You are on page 1of 565

C. G.

JUNG
KIRMIZI
KİTAP
L I B E R N O V U S

Psikoloji Tarihinin en Çok Merak Edilen


Yayımlanmamış Eseri:
C .G . Jung'un 1914 ile İ 930 yılları arasında
üzerinde çalıştığı m ahrem notlar.

kaktüs
psi kol oj i
z
o

D
O
u

?s
Ph

'2

2
O G- JUNG
KIRMIZI KİTAP
LIBER NOVUS
kaknüs yayınları 639
psikoloji serisi: 44

i s b n 978-975-256-444-2
yayıncı sertifika no. 112 16

!. basım, 2015 İstanbul

kitabın özgün adı: the red book. liber novus


kitabın adı: kırmızı kitap. liber novus
yazarı: cari gustav jung
İngilizceden çeviren: okhan gündüz
türkçe yayın hakları kaknüs yayınları © 2014

editör: seda darcan çiftçi


tashih ve redaksiyon: solina silahlı
iç düzen: muhammed nur anbarlı
kapak tasarımı: mustafa sabri saldamlı
baskı ve cilt: ertem matbaası

Kaknüs Yayınları
Kızkulesi Yayıncılık Tanıtım Eğitim Hiz. San. ve Dış Tic. Ltd. Şti.
Merkez Mimar Sinan Mah. Selami Ali Efendi Cad. No: 5, Üsküdar, İstanbul
Tel (O 216) 492 59 74/75 Faks (O 216) 334 61 48
kitap@kaknus.com.tr
Dağıtım Çatalçeşme Sk. Defne Han No: 27/3, Cağaloğlu, Fatih, İstanbul
Tel (O 212) 520 49 27 Faks (O 216) 520 49 28
satis@kaknus.com.tr

^^w.kaknus.com.tr f t ; kaknusyayinevi
CG- JUNG

KIRMIZI KİTAP
L IB E R NOVUS

Yayına Hazırlayan:
SONU SHAMDASANI

Türkçesi:
O KHAN GÜNDÜZ

kaknüs
İçindekiler

1 GİRİŞ Liber Novus: C.G. Jung'un “ Kırmızı Kitabı”


35 Editörün Notu

93 Liber Primus
95 Olacakların Yolu fol. i(r)
104 Cap i Ruhu Yeniden Bulmak fol. ii(r)

107 Cap ii Ruh ve Tanrı fol. ii(r)

114 Cap iii Ruhun Hizmeti Üzerine fol. ii(v)

117 Cap iv Çöl fol. iii(r)

119 Cap iv Çöldeki Deneyimler fol. iii(r)


122 Cap v Gelecekte Çöle İniş fol. iii(v)
13 1 C apvi Ruhun Bölünmesi fol. iv(r)
135 Cap vii Kahramanın Katli fol. iv(v)
138 Cap viii Tanrıya Gebe Kalmak fol. iv(v)

147 C a p ix Mysterium (Gizemler). Karşılaşma fol. v(v)


156 Capx Öğreti fol. vi(r)
165 Capxi Çözülme fol. vi(v)

177 Liber Secundus


179 Yanılanların İmgeleri 1
180 Cap i Kırmızı 2

Not: Siyah rakamlar Türkçe çevirideki sayfalan,


kırmızı rakamlar orijinal tıpkıbasımdaki sayfaları gösteriyor.
187 Cap ii Ormandaki Şato 5
198 C a p iii Aşağılardan Biri 1 1
206 C a p iv Münzevi 15
216 Cap v Dies II 22
226 Cap vi Ölüm 29
231 Cap vii Eski Tapınakların Kalıntıları 32
239 Cap viii Birinci Gün 37

2 51 C a p ix İkinci Gün 46
258 Capx Büyülü Sözler 5 0
265 Capxi Yumurtanın Açılması 65
272 C a p x ii Cehennem 73
276 C a p x iii Kurbanın Katli 76
283 Cap xiv Tanrısal Maskaralık 98
288 C apxv Nox Secunda 100
301 Cap xvi Nox Tertia 108
313 C a p xvii Nox Quarta 1 1 4
324 C a p xviii Üç Kehanet 124
329 Cap xix Büyünün Armağanı 126
338 C a p xx Haçın Yolu 136
344 C ap xx i Büyücü 139

399 Sınamalar
481 Sonsöz
482 Ek A : Mandalalar
Ek B: Yorumlar
EkC
Okuma Nüshasına Önsöz

C .G . Ju n g’un M irasçıları D e rn e ğ in in K ırm ızı K ita p ’ı yayım latm ak üzere


gün yüzüne çık arm a yönü nd eki unutulm az kararı alm asının üzerinden
on yıld an fazla b ir süre geçti. B u çok katm anlı eserin n asıl b ir okuyucu
kitlesine hitap edeceği noktasın da uzun uzun düşünüldü: Psikoloji ta­
rihine ilişkin eserlerin p rofesyo n el oku yu cusu mu? Genel o k u yu cu m u?
İm gelerle yönlenebilen görsel algısı güçlü kişiler m i? K aligrafi tu tku n­
la rı m ı? G ü z e l kitap k oleksiyo n cu ları m ı? K itabın fo rm a tı v e tasarım ı
neyi ön plana alm alıydı? B u soru lara cev a p bu lm ak k o la y değildi. Paha
biçilm ez orijin alin s ır f dış gö rü n üşü bile b ir m esaj içeriyo r gibiydi. B ir­
çok tek lif tartışıldı, b irç o k ları elendi. N ih ayet W.W. N orto n Y ayınevi
uygun bir çözüm buldu: elyazm asının orijin al form atında 2009 y ılın ­
da y a yım lan an b ir tıpkıbasım . K itab ın p arlak satış başarısı, ya y ım cın ın
haklı old u ğ u n u kan ıtlad ı. E ser k ısa sürede d ü n ya çapın da ilgi gö rd ü ve
dokuz dile çevrildi. B elli ki, eserin farklı yö n lerin in h akkını ve rm ek ­
le k alm ayıp fark lı ok u yu cu lara d a hitap etm eyi başarabilen b ir baskı
tasarlam ak m üm kün olm uştu. Bu başarının borçlu olu ndu ğu kişilerin
listesi hayli kabarık. F ak at iki ism i özellikle belirtm ek gerek. Jim M airs
(W.W. N orto n Y ayınevi) ve Sonu Sham dasani (Filem on V akfı).
E lin izd eki ok u m a nüshası, orijin al eserin m etn in i içeriyor. B u for-
mat, Ju n g’un içsel gelişim inin yazınsal belgesi üzerinde yo ğu n laşm ak
isteyenler için hazırlandı. O ku yu cun u n kendi gelişim inde istifade et­
m esi halinde, Ju n g ’un eserinin am acın a hizm et edeceğine şüphe yok.

Ulrich Hoerni
C.G. Jung’un Eserleri Vakfı
Temmuz 2012
SAN A KO N U ŞTU Ğ U M Y I L L A R , b u d erû nî h ayalleri izlediğim
yıllar, h ayatım ın en önem li d önem leriydi. D iğ er h er şey bu rad an yo la
çıktı. O zam anlar başladı, d ah a son raki teferruatın ön em i yok. Tüm
hayatım , b ilinçdışınd an p atlak veren gizem li b ir çağlayan gibi, bazen
beni yık abilecek kad ar güçlü olan bu akıntıyı anlam aya çalışm akla geç­
ti. B urada elde ettiğim veriler, (işlemeye) sanki b ir h ayat yetm eyecek
kad ar derin m uhtevalıydı. Sonrası sadece sınıfland ırm a, bilim sel de­
ğerlend irm e ve hayata tatbik etme. Fak at tüm anlattıklarım ı içeren ilahi
(num inous) başlangıç, o tarihlerden kaynaklanır.
C.G. Jung, 1957
Önsöz

1962 yılın d an b eri C .G . Ju n g’un K ırm ızı K itap ’ı geniş çevrelerce b i­


linm ekteydi. Fakat ancak kitabın 2009 yılında yayım lan m asıyla geniş
kitlelerin istifadesine sunulm uş oldu. K itabın yazılış öyküsü Jung’un
A nılar, Düşler, D üşünceler isim li eserinde anlatılm ış ve birçok kitap
eleştirisi yazısın ın konusu olm uştu. B u ra d a sadece kısaca değineceğim .
1913 senesi Ju n g’un yaşam ınd a b ir dönü m noktası olm uştu. “ Bilinç-
dışıyla yüzleşm esi” olarak bilinen ken d i üzerinde bir çeşit d en ey sürecine
girdi ve bu d en ey 1 9 3 0 a kadar sürdü. B u den ey sırasında “ içsel süreçle­
rinin dibine kad ar gitm ek;’ “duygularını im gelere dönüştürm ek” ve “y e ­
raltında sürüklenen fantezileri yakalam ak” için bir teknik geliştirdi. Bu
fantezileri ilk olarak K ara K itap’m a kaydetti. B u m etinleri gözden geçirdi,
düşüncelerini ekledi ve L iber N ovus adını verd iği k ırm ızı ciltli b ir kita­
b a kaligrafık yazıyla geçirdi, kitapta kendi yaptığı resim lere de yer verdi.
D aha sonra bu kitap Kırm ızı K itap olarak tanındı.
Jung bu içsel d en eyim in i k arısı ve yakın d ostların a anlattı. 1925’te
Z ü rih ’teki P sik o lo ji K lü b ü ’nde ve rd iğ i b ir dizi sem inerde m esleki ve k i­
şisel g e lişim i h ak k ın d a bilg i v e rd i, a y n ı z am an d a k en d i geliştird iği ak tif
im gelem e m etodundan d a bahsetti. B u n un d ışın d a Jung oldukça ih ti­
yatlıydı. M esela çocu k ların a k en d i üzerinde y a p tığ ı d en eyinden bah­
setm edi, on lar d a sıra dışı b ir şey fark etm ediler. B elli ki, olup bitenleri
açıklam ak Jung için zordu. Ç o cu k ların d an birine, k en d isi yazı yazar­
ken ya da resim yaparken y a n ın d a d u rm asın a izin verm esi de nadiren
gerçekleşen b ir lütuftu. B u yüzden, K ırm ızı K itap Ju n g ’un ailesinde hep
b ir esrar perdesi ard ın d a kaldı. 1930'da Jung, k en d i üzerin d eki d en eyi
son a e rd ird i ve K ırm ızı K itap'ı y a rım b ırakarak rafa kald ırdı. Ç alışm a
od asın d a şerefli b ir k öşeye k on u lm asın a rağm en, bu k itabı on larca y ıl
ele alm adı. Öte yand an, bu çalışm a sayesinde k az a n d ığı içgörüler, a r­
d ınd an gelen eserlerin i besledi. 1959 yılın d a, eski taslağın yardım ıyla,
K ırm ızı K itap ’ın m etninin transkripsiyonunu ve y a rım kalm ış bir resm i
tam am lam aya çalıştı. B ir son söz yazm aya d a başlad ı am a bilinm eyen
bir sebeple hem kaligrafık m etin hem de son söz y a rım kaldı.
Ju n g K ırm ızı K itap ’ı yayım latm ayı ciddi şekilde düşünse de bunun
için ge re k li a d ım la rı atm adı. B ilin çd ışıyla k arşılaşm ası neticesinde o r ­
ta y a çıkan k ısa b ir m etin olan Septem Serm ones a d M ortuos (Ö lülere
Yedi Vaaz) kitabını 1916 'da şahsi basım o larak yayım lattı. A k t if im ge­
lem e tekn iğin i ta rif ettiği 1916 tarih li “ The Transcendent Function/A ş-
kın İşle v” isim li m ak alesi bile 1958 y ılın a k a d a r yayım lan m ad ı. Ju n g’un
K ırm ızı K itap ’ı yayım lam am asın ın b irk aç ned eni va rd ı. K en d isin in de
ifade ettiği gibi k itap tam am lanm am ıştı. A ra ştırm a alanı o la rak sim y a ­
ya k arşı gittikçe artan ilgisi onu m eşgul etti. G eriye dönüp baktığın d a
K ırm ızı K itap ’ta h a yalle ri a n lam aya çalıştığı y o ğu n çalışm ayı, gerekli
am a sıkıntılı b ir “ estetikleştirici ayrın tılara inm e” olarak tanım lıyordu.
1957 yılın d a K ara K itap ’ın ve K ırm ızı K itap ’ın oto b iyo g rafik kayıtlar
old uğunu ve akad em ik nitelikte olm ad ıklarınd an Toplu E s e rle rin e d â­
hil edilm elerini istem ediğini açıkladı. B ir istisna olarak A n ie la Jaffe'nin
A nılar, Düşler, D üşünceler kitabın d a K ırm ızı K itap ve K a ra K ita p ’tan
b azı b ö lü m leri alın tılam asın a izin verd i, A n ie la bu im kân d an çok az
istifade etm eyi tercih etti.
1 9 6 l'de Jung hayata ved a etti. Yazılı eserleri, C .G . Jung’un M ira s­
çıla rı D e rn e ğ in i k u ra n aile üyelerinin zim m etine geçti. Ju n g’un yazılı
eserlerinin yayın hakları, m irasçıların a bir soru m lu lu k ve gö rev yüklü-
yordu: Toplu Eserleri n in (Collected Works) A lm an ca baskısını y a y ım ­
latm aları gerekiyordu. Jung vasiyetind e K ırm ızı K itap ve K ara K itap ’ın
ailesinde kalm ası yö n ü n d ek i arzusunu ifade e d iy o r am a bu konu d a
daha fazla ayrın tıya ye r verm iyo rd u . K ırm ızı K itap ’ın Toplu Eserler'de
yayım lan m ası ön görü lm ed iğin den M irasçılar D ern eği bunun Jun g’un
eser h akk ın d aki nihai arzusu old u ğu n a ve bunun tam am ıyla kişisel bir
m esele old u ğ u n a ik n a oldu. M ira sçıla r D ern eği Ju n g’un y ayım lan m a­
m ış ya z ıla rın ı bir hazine gibi m u hafaza etti; gelecekte yayım lan m aları
söz konusu edilm edi. K ırm ızı K itap y irm i yıld an uzun bir süre Ju n g’un
çalışm a od asın d a bekledi, babasının evin i m iras o la rak d evralan Franz
Ju ng’un m uhafazasına em anet edildi.
1983’te M irasçılar D erneği, y e ri dold u rulam az b ir eser olduğunu
b ild ik leri K ırm ızı K itap ’ı b ir k ira lık k asa y a yerleştirdiler. 1984’te d er­
neğin ye n i atanan yö n etim k u ru lu ailenin k u llan ım ı için beş fotokopi
yaptırdı. Jung’un aile üyeleri ilk defa kitaba yakın d an bakm a fırsatı b u l­
du. Bu ihtiyatlı tu tum un faydası görüldü. K ırm ızı K itap’ın yıp ran m adan
günüm üze gelm esinin sebeplerinden b iri de k ap ağının yıllar b o yu n ca
n adiren açılm ası olm uştur.
1990’dan son ra A lm anca Toplu E s e r le r in -eserlerin bir seçkisi- y a ­
yım a h azırlanm ası tam am lanm ak üzereyken, yö n etim kuru lu y a y ım ­
lan m am ış h alih azırd aki bü tü n m ateryali ilerid e b a sılm a k üzere d eğer­
lendirm eye başladı. 1994’te M irasçılar D erneği arşiv ve e d ito ryayla ilgili
m eselelerin sorum lulu ğu n u b an a verd iği için bu gö revi ben üstlendim .
B u esn ad a K ırm ızı K itap ’a ait h atırı sa y ılır m ik tard a taslak ve v a ry a s ­
yo n lar olduğu orta ya çıktı. B öylelikle k a lig ra fık m etnin eksik kısm ının
m evcut olduğu Yedi Vaaz'ı içeren taslağın d evam ın d a “ Scrutinies/İn-
celem eler” b a şlığın ı taşıyan b ir m üsvedde olduğun u gördük. F ak at bu
h a y li b ü y ü k m ateryalin yayım lan ıp yayım lan m ayacağ ı y a h u t n asıl y a ­
yım la n a ca ğ ı açık uçlu bir soru olarak kaldı. İlk b akışta üslup ve içeriğin
Jung’un diğer eserleri ile p ek az o rta k n o ktası vard ı. Ç o ğ u y eri tam o la ­
rak anlaşılm ıyord u ve 1990’ların ortaların d a bu n o ktalard a ilk ağızdan
bilgi verebilecek kim se kalm am ıştı.
Öte yandan, Jung’un yaşadığı dönem den beri psikoloji tarihi önem
kazanm ış ve yen i bir yaklaşım sunm ası m üm kün olmuştu. Başka projeler
üzerinde çalışırken Sonu Sham dasani ile tem asa geçtim. Yoğun geçen soh­
betlerde gerek genel olarak gerekse Kırm ızı Kitap’a ilişkin olarak Jung’un
yeni eserlerinin yayım lanm a ihtimali üzerine konuştuk. Kitap, yirm i bi­
rinci yüzyıl okuyucusunun aşina olm adığı bir bağlam da yazılmıştı. Fakat
bir psikoloji tarihi uzmanı, m odern okuyucuya bu kitabı tarihi bir belge
olarak sunabilirdi. İlk kaynakların yardım ıyla kitabı, ortaya çıktığı kültürel
bağlamda konum landırabilirdi; bilim tarihi içinde kitaba bir yer verebilir,
Jung’un yaşam ı ve eserleriyle ilişkilendirebilirdi. 1999’d a Sonu Sham dasa­
ni bu tem el ilkeleri gözeterek bir ya y ım teklifi yazdı. B u teklife dayanarak
M irasçılar D erneği 2000 yılının baharında -öncesinde etraflıca tartışarak-
Kırm ızı Kitap’ı yayım cıların tekliflerine açm aya karar verdi ve editörlük
görevini Sonu Sham dasani’ye verdi.
B an a defalarca K ırm ızı K itap’ın bu n ca yıld an so n ra neden y a y ım ­
lan d ığı soruluyor. Yeni anladığım ız b a z ı n oktalar bü yü k r o l oynadı:
Jung -görü n en in aksine- K ırm ızı K itap ’ı bir sır gibi saklam ıyordu.
B irço k yerde m etinde “ sevgili dostlar” ifadesi geçiyor, y a n i m etin bir
ok u yu cu kitlesine hitap ediyor. G erçekten de Jung, yakın ark ad aşları­
na tran skripsiyo n u n kop yaların ı verm iş ve bunun üzerinde on larla fi­
kir alışverişinde bulunm uştu. Jung, kitabın yayın lan m ası fikrin e karşı
çıkm ad ı, m eseleyi açık uçlu bıraktı. A yrıca bizzat ken d isi d ah a sonra
yazdığı eserlerin m alzem esini, b ilin çd ışıyla k arşılaşm asın d an tem in
ettiğini ifade etm iştir. Bu k arşılaşm anın bir k a y d ı olan K ırm ızı Kitap
da kişisel düzeyde kalm ayıp Ju n g’un eserlerinin m erkezine yerleşm ek ­
tedir. B u d urum un alaşılm ası Ju n g’un to ru n ların ın neslinin m eseleye
ye n i b ir bakış açısından bakm asını m ü m k ü n .k ıld ı. K arar alm a süreci
uzun sürdü. Ö rn ek parçalar, kavram ve veriler d u ygu sal açıdan y ü k ­
lü bir m eseleye, d ah a rasyon el bakm aların a yard ım cı oldu. Sonunda,
M ira sçıla r D en eği K ırm ız ı K itap’ın yayım lan ab ileceği yö n ü n d e d em o k ­
ra tik bir k a ra r aldı. B u karard an elinizd eki k itab a gelene k ad a r geçen
zam an, uzun bir seyah at gibiydi. Son u ç ise etkileyici. B ecerilerin i ve
en erjilerin i ortak bir am aç etrafın d a toplayan çok sayıd a in sanın işbir­
liği olm asayd ı bu k itap yayım lan am azdı.
Ju n g’un m irasçıları adına, katkıda bulunan herkese içtenlikle teşek­
kür ediyorum .

Nisan 2009
Ulrich Hoerni
C.G. Jung’un Eserleri Vakfı
Teşekkür

Kırm ızı Kitap bir noktada belli b ir form atta kam uoyuna sunulacaktı. M ev­
cut tarihî edisyonun yayım lan m asına katkıda bulunan birçok kişi oldu.
2008’d e lağvedilen bir önceki C .G . Jung’un M irasçıları Derneği, 2000
yılının baharında yoğun tartışm aların an d ın d an kitabı yayım tekliflerine
açm aya k arar verdi. M irasçılar D eneği'nin eski başkanı ve idarecisi, der­
neğin günüm üzdeki devam ı niteliğindeki C .G . Ju ng’un Eserleri Vakfı'nın
ise şim d iki başkan yardım cısı olan U lrich H oem i, bir icra kom itesinin
desteğiyle p rojeyi planladı. 2000-2004 yılları arasındaki başkan W olfgang
Baum ann, 2000 yılı sonbaharında y a y ım sürecinin başlam asını m üm kün
kılan anlaşm ayı im zaladı ve M irasçılar D erneği'nin m asrafların bü yü k
bölüm ünü üstlenm esini sağladı. C .G . Jung’un Eserleri V akfı aşağıdaki
kişilere teşekkür eder: Zürih’te yayım cı H einrich Zweifel'e teknik m esele­
lerin p lanlanm a aşam asında; İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü D onald
C o op er Fonu'na h atırı sayılır bir bağışta bulunduğu için; R o lf A u f der
M aur’a h u ku k i tavsiyeleri ve sözleşm enin hazırlanm asındaki yardım ları
için; Leo L a R o sa ve Peter Fritz'e sözleşm e görüşm eleri için.
2 0 0 3 yılın ın k ritik b ir anında, editö ryel çalışm a Bogette V ak fı ve
an on im bir bağış sahibi ta rafın d a n desteklendi. Ju n g’un y a y ım la n ­
m am ış eserlerini gün yü zü n e ç ık arm a k am a cıy la fon to p lam ak için
k u ru lan F ile m o n V ak fı, ed itö ry e l çalışm ayı destekledi. Stephen M a r­
tine teşekkür b o rçlu yu m . K u su rla rı olsa d a ç e v iri ve m etin Filem on
V ak fı yö n etim k u ru lu n u n d esteğ i olm ad an bu d ü zeye gelem ezdi: Tom
C h arlesw o rth , G ild a Frantz, N a n c y Furlotti, Ju d ith H arris, Jam es H ol-
lis, S teph en M a rtin ve E u gen e Taylor. F ile m o n V a k fı b a ğ ışçıla rın ın
d esteğine teşekk ü r etm ek ister, özellikle M S S T V a k fın a . C a ro ly n
G ran t Fay, Jud ith H arris ve T o n y W o olfso’a; çeviri için N an cy Fu rlotti
ve L au ren ce de R osene.
B u projede çalışm am M aggie Baron ve X im ena Roelli de A ngulo’nun
birçok sıkıntılara rağm en desteği olm asaydı m üm kün olmazdı. Jung’un
eserlerinin entelektüel tarihi üzerine araştırm alarım 1993-1998 yılları ara­
sında Wellcome Trust, 1999’d a Institut für Grenzgebiete der Psychologie,
1998-2001 yılları arasında Solon Vakfı sponsorluğunda devam etti. Proje
süresince University College Londondaki (eskiden Wellcome Institut for
the H istory o f M edicine olan) the W ellcom e Trust Center for the H istory
ofM edicine, araştırm alarım için ideal ortam oldu. G izlilik anlaşm aları, a r­
kadaşlarım ve m eslektaşlarımla çalışm alarım hakkında konuşm am a izin
verm iyordu. Son on üç yıl boyunca buna katlandıkları için hepsine teşek­
k ü r ediyorum.
2000 yılının sonlarıyla 2003ü n başı arası C.G. Jung’un M irasçıları D er­
neği projenin başındaki editöryel çalışm ayı destekledi. Ulrich H oerni’yle
araştırmanın çeşitli kısım larında beraber çalıştık ve kendisi kaligrafık cil­
din doğru transkripsiyonunu yaptı. Susanne H oerni Kara K itapların trans­
kripsiyonunu yaptı. 1999, 2001 ve 2 0 0 3 ’te H elene H oerni Jung (1999, 2001)
ile Andreas ve Vreni Jung’un (2003) ev sahipliğinde Jung ailesine sunum lar
yapıldı. Peter Jung editöryel çalışm anın ilk aşam aları boyunca ve yayım ­
lanm a sürecine ilişkin olarak danışm anlıkta bulundu. Andreas ve Vreni
Jung, Jung’un kütüphanesindeki kaynak kitaplara başvurm ak için sayısız
ziyarette bize yardım cı oldular ve Andreas Jung, aile arşivlerinden çok de­
ğerli bilgiler temin etti.
Bu kitap L a rry Vigon’un günüm üzdeki L ib e r Novus, D ream tıpkıbası­
m ından sorum lu olan N orton Yayınevi'nden Jim M airs ile beni buluşturan
N ancy Furlotti ve L a rry ve Sandra V igon sayesinde yayım landı. Kitabın
Jim M airs’d en daha iyi bir editörü olamazdı. Kitabın tasarımı ve m izanpajı­
nın gerektirdiği sayısız ayrıntı ve incelikler Eric Baker, L arry Vigon ve A m y
Wu tarafından m aharetle gerçekleştirildi. Carol Rose büyük bir dikkatle
ve usanmak nedir bilm eden m etni kontrol edip düzeltti. Austin O’Driscoll
süreç boyunca yardım cı oldu. O kum a nüshası için L aura Lindgren son de­
rece estetik duran bir m izanpaj tasarladı ve birçok düzeltmeler yaptı. Ka-
ligraflk yazılar D igital F u sio n d an H ugh M ilstein ve John Supra tarafından
tarandı. (Sonar ile odaklanarak) eski ve yeninin müthiş bir kaynaşım ı ile
ortaya koydukları eser, Jung’un kaligrafisindeki özen ve titizlikle örtüştü.
D ennis Savinitaram a işlem i için foto ğaf stüdyosunu tahsis etti. M ondadori
Printing’d eki N ancy Freeman, Sergio Brunelli ve m eslektaşları eserin tek­
nik olarak en yüksek standartlarda basılm ası için gereken özeni gösterdiler.
2006’d an itibaren çeviri için M ark Kyburz ve John Peck ile beraber
çalıştım -çeviri sanatında ayrıcalıklı bir deneyim süreci oldu. Telefonda
düzenli olarak gerçekleştirdiğimiz konferans bağlantıları m etni m ikros-
kopik düzeyde tartışabilme şansını sağladı ve yaptığım ız espriler, sürekli
derinliklerin ruhuna dalmanın uyandırdığı gevşeme ihtiyacını karşıladı.
Çevirm enlerin, editöryel çalışmanın ileriki aşam alarındaki katkılarının
hakkı ödenemez. John Peck, m etinde benim yakalayam adığım bazı önem ­
li im aları tespit etti.
X im ena Roelli de A ngulo, Helene H oerni Jung, Pierre Keller ve m er­
hum Leonhard Schegel, Jung’un yakın çevresindeki figürler ve genel at­
mosfere ilişkin olarak çok önemli hatıralar anlattı. Leonhard Schlegel Dada
akım ı ve bu dönemde sanat ve psikolojinin çakışm a noktalarının içyüzü­
nün anlaşılm asını sağlayan kritik paylaşım larda bulundu.
Erik H ornung eski M ısır referanslarına ilişkin danışm anlık hizmeti
verdi. Felix W alder 155 num aralı görselin dijital yakın çekim inde yardım cı
oldu. U lrich H oerni küçük elyazılarını deşifre etti ve G u y Attewell Arapça
yazıları tespit etti. Ulrich H oerni M itra ayinlerine ilişkin referanslar tem in
etti (bkz. E K C, dipnot 1). D avid O swald Jung’un "Büyücü" başlıklı bölüm ­
deki 314. dipnotta yaptığı gönderm eye ilişkin olarak M utus L ibere işaret
etti. Thom as Feitknecht J.B Lang belgelerine dikkatim i çekerek bu konu­
da yardım cı oldu. Stephen M artin Jung’un J.B. Lang’a yazdığı mektupları
düzenledi. Paul Bishop, W endy Doniger ve Rachel M cDerm ott sorulara
cevap verdiler.
Ernst F alzed er’e s. 4 l ’d e yer alan 145. d ipnottaki referansı ve Stock-
m ayer’in Jung’a yazdığı m ektupların transkriptini yaptığı ve A lm an ca
baskının giriş bülüm ü ile d ip n otların ın çevirisind e y a p tığ ı düzeltm eler
için teşekkür ederim .
C .G . Jung’un Eserleri V akfına, Paul and Peter Fritz Telif H akları A jan ­
s ın a Jung’un yayım lanm am ış m üsvedde ve yazışm alarından alıntı yapm a­
m a izin verdikleri için ve Xim ena Roelli de A ngulo’ya, C a ry Baynes’in m ek­
tup ve günlüklerinden alıntı yapm am a izin verdiği için teşe^ m r ederim.
M etin, giriş bölüm ü ve m ateryalin ortaya k on u lm asın d ak i h er türlü
soru m lu lu k bana aittir. 103. sayfad aki (dipnot 2 9 ) eşek gibi, sırtım d ak i
bu y ü k ü nihayet bıraktığım için m em nunum .
Sonu Shamdasani
L ib er N ovus
C. G. Jung’un
“ Kırmızı Kitabı”1
SO N U S H A M D A S A N I

C . G . Jung, m odern Batı düşüncesinin ön em li figürlerinden biri olarak


görülür ve çalışm aları bugün de tartışm alara konu olm aktadır. Jung
m odern psikoloji, psikoterapi ve p sikiyatrinin ya n ı sıra onun geleneği
d oğrultusunda çalışan çok sayıda uluslararası analitik psikoloğun şekil­
lenm esinde önem li bir rol oynam ıştır. B ununla birlikte, m esleki çevreler
dışında daha da geniş bir etkisi olm uştur: Jung ve Freud denince çoğu
kişinin aklına psikolojinin ya n ı sıra düşüncelerinin sanat, beşeri bilim ler,
film ve popüler kültür dün yası üzerindeki geniş etkileri gelir. Jung ayn ı
zam anda N ew A ge hareketinin de ön cü leri arasında görülür. Öte y a n ­
dan, üzerinde on altı yıld an uzun bir süre çalıştığı ve tüm eserleri içinde
öne çıkan bir kitabın yeni basılm ış olm ası insanı h ayrete düşürüyor.
Ju n g ’un k alem ind en çıkan K ırm ız ı Kitap -ya d a L iber N o vu s [Y en i
Kitap] - gibi yirm in c i yü zyılın to p lu m sal ve entelektüel geçm işi ü zerin ­
de h alih azırd a bu d en li geniş çap lı etkiler yaratm ış olan y a y ım la n m a ­
m ış eserlerin sayısı ço k da fazla o lam az. Ju n g ’un son raki eserlerin in çe­
kirdeğini içerd iğin i söyled iği bu çalışm a uzun bir süredir bu eserlerin
özün ü k av ra m a n ın an ahtarı o la rak kab u l ediliyor. G e l gö r ki bu çalış­
m a birkaç kişin in k ısa c a göz atm ası d ışın d a k ap sam lıca araştırılm am ış.

ı. Burada yazdıklarım, bazen doğrudan, Jung’un psikolojisini yorumladığım Jung and


the Making of Modern Psychology: Ihe Dream of a Science’e dayanıyor (Cambridge,
Cambridge University Press, 2003). jung bu çalışmasını hem Liber Novus hem de
yaygın olarak tanındığı adıyla Kırmızı Kitap olarak anıyordu. Asıl başlığın Liber Novus
olduğu yönündeki göstergelere dayanarak tutarlılık adına, bu kitapta birinci seçeneği
kullanacağım. Bu konular C. G. Jung: A Biography in Books (New York: W. W. Norton,
2012) adlı kitabımda daha detaylı olarak ele alınmıştır.
Kültürel An
Y irm in c i yüzyılın ilk birkaç on yılı edebiyat, p siko loji v e gö rsel san at­
la rd a çok sayıd a deneysel girişim e sahne oldu. Y a z a rla r içsel d en e­
yim le rin bütün k ap sam ın ı -dü şleri, ö n sezileri ve fantezileri- keşfedip
betim lem ek am acıyla sınırlı gelen eksel tem sil a ra ç ların ı a şm a y a çalışı­
yordu. R om an d a eski biçim lerd en yararlan ılırk en y en i biçim ler ü z e ri­
ne den eyler gerçekleştiriliyordu. Sürrealistlerin o to m atik yazılarından
G u sta v M e y rin k ’in g o tik fantezilerine, yazarlar benzer keşiflere çıkm ış
olan psikologların araştırm aların a ço k yaklaştılar, hatta kesişm eler
oldu. R essam lar ve yazarlar resim lem e ve tip o grafin in y en i biçim lerin i,
m etin ve im genin ye n i b içim len im lerin i d en em ek için işb irliği y a p tı­
lar. Felsefi p siko lojin in sın ırların ı aşm aya çalışan p sik o lo gla r ressam ve
yazarlarla a yn ı bölgelerde keşiflere çıkm ıştı. H en ü z edebiyat, sanat ve
psikoloji arasında kesin sınırlar çizilm em işti; yazarlar ve ressam lar ile
psikologlar karşılıklı alışveriş için deydi. A lfred B inet ve C harles Ric-
het gibi ö n em li p siko logların genellikle takm a ad altında kalem e ald ığı
k u rgu sal ve d ram atik eserlerin k on u ları “ b ilim sel” çalışm aların ı y a n ­
sıtıyord u .2 P sik o fızik ve deneysel p siko lojin in k u ru cu la rın d a n G u stav
Fech n er bitkilerin ve yeryü zü n ü n ruh sal yaşam ından m avi m elek ola­
rak söz e d iyo rd u .3 B u arad a A n d re Breton ve P h ilip pe Soupault gibi
ressam lar Fred erick M yers, Theodore Flo urn o y ve Pierre, Janet gibi
p siko logların abn o rm al p siko loji çalışm aların ı ve psişik araştırm aların ı
titizlikle o k u yo r ve bun lard an ya ra rla n ıy o rd u . W . B. Y eats A V ision’da
şiirsel bir p siko -k ozm os y a ra tm a k için tinsel bir otom atik yazm a b iç i­
m i k u llan m ıştı.4 H er tarafta, tin sel ve kültürel b ir ye n ile n m e için içsel
d en eyim in gerçeklerin i betim lem enin ye n i biçim lerin i bu lm a arayışı
vardı. H ugo B al B erlin ’de şu n ları şöyle yazm ıştı:

1 9 1 3 ’te dünya ve toplumun görünüm ü şöyleydi: Hayat bütünüyle kuşa­


tılmış ve zincirlenmiş. Bir çeşit ekonom ik kadercilik hâkim; her bir bire­

2. bkz. Jacqueline Carroy, Lespersomıalites mukiples et doubles: entrescience etfiction,


(Paris, PUF, 1993).
3. bkz. Gustav Theodor Fechner, The Religion of a Scientist, ed. & çev. Walter Lowrie, (New
York, Pantheon, 1946).
4. bkz. Jean Starobinski, “Freud, Breton, Myers,” L'oeuil vivante II: La relation critique,
(Paris, Gallimard, 1970) ve W. B. Yeats, A Vision, (Londra, Werner Laurie, 1925). Yeats’in
kitabı Jungöa da vardı.
ye istese de istemese de belirli bir rol biçilmiş ve bu rolle birlikte çıkarları
ve karakteri atanmış. Kilise önemsiz bir “ kefaret fabrikası,” edebiyat ise
bir emniyet subabı olarak görülüyor... Sürekli karşımıza çıkan en önemli
soru şu: Bir yerlerde bu duruma bir son verebilecek kadar büyük bir güç
var mı? Eğer yoksa, insan bu durum dan nasıl kurtulabilir?5

İşte bu kültürel kriz içerisin d e kapsam lı b ir öz -d en e y sürecine g i­


rişm eyi d ü şü n m ü ş ve bu d a edebi b içim d e b ir p sik o lo ji ça lışm a sı olan
Liber N o v u s u doğurm uştu. Bugün psikoloji ile edebiyat arasın d aki
ayrım ın d iğer tarafın d a d u ru yo ru z. L ib e r N o v u s u bu gü n d üşün ü rken
on u ancak bu a yrım ların kesin b ir şekilde olu ştu ru lm asın d an önce o r­
ta ya çıkabilecek b ir çalışm a o la rak ele alm am ız gerekiyor. B u eserin
incelenm esi bu a yrım ın n asıl o rta y a çık tığ ın ı anlam am ıza y a rd ım e d i­
yor. Y in e de ilk önce şu so ru ya d ön elim :

C. G. Jung kimdi?
Jung 18 7 5 yılın d a C onstan ce G ö lü ’ndeki K essw il’de doğdu. A ltı aylık­
ken ailesi Rhine Falls yakın ların d aki L au fen ’e taşındı. K end ind en k ü çü k
bir kız kardeşi vardı. Babası İsviçre R eform K ilisesi’ne bağlı b ir papazdı.
Jung yaşam ın ın sonlarına d oğru an ıların ı “ H ayatım ın İlk D en eyim le­
rinden” başlığı altın da kalem e aldı. B u daha son ra fazlaca düzeltm eye
u ğray an A n ıla r, D üşler, D ü şü n ce lere dahil edildi.6 Jung bu hatıratta
m eslek olarak p siko lojiyi seçm esine yo l açan önem li o layları anlatm ıştı.
Ç o cu k lu k dönem ind eki önem li düşlerine, görü m lerine ve fantezilerine
odaklanan bu k itap L ib e r N o vu s'u n ön cü sü olarak görülebilir. İlk d ü ­
şünde kendin i yerde, sın ırları taşlarla çizilm iş b ir deliğin olduğu bir ça­
yırda bulm uştu. G ö rd ü ğü m erd iven lerd en aşağı iner ve k en d in i b ir od a­
cık ta bulur. B u rad a altın b ir taht ile tepesinde b ir göz olan ve canlı k an lı
bir ağaç gövd esin e benzeyen bir şey görür. D ah a son ra b u nu n bir “ insan
yiyici” old u ğu n u söyleyen ann esin in sesini duyar. A m a ne dem ek iste­

5. Hugo Ball, Flight out of Time: A Dada Diary, Ed. John Elderfield, çev. A. Raimes,
(Berkeley, University of California Press, 1996), s. ı.
6. Bunun yanlış bir şekilde Jung’un özyaşamöyküsü olarak görülmeye başlaması üzerine,
bkz. Jung Stripped Bare by his Biographers, Even, (Londra, Karnac, 2004), Böl. 1,
‘How to catch the bird:’ Jung and his fırst biographers:’ Ayrıca bkz. Alan Elms, “The
auntification of Jung" Uncovering Lives: The Uneasy Alliance of Biography and Psychology,
(New York, Oxford University Press, ı994).
diğinden em in olam az. B unun gerçekten çocu kları yiyen b ir figü r m ü
yoksa İsa’nın ta kendisi olduğun u m u söylem iştir? Bu d a İsa’y ı algıla­
yışın ı derinden etkileyecektir. Y ılla r son ra bu figürün b ir penis, daha
sonra ise töresel bir fallus, bu yerin de yeraltındaki bir tapınak olduğunu
anlayacaktır. Bu düşü “yeryü zü n ün sırların a” girişi olarak g ö rü r.7
Ju n g çocukluğund a b ir dizi görsel h alü sin asyo n d a yaşam ıştır. A y ­
rıca, istem li olarak im geler yaratm ak gibi bir yeteneği de vard ı. 19 3 5
yılın d a verd iğ i b ir sem inerde b ü yü k b ab asın ı m erdivenlerden inerken
“ gö ren e” d ek an cak b ir çocuğu n gözüyle baktığı an n ean nesin in bir
p ortresini am m sam ıştır.8
O n iki yaşınd ayken, gü n eşli bir gün B asel’d ek i M ü nsterp latz M ey-
d a n ı’ndan geçtiği sırad a katedralin yenilenen kirem itleri üzerinde
parıld ayan güneş h ayran lık la ça tıy a bakan gö zlerin i k am aştırır. D ah a
son ra korkunç, gü n a h k âr b ir düşüncenin yaklaştığın ı hisseder ve bu
d üşünceyi zihninden uzaklaştırır. B irk a ç gün b o y u n ca bü yü k b ir acı
çek er. E n son u n da A d em ve H a v v a ’dan günah işlem elerin i istem esi
gib i on un d a b u n ları d ü şü n m esin i isteyenin T a n rı’nın ken d isi o ld u ğ u ­
n a k a ra r ve rip bu düşünce üzerinde d u ru r ve tahtının üzerinde oturan
T a n rı’nın m utlak gücüyle katedralin üzerine p isled iğini, yen i çatısını
parçalayıp k ated rali yerle bir ettiğini görür. B öylece Ju n g daha önce
hiç yaşam ad ığı b ir m utlu lu k ve rah atlam a hisseder. B u n u n “ d oğru d an
İn cil’in ve K ilise ’nin üzerinde olan h er şeye k ad ir, yaşayan T a n rı” ’ d e­
n eyim i old u ğu n u hisseder. T a n rı’nın k arşısın d a tek b aşına olduğunu
ve gerçek sorum luluğun un işte o zam an başladığını anlar. B abasının
yo k su n olduğu şeyin, K ilise ’nin ve İn cil’in d ışın d aki bu yaşayan Tan-
rı’y ı dolaysız ve d oğrud an h issetm e den eyim i old u ğu n u fark eder.
B u seçilm e d u yg u su ilk K o m ü n y o n u sırasın d a K ilise k on u su n d a
bir h a y al k ırık lığ ı d ah a yaşam asın a neden olur. O na bunun b ü y ü k bir
d eneyim olacağı söylenm iştir. O ysa h içbir şey olm az. Şu son uca varır:

“Benim için bu, dinin olmaması ve T anrı’nın yokluğuydu. Kilise ar­


tık gidebileceğim bir yer değildi. Orada benim için artık hayat değil,
ölüm vardı.’" 0

7. Anılar, s. 30
8. “Temel psikoloji kavramları," te 18, § 397.
9. Anılar, s. 46
ıo. a.g.e. s. 61.
Ju n g ’un d oym am acasın a ok u m ası d a b u d önem de başladı ve özel­
likle G o eth e ’nin F au st’u nd an etkilendi. G o eth e ’nin M efisto biçim in de
su n d u ğu şeytanı ciddiye alm ası on u çok etkilem işti. Felsefede de k ö tü ­
lüğün v a rlığın ı kabul eden ve d ü n yad a yaşan an acıları ve sefaleti dile
getiren Sch openh au er’den etkilenm işti.
A yrıca, ik i a y rı yü zyıld a yaşad ığ ın ı d u yu m sayan J ung sek izin ci y ü z ­
yıla d air gü çlü b ir n o stalji h issed iyo rd u . B u ik ilik d u ygusu ı n u m ara
ve 2 n u m ara olarak ad lan d ırd ığı ik i fark lı k işilik b içim in i alm ıştı. ı n u ­
m ara B asel’de yaşayan, o k u la giden ve ro m an lar o k u y a n b ir çocuktu.
2 num ara ise k end in i doğa ve kozm osla bü tünleşm iş hissettiği yalnız
anlarınd a d insel düşüncelere dalıyordu . O “ T a n rı’nın d ü n yasın d a”
yaşıyordu. B u k işiliği neredeyse gerçeklik derecesinde h issediyordu. ı
n um aralı k işilik 2 n u m aları kişiliğin m elan koli ve yalıtılm ışlık d u y gu ­
sundan k u rtu lm ak istiyordu. 2 num aralı k işilik geldiğinde uzun zam an
önce ölm üş am a sonsuz varlığı süren bir ruh o d aya girm iş gibi o lu y o r­
du. 2 n um aranın ayırt edilebilir bir k arak teri yoktu . Tarihle, özellikle
de O rta Ç ağ ile bağlantısı vard ı. 2 nu m ara için ı n u m ara b aşarısızlıkları
ve acem ilikleri ile k atlan m ak zorunda olduğu birisind en ibaretti. B u et­
kileşim Ju n g ’un h ayatı b o yu n ca devam etti. Ju n g ’a göre herkes böyley-
di; bir p arçam ız şu an d a yaşarken d iğer parçam ız eski çağlara bağlıydı.
B ir m eslek seçm e zam anı geldiğinde iki kişilik arasındaki çatışm a
şiddetlendi. ı num ara bilim üzerine, 2 num ara ise insan bilim leri üze­
rine çalışm ak istiyordu. Bu sırada Jung iki önem li düş gördü. B irin ci
düşünde R h in e’da k aran lık b ir o rm an d a yürü yord u . B ir h ö y ü ğ e denk
gelince kazm aya başlam ış ve en sonu n da tarih ön cesi çağlarda y aşa­
mış h ayvanların kalıntılarını bulm uştu. Bu düş d oğa h akkınd a daha
çok şey öğrenm e isteğini uyandırm ıştı. İk in ci düşünde derelerin aktı­
ğı bir orm andaydı. Y o ğ u n çalılıklarla çevrelenm iş yu varlak bir h avuza
denk gelmişti. H avuzda çok güzel bir canlı, bü yü k bir ışın lı görm üştü.
Bu düşlerden sonra bilim de k arar kılacaktı. H ayatın ı nasıl kazanacağı
sorusunun yanıtı olarak tıp ok u m aya k arar verdi. D aha sonra bir düş
daha gördü. Sislerle çevrili bilinm eyen bir yerde rüzgâra karşı ağır ağır
ilerliyordu. K ü çü k bir ışığın sönm em esi için uğraşıyordu. Y ak ın ın d a
tehditkâr, b ü yü k ve karan lık bir figü r görm üştü. U yan d ığın d a bu fig ü ­
rün ışıktan kayn aklanan gölge old uğu nu anladı. B u düşte ı nu m aranın
ışığı taşıyan kendisi olduğunu, 2 n u m aran ın d a bir gölge gibi on u takip
ettiğini düşündü. B un u d a yo la ı n u m ara ile devam etm esi, ardına d ö ­
nüp 2 n u m aran ın dünyasına b ak m am ası için bir iş a re to la ra k k a b u l etti.
Ü niversite yıllarınd a bu k işilik ler arasınd aki etkileşim devam etti.
Jung tıp derslerinin yan ı sıra fark lı k o n u lard a d a yo ğu n b ir ok u m a
p ro g ram ı u yguluyord u. Ö zellikle N ietzsche, Sch open h au er, Sw eden-
b o rg ’u n ” ve tinsel k on u lar ü zerine ya z an la rın k itap ların ı okuyordu.
B öyle B u y u rd u Zerdüşt, onun üzerinde b ü yü k b ir etki yaratm ıştı. K e n ­
di 2 n u m aralı k işiliğinin Z erd ü şt’ün k arşılığı old u ğu n u hissetm işti ve 2
n um aranın d a on un kad ar m arazi olm asın d an k o rk u y o rd u .12 Z o fın gia
topluluğu adında b ir öğrenci tartışm a gru b u n a katılm ıştı ve bu k o n u ­
lard a sunum lar yapm ıştı. Ö zellikle tin selcilik k o n u su y la ilgilen iyordu
ve tinselcilerin d oğaüstü k on u ları incelem ek ve ru h u n ölü m sü zlüğü nü
k an ıtlam ak için bilim sel araçları k u lla n m a y a çalıştığın ı dü şü nü yord u.
O n d ok u zu n cu y ü z y ılın ik in c i y a rısı m od ern tin selciliğin d o ğ u şu ­
na ve A v ru p a ile A m e rik a ’d a y ayılm asın a sahne oldu. T in sellik y o lu y la
-trans k on u şm alar, glossolali, o tom atik yazm a ve kristal gö rü m feno­
m enleri ile birlikte- tran sların işlenm esi yaygınlaştı. T in sellik fenom eni
C ro o k es, Z o lln er ve W allace gibi ön de gelen bilim in san ların ın ilg i­
sini çekm işti. Freud, Ferenczi, Bleuler, Jam es, M yers, Janet, B ergson,
S tan ley H ali, Sch ren ck -N otzin g, M oll, D essoir, R ich et ve F lo u rn o y gib i
p sikologlar da k on u yla ilgileniyordu .
Ju n g ve ok u l a rk ad aşları B asel'd eki ü n iversite y ılla rın d a seanslara
katılm ışlardı. 18 9 6 yılında, gö rü n ü şe göre m ed yu m lu k yeteneği olan
kuzeni H elene P reisw erk ile uzun b ir seanslar serisi d üzenlem işlerdi.
Ju n g kuzeninin translar sırasın d a fark lı k işilik lere b ü rü n d ü ğü n ü ve

ı ı. Emmanuel Swedenborg (1688-1772) İsviçreli bir bilim insanı ve Hristiyan gizemciydi.


1743 yılında dinsel bir buhran yaşamış ve bunu Düşler Defteri’nde anlatmıştı. 1745
yılında Isa’nın ona göründüğünü savunmuştur. Daha sonra da yaşamını cennette
ve cehennemde gördüklerini ve meleklerden duyduklarını düşünmeye ve mcil’in
içsel ve simgesel anlamını yorumlamaya adamıştı. Swedenborg’a göre Incil’in anlamı
iki düzeyden oluşuyordu; fiziksel, düz anlamı ve bir de içsel, tinsel anlam. Bunlar
birbirlerinekarşılıklı olarak bağlıydı. Yeni tinsel çağı temsil edecek “yeni kilisenin"
kurulması gerektiğini savunuyordu. Swedenborg’a göre insan doğasının parçası olan
kötülükler doğumla birlikte anne babadan ediniliyordu ve bunlar tinsel insanın
karşıtıydı. İnsanın gayesi cennetti ve tinsel bir yeniden oluşum ve yeniden doğum
yaşanmadığı sürece bu hedefe ulaşılamazdı. Bunun yolu da yardımseverlik ve inançtı.
bkz. Eugene Taylor “Jung on Swedenborg, redivivus," Jung History, 2, 2, 2007, s. 27-31.
12. Anılar, s. 123.
onun da telkin yo lu yla bu kişilikleri çağırabildiğim fark etmişti. Ö lm üş
akrabaları b e liriyo r ve k u zen i b aştan aşağı o n lara d ön ü şü yo rd u . G e ç ­
m iş tecessüdlerinin [en karnasyon ] öykü lerin i anlatıyor, m an d ala’da
betim lenen m istik bir k o z m o lo jiy i dile g e tiriy o rd u .13 B u tinsel esinler
k u zen in i fiziksel gö rü n ü m leri ta k lit etm eye çalışırk en yak alam aların a
dek devam etti ve bu olaydan sonra seanslara son verdiler.
18 9 9 ’d a R ich ard vo n K ra fft-E b in g ’in P sik iy a tri D ers K ita b ı'n ı
o k u yan Jung, iki k işiliğin in ilgi alan ların ı için de b ir arada barındıran
psikiyatrin in on a u ygu n m eslek old u ğu n u gördü. B u d a b ir anlam da
d oğal bilim çerçevesine geçişi oldu. T ıp eğitim inden son ra 1900 yılın ın
son ların a d oğru B u rgh ölzli H astanesi’nde asistan hekim oldu. Eugen
B leuler’in yön etim in d eki B u rgh ölzli, ilerici b ir ün iversite kliniğiydi.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında b irço k k işi ye n i bilim sel p siko lo­
jinin tem ellerini atm aya çalışıyordu. Bilim sel yöntem leri ku llan arak
psikolojinin bilim selleştirilm esi y o lu y la insan an layışının tüm eski b i­
çim lerinde b ir d evrim yaşan acağı d üşü nü lü yord u . Y e n i p siko lojin in
bilim sel d evrim in tam am lan m asın ı v a a t ettiği m ü jd elen iyord u . Bleuler
ve on dan önce gelen A u gu ste Forel sayesinde B u rgh ö lzli’de p sik o lo ji
araştırm aları ve hipnozun ön em li bir rolü olm uştu.
Ju n g tıp d o k to rası tezinde tinsel fenom enlerin psikojenezine o d a k ­
lanm ış, bunun için kuzen i H elene P reisw erk ’le 14 y a p tık ları seansları
çözüm lem işti. K u zen in i ele alırken ilk başta tinsel d ışavu ru m ların ın
gerçek olm a olasılığı ile ilgilenm iş, bu arad a Frederic M yers, W illiam
Jam es ve özellikle T h eodore F lo u rn o y ’un çalışm aların ı incelem işti.
Flo urn o y 1899 yılın ın son u n d a ad ın ı H elene Sm ith o la rak verd iğ i bir
m edyum üzerine çalışm aların ı y ayım lam ış ve kitabı b ü y ü k b ir o k u r
kitlesinin ilgisini çekm işti. 15 F lo u rn o y ’un çalışm asın d aki y e n ilik bu
vakaya bütünüyle p sik o lo jik açıd an yaklaşm ası ve b u n u sublim inal
bilinç çalışm aların ı ayd ın latm ak için bir araç o larak kullan m asıyd ı.
Flournoy, Fred erick M yers ve W illiam Jam es’in çalışm aları k ritik bir

ı 3. bkz. te ı, § 66, şekil 2.


14. Zur Psychologie und Pathologie sogennanter okkulter Phanomene: Eine psychiatrische
Studie, (te 1).
ı 5. Theodore Flournoy, From India to the Planet Mars: A Case of Multiple Personality with
Imaginary Languages, ed. Sonu Shamdasani, çev. D. Vermilye, (Princeton, Princeton
University Press, 1900/1994).
değişim in ön ü n ü açm ıştı. B u araştırm acılara göre söz kon u su d en e­
yim lerin , sözde tin sel d en eyim lerin geçerliliğin den b ağım sız olarak, b i­
linçaltının, d olayısıyla d a b ir bü tü n o la ra k in san p siko lojisin in d ah a iyi
k avran m asın ı sağlam ıştı. Böylece m ed yu m lar yeni p siko lojin in önem li
k o n u la rın d an b iri olacaktı. B u d eğişim le birlikte m ed yu m ların k u l­
lan d ığı kend iliğind en yazm a, trans k o n u şm ala rı ve k rista l gö rü m gibi
yö n tem ler p sik o lo glar tarafınd an da k u lla n ılm a y a başlad ı ve ö n em ­
li deneysel araştırm a gereçleri h alin e g e ld i.16 P ie rre Jan et ve M orto n
Prince ken d iliğin d en yazm a ve k rista l gö rü n ü m ü p sikoterapid e gizli
an ıları ve bilin çaltı sabit düşünceleri o rta y a çık arm a yö n tem leri olarak
kullandı. K en d iliğin d en yazm a alt-k işilik leri ortaya çıkarm ış, bu n larla
d iyaloga girilebilm esin i sağlam ıştı. Jan et ve Prin ce’e göre bu tip u y g u ­
lam aların aracı k işiliği yenid en bütünleştirm ekti.
Ju n g, F lo u rn o y’un kitabın d an o kad ar etkilenm işti ki A lm a n ca y a
çevirm eyi ön erdi am a F lo u rn o y ’un zaten b ir tercü m an ı vard ı. B u ça­
lışm aların Ju n g ’un va k ay a bütün üyle p sik o lo jik b ir açıdan yaklaştığı
tezi üzerindeki etkisi çok açık. Ju n g’un çalışm ası hem kon u su hem de
H elene’in tinsel h ik âyeler psiko jen ezin in y o ru m lan m ası bakım ından
yakın bir şekilde F lo u rn o y ’un H ind istan’dan M a rs G ezegenine ad lı ça­
lışm asını m od el alm ıştı. Ju n g’un tezi aynı zam an d a o tom atik yazm ayı
bir p siko lojik incelem e yö n tem i olarak kulland ığını gösteriyor.
19 0 2 yılın da eşi ve beş çocu ğu n u n annesi olacak E m m a Rauschenba-
ch’la nişanlandı. Ju n g bu zam ana dek bir günlük tutm uştu. G ü n lü ğ ü n ­
deki son yazılardan olan M ayıs 19 0 2 tarihli notta şöyle yazm ıştı: “ A rtık
kendim le yalnız değilim , korkutu cu -güzel yalnızlık d u ygu su n u ancak
yap ay olarak anılarım da çağırabiliyorum . B u d a sevginin karanlık yü ­
zü.” 17 Ju n g için evliliğinin anlam ı alıştığı yalnızlığından uzaklaşm asıydı.
Jung gençliğinde B asel’deki sanat m üzesin i sık ziyaret etm iş ve
H olland alı ressam ların ya n ı sıra özellikle H olbein ve B ö ck lin ’in eser­
lerin d en etk ilen m işti.18 E ğ itim yılların ın so n la rın a d o ğ ru bir y ıl kad ar

16. Pierre Janet. Nevroses et ideesfixes, (Paris, Alcan, 1898); Morton Prince, Cîinical and
Experimental Studies in Personaîity (Cambridge, Mass, Sci-Art, 1929). bkz. ‘'.Automatic
writing and the discovery of the unconscious,” Spring: Journal ofArchetype and Cuîture,
54, 1993, s. ıoo-i3i.
17. Kara Kitap 2,s. ı . (JAA; Tüm Kara Kitaplar Jung Aile Arşivlerinde bulunmaktadır).
18. MP, s. 164.
yoğun b ir şekilde resim le de uğraşm ıştı. B u dönem de tem sili tarzda
ve son derece gelişm iş tek n ik beceri ve ince teknik u stalık sergileyen
peyzaj resim leri yap m ıştır.19 19 0 2 -3 y ılın d a B u rgh ö lzli’deki görevin d en
ayrılan Jung, C ollege de France’da ders veren öncü Fransız p sikolog
Pierre Jan et ile çalışm ak üzere Paris'e gider. B u şehirde de resm e ve
m üze ziyaretlerine ön em li bir zaman ayırır ve sık sık L o u v re 'a gider.
Ö zellikle an tik sanatla, an tik M ısır’la, R ö n esan s d ön em i eserleri, F ra
A ngelico, L e o n a rd o d a V in ci, R u b e n s v e Fran s H als’ın eserleri ile ilgile­
nir. T ablo ve g rav ü rle r alır, yen i e v i için tablo ların kop yaların ı yaptırır.
Jung hem y a ğ lı b o y a hem de sulu b o y a tablolar resm etm iştir. 19 0 3 'ü n
O cak ayın d a gittiği L o n d ra ’d a d a m üzeleri g ezer ve özellikle B ritish
M u seu m ’daki M ısır, A z te k ve İn k a k oleksiyo n ları ile ilgilen ir.20
D önd ükten sonra yin e Burgh ölzli’ de çalışm aya başlar ve Fran z
R ik lin ile ortaklaşa yü rü ttü ğü a ra ştırm alard a dilsel ç ağrışım ların çö ­
züm lenm esine odaklanır. Ç alışm a arkad aşların ın d a y a rd ım ıy la ikili
geniş kapsam lı deneyler düzenler ve istatistiksel çözü m lem eler yapar.
J u n g’un erken dönem çalışm aların dak i k avram sal tem el, W ilh elm
W undt ve E m il K ra ep elin ’in araştırm a yö n tem leri ile b irleştirm eye
çalıştığı F lo u rn o y ve Jan et’nin çalışm aların a d ayan ır. Ju n g ve R iklin ,
Fran cis G a lto n ’un ortaya çık ard ığı ve W u nd t, K raep elin ve G u stav A s-
ch affen burg’un p siko loji ve p sikiy atri alan ların d a geliştird iği çağrışım ­
lar d en eyin den ya rarlan m ıştır. B leu ler’in ö n a y a k old uğu bu araştırm a
p rojesin in am acı a y ırıc ı tanı için h ızlı ve g ü v en ilir araçlar geliştirm ek ­
tir. B urgh ölzli ekibi b u k o n u d a b aşarıya ulaşam az an cak tep k i rah atsız­
lık ları ve uzun tep ki süreleri on ları h ayrete düşürür. Ju n g ve R ik lin ’e
göre bu tep ki rah atsızlık ların ın nedeni stresli d u y g u sa l k arm aşaların
v a rlığ ıd ır ve genel bir k arm aşalar p siko lojisi geliştirm ek için d en eyle­
rinden ya ra rla n ırlar.21
B u çalışm a Ju n g’un p sikiyatrin in yükselen yıld ızı olarak ü n k azan ­
m asını sağladı. 19 0 6 ’d a bu y en i k arm aşalar k u ram ın ı (sonradan şiz o f­
reni olarak anılan) erken d em ansın p sikojenezini in celem ek ve sanrı

ı 9. bkz. Gerhard Wehr, An Illustrated Biography ofJung, çev. M. Kohn, (Boston, Shambala,
1989), s. 47; Aniela Jaffe ed., C. G. Jung: Word and Image, (Princeton, Princeton
University Press/Bollingen Series, 1979), s. 42-3.
20. MP, s. 164ve yayımlanmamış mektuplar, JAA.
21. “Experimentelle Untersuchungen über Assoziatonen Gesunder,” te 2.
olu şum ların ın anlaşılab ilirliğini o rta y a k o ym ak için k u llan d ı.22 D ö n e ­
m in Janet ve A d o lf M eyer gibi çeşitli farklı p sikiy atr v e p sikologları
gibi, Ju n g'a göre de ruhsal h astalık akıl sağlığın dan bütünüyle ayrı bir
şey olarak değil, yelpazen in en uç n o k tası o la rak gö rü lü yo rd u . İki y ıl
son ra şunları söyleyecekti:

"Hastanın insani sırlarını bizzat hissettiğimizde deliliğin sistemini de


keşfederiz ve ruh hastalığının yalnızca bize hiç de yabancı olmayan
duygusal sorunlara verilmiş sıradışı bir tepki olduğunu görürüz.'"’

Ju n g ’un psikiyatri ve p sik o lo jid ek i deneysel ve istatistiksel y ö n ­


tem lerin sın ırları k on u su n d aki h ayal k ırıklığı gittikçe bü yüyordu.
B u rgh ö lzli’d ek i b ir klin ikte h ipnotik sunum lar yapm ıştı. Bu da sağal-
tıbilim e ve klinik karşılaşm anın b ir araştırm a yö n tem i olarak k u llan ıl­
m asına d u yd u ğu ilgiyi arttırdı. 19 0 4 d o layların d a Bleuler psikoan alizi
B u rgh ölzli’ye tanıttı ve F reu d ’la yaz ışm a y a başlayarak kendi d ü şleri­
nin çözüm lem esind e Freu d ’un y a rd ım ın ı istedi.24 19 0 6 ’d a Ju n g da
F reu d 'la iletişim kurdu. A ra la rın d a k i ilişk i faz la sıy la efsaneleştirilm iş-
tir. Freu d -m erk ezci söylem e gö re Freud ve p sikan aliz, Ju n g ’un çalış­
m alarının ana k ayn ağıyd ı. B u da Ju n g’un çalışm aların ın y irm in ci y ü z ­
y ıl entelektüel tarih ind e b ütü nü yle yan lış k on u m lan d ırılm asın a neden
olm uştur. Ju n g birçok kez b u na k arşı çıkm ıştır. Ö rneğin, i9 3 o ’larda
yazdığı “ Freu d cu o k u ld a b ö lü n m e” başlıklı y a y ım lan m a y a n b ir m a ­
kalesinde şöyle d iyord u: “ Y a ln ız ca Freu d ’dan etkilendiğim kesinlikle
söylenem ez. Bilim sel tu tum um ve k arm aşalar k u ram ım Freud'la ta­
nışm am d an önce olu şm u ştu r. B en i en çok etkileyen öğretm en ler de
Bleuler, Pierre Jan et ve Th eodore F lo u rn o y olm u ştu r.’^ Freu d ve Ju ng
hiç kuşkusuz farklı entelektüel gelen eklerden ge liy o rd u ve on ları bir
araya çeken ş e y z ih in se l bo zu klukların ortaya çıkışına v e p sikoterapiye
d u yd u k ları ortak ilgiydi. Y e n i p siko lojiye dayalı bir bilim sel psikotera­
pi biçim i k u rm ak ve p siko lojiyi bireysel yaşam ların k lin ik olarak d erin ­
lem esine incelenm esi tem eline o tu rtm a k istiyorlardı.

22. Oberde Psychologie der Dementia Praecox: Ein Versuch, GW 3.


23. “Psikozun İçeriği^’ GW 3, § 339.
24. Freud arşivleri, Library of Congress. bkz. Ernst Falzeder, “The story of an ambivalent
relationship: Sigmund Freud and Eugen Bleuler,” Journal of Analytical Psychology, 52,
2007, s. 343-368.
25. IA.
Bleuler ve Jung'un ö n cü lü ğü n d e B u rgh ö lzli p sikan alitik h arek e­
tin m erkezi h aline geldi. 19 0 8 y ılın d a B leu ler ile Jung"un e d itö rlü ğ ü n ­
de Ja h r b u c h Jü r psychoanalytisch e u n d psych opath ologisch e F orschun-
gen k u ruld u. B u iki ism in d esteğiyle p sikan aliz A lm a n y a ’d aki p sik i­
ya tri d ü n yasın d a ad ını d u yu rd u . C la rk Ü n iversitesi 19 0 9 y ılın d a çağ­
rışım araştırm aları nedeniyle Ju n g ’a fah ri d o k to ra lık verdi. E rtesi yıl,
Ju n g’un başkan lığ ın d a b ir u lu slararası p sik a n a litik b irliği ku ru ld u .
Ju n g Freu d ’la işb irliği için de çalıştığı bu dönem de p sik a n a litik h arek e­
tin an a m im arı oldu. Bu Ju n g için yo ğu n b ir k u ru m sa l ve siyasi e tk in ­
lik d önem iyd i. Ç ekişm eler ve sert an laşm azlıklar h areketi bö lü yord u .

Mitoloji Sarhoşluğu
Ju n g 19 0 8 ’de K ü sn ach t’ta Z ü rih G ö lü sahilin d e ald ığı b ir araziye ev
inşa ettirdi ve h ayatının so n u n a d ek de bu evde yaşad ı. 19 0 9 'd a B u r-
gh ölzli'd en istifa ederek k en d in i gittikçe b ü yü yen alan ın a ve ara ştır­
m aların a adadı. B u rgh ö lzli’den ayrılm ası ile a ra ştırm aların d a ilgi a la ­
nının m ito loji, fo lk lo r ve d in ü zerine çalışm alara k a y m a sı a y n ı d ö n e ­
me d en k gelir. B u sırad a akad em ik çalışm alardan olu şan geniş bir k i­
taplığa da sahip olacaktır. B u araştırm alar 1 9 1 1 v e 1 9 1 2 y ılların d a iki
parça halinde yayın lan an L ib id o n u n D ö n ü şü m leri ve Sim geleri ile d o ­
ruğa ulaşm ıştır. B u çalışm a Ju n g ’un entelektüel k ökenlerine ve k ü ltü ­
rel ve dinsel ilgi alanına d önüşü o la rak görülebilir. M ito lo ji üzerine ça­
lışm aları çok heyecan verici b u lu yo r, bu h eyecanın sarh oşlu ğu n a k a p ı­
lıyordu. S on rad an , 19 2 5 y ılın d a b u dönem i

“adeta kendi yaptığım bir akıl hastanesinde yaşıyordum. Sentorla-


rı, nim falan, satirleri, tanrı ve tanrıçaları, tüm o düşsel figürleri birer
hastaymış ve ben onları analiz ediyormuşum gibi ele alıyordum. Bir
Yunan ya da A frika söylencesini sanki bir akıl hastası bana hastalık
geçmişini anlatıyormuş gibi okuyordum ,"26

sözleriyle anım sar. O n d ok u zu n cu yü zyılın son ların d a yen i kurulan


karşılaştırm alı din ve etn o psik olo ji alan ların d a akad em ik bir patlam a
yaşanır. B aşlıca m etinler toplanıp ilk kez tercüm e edilir ve M a x M ül-

26. Analitik Psikoloji, s. 24


le r’in D o ğu n u n K u tsal K it a p la r 27 gibi k oleksiyo n lar tarihsel akad em ik
çalışm aların kon u su olur. B irço k ların a göre bu d a H ristiyan d ü n ya gö­
rüşünün önem li o ran d a görelileşm esi anlam ına gelm ektedir.
L ib id o n u n D ö nüşüm leri ve Sim geleri çalışm asın d a Ju n g iki d ü şü n ­
m e tipin i b irb irin d en ayırt eder. D iğerlerin in y a n ı sıra W illiam Jam es’i
izleyen Ju n g yö n len d irilm iş düşünm e ile düşsel d ü şü n m eyi karşılaştı­
rır. Y ön len d irilm iş düşünce sözel ve m antıksal, bu n a k arşılık düşsel d ü ­
şü n m e edilgin, çağrışım sal ve im gecidir. B ilim birinci, m ito loji ise ik in ­
ci düşünm e tipinin örnekleridir. Ju n g ’a göre antik çağlard a y a şayan lar­
da m odern çağda edinilen yönlendirilm iş düşünm e kapasitesi yoktu.
Y ö n len d irilm iş düşünm e ortadan kalk ın ca yerin i düşsel düşünm e alı­
yordu. L ib id o n u n D ö n ü şü m leri ve S im geleri de düşsel d ü şü nm e ve çağ­
daş bireylerin düş ve fantezilerinde varlığın ı sürdüren söylencesel te­
m alar üzerine k ap sam lı b ir çalışm aydı. Ju n g tarih öncesinin, ilk insa­
nın ve çocuğu n an trop olo jik denklem ini vu rgu lu yo rd u . Yetişkinlerde
bugün görülen düşsel düşünm enin incelen m esi ile çocukların, vah şi­
lerin ve tarih öncesi halkların yaşam ların a ışık tutulabileceğine in a n ı­
y o r d u k Ju n g çalışm asın d a on dokuzuncu yü zyıl bellek, k alıtım ve bi-
lin çd ışı k u ram ların ı birleştirerek bilinçdışının herkeste bulunan v e söy-
lencesel im geler içeren tü roluşsal b ir k atm an ı old u ğu n u öne sü rü y o r­
du. Ju n g ’a göre söylenceler libidonun sim geleriydi ve tip ik h areketleri­
ni betim liyordu. G eniş b ir söylence dağarcığını bir a ra y a getirm ek için
k arşılaştırm alı an trop olo ji yö n tem in i kullanm ış, ard ınd an b u n ları çö­
züm leyici yo ru m lam aya tâbi tutm uştu. D ah a son ra k u llan d ığı bu k a r­
şılaştırm a yöntem ini “ am p lifık asyo n ” olarak adlan d ırm ıştır. Ju ng k a r­
m aşaların etnopsikolojik gelişim ine k arşılık gelen tip ik söylenceler o l­
m ası gerektiğini öne sürüyordu. Jung, Jacob B u rck h ard t’ın izinden gi­
derek bu tipik söylenceleri “ ilksel im geler” (U rbilder) olarak ad lan d ır­
m ıştı. Ö zellikle b ir söylen cen in rolü m erkezdeydi; kah ram an söylence­
sinin. Ju n g’a göre bu bağım sız olm aya ve annesinden özgürleşm eye ça­
lışan b ireyin y aşam ın ı tem sil ed iyord u . Ensest m o tifi de yen id en d o ğ ­
m ak için anneye d önm e çabası o larak yo ru m lu yord u . T erim in ken d isi

27. Jung'da serinin tamamı vardı.


28. Libidonun Dönüşümleri ve Simgeleri, (Münih, DTV, 1912/1991), s. 37. Jung bunu 1952’de
gözden geçirilmiş metinde belirtmiştir (Symbole der Wandlung, GW 5, § 29).
ileriki b ir tarihte ortaya çıkacak olsa da, Ju n g çok geçm eden bu çalışm a­
nın k o le k tif b ilinçdışının keşfi old u ğ u n u m ü jd e le y e cek tik
1 9 1 2 yılında yazdığı bir dizi m akalede Ju n g ’u n ark d aşı ve m es­
lektaşı olan A lp h o n se M ed er d ü şlerin isteklerin yerin e gelm esinden
başka, d en geleyici y a d a telafi edici b ir işle v i old u ğ u n u savu n u yo rd u .
D üşler bireyin ahlaki çatışm aların ı çözm e çabalarıydı. B u nedenle y a l­
nızca geçm işe işaret etm iyor, a y n ı zam an d a geleceğe yo l hazırlıyordu.
M aeder, F lo u rn o y ’u n bilin çaltı ya ra tıcı im gelem gö rü şlerin i geliştiri­
yo rd u . Ju n g d a benzer b ir çizgide çalışıyo rd u ve M a ed e r’in gö rü şleri­
ni ben im sem işti. Ju n g ve M a ed er’e göre d ü şlerin ele alın ışın d ak i bu
değişiklik, b ilin çd ışı ile bağlantılı diğer gö rü n g ü lerd eki d eğişik liği de
beraberind e getiriyo rd u .
Jung, L ib id o n u n D ö n ü şü m le ri ve S im g e le ri’n in 19 5 2 y ılın d a y a ­
y ım la n a n gö zden g e çirilm iş b a sk ısın a y a z d ığ ı ö n sö zd e bu ç alışm ayı
1 9 1 1 y ılın d a , 36 y a şın d a kalem a a ld ığ ın ı söyler: “Bu ön em li bir d ö ­
nüm no ktası, çü n k ü y a ş a m ın b ir m etan oya, b ir a n la m d e ğ işim i sü ­
recin d en geçm esin in en d er o lm a d ığ ı ik in ci y a r ıs ın ı işaret e d iy o r.” 30
F reu d ’la işb irliğ in in so n a e rd iğ in in fark ın d a o ld u ğ u n u v e k arısın d an
b ü y ü k b ir d estek g ö rd ü ğ ü n ü de sözlerin e ekler. Ç alışm asın ı ta m a m ­
lad ıktan so n ra s ö y le n c e siz y a şa m a n ın ne an la m a g eld iğin i ve ö n em in i
g ö rm ü ştü r. S ö yle n c esiz b iri “ a slın d a k ö k lerin d en k o p m u ştu r. N e g e ç ­
m işle, ne o n u n la b irlik te y a şa m a y a d e v a m eden so yu yla, ne de için de
b u lun d uğu in san to p lu lu ğ u ile gerçek b ir b a ğ ı v a rd ır .’^ 1 Ju n g bu d u ­
rum u şö y le açıklıyor:
Kendim e, ciddiyetle, şu n u sorm am gerekiyordu :

“Yaşadığın söylence nedir?" Bunun yanıtını veremiyordum. İtiraf et­


mem gerekiyordu, bir söylence ile ya da bir söylencenin içinde yaşa­
mıyordum, aslında gittikçe daha az güvendiğim belirsiz bir kuram­
sal olasılıklar bulutu içindeydim ... Böylece en doğal yoldan “benim”
söylencemi tanıma işini üstlendim ve bunu en önemli ödev olarak
benimsedim, çünkü -diyordum kendi kendime- aksi takdirde, bir
başkasını tanımam için bu denli zorunlu olan kendi kişisel etme­

29. “C. G. Jung Instituteun kuruluşu üzerine konuşma, Zürih, 24 Nisan 1948,” TE ıB, §
113ı.
jo. TE5,S. 15.
31. a.g.e. s. 13
nimin, kendi kişisel denklemimin bilincinde olmazsam hastalarımı
tedavi ederken buna nasıl güvenebilirim ?"32

S ö ylen celer üzerinde yap tığı çalışm a Ju n g ’a k end i söylencesizliğin i


gösterm iştir. B unun üzerine ken d i söylencesin i “ kişisel d en k lem in i” 33
tan ım ak için k o lla rı sıvar. D o lay ısıy la , Ju n g ’un y a p tığ ı bu öz-deneyle-
rin kısm en, araştırm asının ortaya k o y d u ğ u k u ram sal soru lara verilen
ve L ib id o n u n D ö nüşüm ü ve Sim g eleri’nde d oru ğa u laşan direkt b ir tep­
ki old u ğu n u görüyoruz.

“Yaptığım En Zor Deney”


Ju n g 1 9 1 2 y ılın d a an layam ad ığı b ir takım önem li düşler görm üştü.
B u n lar için de, Freu d ’un düş an layışının sın ırların ı g ö sterd iğin i d ü şü n ­
düğü ik isin e özellikle ön em veriyord u . İlk i şöyleydi:

Güneyde bir şehirde, dar bir merdiveni olan, dik yokuşlu bir sokağın
başındaydım. Saat öğle vakti tam on ikiydi ve güneş tepede parıldı­
yordu. Yanım dan düşüncelere dalmış yaşlı bir Avusturya güm rük
muhafızı ya da ona benzer biri geçiyordu. Birisi “ O ölemeyen biri.
Öleli 30-40 yıl oldu, ama hâlâ çürüyemedi," dedi. Bu beni hayrete
düşürdü. Sonra tuhafbir figür geliyor, sarıya çalan zırhına bürünmüş
güçlü kuvvetli, çelimli bir şövalye. Çok katı ve gizemli biri gibi görü­
nüyor ve hiçbir şey onu etkilemiyor. Sırtında kırmızı bir Malta Haçı
taşıyor. On ikinci yüzyıldan beri varlığını sürdürüyor ve her gün öğ­
len saat 12 ile 1 arasında aynı güzergahtan geçiyor. Bu ikisini görmek
kimseyi şaşırtmıyor ama ben hayretler içerisinde kalıyorum.
Yorum yapm a konusunda temkinli davranıyorum . Yaşlı A vus­
turyalı için aklıma Freud geliyor; şövalye için de kendim.
İçimden bir ses, "Bunların hepsi boş ve iğrenç," diyor. Buna kat­
lanmalıyım. 34

Ju n g için çok b u n a ltıcı ve şa şırtıcı olan bu düşü F reu d yo ru m la y a m a-


m ıştı.35 Y a k la şık altı a y so n ra Ju n g bir düş daha görecekti:

32. a.g.e. s. 13-14


33. Karş. Analitik Psikoloji, s. 25
34. Kara Kitap 2, s. 25-26
3 5. 1925 yılında Jung bu düşü şöyle yorumlamıştı: “Düşün anlamı ata figürü ilkesinde:
O dönemde ( 1 9 1 2 N oeli’nden hemen sonraydı) çocuklarımla göz
kamaştırıcı, zengin döşenmiş bir şato odasında -açık kolonlu bir sa­
londa- tepesi göz alıcı bir koyu yeşil taş olan yuvarlak bir masada
oturuyorduk. A niden içeri bir m artı ya da güvercin uçarak girdi ve
yavaşça masanın üzerine kondu. Bu güzel beyaz kuşun korkup kaç­
maması için çocuklara sessiz olmalarını tembih ettim. Birdenbire bu
kuş sekiz yaşında bir çocuğa, sarışın bir kıza dönüştü ve çocuklarım ­
la birlikte göz alıcı kolonların arasında koşuşturarak oynam aya baş­
ladı. N eden sonra çocuk aniden yine m artı ya da güvercine dönüş­
tü. Bana şunları söyledi: “Yalnızca gecenin ilk saati içerisinde, erkek
güvercin on iki ölüyle meşgulken insana dönüşebilirim ." Bu sözleri
söyledikten sonra uçup gitti ve uyandım .36

Jung, K a r a K itap 2’de, üç y ıl önce tanıştığı b ir k ad ın la (Toni W olft)37


olan ilişkisine başlam aya bu düşten son ra karar verd iğin i söylüyor.
19 2 5 ’te de bu düşün “ bilinçdışının yaln ızca atıl m alzem eden olu şm ad ı­
ğı, orada yaşayan bir şey old u ğu yö n ü n d ek i gö rüşün ü n b aşlan gıcı” o l­
duğunu söylem iştir. B un lara, T ab u la sm aragd in a (zü m rü t tablet) ö y k ü ­
sünü, on iki havariyi, b u rçları vs. de d ü şü nd ü ğü nü ancak “ bilinçdışının
m uazzam b ir cand and ırm ası olm ası d ışınd a düşe b aşk a bir anlam ve re ­
m ediğini,” -^ ekler: “ B u etkinliğin tem eline in m em i sağlayacak bir teknik
bilm iyordum ; tek yapab ildiğim beklem ek, yaşam aya devam etm ek ve
fantezileri izlem ekti.’^ 9 B u düşler on u çocukluk anıların ı çözüm lem eye

Avusturyalı memur değil -o kuşkusuz Freud’un kuramını destekliyor- diğeri, Haçlı,


arketip figürdür, yirmi birinci yüzyıldayaşayan bir Hristiyan simge, aslında bugün
yaşamayan ama diğer yandan bütünüyle de ölü olmayan bir figür. Meister Eckhart’ın,
birçok düşüncenin filiz verdiği Şövalyeler kültürü çağından öldürülmek için geliyor ama
şimdi yeniden yaşama dönüyorlar. Bununla birlikte, düşü gördüğüm zamanki yorumum
bu olmamıştık’ (Analitik Psikoloji, s. 39)
16. Kara Kitap 2, s. 17-18
.17. a.g.e. s. 17
18. Analitik Psikoloji, s. 40.
\9. a.g.e. s. 40-1. E. A. Bennet, Jung’un bu düşe getirdiği yorum üzerine şunları yazıyor:
“İlk başta on iki ölünün' yılın en karanlık dönemi olan ve eskiden cadıların ortaya
çıktığına inanılan Noel'den önceki on iki gün olduğunu düşünmüştü. 'Noel'den Önce
demek 'güneş yeniden yaşamaya başlamadan önce' anlamına geliyordu çünkü Noel
günü Mitraizm'de güneşin doğumunun kutlandığı gündü... Bu düşü Hermes'e ve on iki
güvercine bağlaması çok sonra olmuştur." {Meetings with Jung: Conversations recorded
by E. A. Bennet during the Years 1946-1961, Londra, Anchor Press, 1982/Zürih, Daimon
Verlag, ı985, s. 93.) Jung 1951'de “Zum psychologischen Aspekt der Korefigur”da Liber
Novus’tan “Z vakası" adı altında parçalar sunmuş (bunların bir dizi düşten parçalar
olduğunu söylemişti) ve anima’nın dönüşümünün izini sürmüştü. Bu düşün “animayı
cin gibi, yani yalnızca kısmen insan olarak gösterdiğini;’ yazıyor: “Bir kuş da olabilirdi,
yöneltti an cak bu d a çözüm olm adı. Ç ocu klu ğu n u n duygusal ton un u
o rta y a çık arm ası gerektiğini fark etti. Ç o cu k k en evler ve b aşk a y a p ılar
inşa etm ekten hoşland ığın ı h atırlad ı ve b u n u yenid en ele aldı.
B u öz-çözüm lem e ile u ğraşırken b ir yan d an d a k u ram sal ç a lışm a ­
sın ı geliştirm eye d ev am etti. E k im 1 9 1 3 ’te düzen len en M ü n ih Psi-
k o -A n a litik K o n g re si’nde p sik o lo jik tipler üzerin e b ir k o n u şm a yaptı.
L ib id o n u n ik i tem el d e v in im i old u ğ u n u savu n u yo rd u ; öznenin ilg i­
sin in dış d ü n yaya d o ğ ru y ö n eld iğ i d ışa d ön ü k d evin im ve ilgin in içe
d o ğ ru y ö n eld iğ i içe d ö n ü k d evin im . B u n d an hareketle de b u eğ ilim ­
lerd en b irin in b a sk ın çık m asın a b ağlı o la ra k ik i insan tipi o ld u ğ u n u
öne sü rü yo rd u . Freu d ve A d le r’in p sik o lo jile ri k en d i tip le rin i genel
geçer tip o larak gö ren p sik o lo jilerin b irer ö rn e ğiy d i. D o lay ısıy la her
ik i tipe de h a k k ın ı veren b ir p sik o lo jiye gerek d u yu lu yo rd u .40
Ertesi a y Sch affh ausen ’e y a p tığ ı b ir tren y o lc u lu ğ u sırasın d a A v ru ­
p a ’nın bir sel felaketi ile yerle b ir olduğuna d air u yandırıcı bir görüm
yaşam ış ve bu gö rü m iki h afta son ra a yn ı yo lcu lu k ta tekrarlanm ıştır.41
19 2 5 ’te bu d en eyim i yo ru m larken şö yle d iy o r: “ B en dağlarla çevrelen ­
m iş İsviçre o larak gö rü lebilirim ve dün yan ın batışı d a eski ilişkilerim in
enkazı olabilir.’ B un un ü zerine k en d i d u ru m u n a şu tan ıyı koyacaktı:
“ K e n d i kendim e ‘Eğer bu nu n bir an lam ı va rsa o da kendim i u m u tsu z­
lu k d erecesinde kaybetm iş o ld u ğ u m d u r,’ d iye düşü nd üm .’^1 B u den e­
yim d en son ra Ju n g çıld ırm aktan k o rk m aya başlam ıştı.^ İlk başta bu
gö rüm d eki im gelerin b ir d evrim i işa re t ettiğini d ü şü nd ü ğü nü h atırlar
a m a böyle b ir şeyi h ayal edem ediği için “ b ir p siko zu n pen çesinde” 44
old u ğu son ucun a varır. B u n d an so n ra yin e benzer b ir gö rü m yaşar:

Ertesi kış bir gece pencereden kuzeye doğru bakıyordum. Ufukta


doğudan batıya uzanan, denizin üzerindeki pırıltıların uzaktan gö­
rünüşünü andıran kan kırm ızısı bir ışıltı gördüm. O dönemde biri

yani bütünüyle doğaya ait olabilir ve insan aleminden (yani, bilinçten) çıkabilir (yani,
bilincini yitirebilir). (TE 9, 1 §371) Ayrıca bkz. Anılar s. 195-96
40. "Psikolojik tipler üzerine," te 6.
41. Aşağıda bkz. s. ı 04.
42. Analitik Psikoloji, s. 43-44
43. Barbara Hannah’ın anılarından: “Jung daha sonraki yıllarda kendi akıl sağlığı ile ilgilibu
ızdıraplı kuşkuları dış dünyada, özellikle de Amerika’da elde ettiği başarının yatıştırdığını
söylerdi." (C.G. Jung: His Life and Work. A Biographical Memoir [New York: Perigree,
1976], s. ıo9).
44. Antlar, s. 200.
bana dünyanın yakın geleceğindeki olaylar hakkında ne düşündü­
ğüm ü sordu. Herhangi bir düşüncem olm adığını, ama kan, kandan
nehirler gördüğümü söyledim.

Savaşın patlak verm esin den h em en önceki y ılla rd a A v ru p a san atın­


da ve ed eb iyatın d a k ıyam et tasvirleri çok yaygın d ı. Ö rneğin, W assily
K an d in sk y 1 9 1 2 y ılın d a yaklaşan evrensel felaket üzerine yazm ıştı. Lu-
dw ig M eid n er 1 9 1 2 ile 1 9 1 4 y ılla rı arasın d a yık ılm ış şehirlerin, ceset­
lerin ve k arm a şa sahnelerinin b u lu n d u ğu k ıy a m e t peyzajları olarak b i­
linen b ir dizi tablo resm etm işti. B ir keh anet h avası h âkim di. 18 9 9 ’d a
A m erikalı ü n lü m ed yu m L e o n o ra P ip e r gelecek y ü zyıld a dü nyanın
farklı bölgelerinde k ork u n ç b ir savaş yaşan acağın ı ön görm üş ve tin­
selciliğin gerçeklerin i ortaya serm işti. 1 9 1 8 ’de, b ir tinselci ve “ Sherlock
1lo lm e s” ro m an ların ın yazarı olan A rth u r C o n an D o yle b u nu n b ir k e ­
hanet old u ğu n u söyleyecekti.
Jung, L ib er N ovus'ta trendeki fantezisini ele alırken içsel ses betim le­
nen fantezinin tam anlam ıyla gerçekleşeceğini söyler. İlk başta bunu öz­
nel v e ileriye dönük olarak, y a n i k en d i dünyasının yakın olan yıkım ının
bir tasviri şeklinde yorum lar. B u deneyim e karşılık kendini psikolojik a çı­
dan inceleyecektir. B u dönem de öz-deney tıpta ve psikolojide kullanılan
bir yöntem dir. İçe bakış psikolojinin tem el araçlarından biri olmuştur.
Jung, L ib id o n u n D ö n ü şü m leri ve S im g e le rin in “ k en d isi” olarak
yorum lan abileceğin i fark etm iş, “ ve çözü m lem esi de kaçın ılm az o la ­
rak k en d i b ilin ç dışı sü reçlerim in çözüm lenm esine y o l a ç ıy o r,” diye
devam etm iştir. K e n d i m ateryalin i hiç tan ışm ad ığı B ayan Fran k M il-
ler’ın m ateryaline yansıtacaktı. Ju n g bu n o ktaya d ek etkin b ir d ü şü ­
nür olm uştu ve “ entelektüel bakış açısıyla, h içb ir şekilde s a f o lm ad ığı­
nı d üşünd üğüm , bü tü n ü yle ahlaksız, b ir çeşit ensest ilişk i o la ra k g ö r­
d ü ğü m ” fanteziye k a rşı çık ıyo rd u . O y sa şim di k en d i fantezilerini çö-

Taslak, s. 8.
Gerda Breuer ve Ines Wagemann, Ludwig Meidner: Zeichner, Maler, Literat 1884-1966
(Stuttgart: Verlag Gerd Hatje, 1991), cilt. 2, s. 124-49. bkz. JayWinter, Sites of Memory,
Sites of Mourning: The Great War in European Cultural History (Cambridge: Cambridge
University Press, 1995), s. 145-77.
Arthur Conan Doyle, The New Revelation andthe Vital Message (Londra: Psychic Press,
1918), s. 9.
Analitik Psikoloji, s. 27.
.(■■ a.g.e.
züm lem eye, h er şeyi titizlikle not alm aya ve b u n u yapark en h issetti­
ği k a y d a değer d irencin üstesinden gelm eye başlam ıştı: “ K e n d i içim ­
de fanteziye izin verm en in yarattığı etkiyi, atö lyesin e geld iğin de h a v a ­
d a uçuşan aletlerinin on u n irad esind en b ağım sız olarak b ir şeyler y a p ­
tığını görm enin b ir insan üzerinde ya ra ta ca ğı etkiye benzeteb ilirim .’^
Ju n g fantezilerini incelerken zih n in söylen ce-yaratm a işlevin i in cele­
d iğin i fark edecekti. 1900 d olayların a d ek b ir g ü n lü k tu ttuğunu a n ım ­
sam ış ve kend in i-gözlem lem e aracı o la ra k y in e bu g ü n lü ğ e d ö n m ü ş­
tü. İçsel d uru m ların ı dayan ılm az sıcaklıkta bir gü n eşin altında çöld e
o lm a k (yani, b ilin ç) g ib i m etafo rlarla n o t edecekti.5' 19 0 2 ’de ra fa k a l­
d ırd ığı k ah veren gi n o t defterini alıp yenid en bu deftere yazm aya başla­
m ıştı^ 2 1 9 2 5 ’deki sem inerind e, d ü şü n celerin i sek an s halin d e yazab ile­
ceğini fa r k ettiğin i anım sayacaktı. “ Ö zyaşam öykü sel m alzem eyi özya-
şam ö yk ü sel olm ayan b ir b içim d e” yazıyordu.53 P lato n ’un d iyalo g ların ­
dan bu y a n a d iyo lojik biçim B atı felsefesinin önde gelen tarzlarından
b iri olm uştur. St. A ugustin e İ.S. 3 8 7 ’de kalem e ald ığı m on o logların d a
ken d isi ile o n a ders veren “ U s” arasın d aki geniş d iy a lo g u sergiliyordu.
M on o loglar şu satırlarla b aşlıyordu:

Uzun bir süredir kendi kendimi birçok şey üzerine düşünürken ve


uzun günler boyunca kendimi ve kendi iyiliğimi ve hangi kötülükten
kaçınmam gerektiğini araştırırken birdenbire bana seslendi; neydi
o? Ben mi yoksa bir başkası mı, içimden biri m i yoksa dışım dan mı?
(İşte bilmediğim ama bilmeye can attığım şey budur.)54

B u sırad a Ju n g ise K a ra K ita p 2 ’de şu n ları yazıyord u ,

Kendi kendime, “Bu yaptığım nedir, bilim olm adığı kesin, peki, ama
ne?” diye sordum. Bir ses, “Bu sanat,” dedi. Bu yanıt üzerimde çok
tuhaf bir izlenim bıraktı çünkü yazdıklarımın sanat olduğuna dair
en ufak bir düşüncem bile yoktu. Sonra şu noktaya geldim: “ Belki

50. a.ge.
51. MP, s. 171.
52. Bunu izleyen defterler kara kaplı olduğu için Jung bunları Kara Kitaplar olarak
anıyordu.
53. Analitik Psikoloji, s. 44.
54. St. Augustine, Soliloquies and Immortality of the Soul, ed. ve çev. Gerard Watson
(Warminster: Aris & Phillips, 1990), s. 23. Watson, Augustinein “çok sıkıntılı bir
dönemden geçtiğini, neredeyse sinir buhranı yaşadığını ve Soliloquies’un bir çeşit terapi,
kendini konuşarak, daha doğrusu yazarak tedavi etme girişimi olduğunu” yazıyor (s. v).
de bilinçdışım ben olmayan ama ifade bulm ak için ısrar eden bir
kişilik oluşturuyor." Nedenini kesin olarak bilemiyorum ama yaz­
dıklarımın sanat olduğunu söyleyen sesin bir kadına ait olduğundan
bir dereceye kadar eminim... Bu sese yaptığım şeyin sanat olduğunu
söyledim kesin bir ses tonuyla ve içimde büyük bir baskının oluş­
m aya başladığını hissettim. Herhangi bir ses söz konusu değildi ama
ben yazmaya devam ettim. Bu kez onu yakaladım ve “ Hayır, değil,"
dedim ve bir tartışmanın başlamak üzere olduğunu hissettim.”

B u sesin “ ilkel anlam da ru h ” olduğunu d ü şü n m ü ş ve b u n u an im a


(Latincede ruh) o la ra k a d lan d ırm ıştı^ 6

“ Bu materyali çözümlemek üzere ortaya koyarken aslında anima-


ma, yani benimkinden farklı bir bakış açısı olan farklı bir parçama
mektuplar yazıyordum. Y en i bir karakterin yorum larını alıyordum;
bir hayalet ve bir kadınla analiz yapıyordum ."57

G eçm işe bakın ca b u n u n 1 9 1 2 ile 1 9 1 8 y ılla rı arasın d a tan ıd ığı v e bir


psikyatr m eslektaşını, yan lış anlaşılm ış b ir sanatçı o ld u ğu n a ikn a eden
l lollan d alı bir hastanın sesi old u ğu n u h atırlayacaktı. K a d ın b ilin çd ışı­
nın sanat o ld u ğ u n u d ü şü n ü y o rd u a n c a k Ju n g b ilin çdışın m doğa olduğu
konusunda ısrar e tm iş tik D aha önce bu k ad ın ın o dönem de Ju n g ’un
çevresin d ek i tek H ollan d alı kad ın olan M a ria M oltzer, söz k o n u su p si­
kiyatrın d a resm i gün geçtikçe, analize tercih eden Ju n g ’u n arkad aşı ve
m eslektaşı Fran z R iklin old u ğ u n u savu n m u ştu m . R iklin , 1 9 1 3 y ılın d a
A lberto G iaco m etti’nin am cası ve erken d önem so y u t resm in ön de ge­
len isim lerind en A u gu sto G iaco m etti’nin öğrencisi olacaktı^9

55. a.g.e. s. 42. Jung’un söylediklerinden yola çıkılırsa öyle görülüyor ki bu konuşma 1913
Sonbaharında yaşanmıştı ancak bu kesin değil, çünkü konuşma Kara Kitaplarda ya
da bilinen diğer el yazmalarında bulunmuyor. Bu tarih dikkate alınırsa başka da bir
yazı olmadığına göre, öylegörülüyor ki burada anılan yazılar Kara Kitap 2’deki Kasım
notlarıdır, sonraki Liber Novus metninin ya da resimlerinin bir parçası değildir.
56. a.g.e. s. 44.
. 57. a.g.e. s. 46.
58. MP, s. 171.
59. Riklin’in resimleri genellikle Augusto Giacometti tarzındaydı; yumuşak dalgalı renklerin
hakim olduğu yarı figüratif ve tam soyut çalışmalar (özel koleksiyon, Peter Riklin).
Riklin’in 1915/16’dan bir resmi Verkündigung, Maria Moltzer tarafından 1945 yılında
Zürih’teki Kunsthaus’a bağışlanmıştı. Giacometti’nin anılarından: “Riklin’in psikoloji
bilgisi benim için olağanüstü ilginç ve yeni bir şeydi. Çağdaş bir büyücüydü o. Büyü
yapabileceği duygusuna kapılmıştım.” (Von Stampa bis Florenz: Blatter der Erinnerung,
[Zürih, Rascher, 1943, s. 86-7]).
K a ra K ita p 2 'd e k i K asım ayı y a zıları Ju n g ’u n ru h u n a d ön ü ş d u y ­
g u la rın ı betim liyor. Jun g bu yazılard a k en d isin i k ariy e r o la rak bilim e
seçm eye y ö n elten düşlerden ve on u yen id en ru h u n a k avu ştu ran son
d ü şlerin d en b ah sed iyo r. 19 2 5 y ılın d a bu y a z ı d ö n em in in K a sım a y ın ­
da son lan d ığın ı h atırlayacaktı.

"Sırada ne olduğunu bilmediğim için daha fazla içe bakışa gerek


olabileceğini düşündüm ... B ir çukur kazdığımı hayal etmeyi ve bu
fanteziyi tam anlamıyla gerçek kabul etmeyi içeren sıkıcı bir yön­
tem kullandım .”

B u yö n d ek i ilk d eneyi 12 A ra lık 1 9 1 3 ’te gerçekleştirecekti.


D ah a önce de belirttiğim gibi, Ju n g u y a n ık fanteziler ve gö rsel ha-
lü sin asyon lar yaşam aya teşvik ed ilen tra n s d u ru m u n d aki m ed yu m ları
etraflıca incelem iş ve otom atik yazm a üzerine d en eyler yürütm üştü.
G örselleştirm e u ygu lam aları çeşitli dinsel gelen eklerde de bulunur.
Ö rneğin, L o yo la lı A ziz İgn atiu s’un beşinci tinsel alıştırm aların d a in ­
sanlara “ cehennem in u zu n lu ğu n u, gen işliğini ve d erin liğin i im gelem in
g ö zleriyle g ö rm e ” ve bu d en eyim i tam b ir d uyusal d oğru d an lıkla y a şa ­
m a eğitim i veriliyo rd u . S w ed en b org d a “ tinsel yazm a” ile ilgilen iyo r­
du. T in sel günlüğüne şu n ları yazm ıştı:

26 Ocak 1748. Ruhlar, izin verildiği takdirde onlarla bu derece açık


konuşanların içine girebilir ve böylece bütünüyle dünyadaymış gibi
olurlar ve gerçekten de düşüncelerini medyumları aracılığıyla, hatta
harflerle açık bir şekilde ortaya koyabilirler; bazen, hatta sık sık, be­
nim elimi kendi elleriymiş gibi yönlendirebiliyorlar. Ö yle ki yazanın
ben değil, kendileri olduğunu düşünüyorlar.

Psikan alist H erbert Silberer 19 0 9 ’d an bu y an a V iy a n a ’da h ipnago-


jik h alü sinasyon d u ru m ların d a k en d isi üzerinde d en eyler gerçekleşti­
riyord u. Silberer’in am acı im gelere ulaşm aktı. B u n a göre, bu im geler

60. Analitik Psikoloji, s. 46.


61 Bunu izleyen görüm aşağıda Liber Primus, Bölüm 5 “Gelecekte Çöle İniş ’te yer alıyor, s. 120.
62. Loyolalı Aziz İgnatius, Kişisel Yazılarındaki “Tinsel Deneyimler”den (Londra: Penguin,
1996), s. 298. Jung 1939-;4o’da Loyolalı Aziz İgnatius’un tinsel deneyimleri üzerine
psikolojik yorumunu ETH’de sunmuştu (Filemon Series).
63. Bu bölüm William White’ın yazdığı Swedenborg: His Life and Writings, cilt. 1 (Londra,
Bath, 1867), s. 293-4’te de bulunuyor. Bu çalışmanın Jung’daki kopyasında metnin ikinci
bölümü sayfa boşluğunda bir çizgi ile işaretlenmiş.
i'ski düşünce akışının sim gesel betim leriyd i. Silberer Ju n g ’la yazıştı ve
m akalelerinin birer k op yasın ı gö n d erdi.64
19 12 yılın d a den eysel k im ya p rofesö rü L u d w ig Stauden m aier
( 18 6 5 -19 3 3 ) D eneysel B ilim O larak B ü y ü ad lı çalışm asın ı yayım lad ı.
Staudenm aier 19 0 1 y ılın d a o tom atik y a z m a ile başlayan ve k en d i üze­
rinde gerçekleştirdiği deneylerden söz e d iyo rd u . B ir dizi k arakter belir-
ııı iş ve o n larla d iyalog k u rm a k için artık yazm asın a ge re k kalm ad ığın ı
lark etmişti.65 A y rıc a ses ve gö rsel h alü sin asyo n lar başlatabiliyordu. Bu
girişim in am acı kendi üzerinde gerçekleştird iği d en eyleri kullanarak
büyüye bilim sel bir açıklam a getirm ekti. B ü y ü y ü an lam ad a p ü f n o k ­
tasının h alü sinasyon ve “ bilincin altı” (U nterbew usstsein) k avram la­
rı old u ğ u n u öne sü rü yo r, kişileştirm elere özel b ir ön em v e riy o rd u k
D olayısıyla Ju n g ’un k u llan d ığı p rosed ü rü n , tan ıd ığı çeşitli tarihsel ve
çağdaş u ygu lam alarla ben zerlik sergiled iğin i görebiliyoruz.
Ju n g da A ra lık 1 9 1 3 ’ten son ra a yn ı p rosed ü rü izleyecek, u y a n ık
d urum d ayken bilerek fanteziler y a ratıp b ir dram an ın içine girer gibi
hu fantezilerin içine girecekti. B u fanteziler b ir tü r resim sel biçim deki
dram atize d üşünm e b içim i o larak görülebilir. B u fantezileri okurken
Jung’un m ito lojik çalışm aların ın etkileri açıkça gö rü lebiliyo r. K u lla n ­
dığı fig ü r ve kavram lard an b azıları d oğru d an o k u m aların d an geliyor.
Biçimi ve tarzı da söylence ve epik d ü n yasın a d u yd u ğu h ayran lığı y a n ­
sıtıyor. Ju n g K a ra K ita p la r d a fantezilerini, için de b u lun d uğu zihinsel
durum ve fantezileri kavram ak ta ya şad ığ ı güçlü kler üzerine düşün-
(elerle b irlik te, tarih v e rd iğ i b aşlıklar altın d a ele alır. B u n lar olaylara
dair günlükler değild ir ve y e r verilen düş sayısı d a azdır. D olayısıyla,
hu kitaplar b ir d en eyin k ayıtlarıdır. A ra lık 1 9 1 3 ’te ilk siyah kitaptan
"Y a p tığ ım en zor deneyin k itabı” diye bahseder^7
Sonradan bilim sel soru su n u n , b ilin ci k ap attığın d a olup bitenleri
görm ek old uğunu anım sayacaktır. Düşler örn eği ark a p lan d aki etk in li­
ğin varlığın ı gö steriyo rd u ve o da buna, tıpkı m eskalin ku llan ıldığın d a

bkz. Silberer, "Bericht uber dne Methode, gewisse symbolische Halluzinations-


Erscheinungen hervorzurufen und zu beobachten," Jahrbuchfur psychoanalytische und
psychopathologische Forschungen 2 (1909), s. 513-25.
Staudenmaier, Die Magie als experimentelle Naturwissenschaft (Leipzig: Akademische
Verlagsgesellschaft, 1912), s. 19.
" • Staudenmaier’ın kitabı Jung'da da vardı vebazı bölümler işaretlenmişti.
Kara Kitap 2, s. 58.
old uğu gibi bir ortaya çıkm a olanağı verm ek is tiy o r d u k D üş kitabına
17 N isan 1 9 1 7 tarihli şu n o tu d ü şm üştü : “ O zam an d an beri b ilin c in b o ­
şaltılm asına yö n elik sık alıştırm alar.” 69 B u n u n özellikle uygulanan bir
p rosed ü r old u ğu açıktı, am acı da p sişik içeriğin ken d iliğin d en ortaya
çıkm asına izin verm ekti. Bilinç eşiğinin altındaki herşeyin c an lan d ır­
m a o ld u ğ u n u an ım sıyo rd u . Bazen b ir şeyler d u yu yo rm u ş gibi olu yor
bazen de kendi kendine fısıld ad ığın ı fark ed iyord u .70
Jung 1 9 1 3 ’ün Kasım ayından T e m m u z 'a d ek bu girişim in in ve ge­
lişm eye d ev am eden fantezilerinin an lam ve ö n em in d en em in o lam a­
yacaktı. B u d önem de so n ra k i fantezilerinde de ön em li b ir figü r olacak
F ile m o n ’u bir düşünde görm üştü:

Bulutlarla değil, kahverengi öbek öbek toprakla kaplı deniz kadar


m avi bir gökyüzü vardı. Öbekler ayrılıyor ve aralarından denizin
m avi suları görünüyor gibiydi ama su m avi gökyüzüydü. Birden
gökyüzünde, sağda kanatlı bir varlık belirdi. Boğa boynuzları olan
yaşlı bir adamdı bu. Üzerinde dört anahtar olan bir halka tutuyor­
du. Birini sanki bir kilidi açmak üzereymiş gibi kavramıştı. Kanat­
ları yalıçapkınının kanatları gibi renkliydi. Bu düşsel im geyi anlaya­
madığım için belleğime kazım ak için resmini yaptım ."

Ju n g bu im geyi resm ed erken göl k ıy ısın d a ölü b ir y a lıç a p k ın ı b u la ­


ca k tı ve bu kuş Z ü rih çevresin d e çok n a d ir g ö rü lü rd ü /2
D ü şü n tarih i n et değil. Filem on figü rü K a ra K ita p la r d a ilk olarak
27 O cak 19 14 't e ortaya çık ıy o r ancak yalıçapkın ı kanatları olm adan.
Ju n g 'a göre Filem on üstün içgö rü şü tem sil ediyordu ve on u n için bir
g u ru gibiydi. B ah çed e o n u n la sohbet ediyordu. F ile m o n ’un daha önceki
fantezilerinde ortaya çıkan İlyas figüründen geliştiğini anım sayacaktı.

68. MP. s. 38ı.


69. “Düşler,” JAA, s. 9.
70. MP, s. 145. Jung, Margaret Ostrowski-Sachsa şöyle demişti: “Etkin imgelem tekniği
zorlu durumlarda -örneğin, bir ziyaret olduğunda- çok önemli olabilir. Bu ancak insan
kendini çıkmazda hissettiğinde anlam kazanıyor. Ben de Freud'dan ayrıldıktan sonra
böyle hissetmiştim. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Yalnızca “öyle değil" hissi vardı.
Sonra ‘simgesel düşünme" kavramını geliştirdim ve iki yıl süren etkin imgelemden sonra
o kadar çok düşünce vardı ki kendimi savunmam çok zordu. Aynı düşünceler yeniden
ortaya çıkıyordu. Çare olarak ellerime başvurdum ve tahta oymaya başladı ve sonra
yolum açıldı.” (Conversations with C. G. Jung, Zürih, Juris Druck Verlag, 1971, s. 18).
71. Anılar, s. 207.
72. a.g.e.
Filemon bir pagandı ve beraberinde bir M ısır-Helen gnostik renk
getirmişti... Psişik nesnelliği, psişenin gerçekliğini bana o öğretti.
Filem on’la olan sohbetlerimiz sayesinde kendim ile düşüncemin
nesnesi arasındaki ayrım netleşti.... Psikolojik açıdan Filemon üstün
içgörüşü temsil ediyordu.”

Ju n g 20 N isa n ’da U luslararası Psik an alitik B irliğ i başkanlığınd an


ayrıldı. 30 N isan ’d a Z ü rih Ü n iversitesi tıp fak ü ltesin d eki öğretim ü y e ­
liği görevin d en de istifa etti. Ü n iversited e açık bir k o n u m d a olduğunu,
yeni b ir yö n elim b u lm ası gerektiğini, aksi takdirde öğrencilere ders
verm esinin h aksızlık o lacağın ı h issed iyo rd u .74 H aziran ve tem m uz a y ­
larında üç kez yaban cı b ir ülkede olduğun u, hem en b ir gem iyle y u rd a
dönm esi gerektiğin i ve bu nu izleyen d on d u ru cu b ir soğuğu düşled i.75
10 T e m m u z ’d a Z ü rih P sik an alitik B irliğ i 1 5 ’e k a rşı 1 o y la U lu slara ­
rası Psik an alitik B irliğ i’nden ayrılm aya k arar verd i. T o p lan tı tu tan ak ­
larında bu ayrılığa, F reu d ’u n özgür ve b ağım sız araştırm ayı engelleyen
bir orto d ok si k urm uş olm asın ın neden gösterildiği g ö rü lü y o r.76 B u n ­
dan son ra g ru p A n alitik P sik olo ji D e rn e ğ i ad ın ı alacaktı. Ju n g da iki
haftada bir toplanan bu ye n i o lu şu m a etkin o larak katılacaktı. B u arada
terapi uygu lam aları d a yo ğu n b ir şekilde sü rü yord u . 1 9 1 3 ile 1 9 1 4 y ıl­
ları arasın d a h aftada beş gün, günde bir ila dokuz kez, ortalam a beş ila
yedi kon sü ltasyo n a g iriy o rd u .77
A n alitik P sik o lo ji D ern eği’nin tu tan akların d a Ju n g ’un izlediği sü­
reçle ilgili h erhangi bir not bulunm uyor. Ju n g bu kayıtlard a fantezile­
rine değinm iyor, psikoloji üzerine kuram sal k on u ları ele alm aya devam
ediyordu. B u dönem den kalm a günü m üze ulaşan yazışm aların da da
ayn ı d urum un geçerli old u ğ u n u gö rü y o ru z /8 H er yıl ask eri hizm et gö ­
re vin i de sü rd ü rü yord u .79 Y a n i gün b o yu n ca m esleki etkinliklerine d e­
v a m edip ailevi soru m lu lu k ların ı y e rin e getirirken akşam ların ı öz-keşif-

73. Anılar, s. 207-8.


74. Anılar, s. 219
75. İlerleyen sayfalarda, bkz. s. 101.
76. ZDK.
77. Jung’un randevu defterinden, JAA.
78. Jung’un ETH ile 1930 yılına dek olan yazışmalarına ve diğer arşivvekoleksiyonlara dayanarak.
79. 1913’te 16 gün, 1914’te 14 gün, 1915te 67 gün, 1916'da 34 gün, 1917de 117 gün (Jung’un
askerlik hizmeti defterlerinden, JAA).
lere adıyordu.80 Program ınd aki bu bölünm üşlüğün birkaç y ıl b oyu nca
devam ettiği yönünde belirtiler de var. Ju n g bu dönem de ailesinin ve
m esleğinin “ her zam an neşeli b ir gerçeklik olarak kaldığını, n o rm al ve
gerçek varo luşum un garantisi olm aya d ev am ettiğini” söyleyecektir.
B u fantezilerin fark lı biçim lerde y o ru m lan m ası konusunu L o n d ­
ra ’d aki P sik o -T ıp T o p lu lu ğ u ön ün d e 24 T em m u z’d a yap tığı “ P sik o lo ­
ji anlayışı üzerin e” b aşlıklı k on u şm asın d a ele alm ıştı. Bu k o n u şm ad a
Freu d ’un nedenselliğe d a y alı an alitik-in d irgem eci yö n tem in i Z ü rih
ok u lu n u n olu ştu rm acı yö ntem iyle karşılaştırm ıştı. Freu d ’un y ö n te m i­
nin eksik yö n ü , ön cü l ögelerin izini sü rm en in y aln ızca resm in y a rısın ı
o rta y a k o ym ası, gö rü n g ü n ü n yaşayan an lam ın ı kavram ak ta yetersiz
kalm asıyd ı. G oethe’nin Faust’unu bu şekilde an lam aya çalışm ak bir
G o tik kated rali m in eral yap ısı b akım ın d an an lam aya çalışm aktan fark ­
lı değildi.' Yaşayan anlam “an cak onu kendi içim izde ve ken d im iz a ra ­
cılığıyla ya şad ığ ım ız takdirde canlı k alabilird i.” 1^ Y a şa m özün de ye n i
o ld u ğ u n a göre y a şam ı ya ln ız c a geçm işe b akarak a n la m a k olanaksızdı.
D o layısıyla olu şturm acı bakış açısı şu so ru yu o rta y a k oyu yord u :

“ Bu mevcut psişeden yola çıkarak onun kendi geleceğine uzanan bir


köprü nasıl kurulabilir?”*4

B u m ak ale, dolaylı o la rak , Ju n g ’un fantezilerini nedensel ve geçm işe


d ön ü k o la rak ele alm am asın ın m an tığın ı ortaya k oyarken a yn ı zam an ­
da bu yö n d e düşüncelere kap ılabilecek o lan lara d a bir u yarı n ite liğ in ­
dedir. Ju n g ’un p sik a n a liz e y ö n e lik b ir eleştiri ve yen id en düzenlem e ça­
bası olarak ortaya k o y d u ğ u bu ye n i y o ru m lam a biçim i, Sw ed en borg’un
sim gesel tinsel yo ru m sam a yö n tem i ile bağlan tılıdır.
Ju n g 28 T em m u z’d a A b erd een ’deki İn giliz T ıp B irliğ i to p lan tısın ­
da “ P sikop atolo jide b ilin çdışın ın ö n em i” ü zerine bir k o n u şm a y a p tı.85
B u konuşm ad a nevroz ve p sikoz vak aların d a b ilin çdışın ın tek taraflı
bilinç tutum unu telafi etm eye çalıştığını savundu. D en gesin i yitiren b i­

80. bkz. s. 126.


81. Anılar, s. 214.
82. Jung, “Psikoloji anlayışı üzerine,” TE 3, §396.
83. a.g.e. §398.
84. a.g.e. §399-
85. TE J.
re y k end in i bun a k arşı savu n m aya çalışıyor ve böylece zıtlar arasındaki
k utup laşm a artıyordu. K en d in i b ilin çd ışın ın d ilinde gösteren düzeltici
itkiler iyileşm e sürecinin başlan gıcı o lm alıyd ı an cak bu nların çıkış b i­
çim leri bilinç tarafından k ab u l edilm em elerin e neden olu yordu.
B ir a y önce, 28 H a z ira n ’da, A v u stu ry a -M a c a rista n İm p arato rlu -
ğ u ’n un v a risi A rşid ü k Fran z Ferd in an d u ğ rad ığ ı suikastte on dokuz
yaşın d aki b ir Sırp ö ğ ren ci tarafın d an ö ld ü rü lm ü ş, ı A ğ u sto s’ta savaş
patlak verm işti. 19 2 5 ’te Ju n g şu satırları yazacaktı:

“Aşırı-dengelenm iş psikoz olduğumu hissediyordum ve bu duygu­


dan ı Ağustos 19 14 ’e dek kurtulam adım.”B<l

Y ılla r son ra M irc e a E liad e’ye şöyle diyecekti:

Bir psikiyatr olarak endişeleniyordum. O günlerin diliyle "şizofreni


yapm ak" üzere olabileceğimi düşünüyordum... Aberdeen’deki kong­
rede sunmak üzere şizofreni üzerine bir konuşma hazırlıyordum ve
sürekli “Kendimi anlatıyor olacağım! Bu konuşm ayı yaptıktan son­
ra delireceğim,” diye düşünüyordum. Kongre Tem m uz 19 14 ’te ya­
pılacaktı, yani tam da Güney denizlerinde seyahat ettiğim üç düşü
gördüğüm dönemde. 3 1 Temm uz’da, konuşmamdan hemen sonra
gazetelerde savaş çıktığını okudum. En sonunda anlamıştım. Ertesi
gün Hollanda’da karaya çıktığımda kimse benden daha mutlu değil­
di. Artık benim için bir şizofreni tehlikesi olmadığından emindim.
Düşlerimin ve görümlerimin kolektif bilinçaltının temelinden geldi­
ğini anlamıştım. Artık yapmam gereken şey bu keşfi derinleştirmek
ve doğrulamaktı. İşte kırk yıldır yapmaya çalıştığım şey de budur.

B u noktada Jung, fantezisinin kendisine değil, A vru p a ’y a olacakları


anlattığını düşünm üştü. D iğer bir deyişle, bu k o le k tifb ir olayla ilgili bir
önseziydi ve o bunu “ bü yü k ” düş olarak an latacaktı." B un u n üzerine,
aynı şeyin diğer fanteziler için de söz kon u su olup olm adığın ı ve ne dere­
ce geçerli old u ğu n u an lam aya ve özel fantezileri ile k am u sal olaylar a ra ­
sındaki bu uyu şm an ın anlam ını çözm eye çalıştı. L ib e r N ovus‘un konusu

H6. Analitik Psikoloji, s. 44.


87. Combat röportaj (1952), C. G. Jung Speaking: lnterviews and Encounters, yay. haz.
William McGuire ve R. F. C. Hull (Bollingen Series, Princeton: Princeton University
Press, 1977), s. 233-34. Aşağıda bkz. s. 108.
88. Aşağıda bkz. s. 102.
büyük oranda bu çabayla ilgilidir.89 P rüfungen ’d e savaşın patlak verm e­
sinin daha önce yaşadıklarını b ü y ü k orand a anlam asını sağladığını ve
on u L ib e r N ovus’un ilk bölüm lerini yazm aya yü reklendirdiğini söyler.
B öylece savaşın patlak verm esi delirm e konusundaki korkularının y e r­
siz old uğunu görm esini sağlam ıştı. Savaş çıkm adığı takdirde L ib e r No-
vus'un kesinlikle tam am lanam ayacağını söylem ek abartı olm ayacaktır.
195 5/6’d a etkin im gelem üzerine kon uşan Ju n g şu yo ru m u getiriyordu:

“bu bağlanm anın psikoza bu denli benzemesinin nedeni, delilerin


bütünleşem edikleri, tersine içinde kayboldukları için kurbanı ol­
dukları fantezi içeriğin aynısıyla hastanın bütünleşm esidir.’^0

Ju n g ’un yak laşık on b ir fark lı fantezisinin önbilişsel olarak gö rü le ­


b ileceğ in i belirtm ekte y a ra r va r:

1- 2 . E k İm 1 9 1 3
Y in e le n en sel ve bin lerce in sa n ın ö lü m ü g ö rü m ü ve bu n u n gerçek
o la ca ğ ın ı söyleyen ses.

3. 1 9 1 3 SONBAHARI
K a n d en izin in K u z e y d en izlerin i k ap la d ığ ı gö rü m ü .

4. 1 2 A r a l i k 1 9 1 3
Ö lü k ah ram an im gesi ve b ir düşte S ie g frie d ’in katled ilm esi.

5. 25 A r a l i k 1 9 1 3
B ir d evin b ir şeh ri a y a k la rı altın a alm ası ve cin ayet ve k an lı zulüm
im geleri.

6. 2 O c a k 1 9 1 4
K an d en izi im gesi ve ölü k ala b a lık la rın geçişi.

7. 22 O c a k 1 9 1 4
R uh unun derinliklerd en gelm esi ve on a savaş ve yık ım ı kabullenip
k abullenm eyeceğini sorm ası. R uh un on a yık ım , ord u silahları, in ­
san kalıntıları, batm ış gem iler, harap olm u ş ülkeler vs. gösterm esi.

8. 2 1 M a y i s 1 9 1 4
K u rb a n edilen lerin sağa ve so la d ü şeceğin i söyleyen ses.

89. Aşağıda bkz. s. 412.


90. Mysterium Coniunctionis, TE 14, §756. Jung’un delirdiği söylentisi çalışmalarım gözden
düşürmek isteyen Freudcular tarafından desteklenmişti; bkz. Jung Stripped Bare by His
Biographers, Even.
9 - 1 1. H a z İr a n -T e m m u z 1 9 1 4
Ü ç kez yin elen en düş. Y a b a n c ı b ir ü lked e olu p h em en gem i y o ­
lu yla geri d ö n m e sin in gerekm esi ve dond u ru cu soğ u ğu n an id en
ç ök m esi.91

Liber Novus
Ju n g artık L ib e r N o vu s'u n taslağın ı y a zm aya b aşlam ıştı. K a ra K ita p ­
la r d a k i fantezilerin çoğu n u aslına u ygu n b ir şekilde k o p y alıy o r ve
bunların her birin e tüm ep izo tların ö n em in i a yrı a yrı ve lirik bir titiz-
1ikle açıklad ığ ı b ir bölü m ekliyo rd u . S özcü k sözcü k ya p tığ ı k arşılaştır­
m alar fantezilerin aslın a u ygu n yazıld ığın ı, d ü zeltm en in ve bölüm lere
ayırm an ın en alt d ü zeyd e y a p ıld ığ ın ı g ö ste riy o r. D o lay ısıy la fan tezi­
lerin L ib e r N ovus’taki düzen i K a r a K ita p la r d aki düzene h em en her
zam an uyuyo r. B e lirli b ir fan tezin in “ ertesi gece” gerçekleştiği b e lir­
tildiğinde b unun biçem sel k ay g ıla rla y a p ılm a d ığ ı, d o ğ ru y u yan sıttığı
gö rü lü yo r. K u llan ılan dilde ve m alzem en in içeriğin d e de d eğ işik lik
yapılm am ış. Ju n g “o la y a sad ık k alm ıştı” ve y azd ık ların ın k u rgu olarak
g ö rü lm em esi gerekiyord u . T aslak “ D o stlarım ,” h itab ıyla b aşlıyo r ve
bu ifade sık lıkla yin elen iyo r. K a r a K ita p la r ile L ib e r N o vu s arasın d aki
tem el fark, ilk in in Ju n g ’un kişisel k u llan ım ın a y ö n elik yazılm ış olm ası
ve bir d en eyin k ayıtları gibi gö rü lebilm esi. L ib e r N o v u s ’u n h ed efi ise
k am u o yu yd u ve b a şk a la rın ın da o k u yab ileceği b ir biçim d e yazılm ıştı.
K asım 1 9 1 4 ’te Ju n g ilk o la rak gen çliğin d e o k u d u ğu N ietzsch e’nin
Itöyle B u yu rd u Z erdü şt k ita b ı üzerinde y o ğ u n o la ra k çalışm ıştı. Son ­
radan “ b ird en bire ruh beni k av ra d ı ve Z erd ü şt’ü ok u d u ğu m b ir çöl
ülkesine gö tü rd ü ,” diye yazacaktı.92 B u k itap L ib er N ovu s 'un yap ısın ı

91. Aşağıda bkz. s. 96-97, 122, 135, 166, 227, 324, 408.
92. Ed. James Jarrett, Nietzsches Zarathustra: Notes ofthe Seminar given in 1934-9,
(Princeton, Bollingen Series, Princeton University Press, 1988, s. 381). Jung’un
Nietzsche okumaları için bkz. Paul Bishop, The Dionysian Self: C. G. Jung's Reception of
Nietzsche, (Berlin, Walter de Gruyter); Martin Liebscher, “Die unheimliche Âhnlichkeit.’
Nietzsches Hermeneutik der Macht und analytische Interpretation bei Cari Gustav Jung;’
Ecce Opus. Nietzsche-Revisionen im 20. Jahrhundert, ed. Rüdiger Gömer and Duncan,
(Large, London/Göttingen 2003, s. 37-50), “Jungs Abkehr von Freud im Lichte seiner
Nietzsche-Rezeption,” Zeitenwende-Wertewende, ed. Renate Reschke, Berlin 2ooı, s. 255­
260; ve Graham Parkes, “Nietzsche and Jung: Ambivalent Appreciations,” Jacob Golomb,
Weaver Santaniello ve Ronald Lehrer, ed., Nietzsche and Depth Psychology, (Albany,
SUNY Press, 1999, s. 205-27).
v e tarzın ı güçlü b ir şekilde etkiledi. N ietzsche’nin Z erd ü şt’te yaptığı
gibi Jung da elindeki k on u yu kısa bölüm lerden oluşan b ir dizi kitaba
bölm üştü. Öte yand an, Z erd ü şt T a n rı’nın öld ü ğü nü d u y u ru rk e n L ib e r
N o vus T a n rı’nın ruhta yenid en d oğu şu n u b etim liyo rd u. B u d önem de
D ante’nin K o m e d y a ’sını oku d u ğu ve çalışm asının y a p ısı b akım ınd an
bu eserden de etkilen diğin i gösteren işaretler de v a r.’ 3 L ib e r N ovus,
Ju n g ’un C eh en n em ‘ e in işin i anlatır. Öte yandan, Dante v a r olan bir
k ozm o lojid en yararlan ırken L ib e r N ovu s'ta bireysel b ir k ozm o loji şe­
killend irilm eye çalışılm ıştır. Ju n g ’u n çalışm asın d a F ile m o n ’u n o y n a d ı­
ğı ro l N ietzch e’nin eserinde Z e rd ü şt’ün ve D ante’nin eserinde V irg il’in
o y n ad ığı role benzetilebilir.
T aslak ’ta m alzem enin y a k la şık y a rısı d oğru d an K a r a K ita p la r d a n
alınm ıştır. A çım lam ad a yaklaşık otuz beş yen i bölüm bulunur. Ju ng
bu bölüm lerde fantezilerden genel p sik o lo jik ilkelere ulaşm aya ve
fantezilerde betim lenen olayların d ü n yad a yaşan acak ları ne dereceye
kad ar, sim gesel b ir biçim de, o rta y a k o y d u ğ u n u an lam aya çalışm ıştır.
Ju n g 1 9 1 4 yılın d a düş nesnelerinin gerçek nesnelerin tem sili olarak ele
alın d ığı nesnel d ü zey yo ru m u ile h er bir ögenin düşü gö ren in kendisi
ile ilgili old uğu öznel d ü zey yo ru m u ayrım ın a gider.94 Ju n g ’un izlediği
p rosed ür, ken d i fantezilerini, öznel düzeyde getirdiği yo ru m ların yan ı
sıra, “k o le k tif’ düzeyde yo ru m lam a çalışm ası olarak d a görülebilir. B u ­
n un la yap m ak istediği, fantezilerine in d irgem eci b ir yo ru m getirm eye
çalışm ak değildir; Ju n g bu fantezileri ken d i için deki genel p sik o lo jik
ilkelerin işleyişinin ta sviri (örneğin, içe dön üş ile d ışa dönüşün, d ü şü n ­
m e ve zevkin vs. ilişkisi gibi) ve yaşan acak g e rç e k v e sim gesel olayların
betim lenm esi olarak görm ekted ir. D olayısıyla, T a slak ’ın ikin ci aşam a­
sı, yen i o lu ştu rm a cı yö n tem in i geliştirm eye v e uygu lam aya y ö n e lik ilk
ön em li ve geniş çaplı den em edir. “ İkinci aşam an ın ” ken d isi b ir yo ru m -
sam a den eyidir. Eleştirel an lam d a L ib e r N o vu s için ek y o ru m a gerek
yo k tu r çünkü ken d i y o ru m u n u da içerm ektedir.

93. Kara Kitap 2Öe 26 Aralık 19 13^ Jung “Purgatorio”dan alıntılar yapıyor (s. 104). Aşağıda
bkz; dipnot 213, s. 168.
94. 30 Ocak 1914, MZS. 1913’te Maeder, Jung’un “objektif düzeyi” ve “subjektifdüzey”i
..kusursuz ifade” ettiğinden bahseder (“Über das Traum problem,” Jahrbuch Sür
psychoanalytische undpsychopathologische Forshungen 5, 1913 s. 657-58). Jung, Zürih
Psikoanalik Birliği‘nde bu konuyu ele alır.
Jung T a sla k 'ı yazarken akad em ik referan slar k u llan m am ıştı, ancak
lılsefe, din ve edebiyat alanlarında çok sayıd a referan ssız alın tı ve gön­
derm e yapm ıştı. A ka d e m isy e n liğ i b ir y a n a b ırak m ak ken d i seçim iy ­
di. Bununla b irlik te, K ırm ız ı K ita p ’taki fantezileri ve b u n lar üzerine
d üşün celeri b ir ak ad em isyen in k alem in d en çık m a y d ı ve gerçekten de
kitabı, k e n d i üzerinde gerçekleştirdiği d eneylerle birlikte, k ü tü p h an e­
de yazm ıştı. M uhtem elen kitab ın ı y a yım latm aya k arar ve rse y d i refe­
ransları d a ekleyecekti.
El y a z ım ı T a sla k 'ı tam am lad ık tan sonra d a k tilo ya çekti ve d ü zelt­
m esini yaptı. B ir taslak m etind e el y a z ısıy la d eğ işik likler y a p m ıştı (bu
laslak m etni D üzeltilm iş T aslak o la ra k anacağım ). Ü z erin d e k i n o tla ­
ra b akılırsa m etni o k u m ası için b ir b a şk a sın a v e rm işti (söz k o n u su el
yazısı E m m a Jung, T o n i W o lffy a da M a ria M o ltz er’e ait değil). O da
Ju n g’un düzeltm eleri üzerin e y o ru m yap m ış, ç ık arm ak istediği b azı
bölüm lerin de k o ru n m a sın ı istem işti. Ç alışm an ın -başlıksız b ıra k ı­
lan, an cak aslın d a L ib e r P rim u s olan- ilk bölü m ü parşöm en k âğ ıd a y a ­
zılm ıştı. D ah a son ra da Ju n g ya z d ığ ı 6oo'\ınn üzerin d e sayfad an olu şan
bü yü k fo ly o y u ciltçi E m il Stierli’ye k ırm ız ı d eriyle ciltletm işti. K itap
sırtın d a L ib e r N o vu s başlığı gö rü lü yo rd u . D aha sonra d a parşö m en
sa yfa la rı fo lyo ya eklem işti. B u n u da Ju n g ’u n d oğ ru d an k aligrafi b ö ­
lüm üne k o p yala d ığı v e resm ettiği L ib e r Secu ndu s iz liyo rd u . Ç alışm a
O rta Ç a ğ ’d a h azırlan an resim len d irilm iş el y a z m a la rı gibi d ü zen len ­
m işti ve k a lig ra fi yazısın ın b aşın d a k ısaltm alar tablo su b u lu n u yord u .
)ung ilk k ita b ı “ O lacak ların Y o lu ” o larak ad land ırm ış ve b u n a Y e şa y a
K itabı ve Y u h a n n a İn cili’nden yap tığı alıntıları eklem işti. B öylece ça­
lışm asın ı b ir keh an et k itab ı o la rak sunuyordu.
Ju n g k aligrafi cildinde resim lem ed e tem pera b o y a ku llan m ış ve
m ürekkepli kalem le yazm ıştı. B u ciltte yazın ın silikleşm eye başlam ası
m ürekkebin bitm eye b aşlad ığın ı gösterir. K la sik b ir yön tem le sa y fa ­
larda iğneyle d elikler açm ış ve sayfaların bir düzenli o lm a sı için sa tır­
ları k u rşu n k alem le çizm işti.
Jung, Taslak’ta konu yu bölüm lere ayırm ıştı. K ırm ızı deri folyoya
yazarken bazı bölüm lerin ad ını değiştirm iş, yeni bölü m ler eklem iş ve

Örneğin, Düzeltilmiş Taslak, s. 39da kenar boşluğuna “Muhteşem! Neden keselim?"


yazılmış. Anlaşılan Jung bu öneriyi dinlemiş ve özgün bölümleri korumuş. Aşağıda bkz.
s. 126.
çalışm ayı bir kez daha düzeltm işti. Ç ıkarm alar ve değişiklikler fantezi
m alzem esine değil, ağırlıklı olarak yorum lam a ve ayrın tılandırm anın
ik in ci aşam asına yapılm ıştı ve büyük orand a m etnin kısaltılm asından
ibaretti. Ju n g sürekli o la rak bu ikinci aşam a üzerinde çalışıyord u . B u k i­
tapta m etnin transkripsiyonunda d a bu ikinci aşam a işaret ed iliyo r ve
böylece kronoloji ve yazım görülebiliyor. Jung’un ikinci aşam adaki y o ­
rum ları da bazen gizli b ir şekilde m etnin ileri bölüm lerin deki fantezilere
gönderm e yap tığı için fantezileri doğrudan kron o lojik sırasıyla okum ak
ve daha sonra da ikinci aşam ayı ara verm eden ok u m ak yararlı olacaktır.
Jung daha sonra m etni bazı resim lerle, süslü p a ra g ra fb a şla rı, kenar
ve k en ar bo şluğu süsleriyle bezem işti. B aşlangıçta resim ler doğru d an
m etne gönderm e yap ark en ilerleyen bölüm lerde d ah a sim gesel bir hal
alır. B u n lar kendi başların a etk in im gelem lerdir. M etin ve im gelerin
bir a ra y a gelm esi W illiam B lak e’in Ju n g ’un d a yab an cısı olm ad ığı ça­
lışm aların ı akla getiriyo r.96
L ib e r N ovu s’tak i im gelerden birinin h azırlık taslağı gü n ü m ü ze k a ­
d ar ulaşm ış. B u taslakta im gelerin k ara kalem eskizlerden b aşlayarak
titizlikle tasarlan d ığı ve d ah a sonra Ü zerlerinde ayrın tılı o la rak çalışıl­
dığı gö rü le b iliy o r.97 D iğ er im gelerde de b ü y ü k o la sılık la ben zer işlem ­
ler u ygu lan m ıştı. Ju n g ’un gün ü m ü ze ulaşan resim lerin d e 19 0 2 - 19 0 3
y ılla rın d ak i tem sili peyzaj resim lerden 1 9 1 5 v e son rası y a rı-fig ü ra tif
so y u t çalışm alara ani ve etkileyici bir sıçram a old u ğu gö rü lü yo r.

Sanat ve Zürih Okulu


B ugün Ju n g ’un kü tü p h an esin d e m od ern sanat üzerin e az sayıd a kitap
va r an cak kitapların b azıları b ü yü k o lasılıkla yıllar için de çeşitli y e r ­
lere d ağılm ıştı. O dilon R e d o n ’u n b ir incelem esine ve g ra fik ç a lışm a ­
la rın ın b ir k ataloğu n a sah ip tik 8 R e d o n ’un ç alışm alarıyla m uhtem elen

96. 1921de Blake’in The Marriage ofHeaven and HelI'inden alıntı yapmış (TE 6, §422n,
§460); Psikoloji ve Simya'da da Blake’in iki resmine değiniyor ( t e 12, şek. 14ve 19).
11 Kasım 1948'de Piloo Nanavutty’ye şöyle yazmış: “Blake’in çalışmasını heves olarak
görüyorum çünkü fantazilerinde birçok yarı tamamlanmış ya da yarı hazmedilmiş bilgiyi
bir araya toplamış. Bence, bunlar bilinçdışı süreçlerin sahici temsillerinden ziyade sanat
ürünleri. {Mektuplar2, s. 513-14).
97. Aşağıda bkz. Ek A.
98. Redon, Oeuvre graphique complet (Paris: Secretariat, 1913); Andre Mellerio, Odilon Redon:
Peintre, Dessinateur et Graveur (Paris: Henri Floury, 1923). Modern sanat üzerine çok katı
l’aris’teyken tanışm ıştı. Liber N ovu s’taki resim lerde sem bolist hareke-
l i ıı güçlü y a n k ıla rı gö rü lü yo r.
Jung, E k im 1 9 i o ’d a m eslektaşı H an s S ch m id ’le b irlik te K u ze y İtal­
ya'da bir b isiklet tu ru n a çıkm ıştı. R a ve n n a ’d aki fre sk o ve m o zaik ler­
den çok etkilenm işti. B u çalışm alar güçlü ren kleri, m ozaik benzeri b i­
çim leri ve p ersp ek tifsiz ik i b o yu tlu figü rleriyle resim lerin i de etkilem iş
gibi gö rü n ü yo r. 99
1 9 1 3 ’te N ew Y o rk ’tayken b ü y ü k olasılıkla A m e rik a ’d aki ilk ulus­
lararası m od ern sanat sergisi olan A rm o ry Sh o w ’a katılm ıştı (sergi 15
M art’a k ad ar sürm üştü ve Ju n g 4 M a rt’ta N ew Y o r k ’a d oğru yo la çık ­
mıştı. 19 2 5 ’teki sem inerinde M a rcel D u ch am p ’ın M erd iven d en İnen
Ç ıplak çalışm asına değinm esi san sasyon yaratm ıştı.100 B u sem inerde Pi-
casso ’n un resim lerindeki sürece de değinm işti. A y rın tılı b ir incelem eyi
gösteren kan ıtlar olm ad ığı için Ju n g ’un m od ern sanat bilgisinin b ü y ü k
olasılıkla doğrudan eserlerin görülm esine d ayan d ığın ı söyleyebiliriz.
B irin ci D ü n ya Savaşı sırasın d a Z ü rih ok u lu n u n ü yeleri ile sanatçı­
lar arasınd a iletişim kurulm uştu. H er iki ta ra f d a avan gard akım larla
ilgiliydi ve toplu m sal çevreleri de k esişiyo rd u .101 K o cası E ugen Schlegel
ile birlikte T o n i W o lffla arkad aşlığı olan E rik a Schlegel, 1 9 1 3 ’te analiz
için Ju n g ’a geldi. E rik a Schlegel, Sophie T aeu b er’in kardeşiydi ve P sik o ­
loji K u lü b ü ’nün kütüp han e soru m lu su olm uştu. P sikolo ji K u lü b ü ’nün
üyeleri bazı D ad a etkinliklerine d avet ediliyordu. H u go Ball, G aleri
D ada’nın 29 M a rt 1 9 1 7 ’deki açılış törenine k atılan lar arasınd a kulüp
üyelerinin de olduğunu söylü yor.™ 2 O akşam ın p rog ram ın d a Sophie
T a u e b er’in soyu t dansları, H u go Ball, H ans A rp ve T ristan T z a ra ’nın
şiirleri de vard ı. Ü niversiteye L ab an ’la birlikte giden Sophie T aeuber,
A rp ’la birlikte k u lü p üyelerine dans d ersleri veriyord u . Y a p ıla n m as­
keli balod a d a kostü m leri o tasarlam ıştı.^3 1 9 1 8 ’de Z ü rih ’te K ral Geyik

eleştiriler içeren bir kitap da bulunuyor: Max Raphael, Von Monet zu Picasso: Grundzüge
einerAsthetik und Entwicklung der Modernen Malerei (Münih: Delphin Verlag, 1913).
99. Jung Nisan 1 914’te Ravenna’yı bir kez daha ziyaret edecekti.
ıoo. Analitik Psikoloji, s. 54.
ıo ı. bkz. Rainer Zuch, Die Surrealisten und c. G. )ung: Studien zur Rezeption deranalytischen
psychologie im Surrealismus am Beispeil von Max Ernst, Victor Brauner und Hans Arp
(Weimar: VDG, 2004).
ı «2. Flight Out of Time, s. 102.
ı o,. Greta Stroeh, "Biographie," in Sophie Taeuber: 15 Decembre 1989-Mars 1990, Musee dart
moderne de la ville de Paris (Paris: Paris-musees, 1989), s. 124; Aline Valangin röportaj,
ad ın d a b ir kukla oyunu sergilem işti. O yun Burgh ölzli o rm an ların d a ge­
çiyordu. D r. O ed ip us K o m p lek s’in rakibi Freud A n alitiku s K ö k -L ib id o
tarafından p ap ağana dönüştürülürken Ju n g ’un L ibid on u n D ö nü şü m leri
ve S im g e le rin e ve F reu d ’la olan tartışm aların a parodi niteliğinde g ö n ­
d erm eler yapılıyord u. B u n un la birlikte Ju n g’un çevresi ile bazı D a ­
daistler arasındaki ilişkiler gerilm işti. E m m y H en ngings M ayıs 1 9 1 7 ’de
H u go B all’a yazdığı m ektupta “ p sik o -k u lü b ü n ” a rtık bittiğini sö y lü y o r­
du. 1 9 1 8 ’de Ju n g İsviçre’deki b ir eleştiri dergisinde D ad a h areketi­
ni eleştirm işti ve bu da D adaistlerin gözünden kaçm am ıştı. Ju n g ’un
resim sel çalışm aları ile D ad aistleri birb irin d en ayıran hassas nokta
Ju n g ’un yo ğu n b ir şekilde anlam ve im lem üzerinde odaklanm asıydı.
Ju n g ’un k en d in i in celem esi v e yaratıcı d en eyleri hiç yo k tan o r­
ta ya çık m am ıştı. B u d ön em d e için d e b u lu n d u ğ u çevrede sanata ve
resm e b ü y ü k b ir ilg i vard ı. A lp h o n se M aeder, F e rd in a n d H o d ler
ü z e rin e b ir m o n o g ra fi ya z m ıştı ve a ra la rın d a d o stça b ir y a z ışm a da
v a rd ı. 1 9 1 6 d o la y la rın d a M a e d e r b ir d iz i g ö rü m y a d a u y a n ık fa n ­
tezi y a şa m ış ve b u n la rı ta k m a ad la y a yım latm ıştı. Ju n g ’a b u n d an söz
ettiğin d e ise “ N asıl, sen de m i?” y a n ıtın ı alm ıştı. H an s S ch m id de
fan tezilerin i L ib e r N o v u s’a b en zer b ir k itap ta y a z m ış ve resm etm işti.
M oltzer, Z ü rih o k u lu n d a k i sa n atsa l etk in lik leri arttırm a k istiyord u .
Ç e vre le rin e d ah a faz la san atçın ın k atılm asın ı istiyo r, m odel o la rak da
R ik lin ’i gö rü yo rd u . R ik lin tarafın d an an aliz edilen J. B. L an g s im ­
gesel re sim le r y a p m a y a başlam ıştı. M o ltz e r’in “ İn c il’im ” o la rak söz
e ttiğ i k ita b ın d a resim li y a z ıla rı vard ı. H astası F a n n y B o w d itc h ’ten de
a y n ı şeyi y a p m a sın ı istem işti.

Jung biyografi arşivi, Countway Library of Medicine, s. 29.


104. Kuklalar Zürih’teki Bellerive müzesinde korunuyor. bkz. Bruno Mikol, "Sur Ie theatre
de marionnettes de Sophie Taeuber-Arp," Sophie Taeuber: 15 Decembre 1989-Mars 1990,
Musee d'art moderne de la ville de Paris, s. 59-68.
105. Hugo Ballve Emmy Hennings, Damals in Zurich: Briefe ausden Jahren 1915-1917
(Zürih: Die Arche, I978), s. 132.
106. Jung, "Bilinç Üzerine,” te ıo, §44; Pharmouse, Dada Review 391 (1919); Tristan Tzara,
Dada, no. 4-5 (1919).
Ferdinand Holder: Eine Skizze seiner seelischen EntwicklungundBedeutungfur die
schweizerisch-nationale Kultur (Zürih: Rascher, 19I6)
108. Maeder, yazılar.
109. Maeder, röportaj; Jung biyografi arşivi, Countway Library ofMedicine, s. 9.
ı 1 o. Franz Riklinöen Sophie Rikline, 20 Mayıs 1915, Riklin yazılar.
ı ı ı. 17 Ağustos 1916’da o sırada onunla analiz yapan Fanny Bowditch Katz günlüğüne
R iklin resim lerind en bazıların ı, H an s A rp , Sophie T aeuber, Fran cis
Picabia ve A u g u sto G iaco m etti ile birlikte İsviçre D ışavu ru m cu ları o la ­
rak anılan gru p la birlikte 1 9 1 9 ’d a Z ü rih K u n sth au s’d aki “ Y e n i H a y a t” -
ta sergilem işti.112 Ju n g da istese kişisel b a ğla n tıla rın ı k u llan arak k en d i
çalışm aların dan b a z ıla rın ı b u şek ild e k o laylık la sergileyebilirdi. Y an i,
hunun için o ld u k ç ag erç ek ç i im k â n la rı o lm asın a karşın o, çalışm aların ı
sanat olarak gö rm ü yo rd u .
Ju n g sanat kon u su n u b irk aç kez E rik a Schlegel’le tartışm ıştı. Schle-
gel b ir k o n u şm ayı şöyle anlatıyor:

Dün Jung’un evinde inci madalyamı (Sophie'nin benim için yaptığı


inci işlemeyi) takmıştım. Çok hoşlandı ve canlanarak neredeyse bir
saat boyunca sanat üzerine konuştu. Augusto Giacometti'nin öğren­
cilerinden Riklin’den söz etti ve küçük eserlerinin belirli bir bir değer
taşıdığını, oysa büyük eserlerde dağılıp gittiğini söyledi. Gerçekten
de sanatında bütünüyle kayboluyordu ve bu da onu neredeyse an­
laşılmaz kılıyordu. Çalışmaları, üzerinde su dalgalanmaları olan bir
duvar gibiydi. İşte bu yüzden de çözümleme yapam ıyordu çünkü
bunun için bıçak gibi sivri ve keskin olmak gerekiyordu. Deyim ye­
rindeyse sanatın içine dökülmüştü. Oysa sanat ve bilim yaratıcı tinin
hizmetçileriydi sadece ve hizmet edilmesi gereken de oydu.
Benim çalışmalarıma gelince, onların da gerçek sanat olup olm a­
dığını anlam ak gerekiyordu. M asallar ve resimler temelde dinsel bir
anlama sahipti. Ben de bunun günün birinde bir şekilde insanlara
ulaşması gerektiğini biliyordum. 113

Ju n g, F ran z R ik lin ’i k ö tü ik izi gibi gö rü y o rd u v e o n u n y a z g ısın ­


dan k aç ın m a k istiyo rd u . B u ifad e a y n ı z am an d a k en d i ü zerin d ek i in ­

şöyle yazmış: “ [Meltzer’in] kitabını -onun Incil’ini- her birinde yazılar olan resimlerini
de yapmalıyım.” Katz’a göre Moltzer yaptığı resimlerin “bütünüyle öznel olduğunu,
sanat eseri olmadığını” düşünüyordu (31 Temmuz, Countway Library of Medicine).
Farklı bir zamanda da Katz günlüğüne Moltzer’in “sanattan, gerçek sanattan dinin
ifadesi olarak söz ettiğini” yazmış (21 Ağustos 1916). Moltzer 1916 yılında Psikoloji
Kulübü nde yaptığı konuşmada Riklin in resimlerini psikolojik açıdan yorumlamıştı
(Cult Fictions: Jung and the Founding of Analytical Psychology [Londra: Routledge,
I998], s. 102). Lang için bkz. Thomas Feitknecht, ed., "Die dunkle und wilde Seite der
Seele": Hermann Hesse. Briefwechsel mit seinem Psychoanalytiker JosefLang, 1916-1944
(Frankfurt: Suhrkampf, 2006).
ı ı 2. “DasNeue Leben,”Erst Ausstellung, Kunsthaus Zurich. J. B. Lang, Riklin’in evinde Jung
veAugusto Giacometti’nin bulunduğu bir etkinlikten söz etmiştir. (Günlük, 3 Aralık
1916, s. 9. Lang yazılar, Swiss Literary Archives, Berne).
ı 13. ı 1 Mart 192ı. Defterler, Schlegel yazılar.
celem eleri ara cılığ ıyla u laştığı b ilim ile san atın statü sü n ü gö recelileş-
tird iğ i an lam ın a d a geliyor.
D o layısıyla, L ib e r N ovu s'u n y a ra tılm a sı k esin likle tu h a f y a d a özel
b ir etkinlik, b ir p sik o zu n ü rü n ü değildi. T ersin e, bu çalışm a bu d ö ­
nem de b irç o k kişin in ilgilen d iği b ir alan olan p sik o lo ji ile san atsal d e­
n e y le r arasın d aki sık k esişm eyi o rta y a k o yu yo r.

Kolektif Deney
Jung 1 9 1 5 ’te p siko lo jik tipler an layışı üzerine m eslektaşı H ans Sch-
m id ’le u zu n uzadıya yazışm ıştı. B u yazışm alard a Ju n g ’u n kendi üze­
rin d e k i d eneylerine d eğ in ilm iyo r ve yazışm alar bu d ön em dek i k u ra m ­
ların ın yaln ızca etkin im gelem lerind en değil, ayn ı zam an d a kısm en
gelen eksel k u ram sal p siko loji yaklaşım ların d an o rta y a çık tığ ın ı göste­
riy o r.114 Ju n g 5 M a rt 1 9 1 5 ’te Sm ith E ly Jeliffe’ye şun ları yazıyord u :

Hâlâ bir sürü uygulam alı çalışma ve at binme fırsatı bulduğum bu


küçük şehirde orduyla birlikteyim... Orduya katılm ak zorunda ka­
lana dek sakin bir hayat yaşam ış, hayatımı hastalarıma ve çalışmala­
rıma adamıştım. Özellikle iki psikoloji tipi ve bilinçdışı eğilimlerin
sentezi üzerine çalışıyordum. 115

K endi üzerindeki incelem eleri sırasın d a çalkantılı durum lar yaşam ış­
tı. B üyük b ir korkuya kapıldığını ve bazen kendine m ukayet olabilm ek
için m asaya tutunduğunu hatırlıyordu. “ 6B u dönem için şunları söylüyor:

“Sinirlerim o kadar sık bozuluyordu ki duygularım ı Yoga egzersiz­


leriyle etkisizleştirmek zorunda kalıyordum. Yine de amacım içim­
de olup bitenleri anlamak olduğu için bunu ancak sakinleşmeme
yetecek kadar yapıyordum ve yeniden bilinçdışı üzerine çalışmaya
başlıyordum ."117

114. The Question of Psychological Types: The Correspondence ofC.G. Jung and Hans
Schmid-Guisan 1915-1916 John Beebe ve Ernst Falzeder, çev. Filemon Series, Ernst
Falzeder ve TonyWoolfson, Princeton UniversityPress, yayıma hazırlanıyor.
115. John Burnham, Jeliffe: American Psychoanalyst and Physician & His Correspondence
with Sigmund Freud and C. G. Jung, yay. haz. William McGuire (Chicago: University of
Chicago Press, 1983), s. 196-97.
116. MP, s. 174
117. Anılar, s. 2oı.
T o n i W o lffu n d a k en d i içinde b u lu n d u ğ u sürece d ah il old u ğu n u
ve benzer b ir im geler ak ışı y a şad ığ ın ı h atırlıyor. Ju n g k en d i d en eyim ­
lerini o n u n la tartışabileceğin i düşün m ü ştü an cak W o lff d a kafası k a ­
rışm ış v e d ağılm ış b ir d u ru m d ay d ı.^ 8 Benzer şekilde k arısı d a o n a bu
konuda y a rd ım ed e m iy o rd u . T ü m b u n la rın so n u cu n d a şö y le d iyord u :
“ Buna b ir şekilde katlan m ış olm am vah şi b ir güç m eselesiyd i.” “ 9
P sikolo ji K u lü b ü 1 9 1 6 ’n ın başlarınd a, Ju n g tarafın d an analiz edil­
m ek üzere 1 9 1 3 ’te Z ü rih ’e gelen E d ith R o ckefeller M c C o rm ic k ’in
bağışladığı 360.000 İsviçre F ran k ı’y la kuru lm uştu . B aşlangıçta altm ış
kadar üyesi vardı. Ju n g’a göre k ulüb ün am acı b ireylerin gru p la olan
ilişkisini incelem ek, bire b ir analizin sınırlarını aşarak d oğal b ir p sik o ­
lojik gözlem ortam ı sağlam ak ve a y rıca hastaların top lu m sal d u ru m la­
ra u yu m sağlam ayı öğrenm elerine olan ak tan ıyacak b ir çevre sunm ak-
lı. A y n ı zam and a analistlerin olu şturd u ğu m esleki A n a litik P sikolo ji
1 >emeği de top lantıların ı sü rd ü rü y ord u . 120 Ju n g h er ik i örgüte de etkin
olarak katılıyordu.
Jung’un ken d i üzerindeki in celem eleri ayn ı zam anda an alitik çalış­
m alarınd aki d eğişim in de h ab ercisiyd i. H astaların ı da ben zer şekilde
kendin i incelem e yö n te m le rin i u y gu lam aya te şvik ediyordu . H astala-
ı a etk in im gelem , içsel d iyalo g ve fantezilerini resm etm eleri ö ğ re tili­
yordu. Ju n g k en d i d en eyim lerin i p arad ig m a o larak alıyo rd u . 19 2 5 ’teki
sem inerind e şöyle dem işti:

“ T ü m deneysel m alzem elerim i hastalarım dan aldım , an ca k so ­


runun çözüm üne kendi içim d e, bilin çdışı süreçler ü zerin e kendi
yaptığım gözlem ler aracılığıyla u laştım .” 1:“

1 9 1 2 ’de Ju n g ’la analize başlayan T in a Keller, Ju n g ’u n “ sık sık k en ­


d inden ve k en d i d en eyim le rin d e n ” söz ettiğini h atırlıyor:

O ilk günlerde biri analiz için geldiğinde “kırm ızı kitap" bir sehpa­
nın üzerindeaçık bir şekilde beklerdi. Bu kitabın içinde Dr. Jung’un
yaptığı ya da henüz tam amladığı resim ler vardı. Bazen yaptığı resmi

ı ıH. MP, s. 174


ı 19. Antlar, s. 20ı.
1 'n Kulübün kuruluşu için bkz. Cult Fictions: C. G. Jung and the Founding of Analytical
Psychology.
1 ’ ı Analitik Psikoloji, s. 34.
bana d a gösterir ve yorumlardı. Bu resimler v e resimlere eşlik eden
açıklayıcı metin için yaptığı titiz ve kesin çalışma bu girişimin öne­
m ini gösteriyordu. Böylece usta psişik deneyimi geliştirmenin harca­
nan zamana ve çabaya değdiğini öğrencisine göstermiş oluyordu.

K e lle r de Ju n g ve T o n i W o lffla an alizlerin d e etkin im gelem ve


resim lerd en ya rarlan m ıştı. Bu k esin lik le y alıtılm ış bir çaba d eğ ild i
ve Ju n g b ilin çd ışı ile k o le k tif b ir k arşılaşm a n ın p eşin d eyd i. B u n u n
iç in h astaların ı da y a n m a alıyo rd u . Ju n g ’un ç ev re sin d ek ile r k e n d i y a ­
şa m la rın ın y a n ı sıra ç evrelerin d ek i insanların yaşam ların ı da d ö n ü ş­
tü rm esin i u m d u k la rı b ir to p lu m sal d en eye k atılan ava n ga rd b ir g ru p
olu şturm uştu.

Ölülerin Dönüşü
S avaşla birlikte yaşan an e şi gö rü lm em iş k ıyım larla birlikte ölü lerin
d ön ü şü k on usu da sık ça işlen m eye başlam ıştı. A bel G a n c e ’nin film i
J ’accuse b u n u n örn eklerin d en b iriyd i. '23 Ö lü m ler tinselciliğe du yulan
ilgin in de yen id en can lan m asın a y o l açm ıştı. 1 9 1 5 y ılın d a Ju n g, ne­
redeyse b ir y ılın ard ın d an yeniden K a r a K ita p la r a b ir d izi fan tezisi­
n i ya z m a y a başlayacaktı. L ib e r P rim u s ve L ib e r Secu n du s’u n el yazısı
taslak ların ı daha önce ta m a m la m ıştı.124 1 9 1 6 ’nın başın d a Jun g evinde
b ir dizi sa rsıc ı p arap sik o lo jik o la y yaşayacaktı. 19 2 3 yılın d a bu olayı
C a ry de A n g u lo ’ya (son rad an Bayn es) anlatm ıştı. A n g u lo an lattıkla­
rını şöyle aktarıyor:

Bir gün oğlunuz uykusunda debelenmeye başlamıştı ve uyanama-


dığını söyleyerek çırpınıyordu. En sonunda eşiniz çocuğu sakinleş­
tirmeniz için sizi çağırmak zorunda kalmıştı ve bunu ancak üzerine
soğuk bezler sererek yapabilmiştiniz. Çocuk sonunda sakinleşmiş ve
uyumaya devam etmişti. Ertesi sabah uyandığında hiçbir şey hatırla-

122. “C. G. Jung: Some memories and reflections,” Inward Light 35 (1972), s. II. Tina Keller
için bkz. Wendy Swan, C. G. Jung and Active Imagination (Saarbrucken: VDM, 2007).
123. bkz. Winter, Sites of Memory, Sites ofMourning, s. 18, 69 ve 133-44.
124. Burada Kara Kitap 5e bir not eklenmiş: “Bu dönemde [Kırmızı Kitap’ın] 1ve II.
Bölümleri yazılmıştı. Savaşın başlamasından hemen sonra” (s. 86). Yazının kendisi
Jung’un el yazısıyla yazılmış, ‘Kırmızı Kitap’ın başkası tarafından eklenmiş.
ınıyordu, ama son derece bitkin bir haldeydi. Okula gitmemesini söy­
lediğinizde nedenini sormadan hemen kabul etti. Daha sonra beklen­
medik bir şekilde sizden kâğıt ve boyama kalemleri istedi ve bir resim
yapm aya başladı. Resmin ortasında kamış ve oltasıyla balık tutan bir
adam vardı. Solda şeytan adama bir şeyler söylerken görülüyordu ve
oğlunuz söylenenleri de yazmıştı. Balıkçı için geldiğini, ona ait olan
balıkları tuttuğunu söylüyordu. Sağda ise bir melek vardı ve “ Hayır,
bu adamı alamazsın çünkü yalnızca kötü balıkları avlıyor, iyileri de­
ğil," diyordu. Oğlunuz bu resmi yaptıktan sonra oldukça rahatlamıştı.
Aynı gece iki kızınız odalarında hayalet gördüklerini sanmıştı. Ertesi
gün Ölülere Vaazları yazdınız ve bundan sonra ailenizi hiçbir şeyin
rahatsız etmeyeceğini biliyordunuz ve haklıydınız. Elbette oğlunuzun
resmindeki balıkçının sizden başkası olmadığını ben biliyordum. Siz
de bana aynısı söylemiştiniz ancak oğlunuz bunu bilmiyordu. 125

Jııng A n ıla r d a da şu n ları yazm ıştı:

Pazar günü öğleden sonra beş sularında ön kapının zili deli gibi
çalmaya başladı... Herkes kapıdakinin kim olduğunu görm ek için
hemen oraya koştu ama görünürde kim se yoktu. Ben zilin yanında
oturuyordum ama çaldığını duymamış, hareket ettiğini görm üş­
tüm. Birbirim ize öylece bakakaldık. İnanın bana, hava çok ağırlaş­
mıştı. O zaman bir şeylerin olması gerektiğini anladım. Ev sanki
bir anda dolmuş, ruhlar etrafı sarmıştı. Sıkış tıkış bir halde kapıya
dayanmışlardı ve hava o kadar ağırlaşmıştı ki nefes almak ancak
mümkün olabiliyordu. Beni bir soru almıştı: “Tanrı aşkına, nedir
bu olanlar?” Sonra bir ağızdan bağırmaya başladılar: “Kudüs’ten ge­
liyoruz, aradığım ızı bulam adık orada.” Bu Vaazlar in başlangıcıdır.
Sonra içimden akmaya başladı ve üç akşam da hepsini yazdım
bitirdim. Kalemi elime alır almaz ölü kalabalık buhar oldu gitti. Oda
sessizleşti, hava tem izlendi. Ruhların işgali sona erm işti.126

Ö lüler 1 7 O cak 1 9 1 4 ’teki b ir fantezide de ortaya çıkm ıştı ve en k u t­


sa 1 m ezarlarda d u a etm ek için K u d ü s’e gideceklerin i söylem işlerdi. 127
Anlaşılan seyahatleri başarılı olm am ıştı. Bu d ön em dek i fantezilerin
doruğa ulaşm ış h ali olan Ö lülere Y e d i V a a z (Septem Serm ones a d M or-

1 ıç. CFB.
1 .h Anılar, s. 215-16.
ı 17. bkz. aşağıda, s. 288.
tuos), gn o stik b ir yaradılış söyleni b içim in dek i p siko lojik kozm olojid ir.
Ju n g ’un fantezilerinde ru h u nd a yen i b ir T an rı, A b rak sas, ya n i k u rb a ­
ğaların oğlu olan T an rı doğar. Ju n g ’un bu k o n u d a k i an layışı sim gesel­
dir. B u figürü H ristiyan T a n rısı ile şeytanın b irleşm esin in b ir tem sili,
yan i B atılı T an rı im gesind eki d önüşüm ün betim lenm esi o larak görür.
19 5 2 yılın d a kalem e aldığı E y y u b 'a Y an ıt’a d ek bu k o n u ya d erin lem e­
sine d eğinm em iştir.
Ju n g Libidon un D önüşüm leri ve Sim geleri için yaptığı hazırlık ok u ­
m aları sırasında Gnostik yazınını da incelem iştir. A skerlik hizm etini
yaptığı sırada, 1 9 1 5 yılının O cak ve E kim aylarında G n o stik ’lerin çalış­
m aların ı okum uştur. K a ra K ita p la r d a V a a z la rı yazdıktan son ra düzen­
de ufak değişiklikler yaparak kaligrafi ile yazılm ış bir kopyasını çıkarır.
Başlığın altına şu ibareyi ekler: “ Ö lü lerin yedi öğretisi. Y azan Ba-
silides, yer İskenderiye, D o ğu ’nun Batı ile buluştuğu şeh ir.” ı28 D ah a
son ra d a y e n i b ir eklem eyle özel o la ra k bastırır: “ A lm a n ca y a Y u n a n c a
aslın d an tercüm e edilm iştir.” B u ibareler on d okuzu ncu yü z y ıl sonu
klasik ilm in in Ju n g ’un tarzı ü zerin d ek i etkilerini gö steriyo r. Ju n g bu
çalışm ayı P sik olo ji K u lü b ü ’nün kuru lu şu vesilesiyle yazdığın ı ve k u lü ­
bün kuru lu şu nedeniyle Edith R ockefeller M c C o rm ick ’e b ir arm ağan
olarak gö rd ü ğü n ü hatırlıyor. '29 A rk ad aşların a ve sırd aşların a da birer
k o p y a verm iş ve A lph on se M aed er’e verd iği k o p y ad a şun ları yazm ıştı:

Ona kendi adım ı veremezdim , bunun yerine Hristiyanlığın erken


dönem inde yaşamış ve adları H ristiyanlık tarafından silinm iş bü­
yük zihinlerin adını verdim . Büyük bir sıkıntı dönem inde kucağı­
ma olgunlaşm ış bir meyve gibi düştü ve kötü saatlerimde benim
için bir umut ve teselli ışığı yaktı.130

Ju n g 16 O c a k 1 9 1 6 ’d a K a r a K it a p la r a b ir m an d ala çizm işti (bkz.


E k C ). Bu, “ S ystem a M u n d ito tiu s” un ilk taslağıyd ı. D a h a sonra bu tas­
lağı resm etm eye girişm işti. A rk a sın a İngilizce o larak şu n ları yazm ıştı:
“ B u, i9 i6 y ılın d a , k esin likle anlam ının bilincinde o lm ad an olu şturd u -

128. Tarihsel bir karakter olan Basilides ikinci yüzyılda İskenderiye'de yaşamış bir Gnostik’ti.
bkz. dipnot 81 s. 442-443.
129. MP, s. 26.
130. 19 Ocak 1917, Mektuplar I, s. 33-34. Jolande Jacobi’ye Vaazların bir kopyasını gönderen
Jung bunların “bilinçdışının atölyesinden merak” olduğunu söylüyordu. {7 Ekim 1928, JA).
Kum ilk m an d alad ır.” K a ra K ita p la r'd a k i fan teziler devam eder. Syste-
ıııa M u n d itotius, V a a z lar'ın resim sel k o zm o lojisid ir.
ı ı H a z ira n -2 E k im 1 9 1 7 tarih leri arasın d a Ju n g, C h ateau d ’O-
ex ’de İn giliz savaş esirleri k om u tan ı o la rak askerlik gö re vin i y a p m a k ­
tadır. A ğu sto s d o layların d a Sm ith E ly Jeliffe’ye askerlik hizm etinin
onu çalışm aların dan bütünüyle u zaklaştırd ığın ı v e d ön d ükten sonra
l ipler üzerine uzun b ir m akale kalem e alab ilm eyi u m d u ğu n u yazar.
M ektubunu şu sözlerle b itirir:

“Bize gelince, herşey olduğu gibi ve sessizliğini koruyor. Diğer her


şeyi de savaş yuttu. Psikoz devam ediyor ve hâlâ artıyor.’" 31

Bu d önem de h âlâ b ir kaos için d e olduğunu h issediyordu ve bu duygu


ancak savaşın sona erm esiyle birlikte silinm eye başlayacaktı.132 A ğustos
haşından Ekim sonuna dek ordu defterine ku rşun kalem le y irm i yedi
mandala çizm iş ve bunları saklam ıştı. '” B aşlarda bu m andalaları anla­
m ıyordu ancak önem li olduklarını hissediyordu. 20 A ğustostan son ra­
ki günlerin çoğun d a b ir m andala çizm işti. A d eta h er geçen günün bir
lııtografını çektiğini hissediyor ve m an dalalardaki d eğişim i gözlem li­
yordu. “ Sinirlerim i bozan şu H ollandalı kad ın dan ” b ir m ektup aldığını
yazıyor.134 Bu m ektupta söz kon u su kadın, yani M oltzer, “ bilindışından
!-\elen fanteziler sanatsal niteliktedir ve bu nedenle de sanat olarak gö rü l­
m elidir” d iyord u .135 H iç de budalaca olm ayan bu düşünce Ju n g ’un zih­
nini m eşgul ediyordu, ü stelik m od ern ressam lar bilinçdışının sanatını
yapm aya çalışıyorlardı. Bu d a fantezilerinin gerçekten kend iliğind en ve
doğal olup olm adığı konusunda içinde bir kuşku doğm asına neden oldu.
l'.rtesi gün çizdiği m an dalanın bir parçası k ırılm ış ve sim etriyi bozm uştu:

Mandalanın aslında ne olduğunu ancak şimdi görüyorum: “Oluşum,


dönüşüm, sonrasız zihnin sonrasız eğlencesi." Ve bu da benliktir, ki­
şiliğin bütünlüğüdür ve her şey yolunda olduğunda ahenklidir ama
kendini kandırmaya gelemez. Benim mandala imgelerim benliğimin
bana her gün bildirilen durum unun şifreli yazılarıydı. ',6

ı l ı. John C. Burnham, Jeliffe: American psychoanalyst and physician, s. 199.


1 12. MP, s. 172.
ı ı ı. bkz. Ek A.
ı 14. Anılar, s. 220.
ı 15. a.g.e. s. 220.
ı t(v a.g.e. s. 22ı.
Söz kon u su m an dalan ın 6 A ğ u sto s 1 9 1 7 tarih li m an d ala old u ğu
an laşılıyo r.137 İk in ci dize ise G o e th e ’nin F a u s f’u n d an b ir alıntı. M efıs-
tofeles, Fau st’a seslenerek A n n eler d iyarın ın y o lu n u ta rif ediyor:

MEPHİSTOPHELES
Parıldayan bir üç ayak gösterecek sana sonunda
derinlerin en derininde, dipte olduğunu.
Onun ışığında Anneleri göreceksin:
biri oturuyor, diğerleri ayakta ve yürüyor,
olur ya. Oluşum, dönüşüm
sonrasız zihnin sonrasız eğlencesi.
Bütün yaratılanların imgeleriyle kaplanmış,
onlar seni görmez, çünkü yalnız gölgeleri görürler.
O halde tut yüreğini, çünkü tehlike büyük
ve dosdoğru üç ayağa git,
dokun ona anahtarla. 'jS

Söz k o n u su m ektup gün ışığına çıkm ad ı. B u n u n la birlikte, 21 K asım


1 9 1 8 ’de C h ateau D ’O ex’te old u ğu sırada yazdığı ve yayım lan m ayan bir
m ektubunda Ju n g şöyle diyordu: “ M . M oltzer yin e m ektuplarıyla beni
rahatsız etti.” 1” M and alaları L ib e r N ovus’a da d ahil edecekti. Ju n g b en ­
lik düşüncesinin ilk olarak bu d ön em de zih nind e belird iğini yazıyor:

“Benliğin ben ve benim dünyam olan m onad olduğunu düşündüm.


M andala bu m onadı tem sil ediyor ve ruhun m ikrokozm ik doğası­
na karşılık geliyor."140

B u d ön em de Jung sürecin on u n ereye gö tü rd ü ğü n ü b ilm iy o rd u ancak


m an d alan an ın sürecin h ed efin i tem sil ettiğini k av ra m a y a başlam ıştı:

“A ncak m andalaları yapm aya başladığım zaman gördüm ki gittiğim


yollar, attığım bütün adımlar hep aynı noktaya, yani merkeze çıkı­
yordu. Mandala bütün yolların ifadesi haline gelmişti.’’^ 1

137. bkz. Ek A.
138. Faust 2, perde I, 6278f.
139. Yayımanmamış mektup, JFA. Ayrıca dört köşeli bir mandala gibi görünen ve Moltzer
tarafından yapılmış tarihsiz bir resim de bulunuyor. Kısa bir notta bu resmin
“Bireyselleşmenin ya da Bireyselleşme sürecinin resimsel sunumu” olduğunu söylüyor
(Kütüphane, Psychological Club, Zurich).
140. Anılar, s. 221. Jung’un bu benlik kavramı doğrudan Hinduizmdeki Atman/Brahman
kavramına dayanıyor. Jung bu kavramı 1921de Psikolojik Tipler ve Nietzsche’nin
Zerdüşf ündeki belirli bölümler bağlamında tartışmıştır. {bkz. dipnot 29, s. 373).
141. a.g.e.
ı 92o’lerde Ju n g ’un m an dala anlayışı derinleşecekti.
T a s la k ta E k im 1 9 1 3 ile Şubat 1 9 1 4 arasın d aki fan teziler b u lu n u ­
yordu. 1 9 1 7 k ışın d a P rü fu n gen başlığı altın da ye n i b ir m etin kalem e
alan Ju n g çalışm asına b ıra k tığ ı yerd en devam ediyordu. B u m etinde
Nisan 1 9 13 't e n H aziran 1 9 1 6 y a d ek olan fanteziler b u lu n uyord u . L i­
b e r N o vu s'u n ilk ik i kitabın d a olduğu g ib i Ju n g fantezilerin arasına
kendi y o ru m ların ı da k atıyo rd u .^ 2 V a a z la rı d a bu m etne dahil etm işti
ve şim d i de Filem on'un h er vaa z için y a p tığ ı yo ru m la rı eklem işti. Bu
yo ru m la rd a Filem on öğretisinin telafi edici d oğasın ı vu rgu lu yo rd u ,
özellikle tam da ölülerde olm ayan k avram lar vurgu lan ıyo rd u . P rü fu n ­
gen aslın d a L ib e r N o vu s’u n L ib e r Tertius b ö lü m ü n ü olu ştu ru yor. D o ­
layısıyla m etn in tam akışı d a şöyle olacaktır:

Liber primus: “Olacakların Y olu”


Liber secundus: “ Hataların İm geleri”
Liber tertius: “Sınam alar”

B u d önem de Jung T aslak ’ı k aligrafi yazısına d önü ştü rm eye ve re ­


sim ler eklem eye devam etti. K a ra K ita p la r d a k i fantezilerin sürekliliği
daha da azaldı. 1 9 1 7 son bah arın da benliğin an lam ın ı k avrayışın ı Prü-
fungen’de kalem e aldı.143 B u ra d a Ju n g ’un yen id en d oğan T a n rı g ö rü ­
mü de ye r alıyo r ve A b ra k sa s'ın betim len m esin d e d o ru ğ a ulaşıyordu.
Kitabın ön cek i b ö lüm lerin de (yan i L ib e r P rim u s ve L ib e r Secu ndu s’ta)
kendisine verilen lerin aslın d a o n a Filem on tarafından verild iğin i fark
edecekti.144 İçinde, o n u n la ayn ı olm ayan , m ü jd eleyici bilge bir yaşlı
adam old u ğu n u görm üştü. B u d a önem li bir ayrım ı orta y a k oyuyordu.
)ung 17 O cak 1 9 1 8 ’de J. B. L an g’a şöyle yazm ıştı:
Bilinçdışı üzerine çalışmalar öncelikle ve en önemlisi kendimiz için
olmalıdır. Hastalarımız bunun yararını dolaylı olarak görürler. Teh­
likeli olan peygamberin sanrısıdır ve bu da bilinçdışı ile çalışırken
sıklıkla görülür. İnsanoğlunun en büyük gücü olan bilim ve usu bir
yana bırak, diyen şeytandır o. U sdışını [-n varlığını] kabul etmek zo­
runda olsak bile bu uygun olm azdı.145

ı .p. Sınamalar el yazısı taslağın 23. sayfasına birtarih düşülmüş: “27/11/17" ve buradan
yola çıkarak 1917'nin ikinci yarısında, yani Chateau D’Oex’de yaşananların ardından
yazıldıkları düşünülebilir.
ı.| 1. Aşağıda bkz. s. 4oı.
144. Aşağıda bkz. s. 412.
145. Stephen Martinin koleksiyonundan. Burada Faust’ta Mephistopheles’in söylediklerine
gönderme yapılıyor (I.185lf.)
Ju n g’un fantezileri “ üzerinde çalışırken” hassas görevi sesleri karak ­
terlerden ayırt etmekti. Ö rneğin, K a ra K ita p la r d a ölülere V a a z la rı Ju ng
dile getirir. Prüfungen’de ise ölülerle k o n u şan Ju n g d eğil Filem on ’dur.
K a ra K ita p la rd a Ju n g’un ikili kon u şm aya gird iği ana figü r k en d i ru h u ­
dur. L ib e r N ovus'un bazı bölüm lerinde bunun yerin i yılan ve k u ş alır.
O cak 1 9 1 6 ’d aki bir konu şm asın da ruh u on a Y u k a rı ile A şağı b ir olm a­
dığında üç p arçaya bölündüğünü anlatır: yılan, insan ruhu ve kuş, yan i
tanrıları ziyaret eden göksel ruh. D olayısıyla, Ju n g’un yap tığı bu değişik­
liğin ruhunun üçlü d oğasına yö n elik anlayışını yansıttığı söylenebilir.146
B u d önem de Ju n g m etin leri üzerind e çalışm aya d evam ed iyo rd u
ve b u n ları m eslektaşları ile tartıştığı y ö n ü n d e de bazı işaretler var.
K en d i fantezilerind en b azıların ı gö n d eren J. B. L an g’a M a y ıs 1 9 1 8 ’de
şu n ları yazm ıştı:

Bu yaklaşımı sürdürmenden başka bir şey söylem ek istemem çünkü


senin de doğru bir şekilde gözlemlediğin gibi bilinçdışı konusunda
herhangi bir fikir sahibi olmadan önce içeriği üzerine deneyimler
yaşamamız çok önemli. Gizem bilgisi ve yeni Platonculuk konula­
rını kavramam ız gerektiği görüşüne bütünüyle katılıyorum çünkü
bilinçdışı tin kuramının temelini oluşturmaya uygun materyal bu
sistemlerde bulunuyor. Ben de bu konu üzerinde uzun zamandır ça­
lışıyorum ve kendi deneyimlerimi kısm en de olsa başkalarının dene­
yim leri ile karşılaştırmam için karşım a birçok olanak çıktı. Bu yüz­
den aynı görüşte olduğunu duym ak beni çok memnun etti. A rtık ele
alınm aya hazır olan bu alanda kendi başına bunca çok şey keşfetmiş
olmandan mutluyum. Bugüne dek işçilerim olmamıştı. Benimle güç
birliği yapm ak istemen beni sevindirdi. Materyallerini bilinçdışın-
dan etkilenmeden olabildiğince dikkatli bir şekilde çıkarmanın çok
önemli olduğunu düşünüyorum. Bende kapsam lı bir materyal var,
çok karm aşık ve kısmen de grafik ve neredeyse bütünüyle açıklama­
larla işlendi. Bununla birlikte karşılaştırmalı modern materyallerden
bütünüyle yoksunum. Zerdüşt çok güçlü bir bilinçle oluşturulmuş.
M eyrink estetik bir yeniden dokunuş getirmiş ve ayrıca dinsel içten­
likten yoksun olduğunu düşünüyorum .147

146. Aşağıda bkz. s. 510.


147. Stephen Martin özel koleksiyonu.
İçerik
Dolayısıyla Liber Novus bir dizi etkin imgelemin yanı sıra Jung’un
bunları anlamlandırma çabasını ortaya koyuyor. Anlamayayönelik bu
çalışma, karşılıklı ilişki içinde çeşitli bağlar içeriyor: Jung’un kendini
anlama ve kişiliğinin çeşitli bileşenlerini geliştirme çabası; genel ola­
rak insan kişiliğininyapısını anlama çabası; bireyin günün toplumu ve
ölüler topluluğu ile ilişkisini anlama çabası; Hristiyanlığın psikolojik
ve tarihsel etkilerini anlama çabası; Batı’nın gelecekteki dinsel gelişi­
mini kavrama çabası. Jung bu çalışmada başka birçok konuyu da ele
.ılıyor. Benlik bilgisinin doğası, ruhun doğası, düşünme ve duygular
ile psikolojik tipler arasındaki ilişkiler, içsel ve dışsal erkekliğin ve ka­
dınlığın ilişkisi, zıtların birleştirilmesi, yalnızlık, ilim ve öğrenmenin
değeri, bilimin statüsü, simgelerin anlamı ve simgelerin nasıl anlaşıla­
cağı, savaşınanlamı, delilik, ilahi delilikve psikiyatri, İsa’nın taklidinin
günümüzde nasıl anlaşılacağı, Tanrı’nın ölümü, Nietzche’nin tarihsel
anlamı, büyü ile usun ilişkisi bunlar arasında sayılabilir.
Kitabın genel konusu Jung’un ruhunu yeniden kazanması ve çağ­
daş tinsel yabancılaşma illetinin üstesinden gelmesidir. Bunu başar­
manın nihai yolu da ruhunda Tanrı’nın yeni bir imgesinin yeniden
doğması ve psikolojik ve teolojik kozmoloji biçiminde yeni bir dünya
görüşünün geliştirilmesidir. Liber Novus da bir açıdan Jung’un bireysel
sürecinin betimlenişi, diğer yandan da bu kavramı genel bir psikolojik
şema şeklinde incelemesi olarak anlaşılabilir. Jung kitabın başında ru­
hunu yeniden bulur ve düzenli bir öykü oluşturan ardışık fantezi ma­
ceralarına girişir. O güne dek kullanma ve değerin tanımladığı çağın
tinine hizmet ettiğini fark etmiştir. Buna ekolarak, ruhun şeylerine yol
açan derinliklerin tini de bulunmaktadır. Jung’un daha sonraki yaşam
öyküsel anılarının diliyle, çağların tini ı numaralı kişiliğin, derinlik­
lerin tini ise 2 numaralı kişiliğin karşılığıdır. Dolayısıyla bu dönem 2
numaralı kişiliğin değerlerine dönüş olarak görülebilir. Bu bölümler
belirli bir formatı izler; dramatik görsel fantezilerin sergilenmesi ile
başlarlar. Jung bunlarda çeşitli ortamlardaki bir dizi figürle karşılaşır
ve onlarla konuşur. Beklenmedik olaylarla ve şok edici ifadelerle kar­
şılaşır. Daha sonra, meydana gelenleri anlamaya ve bu olay ve ifadele­
rin an lam ın ı genel p siko lojik k av ra m la r ve k u rallar şeklinde form ü le
etm eye çalışır. Ju n g ’a göre bu fantezilerin an lam ı m ev cu t ussal çağd a
e k sik olan söylenler-yaratan im gelem den k ayn ak lan m aların dan geli­
yo rd u . B ireyleşm en in görevi de fan tezi fig ü rle ri — y a d a k o le k tifb ilin ç -
dışının içerik leri— ile d iyalog k u rm ak v e böylece söylen ler-yaratan im ­
gelem in m o d e rn çağda yitirilm iş olan değerini g e ri getirm ek ve böylece
de çağın tinini derinliğin tin i ile uzlaştırm aktı. B u gö re v daha son raki
akadem ik çalışm aların ın da tem asını oluşturacaktı.

“Yeni Bir Yaşam Pınarı”


Ju n g 1 9 1 6 ’d a yazdığı birkaç m akale ve kısa bir kitapla L iber N ovus'taki
tem alardan bazılarını çağdaş p sik o lo ji diline çevirm e çalışm aların a ve
etkinliğinin anlam ve genelliği ü zerine d ü şün m eye başladı. B u çalışm a­
ların ö n em li yö n ü , o lg u n lu k d ö n em i p siko lojisin in ana b ileşen lerinin
ortaya çık m aya başlam asıydı. Söz k o n u su yazıların bü tün o la ra k ele
alın m ası bu girişin b o yu tların ı aşıyor. A şağ ıd a k i özette L ib e r N ovus ile
daha d o ğ ru d an bağlantılı olan ögeler ön p lan a çıkıyor.
Ju n g 1 9 1 1 ile 1 9 1 4 arasın d aki çalışm aların da öncelikle genel o larak
insan işleyişinin ve p siko p ato lojin in y a p ısa l anlatım ını olu şturm aya
od aklanm ıştır. D aha ön ceki karm aşalar k u ram ın a ek olarak, söylen-
sel im gelerin olu şturd uğu psikojen olarak edin ilm iş bilinçdışı, cinsel
olm ayan p sişik enerji, genel içe-dönüş ve dışa-dönüş tipleri, düşlerin
telafi edici ve geleceğe d ön ü k işlevi kavram ların ı ve fantezilere oluştur-
m acı bir yaklaşım ı geliştirm iş old u ğu n u görü yoru z. B u rad a, b ir y a n ­
dan bu k avram ları ayrın tılı o la rak genişletm eye ve geliştirm eye devam
ederken d iğer yan d an d a y en i bir p roje beliriyor: Ju n g’un bireyleşm e
süreci o larak ad lan d ırd ığı daha y ü k se k gelişim in zam ansal b ir açıkla­
m asını sun m a çabası. B u , Ju n g’un b enlik-d eneylerinin d ön ü m noktası
niteliğindeki k u ram sal sonu cuyd u. B ireyleşm e sürecinin tam olarak
işlenm esi ve tarihsel ve kü ltü rler arası karşılaştırm asın ın yapılm ası
Ju n g ’un bun d an sonra hep ilgileneceği b ir konu olacaktı.
1 9 i 6 ‘da A n alitik P sik o lo ji D ern eği'n d e, ilk olarak Fran sızca çevirisi
ile F lo u rn o y ’un A rchives de Psychologıe'sinde yayım lan an “ Bilinçdışı-
nın Y a p ısı” başlıklı b ir sem iner v e rd i.148 B u rad a b ilin çd ışın ın ik i farklı
k atm anını a yırt ediyordu. B u n lard an birincisi, in san ın yaşam ı bo yu n ca
edindiği ve aynı zam anda eşit derecede bilinçli de olabilecek ögelerden
oluşan kişisel bilinçdışıyd ı. 49 İkincisi de k işisel-olm ayan y a d a kolek-
l if bilin çd ışıyd ı.1 50 B ilin ç ve kişisel b ilin çdışı k işin in yaşam ı bo yu n ca
edinilip gelişirken k o le k tif psişe kalıtım saldı. B u m akalede Ju n g b i­
linçdışının özüm sen m esin d en kayn aklan an ilginç b ir gö rü n gü yü ele
alıyordu. B ireylerin k o le k tif psişenin içeriğini alm ası ve bunları kişisel
nitelikler olarak görm esi ile birlikte aşırı ü stü n lü k ve aşağılık d u ru m la ­
rı ya şad ığ ın ı yazm ıştı. K işisel ile k o le k tif psişenin birleşm esin den o rta ­
ya çık an ve analizin teh lik elerin den b irin i olu ştu ran bu d u ru m u a n lat­
m ak için G oethe ve A lfred A d le r’den öd ü n ç a lıd ığın ı “ tan rı-gib i-o lm a”
terim ini kullanıyordu.
Ju n g ’a göre kişisel ve k o le k tif p sişeyi b irbirin d en a y ırt etm ek zor bir
görevdi. İn sa n ın karşısın a çıkan etkenlerden b iri p erso n a , y a n i “ m a s­
ke” y a d a “ ro ld ü .” B u d a k o le k tif psişenin ya n ılgıy la kişisel olarak g ö ­
rülen kesitine k arşılık geliyordu. Bu çözü m lend iğin d e k iş ilik k o lektif
psişeye çözülüyor, bu d a bir dizi fantezinin ortaya çık m asın a y o l açı­
yo rd u : “ M ito lo jik düşünm e v e d u ygu yu b arın d ıran hazinelerin kilidi
açıld ı.” ‘52 B u d urum ile d elilik arasın d aki fark, bunun kasıtlı olm asıydı.
İki o lasılık doğm uştu; k işi gerileyerek p erso n ayı yen id en k u rm aya
ve önceki durum a dönm eye çalışab ilirdi, an cak b ilin çd ışın d an k urtu l­
m ak olanaksızdı. Öte yandan, k işi tan rı-gib i-o lm a koşulunu kabu l ede­
bilirdi. B u n u n la b irlik te, ü çün cü b ir y o l d ah a va rd ı; y a ra tıc ı fantezilerin
yo ru m sam a ile ele alınm ası. B u n u n sonu cu d a b ireysel ile k o le k tif p si­
şen in bireysel y a şam ç iz g isin i ortaya çıkaran b ir senteziydi. B u b ire y ­
leşme süreciydi. Bu m akalenin daha so n rak i tarihsiz bir düzeltm esinde
Jung, p ersonanın k arşıtı olan an im a k avram ın ı o rta y a atacaktı. B u iki
k av ra m ı “ özn e-im g eleri” olarak gö rü yo rd u . B u rad a an im ayı “ öznenin
k o le k tifb ilin çd ışı tarafınd an g ö rü n ü şü ” o la rak tanım lam ıştı. 153

ı.îK Jung, Freud'la yollarını ayırdıktan sonra Flournoy'un onu desteklemeyi sürdürdüğünü
öğrenecekti. bkz. Flournoy, From India to the Planet Mars, s. ix.
149. TE 7, §§444-46.
ı 50. a.g.e. §449.
ı 5 ı. a.g.e. §459-
ı 52. a.g.e. §468.
ı 53. a.g.e. §521.
“ T a n rı-g ib i-o lm a ” d u ru m u n u n değişkenliğinin canlı betim lenişi
Ju n g ’un bilinçdışı ile yü zleşm esindeki k im i d u yu şsal d u ru m ların ı y a n ­
sıtıyor. P ersonanın ayırt edilm esi ve çözüm lenm esi düşüncesi, Ju n g ’un
k end in i rolünd en ve başard ıkların d an a y rı k oyd u ğu ve ru h u ile y e n i­
den bağlan tı k u rm aya çalıştığı L ib e r N o v u s’un b aşlan gıç bölü m ü ne
k arşılık geliyor. Ju n g ’un d u ru m u n d a b u n u d a tam o la rak söylensel
fantezilerin o rta ya çıkışı izliyo r ve L ib er N ovu s’un ikinci katm an ın d a
y a ra tıc ı fantezilerin y o ru m sam a yo lu y la ele alınışı su nu lu yor. K işisel
ve k işisel-olm ayan b ilinçdışının birbirin d en a y ırt edilm esi Ju n g ’un
söylensel fantezilerine yö n elik k u ram sal b ir an layış o rta y a k oyu yo r:
B u n a göre, Ju n g b u n ların k işisel bilin çdışın d an değil, kalıtım sal k o le k ­
tif psişeden k ayn ak lan d ığın ı düşü nü yord u . Ö yle ise fantezileri psişenin
k o le k tif insan m irasınd an geliyo rd u ve k işiy e özgü y a d a k işiy e bağlı
olarak geçiştirilem ezdi.
A y n ı yılın E kim ayın d a Ju ng, P sik o lo ji K u lü b ü 'n d e ik i kon u şm a
yaptı. “U yu m K u rm a ” ilk k o n u şm asın ın başlığıydı. Bu ik i biçim de olu ­
yo rd u ; dış ve iç k o şu llarla u y u m kurm a. “ İç ” b ilin çd ışın ı g ö ste riy o r­
du. İçsel olan la u y u m k u rm ak için bireyselleşm ek gerekiyordu ve bu
da başkaları ile u y u m k u rm an ın karşıtıydı. B u gerekliliği k arşılam ak
ve d o la y ısıyla uym acılıktan k o p m ak k efa ret ve yen i b ir “k o le k tif işlev”
gerektiren trajik bir suçluluk d u ygu su doğu ru yord u çünkü b irey to p ­
lu m d a b ulun m ayışın ın y e rin e koyacağı d eğ erler üretm eliydi. B u ye n i
d eğerler k işin in kolektifi telafi edebilm esin i sağlıyordu. B ireyselleş­
m e an cak az sayıd a insan a uygu n du. Y eterin ce y aratıcı olam ayan ların
to p lu m la arasın d aki k o le k tif u ym acılığı yenid en k u rm ası gerekecek ­
ti. B ire y yaln ızca yen i d eğerler değil, top lu m u n “gerçekleştirilebilir
değerler beklem e h a k k ı” old u ğu için ayn ı zam and a toplu m un k ab u l
edebileceği d eğerler de yaratm ası g e re k iy o rd u .'^ Ju n g ’un d u ru m u ile
b irlikte okund uğun da, ken d i “ bireyselleşm esi” y o lu n d a toplu m sal u y ­
m acılıktan kop u şu n u n onu, k efaret olarak, toplum sal olarak gerçekleş­
tirilebilecek değerler üretm ek zoru n d a old u ğu düşüncesine yönelttiği
söylenebilir. B u d a b ir ikilem i d oğuruyor: L ib e r N ovu s’tak i bu y en i de­
ğerlerin Ju n g ’da beden bulm a b içim i toplum sal açıdan kab u l edilebi­

154. TE 18, §1098


lir ve tanınabilir m iydi? T o p lu m u n taleplerine b u şekilde bağlı olm ası
lıın g’u D a d a ist’lerin an arşizm in d en ayırt ediyordu .
İk in ci k o n u şm a “ B ireyleşm e ve K o le k tiflik ” üzerineyd i. Bu k o n u ş­
m ada Ju n g b ireyleşm e ile k o lektifliğin b irb irin e su çlu lu k ile b ağlı ik i
ııt uç old u ğ u n u sa vu n u y o rd u . T o p lu m ta k lit talep ediyordu. K işi tak ­
lit yo lu y la ken d in e ait değerlere erişebilirdi. A n alizd e “ H asta ö y k ü n ­
me yo lu y la b ireyselleşm eyi ö ğ re n ir çün kü bu onun kendi değerlerin i
yenid en etk in leştirir” ' ” B u n u Ju n g ’u n a rtık ben zer gelişim süreçlerine
gi rişm eye te şvik ettiği h astaların ın an alitik ted avilerin d e tak lid in o y ­
nadığı ro l üzerine bir y o ru m o la rak o k u m a k m üm kün. T e lk in su çla­
m alarına k arşılık , bu sü recin h astad a önceden v a r olan değerleri o rta ­
ya ç ık a rd ığ ı öne sü rü lü yo rd u .
Jung, k asım ayında, H eriasu ’d aki askeri g ö re vi sırasın d a “ A şk ın iş­
lev” üzerine bir m akale yazm ıştı. Y ayım lan m ası 19 5 7 y ılın ı bulan bu
yazıda Ju n g sonradan etkin im gelem olarak ad landıracağı fantezileri
ortaya çık arm a ve geliştirm e yöntem in i anlatıyor ve bu nu n terapide­
ki m antığını açıklıyordu. B u m akalenin benlik-deneylerinin ilerleyişi
ii/.erine b ir ara rap or olduğu söylenebilir. A y rıca L ib e r N ovu s’a önsöz
olarak değerlendirilm esinde de y a ra r var.
Jung analizden gelen ye n i tu tu m u n vad esinin d o ld u ğu n u b e lirti­
yor. B ilin çd ışı m alzem eye b ilin çli tu tu m a tam am layıcı o la ra k ve tek
yö n lü lü ğü n ü düzeltm ek için gerek d u yu lu yo rd u . Ö te yandan u yk u
sırasın d a en erji g e rilim i düşük old u ğ u için d ü şler b ilin çd ışı içeriği y e ­
l erli bir şek ild e ifa d e ed e m iy o rd u . D o layısıyla b a şk a k ayn ak lara, y a n i
ken d iliğin d en gelen fantezilere d ö n ü lm esi gerekiyord u . Y a k ın zam an ­
da ortaya çık arılan b ir düş k ita b ın d a 1 9 1 7 ile 19 2 5 y ılla rı arasın d aki
bir dizi düş b u lu n u yor. *56 Bu kitap ile K a ra K ita p la r y a k ın d an k a r­
şılaştırıld ığında Ju n g’un etkin im gelem lerin in d oğru d an d ü şlerin d en
gelm ed iği ve bu ik i a k ım ın gen ellikle b ağım sız old u ğ u gö rü leb iliyo r.
Jung bu tip kendiliğinden doğan fantezileri tetiklem eye yönelik tek­
niğini şöyle anlatıyor: “ Eğitim öncelikle eleştirel dikkatin ortadan kaldı­
rılm asına ve dolayısıyla bilinçte bir boşluk yaratm aya yönelik sistem a-

i " TE 18, §1100.


ı s". İFA.
tik bir alıştırm ayla başlar.” ^7 K işi öncelikle belirli bir duygu d u rum un a
od ak lan ıyor ve bununla bağlantılı olarak ortaya çıkan tüm fantezi ve
çağrışım ların elinden geldiğince bilincinde olm aya çalışıyordu. B urada
am aç fanteziyi serbest çağrışım sürecindeki ilk etkiden kopm adan ser­
best bırakm aktı. Bu da duygu d u rum u nu n som ut y a da sim gesel ifa d e ­
sini doğuruyor, dolayısıyla d u yu ş bilince yaklaşıyor ve daha anlaşılabilir
oluyordu. B un u yapm anın canlan dırıcı b ir etkisi de olabilirdi. K işi eği­
lim ine bağlı olarak çizim , resim y a da yontm ayı da tercih edebiliyordu.

Görsel tipler içsel bir imgenin oluşturulacağı beklentisine odaklan-


malıdır. Kural olarak, böyle bir fantezi-imge de -belki de hipnagojik
olarak- ortaya çıkar ve dikkatli bir şekilde not edilmelidir. İşitsel-sö-
zel tipler genellikle iç sözler duyar, bunlar ilk olarak yalnızca cümle
parçalarından ya da görünüşte anlamsız cümlelerden ibaret olabilir. ..
Diğerleri böyle zamanlarda genellikle yalnızca kendi "öteki" seslerini
duyarlar... Daha ender olarak, doğrudan ya da planşet yoluyla kendi­
liğinden yazma da görülebilir ve bu da diğerleri kadar değerlidir. 158

Bu fanteziler üretild ikten ve cisim leştirild ikten so n ra ik i olası y a k la ­


şım söz kon u su yd u ; yaratıcı form ü lasyon ve anlayış. B unlar b irb irle ­
rine gerek sin im d u yu yo rd u ve b ilin çli ve b ilin çd ışı içeriğin b irleşm e­
siyle o rta y a çık an a şk ın işle vin üretileb ilm esi için ik isi de gerekliydi.
Jung, b azıları için y a zıd a “d iğe r” sesin not alınm asının ve B en ’in
b a k ış açısın d an ya n ıtlan m a sın ın zor o lm a d ığ ın ı b elirtiyo rd u . “ Bu
tam o la rak ik i insan a ra sın d a b ir k o n u şm a o lu y o rm u ş gib i gerçekle­
ş ir” ^ B u d iyalo g b ilin ci gen işletecek aşk ın işlevin y a ra tılm a sın a yo l
açıyord u . İç d iyalo g ların ve u y a n ık d u ru m d ayken fantezileri orta y a
ç ık arm an ın bu şekilde an latılm ası Ju n g ’un K a r a K ita p la r d a k i kendi
g irişim in i de gösteriyor. Y aratıcı fo rm ü lasyo n ile an layışın etkileşim i
Jung’un L ib e r N ovu s’tak i çalışm asın a k arşılık geliyor. Jung, son radan
belirttiği gibi aşk ın işlev üzerine çalışm asın ı gönü lsü zce y ü rü ttü ğ ü ve
h içbir zam an tam am layam ad ığ ı için bu yazısın ı y a y ım lam a m ıştı.160

157- TE 8, §155.
158. a.g.e. §§170-71. Planşet otomatik baskı işini hızlandırmak için kosterlerde kullanılan
küçük ahşap bir levhadır.
159^ a.g.e. §186.
160. MP, s. 380.
Jung 1 9 1 7 yılın d a başlığı uzun ken d i k ısa bir kitap y ayım lad ı: “B i­
linçdışı Sü reçlerin P siko lojisi: M o d e rn K u ra m a ve A n a litik P sik o lo ji­
nin Y ön tem in e G en el B ir B a k ış ." A r a lık 1 9 1 6 ta rih li ön sö zü n d e savaşa
eşlik eden p siko lojik süreçlerin k ao tik b ilin çd ışı soru n u n u ön p lana
çıkard ığın ı söylü yo rd u . Ö te yan d an , b ireyin p sik o lo jisi ulusun p si­
kolojisine k arşılık geliyo rd u ve an cak bireyin tu tu m u n u değiştirm ek
yolu yla k ü ltü rel yenilenm e sağlan ab ilird i. • ■ B öylece L ib e r N o vus’un
m erkezinde ye r alan bireysel ve k o le k tif o layların b irb irin e y a k ın d an
bağlı old u ğu gö rü şü n ü dile getiriyo rd u . Ju n g ’a göre k en d isin in bi-
liş-öncesi gö rü m leri ile savaşın p atlak verm esi arasın d aki bağlaşım , b i­
reysel fanteziler ile d ü n y a d a yaşan an lar, d o layısıyla d a b irey ile ulusun
psikolojisi arasın d aki d erin bilin çaltı bağları ortaya k o yu yo rd u . Şim d i
yapılm ası ge re k e n bu b ağlan tıyı daha ayrın tılı b ir şek ild e incelem ekti.
Ju n g’a gö re k işisel b ilin çd ışın ın içeriğ i çözü m len d ikten ve bü-
ı ünleştirild ikten so n ra b ilin ç d ışın ın so yo lu şsal tab ak asın d an k a y ­
naklanan söylensel fantezilerle k arşılaşılıy o rd u . ’6* B ilin ç d ış ı S ü reç­
lerin P s ik o lo jis in d e Ju n g ’un d ö n ü şü m lü o la rak k u llan d ığı k olektif,
kişisel-üstü, m utlak b ilin ç d ışı an latılıyo rd u . Ju n g k işin in b ilin çd ışın ı
kendinden a y rı b ir şey o la rak g ö rü n ü r b ir şekild e su n m ası y o lu y la
kendisini b ilin çd ışın d a n a y ırm a sı gerektiğin i sa vu n u y o rd u . B e n ’in
H en-olm ayan, y a n i k o le k tif p sişe y a d a m u tla k b ilin ç d ışın d a n ayırt
edilm esi can alıcı noktaydı. Bunun için de y a p m a sı gereken şuydu:
"İn san ın B e n -işle v in d e z o ru n lu o la ra k aya ğ ın ı sağlam basm ası g e ­
rekiyor; y a n i, y a ş a m a karşı ö d e v in i bü tü n ü yle y e rin e g e tirm e lid ir ki
toplum un h er a ç ıd a n y a şa m sa l canlı b ir üyesi olabilsin . ” ' 63 Ju n g bu
d onem de bu gö re vle ri y e rin e ge tire b ilm ey e ça lışıy o rd u .
Ju n g b ilin çd ışın ın içeriğin i L ib id o n u n D ö n ü şü m leri ve Sim geleri’ n-
de tipik söylenler y a da ilksel im geler olarak ad lan d ırm ıştı. B u “ b a sk ın ­
ları” “ egem enler, tanrılar, ya n i baskın y asa ve ilkelerin im geleri, bey-

10ı. TE 7, s. 3-4.
ıı • Bu çalışmayı 1943 yılında yeniden gözden geçiren Jung kişisel bilinçdışının “düşlerde
sık görülen gölge figürüne karşılık geldiğini” söylüyor (TE, §103). Bu figüre ayrıca şu
tanımı da ekliyor: “Gölgeden, kişiliğin ‘olumsuz’ yanını, tüm o gizli nahoş nitelikleri,
yeterince gelişmemiş işlevleri ve kişisel bilinçdışının içeriğini anlıyorum” (a.g.e.
§ıo3n). Jung bireyselleşme sürecinin bu evresini gölgeyle karşılaşma olarak anlatıyor
(bkz. te 9, böl. 2, §§ 13-19).
1m. “Bilinçdışı süreçlerin psikolojisi,” Jung, CoUected Papers onAnalytical Psychology, ed.
Constance Long (Londra: Bailliere, Tindall & Cox, 1917, 2. baskı), s. 416-47
nin ard ışık dünyevi süreçlerden ald ığı ortalam a d ü zen lilikler” 164 olarak
anlatm ıştı. Bu b askın lara özel b ir d ik k a t gösterilm esi gerekiyordu .
Ö zellikle de “ m itolojik ve k o lek tifp sik o lo jik içeriğin bilincin nesn elerin­
den ayırt edilm esi ve bunların bireysel p sişe dışın d a p siko lo jik gerçeklik
olarak sağlam laştırılm ası” ^ önem liydi. Bu sayede kişi atalarım ıza ait
tarihin etkinleştirilm iş artakalan larıyla u zlaşabilirdi. K işisel olanın ki-
şisel-olm ayan dan a y ırt edilm esi b ir enerji sahm ına y o l açıyordu.
B u yo ru m lar ay n ı zam an d a Ju n g ’un etkinliğini, beliren çeşitli k a ­
rak terleri birbirin d en a y ırt etm e ve “ bu n ları p sik o lo jik gerçeklikler
olarak sağlam laştırm a” çabasını d a yan sıtıyor. B u figü rlerin kendi b a ş­
la rın a p siko lojik b ir gerçeklikleri olduğu ve öznel b irer h ayal ü rü n ü n ­
den ibaret olm ad ıkları d ü şü n cesi tem el b ir dersi, Ju n g ’un İlyas fantezi
figürüne psişik nesnellik atfetm esini o rta y a k o y u y o r .^
Ju n g ’a gö re Fran sız d evrim in in başlattığı us v e k u şkucu lu k çağı
dini ve usdışılığı bastırm ıştı. B u d a ciddi sonuçlar d oğu rm u ş, usdışı-
lığın tem sili o la rak d ü n y a sa va şı p atlak verm işti. D o layısıyla u sd ışını
p sik o lo jik b ir etken olarak k ab u l etm ek tarih sel bir gereklilikti. U sd ışı
biçim lerin k ab u lü L ib e r N o vu s’u n ana tem alarından biridir.
Ju n g B ilin çdışı Süreçlerin P sik o lo jisi'n d e p siko lo jik tipler k avram ın ı
geliştirm işti. T ip le rin p sik o lo jik özelliklerinin u çla ra itilm esinin ortak
bir gelişm e old u ğu n u yazıyord u . E n an tio d ro m ia olarak ad land ırd ığı
zıtlara çevrilm e yasasın a göre diğer işlev, yan i içsel için hissetm e, dışsal
için düşünm e işlevi orta y a çık ıyo rd u . Bu ikincil işlevler bilinçdışında
bu lu n u yord u . Z ıt işlevin gelişm esi bireyselleşm eye y o l açıyord u. Z ıt
işlev bilinç için kabul edilebilir olm ad ığın dan , bununla uzlaşm ak için
özel b ir teknik, yan i aşkın işlevin üretilm esi gerekiyord u . K işi bilinç-
dışı ile b ir olm ad ığın da, b ilin çdışı tehlike olu ştu ruyord u . Öte yand an,
aşkın işlevin olu şturulm ası ile b irlikte u yu m su zlu k d a ortadan k a lk ı­
yo rd u. B u yenid en den gelenm e b ilin çdışın ın ü retken ve y a ra rlı y ö n le ­
rine erişilm esin i sağlıyordu. B ilin çd ışı an latılm am ış çağların bilgeliğini
ve d en eyim in i taşıyo rd u ve bu nedenle de eşi olm ayan b ir rehberdi.
Z ıt işlevin gelişim i L ib er N o vu s'u n G izem ler b ö lü m ü n d e g ö rü lü y o r/67

164. a.g.e. s. 432.


165. a.g.e. s. 435.
166. Analitik Psikoloji, s. 95.
167. bkz. s. 147-176.
lıın g’un ruhuna gö rd üklerin i ve fan tezilerinin anlam ını sordu ğu ki-
ı.ıhın tam am ında, bilinçdışın d aki b ilgeliği edinm e çabası söz konusu.
ltıırada bilinçdışı yü k se k b ilgeliğin k ay n a ğ ı olarak gö rü lü yo r. Ju n g m a­
kalesini bu yen i kavram ların kişisel ve d en eyim sel d oğasın a d ik k at çe­
kiyor: “ Ç ağım ız yen i b ir yaşam pın arı arıyor. B en b ir p ın ar bu ld um ve
lııı pınarın tatlı suyunu içtim .” l68

Benliğe Giden Yol


ı i) ı 8 yılın d a Ju n g herkesin, dış algı d ü nyası ve b ilinçdışının algı d ü n ­
yası o lm ak üzere ik i d ü n y a a ra sın d a d u rd u ğu n u belirttiği “ Bilin çd ışı
U/erine” başlıklı b ir m akale yazm ıştı. B u a y rım bu d önem de Ju n g ’un
yaşadıklarını betim liyor. F riedrich Sch iller’e göre bu ik i d ü n yan ın sa-
ııat yolu yla yakınlaştığını yazıyord u . B u n a k arşılık Ju n g şöyle diyordu:
"U ssal ve usdışı doğrulu ğu n sanattan çok ken d i başına sim gede bulu­
nabileceğini d üşün üyoru m çün kü sim ge kendi varlığı içinde iki yanı,
lıem ussalı hem de usdışını içerir.” ^ Ju n g’a göre sim geler b ilin çd ışın ­
ızın k ayn aklanıyord u ve sim gelerin y a ratılm ası b ilin çdışının en önem li
işleviydi. B ilin çd ışın ın ç a ğ d a şişle v i h er z a m a n b u lu n u y o rd u an cak sim -
).\i'-yaratma işlevi an cak k işi bu nu tan ım ayı istediğinde ortaya çık ıy o r­
du. B urad a Ju n g ’un ürettiklerini sanat o la rak görm ekten h âlâ k açın d ı­
ğım görüyoruz. B u rad a asıl önem li olan sanat değil, sim gelerdi. Sonuç
<ılarak, belirli b ir d evird e n eyin b ilin çdışı old u ğu göreceli ve değişkendi.
^i mdi “ d ü n ya görüşüm üzü n bilinçdışının etkin içeriği ile yenid en şekil­
lendirilm esi’’170 gerekiyordu. Y a n i, şim di g ö revi bilinçdışı ile k arşılaş­
ması y o lu yla edindiği ve L ib e r N ovu s’ta yazınsal ve sim gesel b ir şekilde
ı İade ettiği kavram ları çağdaş b akışa uyu m lu bir dile tercüm e etm ekti.
Ertesi y ıl on ursal ü yesi olduğu İn giltere’ deki Psişik A raştırm a D er-
ııi'ği’ne “ R u h lara in an m an ın p sik o lo jik tem elleri” ü z e rin e b ir m akale-
■.ı ııi su n d u .171 K o le k tifb ilin ç d ışın ın etkinleştiği iki d u ru m u birbirin d en
.ıyırt ediyordu. B irincisind e, k o le k tif b ilin çdışı b ireyin yaşam ın d ak i

ı hH. Collected Papers on Analytical Psychology, s. 444. Bu cümle Jung’un kitabının yalnızca ilk
baskısında geçiyor.
ı ruj. te 10, §24.
1 •<>. TE 10, §48.
1 1. te 8.
b ir kriz y o lu y la ve u m u t ve b eklen tilerin in çökm esiyle etkinleşiyordu .
İkincisinde ise bü yü k sosyal, p o litik ve d insel k arışık lık d ö n em lerin d e
etk in leşiyordu . B u gib i a n la rd a b askın tu tu m lar tarafın d an b astırılan
etkenler k o le k tif b ilin çd ışın d a b irik iy o rd u . Sezgi y ö n ü güçlü b ireyler
b u n la rı fark edip dile getirilebilir d ü şü ncelere tercüm e etm eye ça lışı­
yo rd u . B ilin ç d ışın ı an latılabilir b ir dile tercüm e e tm ey i başard ıkları
takdirde bu telafi edici b ir etki y a ratıyo rd u . B ilin çd ışın ın içeriği rah at­
sız edici b ir etk iye sahipti. B irin ci d u ru m d a k o le k tifb ilin ç d ışı g erçek ­
liğin yerin e geçeb ilird i ve bu p atolo jikti. İk in ci d u ru m d a ise b ire y y ö ­
nünü y itird iğ in i h issed ebilirdi an cak b u d u ru m p ato lo jik değildi. Bu
ayrım d an y o la çık arak Ju n g ’un k en d i d en eyim in i ik in ci d u ru m a, y an i
k o le k tif b ilin çdışın ın genel k ü ltü rel k a rışık lık n ed eniyle etkinleşm e­
sine bağlad ığın ı söyleyebiliriz. Y a n i, 1 9 1 3 y ılın d a d elirm e k o rk u su n a
k ap ılm ası b u a yrım ı gö rem em esin d en kayn ak lan ıyo rd u .
1 9 1 8 yılın d a Psikoloji K u lü b ü ’nde tipo loji çalışm aları üzerine bir
dizi sem in er v e rd i ve yin e bu d ön em d e ayn ı k on u d a geniş akad em ik
çalışm alara girişti. B u m akalelerde ele ald ığı k o n u ları 1 9 2 1 y ılın d a
P sik o lojik T ip le r d e geliştird i ve genişletti. L ib e r N ovu s’tak i k o n u ların
üzerinde y a p tığ ı çalışm alar b ak ım ın d an d a en ö n em lisi “ şiird ek i tip
so ru n u ” k o n u lu beşin ci bö lü m d ü . B u rad a ele alın an an a k o n u zıtlar so­
ru n u n u n birleştirici y a d a u zlaştırıcı sim gen in üretilm esi y o lu y la nasıl
çözüm lenebileceğiyd i. B u d a L ib e r N o vu s’u n en ön em li k on u ların d an
biridir. B u bölüm de Ju n g, H induizm ve T a o iz m ’de, M eister E c k h a rt’ta
ve çağdaşı olan C a rl S pitteler’in çalışm aların d a zıtlar so ru n u n u n ç ö ­
zü m le n m esi ü zerin e ayrın tılı incelem elerine y e r verir. B u b ö lü m aynı
zam an d a Ju n g ’un L ib e r N o v u s’tak i k av ra m la rın ı d oğ ru d an etkileyen
bazı tarih sel k ay n ak la r üzerine b ir m ed itasyo n olarak d a görü lebilir.
A y n ı zam an d a ö n em li b ir yö n tem tanıtılır. Ju n g, L ib e r N o v u s ’ta zıtla-
rın uzlaşm ası k o n u su n u d oğ ru d an ele alm ak yerin e, tarih sel an alojiler
a ra y ışın a g irm iş ve b u n la ra d air y o ru m la rın a y e r verm iştir.
19 2 1 yılın d a “ b e n lik ” p sik o lo jik b ir k a v ra m o la rak o rta y a çıkar.
Ju n g ben liği şöyle tanım lam ıştır:

Ben bilinç alanımın tek merkezi olsa dahi diğer karm aşalar arasında
bir karmaşa olarak psişemin bütününe denk değildir. İşte bu yüzden
Ben ile Benlik arasında bir ayrım yapıyorum çünkü Ben bilincimin
tek öznesidir, benlik ise bütünlüğümün öznesidir; öyleyse bilinçdışı
psişeyi de içerir. Bu anlamda Benlik Ben'i de saran ve içeren bir (ide­
al) büyüklük olacaktır. Bilinçdışı fantezide benlik, Goethe ile Faust
ya da Zerdüşt ile Nietzsche ilişkisinde olduğu gibi genellikle üst ya da
ideal kişilik olarak ortaya çıkar.

Jung, H in d u izm 'd ek i B rah m an /A tm an k av ra m ın ı b e n lik ile ö z ­


deşleştirir. A y n ı zam an d a ru h u n da tan ım ın ı verir. J u n g ’a g ö re ruhta,
bilinçli tu tum d a eksik olan, p erso n ayı tam am layıcı nitelikler bulu nu r.
Ruhun ta m a m la y ıc ı n iteliği a y n ı zam an d a cin sel k arak terin i de etk i­
lem iştir. B u nedenle erkekte k ad ın sı ru h -ya d a an im a- ve k ad ın da er­
keksi ruh -ya d a anim us- b u lu n u r.173 B u d a erk ek ve kad ın larda hem
erkeksi h em de k ad ın sı özellikler b u lu n m a sı o lg u su y la örtüşür. Ju n g
ayrıca ru h u n u ssal b a k ış açısıyla değersiz k ab u l ed ilen im g e le r ortaya
çık ard ığın a d ik kat çeker. B u n ları kullanm anın d ört yo lu bulu nu r:

İlk yol, kişide bu yönde bir kabiliyet varsa sanatsaldır; ikincisi felsefi
kuramsal-düşünmedir; üçüncüsüsü sapkınlığa ve tarikatlara öncü­
lük eden yarı-dinseldir; bu imgeleri kullanm anın dördüncü yolu da
bunları hovardaca is ra f etmektir. 4

B u bakış açısıyla, b u im gelerin p sik o lo jik o larak k u llan ılm ası “ be­
şinci y o l” olacaktır. B u n u n b a şa rıy a ulaşab ilm esi için de p sik o lo jin in
kendini sanat, felsefe ve d in d en net b ir şekilde a y ırt edebilm esi gere­
kir. B u zo ru n lu lu k Ju n g ’u n altern atifleri red d etm esini açıklıyor.
B u n u izleyen K a ra K ita p la r 'd a Ju n g “ söylen cesi” ü zerin e ç a lışm a ­
ya d ev am eder. F igü rler geliştirilir ve b irb irle rin e d ön ü ştü rü lü r. Ju n g
lıu figü rleri k işiliğ in altta y a ta n bileşen leri o la rak gö rm eye b aşlad ıkça
ayırt edilm elerine b irleştirilm eleri eşlik eder. 5 O cak 19 2 2 'd e ru h u yla
mesleği ve L ib e r N o vu s üzerine k on u şu r:

[Ben]: Seninle konuşm am gerektiğini hissediyorum . Yorgunum ,


neden uyum ama izin verm iyorsun? Senden gelen bir şeyin beni ra­
hatsız ettiğini hissediyorum. Neden beni uyanık tutm ak istiyorsun?
[Ruh]: Şimdi uyum a zamanı değil, uyanık olmalı, geceye ait işlere
hazırlanmalısın. Büyük iş başlıyor.

' Psikolojik Tipler, TE 6 §706.


ı 1. a.g.e. §§804-5.
' ı TE 6, §426.
[B]: Hangi büyük iş?
[R]: Şimdi girişilm esi gereken iş. B ü yü k ve zorlu bir iş. Gündüz işi
sürdürecek zaman bulam ıyorsan uykuya zaman yok.
[B ]: Böyle bir şey olduğundan haberim bile yoktu ki.
[R]: Uzun zamandır uykunu bölmemden bunu anlayabilirdin. Bir
süredir bilincinin çok dışındasın. Şimdi bilincinin üst düzeyine çık­
man gerekiyor.
[B]: Hazırım. Nedir? Söyle!
[R]: Dinlemen gerek: A rtık bir H ristiyan olm amak kolay. Peki, ama
sonra? Çünkü daha olacaklar var. Her şey seni bekliyor. Y a sen? Su­
suyorsun ve söyleyecek bir şeyin yok. O ysa konuşmalısın. Esinlen­
m eyi neden aldın? Onu saklamamalıydın. Biçim için mi endişele­
niyorsun? Esinlenme meselesi olduğunda önemli mi oluyor biçim?
[B]: Yazdıklarım ı yayım lam am gerektiğini mi düşünüyorsun yok­
sa? Bu tahilsizlik olurdu. Hem kim anlardı yazdıklarımı?
[R]: Hayır, dinle! Evliliğini, yani benimle olan evliliğini bitiremezsin.
Kimse benim yerimi alamaz... Ben tek başıma hüküm sürmek isterim.
[B]: Dem ek hüküm sürmek istiyorsun? Nereden görüyorsun bu
hakkı kendinde?
[R]: Sana ve senin çağrına hizmet etmek veriyor bu hakkı bana. H at­
ta diyebilirdim ki önce sen geldin ama çağrın herşeyden önce gelir.
[B]: Peki, ama nedir benim çağrım?
[R]: Y en i din ve onun duyurulması.
[B]: Tanrım, nasıl yapacağım bunu?
[R]: İnancın bu kadar zayıf olmasın. Kimse senin kadar bilemez.
Senin kadar iyi söyleyebilecek de yoktur.
[B]: İyi de yalan söylem ediğin ne belli?
[R]: Yalan söyleyip söylemediğimi kendine sor. Ben doğruyu söy­
lüyorum .'75

B u rad a ru h u aç ık bir şekilde Ju n g ’u yayım lam ak tan k açın d ığı ç a lışm a ­


la rın ı ya y ım la m a y a yö n eltiyo r. Ü ç gün so n ra ru h u ye n i d in kon u su n
da Ju n g ’a şu n ları söyleyecektir:

“ [yeni din] kendini yalnızca insan ilişkilerinin değişmesinde ifade


eder. İlişkiler yerlerini en derin bilginin almasına izin vermez. A y ­
rıca, bir din yalnızca bilgiden değil, aynı zamanda insan ilişkileri­

175. Kara Kitap 7, s. 92c.


nin yeniden düzenlenişinin görünür düzeyinden de oluşur. Öyleyse
benden daha fazla bilgi bekleme. Beliren esinlenme hakkında bilin­
mesi gereken her şeyi biliyorsun am a bu çağda yaşanm ası gereken
her şeyi henüz yaşam ıyorsun.”

ju n g ’un “ B e n ” i şöyle yanıtlar:

“ B u n u tam olarak anlayıp kabul ediyorum. Yine de bilginin nasıl ya­


şama dönüştürülebileceğini bilm iyorum . Bunu bana öğretmelisin.”

Ruhu da şöyle der:

“ Bu konuda söylenebilecek fazla şey yok. Düşünm eye meylettiğin


kadar ussal değil. Y ol sim geseldir.” ^6

D o layısıyla Ju n g 'u bekleyen g ö rev ya şam a d air giriştiği benlik-in-


celem esi yo lu yla ö ğ ren d iklerin i gerçekleştirm ek ve som utlaştırm aktır.
Bu dönem de, 19 2 3 y ılın d a C o rn w all'd ak i Polzeath 'ta verd iğ i sem in er­
den sonra, din p sikolojisi k o n u su ve d in in p siko loji ile ilişkisi k on u ları
çalışm aların da gittikçe daha çok ön p lan a çıkar. D in d ar-yapm a süre­
cinin p siko lojisin i geliştirm eye çalışır. A m a cı y en i kâh in sel bir v a h iy
ortaya k o y m a k değildir, Ju n g dinsel d en eyim lerin p siko lojisi ile ilgi­
lenm ektedir. B u rad a am aç, b ireylerin esrarlı den eyim lerin i sim gelere
ve d ah a son ra örgütlü din lerin d o g m aların a ve öğretilerine tercüm e et­
m ek ve a k ta rm ak ve en sonun da d a bu sim gelerin p sik o lo jik işlevlerin i
incelem ektir. B u tip b ir d in -y a p m a süreci p siko lojisin in b aşarıya u laşa­
bilm esi için a n alitik p siko lojin in , din sel tu tum u d o ğ ru la rk en bizzat bir
dinsel öğretiye d önüştü rü lm eye diren m esi gerekm ekted ir.177
Ju n g 19 2 2 'd e “ A n a litik p sik o lo jin in şiirsel sanat ç a lışm a la rı ile iliş­
ki" üzerine b ir m ak ale yazar. B u ra d a ik i tip çalışm ayı b irb irin d en a y ırt
eder. B u n ların b irin c isi bü tü n ü yle yazarın n iyetin d en k ayn ak lan ır.

ı 76. a.g.e. s. 95. Ertesi yıl verdiği bir seminerde Jung din ile bireysel ilişkiler arasındaki
ilişkiyi ele almıştı: “Hiçbir birey bireysel ilişkiler olmadan var olamaz ve Kilisenizin
temeli de böyle atıldı. Bireysel ilişkiler görünmez Kilise’nin biçimini kurar” (Katılımcılar
tarafından düzenlenen Notes on the Seminar in Analytical Psychology conductedby Dr. C.
G. Jung, Polzeath, İngiltere, 14-27 Temmuz, katılımcılar tarafından düzenlenmiştir, s.82)
ı 77. Jung’un din psikolojisi için bkz. James Heisig, Imago Dei: A Study ofjung’s Psychology
ofReligion (Lewisburg: Bucknell University Press, 1979) ve Ann Lammers, In God's
Shadow: The Collaboration between Victor White and C. G. Jung (New York: Paulist
Press, 1994). Ayrıca bkz. Shamdasani “In Statu Nascendi,” Journal of Analytical
Psychology 44 (1999), s. 539-545.
İk in cisi ise yazarı eline geçirir. G o eth e 'n in F a u s t’unun ik in ci b ö lü m ü
ve N ietzch e'n in Z erd ü şt’ü bu tip sim gesel çalışm aların ö rn eklerid ir.
Ju n g 'a göre bu çalışm alar k o le k tifb ilin ç d ışın d a n kayn ak lan m ıştır. B u
g ib i ö rn eklerd e yaratıcı sü reç b ir arketip im gen in bilin d ışı y o ld an et-
kin leştirilm esid ir. A rk etip ler içim izd e k en d i sesim izin den d ah a gü çlü
b ir sesi ö zgü r bırakır:

İlksel imgeler kullanan bin sesle konuşur... kişisel yazgımızı insan­


lığın yazgısına dönüştürür ve böylece hepim izin içinde insanlığı za­
m an zaman her kötülüğe karşı sığınacak bir yer veren ve en uzun
geceyi atlatmasını sağlayan iyi güçleri uyandırır.178

B u tip çalışm alar üreten san atçılar çağın tin in i eğitir ve gü nü n tek
taraflılığ ın ı telafi eder. Ju n g bu tip sim gesel çalışm aların d oğuşun u
an latırken öyle gö rü lü y o r ki ken d i etkin lik lerin i d ü şü n ü yord u . Y a n i
L ib e r N o v u s ’u n “ sanat” old u ğ u n u kabu l etm ese de y a p ısı üzerine dü­
şünceleri d ah a son raki sanat k av ra m ı ve k u ra m ın a önem li b ir k ayn ak
olu şturacaktı. B urada d olaylı olarak şu soru ortaya çıkıyord u : Ş im d i
p sik o lo ji ç a ğ ın tin in i eğitm e ve gü n ü n tek taraflılığ ın ı telafi etm e iş ­
levin i yerin e getirebilir m iy d i? B u n o ktad an so n ra Ju n g p sik o lo jin in
g ö re vin i tam o larak b u d o ğ ru ltu d a d ü şü n ecek ti.179

Yayımlama Tartışmaları
19 2 2 yılın d an itibaren Ju n g, E m m a Ju n g v e T o n i W o lffla k o n u şm ala ­
rının ya n ı sıra C a ry B ayn es ve W o lfg a n g S to ck m ayer ile L ib e r N ovus
ve y a y ım lan m a o lasılığı k o n u su n d a uzun u zad ıya tartışm alara g iriş­
ti. B u tartışm alar Ju n g k ita p üzerinde çalıştığ ı sırad a y a şan d ığı için
son d erece ö n em liyd i. C a ry F in k 18 8 3 y ılın d a doğm u ştu . V a ssa r Ü ni-
versitesi'n d e Ju n g 'u n ABD’d eki ilk izleyicilerin d en b iri olan K ristin e
M an n 'ın öğren cisi olm uştu. 1 9 1 0 y ılın d a Jaim e de A n g u lo ile e vlen ­
m iş ve tıp eğitim in i 1 9 1 1 ’de Jo h n s H o p k in s'd e tam am lam ıştı. 1 9 2 1 ’de
ayrılm ış ve K ristin e M a n n ’la birlikte Z ü rih 'e geçm işti. Ju n g ’la analize

178. TE 15, §130.


179. Jung 1930 yılında bu konu üzerinde daha çok durdu ve birinci çalışmayı “psikolojik”
ikinci çalışmayı da “görümsel” olarak tanımladı. "Psychology and poetry," te 15.
giren ve h içb ir zam an bizzat an aliz y ap m ayan F in k eleştirel zekâsı ile
Ju n g’un saygısın ı kazanm ıştı. 19 2 7 y ılın d a Peter B ayn es’le evlenm iş,
193 ı y ılın d a d a boşanm ıştı.
Jung, F in k ’ten tran sk rip siyo n u n d an bu y a n a b irç o k m ateryal ek-
IL'diği L ib e r N o v u s’un b ir k o p y a sın ı çık arm asın ı istedi. 19 2 4 ve 19 2 5
yıllarında, Ju n g A fr ik a ’d ayken F in k de b u işe girişti. D ak tilo su ağır
olduğu için önce elle yazıyor, d ah a so n ra daktilo ediyordu .
A şağ ıd aki notlar Ju n g’la olan ve m ektu p olarak yazılan an cak hiç-
lıir zam an gö n d erilm eyen tartışm aların ı içeriyo r.

2 e k İm 1922
M eyrink’in diğer kitabı "Beyaz D om inikan"da bilinçdışınızda m ey­
dana çıkan ilk görümünüzde size gelen simgeselliğin bire bir aynısını
kullandığını söylemiştiniz. A yrıca bazı gizemleri içeren bir "K ırm ızı
Kitap” tan bahsettiğini ve bilinçdışı üzerine yazdığınız kitabı "K ırm ı­
zı Kitap” olarak adlandırdığınızı söylemiştiniz.'*“ Daha sonra da bu
kitabı ne yapacağınız konusunda kararsız olduğunuzu söylemiştiniz.
M eyrink’in bunu roman biçimine dökebileceğini, sizinse ancak
bilimsel ve felsefi yöntemi kullanabileceğinizi ve bu malzemeyi aynı
kalıba dökemeyeceğinizi söylemiştiniz. Ben de Zerdüşt formunu kul-
labileceğinizi söylemiştim. Bana hak verm iş ancak ondan bıktığınızı
söylemiştiniz. Ben de öyle. Daha sonra bunu bir özyaşamöyküsü b i­
çim ine dönüştürebileceğinizi söylediniz. Bu bana en iyi seçenek gibi
göründü çünkü o zaman konuştuğunuz gibi çok renkli bir şekilde
yazabilecektiniz. Bununla birlikte, biçim konusundaki güçlükler bir
yana, bunu yayım lam a fikrinin sizi dehşete düşürdüğünü çünkü bu­
nun evinizi satmak gibi olduğunu söylediniz. Adeta yakanıza yapışıp
hiç de öyle olmadığını, sizin ve kitabınızın evrende bir takım yıldızı
oluşturduğunu ve kitabı bütünüyle kişisel almanın kendinizi kitapla

. bkz. Meyrink, The WhiteDominican, çev. M. Mitchell (1921/1994), böl. 7- “Kurucu”


romanın kahramanı Christopher’a şu bilgiyi verir: “Zincifre kırmızısı kitap,
ölümsüzlük bitkisi, tinsel soluğun uyanışı ve sağ eli canlandıran sır kimdeyse ölüyle
birlikte çözülür. .. Buna Zincefre kitap denmesinin nedeni, Çin’deki eski inanışa
göre, kusursuzluğun en üst aşamasına erişen ve insanlığın kurtuluşu için dünyada
kalanların kırmızı giysilergiymesidir” (s. 91). Jung özellikle Meyrink’in romanlarıyla
ilgileniyordu. 1921'de aşkın işlev ve bilinçdışı fantezilere değinirken bu tip konuların
estetik incelemeye tâbi tutulduğu örneklerin edebiyatta bulunabileceğini söylüyordu:
“Özellikle Meyrink’in iki eserine dikkat çekmek isterim: Golem ve Yeşil YüZ: Psikolojik
Tipler, TE 6, §205. Meyrink’i “görümsel” bir sanatçı olarak görüyordu (Psychology
und poetry [1930], TE 15, §142) ve Meyrink’in simya deneyleriyle de ilgileniyordu
(Psychology andAlchemy [1944], TE 12, §34ın).
özdeşleştirmeniz anlamına geleceğini ve hastalarınızın böyle bir şey
yapmasına kesinlikle izin vermediğinizi söyledim ... Böylece suç üstü
yakalanmanıza birlikte güldük. Goethe de Faust’un bilinçdışına işle­
yen ikinci bölümünde aynı güçlüğü yaşamış, doğru biçimi bulmakta
o kadar zorlanmıştı ki öldüğünde el yazmaları çekmecesinde öylece
kalmıştı. Yayımladığınız takdirde yaşadıklarınızın büyük bir bölü­
münün apaçık delilik olarak görüleceğini ve yalnızca bir bilim insanı
olarak değil, aynı zamanda insan olarak da saygınlığınızı yitireceğini­
zi söylemiştiniz. Bense bunu Dichtung und Wahrheit [Şiir ve D oğru­
luk] açısından koyduğunuzda insanların neyin hangisine ait olduğu
konusunda kendilerinin karar verebileceğini söylemiştim.18' Hepsi
Wahrheit olduğu için Dichtung olarak sunmaya karşı çıkmıştınız
ama yine de kendinizi Philistia'dan korumak için maske kullanmanız
bana yanlış gelmiyor. Ne de olsa, dediğim gibi bir seçim olarak sizi bir
kaçık, kendilerini de deneyimsiz budalalar olarak görme bakımından
Philistia’nın da bu seçimi yapma hakkı var ancak sizi bir şair olarak
konumlandırdıkları takdirde en azından görünüşlerini kurtarmış
olacaklardır. Metnin büyük bir bölümünün size kehanet olarak gel­
diğini ve bu kehanetlerin açıklamalarının kulağa bütünüyle anlamsız
geldiğini söylemiştiniz ama sonuç anlamlı olduğu sürece bunun bir
önemi yok. Dediğim gibi, sizin durumunuzda yaratının adımlarının
daha önce hiç olmadığı kadar bilincinde olduğunuz görülüyor. Çoğu
örnekte zihin alakasız parçaları bariz bir şekilde kendiliğinden dışarı
atar ve son ürünü ortaya çıkarır. Sizse işin tamamını, matris sürecini
ve ürünü birlikte getiriyorsunuz. Elbette bununla başa çıkmak korku­
tucu derecede zor. Daha sonra sürem dolmuştu.

o ca k 1923
B ir süre önce anlattıklarınız beni düşünmeye yöneltti ve “Vorspiel
auf dem Theater” [Tiyatroda Prelüd]182 okurken sizin de Goethe'nin
Faust'un bütününde son derece güzel bir şekilde uyguladığı ilkeden,
yani yaratıcı ve ebedi ile olumsuz ve geçici karşıtlığını ortaya koym a
ilkesinden yararlanmanız gerektiğini fark ettim. İlk bakışta bunun
Kırm ızı Kitap’la ilişkisini göremeyebilirsiniz ama anlatacağım. A n la­
dığım kadarıyla bu kitapta insanlara ruhlarına farklı bir şekilde bak-

ı8ı. Buradaki alıntı Goethe’nin otobiyografisinden: From My Life: Poetry and Truth, çev. R.
Heitner (Princeton: Princeton University Press, 1994).
182. Faust’un başına gönderme yapılıyor; yönetici, şair ve mutlu bir kişi arasındaki konuşma.
I
ma konusunda meydan okuyorsunuz. Öyle ya d a böyle, bu kitapta,
tıpkı sizin de hayatınızın bir döneminde çok az anlayabildiğiniz gibi
sıradan insanın kavrayamayacağı birçok şey olacak. Bu bir anlamda
dünyaya sunduğunuz bir “mücevher,” değil mi? Bana kalırsa, batağa
atılmadan ve tuhaf giyinim li bir tefeci tarafından alıp götürülmeden
önce bir tür muhafazaya gereksinimi var.
Bana göre yararlanabileceğiniz en iyi koruma da kitabın içinde
onu yok etmeye çalışacak güçleri sergilemek, birleştirmek olacaktır.
Her durumda siyahla birlikte beyazı görebilmeniz sizin en büyük
yeteneklerinizden, güçlerinizden biri. Bu nedenle neyi yok etmek is­
tediklerini kitaba saldıran çoğu kişiden daha iy i bileceksiniz. Eleşti­
rilerini onların yerine yazarak güçlerini ellerinden almış olmayacak
mısınız? Belki de girişte tam da bunu yapmıştınız. Belki de halka karşı
“Alın ya da bırakın ve hangi seçimi yaparsanız yapın kutsanın ya da
lanetlenin” tavrını takınmayı tercih edersiniz. Bunda da bir sorun yok
çünkü içindeki doğrular zaten varlığını sürdürecek. Yine de, çok fazla
çaba gerektirmediği takdirde ben diğer yolu tercih etmenizi isterim.

26 o cak 1924
Önceki gece beni kılık değiştirmiş halde gördüğünüz b ir rüya va r­
dı. Kırm ızı Kitap üzerinde çalışmanız gerekiyordu ve bütün gün ve
benden önce Dr. W harton ile olan görüşmenizde (ne m utlu ona ki)
bunu düşünmüştünüz... Söylediğiniz gibi, Kırmızı Kitap'taki bilinç­
dışı materyalin hepsini bana açmaya ve bir yabancı ve tarafsız bir
gözlemci olarak bu konuda söyleyeceklerimi dinlemeye karar ver­
miştiniz. İyi ve tarafsız bir eleştirmen olduğumu düşünüyordunuz.
Toni’nin kitapla iç içe geçtiğini, ne konunun kendisiyle ne de bunu
kullanılabilir bir hale dönüştürmekle ilgilendiğini söylemiştiniz.
Kendini "kuş çırpınışlarına" kaptırdığını söylüyordunuz. Size ge­
lince, fikirlerinizi nasıl kullanacağınızı her zaman bildiğinizi ancak
bu kez şaşırıp kaldığınızı söylemiştiniz. Yaklaştığınızda ağına düşü­
yordunuz ve artık hiçbir şeyden emin olamıyordunuz. Bazılarının
çok önemli olduğundan emindiniz ama uygun biçim i bulam ıyor­
dunuz; dediğinize bakılırsa, olduğu biçimiyle tımarhaneden çıkmış
gibiydiler. Bu nedenle Kırmızı Kitap’ın içeriğini yazıya geçirmemi
istediniz benden. Bunu daha önce bir kez yapmıştınız ancak o gün
bugündür birçok materyal eklemiştiniz ve bu nedenle bir kez daha
yapılm asını istiyordunuz ve ilerledikçe bana içindekileri açıklaya-
caktınız çünkü içindeki hemen her şeyi anladığınızı söylüyordunuz.
Böylece analizimde hiç ortaya çıkmayan birçok şeyi tartışabilecektik
ve ben de fikirlerinizi temeline bakarak anlayabilecektim. Daha son­
ra bana K ırm ızı Kitap ile ilgili tutumunuzdan daha çok bahsettiniz.
İçindekilerden bazılarının şeylerin uygunluğu duygunuzu korkunç
bir şekilde incittiğini ve bazılarını yazıya dökmekten kaçındığınızı
ancak "gönüllülük” ilkesiyle yola çıktığınızı ve dolayısıyla hiçbir dü­
zeltme yapmayacağınızı ve bu ilkeye sadık kalacağınızı söylediniz.
Resimlerden bazıları tam anlamıyla çocukçaydı ama öyle olmaları
gerekiyordu. İlyas, Filemon gibi konuşan çeşitli figürler vardı ama
hepsi sizin "efendi” olarak adlandırılm ası gerektiğini düşündüğünüz
şeyin evreleri gibi görünüyordu. Bu sonrakinin hepsi de Tanrı ile
bütünleştiğini söyleyen Buda, M ani, İsa, Hz. M uham m ed'e esin ver­
diğinden emindiniz. Öte yandan, diğerleri onunla özdeşleşmişti.
Siz bunu kesinlikle reddediyordunuz. Bunun size göre olmadığını,
bir psikolog olarak, süreci anlayan kişi olarak kalmanız gerektiğini
söylüyordunuz. Bunun üzerine ben de size yapılması gereken şeyin
dünyanın da, Efendi yi emirlerine amade bir şekilde kafesledikleri
düşüncesine kapılmadan, süreci anlamasını sağlamak olduğunu
söyledim. Onu sürekli hareket halinde ve ebediyen insan kavrayışı­
nın dışında ateşten bir sütun olarak düşünmeleri gerekirdi. Bunun
doğruya yakın olduğunu söylemiştiniz. Belki henüz yapılamazdı. Siz
konuştukça içinizi dolduran düşüncelerin sınırsızlığını fark ettim.
Üzerlerinde ebediyetin gölgesinin olduğunu söylediniz ve ben de
bunun doğruluğunu hissedebiliyordum.

30 O cak tarih ind e gö rd ü ğü bir düş üzerine Ju n g ’un söyled iklerini


şöyle anlatıyor:

Bunun Kırmızı K itap için bir hazırlık olduğunu çünkü Kırm ızı Ki-
tap'ta gerçeklik dünyası ile tin dünyası arasındaki savaşın anlatıldığı­
nı söylediniz. Bu savaşta neredeyse yenik düştüğünüzü ancak ayakta
kalmayı ve gerçekliği etkilemeyi başarabildiğinizi söylemiştiniz. B u ­
nun her türlü fikir için bir sınama olduğunu, ne kadar kanatlı olursa
olsun uzayda var olmak zorunda olan ve gerçeklik üzerinde hiçbir
izlenim yaratamayan fikirlere saygı duymadığınızı söylediniz.'85

183. Bununla bağlantılı olarak bkz. İmge 154, dipnot 282, s. 358.
184. CFB.
185. a.g.e.
C a ry B ayn es, kim e yazıld ığı b ilin m eyen v e ta r ih s iz b ir m ektup tas­
lağında L ib er N o vu s'un ön em i ve ya yım lan m ası g erek tiği k on usu n d aki
düşüncelerini şöyle anlatıyor:

Örneğin, Kırm ızı Kitap'ı okuduğumda ve bugün için Doğru Y o l’un


bütünüyle bu kitapta olduğunu gördüğümde Toni'nin bünyesinin
bu kitabı kabul edememesi karşısında tam anlamıyla yıldırım çarp­
mışa dönüyorum. Kırm ızı K itap’ın üçte birini, hatta dörtte birini
bile okuduğumu sanmıyorum ama eğer benim okuduğum gibi sin­
direrek okum uş olsaydı psişesinde tek bir bilinçdışı nokta bile kal­
mazdı. Kıtabı yayımlaması konusuyla neden hiç ilgilenmediğini de
anlamakta güçlük çekiyorum. Bugün yaşananları öylesine yeniden
canlandırıyor ve açıklıyor ki ülkemde bu kitabı bir oturuşta okuya­
bilecek insanlar var. Yaşama dair bir ipucu bulmaya çalışacak her­
kesi sarsacak bir kitap... Bu kitaba konuşm asının bütün canlılığını
ve rengini, Cornwall’da içinde yanan ateşte olduğu gibi bütün açık
sözlülüğünü ve yalınlığını koymuş. ’"6

Elbette, söylediği gibi olduğu şekliyle yayım landığı takdirde ras­


yonel bilim dünyasından sonsuza dek dışlanabilir ama o zaman bunu
aşmanın, kendini budalalığa karşı korumasının bir yolunu bulmak
gerekiyor. Böylece kitabı isteyenler, çoğunluk bunun için hazır ola­
na dek kitaptan yoksun kalm ak durum unda olmaz. Konuştuğu gibi
ateşli bir şekilde yazabileceğinin her zaman farkındaydım ve işte bu
da oldu. Yayım ladığı kitaplar genel olarak dünya için ayarlanmış ya
da onları kafasıyla yazmıştı, bu kitabı ise yüreği ile yazmış. 187

Bu tartışm alar Ju n g ’un L ib e r N o vu s un yayım lan m ası üzerin e d ü ­


şüncelerini, çalışm asının kayn ağ ın ın k avran m ası b akım ın d an bu k ita­
bın önem i üzerine hissettiklerini ve çalışm asının yanlış an laşılm asın ­
dan k orktuğun u canlı bir şekilde g ö steriyo r. Ç alışm an ın tarzının bunu
beklem eyenler üzerinde yaratacağı izlenim Ju n g ’u derind en en d işelen­
diriyordu . Son rad an A n ie la Ja ffe 'y e çalışm an ın h âlâ d ü n yaya su n u lm a­

ı H6. Polzeath seminerine gönderme yapılıyor.


ı H7. Bunu eski kocası Jaime de Angulo’ya yazmış olabileceğini düşünüyorum. Jaime de
Angulo ıo Temmuz 1924te ona şöyle yazmıştı: ‘'.Anlaşılan Jung’un metinleriyle sen de
benim kadar meşguldün... Mektubunu okudum, hani şu herkese söz etmememi istediğin
mektubu. Aslında bana da söylememen gerektiğini ama seninle gurur duyacağımdan
emin olduğunu yazmıştın” (CFB).
ya uygun bir biçim e gereksin im d u yd u ğun u, şu anki keh an eti and ıran
tarzından h oşlan m ad ığın ı söyleyecekti.188
Ju n g ’u n çevresinde bu kon ulard a bazı tartışm alar old u ğu g ö rü lü ­
yor. 29 M ayıs 19 2 4 ’te C a ry B ayn es L ib e r N o v u s’un an cak Ju n g ’u ta n ı­
yan lar tarafından anlaşılab ileceğin i savu n an Peter B ayn es ile tartışm a­
sından söz ediyor. O n u n la a y n ı fıkirede değildi:

[Kırmızı Kitap] evrenin bir adamın ruhundan geçişinin kaydını


tutuyor. Tıp kı deniz kenarında durduğunda o son derece tuhaf ve
korkunç müziği dinlerken kalbinde hissettiği sancıyı ya da içinden
kopup gelmek isteyen coşku dolu çığlığın nedenini açıklayamayan
bir adam gibi Kırm ızı K itap'ın da aynı şeyi yapacağını, görkemiyle
insanı zorla kendi içinden çıkarıp yükselteceğini ve daha önce hiç
görmediği yükseklere savuracağını düşünüyordum. 189

Ju n g ’un L ib e r N o v u s’u n k o p y ala rın ı sırd a şların a d ağıttığın ı ve ç a ­


lışm an ın y a y ım lan m a o lasılığı ile birlikte tartışm alara k o n u old u ğu n u
gösteren başka işaretler de var. Ju n g ’u n m eslektaşı W o lfg a n g Stock-
m ayer de çalışm ayı oku m u ştu . Jun g, S to ck m ayer ile i9 o / d e tan ış­
m ıştı. Ö lüm ü üzerine ya z d ığ ı an cak ya y ım lan m a y a n ya z ısın d a Ju ng,
S to ck m aye r’in K ırm ızı K ita p ’la ilgilen en ilk A lm a n old u ğ u n u ve g e r­
çek b ir d ost old u ğ u n u söylü yo rd u . B irlik te İta ly a ve İsv iç re ’y e seyahat
etm iş ve h em en her y ıl gö rü şm ü şlerd i. Ju n g şöyle diyor:

Patalojik psişik süreçlere duyduğu büyük ilgi ve aynı derecede güçlü


kavrayışıyla öne çıkmıştı. A yn ı zamanda, daha sonraki karşılaştır­
m alı psikoloji çalışmalarım da önem kazanan daha geniş kapsamlı
bakış açıma da sıcak yaklaşmıştı. 190

Sto ckm ayer, klasik Ç in felsefesine ve H in t y o g a sın ın ve T a n trik


yo g a n ın m istik d üşün celerin e “ p sik o lo jim izin değerli n ü fu z u " k o n u ­
sund a da Ju n g ’a eşlik e d iy o rd u .191
22 A ra lık 19 2 4 ’te Ju n g ’a şö yle yazm ıştı:

188. MP, s. 169.


189. CFB.
190. "Stockmayer obituary," JA.
191. a.g.e.
Sık sık Kırm ızı Kitap’a özlem duyuyorum ve yazılan bölümün bir
kopyası elimde olsaydı diyorum. Bendeyken nedense bunu yapam a­
dım. Geçenlerde “Belgeler” için “bilinçdışının kalıbından” alınmış
sözleri ve renkleri içeren bir çeşit bülten hayal ettim. 192

A n laşılan Ju n g, S to ck m ay e r’e bazı m etin le ri gö n d erm işti. 30 N isan


19 2 5 ’te Ju n g ’a şu n ları yazıyord u :

Bu arada Sınam aların üzerinden geçtik ve bizde büyük gezintiyle


aynı izlenimi yarattı. 193 Kırm ızı Kitap'tan böyle seçilmiş kolektif bir
çevre kesinlikle denemeye değer, elbette yorum unuz da çok iy i ola­
caktır. Belirli bir yakın-merkeziniz burada olduğu için bilinçli olsun
bilinçdışı olsun kaynaklara kolayca ulaşabilmek büyük önem taşıyor.
Elbette “aynıbasımlar” konusunda bir hayalim var ve bunu siz de an­
layacaksınız; benim için dışadönük büyü konsunda endişelenmenize
gerek yok. Resim de çok çekici geliyor.194

Ju n g ’un el yazm ası “ A çık la m a la rı” (bkz. E k A ) m u htem elen bu ta r­


tışm alarla bağlantılıyd ı.
Y a n i Ju n g’un çevresin d eki isim lerin L ib er N o v u s’u n önem i v e y a ­
yım lan m ası k on u su n d a farklı görü şleri va rd ı ve b u d a Ju n g ’un nihai
k ararların ı etkilem iş olabilir. S ın a m a la r’ m 27. sayfasın a k ad ar gelen
C a ry B ayn es çalışm anın tra n sk rip siy o n u n u tam am lam ad ı. B u n u iz­
leyen y ılla rd a zam anını Ju n g ’un m ak alelerin i İn gilizce’ye çevirm eye
ayırd ı ve bunu d a I C h in g çevirisi izledi.
Y ir m ili y ılla rın o rta la rı o ld u ğ u n u tah m in ettiğim b ir n o k tad a
lıın g ,T a sla k ’a g eri d ön d ü ve y e n id e n d ü zeltm eye, y a k la şık 250 s a y fa ­
lık m etinde eklem e ve çık arm a la r yaptı. B u d ü zeltm eler d ilin ve ter­
m in o lo jin in ye n ile n m e sin i sa ğ la d ı.195 A y rıca , d ışarıd a b ıra k tığ ı m a­
teryallerd en b ir b ö lü m ü n ü n y a n ı sıra L ib e r N o vu s’un k a lig ra fi cildi
için y a z ıy a ge çird iğ i m etn in b ir bö lü m ü n ü de gö zden geçird i. Y a y ım ­
lam ayı cid d i o la rak d ü şü n m e d iğ i v a rsa y ılırsa b u işe ned en g iriştiğ in i
an lam ak zor.

1y2. JA. Jung’un Stockınayer'e yazdığı mektuplar gün ışığına çıkmadı.


193. Liber Novus’takı LiberSecundusa gönderme yapılıyor; aşağıda bkz. dipnot 4, s. 182.
1<J4. JA.
1tıs. Örneğin, “Zeitgeist” yerine “Geist der Zeit” (zamanın tini), “Vordenken" (Öndüşünme)
yerine “Idee" (İdea).
1 9 2 5 y ılın d a Ju n g, P sik o lo ji K u lü b ü ’nde an alitik p sik o lo ji se ­
m in e rle ri v e rd i. B u sem in erlerd e L ib e r N o v u s'tak i ö n em li fan te zi­
le rin d e n b a z ıla rın ı ele aldı. O rta y a çık ışların ı a ç ık la d ı ve P sik o lo jik
Tip le r’d ek i d ü şü n celerin tem elin i o lu ştu rd u k ların ı ve b u çalışm an ın
a n la şılm a sın d a k ilit ön em d e o ld u k la rın ı gö sterd i. Sem in er C a r y B ay -
nes tarafın d an y a z ıy a g e ç irild i ve d ü zeltild i. A y n ı y ıl Peter B ay n es
özel o la ra k basılan Septem Serm ones a d M o rtu o s (Ö lülere Y e d i V a-
az)’ın İn gilizce çevirisin i h azırlad ı. '96 Ju n g İn gilizce k o n u şa n ö ğ re n c i­
lerin d en b a z ıla rın a k itabın b irer k o p y a sın ı verd i. M u h tem elen H e n ry
M u r r a y ’in k itap için teşekk ür eden m ek tu b u n a y a n ıt o la r a k yazılan
m ek tu p ta Ju n g şöyle d iyo rd u :

Bana gelen bu fikirlerin gerçekten oldukça harika şeyler olduğuna


güçlü bir şekilde ikna oldum. Bunu (yüzüm kızarmadan) söyleyebi­
liyorum, çünkü beni ilk ziyaret ettiklerinde ne kadar dirençli ve inatçı
olduğumu ve donuk zihnime göre o derece üstün olan bu simgesel dili
okuyabilene dek bunun ne büyük bir güçlük çıkardığını biliyorum .'

Ju n g , V a a z la r ’ın y a y ım la n m a sın ı L ib e r N o v u s’u n y a y ım la n m a sı­


na y ö n e lik b ir d en em e o la r a k d ü şü n m ü ş o la b ilir. B arb a ra H a n n a h ’a
gö re Ju n g V a a z la r'ın y a y ım lan m a sın d a n p işm an o la c a k ve “ y a ln ız ca
K ırm ız ı K ita p için d e y a z ılm ış o lm ası g e re k tiğ in i gü çlü b ir şekilde du-
yu m sa y a c a k tı.” 198
Ju n g b ir a ra “ A ç ık la m a la r” b a şlığ ı a ltın d a L ib e r P r im u s ’u n 9, 10
ve 1 1 . b ö lü m le rin e a ç ık la m a g e tire n b ir y a z ı k ale m e a lm ıştı (bkz. E k
A ). B u ra d a 19 2 5 sem in e rin d ek i b u fan tezilerd en b a z ıla rın ı ele a lı­
y o r ve d ah a faz la a y rın tıy a g ir iy o r . Y a z ılm a ta rz ın d a n ve k u lla n ılan
k a v ra m la rd a n y o la ç ık a r a k bu m etn in y ir m ili y ılla rın o rta la rın d a
y a z ıld ığ ın ı ta h m in ed iy o ru m . D iğ e r b ö lü m ler için de “ a ç ık la m a la r”
ya z m ış y a d a y a z m a y ı d ü şü n m ü ş o la b ilir an ca k b u n la r elim izd e yok.
B u m etin fan te zilerin i tüm a y rın tıla rıy la a n la y a b ilm e k için ne k ad ar
ça lıştığ ın ı g ö ste riy o r.

196. Londra: Stuart and Watkins, 1925.


197. 2 Mayıs 1925, Murray yazıları, Houghton Kütüphanesi Harvard Üniversitesi; özgün dili
İngilizce. MichaelFordham analizinde uygun bir “ileri” evreye ulaştığını düşününce
Peter Baynesekitabın bir kopyasını verdiğini ve bunu bir sır olarak saklaması için ona
yemin ettirdiğini hatırlıyor (kişisel iletişim, 1991).
198. C. G. fung: His Life and Work. A Biographical Memoir, s. 12ı.
Ju n g bazı isim lere L ib e r N o v u s ’u n b irer k op yasın ı verm işti. B u n ­
lar C a r y B aynes, P eter B ayn es, A n ie la Jaffe, W o lfgan g Sto ckm ayer ve
lo n y W o lfftu . B u n lara ek başka isim ler de olabilir. 19 3 7 y ılın d a çıkan
yangın Peter B ayn es’in evin i yerle bir etm iş ve elindeki L ib e r N o vu s da
/.arar görm üştü. B irk a ç y ıl son ra Ju n g ’a b ir m ek tu p y a z a ra k b ir k op ya
daha alıp alam ayacağını sorm u ş ve m etni tercüm e etm eyi ön erm işti. 199
lııng yan ıt olarak şöyle yazm ıştı: “ K ırm ızı K ita p ’ın bir k op yasın ı daha
tem in etm eye çalışacağım . L ü tfe n çeviri k o n u su n d a endişelenm e. Z a ­
ten 2 y a d a 3 ç ev irisi old u ğu n d an em inim a m a ne old u ğu n u ve k im in
tarafından yap ıld ığın ı b ilm iy o ru m .” 200 B u düşünce b ü y ü k olasılıkla ça ­
lışm anın elden ele d olaşıyo r olm asın d an kayn ak lan ıyo rd u.
Ju n g şu isim lerin L ib e r N o vu s’u ok u m asın a y a d a gözden geçirm e­
sine izin verm işti: R ich ard H ull, T in a K eller, Jam es K irsch , X im en a
Roelli de A n g u la (çocuk olarak) ve K u rt W olff. A n ie la Jaffe, K a ra K i­
ta p la rı okum uştu ve T in a Keller d a bunların bazı b ö lü m lerin i o k u m ak
için izin almıştı. Ju n g bü yü k olasılıkla kitabı E m il M edtner, Franz R ik ­
lin Sr., E rik a Schlegel, H ans T rü b ve M arie-L o u ise vo n Fran z gibi yakın
çalışm a ark ad aşların a d a gösterm işti. Ö yle görü nü yor ki yaln ızca tam
olarak gü ven d iği ve d üşü ncelerini k avrayabileceğin i d üşündüğü isim ­
lerin Lib er N o vu s’u ok u m asın a izin veriyord u . Ö ğrencilerin önem li bir
bölüm ü bu niteliğe uym u yord u .

Psikoterapinin Dönüşümü
L ib e r N ovus, Ju n g ’un y en i p siko terap i m od elin in o rta y a çık ışın ı
kavrayabilm ek açısınd an ç o k ön em li. Ju n g 1 9 1 2 ’de, L ib id o n u n D ö n ü ­
şüm ü v e S im g e le r in d e , -L ib e r N o vus’takine benzer- söylensel fan te­
zilerin b ilin çd ışın ın ın so y o lu şsa l ta b a k a la rın ın gevşem e işaretleri ve
şizofreni belirtisi o la rak g ö rü yo rd u . Y a p tığ ı ben lik -d en eyleri bu y a k ­
laşım ını kökünden değiştirecekti: A rtık ö n em li olan ın şu y a da bu iç e ­
rik değil, b ireyin b u n a olan tu tu m u ve özellikle de d ü n ya gö rü şü n d e
hu tip b ir içeriğe u y u m sağlayıp sağlaym ad ığı o ld u ğ u n u d ü şü n ü yo rd u .

ı •)*). 23 Kasım 1941, /A


'a 22 Ocak 1942, C G. Jung, Mektupları s. 312.
B u d a L ib e r N o vu s'a yazd ığı sonsözd e çalışm an ın y ü zeysel b ir gö z­
lem ciye d elilik gibi gö rü n eb ileceğ in i ve d en ey im le rin i zapt edip k a v ra ­
m a y ı b aşaram asayd ı bunun d a gerçekleşeb ileceğin i sö ylem esin i açık­
lıy o r.201 Ju n g, L ib e r S ecu n d u s'u n 1 5 . b ö lü m ü n d e çağdaş p sik iy atriy i
eleştirir ve d insel deneyim y a d a ilah i çılgın lığı p siko p ato lojid en ayırt
edem ed iğ in i vurgular. Ju n g ’a göre, bir gö rü m y a d a fantezinin içeriğ i
tanı b ak ım ın d an h erh an gi b ir d eğer taşım asa bile bu n ların d ikkatli b ir
şekilde ele alın m ası g e r e k iy o r d u k
D en eyim lerin d en p siko lojin in h ed ef ve yön tem leri üzerine yeni
k avram lar geliştirm işti. M o d ern psikoterapi, ortaya çıktığı on d o k u ­
zuncu y ü z y ılın sonlarından itibaren öncelikle işlevsel sinir bo zu k lu k ­
ların ın , ya n i bilinen ad ıyla n evro zların sağaltılm asıyla ilgilenm işti.
B irin ci D ü n ya S av aşı’nın b aşlam asıyla birlikte Ju n g p siko terapi u y ­
gulam asın ı yen id en tan ım layacaktı. Psik oterap in in tek ilgi alanı artık
p siko pato lojin in sağaltım ı olm ayacak, u ygu lam a bireyleşm e sü reci­
n in p ekiştirilm esi yo lu yla bireyin daha yü k sek düzeyde gelişim ini de
sağlayacaktı. B u da yaln ızca an alitik p siko loji değil, tü m p siko terapi
açısınd an geniş k ap sam lı son u çlar d oğu racak tı. Ju n g Liber, N o v u s ’ta
tü rettiği kavram ların geçerliliğin i kan ıtlam ak için k itap ta betim lenen
süreçlerin eşsiz olm ad ığın ı ve geliştird iği kavram ların başkaların a da
uygulanabilir old uğunu gösterm eye çalışıyordu. H astaların ın ü rü n leri­
n i incelem ek için resim lerin i içeren geniş b ir koleksiyon olu şturm uştu.
H astalarının im gelerinden a y rılm a m a la rı için on lardan k en d isi için re­
sim lerin birer k o p yasın ı ya p m a ların ı istiyo rd u .203
B u dönem de h astaların a u y a n ık d u ru m d ayken görüm leri nasıl te-
tikleyebileceklerini gösterm eye d evam edecekti. 19 2 6 y ılın d a Christia-
n a M o rgan analiz için Ju n g ’a geldi. P sikolojik T ipleri okud u ktan sonra
Ju n g ’un fikirlerin d en etkilenen M o rg a n ilişkilerin deki soru nlar ve y a ­
şad ığı d ep resyo n lar için Ju n g ’un y a rd ım ın a başvurm u ştu . 19 2 6 yılın d a
ya p tık ları bir seansta Jun g, M o rg a n ’a gö rü m ler üretm esini önerm işti.
M o rgan şöyle yazm ıştı:

20 ı. Aşağıda bkz. s. 48ı.


202. Jung’un Swedenborg'da Psikoloji Kulübündeki bir konuşmadan sonra yaptığı yorumlarla
karşılaştırın, Jaffe yazıları, ETH.
203. Bu resimler Küsnacht C. G. Jung Enstitüsündeki resim arşivinde incelenebilir.
Benim için belirsiz olduklarından çok fazla bir şey söyleyemem.
Yanlızca başlangıç aşam asındalar. İlk başta som utlaştırm ak için
yalnızca gözün retinası kullanılıyor. Daha sonra im geyi sürekli
çıkm aya zorlam ak yerine yalnızca içine bakm ak istiyorsunuz. Bu
im geleri gördüğünüzde onları tutmak, sizi nereye götürdüklerini,
nasıl değiştiklerini görm ek istiyorsunuz. İnsan bizzat resmin içine
girm ek, aktörlerden biri olm ak istiyor. Bunu yapm aya ilk başla­
dığımda doğa m anzaraları görüyordum . Daha sonra kendim i bu
manzaranın içine koym ayı öğrendim ve böylece figürler bana ses­
lenmeye, ben de onlara yanıt verm eye başladım... İnsanlar sanatçı
bir yaradılışı olduğunu söylüyor ama aslında beni alıp götüren sa­
dece bilinçdışımdı. Şim di dış hayatın yanı sıra bunun dram asını da
oynam ayı öğrendim ve artık hiçbir şey beni incitemez. Bilinçdışın-
dan gelen malzemeyle ıo o o sayfa yazdım (Böyle dedi yum urtaya
dönüşen devin görüm ü.)204

Ju n g h astaların a kendi d en eyim lerin i ayrın tılı o larak an latıyo r


vl' on lardan a yn ı örn eği iz lem elerin i istiyord u . O nun ro lü kendi
i ıııge akışları ile d en eyler y ap an h astaların a nezaret etm ekti. M o rgan
1 ıı ng’un söyled iklerin i şö y le aktarıyo r:

Şimdi sana bu fantezilerle ilgili bir şeyler söylem ek zorundaymışım


gibi hissediyorum... Bu fanteziler şimdi aslında zayıf ve aynı m o­
tiflerin tekrarlarıyla dolu gibi görünüyor. Yeterince alevli, hararetli
değiller. Ateşlerinin artması gerekiyor... İçlerine daha fazla girm e­
lisiniz, yani içlerinde kendi bilinçli eleştirel benliğiniz olarak yer
almalı, kendi yargı ve eleştirilerinizi dayatmalısınız... Bunu kendi
deneyimlerimi anlatarak açıklayabilirim. Kitabımın üzerinde ça­
lışıyordum ve birden omzumun üzerinden beni izleyen bir adam
gördüm. Kitabımdaki altın noktalardan biri uçup adamı gözünden
vurdu. Adam benden onu çıkarm am ı istedi. Hayır, dedim, bana kim
olduğunu söylemeden olmaz. Söylemeyeceğim, dedi. Elbette bunu
biliyordum. Benden istediğini yapm ış olsaydım bilinçdışına dalıp
gidecekti ve ben de olanların anlamını, yani neden bilinçdışından
çıkıp bana göründüğünü bilemeyecektim. En sonunda birkaç gün
önce bana gelen bazı hiyerogliflerin anlamını açıklayacağını söyledi.

<ı.j. 8 Temmuz ı926, analiz defterleri, CountwayTıp Kütüphanesi. Sonda anılan görüme
Liber Secundus’ta yer veriliyor.
Bunu yaptıktan sonra noktayı gözünden aldım ve o da kayboldu.205

Ju n g h astalarınd an k en d i K ırm ızı K it a p la r ın ı h a zırlam aların ı bile is ­


tem işti. M o rgan , Ju n g ’un söyled iklerin i şöyle aktarıyo r:

Hepsini güzelce ciltlenmiş bir kitapta olabildiğince güzel bir akta­


rımla toplamanızı önereceğim. görüm leri bayağılaştırıyorm uşsu-
nuz gibi hissedecektiniz ama bunu yapm anız gerekiyor. Böylece
kendinizi onların gücünden kurtaracaksınız. Örneğin, bu gözler
için yaparsanız artık sizi çekm eyi bırakacaklar. Asla görüm leri ye­
niden getirm eye çalışmamalısınız. Bunu bir hayal olarak düşünün
ve resm ini yapm aya çalışın. Daha sonra bunları değerli bir kitaba
koyduğunuzda kitabı alıp sayfalarını çevirebilirsiniz. Bu sizin kilise­
niz, katedraliniz olacak. Ruhunuzun bu dingin yerlerinde yenilene­
ceksiniz. Eğer biri çıkıp da bunun marazi, nevrotik bir şey olduğunu
söylerse ve siz de onu dinlerseniz ruhunuzu kaybedersiniz, çünkü
ruhunuz bu kitabın içinde. 206

J. A . G ilb e rt’e 19 2 9 y ılın d a ya z d ığ ı b ir m ek tu p ta p ro sed ü rü n ü şu söz­


lerle yo ru m lu yo r:

Bazen bu tip vakaları ele alırken onları yaşadıkları kendine özgü de­
neyim leri yazı ya da resim ve boyam a biçiminde ifade etmenin çok
yardım cı olduğunu gördüm. Bu tip vakalarda neredeyse hiçbir dile
uymayan o denli çok kavranm ası olanaksız sezgi, bilinçdışından ge­
len fantezi parçaları var ki... Hastalarımın kendi simgesel ifadelerini,
kendi “söylenlerini” bulmalarına izin veriyorum .207

Filemon’un Tapınağı
i9 2 o ’lerd e Ju n g ’un ilg i a la n ı, gittikçe artan b ir şekilde, L ib e r N o ­
vu s’un y a z ıy a g e çirilm e si ve K a ra K ita p la r daki söylence üzerin e ç a ­
lışm ala rın d an , B o llin g e n ’de b u lu n a n k u lesin d e k i ç a lışm a la rın a k a y ­
dı. i9 2 o ’de B o llin g e n ’d ek i Z ü rih G ö lü ’ nün üst k ıy ıla rın d a k i bir p arça
a ra z iy i satın aldı. B u n d an ön ce de tatillerd e ailesiyle b irlik te Z ü rih

205. a.g.e. 12 Ekim 1926. Burada anılan epizot büyücünün ortaya çıkışıdır (“Ha”). Aşağıda
bkz. s. 280, dipnot 155.
206. a.g.e. i2Temmuz 1926.
207. 20 Aralık 1929. JA (özgün dili İngilizce).
< lölü’n ün çevresin d e kam p y a p ıy o rla rd ı. E n d e rin le rd e k i dü şü ncele-
1 mi ta şla rla tem sil etm e g e re k sin im i h issetm iş ve bü tü n ü yle ilk el b ir
konut in şa etm işti: “ O y sa sözcü k ler v e k âğ ıt yeterin ce gerçek d eğ il­
di; daha faz la sı g e re k iy o rd u .” K e n d in i “ taşa a ç m a sı” gerekiyo rd u .™ 8
I\ ııle “ bireyselleşm en in te m siliy d i.” Y ılla r geçtikçe d u varlara resim ler
v i o ym alar ya p a c a k tı. K u le L ib e r N o v u s ’u n üç b o y u tlu d e v a m ı “ L ib e r
C)uartus” o la rak gö rü leb ilir. Ju n g , L ib e r Secu n d u s’u n so n u n d a şöyle
yazm ıştı: “ İçim d e k i O rta Ç a ğ ’ın bir p a rça sın ı yak alam am gerekiyor.
I >iğerlerinin O rtağı Ç a ğ ’ın ı y e n i b itird ik. E rk en d ön em d en , m ü n z e ­
vilerin y o k old u ğu çağlard an b aşlam am g e re k iy o r.” ™9 H iç b ir m o d e rn
k o laylığı içerm eyen k u le özellikle b ir O rta Ç a ğ y a p ıs ı şeklin d e in şa
edilm işti. B u sü re k li evrim geçiren b ir çalışm ayd ı. K u le n in d u va rın a
>ıı sözleri k azım ıştı: P h ile m o n is sacru m -F a u sti p o e n iten tia ” [File-
ıııon’un T a p ın a ğ ı- F a u s t’u n T ö vb esi] (kuled eki d u va r resim lerin d en
lıiri de F ile m o n ’un p o rtresiyd i). 6 N isa n 19 2 9 ’d a R ic h a rd W ilh e lm ’e
griyle yazm ıştı: “ N ed en zam an ın d ışın d a y a şam a sı ge re k e n in san lar
için d ü n ye vi m an astırla r y o k ? ’"™
9 O cak 1 9 2 3 ’te Ju n g ’un an n esi öldü. 2 3/24 A ra lık 1 9 2 3 ’te şu d üşü
gördü:

Askerdeyim. Taburla birlikte uygun adım yürüyoruz. Ossingen’de


bir ormandaki kavşakta bir kazı yerine rastlıyorum: ı metre yük­
sekliğinde taştan bir kurbağa ya da başsız bir karakurbağası figü­
rü. Onun arkasında karakurbağası başlı bir erkek çocuk oturuyor.
Ardından, kalbinin üzerine bir çapa saplanmış Rom alı bir adamın
büstü. ı64o'lardan kalma başka bir büstte yine aynı m otif. A rd ın ­
dan m umyalanm ış bedenler. En sonunda da on yedinci yüzyıl tarzı
bir fayton. Faytonda bir ölü oturuyor ama hâlâ yaşıyor. Ona “ H anı­
mefendi," diye seslenince başını çeviriyor. “ H anım efendi," bunun
b ir asalet unvanı olduğunun farkındayım .111

B irkaç y ıl so n ra d ü şü n ü n a n la m ın ı k avrayacaktı. 4 A ra lık 19 2 6 ’d a


şunları yazm ıştı:

ıH. Anılar, s. 250.


'<>*) Aşağıda bkz. s. 398.
, 1m. JP.
• 1 ı Kara Kitap 7, Sı 120.
23/24 A ralık 19 23'te gördüğüm düşün animanın ölmesi anlamına
geldiğini ancak şimdi görüyorum (“ Kadın öldüğünün fakında de­
ğil"). Bu da annemin ölümüyle örtüşüyor... A nnem in ölümünden
bu yana A. [Anima] sessizleşti. A nlam lı!"212

B irk a ç y ıl so n ra ru h u yla birkaç k o n u şm ası d a h a olacaktı an cak


a n im a ile k arşılaşm ası b u rad a b ir k ap a n m a n o ktasın a u laşm ıştı. 2
O cak 19 2 7 ’de L iv e rp o o l’d a geçen bir düş gördü:

Birkaç genç İsviçreli ile birlikte Liverpool'da rıhtımdayız. Yağm ur­


lu, dumanlı ve bulutlu karanlık bir gece. Şehrin yayladaki yukarı bö­
lümüne doğru yürüyoruz. Merkezdeki bir bahçenin yuvarlak küçük
gölüne geliyoruz. Gölün ortasında bir ada var. A dam lar böyle isli
puslu, harap bir şehirde yaşayan bir İsviçreli'den bahsediyor. Ben­
se adada ebedi bir güneşin aydınlattığı kırm ızı çiçeklerle kaplı bir
manolya ağacı olduğunu görüyorum ve şöyle düşünüyorum: “ Bu
İsviçreli adamın neden burada yaşadığını artık biliyorum. Anlaşılan
o da biliyor." Bir şehir haritası görüyorum : [Çizim ]’" 13

Ju n g d ah a son ra bu h aritad an y o la ç ık a ra k b ir m an d a la resm e-


d ecekti.214 Ç o k ön em v e rd iğ i b u düş h a k k ın d a so n rad an şu y o ru m u
ya p ıyo rd u :

Bu düş benim o dönemdeki durum um u temsil ediyor. Yağm urun


ıslaklığıyla ışıldayan grim si-sarım sı yağm urlukları hâlâ görebiliyo­
rum. Her şey son derece nahoş, karanlık ve mattı. Tıpkı o sıralar
hissettiklerim gibi. Y ine de dünya dışı bir güzelliği görmüştüm ve
yaşayabilmemin nedeni de buydu... Burada hedefe ulaşıldığını gö­
rebiliyordum. İnsan m erkezin ötesine geçemez. Merkez hedeftir ve
herkes bu merkeze yönelir. Bu düş aracılığıyla benliğin yönelim ve
anlamın ilkesi ve arketipi olduğunu anladım .” 5

Ju n g b u İsv iç re li’nin k en d isi old u ğ u n u d a b u n a ekliyor. “ B e n ” b e n ­


lik d eğild i an cak insan bu rad an y o la çık arak ilah i m u cizeyi göreb ilird i.
K ü çü k ışık b ü y ü k ışığ ı an ım satıyo rd u . B u n d an so n ra artık m an dala

212. a.g.e. s. 12ı.


213. a.g.e. s. 124. Çizim için bkz. EkA. s. 482.
214. İmge 159.
215. Anılar, s. 224.
rcsm etm eyecekti. Düş, doğrusal o lm ayan b ilin çd ışı gelişim sürecin in
ilad esiydi ve Ju n g bunu bü tü nü yle d o yu ru cu bu lm uştu . B u dönem de
kendini b a şk a la rın ın a n lam ad ığı b ü y ü k b ir şeyle u ğraşan y a ln ız b iri
olarak h issed iyo rd u . D ü şü n d e ağacı y a ln ız c a o gö rm ü ştü. O n lar o ra ­
da d u ru rken ağaç k aran lığ ın için de ışıld ıy o rd u . B u g ö rü yü yaşam am ış
olsayd ı h ayatı an lam ın ı y itirecek ti.216 B en liğin b ireyselleşm en in hedefi
old uğunu ve b ireyselleşm e sü recin in d o ğ ru sa l o lm ad ığın ı, b en liğin ta ­
vafın d an olu ştu ğu n u fark etm işti. B u kavrayış o n a gü ç v e rm işti, aksi
takdirde den eyim onu ve çevresin d ek ileri çılgınlığa sürükleyecekti. 217
M and ala çizim lerin in ona ben liğin “kurtarıcı işlevin i” gö sterm işti ve
bu da on u n ku rtu lu şu yd u . Ş im d i görevi bu içgö rü m leri y a şam ın d a ve
bilim de sağlam laştırm aktı.
B ilinçdışı Süreçlerin P s ik o lo jis in in 19 2 6 ’d aki düzeltilm iş b a sk ısın ­
da orta y a ş geçiş d ön em in in ö n em in i vu rg u lu y o rd u . Ju n g ’a göre y a ­
şam ın ilk ya rısı, ö n celik li h ed efin d ü n y a d a ken d in e b ir y e r edin m ek,
geçim in i sa ğ la m a k ve b ir aile k u rm ay a çalışm ak o ld u ğ u d oğ al evre
olarak n itelen d irilebilird i. İk in c i evre ise ö n cek i d eğerlerin gözden
geçirild iği k ü ltü rel evreyd i. B ire y leşm e sü reci şim d i insan gelişim in in
genel örü n tü sü o la rak an laşılıyord u . Ju n g ’a göre çağd aş to p lu m d a bu
geçiş sürecind e reh ber ek sik liği söz k o n u su y d u ve p sik o lo ji an layışı
ile bu b o şlu ğu d o ld u rd u ğu n a in an ıyo rd u . Ju n g ’u n fik irle ri analitik
p siko lojin in dışında yetişk in gelişim i p sikolojisi alanında d a etkili ol-
ııı uştur. K u şk u su z, ya şad ığ ı kriz d en eyim i y aşam ın bu iki evresin in
gerektirdikleri ile ilgili d üşün celerin in k alıb ın ı olu ştu rm u ştu . L ib e r
N ovus’ta Ju n g ’un geçm işteki d eğerlerin i gö zd en ge çirm e si ve k işiliğ i­
nin ih m al edilm iş y ö n lerin i geliştirm e çabası b e tim le n ir.218 D o layısıyla
hu çalışm a o rta yaş geçiş d ö n e m in in nasıl başarılı bir şekilde y ö n le n ­
d irilebileceği üzerine d ü şü n celerin in tem elin i olu ştu rm u ştu r.
19 2 8 yılın d a, 1 9 1 6 y ılın d a ya z d ığ ı “ B ilin ç d ışın ın y a p ısı” ad lı m a ­
k alesinin gen işletilm iş h a li olan B e n ile B ilin çd ışı A ra sın d a k i İlişk iler
başlıklı k ü çü k b ir kitap yayım lad ı. B u k itap ta dönü şü m sü recin in “ iç ­
sel d ram ası” üzerind e d u rm u ş ve b ireyleşm e sü recin in ele alın ışın a

ıft. MP. s. 159-160


: 17. a.g.e. s. 173
■18. TE 7, §§114-17.
ayrın tılı b ir şekilde d eğ in d iği b ir bö lü m eklem işti. İn san ın kişisel a la ­
n ın d an gelen fan te zileri ele aldıktan so n ra k işisel-o lm ayan alan ın d an
gelen fantezilerle k arşılaştığ ın ı yazıyo rd u . B u n lar gelişigü zel fanteziler
d eğild i ve b ir h e d e f çevresinde to p lan ıyord u . Son rad an gelen bu fa n ­
teziler, en yak ın benzetm e ile k ab u l sü reçleri o la rak betim len ebilirdi.
B u sü recin gerçekleşm esi için etk in k atılım gerekliydi: “ B ilin çli zihnin
k atılım ı etk in o ld u ğ u ve zihin sü recin her b ir aşam ası ile ilgili d en ey i­
m i ya şad ığ ı zam an... b ir so n rak i im ge h er zam an k azan ılan d an b ir üst
seviyede b aşlar ve am aca-yö n elm e gelişir.” 219
K işisel b ilin çd ışı özüm sendikten, p erso n a ayırt edildikten ve tan-
rı-gib i-olm a d urum unun üstesinden gelindikten son ra sırad aki aşam a
erkekler için anim a, kadınlar için anim usun bütünleşm esiydi. Ju n g ’a
göre b ir erk ek için ne old u ğu ile başkaların a nasıl g ö rü n d ü ğü n ü b irb i­
rinden ayırt etm esi ne k ad a r ön em liyse, “ bilinçdışı ile olan görünm ez
ilişk ilerin in ” bilincine va rm a sı ve böylece k end isin i anim adan ayırt et­
m esi de eşit derece de önem liydi. A n im a bilinçdışı olduğu zam an y a n ­
sıtılıyordu. Bir çocuk için ru h -im gesinin ilk taşıyıcısı anne, daha sonra
da erkeğin d uyguların ı uyan d ıran kadınlardı. İçsel k on u şm a y a da etkin
im gelem yo lu yla anim anın som u tlaştırılm ası ve sorgulanm ası gereki­
yordu. Ju n g ’a göre kendi ile kon u şm a yeten eği herkeste vardı. D o lay ı­
sıyla etkin im gelem içsel kon u şm an ın bir biçim i, b ir dram atize edilm iş
düşünm e tipi olacaktı. İn sanın ortaya çıkan düşüncelerden kim liği-
n i-ayırm ası ve bu düşünceleri bizzat ürettiği va rsa y ım ın ın üstesinden
gelm esi ö n e m liy d i^ 0 E n önem lisi de fantezilerin yo ru m lan m ası y a da
anlaşılm ası değil, deneyim olarak yaşan m asıydı. B u da aşkın işlev üzeri­
ne ya z d ığ ı m akaledeki ya ra tıcı form ülleştirm e ve a n la y ışa y a p tığ ıv u rg u -
dan uzaklaştığını gösteriyor. Ju ng’a göre kişi fantezilerle iştigal ederken
bunları bütünüyle gerçek anlam larıyla, yorum larkense sim gesel olarak
ele alm alıyd ı.221 B u da doğru d an K a r a K ita p la r d a k i prosedürü anlatı­
yor. B u tip tartışm aların görevi, anim anın etkilerini som utlaştırm ak ve
bunların altındaki içeriğin bilincine varm ak, böylece bunları bilinç ile
bütünleştirm ekti. K işi anim ada yansıtılan bilinçdışı süreçleri tanıyınca

219. a.g.e. §386.


220. a.g.e. §323.
22ı. a.g.e. §353.
.m iıııa özerk b ir karm aşa olm aktan çıkıp bilinç ile bilinçdışı arasındaki
ilişkinin bir işlevi haline geliyordu. B u an im anın bütünleşm esi süreci de
yine L ib e r N ovus ve K a ra K ita p la r d a ele alınıyordu. (Bu, a y n ı zam anda,
l.ibcr N ovus’taki f antezilerin gerçek anlam ları ile değil, sim gesel olarak
okunm aları gerektiği an lam ına geliyor. B u fantezilerdeki ifadeleri bağ­
lam dışı alıp gerçek anlam larıyla an m ak cid d i bir yanış anlam a d oğ u ra­
caktır.) Ju n g bu sürecin üç etkisi olduğunu belirtiyor:

Birincisi, sayısız bilinçdışı içerik ile bilincin genişletilmesi. İkincisi,


bilinçdışının baskın etkisinin zamanla azaltılması. Üçüncüsü de ki­
şilikte meydana gelen değişim .'”

A n im an m bütünleştirilm esi başarıldıktan son ra k işi b aşk a b ir fi­


gürle, “ m an a-kişiliği” ile karşılaşır. Ju n g ’a göre an im a “ m an a,” y an i gü-
ı iinü yitird ikten sonra on u özüm seyen tarafından edinilm iş olm alıdır.
Böylece bir “ m an a-kişilik ,” üstün istenç ve erdem v a rlığ ı haline gelir.
Bununla birlikte bu figü r

“ Kolektif bilinçdışının bir baskın-olanı, güçlü adamın kahraman,


önder, büyücü, şaman ve aziz, insanların ve tinlerin efendisi, tanrı­
ların dostu biçimindeki kabul edilmiş arketipidir.” 223

I >olayısıyla, k işi an im ayı b ütü n leştirerek ve onun gücünü edin erek k a ­


çınılm az olarak b ü yü cü figü rü yle özdeşleşm iş ve k en d in i b un d an ayırt
i'lıne gö revi ile yüzleşm iş olur. A yrıca, Jung k ad ın lard a bu figürün k ar­
şılığının B ü y ü k A na old u ğu n u ekliyor. A n im a üzerinde zafer id d iasın ­
dan vazgeçild iği takdirde b ü y ü c ü figü rü o rtad an kalk ar ve k işi m an anın
.ıslında “ k işiliğin orta n o k tasın a,” y a n i benliğe ait old u ğu nu fark eder.
M ana k işiliğ in in içeriğ in in özü m sen m esi ben liğe y o l açm ıştır. Ju n g ’un,
hem özdeşleşm e h em de d ah a son ra k im liğin i-a y ırm a bakım ın d an
m ana k işiliğ i ile k arşılaşm a ü zerine söyledikleri, L ib e r N o v u s’ta F ile­
mon ile k arşılaşm asıyla uyu şu yo r. Ju n g ben lik üzerine şu n ları yazm ıştı:

“Buna pekâlâ ‘içimizdeki Tanrı’ da denebilir. Tüm psişik yaşam ı­


m ızın başlangıçları kökleri ayrılm az b ir biçimde bu noktaya daya­

' n. a.g.e. §358.


■' 1. a.g.e. §377.
nıyor ve en yüce ve en derin hedeflerimiz ona doğru koşuyor gibi
görünüyor.'»24

Ju n g ’un ben liği anlatm a b içim i L ive rp o o l d ü şü n d en so n ra e d in d i­


ği an layışın ö n em in i ortaya k o yu yo r.
B en lik iç ile dış arasın d aki çatışm aya y ö n elik b ir çeşit te la fi olarak
n itelen d irilebilirdi... B enlik a yn ı zam an d a h ayatın h ed efidir, çü n k ü
b ireysellik olarak ad lan d ırd ığım ız o yazgısal b irleşm en in en bütünsel
ifadesidir... B en lik d en eyim in in u sd ışı b ir şey, B e n ’in ne k arşıt ne de
tâbi old u ğ u an cak b ir b ağım lı o lm a ilişk isi içinde ve tıp k ı D ü n y a ’nın
G ü n e ş’in çevresin d e d önm esi gib i on u n çevresin d e dönm esi o larak
yaşan m ası ile birlikte bireyleşm e hedefine ulaşılm ış o lu r.225

Dünya ile Yüzleşme


Ju n g, L ib e r N ovus üzerinde çalışm ayı neden bırakm ıştı? 19 5 9 y ılın d a
yazd ığı sonsözde şö yle diyor:

19 30 yılında simya ile tanışmam beni ondan uzaklaştırdı. Wil-


helm 'in bana bir sim ya metni olan “Altın Ç iç e k " göndermesi so­
nun başlangıcı oldu. Orada bu kitabın içindekiler aslını buluyordu
ve artık kitap üzerinde çalışmam olanaksızdı.226

L ib e r N ovus’ta tam am lan m ış bir resim d ah a var. Jung 19 2 8 y ılın d a


altın bir şatonun m an dalasını resm etm işti (İm ge 16 3 ). Ju n g resm et­
m eyi b itirdikten son ra m an d alad a Ç in ’e özgü bir şeyler o ld u ğ u n u fa rk
etm işti. K ısa b ir süre sonra d a R ich a rd W ilh elm kendisine A ltın Ç içe ­
ğ in S ırrı'm n m etn in i gö nd erm iş ve buna bir y o ru m yazm asın ı istem iş­
ti. M etin ve zam a n la m a Ju n g ’u h ayrete d ü şürm üştü.

Metin, mandala ve merkezin çevresinde tavaf üzerine düşünceleri­


mi hayal bile edemeyeceğim bir şekilde doğruluyordu. Bu yalnızlı­
ğımı delip geçen ilk olaydı. Bir yakınlık olduğunun farkına varm ış­
tım. Birisi ve bir şeyle aramda bağlar kurabilirdim .227

224. a.g.e. §399.


225. a.g.e. §405.
226. Aşağıda bkz. s. 48ı.
227. Anılar, s. 222-223.
Jung'un Sarı Şato resm inin altına yazdıkları da b u o n a y ın önem ini gös-
tl'riyor.228 B u m etindeki im geler ile kavram lar ve kendi resim leri ile fan ­
tezileri arasındaki uyuşm a Ju ng’u hayrete düşürm üştü. 25 M ayıs 19 2 9 ’da
W ilhelm’e şunları yazdı: “Ö yle görülüyor ki yazgı bize D oğu ile Batı ara­
sındaki köprüyü taşıyan iki köp rü ayağı olm a rolünü biçm iş.’^ 9 M etnin
si ınyevi doğasının önem ini ancak daha sonra görecekti/30 1929 yılın d ayo -
11 ımu üzerinde çalıştı. ıo Ekim 19 2 9 ’da W ilhelm 'e şunları yazdı: “Bilinçdı-
şıınıza bu derece yakın duran bu m etin beni dehşete düşürdü.’^ 1
Ju n g’un A ltın Çiçeğin Sırrı üzerine yazd ığı y o ru m dönüm noktası
olm uştu. M andalanın an lam ın ı ilk kez k am u o y u ön ü nd e açıkça tartı­
şıyordu. İlk kez L ib e r N o v u s’tak i resim lerinden ü çünü, isim siz olarak,
vrupa m an dalalarına ö rn ek olarak gösterecek ve bunları yo rum la-
yacaktı.232 28 E kim 19 2 9 ’d a W ilh e lm ’e çalışm ad aki m an d alalarla ilgili
şunları yazm ıştı: “ İm geler çeşitlilikleri y o lu y la b irbirlerin i büyütüyor.
Bilinçdışı A vru p a lı b ir tinin D o ğu eskatolojisini a n la m a çabasını m ü ­
kem m el b ir şekilde y a n sıtıy o r.” 233 B u “A v ru p a lı b ilin çdışı tin ” ile D o ğu
i'skatolojisi arasın d aki bağlantı i9 3 o ’la rd a Ju n g ’un çalışm aların d a­
ki ana tem a olacak ve k o n u yu H in to lo g W ilh elm H auer ve H ein rich
/.im m er ile o rta k çalışm aların da da in celey ecek ti/34 A y n ı zam an d a, ça ­
lışm anın b içim i önem liydi: K en d isin in y a d a h asta ların ın den eylerin i
ayrın tılarıyla açıklam ak yerine, P sikolojik T ip ler' in 5. bölüm ünde y a p ­
tığı gibi Ç in ce m etindeki k o şu tlu k ları k u llan ıyordu . Bu alegorik yön-
ll'm artık tercih ettiği biçim olm uştu. D en eyim lerin i doğru d an yazm ak
yerine içrek u ygulam alardaki, çoğunlukla d a O rta Ç a ğ sim yasındaki
benzer gelişm eler üzerine y o ru m la r yapıyordu .
Kısa bir süre sonra Jung L ib e r N o vu s ü zerine çalışm ayı bird en bire
bıraktı. En son d ak i tam sayfa im ge tam am lan m am ıştı ve m etni yazıya

J.28. Aşağıda bkz. s. 366, dipnot 305.


229. JA.
qo. Almanca ikinci baskıya önsöz "‘Altın Çiçeğin Sırrına Önsöz” TE 13, s. 4.
■ı ı.Wilhelm, Jung’un yorumundan etkilenmişti. 24 Ekim ı929'da şöyle yazmıştı:
“Yorumların beni bir kez daha derinden etkiledi" (JA).
, 12. bkz. imge 105, ı59 ve ı63. Bu resimler, başka iki resimle birlikte, yine 1950 yılında Jung,
ed. Gestaltungen des Unbewussten: Psychologischen Abhandlungen, cilt. 7 [Bilinçdışının
Biçimleri: Psikolojik İncelemeler] (Zürih: Rascher, 195o)’de isimsiz olarak yayımlanmıştı.
JA.
•.14. Bu konuda bkz. The Psychology of Kundalini Yoga: Notes of the Seminar Given in
2932 by C. G. Jung, ed. Sonu Shamdasani (Bollingen Series, Princeton: Princeton
University Press, 1996).
geçirm eye d e son verm işti. Sonrad an, b u m erkezi n o ktaya y a d a T a o ’ya
ulaştığı zam an d ü n ya ile yü zleşm esin in başlad ığın ı ve birçok sem iner
verm eye başlad ığın ı söyleyecekti.135 B öylece “ b ilin çdışı ile yü zleşm e”
yaklaşm ış, “ d ü n ya ile yüzleşm e” başlam ıştı. Ju n g bu etkinlikleri kendi
içinde m eşgul old uğu yılların telafisi old uğu nu d a söylü yo rd u .236

Bireyleşme Sürecinin
Karşılaştırmalı İncelemesi
Ju n g i 9 i o ’lu yıllard a yazılm ış sim ya m etinlerine aşinaydı. 1 9 1 2 y ılın ­
da Th eodore F lo u rn o y C en evre Ü n iversitesi’nde verd iğ i sem inerlerde
sim yan ın p siko lojik y o ru m u n u su nm u ştu ve 1 9 1 4 y ılın d a da H erbert
Silberer konu üzerine ayrın tılı bir çalışm a y ayım lam ıştı.^ 7 S im y ayı p si­
k o lo jik b ir bakış açısıyla ele alan Ju n g ’un sim ya yak laşım ı da F lo u rn o y
ve Silberer’in çalışm aların ı izliyo rd u . Ju n g ’un sim ya an layışı iki tem el
teze d ayan ıyordu : B irin cisi, sim gayerler laboratu varların d a yazılar ve
m alzem eler üzerine d üşün ürken aslınd a bir tü r etkin im gelem u y g u ­
lam ası yapıyordu. İk in cisi, sim ya m etin lerind eki sim geler Ju n g ’un ve
h astalarının üzerinde çalıştığı bireyleşm e sürecine karşılık geliyordu.
19 3 o ’la rd a Ju n g K a ra K ita p la r d a k i fantezilerileri üzerine çalışm ı­
yo r, sim ya defterine od aklan ıyordu . Bu defterlerde, sim y a yazının dan
ve ilgili çalışm alard an y a p tığ ı alın tıları anahtar sözcüklere ve k on u lara
göre endeksleyerek ansikloped ik b ir biçim d e su nu yord u . Bu defterler
sim ya p siko lojisi üzerine yazıların ın tem elini olu şturacaktı.
Ju n g 19 3 o ’d an son ra L ib e r N ovus’u b ir y an a bıraktı. K itap, üzerinde
çalışm ayı bırakm ış olm asına karşın hâlâ etkin liğin in m erkezinde y e r alı­
y o rd u . T erap i çalışm aların da h astalarında h âlâ benzer gelişm eleri teşvik
etm eye ve den eyim in in h an gi yönleriyle kendine özgü, hangi yönleriy-

235. MP. s. ıs.


236. 8 Şubat 1923’te Cary Baynes Jung'la önceki bahar yaptıkları tartışmayı not almış: “İnsan
yetenekleri ile diğerlerinden ne kadar ayrılırsa ayrılsın başarılı bir ortaklaşa işleyişe
ulaşamadığı sürece, psikolojik açıdan, ödevlerini yerine getirememiştir, demiştiniz.
Ortaklaşa işleyiş ile ikimiz de insanlara toplumsal olarak katılmayı anlatmak istiyorduk,
mesleki ilişkileri ya da iş ilişkilerini değil. Siz ortaklaşa ilişkilerden uzak olmanın birey
için önemli bir kayıp olduğunu söylemiştiniz” (CFB).
237. Problems of Mysticism andlts Symbolism, çev. S. E. Jeliffe (New York: Moffat Yard, 1917)
İt' genel ve başkalarına uygu lanabilir old u ğu nu an lam aya çalışıyordu.
Sim gesel araştırm alarında L iber N ovus’taki im geler ve k avram lar ile k o ­
şutluklar k u rm ak la ilgileniyordu. Şu sorunun yan ıtın ı arıyordu: Bütün
kültürlerde bireyleşm e sürecine benzer bir süreç v a r m ıdır? E ğer varsa
ortak ve farklı ögeler nelerdir? Bu bakım dan, Ju n g’un 19 3 0 sonrası ça­
lışm aları L ib e r N ovus’un içeriğinin genişletilerek arttırılm ası ve çağdaş
lıa k ış açısı ile kabul edilebilecek bir biçime tercüm e etm e çabası olarak
görülebilir. L iber N ovus’tak i ifadelerden bazıları Ju ng’un sonradan y a ­
yım ladığı çalışm alarında savu n d u ğu düşünceleri yakın d an k arşılıyo r ve
form ülleştirm elerini tem sil ediyor. 238 Diğer yand an, b irço k parçası da
l'oplu E s e rle rin d e doğrudan y e r alm ayacak y a d a şem atik biçim de ya
da alegori ve ima yo lu yla sunulacaktı. D olayısıyla, L ib e r N ovus, bugüne
dek beklenm eyen b ir şekilde, Ju n g ’un Toplu Eserleri'nin birçok zorlu
yününe açıklam a getiriyo r. L ib e r N ovus üzerine çalışm adan Ju n g ’un
son dönem çalışm aların ın k ayn ağın ı k avram ak y a d a neyi başarm aya
çalıştığını tam olarak anlam ak m ü m k ü n değildir. A y n ı zam anda, Toplu
Eserleri kısm en L ib e r N ovu s üzerine d olaylı y o ru m la r olarak d ü şü n ü le­
bilir. B u iki çalışm a karşılıklı olarak birb irin i açıklıyor.
Jung “ bilin çd ışı ile karşılaşm asın ı” sonraki çalışm aların ın k ayn ağı
olarak gö rüyo rd u. Bütün çalışm aların ın ve son radan u laştığı her sonu-
ı un bu im gelem elerd en geld iğin i söylü yor. K o n u la rı sakar, engelli d il
içinde elinden geldiğin ce iy i b ir şek ild e ifade etm işti. Sık sık “ d e v taş
blokları [üzerim e] yu varlan ıyo r. B ir fırtın a d iğe rin i izliyo r,” gibi h isse­
diyordu. S ch reber’de old u ğu gib i bu yükü n altında ezilm ediğine hayret
ı'diyordu.2’9 19 2 7 y ılın d a K u rt W o lff akad em ik çalışm aları ile dü şleri
ve fan tezileri üzerine yaşam ö y kü sel notları arasın d aki ilişkiyi soru nca
şu yanıtı verm işti:

O beni çalışmaya zorlayan ilksel m ateryaldi ve çalışmalarım da bu


sıcak materyali zamanımın dünya görüşü içine yerleştirmeye y ö ­
nelik az ya da çok başarılı bir deneme. İlk imgelemeler ve düşler
alevli-akışkan bazalt gibiydi. Bundan üzerinde çalışabileceğim kris­
talleşen taş ortaya çıktı. 140

■ıH. Bunlar metindeki dipnotlarda belirtilmiş.


■w. Anılar, s. 201, MP, s. 144.
1<j. Erinnerungen, Triiume, Gedanken von C. G. Jung, Yay. haz. Aniela Jaffe (Olten: Walter
Verlag, 1988), s. 20ı.
A y rıc a ekliyord u:

“ Bir zamanlar yaşadığım ve yazdığım ve bilimsel çalışmalarımın da­


m arlarında gezinen şeyi çıkarmak 45 yılımı aldı diyebilirim.” ^ 1

Ju n g ’un d eyişiyle, L ib e r N o vu s, d iğer k o n u la rın y a n ı sıra, k en d i


b irey le şm e sü recin in a şa m a la rın ı anlatan b ir çalışm a o la ra k g ö rü le b i­
lird i. B u n u iz le yen çalışm alard a Ju n g h asta ların d a ve k arşılaştırm a lı
a ra ştırm a la rd a k o şu tlu k la r b u lab ileceğ i gen el şem atik o rta k ögeleri
gö sterm eye çalışm ıştı. D o la y ısıy la so n ra k i çalışm aları b ir çerçeve,
tem el b ir taslak n ite liğin d e y d i an cak a y rın tıla rın ön em li b ö lü m ü
d ışa rıd a b ıra k ılm ıştı. G eçm işe b a k a rak K ırm ız ı K ıY ap ’ı ifşa y o lu y la
a çık la m a y a yö n elik b ir çaba o la rak tan ım layacak tı. B u n u n onu ö z ­
gü rleştireceğin i d ü şü n m ü ş a n c a k gerçek leşm ed iğin i gö rm ü ştü . D a h a
so n ra d a in sa n i tarafa v e b ilim e d ö n m e si gerektiğin i an lam ıştı. İç-
g ö rü m lerin d e n so n u çlara u la şm a sı g erek iyo rd u . K ırm ız ı K i(a p ’taki
m alzem en in ü zerin d e ç a lışılm a sı ö n e m liy d i an cak a y n ı zam anda etik
y ü k ü m lü lü k le rin i de an lam ak zorundaydı. B u b o rc u n u d a y a şam ı ve
b ilim se l çalışm aları ile ö d eyecek ti.242
19 3 0 yılın d a Z ü r ih ’tek i P sikolo ji K u lü b ü ’n d e C h ristia n a M o r-
g a n ’ın fan tezi g ö rü m leri ü zerin e b ir dizi sem in er verm ey e b a şla d ı v e
b u n la r k ısm e n L ib e r N o vu s ü z e rin e d o la y lı y o ru m la r o la r a k g ö rü le ­
bilir. K itap ta tü re ttiğ i k a v ra m la rın a m p irik geç erliliğ in i k an ıtlam ak
için betim lenen sürecin eşsiz olm ad ığın ı gösterm esi gerekiyo rd u .
Ju n g ı 93 2 y ılın d a K u n d a lin i Y o g a ü zerin e v e rd iğ i sem in erlerle
b irlik te içre k u y g u la m a ları k a rşıla ştırm a lı o la rak in celem eye b aşlad ı
ve L o y o la lı Ig n atiu s, P a ta n ja li’nin Y o g a su traları, B u d ist m ed itasyo n
te k n ik leri ve O rta Ç a ğ sim y a sı ü zerin d e yo ğu n laştı. İsv iç re Fed eral
T e k n o lo ji E n stitü sü ’nde (e t h ) b u n la ra y ö n e lik b ir d izi k ap sam lı se­
m iner d üzenledi. 243 B u b a ğ la n tıla rı k u ra b ilm esin i ve k arşılaştırm a ları
yap ab ilm esin i sa ğla y an k av ra y ış Ju n g ’un bu u y g u la m a ların h ep sin in
fark lı etkin im gelem e b içim lerin e d a y an d ığ ın ı -ve h ep sin in h ed efin d e
k işiliğ in d ö n ü şü m ü n ü n o ld u ğ u n u - g ö rm e siy d i ve Ju n g b u n u birey-

24ı. a.g.e.
242. MP, s.148
243. Konferans notları halen yayıma hazırlanıyor. Ayrıntılı bilgi için bkz.
^^w.fılemonfoundation.org.
lq ın e sü reci o la rak a çık lıy o rd u . D o la y ısıy la Ju n g e t h sem in erlerin d e
I ilıer N o v u s ’u n tem elin i o lu ştu ran u y gu la m a n ın , y a n i etkin im gele­
min k a rşıla ştırm a lı ta rih in i su n u yo rd u . 19 3 4 y ılın d a , gen iş k ap sam lı
bir dizi m an d a la resm etm iş olan K ristin e M a n n ’ın b ireyleşm e süre-
ı ini ilk gen işletilm iş v a k a a n la tım ı o la rak y a y ım lad ı. B u ra d a ken d i
^a lışm a la rın a gö n d erm e y a p ıy o rd u :

Elbette bu yöntem i ben de kullandım ve anlamı hakkında en ufak


bir fikri olmadan insanın çok karm aşık resimler yapabildiğini doğ­
rulayabilirim. İnsan bu resimleri yaparken resim adeta kendi için­
den ve sıklıkla da bilinçli niyetin aksi yönünde gelişiyor.244

1 1 kin im gelem üzerine çok az yazd ığı için m evcu t çalışm anın sağaltım
yöntem lerine yö n elik açıklam asında b ir boşluğu dold u rd u ğu nu belirti­
yor. B u yö n tem i 1 9 1 6 yılın d a ku llan m aya başlam ıştı ancak ilk taslağını
19 28’de B e n ’in B ilin çdışı ile İlişk ile ri'nde kalem e alm ıştı ve m an dalaya
da ı9 2 9 ’da, A ltın Ç içeğin S ırrı'n d a değinm işti.

Herhangi bir telkinden kaçınmak için en az on üç yıl boyunca bu yön­


temlerin sonuçları konusunda sessiz kaldım. Bunların -özellikle de
mandalaların- gerçekten kendiliğinden üretildiğinden ve hastaya be­
nim kendi fantezim ile telkin edilmediğinden emin olmak istedim.^5

Tarih ç a lışm a la rı sü resin ce m an d a la la rın her y e r ve za m a n d a ü re til­


diğine ik n a olm uştu. A y r ıc a b u n la rın k en d i ö ğ ren cisi o lm a y a n p si­
koterap istlerin h a sta ları ta rafın d a n ü re tild iğ in i de b e lirtiy o rd u . Bu
da o n u L ib e r N o v u s ’u y a y ım la m a m a iten n e d en le rd e n b irin i orta y a
koyu yo r; k en d in i ve onu eleştiren leri h a sta ların d a k i gelişm elerin ,
özellikle de m an d a la im g e lerin in telk in d en k ay n ak la n m a d ığ ın a ik n a
l'I ınek. M a n d ala n ın a rk e tip le rin e vre n selliğin i gö steren en iy i ö rn e k ­
lerden b iri o ld u ğ u n a em in d i. 1 9 3 6 ’d a d a e tk in im gelem y ö n te m in i
ıızun sü red ir bizzat u yg u la d ığ ın ı ve b u n la rı an ca k y ılla r sonra, d ah a
oiıce va rlığ ın d a n h a b erd a r o lm a d ığ ı m etin ler ile d o ğ ru la y ab ild iği-
ııi sö ylü y o r.246 B u n u n la b irlik te, k an ıt açısın d an b a k ılırsa im gelerin
daha ön cek i b ir tan ışıklık söz k on u su olm ad an , k o le k tif b ilin çd ışın -

■|•!• “Bireyleşme sürecinde bir çalışma" TE 9, I, §622.


<.\5. a.g.e. §623.
• |<v "Kore figürünün psikolojik yönleri üzerine," TE9, ! §334.
d an k en d iliğin d e n orta y a çık tığ ı tezin in gerçekten ik n a ed ici o la b il­
m esi için , bilg i d a ğ a rc ığ ın ın g e n işliğ i n ed en iyle, Ju n g ’un k en d i y a z ­
d ık la rın d a n d ah a faz la sın a gerek var.
Ju n g L ib e r N o v u s ’ta, H ristiy a n lığ ın ge ç ird iğ i ta rih se l d ö n ü şü m ­
le ri ve sim gesel o lu şu m la rın ta rih se lliğ in i n asıl a n la d ığ ın ı ele a lıy o r.
B u k o n u y a sim ya n ın p sik o lo jisi ve H ristiy a n d o g m a la rın ın p sik o ­
lo jisi, ö zellik le de E y y u b ’a Y a n ıt’ta d eğ in iy o r. D ah a ön ce de b e lirt­
tiğ im iz g ib i Ju n g sa va şta n ö n ce k i g ö rü m le rin in keh an et n iteliğin d e
o ld u ğ u ve on u L ib e r N o v u s ’u o lu ştu rm a y a y ö n e lttiğ i g ö rü şü n d e y d i.
19 5 2 y ılın d a , N o b e l ö d ü llü fiz ik ç i W o lfg a n g P a u li ile o rta k ç a lışm a sı­
na d a y a n a ra k b u tip “ a n la m lı ra stla n tıla rın ” tem elin d e e şz a m a n lılık
o la ra k a d la n d ırd ığ ı, n e d en se l-o lm a y a n b ir d ü z en lilik ilk e si o ld u ğ u ­
nu ön e sü rm ü ştü .2^ B e lirli k o ş u lla r a ltın d a b ir a rk etip in to p la şm a sı­
n ın zam an ve u z a y ın g ö receleşm esin e y o l a ç tığ ın ı ve b u n u n d a bu tip
o la y la rı a ç ık la d ığ ın ı sa vu n u y o rd u . B ö y le ce , bilim sel a n la y ış ı 1 9 1 3 v e
1 9 1 4 y ılla rın d a k i g ö rü m le r g ib i o la y la rla b a ğ d a şac a k şek ild e g e n iş­
letm eye çalışm ıştı.
L ib e r N o vu s ile Ju n g ’un akad em ik çalışm aları arasın d a b ir n o kta­
sı no ktasın a ç ev iri ve ayrın tılan d ırm a ilişk isi olm ad ığın ı belirtm ekte
y a ra r var. Jung, henüz 1 9 1 6 yılında, fantezilerini ayrın tılan d ırm aya
d evam ederken b ir yan d an d a d eneylerinde ulaştığı sonu çlard an b a ­
zıların ı akad em ik d ile aktarm aya çalışm ıştı. H er ne k a d a r Ju n g ’un k a ­
m usal akad em ik çalışm aları L iber N o vu s’a d ayan ıyo r olsa da yin e de
bun lard an a yrı kalan L ib e r N o vu s’u b u n lara koşut ve yakın bir çalışm a
o larak görm ektense, özel b ir eser olarak değerlen d irm ek daha d oğru
olacaktır. Ju n g L ib e r N o vu s üzerinde çalışm ayı bıraktıktan son ra da
özel eserini -kenti söylencesini- k u led ek i çalışm aların da, taş o y m ala­
rın d a ve resim lerind e işlem eye devam etm iştir. B u rad a L ib e r N o v u s’un
işlevi üreten bir m erkez o lm asıd ır ve resim lerind en ve oym aların d an
bir bölüm ü onunla bağlantılıd ır. Ju n g’un p sikoterapid eki am acı kendi
benlik-d eneylerine ve sim ge yaratm aların a nezaret ederek h astalarının
yaşam d a yen id en anlam gö rebilm elerin i sağlam aktır. A y n ı zam anda
genel b ir bilim sel p sik o lo ji o rta y a k o ym aya çalışm ıştır.

247. bkz. C. A. Meier, ed., Atom and Archetype: The Pauli/Jung Letters, Beverley Zabriskie'nin
önsözüyle, çev. D. Roscoe (Princeton: Princeton University Press, 2001).
Liber Novws’un Yayım lanm ası
lung L ib e r N o vus üzerinde artık d oğru d an çalışm ıyor olsa d a akıbe-
l iııiıı ne olacağı s o ru su geçerliliğin i k o ru y o rd u ve yayım lan ıp y a y ım ­
lanm ayacağı h âlâ belirsizdi. 10 N isan 19 4 2 ’de V a a z la r ın basılm ası k o ­
nusundaki m ek tu b u n a v e rd iğ i y a n ıtta M a ry M ello n ’a şu n ları yazm ıştı:

“ Yedi Vaaz’m basılması konusunda bir süre daha beklemenizi rica


ediyorum. Aklım da eklem ek istediğim bazı yazılar var, ancak yıllar­
dır elim gitmedi. Yine de böyle bir durumda bunu göze alabilirim ."248

Ju n g 19 4 4 yılın d a ö n em li bir kalp krizi geçirecek ve bu p lan ın ı ger­


çekleştirem eyecekti.
19 5 2 y ılın d a L u cy H eyer, Ju n g’un yaşam öy k ü sü için orta y a bir p ro ­
je atm ıştı. O lga F ro eb e’nin önerisi ve Ju n g ’un ısrarıyla C a ry B ayn es de
bu projede L u c y H eyer’e eşlik etm eye başladı. C a ry B ayn es, Ju n g ’un y a ­
şam öyküsün ü L ib e r N o vu s’a d ayan arak y a z m a y ı d ü şü n ü y o rd u .249 P ro ­
jeden çekilince Jung d a h ayal kırıklığına uğram ıştı. L u cy H eyer ile b ir­
kaç y ıl süren gö rü şm elerin in a rd ın d an ilerlem ed en m em n u n olm ad ığı
için yaşam öyküsü p rojesin i 19 5 5 y ılın d a iptal etti. 19 5 6 y ılın d a K u rt
W o lff başka b ir yaşam öykü sü projesiyle geldi ve bu n u n son ucu A n ı­
lar, Düşler, D üşünceler oldu. Ju n g b ir ara L ib e r N o vu s’u n T o n i W o lff
larafınd an h azırlanan b ir k op yasın ı A n ie la Jaffe’ye v e rd i ve A n ılar,
I iitşler, D üşünceler de L ib e r N o vu s ve Kara K ita p la r dan alın tı y a p a b i­
leceğini söyled i.250 A n ie la Jaffe ile y a p tığ ı görüşm elerd e L ib er N o vu s ve
benlik-deneyi üzerine d ü şün celerinden bahsedecekti. Ne yazık ki Jaffe,
lıın g’un yo ru m ların ın h ep sin i yazıya geçirm em iştir.
Jaffe 3 1 E k im 19 5 7 ’de B ollin gen V a k fı’nd an Ja c k B arre t’e L ib e r N o-
i'i/s'la ilgili b ir m ektup yazdı ve Ju n g ’un bu kitabın K a ra K ita p la r la
birlikte Basel K ü tip h an esi’ne verilm esin i ancak b u n u n 50 yıl, 80 y ıl y a
ıla daha uzun bir süre ile sın ırlı o lm asın ı çünkü “ on u n h ayatıyla ilgili
bağlantıları b ilm eyen birisinin b u y a z d ık la rın ı ok u m ası düşüncesin den
nefret ettiğin i” yazdı. A y rıca , A n ıla r 'd a bu ya z ıla rd a n fazla b ir alıntı

|M. JP Görünüşe görejung’unaklında Filemonun yorumları vardı.Aşağıda bkz. s. 447-66.


(O. Olga Froebe- Kapteyn'den jack Barrette, 6 Ocak 1953, Bollingen arşivleri, Kongre
Kütüphanesi.
"• Jung’dan jaffeye, 27 Ekim 1957, Bollingen arşivleri, Kongre Kütüphanesi.
y a p m a ya ca ğ ın ı d a b e lir t iy o r d u ^ ’ A n ıla r ın ilk ta sla k la rın d an birin e
L ib e r P rim u s’un tra n sk rip siy o n u n u n b ü y ü k b ir b ö lü m ü n ü ta sla k o la ­
ra k d a h il etm işti.252 B u n u n la b irlik te bu b ö lü m son y a z ım d a n ç ık a r ıl­
m ış ve L ib e r N o vu s ya d a K a ra K ita p la r 'dan alıntı y a p ılm a m ıştı. Jaffe,
A n t la r ın A lm a n c a b a sk ısın a Ju n g ’un L ib e r N o v u s’a yazd ığı ön sö zü
ek o la r a k d a h il etm işti. Ju n g ’u n L ib e r N o v u s ’u n u la şıla b ilir o lm a sü ­
resi k o n u su n d a k i esn ek ta rih a ra lığ ı bu d ö n em d e F reu d ile y a z ışm a ­
la rın ın y a y ım la n m a sı ile ilgili v e rd iğ i sü reye y a k ın d ı.253
12 E k im 1 9 5 7 ’de Ja ffe ’ye Ktrm tzt K ita p ’ın aslın d a ta m a m la m ad ı­
ğın ı s ö y le d i^ 4 Ja ffe ’ye gö re 19 5 9 b a h arın d a Ju n g, sa ğ lığ ın ın iy i o l­
m ad ığ ı u zu n b ir d ö n em in a rd ın d a n y a rım k a la n son im geyi ta m a m ­
la m a k üzere L ib e r N o v u s ’u y e n id e n ele a lm ıştı. Y in e el y a z m a sın ın
tra n sk rip siy o n u n u k alig ra fi cild in e aktaracaktı. Ja ffe : “ Ö te yan d an ,
yin e ta m a m la y a m a m ış y a d a ta m a m la m ak istem em işti. B u h erh ald e
ölü m le ilgili, d iy o rd u .” 255 K a lig ra fi tra n sk rip siy o n u cü m len in o rta sın ­
d a k esiliyo r. Ju n g b u n a b ir so n sö z e k lem iş, an cak bu da o rta sın d a
k esiliyo r. Y a z ıla n ek bö lü m ve Ju n g ’un b ir arşive b a ğ ışla n m a sı k o n u ­
su n d a sö yle d ik le ri Ju n g ’u n kitab ın en in d e so n u n d a in celen eceğin in
fa rk ın d a o ld u ğ u n u gö steriyo r. L ib e r N o v u s Ju n g ’un ö lü m ü n d en so n ­
ra, va siye ti d o ğ ru ltu su n d a , ailesin d e kalacaktı.
1 9 7 1 yılın d a ve rd iğ i E ranos sem in eri “ Ju n g ’un y a şam ın ın y a ra tı­
cı e v re le ri” nde Jaffe L ib e r N o v u s ’u n taslağın d an ik i alın tı y a p m ış ve
eklem işti:

25 ı. Bollingen arşivleri, Kongre Kütüphanesi. Jaffe de ‘Kurt Wolff"a benzer bir bilgi verir.
30, 50 ya da 80 yıllık bir kısıtlamadan bahseder (tarih belirtilmemiş: 30 Ekim 1957’de
alınmıştır). Kurt Wolffyazıları, Beinecke Kütüphanesi, Yale Üniversitesi. Aniela Jaffe nin
Jung'la görüşmesinin kayıtlarının ilk bölümünü okuyan Cary Boynes, Jung'a 8 Ocak
1958de, “Kırmızı Kitap için çok doğru bir tanıtım. Artık huzur içinde ölebilirim” diye
yazar. (CFB)
252. Önsöz atlanmış ve ilk bölümün adı verilmiş: “Der Wiederfındung der Seele" (ruhun
yeniden kazanılması). Bu yerlerin bir başka bölümü bilinmeyen biri tarafından yoğun
bir şekilde edit edilmiş ve bu da yayımlama hazırlığının bir parçası olabilir (JFA).
253. Freud / Jung mektuplarının yayımlanması istisna olduğu için önemli görülebilir çünkü
Liber Novus ve Jung’un diğer yazışmaları yayımlanmamıştı ve bu da ne yazık ki Freud
merkezli bir Jung görüşünü güçlendirmişti: Liber Novus ta gördüğümüz gibi tahmin
edilebileceği üzere, Jung psikanalizden çok farklı bir evrene açılıyor.
254. MP, s. 169.
255. Jung/Jaffe , Erinnerungen, Triiume, Gedanken vonC. G. Jung (Olten: Walter Verlag, 1988),
s. 387- Jaffenin buradaki diğer yorumları yanlış.
“Jung elyazm asının bir kopyasını bana verm iş ve gerektiğinde alıntı
yapabileceğimi söylemişti.” 256

laffe bu izni yaln ızca bir kez ku llanm ıştır. A y rıc a 19 7 2 yılında BBC’nin
hazırladığı ve L au ren s v a n d er P o st’un su n d u ğu Ju n g belgeselind e L i­
ber N ovus’tan resim ler de k u llanılm ıştır. B u d a kitaba yö n elik gen iş bir
ılgi uyandırm ıştır. F reu d /Ju n g m ektu p ların ın 19 7 5 y ılın d a y a y ım la n ­
ması ve b ü y ü k beğeni gö rm esi üzerin e W illia m M c G u ire, P rinceton
O ııiversitesi Y a y ın la rı’nı tem silen, Ju n g ailesinin avukatı H ans K a rre r’e
yazdığı m ektup la L ib e r N o vu s’u ve Ju n g ’un taş o y m aların ın , resim le­
rinin ve k u lenin fo to ğ ra f k oleksiyo n u n u y a y ım lam a y ı te k lif etm iştir.
M cG u ire’ın ön erisi, m uhtem elen m etne y e r verm ed en , tıpkıbasım b a s­
kı yapm aktır. M ek tu bu n d a “ sayfa sayısı, m etin ve resim lerin birbirin e
oranı ve m etnin içeriği ve ilgi alan ı k on u su n d a bilgi sahibi değiliz,” y a ­
zıyordu.257 A slın d a yayın evin d e çalışm ayı gerçekten gören, o k u y a n y a
da bu k on u d a k ap sam lı bilgisi olan kim se y o k tu . B u istek reddedildi.
19 7 5 ’de Ju n g ’un d oğu m gü n ü n ü n yü zü n cü y ıld ö n ü m ü an ısın a d ü ­
zenlenen sergide L ib e r N o vu s’u n k aligrafi cild ind en b azı röprod ü ksi-

<> Jaffe, "Jung’un yaşamında yaratıcı evreler,” Spring: An Annual ofArchetypal Psychology
and Jungian Ihought, 1972, s 174.
McGuire yazıları, Kongre Kütüphanesi. 1961le Aniela Jaffe Liber Novus'u Jung’un
çevirmeni Richard Hull’a gösterdi ve o da izlenimlerini McGuire’a yazdı: “[AJ] bana
meşhur Kırmızı Kitap’ı gösterdi. Çılgınca resimler ve keşiş yazısıyla yazılmış yorumlarla
doluydu. Jung’un bunu gizli saklı tutmasına şaşmamak gerek! İçeri girip kitabı görünce,
neyse ki kitap masanın üzerinde kapalı duruyordu, sinirlendi: ’Das soll nicht hier sein.
Nehmen Sie’s weg!’ (Burada ne işi var bunun? Kaldırın hemen!). Oysa [AJ] önceden
bana Jung’un kitabı görmeme izin verdiğini yazmıştı. Mandala Sembolizmi Üzerine
bölümündeki birkaç mandalayı tanıdım. Aynı basımı harika olurdu, ama konuyu
açmanın ya da (Jaffe'nin benden istediği gibi) çizimlere otobiyografide yer vermeyi
önermenin akıllıca olmayacağını hissettim. Bunlar da eserlerinin bir parçası olarak
yayımlanmalı: Nasıl ki otobiyografi diğer yazılarını önemli oranda tamamlıyorsa
Kırmızı Kitap da otobiyografisini tamamlıyor. Kırmızı Kitap beni derinden etkiledi.
Jung’un bir delinin yaşadığı her şeyi ve bunun da ötesini yaşadığı açık. Freud’un öz-
analizi ne kelime, Jung ayaklı tımarhanenin ta kendisi! Kilit altında tutulan sıradan
bir hastadan tek farkı görümlerinin müthiş gerçekliğinden ayrı durabilmesini, olup
bitenleri gözlemlemesini ve anlamasını, yaşadıklarından işe yarar bir terapi sistemi
çıkarmasını sağlayan şaşırtıcı kapasitesi. Yine de bu eşsiz başarı için zırdeliye dönmüş.
Yaşadıklarının hammaddesi Schreber’in dünyasının tekrarı: Yalnızca gözlem ve kendini
ayrı tutma gücü ve anlama dürtüsüne bakarak Coleridge’in büyük bir metafizikçi
için söyledikleri onun için de söylenebilir (bu da otobiyografisi için çok iyi bir slogan
olurdu!): O ruhuna bir teleskopla baktı / Düzensiz gibi görüneni gördü ve güzel
Takımyıldızları gösterdi ve Bilince dünyalar içindeki gizli dünyaları ekledi (17 Mart
ı96ı, Bollingen arşivleri, Kongre Kütüphanesi). Coleridge’den bu alıntı gerçekten de
Anılar, Düşler ve Düşünceler in sloganı olarak kullanıldı.
yo n lar sergilendi. 19 7 7 ’de Jaffe C. G. Ju n g: D ü n y a ve İm ge’de L ib e r N o -
vus’tan dokuz resim y a yım lad ı ve 19 89 yılında G erh ard W ehr resim li
Ju n g b iyo grafisin d e yin e ilgili birkaç resim y a y ım lad ı.258
L ib e r N o vu s 19 8 4 yılın d a p rofesyo n el o la rak fotografl.andı ve beş
tıpkıbasım b a sk ısı h azırlan d ı. B u n lar Ju n g ’un d oğrud an v a risi olan beş
aileye v e rild i. Ju n g ’un Toplu E serleri’n in (19 9 5 y ılın d a tam am lan an)
A lm a n c a baskısını destekleyen ailesi 19 9 2 y ılın d a Ju n g’un y a y ım lan ­
m am ış y a z ıla rın ı incelem eye y ö n elik b ir çalışm a başlattı. A ra ştırm a ­
larım sonun da L ib e r N o vu s’u n b ir tam ve b ir k ısm i tran sk rip siyo n u n u
b u ld u m ve bun ları 19 9 7 y ılın d a varislerin e sundum . Y in e bu d ö n e m ­
de M arie-L o u ise vo n Fran z d a Ju n g ’un varislerin e b ir transkripsiyon
verdi. K o n u ve y a y ım a u ygu n olu p olm ad ığı konusunda rap o r verm ek
üzere d avet edildim ve k on u ü zerine b ir sun um yaptım . V a risle ri bu
rap orlara ve görüşm elere d ayan arak 2000 yılın ın M ayıs ayın d a çalış­
m an ın yayım lan m asın a izin v e rm e y i kararlaştırdı.
L ib e r N o vu s üzerine çalışm aları Ju n g ’un b enlik-deneyinin m er-
kezindeydi. T ü m eserleri içinde öne çıkan m erkezind eki kitap L ib e r
N ovu s’tan b a şk a sı değildir. Y a y ım lan m a sı ile birlikte a rtık Ju n g üze­
rine yazılan ların ön em li b ir b ö lü m ü n ü o lu ştu ran fantezi, d ed ik o d u ve
spekü lasyo n lara d eğil, b irin cil belgeye d ayan arak incelenebilecek ve
Ju n g ’un d ah a son raki çalışm aların ın k ayn ağ ı ve olu şu m u k avran ab ile­
cek. N ered eyse b ir yü zyıl b o yu n ca böyle b ir ok u m a y a p m a k m ü m k ü n
d eğild i ve Ju n g ’un h a y a tı ve çalışm aları ü zerine yaz ıla n o n ca geniş y a ­
zın en önem li belgesel k ay n ak ta n yoksundu.
L ib e r N o vu s’un ya yım lan m ası bir d ön üm n o k tası ve Ju n g ’un çalış­
m aların ın an laşılm asın d a yen i b ir çığır o lasılığın ı b eraberin d e getiri­
yor. R u h u n u n asıl g eri kazan d ığın a ve bö ylece b ir p sik o lo ji k u rd u ğu n a
dair b ir pencere açıyor. D o layısıyla bu giriş de b ir sonuçla değil, yen i
bir başlangıç vaad iyle bitiyor.

258. Aniela Jaffe, ed., C.G. Jung: Word and Image, figures 52-57, 77-79, fig. 59; Gerhard Wehr,
An illustrated Biography of Jung, s. 40, 140-41.
Editörün Notu
SONU SHAMDASANİ

I iher N ovus tam am lanm am ış bir el yazm ası m etin v e Ju n g ’un bu m etni
ııasıl tam am lam ak ya d a k arar verd iğ i takdirde nasıl yayım lam ak istediği
.ıçık değil. Elim izde fark lı m etinler v a r ve hiçbirini kitabın son h ali olarak
kabul edem iyoruz. Sonuçta m etni sunm anın çeşitli yo lları ortaya çıkıyor.
liıı not editörün m evcut baskıyı seçm e nedenini açıklam ayı am açlıyor.
Liber P rim us ve L ib er Secundus’un günüm üze ulaşan el yazm aları şu
sırayı izliyor:

Kara K ita p la r 2-5. (Kasım 1 9 13 - N isan 19 14 ).


E ly a z ısı Taslak. (Yaz 19 14 - 19 15 ) .
Daktilo Edilm iş Taslak. ( 19 1 5 dolayları).
Düzeltilmiş Taslak. (bir aşama 19 1 5 dolayları; bir aşama tahmini
ı92o'lerin ortaları)
Kaligrafi Cildi. ( 19 15 - 19 30, 19 5 9 ’da yeniden başlanıyor, tam am ­
lanmıyor).
Cary Baynes’in transkripsiyonu. (19 2 4 - 1925).
Yale E l Yazması. Liber Prim us, önsözsüz, (Daktilo Edilm iş Taslak
ile aynı).
Liber Prim us Baskıya H azır Taslak, önsözsüz, düzeltmelerin sahibi
bilinm iyor (tahm ini 19 5 o ’lerin sonları; Daktilo Edilm iş Taslak'ın
düzeltilmiş versiyonu).

Sın a m a la r iç in elim izdekiler:

K ara K itaplar 5-6 (Nisan 19 14 - Haziran 19 16 )


Vaazlar Kaligrafi. (19 16 )
Vaazlar Baskı. (19 16 )
El yazısı Taslak. ( 19 17 dolayları)
Cary Baynes'in transkripsiyonu. (1925) (27 sayfa, tamamlanmamış)

B u rad a sunulan düzen C a r y B ay n es’in transkripsiyonu ile başlıyor


ve kaligrafi cildindeki diğer yazıların y en i transkripsiyonu S ın a m a la rın
D aktilo Edilm iş Taslağı ile birlikte ve günü m üze ulaşan tüm ve rsiy o n ­
ların satır-satır karşılaştırm aları ile veriliyor. Son otuz sayfa T aslak ’tan
tam am landı. F ark lı el yazm aların ın birbirin den a y ıld ığ ı en ön em li n o k ­
talar m etnin “ ikinci aşam asıyla” ilgili. B u değişiklikler Ju n g ’un fantezile­
rin p sik o lo jik ön em in i k avram a çalışm asının d ev am ettiğini gösteriyor.
Jung Liber N o vu s’u “ ifşa yo lu y la açıklam aya yö n elik bir çaba” olarak
düşündüğü için farklı versiyo n lar arasındaki d eğişiklikler bu “ açıklam a
çabasını” gösteriyor ve dolayısıyla çalışm anın kendisin in önem li bir b ö ­
lüm ünü oluşturuyor. B u nedenle farklı versiyo n lar arasındaki önem li
değişiklikler notlarla gösteriliyor ve bu n lar belirli bir bölüm ün anlam ına
ya da bağlam ına açıklık getiren yazıları ortaya koyuyor. E l yazm aların ın
tüm aşam aları önem li ve ilginç. D olayısıyla bunların h epsini yayım lan ­
m ası gö revi -birkaç bin sayfayı bulacaktır- geleceğe k alıyor.'
İlk el yazm aların dan alınan yazıları dahil etm enin ölçütü sadece şu
so ru o ld u : B u ya z ıy ı d a h il etm ek oku yu cu n u n o lu p b itenleri k av ra m a ­
sına yard ım ed iyor mu? Bu değişikliklerin kendi içindeki önem leri bir
yana, b u n ları d ip notlarla verm en in b ir am acı d a h a var; Ju n g ’u n m etni
sü rek i o la rak gözden g eçirirk en ne k ad a r titiz çalıştığ ın ı gösterm ek.
D üzeltilm iş T a sla k Ju n g tarafın d an yapılan iki düzeltm e aşam ası­
n ı içeriyo r. B irin ci düzeltm e gru bu Taslak d aktilo edildikten son ra ve
kaligrafi cildine tran skrip siyo n u n d an önce yap ılm ış gibi gö rü n ü yo r
çünkü anlaşılan Jung bu el yazm asının transkripsiyonunu yap m ıştı.2
D aktilo edilm iş taslağın yak laşık 200 sayfası üzerinde yapılan ikinci
düzeltm e grubu k aligrafi cild ind en son rasın a ait gibi gö rü n ü yo r ve
bun ların 19 2 o ’lerin ortaların d a yapıldığını tahm in ediyorum . B u d ü ­
zeltmelerle d il çağd aşlaştırılıyo r ve term in o lo jiyi Ju n g ’un Psikolojik
T ip ler'd e k u llan d ığı term in o loji ile ilişk ili hale getiriyor. A y rıc a yeni
açıklam alar ekleniyor. Jung kaligrafi cild in d en çıkarılan yazıları bile

1. Bu baskı Yale Üniversitesinden Kurt Wolff'un yazılarından alınan bölümlerle ve Wellcome


Collection, London Contemporary Medical Archives'deki Cary Baynes transkripsiyonları
ile karşılaştırılabilir. Başka el yazı taslakların ortaya çıkma olasılığı da oldukça yüksek.
2. El yazısı kopyada boya izleri de var.
düzeltm işti. Ö nem li değişikliklerden b azıların ı d ip n otlard a verd im .
O kuyucu bun lara b a k a rak bu düzeltm e aşam asını tam am layabild iği
takdirde Ju n g’un m etnin tam am ın ı nasıl değiştireceğini görebilir.
L ib er Secundus’un 2 1. b ö lü m ü “ Bü yü cü ” ye ve S ın a m a la ra k arşı­
laştırm a kolaylığı sağlam ak am acıyla altbölüm ler eklendi. B u n lar süslü
parantez için deki sayılarla gösteriliyor: { }. O lan ak dahilinde K a ra Ki-
/«p/ar'dan her bir fantezinin tarihi verildi. Tas/ak’a eklenen “ ik in ci aşa­
m a” [2] ile gösteriliyor ve el y azm ası bir sonraki bölü m ü n başlan gıcında
K a ra K itap /ar'd ak i fantezilerin sırasına dön üyor. A ltbö lü m lerin eklen ­
diği yerlerd e K a r a K ita p /a rd a k i sıra y a dönü ld ü ğü [1] ile gösteriliyor.
Fark lı el yazm aların d a farklı p a ra g ra f sistem leri var. Tas/ak’ta p a­
ragraflar genellikle bir y a d a iki cüm leden olu şu yo r ve m etin dü zyazı
şiir gibi sunuluyor. D iğ er uçta, k aligrafi cildinde ise hiç p a ra g ra f b o ş­
luğu verilm em iş uzun p asa jla r v a r. E n m an tıklı p a ra g ra f sistem i C ra y
llaynes’in tran skrip siyo n u n d a kullan ılm ış. Baynes p a ra g ra f araların a
karar ve rm ek için renkli ilk harflere bakm ış. B ü y ü k olasılıkla Ju n g ’un
on ayı olm ad an m etne yen i b ir p a r a g ra f düzen i getirem ezdi. B u nedenle
hu b ask ıd a B a y n e s’in d üzen i tem el alınıyor. B azı y e rle rd e p aragraflar
/'as/ak ve k aligrafi cildindeki düzene u yd u ru lu yo r. T ran sk rip siyo n u n
ikinci yarısın d a k alig ra fi cild i tam am lan m adığı için T as/ak’ın tran s­
k rip siyonu nu C a r y B ayn es y a p m ış. B u rad a m etin d ek i p aragrafları
daha önce uygulanan biçim de düzenledim . M etnin bu şekilde en açık
ve izlenm esi en k o la y biçim ine kavu ştu ğu n a inanıyoru m .
K a lig ra fi cild ind e Ju n g b azı belirli ilk h arfleri resim len d irm iş ve
bazılarını k ırm ızı, bazıların ı m av i ile yazm ış, bazen de m etnin h a rfb ü -
yüklüğünü arttırm ıştı. B u ra d ak i düzende de b u u y gu lam alar k o ru n u ­
yor. K ırm ız ı ilk h arfleri old u ğ u gib i ve rm e y e çalıştık. M a v i ilk h a rfle r
gı i o la ra k v e riliy o r. Söz k o n u su ilk h a rfle r İn gilizce ve A lm a n c a ’d a her
zam an a y n ı o lm a d ığ ı için h an gi h arfin k ırm ız ı o lacağın a m etinde kar-
^ılık gelen k o n u m u n a b a k ıla ra k k arar verildi. M etnin Ju n g ’u n k aligrafi
ı ildinde tran sk rip siyo n u n u y a p tığı bö lü m ü n dışında kalan yerlerind e,
tu tarlılığı k o ru m a k adına, a y n ı u y gu lam aya gidildi. V a az/ar’da harfle-
1 in renklend irilm esind e Ju n g ’un 1 9 1 6 b askısı ö rn ek alındı.
Bu ciltte, ö zgü n m etn in d ijita l o la rak ta ran m a sı esasın a d a y an arak
k aligrafi cildi bire b ir e b a d ın d a (dört yü z b oş sayfa atlan arak ) ç o ğ a l­
tıldı. G eçen yılla rd a bazı b o y ala r silin m iş o lsa d a çalışm an ın o n a rıl­
m ası y a d a d ijita l o la ra k d ü zeltilm esi y o lu n a gid ilm ed i.
D iğ er bir k on u d a S ın a m a la r ın L ib e r N o vu s'u n ard ı sıra bu ç a lış­
m an ın b ir p a rça sı olarak verilm esi. E d itö r açısın d an b un u n m an tığı
da şu: K a ra K ita p la r d a k i ya z ıla r 1 9 1 3 K a sım ’ında b aşlıyor. L ib e r Se-
cundus 19 N isan 1 9 1 4 ’te yazılan larla son lan ıyor ve Sınam alar ay n ı gün
yazılan larla başlıyor. K a ra K ita p la r b irb irin in ard ı sıra 21 T em m u z
1 9 1 4 ’e d ek sü rü yo r ve 3 H aziran 1 9 1 5 ’te yen id en b aşlıyo r. B u boşlukta
Jung E l yazısı T aslak'ı yazm ıştı. C ra y B ayn es L ib er N o vu s’u 19 2 4 -19 2 5
yılla rı arasınd a yazıya geçird iği sırad a tran skripsiyo n u n ilk y a rısı L ib e r
N o vu s’u, Ju n g ’un çalışm ayı k aligrafi cild in e bizzat ge çirm e si sıra sın ­
da ulaştığı n o ktaya k a d a r izliyor. B u noktadan son ra ta sla ğ ı izlem eye
başlıyor ve daha son ra Sın a m a la r 'dan 27 sa y fa ile devam ediyor ve bir
cüm lenin ortasın d a sonlanıyor.
L ib e r Secundus’u n sonunda Ju n g ’un ruh u yen id en doğan T a n rı’nın
p eşin d en cennete yükselir. Ju n g a rtık F ile m o n ’un b ir şarlatan old u ğ u n u
düşünm ekted ir ve birlikte yaşam ası ve eğitm esi gereken k en d i “ B en ” i-
ne gelir. S ın a m a la r d oğru d an bu noktad an, “ B e n ” ile yüzleşm eden iti­
baren devam eder. Y e n id en d oğan T a n rı’nın yü kselişin den söz edilir
ve ruh u dönüp neden ortadan k ayb o ld u ğu n u açıklar. Filem on yen id en
o rta y a çıkar ve Jung’a ru h u yla, ölülerle, tan rılarla ve şeytanlarla nasıl
d oğru ilişk iyi n asıl k u ra c ağ ın ı anlatır. Filem on ’un bü tü nü yle ortaya
çıkm ası ve Ju n g ’un hem 19 2 5 ’teki sem in erin de hem de A n ı/ar'ın d a Fi-
lem o n ’a atfettiği ön em i k azan m ası S ın a m a la r'd a gerçekleşir. L ib e r P r i­
mus ve L ib e r Secundus’u n b elirli bö lü m leri ancak S ın a m a la r d a açıklığa
kavuşturulur. A y n ı şekilde, S ın a m a la r d a k i ö y k ü L ib e r P rim u s ve Liber
Secundus okunm adan anlaşılam az.
L ib e r P rim u s ve L ib e r Secu ndu s’un, S ın a m a la r ın iki bölü m ün d e
an ılışı h epsinin a yn ı çalışm anın bir p arçası olduğu gö rü şü n ü güçlü bir
şekilde destekliyor:

Daha sonra savaş patlak verdi. Bu da daha önce yaşananlara gözleri­


min açılmasını sağladı ve ayrıca bana bu kitabın daha önceki bölüm ­
lerinde yazdıklarımı söyleme cesareti verdi.’

3. Bkz. aşağıda s .412-413.


Tanrı yüksek âlemlere yükseldiğinden beri <DIAHMON da de­
ğişti. İlk başta bana uzak diyarlarda yaşayan bir büyücü gibi görün­
müştü ama sonra yakınlığını hissettim ve Tanrı yükseldiğinden bu
yana <!>IAHMON'un beni sarhoş ettiğini ve bana bilm ediğim ve farklı
bir duyarlılığı olan bir dil verdiğini biliyordum. Tanrı yükseldikten
sonra bunların hepsi kayboldu ve yalnızca OIAHMON bu dili koru­
du. Yine de onun benden farklı yollara gittiğini hissettim. Büyük ola­
sılıkla bu kitabın önceki bölümlerinde yazdıklarımın büyük bölümü
bana OIAHMON tarafından verilmişti.4

M etin ler arasındaki çeşitli iç b ağlan tılar da bu gö rü şü destekliyor.


Hunun bir örn eği L ib er N ovu s’tak i m andalaların benlik d en eyim i ile
yakından bağlantılı olm ası ve bu d en eyim in ön em inin k avran m asın a
yalnızca S ın a m a la r d a d eğinilm iş olm ası. B ir b aşk a ö rn ek de L ib e r Se-
cım dus B ölü m 1 5 ’te E zekiel ve y a n ın d a k i A n ab ap tistler’in Ju n g ’a h u ­
zur b ulam ad ık ları ve yaşam la işleri bütün üyle b itm ed iği için K u d ü s’ün
kutsal to p rak ların a gittiklerin i söylem esi. S ın a m a la r'd a ölü ler yenid en
ortaya çık ıyo r ve Ju n g ’a K u d ü s’e gittiklerin i am a ara d ık la rı şey i orada
bulam adıklarını söylüyor. B u n o ktad a Filem on o rta y a ç ık ıy o r ve V a­
azlar başlıyor. Ç o k sayıda boş say fa y a b akılırsa Ju n g ’un am acı b elki de
S ın a m a la r ı k aligrafi cildine geçirm ek ve resim len dirm ekti.
8 O cak 19 5 8 ’de C a ry B ayn es, Ju n g ’a şö y le d iyo rd u : “ A fr ik a ’da o l­
duğunuz sırad a K ırm ızı K ita p ’ın ö n em li b ir bö lü m ü n ü n k op yasın ı ç ı­
karm ıştım , h a tırlıyo r m usu nuz? S ın am alar'ın başına kad ar gelm iştim .
l\u B ay a n Jaffe'n in K .W .’ye [K u rt W olff] su n d u ğun d an d ah a fazla ve
kendisi b u n ları okum ak istiyor. Sizce bir sakın cası v a r m ı?” 5 Jung bu nu
24 O cak ’ta yan ıtlıyo r: “ K ırm ız ı K ita p ’ın sizd ek i n o tla rın ı B ay W o lffa
verm enize h içbir itirazım y o k .’’6 Ö yle an laşılıyor k i C a r y B ayn es S ın a ­
m a la r ı L ib e r P rim u s’u n b ir p a rç a s ı olarak görü yord u.
Yukarıdaki kanıtlar Ju n g’un S ın a m a la rı L ib er N ovus'un bir parçası
olarak düşündüğü görüşünü güçlü bir şekilde destekliyor. En azından, Sı­
nam alar ile L ib er Prim us ve Liber Secundus arasında yakın b ir ilişki olduğu
ve bu kitapların Sınamalar olm adan anlaşılam ayacağı söylenebilir. Sına­
m alar çalışmanın, aksi takdirde eksik kalacak olan öyküsünü tam am lıyor.

1 Bkz aşağıda s. 420.


. JA.
.. JA.
Okuma Nüshasına Not

K ırm ızı K itap’ın kaligrafık sayfalarının bire b ir ölçüde tıpkıbasım


reprodüksiyonun yayım lanm asından bu yana, kolaytaşınabilen bir okum a
nüshasının, eserin incelenem esini kolaylaştıracak, tam am layıcı bir baskı
olacağına ilişkin talepler geldi. Jung’un şahsi basımla yayım lattığı Ölülere
Y ed i V aaz gibi sadece metinden ibaret olan bir baskı, Ju ng’un bir aşam ada
tercih edeceği bir form at olacaktı. Elinizdeki baskı, Ju n g’un el yazısı m üs­
veddesinin form atı ve yazı karakterinin kullanıldığı orijinal baskısının
tam tercüm esini, giriş ve dipnotlar bölüm lerini içeriyor. O kuyucunun bu
baskıyı orijinal baskıyla birlikte okum ası durum unda orijinalde tekabül
eden yerleri ve resimleri kolayca bulabilm esi için metinde tıpkıbasım a
ilişkin referanslar m uhafaza edildi. A z sayıda düzeltme dışında m etinde
değişiklik yapılm adı. 2 0 12 ’de yayım lanan gözden geçirilm iş yeni baskıda
Jung’un 19 25 yılında verdiği seminere ilişkin referanslar güncellendi.
Kısaltmalar ve
Sayfa Numaralandırması üzerine Not

[HI] Tarihselleştirilm iş baş harfler: bir sahnenin tek bir figürünü temsil
(.•den bir m inyatür içeren baş harfler
R E SİM 0 0 0 : Resm in tıpkıbasım da yer aldığı sayfayı gösterir.
Notlarda Düzeltilmiş Taslak’tan yapılan alıntılarda silinen kelimeler, ^ ^ ri-
ne çizgi çekilerek, eldenen kelimeler ise köşeli parantezle gösterilmiştir.
[2] Taslak’a eldenen “ikinci katm an”
{oo} Referans kolaylığı için uzun kısım lara eklenen alt bölüm ler
BP Sayfa altı
Introduction to Jungian Psychology: C.G. Jung, Introduction to Jungian
l’sychology: Notes o f the Sem iner G iven B y Ju n g on A nalytical Psychology
in 1925, orijinal baskı ed. W illiam M s. Guire, gözden geçirilmiş baskı ed.
Sonu Sham dasani (Princeton: Bollingen/Philem on Series, Princeton U ni-
versity Press) 2 0 12.
C FB : C ary Baynes Papers, Contem porary M edical Archives, W ellco-
me Library, London.
TE: Toplu Eserleri The Collected Works o f C.G. Jung, ed. Sir H erbert
Read, M ichael Fordham , G erhard A dler, tr. R.F.C. H ull (Princeton: Bol-
lingen Series, Princeton U niversity Press, 19 5 3 -19 8 3 ), 21 cilt.
JA : Jung collection, H istory o f Science Collections, Swiss Federal Insti-
tute ofT e ch n o lo g y A rch ive, Zürih.
JFA : Jung aile arşivleri
Letters: C.G. Ju n g Letters, seçen ve ed. Gerhard Adler, A niela Jaffe’ın
işbirliği ile, çev. R.F.C. Hull (Princeton: Bollingen Series, Princeton U n i­
versity Press, 19 7 3 , 19 75), 2 cilt.
M em ories: M em ories, D ream s, Reflections, C.G. Jung/A niela Jaffe, çev.
Richard ve C lara W inston (London: Flam ingo, 19 6 2/19 8 3).
M P: Protocols o f A niela Jaffe’m Memories, Dreams, Reflections için
Jung’la yaptığı röportajların protokolleri, Library o f Congress, W ashing-
ton, D .C . (orijinal Alm anca)
M A P : M inutes o f the Association for A nalytical Psychology, Psycho-
logy Club, Zürih (orijinal Alm anca)
M ZS: M inutes o f the Zürich Psychoanalytical Society, Psychology
Club, Zürih (orijinal Alm anca)
Tıbkıbasım ile buradaki tercüm e arasında gidip gelm eyi kolaylaştır­
m ak için aşağıdaki işaretler kullanılmıştır:
L ib er Prim us çevirisinde, sol tarafta yer alan başlığın sonundaki ra­
kam lar tıpkıbasım folyolarına gönderm e yapar. Ö rneğin, fol. ii(v)/fol.iii(r)
işareti çevirideki m ateryalin tıpkıbasım da folyo ii, ön yü z ve folyo iü arka
yüzden tem in edildiğini gösterir. Tıpkıbasım da bir sayfadan diğerine ge­
çişteki kırılm a, tercüm ede kırm ızı / ile ve sayfa kenarlarında / ile ayrılm ış
folyo num araları ile gösterilir
L ib er Secundus'ta sayfa num araları kullanılmıştır: başlıktaki 3/ 5 tıpkı­
basım daki f t e n 5. sayfalara kadarki bölüm ü gösterir. M etindeki kırm ızı /
ve sayfa kenarındaki 3/4, tıpkıbasım da 3. ve 4. sayfalar arasındaki kırılm ayı
gösterir.
Liber Primus
[fol. i(r)] 1
Olacakların Yolu

Isaias d ix it: quis cre d id it a u d itu i nostro et bra ch iu m D o m in i cu i rev-


elatum est? et ascen det sicu t v irg u ltu m coram eo et sicu t r a d ix d e ter-
ra sitien ti non est species e i n equ e d ecor et v id im u s eu m et non erat
aspectus et d e sid era vim u s eu m : despectu m et n o vissim u m viro ru m
viru m d o lo ru m et scientem in firm ita tem et q u a si absco n ditu s vu ltu s
eius et despectus u n d e nec rep u ta vim u s eum. v e re lan gu ores nostros
ipse tu lit et dolores nostros ipse p o r ta v it et nos p u ta v im u s eum q u a si
leprosum et p ercu ssu m a D eo et h u m ilia tu m . C a p .liii/i-iv .

p a rvu lu s en im natus est n o b is filiu s d atu s est nobis e tfa c tu s est p r in -


cipatus s u p e r u m eru m eiu s et v o c a b itu r n o m en eius A d m ir a b ilis con-
silia riu s D e u s fo rtis P a t e r Ju t u r i s a e c u li p rin cep s p a c is . C a p u t ix/vi.

|Yeşaya dedi ki: V aazım ıza kim inan dı ve R a b b ’in gücü kim e göründü?
O R abb’in önünde bir fidan gibi ve k u rak topraktaki bir k ö k gibi serp il­
di. Güzellikten y a n a bir biçim i yoktu; on u gördük, am a bizi çeken b ir
görünüşü yoktu. H o r görüldü ve reddedildi, azap ve keder doluydu. O
denli hor görüldü ki ondan yüz çevird ik ve on a değer verm edik. A slınd a
o bizim kederim izi sırtlam ış, bizim azabım ızı yüklenm işti. O ysa biz onu
belalı, T an rı’nın ezip cezalandırdığı biri olarak gördük. (Y eşaya 5 3: ı -4)]’
[Ç ü n kü bize b ir çocu k d oğacak, bize b ir o ğ u l v e rile c e k v e ik tid a r on u n

1. Orta Çağ'da el yazmaları sayfalara göredeğil folyolara göre numaralandırılırdı. Folyonun


ön yüzü recto (açık kitabın sağ yanı), arka yüzü verso (açık kitabın sol yanı) olarak
anılırdı. Jung da Liber Primus’ta bu uygulamayı benimsemiş, ancak Liber Secundus'ta
çağdaş uygulamaya geçmiş.
1921 yılında Jung bu bölümden (İncirin Luther çevirisinden) altıntı yaptığı üç ayetin
altına şu notu düşmüş: “Kurtarıcının doğuşu, günahlardan arınmanın simgesinin
gelişmesi, tam da en beklenmeyen yerde, çözümün en olanaksız olduğu yerde meydana
geliyor^’ (Psikolojik Tipler, te 6, §439)
o m u z la rın d a olacak; adı H arik a, Ö ğütçü, K ah ram an , Sonrasız Baba,
B arış P ren si o lacak . (Y e şa y a 9 :6 )]3

Io a n n es d ix it: et V erbum caro fa c tu m est et h a b ita v it in nobis et vi-


dim us g lo ria m eius glo ria m q u asi u n igen iti a P a t r e p len u m g ra tia e et
veritatis. Io a n n .c a p .i!x iiii.

[Y u h an n a dedi ki: “ V e söz in san olu p aram ızd a y a şad ı v e biz onun,
B a b a ’n ın b iric ik O ğlu o larak lü tu f ve d o ğ ru lu k la d olu y ü c e liğ in i g ö r­
d ü k .” (Juh anna 1:14 ) ]

Isaia s dix it: la e ta b itu r deserta et in v ia e t ex u lta b it solitu do et flo r e -


bit q u a si liliu m . G erm in a n s g e rm in a b it et exu lta b it la e ta b u n d a et la-
udans. tunc a p erien tu r ocu li caecorum et aures sord o ru m p a tebu n t.
tunc saliet sicut cervus claudus ap erta erit lin gu a m u toru m : q u ia scis-
sae sunt in deserto a q u a e et torrentes in so litu d in e et q u a e era t a rid a
in stagnum et sitiens in fo n tes a q u aru m . in cu bilibu s in q u ib u s p riu s
d ra co n es h ab itaban t o rie tu r v iro r ca la m i et iunci. et erit ib i sem ita et
v ia san cta vocabitur. non tran sibit p e r eam p o llu tu s et haec erit vobis
directa v ia ita ut stu lti non e rre n t p e r eam . cap.xxxv.

[Yeşaya dedi ki: “A m a çorak ve k u rak toprak sevinecek, bozkır coşup


zam baklar gibi çiçek açacak. Her yan ı çiçek açacak ve sevinçli ve neşeli
olacak... O zam an kör gözler ve sağır kulaklar açılacak. O zam an topal­
lar geyik gibi sıçrayacak ve dilsizin dili şakıyacak. Ç ün kü bozkırda sular
fışkıracak ve çölde ırm aklar akacak. Ö nceden çorak olan göllerle, kurak
olan d a pınarlarla dolacak. Çakalların yatağı otlarla, kam ış ve sazlıklarla
kaplanacak. O rada b ir yo l ve b ir anayol olacak ve adı K u tsal Y o l olarak
anılacak ve m urd ar olan oradan geçem eyecek ve orası yolcuların yolu
olacak ve bu yoldan budalalar bile sapam ayacak.” [Yeşaya 3 5 :ı- 8 ] 4

3. 1921 yılında Jung bu bölümden yaptığı alıntının altına şu notu düşmüş: “Günahlardan
arınmanın simgesi doğası gereği çocuktur, yani tutumun çocuksuluğu ya da önceden
varsayıma dayanmaması simgeye ve işlevine aittir. Bu ‘çocuksu’ tutum, ‘tanrı-gibiliği’
‘üstünlük’ ile eşanlamlı olan, öz-istemin ve ussal yönelmişliğin yerine beraberinde zorunlu
olarak başka bir yol gösterici ilke getirir. Doğası usdışı olduğu için yol gösterici ilke
mucize biçiminde görünür. Yeşaya bu bağlantıyı çok iyi açıklar (9:5)... Bu onursal sıfatlar
günahtan arındıran simgenin özsel niteliklerini yeniden üretir. “Tanrı-gibi” etkinin ilkesi
bilinçdışı itkilerin karşı konulamaz gücüdür.” (Psikolojik Tipler, te 6, §442-443).
4. 1955/56'da Jung, bilinçdışının karşıt yapıcı ve yıkıcı güçlerinin birleşmesinin bu bölümde
m anupropria scriptum a C. G. Jung anno Domini mcmxv in domu sua
Kusnach Turicense

[C. G. Jung tarafından Küsnacht/Zürih’teki kendi evinde, kendi eliyle,


1915 yılında yazılmıştır.]
/ [m] i(v) [2] Bu çağın tini5ile konuşmam gerekirse, demeliyim ki: fol. i(
/i(v)
size duyuracaklarımı hiç kimse ve hiçbir şey doğrulayamaz. Bana
göre doğrulamak yersiz çünkü başka seçeneğimyok, yine de yapmak
zorundayım. Bu çağın tinine ek olarak başka bir tinin daha geçer­
li olduğunu öğrendim ve bu da çağdaş olan herşeyin derinlikleri­
ne hükmedendir.6Bu çağın tini yarar ve değeri duymak ister. Ben
de böyle düşünüyordum ve insanlığım hâlâ böyle düşünüyor. Öte
yandan, bu diğer tin beni yine de doğrulamanın, yarar ve anlamın
ötesinde konuşmaya zorluyor. İnsani gururla dolu ve zamanın küs­
tah tini ile körleşmiş olarak uzun süre o diğer tini kendimden uzak
tutmaya çalıştım. Oysa öncesiz ve sonrasız zamandan gelen derin­
liklerin tininin kuşaklarla birlikte değişen bu çağın tinine göre daha
güçlü olduğunu hesaba katmamıştım. Derinliklerin tini bütün gurur
ve kibri yargının gücüne tâbi kılmıştı. Bilime olan inancımı benden
aldı, şeyleri açıklama ve düzenleme zevkinden beni yoksun bıraktı
ve bu çağın ülkülerine olan içimdeki adanmışlığı söndürdü. Beni en
son ve en basit şeylere inmeye zorladı.
Derinliklerin tini anlayışımı ve bütün bilgimi aldı ve onları açıkla­
namaz ve paradokslu olanın hizmetine verdi. Beni onun hizmetinde
olmayan, yani anlamve anlamsızın birbiri içinde erimesine ve böylece
yüce anlamı oluşturmasına hizmet etmeyen şeyler üzerine konuşmak­
tanve yazmaktan mahrum etti.
Ama yüce anlamolacakların patikası, yolu ve köprüsüdür. Ogele­
cekolan Tanrı’dır. Tanrı’nın kendisinin gelişi değil amayüce anlamda
anlatılan Mesihlik durumunun tamamlanması ile koşut olduğunuyazıyor. (Mysterium
Coniunctionis, te 14 §258).
Goethe’nin Faust’unda Faust Wagnere şöyle der: “Sizin çağın tini dediğiniz şey aslında o
çağı yansıtan insanın kendi tinidir” (Faust I, 577-579. satırlar).
Taslak şöyle devam ediyor: “Tanımadığım ama bu bilgiye sahip biri bana şöyle dedi:
’Ne tuhafbir ödevin var! En içindekini ve en aşağını sergilemen gerekiyor.’ / Buna karşı
çıktım çünkü hiçbir şeyden bana namussuzluk ve terbiyesizlik gibi gelenden daha fazla
nefret etmiyordum” (s. ı).
görünen imgesidir.7Tanrı bir imgedir ve ona tapanlar ona yüce anla­
mın imgesinde tapınmalıdır.
Yüce anlam bir anlam değildir, saçmalık da değildir, birlik içindeki
imge ve güç, muhteşemlik ve gücün birlikteliğidir.
Yüce anlam başlangıç ve sondur. Öteye geçmenin ve tamamlamanın
köprüsüdür.8
Diğer tanrılar zamansallıklarıyla öldüler ancak yüce anlam asla
ölmez, anlama dönüşür, sonra da saçmalığa ve onların çarpışmasının
ateş ve kanından yeniden canlanan yüce anlam yükselir.
Tanrı’nın imgesi bir gölgeye sahiptir. Yüce anlam gerçektir ve gölge
düşürür. Zira gerçek ve bedensel olan neyin gölgesi yoktur?
Gölge anlamsızdır. Gücü ve kendinden gelen sürekli varlığı yoktur.
Yine de anlamsız yüce anlamın ayrılmaz ve ölmez kardeşidir.
Bitkilergibi insanlar da büyür, kimi aydınlıkta, kimi de gölgede. Pek
çokları ışığa değil, gölgelere gerek duyar.
T anrının imgesi kendisi gibi büyük bir gölge düşürür.
Yüce anlam büyük ve küçüktür, yıldızlı gökler kadar geniş, canlı bir
bedenin bir hücresi kadar dardır.
İçimdeki bu çağın tini yüce anlamın büyüklüğünü ve genişliğini
kabul etmek istedi, küçüklüğünü değil. Gel gör k i derinliklerin tini bu
gururufethetti veiçimdeki ölümsüzüiyileştirmekiçinküçüğüyutmam
gerekti. Onurlu ve yiğit olmadığı, hatta gülünç ve tiksindirici olduğu
için bağırsaklarımı bütünüyle yakıp kavurdu. Yine de derinliklerin ti­
ninin kıskaçları beni tuttuve içimlerin en acısını içmemgerekti.9
Buçağıntini beni tümbunlarınTanrı imgesiningölgeliliğineaitolduğu
düşüncesiyle ayarttı. Bu yıkıcı bir yanılgı olurdu çünkü gölge anlamsızdı.
Oysaküçük, darvebayağı anlamsızdeğil,Tanrılığınherik i özündenbiridir.
7. Libido'nun Dönüşümleri veSimgelerınde (1912) Jung, Tanrı yı libidonun bir simgesi
olarak yorumluyor (te B, §III). Jung daha sonraki eserlerinde Tanrı imgesi ile Tanrı"nın
metafizik varlığını birbirinden ayırt etmeye büyük önem verecekti (karş. Dönüşümün
Simgeleri, te 5, §95, yeniden gözden geçirilmiş ve yeniden adlandırılmış 1952 baskısı).
8. Hinübergehen (öteye geçme), Übergang (öteye-geçiş), Untergang (alta-geçiş) ve Brücke
(köprü) Nietzschenin Zerdüşt’ünde insandan Übermensche (üst-insan) geçiş bağlamında
kullanılır. Örneğin, “İnsanda büyük olan erek değil, köprü olmasıdır: İnsanda sevilebilecek
olan öteye-geçiş ve alta-geçiş olmasıdır. / Yaşamları alta-geçiş olmadan nasıl yaşayabileceğini
bilmeyenleri severim çünkü onlar öteye geçenlerdir.” (Vurgular Jung’un metninden).
9. Öyle görülüyor ki Jung metnin sonraki bölümlerine gönderme yapıyor: İzdubar’ın
iyileşmesi ve münzevinin hazırladığı acı içkinin içilmesi (Liber Secundus, Bölüm 20).
Gündeliğin Tanrılık imgesine ait olduğunu kabul etmek isteme­
dim. Bu düşünceden kaçtım, kendimi en yüksek ve en soğukyıldızla­
rın ardına sakladım.
Yine de derinliklerin tini bana yetişti ve acı içkiyi bana zorla
içirdi.10
Bu çağın ruhu bana fısıldadı: “Bu yüce anlam, bu Tanrı imgesi, bu
sıcakla soğuğun birbirinde erimesi, bu sensin, sadece sen.” Ama de­
rinliklerin tini bana seslendi: “Sen bitmeyen dünyanın bir imgesisin,
oluşun ve göçüp gitmenin bütün son gizemleri içinde yaşar. Bunların
hepsine sahip olmasaydın, nasıl bilebilirdin?”11
İnsani zayıflığımadına, derinliklerin tini bana bu sözüverdi. Yine
de bu söz de fazla çünkü onu isteyerek söylemiyorum, söylemem ge­
rektiği için söylüyorum. Konuşuyorumçünkükonuşmazsamruhbeni
neşeve yaşamdan mahrumbırakıyor.12Ben onu getiren ama elinde ne
taşıdığını bilmeyen esirim. Efendisinin söylediği yere koymazsa taşı­
dığı şey ellerini yakar.
Bu çağın tini benimle konuştu ve şöyle dedi: “Neyin sıkıntısını
çekiyorsun ki seni tümbunları söylemeye zorluyor?” Bu korkunç bir
ayartmaydı. Beni buna hangi iç ve dış sıkıntının zorlayabileceğini
düşünmek istedimve kavrayabileceğim hiçbir şey bulamadığım için
neredeyse bir tane uyduracaktım. Ama böylece çağımızın tini ne­
redeyse konuşmak yerine yine nedenler ve açıklamalar üzerine dü­
şünmeme neden olacaktı ama derinliklerin tini benimle konuştu ve
şöyle dedi: “Bir şeyi anlamak yola dönüşün köprüsü ve olanağıdır.
Bir şeyi açıklamaksa zorbalık, hatta bazen cinayettir. Bilginler ara­
sındaki katilleri saydın mı?”
Buçağın tini isebana geldi ve önüme bilgilerimi içeren büyük cilt­
ler koydu. Sayfaları cevherdendi ve bunlara çelik bir kalemle amansız
sözcükler kazınmıştı. Bana bu amansız sözcükleri gösterdi ve şöyle
dedi: “Çılgınlıktır söylediklerin.”
ıo. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu içkiyi içen ne bu dünya ne de sonraki yaşam için
susuzluk çeker bir daha çünkü geçiş ve tamamlanmayı içmiştir. Ruhunda katılaşıp sert
cevhere dönüşen ve yeniden erimeyi ve karışmayı bekleyen sıcak, ergimiş yaşam nehrini
içmiştir:’ (s. 4)
ı ı Kaligrafi cildinde: “bu yüce anlam:’
1 Taslak şöyle devam ediyor: “Bilen beni anlar ve yalan söylemediğimi görür. Söylediklerime
gereksinim duyup duymadığını herkes kendi derinliklerinde araştırsın:’ (s 4)
Doğrusu bu, doğrusu bu, söylediklerim çılgınlığın büyüklüğü ve
sarhoşluğu ve çirkinliği.
Derinliklerin tini ise bana geldi ve şöyle dedi: “Söylediklerin var.
Büyüklük var, sarhoşluk var, onursuzluk, hastalık, sersemce sıradan­
lık var. Bütün sokaklarda gidiyor, bütün evlerde yaşıyor ve bütün in­
sanlığın gününü yönetiyor. Sonrasız yıldızlar bile sıradan. Bu büyük
kadın-efendi ve Tanrı’nın bir özü. Buna gülünüyor ve kahkaha davar.
Bu çağın insanı, kahkahanın tapınmaktan daha aşağı olduğuna mı
inanıyorsun? Ölçün, ölçerin nerede?” Kahkahaya ve tapınmaya yaşa­
mın toplamı karar verir, senin yargın değil.”
Gülüncü de söylemeliyim. Siz gelen insanlar! Yüce anlamı onun
kahkaha ve tapınma, kanlı bir kahkaha ve kanlı bir tapınma olduğun­
dan tanıyacaksınız; kutupların bağı kurbanın kanıdır. Bunu bilenler
bir solukta kahkaha atar ve tapınır.
Gel gör ki bundan sonra insanlığım bana yaklaştı ve şöyle dedi:
“Böyle konuşarak nasıl bir yalnızlık, nasıl bir ıssızlık soğukluğu seri­
yorsun üzerime! Varlığın yok oluşu ve derinliklerin arzuladığı kor­
kunç kurban-vermenin akıtacağı kan ırmaklarını düşün.”14
Derinliklerin tini ise şöyle dedi: “Kurbanı ne kimse durdurabilir
ne de durdurmalıdır. Kurban-verme yıkımdeğil, olacakların temel ta­
şıdır. Sizin manastırlarınız yok muydu? Sayısız binler çöllere gitmedi
mi? Manastırı içinizde taşımalısınız. Çöl sizin içinizde. Çöl sizi çağı­
rıyor ve geri çekiyor. Şimdiki zamanın dünyasına demirle bağlanmış
bile olsanız, çölünçağrısı bütün zincirleri kıracaktır. Doğrusu, ben sizi
yalnızlığınıza hazırlıyorum.”
Bundan sonra insanlığımsessiz kaldı. Gel gör kitinime, merhamet
dilememgereken bir şey oldu.
Konuşmam kusurlu. Sözlerle ışıldamak istediğimden değil, o söz­
leri bulmak olanaksız olduğu için imgelerle konuşuyorum. Derinler­
den gelen sözleri başka hiçbir şeyle ifade edemem.
Gördüğümmerhamet bana inanç, umut ve derinlerin tinine daha
fazla direnmemem ama bu sözü söylemem için gereken yeterli cesa­
13. Aslında Vermessener. Burada ölçüsüzlük ya da ölçüyü kaçırma anlamları taşıyan
vermessen önadına gönderme yapılıyor, dolayısıyla kendine aşırı güven, kendini
bilmezlik anlatılmak isteniyor.
14. İzleyen görüme gönderme yapılıyor.
reti verdi. Yine de bunu gerçekten yapmak üzere kendime hâkim ol­
mam için önce içimdeki derinlerin tininin aynı zamanda dünya işle­
rinin derinliklerinin yöneticisi olduğunu gösterecek görünür bir işa­
rete ihtiyacımvardı.
Bu da 1913 yılının Ekim ayında bir yolculuğa çıkmak üzere ev­
den ayrıldığım sırada gerçekleşti. O gün bir görümün büyük gün ışı­
ğıyla sarsıldım: Korkunç bir selin Kuzey Denizi ile Alpler arasında ka­
lan kuzeydeki ve alçaklardaki toprakların tümünü kapladığını gör­
düm. İngiltere’den yukarıda Rusya’ya ve Kuzey Denizi sahillerinden
ta Alpler’e kadar uzanıyordu. Sarı dalgaları, yüzen enkazları ve sayısız
binlerce ölümü gördüm.
Görü iki saat sürdü, zihnimi bulandırdı ve beni hasta etti. Buna bir
yorum getiremedim. İki hafta geçtikten sonra görü öncekinden daha
da şiddetli olarak geri döndü ve içimden bir ses şöyle dedi: “Bak buna,
bu tamamen gerçek ve yaşanacak. Bundan kuşkun olmasın.” Yine iki
saat boyunca bu görüyle boğuştum ama beni sıkı sıkıya tutmuştu. So­
nunda bitkin ve aklı karışmış bir halde bıraktı beni. Zihnimin çıldır­
dığını düşündüm.”16
O günden sonra hemen önümüzde duran korkunç olayın kaygısı
hep geri geldi. Bir keresinde de Kuzey ülkelerinden bir kan denizinin
kopup geldiğini gördüm.
1914 yılının Haziran ayında, ayın başnda ve sonunda ve Tem­
muz ayının başında aynı düşü üç kez gördüm: Yabancı bir ülkedey­
dimve yazın ortasında geceleyin birdenbire uzaydan korkunç bir so­
ğuk indi. Bütün denizler ve akarsular buzla kaplandı, yaşayan herşey
dondu kaldı.
İkinci düş buna enikonu benziyordu. Oysa Temmuz ayının başın­
da gördüğüm üçüncü düş şöyleydi:
İngiltere’nin uzak bir yerindeydim.17Vatanıma olabildiğince hızlı

ı ı Düzeltilmiş Taslak'ta: “Ben Başlangıç" (s. 7)


ı (,. Jung bu görümü farklı ortamlarda ele almış ve ayrı yönlerini vurgulamıştır: 1925
yılındaki Analitik Psikoloji seminerinde (s. 46f), Mircea Eliade’ye (bkz. önsöz, s. 31) ve
Anılarında (s. 199-200). Jung eşinin 17 Ekim’de elli yedinci doğum gününü kutlayacak
olan annesinin yaşadığı Schaffhausene yolculuk ediyordu. Bu yolculuk trenle bir saat
kadar sürüyordu.
1 Taslak şöyle devam ediyor: “(ileri görüş ve ihtiyat konusundaki yoksunluğunu daha önce
gerçekten birkaç kez fark ettiğim) bir arkadaşla’’. (s. 8)
bir gemiyle dönmemgerekiyordu.18Hızla eve döndüm.19Ülkemde ya­
zın ortasında uzaydan korkunç bir soğuğun indiğini ve bütün canlıları
buzaçevirdiğini gördüm. Yapraklı, ama meyvesiz bir ağaç vardı. Don­
la birlikte yaprakları sağaltıcı bir suyu olan üzümlere dönüşmüştü.20
Üzümlerden topladımve bekleyen büyük bir kalabalığa verdim.21
Gerçek ise şöyleydi: Avrupa ulusları arasında savaş patlakverdiğin­
de kendimi İskoçya’da,22savaş nedeniyle en hızlı gemiyle ve en çabuk
yoldan ülkeme dönmek zorunda bulmuştum. Her şeyi doduran büyük
bir soğukla karşılaştım, selle, kan deniziyle karşılaştım ve kısır ağacı­
mınyapraklarının dondurucu soğuktarafından ilaca dönüştürüldüğü­
nü gördüm. Olgunlaşmış meyveyi dalından kopardım ve size verdim
ve dillerinizde kan tadı bırakan nasıl bir acı-tatlı sarhoş edici içki dol­
durduğumubilmiyorum.
İnanın bana/3Size verdiğim ne bir öğreti ne de ders. Neye dayana­
rak size öğretebileceğimi düşüneyim? Size bu adamın yoluna dair haber­
ler veriyorum, sizin kendi yolunuzun değil. Benim yolum sizin yolunuz
fol. i(v) değil, o nedenle ben / size öğretemem. 24Yol içimizde, tanrılarda değil,
/ii(r)
öğretilerde ya da yasalarda da değil. Yol, doğruluk ve yaşam içimizde.
N e acı, örneklere göre yaşayanlara! Yaşam onlarla değil. Bir örneğe
göre yaşıyorsanız, o örneğin hayatını yaşıyorsunuz demektir, oysa sizin
hayatınızı sizden başka kim yaşayabilir? O zaman kendiniz yaşayın.25
Yol göstericiler devrildi, önümüzde aydınlanmamış yollar var. 26Açgöz­
lülük yapıp yabancı tarlaların meyvelerini silip süpürmeyin. Size yararlı ola­
cak her şeyi veren bereketli toprağın kendiniz olduğunu bilmiyor musunuz?

18. Taslak şöyle devam ediyor: “oysa arkadaşım yavaş ve küçük bir gemiyle dönmek
istiyordu ve ben bunun aptallık ve tedbirsizlik olduğunu düşünüyordum:’ (s. 8)
19. Taslak şöyle devam ediyor: “ve orada, tuhaftır, benden habersiz aynı hızlı gemiye binen
arkadaşıma rastladım:’ (s. 8-9)
20. Buz şarabı üzümlerin kırağı ile donana dek bağda bırakılması ile yapılır. Daha sonra
sıkılan üzümler buzlardan ayıklanır ve böylece çok yoğun ve hoş tatlı bir şarap elde edilir.
21. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu benim düşümdü. Ne kadar anlamaya çalışsam da
başaramadım. Günlerce uğraştım. Bıraktığı izlenim ise çok güçlüydü” (s. 9). Jung bu
düşe Anılarda da değinir (s. 200).
22. bkz. Giriş, s. 25-27
23. Taslak'ta “dostlarım” olarak hitap ediliyor (s. 9).
24. Karş. Yuhanna 14:6: “İsa, ‘Yol, gerçek ve yaşam Ben im’ dedi. ‘Benim aracılığım olmadan
Baba'ya kimse gelemez.”’
25. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu bir yasa değil, örnek ve yasa çağının ve önceden çekilen
doğru çizginin geçkinleştiği gerçeğinin bildirilmesi” (s. ıo).
26. Taslak şöyle devam ediyor: “Size yasaları anlatırsam, öğretiler üzerine çene çalarsam
dilim kurur. Bunu isteyen masamdan aç kalkar” (s. ıo).
Oysa bugün bunu kim biliyor? R u h u n sonrasız verim li diyarlarına g i­
den yolu kim biliyor? Yolu basit görünüm lere bakarak arıyorsunuz, kitap­
ları inceliyor, her türlü fik re kulak kabartıyorsunuz. B u nu n n e y a ra rı var?
Y alnızca b ir y o l v a r ve bu d a sizin yolu nu z. 27
Yolu m u arıyorsunuz? B enim y o lu m d a n u zaklaşm an ız için u yarıyo ­
rum sizi. B u sizin için yan lış y o l d a olabilir.
H erkes ken di yo lu n a gitsin.
B en sizin için b ir k u rtarıcı, y a s a koyucu, baş öğretm en olm ayacağım .
Siz artık k ü çü k çocuklar değilsiniz. 28
Yasalar koym ak, işleri düzeltm ek, kolaylaştırm ak h ep yanlış ve kötü
sonuçlandı. H erkes k en d i yolu nu arasın. Yol topluluk içinde karşılıklı
sevgiye çıkar. İn san la r y o lla rın ın benzerliğini ve ortaklığını görm ek ve
hissetmek için gelecek.
O rtak kabu l gören y asalar ve öğretiler insanları y aln ızlığ a iter ki is­
tenm eyen tem asların baskısından k açın abilsin ler am a y a ln ız lık insanı
düşm anlaştırır, hainleştirir.
O h ald e in sa n lara o n u r verin ve h er b irin in a y rı başlam asını sağla­
yın ki herkes k en d i k ardeşliğin i b u la bilsin ve sevebilsin.
G üç güce karşı duru r, k ib ir kibre, sevgi sevgiye. İn san lığa o n u r verin
ve y a şa m ın d a h a iy iy o lu bu la cağın a gü ven in .
T an rılığın b ir gözü kördür, T a n rılığ ın b ir kulağı sağırdır, va rlığın ın
düzen i kaosla kesişir. O h ald e d ü n y a n ın topallığına karşı sabırlı o lu n ve
tam a m ın a ermiş gü zelliğin e aşırı d eğer verm eyin. *9

1Taslak şöyle devam ediyor: “Tek bir yasa var, o da senin yasandır. Tek bir doğru var, o da
senin doğrundur” (s. ıo).
•H Taslak şöyle devam ediyor: “İnsanları koyuna çevirmek olmaz, koyunları insanlaştırmak
Şu anın ve geçmişin ötesinde olan derinliğin tini bunu istiyor. Duymak ve okumak
isteyenler için konuş ve yaz. İnsanların peşinden koşma ki insan onurunu kirletmeyesin;
onun eşine az rastlanır. Onurlu ama üzücü bir vefat onursuz iyileşmeden yeğdir. Ruhun
hekimi olmak isteyen, insanları hasta olarak görür. İnsan onurunu aşağılar. İnsanın
hasta olduğunu söylemek kendini bilmezliktir. Ruhun çobanı olmak isteyen insanlara
koyunlarmış gibi davranır. İnsan onurunu çiğner. İnsanların koyun olduğunu söylemek
küstahlıktır. İnsana hasta ve koyun deme hakkını kim verdi sana? Ona insanlık onurunu
ver ki kendi inişini ya da düşüşünü, kendi yolunu bulsun” (s. ı ı).
-o Taslak şöyle devam ediyor: “Sabırlı bir eşek gibi yüklenerek getirdiğim haberin nedenleri
ve amaçları üzerine söyleyebileceklerimin hepsi bu, sevgili dostlarım. Yükünü boşalttığı
için ne mutlu ona” (s. 12).
Ruhu Yeniden Bulmak
[öh ii(r)]30
Cap i.31

[2] 1 9 1 3 yılının Ekim ayında sel görüsünü yaşadığım dönem bir


insan olarak benim için önemliydi. Bu dönemde, hayatımın kırkıncı
yılında, kendim için istediğim her şeye ulaşmıştım. Onur, güç, zen­
ginlik, bilgi ve her türlü insani mutluluğa ulaşmıştım. Neden sonra bu
debdebenin artmasını istemekten vazgeçtim, istek benden çekildi ve
yılgıya kapıldım.32 Sel görüsü beni ele geçirmişti ve derinliklerin tinini
hissetmiştimama onu anlamamıştım.33 Yine de o beni katlanılmaz bir
içsel özlemle sürmeye devametti ve şöyle dedi:

[Ip4 “Ruhum, neredesin? Beni işitiyor musun? Konuşuyorum, sana


sesleniyorum. Orada mısın? Bütün ülkelerin tozunu ayaklarımdan
silkeledim ve sana geldim, seninleyim. Uzun uzun dolaştıktan sonra,
uzunyıllardan sonrayine sana geldim. Gördüğüm, yaşadığımve tadını
çıkardığım her şeyi sana anlatayım mı? Yoksa yaşamın ve dünyanın
tümo gürültüsünü işitmek istemez misin? Yine de bir şeyi bilmelisin;
öğrendiğimbir şey insanın bu hayatı yaşamasının gerektiği.
Bu hayat yoldur, bizim tanrısal diyeceğimiz akıl sır ermez olana
giden, nicedir aranan yoldur” Başka yol yok, diğer tümyollar yanlış
30. Metinde Jung beyaz kuşun ruhu olduğunu söylüyor. Jung’un simyada güvercin tartışması
için bkz. Mysterium Coniunctionis (1955/56) (TE 14, §81).
31. Düzeltilmiş Taslak'ta “İlk Geceler” (s. 13).
32. El Yazması Taslak\a şöyle diyor: “İşlerin değişmeye başladığı otuz beşinci yıl, yaşamın
gölge yanının, ölüme inişin ilk anıdır o. Dante’nin bu noktayı bulduğu açık, Zerdüşt'ü
okuyanlar Nietzsche"nin de onu keşfettiğini görecektir. Bu dönüm noktası geldiğinde
insanlar çeşitli yollardan geçer: Kimi yüz çevirir ona kimi de içine dalar, dışarıdan
olanlara da önemli bir şey olur. Biz bir şey görmezsek Yazgı yapar bunu bize” (Barbara
Hannah, yay. haz., Modern Psychology Vol 1 and 2: Notes on Lectures given at the
Eidgenössiche Technische Hochschule, Zürich, by Prof Dr. C. G. Jung, Ekim 1933-Temmuz
1935, 2. baskı. [Zürih: özel basım, 1959], s. 223).
33. 27 Ekim 19 13^ Jung, Freud’a aralarındaki ilişkilere son verdiğini ve ]ahrbuchfür
Psychoanalytische und Psychopathologische Forschungen editörlüğünden istifa ettiğini
yazmıştı (William McGuire, ed., The Freud/jung Letters, çev. R. Mannheim and R. F. C.
Hull [Princeton: Princeton University Press/Bollingen Series, 1974], s. 550).
34. 12 Kasım 1913. “özlem”den sonra Taslak “bunu izleyen ayın başında kalemimi aldım ve
bunları yazmaya başladım/’ şeklinde devam ediyor (s. 13).
35. Bu onay Jung’un sonraki yazılarında da birkaç kez görülüyor. Örneğin, bkz. Jane Pratt,
izde. Ben doğru yolu buldum, o beni sana, ruhuma getirdi. Tavlan­
mış, arınmış olarak sana döndüm. Beni hâlâ tanıyor musun? Ayrılık
ne uzun sürdü! Herşey ne kadar da değişti. Peki seni nasıl buldum? Ne
görülmemiş bir yolculuktu! İyi bir yıldızınbana nice karmaşıkyollarda
rehberlik ettiğini sana hangi sözlerle anlatayım? Elini ver bana, benim
neredeyse unutulmuş ruhum. Hayat beni sana geri getirdi. Yaşadığım
tümmutlu ve tümüzgün saatler için, her neşe ve her keder için hayata
teşekkür edelim. Ruhum, yolculuğum seninle devam edecek. Seninle
dolaşacağımve ıssızlığıma yükseleceğim.”36

[2] Derinliklerin tini beni bunu söylemeye ve aynı zamanda ken­


dime karşı bunu çekmeye zorladı çünkü henüz bunu beklemiyordum.
H âlâ bu çağın tini altında yolunu kaybetmiş çabalıyor ve insan ruhu
üzerine farklı düşünüyordum. Ruh üzerine ne çok düşünüyor ve ne
çok söylüyordum. Onunhakkındabilgece sözcükler biliyor, onuyargı­
lıyor ve bilimsel bir nesneye dönüştürüyordum.37Ruhumun, yargımın
ve bilgimin nesnesi olamayacağını hesaba katmıyordum; oysa asıl be­
nim yargım ve bilgim ruhumun nesnesiydi.38 Böylece derinlerin tini
beni ruhumla konuşmaya, onayaşayan ve kendinde var olan bir varlık
olarak seslenmeye zorladı.
Buradan derinliklerin tininin ruhu nasıl gördüğünü öğreniyoruz:
O nu yaşayan ve kendinde var olan bir varlık olarak görüyor ve böylece
ruhu insana bağımlı, yargılanmasına ve düzenlenmesine izin veren ve
döngesini kavrayabileceğimiz bir şey olarak gören bu çağın tiniyle çe­
lişiyor. Eskiden ruhumdediğimşeyinhiç de benimruhumolmadığını,
“Notes on a talk given by C. G. Jung: 'Is analytical psychology a religion?”’ Spring Journal
ofArchetypal Psychology andJungian Thought (1972), s. 148.
16. Jung sonradan bu dönemde yaşadığı kişisel dönüşümü yaşamın birinci yarısındaki
hedeflere ve isteklere ulaşıldıktan sonra genellikle ruha dönüşün öne çıktığı yaşamının
ikinci yarısının başlangıcı olarak anlatır (Symbols of Transformation [19 52], te 5, s. xxvi);
ayrıca bkz. “The turning point oflife” (1930, TE 8).
17. Jung burada önceki çalışmalarına gönderme yapıyor. Örneğin, 1905 yılında “Çağrışım
deneyi sayesinde en azından hasta ruhun gizemleri üzerine deneysel araştırma yapmanın
yolunu açacak araçlara kavuşuyoruz” yazmıştı (“The psychopathological meaning of the
associations experiment,” te 2, §897).
lH. Psikolojik Tiplerde (1921) Jung psikolojide kavramların “araştırmacının öznel psikolojik
toplamının ürünü” olduğunu yazar (te 6, §9). Bu kendine-bakış sonraki çalışmalarında
da önemli bir konu olacaktır (bkz. Jung and the Making of Modem Psychology: The
Dream ofa Science, §I).
ölü bir dizge olduğunu kabul etmek zorundaydım.^ Böylece ruhumla
uzakta ve bilinmeyen bir şey olarak, benim sayemde var olan değil,
sayesinde var olduğumbir şey olarak konuşmamgerekiyordu.
İsteği dış şeylereyüz çeviren ruhun olduğuyere ulaşır.40Ruhu bula­
mazsaboşluğunyılgısı onukaplarve korkuonu zamanı kamçılayan bir
kırbaçla sürükler ve yine dünyanın sığ şeyleri için umutsuz bir çaba ve
kör bir istek duymaya devam eder. Sonsuz isteğiyle budalalaşır ve ru­
hunun yolunu yitirir ve bir daha da bulamaz. Her şeyin peşinden koşar
ve onları sıkı sıkıya tutar ama ruhunu bulamaz çünkü ruhunu ancak
kendi içinde bulabilir. Gerçekte ruhuşeylerdeve insanlardadır amakör
olan, şeyleri ve insanları tutar, şeylerin ve insanların içindeki ruhunu
değil. Ruhuna dair hiçbir bilgisi yoktur. Onu şeylerden ve insanlardan
nasıl ayırt edebilsin? Ruhunu isteğin kendisinde de bulabilir, isteğin
nesnelerinde değil. İsteği onun sahibi olmasaydı ve o isteğinin sahibi
olsaydı ruhunu bulabilirdi çünkü isteği ruhunun imgesi ve ifadesidir.41
Bir şeyin imgesine sahipsek o şeyin yarısına sahibizdir.
Dünyanın imgesi dünyanınyarısıdır. Dünyaya sahip olan ama im­
gesine sahip olmayan, dünyanın ancakyarısına sahiptir çünkü yoksul
ruhunun hiçbir şeyi yoktur. Ruhun zenginliği imgelerdedir.42Dünya­
nın imgesine sahip olan, insanlığı yoksul olsa ve hiçbir şeyi olmasa
bile dünyanın yarısına sahiptir.43 Gel gör ki açlık ruhu katlanılmaz
olanı yemeye ve onunla zehirlenmeye iter. Dostlarım, ruhu beslemek
bilgeliktir, yoksa yüreğinizde ejderler ve şeytanlar beslersiniz.44
39. Taslak şöyle devam ediyor: “sözde deneyim ve yargıları bir araya getirerek tasarladığım
ölü bir dizge” (s. 16).
40. 1913'de Jung bu süreci libidonun içebakışı olarak adlandırmıştı (“On the question of
psychological types,” te 6).
41. Jung 1912’de şöyle yazmıştı: “Özlemi nesnenin niteliği bakımından değerlendirmek yaygın
bir yanılgıdır. Doğa yalnızca insanın ona atfettiği özlem ve sevgi bakımından güzeldir.
Biçimden yayılan estetik özellikler ilk olarak ve öncelikle, doğanın güzelliğinden
sorumlu olan libido ile ilgilidir. (Transformations and Symbols of the Libido, te B,
§147).
42. Jung, Psikolojik Tipler'de imgenin önceliğini esse in anima düşüncesi bakımından ele alır
(te 6, §66ff, §7llff). Cary Baynes günlük notlarında bu bölümü şöyle yorumluyor: “Beni
özellikle “Bild"in [imge] dünyanın yarısı olduğunu söylemeniz çok şaşırttı. İnsanlığı
böylesine donuk yapan da bu. Bu şeyi anlayamadılar, gözden kaçırdılar. Dünya, yani
onları esrik tutan şeyi. ‘Das Bild', onu şairler dışında hiç kimse ciddi olarak göz önüne
almadı” (8 Şubat 1924, CFB).
43. Taslak şöyle devam ediyor: “Yalnızca şeyler için uğraşan dışsal varsıllığı arttıkça
yoksulluğa gömülür ve ruhu müzmin hastalığa yakalanır” (s. 17).
44. Taslak şöyle devam ediyor: “Ruhu yeniden bulma üzerine bu meselin amacı, dostlarım,
beni ancak yarım bir insan olarak gördüğünüzü anlatmaktı çünkü ruhum beni yitirdi.
Ruh ve Tanrı
[ÖH ii(r)2]45
Cap. ii.

İkinci gece ruhuma seslendim.^6


“Bitkinim, ruhum, gezginliğim, kendimi kendi dışımda arayışım
çok uzun sürdü. Şimdi onca olay geçtikten sonra başımdan hepsinin
ardında seni buldum. Olaylar, insanlık ve dünya yoluyla yanılgıla­
rım üzerine keşiflerim oldu. İnsanlar buldum. Seni de ruhum, önce
insanların içindeki imgelerde, sonra da kendi içinde yeniden bul­
dum. Seni en son beklediğim yerde buldum. Karanlık bir kuyunun
içinden çıktın geldin. Kendini bana önceden düşlerde duyurdun.47
Yüreğimi dağladılar ve en gözüpek yiğitliklere sürdüler ve kendi­
mi aşmaya zorladılar. Hiç haberimin olmadığı doğruları görmemi
sağladın. Beni, bilgisi sende güvende olmasa çok korkacağım sonsuz
uzunlukta yolculuklara çıkardın.
Onca yıl gezdim durdum, öyle kibir ruhum olduğunu unuttum.48
Neredeydin bunca zaman? Hangi Öte seni sakladı ve sakındı? Ah,
benimaracılığımla konuşmalısın, benimsözümve ben, senin simgen
ve ifadeniz! Seni nasıl çözeyim?
Eminim bunu fark edememiştiniz çünkü bugün ruhuyla birlikte olan kaç kişi var
ki? Yine de, ruh olmadan bu çağın ötesine giden yol da yoktur" (s. 17). Cary Baynes
günlük notlarında bu bölümü şöyleyorumluyor: “8 Şubat [1924]. Ruhunuzla olan
konuşmanıza geldim. Söylediklerinizin hepsi doğru ve içtenlikle söylendi. Bu genç bir
adamın yaşama uyanışının değil, yaşamını, dünyaya uygunyollardan, dolu ve bütünüyle
yaşamış, yine de bir gece neredeyse birdenbire özü gözden kaçırdığını söyleyen olgun bir
adamın haykırışıydı. Henüz gücünüzün doruğundayken, kusursuz dünyevi başarınızla
yolunuza devam edebileceğiniz bir dönemde geldi bu görüm. Onu dikkate alacak gücü
nereden buldunuz bilemiyorum. Söylediklerinizi anlıyorum ve hepsine katılıyorum.
Ruhuyla bağlantısını yitirmiş ya da ona nasıl yaşam verileceğini bilmiş herkesin bu
kitabı görebilmesi gerekir. Şimdiye kadar söylenmiş her bir söz bende yaşıyor ve tam da
kendimi zayıf hissettiğim yerde güçlendiriyor beni ama söylediğiniz gibi dünyanın ruh
halibugün ondan çok uzaklarda. Bu çok da önemli değil, ateş ve kanla yazılan bir kitap
bütün bir dünyayı bile yerinden oynatabilir (CFB).
I' ı945’teJungkuşve yılan simgesiniağaç, “Felsefe Ağacı” bağlamıyla yorumlar (bölüm 12, te 13).
•!"• 14 Kasım 1913.
•17. Taslak şöyle devam ediyor: “önce anlayamadım ve kendi yetersiz tarzımla kavramaya
çalıştım” (s. 18).
•IH. Taslak şöyle devam ediyor: “İnsanlara ve şeylere aittim. Kendime değil” Kara Kitap
2‘de Jung on bir yıl boyunca dolaştığını söylüyor (s. 19). 1902 yılında bu kitabı yazmayı
hırakmış, sonra 1913 Sonbaharında yeniden ele almıştı.
Kimsin sen, çocuk? Düşlerim seni bir çocuk ve bir kız olarak ta­
sarladık Gizemini bilmiyorum^ Bir düşteymişçesine, bir sarhoş gibi
konuşuyorsamaffet beni —sen Tanrı mısın? Tanrı bir çocuk mu, bir
bakire mi?5' Boşboğazlık ediyorsambağışla. Beni başka kimse duymu­
yor. Sessizce sana konuşuyorum ve ne sarhoş ne de deli olduğumu,
yüreğimin yaranın verdiği acıyla kıvrandığını, karanlığının alay dolu
nutuklar çektiğini biliyorsun: “Sen kendini kandırıyorsun! Başkalarını
aldatacakve sana kanmalarını sağlayacak şeyler söylüyorsun. Peygam­
ber olmakve hırsının peşindekoşmakistiyorsun.” Yara hâlâkanıyor ve
alayları duymuyormuş gibi yapabilmekten uzağım.
Sana, sonu-olmayan-herşeyi hâlâ elinde tutana çocuk demek kula­
ğıma ne tuhaf geliyor.52 Günün yolundan gittimve sen görünmeden,
parçaları anlamlı bir biçimde birleştirerek ve her parçadaki bütünü
görmemi sağlayarak benimle gittin.
Tutunduğumu sandığım yerde alıp götürdün ve hiçbir şey bekle­
mediğimyerde verdin ve yeni ve beklenmedik yerlerden art arda talih
getirdin. Ekimyaptığımyerde beni hasattan ettin, ekimyapmadığım
yerde bana bolluk verdin. Art arda yolu yitirdim ve hiç beklemedi­
ğim yerde yine buldum. Yalnız olduğumda ve neredeyse umutsuz­
luğa kapıldığımda inancımı tazeledin. Her belirleyici anda kendime
inanmamı sağladın.”

[2] Dünyada hiç ondan başka bir şey aramamış yorgun bir gezgin
gibi ruhuma yakınlaşacağım. Ruhumun en sonunda her şeyin ardında
49. Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Ve seni ancak kadının ruhu aracılığıyla yeniden
bulabildim” (s. 8).
50. Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Bak, hâlâ iyileşmemiş bir yaram'var: etkileme hırsım" (s. 8).
5ı. Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Kendime en açık haliyle söylemeliyim: O her insanın
ruhunda yaşayan bir çocuk imgesini mi kullanıyor? Horus, Tages ve İsa çocuk değil
miydi? Dionysus ve Herakles de tanrısal çocuklardı. İsa, İnsanın Tanrısı, kendine insanın
oğlu demiyor muydu? Bunu yaparken içinden hangi derin düşünce geçiyordu? İnsanın
kızı Tanrının adı mı olmalı?” (s. 9).
52. Taslak şöyle devam ediyor: “Önceki karanlık ne kadar yoğundu! İsteğim ne tez canlı,
ne bencildi, hırsın, zafer isteğinin, açgözlülük, hoşgörüsüzlük ve coşkunluğun bütün
iblislerine boyun eğmişti! O zamanlar ne cahildim! Yaşam beni uzaklara sürükledi ve
bilerek senden uzaklaştım ve bu yıllarca sürdü. Bütün bunların ne kadar iyi olduğunu
kabul ediyorum. Oysa senin kaybolduğunu düşünmüştüm, yine de bazen yitip
gidenin kendim olduğunu düşünmüştüm. Oysa sen kaybolmamıştın. Ben o gün yolda
gidiyordum. Sen de görünmeden benimle geliyordun ve adım adım yol gösteriyordun
bana, parçaları anlamlı bir şekilde birleştiriyordun” (s. 20-21)
yattığını öğreneceğim ve d ü n yayı baştan başa d olaşıyo rsam b u n u e n in ­
de sonun da ru h u m u bu lm ak için y a p ıy o ru m . En sevilenler bile h ed e f
ve arayışı süren sevginin sonu d eğil, o n lar ken d i ruh larının sim geleri.
Dostlarım , nasıl b ir ıssızlığa yükseldiğim izi tahm in ediyor m usunuz?
D üşüncelerim in, düşlerim in döküntülerinin ru h u m u n konu şm ası
olduğunu öğren m eliyim . O n ları yü reğim d e taşım alı, bana en y a k ın k i­
şi nin sözleri gibi zihnim de d olaştırm alıyım . D ü şler ruhun y o l gösteren
sözleridir. O zam an d üşlerim i neden sev m e y e y im , bilm ece gibi im gele­
rini günd elik düşüncelerim in nesneleri yap m ayayım ? D üşün budalaca
ve ç irk in old uğunu m u d ü şü n ü yo rsu n u z? G ü zel nedir? Ç irk in nedir?
Akıllıca olan nedir? B udalaca olan n ed ir? Ö lçütünüz bu çağın tini am a
d erinlerin tin i on u h er b akım d an aşıyor. B ü yü k ile k ü çü k arasındaki
larkı an cak b u çağın tini bilir. O ysa b u fark da tıpkı on u k ab u l eden fol. ii(:
/n(v)
gibi geçersiz. /

D erinliklerin ruh u bana eylem im i ve kararım ı düşüm e bağım lı


olarak d üşünm eyi bile öğretti. D ü şler yaşam a giden yo lu döşer ve siz
onların d ilin i an lam ad an o sizi b e lirle r.” İnsan bu dili öğrenm ek ister
ama kim öğretebilir ve öğrenebilir? B ilgin lik tek başına yeterli olm az;
yürekte daha d erin bir iç g ö rü v e re n b ir b ilg i b u lu n u r.^ K a lb in bilgisi
kitaplarda değild ir ve h içb ir öğretm en in ağzında bulunm az, k aran lık
lopraktan biten yeşil tohum insan ın için den bü yü r. B ilgin lik bu çağın
linine aittir ama bu tin düşü h içb ir açıdan k av rayam az çünkü ruh bil­
ginliğin olm ad ığı h er yerdedir.
Peki, yüreğin bilgisin i nasıl edineceğim ? B u b ilgiyi an cakh ayatın ı bü-
ı imüyle yaşayarak edinebilirsin. D aha önce hiç yaşam adığını, yaşam ası
ya da düşünm esi için başkalarına bıraktığın ı y a şayarak h ayatını bütü ­
nüyle yaşayabilirsin.55 D iyeceksin ki: “ İyi de başkaların ın yaşad ığı ya da

. Jung 1912'de Maeder’in düşün olası işlevi üzerine düşüncelerini destekliyordu


(“Psikanalitik kuram ile bağlantılı bir girişim" te 4, §452). Zürih Psikanalitik
Derneğfnde 3 ı Ocak 1 9 ı3’teki bir tartışmada Jung şöyle demişti: “Düş yalnızca çocuksu
isteklerin doyurulması değildir, aynı zamanda geleceği simgeler. .. Düş, anlaşılması
gereken bir simge yoluyla yanıtı verir (ZDK, s. 5). Jung’un düş kuramı üzerine bkz. ]ung
and the Making of Modern Psychology: Ihe Dream of a Science, §2.
. 1 Blaise Pascal’ın ünlü sözünü yansıtıyor: “Kalbin kendine özgü nedenleri vardır ki akıl
hiç bilmez” Pensees, 423 [Londra: Penguin, 1660A995], s. ı 27). Jung okuduğu Pascal
kitaplarının kenar boşluklarına notlar almıştır.
Jung i9ı2 yılında “insan ruhunu bilen" biri olmak için akademisyenliğin yetersiz
düşündüğü her şeyi yaşayamamda düşünememde.” Oysa şöyle demen
gerekirdi: “Hâlâyaşayabileceğimhayatı yaşamalıyımvehâlâdüşünebile­
ceğimdüşünceleri düşünmeliyim.” Şu ana dekyaşanmamış kalanı yaşa­
mak zorunda olmamak için kendinden kaçar gibisin.56 Oysa kendinden
kaçamazsın. Ohep seninle ve tamamlanmak istiyor. Bu isteğe karşı kör
ve sağır taklidi yaparsankendi kendine kör ve sağırmış gibi yapmış olur­
sun. Bu şekildeyüreğinbilgisine hiçbir zaman ulaşamayacaksın.
Yüreğinin bilgisi yüreğinin nasıl olduğudur.
Kurnaz bir yürekten kurnazlığı bilirsin.
İyi bir yürekten iyiliği bilirsin.
Böylece anlayışın kusursuz olunca yüreğinin hemiyi hemde kötü
olduğunu unutma. “Ne? Kötüyü de mi yaşamalıyım?” diye sorarsın.
Derinlerin tini şöyle istiyor: “ Hâlâ yaşayabileceğin hayatı yaşama­
lısın. Esenlik karar verir, senin esenliğin değil, başkalarının esenliği
değil, yalnızca esenlik.”
Esenlik benimle başkaları arasındadır, toplumda. Ben de yaşadım
ki daha önce yapmamıştım bunu ve hâlâ yapabilirdim. Derinlikleri
yaşadım ve derinlikler benimle konuşmaya başladı. Derinlikler bana
diğer doğruyu öğretti. Böylece içimdeki anlamve anlamsızı birleştirdi.
Yalnızca ruhun ifadesi ve simgesi olduğumu kabul etmemgerekti.
Derinliklerin tininin anlamında, bu görünür dünyada olduğum ha­
limle ruhumun bir simgesiyim ve enikonu esirim, tamamıyla tabii,
bütünüyle boyun eğmiş.
Derinliklerin ruhu bana şunu söylemeyi öğretti: “Ben bir çocuğun
hizmetçisiyim.” Bu deyiş yoluyla en uç tevazuyu, en çok gereksindi­
ğimolarak öğreniyorum.
olduğunu savunmuştu. Bunun için “müspetbilimleri bırakmak, akademisyen cüppesini
çıkarmak, çalışmalara veda edip dünyada, zindanların dehşetinde, tımarhanelerde ve
hastanelerde, kasvetli arka mahalle meyhanelerinde, genelevlerde ve kumarhanelerde,
saygın toplumun salonlarında, borsalarda, sosyalist mitinglerde, kiliselerde, tarikatların
diriliş ve esrimelerinde dolaşmak, sevgiyi, nefreti ve tutkuyu insan bedenindeki her türlü
biçimiyle yaşamak” gerekiyordu (“New paths of psychology, te 7, §409).
56. Jung, 1931 yılında, anne babaların yaşanmamış hayatlarının çocukları üzerindeki
hastalık yapıcı etkilerine değinmiştir: “Çocuk üzerindeki en güçlü ruhsal etki genellikle
anne babanın ... yaşanmamış hayatlarıdır. Bu ifadenin çok üstünkörü ve yüzeysel
olmaması için bir sınırlama yapmak gerekiyor: anne babanın hayatında az çok
basmakalıp mazeretler olmasa yaşayabilecekleri bölümleri” (“Introduction to Frances
Wickes, 'Analyse der Kinderseele,’” te 17, §87).
B u çağın tin i, k u şkusuz, u su m a in a n m a m a izin verd i. K e n d im i ol-
gıın d üşün celeri o lan b ir ön d er im g e sin d e gö rm em e izin v e rd i. O ysa
d erin lik lerin tini b an a b ir h izm etçi olduğum u, h atta b ir çocu ğu n h iz ­
m etçisi old u ğ u m u öğretiyor. B u d eyişi çirk in b u ld u m ve nefret ettim
ondan. O ysa ru h u m u n b ir ço cu k old u ğ u n u ve ru h u m u n için dek i T a n ­
rı n ın b ir ç o c u k old u ğ u n u gö rm em ve k a b u l etm em g e re k iy o rd u .”

Oğlanların Tanrısıdır bir kadın.


Kadınların Tanrısıdır bir oğlan.
Erkeklerin Tanrısıdır bir kız.
Tanrı olmadığınızyerdedir.

Öyleyse: Bilgeliktir Tanrısının olması; kusursuzluğunuza hizmet eder.


Kız gebe gelecektir.

Oğlan oluşturan gelecek.


Kadın: doğum yapmış olan.
Erkek: oluşturmuş olan.

Öyleyse: bugün çocuksu varlıklarsanız, Tanrınız olmuşluğun yük­


sekliğinden yaşlılık ve ölüme inecek.

Yoksa gelişmiş varlıklarsanız, oluşturmuş ya da doğum yapmışsa­


nız, bedenen ya da ruhen, Tanrınız ışıklar saçan beşikten geleceğin he­
sapsız doruklarına, gelen zamanın olgunluğuna ve tamlığına yükselir.

Yaşamı hâlâ önünde olan çocuktur.


Yaşamı bugünde yaşayan gelişmiştir.
O halde yaşayabileceğiniz her şeyi yaşıyorsanız gelişmişsiniz demektir.
Bu zamanda çocuk olanın Tanrısı ölür.

Jung 1925’te verdiği seminerde bu dönem üzerine düşüncelerini şöyle açıklıyor: ‘'Anima
ve animus üzerine bu düşünceler beni metafizik sorunlara daha da fazla sürükledi ve
yeniden incelenmek üzere yeni bir çok şey ortaya çıktı. O dönemde Kantçı bir temelden
hareketle asla çözülemeyecek şeyler olduğunu, dolayısıyla bunlar üzerinde fikir
yürütülmemesi gerektiğini düşünüyordum ancak bana öyle geldi ki anima üzerine belirli
fikirlere ulaşabildiğim takdirde, Tanrı üzerine bir kavram oluşturmak için çalışmaya
değerdi. Bununla birlikte, doyurucu bir sonuca ulaşamadım ve bir süre için belki de
anima figürü tanrısal olabilir diye düşündüm. Belki de ilk başta dişi bir Tanrısı vardı
insanların ama sonradan bir kadın tarafından yönetilmekten bıkmışlar ve bu Tanrı'yı
devirmişlerdi. Metafizik sorunu neredeyse bütünüyle anima'ya aktardım ve onu psişenin
baskın tini olarak düşündüm. Böylece Tanrı sorunu üzerine kendimle psikolojik bir
tartışmaya giriştim” (Analitik Psikoloji, s. 46).
Bu zamanda gelişenin Tanrısı yaşamaya devam eder.
Derinlerin tini bu gizemi öğretir.
Gönençli ve acıklıdır Tanrısı gelişmiş olanlar!
Gönençli ve acıklıdır Tanrısı çocuk olanlar!
Hangisi daha iyi, insanın önünde yaşam olması mı yoksa Tanrı'nın
önündeyaşam olması mı?
Bildiğim biryanıtyok. Yaşayın, kaçınılmaz olan karar verir.
Derinlerin tini yaşamımın tanrısal çocukla çevrelendiğini öğretti
bana .58 Onun elinden beklenmedik her şey geldi bana, yaşayan her şey.
Bu çocuk sonsuzca filizlenen gençlik gibi hissettiğim şey içimde .59
Çocuksu insanlarda umutsuz gelip geçiciliği hissedersin. Geçip git­
tiğini gördüğün her şey ona daha gelecek. Geleceği geçici ile dolu onun.
Oysa sana doğru gelen şeylerin gelip geçiciliği insan anlamını daha
hiç yaşamadı.
Yaşamayı sürdürmen ileriye doğru bir yaşayış. Gelecek olanı oluş­
turuyorsun ve doğuyorsun, doğurgansın, ileriye doğru yaşıyorsun.
Çocuksu kısırdır, ona gelecek olan çoktan oluşmuş ve bozulmuştur.
İleriye doğru yaşamaz.60
Benim Tanrım bir çocuk, o yüzden bu çağın tininin alaya ve hor
görülmeye öfkelendiğini zannetme. Hiç kimse bana kendi kendime
güldüğümkadar gülemez.
Sizin Tanrınız alay konusu olamaz, siz kendiniz alay konusu ola­
caksınız. Kendinizle alay edecek ve bunun üzerine çıkacaksınız. Eğer
58. Jung 1940 yılında Macar klasik filolog Kari Kerenyi ile ortaklaşa hazırladıkları bir kitapta
tanrısal çocuk motifi çalışmasını sundu {bkz. “Çocuk arketipinin psikolojisi, t e 9, I).
Jung’a göre çocuk motifi bireyselleşme sürecinde sık sık ortaya çıkar. Söylencesel doğası
vurgulanan bu motif kişinin kendi çocukluğunu temsil etmez. Bilincin tek yanlılığını
telafi eder ve kişiliğin gelecekteki gelişiminin yolunu hazırlar. Belirli çatışma koşullarında
bilinçdışı psişe karşıtları birleştiren bir simge üretir. Çocuk da böyle bir simgedir.
Kişiliğin bilinçli ve bilinçdışı ögelerinin birleşmesi yoluyla benliği önceler. Çocuğun
başına gelen tipik yazgılar benliğin doğuşuna eşlik eden psişik olayların türünü gösterir.
Çocuğun mucizevi doğumu bunun fiziksel değil, psişik olduğunu gösterir.
59. Jung 1940 yılında şunları yazmış: “Çocuk motifinin temel yönlerinden biri geleceğe dönük
karakteridir. Çocuk potansiyel gelecektir (“Çocuk arketipinin psikolojisi, t e 9, I, §278).
60. Taslak şöyle devam ediyor: “Dostlarım, gördüğünüz gibi, acıma çocuksu olana değil,
gelişmiş olana gösterilir. Tanrıma bu haber için şükürler olsun. Hristiyanlığın öğretileri
sizi aldatmasın! Bu öğretiler geçmiş çağın çoğu olgun zihni için iyidir. Bugünse
olgunlaşmamış zihinlere hizmet ediyor. Hristiyanlık artık bize iyanet vaat etmiyor, oysa
bizim hâlâ merhamete ihtiyacımız var. Size bu anlattıklarım gelecek olanın yolu, benim
merhamete giden yolumdur” (s. 27).
hunu hâlâ eski kutsal kitaplardan öğrenmediyseniz, gidin oraya ve
kendisiyle alay edilenin61 ve günahlarımız için işkence edilenin kanı­
nı için ve etini yiyin ve böylece bütünüyle onun doğası olun, onun
sizden-ayrı-olmasını reddedin; onun kendisi olmanız, İsevi değil, İsa
olmanız gerekiyor, yoksa gelen Tanrı'ya hiçbir yararınız olmaz.
İçinizde yoldan kaçınabileceğine inanan var mı? Oyolunu İsa’nın
acısındankaçırabilir mi? Diyorumki: “Böyle bir adamancakkendi za­
rarına kendini aldatır. Dikenlerin ve ateşin üzerine uzanır. Hiç kimse
Isa’nın yolundan kaçamaz çünkü bu yol gelecek olana çıkıyor. Hepi­
niz İsa olmalısınız.62
Eski öğretiyi daha az yaparak değil, daha çokyaparak aşabilirsiniz.
Ruhuma yakınlaşan her adım şeytanlarımın, o korkakça kulağa fısıl­
dayan ağı karıcıların alaycı kahkalarını kışkırtır. Onlar için gülmek
kolaydı çünkü tuhaf şeyler yapmak zorundaydım.

• ı. Yani, İsa. Karş. Jung "Transformation symbolism in the mass" (1942, te //).
h2. Eyyuba Yamt'ta Jung şöyle yazmış: “Üçüncü tanrısal kişiliğin, yani Kutsal Ruhun insana
yerleştirilmesi ile çoğun hristiyanlaştırılması ortaya çıkıyor” (1952, te II, §758).
Ruhun Hizmeti Üzerine
[ÖH ii(v)]
Cap. iii.

63Ertesi gece anımsayabilediğim bütün düşleri anlatımlarına sadık


kalarak yazmam gerekiyordu.64 Bu eylemin anlamı benim için karan­
lıktı. Tümbunlar ne için? İçimde yükselen telaşı affet. Yine de benden
bunu yapmamı istiyorsun. Ne tuhaf şeyler oluyor bana? Sallanan köp­
rülere gittiğimi yadsıyamayacak kadar çok şey biliyorum. Beni nereye
götürüyorsun? Bilgiyle tepeleme dolmuş aşırı endişemi bağışla. Aya­
ğım seni izlemekten çekiniyor. Yolun hangi pusa ve karanlığa çıkıyor?
Ben de anlam olmadan yaşamayı öğrenmeli miyim? İstediğin buysa,
öyle olsun. Bu senin zamanın. Anlam olmayan yerde ne var? Bana ka­
lırsa salt anlamsızlık ve çılgınlık. Bir yüce anlam da var mı? Bu senin
anlamın mı, ruhum? Ardından anlayışın değnekleriyle aksayarak ge­
liyorum. Ben bir insanım, sense Tanrı gibi aşıp gidiyorsun. Ne işken­
ce! Kendime, en küçük şeylerime dönmem gerek. Ruhumun şeylerini
küçük, acınası küçüklükte gördüm. Sen beni onları büyük görmeye ve
büyükleştirmeye zorluyorsun. Amacın bu mu? İzliyorum ama bu beni
ürkütüyor. Kuşkularımı duy, yoksa takip edemem, senin anlamın bir
yüce anlamolduğu ve adımların bir Tanrı'nın adımları olduğu için.
Anlıyorum, düşünmemem de gerekiyor; düşünme de artık olma­
yacak mı? Kendimi bütünüyle senin ellerine vermem gerekiyor ama
kimsin sen? Sana güvenmiyorum -bir kere güvenmemek- sana olan
sevgim, sende duyduğum neşe bu mu? Her yiğide güveniyorum da
sana mı güvenmiyorum, ruhum? Elin üzerimde ağır ama güvenece­
ğim, güveneceğim. İnsanları sevmenin ve onlara güvenmenin peşin­
de gitmedim mi, aynısını senin için yapmayacak mıyım? Kuşkularımı
unut, biliyorum senden kuşkulanmak soysuzluk. Kendi düşüncemden
duyduğumdilenci gururunu bir yanabırakmanın benimiçin ne zor ol­
duğunubiliyorsun. Senin de dostlarımdanbiri olduğunuve güvenimin
öncelikli hakkın olduğunu biliyorum. Onlara verdiğim sana ait değil
63. 15 Kasım 1913.
64. Kara Kitap 2'dejung buraya on dokuz yaşındayken gördüğü vehayatını değiştirerek
doğal bilimlere yönelmesine yol açan iki düşünü yazmış (s. ı 3f); bu düşler Anı/ar'da
anlatılıyor, s. 105.
RUHUN HİZMETİ ÜZERİNE 115

mi? Adil olmadığımı kabul ediyorum. Seni hor görmüşümgibi geliyor


hana. Seni yeniden bulmanın mutluluğu gerçekdeğildi. İçimdeki alaycı
kahkahanın da doğru olduğunu kabul ediyorum.
Seni sevmeyi öğrenmeliyim.65 Kendi kendimi yargılamayı da mı bı­
rakmalıyım? Korkuyorum. Ozaman ruh bana konuştu ve dedi ki: “Bu
korku bana karşı tanıklık ediyor!” Doğru, sana karşı tanıklık ediyor.
Seninle aramdaki kutsal güveni öldürüyor.
[2] Yazgı ne zor! Ruhuna doğru bir adım atarsan, önce anlamdan
yoksun kalacaksın. Anlamsızlığa, sonsuz düzensizliğe gömüldüğüne
inanacaksın. Haklı da olacaksın! Hiçbir şey seni düzensizlikten ve an­
lamsızlıktan kurtarmayacak çünkü bu dünyanın diğer yarısı.
Sizin Tanrı 'nız bir çocuk, siz çocuksu olmadıkça. Çocuk düzen, anlam
mı? Yoksa düzensizlik, kapris mi?Düzensizlik ve anlamsızlık düzen ve an­
lamın anasıdır. Düzen ve anlam olmuş olan ve artık oluşta olmayandır.
Düzeninize ve anlamınıza kaosun karanlık selinin akması için ru-
lıunuzun kapılarını açarsınız. Düzenli ile kaosu evlendirirseniz tanrısal
çocuğu, anlam ve anlamsızlığın ötesindeki yüce anlamı üretirsiniz.
Kapıyı açmaktan korkuyor musunuz? Ben de korkmuştum çünkü
'/"anrının korkunç olduğunu unutmuştuk. İsa şöyle düşündü: Tanrı
sevgidir.66Ama sevginin de korkunç olduğunu bilmelisiniz.
Sevgi dolu bir ruhla konuştum ve ona yaklaştıkça yılgıya kapıldım,
kuşkudan bir duvar ördüm ve böylece kendimi korkutucu ruhumdan
korumak istediğimi öngöremedim.
Derinliklerden korkuyorsunuz, sizi korkutmalı çünkü gelecek olanın
yolu ondan geçiyor. Korku ve kuşkunun ayartmasına kapılmamalısınız
ve aynı zamanda korkunuzun haklı olduğunu ve kuşkunuzun mantık­
fol. ii(v)
lı olduğunu sonuna kadar kabul etmelisiniz. Yoksa nasıl / gerçek bir /iii(r)
ayartma ve gerçek bir üstesinden gelme olabilir?

ft5. Kara Kitap 2'de Jung burada şu notu düşmüş: “Burada, birisi yanımda duruyor ve
kulağıma korkunç şeyler fısıldıyor: ‘Kitabın yayımlansın ve elden ele dolaşsın diye
yazıyorsun. Sıradandışı ile ortalığı karıştırmak istiyorsun. Nietzsche bunu senden
daha iyi yaptı. Sen Aziz Augustine'e öykünüyorsun:” (s. 20). Burada Augustine’in 45
yaşındayken yazdığı ve Hristiyanlık dinini kabul etmesini anlatan İtiraflar ına (İ.Ö.
400) gönderme yapılıyor (Corıfessions, çev. H. Chadwick [Oxford: Oxford University
Press, 1991]). Augustine İtiraflarda Tanrıya hitap eder ve Tanrı'dan uzaklaşmasını,
sonra dönüşünü anlatır. Jung yayımlanmış çalışmalarında da Augustine'den birçok alıntı
yapmış ve Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde İtirafları birkaç yerde anmıştır.
M. Yuhanna’nın birinci mektubu: “Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrı'da yaşar ve Tanrı da
onda yaşar” (! Yuhanna 4:16).
İsa, şeytanın cazibesine karşı koyar ama Tanrının iyi ve usuna de­
ğil .67 Böylece İsa ayartılmaya boyun eğer.6*
Bunu hâlâ öğrenmeniz gerekiyor, hiçbir ayartmaya boyun eğme-
meyi, herşeyi kendi isteminizle yapm ayı; işte o zaman özgürleşecek ve
Hristiyanlığın ötesine geçeceksiniz.
Korktuğum şeye boyun eğmem gerektiğini kabul etmeliydim; evet,
dahası, beni dehşete düşüreni sevmeliydim. Vebanın iltihabından iğ­
renen ermişten öğrenmeliyiz bunu, vebanın çıbanlarındaki irini içti ve
güller gibi koktuğunufark etti. Ermişin yaptıkları boşuna değildi 69
Kurtuluşun ve lütfa erişmenle ilgili her şeyde ruhuna bağımlığın. O
halde senin için hiçbir özverifazla olmamalı. Eğer erdemlerin seni kur­
tuluştan alıkoyuyorsa, bırak onları çünkü onlar artık senin için kötü
olmuş. Erdemin kölesiyolu günahların kölesi kadar az bulur .70
Ruhunun efendisi olduğuna inanıyorsan onun hizmetçisi ol. Hizmetçisi
olduysan efendisi ol çünkü yönetilmesigerekir. Bunlar ilk adımların olacak.

Derinliklerin ruhu altı gün boyunca içimde sessizliğini korudu


çünkükorku, başkaldırı ve bulantı arasındagittimgeldimve bütünüyle
tutkumun avı oldum. Derinlikleri dinleyemedimve dinlemek isteme­
dim. Yine de yedinci gece derinliklerin ruhu benimle konuştu: “Derin­
liklerine bak, derinliklerine yakar, ölüyü uyandır.’^1
Oysabenneyapabileceğimdenhabersiz çaresizcedurdum. İçime bak­
tımve bulabildiğimtekşeyneişeyarayacağımbilmedenyazıyageçirdiğim
eski düşleriminanısıydı. Her şeyi başımdansavmakve gününışığınadön­
mek istedim. Yine de tinbeni durdurduve beni yine kendi içime ittirdi.
67. Şeytan çölde îsayı 40 gün boyunca günaha kışkırtmıştı (Luka 4:1-13).
68. Matta 21:18-20 “Isa sabah erkenden kente dönerken acıkmıştı. Yol kenarında gördüğü
bir incir ağacına yaklaştı. Ağaçta yapraktan başka bir şey bulamayınca ağaca, 'Artık
sonsuza dek meyven olmasın!’ dedi. Incir ağacı hemen o anda kurudu. Havariler bunu
görünce şaşkına döndüler. ’İncir ağacı birdenbire nasıl kurudu?’ diye sordular.” 1944
yılında Jung şöyle yazmıştı: “Hristiyan -benim Hristiyanım- beddua formüllerini bilmez;
hatta İsa’nın suçsuz incir ağacını lanetlenemesini de övmez.” (‘“Katoliklerin doğrusunu’
neden benimsemedim?” t e 18, §1468).
69. Taslak şöyle devam ediyor: “Kefaretine yarayabilirler” s. 34.
70. Böyle Buyurdu Zerdüşt’te Nietzsche şöyle yazmış: “Birisinde bütün erdemler olsa bile bir şeyi
unutmamalı: uygun zamanda bu erdemlerin hepsini uykuya göndermeyi” (“Erdem kürsüleri
üzerine^’ s. 56). 1939'da Jung erdem ve kötülüklerden özgürleşmeye dair Doğu anlayışına
yorum getirmiştir (“Commentary to the ‘Tibetan Book ofGreat Liberation," te II, §826).
71. 22 Kasım 1913. Kara Kitap 2'de bu cümle “diyor bir ses” olarak geçiyor (s. 22). Jung 21
Kasım’da Zürih Psikanalitik Derneğinde “Bilinçdışı psikolojisi üzerine formüller" konulu
bir sunum yapmıştı.
Çöl
|ÖH iii(r)]
Cap. iv

A ltıncı gece. Ruhum beni çöle, kendi benliğim in çölüne yöneltiyor.


Ruhum un bir çöl olduğunu, çorak, tozlu ve susuz bir çöl olduğunu d ü ­
şünm em iştim . Yolculuk sıcak kum lardan geçiyor, gö rü n ü r bir h ed ef ol­
m adan hafifçe bükülerek. Bu ıssız to p raklar ne ürkütücü. B an a öyle ge­
liyor k i yo l beni insanlardan olabildiğine uzaklaştırıyor. Yolum u adım
adım alıyorum ve yolculuğum un ne kadar süreceğini bilm iyorum .
Benliğim neden bir çöl? K endi dışım da, insanlar ve olaylar içinde çok
mu fazla yaşadım ? Kendim e sevgi gösterm edim mi? O ysa ruhum un bu­
lunduğu yerden kaçınm ıştım . O laylar ve diğer insanlar olm ayı bıraktı­
ğım zam an, ben düşüncelerim dim artık. Y in e de düşüncelerim le yüzleş­
miş benliğim değildim . D ü şüncelerim in de üzerine, benliğim e yü ksel­
mem gerekir. Yolculuğum ora y a gidiyor, o yüzden beni insanlardan ve
olaylardan uzağa, yaln ızlığa götürüyor. İnsanın kend iyle olm ası yaln ız­
lık mı? Yalnızlık ancak benlik b ir çöl olduğunda gerçek.73 Ç ölü b ir bah çe­
ye çevirm em de m i gerekiyor? Terk edilm iş topraklarda m ı oturm alıyım ?
Yabanın esintili büyülü bahçesini m i açm alıyım ? B eni çöle yönelten ne ve
ı ırada ne orada ne yapm am gerekiyor? R uhum benim le konuştu ve şöyle
dedi: “ Beklet’ A cım asız sözü duydum . A zap çöle ait74
Ruhum a verebileceğim her şe y iv e re re k ruhun yerine geldim ve bura­
sı 11111 sıcak bir çöl, çorak ve kısır olduğunu gördüm . H içbir zihin-kültürü
insanın ruhunu bir bahçeye çevirm eye yetmez. Ben tinim i işledim, içim-
ı leki bu çağın tinini, ruhun şeylerine, ruhun dünyasına dönen derinliklerin
iıııini değil. Ruhun kendine özgü bir dünyası var. B u raya ancak benlik y a
da bütünüyle benliği olm uş, ne olaylarda ne insanlarda ne de düşüncele-
ı ıııde olan insan girer. İsteğim in şeylere ve insanlara yü z çevirm esi yoluy-
l.ı benliğimi şeylerden ve insanlardan geri çevirdim am a işte tam da böy­
le düşüncelerim in kolay avı oldum. Evet, bütünüyle düşüncelerim oldum.

28 Kasım 1913.
Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Şu sözleri duyuyorum: ‘Kendi çölünde bir münzevi:
Suriye çölündeki keşişler görünüyor bana” s. 33.
i Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Çölde Hristiyanlığı düşünüyorum. Eskiler bedenen
gitmişlerdi çöle. Benliğin çölüne de girmişler miydi? Yoksa benlikleri benimki kadar
çorak ve ıssız değil miydi? Orada şeytanla boğuştular. Bense bekleyişle boğuşuyorum. Bu
da ondan aşağı kalınıyor bence çünkü bu cehennem de o kadar sıcak” s. 35.
[2] Ayrıca isteğimi düşüncelerimden uzaklaştırarakkendimi düşün­
celerimden koparmam gerekti. Ansızın benliğimin yalnızca huzursuz
bir istek güneşinin yandığı bir çöle dönüştüğünü fark ettim. Bu çölün
sonsuzkısırlığınınaltındaezildim. Buradabir şeyserpilebilirdi belki ama
isteğin yaratıcı gücü hâlâ yoktu. İsteğin yaratıcı gücü neredeyse orada
toprağın kendi tohumu filiz verir ama beklemeyi unutma. Yaratıcı gü­
cün dünyayadöndüğünde ölüşeylerinaltındave içindenasıl hareketlen­
diğini, nasıl büyüyüp serpildiklerini ve düşüncelerinin zengin ırmaklara
aktığını görmedin mi? Yaratıcı gücün şimdi ruhun yerine dönerse ruhu­
nun nasıl yeşerdiğini ve tarlasının harika meyveyi verdiğini göreceksin.
Kimse beklemekten kaçınamaz ve çoğu da bu azaba katlanamaz ve
kendini açgözlülükle yine insanlara, şeylere ve düşüncelere atar ve on­
dan sonrabunlarınkölesi olur. Ozamandanberibu insanın şeylerin, in­
sanların ve düşüncelerin ötesinde dayanmaktan acizolduğuve ruhuve­
rimli bir tarlaya dönene dek onlarsız olamadığı için onların onun efen­
disi, onun da onların soytarısı olduğu kanıtlanmıştır. Ayrıca, ruhu bah­
çeolanşeylere, insanlarave düşüncelere gereksinimduyar ancakonların
dostuolur, kölesi ve soytarısı değil.
Gelecek her şey zaten imgelerdeydi: Eskiler ruhlarını bulmak için
çöle gittiler.75Bu bir imge. Eskiler simgelerini yaşadılar çünkü dünyahe­
nüz onlar için gerçekolmamıştı. Böylece ruhun yerinin yalnızbir çöl ol­
duğunu bize göstermekiçin çölün ıssızlığına gittiler. Orada bol bol görü,
çölünmeyvelerini, ruhun mucizeçiçeklerinibuldular. Eskilerin bıraktık­
ları imgeler üzerine gayretle düşünün. Gelecek olanın yolunu gösteriyor­
lar. Dönüp imparatorlukların, büyüme ve ölümün, çöl ve manastırların
çöküşünebakın, bunlar gelecekolanın imgeleri. Her şeyönceden anlatıl­
dı ama bunların nasıl yorumlanacağını kimbiliyor?
Ruhunyeri değildirdediğinde, ohaldedeğildir. Oysaolandır dediğinde,
olandır. Eskilerin imgelerde söylediğini gör: Sözyaratıcı bir eylemdir. Eski­
ler şöylededi: BaşlangıçtaSözvardı/ 6Bunugözönüne al ve üzerinedüşün.
Anlamsız ile yüce anlamarasında sallanan sözler en eski ve en doğ­
ruolandır.
7 5. İ.S. 285 yıllarında Aziz Anthony münzevi hayatı sürmek üzere Mısır çölüne gitmişti
ve Pachomius’la birlikte onu izleyen keşişlerden bir cemaati olmuştu. Bu da Hristiyan
Manastır sisteminin temelini oluşturmuş, sistem buradan Filistin ve Suriye çöllerine
yayılmıştır. Dördüncü yüzyılda Mısır çöllerinde binlerce keşiş vardı.
76. Juhanna i:i: “Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrıyla birlikteydi ve Söz Tanrıydı.”
Çöldeki Deneyimler
[ÖH iii(r) 2]

77Zorlu bir mücadeleden sonra yolda bir parça sana yaklaştım. Ne


zorluydu bu mücadele! Kuşkunun, kargaşanın ve alayın çalılığına düş­
tüm. Ruhumla yalnız olmam gerektiğini kabul ediyorum. Sana boş
ellerle geldim ruhum. Ne duymak istersin? Ruhumsa benimle konuş­
tu ve şöyle dedi: Bir dosta geldiğinde, ne almak için gelirsin?” Böyle
olmaması gerektiğini biliyordum ama bana öyle geliyor ki yoksul ve
boşum. Senin yakınına oturmak ve en azından canlandırıcı varlığının
nefesini duyumsamak istiyorum. Benim yolum kızgın kumlar. Gün
boyunca kumlu, tozlu yollar. Sabrım bazen zayıf ve biliyorsun bir kez
kendimden de umudu kestim.
Ruhumyanıt verdi ve dedi ki: “Annesine yakınan bir çocuk gibi
konuşuyorsun benimle. Ben senin annen değilim.” Yakınmak iste­
miyorum ama yolumun uzun ve tozlu bir yol olduğunu söyleyeyim
sana. Benim için yabandaki gölgeli bir ağaç gibisin. Gölgenin tadını
çıkarmak isterim. Ruhumsa şöyle yanıt verdi: “Sen hazzının peşin­
desin. Sabrın nerede? Zamanın henüz dolmadı. Çöle neden gittiğini
unuttun mu?”
İnancım zayıf, yüzüm çöl güneşinin parıldayan ışıltısına hepten
kör. Sıcaküzerimde kurşun gibi. Susuzlukazapveriyor, yolumun son­
suz uzunluğunu düşünmeye yüreğim yok ve hepsinden öte, önümde
hiçbir şey görmüyorum. Ruhsa şöyle yanıtladı: “Sanki hâlâ hiçbir şey
öğrenmemiş gibi konuşuyorsun. Bekleyemiyor musun? Her şeyolmuş
ve tamamlanmış olarakkucağına mı düşmeli? Dolusun, evet, erekleve
istekle dolup taşıyorsun! Doğruluğa giden yolun yalnızca ereği olma­
yanlara açıkolduğunu hâlâ bilmiyor musun?
Söylediğin herşeyin, ey ruhum, aynı zamanda benim düşüncem
olduğunu biliyorum. Yine de bu doğrultuda yaşamakta zorlanıyo­
rum. Ruh dedi ki: “O zaman, söyle bana, düşüncelerinin sana yar­
dım edeceğine nasıl inanıyorsun?” Bir insan, sadece zayıf ve bazen
77. ıı Aralık 1913.
elinden gelenin en iyisini yapamayan bir insan olduğum gerçeğini
dile getirmeyi hep istemişimdir. Oysa ruh dedi ki: “insan olmak sen­
ce bu anlama mı geliyor?” Katısın, ruhum, ama haklısın. Kendimizi
yaşamaya hâlâ ne kadar az veriyoruz. Biz de yasasını bilmeyen bir
ağaç gibi büyümeliyiz. Ereğin yaşamın kısıtlanması, evet, dışlanması
olduğu gerçeğini görmeden kendimizi ereklerle bağlıyoruz. Karanlığı
bir erekle aydınlatabileceğimizi düşünüyoruz ve böylece ışığı geçme­
yi hedefliyoruz.78Işığın bize nereden geleceğini önceden bilmeyi iste­
yerek haddimizi nasıl aşıyoruz?
Sana tek bir yakınmayla geleyim: Alay, kendimi küçümsemek bana
acı veriyor. Oysa ruhum şöyle dedi bana: “Kendini küçük mü görü­
yorsun?” Sanmıyorum. Ruhum şöyle yanıtladı: “Dinle, o zaman, beni
mi küçük görüyorsun? Kibrini beslemek için bir kitap yazmadığını,
benimle konuştuğunu hâlâ bilmiyor musun? Benim sana verdiğim
sözlerle konuşurken alaydan nasıl acı çekebilirsin? O halde, kim ol­
duğumu biliyor musun? Beni kavradın, tanımladın ve ölü bir formüle
mi dönüştürdün? Uçurumlarımın derinliklerini mi ölçtünve daha seni
götürmediğim bütün o dip yolları mı keşfettin? Eğer iliklerine kadar
kibirli değilsen alay seni zorlayamaz.” Dürüstlüğün çok güçlü. Beni
körleştiren kibrimi önüne sermek istiyorum. Görüyorsun, bu da bu­
gün sana boş ellerle geldiğime inanmamın nedenlerinden biri. Uzan­
mak istedikleri takdirde boş elleri dolduranın sen olduğunu hesaba
katmadımama eller uzanmak istemiyor. Seninkabınolduğumu, sensiz
boş kaldığımı, senle dolup taştığımı bilmiyordum.
[2] Bu çöldeki yirmi beşinci gecemdi. Ruhumun benden bağımsız
duran bir varlık olarak banayaklaşması, gölgeli bir varlıktan kendi ya­
şamına uyanması bukadar uzun sürdü. Ben de ondan zorlu ama sağal­
tıcı sözler işittim. Bu el vermeye gerek duyuyordum çünkü içimdeki
alayın üstesinden gelemiyordum.
Bu çağın ruhu, benzer zamanın tinleri gibi kendini son derece zeki
görür. Oysa bilgelik sadece basit değil, basit fikirlidir. İşte, bu yüzden

78. “Altın Çiçeğin Sırrının Yorumu’*nda (1929) Jung, Batı'daki her şeyi yöntem ve yönelime
dönüştürme eğilimini eleştirir. Çince metinlerin ve Meister Eckhart’tan alınacak en
önemli ders, psişik olayların oldukları gibi gerçekleşmesine izin vermektir: “Meister
Eckhart’ın her şeyi oluşuna bırakma, eylemsizlik yoluyla eylem, ‘insanın kendini
bırakması’ benim açımdan yola çıkan kapının açılmasında kilit rolü oynadı: İnsanın her
şeyi psişik olarak oluşuna bırakması gerekiyor” (TE 13, §20).
zeki insan bilgelikle alay eder çünkü alaycılık onun silahıdır. Sivri, ze­
hirli silahını kullanır çünkü basit bilgelik onu vurmuştur. Vurulmuş
olmasaydı silaha gerek duymazdı. Yalnızca çölde korkunç basit fikirli­
liğimizin farkına varırız ama bunu kabullenmekten korkarız. “İşte bu
yüzden alaycıyız ama alaycılık / basitfikirliliğe ulaşamaz. A lay alaycı­
nın üzerine düşer ve kimsenin işitip yanıt vermediği çölde kendi alay­
larıyla boğulur.
N e kadar zeki olursan, basit fikirliliğin o kadar budalacadır. B ü ­
tünüyle zekiler basit fikirliliklerinde bütünüyle budaladır. Bu çağın
zekiliğinden kendi zekiliğimizi arttırarak değil, zekiliğimizin en nefret
ettiği şeyi, yani basitfikirliliği kabul ederek kurtulabiliriz. Yine de basit
fikirlilik içine düştüğümüz için yapay budalalar olmak istemeyiz, zeki
budalalar oluruz. Bu da yüce anlama götürür. Zekilik erekle çiftleşir.
Basit fikirlilik erek bilmez. Zekilik dünyayı, basit fikirlilik ruhu fethe­
der. O zaman ruha katılmak için ruhta yoksulluk yem ini edin .79
Zekâmın alaycılığı buna karşı çıktı.80 Birçokları budalalığıma güle­
cek ama kimse kendime güldüğümden daha fazla gülemez.
Böylece alaycılığımın üstesinden geldim ama üstesinden gelirken
ruhumun yakınındaydım ve benimle konuşabiliyordu ve yakında çö­
lün yeşerdiğini görecektim.

79. İsa’nın vaazı: “Nemutluruhtayoksul olanlara! Göklerin Egemenliği onlarındır.”


(Matta 5:3). Çeşitli Hristiyan cemaatlerinde insanlar yoksulluk yemini eder. 1934 te
Jung şöyle yazmıştı: “Hristiyanlıkta dünyasal yoksulluk yemininin zihni bu dünyanın
zenginliklerinden uzaklaştırmasında olduğu gibi, tinsel yoksulluk da yalnızca büyük
bir geçmişin üzücü kalıntılarından -ki bunlar kendilerini protestan ‘kiliseler’ olarak
adlandırıyor- değil, aynı zamanda bütün egzotik aromaların büyüsünden çekilmek
için tinin sahte zenginliklerinden vazgeçmeyi ve son olarak da bilincin soğuk ışığında
dünyanın boş çoraklığının yıldızlara ulaştığı yere, kendine dönmeye çabalıyor”
(“Bilinçdışının kolektif arketipleri üzerine,” t e 9, 1, §29).
” 1 Taslak şöyle devam ediyor: “Bu da eskilere ait bir imge, şeylerde simgesel olarak
yaşadıklarını gösteriyor: Ruhların istemli yoksulluğunu paylaşmak için varsıllıktan
vazgeçmişlerdi. İşte bu yüzden de ruhuma en uç yoksulluk ve yoksunluğumu vermem
gerekiyordu. Zekâmın küçümseyişi de buna karşı çıkacaktı” s. 47.
Gelecekte Çöle İniş
[ÖH iii(v)]
Cap. v.

8lErtesi gece hava birçok sesle doluydu. Yüksek bir ses şöyle dedi:
“Düşüyorum/’ Bu sırada diğerleri kargaşa ve heyecan içinde bağırdı:
“Nereye? Ne istiyorsun?” Kendimi bu kargaşaya bırakmalı mıydım?
Ürperdim. Bu korkunç bir derinlik. Kendimi rastlantıya, kendi karan­
lığımın çılgınlığına mı bırakmamı istiyorsun? Nereye? Nereye? Düşü­
yorsun ve her kimsen ben de seninle birlikte düşmekistiyorum.
Derinliklerin tini gözlerimi açtı ve içsel şeyler çok biçimli ve deği­
şen ruhumun dünyası, gözüme ilişti. [İmge iii (v) ı]
Yanı sıra büyük derinliklere daldığım gri taştan bir yüz görü-
yorum.82 Karanlık bir mağarada ayak bileklerime kadar çıkan kara
çamurun içinde duruyorum. Üzerimde gölgeler dolanıyor. Korkuyla
kasılıyorum ama içeri girmem gerektiğini biliyorum. Kayadaki dar
bir çatlaktan sürünerek geçiyorum ve tabanı kara suyla kaplı bir iç
mağaraya ulaşıyorum. Bunun da ötesinde ulaşmam gereken parlak
kırmızı bir taş gözüme ilişiyor. Çamurlu suda güç bela ilerliyorum.
Mağara bağırıp çağıran seslerin korkutucu gürültüsüyle dolu/ 3 Taşı
8ı. 12 Aralık 1913: Düzeltilmiş Taslak'ta şöyle diyor: “IV Gizem Oyunu. Birinci Gece.” (s.
34). Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Geçin savaşı hor görmeyle oldu. Bu görüm beni
üç gece uykusuz bıraktı ve üç gün işkenceden sonra G. Keller’ın Chamounix eczacısına
döndüm (başlangıçtan sona). Bu tarzı biliyorum ve kabul ediyorum. İnsanın kalbini
insanlara, aklını ise insanlığın tinine, Tanrı'ya vermesi gerektiğini öğrendim. O zaman
çalışmasında kibir olmaz çünkü kalbin yerine geçen akıl kadar ikiyüzlü bir fahişe yoktur”
(s. 41). Gottfried Keller (1819-1890) İsviçreli bir yazardı. bkz. "Der Apotheker von
Chamounix: Ein Buch Romanzen," Gottfried Keller, Gesammelte Gedichte: Erzahlungen
aus dem Nachlass (Zürih: Artemis Verlag, I984), s. 351-417.
82. Taslak şöyle devam ediyor: “Baştan aşağı deri giysiler giymiş bir cüce karşısında durdu,
girişi tutuyordu” (s. 48).
83. Düzeltilmiş Taslak şöyle devam ediyor: “Taş fethedilmeli, o işkencenin, kırmızı ışığın
taşı” (s. 35). Düzeltilmiş Taslak'ta şöyle diyor: “Soğuk, kırmızımsı bir ışık veren altı
kenarlı bir kristal” (s. 35). Albrecht Dieterich Aristofanes’in Kurbağalarındaki alt
dünya betimlemesine gönderme yapıyor. Yılanlarla dolu bir göl olan bu dünyanın
Orfeus’a özgü olduğunu düşünüyordu (Nekyia: Beitrage zur Erkliirung der
neuentdeckten Petrusapokalypse [Leipzig: Teubner, I893], s. 71). Jung kitapta bu
motiflerin altını çizmiş. Dieterich bu betime yine 83. sayfada değiniyor ve Jung bu
sayfayı da işaretlemiş ve sayfa boşluğuna şöyle yazmış: “Karanlık ve Çamur.” Dieterich
alt dünyada bir çamur ırmağı tasvirine de değinmiş (s. 81). Kitabın arkasındaki
referans listesine Jung şu notu düşmüş: “81 Çamur.”
alıyo ru m , a rd ın d a k i k ayad a k aran lık bir açıklığı gizliyor. T aşı e lim ­
de tu tu yo ru m , gö zlerim le çevreyi a ra ştırıy o ru m . Sesleri d in le m e k is ­
tem iyo ru m , beni u z a k tu tu y o rla r.84 O y sa b ilm e k istiyoru m . B u rad a
bir şe y d ile g e tirilm ek istiyor. K u la ğ ım ı a ç ık lığ a d ayıyo ru m . Yeraltı
sularının ak ışın ı işitiyo ru m . K a ran lık a k ın tıd a b irisin in k an lı b aşın ı
g ö rü y o ru m . Y aralı biri, k atled ilm iş b iri y ü z ü y o r orada. T itreyerek bu
im g e y i uzun süre alıyo ru m . K a ra n lık a k ın tıy la b irlikte yüzen b ü y ü k
siyah b ir fira v u n bö ceği g ö rü yo ru m .
A k ın tın ın en d erin u cun d a k ırm ızı b ir gü n e ş p arlıyor, ışığı karan lık
sulara yayılıyo r. O rada, k aran lık taş d u varlard a, güneşin parladığı d e ­
rinliklere d o ğ ru gitm eye çalışan k ü çü k b ir yılan gö rü yo ru m ve iç im i b ir
yılgı kaplıyor. B in lerce yılan ortalıkta sü rü n ü yor ve gü n eşi perdeliyor.
D erin gece çök ü yor. K ırm ızı b ir k an seli, kalın kırm ızı kan fışkırıyo r,
uzun süre k abarıyor, so n ra çekiliyor. K o rk u y la k asılıyorum . N e gör-
d ü m ?85 [İm ge iii(v) 2]
Kuşkunun bende açtığı yaraları iyileştir, ruhum . B unun d a aşılm ası
gerekiyor ki böylece yü ce an lam ın ı tanıyayım . H erşey ne kad ar u zak ve
nasıl da geri döndüm ! T in im azap verici, görü şü m ü parçalıyor, h er şeyi
koparıp p arça p arça eder. H âlâ düşünm em in k u rb an ıyım . D üşünm em e
sessiz o lm ayı ne zam an sö yleyebilirim ki bö ylece d üşüncelerim , o azılı
köpekler ayaklarım a kap an sın ? D ü şü n celerim ortalıkta uluyorken sesi­
ni d ah a yüksek, yüzünü d ah a a çık gö rm eyi n asıl um abilirim ?

84. Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Bu karanlıkdelik; Nereye çıktığını ve ne dediğini
merak ediyorum. Bir kahine mi? Pythia'nın evine mi?" (s. 43).
85. Jung bu parçayı 1925 yılındaki seminerinde farklı ayrıntıları vurgulayarak anlatmıştır.
Şöyle yorumluyor: “Fanteziden çıktığımda mekanizmamın harika işlediğini fark
ettim ama gördüğüm şeyler konusunda aklım büsbütün karışmıştı. Kristaldeki
mağaradan gelen ışığın bilgelik taşı olduğunu düşünmüştüm. Kahramanın gizlice
öldürülüşünü hiç anlamamıştım. Elbette böceğin eski bir güneş simgesi olduğunu,
batan güneşin, ışıklı kırmızı diskin bir arketip olduğunu biliyordum. Yılanların
Mısır ile ilgili olabileceğini düşündüm. Hepsinin bütünüyle arketip olduğunu fark
edememiştim, bağlantılar kurmam gerekmemişti. Daha önce düşlediğim kan denizi
ile resim arasında bağlantı kurabilmiştim. / Yine de öldürülen kahramanın önemini
görmemiştim. Kısa bir süre sonra Siegfried’i öldürdüğüme dair bir düş gördüm.
Verimliliğimin kahramanlık idealini yok etmemdi bu. Yeni bir uyum kurulabilmesi
için bunun feda edilmesi gerekiyordu. Kısacası, alt işlevleri etkinleştirebilmek
amacıyla libidoya ulaşabilmek için üst işlevlerin feda edilmesi (Analitik Psikoloji,
s. 48). (Siegfried’in öldürülmesi aşağıda 7. Bölüm’de anlatılıyor). Jung 14 Haziran
1935’teki ETH seminerinde de isim vermeden bu fanteziyi ele almıştı (Modern
Psychology, Cilt ı ve 2. s. 223).
Donakaldımama donakalmayı isterimçünkü sana ant içtimruhum,
beni çılgınlığa götürsen bile sana güvenmeye ant içtim. Uyuklamanın
acı içkisini tortusuna kadar içmedikten sonra güneşin altında hiç yü­
rüyebilir miyim? Yardımet bana ki kendi bilgimle boğulmayayım. Bil­
gimin doluluğu beni üzerime çökmekle tehdit ediyor. Bilgimin bin sesi
var, aslanlar gibi kükreyen bir ordu; ben konuşurken hava titriyor ve
ben onların savunmasız kurbanlığıyım. Bilimi, o akıllı bilgini^6 ruhu
zincirleyenve onuışıksız bir hücreye hapseden zindancıyı benden uzak
tut. Her şeyin ötesinde, sadece sağaltıcı yılan gibi görünen ama senin
derinliklerinde öldürücü zehir ve cefalı ölümolan yargının yılanından
koru beni. Derinliklerine beyaz giysiler içinde arınmış olarak inmek
istiyorum, eline geçirebildiğini alan ve nefes nefese kaçan aceleci bir
hırsız gibi değil. Tanrısal hayret içinde kalayımki böylece mucizelerine
bakmaya hazır olayım.1^Başımı kapındaki bir taşın üzerine sereyimki
böylece ışığını almaya hazır olayım.

[2] Çöl çiçek açmaya başladığında tuhaf bitkiler filiz verir. Ken­
dini deli olarak göreceksin ve bir anlamda gerçekten de deli olacak-
sın.88bu çağın Hristiyanlığı delilikten yoksun olduğu oranda tanrısal
yaşamdan da yoksun. Eskilerin bize imgelerde öğrettiğine dikkat et;
delilik tanrısaldır.89 Oysa eskiler bu imgeyi olaylarda somut olarak
86. Düzeltilmiş Taslakta: “Bilim” silinmiş (s. 37).
87. Düzeltilmiş Taslakta: “daha kutsanmış” yerine (s. 38).
88. Düzeltilmiş Taslak'ta bu cümlenin yerine “Delilik büyüyor" gelmiş (s. 38).
89. Tanrısal delilik konusu uzun bir geçmişe dayanıyor. En klasik metin Sokrates’in
Phaedrus'ta deliliği tartıştığı bölümdür: Delilik, “cennetin bir armağanı olarak en
büyük kutsanışı bize getiren kanaldır" (Plato, Phaedrus and Letters VII and VII, çev. W
Hamilton [Londra: Penguin, 1986], s. 46, satır 244). Sokrates dört tip tanrısal delilik ayırt
etmiş: (ı) esinlenmiş bilicilik, örneğin Delfı kâhini, (2) eski günahlarından çeken kişilerin
kehanetleri, dua ve tapınmaya çağrıları, (3) Musaların insan ruhunu ele geçirilmesi,
çünkü teknik açıdan becerikli olsa da Musaların çılgınlığına kapılmamış kişi asla iyi bir
şair olamaz ve (4) âşık. Ecino gibi Yeni Platoncularve Erasmus gibi hümanistler tanrısal
delilik konusunu Rönesans’ta yeniden ele alıyor. Klasik Platonik kavrayışı Hristiyanlıkla
birleştiren Erasmu’un tartışması özellikle önem taşıyor. Erasmus’a göre Hristiyanlık
en üst esinlenmiş delilik tipiydi ve Erasmus da deliliği ikiye ayırıyordu: “Ruh bedensel
organları doğru kullandığı zaman o kişi aklı başında biri olarak anılır, ama olur da
zincirlerini kırıp özgür olmaya, zindanından kurtulmaya çalıştığında, buna delilik denir.
Bu bir hastalık ya da organlardaki bir kusur nedeniyle olduğunda, genel kanı bunun
gerçekten delilik olduğudur. Oysa bu insanların da gelecekten haberler verdiğini, önceden
öğrenmedikleri dil ve yazıları bildiklerini -bütün olarak, tanrısal bir şeyler sergilediklerini
görürüz,” (Deliliğe Övgü). Ayrıca delilik “tanrısal coşkunluktan kaynaklandığında, bu
aynı tipte bir delilik olmayabilir, ama bu ikisi birbirine o kadar benzer ki çoğu insan bu
yaşadığından bizim için aldatıcı hale geldi çünkü biz dünyanın ger­
çekliğinin efendileri olduk. Buna kuşku yok: Ruhun dünyasına girer­
sen, deliye benzersin ve hekim senin hasta olduğunu düşünür. Bura­
da söylediğim hastalık gibi görünebilir ama kimse onu benden daha
fazla hastalık gibi göremez.
İşte deliliği böyle aştım. Tanrısal deliliğin ne olduğunu bilmi­
yorsan yargını ertele ve meyveleri bekle.90Yine de derinliklerin tini­
nin bu çağın tinine boyun eğdirmesinden başka bir şey olmayan bir
tanrısal delilik olduğunu da bil. Derinliklerin tini daha fazla aşağıda
kalamadığında ve insanı insani konuşma yerine dillerde konuşma­
ya zorladığında ve onu derinliklerin tininin kendisi olduğuna inan­
dırdığında, o zaman hastalıklı sanrıdan bahset. Bu çağın tini insanı
bırakmayıp yalnızca yüzeyi görmeye, derinliklerin tinini yadsımaya
ve kendini çağın tini olarak kabul etmeye zorladığında da hastalıklı
sanrıdan bahset. Çağın tini tanrısal değil, derinliklerin tini tanrısal
değil, denge tanrısal.
Bu çağın tinine takılıp kaldığımiçin tamda bu gece başıma gelenin
olması gerekiyordu, yani derinliklerin tininin fışkırması ve bu çağın
tinini güçlü bir dalgayla silip süpürmesi. Yine de derinliklerin tininin
bu gücü edinmesinin nedeni çölde 25 gece ruhumla konuşmuş ve ona
bütün sevgimi ve bütün teslimiyetimi vermiş olmamdı. Oysa 25 gün
boyunca tüm sevgimi ve teslimiyetimi şeylere, insanlara ve bu çağın
düşüncelerine vermiştim. Çöle sadece gece gitmiştim.
ikisinibirbirinden ayırmaz,” diyor. Bu iki delilik biçimi sıradan insanlara aynı görünür.
Hristiyanların peşinde olduğu mutluluk “belirli bir tür delilikten başka bir şey değildir”
Bunu yaşayanlar “deliliğe çok benzeyen bir şey yaşar. Tutarsız ve olağanüstü sözler
söyler, anlamsız sesler çıkarır ve yüzlerindeki ifade aniden değişir... aslında onlar artık
kendilerinde değildir,” (Deliliğe Övgü). 1815’te FilozofShelling de deliliği Jungun
görüşlerine yakın bir tarzla ele alıyordu: “Eskilerin tanrısal ve kutsal delilikten söz etmesi
boşuna değildir.” Shellinge göre bu “doğanın kendi içinde yırtılmasıdır" ve “hiçbir
büyükbaşarıya deliliğin ısrarlı çağrısı olmadan ulaşılamaz ve her zaman için bu çağrının
üstesinden gelmek gerekse de bu çağrının hiçbir zaman eksik olmaması da gerekir” Bir
yanda deliliğin izi bile görülmeyen ağırbaşlı ruhlar vardır ve anlayışlı insanlarla birlikte
soğuk entelektüel çalışmalar yaparlar. Diğer yanda ise “deliliğe hükmeden ve bu alt
edişiyle en üst zihinsel gücü sergileyen tip bulunur. Diğer tip ise deliliğin egemenliği
altındadır ve o gerçekten delidir” (Dünyanın Çağları).
»in. William James’in pragmatik yasa kavramına bir yaklaşım. Jung James’in Pragmatizm’ini
1912de okumuş ve bu kitap düşünüşünü derinden etkilemişti. Fordham Üniversitesi
seminerlerine önsözünde James’in pragmatik yasasını yol gösterici ilke olarak
benimsediğini söyler ( t e 4, s. 86). bkz. Shamdasani, Jung and the Making of Modern
Psychology: The Dream ofa Science, s. 57-61.
H astalıklı ve tanrısal sanrıyı böyle a yırt edebilirsiniz. B irin i yapıp
d iğerin i y ap m ayan a hasta d iyebilirsin iz çün kü den gesini yitirm iştir.
Y in e de tanrısal sarh oşluk ve d elilik ken d isin e geldiğinde kim kor-
k u y a d a y a n a b ilir? Sevgi, ruh ve T a n rı güzel ve k orku n çtu r. E skiler Tan-
rı’nın gü zelliğin in b ir p arçasın ı b u d ü n yaya getirdiler ve bu d ü n ya o
kad ar güzel oldu ki bu çağın tinine bir bütün olarak ve T anrılığın sin e­
sinden d ah a iy i göründü. D ü n y a n ın kork u n çlu ğu v e am ansızlığı ö rtü ­
ler a ltın d a ve yüreklerim izin d erin lik lerin d e durur. D erin liklerin tini
sizi ele geçird iğind e am ansızlığı h issed ecek ve azap la bağıracaksınız.
D erin liklerin ruh u dem ir, ateş v e ölü m le gebe. D erin liklerin tininden
k ork m ak ta h aklısın ız ve o yılg ıy la dolu.
D erin liklerin tin in in ne taşıd ığın ı gö rü y o rsu n u z bu günlerde. B u n a
in an m ad ın ız am a k o rk u n u za dan ışsayd ın ız b ilird in iz.91
K a n kristalin k ırm ız ı ışığ ın d an p arıld ad ı b an a d o ğ ru ve gizem in i
keşfetm ek için elim e a ld ığım d a dehşet a ç ıla ra k ön ü m e serildi: G elecek
olanın derinliklerind e cinayet yatıyor. Sarışın k ah ram an katledilm iş
yatıyor. K ara böcek yen ilenm e için gereken ölüm ; bundan son ra da
yen i bir güneş, d erinliklerin güneşi, bilm ecelerle dolu, gecenin gü n e­
şi ışıldadı. Y ü k se le n bah ar gü n eşin in ölü to p ra ğ ı can lan d ırm ası gibi
d erinliklerin güneşi de ö lü y ü can lan dırd ı ve bö ylece ışık ile karan lık
arasın d a k ork u n ç bir m ücadele başladı. B undan güçlü ve d inm eyen
kan k ay n ağ ı fışkırdı. B u gelecek olan, şim di h ayatınızd a yaşad ığın ız ve
bun d an fazlasıydı. (Bu gö rü m ü 1 2 A ralık 1 9 1 3 ’te yaşadım .)
Derinlikler ve yüzey karışm alı ki yeni yaşam gelişebilsin. O ysa yeni y a ­
şam bizim dışım ızda değil, içim izde gelişir. Bugünlerde dışım ızda olanlar
bu im geyi, nasıl ki biz bizden önce olaylarda yaşayan eskilerin im gelerin­

91. Taslak şöyle devam ediyor: “Derinliklerin tini bana o denli yabancıydı ki onu anlamam
için yirmi beş gece geçmesi gerekti. O zaman bile yine o kadar yabancıydım ki ne
görebildim ne sorabildim. Bana uzaktan ve duyulmamış bir yandan yabancı olarak
gelmesi, bana seslenmesi gerekti. Ona hitap edemedim, doğasını biliyordum. O kendini
yüksek bir sesle duyurdu, bu çağın yükselen birçok sesiyle, savaş kargaşası gibi. Bu
çağın tini içimde bu yabancıya karşı durdu ve birçok kölesiyle bir savaşçığlığı attı. Bu
savaşın gürültüsünü duydumhavada. Daha sonra derinliklerin tini ileri atıldı ve beni
en içtekinin yerine götürdü. Bu çağın tinini ise akıllı ve telaşlı bir cüceye çevirmişti,
yine de bir cüceydi. Görüm bana bu çağın tinini gösterdi, deridendi, yani bir araya
sıkıştırılmış, kuru ve cansız. Derinliklerin tininin alt dünyasına girmekten alıkoyamadı
beni. Şaşkınlıkla ayaklarımın ölüm nehrinin çamurlu karanlık sularına battığını fark
ettim. [Düzeltilmiş Taslakta şu ekleme var: “çünkü burası ölümün olduğu yer" s 41]. Bir
sonraki hedefim parıldayan kırmızı kristalin gizemiydi" (s. 54-55).
den öğrendiysek, onların da kendi yollarında öğrenebilm esi için unutul­
m ayacak şekilde uzak çağlara bırakan insanların olaylarda yaşadığı imge.
Y a şa n ı bize olaylardan değil, bizden gelir. D ışarıd a olan her şey ö n ­
ced en olm uştur.
Öyleyse, dışarıdan olayı göz önüne alan her zaman yalnızca zaten
olmuşu ve her zaman aynı olduğunu görür. A m a içeriden bakan her şe­
yin yeni olduğunu bilir. Olan olaylar hep aynıdır. Oysa insanınyaratıcı
derinlikleri her zaman aynı değildir. Olaylar hiçbir şey göstermez, y a l­
nızca bizi gösterir. Olayların anlamını biz yaratırız. Anlam yapaydır,
lıer zaman öyleydi. Biz öyle yapıyoruz.
Bu yüzden de kendi içimizde olayların anlamını arıyoruz ki gelecek fol. iii(v)
olanın /yolu görünür olsun ve yaşamımız yeniden akabilsin. /iv(r)

Gereksinim duyduğunuz, kendinizden gelir, yani olayın anlamı.


Olayların anlamı onların kendine özgü anlamı değildir. Bu anlam bil­
gili kitaplarda var olur. Olayların anlamı yoktur.
Olayların anlamı yarattığınız kurtuluş yoludur. Olayların anlamı
yarattığınız bu dünyadaki yaşamın olasılığından gelir. Bu dünyanın
efendiliği ve ruhunuzu bu dünyaya bildirmenizdir.
Olayların bu anlamı yüce anlamdır, olayların içinde değildir, ruhta
da değildir ancak olaylar ile ruh arasında duran, yaşamın aracısı olan
l'anrı, yaşamın aracısı, yolu, köprü ve öteye geçmedir?*
K en d i içim d e görm em iş olsaydım gelecek olanı görem ezdim .
O halde ben de o cinayetin b ir p arçasıyım ; cinayet gerçekleştiril­
dikten son ra d erin lik lerin güneşi de içim de ışıld ıyor; güneşi silip y i­
yip bitirm ek isteyen bin yılan da benim içim de. Ben kendim k atil ve
katledilen, k u rb an eden ve ku rban edilenim .” A k ıp gelen k an ben im
içim den çıkıyor.

•ıı. Taslak şöyle devam ediyor: “Ruhum benim yüce anlamımdır, Tanrı imgemdir, kendisi ne
Tanrı ne de yüce anlamdır. Tanrı insan topluluğunun yüce anlamında görünür” (s. 58).
v l. ‘‘Ayindeki dönüşüm simgeciliğinde (1942), Jung kurban edenin vekurban edilenin
kimlik motifini yorumlar ve bir üçüncü yüzyılda yaşamış doğa felsefecisi ve simyacı
olan Panapolisli Zosimos’un görümlerine özel bir yer ayırır. Jung şöyle diyor: “Ben
benciliddiamıkurbanederim ve böylece kendimden vazgeçerim. Öyleyse kurban
edilen her şey şu ya da bu derecede özveriyi gösterir” (te II, §397). Ayrıca karşılaştırın,
Katha Upanishad, Bölüm 2, 19. kıta. Jung 1921'de benliğin doğası ile ilgili olarak Katha
Upanishad’dan iki kıtayagönderme yapmıştır (TE6,329). Jung’taki Doğunun Kutsal
Kitaplarında bu kıtalar işaretlenmiş. Cilt XV, Böl. 2, s. II. Jung “Düşler”de de bir düşle
ilgili olarak şunları not düşmüş: "Kırmızı Kitap'ta Hindistan’la olan yoğun bilinçdışı
bağlantım” (s. 9).
Hepinizin bu cinayette payı var94 yeniden doğan sizin içinizde
olagelecek ve derinliklerin güneşi yükselecek ve ölü maddenizden bin
yılan gelişecek ve boğmak için güneşin üzerine düşecek. Kanınız akıp
gidecek. Uluslar bunu bugün unutulmaz eylemlerde gösteriyor ve bu
sonrasız belleğin unutulmaz kitaplarına kanla yazılacak.95
Yine de soruyorum size, insanlar ne zaman kardeşlerine güçlü si­
lahlarla ve kanlı eylemlerle saldırır? Bunu ancak kardeşlerinin kendile­
ri olduğunu bilmediklerinde yaparlar. Kurban edenkendileridir, ancak
kurbanverme işini karşılıklı yaparlar. Hepsinin birbirini kurban etme­
si gerekir çünkü insanın, kardeşinde onu öldüreni kurban etmek için,
kanlı bıçağı kendi içine sokacağı zaman henüz gelmedi. Peki, kimi öl­
dürüyor insanlar? Soyluyu, yiğidi, kahramanları öldürüyorlar. Bunları
hedef alıyorlar ve onlarla anlatmak istediklerinin kendileri olduğunu
bilmiyorlar. Kendi içlerindeki kahramanı kurban vermeleri gerekir ve
bunu bilmedikleri için cesur kardeşlerini öldürüyorlar.
Zaman henüz olgunlaşmadı. Yine de bu kanlı adakla olgunlaşacak.
İnsanın kendi yerine kardeşini öldürmesi mümkün olduğu sürece za­
man olgunlaşmayacak. İnsanlar pişene dekkorkutucuşeyler olması ge­
rekiyor. Başkadabir şey insanı olgunlaştırmayacak. Bugünlerde olanla­
rın hepsi olmalı ki yenilenme gelebilsin. Güneşinperdelenmesini izleyen
kanın kaynağı aynı zamandayeni yaşamın kaynağı olduğu için.96
Ulusların yazgısı size olaylarda gösterildiği için yüreklerinizde ola­
cak bu. İçinizdeki kahraman katledilirse derinliklerin güneşi içinizde
yükselecek, uzaklardan ışıldayarak ve korkutucu bir yerden. Bununla
birlikte de şimdiye dek içinizde size ölü gibi gelen her şey canlanacak
ve güneşi kaplayacak zehirli yılanlara dönüşecek ve geceye ve kargaşa­
ya düşeceksiniz. Bu korkutucu mücadelede birçok yaradan kanınız da
akacak. Sarsılmanız ve kuşkunuz büyük olacak ama bu azaptan yeni
94. Jung “Felaketten Sonrada ortak suçluluk duygusu konusunu ele alır (1945, te 10)
95. Birinci Diinya Savaşındaki olaylara gönderme yapıyor. 1914 Sonbaharında (Jung ikinci
tabakayı yazdığı sırada) Marne ve Birinci Ypres savaşı yaşanmıştı.
96. 14 Haziran 1935’te ETHdeki bu seminerde Jung (kısmen, isim vermeden değindiği,
bu fanteziyle ilgili) şu yorumu yapıyor: “Güneş motifi bir çok yerde ve çağda karşımıza
çıkıyor ve anlamı da her zaman yeni bir bilincin doğmasıdır. Bu uzaya yansıtılan bir
aydınlanma ışığıdır. Bu psikolojikbir olaydır; tıbbi “halüsinasyon” teriminin psikolojide
hiçbir anlamı yoktur: / Katabasis Orta Çağ‘da çok önemli bir rol oynar ve eski ustalar
Katabasis’teki bu doğan güneşi yeni ışık, lux moderna, mücevher, lapsis olarak
görmüştür (Modern Psikoloji, s. 231).
yaşam doğacak. Doğum kan ve azaptır. İçinizdeki karanlık ölene dek
o karanlıktan kuşku duymadınızama karanlığınız canlanacak ve top-
yekun kötülüğün ve şimdi hâlâ bedeninizin cisminde gömülü yatan
çatışmaların baskısını duyacaksınız. Oysa yılanlar korkutucu kötü dü­
şünceler ve duygulardır.
Dipsiz derinliği bildiğinizi mi sandınız? Siz zeki insanlar! Onun
deneyimini yaşamak başka şeydir. Size her şey olacak. İnsanların kar­
deşlerine saldığı tümokorkunç ve şeytani şeyleri düşünün. Bu size kal­
binizde olmalıydı. Bu eziyeti kendinize kendi elinizle yaşatın ve size
eziyet verenin kendi şeytanlarıyla boğuşan kardeşinizin değil, kendi
iğrenç ve şeytani eliniz olduğunu bilin.97
Katledilmiş kahramanın anlamını görmenizi isterdim. Günümüzde
bir prensi öldüren bu isimsiz insanlar o zamanyalnızca ruh için geçerli
olanı olaylarda gösteren kör peygamberlerdir98 Prenslerin öldürülme­
siyle içimizdeki prensin, kahramanın tehlike altında olduğunu öğre­
neceğiz™ Bunun iyiye mi yoksa kötüye mi işaret olduğunun bizi endi­
şelendirmesine gerekyok. Bugün berbat olan yüz yıl içinde iyi, iki yüz
yıl içinde yine kötü. Oysa olanı tanımamız gerek: İçinizde prensinizi,
kalıtsal hükümdarı tehdit eden isimsizler var. Oysa bizim hükümda­
rımız içimizde hepimizi yöneten ve yönlendiren bu çağın tini. Bugün
genel tinin içinde düşünüp hareket ediyoruz. O bizim korkutucu gü-
' ümüz çünkü bu dünyaya ölçüsüz iyilik getirdi ve insanları inanılmaz
hazlarla cezbetti. En güzel kahramansı erdemlere bezenmiş ve insanları
en parlak güneşli yükseklere hiç durmayan bir çıkışla sürmekistiyor.100
g7. Taslak şöyle devam ediyor: “Dostlarım, bilmecelerle konuştuğumu biliyorum ama
derinliklerin tini zayıf anlayışıma yardım etmek için bana birçok görüntü verdi. Size
görümlerimi anlatmak istiyorum ki böylece derinliklerin tininin neyi görmenizi
istediğini anlayabilesiniz. Bu şeyleri görebilenler iyi olsun! Göremeyenler ise bunları kör
bir yazgı, imgeler olarak yaşamak zorunda" (s. 61).
<jH Ben ile Bilinçdışı Arasındaki İlişkilerde (1927) Jung kral katli gibi büyük suçlar
aracılığıyla kahinsel bireylerin harekete geçirdiği toplumların yıkıcı ve anarşik eğilimli
yönlerine değinir (te 7, §240).
•)<). Yirminci yüzyılın başlarında birçok siyasi cinayet işlenmişti: Burada anılan olay Arşidük
Franz Ferdinand’a düzenlenen suikasttir. Martin Gilbert, bu olayın Birinci Dünya
Savaşı'nın patlak vermesine sebep olan olaylarda kritik bir rol oynadığını belirtir.
“Yirminci yüzyıl tarihinde bir dönüm noktası" (A History of the Twentieth Century;
Volume one:ıçoo-i933İ Londra: William Morrow,1977]. s. 308).
ıoo. Taslak şöyle devam ediyor: “En yüksek dünyevi gücümü istediğimde derinliklerin tini
bana isimsiz düşünceler ve görümler yolladı ve bunlar içimdeki bu çağın anlayışıyla
kahramanlık özlemini silip süpürdü" (s. 62).
Kahraman yapabileceği her şeyi başlatmak istiyor. Oysa derin­
liklerin isimsiz tini insanın yapamayacağı her şeyi uyandırıyor.
Yetersizlik daha fazla çıkmayı engelliyor. Daha yüksek daha büyük
erdem gerektirir. Bizde bu yok. Önce yetersizliğimizle yaşamayı öğ­
renip onu yaratmalıyız. Ona hayat vermeliyiz. Yoksa nasıl gelişip
yeteneğe dönsün?
Yetersizliğimizi onu katledip aşamayız. Oysa tam da bunu yap­
mak istiyoruz. Yetersizlik bizi alt edecek ve hayattaki payını isteye­
cek. Yeteneğimiz bizi terk edecek bu çağın tininin anlayışıyla bunun
bir yitim olduğuna inanacağız. Oysa bu bir yitim değil, kazanım an­
cak dışarıda debdebe için değil, içteki yeterlik için.
Yetersizliği ile yaşamayı öğrenen çok şey öğrenmiştir. Bu bizi
daha büyük yükseklerin dilediği en küçük şeylere ve bilge eksikliğe
değer vermeye yöneltecek. Bütün kahramanlık silinirse insanlığın se­
faletine, hatta dahabeterine düşeriz. Dışımızda olanla ilgili en yüksek
gerilimimiz kışkırttığı temellerimiz heyecanla sarsılır. Yeraltı dünya­
sının çirkefine, içimizdeki yüzyılların döküntüleri arasına düşeriz.101
İçinizdeki kahramansı şu ya da bunun iyi, şu ya da bu davranışın
kaçınılmaz, şu ya da bu nedenin uygunsuz olduğu, şu ya da bu hede­
fin bodoslama çabalayan çalışma ile elde edilmesi gerektiği, şu ya da
bu hazzın ne pahasına olursa olsun bastırılması gerektiği düşüncesi
tarafından yönetildiğiniz gerçeğidir. Sonuçta yetersizliğe karşı gühan
işlersiniz. Oysa yetersizlik vardır. Kimse bunu yadsıyamaz, onda ku­
sur bulamaz ve onu bağrış çağrış sindiremez.102

ıoı. Taslak şöyle devam ediyor: “Unuttuğumuz her şey yeniden canlanacak, her bir insan ve
tanrısal arzu,kara yılanlar ve derinliklerin kızıl güneşi” (s. 64).
ıo2. 9 Haziran 1917de JulesVodoz’un Analitik Psikoloji Derneği‘nde Song of Roland üzerine
verdiği seminerden sonra dünya savaşının psikolojisi üzerine bir tartışma yapılmıştı.
Jung şöyle diyordu: “Hipotetik olarak, Dünya Saaşı öznel düzeye çıkarılabilir. Ayrıntıya
girersek, otoriter ilke (ilkeler bazında eyleme geçme) duygusal ilke ile çatışır. Kolektif
bilinçdışı duygusalla ittifak kurar.” Kahraman üzerine de şunları söylemişti: “Kahraman
-halkın o çok sevdiği figür- devrilmelidir. Bütün kahramanlar kahramansı tutumu belirli
bir sınırın ötesine taşıyarak ve böylece zeminlerini yitirerek kendilerini devirir." (MAP cilt
2, s. 20). Birinci Dünya Savaşının öznel düzeyde psikolojik yorumu bu bölümde işlenen
konuyu anlatıyor. Burada ele aldığı bireysel ile kolektifpsikoloji arasındaki bağlantı
sonraki çalışmalarının ana konusu olacaktır (karşılaştırın Bugün ve Gelecek [1957], T Eıo).
Ruhun Bölünmesi
IÖH iv(r)]
Cap. vi.

Dördüncü gece ise şöyle haykırdım: “Cehenneme yolculuk etmek


Cehennem’in kendisi olmak demektir.'0' Her yeri bulanık ve iç içe geç­
miş. Bu çöl yolunda yalnızca parıldayan kumlar yok, çöldeyaşayankor­
kunçvekarmakarışıkgörünmezvarlıklar davar. Bunubilmiyordum. Yol
yalnızca görünüşte açık, çöl yalnızca görünüşte boş. Anlaşılan bana öl­
düresiyetutunanvebiçimimi şeytancadeğiştirenbüyülüvarlıklarladolu.
Besbelli bütünüyle canavarca bir biçime bürünmüşüm, kendimi artık
lanıyamıyorum. Bana öyle geliyor ki insanlığımı değiş tokuş ettiğimca­
navarca bir hayvan biçimine dönüştüm. Bu yol cehennemi büyüyle çev­
relenmiş, üzerime görünmez kementler fırlatılmış ve kapanakısılmışım.
Oysa derinliklerin tini bana yaklaştı ve şöyle dedi: “Derinliklerine
tırman, bat!”
Bense ona içerlemiştimve şöyle dedim: “Nasıl batabilirim? Bunu
kendimyapamam.”
O zaman tin bana gülünç gelen sözler söyledi ve şöyle dedi: “Otur
ve sakinleş.”
Oysa ben kızgınlıkla bağırdım: “Ne korkunç, anlamsız geliyor ku­
lağa, benden bunu mu istiyorsun? Bizim için anlamı en büyük olan
lanrıları devirdin sen. Ruhum, neredesin? Kendimi aptal bir hayva­
nın ellerine mi bıraktım, bir sarhoş gibi bocalaya bocalaya mezara mı
gidiyorum, bir deli gibi budalalıklar mı geveliyorum? Senin yolun bu
m u, ruhum? İçimdeki kan kaynıyor ve seni elime geçirebilsemboğaz­
lardım. En kalın karanlıkları dokuyorsun sen ve ben ağına yakalan­
mış bir çılgın gibiyim. Yine de can atıyorum, öğret bana.”
Ruhumsa bana konuştu ve şöyle dedi: “Benimyolumışıktır.”
Yine de içerleyerek yanıtladım: “Biz insanların en berbat karanlık
dediğimiz şeye ışık mı diyorsun? Güne gece mi diyorsun?”
ıın. Nietzsche İyi ve Kötünün Ötesirıde'de şöyle diyor: “Canavarlarla boğuşanın dikkat
etmesi gereken şey bu süreçte kendisinin de canavarlaşmamasıdır. Derinliğe uzun
süre bakarsanız derinlik de size bakmaya başlar.,(çev. Marion Faber [Oxford: Oxford
University Press], 1998.^146, s.68).
Ruhumun buna söylediği öfkemi kamçıladı: “Benimışığımbu dün­
yadan değil.”
Haykırdım: “Ben başka bir dünya bilmiyorum.”
Ruhyanıtladı: “Senbilmiyorsun diyevar olmayacak mı?” Dedimki:
“Peki, ya bilgimiz? Bizim bilgimiz de mi sence yararsız? Bilgi olmaya­
caksa ne olacak? Güvenlik nerede? Sağlamzemin nerede? Işık nerede?
Karanlığın gecedenkaraolmaklakalmıyor, dipsiz de. Bilgi olmayacak­
sa o zaman belki de konuşmadan ve sözsüz de olur.”
Ruhum: “Söz yok.”
Ben: “Affet beni, belki işitmekte zorlanıyorum, belki seni yanlış
yorumluyorum, belki kendimi aldatarak ve boş işlerle kendimi kapa­
na kıstırıyorum ve aynada kendime gülen serseri bir sırıtma, kendi
tımarhnemde bir budalayım. Belki de benim ahmaklığımda tökezli­
yorsun sen?”
Ruhum: “Kendini avutuyorsun, beni aldatmıyorsun. Sözlerin sana
yalan, bana değil.”
Ben: “Yine de ben öfkeli anlamsızlıkta debelenipsaçmalıkve sapkın
tekdüzelik kurabilir miyim?”
Ruhum: “Sanakimdüşünceler ve sözlerveriyor? Senmi yapıyorsun
onları? Sen benim esirim, kapımda yatan ve sadakamı toplayan bir alı­
cı değil misin? Ve düşünüp kurduklarının ve söylediklerinin anlamsız
olabileceğini düşünmeye cüret ediyorsun, öyle mi? Bunun benden gel­
diğini ve bana ait olduğunu bilmiyor musun daha?”
Bunun üzerine öfkeyle bağırdım: “O zaman içerlememde senden
geliyor olmalı ve içimde sen kendine içerliyorsun.” O zaman ruhum
belirsiz sözler söyledi: “Bu iç savaştır.”104
Acı ve öfkeye kapılmıştımve şöyle yanıtladım: “Böyle boş sözcük­
ler kullanman, ruhum, ne acı verici; midem bulanıyor. Güldürü ve
saçmalık ama can atıyorum. Çamurda ve en hor görülen bayağılıkta
da sürünebilirim. Toz da yiyebilirim; bu Cehennem'in bir parçası.
Teslim olmuyorum, baş kaldırıyorum. Sen işkencelere, örümcek ba­
caklı canavarlara, ahmakça, iğrenç, korkutucu tiyatro gösterilerine
başvurmaya devam edebilirsin. Yaklaş, hazırım. Ruhum, sen bir şey­
tansın ve ben seninle boğuşmaya da hazırım. Bir tanrının maskesini
104. Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor. “Nevrotik misin? Nevrotik miyiz?” (s. 53).
taktın ve ben san a tap ın d ım . Ş im d i b ir şeytan ın m ask esin i ta k ıy o r­
sun, k o rk u tu cu bir m aske, b a y a ğın ın , so n rasız sıra d a n lığın m ask esin i
tak ıyo rsu n ! T e k bir şeyi lü tfet b an a! B ıra k b ir an geri ad ım atayım ,
düşünüp taşın ayım ! B u m ask eyle m ü cad eleye d eğer m i? T an rın ın
m askesi tap ın m aya d eğer m i? Y ap am am , k o llarım , bacaklarım savaş
tu tkusu yla ya n ıyo r. H a y ır, savaş alanınd an y e n ik a yrılam am . Seni
elim e geçirm ek, e zm e k istiyo ru m m a y m u n , m ask ara. M ü cad ele ad il
değilse ne acı, ellerim h avayı y a k a lıy o r. Y in e de sen in d arb elerin d e
lıava ve h ile k â rlık sez iy o ru m .”
K en d im i yin e çöl yo lu n d a bu lu yoru m . B u b ir çöl gö rü m ü y d ü , uzun
yollarda gezenin yaln ızlık gö rü m üyd ü . O rada zehirli ok larıyla pusu ya
yatm ış görünm ez soygu n cu lar ve k iralık katiller var. Ö ldü rü cü o k k al­
bime m i saplandı yoksa?

[2] İlk gö rüm ün b an a ön ced en b ild ird iğ i g ib i k iralık katil d e rin ­


liklerden b e lird i ve tıpkı bu çağın u lu sların ın yazgısın d a ad sız b irin in
ortaya çıkıp c in a ye t silah ını prense d oğru ltm asın d a old u ğ u gibi bana
ı.:cldi.105
A ç gözlü bir canavaraya d önüştüğüm ü hissettim . Tıpkı ulusun adsız
olanının cinayet ob urluğuyla sevgili prensine sald ırm ası gibi, yüreğin
yüksek ve sevgili olana, prensim e ve k ah ram an a öfkeyle d ik d ik baktı.
<:inayeti içim de taşıyordum çünkü bun u önceden görm üştüm .'o6
Savaşı içim de taşıyordum ç ü n k ü b u n u önceden görm üştüm . K e n ­
dim i ihanete u ğram ış h issettim ve k ra lım ın y a n ın a uzandım . N eden
böyle hissettim ? O, olm asın ı d iled iğim gib i değildi. B ekled iğim den
başkaydı. B en im an lam ım a göre k ral olm alıyd ı, kendi an lam ın a göre
değil. B en im ideal d ed iğim şey olm alıydı. R uhum b an a boş, tatsız ve
.ııılamsız göründü. O ysa gerçekte onun için dü şü nd ü ğü m benim ü l­
küm için geçerliydi.
Bu b ir / çöl gö rü m ü yd ü , ken d i ayn a im gelerim le m ücadele ettim . fol. iv(r)
/iv(v)
llu benim iç savaşım d ı. B en k en d im k atil ve katledilendim . Ö ldü rü cü
ıık kalbim e saplanm ıştı ve an lam ın ı bilm iyord u m . D ü şü n celerim be­
denim in her ya n m a zehir gibi yayılan cinayetti ve ölüm korku suyd u .

ıcıs. lıkz. dipnot 99, s. 129.


ıııi>. Taslak şöyle devam ediyor: “Dostlarım, içinizde taşıdığınız geleceğin derinliklerini bir
bilseniz! Derinliklere bakan geleceğe bakar" (s. 70).
İşte insanların yazgısı buydu: Birinin ölümü insanların yüreklerine
fırlatılan zehirli bir oktu ve en amansız savaşın kıvılcımı olmuştu. Bu
cinayet yetersizliğin isteme içerlemesi, bir başkası tarafından yapılmış
olsaydı denen bir Yahuda ihaneti.107 Hâlâ günahımızı taşıyacakbir keçi
arıyoruz.‘o8
Ç ok y a şla n a n h er şey kötücülleşir, bu en yü kseğiniz için de geçer­
li. Ç a rm ıh a gerilen T a n r ıd a n T a n r ı’nın, y a n i yaşlı y ılın T an rı'sın ın d a
ihanete uğrayıp çarm ıh a gerilebileceğini öğrenin. B ir T an rı artık y a şa ­
m ın y o lu değilse, giz lice düşm eli. 109
Yükseklerin doru ğu nu a şan Tanrı hastalanır. İşte bu y ü z d en bu çağın
tini beni zirveye götürürken d e rin lik lerin tini gelip ald ı beni. “ 0

107. Taslak şöyle devam ediyor: “Nasıl ki Yahuda kefaret zincirinde zorunlu bir halkaysa
bizde kahramana ihanet eden Yahuda da kefarete giden yolda zorunlu bir geçittir" (s.
71). JungLibidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) Anatole France’ın Lejardin
d'Epicure öyküsündeki Abbe Oegger’in görüşünü ele alır. Buna göre Tanrı Isa’nın kefaret
görevini tamamlayabilmesi amacıyla Yahuda’yı araç olarak seçmiştir (te B, §52).
108. Karşılaştırın Levililer ı6:7-ıo: “Sonra iki tekeyi alıp RAB’bin huzuruna, Buluşma
Çadırı’nın giriş bölümüne götürecek. İkisi üzerine kur’a çekecek. Biri RAB için, biri
Azazel için. Harun kurada RAB’be düşen tekeyi getirip günah sunusu olarak sunacak.
Azazel’e düşen tekeyi ise halkın günahlarını bağışlatmak için canlı olarak RAB’be
sunacak. Onu çöle salıp Azazele gönderecek:’
109. Taslak şöyle devam ediyor: "eskiler bize bunu öğretti” (s. 72).
110. Taslak şöyle devam ediyor: “Çölde gezinenler çöle aitolan herşeyi yaşar. Eskiler bize bunu
anlattı. Onlardan öğrenebiliriz. Eski kitapları açın ve yalnızlıkta size gelecekleri öğrenin.
Her şeyverilecek size ve hiçbir şey esirgenmeyecek, merhamet de eziyet de” (s. 72).
Kahramanın Katli
[HI iv(v)]111
Cap. vii.
Ertesi gece ise bir görüm geldi bana:'12 Yüksek dağlarda bir genç­
leydim. Gün ağarmadan hemen önce, Doğu’da gökyüzü aydınlanmıştı
bile. Sonra Siegfried’in borusu çınladı dağlarda coşkulubir sesle. 113Can
düşmanımızın geldiğini biliyorduk. Onu katletmek için silahlanmış ve
dar, taşlı bir yolun yanında pusuya yatmıştık. Sonra ölülerin kemik­
leriyle yapılmış bir cenk arabasıyla dağlardan geldiğini gördük. Gözü
kara bir sürücüydü ve dik kayaları ihtişamla aşarak pusuda beklediği­
miz dar yola erişti. Kıvrılan yoldan önümüze geldi ve ikimiz de ateş et­
tik ve onu öldürdük. Bunun üzerine kaçmak için döndümve korkunç
bir yağmur boşaldı. Bundan sonra ise' '4 ölümüne işkenceyi yaşadımve
kahramanın katli bilmecesini çözemediğimtakdirde kendimi kesinlik­
le öldürmemgerektiğini hissettim."5
Derinliklerin tini ise bana gelip şu sözleri söyledi:
“Enyüksekdoğruluk saçma ile bir ve aynıdır.” Bu söz beni kurtardı
ve uzun sıcak havalardan sonraki yağmur gibi içimde aşırı gerginleşen
her şeyi silip süpürdü.
Sonra ikinci bir görüm geldi bana:” 6Beyaz ipeğe bürünmüş, kimi
kırmızıya, kimi maviye ve yeşile çalan ışıklarla bezenmiş biçimlerin yü­
rüdüğü mutlu bir bahçe gördüm. 117 [İmge iv(v)]
i ı ı. Burada kahramanın ölümü üzerine tutulan yasa gönderme yapılıyor.
ı ı 2. ı8 Aralık 1913. Kara Kitap 2 şöyle diyor: “Ertesi gece korkunçtu. Kısa süre sonra
korkulu bir düşten uyandım” (s. 56). Taslak’ta şöyle diyor: “Derinliklerden görkemli bir
düş görüm yükseldi” (s. 73)
i ı 3. Siegfried eski Alman ve Nordik efsanelerinde geçen kahraman bir prenstir. Karısı
Brunhild tuzağa düşürülmüş ve böylece Siegfried’in yaralanıp öldürülebileceği tek
yer ortaya çıkmıştır. Wagner bu efsaneleri Niebelungun Yüzüğünde işlemiştir. Jung
1912 yılında, Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde Siegfried’i libidonun simgesi
olarak gördüğü psikolojik bir yorum yapar ve bunda temel kaynağı Wagner’in Siegfried
librettosudur (TE B, §568f).
1 14. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu düş görümden sonra” (s. 73).
ı ı 5. Jung Kara Kitap2<ie şöyle diyor: “Çevik bir şekilde son derece dik biryolda tırmandım
ve daha sonra beni daha yavaş adımlarla izleyen karımın inmesine yardım ettim. Birileri
bizimle alay etti, ama önemsemedim, demek ki kahramanı öldürdüğümü bilmiyorlardı”
(s. 57). Jung bu düşü i925*teki seminerde anlatmış ve farklı ayrıntıları vurgulamıştı.
ı ı6. Taslak şöyle devam ediyor: “ve yine uykuya dalıyorum. İkinci bir düş görüm beni
uyandırıyor” (s. 73-74).
ı ı 7. Taslak şöyle devam ediyor: “Işıklar zihnimi ve duyularımı kapladı. Birkez daha
Derinlikleri aşıp geçmiştim, biliyorum. Suçlulukyoluyla yenidoğan
olmuştum.118
[2] Biz düşlerimizde de yaşıyoruz, yalnızca günde yaşamıyoruz. Ba­
zen en büyük işlerimizi düşlerde başarıyoruz.119
O gece efendimi ve Tanrımı öldürmek zorunda olduğum için ha­
yatımtehlikedeydi, göğüsgöğüse bir çarpışmadeğildi bu, kimbir Tan-
rı’yı bir düelloda öldürebilir? Tanrınıza, onu aşmakistiyorsanız, ancak
bir kiralik katil gibi ulaşabilirsiniz. 120
Oysabu ölümlüler için en acısı: Tanrılarımız aşılmakistiyor çünkü
yenilenmeleri gerekiyor. İnsanlar prenslerini öldürüyorsa bunun ne­
deni tanrılarını öldürememeleri ve tanrılarını kendi içlerinde öldürme­
leri gerektiğini bilmemeleridir.
Tanrı yaşlanırsagölge olur, anlamsızlaşır ve batar. En büyük doğru
enbüyükyalan olur, en parlak gün en karanlık geceye dönüşür.
Nasıl ki günün geceye, gecenin degünegereksinimi varsa anlam saç­
malığı ve saçmalık da anlamı gereksinir.
Gün kendisinden var olamaz, gece kendisinden var olamaz.
Kendisinden var olan gerçeklik gündüz ve gecedir.
Öyleyse gerçeklik anlam ve saçmalıktır.
Öğlen bir andır, geceyarısı bir andır, gündüz geceden gelir, akşam
geceye dönüşür ancak akşam günden gelir ve sabah gündüze dönüşür.
Öyleyse anlam bir andır ve saçmalıktan saçmalığa geçiştir ve saçma­
lık yalnızca bir andır ve anlamdan anlama geçiştir. 121

hastalıktan kalkar gibi uykuya daldım” (s. 74). Jung bu düşünü Aniela Jaffe’ye anlatmış
ve Siegfried’in düşünde olduğu gibi gölgeyle karşılaştıktan sonra bu düşün aynı anda
hem bir şey hem de başka bir şey olduğu düşüncesini ifade ettiği yorumunu getirmişti.
Bilinçdışı bir ermişin halesi gibi insanın ötesine ulaşıyordu. Gölge insanları saran açık
renkli bir küre gibiydi. Bunun ötenin, insanların bütün olduğu yerin görümü olduğunu
düşünmüştü. {MP, s. 170).
118. Taslak şöyle devam ediyor: “ Aradaki dünya en basit şeylerin dünyasıdır. Yönelme ve
buyrukların dünyası değil, belirsiz olasılıkların olasılık dünyasıdır. Burada sonraki yollar
hep küçüktür, onların üzerinde geniş, düz anayollar, Cennet, aşağısında Cehennem
yoktur” (s. 74). Jung Ekim 1916’da Psikoloji Kulübü’nde “Uyum, bireyselleşme ve
ortaklaşılık” konulu konuşmalar yapmış ve burada suçluluk duygusunun önemine
değinmişti: “Bireyselleşmenin birinci adımı trajik suçluluktur. Suçluluk duygusunun
birikmesi kefareti gerektirir” (te 18, §ıo94).
119. Taslak'ta burada ek olarak “Gülümsüyor musun? Bu çağın tini derinliklerin bir dünya ya
da gerçeklik olmadığına inanmanı istiyor" diyor (s. 74).
120. Taslak şöyle devam ediyor: “bir Yahuda” (s. 75).
12ı. Taslak şöyle devam ediyor: “Düş görüm bana bu edimde yalnız olmadığımı gösterdi.
Bana bir genç, yani benden genç olan, benim gençleşmiş bir örneğim yardım
ediyordu” (s. 76).
Ah o Siegfried, sarışın ve mavi gözlü, Alman kahraman, elimde öl­
mek zorundaydı, en sadık ve en yiğit olan! Daha büyük ve daha güzel
olarak değer verdiğim her şey onun kendisinde vardı; benim gücüm,
gözüpekliğim, gururumdu. Bu savaşta ben düşerdim, o yüzden bana
kalan suikastti. Yaşamaya devametmek istiyorsambu ancak hilekârlık
ve hinlikle olabilirdi.
Yargılama! Alman ormanlarının sarışın yabanisini düşün, orma­
na tavuk sansarı gibi çivilenmiş Yakın Doğu Tanrısına gök gürültüleri
saçan çekiciyle ihanet etmesi gerekiyordu. Yürekliler kendilerine duy­
dukları belirli bir küçümseme ile alt edildiler. Oysa yaşamgüçleri on­
ları hayatta kalmayı emrediyordu ve onlar da güzel yabani tanrılarına,
kutsal ağaçlarına ve Alman ormanlarının görkemine ihanet ettiler.122
Sigfried’in Almanlar için anlamı ne? Almanların Siegfried’in ölü­
münden duydukları acı bize ne anlatıyor? İşte bu yüzden onun canını
bağışlamak için neredeyse kendimi öldürmeyi yeğliyordum. Yine de
yeni bir Tanrı ileyaşamaya devametmek istedim.
Çarmıhta öldükten sonra İsa yeraltına gitti ve Cehennem oldu. Bu
yüzden Deccal’ın biçimini aldı, ejdarha oldu. Bize eskilerin aktardığı
Deccal’ın imgesi eskilerin gelişini önceden bildirdiği yeni Tanrı'yı du­
yuruyor. 123
Tanrılar kaçınılmazdır. Tanrı’dan ne kadar kaçarsanız eline düş­
meniz o kadar kesindir.
Yağmur, ulusların üzerine akacakbüyükgözyaşı seli, ölümün sıkış-
1ırmasından sonra boşalan gerilimin gözyaşı dolu seli, müthiş bir gücü
yükledi insanlara. Bu, gömülme ve yeniden doğumdan önce içimdeki
ölünün ağıdı. Yağmur toprağın meyve vermesini sağlayacak, yeni buğ­
dayı, genç, filizlenen Tanrı’yı yaratacak. 124
ı 22. Taslak şöyle devam ediyor: “Tıpkı Wotan gibi, Siegfried’in de ölmesi gerekiyordu”
(s. 76). 1915 yılında Hristiyanlığın Almanya'ya gelmesinin etkileri üzerine yazmıştı:
“Hristiyanlık Germen barbarları üst ve alt olmak üzere ikiye böldü ve karanlık yanı
bastırarak aydınlık yarıyı evcilleştirerek kültüre uygun hale getirdi. Yine de alt, karanlık
yarı hâlâ kefareti ve ikinci evcilleştirmeyi bekliyor. O güne dek tarih öncesinin, kolektif
bilinçdışının izlerini çağrıştırmaya devam edecek ve bu da kolektifbilinçdışının kendine
özgü ve artan etkinliğini gösteriyor olmalı” (“Bilinçdışı üzerine” t e ıo, §17). Bu duruşu
“Wotan”da genişletmiştir (1936, te ıo).
ı 13. Taslak’ta cümle şöyle geçiyor. “Yeni bir Tanrı, İsa’nın ötesinde birkahraman ileyaşamaya
devam etmek istiyoruz” (s. 76).
1 14. Ölen ve dirilen Tanrı teması özellikle James Frazer’ın Altın Dal Dinin ve Folklörün
Köklerinde görülür. Jung Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde bu çalışmadan da
etkilenmiştir.
Tanrı’ya Gebe Kalmak
[ÖH iv (v) 2]
Cap. viii.

Bundan sonraki ikinci gecede ruhumla konuştumve şöyle dedim:


“Bu yeni dünya bana zayıf ve yapay geliyor. Yapay kötü bir sözcük
ama ağacın içine büyüyen hardal tohumu, bir bakirenin rahmine dü­
şen sözcük, dünyanın tâbi olduğu Tanrı oldu.”125
Benbunları söylerken birdenbire derinliklerin tini çıktı. Beni sar­
hoşluk ve buğuyla doldurdu ve güçlü bir sesle şunları söyledi [OB iv
(v) tepedeki bir yıldızdan akan ışınlar yerdeki bir kaba dökülüyor]
“ Onu en derin gereksinim ve alçak gönüllülükle aldım.
Eski püskü parçalı bir örtüyle örttüm ve za yıf sözcükler üzerine
yatırdım.
Çocuğuna, mucize çocuğuna, gelecek olanın babayı bildiren çocu­
ğuna, üzerinde büyüdüğü ağaçtan eski olan meyveye alaycılık tapındı.
A cıda gebe kalacaksın ve neşe senin doğumun.
Korku senin müjden, kuşku sağında duruyor, hayal kırıklığı solunda.
Gözümüze iliştiğinde gülünçlüğümüz ve anlamsızlığımızla geçtik.
Işığını aldığımızda gözlerim körleşti ve bilgimiz sessizleşti.
Sen sonsuz ateşin kıvılcımı, hangi geceye doğdun?
Sana inananlardan içten dualar akıtacaksın ve o n la rd a kendileri­
ne acım asızgelen dillerde zaferini konuşmak zorundalar.
Utanç saatlerinde onların üzerine geleceksin onlar seni nefret et­
tiklerinde, korktuklarında ve tiksindiklerinde bilecek. 126
En nadide hoş sesin perişanların, dışlanmışların ve değersiz görü­
lüp ayıplananların gevelemeleri arasında duyulacak.
En derin alçak gönüllülük önünde tapınanların ve özlemleri tara­
fından kötülüğün çam ur akıntısına sürülenlerin elleri senin âlemine
dokunacak.

125. Isa’nın hardal tohumu örneğine gönderme yapıyor. Matta 13:31-32: “Cennetin krallığı
bir hardal tohumu tanesi gibidir “Göklerin Egemenliği bir adamın alıp tarlasına ektiği
hardal tanesine benzer. Hardal tüm tohumların en küçüğü olduğu halde, gelişince bahçe
bitkilerinin boyunu aşar, ağaç olur.” (Karşılaştırın Luka 13:18-20, Markus 4:30-32).
126. Markus 16:17de İsa inaanların yeni dillerde konuşacağını söyler. Yeni dillerde konuşma
konusu ı. Korintliler 14’te geçer ve Pentakostal hareketin merkezindedir.
Sana yılgı ve kuşku içinde dua edenlere armağanını vereceksin ve
ışığın dizlerin önünde istemeden bükülen ve hınçla dolu olanlar üzerin­
de parlayacak.
Yaşamın kendi üstesinden gelenle / [OB v (r)] ve benliğini-aşmasını fol. iv(
/v(r)
reddedende. 127
Merhametin kurtuluşunun ancak en yükseğe inanan ve kendilerine
otuz parça gümüş için ihanet edenlere verildiğini de biliyorum. 128
S a f ellerini kirletip ve en iyi bilgilerini hatayla aldatacak ve erdem­
lerini bir katilin mezarından alacak olanlar senin ziyafetine davetliler.
Doğumunun takımyıldızı hasta ve değişen bir yıldız.
Bunlar, E y gelecek olanın çocuğu, senin gerçek Tanrı olduğuna ta­
nıklık eden mucizeler.

[2] Prensim düşünce derinliklerin tini görümü açtı ve yeni Tan-


rı’nın doğumundan haberdar etti beni.
Tanrısal çocuk müthiş bir iki anlamlılığın içinden, tatsız-güzel,
kötü-iyi, gülünç-ciddi, hasta-sağlıklı, insanlıkdışı-insan ve tanrısal
olan-olmayandan bana yaklaştı/ 29
Saltık içinde aradığımız Tanrının130 saltık güzellik, iyilik, ciddilik,
yükseliş, insanlık, hatta tanrısallık içinde bulunamayacağını anladım.
Bir zamanlar Tanrı oradaydı.
Yeni tanrının görecelide olacağını anladım. Tanrı saltık güzellik ve
iyilikse, yaşamın doluluğunu nasıl kavrasın, güzel ve tatsız, iyi ve kötü,
gülünç ve ciddi, insani ve insalıkdışı olan ne? Tanrılığın kendisi ancak
yarısına katılıyorsa insan Tanrının rahminde nasıl yaşasın?‘3i
1 27. Benliğinin üstesinden gelme konusu Nietzsche’nin eserlerinde önemli bir yer tutar.
Böyle Buyurdu Zerdüşt’te Nietzsche şöyle diyor: “Size Üst-Insanı öğretiyorum. insan
üstesinden gelinmesi gereken bir şeydir. Onun üstesinden gelmek için ne yaptınız?
Bugüne dek bütün canlılar kendilerinin ötesinde bir şeyler yarattılar ve sen bu büyük
akışı tersine çevirip insanın üstesinden gelmek yerine hayvana dönmek mi istiyorsun?
(“Zerdüşt’ün önsözü 3”; Jung bu satırların altını çizmiş.) Jung’un Zerdüşt’teki bu
konuyu nasıl ele aldığını görmek için bkz. Nietzsches Zarathustra: Notes of the Seminar
Given in 1934-9, Cilt. 2, ed. James Jarrett (Princeton: Princeton University Press, 1988,
s. 1502-08).
128. Yahuda otuz gümüş için İsa’ya ihanet etmişti (Matta 26:ı 4-16).
>29. bkz. dipnot 58, s. ıi2.
ı .ıo. Yeni Tanrı'nın bu kapsayıcı doğası Sınamalarda işlenerek bütünüyle geliştirilir (2.
Vaaz, s. 448f).
1 .ı ı. Kötülüğün tanrılıkla bütünleşmesi teması Jung’un çalışmalarında önemli bir rol
oynamıştır; bkz. Aion O951, t e 9, 2, böl. 5), ve Eyyub'a Yanıt (1952, t e II).
İyi ve kötünün yüksekliklerine yaklaştıysak k ötü lü ğüm ü z ve tatsız­
lığım ız en aşırı işkencede yatıyord ur. İn san ın işkencesi o k ad ar b ü yü k
ve yükseklerin havası o k ad ar z a y ıf ki zar zor yaşayabilir orada. İyi ve
güzel saltık id e a n ın 132 bu zund a donar ve kötü ve tatsız çılgın yaşam la
dolu çam ur b irikintileri olur.
İşte bu yüzden İsa ölü m ü n d en son ra C eh en n em ’e yo lcu lu k etm ek
zorun d ayd ı, y o k sa Cennet'e yükselişi olanaksız olu rdu. İsa’nın önce
D eccal, alt d ün yad ak i kardeşi o lm ası gerekti.
İsa üç gün C ehennem ’deyken neler olduğunu kim se bilm iyor. Ben
yaşad ım bu deneyim i. 133 E ski insanlar orada ölm üşlere vaaz verd iğin i söy­
lediler. 134 Söyledikleri doğru am a bunun nasıl olduğunu biliyor m usun?
Bu b ir m ask aralık ve boş iş, berbat C eh en n em ’de en kutsal gizem ­
lerin m ask eli b alosu yd u . İsa, D eccalın ı b aşk a nasıl kurtarab ilird i? E s k i­
lerin bilinm eyen kitap larını o k u ve bu n lard an çok şeyler öğren. İsa’nın
Cehennem 'de kalm adığını, ötenin yükseklerine çıktığını gör. 135
İyi v e güzelin değeri üzerine görüşü m üz gü çlendi v e sarsılm az hale
geldi, işte bu y ü zd en y a şam b u n u n ötesine genişleyebilir ve sın ırlı ve
özlem d olu olan h er şey i h âlâ doyurabilir. O y sa sın ırlı ve özlem dolu

132. Mutlak idea kavramını Hegel geliştirmiştir. Hegel bu kavramı kozmosu yaratan
diyalektik sekansın doruğa ulaşması ve kendini ayrıştırması olarak görüyordu. Jung
1921de Psikolojik Tipler de (te 6, llace [Londra: Thames and Hudson, 1975]) buna atıfta
bulunmuştur.
133. Bu cümle Düzeltilmiş Taslaktan çıkarılmış ve yerine “ancak bu tahmin edilebilir:” gelmiş
(s. 68).
134. “Nitekim Müjde ölülere de bildirildi. Öyle ki, onlar bedence diğer insanlar gibi
yargılansınlar ama ruhça Tanrı gibi yaşasınlar” (ı. Petrus 4:6).
135. İsa’nın Cehenneme inişi çeşitli standart dışı İncillerde anlatılır. “Havari İnancı“nda
şöyle diyor: “[O] Cehenneme indi. Üçüncü gün yeniden dirildi.” Jung Orta Çağ
simyasında bu motifin işlenmesine değinir (Psikoloji ve Simya, 1944, TE 12, §6ın, 440,
451; Mysterium Coniunctionis, 1955/56, TE 14,475). Jung’un atıfta bulunduğu (TE 12,
§6ın) kaynaklardan biri de Albrecht Dietrich’in Nekyia: Beitriige zur Erkliirung der
neuentdeckten Petrusapokalypse’sidir. Burada Isa’nın Cehennemi ayrıntılı bir şekilde
anlattığı Petrus İncili ndeki vahiyler üzerine yorumda bulunulur. Jung’un kitabın üzerine
birçok not aldığı, ayrıca en sona sayfa referansları ve notlar içeren iki sayfa eklediği
görülüyor. 1951 yılında da İsa’nın Cehenneme inişi temasına şu psikolojik yorumu
getiriyor: “Kefaret için yaptıkları ölüleri de kapsayan İsa’nın ruhunun Cehennem’e
inişi, ‘ descensus ad infernos,’ bütünleşmenin kapsamını gösteriyor. Bunun psikolojik
karşılığı, bireyselleşme sürecinin temel bir bölümüne karşılık gelen kolektif bilinçaltının
bütünleşmesini oluşturur,” (Aion, TE 9, 2, §72). 1938’de şöyle diyor: “Ölümü sırasında üç
gün süren Cehennem’e iniş, yok olan değerin bilinçdışına batmasını ve burada karanlığın
gücünü fethederek yeni bir düzen kurmasını ve daha sonra da yeniden Cennete
yükselişini, yani bilincin yüce berraklığa kavuşmasını betimliyor,’’ (“Psikoloji ve Din,” TE
II, §149). “Eskilerin bilinmeyen kitapları" standartdışı İnciller için kullanılıyor.
olan aynı zam anda tatsız ve kötüdür. Tatsız ve kötü konu su nd a hâlâ
dargın m ısın?
B u n u n sayesinde yaşam gü çlerin in ve değerlerin in ne b ü yü k o l­
duğunu görebilirsin. B u n u n için de ölü old u ğu nu m u düşünüyorsun?
O ysa bu ölü yılan lara d a dönüşebilir.136 B u yılan lar gü nü m üzü n pren­
sini söndürecek.
D erinlikler bu en büyük savaşı salıverince insanların üzerine nice gü-
zellik ve neşe geldi gö rü yo r m usun? Y in e de korkutu cu b ir başlangıçtı.'37
D erin liklerim iz yo k sa yüksekliklerim iz nasıl var? Y in e de d erin lik ­
lerden k ork u yo rsu n ve on lardan kork tu ğu n u itira f etm ek istem iyo r­
sun. Y in e de iy i bu, kend in izden k ork m an ız; k end in izden k o rk tu ğ u ­
nuzu y ü k se k sesle söyleyin. İn san ın ken d in den k ork m ası bilgeliktir.
Yalnızca k ah ram an lar k o rk u su z o ld u k ların ı söyler. O ysa kah ram an a
ne old u ğu n u biliyorsunuz.
K orku ve titrem eyle, çevrenize güvensizce bakınarak gidin derinlikle­
re, am a b u n u yalnız yapm ayın; derinlikler cinayetle d olu olduğu için iki
ya da üç daha güvenli. A y rıca geri dönüş yo lu n u da güvenceye alın. Birer
ödlek gibi ihtiyatla ilerleyin ve böylece ruh katillerini önceden alt edin.' 18
1 )erinlikler sizi baştan aşağı yutm ak ve çam urda b oğm ak isteyecektir.

ı 16. Taslak şöyle devam ediyor: “Oysa yılan aynı zamanda yaşamdır. Eskilerin oluşturduğu
imgede yılan cennet bahçesinin çocuksu muhteşemliğine son verir; Isa’nın bile yılan
olduğu söylenmiştir” (s. 83). Jung bu temayı i95o’de Aion'da işlemiştir, te 9, 2, §29ı.
ı 17. Düzeltilmiş Taslak'ta: “Cehennem’in başlangıcı” (s. 70). 1933’te Jung’un hatıraları: “Savaş
patlak verdiğinde Inverness’teydim ve Hollanda ve Almanya üzerinden döndüm. Batıya
giden orduların tam içinden geçtim ve bunun Almancada Hochzeitsstimmung, tüm
ülkeye yayılmış bir sevgi şenliği olduğu hissine kapıldım. Her şey çiçeklerle süslenmişti,
bir sevgi patlaması yaşanıyordu. Herkes birbirini seviyordu ve her şey güzeldi. Evet, savaş
önemliydi, büyük bir işti ama önemli olan bütün ülkedeki kardeşçe sevgiydi. Herkes
birbirinin kardeşiydi. Başkasında ne varsa alabilirdi insan, sorun değildi. Köylüler
ambarlarını açmış, ellerinde avuçlarında ne varsa dağıtmıştı. Tren istasyonundaki
restoran ve büfede bile durum değişmiyordu. Çok acıkmıştım, neredeyse yirmi dört
saattir bir şey yememiştim ve ellerinde yalnızca birkaç sandviç kalmıştı. Fiyatını sordum,
“Ne gerek var, alın işte!” dediler. Sınırı geçip Almanya’ya girer girmez de içi bira ve
sosislerle, ekmek ve peynirle dolu büyük bir çadır çıktı karşıma. Tek kuruş ödemedik
ve bu bir sevgi şenliğiydi. Tam anlamıyla şaşkınlık içindeydim” (Visions Seminars 2, ed.
Claire Douglas [Princeton: Princeton University Press, 1997], s. 974-75).
ı 18. “Ruh katili” deyişi Luther ve Zwingli tarafından, daha sonra da Daniel Paul Schreber
tarafından 1903 Memoirs of myNervous Illness, ed. and çev. Ida Macalpine and Richard
Hunter (Folkestone: William Dawson, 1955)'de kullanılmıştır. Jung 19o/de "Erken
bunama üzerine" (te 3)’de bu çalışmayı ele almış, konuya Freud’un da dikkatini
çekmiştir. 9 ve 16 Temmuz 1915’te Analitik Psikoloji Derneğfnde Schreber’in ele alındığı
toplantılarda Schneiter’in sunumlarından sonra Jung Schreber’in imgelerindeki Gnostik
paralelliklere dikkat çekmiştir (MAP, cilt ı , s. 88f).
Cehennem’e, yolculuk eden Cehennem olur; öyleyse nereden gel­
diğinizi unutmayın. Derinlikler bizden güçlüdür; öyleyse kahraman
olmayın, akıllı olun ve kahramanlık taslamayın çünkü hiçbir şey kah­
ramanı oynamaktan daha tehlikeli değildir. Derinlikler sizi tutmak
istiyor; birçokları bugüne dek dönmedi ve o yüzden insanlar derin­
liklerden kaçtı ve onlara saldırdı.
Ya derinlikler saldırı yüzünden kendilerini ölüme çevirirse? Oysa
derinlikler gerçekten kendilerini ölüme çevirdi; işte bu yüzden uyan­
dıklarında binlerce ölümverdiler.'39 Ondan tümyaşamı zaten aldığı­
mız için onu katledemeyiz. Hâlâ ölümün üstesinden gelmek istiyor­
sak onu canlandırmalıyız.
Öyleyse yolculuğunuzda yanınıza yaşamın tatlı içkisiyle, kırmızı
şarapla dolu altın kupalar aldığınızdan emin olun ve onu ölü mad­
deye verin ki yeniden yaşamkazanabilsin. Ölü madde kara yılanlara
dönüşecek. Korkmayın, yılanlar çağınızın güneşini hemen kararta­
cak ve üzerinize nefis ılgımlarla dolu bir gece inecek.140
Ölüleri uyandırmak için uğraşıp didinin. Derin madenler kazın
ve içine adak armağanlar atın ki ölülere ulaşsınlar. İyi yürekle kötü­
lük üzerine düşünün, yükselmenin yolu budur. Yine de yükselmeden
önce herşey gece ve Cehennem’dir.
Cehennem’in özü üzerine ne düşünüyorsunuz? Cehennem, de­
rinliklerin artık ya da henüz yeterli olmadığınız her şeyle size gel­
mesidir. Cehennem elde edebileceğinizi artık elde edememenizdir.
Cehennem istemediğinizi bildiğiniz her şeyi düşünmek ve duyum­
samak ve yapmak zorunda olduğunuz zamandır. Cehennemyapmak
zorunda olmanın aynı zamanda istemek olduğunu ve bundan da biz­
zat sorumlu olduğunu bilmektir. Cehennem insanın kedisiyle ilgili
tasarladığı her ciddi şeyin aynı zamanda gülünç, her ince şeyin aynı
zamanda kaba, her iyinin kötü, her yükseğin alçak ve her hoşluğun
aynı zamanda utanç verici olduğunu bilmektir.
139. Birinci Dünya Savaşındaki katliamlara atıfta bulunuyor.
140. Beşinci bölümdeki “Gelecekte Cehenneme İniş” imgesi ile bağlantılı. 194o’ta Jung
şöyle yazmıştı: “Ederha ve yılanların insanın en iç benliğine tehdidi sezgisel ruhun,
bilinçdışının, yeni edinilen bilinci yeniden yutması tehdididir (“Çocuk arketipi
üzerine” te 9,1, §282).
Yine de en derin Cehennem Cehennem’in aynı zamanda Cehen­
nemdeğil, neşeli bir Cennet, kendi içinde bir Cennet olmasa da bu
bakımdan bir Cennet ve bu bakımdan bir Cehennem olduğunu fark
etmektir.
İşte Tanrı’nın çift anlamlılığı; karanlık bir çift anlamlılıktan doğ­
muş ve parlak bir çift anlamlılığa yükseliyor. Açık anlamlılık basit­
liktir ve ölüme yol açar. '4‘ Oysa çift anlamlılık yaşamın yoludur.142
Sol ayak hareket etmezse sağ ayak eder ve böylece hareket edersin.
Tanrı bunu ister.^3
Şöyle diyorsunuz: Hristiyanlığın Tanrısının anlamı açıktır, o sev­
gidir.^ Oysa sevgiden daha çift anlamlı ne var? Sevgi yaşamın yolu­
dur ama sevginiz eğer bir sağınız ve bir solunuz varsa sevgi yaşamın
yolundadır.
Hiçbir şey çift anlamlılığa oynamaktan daha kolay, hiçbir şey çift
anlamlılığı yaşamaktan daha zor değildir. Oynayan çocuktur; onun
Tanrısı yaşlıdır ve ölür. Yaşayan uyanmıştır; Tanrısı gençtir ve devam
eder. Oynayan iç ölümden gizlenir. Yaşayan yoluna devametmeyi ve
ölümsüzlüğü hisseder. Öyleyse oyunu oyunculara bırakın. Düşmek
isteyen düşsün; durdurursanız sizi silip süpürür. Komşularla ilgilen­
meyen gerçek bir sevgi var.‘45
Kahraman öldürüldüğünde ve anlam saçmalıkta bilindiğinde,
gerilim yüklü bulutlardan boşanıp geldiğinde, her şey ödlekleşip
kendi kurtuluşuna baktığında Tanrı’nın doğuşunu ayırt ederim.146
Alay ve tapınma, keder ve kahkaha, evet ve hayır kafamı karıştırdı­
ğında Tanrı karşıma çıkıp kalbimin derinlerine gömüldü.
ı iı. Düzeltilmiş Taslakta bunun yerine “bir ereğe” var (s. 73).
ı ı ' 1952’de Jung Zwi Werblowsky’ye yazılarındaki kasıtlı belirsizlikle ilgili şunları
yazmıştı: “Psişik doğaya karşı adil olması için konuştuğum dilin de ikili yönüyle
belirsiz, yani muğlak olması gerekiyor. Bilinçli olarak ve kasten muğlak ifadeler
kullanmaya çalışıyorum çünkü bu tek anlamlılıktan daha üstün ve varlığın doğasına
karşılık geliyor (Mektuplar 2, s. 70-71).
ı ı Taslak şöyle devam ediyor: “Eskilerin ve yaşlıların arkalarında bıraktığı Tanrı imgelerine
bak, doğaları çok anlamlı ve muğlak” (s. 87).
' 14- ı. Juhanna 4:16: “Tanrı'nın bize olan sevgisini tanımış vebuna inanmışızdır. Tanrı
sevgidir. Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar.
ı -1«i Taslak şöyle devam ediyor: “Bu sözü ve diğer söylediklerimi tersine çeviren oyuncudur
çünkü söylenen söze saygısı yoktur. Kendinizi bir kitapta okuduklarınızdan aldığınızı
bilin. Bir kitaptan okuduğunuz kitaba da okursunuz" (s. 88).
ı |i> Düzeltilmiş Taslak’ta “yeni-Tanrı’nın-doğumu" (s. 74).
Biri, ikinin birlikte erimesinden doğdu. Obenim, ona bir bakire
gibi dirençle gebe kalan kendi insan ruhumdan çocuk olarak doğdu.
Böylece eskilerin bize verdiği imgenin karşılığı o.147 Oysa annem, ru­
hum, Tanrı'ya gebe olduğunda bunu bilmiyordum. Hatta bana öyle
geldi ki sanki bizzat ruhum Tanrı'ydı, oysa Tanrı yalnızca onun be­
deninde yaşıyorduk8
Böylece eskilerin imgesi tamamlandı; ruhumu içindeki çocuğu
öldürmeye ikna ettim. Ben aynı zamanda Tanrımın en azılı düşma­
nıyım çünkü.149 Yine de düşmanlığımın aynı zamanda Tanrı'da ka­
rarlaştırıldığını gördüm. Oalay ve nefret ve öfke, çünkü bu da yaşa­
mın bir yolu.
Kahraman öldürülmeden Tanrı’nın var olamayacağını söyle­
mem gerekiyor. Bizim anladığımız kahraman Tanrı'nın düşmanı
oldu çünkü kahraman kusursuzluktur. Tanrı insanın kusursuzluğu­
nu kıskanır çünkü kusursuzluk tanrılara gerek duymaz. Oysa kimse
kusursuz değildir ve tanrılara gereksinim duyarız. Tanrılar kusur­
suzluğu sever çünkü o yaşamın topyekun yoludur. Oysa tanrılar ku­
sursuzluğu dileyenle olmaz çünkü o kusursuzluğun taklididir.'30
İnsan kahramansı ilk örneğe hâlâ gereksinimduyarken öykünmek
yaşamın bir yoluydu.^1 Maymunun yaşamtarzı maymunlar için yaşa­
mın bir yoludur ve maymun gibi olduğu sürece insan için de öyledir.
İnsanın maymuna öykünmesi çok uzun sürdü ancak bu maymuna öy­
künmenin bir parça da olsa insandan çekileceği zaman gelecek.
Bu kurtuluşun ve güvercinin, sonsuz ateşin ve kefaretin indiği
çağ olacak.
147. Burada Bakire Meryem’e atıfta bulunuluyor.
148. bkz. dipnot 57, s. ııı.
149. Bu Liber Secundus'ta İzdubar’ın yaralanmasına atıfta bulunuyor olabilir, bkz. Bölüm 3,
“Birinci Gün” s. 239.
150. Kusursuzluğun ötesinde bütünlüğün önemi Jung’un sonraki çalışmalarında önemli yer
tutar. Karş. Aion, 1951,TE 9. 2,^123: Mysterium Coniunctionis, 1955/56, TE14. §616.
1 51. Jung 1916’da şöyle yazmıştı: “İnsanın bir yeteneği vardır ki topluca amaçlar
açısından en büyük yararı getirse de bireyselleşme açısından en zararlı şeydir
ve bu da taklittir. Kolektifpsikoloji taklitsiz yapamaz ("Bilinçdışının yapısı,” te
7, §463). “Çocuk arketipi üzerine”de (1940) Jung kahramanla özdeşleşmenin
tehlikelerine değinir: “Bu kimlik ruhun dengesi açısından genellikle son derece
inatçı ve tehlikelidir. Kimlik çözülebilirse kahraman figürü bilincin insan düzeyine
indirilmesi yoluyla zamanla benliğin bir simgesi olacak şekilde ayırt edilebilir.” (te
9, !, §303).
Ozaman artık bir kahraman ve ona öykünen kimse olmayacak. O
zamandan sonra öykünmek lanetlenecek. Yeni Tanrı öykünmeye ve
müritliğe güler geçer. Onun öykünenlere ve öğrencilere gereksinimi
yok. O insanları kendi içinden zorlar. Tanrı insandaki kendi takipçisi­
dir. Okendine öykünür.
İçimizde teklik, dışımızdatopluluk olduğunu düşünüyoruz. Toplu­
luk dışla ilişkisinde dışımızda, teklik ise bizi kastediyor. Kendi içimiz­
deysek tekiz ama dışımızdaki ile ilişkide topluluğuz. Oysa kendi dışı­
mızdaysak o zaman topluluk içinde tek ve benciliz. Kendi dışımızda
olduğumuzda benliğimiz yokluk çekiyor ve böylece gereksinimlerini
toplulukla karşılıyor. Sonuçta topluluk tekliğe çarpıtılıyor. Kendi içi­
mizde olduğumuzda gereksinimi benlikle doyuruyoruz, serpiliyoruz
ve böylece topluluğun gereksinimlerinin ayırdına varıyoruz ve bunları
gideriyoruz/52
Kendi dışımızda bir Tanrı kurarsak bizi benlikten koparır çünkü
Tanrı bizden daha güçlüdür. Benliğimiz yoksunluğa düşer. Oysa Tanrı
benliğe taşınırsa bizi dışımızdakinden koparır.^ Tekliğe kendi içimiz­
de ulaşırız. Böylece Tanrı dışımızda olanagöre topluluk, içimizde olana
giire teklik olur. Kimsede benimTanrımyoktur, ama benimTanrımda
herkes vardır, ben de dahil. Her bir insanın Tanrısında her zaman diğer
her insan vardır, ben de dahil. Öyleyse çokluğuna karşın her zaman
yalnızca bir Tanrı var. Ona kendi içinizde ve yalnızca sizi yakalayan
benliğiniz yoluyla ulaşırsınız. Sizi yaşamınızın ilerleyişinde yakalar.
Kefaretimiz için kahramanın düşmesi gerekiyor çünkü o örnek
ve öykünme istiyor. Oysa öykünmenin ölçüsü tamamlandı.154 Kendi
içimizde yalnızlıkla, dışımızda da Tanrı ile barışık olmalıyız. Bu yal­
nızlığın içine girersek Tanrı’nın yaşamı da başlar. Kendi içimizdeysek
dışımızdaki uzay özgürdür ama Tanrı ile doludur.
İnsanlarla olan ilişkilerimiz bu boş uzaydan ve aynı zamanda Tan-
11'dan geçer. Oysa önceden kendi dışımızda olduğumuz için bencil­
112. Jung bireyselleşme ile kolektiflik arasındaki çatışma konusunu 1916’da “Bireyselleşme ve
kolektiflik” adlı yazısında ele almıştır (TE 18).
1 , l. Jung’un “Bireyselleşme ve kolektiflik”teki yorumlarıyla karşılaştırın: “Şimdi birey
kendini Tanrı’dan kopararak ve bütünüyle kendi olarak pekiştirmelidir. Böylece ve
aynı zamanda kendini toplumdan ayırmış olur: Dışarıdan yalnızlığa gömülür, içte ise
Cehenneme, Tanrı'dan uzaklaşmaya" (te 18, §1103).
ı vj. Bu Siegfried’in katline Liber Primus 7. Bölüm “Kahramanın Katli“nde getirilen yorum.
likten geçiyordu. İşte bu yüzden tin dıştaki soğuk uzayın yeryüzüne
yayılacağını önceden bildirdi.155 Bununla bana bir imgede Tanrı’nın
insanların arasına adımatacağını ve her bir bireyi dondurucu soğuğun
kırbacıyla kendi keşiş ocağına süreceğini gösterdi. İnsanlar kendilerini
kaybetmişti çünkü, deliler gibi kendilerinden geçmişlerdi.
Bencil istek en sonunda kendini ister. İsteğinde kendini bulursun,
o zaman isteğin boş olduğunu söyleme. Kendini istediğinde kendin­
le kucaklaşmanda tanrısal oğulu üretirsin. İsteğin Tanrı’nın babası,
benliğin Tanrı’nın annesi, ama oğul yeni Tanrı, efendin.
Benliğini kucaklarsan dünya sana sanki soğumuş ve boşalmış gibi
gelir. Gelecek olan Tanrı bu boşluğa taşınır.
Yalnızlığına çekildiysen ve çevrendeki uzay bütünüyle soğuduy-
sa ve bitmez tükenmezse, o zaman insanlardan uzaklaştın ve aynı
zamanda onlara daha önce hiç olmadığı kadar yaklaştın demektir.
Bencil istek seni yanlızca görünüşte onlara yöneltmiştir, gerçekte ise
seni onlardan ve sonuçta, sana ve başkalarına en uzak olan kendin­
den uzaklaştırmıştır. Oysa şimdi yalnızlığında Tanrın seni başkaları­
nın tanrılarına ve böylece gerçek komşuya, başkalarındaki benliğin
komşusuna yöneltiyor.
Kendinle başbaşayken yetersizliğinin farkına varırsın. Kahraman­
lara öykünme ve bizzatkahraman olmayeteneğinin ne kadar az oldu­
ğunu göreceksin. Böylece artık başkalarını kahraman olmaya zorla­
fol. v(r)
mayacaksın. Senin gibi onlar da yetersizlikten çekiyor. Yetersizlik de
/v(v) yaşamak ister, ancak o tanrılarını devirecek. [BP v (r)] !

15 5. Önsözde söz edilen düşe atıfta bulunuyor. s. 1 22.


Mysterium (Gizemler).
Karşılaşma
|HIv(v)]
cap. ix.

T an rı’nın özün ü d üşü n d ü ğü m gece b ir im gen in fark ın a vard ım :


K aran lık b ir derinlikte uzan ıyo rd u m . K arşım d a y a şlı b ir adam d u ru ­
yordu. E ski p eygam b erlerd en birin e b en ziyo rd u .156 A yakların ın d ib in ­
de siyah b ir yılan yatıyordu. B iraz u z a k ta k o lo n lu b ir e v gördüm . G ü zel
bir kız çık tı kapısından. K ararsızca yü rü d ü ve k ö r old u ğu nu gördüm .
Yaşlı adam bana el sallad ı ve d ik b ir k aya duvarın d ib in d ek i eve d oğru
onu izledim . Yılan sürünerek ardım ızdan geldi. E vin içine k aran lık hâ­
kimdi. P arıld ayan d u varları olan y ü k se k b ir hole girdik. A rk a d a su ren-
!-\i p arlak b ir taş d uruyordu. Y an sım asın a b aktım ve H avva’nın, ağacın
ve yılanın im gelerini gördüm . B u n d an son ra O dise ve açık den izlerdeki
yolculuğu gözüm e ilişti. B irdenbire sağda, p arlak güneş ışığıyla dolu
lıahçeye bir k ap ı açıldı. D ışa rık çık tık ve yaşlı adam b an a şöyle dedi:
"N erede old u ğu n u b iliyo r m u su n ?”
Ben: “ B en b u rad a yab an cıyım ve h er şey b an a yaban cı görü n ü yor,
lıir düşte gibi, kaygılı. Sen k im sin ?”
İ: “ B en İlya s’ım^/' ve bu da k ız ım Salome.” 158

ı 16. Jung Kara Kitap 2de şöyle yazmış: “Sakalı griydi ve Doğuya özgü bir kaftan giyiyordu”
(s. 231)
ı 17. İlyas Eski Ahit’te geçen bir peygamberdir. İlkolarak 1. Krallar 1 7de anılır, İsrail kralı
Ahab’a Tanrıdan haber getirir. 1953 yılında Carmelite Pere Bruno, Jung’a arketipin
varlığının nasıl kurulduğunu sormuştu. Jung yanıtında İlyası, örnek göstermiş ve onu
son derece söylencesel bir kişilik olarak tanımlamış ancak bunun büyük olasılıkla tarihte
yaşamış bir figür olduğu gerçeğini değiştirmediğini söylemişti. Jung tarih boyunca
betimleniş biçimlerine bakarak onu kolektifbilinçdışını ve benliği temsil eden “yaşayan
arketip” olarak tanımlıyordu. Bu şekilde kurulan bir arketip yeni özümleme biçimlerini
doğurmuş ve bilinçdışı açısından bir telafi ortaya koymuştu (te 18, §§1518-31).
ı H. Salome Herodias’ın kızı, Kral Herod’un üvey kızıydı. Matta 14ve Markus 6'da Vaftizci Yahya
Kral Heroda erkek kardeşinin karısı ile evlenmesinin yasadışı olduğunu söylemiş ve Herod
tarafından hapsedilmişti. (Adı geçmeyen ve yalnızca Herodias'ın kızı olarak sözü edilen)
Salome doğumgününde Herod’un dönünde dans etmiş ve o da Salome’ye bütün isteklerini
yerine getireceğini söylemişti. Salome ondan Vaftizci Yahya'nın kellesini istemişti ve böylece
Yahya’nın boynu vurulmuştu. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüzyılın
haşlarında Salome figürü ressamların ve yazarların çok ilgisini çekiyordu. Bunlar arasında
Guillaume Apollinaire, Gustave Flaubert, Stephane Mallarme, Gustave Moreau, Oscar
Wilde ve Franz von Stuck sayılabilir. bkz. Bram Dijkstra, Idols ofPerversity: Fantasies of
Feminine Evil in Fin-de-Siecle Culture (New York: Oxford University Press, 1986), s. 379-98.
B en : “ H ero d e s’in kızı, kan a su sam ış kadın m ı?”
İ: “ N e d e n bö yle y a rg ılıy o rsu n ? K ö r o ld u ğ u n u g ö rü y o rsu n . O b e ­
n im k ız ım , p eyga m b e rin k ız ı.”
B en: “ S izi n a sıl b ir m u cize b irle ştird i? ”
İ: “ B u b ir m u cize d eğil, b aştan b eri ö y le y d i. B en im b ilg eliğ im ve
kızım b ir d ir.”
D o n a k a ld ım , a lg ıla y a m ıy o rd u m .
İ: “ Ş ö y le düşün: on u n k ö rlü ğ ü ve benim g ö rü şü m b izi so n su z lu k ­
ta yo ld a ş y a p m ış o la b ilir.”
Ben: “ H ayretim i bağışla, gerçekten a lt-d ü n y a d a m ıy ım ? ”
S: “ B en i se v iy o r m u su n ?”
B en: “ S en i n a sıl sev eb ilirim ? B u s o r u y a n a sıl geld in ? T e k b ir şey
g ö rü y o ru m , sen S a lo m e ’sin , b ir k ap lan , elleri k u tsa l o la n ın k a n ıy la
lek elen m iş. Seni n asıl sev ey im ?”
S: “ B en i sev ece k sin .”
B en: “ B en m i? S en i sev m ek m i? N e h a k la b ö y le d ü şü n celere k a ­
p ılıy o rsu n ? ”
S: “ B en sen i se v iy o ru m .”
B en: “ B en i ra h a t b ıra k , sen d en k o rk u y o ru m .”
S: “ B a n a h ak sızlık ed iyo rsu n . İlyas ben im b ab am v e o en d erin
gizem leri b iliyo r. B u e v in d u v a rla rı d eğerli ta şlarla y a p ıld ı. B ab am ın
k u y u la rın d a iy ile ştiric i su lar v a r ve gö zleri geleceğe ait o la n la rı g ö rü ­
yo r. G e lec e k o lan ın son su z a çılm a sın a b ir kez o lsu n göz atm ak için
n eler verm ezd in ? B u n ların sen in için b ir gü n ah k ad a r d eğ eri y o k
m u ?”
B en: “ Ş ey ta n i b ir caziben v a r. Y u k a r ı d ü n y a d a o lm a y a can a tıy o ­
rum . B u ra sı k o rk u n ç. H a v a ne k ad a r a ğ ır ve b u n a ltıc ı!”
İ: “ N e istiy o rsu n ? S eçim se n in .”
B en: “ B en ö lü le re a it d eğ ilim . G ü n ışığ ın d a y a şa rım . N ed e n b u r a ­
d a k e n d im e S alo m e ile işk en ce e d e y im ? H a y a tım d a u ğ ra ş m a m g e re ­
k en y e te rin c e şe y y o k m u ?”
İ: “ S a lo m e ’n in sö y le d ik le rin i d u y d u n .”
B e n : “ S en in , b ir p ey g a m b e rin , o n u k en d i k ız ı v e y o ld a şı o la rak
k ab u l ettiğin e in a n a m ıy o ru m . K ö tü cü l b ir to h u m d a n tü re m e d i m i
o? K ib ir li h a sisliğ in ve su çlu tu tk u ların ta k e n d is i d e ğ il m iy d i?”
İ: “ Y in e d e k u tsal b ir a d am ı sev d i.”
Ben: “ V e a rsızca k a n ın ı d ö k tü .”
İ: “ D ü n y a y a y e n i T a n rı’y ı d u y u ra n p ey g a m b e ri sevd i o . O n u se v ­
di, a n layab iliyo r m usun bu n u ? Benim kızım o ç ü n k ü .”
B en: “ S en in k ız ın o ld u ğ u için Y a h y a ’d a p e y g a m b e ri, b a b a y ı s e v ­
d iğin i m i d ü şü n ü y o rsu n ? ”
İ: “ O n u sevgisiyle ta n ıy a ca k sın .”
B en: “ P e k i, am a on u n a sıl se v d i? B u n a sevgi m i d iy o rsu n ? ”
İ: “ Y a n e yd i?”
B en: “ D eh şete d üştü m . S alo m e ta rafın d a n se v ilm e k k im i dehşete
d ü şü rm ez?”
İ: “ K o rk a k m ısın ? Ş u n u d ü şü n , ben ve k ız ım ö n ce siz d en bu y a n a
lıep b ir o ld u k .”
B en: “ K o rk u n ç b ilm e ce le r su n u y o rsu n . Sen, T a n r ı’n ın p e y g a m ­
beri ve bu k ö tü cü l k ad ın n a sıl b ir o la b ilir?”
İ: “ N ed e n h a y re t e d iy o rsu n ? G ö rü y o rs u n oysa, b iz b iriz .”
B en: “ G ö z le rim in g ö rd ü ğ ü ş e y i k a v ra y a m ıy o ru m işte. Sen , İlyas,
lıir p ey g a m b e rsin , T a n rı’n ın a ğz ısın ve o k an a su sam ış b ir y ılg ı. Siz
l'll a şırı ç elişk in in sim g e sisin iz .”
İ: “ B iz gerçeğiz, sim ge d eğ il.”
S iy a h y ıla n ın d o la n a ra k a ğ a c a ç ık tığ ın ı ve d a lla rın a ra sın a g iz le n ­
il iğini g ö rü y o ru m . H er şey iç k a ra rtıc ı ve k u şk u lu bir h al a lıy o r. İlyas
k alk ıyo r, on u iz liy o ru m ve sessizce y in e h ole d ö n ü y o r u z .^ K u şku
heni p arçalıyor. H er şey o k a d a r gerçekd ışı, yine de bir p arçam ö z ­
lem le g erid e k alıyor. Y en id en gelecek m iy im ? S alo m e b en i seviyor,
lıen onu sev iy o r m u yu m ? Y ab an i bir m üzik d u y u y o ru m , b ir tef, k a s ­
vetli a y ışığı, k u tsa l o lan ın k a n lı-b a k ışlı b a şı,160 k o rk u y a k ap ılıy o ru m .
1 >ışarı fırlıy o ru m . G e c e n in k ara n lığ ı b en i sarıyor. H er y a n z ifiri k a ­
ranlık. K a h ra m a n ı k im katletti? S alo m e b en i bu y ü z d e n m i seviyo r?
İlen on u sev iy o r m u y u m ve kah ram an ı bu yü zd en m i ö ld ü rd ü m ?
P eygam b erle b ir o la n , Y ah ya ile b ir olan o. P e k i, am a ben im le de b ir
mi? H eyhat, o T a n rı’nın eli m iy d i? O nu se v m iy o ru m , o n d an k o rk u ­

ı w. Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Kristal donuk bir ışık saçıyor. Yine Odise imgesini,
uzun yolculuğunda Sirenlerin kayalık adasından geçişini düşünüyorum. Yapmalı mıyım,
yapmamalı mı?” (s. 74)
ı ı.o. Yani Vaftizci Yahya'nın başı.
yorum. Bunun üzerine derinliklerin ruhu benimle konuştu ve şöy­
le dedi: “Böylece onun tanrısal gücünü kabul ediyorsun.” Salome’yi
sevmem mi gerekiyor?161

[2] ' 62Tanık olduğum bu oyun benim oyunum, senin oyunun değil.
Bu benim sırrım, senin değil. Bana öykünemezsin. Benim sırrım bakir
duruyor ve gizemlerim kirletilemez, onlar bana ait ve sana ait olamaz.
Sana ait olanlar var.163

ı6ı. ı925 Seminerinde Jung şöyle diyordu: “Aynı iniş tekniğini kullandım ama bu kez
çok derine gittim. İlkinde diyelim ki 300 metre derine inmiştim ama bu kez kozmik
derinliklerdeydim diyebilirim. Aya gitmek gibi bir şeydi ya da boş bir uzaya iniş deneyimi
gibi. Önce bir krater görüntüsü ya da dağlar dizisive çağrışım duygum bir ölününkü
gibiydi, kurban kendisiymiş gibi. Bu sonrasının ülkesine özgü bir ruh haliydi. İki kişi
görebiliyordum. Biri beyaz sakallı bir adam, diğeri de çok güzel bir genç kız. Onların
gerçek olduğunu varsaydım ve söylediklerini dinledim. Yaşlı adam İlyas olduğunu söyledi.
Bir hayli şaşırmıştım. Kızsa beni daha da irkiltmişti çünkü o Salomeydi. Bunun tuhaf
bir karışımolduğunu düşündüm. Salome ve İlyas, oysa İlyas öncesiz zamandan beri
birlikte olduklarını söylüyordu. Bu da beni irkiltti. Yanlarında, bana yakınlığı olan siyah
bir yılan vardı. İçlerinde en makul olanın İlyas olduğunu düşündüm çünkü zihni işliyor
gibi görünüyordu. Salome konusunda son derece kuşkuluydum. Uzunca konuştuk ama
konuşulanları anlayamadım. Elbette babamın bir din adamı olduğunu ve bu yüzden böyle
figürler gördümüğümü düşündüm. Şu yaşlı adama ne demeli? Salome’ye değinilmeyecekti.
Çok sonraları onun İlyas ile bağlantısının hayli doğal olduğunu görecektim. Bu tip
yolculuklarda hep genç bir kızın yaşlı adamla olduğunu görürsünüz” (Analitik Psikoloji, s.
68-69). Jung bu örüntünün Melville, Meyrink, Rider Haggard ve Simon Magus efsanesinde
(bkz. dipnot ı 54, s. 482), Wagner’in Parsfa/’inde Kundry ve Klingsor ve Francesco
Colonna’nın Hypnerotomachia’sındaki örneklerine değiniyor. Anılarda şöyle diyor:
“Söylencelerde yılan sıklıkla kahramanın karşılığı olarak görülür. Bu benzerliğe birçok
yerde değiniliyor... Demek ki yılanın varlığı kahraman-söylencesinin bir belirtisiydi,” (s.
318). Salome üzerine de şöyle diyor: “Salome bir anima figürüydü. Kör olmasının nedeni
şeylerin anlamını görememesi. İlyas yaşlı ve bilge peygamber figürüdür ve akıl ve bilgelik
etkenini temsil eder; Salome erotik öğedir. Bu iki figürün Logos ve Erosun beden bulmuş
hali olduğu da söylenebilir. Bununla birlikte, bu tip bir tanım fazlasıyla entelektüel olur. Bu
figürlerin o zaman benim için neyse öyle kalması daha anlamlı olacaktır, yani olaylar ve
deneyimler olarak,” (s. 179). Jung ı955-56i:la şunları yazmıştı: “Başka bir yerde, bütünüyle
psikolojik nedenlerle erkek bilincini Logos kavramıyla, kadın bilincini de Eros kavramıyla
eşleştirmeye çalışmıştım. Logos ile ayırt etme, yargı ve kavrayışı, Eros ile ilişki içine
yerleştirmeyi kastediyordum" (Mysterium Coniunctionis, TE ı4, §224). Jung’un İlyas ve
Salome üzerine sırasıyla Logos ve Eros bakımından yorumu için bkz. Ek B, Yorumlar.
ı62. Düzeltilmiş Taslakta: ‘Yol gösteren yansıma” (s. 86). Taslak ve Düzeltilmiş Taslak'ta: “Bu,
dostum, derinliklerin tininin bana verdiği bir gizem oyunu. Yeni-Tanrı’nın-doğuşunu
kabul ettim ve böylece de derinliklerin tini alt dünya törenlerine katılmama izin verdi ve
bunlar bana Tanrı’nın niyetini ve işlerini gösterecekti. Bu ayinlerde kefaretin gizemlerine
kabul edilecektim” (Düzeltilmiş Taslak, s. 86).
ı63. Taslak şöyle devam ediyor: “Yenilenmiş dünyada dış malın mülkün olamaz, bunları
kendinden yaratmadığın sürece. Ancak kendi gizemlerine girebilirsin. Derinliklerin
tininin sana benden başka öğreteceği şeyler var. Ben sana ancak yeni Tanrı’nın ve onun
hizmetindeki tören ve gizemlerin haberlerini getireceğim. Bu ise yoldur. Karanlığın
kapısıdır” (s. ıoo).
Kendi içine giren eli kulağında olanı el yordamıyla aramalı, taştan
taşa ilerleyerek yolunu bulmalı. A yn ı sevgi ile kucaklamalı değersizi ve
değerli olanı. B ir dağ hiçbir şeydir ve bir kum tanesi krallıklar taşır ya
da yine hiçbir şey. Yargın düşmeli senden, hatta beğeni ama hepsinden
öte gurur, hünere dayansa bile. Olancasına yoksul, sefil, aşağılanmış,
cahil geç kapıdan. Öfkeni kendine çevir çünkü kendini bakmaktan ve
yaşamaktan ancak sen alıkoyabilirsin. Gizem oyunu hava gibi yu m u ­
şak, dum an gibi incedir ve sen de yıkıcı ağırlıkta bir hammaddesin.
Yine de bırak en büyük iyin ve en yüce yeteneğin olan umudun yolu
göstersin ve karanlıklar dünyasında sana rehberlik etsin çünkü cevheri
0 dünyanın biçimlerine benzer.^ [İmge v (v)] 165
Gizem oyun un un sahnesi yan ard ağ ağzı gibi derin b ir yerdir. B e ­
nim d erin iç im biçim len m em iş v e ayrışm am ış k ız g ın -erg im iş k ü tleler
fışkırtan b ir yan ard ağ. İçim k ao su n , ilksel ananın çocu ğu n u d o ğ u ru ­
y o r böylece. Y a n a rd a ğ ağzın a gire n in k en d isi k a o tik m ad d eye d ö n ü ­
şür, erir. İçinde biçim len m iş olan çözülür ve k en d in i yen id en k ao su n
çocu k ların a, k aran lığın gü çlerin e, egem en ve ayartıcı, z o rlayıcı ve
alım lı, tan rısal ve şeytan i olan a bağlar. B u gü çler b elirlen m işlikleri-
ıııin ve sın ırla rım ın ötesine u z a n ır h er y a n d an ve beni bütü n b iç im ­
lere ve bü tü n u z a k v a rlık la ra ve şe y le re b a ğ la r k i bö ylece va rlık la rın ın
ve karak terlerin in içsel h aberleri içim d e gelişir.
K a o su n k ayn ağ ın a, ilk se l b aşlan gıcın için e d ü ştü ğü m için ben de
aynı an d a h em olm u ş hem de o la ca k olan ilk sel b aşlan gıca b ağlı o larak
yeniden b içim len iyo ru m . Ö nce k en d i içim d ek i ilk sel b aşlan gıca geli­
yorum . M ad d en in ve d ü n y a n ın o lu şu m u n u n b ir p arça sı o ld u ğ u m için
de a yn ı zam an d a d ü n yan ın ilk y e rd ek i ilk sel başlan gıcın a geliyo ru m .
K uşkusuz y a şam a b içim len m iş v e belirlen m iş b ir i o la rak katıld ım
am a salt biçim len m iş ve b e lirle n m iş b ilin cim y o lu y la ve d o la y ısıy la d a

1 64. Taslak şöyle devam ediyor: “Gizem oyunu içimin en derin dibinde gerçekleşti ve burası
da diğer dünyadır. Bunu aklında tutmalısın, bu da bir dünyadır ve gerçekliği geniş
ve korkutucudur. Ağlarsın ve gülersin ve titrersin ve bazen ölüm korkusuyla soğuk
terler dökersin. Gizem oyunu benliğimi temsil eder ve benim aracılığımla ait olduğum
dünya temsil edilir. Böylece, dostlarım, dünya hakkında çok şey öğrenirsiniz ve onun
aracılığıyla da kendiniz hakkında, burada söylediklerin yoluyla. Yine de bu şekilde
gizemleriniz üzerine hiçbir şey öğrenmediniz. Gerçekten de yolunuz öncesinden de
karanlık çünkü örneğim yolunuza engel çıkaracak. Beni benim yolumda değil, kendi
yolunuzda izleyebilirsiniz" (s. 102).
1M. Fantezideki sahneyi betimliyor.
tüm dünyanın biçimlenmiş ve belirlenmiş bir parçasında, yine bana
benzer şekilde verilen dünyanın biçimlenmemiş ve belirlenmemiş
yönlerinde değil. Yine de bu bana yalnızca derinliklerimde verildi,
yüzeyimde değil ve bu da biçimlenmiş ve belirlenmiş bir bilinçtir.
Derinliklerimin güçleri önbelirlenme ve hazdır/ 66 Önbelirlenme
ya da öndüşünme167 belirlenmiş düşünceler olmadan kaotik olanı bi­
çimve tanıma getiren,^8kanalları kazan ve nesneyi hazdan önce tutan
Prometeus’tur.^9 Öndüşünme de düşünceden önce gelir. Hazsa, biçimi
ve tanımı olmayan, biçimleri isteyen ve yok eden güçtür. Kavradığı bi­
çimleri kendi içinde sever ve tutmadığı biçimleri yok eder. Öndüşünür
bir kâhindir, ancak haz kördür. Öngörmez ama dokunduğunu arzular.
Öndüşünme kendi içinde güçlü değildir ve bu yüzden de devinmez.
Oysa haz güçtür ve dolayısıyla devinir. Öndüşünme biçimbulmak için
hazzı gereksinir. Haz gerek duyduğu biçimi bulmak için öndüşünmeyi
gereksinir.^0 Haz biçimden yoksun olsaydı, hazçokluk içinde çözülür,
sonsuz bölünmeyle parçalara ayrılıp güçsüzleşir, sonsuz olanda yiter­
di. Bir biçim kendi içinde hazzı barındırmıyor ve sıkıştırmıyorsa daha
yüksekolana erişemez çünkü sürekli yukarıdan aşağıya sugibi dökülür.
Tek başına kalan bütün hazlar derin denize akar ve sonsuz uzayda da­
ğılmanınölümcül durgunluğunda sonbulur. Haz öndüşünmeden daha
eski değildir ve öndüşünme hazdan daha eski değildir. Her ikisi de eşit
oranda yaşlıdır ve doğalarında derinlemesine birdir. Her iki ilkenin
ayrı varlığı yalnızca insanda görünür olur.
İlyas ve Salome’den başka, yılanın üçüncü ilke olduğunu gör-
düm.‘7i Yılan her iki ilkeyle de bağlantılı olmasına karşın ikisine de
yabancıdır. Yılan bana içimdeki iki ilkenin özleri arasındaki koşulsuz
166. İlyas ve Salome figürlerinin öznel bir yorumu.
167. Düzeltilmiş Taslakta “Önbelirlenim ya da öndüşünce” yerine “İdea.” Bu değişiklik
bundan sonra yerini koruyor (s. 89).
168. Düzeltilmiş Taslak’ta: “Sınır” (s. 89)
169. Yunan mitolojisinde Prometeus insanı balçıktan yaratır. Geleceği görebilir ve adı da
“öndüşünce” anlamına gelir. 1921'de Jung, Goethe’nin Prometheus Fragment’i (1773) ile
birlikte Carl Spitteler’in destansı şiiri Prometheus und Epimetheus’un (1881) kapsamlı bir
çözümlemesini yapmıştı; bkz. Psikolojik Tipler, te 6, Bölüm 5.
170. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu nedenle öndüşünür banaİlyas, peygamber ve Salome,
zevk olarak yaklaştı” (s. 103)
171. Taslak şöyle devam ediyor: “Ölümcül dehşetin hayvanı, Adem ila Havva’nın arasında
uzanan” (s. ıo5).
farkı gösterdi. Öndüşünmeden hazza doğru baktığımda önce caydırı­
cı zehirli yılanı görürüm. Hazdan öndüşünmeye doğru hissettiğimde
de benzer şekilde önce soğuk acımasız yılanı görürüm.172 Yılan insa­
nın bilincinde olmadığı dünyasal özüdür. Karakteri halklara ve ülke­
lere göre değişir çünkü besleyici toprak anadan ona akan gizemdir.^
Dünyasal olan (numen loci) öndüşünme ve hazzı insanda ayırır,
kendinde değil. Yılan dünyanın ağırlığını kendinde taşır ama aynı za­
manda dönüşenher şeyinbelirdiği değişebilirlikve fılizlenişini de. İnsa­
nın şimdi bu neden sonra diğer ilkeyeköle olmasınınve böylece hataya
dönüşmesinin nedeni her zaman yılandır. İnsan yalnızca öndüşünme
ya da yalnızca hazla yaşayamaz. Her ikisine de gereksinimduyar. Yine
de aynı anda hemöndüşünmede hemhazda olamaz, öndüşünmede ve
hazda olmasırayladeğişmelidir, yani egemenyasayaboyun eğerken di­
ğerine sadık kalmaz da denilebilir. Oysa insanlar ya birini ya diğerini
yeğler. Bazıları düşünmeyi sever ve yaşam sanatını bunun üzerine ku­
rar. Düşünmeyi ve dikkati uygular, hazlarını yitirirler. İşte bu yüzden
de yaşlanırlar, yüzleri keskinleşir. Bazıları da hazzı sever, hissetmeyi ve
yaşamayı uygular. Böylece düşünmeyi unuturlar. Bu yüzden de genç ve
kör olurlar. Düşünenler dünyayı düşünce üzerine, hissedenler duygu
iiı.erine kurar. Her ikisinde de doğru ve yanlış bulunur.
Yaşamın yolu yılan gibi sağdan sola, soldan sağa, düşünmeden
hazza, hazdan düşünmeye kıvrılır. Öyleyse yılan bir düşmandır ve
düşmanlığın simgesidir ama aynı zamanda sağ ile solu özlemle birbi­
rine bağlayan bilge bir köprüdür ve yaşamlarımızda bunun gereksi­
nimi büyüktür.174
ı '2. Düzeltilmiş Taslak şöyle devam ediyor: “Yılan yalnızca ayıran değil, aynı zamanda
birleştiren bir ilke” (s. 91).
ı .’ i. 1925 seminerinde bunu yorumlarken Jung din mitolojisinde kahraman ile yılan
arasındaki ilişkinin birçok örnekte görüldüğünü ve bu nedenle de yılanın varlığının
“yine bir kahraman söylencesi” olduğunu gösterdiğini belirtir (s. 89). Tepede Ussal/
Düşünme (Uyas), altta Duygu (Salome), solda Usdışı/Sezgi (Üstün) ve sağda Duyum/
Aşağı (Yılan) olan bir haç şekli göstermiştir (s. 90). Siyah yılanı içe dönen libido olarak
yorumlar: “Yılan psikolojik hareketi görünüşte yoldan çıkararak gölgeler, ölüler ve
yanlış imgeler krallığına yönlendirir ama aynı zamanda yeryüzüne, somutlaşmaya...
Yılan gölgelerin içine yönlendirse de anima işlevine de sahiptir; derinliklere
yönlendirir, Alt ile Üst arasında bağlantıdır... yılan aynı zamanda bilgeliğin simgesidir
(Analitik Psikoloji, s. 94-95).
ı •.}. Taslak şöyle devam ediyor: “îlyas ve Salomeyi izleyerek içimdeki ve benim aracılığımla
bir parçası olduğum dünyadaki iki ilkeyi izliyorum” (s. 106).
İlyas ile Salome’nin birlikte yaşadığı yer karanlık bir uzay ve ay­
dınlık da. Karanlık uzay öndüşünmenin uzayı. Karanlık çünkü orada
yaşayanın görüme gereksinimi var. ^ Bu uzay sınırlı, öyleyse öndü-
şünme genişleyen uzaklığa değil, geçmiş ve geleceğin derinliğine yol
açıyor. Kristal gelecek olanı ve önceden gitmiş olanı yansıtan biçim­
lenmiş düşüncedir.
fol. v(v) Havva / ve yılan bir sonraki adımımın hazza ve oradan da Odi-
/vi(r)
se gibi uzun yolculuklara çıktığını gösteriyor bana. Truva’da hilesini
yaptıktan sonra yoldan çıkmıştı.^6Aydınlıkbahçe hazzınuzayı. Orada
yaşayan görüme gereksinimduymaz,^ sonlanmayanı hisseder.^8 Ön-
düşünmesine inenbir düşünür bir sonraki adımının Salome’ninbahçe­
sine çıktığını görür. Bu yüzden de düşünen, öndüşünmenin temelinde
yaşamasına karşın, öndüşüncesinden korkar. Görünür yüzey yeraltın­
dan daha güvenlidir. Düşünme hata yoluna karşı korur ve dolayısıyla
taşlaşmaya yol açar.
Düşünür Salome'den korkmalıdır çünkü onun kellesini ister, özel­
likle de kutsal biriyse. Düşünür kutsal olamaz, yoksa başını yitirir. İn­
sanın kendini düşünceye gizlemesinin yararı yoktur. Katılaşma orada
insanı ele geçirir. Yenilenmek için anaç öndüşünceye dönmek gerekir.
Oysa öndüşüncenin yolu Salome’ye çıkar.
'79Ben bir düşünür olduğumve öndüşünmede hazzın düşmanca il­
kesi gözüme iliştiği için, bana Salome gibi göründü. Hisseden olsaydım
ve öndüşünmeye doğru yolumu el yordamıyla arasaydım bana yılan­
lara sarılmış bir iblis gibi görecektimeğer gerçekten görmüş olsaydım.
Oysa o zaman kör olacaktım. O halde yalnızca kaygan, ölü, tehlikeli,
sözdeyenilmiş, yavanve tiksindirici şeyler hissedecekve Salome’ye sır­
tımı dönerken olduğu gibi irkilerek elimi geri çekecektim.
175- Düzeltilmiş Taslak şöyledevamediyor: “yanidüşüncenin. Düşünceolmadandafikir
kavranamaz” (s. 92).
176. Taslak şöyledevamediyor: “Odiseyyolculuğuolmasaneolurdu?” (s. 107). Düzeltilmiş
Taslakta ayrıca: “Biryolculukdaolm azdı (s. 92).
177. Düzeltilmiş Taslak şöyledevamediyor: “Bahçenintadınıçıkarmaktandahafazlası”(s.92).
178. Düzeltilmiş Taslak şöyledevamediyor: “Salome’ninbahçesininasilvegizemlifikirler
salonunabudenliyakınolması tuhaf. Ohaldebirdüşünürbirfikrincennetbahçesine
yakınlığındanhayret,hattabelkidekorkumuduyar?”(s. 92).
179. Taslak şöyledevamediyor: “Benbiröndüşünürdüm.Benibukarşıtilkelerden,
öndüşünmevehazzınbuyakınbirlikteliğindendahaçokneşaşırtabilirdi?" (s. 108).
Düşünürün tutkuları kötüdür, o yüzden de haz duymaz. Hissede­
nin düşünceleri'80kötüdür, oyüzden de düşünceleri yoktur. Düşünme­
yi hissetmeye yeğleyen'8‘ duygusunu'82 karanlıkta çürümeye bırakır.
I>uygusu olgunlaşmaz ve hastalıklı filizleri ışığa ulaşamaz. Hissetmeyi
II iişünmeye yeğleyen düşüncesini karanlıktabırakır ve odaburada kas­
vetli yerlerde ağını örer, bu umutsuz ağlara sivrisinekler ve tatarcıklar
dolanır. Düşünür duygudan iğrenir çünkü içindeki hissediş daha çok
iğrençtir. Hisseden de düşünceden iğrenir çünkü içindeki düşünme
daha çok iğrençtir. Böylece yılan düşünen ile hisseden arasına uzanır.
(>nlar birbirinin zehri ve şifasıdır.
Bahçede Salome’yi sevdiğimi görmem gerekiyordu. Düşünmedi­
ğim için bunu kabul etmek beni sarstı. Bir düşünür düşünmediği şe­
yin var olmadığına inanır, hisseden de var olmadığına inandığı şeyi
hissetmez. Zıt ilkenizi kucakladığınızda bütünün önsezisini duymaya
haşlarsınız çünkü bütün tek bir kökten gelen her iki ilkeye de aittir.'83
İlyas dedi ki: “Onu sevgin aracılığıyla tanımalısın!” İnsan nesne­
ye hürmet etmekle kalmaz, nesne de onu kutsar. Salome peygamberi
seviyordu, bu da onu kutsadı. Peygamber Tanrıyı seviyordu ve bu da
onukutsadı. Oysa Salome Tanrı"yı sevmiyorduve bu da onukafir yaptı.
Peygamberse Salome’yi sevmiyordu ve bu da onu kâfir yaptı. Böylece
birbirlerinin zehri ve ölümü oldular. Düşünen kişi hazzını kabullensin
ve hisseden insan düşüncesini kabullensin. Bu ona yol gösterir.'84
1 H0. Düzeltilmiş Taslakta: “Hazzı olan” (s. 94).
1Hı. Düzeltilmiş Taslak'ta: “Haz” (s. 94)
1 82. Düzeltilmiş Taslakta: “Haz” (s. 94)
1H3. Taslak şöyle devam ediyor: “şairlerinizden birinin dediği gibi: ‘Aks ikidemir taşır"’ (s. ı ıo).
184. Jung 1913 yılında “Psikolojik tipler sorusu üzerine” makalesini sunmuştu. Bu makalede
libido ya da bireydeki psişik enerjinin karakteristik olarak nesneye (dışadönüş) ya da
özneye (içedönüş) yöneldiğini söylüyordu, te 6. 1915 yazından itibaren Hans Schmid ile
bu konuda yoğun bir şekilde yazışmaya başlamıştı ve artık içedönüklerinin özelliğinin
baskın düşünme işlevi, dışadönüklerin ise duygu işlevi olduğunu söylüyordu. Ayrıca
dışadönüklerde haz-acı mekanizmasının baskın olduğunu, nesne sevgisi ve bilinçdışı
tiranlık gücü arayışı olduğunu savunuyordu. İçedönükler bilinçdışı olarak aşağı hazzı
arıyordu ve nesneyi hazlarının simgesi olarak görmek durumundaydılar. 7 Ağustos
1915’te Schmide şöyle yazmıştı: “Karşıtlarbireyin kendi içinde dengelenmeli” (The Jung-
Schmid Correspondence, ed. John Beebe ve Ernst Falzeder, çev; Ernst Falzeder ve Tony
Woolfson [Filemon Series, baskıda). Düşünme ile içedönüklük ve duygu ile dışadönüklük
arasındaki bu bağlantı bu konuyu ele aldığı 1917 tarihli Bilinçdışı Süreçlerin Psikolojisinde
de korunmuştu. Psikolojik Tiplerde (1921) bu model iki ana içedönük ve dışadönük
tutum tipini ve bunların düşünme, duygu, duyum ve sezgi psikolojik işlevlerinin
baskınlığına göre ayrılmış dört alt tipini de içerecek şekilde genişletilmişti.
Öğreti
[ÖH vi(r)]
C ap. x.

E rte si g e c e 185 ik in c i bir im geye y ö n le n d irild im : B a n a bir y a n a r­


d ağ ağzı gibi görünen d erin bir k a y a lık ta d u ru y o ru m . K a rşım d a sü-
tu n lu b ir e v o ld u ğ u n u g ö rü y o ru m . S o ld a S alo m e ’nin d u v a r b o y u n c a
y ü rü d ü ğ ü n ü , b ir k ö r g ib i e liy le d u v a ra d o k u n d u ğ u n u g ö rü y o ru m .
Y ıla n d a on u izliyor. Y a şlı a d am k a p ıd a d u ru y o r ve b a n a el sallıyor.
D u ra k sa y a ra k y a k la şıy o ru m . S alo m e’y i geri ça ğırıy o r. S alo m e acı ç e ­
k iy o r g ib i. D o ğ a sın d a k u tsa la sa y g ısız lık g ö re m iy o ru m . E lle ri b eyaz
ve yü zü n d e u y sa l b ir a n latım var. Y ıla n ön lerin d e uzanıyor. Ö n le ­
rin d e k a ra rsız lık v e b e lirsiz lik iç in d e b u d a la , sa k a r b ir ç o c u k gib i
d u ru y o ru m . Y a şlı a d am g ö z le riy le b e n i so ru ştu ru y o r ve “ B u ra d a ne
a rıy o rs u n ? ” diyor.
B en: “ B ağ ışla beni, b u ra y a sıkıntı ve rm ek için y a d a k ib irim le
gelm ed im . N e isted iğ in i bilm eden , rastlan tı eseri b u rad ayım . G ö r ü ­
y o rs u n p eygam b er, y o rg u n u m , başım k u rşu n g ib i ağır. K e n d i c e h a ­
le tim d e k ayb o ld u m . K e n d im le yeterin ce o y n a d ım . K e n d im le ik iy ü z ­
lü o y u n lar o y n ad ım ve in sa n la rın d ü n y a sın d a ak ıllıca olan bizden
b e k le n e n i y a p m a k o lm a say d ı b u n la rın h ep sin d en iğ ren ird im . B an a
b u rad a d ah a g e rç e k m işim g ib i g e liy o r. Y in e de b u rad a o lm aktan h o ş­
la n m ıy o ru m .”
îlyas v e Salom e b ir şey söylem eden evin içine girdiler. G önü lsü zce
on ları izledim . B ir suçlu lu k d u y g u su bana eziyet ediyor. V icd an azabı
m ı bu? D ö n m ek isterdim a m a yap am ıyo ru m . Ö nüm d e parlayan k ris­
talin içinde ateş oyu n lar o y n u yo r. T a n rı’nın an n esin i tüm görkem iyle
çocu ğu yla birlikte görüyorum . O nun ön ün d e Petrus d u ru yo r h ayran ­
lıkla, sonra onu an ahtarıyla Petrus, üçlü tacıyla Papa, bir ateş çem beri
içinde kaskatı b ir B uda, çok kollu gad d ar b ir T a n rıç a ,186 ellerini çare­

185. 22 Aralık 1913. 19 Aralık 1913’te Jung Zürih Psikanaliz Derneğinde “Bilinçdışının
psikolojisi” başlıklı bir konuşma yapmıştı.
186. Taslak şöyle devam ediyor: “Kali” (s. 113).
sizce ovuşturan S alo m e'87 izliyor. B e n i eline geçiriyor, o b en im kendi
ruhum ve şim d i de taşın im gesinde İly a s’ı görü yoru m .
İlyas ve Salom e gülüm seyerek önüm de du ru yorlar.
Ben: Bu gö rü m ler eziyet d olu ve bu im geler k aran lık benim için,
l lyas, lütfen biraz ışık v e r.”
İlyas sessizce a rk a sın ı d ö n ü y o r ve sola d o ğ ru yöneliyor. Salom e
sağda bir kem eraltına giriyo r. İlyas beni daha d a k aran lık b ir o d aya gö-
1 iirüyor. T avan d an yan an k ırm ızı bir lam ba sarkıyor. B itkin bir halde
oiııru yoru m . İlyas önüm de, odanın ortasın d a d uran m erm er bir aslana
doğru eğiliyor.
İ: “ K a yg ılı m ısın? V icd an azab ın ın nedeni bilgisizliğin. Suçlulu k
duygusu bilm em ektir, o y sa sen y a sak bilgiye d u yd u ğu n isteğin sende
suçluluk d uygusu yarattığın ı sanıyorsun. Sence neden b u rad asın ?”
B: “ B ilm iyoru m . Bilm eden , b ilin m eyen e d irenm eye çalışırken b u ­
raya in d im . İşte bu rad ayım şim d i, hayretler için d e ve k afası karışm ış,
cahil bir budala. E vin d e tuhaf, beni k ork u tan ve an lam ı bana k aran lık
olan şeyler yaşıyo ru m .
İ: “ B u rad a olm a k u ralın olm asayd ı, nasıl b u rad a o lab ilird in ?”
B: “ Ö lü m cü l zayıflık b en i pen çesine aldı, bab am .”
İ: “ K a çm ay a çalışıyorsu n . K e n d in i yasan ın d ışına çık aram azsın .”
B: “ K e n d im i ne bild iğim , ne d u ygu ne ön sezi ile u laşab ild iğim b ir
şeyin d ışın a n a sıl çık arab ilirim ?”
İ: “ Y a lan söylüyorsun. S alo m e ’nin se n i sevm esinin ne anlam a gele-
ı cğini ken d in gö rd ü n , b u n u b ilm iy o r m usu n?”
B: “ H aklısın. İçim d e k u şk u lu ve belirsiz b ir d üşünce belird i am a
yine unuttum .”
İ: “ U nutm ad ın. İçinde derinlerd e yand ı. K o rk a k m ısın? Y o k sa bu
düşünceyi ken d in için istem ene yetecek k ad a r benliğinden a y ırt ede­
m iyor m usun?”

1 H7. Kara Kitap şöyle devam ediyor: “Şimdi siyah saçlı bir kızın beyaz hatları ruhumun
sahibi ve şimdi yine bana o zaman görünen bir adamın beyaz hatları Mikelanjelo’nun
oturan Musalarına benziyor; o da İlyas" (s. 84). Mikelanjelo’nun Musaları Roma,
Vincolideki San Pietro Kilisesi’ndedir. Bunu ilk olarak Freud 1914 yılında yayımlanan
bir çalışmasında ele almıştır. Üçüncü tekil kişi “o” burada birden çok elle birbirlerini
yazan Salome ile Kali’yi özdeşleştiriyor, bkz. dipnot 196, s. 163.
B: Bana göre bu düşünce çok ileri gitti ve ben ereksiz d üşüncelerden
k açın ırım . B u n lar tehlikelidir çü n k ü ben b ir insan ım ve insanların d ü ­
şü n celeri ken d ilerin in m iş gibi gö rm eye ve bu d ü şün celeri kend ileriyle
k arıştırm aya eğilim li old u ğu n u b iliyorsu n .
İ: “ Ö yleyse, b ir ağaca y a d a b ir h a y va n a b aktığ ın ve o n larla a y n ı
d ü n ya d a va r old uğun için de k en d in i o n larla k arıştırm aya m ı b aşlar­
sın? D ü şü n celerin in d ü n yasın d a old u ğu n için d üşü ncelerin o lm ak
zoru n d a m ısın? O ysa d üşü ncelerin de tıpkı b ed eninin d ışın d a duran
ağaçlar ve h a yva n lar gibi benliğinin d ışın d ad ır.” 188
B: A nlıyorum . Düşünce d ü n yam benim için dün yad an çok sözdü.
D üşün ce d ü n y a m ı şö yle d ü şün d ü m : o B en ’d ir.”
İ: “ İn sa n i d ü n yan a ve sen in d ışın d ak i varlıkların h ep sine şöyle m i
d iyo rsu n : sen B en ’sin.”
B: “ Baba, e vin e b ir o k u l ç o cu ğu n u n k ork u su yla ad ım attım . O ysa
sen bana ya rarlı bilgeliği ö ğ re ttin '89: D ü şü n celerim in de ben liğim in
d ışın d a va r o ld u ğ u n u düşünebilirim . B u d a dilim in dile getirm ekten
çekind iği k ork u n ç sonuca dönm em e yard ım ediyor. Salom e’nin beni
Yuhanna’ya y a d a san a ben zed iğim için sevd iğin i sandım . Bu düşünce
bana inanılm az geldi. O yüzden de bu d ü şü n ceyi reddetim ve aslında
sizin tersiniz olduğum için beni sevdiğini, benim kötü lü ğü m de kendi
k ötü lü ğü n ü sevd iğin i düşündüm . B u ezici b ir d ü şü n ceyd i:’
İlyas sessizce d u ru yo r ve üzerim e bir ağırlık çö k ü yo r. Salom e içeri
g iriy o r, b an a d oğru g e liy o r ve k olu n u om zu m a doluyor. B en i sandalye­
sinde oturd uğum babası sanıyor. N e hareket etm eye ne de k on u şm aya
cesaretim var.
S: “ B abam o lm ad ığın ı biliyoru m . Sen on u n oğlusu n ve ben de senin
kız kard eşin im .”
B: “ Sen, Salom e, benim k ız kardeşim m isin? Senden, dokunuşundan
yayılan o m üthiş cazibe, o adsız dehşet bu m uydu? A nnem iz kim di?”
S: “ M ery em .”

188. Jung bu konuşmadan 1925 seminerinde söz eder ve şu yorumu yapar: “işte o zaman
psikolojik nesnelliği öğrendim. İşte o zaman bir hastaya ‘Sus, bir şey oluyor' diyebildim.
Evdefare gibi bir şeylervar. Bir düşüncen olduğunda yanılmış olduğunu söyleyemezsin
çünkü bilinçdışını anlarken düşüncelerimizi olaylar, fenomenler olarak görmeliyiz"
(Analitik Psikoloji, s. 95).
189. Düzeltilmiş Taslak’ta: “Doğruluk” (s. ıoo).
B: “ B u şeytanca b ir düş m ü? M ery em bizim an n em iz m i? Sözlerinde
pusuya yatan d elilik de n eyin nesi? K u rtarıcım ızın annesi bizim anne­
miz m i? B u gü n eşiğinizi aştığım d a felaketi sezdim . H eyhat! İşte geldi.
A klını m ı yitird in , Salom e? İlyas, tanrısal yasan ın k o ru y u cu su , söyle:
bu reddedilenlerin şeytanca b ü yüsü mü? N asıl böyle bir şey söyleyeb i­
lir? Y o k s a ikiniz de m i aklınızı yitird in iz? Siz b irer sim gesiniz, M eryem
de b ir sim ge. Z ih n im sizi a n layam ayacak denli k arışık .”
I: “ Bize sim ge diyebilm en in nedeni, istediğinde, senin gibi diğer
insanlara sim ge d iyebilm en in n ed eniyle aynı. O ysa biz de senin gibi
insanlar k ad ar gerçeğiz. Bize sim ge d iy e re k ne b ir şey i geçersiz kılm ış
ne de çözm üş o lu yo rsu n .”
B: “ B en i k ork u n ç b ir k arm aşaya sürü klü yorsu nuz. G e rç e k olm ak
ıııı istiyorsu nuz?”
İ: “ B iz kesinlikle senin gerçek d ed iğin şeyiz. İşte b u rad ayız ve sen de
hizi k ab u l etm ek zorundasın. Seçim sen in .”
Sessiz kalıyorum . Salom e çekildi. K ararsızca çevrem e bakınıyorum .
A rdım daki yuvarlak bir sunakta altın rengi yüksek bir alev yan ıyo r. Y ı­
lan ateşin çevresine dolanm ış. G ö zleri altın rengi yan sım alarla p arıldı­
yor. Y alpalayarak çıkışa d önüyorum . H olden çıkarken önüm de güçlü bir
.ıslanın gittiğini görüyorum . D ışarıda geniş, soğuk, yıldızlı bir gece var.

[2]19oİn sanm özlem ini k ab u llen m esi k ü çü k bir şey değil. B u n un

ıgjj. Düzeltilmiş Taslakta: “Yol Gösteren Yansıma” (s. 103). Taslak ve Düzeltilmiş Taslakta
uzunca bir pasaj var. Onu bir açıklama izliyor: “Bunun gerçek, bir altdünya mı yoksa
başka bir gerçeklik mi olduğunu, beni buraya zorlayan diğer gerçeklik mi olduğunu
düşünüyorum. Salome'nin, hazzımın, sola, saf olmayanın, kötü olanın yanına doğru
gittiğini görüyorum. Bu hareket direnici ve bu harekete karşı düşmanlığı temsil eden
yılanı izliyor. Haz kapıdan uzaklaşıyor. Öndüşünme [Düzeltilmiş Taslakta: bu pasaj
boyunca “idea"] kapıda duruyor, gizemlerin girişi olduğunu biliyor. İşte bu yüzden,
eğer öndüşünme onu yönlendirmez ve hedefine doğru zorlamazsa arzu eriyip çoklaşır.
Yalnızca arzulayan birini görürseniz, bunun arkasında arzuya direncin olduğunu
görürsünüz. Öndüşünme olmadan arzu çok şey kazanır ama elinde hiçbir şey tutamaz,
bu yüzden de arzusu sürekli hayalkırıklığının kaynağı olur. İşte bu yüzden İlyas, Salome’yi
geri çağırır. Haz öndüşünme ile birleşirse yılan önlerine uzanır. Bir şeyi başarmak için
ilk önce direnç ve zorluğu ele almak gerekir, yoksa neşe ardında acı ve hayalkırıklığı
bırakır. İşte bu yüzden yaklaşıyorum. Arzuladığımı elde etmek için önce zorlukve
direncin üstesinden gelınem gerekiyordu. Arzu zorluğun üstesinden geldiğinde görme
olur ve öndüşünmeyi izler. İşte bu yüzden Salome’nin ellerinin saf olduğunu, tek bir
suçun izini taşımadıklarını görüyorum. Zorluk ve direncin üstesinden gelirsem arzum
katıksız olur. Hazzımı öndüşünmeyle tartarsam bir budala gibi özlemini takip eden biri
oluyorum. Düşünmemi izlersem hazzımı terk ederim. Budalanın doğru yolu bulduğunu
anlattı eskiler imgelerle. Ük söz öndüşünmenin, işte bu yüzden Üyas ne istediğimi sordu.
için birço k ların ın dürüst o lm aya özel bir çaba h arcam ası gerekir. B ir ­
çok ları özlem lerinin nerede old u ğu n u b ilm e k istem ez çü n k ü bu o n la ­
ra olanaksız y a d a ç o k sıkıntılı gö rü n ü r. Y in e de özlem ya şam a giden
yo ld ur. Ö zlem inizi kabu l etm ezseniz ken d in izi izleyem ez, başkaların ın
size gösterd iği yaban cı y o lla ra girersiniz. O zam an da k en d i hayatın ızı
değil, yaban cı b ir h ayatı yaşarsınız. O ysa sizin h ayatın ızı sizden b aşka
k im yaşayabilir? İn san ın h ayatın ı yab an cı b ir h ayatla d eğiştirm esi y a l­
nızca aptallık değil, ayn ı zam an d a ik iy ü z lü b ir oy u n d u r çün kü aslında
b aşkaların ın h ayatların ı h içbir zam an gerçekten yaşayam azsın ız, y a l­
nızca yaşıyo rm u ş gibi yap arsın ız ve o başkasını ve kendinizi k an d ırırsı­
nız çü n k ü insan an cak k en d i h ayatın ı yaşayabilir.
B en liğin izd en vazgeçerseniz, onu başkaların da yaşarsınız; o zam an
da b aşkaların a k arşı bencil o lu rsu n u z ve böylece o n ları aldatırsınız.
B u şekilde herkes böyle b ir h ayatın olası old u ğu n u d üşünür. O ysa bu
m a y m u n c a bir öykünm eden b aşk a b ir şey d eğ ild ir. M a y m u n c a iştah ı­
nıza teslim o la ra k b aşkaların a h astalık bulaştırırsın ız ç ü n k ü m aym u n
m aym u n -gib iliği uyarır. B öylece k en d in izi ve b aşkaların ı m aym u n a
çevirirsiniz. K a rşılık lı ö y k ü n m eyle ortalam a b eklentiler d o ğru ltu su n ­
da yaşarsınız. K ah ram an im gesi h er çağda herkes için öy kü n m e iştahı
y o lu y la kurulur. İşte bu yü zd en kah ram an k atled ild i çünkü hepim iz
ona öykü n ü yo rd u k m aym u n gibi. M aym u n -gibi o lm ayı neden b ıra k a ­
m ıyorsun uz, b iliy o r m usunuz? Y aln ızlık ve y en ilgi k o rk u su yüzünden.
İnsanın k end in i yaşam ası şu an lam a gelir; insanın k en d i ödevi o lm a ­
sı. İnsanın ken d in i yaşam asının h oş old u ğ u n u asla söylem eyin. B u uzun
b ir acı çekm e olacak, hoşnutluk d eğil çünkü kendi yaratıcınız olm anız
gerekecek. K en d in izi yaratm ak istediğinizde en iy i ve en yüksekle değil,
en kötü ve en derinle başlarsınız. Ö yleyse kendinizi yaşam aya isteksiz
olduğunuzu söyleyin. Y aşam ırm ağının birlikte akm ası hoş değil, acıdır
çünkü bu güce k arşı güçtür, suçtur ve kutsanm ış olanı p aram parça eder.
T a n rı’nın an nesini çocu ğu yla gördüm . B u ön görü bana d ön ü şü ­
m ün gizem in i gö steriyo r.191 Ö n d ü şü nm e ve haz içim de birleşiyorsa

Her zaman ilk olarak kendinize neyi arzuladığınızı sormalısınız, çünkü ne istediğini
bilmeyen o kadar çok ki. Ben ne istediğimi bilmiyordum. Özleminizi, kendiniz için ne
istediğinizi kendinize itiraf edin. Böylece aynı zamanda hem hazzınızı doyurur hem de
öndüşünmenizi beslersiniz (Düzeltilmiş Taslak, s. io3-io4)
ı9i. Düzeltilmiş Taslak ta: “dış görünüşünde, yeryüzü gerçekliğinin gizeminde” (s. ıo7).
bunlardan bir üçüncü, tanrısal oğul, yüce anlam , sim ge, yen i b ir y a ra ­
tıya geçiş yükseliyor. Ben kendim yüce a n lam a192 y a d a sim geye dönüş­
m üyorum , içim d ek i sim ge dönüşüyor. Ö yle ki onun k en d i tözü oluyor,
benim kendi tözüm . B öylece dönüşüm m ucizesi ön ünde tapman Pet­
rus ve T anrı'n ın içim d ek i gerçekleşm esi gibi d u ru yoru m .
Ben bizzat T a n rı’nın oğlu olm asam d a T a n rı'y a anne olan ve dolayı­
sıyla T an rı adına bağlam a ve çözm e özgürlüğü verilen olarak onu tem sil
ediyorum . Bağlam a ve çözm e içim de gerçekleşiyor.^3 B unu nla birlikte,
benim içim de gerçekleştiği ve ben de dünyanın bir parçası olduğum için
aynı zam anda benim aracılığım la dünyada gerçekleşiyor ve hiç kim se
bunu engelleyem ez. İstencim in yolu na göre değil, kaçınılm az etkinin y o ­
luna göre gerçekleşiyor. Ben senin üzerinde bir efendi değilim , içim deki
Tanrı'nın varlığıyım . Geçm işi bir anahtarla kilitliyorum ve bir diğeriyle
geleceği açıyorum . B u d a dönüşm em yoluyla gerçekleşiyor. D önüşüm
mucizesi emrediyor. Ben onun hizm etkârıyım , tıpkı Papa gibi.
İn san ın böyle olduğuna in an m asın ın ne k ad ar inanılm az old u ğu nu
gö rü yo rsu n .194 B u benim için değil, sim ge için geçerli. Sim ge efendim
ve yan ılm a zk o m u tan ım oluyor. E gem en liğin i perçinleyecek ve kendini,
anlam ı bütünüyle içe dön en ve h azzı parıld ayan b ir ateş^5, alevler için­
deki b ir B u d a ^ 6 gibi d ışa rıy a yayılan, değişm ez ve bilm eceli bir im geye
\cvirecek. Sim gem in içine bu derece in d iğim için sim ge beni bir h a lim ­
den d iğe r h alim e ve içim d eki o acım asız T an rıçaya, k a d ın sı hazzım sa,

ı«j2. Düzeltilmiş Taslakta bununyerine: “Tanrı nın oğlu” (s. 107).


•«ıı. Karş. Matta 18:18. İsa: “«Size doğrusunu söyleyeyim, yeryüzünde bağlayacağınız herşey
gökte de bağlanmış olacak. Yeryüzünde çözeceğiniz her şey gökte de çözülmüş olacak.”
1*)4. Taslak ve Düzeltilmiş Taslak şöyle devam ediyor: “Roma’daki papa Tanrı'nın nasıl
insanlaştığını ve insanların görünür efendisi olduğunu gösteren bir imge ve simge haline
geldi. Bu nedenle gelecek Tanrı dünyanın efendisi olacak. Bu ilk önce [burada] bende
olur. Yüce anlam efendim ve yenilmez buyurucum olur, ama yalnızca bende değil, belki
de tanımadığım başka birçoğunda" (Düzeltilmiş Taslak, s. 108-9).
1 ■ Düzeltilmiş Taslakta: “böylece alevler içinde oturan Buda gibi dönüşürüm” (s. 109).
ı Düzeltilmiş Taslak şöyle devam ediyor: “îdeanın olduğu yerde her zaman hazda vardır.
İdeal içerdeyse, haz dışarıdadır. îşte bu nedenle kötücül bir haz havası sarmalıyor beni.
Kan emici, kana susamış bir tanrılık bana bu sahte havayı veriyor. Bunun nedeni Tanrı'nın
oluşunun acısını bütüyle çekmemin gerekmesi ve bu nedenle de ilk başta onu kendimden
ayıramam. Oysa benden ayrılmadığı sürece o olduğum düşüncesi beni ele geçirir ve bu
nedenle ben aynı zamanda başlangıçtan beri idea ile ilişkilendirilen kadınım ben. Böylece
ideayı alır ve Buda gibi temsil ederim onu, hazzım Hint Kali gibidir çünkü o Budanın diğer
yanıdır. Oysa Kali Salome'dir ve Salome de benim ruhumdur” (s. 109).
kendi ötekime, eziyet çeken-verene, eziyet çektirileceğe çeviriyor. Bu
im geleri elim den gelindiğince, yoksu n sözcüklerle yo ru m lad ım .
I,7Bu şaşkın lık an ın d a ön düşünm eni izle, k ö r arzunu değil çün kü
ön düşün m e sen i h er zam an önce gelm esi gereken gü çlüklere g ö tü rü ­
yo r. O n lar öyle y a da bö yle geliyorlar. B ir ışık a ra d ığın d a önce daha da
d erin bir karan lığa düşersin. Bu k aran lıkta z a y ıf k ırm ız ım sı b ir alevi
olan, sadece h a fif bir ışıltı veren bir ışık bulursun a m a bu ışık kom şun u
görebilm ene yeter. Hiç de h ed e f gib i görü n m eyen bu hedefe ulaşm ak
yorucudur. İşte o yüzden de iyidir: Felç oldum ve bu yüzden de kabul
etm eye hazırım . Ö nd ü şü nm em aslanda, gücüm de y atıyo r.198
K utsanm ış biçim e tu tu n d u m ve k ao su n bend ind en bo şan m asın a
izin v e rm e k istem edim . D ü n yan ın düzenine in an d ım ve düzensiz ve
b içim len d irilm em iş h er şeyden nefret ettim. O yü zd en de herşeyden
önce beni b u raya getirenin kendi yasam olduğunu gö rm em gerekti.
İçim deki tanrı geliştikçe on un ben liğim in bir parçası olduğunu d ü şü n ­

fol. vi(r) düm . “ B e n 'im in onu içerd iğin i d ü şü n d ü m ve dolayısıyla onu d ü şü n ­


/vi(v) cem sandım . O ysa düşü ncelerim in de “ B en ”im in p arçaları olduğunu

197. Taslak'ta burada uzunca bir pasaj var ve şuna yönelik bir açıklama var: Uyuşmuşluk
ölüm gibidir. Tam bir dönüşüme ihtiyacım vardı. Bunun aracılığıyla anlamım,
Buda'nın anlamı gibi bütünüyle içeriye gitti. Sonra da dönüşüm oldu. Daha sonra da
hazza gittim çünkü bir düşünürdüm. Bir düşünür olarak duygumu reddettim ama
yaşamın bir parçasını reddetmiştim. Sonra da duygum zehirli bir bitkiye dönüştü
ve uyandığında haz yerine duyarlılık, hazzın en aşağı ve bayağı biçimi olmuştu. Kali
bunu temsil ediyor. Salome onun hazzının, acı çekenin imgesi çünkü çok uzun süre
dışlanmıştı. Sonra Salome’nin, yani hazzımın ruhu olduğu ortaya çıktı. Bunu görünce
düşünmem değişti ve ideaya yükseldi ve daha sonra da İlyas imgesi göründü. Bu
beni gizem oyununa hazırladı ve Gizemlerde yaşayacağım dönüşümün yolunu bana
önceden gösterdi. Öndüşünme ve hazzın birlikte akması Tanrı'yı yaratır. İçimdeki
Tanrının insan olmak istediğini gördüm ve bunun üzerine düşündüm, onurlandırdım
ve Tanrının hizmetçisi oldum ama kendimden başkası için değil [Düzeltilmiş Taslak:
Bunu başkaları için yaptığımı söylemem çılgınlık ve küstahlık olurdu]. Dönüşüm
üzerine düşüncelere daldım ve önce hazzımın alt düzeyine döndüm ve daha sonra da
bunun aracılığıyla ruhumu tanıdım. İlyas ile Salome’nin gülümseyişi görünüşümün
onları mutlu ettiğini gösteriyordu, oysa derin bir karanlıktaydım. Yol karanlık
olduğunda ışık veren idea da öyledir. Karmaşa anındaki idea kör özleme değil, sözlere
yol verdiğinde sözler sizi zorluğa götürür. Sizi sağa götürür. İşte bu yüzden İlyas sola,
kutsal olmayan, kötücül olan yana, Salome de doğru ve iyinin yanı olan sağa döner.
Bahçeye, hazzın olduğu yere gitmez, babanın evinde kalır (s. 125-127).
198. Taslaktaki pasajda şu açıklama var: Güçlüysem yönelim ve önvarsayımlarım da öyledir.
Kendi düşüncem zayıflar ve ideaya geçer. İdea güçlenir; kendi gücü destekler onu. Bunu
aslanların İlyas’ı desteklemesinde görüyorum. Aslan taştır. Hazzım ölü ve taşlaştı çünkü
Salome’ye aşık değildim. Bu da düşüncemi taş gibi soğuk kılıyordu ve idea düşünceme
boyun eğdirmek için gereksinim duyduğu sağlamlığı buradan alıyordu. Ona kötü
görünen Salome’ye karşı mücadele ettiği için boyun eğdirilmesi gerekiyordu (s. ı28).
d üşünüyordum . Böylece, on u b en liğim in bir parçası / o larak g ö rd ü ­
ğüm d üşün celerim in içine, T a n rı ü zerine d ü şün m en in içine girdim .
D üşüncelerim den d o la y ı k en d im i terk etm iştim . B u yüzden de b e n ­
liğim acıktı ve T an rı'yı ken d i bencil düşüncesi yaptı. K endim i terk et-
l iğim de açlığım beni ben liğim i nesnem de, ya n i d üşü ncem d e bulm aya
iler. İşte bu yüzden m an tık lı ve düzen li düşünceleri seversin, çünkü
benliğin düzensiz, yan i u ygu n su z d üşüncelerde olduğunda buna k atla­
nam azdın. K en d i bencil isteğin yo lu y la düzenli olm ad ığın ı, yan i u ym a­
d ığını d ü şün d üğün h er şeyi d ü şü ncelerinden dışarı attın. B ild iğin den
yola çıkıp düzen yaratıyorsu n , k aosu n düşüncelerini bilm esen de on lar
var. D üşüncelerim benliğim değil ve B en’ im d ü şü n ceyi k u caklam ıyor.
1 >üşüncenin şu ve bu anlam ı var, tek bir anlam ı yok, b irço k anlam ı var.
Kaç tane olduğunu kim se bilem ez.
D ü şü n celerim benliğim d eğil, tıp k ı d ü nyad aki şeyler gibid ir, can ­
lı ve ölü .1" N a sıl kısm en k ao tik olan dü nyam d a yaşam ak b an a zarar
verm iyo rsa kısm en k ao tik olan dü şün ce dü nyam d a yaşam am da bana
1.arar verm ez. D üşünceler sahibi o lm ad ığın ız d oğal olaylard ır ve a n ­
lam ların ı kusursuz b ir şekilde görem ezsiniz.200 D ü şü n ce ler içim de bir
o rm an g ib i büyür, için d e birçok hayvan yaşar. O y sa in san d üşünm esi
üzerinde tiran lık k u rm u ş ve orm an ın ve y ab an h ayvan ların ın hazzını
öldürüyor. İnsanın arzusu şiddetli ve ken disi b ir orm an ve b ir orm an
hayvanı oluyor. D ün yad a özgü rlü ğü m olduğu gibi d üşüncelerim de de
özgürlüğüm var. Ö zgürlük koşulludur.
D ü n yan ın belirli şeylerine şöyle dem eliyim : B öyle olm am alısınız,
larklı olm alısınız. Y in e de önce d oğ aların a d ikkatlice b a k ıy o ru m , yo ksa
on ları değiştirem em . Belirli düşüncelerde de ayn ı yolu izliyorum . D ü n ­
yada, kendi içlerinde ya ra rlı o lm am alarıyla gön encinizi tehlikeye atan
şeyleri d eğiştirirsiniz. D üşü n celerin izd e de benzer bir yo l izleyin. H iç­
bir şey tam am lanm ış değildir, b irç o k şey de tartışm alıdır. Yaşam ın yolu
dönüşm ektir, dışlam ak değil. E sen lik yasadan daha iyi bir yargıçtır.
B en düşünce d ünyam d aki özgürlüğü fark edince Salom e beni k u ­
cakladı ve böylece ilksel başlan gıçta, orm anda ve yab an h ayvan ların d a
hazzı bulduğum için p eygam b er oldum . K en d im i gö rü m lerim le eşit

1 99. Jung 1921'de şöyle yazmıştı: “Bilinçdışı içeriğin tuhaf gerçekliği, işte bu yüzden, onları
dışsal şeyler gibi nesneler olarak anlatma hakkını veriyor bize” (Psikolojik Tipl er, t e §280).
-'DO. Taslak ve Düzeltilmiş Taslak'ta: “Gizemler in düşüncelerini ürettiğimi düşünseydim
delirdiğimi düşünürdüm [: çok da tutarlı olurdu]” (Düzel t i l miş t asl ak, s. 115).
tutm am usa çok yakın duruyor ve görm ekten haz duym akla, anlam ı-o-
lanı görd üğüm için, an lam lı-old u ğu m a in a n m a m tehlikesi doğuyor. Bu
b iz i her zam an delirtecek ve görü m ü bu d alalığa ve m aym u nlu ğa ç ev iri­
yo ru z çünkü öykü n m eyi bir y an a b ırakam ıyoru z.201
N asıl ki düşünm em öndüşüncem in oğluysa, hazzım d a sevginin, Tan-
rı’nın m asum v e gebe kalan annesinin kızıdır. M eryem İsa’nın yanı sıra
Salome"yi de doğurdu. İşte bu yüzden M ısırlıların Incil’inde İsa, Salome’ye
şöyle der: “Bütün yararlı otları ye, am a acı olanları yem e:’ Salom e bilmek
istediği zam an d a İsa ona şöyle söyledi: “ Utancın kabuğunu kırarsan ve
iki bir olduğunda ve erkek ne erkek ne dişi olup dişiyle bir olduğunda.’" 01
Ö ndüşünm e doğurgandır, sevgi alıcıdır.203 İkisi de bu dünyanın öte­
sindedir. A n layış ve haz burada, biz yaln ızca ötekinden kuşku duyarız.
Bu d ünyad a old uk ların ı öne sü rm ek ç ılg ın lık olurdu. B u ışığı bu denli
ç ok bilm ece ve sinsilik sarm alar. B en gücü m ü d erin liklerd en geri k a ­
zandım ve o önüm de b ir aslan gibi y ü r ü d ü ^ 4

2oı. Taslak şöyledevamediyor: “Babayı tanıdımçünkübirdüşünürdümvebunedenle


anneyi tanımadımamahazgörüntüsüaltındasevgiyigördümveonahazdedim.Böylece
benimiçinSalomeoldu. Şimdihazzındeğil, Meryem’in,masumvesevgiyikabul edenin,
heyecanlıvebaştançıkartıcı doğasındakötülüğüntohumunutaşıyanınanneolduğunu
öğreniyorum.1Salome, kötücül haz,benimkızkardeşimsedüşünenbirermişolmalıyım
veaklımüzücübiryazgıylatanışmış. Aklımıfedaetmeliyimvehazlailgilisöylediklerimi,
yani öndüşünceninkarşıtıolanbirilkeolduğunu, tamamlanmamışveönyargılıolduğunu
itirafetmeliyim.Birdüşünürolarakdüşünmeminöncünoktasındangözlemledim,yoksa
Salome’yi,İlyasınkızıolarak, Meryem’in,şimdimasumBakireAnneninilkeninkendisi
olarakgörünüşüdeğil, düşüncenintohumuolaraktanırdım”(s. 133).
202. MısırlılarınİnciliİsaileSalomearasındabirkonuşmanıngeçtiği, bugünkabul
görmeyenâcillerdenbiridir. İsakadınlarınişini, yani tutku, doğumveçürümeyi
bozmayageldiğini söyler: Salome'ninölümünnekadarhükümsüreceği sorusunuİsa
kadınlargebekaldığı sürecediyerekyanıtlar. BuradaJungşuparçayagöndermeyapıyor:
“[Salome] dediki ’Öyleysedoğurmamaklaiyietmişim,'gebekalmayaizinverilmediğini
düşünmüştü; Efendi iseşöyleyanıtladı, ‘Hertohumuyeamaacıolanıyeme:” Konuşma
şöyledevameder: “SalomenezamanbildirileceğinisoruncaEfendişöylededi: ‘Utanç
örtüsünüayağınınaltınaaldığındaveikibir, kadınileerkek, nekadınneerkek,
yapıldığında’ (The Apocryphal New Testament, ed. J. K. Elliot [Oxford: OxfordUniversity
Press, 1999], s. 15). Jung, Visions'da (1932, ciltı., s. 524)bubölümükarşıtlarınbirliğin
eve“Çocukarketipininpsikolojisi üzerine”deveMysterium Coniunctionis’de (1955-56,
te14, §525)erkekilekadınınbağlaşımınaörnekolarakelealmıştır.
203. Taslak veDüzeltilmiş Taslak’ta: “gizemoyunubunubanagösterinceanlayamadım
amainanılmazbirdüşünceortayakoyduğumudüşündüm.Bunainanmamçılgınlıkve
inandım.iştebuyüzdenkorkubeniavcunaaldıvegelişigüzel düşüncelerimiİlyasve
Salome’yeanlatmakveböylecegeçersizkılmakistedim(Düzeltilmiş Taslak, s. 115).
204. Taslak şöyledevamediyor: “Serinyıldızlı geceninvegenişgökyüzününgörüntüsü
gözlerimiiçdünyanınsonsuzluğunaaçıyorvebenarzulubiradamolarakhâlâçoksoğuk
olduğunuhissediyorum.Yıldızlarıkendimeçekemiyorum,yalnızcaizliyorumonları. Bu
nedenlecoşkunarzumdünyanıngecevesoğukolduğunuhissediyor” (s. 135).
Çözülme
1H I vi (v)]“*
Cap. xi.

'Ü ç ü n c ü gece, gizem leri y aşam aya d u yd u ğu m d erin özlem beni


eline geçird i. İçim de kuşku ile istek arasın d a b ü y ü k b ir m ücad ele vardı.
B irdenbire bozkırda d ik b ir yam açta d u rd u ğu m u gördüm . G ö z kam aş-
1 ırıcı p arlaklıkta b ir gün. Ü zerim de, yü kseklerde peygam berin görün-
liisü gözüm e ilişiy o r. Eliyle g eri çeviren b ir h arek et ya p ıy o r ve tırm an ­
ma k ararım d an cayıyoru m . A şa ğ ıd a b ek liyo ru m , gö zlerim yukarıda.
B akıyorum : Sağ d a k a ra n lık gece, sold a p arlak gün. K a y a g e c e y i günden
ayırıyor. K a ra n lık ya n d a b ü y ü k k ara b ir yılan d u ru y o r, a y d ın lık yan d a
beyaz b ir yılan. B aşlarıyla birbirlerine h am le yap ıyorlar, savaşm aya can
atıyorlar. Ü zerlerinde, yükseklerde İlyas d u ru yo r. Y ılan lar birbirin in
üzerine a tılıyo r ve k o rk u n ç b ir d övü ş başlıyor. K a ra yılan daha güçlü
görünüyor, beyaz yılan geri çekiliyor. M ücadelenin geçtiği yerd e bü yü k
ıoz d u m an ları yük seliyo r. S on ra şunu gö rü yo ru m : K a ra yılan yeniden
ı.:cri çekiliyor. G ö vd esin in ön b ö lü m ü aklaşm ış. İk i yılan d a ken d i çev-
ı elerinde k ıv rılıy o r, biri ayd ın lık içinde, d iğeri karanlık. 207
İlyas: “ N e gö rd ü n ?”
Ben: “ İki k ork u n ç yılan ın d övü şü n ü görd ü m . K a ra yıla n b eyazı alt
i'decek gibi gö rü n d ü am a gel gö r ki k ara olan çekildi ve başı ve g ö v d e ­
si nin üst bö lüm ü aklaştı.”
İ: “ B u n u an layab iliyo r m u su n ?”
B: “ ü z e rin d e d ü şün d ü m am a an layam ad ım . N e d ir an lam ı, iyi ış ı­
ğın gücünün artacağı ve on a d ire n e n k aran lığın bile on u n tarafından
.lydınlatılacağı m ı?”
İlyas ön üm d e tepelere, ç o k yü k sek b ir d oru ğa tırm an ıyor, ben de
onun peşi sıra gid iyoru m . D o ru k ta b ü yü k taş p arçalarıyla yap ılm ış b ir

ıo5. Aşağıdaki fantazinin sahnesini betimliyor.


rn6. 24 Aralık 1913.
1117. ı925 seminerinde Jung şöyle der: “Birkaç akşam sonra devam etmeleri gerektiğini
hissettim ve bu yüzden aynı prosedürü izlemeye karar verdim ama alçalmayacaktı.
Yüzeyde kaldım. Sonra içimde devam etme konusunda bir çatışma olduğunu fark
ettim ama ne olduğunu anlayamadım, yalnızca iki karanlık ilkenin, iki yılanın
içimde boğuştuğunu hissettim” (Analitik Psikoloji, s. 95). Daha sonra da bunu izleyen
fantaziden söz eder.
d u varcı işi karşım ıza çıkıyor. Z irved e d airesel b ir duvar seti.208 İçinde
b ü yü k b ir avlu, ortasın d a d a bir sun ağı and ıran d ev asa b ir k aya parçası
var. P eygam ber bu taşın üzerinde d u ru y o r ve şöyle diyor: “ Bu güneş
tapınağı. B u ra sı güneş ışığını to p layan bir k ap .”
İly a s taştan aşağ ı iniyor, alçalırken bed eni k ü çü lü yor ve en sonu n da
on a benzem eyen bir cü ceye dönü şü yor.
Soru yoru m : “ K im sin sen?”
“ Ben M im e ’y im 209 ve sana p ın arları göstereceğim . Toplanan ışık
suya d ön ü şü r ve doruktan dünyanın va d ilerin e b irço k kayn aktan d ö ­
k ü lü r” D a h a son ra bir çatlağa dalıyor. K aran lık m ağarada onu izliyo­
rum . Bir pınarın dalgalan m a sesini d u yu yoru m . A şağılard an cücen in
sesi geliyor: “ işte benim pın arlarım , on dan içen k işi bilge olur.”
Bense aşağıya erişem iyorum . Cesaretim kırılıyor. M ağaradan ayrılı­
yo ru m ve kare avlunun içinde bir ileri b ir geri yü rü yoru m . H er şey tu haf
ve anlaşılm az görünüyor. B urada yalnız ve ölüm cül bir sessizlik var. En
yüksek tepelerde old u ğu gibi h ava tem iz ve serin, h arik a gün ışığı dört
bir yana yayılıyor, b ü yü k d u va r beni çevreliyor. Taşın üzerine bir yılan
çıkıyor sürünerek. Bu peygam berin yılanı. A lt-dünyadan buralara nasıl
tırm anm ış? Peşi sıra gidiyorum ve sürünerek duvarın içine girişini gö rü ­
yorum . Baştan aşağı ürperiyorum ; sütunlu b ir ev d u ru yo r burada, ufacık,
kayaya sokulmuş. Y ılan sonsuz ufalıyor. Ben de küçüldüğüm ü hissedi­
yorum . D u varlar büyüyü p koca bir d ağa d önü şü yor ve alt-dünyadaki
yanardağ ağzının tem elinde olduğum u, peygam berin evinin karşısında
d urduğum u görüyorum .2i° Evin in kapısından dışarı çıkıyor.

208. 1925 seminerinde Jung: ‘“Burası rahiplerin kutsal yeri’ diye düşündüm” (Analitik
Psikoloji, s. 96).
209. Wagner’in Nibelung Yüzüğü nde Nibelung cücesi Mime Alberich’in kardeşi veustabir
zanaatkârdır. Alberich sevgiyi reddederek Rhine altınını Rhine bakirelerinden çalar ve
sonsuz güç veren bir yüzük yapar. Siegfried’de, bir mağarada yaşayan Mime, Siegfried’i
bir ejderhaya dönüşen ve yüzüğün şimdiki sahibi olan dev Fafııer’ı öldürmek üzere
yetiştirir. Siegried, Mime’nin yaptığı yenilmez kılıçla Fafner’i alt eder ve altını aldıktan
sonra onu öldürme niyetinde olan Mime’yi de öldürür.
210. 1925 seminerinde Jung bu bölümü şu şekilde yorumlar: “iki yılanın kavgası: Beyaz güne
hareket anlamına gelir, siyah ise karanlık krallığa, ahlaki açılardan da. içimde gerçek
bir çatışma vardı, aşağı inmeye karşı bir direnç. Yukarı çıkma eğilimim daha güçlüydü.
Gördüğüm yerin acımasızlığı bir gün önce beni çok etkilediği için dağda olduğu gibi
yukarı çıkarak bilince giden bir yol bulma eğilimindeydim... İlyas alt ya da üst aynıdır
demişti. Dante’nin Zn/erno’suyla karşılaştır. Gnostikler ters çevrilmiş huniler simgesiyle
aynı düşünceyi ifade ediyor. Yani dağ ile krater benzerdir. Bu fantazilerde bilinçli yapıda
hiçbir şey yoktu, bunlar yalnızca meydana gelmiş olaylardı. Bu yüzden Dante’nin aynı
arketiplerden fikir aldığını düşünüyorum,” (Analitik Psikoloji, s. 96-97). McGuire
Ben: “ B ugün bana h er tü rlü tu haflığı gösterd iğini, yaşattığını ve
karşına çık m am a izin verd iğ in i gö rü yo ru m İlyas. O ysa tüm bunların
bana k aran lık old uğunu itira f ed iyoru m . D ü n yan bu gü n b ana y en i bir
ışıkla g ö rü n ü yo r. B ugün h âlâ u laşm ak isted iğ im e v in şim d i bana y ıl­
dızlar kad ar uzak gibi. G el gö r ki bu n lar tek ve a yn ı yerm iş.”
İ: “ B u raya gelm eyi çok fazla istedin. Seni ben ald atm ad ım , sen k e n ­
dini aldattın. G ö rm e k isteyen k ö tü gö rü r; sen k en d i b o y u n u aştın.”
B: “ D o ğru , sana ulaşm aya, d ah a fazlasın ı işitm eye can attım . S alo ­
me beni ü rk ü ttü ve şaşkınlığa sürü kled i. Sersem led im çünkü söyled ik ­
leri bana k ork u n ç bir delilik gibi geldi. Salom e nerede?”
İ: “ N e k a d a r tez canlısın! N ele r oldu sana? K ristale d o ğ ru gel ve
kendini ışığın a h azırla.”

T aşın çevresinde b ir a te şh a lk a sı p arıld ıyo r. G ö rd ü ğ ü m şey k a rşısın ­


da k ork u ya k ap ılıyo ru m : K a b a saba b ir k ö ylü çizm esi? B ir d ev in ayağı
bütün b ir şehri m i ezip geçiyor? H açı gö rü yo ru m , haçın kald ırılışını,
yası. N e acı ve rici b ir görü ntü bu! A rtık özlem d u y m u y o ru m ; tanrısal
çocuğu sağ elinde beyaz yılan la ve so l elinde k ara yılan la görü yoru m .
Yeşil d ağı gö rü yo ru m , İsa ’nın h açı üzerinde ve dağın d oru ğu n d an akan
hir kan seli... D ah a fazla bakam ıyo ru m , bu d ayanılm az. H açı ve ü zerin ­
de son saatini ve ızd ırabın ı y a şa y a n İsa’y ı gö rü y o ru m . H açın dibinde
kara yılan k ıvrılıyo r; ayaklarım a d o lan ıyo r, sım sıkı b a ğla n ıy o ru m ve
kollarım ı iki y an a açıyorum . Salo m e yaklaşıyo r. Y ılan bütün bed en im i
sarm ış ve yü zü m d e b ir aslan ifadesi var.
Salom e şö yle d iy o r: “ M eryem İsa’nın annesiydi, a n lıy o r m u su n ?”
Ben: “ K o rk u n ç ve k avran am az b ir gücün beni son ızd ırabın ı y a ş a ­
yan Efendim ize öykü n m eye z o rlad ığ ın ı gö rü yo ru m . B ense M e ry e m ’in
.ınnem o ld u ğ u n u n asıl va rsayab ilirim ?”
S: “ Sen İsa’ sın.”
Ç arm ıh a g e rilm iş biri gib i k o lla rım açık d u ru yo ru m , g ö v d e m k a s­
katı, yılan beni sım sıkı kavram ış. “ Sen, Salom e, benim İsa olduğum u
ınu söylü yo rsu n ?’" ”

Jung’un Dante’nin “Cehennem oyuğunun çemberleri ile birlikte Cennet’in daireleriyle


oluşturduğu biçiminin tersiNi yansıtan koni biçimi” kavramına atıfta bulunduğunu öne
sürer (a.g.e.). Aion'da Jung yılanların da tipik karşıt çiftler olduğuna ve yılanlar arasındaki
kavganın Orta Çağ simyasında bulunan bir motifolduğuna değinir (1951, t e 9,2, §181).
• ı ı. Jung 1925 seminerinde Salome’nin onun İsa olduğunu duyurmasına değinir: “Karşı
K askatı kesilm iş açılm ış kollarla yüksek bir d ağd a tek başın a d u ru r
gib iyim . Y ılan korkunç h alk alarıyla b en i sık ıyor ve b ed en im d en kan
fışkırıyor, dağdan aşağı dökülüyor. Salom e ayaklarım ın dibine k ap an ı­
y o r ve siyah saçlarını ayaklarım a sarıyor. U zu n b ir sü re öylece kalıyor.
Son ra d a şöyle h aykırıyor: “ Işığı gö rü y o ru m !” G erçekten de görüyor,
gözleri açık. Y ılan gövd em d en düşü yor ve yerde hareketsiz kalıyor.
Ü zerinden aşıyorum ve bed en i alev gib i ışıldayan peygam berin ayak ­
ların a diz çöküyorum .
İ: “B u rad ak i işin tam am landı. Başka şey le r de olacak. Y orulm adan
ara ve hepsinden öte gö rd ü klerin i olduğu gibi y a z :’
Salom e kendin den geçm iş, peygam berden yayılan ışığa bakıyor.
İlyas beyaz ışıklı dev bir aleve dönüşüyor. Yılan felç olm uş gibi Salo-
m e’nin ayaklarına dolanıyor. Salom e m ucizenin k arşısın d a ken d in ­
den geçm enin verdiği ad an m ayla ışığın önünde eğiliyor. G özlerim den
ya şlar d ökülüyor ve gizem in görkem ind e hiçbir rolü olm ayan biri gibi
geceye seğirtiyo rum . A yaklarım bu d ü n yan ın yüzüne d ok u n m u yor ve
havaya karışm ış gibiyim . 212
[ 2] 21ı Ö zlem im 2i4b e n i ışığı ön dü şü nm enin k aran lık uzayının karşıtı
olan yü ce-ayd ın lık ışığa getirdi. 2*5 K arşıt ilke, an lad ığım ı düşündüğüm
kadarıyla, göksel sevgi, anne. Ö n d ü şü nm enin çevresind eki k a r a n l ^ ı6

çıkmama karşın ısrarlıydı. ‘Bu delilik’ dedim ve kuşkucu bir dirençle doldum” (Analitik
Psikoloji, s. 96). Bu olayı şöyle yorumluyor: “Salome'nin yaklaşımı ve bana tapınması hiç
kuşkusuz bir kötülükaorasıylaçevrili aşağı işlevin bu yanı. İnsan bunun belki de delilik
olduğu korkusuna kapılıyor. Delirme işte böyle başlar, bu deliliktir... Bu bilinçdışı olgulara
kendinizi vermeden onların bilincine varamazsınız. Bilinçdışı korkusunun üstesinden gelip
kendinizi alçalmaya bırakabilirseniz bu olgular kendi yaşamlarını kazanır. Bu fikirler sizi
öylesine alır ki gerçekten delirirsiniz ya da neredeyse delirirsiniz. Bu imgelerin gerçekliği
o kadar fazla ki kendilerini salık veriyorlar ve böylesi sıradışı bir anlama yakalanıyor
insan. Eski gizemlerin bir parçasını oluşturuyorlar; aslında gizemleri oluşturan da bu
tip fantezilerdir. Apuleius’un anlattığı İsis gizemleriyle, kabul edilenin yüceltilmesiyle
başlayın... Bu tip bir kabulden geçiş insana kendine özgü bir his veriyor. Yüceltmeye yol
açan önemli kısım yılanın bana dolanmasıydı. Salome'nin performansı yüceltmeydi:’
212. “Kore figürünün psikolojisi üzerine”de (1951) Jung bu epizotları şöyle anlatıyor:
“Yeraltındaki bir evde, aslında yeraltında ‘kızıyla’ birlikte yaşlıbir büyücü ve peygamber
yaşar. Aslında onun gerçek kızı değil, başıboş bir dansçıdır o ama kördür ve şifa
aramaktadır” (te 9,1, §360). Ûyas’ın anlatımı onu Filemon’un sonraki anlatımına
yakınlaştırıyor. Jung bunun “bilinmeyen kadının ötede (yani bilinçdışında) mitolojik bir
figür olduğunu gösteriyor,” diyor.
213. Düzeltilmiş Taslakta: “Yol Gösteren Yansıma'’ (s. 127). Kara Kitap 2’de Jung, Dante’niıı
Komedya sının Almanca tercümesinden alıntılar yapmış (s. 104).
214. Düzeltilmiş Taslak'ta “tin” (s. 127).
215. Düzeltilmiş Taslak'ta “ilksel imge” (s.127).
216. Düzeltilmiş Taslak'ta “idea veya ilksel imge” (s.127).
da anlaşılan içte görünm ez olm asın d an ve d erinliklerd e gerçekleşm e­
si ııden k ayn aklanıyor.217 O ysa sevgin in p arlak lığı sevgin in gö rü n ü r
yaşam ve eylem olm ası gerçeğinden geliyor. Ş evk im ön düşünm edeydi,
karanlık ve gece ile çev rili m utlu bah çesi oradaydı. O ysa ben şevk im ­
den aşağı indim am a sevgim e yükseldim . Ü zerim de, yü kseklerde İlyas’ı
görüyorum : B u bana ön dü şü n m en in sevgiye bir insan olan benden
daha yakın d urduğun u gösteriyor. Sevgiye yü kselm em d en önce kendi-
ııı iki y ıla n ın dövüşü o la ra k gösteren b ir k o şu lu n ye rin e getirilm esi ge-
ı i'k iyor. Sol gün, sağ gece. S evgin in k ra llığ ı ışık, ön dü şün m enin krallığı
karanlık. İk i ilk kesin bir şekilde b irbirin d en ayrılm ış, hatta birbirine
düşm an ve yılan biçim in e bürünm üşler. B u biçim h er iki ilkenin şeyta-
ıı i doğasını gösteriyor. B u m ücadelede güneş ile k ara yılan ın m ü cad ele­
sini görd üğüm gö rüm ü n tek rarlan d ığın ı fa rk ediyoru m . 218
O zam an sevgi dolu ışık y o k edilm işti ve kan b o şan m aya başlam ıştı.
llu büyük savaştı. O ysa d e rin lik le rin tin i2ı9bu m ücadelenin h er insanın
ki'iıdi d o ğ asın d ak i çatışm a o la rak an laşılm asın ı istiyor. 22° K ah ram an ın
ıılüm ünden son ra yaşam a isteğim iz artık h içbir şeye öykü nem eyeceği
it, in, her insanın için deki d erinliğe girm iş ve d erin lik lerin gü çleri a ra ­
sında k o rk u n ç bir çatışm a başlatmış.221 Ö ndüşün m e tekliktir, sevgi ise
birliktelik. H er ikisi de birbirin e gerek d u yar, yine de birb irlerin i öld ü ­

■ı 7. Düzeltilmiş Taslakta “yaşam” (s.127).


• ı 8. 5. Bölüm’de “Gelecekte Cehenneme İniş”.
• ıy. Düzeltilmiş Taslakta “tin” (s. 127).
• •n. Taslak şöyle devam ediyor: “İşte buyüzden iyilikvebarış için savaştıklarını söylüyorlar
ama insan iyilik için birbiriyle savaşamaz. Oysa insanlar çatışmanın kendi içlerinde
olduğunu bilmiyor ve bu yüzden de Almanlar, İngilizlerin ve Rusların yanıldığını
düşünüyor; İngilizler ve Ruslar da Almanların yanıldığını söylüyor. Oysa tarih doğru
ve yanlış açısından yargılanamaz. İnsanlığın yarısı yanlışsa herkes yarı yarıya yanılıyor
demektir. İşte bu yüzden çatışma ruhlarındadır. Oysa insanlar kör ve yalnızca bu yarıyı
biliyorlar. Almanın içinde kendi dışında savaştığı İngiliz ve Rus var. Benzer şekilde,
İngiliz ve Rus’un içinde de savaştıkları Alman var. Ancak görülüyor ki insan yalnızca
dıştaki anlaşmazlığı görüyor, içtekini, büyük savaşın kaynağı olanı göremiyor. Oysa
insan ışık ve sevgiye çıkmadan önce büyük çarpışmaya gerekduyuluyor” (s. 145).
j 1 1. Aralık 1916’da Bilinçdışı Süreçlerin Psikolojisine yazdığı önsözde Jung şöyle der:
“Mevcut savaşa, kamuoyunun inanılmaz bir şekilde gaddarlaştırılmasına, karşılıklı kara
çalmalara, eşi benzeri görülmemiş yıkıma, her yanı saran yalanlara ve insanların kanlı
şeytana dur diyememesine eşlik eden psikolojik süreçler, düzenli bilinç dünyasının
altında uyuklayan kaotik bilinçdışını hiç olmadığı gibi ortaya koyuyor. Savaş uygar
insana hâlâ bir barbar olduğunu gösterdi... Oysa birey psikolojisi ulus psikolojisini
karşılığıdır. Ulusun yaptığını aynızamanda her bir birey yapmaktadır, birey yaptığı
sürece ulus da yapar. Ancak bireyin tutumundaki değişiklik ulusun psikolojisinde
değişikliği başlatabilir (t e 7, s. 4).
rürler. İn sanlar çatışm anın içlerinde yaşan d ığın ı bilm ediklerin den çıl­
d ırırla r / ve biri suçu ötekine atar. İn sanoğlu nu n y a rısı hatalıysa herkes
ya rı y a rıy a hatalıdır. A n c a k o ken d i ru h u n d ak i çatışm ayı görm ez, oysa
bu d ışarıd aki felaketin kayn ağıd ır. K ardeşin e hınç d u yd u ğu n d a için d e­
ki kardeşe, ya n i içinde kardeşine benzer olan a hın ç d u yd u ğu n u düşün.
B ir insan olarak insanlığın bir p arça sısın ve dolayısıyla, insanlığın
b ütün üym üşsün gib i bütün insanlıkta p ayın var. S an a karşıt olan insa­
n ı alt edip öld ürdüğü n d e için deki o in san ı da ö ld ü rü rsü n ve yaşam ın ın
bir p arçasın ı katledersin. B u ölü n ü n tin i peşin i bırakm az ve yaşam ın ın
neşe b u lm asın a izin verm ez. Y a şa m a y a d ev am etm ek için bütün lüğüne
gereksin im in var.
S a f ilkeyi ben k en d im on aylarsam b ir y a n a çek ilir ve tek y a n lı olu ­
rum . O zam an d a g ö k sel anne ilk esin d ek i ön d ü şü n m em 222, rah im de
d o ğ m ad an k alan gibi çirk in b ir cüce olu r, k aran lık m ağaralarda yaşar.
K ayn ağın d an bilgeliği içebileceğini söylese bile onu izlem ezsin. O ysa
öndüşünme223 orad a sana b ir cücenin zekiliği gibi görünür, tıpkı göksel
annenin aşağıd a ban a Salom e gib i görünm esinde olduğu gibi, yanlış ve
geceye ait. S a f ilkede olm ayan yılan o larak görünür. K ah ram an s a f ilke­
de son n o ktaya u laşm aya çabalar ve böylece yılan a aldanır. D üşünm eye
gidiyorsan yü reğin i de y a n ın a al. ” 4 Sevgiye gidiyorsan b aşın ı da y a ­
nında götür. Sevg i düşünm e olm adan boştur, düşünm e sevgi olm adan
koftur. Y ılan s a f ilkenin berisinde p u su y a yatar. O yüzden ben i hem en
diğer ilk eye götüren y ıla n ı bulana dek cesaretim i yitirm iştim . A şağ ıya
indikçe küçüldüm .
A şık olan y ü ced ir çün kü sevgi b ü y ü k yaratıcın ın o an ki eylem id ir,
dön üşm en in ve d ü n yan ın sapm asının m evcu t anıdır. Seven k u d retli­
dir. O ysa sevgid en uzaklaşan k end in i güçlü hisseder.
Ö n d üşü nm end e an lık v a rlığ ın ın olm u ş ve olacak olanın son su zlu ­
ğu a ra sın d a k i en k ü çü k n o kta o la rak h içliğin i d u yarsın . D ü şün en k ü ­
çü ktü r, k en d in i d üşünm eden uzaklaştırd ığında k en d in i b ü y ü k h isse­
der. O ysa g ö rü n ü şlere gelince b u nu n tam tersidir. A şık olan için biçim
önem sizdir. O ysa onun gö rü m alan ı on a verilen biçim le sonlanır. D ü ­
şünm ede olan için b iç im aşılam azd ır ve C en n et’in yü ksekliğid ir. O ysa

222. Düzeltilmiş Taslakta: “peygamber, ıdeanın kişilik bulması" (s. 131).


223. Düzeltilmiş Taslak'ta: “idea” (s. 131).
224. Düzeltilmiş Taslakta bu paragrafta “idea” kullanılıyor (s. 131).
gece sayısız dün yaların çeşitliliğini v e hiç bitm eyen d ön gü lerin i görür.
A şık olan d olu ve taşan b ir k ap tır ve b ağışı bekler. Ö nd üşü nm ed e olan ­
sa d erin ve b o ştu r ve d o ld u ru lm a y ı bekler.
Sevg i ve ön düşünm e tek ve ay n ı yerd ed ir. Sevg i ön düşünm esiz o la­
m az, öndüşünm e de sevgisiz olam az. İnsan birind e y a d a d iğerind e her
zam an çok fazladır. B u insan d oğasıyla gelir. H ayvan lar ve bitkiler her
şekilde yeterin ce şeye sahip gö rü n ü r, yaln ızca insan çok fazla ile çok az
arasında sendeler. Yalpalar, b u raya ne kadar, ora y a ne kad ar verm esi
gerektiğin d en em in olam az. B ilgisi ve yeteneği yetersizd ir ve yin e de
kendi b aşın a yap m ası gerekir. İnsan yaln ızca ken d i için den büyüm ez
çünkü ayn ı zam and a kendi için den yaratıcıd ır.225 T anrı onun içinde b e ­
lirir.226 İnsan doğasın ın tan rısallık becerisi azdır ve bu yüzden de insan
çok fazla ile çok az arasın d a gid ip gelir.227
B u çağın tini bizi telaşa m ah k û m etm iş. B u çağın tinine hizm et et­
tiğin sürece artık bir geleceğin y a d a bir geçm işin y o k dem ektir. Biz
sonsuzluğun yaşam ın a gerek gerek duyuyoruz. D erin liklerd e geleceği
ve geçm işi taşıyoruz. G elecek yaşlı ve geçm iş genç. B u çağın tinine hiz­
met ediyorsun ve d erinliklerin tin in d en kaçabileceğini düşünüyorsun.
O ysa derinlikler artık d u rak sam ıyo r ve seni İsa'nın gizem lerine zorlu-
yor.228 İn sanın kah ram an yo lu yla değil, bizzat İsa olarak ku rtu lm ası bu
gizem in içinde. A z iz lerin önceki örn eği bize bu nu öğretiyor.
G ö rm ek isteyen kötü görecek. B en i yan ıltan istem im di. İblisler
arasın d aki bü yü k k argaşayı k ışk ırta n istem im di. O zam an h içbir şey
istem em eli m iyd im ? İsted im ve istem im i elim den geld iğin ce y e rin e ge­

225. Düzeltilmiş Taslak’ta “bilinçli” ekleniyor ve “kendi içinden” çıkartılıyor (s. 133).
226. Tas/ak’ta ve Düzeltilmiş Tas/ak’ta bunun yerine: ‘‘Tanrısal yaratıcı güç [onda] [bilinçdışı]
kolektiften gelen bir kişiye [kişisel bilince] dönüşür (s. 133-34).
227. Tas/ak’ta ve Düzeltilmiş Tas/ak’ta: “Neden, diye soruyorsun, öndüşünme [idea] sana
bir Yahudi peygamber gibi görünüyor ve hazzın da putperest Salome gibi? Dostum,
unutma, ben de bu çağın tini içinde düşünen ve isteyen biriyim ve bütünüyle yılanın
büyüsü altında. Şimdi derinliklerin tininin gizemlerine girdim ama bu çağın tini ile
düşünenlerde olmayan bütün eskileri toptan silip atmadım, yaşamımı bütün kılmak
için insanlığıma yeniden benimsedim. Çünkü yoksullaştım ve Tanrı’dan çok uzaklaştım.
Tanrısal ve dünyasal olanı içime almalıyım çünkü bu çağın tininin bana verebileceği
başka bir şey yok, tersine gerçek yaşamdan elimde avucumda olanı da aldı. Özellikle
de beni aceleci ve açgözlü yaptı çünkü o sadece mevcutta ve anı doldurmak için beni
mevcutta olan herşeyi avlamaya zorladı” (s. 134-35).
228. Tas/ak’ta ve Düzeltilmiş Tas/ak’ta: “Eski peygamberlerin [eskiler] İsa’nın Gizemleri
önünde durması gibi ben de [geçmişi yeniden benimsediğim oranda] bu Isa’nın
Gizemleri önünde duruyorum ama ondan iki bin yıl sonra yaşıyorum ve bir zamanlar
Hristiyan olduğuma inanıyordum. Oysa asla bir ha olmadım” (s. 136.)
tird im ve böylece içim de çekişen her şeyi besledim . Son u n d a k en d im i
a ram ad an k en d im i her şeyde isted iğim i gördüm . O yüzd en artık k e n ­
d im i k en d i d ışım d a d eğil, içim d e a ra m a k istedim . S on ra d a k en d im i
k av ra m a k istedim ve son ra d a ne isted iğ im i bilm eden d e v a m etm ek
istedim ve böylece gizem e düştüm .
O h alde artık h içb ir şey istem em eli m iyd im ? B u sa va şı siz isted i­
niz. B u iyi. İstem e se yd in iz sa v a şın k ö tü lü ğü k ü ç ü k o la ca k tı.229 O y sa
isteğin izle kötü lü ğü büyüttünüz. B u savaştan en b ü y ü k kötü lü ğü ç ı­
k arm a y ı b aşaram azsan ız şid d et e y le m in i ve d ışın ızd a o lan la sa va şm a ­
nın üstesin d en g elm eyi h içb ir zam an ö ğ ren em eyeceksin iz. 230 Ö yleyse
bu en bü yü k k ötü lü ğü bü tü n kalbinizle istem en iz iy i. ^ 1 Siz H ristiyan -
sınız ve k ah ra m a n ların peşinden k o şa r, ızd ırab ı sizin y erin ize ü stle­
necek, felaketten esirgeyecek k u rta rıc ıla r b eklersiniz. B ö ylece bütün
A v ru p a ’nın üzerine b ir felaket d a ğ ı yığ d ın ız. 232 B u savaştan k ork u n ç
b ir k ötü lü k ç ık arm a y ı ve bu b o şlu ğ a sayısız k u rban lar atm ayı b a şa ra ­
b ilirsen iz ne iy i ç ü n k ü b ö y le c e h er b irin iz k en d in i k u rb an etm eye h a ­
zır olacaksın ız. D e ğ il m i k i ben im gib i İsa’nın g ize m in i tam am lam aya
yaklaşıyo rsu n u z.
D e m irin yu m ru ğ u n u şim d id en sırtın ızd a d u yu yo rsu n u z. B u y o ­
lun b aşlan gıcı. B u d ü n y a y ı kan , ateş ve ıstırap çığ lık la rı d o ld u rd u ğ u n ­
da eylem lerin izd e ken d in izi göreceksiniz: Savaşın k an lı g a d d a rlığ ın ­
dan p ay ın ız a d ü şen i için, ölü m ve y ık ım ile ziyafet çek in k en d in ize, o
zam an gö zlerin iz açılacak , bu m e y v e y i taşıyan ın k en d in iz old u ğu nu
göreceksiniz. 233 T ü m bu n ları istiyo rsan ız y o la k o yu lm u şsu n u z d em ek ­
tir. İstem k ö rlü k yaratır, k ö rlü k de y o l gösterir. H atayı m ı istem em iz
gerekiyor? Ö yle ge re k m iy o r a m a sen, in sa n la rın h er zam an yap tığı
gibi, en iy i d o ğ ru o la rak gö rd ü ğü n bu h atayı istiyorsu n .

229. Böyle Buyurdu Zerdüşt'te Nietzscheşöyleyazıyor: “Geçmişi arındırmakveher


“Öyleydi”yi “Benöyleistedim!” çevirmek. İşteyalnızcabunakefaretderimben.”
(“kefaret,”s.161).
230. ıı Şubat1916daJung, AnalitikPsikoloji Derneği‘ndekibirtartışmadaşöyledemişti:
“istencikötüyekullanıyoruz, doğalbüyümeistenceboyuneğdiriliyor... Savaşbizeşunu
öğretiyor: İstencinbiryararıyok;bununbizinereyegötürdüğünügöreceğiz. Bütünüyle
oluşunmutlakgücünetâbiolduk”(MAP, cilt1, s. 106).
231. Taslak veDüzeltilmiş Taslak'ta: “Siz[biz] içtehâlâeski Yahudilervekutsal olmayan
tanrılarıylaputperestlerolduğumuziçin" (s. 137).
232. Düzeltilmiş Taslak'ta: “bizkendimiz”(s. 138).
233. Düzeltilmiş Taslak'ta: “vekendimizeHristiyandedik, İsa’nıntaklitçileri. Gerçekten
İsa’nınizindengitmekİs:1nınkendisi olmaktır” (s. 139).
K rista lin sim gesi o la y la rın k en d in d e n gelen d eğişm ez y a sasın ı
gö steriyo r. G elecek o la n ı bu to h u m d a k av rıy o rsu n . K o rk u n ç ve k a v ­
ranm az bir şey gördüm ( 1 9 1 3 y ılın ın N oel gü n ü n gecesin de). K ö y ­
lünün çiz m esin i gördüm , k ö y lü sa va şın ın d eh şetin in işa re tin i gö r­
d ü m 234, k u n d ak çıların cin a y e tle rin i ve k an a susam ış acım asızlığı. Bu
işareti k end im için hiçbir şe y olarak y o ru m la m a y ı bild im am a aslın d a
kanlı ve k ork u n ç b ir şe y b izi bekliyor. B ü tü n b ir şeh ri ezip geçen d e ­
vin a y a ğ ın ı görd üm . B u işareti b a ş k a tü rlü n asıl y o ru m la y a b ilird im ?
Kend ini k u rb a n etm enin y o lu n u n b u rad a b a şla d ığ ın ı gö rd ü m . H ep si
bu m uazzam d en eyim le rin co şk u su n a k ap ıla ca k v e k ö rlü k leriy le b u n ­
ları dış o laylar o larak an lam ak isteyecekler. B u içe rid e olan b ir şey;
Isa’nın gize m in in k u su rsu zla şm asın a gid en y o l'35 bu ve b ö ylece in sa n ­
lar k en d ile rin i ku rb an e tm e y i öğren ecek.
K o rk m u şlu k o den li b ü y ü sü n k i in san ların gö zlerin i içe d öndüre-
lıilsin ve bö ylece artık b en lik lerin i başkaların d a değil, kend ilerind e a ra ­
' ınlar.236 B un u görd üm , yo lu n b u old u ğu nu biliyorum . İsa’nın ölü m ünü
ve yasın ı gördüm ; onun ölü m ünün , b ü y ü k ölü m ü n ızd ırabın ı duydum .
Yeni bir T an rı, iblislere avcu nu n için de b o yu n eğdiren bir çocuk gör-
d üm .237 Tanrı ayrı ilkeleri gü cün d e tutar, o n ları birleştirir. T an rı ilk ele­
rin içim d eki birliği yo lu yla gelişir. O on ların birliğidir.
Bu ilkelerden b irin i istersen b irin d e olursun, am a öteki olm aktan
11/aklaşırsın. H er ik i ilkeyi de, b irin i ve ötekin i de istersen o zam an ilke­
ler arasındaki çatışm ayı can lan d ırırsın çünkü ayn ı an d a ik isin i birden
isteyem ezsin. Bundan d a gereksin im doğar, T anrı bunda belirir, çatışan

■h Burada Alman köylülerin 1525 isyanına gönderme olabilir.


ı S I9i8'de Bilinçdışı Süreçlerin Psikolojisi nın ikinci baskısına önsözde Jung şöyle yazmıştı:
“Bu felaketin görünümü kendini bütünüyle güçsüz hissettirerek insanı kendine
fırlatmıştı, onu içine kapatmıştı, her şey sallantıdaydı ve o tutunabileceği emin bir şey
arıyordu. Birçokları hâlâ dışarıyı arıyor. .. ama içeriyi, kendi benliklerini arayamayacak
kadar zayıflar hâlâ ve daha da azı kendine şunu soruyor: İnsan toplumunun ereğine
ulaşması için en iyi yol herkesin eski düzeni kendi içinde ortadan kaldırması ve bunları
haşkalarından beklemekyerine bu kuralları, her köşebaşında vaaz verdiği zaferleri kendi
kişisinde ve kendi iç durumunda uygulamak değil midir?” (t e 7, s. 5).
■ı<ı. Taslak’ta: “Bu olmazsa İsa egemen olamazvekötülük daha dabüyür. Öyleyse, dostum,
sana söyleyeyim de sen de kendi dostlarına anlat ve böylece söz insanlar arasında
yayılsın” (s. 157).
1 17. Taslak şöyle devam ediyor: “İsa’nın içinden yeni birTanrı nın, genç birHerkül‘un
çıktığını gördüm” (s. 157).
istem in i eline, istem i yalın ve çatışm anın ötesinde olan çocu ğu n eline
alır. B un u öğrenem ezsin, an cak içinde gelişir. B un u isteyem ezsin, iste­
m i elinden alır ve k en d isi ister. K en d in i iste, yolu bu gösterecek.238
O ysa sen tem elde kend in den k ork u yo rsu n ve bu nedenle de kend in
d ışınd a h erkese k o şm a k istiyorsu n . K u rb an d ağın ı gö rd ü m ve y a m a ç ­
ların d an k an lar akıyordu. B ü y ü k savaş patlak verd iğ in d e gu ru r ve g ü ­
cün in san lara nasıl d oyu m ve rd iğ in i, güzelliğin k ad ın ların gözlerinden
ışıd ığ ın ı görd üm , insanlığın k en d in i k u rb an verm en in y o lu n d a old u ­
ğunu biliyordum .

23 8. Taslak’ta ve Düzeltilmiş Taslak'ta burada uzun bir pasaj var: Tanrı sevgiyi sağında,
öndüşünmeyi [parça boyunca “idea" yerine konmuş] solunda tutar. Sevgi gözde
yanımızdadır, öndüşünme ise gözde olmayan yanımızda. Bu da bu dünyada olduğunuz
sürece size sevgiyi salık veriyor, özellikle de düşünürseniz. Tanrı her ikisine de sahiptir.
Onların birliği Tanrı’dır. Tanrı iki ilkenin de senin içinde [benim içimde] birleşmesiyle
gelişir. Bunun aracılığıyla Tanrı ya da tanrısal olmazsın [olmam], Tanrı insanlaşır.
Senin içinde ve senin aracılığınla çocuk olarak görünür. Gelişmiş biri olduğun sürece
Tanrı sana çocuk gibi ya da çocuksu gelir. Çocuksu adamın Tanrısı yaşlıdır, bildiğimiz
ve ölümünü gördüğümüz yaşlı Tanrı. Büyürsen ancak daha da çocuk gibi olursun.
Önünde gençlik ve gelecek olan tüm o gizemlervar. Çocuksunun önünde ölüm var
çünkü önce büyümesi gerekiyor. Eskilerin ve çocukluğunun Tanrısının üstesinden
geldiğin sürece büyüyeceksin. Onu bir yana bırakarak, çağın tinine [Zeitgeist] uyarak
onun üstesinden gelemezsin. Bu çağın tini bir sarhoş gibi evet ile hayır arasında
yalpalar [“çünkü o mevcut genel bilincin belirsizliğidir”]. Sen [parça boyunca “Biri"]
Tanrı'nın üstesinden ancakkendisi Tanrı olarak ve onun acısını çekerek ve ölerek
gelebilir. Onun üstesinden gelir kendin olursun, kendini arayan ve artık kahramanları
taklit etmeyen biri gibi. Eski Tanrı’dan ve onun modelinden kendini kurtardığında
kendini özgürleştirirsin. Bizzat model olduğunda onun modeline gereksinimin kalmaz.
Tanrı sevgiyi ve öndüşünmeyi bir yılan gibi elinde tuttu, insan istencini avucuna
aldığı gösterildi bana. [“Tanrı sevgi ve idea arasındaki karşıtlığı birleştirir ve elinde
tutar onu”] Sevgi ve öndüşünme öncesiz zamandan beri vardı, ama istenmiyorlardı.
Herkes her zaman düşünen ve arzulayan bu çağın tinini ister. Derinliklerin tinini
isteyen sevgiyi ve öndüşünmeyiister. Her ikisini de isteyen Tanrıolur. Bunu yaparsan
Tanrı doğar ve insanların istencine sahip olur ve istencini çocuğunun ellerinde tutar.
Derinliklerin tini içinde bütünüyle çocuksu görünür. Derinliklerin tinini istemiyorsan
sana ızdırap verir. İstenç yola götürür. Sevgi ve öndüşünme ötenin dünyasındadır,
onları istemediğin sürece ve istemin aralarında bir yılan gibi uzanır [onları ayırır]. Her
ikisini de istersen içinde istemli sevgi ve istemli öndüşünme [kabul] arasında çatışma
başlar. İkisini aynı anda isteyemeyeceğini göreceksin. Bu gereksinimden Tanrı doğacak
Gizemlerde yaşadığın gibi ve bölünmüş istenci ellerine alacak, çocuğun ellerine, çünkü
onun istenci yalındır ve bölünmenin ötesindedir. Nedir bu tanrısal-çocuksu isteme?
Onu anlatılanlardan öğrenemezsin, yalnızca içinde oluşabilir. Onu isteyemezsin de.
Onu söylediklerimden öğrenemezsin, empati kuramazsın. İnsanlar nasıl da kendilerini
yalanlıyor ve kendilerine yalan söylüyor, inanılmaz. Bu bir uyarı olsun. Söylediklerim
benim gizemim, sizin değil, benim yolum, sizin değil, çünkü benliğim bana ait, size
değil. Benim yolumu değil, kendi yolunuzu öğrenmelisiniz. Benim yolum bana çıkar,
size değil. (s. 142-145)
D erin liklerin tin i239 in san lığı ele geçirdi ve onu k en d in i kurban et-
ıııeye zorluyor. Suçu orad a b u rad a aram ayın. D erin lik lerin tin i benim
yazgım gibi insanın ya z g ısın ı p ençesine aldı. İn san lığı k an n ehrinden
gizem e götürüyor. İnsan gizem de bizzat iki ilke, aslan ve yılan olur.
Ben de öteki olu şum u istediğim için İsa olm alıyım . İsa’y a dönüş-
t üm, bu n u n ız d ırab ın ı yaşam alıyım . B ö y le ce kefaret k an ı akar. K e n d in i
kurban etm e yo lu y la şevkim değişti ve yu k arıya, daha yü k sek ilkesine
gidiyor. Sevgi görür, o y sa şevk k örd ü r. H er ik i ilke ateşin sim gesinde
birdir. İlkeler insan biçim ini Ü zerlerinden çık arır.240

/19. Düzeltilmiş Taslak’ta: “büyük tin" (s. 146).


ı 40. Düzeltilmiş Taslakta burada uzun bir pasaj bulunuyor: Gördüğünüz gibi savaş
insanları ele geçirince gurur ve güç insanları doldurdu ve kadınların gözlerinden
güzellik aktı, biliyordunuz ki insanoğlu yoldaydı: Bu savaşın yalnızca macera, suç
eylemleri ve öldürmek olmadığını, aynı zamanda kendini feda etmenin gizemi
olduğunu biliyordunuz. Derinliklerin [Parça boyunca “Büyük" değiştirilmiş] tini
insanlığı ele geçirdi ve savaş yoluyla onu kendini feda etmeye zorladı. Suçu orada ya da
burada aramayın. [“Suç dışarıda değil"] Asanları derinliklerin tinine sürükleyen, bana
yol gösterdiği gibi, Gizemlerdir. Bana yol gösterdiği gibi insanları da kan ırmağına
götürdü. Gizemlerde insanların gerçekte neyeyapmaya zorlandığını [“dışarıda büyük
ölçekte olanları”] yaşadım. Bilmiyordum ama Gizemler istemimin nasıl çarmıha
gerilmiş Tanrı’nın ayaklarına kapandığını öğretti bana. İsa’nın kendini feda etmesini
yaşadım [istedim]. îsa’nın gizemi gözlerimin önünde tamamlandı. Öndüşünmem
[üzerimde duran idea] beni buna zorladı ama ben direndim. En yüksek aslanım, en
ateşli ve güçlü tutkum, gizemli kendini feda etme istencine karşı durdum. Böylece
bir yılanın çevrelediği bir aslana döndüm [kendini sonrasızca yenileyen bir imge].
Sağdan, gözde yandan Salome geldi bana. îçimde haz uyandı. Kendini fedanın
tamamlanması ile birlikte içimde hazzın uyandığını gördüm. Sevginin sembolü olan
Meryem’in [benim de] îsa’nın annesi annem olduğunu duydum çünkü sevgi İsa’yı
da doğurdu. Sevgi kendini feda edeni ve kendini feda etmeyi getirir. Sevgi benim
kendimi feda etmemin de annesidir. Bunu onda duyuyorum ve kabul ediyorum, îsa,ya
dönüşüyorum, çünkü sevginin beni dalaştırdığını kabul ediyorum. Yine de hâlâ kuşku
duyuyorum çünkü düşünen için kendini düşüncesinden ayırması ve düşüncesinde
olanın da kendi dışında olan bir şey olduğunu kabul etmesi neredeyse olanaksızdır.
Oysa onun dışında, iç dünyadadır. Gizemlerde İsa oluyorum, daha doğrusu, nasıl
îsalaştırıldığımı ve yine de bütünüyle kendim olduğumu ve böylece hazzım bana îsa
olduğumu söylediğinde bundan nasıl kuşku duyacağımı görüyorum. [Salome] Hazzım
bana [îsa olduğumu] söyledi çünkü hazdan daha yüksek olan sevgi yine de içimde
hazda gizlidir, beni kendini feda etmeye götürmüş ve îsalaştırmıştır. Haz bana geldi,
beni halkalarla sardı ve beni îsa’nın ızdırabını yaşamaya, dünya için kanımı akıtmaya
zorladı. Önceden bu çağın tinine [buradan itibaren “Zeitgeist" kullanılıyor] hizmet
eden istemim derinliklerin tinine indi ve önceden çağın tini tarafından belirlendiği
gibi şimdi de derinliklerin tini tarafından belirleniyor öndüşünme [buradan itibaren
“idea" kullanılıyor] ve haz yoluyla. Beni kendini feda etmenin istenciyle ve yaşamımın
özü olan kanın akıtılmasıyla belirledi. Beni kendini feda etmeye götürenin kötü
hazzım olduğuna dikkat et. En derinde sevgi var ve o feda etme yoluyla hazdan
özgürleştirilecek. Burada bir mucize oldu ve eskiden kör olan hazzım görmeye başladı.
G izem im gelerle bana bundan sonra ne yaşam am gerektiğini g ö s­
terdi. G izem in bana gösterdiği nim etlerd en yo ksu n d u m çü n k ü h ep sini
kazanm am gerekiyordu h â lâ .^

fin is p a r t .p r im . [B irinci bö lü m ü n sonu].

Hazzım kördü ve sevgiydi o. En güçlü istemim kendini feda etmeyi istediği için hazzım
değişti, daha yüksek ilkeye gitti ve orada Tanrı öndüşünme ile birdir. Sevgi görür ama
haz kördür. Haz her zaman en yakın olanı ister, çokluk yoluyla hisseder, birinden
ötekine geçer, bir hedefi yoktur, sadece arar ve asla doymaz. Sevgi en uzaktakini
ister, en iyiyi, doyumu. Ben de daha uzakta bir şey gördüm, içimdeki öndüşünme
yaşlı bir peygamber biçimindeydi ve İsa-öncesi olduğunu gösterdi ve artık insan
biçiminde değil, safbeyaz ışığın mutlak biçiminde görünen bir ilkeye dönüştürdü
kendini. Böylece İsa’nın Gizemler i yoluyla insan akraba kendini tanrısal mutlak
olana dönüştürdü. Öndüşünme ve haz içimde yeni bir biçimde ve içimdeki istemeyle
birleşti ve derinliklerin tininin, parıldayan alevin ayaklarında yatan o istemi yabancı
ve tehlikeli görünüyordu. İstemimle bir oldum. Bu içimde gerçekleşti onu gizem
oyununda gördüm.
241. Gilles Quispel, Jung’un Hollandalı ressam Roland Horst’a Psikolojik Tipleri Kırmızı
Kitap'ın otuz sayfasına dayanarak yazdığını söylediğini aktarıyor (Stephan Hoeller,
The Gnostic Jung and the Seven Sermons to the Dead [Wheaton, IL, Quest 1985]
s. 6’daki alıntı). Büyük olasılıkla aklında Gizemlerin önceki bu üç bölümü vardı.
Burada karşıt işlevler arasındaki çatışma düşüncesi, öncü işlev ile özdeşleşme ve
karşıtlar arasındaki çatışmanın çözümlenmesinde arabuculu simgenin gelişimi ortaya
konuyor ve bunlar Psikolojik Tiplerdeki Bölüm 5 “Şiirdeki Sorunda ele alınan temel
konulardır. ı 925 seminerinde Jung şöyle demişti: “Bilinçdışının muazzam kolektif
fantezileri çözdüğünü gördüm. Önceden söylenceleri çözmek için uğraştığımda
olduğu gibi şimdi de bilinçdışındaki materyal ile ilgileniyorum. Aslında söylence
oluşumuna ulaşmanın tek yolu da bu. Böylece Bilinçdışının Psikolojisindeki ilk
bölüm son derece doğru oldu. Sürmekte olan söylencelerin oluşumu izledim ve
bilinçdışının yapısını anlamaya başladım ve bu da Tip/erde böyle bir rol oynayan
kavramı oluşturdu. Deneysel malzememi hastalarımdan aldım ama sorunun çözümü
içimden, bilinçdışı süreçler üzerine gözlemlerimden geldi. İç ve dış deneyimin bu iki
akımını Tiplerde birleştirmeye çalıştım ve iki akımın birleşmesini aşkın işlev olarak
adlandırdım;1 (Analitik Psikoloji, s. 34).
Liber Secundus
Yanılanların İmgeleri1
[Ö H 1]2 3

nolite audire verba prophetarurn, qui prophetant vobis et decipiunt


vos: visionern cordis sui loquuntur, nan de ore Dornini. audivi quae
dixerunt [prophetae] prophetantes in nornine rneo mendacium, atque
dicentes: sornniavi, sornniavi. usquequo istud est in corde prophetarurn
vaticinantiurn mendacium et prophetantiurn seductionern cordis sui?
ju i volunt facere ut obliviscatur populus rneus norninis rnei propter
sornnia eorurn, quae narra[n]t unusquisque ad proxirnurn suurn: sicut
obliti sunt patres eorurn norninis rnei propter Baal. propheta, qui habet
sornniurn, narret sornniurn et qui habet serrnonern rneurn, loquatur ser-
monern rneurn vere: quidpaleis ad triticurn? dicit dorninus.

! “ Size p eygam b erlik eden p eygam berlerin sözlerine k u lak asm ayın:
O nlar sizi ald atıyor: R ab b ’in ağzından çıkan ları değil, ken d i k alp lerin ­
deki gö rü m leri an latıyo rlar.” (Y e re m y a 23: 16 )]

I“ B en im ad ım la yalan cı p eygam b erlik edenlerin ne d ed iğini duydum :


‘B ir düş görd üm ! B ir d ü ş!’ d iyo rlar. Bu yalan cı peygam berler, u y d u r­
dukları h ileleri an latm ayı d ah a ne k ad a r sü rd ü recekler?A taları nasıl
Baal yü zü n d en ad ım ı unuttu ysa on lar d a k o m şu la rın a d ü şlerin i a n ­
latarak halkım a a d ım ı u n u ttu rm ayı tasarlıyor. D ü ş g ö re n peygam ber
düşünü anlatsın, sözüm ü aktaran sa sözüm e sad ık kalsın. B u ğd ay ın y a ­
nında sam an ned ir ki? d iyo r R abb.” (Y e re m y a 23: 2 5-28)] / ı 'ı

1 El Yazması Taslakta: “Gezginin Maceraları" (s. 353)


Picasso üzerine 1932'de yazdığı makalede Jung şizofrenlerin resimlerin resimlerini
“formel bir bakış açısıyla temel karakteristik, sözün gelişi parçalanma hatları boyunca,
yani resim boyunca kendini bir tip psişik çatlakta gösteren bir parçalanmadır” şeklinde
tanımlıyordu (rn 15 §20B).
Jung, İncil’den alınan bu Latince parçalara Psikolojik Tiplerde (1921) yer vermiştir
(Luther İncili'nden) ve şu yorumu getirmiştir: “İsa’nın bilinçdışındakileri dünyaya
sunuşu kabul edilmiş ve herkes için geçerli ilan edilmiştir. Bundan sonra bütün bireysel
fanteziler değersizleşmiş ve putperestlik olarak damgalanmıştır. Gnostik hareketin ve
onu izleyen aykırı düşüncelerin kaderi de farklı olmamıştır. Yeremya Peygamber de
uyarılarında tam da bu doğrultuda konuşur” (TE 6, §81).
Kırmızı4
Cap. i.

[Ö H 2] 5 [2] G izem lerin k ap ısı ard ım d an kapandı. İstem im in felç


old u ğ u n u ve derinliklerin tinin in b en i ele geçird iğin i d u yu m su yo ru m .
B ir yo l üzerine hiçbir b ilgim yok. O yüzden ne bunu ne şunu isteye­
bilirim çünkü bunu m u şunu m u isted iğim i gösteren h içb ir şey yok.
N e bekled iğim i bilm eden bekliyoru m . O ysa daha ertesi gece som ut bir
n o k taya u laştığım ı hissetm iştim . 6

[ı] 7B ir şatonun en y ü k se k kulesinde d urduğum u fark ediyorum .


H ava b an a şunu söylüyor: Z a m a n d a çok gerilerd eyim . G ö zlerim tarla­
lar ve orm anlard an oluşan ıssız bir k ır üzerinde geziniyor. Y eşil b ir giysi
içindeyim . O m zum dan bir boru sarkıyor. Kule n öbetçisiyim . U zakla­
ra b akıyoru m . O rada kırm ızı bir nokta gö rü yo ru m . K ıvrılan b ir yold a
yaklaşıyor, o rm an ların arasında bir kayboluyor, bir yeniden beliriyor.
K ırm ız ı paltolu bir atlı bu, k ırm ız ı atlı. Şatom a geliyor; işte kapıdan ge­
ç iy o r bile. M erdivenlerde ayak sesleri d u yu yo ru m , basam aklar g ıcırd ı­
yor, k ap ıyı çalışıyo r; Ü zerim e tu h a fb ir korku geliyor. İşte K ırm ızı orada
duruyor, uzun gövdesi bütünüyle k ırm ızıya b ü rü n m ü ş, saçları bile k ır­
mızı. D ü şü n ü yo ru m ; sonunda şeytan olduğu orta y a çıkacak.

Kırm ızı: “ Selam sana yü k sek ku led eki adam . Seni uzaklardan g ö r­
düm , b ak ın ıyo r ve bekliyord u n . B ek leyişin b an a seslendi.”
Ben: “ K im sin sen?”
K: “ K im m iyim ? Benim şeytan olduğum u düşünüyorsun. H em en bir
yargıya varm a. B elk i kim o ld u ğu m u bilm eden de benim le konuşabilir­
sin. N e batıl inançlı bir adam sın k i sen, hem en şeytan geliyor aklına?”
B: “ D oğaüstü bir yeteneğin y o k sa kulem de d ik ilip beklediğim i, bi­
linm eyene ve yen iye b aktığım ı nasıl bildin? Şatoda y o k su l bir hayatım
v a r çünkü sürekli burada otu ru y o ru m ve kim se y a n ım a tırm an m ıyo r.”

4. Düzeltilmiş Taslak’ta: “V Büyük Gezginlik 1. Kırmızı” (s. 157)


5. Burada Jung fantezisinin açılış sahnesinde betimleniyor.
6. Bir önceki paragraf Tasİak’a eklenmiş (s. 167).
7. 26 Aralık 1913.
K : “ Ö yleyse neyi bekliyorsu n ?”
B: “ H er türlü şe y bekliyoru m , özellikle de dü n yan ın bu ralard a g ö ­
rülm eyen zen ginliğinin b ana gelm esin i.”
K: “ Ö yleyse kesinlikle d o ğ ru y ere gelm işim . D ü n yan ın dört b ir y a ­
nını gezdim d u rd u m nicedir, senin gib i yü k sek b ir k u led e o tu ru p g ö ­
rülm em iş şeyleri bekleyenleri a ra d ım .”
B: “ B en i m erakland ırıyorsun . E şin e az rastlanır birin e benziyorsun.
(;ö rü n ü şü n sırad an değil ve affet b en i am a beraberind e tu h a f b ir hava,
dünyevi bir şey, arsız y a d a taşkın y a da -hatta- p agan bir şey getiriyor
1-(ibisin.
K : “ B en i gü cen d irm iyo rsu n , tam tersine, taşı tam ged iğin e koydun.
Yine de ben, öyle g ö rü n ü yo r k i d ü şün d ü ğü n gibi eski b ir put d eğilim .”
B: “ B u k on ud a ısrar etm eye niyetim yok. Y eterin ce gösterişli ve L a-
lin de değilsin. K lasik h içbir y an ın yok. B izim çağım ızın oğullarınd an
birine benziyorsun, yin e de sö ylem eliyim k i sırad ışı birisin. G erçek bir
put d eğilsin , d inim iz H ristiyan lığın y a n ı sıra giden p u tlar gib isin .”
K : “ B ilm eceler k o n u su n d a gerçekten iy i b ir k âh in o ld u ğ u n a kuşku
yok. B en i yan ılgıya düşüren b irçok ların d an çok daha iyisin .”
B: “ T eped en ve k ü çü m ser kon u şu yo rsu n . H ristiyan lık d in inin en
kutsal gizem leri sende hiç bü yü k b ir acı d oğu rm ad ı m ı?”
K: “ A ğırlığın ve cid d iliğin in an ılacak gibi değil. H ep böyle aceleci
m isindir?”
B: “ T a n rı ön ünd e h er zam an , elim d en geld iğin ce ve olabildiğince
ı iddi ve dürüst o lm a ya çalışırım . Öte yand an senin k arşın d a bu gerçek-
lın de zor bir iş. Beraberinde bir tü r darağacı h avası taşıyo rsun ve Sa-
li'rno’d a8 putperestler ve putperest soyun dan gelen ler tarafınd an zararlı
-. inatların öğretild iği k ara okuld an geliyo rsu n kuşkusuz.”
K : “ Batıl inançlı ve fazla A lm a n ’sın. K u tsal yazıları söze göre an lı­
yorsun, yo ksa beni bu den li k atı yargılam azdın .”
/ B: “ K a tı b ir yargı isteyeceğim son şeyd ir. Y in e de b u rn u m beni al- J/j
dalm az. K açam ak ya p ıy o rsu n ve k en d in i o rta y a k o y m a k istem iyorsun.
Ne gizliyorsun?”
(K ırm ızı daha da çok kızarır adeta, giysileri parıldayan dem ir gibi ışıldar.)

Salerno Güneybatı İtalya'da Romalılar tarafından kurulmuş bir şehirdir. Jung 1540’larda
kurulmuş ve simya çalışmalarını desteklemiş Academia Segreta’dan söz ediyor olabilir.
K: “ Senden hiçbir şey gizlem iyorum ey doğru-yürekli ruh. Sadece hatı­
rı sayılır ciddiliğinle ve gülünç dürüstlüğünle eğleniyorum. Bizim çağım ız­
da buna çok ender rastlanır oldu, özellikle de anlayış sahibi insanlarda.”
B: “ S an ırım beni bütünüyle anlayam ıyo rsu n . Ö yle g ö rü n ü yo r ki
beni tanıd ığın in san larla k arşılaştırıyorsun . D o ğru su n u söylem ek g e ­
rekirse ben ne bu çağa ne de bu yere aid im . B ir bü yü b en i bu ç a ğ a ve
bu yere sürgün etti yıllard ır. Ben aslın da k arşın d a gö rd ü ğü n d eğilim .”
K: “ Ş aşırtıcı şeyler söylüyo rsu n . K im sin o zam an sen?”
B: “ Bu önem siz. K a rşın d a şu an d a o ld u ğ u m k işi o la rak d uru yo rum .
N eden bu rad ayım ve bö yleyim , bilm iyoru m . B ild iğim bir şey va rsa o
da kendim i b ilgim derecesinde d oğru lam ak için burada olm am gerek­
tiği. Seni ne kad ar az tan ıyorsam , kendim i de o kad ar az tanıyoru m .
K : “ Bu çok tu haf. B ir çeşit aziz m isin sen? A k a d e m ik d ili p ek bece­
rem ed iğine gö re filo z o f olam azsın . A m a aziz o lab ilirsin . E ve t, azizsin.
A ğırb aşlılığın b ağnazlık kok u yor. A h lak çı b ir havan v a r ve k u ru ekm ek
ve suya can atan bir b asitliğin .”
B: “ N e evet d iye b ilirim ne de h ayır: Bu çağın tinine tu tsak olm uş
b iri gibi kon uşuyo rsun . B an a öyle g e liy o r k i k arşılaştırm a k o şu lla rın ­
dan yo k su n su n .”
K: “ Putperestlerin o k u lu n a m ı gittin yoksa? S o fistler gibi y a n ıt v e ­
riyo rsu n .’ B ir aziz d eğilsen o zam an H ristiyan lık dininin ayarın ı nasıl
olup da benim le ölçebilirsin ?”
B: “ O y sa b an a öyle geliyor k i bu ö lçek aziz olm ayan b iri tarafından
da kullanılabilir. H içkim sen in H ristiyan lık d in in in gizem lerind en k a ­
çınıp cezasız kalam ayacağın ı öğren d iğim e inanıyorum . Tekrarlıyorum :
K alb i İsa P eygam ber için k ırılm ayan beraberinde, on u en iyiden alıko­
yan b ir putperesti taşıyor dem ektir.”
K : “ Y in e m i o b ild ik nağm e? H ristiyan b ir aziz değilsen, bunun a n ­
la m ı ne? E n in d e son u n d a lan etlen m iş b ir sofist değil m isin?”
B: “ K e n d i d ü n yan d a k a p a n a k ısılm ışsın . K esin likle ö y le gö rü n ü yo r
ki insanın tam bir aziz olm adan da H ristiyan lığın değerin i d oğru ola­
rak tartabileceğini d ü şü n ü yo rsu n .”

9. Sofistler İ.0 . 4 ve 5. yüzyıllarda, özellikle Atina’da yaşamış filozoflardır. Önde gelen


isimler arasında Protagoras, Gorgias ve Hippias sayılabilir. Para karşılığında dersler
vermiş ve hitabet öğretimine özel bir önem vermişlerdir. Platonun çeşitli dialoglarındaki
sert eleştirileri günümüzdeki sözcüklerle oynayan kişiyi çağrıştıran olumsuz anlamı
yaratmıştır.
K: “ H ristiyan lığı dışarıdan inceleyen ve tarihsel açıdan d eğerlen d i­
ren b ir ilah iyat h ocası, y a n i so n u çta b ir sofist m isin sen?”
B: “ İnatçısın. Ben bütün d ü n y a n ın H ristiyan olm asın ın rastlantı
olam ayacağın ı sö ylü yo ru m . A y rıc a İsa’y ı yü reğin d e taşım anın ve onun
ızdırabı, ölü m ü ve d irilişi ile bü yü m en in B atılı insanın g ö re v i old uğu na
da in an ıyo ru m .”
K: “ Peki, a m a iy i b irer in sa n o la n ve ku tsal İn cillere gerek d u y m a ­
yan Y ah u diler de var.”
B: “A nlaşılan sen insanları iy i okuyam ıyorsun: Y a h u d i’nin kendisinin
bir şeyden -kafasında bir şeyden, yine yüreğinde bir şeyden- yo ksu n oldu­
ğunu ve bu yoksunluğu kendisinin de hissettiğini hiç fark etm edin m i?”
K: “ Y ah u d i falan değilim ben am a Y ahu dileri savu n m am gerekiyo r
bu durum da. A nlaşılan sen Yahu dilerden nefret edenlerden b irisin .”
B: “ İşte şim d i bütünüyle o lu m lu bir y a rg ısı olm ayan herkesin Y a ­
hudilerden nefret ettiğini söyleyen am a k en d i in san ları ile ilgili en k a n ­
lı şakaları yapan tüm o Y a h u d iler gibi konuştun. Y a h u d iler bu b elirli
y o k su n lu ğu açık ça hissettiği, yin e de k ab u l etm ek istem ed iği için eleş­
tiriye k arşı aşırı duyarlılar. H ristiyan lığın in san ların ru h ların d a h içbir
iz b ırakm ad ığın a m ı in an ıyo rsu n ? B u n u en içten yaşam ayan b irisin in
m eyvesini paylaşabileceğine de m i in an ıyorsu n ?” ^
K: “ İd d ian ı iyi savu n u yo rsu n am a şu ağırbaşlılığın y o k m u?! İşleri
kendin için çok kolaylaştırabilird in . M adem b ir aziz d eğilsin, neden
lıu den li a ğ ırb a şlı olm an gerekiyor, hiç a n lam ıyo ru m . İşin neşesini k a ­
çırıyorsun enikonu. C anın ı n asıl b ir şeytan sık ıyo r? D ü n yad an tüm o
kederli k açışıyla an cak H ristiyan lık dini, in san ı / bu denli ağır ve so- 3/4
ınurtkan yapabilir.
B: “ Bence cid d i o lm ayı gerektiren b aşka şeyler de v a r.”
K: “ A h , evet, biliyoru m , h ayattan bah sediyorsun. B u d eyişi bilirim .
ilen de yaşıyoru m ve bun un saçlarım ı ağartm asın a izin ve rm iyo ru m .
1layat cid d i o lm ayı gerektirm ez. T am tersine, h ayat b o yu dans etm ek
daha iyid ir.” 11

m Taslak şöyle devam ediyor: “Kimse onca yüzyıl süren tinsel gelişmeyi küçümseyip
ekmediği şeyi biçemez” (s. 172).
1ı Nietzschenin Zerdüşt'ünde Zerdüşt ağırlığın tininin gelişine karşı uyarır ve şöyle der “Siz
Yüksek İnsanlar, sizin en kötü yanınız bir insanın dans etmesi gereken dansı, benliğinizin
ötesine dans etmeyi hiç öğrenememiş olmanız!” (‘Yüksek Asanlar Üzerine” s. 306).
B: “ D a n s etm eyi bilirim . Evet, d an s d a edebilirdik! D a n s çiftleşm e
dönem ine yaraşır. H er zam an ateşli olanlardan, tan rıları için de dans
etm ek isteyenlerden haberim var. B az ıla rı gülünç, b azıları d a E sk ile ri
canlandırıyor, dürüstçe böyle b ir anlatım için aslında yetersiz o ld u k la ­
rın ı kabul etm ek ye rin e ”
K : “ Peki, o zam an dostum , m ask em i çıkarıyo ru m . Şim di biraz daha
ciddi olacağım çünkü bu k on u ben im saham a giriyor. D an sın sim ge
olabileceği üçüncü b ir şey d ah a d ü şü n ü leb ilir.”

A tlın ın k ırm ız ısı gevrek b ir k ırm ız ı ten rengine dönüştü. Şu na b a ­


k ın -bir m ucize- y e şil giysilerim b aştan a şa ğ ı yap rağ a büründü.

B: “ B e lk iT a n rı’nın önünde de dans olarak adlandırılabilecek bir neşe


vard ır. O ysa ben henüz bu n eşeyi bulam adım . B en henüz gelecek olan
şeylerin arayışındayım . G elenler oldu ancak neşe on lardan biri değildi.”
K: “ B eni tanım ad ın m ı kardeşim , b e n n eşeyim !”
B: “ N eşe m i? O lab ilir m i bu? San k i se n i b ir bulutun ötesinden g ö ­
rü yo ru m . İm gen soluyor. E lin i tu tayım , e y sevgili, k im sin sen, k im sin ?”
N e şe m i? O n eşe m iydi?

[2] K u şk usuz bu k ırm ızı şeytandı am a benim şeytanım . Y an i, b e ­


n im neşem , c id d i b ir insanın, yü k sek kulede te k b a şın a n ö b et tutanın
neşesi; k ırm ızı-ren kli, kırm ızı-ko ku lu , sıcak p arlak k ırm ızı n eşesi.12
D ü şü n celerin d ek i ve bakışın d aki gizli neşe d eğ il, kabaran çiçeklerin
kokusunu ve yaşam ın rah atlığını taşıyan G ü n e y rüzgârların ın b ird en ­
bire geld iği dünyanın o tu h a f neşesi. B unu, bu ciddiliği, d erinliklerde
neler old uğuna beklenti içinde bakarken neşeleri ile her şeyden önce
şeytanı arayan şairlerin izden biliyorsu n uz.13 İn san ı b ir d alga gibi alır
ve u zak lara götürür. Bu neşeyi tadan k end in i unutur.M İn sanın kendin i

12. 1939 seminerinde Jung şeytan figürününtarihsel değişimini ele almıştır. “Kırmızı
şeytanın öfkeli, tutkulu bir doğası vardır, ahlâksızlık, nefret ve kural tanımaz sevgiye
neden olur"; bkz. Childrens Dreams: Notesfrom the Seminar Given in 1936-1940, ed.
Lorenz Jung and Maria Meyer-Grass, çev. Ernst Falzeder ve Tony Woolfson (Princeton:
Princeton University Press/Filemon Series, 2008), s.174.
13. Taslak şöyle devam ediyor: “Faust’tan bu tip neşeye buyurmanın nasıl birşeyolduğunu
duydun” (s. 175). Burada Goethe’nin Faust’una atıfta bulunuyor.
14. Taslak'ta: “Faust’tan bildiğiniz gibi, birçokları kendini sürüklenmeye bırakmış, kim
olduğunu unutmuştur” (s. 175).
u nutm asından daha tatlı bir şey de yoktu r. K endini unutanların sayısı
az da değildir. B azıları d a o denli kök salm ıştır k i en gü l renkli dalga
bile k ö k lerin i sökem ez. D iğ erleri h afifk en on lar taşlaşm ış, ağırlaşm ıştır.
Ben şeytanım la içtenlikle yüzleştim ve ona gerçek bir in san a olduğu
gibi davrand ım . B u n u G izem ler'de öğren dim : Bizzat iç d ü n yad a y aşa­
yan bütün bilinm ez yo lc u la rı cid d iye alm ak, çünkü on lar etk ili o ld u k ­
ları için gerçektir d e.” B u çağın tiniyle, şeytan yoktur, dem enin hiçbir
yararı yok. B ir tanesi benim leydi. B u benim içim d e gerçekleşti. O n u n ­
la yapabileceğim i yap tım . O n u n la konuşabildim . İn san on a koşulsuz
olarak teslim olm ak istem iyorsa şeytanla dinsel b ir k on uşm a yapm ak
kaçınılm az çünkü bunu o ister. Din tam d a şeytanla anlaşam ayacağını
bir konu. B ağım sız b ir kişilik o larak onun ben im görüşüm ü yaygara
koparm adan kabul etm esin i bekleyem eyeceğim için bu k on u yu on u nla
halletm em gerekiyordu.
O nunla bir anlaşm aya va rm a y a çalışm am ak k açm ak olu rdu. Şey-
lanla k o n u şm ak gibi ender bir fırsat yakalarsan o n u n la bütün ciddiye-
linle yü zleşm eyi unutm a. Sonuçta o senin şeytanın. Şeytan h asm ınsa
ancak yin e senin d iğe r gö rü şü n o la rak hasm ın; sen i baştan çık arır ve
en istem ed iğin ye rd e yo lu n a taş koyar.
Şeytanı ciddiye alm ak onun tarafın a geçm ek y a d a şeytanlaşm ak
anlam ına gelmez. B ir an laşm aya va rm a k anlam ına gelir. B öylece diğer
görüşünü de kabu l etm iş olursun. B öylece şeytan tem el zem in in i yitir­
miş olur, sen de öyle. Bu da iy i hoş olabilir.
H er ne k ad ar şeytan ağırbaşlılığı ve açık y ü re k liliğ i yü zü n d en d in­
den b ir h ayli iğrense de öyle gö rü n ü y o r k i an cak d in y o lu y la şeytanın
bir an laşm aya yan aşm ası sağlanabilir. D an sla ilgili söyled iklerim onu
sarstı çünkü bu on un alan ın d a olan b ir k on u yd u. O yaln ızca b aşkala­
rını ilgilendiren k o n u lard a cid d i olam az çünkü bu bütün şeytanların
özelliğidir. B öyle y a p a ra k onun ciddiyetine ulaştım ve böylece a n la y ı­
şın olanaklı old uğu / ortak b ir zem in bulduk. Şeytan dans etm enin şevk 4/5
de d elilik de olm ad ığın a, ne birin e ne d iğe rin e m ah su s b ir neşe ifadesi
olduğuna inandı. Bu k o n u d a ben de şeytan la a yn ı fikird eyim . B öylece
benim gözüm de insanlaştı. Bense bah ard a yeşeren b ir ağaç gibiyim .

ı5 Jung1928'deetkinimgelemyöntemininsunumuyaparkenbunoktaüzerinde
durmuştur.
Y ine de neşenin şeytan o lm ası y a d a şeytanın neşe olm ası kon u su
seni düşünd ürm eli. Bu k o n u y a b ir h aftadan uzun süre k a fa yo rd u m
ve k ork arım bu da yeterli olm adı. N eşen in şeytan ın old u ğu gerçeğine
k arşı çıkıyorsun. O ysa neşenin h er zam an şeytansı b ir y a n ı varm ış gibi
gö rü n ü yo r. N eşen senin için kötü değilse o zam an olasılıkla k om şun
için ö yled ir çünkü neşe yaşam ın en yü ce çiçeklenişi ve yeşerişid ir. Bu
sen i yerle b ir eder ve y e n i yo lu el y o rd am ıyla b u lm a n gerekir çünkü
o neşeli ateşteki ışık senin için bü tü nü yle söndü. D iğ er yan d an neşe
k o m şu n u k op arıp yold an d a çık arab ilir çü n k ü yaşam yak ın ın d ak i her
şeyi y a k ıp kavuran bir m eşaledir. A teşse şeytanın elem entidir.
Şeytanın neşe old u ğu nu gö rü n ce ku şkusu z o n u n la b ir antlaşm a
yap m ak isteyecektim . O ysa n eşeyle antlaşm a yapılam az çünkü hem en
y o k olur. O halde şeytan d a tu tsak edilem ez. Evet, tutsak olm am ak
on un özündedir. Y a k a la n ırsa aptaldır ve bir tane daha aptal şeytanın
insana hiçbir ya ra rı yo k tu r. Şeytan hep otu rd u ğun uz d alı bu d am aya
çalışır. Bu d a ya ra rlıd ır ve u yk u ya ve o n u n la birlikte gelen kötülüklere
dalm an ızı engeller.
Şeytan k ötülüğe ait b ir elem enttir. Peki, y a neşe? Peşinden k oşarsan
neşenin de k ö tü lü ğü b arın d ırd ığın ı gö rü rsü n çünkü o zam an zevke ve
zevkten de doğrud an C eh ennem ’ e, ken d i C eh en n em in e ulaşırsın ve
herkesin C ehennem i a y rıd ır.'6
Şeytanla anlaşm aya va rd ığ ım d a o b en im cid d iliğim in bir p arçasını
k ab u l etti, ben de onun neşesinin b ir p arçasın ı k ab u l ettim . Bu d a bana
cesaret verdi. O ysa şeytan daha istekli old u ğu n d a insanın k en d in i k u ­
caklam ası gerekir.’7 N eşeyi kabu l etm ek h er zam an için teh lik eyi göze
alm aktır ancak bu d a bizi yaşam a ve yaşam ın h ayal kırıklığın a götürür,
buradan d a yaşam ım ızın bütünlüğü olu şur.18

ı 6. Taslak şöyle devam ediyor: “Dikkatini kullanan herkes kendi cehennemini bilir ama
herkes şeytanını bilemez. Yalnızca neşeli şeytanlar yoktur, bazıları da üzgündür" (s. 178).
ı 7. Taslak şöyle devam ediyor: “Daha sonraki bir macerada ciddiliğin şeytana nasıl da
uyduğunu keşfettim. Ciddilik onu daha da tehlikeli yapar ama inan bana bu ona pek de
uymaz" (s. 178-79).
18. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu yeni kazanılmış neşeyle sonunun nereye çıkacağını
bilmeden yeni maceralara atıldım. Yine de şeytanın bizi her zaman baştan çıkaracağını
bilebilirdim, öncelikle de kadınlar ile. Bir düşünür olarak zekice düşüncelerim vardı
belki ama hayatta böyle değildim. Akılsız ve önyargılıydım. Tilki kapanına hemencecik
yakalanıverecek gibiydim" (s. 179).
Ormandaki Şato 19
Cap. ii.

[HI 5] 20 B u n d an so n ra k i ik in c i gecede k a ra n lık bir o rm a n d a y ü ­


rü yo ru m ve yo lu m u y itird iğ im i g ö rü y o ru m .21 K a ra n lık bir araba y o ­
lu n d ayım ve k aran lık ta tö k ezliyo ru m . S o n u n d a sessiz, k aran lık bir
b atak lığa ge liy o ru m ve o rta sın d a k ü ç ü k ve esk i b ir şato var. G ece
k o n a k la m a k için izin iste m e n in iy i o la c a ğ ın ı d ü şü n ü y o ru m . K a p ıy ı
ç a lıy o ru m , uzun bir süre b e k liy o ru m , y a ğ m u r y a ğ m a y a başlıyor. K a ­
p ıyı y e n id e n çalm am gerek. Ş im d i b irin in g e ld iğ in i işitiy o ru m ; k ap ı
açılıyor. E sk i m od a bir g iy si için d e bir adam , bir uşak, ne isted iğ im i
soruyor. G ece b u rad a k o n a k la m a k isted iğ im i sö y lü y o ru m ve k a ra n ­
lık b eklem e o d a sın a a lıy o r beni. D a h a so n ra eski, aşın m ış b ir m e r­
d ive n d e b a n a y o l gö steriyo r. Y u k a rıd a d a h a gen iş ve y ü k se k , siyah
sandık ve dolapların s ıra la n d ığ ı beyaz d u v a rla rı olan sa lo n a b en zer
bir y e re geliyo ru z.
B ir çeşit k ab u l od asın a g ö tü rü y o r beni. D öşem eli m o b ily a la rın o l­
d u ğu b a s it b ir m ekân. A n tik a b ir lam b ad an o d a y ı az ç o k ayd ın latan
loş bir ışık sü zü lü yor. U şa k ya n k ap ıla rd a n b irin i ça lıy o r ve sessizce
a ç ıy o r. H em en içeri göz a tıy o ru m . B ir b ilg in in ç a lışm a od ası, dört
d u var k itap ra flarıyla k ap lı, b ü y ü k b ir y a z ı m asa sı ve m asad a uzun
siy a h k aftan ıyla y a ş lı b ir a d am g ö rü y o ru m . B a ş ıy la y a k la şm a m ı sö y ­
lüyor. O d an ın h avası ağır ve y a şlı ad am en d işed en bitkin düşm üş g ö ­
rü n ü yor. A s il b ir g ö rü n ü şü de v a r; olab ilecek en asil in sa n la rd a n b iri
gib i d u ru yo r. U zu n z a m a n d ır fazla b ilg i ile h içliğ e sık ış ıp k a lm ış b il­
gin lerin o alçak gö n ü llü , k o rk a k b a k ış ı v a r gö zlerin d e. E n g in b ilgiler
k arşısın d a alçak gö n ü llü o lm a y ı ö ğ ren m iş g erçek b ir b ilg in o ld u ğu n u ,
/ ad eta b ilim se l d o ğ ru n u n işle y işin i bizzat tem sil etm esi ge re k iy o r- 5/6
m uş gib i k ayg ılı v e ılım lı b ir d eğer ve rm e ile y o ru lm a k bilm ed en k e n ­
d in i b ilim ve ara ştırm a ya a d ad ığ ın ı d ü şü n ü y o ru m .

ıy. El Yazması Taslakta: “ikinci Macera” (s. 383).


• n. 28 Aralık 1913.
1 1 . Dante’nin /n/erno’su şairin karanlık bir ormanda kaybolmasıyla başlar. Jung’taki kitapta
bu sayfaya bir ayraç konmuş.
A d eta dalgınlıkla, sakın m ayla utan arak selam lıyor beni. Sıradan
biri gibi göründüğüm için bu beni şaşırtm ıyor. B ak ışın ı çalışm asından
zorlukla ayırabiliyor. G ece kon aklam a d ileğim i yin eliyo ru m . U zun bir
duraksam adan son ra şöyle d iy o r: “ D em ek u yu m ak ve k en d in i hoş et­
m ek istiyorsu n .” D algın old u ğ u n u gö rü yo ru m ve bu nedenle u şağın ­
dan b an a bir od a gö sterm esin i istem esini söylü yoru m . B u n a k arşılık
şöyle diyor: “ Talepkârsın, bekle, h er şeyi öylece b ıra k a m am !” Y en id en
k itab ın a d a lıyo r. Sabırla b ek liyo ru m . B ir süre son ra şaşkınlıkla başın ı
k ald ırıyo r: “ N e istiyorsu n burada? A h -affet- b u rad a bekled iğin i tam a­
m ıy la u nutm uşum . H em en uşağa sesleneceğim .” U şa k g e liy o r ve beni
a y n ı k atta, çıp lak beyaz d u varları ve geniş bir yatağı olan k ü çü k b ir
od aya götürüyor. İy i geceler d iliyo r ve çekiliyor.
Y o rgu n old uğum için hem en soyu n up m um u sö n d ü rü yo r ve y a ­
tağa giriyorum . Ç a rş a f alışılm adık derecede k aba ve yastık sert. Y aln ış
yo lu m beni garip b ir yere getirdi; yaln ız yaşam ın ın ak şam ın ı kitaplarla
geçiriyorm uş gibi görünen bir bilginin eski şatosuna. Ö tedeki kulede
oturan uşaktan başka evde başka yaşayan y o k m u ş gibi görü nü yor. Bu
yaşlı adam ın kitap larla olan yaşam ının ideal am a yaln ız bir varo lu ş o l­
d u ğ u n u d ü şün üyorum . U zu n bir süre bu düşüncelerle oyalanıyorum .
N eden sonra bir d ü şüncenin daha beni rahat bırakm adığını fark ed i­
y o ru m . Y a şlı ad am ın güzel k ız ın ı b u raya gizlediğini d ü şün ü yoru m . B ir
ro m a n için kaba saba b ir fik ir. Sıkıcı, çok k u llanılm ış b ir k o n u ancak
h er yanından rom antiklik akıyor, gerçek anlam da rom ansı bir fikir
-orm an d a bir şato, yalnız gece, pahalı bir h azin eyi k oru yan ve onu b ü ­
tün d ünyad an k ıskanan k itap ların a gö m ü lm ü ş yaşlı bir adam ... N e g ü ­
lünç düşünceler geliyor aklım a! Y o lcu lu ğ u m d a b ö ylesin e çocuksu d ü ş­
ler gö rm em C eh en n em m i yo k sa a r a f m ı? Y in e de d ü şü n celerim i d ah a
gü çlü ya da güzel b ir şeye yükseltecek gü cü m takatim y o k . S an ırım bu
d ü şü n celerin gelm esine izin verm em gerekiyor. O n ları iterek u zaklaş­
tırm ak neye ya ra y a c ak ki? Y e n id en geleceklerine göre bu bayat içkiyi
ağızda tutm aktansa yu tm ak daha iyi. Peki, bu sıkıcı kadın kah ram an
neye benziyor? K u şk usu z sarışın, solgun, m avi gözlü, yo lu n u yitirm iş
h er gezginin onu babasın ın zind anınd an k u rtaracağın ı u m u yor. A h,
bu basm akalıp safsataları b ilirim -u yu sam daha iyi- neden böyle boş
h ayallerle u ğraşıyoru m ki?
U y k u m gelm iyor. Y a ta k ta d ö n ü p d u ru y o ru m , U y k u b an a g e lm i­
y o r. S o n u n d a bu k u rta rılm a m ış ru h u b a rın d ırm a m m ı gerekiyor?
B eni u y u tm a y a n bu d eğil mi? B u denli ro m an sı bir ru h um m u var?
B ir bu eksikti. B u b u d alalık insana acı v e rir. İçk ilerin bu en acısı b it­
m ez m i? G e c e y a rısı old u bile h erh ald e ve u y k u m h âlâ gelm iyor. Şu
k o ca d ü n y a d a b en i u y u tm a y a n ne ki? B u od ad an m ı k ay n ak la n ıy o r
acaba? Y a ta k m ı b ü yü lü ? K o rk u n ç , u y k u su zlu k insanı nerelere sü rü k ­
ler? E n saçm a ve batıl k u ram lara. H a v a serin gibi, ü şü y o ru m . B elk i de
bu yü zd en u yu ya m ıyo ru m . B u ra sı h iç tekin değil. T a n rı bilir bu rad a
neler o lu yo r. Şu d u yd u k la rım a y a k sesi m iyd i? H ayır, herhalde d ışa rı­
dan geldi. D ö n ü y o ru m , gö z le rim i sık ıca k a p ıy o ru m , u y u m alıyım . Şu
d u yd u ğu m k ap ın ın sesi m iyd i? T a n rım , o ra d a b irisi d u ru y o r! D o ğ ru
m u g ö rü y o ru m ? İn ce b ir kız, ölü m gib i solgu n , k a p ıd a m ı d u ru yo r?
T a n rı aşkın a, n ed ir bu? Y a k la şıy o r!
“ E n sonun da geldin d em ek!?” d iy o r sessizce. O lan aksız, bu k o r­
kunç bir hata. G erçek o lm ak isteyen b ir rom an, aptal b ir hayalet ö y ­
küsü m ü olm ak istiyor? N asıl bir anlam sızlığa lanetlendim ? B u denli
rom an sı p arlaklığı b arın d ıran benim ruhum m u? B aşım a bu d a m ı ge­
lecekti? G erçekten de C eh en n em ’d eyim ; ölü m d en son raki en kork u n ç
uyanış, ödünç kitap d ağıtan bir kütüphane! Z am an ım ın in san ların ı ve
beğenilerini o k ad ar çok m u aşağıladım ki C eh en n em ’de yaşayıp uzun
zam an önce üzerine tü kü rd ü ğü m ro m an ları y a z ıp bitirm em gerekiyor?
O rtalam a insan beğenisinin alt y a rısı d a m ı ku tsallık ve in cin m ezlik is­
liyo r ki böylece C e h en n e m ’de gü n ah larım ızın cezasın ı çekm eden onun
hakkında k ö tü b ir şey söyleyem eyelim ?
Şöyle diyor: “ A h , b a ya ğ ı o ld u ğu m u d ü şü n ü yorsun , öyle m i? Sen de
m i o sefil sanrıya, b ir ro m an a ait olduğum sanrısın a kapıldın ? G ö rü ­
nüşleri çık arıp attığını ve şeylerin özü p eşi sıra did in d iğin i u m du ğum
sen de m i?”
B en: “ A ffe t b en i, a m a sen g e rç e k m isin? S ad ece u y k u su z b e y n i­
m in ta lih siz b ir ü rü n ü o lm a d ığ ın ı v a rsa y m a m ro m a n la rd a k i o e sk i
püskü g ü lü n ç sa h n elere o la n b u ü zü cü ben zerlik. D u y g u sa l bir r o ­
m anla b aştan a şağ ı u y u m sa ğ la y a n bir d u ru m , k u şk u m u ge rçe k ten
d o ğ ru lu y o r m u ? ”
O: “ Seni sefil, gerçek old u ğu m d an n asıl ku şk u d u yarsın ?”
Y atağım ın dibinde d izlerinin üzerine d üşüyor, yü zü n ü elleriyle k a ­
p ıyor ve h ıçk ırık la ra b o ğu lu yo r. T an rım , y o k sa gerçekten gerçek mi,
on a h aksızlık m ı ediyoru m ? İçim de acım a d u ygu su uyanıyor.
B: “T an rı aşkın a söyle bana. T ü m içtenliğim le gerçek olduğunu m u
va rsa ym alıyım ?”
A ğ lıy o r ve ya n ıt verm iyor.
B: “ Peki, o zam an, kim sin sen?”
O: “ Ben ih tiyarın kızıyım . B u rad a d ayan ılm az b ir esaret altında
tu tuyor beni, kıskançlıktan y a da nefretten değil, sevgiden çünkü ben
on un tek çocu ğu yu m ve genç yaşta ölen annem e ben ziyo ru m .”
B aşım ı k aşıy o ru m . C eh en n em gibi b ir b a y a ğ ılık değil m i bu? K e ­
lim esi kelim esine, sıradan b ir k ü tü p h an ed en alın m ış ucuz b ir rom an!
A h , tanrılar, beni nereye getirdiniz? B irin i güldürm ek yeterli, b irin i
ağlatm ak yeterli; gü zel bir d ertli olm ak, h a ra p b itap trajik b iri olm ak
zor am a bir m aym u n olm ak, siz güzel ve yü ce varlıklar, n ed ir? B ayağı
ve sonrasız bir budalalık, d ayan ılm az bir sırad anlık ve boşluk, bunlar
gö klere d u alarla açılan ellere verd iğ in iz a rm a ğa n lar olam az asla.
Y in e de işte orad a uzanm ış ağlıyor. Peki, y a gerçekse? O zam an
onun için üzülm eye değer, herkes on u n için için de şefkat d u yar. E d ep li
bir kız için yab an cı b ir erk eğin od asın a girm en in bedeli ne b ü y ü k o l­
m alı! Y a bu şekilde u tan cın ı aşm ak zoru n d a kalm ası?
B: “ Sevg ili çocuğu m , sana, h er şeye karşın gerçek old u ğu n a in an ı­
yo ru m . Senin için ne yap ab ilirim ?”
O: “ Sonund a, en sonun da, b ir insanın ağzın d an b ir sözcü k !”
Y ü z ü ışıld ayarak kalkıyor. G ü zel b ir kız. B ak ışın d a d erin b ir arılık
var. G ü zel ve bu d ü n yan ın ötesinde bir ru h u var. G erçekliğin hayatına,
acınası tüm gerçekliğe, pisliğin b an yo su n a ve sağlığın k u yu su n a gel­
m ek isteyen bir ruh. A h , ru h u n bu güzelliği! G erçekliğin alt-dü n yasın a
in işin i görm ek. N e m anzara!
O: “ B en im için ne m i yap ab ilirsin ? Z a ten çok şey y a p tın b en im için.
Seninle aram dan bayağılığı çık ararak k u rta rıc ı sözcüğü sö y le m iş o l­
dun. B il o zam an: B en bayağılığın b ü y ü sü altın d ayd ım .”
B: “E yva h lar o lsu n , ş im d i de b ir m asala benzem eye b aşlad ın .”
O: “ M an tık lı ol, sevgili dost, şim d i de m asalsı olan a takılm a ç ü n ­
kü m asa l ro m an ın b ü y ü k an n esid ir ve senin ç a ğ ın ın en istekle okunan
rom anınd an daha fazla evrensel geçerliliği vard ır. B in y ıld ır herkesin
d u d akların d a olanın, sayısız kez yinelenm iş o lm asın a karşın, h âlâ in­
sanlığın en son d oğru su n a en çok yak laşan old u ğu n u d a biliyorsun . O
halde m asalsının aram ıza girm esine izin ve rm e.” 22
B: “ Z e k isin ve an laşılan b ab an ın b ilg eliğ in i m ira s alm am ışsın .
S ö y le ban a, ta n rısa llık üzerine, bu sözde en son d o ğ ru la r üzerin e ne
d ü şü n ü yo rsu n ? O n ları b a y a ğ ılık ta a ra m ak b an a ço k tu h a f geliyor.
D o ğaların a gö re old u k ça sırad ışı o lm a la rı gerekir. Y a ln ız ca b ü y ü k
filozoflarım ızı d ü şü n .”
O: “ B u en yü k sek d o ğru lar ne k ad ar sırad ışıysa o d en li in san lık -d ışı
olm alı ve in san a insanın özü ve v a rlığ ı üzerine daha az d eğ erli ve a n ­
lam lı şe y le r söylü yo r olm alı. Y a ln ız c a in san ca olan ve sen in / b ayağı ve 7,11
basm akalıp dediğin şey aradığın bilgeliği barın d ırır. M asalsı bana karşı
değil, ben im için k on u şu r ve nasıl evrensel olarak insan olduğum u ve
benim de kurtu lu şa gereksinim d u ym ak la k alm adığım ı, ay n ı zam anda
onu hak ettiğim i kan ıtlar çünü ben de gerçeklik d ü n yasın d a benim cin-
siyetim dekiler kad ar iy i y a da d ah a iy i yaşayab ilirim .”
B: “ G a rip kız, in san ı şaşırıtyorsun . B ab an ı gö rd ü ğüm d e ben i bilge­
ce bir k o n u şm ay a d a vet etm esin i um m u ştu m . O y sa y a p m a d ı b u n u ve
ben de bunun için on a öfkelendim çün kü ken d in den geçm iş m iskin liği
h aysiyetim i yaralam ıştı. O ysa seninle çok daha iyi. Ü zerin e düşü nü le­
cek k on u lar v e riy o rsu n bana. S ırad ışısın .”
O: “ Y a n ılıy o rsu n . B en ç o k sırad an ım .”
B: “ B u n a inanam am . Ruhunun gözündeki ifadesi ne kadar güzel ve
hayran olunası. Seni özgür bırakacak adam a ne mutlu, kıskanılacak biri o.”
O: “ B en i seviyo r m usu n?”
B: “ T a n rı adına, seni seviyo ru m am a ne y a z ık k i ben evliyim .”
O: “ İşte gö rü yo rsu n , b ayağı gerçeklik bile b ir ku rtarıcı. Sana teşek­
kür ed iyoru m sevgili d ost ve S alo m e ’nin selam ını getiriyo ru m .”

“Masallarda dileklerin gerçekleşmesi ve sembolizm”de Jung’un meslektaşı Franz Riklin


masalların ilkel insan ruhunun anlık yaratılan olduğundan ve genel olarak dileklerin
gerçekleşmesi eğiliminden söz eder (çev. W A. White, The Psychoanalytic Review [1913],
s. 95.) Libidonun Simgeleri veDönüşümlerinde Jung masalları vesöylenceleri ilksel
imgelerin temsili olarak ele alır. Sonraki çalışmalarında bunları arketiplerin ifadeleri
olarak görmüştür. Örneğin “Kolektifbilinçdışının arketipleri” (TE 9, I, §6). Jung"un
öğrencisi Marie-Louise von Franz bir dizi çalışmasında peri masallarının psikolojik
yorumlamasını yapmıştır. The Interpretation ofFairy Tales adlı eserini inceleyebilirsiniz.
(Boston: Shambala, 1996).
B u sözlerle birlikte bed eni k aran lığın içinde kayb oldu. D o n u k ay
ışığ ı o d ayı d oldurdu. D u rd u ğu yerde gölgeler arasın d a bir şeyler y a tı­
yo r; b ir sürü k ırm ızı g ü lk

[2 ]24 D ışın d a b ir m acera yaşam azsan içinde de b ir m acera y a şam az­


sın. Şeytandan aldığın p arça -yani, neşe- seni m aceraya götürür. B ö y ­
lece alt ve ayn ı zam an d a üst sın ırla rın ı öğrenirsin. Sın ırların ı ö ğ re n ­
m ek zorundasın. S ın ırların ı öğrenm ezsen h a y al gücü nü n v e tanıdığın
insanların beklentilerinin y a p a y engellerine takılırsın. O ysa yaşam ın
ya p a y engellerle kuşatılm ayı hoş karşılam az. Y a şa n ı bu engellerin üze­
rin d en aşm ak ister ve kendinle bozuşursun. B u engeller senin gerçek
sın ırların değil, sana y o k yere şiddet u ygu layan nedensiz sınırlar. O
halde gerçek sın ırların ı b u lm aya çalış. İn san bunları önceden bilem ez,
yaln ızca u laştığ ın d a gö rü r ve anlar onları. B u nu d a an cak den gen varsa
yaşarsın. Dengen olm azsa başına ne geldiğini an layam ad an sın ırların ı
çiğnersin. O ysa d en geye u laşm ak için karşıtın ı beslem en gerekir. O ysa
en içinde bundan nefret edersin çün kü k ah ram an ca değildir.
T in im ender ve sırad ışı olan h er şey üzerine düşündü, b u lun m am ış
olasılıklara, gizlenm işe giden p atikalara d oğru, gece p arlay a n ışıklara
d oğru y o l aldı. T inim bunu yaparken içim de sıradan olan her şey ben
fark etm ed en zarar g ö rd ü ve son raki y a ş a m a özlem d u ym aya başladı
çünkü on u yaşam am ıştım . İşte b u d u r m aceranın nedeni. R om antiğe
tutulm uştum . R o m an tik geriye d oğru b ir ad ım d ır. Y o la u laşm ak için
bazen geriye d oğru birkaç adım atm ak gerekir. 25
M acerada, G izem ler’de tan ık old u k larım ı yaşadım . O rad a Salom e
ve İlyas o larak gö rd ü klerim h ayatta yaşlı bilgin ve on un solgun, tut-

23. “Kore figürünün psikolojik yanları'nda (1951) Jung bu epizotu şöyle anlatıyor:
“Ormanda eski bir alimin yaşadığı eski bir ev. Aniden kızı görünüyor, bir çeşit hayalet,
insanların onu yalnızca bir fantezi olarak görmesinden şikâyet ediyor" (t e 9, 1, §361).
Jung şu yorumu yapıyor: “Düş aynı temayı ortaya koyuyor ama daha masalsı bir
düzlemde. Burada animanın karakterini hayaletimsi bir varlık oluşturuyor”(a.g.e.§ 373)
24. Taslak şöyle devam ediyor: “Dostum, dışsal görünür yaşamım hakkında hiçbir
şey öğrenmiyorsun. Yalnızca iç hayatımı, dış hayatımın karşılığını işitiyorsun.
İşte bu yüzden eğer yalnızca iç hayatım olduğunu, bunun tek hayatım olduğunu
düşünüyorsan yanılıyorsun. Çünkü içsel yaşamının dış hayatın olmadan daha zengin
olacağını düşünüyorsan yanılıyorsun, bu onu yoksullaştırır. Dışta yaşamazsan içte
zenginleşemezsin, yalnızca engellenirsin. Bu senin yararına değil ve kötülüğün
başlangıcı. Benzer şekilde, iç hayatın olmadan dış hayatın daha zengin ve güzel olmaz,
gittikçe yoksullaşır. Yolu dengeyle bulursun" (s. 188).
25. Taslak şöyle devam ediyor: “Hâlâromantik olduğum orta yaşlarıma döndüm ve orada
macerayı yaşadım” (s. 190).
sak k ızı oldu. G izem lerin çarp ık b ir b enzerin i yaşıyoru m . R o m an tik
yolu izleyerek yaşam ın tuhaflığına ve sırad an lığın a ulaştım ve b u rad a
düşüncelerin son u n a geldim ve n eredeyse k en d im i unuttum . Eskiden
sevdiğim şeyi şim di k u ru ve p örsü m ü ş olarak yaşam am gerekiyor, es­
kiden a la y ettiğim e de yük sek liğin i k ısk an arak can a tm am gerekiyordu.
llu m aceranın saçm alığını kabu llen d im . B u olu r olm az d a kızın k end in i
ııasıl d ön ü ştü rd ü ğü n ü ve n asıl özerk b ir an lam ı gö sterd iğin i gördüm .
1 nsan gü lü n çlü k isteğini so ru ştu ru y o r ve bu d a değişim için yeterli.
Peki, y a erk ek lik? B ir erkeğin tam olabilm esi için d ah a ne kad ar
kadınlığa gerek d u yd uğun u b iliyo r m usu n ? B ir kadın ın tam olabilm ek
için daha ne k ad ar erkekliğe gerek d u yd u ğu n u b iliyo r m usun? K a d ın ­
larda kad ın lığı, erkeklerde erk ek liğ i arıyo rsu n . İşte b u yüzden h er za­
man yaln ızca erkekler ve k ad ın lar var. Peki, insanlar nerede? Sen, e r­
kek, k ad ın lard a k ad ın lığ ı aram a, on u k en d in d e a ra ve k ab u l et / ç ü n k ü 8/9
ona en b aşınd an beri sahipsin. O ysa erk ek liği o y n am ak h o şu n a gid iyo r
çîinkü bu o bildik düzgün y o ld a gitm ek dem ek. Sen, kadın, erkeklerde
erkekliği aram a, erkekliği k en d i içinde üstlen çünkü on a en başından
heri sahipsin. O ysa bu seni eğlen d iriyo r ve k ad ın lığ ı o y n am ak kolay,
sonuçta erkek seni k ü çü m sü yo r çü n kü ken d i k ad ın lığın ı da k ü çü m sü ­
yor. O ysa insanoğlu e rk e k v e kad ın d ır, yaln ızca e rk e k y a da kad ın değil.
Ruhunun cin siyetin i öylece söyleyem ezsin. O ysa y a k ın d an bakarsan en
erkeksi erkeğin kad ın ru h u old u ğu n u , en k ad ın sı k ad ın ın erkek ruhu
olduğunu görürsün. N e k ad ar erkeksi olu rsan , gerçek k ad ın senden o
kadar u zak olu r çünkü ken d i için deki kad ın yabancıdır ve h o r görür. 26
Şeytandan bir parça neşe alır ve bu n u n la m aceralara atılırsan zev­
ki kabullenirsin. Z evk se hemen istediğin her şeyi kend in e çeker ve o
/.aman zevkin seni yağm alıyo r m u y o k sa yüceltiyor m u, k arar verm en
1-\erekir. Şeytandan olursan, çoklu k peşin d e k ö r istekle bo calarsın ve bu
da seni yold an çıkarır. Şeytandan değil, k en d i olan biri olarak kendinle
kalırsan insanlığını hatırlarsın. K ad ın lara kendiliğinden e rk e k gibi de-

■<> ı92ideJung Psikolojik Tipler de şöyle yazmıştı: “Çok kadınsı bir kadının erkeksi bir ruhu
olur, çok erkeksi bir erkeğin de kadınsı ruhu. Bu karşıtlığın nedeni, örneğin, bir erkeğin
bütünüyle erkeksi olan şeylerde olmaması, normalde belirli kadınsı özelliklerinin
olmasıdır. Görünür tutumu ne kadar erkeksiyse kadınsı özellikleri o derece silinir ve
bunun yerine bilinçdışında ortaya çıkarlar" (te 6; §804). Jung erkeğin kadınsı ruhunu
anima, kadının erkeksi ruhunu animus olarak tanımlamış ve bireylerin kendi ruh
imgelerini karşıt cinsin üyelerine nasıl yansıttığını tanımlamıştır (§ 805).
ğil, b ir insan olarak, yan i on u nla a yn ı cinsiyetten b iri gibi d avranırsın.
K e n d i k a d ın lığ ın ı hatırlarsın. O zam an sana erkek değilm işsin , adeta
aptalm ışsın ve kad ın sıym ışsın gib i gelebilir. O ysa gülü nç olan ı kabul-
lenm elisin, y o k sa ü züntü ye kap ılırsın ve öyle b ir zam an gelecek ki en
beklem ed iğin anda gafil avlan acak ve gülünç olacaksın. Ç o ğ u erkek
için k ad ın lığın ı kabul etm ek acı bir tat ve rir çünkü bu ona gülünçlük,
güçsüzlük ve çirk in lik gibi görünür.
Evet, sanki bütün erd em ini yitirm iş, k ü çü k düşm üşsün gibi. E rk ek ­
liğin i kabu l eden kadın için de ay n ı şey geçerlidir.27 Evet, bu sana k ö ­
lelik gibi gelir. Sen ruhunde gereksin im d u yduğun şeyin kölesisin. En
erkeksi adam k ad ın lara gereksinim d u yar ve sonuçta onların kölesidir.
Kendin k ad ın ol ve kad ın a köle olm aktan k u rtu l.28 Bütün erkekliğinle
alayı savuşturam adığın sürece m erham etsizce kadına terk edilirsin . Bir
kere de kad ın elbiseleri giym ek sana iyi gelecek. Sana gülecekler am a
b ir kad ın olarak sen kad ın lardan ve onların zorbalığın dan özgürlüğünü
kazanacaksın. K ad ın lığın kabul edilm esi tam am lan m ayı getirir. A ynı
şey erkekliğini kabul eden kad ın iç in de geçerlidir.
E rkeklerd eki k ad ın lık kötülükle bağlıdır. Onu şehvet yolu nda b u ­
lu ru m . K ad ın d ak i erkeklik kötü lü kle bağlıdır. B u n ed en le de insanlar
ken d i ötekilerini kabu llenm ekten n efret eder. O ysa on u kab u l ettiğin ­
de, insanın tam am lan m ası ile bağlan tılı olan gerçekleşir. Y a n i, alay
edilen kişi o ld u ğu n d a ruhun beyaz kuşu uçm aya başlar. U zaklard ayd ı
am a k ü çü k düşm en onu harekete geçirdi. 29 Gizem sana yaklaşıyo r ve
çevrende olup bitenler m ucizevi. Güneş m ezarın dan yükselince altın
bir ışık parıldıyor. B ir erkek olarak ru h u n y o k çünkü ruhun kadında,
b ir k ad ın o la rak ruh un y o k çün kü ruhun erkekte. O ysa insan old u ğ u n ­
da ruh un sana gelir.
K e y fi ve y a p a y o larak yaratılm ış sın ırlar için de k alm ak iki yü ksek
d u var arasın d a yü rü m eye benzer; dünyanın en gin liğin i görem ezsin.

27. Jung’a göre erkeklerde anima, kadınlarda animus ile bütünleşme kişiliğin gelişimi için
gerekliydi. 1928de karşı cinsin üyelerinden yansıtmayı çekmeyi ve bunların bilincine
varmayı gerektiren bu süreci Ben ile Bilinçdtşt Arasındaki İlişkilerde anlatmıştır (kısım 2,
bölüm 2, te §296).
28. Düzeltilmiş Taslak'ta bu ifade yerine: “Oysa içindeki kadınsıyı kabul ederse kadınlara
köle olmaktan kurtulur" (s. 178).
29. Albrecht Dietrich: “Genel inanış sıklıkla ruhu en baştan kuş olarak görür” (Abraxas.
Studien zur Religionsgeschichte des spatern Altertums [Leipzig, 1891], s. 184).
O ysa gö rü şü n ü kapatan d u varları yık arsan ve en gin lik ve on u n sonsuz
belirsizliği sana k o rk u yla esin verirse, işte o zam an için deki eskilerden
gelen uyuyan uyan ır ve beyaz ku ş onun ulağıdır. O zam an k aosu n y a ş­
lı terbiyecisinden haber alm an gerekir. Sonsuz m ucize orada, kaosun
karm aşasında barınır. D ü n yan h arik alarla d olm aya başlar. İnsan y a l­
nızca d üzen li bir d ü n yaya ait değildir, ay n ı zam anda ruhunun m uci-
ze-d ünyasına aittir. Sonuçta dü zenli d ü n yan ızı rezil etm eniz gerekir k i
çok fazla k en d in iz in d ışın d a olm aktan kurtulasınız.
Ruh ların ız b ü y ü k bir gereksin im içinde çü n k ü d ü n yasın a k ıtlık
çökm üş. K endinizin dışına bakarsanız uzaklard aki o rm an ı ve d ağları
görürsünü z ve gö rü m ü n ü z on ların üzerinde yıld ızların âlem ine tırm a ­
nır. K en d i için ize bakarsanız bu kez de y a k ın ı u zak ve sonsuz olarak
görürsünüz çünkü içteki d ün ya en az dıştaki d ü nya kad ar sonsuzdur.
I'ıpkı b ed enleriniz aracılığ ıyla dünyanın çok lu özünün b ir p arçası o l­
m anız gibi ruhunuz aracılığıyla iç d ü n yan ın ço k lu özün ün bir parçası
olursunuz. B u iç d ü n ya gerçekten sonsuzdur ve h içb ir şekilde dış dün ­
yadan yo k su l değildir. İnsan ik i d ü n yad a yaşar. B udala ise y a orad a ya
burada yaşar, hiçbir zam an orad a ve b urad a yaşam az.
’°B elk i de yaşam ın ı araştırm aya adayan birisin in tinsel b ir yaşam
sürdüğünü ve ruh unun d iğer herkesten d ah a geniş b ir ölçüde / y a şa ­ 9/10
d ığ ın ı d üşün üyorsun . O ysa bu yaşam d a dıştır, tıpkı dış şeyler için
yaşayan b ir adam ın ya şam ı gibi. B öyle b ir bilgin dış şeyler için d eğil
dış düşünceler için, yan i k en d isi için değil, nesnesi için yaşar. B irisin in
kendini bütünüyle dışta yitird iği ve y ılla rın ı a şırılık için de h arcad ığı
söylenirse a yn ı şeyi bu y a şlı adam için de sö ylem ek gerekir. K en d in i
kitaplara ve başkaların ın dü şün celerine fırlatıp atm ıştır. Son uçta ruhu
b ü yü k b ir gerek sin im için ded ir, k en d in i aşağ ılam ası ve o n ayın ı alam a­
dığı h er yaban cın ın o d asın a k o şu p b u nun için dilenm esi gerekir.
İşte bu yüzden yaşlı bilginleri gü lü nç ve on u rsuz b ir şekilde o n ay ­
lanm a peşinde koşarken görürsün. A d ları an ılm ad ığın d a alın ırlar, ayn ı
şeyi bir başkası daha iy i söylediğinde can ları sıkılır, birisi görü şlerind e
en ufak b ir d e ğ işik lik yap tığın d a çileden çık arlar. B ilginlerin to p lan ­

Taslak ve Düzeltilmiş Taslakta: “Kitaplara ve bilime gömülmüş, adil ve değer biçen,


sonsuz çöldeki kum taneleriyle boğuşan bu yaşlı adam olduğum sürece sözde ruhum
[benliğim], içsel benliğim büyük acılar çekti” (s. 180).
tıların a gidin v e b ü yü k m eziyetleri olan bu yaşlı ad am ların ağlanacak
d urum unu görün, ruh ların ın o n aya aç olduğunu, susuzlu klarının h iç ­
b ir zam an giderilem eyeceğini görü n. R u h u n sa senden aptallığın ı ister,
bilgeliğin i değil.
İşte bu nedenle, cinsiyetli erk ek liğin üzerine çıktığım a m a insanlığı
aşm adığım için bana alçakça gelen k ad ın lık kendin i anlam lı b ir va rlığa
d ön üştürüyo r. C in siyetin ötesinde o lm ak am a in san lığın içinde k a l­
m ak; işte bu en zor şey. C in siyetin ötesine genel b ir k u ralın y a rd ım ıy la
geçersen o k u ralla a yn ı şey olu rsun ve in san lığın d ışın a çıkarsın. B ö yle­
ce k uru, k atı ve in san lık -d ışı olu rsu n.
C in siyetin ötesine en çeşitli d u ru m la rd a a y n ı k alan genel b ir kural
u ğru n a değil, in san ca nedenlerle geçeb ilirsin ve böylece her bir d urum
için h içbir zam an kusu rsu z b ir geçerlilik olm az. İn san lığ ın la hareket
edersen, genel ilke olm ad an belirli bir d urum la, yaln ızca bu d urum a
k arşılık gelenle hareket etm iş olu rsu n. B öylece, belki de genel k u ral p a­
hasına d u ru m u n h akk ın ı verm iş olursun. B u senin için çok acı verici
olm am alı çünkü sen ku ral değilsin. İnsanca, p ek insanca olan başka
b ir şey d ah a va r ve ora ya varan herkesin genel k u ralın n im etin i h atır­
lam asın d a y a ra r v a r .31 G en el k u ra lın d a b ir an lam ı v a r ve eğlence için
k on m ad ı bu kural. İn san tin in in çok saygıdeğer b ir işini içeriyor o. Bu
tip insanlar cinsiyetlinin ötesindeki genel ilke için yetersizdir, yalnızca
im geleri yitird ik le ri için yeterlid ir. O n lar kendi zararlarına, ken d i im ­
gelerine ve k eyfilik lerin e dönüşm üştür. C in siyetliyi an ım sam aları gere­
k ir ki böylece düşlerinden gerçekliğe uyansınlar.
B urada ve şim did en ötesini, yan i içim d eki k arşıtı ve ötekini yerine
getirm ek uykusuz b ir gece gibi cefalı. H um m a gibi, zehirli b ir sis gibi
sinsice yaklaşır. D u yu ların canlanıp son un a kad ar gerild iğind e iblis
öyle y a va n ve yıpranm ış, öyle u y sa l ve bitkin b ir şey gibi gelir ki için
bulanır. B u ra d a ötene aşm ayı b ırak m ayı m em nuniyetle istersin. Şaşkın
ve iğrenm iş, görünür dünyanın üstsel güzelliklerinin d önm esini özler­
sin. B unun, k aran lık yerlerde gizlenip k ald ırım lard a sürünen, her k u t­
sal açıdan burnunu çık arıp zaten herkesin dudaklarında olanın tadını

31. İnsanca, Pek İnsanca, Nietzsche’nin 1878 yılından itibaren üç parça olarak yayımlanan
kitabının adıydı. Burada psikolojik gözlem “insanca, pek insanca” olan üzerine düşünme
olarak anlatılır.
beşikten m ezara çıkaran insan h ayvan ın iğrenm esi, pisliği, süprüntüsü
olduğunu bildiğin için hoş dü nyanın ötesinde uzanan h er şeyi tükürüp
lanetlem ek istersin.
O ysa b u rad a d uram azsın, iğ ren m en i b u rad a-ve-şim d in ile öten
arasına k o y m a. Ö tene giden y o l C eh en n em ’den, aslın d a sana özgü Ce-
hen nem 'den geçer ve o ra d a dip te d izlerine kad ar çıkan m olozlar v a r ­
dır, h avası m ilyon ların nefesiyle k irlettiği havadır, ateşleri cüce arzular,
şeytanları d a asılsız işaret levh alarıd ır.
T ik sin d irici ve iğrenç olan h er şe y san a özgü C eh enn em in. B aşk a
türlü nasıl olabilird i? D iğer bütün C ehennem ler en azından gö rm eye
değer ya da eğlenceliydi. O ysa b u asla C eh ennem değildir. Senin C e­
hen nem in tapınağınd an b ir lanet ve tekm eyle çıkarttığın h er şeyden
olu şuyor. K endi C eh en n em in e adım attığın d a güzellikte acı çeken biri
ya da gu ru rlu bir p a ry a gibi geld iğin i d üşü nm e asla, b ir aptal ve m e­
raklı b ir b u d a la gibi geld iğin i ve m asa n d a n dü şen k ırın tılara hayretle
baktığını d üşün.32 / ıo/11
G erçekten öfkelenm ek istiyorsun am a ayn ı zam anda da öfkenin sana
ne kadar iyi uyduğunu görüyorsun. Cehennem i gülünçlüğün kilom etre­
lerce uzanıyor. Sövüp sayabilirsen ne ala! K ü frü n hayat ku rtarıcı olduğu­
nu göreceksin. Ö yleyse eğer Cehennem ’den geçersen yolu na çıkan herke­
se gerekli dikkati gösterm eyi unutma. Küçüm sem eni ya da öfkeni uyaran
her şeye sessizce bak, böylece benim solgun kızla yaşadığım ı sen de ger­
çekleştirmiş olursun. Ruhsuza ruh verirsin ve böylece korkunç hiçlikten
çıkıp bir şey olabilir. Böylece ötekini hayata fidye olarak verirsin. D eğerle­
rin seni şu an olduğun şeyden uzaklaştırm ak, kendinin önüne ve ötesine
koym ak istiyor. V arlığınsa seni kurşun gibi dibe çekiyor. A y n ı anda ikisi­
ni birden yaşayam azsın çünkü onlar birbirini dışlıyor. O ysa yold a ikisini
birden yaşayabilirsin. Öyleyse seni yo l kurtaracak. A yn ı anda hem dağda
hem vadide olam azsın am a yolun seni dağdan vad iye, vadiden dağa götü ­
rür. Ç o k şey eğlenceli başlar ve karan lık C ehennem ’in düzeylerine g i d e r i

ı Ekim 1916'da, Psikoloji Kulübü’ndeki “Bireyselleşme ve Kolektiflik” konuşmasından


önce Jung bireyselleşme süresince “bireyin kendini tanrısaldan koparıp bütünüyle kendi
olmayoluyla kendini pekiştirmesi” gerektiğini söylemiştir: “Böylece ve aynı zamanda
kendini toplumdan ayırır. Dışta yalnızlığa, içte ise cehenneme, Tanrı'dan uzaklaşmaya
gömülür” {te 18, §IIo3).
ıı Dante’nin Komedyasında, Cehennem’in katmanları eski germen harfleriyle
adlandırılmıştır.
Aşağılardan Biri34
Cap. iii.

[Ö H II] E rtesi gece35 k en d im i yine gösterişsiz, karlarla kaplı b ir ü l­


k ed e dolanırken b uld um . G ri akşam g ö ğ ü gü n e şi kapatıyor. H ava nem li
ve ayaz. G ü v e n ilir gö rü n m eyen b iri b an a katıldı. E n d ik k a t çek ici ya n ı
tek gözünün olm ası ve yüzündeki y a ra izleri. Yoksul, giysileri k irli bir
berduş. F ırça gibi kara sakalları uzun zam an d ır traş yü zü görm em iş.
Y an ım d a h er o lasılığa k arşı kullanılab ilecek iy i b ir yü rü yü ş değn eği var.
“ Lan et bir soğuk var,” d iyo r bir süre sonra. O n aylıyoru m . D aha uzun
bir duraksam adan sonra, “N ereye gid iyorsu n ?” diye soruyor.
B en: “En yakın köye gidip orada gecelem eyi düşünüyorum .”
O: “Ben de ay n ı şeyi yap m ak isterdim am a h erhalde yatak bulam am
k en d im e.”
B: “ H iç p aran y o k m u? B ir bakalım . İşsiz m isin ?”
O: “ Evet, d evir kötü. B irkaç gü n ön cesine k ad ar b ir çilin girin y a ­
nında çalışıyordum am a o d a iş yapam az oldu. Şim di y o llara düştüm
iş a rıy o ru m .”
B: “ B ir çiftçinin ya n ın d a çalışam az m ısın? T a rlalard a h er zam an iş ­
çiye gerek olu r.”
O: “ Ç ifç i yan ın d a çalışm ak b an a u ygu n d eğil. Sab ah erk en k alk ­
m am gerekir, iş ağır, m aaşı d ü şüktür.”
B: “ Evet, a m a kırlar şehirlerden daha gü zeldir.”
O: “ K ırd a hayat sık ıcıd ır, kim seye rastlam azsın.”
B: “ Evet, am a k ö y lü le r var.”
O: “ K ö ylü le r b u d ala olur, insanın zihni d on u k laşır orada.”
Şaşkınlıkla bakakalıyoru m . N e yan i, h âlâ zih nin i çalıştırm ak m ı is­
tiyor? Z ih n in i u yarm ayı son raya b ıraksın d a önce ekm eğini kazansın.
B: “ Söyle bana, şehirde zih n ini u y aracak ne var?”
O: “ A k şa m la rı sin em aya gidebilirsin. Ç o k iyid ir, hem de ucuz.
D ün yad a olup biten h er şeyi öğren irsin.”
K açın ılm az olarak C eh enn em aklım a geliyor. O rad a d a d ü n yad a­

34. El Yazması Taslak’ta: “Üçüncü Macera" (s. 440). Düzeltilmiş Taslak’ta: “Düzenbaz,”
sonradan üzeri kâğıtla kapatılmış (s. 186).
35. 29 Aralık 1923.
ki bu k u ru m u küçü m seyen ve ken d in den başka herkes beğendiği için
bunlardan uzak d u ran lara yö n elik sinem alar var. /
B: “ Sin em an ın en çok h angi yö n ü yle ilgilen iyorsu n ?”
O: “ H er tü rlü m ü th iş gösteriyi izleyebilirsin orada. E vlerin d u va rla ­
rını tırm anan bir adam vardı. B iri de başını kolu n u n altında taşıyordu.
1 latta biri ateşin ortasında d u ru yo rd u am a yanm ıyordu . Y a p tık ları şey ­
ler gerçekten de olağanüstü.”
Z ih in sel u y a rılm a d ediği şey de bu işte! Bekle, bu gerçekten de o la ­
ğanüstü: erm işler de b a şları k o ltu kların d a gezm iyor m u y d u ?’6 A ziz
1-ransis ve A ziz Ignatius göğe yükselm em iş m iydi? K ızgın ocaktaki üç
adam a ne d em eli?’7 A cta Sanctoru m ’u (Azizlerin İşleri) tarihsel sinem a
olarak gö rm ek dine k ü fü r d eğil m i?38 A h , b u gü n ü n m ucizeleri söylen-
(t'sel değil, teknik. Yoldaşım a d u y gu lu gözlerle b akıyoru m -o d ü nyan ın
larihini yaşıyo r- y a ben?
B: “ K esinlikle çok iyi yapılm ış. B u n a b en zer başka şeyler görd ü n
ıııü?”
O: “Evet, İsp an ya K ra lı’nın öld ü rü ld ü ğü n ü g ö rd ü m .”
B: “ İy i de o öld ürülm ed i k i.”
O: “ E v e t, am a fark etm ez, son u çta lanet kapitalist k rallard an b iriy ­
di. En azından b irin i hallettiler. H epsini h alledebilseler in san lar ö zg ü r­
lüklerine k avu şu rd u .”
T ek b ir söz daha söylem eye cesaretim y o k : W ilhelm Tell, Friedrich
S ch iller'in eseri; adam kah ram an lık öy kü sü n ü n akışında, tam ortasın ­
da d uruyor. U yu yan h alk a tiranın katlin i d u yu ru yo r.39

ıft Bu motifZürih şehir ambleminde bulunur, üçüncü yüzyılın sonunda şehit olmuş Felix,
Regula ve Exuperantius.
Bunlar Nabukadnezar’ın diktirdiği altın puta tapmadıkları için kızgın fırına yolladığı
ve Danyal 3’te anlatılan Shadrach, Meshach ve Abednego olabilir. Bedenleri ateşten
etkilenmemişti ve bunun üzerine Nabukadnezar Tanrılarına karşı gelenin kesilerek
öldürülmesini buyurmuştu.
\H. Acta Sanctorum bayram günlerine göre düzenlenmiştirve ermişlerin yaşamlarını
ve efsanelerini anlatır. Bollandist Babalar olarak anılan Cizvitler tarafından 1643te
Belçika’da yayımlanmaya başlamıştı ve altmış üç folyo ciltten oluşuyordu.
19 Schiller, Wilhelm Teltde (1805) İsviçre kantonlarının on dördüncü yüzyılın başında
Avusturya Habsburg İmparatorluğu na başkaldırmasını anlatır. Bu başkaldırı sonunda
İsviçre konfederasyonu kurulmuştur. 4. perde sahne 3’teWilhelm Teli imparatorluk
temsilcisi Gessler’i öldürür. Orman muhafızı Stüssi “Ülkenin tiranının öldüğünü,
bundan sonra baskı olmayacağını” duyurur: “Artık özgürüz.” (W Mainland [Chicago:
University of Chicago Press, I973], s. 119).
H ana, k ö y m eyhanesine ulaştık. Yeterince tem iz b ir salonu v a r ve
birkaç adam bir köşede bira içiyor. Beni bir “b eyefen d i” olarak g ö rü ­
y o rla r ve iy ice köşede bir ucu k areli örtüyle k ap lı m asa y a otu rtu yorlar.
Ö teki m asanın diğer ucu na otu ru yor, o n a d oğru dürü st b ir akşam y e ­
m eği ısm arlam aya k arar ve riy o ru m . Zaten o d a açlık ve beklenti içinde
b a k ıy o r; tek gözüyle.
B: “ G özün ü nerede yitird in ?”
O: “ B ir dalaşta. Y in e de bıçağım ı karşım d akin e iyice sokm ayı b a ­
şardım . O ndan son ra üç a y yattı. B a n a altı a y verd iler a m a hapishane
h ayatı güzeldi. O zam an baştan aşağı yen iyd i. Ç ilin girh an ed e çalıştım .
Y a p a c a k pek bir şey y o k tu am a insanın k arn ı d o y u y o rd u . H apishane
aslında o kad ar d a kötü d eğil.”
E sk i b ir m ah k û m la kon u ştu klarım ı k im sen in dinlem ediğin den
em in olm ak için çevrem e b akın ıyo ru m . İlgilen en kim se y o k gibi. İyi
h oş bir arkad aş bulm uşu m kendim e anlaşılan. H ayattayken içini g ö r­
m eyenler için C eh en n em ’de de hapish aneler v a r m ı acaba? B u arada,
gerçekte en az b ir kez en dibi, daha fazla düşüşün olm ad ığı, en iy i o la­
sılık la yu k arıya çıkışın olduğu, in sanın gerçekliğin tüm yü k sek liği k a r­
şısında b ir kez olsun du rd u ğu o yeri gö rm ek özellikle güzel b ir duygu
olm alı, değil m i?
O: “ B ö yle ce a rtık sok aklard ayd ım çü n k ü artık b ir sü rgü n d ü m . S o n ­
ra F ran sa ’y a gittim . N efis b ir y e rd i.”
G üzellik neler istiy o r böyle! B u ad am d an b ir şeyler öğrenilebilir.
B: “ N ed en dalaştın o adam la?”
O: “ B ir k ad ın için. K a rn ın d a p içini taşıyo rd u am a ben o n u n la e v ­
lenm ek istiyord um . D o ğu m y a k ın d ı am a o o la y d a n son ra son ra iste­
m edi. B ir d ah a d a h aberin i alm ad ım .”
B: “ Ş im d i kaç yaşın d asın ?”
O: “ B ah a rd a otuz beş olacağım . D ü zgü n b ir iş bu lu r bulm az evlen e­
biliriz. E ve t, bulacağım b ir tane, bu lacağım . C iğerlerim d e b ir soru n var
am a yak ın d a iyileşirim .”
12/13 / Ö ksürü k nöbetine tu tuluyor. D u ru m u n u n iyi olm ad ığın ı d ü şü n ü ­
yo ru m ve şeytanın şaşm az iyim serliğin i sessizce takd ir ediyoru m .
A k şa m yem eğinden sonra m ütevazı od am a yatm aya gidiyorum . D i­
ğerinin de yan o d a ya yerleştiğini işitiyorum . B irk a çk e z öksürüyor. Sonra
sesi kesiliyor. N eden sonra yarı-b o ğu k bir öksü rü kle birlikte acayip bir
iniltiye ve çağıldam a sesine uyanıyorum . K u lak kesiliyorum ; bu o ku şk u ­
suz. T eh likeliye benziyor. Y ataktan fırlayıp üzerim e b ir şeyler alıyorum .
O dasının kapısını açıyorum . İçeriye a y ışığ ı akıyor. A d am giysileriyle bir
sam an döşek üzerinde yatıyor. A ğzın d an k oyu kan akıyor ve yerdeki bi­
rikintiyi besliyor. N efesi k esilir gib i in ildiyor ve kan tükürüyor. K alkm ak
istiyor am a gerisin geri düşüyor. Onu tutm ak için koşu yoru m am a ölü­
mün elinin üzerinde olduğunu görüyorum . İk i kez kan kusuyor. Filerim
kana bulanıyor. K u ru b ir iç çekişle vü cud u gevşiyor, kolları bacakları h a ­
fifçe titriyor. H er şe y ölüm ün sessizliğine bürünüyor.
N ered eyim ? Ö lüm ü hiç d ü şü n m eyen ler için de C eh en n em ’de ölüm
vakaları v a r m ıdır? K an lı ellerim e b akıyoru m ; adeta b ir katilin elleri...
elim e yap ışıp kalan kardeşim in k an ı değil m i? A y kara gölgem i odanın
beyaz d u varların a b o yu yo r. B u rad a ne yap ıyoru m ? Bu k o rk u n ç dram
nedendir? Soru d olu gözlerle tan ığım olan a y a bakıyoru m . B unun ayla
ilgisi ne? Daha k ötü lerin i gö rm em iş m iydi zaten? K ırgın gözlere yüz
binlerce kez p arlıld am ad ı mı? O n u n sonsuz çu ku rları için ön em siz bir
şey bu kuşkusuz; b ir e k sik bir fazla. Ö lüm ? Y a şa m ın k o rk u n ç ald atm a­
casını açığa ç ık arm ıy o r m u? Ö yleyse b ü y ü k olasılıkla a y için değişen
bir şey yok, k im göçerse, nasıl göçerse göçsün. Y aln ız biz bu nu n için
yaygara koparıyoruz; ne hakla?
B u adam ne yapm ıştı? Ç alıştı, a y la k lık yaptı, güldü, içti, yedi, u y u ­
du, bir kad ın u ğru n a gözlerinden birini verd i ve on u n için kendi adını
kirletti. D ahası, insan söylencesini belirli b ir tarzda yaşadı, h arik alar
yaratan lara h ayran oldu, tiran ların ölü m ü n ü kutlad ı ve belirsizce in ­
sanların özgürlüğünü düşledi. Sonra... son ra d a sefalet için de öldü,
herkes gibi. B u genel olarak geçerli. Y e re oturdum . Y eryü zü n d e ne
gölgeler am a! B ü tü n ışıklar son um u tsuzlu k ve yaln ızlık için d e eriyip
gidiyor. Ö lüm geldi ve yas tutacak kim se kalm adı. B u b ir nih ai d oğru
ve bilm ece değil. N asıl b ir sanrı bilm ecelere in an m am ızı sağladı?

[2] Sefalet ve ölü m ü n sivri taşları üzerinde duruyoruz.


Bir yo k su n lu k k a tılıy o r yan ım a ve ru h u m a girm ek için izin istiyor,
dem ek yeterin ce yo k su n değilim . O nu y a şam a d ığ ım sıra d a n ered eyd i
yo ksu n lu ğu m ? Y a şa m d a b ir o y u n c u y d u m , içten likle ya şam üzerine
d ü şü n en v e rah at ya şay a n b iriy d im . Y o k su n lu k u zak v e u n u tu lm u ştu .
Y a şa m z o rlaştı ve k arard ı. K ış sü rd ü gitti ve y o k su n lu k k a rd a d on d u
k ald ı. O n u n la b irlik te k en d im e k a tılıy o ru m ç ü n k ü o n a gereksin im
d u yu yo ru m . Y a şa m ı h a fifv e rah at y a p ıy o r. D erin lik lere, y ü k se k lik le ­
ri gö reb ileceğim zem ine götü rü yor. D e rin lik le r olm adan yü k sek liğim
de olm az. Y ü k se k le rd e o la b ilirim am a s ır f bu nedenle y ü k se k lik le rin
ayrım ın a varm ıyo ru m . B u yü zd en de yen ilen m ek için en dibe g e re k ­
sin im d u yu yo ru m . H ep yü k sek lerd e o lu rsam o n ları y ıp ra tırım ve en
iyi b a n a b erb at gelir.
O ysa on a sahip o lm ak istem ediğim için en iy im b an a k o rk u n ç g ö rü ­
n üyor. İşte bu yüzden k end im k o rk u n çlaşıyo ru m , k en d im ve b aşkaları
için k ork un ç, ızdıraplı kötü b ir ruh olu yorum . S a y g ılı ol ve en iyin in
k ork u n çlaştığın ı bil, böylece k en d in i ve başkaların ı gereksiz ızdırap-
tan kurtarırsın. Y ü k sek lerin d en aşağ ıy a inem eyen hastadır, kendin e ve
b aşkaların a ıstırap verir. D erin liklerin e ulaştıysan yü k seğin in tepende
ışıl ışıl p arlad ığ ın ı, istenm eye değer ve uzak, adeta ulaşılm az olduğunu
görürsün, elde edilem ez olduğunu d ü şündüğün için on a ulaşm am ayı
yeğlersin gizliden gizliye. A yn ı zam anda, alçakta olduğunda yü k sek le­
rini övm eyi ve kendi kendine on ları ancak acı çekerek bırakabildiğini
on ları özleyebilecek kad ar çok yaşam ad ığın ı söylem eyi seversin. Seni
bu şekilde konuşturan neredeyse öteki d o ğ a n a dönüşm üş olm an ve bu
iy i. O y sa dip te bunun o k a d a r da d o ğ ru olm ad ığın ı bilirsin.
A lç ak n o k tan d a h em cin slerin d en ayrı olm azsın artık. U tanm azsın
ve bundan pişm anlık d a du ym azsın çünkü h em cinslerinin h ayatını ya-
13/14 şadığın v e on ların alçak ların a ind iğin sürece aynı zam anda / artık y ü k ­
sek bir dağda bir birey olm ad ığın , b alık lar arasın d a balık, ku rbağalar
arasın d a k u rb ağa old u ğu n ortak yaşam ın kutsal neh rine tırm anırsın.
Y ü k sek lerin senin ken d i d ağındır, sana, y a ln ız c a san a aittir. O ra ­
da b irey olu rsun ve sadece sen in olan hayatı y aşarsın . K e n d i h ayatı­
nı yaşad ığınd a hep sürüp giden ve hiç bitm eyen ortak yaşam ı, tarihin
yaşam ın ı ve insan ırkın ın ü rü n lerin i ve elden çıkarılam az ve hep olan
engellerini yaşam azsın. O rad a olu şu n değil, varlığın sonsuzluğunu y a ­
şarsın. O luş yükseklere aittir ve acı doludur. H iç v a r olm azsan nasıl d ö ­
n üşebilirsin? O halde en dibe gereksin im in v a r, çü n k ü varsın . O halde
yükseklerine de gereksinim in var, çün kü o rad a oluştasındır.
En alçak no ktaların d a ortak yaşam ı yaşarsan benliğinin farkın a
varırsın. Y ü k sek lerin en iy in d ir ve orad a bir va rlık olarak genel y a ­
şam daki senin değil, kendi en iyin in fark ın a varırsın . O luştakinin ne
olduğunu hiç kim se bilemez. O ysa im gelem yü kseklerdeyken en güçlü
halindedir çünkü gelişen varlık lar olarak ne old u ğu m uzu bild iğim izi
i ıngeleriz, üstelik de v a rlık olarak ne old u ğu m u zu bilm eyi daha az iste­
riz. Bu yüzd en de v a rlık koşu lu m u zu n alçak lara çekilm esini sevm eyiz.
O ysa ya da tam d a bu nedenle yaln ızca orada k en d im izin açık bilgisini
elde edebiliriz.
O lan için değil, olu ştaki için h erşey bilm ece gibidir. B ilm ecelerden
çeken bu en aşağı k oşu lu düşü nm elid ir; bizi hoşnu t eden değil, bize acı
veren bilm eceleri çözeriz.
N e isen o olm ak yen id en doğuşu n banyosu d u r. D erin liklerd e, v a r ­
lık koşulsuz b ir sü reklilik değil, sonsuzca y a v a ş b ir gelişm edir. B ataklık
suyu gibi durgu n old u ğu n u d ü şü nü rsü n am a y eryü zü n ü n en bü yü k
derinliklerini k ap layan denize d oğru yavaşça akarsın ve o kad ar gen iş­
tir k i k aralar sınırsız d enizin rah m ine g ö m ü lm ü ş bir a d a y a benzer.
O kyanusta b ir d am la o la rak akın tın ın , gelgitin b ir p arçası olursun.
Y avaşça karay a d oğru k ab a rır v e yin e yavaşça, sonsuz yavaşlıktaki so-
1uklarla g eri çekilirsin. B u lan ık akın tılarda çok u zaklara g id e r oraya
nasıl ulaştığını bilm eden yaban cı k ıyıları yıkarsın . B ü y ü k fırtın alard a
dev d algaların tepesine yerleşir son ra yin e diplere sürüklenirsin. B u ­
nun b aşın a nasıl geldiğin i de bilm ezsin. D evin im in in senden geldiğini,
kararlarına ve çabana gereksin im d u yd u ğu n u d üşünürsün, öyle ki y o ­
luna devam edip ilerleyebilesin. O ysa a k la gelebilecek b ü tü n çabalarla
bu d evin im i elde edem ez, dü n yan ın b ü yü k rü zgârın ın ve d en izin sana
getirdiği yerlere ulaşam azsın.
Sonsuz m av i d üzlü klerd en k ara derin liklere d alarsın; ışıklı balık
seni çeker, üzerinde olağan ü stü dallar dolanır. Sü tu nlard an ve dolaşan,
sallanan k ara y a p ra k lı bitkilerden k ayarsın , deniz seni p arlak yeşil su-
hırdan y in e alır ve k u m sallara gö tü rü r ve k öp ü klü b ir dalga seni sahile
bı rakır ve yin e geri alır, geniş, düzgün bir ölü deniz seni h a fifçe k ald ırır
yeni bölgelere, k ıv rıla n bitkilere, yavaşça sürünen süm ü klü poliplere,
yeşil sulara, beyaz k u m lara ve k ıy ıd a k ırılan dalgalara götürür.
O ysa uzaklard a, denizin üzerinde y ü k se k lerin sana ışıldar gelgit­
ten yü k selen a y gib i ve u zaktan k en d in in fark ın a v a rırsın . Ö zlem seni
ve d ev in im in in istem in i ele geçirir. D e n iz in g e n işliğ in i ve seni hiç
b a ğla n m ad a n o rad an o ra y a sü rü k leyen akışın ı, seni y a b a n cı k ıy ıla ra
atan ve oradan geri alan, bir y u k arı bir aşağı taşıyan d ev d algaların ı
da gö rd ü ğ ü n için varlık tan o lu şa geçm ek istersin.
B u n u n b ü tü n ü n yaşam ı ve h er b ir b ire y in ö lü m ü old u ğu nu gördün.
O rtak laşa ölü m le sarm aş dolaş hissettin ken din i, ölü m d en yeryü zün ü n
en derin yerine, ölüm den kendi tu h af nefesli derinliklerine. A h ,aşm ak
istersin; yavaşça soluk alan ve b ir ileri b ir geri sonsuza dek akan bu
ölüm de um utsuzluk ve ölü m cül kork u seni eline geçirir. T ü m bu ışık
ve karan lık, sıcak, ılık ve soğu k sular, tüm bu dalgalanan, sallanan, k ıv ­
rılan b itkiye benzer h ayvan lar ve h ayva n a benzer bitkiler, tüm bu gece
gibi h arik alar sana k o rk u n ç gelir ve güneşi, h a fif ku ru h a vayı, düzgün
taşları, sabit bir yeri ve düz çizgileri, hareketsiz ve sağlam d uranı, k u ­
ralları ve önceden çizilm iş hedefleri, tekliği ve ken d i am acın ı özlersin.
Ö lüm ün bilgisi bana o gece, dü nyayı içine çeken ölüm den geldi.
N asıl ölüm e d oğru yaşad ığım ızı gördüm . O rakçın ın sallanan altın ba-
14/15 şakları tırpanıyla, / deniz kıyısındaki düzgün b ir dalga gibi nasıl d ü şü r­
düğünü gördüm . O rtak yaşam d a kalan ölü m ü n fark ın a kork u yla varır.
Böylece ölüm k o rk u su on u tekliğe sürer. O rada yaşam az çü n kü y a şa ­
m ın fark ın a va rır ve m u tludur çünkü teklikte olu ştadır ve ölü m ün üste­
sinden gelm iştir. O rtak yaşam ın üstesinden gelerek ölüm ün üstesinden
gelir. B ireysel va rlığ ın ı yaşam az çü n kü olduğu değildir, dönüştüğüdür.
O lu ştak i, yaşam ın fa rk ın a va rır, o y sa sadece v a r olan bunu asla
ya p a m a z çü n k ü y a şa m ın orta y e rin d e d ir. Y aşam ın farkın a v a ra b il­
m esi için yü k se k lere ve tek liğe g e re k sin im d u yar. O y sa y a şa m d a ö lü ­
m ün fa r k ın a va rır. O rta k la şa ö lü m ü n fa r k ın a v a rm a n iy id ir çünkü
o zam an te k liğ in in ve y ü k se k lerin in neden iy i o ld u ğ u n u b ilirsin .
Y ü k se k le rin tek b a şın a p a rla y a ra k gezin en ve gecen in için d e son su z
b e rra k g ö rü n e n a y g ib id ir. B azen k en d i ü z e rin i ö rte r ve o zam an y e r ­
yü zü n ü n k a ra n lığ ın a g ö m ü lü rsü n b ü tü n ü y le a m a n ed en so n ra yin e
k en d in i ışık la d o ld u ru r. Y e ry ü z ü n ü n ö lü m ü ona y a b a n c ıd ır. D evi-
n im siz ve b errak , y e ry ü z ü n d e k i y a şa m ı uzaktan , o n u ç ev re ley e n pus
ve a k a n o k y a n u sla r o lm a d an g ö rü r. D eğişm ez b iç im i ö n cesizd en bu
y a n a a yn ıd ır. G e c e n in y a ln ız , b e rra k ışığı, b irey se l v a r lığ ı ve so n su z ­
lu ğu n y a k ın p a rç a sıd ır o.
O radan soğuk, devinim siz, ışıyarak bakarsın. Ö te-dünyasal güm üş
ışığın ve yeşil alacak aran lığın la uzak yılgın ın içine d ökülürsün. Onu
görürsün am a bakışın berrak ve soğuktur. Ellerin yaşayan kand an k ır­
m ızıdır am a bakışının a y ışığı d evinim sizd ir. B u k ard eşin in canıdır,
evet, ken d i k an ın d ır am a bakışın a y d ın lık k alır ve bütün y ılg ıy ı ve d ü n ­
yanın h a lk a sın ı kucaklar. B akışın gü m ü ş den izlerde, k a rlı doruklarda,
m avi vad ilerd e din len ir ve insan h ayvan ın in iltisini ve ulum asını işit­
mezsin.
A y ölüdür. R u h u n a ya, ru h la rın k o ru yu cu su n a gitti.40 B ö ylece ruh
iilüm e d oğru ilerled i^1 İç ölü m e gittim ve dış ölü m ü n iç ölü m den daha
iyi old u ğ u n u gördüm . B ö ylece dışta ö lm eye ve içte yaşam aya k arar ve r­
dim. İşte bu yüzden d ön d ü m 42 ve iç yaşam ın yerini aradım .

40. Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) Jung çeşitli kültürlerden örnekvererek


ayın ölenlerin ruhlarının toplandığı yer olduğu inancını anlatır (t e 8, §496). Mysterium
Coniunctionisde (I955/56) Jung simyadaki bu motife değinir (t e /^, §155).
•I 1 Taslak şöyle devam ediyor: “Düzenbazı kabul ettim ve onunla yaşayıp onunla öldüm.
Onu yaşadığım için katili oldum çünkü yaşadığımızı öldürürüz (s. 217).
42. Düzeltilmiş Taslak şöyle devam ediyor: “ölümden" (s. 200).
Münzevi
Cap. iv. Dies I.43

[Ö H 15 ] Ertesi gece44 k end im i yeni p atikalarda buldum . Sıcak kuru


h ava etrafım ı sarm ıştı ve çölü gördüm . H er yerde d alga d alga sarı ku m
yığ ın ları, öfkeli, kork u n ç bir güneş, don uk çelik gibi m avi bir gökyüzü,
yeryüzünün üzerinde titreşen hava, sağım d a kuru bir akarsu yatağın ın
derin vadisi, cansız otlar ve ku ru çalılar görü yoru m . K u m d a taşlı va d i­
den platoya uzanan çıp lak ayak izleri görüyorum . Y ü k sek b ir kum u l b o ­
yu n ca izlerin p e şi sıra gidiyoru m . K u m ulun d öndüğü yerde diğer yöne
ilerliyorlar. Yeni görünen izlerin yan ı sıra y arı ya rıy a silin m iş ayak izleri
var. D ikkatle izliyorum : Yeniden kum u lu n eğim i boyunca gidiyorlar ve
15/16 şim di de başka b ir dizi ayak izine k arışıyo rlar a m a bu zaten / izlediğim ,
vad id en aşağı inen izlerin aynısı.
B u n d an son ra a ya k izlerini şaşk ın lıkla aşağ ıya d oğru tak ip e d iyo ­
rum . K ısa süre son ra rüzgârın aşın d ırd ığı sıcak k ırm ızı k ayalık lara ge­
liyorum . A y a k izleri taşların üzerinde k ayb olu yo r am a k ayaların tabaka
tabaka alçaldığını gö rü yo ru m ve aşağı d oğru iniyorum . H ava k ızgın la­
şıyo r ve k a y a ayaklarım ın tabanını yakıyor. Şim di zem indeyim , yine
izler var. Fazla uzaklaşm adan k ıv rılan va d i b o yu n ca ilerliyorlar. B ird en
sazlıklarla kaplı, çam u r tu ğlalard an y a p ılm ış k ü çü k b ir kulübe çık ıyo r
karşım a. Ü zerine k ırm ızı bir haç çizilm iş kapı çü rü k bir kalastan ibaret.

43. (Birinci Gün) Elyazısı Taslakta: “Dördüncü Macera: Birinci Gün" (s. 476). Düzeltilmiş
Taslak’ta: “1. Akşam Ölür” (S. 201).
44. 30 Aralık 1913. Kara Kitap 3’te Jung şu notu düşmüş: “Hertürlü şeybeni insanlığa
hizmet etmek için sıkı sıkıya sarıldığımı düşündüğüm bilimsel çalışmamdan
uzaklaştırıyor. Şimdi ise ruhum, beni yeni şeylere sürüklüyorsun. Evet, bu aradaki
dünya, yolsuz, çoklu, sersemletici. Eskiden bana yabancı olan yeni bir dünyaya
ulaştığımı unutmuştum. Ne bir yol ne bir patika görüyorum. Ruha dair inandıklarım
burada gerçek olmalı, yani kendi yolunu daha iyi bilmeli, hiçbir yönelim ona
daha iyi bir yol salık verememeli. Bilimden büyük bir parçanın kopup düştüğünü
hissediyorum. Ruh ve ruhun yaşamı için böyle olması gerekiyor herhalde. Bunun
yalnızca benim için olması gerektiği, belki de hiç kimsenin çalışmalarımdan bir
anlayışa ulaşamayacak olduğu düşüncesi acı verici. Yine de ruhum buna ulaşmak
istiyor. Bunu yalnızca kendim için yapabilmeliyim,Tanrı için yaptığım umudu
taşımadan. Bu gerçekten de zorlu bir yol ama Hristiyanlığın ilk yüzyıllarındaki o
toplum kaçkınları ne yapmıştı? Erek için yaşamaya en yetersiz olanlar onlar mıydı?
Sanmam çünkü çağlarının zorunluluğu açısından en amansız sonuçlara onlar
ulaşmıştı. Karılarını ve çocuklarını, varlıklarını ve başarılarını artlarında bırakmışlardı
ve Tanrı uğruna çöle gitmişlerdi. Öyle olsun o zaman” (s. 1-2).
K ap ıyı sessizce açıyorum . Beyaz ketenden bir harm ani giym iş bezgin
bir adam , sırtını d u v a ra yaslam ış, bir h asırın üzerinde otu ru yor. D iz­
lerin in üzerinde siyah , güzel b ir el y a z ısıy la yazılm ış sarı bir p arşöm en
v a r; k u şk u su z Y u n a n İncili. L ib y a çölü n ü n m ü ze visi k arşım d a.45
B: “ Seni rah atsız etm iy o ru m y a b ab a?”
M : “ B en i rahatsız etm iyorsu n a m a b an a baba diye seslenm e. Ben de
senin gibi b ir adam ım . İsteğin n ed ir?”
B: “ İsteğim olm adan geldim . Ç öldeki bu y ere rastlantı eseri geldim ve
yukarıda kum larda gördüğüm izler boyunca d aire çizerek sana ulaştım .”
M : “ G ü n d o ğu m u n d a ve batım ında yap tığım gü n lü k yü rü yü şlerin
izlerine rastlam ışsın.”
B: “ Düşkünlüğünü bölüyorsam affet beni, seninle olm ak ender bula­
bileceğim bir fırsat benim için. D aha önce hiç bir m ünzevi görm em iştim .”
M : “ B u v a d i b o yu n ca görebileceğin b irkaçı d ah a var. B azıları benim
gib i kulübelerde, diğerleri eskilerin k ayalara oydu ğu m ezarlardı. Ben
vadinin en yu k arısın d a yaşıyo ru m ç ü n k ü bu rası en kim sesiz, en sessiz
y e r ve b u rad a çölü n h u zu ru n a d ah a yakın ım .
B: “ U zu n süred ir m i b u rad asın ?”
M : “ B elki on yıld ır b u rad ayım a m a aslın d a ne k ad ar zam an geçti­
ğini h atırlayam ıyo ru m artık. B elki birkaç y ıl daha fazladır. Z a m a n çok
hızlı geçiyor.”
B: “ Z a m a n çabuk m u geçiyor? N asıl olur? H ayatın kork u tu cu b ir
tekdüzelik için d e olm alı.”
M : “ Z a m a n benim için k esin lik le hızlı geçiyo r. H atta çok hızlı. A n ­
laşılan sen b ir putperestsin, ö y le m i?”
B: “ Ben m i? H ayır, p ek değil. H ristiyan in an cıyla yetiştirild im .”
M : “ Peki, o halde, zam an ın b e n im için yavaş geçtiğin i nasıl sö y ­
lersin? Y a s tutan bir adam ın neyle m eşgul old u ğu n u bilm en gerekir.
Y aln ızca aylaklar sık ılır.”

45. Bir sonraki bölümde münzevi Ammonius olarak ortaya çıkıyor. 3 ı Aralık 1913 tarihli
bir mektupta Jung münzevinin üçüncü yüzyıldan geldiğini yazıyor. Bu dönemde
İskenderiye'de yaşamış üç tarihsel Ammonius var: Üçüncü yüzyılda yaşamış Hristiyan bir
filozof olan Ammonius’un bir zamanlar İncillerdeki Orta Çağ bölünmelerinden sorumlu
olduğu düşünülüyordu. Ammonius Cetus, Hristiyan olarak doğmuş, ancak sonradan
Yunan felsefesine dönmüştü ve çalışmalarında Platonculuktan Yeni Platonculuğa geçiş
görülüyordu; beşinci yüzyılda yaşamış Yeni Platoncu Ammonius da Aristo ile İncil’i
uzlaştırmaya çalışmıştı. İskenderiye’de Yeni Platonculuk ile Hristiyanlık arasında bir uyum
vardı ve son Ammonius’un bazı öğrencileri Hristiyanlığı kabul etmişti.
B: “ Y in e , bağışla b e n i, m erakım büyük. O zam an neyle m eşgul o lu ­
y o rsu n ?”
M : “ Ç o c u k m usun sen? Ö ncelikle, oku d u ğu m u gö rü yo rsu n ve
b u n u d üzenli saatlerde y a p ıy o ru m .”
B: “Evet, a m a b u ra d a seni m eşgul edebilecek h işçbir şey gö re m iy o ­
rum . Bu kitabı baştan sona kim bilir kaç kez okudun. Ü stelik, d üşün ­
d üğüm gibi İn cilse bu kitap, tah m inim bu kitabı ezbere b iliyo rsu n d u r.”
M : “ N e k ad a r çocukça kon uşuyo rsu n ! İn san ın bir kitabı b irç o k kez
okuyabileceğini bilm iyo r olam azsın. N ered eyse ezbere biliyor olsan
bile ön ün d ek i satırlara b ir kez d ah a baktığın d a bazı şeyler yen i g ö rü ­
nebilir y a da daha önce aklın a gelm eyen düşüncelerle karşılaşabilirsin.
H er b ir söz tininde b ir şeyler üretebilir. En son u n da d a kitabı b ir hafta
bir y an a bıraktıktan ve tinin çeşitli farklı değişiklikler yaşad ıktan sonra
b ir kez daha başlad ığın d a zihninde y en i şeyler u yan ır.”
B: “B unu kavram ak ta zorlan ıyoru m . K itap b ir ve ayn ı k alıyor, çok
derin, evet tanrısal bir konu olduğuna kuşku y o k am a kesinlikle sayısız
yılı dolduracak k ad ar zen gin d eğild ir.”
M : “B eni şaşırtıyorsu n . O zam an, bu kutsal k itabı nasıl okudun?
G erçekten de içinde ya ln ız c a tek ve a y n ı anlam ı m ı gö rü yo rsu n hep?
N ered en geliyorsun sen? Sen gerçekten de bir putperestsin.”
B: “Y alvarıyo ru m sana, b ir putperest gib i okuyorsam bunun için beni
suçlam a. Seninle konuşm am a izin ver. Senden öğrenm ek için bu rad a­
yım . B eni cahil b ir öğrenci olarak gör, zaten bu k o n u lard a cahilim .”
M : “Sana putperest d iyo rsam am acım hakaret etm ek değil. H atır-
16/17 lad ığım k ad arıyla ben de / senin gibi putperesttim . O halde cahilliğin
yüzünden seni nasıl su çlayabilirim ?”
B: “ Sab rın için teşek k ü r e d iy o ru m sana. N asıl o k u d u ğ u n u ve bu k i­
taptan ne ald ığın ı ö ğren m ek benim için çok ön em li.”
M : “ S oru n u yan ıtlam ak k o la y değil. K ö r birin e renkleri anlatm ak
daha kolayd ır. H er şeyin ötesinde bir şeyi bilm en gerekir; sözlerin
sıralanm ası yaln ızca tek bir anlam taşım az. O ysa in sanlar kesin bir
dile sahip o lm ak için ard ışık sözlere tek b ir an lam atfetm eye çalışır.
Bu d ü n y e v i ve d ar b ir çabadır ve tanrısal y a ratm a tasarısının en derin
tabakalarına aittir. T an rısal d ü şü nceyi anlayışın daha yü k se k düzeyle­
rinde sıralanm ış sözlerin b ird en fazla geçerli an lam ı old u ğu görülür.
Sıralanm ış sözlerin bütün anlam larını bilm ek yaln ızca her şeyi bilene
özgüdür. B iz h er seferinde birkaç an lam daha k avram aya çalışırız.”
B: “ Seni d oğru a n lıy o rsa m Y e n i A h it’teki kutsal yazıların da bazı
Y ah u di bilgin lerin kendi k u tsal k ita p ları için id d ia ettiği gibi bir an laşı­
lır b ir de içrek çift anlam ı old u ğu n u söylü yo rsu n .”
M : “ Bu k ö tü batıl in an ç benden uzak. T an rısal k o n u la rd a baştan
aşağı den eyim siz o ld u ğu n u gö rü y o ru m .”
B: “ B u kon u lard aki derin bilgisizliğim i itira f etm eliyim . Y in e de s ı­
ralanm ış sözlerin ç o k yüzlü anlam ı k o n u su n d a d üşü n d ü klerin üzerine
d eneyim ve a n layışa istekliyim .”
M : “ N e ya z ık ki b ild iğ im h er şey i san a an latab ilecek b ir k o n u m ­
da d eğilim . Y in e de en azın d an ö g eleri san a açık lam aya çalışacağım .
B ilgisizliğ in yü z ü n d e n bu kez fark lı b ir yerd en b a şlay a ca ğım . Şunu
bilm en g erek iyo r, ben H ristiy a n lık la tan ışm ad an ön ce İsk e n d e riy e ’de
bir h atip ve filozoftum . B irço k R o m a lı, b irkaç b arb ar ve ay n ı zam an d a
G a lya lı ve B ritan yalılard a n o lu şan ç o k sa y ıd a ö ğ re n cim vard ı. O n lara
yaln ızca Y u n a n felsefe ta rih in i d eğil, a y n ı zam an d a ye n i d iz ge leri de
öğrettim ve Y a h u d i o la rak a n d ığ ım ız P h ilo ’nun dizgesi de bu nlard an
b iriyd i.46 K ıv ra k b ir zekâsı va rd ı am a d izgeler geliştiren Y ah u dilerde
alışkan lık old u ğu üzere, olağan ü stü soyu ttu ; d ah ası k en d i sözlerin in
kölesiydi. O na k en d i sö zlerim i ekled im ve bu sözlerd en y a ln ız ca d in ­
leyic ile rim i değil, k en d im i de tu zağa d ü şü rd ü ğ ü m acım asız b ir ağ ö r­
düm . K en d i ya ra tıla rım ız olan sö zler ve ad lar a ra sın d a k arm a k arışık
olduk ve on lara tan rısal gü ç atfettik. E vet, h atta gerçek o ld u k ların a
bile inand ık, tan rısala sah ip o ld u ğ u m u za ve bunu sözcü klere ak ta rd ı­
ğım ıza in a n d ık :’
B: “ Peki, am a P h ilo Judeus, eğer k astettiğin oysa, cid d i b ir filo z o fv e
büyük bir düşünürd ü. H avari Y a h y a bile P h ilo ’nun düşüncelerinden
bazılarını İn ciline almıştır.”

46. lskenderiyeli Philo olarak da anılan Philo Judeaus (LÛ 20 - İ.S. 50) Yunanca konuşan
Yahudi filozof. Çalışmalarında Yunan felsefesi ile Yahudilik bir araya gelir. Philo’ya
göre, Platonik bir terim olan “To On” (Bir) olarak andığı Tanrı aşkındı ve bilinemezdi.
Tanrı‘nın belirli güçleri dünyaya ulaşmıştı. Tanrı’nın usyoluyla bilinen yönü tanrısal
Logos’tu. Philo’nun Logos kavramı ile Yuhanna İncili arasındaki ilişki üzerine birçok
tartışma olmuştur. 23 Haziran 1954’te Jung, James Kirschfe şöyle yazmıştı: “Yuhanna’nın
yaydığı ruhani bilgi kesinlikle Yahudilikle bağlantılı ama özünde Logos öğretisinin
kurucusu olan Philo Judaeus’un tarzında ve Helen” (]A).
M : “H aklısın. Philo’nun d a dili diğer b ir çok filozo f gibi donattığı doğ­
rudur. O dil sanatçılarından biridir. Y in e de sözler T an rı olm am alı.” 47
B: “ Bu noktada seni anlam akta güçlü k çekiyoru m . Y a h y a ’nın în ci-
li’nde şö y le yazm ıyor m u? Tanrı Söz’dü. Senin şu an d a yad sıd ığın konu
bana oldukça belirgin geliyor.”
M : “ Sözlerin kölesi olm aktan sakın kendin i. îşte în cil. Şu alıntının
olduğu yeri oku: Yaşam on dayd ı. Y ahya b u rad a ne d iyo r?” 48
B: “ ‘V e yaşam insan ların ışığ ıy d ı ve ışık k aran lıkta p a rla r am a k a ­
ran lık on u anlam adı. T a n rı’nın gö n d erd iği k işi o ld u , ad ı Y a h y a ’y d ı ve
o tan ık olarak geldi, ışığın tanığı o lm ak için. G erçek ışık, her bir insanı
aydınlatan ışık d ü n yaya geldi: O d ü n yad ayd ı ve d ü n y a on un a racılığ ıy­
la olu şa geldi ve d ü n ya on u kabu l etm ed i.’ B urad a bunlar yazıyor. Sen
ne an lıyo rsu n bun lard an ?”
M : “ Söyle o halde, n ed ir bu A O rO Z [Logos] b ir kavram m ı, b ir söz­
c ü k m ü? O ışıktı, aslın d a b ir insan ve in san lar arasın d a yaşadı. G ö rü ­
yo rsu n , P h ilo yaln ızca Y a h y a ’y a sözü ödün ç verd i ve Y a h y a da insanın
oğlunu anlatm ak için ‘ışık ’ sözcü ğü nü n y an ı sıra ‘A o r o : ’ sözcüğünü
kullandı. Y a h y a yaşayan in san lara A o r o z ’un an lam ın ı verd i am a Phi-
lo A o r o z ’u yaşam ı, h atta tan rısal y a şam ı çiğneyen ölü k avram olarak
verdi. B u yold an ölü yaşam kazanm az ve canlı öld ürülür. îşte bu da
benim korkunç h atam d ı.”
B: “ N e dem ek isted iğ in i an lıyo ru m . B u benim için yen i bir düşünce
17/18 v e üzerinde d üşünm eye değer. Ş im d iye d ek h ep Y a h y a ’d aki anlam ın /
bu olduğunu, y an i A o r o z ’un insanın oğlu old u ğu nu ve bu sözcükle
alçağı yü k sek tine, A o r o z ’un d ü nyasına çıkardığın ı düşündüm . O ysa
tam tersini, yan i Y a h y a ’nın A o r o z ’un an lam ın ı insana in d ird iğin i g ö r­
m em i sağlad ın sen.”

47. 1957’de Jung şöyle yazmıştı: “Dindışılığın yaygın olmasına karşın çağımızın, sözün gelişi,
doğuştan Hristiyanlık devrinin edinilmesi, dünyanın üstünlüğü, Hristiyanlık inancının
temsil ettiği temel figür olan Logosla yüklü olduğu doğru ve temel olarak yazılmamış”
(Bugün ve Gelecek, te 10, §554).
48. Yuhanna 1:1-10: "Başlangıçta Sözvardı. SözTanrıyla birlikteydi veSözTanrıydı.
Başlangıçta O, Tanrıyla birlikteydi. Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir
şey Onsuz olmadı. Yaşam Ondaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar ve
karanlık onu alt edememiştir. Tanrı‘nın gönderdiği Yahya adlı bir adam ortaya çıktı. O,
tanıklık için, ışığa tanıklık etsin ve herkes onun aracılığıyla iman etsin diye geldi. Kendisi
o ışık değildi, ama ışığa tanıklık etmeye geldi. Dünyaya gelen, her insanı aydınlatan gerçek
ışık vardı. O, dünyadaydı, dünya O'nun aracılığıyla var oldu ama dünya Onu tanımadı"
M : “ A slın d a Y a h y a ’nın AOI'OZ’un an lam ın ı in san a çık ararak daha
da büyük b ir hizm ette bulun d u ğu nu gö rm eyi öğ ren d im .”
B: “ M erakım ı olabildiğince çeken kend in e özgü k av rayışların var.
N asıl olur? in san ın AO rO Z’tan d ah a yüksekte d u rd u ğu n u m u düşün-
yorsun?”
M : “ B u soruyu an layışın ın u fk u için de yan ıtlam ak istiyorum . İnsan
T an rı h er şeyden üstün olm asayd ı, ete kem iğe b ü rü n ü p oğu l gibi değil,
AOrOZ’ta gö rü n ü rd ü .” 49
B: “ B un u anlayabiliyorum . Y in e de bu görüşün benim için şaşırtıcı
olduğunu kabul etm eliyim . Ö zellikle m ünzevi bir H ristiyan olarak senin
bu görüşlere sahip olm an beni şaşırtıyor. B unu senden beklem ezdim .”
M : “ Z a ten anlam ıştım , b enim le ve özüm le ilgili bütünüyle yanlış bir
düşünce içindesin. M eşguliyetim le ilgili san a küçük b ir ö rn ek vereyim .
Yalnızca tersine öğrenm e sürecine uzun yıllarım ı verd im ben. Sen hiç bir
şeyi tersine öğrend in m i? O zam an bunun ne kadar uzun sürdüğünü bil­
melisin. Ben başarılı b ir öğretm en dim . B ild iğin gibi bu tip insanlar için
tersine öğrenm ek zor, hatta olanaksızdır. G üneşin battığını görüyorum .
Yakında karan lık basacak. G ece sessizlik zam anıdır. Sana gece k alaca­
ğın yerini göstereyim . Sabah çalışm am gerek am a öğleden sonra istersen
yine yan ım a gelebilirsin. O zam an kon u şm aya devam ederiz.”
B en i kulübeden d ışarı çık arıy o r, va d i m avi gölgelerle kaplanm ış.
(iökte ilk yıld ızlar ışıld am aya başlam ış bile. B en i b ir k ayan ın k öşesin ­
den d olaştırıyo r; taşa o yu lm u ş b ir m ezarın girişind e d u ru yo ru z.S0 İçeri
giriyoruz. G irişin biraz ötesinde h a sırla rla k ap lı bir dem et sazlık var.
O nun yan ın d a d a b ir testi su, b eyaz bir bezin üzerinde kuru h urm alar
ve kara ekm ek.
M : “K alacağın yer burası ve bu d a akşam yem eğin . İyi uyu ve güneş
doğduğunda sabah duanı u n u tm a.”
[2] M ü n zevi h ayran lık v e ric i güzelliklerle dolu uçsuz bucaksız ç ö l­
de yaşıyor. B ü tü n e ve iç an la m a b a k ıy o r. Y a n ın a yaklaşan çoklu çeşit­
lilikten tiksiniyor. O na uzaktan, tü m lü ğ ü n için d en b a k ıy o r. Sonuçta
güm üş ışıltılar ve neşe ve gü zellik çeşitliliği on u n için örtüyor. O nun

•19. Söz insan olup aramızda yaşadı. Biz de O nun yüceliğini, Babadan gelen, lütuf ve gerçekle
dolu olan biricik Oğul’un yüceliğini gördük.
so. Taslak’ta: “Mısırlı” (s. 227). Mısır bağlamında su, hurma ve ekmek ölülere sunulurdu.
yakın ın d a olan yalın v e m asum olm alı çünkü y a k ın d a olan çeşitli ve
k arm aşık gü m ü ş ışıltıyı yırtar, deler geçer. Ç evresin d e bulu tlu g ö k ­
yüzüne, h içbir sise p usa izin yok, y o k sa u zaktaki çeşitliliğe bü tünlüğü
içinde bakam az. Sonuçta m ü n zevi h er şeyin ötesinde çölü, yakın ın d aki
her şeyin yalın olduğu, ken disi ile u zaklık arasın d aki hiçbir şeyin k arı­
şık y a d a bulanık olm adığı çölü seviyor.

Havada ve kayalarda ışıldayan engin güneş olmasayı münzevinin


hayatı soğuk olurdu. Güneş ve sonrasızparlaklığı münzevinin kendiya-
şam sıcaklığınınyerinegeçiyor.
Yüreği güneşi özlüyor.
Güneşin topraklarında geziniyor.
Güneşin, öğlen yayılan sıcak kırmızı taşların, kuru kumun altın sı­
cak ışıltılarının titreşen parıltısını düşlüyor.
M ünzevi güneşi arıyor hiç kimse yüreğini onun gibi açmaya hazır
değil. Öyleyse çölü her şeyin ötesinde seviyor çünkü onun derin sakin­
liğini seviyor.
Güneş ve ışıltısı onu beslediği için az yemekle yetiniyor. Sonuçta
münzevi çölü her şeyin ötesinde seviyor çünkü çölün onun annesi, ona
belirli saatlerde yemek ve canlandırıcı sıcaklık veriyor.
M ünzevi çölde bakıma gerek duymuyor ve bu yüzden de bütün ya­
şamını ruhunun ancak sıcak güneş altında serpilebilecek sürgün veren
bahçesine çeviriyor. Bahçesinde gergin tenin altında kabaran ıtırıyla
tatlı kırmızı meyve yetişiyor.
Münzevinin yoksul olduğunu sanıyorsun. Meyve yüklü ağaçların
altında gezindiğini ve elinin yüz kat tanelere dokunduğunu görmüyor­
sun. Kara yaprakların altı bereketli tomurcukların verdiği kızılca çiçek­
lerle dolu, meyvelerden neredeyse özsuları taşıyor. Ağaçlarından ıtırlı
reçineler damlıyor ve ayaklarının altında tohumlar kırılıp açılıyor.
Güneş bitkin bir kuş gibi denizin düzeyine indiğinde münzevi sarı­
nıyor ve soluğunu tutuyor. Kımıldamıyor ve mucize gerçekleşene, ışık
Doğu da yenilenene dek katıksız beklenti oluyor.
M ünzevi tatlı beklentiyle dolup taşıyor

5ı. Taslak şöyle devam ediyor: “Çemberde dolanarak kendime ve ona, yalnız olana, ışıktan
uzakta derinliklerde yaşayana, kayanın sıcak bağrında güvenle saklanana dönüyorum ve
onun üzerinde parıldayan çöl, ışığıyla gözü alan gökyüzüvar” (s. 229).
Çöl yılgısı ve solmuş buharlaşma çevresini sarıyor ve münzevinin
nasıl yaşayabildiğini anlamıyorsun. /
Oysa onun gözleri bahçesinde, kulakları kaynağı dinliyor, eli kadife
yapraklara ve meyveye dokunuyor, soluğu çiçeklerle dolu ağaçların tatlı
kokusunu çekiyor içine.
Bahçesi o denli görkemli ki sana anlatamaz. Ondan söz ettiğinde
kekeliyor ve sen onun hem tinde hem yaşamda yoksul olduğunu sanı­
yorsun. Oysa bunca anlatılamaz bolluk içerisinde eli nereye uzanaca­
ğını bilmiyor.
Sana ayağının dibine düşen küçük, önemsiz bir meyve veriyor. Sana
değersiz görünüyor ama düşünürsen bu meyvenin hayal bile edeme­
yeceğin bir güneş tadında olduğunu göreceksin. Duyularını şaşırtan
ıtırıyla gül bahçelerini ve tatlı şarabı ve fısıldayan palmiye ağaçlarını
düşlüyorsun. Bu tek meyveyi elinde tutuyor, düşlüyorsun ve onun yetiş­
tiği ağacı, ağacın yükseldiği bahçeyi, bahçeyi besleyen güneşi istiyorsun.
Sen, güneşle birlikte bahçesinde gezinen, bakışı ağaçlardan sarkan
yapraklarda dinlenen, eli bereketli tanelere dokunan ve soluğu bin gü­
lün ıtırı ile dolan münzevi olmak istiyorsun.
Güneşle uyuşmuş, mayalanan şaraplarla sarhoş eskilerin mezarla­
rında yatıyorsun. Duvarlarda birçok ses ve bin güneş yılının renkleri
yankılanıyor.
Uyandığında yaşayan her şeyi yine eskiden olduğu gibi görürsün.
Uyurken de, her şey hep olduğu gibi. Uzanırsın ve / düşlerin yine uzak 20/21
tapınak ilahilerinden yankılanır.
Bingüneşyılı boyunca uzanır uyursun ve bingüneşyılı boyunca uya­
nırsın ve eski ilimlerle dolu düşlerin yatak odanın duvarlarını süsler.
Kendini de tümlük içinde görürsün.

Sırtın ı d u vara yaslam ış o tu ru y o rsu n ve güzel, b ilm eceli tü m lü ğe


bakıyorsu n . S u m m a 52 ön ünd e b ir kitap gibi açılm ış ve ağza alınm az
a çgözlülük on u silip sü p ü rm eye itiy o r seni. Sonuçta ark an a y a sla n ı­
yor, k asılıyor ve uzun b ir süre otu ru y orsu n . B u n u k a v ra m a y eten eğin ­
den bütünüyle yo ksu n su n . O ra d a bu rad a bir ışık titriyor, o ra y a bu raya
lıir m eyve d ü şü yor yü k se k ağaçlardan k avrayab ileceğin , orada b u rad a

12 Latince“bütün:’
ayağın altın a çarpıyor. O y sa bütün b u n lar n e d ir tu tab ileceğin k ad ar
ya k ın ın d a uzanan tü m lü ğü n yan ın d a? E lin i u zatıyorsu n a m a g ö rü n ­
m ez ağlard a asılı kalıyor. O nu tam old u ğ u gibi g ö rm ek istiyorsu n am a
bulutlu ve m at b ir şey tam a ra y a giriyo r. O n d an bir p arça k o p arm a k
istiyorsu n ; p erd ah lan m ış çelik gibi d ü zgü n ve geçit verm iyo r. B u y ü z ­
den d u va ra gö m ü lü yo rsu n yenid en ve kuşk u C e h en n e m in in bütün
o ışıld ayan , sıcak p otaların d an sürü nerek geçtikten so n ra bir daha
o turuyor, ark an a ya slan ıyo rsu n ve önünde yayılan Sum m a'ya hayretle
b ak ıyo rsu n . O rada burad a bir ışık titriy o r, ora y a b u raya b ir m ey v e d ü ­
şü yor. Senin için bunların hepsi ç o k k ü çü k. Y in e de kendin den m e m ­
nun o lm aya başlıyorsu n ve geçip g id e n y ılla rı ö n em sem iyo rsu n . Y ıllar
nedir ki? B ir ağacın altın d a o tu rup d u ran için akıp giden zam an ned ir
ki? Sen in zam an ın b ir solu k gib i g e ç iy o r ve sen b ir so n ra k i ışığı, b ir
so n ra k i m ey v eyi bekliyorsun .

Y a z ı ön ünde u z a n ıy o r ve h ep a yn ı şeyi sö y lü y o r, sözlere in a n ı­


yo rsan . O ysa sö zcü k lerin y a ln ız ca y e rle rin d e d u rd u ğ u şey le re in a n ı­
yo rsa n so n a h iç gelm ezsin. Y in e de son su z b ir y o la gitm en gerekiyo r
çü n k ü ya şam y a ln ız ca sonlu bir y o ld a değil, a yn ı zam anda son suzd a
ak ıy o r. O ysa sın ırla n m a m ış sen i” k ay g ıla n d ırıy o r çü n k ü sın ırla n ­
m am ış k ork u tu cu ve in san lığ ın o n a b aşkald ırıyor. Son u çta sın ırlar
ve k ısıtla m a la r a rıy o rsu n k i b ö ylece son su zlu ğa y u v a rla n ıp kendin i
yitirm eyesin . K ısıtlam a senin için b u y ru ğ a dönüşüyor. T ek b ir anlam ı
olan, b aşk a an lam ı olm ayan söz için h a y k ırıy o rsu n k i b ö ylece sınırsız
belirsizlik ten ku rtu lab ilesin . Söz T a n rın o lu y o r çü n kü sen i yo ru m u n
sa y ısız o la sılık la rın d a n k oru yo r. Söz ru h u n a sald ıran ve seni rü z g â rla ­
ra saçm ak isteyen bitm ezin ib lislerin e k arşı k o ru y u c u b ir büyü . E n so ­
n u n d a şunu sö yleyeb ilirsen k u rtu lu rsu n ; o o d u r ve y a ln ız c a o. Sihirli
sözü sö ylü yo rsu n ve sın ırsız en so n u n d a kovu lu yor. İşte bu yü zd en
in san lar sö z cü k le ri a rıy o r ve yara tıy o r.54
Sözcüklerin d uvarın ı k ıran tan rıları d evirir ve tap ınakları kirletir.
M ün zevi bir katildir. O in san ları öld ü rü r çünkü böylece düşünerek

53. Taslak'ta “sana,” Düzeltilmiş Taslakta “bana” (s. 232). Bu bölüm boyunca Düzeltilmiş
Taslakta “sana" yerine “bana” ve “sen" yerine “ben" kullanılıyor (s. 214).
54. 194o’ta Jung koruyucu söz büyüsü üzerine yazmıştı (Ayinde dönüşüm simgeciliği, te
11, §442).
eski kutsal d u varları yıkar. Sınırsızın iblislerini çağırır. O turur, ark a­
sına yaslan ır ve kork u tu cu ateşli dum anın ele geçird iği in sanoğlu nu n
iniltilerini işitm ez. Y in e de eski sözleri p arçalam azsan yen i sözleri b u ­
lam azsın. O y sa sınırsıza k arşı sağlam b ir sip er olacak y e n i sözü bulan
ve bund a eski sözden daha fazla yaşam kavrayan d ışın d a hiç kim se eski
sözleri p arçalam am alı. Y e n i söz eski in san lar için yen i b ir T a n rı’dır. İn ­
san , o n u n için yen i b ir T a n rı m od eli yaratılsa b ile ayn ı kalır. B ir ö y k ü ­
nen olarak kalır. Bir zam anlar söz olan insan olur. Söz d ü n y a y ı yarattı
ve dünyad an önce vard ı. K a ran lık ta bir ışık gibi parladı ve k aran lık onu
kavrayam ad ı.55 B öylece söz karan lığın kavrayabileceğine dönüşm eli
çü n k ü k aran lık onu kavrayam ad ıktan son ra ışığın ne y a ra rı var? O ysa
karan lığın ız ışığı kavram alı.
Sözlerin T a n rısı soğuk ve ö lü d ü r ve a y gibi uzaklardan gizem le ve
ulaşılm az b ir şekilde parlar. Söz yaratıcısın a, in san a d önsü n ve böylece
söz insanın içinde yükseltilecek. İnsan ışık, sınırlar, ölçü olm alı. Ö z­
lemle arad ığın ız m eyveniz olsun. K a ran lık sözü k avrayam az am a insa-
m k avrar; gerçekten de on u ele geçirir ç ü n k ü on u n ken d isi karan lığın
bir p arçasıdır. Sözden aşağıya insana değil, sözden y u k a rıy a insana: işte
karanlık bunu kavrar. K a ran lık annendir; o n a hü rm et yaraşır çünkü
anne tehlikelidir. Ü zerin d e güç sahibid ir çün kü seni o doğurdu. K a ra n ­
lığı, ışık gibi, o n u rlan d ır ve b ö ylece k aran lığın ı aydınlatacaksın.

K aran lığı k avrarsan seni ele geçirir. K a ra gölgeleriyle ve sayısız


ışıldayan yıld ızıyla gece gibi üzerine gelir. K aran lığı k a v ra m a y a b aşla­
d ığın d a sessizlik / ve h uzur gelir üzerine. Y a ln ız c a k aran lığı k av ra y a ­ 2 l/22
m ayanlar k o rk a r geceden. K aran lığı, geceye a it olanı, için deki dipsizi
k avrayarak tam am en yalın olu rsun. H erkes gibi b in y ıl bo yu n ca u y u ­
m aya h azırlanırsın ve bin yılın rahm ine u yursun ve d u varların eski ta­
pınağın ilah ileriyle çınlar. Y a lın h er zam an olm u ş olandır. Sen bin yılın
m ezarında düş gö rü rk en h u zu r ve m avi gece üzerinde yayılır.

S5. bkz. yukarıdadipnot 48, s. 2ıo.


Dies ll.56
Cap. v.

[HI 2 2 p 7, sS U yan ıyo ru m , gü n d oğu d a kızarıyor. A rd ım d a bir gece,


zam anın u zak d erin lik lerin d eki h arik a bir gece uzanıyor. N ice uzak bir
yerd eyd im ? N e düşledim ? B eyaz b ir at m ı? B u beyaz atı oğud a gö k ­
yüzünde yükselen güneşin ü zerinde görd ü ğü m ü d ü şü nü yoru m . At
benim le konuştu: B en ne dedim ? A t şöyle dedi: “G ün üzerinde d o ğ d u ­
ğundan beri karan lıkta olana selam o lsu n .’ H er b iri altın k an atlı dört
b eyaz at vard ı. Yelesi a le v li H elios’un o tu rd u ğu güneşin arabasını çek i­
y o rlard ı.59 Ben şaşkın lık ve k o rk u içinde geçitte d u ru yo rd u m . B in kara
yılan h ızla d eliklerine gitti sürünerek. G ö kyü zü n ü n geniş yo lla rın d a
y u k arıya yu varlan an H elios yü k seld i. D iz çöktü m , yakaran ellerim i aç­
tım ve şöyle seslendim : “ Bize ışığın ı ver, alevlere dolandın, tırm andın,
çarm ıh a gerild in ve d irildin ; bize ışığın ı ver, ışığ ın ı!” B u y a k a rış beni
uyandırdı. A m m o n iu s dü n şöyle d em em iş m iydi? “ G ün eş y ü k seld iğin ­
de sabah d uanı sö ylem eyi u n u tm a.’ B elk i de gizliden gizliye güneşe ta-
22/23 pınıyordur, diye düşündüm . /
D ışarıda serin bir sabah rü zgârı esiyor. Sarı ku m k ayaların ince
d am arların d a akıyor. K ızıllık gökte y a y ılıy o r ve gö kyüzü nd e atılan ilk
ışın ları gö rü yo ru m . H er ya n d a ağırbaşlı b ir sakin lik ve ıssızlık. B ü y ü k
b ir kertenkele b ir taşa u zanm ış gün eşi bekliyor. B ü yü len m iş gibi d u ru ­
y o ru m ve dün gece olan, özellikle de A m m o n iu s’un söylediği h er şeyi
an ım sıyoru m . Peki, ne demişti? Sıralanm ış sözlerin birçok anlam ı o l­
d uğun u ve Y a h y a ’nın A O r O L ’u insan a getirdiğini. E vet, am a bu H ris-
tiyan birin in söyleyeceği b ir söz değil. A ca b a b ir G n o stik m i?60 H ayır,

56. Düzeltilmiş Taslakta “(Münzevi). İkinci Gün. Sabah" (s. 219).


57. “Felsefe Ağacı"nda (1945) Jung şöyle diyor: “Hem aşağıya hem yukarıya köksalmış bir
insan bir çeşit dik ve içe dönmüş ağaca benzer. Hedefyüksekler değil merkezdir" (te 13,
§333). “İçe dönmüş ağacı" ayrıca yorumlamıştır (§4iof).
58. 1 Ocak 1914.
59. Yunan mitolojisinde Helios güneş tanrısıydı vegökte dört atın çektiği birsavaş arabası
sürüyordu.
60. Bu dönemde Jung, Gnostik metinleri okuyordu ve bunlarda kendi deneyimlerine
tarihsel koşutluklar buluyordu. bkz. Alfred Ribi, Die Suche nach den eigenen Wurzeln:
Die Bedeutung von Gnosis, Hermetik und Alchemie fur C. G. Jung und Marie-Louise
von Franz und deren Einjfuss aufdas moderne Verstandnis dieser Disziplin (Bern: Peter
Lang, 1999).
bence bu olanaksız çünkü onlar, herhalde bö yle diyecektir o da, en b ü ­
yük söz putperestiydi.
Güneş; beni böyle iç yüceltm eyle dolduran da ne? Sabah du am ı
unutm am alıyım am a nereye gitti sabah duam ? Sevgili güneş, duam
yo k çünkü sana nasıl sesleneceğim i b ilm iyo ru m . B ö ylece güneşe za­
ten d ua etm iş m i o lu yo ru m ? O ysa A m m o n iu s’un d em ek isted iği gü n
ağarm adan T a n rı’y a d u a etm em gerektiğiydi. H erhald e b ilm iy o r, artık
duam ız y o k bizim. Ç ıp laklığım ız ve yo ksu llu ğu m u zd an nasıl h aberi
olsun? D u alarım ıza ne oldu? B u ra d a o n ları özlü yorum . B u herhalde
çölden k ayn aklanıyor. B u rad a d u alar olm ası gerekiyo rm u ş gibi g eliyo r
insana. B u çöl o kad ar m ı kötü? Bence şeh irlerim izden daha kötü değil.
O zam an neden orad a d u a etm iyoruz? Bu nu nla bir ilgisi varm ış gibi;
güneşe d oğru bakm alıyım . Eyvah ! İn sanoğlu nu n a sırlık düşlerinden
asla k açam ayız.
B u uzun sabah b o yu n ca ne yapacağım ? A m m o n iou s bu h ayata bir
yıl olsun nasıl katlanabildi, an lam ıyoru m . K u ru m u ş n eh ir yatağın d a bir
ileri b ir geri d olaşıyo ru m ve en son un da b ü y ü k bir taşın ü zerine otu ru ­
yorum . Ö nüm de tek tü k sarı otlar var. Ö tede k ara b ir b ö cek ön ü nd e bir
topu sürükleyerek ilerliyo r; b ir fira vu n böceği.61 A h sevgili hayvancık,
güzel söylencen i yaşam ak için m i uğraşıyorsu n hâlâ? N e ciddi, nasıl da
cesaretini yitirm eden çalışıyor! E sk i bir söylenceyi can lan d ırd ığın ı bir
bilseydin, herh ald e biz söylencelerim izi oynam aktan nasıl vazgeçtiysek
sen de düşlerini bırakırdın.
G erçek dışı insana bulantı verir. Söylediklerim bu yerde kulağa çok
tuhaf geliyo r ve iyi A m m o n iou s bana kesinlikle katılm azdı. N e y a p ıy o ­
rum burad a gerçekten? H ayır, on u daha baştan kın am ak istem iyorum
çünkü anlam ını h âlâ kavrayam adım . O nun da işitilm eye h akk ı var. Bu
arada, dün farklı düşünüyordum . H atta b ana öğretm eye yan aştığı için
neredeyse m üteşekkirdim ona. îşte yin e eleştirm eye, ü stü n lü k taslam aya
başladım ve hiçbir şey öğrenem eyebilirim . B u düşünceler o kadar kötü
değil; hatta iyiler. N eden insanı düşürm ek istiyorum hep, bilm iyorum ?

6ı. Nedensel Olmayan Bağın İlkesi Olarak Eşzamanlılıkta {1952) Jung şöyle yazmıştı:
“Firavun böceği yeniden doğuşun klasik simgesidir. Eski Mısır kitabı Am-Tuaf’taki
tanıma göre ölen güneş tanrısı onuncu istasyonda kendini Khepri, yani firavun böceğine
dönüştürür ve on ikinci istasyonda saltanat kayığını kurar ve o da yeniden canlanan
güneşi sabah güneşi olarak yükseltir (te 8, §843).
Sevgili böcek, nerelere gittin? Sen i gö rem iyo ru m artık. A h , söylen-
cesel to p u n la oraya vard ın bile. B u h ayvan cıklar sıkı sık ıy a sarılıyo r
şeylere, bizim tersim ize, kuşku, fik ir d eğiştirm e, d u rak sam a olm adan.
Söylen celerin i ya şad ık la rı için m i bö yle bu?

Sevgili firavun böceği, babam benim, sana saygı duyuyorum, yaptı­


ğın iş kutsansın -sonsuzda- Amin.
N eler saçm alıyo ru m ben ? B ir h ayvan a tap ınıyoru m , bu çölden k a y ­
n aklan ıyo r olm alı. K esinlikle dualar istiyor.
B u rası ne kad ar da güzel! T aşların k ırm ızım sı ren gi h arika; yü z bin
geçm iş gün eşin ışıltısın ı yan sıtıyorlar. B u k ü çü k kum tan eleri m ü th iş
ilksel o k yan u slard a yu varlan d ı, Üzerlerinde d ah a önce hiç gö rü lm em iş
biçim lerd eki ilksel can avarlar yüzdü. Sen neredeydin, insan, o g ü n ler­
de? Ç o cu k su ilksel hayvan ataların an aların a sokulan çocu k lar gibi bu
sıca k k u m la rd a yatıyor.
E y ana taş, seni seviyorum, ben senin son çocuğun, sıcak bedenine
sokulmuş yatıyorum. Kutlu, eski ana.
23/24 / Kalbim ve bütün şan ve güç senin. Amin.
N eler söylü yo ru m ? Ç ö ld ü bu. H er şe y nasıl d a canlan m ış g ö rü n ü ­
y o r bana! B urası gerçekten korkun ç. Bu taşlar, bunlar taş m ı? B u raya
kasten getirilm iş gibiler. in tik al eden bir b irlik gibi dizilm işler. B o y u t­
ların a göre düzenlem işler kendilerini, b ü yü k ler ayrı d uru yor, küçü kler
dah a sıkı saflarda ve bü yü k lerin ön ünde gru p lar halinde toplanm ışlar.
B urada taş ülkelerin i olu ştu ru yorlar.
D üş m ü gö rü yo ru m , y o k sa u yan ık m ıyım ? H ava sıcak -güneş y ü k ­
seldi bile- saatler nasıl d a geçiyor! G erçekten, sabah neredeyse bitti. N e
k ad ar da h ayret ve riciy d i! B aşım neden u ğ u ld u yo r, güneşten m i, bu
canlı taşlard an m ı, y o k sa çölden mi?
V a d iy i tırm an ıyo ru m ve neden son ra m ü n zevin in kulübesine v a rı­
yo ru m . H asırın d a otu ru yor, d erin düşüncelere dalmış.
B: “ B abam , geld im .”
M : “ Sab ah ın ı nasıl geçird in ?”
B: “ D ü n zam anın senin için nasıl hızlı geçtiğini söylediğinde şaşır­
m ıştım . A rtık seni sorgu lam ıyoru m ve bu beni artık şaşırtm ayacak. Ç o k
şey öğrendim . Seni daha önce olduğundan daha b ü y ü k bir bilm ece yap ­
m aya yetecek kadar öğrendim . Ç ö lde nice şeyler yaşam an gerekiyor, ey
olağanüstü adam ! Taşlar bile seninle k onu şm ak için sıraya girm iş.”
M: “B ir m ünzevinin h ayatıyla ilgili b ir şeyler an layab ilecek kadar
öğrenm ene sevindim . B öylece öd evim iz kolaylaşıyor. G izem lerin e zor­
la g irm ek istem iyo ru m am a benim d ü n yam a hiç benzem eyen tu h a f bir
d ü n yad an geldiğin i h issed iyo ru m .”
B: “ D o ğ ru söylüyorsu n. B u ra d a b ir yaban cıyım , d ah a ön ce gö rd ü k ­
lerinin hepsinden daha yabancı. B rita n y a ’nın en uzak sahilin den gelen
bir adam bile sana benden d ah a yakınd ır. Bu nedenle, sabırlı ol usta,
bilgeliğinin kayn ağın d an içm em e izin ver. Susam ış çöl bizi çevreliyor
olsa da senin yaşayan suyla akan görünm ez deren v a r bu rad a.”
M : “ D u a n ı ettin m i?”
B: “ U sta, b a ğışla beni: D en edim , am a d u a b ulam ad ım . Y in e de y ü k ­
selen güneşe d ua ettiğim i d ü şled im .”
M : “ B un un için endişelenm e. Sen b ir söz bulsan bile, ruh un günü n
doğuşun u selam lam ak için zaten dile getirilem ez sözler b u lm uştu r.”
B: “E vet, am a bu H elio s’a ad an m ış k a fir b ir d u aydı.”
M : “Bu d a sana yetsin .”
B: “ A h , usta, b ir düşte güneşe d u a etm ekle k alm ad ım , d algın lığım la
firavu n böceğine ve yeryü zü n e de d u a ettim .”
M : “ H içb ir şeye şaşırm a ve h içb ir şekilde ne b u n u k ın a ne de b u n ­
dan p işm an lık duy. H ayd i, çalışm aya gidelim . D ü n yap tığım ız k o n u ş­
m a y la ilgili b ir şey so rm ak istiy o r m u su n ?”
B: “ D ü n P h ilo ’dan k on u şu rk en sözünü kesm iştim . Sözlerin belirli
dizilişlerinin çeşitli an la m la rıy la ilgili fik rin i açıklam ak istiyord u n .”
M : “ D ö n ü p d u ran sözlerin k o rk u n ç çıkm azınd an nasıl k u rtu ld u ğ u ­
m u anlatm aya devam edeceğim . B ir keresinde b abam ın özgü r kıld ığı
bir adam b an a gelm işti; çocuklu ğu m d an beri b ağlılık d u yd u ğu m bu
adam benim le k on uştu ve şöyle dedi:

“Ah, Am onious, iyi misin?” “Kesinlikle;’ dedim, “gördüğün gibi bilgi


sahibi ve çok başarılı oldum.”
O: “Mutlu musun, bütünüyle hayatta mısın, demek istiyorum .”
Ben güldüm: “ Gördüğün gibi, her şey iyi.”
Y aşlı adam yanıtladı: “N asıl ders verdiğini gördüm . Dinleyici­
lerinin yargısı seni kaygılandırıyor gibiydi. Dinleyicilerini memnun
etmek için dersini nükteli öykülerle dokudun. Onları etkilemek için
bilgili ifadeler yığdın. Hâlâ bütün bilgileri kapman gerekiyormuş
gibi huzursuz ve aceleciydin. Kendinde değilsin.”
Bu söyledikleri başta bana gülünç gelmişti ama yine de etkilen­
dim ve istemeden de olsa / yaşlı adama hak verm ek zorunda kaldım
çünkü söyledikleri doğruydu.
Sonra da şöyle dedi: “Sevgili Amm onius, sana iyi haberlerim var:
Tanrı oğlunda ete kemiğe büründü ve hepimize kurtuluşu getirdi.”
“Neler söylüyorsun?” dedim. “Herhalde ölümlü bir bedende belire­
cek Osiris’ten söz ediyorsun, değil mi?” 62
“Hayır^’ dedi, “bu adam Yuda’d a yaşadı ve bakirenin çocuğu ola­
rak doğduk’
Güldüm ve şöyle dedim: “ Ben bunu biliyorum zaten; Yahudi bir
tüccar Judea’nın bakire kraliçesinden haberler getirdi. im gesi tapı­
naklarımızın birinde duvarlarda belirm iş. Bunun bir masal olduğu­
nu söyledi:’
“H ayır;’ diye ısrar etti yaşlı adam, “o Tanrı'nın Oğlu'ydu.”
“O halde Osiris’in oğlu H oru s'ta^3 söz ediyor olmalısın, öyle
mi?” dedim.
“Hayır, Horus değildi, gerçek bir adamdı ve bir çarmıha gerildi:’
“Ah, o zaman bu Seth olmalı, kuşkusuz, çektiği cezaları eskileri­
miz sık sık anlatır:’
Oysa yaşlı adam kendinden emin duruyordu ve şöyle dedi: “Öldü
ve üçüncü günde dirildi:’
“O halde Osiris olmalı,” diye yanıtladım sabırsızlıkla.
“Hayır;’ diye haykırdı, “adı Mesih Isa'ydı:’
“Ah, dem ek gerçekten şu Yahudi Tanrısından söz ediyorsun,
yoksullar onu limanda onurlandırıyor, kirli gizem lerini kilerlerde
kutluyorlar.”
“ O bir insandı, ama yine de T anrı’nın Oğlu’ydu,” dedi yaşlı adam
azimle bakarak.
“Bu saçma, sevgili yaşlı adam,” dedim ve ona kapıyı gösterdim.
Yine de uzaklardaki taş yüzlerden gelen yankılar gibi sözleri bana

62. Osiris Mısır yaşam, ölüm ve doğurganlık tanrısıydı. Seth çöl tanrısıydı. Seth erkek
kardeşi Osiris tarafından öldürülmüş ve parçalanmıştı. Karısı Osiris’in bedenini yeniden
bir araya getirmişti ve böylece yeniden canlanmıştı. Jung, Osiris ve Seth’i Libidonun
Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) ele alır ( t e 8, §358f).
63. Osiris’in oğlu Horus Mısır gökyüzü tanrısıydı. Seth’e karşı savaşmıştı.
geri döndü: Bir insan, ama yine de T anrı’nın Oğlu. Bu bana önemli
göründü ve bu ifade beni Hristiyanlığa getirdi.

B: “ Peki, H ristiyanlığın sonuçta M ısır öğretilerinizin değiştirilm iş


hali olduğunu d ü şü n m ü yor m u su n ?”
M : “ E sk i öğretilerim izin H ristiyan lığın tam yeterli olm ayan ifad ele­
ri old u ğ u n u söylüyorsan, sana daha çok k atılab ilirim .”
B: “ E vet, am a o halde din tarih in in b ir son hedefe y ö n e ld iğ in i m i
d ü şü n ü yorsu n ?”
M : “ B ab am b ir k eresin d e N il’in k ay n ağ ın ın old u ğ u b ölged e p a ­
zard an satın a ld ığ ı siy a h i b ir köle getirm işti. N e O siris’in ne de d iğer
ta n rıla rın d u yu lm ad ığ ı b ir ü lk ed en g e liy o rd u ; O siris ve d iğer ta n rı­
la rla ilg ili in a n d ık la rım ız la a y n ı olan b irç o k şey an lattı d ah a y a lın bir
dille. B u eğitim siz S iy a h ile rin fa rk ın d a olm ad an k ü ltü rlü h alk ların
tam birer öğ reti o lacak şekild e geliştird iği şeye zaten sah ip old u ğ u n u
a n lam ayı öğren d im . B u d ili d o ğ ru b ir şekild e o k u y a b ile n k işi böyle-
ce ya ln ız ca putperest ö ğ re tile ri d eğil, ay n ı zam an d a İsa’nın ö ğ retisin i
de gö re b ilird i onda. İşte şim d i b u n u n la m eşgul o lu y o ru m . İn cille ri
o k u yo ru m ve gelecek olan an la m ı a rıy o ru m . A n la m la rın ı ön ü m ü zd e
u zan d ıkları h a liy le b iliy o ru z an ca k geleceği gö steren gizli a n la m la rın ı
b ilm iyo ru z . D in lerin en içteki ö zlerin d e a y rıld ığ ın a in a n m a k yan lış.
A çık çası, d in le r h er zam an b ir ve aynı. D in in h er b ir so n rak i biçim i,
ö n cek in in a n la m ı.”
B: “ G elecek olan anlam ı b uldun m u?”
M : “ H ayır, h en üz değil; bu çok zor ancak başarm ayı um uyoru m .
Bazen başkaları tarafınd an u yarılm aya gereksin im d u y u y o ru m gibi ge­
liyo r bana am a bunların şeytanın m arifeti old u ğun u gö rü y o ru m .”
B: “ İn san lara d ah a yakın o ld u ğu n d a b aşarıya ulaşacağına in an m ı­
y o r m usu n ?”
M : “ B elki h aklısın dır.”
B ird en bana adeta k u şk u ve güvensizlikle b a k ıy o r. “Öte y a n d an ,”
d iye d evam ed iyo r, “ çölü seviyo ru m , a n lıy o r m usun? B u sarı, g ü n e ­
şin p arlad ığ ı çöl. B u rad a gü neşin y ü z ü n ü h er gün g ö reb ilirsin , yaln ızca
sen, şanlı H elio s’u gö rebilirsin -hayır, o bir put- n eyim v a r benim ? A k ­
lım karıştı. Sen şeytansın seni tanıdım . G e ri dur, d ü şm an !”
/ Ö fkeyle sıçrıyo r v e b a n a sald ırm ak istiyor am a ben uzaklarda, y ir ­
m in ci yü zyıld ayım .64

[2] Bin yılın mezarında uyuyan harika bir düş görür. İlksel eski bir
düşgörür. Yükselen güneşi düşler.
Dünyanın bu çağında bu uykuya yatar bu düşü görürsen güneşin bu
çağda da yükseldiğini görürsün. Şu an için hâlâ karanlıktayız ama gün
üzerimize doğacak.
İçindeki karanlığı kavrayan için ışık yakındır. Kendi karanlığına
inen işleyen ışığın merdivenine, ateş yeleli Helios'a ulaşır.
Onun dört beyaz atlı arabası yükselir, sırtında çarmıh, yanında
yara yoktur ama o güvende ve başı ateşler içinde parıldıyor.
O alay eden biri de değil, görkem ve sorgulanamazgüç onunla.
N e konuştuğumu bilmiyorum, bir düşte konuşuyorum. Yardım et
bana, yalpalıyorum, ateşle sarhoşum. Bu gecede ateş içtim çünkü çağ­
lardan aşağı indim ve uzaklarda, dipteki ateşin içine daldım. Yanan bir
yüzle ve ışıltılar içinde bir başlagüneşten sarhoş doğruldum.
26/27 Elini ver, insan eli ki böylece beni yeryüzüne tutabilesin onunla, /
çünkü ateşten damarlar beni yukarı sürüklüyor ve sevinçli özlem beni
doruğa fırlatıyor.
O ysa gün, gerçek gün, bu dünyanın gü n ü doğm ak üzere ve ben
dünyanın geçidinde, aşağılarda ve yaln ız ve vadinin kararan gölgele­
rinde gizlenm iş duru yoru m . Y e ry ü z ü n ü n gölgesi ve ağırlığı bu.
U zaklard a, D o ğu ’dan çölü n ü zerine doğan güneşe nasıl d u a ede­
b ilirim ? N ed en on a dua edeyim ? İçim d eki gü n eşi içiy o ru m , öyleyse
ona neden dua edeyim ? O ysa çöl, içim d eki çöl dualar istiyor çünkü
çöl k en d in i canlı olanla d o yu rm ak istiyor. T a n rı'y a , güneşe y a d a diğer
ölüm süzlere bunun için y a k a rm a k istiyorum .

64. Düzeltilmiş Taslak şöyledevamediyor: “birdüştegibikendimegerçekdışı


[görünüyorum]" (s. 228). Hristiyanmünzevilerşeytanınortayaçıkışınakarşısürekli
tetikteydi. Şeytanınortayaçıkıpinsanları ayartmasınınünlüörneklerindenbiri
Athanasius’unErmişAnthony’ninyaşamındagörülür. Jung1921deErmişAnthony'nin
keşişlerini şöyleuyardığını yazıyor: “Şeytankutsalinsanlarıfelaketlerinesürüklemek
içinnasıldazekicekılıkdeğiştirmiş. Elbetteşeytanmünzevininkendibilinçdışıdır.
Doğasınınzorlabastırılmasınakarşı çıkar” (Psikolojik Tipler, te 6, §82). Flaubert, Ermiş
Anthony’ninyaşadıklarını Jung’undaokuduğuAnthony'nin Baştan Çıkışı kitabında
işlemiştir(Psikoloji ve Simya, te 12, §59).
Y a k a rıy o ru m çü n k ü b o şu m ve bir d ilen ciyim . B u d ü n yan ın gü ­
nünde güneşi içtiğim i ve onun etkin ışığ ın d an ve alazlayan gü cü n ­
den sarhoş old u ğ u m u u n u tu yo ru m . O ysa ben yeryü zü n ü n gölgelerine
adım attım ve çıp lak o ld u ğu m u , y o k su llu ğu m u k ap atacak h içb ir şey
o lm ad ığın ı görd üm . Senden şeylere k açan iç y aşam ın so n a erer erm ez
dok u n u rsu n yeryüzün e.
Şeylerd e olağanüstü bir yaşam yü k seliyo r. Ö lü ve cansız o ld u ğ u ­
nu san d ığın gizli b ir y a şam a ve sessiz, am ansız y ö n elm işliğ e ihanet
ed iyor. H er şeyin tu h a f jestlerle, yan ın d a, üzerin d e, altın d a ve senin
sayen d e ken d i y o lu n a gittiği b ir itiş k ak ışa k ap ıld ın ; taşlar bile sen in ­
le k o n u şu yo r ve b ü yü lü ip ler sen in le şeyler a ra sın d a ve şeylerle sen in
ara n d a m e k ik d ok u yor. U z a k ve y a k ın için de ça lışıy o r ve sen k aran lık
bir biçim de y a k ın ve uzak üzerind e çalışıyorsu n. V e sen h er zam an
çaresizsin v e b ir avsın.
O ysa ya k ın d an bakarsan d ah a önce hiç gö rm ed iğ in i, y a şa m ın ı şe y ­
lerin y a şad ığ ın ı ve senden geçin d iğ in i göreceksin ; akarsu sen in y a şa ­
m ını va d iye taşıyo r, b ir taş diğerinin ü zerine senin gü cünle d ü şüyor,
bitkiler ve h a yva n lar d a senin sayende b ü y ü y o r ve ölü m ü n ü n nedeni
de on lar. R ü z g â rd a dans eden y a p ra k seninle dans ediyor; u sd ışı h a y ­
van65 d üşün cen i tahm in ed iyo r ve seni tem sil ediyor. Bü tün ye ry ü z ü
yaşam ını senden e m iyo r ve her şey yin e seni yansıtıyor.
G izli bir b içim d e k arışm ad ığın hiçbir şey olm u yo r çü n kü her şey
kendini senin çevrend e düzenlem iş ve sen in en d erin içinle oyn u yor.
Ne k ad ar uzak, ne k ad a r değerli, ne k ad a r sır olu rsa olsun içinin şey ­
lerden gizlisi yok. O, şeylerin doğasın da var. K öpeğin seni u zu n süre
önce ölen baban d an y o k su n b ıra k ıy o r ve bunu ya p a rk e n de sana b a k ı­
yor. Ç a y ırd a k i in ek an n en i seziyor ve tam bir sak in lik ve g ü v en içinde
seni bü yü lü yo r. Y ıld ız la r en d erin gizem lerin i san a fısıld ıy o r ve y e ry ü ­
zünün yu m u şak va d ile ri anaç bir rah im d e ku rtarıyor seni.
B aşıb oş b ir ço cu k gibi y a şa m ın ın ip le rin i tutan ku d retliler a ra sın ­
da a c ın a c ak haldesin. B a ğ ıra ra k y a rd ım a rıyo rsu n ve ö n ü n e ilk çıkan a
sarılıyo rsu n . B elk i san a öğü t verebilir, belki de sende o lm ayan ve bü-
1 ün şeylerin senden em ip ald ığı d ü şü n ceyi b iliyo rd u r.

65. Aristo’nun insanın “rasyonel hayvan" tanımı tersine çevriliyor.


Şeylerin yaşamadığı ama kendini yaşayan ve tamamlayanın haber­
lerini duymak istediğini biliyorum çünkü sen yeryüzünün, kendinden
hiçbir şey ememeyen, yalnızca güneşten emen ve seni de emip kurutan
yeryüzünün oğlusun. Bu yüzden de parlayan ama emmeyen güneşin
oğlunun haberlerini almak istiyorsun.
/ Güneş parladı ve verdi, can verdi ve yeryüzü güneşe yeşil ve renk­
li çocuklar verince yaşam ona yeniden doğdu ve sen onun haberlerini
duymak istiyorsun.
Onun, ışıldayan kurtarıcının, güneşin oğlu olarak yeryüzünün ağla­
rını delip geçen, büyülü bağları koparıp tutsakları özgürleştiren, kendi­
nin sahibi olan ve kimsenin uşağı olmayan, kimseyi emip kurutmayan
ve bitkinlere değer vermeyenin haberlerini duymak istiyorsun.
Yeryüzünün gölgesinin karartmadığı, aydınlattığı, herkesin düşün­
celerini gören ve düşünceleri kimse tarafından öngörülemeyen, her şe­
yin anlamına kendinde sahip olan ve anlamını hiçbir şeyin anlatama­
dığı onu duym ak istiyorsun.

M ü n zevi d ünyadan kaçtı; gözlerini kapadı, k u lak ların ı tıkadı ve


kend in i ken d i için deki bir m ağ araya kapattı am a bu nu n da yararı o l­
m adı. Ç ö l on u em ip kuruttu, taşlar d üşü ncelerini söyledi, m ağara d u y ­
gularını yan k ılad ı ve böylece ken d isi çöl, taş ve m ağ ara oldu. Her şey
bo şlu k ve çöl, çaresizlik ve çoraklık oldu çünkü o parlam ad ı ve bir k i­
tabı em ip ku ru tarak ve çöl tarafınd an em ilip k u ru tu larak yeryüzünün
oğlu olarak kaldı. T u tku oldu, görkem olam adı, bütünüyle yeryüzü
oldu, güneş olam adı.
Sonuçta çö ld eyd i, aslın d a yeryü zü n ü n d iğer oğullarınd an h iç farkı
o lm ad ığın ı çok iyi bilen akıllı b ir aziz gibi. K en d in d en içm iş olsaydı,
ateş içm iş olacaktı.
M ün zevi k end in i bu lm ak için çöle gitti. O ysa k en d in i değil, kutsal
yazılard aki çoklu anlam ı bulm ak istiyordu. K ü çü k ve b ü yü ğü n en gin li­
ğini kend in e em ebilirsin ve gittikçe daha d a boşalacaksın çü n k ü engin
d oluluk ile engin boşluk aynıdır ve b ird ir.66
D ışta g e re k sin im d u y d u ğ u n u b u lm a k istiyo rd u . O y sa ço k lu a n la ­
m ı an ca k k en d i için d e b u la b ilirsin , şeylerd e d eğil çü n k ü an lam ç o k lu ­

66. bkz. Jung’un Pleromatanımı, aşağıda s. 443.


ğu ayn ı anda verilen bir şey değil, a n la m la r d izisid ir. B irb irin i izleyen
a n lam lar şeylerd e d eğil, sen d ed ir, sen ki yaşam ın p arçası old u ğu n
sü rece b irç o k d eğ işim in özn esisin . Ş ey le r de d eğ işir am a sen d eğ iş­
m ezsen b u n u gö rm ezsin . D eğişirsen d ü n y a n ın y ü z ü d eğişir. Şeylerin
çoklu an la m ı sen in ço k lu a n la m ın d ır. O n u şeylerd e a ra m a boşun a.
Bu d a b ü y ü k o la sılık la m ü n zevin in ned en çöle gittiğin i ve k en d in i
d eğil, şeyi a ra d ığ ın ı açıklıyor.
B u nedenle de bütün istekli m ü n zevilere olan on un da başın a geldi.
Şeytan sakin d iliyle ve açık zih n iyle on a geldi ve h angi sözün ne zam an
d oğru old u ğu n u biliyordu . O nu isteğine ayarttı. O n a şeytan olarak g ö ­
rün m em gerekti çü n k ü k aran lığım ı kabu l etm iştim . Y eryü zü n ü yedim
ve güneşi içtim ve yalnız başına büyüyen, yeşillenen bir ağaç old u m .67 / 28/29

tı7. Taslak’lave Düzeltilmiş Taslakta: “Yalnızlığı ve yalnızlığın güzelliğini gördüm oysa ve


cansızın yaşamını ve anlamsızın anlamını yakaladım. Çokluğun da bu yönünü anladım.
Böylece ağacım yalnız ve sessiz büyüdü, derinlere uzanan kökleriyle yeryüzünü yedi
ve yükseklere uzanan dallarıyla güneşi içti. Yalnız [yabancı] konuk ruhuma girdi.
Yeşillenen yaşamımın seline kapıldım. [Böylece dolandım suyun doğasını izleyerek].
Yalnızlık büyüdü ve genişledi yaşamın çevresinde. Yalnızlığın ne kadar sınırsız olduğunu
bilmiyordum, gezindim ve bakındım. Yalnızlığın derinliklerini keşfetmek istedim ve
yaşamın bütün sesleri ölene dek uzaklaştım” (s. 235).
Ölüm68
Cap. vi.

[H I 29] Ertesi gece69 K uzey ülkesine gittim ve sisli, puslu, serin, n em ­


li havada gri bir göğün altında bu ld u m kendim i. Z a y ıf akıntıların geniş
aynalard a parıld ayarak denize d oğru aktığı, akışın tüm telaşının gittikçe
köreldiği ve bütün gücün ve bütün çabanın denizin sınırsız genişliğiyle
birleştiği ovalara çabalıyorum . A ğaçlar seyrekleşiyor, geniş bataklık çayır­
lar durgun, bulanık suya eşlik ediyor, ufuk sınırsız ve yalnız, gri bulutlarla
kaplanm ış. Yavaşça, nefesim i tutarak, köpüklere doğru hızla kaym anın
ve sonsuzluğa akm anın bü yü k ve k ay g ılı beklentisi içindeki biri gibi k ar­
deşim i, denizi izliyorum . A kıntısı neredeyse seçilem eyecek denli hafif,
yine de yüce kucaklam aya, kaynağın rahm ine girm eye, sınırsız genişlik
ve ölçüsüz derinliklere girm eye gittikçe yaklaşıyoruz. A lttaki sarı tepeler
orada yükseliyor. A yaklarında geniş bir ölü göl yayılıyor. G ökyüzüyle d e ­
nizin sonsuzlukta birleştiği loş, sözcüklerle anlatılam ayacak kadar uzak
bir ufka açılan tepeler boyunca sessizce ilerliyoruz.
Orada, son kum ulun üzerinde birisi duruyor. Siyah, buruşm uş bir ka­
ban var üzerinde; devinim siz duruyor ve uzaklara bakıyor. Yanına çıkıyo­
rum. B ir deri bir kem ik, gözlerinde derin, ciddi bir bakışvar. Şöyle diyorum:
“ B iraz y an ın d a d u rayım , k aran lık kişi. Seni uzaktan tanıdım . Y aln ız
ve dün yan ın son köşesinde böyle duran tek b ir kişi va r.”
B en i şöyle yanıtladı: “ Y aban cı, senin için çok soğu k değilse ya n ım ­
da elbet durabilirsin. G ö rd ü ğü n gib i soğu ğu m ve kalbim h iç atm adı.”
“ B iliyo ru m , sen buzsun ve sonsun; sen taşların so ğ u k sessizliğisin
ve d ağlard aki en yü k sek kar, dış uzayın en aşırı ayazısın. B öyle h isset­
m em gerekiyor ve bu y ü zd en ya n ın d a d u ru yo ru m .”
“ Seni b u raya b an a getiren n ed ir e y yaşayan m ad d e? C an lılar hiçbir
zam an k o n u k olm az buraya. E vet, sıkışık kalab alıklarla kederle gelip
geçer burad an , bir daha geri d ö n m em ek üzere, yukarıda, açık günün
29/30 to p rağın d a ya şayıp a yrılm a zam anı gelen herkes. / Y aşayan larsa asla
gelm ez buraya. B u rad a ne arıyo rsu n ?”

68. El yazısı Taslak’ta-. “Beşinci Macera: Ölüm” (. 557).


69. 2 Ocak 1914.
“C an lı bir akıntı b o yu n ca m u tlu lu kla izlediğim tu h a f ve b eklen m e­
dik yo lu m getirdi beni buraya. B ö ylece de seni buldum . G ö rü y o ru m ki
burası senin yerin , h ak lı yerin , ö y le m i?”
“ Evet, b u rası ayırt edilem ez olana, h iç b ir şeyin eşit y a d a farklı o l­
m adığı, her şeyin diğeriyle b ir olduğu y e re çıkar. Şu rad a yaklaşan ı g ö ­
rü y o r m usu n ?”
“ G elgitle birlikte bize d o ğ ru yü z e n k aran lık bulu tlard an o lu şan d u ­
vara benzer bir şey gö rü y o ru m .”
“ Y akın d an bak, ne gö rü yo rsu n ?”
“ Sıkış tepiş çok sayıda adam , yaşlı erkekler, k ad ın lar ve çocuklar gö ­
rüyorum . A ra la rın d a atlar, öküzler ve daha k ü çü k hayvanlar olduğun u
görüyorum . B ir böcek bulutu kalabalığın çevresinde küm elenm iş, y a ­
nında bir orm an yüzüyor, sayısız solm uş çiçek ve tam am en ölü b ir yaz.
Yaklaştılar bile; ne kaskatı ve soğuk görünüyorlar, ayakları hareket etm i­
yor, sıkışık saflarından hiçbir ses yükselm iyor. Elleriyle ve kollarıyla sıkı
sıkıya kenetleniyorlar; ötelere bakıyorlar ve bize hiç aldırm ıyorlar. H epsi
devasa b ir akıntıyla akıp gidiyor. K aran lık kişi, bu korku nç b ir gö rü m .”
“ Y a n ım d a d u rm a y ı sen istedin, şim di kendin e h âkim ol. B ak !”
G ö rü yo ru m . “ İlk sıra k ıyıd ak i d algalarla akıntının birlikte şiddetle
aktığı n o k taya ulaştı. Ö lülerin akışını k ab aran denizle b irlikte b ir h ava
dalgası da k arşılıyo r, döne döne yü k seliyo rlar, k ara paçavralar halinde
d ağılıyo rlar ve sisin, b u lan ık bu lu tların için de eriyip g id iy o rla r gibi g ö ­
rünüyor. D alga d a lga yak laşıyo rlar ve h er yen i gelen k a ra h a v a içinde
e riyip gidiyor. K a ra n lık kişi, sö y le bana, son b u m u?”
“ B a k !”
K aran lık d en iz şiddetle k ırılıyo r, için den kızılca ış ık yayılıyo r, kan
gibi. K an denizi ayaklarım ın dibinde k ö p ü rü yo r. D enizin derinlikleri
parıldıyor. N e tu h a f h issed iyo ru m , ayaklarım d an m ı asıldım ? B u deniz
mi yo ksa gökyüzü m ü? K a n ve ateş k a rışıp topa d ön ü şü yo r, d um anlı
kefeninden k ırm ızı ışık saçılıyor, kanlı denizden y en i b ir güneş kur-
Iuluyor ve en dip lerdeki d erin lik lere d oğru p a rla y a ra k yu varlan ıyor,
.ıyaklarım ın altın da yo k o lu yo r.70
Ç evrem e b akıyoru m , yapayalnızım . G ece inm iş. A m m on iu s ne d e­
m işti? G ece sessizlik zam anıdır.

Karş. LiberPrimus, Bölüm 5, “Gelecekteki Cehenneme Iniş’tekı görüm, s. 122.


[2] [Ö H 30] Ç evrem e baktım ve yalnızlığın ölçülem ez derecede
gen işled iğin i ve beni m üth iş bir soğu klu kla d eştiğini gördüm . G ü n eş
içim d e h âlâ p arlıyord u am a bü yü k gölgenin içine adım attığım ı h isse­
d eb iliyord um . D erin liklere, gelecek olanın derinliklerine d o ğ ru y a v a ş­
ça ve sakince y o l alan akın tıyı izliyorum .
B ö y le ce geceye çıktım ( i9 i4 y ılı n ın ik in c i gecesiydi) ve içim i kaygılı
beklenti d oldurdu. G eleceği kucak lam aya çıktım . Y o l genişti ve gelecek
olan korkunçtu. B ü yü k bir ölü m ve kan denizi geliyordu. Buradan yeni
güneş yükseldi, kork u n ç ve bizim gün dediğim izin tersine çevrilm iş­
ti. K aran lığı yakalad ık ve on u n güneşi üzerim izde parlayacak, k an lı ve
bü yü k bir çöküş gibi yanarak.
K aran lığım ı kavrad ığım d a üzerim e gerçekten m uhteşem b ir gece
geldi ve d üşüm beni bin yılın derinliklerine soktu, buradan d a anka
kuşu yükseldi.

G ü n ü m e ne oldu peki? M eşaleler y a k ıld ı, k an lı ö fk e ve an laşm azlık­


lar patlak verd i. K a ran lık d ü n y a y ı eline geçirirken, k ork u n ç savaş çıktı
ve karan lık dünyanın ışığını y o k etti çün kü k aran lık için k avranam azd ı
ve artık hiçbir y a ra rı yoktu. B öylece C eh en n em ’i tatm ak zorundaydık.
Bu çağın erdem lerinin dönü ştü ğü kötülükleri, yu m u şak lığın ın k a ­
tılığa, iyiliğin in gaddarlığa, sevginin nefrete ve anlayışının deliliğe dö­
n üştüğünü gördüm . N eden karan lığı k avram ak istedin sanki! Y in e de
b u n u yap m an g e re k iy o rd u , y o k sa o seni ele geçirecekti. B u kavrayışı
ön görebilene ne m utlu.
İçindeki kötülüğü hiç düşündün m ü? A h , on u anlatıyorsun, söz et­
m iştin ve gülüm seyerek itira f etm iştin insanın genel b ir kötülüğü y a da
30/31 yinelenen b ir yanlış anlam a olarak. Peki, kötülüğün ne olduğunu, / er­
dem lerinin tam arkasında d u rd u ğun u , on ların a y n ı zam and a erdem lerin
olduğunu, onların kaçınılm az tözü olduğunu biliyor m uydun?71 Şeytanı
bin yıl boyunca dipsiz derinliğe hapsettin ve bin y ıl boyunca ona güldün
çünkü bir çocuk m asalı o lm u ştu /2 O ysa tüyler ürpertici olan başını bir
k ald ırsa dünya ürkerek geri çekilir. En uç soğukluk yaklaşıyor.

71. Jung i94o’ta şöyle yazmıştı: “Kötülük görecedir ve kısmen önlenebilir, kısmen de yazgıdır;
aynı şey erdem için de geçerlidir ve çok zaman insan hangisinin en kötüsü olduğunu
bilemez" (Üçleme Dogmasını Psikolojik Açıdan Yorumlama Denemesi, te II, §291).
72. Düzeltilmiş Taslak'ta bu cümlenin yerine: “Kötülük dünyanın biryarısıdır, terazinin iki
kefesinden biridir" (s. 242).
K o rk u yla savunm asız olduğunu ve k ötü lü klerin in ord u su n u n aciz­
likle d izlerin in üzerine çöktü ğü nü gö rü yo rsu n . İb lislerin gücüyle k ö tü ­
lüğü yakalıyo rsu n ve erd em lerin o n a geçiyor. B u çatışm ada bütünüyle
yalnızsın çünkü tanrıların sağırlaştı. H an gi şeytanların daha bü yü k ol­
duğunu b ilm iyo rsu n , k ötülüklerin m i, yo ksa erdem lerin mi. Y in e de
bir şeyden em in sin , erdem lerin ve k ötü lü klerin kardeş.
73A ç ık görebilm ek için ölü m ün soğukluğuna gereksinim im iz var.
Yaşam yaşam ak ve ölm ek, başlam ak ve bitm ek i s t e r i Seni sonsuza dek
yaşam aya zorlayan yo k am a ölebilirsin de çünkü içinde ikisi için de istem
var. Yaşam ve ölüm var oluşunda bir denge tutturm alı.7S Bugünün insanı
ölüm den bü yü k bir dilim e gereksinim duyuyor çünkü içlerinde çok fazla
yanlışlık yaşıyor ve içlerinde çok fazla d oğruluk ölüyor. D engede olan
doğrudur, dengeyi bozan yanlış. O ysa dengeye ulaşılırsa onu koruyan
yanlış, onu bozansa doğrudur. D enge aynı anda yaşam ve ölüm dür. Yaşa­
mın tam am lanm ası için ölüm le denge uygundur. Ö lü m ü kabul edersem
ağacım yeşillenir çünkü ölen yaşam ı arttırır. D ünyayı saran ölüm e dalar­
sam tom urcukların açılır. Yaşam ne çok ölüm e gerek duyuyor!
En k ü çü k şeylerde neşe a n c a k ö lü m ü kabu llend iğin d e gelecek sana.
O ysa yaşayabilecek olduğun h er şeye açgözlülükle baktığınd a hiçbir
şey seni m em nun edecek kad ar b ü y ü k değild ir ve seni sa rm a y a devam
eden en k ü çü k şeyler artık neşe olm az. İşte bu yüzden ölüm e b akıyo­
rum çünkü bana nasıl yaşan acağın ı öğretiyor.
Ö lüm ü kabul edersen bu b ü tü nü yle dondurucu b ir gece, kaygılı bir
kuruntu gibidir am a tatlı üzüm lerle dolu b ir bağdaki d ondurucu gece-

7 1.Taslak şöyle devam ediyor: “Bu kanlı savaşta ölüm üzerine yürür, tıpkı bugün toplu
kıyım ve ölümlerin dünyayı doldurması gibi. Ölümün soğuğu içine işler. Yalnızlığımda
ölümüne donduğumda gelecek olanı gördüm, tıpkı dondurucu bir gecede yıldızları ve
uzak dağları gördüğüm gibi” (s. 260).
74. Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) Jung libidonun yalnızca Schopenhauer
tarzı bir yaşam itkisi olarak kalmadığını, aynı zamanda kendi içinde ölüme ulaşmaya
yönelik karşıt bir çabayı içerdiğini savunur (te 8, §696).
75. Taslak şöyle devam ediyor: “Doğru olanı yaşamakveyanlış olanı ölüme bırakmak,
yaşam sanatı budur” (s. 261). Jung 1934’te şöyle yazmıştı: “Yaşam da diğerleri gibi enerjik
bir süreçtir. Bununla birlikte tüm enerjik süreçler ilke olarak geri döndürülemezdir ve
bu yüzden de kesin olarak hedefe yönelir ve hedef durağanlıktır... Yaşamın ortasından
itibaren, yalnızca yaşamla ölmek isteyen yaşamını sürdürür. Çünkü yaşamın gün ortasının
gizli saatinde olan parabolün tersine dönmesi, ölümün doğmasıdır... Yaşamayı istememek
ölmeyi istememekle aynı şeydir. Oluş ve ölüş aynı eğridir (“Ruh ve Ölüm” te 8, §800).
Bkz. Shamdasoni “The boundless exponse”: Jung’s Quaorant: Journal of the C.G. Jung
FoundationforAnalyticalPsychology 38 (2008) s. 9-32.
dir.76 Y akında zenginliğinle m em nun o lm aya başlayacaksın. Ö lüm p işi­
yor, olgunlaşıyor. M eyveyi toplayabilm ek için ölü m e gerek var. Ö lüm o l­
m asa yaşam anlam sız olurdu çü n k ü uzun süren yin e yü kseliyor ve kendi
anlam ını yadsıyor. O lm ak için ve varlığından haz alm ak için ölüm e ihti­
yacın va r ve sınırlanm ışlık varlığın ı yerine getirebilm eni sağlıyor.
[H I 3 1 ] Y eryü zü n ü n y a sın ı ve an lam sızlığın ı gö rü p son uçta başı
k ap alı olarak ölüm e gird iğim d e gö rd ü ğü m h er şey gerçekten bu za d ö ­
nüşecek. O ysa gölge d ü n y a d a öteki, k ırm ızı güneş y ü k seliyo r.77 G izlice
ve b eklen m ed ik şekilde yü k seliyo r ve dünyam şeytan sı bir belirm e gibi
dönüyor. K an ve cinayet bekliyoru m . K an ve cinayet yüceltiliyor ve o n ­
ların ken d in e ö zgü gü zellikleri va r; k an lı şiddet eylem lerin in güzelliği
beklenebilir.
O ysa kabul edilem ez olan, son derece iğrenç, h er zam an reddetti­
ğim yük seliyo r içim de. B u yaşam ın rezilliği ve yo ksu llu ğu biterse çü n ­
kü, b an a karşıt olan başka b ir yaşam başlar. B u o derece k arşıttır ki onu
kavrayam am . K arşıtlığı usun yasaların a göre d eğild ir çünkü, bütünüyle
ve kendi d oğasın a göredir. Evet, yalnızca karşıt değildir, aynı zam anda
iğrenç, görülm ez biçim de ve gad d arlık ölçüsünde iğrençtir, nefesim i
keser, k aslarım d aki gü cü emer, d u yu larım ı karıştırır arkam dan, topu­
ğum d an sokar beni zehirli iğn esiyle ve hep z a y ıf noktam old u ğu nu dü­
şünm ediğim yerd en v u ru r b a n a / 8
G üçlü b ir düşm an gibi erkekçe ve tehlike saçarak ç ı^ n a z karşım a
am a ben bir gübre yığın ın d a çürürüm , uysal tavu k lar çevrem de gıd ak ­
layıp şaşkınca ve sersem ce yum urtlarken . B ir k öp ek geçer, bacağını
üzerim e kaldırır, son ra d a sakin ce yo lu n a devam eder. D o ğd u ğu m sa­
ate yed i kez lanet ederim ve o racıkta can ım a k ıy m a y ı seçm ezsem ik in ­
ci d oğum um un saatini y aşam aya hazırlanırım . E skiler şöyle demişti:
In te rfa ece s et urinas nascim ur.79 Ü ç gece b o yu n ca d oğu m u n yılgısıyla
boğuştum çünkü. Ü çü n cü gece vah şi b ir çığlık çınladı hiçbir şeyi basit
31/32 olm ayan için. S o n ra d a yaşam hareketlendi yeniden. /

76. bkz. yukarıda dipnot 20, s. 102.


77. Yukarıda görüme atıfta bulunuyor.
78. Libidonun Simgeleri ve Dönüşümlerinde (1912) Jung yaralı topuk motifini yorumlar (rn
B, §461).
79. “Dışkı ve idrar arasında doğarız” özellikle Aziz Augustinee atfedilen birdeyiş.
Eski Tapınakların Kalıntıları80
Cap. vii.

|ÖH 32]8‘' 82Y in e yen i b ir m acera d ah a belirdi. Ö n ü m d e geniş çayırlar


serili; çiçeklerd en bir halı, yu m u şak tepeler, u zakta taze yeşiliyle b ir
orm an. İk i tu h a f gezgin -u staya rastlıyoru m . H erhald e tam am en şans
eseri yo l arkad aşı olm uşlar; yaşlı b ir keşiş ve ç o cu k gibi yü rü yen , rengi
atmış k ırm ız ı giysiler içinde u zun boylu, z a y ıf bir adam . Y aklaştıkla­
rında uzun bo ylu n u n k ırm ız ı atlı old u ğu n u gö rü yo ru m . N asıl d a de­
ğişm iş! Y aşlanm ış, kızıl saçları ağarm ış, can lı k ırm ız ı giysileri y ıp ra n ­
mış, eski püskü, yo ksu l. Y a d iğeri? G ö b eğ in i şişirm iş, an laşılan zorlu
zam anlar on a u ğram am ış. Y üzü ta n ıd ık geliyor y in e de. T an rılar adına,
bu A m m o n ius!
N e d eğişiklik! B irb irin d en düped ü z fa rk lı bu iki ad am nereden ge­
liyor? Y a k la şıp iy i gün ler d iliyo ru m . İk isi de bana k o rk u y la b a k ıy o r ve
haç çıkarıyor. K o rk tu k ların ı gö rü n ce kendim e bakm a gereksin im i d u ­
yuyorum . B ed en im d en fışkıran y e şil yap rak lara b ü rü n m ü şü m baştan
aşağı. B ir kez d ah a selam lıyoru m o n ları gülerek.

A m m o n iu s dehşetle h aykırıyo r: “A page, Satanas!”’83


K ırm ızı: “ Lan et p utperest o rm an k aç k ın ı!”
Ben: “N ey in iz v a r sevgili d ostlarım ? E y A m m o n iu s, ben çölde k o ­
nuğun olan H yp erb o reioslu yabancıyım .84 E y K ırm ızı, se n in de b ir za­
m anlar ziyaret ettiğin nöbetçiyim ben.”
A m m o n iu s: “ Tanıdım seni, u lu iblis. D ü şü şü m seninle b aşlam ıştı.’
K ırm ızı o n a azarlar gibi b a k ıy o r ve dirseğiyle dürtüyor. K eşiş u y sa l­
ca duruyor. K ırm ız ı, m ağrur, bana dönüyor.

Ho. El yazısı Taslak'ta bunun yerine: “Altıncı Macera” (s. 586). Düzeltilmiş Taslak'ta bunun
yerine: “6. Yoz İdealler" (s. 247).
Hı Mozaik biçim Ravenna mozaiklerini andırıyor. Jung 1913 ve 1914 yıllarında mozaikleri
görmüş ve etkilenmişti.
Hı. 5 Ocak ı9i4.
Hı. “Çekil git, şeytan;” Orta Çağ'da yaygın bir deyiş.
H.ı Hyperboreioslular Yunan mitolojisinde geçen ve Kuzey rüzgârının ötesinde güneş
ışığı ülkesinde yaşayan, Apollo’ya tapınan bir ırktı. Nietzsche Hyperboreioslulardan
özgür tinler olarak söz eder, The Antichrist,§ı(Twilight of the Idols / The Antichrist, çev.
Hollingdale [Londra, Penguin, 1990], s.127].
K: “ D a h a o zam anlar, ikiyü zlü ciddiliğine k arşın , soylu b ir d uruşun
o lm ad ığın ı düşün m ekten k en d im i alıkoyam am ıştım . O lanet H ristiyan
rolünü oynam an... ”
B u kez de A m m onius onu dürtüyor ve K ırm ızı utan arak sessizliğe gö­
m ülüyor. İkisi böylece karşım da duruyor, u ysal ve gülünç, yine de acınası.
B: “ N ered en geliyorsun, kendini T an rı'ya adam ış adam ? H angi za­
lim yazgı seni b u raya getirdi, üstelik K ırm ız ı’nın eşliğinde?”
A : “ Sana anlatm am ayı yeğlerim . Y in e de in sanın kaçabileceği bir
T a n rı y a z g ısı gibi gö rü n m ü yor. Ö yleyse, ey kötü ruh, b aşım a kork u n ç
32/33 b ir iş açtığını bil. Lanetlenm iş m erak ın la / b e n i baştan çıkard ın, e li­
m i istekle tan rısal gizem lere uzattırdın ç ü n k ü o sırad a on lar h akkın d a
gerçekten de hiçbir şey b ilm ediğim in bilincine v a rm a m a neden oldun.
D ah a yü ce gizem lere u laşab ilm ek için in san lara daha y a k ın olm am
gerektiğini sö ylem en beni ö lü m c ü l bir zeh ir gibi sersem letti. H em en
son ra v a d in in kardeşlerini b ir araya to p lad ım ve T a n rı’nın h a b ercisi­
nin b an a gö rü n d ü ğü n ü söyled im -o derece k ö r etm iştin ben i- v e bana
kardeşlerim le birlikte b ir m an astır k u rm ayı em rettiğin i d u yurdum .
“Philetus kardeş buna k arşı çıkınca ku tsal yazılarda yalnızlığın insan
için iy io lm a d ığ ın ı söyleyen bölüm le susturdu m on u .85 Böylece N il’in y a ­
kınında, gelip geçen gem ileri görebildiğim iz bir m an astır kurduk.
“T a rla la rı işledik ve yap acak o kadar çok şey vard ı ki kutsal y a z ıla ­
rı unuttuk. İçim izde şehvet u yan d ı ve b ir gün İsk en d eriye’y i yeniden
görm e isteğiyle ya n ıp tutuştum . O rad ak i p siko po su gö rm ek istediğim
y a la n ıyla k an d ırd ım kendim i. O ysa önce gem ideki yaşam sarhoş ede­
cekti beni, son ra da İsk en d eriye’nin so k ak ların ı arşın layan kalabalıklar,
öyle ki bütünüyle yitip gittim .
“ B ir d üşteym işçesine, İtalya’y a giden b ü y ü k b ir gem iye çıktım .
İçim d e d ü n yayı gö rm ek için d o y m a k bilm ez b ir açlık vard ı. Şarap içtim
ve kad ın ların güzel old u ğu n u gördüm . Z evke daldım ve tam bir h a y va ­
n a döndüm . N a p o li’de k aray a ayak bastığım da K ırm ızı d a oradayd ı ve
k ötülüğün eline d üştüğü m ü anladım o zam an.”

85. Yaratılış2:18egönderme: “Rabsonra, 'Adem’inyalnızkalmasıiyi değil’ dedi, ‘Ona


uygunbiryardımcıyaratacağım.”’ 2Timoteyus2:ı6-ı8'deFilitusadıanılıyor: “Bayağı
veboşsözlerdensakın. Çünkübunlaradalanlartanrısızlıktadahadaileri gidecekler.
Sözleri kangrengibi yayılacak. İmeneyusveFilitusbunlardandır. Dirilişinolupbittiğini
söyleyerekgerçekyoldansaptılar. Şimdidebazılarınınimanını altüstediyorlar.”
K: “ Sesini kes, yaşlı budala, eğer orad a o lm asayd ım tam b ir d om u za
d önecektin. A n ca k beni gö rü n ce ken d in e çeki düzen verd in , içk iye ve
kadınlara lanet ettin ve m an astıra döndün.
“ Ş im d i de benim öy kü m ü dinle lanet gulyaban i. B en de sen in tu za­
ğ ın a d ü ştü m ve p u tp erest yö n tem lerin le ben i ayarttın. D an sla ilgili sö­
zünle beni tilk i k ap an ın a k ıstırd ığın o zam anki kon u şm am ızd an son ra
ciddileştim , o k ad ar ciddileştim ki m an astıra kap an d ım , dua ettim,
oruç tuttum ve dine döndüm .
“ K ö rlü ğ ü m le K ilise ibad etin i d eğ iştirm ek istedim v e p siko p o su n
on ayıyla ibadete dansı soktum .
“ B aşrah ip old um ve böylece, ahit sandığı ön ün d ek i D avu t gibi su­
nağın önünde dans etm e h ak k ı yaln ızca benim oldu.1* G el gör ki za­
m anla din kardeşlerim de dans etm eye başlad ılar; öyle ki inançlı cem a­
at ve en sonun da bütün şehir dans etm eye başladı.
“ K o rk u n çtu . İn zivaya çek ild im ve sonu n da düşene d ek bütün gü n
dans ettim am a cehennem dansı ertesi sabah yin e başladı.
“K en d im d en kaçm aya çalıştım , yo llara d ü ştü m ve bütün gece gezin ­
dim . G ü n d ü z yaln ızlığa çekildim ve o rm an lard a ve ıssız dağlard a tek
başım a dans ettim. E n sonu n da İtalya’y a vard ım . G ü n eyd ek i bu ülkede
artık k end im i K u zeyd ek i gibi hissetm iyord u m ; k alab alığın arasına k a ­
rışabiliyordum . A n c a k N apo li’de yen id en k en d im i bulabildim ve yin e
orada k end in i T a n rıy a adam ış bu sefil ad am la karşılaştım . G ö rü n ü şü
bana güç verdi. O nun sayesinde yen id en sağlığım a kavuştum . O nun da
benden cesaret alıp y o lu n u yen id en b u ld uğu n u işittin zaten .’
A : “K ırm ız ı'y la iy i kötü ge çin d iğim i itira f etm eliyim , yu m u şak başlı
bir şeytan o.’
K: “ B en de keşişin pek yobaz olm ad ığın ı eklem eliyim , yin e de m a­
nastırda yaşad ık larım d an so n ra tü m H ristiyan lık dinine k arşı içim de
bir h oşn u tsu zlu k old u ğu n u söylem eliyim .”
B: “Sevg ili dostlarım , birlikteliğin izd en h oşnut old u ğu n u gö rm ek
y ü reğim i serin letiyor.”
İkisi birden: “ H o şn u t değiliz, seni alaycı düşm an, çekil yo lu m u zd an
seni hırsız p utp erest!”
B: “Y o ld aşlığın ızd an v e arkad aşlığınızd an h oşn ut d eğilseniz neden
birlikte yo lcu lu k ediyorsun u z o zam an?”

X6. Eski Ahit, Tarihler 1.15’te Davut peygamber, ahit sandığının önünde dans eder.
A : “ E ld en ne gelir? Şeytan b ile gerekli, aksi takd ird e in san lara saygı­
yı b u yu ran hiçbir şey k alm ıyo r.”
K: “ Eh, benim de ruhban sın ıfıyla b ir an laşm aya varm a m gerekiyor,
yo k sa m ü şterilerim i kayb ed erim .”
B: “ O halde ya şam ın zoru n lu lu kları ge tird i sizi bir araya! O zam an
barışalım ve dost olalım .”
İk isi birden: “ B iz asla dost olam ayız.”
B: “A n lıyo ru m , suçlu olan dizge. H erhalde önce tü ken ip gitm ek is­
tersiniz, değil m i? Ş im d i çekilin yo lu m d an , sizi yaşlı h ayaletler!”

[2] [Ö H 33] Ö lü m ü ve çevresinde to p lan an m ü th iş ağırbaşlılığı g ö ­


rünce v e k en d im buz ve gece o lu n ca içim de öfkeli b ir y a şam ve itki
yükseldi. En derin bilg in in 87 akıp giden su yu na d u yd u ğum özlem şarap
b ard ak larıyla çınlam aya başladı. U zaklard an gelen sarhoş kahkahala-
33/34 rı, gülen k ad ın ları v e sokağın gürültüsünü işittim . D a n s m üziği, / yere
v u ran ayakların ve kutlam anın sesleri dört bir y a n a y a y ıld ı ve gül k o ­
k ulu gü n e y rü zgârı yerin e in san h ayvan ın k o k u şm u şlu ğu üzerim e aktı.
Ç ekici-u çarı fahişeler k ıkırd ad ı ve d u varlar b o yu n ca hışırdadı, şarabın
buğusu, m utfağın bu h arı v e insan kalabalıklarının bud alaca gıd ak la­
m aları bulut olu p yaklaştı. Sıcak, yapışk an eller bana uzandı ve bir h a s­
ta yatağın ın örtüleriyle sarıld ım . A şağ ılard an y a şa m a d o ğ d u m ve k ah ­
ram an lar gibi büyüd ü m , yıllar içinde değil, saatler içinde. Büyüd ü kten
sonra da kendim i orta ülkede buldum ve bahar olduğunu gördüm .

[ÖH 34] O ysa artık eskiden o ld u ğ u m adam değildim çünkü içim de


tu haf bir va rlık büyüdü. O rm an a ait gülen bir varlık tı bu. Y a p ra k yeşili
bir iblis, b ir orm an cini ve yaram azı, orm anda yalnız yaşayan ve kendi­
si yeşillenen bir ağaç varlığı olan, yeşillenm ekten ve büyüm ekten başka
hiçbir şeyi sevm eyen, insana ne istekli ne de isteksiz olan, kapris ve rast­
lan tıyla dolu, görünm ez bir y a say a uyan ve ağaçlarla birlikte yeşillenip
solan, ne güzel ne de çirkin, ne iyi ne de kötü, yalnızca yaşayan, asırlık
am a bütünüyle genç, çıplak am a doğal giysiler içinde. İnsan değil, doğa
olan, korkm uş, gülünç, güçlü, çocuksu, zayıf, aldatıcı ve aldanm ış, dü­
pedüz tutarsız ve yüzeysel am a derinlere, dünyanın çekirdeğine uzanan.

87. DüzeltilmişTas/ak'ta“enderinbilgi”yerine“bilgelik”var (s. 251).


H er ik i d ostu m u n d a y a şa m ın ı em m iştim ; ta p ın a ğın k a lın tıla rın ­
dan yeşil b ir ağaç serpildi. Y a şa m a k arşı k o y m am ış am a ya şam ta ra ­
fın d an a ya rtılm ış, k en d i d ü zen b azlık ların a d ön ü şm ü şlerd i. B ir p is li­
ğe sa p la n m ış, bu n ed en le de y a şay a n a şeytan ve h ain d em işle rd i. H er
ikisi de k en d in e ö z g ü b içim d e k en d ilerin e ve k e n d i iy ilik le rin e in a n ­
d ığ ı için b ü tü n y a şan m ış ü lk ü lerin d o ğ a l ve son gö m ü tü n d e çam u ra
saplan m ıştı. E n güzel ve en iyi, tıp k ı en çirk in ve en k ö tü gibi gü n ü n
b irin d e d ü n yan ın en gü lü n ç yerin d e, m ask eli b a lo y la çevrelen m iş ve
so yta rıla rın ön cü lü ğü n d e b u lu r k en d in i ve dehşete d ü şm ü ş o la rak
p islik çu k u ru n a yu va rla n ır.

Laneti kahkahalar izler, böylece ruhlar ölümden kurtulur.


İd ealler, özleri gereği, isten ir ve ö lç ü lü p ta rtılır; bu ö lçü d e an ca k
bu ö lçüd e v a r olu rlar. Y in e de etk in v a rlık la rı y a d sın am az. G e rç e k ­
ten de id e a lle rin i y a şa d ığ ın a y a d a y a şayab ileceğin e in an an b ü y ü k lü k
sa n rıla rı iç in d e d ir ve kendin i bir ideal gib i sergileyerek d eli gibi d a v ­
ranır; o y sa k ah ram an düştü. İd ealler ö lü m lü d ü r, öyleyse insan k e n d i­
ni o n ların so n u n a h a zırla m a lıd ır; a y n ı zam an d a b u n u b ü y ü k o la sılık ­
la k ellenle ödersin. G ö rm ü y o r m usu n, id ealin e an lam , d eğ er ve etkin
güç veren sendin? İd e a lin in k u rb a n ı haline gelirsen idealin çatlayıp
açılır, seninle eğlenir ve Perhiz Ç a rşa m b ası C e h e n n e m ’e gider. İd eal
a y n ı z am an d a in sa n ın h erh an g i b ir zam an b ir k ö şeye k ald ırab ileceği
bir şey, k aran lık y o lla rd a bir m eşaledir. O ysa g ü n d ü z gö z ü y le o rta lık ­
ta m eşala taşıyan aptaldır. İd eallerim ne k ad a r d a alçald ı ve ağacım ın
yeşili ne k ad a r d a taze!

"Y e şerd iğim d e, eski tapın akların ve gü l b ah çelerin in hazin k alın ­


tıları orad ayd ı ve benzerliklerin i ü rp ererek fark ettim . B an a u ygu n su z
bir b irlik telik oluşturm uşlar gibi geldi. O ysa bu birlikteliğin uzun za­
m an dır v a r old u ğu n u görd ü m . T ap ın aklarım ın kristal saflıkta old u ğu ­
nu savu n d u ğu m ve d ostlarım ı İran güllerin in k o k u su y la karşılaştırd ı­
ğım b ir d önem de b ir k arşılık lı sessizlik birlikteliği k u rm u ştu h er ik isi.89

88. Taslak ve Düzeltilmiş Taslak'ta: ‘Tapınaklarımın ve güzelliklerimin kurbanı oldum ve bu


yüzden sefil vekederli öldüm [bu yüzden geldi ölüm bana]" (s. 254).
89. İran’da gülyağı çıkarmak için gülün ezilmiş yaprakları buharda damıtılır vebu yağla
parfüm yapılırdı.
D ağılm ış g ö rü n ü yo rla rd ı am a gizlid en gizliye b irlik te ç a lışıyo rlard ı.
T a p ın a ğ ın ağırb aşlı sessizliği b en i in san lard an u zak laştırıp k end im i
içinde b ık k ın lık derecesin d e y itird iğ im d oğaü stü gizem lere sü rü k le ­
di. V e ben T a n rı ile sa v a şırk e n şeytan k en d in i benim k ab u lü m için
h a zırla d ı ve beni n ered eyse k en d i y a n ın a çekti. O ra d a d a b ık k ın lık
ve tiksin m e d ışın d a hiçbir sınır b u lm ad ım . Y a şa m a d ım , güd ü ld ü m ;
id eallerim in k ö le siyd im .90
K alıntılar böylece o ra d a d urdular, birbirleriyle tartışarak ve ortak
sefaletleriyle uzlaşam adan. K en d i içim de d oğal bir va rlık o larak bir
bütün olm uştum , oysa yaln ız gezginleri k ork u tan ve insanların y a şa ­
dığı yerlerd en uzak duran b ir gu lyab an iy d im .9‘ Y in e de kendi içim den
yeşerd im ve çiçek açtım . H âlâ d ü n y a özlem i ile tin özlem i arasın d aki
çatışm ayı k end i içinde taşıyan bir insan olam am ıştım . Bu iki özlem i de
yaşam ad ım am a k end im i yaşad ım ve uzak bir bahar o rm an ın d a n eşey­
le yeşillenen b ir ağaçtım . B öylece d ü n ya ve tin olm adan y a şam a y ı ö ğ ­
rend im ve bu şek ild e bu k ad ar iy i yaşayabilm em beni hayrete düşürdü.
Peki, ya insanlar? Peki, y a insanoğlu? O rad a d u rd u lar, in san o ğlu n a
uzanm ası gereken iki terk edilm iş k öp rü ; biri yu k arıd a n aşağıya g id i­
yo r ve insanlar üzerinde k ayarak a lç alıy o r ve bu on ları m em n un edi-
34/35 yor. / D iğeri aşağıdan yu k a rıy a gid iyo r ve insanlar üzerinde inildeyerek
tırm anıyor. B u da on lara sıkıntı veriyor. Y old aşlarım ızı sıkın tıya ve ne­
şeye güdüyoruz. Ben k end im yaşam az, yaln ızca tırm an ırsam , bu b a ş­
kaların a h ak edilm em iş b ir zevk verir. Y a ln ız ca k eyfim e b akarsam , bu
başkalarına h ak ed ilm em iş sıkıntı v e rir. Y aln ızca yaşarsam insanlardan
çok uzaklaşırım . B en i artık görem ezler ve gö rd ü klerin d e de şaşırır, do­
nakalırlar. O ysa ben k en d im aslın d a sadece yaşıyoru m , yeşillen iyoru m ,
çiçek açıyorum , solu yo ru m , h ep ayn ı noktad a d u ru yo ru m bir ağaç gibi
ve b ırak ıyo ru m üzerim den sakince geçip gitsin in sanların acıları ve ne­
şeleri. Y in e de k end in i in san yü reğin d ek i uyu şm azlığın dışında tuta­
m ayacak bir insanım ben.

90. Jung ı926'da şöyle yazmış: “Sabahtan öğleden sonraya geçiş önceki değerlerin yeniden
değerlendirilmesidir. Buradan da eski ideallerimizin karşıtlarını değerlendirme, eski
doğrulardaki hataları görme ve eskiden sevgi olarak gördüğümüzde ne çok düşmanlık,
hatta nefret olduğunu hissetme zorunluluğu doğar” (Normal ve Hasta Psişik Yaşamda
Bilinçdışı, te 7, §ll5).
91. Düzeltilmiş Taslak'ta: “yeşil yaratık" (s. 255).
O ysa id eallerim k ö p ek lerim de o la b ilir ve h a vla m a la rıy la dalaşları
beni rah atsız etm eyebilir. Y in e de en azın d an o zam an insanlar için iyi
ve kötü bir k ö p ek olu ru m . O ysa o lm am gerekene h en ü z u laşam ad ım ,
yani y a ş ıy o ru m am a b ir in san ım . B ir insan o la rak y a şa m a k nered eyse
olan ak sız g ö rü n ü y o r. B en liğin in b ilin cin d e o lm a d ığ ın sü rece y a şa y a ­
b ilirsin ; a m a b en liğin in b ilin cin e v a rırsa n bir m ezardan d iğerine d ü ­
şersin. B ü tü n yen id en d o ğ u şla rın 92 sonun da seni hasta edebilir.93 İşte
hu yü zd en B u d a son u n d a yen id en d oğu ştan vazgeçti çü n k ü tü m in ­
san v e h ayvan b içim le ri a ra sın d a ilerlem ekten bıkm ıştı.94 B ü tü n y e n i­
den d o ğ u şla rd a n son ra h âlâ y e ryü zü n d e sü rü n en b ir aslan olm azsın,
XAMAI AEDN [B u kalem u n ], b ir k a rik a tü r, ren k d eğiştiren , sürü n gen ,
yan ard ö n er bir kerten kele o la rak k alırsın a m a d o ğ ası gü n eşle ilişkili
olan, gü cü n ü ken d i içinden alan, ç evren in k o ru y u cu ren k leri a ra sın ­
da sü rü n m e y e n ve k en d in i g izle n e re k k o ru m a y a n b ir aslan olm azsın.
B u k alem u n u tan ıd ım ve artık y e ryü zü n d e sü rü n ü p ren k d eğ iştirm ek
ve y en id en d o ğ m a k istem iyo ru m . A rtık ken d i gü cü m le v a r olm ak
istiyorum ; ışığı em en d eğil, ışık veren güneş gibi. Bu yery ü z ü n e ait.
Ben güneşten gelen d oğ am ı a n ım sıy o ru m ve d o ğ u şu m a k o şm a k is­
ı iyorum . O ysa k alın tıla r ç ık ıy o r yolum a.95 Şöyle d iyo rlar: “ İn san lar
b ak ım ın d an şö yle y a d a b ö y le olm alısın.” B u k alem u n su tenim ü rp e ­
riyor. K e n d ile rin i zorla k ab u l ettirm ek , b en i b o y a m a k istiyorlar. O ysa
bu artık o lm am alı. N e iy ilik ne de k ötülük efen d im olabilir. O n ları, o
gü lü n esi h ayatta kalanları bir y an a itiyo ru m ve beni D o ğ u 'y a götüren
yolum a k o y u lu yo ru m yen id en . N ic e d ir ben im le kendim a ra sın d a du­
ran, atışan gü çler ard ım d a k alıyor.

92. Düzeltilmiş Taslakta: “benim” (s. 257).


93. Düzeltilmiş Taslakta: “beni” (s. 257).
94. Düzeltilmiş Taslak şöyle devam ediyor: “bir bukalemun gibi" (s. 258). Taslakta
burada bir parça var, genel olarak: Bizi bu dönüşümlere zorlayan bukalemun
doğamızdır. Bukalemun olduğumuz sürece yeniden doğuş banyosuna yıllık bir
seyahate gereksinim duyarız. İşte bu yüzden ideallerimin zamanının geçmesine
dehşetle baktım çünkü doğal yeşilliğimi seviyordum ve çevresine göre renk
değiştiren bukalemun derime güvenmiyordum. Bukalemun bunu zekice yapar.
Birisi bu değişimi yeniden doğum yoluyla ilerleme olarak adlandırıyor. İşte
böylece 777 yeniden doğum yaşarsınız. Budanın yeniden doğuşların bile boşuna
olduğunu görmesi için çok zaman geçmesi gerekmedi (s. 275-76). Ruhun 777
reenkarnasyondan geçmesi gerektiği yönünde bir inanış vardı (Ernest Woods, The
New Theosophy [Wheaton, II: The Theosophical Press, 1929], s. 41).
95. Taslakta bunun yerine: “ideal kurtuluşum” (s. 277).
Bundan böyle bütünüyle yaln ızım . A rtık size “ D in ley in !” y a da
“yapm alısın ız” ya d a “yapab ilird in iz;’ diyem em . Şim d i artık yaln ızca
kendim le konuşuyoru m . A rtık hiç kim se benim için d ah a fazla bir şey
yapam az, en ufak b ir şey bile. A rtık sana k arşı b ir öd evim y o k ve senin
de bana k arşı b ir ö d evin y o k çü n k ü artık gözden yitiyo rum ve sen de
ben im gözüm d e yitiyorsun. A rtık isteklerim y o k ve senden de bir iste­
ğim yok. A rtık sen inla savaşm ıyo r ve u zlaşm ıyo ru m ve seninle aram a
sessizliği koyuyorum .
Seslenişin uzaklarda solu yo r ve ayak iz le rim i bulam azsın. O kyan u ­
sun d üzlüklerin den batı rü zgârıyla birlikte yeşil kırlarda yo lcu lu k ed i­
y o ru m , o rm an lard a gezin iyo ru m ve k ö rp e o tla rı b ü kü yoru m . A ğaçlarla
ve orm anın yaban h ayatıyla k on u şu yo ru m ve yo lu m u taşlar gösteriyor.
Su sad ığım d a kayn ak bana gelm ezse ben k ayn ağa gidiyoru m . A cık tı­
ğım da ekm ek bana gelm ezse ben ekm eğim i arıyo ru m ve bulduğum
yerde alıyo rum onu. Y ardım etm iyo ru m ve y a rd ım a gerek d u ym u yo­
rum . H erhangi b ir an d a b ir zoru n lu lu kla karşılaştığım da yak ın d a b ir
yard ım eden v a r m ı diye bak ın m ıyo ru m ve zorunluluğu kabu l ed iyo­
rum , eğilip b ü k ülüyorum , k ıvran ıyo ru m ve savaşıyorum . G ü lü yo ru m ,
ağlıyorum , k ü fred iyo ru m am a çevrem e bakın m ıyoru m .
B u yo ld a ard ım d a yü rü yen y o k ve kim sen in yo lu n dan geçm iyoru m .
T ek başınayım am a y a ln ız lığ ım ı yaşam ım la d old uru yoru m . Ben bana
yeter insanım , gürültü yüm , kon uşm ayım , teselliyim ve yard ım ım . B öy-
lece U zak D o ğu 'ya y o lc u lu k ediyoru m . U zak h ed efim in ne old uğu nu
b ild iğim de yok. Ö nü m d e m avi u fu k la r görüyorum : O nlar d a h ed e f
o la rak b an a yetiyor. D o ğ u 'y a ve yü kselişim e d o ğ ru seğ irtiyo ru m , yük-
35/37 selişim i istiyorum . / [İm ge 36 ]96 /

96. Resimyazısı: “1915Noel'indebasılmıştır:’ İzdubarbetimigüçlübirşekildeWilhelm


Roscher’inAusiführliches Lexikon der Griechischen und Romischen Mythologie'deki
resmini andırıyor. Bununbirkopyası Jung'dadavardı ([Leipzig: Teubner, 1884-1937],
vol. 2, s. 775). İzdubarbugünGılgamışolarakbilinenfigürünilkadlarındanbiridir.
Buyanlışçevriyazıdankaynaklanmıştır. PeterJensen1906'daşunotudüşmüş: “Bugün
destanınanakahramanınınöncedensanıldığı gibiGitçubaryadaİzdubardeğil,
Gılgamışolduğubiliniyor” (DasGilgamesch-Epos inderweltliteratur [Strassburg: Kari
Triibner, I906], s. 2). Jung, 1912deLibidonun Dönüşümleri ve Sembollerinde Gılgamış
Destanı'nayervermiş, düzeltilmişformukullanmışveJensen'inçalışmasındandabirkaç
yerdebahsetmiştir.
Birinci Gün
Cap. viii.97

[HI 37] Ü çü n cü gece98 ise ıssız bir d ağ sırası yo lu m u tıkıyor, yine de dar
bir vad i geçidi girm em e izin veriyor. Yol k açın ılm az o larak iki yüksek
kaya yüzünün arasından geçiyor. Y alın ayağım ve sivri taşlar ayaklarım ı
yaralıyor. B u rad a yol kayganlaşıyor. Yolun yarısı beyaz, d iğer y a rısı si­
yah. Siyah yan a ad ım atıyoru m ve dehşetle geri çekiliyoru m ; bu sıcak
dem ir. B eyaz yan a ad ım atıyoru m ; buz. Y in e de böyle olm ası gerekiyor.
Ö teye ve ileri d oğ ru atılıyoru m ve en sonu n da vad i b ü yü k bir kayalık
havzada genişliyor. D ar bir yol d ikey k ayalık lar b o yu n ca k ıvrılara k te­
pedeki d ağ sırtın a gidiyor.
Tepeye yaklaşırken dağın diğer yan ın d an m aden cevheri dövülü-
yorm u ş gibi k u vve tli gürlem e sesi geliyor. Ses yavaşça k ab a rıy o r ve
dağda gökgürültü sü gibi yan k ılan ıyor. Geçide ulaşınca d iğer yand an
d evasa b ir ad am ın yak laştığın ı gö rü yo ru m .
B üyük başından iki bo ğa bo yn u zu çıkıyor, gövdesini de tıngırdayan
bir zırhlı giysi kaplıyor. K arm aşık siyah sakalları enfes taşlarla süslenm iş.
D evin elinde, boğalara v u rm a k için kullanılanlara benzer, ışıltılar saçan
çift taraflı bir balta var. Ben daha şakınlıkla duyduğum korkudan sıyrıla-
m adan dev önüm de bitiyor. Y ü zü n e bakıyorum ; bitkin ve solgun, derin
çizgiler var. Badem şekilli gözleri hayretler içinde bana bakıyor. îçim i bir
dehşet kaplıyor. Bu güçlü, boğa-adam İzdubar. A y a k ta d u ru yor ve bana
bakıyor. Y ü zü içini kem iren k orkuyu anlatıyor, elleri ve dizleri titriyor.
İzdubar, güçlü boğa titriyor mu? K o rk u yo r mu? O na sesleniyorum :

“E y İzdubar, en güçlü, h ayatım ı bağışla ve y o lu n d a bir solucan gibi


d urduğum için beni affet.”
İ: “ Sen in h ayatın ı istem iyo ru m . N ereden geliyorsun ?”
B: “ B atı’dan geliyo ru m .”
İ: “ B atı’d an m ı geliyo rsu n ? B atı ü lkelerini b iliyor m usu n? B atı ü lk e­
lerine giden yol bu m u?”

1 Elyazısı Taslakta bununyerine: “ Yedinci Macera. Birinci Gün” (s. 626). Düzeltilmiş
Taslakta: “7-Büyük Karşılaşma. Birinci Gün. Doğudan Gelen Kahraman” (s. 262).
•1H. 8 Ocak 1914.
B: “ B en sahilleri bü yü k B a tı den izind e yık an an bir Batı ülkesinden
geliyo ru m .” 99
İ: “ G üneş o denize m i batıyor? Y o k s a alçalırken sert to p rağa m ı d o ­
k u n u yo r?”
B: “ G ü n eş denizin çok ötelerinde b atıyor.”
İ: “ D en izin ötesinde m i? O rad a ne var?”
B: “B oş u zayd an başka h içb ir şey yok. B ild iğin gibi d ü n ya y u va rla k ­
tır ve ayrıca güneşin çevresinde d ön er.”
İ: “ L a n etli adam , b ö y le bilgiler n asıl eline geçti? D em ek güneşin
battığı ve yenid en doğu şu n old u ğu ölü m sü z bir ülke yok, öyle mi?
D o ğru yu m u söylü yo rsu n ?”
G ö z le ri h id d et ve k o rk u yla p arıld ıyo r. G ö ğ ü gürleten bir ad ım daha
atarak yaklaşıyor. Titriyoru m .
B: “ E y İzdubar, en güçlü olan, k ü stâhlığım ı bağışla, am a gerçekten
d oğ ru yu söylüyorum . Bunun k an ıtlan m ış bilim old u ğu ve insanların
gem ilerle d ü n yan ın çevresin i d ön d ü ğ ü b ir ülkeden geliyoru m . B ilg in ­
lerim iz ölçerek güneşin d ü n yan ın h er b ir n oktasına olan uzaklığın ı b u l­
dular. G ü n eş bitm eyen bir u za y d a bize çok uzaklarda g ö k sel b ir cisim .”
İ: “ B itm eyen m i dedin? D ü n yan ın u z a y ı sonsuz m u, güneşe asla
ulaşam az m ıyız?”
B: “E y en güçlü, ölü m lü olan hiç kim se güneşe ulaşam az.”
N efesin i kesen b ir k o rk u n u n on u ele geçird iğini gö rü yo ru m .
İ: “ Ben ö lü m lü y ü m v e güneşe h içbir zam an u laşam ayacağım , ölü m ­
süzlüğe h içbir zam an u laşam ayacağım , öy le m i?”
Baltasını güçlü ve dört yan ı çınlatan b ir vu ru şla k ayaların üzerine
in d iriyo r.
İ: “ Y o k ol, sefil silah. B ir işe yaram azsın . Sonsuzluğa, sonrasız boş-
37/38 luğa v e yen id en d old u ru lam ayan a karşı ne yararın olu r? / A rtık fet­
hedeceğin k im se kalm adı. K en d in i p arçala, ne p ah a sın a olu rsa o lsu n .”
(B atıd a p a rla k ve kıp k ırm ızı gü n eş, ışıldayan bulutların kucağına
d oğru iniyor.)
“ G it bakalım , güneş, üç kere lanetlem iş T a n rı. K en d in i ö lü m sü z­
lükle sarm ala!”

99. Mısır mitolojisinde Batı toprakları (Nil’in Batı kıyıları) ölüler ülkesiydi.
(B altasının kırılan bir parçasını yerd en alıyo r ve güneşe d oğru fır­
latıyor.)
“ A l bu d a adağın olsun, son a d ağ ın !”
Ç ö k ü yo r ve çocuk gibi ağlıyor. Bense titreyerek d u ru yo r, k ım ıld a ­
m aya cesaret edem iyorum .
î: “ Sefil solucan, bu zehri nereden em d in ?”
B: “ E y îz d u b a r, en güçlü olan, sen in zeh ir d ediğin şey b ilim d ir. Ü l­
kem izde gençliğim izden itibaren b unu n la b eslerler bizi ve uygun bir
şekilde serpilm eyip böyle cü ce kalm am ızın b ir n ed en i de bu olabilir.
Yine de seni görünce bana hepim izi az çok zeh irlem işler gibi geliyo r.” 100
İ: “ N ice güçlü va rlık bana diz çöktürem edi, h içb ir can avar gücüm e
karşı k oyam ad ı am a senin yo lu m a k o yd u ğu n zehir, seni solucan, beni
iliğim e kad ar k ötü rü m kıldı. Senin b ü yülü zehrin T iam at’ın o rd u su n ­
dan daha gü çlü .” ı°ı (K ötü rüm olm uş g ib i yerde u zanm ış yatıyor.) “E y
tanrılar, yard ım edin, işte görü nm ez yılanın topuğundan soktuğu oğlu­
nuz b u rad a d evrilm iş yatıyor. A h seni ilk gördüğüm de ezm iş olsaydım
söyled iklerini hiç işitm eyecektim .”
B: “E y İzdubar, b ü yü k ve acınası, bilgim in seni devireceğin i bilsem
dilim i tutardım . O ysa d oğ ru yu dile getirm ek isted im .”
î: “ Sen zehre d oğru lu k m u d iy o rsu n ? Z e h ir d oğ ru lu k m u? Y o k sa
doğruluk m u zehir? A stro lo g larım ız ve rah ip lerim iz de d oğru yu sö yle­
m iyor mu? O ysa on ların söyled ikleri zehir etkisi y a p m ıy o r.”
B: “ E y İzdubar, gece olu yo r ve burada, yükseklerde h ava soğuyacak.
1 nsanlardan yard ım getirm eyeyim m i san a?”
İ: “ B ırak , b an a ya n ıt ve r sen .”
B: “E vet, a m a b u rası felsefe yap m an ın yeri değil. Perişan halin için
yard ım a gerek v a r.”
İ: “ S an a bırak d iyo ru m . B u gece y o k olu p gideceksem , va rsın olsun.
Sen bana ya n ıt ve r yeter.”
B: “ K o rk arım sözlerim zayıf, iyileştirm eye yeterli d eğil.”
î: “ D a h a k asvetli b ir şey getirem ezdi sözlerin. Felaket old u bitti. Ö y ­
leyse b ild ik lerin i anlat bana. B elki zehrin panzeh iri olacak b ir büyülü
sözün bile v a rd ır.”

ı oo. Nietzsche Şen Bilimde düşünmenin zehir etkisi olan çeşitli itkilerin işlenmesi ve
birleşmesinden kaynaklandığını öne sürer: Kuşku, değilleme, bekleme, toplama ve
çözme itkileri (“Zehirler öğretisi üzerine”).
ıoı. Babil mitolojisinde Tiamat, tanrıların anası, iblisler ordusuna karşı savaşır.
B: “ B e n im sözlerim , e y en güçlü olan, z a y ıf v e b ü yü lü güçleri y o k .”
İ: “ F a rk etm ez, k o n u ş!”
B: “R ah iplerin in doğru ları söylediğine ku şku m y o k B un u n d a b ir
d oğ ru old uğu kesin, yalnız bizim d o ğ ru larım ızla çelişiyor.”
İ: “ İk i çeşit d oğru m u v a r ya n i?”
B: “ B an a ö y le gibi geliyor. Bizim d o ğ ru m u z bize dış şeylerin bilgisi
yo lu y la geliyor. R ah iplerinizin d oğru su ise içsel şeyler yo lu y la .”
İ (yarı doğrularak): “ B u söz iyi geld i.”
B: “Z a y ıf sözlerim seni rahatlattığı için talihliyim . A h sana y a rd ım ı
olacak başka sözler de b ileyd im keşke. H av a soğudu ve k arard ı. Is ın ­
m ak iç in b ir ateş yakacağım .”
İ: “ Y a p öyleyse, belki y a rd ım ı o lu r.” (O du n to p lu yoru m ve bü yü k
bir ateş yakıyoru m .) “ K u tsal ateş beni ısıtıyor. Ş im d i anlat bana, nasıl
oldu d a bu kad ar hızlı ve gizem li bir şekilde ateş yakabild in ?”
B: “ T e k ihtiyacım olan şey kibritti. Bak, u cu n d a özel b ir m adde olan
k ü çü k odun p arçaları bunlar. O nları k u tu ya sürttüğüm de ya n ıy o rla r.”
İ: “ H ayret, bu sanatı nerede öğrend in?”
B: “ B enim geld iğim yerd e kib rit h erkeste bulunur. B u ne ki! Y a ra rlı
38/39 m akinelerin ya rd ım ıy la uçabiliyo ru z b ile.” /
İ: “ K u şlar gibi u çab iliyo r m usu nuz? Sözlerinde bu denli güçlü bir
b ü y ü olm asayd ı yalan söylü yo rsu n , d erd im .”
B: “ K esin likle y a la n söylem iyoru m . B ak , b ir saatim de var, saati tam
o la rak sö yleyeb iliyo r.”
İ: “ B u harika. T u h a f ve olağanüstü b ir yerd en geldiğin belli. H iç
kuşkusuz kutsan m ış B atı ülkelerin den geliyorsun . Ö lüm süz m üsü n ?”
B: “ Ben m i? Ö lüm süz m ü? B izden daha ö lü m lü sü y o k tu r.”
İ: “ N e? Ö lüm süz bile d eğilsin am a b u n c a sanatı anlayabiliyorsun ,
öyle m i?”
B: “ N e ya z ık ki b ilim im iz h en ü z ölü m e karşı b ir yö n tem geliştire-
m ed i.”
İ: “ O zam an k im öğretti san a bu sanatları?”
B: “ Y ü z y ılla r b o yu n ca insan lar dış nesneler üzerin d eki kesin göz­
lem leri ve bilim y o lu y la birçok keşifte b u lu n d u .”
İ: “ Peki, am a b u b ilim k ork u n ç b ü yü sü yle beni k ötü rüm kıldı. Sen
hergün b u zeh ri iç ip n a sıl hayatta kalabiliyorsu n ?”
B: “ B iz b u n a zam anla alıştık çün kü insan h er şeye alışır. Y in e de
hir an lam d a kötürüm üz. D iğ er yand an, bu b ilim in b ü yü k faydaları da
var, senin de g ö rd ü ğü n gibi. K e n d i gü cü m ü zd en yitird iğ im iz i doğanın
gücüne efendi olarak kat kat çık ard ık .”
İ: “ B öylesine y a ra lı o lm ak a cık lı değil m i? B en ken d i h esabım a g ü ­
cüm ü d oğanın gücünd en alıyo ru m . G izli gü çleri k o rk a k hokkabazlara
ve k ad ın sı büyücülere b ırakıyo ru m . B irinin k ork u n ç b ü yü sü n ü d u r­
d urm ak için de k afatasım p arçalam am yeter.”
B: “E vet, am a bü yü m ü zü n d o k u n u şu n u n seni nasıl etkilediğin i g ö r­
m üyor m usun? B ence m üthiş b ir etki bu .”
İ: “ N e yazık k i h aklısın .”
B: “ B elki şim d i başka şa n sım ız olm ad ığın ı gö rü yo rsu n . B ilim in zeh­
rini yu tm ak zorundaydık. Y o k sa yazgım ız seninle ayn ı olurdu; gafil av-
lansak bütünüyle k ötürü m kalırd ık. Bu zeh ir o den li aşılam az bir güce
sahip k i herkes, en güçlüler, h atta sonrasız tan rılar bile on u n etkisiyle
yok olur. C anım ızı sevdiğim iz için biz de k en d im izi kesin ölü m e terk
etm ek yerine yaşam gücü m üzü n bir bölüm ünü fed a etm eyi yeğled ik.”
İ: “A rtık kutlu B atı ülkelerin den geld iğin i d ü şü n m ü yoru m . H arap
düşm üş, k ötü rü m ve el çekm iş bir ülkeden geliyo r olm alısın. Bense y a ­
şam veren bilgeliğim izin k ayn ağ ın ın aktığı D o ğ u 'y u özlü yo ru m .”
T itreyen ateşin ön ünd e sessizce otu ru yoru z. G ece so ğ u k . İzdubar
inliyor ve yu k arılara, yıld ız lı gökyüzü ne bakıyor.
İ: “ H ayatım ın en k ork u n ç gü n ü bitm iyor, o k ad a r uzun, o kad ar
uzun. Sefil b ü yü sanatı. R ah iplerim izin bild iği b ir şey yok, yo k sa beni
hıından k oru yabilirlerd i. T a n rılar bile ö lü r, diyor. Sizin tan rıların ız y o k
ınu artık?”
B: “ H ayır, sadece sözlerim iz v a r.”
İ: “ Peki, am a bu sözler gü çlü m ü ?”
B: “Ö yle d iyo rlar, a m a gören bilen y o k .”
İ: “ B iz de tan rıları gö rem iyo ru z am a v a r o ld u k la rın a inanıyoruz.
1 >oğal o la yla ra bakıp işlerini gö rü yo ru z.”
B: “Bilim in an m a yeten eğin i bizd en aldı.’’102
İ: “N asıl, on u d a m ı yitirdiniz? N asıl yaşıyorsu n u z o h alde?”

ı02. Bilim ile inanç ilişkisi sorunu Jung’un din psikolojisinde önemli bir yer tutuyordu. bkz.
“Psikoloji ve Din” (1938), te II.
B: “B ö yle yaşıyoru z, b ir ayağı soğukta, b ir ayağı sıcakta, geri kalan
için de, ne olu rsa o lsu n !”
İ: “ K e n d in i ne k aran lık an latıyo rsu n .”
B: “ B izim b ir yö n ü m ü z de bu, k aran lık.”
İ: “B una katlan ab iliyo r m u su n u z?”
B : “ P ek sayılm az. Ben şahsen bun d an çok d a m em n u n d eğilim . İşte
bu nedenle yo k su n old u ğu m u z ışığı a ra m ak için D o ğ u ’ya, yükselen g ü ­
n eşin ülkesine yöneld im . N ered en yük seliyo r p eki gü n eş?”
İ: “Y e ryü z ü n ü n yu syu varlak o ld u ğ u n u söylü yorsu n. O h ald e güneş
hiçbir yerd e yükselm ez.”
39/40 B: “ B izim yo ksu n old u ğu m u z ışık sizd e v a r m ı d em ek istiyo ru m ." /
İ: “B ak bana: D o ğu d ü n yasın ın ışığıyla serpilirim . B u ışığın ne k a ­
d ar ve rim li old u ğu n u b u n a b akarak ölçebilirsin. Sen bu denli karan lık
bir ülkeden geldiğine göre, bu den li güçlü ışığa k arşı dikkatli olm an
gerekir. K ör olabilirsin, hepim izde bir m iktar k ö rlü k old u ğu gibi.”
B: “ Işığın ız da sizin gib i olağanüstüyse, dikkatli olacağım o h ald e.”
İ: “İy i ed ersin .”
B: “ D o ğ ru n u z için can atıyoru m .”
İ: “ B en im Batı ülkeleri için can atm am gibi. Seni u y a rıy o ru m .”
Sessizlik çöküyor. Gecenin geç saatleri. Ateşin yanında uyuyakalıyoruz.

[2] [H I 40] G üneye d oğru gittim ve ken d im le yaln ız olm an ın d a ­


y a n ılm a z sıca ğ ın ı buld u m . K u ze y e d oğru gittim ve bütün d ü n yayı ö l­
d ü ren so ğ u ğ u buldum . İn sa n la rın bilm ede ve y a p m a d a zen gin olduğu
Batı ülkem e çekildim ve güneşin boş karanlığından çekm eye başladım .
H er şeyim i attım ve ışığın h er gün yü k seld iği D o ğu d iy a rla rın a gittim .
B ir çocuk gibi gittim oraya. Sorm adım , yaln ızca bekledim .
Şen çiçekli ça yırla r ve güzel b ah ar orm an ları yo lu m d a birleşti.
Ü çüncü geceyse ağırlık geldi. K ed erli y aln ızlık la dolu sarp kayalıklar
g ib i dikildi ö n ü m d e ve h er ş e y b en i yaşam ım ın yo lu n u izlem ekten a lı­
k o ym aya çalıştı. Y in e de girişi ve d ar yo lu bu ld u m . B ü y ü k b ir ızdıraptı
çünkü h arcan m ış v e uçarılığa düşm üş ikiliyi ken d im d en b o şu n a uzak-
laştırm am ıştım . R ed d ettiğim i ku şku lanm ad an özü m sü yoru m . Kabul
ettiğim ru h u m u n b ilm ed iğim b ir bölü m ü ne giriyo r; kendim e y a p tığ ı­
m ı kabul ed iyoru m a m a b an a yap ılan ı red d ed iyoru m .
B öylece yaşam ım ın yo lu b en i red d ed ilm iş karşıtların ötesine g ö tü r­
dü ve ön ü m d e uzanan yo lu n düzgün ve -heyhat!- son derece acı dolu
ya n la rıyla birleşti. O nlara ad ım attım am a tabanlarım ı y a k tıla r ve d on­
durdular. B öylece diğer yan a ulaştım . O ysa başını ezdiğin yılan ın zehri
topuğundaki yarad an girer ve böylece yılan eskisinden d ah a tehlikeli
olur. R edd ettiğim her şey yin e de d oğam d a va r çünkü. D ışarıda o ld u ­
ğunu sanm ış, bu nedenle de y o k ed eb ileceğim i d ü şü n m ü ştü m . O ysa
içim de b u lu n u yo r ve yalnızca geçici b ir dış b içim i b enim sem iş ve bana
d oğru ad ım atm ış. B içim in i p arça la d ım ve b ir fatih o ld u ğ u m u d ü şü n ­
düm . O y sa henüz k en d im i aşam ad ım .
D ış karşıtlık iç karşıtlığım ın b ir im gesi. B un u anlayınca sessizliğim i
bozm am ve ruhum daki karşıtlığın yarığın ı düşünürüm . D ıştaki k arşıtlık­
ları aşm ak kolay. G erçekten varlar am a yin e de kendinle birleşebilirsin.
Gerçekten tabanlarını yakacak ve d onduracaklar am a yaln ızca tabanları­
nı. C anın ı y a k a r am a yine de devam eder, uzak hedeflere bakarsın.
E n yü k sek n o ktaya yü kseld iğim d e ve um udum D o ğ u ’y a doğru
bakm ak istediğinde bir m ucize oldu: Ben D o ğu ’y a giderken D oğu ’dan
gelen b an a d oğru koştu ve batan ışığa u la şm a y a çalıştı. Ben ışık istiy o r­
dum , o ışık istiyordu. B en yü k selm ek istiyord u m , o batm ak. B en çocuk
gib i bo du rd u m , o y sa k atık sız gücü yle bir k ah ram an gibi kocam an. Bilgi
beni k ötü rü m bırakm ıştı, o y sa ışığın d o lu lu ğ u yla k ö r olm uştu. B öylece
birbirim ize d oğru seğirttik; o ışıktan, ben karanlıktan; o güçlü, ben za­
yıf; o Tanrı, ben yılan ; o eskilerden, ben düpedüz yen i; o b ilm eyen , ben
bilen; o olağanüstü, ben ayık; o yü re k li ve güçlü, ben ö d le k ve kurnaz.
Yin e de sabah ile akşam ın sınırınd a b irb irim izi gö rü n ce şaştık kaldık.
Ben b ir çocuktum ve yeşeren b ir ağaç gibi bü yü m ü ştü m , karşıtların
/ karm aşası, u zak çığlıklar ve rü zgâr d a lla n ın arasın d a sakince e siy o r­ 40/41
du, düşm üş kah ram an larla alay ed en b ir erkek çocu ktu m , s a ğ v e sold a­
ki sıkı tu tuşları b ir y a n a iten b ir gençtim ve bu nedenle de batan gü n e­
şin ard ınd a özlem le yo lc u lu k eden, yaşam ın k ayn ağ ın a in ebilm ek için
okyanusu dibine k ad a r y a rm a k isteyen G ü çlü , K ö r ve Ö lüm süz O lanı
beklem iyordum . Y ü k se liş’e d oğ ru seğirten k üçü ktür, batışa yaklaşan sa
büyük. İşte bu yü zd en k ü çü k tü m çü n k ü d ü şü şü m ü n derin liklerin d en
g eliyo rd u m işte. O nun özlediği yerd eyd im . Batan b ü y ü k tü r ve beni k o ­
layca ezebilir. G ü n eşe benzeyen b ir T a n rı solu can a v ın a çıkm az. O ysa
solucan G ü ç lü O la n ’ın topu ğun u hedefler ve on u gereksin im d uyd uğu
batışa hazırlar. O nun gücü bü yü k ve kördür. O na bakm ak insana h a y ­
ret ve k o rk u verir. Yin e de yılan z a y ıf noktasını bulur. B irazcık zehir ve
bü yü k olan düşer. Y ü k selen in sözleri sesten y o k su n d u r ve tadı acıdır.
B u tatlı bir zehir değil am a tan rıların hepsi için ölüm cül.

Heyhat, öteye seğirten, güneşin peşinde giden ve güneş gibi sınırsız


anne ile evlenmek isteyen, o benim en can, en güzel dostum. Yılan ve
Tanrı, birbirine ne kadaryakın, aslında nasıl da bütünüyle bir! Kurta­
rıcımızın olan söz, nasıl da ölümcül bir silaha, gizlice hançerleyen bir
yılana dönüştü.

A rtık dış karşıtlar y o lu m d a d u rm u y o r ve ken d i k arşıtım b an a d o ğ ­


ru g e liy o r, ön üm d e d evasa yü k seliyo r ve b irb irim izin yo lu n u tıkıyoruz.
Y ıla n ın sözü tehlikeyi k esin lik le y e n iy o r am a ben im yo lu m hâlâ kapalı
çünkü o zam an, tıpkı k örlü ğü n d en kaçm ak için kötürüm kalan G üçlü
O lan gibi k ötürüm olu şu m d an körlü ğe düşm em gerekiyordu. G üneşin
kör edici gücüne ulaşam am , k aran lığın sonsuz verim li rah m ine ulaşa­
m ayan G ü çlü O lan gibi. A n laşılan ben yad sın m ış gücüm , o y sa yad sın ­
m ış yen id en doğuş a m a güçle gelen k örlü k ten k açıy o ru m ve o ölüm le
gelen hiçlikten kaçıyor. Işığın d o lu lu ğu n a olan u m u d u m parçalan ıyor,
tıpkı onun sınırsız fethedilm iş ya şam a olan özlem i gibi. E n güçlüyü
yere d evird im ve T a n rı ölü m lülüğe iniyor.

[OB 42] Dünyanın günlerinin gürültüsü kesiliyor ve içeride ısıtıcı


bir ateş parıldıyor .103
Önceden gidenlerin gölgeleri ateş başında oturmuş hafifçe ağlıyor ve
geçmişten haberler veriyor.
Körler ve topallar, kimsesiz ateşegelin ve her iki doğruyu da işitin: Kör
topal olacak ve topal kör, yine de ateş uzayan gecede ikisini de ısıtıyor.
A ram ızda eski, gizli bir ateş yanıyor, za yıf bir ışık ve bol sıcaklık
veriyor.
H er zorunluluğufetheden ilksel ateş yeniden yanacak çünkü gecenin
dünyası geniş ve soğuk vegereksinim büyük.

103. Taslak şöyle devam ediyor: “Düşte gördüğüm buydu” (s. 295).
İyi korunmuş ateş uzaklardan gelenleri ve üşümüşleri, birbirini gör­
meyen ve birbirine uzanamayanları bir araya getiriyor ve ızdırabı fet­
hediyor ve gereksinimi parçalıyor.
Ateşe söylenen sözler çok anlamlı ve derin ve yaşama doğru yolu
gösteriyor.
K ör topallaşacak ki dipsiz derinliklere koşmasın ve topal körleşecek
ki ulaşamayacağı şeylere özlem ve küçümsemeyle bakmasın.
İkisi de derin çaresizliklerinin farkında olabilir ve böylece kutsal
ateşe, aynı zamanda ateş başında oturan gölgelere ve ateşleri çevreleyen
sözlere yeniden saygı duyacaklar.

E skiler kurtarıcı söze L ogos dem işti, bu tanrısal usun a n latım ıd ır.104
İnsan o derece / ustan uzaklaşm ıştı ki usun kurtarılm asına gereksin im 42/43
duyuyord u. Y e te rin ce bekleyen tanrıların n asıl d a y ılan lara ve alt d ü n ­
y an ın ejd erh aların a d önü ştü ğü nü görebilir. L o g o s’un yazgısı da bu;
sonun da h epim izi zehirler. Z a m a n la h ep im iz zeh irlen m iştik am a b il­
m eden B ir’i, G ü ç lü O lan ’ı, içim izdeki so n ra sız gezgini zehirden uzak
tuttuk. Ç evrem izd ek i bütün d ü n yayı usla eğitm e isteğiyle zehri ve felci
çevrem ize yaydık.
K im ilerin in usu düşünm esin d e, kim ilerin in du ym asın dad ır. H er
ikisi de L o g o s’un h izm etçisid ir v e gizliden gizliye yılan a tap ın m aya
başlarlar. 105
K en d in i zaptedebilir, dem irlerle zin cirleyip h er gün kırbaçlayarak
kanını akıtabilirsin; kendini ezdin parçaladın am a aşam adın. îşte tam
da bu şekilde G üçlü Olan'a yard ım ettin, felcini arttırdın ve onun k ö r­
lüğün ü teşvik ettin. B aşk aların ın d a kör olduğun u görm ek, on ları da
k örleştirm ek ve L ogos’u sana ve başk aların a d ayatm ak istiyor, kör bir
h ırçınlık ve boş b ir inatçılıkla, özlem d olu ve zorbaca. O n a L ogos’u tat­
tır. K o rk u yor ve zam an ın ın g e çtiğ in i ve L ogos’un bu k ü ç ü k dam lasının
bile onu zeh irlem eye yeteceğin i d ü şü n ü rek şim did en, d ah a uzaktan
titriyor. O ysa o senin güzel, çok sevdiğin kardeşin olduğu için onun
kusurlarını görm ezd en gelecek, onu hiçbir h em cinsini k ayırm ad ığın
gibi k ayıracaksın. H em cinslerini zehirli o k larla vu ru rk en her türlü şen

104. bkz. Liber Secundus, böl. 4, s. 23ı.


105. Jung, Psikolojik Tipler'de (1921) düşünmevehissetmeyi ussal işlevler olarak ele alıyordu
(TE 6, §731).
ve güçlü a ra cı kullandın. K ö tü rüm a v d e ğ e rsiz avdır. G ü çlü avcı, boğayı
güreşerek deviren ve aslanı p arçaların a ayıran ve T iam at’ın ordusunu
dağıtan senin yayın a değer bir hedef.ı°6

Sen olan o gibi yaşarsan , O hararetle sana çatar ve ondan güç bela
kaçabilirsin. O nun hizm etinde hep kend in e karşı k u llan d ığın k ork u n ç
silahını hatırlam azsan seni şiddetle cezaland ırır ve k öleliğe zorlar. G ü ­
zel ve ço k sevilen düşüşü yaparsan kurnaz, k o rk u n ç ve soğu k olursun.
Y in e de acı çekse ve d ayan ılm az b ir can çek işm eyle k ıvran sa bile onu
öldürm em elisin. K utsal Sebastian’ı b ir ağaca bağla ve seğiren tenine
yavaşça ve d üşünerek o k ardına o k at. ‘°7 B unu y ap ark en her b ir okun
bo d u r ve topal kardeşlerinden b irin i k u rtard ığın ı anım sat kendine. O
zam an bir sürü ok atabilirsin. O ysa çok sık olan ve neredeyse k ö k ü ka-
zınam ayan bir ya n lış anlam a var: İnsan asla ken d i için d ek i değil, kendi
dışındaki güzeli ve çok sevileni y o k etm ek ister hep.

O , güzel olan ve ç o k sevilen , b a n a D o ğ u ’dan, tam d a u laşm aya


çalıştığım ye rd en geldi. G ü cü n ü ve g ö rk em in i h a y ra n lık la gö rd ü m ve
tam d a benim terk ettiğim için, y a n i in san itiş k ak ışın ın k a ra n lık ba­
taklığı için çab alıyord u . B en im isteğim e a y k ırı çabasının k ö rlü ğ ü n ü
ve b ilg isiz liğ in i tanıdım ve gö zlerin i açtım ve gü çlü k o lla rın ı bacakla­
rın ı zehirli b ir hançerle k ö tü rü m kıldım . Y ere y a tıp çocuk gibi ağladı,
zaten b ir çocu k tu , insan L o g o s’u n a gereksin im d u yan ilksel b ü yü m ü ş
b ir çocuk. B öylece y a rı gö ren gözlerle, k ö tü rü m yattı önüm de çaresiz,
kö r T an rım . M erh am et ben i sard ı çü n k ü on u , b en im asla e rişe m e y e ­
ceğim ve on u n iyileşe b ile ce ğ i y ü k se lişten b an a y a k la şa n on u ölm eye
b ıra k a m ay a ca ğ ım ı açık ça gördüm . Peşine d ü ştü ğü m şim di e lim d e y ­
di. D o ğ u b a n a on d an , h asta v e d ü şm ü ş o lan d an b aşk asın ı verem ezd i.

ıo6. Taslak şöyle devam ediyor: “Davut gibi onu, Golyat’ı kurnazlık ve arsız bir sapanla
öldürebilirsin” (s. 299). Libidonun Dönüşümleri ve Simgeleri nde Jung bahar tanrısı
Marduk’un Tiamat ve ordusuyla savaştığı Babilyaratılış mitini ele alır. Marduk,
Tiamat’ı öldürür ve böylece dünyayı yaratır. Dolayısıyla “güçlü avcı” Marduk’un
karşılığı.
107. Aziz Sebastian üçüncü yüzyılda yaşamış ve Romalılar tarafından öldürülmüş bir
Hristiyan şehididir. Genellikle bir ağaca bağlanmış ve oklarla vurulmuş olarak
resmedilir. Bu tip ilk resimlerden biri Ravennadaki Basilica San Apollinaire
Nuova’dadır.
Y o lu n yaln ızca yarısın ı üstlenm en gerekiyor, d iğer y a rısın ı o üstle­
necek. O nun ötesine geçersen k ö r olursun. O senin ötene geçerse k ö tü ­
rüm kalır. O halde, ölü m lü lerin ötesine geçm ek de tan rıların davran ışı
oldukça, k ötürüm olu rlar ve çocu klar gibi çaresiz kalırlar. İn san T an rı
huzurunda, T a n rı da insan hu zu ru nd a k ala ca k sa tan rısallık ve insanlık
m u h afaza edilm eli. P arlak yo lu in sanla tanrısal arasın d a uzanan y ü k ­
sek alevli ateş orta yoldur.

T an rısal ilksel güç k ö rd ü r çün kü yü zü insan laşm ıştır. İnsan T a n ­


rılığın yüzüd ür. T a n rı yan ın ıza ge lirse canınızı bağışlam ası için y a ­
karın ç ü n k ü T a n rı sevgi dolu korkud u r. E skiler şöyle dedi: Y aşayan
T an rı’nın eline düşm ek ne m ü th iştir.108 B öyle söylü yo rlard ı çünkü hâlâ
eski orm an a y a k ın o ld u k ları için ve çocuksu b ir d avran ışla ağaçlar gibi
yeşerdikleri ve uzakta D o ğu 'ya d oğru alçaldıkları için biliyorlardı. / 43/44
Son u çta yaşayan T a n rı'n ın eline d ü ştü ler. D iz çökm eyi ve yü zleri­
ni yere k oym ayı, m erham et dilenm eyi öğrendiler ve kullara özgü bir
k orkuyla ve m innetle yaşam ayı öğrendiler. O y sa on u g ö ren , u zu n k ir­
p ikleri ve siyah kadife gözleri, görm eyen, a m a sev g i ve k o rk u yla ba­
kınan gözleri olan a ğ la m a y ı ve sızlan m ayı ö ğren d i ki sesi en sonunda
T an rılığın k ulağına erişebilsin. A n c a k k o rk u d olu h a y k ırışın T a n rı'y ı
du rd urabilir. İşte o zam an T an rı'n ın d a titred iğini çünkü yüzün ün,
gözlem leyen b akışın ın sana d önd ü ğü n ü ve b ilin m eyen g ü c ü h issettiği­
ni görürsün. T a n rı insandan k orku yo r.

T an rım k ötürüm se, on u n y a n ın d a d u rm alıyım çü n k ü çok sevileni


terk edem em . O nun ben karan lıktayken ve kendim i zehirle beslerken
ışıkta kalan ve büyüyen parçam , kardeşim old u ğu n u h issediyorum .
Böyle şeyleri bilm ekte ya ra r var; gece bizi çevrelediyse k ard eşim iz ışık
bolluğu içindedir, b ü yü k işler p eşindedir, aslanı p arçalıyor, ejderhayı
üld ürüyord ur. Y a y ın ı daha d a uzak hedefler için gerer, gökte yü k sele­
rek gezinen güneşi fa rk edip yak a la m a k isteyene dek. O değerli avın ı
keşfettiğindeyse sen de ışığa özlem d u y m ay a başlarsın. P ran g aların ı çı­
karır ve yük selen ışığın old u ğu yere gö türürsün kendini. B öylece b irb i­
rinize d o ğ ru seğirtirsiniz. O gü n eşi k olayca zaptedebileceğini san ıyor-

1 08. İbraniler 10:3 ıe atıfla: “Yaşayan Tanrı'nın eline düşmek korkunç bir şeydir."
d u ve gölgelerin solucanıyla karşılaştı. Sen D o ğ u ’d a ışığ ı k ayn ağınd an
içebileceğini ve önünde diz çöktüğün bo yn u zlu d evi yakalayabileceğini
sanıyord un. O nun özünde aşırı özlem , çalkan tılı güç var. benim özüm
zekânın sın ırların ı ve yetersizliğini görm ek. B enim yo k su n olduğum
onda bolca var. Sonuçta ben de onu, B o ğa T a n rı’yı, bir zam anlar Y a-
k u p ’u kalçasından y a ra la y a n ı ve şim di de benim k ötü rüm bıraktığım ı
salıverm eyeceğim .109 O nun gücünü kendim e k atm ak istiyorum .
İşte bu yüzd en, gü cü nü n beni desteklem eye devam etm esi için şid ­
d etli ya ralıyı hayatta tu tm ak akıllıca olur. Tek eksiğim iz ta n rısa l güç.
“Evet, gerçekten, işte b ö y le o lm a lı y a d a olabilir. Şu y a d a bu b a şa rıl­
malı,” diyoruz. B ö ylece konuşup b ö ylece d u ru yo ru z ve b ir şekilde bir
şeyler o la ca k m ı diye utançla çevrem ize bakınıyoruz. B ir şey olu rsa da
b a k m a y a d ev am edip şöyle diyoruz: “Evet, gerçekten, anlıyoruz, bu şu
ya da bu y a da bu şun a y a da bu na benziyor.” B öylece kon uşu yoru z ve
duru yo ru z ve bir yerde b ir şeyler olab ilir m i diye çevrem ize b a k ın ıy o ­
ruz. B ir şeyler hep olu, am a biz o lm ayız çünkü bizim T anrım ız hasta.
Yüzünde Şah m aran'ın zehirli b ak ışıyla ölü old uğu nu gö rd ü k ve ölü ol­
duğunu anladık. İyileşm esi üzerine d üşünm eliyiz. İşte yine de T an rı­
m ı iyileştirem em iş olsaydım ya şam ım ın ikiye p arçalanacağını oldukça
açık b ir şekilde h issediyorum . İşte bu yüzden uzun soğuk gecede on u n ­
44/46 la k ald ım . [İm ge 44] / [İm ge 45 ]110 /

ıo9. Yaratılış 32:24-29^Yakup’unmelekilegüreşmesineatıfla: “BöyleceYakuparkada


yalnız kaldı. Bir adamgünağarıncayakadaronunlagüreşti. Yakup’uyenemeyeceğini
anlayınca, onunuylukkemiğininbaşınaçarptı. Öyleki, güreşirkenYakup’unuyluk
kemiği çıktı. Adam,"Bırakbeni, günağarıyor" dedi. Yakup, "Beni kutsamadıkça
seni bırakmam" diyeyanıtverdi. Adam,"Adınne?"diyesordu. "Yakup."Adam,
"ArtıksanaYakupdeğil, İsrail denecek"dedi, "ÇünküTanrıyla, insanlarlagüreşip
yendin." Yakup, "Lütfenadını söylermisin?" diyesordu. Amaadam,"Nedenadımı
soruyorsun?" dedi. SonraYakup’ukutsadı.”
ı ıo. Resimyazısı: “”Arthava-veda4, ı, 4.”Arthava-veda4, ı, 4. erkeklikgücünüarttırmak
içinsöylenentılsımlı sözlerdir. Buradayaralı boğaTanrı, İzdubar’ıniyileşmesiile
bağlantıkuruluyor.
İkinci Gün
Cap. ix.

[HI 46] H içb ir düş bana k u rta rıcı sözcü ğü ve rm ed i.1” İzd u bar bütün
gece, şafağa d ek sessizce ve kasılm ış yattı.112 B en d üşünerek d a ğ ın sırtı­
nı arşın lad ım ve d ön ü p p ek çok b ilgi ve yard ım o lasılığın ın olduğu Batı
ülkelerim e baktım . îzd u b ar’ı seviyo ru m ve on un sefalet için de yitip
gitm esini istem iyorum . Peki, yard ım nereden gelecek? K im se sıcak-so-
ğ u k y o ld a yo lcu lu k yapm az. Y a ben? B en y o la dönm ekten korkuyorum .
Peki, ya D o ğu ’d a? O rad a olası b ir y a rd ım v a r m ıyd ı? P eki, y a orad a giz­
lenen bilinm ez tehlikeler? K ö rleşm ek istem iyorum . B unun îzd u b ar’a
ne y a ra n olur? B u topal h aliyle onu k ö r bir adam olarak d a taşıyam am .
Evet, İzd ubar gibi güçlü olsaydım . B u rad a b ilim in ne y a ra n var?
A kşam a doğru İzdubar’ın yanına çıktım ve on unla konuştum . “İzdu­
bar, hüküm darım , dinle! Batm ana izin verm eyeceğim . İk in ci akşam çökü­
yor. Yiyeceğim iz yo k ve eğer yardım bulam azsak burada ölm eye m ahkû­
muz. Batı’dan yardım bekleyem eyiz am a D oğu’dan yardım olası. Buraya
gelirken şim di yardım ına başvurabileceğim iz birine rastlamış m ıydın?”
İ: “ B ırak ölüm istediği zam an gelsin.”
B: “ E lim d en geleni y ap m ad an seni b u rad a b ırak m a d üşüncesi y ü ­
reğim i kan atıyo r.”
İ: “ B ü yü lü gücünün sana ne y a ra n var? B en im kad ar g ü ç lü olsaydın
beni taşırdın. O ysa zehrin yaln ızca y o k edebiliyor, ya rd ım edem iyor.”
B: “Ü lkem d e o lsa y d ık h ızlı arabalar bize yard ım getireb ilirdi.”
İ: “ B en im ülkem de olsayd ık zehirli iğn en b an a ulaşam azdı.”
B: “ Söyle bana, D o ğu y an ın d an yard ım alam az m ıyız?”
İ: “ O rad aki yo l çok uzun ve ıssız, d a ğ la n geçtikten son ra düzlüklere
ulaştığındaysa gözlerini k ö r eden güçlü güneşle karşılaşırsın .”
B: “ Y a gece y o lc u lu k edip gü nd ü z güneşten gizlenirsem ?”
İ: “ G ece b ü tü n yılan lar ve ejd erh alar deliklerin den çıkıp gezinm eye
başlar ve silahsız h alinle on lara av olursun kesinlikle. Bırak! Bunun ne

111. El yazısı Tas/afc’ta bunun yerine: “Az uyudum, belirsiz düşler günahlardan arındırıcı sözü
ortaya çıkarmaktan çok bana sıkıntı verdi” (s. 686).
ı 12. 9 Ocak 1914.
ya ra rı olu r? B acaklarım k o f v e uyuştu. B u yo lcu lu ğ u n gan im etini vata­
n ım a gö tü rm em eyi yeğlerim .”
B: “ H er şe y i göze alm am gerekm ez m i?”
î: “ Y a ra rı yo k ! Ö lm en h içbir şey kazan d ırm az.”
B: “ B iraz d üşün eyim , belki ku rtarıcı b ir düşünce gelir aklım a.”
Çekilip dağın sırtında yüksek bir kayanın üzerine oturuyorum . İçim ­
de şu konuşm a başlıyor: B ü yü k İzdubar, çaresiz bir durum dasın, benim
de farkım y o k .113 N e yapılabilir? E ylem hep zorunluluk değildir; bazen d ü ­
şü n m ek d ah a iyidir. İzdubar’ın sıradan anlam ıyla pek de gerçek olm ad ı­
ğına, bir fantezi old u ğun a aslında ikn a oldum . D u ru m u başka bir açıdan
değerlendirm ek yararlı olabilirdi... değerlendirmek... değerlendirmek. ..
hayret, burada bile düşünceler yankılanıyor; ç o k yalnız olmalı. O ysa bu
devam edemez. B ir fantezi olduğunu elbette kabul etm eyecek, bütünüyle
gerçek olduğunu, ona ancak gerçek yoldan yardım edilebileceğini söyle­
yecek; yine de bu aracı d a bir kez denemeye değer. Ona soracağım :
B: “ H ü kü m d arım , G ü çlü Olan, dinle: bizi kurtarab ilecek bir d ü şü n ­
ce geldi bana. A slın d a gerçek o lm ad ığın ı, b ir fan tezi old u ğu n u d ü şü ­
n ü yo ru m .”
İ: “ B u düşünce b en i dehşete düşürdü. C in ayet bu. B e n i kötü rü m
b ırakıp böyle acınası bir durum a soktuktan s o n r a ! bir de gerçek o lm a ­
d ığım ı m ı d u y u rm a k istiy o rsu n gerçekten?”
B: “ B elki k en d im i yeterin ce açıklayam ad ım ve fazlasıyla Batı ü lkele­
rinin diliyle konuştum . Elbette senin gerçek falan olm ad ığın ı söylem ek
istem iyo rum , yaln ız bir fantezi kad ar gerçek olduğunu söylüyorum .
B u n u k ab u l edebilsen çok şey kazan ırd ık.”
İ: “B undan ne kazanılabilir? Sen işkenceci bir şeytansın.”
B: “ A c ın a sı olan, sana işkence etm eyeceğim . H ek im in eli acı verse
de am acı işkence etm ek değildir. B ir fantezi olduğunu gerçekten kabul
edem ez m isin ?”
İ: “ V a h bana! B eni n asıl b ir b ü yü ye b u laştırm ak istiyorsu n ? Fantezi
o ld u ğ u m u k ab u l etm em in b an a y a ra rı o lu r m u?”
B: “ T a şın a n adın çok an la m ı old u ğu nu biliyorsu n . H astaları iy i et-
46/47 m ek için o n lara yen i adlar v e r ild iğ in i! çünkü y e n i adla birlikte yen i bir
öz edind iklerini de biliyorsu n . A d ın özü n d ü r.”

ı 13. Taslak şöyle devam ediyor: “böyle dedi içimdeki başka bir ses, bir yankı gibi” (s. 309).
İ: “ H aklısın , bizim rah ip lerim iz d e b u n u sö ylü yo r.”
B: “Ö yleyse fantezi old u ğun u kabu l etm eye h azır m ısın?”
İ: “ Y a rd ım ı olacaksa, evet.”
İç ses şim di b an a şöyle söylüyord u : H iç ku şku suz şim di bir fantezi
olsa d a d urum h âlâ son derece karm aşık. B ir fantezi öylece değillene-
m ez v e teslim iyetle de ele alınam az. E ylem gerektirir. O b ir fantezi ve
bu nedenle de zaten çok değişken ve bir çıkış yolu gö rebiliyo ru m : Ş im ­
dilik on u sırtım a alabilirim . İz d u b a r’a gittim ve şöyle dedim :
“ B ir y o l bulundu. H afifled in , tü yden bile h a fif oldun. Şim d i seni
taşıyabilirim .” K o lla rım ı o n a d o lu yo ru m ve on u yerd en k ald ırıyo ru m ;
havadan bile h a fif ve ayaklarım ı yerd e tu tm ak için çabalıyorum çünkü
yüküm beni h avaya kald ırıyo r.
İ: “Bu ustalıklı b ir dokunuştu. B eni nereye taşıyo rsu n ?”
B: “ Seni aşağıya, B atı ülkesine taşıyacağım . Y o ld a şlarım bu n ca b ü ­
yük b ir fanteziyi ağırlam aktan m u tlu olacaktır. D ağları aşıp k o n u k se­
ver in san ların evlerin e ulaşınca seni b ü tü n ü yle a y a ğ a k ald ırm an ın y o l­
larını rahatça aram aya başlayab ilirim .”
O n u sırtım d a ta şıya rak k ü ç ü k taşlı b ir y o ld a b ü y ü k b ir dikkatle
ilerliyo ru m . D ağd an aşağı in d iğ im iz için ve y ü k ü m d o la y ısıy la rü z­
gârla sa vru lm a k d en gem i y itirm e m d e n d ah a b ü y ü k bir teh like o lu ş­
tu ru yo r. Ç o k h a fif yü k ü m e sa rılıy o ru m . S o n u n d a v a d i ta b a n ın a ve
sıcak ve soğ u k acı y o lu n a u laşıyoru z. B u kez de ıslık la r çalan bir d oğu
rü z g â rı beni d ar k aya lık la r arasın d an g e ç iriy o r ve ta rlala r ü zerin d en
kim sesiz y e rle re sa vu ru y o r, b ö ylece acı v e ric i y o la d eğ m iyo ru z. Bu
ittirm eyle güzel to p ra k la rd a n g e ç iy o ru m hızla. Ö n üm d e ik i k işi g ö ­
rü yo ru m : A m m o n iu s ve K ırm ız ı. T a m a rk ala rın a geld iğim izd e d ö n ü ­
yo rlar ve d eh şetli çığ lık la rla ta rla la ra k aç ıy o rla r. G e rçe k ten de tu h a f
bir g ö rü n ü şü m olm alı.
İ: “ B u biçim sizler de k im in nesi? Y o ld aşların b u n la r m ı?”
B: “ O n lar insan değil, B atı ü lkelerinde h âlâ sık ç a rastlanan geçm işin
sözde k alın tıları. E skiden ç o k önem lilerdi. Şim d iyse çoğu n lu kla ç o b a n ­
lık yap ıyo rlar.”
İ: “N e h ayret ve rici bir ülke! Bak, bu bir şehir değil m i? O raya git­
mek istem iyor m usu n ?”
B: “ H ayır, T a n rı koru su n. K a la b a lık top lansın istem iyo ru m ç ü n ­
k ü o ra d a ayd ın lan m ışlar yaşıyor. K o k u ların ı alm ıyo r m u su n ? A s lın ­
da tehlikeliler çünkü o n lar ben im bile k e n d im i sakın m am gereken en
güçlü zehirleri pişirirler. O ranın h alk ı tam am en kötürüm dü r, zehirli
kah veren gi buharla sarm alan m ışlard ır ve an cak y a p a y y o llarla hareket
47/48 edebilirler. / Endişelenm en e gerek y o k y in e de. N ered eyse gece çöktü
ve bizi kim se göremez. A yrıca, kim se beni gördüğün ü kabu l etm eye­
cektir. B u rad a sapa bir ev biliyo ru m . O rada bizi gece ağırlayacak yakın
arkad aşlarım v a r.”
İzd u b ar’la b irlikte karan lık, sessiz bir bahçeye ve terk edilm iş bir
eve geliyoruz. İzd u b ar’ı bir ağacın sa rk ık d a lla rı arasın a saklıyo ru m ve
gidip evin kap ısın ı çalıyoru m . K a p ı beni d ü şü n d ü rü yo r; çok küçük.
İzd u b ar’ı b u rad an asla geçirem em . Y in e de b ir fantezi y e r kaplam az
ki! B u eşsiz düşünce neden d ah a önce gelm edi aklım a? B ahçeye d ö ­
nü yo ru m v e hiç güçlük çekm eden İzd u b ar’ı sıkıştırıp b ir yu m u rta b ü ­
yüklüğüne getirerek cebim e yerleştiriyoru m . S o n ra d a İzd u b ar’ın şifa
bulacağı k on u k sever eve giriyo ru m .

[2] [Ö H 4 8 ]114 B öylece T a n rım k u rtu lu yo r. O nu a slın d a ölü m cü l


o la rak düşünülen, y a n i h ayal ü rü n ü old u ğ u n u d u y u rm a k k u rtarıyo r.
T a n rıların bu şekilde son b u ld u ğ u ne y a y g ın b ir v a rsa y ım .” 5 B u k u ş­
kusu z ö n em li bir h ata çü n k ü bu tam d a T a n rı'y ı k u rtaran şey. Ö lm edi
çü n k ü yaşayan b ir fanteziye d ön ü ştü ve işlerin i k e n d i b ed en im d e h is­
sed eb iliyord u m : İç im d e k i a ğ ırlık çek ilm işti ve sıca k ve so ğ u k acı yolu
a rtık ayak ta b a n la rım ı ne d o n d u ru y o r ne de y a k ıyo rd u . A ğ ır lık artık
b en i yere b a stırm ıy o rd u ve b e n b ir d evi taşırken rü zgâr b en i b ir tüy
gibi ta şıyo rd u .116

ı 14. Burada Jung’un İzdubar’ı gizlice eve taşımak ve iyileşmesini sağlamak için yumurta
kadar küçültmesine gönderme yapılıyor. Jung, Aniela Jaffe’ye bu bölümlerle ilgili
olarak fantezilerden bazılarının, şeytan ve Gılgamış-İzdubar bölümlerinde olduğu
gibi, korkudan kaynaklandığını söylemişti. Bir açıdan, deve yardım etmenin bir
yolunu bulmaya çalışması aptalcaydı ama bunu yapmadığı takdirde başarısız
olacağını hissetmişti. Budalaca çözümün karşılığında bir Tanrıyıyakaladığını fark
edecekti. Bu fantezilerin birçoğunda yüce ile gülünç şeytanca bir yoldan bir araya
getiriliyor (MP, s. 147-148).
115. Taslakta cümle şöyle geçiyor: “Diğer birçok Tanrı ve sayısız durumda olduğu gibi
Tanrının bir fantezi olduğu ilan edildi ve böylece ele alındığı varsayıldı” (s. 314).
1 16. Taslak şöyle devam ediyor: “Bizinsanlar görünüşte fantezi diye birşeyin olmadığına
inanıyorduk ve bir şeyin fantastik olduğunu söylediğimizde son derece parçalanmış
Eskiden bir T an rı’nın öldürülebileceğine inanılırdı. O ysa T an rı k u r­
tuldu, ateşte yeni bir balta d ö v d ü ve eski d öngüsüne yenid en başlam ak
için yin e D o ğu 'n u n ışık seline daldı.117 O ysa biz akıllı insanlar ortalıkta
kör topal dolaştık ve yoksunluğum uzdan bile haberim iz yoktu. O ysa ben
Tanrımı sevdim ve onu insanların evine götürdüm çünkü bir fantezi ola­
rak d a gerçekten yaşadığına ve bu yüzden de onu hasta ve yaralı bir şekil­
de geride bırakam ayacağım a karar verdim . Böylece bir m ucize yaşadım
ve ben Tanrı'nın ağırlığını yü klenirken bedenim ağırlığını yitirdi.
A ziz K risto f, dev, yü k ü n ü güçlükle taşım ıştı, o y sa yü k ü yaln ızca ço­
cuk İsa’ydı. 118 O ysa ben b ir çocuk kad ar küçü ktü m ve b ir d evi taşıyo r­
dum am a yü k ü m beni kald ırıyord u . Ç o cu k İsa d ev K risto f için k olay
bir yüke dönüştü çünkü İsa şöyle dem işti: “ B en im bo yu n d u ru ğu m tatlı,
yüküm hafiftir.” 119 İsa'yı yüklen em eyiz çünkü o yü klen ilem ez am a biz
lsa o lm a lıyız çü n k ü o zam an b o yu n d u ru ğu m uz tatlı, yü k ü m ü z k olay
olur. B u som ut ve görünür d ü nya bir gerçeklik, oysa fantezi de diğer bir
gerçeklik. Tanrı"yı d ışım ızd a g ö rü n ü r v e som ut b ıraktığım ızd a y ü k len i­
lemez ve çaresiz olur. O ysa T a n rıy ı fanteziye d önü ştü rürsek içim izde ve
yüklenm esi k o la y olur. D ışım ızd aki Tanrı ağır olan h er şeyi ağırlaştırır,
oysa içim izdeki Tanrı ağır olan her şeyi hafifletir. İşte bu yü zd en bütün
Kristofların sırtı kam bur ve nefesleri kesilm iştir, çü n k ü d ü n ya ağırdır.

[ÖH 48/2] B irço kları hasta tan rıları için y a rd ım bu lm aya çalıştı ve
güneş ülkesinin yo lu n d a p u su y a yatm ış y ılan lara ve ejd erh alara yem
oldu. A şırı p arlak günde çü rü d ü ler ve k aran lık insan lar old u lar çü n ­
kü gö zleri körleşti. Ş im d i gölgeler gibi ortalıkta g eziyo r ve ışık tan söz
i'diyorlar am a çok az gö rüyo rlar. T a n rıları ise on ların gö rm ed iği her
şeydi: K a ra n lık B atı ülkelerin de ve gören g ö zleri k esk in leştiriyor ve
zehri p işiren lere y a rd ım e d iy o r ve yılan ları k ö r su çlu ların to p u kların a

oluyordu” (s. 314). Jung ı932'de çağdaşlarının fanteziyi hor görmesine değinmişti
(“Kişiliğin Gelişimi” te 17, §302).
1 17. Burada birsonraki bölüme atıfvargibi görünüyor.
1 1 H. Aziz Christopher (Yunanca “İsa’yı taşıyan”) üçüncü yüzyılda yaşamış bir şehittir.
Efsaneye göre İsa’ya nasıl hizmet edebileceğini öğrenmek için bir münzeviye danışmıştı.
Münzevi ona insanların tehlikeli bir ırmak geçidinden geçmesine yardım etmesini
söylemiş, o da buna uymuştu. Bir keresinde küçük bir çocuk karşıya geçmek için yardım
etmesini istemişti. Christopher çocuğun herkesten daha ağır olduğunu fark etmiş, çocuk
da dünyanın günahlarını taşıyan İsa olduğunu göstermişti.
1 19. Matta ı ı:30.
yöneltiyor. Ö yleyse, aklın va rsa T a n rı’y ı y a n ın d a gö tü rürsü n ve böyle-
ce on u n nerede old uğu nu bilirsin. B atı ülkelerin de o y a n ın d a olm azsa
gece şakırd ayan b ir zırh ve ezici b ir savaş b altasıyla gece sana koşarak
gelir.120 Şafak ülkesinde y a n ın d a olm azsa o zam an da habersiz topu-
48/49 ğunu b ekleyen tan rısal solu can ın farkın a va rm a d an atarsın adım ını. /

Y ü k len d iğ in T a n rı’dan h er şeyi alabilirsin am a silahını alam azsın


çünkü onu parçaladı. Fethedenler silaha gereksinim duyar. İyi de sen
daha k im i fethedeceksin? Y eryü zü n d en d ah a fazlasını fethedem ezsin.
Peki, n ed ir yeryüzü? E v re n in ortasın d a y u syu varlak b ir d am la gibi a sı­
lı d u ru y o r. G üneşe erişem ezsin v e gücün ç o rak a y a bile ulaşam az; ne
den izi ne kutup lard aki k a rı ne de çöldeki k u m la rı, yaln ızca yeryüzün-
deki yeşil birkaç noktayı fethedebilirsin. Fethin de uzun sürm eyecek.
G ü cü n yarın toz olacak ve h ep sin d en ötesi -en azından- ölü m ü fethet­
m elisin. Ö yleyse ap tallık etm e, silahını bırak. T a n rı bile silah ın ı p a r­
çaladı. H âlâ fethetm e gereksin im i duyan bu d alalara k arşı zırh ın seni
k o ru m a y a yeter. T a n rı’nm zırh ı seni yaralan m az k ılacak ve en büyü k
bud alalara görünm ez olacaksın.

[ÖH 49] T a n rın ı y a n ın d a götür. İn san ların h er sabah gözlerini


ovuşturduğu, yin e de hep ayn ı şeyi gördüğü, başka h içbir şey g ö r­
m ediği k aran lık ülken e götü r onu. T a n rın ı zehre gebe sise götü r am a
karan lığı k avrayam ayacağı fenerlerle ayd ın latm aya çalışan körler gibi
değil. Sen T an rın ı k on u k sever bir çatın ın altına gizlice götür. İn san la­
rın kulübeleri k üçü ktü r ve ne k ad ar k on u k sever olsalar da, ne kadar
isteseler de T a n rı’yı hoş karşılayam azlar. Ö yleyse insanların çiğ, b e ­
ceriksiz ellerinin T a n rın ı p arçalara ayırm asın ı beklem e, on u yeniden,
sevgiyle k u ca k la ilk b aşlan gıcın d ak i biçim ine dönene dek. Ç o k sevileni,
m üthiş gö rk em liyi h asta ve güçten düşm üşken hiçbir insan gözü g ö r­
m esin. H em cinslerinin farkın d a olm ad an h ayvan k ald ık ların ı hesaba
kat. Ç a y ırla ra gittikleri y a d a gü neşin altında uzand ıkları y a d a bebele­
rini em zirdikleri y a d a b irb irleriyle çiftleştikleri sü rece k aran lık T o prak
A n a ’n ın güzel ve zararsız yaratıklarıdır onlar. T an rı göründüğün de ise
çıld ırm aya b aşlarlar çünkü T a n rı’n ın y a k ın lığ ı on ları çıldırtır. K orku

120. İzdubar’ınJungagelişi gibi.


ve hiddetle titrerler ve bird en b ire kardeş kardeşe sald ırır ve bir dövüş
başlar çünkü biri yaklaşan T a n r ıy ı d iğerinde hisseder. Ö yleyse y a ­
nında götürdüğün T a n rı'y ı gizle. Bırak on lar çıld ırsın ve birbirlerin i
yaralasın . Senin sesin öfked en k u d u ran ların işitem eyeceği k ad a r zayıf.
Öyleyse ne konuş ne de T a n rı'y ı göster, kim sesiz bir yerd e otur ve eski
tarzda efsunlu sözler söyle.

Yumurtayı, başlangıcındaki Tanrı'yı koy önüne.


Ve bak ona.
Ve bakışının büyülü sıcaklığıyla yat kuluçkaya.

BÜYÜLÜ SÖZLER BURADA BAŞLIYOR. / 49/50


Büyülü Sözler121
C ap . x.

[İm ge 5o ]‘ 22
Noel geldi, Tanrı yumurtada.
Tanrım için bir kilim hazırladım, sabah ülkesinden pahalı, kırmızı
bir halı.
Onu çevreleyecek Doğu ülkesinin görkemli parıltısı.
Ben yalın bakire, doğum yapan ve nasıl olduğunu bilmeyen anayım.
Ben bakireyi koruyan endişeli babayım.
Ben karanlık tarlalarda sürüsünü kollarken haberi alan çobanım.'23

50/51 I [İm ge 51]


Ben şaşkınlıkla donakalan ve Tanrı 'nın gelişini kavrayamayan kut­
sal hayvanım.
Ben Doğu"dan gelen bilge, mucizeye uzaktan kuşkuyla bakanım. '^
Ve ben içimdeki Tanrı tohumunu çevreleyen ve besleyen yumurtayım.

51/52 I [İm ge 52]


Kutlu saatler uzuyor.
Ve sefil insanlığım işkence çekiyor.
Çünkü ben doğuranım.
Neden sevindiriyorsun beni, E y Tanrı?
O sonrasız boşluk ve sonrasız bolluk. 125
H içbir şey ona benzemez ve o her şeye benzer.

121. Kaligrafi cildinde bölüm başlığı yok, buradaki başlık Taslak’a göre verildi.
ı 22. 50 ila 64. imgeler İzdubar’ın yenilenişini simgesel olarak betimliyor.
123. Luka 2:8-11: ‘‘Aynı yörede, sürülerinin yanında nöbet tutarak geceyi krlarda geçiren
çobanlar vardı. Rab’bin bir meleği onlara göründü ve Rab’bin görkemi çevrelerini
aydınlattı. Büyük bir korkuya kapıldılar. Melek ise onlara, «Korkmayın!» dedi. «Size,
tüm halk için büyük sevinç kaynağı olacak bir müjde getiriyorum: Bugün size, Davut’un
kentinde bir Kurtarıcı doğdu. Bu, Rab olan Mesih’tir”
124. Matta 2:1-2: “ha, Kral Hirodes’in devrinde Yahudiye’nin Bethlehem kasabasında
doğduktan sonra bazı yıldızbilimciler doğudan Kudüs’e gelip şöyle dediler: «Yahu-
dilerin kralı olarak doğan çocuk nerede? Doğuda O’nun yıldızını gördük ve O’na
tapınmaya geldik.”
125. Bu bölümde Tanrı’nın nitelikleri Sınamalardaki iki ve üçüncü vaazlarda Abraksas’ın
nitelikleri gibi işleniyor. bkz. s. 450.
Sonrasız karanlık ve sonrasız aydınlık.
Sonrasız alt ve sonrasız üst.
Birdeki çifte doğa.
Çoktaki yalın.
Anlamsızlıktaki anlam.
Esirlikteki özgürlük.
Muzaffer boyun eğmiş.
Gençteki yaşlı.
Hayırdaki evet.

I [İm ge 53] 52/53

Ey
orta yolun ışığı,
yumurtada kapalı,
tohumsal,
çetin, ezilmiş.
Tamamen gebe,
düşsel, yitik düşleri bekleyen.
Taşgibi ağır, sertleşmiş.
Dökme, saydam.
Akıp giden parıltı, kendine dolanmış.

/ [İmge 5 4 ]126, 127 53/54


Amin, sen başlangıcın efendisisin.
Amin, sen D oğunun yıldızısın.
Amin, sen her şeyin üzerinde açan çiçeksin.
Amin, sen ormandan fırlayan geyiksin.
Amin, sen uzaklarda suyun üzerinde ses veren şarkısın.
Amin, sen başlangıç ve sonsun.

ı 26. Jung 3 Ocak 1917’de “Düşlemde şöyle yazıyor: u[Liber Novus’taki yılan imgesi IIl’ün
uyaranı]” (s. ı). Herhalde bu not bu imge için yazılmıştır.
127. Resim yazısı: “ brahmallaspati.” Julius Eggling şöyle diyor: “Brihaspati ya da
Brahmanaspati, dua ya da tapınmanın efendisi, rahibin saygınlığının temsilcisi olarak
Agni’nin yerini alır... Rig-Veda X, 68,9da... söylenene göre Brihaspati şafağı (avindat),
gökyüzünü ve ateşi (agni) bulmuştur ve ışığı (arka, güneş) ile karanlığı kovmuştur. Genel
olarak ışık ve ateş elementini temsil ediyor gibi görünüyor” (Doğu'nun Kutsal Kitapları
12, s. xvi). Ayrıca bkz. İmge 45’in notu.
/ [İm ge 5 5 ]128
B ir söz hiç söylenmeyen.
Bir ışık hiç yakılmayan.
Koşutsuz bir karmaşa.
V e sonu olmayan biryol.

55/56 / [İm ge 56]


Kendimi bu sözler için bağışlıyorum, senin parıldayan ışığını iste­
diğim için beni bağışlaman gibi.

56/57 / [İm ge 57]


Kalk ey yaşlı gecenin cana yakın ateşi.
Başlangıcının eşiğini öpüyorum.
Elim kilimi hazırlıyor ve önüne bolluk dolu kırmızı çiçekler seriyor.
Kalk hasta yatan dostum, kabuğunu kır.
Senin için bir şölen hazırladık.
Senin için armağanlar hazırlandı.
Rakkaslar seni bekliyor.
Bir ev yaptık senin için.
Uşakların hazır bekliyor.
Senin için sürüleri yeşil otlaklarda topladık.
Kadehini kırmızı şarapla doldurduk.
Altın tabaklara kokulu meyveler koyduk.
Kodesinin kapısını çalıyor ve kulağımızı yaslıyoruz ona.
Saatler uzuyor, oyalanma dahafazla.
Sensiz sefiliz ve şarkımız cansız.

128. Güneşsaltanat-kayığıeskiMısır'dasıkkullanılanbirmotiftir. Saltanatkayığı güneşin


hareketiiçintipikbiraraçolarakgörülmüştür. MısırmitolojisindeGüneşTanrısıher
güngökyüzündeseyredengüneşsaltanat-kayığınıyutmakisteyenAphophis’ekarşı
savaşverir. Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) Jung, Mısır“yaşayan
güneşdiskini” (TE, B,§i53)ve denizcanavarı (§549Omotifini elealır. 1952demetni
yenidengözdengeçirdiğindedenizcanavarı ileolansavaşınego-bilincinibilinçdışının
cenderesindenkurtarmaçabasını temsilettiğininotdüşmüş(Dönüşümün Simgeleri, te
5, §539). Güneşsaltanatkayığı Mısır Ölüler Kitabı ndakı (ed. E. A.WallisBudge[Londra:
Arkana, 1899/1985])bazıçizimleriandırıyor(s. 390, 400ve404’tekiçizimler). Kürekçi
genellikleşahinbaşlı Horus’tur. Dönüşümsürecininsimgesi olarakörülenGüneş
Tanrısı’nınaltdünyadakigeceyolculuğuAmduat'taanlatılır. bkz. TheodorAbtveErik
Hornung,Knowledgefor the Afterlife. The Egyptian Amduat-A Questfor Immortality
(Zürih: LivingHumarıHeritagePublications, 2003).
/ [İmge 58]119
Sensiz sefiliz ve şarkımız sönüyor.
Yüreğimizin bize verdiği tüm sözleri söyledik.
Daha ne istersin?
Daha neyi yerine getirelim senin için?
Her kapıyı açıyoruz sana.
Diz çöküyoruz istediğin yerde.
Dileğince gidiyoruz pusulanın her noktasına.
Altta olanı üste taşıyoruz ve üsttekini alttakine çeviriyoruz
buyruğunca.
Veriyoruz ve alıyoruz dileğince.
Sağa dönmek istedik, yön gösterdin sola döndük.
Yükselip düşüyoruz, dalgalanıyoruz, duruyoruz,
görüyoruz ve körüz, işitiyoruz ve sağırız,
sözünü hep dinleyip evet ve hayır diyoruz.
Kavramıyoruz ve kavra namazı yaşıyoruz.
Sevmiyoruz ve sevilmeyeni yaşıyoruz.
Ve yine kendi çevremizde evrilip kavrıyoruz ve anlaşılırı yaşıyo ru z.! 58/59
Seviyoruz ve sevileni yaşıyoruz yasana sadık kalarak.
Bize gel, biz ki kendi istemimizle istiyoruz.
Bize gel, biz ki seni kendi tinimizden anlıyoruz.
Bize gel, biz ki seni kendi ateşimizle ısıtacağız.
Bize gel, biz ki seni kendi sanatımızla iyileştireceğiz.
Bize gel, seni kendi bedeninden var edeceğiz.
Gel, çocuk, babana ve annene.

129. Jung “Düş/er”de şöyleyazmıştı: 17 1 1917. Bu gece: dağın yamacından felaket ve korkunç
çığlar yuvarlanıp geliyor, kâbuslardaki bulutlar gibi; öte kıyısında durduğum vadiyi
dolduracaklar. Korkunç afetten korunmak için dağın yükseklerine kaçmam gerektiğini
biliyorum. Bu düş Kara Kitap'ta aynı tarihi içeren bir girdiyle tuhafbir şekilde
açıklanıyor. 17 1 1917'de Lib. Nov.'un 58. sayfasında kırmızı noktalı bir çizim yaptım.
ı8 1 1917'de dev güneş lekelerinin oluşumuyla ilgili bir yazı okudum” (s. 2). Kara Kitap
6’daki 17 Ocak 1917 tarihli girdinin özeti: Jung onu korku ve dehşetle dolduranın,
yüksek dağdan düşenin ne olduğunu sorar kendine. Ruhu tanrılara yardım etmesini
ve onlara kurban vermesini söyler. Solucan Cennete tırmanmaktadır, söylediğinegöre,
yıldızları örtüp ateşten diliyle yedi mavi göğü yer. Onu da yiyeceğini, sürünüp taşa
girmesini, ateş seli sona erene dek orada korunaklı kalmasını söyler. Dağlardan kar düşer
çünkü yukarıdaki bulutlardan ateşli soluk alçalmaktadır. Tanrı gelmektedir, Jung da onu
kabul etmeye hazırlanmalıdır. Jung kendini taşa saklamalıdır çünkü Tanrı korkunç bir
ateştir. Sessiz kalmalı ve içine bakmalıdır ki Tanrı onu alevleriyle yok etmesin” (s. 152)
[İmge 59]‘30/
Yeryüzüne sorduk.
Göğe sorduk.
Denize sorduk.
Yele sorduk.
Ateşe sorduk.
Seni aradık bütün halklarla birlikte.
Seni aradık bütün krallarla birlikte.
Seni aradık bütün bilgelerle birlikte.
Seni aradık kendi beynimizde ve yüreğimizde.
Ve seni yumurtada bulduk.

60/61 / [İmge 60]


Senin için değerli bir insan adağı kurban ettim,
bir genç ve yaşlı adam.
Tenim i bir bıçakla kestim.
Sunağını kendi kanımla ıslattım.
İçim de yaşayabilesin diye anamı babamı terk ettim.
Gecem igündüze çevirdim ve
gün ortasında uyurgezer gibi gezindim.
Bütün tanrıları devirdim , yasaları çiğnedim, m undar yedim.
Kılıcı yere attım ve kadın elbiseleri giydim.
Sağlam kalemi yıktım ve bir çocuk gibi kumda oynadım.
Savaşçılar savaş düzeni aldığını gördüm ve
zırhım ı bir balyozla parçaladım.
Tarlamı ektim ve meyveyi çürümeye bıraktım.
Büyük olan her şeyi küçülttüm ve küçük olan her şeyi büyüttüm.
En uzak hedefimi en yakınla takas ettim ve işte ben hazırım.

130. Resim yazısı: “hiranyagarbha.’ Rig Veda’da hiranyagarbha Brahma'nın doğduğu


ilk tohumdur. Jung'daki Doğunun Kutsal Kitaplarının 37. cildinde (Veda İlahileri)
kesilen tek kısım baştaki “Bilinmeyen Tanrıya" ilahisidir. Şöyle başlar: “Başlangıçta
Altın Çocuk (Hiranyagarbha) doğruldu, doğar doğmaz olan her şeyin efendisi oldu.
Yeryüzünü ve gökyüzünü oluşturdu: Adaklarımızı adayacağımızTanrı kimdir?” (s. 1).
Jung'daki Doğu'nun Kutsal Kitapları'nın Upanişadlar bölümünde Maitrayana-Brahmana
Upanishad sayfa 311e bir kağıt sıkıştırılmış. Bölüm şöyle başlıyor: “Aynı Benliğe de
Hiranyagarbha denir” (cilt 15, böl. 2).
[İm ge 6 1 ] 131
/ [Ö H 62] Y in e de, hazır d eğilim çü n k ü yü reğim i boğam h âlâ kabul
etm edim . B u korkutu cu şey T a n rı’nın yu m u rtayla ku şatılm ası. B ü yü k
çabanın başarıya ulaşm asından m utluyum am a k ork u m söz kon usu
tehlikeleri unutturdu bana. G ü çlü o la n a sevgim v a r ve h ayranım . K im ­
se bo ğan ın b o yn u zların ı taşıyandan d ah a b ü y ü k olam az am a yin e de
ben on u kötü rü m kıld ım , taşıdım ve k o laylık la k üçü lttü m . O nu g ö r­
d ü ğü m d e neredeyse k o rk u d a n yere d ü şecektim a m a şim di on u avu ç­
larım ın arasında kurtarıyoru m . B unlar insanı korkutan ve fetheden
güçler. Ç o k eskilerden beri T an rın ve yö n eticin oldu on lar; sen yine
de on ları cebine sokabiliyorsun . B ununla k arşılaştırd ığın d a dine k ü fü r
nedir ki? T anrıya küfred ebilm eyi isterdim : B öylece aşağılayabileceğim
bir T a n rı olu rd u en azından am a cepte taşınan bir yu m u rtay a k ü fret­
m eye değm ez. B u insanın k ü fü r bile edem eyeceği bir Tanrı.
T a n rı’n ın bu acınasılığın d an nefret ettim . Benim ken d i d eğersiz­
liğim zaten yeter. O na T a n rı’n ın acın asılığıyla a y a k bağı o lm am a k at­
lanam az. H içb ir şey sağlam d u rm u yor; ken d in e d o k u n u yo rsu n ve toz
oluyorsun. T a n rı’y a d o k u n u yo rsu n ve k o rk u yla yu m u rtan ın içine sa k ­
lanıyor. C eh ennem ’in k ap ıların ı zorlu yorsu n : G ıd a k la y a n m askeler ve
budalaların m ü ziği sana yaklaşıyo r. Göğe sald ırıyo rsu n hiddetle; sahne
d ekoru sallanıyor ve locad aki suflör b a y gın lık geçiriyor. F a rk e d iy o r­
sun; d oğru değilsin, Ü st d oğru değil, alt d oğru değil, sol ve sağ ald at­
maca. K a v ra d ığ ın h er şey hava, hava, hava.
Y in e de ben onu, çok eskilerden beri kork u lan ı yakalad ım ; onu k ü ­
çülttüm ve elim le sard ım sarm alad ım . İşte bu tan rıların tahttan inişi;
insan o n ları cebine k o yu yo r. T a n rıla rın öykü sü b ö yle son lan ıyor. T a n ­
rılardan geriye b ir yu m u rtad an b aşka b ir şey k alm ıy o r. B u y u m u rta
da ben im elim de. B elk i bu son u n cu yu d a y o k ederim ve en son un da
T an rı ırk ın ın k ö k ü n ü kazırım . A rtık tan rıların gü cüm e b o yu n eğdiğini
bildiğim e göre tanrılar benim için nedir ki? E ski ve geçkin, d ü şm üş ve
bir yum urtaya göm ülm üşler.
Peki, am a bu nasıl oldu? B ü y ü k O lan’ı d ev ird im ve on u n yasın ı tut­
tum, on dan ay rılm a k istem edim , on u sev iy o rd u m çün kü h içb ir ölü m lü
onun dengi değildi. O nu ağırlığın d an k u rtarm an ın b ir y o lu n u buldum

1 31. Canavarın yüzü HI 29 a benzer.


sevgimle ve uzayın sınırlarından azat ettim. Ondan -sevgiyle- biçimve
bedenselliği aldım. Onu sevgiyle anaç yumurtaya sarıp sarmaladım.
Savunmasız kalmış sevdiğimi öldürse miydim? Mezarının kırılgan ka­
buğunu parçalayıp dünyanın rüzgârlarının ağırsızlığına ve sınırsızlı­
ğına karşı açık mı bıraksaydım onu? Kuluçka döneminde ona efsunlu
şarkılar söylemedimmi? Bunu ona duyduğumsevgiyleyapmadımmı?
Onu neden seviyorum? Büyük Olan'a duyduğum sevgiyi yüreğimden
söküp atmak istemiyorum. Tanrımı, savunmasız ve çaresiz olanı sev­
mek istiyorum. Bir çocuk gibi bakmak istiyorumona.
Tanrıların oğulları değil miyiz biz? Tanrılar neden bizim çocuk­
larımız olmasın? Benim Tanrı babam ölecekse anaç yüreğimden bir
Tanrı çocuk doğmalı. Seviyorum çünkü Tanrı’yı ve onu terk etmek
istemiyorum. Tanrıyı ancak onu seven devirebilir ve tanrı onu alt
edene boyun eğer ve avcuna sığınır ve onu sevenin yüreğinde ölür ve
ona doğuşu vaat eder.

Tanrım seni doğmamış çocuğunu yüreğinde taşıyan bir anne gibi


seviyorum. Doğu 'nun yumurtasında büyü, sevgimle beslen, yaşam öz-
suyumu iç ki ışıldayan bir Tanrı ol. Senin ışığına ihtiyacımız var, Ey
çocuk. Biz karanlıkta yürüyoruz, yollarımızı aydınlat. Işığın önümüzde
ışıldasın, ateşin soğuk yaşamlarımızı ısıtsın. Biz gücüne değil, yaşamına
gereksinim duyuyoruz.

62/63 / Gücün bize ne yararı var? Biz yönetmek istemiyoruz. Yaşamak


istiyoruz, ışık ve sıcaklık istiyoruz, o yüzden ışığına ve sıcaklığına ge­
reksinim duyuyoruz. Yeşillenen yeryüzü ve güneşe gereksinim duyan
her canlı beden gibi biz de tinimizde senin ışığına ve sıcaklığına gerek­
sinim duyuyoruz. Güneşsiz bir tin bedenin asalağına dönüşür. Oysa
63/64 tini Tanrı besler. [İmge 63] / [İmge 6 4 ]132, >33 /
132. Jung “Düşlerm de 4 Şubat 1917'de şu notu düşmüş: “Yumurtanın Açılışı (İmge) üzerine
çalışmaya başladım” (s. 5). Bu da imgenin İzdubar’ın yumurtadan yeniden ortaya çıkışını
betimlediğini gösteriyor. Bu imgedeki güneş saltanat kayığı için, karş. İmge 55.
133. Resim yazısı: “çatapatha-brahmanam 2,2,+" Satapatha-brahmana 2,2,4” (Doğunun
Kutsal Kitapları, cilt ı 2) Agnihotranın kozmolojik doğrulamasınıveriyor. Yeniden
yaratılmak istenen Prajapati’nin ağzından Agni’yi nasıl yarattığını anlatarak başlıyor.
Prajapati kendini Agni’ye sunuyor ve yenmek üzere olduğu için kendini Ölümden
kurtarıyor. Agnihotra (ateş şifası) gün doğumunda ve batımında gerçekleştirilen bir
Veda ayinidir. Ayini gerçekleştirenler kendilerini arındırır, kutsal bir ateş yakar ve
tılsımlı sözlerle Agni’ye dua eder.
Yumurtanın Açılması134
Cap. xi.

[ÖH 65]135 Üçüncü günün akşamında kilimin üzerinde diz çöküyorum


ve yumurtayı dikkatlice açıyorum. İçinden dumana benzer bir şey çıkı­
y o r ve birdenbire İzdubar tüm heybetiyle, dönüşmüş ve tamamlanmış
olarak önümde duruyor. Kolları ve bacakları sağlam, hiçbirinde hasar
göremiyorum. Derin bir uykudan uyanmış gibi: Şöyle diyor:
“Neredeyim? Burası ne kadar dar, ne kadar karanlık ve soğuk; me­
zarda mıyım? Neredeydim ben? Evrene savrulmuş gibiydim; altımda
ve üstümde karanlık ve yıldızlarla ışıldayan birgökyüzü vardı
ve anlatılamaz bir özlemin tutkusu içindeydim.
Işıldayan bedenimden ateşler kopup akıyordu...
parlak alevler arasında ilerledim,
beni canlı ateşlerle saran bir denizde yüzdüm.
Işıkla dolu, özlemle dolu, sonrasızlıkla dolu...
Eskilerdendim ve kendimi sürekli yeniliyordum,
Yükseklerden derinlere düşüyordum

134. Tos/ak’tabununyerine: “üçüncüGün” (s. 329).


135. ıoOcak1914. Kara Kitap 3’teJungşöyleyazıyor: “Buunutulmazolayyoluylaadeta
birşeybaşarılmıştı amabununbizinereyegötüreceğini hesaplamakolanaksız.
İzdubar’ınyazgısınıngroteskvetrajikolduğunusöylemektezorlanıyorumçünküo
bizimendeğerliyaşamımızneyseo. Fr. Th.Vicher’in(A[uch] E[iner])budoğruyubir
dizgeyedönüştürmeyeyönelikilkçabası. Ölümsüzlerarasındayeralmayıgerçekten
hakediyor. Ortadaduranşeydoğruluk. Birçokyüzüvar, birikesinliklekomik, diğeri
üzgün, üçüncüsükötücül, dördüncüsütrajik, beşincisigülünç, altıncısıasıksuratlıvs..
Buyüzlerdenbiri gözebattığındakesindoğrudansaptığımızı farkediyoruzvebuyolu
izlemeyekararverdiğimizdekesinbirçıkmazoluşturanbirucayaklaşıyoruz. Gerçek
yaşamınerdeminiyazmaköldürücübirgörev,özellikledeuzunyıllarını ciddibilimsel
araştırmalaraadayanbiri için.Enzorudayaşamınoyunculuğunu(yani, çocuksuluğunu)
kavramak. Yaşamıntümoçoğulyönleri,büyük,güzel, ciddi, kara,şeytanca,iyi, gülünç,
grotesk, hepsibakanıyadaanlatanıözümsemeeğilimindekiuygulamaalanları. /Çağımız
zihnidüzenlemeyeteneğiolanbirşeygerektiriyor. Tıpkısomutdünyanıneskibakışın
sınırlılığındanmodernbakışınölçüsüzçeşitliliğinegenişlemesigibientelektüelolasılıklar
dünyasıdaakılalmazbirçeşitliliğedönüştü. Binlercekalınciltledöşenmişsonsuzuzun
yollarbiruzmanlıktandiğerineuzanıyor. Yakındahiçkimsebuyollardayürüyemeyecek.
işteozamanyalnızcauzmanlarkalacakgeriye. Zihinyaşamınıncanlı doğrusuna,
sağlambiryolgöstereneherzamankindendahafazlagereksinimduyuyoruz” (s. 74-77).
Vischer'inçalışması: AuchEiner: EineReisebekanntschaft(Stuttgart, 1884). Jung1921'de
şöyleyazmıştı: “Vischer’inromanı, AuchEiner, ruhuniçedönükdurumunaveaynı
zamandakolektifbilinçdışınıntemelindeki sembolizmeyönelikderinbiranlayışsunuyor”
(Psikolojik Tipler, te 6, §627). Jung1932’deVischer’i Kunda/ini Yoganın Psikolojisinde
yorumlamıştı (s. 54). AuchEineriçinbkz. RuthHeller, "AuchEiner: TheepitomeofF.Th.
Vischer‘sPhilosophyofLife," German Life and Letters 8 (1954) s. 9-18.)
ve derinliklerden döne döneyükseklere çıkıyordum parlayarak...
parıldayan bulutlar arasında kendi çevremde sallanıyordum,
köpüklü dalgalargibi yeri döven köz yağmuru olmuş
/ kendimi boğucu bir sıcağın içine çekiyordum.
Sınırsız bir oyunda kendimi kucaklıyor ve reddediyordum.
Neredeydim? Bütünüyle güneştim. ” 136

B: “Ey Tanrısal İzdubar! Ne harika! İyileştin!”


“İyileştim mi? Hasta mıydım ki? Hastalıktan söz eden kim? Ben gü­
neştim, bütünüyle güneş. Ben güneşim.”

Bedeninden anlatılamaz bir ışık kopuyor, gözlerimbu ışığı kavra­


yamıyor. Yüzümü kapatmamve bakışımı yere çevirmemgerekiyor.
B: “Sen güneşsin, sonrasız ışık. .. en güçlü olan, seni taşıdığım için
beni bağışla.”
Her şeysessizve karanlık. Çevreme bakıyorum; boş yumurtanın ka­
buğu kilimin üzerinde. Kendimi, yeri, duvarları yokluyorum; her şey ol­
duğu gibi, tümüyle sade ve tümüyle gerçek. Çevremdeki her şeyin altına
döndüğünü söylemekisterdim. Oysa bu doğru değil. Her şey her zaman
olduğu gibi. Sonrasız, sınırsızve üstüngüçlüışıkburada hükümsürdü.1'7
[2] [ÖH66] Yumurtayı açmıştımve Tanrı yumurtadan ayrılmıştı. İyileş­
mişti ve bedeni dönüşerek ışıldamıştı ve ben bir çocuk gibi diz çöktümve
mucizeyi kavrayamadım. Başlangıcın çekirdeğine bastırılmış olanyükseldi
ve üzerindetekbir hastalıkizi bile yoktu. Ben kudretli olanı yakalayıpavuç­
larımınarasındatuttuğumudüşündüğümsıradaogüneşintakendisiydi.
Güneşin yükseldiği Doğu’ya doğru uzaklaştım. Herhalde ben de gü­
neş gibi doğmak istiyordum. Güneşe sarılmakve onunla birlikte tan ye­
ı 36. Roscher şöyle yazıyor: “izdubar, bir tanrı olarak, Güneş-Tanrı ile ilişkilendirilir
(Ausführliches Lexikon der Griechischen und Römischen Mythologie, cilt 2, s. 774).
İzdııbar ın yumurtada olması ve yeniden doğması klasik güneş mitolojisi örüntüsünü
izliyor. Leo Frobenius Das Zeitalter des Sonnengottes'de lekesiz doğumla güneş tanrıyı
doğuran kadın motifinin yaygınlığına ve sürecin kısalığına dikkat çeker. Bazılarında
Tanrı bir yumurtada gelişir. Frobenius bunu güneşin denizde doğup denize batması ile
ilişkilendirir ([Berlin, G. Reimer, 1904], s. 223-63). Jung Libidonun Dönüşümleri ve
Simgelerinde (1912) bu çalışmaya birçok kez değinir.
137. Jung Psikolojik Tiplerde (1921) yenilenen Tanrı motifini yorumlar: “Yenilenen Tanrı
yeni bir tutumu, yani yoğun bir yaşam, yaşamın geri kazanılması ile ilgili yenilenmiş
bir olasılığı gösterir çünkü psikolojik olarak Tanrı her zaman en büyük değeri, yani
libidonun en büyük toplamını, yaşamın en büyük yoğunluğunu, psikolojik yaşam
etkinliğinin en yüksek değerini gösterir” (TE 6, §301).
rinde yükselmek istiyordum. Oysa o bana doğru geldi ve yolumda dur­
du. Başlangıcaulaşmamın olanaksız olduğunu söyledi. Oysaben güneşle
birlikte gecenin rahmine batmak isteyeni kötürümbıraktım; kutsanmış
Batı ülkelerine ulaşma umudundan hepten yoksun bıraktımonu.
Oysa bak! Farkında olmadan güneşi yakaladım ve onu elimde ta­
şıdım. Güneşle birlikte batmak isteyen, alçalışında beni buldu. Onun
başlangıç yumurtasında kuluçkaya yatan gece anası oldum. Böylece
yükseldi, yenilendi ve daha görkemli bir ışıkla yeniden doğdu.
Gel gör ki o doğarken ben batıyorum. Tanrı’yı fethettiğimde gücü
içimde aktı. Tanrı yumurtada dinlenip başlangıcını beklerkense benim
gücüm ona geçti. Işıldayarak yükseldiğindeyse ben yüzüstü kapandım.
Yaşamımı yanında götürdü. Artık bütün gücümonunlaydı. Ruhumateş
denizinde balık gibi yüzdü. Bense yeryüzünün gölgelerindeki korkutucu
soğuktayattımve en derin karanlığa battıkça battım. Işık beni bütünüyle
terk etmişti. Tanrı Doğu ülkelerinde yükseldi ve alt dünyanın yılgısına
düştüm. Acımasızca hırpalanmış bir doğum-yapan, hayatını çocuğa ada­
yan, donukbirbakışlayaşamı ölümlebirleştiren, günün anası, geceninavı
gibi yattım orada öylece. Tanrım beni param parça etmişti, yaşamımın
özsuyunu içmişti, en büyük gücümü emmişti ve güneş gibi olağanüstü
ve güçlü, tek bir lekesi ya da hatası olmayan kusursuz bir Tanrı olmuştu.
Bendenkanatlarımı almış, kaslarımınkabarangücünü çalmıştı ve istemi­
min gücü onunlabirlikte gitti. Beni güçsüzve iniltiler içinde bıraktı.
/ Bana neler olduğunu bilmiyordum çünkü güçlü, güzel, mutlu ve 66/67
üst-insansı olan her şey anaç rahmimden akıp gitmişti işte; ışıldayan
altından geriye hiçbir şey kalmadı. Güneş kuşu acımasızca ve düşün­
medenkanatlarını açtı ve sonsuz uzaya uçtu. Kırık kabuklar ve başlan­
gıcının muhafazası kaldı geriye benimle birlikte; derinliklerin boşluğu
açıldı ayaklarımın altında.
Eyvahlar olsun bir Tanrı doğuran anaya! Yaralı ve acı çeken bir
Tanrı doğurursa ruhunu bir kılıç parçalar. Kusursuz bir Tanrı doğu­
rursa da Cehennem’in kapılan ona açılır ve anayı zehirli buğu içinde
boğmak için çırpınan dev yılanlar tırmanır. Doğum zordur ama do­
ğum sonrası cehennemi bin kat daha zorludur.138 Sonrasız boşluğun
bütün ejderleri ve canavar yılanları gelir tanrısal oğulun ardından.
ı38. BirsonrakibölümdeJungkendiniCehennem'debulur.
Tanrı olgunlaşıp bütün gücü ele geçirdikten sonra insan doğasına
dair ne kalır geriye? Her şey yetersiz, her şey güçsüz, her şey sonrasızca
hoyrat, her şey ters ve elverişsiz, her şey isteksiz, azalan, yok olan, her
şey saçma, akıl sır almaz bir gecede yaşananların kendi içine hapsol-
duğu, Tanrı’nın ve korkunç, tüyler ürpertici biçimsizlikteki kardeşinin
doğumunun sonrası bu işte.
İnsan karanlığını kabul etmediğinde Tanrı acı çeker. Sonuçta kötü­
lükten çektikleri sürece insanların acı çeken bir Tanrısının olması gerekir.
Kötülükten çekmenin anlamı şudur: Kötülüğü hâlâ seviyorsun ve onu ar­
tık sevmiyorsun. Hâlâ bir şey kazanmayı umuyorsun ama kötülüğü hâlâ
sevdiğini görmektenkorktuğun içindahayakındanbakmakistemiyorsun.
Tanrı acı çekiyor çünküsenkötülüğüsevmektençekiyorsun. Senkötülük­
ten çekmiyorsun çünkü onu tanıyorsun ama bunun nedeni sana gizli haz
vermesi ve bilinmeyen bir olanağın hazzını vaat ettiğine inanman.
Tanrın acı çektiği sürece onunla ve kendinle duygudaşlık kurar­
sın. Böylece Cehennemini esirger onun acısını uzatırsın. Kendinle
gizli duygudaşlık kurmadan onu iyi etmek istersen kötülük, tekerine
çomak sokar; biçimini genelde tanıdığın ama içindeki şeytani gücünü
bilmediğin kötülük. Bilmemen yaşamının geçmişteki zararsızlığından,
zamanın barış içinde geçmesinden ve Tanrı’nın yokluğundan kaynak­
lanır. Oysa Tanrı yaklaşırsa özün kaynamaya başlar ve derinliklerin
kara çamuru burgaca döner.
İnsan boşlukla dolulukarasındadurur. Gücü doluluklabirleşirse bü­
tünüyle biçimlendirici olur. Bu biçimlenmenin her zaman iyi bir yönü
bulunur. Bu güç boşluklabirleşirse dağıtıcı ve yıkıcı bir etki yapar çünkü
boşluk asla biçimlendirilemez ancak doluluk pahasına kendini doyur­
maya çabalar. Böylece birleşen insangücü boşluğu kötülüğe çevirir. Gü­
cün doluluğu şekillendirirse bunun nedeni dolulukla olan birleşmesidir.
Bununla birlikte, biçimlenmenin var olmaya devam etmesini sağlamak
için gücüne bağlı kalması gerekir. Sürekli şekillenme yoluyla zamanla
gücünü yitirirsin çünkü sonunda tümgüç biçimverilmiş şekille birleşir.
Sonunda, yanılarak varsıl olduğunu hayal ettiğin yerde aslında yoksul­
laşırsın ve biçimlerinin ortasında dilenci gibi kalırsın. Çoğaltılmış, artı­
rılmış biçimlendirmenin isteğini doyuracağına inandığı için körleşmiş
adam, şeylere gittikçe artan bir şekil verme isteği duymaya başlar. Gü­
cünü harcadığı için isteklidir; başkalarını ona hizmet etmeye zorlamaya
başlar ve kendi tasarımlarının peşinden gitmek için onların gücünü alır.
Bu anda kötülüğe gereksinimin var. Gücünün sona yaklaştığını
ve isteğin ortaya çıktığını hissettiğinde gücünü biçimlenmiş olandan
boşluğuna çekmen gerekir ve boşlukla bu şekilde birleşerek içindeki
biçimlenmeyi dağıtmayı başarırsın. Böylece gücünü nesneyle olan bas­
kıcı birleşmenden kurtararak özgürlüğünü yeniden kazanırsın. İyinin
bakışaçısıylakaldığın sürece biçimlenişini dağıtamazsın çünkü iyi olan
tam da budur. İyiyi iyiyle dağıtamazsın. İyiyi ancak kötüyle dağıtabi­
lirsin çünkü senin iyin de gücünü giderek bağlayarak en sonunda seni
ölüme götürüyor. Kesinlikle kötüsüz yaşayamazsın.
Senin biçimverişin öncelikle senin içindeki biçimlenişin bir imgesi­
ni yaratır. Bu imge içinde kalır ve / biçimverişinin ilkve aracısız anlatı­ 67/68
mıdır. Daha sonra tamolarakbu imgeden bir dış imge yaratır ve bu da
sensizvar olabilir ve senden daha uzun yaşar. Gücün dış biçimlenişinle
doğrudan değil, ancak içinde geriye kalan imge yoluyla bağlantılıdır.
Kötülükle biçimlenişini dağıtmaya giriştiğinde dış biçimi yok etmezsin,
yoksa kendi işini yok etmiş olursun. Yok ettiğin içinde oluşmuş olan
imgedir. Gücüne sıkı sıkıya tutunan da işte bu imgedir. Biçimlenişini
dağıtmakve kendini olmuşun gücünden kurtarmak için bu imge gücü­
ne köstekolduğu oranda, kötülüğe gereksinimduyacaksın.
Bu nedenle, biçimlenişleri birçok iyi insanın ölümüne kanamasına
neden oluyor çünkü kötüyü aynı ölçüde gözetemiyorlar. Biri ne kadar
iyiyse ve biçimlenişine ne kadar bağlıysa gücünü o denli yitirir. Peki ya
iyi kişi güçlerini bütünüyle biçimlenişlerine kaptırdığında ne olur? Baş­
kalarını da biçimlenişlerine hizmet etmeye zorlamak için uğraşmakla
kalmayacak, aynı zamanda bilmeden iyiliklerinde kötü olacaklar çünkü
doyumve güçlenme için duydukları özlem onları gittikçe daha da ben­
cilleştirecek. Oysaiştebuyüzden iyi olanlar sonundakendi eserlerini yok
edecekve kendi eserlerine hizmet etmeye zorladıkları herkes düşmanları
olacakçünkü onları yabancılaştırmış olacaklar. Bununla birlikte şeylerin
çıkarına olsa bile, sen de seni kendi dileklerinden yabancılaştıranlardan
gizliden gizliye nefret etmeye başlayacaksın. Ne yazık, kulbuna uydurup
kendine yabancılaşmayı her şeyden daha güçlü isteyen o kadar çok ki
gücünübağlayaniyi kişi kendine hizmet edecekköleleri kolaylıkla bulur.
Kötülükten çekiyorsun çünkü onu gizliden gizliye seviyorsunve sev­
ginin farkında değilsin. İçinde olduğun çıkmazdan kurtulmak istiyorsun
ve kötüden nefret etmeye başlıyorsun. Böylece nefretin aracılığıyla yine
kötülüğe bağlı kalıyorsun çünkü ister sev ister nefret et hiç fark etmez;
kötülüğe bağlısın. Kötülük kabul edilmeli. Elimizde kalan istediğimiz-
dir. İstemediğimiz ama bizden daha güçlü olan ise bizi sürükler götürür
ve onu kendimize zarar vermeden durduramayız çünkü gücümüz hâlâ
kötüdedir. Öyleyse herhalde kötülüğümüzü sevgi ya da nefretsiz kabul
etmemiz, var olduğunu ve yaşamda payı olduğunu görmemiz gerekiyor.
Böyle yaparak onubizi alt etmesini sağlayan güçtenyoksun bırakabiliriz.

Bir Tanrı yapmayı başardığımızda ve bu yaratı yoluyla bütün güç bu


tasarıma girdiğinde tanrısal güneşlebirlikte yükselmeye ve onun görke­
minin bir parçası olmaya yönelik ezici bir istekle dolarız. Oysa o zaman,
Tanrı’ya biçimvermekbizi bütünüyle boşalttığı içinkofbiçimlerden iba­
ret olduğumuzu unutuyoruz. Yalnızca yoksul değiliz, baştan aşağı uyu­
şuk maddeye dönüştük ve onun tanrısallıkta hiçbir payı olamaz.
Maddemizin sefilliği ve yoksunluğu korkunç bir acı ya da kaçılmaz
şeytani bir eziyet gibi üzerimizde sürünüyor. Güçsüz madde emzirmeye
başlıyor ve biçimini yeniden kendi içine yutmak istiyor. Oysa kendi ta­
sarımımıza hepbayıldığımız için Tanrı'nın bizi kendine çağırdığına ina­
nıyoruz ve Tanrı'yı yüce âlemde izlemek için umutsuzca çabalıyoruz ya
da hiç olmazsa başkalarını Tanrı'yı izlemeye zorlamak için vaazlarla ve
ısrarlarla hemcinslerimize dönüyoruz. Ne yazık ki, hemkendi zararları­
na hemde bizimzararımıza, aklının çelinmesine izinverenler var.
Bu istekte ne çokyıkımvar: Tanrı’yı yapanın Cehennem’e mahkûm
olduğundan kim kuşku duyabilir? Yine de bu böyledir çünkü gücün
tanrısal ışıltısından yoksun bırakılmış madde boş ve karanlıktır. Tanrı
maddeden çıkarsa o zaman maddenin boşluğunu sonsuz boş uzayın
bir parçası olarak duyumsarız.
Aceleyle ve artan istekve eylemle boşluktan ve aynı zamanda kötü­
lükten kaçmak istiyoruz. Oysa doğru yol boşluğu kabul etmemiz, içi­
mizdeki biçim imgesini yok etmemiz, Tanrı'yı değillememiz ve mad­
deninkorkunçluğunave dibine inmemizdir. Bizimeserimiz olan Tanrı
dışımızda durur ve artık yardımımıza gerek duymaz. Yaratılmıştır ve
kendi başına kalır. Arkamızı döndüğümüz anda yok olan yaratılmış bir
68/69 eserin hiçbir değeri yoktur, Tanrı / olsa bile.
Peki, ama yaratıldıktan ve benden ayrıldıktan sonra Tanrı nerede?
Bir ev yaparsan onun dış dünyada durduğunu görürsün. Kendi gözle­
rinle göremeyeceğin bir Tanrı yaratırsan o fiziksel dış dünyadan değer­
siz olmayan tinsel dünyadadır. Oradadır ve Tanrı’dan beklediğin her
şeyi senin için ve başkaları için yapar.
Böylece ruhun tinsel dünyada kendi benliğindir. Bununla birlikte,
tinlerinkonutu olduğu için tinsel dünya da bir dış dünyadır. Nasıl ki sen
görünür dünyada yalnız değilsen ve senin olan ve yalnızca senin sözünü
dinleyen nesnelerle çevrelendiysen, senin olan ve yalnızca senin sözü­
nüdinleyendüşüncelerin de var. Öte yandan, nasıl ki görünür dünyada
ne senin olan ne sözünü dinleyen şeyler ve varlıklarla çevriliysen, tinsel
dünyadada ne sözünüdinleyenne de senin olan düşünceler ve düşünce­
ninvarlıkları çevreni sarıyor. Nasıl fiziksel çocuklar veriyor ya da doğu­
ruyorsanve onlar büyüdüklerindekendi yazgılarınıyaşamakiçinsenden
ayrılıyorsa senden ayrılan ve kendi hayatlarını yaşayan düşünce varlık­
larını da üretiyor ya da doğuruyorsun. Yaşlandığımızda çocuklarımızı
bırakıp bedenimizi yeniden yeryüzüne vermemiz gibi ben de kendimi
'Tanrımdan, güneşten, ayırıyorumve maddenin boşluğunabatıyor, içim­
deki çocuk imgesiniyok ediyorum. Bu, maddenin doğasını kabul ettiğim
ve biçimimin gücünün boşluğa akmasına izin verdiğim için oluyor. Var
eden gücümle hasta Tanrı'yı nasıl yeniden doğurduysam bundan sonra
da kötülüğün biçiminin büyüdüğü maddenin boşluğuna can veriyorum.
Doğa oyuncu ve müthiştir. Bazıları oyuncu yönünü görür, onunla
ve parıltısıyla zaman geçirir. Bazıları da dehşeti görür ve başlarını örter,
canlıdan çok ölüdürler. Yol ikisine de çıkmaz, ikisini de kucaklar. Hem
neşeli oyun hem de soğuk dehşettir. 139 [Image 69]140/ [Image 70] / [Image 69/73
71]141 / [Image 72] /
ı ,19. Jung 15 Şubat 1917'de “Düş/er”de şöyle yazmış: “Açılış sahnesinin yazımı tamamlandı.
I En harika yenilenme duygusu. Bugün bilimsel çalışmalara dönüyorum I Tipler!”
(s. 5). Kaligrafi cildinin yazılmasının bitmesine ve psikolojik tipler üzerine çalışmaya
dönmesine atıfla.
140. Mavi ve sarı daireler İmge 6o’takine benzer.
14ı. Bu İmge Tina Keller ın Jung’unEmme Jung ve Toni Wolffile olan ilişkilerini tartıştığını
anımsadığı aşağıdaki görüşme ile ilgili olabilir: “Jung bir keresinde bana resmettiği
kitaptaki bir çizimi göstermiş ve şöyle demişti, ‘Birbirine geçmiş üç yılana bak. İşte
üçümüz bu sorunla böyle boğuşuyoruz: Burada üç kişinin yalnızca kişisel doyumları için
olmayan bir yazgıyı kabul etmelerinin, geçici bir fenomen olarak bile, bana çok önemli
göründüğünü söyleyebilirim ancak" (Gene Nameche ile yapılan görüşmeden, 1969, R. D.
Laingpapers, University of Glasgow, s. 27).
Cehennem
Cap. xii

[ÖH 73] Tanrımın yaradılışından sonraki ikinci gecede142 bir görüm


bana alt-dünyaya ulaştığımı bildirdi.
Kendimi yeri nemli taş plakalarla kaplı kasvetli bir mahzende bul­
dum. Ortada üstünde urgan ve baltalar asılı bir sütun var. Sütunun
dibinde insan bedenleri korkunç bir şekilde yılan gibi birbirine dolan­
mış. İlk başta harika altın kırmızısı saçları olan genç bir bakire gözü­
me ilişiyor. Şeytani görünüşlü bir adamyarı yatmış altında, başı geriye
doğru eğilmiş, alnından ince bir kan akıyor. İki benzer iblis kendilerini
kızın bacaklarına ve bedenine atmış. Yüzlerinde insan dışı bir anlatım
var -yaşayan kötülük- kasları gergin ve katı ve bedenleri yılanlar gibi
parlak, hareketsiz yatıyorlar. Kızın eli altında yatan ve bu üçünün en
güçlüsü olan adamın bir gözünün üzerinde, elinde tuttuğu küçük gü­
müş olta kamışını şeytanın gözüne sokuyor.
Soğuk terler boşalıyor bedenimden. Bakireyi işkencelerle öldürmek
istemişlerdi ama o en aşırı umutsuzluğun verdiği güçle kendini koru­
muş ve küçük kancayı kötünün gözüne sokmayı başarmıştı. Hareket
ederse gözünü son bir hamleyle çekip çıkaracaktı. Dehşetle donakalı­
yorum: ne olacak? Bir ses şöyle diyor:
“Kötü özveride bulunamaz, gözünü kurban veremez, zafer kurban
verebilenindir. ’h43

[2] Görüm gözden kayboldu. Ruhumun dipsiz kötülüğün gücü­


ne düştüğünü gördüm. Kötülüğün gücüne kuşku yok ve ondan haklı
olarak korkuyoruz. Burada hiçbir duanın, hiçbir dindar sözün, hiçbir
büyülü deyişin yardımı dokunmaz. Ham güç bir kez peşine düştü mü
hiçbir şeyinyardımı olmaz. Kötülükbir kez seni acımasızca ele geçirdi
mi hiçbir baba, hiçbir ana, hiçbir hak, hiçbir duvar ve kule, hiçbir zırh
ve koruyucu güç yardımına gelmez. Güçsüz ve perişan olur, kötülüğün
üstün gücünün eline düşersin. Bu savaşta tek başınasın. Tanrımı do­
ğurmak istediğimiçin kötülüğü de istedim. Sonrasız bir doluluk yarat
142. 12 Ocak 1914.
143. Jung’un kaligrafi cildindeki notu: “çatapatha-brahmanam 2,2,4.” İmge 64'e de aynı yazı
eklenmiş. bkz. yukarıda dipnot 13 2 ve 133.
mak isteyen sonrasız boşluğu da yaratır.144 Bir olmadan diğerini üstle­
nemezsin. Kötülükten kaçmak istersen de Tanrı yaratamazsın, yaptığın
her şey donukve gridir. Ben Tanrımı ne pahasına olursa olsun istedim.
Dolayısıyla kötülüğümü de istedim. Tanrım baskın olmasaydı kötülü­
ğüm de olmayacaktı. Oysa ben Tanrımın güçlü ve ölçüsüz mutlu ve
parlak olmasını istiyorum. Yalnızca bu şekilde severimTanrımı. Onun
parlaklığı Cehennemin ta dibini tatmama da neden olacak.
Benim Tanrım Doğu göğünde yükseldi, meleklerden daha parlaktı
ve bütün halklara yeni bir gün getirdi. İşte bu yüzden Cehennem’e git­
mek istiyorum. Bir anne çocuğu için yaşamından vazgeçmeyi istemez
mi? Tanrım gecenin son saatinin işkencesini aşabilseydi ve sabahın kı­
zıl buğusu arasından zaferle çıksaydı hayatımdan vazgeçmek ne kadar
kolaylaşırdı? Kuşkum yok: Tanrımın uğruna kötülüğü de istiyorum.
Eşit olmayan savaşa giriyorum çünkü hiçbir zaman eşit olmamıştı ve
kuşkusuz ümitsizdi. Yoksa ne kadar müthiş ve umutsuzluk verici olur­
du bu savaş? Oysa işte tam da böyle olmalıydı ve olacak.
/ Kötü için gözünden daha değerli bir şey yoktur çünkü boşluk an­ 73/74
cakonungözü sayesinde ışıldayan doluluğuelegeçirebilir. Boşlukdolu­
luktan yoksun olduğu için doluluğave onun ışıldayan gücüne can atar.
Onu güzelliği ve doluluğun lekesiz ışıltısını kavrayabilen gözü sayesinde
içer. Boşluk yoksuldur ve gözü olmasaydı çaresiz kalırdı. En güzeli gö­
rür ve onu bozmak için silip süpürmek ister. Şeytan neyin güzel oldu­
ğunu bilir ve işte bu yüzden güzelliğin gölgesidir ve onu her yerde izler,
güzelin Tanrı'ya can vermek için çocuklabüyükkıvranış anını bekler.
Güzelliğin büyürse iğrenç solucan da üzerine sürünerek çıkar ve
avını bekler. Onun için gözünden başka kutsal olan bir şey yoktur ve o
bu gözle en güzeli görür. Gözünden asla vazgeçmez. Yaralanmaz ama
gözünü hiçbir şey korumaz; narin ve berraktır, sonrasız ışığı beceriyle
içer. Seni, yaşamının parlak kırmızı ışığını ister.
İnsan doğasının korku dolu şeytaniliğini tanıyorum. Onun önünde
gözlerimi kapıyorum. Gölgemin üzerine düşmesinden ya da gölgesinin
üzerime düşmesindenkorkanbiri bana yaklaştığında savuşturmak için
elimi uzatıyorumçünkü gölgesinin zararsız yoldaşı olanı, onun içinde­
ki şeytansıyı da görebiliyorum.
ı 44. Nietsche Böyle Buyurdu Zerdüşt'te şöyle yazıyor: “dans eden bir yıldız doğurmak için
içinde kaos olmalı” (“Zerdüşt’ün öndeyişi,” §5, s. 46; Jung'daki kitapta altı çizilmiş).
Hiç kimse dokunmaz bana, ölümve suç pusuya yatmış senive beni
bekler. Masumca gülümsüyor musun dostum? Gözündeki titrekışığın
herşeyden habersiz ulağı olduğun korkunçluğa ihanet ettiğini görmü­
yor musun? Kana susamış kaplanın hafifçe homurdanıyor, zehirli yı­
lanın gizliden gizliye tıslıyor, sense yalnızca iyiliğinden haberdarsın ve
beni selamlayarak insan elini uzatıyorsun. Bizimle birlikte gelenve bizi
izleyen ve gecenin bütün iblisleriyle birlikte seni ve beni boğazlamak
için tan vaktini bekleyen gölgeni ve gölgemi biliyorum.
Seni benden ayıran kanlı tarihin derinliği nicedir! Elini kavradım
ve sana baktım. Başımı kucağına koydum ve bedeninin sıcaklığını
kendi bedenim gibi hissettim bedenimde. Sonra birdenbire boğazıma
dolanmış pürüzsüz bir kordun hissettimbeni acımasızca boğan ve acı­
masız bir çekiç şakağıma bir çivi çaktı. Yerde bacağımdan sürüklendim
ve azgın köpekler bedenimi kemirdi yalnız gecede.
İnsanların birbirinden bu denli uzaklaşmış olmasına, birbirlerini
anlayamayıp savaşmalarına ve birbirlerini öldürmelerine kimse şaşır­
mamalı. İnsanların yakın olduklarını, birbirlerini anladıklarını sevdik­
lerini düşünmesi daha şaşırtıcı olmalı. Daha keşfedilecek iki şey var.
Birincisi bizi birbirimizden ayıran sonsuz uçurum. İkincisi bizi bağ­
layabilecek köprü. İnsanın eşliğinin beklenmedik hayvanlığı ne kadar
olanaklı kıldığını düşündün mü?

145Ruhumkötülüğün ellerine düştüğünde elindeki zayıfbalık oltası


ve yine onun gücüyle balığı boşluk denizinden çekmesi dışında savun­
145. Jung’unkaligraficildindekinotu: “Khandogya-upanishadı,2,ı-7.”ChandogyaUpanisad'da:
“Birkeresinde,hepsidePrajapatininçocuklarıolantanrılarveiblislerbirbirlerinin
karşısınadizildiklerindetanrılarYüksekIlahi'yi elegeçirdi.‘Böyleceonlarıaltedeceğiz’
diyedüşündüler. /BuyüzdenYüksekIlahi'yi burundeliklerindekisolukolarakyücelttiler.
İblislersekötülüklebilmecelerkurdular ondan. Sonuçtadahemiyihemdekötükokar
olduçünkükötülüklebilmecelerkurulduondan. ISonradaYüksekilahiyi konuşma
olarakyücelttiler. İblislersekötülüklebilmecelerkurdular ondan.Sonuçta, hemiyihemde
kötüsöylenirolduçünkükötülüklebilmecelerkurulduondan. /SonradaYüksekilahiyi
görüntüolarakyücelttiler. İblislersekötülüklebilmecelerkurdularondan.Sonuçta,hemiyi
hemdekötügörünürolduçünkükötülüklebilmecelerkurulduondan. ISonradaYüksek
ilahiyi işitmeolarakyücelttiler. İblislersekötülüklebilmecelerkurdularondan. Sonuçta,
hemiyihemdekötüduyuluroldu, çünkükötülüklebilmecelerkurulduondan. ISonra
daYüksekIlahi’yi zihinolarakyücelttiler.İblislersekötülüklebilmecelerkurdularondan.
Sonuçta,hemiyihemdekötüimgelenirolduçünkükötülüklebilmecelerkurulduondan.
ISonolarakdaYüksekIlahi'yi ağızdaki solukolarakyücelttiler. İblislerüzerineatıldıama
kayayafırlatılanbiravuçtoprakgibiezildiler,darmadağınoldular”(Upanishads, çev. P.
Olivelle[Oxford: OxfordUniversityPress, I996]). YüksekIlahiOM'dur.
masızdı. Kötü ruhumun bütün gücünü emdi; yalnızca istemi kaldı ve
o da bu küçük balık oltasıydı. Kötülüğü istediğimçünkü ondan sıyrıla-
mayacağımı anladım. Kötülüğü istediğimiçin de ruhumkötünün zayıf
yerini vurması gereken değerli kancayı elinde tuttu. Kötülüğü isteme­
yenin ruhunu Cehennem’den kurtarma şansı da yoktur. Üst dünyanın
ışığında kaldığı sürece kendisinin bir gölgesine dönüşür. Oysa ruhu
iblislerin zindanlarında çürüyecek. Bu da onu sonsuza dek kısıtlaya­
cak bir karşıt denge işlevi görecek. İç dünyanın daha yüksek çevreleri
onun için elde edilemez olacak. Olduğu yerde kalır; aslında geri düşer.
Bu insanları tanıyorsun ve doğanın insan yaşamını ve gücü çorak çöle
nasıl / ölçüsüzce serpiştirdiğini biliyorsun. Buna ağıt yakmamalısın, 74/75
yoksa peygamber olur ve kurtarılamayacak olanı kurtarmaya çalışır­
sın. Doğanın tarlalarında gübre olarak da insanı kullandığını bilmiyor
musun? Arayanı içeri al ama yanılanları aramaya girişme. Yanılgıları
hakkında ne biliyorsun? Belki kutsaldır. Kutsalı rahatsız etmemelisin.
Geriye bakma ve hiçbir pişmanlık duyma. Yanında birçoklarının düş-
ıüğünü mü görüyorsun? Merhamet mi duyuyorsun? Oysa sen kendi
hayatını yaşamalısın çünkü o zaman en azından binde bir kalmış ola­
cak. Ölümü durduramazsın.

Peki, ama benim ruhum neden kötünün gözünü çıkarmadı?


Kötünün birçok gözü var ve birini yitirmesi bir şey ifade etmez.
Oysa yapsaydı bütünüyle kötü tarafından büyülenecekti. Kötünün
yapamadığı yalnızca kurban vermektir. Ona zarar vermemelisin,
özellikle de gözüne çünkü kötü görmese ve özlemese en güzel var
olmazdı. Kötü kutsaldır.

Boşluğun kurban verebileceği hiçbir şeyyokçünkü hep yoksunluk-


lan çekiyor. Yalnızca doluluk kurban verebilir çünkü doluluk onun-
dur. Bolluk doluluğa olan açlığını feda edemez çünkü kendi özünüya­
dsıyamaz. Öyleyse bize kötülük de gerek. Bense istemimi kötülüğe feda
edebilirimçünkü önceden doluluğu almıştım. Bütün güç yeniden bana
akıyor çünkü kötü sahip olduğum Tanrı biçimini yıktı. Oysa bendeki
Tanrı biçimi imgesi henüz yıkılmadı. Bu yıkımdan korkuyorum çünkü
korkunç, tapınağın böyle kirletildiği görülmüş şey değil. İçimdeki her
şey bu dipsiz iğrençliğe karşı savaşıyor. Bir Tanrı doğurmanın ne de­
mek olduğunu hâlâ bilmiyordum çünkü. [İmge 75] / 75/76
Kurbanın Katli146
Cap. xiii.

[ÖH 76] Oysa bu görmek istemediğim görüm, yaşamak istemediğim


dehşetti: Midemi kaldıran bir bulantı tırmanıyor içimde, iğrenç, kalleş
yılanlar kavrulmuş çalılarda yavaşça ve hışırdayarak kıvrıla kıvrıla iler­
liyor; miskin, tiksindirici, tüyler ürpertici, dallardan sarkıyorlar ilmik
ilmik. Kuru, taşlı dağrboğazları çalılarla kaplı bukasvetli ve çirkin vadi­
ye girmek istemiyorum. Vadi çok normal görünüyor, havası suç, fena­
lık, ödleklik kokuyor. Tiksinti ve dehşet sarıyor beni. Taşların üzerinde
duraksayarak yürüyorum, bir yılanın üstüne basmaktan korkuyor, ka­
ranlık köşelerden sakınıyorum. Güneş gri ve uzak bir gökyüzünde za­
yıfça parlıyor ve bütünyapraklar kırışık. Kafası kırıkbir süngü duruyor
önümde taşların arasında. Birkaç adımötesinde küçük bir önlük, sonra
da çalının berisinde küçük bir kızın bedeni; korkunç yaralarla kaplı,
kanla lekelenmiş. Bir ayağında çorap ve ayakkabı var, diğeri ise çıplak
ve ezilmiş, kanlar içinde -başı- başı nerede? Ezilmiş başında kan ve saç­
ları ve beyaz kemik parçaları, çevresinde beyin ve kan bulaşmış taşlar.
Bu korkunç görüntü bakışımı yakalayıp tutuyor; kefene sarılmış bir
beden, bir kadın bedenine benziyor, çocuğun yanında sakince ayakta
duruyor; yüzü geçit vermez bir peçeyle kaplı. Bana şöyle soruyor:

O: “Ne diyorsun o halde?”


B: “Ne diyebilirim? Bu sözcüklerle anlatılamaz.”
O: “Bunu anlıyor musun?”
B: “Böyle şeyleri anlamayı reddediyorum. Bunlar hakkında öfke­
lenmeden konuşamıyorum.”
O: “Neden öfkelenesin? Yaşamının her günü öfkelenebilirsin zaten,
bu ve buna benzer şeyler her gün oluyor.”
B: “Yine de çoğu zaman bu olanları görmüyoruz.”
O: “Olduğunu bilmek seni öfkelendirmek için yeterli değil mi?”
B: “Bir şeyi yalnızca bilmekle kaldığımda daha kolay ve daha basit
oluyor. Bilmediğimdehşet daha az gerçek oluyor.”
146. El yazısı Tas/ak’ta bunun yerine: “Sekizinci Macera" (s. 793).
O: “Yakına gel, çocuğun bedeninin kesilip açıldığını göreceksin;
ciğerini al.”
B: “Bu cesede dokunmayacağım. Birisi buna tanık olursa benimka­
til olduğumu düşünecektir.”
O: “Korkaksın; çıkar ciğerini.”
B: “Neden böyle bir şey yapayım? Saçmalık bu.”
O: “Senden ciğerini çıkarmanı istiyorum. Bunu yapmalısın.”
B: “Kim oluyorsun da bana böyle emir veriyorsun?”
O: “Ben bu çocuğun ruhuyum. Bunu benimiçin yapmalısın.”
B: “Anlamıyorum ama sana inanıyorum ve bu korkunç ve saçma
• • ^
işi yapacağım .>) // 76/77
Çocuğun iç organlarına uzanıyorum -hâlâ sıcak- karaciğeri yerine
sıkı sıkıya bağlı. Bıçağımı çıkarıyorum ve keserek bağlarından kurtarı­
yorum. Sonra da çıkarıp kanlı ellerle karşımdaki görüntüye uzatıyorum.
O: “Teşekkür ederim.”
B: “Ne yapmalıyım?”
O: “Karaciğerin anlamını biliyorsun, iyileştirici eylemi uygulaman
gerekiyor.’’^7
B: “Ne yapılması gerekiyor?”
O: “Bütünün yerine ciğerin bir parçasını al ve ye onu.”
B: “Ne istiyorsun sen? Bu kesinlikle delilik. Kutsala saygısızlık, ölü-
scvicilik. Beni suçların bu en iğrencine kısmen ortak ediyorsun.”
O: “Katil içinenkorkunç işkenceyi tasarladın senve böylecebu eylemi
telafi edebilirsin. Bu ancakbir şekilde ödenebilir: Kendini küçült ve ye.”
B: “Yapamam •reddediyorum- bukorkunç suça ben dekatılamam.”
O: “Bu suçta senin de payın var.”
B: “Benim mi? Payım mı var?”
O: “Sen bir insansın ve bu suçu da bir insan işledi.”
B: “Evet, ben bir insanım, bunu yapanı insan olduğu için lanetliyo­
rumve insan olduğum için kendimi de lanetliyorum.”
O: “O zaman bu eylemin bir parçası ol, kendini küçült ve ye. Kefa­
ret istiyorum.”
B: “O zaman seniniçin yapacağımçünkü senbu çocuğun ruhusun.”
i .17. Arn/ar'da Liverpool düşünü yorumlayan Jung şöyle yazıyor: “Eski bir görüşe göre
karaciğer yaşamın koltuğudur” (s. 224).
Taşa diz çöküyorum, ciğerinden bir parça kesiyorum ve ağzıma ko­
yuyorum. Öğürüyorum, gözlerimden yaşlar geliyor, kaşlarıma soğuk
terler iniyor. Ağzımda kanın donuk tadı, umutsuz çabalarla yutkunu­
yorum. Olanaksız, bir kez daha, bir kez daha. Neredeyse bayılıyorum
ve tamam. Dehşet tamamlandı.”148
O: “Sana teşekkür ederim.”
Peçesini geriye atıyor, kızıl saçlı güzel bir bakire.
O: “Beni tanıdın mı?”
B: “Tuhaf, ne kadar da tanıdık geliyorsun! Kimsin sen?”
O: “Ben senin ruhunum.”149
[2] Kurban verildi: tanrısal çocuk, Tanrı’nın biçimlenişinin imgesi
katledildi ve ben kurbanın etinden yedim.'50Çocuk, yani Tanrı'nın bi­
çimlenişinin imgesi yalnızca beniminsan açlığımı üstlenmekle kalmadı,
güneşin oğullarının devredilemez kalıtı olanilkselve temel güçleri çevre­
ledi. Tanrı yaradılışı için bunların hepsine gereksinimduyar. Oysa o ya­
ratıldığındave sonuolmayanuzaya doğru aceleyle gittiğinde biz güneşin
altınına gereksinimduyarım. Kendimizi yeniden yaratmamız gerekiyor.
Tanrı'nın yaratılması en yüksek sevgiyle olan yaratıcı eylem olduğu için
insanyaşamımızınyenidenkurulması Alt’ınbireylemini gösterir. Bubü
yük ve karanlık bir gizem. İnsan bu eylemi tek başına tamamlayamaz,
ona bu işi insanın yerine yapan kötülükyardımeder. İnsansa kötülüğün
eylemine yardakçıklık ettiğini kabul etmeli. Buna da kanlı kurban etin
denyiyerek tanıklık etmeli. Bu eylemle bir insan olduğuna, iyi gibi kötü
yü de kabul ettiğine ve yaşam gücünü çekerek kendini Tanrı’dan ayırır­
ken Tanrı'nın biçimlenişinin imgesini de yıktığına tanıklık etmeli. Bu da
77/78 tanrısal çocuğun gerçek annesi olan ruhun kurtuluşu için gerçekleşir. /
148. Jung i94o’da ritüel yamyamlık, kurban verme ve kendini kurban etmeyi “Ayinde
dönüşüm sembolizmi”nde tartışmıştır (TE II).
149. Kara Kitap 3’te Jung şöyle yazmış: “Perde düşer. Ne korkunç bir oyun sahnelendi
burada? Anlıyorum: Nil humanum a me alienum esseputo [insanca olan hiçbir şey
yabancı değil bana]” (s. 91). Romalı oyun yazarı Terence’den yapılan bu alıntı Heautotı
Timorumenos'tandır. 2 Eylül 196o'da yung Herbert Reade şöyle yazmıştı: “Tıp psikoloğu
olarak varsaymakla kalmıyorum, kesinlikle eminim, nil humanum a me alieltum esse
benim ödevimdir” (Mektupları, s. 589).
150. Tas/ak’ta bu cümle yerine: “Bu deneyim gereksinim duyduğum şeyi gerçekleştirdi. En
tiksindirici şekilde meydane geldi. İstediğim kötülük uğursuz eylemi yaptı, görünüşte
bensiz ama yine de benimle birlikte çünkü insan doğasındaki tüm dehşetin tarafı
olduğumu öğrendim. Tanrısal çocuğu, Tanrımın oluşum imgesini insan doğasının
işleyebileceği en korkunç suçla yok ettim. Tüm yaşam gücümü içen Tanrı imgesini yok
edip yaşamımı geri alabilmem için bu felaket gerekliydi” (s. 355).
RuhumTanrı'yı taşıyıp doğururken baştan aşağı insan doğasınday-
dı; çok eskilerden beri ilksel güçlere sahipti ancak bunlar uyur durum­
daydı. Benimyardımımolmadan Tanrı’nın oluşumuna aktılar. Kurba­
nın katli yoluyla ise ilksel güçlerin kefaretini ödedimve onları ruhuma
ekledim. O zamandan beri yaşayan bir örüntünün parçası oldular. Ar­
tık uykuda değiller, uyandılar, etkinler ve tanrısal işleriyle ruhumu ay­
dınlatıyorlar. Bu yoldan tanrısal bir nitelik kazanıyor. Böylece kurban
etinin yenmesi iyileşmesine yardım etti. Eskiler de bunu işaret ediyor­
du, öyle ki bize kurtarıcının kanını içmeyi ve etini yemeyi öğretmişler­
di. Eskiler bunun ruhun iyileşmesini sağladığına inanıyordu.^
Doğrular çok değil, az. Anlamları ise simgeler dışında anlaşılama-
yacak kadar derin.152

İnsandan daha güçlü olmayan bir Tanrı; nedir? Yine de kutsal yılgı­
yı tatmalısın. İnsan doğasının kara dibine dokunmadan ekmeğin ve şa­
rabın tadına varmaya değer misin? İşte bu yüzden ılıman ve soluk gölge­
lersin, sığ kıyılarınla ve geniş kır yollarınla gurur duyuyorsun. Oysa bent­
ler kapakları açılacak, orada seni ancak Tanrı’nın kurtarabileceği aman­
sız şeyler var.

İlksel güç güneşin ışımasıdır ve güneşin oğulları onu öncesiz za­


mandan beri içlerinde taşır ve kendi çocuklarına aktarır. Oysa ruh ışı­
maya bir göz atarsa Tanrı’mn kendisi kadar acımasız olur çünkü etini
yediğintanrısal çocuğunyaşamını içinde köz gibi hissedeceksin. İçinde
korkunç, sönmez bir ateş gibi yanacak. Tüm bu işkenceye karşın olu­
runa bırakamazsın, çünkü o seni oluruna bırakmaz. Böylece Tanrı’nın
yaşadığını ve ruhunun acımasız yollarda dolaşmaya başladığını anla­
yacaksın. Güneşin ateşinin içinde püskürdüğünü hissediyorsun. Sana
yeni bir şeyler, kutsal bir dert eklendi.
Bazen kendini tanıyamıyorsun. Bunu aşmak istiyorsun ama o
seni aşıyor. Sınırlar koymak istiyorsun ama seni devam etmeye zor­
luyor. Onu savuşturmak istiyorsun ama seninle birlikte geliyor. Onu
çalıştırmak istiyorsun ama sen onun aracısın; onun üzerine düşün­
mek istiyorsun, oysa düşüncelerin ona boyun eğiyor. Sonunda kaçı-
ı 5 ı. Yani, ayinde.
152. Jung simgelerin anlamı üzerine düşüncelerini Psko/ojik Tp/erde (1921) geliştirmiştir.
bkz. t e 6 , §814.
nılmaz olanın korkusu seni ele geçiriyor çünkü ardından geliyor, ya­
vaşça ve yenilmez.
Kaçış yok. Böylece gerçekbir Tanrı’nın ne olduğunu öğreniyorsun.
Şimdi gerçekler, önleyici tedbirler, gizli kaçış yolları, mazeretler, unut­
kanlık doğuran iksirler tasarlayacaksın ama ne fayda. Ateş içinden ya­
nıp geçiyor. Rehberlik eden seni yola koşuyor.
Oysa yol kendi benliğim, benim kendim üzerine kurulmuş kendi
yaşamım. Tanrı yaşamımı istiyor. Benimle gitmek, benimle masaya
oturmak, benimle çalışmak istiyor.^3 Her şeyden öte, hep var olan ol­
mak istiyor. Oysa ben Tanrımdan utanıyorum. Tanrısal değil, makul
olmak istiyorum. Tanrısal bana usdışı bir çılgınlık gibi görünüyor. An­
lamlı insan etkinliğimde saçmabir huzursuzlukolaraknefret ediyorum
ondan. Yaşamımın düzenli akışına sızan uygunsuz bir hastalık gibi gö-
78/90 rünüyor. Evet, tanrısalı bile gereksiz buluyorum. / [İmge 79] / [İmge 80]
/ [İmge 81] / [İmge 82] / [İmge 83] / [İmge 84]^ / [İmge 85] / [İmge 86]
/ [İmge 87] / [İmge 88] / [İmge 89]^ / [İmge 90] / [İmge 91] / [İmge 92]
153. Jung 1909 yılında Küisnacht’taki evini inşa ettirmiş ve kapının üzerine Delfi kâhininin şu
sözlerini yazdırmıştı: “Vocatus atque non vocatus deus aderit” (Çağırsan da çağırmasan
da Tanrı orada olacak). Bu alıntının kaynağı Erasmus’un Collectanea Adagiorum udur.
Jung bu deyişi şöyle açıklıyor: “Evet, diyor ki Tanrı orada olacak ama hangi biçimde
ve ne amaçla? Bu deyişi oraya koydurmamın nedeni hastalarına ve kendime bir şeyi
anımsatmak: Timor dei initium sapientiae [Mezmurlar 111:ıo]. Burada daha az önemli
olmayan başka bir yol başlıyor. Hristiyanlığa değil Tanrı"nın kendisine yaklaşmak ve bu
da öyle görülüyor ki nihai sorudur” (Jung’un Eugene Rolfe’ye mektubu, 19 Kasım 1960,
Mektuplar 2, s. 611).
154. Sayfanın altında bir not var: “21 VIII. 1917- fect. 14.x.17," büyük olasılıkla “fecit,” yani,
“yaptı” için kullanılmış bu kısaltma.
1 5 5. Kara Kitap 7de Jung’un 7 Ekim 1917 tarihli fantezisinde bir figür, Ha, ortaya çıkar ve
Filemon’un babası olduğunu söyler. Jung’un ruhu onu bir kara büyücü olarak betimler.
Sırrı da Jung’un ruhunun öğrenmek istediği Runik alfabedir. Oysa öğretmeyi kabul
etmez ama bazı örnekler gösterir ve Jung’un ruhu ondan bunları açıklamasını ister. Bu
harflerden bazıları bu resimlerde görülüyor. Ha bunları şöyle açıklıyor: “Biri yeryüzü
diğeri güneş ayağı olan ve üstteki koniye uzanan ve içinde güneşi taşıyan iki farklı
ayağı görüyor musun? Ben güneşe doğru eğri bir hat çizdim. işte bu yüzden aşağı
doğru uzanmak gerekir. Bu sırada üstteki güneş koninin içinden çıkar ve koni onun
ardından bakar kederli bir şekilde. Onu bir kancayla geri çekmek gerekir ve küçük
hapsine koymak ister gerisin geri. Sonra üçün birlikte durması, birleşmesi ve dorukta
kıvrılması gerekir (kıvrımlı). Böylece güneşi yine zindanından kurtarabilirler. Şimdi
kalın bir taban ve güneşin tepesinde güvenle oturduğu bir dam yap. Evin içinde ise diğer
güneş de yükselmiş. İşte bu yüzden tavanda dolanmışsın ve yine tabandaki zindanın
üzerinde bir dam olmuşsun ve böylece üstteki güneş giremiyor. İki güneş hep birlikte
olmak ister -söylemiştim, değil mi- iki koninin her birinde güneş var. Onları bir araya
getirmek istiyorsun çünkü böylece bir olabileceğini düşünüyorsun. Şimdi her iki güneşi
de çektin ve bir araya getirdin ve şimdi de diğer yana eğiliyorsun; bu önemli (=) ama
sonra tabanda yalnızca iki güneş var ve bu yüzden alttaki koniye gitmen gerekiyor. Daha
/ [İmge 93]!56/ [İmge 94]^ / [İmge 95] / [İmge 96] / [İmge 97] / 91/98

sonra burada güneşleri bir arada koyuyorsun ama ortada, ne tabanda ne de tavanda,
işte bu yüzden dört değil iki var, oysa üstteki koni tabanda ve yukarıda kalın bir dam
var ve devam etmek istiyorsan her iki kolunla da dönmeyi özlersin. Tabanda iki kişilik
bir zindan var, her iki sen için. İşte bu yüzden alttaki güneş için bir zindan yapıyorsun
ve alttaki güneşi zindandan çıkarmak için diğer yana düşüyorsun. Özlemini duyduğun
budur ve üstteki koni geliyor ve alttakine doğru bir köprü kuruyor önceden hep kaçan
güneşini geri alıyor ve şimdi de sabah bulutları geliyor alttaki koniye ama güneşi çizginin
ötesinde, görünmez (ufuk). Şimdi birsin ve güneş yukarıda olduğu için mutlusun ve sen
de oraya gitmeyi özlüyorsun Oysa alttaki, yani yükselen güneşin zindanında tutsaksın.
Burada durak var. Şimdi yukarıda bir dörtgen yapıyorsun ve buna düşünceler diyorsun,
kapısı olmayani, kalın duvarlı bir zindan ve böylece üstteki güneş çıkamıyor ama koni
çoktan gitmiş. Diğer yana eğiliyorsun, aşağıyı özlüyorsun ve tabanda kıvrılıyorsun. O
zaman bir ve yılanın güneşler arasındaki yolu oluyorsun; bu eğlenceli! Ve önemli (=).
Oysa aşağıda eğlenceliydi, yukarıda bir dam var ve kancayı her iki kolunla yükseltmen
gerekiyor ki böylece damın içinden geçebilsin. Sonra aşağıdaki güneş özgür oluyor
ve yukarıda bir zindan var. Aşağıya bakıyorsun ama yukarıdaki güneş sana doğru
bakıyor. Sense bir çift olarak dik duruyorsun ve yılanı kendinden ayırmışsın; herhalde
çekilmişsin. İşte bu yüzden aşağısı için bir zindan yapıyorsun. Şimdi yılan yeryüzünün
üzerindeki gökyüzünü geçiyor. Bütünüyle ayrılmışsın, yılan yeryüzünün çok yukarısında
yıldızlar arasında kıvrılarak ilerliyor. / Tabanda şöyle diyor: bana bu bilgeliği anne
verir. / Memnun ol” (s. 9-10). Jung, Aniela Jaffe‘ye üzerinde hiyeroglifler olan ve
yatak odası duvarına gömülü kırmızı kilden bir tablet gördüğünü anlatır. Ertesi gün
tabletin üzerindekileri yazıya dökmüştür. Önemli bir mesaj içerdiğini hissetmiş ama ne
olduğunu anlayamamıştır (MP, s. 172). Sabina Spielreina yazdığı 13 Eylül ve ıo Ekim
1917 tarihli mektuplarda Jung düşünde gördüğü bazı hiyerogliflerin ne kadar önemli
olduğuna değinir. ı o Ekim'de şunları yazar: “Hiyerogliflerinize bakınca tarihsel açıdan
simgesel bir doğası olan soy gelişimi imlerine baktığımızı görüyoruz.” Freudcuların
Libidonun Dönüşümleri ve Simgeleri ne küçümseyici bakışı yorumlarken kendini Runik
harflere sıkı sıkıya tutunmuş olarak anlatır ve onları anlaması mümkün olmayanlara
asla vermeyeceğini söyler (“Jung, Sabina Spielrein'a mektuplar” Journal ofAnalytical
Psychology 4I [2001], s. I87-8).
ı 56. Bu resimdeki eski harfler Kara Kitap 7de 7 Ekim 1917 girdisinde görülüyor ve Jung
yanına “10 Ekim 1917” tarihini not düşmüş. Ha şöyle açıkladı: “Kavisi ileri hareket
ettirmeyi başarırsan aşağıda bir köprü kurarsın ve merkezden aşağıya ve yukarıya
hareket edersin ya da altı ve üstü ayırırsın, güneşi yeniden ayırırsın ve yılan gibi
üstten sürünerek altı alırsın. Yaşadıklarını yanında götürürsün ve yeni bir şeye doğru
ilerlersin” (s. ıı).
157. Bu resimdeki eski harfler Kara Kitap 7de 7 Ekim 1917 girdisinde görülüyor ve Jung
yanma “ıı Ekim 1917” tarihini not düşmüş. Ha şöyle açıkladı: “Şimdi ise kendinle
aşağıyı özleyen arasında bir köprü yapıyorsun. Oysa yılan yukarıda sürünüyor ve güneşi
yukarı çekiyor. Sonra ikiniz de yukarı hareketleniyorsunuz ve üste gitmek istiyorsunuz,
oysa güneş aşağıda ve seni aşağıya çekmek istiyor. Sense altın üstüne bir hat çekiyorsun
ve yukarıyı özlüyorsun ve bütünüyle birdesin. Orada yılan geliyor ve aşağıdakinin
kabından içmek istiyor. Oradaysa üstteki koni geliyor ve duruyor. Yılan gibi, bakan
geriye kıvrılıyor ve yine ileri hareketleniyor ve sonra sen geri dönmeyi çok istiyorsun.
Oysa aşağıdaki güneş çekiyor ve böylece yine dengeni buluyorsun. Yine de kısa süre
sonra geri düşüyorsun çünkü bir olan üstteki güneşe doğru uzandı. Öteki bunu istemiyor
ve böylece ayrı düşüyorsun ve bu yüzden birbirinize üç kez dolanmanız gerekiyor. Yine
doğruluyorsun ve her iki güneşi de önünde tutuyorsun sanki gözlerinmiş gibi yukarının
ve aşağının ışığı önünde ve kollarını ona doğru uzatıyorsun ve bir olmak için bir
araya geliyorsunuz ve iki güneşi ayırmalısınız ve biraz aşağıya dönmek istiyorsunuz ve
yukarıya uzanıyorsunuz. Oysa aşağıdaki koni yukarıdaki koniyi yutup içine almış çünkü
güneşlerçokyakındı. Buyüzdenyukarıdaki koniyiyenidenyukarıyakoyuyorsun
vealttaki artıkoradaolmadığı içinonuyenidençekmekistiyorsunvealttaki koniye
derinbirözlemduyuyorsunçünküboş. Yukarıda, Üstgüneş hattı görünürdeğil
çünkü. Uzunzamandıraşağıyadönmeyiözlediğiniçinüsttekikoni aşağıyainiyorve
alttakigörünmezgüneşi içinehapsetmekistiyor. Oradayılanınyoluenüstegidiyor,
ayrılmışsınveaşağıdaki herşeyzemininaltında. Dahadayukarı çıkmakistiyorsun
amaaşağıdakiözlemyılangibi sürünerekgeliyorbileveonunüzerinebirzindan
kuruyorsun. Oysaalttakiyukarıgeliyorvesenenalttaolmayı özlüyorsunveiki güneş
birdenbiregörünmezoluyor,birbirini kapıyor. Bunuözlüyorsunvehapsediliyorsun.
Sonrabirikarşıgeliyorvediğeri aşağıyı özlüyor. Zindanaçılıyor,biraşağıyıdahada
çoközlüyoramakarşı çıkanyukarıyı özlüyorveartıkkarşı çıkmıyoramagelecekolanı
istiyor. Böyleceolanoluyor: Güneştabandayükseliyoramahapsedilmişveyukarıda
üçyuvakutususizikinizveüsttekigüneşiçinyapılmışvezatenbunubekliyordun
çünküalttakini hapsetmiştin. Oysaşimdi yukarıdaki koniaşağıyainiyorgüçlübir
şekildeveseni bölüyorvealttakikoniyiyutuyor. Buolanaksız. Böylecekonileri burun
burunayerleştiriyorsunvemerkezdeönedoğrukıvrılıyorsun. Çünkümeseleleriböyle
bırakmakolmaz! Buyüzdenbaşkatürlüolmakzorunda. Biryukarı ulaşmayaçalışıyor,
diğeri aşağıya, bunuyapmayaçalışmalısınçünkükonilerinuçları birbirini bulursa
ayırmakzorolur. Buyüzdenaralarınaserttohumukoydum.Uçucaçokfazlagüzel
birdüzendeolurlar. Buanayıvebabayımemnunederamabeninhalimniceoluro
zaman?Vetohumumunhali?İştebuyüzdenplanları hemendeğiştiriyoruz! Birikiniz
arasındabirköprüoluyor, alttaki güneşi yenidenhapsediyor, birüstüvealtı özlüyor
amadiğeri özelliklegüçlübirşekildeileriyi, yukarıyı veaşağıyı özlüyor. Böylecegelecek
olabilir -bak, şimdidennekadariyi söyleyebiliyorum- evet, gerçekten, akıllıyım-senden
akıllıyım-çünküişleri çokiyi elealdın, herşeyideçatıaltınaveevealdın, yılanveiki
güneş. Buherzamaneneğlenceli şeyoldu. Oysasenayrıldınvehattıyukarı çektiğin
içinyılanvegüneşlerçokaşağıda. Bununolmasınınnedeniöncedenkendini aşağıdan
uzağakıvırman. Yinedebirarayageliyor, anlaşıyorsunvedikduruyorsunçünkübu
iyiveeğlencelivetamamvediyorsunki: Böylekalacak. Amaüstteki koni altageliyor
çünkütatminolmamışöncedenyukarıyasınırkoymuşolmandan. Üsttekikoni hemen
güneşineuzanıyoramaartıkortalıktabirgüneşyokbulacakveyılandazıplıyor
güneşleri yakalamakiçin. Üstünedüşüyorsunvealttakikoni birinizi yiyor. Üstteki
konininyardımıylaonugeri çıkarıyorsunvebunakarşılıkalttaki koniyegüneşini
veriyorsun,üsttekikoniyede. Göktedolanantekgözlügibi uzanıyorsunvekonileri
altındatutuyorsunamasonundaişlerçığrındançıkıyor. Konileri vegüneşi bırakıyorsun
veyanyanaduruyorlarveyinedeaynısını istemiyorsun. Sonundakendini aşağıyainen
üstteki koniyeüçkerebağlamayı kabulediyorsun. /BanaHa-Ha-Haderler, nehoşisim,
benakıllıyım.Burayabak, sonişaretim,bubüyükbüyüevindeyaşayanbeyazadamın
büyüsü, bubüyüyesenHristiyanlıkdersin. Şamanınkendikendineşöyledemiş: Ben
vebababiriz, kimsebabayabendenbaşkabiryoldanulaşamaz. Sanasöyledim,üstteki
koni baba. Kendini sanaüçkezbağlamışveöteki ilebabaarasındaduruyor. İştebu
yüzdenöteki onunyolundangeçmekzorundakoniyeulaşmakistiyorsa” (s. 13-14).
Tanrısal Maskaralık^8
Cap. xiv.

[ÖH 98] ^Yüksek bir salonda duruyorum. Önümde iki sütun arasına
gerilmiş yeşil bir perde var. Perde kolaylıkla aralanıyor. Çıplak du­
varları olan derin, küçük bir oda görüyorum. Üzerinde mavimsi cam
olan küçük bir pencere görüyorum. Sütunlar arasında bu odaya çıkan
merdivenlere adım atıyorumve odaya giriyorum. Arka duvarda sağ­
da ve solda kapı görüyorum. Sağ ile sol arasında bir seçim yapmam
gerekiyor sanki.
Sağı seçiyorum. Kapı açılıyor, giriyorum: Büyük bir kütüphane­
nin okuma odasındayım. Arka planda soluk tenli, ufak tefek, zayıf bir
adamvar, anlaşılan kütüphaneci. Sıkıntılı bir hava var; akademik hırs­
lar, akademik kibir, yaralanmış akademik gurur. Kütüphaneciden baş­
ka kimseyi görmüyorum. Ona yöneliyorum. Başını kitaptan kaldırıyor
ve “Ne istiyorsun?” diyor.
Biraz utanıyorum çünkü aslında ne istediğimi bilmiyorum: Aklım­
dan Thomas a Kempis geçiyor.
B: “Thomas a Kempis’in İsa'ya Öykünmesini istiyorum.”160
Sanki böyle bir ilgi alanımolabileceğini düşünmemiş gibi belirli bir
158. El yazısı Tos/ak’ta bunun yerine: “Dokuzuncu Macera Birinci Gece” (s. 814).
159. i4Ocak 1914.
ı 60. İsa'ya Öykünme on beşinci yüzyılın başında ortaya çıkan veson derece popüler olan
kendini adamayı öğretmeye yönelik bir çalışmadır. Kim tarafından yazıldığı hâlâ
tartışmalı bir konu olsa da genellikle Thomas a Kempis'e atfedilir (yak. 1380-1471).
Kempis, Hollanda’da dinibirtopluluk olan, aracılık veiçyaşamı vurgulayan birhareket
olan devotio moderna’nın en önemli temsilcisi durumundaki Ortak Yaşam Tarikatı'na
üyeydi. İsa’ya Öykünme açık ve yalın bir dille insanları dışsal şeylere karşılık iç tinsel
yaşama yönelmeye çağırır, böyle bir hayatın nasıl yaşanacağına dair öğütler verir ve
İsa’da yaşanan yaşamın nihai ödüllerinden ve huzurundan bahseder. Başlık ilk bölümün
ilk satırından alınmıştır, aynı bölümde şöyle denir: “İsa’nın sözlerini anlamak ve
hazmetmek isteyen bütün yaşamını İsa’nın yaşam örüntüsüne uydurmaya çalışmalıdır.”
İsa'ya Öykünme teması çok daha öncelere dayanır. Orta Çağ bunun nasıl anlaşılması
gerektiği üzerine birçok tartışmaya sahne olmuştur. {bkz. Giles Constable, "The ideal
of the Imitation of Christ," İhree Studies in Medieval Religious and Social Ihought
[Cambridge: Cambridge University Press, 1995], s. 143-248). Constable’ın da gösterdiği
gibi öykünmenin nasıl anlaşıldığından hareketle iki genel yaklaşımdan söz edilebilir:
İsa’nın tanrısallığına öykünme “İsa'nın onun aracılığıyla Tanrı olmayı göstermesine”
dayanan tanrılaştırma öğretisini vurdular (s. 218). İkinci yaklaşım olarak İsa’nın
insanlığına ve bedenine öykünme İsa’nın dünyadaki yaşamına öykünmeyi vurgular.
Bunun en uç örneği İsa,nın yaralarını bedenlerinde taşıyan stigmatiklerdir.
şaşkınlıkla bakıyor bana ve doldurmak için bir sipariş formu veriyor.
Ben de Thomas a Kempis’i sormanın şaşırtıcı olduğunu düşünüyorum.
“Thomas’ın eserini istemem sizi şaşırttı mı?”
“Aslında, evet, bu kitabı isteyen pek çıkmaz ve konuyla ilgilendiği­
nizi düşünmemiştim.”
“Bu esinebenimde şaşırdığımı söylemeliyimama kısabir süre önce
Thomas’ın beni özellikle etkileyen bir yazısını okudum. Nedenini ben
de tam bilmiyorum. Yanılmıyorsam yazı İsa’ya öykünme sorunu üze­
rineydi.”
“Belirli bir tanrıbilimsel ya da felsefi açıdan mı ilgileniyorsunuz
yoksa... ”
“Yoksa dua amaçlı olarak mı okumak istediğimi mi soracaksınız?”
“Pek sayılmaz.”
“Thomas a Kempis okursambunu akademik bir ilgiden çok dua ya
da benzer bir amaçla yaparım.”
“Bu kadar dindar olduğunuzu hiç bilmiyordum.”
“Bilime son derece büyükbir önemverdiğimi biliyorsunuz. Yine de
bilimin bizi boş ve hasta bıraktığı anlar var yaşamda. Bu gibi anlarda
Thomas’ınki gibi bir kitap ruhtan gelerekyazıldığı için benim açımdan
büyük bir anlamtaşıyor.”
“Yine de biraz eski moda. Bugünlerde Hristiyanlığın dogmalarına
kendimizi kaptıramayız kuşkusuz.”
“Hristiyanlığı bir yana koymamız onunla işimizin bittiği anlamı­
na gelmiyor. Bana öyle geliyor ki bizim görebildiğimizden daha faz­
lası söz konusu.”
98/99 “Neymiş o? Bir dinden başka bir şey değil.” /
“insan onu hangi nedenlerle ve daha da önemlisi hangi yaşta bir
yana bırakır? Muhtemelen çoğunlukla öğrencilik günlerinde ya da bel­
ki de daha önce. Bunun çok da ayırt edici bir yaş olduğu söylenebilir
mi? İnsanların pozitif dini bir yana bırakma nedenlerini hiç yakından
incelediniz mi? Bu nedenler genelde belirsiz, inancın içeriğinin doğal
bilimler ya da felsefe ile çelişmesi gibi.”
“Benim görüşüme göre bu itiraza, daha iyi nedenler olsa bile, he­
men karşı çıkılmamalı. Örneğin, ben dinde doğru ve uygun bir ger­
çeklik olmamasını bir eksiklik olarak görüyorum. Bu arada, dinin çök­
mesinden sonra yitirilen dua olasılığının yerini başka birçok şey aldı.
Örneğin, Nietzsche bir dua kitabından fazlasını yazdı,161 Faust'a değin­
miyorum bile/’
“Sanırımbu bir anlamda doğru. Öte yandan, Nietzche’nin doğrusu
bana çok çalkantılı ve kışkırtıcı geliyor; henüz özgürleştirilecek olanlar
için iyi. Bu nedenle onun doğrusu yalnızca onlar için iyi. Kısa zaman
önce köşeye kıstırılmışlar için de bir doğruya gereksinim olduğunu
keşfettim. Onlar insanı küçülten ve içine kapatan depresif bir doğruya
gereksinimduyuyor olabilirler.”
“Bağışla beni ama Nietzsche insanı olağanüstü iyi içselleştirir.”
“Belki senin bakış açından bu doğru, oysa ben Nietzsche’nin ya­
şamla güçlü bir şekilde çatışan, yaralarından kanlar akan ve gerçeklik­
lere sıkı sıkıya sarılanlara değil, daha fazla özgürlüğe gereksinim du­
yanlara konuştuğu hissediyorum.”
“Ama Nietzsche bu tip insanlara değerli bir üstünlükduygusu bah­
şediyor.”
“Buna karşı çıkamam ama üstünlüğe değil, bayağılığa gereksinim
duyan insanlar tanıyorum.”
“Kendinizi çok çelişkili ifade ediyorsunuz. Sizi anlamıyorum. Baya-
lığın bir gereksinim olduğunu söylemek zor.”
“Belki bayağılık yerine teslimiyet dersem beni daha iyi anlarsınız,
gerçi eskiden çokkullanılanbu sözcükbugünlerde ender duyulur oldu.”
“Kulağa da çok Hristiyanca geliyor.”
“Dediğimgibi Hristiyanlıkta insanınkorumak isteyebileceği birçok
şey var gibi görünüyor. Nietzsche çok karşıt. Sağlıklı ve uzun ömürlü
olan herşey gibi doğruluk da orta yola daha yakındı, oysa küçümseye­
rek ona haksızlık ediyoruz.”
“Bu derece yapıcı bir yaklaşımınız olduğundan gerçekten haberim
yoktu.”
“Benim de. Yaklaşımımı tam olarak bilmiyorum. Orta yolu arıyor­
sam, kuşkusuz bunu çok sıradışı bir şekilde yapıyorum.”

Bu noktada bir hizmetli kitabı getirdi ve kütüphanecinin yanından


ayrıldım.
ı 61 . Yani, Böyle Buyurdu Zerdüşt.
[2] Tanrısal benimle yaşamak istiyor. Direnmemboşuna. Düşün­
meme sordum ve şöyle dedi: “Tanrısalı nasıl yaşayacağını göstereni
örnek al.” Bizim doğal örneğimiz İsa. Eskilerden bu yana onun yasası
altındaydık, önce dıştan, sonra da içten. Önce bunu biliyorduk, sonra
bilmez olduk. İsa’ya karşı savaştık, onu azlettikve fethedenler gibi gö­
ründük. Oysa o içimizdekaldı ve bize egemenoldu.
Görünmez zincirlere kuşanmaktansa görünür zincirler yeğdir.
Hristiyanlığı bırakabilirsin kuşkusuz ama o seni bırakmaz. Ondan öz­
gürleşmen bir sanrı. İsa yoldur. Kaçabilirsin kuşkusuz ama o zaman
artık yolda olmazsın. İsa’nın yolu çarmıhta biter. Öyleyse biz de kendi
içimizde onunla birlikte çarmıha gerildik. Onunla birlikte, yeniden di­
rilmek için ölmeyi bekliyoruz.162Yaşayanlar İsa ile birlikte dirilmez, ta
ki ölümden sonrasına dek.^
İsa’ya öykünürsem hep benim önümde olur ve hedefe asla ulaşa-
99/100 mam, ta ki onun içinde ulaşana dek. / Böylece olduğumgibi, olduğum
halimle kendimin ve zamanın ötesine geçerim. Böylece, İsa’nın ve onu
başka şekilde değil, olduğu gibi yaratan çağının karşısına düşerim. Öy­
leyse, yaşamım bu çağda olsa da ben çağımın dışındayım ve İsa’nın
yaşamı ile hâlâ bu çağa ait olan kendi yaşamımarasında bölünmüşüm.
Yine de İsa’yı gerçekten anlayacaksam, İsa’nın nasıl yalnızca kendi ya­
şamını yaşadığını ve hiç kimseye öykünmediğini anlamam gerek. O
hiçbir örneğe benzemeye çalışmamıştı.164
O zaman ben İsa’ya öykünürsem, kimseye öykünmem, kimseye
benzemeye çalışmam, kendi yolumda giderimve kendime de Hristiyan
demem. İlk başta onun kurallarına uyarken kendi yaşamımı yaşayarak
162. İsa’ya Öykünmede Thomas Kempis şöyle diyor: “Haç dışında ruh için kurtuluş, sonsuz
yaşam için umut yok. Öyleyse alın haçınızı ve İsa’yı izleyin ve böylece sonsuz yaşama
gireceksiniz. O haçını taşıyarak sizin önünüzde gitti ve haçta sizin için öldü. Öyleyse siz
de haçınızı taşıyın ve haçta ölmeyi isteyin. Çünkü onun ölümünü paylaşırsanız yaşamını
da paylaşırsınız” (kitap 2, böl. 2, s. 90).
ı63. Taslak şöyle devam ediyor: “Oysa eskilerin bizimle imgelerle konuştuğunu biliyoruz. Bu
yüzden düşünmembana İsa’ya imrenmemi salık verdi, öykünmemi değil çünkü o yoldur.
Yolu izlersem ona öykünmem. Oysa İsa’ya öykünürsem hedefim olur, yolum değil. Oysa
yolum olursa onun hedefine doğru giderim, gizemlerin bana önceden gösterdiği gibi. Böyle
söyledi düşünmem bana karmaşık ve muğlak, oysa bana İsa’ya öykünmemi söyledi” (s. 366).
164. Taslak şöyle devam ediyor: “Onun kendi yolu onu haça götürdü çünkü insanlığın kendi
yolu hiça çıkıyor. Benim yolum da haça gidiyor, ama İsa’nın haçına değil, benim haçıma ve
bu da özveri ve yaşamın imgesidir. Oysa ben hâlâ kördüm, öykünme ve İsa’ya bakınak beni
çok güçlü bir şekilde cezbediyordu sanki o benimyolum değil de hedefimmiş gibi” (s. 367).
İsa’ya benzemek, öykünmek istemiştim. İçimden bir ses buna karşı çıktı
ve bana benim çağımda da geçmişin bize yüklediği boyundurağa kar­
şı savaşan peygamberler olduğunu anımsatmak istedi. İsa’yı bu çağın
peygamberleriyle birleştirmeyi başaramadım. Biri yüklenmeyi, diğeri
atmayı gerektiriyor; biri boyun eğmeyi, diğeri istemi buyuruyor.165 Bi­
rinden birine haksızlık etmeden bu çelişkiyi nasıl düşüneyim? Birlikte
düşünemediğim, kendini birbiri ardına yaşamaya bırakıyor.
Bu nedenle aşağı ve gündelik yaşama, kendi yaşamıma geçmeye ve
oradan, durduğumyerden başlamaya karar verdim.
Düşünme düşünülemez olana çıktığında basit yaşama dönme za­
manı gelmiştir. Düşünmenin çözemediğini yaşam çözer ve eylemin
asla karar vermediği şey düşünmeye ayrılmıştır. Bir yandan en yük­
sek ve en zora çıkar ve daha da yükseğe ulaşan kefareti tamamlamaya
çalışırsam gerçek yol yukarı değil, derinliklere gider çünkü yalnızca
ötekim beni kendimin ötesine götürür. Oysa ötekinin kabul edilmesi
ciddiden gülünce, acıdan neşeliye, güzelden çirkine, saftan saf olmaya­
na inmek demektir. 166

165. Burada sırasıyla Schopenhauer ve Nietzsche’ye atıfta bulunuyor gibi.


ı 66. Taslak şöyle devam ediyor: “Bunu düşünün. Bir kez düşününce ertesi gece başıma gelen
macerayı anlayacaksınız” (s. 368).
Nox Secunda167
Cap. xv.

[ÖH ıoo] Kütüphaneden çıkışta yine bekleme odasında duruyor­


dum.168Bu kez soldaki kapıya bakıyorum. Küçük kitabı cebime koyu­
yorumve kapıya gidiyorum; o da açık ve üzerinde büyük bacasıyla bir
fırının olduğu geniş bir mutfağa açılıyor. Odanın ortasında çevresinde
sıralar olan iki uzun masaduruyor. Pirinç çanaklar, bakır taslar ve diğer
kaplar duvarlardaki raflara dizilmiş. Fırının başında kocaman şişman
bir kadınvar -herhalde aşçı- kareli bir önlük giymiş. Biraz da şaşkınlık­
la selamlıyorum kendisini. Oda utanmış görünüyor. Soruyorum: “Bi­
raz oturabilir miyim? Dışarısı soğukve bir şeyi beklememgerekiyor.”
“Lütfen oturun.”
Önümdeki masayı siliyor. Yapacak başka bir şeyim olmadığı için
Thomas’ımı çıkarıyorum ve okumaya başlıyorum. Aşçı meraklı ve
bana çaktırmadan bakıyor. Arada bir de yanımdan geçiyor.
“Kusura bakmayın, rahip misiniz?”
“Neden, nereden çıkardınız?”
“Ah, küçükkara bir kitap okuduğunuzu görünce öyle sandım. An­
nem, huzur içinde yatsın, bana böyle bir kitap bırakmıştı.”
“Anlıyorum, hangi kitaptı bu acaba?”
“İsa'ya Öykünmek. Çok güzel bir kitap. Sık sık akşamları bu kitap­
tan dualar okurum.”
“Çok iyi tahmin, ben deİsa'ya Öykünmek’i okuyorum.”
“Papaz olmadığı sürece sizin gibi birinin böyle bir kitabı okuyaca­
ğına inanmıyorum.”
“Neden okumayacakmışım? Düzgün bir kitap okumakbana da iyi
geliyor.”
“Annem, ruhu şad olsun, ölürken yanında bu kitap vardı ve ölme­
den önce bana verdi onu.”
Kadın konuşurken ben de dalgın dalgın kitabın sayfalarını çeviri-
100/101 yorum. On dokuzuncu bölümdeki /şu satırlara takılıyor gözlerim: “Er-
167. İkinci gece.
168. 17Ocak1914.
demli insanın yönelmişliği bilgeliğine, kendinden daha çok güvendiği
Tanrı’nın lütfuna dayanır her işinde.”169
Bana öyle geliyor ki Thomas sezgisel yöntemi öneriyor bununla.'70
Aşçıya dönüyorum: “Anneniz akıllı bir kadınmış ve size bu kitabı ver­
mekle iyi etmiş/’
“Evet, gerçekten, zor zamanlarda beni rahatlattı ve iyi öğütlerle
dolu.”
Yine düşüncelerime gömülüyorum: İnsanın içinden geldiği gibi ha­
reket edebileceğine de inanıyorum. Bu da^1 sezgisel yöntem olacaktır.
Yine de İsa’nınbunugüzel bir yoldan yapmasının özel bir değeri olmalı.
İsa’ya öykünmeyi isterdim -içimi bir huzursuzluk kaplıyor- ne olması
gerekiyor? Tuhaf bir hışırtı ve kanat sesi duyuyorum. Oda iri kuşlar­
la dolmuş gibi bir uğultuyla doluyor, çılgınca çırpınan kanat sesleriyle
insan biçimli gölgelerin hızla geçip gittiğini görüyorumve birçok ses­
sin uğultulu seslerle şusözleri söylediğini duyuyorum: “Tapınakta dua
edelim!”
“Nereye gidiyorsunuz böyle telaşla?” diye sesleniyorum. Karma­
karışık saçlı, sakallı bir adam duruyor ve parlayan karanlık gözleriyle
bana dönüyor: “En kutsal kabirde dua etmek için Kudüs’e gidiyoruz.”
“Beni de götürün.”
172“Bize katılamazsın, senin bir bedenin var. Bizse ölüyüz.”
“Kimsiniz siz?”
“Ben Ezekiel, Anabaptist’im.”^3
ı 69. Dik duranın azmi Tanrının lütfuna dayanır, kendi bilgeliğine değil; ne yaparlarsa
ona güvenirler; onlar niyet eder, Tanrı düzenler ve insan kısmetini seçemez” (İsa’ya
Öykünme, kitap 1, böl. 19, s. 54).
170. Kara Kitap 4 te bu cümle yerine: “Evet, Henri Bergson, sanırım haklısın, bu tam olarak
gerçek ve doğru sezgisel yöntem” (s. 9). 20 Mart 1914te AdolfKeller Zürih Psikanaliz
Derneğinde “Bergson ve libido kuramı” konulu bir konuşma yapmıştı. Tartışma
sırasında Jung “Bergson’un burada uzun zaman önce tartışılması gerekiyordu” demiştir:
“B. bizim söylemediğimiz her şeyi söylüyor” (MZS, cilt 1, s. 57). 24 Temmuz 1914’te
Jung Londra’da yaptığı konuşmada “oluşturmacı yönteminin” Bergson’un “sezgisel
yönetimine” karşılık geldiğini söylemiştir (“Psikolojik anlayış üzerine:’ Collected Papers
on Analytical Psychology, ed. Constance Long [Londra: Balliere, Tindall and Cox, 1917],
s. 399). Jung’un okuduğu çalışma Levolution creatrice in (Paris: Alcan, 1907) 1912 tarihli
Almanca çevirisiydi.
ı 7 ı. Cary Baynes’in transkripsiyonunda: “Bergson’un”
! 72. Taslak’ta konuşmacı “Tekinsiz Olan” olarak tanımlanıyor.
173. lncil'de geçen Ezekiel İ.Ö. altıncı yüzyılda yaşamış bir peygamberdi. Jung onun
görümlerinin tarihsel açıdan büyük önem taşıdığını gördü ve bunları Yahova’nın
insanlaşmasını ve ayrımlaşmasını temsil eden dörtlemelerin olduğu mandalalarla
“Seninle yolculuk edenler kim?”
“Onlar da benimgibi inananlar.”
“Neden yolculuk ediyorsunuz?”
“Duramayız, bütün kutsal yerlere hacca gitmeliyiz.”
“Sizi buna sürükleyen nedir?”
“Bilmiyorum. İnançlı olarak öldük ama yine de hac yolculuğuna
çıkmamız gerekiyor.”
“inançlı olarak öldüyseniz nedenhuzur bulamadınız?”
“Ben zaten hep yaşamı doğru dürüst sonlandıramadığımızı düşün­
müşümdür.”
“İlginç. Neden ki?”
“Bana kalırsayaşamış olmamız gereken önemli bir şeyi unuttuk.”
“Neymiş o?”
“Belki sen biliyorsundur, olamaz mı?”
Bu sözleri söylerken açgözlü ve tüyler ürpertici bir şekilde bana
uzanıyor, gözleri sanki içindeki hararetle parlıyor.”
“Çekil git, iblis, hayvanını yaşamamışsın.’’174
Aşçı dehşetli bir yüzle karşımda duruyor, kolumuyakalamış sıkıyor.
“Tanrı aşkına,” diyor, “Neyiniz var sizin? Yanlış yola mı saptınız?”
Ona şaşkınlıkla bakıyorum ve nerede olduğumu şaşırıyorum. Ne
den sonra tuhaf insanlar doluyor içeri. Kütüphaneci de aralarında.
Önce sonsuz bir şaşkınlık ve yılgınlık içindeler ama sonra fena fena
gülmeye başlıyorlar: “Ah, biliyordumzaten! Çabuk, polis!”
Kendimi toparlamaya kalmadan kalabalık bir grubun arasından
itiş kakış bir kamyonete tıkıyorlar beni. Elimde hâlâ Thomas’ın kitabı
birleştirdi. Ezekiel’in görümleri genel olarak patolojik kabul edilse de Jung bunların
normal olduğunu öne sürmüş ve görümlerin ancak hastalıklı yanları ortaya konabildiği
takdirde patolojik olarak nitelendirilebilecek doğal görüngüler olduğunu savunmuştur
(“Eyyub'a Yanıt” 1952, t e II, §§665, 667,686). Anabaptizm on altıncı yüzyıl Protestan
reformasyonda erken dönem kilisenin ruhunu yeniden kurmaya çalışan radikal
hareketlerden biriydi. Bebeklerin vaftiz edilmesine karşıydılar ve yetişkinlerin vaftiz
edilmesi gerektiğini savunuyorlardı (Bunun ilk örneği Jung’un yaşadığı Kusnacht
yakınlarındaki Zollikon’da gerçekleştirilmişti). Anabaptistler insanların Tanrı ile dolaysız
ilişkisini vurguluyor ve din kurumlarına eleştirel yaklaşıyordu. Bu hareket şiddetle
bastırılmış ve binlerce insan öldürülmüştür. bkz. Daniel Liechty, ed., Early Anabaptist
Spirituality: selected Writings (New York: Paulist Press, 1994).
174. Jung 1918'de Hristiyanlığın hayvan elementini bastırdığı savunmuştu (“Bilinçdışı
üzerine^’ t e ıo, §31). Bu konuyu Polzeath, Cornwall'daki 1923 seminerlerinde ele
almıştı. 1939 yılında da İsa’nın işlediği “psikolojik günahın” “hayvan yanını yaşamaması"
olduğunu söylemişti (Modern Psikoloji 4, s. 230).
var ve kendi kendime soruyorum: “Bu yeni duruma ne derdi acaba?”
Kitapçığı açıyorum ve on üçüncü bölümü görüyorum: “Burada, yer­
yüzünde yaşadığımız sürece günahtan kaçamayız. Arada bir günahın
cazibesine kapılmayan kusursuz insan, kutsal azizler yoktur. Evet, gü­
nahsız olmak zordur.”1”
Bilge Thomas, hep doğru yanıtı verirsin sen zaten. Şu deli Vaftiz
karşıtı kesinlikle bilgisizin tekiydi, yoksa sonu da huzurlu olurdu. Cice-
ro okusaydı da olurdu: rerum omnium satietas vitaefacit satietatem —
satietas vitae tempus maturum mortis affert [her şeyde doyumyaşam­
da doyumu getirir; yaşama doyulur ve ölüm zamanı gelir].176Bu bilgi
anlaşılan beni toplumla çatışmaya itmişti. Sağımı solumu polis almıştı.
“Tamam:’ dedimonlara, “artıkbırakın da gideyim:’ “Tabii, biz de öyle
diyorduk zaten:’ / dedi bir tanesi gülerek. “Doğru dürüst otur yerinde 101/102
şimdi,” dedi diğeri sertçe. Tımarhaneye gittiğimiz besbelli. Bu ağır bir
bedel oldu. Yine de, anlaşılan bu da geliyor insanın başına. Çok da tu­
haf değil, ne de olsa bizimgibi binlercesi bu yolda gidiyor.
Büyük bir kapıya, bir salona ulaştık -telaşlı bir kapıcı- şimdi de iki
doktor. Bir tanesi ufak tefek, şişman bir profesör.
Pr: “Oelindeki kitap da neyin nesi?”
“Thomas a Kempis, İsa'ya Öykünmek.”
Pr: “Demek bir çeşit dinsel delilik, çok açık, dinsel paranoya/77 —
Görüyorsunuz, sevgili dostum, bugünlerde İsa’ya öykünmenin sonu
tımarhane oluyor:’
“Buna kuşku yok gibi, profesör.”
175. İsa’ya Öykünme ı. Kitap Bölüm 13 şöyle başlıyor: “Bu dünyada olduğumuz sürece
sınanacağız ve baştan çıkarılmaya çalışılacağız. Eyyub’un Kitabında dendiği gibi: İnsanın
dünyadaki yaşamı ayartılmadan başka nedir ki? İşte bu yüzden bu baştan çıkarmaları
ciddiye almalıyız ve şeytanın bir kaçamak yapmasını önlemek için ihtiyatla ve dualarla
uğraşacağız. Şeytanın asla uyumadığını, sürekli avının peşinde olduğunu unutmayın. Hiç
kimse onun oyunlarıyla karşılaşmayacak kadar kusursuz ve kutsal değildir; ondan bütü­
nüyle kaçamayız,” (s. 46). Daha sonra da şeytanın baştan çıkarmasının insanı “alçakgönül­
lü yaptığını, arındırdığını ve disipline ettiğini” ve bu açıdan yararlı olduğunu söyler.
ı 76. Cicero’nun yaşlılığa övgüsü Cato Maior de Senectute’den alıntı. “Kuşkusuz, en azından
bana göre, her şeyde doygunluk yaşamda doygunluğu getirir. Çocukluk belirli şeylerin
peşinden koşar; gençlik bunları arar mı? Gençlik belirli şeylerin peşinden koşar, olgunluk
ya da sözde orta yaş bunlara gereksinim duyar mı? Olgunluk bile yaşlılıkta aranmayan
şeylerin peşinden koşulur ve en sonunda bazı şeyler de yaşlılığa uygundur. İşte bu yüzden
yaşamın önceki dönemlerindeki zevkler ve arayışlar kaybolur ve yaşlılıktakiler de öyle
ve bu da olduğunda insan yaşama doyar ve ölüme hazırdır" (Cicero, De Senectute, De
Amicitia, De Divinatione [Londra: William Heinemann, 1927], s. 86-88)
177. Kara Kitap4’te: “Erken bunama kaynaklı paranoya” (s. 16).
Pr: “Zeki bir adam. Çıldırmış bir yanı da var. Sesler duyuyor mu­
sunuz?”
“Hem de nasıl! Bugün mutfağa vaftiz karşıtları üşüştü, çok kala­
balıktılar.”
Pr: “Pekâlâ, anlaşıldı. Sesler sizi takip ediyor mu?”
“Aman, ağzınızdan yel alsın. Onları ben çağırdım.”
Pr: “Ah, halüsinasyonların sesli olabileceğini açıkça gösteren bir
vaka daha. Vaka geçmişine ait. Bunu hemen not alalım, doktor.”
“Tüm saygımla, Profesör, bunun kesinlikle anormal olmadığını,
daha çok sezgisel yöntemolduğunu söylemeliyim.”
Pr: “Mükemmel. Dostumuz yeni sözcükler de kullanıyor. Evet, sa­
nırımelimizde yeterince açıkbir tanı var. Her neyse, geçmiş olsun, sa­
kin olmanızda yarar var.”
“İyi de Profesör, ben hasta falan değilim, kendimi çok iyi hissedi­
yorum.”
Pr: “Bakın, sevgili dostum. Henüz hastalığınızı kavramış değil
siniz. Prognoz da doğal olarak oldukça kötü, en iyi olasılıkla sınırlı
bir iyileşme.”
Kapıcı: “Profesör, kitap adamda kalabilir mi?”
Pr: “Evet, sanırım, zararsız bir dua kitabına benziyor.”
Şimdi de giysilerimin dökümü yapılıyor -sonra da banyo- şimdi de
koğuşa götürülüyorum. Büyükbir hastaodasına giriyorumve yatmam
söyleniyor. Solumdaki sabit bakışlarla kıpırdamadan yatıyor, sağımda
kinin ise çapı ve ağırlığı azalan bir beyni var. Kusursuz bir sessizliğin
tadını çıkarıyorum. Deliliğin sorunu çok derin olması. Tanrısal delilik
-içimizde akan yaşamın usdışılığının daha yüksek bir biçimi- öyle ya
da böyle günümüz toplumu ile bütünleştirilemeyen bir delilik; iyi de
nasıl? Ya toplumun biçimi delilikle bütünleştirildiyse? Bu noktada her
şeykararıyor ve görünürde bir son yok.178
[2] Büyüyen bitki sağında bir fidan veriyor ve bu bütünüyle bi
çimlendiğinde doğal büyüme dürtüsü son tomurcuğun ötesine doğru
178. Taslak’taburadabirparçavar,şöyleözetlenebilir: Birdüşünürolduğumiçinduygumeıı
alttaydı, eneskiydiveenazgelişmişolandı. Düşünmemyoluyladüşünülmezvedüşün«‘
gücümyoluylaulaşılmazolanakarşıyetiştirildiğimdeancakozamanileriyedoğru
zorlayabilirdim.Oysabentekbiryanaaşırı yüklendimvediğeryandahadaderinebattı
Aşırıyüklemekgelişimdeğildirvebizgelişmeyegereksinimduyuyoruz(s. 376).
büyümez, gövdeye, filizin anasına doğru geri akar ve karanlıkta gövde
boyunca belirsiz bir yol açar ve en sonundayeni bir filiz sürgün verdiği
solda doğru konumu bulur. Serpilmenin bu yeni yönü öncekine bütü­
nüyle karşıttır oysa. Yine de bitki bu şekilde düzgün bir şekilde büyür
ve ne burkulur ne de dengesi bozulur.
Sağımda düşünmem, solumda duygum var. Önceden benim için
bilinmez olan duygu uzayıma giriyorum ve şaşkınlıkla iki odanın ne
kadar farklı olduğunu görüyorum. Kendimi gülmekten alamıyorum;
birçokları ağlamak yerine güler. Sağdan sola doğru adım attım ve iç
acıyla irkilerek çekindim. Sıcak ile soğuk arasında büyük bir ayrımvar.
İsa’yı sonuna dek düşünen bu dünyanın tinini bırakıyorum ve İsa’yı
yeniden bulabileceğimgülünç-korkunç âleme adımatıyorum.
“İsa’ya öykünmek” beni efendinin kendisine ve onun hayret verici
krallığına götürdü. Orada ne aradığımı bilmiyorum; yalnızca içimdeki
bu âlemi yöneten efendiyi izleyebilirim. Bu âlemde bilgeliğimin ilke­
lerinden başka yasalar geçerli. Burada, geçerli pratik nedenlerle daha
önce hiç bel bağlamadığını “Tanrı’nınmerhameti” eylemin / enyüksek 102/103
yasası. “Tanrı’nın merhameti” titreyerek ve çekinerek ve her şeyin ye­
niden yoluna gireceği yönündeki en güçlü umudu sergileyerek kendi­
mi bütün komşulara teslimettiğimbir ruh durumunu ortaya koyuyor.
Artık iyi olduğu için şuya dabu mantığın uygun olduğunuya daşu
ya da bu hedefe ulaşılacağını söyleyemem; şimdi sisler arasındave gece
boyunca el yordamıyla ilerliyorum. Ne hat var ne de yasa; şimdi her
şey bütünüyle ve ikna edici bir şekilde rastlantısal, hatta aslında aşırı
rastlantısal. Yine de bir şey göz yıldıran bir açıklıkta. Önceki yolumun
ve tüm kavrayışlarımın ve ereklerimin tersine, bundan sonra her şey
yanılgı. Gittikçe daha açık görülüyor, umudumbeni ikna etmeye çalış­
sa da hiçbir şeyyol göstermiyor, her şey yanlış yol gösteriyor.
Tüyler ürpertici bir dehşetle her şey ortaya çıkıyor. Sınırsı­
za, dipsize, sonrasız kaosun anlamsızlığına düştün. Bir fırtınanın
kükreyen kanatları, denizin çırpınan dalgaları ile taşınıyormuş gibi
sana doğru geliyor hızla.
Herkesin ruhunda sakin, her şeyin apaçık ve kolayca açıklanabilir
olduğu bir yer, yaşamın kafa karıştıran olasılıklarından kaçmayı sev­
diği bir yer vardır çünkü orada her şey yalın ve açıktır, amaç belli ve
sınırlıdır. İnsanhiçbir şeykonusunda buyer üzerine olduğu kadar gü­
venle söyleyemez: “Sen, ancak şusun...” ve gerçekten de böyle söyledi.
Buyerbile düzgün bir yüzey, gündelikbir duvar, kaosun gizeminin
üzerinde güvenlekorunanve sıkcilanan bir kabuktan başkabir şey de­
ğil. Duvarların bu en gündelik olanı kırılırsa kaosun seli önüne geleni
devirir geçer. Kaos tekdeğil, bitmeyenbir çokluktur. Biçimsiz değildir,
yoksatekolurdu ama doluluğu nedeniyle karmaşıkve baskın figürlerle
doludur. 179
Bu figürler ölülerdir, yalnızca senin ölülerin, yani geçmişte aldığın
ve süren yaşamının geride bıraktığı şekillerin imgeleri değil, aynı za­
manda insanlıktarihinin toplaşan ölüleri, geçmişin hayaletlerinin geçit
törenidir ve senin ömrünün damlalarıyla karşılaştırıldığında bir okya­
nustur. Ardında, gözlerinin aynasının ardında tehlikeli gölgelerin, ölü­
lerin ezilişini görüyorum. Göz boşluklarından açgözlülükle bakıyorlar,
inliyorlar ve senin aracılığınla bütün çağların yarımkalmış ve içlerinde
ah eden işlerini tamamlamaya çalışıyorlar. Her şeydenhabersizsin ama
bu hiçbir şeyi kanıtlamaz. Kulağını duvara yasladığında geçişlerinin
hışırtısını duyacaksın.
En basit ve en kolay açıklanan konuları neden tam da bu noktaya
yerleştirdiğini, bu koltuğuneden engüvenli yer olarakkutladığını artık
biliyorsun: Böylece hiç kimse oradaki gizemi gün yüzüne çıkaramaz,
özellikle de sen. İşte burası gün ile gecenin ızdırapla kaynaştığı yer. Ya
şamdan dışladığın, terk edip lanetlediğin, yanlış giden ve gidebilecek
her şey önünde sakince oturduğun bu duvarın ardında seni bekliyor.
Tarih kitaplarını okursan tuhaf ve inanılmaz olanın peşindekileri,
kendi ağlarına düşüp başkaları tarafından kurt barınaklarında tutsak
tutulanları görürsün; enyüksek ve en alçağı arayan, yazgının yaşayan
ların tabletlerinden tamamlanmadan silip süpürdüğü insanlar. Yaşa
yanlardan çok azı biliyor onları ve bilenler de onları takdir etmiyor,
sadece bu sanrıya başlarını sallıyorlar.
Sen onlarla alay ederken içlerinden biri arkanda duruyor. Uyku­
suzluğun içinde ona dikkat etmiyorsun ve kendini çaresiz hissediyor,
öfkeyle soluyor. Uykusuz gecelerde seni sıkıştırıyor, bazenbir hastalık
179. Jung’unkaligrafi cildindeki sayfaboşluğunaaldığı not: “26.ı. 1919:’ Bu, bölümün
kaligrafi cildineaktarıldığıtariholabilir.
ta ele geçiriyor seni, bazen ereklerine karışıyor. Seni zorba ve açgözlü
yapıyor, her şeye duyduğun özlemi deşiyor ve bunun sana hiçbir yararı
yok, düzensizlikteki başarını sömürüyor. Azat edemediğin kötü ruhun
olarak sana eşlik ediyor.
Günü yönetenlerin yanında tanınmadan gezinen karanlıkları duy­
dun mu, huzursuzluk çıkarmayı tasarlayanları? Kurnazca işler tasarla­
yıp Tanrılarının onuruna hiçbir suçtan kaçınmayanları?
İsa’yı onların yanma, onların en büyüğü olarak koy. Dünyayı kır­
mak onun için çokküçükbir işti, bu yüzden kendini kırdı. İşte bu yüz­
den de onların en büyüğüydü ve bu dünyanın güçleri ona erişemedi.
Bense güce av olan ölülerden, kendilerinin değil, gücün kırdıklarından
söz ediyorum. Okalabalıklar ruhun ülkesini dolduruyor. Onları kabul
edersen / seni dünyayı yönetene karşı isyanve sanrıyla doldururlar. En i o 3/ i o 4

derin ve en yüksekten en tehlikeli şeyleri tasarladılar. Doğaları ortak


değildi ama en sert çeliğin keskin ağızlarıydı onlar. İnsanların önemsiz
yaşamlarıylahiçbir işi olmazdı onların. Tekbir şeyi unutmuşlardı; hay­
vanlarını yaşamıyorlardı.
Hayvan kendi türüne başkaldırmaz. Hayvanları düşün; ne kadar
adil, ne kadar iyi huylular, eskilere ne kadar sadıklar, onları taşıyan
toprağa ne kadar bağlılar, geleneksel yollarına nasıl da bağlı kalıyorlar,
gençlerini nasıl da koruyorlar, nasıl da hep birlikte çayırlara gidiyor­
lar ve nasıl da birbirlerini pınara çekiyorlar. Bir tanesi bile bereketli
avını gizleyip kardeşini açlığa terk etmiyor. Bir tanesi bile hemcins­
lerine kendi istemini dayatmaya çalışmıyor. Bir tanesi bile sivrisinek
olmasınakarşın fil olduğunuhayal etmiyor. Hayvan türününyaşamına
uygunve sadık yaşar, ne aşar onu ne de eksikkalır.
Hayvanını hiç yaşamayan, kardeşine hayvan gibi davranmalıdır.
Kendini küçült ve hayvanını yaşa ki kardeşine doğru davranabilesin.
Böylece yaşayanlarla beslenmeye çalışan onca ölüyükurtarırsın. Yaptı­
ğınhiçbir şeyi de yasaya çevirmezsin, çünkübu gücünün kibri.180
ı 80. Jung i93o’daki bir seminerde şöyle demişti: “Hayvan konusunda önyargılıyız.
Hayvanlarını tanımaları ya da özümsemeleri gerektiğini söylediğimde insanlar
beni anlamıyor. Hayvanın hep duvarlardan atlayan ve şehrin altını üstüne getiren
bir şey olduğunu düşünüyorlar. Oysa hayvan doğada iyi davranışlı bir yurttaştır.
Ağırbaşlıdır, yolu büyük bir düzenle izler, aşırı hiçbir şey yapmaz. Aşırılık yalnızca
insana özgüdür. İşte bu yüzden hayvanın karakterini özümserseniz yasalara uyan bir
yurttaş olursunuz, çok yavaş ilerlersiniz ve yolunuzda olabildiğince makul olursunuz”
Zamanı gelince ve kapıyı ölülere açınca korkuların kardeşine de
bulaşacakve çehrenfelaketi açığavuracak. Öyleyseçekkendini, inziva­
ya çekil çünkü ölülerle dövüştüğünde kimse sana akıl veremez. Ölüler
çevreni sardığında yardım için yakarma, yoksa ölüler kaçar ve onlar
güne açılan tekköprün. Ogünyaşayacaklarını yaşave gizemlerden ko­
nuşma, geceni de ölülerin kurtuluşuna ada.
Kimki seni iyi niyetle ölülerdenkopardı, aslındaseninzararınaçalıştı
çünküyaşamdalını tanrısallığın ağacından kopardı. Yaradılmış ve sonra
da kul edilmiş ve yitirilmiş olanın yeniden kurulmasına karşı da günah
işliyor. 181 Yaradılanın içten beklentisi Tanrı’nın oğullarının belirmesidir
çünkü. Yaradılankibrinkuluyapıldı, isteyerekdeğil, onuumudakul eden
yüzünden çünkü yaradılanın kendisi de yozlaşmanın esaretinden kurtu­
lup Tanrı'nın çocuklarının görkemli özgürlüğüne kavuşacak. Biliyoruz
çünkü tümyaradılış bugüne dekinledi ve birlikte acı içinde yolculuketti.
Yukarıya doğru atılan her adım aşağıya doğru atılan bir adımı ye­
niden kuracak ve böylece ölüler özgürlüklerine kavuşacak. Yeninin
yaratılması günden çalar çünkü özü sırdır. Günü yeni bir yaradılışa
yöneltme umuduyla tamda bugünün yıkımını hazırlar. Yeninin yara­
tılmasının kötü bir yanı vardır ve bunu sesli olarak dile getiremezsin.
Yeni av alanları arayan hayvankaranlıkyollarda sinsi sinsi ve koklaya­
rak ilerler çünkü gafil avlanmak istemez.
Yaratıcının duyduğu acıların beraberinde kötü bir şey taşıdığını
düşün lütfen. Ruhun cüzzamı onları bunun tehlikesinden ayırır. Cüz-
zamlarını bir erdemolarak kutlarlar ve bunu gerçekten de erdemlilik­
lerinden yapıyor olabilirler. Oysa bu İsa’nın yaptığını yapmak olur ve
öyleyse onun taklididir çünkü İsayalnızca birdi ve ancakobiri, yasaları
onun gibi çiğneyebilirdi. Onun yolunda daha yüce ihlaller olanaksız.
İçindeki İsa’yı kır ki kendine ve sonunda sürüsünde iyi huylu olan ve
yasalarını çiğnemek istemeyen hayvanına ulaşabilesin. İhlal etmek
bakımından İsa’ya öykünmemekle yetin. Böylece Hristiyanlıktan bir
adımgeri ve Hristiyanlığa doğrubir adımatmış olursun. İsabecerisiyle
kurtuluş getirdi ve çaylaklık seni kurtaracak.
(Görümleri, s. 1968).
1S1. El Yazması Taslak’ta kenar boşluğunda: “Oda 819” (s. 863). Metinde bunu Romalılar
8:i9-22'den bir alıntı izliyor.
Kurbanın efendisinin onurlandırdığı ölüleri saydın mı? Kimin
uğruna ölümü çektiklerine inanıyorlar, sordun mu? Düşüncelerinin
güzelliğine ve ereklerinin saflığına girdin mi? İleri gidecekler ve bana
karşı geleninsanların cesetlerine bakacaklar çünküonların solucanı öl­
meyecek, ateşleri de dinmeyecek. 182
Böylece öde kefaretini, Hristiyanlık uğruna kurban olanları düşün,
ölç biç ve kendini kabul etmeye zorla. Ölülere kurtuluş gerek çünkü.
Günahkâr ölülerin sayısı yaşayan Hristiyanları aştı, öyleyse ölüleri ka­
bul etmenin zamanı geldi.^3
Kendini olmuşun karşısına atmaöfkeyleya dayıkımeğilmiş olarak.
Onun yerine ne koyacaksın? Olmuşun yıkılmasında başarılı olduğun­
da yıkım istemini kendine çevireceğini bilmiyor musun? Oysa amacı
yıkımolan herkes kendini yok ederek ortadan kalkacak. Olmuşa saygı
duy daha çok, çünkü derin saygı bir lütuftur.
Sonra da ölülere dön, 184ağıtlarını dinle ve onları sevgiyle kabul et.
Onların kör sözcüsü olma/85 / [İmge 105] ^ / sonunda kendini taş- ıo4/ıo6
182. Yeşaya 54:66dan alıntı.
ı 83. Taslak şöyle devam ediyor: “Tanrıya yakınlığından delirmiş bir peygamber öncülük etti
bize. Vaazında körü körüne öfkelendi Hristiyanlığa ama onu sözcüleri ve borazanı yapan
ölülerin gözdesiydi. Kulakları sağır eden bir sesle bağırdı ki sesini duyan çok olsun,
dilinin gücü de ölüme direnenleri yaktı. Hristiyanlığa karşı mücadeleyi vaaz etti. Bu da
iyiydi" (s. 387). Burada Nietzsche'ye atıfta bulunuyor.
ı 84. Taslak şöyle devam ediyor: “Sen kimin gözdesisin” (s. 388).
ı 85. Taslak şöyle devam ediyor: “Kimin davasını savunduğunu bilmeyen o zıvanadan çıkmış
peygamber gibi ama kendi adına konuştuğuna inanıyordu ve yıkımın istenci olduğuna
inanıyordu” Nietzsche’ye atıfta bulunuyor.
1 86. Jung bu imgeyi i93o’da “Altın Çiçeğin Sırrı’ nda tedavi sırasında erkek bir hasta
tarafından çizilen bir mandala olarak isimsiz yayımladığı Mantrayı şöyle açıklıyordu:
“Merkezde, beyaz ışık, parıldıyor; ilk çemberde ilk-biçimsel yaşam-tohumları; ikinci
de dört temel rengi içeren dönen kozmik ilkeler; üçüncü ve dördüncüde içe ve dışa
doğru çalışan yaratıcı güçler. Ana noktalarda erkek ve kadın ruhlar, hepsi aydınlık ve
karanlığa bölünmüş" (TE 13, A6). Mandalayı i952’de Mandala Sembolizmi Üzerinede
bir kez daha yayımlamış ve şöyle yazmıştı: “Orta yaşlı bir adamın yaptığı bir resim.
Merkezde bir yıldız var. Mavi gökyüzünde altın bulutlar. Dört ana noktada insan
figürleri görüyoruz: Tepede derin düşüncelere dalmış yaşlı bir adam; tabanda kırmızı,
ateşli saçları ve ellerinde tuttuğu tapınak ile Loki ya da Hefestus. Sağda ve solda aydınlık
ve karanlık kadın figürü. Hepsi bir arada kişiliğin dört yönünü, benliğin çevresine ait
olan dört ilkörneksel figürü gösteriyor. İki kadın animanın iki yönü olarak hemen fark
edilebiliyor. Yaşlı adam anlamın ya da tinin arketipi ve Yaşlı Bilge’nin karşısında karanlık
öbür dünya figürü, yani büyüsel (ve bazen yıkıcı) Şeytani element. Simyada kaçamaklı
“hileci” Merkür’e kaşrılık Hermes Trismegistus. Gökyüzünü saran çember tek hücrelileri
andıran yapılar ya da organizmalar içeriyor. Dört renkle boyanmış on altı küre, çemberin
hemen dışında, özgün olarak bir göz motifinden alınmış ve bu yüzden de gözlemleyen
ve ayırt eden bilinci temsil ediyor. Benzer şekilde, bunu izleyen çemberdeki süslemelerin
layan peygamberler oldu. Bizse kurtuluşu arıyoruz ve bu nedenle de
olmuşa saygı duymamızve havada çırpınmış ve çok eskilerdenberi ça­
tımızın altında yarasalar gibi yaşayanölülerikabul etmemiz gerekiyor.
Yeni eskinin üzerine kurulacakve olmuşun anlamı çoğalacak. Böylece
olmuştaki yoksulluğunu geleceğin varsıllığına teslimedeceksin.

Seni Hristiyanlıktan ve kutsal sevgi yasasından uzaklaştırmak is­


teyenler, tamamlanmamış işleri onları takip ettiği için Rab’da huzur
bulamayan ölüler. Yeni bir kurtuluş her zaman geçmişte yitirilmiş ola­
nınyeniden kurulmasıdır. İsa’nın kendisi de daha iyi geleneklerde eski
günlerden beri dışlanmış birkutsal uygulamaolankanlı insankurbanı­
nı yeniden kurmadı mı? Eski ve kutsal bir uygulama olankurban insan
etini yemeyi geri getirmedi mi? Eski yasaların yasakladığı senin kutsal
uygulamalarına yeniden dönecek.
Öte yandan, İsa insan kurbanı ve kurbanın yenmesini geri getirdi
amabunların hepsi onun başına geldi, kardeşinin değil çünkü İsa sevgi
yasasının her şeyin üstüne koydu ve böylece kardeşlerine bunun sonu­
cunda hiçbir zarar gelmedi ama herkes yeniden kuruluşa sevinebildi.
Eski çağlardakininaynısı oldu ama bukez sevgi yasasının altında.187 Bu
yüzden eğer olmuşa saygın yoksa sevgi yasasını yıkarsın.188 O zaman
hepsi içe açılıyor içlerindekini merkeze doğru boşaltan kaplara benziyor. (Simyada
benzer bir kavram bulunuyor; Ripley Scrowle ve benzerlerinde (Psychology and Alchemy,
şek. 257) gezegen tanrıları niteliklerini yeniden doğuş kurnasına dökerler.] Öte yandan
kenar boyunca uzanan süslemeler dışarıdan bir şey alacakmış gibi dışa doğru açılıyor.
Yani, ilkinde izdüşümler olan bireyselleşme süreci yeniden 'içe’ doğru akıyor ve kişilikle
yeniden birleşiyor. Burada, Şekil 25e karşıt olarak: ‘üst’ ve ‘Alt’ simyasal hermafroditte
olduğu gibi bütünleşmiş” (te 9, I, §682). Jung 21 Mart 195o’de Raymond Pipere yine bu
imgeyle ilgili şunları yazmıştı: “Diğer resmi 40 yaşlarında eğitimli bir erkek tarafından
yapıldı. Bu resim bilinçdışı içeriğin işgali sonucunda ortaya çıkan duygusal durumunu
yeniden düzenlemeye yönelik bilinçdışı bir girişimdi önce" (Mektuplar I, s. 550).
187. Taslak şöyle devam ediyor: “Hristiyan yasasının tek bir kuralı bile feshedilmedi, aksine
yenisi eklendi: ölüm yasını kabullenmek” (s. 390).
188. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu sıradan kötücül arzudan başka bir şey değil, bunun
ölülerin istediği şey olduğunu bilmediğin sürece sadece gündelik bir baştan çıkma.
Oysa ölüleri tanıdığın sürece baştan çıkmayı anlarsın. Kötücül bir arzudan başka bir şey
olmadığı sürece bu konuda ne yapabilirsin. Lanetlersin, pişman olursun, yenilenirsin,
ama sonuçta yine tökezlersin, kendinle dalga geçersin, kendinden nefret edersin, ama
kesinlikle kendinden tiksinir, kendine acırsın. Oysa ölülerin isteklerini bilirsen baştan
çıkma çalışmalarının, aslında kurtuluş çalışmanın kaynağı olur: İsa işini tamamladıktan
sonra yükseldiğinde çok çalışma, yabancılaşma ve çiğ şiddet yasasıyla zamanından
önce ölenleri yanında götürdü. O zaman ölülerin yasları her yeri sardı ve sefaletleri o
ne olur senin halin? Önce olanları, yani şiddeti, haksızlığı ve kardeşini
küçümsemeyi geri getirmekzorunda bırakılırsın. İnsan insana düşman
olur ve karmaşa hükümsürer.
Ohalde olmuşa saygın olsun ki sevginin yasası alçakve geçmişe ait
olanın geri getirilmesi yoluylakurtuluş olsun, ölülerin sınırsız efendili­
ği ile cehennemazabı değil. Yine de zamanından önce ölenlerin tinleri
bugünkü tamamlanmamışlığımız uğruna evlerimizin tavan aralarında
karanlık sürüler olarakyaşamayı sürdürecek ve biz eski çağlardan beri
var olanı sevgi yasasıyla geri getirerek onlara kurtuluşlarını vereceğiz.
Bizim kurtuluş dediğimiz, zamanından önce ve tamamlanmadan
önce gömüş ölülerin iyi veyasanın suçluluğuylabizdenistediğidir. Hiç­
biriyi haksızlıkyapmayacakve kırılmaması gerekeni kırmayacakkadar
tamamdeğildir çünkü.

Biz kör bir türüz. Yalnızca yüzeyde, yalnızca bugünde yaşıyor, yal­
nızca yarını düşünüyoruz. Ölüleri kabul etmeyerek geçmişi kabaca ele
alıyoruz. Yalnızca görünür başarıyla çalışmak istiyoruz. Hepsinden
ötesi bize ödeme yapılmasını istiyoruz. İnsanlara görünür bir hizmeti
olmayan gizli bir iş yapmanın delilik olduğunu düşünürüz. Kuşkusuz
yaşamın gerekleri bizi yalnızca tadına varılabilen meyveleri yeğlemeye
zorladı. Oysa dünyanın yüzeyinde bütünüyle yitip gidenler kadar ölü­
lerin baştan çıkarıcı ve yanıltıcı etkisi altında kalan var mıdır?
Tekbir zorunlulukvar, o daölüleruğrunasır doluyapman gereken
gizli ve tuhafbir iş; büyük bir iş. Ölüler kendi görünür alanını ve bağını
elde edemeyenleri yakalar ve ondan kefaret ister. Obunu yerine getire­
ne kadar dış işine dönemez çünkü ölüler onu bırakmaz. Onların buy­
ruğuyla ve bütünüyle gizem içerisinde ruhunu araştırmak ve durgun­
luk içinde hareket etmek zorundadır ve böylece ölüler onu bırakmaz.
İleriye çokfazlabakma, geriye ve kendi içine bak ki ölüleri işitebilesin.
Az sayıda yaşayanla, birçok ölüyle yükselmek İsa’nın yoluydu.
Onun yaptığı aşağılanmışı ve yitmişi kurtarmaktı ve onlar için iki suç­
lunun arasında çarmıha gerildi.
kadargürültülüydükiyaşayanlarbilekederlendiveyaşamdanbıktılarvedahacanlı
bedenlerininiçindeykenbudünyayaölmekistediler. Buyüzdensendekurtuluş
çalışmanlaölüleritamamlanmayagötürüyorsun" (s. 390-391).
Ben iki deli arasında can çekişiyorum. Alçalırsam doğruluğa gire­
rim. Ölülerle yalnız kalmaya alışırım. Zor, ama yaşayan yoldaşlarının
değerini tamda böyle keşfedersin.
Eskiler ölüleri için neler yapmadılar ki! Sense ölüler geçmiş olduğu
için kendini ölülerin dikkatinden ve bunca istedikleri işten kurtarabi­
leceğini sanıyorsun. Ruhun ölümsüzlüğüne inamadığını söylüyorsun
mazeret olarak. Sen ölümsüzlüğün olanaksızlığını tasarladın diye ölü­
ler artık var olmayacak mı düşünüyorsun? Sözlerden yaptığın putlara
inanıyorsun sen. Ölüler etkilidir ve bu da yeterlidir. Nasıl ki dış dün­
yada denizi pek gizleyemezsen iç dünyayı daörtbas edemezsin. Örtbas
etme amacını artık anlamalısın, korunmak istiyorsun.1®9
106/10S Ben kaosu kabul ettimve ertesi gece ruhumbana yaklaştı. / [İmge
105] /

189. Taslak şöyle devam ediyor: “Kendini batıl inançla korumak için eski dünya büyüsünü
kullanıyorsun çünkü sen hala yaşlı ormanın güçsüz çocuğusun. Oysa biz senin büyü
dünyanın ardını görebiliriz ve o güçsüz kılındı ve seni kaostan koruyabilecek tek şey
kabullenmedir” (s. 395).
Nox Tertia 190
Cap. xvi.

[ÖH 108] ‘9'Ruhum bana aceleyle ve telaşla fısıldadı: “Sözler, sözler,


çok fazla söz söyleme. Sessiz ol ve dinle: Deliliğini tanıdın mı ve onu
kabul ediyor musun? Bütün temellerinin deliliğin çamuruna gömül­
düğünü fark ettin mi? Deliliğini tanıyıp onu dostça ve hoş karşılamak
istemiyor musun? Her şeyi kabul etmek istedin. Öyleyse deliliği de ka­
bul et. Deliliğinin ışığı parlasın ve birdenbire anlayacaksın. Deliliği kü­
çümsemekve ondan korkmak değil, ona yaşamvermek gerek.”
B: “Sözlerin sert ve bana verdiğin ödev zorlu.”
R: “Yollar bulmak istiyorsan deliliği geri çeviremezsin çünkü doğa­
nınbüyükbir parçasını oluşturuyor.”
B: “Öyle olduğunu bilmiyordum.”
R: “Onu tanıdığın için mutlu ol çünkü böylece onun kurbanı ol­
maktan kaçınacaksın. Deliliktinin özel bir biçimidirve bütün öğretile­
re ve felsefelere, daha da çok gündelik yaşama tutunur çünkü yaşamın
kendisi çılgınlıkla doludur ve temelde tamamen mantıkdışıdır.”
B: “Bukulağa çok ıssız geliyor, yine de beni reddetmeye itiyor.”
R: “Hiçbir şeyi reddedemezsin, tımarhanedesin.”
Ufak tefek, şişman profesör orada duruyor. Bu şekilde konuşan o
muydu? Onu ruhummu sandım?
Prof: “Evet, sevgili dostum, kafan karıştı. Konuşmaların bütünüyle
tutarsız.”
B: “Ben de kendimi bütünüyle yitirdiğime inanıyorum. Gerçekten
delirdim mi? Bu kafamı müthiş karıştırıyor.”
Prof: “Sabırlı ol, her şeyyoluna girecek. Her neyse, iyi uyumaya bak.”
B: “Teşekkür ederim ama korkuyorum.”
İçimdeki her şey karmakarışık. İşler ciddileşiyor, kaos yaklaşıyor.
Bu nihai dip mi? Kas da bir temel mi? Şu müthiş dalgalar olmasaydı.
Her şeydevkaradalgalar gibi parça parçakırılıyor. Evet, görüyor ve an­
ı 90. Üçüncü gece.
191. 15 Ocak 1914.
lıyorum. Bu okyanus, her şeye gücü yeten gece gelgiti. Orada bir gemi
hareket ediyor, büyükvapur, sigara salonuna girmeküzereyim; birçok
insan, güzel giysiler, hepsi bana şaşkınlıkla bakıyor ve birisi yanıma
gelip şöyle diyor: “Neyiniz var? Hayalete dönmüşsünüz! Ne oldu?”
B: “Hiçbir şey. Yani, sanırımdelirdim. Yer sallanıyor, her şey hare­
ket ediyor..."
Birisi: “Çay bu akşambiraz acı, hepsi bu. Biraz sıcak hurma içkisi
alın, deniz tutmuş olmalı.”
B: “Haklısınız, deniz tuttu, ama kendine özgü bir şekilde. Ben ger­
çekten tımarhanedeyim.”
Birisi: “Hadi ama! Şaka yapmaya başladığınıza göre kendinize ge­
liyorsunuz.”
B: “Siz buna şaka mı diyorsunuz? Az önce profesör gerçekten ve
tamamen deli olduğumu ilan etti.”
Ufak tefek, şişman profesör gerçekten de yeşil çuhalı bir masada
kâğıt oynuyor. Konuştuğumu duyuncabana dönüyor ve gülüyor: “Ne­
relerdeydiniz? Gelin. Siz de bir şeyler içmekister misiniz? Bir âlemsiniz
yani. Bu akşambütün hanımları telaşlandırdınız.
B: “Profesör, benimiçin bu şaka olmaktan çıktı. Az önce sizin has-
tanızdım... ”
Salonda bir kahkaha tufanı kopuyor.
Prof: “Umarım canınızı çok fazla sıkmamışımdır.”
B: “Sonuçtaakıl hastanesine yatırılmakhafife alınacakbir şeydeğil.”
Az önce konuştuğum kişi birden yanıma geliyor ve yüzüme bakı­
yor. Siyah sakallı, saçları karmakarışık, koyu gözleri parıldıyor. Benim­
le hararetle konuşuyor: “Başıma daha kötü bir şey geldi, ben buraya
geleli beş yıl oluyor.”
Onun komşum olduğunu fark ediyorum. Anlaşılan durgunluğun­
dan uyanmış ve şimdi yatağımda oturuyor. Ateşli ve telâşlı konuşuyor:
“Ben Nietzsche’yim, yalnız yeniden vaftiz edildim, aynı zamanda kur­
tarıcı İsa’yımve görevimdünyayı kurtarmak, ama bırakmıyorlar.”
B: “Kimbırakmıyor.”
Budala: “Şeytan. Cehennem’deyiz. Elbette sen henüz farkında
değilsin. Burada yöneticinin şeytan olduğunu ancak ikinci yılımda
anlayabildim.”
B: “Profesör’ü mü kastediyorsun? İnanılacak şey değil.”
Budala: “Sen kara cahilsin. Uzun zaman önce Tanrı’nın annesiy­
le evlenmem gerekiyordu.192Oysa profesör, o şeytan, onu etkisi altına
aldı. Her akşamgüneş batınca ona çocukveriyor. Oda sabahgündoğu-
mundan önce çocuğu doğuruyor. Sonra bütün şeytanlar bir araya gelip
çocuğu korkunç bir şekilde / [İmge 109]^ / öldürüyor. Haykırışları
açık seçik duyabiliyorum.”
B: “Evet, ama bu söylediklerin bütünüyle söylence.”
Budala: “Sen delisin ve hiçbir şey anlamıyorsun. Sen tımarhaneye
aitsin. Tanrım, ailem neden beni sürekli delilerle aynı deliğe tıkıyor?
Benimdünyayı kurtarmamgerekiyor, ben Kurtarı’cıyım!”
Yeniden uzanıyorvebitkinliğinegömülüyor. Kendimi müthiş dalga­
lardan korumak içinyatağınkenarına tutunuyorum. Gözlerimi en azın­
dan gözlerimle bir yere tutunmuş olmak için duvara bakıyorum. Duvar
boyunca yatay bir çizgi var, altı daha koyu boyanmış. Önünde bir rad­
yatör duruyor; dilimli ve ötesinde denizi görebiliyorum. Ufuk çizgisi bu.
Şimdi degüneş kırmızıgörkemiyleyükseliyor, yalnızve muhteşem. İçin­
de bir yılanın asılı durduğu bir haç var, yoksa bir boğa mı, mezbahadaki
gibi içini yarıp açmışlar, yoksa bir katır mı? Sanırımbaşında boynuzla­
rındantacıylabir koç, yoksaçarmıha gerilmiş olanbenmiyim? Şehitliğin
güneşi yükseldi ve denizin üzerine kanlı ışınlarını döküyor. Bu görüntü
uzun sürüyor, güneş daha dayükseliyor, ışınları daha da parlaklaşıyor‘94
ve ısınıyor ve güneş mavi deniz üzerinde beyazıyla yanıyor. Sular çekil­
miş. Müşfik ve sakin yaz güneşi parıldayan denize vuruyor. Suyun tuzlu
kokusu yükseliyor. Baygın, geniş bir kıyı dalgası donuk bir gürültüyle
kumlardakırılıyor ve aravermeden geri dönüyor, oniki kez, dünya saati­
ninvuruşları.195On ikinci saat tamamlandı. Şimdi sessizlik. Gürültüyok,
esinti yok. Herşey kaskatı ve ölüm sessizliğinde. Bekliyorum, gizliden
gizliye kaygılanıyorum. Denizden bir ağacın yükseldiğini görüyorum.
192. Ben veBilirıçdışı Arasındaki İlişkilerde (1925) Jung Burghölzli'deyken karşılruştığı ve Tanrının
Annesi ile telefonik iletişimkuran paranoid demansı olan bir vakadan söz ediyor (te 7,^229)
193. Resimyazısı: “Bu maddesel adam tinlerin dünyasında çok fazla yükseliyor, ama kalbin
tini altın bir ışıkla delip geçiyor onu. Neşe içinde düşüyor ve parçalanıyor. Kötücül yılan
tinler dünyasında kalamazdı.”
194. Jung’un kaligrafi cildinde sayfa boşluğuna aldığı not: “22. 3. 1919.” Bu, bölümün kaligrafi
cildine aktarıldığı tarih olabilir.
195. Jung, Psikoloji ve Dirı’de (1938) dünya saatinin sembolizmini yorumlar (TE II, §ııo).
Tacı Cennete erişiyor ve kökleri Cehenneme uzanıyor. Bütünüyle yalnız,
umutsuzumve uzaklardan bakıyorum. Sanki bütünyaşambenden uçup
gitmiş ve kavranamazve korkudoluolanageçmiş hepten. Sonderece za­
yıf ve yetersizim. “Kurtuluş,” diye fısıldıyorum. Tuhaf bir ses konuşuyor:
“Burada kurtuluş yok,^ sessiz olman gerekiyor, yoksa diğerlerini rahat­
sız edersin. Gece oldu ve insanlar uyumak istiyor.’ Görüyorum, bu hiz­
metli. Zayıfbir lamba odaya loş bir ışıkveriyor ve odaya keder çöküyor.
B: “Yolu bulamadım.”
Şöyle diyor: “Şimdi bir yol bulman gerekmiyor.”
Doğruyu söylüyor. Yol ya da insanların üzerinde gittiği her ne ise
bizimyolumuz, doğru yol. Geleceğe giden hazır bir yol yok. Bu yol ol­
duğunu söylüyoruz ve öyle. Yolumuza devamederekyollar yapıyoruz.
Aradığımız doğru yaşamlarımız. Yalnızca benim yaşamım doğru, her
şeyin ötesindeki doğru. Doğruyu onu yaşayarakyaratıyoruz.

[2] Bütün bentlerin kırılacağı, önceden katı olanın hareket edeceği,


taşlarınyılana döneceği ve yaşayan her şeyin donacağı gece bu. Bu söz­
lerin bir ağı mı? Eğer öyleyse, yakalananlar için cehennemgibi bir ağ.
Sözlerin, yalnızca sözlerin, cehennemgibi ağları var ama nedir söz­
ler? Çekingen ol sözlere, onlara değer ver, güvenli sözleri, aldatmaca-
sız sözleri al, onları birbirine dolandırma ki ağ olmasın çünkü tuza­
ğına düşen ilk sen olursun.197 Sözlerin anlamı vardır çünkü. Sözlerle
alt-dünyayı yukarı çekersin. Söz, en değersiz ve en görkemli. Sözlerde
boşluk ve dolulukbirlikte akar. Bu yüzden Tanrı’nın imgesidir söz. Söz
insanın yarattığı en büyük ve en küçüktür, tıpkı insanyoluyla yaratıla­
nın en büyükve en küçük olması gibi.
Bu yüzden de sözlerin ağına av olursamen büyüğün ve en küçüğün
avı olurum. Denizin, sürekli yer değiştiren, belirsiz dalgaların merhame
tine sığındım. Onların özüdevinimve devinimonların düzeni. Dalgalara
karşı koyan rastgele olanla karşı karşıya kalır. İnsanların işi durağandır
amakaos üzerindeyüzer. İnsanların itişkakışı denizdengelenedelilikgibi
196. Antenin Komedyasında Cehennem Kapılarının üzerinde şu satırlar bulunur: “içeri
girenler, dışarıda bırakın her umudu” (kıta 3, satır 9).
197^ Taslak şöyle devam ediyor: Dört söz sözden ibaret değil, kuruldukları anlamları var.
Şeytani gölgeler gibi bu anlamları kendilerine çekiyorlar” (s. 403).
görünür. Oysa insanlar onun deli olduğunu düşünür.198Denizden gelen
hastadır. İnsanların bakışlarınakatlanamaz. Herkesona uyutucuzehirler­
le budalalaşmış ve sarhoş olmuş gibi gelir. Yardımına koşmak istiyorlar,
sense yolunu onların eşliğine dolandırmak ve kaosu hiç görmeden kaos
hakkındakonuşan gibi olmamak için hepten, daha az yardımistiyorsun.
Oysa kaosu gören artık gizlenemez çünkü taban sallanır ve bu sal­
lantının anlamını bilir. Sonsuzun düzenini ve düzensizliğini görmüş­
tür, yasadışı yasaları bilir. Denizi bilir ve hiç unutamaz. Kaos müthiş;
kurşunla dolu günler, yılgıyla dolu geceler.
Oysa nasıl ki İsa onun aracılığıyla dünyaya yeni acı ve yenilenmiş
kurtuluşun geldiğini199ve bu nedenle yol, doğrulukve yaşamolduğunu
biliyordu, insanlara kaosun gelmesi gerektiğini ve bizi denizden ayıran
ince duvarları bilmeden ve farkında olmadan delip geçen ellerin çalış­
tığını biliyorum.
Nasıl ki İsa’nın havarileri Tanrı'nın ete büründüğünü ve aralarında
insan olarak yaşadığını görmüştü, biz de şimdi bu çağın meshedilmi-
şinin ete kemiğe bürünmediğini biliyoruz. O bir insan değil ama bir
insanın oğlu, ete kemiğe bürünmüş değil, tin; öyleyse ancak Tanrı’nın
gebe rahmi200olarak insanın tini aracılığıyla doğabilir. Bu Tanrı'ya ya-
ı 98. Taslak şöyle devam ediyor: “Kaosu bir kez gördün mü yüzüne bak: Ölüm ve mezardan
fazlasını gördün, ötesini gördün ve yüzünde kaosu görmüş ama hâlâ insan olanın
damgası olacak sonsuza dek. Böylesine deli de çünkü öyledir; bir dalgaya dönüştü ve
insan yönünü, kararını yitirdi” (s. 404).
ı 99. Düzeltilmiş Taslakta bir önceki cümlenin üzeri silinmiş veJung sayfa kenarına
“CllAHMON tanımlanma” yazmış (s. 405).
200. Jung bu konuyu yıllar sonra Yahudi-Hristiyan Tanrı imgelerinin tarihsel dönüşümünü
incelediği Eyyuba Yanıtta (1952) ele almıştır. Buradaki ana konulardan biri Tanrı'nın
İsa'dan sonra da vücut bulmaya devam etmesidir. Vahiy Kitabı na getirdiği yorumda Jung
şöylediyor: “Kıyameti yazan Yuhanna Hristiyanlığın kaçınılmazolarakyol açtığı çatışmayı
ilk kez (belki de bilinçdışı olarak) yaşadığından beri insanoğlu bu yükü taşıyor: Tanrı insan
olmak istedi ve istiyor” (t e II, §739). Jung’a göre Yuhanna’nın görüşü ile Eckhart’ın görüşü
arasında doğrudan bağlantı vardı: “Bu rahatsız edici istila içinde tanrısal bağdaşmanın
imgesini doğurdu ve bu imge her insanda yaşar: Meister Eckhart’ın da gördüğü çocuk
imgesi. O, Tanrı nın yalnızca Tanrısallığı içinde kutlu olmadığını, insan ruhunda da
doğması gerektiğini biliyordu. İsa'da vücut bulması Kutsal Ruh tarafından yaratıya sürekli
olarak aktarılanın ön tipidir” (a.g.e. §741). Jung Assumptio Maria papalık fetvasına
büyük önem veriyordu ve “tanrısal çocuğun, tanrısal vücut bulma eğilimine uygun olarak
gerçekleşecek olan doğumunun yeri görümsel insandır” diyordu: “Bu metafizik süreç
bilinçdışının psikolojisinde bireyselleşme süreci olarak bilini” (a.g.e. §75 5). Tanrının ruhta
beden bulmaya devam etmesi olarak tanımlansa da bireyselleşme süreci nihai anlamını
bulmuştur. 3 Mayıs 1958'de Jung, Morton Kelsey’e şöyle yazmıştı: “Öyle görülüyor ki
dünyanın gerçek tarihi tanrısalın ilerleyen beden bulmasıdır” (Mektuplar 2, s. 436).
pılanı, h içbir şeyin k ovu lm ad ığı sevgin in yasasın a göre, sen için deki en
aşağıya yapıyorsun. Y oksa en aşağın gün ah kârlıktan n asıl kurtulabilir-
110/112 di? / [İm ge ı ı ı ] 201 / İçindeki en aşağıyı sen kabu l etm edikten sonra kim
kabu l etsin? O ysa b u n u sevgiyle değil, gu ru rd an , ben cillik ve açgözlü ­
lükten y a p a n lanetlidir. Lanetlenm ede de h içbir şey k o v u lm a z ^
İçindeki en aşağıyı k ab u l edersen acı kaçın ılm az çünkü dışlanm ışı
ya p a rsın ve h arap olanı kurarsın. İçim izde bir sürü m ezar ve ceset, çü­
rüm enin kötü kokusu var.2°3 N a sıl k i İsa kutsam a acısıyla tene boyun
eğdirdiyse bu çağın T anrısı d a kutsam anın acısıyla tine b o yu n eğd ire­
cek. İsa nasıl tene tinle eziyet ettiyse bu çağın Tanrısı d a tine tenle eziyet
edecek. T in im iz küstah b ir fahişe, insanların yarattığı sözlerin kölesi
oldu ve artık tan rısal söz değil çünkü.2°4

2oı. Resim yazısı: “Yılan öldü ve toprağa düştü. Bu da yeni doğumun göbek bağıydı.” Yılan
İmge 109’dakine benziyor. 27 Ocak 1922de Kara Kitap ide Jung’un ruhu imge 109
ve ı ı ı e atıfta bulunuyor. Ruhu şöyle diyor: “Sonrasız gecenin dev bulutu korkunç.
Bu bulutta sol köşeden gelen ve bir yıldırımın kırık hatlarını taşıyan sarı, parlayan
bir çakış görüyorum, onun ardında da bulutta belirsiz, kırmızı bir ışık var. Hareket
etmiyor. Bulutun ve yıldırımın alt tarafında cansız yatan bir yılan görüyorum. Hareket
etmiyor. Şimşek bir mızrak gibi saplanmış başına. Tanrının eli kadar büyük bir el
fırlatmış bu mızrağı ve herşey kasvetli bir imgede donmuş. Ne anlatmaya çalışıyor?
Yıllar önce resmettiğin imgeyi hatırlıyor musun, Tanrı nın ışınla çarptığı siyah ve beyaz
yılanı olan siyahlı ve kırmızılı adam [imge 109]. Bu imge diğerini izliyor gibi, çünkü
ondan sonra da ölü yılanı resmetmiştin [imge 111] ve bu sabah kasvetli bir imgeye
bakmadın mı, beyaz kaftanı olan siyah yüzlü bir adam, bir mumya gibi?” Ben: “Nasıl,
nedir bunun anlamı?” Ruh: “Benliğinin imgesidir o” (s. 57).
202. Taslak şöyle devam ediyor: “Oysa bunu sevgi yasası altında yapan acının ötesine geçer,
meshedilmişle aynı masaya oturur ve Tanrının zaferine bakar” (s. 406).
203. Taslak şöyle devam ediyor: “Oysa Tanrı sevgi yasasıyla acıyı kendi üzerine alanlara
gelecek ve onlarla yeni bir bağ kuracak. Çünkü meshedilenin dönüşü öngörülüyor, ama
bedenen değil, tin olarak. Nasıl ki isa kurtuluş eziyetiyle bedene yukarıyı gösterdiyse bu
çağın meshedilmişi tini kurtuluş eziyetiyle yukarı götürecek” (s. 407).
204. Taslak şöyle devam ediyor: “En alt noktan inşaatçıların bıraktığı taştır. O mihenk
taşı olacak. İçindeki en alt kuru topraktan çıkan, en çorak çöldeki kumların
arasından fırlayan pirinç tohumu gibi büyüyecek, serpilecek ve boy atacak.
Kurtuluşun terk edilmişten gelecek. Güneşin çamurlu bataklıklardan yükselecek.
Diğer hepsi gibi sen de en alçak noktanda meshedildin çünkü onun maskesi senin
sevdiğin kendi imgenden daha çirkin. İçindeki en alçak en hor görülen ve en az
değer verilen, acıyla ve hastalıkla dolu. O kadar hor görülüyor ki insanlar yüzünü
gizliyor ondan, hiç saygı göstermiyorlar ona ve hatta var olmadığını bile söylüyorlar
çünkü insan kendi uğruna utanç duyuyor ve kendini hor görüyor. Aslında bizim
hastalığımızı taşıyor ve bizim acımızı çekiyor. Biz onu vebalı olarak, Tanrının
cezalandırdığı olarak görüyoruz tiksindirici çirkinliğine bakıp. Oysa o yaralı, deliliği
görmüş, bizim adaletimiz için; çarmıha gerilmiş ve ezilmiş bizim güzelliğimiz için.
Biz huzur bulmak için onu cezasını çekmeye, şehit olmaya bırakıyoruz. Oysa onun
hastalığını üzerimize alacağız ve kurtuluş bize kendi yaralarımızdan gelecek” (s.
407-8). İlk satırlar Mezmurlar 1 18:22ye atıfta bulunuyor. Parçada Jung’un daha önn-
alıntı yaptığı Yeşaya 53 ün izleri görülüyor.
İçinizdeki en aşağı merhametin kaynağıdır. Bu hastalığı, huzur bul­
ma yetersizliğini, alçaklığı ve küçümsemeyi üzerime alıyoruz ki Tanrı
ölümün çürümesinden ve alt-dünyanın çamurundan arınıp iyileşebil­
sin ve ışıldayarakyükselsin. Adi mahkumparlayarakve bütünüyle iyi­
leşmiş olarak kurtuluşuna yükselecek.205
Tanrımızın çekmekistemeyeceği kadar büyükbir ıstırap olabilir mi?
Yalnızca biri görüyorsun ve diğerini fark etmiyorsun. Oysa bir varsa di­
ğeri devardır ve bu daiçindeki enaşağıdır. İçindeki enaşağı ise kötünün
sana bakan ve soğuk soğuk bakıp ışığını karanlık dibe emen kötünün
gözüdür aynı zamanda. Seni yukarıda tutan eli, en küçük insan elini, en
aşağı canlıyı kutsa. Birçokları ölümü yeğler. İsa insanlığa kanlı kurbanı
yüklediği için yenilenen Tanrı da akankandankurtulamayacak.
Neden üzerindekiler kırmızı ve giysilerin şarap ezenlerinkine ben­
ziyor? Ben üzümcenderesinde yalnız yürüdümve yanımda kimse yok.
Öfkemle kendimi ezdimve hiddetimle çiğnedim. İşte bu yüzden giy­
silerime kan sıçradı kaftanımı lekeledim. Öcüme bir gün ayırdım ve
205. Taslak şöyle devam ediyor: ‘Tin kutsanma uğruna neden eziyeti ve huzursuzluğu
üstlenmesin ki? Oysa bunların hepsi gelecek üzerinize, derinliklerin kapılarını açacak
anahtarları taşıyanın ayak seslerini duyuyorum bile. Savaşların gürültüsüyle yankılanan
vadiler ve dağlar, yaşanan sayısız yerden yükselen yas sesleri gelecek olanı işaret ediyor.
Görümlerim doğru çünkü gelecek olana baktım. Yine de bana inanmamanız gerekiyor
çünkü yoksa yolunuzdan, doğru olandan, sizi gelecekte gördüğüm acıya götüren yoldan
ayrılırsınız. Hiçbir inanç sizi yoldan çıkarmasın, yolunuzda size öncülük ediyorsa en
büyük inançsızlığınızı kabul edin. İhanetinizi ve sadakatsizliğinizi kabul edin, kibiri
ve iyi bildiğinizi, böylece sizi en alçağınıza götürecek olan sağlam ve güvenli yola
ulaşacaksınız ve en alçağınıza yaptığınızı meshedilmişe yapacaksınız. Bunu unutmayın:
Sevgi yasasından hiçbir şey yürürlükten kaldırılmadı ama pekçok ekleme yapıldı. İçinde
sevgiye yeterliliği olanı öldüren kendine lanetlenecek çünkü sevgi uğruna ölenlerin
sürüsüne bereket ve bunların en heybetlisi de Rab İsa. Bu ölülere saygı göstermek
bilgeliktir. Araf içinde sevgiye yeterliliği olanı öldürenleri bekliyor. İçinizdeki en alçağı
sevenlerin yasasıyla birleştirmenin olanaksızlığına yas tutacak, öfkeleneceksiniz. Size
söylüyorum: İsa bedenselin doğasını tine tâbi kıldı babanın sözünün yasasıyla, tinin
doğası İsa’nın sevgi yoluyla tamamlanan kurtuluş işi yoluyla bedenin doğasına tâbi
kılınacak. Tehlikeden korkuyorsun ama Tanrının en yakın olduğu yerde tehlikenin en
büyük olduğunu bil. Meshedilmişi tehlike olmadan nasıl tanıyabilirsin? İnsan değerli bir
taşı bakış sikkeyle alabilir mi? İçinizdeki en alçak sizi tehlikeye sokan. Korku ve kuşku
yolunuzdaki kapıların bekçileri. İçinizdeki en alçak öngörülemez çünkü göremezsiniz
onu. Öyleyse şekillendirin onu, bakın ona. Böylece kaosun sel kapılarını açarsınız.
Güneş en karanlık, en rutubetli, en soğuk yerden doğar. Bu çağın bilmeyen insanları
yalnızca biri görüyor, onlara yaklaşan ötekiyi görmüyor. Oysa bir varsa öteki de vardır”
(s. 409-10). Jung burada örtük bir şekilde Friedrich Hlderlin’in “PatmoSuna, yani en
sevdiği şiirlerden birine gönderme yapıyor: “Yakın olan / Tanrıdır ve kavraması zordur.
/ Oysa tehlike olan yerde / kurtuluş da büyür.’’ Jung bunu Libidonun Dönüşümleri ve
Simgelerinde (1912, te B, §65lf) ele almıştır.
kendimi kurtaracağımyıl geldi. Çevreme bakındımve yardım edecek
kimse yoktu; yanımda kimsenin olmamasına şaştım: öyleyse beni ken­
di kolumkurtarmalı ve öfkem beni kaldırdı. Böylece öfkemle kendimi
ezdim, hiddetimle sarhoş oldumve kanımı yeryüzüne akıttım.206Tanrı
iyileşsin diye günahımı üstlendim.
Nasıl ki İsa barış için gelmediğini, kılıç getirdiğini söyledi,207içinde
İsa’yı tamamlayan kendine huzur değil, kılıç verecek. Kendine başkal­
dıracak ve içindeki ötekiye düşman olacak. Kendi içinde sevdiğinden
de nefret edecek. Kendi içinde azarlanacak, alay edilecek ve çarmıh iş­
kencesine bırakılacakve ona hiçkimse yardımetmeyecek, kimse acısını
dindirmeyecek.
Nasıl ki İsa iki hırsız arasında çarmıha gerildi, en aşağımız da yolu­
muzun iki yanında duruyor. Nasıl ki hırsızlardanbiri Cehennem’e gitti,
diğeri Cennet’eyükseldi, içimizdeki enaşağı dakıyamet günümüzde iki­
ye ayrılacak. Birinin yazgısı lanetlenme ve ölüm, diğerininki yükselmek
olacak.208Yine de yazgısı ölümolanlayaşamolanı görmen uzun sürecek
çünkü içindeki en aşağı hâlâbütünve ayrılmadı, derin bir uykuda.
İçimdeki en aşağıyı kabul edersem Cehennem’in tabanına bir to­
hum indiririm. Tohum görünmeyecek kadar küçük ama ondan yaşa­
mımın ağacı büyüyor ve Aşağı’yı Yukarısı ile birleştiriyor. Her iki uçta
da ateş ve yanan közler var. Yukarısı kızgın, Aşağısı kızgın. Dayanılmaz
ateşler arasındabüyüyor yaşamın. Bu iki kutup arasında asılısın. Ölçü­
süz korkutucubir devinimde gerili asılmış yukarı aşağı yuvarlanıyor.
Bu nedenle en aşağımızdan korkuyoruz çünkü sahip olunmayan
her zaman kaosla birleşir ve gizemli gelgitin parçası olur. Tam olarak
derinliklerin parlayan kızıl güneşini, içimdeki enaşağıyı kabul ettiğim
ve kaosun karmaşasına kurban olduğumsürece yukarıda ışıldayan gü­
neş de yükselir. Öyleyse enyüksek için uğraşan en derini bulur.
206. Bu satırlar Yeşaya 63:2-6Öan alıntı.
207. Matta 10:34: “«Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil, kılıç
getirmeye geldim.”
208. Eyyuba Yanıtta (1952) Jung çarmıhtaki İsa üzerine şöyle yazıyor: “Bu resmi iki hırsız
tamamlıyordu, biri Cehennem’e, diğeri de Cennet'e gidecekti. Temel Hristiyanlık
simgesindeki karşıtların daha iyi bir temsilini düşünmek zor” (te il, §659).
209. Dietrich, Platonun Gorgias’ındaki Hades’te asılan günahkârlar motifinden söz eder
(Niekyia, s. 117). Jung Nekyia’nın arkasındaki referanslar listesine şu notu almış:
“ 117 asılı"
Bu çağın insanlarını gerili asılmıştan kurtarmak için İsa bu eziyeti
bizzat üstlendi ve onlara şöyle öğretti: “Yılanlar gibi kurnaz, güvercinler
gibi hilesiz olun.”2ı° Kurnazlık kaosa karşı öğüt verir ve hilesizlik onun
müthiş yanını gizler. Böylece insanlar yukarıya ve aşağıya doğru çitli
güvenli orta yolda gidebildi.
Oysa Yukarı ve Aşağı'nın ölüleri atlı ve istekleri daha da yüksek
sesli. Hem soylu hem de ahlâksız yine ayaklandı ve farkında olmadan
aracının yasasını çiğnedi. Hemyukarıda hem aşağıda kapıları ardına
kadar açtılar. Peşlerinde birçoklarını yüksek ve alçak deliliğe sürükle­
diler ve böylece karmaşa ektiler ve gelecek olanın yolunuhazırladılar.
Oysa bire giden ama aynı zamanda kendine doğru geleni kabullen-
meyip ötekine gitmeyen yalnızca biri öğretecek ve yaşayacak ve onu
gerçeğe çevirecek. Onun kurbanı olacak o çünkü. Bire gider ve böylece
sana yaklaşan ötekini düşmanın olarak görürsen ötekine karşı savaşır­
sın. Böyle yaparsın çünkü ötekinin de içinde olduğunu göremezsin.
Tam tersine, ötekinin aslında dışından geldiğini düşünürsün ve onu
görüşleri ve eylemleri seninkilerle çatışan hemcinslerinde görürsün.
Böylece ötekiyle savaşırsın ve bütünüyle körleşirsin.
Oysa kendine yaklaşanı o da kendinde olduğu için kabul eden daha
fazla tartışmaya, atışmaya girmez, kendi içine bakar ve sessizliğini ko­
rur. / [İmge 113]211 / 112/114
' ıo. Matta10:16: “İşte, kurtlarınarasınakoyunlargibigönderiyorumsizi. Yılangibiakıllı,
güvercingibisafolun”
aıı. Resimyazısı: “Butanrısal çocuğunimgesi. Uzunbiryoluntamamlanması anlamına
geliyor. İmgeNisanıçıç’datamamlanırtamamlanmaz, birsonrakiimgeüzerinde
çalışmayabaşladıktansonra, 0 ’igetirengeldi, PHiLEMON'unbanaöngördüğügibi.
Onaphanes dedimçünküoyenibelirenTanrı.”0 güneşinastrolojikimiolabilir.
OrfeusteogonisindeAetherveKaosKronos’tanolur. KronosAether’debiryumurta
yapar. Yumurtaikiyebölünürvetanrılarınilki olanPhanesçıkar. Guthrieşöyle
yazıyor: “Muhteşembirgüzellikleolduğu, parıldayanbirışıksaçtığı, omuzlarında
altınkanatlartaşıdığı, dörtgözüolduğuveçeşitli hayvanlarınbaşlarını taşıdığıhayal
edilirdi. Heriki cinsiyetedesahipti çünküyardımolmadantanrılarırkını yaratacaktı”
{Orpheus and Greek Religion: A Study ofthe orphic Movement lLondra: M ethuen,
1935, s. 8o]). Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) Jungyaratıcı gücün
mitolojikkavramlarını elealırkenbirnoktayadikkatçeker: “‘Parıldayan; ilkdoğan,
‘ErosunBabası*olanOrfıkPhanesfigürü. OrfıkbağlamdaPhanesaynızamanda
sevgitanrısı, androjenveTebesli DionisusLysios’undengi olanPriapos’aişareteder.
Phanes’inOrfikanlamıaynı zamandayinebirkozmogonikilkeolanHint sevgi
tanrısı Kama'dır” B, §223). Phanes 1916sonbaharındaKara Kitap 6’daortaya
(te

çıkıyor. Nitelikleri klasikbetimlemelereuyuyorveparlakolan, güzellikveışığın


Tanrısıolaraktanımlanıyor. IsaacCory’ninAncient Fragments ofthe Phoenician,
Chaldean, Egyptian, Tryian, Carthaginian, Indian, Persian, and Other Writers; With
an Introductory Dissertation; And an lnquiry into. the Philosophy and Trinity of the
Ancients kitabının Jung’daki kopyasında Orfık teogoniyi içeren bölümlerin altı
çizilmiş; bir kağıt parçasına da şu ifade yazılmış: “yumurta taşıyan ve yumurtaya
gebe kalan ya da beyaz bir giysi ya da bulut olarak hayal ediyorlar tanrıyı çünkü
Phanes bunlardan ortaya çıkıyor” ([Londra: William Pickering, 1832], s. 310). Phanes
Jung’un Tanrısıdır. 28 Eylül 1916da Phanes’i altın bir kuş olarak betimliyor (Kara
Kitap 6, s. 119). 20 Şubat 1917de Phanes’in Abraksas’ın ulağı olduğunu söylüyor
(a.g.e. s. 167). 20 Mayıs 1917de Filemon Phanes’e dönüşeceğini söylüyor {a.g.e. s.
195). 11 Eylül’de Filemon kendini şöyle betimliyor: “Phanes sulardan bir ışıltı çıkaran
Tanrı’dır. / Phanes şafağın gülümsemesidir. / Phanes göz alıcı gündür. 1 O ölümsüz
şimdikidir. / Coşkun nehirlerdir. / Uğuldayan rüzgârdır. / Açlık ve doygunluktur.
/ Sevgi ve şehvettir. / Keder ve tesellidir. / Verilen söz ve sözün tutulmasıdır. / O
her karanlığı aydınlatan ışıktır. / Sonrasız gündür. / Ayın gümüş ışığıdır. / Titreşen
yıldızlardır. / Parlayan, düşen ve kaybolan kayan yıldızdır: / Her yıl dönen kayan
yıldız akıntısıdır. / Dönen güneş ve aydır. / Savaşları ve soylu şarabı getiren kuyruklu
yıldızdır. / Yılın iyiliği ve doluluğudur. / Saatleri yaşam dolu sihirle tamamlar. /
Sevginin kucaklaması ve fısıltısıdır. / Dostluğun sıcaklığıdır. I Boşluğu canlandıran
umuttur. / Her yenilenmiş güneşin muhteşemliğidir. / Her doğumdaki neşedir. /
Açan çiçeklerdir. / Kelebeğin kadife kanatlarıdır. / Çiçek açan bahçelerin geceyi
saran ıtırıdır. / Neşe şarkısıdır. / Işık ağacıdır. / Kusursuzluktur, daha iyi yapılan her
şeydir. / Ahenkli olan herşeydir. / Ölçülü olandır. / Kutsal sayıdır. / Yaşam vaadidir.
/ Antlaşma ve kutsal anttır. / Seslerin ve renklerin çeşitliliğidir. / Sabahın, öğlenin
ve akşamın kutsanmasıdır. / Müşfik ve naziktir. / Kurtuluştur o ... / Doğrusu, Phanes
mutlu gündür. .. / Doğrusu, Phanes çalışma ve sonuca ulaşma ve karşılığını almadır.
/ Zahmetli görevdir ve akşamın dinginliği. / Günün ortasındaki adımdır; başlangıcı,
ortası ve sonudur. / Öngörüştür. / Korkunun sonudur. / Filiz veren tohum, açan
goncadır. / Almanın, kabulün ve bırakmanın kapısıdır. / Pınar ve çöldür. / Güvenli
barınak ve fırtınalı gecedir. / Çaresizlikteki kesinliktir. / Çözülmedeki sağlamdır.
/ Tutsaklıktan kurtuluştur. / İlerlemede güç ve danışmandır. / İnsanın dostudur,
insandan yayılan ışıktır, insanın yolunda baktığı parlak ışıltıdır. / İnsanın büyüklüğü,
değeri, kuvvetidir” (Kara Kitap 7, s. 16-19). 31 Temmuz 1918’de Phanes’in kendisi
şöyle der: “Yaz sabahının gizemi, mutlu gün; anın tamamlanması, olasının doluluğu,
acı ve neşeden doğan; sonrasız güzelliğin hazinesi; dört yolun gayesi, dört akıntının
pınarı ve okyanusu, dört acının ve dört neşenin tamamlanması, dört rüzgârın
tanrılarının anası ve babası, çarmıha gerilme, gömülme, diriliş ve insanın tanrısal
artışı, en yüksek etki ve olmama, dünya ve tane, sonrasızlık ve an, yoksulluk ve
bereket, evrim, Tanrının ölümü ve yeniden doğması, sonrasız yaratıcıdan doğan,
sonrasız etkide göz alıcı, iki ananın ve kardeş eşlerin sevdiceği, tarifsiz acılarla dolu
kutsanış, bilinmez, tanınmaz, yaşam ile ölümü ayıran kıldan ince çizgi, dünyalar
ırmağı, göklerin kubbesi, sana insan sevgisi veriyorum; opal su testisi; su ve şarap
ve süt ve kan döküyor, insanlar ve tanrılar için yemek. / Sana acının neşesini ve
neşenin acısını veriyorum. / Bulunanı veriyorum sana: değişimdeki değişmezlik ve
değişmezlikteki değişim. / Taştan testi, tamamlanmanın kabı. Su akmış içine, şarap
akmış içine, süt akmış içine, kan akmış içine. / Dört rüzgâr yoğunlaşmış kıymetli
kapta. / Dört göksel alemin tanrıları tutuyor kavisini, iki ana ve iki baba koruyor
onu, Kuzey’in ateşi yanıyor ağzının üzerinde, Güney’in yılanı kıvrılmış tabanında,
Doğu nun tini tutmuş bir yanını, Batı’nın tini de diğer yanını. / Her zaman yadsınmış
o her zaman var. Her biçimde yeniden beliriyor, her zaman aynı, bu tek kıymetli
kap, hayvanların çemberiyle kuşatılmış, kendini yadsıyan ve kendini yadsımadan
yeni bir görkemle yükselen. / Tanrı nın ve insanın yüreği. I O Bir ve Çok olan.
Dağlardan ve vadilerden geçen bir yol, okyanuslarda yol gösteren yıldız, içinde ve
her zaman önündü. / Kusursuzlaşmış, doğrusu bunu bilen gerçekten kusursuzlaşır.
Kökleri Cehennem’e ulaşan, tepesi Cennet’e değen yaşamağacını
görür. Artık ayrımları da bilmez:212 haklı olan kim? Kutsal olan ne?
Ne hakiki? Ne iyi? Ne hatasız? Tek bir ayrım bilir; yukarısı ile aşağısı
arasındaki ayrım. Yaşam ağacının aşağıdan yukarıya doğru büyüdü­
ğünü ve tacının tepesinde, köklerinden açık bir şekilde ayırt edilmiş
olduğunu görür. Onun için bu sorgulanamaz. Bu yüzden de kurtulu­
şun yolunu bilir.
Bu yön dışındaki bütün ayrımları tersine öğrenmek kurtuluşunun
bir parçası. Böylece kendini iyi ile kötüye dair eski bilginin lanetinden
özgürleştirirsin. En iyi değer biçmene göre iyiyi kötüden ayırıp iyiyi
arzuladığın ve ne olursa olsun yaptığın ancak kabul edemediğin kötü­
lüğü yadsıdığın için köklerin derinliklerin karanlık besinini ememedi
veağacın hastalanıp kurudu.
İşte bu yüzden eskiler Ademelmayı yedikten sonra cennetin ağacı­
nın kuruduğunu söylediler.213 Yaşam karanlığa gerek duyar. Oysa sen
onunkötüolduğunubilirsenartıkkabul edemezsinve yoksunlukçeker,
bunun nedenini de bilemezsin. Onu kötülük olarak da benimseyemez­
sin, yoksa iyin seni geri çevirir. Yadsıyamazsın da çünkü iyi ve kötüyü
biliyorsun. İşte bu yüzden iyi ve kötünün bilgisi aşılamaz bir lanetti.
/ Kusursuzluk yoksulluktur, ama yoksulluk minnettir. Minnet sevgidir (2 Ağustos).
/ Doğrusu, kusursuzluk feda etmedir. / Kusursuzluk neşedir ve gölge beklentisidir.
/ Kusursuzluk sondur. Sonun anlamı başlangıçtır ve böylece kusursuzluk hem
küçüklük hem de olası en küçük başlangıçtır. / Herşey kusurludur ve bu yüzden de
kusursuzluk yalnızlıktır. Oysa yalnızlık yoldaş arar. Öyleyse kusursuzluğun anlamı
topluluktur. / Ben kusursuzluğum, ama kusursuzlaştırılmış ancak sınırlarını edinmiş
olandır. / Ben sonrasız ışığım, ama kusursuz olan gün ile gece arasında durandır. Ben
sonrasız sevgiyim, ama kusursuz olan sevgisinin yanına adak bıçağını yerleştirmiş
olandır. / Ben güzelliğim, ama kusursuz olan tapınak duvarına karşı oturan ve para
için ayakkabı onarandır. / Kusursuz olan yalındır, yalnızdır, hemfikirdir. Bu yüzden
de çeşit arar, topluluk, belirsizlik arar. Çeşitlilikten, topluluktan ve belirsizlikten
yalınlığa, yalnızlığa ve hemfikirliğe ilerler. / Kusursuz olan acıyı ve neşeyi bilir ama
ben neşe ve acının ötesinde kutsanmışlığım. / Kusursuz olan aydınlığı ve karanlığı
bilir ama ben gündüzün ve karanlığın ötesindeki ışığım. / Kusursuz olan altı ve üstü
bilir ama ben yüksek ve alçağın ötesindeki yüksekliğim. / Kusursuz olan yaratmayı
ve yaratılanı bilir ama ben yaratmanın ve yaratığın ötesindeki doğuran imgeyim.
/ Kusursuz olan sevgiyi ve sevilmeyi bilir ama ben kucaklama ve yas tutmanın
ötesindeki sevgiyim. / Kusursuz olan erkeği ve kadını bilir ama ben Bir’im, erkek ve
kadının ötesindeki, çocuk ve yaşlının ötesindeki babasıyım. / Kusursuz olan yükselişi
ve düşüşü bilir ama ben şafak ve tan yerinin ötesindeki merkezim. / Kusursuz olan
beni bilir ve böylece benden farklıdır” (Kara Kitap 7, s. 76-80).
1 ı 2. Jung’un Kaligrafi cildinde sayfa boşluğuna aldığı not: 14. IX. I922.
• ı 3. Libidonun Dönüşümleri veSimgelerı nde (1912) Jung devrildikten sonra solan bir ağaç
söylencesine değinir {te B, §375).
Oysa ilksel kaosa döner ve iki katlanılmaz ateş kutbu arasında ge­
rilmiş asılı duranı hisseder ve tanırsan iyi ve kötüyü ne hisler ne de
bilgi yoluyla artıkkesinbir şekilde ayırt edebildiğini, yalnızca aşağıdan
yukarıya olan büyümenin yönünü ayırt edebildiğini görürsün. Böylece
iyi ile kötü arasındaki ayrımı unutursun ve ağacın aşağıdan yukarıya
doğru büyüdükçe bu ayrımı bundan sonra bilmezsin. Gelişimde birle­
şense büyüme durur durmaz parçalanır ve yine iyi ve kötüyü görürsün.
Kötüyü yaşamak uğruna iyiye ihanet etmek için iyi ve kötü bilgini
asla yadsıyamazsın. İyi ile kötüyü birbirinden ayırt ettiğin anda onları
tanırsın. Onlar yalnızca büyümede birleşmiştir. Oysa en büyük kuş­
kuda yerinde kalırsan büyürsün ve bu yüzden de büyük kuşkudayken
durgunlukyaşamın gerçek çiçeğidir.
Kuşkuyu taşıyamayan kendini de taşıyamaz. Böyle biri kuşkuludur;
büyümez ve dolayısıylayaşamaz. Kuşku en güçlünün ve en zayıfın gös­
tergesidir. Güçlünün kuşkusuvardır, oysa kuşkunun zayıfı vardır. Öy­
leyse enzayıfengüçlüyeyakındır ve kuşkusuna “Senin sahibinbenimi,”
diyebilirse o zaman en güçlüdür.214Oysa ardına kadar açık kaosta da­
yanamayan hiç kimse kuşkusuna evet diyemez. Aramızda her konuda
konuşabilecekbirçokları var, o halde yaşadıklarına kulak ver. Söylenen
çok fazla ya da çok az olabilir. Öyleyse yaşamını incele.
Benim sözüm ne ışık ne karanlık çünkü bu büyüyen birisinin ko­
nuşması.

214. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu yüzden İsa şöyle düşündü: Ey yoksul olanlar, ne mutlu
size,Tanrı’nm Egemenliği sizindir!” (s. 416). Luka 6:2o'den alıntı.
Nox quarta215
Cap. xvii

[ÖH 114] 2l6Dağlarm üzerinden gelen sabah rüzgârının uğultusunu


duyuyorum. Yaşamım sonrasız karmaşanın öznesiyken ve ateş kutup­
ları arasında gerilmişken gece aşıldı.
Ruhum parlak bir sesle bana şöyle dedi: “Burası ile orası, evet ile
hayır, yukarısı ile aşağısı, sol ile sağ arasında serbest bir geçiş sağ­
lamak için kapının menteşeleri sökülmeli. Bütün karşıt şeyler ara­
sında havadar geçişler kurulmalı, düzgün hafif sokaklar bir kutuptan
diğerine çıkmalı. İbresi nazikçe sallanan teraziler yapılmalı. Rüzgâ­
rın söndüremeyeceği bir ateş yanmalı. Bir akarsu en derin hedefine
akmalı. Yabani hayvan sürüleri eski oyun yolları boyunca beslenme
alanlarına gitmeli. Yaşamsürmeli, doğumdan ölüme, ölümden doğu­
ma, güneşin yolu gibi kesintisiz. Her şey yolunda ilerlemeli.”
Böyle dedi ruhum. Yine deben gelişigüzel ve müthiş bir oyun oy­
nuyorum kendimle. Gün mü gece mi? Uyuyor muyum uyanık mı?
Yaşıyor muyum, yoksa çoktan öldümmü?
Kör karanlıkbeniele geçiriyor -büyükbir duvar- gri renkli alacaka­
ranlık solucanı etrafında sürünüyor. Yuvarlak bir yüzü var ve gülüyor.
Sarsılanve aslındarahatlatanbir kahkaha. Gözlerimi açıyorum, şişman
aşçı önümde duruyor. “Uykun derinmiş, bir saatten fazla uyudun.”
B: “Gerçekten mi? Uyudum mu? Herhalde düş gördüm, ne kor­
kunç bir oyun! Mutfakta mı uyuyakaldım? Burası gerçekten annele­
rin diyarı mı?”217
“Bir bardak su iç, hâlâ ayakta uyuyorsun/’
B: ‘Evet, bu uyku insanı sarhoş eder. Thomasım nerede? İşte bu­
rada, yirmi birinci bölüm açık. “Ruhum her şeyde, yine de her şe-
215. Dördüncü gece.
216. 19 Ocak 1914.
217. Goethe’nin Faust’unda ikinci bölüm birinci perdede Faust Anneler âlemine inmek
zorunda kalır. Goethe’nin kullandığı bu kavramın anlamı üzerine çok çeşitli fikirler
üretilmiştir. Eckermann, Goethe’ye göre bu adın kaynağının Plutarkhos olduğunu
söylüyor. Büyük olasılıkla burada söz konusu olan Plutarkhos’un Engyon’daki Anne
Tanrıça üzerine söyledikleri. (bkz. Cryus Hamlin, ed., Faust [New York: W. W. Norton,
1976], s. 328-29.) Jung 1958'de Anneler âlemini kolektifbilinçdışı ile özdeşleştirir
(Modern Bir Mit: Göklerde Görülen Şeyler Üzerine, te ıo, Ş7I4).
yin ötesinde, Rabb’da huzur bulmalısın çünkü o ermişlerin sonrasız
huzuru.”2!8
Bu cümleyi sesli okuyorum. Her bir sözün ardından bir soru işareti
gelmiyor mu?
“Bu cümleyle uyuyup kaldıysan gerçekten güzel bir düş görmüş ol­
malısın/’
B: “Kesinlikle bir düş gördümve üzerine düşüneceğim. Bu arada,
söylesene sen kimin aşçısısın?”
“Kütüphanecinin. Boğazına düşkündür ve ben de yıllardır onun
114/116 için çalışıyorum.” / [İmge 115]219/
B: “Öyle mi, aşçının böyle bir aşçısı olduğunu bilmiyordum.”
“Evet, haberin olsun, o ağzının tadını bilir.”
B: “Hoşçakal, aşçı hanımve beni ağırladığın için teşekkürler.”
“Bir şeydeğil, çok memnun oldum.”

Şimdi dışarıdayım. Demekokütüphanecininaşçısıydı. İçeride han­


gi yemeğin hazırlandığını gerçekten biliyor mu? Kesinlikle bir tapınak
uykusu220çekmek için oraya hiç gitmemiştir. SanırımThomas a Kem-
pis’i ona geri vereceğim. Kütüphaneye giriyorum.
K: “İyi akşamlar, yine buradasınız.”
B: “İyi akşamlar. Thomas’ı geri vermek için geldimbeyefendi. Yan
tarafta mutfağınızda oturdumbiraz kitabı okumak için. Sizin mutfağı­
nız olduğunu bilmiyordum.”
K: “Lütfen, hiç sakıncası yok. Umarımaşçımsizi iyi ağırlamıştır.”
B: “Ağırlama konusunda şikâyet edemem. Hatta Thomas’ı okurken
bir öğle sonrası uykusuna daldım.”
K: “Bu beni şaşırtmadı. Bu dua kitapları son derece sıkıcı oluyor.”
B: “Evet, bizimgibi insanlar için. Aşçınızsa bu küçükkitabı çok iyi­
leştirici buluyor.”
K: “Evet, aşçı için öyledir.”
B: “Patavatsız bir soru sorabilir miyim? Mutfağınızda hiç rüyaya
yattınız mı?”
218. İsa'ya Öykünme, böl. 21, s. 124.
219. Resimyazısı: “BuTanrınıngölgesininyaşadığıaltınkumaş:’
220. JungYunanrüyayayatmausullerineatıftabulunuyor. bkz. C.A.Meier, Healing Dream and
Ritual: Ancient Incubation and Modem psychotherapy (Einsiedeln: DaimonVerlag,i989).
K: “Hayır, böyle tuhafbir fikir aklımdan bile geçmedi.”
B: “Oysa böylece mutfağınızın doğası üzerine çokşeyöğrenebilirdi­
niz, diyeyim. İyi geceler, Beyefendi!”
Bu konuşmadan sonra kütüphaneden çıktım ve bekleme odasına
girip yeşil perdelere doğru ilerledim. Perdeleri araladığımda ne gör­
düm? Önümde yüksektavanlı bir salon duruyordu -arkada sözümona
muhteşembir bahçe olacak- Klingsor’unbüyülü bahçesi, bir keresinde
bana görünmüştü. Bir tiyatroya girdim; şurada duran iki kişi oyunun
bir parçası: Amfortas ve Kundry. Peki, ama ne görüyorum ben tam
olarak? Kütüphaneci ve aşçısı. Kütüphaneci keyifsiz, benzi solmuş,
midesi bozulmuş, aşçı ise hüsrana uğramış ve hiddetli. Klingsor solda
duruyor, kütüphaneciningenelliklekulağınınarkasınasıkıştırdığı tüyü
tutuyor. Klingsor bana ne kadar da benziyor! Ne iğrenç bir oyun! Şuna
bak, soldan Parsifal giriyor. Tuhaf, o da bana benziyor. Klingsor tüyü
kinle Parsifal’e doğru atıyor ama o tüyü sakince yakalıyor.
Sahne değişiyor: Öyle görünüyor ki izleyiciler, bu durumda ben,
son perdeye katılıyor. Hayırlı Cuma ayini başlarken diz çökmek gere­
kiyor: Parsifal giriyor yavaşça. Başında siyahbir miğfer var. Herkül’ün
aslan derisi omuzlarını süslüyor ve elinde bir değnek tutuyor; ayrıca
kilise tatili onuruna siyah renkte çağdaş bir pantolon giymiş. Doğrulu­
yorumve savuşturmak için elimi uzatıyorumama oyun sürüyor. Par-
sifal miğferini çıkarıyor. Oysa keferatini ödeyecek ve onu kutsayacak
Gurnemanz burada değil. Kundry uzakta duruyor, başını kapıyor ve
gülüyor. İzleyici coşuyor ve kendini Parsifal’de tanıyor. Obenim. Tarih
ve boş nişanlarla bezenmiş zırhımı çıkarıyorumve beyaz bir tövbekâr
gömleğiyle pınara gidip herhangi bir yabancının yardımı olmadan
ayaklarımı ve ellerimi yıkıyorum. Sonra tövbekâr gömleğimi de çıkarı­
yorumve gündelik giysilerimi giyiyorum. Sahneden çıkıp -izleyici ola­
rak hâlâ dizlerinin üzerinde dua eden- kendime yaklaşıyorum. Ayağa
kalkıp kendimle birleşiyorum.221
22ı. Wagner Parsifal'de Grail efsanesini yeniden işleyişini sergiler. Hikâye örüntüsü
şöyledir: Titurel ve Hristiyan şövalyeleri Kutsal Kâse'yi şatolarında kutsal bir mızrağın
gözetiminde koruma altına alırlar. Klingsor Kâsenin peşindeki bir büyücüdür. Kâse‘nin
muhafızlarını kandırarak onları çiçek bakireler ve kadın büyücü kadının olduğu büyülü
bahçesine çeker. Titurel’in oğlu Kundry Amfortas, Klingsor’u yok etmek için şatoya
gider ama Kundry onu büyüler ve kutsal mızrağı düşürür ve Klingsor mızrakla onu
yaralar. Amfortas’ın yarasının iyileşmesi için mızrağa dokunması gerekir. Şövalyelerin
en yaşlısı Gurnemanz, Amfortas’ın yaralanmasında oynadığı rolü bilmeden Kundry’ye
[2] Doğru alay olmasaydı alay nice olurdu? Doğru kuşku olmasaydı
kuşku nice olurdu? Doğru karşıt olmasaydı karşıt nice olurdu? Kendini
kabul etmekisteyen ona ait ötekiyi de gerçektenkabul etmelidir. Oysa
evette her hayır doğru değildir ve hayırda her evet bir yalandır. Bense
ben bugün evette ve yarın hayırda olabileceğim için evet ve hayır hem
doğru hem de doğru değildir. Var oldukları için evet ve hayır boyun
eğmez, bizim doğruluk ve hata kavramlarımız boyun eğer.
Doğruluk ve hata konusunda kesinliğin olmasını isterdin, öyle mi?
Birinde ya da diğerinde kesinlik yalnızca olanaklı değil, aynı zamanda
zorunludur, her ne kadar birinde kesinlik diğerine karşı koruma ve di­
renme olsa da. Birinde olduğunda, ona dair kesinliğin ötekini dışlar.
O zaman ötekine nasıl ulaşabilirsin? Neden bir bizim için yeterli
olamıyor? Öteki içimizde olduğu için bir bize yetmiyor. Bir bize yetsey­
di öteki büyük bir yoksunluk çekerdi ve bizi aç bırakırdı. Oysa biz bu
açlığı yanlış anlarız ve hâlâ bire aç olduğumuza inanır, onun için daha
da katı bir çaba içine gireriz.
Böylece içimizdeki ötekinin isteklerini daha da güçlü öne sürmesi
ne neden oluruz. Öyleyse, içimizdeki ötekinin isteğini görmeye hazır
olduğumuzda onu doyurmak için ötekine geçebiliriz. Oysa ötekinin
bilincine vardığımız için böylece öteye erişebiliriz. Buna karşılık, bir
bakar. Kadeh tapınağından gelen bir sesin kehanetine göre ancak dürüst ve masum
bir genç mızrağı geri alabilecektir. Daha önce bir kuğu öldüren Parsifal sahneye çıkar.
Adını ve babasının adını bilmeyen şövalyeler onun bu genç olduğu umuduna kapılır.
Gurnemanz onu Klingsor’un şatosuna götürür. Klingsor, Kundry’ye Parsifal’i baştan
çıkarmasını emreder. Parsifal, Klingsor’un şövalyelerini alt eder. Güzel bir kadına
dönüşen Kundry Parsifal’i öper. Böylece Kundry’nin Amfortas’ı baştan çıkardığını
anlar ve ona karşı koyar. Klingsor mızrağı ona savurur ama Parsifal mızrağı yakalar.
Klingsor’un şatosu ve bahçesi yok olur. Yola düşen Parsifal artık bir münzevi hayatı
yaşayan Gurnemanz’ı bulur. Parsifal siyah bir zırh giymiştir ve Kutsal Cumada zırh
giyiyor olması Gurnemanz’ın gücüne gider. Parsifal mızrağı onun önüne koyar ve
miğferini ve kollarındaki zırhları çıkarır. Gurnemanz onu tanır ve onu Kâsenin
Şövalyelerinin kralı olarakkutsar. Parsifal Kundry’yi vaftiz eder. Birlikte şatoya
giderler Amfortas’tan Kâsenin örtüsünü kaldırmasını isterler. Amfortas onlardan
kendisini öldürmelerini ister. Parsifal gelir ve yarasına mızrakla dokunur. Amfortas
biçim değiştirir ve Parsifal ışıldayan Kaseyi havaya kaldırır. 16 Mayıs 1913’te Otto
Mensendieck, Zürih Psikanaliz Derneğinde “Kâse-Parsifal Efsanesi” konulu bir
konuşma yapmıştır. Tartışma bölümünde Jung şunları söyler: “Wagner’in Kutsal Kâse
ve Parsifal efsanesini kapsamlı olarak işlemesi çeşitli figürlerin çeşitli sanatsal özlemlere
karşılık geldiğine dair sentetik görüşle desteklenmelidir. Ensest engel Kundry’nin tuzağa
düşürme çabasının boşa çıkmasını açıklamaya yetmez; bunun yerine psişenin insan
özlemlerini daha da yukarıya taşıma etkinliğine değinmek gerekir” (MZS, s. 20). Jung
Psikolojik Tip/erde (1921) Parsifal’i psikolojik açıdan yorumlar (te6, §§371-72).
nedeniyle körlüğümüz güçlüyse ötekinden daha da uzaklaşırız ve içi­
mizde bir ile öteki arasında feci bir uçurumaçılır. Bir tıka basa doyar ve
öteki acıkır. Doyan tembelleşir, aç zayıflar. Biz de yağ içinde boğulur,
yoksunluktan tükeniriz.
Bu hastalıktır ama bu tipi çok görülür. Böyle olmalı ama böyle ol­
ması gerekmiyor. Böyle olması içinyeterli temel ve nedenvar ama aynı
zamanda böyle olmamasını / istiyoruz. İnsana nedenin üstesinden gel­ 116/117
me özgürlüğü verildi çünkü o yaratıcı ve kendine ait. Bu özgürlüğe,
bire olanenyüce inancınakarşınve seno da olduğun için, tinin ötekini
kabul etme yolunda acı çekerek eriştiğinde büyümeye başlarsın.
Başkaları benimle alay ederse bunu yapan yine onlardır ve bunun
suçunu onlara yükleyebilir, kendimle alay etmeyi unutabilirim. Oysa
kendiyle alayedemeyenbaşkalarına alaykonusu olur. Öyleyse kendin­
le alay etmeyi öğren ki tanrısal ve kahramanca olan her şeyin dökül­
sün ve bütünüyle insan ol. İçinde tanrısal ve kahramanca olan, içinde­
ki öteki için alay konusudur. İçindeki ötekinin uğruna eskiden kendi
benliğin için oynadığın çok hayran olduğun o rolü bırakve kendin ol.
Belirli bir yeteneğe sahip olma şansını ve talihsizliğini yaşayan
kişi kendisini bu yetenek sanma tuzağına düşer. Böylece sık sık onun
maskarası olur. Özel bir yetenek benim dışımda olan bir şeydir. Ben
onunla aynı değilim. Yeteneğin doğası ile onu taşıyan insanın doğası
arasında hiçbir ilişki yoktur. Hatta çok zaman onu taşıyanın kişiliği
pahasına yaşar. Kişiliği bu yeteneğin, hatta aslında karşıtının zararıy­
la işaretlenir. Sonuçta hiçbir zaman yeteneğinin düzeyine çıkamaz,
hep altında kalır. Kendine ait ötekiyi kabul ettiğinde yeteneğini zarar
görmeden taşıyabilir. Ancak yalnızca bu yetenekte yaşamak ister ve
sonuçta kendi ötekisini yadsırsa çizgiyi aşar çünkü yeteneğinin özü
insanlık dışı ve doğal bir görüngüdür, oysa kendisi gerçekte öyle de­
ğildir. Bütün dünya hatasını görür ve o bu alayın kurbanı olur. Sonra
da başkalarının onunla alay ettiğini söyler, oysa gülünç olmasının tek
nedeni kendi ötekisini görmezden gelmesidir.
Tanrı yaşamıma girdiğinde Tanrı uğruna yoksulluğuma döne­
rim. Yoksulluk yükünü benimserim ve bütün çirkinliğimi ve gü­
lünçlüğümü, bendeki kusurlu her şeylebirlikte yüklenirim. Böylece,
Tanrı’yı bunu benimsemediğim takdirde başına gelecek tüm o kar­
maşa ve saçmalıktan kurtarmış olurum. Bu yolla Tanrı’nın işinin
yolunu hazırlarım. Ne olacak? En karanlık dipsiz derinlik boşaldı
ve tükendi mi? Yoksa orada duran ve bekleyen, yaklaşan kızgınlık
nedir? [İmge 117]222
/ Hangi ateş söndürülmedi, hangi közler hâlâ yanıyor? Karanlık
derinliklere sayısız kurban verdik ve hâlâ daha fazlasını istiyor. Nedir
bu doyum için çırpınan çılgın istek? Kimin bu delirmiş haykırışlar?
Ölüler arasında kim böylesi acı çeker? Gel ve kan için ki konuşabile-
sin.22' Kanı neden geri çeviriyorsun? Süt mü isterdin? Yoksa şarabın
kırmızı suyunu mu? Belki de sevgi isterdin? Ölüler için sevgi? Ölülere
222. Resimdeki metin: (Atmavictu); (iuvenis adiutor) [genç destekçi]; [TELESPHORUS];
(spiritus malus in homnibus quibusdam) [bazı insanlardaki kötücül tin]. Resim
yazısı: “Ejderha güneşi yemek istiyor ve genç ona yapmaması için yalvarıyor. O
yine de yiyor." Atmaviktu (buradaki yazılışıyla) ilk olarak 1917de Kara Kitap
6’da karşımıza çıkıyor. 25 Nisan 1917 tarihli fantezi şöyle özetlenebilir: Yılan
Atmaviktu’nun binlerce yıl yoldaşı olduğunu söyler. Önce yaşlı bir adamdır, sonra
ölür ve bir ayı olur. Sonra ölür ve su samuru olur. Sonra ölür ve semender olur.
Sonra yine ölür ve yılana dönüşür. Yılan Atmaviktu’dur. Ondan önce, hâlâ bir kara
yılanıyken, bir hata yapmış ve insan olmuştur. Jung’un ruhu Atmaviktu’nun kobold
cini, yılan büyücü, yılan olduğunu söyler. Yılan benliğin çekirdeği olduğunu söyler.
Atmaviktu yılandan Filemon’a dönüşür (s. 179). Jung’un Kusnacht’taki bahçesinde bir
yılan heykeli bulunur. “Hayatımın en erken deneyimlerinden”de Jung şöyle yazıyor:
“ 192o’de İngiltere’deyken bu çocukluk deneyimimi hiç anımsamadığım halde ince
bir odun parçasından iki benzer figür oymuştum. Bunlardan birini taştan ve daha
büyük olarak bir kez daha yaptım ve bu şimdi Kusnacht’taki bahçemde duruyor.
Ancak o zaman bilinçdışım bana bir isim verdi. Bu figürün adı Atmavictu, “yaşamın
soluğu” olacaktı. Bu, çocukluğumun sonradan “yaşamın soluğu,” yaratıcı itkisi olduğu
ortaya çıkacakyarı-cinsel nesnesinin daha da gelişmesiydi. Temelde, model manken
bir kabir’dir (JA s. 29-30; karş. Anılar, s. 38-39). Telesphorus figürü İmge 113 ’teki
Phanes’i andırıyor. Telesphorus bir Kabireoi’dir ve Aesclepius’un iblisidir (bkz. şekil
77, Psikoloji ve Simya, te 12). Aynı zamanda şifa tanrısı olarak görülüyordu ve
Anadolu’da Bergama’da adına bir tapınak vardı. 195o'de Jung Bollingen’de onun da
taştan heykelini yaptı ve üzerine Heralitus, Mithra duaları ve Homeros’tan yaptığı
alıntılarla Yunanca bir ithafyazısı kazıdı (Anılar, s. 254).
223. Odise’nin 2. kitabında Odysseus ölülerin konuşabilmesi için tanrılara şarap adar.
Walter Burkert şöyle yazıyor: “Ölüler dökülenleri ve aslında kanı içer, şölene,
kana doymaya davet edilirler. Adanan kanlar toprağa karışırken ölüler de yukarıya
iyi şeyler gönderecektir” (Greek Religion, çev. J. Raffar [Oxford: Basil Blackwell,
1987], s. 194-95). Jung 1912de Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde bu motifi
mecazi anlamda kullanır: “Odysseus gibi ben de bu gölgenin [Frank Miller] ancak
konuşmasına ve alt dünyanın bazı sırlarını vermesine yetecek kadar içmesine izin
verdim (te B, §57n). 1910 dolaylarında Jung arkadaşları Albert Oeri ve Andreas
Vischer’le bir yelkenli gezisine çıkmıştı ve bu gezide Oeri Kirke ve Nekyia ile
ilgili bölümleri sesli olarak okumuştu. Jung bundan kısa bir süre sonra “Odysscııs
gibi/' yazgısının onu nekyia ile karşılaştırdığını, “karanlık Hades’e indirdiğini”
yazmıştı (Jung/Jaffe, Erinnerungen, Triiume, Gedanken, s. 104). Bunu izleyen ve
peygamberin çocuğu canlandırmasını anlatan parça 2. Krallar 4:32-36^ Eliza’nın
Şunemli dulun oğlunu canlandırmasını betimler.
âşık olmak? Yoksa alt-dünyanın solmuş bin yıllık bedeni için yaşam
tohumları mı istiyorsun? Ölülere duyulan iffetsiz, ensest bir şehvet
mi? Kanı donduran bir şey. Cesetlerle şehvetle kaynaşmak mı istiyor­
sun? Ben “benimsemekten” söz ettimama sen “ele geçirmek, kucakla­
mak, çiftleşmek” mi istiyorsun? Ölülerin kirletilmesini mi istiyorsun?
Diyorsun ki o peygamber çocuğun üzerine uzandı, ağzını çocuğun
ağzına, gözlerini gözlerine, ellerini ellerine koydu ve böylece oğlanın
üzerine yayıldı ve çocuğun bedeni ısındı. Sonra yine kalktı, evin için­
de bir oraya bir buraya gitti ve sonra yine çocuğun üzerine çıktı ve
bedenini üzerine yaydı. Çocuk yedi kez soludu. Sonra da gözlerini
açtı. Benimsemen böyle olacak, böyle benimseyeceksin, soğukkanlı
ya da üstün değil, düşünülmüş ya da yaltaklanan değil, kendini ceza­
landırarak değil, zevkle, tamolarak bu belirsiz, saf olmayan, belirsiz­
liği daha yüce, erdem mi günah ahlâksızlık mı olduğunu bilmediğin
zevkle birleşmeni sağlayan, şehvetli iğrençlik, azgın korku, cinsel ol-
gunlaşmamışlık olan zevkle. İnsan bu zevkle ölüyü diriltir.
En aşağın ölüme benzer bir uykuda ve iyi ile kötüyü ayrılmaz ve
ayırt edilemez bir şekilde içeren yaşamın sıcaklığına gerek duyuyor.
Yaşamın yoludur o; ona ne iyi ne de kötü, ne saf ne de saf değil diye­
mezsin. Yine de o hedef değil, yol ve geçit. Aynı zamanda hastalık ve
iyileşmenin başlangıcı. Bütün iğrenç eylemlerin ve sağlıklı simgele­
rin anası. Yaradılışın en ilksel biçimi, bütün gizli inlerde ve karanlık
geçitlerde suyun yönelimsiz yasa dışılığı ile ve gevşek toprakta bek­
lenmedik yerlerden akan, kuru toprağa meyve vermek için en ince
çatlaklardan süzülen ilkkaranlık dürtü. Oilk başlangıç, doğanın gizli
öğretmeni, bizim hayal etmekte güçlük çektiğimiz en hayret verici
ve en yüce zeki becerileri ve kurnazlıkları hayvanlara öğreten. İnsan
üstü bilgisi olan, bilimlerin en büyüğüne sahip büyük bilge, karma­
şadan düzen kuran ve geleceği kavranamayan doluluktan görüp du­
yuran kâhin. Yılan gibi çabuk çürüyen ve yararlı, korkunçluğuyla ve
gülünçlüğüyle iblis gibi. Hep en zayıf noktayı vuran ok, mühürlü ha­
zine sandıklarını açan sürgün.
Ona ne zeki ne de aptal, ne iyi ne de kötü diyemezsin çünkü doğası
baştan aşağı insanlık dışı. Oyeryüzünün uyanası karanlık oğlu.“ 4 Aynı
24. bkz. s. 389.
anda h em erkek hem kadın ve olgunlaşm am ış cinsiyet, yo ru m ve yanlış
yo ru m la dolu, anlam da çok yo ksu l am a yin e de varsıl. Bu en yü ksek sesle
haykıran, en dipte oturup bekleyen, en bü yük ızdırabı çeken ölü. Ö lü­
lerin kurban edilm esi için k an , süt y a d a şarap değil, bizim tene istekli
olm am ızı istedi. Özlemi kurulam ayacak olanı k u rm ak için savaşan ve
kendine eziyet eden ve böylece kendini parçalayıp kurban eden tinim izin
çektiği ızdıraba k u lak verm edi. T in im iz sunakta p aram p arça yatan a dek
yeryüzünün oğlunun sesini duym adım ve ancak o zam an onun b ü y ü k ız-
dıraplı olduğunu ve kurtuluşa gerek duyduğunu gördüm . O en çok yad sı­
nan olduğu için seçilm iş olan. B unu söylem ek zorunda olm ak kötü ama
belki de derinliklerin söylediğini ağır işitiyorum y a d a belki de yanlış
anlıyorum . B u kadarını bile söylem ek sefillik am a yin e de söylem eliyim .
D e rin lik le r sessiz. O y ü k se ld i ve şim d i gü n e şin ış ığ ın a b a k ıy o r
ve c a n lıla r a ra sın d a . H u z u rsu z lu k ve a n la şm a z lık , k u şk u ve y aşam ın
d o lu lu ğ u o n u n la b irlik te y ü k se ld i.
A m in, tam am landı. G erçek olm ayan gerçek oldu, gerçek olansa
gerçek dışı. Y ine de, yapm am , ya p m a k istem iyoru m , yapam am . A h in ­
san ın sefilliği! A h içim izd eki isteksizlik! A h kuşku ve um utsuzluk. Bu
gerçekten de R a b b ’ın öld ü ğü ve C eh ennem ’e y ü k se ld iğ i ve gizem leri
tam am lad ığı K u tsa l C u m a .225 B u içim izd eki İsa’y ı tam am lad ığım ız ve
bizzat C ehennem ’e yü k seld iğim iz K u tsal C um a. Bu İsa’nın tam am lan ­
m ası istem iyle ağlayıp y ak ard ığım ız K u tsal C u m a k i çü n k ü tam am lan ­
m asın dan son ra C eh ennem e gideceğiz. İsa o k a d a r güçlüydü krallığı
bütün dünyayı kapladı ve yaln ızca C eh en n em dışında kaldı.
B u k ra llığ ın sın ırla rın ı kim iy i n e d en le rle , tem iz bir v ic d a n la ve
se v g in in k u ra lla rın a u y a ra k g e ç m e y i b a şa rd ı? Y a şa y a n la r arasın d a
k im İsa v e C eh en n em 'e c a n lı g id iy o r? İsa’n ın k ra llığ ın ı k im C eh en -
nem ’le ge n işle tiyo r? K im a y ık o lm a s ın a k arşın s a rh o şlu k la dolu?
K im b ir o lm a k ta n ik i o lm a y a in d i? A y rılm ış o la n la b irle şm e k için
k im y ü re ğ in i p arça la d ı?
B en oyu m , adsız o la n ım , k en d in i tanım ayan ve adı ken d in den bile
gizlenenim . A d ım y o k çünkü henüz v a r o lm ad ım an cak hen üz oluşa
geldim . K en d im için b ir vaftiz k arşıtı ve yab an cıyım . B en olan ben o
değilim . K en d im d en önce ve sonra ben olacak ben odur. B undan dola

225. bkz. dipnot. 135, s. 140.


yı kendimi alçalttım, başkası olarakkendimi yükselttim. Bundan dola­
yı kendimi benimsedim, ikiye böldümve dolayısıylakendimi kendimle
birleştirdim, kendimin küçükparçası oldum. Bilincimde buyum. Oysa
bilincimde böyleykensanki aynı zamanda ondanayrılmış gibiyim. Ben
/ [İmge 119]226/ ikinci ve daha büyük durumumda değilim. Bu ikinci
ve daha büyük olan gibiyim ama hep sıradan bilinçteyimve yine de
ondan o kadar ayrı ve ayrık. İkinci ve daha büyük durumumdaymışım
gibi ama gerçekten o olduğum bilinci olmadan. Hatta daha da küçül-
dümve yoksullaştım ama tamda bu küçüklüğüm sayesinde büyüğün
yakınlığının bilincinde olabiliyorum.
Yeniden doğum için saf olmayan suyla vaftiz edildim. Cehennem
ateştinden kopan bir alev vaftiz kurnasının üzerinde beni bekledi. K en­
dimi sa f olmayanla yıkadım ve pislikle arındırdım. Onu kabul ettim,
tanrısal kardeşi, yeryüzünün oğlunu, iki cinsiyetli ve sa f olmayanı be­
nimsedim ve geceleyin insan oldu. İki kesici dişi sökün etti ve çenesine
kadar indi. Onu yakaladım, alt ettim ve kucakladım. Benden çok şey
istedi ama her şeyi beraberinde getirdi. O varsıl çünkü; yeryüzü onun.
Yine de kara atı ondan ayrıldı.

Aslında gururlu bir düşmanı vurup indirmedim, daha büyük ve


daha güçlüolanı benimle dost olamaya zorladım. Beni ondan, karanlık
olandan hiçbir şey ayırmamalı. Ben ondan ayrılmakistesem, o beni bir
gölge gibi izler. Onu düşünmesem bile tekinsizce yakınımdadır. Onu
yadsırsam korkuya dönüşür. Onu fazlasıyla anmalıyım, onun için bir
kurbanyemeği hazırlamalıyım. Onun için masamda bir tabak doldura­
cağım. Önceden insanlar içinfazlasıylayapacağımı şimdi onuniçinyap­
malıyım. İşte bu yüzden bencil olduğumu düşünüyorlar.227Bilmiyorlar
226. Resim yazısı: “Lanetli ejderha güneşi yedi, karnı yarılıp açıldı ve güneşin altınını kanıyla
birlikte vermemeli. Bu Atmavictu’nun, yaşlının dönüşü. Çoğalan yeşil örtüyü yok eden
Siegfried’i öldürmeme yardım eden gençtir.” Burada Liber Primus böl. 7 “Kahramanın
Katli’ ne atıfta bulunuyor.
227. Taslak şöyle devam ediyor: “Onun uğruna birçok insanı, kitabı ve düşünceyi bir
yana bıraktım ama dahası, mevcut dünyadan çekildim ve düz ve yalın olanı, en anlık
olanı yaptım gizli amacına hizmet etmek için. Ona, karanlık olana hizmet ederek
merhamet yolunda bir başkasıyla karşılaşıyorum. Niyetler ve dilekler bana eziyet
ederse, en yakınımdaki neyse onu düşünür, hisseder ve yaparım. Böylece en uzak
bana ulaşır” (s. 434).
k i arkad aşım la gidiyoru m ve p ek çok günü m on a adanm ış. O y sa h u zu r­
suzluk başadı, sessiz b ir yeraltı deprem i, u z a k ta b ü y ü k b ir uğultu. İlksele
ve geleceğe yo llar açıldı. M u cizeler ve m üthiş gizem ler yakın . O lm uş ve
olacakları biliyorum . Sıradanın ard ınd a sonrasız dip esniyor. Yeryüzü
120/123 gizled iğini bana geri veriyor. / [İm ge 1 2 1 ] 228, 229, 230 / [İm ge 12 2 ] 231, 232

228. 1944de Psikoloji ve Simya da Jung mandala sembolizmini ele alırken dört
köşesinde dört “akarsu” bir simyasal daire simgesine değiniyor (te 12, §ı67n).
Jung çeşitli örneklerde cennetteki dört akarsuyu yorumlar, örneğin bkz. Aion, te
§§2, 9, 3II, 353, 358, 372.
229. Yazıt: “ "XI. MCMXIX. [11. 1919: Bu tarih imgenin resmedildiği tarihi gösteriyor
olabilir.] Bu böylesine güzel yerleştirilmiş taş kesinlikle Lapis Philosophorum.
Elmastan daha sert. Uzaya dört ayrı niteliğiyle yayılıyor, bunlar genişlik, yükseklik,
derinlik ve zaman. Bu yüzden de görünmez ve fark etmeden içinden geçebilirsiniz.
Kovanın dört nehri taştan akıyor. Bu ana ile baba arasında uzanan bozulmaz tohum ve
iki koninin başlarının ona dokunmasına engel oluyor: Pleroma'yı dengeleyen monad
o.” Pleroma için bkz. aşağıda s. 443. Bozulmaz tohum için bkz. İmge 64 ile ilgili dipnot
157’deki Ha ile konuşma.
230. 3 Haziran 1918le Jung’un ruhu Filemon’u yeryüzünün neşesi olarak anlatıyor.
“İblisler kendini bulan, dört nehrin kaynağı olan, yeryüzünün kaynağını taşıyan
birde uzlaştı. Onun doruğundan sular dökülür dört bir yana. O güneşi taşıyan
denizdir; o güneşi taşıyan dağdır, o dört büyük akışın babasıdır; o dört büyük iblisi
bağlayan haçtır. Hiçliğin bozulmaz tohumudur, uzaydan düşer rastlantısal. Bu
tohum başlangıçtır, diğer tüm başlangıçlardan gençtir, tüm bitimlerden yaşlı” (Kara
Kitap 7, s. 61). Anlatımdaki bazı motifler bu imge ile bağlantılı olabilir. Kara Kitap
/de Temmuz 1919 ile Şubat 1920 arasında bir boşluk var, bu dönemde Jung büyük
olasılıkla Psikolojik Tipler i yazıyordu. 23 Şubat’ta şu satırları yazmış: “Arada uzanıyor
görünen düşler kitabında, daha da çok Kırmızı Kitap\n imgelerinde,” (s. 88). Jung
Düşlere bu dönemde gördüğü sekiz düşü ve Ağustos 1919da gördüğü iki melek
görümünü, karanlık ve saydam bir kitleyi ve genç bir kadını not almış. Bu da ne
Liber Novus’taki ne de Kara Kitaplardaki metne doğrudan göndermeler yapmayan
simgesel sürecin kaligrafi cildindeki resimlerde sürdüğünü akla getiriyor. Jung
1935’te Orta Çağ simyasındaki sembolizmi psikolojik açıdan yorumlamış ve felsefe
taşının -benliğin simgesi olarak- simya çalışmalarının hedefi olduğunu öne sürmüştiı
(Psikoloji ve Simya, te 12).
231. Yazıt: “4Aralık mcmxix [1919. Bu tarih imgenin boyanma tarihini gösteriyor olabilir. |
Bu mücevherin arka yüzü. Bu taşta olan bu gölgeyi taşır. Bu yaşlı Atmavictu’dur,
yaratılıştan sonra çekilen. O başlangıcı aldığı sonsuz tarihe döndü. Bir kez daha taşlı
tortuya dönüştü yaratılışını tamamladıktan sonra. İzdubar biçiminde büyüdü ve
<lIAHMON'u ve ondan Ka’yı getirdi. OIAHMON taşı, Ka’ ise 0 ’ı verdi” Öyle görülüyoı
ki son bölüm güneşin astrolojik simgesidir.
232. Atmavictu için bkz. İmge 1 ı7ye not. 20 Mayıs 19ı/de Filemon şöyle der:
“Atmavictu olarak hata yaptım ve insan oldum. Benim adım İzdubar mıydı? Ona
öylece yaklaştım. Beni kötürüm kıldı. Evet, insan beni kötürüm bıraktı ve beni bir
ejderhanın yılanına dönüştürdü. Neyse ki hatamı gördüm ve ateş yılanı yuttu. Böylcc c
Filemon var oldu. Benim biçimim görünüştür. Önceden görünüşüm biçimdi” (Karo
Kitap 7, s. 195). Jung Am/arda şöyle diyor: “Daha sonra Filemon’u benim Ka olarak
adlandırdığım başka bir figür daha canlandırdı. Eski Mısır'da ‘Kralın Ka’sı’ onun
dünyevi biçimi, beden bulmuş ruhuydu. Fantezimde ka-ruh alttan, derin bir kuyudaıı
gelir gibi yeryüzünden geldi. Onun bir resmini yaptım, yeryüzüne bağlı biçimini,
taştan bir kaidesi olan sütun ve üstü bronzdan. Resmin üzerinde bir yalıçapkını
kanadı, arasında Kanın başının çevresinde parıldayan yıldızlar nebulası. Kanın
ifadesinde iblisi andırır bir şey var; Mefistovari bile denebilir. Bir elinde renkli bir
pagoda ya da bir kutsal emanet sandığı, diğerinde bir taş kalem tutuyor ve bununla
sandığın üzerinde çalışıyor. Şöyle diyor: ‘Tanrıları altın ve mücevherler içinde gömen
benim.’ Filemon’un topal bir ayağı, ve kanatlı bir ruhu var, Ka ise bir yeryüzü iblisi ya
da metal iblis olarak resmediliyor. Filemon tinsel yöndü, anlamdı, Ka ise -o dönemde
yabancısı olduğum- Yunan simyasındakiAntroparyon gibi doğanın tini. Ka herşeyi
gerçek yapandı ama aynı zamanda yalıçapkını tinini, anlamı kapıyordu ya da onun
yerine güzelliği, ‘sonrasızyansımayı’ koyuyordu. Zamanla simya üzerine çalışarak
iki figürü birleştirmeyi başardım,” (s. 209-10). Wallace Budge şöyle diyor: “Ka soyut
bir birey ya da kişilikti. Ait olduğu insanın biçimini ve niteliklerini taşıyordu ve
normal ikamet yeri bedenle birlikte lahit olsa da istediği zaman dışarı çıkabiliyordu;
insandan bağımsızdı ve gidip herhangi bir anıtında durabilirdi” [Mısır Ölüler Kitabı,
s. ıxv). Jung 1928’de şu yorumu getiriyor: “Gelişimin daha yüksek bir düzeyinde, ruh
ideasının zaten olduğu yerde, imgelerin hepsi artık yansıtılmaz... şu ya da bu karmaşa
artık yabancı gelmeyecek, kendine ait bir şeymiş gibi görülecek kadar yakınlaşır.
Yine de ait olduğu hissi başlangıçta karmaşanın bilincin öznel bir içeriği olduğunu
hissetmeye yol açacak kadar güçlü değildir. Hâlâ bilinç ile bilinçdışı arasında bir çeşit
kimsenin olmayan topraklardır, yarı gölgede kalmaya, kısmen bilinçli özneye ait ya da
yakın olmaya kısmen özerk bir varlık olmaya ve bilinçle bu şekilde buluşmaya devam
eder. Her halükarda öznenin yönelimlerine zorunlu olarak boyun eğmez, daha yüksek
bir düzeyde bile olabilir, genellikle esin ya da uyarı ya da doğaüstü bilgi kaynağıdır.
Psikolojik olarak bu tip bir içerik henüz tam olarak bütünleşmemiş kısmen özerk
karmaşa olarak açıklanabilir. İlksel ruhlar, Mısır'dan Ba ve Ka bu tipte karmaşalardır”
(Ben ile Bilinçdışı Arasındaki İlişkiler, te 7, §295).
233. Yazıt: “IVJan, mcmxx [4 Ocak 1920: Bu imgenin resmedildiği tarih olabilir.] Bu kutsal
su kabı. Kahiri ejderhanın bedeninde filiz veren çiçeklerden doğar. Yukarıda da tapmak.'’
Ü ç Kehanet
Cap. xviii

[HI 124] 254Mucizevi şeyler yaklaştı. Ruhuma seslendim ve uğultula­


rını uzaktan duyabildiğim sellere dalmasını istedim. Siyah kitabıma
kaydettiğim gibi, bu 1914 yılı, 22 Ocak tarihinde oldu. Böylece ruhum
mermi gibi karanlığa daldı ve derinliklerden şöyle seylendi: “Getirdiği­
mi kabul edecek misin?”
B: “Verdiğini kabul edeceğim. Yargılamaya ya da geri çevirmeye
hakkımyok.”
R: “Dinle öyleyse. Burada babalarımızın eski zırhları ve paslı dona­
nımları var. Üzerlerinden ölümcül deri kapanlar, kurtların yediği kar­
gı milleri, çarpık mızrak başları, kırılmış oklar, pas tutmuş kalkanlar,
kafatasları, insan ve at kemikleri, eski toplar, mancınıklar, ufalanmış
dağlama demirleri, taş mızrak başları, taş sopalar, keskin kemikler,
çentikli ok başı dişleri var. Yani yeryüzünü karıştıran eski zamanlar­
daki savaşlara ait olan herşeyi burada bulabilirsin. Bütün bunları kabul
edecek misin?”
B: “Kabul ediyorum. Sen daha iyibilirsin, ruhum.”
R: “Boyanmış taşlar, Üzerlerinde büyülü imler olan kıvrılmış ke­
mikler, deri buklelerinde ve küçük kurşun kaplarda tılsımlı sözler,
dişlerle, insan saçları ve tırnaklarıyla dolu kirli keseler, birbirine bağ
lanmış kalaslar, kara küreler, küflenmiş hayvan derileri buluyorum,
yani karanlık tarih öncesinde hazırlanmış bütün batıl inançları. Bütün
bunları kabul edecek misin?”
B: “Hepsini kabul ediyorum, nasıl görmezden gelebilirim?”
R: “Daha kötülerini de buluyorum: “kardeş katli, alçakça ölümcül
hamleler, işkence, çocuk kurbanı, halkların toptan yok edilmesi, kun
dakçılık, ihanet, savaş, isyan. Bunların da hepsini kabul edecek misin?”
B: “Sen verdiğine göre, öyle olsun.”
R: “Tüm geçmiş kültürlerin hazinelerini buluyorum, tanrıların
234. Kara Kitap 4 te Jung şöyle diyor: “Bundan sonra gergin, daha önce hiç düşünmediği
bir şey bekleyen bir adam gibi devam edeceğim yoluma. Derinlikleri dinliyorum
-uyarıyı, dersi aldım ve korkum yok- dışta tam bir insan hayatı yaşamak için
çabalıyorum” (s. 42).
muhteşem imgeleri, geniş tapınaklar, resimler, papirüs ruloları, unu­
tulmuş dillere ait harflerle dolu parşömenler, unutulmuş bilgeliklerle
dolu kitaplar, eski rahiplerin ilahileri ve şarkıları, binlerce kuşak bo­
yunca çağlarca anlatılan öyküler.”
B: “Genişliğini kavrayamadığım bütün bir dünya bu. Nasıl kabul
edebilirim?”
R: “Hoşnut ol ve bahçeni alçakgönüllülükle işle.”1”
B: “Öyle yapacağım. Ölçülemez olanın büyük değil, küçük bir par­
çasını fethetmeye değdiğini görüyorum. Bakımlı küçük bir bahçe ba­
kımsız büyük bir bahçedenyeğdir. Ölçülemezle karşılaştırıldığında iki
bahçe de eşit derecede küçüklük, ama bakımları eşit değil.”
R: “Makasını al ve ağaçlarını buda.”
23 5. Bu satırlar Voltaire’in İyimserAdamının bitişine işaret ediyor: “Bunlar güzel sözler ama
bahçemizi yeşertmek gerek.” Jung'un çalışma odasında Voltaire’in bir büstü vardı. 1955-
56'da Jung simyadaki Antroparyon'u “bir çeşit cin, işinde usta, hekimin iyileşmesine
yardım eden bir adanmış ruh, spiritus familiaris gibi” şeklinde betimliyor (Mysterium
Coniunctionis, TE 14, §304). Antroparyon simyevi metallerin simgesi olarak görülüyor
(“Çocuk arketipi psikolojisi üzerine,” TE 9, I, §268) ve Zosimos’un görümlerinde ortaya
çıkıyordu (TE 13, s. 60-62). Jung’un sözünü ettiği Ka resmi açıklığa kavuşturulamadı.
Ka, Jung’a 22 Ekim 1917'deki bir düşünde görünmüştü ve kendini Hanın, ruhunun
diğer yönü olarak tanıtmıştı. Runik yazıları ve aşağı bilgeliği Haya veren Kaydı (bkz.
dipnot 155). Gözleri saf altından, bedeni kara demirdendir. Jung'a ve ruhuna onun
sırrına, yani bütün büyülerin özüne gereksinim duyduklarını söyler. Bu da sevgidir.
Filemon şöyle der: Ka, Filemon’un gölgesidir (Kara Kitap 7, s. 25tf). 20 Kasım'da Ka,
Filemon’un gölgesi ve habercisi olduğunu söyler. Ka öncesiz ve sonrasız olduğunu,
Filemon’un ise gelip geçici olduğunu söyler (s. 34). ıo Şubat 1918'de Ka Tanrılar için
bir zindan ve mezar olarak bir tapmak inşa ettiğini söyler (s. 39). Ka, Kara Kitap'ta
1923e dek geçer. Bu dönemde Jung Ka, Filemon ve diğer figürler arasındaki bağlantıyı
anlamaya ve aralarındaki doğru ilişkiyi bulmaya çalışır. Jung, 15 Ekim i92o'de analize
gelen Constance Long’la bilinmeyen bir resmi tartışır. Constance Long'un not aldığı
yorumlardan bazıları Filemon ile Ka arasındaki ilişkiyi nasıl anladığına dair ipuçları
veriyor: “Her iki yandaki 2 figür baskın ‘babaların' canlı örnekleri. Biri yaratıcı baba, Ka,
diğeri ise biçim veren ve yasa koyan Filemon (oluşturucu içgücü). Ka, Dionysos & F =
Apollo'dur. Filemon, kolektifbilinçd[ışının] öğelerindeki şeyleri ifade eder ... Filemon
(belki de bir tanrı) düşüncesi veriyor, ancak yine de geçici, uzak ve belirsiz olarak kalıyor,
çünkü ortaya çıkardığı her şey kanatlı. Ka ise öz veriyor ve tanrıları altın ve mermer içine
gömen olarak anılıyor. Onları maddeleştirme hatası yapma eğiliminde ve bu yüzden
de tinsel anlamlarını yitirip taş içine gömülme tehlikesi altındalar. Bu yüzden de nasıl
ki kilise Xt'nin mezarı olduysa, tapınak da Tanrı’nın mezarı olabilir. Kilise geliştikçe
Xt ölüyor. Kanın çok fazla üretmesine izin vermemek gerek; maddeleştirmeye bel
bağlamamalı, ama üretilen madde çok az olursa yaratılan gelip geçici olur. Aşkın işlevi
bütündür. Bu resim değil, benim onu usa uydurmam da değil; bilinçli zekâ ile yaratıcı
yönün birleşmesinin bir sonucu olan yeni ve can veren yaratıcı tin. Ka duyumdur, F ise
sezgi, o çok fazla insan-üstü (Zerdüşt o, söyledikleri ile aşırı üstün ve soğuk (C. G. J., F'ye
sorduğu soruları da yanıtları da yazıya geçirmemiş)... Ka ve Filemon insandan büyük,
onlar insan-üstü (Onlarda parçalanan bir Kolektif Bilinçdışında)” (Günlük, Countway
Library ofMedicine, s. 32-33).
[2] Ruhum, yeryüzünün oğlunun getirdiği karanlık selinden gele­
ceği gösteren eski zamanlara ait üç şey verdi bana; savaşın sefaletini,
büyünün karanlığını ve dinin armağanını.
Akıllıysan bu üç şeyin birbirine ait olduğunu anlarsın. Bu üçü hem
kaosun gücüyle birlikte serbest kalması hem de bağlanması anlamına
gelir. Savaş kaçınılmazve bunu herkes görüyor. Büyükaranlıkve kim­
se göremiyor. Din gelecek ama gün gibi belirgin olacak. Böyle felaket
bir savaşın geleceğini düşünüyor muydun? Büyünün var olduğunu dü
şünüyor muydun? Yeni bir din hakkında düşünmüş müydün? Uzun
geceler oturdum ve gelecek olana bakıp irkildim. Bana inanıyor mu
sun? Ben çok da endişeli değilim. Neye inanayım? Neye inanmayayım?
Gördümve irkildim.
Oysa tinim canavarca olanı kavrayamadı ve gelecek olanın boyut
larını anlayamadı. Özlemimin gücü zayıfladı ve hasat toplayan ellen.’
düştü güçsüzce. Gelecek olan zamanlardaki en korkunç işin ağırlığını
hissettim. Nerede ve nasılı gördümama bunu kavrayabilecekya da fet
hedebilecekbir söz yok. Başka türlü yapamazdım, yeniden derinliklere
batmaya bıraktım.
Onu sana verememve yalnızca gelecek olanın yolundan söz edebi
lirim. Sana dışarıdan pek yarar gelmeyecek. Sana gelecek olan içindi'
yatıyor ama ne yatıyor orada! Gözlerimi kaçırmak, kulaklarımı kapa
mak ve bütün duyularımı yadsımak isterdim; içinizden biri olmak is
terdim, hiçbir şey bilmeyenve hiçbir zaman hiçbir şey görmemiş olan.
Bu çok fazlave çokbeklenmedik. Yine deben onu gördümve belleğim
beni rahat bırakmayacak.136Yine de geleceğe uzanmak isteyen özlemi
mi kısaltıyorumve şu an çiçek açan ve genişliğini ölçebildiğim küçük
bahçeme dönüyorum. Bakımlı olacak.
Geleceği gelecektekilerebırakmakgerek. Ben küçükve gerçekolana
dönüyorumçünkü bu büyük yol, gelecek olanınyolu. Yalın gerçekliği
me, yadsınamazıma, ufacık varlığıma dönüyorum. Bir bıçak alıyorum
ve ölçüsüzve hedefsiz büyümüş her şeyin üzerine gidiyorum. Çevrem
de ormanlar büyümüş, üzerime sarmaşıkbitkileri tırmanmış ve sonsuz
çoğalma ile kaplanmışımbaştan aşağı. Derinlikler bitip tükenmez, hl'ı
236. Taslak şöyle devam ediyor: “Gelecek sekiz yüz yılda, Bir hükmetmeye başlayana dek
neler olacağınınereden bilebilirim? Ben yalnızca gelecek olanı anlatıyorum” (s. 440).
şeyi verirler. Her şey hiçbir şey kadardır. Küçük bir şeyin varsa bir şe­
yin vardır. Hırsını ve oburluğunu tanımak, arzularını / [İmge 125P37/
biriktirmek, ekip biçmek, kavramak, kullanılabilir kılmak, etkilemek,
hükmetmek, düzenlemek, yorumve anlamlar getirmek savurganlık.
Sınırlarını aşan her şey gibi delilik. Olmadığın şeyi nasıl tutabilir­
sin? Olmadığın her şeyi gerçekten de sefil bilginin ve anlayışının bo­
yunduruğuna mı sokmak istiyorsun? Unutma, kendini bilebilirsin ve
bu bilgi de yeterlidir. Oysa başkalarını ve diğer her şeyi bilemezsin.
Kendin dışındakini bilmeye karşı dikkatli ol, yoksa bu varsayılan bilgi
kendilerini bilenlerin yaşamlarını boğar. Bilen kendini bilebilir. Bu da
onun sınırıdır.
Ötemde olanı biliyormuşumgibi yaptığımşeyi acı çekerek kestim.
Benim ötemde olana dair getirdiğim döngüsel, zekice yorumları kes­
tim attım kendimden. Bıçağım daha da derinlere işliyor ve kendime
dair atfettiğim anlamları da ayırıyor benden. Anlamlı her şey benden
düşene dek, artık düşünebileceğim gibi olmayana dek, ne olduğumu
bilmeden yalnızca olduğumu bilene dek özüme kadar kesip atıyorum.
Yoksul ve yalın olmak, amansızın önünde çırılçıplak durmak isti­
yorum. Bedenim ve bedenimin yoksulluğu olmak istiyorum. Yeryü­
zünden olmak ve onun yasasını yaşamak istiyorum. Kendi insan hay­
vanım olmak ve onun bütün korkularını ve isteklerini kabul etmek
istiyorum. Güneşin aydınlattığı yeryüzünde yoksul, silahsız bedeniyle
tekbaşına duranın, dürtülerinin ve pusuda yatan yaban hayvanlarının
avı olan, hayaletlerden korkanve uzaktanrıları düşleyen, yakındakine
ait, uzaktakine düşman olan, taşlardan ateş çıkaran ve sürüleri tarlala­
rındaki ekini de yok eden bilinmez güçler tarafından çalınan, ne bilen
ne de tanıyan ama el altında olanla yaşayan ve uzakta olanın lütfunu
alanın ağıtındanve kutluluğundan geçmek istiyorum.
O bir çocuktu ve emin değildi. Yine de kesinlikle doluydu, zayıftı
ve yine de engin bir güçle kutsanmıştı. Tanrısı yardımetmediğinde bir
başkasını seçti. Odayardım etmediğinde yerdenyere vurdu. Gör bak:
l'anrılar bir kez daha yardım etti. Öyleyse anlam yüklü olan her şeyi,
237. Peyzajdaki sahne Jung’un çocukluğunda gördüğü Alsas’ın su altında kaldığı, Basel’in bir
liman şehrine döndüğü fanteziye benziyor. Aynı fantezide yelkenli ve buharlı bir gemi,
bir Orta Çağ kasabası, topları ve askerleriyle ve kasabalı halkıyla bir şato ve bir kanal da
vardı (Anılar, s. ıoo).
kaosun bana yüklediği tanrısal ve şeytanca her şeyi çıkarıp atıyorum.
Gerçekte, tanrıları ve şeytanları ve kaotik canavarları kanıtlamak, on­
ları özenle beslemek ve yorgunlukla yanımda sürüklemek, sayılarını
saymak ve adlarını vermek ve inançsızlık ve kuşkuya karşı inançla ko­
rumak bana kalmadı.
Özgür bir adamyalnızca kendine egemen olan ve kendi güçleriyle
etki eden özgür tanrıları ve şeytanları bilir. Etkileri olmazsa bu da on­
ların kendi işidir ve bu yükü omuzlarımdan atabilirim. Etkili olurlarsa
da ne korumama ne özenime ne de inancıma gereksinimduyarlar. Öy­
leyse çalışıyorlar mı diye görmek için sessizce bekleyebilirsin. Çalışır­
larsa da akıllı ol çünkü kaplansendendaha güçlüdür. Her şeyini atman
gerekir, yoksa köle olursun, bir Tanrı’nın kölesi olsan bile. Yaşam öz
gürdür ve kendi yolunu seçer. Yeterince sınırlıdır, o zaman daha fazla
sınır biriktirme. Öyleyse sınırlandıran her şeyi kesip atıyorum. Burada
durdum, dünyanın bilmece gibi çeşitliliği orada.
İçimde yılgı uyandı. Sıkıca bağlanmış olandeğil miyimben? Orada­
ki dünya sınırsız olandeğil mi? Ve zayıflığımın farkınavardım. Zayıflık
bilinci ve güçsüzlük yılgısı olmasa yoksulluk, çıplaklık ve hazırlanma
mışlık nice olurdu? Bu yüzden durdum ve dehşete düştüm. Sonra da
ruhumbana fısıldadı:
Büyünün Armağanı
Cap. xix.

[HI 126] 238“Bir şey işitmiyor musun?”


B: “Hiçbir şeyin farkında değilim, ne işitecektimki?”
R: “Bir çınlama.”
B: “Bir çınlama mı? Ne? Ben bir şey duymuyorum.”
R: “Daha sıkı dinle.”
B: “Sol kulakta, belki, bir şeyler. Bunun anlamı ne olabilir ki?”
R: “Uğursuzluk.”
B: “Söylediğini kabul ediyorum. Uğurum ve uğursuzluğum olsun
istiyorum.”
R: “Ozaman ellerini kaldır ve sana geleni al.”
B: “Nedir bu? Bir asa mı? Kara bir yılan mı? Altın bir gerdanlığı
olan yılan biçimli -gözleri inciden- siyah bir asa. Büyülü bir asayaben­
zemiyor mu?”
R: “Büyülü bir asa o.”
B: “Büyüyle ne yapacağım? Büyülü asa uğursuzluk mu? Büyü uğur­
suzluk mu?”
R: “Evet, ona sahip olan için.”
B: “Bu eskilerin deyişine benziyor. Ne tuhafsın, ruhum! Büyüyle ne
yapayımben?”
R: “Büyü senin için çokşey yapacak.”
B: “İsteğimi ve yanlış anlayışımı kışkırtıyorsun korkarım. İnsanla­
rın büyücülük ve çaba gerektirmeyen şeyleri istemekten vazgeçmedi­
ğini biliyorsun.”
R: “Büyü kolay değildir ve kurban ister.”
B: “Sevginin kurban edilmesini mi ister? Yoksa insanın mı? Eğer
öyleyse geri al bu kara değneği benden.”
R: “Aceleci davranma. Büyünün istediği öyle bir kurban değil. O
başka bir kurban ister.”
B: “Nedir bu kurban?”
R: “Büyünün istediği kurban avuntudur.”
238. 23 Ocak 1914.
B: “ A vu n tu m u? D o ğru m u an lıyo ru m ? Seni an lam ak s o n derece
güç. Söyle bana, ned ir b un un an lam ı?”
R: “ A vu n tu n u n ku rban ed ilm esi gerekir.”
B: “ N e dem ek istiyorsu n? V e rd iğ im avu n tu m u, y o k sa b an a verilen
avuntu m u kurban edilm eli?”
R: “ ik isi de.”
B: “ K afam k arıştı. B u çok k aran lık .”
R: “ Siyah asa uğru n a avu n tu yu kurb an etm elisin, hem verdiğin
avu n tu yu hem de sana verilen i.”
B: “ Sevd iklerim le avuntu b u lm am am gerektiğini m i söylem ek isti
yo rsu n ? Sevd iklerim e de avu ntu verm em eli m iyim ? B u insanlığın bir
parçasın ın yitirilm esi v e kendin e ve b aşkaların a k arşı katı olm an ın bu
n u n yerin e geçm esi an lam ın a g e liy o r.” "^
R: “ Ö yle.”
B: “ A san ın istediği k u rb a n b u m u?”
R: “ A san ın istediği k u rb a n b u .”
B: “ A s a u ğru n a bu kurb an ı vereb ilir m iyim , b u n a izin va r m ı? A sayı
k ab u l etm eli m iyim ?”
R: “ İstiyor m u su n , istem iyo r m u su n?”
B: “ E m in değilim . S iy a h asa h akk ın d a ne b iliy o ru m ? O nu b an a kim
ve riyo r?”
R: “ Ö nünde uzanan k aran lık. Sana gelecek olan bir sonraki şey o.
O nu k ab u l edip ad ağın ı su n acak m ısın?”
B: “ K aran lığa, k ö r k aran lığa kurb an v e rm e k zor, hem de ne kur
b an !”
R: “ D oğa, doğa bize avuntu veriyo r m u? A vu n tu yu kabul ediyor mu?"
B: “A ğır b ir sözün altına giriyorsun. Benden nasıl bir ıssızlık istiyorsun?"
R: “ B u senin talihsizliğin v e siyah asanın gücü.”
B: “ N e kasvetli k o n u şu yo rsu n , hem de önsezilerle dolu! B en i bm
126/128 gibi b ir vah am etin zırh ın a m ı b ü rü yorsu n ? / [İm ge 1 2 7 ] 240 / Kalbim i

239. Nietzsche, Ecce Homo da şöyle yazmıştı: “Bilgide her kazanım, her ileri adım
gözüpekliğin, kendine karşı sert olmanın, dürüst olmanın sonucudur.”
240. Üstteki yazıt: “amor triumphat." Alttaki yazıt: “Bu imge 9 Ocak 1921'de, 9 aylık
beklemenin ardından tamamlanmıştır. Nasıl olduğunu bilmediğim bir kederi, dört
kat özveriyi ifade eder. Neredeyse bitirmemeyi yeğleyebilirdim. Dört işlevin amansız
çarkı, özveriyle aşılanmış bütün canlıların özü:’ Bu işlevler Jung’un Psikolojik Tiplerde
(1921) ele aldığı düşünme, hissetme, duyma ve sezgidir. 23 Şubat 1920de Jung Kara
Kitap iye şu notu düşmüş: “Seven ile sevilen arasında olanlar Tanrılığın bütünüyle
bronz bir kabukla mı kenetliyorsun? Ben yaşamın sıcaklığından hoş-
nutum. Onu özlememmi gerekiyor? Büyü uğruna mı? Büyü nedir?”
R: “Büyüyübilmiyorsun. Ohalde yargılama. Neye dikleniyorsun?”
B: “Büyüymüş! Ne yapayım büyüyle ben? Büyüye inanmıyorum,
inanamıyorum. Yüreğimburkuluyor ve insanlığımın büyük bölümü­
nübüyüye mi kurban etmemgerekiyor?”
R: “Sana öğüdüm, buna karşı savaşmave hepsinden öte, ta derinlik­
lerinde büyüye inanmıyormuş gibi çok aydın davranma.”
B: “Amansızsın. Yine de büyüye inanamamamabelki de bu konu­
daki düşüncembütünüyle yanlıştır.”
R: “Evet, söylediklerinden öyle anlaşılıyor. Kör yargını ve eleştirel
davranışını bir yana bırak, yoksa asla anlamayacaksın. Bekleyerek yıl­
larını harcamayı gerçekten hâlâ istiyor musun?”
B: “Sabırlı ol, bilimimhenüz alt edilmedi.”
R: “Üstesinden gelmen için tamzamanı!”
B: “Çok şey istiyorsun, neredeyse çok fazla. Sonuçta bilim yaşam
için çok önemli değil mi? Bilim yaşam mı? Bilimsiz yaşayan insanlar
var. Peki, amabüyü uğrunabilimi alt etmek? Butekindeğil, tehditkâr.”
R: “Korkuyor musun? Yaşamı tehlikeye atmak mı istemiyorsun?
Sana bu sorunu veren yaşamdeğil mi?”
B: “Bütün bunlar beni afallattı, aklımı karıştırdı. Bana aydınlatıcı
bir söz söylemeyecek misin?”
R: “Ah, demek avuntu istiyorsun sen. Asayı istiyor musun, istemi­
yor musun?”
B: “Yüreğimi paramparça ediyorsun. Benyaşamaboyun eğmekisti­
yorumama ne kadar zor bu! Siyah asayı istiyorumçünkü bana karanlı­
ğın verdiği ilk şey bu. Bu asanın anlamını bilmiyorum, ne verdiğini de
bilmiyorum. Yalnız ne aldığını hissediyorum. Diz çöküp karanlığın bu
habercisini almak istiyorum. Siyah asayı aldımve tutuyorumişte, esra­
rengiz asa elimde; soğuk ve ağır, demir gibi. Yılanın inci gözleri bana
bakıyor, kör edercesine ve baş döndürücü. Ne istiyorsun, gizemli arma­
ğan? Önceki dünyaların bütün karanlığı sende toplanıyor, sert, siyah
tamamlanmasıdır. Her ikisi de birbiri için çözülmez bir bilmecedir. Zaten Tanrılığı kim
anlayabilir ki? Oysa Tanrı yalnızlıkta, bireyin sırrından / gizeminden doğmuştur. / Yaşam
ile sevgi arasındaki ayrım yalnızlık ve birliktelik arasındaki çelişkidir” (s. 88). Kara Kitap
7'deki bir sonraki not 5 Eylül 1921 tarihli. Jung 4 Mart 1920'de arkadaşı Hermann Sigg’le
birlikte Kuzey Afıkaya gitmiş, 17 Nisanda dönmüştü.
çelik parçası! Sen zaman ve yazgı mısın? Doğanın özü, katı ve sonra­
sız, yatıştırılamaz, yine de bütün gizemli yaratıcı gücün toplamı mısın?
İçinden ilksel büyü sözcükleri yayılıyor adeta, çevrende gizemli etkiler
dokunuyor, içinde nice güçlü sanatlar uyuyor? Dayanılmaz bir baskıyla
delip geçiyorsun beni, yüzün ne şekiller alacak? Nice müthiş gizemler
yaratacaksın? Kötühava, fırtına, soğuk, yıldırımve gökgürültüsü mü ge­
tireceksin, yoksa tarlaları bereketli kılıp gebe kadınların bedenlerini mi
kutsayacaksın? Varlığının imi nedir? Yoksa buna gereksinimduymuyor
musun karanlık rahmin oğlu? Kendinde somutlaştırdığın, kristalleştir­
diğin puslu karanlıkla mı yetiniyorsun? Ruhumun neresinde saklayayım
seni? Yüreğimde mi? Yüreğim en kutsal tapınağın mı olsun? Seç yerini
öyleyse. Seni kabul ettim. Nice ezici bir gerilimle geliyorsun! Sinirlerimin
kemeri kırılmıyor mu? Gecenin habercisini aldım.”
R: “En güçlübüyüyaşıyor onda.”
B: “Hissediyorumama onaverilen kâbus gibi gücü söze dökemiyo­
rum. Gülmek istedim çünkü kahkaha pek çok şeyi değiştirir ve ancak
orada kendini çözer ama içimdeki kahkaha ölüyor. Bu asanın büyüsü
demir gibi katı ve ölümgibi soğuk. Bağışla beni, ruhum, sabırsız olmak
istemiyorum ama bana öyle geliyor ki asayla birlikte gelen dayanılmaz
gerilimde ilerleyebilmek için bir şeyin olması gerekiyor.”
R: Bekle, gözlerini ve kulaklarını açık tut.”
B: “Ürperiyorum ama nedenini bilmiyorum.”
R: “Bazen insanın ürpermesi gerekir önce, en büyüğü beklerken.”
B: “Bilinmeyen güçler önünde eğiliyorum, ruhum; her bilinmeyen
Tanrı için bir sunak kurmak isterdim. Boyun eğmeliyim. Yüreğimdeki
karademir bana gizli güç veriyor. Zıtlıkve insanları küçümseme gibi.’’24'
[2] Ahkaranlıkeylem, ihlal, cinayet! Dipsiz derin, günahtan arınma-
mışı doğur. Bizi kim günahtan arındıracak? Önderimiz kim? Karanlık
çoraktopraklardangeçenyollarımız nerede? Tanrı, bizi terketme! Neler
buyuruyorsun, Tanrı? Elini üzerindeki karanlığa kaldır, dua et, umudu­
24ı. Jung Kara Kitap 4e şu notu düşmüş: [Ruh:] “Sabırsızlığını terbiye et. Burada sana ancak
beklemek yardım edebilir.” [Ben:] “Beklemek, bu sözü biliyorum. Herkül de dünyanın
yükünü sırtında taşırken beklemekten hoşlanmazdı” [Ruh:] “Atlas’ın dönüşünü
beklemek zorundaydı ve dünyanın yükünü elmalar uğruna taşıyordu" (s. 60). Burada
Herkül un on birinci emeğine atıfta bulunuyor. Herkül ölümsüzlük getiren altın elmaları
beklemek zorundaydı. Atlas dünyayı onun yerine omuzladığı takdirde ona elmaları
getireceğini söylemişti.
nu yitir, bük ellerini, diz çök, alnını toza koy, haykır ama O’nun adını
söyleme, O’na bakma. O’nu adsız ve biçimsiz bırak. Biçimsizi ne oluş­
turacak? Adsızı adlandıracak? Büyük yola at adımını ve en yakındakini
kavra. Bakınma, isteme, ellerini kaldır. Karanlığın armağanları bilmece­
lerle dolu. Yol bilmecelerekarşın ilerleyebilenherkes içinaçık. Bilmece­
lereve kesinlikle kavranamaz olanaboyuneğ. Sonsuz derinlikler üzerin­
de baş döndürücü köprüler / [İmge 129] /var ama sen bilmeceleri izle. 128/130
Katlan onlara, müthiş olanlara. Hâlâ karanlık ve müthiş olan bü­
yümeye devamediyor. Üreyen yaşamın akıntılarına kapılmış ve yitmiş
olarak baskın ve insanlık dışı güçlere, gelecek olanı hazırlamakla meş­
gul güçlere yaklaşıyoruz. Derinlikler ne çok gelecek taşıyor! İpler bin
yıl boyunca orada örülmedi mi?242Bilmeceleri koru, onları yüreğinde
taşı, ısıt onları, onlara gebe ol. Böylece geleceği taşırsın.
Gelecek içimizde katlanılmaz bir gerilimde. Dar çatlaklardan geç­
mek, yeni yollar açmak zorunda. Yükünü atmak, kaçınılmaz olandan
kaçmak istiyorsun. Kaçmak, yanılgı ve yoldan çıkma anlamına gelir.
Gözlerini kapa ki çoğu, dıştan çoğul olanı, koparanı ve ayartanı görme­
yesin. Yalnızca bir yol var ve bu senin yolun; yalnızca tek bir kurtuluş
var ve bu senin kurtuluşun. Neden bakınıyorsun yardım arayan göz­
lerle? Yardımın dışarıdan geleceğini mi zannediyorsun? Gelecek olan
senin içinde ve senin içinden yaratılacak. Öyleyse kendine bak. Kar­
şılaştırma, ölçme. Senin yoluna benzer başka bir yol yok. Diğer tüm
yollar seni aldatır ve yoldan çıkarır. Sen içindeki yolu tamamlamalısın.
Ah, bütün insanlar ve yolları sana yabancı oluyor! Böylece onları
yeniden kendi içinde bulabilirsin ve yollarını kabul edebilirsin. Ne za­
yıflık! Ne kuşku! Ne korku! Kendi yolunda gitmeye katlanmayacaksın.
Büyükyalnızlıktan kaçmak için hep senin olmayanyollara hiç olmazsa
bir adımatmak istiyorsun! Böylece anaç rahatlığa erişeceksin! Böylece
biri seni onaylayacak, tanıyacak, güvenecek, rahatlatacak, yüreklen­
direcek. Böylece birileri seni kendi yollarına çekecek ve orada kendi
yolundan sapacaksın, orada kendini bir yana bırakman daha kolay ola­
cak. Kendin değilmişsin gibi! Senin işlerini kimyapacak? Erdemlerini
ve günahlarını kim taşıyacak? Yaşamın sona ermiyor ve ölüm yaşan­
242. Yunan mitolojisinde Moirae -ya da üç yazgı Clotho, Lachesis ve Atropus- insan
yaşamının iplerini eğirir ve kontrol ederdi. İskandinav mitolojisinde nornlar dünya ağacı
Yggsdrasil’in ayaklarının dibinde yagının iplerini eğirirdi.
mamış hayatını yaşamak için seni kuşatacak. Her şeyin tamamlanması
gerek. Zaman çokönemli, öyleyse nedenyaşanmışı biriktirip yaşanma­
mışı çürümeye bırakmak istiyorsun?
Yolun gücü büyüktür.243 Onda Cennet ve Cehennem birlikte bü­
yür ve Aşağı’nın gücü ve Yukarı'nın gücü onda birleşir. Yolun doğası
büyülüdür, yalvarıp yakarma gibi; lanet ve eylembüyük yolda gerçek­
leşirse büyülüdür.244Büyü insanların insanları etkilemesidir ama senin
eylemin komşunuetkilemiyor; önce seni etkiler ve buna dayanabilirsen
senden komşuna görünmez bir etki geçişi olur. Daha önce hiç düşün­
mediğimkadar çokvar ortalıkta bundan. Yine de kavranamıyor. Dinle:
Yukarısı Güçlü, A radaki rüzgârlar bağlıyor
Aşağısı Güçlü, haçı. Kutupları birleştiriyor
Bir'deki güç iki katı. aradaki aracı kutuplar.
Beriye gel Kuzey, A dım lar yukarıdan aşağıya yöneliyor.
Yaklaş, sokul Batı, Fokurdayarak kaynıyor su
Yukarıya ak Doğu, kazanlarda. Kızgın küller kaplıyor
Dol, taş Güney. yuvarlak zemini. 24
5
M avi ve derin çöküyor gece
yukarıdan, yeryüzü yükseliyor kapkara
130/132 aşağıdan. / [İmge 131] /

Bir münzevi sağaltıcı iksirler pişiriyor.


Dört rüzgâra adaklar adıyor.
Yıldızları selamlıyor ve yeryüzüne dokunuyor.
Elinde parıldayan bir şey tutuyor.

Çiçekler sürgün veriyor çevresinde ve yeni pınarın neşesi öpüyor


kollarını bacaklarını.
Kuşlar uçuyor çevresinde ve ormanın çekingen hayvanları ona bakıyor.
İnsanlara uzak olsa da onun ellerinden geçiyor yazgılarının ipleri.
Dilediğinde ona yönel ki ilacı olgunlaşsın ve güçlensin ve en derin
yaralara şifa versin.

243. Taslak şöyle devam ediyor: “Yolun gücü o denli büyük kidiğerlerini desürüklüyorveateşliyor.
Bunun nasıl olduğunu bilmiyorsun, bu yüzden de sen en iyisi büyü de buna” (s. 453).
244. Taslak şöyle devam ediyor: “Tam da kendine özgü doğası nedeniyle yılan olarak
resmedilir” (s. 453).
245. Bu ayinlerin gerçekleştirildiği büyülü çembere birgönderme olabilir.
O senin uğruna yalnız ve Cennet ile yeryüzü arasında bekliyor yer­
yüzünün ona yükselmesini ve Cennet'in ona inmesini.
Bütün halklar hâlâ çok uzak ve karanlığın duvarının ardında duruyor.
Oysa bana uzaklardan erişen sözlerini işitiyorum ben.
Kendineyoksul bir kâtip seçmiş, ağır işitiyor, yazarken de kekeliyor.
Onu, münzeviyi tanımıyorum. N e diyor? Şöyle diyor: “İnsan uğru­
na korku ve rahatsızlık çekiyorum.”
Eski yazıları ve büyülü deyişleri deşiyorum çünkü sözler insanlara
asla ulaşmaz. Sözler gölge oldu.
Bu yüzden eski büyülü aletleri aldım ve sıcak iksirler hazırladım, sır­
ları ve eski güçleri, en akıllısının bile tahmin edemeyeceği şeyleri kardım.
Bütün insan düşüncelerinin ve işlerinin köklerini pişirdim.
Birçok yıldızlı gecede kazanı gözledim. M aya sonsuza dek demleni­
yor. Senin aracılığına, diz çökmene, umutsuzluğuna ve sabrına gerek­
sinim duyuyorum. En son ve en yüksek özlemine, en sa f istemine, en
alçakgönüllü boyun eğişine gereksinim duyuyorum.
Münzevi, kimi bekliyorsun? Kimin sana yardım etmesi gerek? Yar­
dımına koşacak kimse yok çünkü hepsi sana bakıyor ve sağaltıcı sana­
tını bekliyor.
Hepimiz tamamen yetersiziz ve yardım a senden çok gereksinim du­
yuyoruz. Bize yardım et ki karşılığında biz de sana yardım edebilelim.
Münzevi diyor ki: “Muhtaç olduğum anda yanım da kimse durmaya­
cak mı? Yine bana yardım edebilesiniz diye işimi bırakıp size yardım mı
edeyim? İyi de nasıl yardım edeceğim size mayam olgunlaşıp güçlenme-
dikten sonra? Size yardım ondan gelecekti. Benden umduğunuz nedir?”
Bize gel! Neden orada durmuş mucizeler pişiriyorsun? Sağaltıcı,
büyülü iksirinin bize ne yararı olacak? Sağaltıcı iksirlere inanıyor m u­
sun? Yaşama bak, bak sana ne çok gereksinim duyuyor! / [İmge 133] / 132/134
M ünzevi diyor ki: “Budalalar, zorlu ve uzun ömürlü tamamlanana
ve özsuyu olgunlaşana kadar benimle bir saat olsun nöbet tutamıyor
musunuz?2*6
A z zaman sonra mayalanma tamamlanacak. Neden bekleyemiyor-
sunuz? Sabırsızlığınız en yüksek eseri neden yok ediyor?”

246. Matta24:4o’daİsaoGetsemanibahçesindeduaederkenbirsaatbileuyanıkkalamayan
havarileriniazarlar.
Hangi en yüksek eser? B iz canlı değiliz; soğuk ve uyuşukluk ele ge­
çirdi bizi. Senin eserin, münzevi, sonsuza kadar tamamlanmayacak
her gün ilerlese bile.
Kurtuluş işi sonsuzdur. Bu işin sonunu beklemeyi neden istiyorsun?
Bekleyişin seni sonsuz çağlar için taşa çevirse bile sonuna kadar bekle­
meye dayanamazsın. Kurtuluş zamanın gelseydi bile seni kurtuluşun­
dan kurtarmakgerekecekti.
Münzevi diyor ki: “İşittiğim nice tatlı dilli bir ağıttır böyle! N e ağ­
layış! N e budala kuşkucularsınız siz! Yaramaz çocuklar! Dayanın, bu
geceden sonra tamamlanmış olacak!”
Bir gece olsun beklemeyeceğiz artık; yeterince dayandık. Sen bir
Tanrı mısın ki bin gece sana bir gece geliyor? Bizim için bu bir gece
bin geceye eşit. Kurtuluş işini bırak ve böylece kurtulmuş olacağız. Nice
çağlardır kurtarıyorsun bizi?
M ünzevi diyor ki: “ Sizi utanç verici insan yığını, insan sürüsü, seni
Tanrı'nın piçi, hazırladığım karışım için bir parça değerli et gerekiyor
hâlâ. Ben gerçekten sizin en değerli et parçanız m ıyım ? Sizin için ken
dimi kaynatmaya değer mi? Biri sizin için çarmıha gerilmeye razı oldu.
Bir gerçekten de yetiyor. Yolumu tıkıyor o. O halde ne onun yollarında
yürüyeceğim ne de sizin için iyileştirici m ayaya da ölümsüz247 kan iksiri
yapacağım. Bunun yerine sizin için iksiri ve kazanı ve gizli işi bırakaca
ğım çünkü tamamlanmayı ne bekleyebiliyorsunuz ne de katlanabiliyor
sunuz ona. İsteğinizi, diz çöküşünüzü, yakarışlarınızı yere çalıyorum.
Siz kendinizi hem kurtuluşsuzluğunuzdan hem de kurtuluşunuzdan
kurtarabilirsiniz! Biri sizin için öldüğünde değeriniz yeterince yüksel
di zaten. Şimdi her biriniz kendi için yaşayarak değerini kanıtlasın.
Tanrım, insanlar uğruna bir işi yarım bırakmak ne zor! Yine d e insan
uğruna kurtarıcı olmaktan çekiliyorum. İşte iksirimin mayalanması ta
mamlandı. İçkiye kendimden bir parça katmadım ama insanlıktan /ıir
dilim ekledim ve bakın, karanlık, köpüklü iksir berraklaştı.

N e tatlı, ne acı tadı!


Aşağısı Zayıf,
Yukarısı Zayıf,

247. Jııng'ıın kaligrafi cildindeki sayfa kenarına aldığı not: “29/11/1922.” Bu parçanın yazıya
geçirildiği tarih olabilir.
B ir in biçimi
çift oluyor.
Kuzey, yüksel ve git,
Batı, yerine çekil,
Doğu, kendini yay,
Güney, yok ol bit.
Aradaki rüzgârlar
çarmıha gerilmişi çözüyor. / 134/135
/ [İmge 135] /248 135/136

Uzak kutupları aralarındaki


kutuplar ayırdı.
Düzlükler geniş yollar,
sabırlı sokaklar.
Fokurdayan kap soğuyor.

Kül griye dönüyor


kendi yerinin altında.
Gece göğü kaplıyor ve uzakta
aşağıda kara yeryüzü uzanıyor.

Gün yaklaşıyor ve bulutların üzerinde, uzaktaki güneş var.


H içbir münzevi sağaltıcı iksir pişirmez.
Dört rüzgâr esiyor ve armağanlarına gülüyor.
O da dört rüzgârla alay ediyor.
Yıldızları gördü ve yeryüzüne dokundu o.
Bu yüzden de elinde parlayan bir şeyi kavramış
ve gölgesi büyüyüp Cennet’e erişmiş. [İmge 136]

Açıklanamaz olan meydana geliyor. Kendini terk edip her bir ço­
ğul olasılığa sığınmayı ne de çok istersin. Değişimle dolu olanın gize­
mini kendin için çalmak uğruna bütün suçları göze almayı ne de çok
istersin. Oysa yolun sonu yok.
248. Yazıt: “25Nasını 1922’detamamlanmıştır. Muspilli'dençıkanateşyaşamağacını
sarıyor. Çembertamamlanıyoramabudünyayumurtanıniçindeki çember. Tuhaf
birTanrı, yalnızlığınisimsizTanrısı kuluçkayayatmışüzerinde. Dumanveküllerden
yeniyaratıklaroluşuyor.”İskandinavmitolojisindeMuspilli(yadaMuspelheirn) Ateş
tanrılarınikametyeridir.
Haçın Yolu
Cap. :x.249

[HI 136]250Çarmıhın ağacına dolanarak tırmanan kara yılanı251 gör­


düm. Çarmıha gerilenin gövdesine tırmandı sürünerek ve ağzından
bu kez dönüşmüş olarak yeniden çıktı. Ağarmıştı. Çarmıha gerilenin
başına bir taç gibi dolandı ve başının üzerinde bir ışık parıldadı ve gü­
neş doğuda ışıldayarak yükseldi. Durdum ve izledim, aklım karışık,
ruhumda çok ağır bir yük. Omzunda oturan beyaz kuşsa şöyle dedi:2”
“Yağmur yağsın, rüzgâr essin, sular aksınve ateş yansın. Her şey geliş­
sin, gün oluşun olsun.”

[2] 2. Gerçekten de yol çarmıha gerilenden geçiyor, yani hayatını


yaşaması küçük bir şey olmayan ve bu nedenle de muhteşemliğe yük
selenden geçiyor. Osadece bilinebilecek ve bilmeye değer olanı öğret
medi, yaşadı da onu. Birisinin kendi hayatını yaşaması için ne kadar
alçakgönüllü olması gerektiği açıkça görülmüyor. Kendi hayatına gir
mek isteyenin duyduğu tiksintiyi ölçmek zor. Duyduğu iğrenme mide
249. Jungun kaligrafi cildinde sayfa kenarına aldığı not: “25 Şubat 1923. Kara büyünün
beyaza dönüşmesi:’
250. 27 Ocak 1914.
251. Taslak şöyle devam ediyor: “yolumun yılanı” (s. 460).
252. Kara Kitap 4’tebunu ruhu söylüyor. Bubölümdeve Sınamalar da bazı ifadelerin
ruhtan diğer karakterlere geçtiğini görüyoruz. Metindeki bu değişiklik karakterlerin
ayrımlaştırılmasına, birbirinden ayrılmasına ve onlarla özdeşleşmenin son bulmasına
yönelik önemli bir psikolojik süreci ortaya koyuyor. Jung bu süreci gene) olarak i928‘c.le
Ben ile Bilinçdışı Arasındaki İlişkiler bölüm /de ele alır: “Ben ile bilinçdışının figürlerini
ayrımlaştırma tekniği” (TE 7). Kara Kitap 6da 1916 yılında ruh Jung’a şu açıklamayı
yapar: ‘‘Alt ile Üstün birleşmesi yoluyla bağlanmazsam üç parçaya bölünürüm: Yılan
olarak ya da başka bir hayvan biçiminde yaşayan doğada iblis gibi dolanırım ve korku
ve özlem yaratırım. İnsan ruhu olarak içinde sonsuza dek yaşarım. Göksel ruh olarak
senden uzak ve sana yabancı olur. Tanrılarla birlikte oturur, kuş biçiminde görünürüm.”
(Ek C, s. 508). Jungun ruh, yılan ve kuşta Kara Kitaplar’daki bu bölümde ve
Sınamalarda yaptığı değişikikler ruhun üç katlı doğasının tanınması ya da ayırt edilmişi
olarak görülebilir. Jung’un ruhunbirliği ve çokluğu kavramı Eckhart’ın düşüncesini
andırıyor. Vaaz 52'de Echart şöyle yazmıştı: “Ruh yüksek güçleriyle sonrasıza, yani
Tanrıya dokunurken zamanla temas halindeki daha aşağı güçleri onu değişime değişime
tâbi kılar ve bedensel şeylere eğilimliyaparki bu da onu alçaltır” {Sermons & Treatises,
cilt. 2, çev. M. Oe. Walshe [Londra: Watkins, 1981], s. 55). Vaaz 85’te şöyle yazıyor:
“Ruhun Tanrı ile birleşmesini üç şey önler. Birincisi onun da çok dağınık olması ve
birlik olmaması: Çünkü ruh yaratılanlara eğilimli olduğunda bir birleşik değildir.
İkincisi zamansal şeylere dahil olması. Üçüncüsü de bedene dönmesidir çünkü o zaıııa 11
Tanrı yla birleşemez” (a.g.e. s. 264).
sini bulandırır. Kusar. Bağırsakları ona acı verir ve beyni bitkin düşer.
Kaçmak için her türlü hileye başvurmayı yeğlerdi çünkü insanın ken­
di yolundan çektiği eziyetin benzeri yoktur. İnanılmaz derecede zor
görünür, o kadar zor ki neredeyse her şey bu işkenceye yeğ görülür.
Kendinden korktuğu için insanları sevmeyi seçenlerin sayısı hiç de az
değil. Ben de inanıyorumki kendileriyle anlaşmazlığa düşmek için suç
işleyenler de var. O yüzden de kendime giden yolu tıkayan her şeye
sarılıyorumdört elle.
3. 253Kendine giden, aşağı iner. Bu çağdan önce gelen peygambere
acınası ve gülünç biçimler görünmüştü ve bunlar kendi özünün biçim­
leriydi. Bunları kabul etmedi ve başkalarının önünde aforoz etti. Oysa
en sonunda kendi yoksulluğu ile Son Yemeğini kutlamak ve kendi
özünün biçimlerini sevecenlikle kabul etmek zorunda kaldı ve bu da
içimizdeki en aşağıyı kabul etmektir.254Buna öfkelenen güçlü aslan­
sa yolunuyitirmişi kovalayıp derinliklerinkaranlığına geri götürdü.^
Güç sahibi olan herkes gibi adı büyük olan dağın rahminden güneş
gibi doğmak istedi^6Peki, ne oldu ona? Yolu onu çarmıha gerilene
götürdü ve galeyana getirdi. Alay ve acının insanına öfkelendi çünkü
kendi özünün gücü onu, İsa’nın daha önce bizeyaptığı gibi tamolarak
bu yolu izlemeye zorladı. Oise gücünü ve büyüklüğünü duyurdu yük­
seksesle. Gücünüve büyüklüğünü, toprağın ayaklarının altından kayıp
gittiği kişiden daha yüksek sesle söyleyen yoktur. En sonunda içindeki
en aşağı ona, yetersizliğine ulaştı ve bu da ruhunu çarmıha gerdi ve
kendisinin de öngördüğü gibi ruhu bedeninden önce öldü.25?
253. Taslak şöyle devam ediyor: “’Neden,’ diye soruyorsunuz, ‘insan kendine ulaşmak
istemiyor?’ Bu çağdan önceki öfkeli peygamberbu konuda bir kitap yazdı ve onu
gururlu bir isimle donattı. Bu kitap insanın nasıl ve neden kendine ulaşmak istemediği
üzerinedir” (s. 461). Burada Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt’üne atıfta bulunuyor.
254. “Son Yemek/’ Böyle Buyurdu Zerdüşt.
25 5. Böyle Buyurdu Zerdüşt'ün son bölümü olan “İşaret”te yüksek insanlar Zerdüşt ile
görüşmek için mağarasına geldiklerinde “aslan şiddetle yerinden kalktı, aniden Zerdüşt'e
sırtını döndü ve öfkeyle kükreyerek mağaraya doğru sıçradı” (s. 407). Jung 1926'da şu
notu düşmüş: “Zerdüşt’te aslanın kükremesi bilinçdışı için yeniden dönme deneyimini
yaşamak için yaygara yapan yüksek’ adamları çekmişti. İşte bu yüzden yaşamı öğretisi
konusunda bizi ikna etmiyor” (Normal ve Hasta Psişik Yaşamda Bilinçdışı, te 7 §37).
256. Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt'ü şu satırlarla bitiriyor: “Böyle dedi Zerdüşt ve
mağarasından çıktı, ışıklar saçarak ve güçlü, kara bulutların ardından çıkan sabah
güneşi gibi” (s. 336).
257. Zerdüşt’ün öndeyişinde bircambaz yürüdüğü ipten düşer. Zerdüşt yaralı cambaza şöyle
der: “Ruhun bedeninden de önce ölecek: öylese korkma artık!” (Jung bu satırların altını
çizmiş). Jung 1926'da bunun Nietzsche’nin kendi yazgısına dair bir kehanet olduğunu
öne sürmüştü (Normal ve Hasta Psişik Yaşamda Bilinçdışı, TE7, §36-44).
4. En tehlikeli silahını kendine doğrultmayan kendi üzerine yük-
selemez. Kendi üzerine yükselmek isteyen aşağı inmeli, kendini kendi
üzerine çekmeli ve adak yerine sürüklemeli. İnsan dıştaki görünür ba-
136/137 şarının, elleriyle / kavrayabildiğinin onu yoldan çıkardığını görene dek
başına neler gelecek. İnsan hemcinsleri üzerinde güç sahibi olma isteği­
ni doyurmaktan ve başkalarının sonsuza dek aynı olmasını istemekten
vazgeçene dek nice acılar çekilmeli. İnsan gözlerini açıp kendi yoluna
giden izi ve kendini düşman olarakgöreneve gerçekbaşarısının ayrımı -
na varana dek daha nice kan akmalı. Kendinle yaşayabilmen gerekiyor
ama komşun pahasına değil. Sürü hayvanı kardeşinin asalağı ve belası
değildir. İnsanoğlu, senin de bir hayvan olduğunubile unuttun. Aslında
hâlâ hayatın başka bir yerde daha iyi olduğuna inanıyorsun. Eğer kom
şun da böyle düşünüyorsaeyvahlar olsunsana. Emin ol, öyle düşünüyor.
Birilerininartıkçocuklukyapmaktanvazgeçmesi gerekiyor.
5. İsteğinkendini senin içinde doyuruyor. Tanrınakendinden daha
değerli bir adak yemeği sunamazsın. Oburluğun seni yiyip bitirsin ki
yorulup sakinleşsin ve sen de iyi bir uyku çek ve her gün güneşi bir
armağan olarak gör. Başka şeyleri ve başka insanları yersen oburluğun
sonsuza dek doyumsuz kalır çünkü daha fazlasını ister ve sana en pa­
halıya mal olan da seni istemesidir. Öyleyse kendi yolunda gitmek için
sen kendi arzunu zorlayacaksın. Yardıma ve öğüde gereksinim duy
duğunda başkalarına danışabilirsin ama kimseden bir talebin olamaz
ve kendinden başka hiç kimseden ne bir şey isteyebilir ne de bekleye­
bilirsin. İsteğin kendini yalnızca senin içinde doyurur. Kendi ateşindi'
yanmaktan korkuyorsun. Bundan kimse alıkoymasın seni, ne bir baş
kasının acıması ne de daha tehlikeli olan kendine acıman. Kendi içinde
yaşaman ve ölmen gerekiyor çünkü.
6. Oburluğunun ateşi seni yakarsa senden geriye külden başka bir
şey kalmaz çünkü hiçbir yanın kararlı değildi. Yine de kendini yakıp
kül ettiğin ateş birçoklarını aydınlattı. Oysa yaşamından korkuyla ka
çıp gidersen hemcinslerini ateşe verirsin ve oburluğunun ateşli işken
cesi sen kendini istemediğin sürece sönmez.
7. Ağız sözü, imi ve simgeyi dile getirir. Söz bir imse, anlamı yok
tur. Oysa söz bir simgeyse anlamı her şeydir.258Yol ölüme girinti'
258. Jung’un imlerin ve simgelerin anlamlarını ayırt etmesi üzerine bkz. Psikolojik Tipler
(1921, TE 6, §814ff).
ve çevremizi çürüme ve yılgı sarınca, yol karanlıkta yükselir ve kur­
taran simge, söz olarak ağızdan çıkar. Yüksekte güneşe yol gösterir
çünkü simgede karanlıkla savaşan insan gücü serbest kalır. Özgür-
1üğümüz dışımızda değil, içimizde. İnsan dıştan bağlanmış olabilir
ama iç bağlarını koparan kendini yine de özgür duyacaktır. İnsan
güç eylemleriyle kendini dışta özgür kılabilir ama iç özgürlüğünü
ancak simge yoluyla yaratır.
8. Simge, ağızdan çıkan sözdür, yalnızca konuşmaklakalmaz, ben­
liğin derinliklerinden güç ve büyükgereksinimsözü olarakyükselir ve
beklenmedik bir şekilde kendini dilin üzerine koyar. Şaşırtıcı ve bel­
ki de görünüşte usdışı bir sözcüktür ama simge olarak görülür çünkü
bilinçli zihne yabancıdır. Simge kabul edilirse adeta varlığı daha önce
bilinmeyen yeni bir odaya bir kapı açılır. Oysasimgeyikabul etmemek
dikkatsizce bu kapının yanından geçip gitmeye benzer; iç odalara açı­
lan tekkapı bu olduğu için de yeniden dışarıya, sokaklara çıkmak, dış­
sal olan her şeye maruz kalmakgerekir. Oysa ruh büyük bir yoksunluk
çeker çünkü dış özgürlükonun işine yaramaz. Kurtuluş birçok kapıdan
geçen uzun bir yoldur. Bu kapılar simgelerdir. Bu kapıların her biri ilk
başta görünmez durumdadır; hatta en başta / adeta yaratılmaları gere­ !37 /ı38
kir çünkü ancak pınarın kökü, simge kazılıp çıkarılırsa var olur.
Adamotunu bulmak için kötü huy gerekir^59çünkü simgenin ya­
ratılması için her zaman iyi ile kötünün birleştirilmesi gerekir. Simge
ne düşünülür ne de bulunur; oluşa-gelir. Oluşa-gelmesi insan yaşa­
mının rahimde oluşa-gelmesine benzer. Gebelik istemli birleşmeyle
olur. İstemli ilgiyle sürer. Derinlikler gebe kaldığında ise simge büyür
kendi içinden ve bir Tanrı'ya uygun olarak zihinde doğar ama çocu­
ğunun üzerine bir canavar gibi atılıp onuyeniden yutmak isteyen bir
anneye benzer yine.
Sabahyeni güneş yükseldiğinde söz ağzımdan çıkar ama sevgisizce
katledilir çünkü onun kurtarıcı olduğunu bilmiyordum. Yeni doğan
çocuk, onu kabul edersem eğer, hızla büyür ve hemen sürücüm olur.
Söz rehberdir, göstergeler üzerindeki ibreler gibi kolayca titreşen orta
yoldur. Söz her sabah suların üzerinde yükselen ve insanlara yol gös­
259. Adamotukökleri insanıandıranbirbitkidirbuyüzdendebüyüritüellerindekullanılır.
Söylenceyegöretopraktançıkarıldıklarındaçığlıkatarlar. Jung“FelsefeAğacı“nda
(1945) şöyleyazar: [adamotu] “siyahbirköpeğinkuyruğunabağlandığındatopraktan
çıkarkençığlıkatar.”
terici yasayı duyuran Tanrı’dır. Dış yasalar ve dış bilgelik sonrasızca
yetersizdir çünkü tekbir yasa ve tekbir bilgelikvar, o da benimgünde­
likyasam, benimgündelik bilgeliğim. Tanrı her geceyeniler kendini.
Tanrı birden çok kıyafete bürünür çünkü belirdiğinde gecenin ve
içinde uyuduğu ve gecenin son saatinde yenilenmek için savaştığı gece
sularının kişiliğinden bir parça taşır. Sonuçta görünümü ikili ve be
lirsizdir; gerçekten de kalbe ve zihne dokunur. Belirirken Tanrı beni
sağa ve sola doğru çağırır, bana her iki yandan seslenir. Yine de Tanrı
ne birini ne de diğerini ister. O orta yolu ister. Yine de uzun yolun
başlangıcıdır orta.
Oysa insanbaşlangıcı asla göremez; oyalnızcabirini görür, diğerini
göremez ve diğerini görürse, biri göremez ama birini ve diğerini kuşa
tanı göremez. Başlangıç noktası zihinve istemin durgun olduğuyerdir;
öfkemi, başkaldırışımı ve en sonunda da en büyük korkumu uyandı
ran bir askıdakalma durumudur. Artık hiçbir şey göremiyorumçünki'ı
ve artık hiçbir şey isteyemiyorum. En azından bana öyle görünüyor.
Yol önceden devinimde olan her şeyin son derece tuhaf durgunluğu.
kör bir bekleyiş, kuşkulu bir dinleyiş ve el yordamıyla arayıştır. İnsan
patlayacağına emin olur. Oysa tam da bu gerilimden çözüm doğar w
neredeyse her zaman insanın beklemediği yerde belirir.
Peki ama nedir çözüm? Her zaman için eski ve tamda bu nedenli'
yeni bir şeydir çünkü çok uzun zaman önce geçip gitmiş bir şey de
ğişmiş bir dünyaya döner ve bu yüzden de yenidir. Yeni çağda eskiyi
doğurmakyaratmaktır. Budur yeninin yaradılışı ve bu da beni günah
tan arındırır. Kurtuluş ödevin çözümüdür. Ödev yeni çağda eskiyi do
ğurmaktır. İnsanlığın ruhu yol boyunca dönen burçlar kuşağının biı
yük çarkına benzer. Aşağıdan sürekli bir devinimle yukarı gelen lwı
şey zaten oradaydı. Çarkın yeniden gelmeyen hiçbir parçasıyoktur. Hu
yüzden de olmuş her şeyoraya, yukarıyaakarve olmuş yeniden olacak
tır. Bunların hepsi insan doğasının doğmamış nitelikleridir. Olmuşun
dönüşü ileriye devinimin özüne aittir.260Yalnızca bir cahil hayret edil
260. Taslakşöyledevamediyor: “Herşeysonsuzadekaynıdırveyinedeaynı değildir
çünkütekeruzunbiryol boyuncadöner. Oysayolvadilerdenvedağlardangeçer.
Tekerindönüşüveparçalarınınbengi dönüşüarabaiçinözseldirancakanlamyoldadıı
Anlamaancaktekerinsürekli dönüşüveileri hareketiileulaşılır. Geçmişindönüşü
herilerihareketeiçkindir. Buancakcahilinaklını karıştırır. Cahil aynınınzorunlu
dönüşünedirenmemizenedenoluryadaaçgözlülüktekerinyukarı hareketinde
buna. Yine de anlamaynının sonrasız dönüşünde261 değil, herhangi bir
zamandaki döngüsel yaratış tarzındadır.
Anlam döngüsel yaratışın tarzında ve yönündedir. Peki, sürücümü
nasıl yaratırım? Yoksa kendi sürücümmü olmak istiyorum? Kendime
yalnızca istemve yönelmişlikle yol gösterebilirim. İyi de istemve yö-
nelmişlik sadece parçam. Öyleyse bütünselliğimi anlatmayayetmezler.
Yönelmişlik önceden görebildiğim, istemise önceden görülen hedefin
istenmesidir. Peki, hedefi nerede bulacağım? Hedefi şu an bildiğim­
den alırım. Dolayısıyla şu anı geleceğin yerine koyarım. Bu / tarzda, 138/139
geleceğe ulaşamasam da, yapay olarak sürekli bir şu an yaratırım. Şu
ana zorla girmekisteyen her şey bana rahatsızlıkolarak gelir ve yönel-
mişliğimin kurtulması için onu uzaklaştırmaya çalışırım. Bu yüzden
de yaşamın ilerleyişini engellerim. İyi de istemve yönelmişlik olmadan
nasıl kendi sürücümolacağım? Öyleyse bilge insan sürücü olmak iste­
mez çünkü istemve yönelmişliğin kesinlikle hedeflere ulaştığını ama
geleceğin gelmesini rahatsızettiğini bilir.
Gelecekbenimiçimden büyür; onu benyaratmamama yine de ya­
ratırım, yalnız bile bileve istemle değil, istemve yönelmişliğe karşı. Ge-
leceğiyaratmakistersem, geleceğekarşı çalışırım. Yaratmakistemezsem
de yine geleceğinyaratılışında yeterli katkımolmaz ve o zaman da her
şey kurbanı olduğum kaçınılmaz yasalara göre meydana gelir. Eskiler
yazgıyı zorlamak içinbüyüyü tasarladı. Büyüyle dış yazgıyı belirlemeye
gerek duydular. Bizse ona iç yazgıyı belirlemek ve kavrayamadığımız
yolubulmakiçingerekduyuyoruz. Uzunsüre bunun netür bir büyüol­
ması gerektiğini düşündüm. En sonundadahiçbir şeybulamadım. Onu
içinde bulamayanın çırak olması gerekir, bu yüzden de ününü duydu­
ğumbüyük bir büyücünün yaşadığı uzakbir ülkeye gittim.

bizi yukarı ve uzağa fırlatmasına neden olur çünkü tekerin bu parçasıyla hep yukarı
çıkacağımızı zannederiz. Oysa yukarı değil, daha derine gideceğiz; en sonunda da
dibe ulaşacağız. Öyleyse durağanı övün çünkü o size İksion gibi tekerin oklarına bağlı
olmadığınızı, yol boyunca size anlamı yorumlayan sürücünün yanında oturduğunuzu
gösteriyor” (s. 469-70). İksion, Yunan mitolojisinde Ares’in oğludur. Hera’yı baştan
çıkarmaya çalışmış ve Zeus onu hiç durmadan dönen kızgın bir tekere bağlayarak
cezalandırmıştır.
26 ı. Her şeyin yeniden döndüğü düşüncesi Stoacılık ve Pitagorascılık gibi çeşitli
geleneklerde bulunur ve Nietzsche’nin eserlerinde önemli bir yer tutar. Nietzsche
üzerine çalışmalarda bunun etik bir buyruk mu yoksa kozmolojik bir öğreti mi olduğu
önemli bir tartışma konusudur. Jung bu kavramı 1934'de Nietzsche’nin Zerdüşt’ü, cilt
1, s. 191-92'de ele alır.
Büyücü262
Cap. xxi.

[HI: 139] {I} [ı] 263Uzun bir arayıştan sonra önünde büyükbir lale bah
çesi olan kırdaki küçük evi buldum. <l>IAHM!1 N [Filemon] ve karısı
BAYKIZ [Baucis] burada yaşıyor. <l>IAHMON henüz yaşlılığa hükmetme
yi sağlayamamış büyücülerden biri ama mütevazı bir yaşamı tercih edi
yor ve karısına da aynı şeyi yapmaktan başka bir şey kalmıyor.264Öyle
görülüyor ki ilgi alanları daralmış, hatta çocuksulaşmış. Lale bahçesini
suluyorlar ve yeni biten çiçeklerden bahsediyorlar birbirlerine. Günleri
geçmişin ışığının aydınlattığı ve gelecek olanın karanlığından yalnızca
birazkorkan, bocalayan, solukbir gölge oyununun alacakaranlığında.
<l>IAHMON neden bir büyücü?265 Kendisi için ölümsüzlük, ölümün
ötesinde bir yaşam mı çağırıyor? Herhalde büyücülükyalnızca mesle
262. El Yazması Taslakta bunun yerine: “Onuncu Macera” (s. 1061).
263. 27 Ocak 1914.
264. Ovid, Metamorfozlarda Filemon ile Baucis’in öyküsünü anlatır. Jüpiter veMerkür
ölümlü kılığına girerek dağlık Frigya’da dolaşmaya başlar. Dinlenecek bir yer ararlar bin
evden geri çevrilirler. En sonunda yaşlı bir çift onları kabul eder. Çift gençlik yıllarında
yine bu kulübede evlenmiş, birlikte yaşlanmış ve yoksulluklarını memnuniyetle
kabullenmiştir. Konukları için yemek hazırlarlar. Yemek yendiği sırada sürahinin
boşaldıkça kendiliğinden dolduğunu görürler. Ev sahipleri konuklarının onuruna tek
kazlarını kesmeyi önerir. Tanrılar bunu kabul etmeyip kazı kurtarır. Daha sonra Jüpiter
ve Merkür kimliklerini açıklar ve çifte mahallelerinin cezalandırılacağını ama onlara
dokunulmayacağını söyler. Çifte onlarla gelerek dağlara tırmanmalarını söylerler.
“Doruğa ulaştıklarında çift kulübelerinin çevresindeki köyün sele kapıldığını ve yalnızca
kendi kulübelerinin ayakta kaldığını görür. Kulübe mermer sütunları ve altın çatısıyla
bir tapınağa dönüşmüştür. Tanrılar çifte ne dilediklerini sorar. Filemon onların rahibi
olmak, onların tapınağında hizmet etmek ve eşiyle aynı zamanda ölmek istediğini söyler.
Bu dilekleri yerine getirilir ve öldüklerinde yan yana iki ağaca dönüşürler. Goethe’nin
yazdığı Faust 2 Sahne 5’te daha önce Filemon ve Baucis sayesinde kurtulan bir gezgin
onlara seslenir. Faust bu sırada denizden alınan bir toprak üzerine bir şehir kurmaktadır.
Faust, Mefıstofelese Filemon ve Baucis’in evinin taşınmasını istediğini söyler. Mefıstofeb
ve üç güçlü adam gidip Filemon ve Baucis de içindeyken kulübeyi yakarlar. Faust sadece
evlerini değiştirmek istediğini söyler. Eckermanna göre Goethe şöyle der: “Benim
Filemon ve Baucis’imin... meşhur antik çiftle ve onlarla ilgili gelenekle bir alakası yok.
Onlara bu isimleri vermemin nedeni karakterlerini yükseltmek istememdir. Kişiler ve
ilişkileri benzer ve böylece isimler iyi bir etki yaratıyor” (6 Haziran 1 83 1, Goethe, Fausl,
çev. W Arndt [New York: Norton Critical Edition, 1976], s. 428’deki alıntı).
265. Psikolojik Tiplerde (1921) Faust’u ele alırken Jung şöyle der: “Büyücü ilksel paganlıktan
bir iz taşır kendinde, Hristiyan ayrımından etkilenmemiş bir doğası vardır hâlâ ve bu
da hâlâ pagan olan ve karşıtların hâlâ kendi özgün durumlarında, tüm günahkârlığın
ötesinde olduğu bilinçdışına erişebileceği anlamına gelir ancak bunlar bilinçli yaşamda
özümsendiklerinde aynı ilksel ve sonuç olarak iblis gücüyle iyi ve kötüyü yaratırlar...
İşte bu yüzden o kurtarıcı olduğu kadaryokedicidir de. Bu figür de dolayısıyla birlcşınc
çabası için bir simge taşıyıcı olmaya son derece uygundur.” (TE 6, §316).
ğiydi ve şimdi emekliye ayrılmış bir büyücü gibi görünüyor. Arzusu ve
yaratıcı dürtüsütükenmiş, lale ekmekten ve işte buyetersizliğindendo­
layı, küçük bahçesini sulamaktanbaşka elinden bir şey gelmeyen yaşlı
bir adamgibi hak ettiği dinlenmeye çekilmiş. Sihirli asasını bir dolaba,
Musa’nın altıncı ve yedinci kitaplarının266ve EPMHI: TPIZM E n ZTYZ
[Hermes Trismegitsus]267bilgeliğininyanına kaldırmış. <I>IAHMON yaş­
lanmış ve zihni biraz zayıflamış. Az bir para ya da mutfağına bir arma­
ğankarşılığında büyülenmiş sığırların iyileşmesi için hâlâbirkaç büyü­
lü tılsımsöylüyor ama bu tılsımlar ne kadar doğru, anlamlarını nereye
kadar anlıyor, kuşkulu. Ayrıca ne mırıldandığı da önemli değil çünkü
sığırlar / kendiliklerinden de iyileşebiliyor. İşte ihtiyar OIAHMON bah­ 139/140
çesine gidiyor iki büklümve titreyen elinde bir su kovası. Baucis mut­
fak penceresinde durmuş sakin ve kayıtsız onu izliyor. Bu görüntüyü
binlerce kez görmüş ama her seferinde biraz daha çelimsiz, biraz daha
güçten düşmüş. Üstelik kendi gözleri de he geçen gün zayıfladığı için
bu görüntüyü de gittikçe daha bulanıkgörebiliyor/68
Bahçe kapısında duruyorum. Henüz bu yabancıyı fark etmediler.
“ OIAHMON, yaşlı büyücü, nasılsın?” diye sesleniyorum. Beni duymu­
yor, sanki büsbütün sağırlaşmış. Yanına gidip kolunu tutuyorum. Be­
ceriksizce ve titreyerek dönüyor ve beni selamlıyor. Ak bir sakalı ve
ak saçları var, kırış kırış yüzüne bir şeyler olmuş gibi. Gözleri gri ve
ihtiyar. İçlerinde tuhaf bir şey var, insanın canlı olduklarını düşünesi
geliyor. “Ben iyiyimyabancı,” diyor, “da senburada ne yapıyorsun?”
B: “Kara sanattan anladığın söyleniyor. Ben de ilgileniyorumbu sa­
natla. Banabiraz anlatabilir misin?”
<l>: “Ne anlatayımki? Anlatacak bir şey yok.”
B: “Huysuzluk etme, yaşlı adam, öğrenmek istiyorum.”
<l>:“Bendendahabilgili olduğunkesin. Bensananeöğretebilirimki?”
266. Musa’nın altıncı ve yedinci kitapları (Tevrat’taki beş kitaba ek olarak) ı849 yılında Johan
Schiebel tarafından yayımlandı. Schiebel'e göre metinler eski Talmut kaynaklarından
geliyordu. Çalışma Kabbala büyüsü üzerine özet niteliğindedir ve popülaritesini
yitirmemiştir.
267. Hermes Trismegistus figürü Hermes ile Mısır Tanrısı Tot’un birleştirilmesiyle ortaya
çıkmıştır. Simya ve büyü üzerine geniş bir kaynak olan ve başlangıçta daha eski olduğu
düşünülse de Hristiyanlığın erken dönemine ait olan Corpus Hermeticum ona atfedilir.
268. Goethe’nin Fausf’unda Filemon çökmekte olan güçlerden söz eder: “Yaşlılıkta yardım
edemedim [bendin yapılmasına] /eskidense çok yardımım dokunurdu / gücüm
azaldıkça / sular geri itildi.”
B: “Katı yürekli olma. Sanarakip olmakgibi bir niyetimyok. Sadece
yaptıklarınlave uyguladığınbüyülerle ilgileniyorum.”
<D:“Ne istiyorsun?Eskiden çeşitli yerlerde hastave engelli insanlara
yardımetmişliğimvar.”
B: “Tam olarak ne yaptın?”
<D:“Ne yaptıysamduygudaşlıkla yaptım, oldukça basit.”
B: “Yaşlı adam, bu kulağa gülünç ve belirsiz geliyor.”
<D:“Nedenmiş o?”
B: “İnsanlara sevecenlik göstererek yardımettiğin anlamına da ge­
lebilir, batıl, duygudaş araçlarla da.”
<D:“Kuşkusuz her ikisi de oldu.”
B: “Yani bütün bundan mı ibaretti?”
<D:“Dahası vardı.”
B: “Neydi, anlat bana.”
<D:“Orası seni ilgilendirmez. Saygısız işgüzarın tekisin sen.”
B: “Lütfen, merakımı kötüyeyorma. Kısazaman öncebüyü üzerine
duyduklarım, bu eski uygulamayla ilgilenmemi sağladı. Sonra da sana
geldim çünkü kara sanattan anladığını duydum. Bugün üniversiteler
de hâlâ büyü okutuluyor olsaydı o bölüme giderdim. Oysa son büyü
okulu da uzun zaman önce kapandı. Artık büyü konusunda bir şeyler
bilen profesörler yok. Öyleyse hassas davranıp cimrilik etme, sanatın
dan biraz olsun söz et bana. Herhalde mezara sırlarınlabirlikte gitmek
istemiyorsun, değil mi?”
<D:“Yapacağın şey gülmek olacak zaten. Öyleyse neden bir şey an
latayım sana? Her şey benimle birlikte gömülse daha iyi olur. Sonra
bir kez daha keşfedilebilir. İnsanlık onu asla yitirmez çünkü büyü hor
birimizle birlikte bir kez daha doğar.”
B: “Ne demek istiyorsun? Büyünün insana doğuştan geldiğine ıııi
inanıyorsun gerçekten?”
<D:“Eğer yapabilsem, evet, elbette, öyle derdim. Oysa bunu gülünt,
bulacaksın.”
B: “Hayır, bu kez gülmeyeceğim çünkü tüm çağlarda her yerdi'
bütün halkların aynı büyü gelenekleri olması üzerine sık sık dii
şünmüşümdür. Gördüğün gibi buna benzer şeyleri zaten daha öner
düşünmüştüm.”
<D:“Büyü hakkında ne düşünüyorsun?”
B: “Açıkkonuşmakgerekirse hiçbir şeyya da çok az. Bana öyle geli­
yor ki büyü doğadan aşağı olan insanın kullandığı boş araçlardan biri.
Büyüde başka bir somut anlamgöremiyorum.”
<D:“Herhalde profesörlerin de bu kadarını biliyordur ancak.”
B: “Evet, ama sen ne biliyorsun?”
<D:“Söylememeyi tercih ederim.”
B: “Bu kadar ketum olma, yaşlı adam, yoksa benim bildiğimden
fazlasını bilmediğini düşüneceğim.”
<D:“Nasıl istersen öyle düşün.”
B: “Verdiğinyanıtabakılırsabaşkalarındandahaçokanladığınkesin.”
<D:“Gülünç adam, ne kadar da inatçısın! Usunun seni yıldırmasına
göz yummamanı sevdimyine de.”
B: “Evet, gerçekten öyle. Bir şeyi öğrenmekve anlamak istediğimde
sözde usumu evde bırakırımve ne kadar kuşkulu da olsa anlamaya ça­
lıştığımşeye açık görüşlü yaklaşırım. Bunu zamanla öğrendim çünkü
songünlerde bilimdünyası bunun korkutucukarşıt örnekleriyle dolu.”
<D:“Ohalde kendibaşına gerisini getirebilirsin.”
B: “Umarım. Şimdi, büyü konusundan uzaklaşmayalım.”
<D:“Usunu evde bıraktığını söylüyorsun. O zaman büyü hakkında
daha çok şey öğrenmeye neden bu kadar kararlısın? Yoksa tutarlılığı
usun bir parçası olarak görmüyor musun?”
B: “Evet, öyle, görüyorum, aslında senbecerikli bir sofistsinve beni
ustacaevin çevresinde dolandırıpyeniden kapıya getiriyorsun.”
<D: “Sana öyle geliyor çünkü her şeyi aklının bakış açısıyla yargı­
lıyorsun. Mantığını bir an bile bıraksan tutarlılığı da onunla birlikte
bırakırsın.”
B: “Bu zorlu bir sınav. Yine de bir noktada usta olmak istediğimde
sanırımisteğine uymamgerekecek. Tamam, dinliyorum.”
<D:“Ne duymak istiyorsun?
B: “Beni konuşmaya çekemezsin. Ben sadece senin konuşmanı
bekliyorum.”
<D:“Hiçbir şey söylemezsemne olacak?”
B: “Ozamanbiraz dautanç içindeçekilirve <DIAHMON’un kesinlikle
bana öğretecek bir şeyleri olan kurnaz bir tilki olduğunu düşünürüm.”
<l>: “Böylece, oğlum, büyü hakkında bir şey öğrenmiş oluyorsun.”
B: “Bununüzerinekafayormamgerek. Bunun birazşaşırtıcı olduğunu
kabul etmeliyim. Büyünün biraz daha farklı olacağını düşünmüştüm.”
<l>: “Bu da büyüyü ne kadar az anladığını ve düşündüklerinin ne
kadar yanlış olduğunugösteriyor.”
B: “Eğer gerçekten öyle olduysa ya da öyleyse soruna bütünüyle
yanlış yaklaştığımı kabul etmeliyim. Söylediklerinden bu konuların
bildik anlayışa uymadığını çıkarıyorum.”
<l>: “Büyü de öyle.”
B: “Yine de beni caydıramadın. Tam tersine, şimdi daha da çok
duymak istiyorum. Bugüne dek bildiklerimhep olumsuzdu.”
<l>: “Böylece ikinci önemli noktayı görmüş oluyorsun. Her şeyden
önce büyünün bilinebileceklerin olumsuzu olduğunu anlamalısın.”
B: “Bu da sevgili <l>IAHMON, sindirmesi zor bir bilgi ve bana verdiği
acı az değil. Bilinebileceklerin olumsuzu mu? Sanırım bilinemeyeceği­
ni söylemek istiyorsun, değil mi? Bu da anlayışımı aşıyor.”
<l>: “Bu da temel alacağın üçüncü nokta. Yani anlayabileceğin hiçbir
şey yok.”
B: “Bunun yeni ve tuhaf bir şey olduğunu söylemeliyim. Büyüyle
ilgili hiçbir şey anlaşılamaz mı yani?”
<l>: “Aynen öyle. Büyü, tamolarak, kavranamayandır.”
B: “Ozaman büyü nasıl öğrenilebilir ve öğretilebilir?”
<l>: “Büyü ne öğrenilir ne de öğretilir. Büyüyü öğrenmek istemen
aptalca.”
B: “Öyleyse büyü aldatmacadan başka bir şey değil.”
<l>: “Dikkat et, yine usavurmaya başladın. “
B: “Us olmadan var olmak kolay değil.”
<l>: “İşte büyü de o kadar zordur.”
B: “Demekgerçekten zor. Buradandayetenekliler için usubütünüyle
tersine öğrenmenin kaçınılmaz bir koşul olduğu sonucuna varıyorum.”
<l>: “Korkarımsonuç budur.”
B: “Ah tanrılar, bu ciddi.”
<l>: “Zannettiğin kadar ciddi değil. İnsan yaşlandıkça us geri çekilir
çünkü us gençlikte yaşlılığa oranla çokdahayoğun olan dürtülerin kar­
şıtıdır. Sen hiç genç büyücü gördün mü?”
B:“Hayır, büyücüler yaşlı olmalarıyla tanınır.”
<D:“Görüyorsun, haklıyım.”
B: “Öyleyse yetenekliler için pek de umut yok. Büyünün gizemleri­
ni yaşamak için yaşlanmayı beklemekgerekiyor.”
<D:“Usunu daha önce bırakırsa daha önce de yararlı bir şeyler ya­
şayabilir.”
B: “Bu bana tehlikeli bir deney gibi geliyor. İnsan usunu öylece bı­
rakamaz.”
<D:“İnsan öylece / büyücü de olamaz.” 141/142
B: “Ne lanet kapanlar kuruyorsun.”
<D:“Ne istiyorsun? Büyü böyledir.”
B: “Yaşlı şeytan, ussuzyaşlılığı kıskanmamı sağladın.”
<D:“Vay vay vay, yaşlı bir adamolmak isteyen bir genç! Hemde ne
için? Büyü öğrenmek istiyor ama gençliğini feda etmeyi göze alamı-
yor.”»
B: “Ne korkunç bir ağ atıyorsun, yaşlı tuzakçı.”
<D: “Belki de büyü için saçların ağarmaya başlayana ve usun biraz
çekilene dek birkaç yıl beklemek istersin.”
B: “Senin alaycı sözlerini dinlemekistemiyorum. Aptal hikâyelerini
yeterince dinledim. Söylediklerini anlamıyorum.”
<D:“Yine de aptallıkbüyüye giden yolda bir ilerleme olabilir.”
B: “Bu arada, büyüyle ne elde etmeyi umuyorsun, Tanrı aşkına?”
<D:“Gördüğün gibi, hayattayım.”
B: “Hayatta olan başka yaşlılar da var.”
<D:“Evet, ama nasıl olduğunu gördün mü?”
B: “Eh, peh de hoş bir görüntü olmadığını kabul etmeliyim. Yine de
geçen zaman seni de değiştirmiş.”
<D:“Biliyorum.”
B: “Sana ne yararı oldu o zaman?”
<D:“Gözle görülebilecekbirşey olduğunu söyleyemem.”
B: “Nasıl bir yarar gözle görülemez?”
<D:“Ben buna büyü diyorum.”
B: “Bubir kısır döngü. Senin hakkından şeytan gelir ancak.”
<D: “Büyünün bir yararı da bu işte. Şeytan bile benim hakkımdan
gelemez. Büyüyü anlamaya başladın, demek ki bu konuya yeteneğin
olduğunu kabul etmeliyim.”
B: “ T eşek kü r ederim .”
OIAHMON: “ B u k ad a r yeter, başım d ön m eye başladı. G ü le g ü le !”
K ü çü k bahçeden çıkıp sokakta y ü rü m eye b aşlıyoru m . Ç evred e d u ­
ran insan gru pları gizliden gizliye b an a bakıyor. A rk am d an fısıldaş-
tıklarını d uyuyo rum : “ Bak, işte orada, ih tiyar OIAHMON’un öğrencisi.
Y a şlı ad am la uzun süre k on u ştu . B ir şeyler öğrendi. G izem leri biliyor.
K eşke on un şim di y a p a b ild ik le rin i ben de yap ab ilseyd im .” “ Susun, sizi
aptallar,” diye bağırm ak istiyoru m am a yap am am çünkü gerçekten bir
şey öğren ip ö ğ ren m ed iğim i bilm iyo ru m . Sessizliğim i k o ru d u ğ u m için
de şim di OIAHMON’dan bir şeyler öğren d iğim e daha çok inanıyorlar.

269[2] [H I .I42] Öğrenilebilecek b ü yü uygulam aları old u ğu n ain an m ak


yanlış. B üyü anlaşılam az. İnsan ancak usa u y a n ı anlayabilir. B ü y ü usdışı-
na uyuyor ve o da anlaşılam az. D ü n ya yalnızca usa değil, usdışına da uyar.
O ysa insan dünyayı anlam ak için usuna başvurduğu, böylece usavurula-
142I143 bilir olan u sa yaklaştığı anda, b ir anlayış eksikliği de usdışına uyar. /
B u görüşm e usdışıdır ve k avranam az. B ü yüsel anlayış kavranamaz.
o larak ad land ırıland ır. İşleyişi b ü yü sel olan h er şey k avrayış-d ışıd ır ve
k avrayış-d ışı olan genellikle bü yüsel yo ld an işler. K a v rayış-d ışı işleyiş
büyüsel o larak adlandırılır. B üyü sel olan hep çevreler beni, beni hep
içine alır. K apısı olm ayan alanlar açar ve çıkışı olm ayan açıklığa çıkar.
B ü yü sel olan iy i ve k ötü d ü r ve ne iy i ne kötüdür. B ü yü teh likelidir çün
kü u sd ışın a uyan insan ın aklını k arıştırır, baştan çıkarır ve k ışkırtır ve
ben de hep onun ilk k u rb an ı olu rum .
U sun old u ğu yerde b ü yü ye gerek olm az. İşte bu yüzd en çağım ızda
b ü y ü y e gerek yok. Y a ln ız ca usu olm ayan lar bu yo ksu n lu ğu telafi etmek
için büyüye gerek du ym u ştu r. O y sa usa u ygu n olan ı büyü yle bir araya
getirm ek u sd ışıd ır çünkü aralarında hiçbir ilişki olam az. Bir araya geti
rildiklerin de ikisi de bozu lu r. İşte bu yü zd en de ustan yo ksu n olanların
hepsi fazlalığa ve savsak lam aya düşer. D o layısıyla bu çağın insanı bü
y ü yü asla k u lla n m a y a ca k /70

269. Jung’un kaligrafi cildinde sayfa boşluğuna aldığı not: “Ocak 1924.” Bu parçanın kaligrafi
cildinde yazıya aktarıldığı tarih olabilir. Bu noktada yazı büyüyor ve sözcüklerin
arasındaki boşluk artıyor. Bu dönemde Cary Baynes yazı işine başlamıştı.
270. Psikolojik Tiplerde (192ı) Jung şöyle diyor: “Kişinin usu zaten dengeleyici bir organ
olduğunda us ancak bir denklik verebilir. .. Kural olarak, insan ortadaki yerini bulmak
için mevcııt durumunun karşıtına gereksinim duyar” (TE 6, §386).
Oysa içinde kaosu açan için durum farklıdır. Haberciyi çağırmak
ve kavranamaz olandan haber almak için büyüye gerek duyarız. Dün­
yanın us ve usdışını içerdiğini gördük ve yolumuzda yalnızca usun
değil, usdışının da gerekli olduğunu anladık. Bu gereksiz bir ayrımve
kavrayış düzeyine bağlı. Yine de dünyanın büyükbölümünün anlayışı­
mızın ötesinde kaldığından emin olabiliriz. Kendi içlerinde illa da eşit
olmasalar bile kavrayış-dışı ve usdışı olana eşit oranda değer vermeli­
yiz. Bununla birlikte, kavrayış-dışı olanın bir bölümü ancak şu an için
kavranamazdır ve yarın usauygun olabilir. Öte yandan, anlaşılamadığı
sürece usdışı kalır. Kavranamaz olan usauyduğu sürece insan onu ba­
şarılı bir şekilde düşünebilir. Oysa, usdışı olduğu sürece / onu açmak 143/144
için büyüsel uygulamalara gerek duyulur.
Büyü, anlaşılmamış olanı kavranamaz bir şekilde anlaşılabilir kıl­
maktır. Büyünün yolu gelişigüzel değildir çünkü bu anlaşılabilir olur­
du, ancakbüyününyolu tersine kavranamaz temellerden doğar. Ayrıca,
temellerden söz etmek deyalnış çünkü temel usla uyuşur. Temelsizden
de söz edilemez çünkü bukonuda da pekbir şeysöylenemez. Büyünün
yolu kendi içinden doğar. İnsan kaosu açarsa büyü de doğacaktır.
Kaosa giden yol öğretilebilir ama büyü öğretilemez. Büyü konu­
sunda ancak sessiz kalınabilir ve bunun en iyi yolu da çıraklıktır. Bu
insanın aklını karıştıran bir görüş ama büyü işte böyledir. Us düzen
ve netlikoluşturur, büyü ise düzensizlikve bulanıklık.271 Anlaşılmamış
olanın anlaşılabilire büyüsel tercümesi için usa gerek duyulur çünkü
anlaşılabilir olan ancak us yoluyla yaratılabilir. Usun nasıl kullanılaca­
ğı söylenemez ancak insan kaosun açılmasının anlamı dile getirilmeye
çalışıldığında ortaya çıkar.272
Büyü bir yaşamtarzıdır. İnsan arabayı yönlendirmekiçin elinden ge­
leni yapar ve asıl yön verenin daha büyük olan öteki olduğunu görürse
büyüselişleyiş gerçekleşir. Büyünün nasıl biretki yaratacağı söylenemez,
onu önceden bilmek olanaksızdır çünkü büyü yasasızdır, bir anlamda
27ı. Taslak şöyle devam ediyor: “Dolayısıyla büyü uygulamaları iki kısıma ayrılır. Birincisi,
kaos anlayışının geliştirilmesi, ikincisi de özün anlaşılabilecek olana tercüme edilmesi”
(s. 484).
272. Taslak şöyle devam ediyor: “Usun büyüdeki payı çok küçüktür. Bu sizi gücendirecek.
Yaşa ve deneyime gerek duyulur. Gençliğin aceleci istekliliği ve korkusu, zorunlu
erdemliliği gibi Tanrı ile şeytanın gizli etkileşimini bozar. O zaman da insan hemen şu ya
da bu yana savrulur, körleşir ve kötürümleşir” (s. 484).
kurallar olm adan, rastlantısal b ir şekilde gerçekleşir. Ö te yand an koşul.
bütünüyle kabullenilm esi, y a d sın m a m a sıve böylece her şeyin ağacın bü
yüyüşüne aktarılm asıdır. H erkeste b ir hayli bulunan aptallık da bunun
bir parçasıdır, bü yü k olasılıkla en sıkıntı verici şey olan zevksizlik de.
İşte bu nedenle belirli b ir yaln ızlık ve tecrit b irin in ve ötekin in esen
liği için yaşam ın kaçın ılm az k oşu llarıd ır, y o k s a insan / yeterin ce kendi
si olam az. Y aşam d a d u rgu n lu ğa ben zer belirli b ir y a v a şlık kaçın ılm az
olacaktır. B öyle b ir ya şam d ak i b elirsizlik b ü y ü k olasılıkla bu yaşam ın
en b ü y ü k y ü k ü olacaktır am a y in e de ru h u m d ak i ik i çatışan gücü bir
leştirm em v e yaşam ım ın sonu n a d ek gerçek b ir evlilik içinde tutm am
g e re k iy o r çü n k ü b ü yü cü n ü n adı OIAHMON ve k arısın ın adı BAYKIL.
İs a ’n ın kendinde v e b aşkaların daki örneğind e ayırd ığın ı ben b ir arada
tu tuyorum çünkü varlığım ın b ir y a n s ı ne kad ar iy iy i isterse d iğer yarısı
d a o k ad ar C eh en n em ’e yön eliyor.
İkizler a yı sona erdiğinde insanlar gölgelerine şöyle dedi: “ Sen Ben
sin ,” çü n k ü önceden tinleri ikinci b ir kişi olarak yan ların d ayd ı. Böylece
iki bir old u ve bu çakışm adan h eybetli olan, kü ltü r denen ve İsa'nııı
çağın a d e k süren bilinç p ın a rı fışk ırd ı.273 O ysa b a lık birleşm iş olanın
karşıtlar yasası d oğrultu su nd a ü st v e a lt dü nyaya ayrılacağı a n ı göster
di. B üyüm en in gücü azalm aya başlarsa birleşm iş olan karşıtlara ayrılır.
İsa alttakini C eh ennem e gönderdi çü n kü iy iy e ulaşm aya çabalıyordu.
B u olm ak zorundaydı. Y in e d e ayrılm ış olan sonsuza d ek ayrı kalam az.
Y in e birleşecek v e balık ayı y a k ın d a sona erecek.274 G elişim için ikisi
nin de gerekli olacağın ı d ü şü n ü y o r ve anlıyoruz ve bu yü zd en de iyi
ile kötüyü birbirin e y a k ın tutuyoruz. İyin in içine çok fazla girm eniıı
kötünün içine çok fazla girm ekle ayn ı olduğunu b ild iğim iz için ikisini
de b ir arada tu tu yo ru z.^5

273. Burada ekinoksların devinimine dayanan balık burcunun Platonik ayı aeon’la ilgili
astrolojik kavrama gönderme yapıyor. Her Platonik ay bir burçtan oluşur ve yaklaşık
2300 yıl sürer. Jung Aion’da (1951) bununla ilgili simgeleri ele alır (TE 6, böl. 6).
274. Burada Platonik Balık ayının bitişine ve Platonik Kova ayının başlamasına gönderme
yapıyor. Bunun kesin tarihi bilinmiyor. Aion'da (1951) Jung şöyle yazıyor: ‘‘Astrolojik
olarak bir sonraki aeon’un başlangıcı, seçtiğiniz başlangıç noktasına göre, İ.S. 2000 ile
2200 yılları arasına düşüyor (TE 9,2, §149, dipnot 88).
275. Aionda (1951) Jung şöyle yazıyor: “ö yle görülüyor ki Balık burcunun aeon’u arketip
‘düşman kardeşler’ motifi tarafından yönetiliyor, daha sonra bir onraki Platonik ayın,
yani Kovanın yaklaşması karşıtların birliği sorununu ortaya çıkarıyor. O zaman kötülıiflıı
sadece bir privatio boni silip atmak mümkün olmayacak; gerçek varlığını kabul etmek
gerekecek” (te 9, §142).
Oysa bu şekilde yönümüzü yitiriyoruz ve artık dağdan vadiye ak­
mıyor şeyler, vadiden dağa doğru sessizce büyüyor. Artık önleyeme­
diğimiz ya da gizleyemediğimiz şey bizim meyvemiz. Akıntı çıkışı ol­
mayan bir / göl oluyor, okyanus oluyor suyubuharlaşıp göğe çıkanave
yağmur olup bulutlardan düşene dek. Deniz ölü olsa da aynı zamanda
yükselişin yeridir. Bahçesine bakan <DIAHMONda öyle. Ellerimiz bağlı
ve yerimizde sessizce oturmamız gerekiyor her birimizin. Görünme­
den yükseliyor ve uzak topraklara yağmur olup düşüyor.276Yerdeki su
yağması gereken bulut değil. Yalnızca gebe kadınlar doğurabilir, henüz
gebe kalmamışlar değil/77
[ÖH 146] N asıl bir gizemi demeye getiriyorsun adınla, Ey
OIAHMDN? Kuşkusuz sen bir zamanlar yeryüzünde dolaştıklarında
hiç kimsenin konuk etmediği tanrılara kapısını açan sevgilisin. Hiç
sakınmadan tanrıları konuk edensin sen. Onlar da evini altın bir ta­
pınağa dönüştürerek teşekkür ettiler sana, oysa diğerlerinin evini sel
aldı. Kaos patlak verdiğinde sen hayatta kaldın. Uluslar tanrılara na­
file yakarırken sen kutsal yerde hizmet ediyordun. Kuşkusuz, seven
hayatta kalır. Neden göremedik bunu? Tanrılar tamolarak ne zaman
gösterdi? BAYKIL saygıdeğer konuklarına o kutsanmış aptallıktaki tek
kazını sunmak istediğinde, hayvan tanrılara kaçtı ve onlar da ellerin­
deki son şeyi onlara sunan yoksul ev sahiplerine kendilerini gösterdi.
Böylece sevenin kurtulduğunu ve onun farkında olmadan tanrılara
ev sahipliği yaptığını gördüm.278
276. Taslak şöyle devam ediyor: “ Kış yağmurları İsa’yla birlikte başladı. O insanlara
Cennet’in yolunu öğretti. Biz de dünyanın yolunu öğretiyoruz. Öyleyse Incil'den bir şey
çıkartılmadı, yalnızca eklendi” (s. 486).
277. Taslak şöyle devam ediyor: “Bizim çabamız sağgörü ve entelektüel üstünlüğe odaklandı
ve böylece bütün zekâmızı geliştirdir. Oysa tüm insanlardaki olağan dışı aptallığın
boyutları göz ardı edildi ve yadsındı. Oysa içimizdeki ötekini kabul edersek aynı
zamanda doğamızın kendine özgü aptallığını da uyandırırız. Aptallık insanlığın tuhaf
at başlı değneklerinden biridir. Onda tanrısal bir şeylervar, aynı zamanda dünyanın
megalomanyaklığından da. İşte bu yüzden aptallık bu denli geniş. Bizi zekâya
yönlendirebilecek her şeyi bizden uzak tutuyor. Doğal olarak anlayışı gerektimediği
düşünülen her şeyin anlaşılmamış kalmasına neden oluyor. Bu kendine özgü aptallık
düşüncede ve yaşamda ortaya çıkıyor. Biraz sağır biraz kör, zorunlu yazgıyı doğuruyor ve
ussallıkla birleşen erdemi bizden saklıyor. Yaşamın karışık tohumlarını ayıran ve yalıtan,
böylece bize iyi ve kötünün ve usa! olanın ve olmayanın daha açık bir görüntüsünü
sunan budur. Oysa birçok insan ustan yoksunluğunda mantıklıdır” (s. 487).
278. Bu paragrafta Jung, Filemon ve Baucis’in Metamorfozlardaki klasik öyküsüne atıfta
bulunuyor.
Gerçekten, Ey <l>IAHM!1N, kulübenin bir tapınakolduğunuve sizin,
yani OIAHMHNve BAYKIl’ın tapınakta hizmet ettiğinizi göremedim. /
Bu büyüsel güç ne öğretilmeye ne öğrenilmeye izin veriyor. Biri ona
ya sahiptir ya da değildir. Son gizemini biliyorum artık; sen sevensin.
Kopmuşu birleştirmeyi başardın, yani Alt ile Üstü birbirine bağladın.
Bunu uzun zamandır bilmiyor muyduk? Evet, biliyorduk, hayır, bil­
miyorduk. Hep böyle olmuştu ve asla böyle olmadı. Madem yüzyıl­
lardır bilinen bir şeyi bana öğretecekti <l>IAHM£1N’a gelmek için bunca
uzun yollar aşmam neden gerekti? Ah, her şeyi çok eskilerden beri
biliyorduk ama tamamlanana kadar asla bilemeyeceğiz. Kim sevginin
gizemini tüketebilir?
[HI 147] Hangi maskenin ardına gizleniyorsun, E y <l>IAHM!1 N? Se­
nin bir seven olduğunu göremedim. Şimdi gözlerimaçıldı ve ruhunun
sevgilisi olduğunu, hazinesini kaygıylave kıskançlıkla koruduğunu gö­
rebiliyorum. İnsanları sevenler var, insanların ruhlarını sevenler var,
bir de kendi ruhlarını sevenler var. Tanrıların ev sahibi <l>IAHM!1 Nişte
böyle biri.
Güneşte yatıyorsun, Ey <DIAHM ON, kıvrılıp dolanmış bir yılan gibi.
Bilgeliğin yılanların bilgeliği, soğuk, bir damla zehirli ama bir parça­
sı iyileştirici. Zehirin felç ediyor, kendilerini kendilerinden kopararak
güçlü insanlar yaratıyor. Peki, onlar seni seviyor mu, sana minnet du­
yuyorlar mı, ruhunu seviyorlar mı? Yoksa büyülü yılan zehirin yüzün­
den sana lanet mi ediyorlar? Uzakta durup başlarını sallıyorlar ve ara­
larında fısıldaşıyorlar.
147/148 Sen hâlâ bir insan mısın OIAHMfiN, yoksa /kendini ruhunu sevme­
yen henüz insan olamaz mı? Konukseversin, <l>IAHMON, kirli gezginleri
kimolduklarını bilmeden kulübene aldın. Evin de altın bir tapınağa dö­
nüştü, gerçekten masandan doymadanmı kalktım? Bananeverdin? Beni
bir yemeğe mi davet ettin? Birçok renkle karmakarışık ışıldadın, kendini
hiçbir yerde bana av olarak sunmadın. Elimden kaçtın. Seni hiçbir yerde
bulmadım. Hâlâ bir insan mısın? Senin türün yılana dahayakın.
Seni tutup yakalamaya ve onu içinden söküp çıkarmaya çalıştım
çünkü Hristiyanlar Tanrılarını yemeyi öğrendi. Tanrı‘ya olanın insa­
na da olması için daha ne kadar zaman geçecek? Enginlere bakıyo­
rum ve feryatlardan başka bir şey işitmiyorum, insanların birbirini
yediğini görüyorum.
Ey <l>IAHMON, sen Hristiyan değilsin. Seni yutmama izinvermedin,
sen de beni yutmadın. İşte sırf bu yüzden ne ders salonların var ne de
hocalarından bahsedip sözlerini sanki yaşam iksiriymiş gibi özümse­
yenöğrencilerle dolup taşansütunlu hollerin. Sen ne Hristiyan ne put­
perestsin. Konuksever bir konuk-sevmez, tanrıların ev sahibi, hayatta
kalan, sonrasız olan, sonrasız bilgeliğin babasısın.
Peki, yanından gerçekten de doymadan mı ayrıldım? Hayır, yanın­
dan ayrıldım çünkü gerçekten doymuştum. Peki, ama ne yemiştim?
Sözlerin bana hiçbir şey vermedi. Sözlerin beni kendimle ve kuşkula­
rımlabaşbaşa bıraktı. Bu yüzden de kendimi yedim. İşte bu yüzden, Ey
tl>IAHMON, sen Hristiyan değilsin çünkü kendini kendinle besliyorsun
ve insanları da aynı şeyi yapmaya zorluyorsun. En çok da bu hoşla­
rına gitmiyor çünkü hiçbir şey insan hayvanını kendinden daha çok
iğrendirmez. İşte bu yüzden de kendilerini kemirmeden önce sürünen,
sıçrayan, yüzen ve uçan bütün canlıları, evet, hatta kendi türdaşlarını
yerler. Oysa bu etkili bir besindir ve insanı kısa sürede doyurur. İşte bu
yüzden, Ey OIAHMON, masandan doymuş kalkıyoruz.
Senin yolun, Ey <l>IAHMON, öğretici. Beni görebileceğimya da ba­
kabileceğimhiçbir şeyolmayanyararlı bir karanlıkta bırakıyorsun. Sen
karanlıkta parlayan bir ışık değilsin,279sonrasız doğruyu kurup insan
anlayışının / gece karanlığını yok eden kurtarıcı değilsin. Aptallığa 148/149
ve başkalarının şakalarına izin veriyorsun. Başkasından hiçbir şey is­
temiyorsun, Ey Kutsal, bahçendeki çiçeklerle ilgileniyorsun. Sana ge­
reksinim duyan sana soruyor, Ey zeki OIAHMON ve öyle sanıyorum
ki bir gereksinimin olduğunda sen de onlardan istiyorsun ve aldığının
karşılığını ödüyorsun. İsa insanları hevesli yaptı çünkü o gün bugün­
dür karşılığında hiçbir hizmet sunmadan kurtarıcılarından armağan­
lar bekliyorlar. Vermek güç gibi çocukça. Veren kendini güçlü sanı­
yor. Vermenin erdemi zorbanın gök mavisi yeleği. Sen bilgesin, Ey
OIAHMON, sen vermiyorsun. Sen bahçenin çiçek açmasını ve her şeyin
kendi içinden büyümesini istiyorsun.
Bir kurtarıcı gibi davranmadığın için seni övüyorum, Ey <l>IAHMON;
sen yoldan çıkmış koyunların peşinde koşan bir çoban değilsin çünkü
279. İsa'nın“Okaranlıktaparlayanışıkamakaranlıkonuanlamadı” şeklindebetimlendiği
Yuhanna1:5ilekarşılaştırın.
illa da birer koyun olmayan insanların onuruna inanıyorsun. Biri ko­
yunsa, onundakoyunlukhakkını ve onurunuveriyorsun çünkükoyunu
insanyapmaya ne gerekvar? İnsanların sayısı hâlâ gereğindenbile fazla.
Olacakların bilgeliğini biliyorsun, Ey OIAHMON. Bu yüzden de yaş­
lısın, ey eskilerden gelen, yaşadığınyıllar nasıl benden üstünse gelecek­
te de bugünden üstünsün ve geçmişinin uzunluğu ölçüsüz. Söylencesel
ve ulaşılamazsın. Vardın, olacaksın, döngüsel olarak dönerek. Bilgeli­
ğin görünmez, doğrun bilinmez, her çağda baştan aşağı asılsız, yine de
sonrasızca doğru ama can suyunu, yıldızlı suyu, gecenin çiy damlaları­
nı döküyorsun ve böylece bahçende çiçekler açıyor.
Neye gereksiniyorsun, Ey <l>IAHMON? Küçük şeyler için insanlara
gerekduyuyorsun çünküdahabüyükleri ve enbüyüğü senin içinde. İsa
insanları şımarttı çünkü onları yalnızca birinin, yani O’nun, Tanrı’nın
Oğlu’nun kurtarabileceğini öğretti ve o gün bugündür insanlar başka­
larından dahabüyükşeyler, özellikle dekurtuluşlarınıbekliyor. Bir ko-
149/150 yun bir yerlerde yolunu yitirdiğinde / çobanı suçluyor. Ey OIAHMON,
sen bir insansın ve insanların koyun olmadığını kanıtlıyorsun çünkü
içindeki en büyüğü koruyorsun ve böylece bereketli sular dökülüyor
bahçene tükenmez testilerden.
[ÖH 150] Yalnız mısın, Ey <I>IAHMON,yanında arkadaş, yoldaş görmü
yorum; yalnız BAYKU öteki yarın. Çiçeklerle, ağaçlarla, kuşlarla yaşı
yorsun, insanlarla değil. İnsanlarla yaşaman gerekmez mi? Hâlâ insan
mısın? İnsanlardan hiçbir şey istemiyor musun? Nasıl bir araya gelip
hakkında dedikodular, çocukça masallar uyduruyorlar, görmüyor mu
sun? Onlara gidip bir insan olduğunu, onlar gibi ölümlü olduğunu ve
onları sevmek istediğini söylemek istemiyor musun? Ey <l>IAHMON,
gülüyor musun? Seni anlıyorum. Bahçene daha şimdi girdimve kendi
içimden anlamamgerekeni senden koparmaya çalışıyorum.
Ey OIAHMON, anlıyorum. Seni hemen kendini sofrayakoyan ve ar
mağanlarla dolu olan bir kurtarıcıya dönüştürdüm. İnsanlar böyledir,
diye düşünüyorsun; hepsi hâlâ Hristiyan. Oysa daha da fazlasını isti
yorlar; seni olduğun gibi istiyorlar, yoksa <l>IAHMONolmazdın ve söy
lencelerini taşıyacak birini bulamadıklarında üzüntülerini dindirmek
olanaksız. İşte bu yüzden de onlara gidip onlar gibi ölümlü olduğunu
ve onları sevmek istediğini söylesen de sana güleceklerdi. Bunu yap­
saydın OIAHMDNolmazdın. Onlar seni istiyor, OIAHMDN, onlarla aynı
dertleri çeken başka bir ölümlü değil.
Anlıyorum seni, Ey OIAHMON, sen gerçek bir / sevensin. Çünkü
insanlar uğruna ruhunu seviyorsun, çünkü kendinden yaşayan ve ya­
şamı için kimseye minneti olmayan bir krala gereksinim duyuyorlar.
Sana böyle sahip olmakistiyorlar. İnsanların dileğini yerine getirip yok
oluyorsun. Sen fabllarla dolu bir kazansın. İnsanlara bir insan olarak
gitseydinkendini lekelemiş olurdun çünkü sana güler, OIAHMONinsan
olmadığı için senin bir yalancı, dolandırıcı olduğunu söylerlerdi.
Yüzündeki o çizgiyi gördüm, Ey OIAHMON: Bir zamanlar gençtin
ve insanlar arasında insan olmak istedin. Oysa Hristiyan hayvanlar
senin putperest insanlığını sevmedi çünkü sende gereksinim duyduk­
larını hissettiler. Damgalanmış olanı aradılar hep ve onu bir yerde öz­
gür yakaladıklarında onu altın kafese kapattılar ve ondan erkekliğinin
gücünü aldılar, o zaman da kötürümoldu ve sessizce oturdu. Şimdi de
onu kutlayıp hakkında fabllar uyduruyorlar. Biliyorum, buna yüceltme
diyorlar. Gerçek olanı bulamadıklarında da en azından bir Papa’ları
var; onun işi de ilahi komedyayı temsil etmek. Oysa gerçekolan kendi­
ni hepyadsıyor çünkü insanlıktan daha yücesini bilmiyor.
Gülüyor musun, Ey OIAHMDN? Seni anlıyorum, diğerleri gibi in­
san olmak seni bıktırmış. İnsan olmayı gerçekten sevdiğin için de onu
isteyerek kilit altına aldın ki en azından insanlar için senden almak
istedikleri olabilesin. Bu yüzden, Ey OIAHMON, seni insanlarla değil,
bütünüyle çiçeklerle, ağaçlarla ve kuşlarla ve akan ama insanlığını le­
kelemeyen sularlagörüyorumçünkü sençiçekler, ağaçlar ve kuşlar için
OIAHMDNdeğil, bir insansın. Yine de ne yalnızlık, ne insan dışılık! / 15l/l52

[ÖH 152] Neden gülüyorsun, E y OIAHMDN, seni anlayamıyorum. Bah­


çenin mavi havasını görmüyor muyum? Çevrende nice mutlu gölge ol­
duğunu? Güneş çevrende mavi öğlen hayaletleri mi çıkarıyor?
Gülüyor musun, Ey OIAHMDN? Heyhat, anlıyorum seni: İnsanlık
senin için hepten solmuş ama gölgesi senin için doğmuş. İnsanlığın
gölgesi insanlığın kendinden ne kadar da büyük ve mutlu! Ölülerin
mavi öğlen gölgeleri! Heyhat, senin insanlığın var. Ey <t>IAHMON, sen
ö lü le r için b ir öğretm en v e b ir d ostsu n . E vin in gö lgesin d e d u rm u ş iç
g e ç iriy o rla r, ağaçların ın d alları a ltın d a y a şıy o rlar. G ö zy a şla rın ın çiy
d a m la la rın ı içiyo rla r, k alb in in iy iliğiy le ısın ıy o rlar, b ilg eliğin in sö zle­
rine a çlık ç ek iyo rla r ve b u sözler o n la r için d olu, y a şam ın sesleriyle
d olu. Seni gö rd ü m , E y OIAHMON, öğle saatind e gü n eş en tepedeyken;
d u rm u ş m avi b ir gö lgeyle k o n u şu y o rd u n , kan o tu rm u ş aln ı ağırbaşlı
b ir sa n cıyla k ararm ıştı. Ö ğle k o n u ğ u n u n k im o ld u ğ u n u tah m in ede
b iliy o ru m 280, E y OIAHMON. N e k a d a r k ö rü m , ne k a d a r b u d alayım !
O sen d in , E y <l>IAHMON! P eki, b e n k im im ! B aşım ı sa lla y a ra k yolu m a
g id iy o ru m , in sa n la rın b a k ışla rı b en i izliyo r, sessizim . A h um utsuz
152/153 sessizlik! / [ÖH 15 3 ]

E y bahçenin efendisi! K a ran lık ağacını p arıld ayan güneşte uzaklar


dan gö rü yo ru m . B enim yo lu m insanların yaşad ığı vad ilere çıkıyor. Bcıı
gezgin b ir dilenciyim . V e sessizliğim i koru yo ru m .

Sözde p eygam berlerin k ök ü n ü kazım ak, insanlar için b ir kazanını.


C in ayet istiyorlarsa sahte peygam berlerin i öld ü rsün ler. T an rıların ağzı
sessiz k alırsa her biri ken d i konuşm asını dinleyebilir. İn san ları sevcıı
sessizliğini k orur. Y a ln ız ca sahte öğretm en ler öğretirse in san lar sahl ı-
öğretm en leri öld ü rü r ve gü n ah ların ın yo lu n d a bile d oğru lu ğa düşerler
G ü n an ca k en k aran lık geceden son ra gelecek. O zam an ışıkları kapa
y ın ve sessizliğini k o ru yu n ki gece k aran lık ve sessiz olsun. Güneş bi
zim yard ım ım ız olm ad an doğar. A n ca k en k aran lık hatayı bilen ışığın
ne old uğunu bilir.

Ey bahçenin efendisi, büyülü korun bana uzaklardan ışıldadı. Alda


tıcı yeleğine hürmet ediyorum, ey tüm bataklık yakamozlarının efendi
153/154 si. /281 [İm ge 154]2*2

280. Jung’un 1 Haziran ı9i6 tarihli İsa’nın Filemon’a konuk olduğu fantezisiyle karşılaştırın
(bkz. s. 480).
28ı. Jung’un kaligrafi cildinde sayfa boşluğuna aldığı not: “ Bhagavadgita şöyle der: Yasa
zayıfladığında ve haksızlık arttığında dindarları kurtarmak ve günahkârları yok etnH"k
için kendimi ortaya koyarım; yasanın kurulması için her çağda doğarım.” Bhagavad
Gita bölüm 4, ayet 7-8’den alıntı. Krishna Arhuna’ya doğruluğun doğasını öğretiyor.
282. İmgedeki metin: “Peygamberin babası, sevgili Filemon.” Jung sonradan Bollingendcki
yatak odalarının birinde bu resmin farklı bir versiyonunu yapmış, Rosarium
Yoluma devam ediyorum. Yanımda güzelce parlatılmış, on ateşte
sertleştirilmiş bir çelik parçası, güvenli bir şekilde kaftanıma yerleştirdi­
ğim. Paltomunaltındabir zinciryelekgiyiyorumgizlice. Bir gecedeyılan
düşkünü oldum ve bilmecelerini çözdüm. Yolun yanında duran sıcak
taşların üzerinde onlarla birlikte oturuyorum. Birden topuğunu kapı-
veren bu soğuk şeytanların nasıl kurnazca ve acımasızca yakalanacağını
biliyorum. Onların dostu oldum ve yumuşak sesli bir flüt çaldım ama
mağaramı onlarınparıldayan derileriyle süslüyorum. Yolumdayürürken
kırmızı bir taşın üzerinde yatan büyük yanardöner bir yılan gördüm.
ct>lAHMON'danbüyüyüöğrendiğimiçin yineflütümüçıkardımve ruhum
olduğuna inandırmak için ona tatlı, büyülü bir şarkı çaldım. Yeterince
büyülendiğinde [İmge 155P833 {2} [I]184/ ona şöyle dedim: “Kızkarde- 154/155

şim, ruhum, ne diyorsun?” Gururu okşanmıştı ve buyüzden hoşgörüyle


yanıtladı: “Yaptığın her şeyin üzerinde ot bitmesini sağlayacağım.’
Philosophorum'dan Latince bir yazıtı da buna eklemişti. Bu yazıda Hermes taşın şöyle
söylediğini anlatıyor: “Beni koru kiben de seni koruyayım, bana hakkımı ver ki sana
yardım edeyim çünkü Sol benimdir ve ışınları benim içimde parçalardır ama Luna
bana uygundur ve benim ışığım bütün ışıklardan üstündür ve iyim bütün iyilerden
yücedir. İsteyen insanlara birçok zenginlik ve haz veririm ve ben bir şey istediğimde onu
kabul ederler, anlamalarını sağlarım ve tanrısal güce sahip olmalarını sağlarım. Işığı
doğururum ama doğam karanlıktır. Metalim kuru olmayacaksa bütün bedenler bana
gerek duyar çünkü onları nemlendiririm, paslarını alırım ve cevherlerini çıkarırım. İşte
bu yüzden ben ve oğlum birlikteyiz ve bütün dünyada bundan daha iyi ve daha onurlu
bir şey olamaz" Jung bu satırlardan bazılarına Psikoloji ve SimyaCla ( 1944) yer vermiştir
(TE12, §§99, 140, 155).
283. “Kore’un psikolojik yönlerinde (1951) Jung isim vermeden bu imgeyi şöyle anlatıyor:
“Daha sonra [anima] bir kilisede ortaya çıkar, sunağın yerini alır, hâlâ yaşamdan
büyüktür ama yüzü örtülüdür.” Şöyle yorumluyor: “Düş XI animayı yeniden Hristiyan
kilisesine koyuyor ama bir ikon olarak değil, sunağın kendisi olarak. Sunak adak
yeridir ve aynı zamanda kutsal hatıraların kabıdır” (TE 9, I, §369, 380). Solda arapça
*kız çocukları" yazıyor. İmgenin kenarında şu yazıt var: “Dei sapientia in mysterio
quae abscondita est quam praedestinavit ante secula in gloriam nostrum quam nemo
principium huius secuti cognovit. Spiritus enim omnia scrutatur etiam profundo dei.” Bu
alıntı ı. Korintliler 2.7-ıoıdan. (Jung “ante secula”dan önce “Deus”u atlamış”) Alıntılanan
bölümler italikle veriliyor: “Biz, Tanrının gizli, saklı kalmış bilgeliğinden söz ediyoruz.
Tanrının, zamanın başlangıcından önce bizim yüceliğimiz için belirlediği bu bilgeliği bu
çağın önderlerinden hiçbiri anlamadı. Anlasalardı, yüce Rab’bi çarmıha germezlerdi.
Yazılmış olduğu gibi, ‘Tanrı'nın, kendisini sevenler için hazırladıklarını hiçbir göz
görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş, hiçbir insan yüreği kavramamıştır.’ Oysa Tanrı bunları
bize Ruh aracılığıyla açıkladı. Ruh her şeyi, Tanrı'nın derin düşüncelerini bile araştırır.”
Kemerin her iki yanında şu yazıt var: “Spiritus et sponsa dicunt veni et qui audit dicat
veni et qui sitit veniat qui vult accipiat aquam vitae gratis.” Bu metin Esinleme 22: 17’den:
“Ruh ve Gelin, ‘Gel!’ diyorlar. Her işiten, ‘Gel’ desin. Susamış olan gelsin. Dileyen, yaşam
suyundan karşılıksız alsın.” Kemerin üzerinde şu yazıt var: “ave virgo virginum.” Bu da
bir Orta Çağ ilahisinin başlığıdır.
284. 29 Ocak 1914.
B: “Bukulağarahatlatıcı geliyor, çok fazlaşeyde söylemiyormuş gibi."
Y: “Çok şey mi söylememi isterdin? Biliyorsun, bayağı da olabilirim
ve kendimi böylece tatmin edebilirim”
B: “Bence bu zor. Öte olan, en büyük ve en sıradışı olan /2®5her şey
ile yakın bir bağlantın olduğuna inanıyorum. Bu yüzden de bayağılık
sana yabancı olmalı.”
Y: “Bayağılık benimana unsurumdur.”
B: “Bunukendisi içinsöyleyenben olsaydımdahaaz şaşırtıcı olurdu.”
Y: “Sen ne kadar sıradışı olursan ben o kadar sıradan olabilirim.
Benim için tam bir soluklanma olur. Sanırım bugün kendime eziyet
etmek zorunda olmadığımı fark etmişsindir.”
B: “Bunu hissedebiliyorumve ağacının artık bana meyve vermeye
ceğinden endişeleniyorum.”
Y: “Şimdiden endişeleniyor musun? Aptallaşma, bırak da dinlene
yim”
B: “Görüyorumki bayağı olmaktanhoşlanıyorsun. Yine de bunu ol
duğu gibi almıyorum, sevgili dostum çünkü seni eskiden olduğundan
daha iyi tanıyorum.”
Y: “Tanımayabaşlıyorsunvekorkarımsaygını dayitirmeyebaşladın'.’
B: “Kızdın mı? Sanırım bu beklenmedik bir şey olurdu. Patos ile
bayağılığın birbirine yakınlığı konusunda yeterince bilgimvar.’
Y: “Demek öyle, ruhun gelişiminin yılanın izinden gittiğini fark et
tin mi? Günün ne çabuk geceye, gecenin de güne döndüğünü gördün
mü? Suyla çorak toprakların yer değiştirdiğini? Kasılan her şeyin sade
ce yıkıcı olduğunu?”
B: “Bunların hepsini gördüğüme inanıyorum. Bu sıcak taşın üze­
rinde, güneşin altında uzanmakistiyorum biraz. Belki güneş üzerimde
kuluçkaya yatar.”

Yılansa usulca bana sokuldu ve ayağıma dolandı düzgünce.286Ak


şanı oldu, gece çöktü. Yılanla konuştumve şöyle dedim: “Ne diyeceğimi
bilmiyorum. Bütün kaplar kaynamaya bırakılmış.’
285. Bu noktadan sonra Jung'un baş harflerde kullandığı kırmızı ve mavi renkler tutarlılığım
korumuyor. Burada tutarlılık adına biz eklemeler yaptık.
286. Bu satır sesin yılan olarak tanımlanmadığı Kara Kitap 4’te geçmiyor.
287Y: “Bir yemek hazırlanıyor.”
B: “Son yemek, sanırım.”
Y: “Bütün insanlıkla bir birleşme.”
B: “Dehşet, tatlı bir düşünce; buyemekte hemkonukhemdeyemek
olmak.’" 88
Y: “Bu İsa’nın da enbüyük zevkiydi.”
B: “Ne kadar kutsal, ne günahkârca, sıcak ve soğuk her şey nasıl
da birbirine akıyor! Delilik usla evlenmek istiyor, kurt kuzuyla birlikte
otluyor.289 Her şey evet ve hayır. Zıtlar birbirini kucaklıyor, göz göze
geliyor ve birbirine dolanıyor. Birliklerini acı verici bir zevkle kabul
ediyorlar. Yüreğim vahşi bir çatışmayla dolu. Karanlık ve aydınlık ne­
hirlerin suları birlikte akıyor, birbirinin üzerine yıkılıyor. Bunu daha
önce hiç yaşamamıştım.”
Y: “Bu yeni, sevgili dostum, en azından senin için.”
B: “Sanırım benimle dalga geçiyorsun ama gözyaşları ve kahkaha
bir.29° / Artık ikisi gibi de hissetmiyorum kendimi ve katı bir gerginlik ı$<Wı$7
içindeyim. Sevgi, Cennet’e yükseliyor ve direnç de aynı yüksekliğe çı­
kıyor. İç içe geçmişler ve birbirlerini bırakmıyorlar çünkü aşırı gerilim
en sonve enyüksekduygu olasılığını gösteriyor gibi.”
Y: “Kendini duygusal ve felsefi bir dille anlatıyorsun. Bunların çok
daha yalın söylenebileceğini biliyorsun. Örneğin, solucandan, Tristan
ve İsolde’ye varana kadar âşık olduğun söylenebilir.’" 91
B: “Evet, biliyorum, ama yine de...”
Y: “Anlaşılan din hâlâ sana eziyet ediyor, değil mi? Daha kaç tane
zırh gerekiyor sana? En iyisi doğrudan söyleyivermek.”
287. 31Ocak1914.
288. Mysterium Coniunctionis'de (195 5/56) Jung şöyle yazıyor: “Tasarlanan çatışma şifa bulacaksa
başlangıcının ve bilinçdışı yönünün olduğu bireyin ruhuna geri dönmeli. Bu düşüşün
efendisi olmak isteyen kendisiyle son yemeği kutlamalı ve kendi etini yemeli, kendi kanını
içmeli; bu da kendindeki ötekiyi tanıması ve kabul etmesi anlamınagelir” (TE 14, §512).
289. Karş. İşaya 11:6: “O’nun döneminde kurtla kuzu birarada yaşayacak, parsla oğlak birlikte
yatacak, Buzağı, genç aslan ve besili sığır yanyana duracak, onları küçük bir çocuk güdecek.”
290. Jung’un kaligrafi cildindeki notu: “xıv aug. 1925.” Bu parçanın kaligrafi cildine
yazıldığı tarih olabilir. 1925 sonbaharında Jung, Peter Baynes ve George Beckwith’le
birlikte Afrika’ya gitmişti. 15 Ekim’de İngiltere’den yola çıkmışlardı ve Jung 14 Mart
1926da Zürih’e döndü.
29 ı. 12. yüzyılda geçen ve Kelt şövalyesi Tristan ile frlandalı prenses holde arasındaki
gayrimeşru romantik ilişkiyi anlatan çok çeşitli öyküler var. Jung’un Wagner’in
operasında sanatsal yaratının görümsel modu olarak söz ediyor (Psikoloji ve Şiir,
1930, te 15, §142).
B: “Beni yanıltacağını sanıyorsan yanılıyorsun.”
Y: “Peki, ahlak ne olacak? Ahlak ile ahlaksızlık da bir mi oluyor bu-
gun?”
B: “Benimle alay ediyorsun, kızkardeşim, dünyevi şeytan. Yine de
birbirine karışık halde Cennete yükselen o ikisinin de iyi ve kötü oldu
ğunu söylemeliyim. Şaka yapmıyorum, sızlanıyorum, çünkü neşe ve acı
birlikteyken kulak tırmalıyor:’
Y: “Anlayışın nerede o zaman? İyice aptallaştın. Sonuçta, her şeyi
düşünerek çözebilirdin:’
B: ‘'Anlayışım mı? Düşünüşüm mü? Anlayışım yok artık benim.
Bana karşı vurdumduymaz oldu o.”
Y: “İnandığın her şeyi şimdi yadsıyorsun. Kim olduğunu hepten
unuttun. Tümo hayaletlerin arasından sakince geçip gidenFaust’ubile
yadsıyorsun.’
B: ‘'Artıkbuna uygun değilim. Benim tinimde artıkbir hayalet:’
Y: “Demek öyle, anlıyorum, benimöğretimi izliyorsun:’
B: “Ne yazık ki öyle ve bu da bana acı veren bir neşe olarak döndü.”
Y: ‘'Acını neşeye çeviriyorsun. Sen sapmışsın, körleşmişsin; seni ap
tal! Eziyet çektiğinle kal:’
B: “Bu talihsizlikbeni mutlu etmeli:’

Şimdi yılan öfkelenmişti ve yüreğimi ısırmaya çalışıyordu ama gizli


zırhım zehirli dişini kırdı.292Şaşkınlıkla geri çekildi ve tıslayarak şöyle
dedi: “Gerçekten akıl sır ermez biriymişsin gibi davranıyorsun:’
B: “Bunun nedeni, diğerlerinin çok eskilerden beri düşünmeden
yaptığı sol ayaktan sağ ayağave tersine geçme sanatını çalışmış olmam.
157/158 Yılanyenidendoğrulduverastlantı eseriymiş gibi /kuyruğunuağzının
önünde tuttu, kırılan dişini görmememiçin. Gururluve sakinbir duruş
la şöyle dedi^3“Demek sonunda farkettin bunu?” Bense gülümseyerek
şöyle dedim: “Yaşamın dolambaçlı çizgisi uzunsüre kaçamazdı benden.”

[2] [ÖH 158] Doğrulukve inanç nerede? Nerede sıcak güven? Tüm
bunları insanlar arasında görebilirsiniz ama insanlarla yılanlar ara
292. Bu cümle Kara Kitap 4 "teyok.
293. Bu cümle Kara Kitap 4le yok.
sında göremezsiniz, söz konusu yılan ruhları olsa bile. Oysa nerede
sevgi varsa orada yılan-benzeri de vardır. İsa da kendini yılanla karşı-
laştırmıştı.294Şeytan kardeşi, Deccal de yaşlı ejderhanın kendisiydi.^
İnsanın ötesinde olan, sevgide beliren her şeyde vardır yılan ve kuşun
doğası. Genellikle yılan kuşu büyüler ve bazen de kuş yılanı alır götü­
rür. İnsan ikisinin arasında durur. Sana kuş gibi görünen başkası için
yılandır sana yılan gibi görünen başkası için kuştur. İşte bu yüzden
öteki ile yalnızca insan biçiminde karşılaşacaksın. Oluşu istediğinde
yılan ile kuş savaşa tutuşur. Yalnızca olmak istediğinde de kendine ve
başkalarınakarşı insan olursun. Oluştaki çöleya dakodese aittir çünkü
insanın ötesindedir. İnsanlar oluşu istediklerinde hayvanlar gibi dav­
ranırlar. Cehennem'den geçmek istemediğimiz sürece hiç kimse bizi
oluşunkötülüğünden kurtaramaz.
Neden o yılan ruhummuş gibi davrandım? Bunun tek nedeni, an­
laşılan, ruhumun bir yılan olmasıydı. Bunu bilmek ruhuma yeni bir
yüz verdi ve ondan sonra onu kendim büyülemeye ve gücüme tâbi
kılmaya karar verdim. Yılanlar bilgedir ve ben de yılan ruhumun bil­
geliğini bana aktarmasını istedim. Yaşamdaha önce hiç bu kadar kuş­
kulu olmamıştı; amaçsız gerilimli bir gece, birbirine karşı yönelmede
bir olma. Hiçbir şeyhareket etmiyor; ne Tanrı ne de şeytan. Buyüzden
yaklaştım güneşte düşünüyormuş gibi yatan yılana. Güneşte parılda­
yan gözleri görünmüyordu ve /[İmge 159]”6/ {3} ona şöyle dedim: 158/160
294. JungLibidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) İsaileyılanarasındaki
karşılaştırmayıyorumlar.
295. Karş. JungLibidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912).
296. Resimyazısı: “9Ocak1927. DostumHermannSigg52yaşındaöldü."Jungbunuşöyle
anlatıyor: “Merkezdeparlayanveçevresindeyıldızlardönenbirçiçek. Çiçeği sekiz
kapılı duvarlarçevreliyor. Bütün, saydambirpencereolarakanlaşılıyor” Bumandala
2Ocak’tanotolarakyazılanbirdüşedayanıyor(bkz. yukarıdas. 79). Haritadandüş
ileresimarasındaki bağlantı açıkçagörülüyor(bkz. EkA). Jungbumandalayı 1930da
“'AltınÇiçeğinSırrı’ ÜzerineYorum”daisimvermedenelealmıştı veanlatımda
buradanalındı. Yine1952yılındaisimvermedendeğinmişveşuyorumueklemişti:
“Merkezdekiçiçekyakutolarakresmedilmiş, dışhalkabirtekeryadakapılıbir
duvarolarakgörülüyor(böyleceiçtendışahiçbirşeyçıkamazdıştandaiçegiremez).
Mandalaerkekbirhastanınanalizindensonrakendiliğindenortayaçıkmıştır.”
DüşüanlattıktansonraJungşöyleekliyor: “Düşdevametti: ‘Budüşüresmetmeye
çalıştım.amasıklıklaolduğugibifarklı birşeyortayaçıktı. Manolyayakutrenkli
camdanyapılmışbirçeşitgüledönüştü. Dörtışınlıbiryıldızgibi parlıyordu. Kare
parkınduvarını temsil ediyor, aynı zamandaparkınçevresindenbirmeydanaçıkan
biryol. Buradansekizanayol çıkıyorvebusokaklarınherbirindensekizyanyol
çıkıyorvehepsiparlayankırmızı birmerkeznoktasındabirleşiyor, Paris’teki Etoile
297“Tanrı ile şeytan bir olduğuna göre şimdi nasıl olacak? Hayatı dur­
gun kılmaya mı karar verdiler birlikte? Karşıtların çatışması yaşamın
kaçınılmaz koşullarından mı? Karşıtların birliğini kabul eden ve ya­
şayan durgunlaşacak mı? O bütünüyle asıl yaşamın tarafında oldu ve
artık bir tarafa aitmiş ve karşı tarafa karşı savaşması gerekiyormuş gibi
değil, her ikisiymiş ve anlaşmazlıklarına son vermiş gibi davranıyor.
Yaşamın bu yükünü alarak gücünü de mi almış oldu?”^
Yılan döndü ve tersleyerek şöyle dedi: “Gerçekten başımın belası
oldun sen. Benimiçin karşıtlar elbette yaşamın bir ögesiydi. Herhalde
bunu sen de görmüş olacaksın. Buluşların beni bu güç kaynağından
yoksun bırakıyor. Seni ne patosla cezbedebilirim ne de bayağılıkla ra­
hatsız edebilirim. Şaşkına döndümneredeyse.”
B: “Şaşkına döndüysen öğüt vermem mi gerekiyor? Senin yerinde
olsam toprağın derinliklerine dalardım, ne de olsa bunu yapabilirsin.
Hades’e ya da tanrısal olanlara sorardımve onlardan öğüt beklerdim.”
Y: “Zorbalaştın.”
B: “Zorunluluk benden daha da zorbadır. Yaşamamve hareket ede­
bilmemgerekiyor.”
Y: “Bütün dünya önünde. Ötesinden istediğin nedir ki?”
gibi. Düşte bahsedilen tanıdık bu yıldızların birinin köşesindeki bir evde oturuyordu.’
Mandala böylece klasik çiçek, yıldız, çember, çevre (temenos) motiflerini ve hisarlarla
dörde bölünmüş bir şehir planını bir araya getiriyor. Bütünü sonsuza açılan bir
pencere gibi görünüyor’ yazmış düşü gören” (Mandala Sembolizmi Üzerine, te 9, 1,
§654-55). 1955/56’da benliği tasviretmek için aynı anlatımı kullanmıştı (Mysterium
Coniunctionis, te 14, §763). 7 Ekim 1932’de Jung bu mandalayı bir seminerde
göstermiş ve ertesi gün yorumlamıştı. Buna göre mandalanın resmedilişi bir düşten
önce olmuştu: “Herhalde dün akşam gösterdiğim resmi anımsıyorsunuz, merkezdeki
taş ve çevresindeki küçük mücevherler. Belki bununla ilgili düş ilginizi çekebilir. Bu
mandalanın faili bendim veo zaman daha mandalanın ne olduğundan haberim yoktu
ve bütün alçakgönüllülüğümle benim merkezdeki mücevher olduğumu düşünmüştü,
çevredekiler de yine mücevher olduklarına inanan kuşkusuz çok hoş, ancak benden
daha küçük insanlardı... Kendimle ilgili düşüncelerim bu ifadeyi düşünecek kadar
iyiydi: Muhteşem merkezim burada ve ben tam kalbindeyim.” Başlangıçta parkın
resmettiği madalayla aynı olduğunu fark etmediğini de söylemi ve şu yorumu
getirmişti: “Şimdi Liverpool yaşamın merkezi -karaciğer yaşamın merkezi- ve ben
merkez değilim, ben karanlık bir yerlerde yaşayan bir budalayım ve ben o küçük
ışıklardan biriyim. Böylece mandalanın merkezi, herşey, gösterinin kalbi, kral, Tanrı
olduğuma dair Batıya özgü önyargı düzeltilmiş oldu” (Kundalini Yoga Psikolojisi, s.
ıoo) Jung Anı/arda buna başka ayrıntılar da ekler (s. 223-24).
297. 1 Şubat 1914.
298. Kara Kitap 4'te ayrıca: “Bu soruları önüne koyuyorum bugün, ruhum” (s. 91). Burada
ruh yılanın yerini almış.
B: “Beni merak değil, zorunluluk itekliyor. Teslimolmayacağım.”
Y: “Söz dinleyeceğimama gönülsüzce. Bu benimiçin yeni ve alışık
olmadığımbir tarz.”
B: “Üzgünüm, ama acil bir gereklilikbu. Derinlere, geleceğin bizim
için çok da iyi görünmediğini çünkü yaşamın önemli bir organını ke­
sip attığımızı söyle. Bildiğin gibi suçlu olan ben değilim, beni bu yola
özenle yönelten sendin.”
Y: *"“Elmayı geri çevirebilirdin.”
B: “Dalga geçmeyi bırakartık. Oöyküyü benden dahaiyi biliyorsun
sen. Ben ciddiyim. Biraz hava almamız lazım. Yola çık ve ateşi al getir.
Çok uzun zamandır çevremkaranlıkta. Tembel misin, yoksa korkuyor
musun?”
Y: “işe koyuluyorum. Getirdiğimi benden al.”3°o
[ÖH 160] Tanrı'nın tahtı yavaşça boş uzaya alçalıyor ve onu kutsal
üçleme, bütün Cennet ve en sonra da şeytanın ta kendisi izliyor. Direni­
yor ve ötesine tutunuyor. Bırakmıyor. / Üstdünya onun için çok soğuk. 160/161
Y: “Sıkıca tuttun mu onu?”301
B: “Hoş geldin karanlıklardan gelen sıcak! Herhalde ruhum seni
sertçe çekmiş olacak yukarıya.”
Ş: 3o2“Ne bu gürültü? Bu çekip çıkarmayı kabul etmiyorum!”
B: “Sakin ol. Seni beklemiyordum. En son sen geldin. Anlaşılan en
zorlu kısmı sensin.”
Ş: “Benden ne istiyorsun? Sana ihtiyacımyokküstah adanı.”
B: “Seni ele geçirdiğimiz iyi oldu. Bütün dogmanın en canlı parça-
sısın sen.”303
Ş: “Senin gevezeliklerinden bana ne! Elini çabuktut. Donuyorum.”
B: “Dinle. Başımıza bir iş geldi. Karşıtları birleştirdik. Diğerleri bir
yana, seni Tanrı’ya bağladık.’^
299. Kara Kitap 4: “Benim Adem ile Havva’yı oynuyorsun” (s. 93).
300. Jung’un kaligrafi cildinde sayfa kenarına düştüğü not: “Visio.”
30ı. Kara Kitap 4: “Şeytan boynuzları ve kuyruğuyla karanlık bir delikten çıkıyor, ellerinden
tutup yukarı çekiyorum onu” (s. 94).
302. Burada şeytanla konuşuyor.
303. Jung’un şeytanın önemi üzerine düşünceleri için bkz. Eyyuba Yanıt (1952), te II.
304. Jung karşıtların birleştirilmesi konusunu kapsamlı olarak Psikolojik Tipler (1921) bölüm
6'da (“Şiir sanatında tip sorunu”) ele almıştır. Karşıtların birleştirilmesi uzlaştırıcı
simgenin üretilmesi yoluyla gerçekleşir.
Ş: “Tanrı aşkına, nedir bu umarsız yaygara? Nedir bu saçmalık?”
B: “Lütfen, o kadar da aptalca değildi. Bu birleşme önemli bir ilke.
Sonu gelmeyen dalaşa bir son vermemiz ve en sonunda gerçek yaşam
için ellerimizi boşaltmamız gerekiyordu.’
Ş: “Monizmden bahsediyorsun sanırım. Bu adamların bir kısmını
defterimeyazdımbile ben. Onlar için özel odalar ısıtılıyor.’
B: “Yanılıyorsun. Bizimiçin her şeygöründüğü kadar usa uygun de­
ğil.3'” Bizde de tekbir doğru yok. Tersine, çok ilginç, tuhafbir şey oldu:
Karşıtlar birleştikten sonra, beklenmedik ve anlaşılmadık bir şekilde,
başka hiçbir şey olmadı. Her şey yerli yerinde kaldı, huzur içinde, yine
de bütünüyle devinimsiz ve yaşambütünüyle durgunlaştı.”
Ş: “Evet, aptallar, her şeyi birbirine karıştırdınız.’
B: “Alay etmenin gereği yok, biz niyetimizde ciddiydik.’
Ş: “Sizin ciddiyetiniz bize eziyet ediyor. Ötenin düzeni temellerin­
den sarsıldı.’
B: “Öyleyse bunun ciddi olduğunu kabul ediyorsun. Soruma bir ya­
nıt bekliyorum, bu koşullar altında ne olacak? Artık ne yapacağımızı
bilmiyoruz.’
Ş: “Ne yapılacağını bilmem ve istesem bile öğüt verebilmem zor.
Siz kör ve aptalsınız, yüzsüz, küstah insanlarsınız. Neden beladan uzak
durmadınız? Dünyanın düzenini anladığınızı nasıl düşünürsünüz?”
B: “Atıp tuttuğuna bakılırsa iyiden iyiye öfkelenmişsin. Bak, kutsal
üçleme her şeyi sakinlikle karşılıyor. Yenilikten hoşnut değilmiş gibi
görünmüyor.’
161/162 Ş: “Üçleme o kadar usdışı ki I tepkilerine güvenmek olanaksız. Bu
simgeleri kesinlikle ciddiye almamamöneririm sana.’306
B: “Bu iyi niyetli öğüt için teşekkürler. Konuyla ilgileniyor gibi
görünüyorsun. Geleneksel zekânla tarafsız bir yargıya varman bek
lenirdi senden.’
Ş: “Ben mi tarafsız olacakmışım! Bir yargıyavaracaksankendinyap
bunu. Bu saltıklığı bütünüyle cansız ağırbaşlılığı içinde düşünürsen
cüretkârlığının yarattığı durumun ve durgunluğun saltığa yakından
305. Kara Kitap 4'te bu cümle yerine: “Bize mesele Monizm'de olduğu kadar entelektüel
ve genel olarak etik ele alınmıyor” (s. 96). Burada Jung’un eleştirdiği Ernst Haeckel’in
Monizm'de sistemine gönderme var.
306. Karş. Jung, “üçleme Dogmasını Psikolojik Açıdan Yorumlama Denemesi” (1940), t e II.
benzediğini göreceksin. San a tavsiye vereceksem d e sen in yan ın d a yer
alırım çü n k ü bu d urgunluk sana dayanılm az geliyor:’
B: “Ne? B en im yanım da m ı yer alacaksın ? İşte bu t u h a f ’
Ş: “ O kad ar d a tu h a f değil. Saltık h er zam an canlının k arşıtı olm u ş­
tur. Yaşam ın g erçek efendisi h âlâ b e n im :’
B: “K uşkulu. V erdiğin tepki çok kişisel.”
Ş: “ V erdiğim tepki hiç de kişisel değil. B en baştan aşağı y erin d e d u ­
ram ayan, aceleci davranan yaşam ım . A sla yetin m em , so ğ u k k an lı ola­
m am . H er şeyi yerle b ir eder, aceleyle yen id en kurarım . Ben hırsım ,
şöh ret hırsı, eylem tutkusuyum ; yen i düşünceler ve eylem ler fışkırır
bende. Saltık ise sıkıcıdır, b itkiseld ir:’
B: “ Tam am , sana inanıyorum . Ö yleyse ne öğü t ve riyo rsu n ?”
Ş: “ Sana verebileceğim en iyi öğü t şu: B u baştan aşağı zararlı y e n i­
liğini geri a l:’
B: “ B u n u n ne y a ra rı olacak? H er şeyi silbaştan alacağız ve k açın ıl­
m az o la rak ik in c i kez yin e a y n ı sonu ca varacağız. İnsan b ir kez k av ra d ı­
ğını k asten yin e bilm eyip tersine çevirem ez. V erd iğin öğüt, öğü t d eğ il:’
Ş: “İyi de bölün m üşlük ve a y rılm ışlık olm adan va r olabilir m isiniz?
Yaşam ak istiyorsanız bir şeylere kapılm anız, b ir tarafı tem sil etm eniz,
karşıtları alt etm eniz gerekir:’
B: “ Bunun faydası yok. A yn ı zam anda b irb irim izi de karşıt gö rü yo ­
ruz. B u oyundan bıktık a rtık :’
Ş: “ Y aşam dan d a bık tın ız:’
B: “ B an a kalırsa bu neye yaşam dediğine bağlı. Senin yaşam an layı­
şın y u k a rı tırm anm a, aşağı çekm e, iddia etm e ve kuşku duym a, sabır­
sızca dolanm a, /[İm ge 1 6 3 ] 3°7/ telaşlı tutku. Saltıktan ve onun d ayanıklı 162/164

307. Resim yazısı: “1928. Altınla güçlendirilmiş şatonun görüldüğü bu imgeyi resmederken
Richard Wilhelm altın şato, ölümsüz bedenin cenini üzerine bin yıllık Çin metnini
Frankfurt’tan bana göndermişti. Ecclesia catholic et protestantes et seclusi in secreto.
Aeon flnitus. (Sır perdesinin gizlediği hem katolik hem protestan bir kilise. Aeon’un
sonu.) Jung şöyle anlatıyor: Duvarları ve kale hendeği ile korunaklı bir şato. On altı
kulesi ve içte yine bir hendeği olan surların çevresinde geniş bir kale hendeği. Bu
hendeğin merkezinde altın çatıları, merkezinde altın tapınağı olan bir şato. Jung bu
imgeyi i93o'da Altın Çiçeğin Sırrı Üzerine’de isimsiz olarak ele almıştı. 1952 yılında
Mandala Sembolizmi Ozerinede yine bu imgeye değinmiş ve şu yorumu eklemişti:
“Surları ve hendeği, sokakları ve kiliseleri ile dörtgen olarak tasarlanmış bir Orta Çağ
şehrinin resmi. İçteki şehrin çevresinde Pekindeki İmparatorluk Şehri'nde olduğu gibi
duvarlar ve hendekler var. Bütün binalar içe, merkeze doğru açılıyor ve bunu altın çatılı
bir şato temsil ediyor. Onun da çevresinde bir hendekvar. Şatonun çevresinde yere
karşıtların birlikteliğini simgeleyen siyah ve beyaz karolar döşenmiş. Bu mandalayı
sabrından yoksunsun:’
Ş: “Bu doğru olabilir. Benim yaşamım çalkantılı, köpüklü, fokur
dayan dalgalar yaratır, yakalamaktan ve fırlatmaktan, coşkulu istek ve
yerinde duramamadan oluşur. Yaşam budur, değil mi?”
B: “iyi de saltık da yaşıyor.”
Ş: “Oyaşamakdeğil. Durgunlukya da durgunlukgibi bir şey, daha
dadoğrusu: Sonsuzbir yavaşlıktayaşıyor vebinlerceyılı harcıyor, tıpkı
senin yarattığın sefil koşul gibi.”
B: “Beni aydınlatıyorsun. Sen kişisel yaşamsın, oysa görünürdeki
durgunluk sonrasızlığın dayanıklı yaşamı, tanrısallığın yaşamı! Bu kez
iyi bir öğüt verdin bana. Gitmene izin veriyorum. Elveda.”
[ÖH 164] Şeytan bir köstebek gibi deliğine giriyor yeniden. Üçle
menin simgesi ve çevresindekiler huzurla ve ağırbaşlılıkla yine göğe
yükseliyor. Teşekkür ederim sana yılan, alıp getirdiğin doğru seçimdi.
Kişisel olduğu için söylediklerini herkes anlıyor. Yeniden, uzun bir ha
yat yaşayabiliriz. Binlerce yıl harcayabiliriz.”

[ÖH164/2] [2] Nereden başlamalı, ey tanrılar? Acıdan mı, neşeden


mi, yoksa ikisinin arasındaki karışık duygudan mı? Başlangıç her za
man en küçük olan, hiçte başlıyor. Oradan başlarsam hiçlik denizini'
akan küçük “bir şey” damlasını görürüm. Hiçliğin kendini sınırlanma
mış özgürlüğe genişlettiği yerde hep başlangıç aşamasında.308Henüz
hiçbir şey olmadı, dünya daha başlayacak, güneş henüz doğmadı, ıslak
gökyüzü henüz ayrılmadı^09henüz babalarımızın omuzlarına tırman
madık çünkü babalarımız henüz oluşmadı. Yalnızca öldüler ve kana
susamış Avrupa’mızın rahminde yatıyorlar.
yapan orta yaşlı bir erkekti... Bu tip bir resim Hristiyanlıktaki sembolizmde yoktur.
Esinlerin Göksel Kudüsu'nü herkes bilir. Hint düşünce dünyasına gelince dünya dağı
Meru’daki Brahma şehrini görüyoruz. Altın Çiçekle şöyle diyor: ‘Sarı Şato Kitabî şöyle
der: Bir karışlık evin bir parmağında düzenlenebilir yaşam.” Bu bir arşınlık ev ön yüzdür
Yüzdeki bir parmaklık alan: Göksel yürekten başka ne olabilir? Bu alanın ortasında
görkem vardır. Yeşim şehrinin mor salonunda En Büyük Boşluk ve Yaşamın Tanrısı
oturur: Taoistler‘e göre bu merkez ‘ataların ülkesi ya da altın şato'dur” (TE 9, 1, §691). Bıı
mandala için bkz. John Peck, The Visio Dorothei: Desert Context, Imperial Setting, Lata
Alignments: Studies in the Dreams and Visions oj Saint Pachomius and Dorotheus, Son of
Quintus, Thesis, C. G. Jung Institute, Zürih, 1992, s. 183-85.
308. Bu satır Sınamalardaki ı. Vaaz'ın başı ile bağlantılı {bkz. s. 442).
309. Yaratılış kitabına atıfta bulunuyor.
Enginlik içinde duruyoruz, yılanla evli, hangi taşın binanın temel
taşı olabileceğini düşünüyoruz / hangisi olduğunu hâlâ bilmiyoruz. En
eskisi mi? Bir simge kadar uygun. Biz elle tutulur bir şey istiyoruz. Gü­
nün ördüğü, gecenin çözdüğü ağlardan yorulduk artık. Onu şeytanın
yaratması gerekiyordu herhalde, sahte anlayışıylave açgözlü elleriyle o
önemsiz yandaş mı? Tanrıların yumurtalarını sakladığı gübre yığının­
dançıktı o. Oşekilsiz biçimin değersiz kalbinde altın tohumolmasaydı
bu çöpü tekmeleyip benden uzağa gönderirdim.
Kalk öyleyse, karanlığın ve kokuşmuşluğun oğlu! Döküntülere ve
sonrasız lağım çukuruna nasıl da sıkı tutunuyorsun! Senden korkmu­
yorum ama senden nefret ediyorum. Sen içimde suçlanacak her şeyin
kardeşisin. Bugün ağır çekiçler seni dövecek ki tanrıların altınları bede­
ninden fışkırsın. Zamanındoldu, yılların sayılı ve bugünkıyamet günün
tuzla buz oldu. Kabuğun paramparça olsun, ey Altın, tohumunu elleri­
mizle tutmak istiyoruz ve onu kaygan çamurdan kurtarmak istiyoruz.
Don, şeytançünküseni soğukdöveceğiz. Çelikbuzdan dahaserttir. Tan­
rısal mucizeninhırsızı, annemaymun, bedenini tanrılarınyumurtalarıy­
ladolduranve öylece ağırlaşan seni kendi biçimimize sokacağız. Böylece
seni lanetliyoruz ama seninyüzünden değil, altıntohumuğruna.
Bedeninden nice işlenebilir biçimler çıkıyor, dipsiz hırsız seni! Kırı­
şıkgiysiler içinde katıksız tinler gibi görünüyorlar, Kabeiroi, hoş şekilsiz
biçimleriyle genç ve yaşlı, cüceler gibi, buruş buruş, gizli sanatların gös­
terişsiz taşıyıcıları, gülünç bilgeliğin sahipleri, biçimlenmemiş altının ilk
biçimlenişleri, tanrıların açılan yumurtalarından sürünerek çıkan solu­
canlar, başlangıçtakiler, doğmamış, hâlâ görünmez olan. Bize nasıl gö­
rünmelisin?Ulaşılmazhazineodasındanniceyeni sanatlar çıkarıyorsun,
tanrıların yumurtasından güneş boyunduruk mu? Bitki gibi köklerin
hâlâ toprakta ve insan bedeninin / hayvan yüzlerisin; budalaca tatlı, te­ 165/166
kinsiz, ilksel ve dünyasalsın. Masal cüceleri, nesne-ruhlar, sizin özünüzü
kavrayamıyoruz. Kökeniniz en aşağıda. Devleşmek mi istiyorsunuz ey
parmak çocuklar. Yeryüzünün oğlunun izleyicilerinden misiniz? Tanrı­
sallığınyeryüzündeki ayakları mısınız siz? Ne istiyorsunuz? Konuşun!310
.110. Kabeiroi, Semendirek Adasının gizemlerinde kutsanan tanrılardı. Doğurganlığı
arttırdıklarına ve denizcilerikoruduklarına inanılırdı. Friedrich Creuzer ve Shellinge
göre Yunan mitolojisindeki birincil tanrılardı ve diğer tanrılar onlardan türemişti
(Symbolik und Mythologie der alten Volker [Leipzig: Leske, 1810-23]; The Deities of
Kabeiroi: “Seni, aşağı doğanın efendisi olarak selamlamaya geldik.”
B: “Benimle mi konuşuyorsunuz? Efendiniz ben miyim?”
K: “Öyle değildin ama artık öylesin.”
B: “Siz öyle diyorsunuz. Ohalde öyle olsun. Peki, sizin yandaşlığı
nızla ne yapmamgerekiyor?”
K: “Biz aşağıdan yukarıya taşınmaması gerekeni taşıyoruz. Biz
güç kullanarak değil, eylemsizlikten gizlice akan ve büyüyene ekle-
nen özsuyuz. Bilinmeyen yolları canlı maddenin açıklanamaz yasa­
larını biliyoruz. Biz yeryüzüne ait olanda uyuyanı, ölü olup da yine
de canlıya gireni taşıyoruz. Sizin insanlığınızla boşu boşuna yaptı­
ğınızı, biz yavaşça ve kolaylıkla yapıyoruz. Sizin için olanaksız olanı
tamamlıyoruz.”
B: “Size neyi bırakmalıyım? Hangi dertleri size aktarmalıyım? Neyi
yapmamalıyımve siz neyi daha iyi yaparsınız?”
K: “Maddenin uyuşukluğunu unutuyorsun. Yanlızca yavaş yavaş,
kendini yiyerek, kendine içten eklenerekyükselebilecek olanı sen ken
di gücünle yukarı çekmek istiyorsun. Hiç kendini yorma, yoksa bizim
çalışmamızı bozarsın.”
B: “Size güvenmeli miyim, ey güvenilmez olanlar, köleler ve köle
ruhlar? Çalışın o zaman. Öyle olsun.”

311[HI 166] “Bana öyle geliyor ki size uzun bir süre verdim. Ne ya
nınıza indimne çalışmanızı böldüm. Gün ışığında yaşadımve gündiiı
işlerini yaptım. Siz ne yaptınız?”
K: “Çıkardık, kurduk. Taş üstüne taş koyduk. Şimdi sağlam bir
zemindesin.”
Samothrace [1815], giriş veönsöz R. F. Brown [Missoula, MT: Scholars Press, 1977]).
Bu kitaplar Jung'un kütüphanesinde de vardı. Jung, Kabeiroi’yi Libidonun Dönüşümleri
ve Simge/erınde (1912) ele alır (TE B §209-II). Jung 194o’ta şöyleyazmıştı: “Kabeiroi
aslında gizemli yaratıcı güçler, bize uğurlu düşünceler vermek için yeryüzünün, yani
bilinç eşiğinin altında çalışan cinlerdir. Öte yandan, küçük şeytanlar ve gulyabaniler
gibi birçok yaramaz oyunları vardır, ‘dilin ucuna geleni* adları ve tarihleri yakalarlar
ve yanlış şeyler söylememize vs. neden olurlar. Bilincin ve emrindeki işlevlerin
henüz öngörmediği her şeye göz verirler... daha derin bir kavrayış aşağı işlevin ilksel
niteliklerinin her çeşit önemli ilişkiyi ve simgesel anlamı gizlediğini gösterecek ve
Kaberiroi‘ye saçma parmak çocuklar deyip gülmek yerine, onların gizli bilgeliğin hazinr
dairesi olarak düşünülebilir belki:’
311. Jung’un kaligrafi cildindeki sayfa boşluğuna düştüğü not: “Bunun üzerine bu konuyu i'ıı
haftalığına bir kenara bıraktım:’
B: “Zeminin daha sağlamolduğunu hissediyorum. Yukarıya doğru
uzanıyorum.”
K: “Senin için şimşekler çakan / bir kılıç dövdük ki seni bağlayan
düğümleri onunla çözebilesin.”
B: “Kılıcı sıkıca tutuyorumve indirmek için kaldırıyorum.’
K: “Seni bağlayan ve mühürleyen şeytanca, ustaca atılmış düğümü
de önüne koyuyoruz. İndir kılıcını, onu ancakkeskinlikle çözebilirsin.’
B: “Göreyimşudüğümü, tamkördüğümü! Tambir usta işi. Çılgınca
birbirinin içine geçmiş köklerin anlaşılmaz doğası! Yalnızca doğa ana,
kör dokumacı, böyle bir düğüm atabilirdi! Ustaca atılmış bin küçük
düğümden oluşan karman çorman bir top, iç içe geçmiş, tambir insan
beyni! Doğru mu görüyorum? Ne yaptınız siz? Beynimi önüme koydu­
nuz! Şimşekler saçan keskinliği dilimlere ayırsın diye ana bir kılıç mı
verdiniz? Ne düşünüyordunuz?”312
K: “Doğanın rahmi beyni dokudu, yeryüzünün rahmi kılıcı verdi.
Böylece Ana sana her ikisini de verdi; karmaşıklıkve kesip atma.’
B: “Gizemli! Gerçekten kendi beynimin celladı olmamı mı istiyor­
sunuz?”
K: “Aşağı doğanın efendisi olarakbununyararını göreceksin. İnsan,
beyninde düğümlenmiştir ve bu düğümü kesip atması için de ona bir
kılıç verilmiştir.’
B: “Nedir bu sözünü ettiğiniz düğüm?”
K: “Düğümsenindeliliğin, kılıç dadeliliğininüstesindengelmen.’^
B: “Şeytanın evlatları, size kim söyledi deli olduğumu? Yeryüzü tin­
leri, balçık ve pisliğin kökleri, beynimin kök lifleri sizler değil misiniz?
Polip kıskaçlı süprüntüler, birbirine düğümlenmiş özsu kanalları, asalak
üzerineasalaklar, emilmiş vealdatılmış, geceleri gizlicebirbirinintepesine
tırmananlar, kılıcımın şimşekler çakankeskinliği asıl sizelayık. Sizi kesip
atmaya mı ikna etmeye çalışıyorsunuz beni? Özyıkımı mı düşünüyorsu­
nuz? Nasıl oluyor da doğayoketmekistediği yaratıklar doğurabiliyor?”
312. Jung “Ayinde dönüşüm sembolizmi"nde (1941) kılıç motifinin simyada önemlibir rol
oynadığına değinir ve bu motifi bir adama aracıolarakayırt edici ve ayırıcı işlevleriyle
ele alır: “Simyasal kılıç solutio ya da separatio elementorum’u ortaya koyar. Böylece
özgün kaos durumunu geri getirir ki yeni bir impressio formae ya da imaginatio ile yeni
ve daha kusursuz bir bünye oluşturulabilsin (TE II, §357).
313. Burada deliliğin üstesinden gelme düşüncesi Schelling'deki deliliğin alt ettiği insan ile
deliliği yönetmeyi başaran insan ayrımına yakın (bkz. dipnot 89, s. 124).
K: “Tereddüt etme. Bize gerek çünkü biz kendimiz düğümüz.
167/168 Yeni bir ülkefethetmekisteyen/ardındaki köprüleri yakar. Artıkvar olma­
yalım. Biz her şeyinaynı zamandayine kendi kökenine aktığı binkanalız.”
B: “Kendi köklerimi mi keseyim? Kralı olduğum halkımı mı öldüre­
yim? Kendi ağacımı mı kurutayım? Siz gerçektenşeytanınoğullarısınız:’
K: “Vur kılıcını, biz efendisi için ölmek isteyen uşaklarız.’
B: “Vurursamne olacak?”
K: “Ozamanbeyninolmayacaksınartık, deliliğininötesindevar ola­
caksın. Deliliğinin beynin olduğunu, köklerin bağlarındaki, kanalların
ağındaki korkunç karışmışlık ve dolanma, liflerin karmaşası olduğunu
görmüyor musun? Vur kılıcını! Yolu bulan beyninin üzerine yükselir.
Beyinde bir parmak çocuksun sen, beyninin ötesinde dev biçimini alır­
sın. Elbette şeytanın oğullarıyız biz amabizi sıcakve karanlıktan dövüp
biçimlendiren sen değil misin? Bu yüzden bizde onun doğasından da
senin doğandan dabir şeyler var. Şeytanvar olan her şey, aynı zamanda
yok olduğu için değerlidir, diyor. Şeytanın oğulları olarakyıkımı istiyo­
ruz ama senin yaratıkların olarakkendi yıkımımızı istiyoruz. Ölümden
geçereksende yükselmek istiyoruz. Biz her yandan emen kökleriz. Ar­
tık gerek duyduğun her şeye sahipsin, öyleyse kes at bizi.”
B: “Sizi, uşaklarımı özlemeyecek miyim? Bir efendi olarak kölelere
ihtiyacımyok mu?”
K: “Efendi kendine hizmet eder.”
B: “Şeytanın hırslı çocukları, bu sözler sizinyıkımınız. Kılıcıminsin
üzerinize, bu vuruş sonsuza dek geçerli olsun:’
K: “Eyvah, eyvah! İstediğimiz, korktuğumuz oldu işte!”

168/171 / [İmge 169] / [ÖH 171] Yeni bir ülkeye ayak bastım. Getirilen hiç-
bir şey geri akmamalı. Kurduğumu hiç kimse yıkamayacak. Kulemde
mirden ve tek parça. Temellerinde şeytan dövüldü. Kabeiroiler kurdu
onu ve kulenin mazgallarında usta kurucular kılıçla kurban edildi. Bir
kale nasıl doruğuna oturduğu dağın üzerinde yükselirsebende içinden
doğduğum beynimin üzerinde duruyorum. Katılaştım ve artık yıkıl
Artıkgeri a^nıyorum. Kendibenliğimin efendisiyim. Efendiliği1
hayranlık duyuyorum. Güçlü, güzel ve zenginim. Geniş topraklar vı
mavi gökyüzü önüme serildi ve efendiliğimönünde boyun eğdi. Ne ben
kimseye hizmet ediyorum ne de kimse bana. Kendime hizmet ediyo­
rumve kendimhizmet ediyorum. İşte buyüzden istediğime sahibim. ,14
Bozulmaz kalem birkaç bin yılda yükseldi. Artık küçülmez ama
üzerine inşa edilir ve edilecek. Kulemi çok azı kavrayabilir çünkü yük­
sek bir dağın tepesinde. Yine de birçokları görecek onu / ve kavraya­
mayacak. İşte bu yüzden kalem kullanılmadan kalacak. Kimse onun
pürüzsüz duvarlarından tırmanamaz. Kimse sivri çatısına konamaz.
Ancak dağdaki gizli girişini bulan ve iç organlarındaki labirentlerden
geçerek tırmanan ve şeyleri oradan tarayan ve kendi içinden yaşayanın
mutluluğu kaleye ulaşabilir. Bu elde edildi ve yaratıldı. İnsanların dü­
şünce yapbozlarından yükselmedi, iç organların parıldayan sıcaklığın­
da dövüldü; maddeyi dağa Kabeiroiler taşıdı ve doğuşunun gizemini
saklayan biricik koruyucular olarak yapıyı kendi kanlarıyla kutsadılar.
Onu dünyanın yüzeyinden değil, ötenin aşağısından ve yukarısından
kurdum. İşte bu yüzden yeni, tuhaf ve insanların yaşadığı düzlüklerin
üzerinde yükseliyor. Sağlamve başlangıç olan bu.115

[HI 172] Ötenin yılanını birleştirdim. Öte olanherşeyi kendime kabul


ettim. Buradan da başlangıcımı kurdum. Bu iş tamamlandıktan sonra
hoşnuttumve ötemde başka nelerin olduğunumerak etmeye başladım.
Buyüzden deyılanımayaklaşıp /ötede olupbitenlerden haberler getir­ 172/173

mek için sürünüp gitmesini söyledim tatlı dille. Oysa yılan yorgundu
ve bunu yapmak istemediğini söyledi.

{4}[1]3‘6Ben: “Zorlamak gibi bir niyetimyok ama belki, kim hilir?


Belki yararlı bir şeyler dahabuluruz.’ Yılanbir süre duraksadıktan son-
314. Jung’un kaligrafi cildindeki sayfa boşluğuna düştüğü not: “accipe quod tecum est. in
collect. Mangeti in ultimis paginis” (Olanı kabul et. Mangeti kolleksiyonunun son
sayfasında). Anlaşılan burada J. J. Manget'nin bir dizi simya metnini içeren Bibliotheca
chemica curiosa, seu rerum ad alchemiam pertinentium thesaurus instructissimus’una
(ı 702) atıfta bulunuluyor. Bu kitap Jung'da da vardı ve kitabın içinde bazı yerler kâğıt
parçalarıyla ya da satırların altı çizilerek işaretlenmişti. Jung’un notu büyük olasılıkla
Mutus Liberin son gravürü ile ilgili. Bibliotheca chemica curiosa'mn birinci cildi bu
gravürle biter. Simya eserinin tamamlanmasını betimleyen bu gravürde bir adam yerde
yatarken bir diğeri melekler tarafından havaya kaldırılır.
315. Psikolojik Tiplerde Jung, Hermas'm Çobanı ndaki kule görümünü ele alırken kule
simgesini yorumlar (te §390). Jung 192o'de Bollingen'deki kuleyi tasarlamaya başlamıştı.
316. 2 Şubat 1914.
ra derinliklere daldı gitti. Neden sonra sesini işittim: “SanırımCehen­
nem’e ulaştım. Burada asılmış bir adamvar.” Basit, çirkin bir adamçar­
pılmış yüzüyle önümde duruyor. Fırlakkulakları ve kamburuvar. Şöyle
diyor: “Ben idamla cezalandırılmış bir tutukluyum.’
B: “Ne yapmıştın?”
O: “Anne babamı ve karımı zehirledim.’
B: “Nedenyaptın bunu?”
O: “Tanrı'nın onuruna.’
B: “Ne? Tanrı'nın onuruna mı? Ne demek istiyorsun?”
O: “Her şeyden önce, her şey Tanrı'nınonuruna gerçekleşir, ikincisi
kendime özgü düşüncelerimvardı.”
B: “Aklından neler geçiyordu?”
O: “Onları seviyordumve onları bu sefil hayattan sonsuz kutsan-
maya daha erken göndermekistedim. Onlara güçlü, çokgüçlübir uyku
içkisi verdim.’
B: “Bu da seni bundan ne gibi bir çıkarın olduğunu bulmayayönelt­
medi mi?”
O: “Yalnız ve çok mutsuzdum. İyi bir gelecek düşlediğim iki çocu
173/174 ğum için yaşamak istiyordum. Karımdan da daha sağlıklıydım, / bu
yüzden de yaşamak istiyordum.’
B: “Karın bu cinayetlere razı oldu mu?”
O: “Hayır, mutlakarazı olurdu ama niyetimdenhiçbir haberi yoktu.
Ne yazık ki cinayet açıklığa kavuşturulduve ölüme mahkûmedildim.”
B: “Ötede yine akrabalarınla karşılaştın mı?”
O: “Bu tuhafve sıradışı bir öykü. Cehennemde olduğumu zannedi
yorum. Bazen karım da buradaymış gibi geliyor, bazen de kendimden
emin olamadığımgibi bundan da emin olamıyorum.’
B: “Nasıl bir şey? Anlat bana.’
O: ‘‘Arada sırada sanki benimle konuşuyor. Ben de yanıt veriyo
rum. Yine de bugüne kadar ne cinayet ne de çocuklarımız hakkında
konuştuk. Orada burada, sanki aramızda hiçbir şey yokmuş gibi, kü
çük, önemsiz gündelik konulardan söz ediyoruz. İşin aslını anlayanı ı
yorum. Anne babamı daha da az görüyorum. Sanırım annemle henüz
hiç karşılaşmadık. Babambir kez geldi burayave bir yerlerde yitirdiği
piposundan bahsetti.’
B: “Peki, nasıl zaman geçiriyorsun burada?”
O: “Sanırım bizim zamanımız yok, o yüzden de geçmiyor. Hiçbir
şey olmuyor.”
B: "Bu / aşırı sıkıcı değil mi?”
O: “Sıkıcı mı? Hiç böyle düşünmedim. Sıkıcı? Belki ama ilginç bir
şeyyok. Aslına bakılırsa hemen her şey aynı.’
B: "Şeytan sana hiç eziyet etmiyor mu?”
O: “Şeytan mı? Onun yüzünü bile görmedim:’
B: “Öteden geliyorsun ve verecek hiçbir haberin yok mu? Buna
inanmakta güçlük çekiyorum:’
O: “Bedenim olduğu zamanlarda bir ölüyle konuşmanın kesinlikle
çok ilginç olacağını düşünürdüm. Şimdiyse bunun benim için hiçbir
anlamı yok. Dediğimgibi, burada hiçbir şey kişisel değil ve her şey ol­
duğu gibi. Bildiğimkadarıyla böyle söylüyorlar:’
B: "Bu çok kasvetli. Anlaşılan sen Cehennem’in en dibindesin:’
O: “Umurumda değil. Sanırımartık gidebilirim, değil mi? Elveda:’
Birden bire yok oluyor. Yılana317dönüp soruyorum: “Öteden gelen
bu sıkıcı konukne anlama geliyor olabilir?”
Y: "Onunla oradakarşılaştım. Diğer birçokları gibi ortalıkta huzur­
suz huzursuz dolanıyordu. Kötünün iyisi olarak onu seçtim. Bana iyi
bir örnek gibi geliyor:’
B: “Öte bu kadar renksiz mi?”
Y: “Öyle görülüyor. Oraya gittiğim sırada devinimden başka hiçbir
şey yoktu. Her şey belli belirsiz bir ileri bir geli dalgalanıyordu. Kişisel
olan hiçbir şeyyoktu:’
B: “Bu lanetli kişisel nitelik de neyin nesi o zaman? Şeytan kısa
süre önce adeta kişiselliğin özüymüş gibi / güçlü bir izlenim bırak­ 175I176
mıştı bende:’
Y: “Elbettebırakır çünküo sonrasız karşıtlıkve sende kişisel yaşamı
asla mutlak yaşamla uzlaştıramazsın:’
B: “Bu karşıtları birleştiremez miyim?”
Y: “Onlar karşıt değil, yalnızca farklı. Gün yılın, okka dirhemin ne
kadar karşıtıysa onlar da okadar karşıt:’
B: “Bu aydınlatıcı oldu ama biraz da sıkıcı.”
317. Kara Kitap4’te: "ruh” (s. ııo).
Y: “ Ö teye d air konuşurken h e r zam an olduğu gibi. Ö ylece sürüp
gider, özellikle de karşıtları dengeleyip evlen dird iğim iz için. Sanırım
y a k ın d a ö lü lerin nesli tükenecek.’

[H I 176 ) [2] Şeytan insan d oğasındaki karan lığın toplam ı. Işıkta


yaşayan Tanrı'nın im gesi o lm aya u ğraşır; karan lıkta yaşayan şeytanın
im gesi olm aya çalışır. Ben ışıkta yaşam ak istediğim için derinliklere
d okund uğum d a gün ışığı b en im için söndü. K aran lık ve yılansıydı.
K en d im i onunla birleştirdim ve on a hükm etm edim . Y ılan ın doğasını
üstlenerek aşağılanm a ve boyu n eğmede p ayım a düşeni aldım .
176/177 Y ılan gibi / olm asaydım , y ıla n sı olan her şeyin özü olan şeytan bıı
güç p arça sın ı hâlâ ü zerim d e tutacaktı. Bu d a şeytanın eline bir fırsat
verecek ve beni, tıpkı Faust’u ku rn azca aldattığı gib i,3‘8 o n u n la b ir ant
laşm a yapm aya zorlayacaktı. O y sa ben, tıpkı erkeğin kad ın la birleşm e
sinde olduğu gibi yılan la birleşerek on dan önce davrandım .
B öylece in san ın yaln ızca yılan lığın d an , '9 genelde kendine değil
şeytana atfettiği yılan lığın d an geçen etkilem e olasılığını şeytanın elin
den alm ış oldum . M efistofeles b en im y ılan lığ ım a kapılm ış şeytan. Şey
tanın kendisi de kötülüğün özü, çıplak ve dolayısıyla cazibesiz, akıllı
bile d eğil am a ikn a gücü olm ayan s a f değillem e. B öylece yık ıcı etkisini'
d iren ip sık ıc a yakalad ım onu ve zincire vu rdu m . O ğ u lla rı bana hiznıel
etti ve ben de o n la rı k ılıcım la ku rban ettim.
B öylece sağlam b ir y a p ı kurdum . Böylece denge ve süreklilik eldi
ettim v e kişiselin dalgalanm alarına karşı koyabildim . Böylece içimdeki
ölüm süz kurtuldu. K aran lığı benim ötem den alıp güne çektim ve böylea-
boşalttım . B öylece ölülerin istekleri de son buldu çünkü doym uşlardı.
177/178 / Ö lüler artık beni tehdit etm iyor çünkü yılan ı kabul ederek onların
isteklerini de kabul etm iş oldum . B öyle yap arak ölülerden b ir parçayı
d a günüm e sü rü k lem iş oldum . Y in e de bu gerekliydi çünkü ölüm ı'iı
d ayan ıklı şeyd ir ve asla iptal edilem ez. Ö lüm b an a süreklilik ve sağlam
lık veriyor. K en d i isteklerim i k arşılam ak istediğim sürece kişiseldim ve
bu nedenle de d ünyad aki an lam ıyla yaşıyord u m . O y sa içim deki iiliı

318. Goethe’nin Fausf’unda Mephistopheles Faust’la bir antlaşma yapar ve Faustun öteki
dünyada onun hizmetine girmesi karşılığında yaşarken ona hizmet edeceğini söyler.
319. Düzeltilmiş Tas/ak’ta: “ben ve yılanla'’ (s. 251)
lerin isteklerini kabul edip yerine getirince önceki kişisel uğraşımdan
vazgeçmem gerekiyordu ve dünyanın gözünde ölü olacaktımartık. Ki­
şisel çabasını aşıpölülerin isteklerini tanıyanve onları yerine getirmeye
çalışanın üzerine büyükbir soğuk iner.
Okişisel ilişkilerininyaşayan niteliğini gizemli bir zehirin kötürüm
bıraktığını düşünürken, ötesindeki ölülerin sesleri hâlâ kısıktır. Tehdit,
korku ve huzursuzluk son bulur çünkü önceden içinde pusuya yatmış
olan her şey artık gününde yaşamıyordur. Kendi içinde olduğu için
günü güzel ve zengindir.
Oysa hepyalnızca diğerlerinin talihini isteyen çirkindir çünkü ken­
dini / kötürüm bırakmıştır. Katil diğerlerini kutsanmaya zorlayandır 178/179
çünkü kendi gelişimini öldürür. Aşk uğruna kendi aşkını öldüren bu­
daladır. Böyle biri diğer kişi için kişiseldir. Ötesi gri ve kişilik-dışıdır.
Kendini başkalarına dayatır; bu yüzden de soğuk bir hiçlikte kendini
kendine dayatmaya lanetlenir. Ölülerin isteklerini tanıyansa çirkinliği­
ni öteye sürgün eder. Kendini açgözlülükle başkalarına dayatmazartık,
güzellik içinde yalnız yaşar ve ölülerle konuşur. Gün gelir ölülerin is­
tekleri de yerine getirilir ama o hâlâ yalnızlık içinde kalırsa güzellik de
ötede kaybolur, bu yana ıssızlık gelir. Beyazdan sonra kara aşama gelir
ve Cennet ile Cehennemhep oradadır. •■“

{s}[I] [ÖH 179] Güzelliği kendi içimde ve kendimde bulmuştum


artık ve yılanıma”1 şöyle dedim: “Tamamlanmış bir işe bakar gibi ba­
kıyorumardıma.’
Yılan: “Henüz hiçbir şey tamamlanmadı.’
B: “Ne demekistiyorsun? Tamamlanmadı mı?”
Y: “Bu yalnızca başlangıç.’
B: “Bana kalırsa sen yalan söylüyorsun.’
Y: “Kiminle tartıştığını sanıyorsun? Sen daha iyi mi biliyorsun?”
B: “Ben hiçbir şey / bilmiyorum, yalnız, geçici bile olsa en azından 179/180
bir hedefe ulaştığımız fikrine alışmıştım. Ölülerin bile nesli tükenmek
üzereyse daha ne olabilir?”
320. Jung'un kaligrafi cildinde sayfa boşluğuna düştüğü not: “Katil bendim, ama hâlâ bunu
anlayamamıştım.”
32ı. 9 Şubat 1914. Kara Kitap 4 te: “ruh” (s. 114).
Y: “Yalnız o zaman ölülerin önce yaşamaya başlaması gerekir.’
B: “Bu ifade belki de çok derin bir anlam içeriyor ama kulağa şaka
gibi geliyor yine de.’
Y: “Küstahlaşıyorsun. Şaka falan yaptığımyok. Yaşamhenüz başla­
madı.’
B: “Yaşamderken ne demek istiyorsun?”
Y: “Yaşamhenüz başlamadı, diyorum. Bugünkendini boş hissetme­
din mi? Sen buna yaşammı diyorsun?”
B: “Bu söylediğindoğru amaher şeyi olabildiğinceiyi karşılamakve
yetinmek istiyorum.’
Y: “Bu çok rahat bir şey olabilir ama gerçekte senin daha büyük is­
teklerin olmalı.’
B: “Bu beni yıldırıyor. Kesinlikle kendi isteklerimi yerine getirebi­
leceğimi varsayacak değilimama bunu senin yapabileceğini de düşün­
müyorum. Yine debelki bukez de sanagerektiği kadar güvenmiyorum-
dur. Sanırım bunun nedeni de sana insana özgü koşullarda yaklaşmış
ve seni pek medeni bulmuş olmam.’
Y: “Bu hiçbir şeyi kanıtlamaz. Bir şekilde beni kavrayıp benimyeri­
me geçebileceğini düşünme yeter.’
B: “Peki, o zaman, ne olacak? Ben hazırım.’
180/181 Y: “Bugüne dek ulaşılanlar için / bir ödülü hak ettin.’
B: “Bunun için bir ödeme yapılabileceği düşüncesi ne de hoş.’
Y: “Sana imgelerle ödeyeceğim. Bak:”

[ÖH 181] İlyas ve Salome! Çember tamamlandı ve gizemlerin ka­


pıları yeniden açıldı. Gören, İlyas elinden tutarak Salome’ye yol göste-
riyor. Gözlerini sevgi ile kırpıştırırken bir yandan da kızarıyor ve göz­
lerini düşürüyor.
İ: “işte, sana Salome’yi veriyorum. Al onu.’
B: “Tanrı aşkına, ben ne yapayım Salome ile? Ben zaten evliyim ve
Türk de değiliz.’312
İ: “Umutsuz adam, ne de hantalsın. Bu güzel bir hediye değil mi?
Onun iyileşmesi senin sayende olmadı mı? Onun sevgisini çektiğin sı
kıntıların hak edilmiş karşılığı olarak kabul etmeyecek misin?”
322. Türkiye'deAtatürktarafından1926’daresmenyasaklananadekçokeşlilikserbestti.
B: “Bence bu tuhaf bir hediye, neşeden çok yük getiriyor. Salo-
me’nin minneti ve iyileşmiş olması beni memnun ediyor. Ben de onu
seviyorumbir şekilde. Bu arada, ona gösterdiğim ilgi isteyerek ve öz­
gürce verdiğim bir şey olmaktan çok, içimden çıkmaya zorlanmıştı.
Kısmen istemdışı olan /bu çetin sınav böyle iyi bir sonuç doğurduysa
bu beni memnun etmeye yeter zaten.”
Salome, İlyas’a: “Bırak onu, tuhafbir adam. Kimbilir neler istiyor
ama ciddi görünüyor. Ben çirkin değilim ve kuşkusuz genel olarak
cezbediciyim.”
Salome, bana: “Beni neden geri çeviriyorsun? Hizmetçin olmak,
sana hizmet etmek istiyorum. Önünde şarkı söyleyip dans etmek, in­
sanları savuşturmak, üzüldüğünde rahatlatmak, sevindiğinde birlikte
gülmek istiyorum. Bütün düşüncelerini kalbimde taşıyacağım. Bana
söylediğin sözleri öpeceğim. Her gün senin için güller toplayacağım
ve bütün düşüncelerim seni bekleyecek, seni saracak.”
B: “Sevgin için sana minnettarım. Sevgiden söz ettiğini duymak ne
güzel. Bir müzikve eski, uzakbir sıla. Bak güzel sözleringözlerimi ya­
şarttı. Önünde diz çökmek ve ellerini yüzlerce kez öpmek istiyorum
çünkü bana sevgi vermek istiyorlar. Aşktan ne güzel bahsediyorsun.
Sevgi üzerine ne kadar konuşulsa insan daha fazlasını duymak istiyor.”
S: “Neden sadece sözler? Ben senin olmak istiyorum, bütünüyle,
tamamen senin.”
B: “Bana dolanan ve sıkıştırıp kanımı akıtanyılan gibisin.323/Tatlı 182/183
sözlerin bana sarılıyor ve çarmıha gerilmiş gibi kalıyorum.”
S: “Neden hâlâ çarmıh?”
B: “Katı bir zorunluluğun beni çarmıha fırlattığını görmüyor mu­
sun? Beni kötürümbırakan, olanaksızlık.”
S: “Zorunluluğu yarıp geçmek istemiyor musun? Sözünü ettiğin
bu zorunluluk gerçekten tek mi?”^4
B: “Dinle, benim olmanın yazgın olduğunu sanmıyorum. Bütü­
nüyle tekil olan yaşamında araya girmek istemiyorum çünkü onu
323. Jung’un kaligrafi cildinde sayfa boşluğuna düştüğü not: “Gizem Oyunu Cap. XI" (bkz.
yukarıda s. 167).
324. Kara Kitap 4 şöyle devam ediyor: “Ben: İlkelerim -kulağa aptalca geliyor- bağışla beni
ama ilkelerim var. Bunların bayat ahlak ilkeleri olduğunu düşünme çünkü bunlar
yaşamın bana dayattığı anlayışlar. / Yılan: Neymiş bu ilkeler?” (s. 121-22).
sonuna götürmende sana asla yardım edemeyeceğimi düşünüyorum.
Günün birinde buruşturup atılmış bir giysi gibi seni bir yana bırak­
mamın sana ne yararı olacak?”
S: “Korkunç şeyler söylüyorsun ama seni o kadar seviyorum ki
zamanın geldiğinde kendimi bir yana bırakabilirim:’
B: “Gitmene izin vermenin benim için en büyük eziyet olacağını
biliyorumama sen bunu benim için yapabiliyorsan, ben de senin için
yapabilirim. Ağıt yakmadan gideceğim çünkü sivri iğnelerin üzerin­
de yattığım ve çelik tekerleklerin göğsümü parçalayarak üzerimden
geçtiği düşü unutmadım. Ne zaman aşkı düşünsem bu düş de geliyor
aklıma. Eğer olması gerekiyorsa, ben hazırım:’
S: “Ben böyle bir fedakârlık istemiyorum. Ben sana neşe getirmek
istiyorum. Senin için neşe olamaz mıyım?”
183/184 B: “Bilmiyorum, belki evet, / belki de hayır.
S: “Ozaman en azından deneyelim:’
B: “Denemekle eylemekaynı şey. Böyle denemelerinbedeli ağır olur.”
S: “Benim için bu bedele katlanamaz mısın?”
B: “Senin uğruna çektiklerimden sonrayine senin içinağır bir yükün
altınagiremeyecekkadar çokzayıfve bitkin düştüm. Bu yükbeni ezer.”
S: “Beni kabul etmek istemiyorsan, ben de seni kabul edemem,
değil mi?”
B: “Bu bir kabul etme değil, verme meselesi, illa bir şey söylene
cekse.”
S: “Peki, ben kendimi sana veriyorum işte, kabul et beni:’
B: “Sanki bu bir şeyi halledecekmiş gibi. Sevgiyle kördüğüm ol
mak! Düşünmesi bile korkunç.’
S: “Yani benden gerçekten de aynı anda hem olmamı hem de ol
mamamı istiyorsun. Bu olanaksız. Neyin var senin?”
B: “Omuzlarımda başka bir yazgıyı taşıyacak gücüm yok. Zateıı
yeterince yükümvar:’
S: “Ya bu yükü taşımana yardım edersem?”
B: “Bunu nasıl yapabilirsin ki? Beni, çılgınca bir yükü taşıman ge
rekir. Bu yükü benimkendimtaşımamgerekmez mi?”
İ: “Doğruyu söylüyorsun. Herkes kendi yükünü taşısın. Kendi yü­
künü başkasına yüklemek isteyen onun kölesi olur.3' İnsanın kendini
sürükleyip götürmesi o kadar da zor değildir.”
S: “Amababa, yükünütaşımasınabirazolsunyardımedemezmiydim?”
İ: “Ozaman senin kölen olurdu:’ /
S: “Ya da efendimve yöneticim:’
B: “Olmayacağım. Sen özgür bir varlık olmalısın. Ne köle ne de
efendiye dayanabilirim. Ben insanları özlüyorum.”
S: “Ben insanoğlu değil miyim?”
B: “Kendi efendin ve kendi kölen ol, bana değil, kendine ait ol. Be­
nim yükümü değil, kendi yükünü taşı. O zaman bana insanca özgür­
lüğümüvermiş olursun ve bu benimiçin bir başkasına sahip olmaktan
daha değerlidir:’
S: “Beni uzaklara mı gönderiyorsun yani?”
B: “Seni göndermiyorum. Benden uzak kalmamalısın ama bana
doluluğunla ver, özleminle değil. Nasıl ki sen benim özlemimi dindi-
remezsen ben de senin yoksulluğunu doyuramam. Hasadın bereketli
olursa bahçenden bana biraz meyve gönder. Bolluktan çekersen neşe­
nin dolup taşan kadehinden içerim. Bunun benimiçin merhemolaca­
ğını biliyorum. Kendimi ancak doymuşların sofrasında doyurabilirim,
hasret çekenlerin boş kaplarında değil. Ücretimi çalmayacağım. Senin
hiçbir şeyin yok, o halde nasıl verebilirsin? Verdiğin sürece isteyecek­
sin. İlyas, yaşlı adam, dinle; tuhaf bir minnetin var. Kızını evermiyor­
sun, onu / kendi ayakları üzerine koyuyorsun. O insanların önünde 185/186
şarkı söylemek, dans etmek, çalgı çalmak istiyor, parlak sikkelerini
ayaklarına atsınlar istiyor. Salome, aşkın için teşekkür ederim sana.
Beni seviyorsan insanların önünde dans et, onları memnun et ki güzel­
liğini ve sanatını övsünler. Hasadın bereketli olursa pencerenden bana
da bir gül atarsın ve neşenin pınarı dolup taşarsa benim için de bir kez
daha dans eder, şarkı söylersin. Ben insanların neşesine, doluluğunave
özgürlüğüne hasretim, yoksunluğuna değil.
S: “Ne katı, ne anlaşılmaz bir adamsın sen.”
İ: “Seni son gördüğümden buyana değişmişsin. Bana yabancı gelen
başka bir dil konuşuyorsun:’
325. Efendi ve köle ahlakı konusu özellikle Nietzsche’nin Ahlakın Soykütüğü ndeki ilk
yazısında geçer.
B: “ Sevgili ihtiyar, b e n i d eğişm iş b u ld u ğu n a in an m ak isterdim ama
sen de d eğişm iş görün üyorsun . Y ılanın nerede?”
İ: “ Yolunu yitirdi. S an ırım çald ılar onu. O gün b u gü n d ü r içim iz ka
rard ı bir hayli. İşte bu yüzden en azından k ızım ı kabu l etseydin mutlu
olacaktım .’
B: “ Y ılanın ın nerede olduğun u b iliyo ru m , onu ben aldım. O nu alt
186/1S7 d ünyadan alıp getirdik. B an a / sertlik, bilgelik ve bü yü gücü verdi. Ona
üst d ü n yad a gereksinim duyduk, y o k sa alt d ün ya bizden üstün olacak
ve bu d a bizim zararım ıza olacaktı.’
İ: “ Ç e k il git lanet hırsız, T an rı seni cezalan d ırsın .’
B: “ Lanetin güçsüz. Lanetler y ıla n a sahip olanı etkilem ez. Hayır,
m an tıklı ol, yaşlı adam : B ilgeliği olan, güç için açgözlü olm az. Yalnızca
gücü n sahibi olan onu kullanm aktan geri durur. A ğ la m a Salom e, yazgı
sana gelm ez, sen yazgın ı yaratırsın . G id in , sevgili d ostlarım , gece ilerli
yor. İlyas, gücün sahte ışıltısını bilgeliğinden çık ar at ve sen de Salome,
aşkım ız hatrına, dans etm eyi u n u tm a.’

[2)326 Bende h er şey tam am landıktan son ra beklenm edik b ir şekil


d e gizem lere, tin ve isteğin öteki d ünyaya ait güçlerin in ilk görünüşüne
döndüm . K en d i içim de hazza ve kendi üzerim de güce u laştığım sırada
Salom e kendi içindeki hazzı yitirm iş am a başkaların a yön elik sevgiyi
öğrenm iş, İlyas d a bilgeliğinin gücünü yitirm iş a m a ötekinin tinini ta
1S7/1SS nım ayı öğrenm işti. B öylece Salom e cazibenin gücünü yitirm iş ve I sevgi
olm uştu. Ben d e kendi içim de hazzı kazandığım için kendim e yönelik
sevgiyi de istiyorum . O ysa bu ç o k fazla olurdu v e b e n i sım sıkı saraıı
dem irden bir yü zü k gibi tutsak ederdi. Salom e’yi haz olarak kabul ettim,
sevgi olarak geri çevirdim . O ise benim le birlikte olm ak istiyor. O zam aıı,
nasıl kendim için d e sevgiye sahip olabilirim ? Sevgin in başkalarına aiı
olduğuna inanıyorum . O ysa benim sevgim benim le kalm ak istiyor. Bu
beni yılg ıya düşürüyor. D ü şü ncem in gücü onu benden dünyaya, şeyleri',
in san lara ittirsin. B ir şeylerin in san ları bir araya getirm esi, k ö p rü olması
gerekiyor çünkü. B enim sevgim beni istese bile, bu en zorlu baştan <;ı
karm a! G izem ler, p erdelerinizi açın bir kez daha! B u savaşı sonuna dek
sürd ürm ek istiyorum . Gel buraya karan lık dibin yılanı!

326. Kaligrafi cildinde öykülü ilk harf yerine bir boşluk var.
{6}327 [ı] Salome’nin hâlâ ağladığını duyuyorum. Ne istiyor ya da
ben ne istiyorumhâlâ? Bana yaptığın bu ödeme lanetli, insan kurban
vermeden alamıyor bu ödemeyi. Bir kez dokunduktan sonra da daha
büyükbir özveri istiyor.
Yılan:328Özverisiz mi yaşamak istiyorsun? Yaşamın sana bir bedeli
olmalı, değil mi?
Ben: “Ben ödediğime inanıyorum. Salome’yi geri çevirdim. Bu öz­
veri yeterli değil mi?”
Y: “Bu senin için çok küçük bir bedel. Duymadın mı, kendinden
isteyebilirsin.’
B: “Lanetli mantığın ne de iyi niyetli: Özveriyi istemek, öyle mi?
Ben / öyle anlamamıştım. Anlaşılan bu hatam benim yararıma oldu. 188/189
Söyle bana, duygumu arkaya atmamyetmez mi?”
Y: “Senin duygunu arkaya attığın falan yok; Salome konusunda
daha fazla ıstırap çekmemek işine geliyor aslında.”
B: “Eğer doğruyu söylüyorsan, bu hayli fena. Salome bu yüzden mi
hâlâ ağlıyor?”
Y: “Evet, öyle.’
B: “Peki, ama yapacak bir şeyvar mı?”
Y: “Eyleme mi geçmek istiyorsun. Düşünebilirsin de.’
B: “İyi de düşünecek ne var? İtiraf edeyim, ne düşüneceğimi bilmi­
yorum. Belki bir önerin vardır. Kendi başımın üzerinde süzülmemge­
rekiyormuş gibi bir his var içimde. Bunuyapamam. Ne düşünüyorsun?”
Y: “Hiçbir şey düşünmüyorum, önerimde yok.”
B: “Ohalde öteye sor, Cennete ya da Cehennem’e git, belki orada bir
öneri bulunur.’
Y: “Yukarıya çekiliyorum:’
Böylece yılan küçük, beyaz bir kuşa dönüştüve süzülerekbulutların
arasında gözdenyitti. Onu uzun süre bakışlarımla izledim.”329
Kuş: “Beni duyuyor musun? Şimdi uzaklardayım. Cennet çok
uzak. Cehennem yeryüzüne çok daha yakın. Senin için bir şey bul­
dum, bırakılmış bir taç. Cennet’in sınırsız genişliğindeki bir sokakta
duran altın bir taç.”
327. 1iŞubat1914.
328. KaraKitap4‘tebufigür“ruh”olaraktanımlanıyor(s. 131).
329. BucümleTas/afc’taeklenmiş, s. 533.
İşte elime330/ geçti bile, altın kraliyet tacı, içinde yazılar var, ne
diyor? “Sevgi asla bitmez.””1 Cennet’ten bir armağan. Peki, ne anla­
ma geliyor?
K: “İşte geldim, memnun oldun mu?”
B: “Kısmen. Ne olursa olsun, bu anlamlı armağaniçin teşekkür ede­
rim sana. Yine de gizemli ve getirdiğin armağan beni neredeyse kuş­
kulandırdı.’
K: “Bu cennetten bir armağan oysa, biliyorsun.”
B: “Kesinlikle çok güzel ama Cennet ve Cehenneme dair neyi kav­
radığımızı biliyorsun.’
K: “Abartma. Sonuçta Cennet ile Cehennem arasında bir ayrımvar.
Gördüklerime dayanarak kesinlikle inanıyorum ki Cennet’te de Ce-
hennem'den daha fazlası olupbitmiyor ancakbüyük ihtimalle farklı bir
şekilde oluyordur. Yine de gerçekleşmeyen bir şey, belirli bir şekilde
gerçekleşemez.’
B: “Bilmeceli sözlerin kulak vereni hasta eder. Söyle bana, taç hak­
kında ne düşünüyorsun?”
K: “Ne mi düşünüyorum? Hiçbir şey. Kendi adınakonuşuyor zaten.”
B: “Üzerindeki yazıları mı kastediyorsun?”
K: “Elbette, senin için bir anlamı olmalı bunların.’
B: “Bir yere kadar, evet, sanırım. Yine de soru olduğu gibi asılı du­
ruyor.’
K: “Öyle de olması gerekiyor zaten.’
Şimdi kuş birdenbire yeniden yılana dönüşüyor”2
B: “İnsanın asabını bozuyorsun.’
Yılan333: “Yalnızca benimle aynı fikirde olmayan insanların.’
B: “Ben de kesinlikle seninle aynı fikirde değilim. Tersi nasıl olabi­
lirdi ki? Öylece havada asılı durmak ürkütücü bir şey.’
Y: “Bu senin için çok zorlu bir özveri mi? Sorunları çözmek istiyor­
san havada asılı durabilmelisin. Salome’ye bak!”
330. LiberNovus un kaligrafi cildinin yazıya geçirilmesi burada sona eriyor. Bundan sonraki
bölüm Taslaktan (s. 533-536) yazıya geçirilmiş.
33ı. Bu alıntı ı. Korintliler 13:8'den. Jung hayatının sonlarına doğru bu parçayı Anı/arın
sonundaki aşk üzerine düşüncelerinde birkezdaha anacaktı (s. 387). Kara Kitap 4'te
yazı ilk olarak Yunan harfleriyle veriliyor (s. 134).
332. Bu cümle Tas/ak’ta eklenmiş (s. 534).
333. Kara Kitap 4'te bu figür yılan olarak tanımlanmıyor.
Ben, Salome’ye: “Hâlâ ağladığını görüyorum, Salome. Hâlâ kendine
gelememişsin. Ben havada salınıyorumve buna da lanet ediyorum. Se­
nin ve benim uğrumuza asılıyorum. Önce çarmıha gerildim, şimdiyse
sadece asıldım. Soyluca değil ama ızdırabı da daha az değil” 4 Seni yo­
rup hırpalamak istediğimiçin beni bağışla; özverimlekörlüğünüiyileş­
tirdiğim zaman olduğu gibi seni kurtardığımı sandım. Belki de senin
uğruna, üçüncü kez, kafam uçurulmalı, bize ızdırabın İsa’sını getiren
eski dostun Yahya’ya olduğu gibi. Doymaz mısın sen? Hâlâ makul ol­
manın bir yolunu bulamadın mı?”
S: “Sevdiğim, senin için ne yapabilirim? Seni tamamen terk ettim.’
B: “O zaman niye hâlâ ağlıyorsun? Seni gözyaşları içinde görmeye
dayanamadığımı biliyorsun.”
S: “Karayılan asasına sahip olduğuniçin senin incinemez olduğunu
sanmıştım.’
B: “Ben asanın etkisinden kuşkuluyum. Yine de bir açıdan yardı­
mı oluyor bana: İpe çekilmiş olmama karşın havasızlıktan boğulmu­
yorum. Anlaşılan büyülü asa asılmaya dayanmamı sağlıyor. Gerçek­
ten ürkütücü bir iyilik ve yardım bu. En azından şu urganı kesmek
istemez misin?”
S: “Nasıl keseyim? Çok yükseğe asılmışsın.335 Yaşam ağacının te­
pesinde asılısın ve oraya ulaşamıyorum. Kendin yapamaz mısın, yılan
bilgeliğinin sahibi?”
B: “Uzun süre mi asılı kalacağımböyle?”
S: “Kendini kurtarmanın bir yolunu bulana dek.’
B: “Öyleyse en azından ruhumun kuşunun benim için Cennet’ten
alıp getirdiği taç hakkında ne düşünüyorsun, onu söyle.’
S: “Ne diyorsun? Taç mı? Taç sende mi? Ne şanslısın, bir de hâlâ
yakınıyorsun.’
B: “Asılmış bir kral, köy yollarında el açmış ama asılmamış bütün
dilencilerle yer değiştirmek için can atar.’
S (kendinden geçerek): “Taç! Taç sende!”
B: “Salome, acı bana. Nedir butacın sırrı?”
334. Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) Jung folklor ve mitolojideki asılma
motifiniyorumlar (TE B, §358).
335. Kara Kitap 4’te bu konuşmanın sonunu vebirsonraki paragrafı içeren bireksik var.
S (kendinden geçerek): “Taç! Sen taçlandırılacaksın! Nekutlu bana
ve sana!”
B: “Ah, ne istersin bu taçtan? Anlayamıyorumve anlatılmaz bir acı
çekiyorum^’
S (acımasızca): ‘'Anlayana kadar asılı kal:’
Sessizce yerden çok yüksekte, ilk atalarımızın uğruna ilk günahtan
kaçınamadığı tanrısal ağacın sallanan dalında asılı kalıyorum. Ellerim
bağlı ve bütünüyle çaresizim. Öylece üç gün üç gece asılı kalıyorum.
Yardım nereden gelecek? Giydiği beyaz tüylü elbisesiyle kuşum, yılan
işte şuracıkta oturuyor.
Kuş: “Eğer hiçbir yerden yardım gelmezse yukarıda salman beyaz
buluttan sana yardımgetireceğiz:’
Ben: “Bulutlardanyardımgetirmekmi istiyorsunuz?Nasıl olacakbu?”
K: “Bir deneyeceğim:’
Kuşyükselen bir tarlakuşugibi süzülüyorve gittikçeküçülerekgöğü
kaplayan kalın gri bulutların örtüsü ardında gözden yitiyor. Özlemle
izliyorumonu bakışlarımlave yukarıdaki sonsuzgri bulutlu gökyüzün
de, geçit vermez grilikte, uyumlu ve okunamaz grilikte bir şey seçemi
yorum. Yine de taçtaki yazı okunaklı: “Sevgi asla bitmez:’ Bunun anla
mı sonsuza dek asılı kalmak mı? Kuşumtacı, sonrasız yaşamın tacını,
şehitliğintacını getirdiğinde kuşkulanmaktahaklıydım, tehlikeli birçok
anlamlılıktaşıyan uğursuz şeylerdi bunlar.
Yorgunum, yalnızca asılı kalmaktan değil, sınırsızın ardında koş
maktan yoruldum. Gizemli taç, ışıldayan altın, ayaklarımdan çok aşa
ğılarda, yerde duruyor. Havada süzülmüyorum, hayır, asılı duruyorum,
daha da kötüsü, gökyüzü ile yeryüzü arasınaasıldımve asılı kalmaktan
bıkmıyorumçünkü sonsuza deksallanabilirimböyle ama sevgi aslabit
mez. Gerçekten doğru mu bu? Sevgi asla bitmeyecek mi? Bu onlar için
kutlu bir haberse benimiçin nedir?
“Bu bütünüyle görüşe bağlı bir şey;’ diyor birdenbire benden pek
uzakta olmayan bir dala tünemiş yaşlı kuzgun. Felsefeye dalmış cenaze
yemeğini bekliyor.
Ben: “Neden bütünüyle görüşe bağlıymış?”
Kuzgun: “Sevgiye ve ötekine dair görüşüne bağlı:’
B: “Biliyorum, talihsiz ihtiyar kuş, göksel ve yersel sevgiden söz edi­
yorsun.336 Göksel sevgi bütünüyle güzel olacaktır. Oysa biz insanız ve
işte insan olduğumuz için tam da bütün ve bütünüyle olgunlaşmış bir
insan olmayı koydumben de aklıma:’
Ku: “Sen bir ideologsun:’
B: “Ahmak kuzgun, çekil git!”
Orada, yüzüme çok yakın bir dal kıpırdıyor, dala siyah bir yılan
dolanmış, gözlerindeki kör edici inci parıltısıyla bana bakıyor. Benim
yılanımdeğil mi bu?
B: “Kızkardeşim, büyülü kara asa, nereden geliyorsun? Senin kuş
olup Cennete uçtuğunu gördüm ama şimdi burada mısın? Yardım mı
getirdin?”
Y: “Ben yalnızca kendimin yarısıyım; bir bir değil, ikiyim; ben biri
ve ötekiyim. Burada ancak yılansı, büyüsel olarak varım. Oysa burada
büyü bir işe yaramaz. Olacaları aylak aylak beklemek için kendimi bu
dala doladım. Beni yaşamda kullanabilirsin ama askıda değil. En kötü
olasılıkla, sana Hadese giden yolda öncülük edeceğim. Oraya çıkan
yolu biliyorum.’
Önümde havada kara bir belirti yoğunlaşıyor. Küçümseyen kah­
kahasıyla şeytan bu. Bana sesleniyor: “Karşıtlar uzlaşınca ne oluyor­
muş gördün mü? Yaptığını geri alır almaz yemyeşil yeryüzüne inecek­
sin yeniden:’
B: “Geri almayacağım. Aptal değilimben. Her şeyin sonucu buysa,
son da bu olsun:’
Y: “Tutarsızlığın nerede? Yaşam tarzının bu önemli kuralını unut­
ma, lütfen.’
B: “Burada asılı olmamyeterince tutarsız zaten. Midemi bulandıra­
cak derecede tutarsız yaşadımzaten. Daha ne istiyorsun?”
Y: “Belki de doğruyerde tutarsızlık?”
B: “Bırak! Doğru yeri yanlış yeri nasıl bilebilirimben?”
Ş: “Karşıtlarla birlikte egemen bir biçimde doğrulan kişi doğruyu
yanlıştan ayırt edebilir:’
336. Swedenborg göksel aşkı şöyle tanımlar: “Kilise, ülke, insan topluluğu ve yurttaşlar söz
konusu olduğunda faydaları faydalar için, iyileri iyiler için sevmek” ve bunu özsevgiden
ve dünya sevgisinden ayırır (Heaven and Its Wonders and Heli: From ThingsHeard and
Seen, çev. J. Rendeli [Londra: Swedenborg Society; 19 20]. §554f).
B: “Sen sus, senin bunda çıkarınvar. Beyaz kuşumgelip yardımge-
tireydi; zayıf düştüm, korkarım.”
Y: “Aptallaşma, zayıflık da bir yoldur; büyü hatayı iyi eder.’
Ş: “Ne, zayıflığınverdiği yürekliliği hiç tatmadın mı sen? Bütünüyle
insan olmak istiyorsun; insanlar güçlü mü?”
B: “Beyaz kuşum, herhalde yolunu yitirdin. Yoksa benimle yaşaya­
madığın için mi kalkıp gittin? Ah, Salome! İşte geliyor. Bana gel, Salo­
me! Bir gece dahageçti. Ağladığını duymadımama benasıldımve hâlâ
da öyleyim.’
S: “Artık ağlamadımçünkü talih ve talihsizlik içimde dengelendi.’
B: “Beyaz kuşumgitti ve dönmedi. Hiçbir şeybilmiyorumve hiçbir
şey anlamıyorum. Bununtaçla bir ilgisi var mı? Söyle!”
S: “Ben ne diyeyim? Kendine sor.’
B: “Yapamıyorum. Beynim kurşun gibi. Ancak yardım için sızla
nabiliyorum. Her şey düşüyor mu, yoksa durağan mı, bilmemolanak­
sız. Umudumbeyaz kuş. Ah, hayır, yoksa kuş ve asılmak aynı anlama
mı geliyor?”
Ş: “Zıtların uzlaşması! Herkese eşit haklar! Budalalar!”
B: “Bir kuş cıvıltısı duyuyorum! Sen misin? Döndün mü?”
Kuş: “Yeryüzünü seversen asılırsın; gökyüzünü seversen salınırsın."'
B: “Yeryüzü nedir, gökyüzü nedir?”
K: “Altındaki her eyyeryüzüdür, üstündeki her şey de gökyüzü. Üs­
tündeki için çabalarsan uçarsın; altındaki için çabalarsan asılırsın.’
B: “Üstümdeki nedir, altımdaki nedir?”
K: “Üstündeki önünde ve senden yukarıda olandır; altındaki ise
senden aşağıda sana dönendir.’
B: “Peki, ya taç? Tacın bilmecesini çöz benimiçin!”
K: “Taç ve yılan karşıt ve bir. Çarmıha gerilenin başına taç olan yı
lanı görmedin mi?”
B: “Ne, anlamıyorumseni.”
K: “Tacın sana getirdiği sözler neydi? “Sevgi asla bitmez.’ İşte tacııı
ve yılanın gizemi bu.’
B: “Peki, ya Salome? Salome’ye ne olacak?”
K: “Görüyorsun, Salome sen ne isen o. Sen uçarsan onun kanat
lan çıkar.’
Bulutlar ayrılıyor, gökyüzü tamamlanan üçüncü günün batımıyla
kızarıyor.337Güneş denizebatıyor veben de onunla birlikte ağacın tepe­
sindenyeryüzüne doğru kayıyorum. Huzurlu bir gece çöküyor usulca.

[2] İçimi korku kaplıyor. Daha kimi taşıdınız, Kabeiroi? Sizde kimi
kurban ettim? Beni kendinizeyığdınızve erişilmez yalçın bir kayalığa,
kendi kiliseme, manastırıma, infaz yerime, hapsime çevirdiniz beni.
Kendimde tutsak oldum ve hüküm giydim. Kendi rahibim ve cemaa­
tim, yargıcımve yargılananım, Tanrımve insan kurbanımoldum.
Nasıl bir iş yaptınız, Kabeiroi! Geri alanamayacak, katı bir yasa do­
ğurdunuz kaostan. Anlaşıldı ve kabul edildi.
Gizli harekatın tamamlanması yakın. Gördüklerimi elimden geldi­
ğince sözcüklerleanlattım. Sözcükler yoksul ve güzellikonlara katılmı­
yor. Peki, ya doğruluk güzel mi, güzel doğru mu?338
İnsan sevgiyi güzel sözlerle anlatabilir. Ya yaşamı? Yaşam sevginin
üzerinde duruyor. Sevgiyse yaşamın kaçınılmaz anası. Sevgi yaşama
dayatılmalı, asla yaşamsevgiye değil. Sevgi ızdıraba konu olsun, yaşam
değil. Sevgi yaşamagebe olduğu sürece, onasaygı duyulmalı amayaşamı
kendi içindendoğurduysa, boş bir kılıfadönmüştürve geçiciliktetükenir.
Beni doğuran anayla konuşuyorum, kendimi beni taşıyan rahim­
den ayırıyorum.339Sevgi uğruna konuşmuyorum artık, yaşam uğruna
konuşuyorum.
Söz benim için ağırlaştı ve kendini ruhtan azat etmek için pek de
uğraşmıyor. Bronz kapılar kapandı, ateşler söndü ve küle döndü. Ku­
yular kurudu ve bir zamanlar denizin olduğuyerde çorak topraklar var
artık. Kulemçölde. Kendi çölünde keşiş olana ne mutlu. Okurtulur.

lenin değil, sevginin gücü kırılmalı yaşam uğruna çünkü yaşam


sevginin üzerindedir. İnsan yaşamı gelişene dek anasına gerek duyar.
Sonra da ondan ayrılır. Bu yüzden de yaşamgelişene dek sevgiye gerek
duyar, sonra da kendini ondan koparır. Çocuğun anneden ayrılması
337. İncile göre yaratılışın üçüncü gününde kara ile deniz birbirinden ayrılır.
338. John Keats’in “Ode to a Grecian Um” şiiri bu mısralarla biter: “Beauty is truth, truth
beauty, —that is ali / Ye know on earth, and ali ye need to know."
339. Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912, t e B) Jung psikolojik gelişimi
sırasında bireyin, kahramanlık destanlarında olduğu gibi, kendini anne figüründen
özgürleştirmesi gerektiğini savunur (bkz. bölüm 6 “Anneden kurtulma savaşı”).
zordur ama yaşamın sevgiden ayrılması daha da zordur. Sevgi sahip
olmakve tutmakister, yaşamsa daha fazlasını.

Her şeyin başlangıcı sevgidir ama şeylerin varlığı yaşamdır.340Ne


müthiş bir ayrım. Ey en karanlık derinliklerin tini, neden beni sevenin
yaşamadığını ve yaşayanın sevmediğini söylemeye zorluyorsun? Bunu
hep geriye doğru anlıyorum! Her şey karşıtına mı dönüştürülmeli?341
OlAHMON’un tapınağının durduğu yerde bir deniz mi olacak? Gölgeli
adası en karanlık dibe mi çökecek? Önceden tüm ulusları ve ülkeleri
yutan selin çekilirkenyarattığı girdaba mı kapılacak? Denizin dibi Ara-
rat’ınyükseldiği yer mi olacak?34*
Ne tiksindirici sözler mırıldanıyorsun yeryüzünün suskun oğlu?
Ruhumun sarılışını kesip atmak mı istiyorsun? Sen, oğlum, kendi­
ni araya mı yerleştiriyorsun? Kimsin sen? Bu gücü sana kim veriyor?
Uğruna çabaladığımher şeyi, içimden çıkarmaya çabaladığımher şeyi
yeniden tersine çevirmeye, yok etmeye mi çalışıyorsun? Sen şeytanın,
bütün kutsalların karşıtı olanın oğlusun. Alt ederek büyüyorsun. Beni
korkutuyorsun. Bırak da ruhumun kucaklayışında mutlu olayım, tapı­
nağın huzurunu bozma.
Çekil git, kötürümbırakan bir güçle deşiyorsun beni. Senin yolunu
istemiyorum çünkü. Miskince ayaklarına mı kapanayım? Seni şeytan
oğlu şeytan, konuş! Sessizliğinkatlanılacak gibi değil ve aptallıkla dolu.
Ruhumu kazandımve o benim için ne doğurdu? Sen, canavar, bir
oğul, ha! Korkunç, beş para etmez bir kekeme, semender beyinli, ilk­
sel kertenkele! Yeryüzünün kralı olmak mı istiyorsun? Gururlu özgür
erkekleri sürgün etmek, güzel kadınlara büyüyapmak, kaleleri parçala­
mak, eskikatedrallerinkarnını mı deşmekistiyorsun? Sersemşey, kafa­
sına su otu geçirmiş miskin, böcekgözlükurbağa! Bir de benimoğlum
olduğunu mu söylüyorsun? Sen benim oğlumdeğil, şeytanın dölüsün.
Şeytanın babası ruhumun rahmine girdi ve sende ete kemiğe büründü.
340. Libidonun Dönüşümleri ve Simgeleri nde (1912) Jung libido kavramını ele alırken
Hesiod'un Theogomsindeki Eros un kosmogonik önemine değinir ve bunu Orphizm’dcki
Phanes ve Hindu sevgi tanrısı Kama ile karşılaştırır {TE, §223).
34ı. Jung son dönem çalışmalarında herşeyin karşıtına dönmesi ilkesi olan “enantiodromia"ya
eğilmişti ve bunu Heraklitus’a atfediyordu. bkz. Psikolojik Tipler (1921) te 6, §7o8f.
342. Incil'de büyük tufanda Nuh’un gemisinin Ağrı Dağı’nda (Ararat) durduğu anlatılır
(Yaratılış 8:4)
Seni tanıyorum , <l>IAHMON, düzenbazların en kurnazı! Beni aldat­
tın. B ak ire ruh um u korkunç solucanla gebe bıraktın. OIAHMON, lanet
şarlatan, gizem leri tak lit ettin karşım d a, ü zerim e yıld ızların yeleğini
geçirdin , benim le bir İsa-b u dalası kom edisi oynadın, beni tıpkı Odin343
gib i a ğ a ca astın, özenle ve ah m ak ça, Salom e’y i bü yü lem em için afsu n ­
lar u yd u rm am ı sağladın. Bu sırad a d a ru h um u solucanla, toz toprağın
k u sm u ğu yla gebe bıraktın. A ld a n m a üzerine aldanm a! M üthiş şeytan­
ca a y a k oyunları!
B an a büyünün gü cü n ü ve rd in , taçlandırdın beni, gü cü n ışıltısıyla
bezedin ve oğlunun sözüm o n a Y u su f babasını oyn am am ı sağladın.
G ü vercin in yu vasın a sıska b ir basilikos yerleştirdin.
R u h u m , ah seni zin a cı fah işe , bu piçe gebe k ald ın ! O n u ru m le ­
k ele n d i; ben , D e c ca l’ın g ü lü n e si b a b a sı! S a n a n a s ıl d a k u şk u y la b a k ­
tım ! B u k u şk u m ne k a d a r z a y ıftı k i bu rezil e y le m in b ü y ü k lü ğ ü n ü
ö lçem ed im .
N eyi parçalıyorsun? Sevgiyi v e yaşam ı ikiye ayırdın. B u zoraki k o ­
puştan k u rb ağa ve kurbağanın oğlu ortaya çıktı. Gülünç, iğrenç bir
görüntü! D ayan ılm az geliş (İsa'nın gelişi)! Tatlı su kıyısınd a oturup
kurbağaların gece şarkılarını din leyecekler çünkü onların T anrısı k u r­
bağaların oğlu olarak doğdu.

Salom e nerede? Sevgin in çözülem ez soru su nerede? A rtık soru yok,


b akışım ı gelecek şeylere çevird im ve Salom e old u ğu m yerde duruyor.
Kadın seni değil, en güçlünü izler. Böylece h em iyi h em de kötü bir
yoldan, sana çocuk verir.

{7} [I] Ben yağm ur bu lu tlarının ve çökm ekte olan gecenin k ap lad ı­
ğı yeryü zü n d e yaln ız otururken y ıla n ım 344 b an a geldi sü rün erek ve bir
öykü anlattı bana:

343. İskandinav mitolojisinde Odin bir mızrakla yaralanmış ve dünya ağacı Yggdrasife
asılmıştı. Burada dokuz gün asılı kaldıktan sonra ona güç verecek runik harfleri bulacaktı.
344. 23 Şuba 1914. Kara Kitap 4 te bu konuşma ruhla ve bu parça Jung’un yeniden çalışmaya
başlamasını engelleyenin ne olduğunu sormasıyla başlıyor. Ruh hırsının onu engellediğini
söylüyor: Üstesinden geldiğini sanmıştı ama ruhu ona sadece yoksadığını söyledi ve
sonra da şu öyküyü anlattı (s. 171). 13 Şubat 1914’te Jung Zürih Psikanaliz Derneğinde
“Düş sembolizmi” konulu bir konuşma yapmıştı. 30 Mart - 13 Nisan tarihleri arsında da
İtalya'da tatil yapmıştı.
“ B ir zamanlar, çocuğu olm ayan b ir kral varm ış. O ysa bir erkek çocuk
istiyorm uş kral. Bu yüzd en de orm anda cadı o larak yaşayan bilge kadına
gitm iş ve o Tanrı tarafından görevlendirilm iş bir rahipm iş gibi, bütün gü
nahlarını ona itiraf etmiş. Bunun üzerine kadın şöyle dem iş: ‘Sevgili Kral,
yapm am an gerekeni yaptın am a bunlar geçmişte k ald ığ ı için geçmişte
kalm ası gerektiği için geçmişte kaldı ve biz artık bun u gelecekte nasıl iyi
leştireceğine bakm ak zorundayız. Bir okka su sam uru y ağı al, yere göm
ve d ok uz aybekle. Son ra bu yeri yeniden kaz bak bakalım ne bulacaksın.
B öylece kral, kendini orm andaki cadının önünde k üçü k düşürdüğü için
utanm ış ve üzgün bir şekilde evine dönm üş. Y in e de söylediklerini yap
mış. G eceleyin bahçesinde bir çukur açm ış, zar zor bulduğu bir kap su
sam uru yağın ı çukura yerleştirm iş. Sonra da dokuz aybeklem iş.
“D o ku z ay geçtikten sonra kabı göm d ü ğü yere gitm iş yine b ir gece ve
kazıp çıkarm ış. K abın içindeki yağın yerinde yeller estiğini, onun yeri
ne kapta bir bebeğin uyuduğunu görünce şaşırıp kalmış. B ebeği hemen
kaptan çıkarıp sevinçli bir şekilde karısının yan ın a gitm iş. K a d ın hemen
bebeğe m em e verm iş v e bir de ne görsün; sü tü gelm eye başlam ış. B öyle
ce ç o cu k serpilm iş, büyüm üş ve güçlenm iş. Bütün erkekler arasında en
büyüğü ve en güçlüsü olm uş. K ralın oğlu y ir m iy a ş ın a basınca babasının
yanına gitm iş ve şöyle dem iş: ‘B en i büyüyle yaptığını ve insanlardan biri
olarak d oğm ad ığım ı biliyorum . B e n i günahlarından doğduğun pişman
lıkla yaptın ve bu da beni güçlü kıldı. B ir k ad ın d an d oğm adığım için di'
akıllıyım . G ü ç lü v e akıllıyım ve b u y ü z d e n de krallığın ın tacını istiyorum
senden.’ O ğlunun olanları bilm esi kralı şaşırtm ış am a krallığın gücüne
sahip olm ayı bu kadar tez can lı istem esi on u daha d a şaşırtm ış. Ses et
m em iş ve şöyle düşünm üş: ‘Sen neden oldun? Su sam uru yağından. Seni
k im doğurdu? Toprağın rahm i. Sen i b ir kaptan çekip çıkardım , ca d ı ben i
aşağıladı.’ Bunun üzerine oğlunun gizlice öldürülm esine k arar verm iş.
“Y in e de oğlu diğer herkesten güçlü olduğu için ondan korkuyorm uş
ve bir hileye başvurm aya karar verm iş. Y ine gidip orm andaki büyücüye
danışm ış. K ad ın şöyle dem iş: ‘Sevgili Kral, bu kez bana bir günahını iti
ra f etm iyorsun çünkü şim di bir günah işlem ek istiyorsun. Sana tavsiyem,
yine toprağa su sam uru yağı dolu bir kap göm ve dokuz ay bekle. Soıı ra
kabı ç ık a r v e bak bakalım ne olm uş.’ K ral büyücünün söylediklerini yap
mış. O saatten sonra oğlu gittikçe güçten düşm üş. D okuz ay sonra kral
yine kabı gömdüğüve aynı zamanda oğlunun mezarını da kazacağı yere
gitmiş. Ölüyü boş kabın yanındaki çukura yerleştirmiş.
“Buna rağmen kralın içini keder kaplamış. Üzüntüsü artık dayanıl­
maz olunca bir gece yine danışmak için büyücüye gitmiş. Kadın ona
şöyle demiş: ‘Sevgili Kral, sen bir oğul istedin ama oğlun da kral olmak
istedi, üstelik bunun için gücü ve zekâsı da vardı. Sonra da oğlunu iste­
mez oldun. Bu nedenle de oğlunu kaybettin. Neden yakınıyorsun? İste­
diğin her şeye sahip oldun, sevgili Kral: Kralsa şöyle demiş: ‘Haklısın.
Öyle olsun istedim ama bu kederi istemedim. Pişmanlık için bir ilacın
var mı?’ Büyücü şöyle demiş: ‘Sevgili Kral, oğlunun mezarına git, kabı
yine su samuru yağı ile doldur ve dokuz ay sonra git bak bakalımkabın
içinde ne var. Kral söyleneni yapmış ve böylece mutlu olmuş ama nede­
nini bilmiyormuş.
“Dokuz ay geçtikten sonrakabı gömdüğü yerden yine çıkarmış. Ölü­
nün bedeni ortadan kaybolmuş ama kabın içinde bir bebek uyuyormuş
ve bu bebeğin ölen oğlu olduğunu fark etmiş. Bebeği yanında götürmüş
ve bebek bir hafta içinde diğer bebeklerin bir yılda büyüdüğü kadar bü­
yümüş. Yirmi hafta geçtikten sonra oğluyine babasının yanına gitmiş ve
krallığını istemiş. Oysa babası daha önce yaşadığı için olacakları biliyor­
muş ve uzun zamandır bunun yaşanmasını bekliyormuş. Oğlu isteğini
dile getirince kral tahtından kalkmış ve sevinç gözyaşlarıyla oğlunu ku­
caklamışvetacını oğlunadevretmiş. Böylecekral olanoğlubabasınamin­
nettarolmuş vebabası yaşadığı sürece onabüyükbir saygıylayaklaşmış.”

Bense yılanıma şöyle dedim: “Doğrusunu istersen, yılanım, senin


bir de masalcı olduğunu bilmiyordum. Söyle o zaman, nasıl yorumla­
yayımbu anlattığın masalı?”
Y: “Düşün ki yaşlı kral sensin ve bir oğlun var.”
B: “Oğlumkim?”
Y: “Az önce seni pek de mutlu etmeyen bir oğlun olduğunu söylü­
yordun sanırım.”
B: “Ne? Ne yani, onu taçlandırmalı mıyım?”
Y: “Evet, başkakimi taçlandıracaksın?”
B: “Bu kulağa pek hoş gelmiyor. Peki, ya büyücü?”
Y: “Büyücü oğlu olacağın anaç bir kadın, çünkü sen onu kendinde
yenileyen bir çocuksun:’
B : “ O lam az, b ir erkek olm am olanaksız m ı?”
Y : “ Yeterince erkek v e o n u n ötesinde çocu klu ğun doluluğu. İşte bu
yüzden bir anne gerek san a.’
B: “ Ç o c u k olm aktan u tan ıyoru m .’
Y: “ İşte bu yü zd en de o ğlu n u öldürüyorsun. Y aratıcıya anne gerekir,
çünkü sen kad ın d eğ ilsin .’
B: “ B u korkunç bir gerçek. H er açıdan b ir erkek olabileceğim i düşü -
nüyor ve u m u yo rd u m .’
Y: “ B un u yapam azsın, oğlun uğruna. Yaratm ak anne ve ço cu k de
m ektir.’
B: “ Ç o c u k kalm am gerektiği düşüncesi dayan ılacak gibi değil.”
Y: “ G üce k arşı ya rarlı bir p an zeh ir!345 Ç o c u k olm aya k arşı koym a,
y o k s a her şeyden çok istediğin oğlu n a346 k arşı koym uş o lu rsu n .’
B: “ D o ğru , oğul ve hayatta kalm ayı istiyoru m . Y in e de bedeli çok
y ü k se k .’
Y: “O ğul daha d a yüksekte. Sen oğuldan daha k ü çü k ve daha zayıfsın.
A cı bir gerçek b u am ak açın ılm az. K arşı koym a, oğul iyi huylu olmalı.”
B: “ N e lanetli b ir aşağılam a!”
Y: “A laycı adam ! San ak arşı sabırlı olacağım . Bütün topraklar susuzluk
la çatlasa ve herkes sana gelip yaşam suyu için dilense bile pınarlarım sana
d o ğ ru akm alı ve kurtuluşun içkisini getirmeli. O halde boyun eğ oğluna.”
B: “ Sın ırsıza nerede sahip olacağım ben? B ilgim ve yeteneğim az.
gücüm se yetersiz.”
Bunun üzerine yılan kıvrıldı, d o lan arak to p arlan d ı ve şöyle dedi: “ Er
tesini istem e, gün sana yeter. A ra ç la r için telaşlanm ana gerek y o k . Bırak
h erşey büyüsün, b ıra k h erşey filiz versin; oğul k en d i için den büyür.”

[2] Söylence başlıyor, söylenm esi değil, yaln ızca yaşan m ası gereken,
kendi türküsünü söyleyen söylence. B ü yü nü n yaptığı, d oğal olm ayaıı
yollard an doğan oğula, kurb ağaların oğluna, s u k ıyısın d a duran ve
b ab alarıyla konuşan ve on ların gece şarkıların ı d inleyen oğu la boyu ıı
eğiyorum . O gerçekten gizem lerle d olu ve gücü bütün insanların gi'ı
cünden üstün. O b ir erkekten olm adı, b ir kad ın dan doğm adı.

345. Kara Kitap 4'te: “hırs" (s. 180).


346. Kara Kitap 4’te izleyen birkaç satırda “oğul” yerine “iş.”
Saçma asırlık anaya girdi ve oğul en derin yerde büyüdü. Türedi
ve öldürüldü. Yeniden doğruldu, büyüyle yeniden yapıldı ve öncekin­
den daha hızlı büyüdü. Ayrılmışı birleştiren tacı ona verdim. Böylece
ayrılmışı birleştiriyor benim için. Ona güç verdim ve şimdi o buyruk
veriyor çünkü onun gücü ve zekası diğerlerinden üstün.
Ona istemimle değil, içgörümle yol verdim. Hiç kimse üst ile altı
birbirine bağlamaz. O ise insan gibi büyümese de insan biçiminde ve
üst ile altı birbirine bağlıyor. Benim gücümkötürümoldu ama ben oğ­
lumda yaşıyorum. İnsanlara efendilik edeceği kaygımı bir yana bırak­
tım. Ben kimsesizim, insanlar onu kutluyor. Güçlüydüm, şimdi güçsü­
züm. Çetindim, şimdi zayıfım. O günden sonra bütün gücü kendine
aldı. Benim için her şeyin altı üstüne geldi.
Güzelin güzelliğini sevdim, tini varsıl olanda tini, güçlü olanda
gücü sevdim; aptalın aptallığına güldüm, zayıfın zayıflığını, cimrinin
cimriliğini hor gördüm, kötünün kötülüğünden nefret ettim. Oysa
şimdi çirkinin güzelliğini, aptalıntinini, zayıfın gücünü sevmemgerek.
Akıllının aptallığını takdir etmem, güçlünün zayıflığına ve cömertin
cimriliğine saygı duymamve kötünün iyiliğini onurlandırmam gerek.
Alay etme, hor görme ve nefret için nedir bunun anlamı?
Onlar gücünbelirtileri olarakoğulageçti. Kanlı bir alayı var, gözleri
nasıl da hor görmeyle ışıldıyor! Nefreti şakıyanbir alev! Tanrıların kıs­
kanılası oğlu, sana itaat etmemek ne mümkün? Beni ikiye böldü, ikiye
ayırdı. Ayrılmışı boyunduruğa koştu. O olmasa parçalanır giderdim,
oysayaşamımonda sürdü. Sevgimbenle kaldı.

Böylece oğlumun egemenliğine duyduğumhınç ve öfkeyle karamış


bir yüzleyalnızlığaçekildim. Oğlumgücümü nasıl kendine atfedebilirdi?
Bahçelerime çekildim, suyunyanında kayaların üzerinde yalnız bir yere
oturdumve kara kara düşündüm. Nice alacakaranlıkta benimle birlikte
kayalarauzananvebilgeliğini benimlepaylaşangeceyoldaşımyılana ses­
lendim. Oysasulardanbaşındatacıyla, kıvır kıvır aslanyelesi, bedeninde
pırıl pırıl yılanderisiylebüyükve güçlü oğlumçıktıve banaşöyle dedi^7

{8} [I] “Sanageldimve hayatını istiyorum.’


347. 19Nisan1914. Birönceki paragrafTas/ak’taeklenmiş.
B: “Ne demek istiyorsun? Şimdi deTanrı mıoldun?”348
O: “Yine yükseliyorum, ete kemiğe bürünmüştüm, şimdi sonrasız
ışıltıya ve parıltıya, güneşin sonrasız közüne dönüyorumve seni ken
di dünyasallığına bırakıyorum. Sen insanlarla kalacaksın geride. Yeter
ölümsüzlükle birlikte gezdiğin. Senin işin yeryüzünde:’
B: “Ne nutuk! Yeryüzünde ve alt-dünyada debelenmiyor muydun
sen de?”
O: “insan ve hayvan oldum, şimdi de kendi ülkeme yükseliyorum
yeniden:’
B: “Neredeymiş ülken?”
O: “Işıkta, yumurtada, güneşte, eniçve ensıkışmış olanda, sonrasız
özlemdolu közlerde. Böylece doğuyor güneş yüreğinde ve soğuk dün
yaya doğru akıyor:’
B: “Nasıl da şekil değiştiriyorsun!”
O: “Sana görünmez olmak istiyorum. Sen en karanlık yalnızlığında
yaşamalısın, karanlığını tanrılar değil, insanlar aydınlatmalı:’
B: “Nekadardakatı veağırbaşlısın! Ayaklarını gözyaşlarımlayıkamak,
saçlarımlakurulamak isterdim. Neler saçmalıyorum, kadınmıyımben?”
O: “Bir kadın aynı zamanda, bir anne, gebe. Seni bekleyen doğur
maktır:’
B: ‘'Ah, kutsal tin, sonrasız ışığından bir kıvılcımver bana!”
O: “Çocuk seninle:’
B: “Gebe kadının ızdırabını ve korkusunu ve yalnızlığını duyuyo
rum. Benden gidiyor musun, Tanrım?”
O: “Çocuk senin:’
B: “Ruhum, hâlâ var mısın? Sen yılan, sen kurbağa, sen büyüyle
yapılmış ve ellerimle gömdüğüm oğlan; sen budala bir biçimde bana
görünen, aşağılan, hor görülen, nefret edilen? Kendi ruhunu görüp el
leriyle duyana eyvahlar olsun. Senin elinde güçsüzüm, Tanrım:’
O: “Gebe kadın yazgıya aittir. Beni azat et, sonrasız krallığa yük
seleyim:’
B: “Sesini bir hiç duymayacak mıyım? Ah, lanet aldanma! Ne soru
yorum ben? Yarın benimle konuşacaksın, aynada yeniden ve yeniden
benimle çene çalacaksın:’
348. Kara Kitap 5’te bu konuşma ruhla (s. 29f).
O: “ K u tsala küfretm e. O rad a olacağım ve orad a olm ayacağım . Beni
işiteceksin ve işitm eyeceksin. O lacağım ve olm ayacağ ım .”
B: “ N e k ork u n ç bilm eceler sö y lü y o rsu n .”
O: “ B en im lisan ım bu ve a n la m a sın ı sana b ırakıyo ru m . Senin T a n ­
rın senden başka k im sed e y o k . O hep sen inle birlikte, am a sen onu
başkalarında gö rürsün ve işte bu yü zd en de h içbir zam an seninle değil.
T a n rın a sahipm iş gibi görü n en leri kendine çekm eye çalışıyorsun. Se­
nin T a n rın ın o n lard a olm ad ığın ı, on u n yaln ızca sen de old u ğu nu g ö re ­
ceksin. B u y ü zd en insanlar arasın d a yalnızsın . K alab alığın içinde am a
yaln ız. Ç o klu k ta tek başınasın, bunun üzerinde d ü şü n .”
B: “ Söylediklerin den son ra sessiz kalm am gerekiyor sa n ırım am a
yapam am ; benden gittiğin i gö rm ek yü re ğ im i k an atıyo r.”
O: “ B ıra k gideyim . S an a yen ilen m iş b ir biçim d e döneceğim . G ün eşi
gö rü yo r m usun, nasıl d a batıyor d ağların ard ın d a k ıp k ızıl. B u gü n ü n
işi yap ıld ı ve yeni b ir güneş d ön ü y or. N ed en bu gü n ün güneşine ağıt
yakıyo rsu n ?”
B: “ G ece çökm ek zo ru n d a m ı?”
O: “ G ü n ü n a n a sı o değil m i?”
B: “ B u gece yüzünden u m u d u m u yitiresim v a r.”
O: “ B u a ğ ıt nedendir? B ö y le ya z ılm ış. B ırak gid e y im , kanatlarım
b ü y ü y o r ve sonrasız ışığa özlem in gücü b ü y ü y o r içim de. A rtık beni
durduram azsın. G ö zyaşların ı sil ve bırak neşe h a y k ırışla rıy la yü k sele­
yim . Sen tarlaların adam ısın, ekin ini düşün. Ben sabah göğün e y ü k ­
selen kuş gibi ışık oldum . Beni d u rd u rm a, yakın m a; şim diden h avada
süzülüyorum , yaşam çığlığı k o p u y o r içim den , yüce hazzım ı daha fazla
tutam am . Y u k a rı çıkm alıyım ; son u n d a oldu, son göbek bağı d a k o p u ­
yo r, k an atlarım beni y u k a rı taşıyor. Işık denizine d alıyorum . Sen aşa­
ğıdaki, sen uzaktaki, alacak aran lık va rlık , solup gid iyo rsu n gö zü m d e.”
B: “ N ereye gittin? B ir şe y oldu. K ö tü rü m o ld u m . T a n rı yitip gitm e­
di m i gö züm d en?”

T a n rı nerede?
N e oldu?
N e kadar boş, ne kadar bom boş! N asıl gözden yittiğini insanlara duyu­
rayım mı? Tanrı'nın yokluğundaki yalnızlığı anlatan İncil’i m i vaaz edeyim?
T a n rı bizi terk ettiğine göre h ep im iz çöle gidip başım ıza kü ller mi
serpelim ?
T a n rı’n ın 349 benden b aşk a b ir şey o ld u ğ u n u k ab u l e d iyo ru m , buna
inanıyorum .
K u tlu neşesiyle salındı o.
B en acı gecesinde kaldım .
A rtık T an rı350 ile değil, kendi başınayım .

Y ık ım ın seline ve insanların tepesinde k u lu çk aya yatan cinayete


açtığım , T an rı’y ı d oğurtm ak için açtığım bronz kapılar kap an ın artık.
K ap an ın , dağlar altında göm ü lü p kalın, denizlerin seline k a p ılın ^ '
B en liğim e352 geldim , ne sersem , ne acınası b ir görüntü. Ben'im ! Bu
ad am ı yold aşım olarak istem edim . K end im i on la buldum . B ir kötü ka
dını y a d a ip ini k op arm ış köpeği yeğ tutardım am a insanın kendi B en i.
işte b u beni dehşete düşürüyor.

353B ir eser gerek, insan o n u n la on yıllarını h arcasın am a bunu da


zorunluluktan yapsın. O rta Ç ağların b ir bö lü m ü n e yetişm eliyim ; kem i i
içim de. B iz anca b aşkaların ın O rta Ç a ğ ’ını bitirdik. E rk en den başlam a
lıyım , keşişlerin öld üğü dönem den.354 Ç ilekeşlik, en gizisyon, işkence
çok yakın ve kendin i dayatıyor. B arbarlar b arbarca eğitim araçlarına
gerek duyuyor. B en'im sen b ir barbarsın. Seninle y aşam ak istiyorum , o
halde sen i baştan aşağı o rta çağa özgü b ir C eh ennem ’d en geçireceğim
taşıyarak ta ki seninle yaşam ak katlanılab ilir olan a dek. Yaşam ın kabı
ve ra h m i olm alısın, işte bu y ü z d e n seni arın dıracağım .
M ih e n k taşı insanın k en d isiy le yaln ız olm ası.
Y o l budur.355

349. Kara Kitap s’tebunun yerine “Ruh" (s. 37).


350. Kara Kitap 5’te bunun yerine “ruhumla” (s. 38).
3 5ı.Gerisi Taslakta eklenmiş.
352. Düzeltilmiş Taslakta bunun yerine: “kendime” (s. 555).
353. Gerisi Taslak’ta eklenmiş (s. 555O.
3 54.Jung 1930’da şöyle demişti: “Ortaç Çağlara dönmek bir çeşit regresyondur ancak kişisel
değildir. Bu tarihsel bir regresyon, kolektifbilinçdışımn geçmişine doğru bir regresyondııı
Bu hep ileri gidenyol açık olmadığında, ürkütücü bir engel olduğundaya da ilerideki
duvarı aşabilmek için geçmişten bir şey almak gerektiğinde olur” (Görümler, cilt 1, s. ı 4H)
Bu sıralarda Jung, Orta Çağ Teolojisi üzerine çalışmaya başlamıştı (bkz. Psikolojik Tipler
[1921], te 6, böl. ı, “Antik Çağ ve Orta Çağöa zihnin tarihinde tip sorunu").
355. Bu noktada el yazısı Taslak’ta kutu içine alınmış olara: “Finis” (s. 1205).
Sınamalar
Sınamalar

{I} Karşı çıkıyorum . B u halim i, bo ş b ir h içlik olm ayı kabul edem em .


N ey im ben? A d ım ne? B en’im i hep önceden varsayıyorum . Şim di ise
önüm de d u ru yo r. B en’im in önünde ben. Seninle konuşuyorum , B en ’im:
'Y alnızız ve birlikte olm am ız katlanılam ayacak k a d a r sıkıcı olm a
tehlikesi taşıyor. B ir şeyler yap m alı, zam an geçirm en in b ir yo lu n u b u l­
m alıyız; örneğin, seni eğitebilirim . H em en gözü m e çarpan en önem li
kusu runla başlayalım , gerçek an lam d a bir özsaygın yo k. G u ru r d u ya­
bileceğin tek bir iyi özelliğin bile y o k m u? Yeterli olm anın b ir sanat ol­
duğuna inanıyorsun. O ysa bu beceriler b ir dereceye kad ar ö ğ ren ileb i­
lir. Yap bunu, lütfen. B u sana zor geliyor. E vet, am a bütün başlangıçlar
zordur.2 Y akın da daha iy i yapm aya başlayacaksın. B un d an ku şku n m u
var? H iç faydası yok; yapabilm en gerekiyor, yo ksa seninle yaşayam am .
Tanrı yü kseld iğind en ve h er nerede olu rsa olsun kızgın göklere y a y ıld ı­
ğın dan ve h er ne yap ıyorsa -ta m olarak b ilm iy o ru m ne y a p tığ ın ı- onu
yapm aya başladığından beri birbirim ize bağım lıyız. O halde kendin i
geliştirm eyi d üşünm eye başlam an gerek, yo k sa birlikte sefil bir y a şam ı­
m ız olur. Ö yleyse k end in i toparla v e değer ve r kendine! B un u yap m ak
istem iyor m usun?
A cın ası ya ra tık ! Ç a b a gösterm ezsen sana biraz eziyet edeceğim . N e ­
den sızlanıyorsun? B elki k ırb acın b ir y a ra rı olur.
Şim d i derine işliyor, d eğil m i? A l bakalım , al. N asılm ış tadı? H erh a l­
de k an tadında, değil m i? O rta Ç ağ’daki in m ajorem D e i g lo ria m i mı?

ı. 19Nisan1914.
2. “Bütünbaşlangıçlarzordur.”Talmud'danbirözdeyiş.
3. “Tanrınınbüyükzaferine.”Cizvitlerinsloganı.
Y o k sa sevm eyi ya d a sevm ek diye bilinen h er n e ise on u m u isti­
yo rsu n ? D arbelerin yararı olm azsa sevgi de öğretilebilir. Ö yleyse seni
sevm eli m iyim ? Seni sevecenlikle b ağrım a m ı basm alıyım ?
B an a öyle g eliyo r ki esn iyorsu n sen.
N asıl, şim d i m i k o n u şm ak istiyorsu n? B un a izin verem em , yo k sa en
sonun da benim ruh um old u ğu nu söylem eye başlarsın. B enim ru h u m
ateş solucanıyla, yu k arılard aki göklere, üst kayn ak lara uçtu gitti k u r­
bağanın oğlu yla birlikte. O rad a ne y a p tığ ın ı b iliyo r m u yum ? İy i ama
sen b en im ruh um değilsin. Sen ben im çıp lak , h iç-B en ’im sin , kendini
d eğersiz görm e hakkının bile yad sın am ayacağı nah oş varlık.
İnsan senin için um utsuzluğa kapılabilir: D u yarlılığın ve istekliliğin
bütün m akul ölçüleri aşıyor. D iğer herkes du rurken, benim de seninle
yaşam am gerekiyor, öyle m i? Evet, öyle çünkü tu h a fb ir talihsizlik bana
bir oğu l ve rd i ve aldı on u benden.
B u gerçekleri sana anlatm aktan p işm a n lık d u yu yoru m . Evet, gü
lünç b ir d u ya rlılığın , bilgiçliğin, serkeşliğin var. G ü ven siz, kötüm ser,
ödleksin, kendin e k arşı dü rüst değilsin, kinle, öçle dolu su n; çocuksu
gu ru ru n u , güce olan açlığını, itibar isteğini, gü lü n esi hırsın ı, şöhrete
d u yd u ğu n açlığı m id esi bu lanm ad an k im an latab ilir? Y a p m a cık lık ve
k en d in i beğenm işlikle d o lu su n ve olabildiğince k u llan ıyorsu n bunları.
Seninle yaşam an ın yıld ırıcı değil de h o ş m u old u ğu n u d ü şü nü yor
sun? H ayır, üç kere hayır! Sana söz veriyo ru m , seni saran m engeneyi
d aha da sık acağım ve d erin i y a v a ş y a v a ş yüzeceğim . S an a k ab u k değiş
tirm e olanağı vereceğim .
H erkes b ir yan a d uru rken sen m i söyleyeceksin in san lara ne yapa
caklarını?
G el buraya, sana yeni bir deri d ikeyim de etkisini hissedebilesin.
B aşkaların d an yakın m ak , b irin in sana h a k sız lık ettiğini, seni anla
m ad ığını, yan lış anladığını, in cittiğini, görm ezden geldiğin i, tanım adı
ğını, y o k yere suçladığını, d ah a neler neler söylem ek istiyorsun. Bunun
ne kadar boş old uğunu, k ib rin in nasıl d a gülünesi, sonrasızca boş ol
d u ğu n u g ö rm ü yo r m usun?
Ç ektiğin eziyet bitm ed i d iye m i yakın ıyo rsu n ?
Sana söyleyeyim ; d ah a ye n i başladı. N e sabrın ne ciddiyetin var.
Y aln ızca zevkin sö z kon u su o ld u ğu n d a sab rın ı yüceltiyorsu n. Çektiğin
eziyeti ik i k atın a çık arayım d a sabrı öğren.
A c ıy a k atlanam ıyorsu n. O ysa insanın canını çok daha fazla yakan
şeyler va r ve sen bu acıları en bü yü k saflığınla başka insanlara çektirip
her şeyden habersiz kendin i aklayabiliyorsu n.
Ş im d i susm ayı öğreneceksin çünkü alaya alm ak, kutsala k ü fretm ek
-d a h a da k ö tü sü - şaka yap m ak için ku llan d ığın dilini sökeceğim . K ötü
sözlerin in sa n a nasıl saplan d ığını öğrenesin diye bütün h aksız ve ah ­
laksız lafların ı iğnelerle bedenine tu tturacağım .
B u eziyetten sen de z ev k alıyo rsu n , b u n u kabu l ed iyor m usu n?
K en d in e eziyet etm ekten haz d u ym an ın ne d em ek o ld u ğ u n u öğrenesin
d iye zevkten k u san a d ek arttıracağım bu hazzı.
B an a baş m ı k ald ırıyo rsu n ? M en geneyi biraz daha sıkarım olu r b i­
ter. İçinde k atılığ ın izi k alm a y an a d ek kırarım kem iklerin i.
Seninle iy i geçin m ek istiyo ru m ve seni lan etlem eliyim bu nu n için.
Sen B enim sin ve seni m ezara k ad ar ya n ım d a gö tü rm em gerekiyor. B ü ­
tün h ayatım bo yu n ca bu bu d alalığı çekm ek istediğim i m i sanıyorsu n?
B en ’im olm asayd ın çoktan seni p aram p arça etm iştim .
O ysa seni a ra fb o y u n c a çekm em g e re k iy o r ve bu da benim lanetim .
T a n rı'y ı m ı ça ğırıy o rsu n yard ım ına?
Sevgili ihtiyar T an rı öldü,4iy i de oldu, yoksa tövbekâr günahkârlığın a
acır ve seni affederdi. Ben de senin cezanı verem ezdim . Bilm en gerek, ne
sevginin Tanrısı ne de seven bir Tanrı doğm adı daha. Ateşten bir solu­
can tırm andı yu k arıya, yeryüzüne ateş, feryat figan yağdıran m uhteşem ,
korkunç bir varlık.5 Şim di y a k a r Tanrı'ya ki günah larının bağışlanm ası
için ateşe boğsun seni. D olan kendine ki kan aksın terinden. N e zam an­
dır böyle bir ilaç gerek sana. E ve t -b aşk aları hep yanlış ya p ıy o r- peki,
ya sen? Sen suçsuzsun, doğrusun, iy i h akkını savunm alısın, yan ın d a da
sevgi d olu bir Tanrı, acıyarak bütün günahları bağışlayan. Başkalarının
içgörüye erişm esi gerekir am a sen tekeline alm ışsın içgö rü yü ve her za­
m an haklı olduğundan eminsin. Yakar o zam an sevgili Tanrına; o seni
işitecek ve tepene ateş yağdıracak. Tanrı'nın yassı kafatasıyla yeryüzünde
sürünen, köze dönm üş kızgın bir solucan olduğunu görem edin mi?
D em ek üstün olm ak istedin! N e gülünç. A şağ ıy d ın ve h âlâ d a ö y le­
sin. K im sin sen o zam an? Beni iğren d iren bir pislik.

4. bkz. dipnot 98, s. 452.


5. Bunu izleyen sayfalardaki referanslar Kara Kitap 5’te yok.
A ca b a biraz güçsüz m üsü n? K en d in e gelene kad ar seni b ir köşeye
k o y a yım da uzan öylece. E ğer hiçbir şey hissetm em eye başlarsan bu da
işe yaram az. Sonuçta, ustaca ilerlem em iz gerekiyor. Islah olm an için
böyle barb arca yo llara başvu rm ak gerekiyor ve bu d a seni çok iy i a n la ­
tıyo r. O rta Ç a ğ ’dan bu ya n a b ir arp a b o y u y o l alm am ışsın.

6B u gü n k en d in i neşesiz, aşağı, k ü çü k dü şm ü ş m ü hissettin? N ede


n in i söyleyeyim m i sana?
Ö lçüsüz h ırsın sın ır tanım ıyor. N ed en lerin iyiye değil, boş kibrine
o d aklanıyor. İnsanlık için değil, kendi çıkarın için çalışıyorsun. T a ­
m am lan m a için değil, tan ın m ak için , çıkarını k o ru m a k için u ğraşıyor
sun. Başına h u rd a dem irden bir taç geçiresim v a r; içinde içine işleyecek
d işleri olan bir taç.
Z ek ân la ardına düştüğü n alçakça ü çkâğıd a ne dem eli? K onuşm ada
beceriklisin, yeteneğini kötüye k u llan ıyorsu n , ışıkla gölgenin rengini
bo zu yor, tonunu alçaltıyor, yü kseltiyor, d a ğıtıy o rsu n ve b ağıra çağıra
onurlu, dürüst, iyi niyetli olduğunu d uyu ru yo rsu n . Başkalarının iyi
niyetini söm ü rü yo r, onları sinsice kıskaçlarının arasına alıyor, üstün
lüğünü n ne kadar h ayırlı old uğu nu , on lar için bir arm ağan olduğunu
söylüyorsun. A lçak gö n ü llü n u m arası yap ıp erd em lerin i söylem iyorsun
da kuşkusuz birinin çıkıp bunu senin yerine yap m asın ı bekliyorsun ; o
da olm azsa h ayal k ırık lığ ın a uğru yor, k ırılıyorsu n .
İk iyü z lü b ir d in gin lik salık veriyorsu n . İşin ucu sana dokununca
sen sakin k ala b iliyo r m u su n peki? H ayır, yalan söylü yorsun . Kendini
öfkeye k ap tırıyo rsu n , d ilinde soğ u k hançerler d olan ıyo r, öç d ü şleri gö
rüyorsun.
Sinsisin, h ın çla dolusun. G ü n eş ışığını başkaların dan kıskan ıyo r
sun çünkü on u d a senden ta ra f old u kları için ta rafın d a o ld u k ların a at
fetm ek istiyorsu n. Ç evren d eki bütün esenliği k ısk an ıyo rsu n am a hep
te rsin i söylüyorsun.
İçten p azarlık lı, hep işine geleni d ü şü n ü yorsun , utan m ad an ; buıııı
yapark en de k en d in i insanlıktan üstün tu tuyo r h em de hiçbir sorum lu
luk alm ıyorsun. O ysa d üşü nd ü ğü n, d u yduğun v e yaptığın h e r şey içiıı

6. 20 Nisan 1914. Jung aynı gün Uluslararası Psikanaliz Derneğfnden istifa etmişti (The
Freud Jung Letters, s. 613).
in san lığa karşı sorum lusun . D üşü nm ekle ya p m a k arasın d a ayrım o l­
d uğun u sanm a. Sen sadece h ak etm ediğin öndeliğine, d üşü n d ü ğü n ü ve
d u yd u ğu n u sö ylem ek ya d a y a p m a k zoru n d a o lm am an a güveniyorsu n .
O y sa gözlerden ırak o ld u ğ u n d a ar d a m a rın çatlıyor. B iri bu nu sana
söylese alınganlığınd an ölü rsü n am a h a k lı old u ğu n u da biliyorsun.
Eksikleri için b aşk aların ı a z arlam a k m ı istiyorsu n ? B öylece k en d ilerin i
g eliştirirler m i d iyo rsu n ? Peki, itira f et, sen k en d in i geliştird in m i? B aş­
k a la rı hakkınd a fikir yü rü tm e h a k k ın ı nereden b u lu y o rsu n kendin de?
K end inle ilgili ne d ü şü n ü yo rsu n ? B u n u destekleyen h a k lı gerekçeler
nerede? Senin gerekçelerin yalan lard an örd üğü n bir ağ kirli bir köşede.
B aşkaların ı y a rgılıyo r ve o n ları yap m aları gereken ler ile suçluyorsun.
B un u y a p m a n ın nedeni de için de düzen o lm am ası, sen m undarsın.
B ir de gerçekte nasıl d ü şü n ü yorsu n ? B an a ö y le g e liy o r ki sen in ­
sanlarla d ü şü n ü yo rsu n , insan on u ru n a b akm ad an ; on ları ku llan arak
d üşünm eye cüret ediyorsu n ve onları, sanki onlar sen on ları nasıl k a v ­
rıyorsan öylelerm iş gibi, sahnendeki figü rler gibi k u llan ıyorsun , değil
mi? İnsanları seviyorm u ş gibi görünen am a on ları kendi am açları u ğ­
run a ku llanan insanları suçluyorsun . Peki, senin yaptığın d a o kad ar
kötü d eğil m i? Y ap tığın ın ne k ad ar utanç verici bir güç eylem i old u ğ u ­
nu h iç d üşün m ed in m i? G ü n ah ın gözlerden u zakta serp iliyo r am a bir
o kad ar b ü yü k , b ir o kad ar vicd an sız ve kaba.
İçinde gizlediğin şeyi çekip gün yüzüne çıkaracağım , seni hayasız!
Ü stün lüğün ü ayaklarım ın altın da çiğneyeceğim .
B ana sevginden söz etme. Senin sevgi d ediğin şey çıkarlarınla ve tut­
kularınla k irlen m iş am a sen b ü y ü k laflar ediyorsun o k on u d a da. S ö y le ­
diklerin ne k ad ar büyük olu rsa sözde sevgin de o k ad ar acınası oluyor.
Sakın bana sevginden söz etme, ağzını bile açm a. Y alan söylüyor.
B ü yü k sözler etm eni değil, u tan cını anlat istiyoru m , saygısın ı k a ­
zanm ak istediklerin önünde çatlak sesler çıkar istiyorum . Sen saygı du­
yu lm aya değil, a lay edilm eye layıksın.
İçindeki o gurur duyduğun şeyleri yakacağım senin, tam takır kuru b a ­
kır kalacaksın. Senin boşluğundan ve sefilliğinden başka gurur duyacak
bir şeyin yok. Senin yaşam la dolu olm an gerekir, öyleyse öldür putlarını.
San a ait olan ö z g ü rlü k d eğil, b iç im ; güç değil acı çek m e ve gebe
kalm a.
K en d in i hor görm enden erdem çıkarm an gerek ve ben bu nu insanla­
rın önüne bir halı gibi sereceğim . Ü zerinde kirli ayaklarıyla yürüyecekler
ve sen üzerinde tepinen ayaklardan daha kirli olduğunu göreceksin.
7Sen i evcilleştirebilirsem , seni yabani, başkaları için de kendi ya­
ban ilerin i evcilleştirm e olanağı doğar. Evcilleştirm e sende başlıyor,
B en’im , başka bir yerde değil. Ö yle çok da yabani olduğundan değil,
aptal kardeşim , Ben'im . Senden d ah a yab an i olanlar v a r am a sen baş -
kalarının yabaniliğine katlanabilene dek kırbaçlam alıyım seni. İşte o
zam an seninle yaşayabilirim . B iri san a yan lış d avrand ığınd a, bu yanlışı
bağışlayana d ek ölü m ün e eziyet edeceğim sana am a ö y le lafta k a lm a ­
yacak bu; iğrenç d u yarlılığıyla ağırlaşm ış o kalbinde bağışlayacaksın.
Senin d uyarlılığın sana özgü b ir şiddet.
D in le öyleyse, yaln ızlığım d ak i k ardeşim , h er tü rlü işkenceyi hazır
lad ım senin için, duyarlı o lm ak yin e ak lın d an geçerse diye. K endini
aşağı hissetm elisin. A n lığ ın a pislik denm esine ve k irlen m en i istem elc
rine, savurgan lığın ın eli sıkılık, açgözlü lü ğü nü n erdem olarak yüceltil
m esine katlanabilm elisin.
B eh erini boyun eğm enin acı içkisiyle d old u r çü n k ü sen ru h u n değil -
sin. R uhun alevler içinde göklerin tepesine çıkan kızgın T a n rı ile birlikte.

H âlâ d u yarlı olm an m ı gerekiyor? G izlid en gizliye öç alm ayı tasar


ladığın ı, d üzenbazlıklar peşinde k o ştu ğ u n u gö rü y o ru m . B udalan ın te­
kisin, yazgıd an öç alam azsın. Ç o cu ksu n sen daha, herhalde denizi de
k ırbaçlam ak istersin. O ysa d ah a iyi k öp rü ler k u rm alısın ; böylece zeka
nı d ah a iyi har vu ru p harm an savurabilirsin.
A n la şılm a k m ı istiyorsu n ? Bize de tek bu gerek zaten! K en d in i anla,
o zam an yeterin ce anlaşılm ış olu rsu n. O iş seni yeterin ce oyalar. Anası
nın k u zu su olan a n laşılm ak ister. Sen k end in i anla. B u d u yarlılığa karjji
en iyi savu n m ad ır ve an laşılm aya d u yd u ğu n çocuksu özlem i de giderir
H erhald e yin e b aşkaların ı k en d i tu tkularının kölesi y a p m a k istiyorsu 11.
O ysa biliyorsun , seninle y aşam ak zoru n d ayım ve böyle sefil kederlere
k atlan am am daha fazla.8

7. 21 Nisan 1914.
8. Jung bu açılış bölümündeki özeleştiriyi sonradan gölge ile yüzleşme olarak tanımlar.
1934’te şöyle yazmış: “Sudaki aynaya bakan ilk önce kendi imgesini görür. Kendine
giden kendisiyle yüzleşmeyi göze alır. Ayna titremez, ona bakanı, yani persona ile,
{2} B e n ’im e bö yle bir sürü ö fk eli söz sö y le d ik te n so n ra k en d im le
y a ln ız o lm a y a d a y a n a b ild iğ im i fa rk ettim . Y in e de a lın g a n lık sık sık
m u sa lla t o lu y o rd u ve k e n d im i y in e sık sık k ırb a ç la m a m g e re k iy o r­
du. K en d im e eziyet etm enin h azzı bile silin ip gidine d ek de d ev am
ettim b u n a .9
“ S on ra o gece bir ses duydum ; uzaklardan geliyordu ve ruhum un
sesiydi. Şöyle dedi: “N e k ad ar d a u zaksın !”
B: “R uh um , sen m isin ? N ic e yü kseklerden ve uzaklardan k o n u şu ­
yorsun?
R: “Senden yukarıd ayım . B en a y rı bir dünyadayım . G ü neş gib i o l­
dum . A teşin toh um larını aldım . Sen neredesin? Sislerinin arasın d a seni
zar zor seçebiliyorum .
B: A şağıd a, loş yeryü zü n d eyim . A teşin bize bıraktığı k aran lık d u ­
m an d a yım ve seni görem iyoru m . Y in e de sesin y a k ın d an geliyor.’
R: “H issed iyorum . Y eryüzü nü n ağırlığı içim e işliyor, ıslak soğuk ke­
fen gibi sarıyor beni, geçm iş acıların kasvetli üzüntüsüyle e ziliyo ru m .’
B: “ Yeryüzünün dum anlarına, k aran lığın a inme. Ü zerinde çalış­
m aya d evam ed iyo ru m ve gün eş gibi kalm an ı isterim . Y oksa aşağıda,
yeryü z ü n ü n k aran lığın d a yaşam a yü rek liliğin i yitiririm . Sesini işiteyim
yeter. Seni bir d ah a ete kem iğe bü rü n m ü ş görm ek istem iyorum . B ir şey
söyle! D erin liklerd en , belki de kork u n u n içim e aktığı y e rd en .’
R: “ Yapam am çünkü yaratıcı k ayn ağın oradan akıp geliyor.’
B: “ B elirsizliğim i görüyorsun.”
R: “ B elirsiz yo l iyi yoldur. O lasılıklar orada uzanır. S arsılm az ol
ve y a ra t.’
K anat çırp m a sesleri duydum . K u şun yü k seld iğin i, T an rılığın y a y ıl­
dığı kızgın parlaklıktaki bulutların ü zerine çıktığını biliyordum .

eyleyenin maskesiyle dünyadan gizlediğimiz yüzü olduğu gibi gösterir. Ayna maskenin
ardındadır ve gerçek yüzü gösterir. Bu yüzleşme iç yoldaki ilk cesaret sınavıdır; bu sınav
çoğunu korkutmaya yeter çünkü kendimizle karşılaşmak her olumsuz şeyi çevreye
yansıtarak kaçınabileceğimiz nahoş şeylere aittir. Oysa kendi gölgemizi görebildiğimiz
ve onu bilmeye katlanabildiğimiz zaman sorunun küçük bir bölümü zaten çözülmüş
olur: en sonunda kişisel bilinçdışımızla karşılaşmış oluruz" (“Kolektifbilinçdışının
arketipleri üzerine,” te 9, 1, §§43-44).
9. Bu paragraf Kara Kitap s’te yok. Jung 30 Nisan 1914’te Zürih Üniversitesi Tıp
Fakültesi”ndeki eğitim üyeliğinden istifa etti.
ıo. 8 Mayıs i9i4.Kara Kitap s’te 21 Nisan ile 8 Mayıs tarihleri arasında bir boşluk var,
dolayısıyla öyle görülüyor ki önceki paragraftaki tartışmalar kaydedilmemiş.
“ K ardeşim e, Bene döndüm ; ked erli duruyor, yere bakıp iç g e çiri­
yo rd u , büyük izd ırabın ın altın da ö lm eyi yeğliyordu. B ir ses benim le
konuştu v e şöyle dedi:
“ Z o r -k u rb a n edilenler ö lü y o r h er y a n d a - ve yaşam u ğru n a ç a rm ı­
ha gerileceksin .”
Ben de Ben’im e şöyle dedim: “Kardeşim , bu konuşm aya ne diyorsun?”
O ise d erin d erin iç geçirdi ve inledi: “ Ç o k acı ve ızdırabım b ü yü k."
B un un üzerine şöyle dedim : “ B iliyo ru m am a bu değiştirilem ez.”
Y in e de ne old u ğu n u bilm iyo rd u m çü n k ü gelecekte o lacak ları b ilm i­
yo rd u m henüz (b u 2 1 M ayıs 1 9 1 4 tarihinde oldu). B u aşırı ızdırapla
bulutlara baktım ve ru h u m a seslenip o n a sordum . Sesini işittim , mutlu
v e neşeli, şöyle ded i:”
“ N e m utlu bana. D ah a y ü k seliyo ru m , kanatlarım b ü y ü y o r.”
B u sözler b a n a a cı ve rd i ve h aykırd ım : “ Sen insan kalbinden akan
kanla ya şıyo rsu n .”
G ü ld ü ğü n ü d uyd um , yo ksa g ü lm ü yo r m uydu? “ K ız ıl kand an daha
çok sevdiğim bir içki y o k tu r.”
G ü çsü z öfke sa rd ı beni ve h aykırd ım : ‘‘T an rın ın peşinden krallığı
na giden ru h u m olm asayd ın insanlığın başına gelen en bü yü k felaket
old uğunu söylerd im senin. îy i de kim harekete geçiriyo r seni? Tanrısa
lın insanca o lm ad ığın ı b iliyoru m . T an rısal olan insanı tüketir. Bunun
şiddet olduğunu, b u n u n acım asızlık old u ğu nu b iliyoru m ; seni elleriyle
hisseden elindeki kanı asla arın dıram az. B en senin kölen o ld u m .”
O da şöyle dedi: “ Ö fk elen m e, yakın m a. K a n lı k u rb an lar sen in ya
n ın d a düşsü n. B u sen in şiddetin d eğil, bu sen in acım asızlığın d eğil, bu
b ir zorunluluk. Y a şa m ın y o lu düşenlerle ekilir.”
B: “ E vet anlıyorum . B ir savaş alanı. K ardeşim , neyin var. İn liyorsun .”
B u n u n üzerine B e n ’im şu yan ıtı verdi: “ N ed en inleyeyim , sızlana
yım ? K en d im i ölü lerle yü k lü y o ru m ve sayısın ı tu tam ıyo ru m .”
B en ’im i an layam ad ım ve o n a şöyle d ed im : “ Sen b ir putperestsin,
dostum ! Ö lüleri ölü ler gö m sü n, derler, hiç işitm edin m i?12 N eden ölü
lerle yü k len m ek istiyorsun? O nları taşım anın on lara yararı yok.”

11. 21 Mayıs1914.
12. Matta8:21-22: “Vehavarilerindenbirionaşöylededi. ‘Raböndengitmemevebabamı
gömmemeizinver.’ Amaİsaona, ‘Beni izle,’ dediveölününölüyügömmesineizinverdi.1'
B unun üzerine Ben'im h ayıflandı: “ D ü şen o zavallılara acıyorum ,
ışığa erişem iyorlar. B elki ben o n ları yüklenirsem ..
B: “Bu d a ne dem ek? R uh ları yapabileceklerin i yaptı. Sonra d a y a z ­
g ıyla yüzleştiler. Bize de aynısı olacak. M erh am etin h astalıklı.”
R u h u m sa uzaklardan seslendi: “ M erh am eti o n a bırak, m erham et
yaşam ı ve ölü m ü bağlar.”
R uh um un bu sözleri içim i sızlattı. Peşi sıra yü kselip m erham et o l­
m ad an T a n rı’y ı izleyen ru h u m m erh am et d iyord u . “ N ed en yaptın b u ­
n u ?” 13 diye sordum ona.
İnsanın duyarlılığı o saatin çirk in liğin i k avrayam azdı çünkü.
“ Sizin dünyanızda o lm ak bana göre değil. D ün yanızın pisliğinde
kend im i lekeliyo ru m .’
B: “ B en d ü n y a d eğil m iyim ? Ben pis d eğil m iyim ? T a n rı’y ı yu k arı
âlem lerde izlem ene yaptığım bir hata m ı neden o ld u ?”
R: “ H ayır, bu içten gelen bir zoru nlu lu ktu. B en Y u k a rı’y a a id im .”
B: “ G itm en kim se için y eri d o ld u ru lam az b ir yitim olm ad ı m ı?”
R: “ T a m tersine. E n ço k san a ya ra rı o ld u .”
B: “ B u k on u d a insan ca d u y gu larım a k u lak versem k u şk u larım a y e ­
n ilird im .”
R: “ N ey i a y ırt ettin? N ed en gö rd ü klerin hep y a n lış olsun ki? K e n ­
dini bud ala d u ru m u n a d üşü rü p d urm an sana özgü b ir hata. B ir kere
olsun yo lu n d a k alam az m ısın ?”
B: “ İn sanlara o lan sevgim yüzünden kuşku d uyduğum u b iliyorsu n .”
R: “ H ayır, zayıflığın u ğru na, kuşk u n ve in ançsızlığın uğruna. Y o ­
lundan çık m a ve kend in den kaçm a. T an rısal yö n elm işlik var, in sanca
y ö n elm işlik var. B u ikisi, k im i zam an senin de içlerind en b iri old u ğu n
aptal ve terk edilm iş in san lard a ç a k ışır.”
R u h u m u n söyledikleri görebildiğim h içbir şeyden söz etm iyordu.
Ben’im in ne çektiğini de görem iyord u m (çü nkü bunlar savaşın patlak
verm esinden iki ay önce oldu). Ben de bütün bunları içim deki kişisel
deneyim ler olarak anlam ak istedim ve dolayısıyla inancım z a y ıf olduğu
için ne anlayabildim ne de inanabildim . Ç ağım ızd a inancın z a y ıf o lm a­
sının da daha iy i old uğun a in an ıyoru m . İn sanı iy i ve usa uygun olana
getirm ek için en iy i yo lu n tek başına inanç old uğu çocukluk dönem i

13. 23 Mayıs 1914.


geride kaldı artık. İşte b u yüzden bu gü n güçlü b ir inancım ız olm asını
istesek çocukluğa geri dönm em iz gerekirdi. O ysa bugün o kadar bilgili­
yiz ve bilgiye susam ışız ki bilgiye inançtan daha çok gereksinim d u yu yo­
ruz. İn ancın gücüyse bizi bilgiye ulaşm aktan alıkoyardı. İn anç kuşkusuz
güçlü bir şey olabilir am a boştur ve T an rı ile yaşam ım ız yalnızca inanca
dayan ırsa tam insanın ancak çok k ü çü k bir parçası işin içine girer. Her
şeyden önce ve çok inanm am ız m ı gerekiyor? B u bana çok ucuz geliyor.
A n layışı olan insan inanm akla kalam az, elinden geldiğince bilgiye ulaş­
m ak için çabalam ası gerekir. İn anç her şey değil am a bilgi de öyle. İnanç
bize bilginin verd iği güvenliği ve varsıllığı verm ez. B ilg iy i istem ek bazen
çok fazla inancı alıp götürür. İkisinin de dengede olm ası gerekir.
Y in e de çok fazla inanm ak da tehlikeli çünkü bugü n herkesin kendi
yolu nu bulm ası gerekiyor ve herkes kendi içinde tu h a f ötesi ve zorlu şey­
lerle karşılaşıyor. Ç o k fazla inançla her şeyi bire b ir kabul edebilir ve so­
nunda b ir deli olur çıkar. İnancın çocuksuluğu b ugü n ü n zorunlulukları
karşısında kırılıyor. R uhun keşfinin yarattığı karm aşanın ayırt edici bilgi
ile ayıklanm ası gerekiyor. İşte bu yüzden de her şeyi fazlasıyla inanarak
kabul etmektense daha iyi bilgileri beklem ek belki de çok daha iyidir.14
B u düşüncelerle ru h u m a seslendim :
“ Bu k ab u l ed ilebilir m i? B u n u h angi an lam d a so rd u ğ u m u b iliyo r­
sun. Böylece sorm ak aptallık y a d a inançsızlık değil, kuşkun un daha
üst bir tipi/’
Şöyle yanıtladı: “ Seni anlıyorum am a kabul etm ek gerek.”
B en de şöyle dedim : “ Bu kabu lü n yalnızlığı ben i y ıld ırıy o r. Y aln ızın
k ap ıld ığı delilik beni dehşete d ü şü rü yo r.”
B en i yanıtlad ı: “ B ild iğin g ib i yaln ızlığı sen in iç in u zu n zam andır
ö n görü yord u m . D elilikten k o rk m am alısın . Ö n gö rü m geçerli.”
B u sözler içim i h uzursuzlu kla dold urd u . N ered eyse ru h u m u n ö n ­
gö rüsün ü kabu l etm eyecektim çü n kü anlam am ıştım . Bunu hep kendi
açım dan an lam ak istem iştim . Bu yü zd en de ru h u m a şöyle dedim : “ N a ­
sıl b ir yan lış anlaşılm ış k o rk u b en i sa ra n ?”

14. Bu son ikiparagraf Kara Kitap 5’te yok: Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912)
Jung şöyle diyor: “Sanırım inancın yerine anlayışı koymak gerek (te B, §356). 5 Ekim
1945’te de Victor White'a şöyle yazmış: “Meslek hayatıma inanca benzeyen her şeyi
reddederek başladım” (Ann Conrad Lammers ve Adrian Cunningham, ed., The ]ung-
White Letters [Pilemon Series, Londra: Routledge, 2007], s. 6).
“ B u senin inançsızlığın, ku şku n. G erek li özverin in bü yüklü ğü ne
inanm ak istem iyorsun am a en acı so n u n a d ek gidecek. B ü y ü k lü k için
b ü yü k lü k gerekir. Sense h âlâ cim rilik yap ıyorsu n . San a vazgeçm ekten,
olu run a bırakm aktan söz etm edim m i? D iğer insanlardan daha iyisin i
m i istiyorsu n ?”
“ H ayır,” dedim , “ H a y ır, öyle d eğ il. K e n d i y o lu m a gittiğim de in sa n ­
lara h aksızlık etm iş olm aktan k o rk u y o ru m .”
“ K açın d ığın n ed ir?” dedi, “ k a ç ış yok. D iğerlerin i, iy i m i k ö tü m ü
o ld u k ların ı d ü şünm ed en kendi y o lu n a gitm elisin. Sen d iğerlerinde o l­
m ayan T an rısallığ a tu tu n d u n .”
B u söylenenleri k ab u l ed em ezd im ç ü n k ü aldanm aktan k o rk u y o r­
dum . B u yü zd en de ben i ru h u m la k o n u şm ay a zorlayan b u yo lu d a k a ­
bul etm ek istem iyord um . Ben in sa n la rla k on u şm ayı yeğliyo rd u m . Y in e
de yaln ızlığa m ecbur o ld u ğu m u h issed iyo r, a y n ı zam an d a alıştığım
yo llard an uzaklaşan düşünm em in yaln ızlığın d an k o rk u y o rd u m .15 B en
b u n u n üzerine düşünürken ru h u m b an a seslendi: “ Senin için k aran lık
yaln ızlığı ön görm ed im m i?”
“ B iliy o ru m .’ d ed im . “Y in e de b u n u n gerçekten olacağın ı d ü şü n m e­
m iştim . B öyle m i o lm alı?”

“ Yalnızca evet diyebilirsin. K en d i d avan la ilgilenm ekten b aşk a h iç ­


bir şey gelm ez elind en . B ir şey o la c a k sa a n c a k b ö y le olab ilir”
“Ö yleyse, yaln ızlığa k arşı k oym an ın ya ra rı y o k ;’ diye haykırd ım .
“ H içb ir y a ra rı yo k. İşi ele a lm a y a z o rlan m alısın ”
R u h u m bun ları söylerk en b eyaz sakallı, bezgin yü zlü b ir ihtiyar
yaklaştı yan ım a.16 B end en ne isted iğini sordum . Şöyle yanıtladı:
“ Ben adsız olanım , yaln ız ya şay ıp ölm üş birçok ların d an biriyim .
Ç ağın tin i ve tanınm ış d o ğ ru lu k için bunu yapm am ız gerekti. B ak
bana, bunu öğrenm elisin. Senin için her şey fazlasıyla iyi oldu.” 17
“Evet, a m a;’ dedim , “ bizim bu ço k fark lı çağım ızın zoru n lu lu kların ­
dan b iri de bu m u ?”

15. 24 Mayıs 1914. Paragrafın başından itibaren verilen mısralar Kara Kitap 4‘te yok.
16. Kara Kitap 4 şöyle devam ediyor: “Eski ermişlerden, çölde yaşayan ilk Hristiyanlardan
biri gibi” (s. 77).
17. Sınamalar'ın el yazısı taslağında burada bir not dahavar: “27/11/17. Öyle görülüyor ki
bu taslağın yazılış tarihini gösteriyor.
“ D ü n nasılsa bugü n için d e ay n ı şey geçerli. İnsan olduğunu ve in ­
sanlığın hedefi iç in k an ın ın akm ası gerektiğini unutm a. H o m u rd an m a­
dan, tüm gayretinle yaln ız lığ ı u ygu la ki her şey zam an ın da h azır olsun.
C id d i olm alısın ve bilim den ayrılm alısın . O n d ak i çocu k su lu k ç o k fazla.
Senin yo lu n derinlere gidiyor. Bilim se çok yüzeysel, yaln ızca dil, y a ln ız ­
ca araçlar. O ysa senin çalışm aya koyu lm an gerek iyo r."8
İşim in ne olduğunu bilm iyo rd u m çünkü her şey çok karanlıktı. H er
şey ağırlaştı, k u şk u ya bürü nd ü ve uzun gü n ler bo yu n ca süren b ir ü zü n ­
tü sardı beni. S o n ra bir gece yaşlı b ir ad am ın sesin i duydum . Yavaş ve
ağır konuşuyordu. B irb irin d en k o p u k şeyler söylüyor, söyled ikleri k u ­
lağa çok saçm a geliyordu. O zam an y in e d elilik k ork u su sardı beni.19 Şu
sö zleri söyledi bana:

J0“ H enüz günlerin akşam ı olm adı. E n kötü en son gelir.


İlk vuran yelkovan en iyi vurur.
E n derin k uyulard an anlam sızlık boşanır, N il gibi bereketli.
Ç içek ler solana dek kokar.
O lgunluk bah arın en son dem inde gelm eli, yoksa h edefini ıskalar.’

Y aşlı adam ın 1 9 1 4 yılı 25 M ayıs gecesi bu söyledikleri b an a son d e­


rece anlam sız gelm işti. Ben’im in acıyla k ıvran d ığ ın ı fa rk e ttim . Ü zerin ­
deki ölülerin yü k ü n d en hayıflanıyor, inliyordu. A d eta sırtın d a b in ölü
taşım ası gerekiyordu.
B u üzüntü 24 H aziran 1 9 1 4 e d ek geçm edi.21 O gece ru h u m benim le
konuştu: “ E n bü yü k en küçü ğe gelir.’ B u n d an so n ra başka b ir şey sö y ­
lenm edi. Sonra da savaş patladı. Bu d a daha önce y aşad ık larım a gözle­
rim in açılm asın ı sağladı ve bu kitabın ön ceki bölü m lerin de y a zd ık ları­
m ı söylem e cesareti verdi.

18. Kara Kitap 5 şöyle devam ediyor: “[Ben]: Skolastik miyim, benmi?” [Ruh]: Hayır,
bilimselsin ama bilim skolatiğin yeni hali. Onun da aşılması gerekiyor” [Ben]: “Yetmez
mi hâlâ? Kendimi bilimden ayırırsam çağın tinine karşı gelmiş olmaz mıyım?" [Ruh]:
“Kendini ayırman değil, bilimi yalnızca dilin olarak düşünmen gerekiyor.’ [Ben]: “Hangi
derinliklere ilerlememi istiyorsun?” [Ruh]: “Hep kendinle ve şu anla ilgili olan.” / [Ben]:
“İstiyorum ama ne olması gerekiyor? Çok zaman artık yapamacağımı hissediyorum.”
[Ruh]: Fazladan çalışmalısın. Zaman tanımalısın. Zamanını alan çok şey var.” / [Ben]:
“Bu özveri de yükselecek mi?” [Ruh]: “Yapmalısın, yapmalısın” (s. 79-80).
19. Bu paragraf Kara Kitap s'te yok.
20. 25 Mayıs 1914.
21. Kara Kitap 5 şöyle devam ediyor: “Hah, bu kitap! İşte yine elimdesin; bayağı ve hastalıklı,
deli ve tanrısal, yazılmamış bilinçdışım! Yine diz çöktürdün bana! Buradayım işte, söyle ne
söyleyeceksen!” (s. 82). 2i:ien iye Kara Kitaplarda “biliçdışı”na yapılan tek gönderme budur.
{3} O ndan son ra d erinliklerin sesleri b ir y ıl bo yu n ca sustu. Y in e bir
yaz günü sud a yalnızken benden u zak olm ayan bir b alık kartalın ın d a­
lış yap tığın ı gördüm ; bü yü k b ir b a lık yak alad ı ve pençesiyle k avrayarak
yine göğe yükseldi. 22 R u h u m u n sesini d u ydum , şöyle dedi: “Bu aşağıda
olanın yu k arıya yükseleceğine d air bir işaret.’
Bundan kısa bir süre son ra bir sonbahar gecesi de yaşlı bir adam ın
sesini d uydum (ve bu kez on un <I>IAHMON olduğunu b iliy o rd u m .)23
Şöyle d e d i:'4 “Seni d ön d ü rm ek istiyoru m . E fen d in olm ak istiyorum .
B ir sikke gibi işlem ek istiyoru m seni. Seninle iş yap m ak istiyorum . Seni
alıp satm ak ge re k .25 Eld en ele geçm elisin. B en lik-istem i sana göre değil.
Sen bü tü n ü n istem isin. A ltın k en d i istem iyle efen di olm az d a yin e de
bütünü yönetir, h or görülen, açgözlülükle istenen am ansız bir h ü kü m ­
dardır; yatar ve bekler. O nu gören onu ister. İnsanın p eşin d en gitm ez
o, sessizce yatar, p arlak ışıltılar saçan yüzüyle, kendin e yeten, gücü n ü
kanıtlam ası gerekm eyen bir k rald ır o. H erkes onun p eşin d ed ir am a çok
azı bulur onu, yin e de en k ü çü k p arçasın a b ü y ü k b ir d eğer verilir. O ne
v e rir ne k en d in i savurur. H erkes on u bulduğu y e rd e alır ve en u fak bir

22. 3 Haziran 1915. Bu arada Jung Liber Novus’un sonraki kitaplarının taslağını yazmıştı.
28 Temmuz 1914’te de Aberdeende İngiliz Tıp Derneği'nin toplantısında “Bilinçdışının
psikopatolojideki önemi" üzerine bir konuşma yapmıştı. 9 Ağustos ile 22 Ağustos
tarihleri arasında Luzern'de 14 gün askerlik hizmeti yapmıştı. 1 Ocak ila 8 Mart 1915
dolaylarında Olten'de 64 gün boyunca askerlik hizmeti için bulunmuştu. 10-12 Mart
tarihleri arasında da ulaştırma görevindeydi (Jungun askerlikdefterleri, JFA).
23. Bu cümle Kara Kitap 4’te yok.
24. 14 Eylül 1915. Jung 1915 yılı yaz aylarının sonlarında ve sonbaharda Hans Schmid ile
psikolojik tipler konusunda yazışmıştı. Schmide yazdığı 6 Kasım tarihli sonuç mektubu
Kara Kitaplarda fantezilerini değerlendirmeye dönüşün sinyallerini veren bir değişiklik
olduğunu gösteriyor: “Anlamak korkunç derecede bağlayıcı bir güç ve kavrandığında
ölüyor: Simgelerin sırlarını korumak istemesinin bir nedeni de işte bu, gizemli
olmalarının tek nedeni temellerinde ne olduğunu göremememiz değil. .. Genel bakış
açılarıyla bütünleşme olarak anlayış da bu bakımdan şeytani elementi içinde taşıyor ve
öldürüyor. .. İşte bu yüzden, analizin ileri aşamalarında diğerinin bu gizli ve açılmayan
simgelere gelmesine yardım etmeliyiz. Yaşamın tohumu, sert bir kabuğun içindeki nazik
tohum gibi burada korunur gizlice. Aslında bu konuda bir anlayış ve anlaşma olmamalı,
bunun olanağı ne olursa olsun. Oysa bu konudaki anlayışve anlaşma genelleştirilirse
ve bariz bir şekilde olanaklı hale gelirse simge yok edilmeye hazır demektir çünkü artık
kabuğunu kırmak üzere olan tohumu örtmez. Bir zamanlar gördüğüm ve beni çok
etkileyen bir düşü şimdi anlıyorum: Bir bahçede ayakta duruyordum ve görkemli bir
şekilde fışkıran zengin bir pınar açmıştım. Daha sonra da bu suyu toplamak ve yeniden
yeryüzünün derinliklerine akmasını sağlamak için bir set çekmem ve derin bir çukur
açmam gerekti. Kurtuluş bize bu şekilde açılamaz ve söylenemez simgede verilir çünkü
şeytanın yaşam tohumunu yutmasını engelleyerek bizi korur" (John Beebe ve Ernst
Falzeder, ed., The Question of Psychological Types, baskıda.
25. Kara Kitap 5 şöyle devam ediyor: “Hermes’tir senin iblisin” (s. 87).
p arçasın ı bile yitirm em ek için bü yü k kayg ıyla sakınır. O na b ağlı o ld u ­
ğu n u y ad sır h erk es am a y in e de istek li elini o n a d o ğ ru u zatır gizlice.
G erekli olduğunu kanıtlam ası gerekir m i altının? B u n u n k an ıtı insanın
isteğidir. Sor ona: K im alır beni? O nun sahibi onu alandır. A ltın k ıp ır­
damaz. U yu r ve ışıldar. P arlaklığı insanın d u yu ların ı sersem letir. Tek
b ir söz etm eden insanın istenir bulduğu her şeyi vaat eder. Ç ökecek
olanın çöküşü, yü k selm ek için kalkanın yard ım cısıd ır.26
Parıltılı bir define toplanm ış, onu alacak olan ı bekliyor. A ltın u ğru ­
na ne sıkıntılara katlanm az ki insan? O ise bekler ve sıkıntının süresini
azaltm az; sıkıntı ne k ad ar bü yü k olursa, dert ne kad ar b ü yü k olu rsa o
kad ar çok değer ve rilir ona. Yeraltından, erim iş lavlard an doğar. M aden
d am arların d a ve kayalard a yavaşça yayılır. O nu çık arm ak ve k ald ırm ak
için bütün k u rn azlığın ı kullanır in san .’
S ık ın tıyla seslendim : “E y <DIAHMO.N, ne h ırslı b ir k on u şm ad ır b u !”
27<DIAHMO.Nise sözüne devam etti: “Y alnızca öğretm ek için değil,
aynı zam anda yad sım ak için, y o k sa neden öğretm iş olayım ? Ö ğret­
m ezsem yad sım am gerekm ez am a öğrettim m i on dan son ra yad sım am
gerekir. Ö ğrettiğim de başkaların a alm aları gerekenleri verm eliyim .
E d inilm iş olan iyid ir am a edinilm em iş olan arm ağan kötüdür. İnsanın
kend in i h arcam ası şu anlam a gelir; b irçok ların ı bastırm ayı istem ek. V e­
reni ald an m a sarar çünkü kendi girişim i aldatıcıdır. A rm a ğ a n ın ı geri
alm ak ve erd em ini yad sım ak zoru n d a bırakılır.
Suskunluğun yü k ü sana y ü k lem ek istediğim ben liğim d en daha ağır
değil. B u yüzd en k on uşuyo ru m ve öğretiyorum . D in leyici on a y ü k le ­
d iklerim i k u llan arak ü çkâğıd ım a karşı çıksın.
E n iy i d o ğ ru lu k d a o den li usta bir aldatıcıdır ki b aşarılı b ir ü çkâğı­
dın değerini an layam ad ığım sürece ben de o n a d olan ır kalırım .
Y in e bunald ım ve h ayk ırd ım : “E y <DIAHMO.N, in san lar sen inle il­
gili ald an m ış, d em ek ki sen ald atm ışsın on ları. O y sa sen i kavrayan
ken d in i k av ra r.’
28<DIAHMO.Nise suskunluğa g ö m ü ld ü ve b elirsizliğin ışıldayan b u lu ­
tuna çekild i. B en i düşüncelerim e b ıraktı. A n la d ım ki in san ların arasına
26. Jung simyadaki altın simgesini Mysterium Coniunctionisde ele alır (1955/56, te 14,
§353).
27. 15 Eylül 1915.
28. 17 Eylül 1915.
bü yü k setler çekm ek gerek, b irb irilerin in yü k lerin d en çok, b irb irle ri­
nin erdem lerinden k o ru n m a la rı için. B u gün ün sözde H ristiyan ahlakı
bana k arşılık lı büyülenm e için yapılm ış gibi geldi. İn san nasıl bir d iğe­
rin in yü k ü n ü taşıyabilir, bu insandan beklenebilecek en yü k sek şeyse,
en azından kendi yükün ü taşır.
Y in e de günah herhalde büyülen m ede barınır. K en d in i unutm anın
erdem olduğunu kabul edersem , b ir başkasın ın bencil tiran ı olurum
ve yin e b ir başkasını d a kendi efendim ya p m a k için k end im i teslim et­
m ek zorun d a k a lırım ve bu da bende hep k ö tü b ir izlen im b ıra k ır ve
bir başkasının d a ya rarın a olm az. K abu l etm eli, bu etkileşim toplum u
destekler am a insan kendin den değil, hep bir başkasına d ayan arak y a ­
şam ak zorunda k ald ığ ı için b irey hasar alır. Bana öyle geliyor ki insan
yeterliyse teslim olm am alı çü n k ü bu d iğerin i de a y n ı şeyi yap m aya teş­
v ik eder, h atta zorlar. H erkes teslim olu rsa ne olur? Tam bir m askaralık.
İnsanın kendiyle yaşam ası güzel y a d a hoş bir şey olduğundan d a de­
ğil am a bu benliğin kurtuluşun a hizm et eder. Bu arada, insan kendinden
vazgeçebilir m i? B öylece insan kendi kölesi olur. B u insanın kendin i k a ­
bul etm esinin karşıtıdır. İnsan kendin in kölesi olu rsa ki bu kendini teslim
herkeste olur, kendiyle yaşar. İnsan kendini yaşayam az; o kendin i yaşar.29
K en d in i-un u tm a erdem i insanın d oğal olm ayan bir şekilde kendi­
ne yabancılaşm ası ve böylece gelişm eden yoksun kalm asıdır. İn sanın
k en d i erdem i aracılığıyla, örn eğin, yü kü n ü sırtlan m ası yo lu yla ötekini
kendine yabancılaştırm ası bir günahtır. B u günah bize geri yansır.30
K en d im izi k en d i b enliklerim ize b o y u n eğd irm em iz yeterli teslim i­
yettir, h em de fazlasıyla. B öyle b ü y ü k b ir söz sö ylem ek göze alın abilir­
se kurtu lu ş için her zam an ilk o larak kend im izd e çalışm am ız gerekir.

29. 18 Eylül 1915.


30. Böyle Buyurdu Zerdüşt’te Nietzsche şöyle diyor: “Benlik de duyunun gözleriyle arar, o
da tinin kulaklarıyla dinler. Benlik her zaman dinlerve arar; karşılaştırır, boyun eğdirir,
fetheder ve yok eder. Hükmeder ve aynı zamanda Benin yöneticisidir. Düşüncelerinizin
veduygularınızın ardında, kardeşim, görkemlibir komutan, bilinmeyen bir bilgelikvar ve
buna Benlik denir” (”Of the despisers of the body;" 1. bölüm §1, s. 62). Jung'daki kitapta bu
parçanın altı çizilmiş. Ayrıca sayfa boşluğunda ve ünlemlerde de işaretler var. 1935 yılında
Zerdüşt seminerinde bu parçayıyorumlarken şöyle demişti Jung: “Benlik kavramıyla zaten
yakından ilgileniyordum ama nasıl anlaşılmam gerektiğinden emin değildim. Parçalara
geldikçe işaretler koyuyordumve bu bana çok önemli görünüyordu... Benlik kavramı beni
çekmeye devam etti... Nietzschenin psikolojik fenomenlerin ardında bulunan bir çeşit kendi-
içinde-şeyden bahsettiğini düşündüm... Daha sonra ise Doğudaki benlik kavramına, Atman
kavramına benzer bir kavram ürettiğini gördüm” (Nietzsche’nin Zerdüşt’ü, cilt ı. s. 391).
B u işi d e kendim ize sevgi d uym adan yapam ayız. Peki, bu nu yapm ak
gerekiyor mu? İnsan içinde bu lu nd u ğu koşulları kabu llenebiliyorsa ve
kurtuluşa gereksin im duym uyorsa, elbette, hayır. K u rtu lu şa gereksin im
d u ym ak yo ru cu d u r ve insanı sonunda bezdirebilir. O zam an d a insan
on dan kurtu lm ak ister ve böylece ku rtu lu ş için çalışm aya başlar.
B ana öyle geliyo r ki özellikle h er türlü güzellik d u ygusunu kurtuluş
d üşüncesin den çıkarm ak, hatta buna gereksin im d u ym ak yararım ıza
olur, yo k sa yin e kend im izi aldatırız çünkü bu sözden h oşlanıyoruz ve
bü yü k söz yo lu yla şeyin üzerine güzel bir parıltı yayılıyor. İnsan en
azın d an kurtuluş çalışm asının ken d i için de güzel olu p olm adığın dan
kuşku duyabilir. R o m alılar asılm ış Yahudi’y i çok da zevkli bulm uyordu
ve barbarca ve yeraltına ait olan h er şey için duyd u kları sapkın ilgiye
b akılırsa çevresinde ucuz, b arbarca sim gelerin toplandığı yeraltı m e­
zarlarına y ö n e lik k ed e rli aşırı coşkunun gö zlerin d e h erhald e kendin
den hoşnut bir ışıltı yoktu.
K urtuluş gereksin im inin yarattığı üstesinden gelinm ez duygunun
katlanılm az kötülüğü gibi görü nen şeyden k açın m ak için bence, in -
sanın kurtu lu ş çalışm asına d eyim yerin d eyse d üşünm eden tökezleyip
düştüğünü söylem ek en d oğrusu ve en u ygun u olacaktır. K u rtuluş ça
lışm asın a atılan bu ad ım ne güzel ne de hoştur, k en d in i davetkâr bir
görünüm le de ortaya koym az. B u ş e y kendi içinde o den li zor v e ızdı
raplıdır ki insan k end in i zenginliğini b aşkaların a d a p ay etm ek isteyen
aşırı varsıllard an değil, h astalardan biri olarak görm elidir.
Sonuç olarak, ötekini de kendi sözde kurtu luşum uz için kullanm a
m alıyız. Ö teki ayağım ızın altındaki bir sıçram a taşı değildir. Kendim izle
kalm am ız ço k daha iyi olur. Kurtuluş gereksinim i daha ç o k ötekini de
m utlu edebileceğim iz artan bir sevgi gereksinim i olarak gösterir kendi
ni. Bizse bu sırada kendi d u rum um uzu değiştirm eye duyduğum uz öz
lem ve istekle tutuşuruz. B aşkalarını da bu am açla severiz. H edefim ize
zaten ulaşm ış olsaydık, öteki bizi soğ u k bırakırdı. O y sa kurtuluşum u/
için ötekine de gereksinim duyduğum uz doğrudur. H asta ve çaresiz bir
durum da olduğum uz için belki bize kendi isteyerek yardım eder. Ona
duyduğum uz sevgi bensizdir, a m a böyle olm am ası gerekir. B u b ir yalaıı
dır çünkü hedefi bizim kurtuluşum uzdur. Bensiz sevginin doğru olabil
m esi için benliğin isteğinin b ir yan a itilm esi gerekir. O ysa benliğin sırası
da gelir günün birinde. K im sevgi için ken din i böyle bir benliğe verm ek
ister? K u şkusuz benliğini unutm uş ve onu bir erdem yapm ış insanın güt­
tüğü aşırı yakıcılığı, haksızlığı ve ağıyı henüz bilm eyen biri.
B en lik açısından, bensiz sevgi tam bir günahtır.
"B e n lik le olan bağım ızı yeniden k u rm ak için herhalde sık sık k en ­
dim ize gitm em iz gerekir çü n k ü yaln ızca kötülüklerim izle değil, a yn ı za­
m anda erdem lerim izle çok sık parçalanır. Ç ü n k ü kötülükler gibi erdem ­
ler de dışarıda yaşam ak ister. O ysa sürekli dış hayatta benliği unuturuz ve
böylece en iyi çabalarım ızda gizliden gizliye bencilleşiriz.32 Kendim izde
boşladığım ız eylem lerim izde gizliden gizliye başkalarına uyarız.
B en likle birleşerek Tanrı’y a ulaşırız. 33
Bunu söylem em gerek. Eskilerin görüşlerine, şu y a d a bu yetkeye
d ayan arak değil, bunu yaşad ığım için. B u da kesinlikle ne beklediğim
ne de u m du ğum b ir şekilde oldu. T an rı'yı bu biçim de yaşam am bek ­
lenm edik ve u m u lm ad ık bir şeydi. K eşke bunun bir ald an m a olduğunu
söyleyebilseyd im de bu den eyim den k en d im i sıyırabilseyd im , çok ister­
dim bunu. O ysa beni haddinden fazla sard ığını ve içim de sürekli işledi­
ğini söylem em gerek. Y ani bu bir ald an m aysa benim T anrım ald an m a­
dır. D ah ası, Tanrı aldanm adadır. B u zaten başım a geleb ilecek en yakıcı
şey olsaydı, bu deneyim i k ab u llen m em ve on daki Tanrı’y ı tanım am
gerekirdi. H içb ir kavrayış y a d a k arşı çıkış bu d en eyim in gü cü n ü alt
edebilecek kad ar güçlü olam az. T anrı k en d in i anlam sız bir çirkinlikte
açığa vu rm u ş olsaydı bile on da T anrı’y ı yaşad ığım ı itira f etm ekten b a ş­
k a bir şey yapam azdım . Y aşad ığım d en eyim i yeterin ce açıklayabilecek
b ir k u ra m a gönderm e yap m an ın ve onu zaten bilinene eklem enin pek
de zor olm ad ığın ı ben de b iliyoru m . B u k u ram ı k end im de geliştirebi­

31. Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt’te şöyle yazmıştı: “Komşularınızla toplanıyorsunuz ve


bunun için güzel sözleriniz var. Size söyleyeyim: Komşunuza olan sevginiz kendinize olan
kötü sevginizd.ir. Kendinizden kaçıyorsunuz ve bunu bir erdeme dönüştürmek istiyorsunuz:
Oysa ben sizin ‘özgeciliğinizin" ötesini görebiliyorum” (“Komşu sevgisi üzerine”).
32. Jung 1941de şöyle yazmış: “Benliğin bütünleşmesi ya da insanlaşması, daha önce de
belirtildiği gibi bencil hedeflerimizin bilincine varma yoluyla bilinçli yanda başlar, yani
güdülerimizin hesabını veririz ve kendi varlığımız üzerine olabildiğince nesnel bir tablo
oluşturmaya çalışırız (‘‘Ayinde dönüşüm simgesi,” te II §400). Bu da burada Sınamaların
başlangıç bölümünde anlatılan sürece karşılık geliyor.
33. Kara Kitap 5 şöyle devam ediyor: “Cennet ile Cehennem’i kendinde birleştiren” (s.
92). Karş. Jung, ‘‘Ayinde dönüşüm simgesi:” “Daha sonra da benlik unio oppositorum
işlevi ile psikolojik açıdan bütünüyle kavranabilir olan tanrısalın en yakın deneyimini
oluşturur” (1941, te II §396).
lir, entelektüel açıdan tatm in olabilird im am a yin e d e T a n r ı den eyim in i
y a şad ığ ım a d air en u fak b ir bilgi p arçasın ı bile ortadan k ald ıram az­
dım . Tanrı’y ı d en eyim in sarsılm azlığıyla tanıyorum . O nu d eneyim le
tanım aktan başka bir şey gelm ez elim den. O n a in an m ak istem iyorum ,
ne in an m am gerekiyor ne de inanabilirim . İn san nasıl bö yle b ir şeye
inanabilir? B öyle şeylere inanabilm em için zih nim in k arm an çorm an
o lm ası gerekir. D o ğaları d üşünüldüğünde en olan ak dışı şeyd ir onlar.
Y alnızca olan ak dışı d a değil, an layışım ız açısından olanaksız. A n cak
h asta bir zihin böyle aldanışlar yaratabilir. San rı ve du yusal y an ılsam a­
n ın alt ettiği h astalar gibiyim . O y sa T anrı'n ın bizi h asta ettiğini sö yle­
m eliyim . T anrı'yı hastalıkta yaşıyoru m . Yaşayan bir Tanrı u su m uza bir
h astalık gibi m usallat olur. R uh u sarh oşlu kla doldurur. B izi sersem letici
k aosla doldurur. Tanrı nicelerini k ıra ca k daha?
Tanrı bize ruh un belirli b ir d u ru m u n d a görünür. D o layısıyla Tan
rı’y a ben lik yo lu yla ulaşırız.34 35T an rı gö rün d ü ğü nde ben liğin ardında
dır, benliğin üzerindedir, benliğin k en d isid ir am a bize ken d im izi iyileş
tirm em iz gereken h astalığım ız o la rak görü n ü r.36 K end im izi T anrı’daıı
iyileştirm em iz gerekir çü n k ü o a y n ı zam an d a en b ü y ü k yaram ızdır.
İlk başta Tanrı bütünüyle benlikte barınır çün kü benlik, biz benlikle
olm ad ığım ız iç in , bütünüyle Tanrı’dadır. B en liği kendi y an ım ıza çek
m em iz gerekir. Bu yüzden de b e n lik için T anrı ile d övüşm em iz gerekir
çünkü Tanrı ben liği sınırsıza, çözünm eye sü rükleyen sırrın a erişilm ez
güçte bir devinim dir.

34. Jung 19211de benlik üzerine şöyle yazmış: “Ben her ne kadar bilinç alanımın tek
merkezi olsa da psişemin bütünüyle özdeşi değildir çünkü diğer karmaşalar arasında
bir karmaşadan ibarettir. Böylece Ben ile benliği ayırt ederim çünkü Ben bilincimin
tek öznesi, benlik ise bütün psişemin öznesidir ve bu bilinçdışını da içerir” (Psikolojik
Tipler, t e 6 §706). Jung bireyselleşme sürecini 1928'de “benlik-olma” ve “benliği-
gerçekleştirme” olarak tanımlar (“Ben HeBilinçdışı arasındaki İlişkiler, t e 7, §266). Jung
benliği düzen arketipi olaraktanımlar ve benlik temsillerinin Tanrı-imgelerinden ayırt
edilemez olduğunu yazar (böl. 4, “Benlik,” Aion: Benlik Sembolizmine Katkılar, t e 9, 2).
1944’te bu terimi seçmesinin nedenini bu kavramın “bir yandan insan bütünlüğünün
toplamını aktarmaya yetecek kadar kesin ve diğer yandan bu bütünlüğün açıklanamaz ve
belirlenemez doğasını ifade etmeye yetecek kadar belirsiz olması” olarak açıklar: “Bilinısd
kullanımı ile ‘benlik’ Isa ya da Budanın değil, eşiti olan figürlerin toplamına karşılık gelir
vebu figürlerin her biri benliğin simgesidir” (Psikoloji veSimya, te 12, §20).
35. Aşağıdaki parça Kara Kitap 5’tek.i parçadan alınmış ve ayırt edilmesi zor bir şekilde
yeniden işlenmiş.
36. Jung 1929'da şöyle yazmıştı: “Tanrılar salgın hastalığa dönüştü, Zeus artık Olimpos’un
değil güneş ağının hakimi ve doktorun muayene odası için tuhaf numuneler üretiyor”
(Altın Çiçeğin Sırrı üzerine Yorumlar, te 13, §54).
B u yüzden de Tanrı bize göründüğü nde ilk başta güçsüz, büyülen­
m iş, bölünm üş, hasta, en güçlü ağıyla zehirlenm iş o lm akla birlikte faz­
laca d a sarhoşuzdur.
O ysa bu durum da kalam ayız çü n kü b ed en im izd eki bütün güç ateş­
teki ya ğ gibi erir gider. Ö yleyse ben liği T anrı’d an kurtarm am ız gerekir
ki yaşayabilelim .37
38T an rı’y ı y a d sım a k ve yaln ızca hastalıktan söz etm ek usum uz a çı­
sından elbette olası, hatta oldukça kolaydır. B ö y le ce hasta p arça y ı k a ­
bullenip iyileştirebiliriz de. Y in e de bu iyileşm ed e bir şeyler, yaşam ın
bir p arçasın ı yitiririz . Yaşam aya devam ederiz am a Tanrı'nın kötürüm
bıraktığı insanlar olarak. A teşin y an d ığı yerd e ölü kü ller yatar.
B en bir seçeneğim iz old u ğu na in an ıyoru m : Ben Tanrı'n ın yaşayan
m ucizelerin i seçtim . Bütün yaşam ım ı tartıyo ru m hergü n ve T anrı’nın
y ak ıcı ışıltısını ussallığın kü lleri k arşısın d a d ah a y ü k se k ve daha dolu
b ir yaşam o larak gö rü yo ru m hâlâ. K ü ller benim için b ir özkıyım . Belki
ateşi söndürebilirim am a Tanrı den eyim in i y o k sayam am . K en d im i bu
den eyim den de koparam am . İstem iyo rum da bunu çünkü yaşam ak is­
tiyorum . Yaşam ım bü tü n o lm a k istiyor.
Ö yleyse benliğime hizm et etm eliyim . O nu bu yoldan kazanm alıyım .
Yaşam ım ın bütün olm ası için kazanm alıyım onu. Yaşam ı tam yaşam a ola­
nağı varken, biçim ini bozm ak bana kalırsa günahkârlıktır. İşte bu yüzden
de benliğe hizmet tanrısala ve insanoğluna hizmettir. K endim i taşırsam
insanoğlunu kendim den kurtarırım ve kendim i Tanrı’d an iyileştiririm .
K e n d im i T a n rı’ dan azat e tm e liy im / 9 ç ü n k ü b e n im y a ş a d ığ ım
T a n rı se v g id e n faz la sı; a y n ı za m a n d a n efret, g ü z e llik te n fazlası, a yn ı

37. Kara Kitap 5 şöyle devam ediyor: “Tanrı'nın gücü var, benliğin değil. Öyleyse güçsüzlüğe
değil, katlanılması gereken duruma hayıflanmak gerek. / Tanrı kendi içinden eyler. Bu
ona bırakılmalı. Benliğe yaptığımızı Tanrı'ya yaparız. I Benliği çarpıtırsak Tanrı'yı da
çarpıtırız. Kendine hizmet tanrısal hizmettir. Böylece insanlığı kendimizden kurtarırız.
Bir başkasının yükünü taşıyan ahlâksızlığa dönüşür. Herkesin kendi yükünü taşıması, en
azından bu istenebilir. Yapabileceğimiz en iyi şey bir başkasına yükünü nasıl taşıyacağını
göstermektir. I Birisinin bütün mallarını yoksula vermek onları aylaklık eğitimi vermek
demektir. / Acıma bir başkasının yükünü taşımamalı, kendisi katı bir eğitimci olmalı
bunun yerine. Kendimizle yalnızlığın ereği yoktur. Henüz yeni başladı” (s. 92-93).
38. Aşağıdaki dört paragraf Kara Kitaplarda yok.
39. Echart'ın Jung'daki Schriften und Predigten kitabında “ruhun da Tanrı'yı kaybetmesinin
gerekmesi” ifadesinin altı çizilmiş ve bir kâğıdın üzerine şöyle yazılmış: “Ruh Tanrı’yı
kaybetmeli” (Meister Eckhart, Schriften und Predigten. Aus dem Mittelhochdeutschen
übersetzt und herausgegeben von Herman Buttner, 2 cilt [Eugen Diederichs, 1912], s. 222).
z a m a n d a ç irk in lik , erd em d en fa z la sı, a y n ı z a m a n d a a n la m sız lık ,
g ü ç te n faz la sı, ay n ı z a m a n d a g ü ç sü z lü k , m u tla k v a r lık t a n faz la sı,
a y n ı z a m a n d a b e n im y a ra tım .

E rte si gece y in e <DIAHMON’un sesin i d uyd u m , şöyle dedi:40


“ Y a k la ş, T a n rı'n ın k ab rin e gir. Ç a lış m a y e rin m ez a r o lm a lı. T a n ­
rı’n ın senin içinde y a şa m a sı d eğil, sen in T a n rı'n ın için de y a şam a n
ge re k iyo r.”
4'Ö n ced en tam d a k en d im i T a n rı’d an azat etm em g e rek tiğin i d ü ­
şü n d ü ğü m için bu sözler beni rah atsız etti. O y sa <DIAHM!!N T an rı‘nın
daha d a içine g irm e m i sa lık ve riyo rd u bana.
T a n rı üst â lem le re ç ık tığ ı iç in <DIAHMON d a d eğ işm işti. İlk baş
ta b a n a u z a k ülk elerd e y a şa y a n b ir b ü y ü c ü o la r a k g ö rü n m ü ştü am a
s o n ra d a n o n u n y a k ın lığ ın ı d u y m u ştu m , T a n rı y ü k se ld iğ i iç in de
<DIAHMON’un b en i sa rh o ş e ttiğ in i v e b an a ta n ım a d ığ ım ve fa r k lı b ir
d u y a rlılığ ı o la n b ir dil v e rd iğ in i b iliy o rd u m . T an rı y ü k se lin c e hepsi
so ld u g itti ve bu d il y a ln ız c a <DIAHMON’ d a k a ld ı. B en se on u n ben
den fa r k lı y o lla ra g ittiğ in i h isse d iy o rd u m . B u k ita b ın ö n ce k i bölü
m ünd e y a z d ık la rım ın b ü y ü k b ir b ö lü m ü n ü b ü y ü k o la s ılık la b an a
<DIAHMON ve rd i. 4* S o n u çta sa rh o ş g ib iy d im . O y s a şim d i a n lıy o ru m
k i <DIAHMON b en d en fa r k lı b ir b iç im b e n im sem işti.

{4} 43B irkaç h afta so n ra üç gölge y a k la ştı bana. S o ğ u k solu k ların


d an ölü o ld u k la rın ı anladım . İlk i bir k ad ın d ı. Y a k la ştı ve h a fif b ir ka
nat ç ırp m a sesi, gün eş b ö ce ğ in in k an at sesleri d u yu ld u . S o n ra onu ta
n ıd ım . H enüz yaşıyo rken b en im için M ıs ırlıla rın g ize m lerin i, k ırm ız ı
g ü n e ş d isk in i ve a ltın k an a tların şa rk ısın ı yenid en ortaya ç ık arm ıştı.
G ö lged e k ald ı ve sö yle d ik le rin i z a r zor an layab ild im . Şöyle dedi:
“ Ö ld ü ğ ü m d e geceyd i -se n se h â lâ gü nd e y a ş ıy o rs u n - ön ü n d e hâlâ
günler, y ılla r v a r -b a ş la y a c a ğ ın - B a n a sözü ver -ah , bunu işitem ezsin
sen! N e zor. Sözü ver b a n a !”
Ç aresizce y a n ıt verd im : “A ra d ığ ın sözü b ilm iy o ru m .”

40. Kara Kitap 5’te sesin Filemona ait olduğu söylenmiyor.


41. Bu iki paragraf Kara Kitap 5 'te yok.
42. Sınamalar ın el yazısı taslağında şöyle devamediyor: “ve benim aracılığımla konuştu” (s. 37).
43. 2 Aralık 1915.
O h aykırd ı: “ Sim ge, aracı, sim ge gerek bize, on un açlığın ı ç ek iyo ­
ruz, bize ışık tut.”
“ N ered en? N asıl yapabilirim ? İstediğin sim geyi b ilm iy o ru m .”
Y in e de ısrar etti: “ Y apab ilirsin , uzan o n a.”
İşte tam o a n d a sim ge elim de belird i ve sınırsız bir şaşkınlıkla on a
bakakaldım . O zam an bağırarak, neşeyle şö y le d ed i bana:44
“İşte bu o, isted iğim iz, gereksin diğim iz sim ge, h a p bu. M ü th iş basit,
başta biraz aptalca, d oğal olarak T an rı-gib i, T a n rı’nın d iğer kutbu. Bu
ta m d a arad ığım ız gö n d er.”
“ N ed en h a p gerek size?” d iy e sordum . ' 5
“ O ışıkta. D iğer Tanrı geced e.’
“A h , neden bah sediyorsun, e y sevgili?” d iye sordum ? T in in Tanrısı
gecede m i? O ğul m u bu? K u rb ağaların oğlu m u? E ğer çağım ızın Tanrısı
ise e y v a h la r olsun b ize!”
O y sa ölünün sesi zafer doluydu:
“O tenin tini, kan tini, o bütün bedensel sıvıların özütü, sperm in
ve bağırsak ların tini, ürem e o rgan ların ın , başın, ayakların , ellerin, ek­
lem lerin, kem iklerin, gözlerin ve k ulakların , sinirlerin ve beynin, tini;
tü kürük ve boşaltım ın tini o .’
“ Seni şeytan m ı gö n d erd i.’ d iy e b ağırd ım dehşetle, “ nerede k ald ı be­
nim parıldayan tan rısal ışığ ım ?”
“ B ed enin seninle kalır, sevgilim , canlı b e d en in .’ ded i oysa. “A yd ın ­
latan d ü şü n ce bedenden gelir.’
“Sen h angi düşünceden bah sediyorsun? Ben öyle bir düşünceyi ta­
n ım ıyo ru m .’ dedim .
“ B ir orad a bir b u rad a solu can gibi, yıla n gibi sürünür, C eh enn em ’in
kör sem e n d eri.’
“ Ö yleyse d iri d iri göm ülm ü ş o lm a lıy ım . A h , dehşet! A h , çü rü m ü ş­
lük! K en d im i bü tü n ü yle tutturm alı m ıyım , b ir sülük gibi?”

44. Kara Kitap 5’te bu paragrafyerine: “Bir fallus mu?” (s. 95). Kara Kitap 5’te HAP geçmiyor.
Bir önceki gönderme buna yapılmış olabilir. Wallis Budge The Egyptian Heaven and Hellde
şöyle diyor: “Pepi’nin Fallus’u Haptır” (Cilt ı, s. ııo). Hap“ın Horusun oğlu olduğunu
belirtiyor (s. 491 -Jung’taki kitapta sayfa boşluğu işaretlenmiş). Ayrıca “Ölüler kitabında
Horus'un bu dört çocuğu önemli rol oynar ve ölenler onların yardımını almak, korumasına
girmek için adaklarve dualarla ne gerekiyorsa yapardı. .. Horusun dörtçocuğu ölülerin
korunması işini bölüşmüşlerdi ve henüz 5. hanedanda alt dünyada yaşamını yönettiklerini
görüyoruz (a.g.e.) [Londra: Kegan Paul, Trench and Trubner, 1905]).
45. Kara Kitap 5’te: “butanrısal gönder” (s. 95).
“Evet, kan iç,” dedi, “em onu, cesetle d oyu r kendini, özsu yu va r iç in ­
de, evet, iğren ç, am a besleyici. A n la m a n gerekm iyor, e m !”
“ Lanetli dehşet! H ayır, ü ç kere hayır/’ diye b ağırd ım öfkeyle.
O ysa şöyle dedi: “ Bu öfkelendirm esin seni, bu besin, in san ların y a ­
şam özsuyu gerek bize, çünkü y aşam ın ı p aylaşm ak istiyoruz. B öylece
sana yaklaşabiliriz. B ilm en gereken h aberleri verm ek istiyoruz sa n a ”
“ N e korkunç b ir saçm alık bu! N e d iyo rsu n sen ?”
46O nu can lılar arasınd a son görd ü ğü m d e ve M ısırlıların geride b ı­
raktığı gizem den an la m ın ı b ilm ed iği b ir şeyler gösterdiğinde baktığı
gibi baktı bana ve şöyle dedi: “ B en im için, bizim için y ap bunu. K a ­
lıtımı, k ırm ızı güneş diskini, altın kanatları, yaşam ve öm ü r çelengini
an ım sıyor m usun? Ö lüm süzlük, bu nu n üzerine b ilinecekler var.”
“Bu bilgiye giden yol Cehennem dir.”
47D ah a so n ra kara k ara d ü şü n m eye b aşlad ım çü n k ü bu yo lu n ağır,
k avran am az ve sın ırsız y a ln ız lık la dolu old u ğ u n d an k u şk u la n ıy o r­
dum. İçim d eki zayıflık ve öd leklikle u zu n süre boğuştuktan sonra
kutsal hatanın ve so n ra sızca geçerli d o ğru lu ğu n y aln ızlığın ı ü stle n ­
m eye k arar v e rd im .48
Ü çüncü gece ölü sevgilim e seslendim ve şöyle dedim : “Solucanların,
sürünen yaratıkların bilgisini öğret bana, tin lerin karan lığın ı aç bana.”
Fısıldadı: “K a n ve r ki içeyim ve konuşabileyim . G ü cü oğu la bıraka
cağını söyled iğinde yatıyor m u yd u n ?”
“H ayır, yatm ıyord um . Y in e de an layam ad ığım b ir ş e y söyledim .”
Şöyle dedi: ‘'A nlayam adığın b ir şeyi söyleyeb iliyo rsan talihlisin d e­
m ektir. D in le öyleyse! h a p 49 h â lâ b a tık o la n K ilise'nin tem eli değil, d o ­
ruğudur. B u K ilise'ye gereksin im duyu yoru z çü n kü o ra d a oturabilir ve
y aşam ın a katılabiliriz. B iz i dışlam an kendi zararına oldu.”
“ Söyle bana, h a p senin için canlılarla birlikte olabileceğin K ilise’nin
göstergesi m i? K onuşsana, neden d u rak sıyorsu n ?”
İn led i ve z a y ıf b ir sesle fısıldadı: “ K an ver, k an a ih tiyacım var.” 50

46. Bu paragraf Kara Kitap s ’te yok.


47. 5 Aralık ı915.
48. Bu paragraf Kara Kitap s’te yok.
49. Kara Kitap 5'te: “Fallus” (s. ıoo). Karş. Jung’un çocukluğunda gördüğü yeraltı
tapınağındaki ayinsel fallus düşü, s. 9.
50. bkz. dipnot 223, s. 317.
“ O zam an kalbim den al kanı,” dedim .
“ Teşekkür ediyorum sana,” dedi, “y a şam ın d oluluğu bu. G ö lg e d ü n ­
yan ın h a va sı seyrek çü n k ü h a va n ın okyan usun d a d enizin üzerindeki
kuşlar gibi süzülüyoruz. B irço kları sınırların ötesine gitti, dış uzayın
belirsiz yolların d a kanat çırptı, yab an cı dünyalard a tehlikelere atıldı.
H âlâ yakın ve tam am lanm am ış olan bizler d enizin havasına d alm ak ve
yeryüzün e, yaşayan lara d önm ek istiyoruz. B ü rü n ebileceğim bir hayvan
bed eni y o k m u ?”
“ N e, k öp eğim m i olm ak istiyorsu n ?” diye h aykırd ım dehşetle.
“B una olanak varsa, evet,” dedi, “ köp eğin bile o lm a y ı isterim . B en im
için p ah a biçilm ezsin, h â lâ yeryü zü n e tutunan tek um udum sun. Ç o k
erken bıraktığım şeyin tam am lan m asın ı gö rm eyi h âlâ istiyorum . B an a
kan ver, çok k a n !”
“ İç ö y leyse.’ ded im um utsuzca, “ i ç k i olm ası gereken o lsu n .’
Tereddütlü b ir sesle fısıldadı: “ B rim o 51 -b ö y le d iyorsunuz ona,
e v e t- eskilerden olan a -b a şla n g ıç o la n a - çocuğu d o ğ u ra n a -u ta n c ın ­
dan büyüyen C en n et’in karısın ın peşi sıra giden, yeryü zü n ü n ü z e rin ­
d ek i kubbe, gü çlü h a p , çü n k ü B rim o, yu k arıd a ve aşağ ıd a oğ u lu sarar. 52
O nu taşır ve kaldırır. A şağ ıd a d o ğ an , yu k arıyı döllüyor çünkü ann esi
onun k a rıs ı ve k a rıs ı onun annesi.”
Ö fkeyle ve nefretle haykırd ım : “ N e u ğu rsuz öğreti! Y ıld ırıcı gizem ­
ler yetm ed i m i h âlâ?”
“C en n et gebe kalırsa ve m eyvesin i taşıyam az olursa günah yükünü
taşıyan bir insan doğurur; bu yaşam ağacıdır ve öm rü sonsuzdur. B ana
k an ın ı ver! Dinle! Bu korkunç b ir bilm ece; göksel B rim o gebeyken ejder­
h ayı doğurdu, önce döleşini, sonra d a oğulu, h a p ’i ve h a p ’i taşıyanı. h a p
aşağının başkaldırısıdır am a kuş yu k arıd an gelir ve HAP’ın başına konar.
Bu barıştır. Sen aracısın. Konuş, Cennet, yağm urunu yağdır. Sen bir ka­
buksun. Boş kabuklar akıtmaz, yakalar. Bütün yellerden aksın gelsin.
Sana söyleyeyim , bir akşam daha yaklaşıyor. B ir gün, iki gün, birçok gün

51. Roma‘da on dördüncü yüzyılın sonunda ortaya çıkan Hecate gizemlerini Jung 1912’de
ele almıştır: Hecate, büyü ve sihir tanrıçası yeraltını korurdu ve deliliği yeryüzüne
gönderdiği düşünülürdü. Ölüm Tanrıçası Brimo ile özdeşleştirilirdi (Libidonun
Dönüşümleri ve Simgeleri, te B, §586).
52. Libidonun Dönüşümleri veSimgeleri'nde (1912) Jung dünyanın üzerinde kemer oluşturan
ve her gün Güneş Tanrıyı doğuran Mısır Gök Tanrısı Nut’a atıfta bulunur (t e B, §364).
sona erdi. G ü n ü n ışığı alçalıyor ve gölgeyi aydınlatıyor, kendisi d e gü n e­
şin gölgesi. Y a şa m gölgeye dön üşü yor ve gölge k en d in i canlandırıyor,
senden bü yü k olan gölge. G ölgenin oğlun olduğunu m u düşünüyorsun?
O öğlen küçüktür, gece yarısı ise gökyüzünü d old u ru r.”53
B en se bitkin ve um utsuzdum . D aha fazla d in leyem iyo rd u m ve ölü ­
ye şöyle dedim :
54“ B en im altım da yaşayan, su d ak i ağaçların altın d a olan m üthiş
oğulu böyle m i tanıştırıyorsun? G öklerden yağan tin m i o, yo ksa top­
rağın d oğurd uğu ruhsuz solucan m ı? Ey, Cennet; e y en uğursuz rahim !
G ö lgen in uğru n a içim deki canı m ı em m ek istiyorsu n? B öylece ta n rı­
sa llık uğru n a bütün in san lık heba m ı olm alı?55 C a n lıla r yerin e gölgeler­
le m i yaşam alıyım ? Yaşam özlem i bütünüyle sizin m i olm alı ey ölüler?
Siz zam anında yaşam ad ın ız m ı? B u zam anı ku llan m ad ın ız m ı? Yaşayan
u ğru n u za yaşam ın ı m ı verm eli, e y sonsuza dek yaşam ayanlar? Konu
şun, k ap ım d a durup benim le konuşan dilsiz gölgeler!”
Ö lü kadın ın gölgesi sesini yükseltti ve şöyle dedi: “ Yaşayanların ha
yatlarına ne yaptığın ı gö rü yo rsun ; belki de h âlâ görem edin. B o şa harcı
yo rlar onu. O ysa benim le k end in i yaşarsın çünkü ben sana aidim . Ben
senin gö rü n m ez cam iana ve cem aatine aidim. Yaşayanların seni gördü
ğüne m i inanıyorsun ? O nlar y aln ızca gölgeni görüyor senin, seni değil.
seni uşak, seni taşıyıcı, seni araç...”
“N asıl d a nutuk çekiyorsun! Sizin m erham etinize m i kaldım ? A rtık
gün ışığını görm eyecek m iyim ? C an lı b ir bedenle gölgeye m i dönüşe
ceğim ? Biçim siz, k avranam azsınız ve m ezarın soğukluğu , boşluğun ya
y ılıy o r soluğunuzdan. D iri diri göm ü lm em e izin m i vereceğim ; aklınız
dan neler geçiyor? B an a öyle g eliyo r ki hen üz çok erken, önce ölm em
gerekir. Y ü re ğ im i h oşnut edecek bal, ellerim i ısıtacak ateş v a r m ı sizde?
N esiniz siz y a slı gö lgeler? Ç o c u k la rın hayaletleri! K a n ım la ne yapm ak
istiyorsunuz? D o ğru su siz in san lard an da kötüsünüz. İn san lar az veriı
de siz ne veriyorsu n u z? Y a şa y a n la rı siz m i yaptınız? S ıcak güzelliği?
N eşeyi belki de? Y o k sa bunların hepsi sizin kasvetli C ehennem inize
m i gitsin? K arşılığın d a ne ö n eriyo rsu n u z? G izem ler m i? Y aşayan lar

53. Bu paragraf Kara Kitap 5*ten geliştirilmiştir.


54. 7 Aralık ı9i5.
55. 9 Aralık19i5.
on larla yaşayab ilir mi? E ğer y a şayan lar onlarla yaşayam azsa ben sizin
gizem lerinize ü çkâğıt d erim .”
B unun üzerin e sözü m ü k esti ve b ağırd ı: “ N e tez can lısın , dur, so ­
lu ğ u m u kesiyorsun. B iz gölgeyiz; gö lge old u ğu n d a verd iğ im iz şe y in ne
o ld u ğ u n u kavrayacak sın .”
“ B en sizin k aran lığın ıza in m e k için ö lm e k istem iyo ru m .”
“ Ö lm en de gerekm iyo r,” d ed i “y aln ızca gö m ü lecek sin .”
“ Y en id en d irilm e um ud u yla m ı? Y e te r eğlen d iğin !”
O ysa sakin di: “ O lacak lard an k u şk u lu su n . Ö n ü n d e ü ç kat d u var
v a r ve gö rülm ezlik ; özlem in ve d u y u şu n C e h e n n e m ’e gitsin! E n a z ın ­
dan sen bizi sev m iyo rsu n , y a n i sen in için b ed elim iz sev g in d e ve sa b ­
rın d a yu v a rla n ıp k en d in ap tal d u ru m u n a d ü şü rm en e ned en o la n la r­
dan d ah a az o la ca k .”
“ E y ölü, sa n ırım ben im d ilim i k o n u şu y o rsu n .”
A zarlayan bir sesle yanıtladı: “ İn sanlar sever, sen de öyle! N e yanılgı!
Bunun tek anlam ı kendinden kaçm ak istemen. İnsanlara ne yapıyorsun?
K u rb a n ı olduğun m egalom aniye ayartıyorsun o n ları tatlı sözlerinle.”
“Bu d a üzüyo r beni, acı ve riy o r, u lu yo r bana; bü yü k bir özlem d u ­
yu yo ru m , yu m u şak olan her şey y a k ın ıy o r ve yü reğim hasret için d e.”
O yin e de sözünü esirgem iyordu. “ Senin yüreğin bize ait,” dedi, “ İn ­
sanlardan ne istiyorsun? İn sanlardan sakın kendini ki insan-değnekler-
le d eğil, ken d i iki ayağın üzerin de yürüyebilesin. İn san ların gereksin i­
m i gösterişsizdir am a kendilerinden kaçabilm ek için sevgi isterler hep.
Bunun son bulm ası gerek. N eden budalalar gidip siyah lara İncil'i vaaz
ediyor d a sonra da kendi ülkelerinde alaya alıyorlar onu? N eden ikiyüz­
lü vaizler sevgiden, tanrısal sevgiden ve insan sevgisinden söz edip aynı
İn cil’i savaş açm ak ve kanlı adaletsizlikleri haklılaştırm ak için kullanı­
yor? H ele kendileri aldanm a ve kendini kan dırm anın kara çam uruna
batm ışken boğazlarına kadar başkalarına ne öğretiyorlar? K en d i evle­
rini tem izlediler m i, kendi şeytanlarını tanıyıp kovd ular m ı? Bunların
hiçbirini yapm adıkları için de kendilerinden kaçabilm ek ve kendilerine
yapm aları gerekeni başkalarına yap m ak için sevgiyi vaaz ediyorlar. O ysa
insanın kendi benliğine verdiği bu çok değer biçilen sevgi ateş gibi yanar.
Bu ikiyüzlüler ve yalancılar bunu gördü -sen de ö y le - ve işte bu yüzden
başkalarını sevm eyi yeğliyorlar. Sevgi m i bu? B u sahte ikiyüzlülüktür.56
H er zam an sende ve her şeyd e ve hepsin den öte sev g i ile başlar. Kendini
sakın m adan yaralayanın sevgisiyle başkaların a iyilik ettiğine m i in an ı­
yorsun? Hayır, tabii ki buna inanm ıyorsun. H atta tek öğrettiği şeyin b aş­
kalarını şefkat d uym aya zorlam ak için insanın kendin i nasıl yaralayacağı
olduğunu biliyorsun. îşte bu yüzden gölge olm an gerekiyor çünkü in ­
sanlara bu gerek. Sen kendin sevginin ikiyüzlülüğünden ve aptallığından
kurtulam azken onlar nasıl yapsın bunu? H er şey sende başlıyor çünkü.
O ysa atın h âlâ kişnem ekten alıkoyam ıyor kendini. D ah a d a kötüsü, er­
dem in kuyruğunu sallayan bir köpek, hırıldayan bir köpek, yalanan bir
köp ek, havlayan bir k ö p ek ve sen buna insan sevgisi diyorsun! O ysa sevgi
kendine katlanm ak ve kendin i taşım aktır. Bu nu nla başlar. B u gerçekte
seninle ilgilidir; sen daha tavlanm adın; yalnızlığını kabul edene ve sev­
m eyi öğrenene dek daha ateşler gelm eli üzerine.
Sevgiyle ilgili ne soruyorsun? Sevgi nedir? Y aşam ak, hepsinden
önce, sevgiden d ah a fazlasıdır. Savaş sev g i m id ir? İn san sev gisin in hâlâ
neye y a ra d ığ ın ı gö recek sin ; d iğer araçlar gib i b ir araç. Ö yleyse, h er şey -
den önce, yalnızlık, kendine yönelik h er türlü yu m u şak lık yan ıp tü ke­
nene dek, yalnızlık. D o n m a y ı ö ğren m elisin .” 57
“K a rşım d a yaln ızca m ezarlar gö rüyo rum /’ diye yan ıtlad ım onu,
“ n ice lanetli b ir istem üzerim d ek i?”
“T a n rı’nın istemi, senden güçlü olan, ey köle, ey araç. D ah a büyü k ola
nın ellerine düştün. O acıma nedir bilm ez. H ristiyan kefenlerin, gözünü
kör eden peçe düştü. T an rı yenid en güçlendi. İnsanın boyunduruğu Tan
rı’nın boyunduruğundan daha ağır; işte bu yüzden herkes m erham etiyle
diğerini boyund uruk altına alm ak istiyor. İnsanların ellerine düşmekten
se Tanrı’nın ellerine düşüyor. N e m utlu ona, ne yazık ona! Kaçış yok.”

56. Jung Hristiyan misyonerlere eleştirel yaklaşıyordu. bkz. “The problems of the soul of
modern men [Modern insanın ruhundaki sorunlar]” (1931), te ıo §185.
57. Kara Kitap 5 şöyle devam ediyor: [Ölü:] “şeytan senden önce geldikten sonra. Şimdi sevgi
değil amel zamanı.” [Ben:] “Neden amellerden bahsediyorsun? Hangi ameller?” [Ölü:]
“Seninişin” [Ben:] “Ne demek istiyorsun, benim işim mi? Bilim mi, kitabım mı?" [Ölü:]
“Osenin kitabın değil, o ‘kitap. Bilim yaptığın şey. Duraksamadan yap. Geriye dönüş
yok, yalnızca ilerisi var. Sevgin oraya ait. Gülünç; sevgin! Ölümün ortaya çıkmasına izin
vermelisin.” [Ben:] “En azından bırak ölüler kalsın çevremde.” [Ölü:] “Ölüleryeter, çevren
sarıldı.’ [Ben:] “Ben hiçbir şey fark etmiyorum” [Ölü:] “Onları fark etmen gerek” [Ben:]
“Nasıl? Nasıl fark edebilirim?” [Ölü:] “Devam et. Herşeysana doğru gelecek. Bugün değil,
ama yarın” (s. 116-117).
“ Ö zgü rlü k bu m u?” diye bağırdım .
“ E n yü k se k özgü rlü k . Senden y u k a rıd a y aln ızca T a n rı var, senin
aracılığınla. B u n u n la teselli bul, bulab ild iğin kadar. T a n rı açam aya-
cağın kap ıları sürgü lü yor. D u yg u ların k ö p ek y a vru la rı gibi sızlansın.
K u la k la r yüksekte sağırd ır.”
“ İn sa n lık ad ın a hiç ö fk e y o k m u p ek i?” d iye sordum .
“ Ö fke m i? Senin ö fk en e gü ler geçerim . T a n rı y a ln ız ca gücü ve y a ­
ra tm a yı bilir. O b uyurur, sen yaparsın. K ayg ıların gülünç. T e k b ir yo l
var, T an rılığın asker yolu .”
Ö lü k ad ın b u n ları söyledi b an a sözünü sakın m ad an .58 H iç k im se ­
ye b o yu n eğm ek istem ed iğim için bu sese b o yu n eğm ek zorundaydım .
Tanrı'nın gücü üzerine de sözünü sakın m adı. B u sözleri kab u l etm ek
zoru n d ayd ım .59 Yeni b ir ışığı, kan k ırm ızısı güneşi, acı ve rici bir m u ­
ciz e yi selam lam am ız gerekiyor. B u n a ben i kim se zorlam ıyor; y aln ızca
içim d eki yaban cı istem b u yu ru yor ve bun d an k açam am çü n k ü bunun
için b ir neden görem iyoru m .
B ana görünen güneş kan denizinde y ü z ü y o rd u ve in liyordu; bu y ü z ­
den ölü k ad ın a şöyle dedim :
“N eşe m i k u rb an edilm eli bunun iç in ?”
Ö lü kad ın sa şöyle d ed i: “ B ütün neşe kurb an edilm eli, bütünüyle se­
n in yapm an koşuluyla. N eşe ne yap m aya ne peşinden k o şm aya gelir;
gelm esi gerekiyorsa o kendi gelir. H izm etini istiyoru m senden. K işi­
sel şeytanına hizm et edem ezsin. B u gereğinden fazla a cıy a neden olur.
G erçek neşe yalın d ır: K en d in d en gelir ve va r olur, orad a bu rad a ara n ­
m az. K ara geceyle k arşılaşm a teh likesini göze alıp k en d in i b an a ada-
m alı ve neşe arayışın d a olm am alısın. N eşe asla ve asla hazırlanam az, y a
k en d i isteğiyle va r olur y a d a hiç v a r olm az. Senin tek yapm an gereken
ödevin i yapm ak, b aşka b ir şey değil. N eşe tam am lan m ayla gelir, özlem ­
den değil. B end e güç var. Ben b u yu ru ru m , sen b u yru ğa uyarsın.”
“ B en i y o k etm enden korkuyorum .”
O ysa şö yle dedi: “ Ben y a ln ız c a tu tunam ayanı y o k eden yaşam ım .
Ö yleyse işe ya ra m az b ir alet o lm am aya özen göster. K en d i k en d in i m i

58. Stnamalar'ın el yazısı taslağında: “Soul” (s. 49) ve bu parçada konuşmadaki diğer kişi
ruhtan ölüye değiştirilmiş.
59. 20 Aralık ı915.
yö n etm ek istiyorsun? Sen gem ini kum sala çıkarırsın. Taş üstüne taş
koy, k öp rün ü k u r am a düm ene geçm ek istediğini düşünm e bile. H iz­
m etim den k açm ak istersen yold an çıkarsın. Bensiz kurtu lu ş yok. N e ­
den düş görüyor, d u rak sıyorsu n ?”
“ G ö rü y o rsu n ” dedim , “ ben körü m ve n ered en başlayacağım ı b il­
m iy o ru m .’
“ H er zam an kom şu d a başlar. K ilise nerede, cem aat nerede?”
“ B u delilikten b aşk a bir şey d e ğ il;’ diye bağırd ım kızgın lıkla, “ neden
K ilise’d en söz ediyorsun? Peygam ber m iyim ben? N a sıl söyleyebilirim
k end im için böyle bir şey? D iğerlerinden daha iyisin i bilm eye hakkı
olm ayan bir adam dan başka b ir şey d eğ ilim .’
O ysa şöyle dedi: “ K ilise'y i istiyoru m , senin için ve başkaları için iyi
olan bu. Y oksa seni ayağına gelm eye zo rlayacaklarım la ne yapacaksın ?
G üzel v e d oğal korkunç ve k aran lıkta y u v a k u racak ve yo lu gösterecek.
K ilise d oğal bir şey. Kutsal tören dağılm alı ve tinleşm eli. K ö p rü in san ­
lığın ötesine çıkm alı,60 dokunulm az, uzak, havanın. D ış im ler üzerine
sağlam b ir anlam la kurulm u ş tinlerden oluşan b ir toplulu k va r.’
“ D in le .’ diye bağırd ım , “ bu nu düşünce kald ırm az, kavranabilecek
bir şey değil b u .’
Y in e de d ev am etti: “ Ö lülerle to p lan m aya sen de g e re k sin im d u y u ­
yo rsu n , ölü ler de. Ö lülerin arasın a karışm a, on lardan a yrı dur ve her
birinin h akk ın ı ver. Ö lüler senden gü n ah lard an a rın m a d u aları istiyo r.”
B un ları sö yled iği sırad a sesini yü k seltti ve benim ad ım a ölü leri
çağırdı:
“ E y ölüler, size sesleniyorum .
“E y göçüp gitm işlerin, yaşam ızdırabını ard ın d a b ırakm ışların g ö l­
geleri, b u raya gelin!
“ K an ım , ya şam ım ın ö z su y u sizin yiyeceğin iz ve içeceğin iz olacak.
“B ana asılın ki yaşam ve k onu şm a sizin olsun.
“ G e lin k a ra n lık ve h u zu rsu zlar, sizi k an ım la, y a şa y a n ın k an ıyla
ca n lan d ıra cağ ım k i bende ve b e n im a ra cılığ ım la k o n u şm a ve yaşam
kazanasınız.
“Y a şa m a gelm eniz için bu k o n u şm ayı ya p m a y a T a n rı zorluyor
beni. Sizi çok uzun süre yalnız bıraktık.

60. bkz. dipnot 8, s. 98.


“Topluluk bağını k u ralım ki yaşayan ve ölü im ge b ir olsun ve geçm iş
bugünde yaşasın.
“İsteğim iz bizi yaşayan dünyaya çekiyor ve isteğinizde kaybolduk.
“Gelin, yaşayan kanı için, payınıza düşeni için ki görünür, kavranır
ve m evcut va rlık için duyduğum uz keskin özlem in sönm ez ve amansız
gücünden kurtulalım .
“K avga dövüş, çirkinlik, şiddet ve açlık olarak kötülüğü yaratan isteği
için kanım ızdan.
“A lın, yiyin , bu sizin için yaşayan bedenim . A lın, yiyin , için, bu isteği
sizin için akan kanım.
“Gelin, kefaretiniz ve kefaretim için benim le Son Yem ek’i kutlayın.
“Sizinle toplanm am gerekiyor ki böylece kıskançlığı doyum suz olan
ve dolayısıyla kötülüğü yaratan isteğim in ve isteğinizin ve insanlar toplu­
luğunun avı olm ayayım .
“ B an a yardım edin isteğim in sizin için yanan kurban ateşi olduğunu
unutm ayayım .
“ Siz benim cem aatim siniz. Yaşayanlar için yaşayabileceğim i yaşıyo­
ru m am a taşan isteğim size ait ey gölgeler. Sizinle birlikte yaşam am ız
gerekiyor.
“Bize uğur getirin ve kapalı tinim izi açın ki günahlardan arınm anın
ışığıyla kutsanalım . B öyle olsun!”
Ö lü kadın duasını bitirince bana döndü ve şöyle dedi:
“Ö lülerin gereksinim i büyük am a Tanrı’nın k u rb an duasına gereksi­
nim i yok. O nda ne iy i niyet va r ne de kötü niyet. O candan ve korku
dolu ama aslında öyle değil, yalnızca bize öyle görünüyor. O ysa ölüler
dualarınızı duyuyor çünkü doğalarında hâlâ insanlık var ve iyi ve kötü
niyetten yoksun değiller. A n lam ıyor m usun? İn sanlık tarihi senden daha
yaşlı ve bilge. Ö lüm ün olm adığı b ir çağ va r m ı? N e um arsız b ir aldanm a!
İnsanlar ancak son zam anlarda ölüm ü unutm aya ve artık gerçek hayata
başladığını düşünm eye başladı ve bu da onları çılgınlığa sü rü kled i!”

{5} Ölü kadın tüm bunları söyleyince yo k oldu. B en de kedere ve


donuk bir karm aşaya büründüm . Yeniden yukarı baktığım da üst âlem ­
lerdeki ruhum u gördüm . Tanrılıktan yayılan uzak parıltıyla ışıldayarak
havada süzülüyordu.61 Ona seslendim :

61. 8 Ocak 1916. Bu paragraf Kara Kitap 5'te yok.


“O lan ları biliyorsun. B u n ların b ir insanın gücün ü ve an layışını aştı­
ğını biliyorsun . Y in e de kendi u ğru m a ve senin u ğru n a kabu l ediyorum
bunu. Yaşam ağacınd a çarm ıha gerilm ek, ah ne acı! A h acı veren su s­
kunluk! K ızgın C e n n e te ve sonrasız d oluluğa dokunan sen olm asaydın ,
e y ruh um , bunu nasıl yapabilirdim ?
“ K en d im i insan h ayvanların önüne atıyorum . Y iğ id e yakışm ayan
bir ıstırap bu! E rd em lerim i, en iyi yap abildiğim param p arça olm a y e ­
teneğim i b ırakm alıyım çünkü on lar h âlâ insan hayvanın yan ın d ak i d i­
kenler. E n iyin in u ğru n a ölü m değil, yaşam u ğru n a en gü zelin k irle til­
m esi ve parçalanm ası.
“E y v a h , beni k en d i cesedim le Son Y em ek’i yem ekten k o ru yacak
yalnız bir ald an m a y o k m u h içb ir yerd e? Ö lüler b en im le beslenerek
ya şam a k istiyor.
“ N eden beni insanlığın H ristiyanlıktan dökülen suyunu için kişi
o larak gördün? K ızgın doluluğa yeterin ce b akm ad ın m ı ruhum ? Hâlâ
Tanrılığın parıld ayan beyaz ışığın a m ı u çm ak istiyorsu n bütünüyle?
H angi dehşetli gölgelere sü rü k lüyorsu n beni? Şeytan ın h avuzu o kadar
d erin m i ki senin ışıldayan kaftan ını bile lekeleyebiliyor?
“ Bana böyle bir kötülüğü yap m a h a k k ın ı nereden buluyorsun?
İğrenç pisliğin beheri benden geçip gitsin.62 E ğer isteğin bu değilse o
zam an kızgın C en n et’i tırm an arak aş, bed elin i söyle ve T anrı'nın tah­
tını devir, ey tüyler ürpertici, insanların h akk ın ı tan rılara d a d uyu r ve
insanlığın alçak eylem i için on lardan öç al çünkü insan solu can ı6’ bu
bü yü k gad d arlığa a n c a k tanrılar kışkırtabilir. B en im yazgım yetsin ve
insanın yazgısın ı insanlar yönetsin.
“E y anam , in san lık, Tanrı'nın k o rk u n ç solucanını, insanları b o ğ a ­
nı kendinden uzaklaştır. Bu kork u n ç a ğ ı u ğ ru n a on a h ü rm et etm e. B ir
dam lası yeter onun v e b ir d am la ned ir ki onun için, aynı anda hem
bütün b o şlu k hem de bütün d olu lu k olan için ?”
B en b u n la rı söylerk en <l>IAHMON’un a rk a m d a d u rd u ğu n u ve bu
sözleri bana on un v e rd iğ in i fa rk ettim . G ö rü n m ed e n b en im le g elm iş­
ti ve iyi ile güzelin v a rlığ ın ı h issetm iştim . B enim le y u m u şak , d erin bir
sesle konuştu:

62. İsa Getsemani bahçesinde şöyle demişti: “Baba, mümkünse bu kâse benden
uzaklaştırılsın. Yine de benim değil senin istediğin olsun,” (Matta 26:39).
63. Karş. Eyüp 25:6: “Nerede kaldı bir kurtçuk olan insan, Birböcek olan insanoğlu!”
64“E y insan, Tanrı’yı d a çıkar ruhundan, elinden geldiğince. Senin üze­
rinden tanrısal güç atfettiği sürece ne şeytanca bir m askaralığı sürdürü­
yo r seninle birlikte! A ynı anda hem ele avuca sığm az bir çocuk hem de
kana susam ış bir iblis, insanların eşi benzeri görülm em iş işkencecisi. Bu­
nun tek nedeni de tanrısallık. Neden? Nereden? O na hürm et ediyorsun
çünkü. Ölüler de aynı şeyi istiyor. N eden huzursuzlar? Öte yana geçem e­
dikleri için. N eden kurban istiyorlar? Yaşayabilsinler diye. Peki, am a ne­
den h âlâ insanlarla birlikte yaşam ak istiyorlar? H ükm etm ek istedikleri
için. G üç için uğraşm aları henüz son bulm adı çünkü öldüklerinde hâlâ
gücü arzuluyorlardı. B ir çocuk, yaşlı bir adam , kötü bir kadın, ölülerin
tini ve bir şeytan, bunlar gönlü hoş tutulm ası gereken varlıklardır. Ruhtan
kork, hor gör onu, sev, tıpkı tanrılar gibi. Bizden uzak olsunlar! H epsinden
öte, onları asla yitirm e! Yitirildiklerinde yılan kadar kem, farkında olm a­
dan ardından atılan kana susam ış kaplan gibi olurlar. Yolunu yitiren insan
hayvanlaşır, yitik bir ruh şeytanlaşır. Sevgiyle tutun ruha, korkuyla, aşağı­
lam ayla ve nefretle ve gözünün önünden ayrılm asına izin verm e. O dem ir
duvarların ve en derin kasanın içinde saklanm ası gereken cehennem -tan-
rısal hazinedir. H ep d ışa rıç ık m a k v e ışıldayan güzelliği yaym ak ister. D ik ­
katli ol, zaten bir kez ihanete uğradın! Ruhundan daha vefasız, daha sinsi
ve hain bir kadın bulam azsın. O nun güzelliğinin ve kusursuzluğunun ha­
rikalarını nasıl öveyim ? Ö lüm süz gençliğin ışıltısında durm uyor m u? Sev­
gisi sarhoş eden şarap, bilgeliği yılan ların ilksel zekâsı değil mi?
“İn san ları on dan koru, onu d a insanlardan. K od esteki sızlanışını,
söyled iği şarkıyı dinle am a k açm asın a izin verm e çü n k ü kaçar kaçm az
bir fahişe olur. K o cası olarak on u n aracılığ ıyla kutsandın, d olayısıy­
la da lanetlendin. O cücelerin ve devlerin iblis ırkından ve insana a n ­
cak uzaktan akraba. O nu in san ca kavrarsan k en d in i yitirirsin . D u y d u ­
ğun öfkenin, kuşkunun ve sevgin in fazlası on a ait am a yalnızca fazla­
sı. O na bu fazlalığı verirsen in sanlık karabasandan ku rtu lu r çün kü ru ­
hunu görm ezsen onu diğer insan larda gö rü rsü n ve bu şeytanca gizem i
ve cehennem h o rtlağın ı güç bela gö rebild iğin için bu da seni çıldırtır.
“Sefaleti ve ızdırabı içindeki, tanrıların av olarak seçtiği insana bak.
Y itik ruhun insanın çevresinde d okud u ğu k an lı örtüyü , ölü m -getirenin
örd ü ğü acım asız ağları p aram p arça et ve cennetten düşüşünden beri

64. 10 Ocak 1916.


h âlâ toparlanam ayan ve çılgın körlüğü içinde p islik ve güç için can atan
tanrısal fah işeyi yakala. O nu kan ın ı önüne çıkan her so k ak köpeğiyle
k arıştırm ak isteyen azgın bir k an cık gibi kafese kapat. Zaptet onu, en
sonunda bu k ad arı yetsin. B ir kez olsun vereceğin eziyeti tatsın k i erke­
ği ve tanrılardan gasp ettiği çekicin i hissetsin. 65
“İnsan dünyasının efendisi insandır. Yasaları geçerli olsun. R u h la­
ra, iblislere ve tan rılara ise kendilerine göre davran, istediklerini ver.
İnsana ise y ü k olm a, şeytan -ru h ların ın ve T an rı-ru h ların ın sana in a n ­
d ırd ıkları ile on dan bir şey istem e ve b eklem e, katlan ve sus, tü rdeşle­
rine u ygu n olanı ya p sofuca. Y ard ım ın ı istem ediği ve fik rin i sorm adığı
sürece ötekin i değil, k end in i etkilem elisin. O nun ne yap tığın ı anlıyor
m usun? Asla, nasıl anlayasın? O senin ne yaptığını anlıyor mu? Ö tekini
düşünm e ve etkilem e h a k k ın ı kendin de nereden b u lu yo rsu n ? K endini
boşlad ın, bahçen otla doldu ve sen kom şu n a düzeni öğretm ek, eksikle­
rin i ona k anıtlam ak istiyorsun.
“N eden başkaları konu su nd a susm an gerekiyor? K en d i iblislerin
konusunda tartışacak çok şey va r d a ondan. O y sa o düşünceni y a da
öğüdünü sorm adan ötekin i etkiler ve düşünürsen bunun nedeni kendi
ni ruhundan ayırt edem em endir. B öylece onun küstahlığının kurbanı
o lu r ve fah işelik yapm asın a yard ım edersin. Y oksa in san gü cün ü ruha
y a da tan rılara ö d ü n ç verm en gerektiğini, hatta tan rıların başkalarını
etkilem esini istem enin y a ra rlı ve d ind arca b ir iş old uğu nu m u düşü
nüyorsun? K ö r olm uşsun sen, bu H ristiyan lığın cüretkârlığı. Tanrıların
senin yard ım ın a ihtiyacı yok, seni gülünç putperest, k end in i T anrı gibi
gö rüyo r v e insanları b içim len d irm ek, geliştirm ek, azarlam ak, eğitm ek
ve yaratm ak istiyorsun. Sen kendin kusu rsuz m usun? Ö yleyse sus vc
kendi işine ve yetersizliğine b ak h er gün. E n çok kendi y ard ım ın a ge
rek sin im in var; fik irlerin i ve iyi öğütlerin i kendin için h azır tutm alı,
anlayış v e yard ım etm e isteğiyle yan ıp tutuşan b ir fahişe gibi başkaları
na k oşm am alısın. Tanrı"yı o y n am an a gerek yok. K en d ilerin i etkilem e
yen iblisler nedir ki? Ö yleyse bırak çalışsınlar am a senin aracılığınl.ı
değil, yo k sa sen de b aşkaların a iblis olursun; o n ları kend ilerine bırak
ve sakar sevgi, endişe, ilgi, öğü t ve diğer k üstah lıklarla etkisizleştirm e.
Y oksa iblislerin işin i yapm ış olu rsu n; sen kendin iblisleşirsin ve çılgın

65. Poetic Edda’dadev Thrym Tanrı Thor’un çekicini çalar.


lığa sürüklen irsin. B aşk aların a öğüt veren ve yard ım etm ek için ç ırp ı­
nan çaresiz in san ların ç ılg ın lığ ıy sa ib lisleri m em n u n eder. Ö yleyse sus,
lanet k efareti k en d in d e hallet; işte o zam an iblisler, yin e a y n ı şekilde,
ken d ilerin i ru h ların d an a y ırt etm eyen ve iblislerin alay konusu olan
türdeşlerin kendilerine işkence etm ek zorun d a kalır. K örleşm iş türdeş­
le rin i k en d i haline b ırakm ak acım asızlık mı? G ö zlerin i açabilseydin asıl
acım asızlık olurdu. O ysa gözlerini an cak senin fik rin i ve ya rd ım ın ı ist-
d ik lerin d e açab ilirsin . İstem iyorlarsa bu n a gereksin im leri y o k d em ek ­
tir. B u n a karşın ya rd ım ın ı on lara dayatırsan iblisleri olu r körlü klerin i
a rttırırsın çü n k ü k ötü örn ek olursun. Sab ır ve su sk u n lu k p ostunu geçir
başına, otur ve bırak işini görsün. B ir şeyler ortaya çık arırsa harikalar
yaratır. O zam an m eyve veren ağaçların altında oturursun.
“ B il ki iblisler senin o lm ayan çalışm aların ı ku cak lam ak için seni tu ­
tu şturm ak istiyor. Sense, bu d ala, b unu n sen ve senin çalışm an old u ğ u ­
nu sanıyorsun. N eden? K en d in i ruh undan a yırt edem ed iğin için. O ysa
ondan ayrısın ve sanki sen de b ir ruhm uşsun gibi d iğer ru h larla düşüp
kalkm ayı bırakm alısın çü n k ü sen bütün gücün ü tam am lan m ak için
kullanm ası gereken güçsüz b ir insansın. N ed en ötekine bakıyorsu n?
O nda görd üğün sende bo şlan m ış yatıyor. R u h u nu n k od esi olm adan
önce gard iyan ı olm alısın. Sen ruhunun, onu tanrılardan ve insanlardan
k o ru y a n - y a da tanrıları ve in sanları ondan k o ru y a n - h adım sın. G üç
z a yıf insanlara verilir, tan rıları bile kötürü m bırakan b ir zehirdir bu,
tıp k ı bizden çok d ah a aşağı olan k ü ç ü k arıya v e rile n z eh irli iğn e gibi.
R uhun bu ağıyı ele geçirebilir ve tanrılar için bile tehlikeli olabilir. Ö y ­
leyse ru h u n u örtüler altın a koy, k en d in i on dan a y ırt et, ç ü n k ü yaln ızca
türdeşin insanlar değil, tanrılar d a yaşam alı.
<DIAHMON k o n u şm asın ı bitirince <DIAHMON k o n u şu rk en yu k arıd an
bana yaklaşan ruhum a döndüm ve onunla konuştum :
“ <DIAHMON’un söyled iklerini işittin m i? Sen ne d iyo rsu n ? İyi bir
ö ğü t m ü ve rd i?”
O ise şöyle dedi: “ A la y etm e, y o k sa k end in i çarparsın. B eni sevm eyi
u nutm a.”
“ N efreti sevgiyle birleştirm ek zor benim için ,” dedim .
“B iliyo ru m .’ dedi, “ yin e de aynı olduğunu biliyorsun. N efret ile sev­
ginin anlam ı bir benim için. Türdeşim olan bütün kadınlar gibi biçim
benim için, benim olan ya da hiç kim senin olm ayan her şeyden daha az
önemli. Ben başkalarına verdiğin nefreti de kıskanıyorum . H er şeyi isti­
yo ru m çünkü yo k oluşundan sonra çık m a niyetinde o ld u ğ u m b ü y ü k yo l­
culuk için her şeye ihtiyacım var. Zam an ın d a hazırlanm alıyım . Yolculuk
için gerekenleri o zam ana dek hazır etm eliyim ve hâlâ bir sürü eksik var.”
“ Seni kodese attığım a katılıyor m usun p eki?’’ diye sordum .
“ Elbette,’ dedi, “orada huzur bu lu p kendim i toparlayabilirim . S e ­
n in insan dünyan b e n i sarhoş ed iyor - o kadar ç o k insan k a n ı- delirene
kadar içip sarhoş olabilirim . D e m ir kapılar, taştan duvarlar, soğu k ka­
ran lık ve kefaret tayını; işte b u d u r gün ah lard an arın m an ın b ü y ü k m u t­
luluğu. K an lı sarh oşluk beni sardığında, b en i ön celeri cansıza y a k ın la ş­
tıran, içim d ek i m üthiş üretm e tutkusunu ateşleyen k aran lık ve korku
d olu yaratıcı d ürtüden yaşayan m ad d eye defalarca savuran m üthiş
eziyetten kuşkun olm asın. B e n i gebe kalan m addeden, d erin boşluğun
azgın d işilin den çıkar. D iren işi ve ken d i y a sam ı bulabileceğim m ah p u s­
luğa zorla beni. O rad a yolculuğu, ölü k ad ın ın sözün ü ettiği yükselen
güneşi ve vızıldayan ezgili altın kanatları düşünebilirim . Şükret; bana
teşekkür etm ek istem iyor m u su n ? K ö rleşm işsin. B en im en d erin teşek
k ü rü m ü h ak ed iyorsu n .’
Bu sözlerin verd iğ i hazla haykırdım :
“N e tanrısal bir güzelliğin va r!” A y n ı anda b ir öfke sardı beni.
66“A h ne acı! B eni tam ve katıksız Cehennem den sürükleyerek çıkar
dm ve senden teşekkür bekliyorum . Evet, teşekkür etmen beni duygulan
dırdı. Köpeğin d oğası v a r kanım da. îşte bu yüzden içim acı. K en d i adıma
çü n k ü seni nasıl d a duygulandırıyor! Tanrısalsın ve şeytan i bir büyüklü
ğü n var, nerede ve n asıl olursan ol. Bense sen in hadım kapıcınım sade
ce, senden daha az hapsedilm iş değilim . K onu ş, ey C en n et’in cariyesi, ey
tanrısal canavar! Seni bataklıktan avlam adım m ı? K a ra d elik hoşuna gi
d iyo r mu? Kansız konuş, kendi kuvvetinle şakı, insanlarla beslendin sen."
O zam an ruh um ezilm iş bir solucan gibi döne döne k ıvran d ı w
h aykırdı, “ M erham et, acı b a n a .’
‘'A cım ak m ı? Sen ban a hiç acıd ın m ı? Seni y a b a n i işkenceci hayvan!
A cım a d uygusu sana hiç u ğram ad ı. İn san la beslen din ve k an ım ı emdin.
Şişm anlad ın m ı bari? însan h ayvan ın çektiği işkenceye hü rm et etm eyi

66. ıı (Ocü1916.
öğrenecek m isin? İnsan olm asa siz ru h lar ve tan rılar ne isterdiniz? O na
olan ö zlem in iz nedendir? K o n u ş, fah işe!”
A ğ la m a y a b a ş la d ı, “ K o n u ş a m ıy o ru m . S u ç la m a la rd a n y ılg ıy a
k a p ıld ım .”
“C iddileşecek m isin? Kuşkuya m ı kapılacaksın? A lçakgönüllüğü ya
da belki de başka bir insan erdem ini öğrenecek m isin ey ruhsuz ruh-var-
lık? Evet, senin ruhun yok, çünkü sen kendisisin, seni gulyabani. B ir in­
san ruhu ister m iydin? R uhun olsun diye senin yeryü zü ruhun olm am ı
ister m iydin? G örüyorsun, ben de senin okuluna gittim. N asıl ruh gibi
kusursuz hırsla, gizem li yalan ve ikiyüzlü davranılacağını öğrendim .”
Ben ruhum la böyle konuşurken <DIAHMON az ötede sessizce d u ru ­
yo rd u . Şim d iyse bir ad ım öne çıkm ış elini om zu m a k o yarak ben im a d ı­
m a k onuşm aya başlam ıştı:
“ Sen kutlusun, bakire ruh, adın kutsansın. Sen kad ın lar arasın d a
seçilm iş olansın. Sen Tanrı'yı taşıyansın. N e k u tlu sana! O nur ve ün
sonsuza dek senin olsun!
“A ltın tapınakta yaşıyorsun. H alk lar uzaklardan gelip seni kutsuyor.
“ Senin aracın olan bizlerse sözüne bakıyoruz.
“ K ırm ızı şarap içiyoruz, bizim le ku tlad ığın kan yem eğin in anısına
kurbanlık içki hazırlıyoruz.
“Seni besleyen adam ın anısına kurban yem eği için siyah b ir tavu k
hazırlıyoruz.
“Ü zgün uşaklarına ve hizm etçilerine ved a etm en anısına sarm aşık
çelenkleri ve güller taşıyan d ostları kurb an yem eğin e davet ediyoruz.
“ B u gü n neşe ve yaşam ı kutlayan b ir şen lik olsun; ru h o lm a y ı öğ ren ­
diğin insanların ülkesind en dönüş yolcu lu ğu nu n başlad ığı gü n anılsın
bugün ey kutsanm ış olan.
“Yükselip öteye geçen oğulu izliyo rsu n sen.
“ B iz i ru h u n olarak yu k arı taşıyo r ve ruhsal b ir varlık olm and an ge­
len ölü m süz h a k k ın ı k o ru yarak T anrı’nın oğlun un ön üne çıkıyorsun.
“N eşeliyiz, seni iy i şeyler izleyecek. Sana güç v e riy o ru z . B iz in san lar
ülkesindeyiz ve canlıyız.
<DIAHMON sözünü bitirdikten son ra ru h u m üzgün ve m em nun, te­
reddütlü ve telaşlıydı bizden ayrılıp yenid en yü k selm ek için. Yeniden
kazandığı özgürlüğüyle m u tlu yd u . Bense b ir sırrı old u ğu n d an , benden
b ir şeyler gizlem eye çalıştığından k u şku lan d ım . O yüzden ayrılm asın a
izin verm ed im ve konuştum on unla:67
“ N eden duraksıyorsun? G izled iğin nedir? H erhalde altın b ir kap,
insanlardan çaldığın bir m ücevher, öyle mi? K aftanın dan ışıltısı y a y ı­
lan değerli bir taş, b ir altın parçası değil mi? İnsanın kan ın ı içerken ve
kutsal eti yerken çaldığın güzel şey ned ir? D o ğru yu söyle çünkü yalanı
yüzünden o k u ru m .’
“H içbir şey a lm ad ım .’ dedi canı sıkkın.
“Yalan söylüyorsun, sen y o k k en beni k u şk u lu d u ru m a düşürm ek
istiyorsun. İn sanlardan çalıp cezasız k ald ığın gü n ler geçti artık. Kutsal
k alıtı olan ve arsızca çaldığın her şeyi geri ver. U şaktan ve dilenciden
çaldın. Tanrı varsıl ve güçlü, çalacaksan on dan çal. O n un krallığın da
eksik olm az. U tanm az yalancı, insanlığına m usallat olm aktan, on u so y ­
m aktan ne zam an vazgeçeceksin?”
O ysa b an a b ir g ü v e rc in gib i su çsu z g ö zlerle b ak tı ve u y s a lc a ş ö y ­
le dedi:
“ Sen d en kuşk u lan m ıyoru m . Sen in iç in iyi şeyler d iliyoru m . H ak
kın a saygı d u yu yo ru m . İn san lığın ı tanıyorum . Senden hiçbir şey alıp
götürm üyorum . Senden hiçbir şeyi alık oym u yoru m . Sen h er şeye sa­
hipsin, benim hiçbir şeyim yok.”
“Y ine de çekilm ez yalan lar söylü yo rsu n ,” dedim. “ B a n a ait olan o
m uhteşem şeyin sende olm ası bir yana, tanrılara ve sonrasız doluluğa
da erişebiliyorsun. Ö yleyse çaldığını geri ve r seni yalan cı.”
Ş im d i gücenm işti, şöyle dedi:
“ B un u nasıl sö ylersin ? A rtık seni tanıyam ıyoru m . D elirm işsin,
dahası, gülün çsün , p arıld ay an h er şeye p ençesini uzatan çocu k su bir
m ay m u n olm uşsun. Y in e de b an a ait olan ın benden alın m asın a izin
vereceğim .”
O zam an öfkeyle h aykırd ım : “ Y a la n söylüyo rsu n , yalan sö ylü yo r­
su n . A ltın gö rd ü m , m ücevh erin p arlak ışıltısını gördüm . B a n a a it o ld u ­
ğu n u b iliyorum . O n u ben d en alam azsın. V e r on u g e ri!”
O zam an gö zyaşların a h âkim olam adı ve şöyle dedi: “ O n d an ayrıl
m ak istem iyorum , ben im için çok değerli. Beni son süsten de m i etmek
istiyorsu n ?”

67. 13 Ocak 1916. Önceki paragraf Kara Kitap 5'te yok.


“ K e n d in i ta n rıla rın a ltın la rıy la süsle, y e ry ü z ü n e b a ğ lı in sa n o ğ ­
lunun u fak h azineleriyle d eğil. T a m d a y o k su llu ğ u va a z edip ken d i
k arn ın ı ve k esesin i d o ld u ran p ap azlara y a ra şır bir şekild e, in san o ğlu ­
na y e ryü z ü n d e y o k su llu ğ u ve zo ru n lu lu ğ u vaaz ettikten so n ra sen de
cennette y o k su llu ğ u n tad ın a b a k .”
“ N e k ork u n ç b ir işkence bu,” d iy e sız la n d ı, “ b ıra k b ir tek bu k alsın
bende. Siz in sa n la rd a h â lâ y eterin ce var. O eşssiz, u ğ ru n a ta n rıla r bile
in sa n la rı k ısk a n ır, on su z y a p a m a m ben .”
“ İn sa fsız lık ya p m a y a ca ğım am a b a n a ait olanı b a n a v e r” ded im ,
“ v e on d an g e re k sin im d u yd u ğu n için dilen. N e d ir o? S ö y le !”
“E y v a h , onu n e sa k la y a b ilirim n e de g izle y e b ilirim ! O sevgid ir,
sıca k insan sevgisi, k an , sıcak k ırm ız ı k an , yaşam ın k u tsal k ayn ağ ı,
ayrılm ış ve özlem d u yu la n h er şey in b irleşm esi.”
“ ö y le y s e / ’ d ed im , “ sev g in in d o ğ al h a k k ın ve m alın old u ğ u n u sö y ­
lü y o rsu n am a yin e de d ilenm en ge re k iy o r on u n için. İn sanın k a n ıy la
sarh oş o lu yo rsu n ve on u a ç lığ a terk ediyorsu n . S e v g i bana ait. S e v ­
m ek istiy o ru m k en d i a ra c ılığ ım la sen i d eğ il am a. B ir k ö p e k gib i sü ­
rü n erek ben d en s e v g i d ile n ec e k sin . A ç k ö p ek ler gib i e lle rin i k ald ırıp
k u y ru ğ u n u sa lla ya ca k sın . A n a h ta r ben d e. Sizd en d ah a ad il b ir y ö n e ­
tici o la ca ğ ım e y tan rısız tan rılar. K a n ın k ay n ağ ın d a , tatlı m ucizen in
çev resin d e to p la şa cak sın ız ve g e re k sin im d u yd u ğ u n u z u a lm a k için
arm a ğ a n lar getirecek sin iz. H iç b ir T a n rı tek b aşın a ele geçirm esin
d iye k o ru y o ru m k u tsal k ay n ağ ı. T a n rılar ö lçü sü zd ü r, m erh a m etsiz ­
dir. E n d eğ erli y u d u m la rla sarh o ş olu rlar. A m b e r ve n ek tar68 in sa n ­
la rın eti ve k an ıd ır, ge rçe k ten so y lu b ir yem ektir. İç k iy i sa rh o şlu k la
sa vu ru yo rlar, y o k su lla rın m alın ı ç ü n k ü o n la rın ü zerin d e y a rg ıç lık
ta sla ya ca k ne T an rı ne de ru h la rı var. H ad d in i bilm em e v e a şırılık ,
şid d et ve k a tılık sizin özü n ü z. A ç g ö z lü lü k u ğ ru n a açgözlü lü k , gü ç
u ğ ru n a güç, haz u ğru n a haz, ö lçü sü z lü k ve d o y u m su zlu k ; işte bö yle
ta n ın ırsın ız e y iblisler.
“ E vet, sevgi u ğru n a toz to p rak ta sü rü n m e y i, b ö ylece b ir yerlerde
birile rin d e n bir yud um y a şay a n ta tlılığ ı k o p arm ayı daha öğren ecek­
siniz e y şey ta n la r ve ta n rıla r, e y iblisler ve ruhlar. Sevg i u ğ ru n a alçak-
gö n ü llü ğü ve g u ru ru ö ğ re n in in san lard an .

68. Yunan mitolojisinde amberve nektar tanrıların yemeği ve içkisidir.


“E y tanrılar, ilk doğan oğlunuz b ir insan. O ndan olan Tanrı'nın
m üthiş güzel-çirkin oğlu hepiniz için yenilenm e. O y sa bu gizem de sizi
tam am lıyor: Sizden olan in san ların oğlu benim yen ilen işim ve o d a en
az o kad ar gö rkem li-çirkin ve onun egem enliği de size hizm et edecek.’
D ah a son ra OIAHMON b an a yaklaştı, elini k ald ırd ı ve şöyle dedi:69
“ H em Tanrı hem de insan ald an ışın düş k ırık lığ ın a u ğram ış k u r­
banları, kutlu kutsanm ışlar, güçsüz güçlüler. Sonsuz varsıl evren yine
yeryü zü C en n et’te ve tanrıların C enneti'n de, alt-dü nyalarda ve y u k a rı­
lard aki d ü n yalard a açılıyor. A y rılık acı ve rici birleşm ede ve b o yu n d u ­
rukta olana geliyo r yine. Ö nceden birlikteliğe zorlan m ışa sonsuz ço­
ğulluk geliyor yin e çün kü varsıllık, k an ve hasat yaln ızca çeşitliliktedir.’
B ir gece ve bir gün geçti ve yin e gece olunca çevrem e bakındım ve
ruhum un duraksadığını, beklediğini gördüm . O zam an on a seslendim :70
“N asıl, h âlâ burada m ısın? B ulam adın m ı b an a ait olan sözleri y a da
yolları? in sanoğlunu, yeryü zü n d eki ruhunu nasıl on u rlan d ırıyorsu n?
Senin için n eyi taşıd ığım ı ve çektiğim eziyeti, k en d im i n asıl h arcad ı­
ğım ı, nasıl önüne serilip kıvran d ığ ım ı, sana k an ım ı verd iğ im i anım sa!
Sana bir yü k ü m lü lü k vereceğim : İn san oğlu nu o n u rlan d ırm ayı öğren
çünkü insana vaat edilen, süt ve balın aktığı ü lk ey i görd ü m .71

“V aat edilen sevginin ülkesin i gördüm .


“ O ülkedeki güneşin görkem in i gördüm .
“ Yeşil orm anları, altın b ağları ve insanların k ö ylerin i gördüm .
“ Sonsuz karlı asm a tarlaları olan yü kselen dağları gördüm .
“ Y eryüzünün bolluğunu ve zen ginliğini gördüm .
“G ö rd ü ğü m insanın zen ginliğind en başkası değildi.
“ Sen, ruh um , insanları k u rtu lu şu n için çalışm aya ve eziyet çekm eye
zorluyorsun. B en se senin ayn ı şeyi insanoğlunun yeryüzü nd eki zen -
ginliği için yapm an ı istiyorum . K u la k ver! H em kendi ad ım a hem de
insanlık ad ın a kon u şu yo ru m çün kü bizim gücüm üz ve zaferim iz senin,
krallık ve v a a t edilm iş ülkem iz senin. O zam an b ollu ğu n u kullan ve
m eyd ana getir! B en susacağım , evet, seni kendi h aline bırakacağım . Bu

69. Bucümle Kara Kitap 5’te yok.


70. 14 Ocak 1916. Önceki paragraf Kara Kitap s’te yok.
7 ı. Mısırdan Çıkış 3‘te Tanrı bir çalıdan yükselen alevlerin içinde Musa'ya görünür ve
Musa'nın halkını Mısır'dan çıkarıp süt ve bal nehirlerinin aktığı topraklara ulaştırmayı
vaat eder.
sana bağlı; insanın yaratmasına izin verilmeyeni sen meydana getire­
bilirsin. Ben bekleyeceğim. Kendine işkence et ki bulasın onu. Bunu
insandan meydana getiremezsen nerede senin kurtuluşun? Kulak ver!
Benimiçin çalışacaksın ve ben susacağım.”
“Öyleyse, işe koyulmak istiyorum,” dedi. Sen de bir ocak yapmalı­
sın. Eskiyi, kırılmışı, yıpranmışı, kullanılmayanı ve bozulmuşu erime
potasına at ki yeniden kullanılmak için yenilensin.
“Bu eskilerin, ataların eski günlerden beri uyduğu bir gelenektir.
Yeni kullanıma uydurulmaları gerekiyor. Bu fırında kuluçkaya yatma
ve uygulama, yeniden içe, sıcak birikime alma. Orada ateşin sıcağı ile
pas ve kırılmışlık ayıklanır. Kutsal bir törendir bu, bana yardım et ki
çalışmambaşarılı olsun.
“Yeryüzüne dokun, elini maddeye bastır, özenle şekillendir onu.
Maddenin gücü büyüktür. h a p maddeden gelmedi mi? Madde boş­
luğun doldurulması değil mi? Maddeye biçim vererek kurtuluşunu
şekillendiriyorum. HAp'ın gücünden kuşku duymuyorsan, annesinin,
maddenin gücünden nasıl kuşku duyabilirsin? Madde HAp’tan daha
güçlüdür çünkü h a p yeryüzünün oğludur. En iyisi en sert maddedir;
en dayanıklı maddeye biçimvermelisin. Budüşünceyi güçlendirir.”

{6} Ruhumun öğütlediğini yaptımve maddeyi bana verdiği düşün­


celerle biçimlendirdim. Sık sık ve uzun uzun konuştu ve ardımızdaki
bilgeliği anlattı bana.72 Sonra bir gece birdenbire huzursuz ve kaygılı
geldi ve şöyle dedi:73 “Ne görüyorum? Gelecek neler hazırlıyor? Par­
layan ateşler mi? Havada bir ateş salınıyor, yaklaşıyor. Bir alev, birçok
alev, alazlanmış bir mucize. Kaç ışık yanıyor? Sevdiğim, bu sonrasız
ateşin merhameti, ateşin soluğu üzerine düşüyor!”
Bense dehşetle haykırdım: “Müthiş ve korkunç bir şey olacak, kor­
kuyorum, hemde çok çünkü önceden duyurduğun şeyler felaketti; her
şeykırılmalı, yanmalı ve yok mu olmalı?”
72. bkz. Ek C. 16 Ocak 1916. Bu Vaazlar kozmolojisinin basit bir eskizi. Jung’un ruhunun
düşüncelerini maddede oluşturması Systema Munditotius’un derlenmesine gönderme
olabilir (bkz. Ek A). bkz. Barry Jeromson, ''Systema Munditotius and Seven Sermons:
symbolic collaborators in Jungs confrontation with the dead," Jung History 1, 2
(2005/6), s. 6-10, ve "The sources of Systema Munditotius: mandalas, myths and a
misinterpretation," JungHistory 2, 2, 2007, s. 20-22.
73. 18 Ocak 1916.
“Sabırlı ol,” dedi ve uzaklarabaktı. “Ateş sarıyor seni; sınırsız bir kor
denizi.’
“Eziyet etme bana; nedir sendeki korkunç gizemler? Konuş, yalva­
rıyorum. Yoksa yine yalan mı söylüyorsun, lanetli işkenceci tin, hain
düşman? Bu hain vesvesenin anlamı nedir?”
“Ben korkunu da istiyorum,’ dedi oysa sakince.
“Ne için? Bana işkence etmek için mi?”
Sözüne devam etti: “Bu dünyanın efendisinin önüne getirmen
için.74O korkunu kurban etmeni istiyor. Verdiğin kurbanı takdir edi­
yor. O75sana merhamet ediyor.”
“Bana merhamet mi ediyor? Ne demek bu? Ben kendimi ondan
gizlemek istiyorum. Yüzüm bu dünyanın efendisinden kaçıyor çünkü
damgalandı, işaretli, yasak olana baktı. İşte bu yüzden kaçınıyorumbu
dünyanın efendisinden.’
“Yine dekarşısına çıkman gerekiyor.’ dedi. “Korkunu duymuş.’
“Bu korkuyu içime sen yerleştirdin. Neden beni ele verdin?”
“Ona hizmet için çağrıldın.’
Bense sızlandım ve şöyle dedim: “Üç kere lanetli yazgı! Neden
beni inzivamda bırakmıyorsun? Neden kurban için beni seçti? Önüne
memnuniyetle atılacakbinler var! Neden benimolmamgerekiyor? Ya­
pamam, istemiyorum.’
Ruhsaşöyle dedi: “Gizli kalmasına izinverilemeyecek söze sahipsin.”
“Nedir benim sözüm?” dedim. “Bir çocuğun kekelemesi; yoksullu­
ğumve yetersizliğim; başkatürlüsünüyapamayışını. Onubu dünyanın
efendisinin önüne mi sürüklemek istiyorsun sen de?”
Oysa gözlerini uzaklara dikti ve şöyle dedi: “Yeryüzününyüzeyini gö­
rüyorum, üzerini duman kaplıyor. Kuzeydenbir ateş denizi geliyor yuvar­
lanarak, köyleri şehirleri ateşe veriyor, dağları altüst ediyor, vadileri yarıp
geçiyor, ormanları yakıyor. İnsanlar deliriyor, sen de yalazlanmış saçınla,
gözlerinde delicebir bakışla, kavrulmuş bir dille, kısık, çatlakbir sesle ön-
lerinde gidiyorsun. Öne atılıyorsun, yaklaşanı duyuruyorsun, dağları tartı­
yor, her vadiye giriyorsunve korku dolu sözler yayıyorsun, ateşingazabını
anlatıyorsun. Ateşin damgasını taşıyorsun ve seni gören dehşete düşüyor.
74. "Systema Munditotius' resminin altında şöyle yazıyor: “Abraxas dominus mundi”
(Abraksas dünyanın hâkimi).
75. Kara Kitap 5’te: “Abraksas” (s. 181).
Ateşi görmüyorlar, sözlerine inanmıyorlar amadamganı görüyorlar veya­
kan gazabın habercisi olmandan kuşkulanıyorlar. ‘Hangi ateş?’ diye soru­
yorlar, ‘Ne ateşi?’ Kekeliyor, lafları geveliyorsun. Ateşhakkındane biliyor­
sun? Korlara baktım, yanan alevleri gördüm. Tanrı bizi kurtarsın.”
“Ruhum.’ diye haykırdımumutsuzca, "söyle, anlat, neyi duyurmalı-
yım? Ateşi mi? Hangi ateşi?”
“Yukarı bak, başının üzerinde tutuşan alevleri gör. Yukarı bak, gök­
yüzü kızardı.’
Bunları söyledikten sonra ruhum gözden yitti.
Bense kaygılı ve aklı karışmış birçok gün geçirdim. Ruhumsa sus­
kun kaldı ve görünmedi.76Bir gece karanlık bir topluluk kapımı çaldı
ve korkuyla titredim. Sonra ruhumgöründü ve telaşla şöyle dedi: “Bu­
radalar, kapını kırıp açacaklar.”
“Hain sürü öylece bahçeme zorla mı girecek yani? Yağmalanıp so­
kağa mı atılacağım? Beni maymuna, çocuk oyuncağına çevirdin. Ah
Tanrım, ne zaman kurtulacağımbu budalalar Cehennemi'nden? Lanet
ağlarınızı paramparça etmek istiyorum, Cehenneme gidin budalalar.
Benden ne istiyorsunuz?”
Ruhumsasözümükestive şöyle dedi: “Neler söylüyorsun sen? Bırak
da karanlık olanlar konuşsun:’
Tersledim onu: “Sana nasıl güveneyim? Sen kendin için çalışıyor­
sun, benim için değil. Beni şeytanın karmaşasından bile koruyamaya­
caksan ne işe yararsın sen?”
“Sus,” dedi, “yoksa çalışmayı bozacaksın.”
Obunları söylerkenbeyazvaizgiysileri içinde<DIAHMON banageldive
elini omzumakoydu.77Ozamankaranlıkolanlaraşöylededim: “Konuşun
o zaman, ey ölüler.” Hemen hep bir ağızdanbağırmayabaşladılar:78“Ara­
76. 29 Ocak 1916.
77. 30 Ocak 1916. Bu cümle Kara Kitap 5 ‘te yok.
78. Jung Voaz/ar'ın önemi üzerine Aniela Jaffe’ye ölülerle tartışmaların dalıa sonra dünyaya
duyuracaklarına giriş niteliğinde olduğunu ve içeriğinin sonraki kitaplarını öngördüğünü
söylemişti. “O günden sonra ölüler yanıtlanmamış, çözümlenmemiş ve kefareti
ödenmemişlerin sesi olarak daha da belirginleşti benim için.” Yanıtını bulması gereken
sorular çevresindeki dünyadan değil ölülerden geliyordu. Onu çok şaşırtan şeylerden biri de
öliilerin bildiklerinin öldükleri sırada sahip oldukları bilgilerden dalıa fazla olmamasıydı.
Öldükten sonra daha fazlabilgiye sahip olmaları beklenebilirdi oysa. Bu da ölülerin hayata
yaklaşma eğilimini açıklıyordu. Çin'de de ailedeki önemli olaylar ölmüş atalara bildirilmek
zorundaydı. Jung ölülerin yanıtı yaşayanlardan beklediğini hissetmişti (MP s. 25%-9', Antlar,
s. 217). İsa’nın Cehennemdeki ölülere vaazı için bkz. yukarıda dipnot 134 (s. 147).
dığımızı bulamadığımız Kudüs’tendöndük.79Yalvarıyoruzsana, bırakiçeri
girelim. İstediğimiz şey sende. Kanını değil, ışığını istiyoruz. Hepsi bu.”
Bunun üzerine <l>IAHMON sesini yükseltti ve şu sözlerle onlara öğ­
retti80(bu ölülere ilk vaazdır^1:
79. Yukarıda bkz. s. 290, Ezekiel’in öncülüğündeki anabaptistlerin kutsal mekânlarda dua
etmek için Kudüs’e gidişi.
80. Bu cümle Kara Kitap 5’te yok. Jung, Filemon’un Vaazlar ile ilişkisini açıklamak için
Aniela Jaffe’ye Filemon’u Vaazlarda anladığını söylemişti. Filemon özerkliğini burada
kaybediyordu. (MP, s. 25).
8ı. Vaazların el yazısı ve basım kopyalarında şu altbaşlık geçiyor: “Ölülerin yedi öğretisi.
Yazan Basilides, yer İskenderiye, Doğunun Batı ile buluştuğu şehir. Almancaya Yunanca
aslından tercüme edilmiştir.” Basilides ikinci yüzyılın ilk yarısında İskenderiye'de yaşamış
bir Hristiyan filozoftur. Hayatı üzerine az şey biliniyor ve bir kozmogonik söylence
sunan öğretilerinden günümüze ancak bazı parçalar kalmış (ve bunların hiçbiri kendi
kaleminden değil). Bugüne ulaşan parçalar ve yorumları için bkz. Bentley Layton ed.,
The Gnostic Scriptures (NewYork: Doubleday; 1987, s. 4I7-44). Charles King’e göre
Basilides aslen Mısırlıydı. Hristiyanlığı kabul etmeden önce “Doğu Gnosisinin öğretilerini
uyguluyor ve... Hristiyanlık inancı ile Gnostik felsefeyi birleştirmeye çalışıyordu... Bunun
için de kendi bulduğu ifadelerden ve ustalıkla kullandığı simgelerden yararlanıyordu” (The
Gnostics and their Remains [Bell and Daldy; 1864]. s. 33-34). Layton’a göre klasik Gnostik
söylencesi şu yapıdaydı: ı. Perde: Yalnız ilk ilkenin (Tanrı) bütünüyle bedensel-olmayan
(tinsel) evrene genişlemesi. 2. Perde: Yıldızları, gezegenleri, yeryüzünü ve cehennemi
içeren maddi evrenin yaratılması. 3. Perde: Adem, Havva ve çocuklarının yaratılması. 4.
Perde: İnsanoğlunun bundan sonraki tarihi" (The Gnostic Scriptures, s. 13). Yani en geniş
hatlarıyla, Jung’un Vaazları Gnostik söylencesinin biçimini andırır. Jung Basilides'e Aion’da
değinir (1951). Gnostiklerin benlik için uygun simgesel anlatımları bulduğunu söyler
ve Basilides ve Valentinus’un “doğal içsel deneyimden büyük oranda etkilenmeye açık”
olduğunu söyler: “Böylece simyacılar gibi onlar da Hristiyanlık öğretisinde yankı bulan
tüm bu simgelerle ilgili geçerli bir bilgi madenine ulaşmışlardı. Aynı zamanda fikirleri
de privato boni öğretisinin öne sürdüğü Tanrı asimetrisini telafi ediyor, tıpkı bilinç ile
bilinçdışı arasındaki boşluğu doldurmak bilinçdışının bütünlük simgelerini üretmesi gibi
ve bu bilinçdışmın iyi bilinen modern eğilimlerindendir” ( t e 9,2, §428). 1915’te öğrencilik
yıllarından tanıdığı bir arkadaşı olan ve Die offenbarung im Gnosticismus (1901) kitabını
yazan Rudolf Lichtenhan’a bir mektup yazmıştı. Lichtenhan’ın 11 Kasım tarihli yanıtına
bakılırsa Jung Gnostisizm'de farklı insan karakterlerinin ele alınışı ve bunların William
James’teki katı ve hassas zihniyetli karakterler ayrımı ile ilişkisi üzerine bilgi istemişti. Jung
Anılarda şöyle diyor: “1918 ile 1926 yılları arasında Gnostikleri ciddi olarak inceledim
çünkü onlar da bilinçdışının ilksel dünyası ile kaşılaşmıştı. İtkiler dünyasını kesinlikle
etkileyen içeriğiyle ve imgeleriyle ilgilenmişlerdi” (s. 226). Jung Libidonun Dönüşümleri ve
Simgeleri için hazırlık okuması yaparken zaten Gnostik yazına eğilmişti. Vaazlar üzerine
çok sayıda yorum vardı ve bunlar değerli bir tartışma zemini yaratıyor. Yine de bunlara
ihtiyatlı yaklaşmak gerek çünkü burada Vaazlar çok önemli bir bağlamsal açıklama sunan
Liber Novus ve Kara Kitapların yanı sıra Filemon’un yorumları olmadan ele alınıyor.
Jung’un sonraki eserlerinin yanı sıra, Vaazlar ın diğer olası kaynakları olarak Jung’un
Gnostisizm ve tarihi Basilides karakteri ile ilişkisi akademisyenler tarafından da ele alındı.
bkz. Christine Maillard, Les Septem Sermones aux Morts de Cari Gustav Jung (Nancy:
Presses Universitaires de Nancy; 1993). Ayrıca bkz. Alfred Ribi, Die Suche nach den
eigenen Wurzeln: Die Bedeutung von Gnosis, Hermetik und Alchemiefür C. G. Jung und
Marie-Louise von Franz und deren Einjluss aufdas moderne Verstiindnis dieserDisziplin
(Bern: Peter Lang, 1991); Robert Segal, The Gnostic Jung (Princeton: Princeton University
Press, 1992); Gilles Quispel “C. G. Jung und die Gnosis," Eranos Jahrbuch 37 (1968); E.
“Dinleyin şimdi: Hiçlikle başlıyorum. Hiçlikdolulukla aynıdır. Son­
suzlukta dolu boşla aynıdır. Hiçlik için her şeyi söyleyebilirsiniz, örne­
ğin, beyazdır ya da siyahtır, vardır ya dayoktur diyebilirsiniz. Sonsuzve
sonrasız olanın niteliği yoktur çünkü bütün nitelikler ondadır.
“Bu hiçliğe ya da doluluğa Pleroma82 diyoruz. Orada düşünce de
varlık da silinir çünkü sonrasız ve sonsuz niteliksizdir. İçinde kimse
yoktu. Olsa Pleroma'danayırt edilebilirdi ve onu Pleroma’dan ayırt eden
niteliklere sahip olurdu.
“Pleroma'da hiçbir şey yoktur, her şey vardır. Pleroma üzerine dü­
şünmek sonuç vermez çünkü bu benliğin çözülmesi olurdu.
“Yaratma Pleroma’da değil, kendi içindedir. Pleroma yaratmanın
başlangıcı ve sonudur.83Yaratmanın içine işler, tıpkı gün ışığının hava­
nın içine işlemesi gibi. Pleroma bütünüyle içine işlese deyaratmadapay
M.Brenner,“GnosticismandPsychology: JungsSeptemSermonesadMortuos,"Journal
ofAnalytical Psychology 35(1990); JudithH ubback, “VII Sermonesadmortuos,'' Journal
of Analytical Psychology II(1966); JamesHeisig, “TheVIISermones: PlayandIheory;"
Spring (1972); Jam esOlney; The Rhizome and the Flower: The Perennial Philosophy, Yeats
and Jung (Berkeley: U niversityofCaliforniaPress, 1980), veStephenHoeller, The Gnostic
ung and the Seven Sermons to the Dead (W heaton, IL: Quest1982)
82. PleromayadadolulukGnostisizm'dekullanılanbirterimdir. Valentinusunsisteminde
enönemlirolüoynar. HansJonasşöylediyor: “Pleromastandartsayısıotuzolanve
tanrısal âlemioluşturantamaçıklanmışçoklutanrısal karakteristikleriçinkullanılan
standartterimdir”(The Gnostic Religion: The Message of the Alien God and the
Beginnings of Christianity [Londra: Routledge, 1992]. s. 180). Jung1929daşöyledem işti:
“Gnostikler... bunuPleroma, karşıtların, evetilehayırın, günilegeceninbirarada
olduğu, dahasonra‘oluşta*yageceyagündüzoldukları dolulukdurumuolarakifade
eder. Oluşlarındanönceki "vaat’ durumundavarolmazlar, nesiyahnebeyaz, neiyine
dekötüvardır” (Dream Analysis: Notes of the Seminar Given in 1928-1930, ed. William
McGuire[BollingenSeries, Princeton: PrincetonUniversityPress, 1984], s. 131). Jung
dahasonrakiyazılarındabuterimibirvaroluşöncesivepotansiyeldurumunuanlatmak
içinkullanırveTibetBardoterimiileözdeşleştirir: “Kendini ‘zamanıngöreceli bir
kavramolduğuve eşzamanlı’ Bardo-yadatümtarihsel süreçlerinpleromatikvar
oluşu-kavramıilekarşılanmasıgerektiğidüşüncesinealıştırmalı. Pleroma’dasonrasız
bir‘süreç*olarakvarolanzamandaaperiyodikbirsekansolarakgörünür,yani,birçok
kezdüzensizbirörüntüyleyinelenir”(Eyyuba Yanıt, 1952, te II, §629; ayrıcabkz. §§620,
624, 675, 686, 727, 733, 748). Jung unPleromaileyaratılışarasındayaptığı ayrımMeister
Eckhart’ınTanrılıkileTanrı arasındayaptığı ayrımabazı noktalardayaklaşıyor. Jungbu
konuyuPsikolojik Tiplerde (1921) elealır(te 6, §429f). Jung unPleroma’sınınEckhart’la
ilişkisineMaillarddadeğinmiştir(a.g.e. s. 118-20). Jung1955/56'daPleromailesimyacı
GerhardusDorn’un‘unusmundus*(birdünya)düşüncesinieşdeğergörür(Mysterium
Coniunctionis, te 14, §660). Jungbuifadeyi am pirikdünyadaki çeşitliliğintemelindeki
birliğinaşkınaslını anlatmakiçinkullanır (a.g.e. §759f).
83. JungPsikolojik Tiplerde (1921) ‘Tao’yuşöyletanımlıyor: “yaratıcı varlık, babaolarak
olduranveanneolarakdoğuran. Tümvarlıklarınbaşlangıcıvesonu” (te 6, §363.)
JungunPleromakavramıileÇin'dekiTaokavramınınilişkisiniyineMaillardelealmıştır
(a.g.e. s. 75). Ayrıcabkz. JohnPeck, The Visio Dorothei: Desert Context, Imperial Setting,
Later Alignments, s. 179-80.
sahibi değildir, tıpkı ışığın içine işlediği bütünüyle saydam bir cismin
aydınlıkya da karanlıkolmaması gibi.
“Bizse Pleroma’nın kendisiyiz, çünkü sonrasız ve sonsuzun bir par­
çasıyız. Yine de onda pay sahibi değiliz çünkü sonsuza dek ondan çıka­
rıldık; zamansal ya da uzaysal olarakdeğil, özsel olarakçünkü özümüz­
de zamanve uzayiçinde gizli yaratma olarak ondan ayrıyız.
“Yine de Pleroma’nın birer parçası olduğumuz için Pleroma da
bizim içimizde. Pleroma en küçük noktada bile sonsuz, sonrasız ve
bütündür çünkü küçük ve büyük onun içinde barınan niteliklerdir.
Baştan başa bütün ve sürekli olan hiçliktir. O halde, yaratmadan
Pleroma’nm bir parçası olarak söz etmem yalnızca mecazidir. Oysa
Pleroma aslında hiçbir yerde bölünmez çünkü o hiçliktir. Biz de bü­
tün Pleroma'yız çünkü, mecazi olarak, Pleroma içimizdeki en küçük
noktadır, var olmayan, yalnızca varsayılan ve çevremizi saran sınırsız
gökyüzüdür. Peki, madem hem her şey hem de hiçbir şey, o zaman
neden Pleroma’dan bahsediyoruz ki?
“Bir yerden başlamak, aynı zamanda içeride ya da dışarıda bir yer­
de değişmez ya da en baştan kurulmuş bir şey olduğu sanrısından sizi
kurtarmak için bahsediyorum ondan. Sözde değişmez ya da kesin şey
yalnızca görecedir. Tek değişmez ve kesin olan değişime tâbi olmaktır.
“Oysa yaratma değişime tâbidir; öyleyse tek değişmez ve belirlen­
miş olan odur çünkü nitelikleri vardır; aslında, niteliğin kendisidir.
“Bu yüzden soruyoruz: Yaratma nasıl var oldu? Yaradılanlar var
oldu, yaratma değil çünkü yaratmadır Pleroma’nmniteliği, yaratmayış,
sonrasız ölümgibi. Yaradılış hep var olandır, ölümde. Pleroma her şeye
sahiptir, ayrımlaşma ve ayrımlaşmama ve ayırt etmeme.
“Ayrımlaşma84yaradılıştır. Ayrımlaşmıştır. Ayrımlaşma onun özü­
dür ve dolayısıyla ayrımlaşır. Bu nedenle deinsan ayrımlaşır çünküözü
ayrımlaşmadır. İşte bu yüzden Pleroma’nın olmayan niteliklerini de ay­
rımlaştırır. Bunları kendi özünden dolayı ayrımlaştırır. İşte bu yüzden
Pleroma'nın var olmayan bu niteliklerinden söz edilmelidir.
“Diyorsunuzki: ‘Bunlardansözetmeninneyararıvar ki? Pleromaüze­
rine konuşmanınbiryararı olmadığınızatensensöylememiş miydin?’
84. Unterschiedenheit. Karş. Psikolojik Tipler (1921), t e 6, §705, "Ayrımlaşma"
[Differenzierung].
“Bunu sizi Pleroma hakkında düşünülebileceği sanrısından kur­
tarmak için söyledim yalnızca. Pleroma'nın niteliklerini ayırt ederken
kendi ayrımlaşmış durumumuza dayanarak ve kendi ayrımlaşmamız
üzerine konuşuyoruz ama aslında Pleroma üzerine hiçbir şey söyleme­
miş oluyoruz. Yine de kendimizi yeterinceayırt edebilmemiz içinkendi
ayrımlaşmamız üzerine konuşmamız gerekiyor. Ayrımlaşma bizimdo-
ğamızdır. Doğamıza sadıkkalmazsakkendimizi yeterince ayrımlaştıra-
mayız. Öyleyse nitelikleri birbirinden ayırt etmemiz gerekir.
“Soruyorsunuz: ‘insanın kendini ayrımlaştırmamasının ne zara­
rı olabilir?’ Ayrımlaştırmazsak özümüzün ötesine, yaradılışın ötesine
geçeriz, ayrımlaşmamaya düşeriz, yani Pleroma'nın diğer niteliğine.
Pleroma'nın kendisinin içine düşeriz ve artıkyaratılmış varlıklar olma­
yız. Hiçlikte çözülmeye dalarız. Bu yaradılanın ölümüdür. Dolayısıyla
ayrımlaşmadığımız oranda ölürüz. İşte bu nedenle de yaradılanın özü
ayrımlaşmaya ulaşmak için çabalar ve ilksele, tehlikeli aynılığa karşı
savaşır. Buna principium individuationis65 denir. Bu ilke yaradılanın
özüdür. Buradan da ayrımlaşmamanınve ayırt etmemenin nedenyara-
dılan için büyük bir tehlike olduğu görülebilir.
“Ohalde Pleroma'nın niteliklerini ayırt etmeliyiz. Bu nitelikler kar­
şıt çiftlerdir, örneğin,

“etkili ve etkisiz,
doluluk ve boşluk,
canlı ve ölü,
ayrı ve aynı,
85. PrincipiumindividuationisArthurSchopenhauer’infelsefesindekullandığıbir
kavramdır. Schopenhauerzamanveuzayıprincipiumindividuationisolaraktanımlar
vebuterimiSkolastiklerdenödünçaldığınıbelirtir. Principiumindividuationisçokluk
olasılığıdır(İstençveTasarımOlarakDünya). EduardvonHartmannbuterimin
kaynağınınbilinçdışı olduğunusöyler.Herbirbireyin“eşsizliğini”“tüm-birbilinçdışı”
karşısınakoyar(Philosophie des Unbewussten: Versuch einer Weltanschauung [Berlin: C.
Dunker], 1869, s. 519). Jung1912'deşöyleyazıyor: “Farklılıkbireyselleşmedençıkar. Bu
olgudaShopenhauerveHartmannınfelsefesinisağlampsikolojikterimlertemelinde
büyükorandadoğruluyor.”(Libidonun Dönüşümleri ve Simgeleri, te B, §289). Jung
dahasonra, 1916'dabirdizimakalevesunumlabireselleşmekavramınıgeliştirmiştir
(“Bilinçdışınınyapısı,” te 7 ve“Bireyselleşmevekolektiflik,”te 18). 1921'dedeşutanımı
getiriyor: “Bireyselleşmekavramınınpsikolojimizdeoynadığırolküçümsenemez.
Bireyselleşmegenelolarakbireyselvarlıklarınoluşmaveayrıntılarınınbelirmesürecidir,
özellikledegenelden,kolektifpsikolojidenayrıolarakpsikolojikbireyingelişme
sürecidir. Öyleyse, bireyselleşmebirayrımlaşmasürecidirvehedefibireysel kişiliğin
gelişmesidir” (Psikolojik Tipler, te 7, §758).
aydınlıkve karanlık,
sıcak ve soğuk,
kuvvet ve madde,
zaman ve uzay,
iyi ve kötü,
güzel ve çirkin,
tekve çok, vs.
“Karşıt çiftler Pleroma’nın var olmayan nitelikleridir çünkü birbir­
lerini sıfırlarlar. Biz Pleroma'nın kendisi olduğumuz için tüm bu ni­
telikler bizde de bulunur. Doğamız ayrımlaşmaya dayandığı için bu
nitelikler bizde ayrımlaşma adına ve ayrımlaşma imi altındadır, yani:
“Bir: bu nitelikler ayrımlaşmıştır ve içimizde ayrıdır; bu nedenle de
birbirlerini sıfırlamazlar, etkilidirler. Bu yüzden de karşıt çiftlerin kur­
banı oluruz. Pleroma içimizde bölünür.
“İki: bunitelikler Pleroma'yaaittirvebizimonlarayalnızcaayrımlaşma
adına ve ayrımlaşma imi altında sahip olmamız ve bu şekilde yaşamamız
gerekir. Kendimizi bu niteliklerdenayırt etmeliyiz. Pleroma’da birbirlerini
sıfırlarlar, bizde değil. Bizi onlardanayırt edilmiş olmamız kurtarır.
“İyilik ya da güzellik için uğraştığımızda özümüzü, ayrımlaşmayı
unuturuz ve Pleroma’nın niteliklerinin, yani karşıt çiftlerin büyüsüne
kapılırız. İyi ve güzeli elde etmeye çabalarız ama aynı zamanda kötü
ve çirkini de alırız çünkü Pleroma’da bunlar iyi ve güzelle birdir. Oysa
özümüze, yani ayrımlaşmaya sadık kalırsak kendimizi iyi ve kötüden
ve böylece kötü ve çirkinden ayırt ederiz. Böylece Pleroma'nın büyü­
süne, yani hiçlik ve çözülmeye kapılmayız.86
“Karşı çıkıyorsunuz: Ayrılık ve aynılığın da Pleroma'nın nitelik­
leri olduğunu söylemiştin. Ayırt edilmişlik için çabaladığımızda ne
olur? Bunu yaptığımızda doğamıza sadık değil miyiz? Ayırt edilmiş­
lik için çabaladığımızda da aynılığa düşmüş olmuyor muyuz?
“Pleroma'nın nitelikleri olduğunu unutmamalısınız. Biz bunları
düşünme yoluyla yaratırız. Öyleyse, ayırt edilmişlik ya da aynılık ya
86. Yaşamın ve doğanın karşıtlar ve kutulaşmalar tarafından oluşturulması düşüncesi
Shelling’in doğa felsefesinin temellerinden biridir. Psişik çatışmanın karşıtların çatışması
biçimini alması ve iyileşmenin bunun çözümlenmesi olduğu düşüncesi özellikle Jung’un
sonraki çalışmalarında ortaya çıkar; bkz. Psikolojik Tipler, 1921 t e 6, böl. 5 ve Mysterium
Coniunctionis, 1955/56, te 14.
da herhangi bir nitelik için çabaladığınızda Pleroma’dan size akan
düşüncelerin peşinden gidersiniz: Yani Pleroma’nın var olmayan ni­
telikleri ile ilgili düşünceler. Bu düşüncelerin peşinden koştuğunuz
sürece yine Pleroma’ya düşersiniz ve aynı anda hem ayrılığı hem de
aynılığı elde edersiniz. Ayrımlaşma düşünceniz değil, özünüzdür.
Öyleyse ayrımlaşma olarak düşündüğünüz şey için değil, kendi özü­
nüz için çabalamalısınız. O halde temelde yalnızca tek bir çaba var
ve bu da insanın özüne ulaşma çabası. Bu özleme sahip olsaydınız
Pleroma ve nitelikleri üzerine hiçbir şey bilmeniz gerekmezdi ve
buna karşın kendi özünüz sayesinde doğru hedefe ulaşırdınız. Oysa
düşünce bizi özümüzden yabancılaştırdığı için düşüncelerinizi nasıl
dizginleyeceğinizin bilgisini öğretmemgerekiyor size.’
s7Ölüler homurdanarak ve sızlanarak gözden kayboldular ve hay­
kırışları uzakta kayboldu.
88Bense <I>lAHMON’a döndümve şöyle dedim: “Baba, tuhafdersler
veriyorsun. Eskilerin de benzer öğretileri yok muydu? Bunlar hem
sevgiden hem de doğrudan eşit oranda kopmuş istenmeyen sapkın­
lıklar değil miydi? Rüzgârın Batı'nın karanlık kan tarlalarından ko­
parıp getirdiği bu yağmacılara neden böyle bir öğretiyi veriyorsun?
“Oğul,” dedi <l>IAHMON, “bu ölüler yaşamlarına çok erken son ver­
diler. Onlar arayıştaydı ve bu yüzden de hâlâ mezarlarının üzerinde
salınıyorlar. Yaşamları tamamlanmamıştı çünkü inancın onlara terk
ettiğinin ötesine giden bir yol bilmiyorlardı. Onlara kimse öğretmediği
için bunu ben yapmalıyım. Sevgi bunu gerektirir çünkü homurdan-
salar bile duymak istiyorlardı. Peki, ama eskilerin bu öğretisini neden
paylaşıyorum? Böyle öğretiyorumçünkü onların Hristiyan dini bir za­
manlar tam da bu öğretiyi bir köşeye atmış, damgalamıştı. Oysa onlar
Hristiyanlık inancını geri çevirdiler ve bu yüzden de bu inanç onları
reddetti. Bunu bilmiyorlar ve bu yüzden de onlara öğretmemgerekiyor
ki yaşamlarını tamamlayıp ölüme girebilsinler.”
“Evet, ama Eybilge OIAHMON, senbuöğrettiklerine inanıyor musun?”
87. Aşağıda parçanın sonuna dek olan paragraflar Kara Kitap 6da yok.
88. Vaazların yayımlanmış versiyonunda herbirvaazdan sonra yerverilen bu yorumlar ve
Filemon yoktur. Vaaz verenin Basilides olduğu varsayılmıştır. Bu yorumlar Sınamalarda
eklenmiştir.
“Oğul.’ dedi <I>IAHMON, “neden soruyorsun bu soruyu? İnandığım
şeyi nasıl öğretebilirim? Kimbanaböyleinancınhakkınıverir? Bunusöy­
lemeyi biliyorum, inandığımiçindeğil, bildiğimiçin. Daha iyi bilseydim,
daha iyi öğretirdim. Oysa daha fazla inanmak benimiçinkolay olurdu.
İnancı bırakmışlara inancı mı öğretmeliyimyine de? Sorarımsana, insan
daha iyisini bilmiyorsa bir şeye daha fazla inanması yeğ midir?”8’
Karşılık verdim: “Evet, ama söylediğin gibi olduğundan emin
misin?”
<I>IAHMON bunu şöyle yanıtladı: “Bilinebileceklerin en iyisi olup ol­
madığını bilmiyorum. Yine de daha iyisini bilmiyorumve bu yüzden
de söylediğimgibi olduğundan eminim. Başka türlü olsaydı farklı şey­
ler söylerdimçünkü başka türlü olduklarını bilirdim. Oysa onları nasıl
biliyorsamöyleler çünkü benimbilgimtamolarak onların kendisi.”
“Baba, yanılmadığının güvencesi bu mu?”
“Bunlarda yanılma yok.’ diye yanıtladı <I>IAHMON, “yalnızca ayrı
bilgi düzeyleri var. Bunlar onları bildiğin gibidir. Yalnızca senin dün­
yanda her zaman olduklarından farklıdırlar ve bu yüzden de yalnızca
senin dünyanda yanılma var.”
<I>IAHMON bunları söyledikten sonra eğildi ve elleriyle toprağa do­
kunduktan sonra gözden kayboldu.

{7} O gece <I>IAHMON yanımda durdu ve ölüler yaklaşıp duvarlara


dizildiler ve şöyle haykırdılar:90“Tanrı’yı öğrenmek istiyoruz. Nerede
Tanrı? Tanrı öldü mü?”91
<I>IAHMON kalktı ve yanıtladı (bu da ölülere ikinci vaazdır):

89. 1959’dabbc Tvdeyaptıkları röportajdaJohnFreemanJung’a“ŞimdiTanrı'yainanıyor


musunuz?”diyesormuşveJungşöyleyanıtlamıştır: “Şimdi mi? [Duraksar.] Zorbirsoru.
Beniminanmayaihtiyacımyok. Benbiliyorum,” (WilliamMcGuireveR. F.C. Hull, yay.
haz. C. G. Jung Speaking: lnterviews and Encounters s. 428). Buçoktartışılanveanılan
ifadeninarkasındaFilemon’unburadaki sözleriolabilir. Doğrudandeneyimleilgilibu
vurguklasikGnostisizmedeuygun.
90. 31 Ocak1916. BucümleKara Kitap 6’dayok.
91. Nietzsche’ninTanrıÖldüsözüiçinbkz. Şen Bilim (1882) veBöyle Buyurdu Zerdüşt
böl. 4. Jung’unbukonudaki yorumuiçinbkz. “Psikolojivedin,” 1938, te II§i42f. Jung
şöylediyor: “Nietzsche‘Tanrı öldü’ derkenAvrupa’nınbüyükbölümüiçingeçerliolan
birgerçeği dilegetiriyordu” (a.g.e. §145). Nietzsche’ninifadesi içinJungşöylediyor:
“İmgemizi ıskartayaçıkardı, şimdi neredebulacağızonuyeniden?” (a.g.e.) Devamında
ölümveTanrınınyokolması motifini İsa’nınçarmıhagerilmesivedirilmesiilebağlantılı
olarakelealır.
“Tanrı ölmedi. Her zamanki kadar hayatta. Tanrı yaratmadır çün­
kü belirlidir o ve bu yüzden de Pleroma’dan ayrılmıştır. Tanrı Plero-
ma’nın bir niteliğidir ve yaratmayla ilgili söylediğimher şeyonun için
de geçerlidir.
“Oysa çok daha belirsiz ve belirlenemez olduğu için de yaratma­
dan ayrıdır. Yaratmadan daha az ayrımlaşmıştır çünkü özünün temeli
etkili doluluktur. Yalnızca belirli ve ayrımlaşmış olduğu kadar yarat­
madır ve bu şekilde Pleroma’nın etkili doluluğunun dışavurumudur.
“Ayırt etmediğimiz her şeyPleroma’yadüşerve karşıtı tarafından sıfır­
lanır. OhaldeTann’yı ay^mlaştırmazsaketkili dolulukbizimiçinsıfırlanır.
“Dahası, yaratılmış ve yaratılmamıştaki en küçük her bir nokta na­
sıl Pleroma’nın kendisiyse, Tanrı da Pleroma’nın kendisidir.
“Etkili boşlukşeytanın özüdür. Tanrı ve şeytan hiçliğin ilk dışavu­
rumlarıdır ve biz buna Pleroma diyoruz. Pleroma’nın var olup olma­
ması bir şeyi değiştirmez çünkü kendini bütünüyle sıfırlar. Yaratma
öyle değildir oysa. Tanrı ve şeytan yaratılmış varlıklar olduğu kadar
birbirlerini de sıfırlamazlar, etkili karşıtlar olarak birbirlerinin karşı­
sında dururlar. Varlıkları için kanıt gerekmez. Onlar hakkında konu­
şuyor olmamız yeterlidir. Her ikisi de var olmasaydı bile yaratma ayrı
özlerine dayanarak onları Pleroma’dan sonsuza dek ayırt ederdi.
“Ayrımlaşmanın Pleroma’dan çıkardığı her şey karşıt çifttir. O
halde şeytan her zaman Tanrı'ya aittir.92
“Bu ayrılmazlık çok sıkıdır ve deneyimden bildiğiniz gibi yaşamı­
nızda Pleroma’nınkendisi kadar çözülmezdir çünküher ikisi de içinde
bütün karşıtların sıfırlandığı ve birleştiği Pleroma’ya çokyakın durur.
Tanrı’yı şeytandan ayırt eden doluluk ve boşluk, var etme ve yok
etmedir. Etkililik her ikisinde de bulunur. Etkililik onlara katılır. O
halde etkililik her ikisinin de üzerinde durur, Tanrı’nın üzerindeki
Tanrı’dır çünkü etkililiği yoluyla doluluğu ve boşluğu birleştirir.
“Bu Tanrı hakkında hiçbir şey bilmiyordun çünkü insanoğlu unuttu
onu. Bizonaa b r a k s a s 93 diyoruz. OTanrı veşeytandanbiledahabelirsizdir.
92. Karş. “üçleme dogmasını psikolojik açıdan yorumla denemesi” (1940), te II, §284f.
93. Jung 1932'de Abraksas’ı şöyle yorumluyor: “Gnostik simge Abraksas üç yüz altmış
beş anlamında uydurulmuş bir isimdir... Gnostikler yüce ilahlarını bu isimle anardı.
Bir zaman tanrısıydı. Bergson’un felsefesi, la duree creatrice, aynı düşüncenin farklı
bir ifadesidir.” Jung onu da buradaki tanımı yankılayacak şekilde anlatıyor: “Kolektif
bilinçaltının bu arketip dünyasının son derece paradokslu, hep evet ve hayır olması gibi;
Abraksas figürünün anlamı başlangıç ve sondur, yaşam ve ölümdür, bu nedenle devasa
“Onu Tanrı’dan ayırt etmekiçinTanrı'ya h e l i o s yadagüneş94diyo­
ruz. Abraksas etkidir. Onun tekkarşıtı etkisizdir çünkü onun etkili do­
ğası kendini özgürce açar. Etkisiz isenevar olur nekarşı koyar. Abraksas
Tanrı’nın ve şeytanın üzerinde durur. Ogerçekdışı etkisi olan olanaksız
olasılıktır. Pleroma’nın bir özüolsaydı dışavurumu Abraksas olurdu.
“Okendisi etkilidir, belirli bir etki değil, genel olarak etkidir.
Gerçekdışı etki eder çünkü belirli bir etkisi yoktur.
Aynı zamanda yaratmadır çünkü Pleroma’dan ayrıdır.
Tanrı’nın belirli bir etkisi vardır, şeytanın da. Bu yüzden de belir­
siz Abraksas’tan daha etkili görünürler bize.
Ogüçtür, süre ve değişimdir.”

95Şimdi ölülerbüyükbir gürültükoparıyorduçünküonlar Hristiyan’dı.


Yine de <DIAHMON konuşmasını bitirince yeniden birer birer ka­
ranlığa adımattılar ve öfkeli sesleri uzaklaşıp kayboldu. Gürültü patırtı
bitince <DIAHMON’a dönüp şöyle dedim:
“Yazıkbize, eybilgelerinbilgesi! Dua edebilecekleri tanrıları alıyor­
sun insanlardan. Dilenciden sadakayı, açtan ekmeği, üşüyenden ateşi
alıyorsun.”
<DIAHMON şöyle yanıtladı: “Oğul,bu ölülerinHristiyan inancını geri
çevirmesi gerekiyordu ki böylece hiçbir Tanrı'ya dua edemesinler. İna
nabilecekleri ve dua edebilecekleri bir Tanrı'yı mı öğretseydimonlara?
Bu tamda geri çevirdikleri şey. Neden geri çevirdiler? Geri çevirmeleri
birfigürletemsiledilir. Devbircanavarolmasınınnedenibiryıl süresince,baharve
güz, yazvekışboyuncabitkiörtüsününyaşamı, doğanınevetivehayırıolmasıdır.Işte
buyüzdenAbraksasgerçektendedünyayaratanDemiurgosileözdeştir. Dolayısıyla
PurushayadaShiva’yladakesinlikleözdeştir(16Kasım,Görümler Semineri, Cilt 2,
s. 806-7).Ayrıca“Abraksasayrıcagenelliklekuşbaşı, insanbedeni, yılankuyruğuile
temsiledilir, amaaynızamandaejderhabedenli, aslanbaşlıbirsimgedesözkonusudur;
başındaonikiışınlıbirtaçbulunurvebudaaylarınsayısını anlatır”(7Haziran, 1933,
Görümler Semineri, cilt2, s. 1041-42). AzizIrenaeus’agöregöreBasilidesşöyleder;
“onlarınAbrasaksyönetirveiştebuyüzden365sayısınıtaşıriçinde”(Layton, ed. The
Gnostic Scriptures, s. 425). AbraksasAlbrechtD ieterich'inçalışmalarındadayeralır
(Abraxas. Studien zur Religionsgeschichte des spatern Altertums). Jungbuçalışmayı 1913
yılındayakındanincelemiştirveokuduğukitabanotlaralmıştır. Jung'daayrıcaCharles
King’inCharles Kings The Gnostics and their Remains (Londra: Bell andDaldy; 1864)
çalışması davardıvesayfa37’deAbraksas’ınetimolojisininelealındığıyerdesayfa
boşluklarınanotlaralmıştı.
94. HeliosYunanGüneşTanrısıdır. Junggüneşmitolojilerini Libidonun Dönüşümleri ve
Simgelerinde (1912, te B, §177f)ve1943’teAscona’dak:iEranoskonferansındaO picimıs
deCanistris’deelealır.
95. AşağıdaparçanınsonunadekolanparagraflarKaraKitap 6’dayok.
gerekiyordu çünkü başka türlüyapamazlardı. Neden başka seçenekleri
yoktu? Onlar farkında olmasa da dünya insanın ancak bildiğine ina­
nacağı büyük yılın o ayına girdiği için.96Bu yeterince güç ama insanın
bilmediğine inanmasındankaynaklanan uzun süreli hastalığın da ilacı.
BenimonlaraöğrettiğimTanrı benimve onlarınfarkında olmadan ha­
berimizin olduğu bir Tanrı. İnanılmayan, dua edilmeyen ama bilinen
bir Tanrı. Bu Tanrı'yı ölülere öğretiyorumçünkü girişi ve öğretiyi isti­
yorlar. Oysa yaşayan insanlara öğretmiyorumonu çünkü onlar benim
öğretimi istemiyor. Zaten neden öğreteyim ki onlara? İşte bu yüzden
onlardan aldığımyumuşak başlı bir dua dinleyicisi, Cennet’teki baba­
ları değil. Benim budalalığını yaşayanları neden ilgilendirsin? Ölüler
kurtuluşa gereksinim duyuyor çünkü mezarlarının üzerinde salınarak
bekliyorlar ve inanç ile inancın geri çevrilmesinin sonnefesini verdiği­
ni öğrenmek istiyorlar. Oysa hasta olan ve ölüme yaklaşan herkes bil­
giyi ister ve affedilmeyi feda eder.”
“Öyle görünüyor ki,” dedim, “ölçü tanımayan müthiş ve korkunç
bir Tanrı’yı öğretiyorsun ve iyi ve kötü ve insanın çektikleri onun için
hiçbir şey ifade etmiyor.”
“Oğul,” dedi <DIAHMON, “bu ölülerin sevgi Tanrısı vardı ve onu
geri çevirdiler, görmedin mi? Onlara sevenbir Tanrı mı öğretseydim?
Şeytan dedikleri ve uzun zaman önce geri çevirdikleri kötü Tanrı’dan
sonra onu da geri çevirmeleri gerekiyordu. İşte bu yüzden yaratılmış
hiçbir şeyin kendileri için bir şey ifade etmediğini bilmeliler çünkü
onun kendisi yaratandır, yaratılmış her şey ve yaratılmış olan her şe­
yin yok oluşudur. Seven, babalık eden ve iyi ile güzel olan Tanrı’yı
geri çevirmediler mi? Onlara belirli niteliklere ve belirli bir varlığa
sahip olmayı öğreteni? İşte bu yüzden hiçbir şeyin atfedilemeyeceği,
bütün niteliklere sahip olan ve bu yüzden hiçbir niteliği olmayan bir
Tanrı’yı öğretmeliyim onlara çünkü böyle bir Tanrı’yı yalnızca onlar
ve ben bilebiliriz.”
“Evet, ama, eybaba, insanlar nasıl olup daböyle bir Tanrı’da birle-
şebilir? Böyle bir Tanrı’nmbilgisi iyi ve güzele dayalı bütün toplumla-
rın ve insan bağlarının yok olması anlamına gelmiyor mu?”
Şöyle yanıtladı <DIAHMON: “Bu ölüler sevginin, iyi ve güzelin Tan­
rısını geri çevirdi; onu geri çevirmeleri gerekiyordu ve böylece sevgi­
96. Platonik aylara gönderme. bkz. dipnot 273, s. 35ı.
de, iyide ve güzelde birleşmeyi ve toplanmayı geri çevirdiler. Böylece
birbirlerini öldürdüler ve insan topluluğunu dağıttılar. Onları sevgide
birleştiren ve geri çevirdikleri Tanrı'yı mı öğretseydim onlara? İşte bu
yüzden birliği dağıtan, insanca olan her şeyi parçalayan, güçle yaratan
ve kudretle yok eden Tanrı'yı öğretiyorum. Sevginin birleştirmediğini
korku zorunda bırakır.”
OIAHMON bunları söylerken hızla eğildi ve eliyle toprağa dokunup
kayboldu.
{8} Ertesi gece97 ölüler bataklıktan gelen sis gibi yaklaştı ve şöyle
dediler: “Bize en yüce Tanrı'yı anlat biraz daha.”
OIAHMON öne çıktı ve konuşmaya başladı (ve bu da ölülere üçüncü
vaazdır)98:
‘'.Abraksas kavranması güçbir Tanrı'dır. Enbüyükgüçonundur çün­
küinsan onugörmez. Güneşten summum bon u m 'u " alır, şeytandan in-
finum m alum u,100 Abraksas’tansa hiçbir şekilde belirlenmemiş, iyi ve
kötünün anası yaşam’i.
“Yaşamsummum bonum'dan dahaküçükve dahazayıfgörünür. İşte
bu yüzden Abraksas’ın gücünün yaşamsal kuvvetin ışıldayan kaynağı
olan güneşi bile geride bıraktığını kavramak zordur.
97. 1 Şubat 1916.
98. Bu cümle Kara Kitap 6’da yok
99. Aristo mutluluğu baş erdem (Summum Bonum) olarak tanımlar. Thomas Aquinas da
Summa Iheologica'da Tanrı ile özdeşleştirir. Jung, Summum Bonum öğretisiniprivatio boni
kavramının kaynağı olarak görür ve ona göre bu da kötülük gerçeğinin yadsınmasına yol
açar. bkz. Aion, 1951, te 9, 2, §§80 ve 94. Böylece burada “Infınum Malum” ile dengelenir.
100. Kara Kitap 6’da (bkz. Ek C) Jung Abraksas’ın kurbağaların Tanrısı olduğunu söyler:
“Kurbağaların, kara kurbağalarının Tanrısı, beyinsiz olan, Hristiyan Tanrısının şeytanla
birleşmesi" (bkz. aşağıda s. 576-577). Daha sonraki yazılarında Hristiyanlık’ta Tanrı
imgesinin tek yönlü olduğunu, kötülük etkenini göz ardı ettiğini savunur. Tanrı
imgelerindeki tarihsel dönüşümü inceleyerek bunu düzeltmeye çalışır (özellikle Aion
ve Eyyub'a Yanıt'ta). Eyyub'a Yanıt'ı nasıl yazdığını anlatmak için Aionda “privatio boni
düşüncesinin psikolojik bulgularla örtüşmemesini eleştirdiğinden” söz eder: “Psikolojik
deneyimler ‘iyi’ olarak adlandırdığımız şeyin buna eşit bir ‘kötü’ ya da ‘kötülük’ ile
dengelendiğini gösteriyor: Eğer ’kötülük’ yoksa ne varsa ‘fyi’ olmalı: Dogmatik olarak,
ne ‘iyi* ne de ‘kötü’ insansan türetilemez çünkü ‘Kötü Olan’ Tanrı‘nın Oğullarından biri
olarak ‘Insan'dan önce de vardı: Privatio boni düşüncesinin kilisede oynadığı rol ancak
Mani sonrasına denk gelir. Bu sapkınlıktan önce Romalı Clement Tanrı’nın dünyayı
bir sağ ve bir sol el ile yönettiğini, sağ elin İsa, sol elin şeytan olduğunu düşünüyordu.
Clement’in görüşü kuşkusuz tektanrıcı çünkü karşıtları tek bir Tanrı'da birleştiriyor.
Hristiyanlığın daha sonraki dönemi ise ikicidir çünkü karşıtların bir yarısını ayırır
ve şeytanda kişileştirir... Hristiyanlık tektanrılı bir din olma iddiasındaysa karşıtların
Tanrı’nın içinde olduğu varsayımı kaçınılmazdır” (1956, te II, s. 357-58).
“Abraksas güneştir, aynı zamanda da boşluğun, eksiltici ve parça­
layıcının, şeytanın emen boğazıdır.
“Abraksas’ın gücü iki kattır ama onu görmezsin çünkü bu gücün
savaşan karşıtları gözünde sıfırlanır.
“Tanrı’nın söylediği yaşamdır, şeytanın söylediği ölümdür.
“Abraksas ise aynı anda hem yaşam hem ölüm olan o kutsal ve
lanetli sözü söyler.
“Abraksas doğruyu ve yalanı, iyi ve kötüyü, aydınlık ve karanlığı
aynı sözde ve aynı eylemde üretir. İşte bu yüzden müthiştir Abraksas.
“Aslanın kurbanına vurduğu anda olduğu kadar görkemlidir. Bir
bahar günü kadar güzeldir.
“Büyük ve küçük Pan’dır yine.
“Priapus’tur.
“Alt-dünyanın canavarı, binkollu polip, birbirine dolanmış kanatlı
yılanlar, taşkınlıktır.
“En erken başlangıçtaki erdişidir.
“Suda yaşayan ve karaya çıkan, koroları aya ve gece yarısına yükse­
len kurbağaların ve karakurbağalarının efendisidir.
“Boşlukla birlik arayışındaki doluluktur.
“Kutsal beden-buluştur,
“Sevgi ve cinayettir,
“Ermiş ve haindir,
“Günün en parlak ışığı, deliliğin enkaranlıkgecesidir.
“Ona bakmak körlüktür.
“Onu tanımak hastalıktır.
“Ona tapınmak ölümdür.
“Ondan korkmak bilgeliktir.
“Ona karşı koymamak kefarettir.
“ ranrı güneşin ardında oturur, şeytan gecenin. Tanrı’nın ışıktan
çıkardığını şeytangeceye çeker. Abraksas ise dünyadır, dünyanın oluşu
ve geçişidir. Güneş, Tanrı’dan gelen her armağanı lanetler şeytan.
“Güneş Tanrı’dan istediğin her şey şeytanı harekete geçirir. Güneş
Tanrı ile yarattığın her şeyşeytana etkili güç verir.
“Bu müthiş Abraksas’tır.
“Oyaratılmış varlıkların en kudretlisidir ve yaratma onda kendin­
den korkar.
“Pleroma’ya ve onun boşluğuna karşı yaratmanın belirgin kar­
şıtıdır o.
“Oğulun anneye dehşetidir.
Annenin oğula sevgisidir.
Yeryüzünün hazzı, göklerin acımasızlığıdır.
Bakışında buz keser insan.
Onun önünde soru ve yanıt yoktur.
Oyaratmanın yaşamıdır.
Ayrımlaşmanın etkisidir.
İnsanın sevgisidir.
İnsanın konuşmasıdır.
İnsanın görünüşü ve gölgesidir.
Aldatıcı gerçektir.^1

‘o^Şimdi ölüler feryat figan ediyordu çünkü tamamlanmamışlardı.


Gürültülü haykırışları dindiğinde, <l>IAHMON’a şöyle dedim: “Peki,
ama ey baba, nasıl anlayacağımbu Tanrı’yı?”
OIAHMONşöyle yanıtladı:
“Oğul, neden onu anlamak istiyorsun? Bu Tanrı’nın anlaşılması
değil, bilinmesi gerek. Onu anlarsan o budur ya da şudur ya da budur
ama şu değildir diyebilirsin. Böylece onu elinin boşluğunda tutarsın
ve elinin onu fırlatıp atması gerekir. Benim bildiğim Tanrı budur ve
şudur ve bu olduğu kadar öteki ve diğeridir. İşte bu yüzden bu Tan-
rı'yı hiç kimse anlayamaz ama bilinebilir. İşte bu yüzden onu anlatı­
yorum, öğretiyorum.”
Karşı çıktım: “Evet, ama buTanrı insanların zihinlerini umutsuzca
karıştırmıyor mu?”
<l>IAHMONise şöyle yanıtladı: “Bu ölüler birliğin ve topluluğun dü­
zenini geri çevirdi çünkü adil ölçütle yöneten Cennet’teki babayı geri
çevirdiler. Onu geri çevirmek zorundaydılar. İşte bu yüzden onlara
ölçüsüz ve tamamıyla sınırsız kaosu, haklı ve haksızı, yumuşakbaşlı
101. Jung 1942’de şöyle yazmış: “Her şeyi kapsayan bir Tanrı kavramı zorunlu olarak karşıtını
da içermelidir. Denkleşme ise çok radikal olamaz, yoksa Tanrı kendini sıfırlardı. Öyleysc
zıtların denkleşmesi ilkesi tam paradoks ve dolayısıyla psikolojik geçerlik kazanmak için
kendi karşıtı ile tamamlanmalıdır” (“Mercurius," t e 13, §256).
102. Bu parçanın sonuna kadar olan paragraflar Kara Kitap 6'da yok.
lığı ve sertliği, sabır ve öfkeyi, sevgi ve nefreti önemsemeyeni öğreti­
yorum. Bildiğim ve bildikleri Tanrı’dan başkasını nasıl öğretebilirim
onlara, onun bilincinde olmadan?”
“Neden, ey ağırbaşlı bilge,” dedim, “doğanın sonrasızca kavrana-
mazlığına, amansız çelişkisine Tanrı diyorsun?”
<I>IAHMON şöyle dedi: “Başka ne diyeyim? Evrendeki ve insanla­
rın kalplerindeki olayların boyun eğdiren özü yasa olsaydı buna yasa
derdim. Oysa bu bir yandan da yasa değil, değişim, düzensizlik, gü­
nah, hata, aptallık, dikkatsizlik, maskaralık, yasadışılık. İşte bu yüzden
yasa diyememona. Böyle olması gerektiğini biliyorsun. Aynı zamanda
böyle olması gerekmiyordu ve başka bir çağda böyle olmayacak, bunu
da biliyorsun. O boyun eğdirir ve sonrasız yasadan geliyormuş gibi
gerçekleşir ve başka bir çağda yandan bir rüzgâr eser ve çalışmaları
tozla lekeler ve bu boşluğun gücü daha üstündür, demir dağlarından
daha serttir. İşte bu yüzden sonrasız yasanın aynı zamanda yasa ol­
madığını biliyorsun. Öyleyse buna yasa diyemem. Ozaman ne demeli
ona? İnsan dilinin kavranamaz ana rahmini sonsuza dek Tanrı olarak
adlandırdığını biliyorum. Aslında bu Tanrı var ve yok çünkü olmuş,
olan ve olacak her şeyvarlıktan ve var-olmamadan çıktı.”
<I>IAHMON bunu da söyledikten sonra eliyle toprağa dokundu ve
kayboldu.
{9} Ertesi gece ölüler koşarak daha erken geldiler, homurdanarak
toplandılar ve şöyle dediler:
“Bize Tanrı’dan ve şeytanlardan söz et, ey lanetli.”
<I>IAHMON ortaya çıktı ve konuşmaya başladı (bu da ölülelere dör­
düncü vaazdı).103
“Güneş Tanrı en yüce olandır, şeytan da karşıtıdır. Böylece iki
Tanrınız oluyor. Oysa birçok yüce ve iyi şey, birçok büyük kötülük
var. Bunlar arasında iki şeytan Tanrı bulunur, biri Yanan diğeri de
Büyüyen'dir.
Yanan e r o s alev biçimindedir. Yanarak ışıldar."*
103. 3 Şubat 1916. Bu cümle Kara Kitap 6'da yok.
104. Jung 1917 yılında Bilinçdışı Süreçlerin Psikolojisinde “Cinsel Kuram” üzerine bir bölüm
yazdı ve burada psikanalizin erotikanlayışını eleştirdi. 1928 yılında bu bölümü gözden
geçirerek "Eros Kuramı” olarak yeniden adlandırdı ve şunları ekledi: “Erotik... bir
yandan insanın özgün itki doğasına aittir... Diğer yandan da tinin en üst biçimleri ile
ilişkilidir. Ancak tin ile itki ahenk içinde olduğunda serpilebilir. .. Bilge Diotima’nın
“Büyüyen y a ş a m AĞAcı’dır ve büyüyen canlı maddeyi yığarak
yeşillenir.105
“Eros alevlenir ve söner. Yaşamağacıysa ölçüsüz dönemler boyun­
cayavaş ve sürekli bir şekilde büyür.
“İyi ve kötü alevde birleşir.
“iyi ve kötü ağacın büyüyüşünde birleşir. Tanrısallıklarındayaşam
ve sevgi karşı karşıyadır.
“Tanrılar ve şeytanlar yıldızlar kadar çok sayıdadır.
“Her bir yıldız bir Tanrı’dır ve yıldızın kapladığı uzay da şeytandır.
Bütünün boş doluluğu ile Pleroma’dır.
“Abraksas bütünün etkisidir ve karşısında yalnızca etkisiz bulunur.
“Nasıl ki dört dünyadaki ölçülerin sayısıysa ana tanrıların da sa­
yısıdır.
“Birinci, başlangıç, Güneş Tanrı’dır.
“İki Eros’tur, çünkü o ikiyi birbirine bağlar ve kendini parlaklıkta
yayar.
“Üç YaşamAğacı’dır çünkü o uzayı cisimlerle doldurur.
“Dört şeytandır, çünkü kapalı olan her şeyi açar. Biçimli ve fiziksel
olan her şeyi çözer; içinde her şeyin hiçbir şey olduğu yok edicidir.
“Tanrıların çokluğunu ve çeşitliliğini tanıdığım için ne mutlu
bana. Bu bağdaşmaz çoğulluğu tek bir Tanrı ile değiştirene yazık.
Böyle yaparak kavramamanın işkencesini üretiyorsun ve doğası ve
hedefi ayrımlaşma olan yaratmayı sakat bırakıyorsun. Çoğu bire çe
virmeye çalışarak doğana nasıl sadık kalabilirsin? Tanrılara yaptığın
Sokratese söylediği gibi “Eros görkemli bir iblistir.." fimizdeki doğanın bütünü olmasa
da en azından temel yönlerinden biridir" (te 7, §§32-33). Diotima Sempozyumda
Sokratese Erosun doğasını öğretir. Şöyle anlatır: “O büyük bir tindir, Sokrates, Tin
olarak sınıflandırılan her şey Tanrı ile insan arasına düşer. / ‘Peki, işlevleri nedir?’ diye
sordum, / ‘insanlardan tanrılara ve tanrılardan insanlara mesaj taşır ve yorumlarlar.
insanların dualarını ve adaklarını iletirler ve buna karşılık tanrıların buyruklarını ve
adaklara karşılık armağanlarını getirirler. Diğer ikisi arasında aracı olarak aralarındaki
boşluğu doldurur, evrenin karşılıklı bağlantı içinde bir bütün olmasını sağlarlar. Bütün
kehanetlerde, rahiplerin kurban verme işinde, ayinlerde ve büyülerde ve tüm kâhinlik
ve büyücülükte aracılık ederler. Tanrılar insanlarla doğrudan bağlantı kurmaz, (gerek
uyanıkken gerekse uykudayken) insanlarla tamamen tinlerin aracılığıyla iletişim
kurar ve konuşurlar.” Jung Am/arÖa Eros’un doğasını ele alır ve onu “bir kozmogonos,
bir yaratıcı ve bütün bilincin baba-anası” olarak tanımlar. Eros’un bu kozmogonik
betimlenişi Jung’un aynı terimi kadın bilincini betimlemek için kullanmasından ayırt
edilmelidir. bkz. dipnot 161, s. 149.
105. Jung 1954’te ağaç arketipi üzerine daha kapsamlı bir çalışma kaleme almıştı: “Felsefe
Ağacı” (te 13).
benzer şekilde sana da yapılır. Hepiniz eşit olursunuz ve böylece doğa­
nız106kötürümkalır.
“Eşitlik Tanrı uğruna değil, insan uğruna egemenliğini devam et­
tirir çünkü tanrılar çok, insanlar azdır. Tanrılar kudretlidir ve çokluğa
katlanabilir. Yıldızlar gibi yalnızlığa dayanırlar, aralarında büyük uzak­
lıklar uzanır. İşte bu yüzdenbirlikte oturur birliğe gereksinimduyarlar
ki böylece ayrılıklarına katlanabilsinler. 'o? Kınananı öğretiyorum size,
kefaret uğruna ve ben onun uğruna geri çevrildim.
“Tanrıların çokluğu insanların çokluğunun karşılığıdır.
“İnsan durumunu sayısız tanrı bekler. Sayısız tanrı insanolmuştur. İn­
sanlar doğalarında tanrılara ortaktır. Tanrılardangelirve tanrılaragider.
“Dolayısıyla, Pleroma üzerine düşünmek nasıl yararsızsa tanrıların
çokluğuna tapınmaya da değmez. Özellikle de ilk Tanrı'ya, etkili dolu­
luğa ve summum bonum’a tapınmanın yararı olmaz. Dualarımızla ona
hiçbir şey katamayız ve ondan hiçbir şey almayız çünkü etkili boşluk
her şeyi yutar. ‘o® Göksel dünyayı şekillendiren zeki tanrılar çoktur, ge­
nişler ve sonsuzca artar. Güneş Tanrı dünyanın yüce efendisidir.
“Yeryüzü dünyasının karanlık tanrıları yalındır, eksilir ve sonrasız­
caazalır. Şeytan onun enaşağıdaki efendisidir, ay tini, dünyanın uydu­
su, daha küçük, daha soğukve yeryüzünden daha ölü.
“Göksel tanrılar ile yeryüzü tanrıları arasında hiçbir fark yoktur.
Göksel tanrılar büyültür, yeryüzü tanrıları küçültür. Her iki boyut da
ölçüsüzdür.’
I09Burada ölüler OIAHMON’un sözünü öfkeli kahkahalarla, alaycı
bağırışlarla kestiler ve onlar çekilirken kargaşaları, alayları ve kahkaları
da uzaklaşarak kayboldu. <I>IAHM!1 N‘a döndümve şöyle dedim:
“Ey OIAHMON, bence yanılıyorsun. Öyle görünüyor ki Babaların
başarılı ve görkemli bir şekilde üstesinden geldiği ham bir batıl inan­
cı, zihnin ancak bakışını duyusal şeylere zincirlenmiş zorlayıcı isteğin
gücünden kurtaramadığında ürettiği çoktanrıcılığı öğretiyorsun sen.”
“Oğul,” dedi OIAHMHN, “bu ölüler tekve en yüce Tanrı’yı geri çe­
virdi. Öyleyse onlara tekve bir olan, çeşit çeşit olmayan Tanrı’yı nasıl
106. Kara Kitap 6 şöyle devamediyor: “Ölüler: ‘Sen bir putperestsin, çok tanrılısın!" (s. 30).
107. 5 Şubat 1916.
108. Kara Kitap 6’da karanlık konuk burada girer (bkz. aşağıda s. 466).
109. Bu parçanın sonuna kadar olan paragraflar Kara Kitap 6'da yok.
öğretebilirim? Elbette bana inanmalılar. Oysa onlar inançlarını geri
çevirdiler. Bu yüzden onlara bildiğimTanrı'yı, çeşitli ve yayılmış olan,
hemşeyhemde onun görünüşü olanTanrı’yı öğretiyorumve onlar da
bilincinde olmasalar bile onu biliyorlar.
“Bu ölüler her şeye ad verdiler, havadaki varlıklara, yerdekilere ve
sudakilere. Tarttılar ve saydılar onları. Şu kadar at, inek, koyun, ağaç,
kara parçası ve pınar diye saydılar; bu şu amaç için iyidir, öteki diğeri
için dediler. Hayran olunacak ağaçla ne yaptılar? Kutsal kurbağaya ne
oldu? Altın gözünü gördüler mi onun? Kanını akıttıkları ve etini yedik­
leri 7.777 ineğin kefaretini ödediler mi? Yerin karnını kazıp çıkardık­
ları kutsal cevherin bedelini çektiler mi? Hayır, her şeyi adlandırdılar,
tarttılar, saydılar ve pay ettiler. Onları ne hoşnut ediyorsa onuyaptılar.
Hem de ne yaptılar! Güçlüyü gördün ama işte bilmeden şeyleri böy­
le güçlendirdiler. İşte şeylerin konuşma zamanı geldi. Et parçası şöyle
diyor: Kaç insan? Cevher parçası kaç insan, diyor. Gemi, kaç insan,
diyor. Kömür, kaç insan, diyor. Ev, kaç insan, diyor. Şeyler kalkıyor ve
insanları sayıyor, tartıyor, pay ediyor ve yiyor.
“Elin yeryüzünü kavradı ve haleyi kopardı ve şeylerin kemiklerini
tarttı, saydı. Görünüşte ayrı olanyaşayan ve ölü şeyleri Tanrı aşağı çe­
kip bir yığında toplamadı mı? Evet, bu Tanrı sana kemikleri saymayı
ve tartmayı öğretti. Oysa bu Tanrı’nın ayı sona geliyor. Eşikte yeni bir
ay duruyor. İşte bu yüzdenher şey olduğu gibi olmalı ve bu yüzden de
her şey farklı olmalı.
“Bu benim uydurduğum bir çoktanrıcılık değil, güçlü bir şekilde
yükselip seslerini yükselten ve insanlığı kanlı parçalara ayıran birçok
Tanrı! Çok, birçok insan tartıldı, sayıldı, pay edildi, doğrandı ve yendi.
İşte bu yüzden birçok şeyden söz ederken birçok Tanrı’yı dile getiri­
yorum çünkü onları biliyorum. Neden Tanrı diyorum onlara? Üstün
oldukları için. Bu üstün gücü biliyor musun? İşte şimdi öğrenebilirsin.
“Ölüler aptallığıma gülüyor. Oysa kadife gözlü öküzün kefaretini
ödemiş olsalardı katil ellerini kardeşlerine kaldırabilirler miydi? Ya
parlak cevherin bedelini çekmiş olsalardı? Kutsal ağaçlara tapmış ol­
salardı?110 Altın gözlü kurbağanın ruhuyla barışmış olsalardı? Ne der
ı ıo. BuHristiyanlığınsekizinciyüzyıldaAlmanya’dayayılmayabaşlamasıvekutsal ağaçların
kesilmeyebaşlaması ileilgiliolabilir.
ölü ler ve yaşayanlar? K im d ah a bü yü k , insan m ı, yo k sa tanrılar m ı?
G erçekten de bu güneş a y oldu ve gecenin son saatindeki d o ğ u m sa n ­
cıların dan ye n i b ir güneş yükselm edi.
<l>IAHMON sözlerini bitirince eğilip to p rağı öp tü ve şöyle dedi:
“ A n a , oğlun güçlü o lsu n .” S o n ra kalktı, göğe b a k tı ve şöyle dedi: “ Y e n i
ışık y e rin ne kad ar k aran lık .” S o n ra kayboldu.
{ ı o } E rtesi gece ölü ler gü rü ltü yle, itiş k ak ışla geldi; h afife a larak
şöyle dediler: “ B ize kilise ve cem aati anlat, e y aptal.”
<l>IAHMON ö n e çıktı v e k o n u şm a y a başlad ı (bu d a ö lü lere beşin ci
v a a z d ı):111
“ T a n rıla rın d ü n yası tin s e llik v e cinsellikte k en d in i gösterir. G ö ksel
olanlar tinsellikte, yersel olanlar cin sellikte orta y a ç ık ar.112
“ T in se llik gebe k alır v e ku caklar. K a d ın a ben zer v e b u yü zd en on a
m a t e r COELESTIS/13 g ö k se l an a diyeceğiz. C in se llik g e b e b ırak ır ve y a ­
ratır. E rk eğe ben zer ve bu yü zd en o n a p h a l l o s , u4 yersel b ab a1^ d iy e ­
ceğiz. E rk eğ in cinselliği d ah a yersel, k ad ın ın k i d ah a tinseldir. E rk eğin
tinselliği d ah a gökseldir, daha b ü y ü k olana gider.
“ K a d ın ın tinselliği d ah a yerseld ir, daha k ü ç ü k olan a gider.
“ Y a la n ve şeytancadır erkeğin tinselliği ve daha k ü çü k olan a gider.
“ Y a lan ve şeytancadır k ad ın ın tinselliği ve d ah a b ü y ü k olan a gider.
“ H er biri ken d i yerin e gidecek.
“E rk ek ve k ad ın tinsel y o lla rın ı ayırm azsa b irb irin in şeytanı olu r
çünkü ya ra tm a n ın özü ayrım laşm ad ır.
“ E rk eğin cinselliği yersel olan a gider, kad ın ın cin selliği gö ksel olan a
gider. E rk e k ve k ad ın cin selliklerin i ay ırm a z sa birb irin in şeytan ı olur.

11 ı. Bu paragraf Kara Kitap 6’da yok.


112. 1925 seminerinde Jung şöyle demişti: “Cinsellik ve tinsellik birbirine gerek duyan iki
karşıt çifttir" (Analitik Psikoloji, s. 29).
113. Goethe’nin Faust'u Mater Gloriosa görümüyle sonlanır. Jung “Faust ve simya'’
seminerinde şöyle der: “Mater Ceolestis hiçbir şekilde Meryem ya da Kilise olarak
düşünülmemelidir. O daha çok, Aziz Augustine ya da Pico de Mirandola’da olduğu
gibi Afrodit Uranya, beatissima mater’dir" (irene Gerber-Munch, Goethes Faust: Eine
tiefen -psychologische Studie über den Mythos des modernen Menschen. Mit dem Vortrag
von C. G. Jung, Faust und die Alchemie [Kusnacht, Verlag Stiftung fur Jungische
Psychologie, 1997], s. 37).
114. Vaazların elyazısı kaligrafi cildinde olduğu gibi, Kara Kitap 6'da: “Fallus” (s.41).
115. Libidonun Dönüşümleri veSimgelerinde (1912) Jung şöyle diyor: “Fallus kolu bacağı
olmadan hareket eden, gözleri olmadan gören ve geleceği bilen yaratıktır ve her yerde
olan yaratıcı gücün simgesel temsilcisi olarak ölümsüzlük iddiasındadır” (te B, §209).
Daha sonra da fallik tanrıları ele alır.
“Erkek daha küçüğü bilecek, kadın daha büyüğü.
“Erkekkendini hemtinselliktenhemcinselliktenayırt edecek. Tinsel­
liğe ana diyecekve onuCennetileyer arasınakoyacak. Cinselliğe Phallos
diyecekve onu kendisi ileyer arasınakoyacak. Ana ve Phallos tanrıların
dünyasını açığa vuran insan üstü iblislerdir çünkü. Özümüze çok yakın
akraba oldukları için bizi tanrılardan daha çok etkilerler.116 Kendinizi
cinsellikten ve tinsellikten ayırt etmezseniz, onları hemüzerinizde hem
deötenizde olanın özüolarakgörmezseniz Pleroma’nın nitelikleri olarak
onlara verilirsiniz. Tinsellik ve cinsellik sizin nitelikleriniz değil, sahip
olduğunuz, kapsadığınız şeyler değil. Onlar size sahip ve sizi kapsıyor
çünkü onlar güçlü iblisler, tanrıların dışavurumu ve dolayısıyla ötenize
ulaşırlar, kendilerinde var olurlar. Hiçbir insanda kendinde tinsellik ya
dakendinde cinsellikyoktur. İnsantinsellikve cinsellikyasasının altında
durur. İşte bu yüzden kimse bu iblislerden kaçamaz. Siz onlara iblisler
olarak, ortak bir ödev ve tehlike, yaşamın sırtınıza ^yüklediği ortak bir
yük olarak bakacaksınız. Dolayısıyla yaşam da sizin için ortak bir ödev
ve tehlike, tanrılar gibi, ilkve en müthiş Abraksas gibi.
“İnsan zayıftır. Dolayısıyla topluluk kaçınılmazdır. Topluluğunuz
ananın göstergesi altında değilse, Phallos’un göstergesi altındadır.
Topluluktan yoksun olmak sefalet ve hastalıktır. Her şeyde topluluk
parçalanma ve dağılmadır.
“Ayrımlaşma tekliğe yol açar. Teklik topluluğun karşıtıdır. İnsan
ise tanrılar ve iblisler ve onların yenilmez yasası karşısında zayıf ol­
duğu için topluluk zorunludur, insan uğruna değil, tanrılar nedeniyle.
Tanrılar sizi topluluğa sürer. Topluluk, tanrılar tarafından dayatıldığı
kadarıyla zorunludur, fazlası kötüdür.
“Toplulukta herkes diğerlerine boyun eğer, böylece toplulukkoru­
nur çünkü ona ihtiyacınız var.
“Teklikte her insan kendini bir diğerinin üzerine koyar, böylece
her insan kendine gelip kölelikten kaçınabilir.
“Çekinme toplulukta geçerlidir, taşkınlık teklikte.
Topluluk derinliktir, teklik yükseklik.
Doğru ölçü toplulukta arındırır ve korur.
Doğru ölçü teklikte arındırır ve arttırır.
ı 16. Kara Kitap 6 Şöyle devam ediyor: “Anne kadehtir. / Fallus da mızrak” (s. 43).
Topluluk bize sıcaklıkverir, teklik ışık.”117
{ıı} OIAHMONbitirince ölüler ne ses çıkardı ne de hareketlendi,
beklenti içinde <l>IAHMON’a baktılar. <l>IAHMONölülerin sessizce bek­
lediğini görünce devametti (ve bu da ölülere altıncı vaazdı):^
“Cinselliğin iblisi ruhumuza yılan olarak yaklaşır. Yarı insan ru­
hudur ve düşünce-arzu olarak adlandırılır.
“Tinselliğin iblisi ruhumuza beyaz kuş olarak alçalır. Yarı insan
ruhudur ve arzu-düşünce olarak adlandırılır.
Yılan yersel ruhtur, yarıiblistindirve ölülerintinine akrabadır. Böy­
lece de yeryüzünün şeyleri çevresinde toplanır ve onlardan korkmamızı
ya da onları istememizi sağlar. Yılanın doğası dişidir, yeryüzüne bağlan­
mış ve tekliğe geçmenin bir yolunu bulamamış ölülerle birlikte olmak
ister her zaman. Yılan fahişedir. Şeytanave kötü ruhlara eşlik eder; hain
bir tiran ve işkencecidir, sürekli en kötü çevreyi ayartmak ister. Beyaz
kuş insanın yarı-göksel ruhudur. Oanayla birlikte kalır ve kimi zaman
alçalır. Kış erkeğebenzer veetkili düşüncedir. İffetli ve kimsesizdir, ana­
nın habercisidir. Yeryüzünün yukarısında uçar. Teklikbuyurur. Uzak-
takilerden, önceden ayrılan ve kusursuzluğa ulaşanlardan bilgiler geti­
rir. Sözümüzü yukarıya, anaya taşır. Aracılık eder, uyarır ama tanrılara
karşı güçsüzdür. Güneşin aracıdır. Yılan iner ve kurnazlığıyla fallik ib­
lisi sakatlar ya da kışkırtır. Yerselin düzenbaz düşüncelerini, her deliğe
giren, her şeye tutkuylayapışan düşünceleri yukarı taşır. Yılan istemese
bile bizim yararımıza çalışmak zorunda kalır. Onu kavrayamadığımız
için, insan zekâmızlabulamadığımız yolu gösterir bize.”
“9OIAHMONbitirince ölüler ona hoşnutlukla baktılar ve şöyle dedi­
ler: “Artık tanrıları, iblisleri ve ruhları anlatma. Bunu uzun zamandır
biliyorduk.”
<l>IAHMONise gülümsedi ve şöyle dedi: “Ey zavallı ruhlar, teni yoksul,
tini zengin ruhlar, et şişmandı, tin zayıf. Peki, sonrasız ışığa nasıl ulaşı­
117. Kara Kitap 6 şöyle devam ediyor: “Toplulukta kaynağa, yani anneye gideriz, /
Yalnızlıkta geleceğe, yani olduran fallusa" (s. 46). Jung 1916 Ekim’inde Psikoloji
Kulübünde bireyselleşme ile kolektif uyum ilişkisi üzerine iki sunum yapmıştı; bkz.
“Uyum bireyselleşme ve kolektiflik/’ te 1 8. O yıl kulüpteki tartışmalar çoğunlukla bu
konu üzerineydi.
118. Bu paragraf Kara Kitap 6da yok.
119. Bu parçanın sonuna kadar olan paragraflar Kara Kitap 6'da yok.
lır? Aptallığımla alay ediyorsunuz, oysa siz de aptalsınız, kendinizle alay
ediyorsunuz. Bilgi tehlikedenkurtarır. Oysa alay etmekinancın diğer ya­
nıdır. Siyah beyazdan az mıdır? Siz inancı geri çevirdiniz ama alaycılığı
bırakmadınız. Böylece inançtan kurtulmuş muoldunuz? Hayır, kendini­
zi alaycılığa, dolayısıylayine inancabağladınız. İşte buyüzdensefilsiniz.”
Bununüzerineölüler öfkelendi ve haykırdı: “Biz sefil değiliz, akıllıyız;
düşünmemizve duymamıztemizsukadar arıdır. Usumuzuövüyoruz. Ba­
tıl inançla alay ediyoruz. Senin eskimiş maskaralığının bize ulaştığını mı
sanıyorsun? Seni saranbuçocuksu, eskimiş sanrınınbizeneyararı var?”
OIAHMON şöyle yanıtladı: “Size neyin yararı olabilir? Ben sizi hâlâ
yaşamın gölgesinde tutandan kurtarıyorum. Bu bilgeliği yanınızda gö­
türün, bu maskaralığı zekânıza, bu usdışılığı usunuza ekleyin, böylece
kendinizi bulacaksınız. İnsan olsaydınız yaşamaya başlardınız ve yaşa­
mınızın us ile usdışı arasındaki yoluna koyulur, gölgesini önceden ya­
şadığınız sonrasız ışığa doğru yaşardınız. Oysa ölü olduğunuz için bu
bilgi sizi yaşamdan azat ediyor ve sizi insanlara duyduğunuz oburluktan
kurtarıyor. Benliğinizi de ışık ve gölgenin üzerinize serdiği kefenden sı­
yırıyor. İnsana duyduğunuz merhamet sizi alt edecek ve akıntıdan sağ­
lamzemine çıkacaksınız, sonrasız girdaptandevinimsiz dinlenme taşına,
akan süreyi durduran çembere geçeceksinizve ateş sönecek.
“Kızgın bir ateşi körükledim, katile bir bıçak verdim, kabuk bağ­
lamış yaraları deştim, bütün devinimi hızlandırdım, çılgına daha da
sarhoş edici içki verdim, soğuğu daha soğuk, sıcağı daha sıcak, yanlışı
daha yanlış, iyiliği daha da iyi, zayıfı daha da zayıfyaptım.”
“Bubilgi kurban verenin baltası.”
Ölüler haykırıyordu: “Senin bilgeliğin aptallık ve lanet. Çarkı geri
mi çevirmek istiyorsun? Bu seni paramparça eder, körlerin körü!”
OIAHMON yanıt verdi: “İşte böyle oldu. Kan ve kurban yeryüzünü
yeniden yeşertti ve verimli kıldı, çiçekler sürgünverdi, dalgalar kumsala
vuruyor, dağın eteklerinde gümüş bir bulut yatıyor, ruhtan bir kuş geldi
insana, tarlalarda çapa, ormanlarda balta sesleri yayılıyor, ağaçların ara­
sında bir rüzgâr dolaşıyor ve güneş yükselen sabahın çiyinde ışıldıyor,
gezegenler doğumabakıyor, çok-kollu topraktan çıktı, taşlar konuşuyor
ve otlar fısıldıyor. İnsan kendini buldu ve tanrılar Cennet’te dolaşıyor,
dolulukaltındamlayı doğuruyor, altıntohumveriyor, süzülüyor.”
Ölüler şimdi susmuştuve <l>IAHMON’a bakıyordu. Yavaşça uzaklaş­
tılar. <l>IAHMONise yere eğildi ve şöyle dedi: “Bitti ama tamamlanmadı.
Yeryüzünün meyvesi filizlen, yüksel ve Cennet yaşamsuyunuyağdır.”
Daha sonra da gözden yitti.
‘“Ertesi gece <l>IAHMONbana yaklaştığında herhalde aklımçok ka­
rışmıştı ki ona şöyle seslendim: “Ne yaptın, Ey <l>IAHMON?Nice ateşler
yaktın? Neyi paramparça ettin? Yaratmanın çarkı durdu mu?”
Oysa şöyle yanıtladı: “Her şey her zamanki gibi işliyor. Hiçbir şey
olmadı ama tatlı ve anlatılamaz bir gizem gerçekleşti; dönen çemberin
içinden çıktım.”
“Nedir o?” dedim. “Sözlerin dudaklarımı oynatıyor, sesin kulakla­
rımın içinden geliyor, gözlerim seni kendi içimde görüyor. Doğrusu
bir büyücüsün sen! Dönen çemberin içinden mi çıktın? Bense bağlı­
yımbu çembere -telaşlı dönüşünü hissediyorum- ve yine deyaratma­
nın çemberi duruyor benimiçin. Ne yaptın, baba, öğret bana!”
Bunun üzerine <l>IAHMONşöyle dedi: “Somut olanın üzerine bas­
tım onu yanıma aldım, kabaran dalgalardan, doğumların döngüsün­
den ve sonrasız olmanın dönen çarkından kurtardım. Durduruldu.
Ölüler öğreti maskaralığını aldı, doğru onları kör etti ve yanlışlıkla
görüyorlar. Onu tanıdılar, hissettiler ve pişman oldular; yeniden ge­
lecekler ve alçakgönüllülükle soruşturacaklar çünkü geri çevirdikleri
onlar için en değerli şey olacak.”
<l>IAHMON’u sorgulamak istedim çünkü bilmece beni rahatsız et­
mişti. Oysa çoktan yere dokunmuş ve gözden yitmişti. Gecenin karan­
lığı suskundu ve bana yanıt vermedi. Ruhum sessizce durdu ve başını
salladı, <l>IAHMON’un gösterdiği ama yanıtını vermediği gizemüzerine
ne diyeceğini bilmiyordu.
{12} Bir gün daha geçti ve gece oldu.
Ölüler yine geldi ama bu kez acıklı hareketlerle ve şöyle dediler:
“Bir şeyi söylemeyi unuttuk. Bize insanları da öğretmeni istiyoruz.”
<l>IAHMONbenden öne çıktı ve konuşmaya başladı121 (bu da ölü­
lere yedinci vaazdı)^22
120. Bu parça Kara Kitap 6‘da yok.
121. 8 Şubat 1916.
122. Bu cümle Kara Kitap 6'da yok.
“insan bir geçittir, tanrıların, iblislerin ve ruhların dış dünyasından
iç dünyaya, büyükten küçük dünyaya geçilir oradan. Küçük ve boşadır
insan, şimdiden ardınızdadır ve kendinizi bir kez daha sonsuz uzayda,
daha küçük olanda ya da iç sonsuzlukta bulursunuz.
“Ölçülemez bir uzaklıkta, dorukta yalnız bir yıldız durur.
“Obir insanın bir Tanrısıdır, bu onun dünyası, Pleroma’sı, tanrısal­
lığıdır.
“Bu dünyada insan Abraksastır, kendi dünyasının yaratıcısı ve yok
edicisidir.
“Bu yıldız insanın Tanrısı ve hedefidir.
Bu onun yol gösterici tek Tanrısıdır,
onun içinde insan huzur bulur,
ruhun ölümden sonraki uzun yolculuğu ona doğru gider,
insanın daha büyükdünyadan çektiği herşey onda parıltılar saçar:’
“Bu tek Tanrı'ya dua etmeli insan.
Duayıldızın ışıltısını arttırır,
ölümüzerinden bir köprü atar,
daha küçük dünya için yaşamı hazırlar ve daha büyüğün umutsuz
arzularını yatıştırır.
“Daha büyük dünya soğuduğunda yıldız parlar.
“insan gözlerini Abraksas’ın alevli görüntüsünden öteye çevirebil­
diği sürece hiçbir şey yoktur insan ile tekTanrısı arasında.
“insan burada, Tanrı orada.
“Zayıflıkve hiçlik burada, sonrasız yaratıcı güç orada.
“Burada yalnızca karanlıkve nemli soğuk,
orada bütün güneş.’123
124<I>IAHMON sözlerini bitirince ölüler suskun kaldı. Üzerlerinden

123. Jung 29 Şubat 1919'da Joan Corrie’ye bir mektup yazarak Vaazları yorumlamış ve
özellikle sonuncusu üzerinde durmuştu: “Dünyanın ilksel yaratıcısı, kör yaratıcı
libido, bireyselleşme yoluyla insanın içinde dönüşür ve gebelik gibi olan bu süreçten
tanrısal çocuk, yeniden doğan Tanrı ortaya çıkar. Artık milyonlarca yaratıya dağılmış
değil tektir ve birey ve aynı zamanda bütün bireyler, sende ve bende aynı olandır. Dr.
L[ong]'un küçük bir kitabı var: VII sermones ad mortuous. Burada yaratılarına dağılan
Yaratıcı'nın tanımı var ve son vaazda tanrısal çocuğu ortaya çıkaran bireyselleşmenin
başlangıcı bulunuyor. .. Çocuk yeni bir Tanrı'dır, aslında birçok bireyde doğar ancak
onlar bunu bilmez. O tinsel bir Tanrı'dır. Birçok insandaki tindir ama birdir ve her yerde
aynıdır. Zamanına uyarsan Onun niteliklerini yaşarsın” (Constance Long’un günlüğüne
aktarılmış, Countway Library ofMedicine, s. 21-22).
124. Parçanın sonuna kadar olan paragraflar Kara Kitap 6'da yok.
bir ağırlık kalktı ve gece sürüsünü izleyen bir çobanın ateşinden yükse­
len dumanlar gibi yükseldiler.

Bense <DIAHMON'a döndüm ve şöyle dedim: “Ey ünü duyulmuş


olan, insanın bir geçit olduğunu mu öğretiyorsun? İçinden tanrılar ala­
yının geçtiği bir geçit mi? İçinden yaşamın aktığı bir geçit mi? Bütün
geleceğin geçmişin sonsuzluğuna aktığı bir geçit mi?”
OIAHMONşöyle yanıtladı: “Bu ölüler insanın dönüşümüne ve geli­
şimine inandı. İnsanın hiçliği ve geçiciliği kadar hiçbir şeyden emin ol­
madılar. Onlar için hiçbir şeybundan daha açık değildi ama insanların
kendi tanrılarını bile yarattığını ve bu yüzden de tanrıların işe yaramaz
olduğunu biliyorlardı. İşte buyüzden bilmediklerini öğrenmeleri gere­
kiyordu; yani insanın bir geçit olduğunu ve içinden dizi dizi tanrıların
ve bütün çağların gelip geçtiğini. O bunu yapmaz, bunu o yaratmaz,
acısını çekmez çünkü o varlıktır, tekvarlıktır çünkü o dünyanın anıdır,
sonrasız anı. Bunu bilen alev olmaktan çıkar; dumana ve küle döner.
Sürer ve geçiciliği sona erer. Olan birine dönüşür. Sen alevi sanki ya­
şammış gibi düşledin. Oysa yaşam süredir, alev söner. Ben onu öteye
taşıdım, ateşten kurtardım. Oateş çiçeğinin oğludur. Onu benimiçim­
de gördün, ben de ışığın sonrasız ateşindenim. Ben onu, kara ve altın
tohumu ve onun mavi ışığını senin için kurtardım. Ey sonrasız ışık;
uzun ve kısa nedir? An ve sonrasız süre nedir? Sen, varlık, her anda
sonrasızsın. Zaman nedir? Zaman harlayan, yanan ve sönen bir ateş.
Ben varlığı, zamanın ateşlerinden ve zamanın karanlığından, tanrılar­
dan ve şeytanlardan, böylece zamandan kurtardım.
Bense şöyle dedim ona: “Ey ünü duyulmuş olan, karanlık ve altın
hazineyi ve mavi ışığını bana ne zaman vereceksin?”
OIAHMON şöyle yanıtladı: “Sen kutsal alevde yanmak isteyen her
şeyi teslimettikten sonra.’125
125. Jung, Ekim 1916'da ruhuyla konuşmuş ve böylece Vaazların kozmolojisini daha da işleyip
açıklamıştı. 25 Ekim: [Ruh:] “Kaç tane ışık istiyorsun, üç mü yoksa yedi mi? Üç candan
ve alçakgönüllüdür, yedi genel ve kapsayıcıdır.” [Ben:] “Ne soru ama! Hem de ne karar!
Dürüst olmam gerek: Sanırım yedi ışıkhoşumagiderdi" [Ruh:] “Yedi, öyle mi? Ben de öyle
düşünmüştüm. Geniş erimli-soğuk ışıkları var.” [Ben:] “Ferahlatıcı, taze havaya ihtiyacım
var. Bu boğucu bunaltı yetti artık. Çok fazla korku var ve rahatça soluklanma yok. Bana
yedi ışık ver." [Ruh:] “ilk ışığın anlamı Pleroma'dır. / İkincisinin Abraksas. / Üçüncüsü
güneş. / Dördüncüsü ay. Beşincisiyeryüzü. /Altıncısı fallus. /Yedincisi de yıldızlar:’ [Ben:]
“Neden kuşlar yok ve neden göksel anne ve gökyüzü yok?" [Ben:] “Hepsi yıldızlarda.
{13} <l>IAHMON bunları söylerken gecenin gölgeleri arasında altın
gözlü karanlık bir biçimyaklaştı bana.126İrkilerek bağırdım: “Kimsin
sen, bir düşman mı? Nereden geliyorsun? Seni daha önce hiç görme­
dim! Söyle, ne istiyorsun?”
Karanlık olan şöyle yanıtladı beni: “Uzaktan geliyorum. Doğu'dan
geliyorum, ışıldayan ateşin peşi sıra, <l>IAHMON. Düşmanın değilim,
sana yabancıyım. Tenimkaranlıkve gözlerimde altın ışıltıları var.”
“Ne getiriyorsun?” diye sordumkorkarak.
“Perhiz getiriyorum; insan neşesinden ve acısından uzak durmayı.
Merhamet yabancılaşmayı getirir. Acıma ama merhamet değil. Dünya­
ya acıma ve ötekine karşı istemi kontrol altına alma.
Acımayanlış anlaşılır, buyüzden işe yarar.
Özlemden öte, korku tanıma.
Sevgiden öte, bütünü sev.”
Yıldızlara baktığında onlar aracılığıyla bakarsın. Onlar yıldızlara giden köprüdür. En
yüksek, süzülen, çırpınan kanatlarla yükselen, içinde yıldız Tanrısının uyuduğu altı dallı
ve bir çiçekli ışık ağacının kucağından çıkan yedi ışığı oluştururlar. I Altı ışık tektir ve
bir çokluk oluşturur; bir ışık birdir ve birlik oluşturur; ağacın çiçek veren tacıdır, kutsal
yumurta, yerine ulaşabilsin diye kanatlar bahşedilmiş dünya tohumudur. Bir yeniden ve
yeniden çoğu doğurur ve çok da biri getirir;’ (Kara Kitap 6, s. 104-6). 28 Ekim: [Ruh:]
“Şimdi de şunu deneyelim: Altınkuşla ilgili bir şey. Bu beyaz kuş değil, altın kuş. Bu farklı.
Beyaz kuş iyi bir iblis ama altın olan senin üzerinde ve Tanrının altında. Senin önünde
uçar. Onu mavi havada görürüm yıldıza doğru uçarken. O senin bir parçandan gelen bir
şey ve aynı zamanda hem de içinde seni taşıyan kendi yumurtası. Beni hissediyor musun.
O halde sor!” [Ben:] “Daha anlat. Midem bulanıyor.’ [Ruh:] “Altın kuş bir ruh değil; o senin
bütün doğan. İnsanlar da altın kuşlardır; hepsi değil, bazıları solucandır ve toprakta çürür.
Birçoğuysa altın kuşlardır.’ [Ben:] “Devam et, iğrenmemden korkuyorum. Kavradıklarını
anlat bana.’ [Ruh:] “Altın kuş altı ışığın ağacında oturur. Ağaç Abraksas’ın başından büyür
ama Abraksas da Pleroma’dan büyür. Ağaçtan çıkan her şey ışık olarak çiçek açar, dönüşür,
çiçek açan ağacın tepesindeki rahim olarak, altın kuşun yumurtası olarak. Işık ağacı ilkin
bir bitkidir ve birey denir ona; bu Abraksas’ın başından büyor ve onun düşüncesi birçok
içinde birdir. Birey çiçekleri ve meyveleri olmayan bir bitkiden, yedi ışık ağacına açılan
bir geçitten ibarettir. Birey ışık ağacının öncüsüdür. Parıltı, Phanes’in kendisi, Agni, yeni
bir ateş, altın bir kuş ondan çiçek açar. Bu bireyden sonra gelir, yani dünya ile yeniden
birleşmesiyle birlikte, dünya ondan çiçek açar. Abraksas dürtüdür, birey, ondan ayrıdır
ama yedi ışık ağacı Abraksas"la birleşen bireyi simgeler. Phanes burada belirir ve o, altın
kuş, ileri uçar. I Sen kendini benim aracılığımla Abraksas’la birleştirirsin. / Önce bana
kalbini verirsin, sonra benim aracılığımla yaşarsın. Ben Abraksas'a giden köprüyüm.
Böylece ışık ağacı içinde yükselir ve sen ışık ağacı olursun ve Phanes senden yükselir.
Bunu bekliyordun, ama anlamadın. Zamanında birey olmak için Abraksas’tan ayrılman
gerekiyordu, dürtüye karşı. Şimdi Abraksas’la bir oluyorsun. Bu benim aracılığımla
oluyor. Bunu sen yapamazsın. Bu yüzden benimle kalman gerekiyor. Bedensel Abraksas’la
birleşme insan dişi aracılığıyla olur ama tinsel Abraksas’la olan benim aracılığımla
gerçekleşir. İşte bu yüzden benimle olman gerekiyor” (Kara Kitap 6, s. ı ı4-2o).
126. Kara Kitap 6’da bu figür Vaaz/ar"ın ortasında, 5 Şubat’ta ortaya çıkıyor (s. 35f). bkz.
dipnot 108, s. 457.
Korkarak baktım ona ve şöyle dedim: “Neden tarlalardaki toprak
gibi karanlık, demir gibi karasın? Senden korkuyorum; nasıl bir acıdır
bu, ne yaptın bana?”
“Bana ölümdiyebilirsin; güneşleyükselen ölüm. Suskun acı ve uzun
huzurla geliyorum. Koruma örtüsünü seriyorumüzerine. Yaşamın or­
tasında ölüm başlar. Sıcaklık azalmasın diye üzerine örtü üstüne örtü
seriyorum/’
“üzüntü ve umutsuzluk getiriyorsun,' dedim, “ben insanlar arasın­
da olmak istiyordum.”
Oysa şöyle dedi: “İnsanlara örtülü olarak gideceksin. Senin ışığın
gece parlar. Güneş doğan senden ayrılıyor ve yıldız doğan başlıyor/’
‘'Acımasızsın,’ diye iç geçirdim.
“Yalın olan acımasızdır, çeşitli olanla birleşmez,’
Gizemli olan bunları söyledikten sonra kayboldu. <DIAHMON ise
ciddi ve sorgulayan gözlerle bakıyordu bana. “Ona doğru dürüst baktın
mı, oğul?” diye sordu, “Ondan daha duyacaklarınvar. Gel şimdi, gel ki
karanlık olanın sana kehanetini gerçekleştirebileyim.”
Bunları söylerken gözlerime dokundu ve görüşümü açarak ölçüsüz
gizemi gösterdi. Kavrayabilmek için uzun süre bakmamgerekti: Gör­
düğümneydi, peki? Geceyi gördüm, karanlıkyeryüzünü, onun üzerin­
de de gökyüzü sayısız yıldızın ışıltısıyla parlıyordu. Gökyüzünün bir
kadın biçiminde olduğunu, yıldızlardan yedi kat mantoyabüründüğü­
nü, bütünüyle sarındığını gördüm.
Ben ona bakarken <DIAHMON şöyle dedi:
127‘'Anne, sen ki yüksek çemberde durursun, adsızsın, beni ve onu
örtersinve tanrılardankorursun; o seninçocuğun olmak istiyor.
“Doğumunu kabul et.
“Onu yenile. Kendimi ondan ayırıyorum.128Soğuk büyüyor ve yıl­
dızı daha parlak ışıldıyor.
“Çocukluk bağına gereksinimduyuyor.
“Sen ki tanrısal yılanı doğurdun, doğum sancılarından çıkardın
onu; al bu adamı güneşin konutuna. Anneyi gereksiniyor o.”
127. 17 Şubat I9I6. Kara Kitap 6'da bu konuşmayı Jung’un kendisiyapıyor (s. 52).
128. Kara Kitap 6’da burada: “Yeni bir gölgeye ihtiyacım var çünkü korkunç Abraksas’ı
tanıdım ve ondan çekildim” (s. 52).
Uzaktan bir ses geldi,129kayan bir yıldız gibiydi:
“Onu çocuk olarak alamam. Önce kendini arındırmalı.”
<l>lAHMONşöyle dedi:130“Nedir onun arınmışlığı?”
Ses ise şöyle yanıtladı: “Kaynaşma; onda insan acısı ve neşesi var.
Perhiz tamamlanana dek ve insanlarla kaynaşmasından arınana dek
inzivada kalacak. Ozaman çocuk olarak alınacak.’
Oanda görümsona erdi. <l>lAHMONda gitti ve artıkyalnızdım. Söy­
lendiği gibi ayrı kaldım. Dördüncü gece ise tuhaf bir biçim gördüm,
uzun bir palto giyiyordu ve sarıklıydı. Gözleri bilge hekimlerin gözleri
gibi zekâve içtenlik saçıyordu.”1 Bana yaklaştı ve şöyle dedi: “Sana ne­
şeyi anlatacağım.’ Bense, “Bana neşeyi mi anlatmak istiyorsun?” de­
dim, “Ben insanların binlerce yarasıyla kanıyorum.’
“Şifa getiriyorum.’ dedi, “kadınlar öğretti banabu sanatı. Onlar has­
ta çocukları iyileştirmeyi bilir. Yaraların seni yakıyor mu? Şifa bulman
yakındır. İyi öğüdü dinle ve öfkeye kapılma.”
Canı sıkkın, “Ne istiyorsun? Beni ayartmak mı, yoksa alay etmek mi
benimle?” dedim.
“Sence?” dedi sözümükeserek, “Sana cennetin mutluluğunu, iyileş­
tirici ateşi, kadınların sevgisini getiriyorum.””2
“Kurbağa bataklığına inmek, bu mu söylemek istediğin? Çokta çö­
zülmek, dağılmak, parçalanmak mı?”133
Benbunları söylerkenyaşlı adam<l>lAHMON’adönüştü”4ve onunbeni
ayartanbüyücüolduğunugördüm. OIAHMONise sözünüşöylesürdürdü:
“Henüz parçalarına ayrılmayı yaşamadın. Parçalanmalı, rüzgârlarla
dağılıp savrulmalısın. İnsanlar seninle Son Yemek’i hazırlıyor.’
129. Kara Kitap 6'da bu ses “anne” olarak tanımlanıyor (s. 53).
130. Kara Kitap 6’da bunları Jung söylüyor (s. 53).
13ı. 21 Şubat 1916. Kara Kitap 6'da bunun yerine: “ [Ben:] “Türk müsün? Yolculuk nereden?
İslam’ı mı tebliğ ediyorsun? Neden Hz. Muhammed’i duyuruyorsun?” [Konuk:] “Çok
eşlilikten, hurilerden ve Cennet’ten bahsediyorum. Bunları duyuracağım sana.” [Ben:]
“Konuş da bitsin bu işkence” (s. 54).
132. Bu diyalogun Kara Kitap 6'daki halinde şu konuşma da geçiyor: [Ben:] “Peki ya çok
eşlilik, huriler, Cennet?” [Konuk:] “Birçok kadın birçok kitap eder. Her kadın bir
kitaptır, her kitap bir kadın. Huri bir düşüncedir ve düşünce bir huridir. îdealar dünyası
Cennet’tir ve cennet idealar dünyasıdır. Hz. Muhammed hurilerin inananları Cennete
kabul ettiğini öğretir. Tötonlar dabu kadarını söylemişti,” (s. 56). (Karş. Kuran 56:12-39).
İskandinav mitolojisinde Valkrieler savaşta ölen cesur askerlere Valhalla’ya kadar eşlik
eder ve orada onlarla ilgilenirlerdi.
133. 24 Şubat 1916.
134. Bu ifade Kara Kitap 6’da yok.
“Benden geriye ne kalacak o zaman?” diye bağırdım.
“Gölgen dışında hiçbir şey. Topraklara dökülen bir nehir olacak­
sın. Her vadiden geçecek, derinliklere akacaksın.”
Kederle dolu, sordum: “Eşsizliğimnerede kalacak?”
“Onu kendinden çalacaksın,” dedi OIAHMON,'^ “görünmez âlemi
titreyen ellerle tutacaksın; o köklerini yeryüzünün gri karanlığına ve gi­
zemlerine indiriyor ve yapraklarla kaplı dallarını altın havaya kaldırıyor.
“Dallarında hayvanlar yaşıyor.
“İnsan gölgesinde barınıyor.
“Uğultuları aşağılardan yükseliyor.
“Ağacın özsuyu, bin mil uzunluğunda bir düşkırıklığı.
“Uzun bir süre yeşil kalacak.
“Tepesinde sessizlik oturuyor.
“Sessizlik derin köklerinde.”
136cI>IAHMON’unsözlerindenyaşanmamış sevgiden çıkan kaynaşma­
yı sıfırlamak için sevgiye karşı dürüst olmamgerektiği sonucunu çıkar­
dım. Kaynaşmanın istemli adanışın yerine geçen bir esirlik olduğunu
anladım. OIAHMONbana dağılma ya da parçalarına ayrılmanın istemli
adanıştan çıktığını öğretmişti. O kaynaşmayı sıfırlar. İstemli adanışla
bağları kopardım. İşte bu yüzden sevgiye sadık kalmam ve istemimle
kendimi ona adamamgerekiyordu. Parçalarına ayrılmak bana acı veri­
yor ve böylecebüyükana, yani yıldızların doğası ile bağ kuruyorum, in­
sanlarave şeylere olan bağlarımdankurtuluyorum. İnsanlara ve şeylere
bağlı kalırsam ne yaşamımın hedefine doğru yürüyebilirimne de bana
ait olan en derin doğama ulaşabilirim. Ölüm de bende yeni bir yaşam
olarak başlayamaz çünkü ölümden ancak korkabilirim. İşte bu yüzden
sevgiye sadık kalmamgerekyoksa esirliğin parçalanıp çözülüşüne nasıl
ulaşabilirim? Sevgiye sadıkkalmadan ve bütün acıyı, ızdırabı isteyerek
yaşamadan ölümdeneyiminden nasıl geçebilirim? Kendimi parçalarına
ayrılmayaisteyerek adamadığını sürece benliğimin bir parçası gizliden
gizliye insanlarla ve şeylerle kalır ve beni onlara bağlar; böylece istesem
de istemesemde onların bir parçası olmam, onlarla karışmamve onlara
bağlı olmam gerekir. Yalnız ca sevgiye sadık olma ve sevgiye gönüllü
135. 28 Şubat 1916.
136. Bu iki paragraf Kara Kitap 6’da yok.
adanma bu bağın ve karışmanın çözülmesini sağlayabilir ve gizliden
gizliye insanlarlave şeylerlekalanparçamı bana geri getirebilir. Yıldızın
ışığı ancak böyle büyür, yıldız doğama, yalın ve tek olarak var olan en
doğru ve en içteki benliğime ancakböyle ulaşabilirim.
Sevgiyesadıkkalmakzor çünküsevgi bütüngünahlarınüzerindeduru­
yor. Sevgiyesadıkkalmakisteyengünahı daaltetmekzorunda. İnsangünah
işlediğini okadarkolaygözdenkaçırırki... Sevgiyesadıkkalmakiçingünahı
alt etmekzordur, okadar zorki ayaklarımçekiniyor hareketegeçmekten.
Gece olunca <l>IAHMON toprakrenkli bir kaftanlayaklaştı bana. Elinde
bir gümüşbalığı tutuyordu: “Bak, oğul,” dedi, “balıktutuyordumvebuba­
lığı tuttum; onu sana getirdim, seni rahatlatmak için” Ona şaşkınlıkla ve
soru dolu gözlerle baktım. Kapıda, karanlığın içinde görkemli bir kaftan
giyen bir gölgenindurduğunugörmüştüm/37Yüzüsolgunduve alnındaki
çizgilerekanlar akmıştı. <l>lı\HMON iseyereeğilipdokunduvegölgeyeşöy­
le dedi'38: “Efendimve kardeşim, adınkutsal kılınsın. Bizin için enbüyük
şeyi yaptın sen: Hayvanlardan insan yaptın, iyileşmelerini sağlamak için
insanlara yaşam verdin. Tinin sonsuz uzun bir zaman boyunca bizim­
le oldu. İnsanlar hâlâ sana bakıyor, hâlâ acıma diliyor senden, Tanrı’nın
merhameti ve günahlarınınbağışlanması için senin aracılığınlayakarıyor
hâlâ. İnsanlara vermekten yorulmuyorsun. Tanrısal sabrına övgüler ol­
sun. İnsanlar vefasız değil mi? İsteklerinin sonu gelmez mi? Hâlâ senden
bir şeyler mi istiyorlar? Okadar çokşeyaldılar, yine de hâlâdileniyorlar.
“Bak, efendim ve kardeşim, beni sevmiyorlar, oysa seni açgözlülük­
le özlüyorlar çünkü komşularındakini de almak istiyorlar. Komşularını
sevmiyorlar, onda olanı istiyorlar. Sevgilerine sadık olsalardı açgözlü ol­
mazlardı. Oysa veren isteği de kamçılar. Sevgiyi öğrenmeleri gerekmiyor
muydu? Sevgiye sadıkolmayı? Özgür istemli adanmayı? Oysa sendenbek­
liyorlar, istiyorlar ve dileniyorlar, hayret uyandıran yaşamından hiçbir şey
öğrenmediler. Öykündüler ona ama kendi hayatlarını yaşamadılar, oysa
senkendi hayatını yaşadın. Hayret uyandıranyaşamınherkesinkendi özü­
ne ve kendi sevgisine sadıkkalarakkendi yaşamını ele alması gerektiğini
gösterdi. Zina yapan kadını bağışlamadın mı?139Fahişelerle ve vergi tali
137. Yani İsa.
138. 12 Nisan 1916. Kara Kitap 6’da bu konuşma Filemona atfedilmemiş.
139. Karş. Yuhanna 8:1-1ı.
sildarlarıyla birlikte oturmadın mı?140Şabat günü buyruğunu çiğnemedin
mi?141 Senkendi hayatını yaşadın amainsanlar yapamıyor bunu; onunye­
rine sana dualar edip isteklerini söylüyorlar ve işinin tamamlanmadığını
anımsatıyorlar sonsuza dek. Oysa insanlar öykünmeden kendi hayatları­
nı yaşayabilseydi işin tamamlanmış olacaktı. İnsanlar hâlâ çocuk gibi ve
minnet etmeyi unutmuşlar, efendimiz bize bahşettiğin kurtuluş için sana
şükürler olsun, diyemiyorlar çünkü. Onukendimize aldık, kalbimizdeyer
verdikonave seninişini kendimizdekendi başımızasürdürmeyi öğrendik.
Kurtuluş çalışmasını kendi içimizde sürdürerek senin yardımınla olgun­
laştık. Seninsayendeseninçalışmanı benimsedik, kurtuluş öğretini kavra­
dık, kanlı bir savaşımdabizimiçinbaşlattığını kendi içimizdetamamladık.
Bizana babasınınmallarını isteyenvefasızçocuklar değiliz. Senin sayende,
efendimiz, yeteneğinden olabildiğine yararlanacağız ve onu toprağa gö­
müp ellerimizi çaresizceaçıpbizimişimizi bizimadımıza senin tamamla­
manı istemeyeceğiz. Dertlerini ve işini üstlenmekistiyoruzki böylece işin
tamamlansınve senyorgun, bitkinellerini kucağındakavuştur, bütüngün
ağıryükünütaşıyanbir işçiningün sonundayaptığı gibi. Kutluçalışmasını
tamamladıktan sonradinlenmeyeçekilenölü.
“İnsanların sana böyle seslenmelerini istedim. Oysa onların sana
sevgisi yok, efendimve kardeşim. Huzurun bedelini sana çok görüyor­
lar. İşlerini tamamlamadan bırakıyorlar, sonsuza dek acımana ve ilgine
gereksinimduyuyorlar.
“Oysa, efendimve kardeşim, ben senin işini tamamladığına inanıyo­
rumçünkü bütün hayatını, bütün doğrusunu, bütün sevgisini, ruhunun
tamamını veren işini tamamlamıştır. Tekbir kişi insanlar için ne yapabi­
lirse yaptın sen, tamamladın ve bitirdin. Artık herkesin kendi kurtuluşu
için çalışma zamanı geldi. İnsanoğlu yaşlandı ve yeni bir aybaşladı.”^2
143OIAHMON sözünü bitirince yukarı baktım ve gölgenin durduğu
yerin boş olduğunu gördüm. OIAHMON’a döndüm ve şöyle dedim:
“Baba, insanlardan söz ediyorsun. Ben bir insanım, bağışla beni.”
OIAHMON ise karanlığa karıştı ve ben yapmamgerekeni yapmaya
karar verdim. Herkesin kendi yoluna çıkanı çekmesi için doğamın bü­
140. Karş. Matta 21:31-32.
141. Karş. Yuhanna 9:13.
142. Platonik aylara gönderme. bkz. dipnot 273,s. 353.
143. Bu6 paragraf Kara Kitap 6'da yok.
tün neşesini ve ızdırabını kabul ettimve sevgime sadık kaldım. Yalnız­
dımve korkuyordum.
{14} Bir gece herşey sakinken birçok sesin çıkardığına benzer bir
uğultu duydum, <I>IAHMON'un sesi biraz daha net duyuluyordu, sanki
bir konuşma yapıyordu. Kulak kabartınca şunları söylediğini duydum:
144“Daha sonra ben alt-dünyanın ölü bedenini gebe bırakınca ve o
Tanrı'nın yılanını doğurunca insanlara gittimve üzüntülerinin ve deli­
liklerinin nekadaryoğunolduğunugördüm. Birbirlerini katlettiklerini
ve eylemleri için bir neden aradıklarını gördüm. Bunu yapmalarının
nedeni yapacak başka ya da daha iyi bir şeyin olmamasıydı. Oysa açık­
layamayacakları bir şey yapmamaya alıştıkları için onları öldürmeye
devam etmeye zorlayan nedenler uydurmuşlardı. Durun, siz aklınızı
yitirmişsiniz, dedi bilge. Durun, Tanrı aşkına, durun ve verdiğiniz şu
zarara bir bakın, dedi zeki. Oysa aptal güldü çünkü bir gecede onur
nişanlarına layık görülmüştü. İnsanlar aptallıklarını neden görmüyor?
Aptallık Tanrı’nın kızıdır. İşte bu yüzden insanlar hâlâ cinayet işliyor,
çünkü böylece farkında olmadan Tanrı'nın yılanına hizmet ediyorlar.
Tanrı'nın yılanına hizmet etmek için canını vermeye değer. Öyleyse ba­
rışın! Tanrı’ya karşın yaşamak çokdaha iyi olurdu oysa ama Tanrı'nın
yılanı insan kanı istiyor. Bununla besleniyor ve parıldıyor. Öldürmeyi
ve ölmeyi istememek Tanrı'yı aldatmak anlamına geliyor. Yaşayan her­
kes Tanrı’yı aldatır oldu. Yaşayanherkesinyaşamı kendi buluşu oluyor.
Oysa yılan, kan umuduyla, aldatılmak istiyor. Yaşamını Tanrı’dan çalan
insanların sayısı arttıkça yılanın kan biçilen tarladaki hasadı da o kadar
büyüyor. Tanrı insanların katledilmesiyle güçleniyor. Taşkın akıntı yı­
lanı ısıtıyor ve kızdırıyor. Yağı tutuşan alevde eriyor. Alev insanın ışığı
oluyor, yenilenmiş güneşin ilk ışığı, O, görünen ilk ışık.”
<I>lAHMON’un diğer söylediklerini anlayamadım. Uzun süre, görü­
nüşe göre ölülere söylediklerini düşündüm ve bir Tanrı'nın doğuşuna
eşlik eden felaketlerdenyılgıya kapıldım.
Kısa bir süre sonra bir düşte İlyas ve Salome’yi gördüm.‘45 İlyas en­
dişeli ve telaşlı görünüyordu. İşte bu yüzden ertesi gece o ışık sönünce
144. Bunu izleyen iki parçaya “Düşlerde Temmuz 1917 ortalarındaki kayıtlardan sonra da
yerverilmiş. Başlarında şuifade bulunuyor: "Bir sonraki kitaptan parçalar” (s. 18).
145. 3 Mayıs 1916.
ve bütün canlılar susunca sorularımı yanıtlamaları için İlyas ve Salo-
me’ye seslendim. İlyas öne çıktı ve şöyle dedi:
“Zayıfladım, yoksulum, gücümün fazlası sana geçti oğul. Bana çok
benziyorsun. Benden çok uzağa gittin. Tuhaf ve anlaşılmaz şeyler duy­
dumve derinliklerimdeki huzur bozuldu.”
“Ne duydun, peki? Duyduğun ses neydi?” diye sordum.
İlyas şöyleyanıtladı: “Karmaşayla dolubir ses duydum, uyarı ve an­
laşılmazlıkla dolu telaşlı bir ses.”
“Ne dedi?” diye sordum, “söylediklerini duydun mu?”
“Az çok, karmaşık ve akıl karıştırıcı sözlerdi. Bir şeyi kesen bir bı­
çaktan söz etti ses, belki cendereye giden üzümlerden. Belki de kanlar
akan cendereyi döndüren kırmızı kaftanlı birinden/46Daha sonra da
alttaki altınlardan, dokunanı öldüren altınlardan. Sonra korkunç alev­
leriyle yanan, çağımızda harlayacak bir ateşten. Sonra da hain bir söz,
ağzıma almak istemediğimbir şey söyledi.”
“Hain bir söz mü? Nedir o?” diye sordum.
“Tanrı’nın ölümüyle ilgili bir söz,” dedi, “Tek bir Tanrı var ve o da
ölemez.’" 47
O zaman şöyle dedim: “Beni çok şaşırttın, İlyas. Olanları duyma­
dın mı? Dünyanın yeni bir giysiye büründüğünü bilmiyor musun?
Tek Tanrı’nın gittiğini, onun yerine insana birçok Tanrı’nın ve birçok
şeytanın geldiğini? Doğrusu ben şaşırdım, hemde çok! Nasıl bilmez­
sin? Gelecek olanı hiç mi duymadın? Oysa geleceği biliyorsun! İleri
görüşün var! Belki de olanı bilmemen gerekiyordur, öyle mi? Sonuçta,
olanı yadsıyor musun?”M S
146. Yukarıda bkz. s. 306.
147. Yukarıda bkz. s. 448.
148. JungArn/ar’da şöyle diyor: “Bilinçdışının figürleri aynı zamanda ‘bilgisizdir ve ‘bilgiye"
ulaşmak için insana ya da bilinç ile temasa gerek duyar. Bilinçdışı ile çalışmaya
başlayınca Salome ve İlyas figürleri ile yakından ilgilenmeye başladım. Neden sonra
kayboldular, ama iki yıl kadar sonra yeniden ortaya çıktılar. Şaşkınlıkla gördüm ki
hiçbir şekilde değişmemişlerdi. Bu arada sanki hiçbir şey olmamış gibi konuşuyor ve
davranıyorlardı. Oysa hayatımca inanılmayacak şeyler olmuştu. Yine her şeye baştan
başlamam, olan biteni onlara anlatmam ve bazı şeyleri açıklamam gerekti. O zamanlar
bu durum beni çok şaşırtmıştı. Olan biteni ise ancak sonradan anlayabildim. Bu aralıkta
ikisi bilinçdışına ve kendi içlerine çekilmişlerdi, buna zamansızlığa çekilmişlerdi de
diyebilirim. Ben ile ve Ben in değişen koşullarıyla bağlantıları yoktu ve bu yüzden de
bilinç dünyasında olup bitenlerden ‘habersiz’lerdi” (s. 338-39).” Öyle görünüyor ki bu bu
konuşma ile ilgili.
Salome sözümü kesti: “Olanhazvermez. Hazyalnızcayeniden gelir.
Senin ruhun dayeni bir koca isterdi -ha ha!- odeğişikliği sever. Sen ona
yeterince haz vermiyorsun. İşte bubakımdan ona öğretilmezve buyüz­
den de onun deli olduğuna inanıyorsun. Biz yalnızca geleni seviyoruz,
olanı değil. Bize yalnızca yeni haz verir. İlyas olanı düşünmez, yalızca
geleni düşünür. Bu yüzden de bilir onu.”
“Ne biliyor?” dedim, “Bildiğini söylemeli.’
İlyas şöyle dedi: “Sözleri zaten söyledim: Gördüğüm imge kan kır­
mızısıydı, kızgın renkliydi, parlayan bir altındı. Duyduğum ses uzak­
lardan gelen bir gökgürültüsü, ormanda uğuldayan bir rüzgâr, deprem
sesi gibiydi. Tanrımın sesi değildi bu, gökgürültüsüne benzer putperest
bir sesti. Bu seslenişi atalarımbilirdi ama ben hiç duymamıştım. Uzak
sahillerdeki bir ormanın sesi gibi tarihöncesi geliyordu; yabandan gelen
bütün seslerle çınlıyordu. Yılgı doluydu, yine de uyumluydu.’
“Sevgili ihtiyar.’ diye yanıtladım onu, “düşündüğüm gibi, doğru
duymuşsun. Harika! Sana anlatayım mı onu? Sonuçta, sana dünyanın
yeni bir yüze büründüğünü söyledim. Üzerine yeni bir örtü serildi. Bil­
memen ne tuhaf!
“Eski tanrılar yenilendi. Tek Tanrı öldü. Evet, gerçekten öldü. Çoğa
dağıldı ve böylece dünya bir gecede varsıllaştı. Bireysel ruha da bir şey
oldu; anlatmaya değer mi ki! Yine deböylece insan dabir gecedevarsıl­
laştı. Nasıl olur da bunları bilmezsin?
“Tek Tanrı iki oldu, çoğul oldu, birinin bedeni birçokTanrı’dan olu­
şuyor, diğeri tek, bedeni insanamagüneşten dahaparlakve dahagüçlü.
“Sana ruh üzerine ne anlatayım? Çoğul olduğunufark etmedin mi?
En yakın oldu o, enyakındaki, yakın, uzak, dahauzak, enuzak, yine de
tek, eskisi gibi. Önce kendini yılan ve kuşa ayırdı, sonra ana ve baba­
ya, sonra da İlyas ve Salome’ye. Nasılsın, iyi adam? Bu seni rahatsız mı
ediyor? Evet, benden şimdiden çok uzaklara ayrıldığını fark ediyor ol­
malısın. Öyleki artıkseni ruhumunbir parçası olarakdüşünemiyorum
çünkü eğer ruhuma ait olsaydın olanları bilmen gerekirdi. İşte bu yüz­
den seni ve Salome’yi ruhumdan ayırmamve iblislerin arasına koymam
gerekiyor. Siz ilksel olan ve hep var olan eskiye bağlısınız, bu yüzden
de yalnızca geçmiş ve geleceği biliyorsunuz, insanların varlığını değil.
“Yine de çağrıma gelmeniz iyi oldu. Olanda yer alın çünkü böyle
olması gerekiyordu ki siz de onun bir parçası olabilesiniz.”
İlyas birdenbire söze girdi: “Bu çoğulluktan hoşlanmadım. Düşün­
mesi kolay değil.”
Salomede“Yalnızcayalınhazverir. Onudüşünmekgerekmez,” dedi.
Bense, “İlyas, bunu düşünmen hiç de gerekmiyor. Bu düşünülecek
değil, görülecek bir şey. Bir resim,” dedim.
Salome'ye de “Salome yalnızcayalının hazverdiği doğrudeğil; hat­
ta zamanla sıkıcı oluyor. Aslında çoğul çekicidir,” dedim.
Salome ise İlyas'a döndü ve şöyle dedi: “Baba, bana öyle geliyor ki
insanlar bizi geride bıraktı. Doğru söylüyor, çoğul daha çok haz veri­
yor. Tek çok basit ve hep aym.”M 9
İlyas üzülmüş gibiydi ve şöyle dedi: “Peki bu durumdateke ne ola­
cak? Çoğunyanında tekhâlâ var mı?”
“Bu senin eski ve kökleşmiş yanlışın, birin çoğulu dışlaması. Oysa
birçok bireysel şey var. Bireysellerin çoğulluğu bedeninden birçok
Tanrı’nın çıktığı tek çoğul Tanrı’dır ama tekin eşsizliği diğer Tanrı’dır
ve onun bedeni de insandır ama tini dünya kadar geniştir,” dedim.
İlyas başını salladı ve şöyle dedi: “Bu yeni bir şey, oğul. Yeni iyi
mi? Eskiden olan iyi ve eskiden olan olacak. Doğru bu değil mi? Hiç
yeni bir şey oldu mu? Senin yeni dediğin şey hiç iyi oldu mu? Her
şeye yeni bir adverdiğinde her şeyaynıkalır. Yeni bir şeyyoktur, yeni
bir şey olamaz; o zaman ileriye nasıl bakarım? Geçmişe bakıyorumve
bir aynaya bakar gibi geleceği görüyorum. Olan yeni bir şey görmü­
yorum, her şey öncesiz zamandan beri olanın yeniden belirmesinden
başka bir şey değil.15oVarlığın nedir? Bir görünüş, fırlayan bir ışık;
yarın artık doğru olmayacak. Gitmiş olacak, hiç var olmamış gibi. Gel,
Salome, gidelim. İnsanların dünyası insanı yanıltıyor.”
Salome ise ardınabaktı ve giderken bana şöyle fısıldadı: “Varlık ve
çoğulluk beni çekiyor, yeni ve sonrasız doğru olmasa bile.”
Böylece karanlık gecede gözden yittiler ve ben de varlığımın gös­
terdiği yüke geri döndüm. Bana ödev gibi görünen her şeyi doğru
yapmaya ve kendim için gerekli görünen her yola çıkmaya çalıştım.
Oysa bilmediğim bir nedenle düşlerim güçleşti ve kaygıyla doldu. Bir
gecebirdenbire ruhumgeldi bana, telaşlı gibiydi ve şöyle dedi:‘5‘ “Dinle
149. Konuşmanın bundan sonrası Kara Kitap 6’dayok.
150. Yukarıda bkz. dipnot 261, s. 343.
151. 31 Mayıs 1916.
beni: Büyük bir ıstırap içindeyim, karanlıkrahimdeki oğul beni kuşatı­
yor. İşte bu yüzden düşlerin güçleşti, derinliklerin ızdırabını, ruhunun
acısını ve tanrıların çektiklerini hissediyorsun.’
“Yardımım olur mu?” diye sordum, “Yoksa bir insanın tanrılara
aracılık etmeye kalkışması aşırılık mı? Kendini bilmezlik mi bu, yoksa
insanların kefareti tanrısal bir aracı tarafından ödendikten sonra, bir
insan tanrıların kefaretini ödeyebilir mi?”
“Doğru söylüyorsun.’ dedi ruhum, “Tanrıların bir insan aracıya ve
kurtarıcıya gereksinimi var. Böylece insan geçişin ve tanrısallığın yolu­
nu açacak. Sana korkulu bir düş verdimki yüzün tanrılara dönsün. Iz-
dırabının sana ulaşmasını sağladımki acı çeken tanrıları anımsayasın.
İnsanlar için çok şey yapıyorsun çünkü onlar senin dünyanın efendisi.
Gerçekte insanlaratanrılar yoluyla yardımedebilirsin, doğrudan değil.
Tanrıların yanan azabını dindir.”
“Söyle o zaman, nereden başlayayım?” diye sordum, “Kendi aza­
bımı ve onların azabını aynı anda hissediyorum, yine de benim değil,
hemgerçek hemgerçekdışı.’
“İşte bu; ayrılma işte burada başlamalı.’ diye yanıtladı ruhum.
“Peki, amanasıl? Aklımbeni yanıltıyor. Nasıl olduğunusenbilmelisin.”
“Aklın çabuk yanılıyor.’ dedi tersleyerek, “yine de tanrıların senin
insan aklına gereksinimi var.’
“Benimde tanrıların aklına.’ dedimve ekledim, “bu yüzden de ka­
raya oturuyoruz.’
“Hayır, çok sabırsızsın; yalnızca sabırlı karşılaştırma bir çözüm su­
nar, bir tarafın aceleyle bir karara varması değil. Çalışma ister bu.’
“Tanrılar neden acı çekiyor.’ diye sordum.
“Onları azap içinde bıraktığın için ve o zamandan beri acı çekiyor­
lar.’ dedi.
“Hak ettiler de.’ diye haykırdım, “yeter insanlara işkence ettikleri.
Şimdi biraz da onlar baksın bunun tadına.’
“Peki, ya bu işkence sana da ulaşırsa?” diye sordu, “Ozaman eline
ne geçmiş olacak? Bütünacıyı tanrılarabırakamazsın, yoksa seni de çe­
kerler kendi işkencelerine. Sonuçta bunu yapacakgüçleri var. Kuşkusuz
insanların da zekâları yoluyla tanrılar üzerinde büyük bir güce sahip
olduğunu kabul etmeliyim.’
“Tanrıların azabının bana ulaştığını görüyorum,” dedim, “işte bu
yüzden tanrılara boyun eğmem gerektiğini de görüyorum. Nedir is­
tedikleri?”
“İtaat istiyorlar” dedi.
“Öyle olsun ama isteklerinden korkuyorum,” dedim, “o yüzden de
diyorumki: Yapabileceğimiyapmakistiyorum. Tanrılarabırakmamge­
rekenazabı hiçbir şekilde üstlenmeyeceğim. İsabile onu izleyenleri ezi­
yetten kurtarmamış, tersinebiriktirmişti. Koşulları ben belirleyeceğim.
Tanrılar da bunutanımalı ve isteklerini buna göreyöneltmeli. Artık ko­
şulsuz boyun eğme yok çünkü insan tanrıların kölesi değil artık. Tan­
rıların önünde onuru var. Tanrıların bile onsuz yapamayacağı bir uzuv
oldu. Artık tanrılara yol vermek yok. Öyleyse duyulsun istekleri. Gerisi
karşılaştırma ile hallolacak ki her biri kendine uygun parçayı alsın.”
Ruhumşöyle yanıtladı: “Tanrılar onlar için istediğini değil, bildiği­
ni yapmanı istiyor.’
“Ben de öyle düşünmüştüm,’ dedim, “elbette tanrıların istediği bu-
dur. Peki, tanrılar da benimistediğimi yapıyor mu? Emeğimin meyve­
lerini istiyorum. Tanrılar benim için ne yapıyor? Hedeflerine ulaşmak
istiyorlar, peki ya benimhedeflerim?”
Bu söylediğim ruhumu çileden çıkardı: “Karşı koyuşun, başkaldı-
rışın inanılacak gibi değil. Tanrıların güçlü olduğu gerçeğini aklından
çıkarma.”
“Biliyorum,’ dedim, “yine de artık koşulsuz boyun eğme yok. Güç­
lerini ne zaman benim için kullanacaklar? Benim gücümü de onların
hizmetine sunmamı istiyorlar. Bunun karşılığında ne veriyorlar? Çek­
tikleri ıstırap mı? İnsanlar azap çekti ve tanrılar yine de doymadı, do-
yumsuzluklarıyla yeni eziyetler uydurdular. İnsanı öyle körleştirdiler ki
tanrıların olmadığına, yalnızca tek bir Tanrı olduğuna, onun da seven
bir baba olduğuna inanmaya başladı, öyle ki bugün tanrılarla mücade
edene deli gözüyle bakılıyor. Böylece onları tanıyanlar içinde buutancı
hazırladılar güce duyulan sınırsız açgözlülükle çünkü körü yönlendir­
mekzordur. Onlar köleleri bile yoldan çıkarırlar.’
“Tanrılara boyun eğmek istemiyor musun?” diye haykırdı ruhum
şaşkınlık içinde.
“Bunun artık gereğinden fazla sürdüğüne inanıyorum,’ dedim,
“çünkü tanrılar doyumsuz, o kadar çokkurbanaldılar ki körleşmiş in­
sanlığın sunaklarından kanlar akıyor. Oysa yokluk yaratır hoşnutluğu,
bolluk değil. İnsanlardan yokluğu öğrensinler. Kim benim için bir şey
yapıyor? İşte sormamgereken sorubudur. Kesinlikle tanrıların yapma­
sı gereken bir şeyi ben yapmayacağım. Tanrılara bu önerim hakkında
ne düşündüklerini sor.”
Bunun üzerine ruhum kendini ikiye ayırdı. Kuş olup yüksekteki
tanrılara uçtu ve yılan olan aşağılardaki tanrılara gitti sürünerek. Kısa
bir süre sonra döndü ve endişeyle, “Boyun eğmek istememen tanrıları
çok öfkelendirdi.’ dedi.
“Bu beni pek de rahatsız etmiyor;’ dedim, “Tanrıları yatıştırmak
için elimden geleni yaptım. Şimdi onlar paylarına düşeni yapsınlar.
Söyle onlara. Ben bekleyebilirim. Kimsenin bana ne yapacağımı söy­
lemesine izin vermeyeceğim. Tanrılar karşılığında bir hizmet bulabi­
lirler. Gidebilirsin. Yarın tanrıların kararını bana bildirmen için sana
sesleneceğim.’
Ruhumayrılırken büyük bir şaşkınlık ve telaş içindeydi çünkü o da
tanrılar ve iblisler ırkından geliyordu ve beni onlara döndürmeye çalış­
mıştı hep. Tıpkı insanlığımın beni kabileye ait olduğum ve ona hizmet
etmemgerektiği konusundaiknaetmeye çalışması gibi. Uyurken ruhum
yine geldi ve zekice beni boynuzlu bir şeytan olarak resmederek yılgıya
kapılmamve kendimden kor^nam için uğraştı. Ertesi gece ise ruhuma
seslendimve ona şöyle dedim: “Oyununu anladım. Bunun hiçbir yararı
yok. Beni korkutamıyorsun. Şimdi konuş ve getirdiğin haberi ver!”
Şöyle dedi: “Tanrılar teslim oldu. Yasanın yükümlülüğünü çiğne­
din. Bu yüzden seni şeytan olarak resmettimçünkü tanrılar arasında
yükümlülüğe boyun eğmeyen yalnızca odur. Sonrasız yasaya baş kal­
dırdı o ve bu yaptığı sayesinde istisnalar getirildi. İşte bu yüzden artık
yapmak zorunlu değil. Şeytan bu açıdan yararlıdır. Yine de tanrılara
danışmadan olmamalı. Bu yoldan çıkış gereklidir, yoksa şeytana karşın
onların avı olursun.’
Burada ruh kulağıma yaklaştı ve fısıldadı: “Tanrılar kimi zaman
görmezden gelmekten de memnun çünkü sonrasız yasanın istisnası ol­
mazsabunun yaşama zararvereceğini biliyorlar. İşte buyüzden şeytanı
hoşgörüyorlar.”
Sonra da sesini yükseltip bağırdı: “Tanrılar sana acıdı ve kurba­
nını kabul etti.”
Böylece şeytan esaret altında kaynaşmadan arınmama yardım etti
ve tek-yanlılık acısı yüreğimi dağladı, koparılmanın açtığı yara tutuş­
turdu beni.
{15} 152Sıcak bir yaz gününün öğle saatleriydi. Bahçemde yürüyüş
yapıyordum; ulu ağaçların gölgeliğine ulaştığımda ıtırlı otlar arasında
dolaşan OIAHMON’arastladım. Ben onayaklaşmaküzereyken diğer yan­
dan bir mavi gölge153geldi ve OIAHMONonu görünce şöyle dedi: “Seni
bahçede buluyorum, sevgili. Dünyanıngünahları yüzünügüzelleştirmiş.
“Dünyanın acıları duruşunu düzeltmiş.
“Gerçek bir kralsın.
“Kıpkırmızı kanın.
“Erminin kutup soğuğundan gelen kar.
“Başındaki taç güneşin göksel bedeni.
“Bahçeye Hoş geldin, efendim, sevdiceğim, kardeşim!”
Gölge yanıt verdi: “Ey Simon Magus ya da her ne olursa adın, sen
mi benimbahçemdesin, yoksa ben mi senin bahçendeyim?”^
OIAHMONşöylededi: “Sen, efendim, benimbahçemdesin. Helena -ya
da onu nasıl adlandırmak istiyorsan- ile hizmetindeyiz. Bizimle konak­
layabilirsin. Simon ve Helena OIAHMONve Baukis oldu ve işte tanrıları
ağırlıyoruz. Korkunç solucanına konukseverlik gösterdik. Şimdi sengel­
diğine göre seni debuyurediyoruz. Çevrendeki bizimbahçemizdir.”^
ı 52. 1 Haziran 1916.
153. Kara Kitap6’da gölge İsa olarak tanımlanıyor (s. 85).
154. Simon Magus (birinci yüzyıl) bir büyücüydü. Elçilerin İşlerinde (8:9-24) Hristiyan
olduktan sonra Petrus ve Yuhannadan Kutsal Ruh’u aktarma gücünü parayla satın
almak ister (Jung bu hikâyeyi bir karikatür olarak değerlendirir). Doğruluğu şüpheli
Petrus’un İşleri ve Kilise kurucularının yazılarında da ondan söz edilir. Gnostisizm’in
kurucularından biri olarak görülmüştür ve ikinci yüzyılda bir Simon tarikatı
kurulmuştur. Sur şehrinde bir gelenevde bulduğu ve Truvalı Helen’in reenkarnasyonu
olan bir kadının seyahat ederken hep yanında olduğu söylenir. Jung bunu anima
figürüne bir örnek olarak gösterir (“Ruh ve yeryüzü.’ te 10, §75). Simon Magus için
bkz. Gilles Quispel, Gnosis als Weltreligion (Zürih: Origo Verlag, 1951), s. 51-70, ve G.
R. S. Mead, Simon Magus: An Essay on the Founder of Simonianism Based on the Ancient
Sources with a Reevaluation of His philosophy and Teachings (Londra: The Theosophical
Publishing House, ı892).
155. Jung Antlarda şöyle diyor: “Böyle bir düşte gezgin sıksıkyanında genç birkızolan
yaşlı bir adamla karşılaşır ve bu tip çiftlerin örneklerine birçok söylencesel öyküde
rastlanabilir. Dolayısıyla, Gnostik geleneğe göre, genelevden çıkardığı genç bir kız
seyahat ederken hep Simon Magus’un yanında olmuştur. Adı Helen'di ve Truvalı Helen’in
reenkarnasyonu olduğu söyleniyordu. Klingsor ve Kundry, Lao-tzu ve dans eden kız da
benzer şekilde bu kategoriye girer,” (s. 206).
Gölge ise şöyle yanıtladı: “Bu bahçe benim değil mi? Göklerin ve
tinlerin dünyası benimdeğil mi?”
<DIAHMON şöyle dedi: “insanların dünyasındasın, efendim. İnsanlar
değişti. Artık köle değiller, tanrıların dolandırıcısı değiller artık, sizin
adınıza yas tutmuyorlar ama tanrılara konukseverliklerini sunuyorlar.
Doğan tanrısal olduğu sürece kardeşin, insan olduğu sürece baban156
olarak bellediğin korkunç solucan^ senden önce geldi. O sana çölde
akıllıca öğütler verdiğinde kovdun onu. Öğüdünü aldın ama solucanı
kovdun: O bizimyanımızda yer buldu kendine ama o neredeyse sen
de orada olacaksın.158 Simon olduğumzamanlarda büyüye başvurarak
kaçmaya çalıştım ondan ve böylece senden kaçtım. Şimdi solucana
bahçemde yer verdiğimiçin geliyorsun sen de.”
Gölge yanıtladı: “Oynadığın oyuna mı aldanıyorum? Gizlice yaka­
ladın mı beni? Aldatma ve yalanlar olmadı mı hep senin tarzın?”
<DIAHMON ise şöyle dedi: “Senin doğanın dayılandan olduğunu ka­
bul et ey efendi ve sevgili. 159Bir yılan gibi ağaçtayetiştirilmedin mi? Yı­
lanın derisini yanına bırakması gibi sen de bedenini yanına koymadın
mı? Yılan gibi sen de sağaltıcı sanatlara yönelmedin mi? Yükselmeden
önce sen de Cehennem’e gitmedin mi? Orada dipsiz derinliklere kapa­
tılmış kardeşini görmedin mi?”^0
Ozaman gölge şöyle dedi: “Doğru söylüyorsun. Söylediklerin yalan
değil. Yine de sana ne getirdiğimi biliyor musun?”
“Onu bilmiyorum,” dedi <DIAHMON, “bildiğim bir şey varsa o da
yılanı konukedeninkardeşine de gereksinimduyduğudur. Bana ne ge­
tirdin, güzel konuğum? Solucanın armağanları ağıt ve nefretti. Senbize
ne vereceksin?”
Şöyle yanıtladı gölge: “Sana acı çekmenin güzelliğini getiriyorum.
Solucanı konuk edenin gereksinimduyduğu budur.”

156. Kara Kitap 6'da bu cümle: “Çölde sana o baştan çıkartıcı sesiyle öğüt verdiğinde
başından savdığın kardeşin senden önce geldi, Ey Efendi, korkunç solucan” (s. 86).
157. Yani şeytan.
158. Kara Kitap 6 şöyle devam ediyor: “Senin ölümsüz kardeşin olduğu için” (s. 86).
159. Jung Aion’da (1952, t e 9, 2, §§369, 385, and 390) yılanı İsa’nın alegorisi olarak
yorumluyor.
160. Yukarıda bkz. s. 13 -7.
Sonsöz

Bu kitap üzerinde 16 yıl çalıştım. 1930 yılında simya ile tanışmam


beni ondan uzaklaştırdı. Wilhelm’in bana bir simya metni olan “Altın
Çiçek”i göndermesi sonun başlangıcı oldu. Orada bu kitabın içindeki­
ler aslını buluyordu ve artıkkitap üzerinde çalışmamolanaksızdı. Yü­
zeysel bakanlar kitabı delilik olarak görecektir. Özgün deneyimlerin
ezici gücünü özümseyemeseydim gerçekten de öyle olacaktı. Simya­
nın yardımıyla sonunda bir bütün haline getirebildim. Bu deneyim­
lerde değerli bir şeyler olduğunu hep biliyordum, işte bu yüzden de
“değerli,” yani bedeli yüksek bir kitapta topladımve bunların hepsini
özgür bırakmamla ortaya çıkan resimleri yaptım; elimden geldiğince.
Bu girişimin korkunç derecede yetersiz olduğunu biliyordumama ça­
lışmanın yoğunluğuna ve dikkat dağıtıcı birçok şeye karşın ona sadık
kaldım, başka bir ! olasılık olsa bile asla...

161. Liber Novus elyazması ciltte sayfa 190. Transkripsiyon sayfa 189'da bir cümlenin
ortasında birdenbire kesiliyor ve bir sonraki sayfada Jung’un kendi el yazısıyla yazdığı bu
sonsöz bulunuyor. Bu sonsöz de ortasında birdenbire kesiliyor.
482

Ek A

M a n d a la eskiz 1. B u d izideki ilk çizim olabilir, tarihi 2 A ğu sto s 1 9 1 7 .


İm ge 80 b u eskize dayan ıyor. İm gen in üst bö lü m ü n d eki yazı “ [P h a­
nes]” (bkz. d ip n o t 2 1 1 , s. 3 0 9 -3 10 ). A lt b ö lü m d eki yazı “ Stoffw echsel in
In d ivid u u m ” (bireydeki m etabolizm a) (19 ,4 cm x 14 ,3 cm ).
M a n d a la eskiz 2. M a n d ala eskiz I'in tersyü z ed ilm iş h ali ( 19 ,4 c m x
14 ,3 cm ).
Mandala eskiz7. Tarihi 11 Eylül i9i7veİmge 94bueskize dayanıyor.
(12,1 cmx 15,2 cm)
K a ra K ita p 7 s. 12 4 b ’d eki şeh ir planı. “ L iv e rp o o l” d ü şü n ü n sahnesini
betim liyo r. İm ge 15 9 bu eskize d a y a n ıy o r v e düşü m an d alaya b ağlıyo r.
Soldan b aşlayarak im ged ek i m etinler: “ İsv iç re li’n in k o n u tu ;” y u k a rı­
da, “ E vler;” aşağıd a “ E vler,” “ A d a ;” (aşağıd a) “ G ö l,” “ A ğaç,” “ S o k ak ­
la r,” “ E v le r,” ( 1 3 ,3 cm x 1 9 ,1 cm ).
K a r a K ita p 5 s. 1 6 9 ’d a k i “ S y ste m a M u n d ito tiu s ” e sk iz i (a y rıc a bkz.
E k C, s. 508) (2 2 ,9 cm x 17 ,8 cm ).
A = Anthropos Man / Anthropos. İnsan
A = Humaıı soul / İnsan ruhu
= Serpent = Earthly soul / Yılan = Dünyevi ruh
= Bird / Kuş = Göksel ruh
= Heavenly mother / Göksel anne
fJ = Phallus (Devil) / Fallus (Şeytan)
= Angel / Melek
1/ = Devil / Şeytan
= Heavenly world / Göksel dünya

^ = Earth, Mother of the Devil / Yeryüzü, şeytanın annesi


O = Sun, Eye of the Pleroma / Güneş, Pleroma’nmGözü
£ = Moon, Eye of the Pleroma / Ay, Pleroma’nmGözü
[Moon sighted] / [Ay görünümlü]
[Sun looking] / [Güneşe bakan]
Moon = Satan / Ay = Şeytan
Sun = God / Güneş = Tanrı

t
^ c = God of the Frogs = Abraxas
Kurbağaların Tanrısı = Abraksas
O = The Fullness / Doluluk
• = The Emptiness / Boşluk
J = Flame, Fire / Alev, Ateş
lı Love
> = Eros,
1 a daiınon / Sevgisayısız
Tanrılar, = Eros, bir iblis
yıldızlar
= Gods, stars without numbers /
Orta noktayine Pleroma. Bununiçindeki Tanrı Abraksas, onubir iblisler
dünyası çevreliyor ve yine bir ortanoktadainsanlık, başlangıç ve sonvar.
Liber Secundus’un ilk sayfa eskizi (bkz. s. 1). (38,7 cmx 27,3 cm). El
yazısı metin bir Babil söylencesi ve Jung Libidonun Dönüşümleri ve
Simgelerinde (1912, t e B, §383) Hugo Gressman (ed.), Altorienta-
lische Texte und Bilder zum Alten Testamente, cilt I (Tübingen: J.
Mohr, 1909), s. 4’ten alıntı yapmış. Metinde şöyle diyor: “Her şeye
biçim veren Ana Huber / sivri dişleri olan dev bir yılan yüklenince
karşı konulmaz bir silah verdi / her bakımdan amansız. Bedenini ze­
hirle değil, kanla doldurdu / ve kızgın dev semenderleri doğurgan­
lıkla doldurdu. Korkutucu bir parlaklıkla ışıldamalarını sağladı / ve
onları yükseltti. Onları gören dehşete kapılacaktı güçsüz düşecekti /
bedenleri onlar kaçamadan.”
System a M u n dito tiu s. (30 cm x 34 cm ). System e M u n d itotiu s 19 5 5
y ılın d a E ran o s k o n feran sları için çıkarılan D u ’n u n özel b ir sayısında
isim siz olarak yayım lan dı. Jung, W alter C o rti’ye yazd ığı ı ı Şubat 19 5 5
tarihli m ektupta adının gö rü lm esin i istem ediğini açıkça belirtm işti.
A y rıc a şöyle d iyord u: “ B ü y ü k evrenin ve b un un zıtlıkları içinde k ü çü k
evrenin zıtlıklarını betim liyor. E n y u k arıd a kanatlı yu m u rtan ın içinde
genç b ir erkek ç o cu k figü rü var. B u E rikapaios y a da Phanes olarak
adlandırılır ve böylece O rfeus tanrılarının tinsel figürlerin i anım satır.
O nun derinliklerd eki k a ra n lık antitezi b urad a A b ra k sa s o la rak resm e­
d iliy o r. O da dom inus m u n d iy i, fiziksel d ü n y a n ın efen d isin i tem sil
eder ve k ararsız bir d oğası olan bir d ü n ya-yaratıcıd ır. Y aşam ağacının
on dan filiz verd iğ in i ve vita (yaşam ) olarak ad landırıldığını, aynı za­
m an da üst b ö lüm d eki k arşılığın d ak i y e d i dallı şam dan b içim in d ek i ışık
ağacının ignis (ateş) ve Eros (sevgi) olarak adlandırıldığını görüyoruz.
Işığı tanrısal çocuğun tinsel dünyasını işaret ediyor. Sanat ve bilim de
bu tinsel âleme aittir ve sanat kanatlı bir yılan, bilimde (delikler açma
uğraşısı olduğu için) kanatlı bir fare olarak resmedilmiş. Şamdan tin­
sel üç sayısının ilkesine dayanıyor (ortada büyük bir alev, iki yanda
üçer alev). Buna karşılık Abraksas’ın daha aşağı dünyasını, doğal in­
sanın sayısı olan beş nitelendiriyor (yıldızındaki beşer çift ışık). Doğal
dünyanın eşlik eden hayvanları şeytansı bir canavar ve bir larva. Bu
ölümü ve yeniden doğumu gösteriyor. Mandala ayrıca yatay olarak da
bölünüyor. Solda bedeni ya da kanı gösteren bir çember görüyoruz ve
bundan da üretici ilke olarak fallusun çevresine dolanan yılan çıkıyor.
Yılan koyu ve açık, bu da dünyanın karanlık âlemini, ayı ve boşluğu
gösteriyor (bu yüzden de Satanas olarak adlandırılıyor). Varsıl dolulu­
ğun aydınlık alemi sağda, burada aydınlık çemberdenfrigus sive amor
dei [soğukya da Tanrı’nın sevgisi] Kutsal Ruh’un kuşu kanatlanıyor ve
bilgelik (Sophia) çift yönlü beherden sağa ve sola dökülüyor. Bu küre
içinde büyük evren yineleniyor ancak üst ve alt satıhlar bir aynada gö­
rülür gibi tersine çevrilmiş. Bu yinelemeler eniçteki çekirdeğe, asıl kü­
çük evrene ulaşılana dek gittikçe küçülen, sayıda sonsuz yinelemeler
olarak düşünülmeli. © The Foundation of the Works of C. G. Jung,
Foundation ve Robert Hinshaw’ın izniyle basılmıştır.
Ek B
Yorum lar
s. 86— 89'

Yaş
Erkek
Yaşam-tipin kutupluluğu

Bu imgeyi zorlayıp bir ifadeye çevirmek zor. Yine de o kadar alegorik


ki konuşulması gerekiyor. Yaşanmış olmaktan çok tanık olunması bakı­
mından önceki deneyimlerimden ayrılıyor. Bu nedenle “Gizemoyunu”
başlığı altına aldığım bütün imgeler gerçek deneyimler olmaktan çok
alegoriktir. Kesinlikle bunların alegori olması gibi bir niyet söz konusu
değildir, deneyimi örtülü, hatta düşsel olarak betimlemek için bilinçli
bir şekilde tasarlanmadılar. Aslında birer görüm olarak ortaya çıktılar.
Ancak daha sonra Üzerlerinde yeniden çalıştığımda, diğer bölümlerde
resmedilen deneyimlerle karşılaştırılamayacaklarını giderek daha fazla
fark etmeye başladım. Öyle görülüyor ki bu imgeler kişileştirilmiş bi-
linçdışı düşüncelerin betimlemesidir. Bu da imgesel oluşlarından ge­
liyor. Ayrıca diğer deneyimlere göre üzerinde daha fazla düşünülmesi
ve daha fazla yorumlanması gerekiyordu, düşünerek onların hakkını
veremezdim çünkü onlar sadece deneyimdi. Oysa “Gizem oyunu'nun
imgeleri düşünme ve entelektüel anlayışa açık olan ilkeleri kişileştiriyor
ve alegorik oluşları da bu doğrultuda bu tip bir açıklama denemesini
gerektiriyor. Eylemkaranlıkbir dünyasal derinliktegeçiyorve bukuşku­
suz bilincin aydınlık uzamının ya da psişik görümalanının altındaki iç­
sel derinliklerin alegorikbir temsilidir. Böylesi derinliklere inmekzihin­
sel bakışı dışsal şeylerden çevirip içsel karanlık derinliklere odaklanmak
anlamına geliyor. Karanlığa bakmak daha önceki karanlık arka planı
bir dereceye kadar canlandırıyor. Karanlığa bakmak bilinçli bir beklen­
ti olmadan gerçekleştiği için cansız psişik arka plan içeriğinin bilinçli
ı. Düzeltilmiş Taslak'taki sayfaların numaraları. Yukarıda s. 15 3-16ı'ekarşılıkgeliyor.
varsayımlardan etkilenmeden ortaya çıkması olanağını doğuruyor. Bu
kurulum da insan tininde sürekli yinelenen bir imge. Yaşlı adamLogos
olarak adlandırılabilecek bir tinsel ilkeyi temsil ediyor, genç kız da Eros
olarak adlandırılabilecekbir tinsel olmayan duygu ilkesini.
Önceki deneyimler bilincin kavrayamadığı güçlü psişik hareketler
olduğunu göstermiştir. İki figür -yaşlı bilge ve genç kız- bilinci gafil
avlayıp görüm alanına adımatıyor ancak bu da bilincin üzerinde dur­
duğu söylencesel tinin karakteristik özelliği. Duygu, önsezi ve duyuş­
tan arınmış Nous, yani akıl da Logos’un soyundan gelir. Buna karşı­
lık Logos tüm bunlarla kaynaşmıştır. Yine de bu harmanın bir ürünü
değildir, yoksa daha alt bir animalistik psişik etkinlik olurdu. Logos
bu harmanın hâkimidir ve böylece ruhun dört temel etkinliği ilkesine
tâbi hale gelir. Bu anlayış, içgörü, öngörüş, yasamave bilgelikanlamına
gelen bağımsız bir biçim ilkesidir. Bu nedenle de eski bir peygamber
imgesi bu ilkeye uyan bir alegoridir çünkü peygamberlik tini tüm bu
nitelikleri kendi içinde birleştirir. Buna karşılık, Eros ruhun tümtemel
etkinliklerinin kaynaşmasını içeren bir ilkedir, bunlara hâkim olduğu
kadar, ancak amacı bütünüyle farklıdır. O biçim veren değil, biçimi
doldurandır; kaba akıtılanşaraptır; akıntınınyatağı veyönü değil, içine
akan coşkun sudur. Eros arzu, özlem, güç, bolluk, haz, acıdır. Logos
düzenleyen ve diretendir, Eros ise çözülme ve devinim. Bunlar birbi­
rini gerektiren karşıtlardan bir çift oluşturan iki temel psişik güçtür.
Yaşlı peygamber sürekliliğin, genç kız devinimin anlatımıdır. Ge­
nel insanlık tarihine aitolmaları kişisel olmayan özlerini gösterir; onlar
bir kişiye ait değildir, çokeskilerdenbuyana dünyadaki halkların tinsel
içeriği olmuşlardır. Herkestedirler ve dolayısıyla bu figürler düşünür­
lerin ve şairlerinçalışmalarında hepyenidenortaya çıkarlar.
Bu tip ilksel imgeler insan usu ve insan ruhu üzerinde gizli bir güce
sahiptir. Nerede ortaya çıkarlarsa orada gizemli, uzun zaman önce or­
tadan kalkmış ve önseziyle ağırlaşmış bir şeyi ortaya çıkarırlar. Titreyi­
şi her insanın göğsünde yankı bulan bir tele dokunurlar; bu ilksel im­
geler tüminsanlığa ait oldukları için herkeste bulunurlar.2Bugizli güç
2. Jung burada Faust ve Oedipus’taki ilksel imgeleri betimlemek için Libidonun
Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912, te B, §s6n) yer verdiği Jacob Burkbard’ın
metaforundan yararlanıyor.
büyü gibidir ve baştan çıkartıcı olduğu kadar yükselticidir. Tamamen
insan olanı ele geçirmesi bu ilksel imgelerin karakteristik özelliğidir
ve böylece bir güç insanı eline alır, adeta telaşlı bir kalabalığa kapılır
gider insan. İnsanın anlayışı ve duyguları buna karşı çıksa da böyle
olur. Bir insanın gücü içindeki tüm o insanların sesi karşısında ne­
dir ki? Kendinden geçer, ele geçirilir ve yanar kül olur. Hiçbir şey bu
etkiyi yılan kadar açık bir şekilde gösteremez. Yılan tehlikeli ve kötü
olan her şeyi simgeler, geceye ait olan, tekinsiz olan her şeyi, bilinçdı-
şı tinin karanlık ve bilinmeyen ilkeleri olarak işledikleri sürece hem
Logos'a hemde Eros'a katılır.
Ev sabit bir ikameti temsil eder ve bu da Logos ve Eros’un içimizde
sürekli olduğunu gösterir. Salome İlyas’ın kızı olarak temsil edilir ve
böylece birbirini izlemenin düzenini ifade eder. Peygamber onu ortaya
çıkarandır, o peygamberden çıkar. Peygamberin kızı olması Eros’un
Logos’a bağlı olduğunu gösterir. Bu ilksel imgenin kalıcılığı bu iliş­
kinin sık olduğunu gösterse de bu ilişki yine de genel bir geçerliliği
olmayan özel bir durumdur. Çünkü bunlar iki karşıt ilke olsaydı biri
diğerinden çıkamaz, ona bağımlı olurdu. O halde, öyle görülüyor ki
Salome Eros’un tam anlamıyla beden bulması değil, bir çeşididir. (Bu
varsayımsonradan doğrulanıyor.) Kör olması da aslında Eros’un aksak
bir alegorisi olduğunu gösteriyor. Eros kör değildir, Logos gibi o da ru­
hun bütün temel etkinliklerini düzenler. Körlük Salome’nin eksikliğini
ve bir öz nitelikten yoksun olduğunu gösterir. Bu eksikliği nedeniyle
de babasına bağlıdır.
Holün duvarlarındaki belirsiz ışıltılar fark edilmemiş bir şeyi, belki
de merak uyandıran, dikkat çeken değerli bir şeyi gösterir. Bu bakım­
dan, yaratıcı katılımimgenin daha da derinliklerinde dokunmuştur ve
böylece karanlık arka planın daha büyük bir canlandırmasını olanaklı
kılar. Dikkatin artması tümyönelimve amaçlarınyoğunlaştığı bir nes­
neninimgesini, çokeskilerdenberi görümler doğurmakiçin kullanılan
kristal imgesini ortaya çıkarır. Bakanın ilk başta kavrayamadığı bu fi­
gürler ruhta bir dereceye kadar daha derinlerde yatan karanlık süreç­
leri tetikler (örneğin kan görümü) ve algılanmaları için kristal gibi bir
yardımcıya gerekduyulur. Öteyandan, söylediğimiz gibi bu da yaratıcı
dikkatin daha güçlü yoğunlaşmasından başka bir şeyi ifade etmez.
Kendi içinde net ve tamolan peygamber figürünün ortaya çıkması
kör Salome’nin beklenmedik biçimi kadar ilgi uyandırmaz. İşte buyüz­
den de oluşturucu sürecin ilk olarak Eros sorununu işaret etmesi bek­
lenebilir. Dolayısıyla, ağaç ve yılan imgeleriyle birlikte, önce bir Havva
imgesi ortaya çıkar. Öyle görünüyor ki Salome figüründe zaten olduğu
gibi bu da baştan çıkartmayı anlatmaktadır. Baştan çıkartma Eros’un
yanına doğru daha fazla hareket doğurur. Bu da birçok serüvenli ola­
nağı beraberinde getirir ki gezgin Odysseus imgesi buna uygundur. Bu
imge serüven duygusunu uyarır ve serüveneçağırır; adetabakışı karan­
lık tutsaklıktan ve içindebağlı kaldığı derinliklerden kurtarma olasılığı­
nayeni bir kapı açılır. Böylece kırmızı çiçekli ağaçlarınerotikduygunun
gelişmesini, kuyuların sürekli bir kaynağı temsil ettiği güneşli bir bah­
çeye açılır görüm. Kuyunun serin suyu insanı sarhoş etmez ve Logos’u
işaret eder (Dolayısıyla Salome sonradan peygamberin derin “kuyula­
rından” söz eder). Bu da Eros’un gelişmesinin aynı zamanda bir bilgi
kaynağı anlamına geldiğini gösteriyor. Böylece İlyas konuşmaya başlar.
Kuşkusuz bunda Logos’un eli daha güçlüdür, çünkü İlyas kendi­
sinin ve kızının her zaman bir olduğunu söyler. Oysa Logos ve Eros
bir değil, ikidir. Bu durumda ise Logos Eros’u kör etmiş ve hâkimiyeti
altına almıştır. Oysa durum böyle ise o halde Eros’u Logos’un tahak­
kümünden kurtarmak gerekir ki yeniden görmeye başlayabilsin. İşte
bu yüzden Salome benden yardım ister çünkü Eros yardıma ihtiyaç
duyar ve öyle görünüyor ki bu imgeye bakabilmemin nedeni de kesin­
likle budur. Erkek ruhu kadının özünü daha fazla niteleyen Eros’tan
çok Logos’ayatkındır. Eros üzerinde Logos yoluyla kurulan tahakküm
Eros’un, körlüğünün yanı sıra, tamolarak, tuhaf bir şekilde çok da hoş
olmayan Salome figürüyle temsil edilmesini de açıklar. Salome kötü
nitelikleri ifade eder. Akla yalnızca kutsal olanın öldürülmesini değil,
aynı zamanda babanın ensest hazzını getirir. İlke her zaman bağımsız­
lıkonuru taşır. Bu onur ondan alındığında ise alçalır ve kötübir biçimi
benimser. Bastırma nedeniyle gelişimden yoksun kalan psişik etkinlik
ve niteliklerin yozlaştığını ve böylece kötü alışkanlıklara dönüştüğünü
biliyoruz. İyi oluşmuş bir etkinliğin yerini ya açık ya da gizli bir kusur
alır ve kişiliğin kendisiyle olan birliğinin kırılmasına neden olur. Bu da
ahlaksal acıyı ya da gerçek bir hastalığı gösterir. Bu acıdan kurtulmak
isteyenin önünde tek bir seçenek kalmıştır: Ruhunun bastırılmış par­
çasını kabul etmeli, aşağı yönünü, hattakusurlarını sevmelidir. Böylece
yozlaşmış olan yeniden gelişmeye başlayabilir.
Logos’un hüküm sürdüğü yerde düzen vardır ama süreklilik çok
fazladır. Bu çatışmanın olmadığı ve bu nedenle de gelişmenin olma­
dığı cennete benzer. Bu koşulda, bastırılan devinimyozlaşır ve değeri
kaybolur. Bukutsal olanın öldürülmesidir ve bunun nedeni Herod gibi
Logos’un da zayıflığı nedeniyle kutsal olanı koruyamamasıdır çünkü
kendini korumaktan başka bir şey gelmez elinden ve böylece Eros’un
yozlaşmasını başlatır. Bu gelişmesiz süreklilik koşulundan çıkmanın
tekyolu yönetici ilkeye uymamaktır. Cennet öyküsü kendini yineler ve
böylece yılan dolanarakağaca çıkar çünkü Adembaştan çıkarılmalıdır.
Her gelişme gelişmemiş olsa da gelişme yeteneği olandan geçer.
Gelişmemiş koşuldayken neredeyse değersizdir ama gelişimsorugula-
namaz en yüksek değeri temsil eder. Bu değerden vazgeçmek ya da en
azından görünüşte vazgeçmek gerekir ki gelişmemiş olana ulaşılabil­
sin. Oysa bu da belki de en iyi ve enyüksek başarımızı temsil eden ge­
lişmiş olanın tamzıttıdır. Bu nedenle de gelişmemiş olanı kabullenmek
adeta bir günahtır, bir yanlış adıma, yozlaşmaya, daha derin bir düzeye
alçalmaya benzer; oysa aslında varlığımızın, bu durumda çürümenin
merhametine kalmış, öteki yanı pahasına düzenli koşulda kalmaktan
daha yüce bir davranıştır.

s. 1 0 3 - 1 1 9 3

Eylemin sahnesi ilk imgedeki ile aynı yerdir. Krater göndermesi dün­
yanın daha da içine ulaşan geniş bir boşluk izlenimini arttırır; bu de­
rinlik edilgin değildir, şiddetli bir şekilde her türlü maddeyi püskürtür.
Eros enbaşta en ciddi sorunu teşkil ettiği için sahneye Salome çıkar. El
yordamıyla soladoğruilerler. Bu tipgörümsel imgelerde enufakayrın­
tılar bile önemli görünür. Sol meşumolan yandır. Bu da Eros’un bilin­
cin, bilinçli istenç ve bilinçli seçimin yanı olan sağadeğil, bilinçli isten­
ce daha az tâbi olan sola, kalbin olduğu yana meylettiğini akla getirir.
Yılanın da aynı yöne doğru hareket etmesi bu devinimi vurgular. Yılan
3. Bus. 156-164^karşılıkgeliyor.
büyülü gücü temsil eder ve aynı zamanda içimizde algılanmadan da
olsa yükselen hayvan dürtülerinde belirir. Bunlar Eros’un devinimine
bize büyülü gelen tekinsiz bir vurgu katar. Büyü etkisi, hayvan do­
ğasının karanlık içgüdüsel itkileri yoluyla düşünce ve duygularımızın
güçlenmesi ve vurgulanmasıdır.
Sola doğru olan bu devinimkördür, yani amacı ve yönelimi yok­
tur. Bu nedenle yol gösterilmesi gerekir ama bilinçli yönelim tarafın­
dan değil, Logos tarafından. İlyas Salome’yi geri çağırır. Körlük Salo­
me’nin ızdırabıdır ve bunun da iyileştirilmesi gerekir. Daha yakından
bakıldığında onakarşı önyargı kısmen de olsa geçerliliğini yitirir. Suç­
suz görünür ve belki de kötülüğükörlüğüne atfedilmelidir.
Logos Salome’yi geri çağırarak Eros üzerinde iktidarını gösterir.
Yılan da Logos’a itaat eder. Bu imgenin gücünü ve önemini vurgula­
mak için Logos ve Eros’la birlikte kalır. Bir çocuksuluk duygusunda
ifade bulan Ben’in güçlü bir şekilde hissedilen küçüklüğü ve önem­
sizliği Logos ile Eros’un birleştiği bu büyülü, güçlü manzaranın doğal
bir sonucudur.
Kör Eros’un peşinde sola yönelik devinim Logos’un müdahale­
si olmadan mümkün değilmiş gibi -ya da etkin olarak engellenmiş-
görünür. Logos’un bakış açısıyla, bir devinimi körü körüne izlemek
günahtır çünkü tek yönlüdür ve insanın her zaman bilincin en üst
derecesine ulaşmaya çabalaması gerektiğine yönelik yasaya aykırıdır.
İnsanlığı burada yatar. Öteki, hayvanlarla ortak yönüdür. İsa da şöyle
der: “Ne yaptığını biliyorsan kutlusun; ne yaptığını bilmiyorsan lanet­
lisin.’^ Sola dönükdevinimancakbilinçli, gören bir yönüvar olduğun­
da mümkündür ve ancak o zaman buna izin verilir. Böyle bir yönün
tanımlanması da Logos’un müdahalesi olmadan mümkün değildir.
Böyle bir kavramı yaratmanın ilk adımı devinimin hedefinin ya
da yöneliminin bilincine varmaktır. İşte bu yüzden sorar İlyas Ben’in
yönelimini. Ayrıca körlüğünü, yani yönelimini bilmediğini de kabul
etmesi gerekir. Tek fark edilebilecek şey bir özlemdir, ilk imgenin ya­
rattığı karışıklığı çözme isteğidir.
4. Bu Lukas 6:4e Codex Bezae’den yapılan doğruluğu şüpheli bir ekleme: “insan ne
yaptığını gerçekten biliyorsa ne mutlu ona; bilmiyorsa lanetlidir ve yasayı çiğnemiştir” K.
Elliot, ed., 7heApocryphalNew Testament, s. 68. Jung 1952’de bu alıntıya Eyyub'a Yanıtta
yer vermiştir (TE §696).
Bu tip bir bilinçlendirme Salome’de belirsiz bir mutluluk hissi ya­
ratır. Bu da anlaşılabilir bir şeydir çünkü bilinç içgörü demektir, yani
körlüğünün iyileşmesidir. Böylece Eros’un iyileşmesini sağlamayayö­
nelikbir adımatılmış olur.
Ben ilk başta aşağı konumunda kalır çünkü bilgisizliği sorununun
ilerleyen gelişimini araştırmasını engeller. Hangi yöne gideceğini de
bilemez çünkü bakışını hiçbir zaman psişik altyapısının derinliklerine
çevirmemiş, yalnızca göze görüneni görmüş, yalnızca bilincin güçleri­
ni ve etkin güçler olarak bilinci fark etmiş, iç itkilerini yarı bilinçli bir
şekilde yadsımıştır. Böyle bir Ben kendi derinlikleriyle karşılaştığında
ancak utanabilir. Bilinçli üst dünyaya olan inancı o kadar sağlam ol­
muştur ki benliğin derinliklerine gitmek onda bir suçluluk duygusu,
bilincin ideallerine ihanet ettiği hissi yaratır.
Öteyandan karışıklığı çözmeisteği kendi aşağılığındanduyduğutik­
sinmeden daha güçlü olduğu için Ben de Logos’un rehberliğine bırakır
kendini. Sorulan soruyuyanıtlayabilecek hiçbir şey görünürde olmadığı
için daha da büyük derinliklerin açılması gerekir besbelli. Bu da krista­
lin, yani bekleyiş içindeki dikkatin enüst düzeydeyoğunlaşması ile olur.
Kristalde belirecekilkimge çocuğuyla Tanrı’nın annesi olacaktır.
Kuşkusuz bu imge ilk imgedeki Havva görümü ile ilişkili ve buna
karşıttır. Nasıl Havva tensel baştan çıkarmayı ve tensel anneliği temsil
ediyorsa Tanrı’mn annesi de tensel bekareti ve tinsel anneliği temsil
eder. İlkyön Eros’un tene devinimi, sonraki de tine yönelmesi olacak­
tır. Havva tensel yanın ifadesidir, Meryem ise Eros’un tinsel yönünü
ifade eder. Ben yalnızca Havva’yı gördüğü sürece kördür. Farkındalı-
ğın çağırılması ise Eros’un tinsel görünüşünü getirir. İlk durumda Ben
bir serüven yolculuğunda Odysseus olmuştur ve bu yolculukyaşlanan
adamın anne kadın Penelope’ye dönmesi ile sonlanır.
İkinci durumda ise Ben Kilise’nin üzerindeyükseleceği seçilmiş taş
Petrus olarak betimlenir. Bağlama ve çözme gücünün simgesi olarak
anahtar bu düşünceyi destekler ve üç köşeli tacı ile Papa’nın Tanrı’nın
dünyadaki valisi olduğu imgesine çıkar.
Kuşkusuz devinimin tekyanlılığının gösterdiği gibi, Ben tinsel güce
yönelik bir devinimiçine girmiştir. Havva görümü yoldan çıkar ve se­
rüvenci Odysseus’a, Kirke’ye, Kalipso’ya döner. Öte yandan, Tanrı’nın
annesi görümü isteği tenden alıp tinin alçakgönüllü yüceltilişine çevi­
rir. Eros tende hata yapabilir ama tinde tenin ve tensel hatanın üzerine
çıkar. Dolayısıyla neredeyse algılanamadan tine dönüşür, sevgi görü­
nümüyle ten üzerindeki güç olur ve böylece tinsel güç sevginin örtüsü­
nü kaldırır; birincisi her ne kadar tini sevdiğine inansa da aslında teni
yönetir ve nekadar güçlenirse okadar azsever. Tini nekadar az severse
de o kadar tensel güç olur. Tin sevgisi, ten üzerindeki gücü dolayısıyla
da tinsel görünüme bürünmüş bir dünyevi güç-dürtüsü olur.
İsa acılarını yüklenerek üstesinden gelmişti dünyanın. Buda dün­
yevi acı ve zevki reddederekher ikisinin de üstesinden gelmişti. Böyle-
ce dönüşü olmayan bir koşul olan varlık olmayana girmişti. Buda teni
denetlemekten haz çıkarmayan daha da üstün bir tinsel güçtür çünkü
hemhazzın hem de acının ötesine geçmiştir. İsa’nın durumunda fet­
hedilmesi hâlâ sürekli ve daha büyük ölçüde çok büyük bir çaba ge­
rektiren haz Buda’yı terk etmiştir ve bir ateş gibi sarmıştır onu. O ise
bundan etkilenmez ve dokunulmazdır.
Oysa yaşayan Ben bu koşula yaklaşırsa tutkusu onu terk edebilir
ama yine de ölmeyecektir. Yoksa tutkumuz değil miyiz? Ve Ben’i terk
ettiğinde ne olur tutkuya? Ben yalnızca önde gözleri olan bilinçtir. Ar­
kasında olanı hiç görmez. Oysa önündeyken üstesinden geldiği tutku
oradayeniden gruplanır. Usun gözü rehber olmaz, insanlıkhafifletmez,
böylece ateş yıkıcı, kana susamış Kali’ye dönüşür, insanın yaşamını iç­
ten içe kemirir. Kurban töreninin mantrasında dendiği gibi: "Selam
sana ey Kali, dehşetli yönün üç gözlü Tanrıçası, boynunda insan kafa-
taslarından bir kolye olan. Bu kan seni onurlandırsın!” Eros’u muhte­
melen tine dönüştürecek olan bu son elbette Salome’yi dehşete düşür-
melidir çünkü ten olmazsa Eros var olamaz. Tenin aşağılığına direnen
Ben böylece bilinci bastırmaya çalışan her şeyi temsil eden, tine karşı
dişi ruhuna direnmiş olur. Böylece buyolda bir karşıtlıkta sonbulur. Bu
nedenle de Ben çatışmasını somutlaştıran figürlere bakmaktan döner.
Logos ve Eros, tinileten arasındaki çatışmanın statüsünden gelmiş­
ler gibi yeniden birleşirler. Çözümü biliyor gibi görünürler. İmgenin
başında Eros’tan başlayan sola doğru devinimşimdi Logos’tan başlar.
Körlükte başlayanı görengözlerletamamlamakiçin soladoğru hareket
etmeye başlar. Başta bu hareket karanlığın daha da artmasına neden
olur ve daha sonra kırmızımsı bir ışıkla biraz olsun aydınlanır. Kırmızı
renk Eros’u gösterir. Parlak bir ışık saçmasa da Eros en azından bir
şeyin fark edilmesini sağlar belki de sadece, Logos’un da yardımıyla
insanın bir şey fark edebilmesini sağlayacakbir durumyaratarak.
İlyas mermer aslana yaslanır. Soylu aslan gücü simgeler. Taş sarsıl-
mazlığını akla getirir ve böylece Logos’un gücünü ve sağlamlığını ifade
eder. Yine önce farkındalıkbaşlar ancakbukezdahaderindedir veçevre­
si yenilenmiştir. Burada Benküçükolma deneyimini daha dafazlayaşar
çünkü değerinin ve anlamının bilincinde olduğu bildiği dünyadan daha
da uzaklaşmıştır. Bu yeni çevrede ona anlamını anımsatacak hiçbir şey
yoktur. Bu yüzden de kendi sağduyusundan bu denli bütün sıyrılabilen
buötekiliğinaltındaezilir. Artan farkındalığın denetimini yine İlyas alır.
Kristal görümlerin gösterdiği gibi bilince iletilmesi gereken düşün­
cebir tinsel güç düşüncesidir, yani Benkendine peygamberlikatfetme­
ye ayartılır. Öte yandan bu düşünce öyle bir direnç hissiyle karşılaşır
ki kendini bilince kabul ettiremez. Bu yüzden de perdenin ardında
kalmıştır. Oysa Ben Eros'un peşinden körü körüne gidemediği için
bu kayba karşılık en azından tini değiş tokuş etmeye çalışmıştır; insan
hayatında bu ne çok görülür! Eros’ta olduğu gibi bu denli büyük bir
kaybın insanı en azından güç sahasında bunun yerine bir şey koyma
arayışına itmesi kaçınılmazdır. Bu o denli tekinsiz, kurnazcabir şekilde
olur ki Ben hileyi neredeyse fark edemez. Bu da kural olarak Ben’in
kendi gücünün sefasını neden süremediğini açıklıyor çünkü o gücün
sahibi değildir, güç-şeytan onun sahibidir. Bu durumda Ben'in şu ger­
çeği kavraması kolay olurdu: İlyas kendini böyle canlı bir gerçeklikle
dayatır ve kendi içinde değerli bir kişilik olarak bu figür üzerinde hak
iddia eder. Oysa farkındalık bu aldatmacadan daha erken davranır.
Açık bir şekilde sorumluluklarını üstlenme eğilimi olsa da yaşayan
figürlerin görünmesi kişisel alınmamalı. Gerçekte bu tip figürler ancak
ellerimize ya da ayaklarımıza ait oldukları kadar kişiliklerimize aittir.
Ellerinya da ayakların olması kişiliğin karakteristik özelliği değildir tek
başına: Karakteristik bir yönleri varsa o da bireysel karakterlerinden
ibarettir. Ohaldeyaşlı adamınve genç bakirenin İlyas ve Salome olarak
adlandırılması Ben’in karakteristiközelliğidir; Simon Magus ya da He-
lena olarak da adlandırılabilirlerdi pekâlâ. Oysa önemli olan bunların
Incil’den alınmış figürler olmasıdır. Daha sonradakanıtlandığı gibi bu
da şuanaait psişikkarmaşıklıkların tuhafyönlerinden biridir.
Çekici tinsel güç düşüncesinin farkında olmakEros sorusunu yeni­
den ön plana çıkarır ve bir kez daha yeni bir biçimde; hemHavva’nın
işaret ettiği hemde Meryem’in temsil ettiği olasılıkgeçerliliğini yitirir.
Böylece üçüncü olasılık, yani iki uç nokta olan tenve tindenuzakduran
evlat ilişkisi kalır geriye; İlyas baba, Salome kız, Ben de oğul ve erkek
kardeştir. Bu çözümHristiyanlık’taki Tanrı’da çocukluk düşüncesinin
karşılığıdır. Salome -Meryem olarak- tüyler ürpertici bir tuzakla he-
nüz-orada-olmayan anneninyerini doldurur. Bu da Ben üzerinde kar­
şılık bulan bir etki yaratır. Hristiyanlık’taki çözümde bulunan katarsiz
etkisi yadsınamaz; çünkü bütünüyle olası görünmektedir. Hepimizin
içinde bir çocuk var; hatta yaşlılarda bu canlı olan tek şeydir. İnsan
bitmek tükenmek bilmeyen tazeliğine ve bağlılığına dayanarak her an
çocuksuluğa sığınabilir. Her şey, en uğursuz şeyler bile çocuksuya ye­
niden tercüme edilerek zararsız kılınabilir.
Sonuçta bunu gündelik hayatımızda oldukça sık yapıyoruz. Hatta
bir tutkuyu çocuksuluğa döndürerek evcilleştirebiliyoruz ve belki de
tutkunun ateşi çocuksu bir yasa çok daha sık düşüyor. Öyleyse çocuk-
suluğun yeterli bir çare gibi görünmesinin birçok yolu var ve yüzlerce
mantra ve ilahi ile çocuksuluk düşüncesini içimize çakan Hristiyanlık
eğitiminin uzunvadeli etkileri debuna dahildir. Salome’nin Meryem’in
anneleri olduğunusöylemesi işte buyüzden daha da yıkıcı görünüyor.
Çocuksu çözümün gelişmesini engellediği için bu da hemen başka bir
düşünceyi doğuruyor: Meryem anne ise o halde benim İsa olmam da
kaçınılmazdır. Çocuksu çözümbütün çekinceleri ortadankaldıracaktı:
Salome artık bir tehdit olmayacaktı çünkü yalnızca küçük kız kardeş
olacaktı. İlyas ilgili baba olacaktı ve erdemi ve öngörüsü Ben’i çocuksu
güveni ile kendi başına bırakacaktı.
Oysa bu çözüm olarak kurulan çocukluğun talihsiz kusurudur;
bütün çocuklar büyümek ister. Çocuk olmak gelecekteki yetişkinliğe
ateşli bir tutkuve sabırsızlıkduymakdemektir. Eros’un tehlikelerinden
korkaran çocukluğa dönersek çocuk tinsel güce doğru büyümek ister.
Tinin tehlikelerindenkorkarakçocukluğakaçarsakda Eros’un gücünü
kendimize atfetmiş buluruz kendimizi.
Tinsel çocukluk durumu herkesin içinde kalamayacağı bir geçiş
oluşturur. Bu durumda Eros’un Ben’e çocuk olmanın olanaksızlığını
göstermesi usa dayanır. Çocukluk durumunu bırakmanın o kadar da
kötü olmadığı düşünülebilir ama bunu düşünenler sadece bu bırakma­
nın sonuçlarını kavrayamayanlardır. Denenmiş ve sınanmış bir yönde
bireysel yaşamı ve düşünceyi veren eski Hristiyan görüşlerinin ve bun­
ların sağladığı olasılıkların -birçoklarının çok kolay kabullendiği şekil­
de—yitirilmesi değil, vazgeçilenin Hristiyanlığın bakış açısını çok aşan
derin tutuma karşılık gelmesidir. İnsan Hristiyanlığın gereklerini uzun
zamandır yerine getirmiyorve nicedir buyitimden pişmanlıkduymuyor
olsa da sezgisel olarak özgün görüşler kendi başlarına hâlâ varmış gibi
davranmayı sürdürür. Vazgeçilen bir dünya-görüşününyerini yenisinin
alması gerektiği görülmez, özellikle de Hristiyanlığın bakış açısından
vazgeçmenin günlük ahlakı aşındırdığı açık olarak görülemez. Çocuk­
luktanvazgeçmekdemekbugüne dekgeçerli olan ahlakgörüşlerineduy­
gusal ya da alışkanlığadayalı bağlılığın artıkvar olmaması demektir.
Tüm özgür düşünceye karşın, Eros tutumumuz, örneğin, eski
Hristiyanlık görüşü olmayı sürdürür. Artık zamanımızın gelmesini
sorgulamadan ve kuşku duymadan huzur içinde bekleyemeyiz, yoksa
çocuklukta kalırız. Dogmatik görüşü yadsıdığımızda kurulu ve yer­
leşmiş olandan özgürleşmemiz yalnızca zihinsel olacaktır, oysa derin
duygularımız eski yolda kalır. Gel gör ki çoğu insan bunun onları
nasıl kendileri ile ters düşürdüğünü fark etmez. Oysa gelecek nesiller
bunu gittikçe daha çok fark edecektir. Yine de bunu görenler yeni­
lenmiş çocukluktan vazgeçmenin onları çağımızdan dışarı attığını ve
artık geleneksel yolu izleyemeyeceklerini dehşet içinde anlayacaktır.
Onlar ne yolu ne de sınırı olmayan bilinmeyen topraklara girer. Tüm
yerleşmiş izleri terk ettikleri için yönleri yoktur. Oysa pek azı bunu
fark eder çünkü çoğunluk yarımölçülerle yetinir ve tinsel durumları­
nın aptallığı onları rahatsız etmez. Yine de ılıklıkve gevşeklik herke­
sin hoşuna gitmez. Bazıları alışkanlığa dayalı davranışlarının belirgin
yollarından bütünüyle çekilmiş bir dünya görüşüne bağlanmak ye­
rine kendilerini ümitsizliğe bırakmayı yeğler. Ödlekliklerini baştan
aşağı sarsacak olsa bile yol iz olmayan, karanlık topraklara gidip ora­
da yok olma tehlikesini göze almayı tercih ederler.
Salome Meryem’in anneleri olduğunu söylediğinde -bu da Ben’in
İsaolduğuanlamına gelir- bunun anlamı kısacası Ben’in Hristiyan ço­
cukluk durumundan çıktığı ve İsa'nın yerini aldığıdır. Elbette Ben'in
böylece kendine aşırı bir önematfedeceğini düşünmekten daha saçma
bir şey olamaz; tam tersine kararlı bir şekilde daha aşağı bir konumu
benimser. Eskiden güçlü bir figürün peşinden giden kalabalığın bir
parçası olma avantajı vardı, şimdi ise bunu yalnızlık ve ümitsizlik­
le değiştirmiş, bu büyük insanın sıradışı niteliklerine sahip olmadan
İsa nasıl kendi dünyasındayabancı ve yalnızsa kendi dünyasında öyle
kılmıştır. Dünyayla zıtlaşmak için büyüklük gerekir ama Ben bunun
neredeyse gülünç zayıflığını yaşar. Bu da Salome’nin esinleri karşısında
duyduğu dehşeti açıklıyor.
Hristiyanlık bakış açısının ötesine adım atan her kimse, yine de
bunu kesin bir şekilde yapar, görünüşte dipsiz bir boşluğa, en büyük
yalnızlığa düşer ve gerçeği saklamasının da herhangi bir yolu yoktur.
Elbette insan kendini bunun o kadar da kötü olmadığına ikna etmeye
çalışır ama öyledir. Terk edilmişlik, bununla yüklendiğimiz yıldırıcı
ödev bir yana, insanın sürü içgüdüsü için olabilecek en kötü şeydir.
Yok etmek kolaydır, yeniden kurmak ise zor.
Böylece imge karşıt duran bir kasvet duygusuyla sonlanır ancakyı­
lan sessizceyananyüksekbir ateşi sarmalamıştır. Bu görüntü adanmış-
lığı ve bununla birlikte yılanın ifade ettiği büyüsel zorlamayı gösterir.
Böylece insanı huzursuz eden kuşku ve korku duygusunun karşısına
etkili bir benzeri çıkar, adetabiri şöyle demektedir: “Elbette Ben’in hu­
zursuzluk ve kuşkuyla dolu ama sönmeyen adanma ateşi içinde daha
güçlüyanıyor ve yazgının zorunluluğu daha güçlü.”

s. 127-1505
İkinci imgenin uzaklara erişen uyarıları Ben’in içine kuşkunun kao­
sunu sokar. Böylece daha büyük berraklığa ulaşmak için karmaşanın
üzerine çıkma isteği doğar ve imgede çıkıntı yapan dağ sırtı da bunu
ifade eder. Logos yol gösteriyor gibi görünür. Daha sonra da iki yıla­
nın ve gün ile gecenin ayrılmasının simgelediği iki karşıt imgesi gelir.
5. Bus. 165-i76"yakarşılıkgeliyor.
Gün ışığı iyiliği, karanlıkkötülüğü gösterir. Zorlayıcı güçler olarak her
ikisi de yılan figürünü benimsemiştir. Burada sonuçta büyükbir önem
atfedilen bir fikir gizlidir: Kara bir yılanla karşılaşan beyaz bir yılanla
karşılaşmaktan daha fazla şaşırmamalıdır. Renk korkuyu gidermez. Bu
da belki de iyiliğin içinde de kötülüktekine eşit oranda tehlikeli, büyü­
leyici bir gücün olduğunu akla getirir. Temelde iyi kendi içinde kötü­
lükten daha-az-tehlikeli olmayan bir ilke olarak görülmelidir. Sonuç
olarak, Ben her ne kadar iyiye kötüden daha fazla güvenebileceğine ya
da güvenmesi gerektiğine inansa da beyaz yılana da ancak kara yılan
kadar yaklaşmaya karar verebilir. Yine de Ben yarı yolda kök salmış,
sabitlenmiştirve iki ilke arasındaki mücadeleyi kendi içinde gözlemler.
Ben’in bu orta konumda kalması kötülüğün ilerlemesi anlamına
gelir çünkü iyiye koşulsuzteslimiyet ona zarar verir. Bu dakarayılanın
saldırısında ifade bulur ama Ben'in kötülüğe katılmaması iyiliğin zafe­
ridir. Karayılanda çıkan beyaz baş bunuifade eder.
Yılanın görünürden kaybolması iyi ile kötünün karşıtlığının etkisiz
hale geldiğini gösterir, yani yakın önemini yitirmiştir. Ben için bunun
anlamı da o ana dekkalıcı ahlakbakış açısınınkoşulsuzgücünden kur­
tulma ve bunun yerini karşıtlar çiftinden özgürleşmiş bir orta konu­
mun almasıdır. Bununlabirlikte, böylece neaçıklıkne de açıkbir görüş
kazanılmış olur çünkü yükselişin son noktasına çıkış devametmekte­
dir ve özlenen bakış açısını da bu getirebilir.
Ek C
Kara Kitap 5’ten alınan aşağıdaki parça Vaazlar’ın kozmolojisine giriş
niteliğindedir.

r6. I. R6.

Tanrı’nın gücükorkutucudur.
“Onu daha da fazla yaşayacaksın. İkinci çağdasın. İlk çağın üste­
sinden gelindi. Kurbağa Tanrı olarak adlandıracağın oğulun hakimi­
yetinin çağıdır bu. Bunu üçüncü çağ izleyecek, paylaştırma ve ahenkli
güç çağı.”
Ruhum, nereye gittin? Hayvanlara mı gittin?
Yukarıyı Aşağı ile bağlıyorum. Tanrı'yı hayvan ile bağlıyorum.
İçimde bir şey kısmen hayvan, bir şey kısmen Tanrı ve üçüncü par­
ça kısmen insan. Altında yılan, içinde insan ve üstünde Tanrı. Yılanın
ötesinde fallus geliyor, sonra yeryüzü, sonra ay ve en son da dış uzayın
soğukluğu ve boşluğu. Üzerinde güvercinya da göksel ruh geliyor, için­
de sevgi ve öngörüşbirleşmiş, nasıl ki zehir ve kurnazlıkyılanda birleş­
mişse. Kurnazlık şeytanın anlayışıdır, hep daha küçük şeyleri saptar ve
hiç beklemediğinyerlerde yarıklar bulur.
Yukarı ile Aşağı'nın birleşmesi yoluyla bağlanmamışsam üç parça­
ya ayrılırım: Yılan, onda ya da başka bir hayvan biçiminde gezinirim,
doğayı iblisçe yaşarım, korku ve özlem yaratırım. İnsan ruhu, daima
içindeyaşayan. Göksel ruh, tanrıların içinde, sana uzakve yabancı olan,
bir kuş biçiminde görünen. Bu üç parça da birbirinden bağımsızdır.
Ötemde göksel anne durur. Onun karşıtı fallustur. Onun annesi
yeryüzüdür, onun hedefi göksel annedir. Göksel anne göksel dünyanın
kızıdır. Karşıtı yeryüzüdür.
Tinsel güneş göksel anneyi aydınlatır. Onun karşıtı aydır. Nasıl ki
ay uzayın ölülüğüne geçitse tinsel güneş de Pleroma’ya, doluluğun üst
dünyasına geçittir. Nasıl ki Tanrı’nın doluluk gözü güneşse ay da Tan-
rı’nın boşluk gözüdür. Gördüğün ay simgedir, gördüğün güneş gibi.
Güneş ve ay, yani simgeleri, tanrılardır. Yine başka tanrılar da bulunur
ve onların simgeleri de gezegenlerdir.
G öksel anne tanrılar kadem esinde bir iblistir, göksel dünyada oturur.
T a n rılar lehte ve aleyhtedir, kişisel değildir, yıldızların ruhları, et­
kileri, güçleri, ruh ların b ü yü k babaları, göksel d ü n yad ak i yöneticiler,
hem u zayd a hem de kuvvette. N e tehlikeli ne de m üşfiktir, güçlü, am a
alçakgönüllü, P lerom a ve sonrasız boşluğun açıklam aları, sonrasız ni­
teliklerin biçim lenim leri.
S ay ıları sayılam ayacak k ad ar b ü yü k tü r ve yü ce tem ele ç ık a r ve orası
tüm n itelikleri kendin de b a rın d ırır ve ken d isi n iteliksizd ir, hiç ve her-
şey , in sa n ın tam çözülm esi, ölü m ve sonrasız hayat.
İn san prinsipium individuationis ile olur. Salt b irey se llik için ça­
balar ve bu yo ld a P le ro m a ’nın salt çö zü lü şü n ü gittikçe daha ço k y o ­
ğu n la ştırır sürekli. B öylece P le ro m a ’y ı en b ü y ü k g e rilim i b a rın d ıra n
n o k ta y a p a r ve k en d isi p a rla y a n b ir y ıld ız d ır, ölçü sü zce k ü çü k, tıpkı
P le ro m a ’n ın ölçüsüzce b ü y ü k olm ası gibi. P le ro m a ne denli y o ğ u n ­
la şırsa b ireyin yıld ız ı o d en li güçlenir. Işıld ayan y ıld ız la r sarar on u,
olu şm a k ta olan gö ksel b ir bed en, k ü çü k b ir gü n eşle k arşıla ştırıla b i­
lecek. A te ş saçar. İşte bu y ü zd en de on a eyw [ei|ii] au|irr\ava(u |iiv
a o n ^ p 1 [Sen inle gezinen y ıld ız ım ben !] den ir. R u h la rın T an rısı ve
bü yü k b ab ası olan ve yin e ayn ı zam an d a b ir y ıld ız olan gün eş gibi b i­
reyin yıld ız ı d a gün eş gün eş gibid ir, ru h la rın T an rısı ve b ü y ü k b ab ası­
dır. Z a m a n zam an görün ür, tıp k ı on u b etim led iğim gibi. Işığı m avid ir,
u zak bir yıld ızın ki gibi. U zayda uzaklarda, so ğ u k ve y a ln ız d ır çü n k ü
o ölü m ü n ötesindedir. B ire y sellik k azan m ak için ölüm den b ü y ü k b ir
p ay a lm am ız gerekir. İşte bu y ü zd en de o n a eı eoı e m e 2 [Siz ta n rıla rsı­
nız!] d en ir çü n k ü y e ryü z ü n e n a sıl sa y ısız in san h ü k m e d iy o rsa göksel
d ü n ya ya sayısız yıld ız ve T an rı h ükm eder.
K u şk u su z bu insanın ölü m ünden k u rtu la n T a n rı’dır. Y a ln ız lık k i­
m in için C ennetse, o C e n n e t’e gider, k im in için C eh ennem se, o C ehen-
nem ’e gider. Principium individuationis’i ereğin e d ek izlem eyen T a n rı
olm az ç ü n k ü bireyselliği kaldıram az.

ı. “Seninle gezinen yıldızım ben!” Mithras Liturgy’den bir alıntı (Albrecht Dieterich, Eine
Mithrasliturgie [Leipzig: B. G. Teubner, 1903], s. 8, satır 5). Jung bu cümlenin devamını
Bollingen’deki taşının üzerine kazımıştı.
2. “Siz tanrılarsınız!” Juhanna 10:34ten alıntı: “Yahudiler şöyle cevap verdiler: ‘Seni
iyi işlerden ötürü değil, küfür ettiğin için taşlıyoruz. İnsan olduğun halde Tanrı
olduğunu ileri sürüyorsun.’ İsa şu karşılığı verdi: ‘Yasanızda, ‘Siz ilahlarsınız, dedim’
diye yazılı değil mi?”
Bizi kuşatan ruhlar principium individuationis'i tamamlamamış
ruhlardır, yoksa uzak yıldızlar olurlardı. Ölümü tamamlamadığımız
sürece ölüm üzerimizde hak iddia eder, bizi kuşatır ve ondan kaça­
mayız [İmge].3
Kurbağaların ya da yer kurbağalarının Tanrısı, beyinsiz, Hristiyan
Tanrı ile şeytanın birleşmesidir. Doğası ateş gibidir, Eros'a benzer ama
Tanrı'dır, Eros ise yalnızca bir iblistir.
Tapılması gereken tek Tanrı ortada olandır.
Yalnızca tek Tanrıya tapınmalısınız. Diğer tanrılar önemsizdir. Ab-
raksas alevlendirilmelidir. Bu yüzden kendini benden ayırdığında bu
benimiçin bir kurtuluştu. Onu aramanıza gerekyok. Tıpkı Eros gibi, o
sizi bulacaktır. Okozmosun Tanrısıdır, aşırı güçlü ve korkutucu. Oya­
ratıcı dürtüdür, biçimve biçimlenmedir, tıpkı madde ve kuvvet gibi. Bu
yüzden de bütün aydınlıkve karanlıktanrıların üzerindedir. Oruhları
koparır ve meydana getirmeye fırlatır onları. Oyaratıcı ve yaratılandır.
Okendini günlerde, aylarda, yıllarda, insan yaşamında, çağlarda, halk­
larda, yaşayanda, göksel cisimlerde sürekli yenileyen Tanrı'dır. Zorlar,
esirgemez. Ona taparsan senin üzerindeki gücünü arttırırsın. Böyle-
ce dayanılmaz olur. Ondan kurtulmakta korkunç bir güçlük yaşarsın.
Kendini ondan ne kadar kurtarırsan ölüme o kadar yaklaşırsın çünkü
o evreninyaşamıdır. Aynı zamanda da evrensel ölümdür. Buyüzden de
yine onunkurbanı olursun, yaşamda değil ölümde. Öylese hatırla onu,
ona tapma ama ondankaçabileceğini dehayal etme çünküo her yanın­
da. Her yanını ölümler çevirmiş yaşamın ortasında olmalısın. Çarmıha
gerilen gibi gerilmiş asılı duruyor onda, o korkutucu, gücü ezici.
Oysa içinde tek Tanrı var, harika güzelliği ve müşfikliğiyle, yanlız,
yıldız gibi, hareketsiz, o ki babadan daha yaşlı ve daha bilge, onun gü­
venli eli ve okaranlıktave korkunç Abraksas’ınölümkorkuları arasın­
da yol gösterir sana. Neşe ve huzur verir o çünkü ölümün ötesindedir
ve değişime tâbi olanın ötesindedir. Abraksas’ın hizmetçisi ve dostu de­
ğildir. Okendisi bir Abraksas’tır ama sana değil, kendi içinde ve kendi
uzak dünyasında çünkü sen kendin bir Tanrısın uzak âlemlerde yaşa­
yan ve kendini kendi çağlarında ve yaratılarında ve halklarında yenile­
yen onlara Abraksas’ın sana olduğu kadar güçlüdür.
3. SystemaMunditoiuseskizi, bkz.EkA.
Sen kendin dünyaların yaratıcısısın ve yaratılmış bir varlıksın.
Tek Tanrı’ya sahipsin sen ve sayısız tanrılar içinde sen kendi tek
Tanrın olursun.
Tanrı olarak, kendi dünyanda sensin büyük Abraksas. İnsan ola-
raksa bu dünyaya büyük Abraksas olarak görünen, korkulan, güçlü,
delilik veren, yaşamsuyunu dağıtan, yaşam ağacının tini, kanın iblisi,
ölümgetiren tek Tanrı’nınkalbisin.
DünyasınaAbraksas olan, senintekyıldız Tanrı'nınacı çekenkalbisin.
İşte bu yüzden, Tanrı’nınkalbi olduğun için özlemin ona, onu sevi­
yor, onun için yaşıyorsun. İnsan dünyasını yöneten Abraksas’tankork.
Sana dayattığını kabul et çünkü bu dünyanın yaşamının efendisi o ve
kimse ondan kaçamaz. Kabul etmezsen sana ölümüne işkence ender ve
senin Tanrı’nın kalbi acı çeker tıpkı İsa'nın tek Tanrısının ölümünde
çektiği en ağır acılar gibi.
İnsanoğlunun acısı sonsuzdur çünküyaşamı sonsuzdur. Çünkü son
görülmeyenyerde sonyoktur. İnsanoğlu sona geldiyse sonunu görecek
kimse yoktur ve insanoğlunun sona geldiğini söylecek kimse yoktur.
Buyüzden de kendi için sonuyoktur ama tanrılar için kesinlikle vardır.
İsa’nın ölümü dünyadan acıyı almadı hiçbir şekilde, ama yaşamı
bize çok şey öğretti; bize bireyin hayatını Abraksas’ın gücüne karşı ya­
şamasınıntekTanrıyı hoşnut ettiğini öğretti. Böylece tekTanrı kendini
yeryüzününacısındankurtarırve onubudünyayakendi Eros’uatmıştır
çünkütekTanrı yeryüzünü gördüğünde onu çoğaltmaya çalıştı ve için­
de Abraksas olduğu bir dünyanın ona zaten verilmiş olduğunu unuttu.
Böylece tek Tanrı insan oldu. Bu yüzden de tek buna karşılık insanı
kendine ve kendi içine çeker ki bir yeniden tamamlansın.
Oysa insanın Abraksas’m gücünden kurtulması insanın Abrak-
sas’ın gücünden çekilmesinin sonucu değildir; kimse ondan uzaklaşa­
maz. Ona boyun eğmekle olur bu. İsa bile Abraksas’ın gücüne boyun
eğmek zorundaydı ve Abraksas onu korkunç bir şekilde öldürdü.
Ancakhayatı yaşayarakkendini ondan özgürleştirebilirsin. Öyleyse
sana yaraşan neyse o kadar yaşa hayatı. Hayatı ne kadar yaşarsan Ab-
raksas’ın gücüne ve korkunç aldatmacalarına o kadar kurban olursun.
İçindeki yıldız Tanrı’nın özlemi ve gücü de ne kadar artarsa aldanı­
şın meyvesi ve insanın düş kırıklığı da ona gelir. Acı ve düş kırıklığı
Abraksas’ın dünyasını soğuklukla doldurur, yaşamının bütün sıcaklığı
yavaşça ruhunun derinliklerine, insanın orta noktasına batar ve senin
tekTanrı’nın uzaklardaki mavi yıldız ışığı orada parlar.
Abraksas’tan korkudan kaçarsan acı ve düş kırıklığından kaçar ama
dehşet içinde kalırsın, yani bilinçdışı bir sevgi ile Abraksas’a bağlı ka­
lırsın ve tek Tanrın ateş alamaz. Oysa acı ve düş kırıklığı ile kendi kefa­
retini ödersin çünkü o zaman özlemin yerçekimine kapılan, Tanrı'nın
mavi ışığının yükseldiği ortanoktayı arayan olgunbir meyve gibi kendi
kendine derinliklere düşer.
Öyleyse Abraksas’tan kaçma, ara onu. Onun zorlamasını hisseder­
sin, onakarşıkoyma ki yaşayıp fidyeni ödeyebilesin.
Abraksas’ın işleri tamamlanmalı çünkü kendi dünyanda bizzat se­
nin Abraksas olduğunu ve yaratımsenin işini tamamlamaya zorladığı­
nı da düşün. Burada, Abraksas’a boyun eğen yaratı olduğun yerde ya­
şam işini tamamlamayı öğrenmelisin. Orada, Abraksas olduğun yerde
sen kendi yaratılarını zorlarsın.
Bütün bunlar nedenböyle, diye sorarsın. Bunların sana kuşkulu gel­
mesini anlıyorum. Dünyakuşkuludur. Tanrılarınbitmeyensonsuzbuda­
lalığıdır ve sen sonsuz bilgelikte olduğunu bilirsin. Elbette bu da bir suç,
bağışlanamaz bir günahve buyüzden de enyüce sevgi ve erdem.
Öyleyse hayatı yaşa, Abraksas'tan kaçma, seni zorlaması ve onun
gerekliliğini görmen koşuluyla. Bir anlamda sana şöyle diyorum: on­
dan korkma, onu sevme. Bir başka anlamda şöyle diyorum; kork on­
dan, sev onu. Oyeryüzünün yaşamı, bunu söylemekyeter.
Tanrıların çokluğunu görmen gerekiyor. Her şeyi tek bir varlıkta
birleştiremezsin. Sen onca insan içinde bir olarak ne kadar küçüksen
Tanrı da tanrıların çokluğu içinde o kadar küçük. Bu tekTanrı müşfik­
tir, sever, yol gösterir, şifa verir. Bütün sevgin ve tapınman onadır. Ona
dua etmelisin, onunla birsin sen, sana yakın o, ruhundan dayakın.
Ben, senin ruhun, senin annenim seni sevecenlikle ve korkuyla sa­
ran, seni besleyen ve kirleten; senin için iyi şeyler ve zehir hazırlarım.
Ben Abraksas’la senin aranda arabulucuyum. Sana seni Abraksas’tan
koruyacak sanatlar öğretirim. Seninle her şeyi saran Abraksas arasında
dururum. Ben seninbedenin, gölgen, budünyadaki etkin, tanrılar dün­
yasındaki görünüşün, görkemin, soluğun, kokun, büyülü gücünüm. İn­
sanlarla yaşamak istiyorsan bana seslenmelisin ama insan dünyasının
üstüne, yıldızın sonrasız yalnızlığına çıkmak istiyorsan tekTanrı'ya.
■ < T U » ? •

m p - m *

^r>V* M$*tA'-ıA*ljlw»-k«
Wi ’J’ KVT>^v('ti)''L»«İ« w
-hm'’ v,-*t'<’ «yırtlu.-' Wi«l

U*|t. t’ jîvctt |f»"rniİCTM..^’


■jh we W fHrr»tc mâtt~U>tfı/l
■ r - t r c ıt " j<ı. A > » - .- A * ^ '* - .^ ) l« « J t‘

(VırK-M-e fiS ı î ^ r » /ver t>4İ«


tıar v\ ( |îr»iH«jjr •
w#jw r w o AİU H*»|<
X>" ö ij* jM *" Jv', i ” v‘>vM-ı«<(l
1*«(r Wmfi*vy >»* rmvrtp Vr»
ı»iWf•jp*yW* vw*4 *
«••Ut |v<Hp|,0„|^Vr^t;t'.V.

t» ^ *v VrT*^***7«V«

.^VVıvVV?K’evkjhU**-' AÜf '/l»J

ö'uali - ••'« ı~ p î'


fa W *wiUp vtrfaim&lçîlff
£ ’**iİ< t'’ l r * ) e/£ - ' uuıty>.UX
k A i j . « V * H < r ü i t " i.*' İ j( j''

\*W « «» fltly > p i j- «v^uytJİf-


iarc^rtt-ZUC Uijı-. Nrrt t-r^ti>~j(’-nUİ>*r* f
(Î’ A*« (M mİ k k toS- I««JC *- CSC
i« W fl *
^*w3«hİ mv
^ A rl*)jt-’ k<U>« |î*l)ht^«y/6*' K İ .I ■**+...&
. m / j r - { 'n i * 4 ı

l ıw ılt W [ Û r '/ ^ w * M , . î * l u » l < i v 't u n - i r t U 1 ’ . j« |i*iıi » ı » < ı > » y w ı < S »

|î ^ -*k f «W 5» « « -
*'AHİw4rt^< *„
«t*^r W \«m» b*iMİSfk ftioıt> &k. fl(^rjC'\,n
jHÜr mt’ tUİ .
IttUİ /İH -V cr^ > 5^|fe Jîy»<t^c»eWrr

l«w-nV Tt*t vwyJ k*ı«» p*u»


v r r ^ u ^ ıf u p ~ j * A U & * r / {» V »t» !* « & * )> tf ’l f y t ' İk y tfi i 6.\jfy  )
♦♦
u c a y ır t ı ♦

kü* »A«vt »** »«* <~cjk |^x>f-»-»>• «»*


*,9»jİAİ tu n t 14«Ö«W«İ* *T*«£<^7r -

|£»l?r*vt*i ££j<c ö.v«k~ V>i»^ - UiU n


j .*■»« ^~^> &* J3*U« U*?r fcin. |vrcV7tW>r ^İA ,.^-ıv4»v|ii* s>«ıvrtr
) l<«-J»,’>7 » « T 'j«3Ş3« v’^ıa «>«|kUS'®*4İ0. ytnif^tnaA-
> th *y jjk *»»»ti*Vfc4'<>dW>W*1n j k * # J taA tt+U* Û?r\ £*yfn& ts'
■ı« * n '»tm teu/flîlrk •»An^fcV' fim
( W*U'jtr»^ -rVTİttU>,’ j£fr><« p»r>ve 5V 6£* |i^ e
ı»«Xrt)m* k
xvV-fCSt^^MMCAraİtH*
(Ant, o*Tv<rW> f-i^b vnn /n M ^M ^iU U n W fc/^*»«*«*|İUU. p^>
j: ^ o - İM * * - * < * > « * .* » « • * # » - Iı£ İ U jT r « ^ u » M ^ L » JS

. i ^ - t U llk u . bA^*> -ii'vS • » . » V..<*j‘î »**~ ,

t«wf*l# W<*t. VrCfcfîr v ttJa ro ^ A A 'ıv r-'r jâ «vlli'-k*# • ^ - > • '5 ’*'
U ^ ^ İ â r .y j S -
UM-^rt^ (♦* w » t T t e r a f v t *r r ^ « e t f^ /î r «*• »tU-v? « W »»**'■>-»
i-\v<ı *Mpti>ap> V * p "? ' to d T « rjv' Jti ı| > ın ^ -mit «£
» ~fwcta tViVf^ne*^r^> 2>4» t^fcrtvt"ivm?.- nwA .' «

kemfcmoj^ bı% *rr tafijratıuwfmrtıtopiftu


İPjîçgl^mılöT^opfmıkon•
f)
«^ ^ c ^ î c J A 'x x *fC ^ w a n fe . t * j  t ^ /b a f } /m * w » j Jl*lc r « ^ î e - m A c ^ f '< W *fc>, , .. ^ U ^ | USf1 <?«|3üP|*»aıc
< » t A ^ V C ^ # lıSjr- * * i i f 'r * 4 * * 4f > / . l * M ' *■•-»+■ İri* b i i i İ H j i t n - p t b e t f i * ™
’» fZ ^ m r* rfA l€ & y i* b * fB T U 'f.* iî* rn » l.tl* K it'- f> 4 > c m f r i ~ ' y j > 'j^ T n ty İr.irp jL û İ İ .
fx{yr& i,''& gıp W ji «yflc«<4 * n ııJ . * » t ' »wW >rv»»tt'‘ >*û:tıt r«u.^t »ü4*t m
” V 'ty ? & rtn C . ' V * p i> Z tp a T ji* ma.cipi bzeiiZ- iv»r- jn.^>%İÇ<t-. fS»A«»>t-<3k1ıt->rJicMıo t>

woll$i-»»>etT>~'c»ott ye-bA»-'' iö^rw»^ \t>«lÜi Ik>Jİ- . vvc.-x>A<»«“ S»« wlU ^b& 0 ~>*/â
5 urvr\> |7 ’ A<^İ>A0r« w ^ lccn Çcitaff*", iw tevSS^^»*^ • wtJı>*~<>•*.
’ I^Vk^Fr-W Jtc^n-^oü j^>ti>c t -»v - viOts/ı»i»4» f j > w ^ . 52*tnrlM

! Jic J n i, mİ£^'''t^*»«4v*ı»-'jfvWbU'~^ WC. »h tJ# lufc« V’ m i« - «•<■• Vm< İ>4^<^Îa^v^c^


W ı« ^ t u»Jl~ VMf^f C'A**' *)# t>£l|fc |^m cCİL'/< <ı»|»rf &+*-\mji'
Jtj-' V>M«ci, ^tj{rr*~<-~t, V - p * jr r t * , em” CıyjKr»»^ «îi»İvıc u5it*.'i\vr-~>'.
’ «m« L u t 'i ^ r l«(r- / i r ’ ? voûsvirf ÇİW«»««Al
i ‘ vk* hv Ub^ S jlV v» ç>cb votii ^w r j^ott î>£t-^m* İ â*7
»•“- (5^«t> İ * - ^ W c a ,t Vur r^ -'T vtV a. Sejt - v' :
'aİ^iu-m. u>tü~' V* h*\yn**, i // b < f î r k A » *ff İ* H»”
v { t e b e r * ■ * * $ • ! & } > • v»u iî e p f r ı f ] 3ıretfcfcv w ı « / w ı ( ^
.vfc*,sV~^Ajı » '»ptıA d - y —
rintwnî>
r k t it y ^ m tu r m U tu ^ e ü ■

m e vemrrjbutenılttyr-
(ümır?uung,Öırmfrttni^|tni*Meyetrmül'
h ım ııım 't o m t â v e f f i 'm a ğ e ır g e t ffc '

kemejm ıs/ine mrWmrttramciğm'fm'’-


t w m ju m t 8 İ k m r b i f e i ~ û m a ğ t r k u a r -

kornean ım /M m rti’evnuroMagen-’leıtv-
rx m f t a t t l 'U ı a t e - j g|
Jfe*\ ronfıağl-irttıfifl- \
4 İ||/ tvfrjfagtttfmfr /V
■ŞŞr ımrJhyt'î-müıD- H"

wfr)ûfW'ftrbnûl*t^llmTi• M
ımrjîu^t*to’tmoll'ftinuır• ^
ttnrfud^&t’bnûll'ntnf* •
mfuı^r'öi’üıunjhmplflfrk^fr
v - .V ___ W
N ^ ‘* €<*• " ö . \ u s {•* * > * j * * * k A & « ^ / p W ) J U ^ u » r r ^ 9 a ^ ^ , , v ^

04h vtitb^-* Çrlj nMtfV **


1MUTV *ûw T6*c<Poroc
^tnMrnUİ^f ftıltfı n ttıtln ^ ^
tıib t'’ ı&jöt i’ f o t ıt& j} 1û p ır'A u fb u i b*Zfy" (& tw a

V fa y & 'P u o d fi |w,U^£9 t T ^ n u ıjİ t n -J* f i * u f j j e * ı e tt A lt" liu ^ â l/ 3 û « V ' ^ l n n ^

in «Kİ |ir|£ t? W» ^ö«cwÎ3~t»*bla^«- tW~ d4i«.'müM^mcvtj

, jîİfe .m *v > w . afe* |Sn»uUkıt- y u u l Utt-- j3 r» lW jı^ ~ w

w * 9 ' ^ V v tv ^ ^ N s lf /]>*, h m » v j ^ ‘ cmr* | ® t p 5< v re u t^ l^ tf*ıı.« z 9 1 0 ^ 1

\)u^tİ|6VXlUr«i>(t- [clılAAiye'- 5a r* 'Hu.n. beim cyca^j-' «■PJAHMtÜf'J '»uttnA^ıc


ta m ttjA ttâ / Jö haU t û m e u u j%$te Jj«vtK »r ö 'M t i a t W e w t
Bu derûnî hayalleri izlediğim yıllar; hayatımın en önemli
dönemleriydi. Diğer her şey buradan yola çıktı. (...) Tüm
hayatım, bilinçdışından patlak veren gizemli bir çağlayan gibi,
bazen beni yıkabilecek kadar güçlü olan bu akıntıyı anlamaya
çalışmakla geçti. (...) Sonrası sadece sınıflandırma, bilimsel
değerlendirme ve hayata tatbik etme. (...)
~C.G. Fung

C.G. Jung’un 1957 yılında, ölümünden beş sene önce dile


getirdiği yukarıdaki satırlar, 1914 ile 1930 yılları arasında Kırmızı
Kitap üzerinde çalıştığı yılları anlatır, İsmi, Jungun takipçileri
tarafından seksen yılı aşkın bir süredir bilinse de eser, 2009 yılında
yayımlanana kadar okuyucunun istifadesine sunulamadı.
Kitabın yayımlanması, psikoloji dünyasında büyük yankı
uyandırdı. Ar ket ip, kolektif bilinçdışı, persona, anima, animus
gibi kavramlardan oluşan temel kuramının nasıl ortaya çıktığını
Jung un kendi kaleminden okuma fırsatı doğdu. Jung’un bu
deneyimi psikoterapiyi, hastalıkların tedavisinden ibaret
olmaktan çıkarıp kişiliğin yüksek düzeyde gelişmesinin bir
vasıtasına dönüştüren “bireyselleşme sürecini” bizzat nasıl
yaşadığını anlatıyor.

Modern tarihin hakiki vizyonerlerinden birini yaratan Kırmızı


Kitap, ancak “katagoriler ötesi” diye nitelendirilebilir. İnsan olmanın
ne anlama geldiğini araştıran bu kitap, psikanaliz tarihinin ötesine
geçerek C.G. Jung'u Kari Marx, Georg Orwell ve tabii ki Sigmund
Freud gibi devrim yaratan düşünürlerin arasına yerleştiriyor.
-Sara Corbeîl, Ne w York Times

Dante'nin İlahî Komedya Joyce’un Ulysses’s?, Goethenin


Faust unda dile getirilenlerle örtüşen Kırmızı Kitap, Nietsche'nin
Böyle Buyurdu Zerdüşt’üne bir cevap niteliğindedir. Nietsche'nin
ileri sürdüğünün aksine “Tanrı ölmemiştir. O, insanın dışındaki
dinî, millî ve siyasi yapılarda aranmak yerine tek tek bireylerin
yaşamlarının İçerisinde keşfedilmeli ve mücadele edilmelidir
-B. Hill, amazon.com okuyucu yorumu

w w w .kakn us.com .tr

You might also like