebi), 56 Tercümanlar, 5
Tanzimat, 13, 90, 91, 110 Terdjumân mad. (Ene. de I'Is-
Tapu, 94 lam), 167
Tapu defterleri, 89 Teşkilât-ı Atikada Defterdar
Tapu resmi, 14 (M. Zeki), 68
Tapug (tapu), 78 Tevârih-i âl-J Osman (F. Gi-
Tapugcı, 78 ese). 47
Tarih (bk. Hist de l'Emp. Ott.. Tevârih-i âl-i Osman, 55. 160,
Hammer), 20 167
Tarih-i askeri-1 Osmani, (Ce- Tevkii. 61, 198
vat Paşa). 132 Tevkiilik, 65
Tarih-i Atâ, 81 Texier ve Pullan, 195
Tarih-i âlem ârâ-yı Abbasi, 53, Tıraz, 186-188, 214, 217
59 Tırâz mad., (Ene. de l’Islam),
Tarikh-İ Beyhakl, (bk. The 186, 214
Tarikh-i Baihaki), 78, 84 Timar. 5. 10 -12, 15, 62, 04,- 97.
Tarih-i Cihangüşa (Cüveyni), 99, 101, 103, 106, 111-119.
84 121-130, 132, 136, 140
Tarih-i Ebü'l - Feth (Tursun Timâr mad-, (Ene. de l'Islam),
Bey), 67 12, 94, 116
Tarih-İ Haleb (İbnüT Adim), Timar defterdarları, 65. 122
33 Timar erleri, 119
Tarih-i Mâli, (Abdurrahman Timar müteferrikası, 88
Vefik), 68 Timarlar, 120
Tarih-i Oğuz ve Türkân (Re- Timarlı sipahi, 122, 199
şidüddin), 22 Timarion, 127
Tarih-i Osmani Encümeni Timur, 36
Mecmuası, 21. 39, 41, 56, 91, Timurlular, 37, 128, 129, 189
93. 134, 167 171, 178, 189 Timurtaş Paşa (Rumeli bey­
Tavâcı, 78 lerbeyi), 116
Tavâşi Mercan. 79 Tirmizli Seyyid Ali, 03
Tavaşi'ler, 75-81 Tischendorf, 12
Tavaşîlik, 76 Tiesenhausen, W. de. 52
Tavcı, 119 Tiyüi, 129
Tlyûl mad., (Ene. de l'Islam), Tuğrul ibn Muhammed, 61
128 Tuhfe-i Hattatın mukaddime­
The Foundation of the otto- si (İbnülemin). 80
man Empire (Gibbons), 6, Tuhfetü'l - Kibâr ... (Kâtib
95, 131 Çelebi), 71. 72
The Government of the otto- Tu-kiu’lar, 51
man Empire (Lybyer), 165 Tulunides mad.. (Ene. de l'Is-
The Portuguese and Turks İn lam), 184
the İndian Ocean ... (L. Da* Tuna. 200
mes), 201 Turâni Roma, 145, 146
The Tarikh-i Baihaki (bk. Ta- Turkestandown ... (Barthold).
rih-i Beyhakî), 44 32. 43, 117, 151, 152, 184, 186
Thdme’ler, 5 Turmarque, 5
Thdophile, 211 1 Tursun Bey (müverrih), 67.
Thessalonique au quatorziö- 89
mc siecle (O. Tafrali). 195 Tük (tuğ). 158
Türk Beylikleri, 204, 223
Thomas et Pedrelli, 170
Türk hilâlinin aslı (trk, trc.),
Thomsen, V.. 182 155
Tokyo Müzesi, 157 Türk Edebiyatının menşei
Tolunlular, 183 Fuad Köprülü). 181
Topa - Wei sülâlesi. 62 Türk Edebiyatı Tarihi, (Fuad
Topçubaşı, 87
Köprülü), 36
Topkapı Sarayı, 175 Türk Ed. tik Mutasavvıflar
Topos, 14. 94 (Fuad Köprülü), 21, 144
TOung Pao. 35. 130, 138, 157,
188 Türk Ed. Ermeni Edebiyatı
üzerindeki ... (Fuad Köp­
Töküş (Harezmşah), 158 rülü). 203
Trablus-Şam, 57 Türk Hukuk ve iktisat Tarihi
Trabzon, 141. 195, 222 Mecmuası. 50. 52, 113. 114.
Tria Opuscula .... 168 118, 167, 181
Trudy Vost. Otdel ... (Bere- Türk Tarih Encümeni, 73
zin), 53 Türk Tarih Encümeni Mec­
Truhelka, Ciro. 118 muası, 57, 62, 68. 74, 79. 110
Tsaghadsa, 83 Türk Tarih Kurumu, 22
Tsivithe, 202 Türk Yurdu Mecmuası, 168
Tuğra. 34, 61, 63 Türkeş, 130
Tughrâ mad., (Ene. do FIs- Türkmen. Türkmenler. 108,
lam), 61 136, 140, 190
Tugrâi, Tugrailik, 63, 64 Türkistan Hanları (Karahan­
Tuglukşahlar, 129 lılar), 182
Tuğrul Bey. 43, 61, 150, 151, Türkiyat Enstitüsü, 91
159, 182 Türkiyat Mecmuası, 21, 25,
Tuğrul îbn Arslan. 61 57, 74, 154. 174, 182
Türkiye. 17. 18. 20. 125 Vâmbery, 82
Türkiye Tarihi (Fuad Köprü­ Vasmer, R., 222
lü), 32. 100, 149, 181 Vassâf, 63
Vasalİik bağı (le lien de la
U vassalitö), 95
Velid lbn Abdü'l - Melik, 217
Veliyüddin (kadıasker), 56
Uc beyleri. 112, 140 Venedik, 171
Uc beyliği, 144 Venedik Doju, 171
Uc’lar, 115, 140. 141 Venedikliler, 173, 219
Ucaki, 134 Vezâret (Abbasiler’de) 32, 43-
Ulu Timar, 119 46, 60, 71
Ulug Bitikçi. 63 Vezâret-i tefviz, 44, 45
Ulahlar, 109 Vezâret-i tenfiz, 44
Ulüs beyi, 53 Vezir-i âzam, 4. 45, 65
Urnur Bey, 73 Vezir-i âzamlık, 39-41
Une Vingtaine do Voyageurs Vezir-i tefviz, 45
... (lorga). 17 Vezir-i tenfiz, 45
Untersuchungen zur spat ... Vezirler, 42. 56. 59, 66, 87, 120
(Stcin). 82. 174. 191 Vezirlik, 42, 48. 60
Uppsala, 33 Visdelou, C., 51
Uriankhai şamanlan, 163 Viyana kütüphanesi, 39
Uruc Bey (Anadolu beyler­ Vloten, Van, 168
beyi), 47 Vorms. 12
Uspenskij (Rus bizantinisti). Voyage (Chardin), 53
13, 123. 124 Voyages de Pietro Della Vai­
Ustûl, 75 le, 3. 51
Uşüki. 134 Voyage ou relation ... Ferse
Uygur Türkleri, 35 (Samson), 53
Uygurlar, 63 Voynuk, 116
Uyunü’l - Ahbâr, 168 Vuşâki. 134
Uzak-Doğu. 11. 188, 189 Vutak. 137

Ü W
Üniversite kütüphanesi. 80
Üst&dân, Üstadın (siyah ve Wazurg - framâalıâr, 45
beyaz tavaşîler), 77 VVellhausen. 216
Üveys (sultan). 79 Weltgeschichte (Helmolt), 11,
96. 146
Wien, 40, 62, 75
V Wiener Numismatischc Zeit-
serift, 223
Vakıf defterleri, 62 Wilcken. M., 214, 215
Vallö, Pietro Della. 3 Wittek, P„ 41, 42, 74, 142
1
X z
ı Xirodekatiya, 14 Zafernâme (Şerefüddin Yea
di). 88. 138
T Y Zaim. 128
Zainu'l - Ahbâr, 179
T| Y-a-t-il eu un Moyen-Age Zapadnaja MongoUja ... İS
byzantin (lorga), 16, 190, 205 Zapiski Vos. Otd 219
Y akın-D oğu, 58, 170 Z. D. M. G , 182
Yakub A rtin Paşa. 155, 158. Zekât-ı sevâ’im, 93
T* 160- 162 Zeitschrift für Semitistik, 3 lı
Yakub Ece, 116 Zeki. M , 68
Tt Yatak (bk. Otak, ıstılah), 135. Zeki Velidi (Togan). S2. 1671
Tfc 137 Zemelnye ot ... do Tanzimat!
Th Yaya (piyade teşkilâtında). (Sokolov). 13
P 144 Zemelno ... Turcij do Tanzı
Th Yazıcıoğlu AIi, 49. 50, 68, 69, mata (Sokolov), 13
Th "67.JU2, 113, 121. 136 Zengi, 161
Tol Yemen, 85 Zengiler. 222
To] Yenicami kütüphanesi, 73 Zerend (vilâyet). 105
To] Yeni Mecmua (Çanakkale Zevgarion (veya Zevgar), 14
Toj nüshası), 117. 194 Ziâmet, 5. 118. 126, 128
Toj Yeni Saray. 178 Zim&m ve mühür divanı. 2 l>
Top Yeniçeri teşkilatı. 131 Zinde gani, 128
To Yeniçeriler. 131, 144. 199 Ziyad b. Übeyye (Irak vâlisil
U Yıldırım Bayezid (bk. Baye- 214
Tök ZİdM 7, 177, 178 Ziya Gokalp. 194
T Yıldız. 156. 159, 160
Znatçenie ... pronij (Uspens
Tra- Yıldız kütüphanesi, 80
Tria Yunan-Rom a, 207, 210 kij), 123
T™ - Yunanlılar, 202 Zotenberg. H.. 187
Yusuf (magrib em lri), 149 Zühdi, M.. 68
Yusuf Çavuş, 83 Zü'r - riyaseteyn. 46
Trul
Tsa{
Tsiv
Tugr
Tugl
laz
Tugz
Tugl
Tuğr
159
Tuğr
Sâsânî ve Bizans te ’sirlerinin mevcudiyetini pek iyi
anladıklarını İbn Haldun bize açıkça gösteriyor: Ona
göre, İslâm devletlerinde salta n at levazımından sayı­
lan bir takım şeyler, m eselâ taht, hüküm dara mahsus
m ühür, ordu tertibatı, askerî muzika, muhtelif renk ve
şekillerde bayraklar istim ali, Tıraz (yâni hükümdarın
husûsi alâmetini muhtevi hil’a t), tam am iyle Sâsânîlcr'-
den veya Bizans’tan geçm iştir.408 Bugünkü tarihçilerin
— sa n 'a t tarihine a it noktalar m üstesna olmak üzere —
bu meseleleri telkîk hususunda İbn Haldün'a nazaran
öyle çok büyük bir terakki gösterem ediklerini üzülerek
itiraf edelim. Eski îslâm devletleri m üesseseleri üze-
rinde Sâsânî te ’siri m eselesi, yukarıda pek kısaca bah­
setmiş olduğumuz üzere, çok mühim olmakla beraber,
henüz yeter derecede tetkik edilm em iştir. Bizans te’si*
ri meselesine gelince, bâzı bizantinistler tarafından
dolayısiyle ileri sürülen bir takım m ütalâalar müstes­
na olmak üzere, bu hususta da hemen hiç bir şey ya­
pılmış olmadığını söyliyebiliriz. Gelecekteki tetkikler
için bir kolaylık olmak m aksadiyle, Bizans'ın İslâm
m üesseselerine te ’siri hakkında şimdiye kadar rastla­
dığımız çeşitli m ütalâa ve faraziyelerîn başlıcaiarını
sıralayalım : Bizans devrinde M ısır’ın mülkî idaresini
tetkik etmiş olan bâzı âlim ler, meselâ M. B'ilc/cen. Bi*

408 İbn Haldûn. Kitâbü’l-lber ve Divânül-Mübtedâ ve'l-


Haber, cilt I. s. 203 ve devamı; s. 215 ve devamı. Corci Zey-
dan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, türkçe tercümesi, c. I’de
yukarıdaki meseleler hakkında verilen bilgiye bakınız. Tı-
raz hakkında Encyclopedie de ITslam'daki Grohmann'ın
makalesine bakınız. Eski İslâm müellifleri bir takım âdet ve
müesseselerin Islâmlara Bizans’tan veya Sâsâniler’den geç­
tiğini itiraftan çekinmemişlerdir. Meselâ «Belâzûri» İslâm-
lar’da zimâm ve mühür divanını önce Irak valisi olan «Zi-
yad b. Übeyye-’nin eski İran padişahlarını taklid ederek,
kurduğunu söyler.

You might also like