Professional Documents
Culture Documents
JUNG
KIRMIZI
KİTAP
L I B E R N O V U S
kaktüs
psi kol oj i
z
o
D
O
u
?s
Ph
'2
2
O G- JUNG
KIRMIZI KİTAP
LIBER NOVUS
kaknüs yayınları 639
psikoloji serisi: 44
i s b n 978-975-256-444-2
yayıncı sertifika no. 112 16
Kaknüs Yayınları
Kızkulesi Yayıncılık Tanıtım Eğitim Hiz. San. ve Dış Tic. Ltd. Şti.
Merkez Mimar Sinan Mah. Selami Ali Efendi Cad. No: 5, Üsküdar, İstanbul
Tel (O 216) 492 59 74/75 Faks (O 216) 334 61 48
kitap@kaknus.com.tr
Dağıtım Çatalçeşme Sk. Defne Han No: 27/3, Cağaloğlu, Fatih, İstanbul
Tel (O 212) 520 49 27 Faks (O 216) 520 49 28
satis@kaknus.com.tr
^^w.kaknus.com.tr f t ; kaknusyayinevi
CG- JUNG
KIRMIZI KİTAP
L IB E R NOVUS
Yayına Hazırlayan:
SONU SHAMDASANI
Türkçesi:
O KHAN GÜNDÜZ
kaknüs
İçindekiler
93 Liber Primus
95 Olacakların Yolu fol. i(r)
104 Cap i Ruhu Yeniden Bulmak fol. ii(r)
2 51 C a p ix İkinci Gün 46
258 Capx Büyülü Sözler 5 0
265 Capxi Yumurtanın Açılması 65
272 C a p x ii Cehennem 73
276 C a p x iii Kurbanın Katli 76
283 Cap xiv Tanrısal Maskaralık 98
288 C apxv Nox Secunda 100
301 Cap xvi Nox Tertia 108
313 C a p xvii Nox Quarta 1 1 4
324 C a p xviii Üç Kehanet 124
329 Cap xix Büyünün Armağanı 126
338 C a p xx Haçın Yolu 136
344 C ap xx i Büyücü 139
399 Sınamalar
481 Sonsöz
482 Ek A : Mandalalar
Ek B: Yorumlar
EkC
Okuma Nüshasına Önsöz
Ulrich Hoerni
C.G. Jung’un Eserleri Vakfı
Temmuz 2012
SAN A KO N U ŞTU Ğ U M Y I L L A R , b u d erû nî h ayalleri izlediğim
yıllar, h ayatım ın en önem li d önem leriydi. D iğ er h er şey bu rad an yo la
çıktı. O zam anlar başladı, d ah a son raki teferruatın ön em i yok. Tüm
hayatım , b ilinçdışınd an p atlak veren gizem li b ir çağlayan gibi, bazen
beni yık abilecek kad ar güçlü olan bu akıntıyı anlam aya çalışm akla geç
ti. B urada elde ettiğim veriler, (işlemeye) sanki b ir h ayat yetm eyecek
kad ar derin m uhtevalıydı. Sonrası sadece sınıfland ırm a, bilim sel de
ğerlend irm e ve hayata tatbik etme. Fak at tüm anlattıklarım ı içeren ilahi
(num inous) başlangıç, o tarihlerden kaynaklanır.
C.G. Jung, 1957
Önsöz
Nisan 2009
Ulrich Hoerni
C.G. Jung’un Eserleri Vakfı
Teşekkür
Kırm ızı Kitap bir noktada belli b ir form atta kam uoyuna sunulacaktı. M ev
cut tarihî edisyonun yayım lan m asına katkıda bulunan birçok kişi oldu.
2008’d e lağvedilen bir önceki C .G . Jung’un M irasçıları Derneği, 2000
yılının baharında yoğun tartışm aların an d ın d an kitabı yayım tekliflerine
açm aya k arar verdi. M irasçılar D eneği'nin eski başkanı ve idarecisi, der
neğin günüm üzdeki devam ı niteliğindeki C .G . Ju ng’un Eserleri Vakfı'nın
ise şim d iki başkan yardım cısı olan U lrich H oem i, bir icra kom itesinin
desteğiyle p rojeyi planladı. 2000-2004 yılları arasındaki başkan W olfgang
Baum ann, 2000 yılı sonbaharında y a y ım sürecinin başlam asını m üm kün
kılan anlaşm ayı im zaladı ve M irasçılar D erneği'nin m asrafların bü yü k
bölüm ünü üstlenm esini sağladı. C .G . Jung’un Eserleri V akfı aşağıdaki
kişilere teşekkür eder: Zürih’te yayım cı H einrich Zweifel'e teknik m esele
lerin p lanlanm a aşam asında; İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü D onald
C o op er Fonu'na h atırı sayılır bir bağışta bulunduğu için; R o lf A u f der
M aur’a h u ku k i tavsiyeleri ve sözleşm enin hazırlanm asındaki yardım ları
için; Leo L a R o sa ve Peter Fritz'e sözleşm e görüşm eleri için.
2 0 0 3 yılın ın k ritik b ir anında, editö ryel çalışm a Bogette V ak fı ve
an on im bir bağış sahibi ta rafın d a n desteklendi. Ju n g’un y a y ım la n
m am ış eserlerini gün yü zü n e ç ık arm a k am a cıy la fon to p lam ak için
k u ru lan F ile m o n V ak fı, ed itö ry e l çalışm ayı destekledi. Stephen M a r
tine teşekkür b o rçlu yu m . K u su rla rı olsa d a ç e v iri ve m etin Filem on
V ak fı yö n etim k u ru lu n u n d esteğ i olm ad an bu d ü zeye gelem ezdi: Tom
C h arlesw o rth , G ild a Frantz, N a n c y Furlotti, Ju d ith H arris, Jam es H ol-
lis, S teph en M a rtin ve E u gen e Taylor. F ile m o n V a k fı b a ğ ışçıla rın ın
d esteğine teşekk ü r etm ek ister, özellikle M S S T V a k fın a . C a ro ly n
G ran t Fay, Jud ith H arris ve T o n y W o olfso’a; çeviri için N an cy Fu rlotti
ve L au ren ce de R osene.
B u projede çalışm am M aggie Baron ve X im ena Roelli de A ngulo’nun
birçok sıkıntılara rağm en desteği olm asaydı m üm kün olmazdı. Jung’un
eserlerinin entelektüel tarihi üzerine araştırm alarım 1993-1998 yılları ara
sında Wellcome Trust, 1999’d a Institut für Grenzgebiete der Psychologie,
1998-2001 yılları arasında Solon Vakfı sponsorluğunda devam etti. Proje
süresince University College Londondaki (eskiden Wellcome Institut for
the H istory o f M edicine olan) the W ellcom e Trust Center for the H istory
ofM edicine, araştırm alarım için ideal ortam oldu. G izlilik anlaşm aları, a r
kadaşlarım ve m eslektaşlarımla çalışm alarım hakkında konuşm am a izin
verm iyordu. Son on üç yıl boyunca buna katlandıkları için hepsine teşek
k ü r ediyorum.
2000 yılının sonlarıyla 2003ü n başı arası C.G. Jung’un M irasçıları D er
neği projenin başındaki editöryel çalışm ayı destekledi. Ulrich H oerni’yle
araştırmanın çeşitli kısım larında beraber çalıştık ve kendisi kaligrafık cil
din doğru transkripsiyonunu yaptı. Susanne H oerni Kara K itapların trans
kripsiyonunu yaptı. 1999, 2001 ve 2 0 0 3 ’te H elene H oerni Jung (1999, 2001)
ile Andreas ve Vreni Jung’un (2003) ev sahipliğinde Jung ailesine sunum lar
yapıldı. Peter Jung editöryel çalışm anın ilk aşam aları boyunca ve yayım
lanm a sürecine ilişkin olarak danışm anlıkta bulundu. Andreas ve Vreni
Jung, Jung’un kütüphanesindeki kaynak kitaplara başvurm ak için sayısız
ziyarette bize yardım cı oldular ve Andreas Jung, aile arşivlerinden çok de
ğerli bilgiler temin etti.
Bu kitap L a rry Vigon’un günüm üzdeki L ib e r Novus, D ream tıpkıbası
m ından sorum lu olan N orton Yayınevi'nden Jim M airs ile beni buluşturan
N ancy Furlotti ve L a rry ve Sandra V igon sayesinde yayım landı. Kitabın
Jim M airs’d en daha iyi bir editörü olamazdı. Kitabın tasarımı ve m izanpajı
nın gerektirdiği sayısız ayrıntı ve incelikler Eric Baker, L arry Vigon ve A m y
Wu tarafından m aharetle gerçekleştirildi. Carol Rose büyük bir dikkatle
ve usanmak nedir bilm eden m etni kontrol edip düzeltti. Austin O’Driscoll
süreç boyunca yardım cı oldu. O kum a nüshası için L aura Lindgren son de
rece estetik duran bir m izanpaj tasarladı ve birçok düzeltmeler yaptı. Ka-
ligraflk yazılar D igital F u sio n d an H ugh M ilstein ve John Supra tarafından
tarandı. (Sonar ile odaklanarak) eski ve yeninin müthiş bir kaynaşım ı ile
ortaya koydukları eser, Jung’un kaligrafisindeki özen ve titizlikle örtüştü.
D ennis Savinitaram a işlem i için foto ğaf stüdyosunu tahsis etti. M ondadori
Printing’d eki N ancy Freeman, Sergio Brunelli ve m eslektaşları eserin tek
nik olarak en yüksek standartlarda basılm ası için gereken özeni gösterdiler.
2006’d an itibaren çeviri için M ark Kyburz ve John Peck ile beraber
çalıştım -çeviri sanatında ayrıcalıklı bir deneyim süreci oldu. Telefonda
düzenli olarak gerçekleştirdiğimiz konferans bağlantıları m etni m ikros-
kopik düzeyde tartışabilme şansını sağladı ve yaptığım ız espriler, sürekli
derinliklerin ruhuna dalmanın uyandırdığı gevşeme ihtiyacını karşıladı.
Çevirm enlerin, editöryel çalışmanın ileriki aşam alarındaki katkılarının
hakkı ödenemez. John Peck, m etinde benim yakalayam adığım bazı önem
li im aları tespit etti.
X im ena Roelli de A ngulo, Helene H oerni Jung, Pierre Keller ve m er
hum Leonhard Schegel, Jung’un yakın çevresindeki figürler ve genel at
mosfere ilişkin olarak çok önemli hatıralar anlattı. Leonhard Schlegel Dada
akım ı ve bu dönemde sanat ve psikolojinin çakışm a noktalarının içyüzü
nün anlaşılm asını sağlayan kritik paylaşım larda bulundu.
Erik H ornung eski M ısır referanslarına ilişkin danışm anlık hizmeti
verdi. Felix W alder 155 num aralı görselin dijital yakın çekim inde yardım cı
oldu. U lrich H oerni küçük elyazılarını deşifre etti ve G u y Attewell Arapça
yazıları tespit etti. Ulrich H oerni M itra ayinlerine ilişkin referanslar tem in
etti (bkz. E K C, dipnot 1). D avid O swald Jung’un "Büyücü" başlıklı bölüm
deki 314. dipnotta yaptığı gönderm eye ilişkin olarak M utus L ibere işaret
etti. Thom as Feitknecht J.B Lang belgelerine dikkatim i çekerek bu konu
da yardım cı oldu. Stephen M artin Jung’un J.B. Lang’a yazdığı mektupları
düzenledi. Paul Bishop, W endy Doniger ve Rachel M cDerm ott sorulara
cevap verdiler.
Ernst F alzed er’e s. 4 l ’d e yer alan 145. d ipnottaki referansı ve Stock-
m ayer’in Jung’a yazdığı m ektupların transkriptini yaptığı ve A lm an ca
baskının giriş bülüm ü ile d ip n otların ın çevirisind e y a p tığ ı düzeltm eler
için teşekkür ederim .
C .G . Jung’un Eserleri V akfına, Paul and Peter Fritz Telif H akları A jan
s ın a Jung’un yayım lanm am ış m üsvedde ve yazışm alarından alıntı yapm a
m a izin verdikleri için ve Xim ena Roelli de A ngulo’ya, C a ry Baynes’in m ek
tup ve günlüklerinden alıntı yapm am a izin verdiği için teşe^ m r ederim.
M etin, giriş bölüm ü ve m ateryalin ortaya k on u lm asın d ak i h er türlü
soru m lu lu k bana aittir. 103. sayfad aki (dipnot 2 9 ) eşek gibi, sırtım d ak i
bu y ü k ü nihayet bıraktığım için m em nunum .
Sonu Shamdasani
L ib er N ovus
C. G. Jung’un
“ Kırmızı Kitabı”1
SO N U S H A M D A S A N I
C. G. Jung kimdi?
Jung 18 7 5 yılın d a C onstan ce G ö lü ’ndeki K essw il’de doğdu. A ltı aylık
ken ailesi Rhine Falls yakın ların d aki L au fen ’e taşındı. K end ind en k ü çü k
bir kız kardeşi vardı. Babası İsviçre R eform K ilisesi’ne bağlı b ir papazdı.
Jung yaşam ın ın sonlarına d oğru an ıların ı “ H ayatım ın İlk D en eyim le
rinden” başlığı altın da kalem e aldı. B u daha son ra fazlaca düzeltm eye
u ğray an A n ıla r, D üşler, D ü şü n ce lere dahil edildi.6 Jung bu hatıratta
m eslek olarak p siko lojiyi seçm esine yo l açan önem li o layları anlatm ıştı.
Ç o cu k lu k dönem ind eki önem li düşlerine, görü m lerine ve fantezilerine
odaklanan bu k itap L ib e r N o vu s'u n ön cü sü olarak görülebilir. İlk d ü
şünde kendin i yerde, sın ırları taşlarla çizilm iş b ir deliğin olduğu bir ça
yırda bulm uştu. G ö rd ü ğü m erd iven lerd en aşağı iner ve k en d in i b ir od a
cık ta bulur. B u rad a altın b ir taht ile tepesinde b ir göz olan ve canlı k an lı
bir ağaç gövd esin e benzeyen bir şey görür. D ah a son ra b u nu n bir “ insan
yiyici” old u ğu n u söyleyen ann esin in sesini duyar. A m a ne dem ek iste
5. Hugo Ball, Flight out of Time: A Dada Diary, Ed. John Elderfield, çev. A. Raimes,
(Berkeley, University of California Press, 1996), s. ı.
6. Bunun yanlış bir şekilde Jung’un özyaşamöyküsü olarak görülmeye başlaması üzerine,
bkz. Jung Stripped Bare by his Biographers, Even, (Londra, Karnac, 2004), Böl. 1,
‘How to catch the bird:’ Jung and his fırst biographers:’ Ayrıca bkz. Alan Elms, “The
auntification of Jung" Uncovering Lives: The Uneasy Alliance of Biography and Psychology,
(New York, Oxford University Press, ı994).
diğinden em in olam az. B unun gerçekten çocu kları yiyen b ir figü r m ü
yoksa İsa’nın ta kendisi olduğun u m u söylem iştir? Bu d a İsa’y ı algıla
yışın ı derinden etkileyecektir. Y ılla r son ra bu figürün b ir penis, daha
sonra ise töresel bir fallus, bu yerin de yeraltındaki bir tapınak olduğunu
anlayacaktır. Bu düşü “yeryü zü n ün sırların a” girişi olarak g ö rü r.7
Ju n g çocukluğund a b ir dizi görsel h alü sin asyo n d a yaşam ıştır. A y
rıca, istem li olarak im geler yaratm ak gibi bir yeteneği de vard ı. 19 3 5
yılın d a verd iğ i b ir sem inerde b ü yü k b ab asın ı m erdivenlerden inerken
“ gö ren e” d ek an cak b ir çocuğu n gözüyle baktığı an n ean nesin in bir
p ortresini am m sam ıştır.8
O n iki yaşınd ayken, gü n eşli bir gün B asel’d ek i M ü nsterp latz M ey-
d a n ı’ndan geçtiği sırad a katedralin yenilenen kirem itleri üzerinde
parıld ayan güneş h ayran lık la ça tıy a bakan gö zlerin i k am aştırır. D ah a
son ra korkunç, gü n a h k âr b ir düşüncenin yaklaştığın ı hisseder ve bu
d üşünceyi zihninden uzaklaştırır. B irk a ç gün b o y u n ca bü yü k b ir acı
çek er. E n son u n da A d em ve H a v v a ’dan günah işlem elerin i istem esi
gib i on un d a b u n ları d ü şü n m esin i isteyenin T a n rı’nın ken d isi o ld u ğ u
n a k a ra r ve rip bu düşünce üzerinde d u ru r ve tahtının üzerinde oturan
T a n rı’nın m utlak gücüyle katedralin üzerine p isled iğini, yen i çatısını
parçalayıp k ated rali yerle bir ettiğini görür. B öylece Ju n g daha önce
hiç yaşam ad ığı b ir m utlu lu k ve rah atlam a hisseder. B u n u n “ d oğru d an
İn cil’in ve K ilise ’nin üzerinde olan h er şeye k ad ir, yaşayan T a n rı” ’ d e
n eyim i old u ğu n u hisseder. T a n rı’nın k arşısın d a tek b aşına olduğunu
ve gerçek sorum luluğun un işte o zam an başladığını anlar. B abasının
yo k su n olduğu şeyin, K ilise ’nin ve İn cil’in d ışın d aki bu yaşayan Tan-
rı’y ı dolaysız ve d oğrud an h issetm e den eyim i old u ğu n u fark eder.
B u seçilm e d u yg u su ilk K o m ü n y o n u sırasın d a K ilise k on u su n d a
bir h a y al k ırık lığ ı d ah a yaşam asın a neden olur. O na bunun b ü y ü k bir
d eneyim olacağı söylenm iştir. O ysa h içbir şey olm az. Şu son uca varır:
7. Anılar, s. 30
8. “Temel psikoloji kavramları," te 18, § 397.
9. Anılar, s. 46
ıo. a.g.e. s. 61.
Ju n g ’un d oym am acasın a ok u m ası d a b u d önem de başladı ve özel
likle G o eth e ’nin F au st’u nd an etkilendi. G o eth e ’nin M efisto biçim in de
su n d u ğu şeytanı ciddiye alm ası on u çok etkilem işti. Felsefede de k ö tü
lüğün v a rlığın ı kabul eden ve d ü n yad a yaşan an acıları ve sefaleti dile
getiren Sch openh au er’den etkilenm işti.
A yrıca, ik i a y rı yü zyıld a yaşad ığ ın ı d u yu m sayan J ung sek izin ci y ü z
yıla d air gü çlü b ir n o stalji h issed iyo rd u . B u ik ilik d u ygusu ı n u m ara
ve 2 n u m ara olarak ad lan d ırd ığı ik i fark lı k işilik b içim in i alm ıştı. ı n u
m ara B asel’de yaşayan, o k u la giden ve ro m an lar o k u y a n b ir çocuktu.
2 num ara ise k end in i doğa ve kozm osla bü tünleşm iş hissettiği yalnız
anlarınd a d insel düşüncelere dalıyordu . O “ T a n rı’nın d ü n yasın d a”
yaşıyordu. B u k işiliği neredeyse gerçeklik derecesinde h issediyordu. ı
n um aralı k işilik 2 n u m aları kişiliğin m elan koli ve yalıtılm ışlık d u y gu
sundan k u rtu lm ak istiyordu. 2 num aralı k işilik geldiğinde uzun zam an
önce ölm üş am a sonsuz varlığı süren bir ruh o d aya girm iş gibi o lu y o r
du. 2 n um aranın ayırt edilebilir bir k arak teri yoktu . Tarihle, özellikle
de O rta Ç ağ ile bağlantısı vard ı. 2 nu m ara için ı n u m ara b aşarısızlıkları
ve acem ilikleri ile k atlan m ak zorunda olduğu birisind en ibaretti. B u et
kileşim Ju n g ’un h ayatı b o yu n ca devam etti. Ju n g ’a göre herkes böyley-
di; bir p arçam ız şu an d a yaşarken d iğer parçam ız eski çağlara bağlıydı.
B ir m eslek seçm e zam anı geldiğinde iki kişilik arasındaki çatışm a
şiddetlendi. ı num ara bilim üzerine, 2 num ara ise insan bilim leri üze
rine çalışm ak istiyordu. Bu sırada Jung iki önem li düş gördü. B irin ci
düşünde R h in e’da k aran lık b ir o rm an d a yürü yord u . B ir h ö y ü ğ e denk
gelince kazm aya başlam ış ve en sonu n da tarih ön cesi çağlarda y aşa
mış h ayvanların kalıntılarını bulm uştu. Bu düş d oğa h akkınd a daha
çok şey öğrenm e isteğini uyandırm ıştı. İk in ci düşünde derelerin aktı
ğı bir orm andaydı. Y o ğ u n çalılıklarla çevrelenm iş yu varlak bir h avuza
denk gelmişti. H avuzda çok güzel bir canlı, bü yü k bir ışın lı görm üştü.
Bu düşlerden sonra bilim de k arar kılacaktı. H ayatın ı nasıl kazanacağı
sorusunun yanıtı olarak tıp ok u m aya k arar verdi. D aha sonra bir düş
daha gördü. Sislerle çevrili bilinm eyen bir yerde rüzgâra karşı ağır ağır
ilerliyordu. K ü çü k bir ışığın sönm em esi için uğraşıyordu. Y ak ın ın d a
tehditkâr, b ü yü k ve karan lık bir figü r görm üştü. U yan d ığın d a bu fig ü
rün ışıktan kayn aklanan gölge old uğu nu anladı. B u düşte ı nu m aranın
ışığı taşıyan kendisi olduğunu, 2 n u m aran ın d a bir gölge gibi on u takip
ettiğini düşündü. B un u d a yo la ı n u m ara ile devam etm esi, ardına d ö
nüp 2 n u m aran ın dünyasına b ak m am ası için bir iş a re to la ra k k a b u l etti.
Ü niversite yıllarınd a bu k işilik ler arasınd aki etkileşim devam etti.
Jung tıp derslerinin yan ı sıra fark lı k o n u lard a d a yo ğu n b ir ok u m a
p ro g ram ı u yguluyord u. Ö zellikle N ietzsche, Sch open h au er, Sw eden-
b o rg ’u n ” ve tinsel k on u lar ü zerine ya z an la rın k itap ların ı okuyordu.
B öyle B u y u rd u Zerdüşt, onun üzerinde b ü yü k b ir etki yaratm ıştı. K e n
di 2 n u m aralı k işiliğinin Z erd ü şt’ün k arşılığı old u ğu n u hissetm işti ve 2
n um aranın d a on un kad ar m arazi olm asın d an k o rk u y o rd u .12 Z o fın gia
topluluğu adında b ir öğrenci tartışm a gru b u n a katılm ıştı ve bu k o n u
lard a sunum lar yapm ıştı. Ö zellikle tin selcilik k o n u su y la ilgilen iyordu
ve tinselcilerin d oğaüstü k on u ları incelem ek ve ru h u n ölü m sü zlüğü nü
k an ıtlam ak için bilim sel araçları k u lla n m a y a çalıştığın ı dü şü nü yord u.
O n d ok u zu n cu y ü z y ılın ik in c i y a rısı m od ern tin selciliğin d o ğ u şu
na ve A v ru p a ile A m e rik a ’d a y ayılm asın a sahne oldu. T in sellik y o lu y la
-trans k on u şm alar, glossolali, o tom atik yazm a ve kristal gö rü m feno
m enleri ile birlikte- tran sların işlenm esi yaygınlaştı. T in sellik fenom eni
C ro o k es, Z o lln er ve W allace gibi ön de gelen bilim in san ların ın ilg i
sini çekm işti. Freud, Ferenczi, Bleuler, Jam es, M yers, Janet, B ergson,
S tan ley H ali, Sch ren ck -N otzin g, M oll, D essoir, R ich et ve F lo u rn o y gib i
p sikologlar da k on u yla ilgileniyordu .
Ju n g ve ok u l a rk ad aşları B asel'd eki ü n iversite y ılla rın d a seanslara
katılm ışlardı. 18 9 6 yılında, gö rü n ü şe göre m ed yu m lu k yeteneği olan
kuzeni H elene P reisw erk ile uzun b ir seanslar serisi d üzenlem işlerdi.
Ju n g kuzeninin translar sırasın d a fark lı k işilik lere b ü rü n d ü ğü n ü ve
16. Pierre Janet. Nevroses et ideesfixes, (Paris, Alcan, 1898); Morton Prince, Cîinical and
Experimental Studies in Personaîity (Cambridge, Mass, Sci-Art, 1929). bkz. ‘'.Automatic
writing and the discovery of the unconscious,” Spring: Journal ofArchetype and Cuîture,
54, 1993, s. ıoo-i3i.
17. Kara Kitap 2,s. ı . (JAA; Tüm Kara Kitaplar Jung Aile Arşivlerinde bulunmaktadır).
18. MP, s. 164.
yoğun b ir şekilde resim le de uğraşm ıştı. B u dönem de tem sili tarzda
ve son derece gelişm iş tek n ik beceri ve ince teknik u stalık sergileyen
peyzaj resim leri yap m ıştır.19 19 0 2 -3 y ılın d a B u rgh ö lzli’deki görevin d en
ayrılan Jung, C ollege de France’da ders veren öncü Fransız p sikolog
Pierre Jan et ile çalışm ak üzere Paris'e gider. B u şehirde de resm e ve
m üze ziyaretlerine ön em li bir zaman ayırır ve sık sık L o u v re 'a gider.
Ö zellikle an tik sanatla, an tik M ısır’la, R ö n esan s d ön em i eserleri, F ra
A ngelico, L e o n a rd o d a V in ci, R u b e n s v e Fran s H als’ın eserleri ile ilgile
nir. T ablo ve g rav ü rle r alır, yen i e v i için tablo ların kop yaların ı yaptırır.
Jung hem y a ğ lı b o y a hem de sulu b o y a tablolar resm etm iştir. 19 0 3 'ü n
O cak ayın d a gittiği L o n d ra ’d a d a m üzeleri g ezer ve özellikle B ritish
M u seu m ’daki M ısır, A z te k ve İn k a k oleksiyo n ları ile ilgilen ir.20
D önd ükten sonra yin e Burgh ölzli’ de çalışm aya başlar ve Fran z
R ik lin ile ortaklaşa yü rü ttü ğü a ra ştırm alard a dilsel ç ağrışım ların çö
züm lenm esine odaklanır. Ç alışm a arkad aşların ın d a y a rd ım ıy la ikili
geniş kapsam lı deneyler düzenler ve istatistiksel çözü m lem eler yapar.
J u n g’un erken dönem çalışm aların dak i k avram sal tem el, W ilh elm
W undt ve E m il K ra ep elin ’in araştırm a yö n tem leri ile b irleştirm eye
çalıştığı F lo u rn o y ve Jan et’nin çalışm aların a d ayan ır. Ju n g ve R iklin ,
Fran cis G a lto n ’un ortaya çık ard ığı ve W u nd t, K raep elin ve G u stav A s-
ch affen burg’un p siko loji ve p sikiy atri alan ların d a geliştird iği çağrışım
lar d en eyin den ya rarlan m ıştır. B leu ler’in ö n a y a k old uğu bu araştırm a
p rojesin in am acı a y ırıc ı tanı için h ızlı ve g ü v en ilir araçlar geliştirm ek
tir. B urgh ölzli ekibi b u k o n u d a b aşarıya ulaşam az an cak tep k i rah atsız
lık ları ve uzun tep ki süreleri on ları h ayrete düşürür. Ju n g ve R ik lin ’e
göre bu tep ki rah atsızlık ların ın nedeni stresli d u y g u sa l k arm aşaların
v a rlığ ıd ır ve genel bir k arm aşalar p siko lojisi geliştirm ek için d en eyle
rinden ya ra rla n ırlar.21
B u çalışm a Ju n g’un p sikiyatrin in yükselen yıld ızı olarak ü n k azan
m asını sağladı. 19 0 6 ’d a bu y en i k arm aşalar k u ram ın ı (sonradan şiz o f
reni olarak anılan) erken d em ansın p sikojenezini in celem ek ve sanrı
ı 9. bkz. Gerhard Wehr, An Illustrated Biography ofJung, çev. M. Kohn, (Boston, Shambala,
1989), s. 47; Aniela Jaffe ed., C. G. Jung: Word and Image, (Princeton, Princeton
University Press/Bollingen Series, 1979), s. 42-3.
20. MP, s. 164ve yayımlanmamış mektuplar, JAA.
21. “Experimentelle Untersuchungen über Assoziatonen Gesunder,” te 2.
olu şum ların ın anlaşılab ilirliğini o rta y a k o ym ak için k u llan d ı.22 D ö n e
m in Janet ve A d o lf M eyer gibi çeşitli farklı p sikiy atr v e p sikologları
gibi, Ju n g'a göre de ruhsal h astalık akıl sağlığın dan bütünüyle ayrı bir
şey olarak değil, yelpazen in en uç n o k tası o la rak gö rü lü yo rd u . İki y ıl
son ra şunları söyleyecekti:
Mitoloji Sarhoşluğu
Ju n g 19 0 8 ’de K ü sn ach t’ta Z ü rih G ö lü sahilin d e ald ığı b ir araziye ev
inşa ettirdi ve h ayatının so n u n a d ek de bu evde yaşad ı. 19 0 9 'd a B u r-
gh ölzli'd en istifa ederek k en d in i gittikçe b ü yü yen alan ın a ve ara ştır
m aların a adadı. B u rgh ö lzli’den ayrılm ası ile a ra ştırm aların d a ilgi a la
nının m ito loji, fo lk lo r ve d in ü zerine çalışm alara k a y m a sı a y n ı d ö n e
me d en k gelir. B u sırad a akad em ik çalışm alardan olu şan geniş bir k i
taplığa da sahip olacaktır. B u araştırm alar 1 9 1 1 v e 1 9 1 2 y ılların d a iki
parça halinde yayın lan an L ib id o n u n D ö n ü şü m leri ve Sim geleri ile d o
ruğa ulaşm ıştır. B u çalışm a Ju n g ’un entelektüel k ökenlerine ve k ü ltü
rel ve dinsel ilgi alanına d önüşü o la rak görülebilir. M ito lo ji üzerine ça
lışm aları çok heyecan verici b u lu yo r, bu h eyecanın sarh oşlu ğu n a k a p ı
lıyordu. S on rad an , 19 2 5 y ılın d a b u dönem i
29. “C. G. Jung Instituteun kuruluşu üzerine konuşma, Zürih, 24 Nisan 1948,” TE ıB, §
113ı.
jo. TE5,S. 15.
31. a.g.e. s. 13
nimin, kendi kişisel denklemimin bilincinde olmazsam hastalarımı
tedavi ederken buna nasıl güvenebilirim ?"32
Güneyde bir şehirde, dar bir merdiveni olan, dik yokuşlu bir sokağın
başındaydım. Saat öğle vakti tam on ikiydi ve güneş tepede parıldı
yordu. Yanım dan düşüncelere dalmış yaşlı bir Avusturya güm rük
muhafızı ya da ona benzer biri geçiyordu. Birisi “ O ölemeyen biri.
Öleli 30-40 yıl oldu, ama hâlâ çürüyemedi," dedi. Bu beni hayrete
düşürdü. Sonra tuhafbir figür geliyor, sarıya çalan zırhına bürünmüş
güçlü kuvvetli, çelimli bir şövalye. Çok katı ve gizemli biri gibi görü
nüyor ve hiçbir şey onu etkilemiyor. Sırtında kırmızı bir Malta Haçı
taşıyor. On ikinci yüzyıldan beri varlığını sürdürüyor ve her gün öğ
len saat 12 ile 1 arasında aynı güzergahtan geçiyor. Bu ikisini görmek
kimseyi şaşırtmıyor ama ben hayretler içerisinde kalıyorum.
Yorum yapm a konusunda temkinli davranıyorum . Yaşlı A vus
turyalı için aklıma Freud geliyor; şövalye için de kendim.
İçimden bir ses, "Bunların hepsi boş ve iğrenç," diyor. Buna kat
lanmalıyım. 34
yani bütünüyle doğaya ait olabilir ve insan aleminden (yani, bilinçten) çıkabilir (yani,
bilincini yitirebilir). (TE 9, 1 §371) Ayrıca bkz. Anılar s. 195-96
40. "Psikolojik tipler üzerine," te 6.
41. Aşağıda bkz. s. ı 04.
42. Analitik Psikoloji, s. 43-44
43. Barbara Hannah’ın anılarından: “Jung daha sonraki yıllarda kendi akıl sağlığı ile ilgilibu
ızdıraplı kuşkuları dış dünyada, özellikle de Amerika’da elde ettiği başarının yatıştırdığını
söylerdi." (C.G. Jung: His Life and Work. A Biographical Memoir [New York: Perigree,
1976], s. ıo9).
44. Antlar, s. 200.
bana dünyanın yakın geleceğindeki olaylar hakkında ne düşündü
ğüm ü sordu. Herhangi bir düşüncem olm adığını, ama kan, kandan
nehirler gördüğümü söyledim.
Taslak, s. 8.
Gerda Breuer ve Ines Wagemann, Ludwig Meidner: Zeichner, Maler, Literat 1884-1966
(Stuttgart: Verlag Gerd Hatje, 1991), cilt. 2, s. 124-49. bkz. JayWinter, Sites of Memory,
Sites of Mourning: The Great War in European Cultural History (Cambridge: Cambridge
University Press, 1995), s. 145-77.
Arthur Conan Doyle, The New Revelation andthe Vital Message (Londra: Psychic Press,
1918), s. 9.
Analitik Psikoloji, s. 27.
.(■■ a.g.e.
züm lem eye, h er şeyi titizlikle not alm aya ve b u n u yapark en h issetti
ği k a y d a değer d irencin üstesinden gelm eye başlam ıştı: “ K e n d i içim
de fanteziye izin verm en in yarattığı etkiyi, atö lyesin e geld iğin de h a v a
d a uçuşan aletlerinin on u n irad esind en b ağım sız olarak b ir şeyler y a p
tığını görm enin b ir insan üzerinde ya ra ta ca ğı etkiye benzeteb ilirim .’^
Ju n g fantezilerini incelerken zih n in söylen ce-yaratm a işlevin i in cele
d iğin i fark edecekti. 1900 d olayların a d ek b ir g ü n lü k tu ttuğunu a n ım
sam ış ve kend in i-gözlem lem e aracı o la ra k y in e bu g ü n lü ğ e d ö n m ü ş
tü. İçsel d uru m ların ı dayan ılm az sıcaklıkta bir gü n eşin altında çöld e
o lm a k (yani, b ilin ç) g ib i m etafo rlarla n o t edecekti.5' 19 0 2 ’de ra fa k a l
d ırd ığı k ah veren gi n o t defterini alıp yenid en bu deftere yazm aya başla
m ıştı^ 2 1 9 2 5 ’deki sem inerind e, d ü şü n celerin i sek an s halin d e yazab ile
ceğini fa r k ettiğin i anım sayacaktı. “ Ö zyaşam öykü sel m alzem eyi özya-
şam ö yk ü sel olm ayan b ir b içim d e” yazıyordu.53 P lato n ’un d iyalo g ların
dan bu y a n a d iyo lojik biçim B atı felsefesinin önde gelen tarzlarından
b iri olm uştur. St. A ugustin e İ.S. 3 8 7 ’de kalem e ald ığı m on o logların d a
ken d isi ile o n a ders veren “ U s” arasın d aki geniş d iy a lo g u sergiliyordu.
M on o loglar şu satırlarla b aşlıyordu:
Kendi kendime, “Bu yaptığım nedir, bilim olm adığı kesin, peki, ama
ne?” diye sordum. Bir ses, “Bu sanat,” dedi. Bu yanıt üzerimde çok
tuhaf bir izlenim bıraktı çünkü yazdıklarımın sanat olduğuna dair
en ufak bir düşüncem bile yoktu. Sonra şu noktaya geldim: “ Belki
50. a.ge.
51. MP, s. 171.
52. Bunu izleyen defterler kara kaplı olduğu için Jung bunları Kara Kitaplar olarak
anıyordu.
53. Analitik Psikoloji, s. 44.
54. St. Augustine, Soliloquies and Immortality of the Soul, ed. ve çev. Gerard Watson
(Warminster: Aris & Phillips, 1990), s. 23. Watson, Augustinein “çok sıkıntılı bir
dönemden geçtiğini, neredeyse sinir buhranı yaşadığını ve Soliloquies’un bir çeşit terapi,
kendini konuşarak, daha doğrusu yazarak tedavi etme girişimi olduğunu” yazıyor (s. v).
de bilinçdışım ben olmayan ama ifade bulm ak için ısrar eden bir
kişilik oluşturuyor." Nedenini kesin olarak bilemiyorum ama yaz
dıklarımın sanat olduğunu söyleyen sesin bir kadına ait olduğundan
bir dereceye kadar eminim... Bu sese yaptığım şeyin sanat olduğunu
söyledim kesin bir ses tonuyla ve içimde büyük bir baskının oluş
m aya başladığını hissettim. Herhangi bir ses söz konusu değildi ama
ben yazmaya devam ettim. Bu kez onu yakaladım ve “ Hayır, değil,"
dedim ve bir tartışmanın başlamak üzere olduğunu hissettim.”
55. a.g.e. s. 42. Jung’un söylediklerinden yola çıkılırsa öyle görülüyor ki bu konuşma 1913
Sonbaharında yaşanmıştı ancak bu kesin değil, çünkü konuşma Kara Kitaplarda ya
da bilinen diğer el yazmalarında bulunmuyor. Bu tarih dikkate alınırsa başka da bir
yazı olmadığına göre, öylegörülüyor ki burada anılan yazılar Kara Kitap 2’deki Kasım
notlarıdır, sonraki Liber Novus metninin ya da resimlerinin bir parçası değildir.
56. a.g.e. s. 44.
. 57. a.g.e. s. 46.
58. MP, s. 171.
59. Riklin’in resimleri genellikle Augusto Giacometti tarzındaydı; yumuşak dalgalı renklerin
hakim olduğu yarı figüratif ve tam soyut çalışmalar (özel koleksiyon, Peter Riklin).
Riklin’in 1915/16’dan bir resmi Verkündigung, Maria Moltzer tarafından 1945 yılında
Zürih’teki Kunsthaus’a bağışlanmıştı. Giacometti’nin anılarından: “Riklin’in psikoloji
bilgisi benim için olağanüstü ilginç ve yeni bir şeydi. Çağdaş bir büyücüydü o. Büyü
yapabileceği duygusuna kapılmıştım.” (Von Stampa bis Florenz: Blatter der Erinnerung,
[Zürih, Rascher, 1943, s. 86-7]).
K a ra K ita p 2 'd e k i K asım ayı y a zıları Ju n g ’u n ru h u n a d ön ü ş d u y
g u la rın ı betim liyor. Jun g bu yazılard a k en d isin i k ariy e r o la rak bilim e
seçm eye y ö n elten düşlerden ve on u yen id en ru h u n a k avu ştu ran son
d ü şlerin d en b ah sed iyo r. 19 2 5 y ılın d a bu y a z ı d ö n em in in K a sım a y ın
da son lan d ığın ı h atırlayacaktı.
1- 2 . E k İm 1 9 1 3
Y in e le n en sel ve bin lerce in sa n ın ö lü m ü g ö rü m ü ve bu n u n gerçek
o la ca ğ ın ı söyleyen ses.
3. 1 9 1 3 SONBAHARI
K a n d en izin in K u z e y d en izlerin i k ap la d ığ ı gö rü m ü .
4. 1 2 A r a l i k 1 9 1 3
Ö lü k ah ram an im gesi ve b ir düşte S ie g frie d ’in katled ilm esi.
5. 25 A r a l i k 1 9 1 3
B ir d evin b ir şeh ri a y a k la rı altın a alm ası ve cin ayet ve k an lı zulüm
im geleri.
6. 2 O c a k 1 9 1 4
K an d en izi im gesi ve ölü k ala b a lık la rın geçişi.
7. 22 O c a k 1 9 1 4
R uh unun derinliklerd en gelm esi ve on a savaş ve yık ım ı kabullenip
k abullenm eyeceğini sorm ası. R uh un on a yık ım , ord u silahları, in
san kalıntıları, batm ış gem iler, harap olm u ş ülkeler vs. gösterm esi.
8. 2 1 M a y i s 1 9 1 4
K u rb a n edilen lerin sağa ve so la d ü şeceğin i söyleyen ses.
Liber Novus
Ju n g artık L ib e r N o vu s'u n taslağın ı y a zm aya b aşlam ıştı. K a ra K ita p
la r d a k i fantezilerin çoğu n u aslına u ygu n b ir şekilde k o p y alıy o r ve
bunların her birin e tüm ep izo tların ö n em in i a yrı a yrı ve lirik bir titiz-
1ikle açıklad ığ ı b ir bölü m ekliyo rd u . S özcü k sözcü k ya p tığ ı k arşılaştır
m alar fantezilerin aslın a u ygu n yazıld ığın ı, d ü zeltm en in ve bölüm lere
ayırm an ın en alt d ü zeyd e y a p ıld ığ ın ı g ö ste riy o r. D o lay ısıy la fan tezi
lerin L ib e r N ovus’taki düzen i K a r a K ita p la r d aki düzene h em en her
zam an uyuyo r. B e lirli b ir fan tezin in “ ertesi gece” gerçekleştiği b e lir
tildiğinde b unun biçem sel k ay g ıla rla y a p ılm a d ığ ı, d o ğ ru y u yan sıttığı
gö rü lü yo r. K u llan ılan dilde ve m alzem en in içeriğin d e de d eğ işik lik
yapılm am ış. Ju n g “o la y a sad ık k alm ıştı” ve y azd ık ların ın k u rgu olarak
g ö rü lm em esi gerekiyord u . T aslak “ D o stlarım ,” h itab ıyla b aşlıyo r ve
bu ifade sık lıkla yin elen iyo r. K a r a K ita p la r ile L ib e r N o vu s arasın d aki
tem el fark, ilk in in Ju n g ’un kişisel k u llan ım ın a y ö n elik yazılm ış olm ası
ve bir d en eyin k ayıtları gibi gö rü lebilm esi. L ib e r N o v u s ’u n h ed efi ise
k am u o yu yd u ve b a şk a la rın ın da o k u yab ileceği b ir biçim d e yazılm ıştı.
K asım 1 9 1 4 ’te Ju n g ilk o la rak gen çliğin d e o k u d u ğu N ietzsch e’nin
Itöyle B u yu rd u Z erdü şt k ita b ı üzerinde y o ğ u n o la ra k çalışm ıştı. Son
radan “ b ird en bire ruh beni k av ra d ı ve Z erd ü şt’ü ok u d u ğu m b ir çöl
ülkesine gö tü rd ü ,” diye yazacaktı.92 B u k itap L ib er N ovu s 'un yap ısın ı
91. Aşağıda bkz. s. 96-97, 122, 135, 166, 227, 324, 408.
92. Ed. James Jarrett, Nietzsches Zarathustra: Notes ofthe Seminar given in 1934-9,
(Princeton, Bollingen Series, Princeton University Press, 1988, s. 381). Jung’un
Nietzsche okumaları için bkz. Paul Bishop, The Dionysian Self: C. G. Jung's Reception of
Nietzsche, (Berlin, Walter de Gruyter); Martin Liebscher, “Die unheimliche Âhnlichkeit.’
Nietzsches Hermeneutik der Macht und analytische Interpretation bei Cari Gustav Jung;’
Ecce Opus. Nietzsche-Revisionen im 20. Jahrhundert, ed. Rüdiger Gömer and Duncan,
(Large, London/Göttingen 2003, s. 37-50), “Jungs Abkehr von Freud im Lichte seiner
Nietzsche-Rezeption,” Zeitenwende-Wertewende, ed. Renate Reschke, Berlin 2ooı, s. 255
260; ve Graham Parkes, “Nietzsche and Jung: Ambivalent Appreciations,” Jacob Golomb,
Weaver Santaniello ve Ronald Lehrer, ed., Nietzsche and Depth Psychology, (Albany,
SUNY Press, 1999, s. 205-27).
v e tarzın ı güçlü b ir şekilde etkiledi. N ietzsche’nin Z erd ü şt’te yaptığı
gibi Jung da elindeki k on u yu kısa bölüm lerden oluşan b ir dizi kitaba
bölm üştü. Öte yand an, Z erd ü şt T a n rı’nın öld ü ğü nü d u y u ru rk e n L ib e r
N o vus T a n rı’nın ruhta yenid en d oğu şu n u b etim liyo rd u. B u d önem de
D ante’nin K o m e d y a ’sını oku d u ğu ve çalışm asının y a p ısı b akım ınd an
bu eserden de etkilen diğin i gösteren işaretler de v a r.’ 3 L ib e r N ovus,
Ju n g ’un C eh en n em ‘ e in işin i anlatır. Öte yandan, Dante v a r olan bir
k ozm o lojid en yararlan ırken L ib e r N ovu s'ta bireysel b ir k ozm o loji şe
killend irilm eye çalışılm ıştır. Ju n g ’u n çalışm asın d a F ile m o n ’u n o y n a d ı
ğı ro l N ietzch e’nin eserinde Z e rd ü şt’ün ve D ante’nin eserinde V irg il’in
o y n ad ığı role benzetilebilir.
T aslak ’ta m alzem enin y a k la şık y a rısı d oğru d an K a r a K ita p la r d a n
alınm ıştır. A çım lam ad a yaklaşık otuz beş yen i bölüm bulunur. Ju ng
bu bölüm lerde fantezilerden genel p sik o lo jik ilkelere ulaşm aya ve
fantezilerde betim lenen olayların d ü n yad a yaşan acak ları ne dereceye
kad ar, sim gesel b ir biçim de, o rta y a k o y d u ğ u n u an lam aya çalışm ıştır.
Ju n g 1 9 1 4 yılın d a düş nesnelerinin gerçek nesnelerin tem sili olarak ele
alın d ığı nesnel d ü zey yo ru m u ile h er bir ögenin düşü gö ren in kendisi
ile ilgili old uğu öznel d ü zey yo ru m u ayrım ın a gider.94 Ju n g ’un izlediği
p rosed ür, ken d i fantezilerini, öznel düzeyde getirdiği yo ru m ların yan ı
sıra, “k o le k tif’ düzeyde yo ru m lam a çalışm ası olarak d a görülebilir. B u
n un la yap m ak istediği, fantezilerine in d irgem eci b ir yo ru m getirm eye
çalışm ak değildir; Ju n g bu fantezileri ken d i için deki genel p sik o lo jik
ilkelerin işleyişinin ta sviri (örneğin, içe dön üş ile d ışa dönüşün, d ü şü n
m e ve zevkin vs. ilişkisi gibi) ve yaşan acak g e rç e k v e sim gesel olayların
betim lenm esi olarak görm ekted ir. D olayısıyla, T a slak ’ın ikin ci aşam a
sı, yen i o lu ştu rm a cı yö n tem in i geliştirm eye v e uygu lam aya y ö n e lik ilk
ön em li ve geniş çaplı den em edir. “ İkinci aşam an ın ” ken d isi b ir yo ru m -
sam a den eyidir. Eleştirel an lam d a L ib e r N o vu s için ek y o ru m a gerek
yo k tu r çünkü ken d i y o ru m u n u da içerm ektedir.
93. Kara Kitap 2Öe 26 Aralık 19 13^ Jung “Purgatorio”dan alıntılar yapıyor (s. 104). Aşağıda
bkz; dipnot 213, s. 168.
94. 30 Ocak 1914, MZS. 1913’te Maeder, Jung’un “objektif düzeyi” ve “subjektifdüzey”i
..kusursuz ifade” ettiğinden bahseder (“Über das Traum problem,” Jahrbuch Sür
psychoanalytische undpsychopathologische Forshungen 5, 1913 s. 657-58). Jung, Zürih
Psikoanalik Birliği‘nde bu konuyu ele alır.
Jung T a sla k 'ı yazarken akad em ik referan slar k u llan m am ıştı, ancak
lılsefe, din ve edebiyat alanlarında çok sayıd a referan ssız alın tı ve gön
derm e yapm ıştı. A ka d e m isy e n liğ i b ir y a n a b ırak m ak ken d i seçim iy
di. Bununla b irlik te, K ırm ız ı K ita p ’taki fantezileri ve b u n lar üzerine
d üşün celeri b ir ak ad em isyen in k alem in d en çık m a y d ı ve gerçekten de
kitabı, k e n d i üzerinde gerçekleştirdiği d eneylerle birlikte, k ü tü p h an e
de yazm ıştı. M uhtem elen kitab ın ı y a yım latm aya k arar ve rse y d i refe
ransları d a ekleyecekti.
El y a z ım ı T a sla k 'ı tam am lad ık tan sonra d a k tilo ya çekti ve d ü zelt
m esini yaptı. B ir taslak m etind e el y a z ısıy la d eğ işik likler y a p m ıştı (bu
laslak m etni D üzeltilm iş T aslak o la ra k anacağım ). Ü z erin d e k i n o tla
ra b akılırsa m etni o k u m ası için b ir b a şk a sın a v e rm işti (söz k o n u su el
yazısı E m m a Jung, T o n i W o lffy a da M a ria M o ltz er’e ait değil). O da
Ju n g’un düzeltm eleri üzerin e y o ru m yap m ış, ç ık arm ak istediği b azı
bölüm lerin de k o ru n m a sın ı istem işti. Ç alışm an ın -başlıksız b ıra k ı
lan, an cak aslın d a L ib e r P rim u s olan- ilk bölü m ü parşöm en k âğ ıd a y a
zılm ıştı. D ah a son ra da Ju n g ya z d ığ ı 6oo'\ınn üzerin d e sayfad an olu şan
bü yü k fo ly o y u ciltçi E m il Stierli’ye k ırm ız ı d eriyle ciltletm işti. K itap
sırtın d a L ib e r N o vu s başlığı gö rü lü yo rd u . D aha sonra d a parşö m en
sa yfa la rı fo lyo ya eklem işti. B u n u da Ju n g ’u n d oğ ru d an k aligrafi b ö
lüm üne k o p yala d ığı v e resm ettiği L ib e r Secu ndu s iz liyo rd u . Ç alışm a
O rta Ç a ğ ’d a h azırlan an resim len d irilm iş el y a z m a la rı gibi d ü zen len
m işti ve k a lig ra fi yazısın ın b aşın d a k ısaltm alar tablo su b u lu n u yord u .
)ung ilk k ita b ı “ O lacak ların Y o lu ” o larak ad land ırm ış ve b u n a Y e şa y a
K itabı ve Y u h a n n a İn cili’nden yap tığı alıntıları eklem işti. B öylece ça
lışm asın ı b ir keh an et k itab ı o la rak sunuyordu.
Ju n g k aligrafi cildinde resim lem ed e tem pera b o y a ku llan m ış ve
m ürekkepli kalem le yazm ıştı. B u ciltte yazın ın silikleşm eye başlam ası
m ürekkebin bitm eye b aşlad ığın ı gösterir. K la sik b ir yön tem le sa y fa
larda iğneyle d elikler açm ış ve sayfaların bir düzenli o lm a sı için sa tır
ları k u rşu n k alem le çizm işti.
Jung, Taslak’ta konu yu bölüm lere ayırm ıştı. K ırm ızı deri folyoya
yazarken bazı bölüm lerin ad ını değiştirm iş, yeni bölü m ler eklem iş ve
96. 1921de Blake’in The Marriage ofHeaven and HelI'inden alıntı yapmış (TE 6, §422n,
§460); Psikoloji ve Simya'da da Blake’in iki resmine değiniyor ( t e 12, şek. 14ve 19).
11 Kasım 1948'de Piloo Nanavutty’ye şöyle yazmış: “Blake’in çalışmasını heves olarak
görüyorum çünkü fantazilerinde birçok yarı tamamlanmış ya da yarı hazmedilmiş bilgiyi
bir araya toplamış. Bence, bunlar bilinçdışı süreçlerin sahici temsillerinden ziyade sanat
ürünleri. {Mektuplar2, s. 513-14).
97. Aşağıda bkz. Ek A.
98. Redon, Oeuvre graphique complet (Paris: Secretariat, 1913); Andre Mellerio, Odilon Redon:
Peintre, Dessinateur et Graveur (Paris: Henri Floury, 1923). Modern sanat üzerine çok katı
l’aris’teyken tanışm ıştı. Liber N ovu s’taki resim lerde sem bolist hareke-
l i ıı güçlü y a n k ıla rı gö rü lü yo r.
Jung, E k im 1 9 i o ’d a m eslektaşı H an s S ch m id ’le b irlik te K u ze y İtal
ya'da bir b isiklet tu ru n a çıkm ıştı. R a ve n n a ’d aki fre sk o ve m o zaik ler
den çok etkilenm işti. B u çalışm alar güçlü ren kleri, m ozaik benzeri b i
çim leri ve p ersp ek tifsiz ik i b o yu tlu figü rleriyle resim lerin i de etkilem iş
gibi gö rü n ü yo r. 99
1 9 1 3 ’te N ew Y o rk ’tayken b ü y ü k olasılıkla A m e rik a ’d aki ilk ulus
lararası m od ern sanat sergisi olan A rm o ry Sh o w ’a katılm ıştı (sergi 15
M art’a k ad ar sürm üştü ve Ju n g 4 M a rt’ta N ew Y o r k ’a d oğru yo la çık
mıştı. 19 2 5 ’teki sem inerinde M a rcel D u ch am p ’ın M erd iven d en İnen
Ç ıplak çalışm asına değinm esi san sasyon yaratm ıştı.100 B u sem inerde Pi-
casso ’n un resim lerindeki sürece de değinm işti. A y rın tılı b ir incelem eyi
gösteren kan ıtlar olm ad ığı için Ju n g ’un m od ern sanat bilgisinin b ü y ü k
olasılıkla doğrudan eserlerin görülm esine d ayan d ığın ı söyleyebiliriz.
B irin ci D ü n ya Savaşı sırasın d a Z ü rih ok u lu n u n ü yeleri ile sanatçı
lar arasınd a iletişim kurulm uştu. H er iki ta ra f d a avan gard akım larla
ilgiliydi ve toplu m sal çevreleri de k esişiyo rd u .101 K o cası E ugen Schlegel
ile birlikte T o n i W o lffla arkad aşlığı olan E rik a Schlegel, 1 9 1 3 ’te analiz
için Ju n g ’a geldi. E rik a Schlegel, Sophie T aeu b er’in kardeşiydi ve P sik o
loji K u lü b ü ’nün kütüp han e soru m lu su olm uştu. P sikolo ji K u lü b ü ’nün
üyeleri bazı D ad a etkinliklerine d avet ediliyordu. H u go Ball, G aleri
D ada’nın 29 M a rt 1 9 1 7 ’deki açılış törenine k atılan lar arasınd a kulüp
üyelerinin de olduğunu söylü yor.™ 2 O akşam ın p rog ram ın d a Sophie
T a u e b er’in soyu t dansları, H u go Ball, H ans A rp ve T ristan T z a ra ’nın
şiirleri de vard ı. Ü niversiteye L ab an ’la birlikte giden Sophie T aeuber,
A rp ’la birlikte k u lü p üyelerine dans d ersleri veriyord u . Y a p ıla n m as
keli balod a d a kostü m leri o tasarlam ıştı.^3 1 9 1 8 ’de Z ü rih ’te K ral Geyik
eleştiriler içeren bir kitap da bulunuyor: Max Raphael, Von Monet zu Picasso: Grundzüge
einerAsthetik und Entwicklung der Modernen Malerei (Münih: Delphin Verlag, 1913).
99. Jung Nisan 1 914’te Ravenna’yı bir kez daha ziyaret edecekti.
ıoo. Analitik Psikoloji, s. 54.
ıo ı. bkz. Rainer Zuch, Die Surrealisten und c. G. )ung: Studien zur Rezeption deranalytischen
psychologie im Surrealismus am Beispeil von Max Ernst, Victor Brauner und Hans Arp
(Weimar: VDG, 2004).
ı «2. Flight Out of Time, s. 102.
ı o,. Greta Stroeh, "Biographie," in Sophie Taeuber: 15 Decembre 1989-Mars 1990, Musee dart
moderne de la ville de Paris (Paris: Paris-musees, 1989), s. 124; Aline Valangin röportaj,
ad ın d a b ir kukla oyunu sergilem işti. O yun Burgh ölzli o rm an ların d a ge
çiyordu. D r. O ed ip us K o m p lek s’in rakibi Freud A n alitiku s K ö k -L ib id o
tarafından p ap ağana dönüştürülürken Ju n g ’un L ibid on u n D ö nü şü m leri
ve S im g e le rin e ve F reu d ’la olan tartışm aların a parodi niteliğinde g ö n
d erm eler yapılıyord u. B u n un la birlikte Ju n g’un çevresi ile bazı D a
daistler arasındaki ilişkiler gerilm işti. E m m y H en ngings M ayıs 1 9 1 7 ’de
H u go B all’a yazdığı m ektupta “ p sik o -k u lü b ü n ” a rtık bittiğini sö y lü y o r
du. 1 9 1 8 ’de Ju n g İsviçre’deki b ir eleştiri dergisinde D ad a h areketi
ni eleştirm işti ve bu da D adaistlerin gözünden kaçm am ıştı. Ju n g ’un
resim sel çalışm aları ile D ad aistleri birb irin d en ayıran hassas nokta
Ju n g ’un yo ğu n b ir şekilde anlam ve im lem üzerinde odaklanm asıydı.
Ju n g ’un k en d in i in celem esi v e yaratıcı d en eyleri hiç yo k tan o r
ta ya çık m am ıştı. B u d ön em d e için d e b u lu n d u ğ u çevrede sanata ve
resm e b ü y ü k b ir ilg i vard ı. A lp h o n se M aeder, F e rd in a n d H o d ler
ü z e rin e b ir m o n o g ra fi ya z m ıştı ve a ra la rın d a d o stça b ir y a z ışm a da
v a rd ı. 1 9 1 6 d o la y la rın d a M a e d e r b ir d iz i g ö rü m y a d a u y a n ık fa n
tezi y a şa m ış ve b u n la rı ta k m a ad la y a yım latm ıştı. Ju n g ’a b u n d an söz
ettiğin d e ise “ N asıl, sen de m i?” y a n ıtın ı alm ıştı. H an s S ch m id de
fan tezilerin i L ib e r N o v u s’a b en zer b ir k itap ta y a z m ış ve resm etm işti.
M oltzer, Z ü rih o k u lu n d a k i sa n atsa l etk in lik leri arttırm a k istiyord u .
Ç e vre le rin e d ah a faz la san atçın ın k atılm asın ı istiyo r, m odel o la rak da
R ik lin ’i gö rü yo rd u . R ik lin tarafın d an an aliz edilen J. B. L an g s im
gesel re sim le r y a p m a y a başlam ıştı. M o ltz e r’in “ İn c il’im ” o la rak söz
e ttiğ i k ita b ın d a resim li y a z ıla rı vard ı. H astası F a n n y B o w d itc h ’ten de
a y n ı şeyi y a p m a sın ı istem işti.
şöyle yazmış: “ [Meltzer’in] kitabını -onun Incil’ini- her birinde yazılar olan resimlerini
de yapmalıyım.” Katz’a göre Moltzer yaptığı resimlerin “bütünüyle öznel olduğunu,
sanat eseri olmadığını” düşünüyordu (31 Temmuz, Countway Library of Medicine).
Farklı bir zamanda da Katz günlüğüne Moltzer’in “sanattan, gerçek sanattan dinin
ifadesi olarak söz ettiğini” yazmış (21 Ağustos 1916). Moltzer 1916 yılında Psikoloji
Kulübü nde yaptığı konuşmada Riklin in resimlerini psikolojik açıdan yorumlamıştı
(Cult Fictions: Jung and the Founding of Analytical Psychology [Londra: Routledge,
I998], s. 102). Lang için bkz. Thomas Feitknecht, ed., "Die dunkle und wilde Seite der
Seele": Hermann Hesse. Briefwechsel mit seinem Psychoanalytiker JosefLang, 1916-1944
(Frankfurt: Suhrkampf, 2006).
ı ı 2. “DasNeue Leben,”Erst Ausstellung, Kunsthaus Zurich. J. B. Lang, Riklin’in evinde Jung
veAugusto Giacometti’nin bulunduğu bir etkinlikten söz etmiştir. (Günlük, 3 Aralık
1916, s. 9. Lang yazılar, Swiss Literary Archives, Berne).
ı 13. ı 1 Mart 192ı. Defterler, Schlegel yazılar.
celem eleri ara cılığ ıyla u laştığı b ilim ile san atın statü sü n ü gö recelileş-
tird iğ i an lam ın a d a geliyor.
D o layısıyla, L ib e r N ovu s'u n y a ra tılm a sı k esin likle tu h a f y a d a özel
b ir etkinlik, b ir p sik o zu n ü rü n ü değildi. T ersin e, bu çalışm a bu d ö
nem de b irç o k kişin in ilgilen d iği b ir alan olan p sik o lo ji ile san atsal d e
n e y le r arasın d aki sık k esişm eyi o rta y a k o yu yo r.
Kolektif Deney
Jung 1 9 1 5 ’te p siko lo jik tipler an layışı üzerine m eslektaşı H ans Sch-
m id ’le u zu n uzadıya yazışm ıştı. B u yazışm alard a Ju n g ’u n kendi üze
rin d e k i d eneylerine d eğ in ilm iyo r ve yazışm alar bu d ön em dek i k u ra m
ların ın yaln ızca etkin im gelem lerind en değil, ayn ı zam an d a kısm en
gelen eksel k u ram sal p siko loji yaklaşım ların d an o rta y a çık tığ ın ı göste
riy o r.114 Ju n g 5 M a rt 1 9 1 5 ’te Sm ith E ly Jeliffe’ye şun ları yazıyord u :
K endi üzerindeki incelem eleri sırasın d a çalkantılı durum lar yaşam ış
tı. B üyük b ir korkuya kapıldığını ve bazen kendine m ukayet olabilm ek
için m asaya tutunduğunu hatırlıyordu. “ 6B u dönem için şunları söylüyor:
114. The Question of Psychological Types: The Correspondence ofC.G. Jung and Hans
Schmid-Guisan 1915-1916 John Beebe ve Ernst Falzeder, çev. Filemon Series, Ernst
Falzeder ve TonyWoolfson, Princeton UniversityPress, yayıma hazırlanıyor.
115. John Burnham, Jeliffe: American Psychoanalyst and Physician & His Correspondence
with Sigmund Freud and C. G. Jung, yay. haz. William McGuire (Chicago: University of
Chicago Press, 1983), s. 196-97.
116. MP, s. 174
117. Anılar, s. 2oı.
T o n i W o lffu n d a k en d i içinde b u lu n d u ğ u sürece d ah il old u ğu n u
ve benzer b ir im geler ak ışı y a şad ığ ın ı h atırlıyor. Ju n g k en d i d en eyim
lerini o n u n la tartışabileceğin i düşün m ü ştü an cak W o lff d a kafası k a
rışm ış v e d ağılm ış b ir d u ru m d ay d ı.^ 8 Benzer şekilde k arısı d a o n a bu
konuda y a rd ım ed e m iy o rd u . T ü m b u n la rın so n u cu n d a şö y le d iyord u :
“ Buna b ir şekilde katlan m ış olm am vah şi b ir güç m eselesiyd i.” “ 9
P sikolo ji K u lü b ü 1 9 1 6 ’n ın başlarınd a, Ju n g tarafın d an analiz edil
m ek üzere 1 9 1 3 ’te Z ü rih ’e gelen E d ith R o ckefeller M c C o rm ic k ’in
bağışladığı 360.000 İsviçre F ran k ı’y la kuru lm uştu . B aşlangıçta altm ış
kadar üyesi vardı. Ju n g’a göre k ulüb ün am acı b ireylerin gru p la olan
ilişkisini incelem ek, bire b ir analizin sınırlarını aşarak d oğal b ir p sik o
lojik gözlem ortam ı sağlam ak ve a y rıca hastaların top lu m sal d u ru m la
ra u yu m sağlam ayı öğrenm elerine olan ak tan ıyacak b ir çevre sunm ak-
lı. A y n ı zam and a analistlerin olu şturd u ğu m esleki A n a litik P sikolo ji
1 >emeği de top lantıların ı sü rd ü rü y ord u . 120 Ju n g h er ik i örgüte de etkin
olarak katılıyordu.
Jung’un ken d i üzerindeki in celem eleri ayn ı zam anda an alitik çalış
m alarınd aki d eğişim in de h ab ercisiyd i. H astaların ı da ben zer şekilde
kendin i incelem e yö n te m le rin i u y gu lam aya te şvik ediyordu . H astala-
ı a etk in im gelem , içsel d iyalo g ve fantezilerini resm etm eleri ö ğ re tili
yordu. Ju n g k en d i d en eyim lerin i p arad ig m a o larak alıyo rd u . 19 2 5 ’teki
sem inerind e şöyle dem işti:
O ilk günlerde biri analiz için geldiğinde “kırm ızı kitap" bir sehpa
nın üzerindeaçık bir şekilde beklerdi. Bu kitabın içinde Dr. Jung’un
yaptığı ya da henüz tam amladığı resim ler vardı. Bazen yaptığı resmi
Ölülerin Dönüşü
S avaşla birlikte yaşan an e şi gö rü lm em iş k ıyım larla birlikte ölü lerin
d ön ü şü k on usu da sık ça işlen m eye başlam ıştı. A bel G a n c e ’nin film i
J ’accuse b u n u n örn eklerin d en b iriyd i. '23 Ö lü m ler tinselciliğe du yulan
ilgin in de yen id en can lan m asın a y o l açm ıştı. 1 9 1 5 y ılın d a Ju n g, ne
redeyse b ir y ılın ard ın d an yeniden K a r a K ita p la r a b ir d izi fan tezisi
n i ya z m a y a başlayacaktı. L ib e r P rim u s ve L ib e r Secu n du s’u n el yazısı
taslak ların ı daha önce ta m a m la m ıştı.124 1 9 1 6 ’nın başın d a Jun g evinde
b ir dizi sa rsıc ı p arap sik o lo jik o la y yaşayacaktı. 19 2 3 yılın d a bu olayı
C a ry de A n g u lo ’ya (son rad an Bayn es) anlatm ıştı. A n g u lo an lattıkla
rını şöyle aktarıyor:
122. “C. G. Jung: Some memories and reflections,” Inward Light 35 (1972), s. II. Tina Keller
için bkz. Wendy Swan, C. G. Jung and Active Imagination (Saarbrucken: VDM, 2007).
123. bkz. Winter, Sites of Memory, Sites ofMourning, s. 18, 69 ve 133-44.
124. Burada Kara Kitap 5e bir not eklenmiş: “Bu dönemde [Kırmızı Kitap’ın] 1ve II.
Bölümleri yazılmıştı. Savaşın başlamasından hemen sonra” (s. 86). Yazının kendisi
Jung’un el yazısıyla yazılmış, ‘Kırmızı Kitap’ın başkası tarafından eklenmiş.
ınıyordu, ama son derece bitkin bir haldeydi. Okula gitmemesini söy
lediğinizde nedenini sormadan hemen kabul etti. Daha sonra beklen
medik bir şekilde sizden kâğıt ve boyama kalemleri istedi ve bir resim
yapm aya başladı. Resmin ortasında kamış ve oltasıyla balık tutan bir
adam vardı. Solda şeytan adama bir şeyler söylerken görülüyordu ve
oğlunuz söylenenleri de yazmıştı. Balıkçı için geldiğini, ona ait olan
balıkları tuttuğunu söylüyordu. Sağda ise bir melek vardı ve “ Hayır,
bu adamı alamazsın çünkü yalnızca kötü balıkları avlıyor, iyileri de
ğil," diyordu. Oğlunuz bu resmi yaptıktan sonra oldukça rahatlamıştı.
Aynı gece iki kızınız odalarında hayalet gördüklerini sanmıştı. Ertesi
gün Ölülere Vaazları yazdınız ve bundan sonra ailenizi hiçbir şeyin
rahatsız etmeyeceğini biliyordunuz ve haklıydınız. Elbette oğlunuzun
resmindeki balıkçının sizden başkası olmadığını ben biliyordum. Siz
de bana aynısı söylemiştiniz ancak oğlunuz bunu bilmiyordu. 125
Pazar günü öğleden sonra beş sularında ön kapının zili deli gibi
çalmaya başladı... Herkes kapıdakinin kim olduğunu görm ek için
hemen oraya koştu ama görünürde kim se yoktu. Ben zilin yanında
oturuyordum ama çaldığını duymamış, hareket ettiğini görm üş
tüm. Birbirim ize öylece bakakaldık. İnanın bana, hava çok ağırlaş
mıştı. O zaman bir şeylerin olması gerektiğini anladım. Ev sanki
bir anda dolmuş, ruhlar etrafı sarmıştı. Sıkış tıkış bir halde kapıya
dayanmışlardı ve hava o kadar ağırlaşmıştı ki nefes almak ancak
mümkün olabiliyordu. Beni bir soru almıştı: “Tanrı aşkına, nedir
bu olanlar?” Sonra bir ağızdan bağırmaya başladılar: “Kudüs’ten ge
liyoruz, aradığım ızı bulam adık orada.” Bu Vaazlar in başlangıcıdır.
Sonra içimden akmaya başladı ve üç akşam da hepsini yazdım
bitirdim. Kalemi elime alır almaz ölü kalabalık buhar oldu gitti. Oda
sessizleşti, hava tem izlendi. Ruhların işgali sona erm işti.126
1 ıç. CFB.
1 .h Anılar, s. 215-16.
ı 17. bkz. aşağıda, s. 288.
tuos), gn o stik b ir yaradılış söyleni b içim in dek i p siko lojik kozm olojid ir.
Ju n g ’un fantezilerinde ru h u nd a yen i b ir T an rı, A b rak sas, ya n i k u rb a
ğaların oğlu olan T an rı doğar. Ju n g ’un bu k o n u d a k i an layışı sim gesel
dir. B u figürü H ristiyan T a n rısı ile şeytanın b irleşm esin in b ir tem sili,
yan i B atılı T an rı im gesind eki d önüşüm ün betim lenm esi o larak görür.
19 5 2 yılın d a kalem e aldığı E y y u b 'a Y an ıt’a d ek bu k o n u ya d erin lem e
sine d eğinm em iştir.
Ju n g Libidon un D önüşüm leri ve Sim geleri için yaptığı hazırlık ok u
m aları sırasında Gnostik yazınını da incelem iştir. A skerlik hizm etini
yaptığı sırada, 1 9 1 5 yılının O cak ve E kim aylarında G n o stik ’lerin çalış
m aların ı okum uştur. K a ra K ita p la r d a V a a z la rı yazdıktan son ra düzen
de ufak değişiklikler yaparak kaligrafi ile yazılm ış bir kopyasını çıkarır.
Başlığın altına şu ibareyi ekler: “ Ö lü lerin yedi öğretisi. Y azan Ba-
silides, yer İskenderiye, D o ğu ’nun Batı ile buluştuğu şeh ir.” ı28 D ah a
son ra d a y e n i b ir eklem eyle özel o la ra k bastırır: “ A lm a n ca y a Y u n a n c a
aslın d an tercüm e edilm iştir.” B u ibareler on d okuzu ncu yü z y ıl sonu
klasik ilm in in Ju n g ’un tarzı ü zerin d ek i etkilerini gö steriyo r. Ju n g bu
çalışm ayı P sik olo ji K u lü b ü ’nün kuru lu şu vesilesiyle yazdığın ı ve k u lü
bün kuru lu şu nedeniyle Edith R ockefeller M c C o rm ick ’e b ir arm ağan
olarak gö rd ü ğü n ü hatırlıyor. '29 A rk ad aşların a ve sırd aşların a da birer
k o p y a verm iş ve A lph on se M aed er’e verd iği k o p y ad a şun ları yazm ıştı:
128. Tarihsel bir karakter olan Basilides ikinci yüzyılda İskenderiye'de yaşamış bir Gnostik’ti.
bkz. dipnot 81 s. 442-443.
129. MP, s. 26.
130. 19 Ocak 1917, Mektuplar I, s. 33-34. Jolande Jacobi’ye Vaazların bir kopyasını gönderen
Jung bunların “bilinçdışının atölyesinden merak” olduğunu söylüyordu. {7 Ekim 1928, JA).
Kum ilk m an d alad ır.” K a ra K ita p la r'd a k i fan teziler devam eder. Syste-
ıııa M u n d itotius, V a a z lar'ın resim sel k o zm o lojisid ir.
ı ı H a z ira n -2 E k im 1 9 1 7 tarih leri arasın d a Ju n g, C h ateau d ’O-
ex ’de İn giliz savaş esirleri k om u tan ı o la rak askerlik gö re vin i y a p m a k
tadır. A ğu sto s d o layların d a Sm ith E ly Jeliffe’ye askerlik hizm etinin
onu çalışm aların dan bütünüyle u zaklaştırd ığın ı v e d ön d ükten sonra
l ipler üzerine uzun b ir m akale kalem e alab ilm eyi u m d u ğu n u yazar.
M ektubunu şu sözlerle b itirir:
MEPHİSTOPHELES
Parıldayan bir üç ayak gösterecek sana sonunda
derinlerin en derininde, dipte olduğunu.
Onun ışığında Anneleri göreceksin:
biri oturuyor, diğerleri ayakta ve yürüyor,
olur ya. Oluşum, dönüşüm
sonrasız zihnin sonrasız eğlencesi.
Bütün yaratılanların imgeleriyle kaplanmış,
onlar seni görmez, çünkü yalnız gölgeleri görürler.
O halde tut yüreğini, çünkü tehlike büyük
ve dosdoğru üç ayağa git,
dokun ona anahtarla. 'jS
137. bkz. Ek A.
138. Faust 2, perde I, 6278f.
139. Yayımanmamış mektup, JFA. Ayrıca dört köşeli bir mandala gibi görünen ve Moltzer
tarafından yapılmış tarihsiz bir resim de bulunuyor. Kısa bir notta bu resmin
“Bireyselleşmenin ya da Bireyselleşme sürecinin resimsel sunumu” olduğunu söylüyor
(Kütüphane, Psychological Club, Zurich).
140. Anılar, s. 221. Jung’un bu benlik kavramı doğrudan Hinduizmdeki Atman/Brahman
kavramına dayanıyor. Jung bu kavramı 1921de Psikolojik Tipler ve Nietzsche’nin
Zerdüşf ündeki belirli bölümler bağlamında tartışmıştır. {bkz. dipnot 29, s. 373).
141. a.g.e.
ı 92o’lerde Ju n g ’un m an dala anlayışı derinleşecekti.
T a s la k ta E k im 1 9 1 3 ile Şubat 1 9 1 4 arasın d aki fan teziler b u lu n u
yordu. 1 9 1 7 k ışın d a P rü fu n gen başlığı altın da ye n i b ir m etin kalem e
alan Ju n g çalışm asına b ıra k tığ ı yerd en devam ediyordu. B u m etinde
Nisan 1 9 13 't e n H aziran 1 9 1 6 y a d ek olan fanteziler b u lu n uyord u . L i
b e r N o vu s'u n ilk ik i kitabın d a olduğu g ib i Ju n g fantezilerin arasına
kendi y o ru m ların ı da k atıyo rd u .^ 2 V a a z la rı d a bu m etne dahil etm işti
ve şim d i de Filem on'un h er vaa z için y a p tığ ı yo ru m la rı eklem işti. Bu
yo ru m la rd a Filem on öğretisinin telafi edici d oğasın ı vu rgu lu yo rd u ,
özellikle tam da ölülerde olm ayan k avram lar vurgu lan ıyo rd u . P rü fu n
gen aslın d a L ib e r N o vu s’u n L ib e r Tertius b ö lü m ü n ü olu ştu ru yor. D o
layısıyla m etn in tam akışı d a şöyle olacaktır:
ı .p. Sınamalar el yazısı taslağın 23. sayfasına birtarih düşülmüş: “27/11/17" ve buradan
yola çıkarak 1917'nin ikinci yarısında, yani Chateau D’Oex’de yaşananların ardından
yazıldıkları düşünülebilir.
ı.| 1. Aşağıda bkz. s. 4oı.
144. Aşağıda bkz. s. 412.
145. Stephen Martinin koleksiyonundan. Burada Faust’ta Mephistopheles’in söylediklerine
gönderme yapılıyor (I.185lf.)
Ju n g’un fantezileri “ üzerinde çalışırken” hassas görevi sesleri karak
terlerden ayırt etmekti. Ö rneğin, K a ra K ita p la r d a ölülere V a a z la rı Ju ng
dile getirir. Prüfungen’de ise ölülerle k o n u şan Ju n g d eğil Filem on ’dur.
K a ra K ita p la rd a Ju n g’un ikili kon u şm aya gird iği ana figü r k en d i ru h u
dur. L ib e r N ovus'un bazı bölüm lerinde bunun yerin i yılan ve k u ş alır.
O cak 1 9 1 6 ’d aki bir konu şm asın da ruh u on a Y u k a rı ile A şağı b ir olm a
dığında üç p arçaya bölündüğünü anlatır: yılan, insan ruhu ve kuş, yan i
tanrıları ziyaret eden göksel ruh. D olayısıyla, Ju n g’un yap tığı bu değişik
liğin ruhunun üçlü d oğasına yö n elik anlayışını yansıttığı söylenebilir.146
B u d önem de Ju n g m etin leri üzerind e çalışm aya d evam ed iyo rd u
ve b u n ları m eslektaşları ile tartıştığı y ö n ü n d e de bazı işaretler var.
K en d i fantezilerind en b azıların ı gö n d eren J. B. L an g’a M a y ıs 1 9 1 8 ’de
şu n ları yazm ıştı:
ı.îK Jung, Freud'la yollarını ayırdıktan sonra Flournoy'un onu desteklemeyi sürdürdüğünü
öğrenecekti. bkz. Flournoy, From India to the Planet Mars, s. ix.
149. TE 7, §§444-46.
ı 50. a.g.e. §449.
ı 5 ı. a.g.e. §459-
ı 52. a.g.e. §468.
ı 53. a.g.e. §521.
“ T a n rı-g ib i-o lm a ” d u ru m u n u n değişkenliğinin canlı betim lenişi
Ju n g ’un bilinçdışı ile yü zleşm esindeki k im i d u yu şsal d u ru m ların ı y a n
sıtıyor. P ersonanın ayırt edilm esi ve çözüm lenm esi düşüncesi, Ju n g ’un
k end in i rolünd en ve başard ıkların d an a y rı k oyd u ğu ve ru h u ile y e n i
den bağlan tı k u rm aya çalıştığı L ib e r N o v u s’un b aşlan gıç bölü m ü ne
k arşılık geliyor. Ju n g ’un d u ru m u n d a b u n u d a tam o la rak söylensel
fantezilerin o rta ya çıkışı izliyo r ve L ib er N ovu s’un ikinci katm an ın d a
y a ra tıc ı fantezilerin y o ru m sam a yo lu y la ele alınışı su nu lu yor. K işisel
ve k işisel-olm ayan b ilinçdışının birbirin d en a y ırt edilm esi Ju n g ’un
söylensel fantezilerine yö n elik k u ram sal b ir an layış o rta y a k oyu yo r:
B u n a göre, Ju n g b u n ların k işisel bilin çdışın d an değil, kalıtım sal k o le k
tif psişeden k ayn ak lan d ığın ı düşü nü yord u . Ö yle ise fantezileri psişenin
k o le k tif insan m irasınd an geliyo rd u ve k işiy e özgü y a d a k işiy e bağlı
olarak geçiştirilem ezdi.
A y n ı yılın E kim ayın d a Ju ng, P sik o lo ji K u lü b ü 'n d e ik i kon u şm a
yaptı. “U yu m K u rm a ” ilk k o n u şm asın ın başlığıydı. Bu ik i biçim de olu
yo rd u ; dış ve iç k o şu llarla u y u m kurm a. “ İç ” b ilin çd ışın ı g ö ste riy o r
du. İçsel olan la u y u m k u rm ak için bireyselleşm ek gerekiyordu ve bu
da başkaları ile u y u m k u rm an ın karşıtıydı. B u gerekliliği k arşılam ak
ve d o la y ısıyla uym acılıktan k o p m ak k efa ret ve yen i b ir “k o le k tif işlev”
gerektiren trajik bir suçluluk d u ygu su doğu ru yord u çünkü b irey to p
lu m d a b ulun m ayışın ın y e rin e koyacağı d eğ erler üretm eliydi. B u ye n i
d eğerler k işin in kolektifi telafi edebilm esin i sağlıyordu. B ireyselleş
m e an cak az sayıd a insan a uygu n du. Y eterin ce y aratıcı olam ayan ların
to p lu m la arasın d aki k o le k tif u ym acılığı yenid en k u rm ası gerekecek
ti. B ire y yaln ızca yen i d eğerler değil, top lu m u n “gerçekleştirilebilir
değerler beklem e h a k k ı” old u ğu için ayn ı zam and a toplu m un k ab u l
edebileceği d eğerler de yaratm ası g e re k iy o rd u .'^ Ju n g ’un d u ru m u ile
b irlikte okund uğun da, ken d i “ bireyselleşm esi” y o lu n d a toplu m sal u y
m acılıktan kop u şu n u n onu, k efaret olarak, toplum sal olarak gerçekleş
tirilebilecek değerler üretm ek zoru n d a old u ğu düşüncesine yönelttiği
söylenebilir. B u d a b ir ikilem i d oğuruyor: L ib e r N ovu s’tak i bu y en i de
ğerlerin Ju n g ’da beden bulm a b içim i toplum sal açıdan kab u l edilebi
157- TE 8, §155.
158. a.g.e. §§170-71. Planşet otomatik baskı işini hızlandırmak için kosterlerde kullanılan
küçük ahşap bir levhadır.
159^ a.g.e. §186.
160. MP, s. 380.
Jung 1 9 1 7 yılın d a başlığı uzun ken d i k ısa bir kitap y ayım lad ı: “B i
linçdışı Sü reçlerin P siko lojisi: M o d e rn K u ra m a ve A n a litik P sik o lo ji
nin Y ön tem in e G en el B ir B a k ış ." A r a lık 1 9 1 6 ta rih li ön sö zü n d e savaşa
eşlik eden p siko lojik süreçlerin k ao tik b ilin çd ışı soru n u n u ön p lana
çıkard ığın ı söylü yo rd u . Ö te yan d an , b ireyin p sik o lo jisi ulusun p si
kolojisine k arşılık geliyo rd u ve an cak bireyin tu tu m u n u değiştirm ek
yolu yla k ü ltü rel yenilenm e sağlan ab ilird i. • ■ B öylece L ib e r N o vus’un
m erkezinde ye r alan bireysel ve k o le k tif o layların b irb irin e y a k ın d an
bağlı old u ğu gö rü şü n ü dile getiriyo rd u . Ju n g ’a göre k en d isin in bi-
liş-öncesi gö rü m leri ile savaşın p atlak verm esi arasın d aki bağlaşım , b i
reysel fanteziler ile d ü n y a d a yaşan an lar, d o layısıyla d a b irey ile ulusun
psikolojisi arasın d aki d erin bilin çaltı bağları ortaya k o yu yo rd u . Şim d i
yapılm ası ge re k e n bu b ağlan tıyı daha ayrın tılı b ir şek ild e incelem ekti.
Ju n g’a gö re k işisel b ilin çd ışın ın içeriğ i çözü m len d ikten ve bü-
ı ünleştirild ikten so n ra b ilin ç d ışın ın so yo lu şsal tab ak asın d an k a y
naklanan söylensel fantezilerle k arşılaşılıy o rd u . ’6* B ilin ç d ış ı S ü reç
lerin P s ik o lo jis in d e Ju n g ’un d ö n ü şü m lü o la rak k u llan d ığı k olektif,
kişisel-üstü, m utlak b ilin ç d ışı an latılıyo rd u . Ju n g k işin in b ilin çd ışın ı
kendinden a y rı b ir şey o la rak g ö rü n ü r b ir şekild e su n m ası y o lu y la
kendisini b ilin çd ışın d a n a y ırm a sı gerektiğin i sa vu n u y o rd u . B e n ’in
H en-olm ayan, y a n i k o le k tif p sişe y a d a m u tla k b ilin ç d ışın d a n ayırt
edilm esi can alıcı noktaydı. Bunun için de y a p m a sı gereken şuydu:
"İn san ın B e n -işle v in d e z o ru n lu o la ra k aya ğ ın ı sağlam basm ası g e
rekiyor; y a n i, y a ş a m a karşı ö d e v in i bü tü n ü yle y e rin e g e tirm e lid ir ki
toplum un h er a ç ıd a n y a şa m sa l canlı b ir üyesi olabilsin . ” ' 63 Ju n g bu
d onem de bu gö re vle ri y e rin e ge tire b ilm ey e ça lışıy o rd u .
Ju n g b ilin çd ışın ın içeriğin i L ib id o n u n D ö n ü şü m leri ve Sim geleri’ n-
de tipik söylenler y a da ilksel im geler olarak ad lan d ırm ıştı. B u “ b a sk ın
ları” “ egem enler, tanrılar, ya n i baskın y asa ve ilkelerin im geleri, bey-
10ı. TE 7, s. 3-4.
ıı • Bu çalışmayı 1943 yılında yeniden gözden geçiren Jung kişisel bilinçdışının “düşlerde
sık görülen gölge figürüne karşılık geldiğini” söylüyor (TE, §103). Bu figüre ayrıca şu
tanımı da ekliyor: “Gölgeden, kişiliğin ‘olumsuz’ yanını, tüm o gizli nahoş nitelikleri,
yeterince gelişmemiş işlevleri ve kişisel bilinçdışının içeriğini anlıyorum” (a.g.e.
§ıo3n). Jung bireyselleşme sürecinin bu evresini gölgeyle karşılaşma olarak anlatıyor
(bkz. te 9, böl. 2, §§ 13-19).
1m. “Bilinçdışı süreçlerin psikolojisi,” Jung, CoUected Papers onAnalytical Psychology, ed.
Constance Long (Londra: Bailliere, Tindall & Cox, 1917, 2. baskı), s. 416-47
nin ard ışık dünyevi süreçlerden ald ığı ortalam a d ü zen lilikler” 164 olarak
anlatm ıştı. Bu b askın lara özel b ir d ik k a t gösterilm esi gerekiyordu .
Ö zellikle de “ m itolojik ve k o lek tifp sik o lo jik içeriğin bilincin nesn elerin
den ayırt edilm esi ve bunların bireysel p sişe dışın d a p siko lo jik gerçeklik
olarak sağlam laştırılm ası” ^ önem liydi. Bu sayede kişi atalarım ıza ait
tarihin etkinleştirilm iş artakalan larıyla u zlaşabilirdi. K işisel olanın ki-
şisel-olm ayan dan a y ırt edilm esi b ir enerji sahm ına y o l açıyordu.
B u yo ru m lar ay n ı zam an d a Ju n g ’un etkinliğini, beliren çeşitli k a
rak terleri birbirin d en a y ırt etm e ve “ bu n ları p sik o lo jik gerçeklikler
olarak sağlam laştırm a” çabasını d a yan sıtıyor. B u figü rlerin kendi b a ş
la rın a p siko lojik b ir gerçeklikleri olduğu ve öznel b irer h ayal ü rü n ü n
den ibaret olm ad ıkları d ü şü n cesi tem el b ir dersi, Ju n g ’un İlyas fantezi
figürüne psişik nesnellik atfetm esini o rta y a k o y u y o r .^
Ju n g ’a gö re Fran sız d evrim in in başlattığı us v e k u şkucu lu k çağı
dini ve usdışılığı bastırm ıştı. B u d a ciddi sonuçlar d oğu rm u ş, usdışı-
lığın tem sili o la rak d ü n y a sa va şı p atlak verm işti. D o layısıyla u sd ışını
p sik o lo jik b ir etken olarak k ab u l etm ek tarih sel bir gereklilikti. U sd ışı
biçim lerin k ab u lü L ib e r N o vu s’u n ana tem alarından biridir.
Ju n g B ilin çdışı Süreçlerin P sik o lo jisi'n d e p siko lo jik tipler k avram ın ı
geliştirm işti. T ip le rin p sik o lo jik özelliklerinin u çla ra itilm esinin ortak
bir gelişm e old u ğu n u yazıyord u . E n an tio d ro m ia olarak ad land ırd ığı
zıtlara çevrilm e yasasın a göre diğer işlev, yan i içsel için hissetm e, dışsal
için düşünm e işlevi orta y a çık ıyo rd u . Bu ikincil işlevler bilinçdışında
bu lu n u yord u . Z ıt işlevin gelişm esi bireyselleşm eye y o l açıyord u. Z ıt
işlev bilinç için kabul edilebilir olm ad ığın dan , bununla uzlaşm ak için
özel b ir teknik, yan i aşkın işlevin üretilm esi gerekiyord u . K işi bilinç-
dışı ile b ir olm ad ığın da, b ilin çdışı tehlike olu ştu ruyord u . Öte yand an,
aşkın işlevin olu şturulm ası ile b irlikte u yu m su zlu k d a ortadan k a lk ı
yo rd u. B u yenid en den gelenm e b ilin çdışın ın ü retken ve y a ra rlı y ö n le
rine erişilm esin i sağlıyordu. B ilin çd ışı an latılm am ış çağların bilgeliğini
ve d en eyim in i taşıyo rd u ve bu nedenle de eşi olm ayan b ir rehberdi.
Z ıt işlevin gelişim i L ib er N o vu s'u n G izem ler b ö lü m ü n d e g ö rü lü y o r/67
ı hH. Collected Papers on Analytical Psychology, s. 444. Bu cümle Jung’un kitabının yalnızca ilk
baskısında geçiyor.
ı ruj. te 10, §24.
1 •<>. TE 10, §48.
1 1. te 8.
b ir kriz y o lu y la ve u m u t ve b eklen tilerin in çökm esiyle etkinleşiyordu .
İkincisinde ise bü yü k sosyal, p o litik ve d insel k arışık lık d ö n em lerin d e
etk in leşiyordu . B u gib i a n la rd a b askın tu tu m lar tarafın d an b astırılan
etkenler k o le k tif b ilin çd ışın d a b irik iy o rd u . Sezgi y ö n ü güçlü b ireyler
b u n la rı fark edip dile getirilebilir d ü şü ncelere tercüm e etm eye ça lışı
yo rd u . B ilin ç d ışın ı an latılabilir b ir dile tercüm e e tm ey i başard ıkları
takdirde bu telafi edici b ir etki y a ratıyo rd u . B ilin çd ışın ın içeriği rah at
sız edici b ir etk iye sahipti. B irin ci d u ru m d a k o le k tifb ilin ç d ışı g erçek
liğin yerin e geçeb ilird i ve bu p atolo jikti. İk in ci d u ru m d a ise b ire y y ö
nünü y itird iğ in i h issed ebilirdi an cak b u d u ru m p ato lo jik değildi. Bu
ayrım d an y o la çık arak Ju n g ’un k en d i d en eyim in i ik in ci d u ru m a, y an i
k o le k tif b ilin çdışın ın genel k ü ltü rel k a rışık lık n ed eniyle etkinleşm e
sine bağlad ığın ı söyleyebiliriz. Y a n i, 1 9 1 3 y ılın d a d elirm e k o rk u su n a
k ap ılm ası b u a yrım ı gö rem em esin d en kayn ak lan ıyo rd u .
1 9 1 8 yılın d a Psikoloji K u lü b ü ’nde tipo loji çalışm aları üzerine bir
dizi sem in er v e rd i ve yin e bu d ön em d e ayn ı k on u d a geniş akad em ik
çalışm alara girişti. B u m akalelerde ele ald ığı k o n u ları 1 9 2 1 y ılın d a
P sik o lojik T ip le r d e geliştird i ve genişletti. L ib e r N ovu s’tak i k o n u ların
üzerinde y a p tığ ı çalışm alar b ak ım ın d an d a en ö n em lisi “ şiird ek i tip
so ru n u ” k o n u lu beşin ci bö lü m d ü . B u rad a ele alın an an a k o n u zıtlar so
ru n u n u n birleştirici y a d a u zlaştırıcı sim gen in üretilm esi y o lu y la nasıl
çözüm lenebileceğiyd i. B u d a L ib e r N o vu s’u n en ön em li k on u ların d an
biridir. B u bölüm de Ju n g, H induizm ve T a o iz m ’de, M eister E c k h a rt’ta
ve çağdaşı olan C a rl S pitteler’in çalışm aların d a zıtlar so ru n u n u n ç ö
zü m le n m esi ü zerin e ayrın tılı incelem elerine y e r verir. B u b ö lü m aynı
zam an d a Ju n g ’un L ib e r N o v u s’tak i k av ra m la rın ı d oğ ru d an etkileyen
bazı tarih sel k ay n ak la r üzerine b ir m ed itasyo n olarak d a görü lebilir.
A y n ı zam an d a ö n em li b ir yö n tem tanıtılır. Ju n g, L ib e r N o v u s ’ta zıtla-
rın uzlaşm ası k o n u su n u d oğ ru d an ele alm ak yerin e, tarih sel an alojiler
a ra y ışın a g irm iş ve b u n la ra d air y o ru m la rın a y e r verm iştir.
19 2 1 yılın d a “ b e n lik ” p sik o lo jik b ir k a v ra m o la rak o rta y a çıkar.
Ju n g ben liği şöyle tanım lam ıştır:
Ben bilinç alanımın tek merkezi olsa dahi diğer karm aşalar arasında
bir karmaşa olarak psişemin bütününe denk değildir. İşte bu yüzden
Ben ile Benlik arasında bir ayrım yapıyorum çünkü Ben bilincimin
tek öznesidir, benlik ise bütünlüğümün öznesidir; öyleyse bilinçdışı
psişeyi de içerir. Bu anlamda Benlik Ben'i de saran ve içeren bir (ide
al) büyüklük olacaktır. Bilinçdışı fantezide benlik, Goethe ile Faust
ya da Zerdüşt ile Nietzsche ilişkisinde olduğu gibi genellikle üst ya da
ideal kişilik olarak ortaya çıkar.
İlk yol, kişide bu yönde bir kabiliyet varsa sanatsaldır; ikincisi felsefi
kuramsal-düşünmedir; üçüncüsüsü sapkınlığa ve tarikatlara öncü
lük eden yarı-dinseldir; bu imgeleri kullanm anın dördüncü yolu da
bunları hovardaca is ra f etmektir. 4
B u bakış açısıyla, b u im gelerin p sik o lo jik o larak k u llan ılm ası “ be
şinci y o l” olacaktır. B u n u n b a şa rıy a ulaşab ilm esi için de p sik o lo jin in
kendini sanat, felsefe ve d in d en net b ir şekilde a y ırt edebilm esi gere
kir. B u zo ru n lu lu k Ju n g ’u n altern atifleri red d etm esini açıklıyor.
B u n u izleyen K a ra K ita p la r 'd a Ju n g “ söylen cesi” ü zerin e ç a lışm a
ya d ev am eder. F igü rler geliştirilir ve b irb irle rin e d ön ü ştü rü lü r. Ju n g
lıu figü rleri k işiliğ in altta y a ta n bileşen leri o la rak gö rm eye b aşlad ıkça
ayırt edilm elerine b irleştirilm eleri eşlik eder. 5 O cak 19 2 2 'd e ru h u yla
mesleği ve L ib e r N o vu s üzerine k on u şu r:
ı 76. a.g.e. s. 95. Ertesi yıl verdiği bir seminerde Jung din ile bireysel ilişkiler arasındaki
ilişkiyi ele almıştı: “Hiçbir birey bireysel ilişkiler olmadan var olamaz ve Kilisenizin
temeli de böyle atıldı. Bireysel ilişkiler görünmez Kilise’nin biçimini kurar” (Katılımcılar
tarafından düzenlenen Notes on the Seminar in Analytical Psychology conductedby Dr. C.
G. Jung, Polzeath, İngiltere, 14-27 Temmuz, katılımcılar tarafından düzenlenmiştir, s.82)
ı 77. Jung’un din psikolojisi için bkz. James Heisig, Imago Dei: A Study ofjung’s Psychology
ofReligion (Lewisburg: Bucknell University Press, 1979) ve Ann Lammers, In God's
Shadow: The Collaboration between Victor White and C. G. Jung (New York: Paulist
Press, 1994). Ayrıca bkz. Shamdasani “In Statu Nascendi,” Journal of Analytical
Psychology 44 (1999), s. 539-545.
İk in cisi ise yazarı eline geçirir. G o eth e 'n in F a u s t’unun ik in ci b ö lü m ü
ve N ietzch e'n in Z erd ü şt’ü bu tip sim gesel çalışm aların ö rn eklerid ir.
Ju n g 'a göre bu çalışm alar k o le k tifb ilin ç d ışın d a n kayn ak lan m ıştır. B u
g ib i ö rn eklerd e yaratıcı sü reç b ir arketip im gen in bilin d ışı y o ld an et-
kin leştirilm esid ir. A rk etip ler içim izd e k en d i sesim izin den d ah a gü çlü
b ir sesi ö zgü r bırakır:
B u tip çalışm alar üreten san atçılar çağın tin in i eğitir ve gü nü n tek
taraflılığ ın ı telafi eder. Ju n g bu tip sim gesel çalışm aların d oğuşun u
an latırken öyle gö rü lü y o r ki ken d i etkin lik lerin i d ü şü n ü yord u . Y a n i
L ib e r N o v u s ’u n “ sanat” old u ğ u n u kabu l etm ese de y a p ısı üzerine dü
şünceleri d ah a son raki sanat k av ra m ı ve k u ra m ın a önem li b ir k ayn ak
olu şturacaktı. B urada d olaylı olarak şu soru ortaya çıkıyord u : Ş im d i
p sik o lo ji ç a ğ ın tin in i eğitm e ve gü n ü n tek taraflılığ ın ı telafi etm e iş
levin i yerin e getirebilir m iy d i? B u n o ktad an so n ra Ju n g p sik o lo jin in
g ö re vin i tam o larak b u d o ğ ru ltu d a d ü şü n ecek ti.179
Yayımlama Tartışmaları
19 2 2 yılın d an itibaren Ju n g, E m m a Ju n g v e T o n i W o lffla k o n u şm ala
rının ya n ı sıra C a ry B ayn es ve W o lfg a n g S to ck m ayer ile L ib e r N ovus
ve y a y ım lan m a o lasılığı k o n u su n d a uzun u zad ıya tartışm alara g iriş
ti. B u tartışm alar Ju n g k ita p üzerinde çalıştığ ı sırad a y a şan d ığı için
son d erece ö n em liyd i. C a ry F in k 18 8 3 y ılın d a doğm u ştu . V a ssa r Ü ni-
versitesi'n d e Ju n g 'u n ABD’d eki ilk izleyicilerin d en b iri olan K ristin e
M an n 'ın öğren cisi olm uştu. 1 9 1 0 y ılın d a Jaim e de A n g u lo ile e vlen
m iş ve tıp eğitim in i 1 9 1 1 ’de Jo h n s H o p k in s'd e tam am lam ıştı. 1 9 2 1 ’de
ayrılm ış ve K ristin e M a n n ’la birlikte Z ü rih 'e geçm işti. Ju n g ’la analize
2 e k İm 1922
M eyrink’in diğer kitabı "Beyaz D om inikan"da bilinçdışınızda m ey
dana çıkan ilk görümünüzde size gelen simgeselliğin bire bir aynısını
kullandığını söylemiştiniz. A yrıca bazı gizemleri içeren bir "K ırm ızı
Kitap” tan bahsettiğini ve bilinçdışı üzerine yazdığınız kitabı "K ırm ı
zı Kitap” olarak adlandırdığınızı söylemiştiniz.'*“ Daha sonra da bu
kitabı ne yapacağınız konusunda kararsız olduğunuzu söylemiştiniz.
M eyrink’in bunu roman biçimine dökebileceğini, sizinse ancak
bilimsel ve felsefi yöntemi kullanabileceğinizi ve bu malzemeyi aynı
kalıba dökemeyeceğinizi söylemiştiniz. Ben de Zerdüşt formunu kul-
labileceğinizi söylemiştim. Bana hak verm iş ancak ondan bıktığınızı
söylemiştiniz. Ben de öyle. Daha sonra bunu bir özyaşamöyküsü b i
çim ine dönüştürebileceğinizi söylediniz. Bu bana en iyi seçenek gibi
göründü çünkü o zaman konuştuğunuz gibi çok renkli bir şekilde
yazabilecektiniz. Bununla birlikte, biçim konusundaki güçlükler bir
yana, bunu yayım lam a fikrinin sizi dehşete düşürdüğünü çünkü bu
nun evinizi satmak gibi olduğunu söylediniz. Adeta yakanıza yapışıp
hiç de öyle olmadığını, sizin ve kitabınızın evrende bir takım yıldızı
oluşturduğunu ve kitabı bütünüyle kişisel almanın kendinizi kitapla
o ca k 1923
B ir süre önce anlattıklarınız beni düşünmeye yöneltti ve “Vorspiel
auf dem Theater” [Tiyatroda Prelüd]182 okurken sizin de Goethe'nin
Faust'un bütününde son derece güzel bir şekilde uyguladığı ilkeden,
yani yaratıcı ve ebedi ile olumsuz ve geçici karşıtlığını ortaya koym a
ilkesinden yararlanmanız gerektiğini fark ettim. İlk bakışta bunun
Kırm ızı Kitap’la ilişkisini göremeyebilirsiniz ama anlatacağım. A n la
dığım kadarıyla bu kitapta insanlara ruhlarına farklı bir şekilde bak-
ı8ı. Buradaki alıntı Goethe’nin otobiyografisinden: From My Life: Poetry and Truth, çev. R.
Heitner (Princeton: Princeton University Press, 1994).
182. Faust’un başına gönderme yapılıyor; yönetici, şair ve mutlu bir kişi arasındaki konuşma.
I
ma konusunda meydan okuyorsunuz. Öyle ya d a böyle, bu kitapta,
tıpkı sizin de hayatınızın bir döneminde çok az anlayabildiğiniz gibi
sıradan insanın kavrayamayacağı birçok şey olacak. Bu bir anlamda
dünyaya sunduğunuz bir “mücevher,” değil mi? Bana kalırsa, batağa
atılmadan ve tuhaf giyinim li bir tefeci tarafından alıp götürülmeden
önce bir tür muhafazaya gereksinimi var.
Bana göre yararlanabileceğiniz en iyi koruma da kitabın içinde
onu yok etmeye çalışacak güçleri sergilemek, birleştirmek olacaktır.
Her durumda siyahla birlikte beyazı görebilmeniz sizin en büyük
yeteneklerinizden, güçlerinizden biri. Bu nedenle neyi yok etmek is
tediklerini kitaba saldıran çoğu kişiden daha iy i bileceksiniz. Eleşti
rilerini onların yerine yazarak güçlerini ellerinden almış olmayacak
mısınız? Belki de girişte tam da bunu yapmıştınız. Belki de halka karşı
“Alın ya da bırakın ve hangi seçimi yaparsanız yapın kutsanın ya da
lanetlenin” tavrını takınmayı tercih edersiniz. Bunda da bir sorun yok
çünkü içindeki doğrular zaten varlığını sürdürecek. Yine de, çok fazla
çaba gerektirmediği takdirde ben diğer yolu tercih etmenizi isterim.
26 o cak 1924
Önceki gece beni kılık değiştirmiş halde gördüğünüz b ir rüya va r
dı. Kırm ızı Kitap üzerinde çalışmanız gerekiyordu ve bütün gün ve
benden önce Dr. W harton ile olan görüşmenizde (ne m utlu ona ki)
bunu düşünmüştünüz... Söylediğiniz gibi, Kırmızı Kitap'taki bilinç
dışı materyalin hepsini bana açmaya ve bir yabancı ve tarafsız bir
gözlemci olarak bu konuda söyleyeceklerimi dinlemeye karar ver
miştiniz. İyi ve tarafsız bir eleştirmen olduğumu düşünüyordunuz.
Toni’nin kitapla iç içe geçtiğini, ne konunun kendisiyle ne de bunu
kullanılabilir bir hale dönüştürmekle ilgilendiğini söylemiştiniz.
Kendini "kuş çırpınışlarına" kaptırdığını söylüyordunuz. Size ge
lince, fikirlerinizi nasıl kullanacağınızı her zaman bildiğinizi ancak
bu kez şaşırıp kaldığınızı söylemiştiniz. Yaklaştığınızda ağına düşü
yordunuz ve artık hiçbir şeyden emin olamıyordunuz. Bazılarının
çok önemli olduğundan emindiniz ama uygun biçim i bulam ıyor
dunuz; dediğinize bakılırsa, olduğu biçimiyle tımarhaneden çıkmış
gibiydiler. Bu nedenle Kırmızı Kitap’ın içeriğini yazıya geçirmemi
istediniz benden. Bunu daha önce bir kez yapmıştınız ancak o gün
bugündür birçok materyal eklemiştiniz ve bu nedenle bir kez daha
yapılm asını istiyordunuz ve ilerledikçe bana içindekileri açıklaya-
caktınız çünkü içindeki hemen her şeyi anladığınızı söylüyordunuz.
Böylece analizimde hiç ortaya çıkmayan birçok şeyi tartışabilecektik
ve ben de fikirlerinizi temeline bakarak anlayabilecektim. Daha son
ra bana K ırm ızı Kitap ile ilgili tutumunuzdan daha çok bahsettiniz.
İçindekilerden bazılarının şeylerin uygunluğu duygunuzu korkunç
bir şekilde incittiğini ve bazılarını yazıya dökmekten kaçındığınızı
ancak "gönüllülük” ilkesiyle yola çıktığınızı ve dolayısıyla hiçbir dü
zeltme yapmayacağınızı ve bu ilkeye sadık kalacağınızı söylediniz.
Resimlerden bazıları tam anlamıyla çocukçaydı ama öyle olmaları
gerekiyordu. İlyas, Filemon gibi konuşan çeşitli figürler vardı ama
hepsi sizin "efendi” olarak adlandırılm ası gerektiğini düşündüğünüz
şeyin evreleri gibi görünüyordu. Bu sonrakinin hepsi de Tanrı ile
bütünleştiğini söyleyen Buda, M ani, İsa, Hz. M uham m ed'e esin ver
diğinden emindiniz. Öte yandan, diğerleri onunla özdeşleşmişti.
Siz bunu kesinlikle reddediyordunuz. Bunun size göre olmadığını,
bir psikolog olarak, süreci anlayan kişi olarak kalmanız gerektiğini
söylüyordunuz. Bunun üzerine ben de size yapılması gereken şeyin
dünyanın da, Efendi yi emirlerine amade bir şekilde kafesledikleri
düşüncesine kapılmadan, süreci anlamasını sağlamak olduğunu
söyledim. Onu sürekli hareket halinde ve ebediyen insan kavrayışı
nın dışında ateşten bir sütun olarak düşünmeleri gerekirdi. Bunun
doğruya yakın olduğunu söylemiştiniz. Belki henüz yapılamazdı. Siz
konuştukça içinizi dolduran düşüncelerin sınırsızlığını fark ettim.
Üzerlerinde ebediyetin gölgesinin olduğunu söylediniz ve ben de
bunun doğruluğunu hissedebiliyordum.
Bunun Kırmızı K itap için bir hazırlık olduğunu çünkü Kırm ızı Ki-
tap'ta gerçeklik dünyası ile tin dünyası arasındaki savaşın anlatıldığı
nı söylediniz. Bu savaşta neredeyse yenik düştüğünüzü ancak ayakta
kalmayı ve gerçekliği etkilemeyi başarabildiğinizi söylemiştiniz. B u
nun her türlü fikir için bir sınama olduğunu, ne kadar kanatlı olursa
olsun uzayda var olmak zorunda olan ve gerçeklik üzerinde hiçbir
izlenim yaratamayan fikirlere saygı duymadığınızı söylediniz.'85
183. Bununla bağlantılı olarak bkz. İmge 154, dipnot 282, s. 358.
184. CFB.
185. a.g.e.
C a ry B ayn es, kim e yazıld ığı b ilin m eyen v e ta r ih s iz b ir m ektup tas
lağında L ib er N o vu s'un ön em i ve ya yım lan m ası g erek tiği k on usu n d aki
düşüncelerini şöyle anlatıyor:
Psikoterapinin Dönüşümü
L ib e r N ovus, Ju n g ’un y en i p siko terap i m od elin in o rta y a çık ışın ı
kavrayabilm ek açısınd an ç o k ön em li. Ju n g 1 9 1 2 ’de, L ib id o n u n D ö n ü
şüm ü v e S im g e le r in d e , -L ib e r N o vus’takine benzer- söylensel fan te
zilerin b ilin çd ışın ın ın so y o lu şsa l ta b a k a la rın ın gevşem e işaretleri ve
şizofreni belirtisi o la rak g ö rü yo rd u . Y a p tığ ı ben lik -d en eyleri bu y a k
laşım ını kökünden değiştirecekti: A rtık ö n em li olan ın şu y a da bu iç e
rik değil, b ireyin b u n a olan tu tu m u ve özellikle de d ü n ya gö rü şü n d e
hu tip b ir içeriğe u y u m sağlayıp sağlaym ad ığı o ld u ğ u n u d ü şü n ü yo rd u .
<ı.j. 8 Temmuz ı926, analiz defterleri, CountwayTıp Kütüphanesi. Sonda anılan görüme
Liber Secundus’ta yer veriliyor.
Bunu yaptıktan sonra noktayı gözünden aldım ve o da kayboldu.205
Bazen bu tip vakaları ele alırken onları yaşadıkları kendine özgü de
neyim leri yazı ya da resim ve boyam a biçiminde ifade etmenin çok
yardım cı olduğunu gördüm. Bu tip vakalarda neredeyse hiçbir dile
uymayan o denli çok kavranm ası olanaksız sezgi, bilinçdışından ge
len fantezi parçaları var ki... Hastalarımın kendi simgesel ifadelerini,
kendi “söylenlerini” bulmalarına izin veriyorum .207
Filemon’un Tapınağı
i9 2 o ’lerd e Ju n g ’un ilg i a la n ı, gittikçe artan b ir şekilde, L ib e r N o
vu s’un y a z ıy a g e çirilm e si ve K a ra K ita p la r daki söylence üzerin e ç a
lışm ala rın d an , B o llin g e n ’de b u lu n a n k u lesin d e k i ç a lışm a la rın a k a y
dı. i9 2 o ’de B o llin g e n ’d ek i Z ü rih G ö lü ’ nün üst k ıy ıla rın d a k i bir p arça
a ra z iy i satın aldı. B u n d an ön ce de tatillerd e ailesiyle b irlik te Z ü rih
205. a.g.e. 12 Ekim 1926. Burada anılan epizot büyücünün ortaya çıkışıdır (“Ha”). Aşağıda
bkz. s. 280, dipnot 155.
206. a.g.e. i2Temmuz 1926.
207. 20 Aralık 1929. JA (özgün dili İngilizce).
< lölü’n ün çevresin d e kam p y a p ıy o rla rd ı. E n d e rin le rd e k i dü şü ncele-
1 mi ta şla rla tem sil etm e g e re k sin im i h issetm iş ve bü tü n ü yle ilk el b ir
konut in şa etm işti: “ O y sa sözcü k ler v e k âğ ıt yeterin ce gerçek d eğ il
di; daha faz la sı g e re k iy o rd u .” K e n d in i “ taşa a ç m a sı” gerekiyo rd u .™ 8
I\ ııle “ bireyselleşm en in te m siliy d i.” Y ılla r geçtikçe d u varlara resim ler
v i o ym alar ya p a c a k tı. K u le L ib e r N o v u s ’u n üç b o y u tlu d e v a m ı “ L ib e r
C)uartus” o la rak gö rü leb ilir. Ju n g , L ib e r Secu n d u s’u n so n u n d a şöyle
yazm ıştı: “ İçim d e k i O rta Ç a ğ ’ın bir p a rça sın ı yak alam am gerekiyor.
I >iğerlerinin O rtağı Ç a ğ ’ın ı y e n i b itird ik. E rk en d ön em d en , m ü n z e
vilerin y o k old u ğu çağlard an b aşlam am g e re k iy o r.” ™9 H iç b ir m o d e rn
k o laylığı içerm eyen k u le özellikle b ir O rta Ç a ğ y a p ıs ı şeklin d e in şa
edilm işti. B u sü re k li evrim geçiren b ir çalışm ayd ı. K u le n in d u va rın a
>ıı sözleri k azım ıştı: P h ile m o n is sacru m -F a u sti p o e n iten tia ” [File-
ıııon’un T a p ın a ğ ı- F a u s t’u n T ö vb esi] (kuled eki d u va r resim lerin d en
lıiri de F ile m o n ’un p o rtresiyd i). 6 N isa n 19 2 9 ’d a R ic h a rd W ilh e lm ’e
griyle yazm ıştı: “ N ed en zam an ın d ışın d a y a şam a sı ge re k e n in san lar
için d ü n ye vi m an astırla r y o k ? ’"™
9 O cak 1 9 2 3 ’te Ju n g ’un an n esi öldü. 2 3/24 A ra lık 1 9 2 3 ’te şu d üşü
gördü:
Bireyleşme Sürecinin
Karşılaştırmalı İncelemesi
Ju n g i 9 i o ’lu yıllard a yazılm ış sim ya m etinlerine aşinaydı. 1 9 1 2 y ılın
da Th eodore F lo u rn o y C en evre Ü n iversitesi’nde verd iğ i sem inerlerde
sim yan ın p siko lojik y o ru m u n u su nm u ştu ve 1 9 1 4 y ılın d a da H erbert
Silberer konu üzerine ayrın tılı bir çalışm a y ayım lam ıştı.^ 7 S im y ayı p si
k o lo jik b ir bakış açısıyla ele alan Ju n g ’un sim ya yak laşım ı da F lo u rn o y
ve Silberer’in çalışm aların ı izliyo rd u . Ju n g ’un sim ya an layışı iki tem el
teze d ayan ıyordu : B irin cisi, sim gayerler laboratu varların d a yazılar ve
m alzem eler üzerine d üşün ürken aslınd a bir tü r etkin im gelem u y g u
lam ası yapıyordu. İk in cisi, sim ya m etin lerind eki sim geler Ju n g ’un ve
h astalarının üzerinde çalıştığı bireyleşm e sürecine karşılık geliyordu.
19 3 o ’la rd a Ju n g K a ra K ita p la r d a k i fantezilerileri üzerine çalışm ı
yo r, sim ya defterine od aklan ıyordu . Bu defterlerde, sim y a yazının dan
ve ilgili çalışm alard an y a p tığ ı alın tıları anahtar sözcüklere ve k on u lara
göre endeksleyerek ansikloped ik b ir biçim d e su nu yord u . Bu defterler
sim ya p siko lojisi üzerine yazıların ın tem elini olu şturacaktı.
Ju n g 19 3 o ’d an son ra L ib e r N ovus’u b ir y an a bıraktı. K itap, üzerinde
çalışm ayı bırakm ış olm asına karşın hâlâ etkin liğin in m erkezinde y e r alı
y o rd u . T erap i çalışm aların da h astalarında h âlâ benzer gelişm eleri teşvik
etm eye ve den eyim in in h an gi yönleriyle kendine özgü, hangi yönleriy-
24ı. a.g.e.
242. MP, s.148
243. Konferans notları halen yayıma hazırlanıyor. Ayrıntılı bilgi için bkz.
^^w.fılemonfoundation.org.
lq ın e sü reci o la rak a çık lıy o rd u . D o la y ısıy la Ju n g e t h sem in erlerin d e
I ilıer N o v u s ’u n tem elin i o lu ştu ran u y gu la m a n ın , y a n i etkin im gele
min k a rşıla ştırm a lı ta rih in i su n u yo rd u . 19 3 4 y ılın d a , gen iş k ap sam lı
bir dizi m an d a la resm etm iş olan K ristin e M a n n ’ın b ireyleşm e süre-
ı ini ilk gen işletilm iş v a k a a n la tım ı o la rak y a y ım lad ı. B u ra d a ken d i
^a lışm a la rın a gö n d erm e y a p ıy o rd u :
1 1 kin im gelem üzerine çok az yazd ığı için m evcu t çalışm anın sağaltım
yöntem lerine yö n elik açıklam asında b ir boşluğu dold u rd u ğu nu belirti
yor. B u yö n tem i 1 9 1 6 yılın d a ku llan m aya başlam ıştı ancak ilk taslağını
19 28’de B e n ’in B ilin çdışı ile İlişk ile ri'nde kalem e alm ıştı ve m an dalaya
da ı9 2 9 ’da, A ltın Ç içeğin S ırrı'n d a değinm işti.
247. bkz. C. A. Meier, ed., Atom and Archetype: The Pauli/Jung Letters, Beverley Zabriskie'nin
önsözüyle, çev. D. Roscoe (Princeton: Princeton University Press, 2001).
Liber Novws’un Yayım lanm ası
lung L ib e r N o vus üzerinde artık d oğru d an çalışm ıyor olsa d a akıbe-
l iııiıı ne olacağı s o ru su geçerliliğin i k o ru y o rd u ve yayım lan ıp y a y ım
lanm ayacağı h âlâ belirsizdi. 10 N isan 19 4 2 ’de V a a z la r ın basılm ası k o
nusundaki m ek tu b u n a v e rd iğ i y a n ıtta M a ry M ello n ’a şu n ları yazm ıştı:
25 ı. Bollingen arşivleri, Kongre Kütüphanesi. Jaffe de ‘Kurt Wolff"a benzer bir bilgi verir.
30, 50 ya da 80 yıllık bir kısıtlamadan bahseder (tarih belirtilmemiş: 30 Ekim 1957’de
alınmıştır). Kurt Wolffyazıları, Beinecke Kütüphanesi, Yale Üniversitesi. Aniela Jaffe nin
Jung'la görüşmesinin kayıtlarının ilk bölümünü okuyan Cary Boynes, Jung'a 8 Ocak
1958de, “Kırmızı Kitap için çok doğru bir tanıtım. Artık huzur içinde ölebilirim” diye
yazar. (CFB)
252. Önsöz atlanmış ve ilk bölümün adı verilmiş: “Der Wiederfındung der Seele" (ruhun
yeniden kazanılması). Bu yerlerin bir başka bölümü bilinmeyen biri tarafından yoğun
bir şekilde edit edilmiş ve bu da yayımlama hazırlığının bir parçası olabilir (JFA).
253. Freud / Jung mektuplarının yayımlanması istisna olduğu için önemli görülebilir çünkü
Liber Novus ve Jung’un diğer yazışmaları yayımlanmamıştı ve bu da ne yazık ki Freud
merkezli bir Jung görüşünü güçlendirmişti: Liber Novus ta gördüğümüz gibi tahmin
edilebileceği üzere, Jung psikanalizden çok farklı bir evrene açılıyor.
254. MP, s. 169.
255. Jung/Jaffe , Erinnerungen, Triiume, Gedanken vonC. G. Jung (Olten: Walter Verlag, 1988),
s. 387- Jaffenin buradaki diğer yorumları yanlış.
“Jung elyazm asının bir kopyasını bana verm iş ve gerektiğinde alıntı
yapabileceğimi söylemişti.” 256
laffe bu izni yaln ızca bir kez ku llanm ıştır. A y rıc a 19 7 2 yılında BBC’nin
hazırladığı ve L au ren s v a n d er P o st’un su n d u ğu Ju n g belgeselind e L i
ber N ovus’tan resim ler de k u llanılm ıştır. B u d a kitaba yö n elik gen iş bir
ılgi uyandırm ıştır. F reu d /Ju n g m ektu p ların ın 19 7 5 y ılın d a y a y ım la n
ması ve b ü y ü k beğeni gö rm esi üzerin e W illia m M c G u ire, P rinceton
O ııiversitesi Y a y ın la rı’nı tem silen, Ju n g ailesinin avukatı H ans K a rre r’e
yazdığı m ektup la L ib e r N o vu s’u ve Ju n g ’un taş o y m aların ın , resim le
rinin ve k u lenin fo to ğ ra f k oleksiyo n u n u y a y ım lam a y ı te k lif etm iştir.
M cG u ire’ın ön erisi, m uhtem elen m etne y e r verm ed en , tıpkıbasım b a s
kı yapm aktır. M ek tu bu n d a “ sayfa sayısı, m etin ve resim lerin birbirin e
oranı ve m etnin içeriği ve ilgi alan ı k on u su n d a bilgi sahibi değiliz,” y a
zıyordu.257 A slın d a yayın evin d e çalışm ayı gerçekten gören, o k u y a n y a
da bu k on u d a k ap sam lı bilgisi olan kim se y o k tu . B u istek reddedildi.
19 7 5 ’de Ju n g ’un d oğu m gü n ü n ü n yü zü n cü y ıld ö n ü m ü an ısın a d ü
zenlenen sergide L ib e r N o vu s’u n k aligrafi cild ind en b azı röprod ü ksi-
<> Jaffe, "Jung’un yaşamında yaratıcı evreler,” Spring: An Annual ofArchetypal Psychology
and Jungian Ihought, 1972, s 174.
McGuire yazıları, Kongre Kütüphanesi. 1961le Aniela Jaffe Liber Novus'u Jung’un
çevirmeni Richard Hull’a gösterdi ve o da izlenimlerini McGuire’a yazdı: “[AJ] bana
meşhur Kırmızı Kitap’ı gösterdi. Çılgınca resimler ve keşiş yazısıyla yazılmış yorumlarla
doluydu. Jung’un bunu gizli saklı tutmasına şaşmamak gerek! İçeri girip kitabı görünce,
neyse ki kitap masanın üzerinde kapalı duruyordu, sinirlendi: ’Das soll nicht hier sein.
Nehmen Sie’s weg!’ (Burada ne işi var bunun? Kaldırın hemen!). Oysa [AJ] önceden
bana Jung’un kitabı görmeme izin verdiğini yazmıştı. Mandala Sembolizmi Üzerine
bölümündeki birkaç mandalayı tanıdım. Aynı basımı harika olurdu, ama konuyu
açmanın ya da (Jaffe'nin benden istediği gibi) çizimlere otobiyografide yer vermeyi
önermenin akıllıca olmayacağını hissettim. Bunlar da eserlerinin bir parçası olarak
yayımlanmalı: Nasıl ki otobiyografi diğer yazılarını önemli oranda tamamlıyorsa
Kırmızı Kitap da otobiyografisini tamamlıyor. Kırmızı Kitap beni derinden etkiledi.
Jung’un bir delinin yaşadığı her şeyi ve bunun da ötesini yaşadığı açık. Freud’un öz-
analizi ne kelime, Jung ayaklı tımarhanenin ta kendisi! Kilit altında tutulan sıradan
bir hastadan tek farkı görümlerinin müthiş gerçekliğinden ayrı durabilmesini, olup
bitenleri gözlemlemesini ve anlamasını, yaşadıklarından işe yarar bir terapi sistemi
çıkarmasını sağlayan şaşırtıcı kapasitesi. Yine de bu eşsiz başarı için zırdeliye dönmüş.
Yaşadıklarının hammaddesi Schreber’in dünyasının tekrarı: Yalnızca gözlem ve kendini
ayrı tutma gücü ve anlama dürtüsüne bakarak Coleridge’in büyük bir metafizikçi
için söyledikleri onun için de söylenebilir (bu da otobiyografisi için çok iyi bir slogan
olurdu!): O ruhuna bir teleskopla baktı / Düzensiz gibi görüneni gördü ve güzel
Takımyıldızları gösterdi ve Bilince dünyalar içindeki gizli dünyaları ekledi (17 Mart
ı96ı, Bollingen arşivleri, Kongre Kütüphanesi). Coleridge’den bu alıntı gerçekten de
Anılar, Düşler ve Düşünceler in sloganı olarak kullanıldı.
yo n lar sergilendi. 19 7 7 ’de Jaffe C. G. Ju n g: D ü n y a ve İm ge’de L ib e r N o -
vus’tan dokuz resim y a yım lad ı ve 19 89 yılında G erh ard W ehr resim li
Ju n g b iyo grafisin d e yin e ilgili birkaç resim y a y ım lad ı.258
L ib e r N o vu s 19 8 4 yılın d a p rofesyo n el o la rak fotografl.andı ve beş
tıpkıbasım b a sk ısı h azırlan d ı. B u n lar Ju n g ’un d oğrud an v a risi olan beş
aileye v e rild i. Ju n g ’un Toplu E serleri’n in (19 9 5 y ılın d a tam am lan an)
A lm a n c a baskısını destekleyen ailesi 19 9 2 y ılın d a Ju n g’un y a y ım lan
m am ış y a z ıla rın ı incelem eye y ö n elik b ir çalışm a başlattı. A ra ştırm a
larım sonun da L ib e r N o vu s’u n b ir tam ve b ir k ısm i tran sk rip siyo n u n u
b u ld u m ve bun ları 19 9 7 y ılın d a varislerin e sundum . Y in e bu d ö n e m
de M arie-L o u ise vo n Fran z d a Ju n g ’un varislerin e b ir transkripsiyon
verdi. K o n u ve y a y ım a u ygu n olu p olm ad ığı konusunda rap o r verm ek
üzere d avet edildim ve k on u ü zerine b ir sun um yaptım . V a risle ri bu
rap orlara ve görüşm elere d ayan arak 2000 yılın ın M ayıs ayın d a çalış
m an ın yayım lan m asın a izin v e rm e y i kararlaştırdı.
L ib e r N o vu s üzerine çalışm aları Ju n g ’un b enlik-deneyinin m er-
kezindeydi. T ü m eserleri içinde öne çıkan m erkezind eki kitap L ib e r
N ovu s’tan b a şk a sı değildir. Y a y ım lan m a sı ile birlikte a rtık Ju n g üze
rine yazılan ların ön em li b ir b ö lü m ü n ü o lu ştu ran fantezi, d ed ik o d u ve
spekü lasyo n lara d eğil, b irin cil belgeye d ayan arak incelenebilecek ve
Ju n g ’un d ah a son raki çalışm aların ın k ayn ağ ı ve olu şu m u k avran ab ile
cek. N ered eyse b ir yü zyıl b o yu n ca böyle b ir ok u m a y a p m a k m ü m k ü n
d eğild i ve Ju n g ’un h a y a tı ve çalışm aları ü zerine yaz ıla n o n ca geniş y a
zın en önem li belgesel k ay n ak ta n yoksundu.
L ib e r N o vu s’un ya yım lan m ası bir d ön üm n o k tası ve Ju n g ’un çalış
m aların ın an laşılm asın d a yen i b ir çığır o lasılığın ı b eraberin d e getiri
yor. R u h u n u n asıl g eri kazan d ığın a ve bö ylece b ir p sik o lo ji k u rd u ğu n a
dair b ir pencere açıyor. D o layısıyla bu giriş de b ir sonuçla değil, yen i
bir başlangıç vaad iyle bitiyor.
258. Aniela Jaffe, ed., C.G. Jung: Word and Image, figures 52-57, 77-79, fig. 59; Gerhard Wehr,
An illustrated Biography of Jung, s. 40, 140-41.
Editörün Notu
SONU SHAMDASANİ
I iher N ovus tam am lanm am ış bir el yazm ası m etin v e Ju n g ’un bu m etni
ııasıl tam am lam ak ya d a k arar verd iğ i takdirde nasıl yayım lam ak istediği
.ıçık değil. Elim izde fark lı m etinler v a r ve hiçbirini kitabın son h ali olarak
kabul edem iyoruz. Sonuçta m etni sunm anın çeşitli yo lları ortaya çıkıyor.
liıı not editörün m evcut baskıyı seçm e nedenini açıklam ayı am açlıyor.
Liber P rim us ve L ib er Secundus’un günüm üze ulaşan el yazm aları şu
sırayı izliyor:
[HI] Tarihselleştirilm iş baş harfler: bir sahnenin tek bir figürünü temsil
(.•den bir m inyatür içeren baş harfler
R E SİM 0 0 0 : Resm in tıpkıbasım da yer aldığı sayfayı gösterir.
Notlarda Düzeltilmiş Taslak’tan yapılan alıntılarda silinen kelimeler, ^ ^ ri-
ne çizgi çekilerek, eldenen kelimeler ise köşeli parantezle gösterilmiştir.
[2] Taslak’a eldenen “ikinci katm an”
{oo} Referans kolaylığı için uzun kısım lara eklenen alt bölüm ler
BP Sayfa altı
Introduction to Jungian Psychology: C.G. Jung, Introduction to Jungian
l’sychology: Notes o f the Sem iner G iven B y Ju n g on A nalytical Psychology
in 1925, orijinal baskı ed. W illiam M s. Guire, gözden geçirilmiş baskı ed.
Sonu Sham dasani (Princeton: Bollingen/Philem on Series, Princeton U ni-
versity Press) 2 0 12.
C FB : C ary Baynes Papers, Contem porary M edical Archives, W ellco-
me Library, London.
TE: Toplu Eserleri The Collected Works o f C.G. Jung, ed. Sir H erbert
Read, M ichael Fordham , G erhard A dler, tr. R.F.C. H ull (Princeton: Bol-
lingen Series, Princeton U niversity Press, 19 5 3 -19 8 3 ), 21 cilt.
JA : Jung collection, H istory o f Science Collections, Swiss Federal Insti-
tute ofT e ch n o lo g y A rch ive, Zürih.
JFA : Jung aile arşivleri
Letters: C.G. Ju n g Letters, seçen ve ed. Gerhard Adler, A niela Jaffe’ın
işbirliği ile, çev. R.F.C. Hull (Princeton: Bollingen Series, Princeton U n i
versity Press, 19 7 3 , 19 75), 2 cilt.
M em ories: M em ories, D ream s, Reflections, C.G. Jung/A niela Jaffe, çev.
Richard ve C lara W inston (London: Flam ingo, 19 6 2/19 8 3).
M P: Protocols o f A niela Jaffe’m Memories, Dreams, Reflections için
Jung’la yaptığı röportajların protokolleri, Library o f Congress, W ashing-
ton, D .C . (orijinal Alm anca)
M A P : M inutes o f the Association for A nalytical Psychology, Psycho-
logy Club, Zürih (orijinal Alm anca)
M ZS: M inutes o f the Zürich Psychoanalytical Society, Psychology
Club, Zürih (orijinal Alm anca)
Tıbkıbasım ile buradaki tercüm e arasında gidip gelm eyi kolaylaştır
m ak için aşağıdaki işaretler kullanılmıştır:
L ib er Prim us çevirisinde, sol tarafta yer alan başlığın sonundaki ra
kam lar tıpkıbasım folyolarına gönderm e yapar. Ö rneğin, fol. ii(v)/fol.iii(r)
işareti çevirideki m ateryalin tıpkıbasım da folyo ii, ön yü z ve folyo iü arka
yüzden tem in edildiğini gösterir. Tıpkıbasım da bir sayfadan diğerine ge
çişteki kırılm a, tercüm ede kırm ızı / ile ve sayfa kenarlarında / ile ayrılm ış
folyo num araları ile gösterilir
L ib er Secundus'ta sayfa num araları kullanılmıştır: başlıktaki 3/ 5 tıpkı
basım daki f t e n 5. sayfalara kadarki bölüm ü gösterir. M etindeki kırm ızı /
ve sayfa kenarındaki 3/4, tıpkıbasım da 3. ve 4. sayfalar arasındaki kırılm ayı
gösterir.
Liber Primus
[fol. i(r)] 1
Olacakların Yolu
|Yeşaya dedi ki: V aazım ıza kim inan dı ve R a b b ’in gücü kim e göründü?
O R abb’in önünde bir fidan gibi ve k u rak topraktaki bir k ö k gibi serp il
di. Güzellikten y a n a bir biçim i yoktu; on u gördük, am a bizi çeken b ir
görünüşü yoktu. H o r görüldü ve reddedildi, azap ve keder doluydu. O
denli hor görüldü ki ondan yüz çevird ik ve on a değer verm edik. A slınd a
o bizim kederim izi sırtlam ış, bizim azabım ızı yüklenm işti. O ysa biz onu
belalı, T an rı’nın ezip cezalandırdığı biri olarak gördük. (Y eşaya 5 3: ı -4)]’
[Ç ü n kü bize b ir çocu k d oğacak, bize b ir o ğ u l v e rile c e k v e ik tid a r on u n
[Y u h an n a dedi ki: “ V e söz in san olu p aram ızd a y a şad ı v e biz onun,
B a b a ’n ın b iric ik O ğlu o larak lü tu f ve d o ğ ru lu k la d olu y ü c e liğ in i g ö r
d ü k .” (Juh anna 1:14 ) ]
3. 1921 yılında Jung bu bölümden yaptığı alıntının altına şu notu düşmüş: “Günahlardan
arınmanın simgesi doğası gereği çocuktur, yani tutumun çocuksuluğu ya da önceden
varsayıma dayanmaması simgeye ve işlevine aittir. Bu ‘çocuksu’ tutum, ‘tanrı-gibiliği’
‘üstünlük’ ile eşanlamlı olan, öz-istemin ve ussal yönelmişliğin yerine beraberinde zorunlu
olarak başka bir yol gösterici ilke getirir. Doğası usdışı olduğu için yol gösterici ilke
mucize biçiminde görünür. Yeşaya bu bağlantıyı çok iyi açıklar (9:5)... Bu onursal sıfatlar
günahtan arındıran simgenin özsel niteliklerini yeniden üretir. “Tanrı-gibi” etkinin ilkesi
bilinçdışı itkilerin karşı konulamaz gücüdür.” (Psikolojik Tipler, te 6, §442-443).
4. 1955/56'da Jung, bilinçdışının karşıt yapıcı ve yıkıcı güçlerinin birleşmesinin bu bölümde
m anupropria scriptum a C. G. Jung anno Domini mcmxv in domu sua
Kusnach Turicense
18. Taslak şöyle devam ediyor: “oysa arkadaşım yavaş ve küçük bir gemiyle dönmek
istiyordu ve ben bunun aptallık ve tedbirsizlik olduğunu düşünüyordum:’ (s. 8)
19. Taslak şöyle devam ediyor: “ve orada, tuhaftır, benden habersiz aynı hızlı gemiye binen
arkadaşıma rastladım:’ (s. 8-9)
20. Buz şarabı üzümlerin kırağı ile donana dek bağda bırakılması ile yapılır. Daha sonra
sıkılan üzümler buzlardan ayıklanır ve böylece çok yoğun ve hoş tatlı bir şarap elde edilir.
21. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu benim düşümdü. Ne kadar anlamaya çalışsam da
başaramadım. Günlerce uğraştım. Bıraktığı izlenim ise çok güçlüydü” (s. 9). Jung bu
düşe Anılarda da değinir (s. 200).
22. bkz. Giriş, s. 25-27
23. Taslak'ta “dostlarım” olarak hitap ediliyor (s. 9).
24. Karş. Yuhanna 14:6: “İsa, ‘Yol, gerçek ve yaşam Ben im’ dedi. ‘Benim aracılığım olmadan
Baba'ya kimse gelemez.”’
25. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu bir yasa değil, örnek ve yasa çağının ve önceden çekilen
doğru çizginin geçkinleştiği gerçeğinin bildirilmesi” (s. ıo).
26. Taslak şöyle devam ediyor: “Size yasaları anlatırsam, öğretiler üzerine çene çalarsam
dilim kurur. Bunu isteyen masamdan aç kalkar” (s. ıo).
Oysa bugün bunu kim biliyor? R u h u n sonrasız verim li diyarlarına g i
den yolu kim biliyor? Yolu basit görünüm lere bakarak arıyorsunuz, kitap
ları inceliyor, her türlü fik re kulak kabartıyorsunuz. B u nu n n e y a ra rı var?
Y alnızca b ir y o l v a r ve bu d a sizin yolu nu z. 27
Yolu m u arıyorsunuz? B enim y o lu m d a n u zaklaşm an ız için u yarıyo
rum sizi. B u sizin için yan lış y o l d a olabilir.
H erkes ken di yo lu n a gitsin.
B en sizin için b ir k u rtarıcı, y a s a koyucu, baş öğretm en olm ayacağım .
Siz artık k ü çü k çocuklar değilsiniz. 28
Yasalar koym ak, işleri düzeltm ek, kolaylaştırm ak h ep yanlış ve kötü
sonuçlandı. H erkes k en d i yolu nu arasın. Yol topluluk içinde karşılıklı
sevgiye çıkar. İn san la r y o lla rın ın benzerliğini ve ortaklığını görm ek ve
hissetmek için gelecek.
O rtak kabu l gören y asalar ve öğretiler insanları y aln ızlığ a iter ki is
tenm eyen tem asların baskısından k açın abilsin ler am a y a ln ız lık insanı
düşm anlaştırır, hainleştirir.
O h ald e in sa n lara o n u r verin ve h er b irin in a y rı başlam asını sağla
yın ki herkes k en d i k ardeşliğin i b u la bilsin ve sevebilsin.
G üç güce karşı duru r, k ib ir kibre, sevgi sevgiye. İn san lığa o n u r verin
ve y a şa m ın d a h a iy iy o lu bu la cağın a gü ven in .
T an rılığın b ir gözü kördür, T a n rılığ ın b ir kulağı sağırdır, va rlığın ın
düzen i kaosla kesişir. O h ald e d ü n y a n ın topallığına karşı sabırlı o lu n ve
tam a m ın a ermiş gü zelliğin e aşırı d eğer verm eyin. *9
1Taslak şöyle devam ediyor: “Tek bir yasa var, o da senin yasandır. Tek bir doğru var, o da
senin doğrundur” (s. ıo).
•H Taslak şöyle devam ediyor: “İnsanları koyuna çevirmek olmaz, koyunları insanlaştırmak
Şu anın ve geçmişin ötesinde olan derinliğin tini bunu istiyor. Duymak ve okumak
isteyenler için konuş ve yaz. İnsanların peşinden koşma ki insan onurunu kirletmeyesin;
onun eşine az rastlanır. Onurlu ama üzücü bir vefat onursuz iyileşmeden yeğdir. Ruhun
hekimi olmak isteyen, insanları hasta olarak görür. İnsan onurunu aşağılar. İnsanın
hasta olduğunu söylemek kendini bilmezliktir. Ruhun çobanı olmak isteyen insanlara
koyunlarmış gibi davranır. İnsan onurunu çiğner. İnsanların koyun olduğunu söylemek
küstahlıktır. İnsana hasta ve koyun deme hakkını kim verdi sana? Ona insanlık onurunu
ver ki kendi inişini ya da düşüşünü, kendi yolunu bulsun” (s. ı ı).
-o Taslak şöyle devam ediyor: “Sabırlı bir eşek gibi yüklenerek getirdiğim haberin nedenleri
ve amaçları üzerine söyleyebileceklerimin hepsi bu, sevgili dostlarım. Yükünü boşalttığı
için ne mutlu ona” (s. 12).
Ruhu Yeniden Bulmak
[öh ii(r)]30
Cap i.31
[2] Dünyada hiç ondan başka bir şey aramamış yorgun bir gezgin
gibi ruhuma yakınlaşacağım. Ruhumun en sonunda her şeyin ardında
49. Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Ve seni ancak kadının ruhu aracılığıyla yeniden
bulabildim” (s. 8).
50. Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Bak, hâlâ iyileşmemiş bir yaram'var: etkileme hırsım" (s. 8).
5ı. Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Kendime en açık haliyle söylemeliyim: O her insanın
ruhunda yaşayan bir çocuk imgesini mi kullanıyor? Horus, Tages ve İsa çocuk değil
miydi? Dionysus ve Herakles de tanrısal çocuklardı. İsa, İnsanın Tanrısı, kendine insanın
oğlu demiyor muydu? Bunu yaparken içinden hangi derin düşünce geçiyordu? İnsanın
kızı Tanrının adı mı olmalı?” (s. 9).
52. Taslak şöyle devam ediyor: “Önceki karanlık ne kadar yoğundu! İsteğim ne tez canlı,
ne bencildi, hırsın, zafer isteğinin, açgözlülük, hoşgörüsüzlük ve coşkunluğun bütün
iblislerine boyun eğmişti! O zamanlar ne cahildim! Yaşam beni uzaklara sürükledi ve
bilerek senden uzaklaştım ve bu yıllarca sürdü. Bütün bunların ne kadar iyi olduğunu
kabul ediyorum. Oysa senin kaybolduğunu düşünmüştüm, yine de bazen yitip
gidenin kendim olduğunu düşünmüştüm. Oysa sen kaybolmamıştın. Ben o gün yolda
gidiyordum. Sen de görünmeden benimle geliyordun ve adım adım yol gösteriyordun
bana, parçaları anlamlı bir şekilde birleştiriyordun” (s. 20-21)
yattığını öğreneceğim ve d ü n yayı baştan başa d olaşıyo rsam b u n u e n in
de sonun da ru h u m u bu lm ak için y a p ıy o ru m . En sevilenler bile h ed e f
ve arayışı süren sevginin sonu d eğil, o n lar ken d i ruh larının sim geleri.
Dostlarım , nasıl b ir ıssızlığa yükseldiğim izi tahm in ediyor m usunuz?
D üşüncelerim in, düşlerim in döküntülerinin ru h u m u n konu şm ası
olduğunu öğren m eliyim . O n ları yü reğim d e taşım alı, bana en y a k ın k i
şi nin sözleri gibi zihnim de d olaştırm alıyım . D ü şler ruhun y o l gösteren
sözleridir. O zam an d üşlerim i neden sev m e y e y im , bilm ece gibi im gele
rini günd elik düşüncelerim in nesneleri yap m ayayım ? D üşün budalaca
ve ç irk in old uğunu m u d ü şü n ü yo rsu n u z? G ü zel nedir? Ç irk in nedir?
Akıllıca olan nedir? B udalaca olan n ed ir? Ö lçütünüz bu çağın tini am a
d erinlerin tin i on u h er b akım d an aşıyor. B ü yü k ile k ü çü k arasındaki
larkı an cak b u çağın tini bilir. O ysa b u fark da tıpkı on u k ab u l eden fol. ii(:
/n(v)
gibi geçersiz. /
Jung 1925’te verdiği seminerde bu dönem üzerine düşüncelerini şöyle açıklıyor: ‘'Anima
ve animus üzerine bu düşünceler beni metafizik sorunlara daha da fazla sürükledi ve
yeniden incelenmek üzere yeni bir çok şey ortaya çıktı. O dönemde Kantçı bir temelden
hareketle asla çözülemeyecek şeyler olduğunu, dolayısıyla bunlar üzerinde fikir
yürütülmemesi gerektiğini düşünüyordum ancak bana öyle geldi ki anima üzerine belirli
fikirlere ulaşabildiğim takdirde, Tanrı üzerine bir kavram oluşturmak için çalışmaya
değerdi. Bununla birlikte, doyurucu bir sonuca ulaşamadım ve bir süre için belki de
anima figürü tanrısal olabilir diye düşündüm. Belki de ilk başta dişi bir Tanrısı vardı
insanların ama sonradan bir kadın tarafından yönetilmekten bıkmışlar ve bu Tanrı'yı
devirmişlerdi. Metafizik sorunu neredeyse bütünüyle anima'ya aktardım ve onu psişenin
baskın tini olarak düşündüm. Böylece Tanrı sorunu üzerine kendimle psikolojik bir
tartışmaya giriştim” (Analitik Psikoloji, s. 46).
Bu zamanda gelişenin Tanrısı yaşamaya devam eder.
Derinlerin tini bu gizemi öğretir.
Gönençli ve acıklıdır Tanrısı gelişmiş olanlar!
Gönençli ve acıklıdır Tanrısı çocuk olanlar!
Hangisi daha iyi, insanın önünde yaşam olması mı yoksa Tanrı'nın
önündeyaşam olması mı?
Bildiğim biryanıtyok. Yaşayın, kaçınılmaz olan karar verir.
Derinlerin tini yaşamımın tanrısal çocukla çevrelendiğini öğretti
bana .58 Onun elinden beklenmedik her şey geldi bana, yaşayan her şey.
Bu çocuk sonsuzca filizlenen gençlik gibi hissettiğim şey içimde .59
Çocuksu insanlarda umutsuz gelip geçiciliği hissedersin. Geçip git
tiğini gördüğün her şey ona daha gelecek. Geleceği geçici ile dolu onun.
Oysa sana doğru gelen şeylerin gelip geçiciliği insan anlamını daha
hiç yaşamadı.
Yaşamayı sürdürmen ileriye doğru bir yaşayış. Gelecek olanı oluş
turuyorsun ve doğuyorsun, doğurgansın, ileriye doğru yaşıyorsun.
Çocuksu kısırdır, ona gelecek olan çoktan oluşmuş ve bozulmuştur.
İleriye doğru yaşamaz.60
Benim Tanrım bir çocuk, o yüzden bu çağın tininin alaya ve hor
görülmeye öfkelendiğini zannetme. Hiç kimse bana kendi kendime
güldüğümkadar gülemez.
Sizin Tanrınız alay konusu olamaz, siz kendiniz alay konusu ola
caksınız. Kendinizle alay edecek ve bunun üzerine çıkacaksınız. Eğer
58. Jung 1940 yılında Macar klasik filolog Kari Kerenyi ile ortaklaşa hazırladıkları bir kitapta
tanrısal çocuk motifi çalışmasını sundu {bkz. “Çocuk arketipinin psikolojisi, t e 9, I).
Jung’a göre çocuk motifi bireyselleşme sürecinde sık sık ortaya çıkar. Söylencesel doğası
vurgulanan bu motif kişinin kendi çocukluğunu temsil etmez. Bilincin tek yanlılığını
telafi eder ve kişiliğin gelecekteki gelişiminin yolunu hazırlar. Belirli çatışma koşullarında
bilinçdışı psişe karşıtları birleştiren bir simge üretir. Çocuk da böyle bir simgedir.
Kişiliğin bilinçli ve bilinçdışı ögelerinin birleşmesi yoluyla benliği önceler. Çocuğun
başına gelen tipik yazgılar benliğin doğuşuna eşlik eden psişik olayların türünü gösterir.
Çocuğun mucizevi doğumu bunun fiziksel değil, psişik olduğunu gösterir.
59. Jung 1940 yılında şunları yazmış: “Çocuk motifinin temel yönlerinden biri geleceğe dönük
karakteridir. Çocuk potansiyel gelecektir (“Çocuk arketipinin psikolojisi, t e 9, I, §278).
60. Taslak şöyle devam ediyor: “Dostlarım, gördüğünüz gibi, acıma çocuksu olana değil,
gelişmiş olana gösterilir. Tanrıma bu haber için şükürler olsun. Hristiyanlığın öğretileri
sizi aldatmasın! Bu öğretiler geçmiş çağın çoğu olgun zihni için iyidir. Bugünse
olgunlaşmamış zihinlere hizmet ediyor. Hristiyanlık artık bize iyanet vaat etmiyor, oysa
bizim hâlâ merhamete ihtiyacımız var. Size bu anlattıklarım gelecek olanın yolu, benim
merhamete giden yolumdur” (s. 27).
hunu hâlâ eski kutsal kitaplardan öğrenmediyseniz, gidin oraya ve
kendisiyle alay edilenin61 ve günahlarımız için işkence edilenin kanı
nı için ve etini yiyin ve böylece bütünüyle onun doğası olun, onun
sizden-ayrı-olmasını reddedin; onun kendisi olmanız, İsevi değil, İsa
olmanız gerekiyor, yoksa gelen Tanrı'ya hiçbir yararınız olmaz.
İçinizde yoldan kaçınabileceğine inanan var mı? Oyolunu İsa’nın
acısındankaçırabilir mi? Diyorumki: “Böyle bir adamancakkendi za
rarına kendini aldatır. Dikenlerin ve ateşin üzerine uzanır. Hiç kimse
Isa’nın yolundan kaçamaz çünkü bu yol gelecek olana çıkıyor. Hepi
niz İsa olmalısınız.62
Eski öğretiyi daha az yaparak değil, daha çokyaparak aşabilirsiniz.
Ruhuma yakınlaşan her adım şeytanlarımın, o korkakça kulağa fısıl
dayan ağı karıcıların alaycı kahkalarını kışkırtır. Onlar için gülmek
kolaydı çünkü tuhaf şeyler yapmak zorundaydım.
• ı. Yani, İsa. Karş. Jung "Transformation symbolism in the mass" (1942, te //).
h2. Eyyuba Yamt'ta Jung şöyle yazmış: “Üçüncü tanrısal kişiliğin, yani Kutsal Ruhun insana
yerleştirilmesi ile çoğun hristiyanlaştırılması ortaya çıkıyor” (1952, te II, §758).
Ruhun Hizmeti Üzerine
[ÖH ii(v)]
Cap. iii.
ft5. Kara Kitap 2'de Jung burada şu notu düşmüş: “Burada, birisi yanımda duruyor ve
kulağıma korkunç şeyler fısıldıyor: ‘Kitabın yayımlansın ve elden ele dolaşsın diye
yazıyorsun. Sıradandışı ile ortalığı karıştırmak istiyorsun. Nietzsche bunu senden
daha iyi yaptı. Sen Aziz Augustine'e öykünüyorsun:” (s. 20). Burada Augustine’in 45
yaşındayken yazdığı ve Hristiyanlık dinini kabul etmesini anlatan İtiraflar ına (İ.Ö.
400) gönderme yapılıyor (Corıfessions, çev. H. Chadwick [Oxford: Oxford University
Press, 1991]). Augustine İtiraflarda Tanrıya hitap eder ve Tanrı'dan uzaklaşmasını,
sonra dönüşünü anlatır. Jung yayımlanmış çalışmalarında da Augustine'den birçok alıntı
yapmış ve Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde İtirafları birkaç yerde anmıştır.
M. Yuhanna’nın birinci mektubu: “Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrı'da yaşar ve Tanrı da
onda yaşar” (! Yuhanna 4:16).
İsa, şeytanın cazibesine karşı koyar ama Tanrının iyi ve usuna de
ğil .67 Böylece İsa ayartılmaya boyun eğer.6*
Bunu hâlâ öğrenmeniz gerekiyor, hiçbir ayartmaya boyun eğme-
meyi, herşeyi kendi isteminizle yapm ayı; işte o zaman özgürleşecek ve
Hristiyanlığın ötesine geçeceksiniz.
Korktuğum şeye boyun eğmem gerektiğini kabul etmeliydim; evet,
dahası, beni dehşete düşüreni sevmeliydim. Vebanın iltihabından iğ
renen ermişten öğrenmeliyiz bunu, vebanın çıbanlarındaki irini içti ve
güller gibi koktuğunufark etti. Ermişin yaptıkları boşuna değildi 69
Kurtuluşun ve lütfa erişmenle ilgili her şeyde ruhuna bağımlığın. O
halde senin için hiçbir özverifazla olmamalı. Eğer erdemlerin seni kur
tuluştan alıkoyuyorsa, bırak onları çünkü onlar artık senin için kötü
olmuş. Erdemin kölesiyolu günahların kölesi kadar az bulur .70
Ruhunun efendisi olduğuna inanıyorsan onun hizmetçisi ol. Hizmetçisi
olduysan efendisi ol çünkü yönetilmesigerekir. Bunlar ilk adımların olacak.
28 Kasım 1913.
Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Şu sözleri duyuyorum: ‘Kendi çölünde bir münzevi:
Suriye çölündeki keşişler görünüyor bana” s. 33.
i Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Çölde Hristiyanlığı düşünüyorum. Eskiler bedenen
gitmişlerdi çöle. Benliğin çölüne de girmişler miydi? Yoksa benlikleri benimki kadar
çorak ve ıssız değil miydi? Orada şeytanla boğuştular. Bense bekleyişle boğuşuyorum. Bu
da ondan aşağı kalınıyor bence çünkü bu cehennem de o kadar sıcak” s. 35.
[2] Ayrıca isteğimi düşüncelerimden uzaklaştırarakkendimi düşün
celerimden koparmam gerekti. Ansızın benliğimin yalnızca huzursuz
bir istek güneşinin yandığı bir çöle dönüştüğünü fark ettim. Bu çölün
sonsuzkısırlığınınaltındaezildim. Buradabir şeyserpilebilirdi belki ama
isteğin yaratıcı gücü hâlâ yoktu. İsteğin yaratıcı gücü neredeyse orada
toprağın kendi tohumu filiz verir ama beklemeyi unutma. Yaratıcı gü
cün dünyayadöndüğünde ölüşeylerinaltındave içindenasıl hareketlen
diğini, nasıl büyüyüp serpildiklerini ve düşüncelerinin zengin ırmaklara
aktığını görmedin mi? Yaratıcı gücün şimdi ruhun yerine dönerse ruhu
nun nasıl yeşerdiğini ve tarlasının harika meyveyi verdiğini göreceksin.
Kimse beklemekten kaçınamaz ve çoğu da bu azaba katlanamaz ve
kendini açgözlülükle yine insanlara, şeylere ve düşüncelere atar ve on
dan sonrabunlarınkölesi olur. Ozamandanberibu insanın şeylerin, in
sanların ve düşüncelerin ötesinde dayanmaktan acizolduğuve ruhuve
rimli bir tarlaya dönene dek onlarsız olamadığı için onların onun efen
disi, onun da onların soytarısı olduğu kanıtlanmıştır. Ayrıca, ruhu bah
çeolanşeylere, insanlarave düşüncelere gereksinimduyar ancakonların
dostuolur, kölesi ve soytarısı değil.
Gelecek her şey zaten imgelerdeydi: Eskiler ruhlarını bulmak için
çöle gittiler.75Bu bir imge. Eskiler simgelerini yaşadılar çünkü dünyahe
nüz onlar için gerçekolmamıştı. Böylece ruhun yerinin yalnızbir çöl ol
duğunu bize göstermekiçin çölün ıssızlığına gittiler. Orada bol bol görü,
çölünmeyvelerini, ruhun mucizeçiçeklerinibuldular. Eskilerin bıraktık
ları imgeler üzerine gayretle düşünün. Gelecek olanın yolunu gösteriyor
lar. Dönüp imparatorlukların, büyüme ve ölümün, çöl ve manastırların
çöküşünebakın, bunlar gelecekolanın imgeleri. Her şeyönceden anlatıl
dı ama bunların nasıl yorumlanacağını kimbiliyor?
Ruhunyeri değildirdediğinde, ohaldedeğildir. Oysaolandır dediğinde,
olandır. Eskilerin imgelerde söylediğini gör: Sözyaratıcı bir eylemdir. Eski
ler şöylededi: BaşlangıçtaSözvardı/ 6Bunugözönüne al ve üzerinedüşün.
Anlamsız ile yüce anlamarasında sallanan sözler en eski ve en doğ
ruolandır.
7 5. İ.S. 285 yıllarında Aziz Anthony münzevi hayatı sürmek üzere Mısır çölüne gitmişti
ve Pachomius’la birlikte onu izleyen keşişlerden bir cemaati olmuştu. Bu da Hristiyan
Manastır sisteminin temelini oluşturmuş, sistem buradan Filistin ve Suriye çöllerine
yayılmıştır. Dördüncü yüzyılda Mısır çöllerinde binlerce keşiş vardı.
76. Juhanna i:i: “Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrıyla birlikteydi ve Söz Tanrıydı.”
Çöldeki Deneyimler
[ÖH iii(r) 2]
78. “Altın Çiçeğin Sırrının Yorumu’*nda (1929) Jung, Batı'daki her şeyi yöntem ve yönelime
dönüştürme eğilimini eleştirir. Çince metinlerin ve Meister Eckhart’tan alınacak en
önemli ders, psişik olayların oldukları gibi gerçekleşmesine izin vermektir: “Meister
Eckhart’ın her şeyi oluşuna bırakma, eylemsizlik yoluyla eylem, ‘insanın kendini
bırakması’ benim açımdan yola çıkan kapının açılmasında kilit rolü oynadı: İnsanın her
şeyi psişik olarak oluşuna bırakması gerekiyor” (TE 13, §20).
zeki insan bilgelikle alay eder çünkü alaycılık onun silahıdır. Sivri, ze
hirli silahını kullanır çünkü basit bilgelik onu vurmuştur. Vurulmuş
olmasaydı silaha gerek duymazdı. Yalnızca çölde korkunç basit fikirli
liğimizin farkına varırız ama bunu kabullenmekten korkarız. “İşte bu
yüzden alaycıyız ama alaycılık / basitfikirliliğe ulaşamaz. A lay alaycı
nın üzerine düşer ve kimsenin işitip yanıt vermediği çölde kendi alay
larıyla boğulur.
N e kadar zeki olursan, basit fikirliliğin o kadar budalacadır. B ü
tünüyle zekiler basit fikirliliklerinde bütünüyle budaladır. Bu çağın
zekiliğinden kendi zekiliğimizi arttırarak değil, zekiliğimizin en nefret
ettiği şeyi, yani basitfikirliliği kabul ederek kurtulabiliriz. Yine de basit
fikirlilik içine düştüğümüz için yapay budalalar olmak istemeyiz, zeki
budalalar oluruz. Bu da yüce anlama götürür. Zekilik erekle çiftleşir.
Basit fikirlilik erek bilmez. Zekilik dünyayı, basit fikirlilik ruhu fethe
der. O zaman ruha katılmak için ruhta yoksulluk yem ini edin .79
Zekâmın alaycılığı buna karşı çıktı.80 Birçokları budalalığıma güle
cek ama kimse kendime güldüğümden daha fazla gülemez.
Böylece alaycılığımın üstesinden geldim ama üstesinden gelirken
ruhumun yakınındaydım ve benimle konuşabiliyordu ve yakında çö
lün yeşerdiğini görecektim.
8lErtesi gece hava birçok sesle doluydu. Yüksek bir ses şöyle dedi:
“Düşüyorum/’ Bu sırada diğerleri kargaşa ve heyecan içinde bağırdı:
“Nereye? Ne istiyorsun?” Kendimi bu kargaşaya bırakmalı mıydım?
Ürperdim. Bu korkunç bir derinlik. Kendimi rastlantıya, kendi karan
lığımın çılgınlığına mı bırakmamı istiyorsun? Nereye? Nereye? Düşü
yorsun ve her kimsen ben de seninle birlikte düşmekistiyorum.
Derinliklerin tini gözlerimi açtı ve içsel şeyler çok biçimli ve deği
şen ruhumun dünyası, gözüme ilişti. [İmge iii (v) ı]
Yanı sıra büyük derinliklere daldığım gri taştan bir yüz görü-
yorum.82 Karanlık bir mağarada ayak bileklerime kadar çıkan kara
çamurun içinde duruyorum. Üzerimde gölgeler dolanıyor. Korkuyla
kasılıyorum ama içeri girmem gerektiğini biliyorum. Kayadaki dar
bir çatlaktan sürünerek geçiyorum ve tabanı kara suyla kaplı bir iç
mağaraya ulaşıyorum. Bunun da ötesinde ulaşmam gereken parlak
kırmızı bir taş gözüme ilişiyor. Çamurlu suda güç bela ilerliyorum.
Mağara bağırıp çağıran seslerin korkutucu gürültüsüyle dolu/ 3 Taşı
8ı. 12 Aralık 1913: Düzeltilmiş Taslak'ta şöyle diyor: “IV Gizem Oyunu. Birinci Gece.” (s.
34). Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Geçin savaşı hor görmeyle oldu. Bu görüm beni
üç gece uykusuz bıraktı ve üç gün işkenceden sonra G. Keller’ın Chamounix eczacısına
döndüm (başlangıçtan sona). Bu tarzı biliyorum ve kabul ediyorum. İnsanın kalbini
insanlara, aklını ise insanlığın tinine, Tanrı'ya vermesi gerektiğini öğrendim. O zaman
çalışmasında kibir olmaz çünkü kalbin yerine geçen akıl kadar ikiyüzlü bir fahişe yoktur”
(s. 41). Gottfried Keller (1819-1890) İsviçreli bir yazardı. bkz. "Der Apotheker von
Chamounix: Ein Buch Romanzen," Gottfried Keller, Gesammelte Gedichte: Erzahlungen
aus dem Nachlass (Zürih: Artemis Verlag, I984), s. 351-417.
82. Taslak şöyle devam ediyor: “Baştan aşağı deri giysiler giymiş bir cüce karşısında durdu,
girişi tutuyordu” (s. 48).
83. Düzeltilmiş Taslak şöyle devam ediyor: “Taş fethedilmeli, o işkencenin, kırmızı ışığın
taşı” (s. 35). Düzeltilmiş Taslak'ta şöyle diyor: “Soğuk, kırmızımsı bir ışık veren altı
kenarlı bir kristal” (s. 35). Albrecht Dieterich Aristofanes’in Kurbağalarındaki alt
dünya betimlemesine gönderme yapıyor. Yılanlarla dolu bir göl olan bu dünyanın
Orfeus’a özgü olduğunu düşünüyordu (Nekyia: Beitrage zur Erkliirung der
neuentdeckten Petrusapokalypse [Leipzig: Teubner, I893], s. 71). Jung kitapta bu
motiflerin altını çizmiş. Dieterich bu betime yine 83. sayfada değiniyor ve Jung bu
sayfayı da işaretlemiş ve sayfa boşluğuna şöyle yazmış: “Karanlık ve Çamur.” Dieterich
alt dünyada bir çamur ırmağı tasvirine de değinmiş (s. 81). Kitabın arkasındaki
referans listesine Jung şu notu düşmüş: “81 Çamur.”
alıyo ru m , a rd ın d a k i k ayad a k aran lık bir açıklığı gizliyor. T aşı e lim
de tu tu yo ru m , gö zlerim le çevreyi a ra ştırıy o ru m . Sesleri d in le m e k is
tem iyo ru m , beni u z a k tu tu y o rla r.84 O y sa b ilm e k istiyoru m . B u rad a
bir şe y d ile g e tirilm ek istiyor. K u la ğ ım ı a ç ık lığ a d ayıyo ru m . Yeraltı
sularının ak ışın ı işitiyo ru m . K a ran lık a k ın tıd a b irisin in k an lı b aşın ı
g ö rü y o ru m . Y aralı biri, k atled ilm iş b iri y ü z ü y o r orada. T itreyerek bu
im g e y i uzun süre alıyo ru m . K a ra n lık a k ın tıy la b irlikte yüzen b ü y ü k
siyah b ir fira v u n bö ceği g ö rü yo ru m .
A k ın tın ın en d erin u cun d a k ırm ızı b ir gü n e ş p arlıyor, ışığı karan lık
sulara yayılıyo r. O rada, k aran lık taş d u varlard a, güneşin parladığı d e
rinliklere d o ğ ru gitm eye çalışan k ü çü k b ir yılan gö rü yo ru m ve iç im i b ir
yılgı kaplıyor. B in lerce yılan ortalıkta sü rü n ü yor ve gü n eşi perdeliyor.
D erin gece çök ü yor. K ırm ızı b ir k an seli, kalın kırm ızı kan fışkırıyo r,
uzun süre k abarıyor, so n ra çekiliyor. K o rk u y la k asılıyorum . N e gör-
d ü m ?85 [İm ge iii(v) 2]
Kuşkunun bende açtığı yaraları iyileştir, ruhum . B unun d a aşılm ası
gerekiyor ki böylece yü ce an lam ın ı tanıyayım . H erşey ne kad ar u zak ve
nasıl da geri döndüm ! T in im azap verici, görü şü m ü parçalıyor, h er şeyi
koparıp p arça p arça eder. H âlâ düşünm em in k u rb an ıyım . D üşünm em e
sessiz o lm ayı ne zam an sö yleyebilirim ki bö ylece d üşüncelerim , o azılı
köpekler ayaklarım a kap an sın ? D ü şü n celerim ortalıkta uluyorken sesi
ni d ah a yüksek, yüzünü d ah a a çık gö rm eyi n asıl um abilirim ?
84. Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Bu karanlıkdelik; Nereye çıktığını ve ne dediğini
merak ediyorum. Bir kahine mi? Pythia'nın evine mi?" (s. 43).
85. Jung bu parçayı 1925 yılındaki seminerinde farklı ayrıntıları vurgulayarak anlatmıştır.
Şöyle yorumluyor: “Fanteziden çıktığımda mekanizmamın harika işlediğini fark
ettim ama gördüğüm şeyler konusunda aklım büsbütün karışmıştı. Kristaldeki
mağaradan gelen ışığın bilgelik taşı olduğunu düşünmüştüm. Kahramanın gizlice
öldürülüşünü hiç anlamamıştım. Elbette böceğin eski bir güneş simgesi olduğunu,
batan güneşin, ışıklı kırmızı diskin bir arketip olduğunu biliyordum. Yılanların
Mısır ile ilgili olabileceğini düşündüm. Hepsinin bütünüyle arketip olduğunu fark
edememiştim, bağlantılar kurmam gerekmemişti. Daha önce düşlediğim kan denizi
ile resim arasında bağlantı kurabilmiştim. / Yine de öldürülen kahramanın önemini
görmemiştim. Kısa bir süre sonra Siegfried’i öldürdüğüme dair bir düş gördüm.
Verimliliğimin kahramanlık idealini yok etmemdi bu. Yeni bir uyum kurulabilmesi
için bunun feda edilmesi gerekiyordu. Kısacası, alt işlevleri etkinleştirebilmek
amacıyla libidoya ulaşabilmek için üst işlevlerin feda edilmesi (Analitik Psikoloji,
s. 48). (Siegfried’in öldürülmesi aşağıda 7. Bölüm’de anlatılıyor). Jung 14 Haziran
1935’teki ETH seminerinde de isim vermeden bu fanteziyi ele almıştı (Modern
Psychology, Cilt ı ve 2. s. 223).
Donakaldımama donakalmayı isterimçünkü sana ant içtimruhum,
beni çılgınlığa götürsen bile sana güvenmeye ant içtim. Uyuklamanın
acı içkisini tortusuna kadar içmedikten sonra güneşin altında hiç yü
rüyebilir miyim? Yardımet bana ki kendi bilgimle boğulmayayım. Bil
gimin doluluğu beni üzerime çökmekle tehdit ediyor. Bilgimin bin sesi
var, aslanlar gibi kükreyen bir ordu; ben konuşurken hava titriyor ve
ben onların savunmasız kurbanlığıyım. Bilimi, o akıllı bilgini^6 ruhu
zincirleyenve onuışıksız bir hücreye hapseden zindancıyı benden uzak
tut. Her şeyin ötesinde, sadece sağaltıcı yılan gibi görünen ama senin
derinliklerinde öldürücü zehir ve cefalı ölümolan yargının yılanından
koru beni. Derinliklerine beyaz giysiler içinde arınmış olarak inmek
istiyorum, eline geçirebildiğini alan ve nefes nefese kaçan aceleci bir
hırsız gibi değil. Tanrısal hayret içinde kalayımki böylece mucizelerine
bakmaya hazır olayım.1^Başımı kapındaki bir taşın üzerine sereyimki
böylece ışığını almaya hazır olayım.
[2] Çöl çiçek açmaya başladığında tuhaf bitkiler filiz verir. Ken
dini deli olarak göreceksin ve bir anlamda gerçekten de deli olacak-
sın.88bu çağın Hristiyanlığı delilikten yoksun olduğu oranda tanrısal
yaşamdan da yoksun. Eskilerin bize imgelerde öğrettiğine dikkat et;
delilik tanrısaldır.89 Oysa eskiler bu imgeyi olaylarda somut olarak
86. Düzeltilmiş Taslakta: “Bilim” silinmiş (s. 37).
87. Düzeltilmiş Taslakta: “daha kutsanmış” yerine (s. 38).
88. Düzeltilmiş Taslak'ta bu cümlenin yerine “Delilik büyüyor" gelmiş (s. 38).
89. Tanrısal delilik konusu uzun bir geçmişe dayanıyor. En klasik metin Sokrates’in
Phaedrus'ta deliliği tartıştığı bölümdür: Delilik, “cennetin bir armağanı olarak en
büyük kutsanışı bize getiren kanaldır" (Plato, Phaedrus and Letters VII and VII, çev. W
Hamilton [Londra: Penguin, 1986], s. 46, satır 244). Sokrates dört tip tanrısal delilik ayırt
etmiş: (ı) esinlenmiş bilicilik, örneğin Delfı kâhini, (2) eski günahlarından çeken kişilerin
kehanetleri, dua ve tapınmaya çağrıları, (3) Musaların insan ruhunu ele geçirilmesi,
çünkü teknik açıdan becerikli olsa da Musaların çılgınlığına kapılmamış kişi asla iyi bir
şair olamaz ve (4) âşık. Ecino gibi Yeni Platoncularve Erasmus gibi hümanistler tanrısal
delilik konusunu Rönesans’ta yeniden ele alıyor. Klasik Platonik kavrayışı Hristiyanlıkla
birleştiren Erasmu’un tartışması özellikle önem taşıyor. Erasmus’a göre Hristiyanlık
en üst esinlenmiş delilik tipiydi ve Erasmus da deliliği ikiye ayırıyordu: “Ruh bedensel
organları doğru kullandığı zaman o kişi aklı başında biri olarak anılır, ama olur da
zincirlerini kırıp özgür olmaya, zindanından kurtulmaya çalıştığında, buna delilik denir.
Bu bir hastalık ya da organlardaki bir kusur nedeniyle olduğunda, genel kanı bunun
gerçekten delilik olduğudur. Oysa bu insanların da gelecekten haberler verdiğini, önceden
öğrenmedikleri dil ve yazıları bildiklerini -bütün olarak, tanrısal bir şeyler sergilediklerini
görürüz,” (Deliliğe Övgü). Ayrıca delilik “tanrısal coşkunluktan kaynaklandığında, bu
aynı tipte bir delilik olmayabilir, ama bu ikisi birbirine o kadar benzer ki çoğu insan bu
yaşadığından bizim için aldatıcı hale geldi çünkü biz dünyanın ger
çekliğinin efendileri olduk. Buna kuşku yok: Ruhun dünyasına girer
sen, deliye benzersin ve hekim senin hasta olduğunu düşünür. Bura
da söylediğim hastalık gibi görünebilir ama kimse onu benden daha
fazla hastalık gibi göremez.
İşte deliliği böyle aştım. Tanrısal deliliğin ne olduğunu bilmi
yorsan yargını ertele ve meyveleri bekle.90Yine de derinliklerin tini
nin bu çağın tinine boyun eğdirmesinden başka bir şey olmayan bir
tanrısal delilik olduğunu da bil. Derinliklerin tini daha fazla aşağıda
kalamadığında ve insanı insani konuşma yerine dillerde konuşma
ya zorladığında ve onu derinliklerin tininin kendisi olduğuna inan
dırdığında, o zaman hastalıklı sanrıdan bahset. Bu çağın tini insanı
bırakmayıp yalnızca yüzeyi görmeye, derinliklerin tinini yadsımaya
ve kendini çağın tini olarak kabul etmeye zorladığında da hastalıklı
sanrıdan bahset. Çağın tini tanrısal değil, derinliklerin tini tanrısal
değil, denge tanrısal.
Bu çağın tinine takılıp kaldığımiçin tamda bu gece başıma gelenin
olması gerekiyordu, yani derinliklerin tininin fışkırması ve bu çağın
tinini güçlü bir dalgayla silip süpürmesi. Yine de derinliklerin tininin
bu gücü edinmesinin nedeni çölde 25 gece ruhumla konuşmuş ve ona
bütün sevgimi ve bütün teslimiyetimi vermiş olmamdı. Oysa 25 gün
boyunca tüm sevgimi ve teslimiyetimi şeylere, insanlara ve bu çağın
düşüncelerine vermiştim. Çöle sadece gece gitmiştim.
ikisinibirbirinden ayırmaz,” diyor. Bu iki delilik biçimi sıradan insanlara aynı görünür.
Hristiyanların peşinde olduğu mutluluk “belirli bir tür delilikten başka bir şey değildir”
Bunu yaşayanlar “deliliğe çok benzeyen bir şey yaşar. Tutarsız ve olağanüstü sözler
söyler, anlamsız sesler çıkarır ve yüzlerindeki ifade aniden değişir... aslında onlar artık
kendilerinde değildir,” (Deliliğe Övgü). 1815’te FilozofShelling de deliliği Jungun
görüşlerine yakın bir tarzla ele alıyordu: “Eskilerin tanrısal ve kutsal delilikten söz etmesi
boşuna değildir.” Shellinge göre bu “doğanın kendi içinde yırtılmasıdır" ve “hiçbir
büyükbaşarıya deliliğin ısrarlı çağrısı olmadan ulaşılamaz ve her zaman için bu çağrının
üstesinden gelmek gerekse de bu çağrının hiçbir zaman eksik olmaması da gerekir” Bir
yanda deliliğin izi bile görülmeyen ağırbaşlı ruhlar vardır ve anlayışlı insanlarla birlikte
soğuk entelektüel çalışmalar yaparlar. Diğer yanda ise “deliliğe hükmeden ve bu alt
edişiyle en üst zihinsel gücü sergileyen tip bulunur. Diğer tip ise deliliğin egemenliği
altındadır ve o gerçekten delidir” (Dünyanın Çağları).
»in. William James’in pragmatik yasa kavramına bir yaklaşım. Jung James’in Pragmatizm’ini
1912de okumuş ve bu kitap düşünüşünü derinden etkilemişti. Fordham Üniversitesi
seminerlerine önsözünde James’in pragmatik yasasını yol gösterici ilke olarak
benimsediğini söyler ( t e 4, s. 86). bkz. Shamdasani, Jung and the Making of Modern
Psychology: The Dream ofa Science, s. 57-61.
H astalıklı ve tanrısal sanrıyı böyle a yırt edebilirsiniz. B irin i yapıp
d iğerin i y ap m ayan a hasta d iyebilirsin iz çün kü den gesini yitirm iştir.
Y in e de tanrısal sarh oşluk ve d elilik ken d isin e geldiğinde kim kor-
k u y a d a y a n a b ilir? Sevgi, ruh ve T a n rı güzel ve k orku n çtu r. E skiler Tan-
rı’nın gü zelliğin in b ir p arçasın ı b u d ü n yaya getirdiler ve bu d ü n ya o
kad ar güzel oldu ki bu çağın tinine bir bütün olarak ve T anrılığın sin e
sinden d ah a iy i göründü. D ü n y a n ın kork u n çlu ğu v e am ansızlığı ö rtü
ler a ltın d a ve yüreklerim izin d erin lik lerin d e durur. D erin liklerin tini
sizi ele geçird iğind e am ansızlığı h issed ecek ve azap la bağıracaksınız.
D erin liklerin ruh u dem ir, ateş v e ölü m le gebe. D erin liklerin tininden
k ork m ak ta h aklısın ız ve o yılg ıy la dolu.
D erin liklerin tin in in ne taşıd ığın ı gö rü y o rsu n u z bu günlerde. B u n a
in an m ad ın ız am a k o rk u n u za dan ışsayd ın ız b ilird in iz.91
K a n kristalin k ırm ız ı ışığ ın d an p arıld ad ı b an a d o ğ ru ve gizem in i
keşfetm ek için elim e a ld ığım d a dehşet a ç ıla ra k ön ü m e serildi: G elecek
olanın derinliklerind e cinayet yatıyor. Sarışın k ah ram an katledilm iş
yatıyor. K ara böcek yen ilenm e için gereken ölüm ; bundan son ra da
yen i bir güneş, d erinliklerin güneşi, bilm ecelerle dolu, gecenin gü n e
şi ışıldadı. Y ü k se le n bah ar gü n eşin in ölü to p ra ğ ı can lan d ırm ası gibi
d erinliklerin güneşi de ö lü y ü can lan dırd ı ve bö ylece ışık ile karan lık
arasın d a k ork u n ç bir m ücadele başladı. B undan güçlü ve d inm eyen
kan k ay n ağ ı fışkırdı. B u gelecek olan, şim di h ayatınızd a yaşad ığın ız ve
bun d an fazlasıydı. (Bu gö rü m ü 1 2 A ralık 1 9 1 3 ’te yaşadım .)
Derinlikler ve yüzey karışm alı ki yeni yaşam gelişebilsin. O ysa yeni y a
şam bizim dışım ızda değil, içim izde gelişir. Bugünlerde dışım ızda olanlar
bu im geyi, nasıl ki biz bizden önce olaylarda yaşayan eskilerin im gelerin
91. Taslak şöyle devam ediyor: “Derinliklerin tini bana o denli yabancıydı ki onu anlamam
için yirmi beş gece geçmesi gerekti. O zaman bile yine o kadar yabancıydım ki ne
görebildim ne sorabildim. Bana uzaktan ve duyulmamış bir yandan yabancı olarak
gelmesi, bana seslenmesi gerekti. Ona hitap edemedim, doğasını biliyordum. O kendini
yüksek bir sesle duyurdu, bu çağın yükselen birçok sesiyle, savaş kargaşası gibi. Bu
çağın tini içimde bu yabancıya karşı durdu ve birçok kölesiyle bir savaşçığlığı attı. Bu
savaşın gürültüsünü duydumhavada. Daha sonra derinliklerin tini ileri atıldı ve beni
en içtekinin yerine götürdü. Bu çağın tinini ise akıllı ve telaşlı bir cüceye çevirmişti,
yine de bir cüceydi. Görüm bana bu çağın tinini gösterdi, deridendi, yani bir araya
sıkıştırılmış, kuru ve cansız. Derinliklerin tininin alt dünyasına girmekten alıkoyamadı
beni. Şaşkınlıkla ayaklarımın ölüm nehrinin çamurlu karanlık sularına battığını fark
ettim. [Düzeltilmiş Taslakta şu ekleme var: “çünkü burası ölümün olduğu yer" s 41]. Bir
sonraki hedefim parıldayan kırmızı kristalin gizemiydi" (s. 54-55).
den öğrendiysek, onların da kendi yollarında öğrenebilm esi için unutul
m ayacak şekilde uzak çağlara bırakan insanların olaylarda yaşadığı imge.
Y a şa n ı bize olaylardan değil, bizden gelir. D ışarıd a olan her şey ö n
ced en olm uştur.
Öyleyse, dışarıdan olayı göz önüne alan her zaman yalnızca zaten
olmuşu ve her zaman aynı olduğunu görür. A m a içeriden bakan her şe
yin yeni olduğunu bilir. Olan olaylar hep aynıdır. Oysa insanınyaratıcı
derinlikleri her zaman aynı değildir. Olaylar hiçbir şey göstermez, y a l
nızca bizi gösterir. Olayların anlamını biz yaratırız. Anlam yapaydır,
lıer zaman öyleydi. Biz öyle yapıyoruz.
Bu yüzden de kendi içimizde olayların anlamını arıyoruz ki gelecek fol. iii(v)
olanın /yolu görünür olsun ve yaşamımız yeniden akabilsin. /iv(r)
•ıı. Taslak şöyle devam ediyor: “Ruhum benim yüce anlamımdır, Tanrı imgemdir, kendisi ne
Tanrı ne de yüce anlamdır. Tanrı insan topluluğunun yüce anlamında görünür” (s. 58).
v l. ‘‘Ayindeki dönüşüm simgeciliğinde (1942), Jung kurban edenin vekurban edilenin
kimlik motifini yorumlar ve bir üçüncü yüzyılda yaşamış doğa felsefecisi ve simyacı
olan Panapolisli Zosimos’un görümlerine özel bir yer ayırır. Jung şöyle diyor: “Ben
benciliddiamıkurbanederim ve böylece kendimden vazgeçerim. Öyleyse kurban
edilen her şey şu ya da bu derecede özveriyi gösterir” (te II, §397). Ayrıca karşılaştırın,
Katha Upanishad, Bölüm 2, 19. kıta. Jung 1921'de benliğin doğası ile ilgili olarak Katha
Upanishad’dan iki kıtayagönderme yapmıştır (TE6,329). Jung’taki Doğunun Kutsal
Kitaplarında bu kıtalar işaretlenmiş. Cilt XV, Böl. 2, s. II. Jung “Düşler”de de bir düşle
ilgili olarak şunları not düşmüş: "Kırmızı Kitap'ta Hindistan’la olan yoğun bilinçdışı
bağlantım” (s. 9).
Hepinizin bu cinayette payı var94 yeniden doğan sizin içinizde
olagelecek ve derinliklerin güneşi yükselecek ve ölü maddenizden bin
yılan gelişecek ve boğmak için güneşin üzerine düşecek. Kanınız akıp
gidecek. Uluslar bunu bugün unutulmaz eylemlerde gösteriyor ve bu
sonrasız belleğin unutulmaz kitaplarına kanla yazılacak.95
Yine de soruyorum size, insanlar ne zaman kardeşlerine güçlü si
lahlarla ve kanlı eylemlerle saldırır? Bunu ancak kardeşlerinin kendile
ri olduğunu bilmediklerinde yaparlar. Kurban edenkendileridir, ancak
kurbanverme işini karşılıklı yaparlar. Hepsinin birbirini kurban etme
si gerekir çünkü insanın, kardeşinde onu öldüreni kurban etmek için,
kanlı bıçağı kendi içine sokacağı zaman henüz gelmedi. Peki, kimi öl
dürüyor insanlar? Soyluyu, yiğidi, kahramanları öldürüyorlar. Bunları
hedef alıyorlar ve onlarla anlatmak istediklerinin kendileri olduğunu
bilmiyorlar. Kendi içlerindeki kahramanı kurban vermeleri gerekir ve
bunu bilmedikleri için cesur kardeşlerini öldürüyorlar.
Zaman henüz olgunlaşmadı. Yine de bu kanlı adakla olgunlaşacak.
İnsanın kendi yerine kardeşini öldürmesi mümkün olduğu sürece za
man olgunlaşmayacak. İnsanlar pişene dekkorkutucuşeyler olması ge
rekiyor. Başkadabir şey insanı olgunlaştırmayacak. Bugünlerde olanla
rın hepsi olmalı ki yenilenme gelebilsin. Güneşinperdelenmesini izleyen
kanın kaynağı aynı zamandayeni yaşamın kaynağı olduğu için.96
Ulusların yazgısı size olaylarda gösterildiği için yüreklerinizde ola
cak bu. İçinizdeki kahraman katledilirse derinliklerin güneşi içinizde
yükselecek, uzaklardan ışıldayarak ve korkutucu bir yerden. Bununla
birlikte de şimdiye dek içinizde size ölü gibi gelen her şey canlanacak
ve güneşi kaplayacak zehirli yılanlara dönüşecek ve geceye ve kargaşa
ya düşeceksiniz. Bu korkutucu mücadelede birçok yaradan kanınız da
akacak. Sarsılmanız ve kuşkunuz büyük olacak ama bu azaptan yeni
94. Jung “Felaketten Sonrada ortak suçluluk duygusu konusunu ele alır (1945, te 10)
95. Birinci Diinya Savaşındaki olaylara gönderme yapıyor. 1914 Sonbaharında (Jung ikinci
tabakayı yazdığı sırada) Marne ve Birinci Ypres savaşı yaşanmıştı.
96. 14 Haziran 1935’te ETHdeki bu seminerde Jung (kısmen, isim vermeden değindiği,
bu fanteziyle ilgili) şu yorumu yapıyor: “Güneş motifi bir çok yerde ve çağda karşımıza
çıkıyor ve anlamı da her zaman yeni bir bilincin doğmasıdır. Bu uzaya yansıtılan bir
aydınlanma ışığıdır. Bu psikolojikbir olaydır; tıbbi “halüsinasyon” teriminin psikolojide
hiçbir anlamı yoktur: / Katabasis Orta Çağ‘da çok önemli bir rol oynar ve eski ustalar
Katabasis’teki bu doğan güneşi yeni ışık, lux moderna, mücevher, lapsis olarak
görmüştür (Modern Psikoloji, s. 231).
yaşam doğacak. Doğum kan ve azaptır. İçinizdeki karanlık ölene dek
o karanlıktan kuşku duymadınızama karanlığınız canlanacak ve top-
yekun kötülüğün ve şimdi hâlâ bedeninizin cisminde gömülü yatan
çatışmaların baskısını duyacaksınız. Oysa yılanlar korkutucu kötü dü
şünceler ve duygulardır.
Dipsiz derinliği bildiğinizi mi sandınız? Siz zeki insanlar! Onun
deneyimini yaşamak başka şeydir. Size her şey olacak. İnsanların kar
deşlerine saldığı tümokorkunç ve şeytani şeyleri düşünün. Bu size kal
binizde olmalıydı. Bu eziyeti kendinize kendi elinizle yaşatın ve size
eziyet verenin kendi şeytanlarıyla boğuşan kardeşinizin değil, kendi
iğrenç ve şeytani eliniz olduğunu bilin.97
Katledilmiş kahramanın anlamını görmenizi isterdim. Günümüzde
bir prensi öldüren bu isimsiz insanlar o zamanyalnızca ruh için geçerli
olanı olaylarda gösteren kör peygamberlerdir98 Prenslerin öldürülme
siyle içimizdeki prensin, kahramanın tehlike altında olduğunu öğre
neceğiz™ Bunun iyiye mi yoksa kötüye mi işaret olduğunun bizi endi
şelendirmesine gerekyok. Bugün berbat olan yüz yıl içinde iyi, iki yüz
yıl içinde yine kötü. Oysa olanı tanımamız gerek: İçinizde prensinizi,
kalıtsal hükümdarı tehdit eden isimsizler var. Oysa bizim hükümda
rımız içimizde hepimizi yöneten ve yönlendiren bu çağın tini. Bugün
genel tinin içinde düşünüp hareket ediyoruz. O bizim korkutucu gü-
' ümüz çünkü bu dünyaya ölçüsüz iyilik getirdi ve insanları inanılmaz
hazlarla cezbetti. En güzel kahramansı erdemlere bezenmiş ve insanları
en parlak güneşli yükseklere hiç durmayan bir çıkışla sürmekistiyor.100
g7. Taslak şöyle devam ediyor: “Dostlarım, bilmecelerle konuştuğumu biliyorum ama
derinliklerin tini zayıf anlayışıma yardım etmek için bana birçok görüntü verdi. Size
görümlerimi anlatmak istiyorum ki böylece derinliklerin tininin neyi görmenizi
istediğini anlayabilesiniz. Bu şeyleri görebilenler iyi olsun! Göremeyenler ise bunları kör
bir yazgı, imgeler olarak yaşamak zorunda" (s. 61).
<jH Ben ile Bilinçdışı Arasındaki İlişkilerde (1927) Jung kral katli gibi büyük suçlar
aracılığıyla kahinsel bireylerin harekete geçirdiği toplumların yıkıcı ve anarşik eğilimli
yönlerine değinir (te 7, §240).
•)<). Yirminci yüzyılın başlarında birçok siyasi cinayet işlenmişti: Burada anılan olay Arşidük
Franz Ferdinand’a düzenlenen suikasttir. Martin Gilbert, bu olayın Birinci Dünya
Savaşı'nın patlak vermesine sebep olan olaylarda kritik bir rol oynadığını belirtir.
“Yirminci yüzyıl tarihinde bir dönüm noktası" (A History of the Twentieth Century;
Volume one:ıçoo-i933İ Londra: William Morrow,1977]. s. 308).
ıoo. Taslak şöyle devam ediyor: “En yüksek dünyevi gücümü istediğimde derinliklerin tini
bana isimsiz düşünceler ve görümler yolladı ve bunlar içimdeki bu çağın anlayışıyla
kahramanlık özlemini silip süpürdü" (s. 62).
Kahraman yapabileceği her şeyi başlatmak istiyor. Oysa derin
liklerin isimsiz tini insanın yapamayacağı her şeyi uyandırıyor.
Yetersizlik daha fazla çıkmayı engelliyor. Daha yüksek daha büyük
erdem gerektirir. Bizde bu yok. Önce yetersizliğimizle yaşamayı öğ
renip onu yaratmalıyız. Ona hayat vermeliyiz. Yoksa nasıl gelişip
yeteneğe dönsün?
Yetersizliğimizi onu katledip aşamayız. Oysa tam da bunu yap
mak istiyoruz. Yetersizlik bizi alt edecek ve hayattaki payını isteye
cek. Yeteneğimiz bizi terk edecek bu çağın tininin anlayışıyla bunun
bir yitim olduğuna inanacağız. Oysa bu bir yitim değil, kazanım an
cak dışarıda debdebe için değil, içteki yeterlik için.
Yetersizliği ile yaşamayı öğrenen çok şey öğrenmiştir. Bu bizi
daha büyük yükseklerin dilediği en küçük şeylere ve bilge eksikliğe
değer vermeye yöneltecek. Bütün kahramanlık silinirse insanlığın se
faletine, hatta dahabeterine düşeriz. Dışımızda olanla ilgili en yüksek
gerilimimiz kışkırttığı temellerimiz heyecanla sarsılır. Yeraltı dünya
sının çirkefine, içimizdeki yüzyılların döküntüleri arasına düşeriz.101
İçinizdeki kahramansı şu ya da bunun iyi, şu ya da bu davranışın
kaçınılmaz, şu ya da bu nedenin uygunsuz olduğu, şu ya da bu hede
fin bodoslama çabalayan çalışma ile elde edilmesi gerektiği, şu ya da
bu hazzın ne pahasına olursa olsun bastırılması gerektiği düşüncesi
tarafından yönetildiğiniz gerçeğidir. Sonuçta yetersizliğe karşı gühan
işlersiniz. Oysa yetersizlik vardır. Kimse bunu yadsıyamaz, onda ku
sur bulamaz ve onu bağrış çağrış sindiremez.102
ıoı. Taslak şöyle devam ediyor: “Unuttuğumuz her şey yeniden canlanacak, her bir insan ve
tanrısal arzu,kara yılanlar ve derinliklerin kızıl güneşi” (s. 64).
ıo2. 9 Haziran 1917de JulesVodoz’un Analitik Psikoloji Derneği‘nde Song of Roland üzerine
verdiği seminerden sonra dünya savaşının psikolojisi üzerine bir tartışma yapılmıştı.
Jung şöyle diyordu: “Hipotetik olarak, Dünya Saaşı öznel düzeye çıkarılabilir. Ayrıntıya
girersek, otoriter ilke (ilkeler bazında eyleme geçme) duygusal ilke ile çatışır. Kolektif
bilinçdışı duygusalla ittifak kurar.” Kahraman üzerine de şunları söylemişti: “Kahraman
-halkın o çok sevdiği figür- devrilmelidir. Bütün kahramanlar kahramansı tutumu belirli
bir sınırın ötesine taşıyarak ve böylece zeminlerini yitirerek kendilerini devirir." (MAP cilt
2, s. 20). Birinci Dünya Savaşının öznel düzeyde psikolojik yorumu bu bölümde işlenen
konuyu anlatıyor. Burada ele aldığı bireysel ile kolektifpsikoloji arasındaki bağlantı
sonraki çalışmalarının ana konusu olacaktır (karşılaştırın Bugün ve Gelecek [1957], T Eıo).
Ruhun Bölünmesi
IÖH iv(r)]
Cap. vi.
107. Taslak şöyle devam ediyor: “Nasıl ki Yahuda kefaret zincirinde zorunlu bir halkaysa
bizde kahramana ihanet eden Yahuda da kefarete giden yolda zorunlu bir geçittir" (s.
71). JungLibidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) Anatole France’ın Lejardin
d'Epicure öyküsündeki Abbe Oegger’in görüşünü ele alır. Buna göre Tanrı Isa’nın kefaret
görevini tamamlayabilmesi amacıyla Yahuda’yı araç olarak seçmiştir (te B, §52).
108. Karşılaştırın Levililer ı6:7-ıo: “Sonra iki tekeyi alıp RAB’bin huzuruna, Buluşma
Çadırı’nın giriş bölümüne götürecek. İkisi üzerine kur’a çekecek. Biri RAB için, biri
Azazel için. Harun kurada RAB’be düşen tekeyi getirip günah sunusu olarak sunacak.
Azazel’e düşen tekeyi ise halkın günahlarını bağışlatmak için canlı olarak RAB’be
sunacak. Onu çöle salıp Azazele gönderecek:’
109. Taslak şöyle devam ediyor: "eskiler bize bunu öğretti” (s. 72).
110. Taslak şöyle devam ediyor: “Çölde gezinenler çöle aitolan herşeyi yaşar. Eskiler bize bunu
anlattı. Onlardan öğrenebiliriz. Eski kitapları açın ve yalnızlıkta size gelecekleri öğrenin.
Her şeyverilecek size ve hiçbir şey esirgenmeyecek, merhamet de eziyet de” (s. 72).
Kahramanın Katli
[HI iv(v)]111
Cap. vii.
Ertesi gece ise bir görüm geldi bana:'12 Yüksek dağlarda bir genç
leydim. Gün ağarmadan hemen önce, Doğu’da gökyüzü aydınlanmıştı
bile. Sonra Siegfried’in borusu çınladı dağlarda coşkulubir sesle. 113Can
düşmanımızın geldiğini biliyorduk. Onu katletmek için silahlanmış ve
dar, taşlı bir yolun yanında pusuya yatmıştık. Sonra ölülerin kemik
leriyle yapılmış bir cenk arabasıyla dağlardan geldiğini gördük. Gözü
kara bir sürücüydü ve dik kayaları ihtişamla aşarak pusuda beklediği
miz dar yola erişti. Kıvrılan yoldan önümüze geldi ve ikimiz de ateş et
tik ve onu öldürdük. Bunun üzerine kaçmak için döndümve korkunç
bir yağmur boşaldı. Bundan sonra ise' '4 ölümüne işkenceyi yaşadımve
kahramanın katli bilmecesini çözemediğimtakdirde kendimi kesinlik
le öldürmemgerektiğini hissettim."5
Derinliklerin tini ise bana gelip şu sözleri söyledi:
“Enyüksekdoğruluk saçma ile bir ve aynıdır.” Bu söz beni kurtardı
ve uzun sıcak havalardan sonraki yağmur gibi içimde aşırı gerginleşen
her şeyi silip süpürdü.
Sonra ikinci bir görüm geldi bana:” 6Beyaz ipeğe bürünmüş, kimi
kırmızıya, kimi maviye ve yeşile çalan ışıklarla bezenmiş biçimlerin yü
rüdüğü mutlu bir bahçe gördüm. 117 [İmge iv(v)]
i ı ı. Burada kahramanın ölümü üzerine tutulan yasa gönderme yapılıyor.
ı ı 2. ı8 Aralık 1913. Kara Kitap 2 şöyle diyor: “Ertesi gece korkunçtu. Kısa süre sonra
korkulu bir düşten uyandım” (s. 56). Taslak’ta şöyle diyor: “Derinliklerden görkemli bir
düş görüm yükseldi” (s. 73)
i ı 3. Siegfried eski Alman ve Nordik efsanelerinde geçen kahraman bir prenstir. Karısı
Brunhild tuzağa düşürülmüş ve böylece Siegfried’in yaralanıp öldürülebileceği tek
yer ortaya çıkmıştır. Wagner bu efsaneleri Niebelungun Yüzüğünde işlemiştir. Jung
1912 yılında, Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde Siegfried’i libidonun simgesi
olarak gördüğü psikolojik bir yorum yapar ve bunda temel kaynağı Wagner’in Siegfried
librettosudur (TE B, §568f).
1 14. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu düş görümden sonra” (s. 73).
ı ı 5. Jung Kara Kitap2<ie şöyle diyor: “Çevik bir şekilde son derece dik biryolda tırmandım
ve daha sonra beni daha yavaş adımlarla izleyen karımın inmesine yardım ettim. Birileri
bizimle alay etti, ama önemsemedim, demek ki kahramanı öldürdüğümü bilmiyorlardı”
(s. 57). Jung bu düşü i925*teki seminerde anlatmış ve farklı ayrıntıları vurgulamıştı.
ı ı6. Taslak şöyle devam ediyor: “ve yine uykuya dalıyorum. İkinci bir düş görüm beni
uyandırıyor” (s. 73-74).
ı ı 7. Taslak şöyle devam ediyor: “Işıklar zihnimi ve duyularımı kapladı. Birkez daha
Derinlikleri aşıp geçmiştim, biliyorum. Suçlulukyoluyla yenidoğan
olmuştum.118
[2] Biz düşlerimizde de yaşıyoruz, yalnızca günde yaşamıyoruz. Ba
zen en büyük işlerimizi düşlerde başarıyoruz.119
O gece efendimi ve Tanrımı öldürmek zorunda olduğum için ha
yatımtehlikedeydi, göğüsgöğüse bir çarpışmadeğildi bu, kimbir Tan-
rı’yı bir düelloda öldürebilir? Tanrınıza, onu aşmakistiyorsanız, ancak
bir kiralik katil gibi ulaşabilirsiniz. 120
Oysabu ölümlüler için en acısı: Tanrılarımız aşılmakistiyor çünkü
yenilenmeleri gerekiyor. İnsanlar prenslerini öldürüyorsa bunun ne
deni tanrılarını öldürememeleri ve tanrılarını kendi içlerinde öldürme
leri gerektiğini bilmemeleridir.
Tanrı yaşlanırsagölge olur, anlamsızlaşır ve batar. En büyük doğru
enbüyükyalan olur, en parlak gün en karanlık geceye dönüşür.
Nasıl ki günün geceye, gecenin degünegereksinimi varsa anlam saç
malığı ve saçmalık da anlamı gereksinir.
Gün kendisinden var olamaz, gece kendisinden var olamaz.
Kendisinden var olan gerçeklik gündüz ve gecedir.
Öyleyse gerçeklik anlam ve saçmalıktır.
Öğlen bir andır, geceyarısı bir andır, gündüz geceden gelir, akşam
geceye dönüşür ancak akşam günden gelir ve sabah gündüze dönüşür.
Öyleyse anlam bir andır ve saçmalıktan saçmalığa geçiştir ve saçma
lık yalnızca bir andır ve anlamdan anlama geçiştir. 121
hastalıktan kalkar gibi uykuya daldım” (s. 74). Jung bu düşünü Aniela Jaffe’ye anlatmış
ve Siegfried’in düşünde olduğu gibi gölgeyle karşılaştıktan sonra bu düşün aynı anda
hem bir şey hem de başka bir şey olduğu düşüncesini ifade ettiği yorumunu getirmişti.
Bilinçdışı bir ermişin halesi gibi insanın ötesine ulaşıyordu. Gölge insanları saran açık
renkli bir küre gibiydi. Bunun ötenin, insanların bütün olduğu yerin görümü olduğunu
düşünmüştü. {MP, s. 170).
118. Taslak şöyle devam ediyor: “ Aradaki dünya en basit şeylerin dünyasıdır. Yönelme ve
buyrukların dünyası değil, belirsiz olasılıkların olasılık dünyasıdır. Burada sonraki yollar
hep küçüktür, onların üzerinde geniş, düz anayollar, Cennet, aşağısında Cehennem
yoktur” (s. 74). Jung Ekim 1916’da Psikoloji Kulübü’nde “Uyum, bireyselleşme ve
ortaklaşılık” konulu konuşmalar yapmış ve burada suçluluk duygusunun önemine
değinmişti: “Bireyselleşmenin birinci adımı trajik suçluluktur. Suçluluk duygusunun
birikmesi kefareti gerektirir” (te 18, §ıo94).
119. Taslak'ta burada ek olarak “Gülümsüyor musun? Bu çağın tini derinliklerin bir dünya ya
da gerçeklik olmadığına inanmanı istiyor" diyor (s. 74).
120. Taslak şöyle devam ediyor: “bir Yahuda” (s. 75).
12ı. Taslak şöyle devam ediyor: “Düş görüm bana bu edimde yalnız olmadığımı gösterdi.
Bana bir genç, yani benden genç olan, benim gençleşmiş bir örneğim yardım
ediyordu” (s. 76).
Ah o Siegfried, sarışın ve mavi gözlü, Alman kahraman, elimde öl
mek zorundaydı, en sadık ve en yiğit olan! Daha büyük ve daha güzel
olarak değer verdiğim her şey onun kendisinde vardı; benim gücüm,
gözüpekliğim, gururumdu. Bu savaşta ben düşerdim, o yüzden bana
kalan suikastti. Yaşamaya devametmek istiyorsambu ancak hilekârlık
ve hinlikle olabilirdi.
Yargılama! Alman ormanlarının sarışın yabanisini düşün, orma
na tavuk sansarı gibi çivilenmiş Yakın Doğu Tanrısına gök gürültüleri
saçan çekiciyle ihanet etmesi gerekiyordu. Yürekliler kendilerine duy
dukları belirli bir küçümseme ile alt edildiler. Oysa yaşamgüçleri on
ları hayatta kalmayı emrediyordu ve onlar da güzel yabani tanrılarına,
kutsal ağaçlarına ve Alman ormanlarının görkemine ihanet ettiler.122
Sigfried’in Almanlar için anlamı ne? Almanların Siegfried’in ölü
münden duydukları acı bize ne anlatıyor? İşte bu yüzden onun canını
bağışlamak için neredeyse kendimi öldürmeyi yeğliyordum. Yine de
yeni bir Tanrı ileyaşamaya devametmek istedim.
Çarmıhta öldükten sonra İsa yeraltına gitti ve Cehennem oldu. Bu
yüzden Deccal’ın biçimini aldı, ejdarha oldu. Bize eskilerin aktardığı
Deccal’ın imgesi eskilerin gelişini önceden bildirdiği yeni Tanrı'yı du
yuruyor. 123
Tanrılar kaçınılmazdır. Tanrı’dan ne kadar kaçarsanız eline düş
meniz o kadar kesindir.
Yağmur, ulusların üzerine akacakbüyükgözyaşı seli, ölümün sıkış-
1ırmasından sonra boşalan gerilimin gözyaşı dolu seli, müthiş bir gücü
yükledi insanlara. Bu, gömülme ve yeniden doğumdan önce içimdeki
ölünün ağıdı. Yağmur toprağın meyve vermesini sağlayacak, yeni buğ
dayı, genç, filizlenen Tanrı’yı yaratacak. 124
ı 22. Taslak şöyle devam ediyor: “Tıpkı Wotan gibi, Siegfried’in de ölmesi gerekiyordu”
(s. 76). 1915 yılında Hristiyanlığın Almanya'ya gelmesinin etkileri üzerine yazmıştı:
“Hristiyanlık Germen barbarları üst ve alt olmak üzere ikiye böldü ve karanlık yanı
bastırarak aydınlık yarıyı evcilleştirerek kültüre uygun hale getirdi. Yine de alt, karanlık
yarı hâlâ kefareti ve ikinci evcilleştirmeyi bekliyor. O güne dek tarih öncesinin, kolektif
bilinçdışının izlerini çağrıştırmaya devam edecek ve bu da kolektifbilinçdışının kendine
özgü ve artan etkinliğini gösteriyor olmalı” (“Bilinçdışı üzerine” t e ıo, §17). Bu duruşu
“Wotan”da genişletmiştir (1936, te ıo).
ı 13. Taslak’ta cümle şöyle geçiyor. “Yeni bir Tanrı, İsa’nın ötesinde birkahraman ileyaşamaya
devam etmek istiyoruz” (s. 76).
1 14. Ölen ve dirilen Tanrı teması özellikle James Frazer’ın Altın Dal Dinin ve Folklörün
Köklerinde görülür. Jung Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde bu çalışmadan da
etkilenmiştir.
Tanrı’ya Gebe Kalmak
[ÖH iv (v) 2]
Cap. viii.
125. Isa’nın hardal tohumu örneğine gönderme yapıyor. Matta 13:31-32: “Cennetin krallığı
bir hardal tohumu tanesi gibidir “Göklerin Egemenliği bir adamın alıp tarlasına ektiği
hardal tanesine benzer. Hardal tüm tohumların en küçüğü olduğu halde, gelişince bahçe
bitkilerinin boyunu aşar, ağaç olur.” (Karşılaştırın Luka 13:18-20, Markus 4:30-32).
126. Markus 16:17de İsa inaanların yeni dillerde konuşacağını söyler. Yeni dillerde konuşma
konusu ı. Korintliler 14’te geçer ve Pentakostal hareketin merkezindedir.
Sana yılgı ve kuşku içinde dua edenlere armağanını vereceksin ve
ışığın dizlerin önünde istemeden bükülen ve hınçla dolu olanlar üzerin
de parlayacak.
Yaşamın kendi üstesinden gelenle / [OB v (r)] ve benliğini-aşmasını fol. iv(
/v(r)
reddedende. 127
Merhametin kurtuluşunun ancak en yükseğe inanan ve kendilerine
otuz parça gümüş için ihanet edenlere verildiğini de biliyorum. 128
S a f ellerini kirletip ve en iyi bilgilerini hatayla aldatacak ve erdem
lerini bir katilin mezarından alacak olanlar senin ziyafetine davetliler.
Doğumunun takımyıldızı hasta ve değişen bir yıldız.
Bunlar, E y gelecek olanın çocuğu, senin gerçek Tanrı olduğuna ta
nıklık eden mucizeler.
132. Mutlak idea kavramını Hegel geliştirmiştir. Hegel bu kavramı kozmosu yaratan
diyalektik sekansın doruğa ulaşması ve kendini ayrıştırması olarak görüyordu. Jung
1921de Psikolojik Tipler de (te 6, llace [Londra: Thames and Hudson, 1975]) buna atıfta
bulunmuştur.
133. Bu cümle Düzeltilmiş Taslaktan çıkarılmış ve yerine “ancak bu tahmin edilebilir:” gelmiş
(s. 68).
134. “Nitekim Müjde ölülere de bildirildi. Öyle ki, onlar bedence diğer insanlar gibi
yargılansınlar ama ruhça Tanrı gibi yaşasınlar” (ı. Petrus 4:6).
135. İsa’nın Cehenneme inişi çeşitli standart dışı İncillerde anlatılır. “Havari İnancı“nda
şöyle diyor: “[O] Cehenneme indi. Üçüncü gün yeniden dirildi.” Jung Orta Çağ
simyasında bu motifin işlenmesine değinir (Psikoloji ve Simya, 1944, TE 12, §6ın, 440,
451; Mysterium Coniunctionis, 1955/56, TE 14,475). Jung’un atıfta bulunduğu (TE 12,
§6ın) kaynaklardan biri de Albrecht Dietrich’in Nekyia: Beitriige zur Erkliirung der
neuentdeckten Petrusapokalypse’sidir. Burada Isa’nın Cehennemi ayrıntılı bir şekilde
anlattığı Petrus İncili ndeki vahiyler üzerine yorumda bulunulur. Jung’un kitabın üzerine
birçok not aldığı, ayrıca en sona sayfa referansları ve notlar içeren iki sayfa eklediği
görülüyor. 1951 yılında da İsa’nın Cehenneme inişi temasına şu psikolojik yorumu
getiriyor: “Kefaret için yaptıkları ölüleri de kapsayan İsa’nın ruhunun Cehennem’e
inişi, ‘ descensus ad infernos,’ bütünleşmenin kapsamını gösteriyor. Bunun psikolojik
karşılığı, bireyselleşme sürecinin temel bir bölümüne karşılık gelen kolektif bilinçaltının
bütünleşmesini oluşturur,” (Aion, TE 9, 2, §72). 1938’de şöyle diyor: “Ölümü sırasında üç
gün süren Cehennem’e iniş, yok olan değerin bilinçdışına batmasını ve burada karanlığın
gücünü fethederek yeni bir düzen kurmasını ve daha sonra da yeniden Cennete
yükselişini, yani bilincin yüce berraklığa kavuşmasını betimliyor,’’ (“Psikoloji ve Din,” TE
II, §149). “Eskilerin bilinmeyen kitapları" standartdışı İnciller için kullanılıyor.
olan aynı zam anda tatsız ve kötüdür. Tatsız ve kötü konu su nd a hâlâ
dargın m ısın?
B u n u n sayesinde yaşam gü çlerin in ve değerlerin in ne b ü yü k o l
duğunu görebilirsin. B u n u n için de ölü old u ğu nu m u düşünüyorsun?
O ysa bu ölü yılan lara d a dönüşebilir.136 B u yılan lar gü nü m üzü n pren
sini söndürecek.
D erinlikler bu en büyük savaşı salıverince insanların üzerine nice gü-
zellik ve neşe geldi gö rü yo r m usun? Y in e de korkutu cu b ir başlangıçtı.'37
D erin liklerim iz yo k sa yüksekliklerim iz nasıl var? Y in e de d erin lik
lerden k ork u yo rsu n ve on lardan kork tu ğu n u itira f etm ek istem iyo r
sun. Y in e de iy i bu, kend in izden k ork m an ız; k end in izden k o rk tu ğ u
nuzu y ü k se k sesle söyleyin. İn san ın ken d in den k ork m ası bilgeliktir.
Yalnızca k ah ram an lar k o rk u su z o ld u k ların ı söyler. O ysa kah ram an a
ne old u ğu n u biliyorsunuz.
K orku ve titrem eyle, çevrenize güvensizce bakınarak gidin derinlikle
re, am a b u n u yalnız yapm ayın; derinlikler cinayetle d olu olduğu için iki
ya da üç daha güvenli. A y rıca geri dönüş yo lu n u da güvenceye alın. Birer
ödlek gibi ihtiyatla ilerleyin ve böylece ruh katillerini önceden alt edin.' 18
1 )erinlikler sizi baştan aşağı yutm ak ve çam urda b oğm ak isteyecektir.
ı 16. Taslak şöyle devam ediyor: “Oysa yılan aynı zamanda yaşamdır. Eskilerin oluşturduğu
imgede yılan cennet bahçesinin çocuksu muhteşemliğine son verir; Isa’nın bile yılan
olduğu söylenmiştir” (s. 83). Jung bu temayı i95o’de Aion'da işlemiştir, te 9, 2, §29ı.
ı 17. Düzeltilmiş Taslak'ta: “Cehennem’in başlangıcı” (s. 70). 1933’te Jung’un hatıraları: “Savaş
patlak verdiğinde Inverness’teydim ve Hollanda ve Almanya üzerinden döndüm. Batıya
giden orduların tam içinden geçtim ve bunun Almancada Hochzeitsstimmung, tüm
ülkeye yayılmış bir sevgi şenliği olduğu hissine kapıldım. Her şey çiçeklerle süslenmişti,
bir sevgi patlaması yaşanıyordu. Herkes birbirini seviyordu ve her şey güzeldi. Evet, savaş
önemliydi, büyük bir işti ama önemli olan bütün ülkedeki kardeşçe sevgiydi. Herkes
birbirinin kardeşiydi. Başkasında ne varsa alabilirdi insan, sorun değildi. Köylüler
ambarlarını açmış, ellerinde avuçlarında ne varsa dağıtmıştı. Tren istasyonundaki
restoran ve büfede bile durum değişmiyordu. Çok acıkmıştım, neredeyse yirmi dört
saattir bir şey yememiştim ve ellerinde yalnızca birkaç sandviç kalmıştı. Fiyatını sordum,
“Ne gerek var, alın işte!” dediler. Sınırı geçip Almanya’ya girer girmez de içi bira ve
sosislerle, ekmek ve peynirle dolu büyük bir çadır çıktı karşıma. Tek kuruş ödemedik
ve bu bir sevgi şenliğiydi. Tam anlamıyla şaşkınlık içindeydim” (Visions Seminars 2, ed.
Claire Douglas [Princeton: Princeton University Press, 1997], s. 974-75).
ı 18. “Ruh katili” deyişi Luther ve Zwingli tarafından, daha sonra da Daniel Paul Schreber
tarafından 1903 Memoirs of myNervous Illness, ed. and çev. Ida Macalpine and Richard
Hunter (Folkestone: William Dawson, 1955)'de kullanılmıştır. Jung 19o/de "Erken
bunama üzerine" (te 3)’de bu çalışmayı ele almış, konuya Freud’un da dikkatini
çekmiştir. 9 ve 16 Temmuz 1915’te Analitik Psikoloji Derneğfnde Schreber’in ele alındığı
toplantılarda Schneiter’in sunumlarından sonra Jung Schreber’in imgelerindeki Gnostik
paralelliklere dikkat çekmiştir (MAP, cilt ı , s. 88f).
Cehennem’e, yolculuk eden Cehennem olur; öyleyse nereden gel
diğinizi unutmayın. Derinlikler bizden güçlüdür; öyleyse kahraman
olmayın, akıllı olun ve kahramanlık taslamayın çünkü hiçbir şey kah
ramanı oynamaktan daha tehlikeli değildir. Derinlikler sizi tutmak
istiyor; birçokları bugüne dek dönmedi ve o yüzden insanlar derin
liklerden kaçtı ve onlara saldırdı.
Ya derinlikler saldırı yüzünden kendilerini ölüme çevirirse? Oysa
derinlikler gerçekten kendilerini ölüme çevirdi; işte bu yüzden uyan
dıklarında binlerce ölümverdiler.'39 Ondan tümyaşamı zaten aldığı
mız için onu katledemeyiz. Hâlâ ölümün üstesinden gelmek istiyor
sak onu canlandırmalıyız.
Öyleyse yolculuğunuzda yanınıza yaşamın tatlı içkisiyle, kırmızı
şarapla dolu altın kupalar aldığınızdan emin olun ve onu ölü mad
deye verin ki yeniden yaşamkazanabilsin. Ölü madde kara yılanlara
dönüşecek. Korkmayın, yılanlar çağınızın güneşini hemen kararta
cak ve üzerinize nefis ılgımlarla dolu bir gece inecek.140
Ölüleri uyandırmak için uğraşıp didinin. Derin madenler kazın
ve içine adak armağanlar atın ki ölülere ulaşsınlar. İyi yürekle kötü
lük üzerine düşünün, yükselmenin yolu budur. Yine de yükselmeden
önce herşey gece ve Cehennem’dir.
Cehennem’in özü üzerine ne düşünüyorsunuz? Cehennem, de
rinliklerin artık ya da henüz yeterli olmadığınız her şeyle size gel
mesidir. Cehennem elde edebileceğinizi artık elde edememenizdir.
Cehennem istemediğinizi bildiğiniz her şeyi düşünmek ve duyum
samak ve yapmak zorunda olduğunuz zamandır. Cehennemyapmak
zorunda olmanın aynı zamanda istemek olduğunu ve bundan da biz
zat sorumlu olduğunu bilmektir. Cehennem insanın kedisiyle ilgili
tasarladığı her ciddi şeyin aynı zamanda gülünç, her ince şeyin aynı
zamanda kaba, her iyinin kötü, her yükseğin alçak ve her hoşluğun
aynı zamanda utanç verici olduğunu bilmektir.
139. Birinci Dünya Savaşındaki katliamlara atıfta bulunuyor.
140. Beşinci bölümdeki “Gelecekte Cehenneme İniş” imgesi ile bağlantılı. 194o’ta Jung
şöyle yazmıştı: “Ederha ve yılanların insanın en iç benliğine tehdidi sezgisel ruhun,
bilinçdışının, yeni edinilen bilinci yeniden yutması tehdididir (“Çocuk arketipi
üzerine” te 9,1, §282).
Yine de en derin Cehennem Cehennem’in aynı zamanda Cehen
nemdeğil, neşeli bir Cennet, kendi içinde bir Cennet olmasa da bu
bakımdan bir Cennet ve bu bakımdan bir Cehennem olduğunu fark
etmektir.
İşte Tanrı’nın çift anlamlılığı; karanlık bir çift anlamlılıktan doğ
muş ve parlak bir çift anlamlılığa yükseliyor. Açık anlamlılık basit
liktir ve ölüme yol açar. '4‘ Oysa çift anlamlılık yaşamın yoludur.142
Sol ayak hareket etmezse sağ ayak eder ve böylece hareket edersin.
Tanrı bunu ister.^3
Şöyle diyorsunuz: Hristiyanlığın Tanrısının anlamı açıktır, o sev
gidir.^ Oysa sevgiden daha çift anlamlı ne var? Sevgi yaşamın yolu
dur ama sevginiz eğer bir sağınız ve bir solunuz varsa sevgi yaşamın
yolundadır.
Hiçbir şey çift anlamlılığa oynamaktan daha kolay, hiçbir şey çift
anlamlılığı yaşamaktan daha zor değildir. Oynayan çocuktur; onun
Tanrısı yaşlıdır ve ölür. Yaşayan uyanmıştır; Tanrısı gençtir ve devam
eder. Oynayan iç ölümden gizlenir. Yaşayan yoluna devametmeyi ve
ölümsüzlüğü hisseder. Öyleyse oyunu oyunculara bırakın. Düşmek
isteyen düşsün; durdurursanız sizi silip süpürür. Komşularla ilgilen
meyen gerçek bir sevgi var.‘45
Kahraman öldürüldüğünde ve anlam saçmalıkta bilindiğinde,
gerilim yüklü bulutlardan boşanıp geldiğinde, her şey ödlekleşip
kendi kurtuluşuna baktığında Tanrı’nın doğuşunu ayırt ederim.146
Alay ve tapınma, keder ve kahkaha, evet ve hayır kafamı karıştırdı
ğında Tanrı karşıma çıkıp kalbimin derinlerine gömüldü.
ı iı. Düzeltilmiş Taslakta bunun yerine “bir ereğe” var (s. 73).
ı ı ' 1952’de Jung Zwi Werblowsky’ye yazılarındaki kasıtlı belirsizlikle ilgili şunları
yazmıştı: “Psişik doğaya karşı adil olması için konuştuğum dilin de ikili yönüyle
belirsiz, yani muğlak olması gerekiyor. Bilinçli olarak ve kasten muğlak ifadeler
kullanmaya çalışıyorum çünkü bu tek anlamlılıktan daha üstün ve varlığın doğasına
karşılık geliyor (Mektuplar 2, s. 70-71).
ı ı Taslak şöyle devam ediyor: “Eskilerin ve yaşlıların arkalarında bıraktığı Tanrı imgelerine
bak, doğaları çok anlamlı ve muğlak” (s. 87).
' 14- ı. Juhanna 4:16: “Tanrı'nın bize olan sevgisini tanımış vebuna inanmışızdır. Tanrı
sevgidir. Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar.
ı -1«i Taslak şöyle devam ediyor: “Bu sözü ve diğer söylediklerimi tersine çeviren oyuncudur
çünkü söylenen söze saygısı yoktur. Kendinizi bir kitapta okuduklarınızdan aldığınızı
bilin. Bir kitaptan okuduğunuz kitaba da okursunuz" (s. 88).
ı |i> Düzeltilmiş Taslak’ta “yeni-Tanrı’nın-doğumu" (s. 74).
Biri, ikinin birlikte erimesinden doğdu. Obenim, ona bir bakire
gibi dirençle gebe kalan kendi insan ruhumdan çocuk olarak doğdu.
Böylece eskilerin bize verdiği imgenin karşılığı o.147 Oysa annem, ru
hum, Tanrı'ya gebe olduğunda bunu bilmiyordum. Hatta bana öyle
geldi ki sanki bizzat ruhum Tanrı'ydı, oysa Tanrı yalnızca onun be
deninde yaşıyorduk8
Böylece eskilerin imgesi tamamlandı; ruhumu içindeki çocuğu
öldürmeye ikna ettim. Ben aynı zamanda Tanrımın en azılı düşma
nıyım çünkü.149 Yine de düşmanlığımın aynı zamanda Tanrı'da ka
rarlaştırıldığını gördüm. Oalay ve nefret ve öfke, çünkü bu da yaşa
mın bir yolu.
Kahraman öldürülmeden Tanrı’nın var olamayacağını söyle
mem gerekiyor. Bizim anladığımız kahraman Tanrı'nın düşmanı
oldu çünkü kahraman kusursuzluktur. Tanrı insanın kusursuzluğu
nu kıskanır çünkü kusursuzluk tanrılara gerek duymaz. Oysa kimse
kusursuz değildir ve tanrılara gereksinim duyarız. Tanrılar kusur
suzluğu sever çünkü o yaşamın topyekun yoludur. Oysa tanrılar ku
sursuzluğu dileyenle olmaz çünkü o kusursuzluğun taklididir.'30
İnsan kahramansı ilk örneğe hâlâ gereksinimduyarken öykünmek
yaşamın bir yoluydu.^1 Maymunun yaşamtarzı maymunlar için yaşa
mın bir yoludur ve maymun gibi olduğu sürece insan için de öyledir.
İnsanın maymuna öykünmesi çok uzun sürdü ancak bu maymuna öy
künmenin bir parça da olsa insandan çekileceği zaman gelecek.
Bu kurtuluşun ve güvercinin, sonsuz ateşin ve kefaretin indiği
çağ olacak.
147. Burada Bakire Meryem’e atıfta bulunuluyor.
148. bkz. dipnot 57, s. ııı.
149. Bu Liber Secundus'ta İzdubar’ın yaralanmasına atıfta bulunuyor olabilir, bkz. Bölüm 3,
“Birinci Gün” s. 239.
150. Kusursuzluğun ötesinde bütünlüğün önemi Jung’un sonraki çalışmalarında önemli yer
tutar. Karş. Aion, 1951,TE 9. 2,^123: Mysterium Coniunctionis, 1955/56, TE14. §616.
1 51. Jung 1916’da şöyle yazmıştı: “İnsanın bir yeteneği vardır ki topluca amaçlar
açısından en büyük yararı getirse de bireyselleşme açısından en zararlı şeydir
ve bu da taklittir. Kolektifpsikoloji taklitsiz yapamaz ("Bilinçdışının yapısı,” te
7, §463). “Çocuk arketipi üzerine”de (1940) Jung kahramanla özdeşleşmenin
tehlikelerine değinir: “Bu kimlik ruhun dengesi açısından genellikle son derece
inatçı ve tehlikelidir. Kimlik çözülebilirse kahraman figürü bilincin insan düzeyine
indirilmesi yoluyla zamanla benliğin bir simgesi olacak şekilde ayırt edilebilir.” (te
9, !, §303).
Ozaman artık bir kahraman ve ona öykünen kimse olmayacak. O
zamandan sonra öykünmek lanetlenecek. Yeni Tanrı öykünmeye ve
müritliğe güler geçer. Onun öykünenlere ve öğrencilere gereksinimi
yok. O insanları kendi içinden zorlar. Tanrı insandaki kendi takipçisi
dir. Okendine öykünür.
İçimizde teklik, dışımızdatopluluk olduğunu düşünüyoruz. Toplu
luk dışla ilişkisinde dışımızda, teklik ise bizi kastediyor. Kendi içimiz
deysek tekiz ama dışımızdaki ile ilişkide topluluğuz. Oysa kendi dışı
mızdaysak o zaman topluluk içinde tek ve benciliz. Kendi dışımızda
olduğumuzda benliğimiz yokluk çekiyor ve böylece gereksinimlerini
toplulukla karşılıyor. Sonuçta topluluk tekliğe çarpıtılıyor. Kendi içi
mizde olduğumuzda gereksinimi benlikle doyuruyoruz, serpiliyoruz
ve böylece topluluğun gereksinimlerinin ayırdına varıyoruz ve bunları
gideriyoruz/52
Kendi dışımızda bir Tanrı kurarsak bizi benlikten koparır çünkü
Tanrı bizden daha güçlüdür. Benliğimiz yoksunluğa düşer. Oysa Tanrı
benliğe taşınırsa bizi dışımızdakinden koparır.^ Tekliğe kendi içimiz
de ulaşırız. Böylece Tanrı dışımızda olanagöre topluluk, içimizde olana
giire teklik olur. Kimsede benimTanrımyoktur, ama benimTanrımda
herkes vardır, ben de dahil. Her bir insanın Tanrısında her zaman diğer
her insan vardır, ben de dahil. Öyleyse çokluğuna karşın her zaman
yalnızca bir Tanrı var. Ona kendi içinizde ve yalnızca sizi yakalayan
benliğiniz yoluyla ulaşırsınız. Sizi yaşamınızın ilerleyişinde yakalar.
Kefaretimiz için kahramanın düşmesi gerekiyor çünkü o örnek
ve öykünme istiyor. Oysa öykünmenin ölçüsü tamamlandı.154 Kendi
içimizde yalnızlıkla, dışımızda da Tanrı ile barışık olmalıyız. Bu yal
nızlığın içine girersek Tanrı’nın yaşamı da başlar. Kendi içimizdeysek
dışımızdaki uzay özgürdür ama Tanrı ile doludur.
İnsanlarla olan ilişkilerimiz bu boş uzaydan ve aynı zamanda Tan-
11'dan geçer. Oysa önceden kendi dışımızda olduğumuz için bencil
112. Jung bireyselleşme ile kolektiflik arasındaki çatışma konusunu 1916’da “Bireyselleşme ve
kolektiflik” adlı yazısında ele almıştır (TE 18).
1 , l. Jung’un “Bireyselleşme ve kolektiflik”teki yorumlarıyla karşılaştırın: “Şimdi birey
kendini Tanrı’dan kopararak ve bütünüyle kendi olarak pekiştirmelidir. Böylece ve
aynı zamanda kendini toplumdan ayırmış olur: Dışarıdan yalnızlığa gömülür, içte ise
Cehenneme, Tanrı'dan uzaklaşmaya" (te 18, §1103).
ı vj. Bu Siegfried’in katline Liber Primus 7. Bölüm “Kahramanın Katli“nde getirilen yorum.
likten geçiyordu. İşte bu yüzden tin dıştaki soğuk uzayın yeryüzüne
yayılacağını önceden bildirdi.155 Bununla bana bir imgede Tanrı’nın
insanların arasına adımatacağını ve her bir bireyi dondurucu soğuğun
kırbacıyla kendi keşiş ocağına süreceğini gösterdi. İnsanlar kendilerini
kaybetmişti çünkü, deliler gibi kendilerinden geçmişlerdi.
Bencil istek en sonunda kendini ister. İsteğinde kendini bulursun,
o zaman isteğin boş olduğunu söyleme. Kendini istediğinde kendin
le kucaklaşmanda tanrısal oğulu üretirsin. İsteğin Tanrı’nın babası,
benliğin Tanrı’nın annesi, ama oğul yeni Tanrı, efendin.
Benliğini kucaklarsan dünya sana sanki soğumuş ve boşalmış gibi
gelir. Gelecek olan Tanrı bu boşluğa taşınır.
Yalnızlığına çekildiysen ve çevrendeki uzay bütünüyle soğuduy-
sa ve bitmez tükenmezse, o zaman insanlardan uzaklaştın ve aynı
zamanda onlara daha önce hiç olmadığı kadar yaklaştın demektir.
Bencil istek seni yanlızca görünüşte onlara yöneltmiştir, gerçekte ise
seni onlardan ve sonuçta, sana ve başkalarına en uzak olan kendin
den uzaklaştırmıştır. Oysa şimdi yalnızlığında Tanrın seni başkaları
nın tanrılarına ve böylece gerçek komşuya, başkalarındaki benliğin
komşusuna yöneltiyor.
Kendinle başbaşayken yetersizliğinin farkına varırsın. Kahraman
lara öykünme ve bizzatkahraman olmayeteneğinin ne kadar az oldu
ğunu göreceksin. Böylece artık başkalarını kahraman olmaya zorla
fol. v(r)
mayacaksın. Senin gibi onlar da yetersizlikten çekiyor. Yetersizlik de
/v(v) yaşamak ister, ancak o tanrılarını devirecek. [BP v (r)] !
ı 16. Jung Kara Kitap 2de şöyle yazmış: “Sakalı griydi ve Doğuya özgü bir kaftan giyiyordu”
(s. 231)
ı 17. İlyas Eski Ahit’te geçen bir peygamberdir. İlkolarak 1. Krallar 1 7de anılır, İsrail kralı
Ahab’a Tanrıdan haber getirir. 1953 yılında Carmelite Pere Bruno, Jung’a arketipin
varlığının nasıl kurulduğunu sormuştu. Jung yanıtında İlyası, örnek göstermiş ve onu
son derece söylencesel bir kişilik olarak tanımlamış ancak bunun büyük olasılıkla tarihte
yaşamış bir figür olduğu gerçeğini değiştirmediğini söylemişti. Jung tarih boyunca
betimleniş biçimlerine bakarak onu kolektifbilinçdışını ve benliği temsil eden “yaşayan
arketip” olarak tanımlıyordu. Bu şekilde kurulan bir arketip yeni özümleme biçimlerini
doğurmuş ve bilinçdışı açısından bir telafi ortaya koymuştu (te 18, §§1518-31).
ı H. Salome Herodias’ın kızı, Kral Herod’un üvey kızıydı. Matta 14ve Markus 6'da Vaftizci Yahya
Kral Heroda erkek kardeşinin karısı ile evlenmesinin yasadışı olduğunu söylemiş ve Herod
tarafından hapsedilmişti. (Adı geçmeyen ve yalnızca Herodias'ın kızı olarak sözü edilen)
Salome doğumgününde Herod’un dönünde dans etmiş ve o da Salome’ye bütün isteklerini
yerine getireceğini söylemişti. Salome ondan Vaftizci Yahya'nın kellesini istemişti ve böylece
Yahya’nın boynu vurulmuştu. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüzyılın
haşlarında Salome figürü ressamların ve yazarların çok ilgisini çekiyordu. Bunlar arasında
Guillaume Apollinaire, Gustave Flaubert, Stephane Mallarme, Gustave Moreau, Oscar
Wilde ve Franz von Stuck sayılabilir. bkz. Bram Dijkstra, Idols ofPerversity: Fantasies of
Feminine Evil in Fin-de-Siecle Culture (New York: Oxford University Press, 1986), s. 379-98.
B en : “ H ero d e s’in kızı, kan a su sam ış kadın m ı?”
İ: “ N e d e n bö yle y a rg ılıy o rsu n ? K ö r o ld u ğ u n u g ö rü y o rsu n . O b e
n im k ız ım , p eyga m b e rin k ız ı.”
B en: “ S izi n a sıl b ir m u cize b irle ştird i? ”
İ: “ B u b ir m u cize d eğil, b aştan b eri ö y le y d i. B en im b ilg eliğ im ve
kızım b ir d ir.”
D o n a k a ld ım , a lg ıla y a m ıy o rd u m .
İ: “ Ş ö y le düşün: on u n k ö rlü ğ ü ve benim g ö rü şü m b izi so n su z lu k
ta yo ld a ş y a p m ış o la b ilir.”
Ben: “ H ayretim i bağışla, gerçekten a lt-d ü n y a d a m ıy ım ? ”
S: “ B en i se v iy o r m u su n ?”
B en: “ S en i n a sıl sev eb ilirim ? B u s o r u y a n a sıl geld in ? T e k b ir şey
g ö rü y o ru m , sen S a lo m e ’sin , b ir k ap lan , elleri k u tsa l o la n ın k a n ıy la
lek elen m iş. Seni n asıl sev ey im ?”
S: “ B en i sev ece k sin .”
B en: “ B en m i? S en i sev m ek m i? N e h a k la b ö y le d ü şü n celere k a
p ılıy o rsu n ? ”
S: “ B en sen i se v iy o ru m .”
B en: “ B en i ra h a t b ıra k , sen d en k o rk u y o ru m .”
S: “ B a n a h ak sızlık ed iyo rsu n . İlyas ben im b ab am v e o en d erin
gizem leri b iliyo r. B u e v in d u v a rla rı d eğerli ta şlarla y a p ıld ı. B ab am ın
k u y u la rın d a iy ile ştiric i su lar v a r ve gö zleri geleceğe ait o la n la rı g ö rü
yo r. G e lec e k o lan ın son su z a çılm a sın a b ir kez o lsu n göz atm ak için
n eler verm ezd in ? B u n ların sen in için b ir gü n ah k ad a r d eğ eri y o k
m u ?”
B en: “ Ş ey ta n i b ir caziben v a r. Y u k a r ı d ü n y a d a o lm a y a can a tıy o
rum . B u ra sı k o rk u n ç. H a v a ne k ad a r a ğ ır ve b u n a ltıc ı!”
İ: “ N e istiy o rsu n ? S eçim se n in .”
B en: “ B en ö lü le re a it d eğ ilim . G ü n ışığ ın d a y a şa rım . N ed e n b u r a
d a k e n d im e S alo m e ile işk en ce e d e y im ? H a y a tım d a u ğ ra ş m a m g e re
k en y e te rin c e şe y y o k m u ?”
İ: “ S a lo m e ’n in sö y le d ik le rin i d u y d u n .”
B e n : “ S en in , b ir p ey g a m b e rin , o n u k en d i k ız ı v e y o ld a şı o la rak
k ab u l ettiğin e in a n a m ıy o ru m . K ö tü cü l b ir to h u m d a n tü re m e d i m i
o? K ib ir li h a sisliğ in ve su çlu tu tk u ların ta k e n d is i d e ğ il m iy d i?”
İ: “ Y in e d e k u tsal b ir a d am ı sev d i.”
Ben: “ V e a rsızca k a n ın ı d ö k tü .”
İ: “ D ü n y a y a y e n i T a n rı’y ı d u y u ra n p ey g a m b e ri sevd i o . O n u se v
di, a n layab iliyo r m usun bu n u ? Benim kızım o ç ü n k ü .”
B en: “ S en in k ız ın o ld u ğ u için Y a h y a ’d a p e y g a m b e ri, b a b a y ı s e v
d iğin i m i d ü şü n ü y o rsu n ? ”
İ: “ O n u sevgisiyle ta n ıy a ca k sın .”
B en: “ P e k i, am a on u n a sıl se v d i? B u n a sevgi m i d iy o rsu n ? ”
İ: “ Y a n e yd i?”
B en: “ D eh şete d üştü m . S alo m e ta rafın d a n se v ilm e k k im i dehşete
d ü şü rm ez?”
İ: “ K o rk a k m ısın ? Ş u n u d ü şü n , ben ve k ız ım ö n ce siz d en bu y a n a
lıep b ir o ld u k .”
B en: “ K o rk u n ç b ilm e ce le r su n u y o rsu n . Sen, T a n r ı’n ın p e y g a m
beri ve bu k ö tü cü l k ad ın n a sıl b ir o la b ilir?”
İ: “ N ed e n h a y re t e d iy o rsu n ? G ö rü y o rs u n oysa, b iz b iriz .”
B en: “ G ö z le rim in g ö rd ü ğ ü ş e y i k a v ra y a m ıy o ru m işte. Sen , İlyas,
lıir p ey g a m b e rsin , T a n rı’n ın a ğz ısın ve o k an a su sam ış b ir y ılg ı. Siz
l'll a şırı ç elişk in in sim g e sisin iz .”
İ: “ B iz gerçeğiz, sim ge d eğ il.”
S iy a h y ıla n ın d o la n a ra k a ğ a c a ç ık tığ ın ı ve d a lla rın a ra sın a g iz le n
il iğini g ö rü y o ru m . H er şey iç k a ra rtıc ı ve k u şk u lu bir h al a lıy o r. İlyas
k alk ıyo r, on u iz liy o ru m ve sessizce y in e h ole d ö n ü y o r u z .^ K u şku
heni p arçalıyor. H er şey o k a d a r gerçekd ışı, yine de bir p arçam ö z
lem le g erid e k alıyor. Y en id en gelecek m iy im ? S alo m e b en i seviyor,
lıen onu sev iy o r m u yu m ? Y ab an i bir m üzik d u y u y o ru m , b ir tef, k a s
vetli a y ışığı, k u tsa l o lan ın k a n lı-b a k ışlı b a şı,160 k o rk u y a k ap ılıy o ru m .
1 >ışarı fırlıy o ru m . G e c e n in k ara n lığ ı b en i sarıyor. H er y a n z ifiri k a
ranlık. K a h ra m a n ı k im katletti? S alo m e b en i bu y ü z d e n m i seviyo r?
İlen on u sev iy o r m u y u m ve kah ram an ı bu yü zd en m i ö ld ü rd ü m ?
P eygam b erle b ir o la n , Y ah ya ile b ir olan o. P e k i, am a ben im le de b ir
mi? H eyhat, o T a n rı’nın eli m iy d i? O nu se v m iy o ru m , o n d an k o rk u
ı w. Kara Kitap 2 şöyle devam ediyor: “Kristal donuk bir ışık saçıyor. Yine Odise imgesini,
uzun yolculuğunda Sirenlerin kayalık adasından geçişini düşünüyorum. Yapmalı mıyım,
yapmamalı mı?” (s. 74)
ı ı.o. Yani Vaftizci Yahya'nın başı.
yorum. Bunun üzerine derinliklerin ruhu benimle konuştu ve şöy
le dedi: “Böylece onun tanrısal gücünü kabul ediyorsun.” Salome’yi
sevmem mi gerekiyor?161
[2] ' 62Tanık olduğum bu oyun benim oyunum, senin oyunun değil.
Bu benim sırrım, senin değil. Bana öykünemezsin. Benim sırrım bakir
duruyor ve gizemlerim kirletilemez, onlar bana ait ve sana ait olamaz.
Sana ait olanlar var.163
ı6ı. ı925 Seminerinde Jung şöyle diyordu: “Aynı iniş tekniğini kullandım ama bu kez
çok derine gittim. İlkinde diyelim ki 300 metre derine inmiştim ama bu kez kozmik
derinliklerdeydim diyebilirim. Aya gitmek gibi bir şeydi ya da boş bir uzaya iniş deneyimi
gibi. Önce bir krater görüntüsü ya da dağlar dizisive çağrışım duygum bir ölününkü
gibiydi, kurban kendisiymiş gibi. Bu sonrasının ülkesine özgü bir ruh haliydi. İki kişi
görebiliyordum. Biri beyaz sakallı bir adam, diğeri de çok güzel bir genç kız. Onların
gerçek olduğunu varsaydım ve söylediklerini dinledim. Yaşlı adam İlyas olduğunu söyledi.
Bir hayli şaşırmıştım. Kızsa beni daha da irkiltmişti çünkü o Salomeydi. Bunun tuhaf
bir karışımolduğunu düşündüm. Salome ve İlyas, oysa İlyas öncesiz zamandan beri
birlikte olduklarını söylüyordu. Bu da beni irkiltti. Yanlarında, bana yakınlığı olan siyah
bir yılan vardı. İçlerinde en makul olanın İlyas olduğunu düşündüm çünkü zihni işliyor
gibi görünüyordu. Salome konusunda son derece kuşkuluydum. Uzunca konuştuk ama
konuşulanları anlayamadım. Elbette babamın bir din adamı olduğunu ve bu yüzden böyle
figürler gördümüğümü düşündüm. Şu yaşlı adama ne demeli? Salome’ye değinilmeyecekti.
Çok sonraları onun İlyas ile bağlantısının hayli doğal olduğunu görecektim. Bu tip
yolculuklarda hep genç bir kızın yaşlı adamla olduğunu görürsünüz” (Analitik Psikoloji, s.
68-69). Jung bu örüntünün Melville, Meyrink, Rider Haggard ve Simon Magus efsanesinde
(bkz. dipnot ı 54, s. 482), Wagner’in Parsfa/’inde Kundry ve Klingsor ve Francesco
Colonna’nın Hypnerotomachia’sındaki örneklerine değiniyor. Anılarda şöyle diyor:
“Söylencelerde yılan sıklıkla kahramanın karşılığı olarak görülür. Bu benzerliğe birçok
yerde değiniliyor... Demek ki yılanın varlığı kahraman-söylencesinin bir belirtisiydi,” (s.
318). Salome üzerine de şöyle diyor: “Salome bir anima figürüydü. Kör olmasının nedeni
şeylerin anlamını görememesi. İlyas yaşlı ve bilge peygamber figürüdür ve akıl ve bilgelik
etkenini temsil eder; Salome erotik öğedir. Bu iki figürün Logos ve Erosun beden bulmuş
hali olduğu da söylenebilir. Bununla birlikte, bu tip bir tanım fazlasıyla entelektüel olur. Bu
figürlerin o zaman benim için neyse öyle kalması daha anlamlı olacaktır, yani olaylar ve
deneyimler olarak,” (s. 179). Jung ı955-56i:la şunları yazmıştı: “Başka bir yerde, bütünüyle
psikolojik nedenlerle erkek bilincini Logos kavramıyla, kadın bilincini de Eros kavramıyla
eşleştirmeye çalışmıştım. Logos ile ayırt etme, yargı ve kavrayışı, Eros ile ilişki içine
yerleştirmeyi kastediyordum" (Mysterium Coniunctionis, TE ı4, §224). Jung’un İlyas ve
Salome üzerine sırasıyla Logos ve Eros bakımından yorumu için bkz. Ek B, Yorumlar.
ı62. Düzeltilmiş Taslakta: ‘Yol gösteren yansıma” (s. 86). Taslak ve Düzeltilmiş Taslak'ta: “Bu,
dostum, derinliklerin tininin bana verdiği bir gizem oyunu. Yeni-Tanrı’nın-doğuşunu
kabul ettim ve böylece de derinliklerin tini alt dünya törenlerine katılmama izin verdi ve
bunlar bana Tanrı’nın niyetini ve işlerini gösterecekti. Bu ayinlerde kefaretin gizemlerine
kabul edilecektim” (Düzeltilmiş Taslak, s. 86).
ı63. Taslak şöyle devam ediyor: “Yenilenmiş dünyada dış malın mülkün olamaz, bunları
kendinden yaratmadığın sürece. Ancak kendi gizemlerine girebilirsin. Derinliklerin
tininin sana benden başka öğreteceği şeyler var. Ben sana ancak yeni Tanrı’nın ve onun
hizmetindeki tören ve gizemlerin haberlerini getireceğim. Bu ise yoldur. Karanlığın
kapısıdır” (s. ıoo).
Kendi içine giren eli kulağında olanı el yordamıyla aramalı, taştan
taşa ilerleyerek yolunu bulmalı. A yn ı sevgi ile kucaklamalı değersizi ve
değerli olanı. B ir dağ hiçbir şeydir ve bir kum tanesi krallıklar taşır ya
da yine hiçbir şey. Yargın düşmeli senden, hatta beğeni ama hepsinden
öte gurur, hünere dayansa bile. Olancasına yoksul, sefil, aşağılanmış,
cahil geç kapıdan. Öfkeni kendine çevir çünkü kendini bakmaktan ve
yaşamaktan ancak sen alıkoyabilirsin. Gizem oyunu hava gibi yu m u
şak, dum an gibi incedir ve sen de yıkıcı ağırlıkta bir hammaddesin.
Yine de bırak en büyük iyin ve en yüce yeteneğin olan umudun yolu
göstersin ve karanlıklar dünyasında sana rehberlik etsin çünkü cevheri
0 dünyanın biçimlerine benzer.^ [İmge v (v)] 165
Gizem oyun un un sahnesi yan ard ağ ağzı gibi derin b ir yerdir. B e
nim d erin iç im biçim len m em iş v e ayrışm am ış k ız g ın -erg im iş k ü tleler
fışkırtan b ir yan ard ağ. İçim k ao su n , ilksel ananın çocu ğu n u d o ğ u ru
y o r böylece. Y a n a rd a ğ ağzın a gire n in k en d isi k a o tik m ad d eye d ö n ü
şür, erir. İçinde biçim len m iş olan çözülür ve k en d in i yen id en k ao su n
çocu k ların a, k aran lığın gü çlerin e, egem en ve ayartıcı, z o rlayıcı ve
alım lı, tan rısal ve şeytan i olan a bağlar. B u gü çler b elirlen m işlikleri-
ıııin ve sın ırla rım ın ötesine u z a n ır h er y a n d an ve beni bütü n b iç im
lere ve bü tü n u z a k v a rlık la ra ve şe y le re b a ğ la r k i bö ylece va rlık la rın ın
ve karak terlerin in içsel h aberleri içim d e gelişir.
K a o su n k ayn ağ ın a, ilk se l b aşlan gıcın için e d ü ştü ğü m için ben de
aynı an d a h em olm u ş hem de o la ca k olan ilk sel b aşlan gıca b ağlı o larak
yeniden b içim len iyo ru m . Ö nce k en d i içim d ek i ilk sel b aşlan gıca geli
yorum . M ad d en in ve d ü n y a n ın o lu şu m u n u n b ir p arça sı o ld u ğ u m için
de a yn ı zam an d a d ü n yan ın ilk y e rd ek i ilk sel başlan gıcın a geliyo ru m .
K uşkusuz y a şam a b içim len m iş v e belirlen m iş b ir i o la rak katıld ım
am a salt biçim len m iş ve b e lirle n m iş b ilin cim y o lu y la ve d o la y ısıy la d a
1 64. Taslak şöyle devam ediyor: “Gizem oyunu içimin en derin dibinde gerçekleşti ve burası
da diğer dünyadır. Bunu aklında tutmalısın, bu da bir dünyadır ve gerçekliği geniş
ve korkutucudur. Ağlarsın ve gülersin ve titrersin ve bazen ölüm korkusuyla soğuk
terler dökersin. Gizem oyunu benliğimi temsil eder ve benim aracılığımla ait olduğum
dünya temsil edilir. Böylece, dostlarım, dünya hakkında çok şey öğrenirsiniz ve onun
aracılığıyla da kendiniz hakkında, burada söylediklerin yoluyla. Yine de bu şekilde
gizemleriniz üzerine hiçbir şey öğrenmediniz. Gerçekten de yolunuz öncesinden de
karanlık çünkü örneğim yolunuza engel çıkaracak. Beni benim yolumda değil, kendi
yolunuzda izleyebilirsiniz" (s. 102).
1M. Fantezideki sahneyi betimliyor.
tüm dünyanın biçimlenmiş ve belirlenmiş bir parçasında, yine bana
benzer şekilde verilen dünyanın biçimlenmemiş ve belirlenmemiş
yönlerinde değil. Yine de bu bana yalnızca derinliklerimde verildi,
yüzeyimde değil ve bu da biçimlenmiş ve belirlenmiş bir bilinçtir.
Derinliklerimin güçleri önbelirlenme ve hazdır/ 66 Önbelirlenme
ya da öndüşünme167 belirlenmiş düşünceler olmadan kaotik olanı bi
çimve tanıma getiren,^8kanalları kazan ve nesneyi hazdan önce tutan
Prometeus’tur.^9 Öndüşünme de düşünceden önce gelir. Hazsa, biçimi
ve tanımı olmayan, biçimleri isteyen ve yok eden güçtür. Kavradığı bi
çimleri kendi içinde sever ve tutmadığı biçimleri yok eder. Öndüşünür
bir kâhindir, ancak haz kördür. Öngörmez ama dokunduğunu arzular.
Öndüşünme kendi içinde güçlü değildir ve bu yüzden de devinmez.
Oysa haz güçtür ve dolayısıyla devinir. Öndüşünme biçimbulmak için
hazzı gereksinir. Haz gerek duyduğu biçimi bulmak için öndüşünmeyi
gereksinir.^0 Haz biçimden yoksun olsaydı, hazçokluk içinde çözülür,
sonsuz bölünmeyle parçalara ayrılıp güçsüzleşir, sonsuz olanda yiter
di. Bir biçim kendi içinde hazzı barındırmıyor ve sıkıştırmıyorsa daha
yüksekolana erişemez çünkü sürekli yukarıdan aşağıya sugibi dökülür.
Tek başına kalan bütün hazlar derin denize akar ve sonsuz uzayda da
ğılmanınölümcül durgunluğunda sonbulur. Haz öndüşünmeden daha
eski değildir ve öndüşünme hazdan daha eski değildir. Her ikisi de eşit
oranda yaşlıdır ve doğalarında derinlemesine birdir. Her iki ilkenin
ayrı varlığı yalnızca insanda görünür olur.
İlyas ve Salome’den başka, yılanın üçüncü ilke olduğunu gör-
düm.‘7i Yılan her iki ilkeyle de bağlantılı olmasına karşın ikisine de
yabancıdır. Yılan bana içimdeki iki ilkenin özleri arasındaki koşulsuz
166. İlyas ve Salome figürlerinin öznel bir yorumu.
167. Düzeltilmiş Taslakta “Önbelirlenim ya da öndüşünce” yerine “İdea.” Bu değişiklik
bundan sonra yerini koruyor (s. 89).
168. Düzeltilmiş Taslak’ta: “Sınır” (s. 89)
169. Yunan mitolojisinde Prometeus insanı balçıktan yaratır. Geleceği görebilir ve adı da
“öndüşünce” anlamına gelir. 1921'de Jung, Goethe’nin Prometheus Fragment’i (1773) ile
birlikte Carl Spitteler’in destansı şiiri Prometheus und Epimetheus’un (1881) kapsamlı bir
çözümlemesini yapmıştı; bkz. Psikolojik Tipler, te 6, Bölüm 5.
170. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu nedenle öndüşünür banaİlyas, peygamber ve Salome,
zevk olarak yaklaştı” (s. 103)
171. Taslak şöyle devam ediyor: “Ölümcül dehşetin hayvanı, Adem ila Havva’nın arasında
uzanan” (s. ıo5).
farkı gösterdi. Öndüşünmeden hazza doğru baktığımda önce caydırı
cı zehirli yılanı görürüm. Hazdan öndüşünmeye doğru hissettiğimde
de benzer şekilde önce soğuk acımasız yılanı görürüm.172 Yılan insa
nın bilincinde olmadığı dünyasal özüdür. Karakteri halklara ve ülke
lere göre değişir çünkü besleyici toprak anadan ona akan gizemdir.^
Dünyasal olan (numen loci) öndüşünme ve hazzı insanda ayırır,
kendinde değil. Yılan dünyanın ağırlığını kendinde taşır ama aynı za
manda dönüşenher şeyinbelirdiği değişebilirlikve fılizlenişini de. İnsa
nın şimdi bu neden sonra diğer ilkeyeköle olmasınınve böylece hataya
dönüşmesinin nedeni her zaman yılandır. İnsan yalnızca öndüşünme
ya da yalnızca hazla yaşayamaz. Her ikisine de gereksinimduyar. Yine
de aynı anda hemöndüşünmede hemhazda olamaz, öndüşünmede ve
hazda olmasırayladeğişmelidir, yani egemenyasayaboyun eğerken di
ğerine sadık kalmaz da denilebilir. Oysa insanlar ya birini ya diğerini
yeğler. Bazıları düşünmeyi sever ve yaşam sanatını bunun üzerine ku
rar. Düşünmeyi ve dikkati uygular, hazlarını yitirirler. İşte bu yüzden
de yaşlanırlar, yüzleri keskinleşir. Bazıları da hazzı sever, hissetmeyi ve
yaşamayı uygular. Böylece düşünmeyi unuturlar. Bu yüzden de genç ve
kör olurlar. Düşünenler dünyayı düşünce üzerine, hissedenler duygu
iiı.erine kurar. Her ikisinde de doğru ve yanlış bulunur.
Yaşamın yolu yılan gibi sağdan sola, soldan sağa, düşünmeden
hazza, hazdan düşünmeye kıvrılır. Öyleyse yılan bir düşmandır ve
düşmanlığın simgesidir ama aynı zamanda sağ ile solu özlemle birbi
rine bağlayan bilge bir köprüdür ve yaşamlarımızda bunun gereksi
nimi büyüktür.174
ı '2. Düzeltilmiş Taslak şöyle devam ediyor: “Yılan yalnızca ayıran değil, aynı zamanda
birleştiren bir ilke” (s. 91).
ı .’ i. 1925 seminerinde bunu yorumlarken Jung din mitolojisinde kahraman ile yılan
arasındaki ilişkinin birçok örnekte görüldüğünü ve bu nedenle de yılanın varlığının
“yine bir kahraman söylencesi” olduğunu gösterdiğini belirtir (s. 89). Tepede Ussal/
Düşünme (Uyas), altta Duygu (Salome), solda Usdışı/Sezgi (Üstün) ve sağda Duyum/
Aşağı (Yılan) olan bir haç şekli göstermiştir (s. 90). Siyah yılanı içe dönen libido olarak
yorumlar: “Yılan psikolojik hareketi görünüşte yoldan çıkararak gölgeler, ölüler ve
yanlış imgeler krallığına yönlendirir ama aynı zamanda yeryüzüne, somutlaşmaya...
Yılan gölgelerin içine yönlendirse de anima işlevine de sahiptir; derinliklere
yönlendirir, Alt ile Üst arasında bağlantıdır... yılan aynı zamanda bilgeliğin simgesidir
(Analitik Psikoloji, s. 94-95).
ı •.}. Taslak şöyle devam ediyor: “îlyas ve Salomeyi izleyerek içimdeki ve benim aracılığımla
bir parçası olduğum dünyadaki iki ilkeyi izliyorum” (s. 106).
İlyas ile Salome’nin birlikte yaşadığı yer karanlık bir uzay ve ay
dınlık da. Karanlık uzay öndüşünmenin uzayı. Karanlık çünkü orada
yaşayanın görüme gereksinimi var. ^ Bu uzay sınırlı, öyleyse öndü-
şünme genişleyen uzaklığa değil, geçmiş ve geleceğin derinliğine yol
açıyor. Kristal gelecek olanı ve önceden gitmiş olanı yansıtan biçim
lenmiş düşüncedir.
fol. v(v) Havva / ve yılan bir sonraki adımımın hazza ve oradan da Odi-
/vi(r)
se gibi uzun yolculuklara çıktığını gösteriyor bana. Truva’da hilesini
yaptıktan sonra yoldan çıkmıştı.^6Aydınlıkbahçe hazzınuzayı. Orada
yaşayan görüme gereksinimduymaz,^ sonlanmayanı hisseder.^8 Ön-
düşünmesine inenbir düşünür bir sonraki adımının Salome’ninbahçe
sine çıktığını görür. Bu yüzden de düşünen, öndüşünmenin temelinde
yaşamasına karşın, öndüşüncesinden korkar. Görünür yüzey yeraltın
dan daha güvenlidir. Düşünme hata yoluna karşı korur ve dolayısıyla
taşlaşmaya yol açar.
Düşünür Salome'den korkmalıdır çünkü onun kellesini ister, özel
likle de kutsal biriyse. Düşünür kutsal olamaz, yoksa başını yitirir. İn
sanın kendini düşünceye gizlemesinin yararı yoktur. Katılaşma orada
insanı ele geçirir. Yenilenmek için anaç öndüşünceye dönmek gerekir.
Oysa öndüşüncenin yolu Salome’ye çıkar.
'79Ben bir düşünür olduğumve öndüşünmede hazzın düşmanca il
kesi gözüme iliştiği için, bana Salome gibi göründü. Hisseden olsaydım
ve öndüşünmeye doğru yolumu el yordamıyla arasaydım bana yılan
lara sarılmış bir iblis gibi görecektimeğer gerçekten görmüş olsaydım.
Oysa o zaman kör olacaktım. O halde yalnızca kaygan, ölü, tehlikeli,
sözdeyenilmiş, yavanve tiksindirici şeyler hissedecekve Salome’ye sır
tımı dönerken olduğu gibi irkilerek elimi geri çekecektim.
175- Düzeltilmiş Taslak şöyledevamediyor: “yanidüşüncenin. Düşünceolmadandafikir
kavranamaz” (s. 92).
176. Taslak şöyledevamediyor: “Odiseyyolculuğuolmasaneolurdu?” (s. 107). Düzeltilmiş
Taslakta ayrıca: “Biryolculukdaolm azdı (s. 92).
177. Düzeltilmiş Taslak şöyledevamediyor: “Bahçenintadınıçıkarmaktandahafazlası”(s.92).
178. Düzeltilmiş Taslak şöyledevamediyor: “Salome’ninbahçesininasilvegizemlifikirler
salonunabudenliyakınolması tuhaf. Ohaldebirdüşünürbirfikrincennetbahçesine
yakınlığındanhayret,hattabelkidekorkumuduyar?”(s. 92).
179. Taslak şöyledevamediyor: “Benbiröndüşünürdüm.Benibukarşıtilkelerden,
öndüşünmevehazzınbuyakınbirlikteliğindendahaçokneşaşırtabilirdi?" (s. 108).
Düşünürün tutkuları kötüdür, o yüzden de haz duymaz. Hissede
nin düşünceleri'80kötüdür, oyüzden de düşünceleri yoktur. Düşünme
yi hissetmeye yeğleyen'8‘ duygusunu'82 karanlıkta çürümeye bırakır.
I>uygusu olgunlaşmaz ve hastalıklı filizleri ışığa ulaşamaz. Hissetmeyi
II iişünmeye yeğleyen düşüncesini karanlıktabırakır ve odaburada kas
vetli yerlerde ağını örer, bu umutsuz ağlara sivrisinekler ve tatarcıklar
dolanır. Düşünür duygudan iğrenir çünkü içindeki hissediş daha çok
iğrençtir. Hisseden de düşünceden iğrenir çünkü içindeki düşünme
daha çok iğrençtir. Böylece yılan düşünen ile hisseden arasına uzanır.
(>nlar birbirinin zehri ve şifasıdır.
Bahçede Salome’yi sevdiğimi görmem gerekiyordu. Düşünmedi
ğim için bunu kabul etmek beni sarstı. Bir düşünür düşünmediği şe
yin var olmadığına inanır, hisseden de var olmadığına inandığı şeyi
hissetmez. Zıt ilkenizi kucakladığınızda bütünün önsezisini duymaya
haşlarsınız çünkü bütün tek bir kökten gelen her iki ilkeye de aittir.'83
İlyas dedi ki: “Onu sevgin aracılığıyla tanımalısın!” İnsan nesne
ye hürmet etmekle kalmaz, nesne de onu kutsar. Salome peygamberi
seviyordu, bu da onu kutsadı. Peygamber Tanrıyı seviyordu ve bu da
onukutsadı. Oysa Salome Tanrı"yı sevmiyorduve bu da onukafir yaptı.
Peygamberse Salome’yi sevmiyordu ve bu da onu kâfir yaptı. Böylece
birbirlerinin zehri ve ölümü oldular. Düşünen kişi hazzını kabullensin
ve hisseden insan düşüncesini kabullensin. Bu ona yol gösterir.'84
1 H0. Düzeltilmiş Taslakta: “Hazzı olan” (s. 94).
1Hı. Düzeltilmiş Taslak'ta: “Haz” (s. 94)
1 82. Düzeltilmiş Taslakta: “Haz” (s. 94)
1H3. Taslak şöyle devam ediyor: “şairlerinizden birinin dediği gibi: ‘Aks ikidemir taşır"’ (s. ı ıo).
184. Jung 1913 yılında “Psikolojik tipler sorusu üzerine” makalesini sunmuştu. Bu makalede
libido ya da bireydeki psişik enerjinin karakteristik olarak nesneye (dışadönüş) ya da
özneye (içedönüş) yöneldiğini söylüyordu, te 6. 1915 yazından itibaren Hans Schmid ile
bu konuda yoğun bir şekilde yazışmaya başlamıştı ve artık içedönüklerinin özelliğinin
baskın düşünme işlevi, dışadönüklerin ise duygu işlevi olduğunu söylüyordu. Ayrıca
dışadönüklerde haz-acı mekanizmasının baskın olduğunu, nesne sevgisi ve bilinçdışı
tiranlık gücü arayışı olduğunu savunuyordu. İçedönükler bilinçdışı olarak aşağı hazzı
arıyordu ve nesneyi hazlarının simgesi olarak görmek durumundaydılar. 7 Ağustos
1915’te Schmide şöyle yazmıştı: “Karşıtlarbireyin kendi içinde dengelenmeli” (The Jung-
Schmid Correspondence, ed. John Beebe ve Ernst Falzeder, çev; Ernst Falzeder ve Tony
Woolfson [Filemon Series, baskıda). Düşünme ile içedönüklük ve duygu ile dışadönüklük
arasındaki bu bağlantı bu konuyu ele aldığı 1917 tarihli Bilinçdışı Süreçlerin Psikolojisinde
de korunmuştu. Psikolojik Tiplerde (1921) bu model iki ana içedönük ve dışadönük
tutum tipini ve bunların düşünme, duygu, duyum ve sezgi psikolojik işlevlerinin
baskınlığına göre ayrılmış dört alt tipini de içerecek şekilde genişletilmişti.
Öğreti
[ÖH vi(r)]
C ap. x.
185. 22 Aralık 1913. 19 Aralık 1913’te Jung Zürih Psikanaliz Derneğinde “Bilinçdışının
psikolojisi” başlıklı bir konuşma yapmıştı.
186. Taslak şöyle devam ediyor: “Kali” (s. 113).
sizce ovuşturan S alo m e'87 izliyor. B e n i eline geçiriyor, o b en im kendi
ruhum ve şim d i de taşın im gesinde İly a s’ı görü yoru m .
İlyas ve Salom e gülüm seyerek önüm de du ru yorlar.
Ben: Bu gö rü m ler eziyet d olu ve bu im geler k aran lık benim için,
l lyas, lütfen biraz ışık v e r.”
İlyas sessizce a rk a sın ı d ö n ü y o r ve sola d o ğ ru yöneliyor. Salom e
sağda bir kem eraltına giriyo r. İlyas beni daha d a k aran lık b ir o d aya gö-
1 iirüyor. T avan d an yan an k ırm ızı bir lam ba sarkıyor. B itkin bir halde
oiııru yoru m . İlyas önüm de, odanın ortasın d a d uran m erm er bir aslana
doğru eğiliyor.
İ: “ K a yg ılı m ısın? V icd an azab ın ın nedeni bilgisizliğin. Suçlulu k
duygusu bilm em ektir, o y sa sen y a sak bilgiye d u yd u ğu n isteğin sende
suçluluk d uygusu yarattığın ı sanıyorsun. Sence neden b u rad asın ?”
B: “ B ilm iyoru m . Bilm eden , b ilin m eyen e d irenm eye çalışırken b u
raya in d im . İşte bu rad ayım şim d i, hayretler için d e ve k afası karışm ış,
cahil bir budala. E vin d e tuhaf, beni k ork u tan ve an lam ı bana k aran lık
olan şeyler yaşıyo ru m .
İ: “ B u rad a olm a k u ralın olm asayd ı, nasıl b u rad a o lab ilird in ?”
B: “ Ö lü m cü l zayıflık b en i pen çesine aldı, bab am .”
İ: “ K a çm ay a çalışıyorsu n . K e n d in i yasan ın d ışına çık aram azsın .”
B: “ K e n d im i ne bild iğim , ne d u ygu ne ön sezi ile u laşab ild iğim b ir
şeyin d ışın a n a sıl çık arab ilirim ?”
İ: “ Y a lan söylüyorsun. S alo m e ’nin se n i sevm esinin ne anlam a gele-
ı cğini ken d in gö rd ü n , b u n u b ilm iy o r m usu n?”
B: “ H aklısın. İçim d e k u şk u lu ve belirsiz b ir d üşünce belird i am a
yine unuttum .”
İ: “ U nutm ad ın. İçinde derinlerd e yand ı. K o rk a k m ısın? Y o k sa bu
düşünceyi ken d in için istem ene yetecek k ad a r benliğinden a y ırt ede
m iyor m usun?”
1 H7. Kara Kitap şöyle devam ediyor: “Şimdi siyah saçlı bir kızın beyaz hatları ruhumun
sahibi ve şimdi yine bana o zaman görünen bir adamın beyaz hatları Mikelanjelo’nun
oturan Musalarına benziyor; o da İlyas" (s. 84). Mikelanjelo’nun Musaları Roma,
Vincolideki San Pietro Kilisesi’ndedir. Bunu ilk olarak Freud 1914 yılında yayımlanan
bir çalışmasında ele almıştır. Üçüncü tekil kişi “o” burada birden çok elle birbirlerini
yazan Salome ile Kali’yi özdeşleştiriyor, bkz. dipnot 196, s. 163.
B: Bana göre bu düşünce çok ileri gitti ve ben ereksiz d üşüncelerden
k açın ırım . B u n lar tehlikelidir çü n k ü ben b ir insan ım ve insanların d ü
şü n celeri ken d ilerin in m iş gibi gö rm eye ve bu d ü şün celeri kend ileriyle
k arıştırm aya eğilim li old u ğu n u b iliyorsu n .
İ: “ Ö yleyse, b ir ağaca y a d a b ir h a y va n a b aktığ ın ve o n larla a y n ı
d ü n ya d a va r old uğun için de k en d in i o n larla k arıştırm aya m ı b aşlar
sın? D ü şü n celerin in d ü n yasın d a old u ğu n için d üşü ncelerin o lm ak
zoru n d a m ısın? O ysa d üşü ncelerin de tıpkı b ed eninin d ışın d a duran
ağaçlar ve h a yva n lar gibi benliğinin d ışın d ad ır.” 188
B: A nlıyorum . Düşünce d ü n yam benim için dün yad an çok sözdü.
D üşün ce d ü n y a m ı şö yle d ü şün d ü m : o B en ’d ir.”
İ: “ İn sa n i d ü n yan a ve sen in d ışın d ak i varlıkların h ep sine şöyle m i
d iyo rsu n : sen B en ’sin.”
B: “ Baba, e vin e b ir o k u l ç o cu ğu n u n k ork u su yla ad ım attım . O ysa
sen bana ya rarlı bilgeliği ö ğ re ttin '89: D ü şü n celerim in de ben liğim in
d ışın d a va r o ld u ğ u n u düşünebilirim . B u d a dilim in dile getirm ekten
çekind iği k ork u n ç sonuca dönm em e yard ım ediyor. Salom e’nin beni
Yuhanna’ya y a d a san a ben zed iğim için sevd iğin i sandım . Bu düşünce
bana inanılm az geldi. O yüzden de bu d ü şü n ceyi reddetim ve aslında
sizin tersiniz olduğum için beni sevdiğini, benim kötü lü ğü m de kendi
k ötü lü ğü n ü sevd iğin i düşündüm . B u ezici b ir d ü şü n ceyd i:’
İlyas sessizce d u ru yo r ve üzerim e bir ağırlık çö k ü yo r. Salom e içeri
g iriy o r, b an a d oğru g e liy o r ve k olu n u om zu m a doluyor. B en i sandalye
sinde oturd uğum babası sanıyor. N e hareket etm eye ne de k on u şm aya
cesaretim var.
S: “ B abam o lm ad ığın ı biliyoru m . Sen on u n oğlusu n ve ben de senin
kız kard eşin im .”
B: “ Sen, Salom e, benim k ız kardeşim m isin? Senden, dokunuşundan
yayılan o m üthiş cazibe, o adsız dehşet bu m uydu? A nnem iz kim di?”
S: “ M ery em .”
188. Jung bu konuşmadan 1925 seminerinde söz eder ve şu yorumu yapar: “işte o zaman
psikolojik nesnelliği öğrendim. İşte o zaman bir hastaya ‘Sus, bir şey oluyor' diyebildim.
Evdefare gibi bir şeylervar. Bir düşüncen olduğunda yanılmış olduğunu söyleyemezsin
çünkü bilinçdışını anlarken düşüncelerimizi olaylar, fenomenler olarak görmeliyiz"
(Analitik Psikoloji, s. 95).
189. Düzeltilmiş Taslak’ta: “Doğruluk” (s. ıoo).
B: “ B u şeytanca b ir düş m ü? M ery em bizim an n em iz m i? Sözlerinde
pusuya yatan d elilik de n eyin nesi? K u rtarıcım ızın annesi bizim anne
miz m i? B u gü n eşiğinizi aştığım d a felaketi sezdim . H eyhat! İşte geldi.
A klını m ı yitird in , Salom e? İlyas, tanrısal yasan ın k o ru y u cu su , söyle:
bu reddedilenlerin şeytanca b ü yüsü mü? N asıl böyle bir şey söyleyeb i
lir? Y o k s a ikiniz de m i aklınızı yitird in iz? Siz b irer sim gesiniz, M eryem
de b ir sim ge. Z ih n im sizi a n layam ayacak denli k arışık .”
I: “ Bize sim ge diyebilm en in nedeni, istediğinde, senin gibi diğer
insanlara sim ge d iyebilm en in n ed eniyle aynı. O ysa biz de senin gibi
insanlar k ad ar gerçeğiz. Bize sim ge d iy e re k ne b ir şey i geçersiz kılm ış
ne de çözm üş o lu yo rsu n .”
B: “ B en i k ork u n ç b ir k arm aşaya sürü klü yorsu nuz. G e rç e k olm ak
ıııı istiyorsu nuz?”
İ: “ B iz kesinlikle senin gerçek d ed iğin şeyiz. İşte b u rad ayız ve sen de
hizi k ab u l etm ek zorundasın. Seçim sen in .”
Sessiz kalıyorum . Salom e çekildi. K ararsızca çevrem e bakınıyorum .
A rdım daki yuvarlak bir sunakta altın rengi yüksek bir alev yan ıyo r. Y ı
lan ateşin çevresine dolanm ış. G ö zleri altın rengi yan sım alarla p arıldı
yor. Y alpalayarak çıkışa d önüyorum . H olden çıkarken önüm de güçlü bir
.ıslanın gittiğini görüyorum . D ışarıda geniş, soğuk, yıldızlı bir gece var.
ıgjj. Düzeltilmiş Taslakta: “Yol Gösteren Yansıma” (s. 103). Taslak ve Düzeltilmiş Taslakta
uzunca bir pasaj var. Onu bir açıklama izliyor: “Bunun gerçek, bir altdünya mı yoksa
başka bir gerçeklik mi olduğunu, beni buraya zorlayan diğer gerçeklik mi olduğunu
düşünüyorum. Salome'nin, hazzımın, sola, saf olmayanın, kötü olanın yanına doğru
gittiğini görüyorum. Bu hareket direnici ve bu harekete karşı düşmanlığı temsil eden
yılanı izliyor. Haz kapıdan uzaklaşıyor. Öndüşünme [Düzeltilmiş Taslakta: bu pasaj
boyunca “idea"] kapıda duruyor, gizemlerin girişi olduğunu biliyor. İşte bu yüzden,
eğer öndüşünme onu yönlendirmez ve hedefine doğru zorlamazsa arzu eriyip çoklaşır.
Yalnızca arzulayan birini görürseniz, bunun arkasında arzuya direncin olduğunu
görürsünüz. Öndüşünme olmadan arzu çok şey kazanır ama elinde hiçbir şey tutamaz,
bu yüzden de arzusu sürekli hayalkırıklığının kaynağı olur. İşte bu yüzden İlyas, Salome’yi
geri çağırır. Haz öndüşünme ile birleşirse yılan önlerine uzanır. Bir şeyi başarmak için
ilk önce direnç ve zorluğu ele almak gerekir, yoksa neşe ardında acı ve hayalkırıklığı
bırakır. İşte bu yüzden yaklaşıyorum. Arzuladığımı elde etmek için önce zorlukve
direncin üstesinden gelınem gerekiyordu. Arzu zorluğun üstesinden geldiğinde görme
olur ve öndüşünmeyi izler. İşte bu yüzden Salome’nin ellerinin saf olduğunu, tek bir
suçun izini taşımadıklarını görüyorum. Zorluk ve direncin üstesinden gelirsem arzum
katıksız olur. Hazzımı öndüşünmeyle tartarsam bir budala gibi özlemini takip eden biri
oluyorum. Düşünmemi izlersem hazzımı terk ederim. Budalanın doğru yolu bulduğunu
anlattı eskiler imgelerle. Ük söz öndüşünmenin, işte bu yüzden Üyas ne istediğimi sordu.
için birço k ların ın dürüst o lm aya özel bir çaba h arcam ası gerekir. B ir
çok ları özlem lerinin nerede old u ğu n u b ilm e k istem ez çü n k ü bu o n la
ra olanaksız y a d a ç o k sıkıntılı gö rü n ü r. Y in e de özlem ya şam a giden
yo ld ur. Ö zlem inizi kabu l etm ezseniz ken d in izi izleyem ez, başkaların ın
size gösterd iği yaban cı y o lla ra girersiniz. O zam an da k en d i hayatın ızı
değil, yaban cı b ir h ayatı yaşarsınız. O ysa sizin h ayatın ızı sizden b aşka
k im yaşayabilir? İn san ın h ayatın ı yab an cı b ir h ayatla d eğiştirm esi y a l
nızca aptallık değil, ayn ı zam an d a ik iy ü z lü b ir oy u n d u r çün kü aslında
b aşkaların ın h ayatların ı h içbir zam an gerçekten yaşayam azsın ız, y a l
nızca yaşıyo rm u ş gibi yap arsın ız ve o başkasını ve kendinizi k an d ırırsı
nız çü n k ü insan an cak k en d i h ayatın ı yaşayabilir.
B en liğin izd en vazgeçerseniz, onu başkaların da yaşarsınız; o zam an
da b aşkaların a k arşı bencil o lu rsu n u z ve böylece o n ları aldatırsınız.
B u şekilde herkes böyle b ir h ayatın olası old u ğu n u d üşünür. O ysa bu
m a y m u n c a bir öykünm eden b aşk a b ir şey d eğ ild ir. M a y m u n c a iştah ı
nıza teslim o la ra k b aşkaların a h astalık bulaştırırsın ız ç ü n k ü m aym u n
m aym u n -gib iliği uyarır. B öylece k en d in izi ve b aşkaların ı m aym u n a
çevirirsiniz. K a rşılık lı ö y k ü n m eyle ortalam a b eklentiler d o ğru ltu su n
da yaşarsınız. K ah ram an im gesi h er çağda herkes için öy kü n m e iştahı
y o lu y la kurulur. İşte bu yü zd en kah ram an k atled ild i çünkü hepim iz
ona öykü n ü yo rd u k m aym u n gibi. M aym u n -gibi o lm ayı neden b ıra k a
m ıyorsun uz, b iliy o r m usunuz? Y aln ızlık ve y en ilgi k o rk u su yüzünden.
İnsanın k end in i yaşam ası şu an lam a gelir; insanın k en d i ödevi o lm a
sı. İnsanın ken d in i yaşam asının h oş old u ğ u n u asla söylem eyin. B u uzun
b ir acı çekm e olacak, hoşnutluk d eğil çünkü kendi yaratıcınız olm anız
gerekecek. K en d in izi yaratm ak istediğinizde en iy i ve en yüksekle değil,
en kötü ve en derinle başlarsınız. Ö yleyse kendinizi yaşam aya isteksiz
olduğunuzu söyleyin. Y aşam ırm ağının birlikte akm ası hoş değil, acıdır
çünkü bu güce k arşı güçtür, suçtur ve kutsanm ış olanı p aram parça eder.
T a n rı’nın an nesini çocu ğu yla gördüm . B u ön görü bana d ön ü şü
m ün gizem in i gö steriyo r.191 Ö n d ü şü nm e ve haz içim de birleşiyorsa
Her zaman ilk olarak kendinize neyi arzuladığınızı sormalısınız, çünkü ne istediğini
bilmeyen o kadar çok ki. Ben ne istediğimi bilmiyordum. Özleminizi, kendiniz için ne
istediğinizi kendinize itiraf edin. Böylece aynı zamanda hem hazzınızı doyurur hem de
öndüşünmenizi beslersiniz (Düzeltilmiş Taslak, s. io3-io4)
ı9i. Düzeltilmiş Taslak ta: “dış görünüşünde, yeryüzü gerçekliğinin gizeminde” (s. ıo7).
bunlardan bir üçüncü, tanrısal oğul, yüce anlam , sim ge, yen i b ir y a ra
tıya geçiş yükseliyor. Ben kendim yüce a n lam a192 y a d a sim geye dönüş
m üyorum , içim d ek i sim ge dönüşüyor. Ö yle ki onun k en d i tözü oluyor,
benim kendi tözüm . B öylece dönüşüm m ucizesi ön ünde tapman Pet
rus ve T anrı'n ın içim d ek i gerçekleşm esi gibi d u ru yoru m .
Ben bizzat T a n rı’nın oğlu olm asam d a T a n rı'y a anne olan ve dolayı
sıyla T an rı adına bağlam a ve çözm e özgürlüğü verilen olarak onu tem sil
ediyorum . Bağlam a ve çözm e içim de gerçekleşiyor.^3 B unu nla birlikte,
benim içim de gerçekleştiği ve ben de dünyanın bir parçası olduğum için
aynı zam anda benim aracılığım la dünyada gerçekleşiyor ve hiç kim se
bunu engelleyem ez. İstencim in yolu na göre değil, kaçınılm az etkinin y o
luna göre gerçekleşiyor. Ben senin üzerinde bir efendi değilim , içim deki
Tanrı'nın varlığıyım . Geçm işi bir anahtarla kilitliyorum ve bir diğeriyle
geleceği açıyorum . B u d a dönüşm em yoluyla gerçekleşiyor. D önüşüm
mucizesi emrediyor. Ben onun hizm etkârıyım , tıpkı Papa gibi.
İn san ın böyle olduğuna in an m asın ın ne k ad ar inanılm az old u ğu nu
gö rü yo rsu n .194 B u benim için değil, sim ge için geçerli. Sim ge efendim
ve yan ılm a zk o m u tan ım oluyor. E gem en liğin i perçinleyecek ve kendini,
anlam ı bütünüyle içe dön en ve h azzı parıld ayan b ir ateş^5, alevler için
deki b ir B u d a ^ 6 gibi d ışa rıy a yayılan, değişm ez ve bilm eceli bir im geye
\cvirecek. Sim gem in içine bu derece in d iğim için sim ge beni bir h a lim
den d iğe r h alim e ve içim d eki o acım asız T an rıçaya, k a d ın sı hazzım sa,
197. Taslak'ta burada uzunca bir pasaj var ve şuna yönelik bir açıklama var: Uyuşmuşluk
ölüm gibidir. Tam bir dönüşüme ihtiyacım vardı. Bunun aracılığıyla anlamım,
Buda'nın anlamı gibi bütünüyle içeriye gitti. Sonra da dönüşüm oldu. Daha sonra da
hazza gittim çünkü bir düşünürdüm. Bir düşünür olarak duygumu reddettim ama
yaşamın bir parçasını reddetmiştim. Sonra da duygum zehirli bir bitkiye dönüştü
ve uyandığında haz yerine duyarlılık, hazzın en aşağı ve bayağı biçimi olmuştu. Kali
bunu temsil ediyor. Salome onun hazzının, acı çekenin imgesi çünkü çok uzun süre
dışlanmıştı. Sonra Salome’nin, yani hazzımın ruhu olduğu ortaya çıktı. Bunu görünce
düşünmem değişti ve ideaya yükseldi ve daha sonra da İlyas imgesi göründü. Bu
beni gizem oyununa hazırladı ve Gizemlerde yaşayacağım dönüşümün yolunu bana
önceden gösterdi. Öndüşünme ve hazzın birlikte akması Tanrı'yı yaratır. İçimdeki
Tanrının insan olmak istediğini gördüm ve bunun üzerine düşündüm, onurlandırdım
ve Tanrının hizmetçisi oldum ama kendimden başkası için değil [Düzeltilmiş Taslak:
Bunu başkaları için yaptığımı söylemem çılgınlık ve küstahlık olurdu]. Dönüşüm
üzerine düşüncelere daldım ve önce hazzımın alt düzeyine döndüm ve daha sonra da
bunun aracılığıyla ruhumu tanıdım. İlyas ile Salome’nin gülümseyişi görünüşümün
onları mutlu ettiğini gösteriyordu, oysa derin bir karanlıktaydım. Yol karanlık
olduğunda ışık veren idea da öyledir. Karmaşa anındaki idea kör özleme değil, sözlere
yol verdiğinde sözler sizi zorluğa götürür. Sizi sağa götürür. İşte bu yüzden İlyas sola,
kutsal olmayan, kötücül olan yana, Salome de doğru ve iyinin yanı olan sağa döner.
Bahçeye, hazzın olduğu yere gitmez, babanın evinde kalır (s. 125-127).
198. Taslaktaki pasajda şu açıklama var: Güçlüysem yönelim ve önvarsayımlarım da öyledir.
Kendi düşüncem zayıflar ve ideaya geçer. İdea güçlenir; kendi gücü destekler onu. Bunu
aslanların İlyas’ı desteklemesinde görüyorum. Aslan taştır. Hazzım ölü ve taşlaştı çünkü
Salome’ye aşık değildim. Bu da düşüncemi taş gibi soğuk kılıyordu ve idea düşünceme
boyun eğdirmek için gereksinim duyduğu sağlamlığı buradan alıyordu. Ona kötü
görünen Salome’ye karşı mücadele ettiği için boyun eğdirilmesi gerekiyordu (s. ı28).
d üşünüyordum . Böylece, on u b en liğim in bir parçası / o larak g ö rd ü
ğüm d üşün celerim in içine, T a n rı ü zerine d ü şün m en in içine girdim .
D üşüncelerim den d o la y ı k en d im i terk etm iştim . B u yüzden de b e n
liğim acıktı ve T an rı'yı ken d i bencil düşüncesi yaptı. K endim i terk et-
l iğim de açlığım beni ben liğim i nesnem de, ya n i d üşü ncem d e bulm aya
iler. İşte bu yüzden m an tık lı ve düzen li düşünceleri seversin, çünkü
benliğin düzensiz, yan i u ygu n su z d üşüncelerde olduğunda buna k atla
nam azdın. K en d i bencil isteğin yo lu y la düzenli olm ad ığın ı, yan i u ym a
d ığını d ü şün d üğün h er şeyi d ü şü ncelerinden dışarı attın. B ild iğin den
yola çıkıp düzen yaratıyorsu n , k aosu n düşüncelerini bilm esen de on lar
var. D üşüncelerim benliğim değil ve B en’ im d ü şü n ceyi k u caklam ıyor.
1 >üşüncenin şu ve bu anlam ı var, tek bir anlam ı yok, b irço k anlam ı var.
Kaç tane olduğunu kim se bilem ez.
D ü şü n celerim benliğim d eğil, tıp k ı d ü nyad aki şeyler gibid ir, can
lı ve ölü .1" N a sıl kısm en k ao tik olan dü nyam d a yaşam ak b an a zarar
verm iyo rsa kısm en k ao tik olan dü şün ce dü nyam d a yaşam am da bana
1.arar verm ez. D üşünceler sahibi o lm ad ığın ız d oğal olaylard ır ve a n
lam ların ı kusursuz b ir şekilde görem ezsiniz.200 D ü şü n ce ler içim de bir
o rm an g ib i büyür, için d e birçok hayvan yaşar. O y sa in san d üşünm esi
üzerinde tiran lık k u rm u ş ve orm an ın ve y ab an h ayvan ların ın hazzını
öldürüyor. İnsanın arzusu şiddetli ve ken disi b ir orm an ve b ir orm an
hayvanı oluyor. D ün yad a özgü rlü ğü m olduğu gibi d üşüncelerim de de
özgürlüğüm var. Ö zgürlük koşulludur.
D ü n yan ın belirli şeylerine şöyle dem eliyim : B öyle olm am alısınız,
larklı olm alısınız. Y in e de önce d oğ aların a d ikkatlice b a k ıy o ru m , yo ksa
on ları değiştirem em . Belirli düşüncelerde de ayn ı yolu izliyorum . D ü n
yada, kendi içlerinde ya ra rlı o lm am alarıyla gön encinizi tehlikeye atan
şeyleri d eğiştirirsiniz. D üşü n celerin izd e de benzer bir yo l izleyin. H iç
bir şey tam am lanm ış değildir, b irç o k şey de tartışm alıdır. Yaşam ın yolu
dönüşm ektir, dışlam ak değil. E sen lik yasadan daha iyi bir yargıçtır.
B en düşünce d ünyam d aki özgürlüğü fark edince Salom e beni k u
cakladı ve böylece ilksel başlan gıçta, orm anda ve yab an h ayvan ların d a
hazzı bulduğum için p eygam b er oldum . K en d im i gö rü m lerim le eşit
1 99. Jung 1921'de şöyle yazmıştı: “Bilinçdışı içeriğin tuhaf gerçekliği, işte bu yüzden, onları
dışsal şeyler gibi nesneler olarak anlatma hakkını veriyor bize” (Psikolojik Tipl er, t e §280).
-'DO. Taslak ve Düzeltilmiş Taslak'ta: “Gizemler in düşüncelerini ürettiğimi düşünseydim
delirdiğimi düşünürdüm [: çok da tutarlı olurdu]” (Düzel t i l miş t asl ak, s. 115).
tutm am usa çok yakın duruyor ve görm ekten haz duym akla, anlam ı-o-
lanı görd üğüm için, an lam lı-old u ğu m a in a n m a m tehlikesi doğuyor. Bu
b iz i her zam an delirtecek ve görü m ü bu d alalığa ve m aym u nlu ğa ç ev iri
yo ru z çünkü öykü n m eyi bir y an a b ırakam ıyoru z.201
N asıl ki düşünm em öndüşüncem in oğluysa, hazzım d a sevginin, Tan-
rı’nın m asum v e gebe kalan annesinin kızıdır. M eryem İsa’nın yanı sıra
Salome"yi de doğurdu. İşte bu yüzden M ısırlıların Incil’inde İsa, Salome’ye
şöyle der: “Bütün yararlı otları ye, am a acı olanları yem e:’ Salom e bilmek
istediği zam an d a İsa ona şöyle söyledi: “ Utancın kabuğunu kırarsan ve
iki bir olduğunda ve erkek ne erkek ne dişi olup dişiyle bir olduğunda.’" 01
Ö ndüşünm e doğurgandır, sevgi alıcıdır.203 İkisi de bu dünyanın öte
sindedir. A n layış ve haz burada, biz yaln ızca ötekinden kuşku duyarız.
Bu d ünyad a old uk ların ı öne sü rm ek ç ılg ın lık olurdu. B u ışığı bu denli
ç ok bilm ece ve sinsilik sarm alar. B en gücü m ü d erin liklerd en geri k a
zandım ve o önüm de b ir aslan gibi y ü r ü d ü ^ 4
208. 1925 seminerinde Jung: ‘“Burası rahiplerin kutsal yeri’ diye düşündüm” (Analitik
Psikoloji, s. 96).
209. Wagner’in Nibelung Yüzüğü nde Nibelung cücesi Mime Alberich’in kardeşi veustabir
zanaatkârdır. Alberich sevgiyi reddederek Rhine altınını Rhine bakirelerinden çalar ve
sonsuz güç veren bir yüzük yapar. Siegfried’de, bir mağarada yaşayan Mime, Siegfried’i
bir ejderhaya dönüşen ve yüzüğün şimdiki sahibi olan dev Fafııer’ı öldürmek üzere
yetiştirir. Siegried, Mime’nin yaptığı yenilmez kılıçla Fafner’i alt eder ve altını aldıktan
sonra onu öldürme niyetinde olan Mime’yi de öldürür.
210. 1925 seminerinde Jung bu bölümü şu şekilde yorumlar: “iki yılanın kavgası: Beyaz güne
hareket anlamına gelir, siyah ise karanlık krallığa, ahlaki açılardan da. içimde gerçek
bir çatışma vardı, aşağı inmeye karşı bir direnç. Yukarı çıkma eğilimim daha güçlüydü.
Gördüğüm yerin acımasızlığı bir gün önce beni çok etkilediği için dağda olduğu gibi
yukarı çıkarak bilince giden bir yol bulma eğilimindeydim... İlyas alt ya da üst aynıdır
demişti. Dante’nin Zn/erno’suyla karşılaştır. Gnostikler ters çevrilmiş huniler simgesiyle
aynı düşünceyi ifade ediyor. Yani dağ ile krater benzerdir. Bu fantazilerde bilinçli yapıda
hiçbir şey yoktu, bunlar yalnızca meydana gelmiş olaylardı. Bu yüzden Dante’nin aynı
arketiplerden fikir aldığını düşünüyorum,” (Analitik Psikoloji, s. 96-97). McGuire
Ben: “ B ugün bana h er tü rlü tu haflığı gösterd iğini, yaşattığını ve
karşına çık m am a izin verd iğ in i gö rü yo ru m İlyas. O ysa tüm bunların
bana k aran lık old uğunu itira f ed iyoru m . D ü n yan bu gü n b ana y en i bir
ışıkla g ö rü n ü yo r. B ugün h âlâ u laşm ak isted iğ im e v in şim d i bana y ıl
dızlar kad ar uzak gibi. G el gö r ki bu n lar tek ve a yn ı yerm iş.”
İ: “ B u raya gelm eyi çok fazla istedin. Seni ben ald atm ad ım , sen k e n
dini aldattın. G ö rm e k isteyen k ö tü gö rü r; sen k en d i b o y u n u aştın.”
B: “ D o ğru , sana ulaşm aya, d ah a fazlasın ı işitm eye can attım . S alo
me beni ü rk ü ttü ve şaşkınlığa sürü kled i. Sersem led im çünkü söyled ik
leri bana k ork u n ç bir delilik gibi geldi. Salom e nerede?”
İ: “ N e k a d a r tez canlısın! N ele r oldu sana? K ristale d o ğ ru gel ve
kendini ışığın a h azırla.”
çıkmama karşın ısrarlıydı. ‘Bu delilik’ dedim ve kuşkucu bir dirençle doldum” (Analitik
Psikoloji, s. 96). Bu olayı şöyle yorumluyor: “Salome'nin yaklaşımı ve bana tapınması hiç
kuşkusuz bir kötülükaorasıylaçevrili aşağı işlevin bu yanı. İnsan bunun belki de delilik
olduğu korkusuna kapılıyor. Delirme işte böyle başlar, bu deliliktir... Bu bilinçdışı olgulara
kendinizi vermeden onların bilincine varamazsınız. Bilinçdışı korkusunun üstesinden gelip
kendinizi alçalmaya bırakabilirseniz bu olgular kendi yaşamlarını kazanır. Bu fikirler sizi
öylesine alır ki gerçekten delirirsiniz ya da neredeyse delirirsiniz. Bu imgelerin gerçekliği
o kadar fazla ki kendilerini salık veriyorlar ve böylesi sıradışı bir anlama yakalanıyor
insan. Eski gizemlerin bir parçasını oluşturuyorlar; aslında gizemleri oluşturan da bu
tip fantezilerdir. Apuleius’un anlattığı İsis gizemleriyle, kabul edilenin yüceltilmesiyle
başlayın... Bu tip bir kabulden geçiş insana kendine özgü bir his veriyor. Yüceltmeye yol
açan önemli kısım yılanın bana dolanmasıydı. Salome'nin performansı yüceltmeydi:’
212. “Kore figürünün psikolojisi üzerine”de (1951) Jung bu epizotları şöyle anlatıyor:
“Yeraltındaki bir evde, aslında yeraltında ‘kızıyla’ birlikte yaşlıbir büyücü ve peygamber
yaşar. Aslında onun gerçek kızı değil, başıboş bir dansçıdır o ama kördür ve şifa
aramaktadır” (te 9,1, §360). Ûyas’ın anlatımı onu Filemon’un sonraki anlatımına
yakınlaştırıyor. Jung bunun “bilinmeyen kadının ötede (yani bilinçdışında) mitolojik bir
figür olduğunu gösteriyor,” diyor.
213. Düzeltilmiş Taslakta: “Yol Gösteren Yansıma'’ (s. 127). Kara Kitap 2’de Jung, Dante’niıı
Komedya sının Almanca tercümesinden alıntılar yapmış (s. 104).
214. Düzeltilmiş Taslak'ta “tin” (s. 127).
215. Düzeltilmiş Taslak'ta “ilksel imge” (s.127).
216. Düzeltilmiş Taslak'ta “idea veya ilksel imge” (s.127).
da anlaşılan içte görünm ez olm asın d an ve d erinliklerd e gerçekleşm e
si ııden k ayn aklanıyor.217 O ysa sevgin in p arlak lığı sevgin in gö rü n ü r
yaşam ve eylem olm ası gerçeğinden geliyor. Ş evk im ön düşünm edeydi,
karanlık ve gece ile çev rili m utlu bah çesi oradaydı. O ysa ben şevk im
den aşağı indim am a sevgim e yükseldim . Ü zerim de, yü kseklerde İlyas’ı
görüyorum : B u bana ön dü şü n m en in sevgiye bir insan olan benden
daha yakın d urduğun u gösteriyor. Sevgiye yü kselm em d en önce kendi-
ııı iki y ıla n ın dövüşü o la ra k gösteren b ir k o şu lu n ye rin e getirilm esi ge-
ı i'k iyor. Sol gün, sağ gece. S evgin in k ra llığ ı ışık, ön dü şün m enin krallığı
karanlık. İk i ilk kesin bir şekilde b irbirin d en ayrılm ış, hatta birbirine
düşm an ve yılan biçim in e bürünm üşler. B u biçim h er iki ilkenin şeyta-
ıı i doğasını gösteriyor. B u m ücadelede güneş ile k ara yılan ın m ü cad ele
sini görd üğüm gö rüm ü n tek rarlan d ığın ı fa rk ediyoru m . 218
O zam an sevgi dolu ışık y o k edilm işti ve kan b o şan m aya başlam ıştı.
llu büyük savaştı. O ysa d e rin lik le rin tin i2ı9bu m ücadelenin h er insanın
ki'iıdi d o ğ asın d ak i çatışm a o la rak an laşılm asın ı istiyor. 22° K ah ram an ın
ıılüm ünden son ra yaşam a isteğim iz artık h içbir şeye öykü nem eyeceği
it, in, her insanın için deki d erinliğe girm iş ve d erin lik lerin gü çleri a ra
sında k o rk u n ç bir çatışm a başlatmış.221 Ö ndüşün m e tekliktir, sevgi ise
birliktelik. H er ikisi de birbirin e gerek d u yar, yine de birb irlerin i öld ü
225. Düzeltilmiş Taslak’ta “bilinçli” ekleniyor ve “kendi içinden” çıkartılıyor (s. 133).
226. Tas/ak’ta ve Düzeltilmiş Tas/ak’ta bunun yerine: ‘‘Tanrısal yaratıcı güç [onda] [bilinçdışı]
kolektiften gelen bir kişiye [kişisel bilince] dönüşür (s. 133-34).
227. Tas/ak’ta ve Düzeltilmiş Tas/ak’ta: “Neden, diye soruyorsun, öndüşünme [idea] sana
bir Yahudi peygamber gibi görünüyor ve hazzın da putperest Salome gibi? Dostum,
unutma, ben de bu çağın tini içinde düşünen ve isteyen biriyim ve bütünüyle yılanın
büyüsü altında. Şimdi derinliklerin tininin gizemlerine girdim ama bu çağın tini ile
düşünenlerde olmayan bütün eskileri toptan silip atmadım, yaşamımı bütün kılmak
için insanlığıma yeniden benimsedim. Çünkü yoksullaştım ve Tanrı’dan çok uzaklaştım.
Tanrısal ve dünyasal olanı içime almalıyım çünkü bu çağın tininin bana verebileceği
başka bir şey yok, tersine gerçek yaşamdan elimde avucumda olanı da aldı. Özellikle
de beni aceleci ve açgözlü yaptı çünkü o sadece mevcutta ve anı doldurmak için beni
mevcutta olan herşeyi avlamaya zorladı” (s. 134-35).
228. Tas/ak’ta ve Düzeltilmiş Tas/ak’ta: “Eski peygamberlerin [eskiler] İsa’nın Gizemleri
önünde durması gibi ben de [geçmişi yeniden benimsediğim oranda] bu Isa’nın
Gizemleri önünde duruyorum ama ondan iki bin yıl sonra yaşıyorum ve bir zamanlar
Hristiyan olduğuma inanıyordum. Oysa asla bir ha olmadım” (s. 136.)
tird im ve böylece içim de çekişen her şeyi besledim . Son u n d a k en d im i
a ram ad an k en d im i her şeyde isted iğim i gördüm . O yüzd en artık k e n
d im i k en d i d ışım d a d eğil, içim d e a ra m a k istedim . S on ra d a k en d im i
k av ra m a k istedim ve son ra d a ne isted iğ im i bilm eden d e v a m etm ek
istedim ve böylece gizem e düştüm .
O h alde artık h içb ir şey istem em eli m iyd im ? B u sa va şı siz isted i
niz. B u iyi. İstem e se yd in iz sa v a şın k ö tü lü ğü k ü ç ü k o la ca k tı.229 O y sa
isteğin izle kötü lü ğü büyüttünüz. B u savaştan en b ü y ü k kötü lü ğü ç ı
k arm a y ı b aşaram azsan ız şid d et e y le m in i ve d ışın ızd a o lan la sa va şm a
nın üstesin d en g elm eyi h içb ir zam an ö ğ ren em eyeceksin iz. 230 Ö yleyse
bu en bü yü k k ötü lü ğü bü tü n kalbinizle istem en iz iy i. ^ 1 Siz H ristiyan -
sınız ve k ah ra m a n ların peşinden k o şa r, ızd ırab ı sizin y erin ize ü stle
necek, felaketten esirgeyecek k u rta rıc ıla r b eklersiniz. B ö ylece bütün
A v ru p a ’nın üzerine b ir felaket d a ğ ı yığ d ın ız. 232 B u savaştan k ork u n ç
b ir k ötü lü k ç ık arm a y ı ve bu b o şlu ğ a sayısız k u rban lar atm ayı b a şa ra
b ilirsen iz ne iy i ç ü n k ü b ö y le c e h er b irin iz k en d in i k u rb an etm eye h a
zır olacaksın ız. D e ğ il m i k i ben im gib i İsa’nın g ize m in i tam am lam aya
yaklaşıyo rsu n u z.
D e m irin yu m ru ğ u n u şim d id en sırtın ızd a d u yu yo rsu n u z. B u y o
lun b aşlan gıcı. B u d ü n y a y ı kan , ateş ve ıstırap çığ lık la rı d o ld u rd u ğ u n
da eylem lerin izd e ken d in izi göreceksiniz: Savaşın k an lı g a d d a rlığ ın
dan p ay ın ız a d ü şen i için, ölü m ve y ık ım ile ziyafet çek in k en d in ize, o
zam an gö zlerin iz açılacak , bu m e y v e y i taşıyan ın k en d in iz old u ğu nu
göreceksiniz. 233 T ü m bu n ları istiyo rsan ız y o la k o yu lm u şsu n u z d em ek
tir. İstem k ö rlü k yaratır, k ö rlü k de y o l gösterir. H atayı m ı istem em iz
gerekiyor? Ö yle ge re k m iy o r a m a sen, in sa n la rın h er zam an yap tığı
gibi, en iy i d o ğ ru o la rak gö rd ü ğü n bu h atayı istiyorsu n .
23 8. Taslak’ta ve Düzeltilmiş Taslak'ta burada uzun bir pasaj var: Tanrı sevgiyi sağında,
öndüşünmeyi [parça boyunca “idea" yerine konmuş] solunda tutar. Sevgi gözde
yanımızdadır, öndüşünme ise gözde olmayan yanımızda. Bu da bu dünyada olduğunuz
sürece size sevgiyi salık veriyor, özellikle de düşünürseniz. Tanrı her ikisine de sahiptir.
Onların birliği Tanrı’dır. Tanrı iki ilkenin de senin içinde [benim içimde] birleşmesiyle
gelişir. Bunun aracılığıyla Tanrı ya da tanrısal olmazsın [olmam], Tanrı insanlaşır.
Senin içinde ve senin aracılığınla çocuk olarak görünür. Gelişmiş biri olduğun sürece
Tanrı sana çocuk gibi ya da çocuksu gelir. Çocuksu adamın Tanrısı yaşlıdır, bildiğimiz
ve ölümünü gördüğümüz yaşlı Tanrı. Büyürsen ancak daha da çocuk gibi olursun.
Önünde gençlik ve gelecek olan tüm o gizemlervar. Çocuksunun önünde ölüm var
çünkü önce büyümesi gerekiyor. Eskilerin ve çocukluğunun Tanrısının üstesinden
geldiğin sürece büyüyeceksin. Onu bir yana bırakarak, çağın tinine [Zeitgeist] uyarak
onun üstesinden gelemezsin. Bu çağın tini bir sarhoş gibi evet ile hayır arasında
yalpalar [“çünkü o mevcut genel bilincin belirsizliğidir”]. Sen [parça boyunca “Biri"]
Tanrı'nın üstesinden ancakkendisi Tanrı olarak ve onun acısını çekerek ve ölerek
gelebilir. Onun üstesinden gelir kendin olursun, kendini arayan ve artık kahramanları
taklit etmeyen biri gibi. Eski Tanrı’dan ve onun modelinden kendini kurtardığında
kendini özgürleştirirsin. Bizzat model olduğunda onun modeline gereksinimin kalmaz.
Tanrı sevgiyi ve öndüşünmeyi bir yılan gibi elinde tuttu, insan istencini avucuna
aldığı gösterildi bana. [“Tanrı sevgi ve idea arasındaki karşıtlığı birleştirir ve elinde
tutar onu”] Sevgi ve öndüşünme öncesiz zamandan beri vardı, ama istenmiyorlardı.
Herkes her zaman düşünen ve arzulayan bu çağın tinini ister. Derinliklerin tinini
isteyen sevgiyi ve öndüşünmeyiister. Her ikisini de isteyen Tanrıolur. Bunu yaparsan
Tanrı doğar ve insanların istencine sahip olur ve istencini çocuğunun ellerinde tutar.
Derinliklerin tini içinde bütünüyle çocuksu görünür. Derinliklerin tinini istemiyorsan
sana ızdırap verir. İstenç yola götürür. Sevgi ve öndüşünme ötenin dünyasındadır,
onları istemediğin sürece ve istemin aralarında bir yılan gibi uzanır [onları ayırır]. Her
ikisini de istersen içinde istemli sevgi ve istemli öndüşünme [kabul] arasında çatışma
başlar. İkisini aynı anda isteyemeyeceğini göreceksin. Bu gereksinimden Tanrı doğacak
Gizemlerde yaşadığın gibi ve bölünmüş istenci ellerine alacak, çocuğun ellerine, çünkü
onun istenci yalındır ve bölünmenin ötesindedir. Nedir bu tanrısal-çocuksu isteme?
Onu anlatılanlardan öğrenemezsin, yalnızca içinde oluşabilir. Onu isteyemezsin de.
Onu söylediklerimden öğrenemezsin, empati kuramazsın. İnsanlar nasıl da kendilerini
yalanlıyor ve kendilerine yalan söylüyor, inanılmaz. Bu bir uyarı olsun. Söylediklerim
benim gizemim, sizin değil, benim yolum, sizin değil, çünkü benliğim bana ait, size
değil. Benim yolumu değil, kendi yolunuzu öğrenmelisiniz. Benim yolum bana çıkar,
size değil. (s. 142-145)
D erin liklerin tin i239 in san lığı ele geçirdi ve onu k en d in i kurban et-
ıııeye zorluyor. Suçu orad a b u rad a aram ayın. D erin lik lerin tin i benim
yazgım gibi insanın ya z g ısın ı p ençesine aldı. İn san lığı k an n ehrinden
gizem e götürüyor. İnsan gizem de bizzat iki ilke, aslan ve yılan olur.
Ben de öteki olu şum u istediğim için İsa olm alıyım . İsa’y a dönüş-
t üm, bu n u n ız d ırab ın ı yaşam alıyım . B ö y le ce kefaret k an ı akar. K e n d in i
kurban etm e yo lu y la şevkim değişti ve yu k arıya, daha yü k sek ilkesine
gidiyor. Sevgi görür, o y sa şevk k örd ü r. H er ik i ilke ateşin sim gesinde
birdir. İlkeler insan biçim ini Ü zerlerinden çık arır.240
Hazzım kördü ve sevgiydi o. En güçlü istemim kendini feda etmeyi istediği için hazzım
değişti, daha yüksek ilkeye gitti ve orada Tanrı öndüşünme ile birdir. Sevgi görür ama
haz kördür. Haz her zaman en yakın olanı ister, çokluk yoluyla hisseder, birinden
ötekine geçer, bir hedefi yoktur, sadece arar ve asla doymaz. Sevgi en uzaktakini
ister, en iyiyi, doyumu. Ben de daha uzakta bir şey gördüm, içimdeki öndüşünme
yaşlı bir peygamber biçimindeydi ve İsa-öncesi olduğunu gösterdi ve artık insan
biçiminde değil, safbeyaz ışığın mutlak biçiminde görünen bir ilkeye dönüştürdü
kendini. Böylece İsa’nın Gizemler i yoluyla insan akraba kendini tanrısal mutlak
olana dönüştürdü. Öndüşünme ve haz içimde yeni bir biçimde ve içimdeki istemeyle
birleşti ve derinliklerin tininin, parıldayan alevin ayaklarında yatan o istemi yabancı
ve tehlikeli görünüyordu. İstemimle bir oldum. Bu içimde gerçekleşti onu gizem
oyununda gördüm.
241. Gilles Quispel, Jung’un Hollandalı ressam Roland Horst’a Psikolojik Tipleri Kırmızı
Kitap'ın otuz sayfasına dayanarak yazdığını söylediğini aktarıyor (Stephan Hoeller,
The Gnostic Jung and the Seven Sermons to the Dead [Wheaton, IL, Quest 1985]
s. 6’daki alıntı). Büyük olasılıkla aklında Gizemlerin önceki bu üç bölümü vardı.
Burada karşıt işlevler arasındaki çatışma düşüncesi, öncü işlev ile özdeşleşme ve
karşıtlar arasındaki çatışmanın çözümlenmesinde arabuculu simgenin gelişimi ortaya
konuyor ve bunlar Psikolojik Tiplerdeki Bölüm 5 “Şiirdeki Sorunda ele alınan temel
konulardır. ı 925 seminerinde Jung şöyle demişti: “Bilinçdışının muazzam kolektif
fantezileri çözdüğünü gördüm. Önceden söylenceleri çözmek için uğraştığımda
olduğu gibi şimdi de bilinçdışındaki materyal ile ilgileniyorum. Aslında söylence
oluşumuna ulaşmanın tek yolu da bu. Böylece Bilinçdışının Psikolojisindeki ilk
bölüm son derece doğru oldu. Sürmekte olan söylencelerin oluşumu izledim ve
bilinçdışının yapısını anlamaya başladım ve bu da Tip/erde böyle bir rol oynayan
kavramı oluşturdu. Deneysel malzememi hastalarımdan aldım ama sorunun çözümü
içimden, bilinçdışı süreçler üzerine gözlemlerimden geldi. İç ve dış deneyimin bu iki
akımını Tiplerde birleştirmeye çalıştım ve iki akımın birleşmesini aşkın işlev olarak
adlandırdım;1 (Analitik Psikoloji, s. 34).
Liber Secundus
Yanılanların İmgeleri1
[Ö H 1]2 3
! “ Size p eygam b erlik eden p eygam berlerin sözlerine k u lak asm ayın:
O nlar sizi ald atıyor: R ab b ’in ağzından çıkan ları değil, ken d i k alp lerin
deki gö rü m leri an latıyo rlar.” (Y e re m y a 23: 16 )]
Kırm ızı: “ Selam sana yü k sek ku led eki adam . Seni uzaklardan g ö r
düm , b ak ın ıyo r ve bekliyord u n . B ek leyişin b an a seslendi.”
Ben: “ K im sin sen?”
K: “ K im m iyim ? Benim şeytan olduğum u düşünüyorsun. H em en bir
yargıya varm a. B elk i kim o ld u ğu m u bilm eden de benim le konuşabilir
sin. N e batıl inançlı bir adam sın k i sen, hem en şeytan geliyor aklına?”
B: “ D oğaüstü bir yeteneğin y o k sa kulem de d ik ilip beklediğim i, bi
linm eyene ve yen iye b aktığım ı nasıl bildin? Şatoda y o k su l bir hayatım
v a r çünkü sürekli burada otu ru y o ru m ve kim se y a n ım a tırm an m ıyo r.”
Salerno Güneybatı İtalya'da Romalılar tarafından kurulmuş bir şehirdir. Jung 1540’larda
kurulmuş ve simya çalışmalarını desteklemiş Academia Segreta’dan söz ediyor olabilir.
K: “ Senden hiçbir şey gizlem iyorum ey doğru-yürekli ruh. Sadece hatı
rı sayılır ciddiliğinle ve gülünç dürüstlüğünle eğleniyorum. Bizim çağım ız
da buna çok ender rastlanır oldu, özellikle de anlayış sahibi insanlarda.”
B: “ S an ırım beni bütünüyle anlayam ıyo rsu n . Ö yle g ö rü n ü yo r ki
beni tanıd ığın in san larla k arşılaştırıyorsun . D o ğru su n u söylem ek g e
rekirse ben ne bu çağa ne de bu yere aid im . B ir bü yü b en i bu ç a ğ a ve
bu yere sürgün etti yıllard ır. Ben aslın da k arşın d a gö rd ü ğü n d eğilim .”
K: “ Ş aşırtıcı şeyler söylüyo rsu n . K im sin o zam an sen?”
B: “ Bu önem siz. K a rşın d a şu an d a o ld u ğ u m k işi o la rak d uru yo rum .
N eden bu rad ayım ve bö yleyim , bilm iyoru m . B ild iğim bir şey va rsa o
da kendim i b ilgim derecesinde d oğru lam ak için burada olm am gerek
tiği. Seni ne kad ar az tan ıyorsam , kendim i de o kad ar az tanıyoru m .
K : “ Bu çok tu haf. B ir çeşit aziz m isin sen? A k a d e m ik d ili p ek bece
rem ed iğine gö re filo z o f olam azsın . A m a aziz o lab ilirsin . E ve t, azizsin.
A ğırb aşlılığın b ağnazlık kok u yor. A h lak çı b ir havan v a r ve k u ru ekm ek
ve suya can atan bir b asitliğin .”
B: “ N e evet d iye b ilirim ne de h ayır: Bu çağın tinine tu tsak olm uş
b iri gibi kon uşuyo rsun . B an a öyle g e liy o r k i k arşılaştırm a k o şu lla rın
dan yo k su n su n .”
K: “ Putperestlerin o k u lu n a m ı gittin yoksa? S o fistler gibi y a n ıt v e
riyo rsu n .’ B ir aziz d eğilsen o zam an H ristiyan lık dininin ayarın ı nasıl
olup da benim le ölçebilirsin ?”
B: “ O y sa b an a öyle geliyor k i bu ö lçek aziz olm ayan b iri tarafından
da kullanılabilir. H içkim sen in H ristiyan lık d in in in gizem lerind en k a
çınıp cezasız kalam ayacağın ı öğren d iğim e inanıyorum . Tekrarlıyorum :
K alb i İsa P eygam ber için k ırılm ayan beraberinde, on u en iyiden alıko
yan b ir putperesti taşıyor dem ektir.”
K : “ Y in e m i o b ild ik nağm e? H ristiyan b ir aziz değilsen, bunun a n
la m ı ne? E n in d e son u n d a lan etlen m iş b ir sofist değil m isin?”
B: “ K e n d i d ü n yan d a k a p a n a k ısılm ışsın . K esin likle ö y le gö rü n ü yo r
ki insanın tam bir aziz olm adan da H ristiyan lığın değerin i d oğru ola
rak tartabileceğini d ü şü n ü yo rsu n .”
m Taslak şöyle devam ediyor: “Kimse onca yüzyıl süren tinsel gelişmeyi küçümseyip
ekmediği şeyi biçemez” (s. 172).
1ı Nietzschenin Zerdüşt'ünde Zerdüşt ağırlığın tininin gelişine karşı uyarır ve şöyle der “Siz
Yüksek İnsanlar, sizin en kötü yanınız bir insanın dans etmesi gereken dansı, benliğinizin
ötesine dans etmeyi hiç öğrenememiş olmanız!” (‘Yüksek Asanlar Üzerine” s. 306).
B: “ D a n s etm eyi bilirim . Evet, d an s d a edebilirdik! D a n s çiftleşm e
dönem ine yaraşır. H er zam an ateşli olanlardan, tan rıları için de dans
etm ek isteyenlerden haberim var. B az ıla rı gülünç, b azıları d a E sk ile ri
canlandırıyor, dürüstçe böyle b ir anlatım için aslında yetersiz o ld u k la
rın ı kabul etm ek ye rin e ”
K : “ Peki, o zam an dostum , m ask em i çıkarıyo ru m . Şim di biraz daha
ciddi olacağım çünkü bu k on u ben im saham a giriyor. D an sın sim ge
olabileceği üçüncü b ir şey d ah a d ü şü n ü leb ilir.”
12. 1939 seminerinde Jung şeytan figürününtarihsel değişimini ele almıştır. “Kırmızı
şeytanın öfkeli, tutkulu bir doğası vardır, ahlâksızlık, nefret ve kural tanımaz sevgiye
neden olur"; bkz. Childrens Dreams: Notesfrom the Seminar Given in 1936-1940, ed.
Lorenz Jung and Maria Meyer-Grass, çev. Ernst Falzeder ve Tony Woolfson (Princeton:
Princeton University Press/Filemon Series, 2008), s.174.
13. Taslak şöyle devam ediyor: “Faust’tan bu tip neşeye buyurmanın nasıl birşeyolduğunu
duydun” (s. 175). Burada Goethe’nin Faust’una atıfta bulunuyor.
14. Taslak'ta: “Faust’tan bildiğiniz gibi, birçokları kendini sürüklenmeye bırakmış, kim
olduğunu unutmuştur” (s. 175).
u nutm asından daha tatlı bir şey de yoktu r. K endini unutanların sayısı
az da değildir. B azıları d a o denli kök salm ıştır k i en gü l renkli dalga
bile k ö k lerin i sökem ez. D iğ erleri h afifk en on lar taşlaşm ış, ağırlaşm ıştır.
Ben şeytanım la içtenlikle yüzleştim ve ona gerçek bir in san a olduğu
gibi davrand ım . B u n u G izem ler'de öğren dim : Bizzat iç d ü n yad a y aşa
yan bütün bilinm ez yo lc u la rı cid d iye alm ak, çünkü on lar etk ili o ld u k
ları için gerçektir d e.” B u çağın tiniyle, şeytan yoktur, dem enin hiçbir
yararı yok. B ir tanesi benim leydi. B u benim içim d e gerçekleşti. O n u n
la yapabileceğim i yap tım . O n u n la konuşabildim . İn san on a koşulsuz
olarak teslim olm ak istem iyorsa şeytanla dinsel b ir k on uşm a yapm ak
kaçınılm az çünkü bunu o ister. Din tam d a şeytanla anlaşam ayacağını
bir konu. B ağım sız b ir kişilik o larak onun ben im görüşüm ü yaygara
koparm adan kabul etm esin i bekleyem eyeceğim için bu k on u yu on u nla
halletm em gerekiyordu.
O nunla bir anlaşm aya va rm a y a çalışm am ak k açm ak olu rdu. Şey-
lanla k o n u şm ak gibi ender bir fırsat yakalarsan o n u n la bütün ciddiye-
linle yü zleşm eyi unutm a. Sonuçta o senin şeytanın. Şeytan h asm ınsa
ancak yin e senin d iğe r gö rü şü n o la rak hasm ın; sen i baştan çık arır ve
en istem ed iğin ye rd e yo lu n a taş koyar.
Şeytanı ciddiye alm ak onun tarafın a geçm ek y a d a şeytanlaşm ak
anlam ına gelmez. B ir an laşm aya va rm a k anlam ına gelir. B öylece diğer
görüşünü de kabu l etm iş olursun. B öylece şeytan tem el zem in in i yitir
miş olur, sen de öyle. Bu da iy i hoş olabilir.
H er ne k ad ar şeytan ağırbaşlılığı ve açık y ü re k liliğ i yü zü n d en d in
den b ir h ayli iğrense de öyle gö rü n ü y o r k i an cak d in y o lu y la şeytanın
bir an laşm aya yan aşm ası sağlanabilir. D an sla ilgili söyled iklerim onu
sarstı çünkü bu on un alan ın d a olan b ir k on u yd u. O yaln ızca b aşkala
rını ilgilendiren k o n u lard a cid d i olam az çünkü bu bütün şeytanların
özelliğidir. B öyle y a p a ra k onun ciddiyetine ulaştım ve böylece a n la y ı
şın olanaklı old uğu / ortak b ir zem in bulduk. Şeytan dans etm enin şevk 4/5
de d elilik de olm ad ığın a, ne birin e ne d iğe rin e m ah su s b ir neşe ifadesi
olduğuna inandı. Bu k o n u d a ben de şeytan la a yn ı fikird eyim . B öylece
benim gözüm de insanlaştı. Bense bah ard a yeşeren b ir ağaç gibiyim .
ı5 Jung1928'deetkinimgelemyöntemininsunumuyaparkenbunoktaüzerinde
durmuştur.
Y ine de neşenin şeytan o lm ası y a d a şeytanın neşe olm ası kon u su
seni düşünd ürm eli. Bu k o n u y a b ir h aftadan uzun süre k a fa yo rd u m
ve k ork arım bu da yeterli olm adı. N eşen in şeytan ın old u ğu gerçeğine
k arşı çıkıyorsun. O ysa neşenin h er zam an şeytansı b ir y a n ı varm ış gibi
gö rü n ü yo r. N eşen senin için kötü değilse o zam an olasılıkla k om şun
için ö yled ir çünkü neşe yaşam ın en yü ce çiçeklenişi ve yeşerişid ir. Bu
sen i yerle b ir eder ve y e n i yo lu el y o rd am ıyla b u lm a n gerekir çünkü
o neşeli ateşteki ışık senin için bü tü nü yle söndü. D iğ er yan d an neşe
k o m şu n u k op arıp yold an d a çık arab ilir çü n k ü yaşam yak ın ın d ak i her
şeyi y a k ıp kavuran bir m eşaledir. A teşse şeytanın elem entidir.
Şeytanın neşe old u ğu nu gö rü n ce ku şkusu z o n u n la b ir antlaşm a
yap m ak isteyecektim . O ysa n eşeyle antlaşm a yapılam az çünkü hem en
y o k olur. O halde şeytan d a tu tsak edilem ez. Evet, tutsak olm am ak
on un özündedir. Y a k a la n ırsa aptaldır ve bir tane daha aptal şeytanın
insana hiçbir ya ra rı yo k tu r. Şeytan hep otu rd u ğun uz d alı bu d am aya
çalışır. Bu d a ya ra rlıd ır ve u yk u ya ve o n u n la birlikte gelen kötülüklere
dalm an ızı engeller.
Şeytan k ötülüğe ait b ir elem enttir. Peki, y a neşe? Peşinden k oşarsan
neşenin de k ö tü lü ğü b arın d ırd ığın ı gö rü rsü n çünkü o zam an zevke ve
zevkten de doğrud an C eh ennem ’ e, ken d i C eh en n em in e ulaşırsın ve
herkesin C ehennem i a y rıd ır.'6
Şeytanla anlaşm aya va rd ığ ım d a o b en im cid d iliğim in bir p arçasını
k ab u l etti, ben de onun neşesinin b ir p arçasın ı k ab u l ettim . Bu d a bana
cesaret verdi. O ysa şeytan daha istekli old u ğu n d a insanın k en d in i k u
caklam ası gerekir.’7 N eşeyi kabu l etm ek h er zam an için teh lik eyi göze
alm aktır ancak bu d a bizi yaşam a ve yaşam ın h ayal kırıklığın a götürür,
buradan d a yaşam ım ızın bütünlüğü olu şur.18
ı 6. Taslak şöyle devam ediyor: “Dikkatini kullanan herkes kendi cehennemini bilir ama
herkes şeytanını bilemez. Yalnızca neşeli şeytanlar yoktur, bazıları da üzgündür" (s. 178).
ı 7. Taslak şöyle devam ediyor: “Daha sonraki bir macerada ciddiliğin şeytana nasıl da
uyduğunu keşfettim. Ciddilik onu daha da tehlikeli yapar ama inan bana bu ona pek de
uymaz" (s. 178-79).
18. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu yeni kazanılmış neşeyle sonunun nereye çıkacağını
bilmeden yeni maceralara atıldım. Yine de şeytanın bizi her zaman baştan çıkaracağını
bilebilirdim, öncelikle de kadınlar ile. Bir düşünür olarak zekice düşüncelerim vardı
belki ama hayatta böyle değildim. Akılsız ve önyargılıydım. Tilki kapanına hemencecik
yakalanıverecek gibiydim" (s. 179).
Ormandaki Şato 19
Cap. ii.
23. “Kore figürünün psikolojik yanları'nda (1951) Jung bu epizotu şöyle anlatıyor:
“Ormanda eski bir alimin yaşadığı eski bir ev. Aniden kızı görünüyor, bir çeşit hayalet,
insanların onu yalnızca bir fantezi olarak görmesinden şikâyet ediyor" (t e 9, 1, §361).
Jung şu yorumu yapıyor: “Düş aynı temayı ortaya koyuyor ama daha masalsı bir
düzlemde. Burada animanın karakterini hayaletimsi bir varlık oluşturuyor”(a.g.e.§ 373)
24. Taslak şöyle devam ediyor: “Dostum, dışsal görünür yaşamım hakkında hiçbir
şey öğrenmiyorsun. Yalnızca iç hayatımı, dış hayatımın karşılığını işitiyorsun.
İşte bu yüzden eğer yalnızca iç hayatım olduğunu, bunun tek hayatım olduğunu
düşünüyorsan yanılıyorsun. Çünkü içsel yaşamının dış hayatın olmadan daha zengin
olacağını düşünüyorsan yanılıyorsun, bu onu yoksullaştırır. Dışta yaşamazsan içte
zenginleşemezsin, yalnızca engellenirsin. Bu senin yararına değil ve kötülüğün
başlangıcı. Benzer şekilde, iç hayatın olmadan dış hayatın daha zengin ve güzel olmaz,
gittikçe yoksullaşır. Yolu dengeyle bulursun" (s. 188).
25. Taslak şöyle devam ediyor: “Hâlâromantik olduğum orta yaşlarıma döndüm ve orada
macerayı yaşadım” (s. 190).
sak k ızı oldu. G izem lerin çarp ık b ir b enzerin i yaşıyoru m . R o m an tik
yolu izleyerek yaşam ın tuhaflığına ve sırad an lığın a ulaştım ve b u rad a
düşüncelerin son u n a geldim ve n eredeyse k en d im i unuttum . Eskiden
sevdiğim şeyi şim di k u ru ve p örsü m ü ş olarak yaşam am gerekiyor, es
kiden a la y ettiğim e de yük sek liğin i k ısk an arak can a tm am gerekiyordu.
llu m aceranın saçm alığını kabu llen d im . B u olu r olm az d a kızın k end in i
ııasıl d ön ü ştü rd ü ğü n ü ve n asıl özerk b ir an lam ı gö sterd iğin i gördüm .
1 nsan gü lü n çlü k isteğini so ru ştu ru y o r ve bu d a değişim için yeterli.
Peki, y a erk ek lik? B ir erkeğin tam olabilm esi için d ah a ne kad ar
kadınlığa gerek d u yd uğun u b iliyo r m usu n ? B ir kadın ın tam olabilm ek
için daha ne k ad ar erkekliğe gerek d u yd u ğu n u b iliyo r m usun? K a d ın
larda kad ın lığı, erkeklerde erk ek liğ i arıyo rsu n . İşte b u yüzden h er za
man yaln ızca erkekler ve k ad ın lar var. Peki, insanlar nerede? Sen, e r
kek, k ad ın lard a k ad ın lığ ı aram a, on u k en d in d e a ra ve k ab u l et / ç ü n k ü 8/9
ona en b aşınd an beri sahipsin. O ysa erk ek liği o y n am ak h o şu n a gid iyo r
çîinkü bu o bildik düzgün y o ld a gitm ek dem ek. Sen, kadın, erkeklerde
erkekliği aram a, erkekliği k en d i içinde üstlen çünkü on a en başından
heri sahipsin. O ysa bu seni eğlen d iriyo r ve k ad ın lığ ı o y n am ak kolay,
sonuçta erkek seni k ü çü m sü yo r çü n kü ken d i k ad ın lığın ı da k ü çü m sü
yor. O ysa insanoğlu e rk e k v e kad ın d ır, yaln ızca e rk e k y a da kad ın değil.
Ruhunun cin siyetin i öylece söyleyem ezsin. O ysa y a k ın d an bakarsan en
erkeksi erkeğin kad ın ru h u old u ğu n u , en k ad ın sı k ad ın ın erkek ruhu
olduğunu görürsün. N e k ad ar erkeksi olu rsan , gerçek k ad ın senden o
kadar u zak olu r çünkü ken d i için deki kad ın yabancıdır ve h o r görür. 26
Şeytandan bir parça neşe alır ve bu n u n la m aceralara atılırsan zev
ki kabullenirsin. Z evk se hemen istediğin her şeyi kend in e çeker ve o
/.aman zevkin seni yağm alıyo r m u y o k sa yüceltiyor m u, k arar verm en
1-\erekir. Şeytandan olursan, çoklu k peşin d e k ö r istekle bo calarsın ve bu
da seni yold an çıkarır. Şeytandan değil, k en d i olan biri olarak kendinle
kalırsan insanlığını hatırlarsın. K ad ın lara kendiliğinden e rk e k gibi de-
■<> ı92ideJung Psikolojik Tipler de şöyle yazmıştı: “Çok kadınsı bir kadının erkeksi bir ruhu
olur, çok erkeksi bir erkeğin de kadınsı ruhu. Bu karşıtlığın nedeni, örneğin, bir erkeğin
bütünüyle erkeksi olan şeylerde olmaması, normalde belirli kadınsı özelliklerinin
olmasıdır. Görünür tutumu ne kadar erkeksiyse kadınsı özellikleri o derece silinir ve
bunun yerine bilinçdışında ortaya çıkarlar" (te 6; §804). Jung erkeğin kadınsı ruhunu
anima, kadının erkeksi ruhunu animus olarak tanımlamış ve bireylerin kendi ruh
imgelerini karşıt cinsin üyelerine nasıl yansıttığını tanımlamıştır (§ 805).
ğil, b ir insan olarak, yan i on u nla a yn ı cinsiyetten b iri gibi d avranırsın.
K e n d i k a d ın lığ ın ı hatırlarsın. O zam an sana erkek değilm işsin , adeta
aptalm ışsın ve kad ın sıym ışsın gib i gelebilir. O ysa gülü nç olan ı kabul-
lenm elisin, y o k sa ü züntü ye kap ılırsın ve öyle b ir zam an gelecek ki en
beklem ed iğin anda gafil avlan acak ve gülünç olacaksın. Ç o ğ u erkek
için k ad ın lığın ı kabul etm ek acı bir tat ve rir çünkü bu ona gülünçlük,
güçsüzlük ve çirk in lik gibi görünür.
Evet, sanki bütün erd em ini yitirm iş, k ü çü k düşm üşsün gibi. E rk ek
liğin i kabu l eden kadın için de ay n ı şey geçerlidir.27 Evet, bu sana k ö
lelik gibi gelir. Sen ruhunde gereksin im d u yduğun şeyin kölesisin. En
erkeksi adam k ad ın lara gereksinim d u yar ve sonuçta onların kölesidir.
Kendin k ad ın ol ve kad ın a köle olm aktan k u rtu l.28 Bütün erkekliğinle
alayı savuşturam adığın sürece m erham etsizce kadına terk edilirsin . Bir
kere de kad ın elbiseleri giym ek sana iyi gelecek. Sana gülecekler am a
b ir kad ın olarak sen kad ın lardan ve onların zorbalığın dan özgürlüğünü
kazanacaksın. K ad ın lığın kabul edilm esi tam am lan m ayı getirir. A ynı
şey erkekliğini kabul eden kad ın iç in de geçerlidir.
E rkeklerd eki k ad ın lık kötülükle bağlıdır. Onu şehvet yolu nda b u
lu ru m . K ad ın d ak i erkeklik kötü lü kle bağlıdır. B u n ed en le de insanlar
ken d i ötekilerini kabu llenm ekten n efret eder. O ysa on u kab u l ettiğin
de, insanın tam am lan m ası ile bağlan tılı olan gerçekleşir. Y a n i, alay
edilen kişi o ld u ğu n d a ruhun beyaz kuşu uçm aya başlar. U zaklard ayd ı
am a k ü çü k düşm en onu harekete geçirdi. 29 Gizem sana yaklaşıyo r ve
çevrende olup bitenler m ucizevi. Güneş m ezarın dan yükselince altın
bir ışık parıldıyor. B ir erkek olarak ru h u n y o k çünkü ruhun kadında,
b ir k ad ın o la rak ruh un y o k çün kü ruhun erkekte. O ysa insan old u ğ u n
da ruh un sana gelir.
K e y fi ve y a p a y o larak yaratılm ış sın ırlar için de k alm ak iki yü ksek
d u var arasın d a yü rü m eye benzer; dünyanın en gin liğin i görem ezsin.
27. Jung’a göre erkeklerde anima, kadınlarda animus ile bütünleşme kişiliğin gelişimi için
gerekliydi. 1928de karşı cinsin üyelerinden yansıtmayı çekmeyi ve bunların bilincine
varmayı gerektiren bu süreci Ben ile Bilinçdtşt Arasındaki İlişkilerde anlatmıştır (kısım 2,
bölüm 2, te §296).
28. Düzeltilmiş Taslak'ta bu ifade yerine: “Oysa içindeki kadınsıyı kabul ederse kadınlara
köle olmaktan kurtulur" (s. 178).
29. Albrecht Dietrich: “Genel inanış sıklıkla ruhu en baştan kuş olarak görür” (Abraxas.
Studien zur Religionsgeschichte des spatern Altertums [Leipzig, 1891], s. 184).
O ysa gö rü şü n ü kapatan d u varları yık arsan ve en gin lik ve on u n sonsuz
belirsizliği sana k o rk u yla esin verirse, işte o zam an için deki eskilerden
gelen uyuyan uyan ır ve beyaz ku ş onun ulağıdır. O zam an k aosu n y a ş
lı terbiyecisinden haber alm an gerekir. Sonsuz m ucize orada, kaosun
karm aşasında barınır. D ü n yan h arik alarla d olm aya başlar. İnsan y a l
nızca d üzen li bir d ü n yaya ait değildir, ay n ı zam anda ruhunun m uci-
ze-d ünyasına aittir. Sonuçta dü zenli d ü n yan ızı rezil etm eniz gerekir k i
çok fazla k en d in iz in d ışın d a olm aktan kurtulasınız.
Ruh ların ız b ü y ü k bir gereksin im içinde çü n k ü d ü n yasın a k ıtlık
çökm üş. K endinizin dışına bakarsanız uzaklard aki o rm an ı ve d ağları
görürsünü z ve gö rü m ü n ü z on ların üzerinde yıld ızların âlem ine tırm a
nır. K en d i için ize bakarsanız bu kez de y a k ın ı u zak ve sonsuz olarak
görürsünüz çünkü içteki d ün ya en az dıştaki d ü nya kad ar sonsuzdur.
I'ıpkı b ed enleriniz aracılığ ıyla dünyanın çok lu özünün b ir p arçası o l
m anız gibi ruhunuz aracılığıyla iç d ü n yan ın ço k lu özün ün bir parçası
olursunuz. B u iç d ü n ya gerçekten sonsuzdur ve h içb ir şekilde dış dün
yadan yo k su l değildir. İnsan ik i d ü n yad a yaşar. B udala ise y a orad a ya
burada yaşar, hiçbir zam an orad a ve b urad a yaşam az.
’°B elk i de yaşam ın ı araştırm aya adayan birisin in tinsel b ir yaşam
sürdüğünü ve ruh unun d iğer herkesten d ah a geniş b ir ölçüde / y a şa 9/10
d ığ ın ı d üşün üyorsun . O ysa bu yaşam d a dıştır, tıpkı dış şeyler için
yaşayan b ir adam ın ya şam ı gibi. B öyle b ir bilgin dış şeyler için d eğil
dış düşünceler için, yan i k en d isi için değil, nesnesi için yaşar. B irisin in
kendini bütünüyle dışta yitird iği ve y ılla rın ı a şırılık için de h arcad ığı
söylenirse a yn ı şeyi bu y a şlı adam için de sö ylem ek gerekir. K en d in i
kitaplara ve başkaların ın dü şün celerine fırlatıp atm ıştır. Son uçta ruhu
b ü yü k b ir gerek sin im için ded ir, k en d in i aşağ ılam ası ve o n ayın ı alam a
dığı h er yaban cın ın o d asın a k o şu p b u nun için dilenm esi gerekir.
İşte bu yüzden yaşlı bilginleri gü lü nç ve on u rsuz b ir şekilde o n ay
lanm a peşinde koşarken görürsün. A d ları an ılm ad ığın d a alın ırlar, ayn ı
şeyi bir başkası daha iy i söylediğinde can ları sıkılır, birisi görü şlerind e
en ufak b ir d e ğ işik lik yap tığın d a çileden çık arlar. B ilginlerin to p lan
31. İnsanca, Pek İnsanca, Nietzsche’nin 1878 yılından itibaren üç parça olarak yayımlanan
kitabının adıydı. Burada psikolojik gözlem “insanca, pek insanca” olan üzerine düşünme
olarak anlatılır.
beşikten m ezara çıkaran insan h ayvan ın iğrenm esi, pisliği, süprüntüsü
olduğunu bildiğin için hoş dü nyanın ötesinde uzanan h er şeyi tükürüp
lanetlem ek istersin.
O ysa b u rad a d uram azsın, iğ ren m en i b u rad a-ve-şim d in ile öten
arasına k o y m a. Ö tene giden y o l C eh en n em ’den, aslın d a sana özgü Ce-
hen nem 'den geçer ve o ra d a dip te d izlerine kad ar çıkan m olozlar v a r
dır, h avası m ilyon ların nefesiyle k irlettiği havadır, ateşleri cüce arzular,
şeytanları d a asılsız işaret levh alarıd ır.
T ik sin d irici ve iğrenç olan h er şe y san a özgü C eh enn em in. B aşk a
türlü nasıl olabilird i? D iğer bütün C ehennem ler en azından gö rm eye
değer ya da eğlenceliydi. O ysa b u asla C eh ennem değildir. Senin C e
hen nem in tapınağınd an b ir lanet ve tekm eyle çıkarttığın h er şeyden
olu şuyor. K endi C eh en n em in e adım attığın d a güzellikte acı çeken biri
ya da gu ru rlu bir p a ry a gibi geld iğin i d üşü nm e asla, b ir aptal ve m e
raklı b ir b u d a la gibi geld iğin i ve m asa n d a n dü şen k ırın tılara hayretle
baktığını d üşün.32 / ıo/11
G erçekten öfkelenm ek istiyorsun am a ayn ı zam anda da öfkenin sana
ne kadar iyi uyduğunu görüyorsun. Cehennem i gülünçlüğün kilom etre
lerce uzanıyor. Sövüp sayabilirsen ne ala! K ü frü n hayat ku rtarıcı olduğu
nu göreceksin. Ö yleyse eğer Cehennem ’den geçersen yolu na çıkan herke
se gerekli dikkati gösterm eyi unutma. Küçüm sem eni ya da öfkeni uyaran
her şeye sessizce bak, böylece benim solgun kızla yaşadığım ı sen de ger
çekleştirmiş olursun. Ruhsuza ruh verirsin ve böylece korkunç hiçlikten
çıkıp bir şey olabilir. Böylece ötekini hayata fidye olarak verirsin. D eğerle
rin seni şu an olduğun şeyden uzaklaştırm ak, kendinin önüne ve ötesine
koym ak istiyor. V arlığınsa seni kurşun gibi dibe çekiyor. A y n ı anda ikisi
ni birden yaşayam azsın çünkü onlar birbirini dışlıyor. O ysa yold a ikisini
birden yaşayabilirsin. Öyleyse seni yo l kurtaracak. A yn ı anda hem dağda
hem vadide olam azsın am a yolun seni dağdan vad iye, vadiden dağa götü
rür. Ç o k şey eğlenceli başlar ve karan lık C ehennem ’in düzeylerine g i d e r i
34. El Yazması Taslak’ta: “Üçüncü Macera" (s. 440). Düzeltilmiş Taslak’ta: “Düzenbaz,”
sonradan üzeri kâğıtla kapatılmış (s. 186).
35. 29 Aralık 1923.
ki bu k u ru m u küçü m seyen ve ken d in den başka herkes beğendiği için
bunlardan uzak d u ran lara yö n elik sinem alar var. /
B: “ Sin em an ın en çok h angi yö n ü yle ilgilen iyorsu n ?”
O: “ H er tü rlü m ü th iş gösteriyi izleyebilirsin orada. E vlerin d u va rla
rını tırm anan bir adam vardı. B iri de başını kolu n u n altında taşıyordu.
1 latta biri ateşin ortasında d u ru yo rd u am a yanm ıyordu . Y a p tık ları şey
ler gerçekten de olağanüstü.”
Z ih in sel u y a rılm a d ediği şey de bu işte! Bekle, bu gerçekten de o la
ğanüstü: erm işler de b a şları k o ltu kların d a gezm iyor m u y d u ?’6 A ziz
1-ransis ve A ziz Ignatius göğe yükselm em iş m iydi? K ızgın ocaktaki üç
adam a ne d em eli?’7 A cta Sanctoru m ’u (Azizlerin İşleri) tarihsel sinem a
olarak gö rm ek dine k ü fü r d eğil m i?38 A h , b u gü n ü n m ucizeleri söylen-
(t'sel değil, teknik. Yoldaşım a d u y gu lu gözlerle b akıyoru m -o d ü nyan ın
larihini yaşıyo r- y a ben?
B: “ K esinlikle çok iyi yapılm ış. B u n a b en zer başka şeyler görd ü n
ıııü?”
O: “Evet, İsp an ya K ra lı’nın öld ü rü ld ü ğü n ü g ö rd ü m .”
B: “ İy i de o öld ürülm ed i k i.”
O: “ E v e t, am a fark etm ez, son u çta lanet kapitalist k rallard an b iriy
di. En azından b irin i hallettiler. H epsini h alledebilseler in san lar ö zg ü r
lüklerine k avu şu rd u .”
T ek b ir söz daha söylem eye cesaretim y o k : W ilhelm Tell, Friedrich
S ch iller'in eseri; adam kah ram an lık öy kü sü n ü n akışında, tam ortasın
da d uruyor. U yu yan h alk a tiranın katlin i d u yu ru yo r.39
ıft Bu motifZürih şehir ambleminde bulunur, üçüncü yüzyılın sonunda şehit olmuş Felix,
Regula ve Exuperantius.
Bunlar Nabukadnezar’ın diktirdiği altın puta tapmadıkları için kızgın fırına yolladığı
ve Danyal 3’te anlatılan Shadrach, Meshach ve Abednego olabilir. Bedenleri ateşten
etkilenmemişti ve bunun üzerine Nabukadnezar Tanrılarına karşı gelenin kesilerek
öldürülmesini buyurmuştu.
\H. Acta Sanctorum bayram günlerine göre düzenlenmiştirve ermişlerin yaşamlarını
ve efsanelerini anlatır. Bollandist Babalar olarak anılan Cizvitler tarafından 1643te
Belçika’da yayımlanmaya başlamıştı ve altmış üç folyo ciltten oluşuyordu.
19 Schiller, Wilhelm Teltde (1805) İsviçre kantonlarının on dördüncü yüzyılın başında
Avusturya Habsburg İmparatorluğu na başkaldırmasını anlatır. Bu başkaldırı sonunda
İsviçre konfederasyonu kurulmuştur. 4. perde sahne 3’teWilhelm Teli imparatorluk
temsilcisi Gessler’i öldürür. Orman muhafızı Stüssi “Ülkenin tiranının öldüğünü,
bundan sonra baskı olmayacağını” duyurur: “Artık özgürüz.” (W Mainland [Chicago:
University of Chicago Press, I973], s. 119).
H ana, k ö y m eyhanesine ulaştık. Yeterince tem iz b ir salonu v a r ve
birkaç adam bir köşede bira içiyor. Beni bir “b eyefen d i” olarak g ö rü
y o rla r ve iy ice köşede bir ucu k areli örtüyle k ap lı m asa y a otu rtu yorlar.
Ö teki m asanın diğer ucu na otu ru yor, o n a d oğru dürü st b ir akşam y e
m eği ısm arlam aya k arar ve riy o ru m . Zaten o d a açlık ve beklenti içinde
b a k ıy o r; tek gözüyle.
B: “ G özün ü nerede yitird in ?”
O: “ B ir dalaşta. Y in e de bıçağım ı karşım d akin e iyice sokm ayı b a
şardım . O ndan son ra üç a y yattı. B a n a altı a y verd iler a m a hapishane
h ayatı güzeldi. O zam an baştan aşağı yen iyd i. Ç ilin girh an ed e çalıştım .
Y a p a c a k pek bir şey y o k tu am a insanın k arn ı d o y u y o rd u . H apishane
aslında o kad ar d a kötü d eğil.”
E sk i b ir m ah k û m la kon u ştu klarım ı k im sen in dinlem ediğin den
em in olm ak için çevrem e b akın ıyo ru m . İlgilen en kim se y o k gibi. İyi
h oş bir arkad aş bulm uşu m kendim e anlaşılan. H ayattayken içini g ö r
m eyenler için C eh en n em ’de de hapish aneler v a r m ı acaba? B u arada,
gerçekte en az b ir kez en dibi, daha fazla düşüşün olm ad ığı, en iy i o la
sılık la yu k arıya çıkışın olduğu, in sanın gerçekliğin tüm yü k sek liği k a r
şısında b ir kez olsun du rd u ğu o yeri gö rm ek özellikle güzel b ir duygu
olm alı, değil m i?
O: “ B ö yle ce a rtık sok aklard ayd ım çü n k ü artık b ir sü rgü n d ü m . S o n
ra F ran sa ’y a gittim . N efis b ir y e rd i.”
G üzellik neler istiy o r böyle! B u ad am d an b ir şeyler öğrenilebilir.
B: “ N ed en dalaştın o adam la?”
O: “ B ir k ad ın için. K a rn ın d a p içini taşıyo rd u am a ben o n u n la e v
lenm ek istiyord um . D o ğu m y a k ın d ı am a o o la y d a n son ra son ra iste
m edi. B ir d ah a d a h aberin i alm ad ım .”
B: “ Ş im d i kaç yaşın d asın ?”
O: “ B ah a rd a otuz beş olacağım . D ü zgü n b ir iş bu lu r bulm az evlen e
biliriz. E ve t, bulacağım b ir tane, bu lacağım . C iğerlerim d e b ir soru n var
am a yak ın d a iyileşirim .”
12/13 / Ö ksürü k nöbetine tu tuluyor. D u ru m u n u n iyi olm ad ığın ı d ü şü n ü
yo ru m ve şeytanın şaşm az iyim serliğin i sessizce takd ir ediyoru m .
A k şa m yem eğinden sonra m ütevazı od am a yatm aya gidiyorum . D i
ğerinin de yan o d a ya yerleştiğini işitiyorum . B irk a çk e z öksürüyor. Sonra
sesi kesiliyor. N eden sonra yarı-b o ğu k bir öksü rü kle birlikte acayip bir
iniltiye ve çağıldam a sesine uyanıyorum . K u lak kesiliyorum ; bu o ku şk u
suz. T eh likeliye benziyor. Y ataktan fırlayıp üzerim e b ir şeyler alıyorum .
O dasının kapısını açıyorum . İçeriye a y ışığ ı akıyor. A d am giysileriyle bir
sam an döşek üzerinde yatıyor. A ğzın d an k oyu kan akıyor ve yerdeki bi
rikintiyi besliyor. N efesi k esilir gib i in ildiyor ve kan tükürüyor. K alkm ak
istiyor am a gerisin geri düşüyor. Onu tutm ak için koşu yoru m am a ölü
mün elinin üzerinde olduğunu görüyorum . İk i kez kan kusuyor. Filerim
kana bulanıyor. K u ru b ir iç çekişle vü cud u gevşiyor, kolları bacakları h a
fifçe titriyor. H er şe y ölüm ün sessizliğine bürünüyor.
N ered eyim ? Ö lüm ü hiç d ü şü n m eyen ler için de C eh en n em ’de ölüm
vakaları v a r m ıdır? K an lı ellerim e b akıyoru m ; adeta b ir katilin elleri...
elim e yap ışıp kalan kardeşim in k an ı değil m i? A y kara gölgem i odanın
beyaz d u varların a b o yu yo r. B u rad a ne yap ıyoru m ? Bu k o rk u n ç dram
nedendir? Soru d olu gözlerle tan ığım olan a y a bakıyoru m . B unun ayla
ilgisi ne? Daha k ötü lerin i gö rm em iş m iydi zaten? K ırgın gözlere yüz
binlerce kez p arlıld am ad ı mı? O n u n sonsuz çu ku rları için ön em siz bir
şey bu kuşkusuz; b ir e k sik bir fazla. Ö lüm ? Y a şa m ın k o rk u n ç ald atm a
casını açığa ç ık arm ıy o r m u? Ö yleyse b ü y ü k olasılıkla a y için değişen
bir şey yok, k im göçerse, nasıl göçerse göçsün. Y aln ız biz bu nu n için
yaygara koparıyoruz; ne hakla?
B u adam ne yapm ıştı? Ç alıştı, a y la k lık yaptı, güldü, içti, yedi, u y u
du, bir kad ın u ğru n a gözlerinden birini verd i ve on u n için kendi adını
kirletti. D ahası, insan söylencesini belirli b ir tarzda yaşadı, h arik alar
yaratan lara h ayran oldu, tiran ların ölü m ü n ü kutlad ı ve belirsizce in
sanların özgürlüğünü düşledi. Sonra... son ra d a sefalet için de öldü,
herkes gibi. B u genel olarak geçerli. Y e re oturdum . Y eryü zü n d e ne
gölgeler am a! B ü tü n ışıklar son um u tsuzlu k ve yaln ızlık için d e eriyip
gidiyor. Ö lüm geldi ve yas tutacak kim se kalm adı. B u b ir nih ai d oğru
ve bilm ece değil. N asıl b ir sanrı bilm ecelere in an m am ızı sağladı?
43. (Birinci Gün) Elyazısı Taslakta: “Dördüncü Macera: Birinci Gün" (s. 476). Düzeltilmiş
Taslak’ta: “1. Akşam Ölür” (S. 201).
44. 30 Aralık 1913. Kara Kitap 3’te Jung şu notu düşmüş: “Hertürlü şeybeni insanlığa
hizmet etmek için sıkı sıkıya sarıldığımı düşündüğüm bilimsel çalışmamdan
uzaklaştırıyor. Şimdi ise ruhum, beni yeni şeylere sürüklüyorsun. Evet, bu aradaki
dünya, yolsuz, çoklu, sersemletici. Eskiden bana yabancı olan yeni bir dünyaya
ulaştığımı unutmuştum. Ne bir yol ne bir patika görüyorum. Ruha dair inandıklarım
burada gerçek olmalı, yani kendi yolunu daha iyi bilmeli, hiçbir yönelim ona
daha iyi bir yol salık verememeli. Bilimden büyük bir parçanın kopup düştüğünü
hissediyorum. Ruh ve ruhun yaşamı için böyle olması gerekiyor herhalde. Bunun
yalnızca benim için olması gerektiği, belki de hiç kimsenin çalışmalarımdan bir
anlayışa ulaşamayacak olduğu düşüncesi acı verici. Yine de ruhum buna ulaşmak
istiyor. Bunu yalnızca kendim için yapabilmeliyim,Tanrı için yaptığım umudu
taşımadan. Bu gerçekten de zorlu bir yol ama Hristiyanlığın ilk yüzyıllarındaki o
toplum kaçkınları ne yapmıştı? Erek için yaşamaya en yetersiz olanlar onlar mıydı?
Sanmam çünkü çağlarının zorunluluğu açısından en amansız sonuçlara onlar
ulaşmıştı. Karılarını ve çocuklarını, varlıklarını ve başarılarını artlarında bırakmışlardı
ve Tanrı uğruna çöle gitmişlerdi. Öyle olsun o zaman” (s. 1-2).
K ap ıyı sessizce açıyorum . Beyaz ketenden bir harm ani giym iş bezgin
bir adam , sırtını d u v a ra yaslam ış, bir h asırın üzerinde otu ru yor. D iz
lerin in üzerinde siyah , güzel b ir el y a z ısıy la yazılm ış sarı bir p arşöm en
v a r; k u şk u su z Y u n a n İncili. L ib y a çölü n ü n m ü ze visi k arşım d a.45
B: “ Seni rah atsız etm iy o ru m y a b ab a?”
M : “ B en i rahatsız etm iyorsu n a m a b an a baba diye seslenm e. Ben de
senin gibi b ir adam ım . İsteğin n ed ir?”
B: “ İsteğim olm adan geldim . Ç öldeki bu y ere rastlantı eseri geldim ve
yukarıda kum larda gördüğüm izler boyunca d aire çizerek sana ulaştım .”
M : “ G ü n d o ğu m u n d a ve batım ında yap tığım gü n lü k yü rü yü şlerin
izlerine rastlam ışsın.”
B: “ Düşkünlüğünü bölüyorsam affet beni, seninle olm ak ender bula
bileceğim bir fırsat benim için. D aha önce hiç bir m ünzevi görm em iştim .”
M : “ B u v a d i b o yu n ca görebileceğin b irkaçı d ah a var. B azıları benim
gib i kulübelerde, diğerleri eskilerin k ayalara oydu ğu m ezarlardı. Ben
vadinin en yu k arısın d a yaşıyo ru m ç ü n k ü bu rası en kim sesiz, en sessiz
y e r ve b u rad a çölü n h u zu ru n a d ah a yakın ım .
B: “ U zu n süred ir m i b u rad asın ?”
M : “ B elki on yıld ır b u rad ayım a m a aslın d a ne k ad ar zam an geçti
ğini h atırlayam ıyo ru m artık. B elki birkaç y ıl daha fazladır. Z a m a n çok
hızlı geçiyor.”
B: “ Z a m a n çabuk m u geçiyor? N asıl olur? H ayatın kork u tu cu b ir
tekdüzelik için d e olm alı.”
M : “ Z a m a n benim için k esin lik le hızlı geçiyo r. H atta çok hızlı. A n
laşılan sen b ir putperestsin, ö y le m i?”
B: “ Ben m i? H ayır, p ek değil. H ristiyan in an cıyla yetiştirild im .”
M : “ Peki, o halde, zam an ın b e n im için yavaş geçtiğin i nasıl sö y
lersin? Y a s tutan bir adam ın neyle m eşgul old u ğu n u bilm en gerekir.
Y aln ızca aylaklar sık ılır.”
45. Bir sonraki bölümde münzevi Ammonius olarak ortaya çıkıyor. 3 ı Aralık 1913 tarihli
bir mektupta Jung münzevinin üçüncü yüzyıldan geldiğini yazıyor. Bu dönemde
İskenderiye'de yaşamış üç tarihsel Ammonius var: Üçüncü yüzyılda yaşamış Hristiyan bir
filozof olan Ammonius’un bir zamanlar İncillerdeki Orta Çağ bölünmelerinden sorumlu
olduğu düşünülüyordu. Ammonius Cetus, Hristiyan olarak doğmuş, ancak sonradan
Yunan felsefesine dönmüştü ve çalışmalarında Platonculuktan Yeni Platonculuğa geçiş
görülüyordu; beşinci yüzyılda yaşamış Yeni Platoncu Ammonius da Aristo ile İncil’i
uzlaştırmaya çalışmıştı. İskenderiye’de Yeni Platonculuk ile Hristiyanlık arasında bir uyum
vardı ve son Ammonius’un bazı öğrencileri Hristiyanlığı kabul etmişti.
B: “ Y in e , bağışla b e n i, m erakım büyük. O zam an neyle m eşgul o lu
y o rsu n ?”
M : “ Ç o c u k m usun sen? Ö ncelikle, oku d u ğu m u gö rü yo rsu n ve
b u n u d üzenli saatlerde y a p ıy o ru m .”
B: “Evet, a m a b u ra d a seni m eşgul edebilecek h işçbir şey gö re m iy o
rum . Bu kitabı baştan sona kim bilir kaç kez okudun. Ü stelik, d üşün
d üğüm gibi İn cilse bu kitap, tah m inim bu kitabı ezbere b iliyo rsu n d u r.”
M : “ N e k ad a r çocukça kon uşuyo rsu n ! İn san ın bir kitabı b irç o k kez
okuyabileceğini bilm iyo r olam azsın. N ered eyse ezbere biliyor olsan
bile ön ün d ek i satırlara b ir kez d ah a baktığın d a bazı şeyler yen i g ö rü
nebilir y a da daha önce aklın a gelm eyen düşüncelerle karşılaşabilirsin.
H er b ir söz tininde b ir şeyler üretebilir. En son u n da d a kitabı b ir hafta
bir y an a bıraktıktan ve tinin çeşitli farklı değişiklikler yaşad ıktan sonra
b ir kez daha başlad ığın d a zihninde y en i şeyler u yan ır.”
B: “B unu kavram ak ta zorlan ıyoru m . K itap b ir ve ayn ı k alıyor, çok
derin, evet tanrısal bir konu olduğuna kuşku y o k am a kesinlikle sayısız
yılı dolduracak k ad ar zen gin d eğild ir.”
M : “B eni şaşırtıyorsu n . O zam an, bu kutsal k itabı nasıl okudun?
G erçekten de içinde ya ln ız c a tek ve a y n ı anlam ı m ı gö rü yo rsu n hep?
N ered en geliyorsun sen? Sen gerçekten de bir putperestsin.”
B: “Y alvarıyo ru m sana, b ir putperest gib i okuyorsam bunun için beni
suçlam a. Seninle konuşm am a izin ver. Senden öğrenm ek için bu rad a
yım . B eni cahil b ir öğrenci olarak gör, zaten bu k o n u lard a cahilim .”
M : “Sana putperest d iyo rsam am acım hakaret etm ek değil. H atır-
16/17 lad ığım k ad arıyla ben de / senin gibi putperesttim . O halde cahilliğin
yüzünden seni nasıl su çlayabilirim ?”
B: “ Sab rın için teşek k ü r e d iy o ru m sana. N asıl o k u d u ğ u n u ve bu k i
taptan ne ald ığın ı ö ğren m ek benim için çok ön em li.”
M : “ S oru n u yan ıtlam ak k o la y değil. K ö r birin e renkleri anlatm ak
daha kolayd ır. H er şeyin ötesinde bir şeyi bilm en gerekir; sözlerin
sıralanm ası yaln ızca tek bir anlam taşım az. O ysa in sanlar kesin bir
dile sahip o lm ak için ard ışık sözlere tek b ir an lam atfetm eye çalışır.
Bu d ü n y e v i ve d ar b ir çabadır ve tanrısal y a ratm a tasarısının en derin
tabakalarına aittir. T an rısal d ü şü nceyi anlayışın daha yü k se k düzeyle
rinde sıralanm ış sözlerin b ird en fazla geçerli an lam ı old u ğu görülür.
Sıralanm ış sözlerin bütün anlam larını bilm ek yaln ızca her şeyi bilene
özgüdür. B iz h er seferinde birkaç an lam daha k avram aya çalışırız.”
B: “ Seni d oğru a n lıy o rsa m Y e n i A h it’teki kutsal yazıların da bazı
Y ah u di bilgin lerin kendi k u tsal k ita p ları için id d ia ettiği gibi bir an laşı
lır b ir de içrek çift anlam ı old u ğu n u söylü yo rsu n .”
M : “ Bu k ö tü batıl in an ç benden uzak. T an rısal k o n u la rd a baştan
aşağı den eyim siz o ld u ğu n u gö rü y o ru m .”
B: “ B u kon u lard aki derin bilgisizliğim i itira f etm eliyim . Y in e de s ı
ralanm ış sözlerin ç o k yüzlü anlam ı k o n u su n d a d üşü n d ü klerin üzerine
d eneyim ve a n layışa istekliyim .”
M : “ N e ya z ık ki b ild iğ im h er şey i san a an latab ilecek b ir k o n u m
da d eğilim . Y in e de en azın d an ö g eleri san a açık lam aya çalışacağım .
B ilgisizliğ in yü z ü n d e n bu kez fark lı b ir yerd en b a şlay a ca ğım . Şunu
bilm en g erek iyo r, ben H ristiy a n lık la tan ışm ad an ön ce İsk e n d e riy e ’de
bir h atip ve filozoftum . B irço k R o m a lı, b irkaç b arb ar ve ay n ı zam an d a
G a lya lı ve B ritan yalılard a n o lu şan ç o k sa y ıd a ö ğ re n cim vard ı. O n lara
yaln ızca Y u n a n felsefe ta rih in i d eğil, a y n ı zam an d a ye n i d iz ge leri de
öğrettim ve Y a h u d i o la rak a n d ığ ım ız P h ilo ’nun dizgesi de bu nlard an
b iriyd i.46 K ıv ra k b ir zekâsı va rd ı am a d izgeler geliştiren Y ah u dilerde
alışkan lık old u ğu üzere, olağan ü stü soyu ttu ; d ah ası k en d i sözlerin in
kölesiydi. O na k en d i sö zlerim i ekled im ve bu sözlerd en y a ln ız ca d in
leyic ile rim i değil, k en d im i de tu zağa d ü şü rd ü ğ ü m acım asız b ir ağ ö r
düm . K en d i ya ra tıla rım ız olan sö zler ve ad lar a ra sın d a k arm a k arışık
olduk ve on lara tan rısal gü ç atfettik. E vet, h atta gerçek o ld u k ların a
bile inand ık, tan rısala sah ip o ld u ğ u m u za ve bunu sözcü klere ak ta rd ı
ğım ıza in a n d ık :’
B: “ Peki, am a P h ilo Judeus, eğer k astettiğin oysa, cid d i b ir filo z o fv e
büyük bir düşünürd ü. H avari Y a h y a bile P h ilo ’nun düşüncelerinden
bazılarını İn ciline almıştır.”
46. lskenderiyeli Philo olarak da anılan Philo Judeaus (LÛ 20 - İ.S. 50) Yunanca konuşan
Yahudi filozof. Çalışmalarında Yunan felsefesi ile Yahudilik bir araya gelir. Philo’ya
göre, Platonik bir terim olan “To On” (Bir) olarak andığı Tanrı aşkındı ve bilinemezdi.
Tanrı‘nın belirli güçleri dünyaya ulaşmıştı. Tanrı’nın usyoluyla bilinen yönü tanrısal
Logos’tu. Philo’nun Logos kavramı ile Yuhanna İncili arasındaki ilişki üzerine birçok
tartışma olmuştur. 23 Haziran 1954’te Jung, James Kirschfe şöyle yazmıştı: “Yuhanna’nın
yaydığı ruhani bilgi kesinlikle Yahudilikle bağlantılı ama özünde Logos öğretisinin
kurucusu olan Philo Judaeus’un tarzında ve Helen” (]A).
M : “H aklısın. Philo’nun d a dili diğer b ir çok filozo f gibi donattığı doğ
rudur. O dil sanatçılarından biridir. Y in e de sözler T an rı olm am alı.” 47
B: “ Bu noktada seni anlam akta güçlü k çekiyoru m . Y a h y a ’nın în ci-
li’nde şö y le yazm ıyor m u? Tanrı Söz’dü. Senin şu an d a yad sıd ığın konu
bana oldukça belirgin geliyor.”
M : “ Sözlerin kölesi olm aktan sakın kendin i. îşte în cil. Şu alıntının
olduğu yeri oku: Yaşam on dayd ı. Y ahya b u rad a ne d iyo r?” 48
B: “ ‘V e yaşam insan ların ışığ ıy d ı ve ışık k aran lıkta p a rla r am a k a
ran lık on u anlam adı. T a n rı’nın gö n d erd iği k işi o ld u , ad ı Y a h y a ’y d ı ve
o tan ık olarak geldi, ışığın tanığı o lm ak için. G erçek ışık, her bir insanı
aydınlatan ışık d ü n yaya geldi: O d ü n yad ayd ı ve d ü n y a on un a racılığ ıy
la olu şa geldi ve d ü n ya on u kabu l etm ed i.’ B urad a bunlar yazıyor. Sen
ne an lıyo rsu n bun lard an ?”
M : “ Söyle o halde, n ed ir bu A O rO Z [Logos] b ir kavram m ı, b ir söz
c ü k m ü? O ışıktı, aslın d a b ir insan ve in san lar arasın d a yaşadı. G ö rü
yo rsu n , P h ilo yaln ızca Y a h y a ’y a sözü ödün ç verd i ve Y a h y a da insanın
oğlunu anlatm ak için ‘ışık ’ sözcü ğü nü n y an ı sıra ‘A o r o : ’ sözcüğünü
kullandı. Y a h y a yaşayan in san lara A o r o z ’un an lam ın ı verd i am a Phi-
lo A o r o z ’u yaşam ı, h atta tan rısal y a şam ı çiğneyen ölü k avram olarak
verdi. B u yold an ölü yaşam kazanm az ve canlı öld ürülür. îşte bu da
benim korkunç h atam d ı.”
B: “ N e dem ek isted iğ in i an lıyo ru m . B u benim için yen i bir düşünce
17/18 v e üzerinde d üşünm eye değer. Ş im d iye d ek h ep Y a h y a ’d aki anlam ın /
bu olduğunu, y an i A o r o z ’un insanın oğlu old u ğu nu ve bu sözcükle
alçağı yü k sek tine, A o r o z ’un d ü nyasına çıkardığın ı düşündüm . O ysa
tam tersini, yan i Y a h y a ’nın A o r o z ’un an lam ın ı insana in d ird iğin i g ö r
m em i sağlad ın sen.”
47. 1957’de Jung şöyle yazmıştı: “Dindışılığın yaygın olmasına karşın çağımızın, sözün gelişi,
doğuştan Hristiyanlık devrinin edinilmesi, dünyanın üstünlüğü, Hristiyanlık inancının
temsil ettiği temel figür olan Logosla yüklü olduğu doğru ve temel olarak yazılmamış”
(Bugün ve Gelecek, te 10, §554).
48. Yuhanna 1:1-10: "Başlangıçta Sözvardı. SözTanrıyla birlikteydi veSözTanrıydı.
Başlangıçta O, Tanrıyla birlikteydi. Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir
şey Onsuz olmadı. Yaşam Ondaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar ve
karanlık onu alt edememiştir. Tanrı‘nın gönderdiği Yahya adlı bir adam ortaya çıktı. O,
tanıklık için, ışığa tanıklık etsin ve herkes onun aracılığıyla iman etsin diye geldi. Kendisi
o ışık değildi, ama ışığa tanıklık etmeye geldi. Dünyaya gelen, her insanı aydınlatan gerçek
ışık vardı. O, dünyadaydı, dünya O'nun aracılığıyla var oldu ama dünya Onu tanımadı"
M : “ A slın d a Y a h y a ’nın AOI'OZ’un an lam ın ı in san a çık ararak daha
da büyük b ir hizm ette bulun d u ğu nu gö rm eyi öğ ren d im .”
B: “ M erakım ı olabildiğince çeken kend in e özgü k av rayışların var.
N asıl olur? in san ın AO rO Z’tan d ah a yüksekte d u rd u ğu n u m u düşün-
yorsun?”
M : “ B u soruyu an layışın ın u fk u için de yan ıtlam ak istiyorum . İnsan
T an rı h er şeyden üstün olm asayd ı, ete kem iğe b ü rü n ü p oğu l gibi değil,
AOrOZ’ta gö rü n ü rd ü .” 49
B: “ B un u anlayabiliyorum . Y in e de bu görüşün benim için şaşırtıcı
olduğunu kabul etm eliyim . Ö zellikle m ünzevi bir H ristiyan olarak senin
bu görüşlere sahip olm an beni şaşırtıyor. B unu senden beklem ezdim .”
M : “ Z a ten anlam ıştım , b enim le ve özüm le ilgili bütünüyle yanlış bir
düşünce içindesin. M eşguliyetim le ilgili san a küçük b ir ö rn ek vereyim .
Yalnızca tersine öğrenm e sürecine uzun yıllarım ı verd im ben. Sen hiç bir
şeyi tersine öğrend in m i? O zam an bunun ne kadar uzun sürdüğünü bil
melisin. Ben başarılı b ir öğretm en dim . B ild iğin gibi bu tip insanlar için
tersine öğrenm ek zor, hatta olanaksızdır. G üneşin battığını görüyorum .
Yakında karan lık basacak. G ece sessizlik zam anıdır. Sana gece k alaca
ğın yerini göstereyim . Sabah çalışm am gerek am a öğleden sonra istersen
yine yan ım a gelebilirsin. O zam an kon u şm aya devam ederiz.”
B en i kulübeden d ışarı çık arıy o r, va d i m avi gölgelerle kaplanm ış.
(iökte ilk yıld ızlar ışıld am aya başlam ış bile. B en i b ir k ayan ın k öşesin
den d olaştırıyo r; taşa o yu lm u ş b ir m ezarın girişind e d u ru yo ru z.S0 İçeri
giriyoruz. G irişin biraz ötesinde h a sırla rla k ap lı bir dem et sazlık var.
O nun yan ın d a d a b ir testi su, b eyaz bir bezin üzerinde kuru h urm alar
ve kara ekm ek.
M : “K alacağın yer burası ve bu d a akşam yem eğin . İyi uyu ve güneş
doğduğunda sabah duanı u n u tm a.”
[2] M ü n zevi h ayran lık v e ric i güzelliklerle dolu uçsuz bucaksız ç ö l
de yaşıyor. B ü tü n e ve iç an la m a b a k ıy o r. Y a n ın a yaklaşan çoklu çeşit
lilikten tiksiniyor. O na uzaktan, tü m lü ğ ü n için d en b a k ıy o r. Sonuçta
güm üş ışıltılar ve neşe ve gü zellik çeşitliliği on u n için örtüyor. O nun
•19. Söz insan olup aramızda yaşadı. Biz de O nun yüceliğini, Babadan gelen, lütuf ve gerçekle
dolu olan biricik Oğul’un yüceliğini gördük.
so. Taslak’ta: “Mısırlı” (s. 227). Mısır bağlamında su, hurma ve ekmek ölülere sunulurdu.
yakın ın d a olan yalın v e m asum olm alı çünkü y a k ın d a olan çeşitli ve
k arm aşık gü m ü ş ışıltıyı yırtar, deler geçer. Ç evresin d e bulu tlu g ö k
yüzüne, h içbir sise p usa izin yok, y o k sa u zaktaki çeşitliliğe bü tünlüğü
içinde bakam az. Sonuçta m ü n zevi h er şeyin ötesinde çölü, yakın ın d aki
her şeyin yalın olduğu, ken disi ile u zaklık arasın d aki hiçbir şeyin k arı
şık y a d a bulanık olm adığı çölü seviyor.
5ı. Taslak şöyle devam ediyor: “Çemberde dolanarak kendime ve ona, yalnız olana, ışıktan
uzakta derinliklerde yaşayana, kayanın sıcak bağrında güvenle saklanana dönüyorum ve
onun üzerinde parıldayan çöl, ışığıyla gözü alan gökyüzüvar” (s. 229).
Çöl yılgısı ve solmuş buharlaşma çevresini sarıyor ve münzevinin
nasıl yaşayabildiğini anlamıyorsun. /
Oysa onun gözleri bahçesinde, kulakları kaynağı dinliyor, eli kadife
yapraklara ve meyveye dokunuyor, soluğu çiçeklerle dolu ağaçların tatlı
kokusunu çekiyor içine.
Bahçesi o denli görkemli ki sana anlatamaz. Ondan söz ettiğinde
kekeliyor ve sen onun hem tinde hem yaşamda yoksul olduğunu sanı
yorsun. Oysa bunca anlatılamaz bolluk içerisinde eli nereye uzanaca
ğını bilmiyor.
Sana ayağının dibine düşen küçük, önemsiz bir meyve veriyor. Sana
değersiz görünüyor ama düşünürsen bu meyvenin hayal bile edeme
yeceğin bir güneş tadında olduğunu göreceksin. Duyularını şaşırtan
ıtırıyla gül bahçelerini ve tatlı şarabı ve fısıldayan palmiye ağaçlarını
düşlüyorsun. Bu tek meyveyi elinde tutuyor, düşlüyorsun ve onun yetiş
tiği ağacı, ağacın yükseldiği bahçeyi, bahçeyi besleyen güneşi istiyorsun.
Sen, güneşle birlikte bahçesinde gezinen, bakışı ağaçlardan sarkan
yapraklarda dinlenen, eli bereketli tanelere dokunan ve soluğu bin gü
lün ıtırı ile dolan münzevi olmak istiyorsun.
Güneşle uyuşmuş, mayalanan şaraplarla sarhoş eskilerin mezarla
rında yatıyorsun. Duvarlarda birçok ses ve bin güneş yılının renkleri
yankılanıyor.
Uyandığında yaşayan her şeyi yine eskiden olduğu gibi görürsün.
Uyurken de, her şey hep olduğu gibi. Uzanırsın ve / düşlerin yine uzak 20/21
tapınak ilahilerinden yankılanır.
Bingüneşyılı boyunca uzanır uyursun ve bingüneşyılı boyunca uya
nırsın ve eski ilimlerle dolu düşlerin yatak odanın duvarlarını süsler.
Kendini de tümlük içinde görürsün.
12 Latince“bütün:’
ayağın altın a çarpıyor. O y sa bütün b u n lar n e d ir tu tab ileceğin k ad ar
ya k ın ın d a uzanan tü m lü ğü n yan ın d a? E lin i u zatıyorsu n a m a g ö rü n
m ez ağlard a asılı kalıyor. O nu tam old u ğ u gibi g ö rm ek istiyorsu n am a
bulutlu ve m at b ir şey tam a ra y a giriyo r. O n d an bir p arça k o p arm a k
istiyorsu n ; p erd ah lan m ış çelik gibi d ü zgü n ve geçit verm iyo r. B u y ü z
den d u va ra gö m ü lü yo rsu n yenid en ve kuşk u C e h en n e m in in bütün
o ışıld ayan , sıcak p otaların d an sürü nerek geçtikten so n ra bir daha
o turuyor, ark an a ya slan ıyo rsu n ve önünde yayılan Sum m a'ya hayretle
b ak ıyo rsu n . O rada burad a bir ışık titriy o r, ora y a b u raya b ir m ey v e d ü
şü yor. Senin için bunların hepsi ç o k k ü çü k. Y in e de kendin den m e m
nun o lm aya başlıyorsu n ve geçip g id e n y ılla rı ö n em sem iyo rsu n . Y ıllar
nedir ki? B ir ağacın altın d a o tu rup d u ran için akıp giden zam an ned ir
ki? Sen in zam an ın b ir solu k gib i g e ç iy o r ve sen b ir so n ra k i ışığı, b ir
so n ra k i m ey v eyi bekliyorsun .
53. Taslak'ta “sana,” Düzeltilmiş Taslakta “bana” (s. 232). Bu bölüm boyunca Düzeltilmiş
Taslakta “sana" yerine “bana” ve “sen" yerine “ben" kullanılıyor (s. 214).
54. 194o’ta Jung koruyucu söz büyüsü üzerine yazmıştı (Ayinde dönüşüm simgeciliği, te
11, §442).
eski kutsal d u varları yıkar. Sınırsızın iblislerini çağırır. O turur, ark a
sına yaslan ır ve kork u tu cu ateşli dum anın ele geçird iği in sanoğlu nu n
iniltilerini işitm ez. Y in e de eski sözleri p arçalam azsan yen i sözleri b u
lam azsın. O y sa sınırsıza k arşı sağlam b ir sip er olacak y e n i sözü bulan
ve bund a eski sözden daha fazla yaşam kavrayan d ışın d a hiç kim se eski
sözleri p arçalam am alı. Y e n i söz eski in san lar için yen i b ir T a n rı’dır. İn
san , o n u n için yen i b ir T a n rı m od eli yaratılsa b ile ayn ı kalır. B ir ö y k ü
nen olarak kalır. Bir zam anlar söz olan insan olur. Söz d ü n y a y ı yarattı
ve dünyad an önce vard ı. K a ran lık ta bir ışık gibi parladı ve k aran lık onu
kavrayam ad ı.55 B öylece söz karan lığın kavrayabileceğine dönüşm eli
çü n k ü k aran lık onu kavrayam ad ıktan son ra ışığın ne y a ra rı var? O ysa
karan lığın ız ışığı kavram alı.
Sözlerin T a n rısı soğuk ve ö lü d ü r ve a y gibi uzaklardan gizem le ve
ulaşılm az b ir şekilde parlar. Söz yaratıcısın a, in san a d önsü n ve böylece
söz insanın içinde yükseltilecek. İnsan ışık, sınırlar, ölçü olm alı. Ö z
lemle arad ığın ız m eyveniz olsun. K a ran lık sözü k avrayam az am a insa-
m k avrar; gerçekten de on u ele geçirir ç ü n k ü on u n ken d isi karan lığın
bir p arçasıdır. Sözden aşağıya insana değil, sözden y u k a rıy a insana: işte
karanlık bunu kavrar. K a ran lık annendir; o n a hü rm et yaraşır çünkü
anne tehlikelidir. Ü zerin d e güç sahibid ir çün kü seni o doğurdu. K a ra n
lığı, ışık gibi, o n u rlan d ır ve b ö ylece k aran lığın ı aydınlatacaksın.
6ı. Nedensel Olmayan Bağın İlkesi Olarak Eşzamanlılıkta {1952) Jung şöyle yazmıştı:
“Firavun böceği yeniden doğuşun klasik simgesidir. Eski Mısır kitabı Am-Tuaf’taki
tanıma göre ölen güneş tanrısı onuncu istasyonda kendini Khepri, yani firavun böceğine
dönüştürür ve on ikinci istasyonda saltanat kayığını kurar ve o da yeniden canlanan
güneşi sabah güneşi olarak yükseltir (te 8, §843).
Sevgili böcek, nerelere gittin? Sen i gö rem iyo ru m artık. A h , söylen-
cesel to p u n la oraya vard ın bile. B u h ayvan cıklar sıkı sık ıy a sarılıyo r
şeylere, bizim tersim ize, kuşku, fik ir d eğiştirm e, d u rak sam a olm adan.
Söylen celerin i ya şad ık la rı için m i bö yle bu?
62. Osiris Mısır yaşam, ölüm ve doğurganlık tanrısıydı. Seth çöl tanrısıydı. Seth erkek
kardeşi Osiris tarafından öldürülmüş ve parçalanmıştı. Karısı Osiris’in bedenini yeniden
bir araya getirmişti ve böylece yeniden canlanmıştı. Jung, Osiris ve Seth’i Libidonun
Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) ele alır ( t e 8, §358f).
63. Osiris’in oğlu Horus Mısır gökyüzü tanrısıydı. Seth’e karşı savaşmıştı.
geri döndü: Bir insan, ama yine de T anrı’nın Oğlu. Bu bana önemli
göründü ve bu ifade beni Hristiyanlığa getirdi.
[2] Bin yılın mezarında uyuyan harika bir düş görür. İlksel eski bir
düşgörür. Yükselen güneşi düşler.
Dünyanın bu çağında bu uykuya yatar bu düşü görürsen güneşin bu
çağda da yükseldiğini görürsün. Şu an için hâlâ karanlıktayız ama gün
üzerimize doğacak.
İçindeki karanlığı kavrayan için ışık yakındır. Kendi karanlığına
inen işleyen ışığın merdivenine, ateş yeleli Helios'a ulaşır.
Onun dört beyaz atlı arabası yükselir, sırtında çarmıh, yanında
yara yoktur ama o güvende ve başı ateşler içinde parıldıyor.
O alay eden biri de değil, görkem ve sorgulanamazgüç onunla.
N e konuştuğumu bilmiyorum, bir düşte konuşuyorum. Yardım et
bana, yalpalıyorum, ateşle sarhoşum. Bu gecede ateş içtim çünkü çağ
lardan aşağı indim ve uzaklarda, dipteki ateşin içine daldım. Yanan bir
yüzle ve ışıltılar içinde bir başlagüneşten sarhoş doğruldum.
26/27 Elini ver, insan eli ki böylece beni yeryüzüne tutabilesin onunla, /
çünkü ateşten damarlar beni yukarı sürüklüyor ve sevinçli özlem beni
doruğa fırlatıyor.
O ysa gün, gerçek gün, bu dünyanın gü n ü doğm ak üzere ve ben
dünyanın geçidinde, aşağılarda ve yaln ız ve vadinin kararan gölgele
rinde gizlenm iş duru yoru m . Y e ry ü z ü n ü n gölgesi ve ağırlığı bu.
U zaklard a, D o ğu ’dan çölü n ü zerine doğan güneşe nasıl d u a ede
b ilirim ? N ed en on a dua edeyim ? İçim d eki gü n eşi içiy o ru m , öyleyse
ona neden dua edeyim ? O ysa çöl, içim d eki çöl dualar istiyor çünkü
çöl k en d in i canlı olanla d o yu rm ak istiyor. T a n rı'y a , güneşe y a d a diğer
ölüm süzlere bunun için y a k a rm a k istiyorum .
71. Jung i94o’ta şöyle yazmıştı: “Kötülük görecedir ve kısmen önlenebilir, kısmen de yazgıdır;
aynı şey erdem için de geçerlidir ve çok zaman insan hangisinin en kötüsü olduğunu
bilemez" (Üçleme Dogmasını Psikolojik Açıdan Yorumlama Denemesi, te II, §291).
72. Düzeltilmiş Taslak'ta bu cümlenin yerine: “Kötülük dünyanın biryarısıdır, terazinin iki
kefesinden biridir" (s. 242).
K o rk u yla savunm asız olduğunu ve k ötü lü klerin in ord u su n u n aciz
likle d izlerin in üzerine çöktü ğü nü gö rü yo rsu n . İb lislerin gücüyle k ö tü
lüğü yakalıyo rsu n ve erd em lerin o n a geçiyor. B u çatışm ada bütünüyle
yalnızsın çünkü tanrıların sağırlaştı. H an gi şeytanların daha bü yü k ol
duğunu b ilm iyo rsu n , k ötülüklerin m i, yo ksa erdem lerin mi. Y in e de
bir şeyden em in sin , erdem lerin ve k ötü lü klerin kardeş.
73A ç ık görebilm ek için ölü m ün soğukluğuna gereksinim im iz var.
Yaşam yaşam ak ve ölm ek, başlam ak ve bitm ek i s t e r i Seni sonsuza dek
yaşam aya zorlayan yo k am a ölebilirsin de çünkü içinde ikisi için de istem
var. Yaşam ve ölüm var oluşunda bir denge tutturm alı.7S Bugünün insanı
ölüm den bü yü k bir dilim e gereksinim duyuyor çünkü içlerinde çok fazla
yanlışlık yaşıyor ve içlerinde çok fazla d oğruluk ölüyor. D engede olan
doğrudur, dengeyi bozan yanlış. O ysa dengeye ulaşılırsa onu koruyan
yanlış, onu bozansa doğrudur. D enge aynı anda yaşam ve ölüm dür. Yaşa
mın tam am lanm ası için ölüm le denge uygundur. Ö lü m ü kabul edersem
ağacım yeşillenir çünkü ölen yaşam ı arttırır. D ünyayı saran ölüm e dalar
sam tom urcukların açılır. Yaşam ne çok ölüm e gerek duyuyor!
En k ü çü k şeylerde neşe a n c a k ö lü m ü kabu llend iğin d e gelecek sana.
O ysa yaşayabilecek olduğun h er şeye açgözlülükle baktığınd a hiçbir
şey seni m em nun edecek kad ar b ü y ü k değild ir ve seni sa rm a y a devam
eden en k ü çü k şeyler artık neşe olm az. İşte bu yüzden ölüm e b akıyo
rum çünkü bana nasıl yaşan acağın ı öğretiyor.
Ö lüm ü kabul edersen bu b ü tü nü yle dondurucu b ir gece, kaygılı bir
kuruntu gibidir am a tatlı üzüm lerle dolu b ir bağdaki d ondurucu gece-
7 1.Taslak şöyle devam ediyor: “Bu kanlı savaşta ölüm üzerine yürür, tıpkı bugün toplu
kıyım ve ölümlerin dünyayı doldurması gibi. Ölümün soğuğu içine işler. Yalnızlığımda
ölümüne donduğumda gelecek olanı gördüm, tıpkı dondurucu bir gecede yıldızları ve
uzak dağları gördüğüm gibi” (s. 260).
74. Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) Jung libidonun yalnızca Schopenhauer
tarzı bir yaşam itkisi olarak kalmadığını, aynı zamanda kendi içinde ölüme ulaşmaya
yönelik karşıt bir çabayı içerdiğini savunur (te 8, §696).
75. Taslak şöyle devam ediyor: “Doğru olanı yaşamakveyanlış olanı ölüme bırakmak,
yaşam sanatı budur” (s. 261). Jung 1934’te şöyle yazmıştı: “Yaşam da diğerleri gibi enerjik
bir süreçtir. Bununla birlikte tüm enerjik süreçler ilke olarak geri döndürülemezdir ve
bu yüzden de kesin olarak hedefe yönelir ve hedef durağanlıktır... Yaşamın ortasından
itibaren, yalnızca yaşamla ölmek isteyen yaşamını sürdürür. Çünkü yaşamın gün ortasının
gizli saatinde olan parabolün tersine dönmesi, ölümün doğmasıdır... Yaşamayı istememek
ölmeyi istememekle aynı şeydir. Oluş ve ölüş aynı eğridir (“Ruh ve Ölüm” te 8, §800).
Bkz. Shamdasoni “The boundless exponse”: Jung’s Quaorant: Journal of the C.G. Jung
FoundationforAnalyticalPsychology 38 (2008) s. 9-32.
dir.76 Y akında zenginliğinle m em nun o lm aya başlayacaksın. Ö lüm p işi
yor, olgunlaşıyor. M eyveyi toplayabilm ek için ölü m e gerek var. Ö lüm o l
m asa yaşam anlam sız olurdu çü n k ü uzun süren yin e yü kseliyor ve kendi
anlam ını yadsıyor. O lm ak için ve varlığından haz alm ak için ölüm e ihti
yacın va r ve sınırlanm ışlık varlığın ı yerine getirebilm eni sağlıyor.
[H I 3 1 ] Y eryü zü n ü n y a sın ı ve an lam sızlığın ı gö rü p son uçta başı
k ap alı olarak ölüm e gird iğim d e gö rd ü ğü m h er şey gerçekten bu za d ö
nüşecek. O ysa gölge d ü n y a d a öteki, k ırm ızı güneş y ü k seliyo r.77 G izlice
ve b eklen m ed ik şekilde yü k seliyo r ve dünyam şeytan sı bir belirm e gibi
dönüyor. K an ve cinayet bekliyoru m . K an ve cinayet yüceltiliyor ve o n
ların ken d in e ö zgü gü zellikleri va r; k an lı şiddet eylem lerin in güzelliği
beklenebilir.
O ysa kabul edilem ez olan, son derece iğrenç, h er zam an reddetti
ğim yük seliyo r içim de. B u yaşam ın rezilliği ve yo ksu llu ğu biterse çü n
kü, b an a karşıt olan başka b ir yaşam başlar. B u o derece k arşıttır ki onu
kavrayam am . K arşıtlığı usun yasaların a göre d eğild ir çünkü, bütünüyle
ve kendi d oğasın a göredir. Evet, yalnızca karşıt değildir, aynı zam anda
iğrenç, görülm ez biçim de ve gad d arlık ölçüsünde iğrençtir, nefesim i
keser, k aslarım d aki gü cü emer, d u yu larım ı karıştırır arkam dan, topu
ğum d an sokar beni zehirli iğn esiyle ve hep z a y ıf noktam old u ğu nu dü
şünm ediğim yerd en v u ru r b a n a / 8
G üçlü b ir düşm an gibi erkekçe ve tehlike saçarak ç ı^ n a z karşım a
am a ben bir gübre yığın ın d a çürürüm , uysal tavu k lar çevrem de gıd ak
layıp şaşkınca ve sersem ce yum urtlarken . B ir k öp ek geçer, bacağını
üzerim e kaldırır, son ra d a sakin ce yo lu n a devam eder. D o ğd u ğu m sa
ate yed i kez lanet ederim ve o racıkta can ım a k ıy m a y ı seçm ezsem ik in
ci d oğum um un saatini y aşam aya hazırlanırım . E skiler şöyle demişti:
In te rfa ece s et urinas nascim ur.79 Ü ç gece b o yu n ca d oğu m u n yılgısıyla
boğuştum çünkü. Ü çü n cü gece vah şi b ir çığlık çınladı hiçbir şeyi basit
31/32 olm ayan için. S o n ra d a yaşam hareketlendi yeniden. /
Ho. El yazısı Taslak'ta bunun yerine: “Altıncı Macera” (s. 586). Düzeltilmiş Taslak'ta bunun
yerine: “6. Yoz İdealler" (s. 247).
Hı Mozaik biçim Ravenna mozaiklerini andırıyor. Jung 1913 ve 1914 yıllarında mozaikleri
görmüş ve etkilenmişti.
Hı. 5 Ocak ı9i4.
Hı. “Çekil git, şeytan;” Orta Çağ'da yaygın bir deyiş.
H.ı Hyperboreioslular Yunan mitolojisinde geçen ve Kuzey rüzgârının ötesinde güneş
ışığı ülkesinde yaşayan, Apollo’ya tapınan bir ırktı. Nietzsche Hyperboreioslulardan
özgür tinler olarak söz eder, The Antichrist,§ı(Twilight of the Idols / The Antichrist, çev.
Hollingdale [Londra, Penguin, 1990], s.127].
K: “ D a h a o zam anlar, ikiyü zlü ciddiliğine k arşın , soylu b ir d uruşun
o lm ad ığın ı düşün m ekten k en d im i alıkoyam am ıştım . O lanet H ristiyan
rolünü oynam an... ”
B u kez de A m m onius onu dürtüyor ve K ırm ızı utan arak sessizliğe gö
m ülüyor. İkisi böylece karşım da duruyor, u ysal ve gülünç, yine de acınası.
B: “ N ered en geliyorsun, kendini T an rı'ya adam ış adam ? H angi za
lim yazgı seni b u raya getirdi, üstelik K ırm ız ı’nın eşliğinde?”
A : “ Sana anlatm am ayı yeğlerim . Y in e de in sanın kaçabileceği bir
T a n rı y a z g ısı gibi gö rü n m ü yor. Ö yleyse, ey kötü ruh, b aşım a kork u n ç
32/33 b ir iş açtığını bil. Lanetlenm iş m erak ın la / b e n i baştan çıkard ın, e li
m i istekle tan rısal gizem lere uzattırdın ç ü n k ü o sırad a on lar h akkın d a
gerçekten de hiçbir şey b ilm ediğim in bilincine v a rm a m a neden oldun.
D ah a yü ce gizem lere u laşab ilm ek için in san lara daha y a k ın olm am
gerektiğini sö ylem en beni ö lü m c ü l bir zeh ir gibi sersem letti. H em en
son ra v a d in in kardeşlerini b ir araya to p lad ım ve T a n rı’nın h a b ercisi
nin b an a gö rü n d ü ğü n ü söyled im -o derece k ö r etm iştin ben i- v e bana
kardeşlerim le birlikte b ir m an astır k u rm ayı em rettiğin i d u yurdum .
“Philetus kardeş buna k arşı çıkınca ku tsal yazılarda yalnızlığın insan
için iy io lm a d ığ ın ı söyleyen bölüm le susturdu m on u .85 Böylece N il’in y a
kınında, gelip geçen gem ileri görebildiğim iz bir m an astır kurduk.
“T a rla la rı işledik ve yap acak o kadar çok şey vard ı ki kutsal y a z ıla
rı unuttuk. İçim izde şehvet u yan d ı ve b ir gün İsk en d eriye’y i yeniden
görm e isteğiyle ya n ıp tutuştum . O rad ak i p siko po su gö rm ek istediğim
y a la n ıyla k an d ırd ım kendim i. O ysa önce gem ideki yaşam sarhoş ede
cekti beni, son ra da İsk en d eriye’nin so k ak ların ı arşın layan kalabalıklar,
öyle ki bütünüyle yitip gittim .
“ B ir d üşteym işçesine, İtalya’y a giden b ü y ü k b ir gem iye çıktım .
İçim d e d ü n yayı gö rm ek için d o y m a k bilm ez b ir açlık vard ı. Şarap içtim
ve kad ın ların güzel old u ğu n u gördüm . Z evke daldım ve tam bir h a y va
n a döndüm . N a p o li’de k aray a ayak bastığım da K ırm ızı d a oradayd ı ve
k ötülüğün eline d üştüğü m ü anladım o zam an.”
X6. Eski Ahit, Tarihler 1.15’te Davut peygamber, ahit sandığının önünde dans eder.
A : “ E ld en ne gelir? Şeytan b ile gerekli, aksi takd ird e in san lara saygı
yı b u yu ran hiçbir şey k alm ıyo r.”
K: “ Eh, benim de ruhban sın ıfıyla b ir an laşm aya varm a m gerekiyor,
yo k sa m ü şterilerim i kayb ed erim .”
B: “ O halde ya şam ın zoru n lu lu kları ge tird i sizi bir araya! O zam an
barışalım ve dost olalım .”
İk isi birden: “ B iz asla dost olam ayız.”
B: “A n lıyo ru m , suçlu olan dizge. H erhalde önce tü ken ip gitm ek is
tersiniz, değil m i? Ş im d i çekilin yo lu m d an , sizi yaşlı h ayaletler!”
90. Jung ı926'da şöyle yazmış: “Sabahtan öğleden sonraya geçiş önceki değerlerin yeniden
değerlendirilmesidir. Buradan da eski ideallerimizin karşıtlarını değerlendirme, eski
doğrulardaki hataları görme ve eskiden sevgi olarak gördüğümüzde ne çok düşmanlık,
hatta nefret olduğunu hissetme zorunluluğu doğar” (Normal ve Hasta Psişik Yaşamda
Bilinçdışı, te 7, §ll5).
91. Düzeltilmiş Taslak'ta: “yeşil yaratık" (s. 255).
O ysa id eallerim k ö p ek lerim de o la b ilir ve h a vla m a la rıy la dalaşları
beni rah atsız etm eyebilir. Y in e de en azın d an o zam an insanlar için iyi
ve kötü bir k ö p ek olu ru m . O ysa o lm am gerekene h en ü z u laşam ad ım ,
yani y a ş ıy o ru m am a b ir in san ım . B ir insan o la rak y a şa m a k nered eyse
olan ak sız g ö rü n ü y o r. B en liğin in b ilin cin d e o lm a d ığ ın sü rece y a şa y a
b ilirsin ; a m a b en liğin in b ilin cin e v a rırsa n bir m ezardan d iğerine d ü
şersin. B ü tü n yen id en d o ğ u şla rın 92 sonun da seni hasta edebilir.93 İşte
hu yü zd en B u d a son u n d a yen id en d oğu ştan vazgeçti çü n k ü tü m in
san v e h ayvan b içim le ri a ra sın d a ilerlem ekten bıkm ıştı.94 B ü tü n y e n i
den d o ğ u şla rd a n son ra h âlâ y e ryü zü n d e sü rü n en b ir aslan olm azsın,
XAMAI AEDN [B u kalem u n ], b ir k a rik a tü r, ren k d eğiştiren , sürü n gen ,
yan ard ö n er bir kerten kele o la rak k alırsın a m a d o ğ ası gü n eşle ilişkili
olan, gü cü n ü ken d i içinden alan, ç evren in k o ru y u cu ren k leri a ra sın
da sü rü n m e y e n ve k en d in i g izle n e re k k o ru m a y a n b ir aslan olm azsın.
B u k alem u n u tan ıd ım ve artık y e ryü zü n d e sü rü n ü p ren k d eğ iştirm ek
ve y en id en d o ğ m a k istem iyo ru m . A rtık ken d i gü cü m le v a r olm ak
istiyorum ; ışığı em en d eğil, ışık veren güneş gibi. Bu yery ü z ü n e ait.
Ben güneşten gelen d oğ am ı a n ım sıy o ru m ve d o ğ u şu m a k o şm a k is
ı iyorum . O ysa k alın tıla r ç ık ıy o r yolum a.95 Şöyle d iyo rlar: “ İn san lar
b ak ım ın d an şö yle y a d a b ö y le olm alısın.” B u k alem u n su tenim ü rp e
riyor. K e n d ile rin i zorla k ab u l ettirm ek , b en i b o y a m a k istiyorlar. O ysa
bu artık o lm am alı. N e iy ilik ne de k ötülük efen d im olabilir. O n ları, o
gü lü n esi h ayatta kalanları bir y an a itiyo ru m ve beni D o ğ u 'y a götüren
yolum a k o y u lu yo ru m yen id en . N ic e d ir ben im le kendim a ra sın d a du
ran, atışan gü çler ard ım d a k alıyor.
[HI 37] Ü çü n cü gece98 ise ıssız bir d ağ sırası yo lu m u tıkıyor, yine de dar
bir vad i geçidi girm em e izin veriyor. Yol k açın ılm az o larak iki yüksek
kaya yüzünün arasından geçiyor. Y alın ayağım ve sivri taşlar ayaklarım ı
yaralıyor. B u rad a yol kayganlaşıyor. Yolun yarısı beyaz, d iğer y a rısı si
yah. Siyah yan a ad ım atıyoru m ve dehşetle geri çekiliyoru m ; bu sıcak
dem ir. B eyaz yan a ad ım atıyoru m ; buz. Y in e de böyle olm ası gerekiyor.
Ö teye ve ileri d oğ ru atılıyoru m ve en sonu n da vad i b ü yü k bir kayalık
havzada genişliyor. D ar bir yol d ikey k ayalık lar b o yu n ca k ıvrılara k te
pedeki d ağ sırtın a gidiyor.
Tepeye yaklaşırken dağın diğer yan ın d an m aden cevheri dövülü-
yorm u ş gibi k u vve tli gürlem e sesi geliyor. Ses yavaşça k ab a rıy o r ve
dağda gökgürültü sü gibi yan k ılan ıyor. Geçide ulaşınca d iğer yand an
d evasa b ir ad am ın yak laştığın ı gö rü yo ru m .
B üyük başından iki bo ğa bo yn u zu çıkıyor, gövdesini de tıngırdayan
bir zırhlı giysi kaplıyor. K arm aşık siyah sakalları enfes taşlarla süslenm iş.
D evin elinde, boğalara v u rm a k için kullanılanlara benzer, ışıltılar saçan
çift taraflı bir balta var. Ben daha şakınlıkla duyduğum korkudan sıyrıla-
m adan dev önüm de bitiyor. Y ü zü n e bakıyorum ; bitkin ve solgun, derin
çizgiler var. Badem şekilli gözleri hayretler içinde bana bakıyor. îçim i bir
dehşet kaplıyor. Bu güçlü, boğa-adam İzdubar. A y a k ta d u ru yor ve bana
bakıyor. Y ü zü içini kem iren k orkuyu anlatıyor, elleri ve dizleri titriyor.
İzdubar, güçlü boğa titriyor mu? K o rk u yo r mu? O na sesleniyorum :
1 Elyazısı Taslakta bununyerine: “ Yedinci Macera. Birinci Gün” (s. 626). Düzeltilmiş
Taslakta: “7-Büyük Karşılaşma. Birinci Gün. Doğudan Gelen Kahraman” (s. 262).
•1H. 8 Ocak 1914.
B: “ B en sahilleri bü yü k B a tı den izind e yık an an bir Batı ülkesinden
geliyo ru m .” 99
İ: “ G üneş o denize m i batıyor? Y o k s a alçalırken sert to p rağa m ı d o
k u n u yo r?”
B: “ G ü n eş denizin çok ötelerinde b atıyor.”
İ: “ D en izin ötesinde m i? O rad a ne var?”
B: “B oş u zayd an başka h içb ir şey yok. B ild iğin gibi d ü n ya y u va rla k
tır ve ayrıca güneşin çevresinde d ön er.”
İ: “ L a n etli adam , b ö y le bilgiler n asıl eline geçti? D em ek güneşin
battığı ve yenid en doğu şu n old u ğu ölü m sü z bir ülke yok, öyle mi?
D o ğru yu m u söylü yo rsu n ?”
G ö z le ri h id d et ve k o rk u yla p arıld ıyo r. G ö ğ ü gürleten bir ad ım daha
atarak yaklaşıyor. Titriyoru m .
B: “ E y İzdubar, en güçlü olan, k ü stâhlığım ı bağışla, am a gerçekten
d oğ ru yu söylüyorum . Bunun k an ıtlan m ış bilim old u ğu ve insanların
gem ilerle d ü n yan ın çevresin i d ön d ü ğ ü b ir ülkeden geliyoru m . B ilg in
lerim iz ölçerek güneşin d ü n yan ın h er b ir n oktasına olan uzaklığın ı b u l
dular. G ü n eş bitm eyen bir u za y d a bize çok uzaklarda g ö k sel b ir cisim .”
İ: “ B itm eyen m i dedin? D ü n yan ın u z a y ı sonsuz m u, güneşe asla
ulaşam az m ıyız?”
B: “E y en güçlü, ölü m lü olan hiç kim se güneşe ulaşam az.”
N efesin i kesen b ir k o rk u n u n on u ele geçird iğini gö rü yo ru m .
İ: “ Ben ö lü m lü y ü m v e güneşe h içbir zam an u laşam ayacağım , ölü m
süzlüğe h içbir zam an u laşam ayacağım , öy le m i?”
Baltasını güçlü ve dört yan ı çınlatan b ir vu ru şla k ayaların üzerine
in d iriyo r.
İ: “ Y o k ol, sefil silah. B ir işe yaram azsın . Sonsuzluğa, sonrasız boş-
37/38 luğa v e yen id en d old u ru lam ayan a karşı ne yararın olu r? / A rtık fet
hedeceğin k im se kalm adı. K en d in i p arçala, ne p ah a sın a olu rsa o lsu n .”
(B atıd a p a rla k ve kıp k ırm ızı gü n eş, ışıldayan bulutların kucağına
d oğru iniyor.)
“ G it bakalım , güneş, üç kere lanetlem iş T a n rı. K en d in i ö lü m sü z
lükle sarm ala!”
99. Mısır mitolojisinde Batı toprakları (Nil’in Batı kıyıları) ölüler ülkesiydi.
(B altasının kırılan bir parçasını yerd en alıyo r ve güneşe d oğru fır
latıyor.)
“ A l bu d a adağın olsun, son a d ağ ın !”
Ç ö k ü yo r ve çocuk gibi ağlıyor. Bense titreyerek d u ru yo r, k ım ıld a
m aya cesaret edem iyorum .
î: “ Sefil solucan, bu zehri nereden em d in ?”
B: “ E y îz d u b a r, en güçlü olan, sen in zeh ir d ediğin şey b ilim d ir. Ü l
kem izde gençliğim izden itibaren b unu n la b eslerler bizi ve uygun bir
şekilde serpilm eyip böyle cü ce kalm am ızın b ir n ed en i de bu olabilir.
Yine de seni görünce bana hepim izi az çok zeh irlem işler gibi geliyo r.” 100
İ: “ N ice güçlü va rlık bana diz çöktürem edi, h içb ir can avar gücüm e
karşı k oyam ad ı am a senin yo lu m a k o yd u ğu n zehir, seni solucan, beni
iliğim e kad ar k ötü rü m kıldı. Senin b ü yülü zehrin T iam at’ın o rd u su n
dan daha gü çlü .” ı°ı (K ötü rüm olm uş g ib i yerde u zanm ış yatıyor.) “E y
tanrılar, yard ım edin, işte görü nm ez yılanın topuğundan soktuğu oğlu
nuz b u rad a d evrilm iş yatıyor. A h seni ilk gördüğüm de ezm iş olsaydım
söyled iklerini hiç işitm eyecektim .”
B: “E y İzdubar, b ü yü k ve acınası, bilgim in seni devireceğin i bilsem
dilim i tutardım . O ysa d oğ ru yu dile getirm ek isted im .”
î: “ Sen zehre d oğru lu k m u d iy o rsu n ? Z e h ir d oğ ru lu k m u? Y o k sa
doğruluk m u zehir? A stro lo g larım ız ve rah ip lerim iz de d oğru yu sö yle
m iyor mu? O ysa on ların söyled ikleri zehir etkisi y a p m ıy o r.”
B: “ E y İzdubar, gece olu yo r ve burada, yükseklerde h ava soğuyacak.
1 nsanlardan yard ım getirm eyeyim m i san a?”
İ: “ B ırak , b an a ya n ıt ve r sen .”
B: “E vet, a m a b u rası felsefe yap m an ın yeri değil. Perişan halin için
yard ım a gerek v a r.”
İ: “ S an a bırak d iyo ru m . B u gece y o k olu p gideceksem , va rsın olsun.
Sen bana ya n ıt ve r yeter.”
B: “ K o rk arım sözlerim zayıf, iyileştirm eye yeterli d eğil.”
î: “ D a h a k asvetli b ir şey getirem ezdi sözlerin. Felaket old u bitti. Ö y
leyse b ild ik lerin i anlat bana. B elki zehrin panzeh iri olacak b ir büyülü
sözün bile v a rd ır.”
ı oo. Nietzsche Şen Bilimde düşünmenin zehir etkisi olan çeşitli itkilerin işlenmesi ve
birleşmesinden kaynaklandığını öne sürer: Kuşku, değilleme, bekleme, toplama ve
çözme itkileri (“Zehirler öğretisi üzerine”).
ıoı. Babil mitolojisinde Tiamat, tanrıların anası, iblisler ordusuna karşı savaşır.
B: “ B e n im sözlerim , e y en güçlü olan, z a y ıf v e b ü yü lü güçleri y o k .”
İ: “ F a rk etm ez, k o n u ş!”
B: “R ah iplerin in doğru ları söylediğine ku şku m y o k B un u n d a b ir
d oğ ru old uğu kesin, yalnız bizim d o ğ ru larım ızla çelişiyor.”
İ: “ İk i çeşit d oğru m u v a r ya n i?”
B: “ B an a ö y le gibi geliyor. Bizim d o ğ ru m u z bize dış şeylerin bilgisi
yo lu y la geliyor. R ah iplerinizin d oğru su ise içsel şeyler yo lu y la .”
İ (yarı doğrularak): “ B u söz iyi geld i.”
B: “Z a y ıf sözlerim seni rahatlattığı için talihliyim . A h sana y a rd ım ı
olacak başka sözler de b ileyd im keşke. H av a soğudu ve k arard ı. Is ın
m ak iç in b ir ateş yakacağım .”
İ: “ Y a p öyleyse, belki y a rd ım ı o lu r.” (O du n to p lu yoru m ve bü yü k
bir ateş yakıyoru m .) “ K u tsal ateş beni ısıtıyor. Ş im d i anlat bana, nasıl
oldu d a bu kad ar hızlı ve gizem li bir şekilde ateş yakabild in ?”
B: “ T e k ihtiyacım olan şey kibritti. Bak, u cu n d a özel b ir m adde olan
k ü çü k odun p arçaları bunlar. O nları k u tu ya sürttüğüm de ya n ıy o rla r.”
İ: “ H ayret, bu sanatı nerede öğrend in?”
B: “ B enim geld iğim yerd e kib rit h erkeste bulunur. B u ne ki! Y a ra rlı
38/39 m akinelerin ya rd ım ıy la uçabiliyo ru z b ile.” /
İ: “ K u şlar gibi u çab iliyo r m usu nuz? Sözlerinde bu denli güçlü bir
b ü y ü olm asayd ı yalan söylü yo rsu n , d erd im .”
B: “ K esin likle y a la n söylem iyoru m . B ak , b ir saatim de var, saati tam
o la rak sö yleyeb iliyo r.”
İ: “ B u harika. T u h a f ve olağanüstü b ir yerd en geldiğin belli. H iç
kuşkusuz kutsan m ış B atı ülkelerin den geliyorsun . Ö lüm süz m üsü n ?”
B: “ Ben m i? Ö lüm süz m ü? B izden daha ö lü m lü sü y o k tu r.”
İ: “ N e? Ö lüm süz bile d eğilsin am a b u n c a sanatı anlayabiliyorsun ,
öyle m i?”
B: “ N e ya z ık ki b ilim im iz h en ü z ölü m e karşı b ir yö n tem geliştire-
m ed i.”
İ: “ O zam an k im öğretti san a bu sanatları?”
B: “ Y ü z y ılla r b o yu n ca insan lar dış nesneler üzerin d eki kesin göz
lem leri ve bilim y o lu y la birçok keşifte b u lu n d u .”
İ: “ Peki, am a b u b ilim k ork u n ç b ü yü sü yle beni k ötü rüm kıldı. Sen
hergün b u zeh ri iç ip n a sıl hayatta kalabiliyorsu n ?”
B: “ B iz b u n a zam anla alıştık çün kü insan h er şeye alışır. Y in e de
hir an lam d a kötürüm üz. D iğ er yand an, bu b ilim in b ü yü k faydaları da
var, senin de g ö rd ü ğü n gibi. K e n d i gü cü m ü zd en yitird iğ im iz i doğanın
gücüne efendi olarak kat kat çık ard ık .”
İ: “ B öylesine y a ra lı o lm ak a cık lı değil m i? B en ken d i h esabım a g ü
cüm ü d oğanın gücünd en alıyo ru m . G izli gü çleri k o rk a k hokkabazlara
ve k ad ın sı büyücülere b ırakıyo ru m . B irinin k ork u n ç b ü yü sü n ü d u r
d urm ak için de k afatasım p arçalam am yeter.”
B: “E vet, am a bü yü m ü zü n d o k u n u şu n u n seni nasıl etkilediğin i g ö r
m üyor m usun? B ence m üthiş b ir etki bu .”
İ: “ N e yazık k i h aklısın .”
B: “ B elki şim d i başka şa n sım ız olm ad ığın ı gö rü yo rsu n . B ilim in zeh
rini yu tm ak zorundaydık. Y o k sa yazgım ız seninle ayn ı olurdu; gafil av-
lansak bütünüyle k ötürü m kalırd ık. Bu zeh ir o den li aşılam az bir güce
sahip k i herkes, en güçlüler, h atta sonrasız tan rılar bile on u n etkisiyle
yok olur. C anım ızı sevdiğim iz için biz de k en d im izi kesin ölü m e terk
etm ek yerine yaşam gücü m üzü n bir bölüm ünü fed a etm eyi yeğled ik.”
İ: “A rtık kutlu B atı ülkelerin den geld iğin i d ü şü n m ü yoru m . H arap
düşm üş, k ötü rü m ve el çekm iş bir ülkeden geliyo r olm alısın. Bense y a
şam veren bilgeliğim izin k ayn ağ ın ın aktığı D o ğ u 'y u özlü yo ru m .”
T itreyen ateşin ön ünd e sessizce otu ru yoru z. G ece so ğ u k . İzdubar
inliyor ve yu k arılara, yıld ız lı gökyüzü ne bakıyor.
İ: “ H ayatım ın en k ork u n ç gü n ü bitm iyor, o k ad a r uzun, o kad ar
uzun. Sefil b ü yü sanatı. R ah iplerim izin bild iği b ir şey yok, yo k sa beni
hıından k oru yabilirlerd i. T a n rılar bile ö lü r, diyor. Sizin tan rıların ız y o k
ınu artık?”
B: “ H ayır, sadece sözlerim iz v a r.”
İ: “ Peki, am a bu sözler gü çlü m ü ?”
B: “Ö yle d iyo rlar, a m a gören bilen y o k .”
İ: “ B iz de tan rıları gö rem iyo ru z am a v a r o ld u k la rın a inanıyoruz.
1 >oğal o la yla ra bakıp işlerini gö rü yo ru z.”
B: “Bilim in an m a yeten eğin i bizd en aldı.’’102
İ: “N asıl, on u d a m ı yitirdiniz? N asıl yaşıyorsu n u z o h alde?”
ı02. Bilim ile inanç ilişkisi sorunu Jung’un din psikolojisinde önemli bir yer tutuyordu. bkz.
“Psikoloji ve Din” (1938), te II.
B: “B ö yle yaşıyoru z, b ir ayağı soğukta, b ir ayağı sıcakta, geri kalan
için de, ne olu rsa o lsu n !”
İ: “ K e n d in i ne k aran lık an latıyo rsu n .”
B: “ B izim b ir yö n ü m ü z de bu, k aran lık.”
İ: “B una katlan ab iliyo r m u su n u z?”
B : “ P ek sayılm az. Ben şahsen bun d an çok d a m em n u n d eğilim . İşte
bu nedenle yo k su n old u ğu m u z ışığı a ra m ak için D o ğ u ’ya, yükselen g ü
n eşin ülkesine yöneld im . N ered en yük seliyo r p eki gü n eş?”
İ: “Y e ryü z ü n ü n yu syu varlak o ld u ğ u n u söylü yorsu n. O h ald e güneş
hiçbir yerd e yükselm ez.”
39/40 B: “ B izim yo ksu n old u ğu m u z ışık sizd e v a r m ı d em ek istiyo ru m ." /
İ: “B ak bana: D o ğu d ü n yasın ın ışığıyla serpilirim . B u ışığın ne k a
d ar ve rim li old u ğu n u b u n a b akarak ölçebilirsin. Sen bu denli karan lık
bir ülkeden geldiğine göre, bu den li güçlü ışığa k arşı dikkatli olm an
gerekir. K ör olabilirsin, hepim izde bir m iktar k ö rlü k old u ğu gibi.”
B: “ Işığın ız da sizin gib i olağanüstüyse, dikkatli olacağım o h ald e.”
İ: “İy i ed ersin .”
B: “ D o ğ ru n u z için can atıyoru m .”
İ: “ B en im Batı ülkeleri için can atm am gibi. Seni u y a rıy o ru m .”
Sessizlik çöküyor. Gecenin geç saatleri. Ateşin yanında uyuyakalıyoruz.
103. Taslak şöyle devam ediyor: “Düşte gördüğüm buydu” (s. 295).
İyi korunmuş ateş uzaklardan gelenleri ve üşümüşleri, birbirini gör
meyen ve birbirine uzanamayanları bir araya getiriyor ve ızdırabı fet
hediyor ve gereksinimi parçalıyor.
Ateşe söylenen sözler çok anlamlı ve derin ve yaşama doğru yolu
gösteriyor.
K ör topallaşacak ki dipsiz derinliklere koşmasın ve topal körleşecek
ki ulaşamayacağı şeylere özlem ve küçümsemeyle bakmasın.
İkisi de derin çaresizliklerinin farkında olabilir ve böylece kutsal
ateşe, aynı zamanda ateş başında oturan gölgelere ve ateşleri çevreleyen
sözlere yeniden saygı duyacaklar.
E skiler kurtarıcı söze L ogos dem işti, bu tanrısal usun a n latım ıd ır.104
İnsan o derece / ustan uzaklaşm ıştı ki usun kurtarılm asına gereksin im 42/43
duyuyord u. Y e te rin ce bekleyen tanrıların n asıl d a y ılan lara ve alt d ü n
y an ın ejd erh aların a d önü ştü ğü nü görebilir. L o g o s’un yazgısı da bu;
sonun da h epim izi zehirler. Z a m a n la h ep im iz zeh irlen m iştik am a b il
m eden B ir’i, G ü ç lü O lan ’ı, içim izdeki so n ra sız gezgini zehirden uzak
tuttuk. Ç evrem izd ek i bütün d ü n yayı usla eğitm e isteğiyle zehri ve felci
çevrem ize yaydık.
K im ilerin in usu düşünm esin d e, kim ilerin in du ym asın dad ır. H er
ikisi de L o g o s’un h izm etçisid ir v e gizliden gizliye yılan a tap ın m aya
başlarlar. 105
K en d in i zaptedebilir, dem irlerle zin cirleyip h er gün kırbaçlayarak
kanını akıtabilirsin; kendini ezdin parçaladın am a aşam adın. îşte tam
da bu şekilde G üçlü Olan'a yard ım ettin, felcini arttırdın ve onun k ö r
lüğün ü teşvik ettin. B aşk aların ın d a kör olduğun u görm ek, on ları da
k örleştirm ek ve L ogos’u sana ve başk aların a d ayatm ak istiyor, kör bir
h ırçınlık ve boş b ir inatçılıkla, özlem d olu ve zorbaca. O n a L ogos’u tat
tır. K o rk u yor ve zam an ın ın g e çtiğ in i ve L ogos’un bu k ü ç ü k dam lasının
bile onu zeh irlem eye yeteceğin i d ü şü n ü rek şim did en, d ah a uzaktan
titriyor. O ysa o senin güzel, çok sevdiğin kardeşin olduğu için onun
kusurlarını görm ezd en gelecek, onu hiçbir h em cinsini k ayırm ad ığın
gibi k ayıracaksın. H em cinslerini zehirli o k larla vu ru rk en her türlü şen
Sen olan o gibi yaşarsan , O hararetle sana çatar ve ondan güç bela
kaçabilirsin. O nun hizm etinde hep kend in e karşı k u llan d ığın k ork u n ç
silahını hatırlam azsan seni şiddetle cezaland ırır ve k öleliğe zorlar. G ü
zel ve ço k sevilen düşüşü yaparsan kurnaz, k o rk u n ç ve soğu k olursun.
Y in e de acı çekse ve d ayan ılm az b ir can çek işm eyle k ıvran sa bile onu
öldürm em elisin. K utsal Sebastian’ı b ir ağaca bağla ve seğiren tenine
yavaşça ve d üşünerek o k ardına o k at. ‘°7 B unu y ap ark en her b ir okun
bo d u r ve topal kardeşlerinden b irin i k u rtard ığın ı anım sat kendine. O
zam an bir sürü ok atabilirsin. O ysa çok sık olan ve neredeyse k ö k ü ka-
zınam ayan bir ya n lış anlam a var: İnsan asla ken d i için d ek i değil, kendi
dışındaki güzeli ve çok sevileni y o k etm ek ister hep.
ıo6. Taslak şöyle devam ediyor: “Davut gibi onu, Golyat’ı kurnazlık ve arsız bir sapanla
öldürebilirsin” (s. 299). Libidonun Dönüşümleri ve Simgeleri nde Jung bahar tanrısı
Marduk’un Tiamat ve ordusuyla savaştığı Babilyaratılış mitini ele alır. Marduk,
Tiamat’ı öldürür ve böylece dünyayı yaratır. Dolayısıyla “güçlü avcı” Marduk’un
karşılığı.
107. Aziz Sebastian üçüncü yüzyılda yaşamış ve Romalılar tarafından öldürülmüş bir
Hristiyan şehididir. Genellikle bir ağaca bağlanmış ve oklarla vurulmuş olarak
resmedilir. Bu tip ilk resimlerden biri Ravennadaki Basilica San Apollinaire
Nuova’dadır.
Y o lu n yaln ızca yarısın ı üstlenm en gerekiyor, d iğer y a rısın ı o üstle
necek. O nun ötesine geçersen k ö r olursun. O senin ötene geçerse k ö tü
rüm kalır. O halde, ölü m lü lerin ötesine geçm ek de tan rıların davran ışı
oldukça, k ötürüm olu rlar ve çocu klar gibi çaresiz kalırlar. İn san T an rı
huzurunda, T a n rı da insan hu zu ru nd a k ala ca k sa tan rısallık ve insanlık
m u h afaza edilm eli. P arlak yo lu in sanla tanrısal arasın d a uzanan y ü k
sek alevli ateş orta yoldur.
1 08. İbraniler 10:3 ıe atıfla: “Yaşayan Tanrı'nın eline düşmek korkunç bir şeydir."
d u ve gölgelerin solucanıyla karşılaştı. Sen D o ğ u ’d a ışığ ı k ayn ağınd an
içebileceğini ve önünde diz çöktüğün bo yn u zlu d evi yakalayabileceğini
sanıyord un. O nun özünde aşırı özlem , çalkan tılı güç var. benim özüm
zekânın sın ırların ı ve yetersizliğini görm ek. B enim yo k su n olduğum
onda bolca var. Sonuçta ben de onu, B o ğa T a n rı’yı, bir zam anlar Y a-
k u p ’u kalçasından y a ra la y a n ı ve şim di de benim k ötü rüm bıraktığım ı
salıverm eyeceğim .109 O nun gücünü kendim e k atm ak istiyorum .
İşte bu yüzd en, gü cü nü n beni desteklem eye devam etm esi için şid
d etli ya ralıyı hayatta tu tm ak akıllıca olur. Tek eksiğim iz ta n rısa l güç.
“Evet, gerçekten, işte b ö y le o lm a lı y a d a olabilir. Şu y a d a bu b a şa rıl
malı,” diyoruz. B ö ylece konuşup b ö ylece d u ru yo ru z ve b ir şekilde bir
şeyler o la ca k m ı diye utançla çevrem ize bakınıyoruz. B ir şey olu rsa da
b a k m a y a d ev am edip şöyle diyoruz: “Evet, gerçekten, anlıyoruz, bu şu
ya da bu y a da bu şun a y a da bu na benziyor.” B öylece kon uşu yoru z ve
duru yo ru z ve bir yerde b ir şeyler olab ilir m i diye çevrem ize b a k ın ıy o
ruz. B ir şeyler hep olu, am a biz o lm ayız çünkü bizim T anrım ız hasta.
Yüzünde Şah m aran'ın zehirli b ak ışıyla ölü old uğu nu gö rd ü k ve ölü ol
duğunu anladık. İyileşm esi üzerine d üşünm eliyiz. İşte yine de T an rı
m ı iyileştirem em iş olsaydım ya şam ım ın ikiye p arçalanacağını oldukça
açık b ir şekilde h issediyorum . İşte bu yüzden uzun soğuk gecede on u n
44/46 la k ald ım . [İm ge 44] / [İm ge 45 ]110 /
[HI 46] H içb ir düş bana k u rta rıcı sözcü ğü ve rm ed i.1” İzd u bar bütün
gece, şafağa d ek sessizce ve kasılm ış yattı.112 B en d üşünerek d a ğ ın sırtı
nı arşın lad ım ve d ön ü p p ek çok b ilgi ve yard ım o lasılığın ın olduğu Batı
ülkelerim e baktım . îzd u b ar’ı seviyo ru m ve on un sefalet için de yitip
gitm esini istem iyorum . Peki, yard ım nereden gelecek? K im se sıcak-so-
ğ u k y o ld a yo lcu lu k yapm az. Y a ben? B en y o la dönm ekten korkuyorum .
Peki, ya D o ğu ’d a? O rad a olası b ir y a rd ım v a r m ıyd ı? P eki, y a orad a giz
lenen bilinm ez tehlikeler? K ö rleşm ek istem iyorum . B unun îzd u b ar’a
ne y a ra n olur? B u topal h aliyle onu k ö r bir adam olarak d a taşıyam am .
Evet, İzd ubar gibi güçlü olsaydım . B u rad a b ilim in ne y a ra n var?
A kşam a doğru İzdubar’ın yanına çıktım ve on unla konuştum . “İzdu
bar, hüküm darım , dinle! Batm ana izin verm eyeceğim . İk in ci akşam çökü
yor. Yiyeceğim iz yo k ve eğer yardım bulam azsak burada ölm eye m ahkû
muz. Batı’dan yardım bekleyem eyiz am a D oğu’dan yardım olası. Buraya
gelirken şim di yardım ına başvurabileceğim iz birine rastlamış m ıydın?”
İ: “ B ırak ölüm istediği zam an gelsin.”
B: “ E lim d en geleni y ap m ad an seni b u rad a b ırak m a d üşüncesi y ü
reğim i kan atıyo r.”
İ: “ B ü yü lü gücünün sana ne y a ra n var? B en im kad ar g ü ç lü olsaydın
beni taşırdın. O ysa zehrin yaln ızca y o k edebiliyor, ya rd ım edem iyor.”
B: “Ü lkem d e o lsa y d ık h ızlı arabalar bize yard ım getireb ilirdi.”
İ: “ B en im ülkem de olsayd ık zehirli iğn en b an a ulaşam azdı.”
B: “ Söyle bana, D o ğu y an ın d an yard ım alam az m ıyız?”
İ: “ O rad aki yo l çok uzun ve ıssız, d a ğ la n geçtikten son ra düzlüklere
ulaştığındaysa gözlerini k ö r eden güçlü güneşle karşılaşırsın .”
B: “ Y a gece y o lc u lu k edip gü nd ü z güneşten gizlenirsem ?”
İ: “ G ece b ü tü n yılan lar ve ejd erh alar deliklerin den çıkıp gezinm eye
başlar ve silahsız h alinle on lara av olursun kesinlikle. Bırak! Bunun ne
111. El yazısı Tas/afc’ta bunun yerine: “Az uyudum, belirsiz düşler günahlardan arındırıcı sözü
ortaya çıkarmaktan çok bana sıkıntı verdi” (s. 686).
ı 12. 9 Ocak 1914.
ya ra rı olu r? B acaklarım k o f v e uyuştu. B u yo lcu lu ğ u n gan im etini vata
n ım a gö tü rm em eyi yeğlerim .”
B: “ H er şe y i göze alm am gerekm ez m i?”
î: “ Y a ra rı yo k ! Ö lm en h içbir şey kazan d ırm az.”
B: “ B iraz d üşün eyim , belki ku rtarıcı b ir düşünce gelir aklım a.”
Çekilip dağın sırtında yüksek bir kayanın üzerine oturuyorum . İçim
de şu konuşm a başlıyor: B ü yü k İzdubar, çaresiz bir durum dasın, benim
de farkım y o k .113 N e yapılabilir? E ylem hep zorunluluk değildir; bazen d ü
şü n m ek d ah a iyidir. İzdubar’ın sıradan anlam ıyla pek de gerçek olm ad ı
ğına, bir fantezi old u ğun a aslında ikn a oldum . D u ru m u başka bir açıdan
değerlendirm ek yararlı olabilirdi... değerlendirmek... değerlendirmek. ..
hayret, burada bile düşünceler yankılanıyor; ç o k yalnız olmalı. O ysa bu
devam edemez. B ir fantezi olduğunu elbette kabul etm eyecek, bütünüyle
gerçek olduğunu, ona ancak gerçek yoldan yardım edilebileceğini söyle
yecek; yine de bu aracı d a bir kez denemeye değer. Ona soracağım :
B: “ H ü kü m d arım , G ü çlü Olan, dinle: bizi kurtarab ilecek bir d ü şü n
ce geldi bana. A slın d a gerçek o lm ad ığın ı, b ir fan tezi old u ğu n u d ü şü
n ü yo ru m .”
İ: “ B u düşünce b en i dehşete düşürdü. C in ayet bu. B e n i kötü rü m
b ırakıp böyle acınası bir durum a soktuktan s o n r a ! bir de gerçek o lm a
d ığım ı m ı d u y u rm a k istiy o rsu n gerçekten?”
B: “ B elki k en d im i yeterin ce açıklayam ad ım ve fazlasıyla Batı ü lkele
rinin diliyle konuştum . Elbette senin gerçek falan olm ad ığın ı söylem ek
istem iyo rum , yaln ız bir fantezi kad ar gerçek olduğunu söylüyorum .
B u n u k ab u l edebilsen çok şey kazan ırd ık.”
İ: “B undan ne kazanılabilir? Sen işkenceci bir şeytansın.”
B: “ A c ın a sı olan, sana işkence etm eyeceğim . H ek im in eli acı verse
de am acı işkence etm ek değildir. B ir fantezi olduğunu gerçekten kabul
edem ez m isin ?”
İ: “ V a h bana! B eni n asıl b ir b ü yü ye b u laştırm ak istiyorsu n ? Fantezi
o ld u ğ u m u k ab u l etm em in b an a y a ra rı o lu r m u?”
B: “ T a şın a n adın çok an la m ı old u ğu nu biliyorsu n . H astaları iy i et-
46/47 m ek için o n lara yen i adlar v e r ild iğ in i! çünkü y e n i adla birlikte yen i bir
öz edind iklerini de biliyorsu n . A d ın özü n d ü r.”
ı 13. Taslak şöyle devam ediyor: “böyle dedi içimdeki başka bir ses, bir yankı gibi” (s. 309).
İ: “ H aklısın , bizim rah ip lerim iz d e b u n u sö ylü yo r.”
B: “Ö yleyse fantezi old u ğun u kabu l etm eye h azır m ısın?”
İ: “ Y a rd ım ı olacaksa, evet.”
İç ses şim di b an a şöyle söylüyord u : H iç ku şku suz şim di bir fantezi
olsa d a d urum h âlâ son derece karm aşık. B ir fantezi öylece değillene-
m ez v e teslim iyetle de ele alınam az. E ylem gerektirir. O b ir fantezi ve
bu nedenle de zaten çok değişken ve bir çıkış yolu gö rebiliyo ru m : Ş im
dilik on u sırtım a alabilirim . İz d u b a r’a gittim ve şöyle dedim :
“ B ir y o l bulundu. H afifled in , tü yden bile h a fif oldun. Şim d i seni
taşıyabilirim .” K o lla rım ı o n a d o lu yo ru m ve on u yerd en k ald ırıyo ru m ;
havadan bile h a fif ve ayaklarım ı yerd e tu tm ak için çabalıyorum çünkü
yüküm beni h avaya kald ırıyo r.
İ: “Bu ustalıklı b ir dokunuştu. B eni nereye taşıyo rsu n ?”
B: “ Seni aşağıya, B atı ülkesine taşıyacağım . Y o ld a şlarım bu n ca b ü
yük b ir fanteziyi ağırlam aktan m u tlu olacaktır. D ağları aşıp k o n u k se
ver in san ların evlerin e ulaşınca seni b ü tü n ü yle a y a ğ a k ald ırm an ın y o l
larını rahatça aram aya başlayab ilirim .”
O n u sırtım d a ta şıya rak k ü ç ü k taşlı b ir y o ld a b ü y ü k b ir dikkatle
ilerliyo ru m . D ağd an aşağı in d iğ im iz için ve y ü k ü m d o la y ısıy la rü z
gârla sa vru lm a k d en gem i y itirm e m d e n d ah a b ü y ü k bir teh like o lu ş
tu ru yo r. Ç o k h a fif yü k ü m e sa rılıy o ru m . S o n u n d a v a d i ta b a n ın a ve
sıcak ve soğ u k acı y o lu n a u laşıyoru z. B u kez de ıslık la r çalan bir d oğu
rü z g â rı beni d ar k aya lık la r arasın d an g e ç iriy o r ve ta rlala r ü zerin d en
kim sesiz y e rle re sa vu ru y o r, b ö ylece acı v e ric i y o la d eğ m iyo ru z. Bu
ittirm eyle güzel to p ra k la rd a n g e ç iy o ru m hızla. Ö n üm d e ik i k işi g ö
rü yo ru m : A m m o n iu s ve K ırm ız ı. T a m a rk ala rın a geld iğim izd e d ö n ü
yo rlar ve d eh şetli çığ lık la rla ta rla la ra k aç ıy o rla r. G e rçe k ten de tu h a f
bir g ö rü n ü şü m olm alı.
İ: “ B u biçim sizler de k im in nesi? Y o ld aşların b u n la r m ı?”
B: “ O n lar insan değil, B atı ü lkelerinde h âlâ sık ç a rastlanan geçm işin
sözde k alın tıları. E skiden ç o k önem lilerdi. Şim d iyse çoğu n lu kla ç o b a n
lık yap ıyo rlar.”
İ: “N e h ayret ve rici bir ülke! Bak, bu bir şehir değil m i? O raya git
mek istem iyor m usu n ?”
B: “ H ayır, T a n rı koru su n. K a la b a lık top lansın istem iyo ru m ç ü n
k ü o ra d a ayd ın lan m ışlar yaşıyor. K o k u ların ı alm ıyo r m u su n ? A s lın
da tehlikeliler çünkü o n lar ben im bile k e n d im i sakın m am gereken en
güçlü zehirleri pişirirler. O ranın h alk ı tam am en kötürüm dü r, zehirli
kah veren gi buharla sarm alan m ışlard ır ve an cak y a p a y y o llarla hareket
47/48 edebilirler. / Endişelenm en e gerek y o k y in e de. N ered eyse gece çöktü
ve bizi kim se göremez. A yrıca, kim se beni gördüğün ü kabu l etm eye
cektir. B u rad a sapa bir ev biliyo ru m . O rada bizi gece ağırlayacak yakın
arkad aşlarım v a r.”
İzd u b ar’la b irlikte karan lık, sessiz bir bahçeye ve terk edilm iş bir
eve geliyoruz. İzd u b ar’ı bir ağacın sa rk ık d a lla rı arasın a saklıyo ru m ve
gidip evin kap ısın ı çalıyoru m . K a p ı beni d ü şü n d ü rü yo r; çok küçük.
İzd u b ar’ı b u rad an asla geçirem em . Y in e de b ir fantezi y e r kaplam az
ki! B u eşsiz düşünce neden d ah a önce gelm edi aklım a? B ahçeye d ö
nü yo ru m v e hiç güçlük çekm eden İzd u b ar’ı sıkıştırıp b ir yu m u rta b ü
yüklüğüne getirerek cebim e yerleştiriyoru m . S o n ra d a İzd u b ar’ın şifa
bulacağı k on u k sever eve giriyo ru m .
ı 14. Burada Jung’un İzdubar’ı gizlice eve taşımak ve iyileşmesini sağlamak için yumurta
kadar küçültmesine gönderme yapılıyor. Jung, Aniela Jaffe’ye bu bölümlerle ilgili
olarak fantezilerden bazılarının, şeytan ve Gılgamış-İzdubar bölümlerinde olduğu
gibi, korkudan kaynaklandığını söylemişti. Bir açıdan, deve yardım etmenin bir
yolunu bulmaya çalışması aptalcaydı ama bunu yapmadığı takdirde başarısız
olacağını hissetmişti. Budalaca çözümün karşılığında bir Tanrıyıyakaladığını fark
edecekti. Bu fantezilerin birçoğunda yüce ile gülünç şeytanca bir yoldan bir araya
getiriliyor (MP, s. 147-148).
115. Taslakta cümle şöyle geçiyor: “Diğer birçok Tanrı ve sayısız durumda olduğu gibi
Tanrının bir fantezi olduğu ilan edildi ve böylece ele alındığı varsayıldı” (s. 314).
1 16. Taslak şöyle devam ediyor: “Bizinsanlar görünüşte fantezi diye birşeyin olmadığına
inanıyorduk ve bir şeyin fantastik olduğunu söylediğimizde son derece parçalanmış
Eskiden bir T an rı’nın öldürülebileceğine inanılırdı. O ysa T an rı k u r
tuldu, ateşte yeni bir balta d ö v d ü ve eski d öngüsüne yenid en başlam ak
için yin e D o ğu 'n u n ışık seline daldı.117 O ysa biz akıllı insanlar ortalıkta
kör topal dolaştık ve yoksunluğum uzdan bile haberim iz yoktu. O ysa ben
Tanrımı sevdim ve onu insanların evine götürdüm çünkü bir fantezi ola
rak d a gerçekten yaşadığına ve bu yüzden de onu hasta ve yaralı bir şekil
de geride bırakam ayacağım a karar verdim . Böylece bir m ucize yaşadım
ve ben Tanrı'nın ağırlığını yü klenirken bedenim ağırlığını yitirdi.
A ziz K risto f, dev, yü k ü n ü güçlükle taşım ıştı, o y sa yü k ü yaln ızca ço
cuk İsa’ydı. 118 O ysa ben b ir çocuk kad ar küçü ktü m ve b ir d evi taşıyo r
dum am a yü k ü m beni kald ırıyord u . Ç o cu k İsa d ev K risto f için k olay
bir yüke dönüştü çünkü İsa şöyle dem işti: “ B en im bo yu n d u ru ğu m tatlı,
yüküm hafiftir.” 119 İsa'yı yüklen em eyiz çünkü o yü klen ilem ez am a biz
lsa o lm a lıyız çü n k ü o zam an b o yu n d u ru ğu m uz tatlı, yü k ü m ü z k olay
olur. B u som ut ve görünür d ü nya bir gerçeklik, oysa fantezi de diğer bir
gerçeklik. Tanrı"yı d ışım ızd a g ö rü n ü r v e som ut b ıraktığım ızd a y ü k len i
lemez ve çaresiz olur. O ysa T a n rıy ı fanteziye d önü ştü rürsek içim izde ve
yüklenm esi k o la y olur. D ışım ızd aki Tanrı ağır olan h er şeyi ağırlaştırır,
oysa içim izdeki Tanrı ağır olan her şeyi hafifletir. İşte bu yü zd en bütün
Kristofların sırtı kam bur ve nefesleri kesilm iştir, çü n k ü d ü n ya ağırdır.
[ÖH 48/2] B irço kları hasta tan rıları için y a rd ım bu lm aya çalıştı ve
güneş ülkesinin yo lu n d a p u su y a yatm ış y ılan lara ve ejd erh alara yem
oldu. A şırı p arlak günde çü rü d ü ler ve k aran lık insan lar old u lar çü n
kü gö zleri körleşti. Ş im d i gölgeler gibi ortalıkta g eziyo r ve ışık tan söz
i'diyorlar am a çok az gö rüyo rlar. T a n rıları ise on ların gö rm ed iği her
şeydi: K a ra n lık B atı ülkelerin de ve gören g ö zleri k esk in leştiriyor ve
zehri p işiren lere y a rd ım e d iy o r ve yılan ları k ö r su çlu ların to p u kların a
oluyordu” (s. 314). Jung ı932'de çağdaşlarının fanteziyi hor görmesine değinmişti
(“Kişiliğin Gelişimi” te 17, §302).
1 17. Burada birsonraki bölüme atıfvargibi görünüyor.
1 1 H. Aziz Christopher (Yunanca “İsa’yı taşıyan”) üçüncü yüzyılda yaşamış bir şehittir.
Efsaneye göre İsa’ya nasıl hizmet edebileceğini öğrenmek için bir münzeviye danışmıştı.
Münzevi ona insanların tehlikeli bir ırmak geçidinden geçmesine yardım etmesini
söylemiş, o da buna uymuştu. Bir keresinde küçük bir çocuk karşıya geçmek için yardım
etmesini istemişti. Christopher çocuğun herkesten daha ağır olduğunu fark etmiş, çocuk
da dünyanın günahlarını taşıyan İsa olduğunu göstermişti.
1 19. Matta ı ı:30.
yöneltiyor. Ö yleyse, aklın va rsa T a n rı’y ı y a n ın d a gö tü rürsü n ve böyle-
ce on u n nerede old uğu nu bilirsin. B atı ülkelerin de o y a n ın d a olm azsa
gece şakırd ayan b ir zırh ve ezici b ir savaş b altasıyla gece sana koşarak
gelir.120 Şafak ülkesinde y a n ın d a olm azsa o zam an da habersiz topu-
48/49 ğunu b ekleyen tan rısal solu can ın farkın a va rm a d an atarsın adım ını. /
[İm ge 5o ]‘ 22
Noel geldi, Tanrı yumurtada.
Tanrım için bir kilim hazırladım, sabah ülkesinden pahalı, kırmızı
bir halı.
Onu çevreleyecek Doğu ülkesinin görkemli parıltısı.
Ben yalın bakire, doğum yapan ve nasıl olduğunu bilmeyen anayım.
Ben bakireyi koruyan endişeli babayım.
Ben karanlık tarlalarda sürüsünü kollarken haberi alan çobanım.'23
121. Kaligrafi cildinde bölüm başlığı yok, buradaki başlık Taslak’a göre verildi.
ı 22. 50 ila 64. imgeler İzdubar’ın yenilenişini simgesel olarak betimliyor.
123. Luka 2:8-11: ‘‘Aynı yörede, sürülerinin yanında nöbet tutarak geceyi krlarda geçiren
çobanlar vardı. Rab’bin bir meleği onlara göründü ve Rab’bin görkemi çevrelerini
aydınlattı. Büyük bir korkuya kapıldılar. Melek ise onlara, «Korkmayın!» dedi. «Size,
tüm halk için büyük sevinç kaynağı olacak bir müjde getiriyorum: Bugün size, Davut’un
kentinde bir Kurtarıcı doğdu. Bu, Rab olan Mesih’tir”
124. Matta 2:1-2: “ha, Kral Hirodes’in devrinde Yahudiye’nin Bethlehem kasabasında
doğduktan sonra bazı yıldızbilimciler doğudan Kudüs’e gelip şöyle dediler: «Yahu-
dilerin kralı olarak doğan çocuk nerede? Doğuda O’nun yıldızını gördük ve O’na
tapınmaya geldik.”
125. Bu bölümde Tanrı’nın nitelikleri Sınamalardaki iki ve üçüncü vaazlarda Abraksas’ın
nitelikleri gibi işleniyor. bkz. s. 450.
Sonrasız karanlık ve sonrasız aydınlık.
Sonrasız alt ve sonrasız üst.
Birdeki çifte doğa.
Çoktaki yalın.
Anlamsızlıktaki anlam.
Esirlikteki özgürlük.
Muzaffer boyun eğmiş.
Gençteki yaşlı.
Hayırdaki evet.
Ey
orta yolun ışığı,
yumurtada kapalı,
tohumsal,
çetin, ezilmiş.
Tamamen gebe,
düşsel, yitik düşleri bekleyen.
Taşgibi ağır, sertleşmiş.
Dökme, saydam.
Akıp giden parıltı, kendine dolanmış.
ı 26. Jung 3 Ocak 1917’de “Düşlemde şöyle yazıyor: u[Liber Novus’taki yılan imgesi IIl’ün
uyaranı]” (s. ı). Herhalde bu not bu imge için yazılmıştır.
127. Resim yazısı: “ brahmallaspati.” Julius Eggling şöyle diyor: “Brihaspati ya da
Brahmanaspati, dua ya da tapınmanın efendisi, rahibin saygınlığının temsilcisi olarak
Agni’nin yerini alır... Rig-Veda X, 68,9da... söylenene göre Brihaspati şafağı (avindat),
gökyüzünü ve ateşi (agni) bulmuştur ve ışığı (arka, güneş) ile karanlığı kovmuştur. Genel
olarak ışık ve ateş elementini temsil ediyor gibi görünüyor” (Doğu'nun Kutsal Kitapları
12, s. xvi). Ayrıca bkz. İmge 45’in notu.
/ [İm ge 5 5 ]128
B ir söz hiç söylenmeyen.
Bir ışık hiç yakılmayan.
Koşutsuz bir karmaşa.
V e sonu olmayan biryol.
129. Jung “Düş/er”de şöyleyazmıştı: 17 1 1917. Bu gece: dağın yamacından felaket ve korkunç
çığlar yuvarlanıp geliyor, kâbuslardaki bulutlar gibi; öte kıyısında durduğum vadiyi
dolduracaklar. Korkunç afetten korunmak için dağın yükseklerine kaçmam gerektiğini
biliyorum. Bu düş Kara Kitap'ta aynı tarihi içeren bir girdiyle tuhafbir şekilde
açıklanıyor. 17 1 1917'de Lib. Nov.'un 58. sayfasında kırmızı noktalı bir çizim yaptım.
ı8 1 1917'de dev güneş lekelerinin oluşumuyla ilgili bir yazı okudum” (s. 2). Kara Kitap
6’daki 17 Ocak 1917 tarihli girdinin özeti: Jung onu korku ve dehşetle dolduranın,
yüksek dağdan düşenin ne olduğunu sorar kendine. Ruhu tanrılara yardım etmesini
ve onlara kurban vermesini söyler. Solucan Cennete tırmanmaktadır, söylediğinegöre,
yıldızları örtüp ateşten diliyle yedi mavi göğü yer. Onu da yiyeceğini, sürünüp taşa
girmesini, ateş seli sona erene dek orada korunaklı kalmasını söyler. Dağlardan kar düşer
çünkü yukarıdaki bulutlardan ateşli soluk alçalmaktadır. Tanrı gelmektedir, Jung da onu
kabul etmeye hazırlanmalıdır. Jung kendini taşa saklamalıdır çünkü Tanrı korkunç bir
ateştir. Sessiz kalmalı ve içine bakmalıdır ki Tanrı onu alevleriyle yok etmesin” (s. 152)
[İmge 59]‘30/
Yeryüzüne sorduk.
Göğe sorduk.
Denize sorduk.
Yele sorduk.
Ateşe sorduk.
Seni aradık bütün halklarla birlikte.
Seni aradık bütün krallarla birlikte.
Seni aradık bütün bilgelerle birlikte.
Seni aradık kendi beynimizde ve yüreğimizde.
Ve seni yumurtada bulduk.
İnsandan daha güçlü olmayan bir Tanrı; nedir? Yine de kutsal yılgı
yı tatmalısın. İnsan doğasının kara dibine dokunmadan ekmeğin ve şa
rabın tadına varmaya değer misin? İşte bu yüzden ılıman ve soluk gölge
lersin, sığ kıyılarınla ve geniş kır yollarınla gurur duyuyorsun. Oysa bent
ler kapakları açılacak, orada seni ancak Tanrı’nın kurtarabileceği aman
sız şeyler var.
sonra burada güneşleri bir arada koyuyorsun ama ortada, ne tabanda ne de tavanda,
işte bu yüzden dört değil iki var, oysa üstteki koni tabanda ve yukarıda kalın bir dam
var ve devam etmek istiyorsan her iki kolunla da dönmeyi özlersin. Tabanda iki kişilik
bir zindan var, her iki sen için. İşte bu yüzden alttaki güneş için bir zindan yapıyorsun
ve alttaki güneşi zindandan çıkarmak için diğer yana düşüyorsun. Özlemini duyduğun
budur ve üstteki koni geliyor ve alttakine doğru bir köprü kuruyor önceden hep kaçan
güneşini geri alıyor ve şimdi de sabah bulutları geliyor alttaki koniye ama güneşi çizginin
ötesinde, görünmez (ufuk). Şimdi birsin ve güneş yukarıda olduğu için mutlusun ve sen
de oraya gitmeyi özlüyorsun Oysa alttaki, yani yükselen güneşin zindanında tutsaksın.
Burada durak var. Şimdi yukarıda bir dörtgen yapıyorsun ve buna düşünceler diyorsun,
kapısı olmayani, kalın duvarlı bir zindan ve böylece üstteki güneş çıkamıyor ama koni
çoktan gitmiş. Diğer yana eğiliyorsun, aşağıyı özlüyorsun ve tabanda kıvrılıyorsun. O
zaman bir ve yılanın güneşler arasındaki yolu oluyorsun; bu eğlenceli! Ve önemli (=).
Oysa aşağıda eğlenceliydi, yukarıda bir dam var ve kancayı her iki kolunla yükseltmen
gerekiyor ki böylece damın içinden geçebilsin. Sonra aşağıdaki güneş özgür oluyor
ve yukarıda bir zindan var. Aşağıya bakıyorsun ama yukarıdaki güneş sana doğru
bakıyor. Sense bir çift olarak dik duruyorsun ve yılanı kendinden ayırmışsın; herhalde
çekilmişsin. İşte bu yüzden aşağısı için bir zindan yapıyorsun. Şimdi yılan yeryüzünün
üzerindeki gökyüzünü geçiyor. Bütünüyle ayrılmışsın, yılan yeryüzünün çok yukarısında
yıldızlar arasında kıvrılarak ilerliyor. / Tabanda şöyle diyor: bana bu bilgeliği anne
verir. / Memnun ol” (s. 9-10). Jung, Aniela Jaffe‘ye üzerinde hiyeroglifler olan ve
yatak odası duvarına gömülü kırmızı kilden bir tablet gördüğünü anlatır. Ertesi gün
tabletin üzerindekileri yazıya dökmüştür. Önemli bir mesaj içerdiğini hissetmiş ama ne
olduğunu anlayamamıştır (MP, s. 172). Sabina Spielreina yazdığı 13 Eylül ve ıo Ekim
1917 tarihli mektuplarda Jung düşünde gördüğü bazı hiyerogliflerin ne kadar önemli
olduğuna değinir. ı o Ekim'de şunları yazar: “Hiyerogliflerinize bakınca tarihsel açıdan
simgesel bir doğası olan soy gelişimi imlerine baktığımızı görüyoruz.” Freudcuların
Libidonun Dönüşümleri ve Simgeleri ne küçümseyici bakışı yorumlarken kendini Runik
harflere sıkı sıkıya tutunmuş olarak anlatır ve onları anlaması mümkün olmayanlara
asla vermeyeceğini söyler (“Jung, Sabina Spielrein'a mektuplar” Journal ofAnalytical
Psychology 4I [2001], s. I87-8).
ı 56. Bu resimdeki eski harfler Kara Kitap 7de 7 Ekim 1917 girdisinde görülüyor ve Jung
yanına “10 Ekim 1917” tarihini not düşmüş. Ha şöyle açıkladı: “Kavisi ileri hareket
ettirmeyi başarırsan aşağıda bir köprü kurarsın ve merkezden aşağıya ve yukarıya
hareket edersin ya da altı ve üstü ayırırsın, güneşi yeniden ayırırsın ve yılan gibi
üstten sürünerek altı alırsın. Yaşadıklarını yanında götürürsün ve yeni bir şeye doğru
ilerlersin” (s. ıı).
157. Bu resimdeki eski harfler Kara Kitap 7de 7 Ekim 1917 girdisinde görülüyor ve Jung
yanma “ıı Ekim 1917” tarihini not düşmüş. Ha şöyle açıkladı: “Şimdi ise kendinle
aşağıyı özleyen arasında bir köprü yapıyorsun. Oysa yılan yukarıda sürünüyor ve güneşi
yukarı çekiyor. Sonra ikiniz de yukarı hareketleniyorsunuz ve üste gitmek istiyorsunuz,
oysa güneş aşağıda ve seni aşağıya çekmek istiyor. Sense altın üstüne bir hat çekiyorsun
ve yukarıyı özlüyorsun ve bütünüyle birdesin. Orada yılan geliyor ve aşağıdakinin
kabından içmek istiyor. Oradaysa üstteki koni geliyor ve duruyor. Yılan gibi, bakan
geriye kıvrılıyor ve yine ileri hareketleniyor ve sonra sen geri dönmeyi çok istiyorsun.
Oysa aşağıdaki güneş çekiyor ve böylece yine dengeni buluyorsun. Yine de kısa süre
sonra geri düşüyorsun çünkü bir olan üstteki güneşe doğru uzandı. Öteki bunu istemiyor
ve böylece ayrı düşüyorsun ve bu yüzden birbirinize üç kez dolanmanız gerekiyor. Yine
doğruluyorsun ve her iki güneşi de önünde tutuyorsun sanki gözlerinmiş gibi yukarının
ve aşağının ışığı önünde ve kollarını ona doğru uzatıyorsun ve bir olmak için bir
araya geliyorsunuz ve iki güneşi ayırmalısınız ve biraz aşağıya dönmek istiyorsunuz ve
yukarıya uzanıyorsunuz. Oysa aşağıdaki koni yukarıdaki koniyi yutup içine almış çünkü
güneşlerçokyakındı. Buyüzdenyukarıdaki koniyiyenidenyukarıyakoyuyorsun
vealttaki artıkoradaolmadığı içinonuyenidençekmekistiyorsunvealttaki koniye
derinbirözlemduyuyorsunçünküboş. Yukarıda, Üstgüneş hattı görünürdeğil
çünkü. Uzunzamandıraşağıyadönmeyiözlediğiniçinüsttekikoni aşağıyainiyorve
alttakigörünmezgüneşi içinehapsetmekistiyor. Oradayılanınyoluenüstegidiyor,
ayrılmışsınveaşağıdaki herşeyzemininaltında. Dahadayukarı çıkmakistiyorsun
amaaşağıdakiözlemyılangibi sürünerekgeliyorbileveonunüzerinebirzindan
kuruyorsun. Oysaalttakiyukarıgeliyorvesenenalttaolmayı özlüyorsunveiki güneş
birdenbiregörünmezoluyor,birbirini kapıyor. Bunuözlüyorsunvehapsediliyorsun.
Sonrabirikarşıgeliyorvediğeri aşağıyı özlüyor. Zindanaçılıyor,biraşağıyıdahada
çoközlüyoramakarşı çıkanyukarıyı özlüyorveartıkkarşı çıkmıyoramagelecekolanı
istiyor. Böyleceolanoluyor: Güneştabandayükseliyoramahapsedilmişveyukarıda
üçyuvakutususizikinizveüsttekigüneşiçinyapılmışvezatenbunubekliyordun
çünküalttakini hapsetmiştin. Oysaşimdi yukarıdaki koniaşağıyainiyorgüçlübir
şekildeveseni bölüyorvealttakikoniyiyutuyor. Buolanaksız. Böylecekonileri burun
burunayerleştiriyorsunvemerkezdeönedoğrukıvrılıyorsun. Çünkümeseleleriböyle
bırakmakolmaz! Buyüzdenbaşkatürlüolmakzorunda. Biryukarı ulaşmayaçalışıyor,
diğeri aşağıya, bunuyapmayaçalışmalısınçünkükonilerinuçları birbirini bulursa
ayırmakzorolur. Buyüzdenaralarınaserttohumukoydum.Uçucaçokfazlagüzel
birdüzendeolurlar. Buanayıvebabayımemnunederamabeninhalimniceoluro
zaman?Vetohumumunhali?İştebuyüzdenplanları hemendeğiştiriyoruz! Birikiniz
arasındabirköprüoluyor, alttaki güneşi yenidenhapsediyor, birüstüvealtı özlüyor
amadiğeri özelliklegüçlübirşekildeileriyi, yukarıyı veaşağıyı özlüyor. Böylecegelecek
olabilir -bak, şimdidennekadariyi söyleyebiliyorum- evet, gerçekten, akıllıyım-senden
akıllıyım-çünküişleri çokiyi elealdın, herşeyideçatıaltınaveevealdın, yılanveiki
güneş. Buherzamaneneğlenceli şeyoldu. Oysasenayrıldınvehattıyukarı çektiğin
içinyılanvegüneşlerçokaşağıda. Bununolmasınınnedeniöncedenkendini aşağıdan
uzağakıvırman. Yinedebirarayageliyor, anlaşıyorsunvedikduruyorsunçünkübu
iyiveeğlencelivetamamvediyorsunki: Böylekalacak. Amaüstteki koni altageliyor
çünkütatminolmamışöncedenyukarıyasınırkoymuşolmandan. Üsttekikoni hemen
güneşineuzanıyoramaartıkortalıktabirgüneşyokbulacakveyılandazıplıyor
güneşleri yakalamakiçin. Üstünedüşüyorsunvealttakikoni birinizi yiyor. Üstteki
konininyardımıylaonugeri çıkarıyorsunvebunakarşılıkalttaki koniyegüneşini
veriyorsun,üsttekikoniyede. Göktedolanantekgözlügibi uzanıyorsunvekonileri
altındatutuyorsunamasonundaişlerçığrındançıkıyor. Konileri vegüneşi bırakıyorsun
veyanyanaduruyorlarveyinedeaynısını istemiyorsun. Sonundakendini aşağıyainen
üstteki koniyeüçkerebağlamayı kabulediyorsun. /BanaHa-Ha-Haderler, nehoşisim,
benakıllıyım.Burayabak, sonişaretim,bubüyükbüyüevindeyaşayanbeyazadamın
büyüsü, bubüyüyesenHristiyanlıkdersin. Şamanınkendikendineşöyledemiş: Ben
vebababiriz, kimsebabayabendenbaşkabiryoldanulaşamaz. Sanasöyledim,üstteki
koni baba. Kendini sanaüçkezbağlamışveöteki ilebabaarasındaduruyor. İştebu
yüzdenöteki onunyolundangeçmekzorundakoniyeulaşmakistiyorsa” (s. 13-14).
Tanrısal Maskaralık^8
Cap. xiv.
[ÖH 98] ^Yüksek bir salonda duruyorum. Önümde iki sütun arasına
gerilmiş yeşil bir perde var. Perde kolaylıkla aralanıyor. Çıplak du
varları olan derin, küçük bir oda görüyorum. Üzerinde mavimsi cam
olan küçük bir pencere görüyorum. Sütunlar arasında bu odaya çıkan
merdivenlere adım atıyorumve odaya giriyorum. Arka duvarda sağ
da ve solda kapı görüyorum. Sağ ile sol arasında bir seçim yapmam
gerekiyor sanki.
Sağı seçiyorum. Kapı açılıyor, giriyorum: Büyük bir kütüphane
nin okuma odasındayım. Arka planda soluk tenli, ufak tefek, zayıf bir
adamvar, anlaşılan kütüphaneci. Sıkıntılı bir hava var; akademik hırs
lar, akademik kibir, yaralanmış akademik gurur. Kütüphaneciden baş
ka kimseyi görmüyorum. Ona yöneliyorum. Başını kitaptan kaldırıyor
ve “Ne istiyorsun?” diyor.
Biraz utanıyorum çünkü aslında ne istediğimi bilmiyorum: Aklım
dan Thomas a Kempis geçiyor.
B: “Thomas a Kempis’in İsa'ya Öykünmesini istiyorum.”160
Sanki böyle bir ilgi alanımolabileceğini düşünmemiş gibi belirli bir
158. El yazısı Tos/ak’ta bunun yerine: “Dokuzuncu Macera Birinci Gece” (s. 814).
159. i4Ocak 1914.
ı 60. İsa'ya Öykünme on beşinci yüzyılın başında ortaya çıkan veson derece popüler olan
kendini adamayı öğretmeye yönelik bir çalışmadır. Kim tarafından yazıldığı hâlâ
tartışmalı bir konu olsa da genellikle Thomas a Kempis'e atfedilir (yak. 1380-1471).
Kempis, Hollanda’da dinibirtopluluk olan, aracılık veiçyaşamı vurgulayan birhareket
olan devotio moderna’nın en önemli temsilcisi durumundaki Ortak Yaşam Tarikatı'na
üyeydi. İsa’ya Öykünme açık ve yalın bir dille insanları dışsal şeylere karşılık iç tinsel
yaşama yönelmeye çağırır, böyle bir hayatın nasıl yaşanacağına dair öğütler verir ve
İsa’da yaşanan yaşamın nihai ödüllerinden ve huzurundan bahseder. Başlık ilk bölümün
ilk satırından alınmıştır, aynı bölümde şöyle denir: “İsa’nın sözlerini anlamak ve
hazmetmek isteyen bütün yaşamını İsa’nın yaşam örüntüsüne uydurmaya çalışmalıdır.”
İsa'ya Öykünme teması çok daha öncelere dayanır. Orta Çağ bunun nasıl anlaşılması
gerektiği üzerine birçok tartışmaya sahne olmuştur. {bkz. Giles Constable, "The ideal
of the Imitation of Christ," İhree Studies in Medieval Religious and Social Ihought
[Cambridge: Cambridge University Press, 1995], s. 143-248). Constable’ın da gösterdiği
gibi öykünmenin nasıl anlaşıldığından hareketle iki genel yaklaşımdan söz edilebilir:
İsa’nın tanrısallığına öykünme “İsa'nın onun aracılığıyla Tanrı olmayı göstermesine”
dayanan tanrılaştırma öğretisini vurdular (s. 218). İkinci yaklaşım olarak İsa’nın
insanlığına ve bedenine öykünme İsa’nın dünyadaki yaşamına öykünmeyi vurgular.
Bunun en uç örneği İsa,nın yaralarını bedenlerinde taşıyan stigmatiklerdir.
şaşkınlıkla bakıyor bana ve doldurmak için bir sipariş formu veriyor.
Ben de Thomas a Kempis’i sormanın şaşırtıcı olduğunu düşünüyorum.
“Thomas’ın eserini istemem sizi şaşırttı mı?”
“Aslında, evet, bu kitabı isteyen pek çıkmaz ve konuyla ilgilendiği
nizi düşünmemiştim.”
“Bu esinebenimde şaşırdığımı söylemeliyimama kısabir süre önce
Thomas’ın beni özellikle etkileyen bir yazısını okudum. Nedenini ben
de tam bilmiyorum. Yanılmıyorsam yazı İsa’ya öykünme sorunu üze
rineydi.”
“Belirli bir tanrıbilimsel ya da felsefi açıdan mı ilgileniyorsunuz
yoksa... ”
“Yoksa dua amaçlı olarak mı okumak istediğimi mi soracaksınız?”
“Pek sayılmaz.”
“Thomas a Kempis okursambunu akademik bir ilgiden çok dua ya
da benzer bir amaçla yaparım.”
“Bu kadar dindar olduğunuzu hiç bilmiyordum.”
“Bilime son derece büyükbir önemverdiğimi biliyorsunuz. Yine de
bilimin bizi boş ve hasta bıraktığı anlar var yaşamda. Bu gibi anlarda
Thomas’ınki gibi bir kitap ruhtan gelerekyazıldığı için benim açımdan
büyük bir anlamtaşıyor.”
“Yine de biraz eski moda. Bugünlerde Hristiyanlığın dogmalarına
kendimizi kaptıramayız kuşkusuz.”
“Hristiyanlığı bir yana koymamız onunla işimizin bittiği anlamı
na gelmiyor. Bana öyle geliyor ki bizim görebildiğimizden daha faz
lası söz konusu.”
98/99 “Neymiş o? Bir dinden başka bir şey değil.” /
“insan onu hangi nedenlerle ve daha da önemlisi hangi yaşta bir
yana bırakır? Muhtemelen çoğunlukla öğrencilik günlerinde ya da bel
ki de daha önce. Bunun çok da ayırt edici bir yaş olduğu söylenebilir
mi? İnsanların pozitif dini bir yana bırakma nedenlerini hiç yakından
incelediniz mi? Bu nedenler genelde belirsiz, inancın içeriğinin doğal
bilimler ya da felsefe ile çelişmesi gibi.”
“Benim görüşüme göre bu itiraza, daha iyi nedenler olsa bile, he
men karşı çıkılmamalı. Örneğin, ben dinde doğru ve uygun bir ger
çeklik olmamasını bir eksiklik olarak görüyorum. Bu arada, dinin çök
mesinden sonra yitirilen dua olasılığının yerini başka birçok şey aldı.
Örneğin, Nietzsche bir dua kitabından fazlasını yazdı,161 Faust'a değin
miyorum bile/’
“Sanırımbu bir anlamda doğru. Öte yandan, Nietzche’nin doğrusu
bana çok çalkantılı ve kışkırtıcı geliyor; henüz özgürleştirilecek olanlar
için iyi. Bu nedenle onun doğrusu yalnızca onlar için iyi. Kısa zaman
önce köşeye kıstırılmışlar için de bir doğruya gereksinim olduğunu
keşfettim. Onlar insanı küçülten ve içine kapatan depresif bir doğruya
gereksinimduyuyor olabilirler.”
“Bağışla beni ama Nietzsche insanı olağanüstü iyi içselleştirir.”
“Belki senin bakış açından bu doğru, oysa ben Nietzsche’nin ya
şamla güçlü bir şekilde çatışan, yaralarından kanlar akan ve gerçeklik
lere sıkı sıkıya sarılanlara değil, daha fazla özgürlüğe gereksinim du
yanlara konuştuğu hissediyorum.”
“Ama Nietzsche bu tip insanlara değerli bir üstünlükduygusu bah
şediyor.”
“Buna karşı çıkamam ama üstünlüğe değil, bayağılığa gereksinim
duyan insanlar tanıyorum.”
“Kendinizi çok çelişkili ifade ediyorsunuz. Sizi anlamıyorum. Baya-
lığın bir gereksinim olduğunu söylemek zor.”
“Belki bayağılık yerine teslimiyet dersem beni daha iyi anlarsınız,
gerçi eskiden çokkullanılanbu sözcükbugünlerde ender duyulur oldu.”
“Kulağa da çok Hristiyanca geliyor.”
“Dediğimgibi Hristiyanlıkta insanınkorumak isteyebileceği birçok
şey var gibi görünüyor. Nietzsche çok karşıt. Sağlıklı ve uzun ömürlü
olan herşey gibi doğruluk da orta yola daha yakındı, oysa küçümseye
rek ona haksızlık ediyoruz.”
“Bu derece yapıcı bir yaklaşımınız olduğundan gerçekten haberim
yoktu.”
“Benim de. Yaklaşımımı tam olarak bilmiyorum. Orta yolu arıyor
sam, kuşkusuz bunu çok sıradışı bir şekilde yapıyorum.”
Biz kör bir türüz. Yalnızca yüzeyde, yalnızca bugünde yaşıyor, yal
nızca yarını düşünüyoruz. Ölüleri kabul etmeyerek geçmişi kabaca ele
alıyoruz. Yalnızca görünür başarıyla çalışmak istiyoruz. Hepsinden
ötesi bize ödeme yapılmasını istiyoruz. İnsanlara görünür bir hizmeti
olmayan gizli bir iş yapmanın delilik olduğunu düşünürüz. Kuşkusuz
yaşamın gerekleri bizi yalnızca tadına varılabilen meyveleri yeğlemeye
zorladı. Oysa dünyanın yüzeyinde bütünüyle yitip gidenler kadar ölü
lerin baştan çıkarıcı ve yanıltıcı etkisi altında kalan var mıdır?
Tekbir zorunlulukvar, o daölüleruğrunasır doluyapman gereken
gizli ve tuhafbir iş; büyük bir iş. Ölüler kendi görünür alanını ve bağını
elde edemeyenleri yakalar ve ondan kefaret ister. Obunu yerine getire
ne kadar dış işine dönemez çünkü ölüler onu bırakmaz. Onların buy
ruğuyla ve bütünüyle gizem içerisinde ruhunu araştırmak ve durgun
luk içinde hareket etmek zorundadır ve böylece ölüler onu bırakmaz.
İleriye çokfazlabakma, geriye ve kendi içine bak ki ölüleri işitebilesin.
Az sayıda yaşayanla, birçok ölüyle yükselmek İsa’nın yoluydu.
Onun yaptığı aşağılanmışı ve yitmişi kurtarmaktı ve onlar için iki suç
lunun arasında çarmıha gerildi.
kadargürültülüydükiyaşayanlarbilekederlendiveyaşamdanbıktılarvedahacanlı
bedenlerininiçindeykenbudünyayaölmekistediler. Buyüzdensendekurtuluş
çalışmanlaölüleritamamlanmayagötürüyorsun" (s. 390-391).
Ben iki deli arasında can çekişiyorum. Alçalırsam doğruluğa gire
rim. Ölülerle yalnız kalmaya alışırım. Zor, ama yaşayan yoldaşlarının
değerini tamda böyle keşfedersin.
Eskiler ölüleri için neler yapmadılar ki! Sense ölüler geçmiş olduğu
için kendini ölülerin dikkatinden ve bunca istedikleri işten kurtarabi
leceğini sanıyorsun. Ruhun ölümsüzlüğüne inamadığını söylüyorsun
mazeret olarak. Sen ölümsüzlüğün olanaksızlığını tasarladın diye ölü
ler artık var olmayacak mı düşünüyorsun? Sözlerden yaptığın putlara
inanıyorsun sen. Ölüler etkilidir ve bu da yeterlidir. Nasıl ki dış dün
yada denizi pek gizleyemezsen iç dünyayı daörtbas edemezsin. Örtbas
etme amacını artık anlamalısın, korunmak istiyorsun.1®9
106/10S Ben kaosu kabul ettimve ertesi gece ruhumbana yaklaştı. / [İmge
105] /
189. Taslak şöyle devam ediyor: “Kendini batıl inançla korumak için eski dünya büyüsünü
kullanıyorsun çünkü sen hala yaşlı ormanın güçsüz çocuğusun. Oysa biz senin büyü
dünyanın ardını görebiliriz ve o güçsüz kılındı ve seni kaostan koruyabilecek tek şey
kabullenmedir” (s. 395).
Nox Tertia 190
Cap. xvi.
2oı. Resim yazısı: “Yılan öldü ve toprağa düştü. Bu da yeni doğumun göbek bağıydı.” Yılan
İmge 109’dakine benziyor. 27 Ocak 1922de Kara Kitap ide Jung’un ruhu imge 109
ve ı ı ı e atıfta bulunuyor. Ruhu şöyle diyor: “Sonrasız gecenin dev bulutu korkunç.
Bu bulutta sol köşeden gelen ve bir yıldırımın kırık hatlarını taşıyan sarı, parlayan
bir çakış görüyorum, onun ardında da bulutta belirsiz, kırmızı bir ışık var. Hareket
etmiyor. Bulutun ve yıldırımın alt tarafında cansız yatan bir yılan görüyorum. Hareket
etmiyor. Şimşek bir mızrak gibi saplanmış başına. Tanrının eli kadar büyük bir el
fırlatmış bu mızrağı ve herşey kasvetli bir imgede donmuş. Ne anlatmaya çalışıyor?
Yıllar önce resmettiğin imgeyi hatırlıyor musun, Tanrı nın ışınla çarptığı siyah ve beyaz
yılanı olan siyahlı ve kırmızılı adam [imge 109]. Bu imge diğerini izliyor gibi, çünkü
ondan sonra da ölü yılanı resmetmiştin [imge 111] ve bu sabah kasvetli bir imgeye
bakmadın mı, beyaz kaftanı olan siyah yüzlü bir adam, bir mumya gibi?” Ben: “Nasıl,
nedir bunun anlamı?” Ruh: “Benliğinin imgesidir o” (s. 57).
202. Taslak şöyle devam ediyor: “Oysa bunu sevgi yasası altında yapan acının ötesine geçer,
meshedilmişle aynı masaya oturur ve Tanrının zaferine bakar” (s. 406).
203. Taslak şöyle devam ediyor: “Oysa Tanrı sevgi yasasıyla acıyı kendi üzerine alanlara
gelecek ve onlarla yeni bir bağ kuracak. Çünkü meshedilenin dönüşü öngörülüyor, ama
bedenen değil, tin olarak. Nasıl ki isa kurtuluş eziyetiyle bedene yukarıyı gösterdiyse bu
çağın meshedilmişi tini kurtuluş eziyetiyle yukarı götürecek” (s. 407).
204. Taslak şöyle devam ediyor: “En alt noktan inşaatçıların bıraktığı taştır. O mihenk
taşı olacak. İçindeki en alt kuru topraktan çıkan, en çorak çöldeki kumların
arasından fırlayan pirinç tohumu gibi büyüyecek, serpilecek ve boy atacak.
Kurtuluşun terk edilmişten gelecek. Güneşin çamurlu bataklıklardan yükselecek.
Diğer hepsi gibi sen de en alçak noktanda meshedildin çünkü onun maskesi senin
sevdiğin kendi imgenden daha çirkin. İçindeki en alçak en hor görülen ve en az
değer verilen, acıyla ve hastalıkla dolu. O kadar hor görülüyor ki insanlar yüzünü
gizliyor ondan, hiç saygı göstermiyorlar ona ve hatta var olmadığını bile söylüyorlar
çünkü insan kendi uğruna utanç duyuyor ve kendini hor görüyor. Aslında bizim
hastalığımızı taşıyor ve bizim acımızı çekiyor. Biz onu vebalı olarak, Tanrının
cezalandırdığı olarak görüyoruz tiksindirici çirkinliğine bakıp. Oysa o yaralı, deliliği
görmüş, bizim adaletimiz için; çarmıha gerilmiş ve ezilmiş bizim güzelliğimiz için.
Biz huzur bulmak için onu cezasını çekmeye, şehit olmaya bırakıyoruz. Oysa onun
hastalığını üzerimize alacağız ve kurtuluş bize kendi yaralarımızdan gelecek” (s.
407-8). İlk satırlar Mezmurlar 1 18:22ye atıfta bulunuyor. Parçada Jung’un daha önn-
alıntı yaptığı Yeşaya 53 ün izleri görülüyor.
İçinizdeki en aşağı merhametin kaynağıdır. Bu hastalığı, huzur bul
ma yetersizliğini, alçaklığı ve küçümsemeyi üzerime alıyoruz ki Tanrı
ölümün çürümesinden ve alt-dünyanın çamurundan arınıp iyileşebil
sin ve ışıldayarakyükselsin. Adi mahkumparlayarakve bütünüyle iyi
leşmiş olarak kurtuluşuna yükselecek.205
Tanrımızın çekmekistemeyeceği kadar büyükbir ıstırap olabilir mi?
Yalnızca biri görüyorsun ve diğerini fark etmiyorsun. Oysa bir varsa di
ğeri devardır ve bu daiçindeki enaşağıdır. İçindeki enaşağı ise kötünün
sana bakan ve soğuk soğuk bakıp ışığını karanlık dibe emen kötünün
gözüdür aynı zamanda. Seni yukarıda tutan eli, en küçük insan elini, en
aşağı canlıyı kutsa. Birçokları ölümü yeğler. İsa insanlığa kanlı kurbanı
yüklediği için yenilenen Tanrı da akankandankurtulamayacak.
Neden üzerindekiler kırmızı ve giysilerin şarap ezenlerinkine ben
ziyor? Ben üzümcenderesinde yalnız yürüdümve yanımda kimse yok.
Öfkemle kendimi ezdimve hiddetimle çiğnedim. İşte bu yüzden giy
silerime kan sıçradı kaftanımı lekeledim. Öcüme bir gün ayırdım ve
205. Taslak şöyle devam ediyor: ‘Tin kutsanma uğruna neden eziyeti ve huzursuzluğu
üstlenmesin ki? Oysa bunların hepsi gelecek üzerinize, derinliklerin kapılarını açacak
anahtarları taşıyanın ayak seslerini duyuyorum bile. Savaşların gürültüsüyle yankılanan
vadiler ve dağlar, yaşanan sayısız yerden yükselen yas sesleri gelecek olanı işaret ediyor.
Görümlerim doğru çünkü gelecek olana baktım. Yine de bana inanmamanız gerekiyor
çünkü yoksa yolunuzdan, doğru olandan, sizi gelecekte gördüğüm acıya götüren yoldan
ayrılırsınız. Hiçbir inanç sizi yoldan çıkarmasın, yolunuzda size öncülük ediyorsa en
büyük inançsızlığınızı kabul edin. İhanetinizi ve sadakatsizliğinizi kabul edin, kibiri
ve iyi bildiğinizi, böylece sizi en alçağınıza götürecek olan sağlam ve güvenli yola
ulaşacaksınız ve en alçağınıza yaptığınızı meshedilmişe yapacaksınız. Bunu unutmayın:
Sevgi yasasından hiçbir şey yürürlükten kaldırılmadı ama pekçok ekleme yapıldı. İçinde
sevgiye yeterliliği olanı öldüren kendine lanetlenecek çünkü sevgi uğruna ölenlerin
sürüsüne bereket ve bunların en heybetlisi de Rab İsa. Bu ölülere saygı göstermek
bilgeliktir. Araf içinde sevgiye yeterliliği olanı öldürenleri bekliyor. İçinizdeki en alçağı
sevenlerin yasasıyla birleştirmenin olanaksızlığına yas tutacak, öfkeleneceksiniz. Size
söylüyorum: İsa bedenselin doğasını tine tâbi kıldı babanın sözünün yasasıyla, tinin
doğası İsa’nın sevgi yoluyla tamamlanan kurtuluş işi yoluyla bedenin doğasına tâbi
kılınacak. Tehlikeden korkuyorsun ama Tanrının en yakın olduğu yerde tehlikenin en
büyük olduğunu bil. Meshedilmişi tehlike olmadan nasıl tanıyabilirsin? İnsan değerli bir
taşı bakış sikkeyle alabilir mi? İçinizdeki en alçak sizi tehlikeye sokan. Korku ve kuşku
yolunuzdaki kapıların bekçileri. İçinizdeki en alçak öngörülemez çünkü göremezsiniz
onu. Öyleyse şekillendirin onu, bakın ona. Böylece kaosun sel kapılarını açarsınız.
Güneş en karanlık, en rutubetli, en soğuk yerden doğar. Bu çağın bilmeyen insanları
yalnızca biri görüyor, onlara yaklaşan ötekiyi görmüyor. Oysa bir varsa öteki de vardır”
(s. 409-10). Jung burada örtük bir şekilde Friedrich Hlderlin’in “PatmoSuna, yani en
sevdiği şiirlerden birine gönderme yapıyor: “Yakın olan / Tanrıdır ve kavraması zordur.
/ Oysa tehlike olan yerde / kurtuluş da büyür.’’ Jung bunu Libidonun Dönüşümleri ve
Simgelerinde (1912, te B, §65lf) ele almıştır.
kendimi kurtaracağımyıl geldi. Çevreme bakındımve yardım edecek
kimse yoktu; yanımda kimsenin olmamasına şaştım: öyleyse beni ken
di kolumkurtarmalı ve öfkem beni kaldırdı. Böylece öfkemle kendimi
ezdim, hiddetimle sarhoş oldumve kanımı yeryüzüne akıttım.206Tanrı
iyileşsin diye günahımı üstlendim.
Nasıl ki İsa barış için gelmediğini, kılıç getirdiğini söyledi,207içinde
İsa’yı tamamlayan kendine huzur değil, kılıç verecek. Kendine başkal
dıracak ve içindeki ötekiye düşman olacak. Kendi içinde sevdiğinden
de nefret edecek. Kendi içinde azarlanacak, alay edilecek ve çarmıh iş
kencesine bırakılacakve ona hiçkimse yardımetmeyecek, kimse acısını
dindirmeyecek.
Nasıl ki İsa iki hırsız arasında çarmıha gerildi, en aşağımız da yolu
muzun iki yanında duruyor. Nasıl ki hırsızlardanbiri Cehennem’e gitti,
diğeri Cennet’eyükseldi, içimizdeki enaşağı dakıyamet günümüzde iki
ye ayrılacak. Birinin yazgısı lanetlenme ve ölüm, diğerininki yükselmek
olacak.208Yine de yazgısı ölümolanlayaşamolanı görmen uzun sürecek
çünkü içindeki en aşağı hâlâbütünve ayrılmadı, derin bir uykuda.
İçimdeki en aşağıyı kabul edersem Cehennem’in tabanına bir to
hum indiririm. Tohum görünmeyecek kadar küçük ama ondan yaşa
mımın ağacı büyüyor ve Aşağı’yı Yukarısı ile birleştiriyor. Her iki uçta
da ateş ve yanan közler var. Yukarısı kızgın, Aşağısı kızgın. Dayanılmaz
ateşler arasındabüyüyor yaşamın. Bu iki kutup arasında asılısın. Ölçü
süz korkutucubir devinimde gerili asılmış yukarı aşağı yuvarlanıyor.
Bu nedenle en aşağımızdan korkuyoruz çünkü sahip olunmayan
her zaman kaosla birleşir ve gizemli gelgitin parçası olur. Tam olarak
derinliklerin parlayan kızıl güneşini, içimdeki enaşağıyı kabul ettiğim
ve kaosun karmaşasına kurban olduğumsürece yukarıda ışıldayan gü
neş de yükselir. Öyleyse enyüksek için uğraşan en derini bulur.
206. Bu satırlar Yeşaya 63:2-6Öan alıntı.
207. Matta 10:34: “«Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil, kılıç
getirmeye geldim.”
208. Eyyuba Yanıtta (1952) Jung çarmıhtaki İsa üzerine şöyle yazıyor: “Bu resmi iki hırsız
tamamlıyordu, biri Cehennem’e, diğeri de Cennet'e gidecekti. Temel Hristiyanlık
simgesindeki karşıtların daha iyi bir temsilini düşünmek zor” (te il, §659).
209. Dietrich, Platonun Gorgias’ındaki Hades’te asılan günahkârlar motifinden söz eder
(Niekyia, s. 117). Jung Nekyia’nın arkasındaki referanslar listesine şu notu almış:
“ 117 asılı"
Bu çağın insanlarını gerili asılmıştan kurtarmak için İsa bu eziyeti
bizzat üstlendi ve onlara şöyle öğretti: “Yılanlar gibi kurnaz, güvercinler
gibi hilesiz olun.”2ı° Kurnazlık kaosa karşı öğüt verir ve hilesizlik onun
müthiş yanını gizler. Böylece insanlar yukarıya ve aşağıya doğru çitli
güvenli orta yolda gidebildi.
Oysa Yukarı ve Aşağı'nın ölüleri atlı ve istekleri daha da yüksek
sesli. Hem soylu hem de ahlâksız yine ayaklandı ve farkında olmadan
aracının yasasını çiğnedi. Hemyukarıda hem aşağıda kapıları ardına
kadar açtılar. Peşlerinde birçoklarını yüksek ve alçak deliliğe sürükle
diler ve böylece karmaşa ektiler ve gelecek olanın yolunuhazırladılar.
Oysa bire giden ama aynı zamanda kendine doğru geleni kabullen-
meyip ötekine gitmeyen yalnızca biri öğretecek ve yaşayacak ve onu
gerçeğe çevirecek. Onun kurbanı olacak o çünkü. Bire gider ve böylece
sana yaklaşan ötekini düşmanın olarak görürsen ötekine karşı savaşır
sın. Böyle yaparsın çünkü ötekinin de içinde olduğunu göremezsin.
Tam tersine, ötekinin aslında dışından geldiğini düşünürsün ve onu
görüşleri ve eylemleri seninkilerle çatışan hemcinslerinde görürsün.
Böylece ötekiyle savaşırsın ve bütünüyle körleşirsin.
Oysa kendine yaklaşanı o da kendinde olduğu için kabul eden daha
fazla tartışmaya, atışmaya girmez, kendi içine bakar ve sessizliğini ko
rur. / [İmge 113]211 / 112/114
' ıo. Matta10:16: “İşte, kurtlarınarasınakoyunlargibigönderiyorumsizi. Yılangibiakıllı,
güvercingibisafolun”
aıı. Resimyazısı: “Butanrısal çocuğunimgesi. Uzunbiryoluntamamlanması anlamına
geliyor. İmgeNisanıçıç’datamamlanırtamamlanmaz, birsonrakiimgeüzerinde
çalışmayabaşladıktansonra, 0 ’igetirengeldi, PHiLEMON'unbanaöngördüğügibi.
Onaphanes dedimçünküoyenibelirenTanrı.”0 güneşinastrolojikimiolabilir.
OrfeusteogonisindeAetherveKaosKronos’tanolur. KronosAether’debiryumurta
yapar. Yumurtaikiyebölünürvetanrılarınilki olanPhanesçıkar. Guthrieşöyle
yazıyor: “Muhteşembirgüzellikleolduğu, parıldayanbirışıksaçtığı, omuzlarında
altınkanatlartaşıdığı, dörtgözüolduğuveçeşitli hayvanlarınbaşlarını taşıdığıhayal
edilirdi. Heriki cinsiyetedesahipti çünküyardımolmadantanrılarırkını yaratacaktı”
{Orpheus and Greek Religion: A Study ofthe orphic Movement lLondra: M ethuen,
1935, s. 8o]). Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) Jungyaratıcı gücün
mitolojikkavramlarını elealırkenbirnoktayadikkatçeker: “‘Parıldayan; ilkdoğan,
‘ErosunBabası*olanOrfıkPhanesfigürü. OrfıkbağlamdaPhanesaynızamanda
sevgitanrısı, androjenveTebesli DionisusLysios’undengi olanPriapos’aişareteder.
Phanes’inOrfikanlamıaynı zamandayinebirkozmogonikilkeolanHint sevgi
tanrısı Kama'dır” B, §223). Phanes 1916sonbaharındaKara Kitap 6’daortaya
(te
214. Taslak şöyle devam ediyor: “Bu yüzden İsa şöyle düşündü: Ey yoksul olanlar, ne mutlu
size,Tanrı’nm Egemenliği sizindir!” (s. 416). Luka 6:2o'den alıntı.
Nox quarta215
Cap. xvii
228. 1944de Psikoloji ve Simya da Jung mandala sembolizmini ele alırken dört
köşesinde dört “akarsu” bir simyasal daire simgesine değiniyor (te 12, §ı67n).
Jung çeşitli örneklerde cennetteki dört akarsuyu yorumlar, örneğin bkz. Aion, te
§§2, 9, 3II, 353, 358, 372.
229. Yazıt: “ "XI. MCMXIX. [11. 1919: Bu tarih imgenin resmedildiği tarihi gösteriyor
olabilir.] Bu böylesine güzel yerleştirilmiş taş kesinlikle Lapis Philosophorum.
Elmastan daha sert. Uzaya dört ayrı niteliğiyle yayılıyor, bunlar genişlik, yükseklik,
derinlik ve zaman. Bu yüzden de görünmez ve fark etmeden içinden geçebilirsiniz.
Kovanın dört nehri taştan akıyor. Bu ana ile baba arasında uzanan bozulmaz tohum ve
iki koninin başlarının ona dokunmasına engel oluyor: Pleroma'yı dengeleyen monad
o.” Pleroma için bkz. aşağıda s. 443. Bozulmaz tohum için bkz. İmge 64 ile ilgili dipnot
157’deki Ha ile konuşma.
230. 3 Haziran 1918le Jung’un ruhu Filemon’u yeryüzünün neşesi olarak anlatıyor.
“İblisler kendini bulan, dört nehrin kaynağı olan, yeryüzünün kaynağını taşıyan
birde uzlaştı. Onun doruğundan sular dökülür dört bir yana. O güneşi taşıyan
denizdir; o güneşi taşıyan dağdır, o dört büyük akışın babasıdır; o dört büyük iblisi
bağlayan haçtır. Hiçliğin bozulmaz tohumudur, uzaydan düşer rastlantısal. Bu
tohum başlangıçtır, diğer tüm başlangıçlardan gençtir, tüm bitimlerden yaşlı” (Kara
Kitap 7, s. 61). Anlatımdaki bazı motifler bu imge ile bağlantılı olabilir. Kara Kitap
/de Temmuz 1919 ile Şubat 1920 arasında bir boşluk var, bu dönemde Jung büyük
olasılıkla Psikolojik Tipler i yazıyordu. 23 Şubat’ta şu satırları yazmış: “Arada uzanıyor
görünen düşler kitabında, daha da çok Kırmızı Kitap\n imgelerinde,” (s. 88). Jung
Düşlere bu dönemde gördüğü sekiz düşü ve Ağustos 1919da gördüğü iki melek
görümünü, karanlık ve saydam bir kitleyi ve genç bir kadını not almış. Bu da ne
Liber Novus’taki ne de Kara Kitaplardaki metne doğrudan göndermeler yapmayan
simgesel sürecin kaligrafi cildindeki resimlerde sürdüğünü akla getiriyor. Jung
1935’te Orta Çağ simyasındaki sembolizmi psikolojik açıdan yorumlamış ve felsefe
taşının -benliğin simgesi olarak- simya çalışmalarının hedefi olduğunu öne sürmüştiı
(Psikoloji ve Simya, te 12).
231. Yazıt: “4Aralık mcmxix [1919. Bu tarih imgenin boyanma tarihini gösteriyor olabilir. |
Bu mücevherin arka yüzü. Bu taşta olan bu gölgeyi taşır. Bu yaşlı Atmavictu’dur,
yaratılıştan sonra çekilen. O başlangıcı aldığı sonsuz tarihe döndü. Bir kez daha taşlı
tortuya dönüştü yaratılışını tamamladıktan sonra. İzdubar biçiminde büyüdü ve
<lIAHMON'u ve ondan Ka’yı getirdi. OIAHMON taşı, Ka’ ise 0 ’ı verdi” Öyle görülüyoı
ki son bölüm güneşin astrolojik simgesidir.
232. Atmavictu için bkz. İmge 1 ı7ye not. 20 Mayıs 19ı/de Filemon şöyle der:
“Atmavictu olarak hata yaptım ve insan oldum. Benim adım İzdubar mıydı? Ona
öylece yaklaştım. Beni kötürüm kıldı. Evet, insan beni kötürüm bıraktı ve beni bir
ejderhanın yılanına dönüştürdü. Neyse ki hatamı gördüm ve ateş yılanı yuttu. Böylcc c
Filemon var oldu. Benim biçimim görünüştür. Önceden görünüşüm biçimdi” (Karo
Kitap 7, s. 195). Jung Am/arda şöyle diyor: “Daha sonra Filemon’u benim Ka olarak
adlandırdığım başka bir figür daha canlandırdı. Eski Mısır'da ‘Kralın Ka’sı’ onun
dünyevi biçimi, beden bulmuş ruhuydu. Fantezimde ka-ruh alttan, derin bir kuyudaıı
gelir gibi yeryüzünden geldi. Onun bir resmini yaptım, yeryüzüne bağlı biçimini,
taştan bir kaidesi olan sütun ve üstü bronzdan. Resmin üzerinde bir yalıçapkını
kanadı, arasında Kanın başının çevresinde parıldayan yıldızlar nebulası. Kanın
ifadesinde iblisi andırır bir şey var; Mefistovari bile denebilir. Bir elinde renkli bir
pagoda ya da bir kutsal emanet sandığı, diğerinde bir taş kalem tutuyor ve bununla
sandığın üzerinde çalışıyor. Şöyle diyor: ‘Tanrıları altın ve mücevherler içinde gömen
benim.’ Filemon’un topal bir ayağı, ve kanatlı bir ruhu var, Ka ise bir yeryüzü iblisi ya
da metal iblis olarak resmediliyor. Filemon tinsel yöndü, anlamdı, Ka ise -o dönemde
yabancısı olduğum- Yunan simyasındakiAntroparyon gibi doğanın tini. Ka herşeyi
gerçek yapandı ama aynı zamanda yalıçapkını tinini, anlamı kapıyordu ya da onun
yerine güzelliği, ‘sonrasızyansımayı’ koyuyordu. Zamanla simya üzerine çalışarak
iki figürü birleştirmeyi başardım,” (s. 209-10). Wallace Budge şöyle diyor: “Ka soyut
bir birey ya da kişilikti. Ait olduğu insanın biçimini ve niteliklerini taşıyordu ve
normal ikamet yeri bedenle birlikte lahit olsa da istediği zaman dışarı çıkabiliyordu;
insandan bağımsızdı ve gidip herhangi bir anıtında durabilirdi” [Mısır Ölüler Kitabı,
s. ıxv). Jung 1928’de şu yorumu getiriyor: “Gelişimin daha yüksek bir düzeyinde, ruh
ideasının zaten olduğu yerde, imgelerin hepsi artık yansıtılmaz... şu ya da bu karmaşa
artık yabancı gelmeyecek, kendine ait bir şeymiş gibi görülecek kadar yakınlaşır.
Yine de ait olduğu hissi başlangıçta karmaşanın bilincin öznel bir içeriği olduğunu
hissetmeye yol açacak kadar güçlü değildir. Hâlâ bilinç ile bilinçdışı arasında bir çeşit
kimsenin olmayan topraklardır, yarı gölgede kalmaya, kısmen bilinçli özneye ait ya da
yakın olmaya kısmen özerk bir varlık olmaya ve bilinçle bu şekilde buluşmaya devam
eder. Her halükarda öznenin yönelimlerine zorunlu olarak boyun eğmez, daha yüksek
bir düzeyde bile olabilir, genellikle esin ya da uyarı ya da doğaüstü bilgi kaynağıdır.
Psikolojik olarak bu tip bir içerik henüz tam olarak bütünleşmemiş kısmen özerk
karmaşa olarak açıklanabilir. İlksel ruhlar, Mısır'dan Ba ve Ka bu tipte karmaşalardır”
(Ben ile Bilinçdışı Arasındaki İlişkiler, te 7, §295).
233. Yazıt: “IVJan, mcmxx [4 Ocak 1920: Bu imgenin resmedildiği tarih olabilir.] Bu kutsal
su kabı. Kahiri ejderhanın bedeninde filiz veren çiçeklerden doğar. Yukarıda da tapmak.'’
Ü ç Kehanet
Cap. xviii
239. Nietzsche, Ecce Homo da şöyle yazmıştı: “Bilgide her kazanım, her ileri adım
gözüpekliğin, kendine karşı sert olmanın, dürüst olmanın sonucudur.”
240. Üstteki yazıt: “amor triumphat." Alttaki yazıt: “Bu imge 9 Ocak 1921'de, 9 aylık
beklemenin ardından tamamlanmıştır. Nasıl olduğunu bilmediğim bir kederi, dört
kat özveriyi ifade eder. Neredeyse bitirmemeyi yeğleyebilirdim. Dört işlevin amansız
çarkı, özveriyle aşılanmış bütün canlıların özü:’ Bu işlevler Jung’un Psikolojik Tiplerde
(1921) ele aldığı düşünme, hissetme, duyma ve sezgidir. 23 Şubat 1920de Jung Kara
Kitap iye şu notu düşmüş: “Seven ile sevilen arasında olanlar Tanrılığın bütünüyle
bronz bir kabukla mı kenetliyorsun? Ben yaşamın sıcaklığından hoş-
nutum. Onu özlememmi gerekiyor? Büyü uğruna mı? Büyü nedir?”
R: “Büyüyübilmiyorsun. Ohalde yargılama. Neye dikleniyorsun?”
B: “Büyüymüş! Ne yapayım büyüyle ben? Büyüye inanmıyorum,
inanamıyorum. Yüreğimburkuluyor ve insanlığımın büyük bölümü
nübüyüye mi kurban etmemgerekiyor?”
R: “Sana öğüdüm, buna karşı savaşmave hepsinden öte, ta derinlik
lerinde büyüye inanmıyormuş gibi çok aydın davranma.”
B: “Amansızsın. Yine de büyüye inanamamamabelki de bu konu
daki düşüncembütünüyle yanlıştır.”
R: “Evet, söylediklerinden öyle anlaşılıyor. Kör yargını ve eleştirel
davranışını bir yana bırak, yoksa asla anlamayacaksın. Bekleyerek yıl
larını harcamayı gerçekten hâlâ istiyor musun?”
B: “Sabırlı ol, bilimimhenüz alt edilmedi.”
R: “Üstesinden gelmen için tamzamanı!”
B: “Çok şey istiyorsun, neredeyse çok fazla. Sonuçta bilim yaşam
için çok önemli değil mi? Bilim yaşam mı? Bilimsiz yaşayan insanlar
var. Peki, amabüyü uğrunabilimi alt etmek? Butekindeğil, tehditkâr.”
R: “Korkuyor musun? Yaşamı tehlikeye atmak mı istemiyorsun?
Sana bu sorunu veren yaşamdeğil mi?”
B: “Bütün bunlar beni afallattı, aklımı karıştırdı. Bana aydınlatıcı
bir söz söylemeyecek misin?”
R: “Ah, demek avuntu istiyorsun sen. Asayı istiyor musun, istemi
yor musun?”
B: “Yüreğimi paramparça ediyorsun. Benyaşamaboyun eğmekisti
yorumama ne kadar zor bu! Siyah asayı istiyorumçünkü bana karanlı
ğın verdiği ilk şey bu. Bu asanın anlamını bilmiyorum, ne verdiğini de
bilmiyorum. Yalnız ne aldığını hissediyorum. Diz çöküp karanlığın bu
habercisini almak istiyorum. Siyah asayı aldımve tutuyorumişte, esra
rengiz asa elimde; soğuk ve ağır, demir gibi. Yılanın inci gözleri bana
bakıyor, kör edercesine ve baş döndürücü. Ne istiyorsun, gizemli arma
ğan? Önceki dünyaların bütün karanlığı sende toplanıyor, sert, siyah
tamamlanmasıdır. Her ikisi de birbiri için çözülmez bir bilmecedir. Zaten Tanrılığı kim
anlayabilir ki? Oysa Tanrı yalnızlıkta, bireyin sırrından / gizeminden doğmuştur. / Yaşam
ile sevgi arasındaki ayrım yalnızlık ve birliktelik arasındaki çelişkidir” (s. 88). Kara Kitap
7'deki bir sonraki not 5 Eylül 1921 tarihli. Jung 4 Mart 1920'de arkadaşı Hermann Sigg’le
birlikte Kuzey Afıkaya gitmiş, 17 Nisanda dönmüştü.
çelik parçası! Sen zaman ve yazgı mısın? Doğanın özü, katı ve sonra
sız, yatıştırılamaz, yine de bütün gizemli yaratıcı gücün toplamı mısın?
İçinden ilksel büyü sözcükleri yayılıyor adeta, çevrende gizemli etkiler
dokunuyor, içinde nice güçlü sanatlar uyuyor? Dayanılmaz bir baskıyla
delip geçiyorsun beni, yüzün ne şekiller alacak? Nice müthiş gizemler
yaratacaksın? Kötühava, fırtına, soğuk, yıldırımve gökgürültüsü mü ge
tireceksin, yoksa tarlaları bereketli kılıp gebe kadınların bedenlerini mi
kutsayacaksın? Varlığının imi nedir? Yoksa buna gereksinimduymuyor
musun karanlık rahmin oğlu? Kendinde somutlaştırdığın, kristalleştir
diğin puslu karanlıkla mı yetiniyorsun? Ruhumun neresinde saklayayım
seni? Yüreğimde mi? Yüreğim en kutsal tapınağın mı olsun? Seç yerini
öyleyse. Seni kabul ettim. Nice ezici bir gerilimle geliyorsun! Sinirlerimin
kemeri kırılmıyor mu? Gecenin habercisini aldım.”
R: “En güçlübüyüyaşıyor onda.”
B: “Hissediyorumama onaverilen kâbus gibi gücü söze dökemiyo
rum. Gülmek istedim çünkü kahkaha pek çok şeyi değiştirir ve ancak
orada kendini çözer ama içimdeki kahkaha ölüyor. Bu asanın büyüsü
demir gibi katı ve ölümgibi soğuk. Bağışla beni, ruhum, sabırsız olmak
istemiyorum ama bana öyle geliyor ki asayla birlikte gelen dayanılmaz
gerilimde ilerleyebilmek için bir şeyin olması gerekiyor.”
R: Bekle, gözlerini ve kulaklarını açık tut.”
B: “Ürperiyorum ama nedenini bilmiyorum.”
R: “Bazen insanın ürpermesi gerekir önce, en büyüğü beklerken.”
B: “Bilinmeyen güçler önünde eğiliyorum, ruhum; her bilinmeyen
Tanrı için bir sunak kurmak isterdim. Boyun eğmeliyim. Yüreğimdeki
karademir bana gizli güç veriyor. Zıtlıkve insanları küçümseme gibi.’’24'
[2] Ahkaranlıkeylem, ihlal, cinayet! Dipsiz derin, günahtan arınma-
mışı doğur. Bizi kim günahtan arındıracak? Önderimiz kim? Karanlık
çoraktopraklardangeçenyollarımız nerede? Tanrı, bizi terketme! Neler
buyuruyorsun, Tanrı? Elini üzerindeki karanlığa kaldır, dua et, umudu
24ı. Jung Kara Kitap 4e şu notu düşmüş: [Ruh:] “Sabırsızlığını terbiye et. Burada sana ancak
beklemek yardım edebilir.” [Ben:] “Beklemek, bu sözü biliyorum. Herkül de dünyanın
yükünü sırtında taşırken beklemekten hoşlanmazdı” [Ruh:] “Atlas’ın dönüşünü
beklemek zorundaydı ve dünyanın yükünü elmalar uğruna taşıyordu" (s. 60). Burada
Herkül un on birinci emeğine atıfta bulunuyor. Herkül ölümsüzlük getiren altın elmaları
beklemek zorundaydı. Atlas dünyayı onun yerine omuzladığı takdirde ona elmaları
getireceğini söylemişti.
nu yitir, bük ellerini, diz çök, alnını toza koy, haykır ama O’nun adını
söyleme, O’na bakma. O’nu adsız ve biçimsiz bırak. Biçimsizi ne oluş
turacak? Adsızı adlandıracak? Büyük yola at adımını ve en yakındakini
kavra. Bakınma, isteme, ellerini kaldır. Karanlığın armağanları bilmece
lerle dolu. Yol bilmecelerekarşın ilerleyebilenherkes içinaçık. Bilmece
lereve kesinlikle kavranamaz olanaboyuneğ. Sonsuz derinlikler üzerin
de baş döndürücü köprüler / [İmge 129] /var ama sen bilmeceleri izle. 128/130
Katlan onlara, müthiş olanlara. Hâlâ karanlık ve müthiş olan bü
yümeye devamediyor. Üreyen yaşamın akıntılarına kapılmış ve yitmiş
olarak baskın ve insanlık dışı güçlere, gelecek olanı hazırlamakla meş
gul güçlere yaklaşıyoruz. Derinlikler ne çok gelecek taşıyor! İpler bin
yıl boyunca orada örülmedi mi?242Bilmeceleri koru, onları yüreğinde
taşı, ısıt onları, onlara gebe ol. Böylece geleceği taşırsın.
Gelecek içimizde katlanılmaz bir gerilimde. Dar çatlaklardan geç
mek, yeni yollar açmak zorunda. Yükünü atmak, kaçınılmaz olandan
kaçmak istiyorsun. Kaçmak, yanılgı ve yoldan çıkma anlamına gelir.
Gözlerini kapa ki çoğu, dıştan çoğul olanı, koparanı ve ayartanı görme
yesin. Yalnızca bir yol var ve bu senin yolun; yalnızca tek bir kurtuluş
var ve bu senin kurtuluşun. Neden bakınıyorsun yardım arayan göz
lerle? Yardımın dışarıdan geleceğini mi zannediyorsun? Gelecek olan
senin içinde ve senin içinden yaratılacak. Öyleyse kendine bak. Kar
şılaştırma, ölçme. Senin yoluna benzer başka bir yol yok. Diğer tüm
yollar seni aldatır ve yoldan çıkarır. Sen içindeki yolu tamamlamalısın.
Ah, bütün insanlar ve yolları sana yabancı oluyor! Böylece onları
yeniden kendi içinde bulabilirsin ve yollarını kabul edebilirsin. Ne za
yıflık! Ne kuşku! Ne korku! Kendi yolunda gitmeye katlanmayacaksın.
Büyükyalnızlıktan kaçmak için hep senin olmayanyollara hiç olmazsa
bir adımatmak istiyorsun! Böylece anaç rahatlığa erişeceksin! Böylece
biri seni onaylayacak, tanıyacak, güvenecek, rahatlatacak, yüreklen
direcek. Böylece birileri seni kendi yollarına çekecek ve orada kendi
yolundan sapacaksın, orada kendini bir yana bırakman daha kolay ola
cak. Kendin değilmişsin gibi! Senin işlerini kimyapacak? Erdemlerini
ve günahlarını kim taşıyacak? Yaşamın sona ermiyor ve ölüm yaşan
242. Yunan mitolojisinde Moirae -ya da üç yazgı Clotho, Lachesis ve Atropus- insan
yaşamının iplerini eğirir ve kontrol ederdi. İskandinav mitolojisinde nornlar dünya ağacı
Yggsdrasil’in ayaklarının dibinde yagının iplerini eğirirdi.
mamış hayatını yaşamak için seni kuşatacak. Her şeyin tamamlanması
gerek. Zaman çokönemli, öyleyse nedenyaşanmışı biriktirip yaşanma
mışı çürümeye bırakmak istiyorsun?
Yolun gücü büyüktür.243 Onda Cennet ve Cehennem birlikte bü
yür ve Aşağı’nın gücü ve Yukarı'nın gücü onda birleşir. Yolun doğası
büyülüdür, yalvarıp yakarma gibi; lanet ve eylembüyük yolda gerçek
leşirse büyülüdür.244Büyü insanların insanları etkilemesidir ama senin
eylemin komşunuetkilemiyor; önce seni etkiler ve buna dayanabilirsen
senden komşuna görünmez bir etki geçişi olur. Daha önce hiç düşün
mediğimkadar çokvar ortalıkta bundan. Yine de kavranamıyor. Dinle:
Yukarısı Güçlü, A radaki rüzgârlar bağlıyor
Aşağısı Güçlü, haçı. Kutupları birleştiriyor
Bir'deki güç iki katı. aradaki aracı kutuplar.
Beriye gel Kuzey, A dım lar yukarıdan aşağıya yöneliyor.
Yaklaş, sokul Batı, Fokurdayarak kaynıyor su
Yukarıya ak Doğu, kazanlarda. Kızgın küller kaplıyor
Dol, taş Güney. yuvarlak zemini. 24
5
M avi ve derin çöküyor gece
yukarıdan, yeryüzü yükseliyor kapkara
130/132 aşağıdan. / [İmge 131] /
243. Taslak şöyle devam ediyor: “Yolun gücü o denli büyük kidiğerlerini desürüklüyorveateşliyor.
Bunun nasıl olduğunu bilmiyorsun, bu yüzden de sen en iyisi büyü de buna” (s. 453).
244. Taslak şöyle devam ediyor: “Tam da kendine özgü doğası nedeniyle yılan olarak
resmedilir” (s. 453).
245. Bu ayinlerin gerçekleştirildiği büyülü çembere birgönderme olabilir.
O senin uğruna yalnız ve Cennet ile yeryüzü arasında bekliyor yer
yüzünün ona yükselmesini ve Cennet'in ona inmesini.
Bütün halklar hâlâ çok uzak ve karanlığın duvarının ardında duruyor.
Oysa bana uzaklardan erişen sözlerini işitiyorum ben.
Kendineyoksul bir kâtip seçmiş, ağır işitiyor, yazarken de kekeliyor.
Onu, münzeviyi tanımıyorum. N e diyor? Şöyle diyor: “İnsan uğru
na korku ve rahatsızlık çekiyorum.”
Eski yazıları ve büyülü deyişleri deşiyorum çünkü sözler insanlara
asla ulaşmaz. Sözler gölge oldu.
Bu yüzden eski büyülü aletleri aldım ve sıcak iksirler hazırladım, sır
ları ve eski güçleri, en akıllısının bile tahmin edemeyeceği şeyleri kardım.
Bütün insan düşüncelerinin ve işlerinin köklerini pişirdim.
Birçok yıldızlı gecede kazanı gözledim. M aya sonsuza dek demleni
yor. Senin aracılığına, diz çökmene, umutsuzluğuna ve sabrına gerek
sinim duyuyorum. En son ve en yüksek özlemine, en sa f istemine, en
alçakgönüllü boyun eğişine gereksinim duyuyorum.
Münzevi, kimi bekliyorsun? Kimin sana yardım etmesi gerek? Yar
dımına koşacak kimse yok çünkü hepsi sana bakıyor ve sağaltıcı sana
tını bekliyor.
Hepimiz tamamen yetersiziz ve yardım a senden çok gereksinim du
yuyoruz. Bize yardım et ki karşılığında biz de sana yardım edebilelim.
Münzevi diyor ki: “Muhtaç olduğum anda yanım da kimse durmaya
cak mı? Yine bana yardım edebilesiniz diye işimi bırakıp size yardım mı
edeyim? İyi de nasıl yardım edeceğim size mayam olgunlaşıp güçlenme-
dikten sonra? Size yardım ondan gelecekti. Benden umduğunuz nedir?”
Bize gel! Neden orada durmuş mucizeler pişiriyorsun? Sağaltıcı,
büyülü iksirinin bize ne yararı olacak? Sağaltıcı iksirlere inanıyor m u
sun? Yaşama bak, bak sana ne çok gereksinim duyuyor! / [İmge 133] / 132/134
M ünzevi diyor ki: “Budalalar, zorlu ve uzun ömürlü tamamlanana
ve özsuyu olgunlaşana kadar benimle bir saat olsun nöbet tutamıyor
musunuz?2*6
A z zaman sonra mayalanma tamamlanacak. Neden bekleyemiyor-
sunuz? Sabırsızlığınız en yüksek eseri neden yok ediyor?”
246. Matta24:4o’daİsaoGetsemanibahçesindeduaederkenbirsaatbileuyanıkkalamayan
havarileriniazarlar.
Hangi en yüksek eser? B iz canlı değiliz; soğuk ve uyuşukluk ele ge
çirdi bizi. Senin eserin, münzevi, sonsuza kadar tamamlanmayacak
her gün ilerlese bile.
Kurtuluş işi sonsuzdur. Bu işin sonunu beklemeyi neden istiyorsun?
Bekleyişin seni sonsuz çağlar için taşa çevirse bile sonuna kadar bekle
meye dayanamazsın. Kurtuluş zamanın gelseydi bile seni kurtuluşun
dan kurtarmakgerekecekti.
Münzevi diyor ki: “İşittiğim nice tatlı dilli bir ağıttır böyle! N e ağ
layış! N e budala kuşkucularsınız siz! Yaramaz çocuklar! Dayanın, bu
geceden sonra tamamlanmış olacak!”
Bir gece olsun beklemeyeceğiz artık; yeterince dayandık. Sen bir
Tanrı mısın ki bin gece sana bir gece geliyor? Bizim için bu bir gece
bin geceye eşit. Kurtuluş işini bırak ve böylece kurtulmuş olacağız. Nice
çağlardır kurtarıyorsun bizi?
M ünzevi diyor ki: “ Sizi utanç verici insan yığını, insan sürüsü, seni
Tanrı'nın piçi, hazırladığım karışım için bir parça değerli et gerekiyor
hâlâ. Ben gerçekten sizin en değerli et parçanız m ıyım ? Sizin için ken
dimi kaynatmaya değer mi? Biri sizin için çarmıha gerilmeye razı oldu.
Bir gerçekten de yetiyor. Yolumu tıkıyor o. O halde ne onun yollarında
yürüyeceğim ne de sizin için iyileştirici m ayaya da ölümsüz247 kan iksiri
yapacağım. Bunun yerine sizin için iksiri ve kazanı ve gizli işi bırakaca
ğım çünkü tamamlanmayı ne bekleyebiliyorsunuz ne de katlanabiliyor
sunuz ona. İsteğinizi, diz çöküşünüzü, yakarışlarınızı yere çalıyorum.
Siz kendinizi hem kurtuluşsuzluğunuzdan hem de kurtuluşunuzdan
kurtarabilirsiniz! Biri sizin için öldüğünde değeriniz yeterince yüksel
di zaten. Şimdi her biriniz kendi için yaşayarak değerini kanıtlasın.
Tanrım, insanlar uğruna bir işi yarım bırakmak ne zor! Yine d e insan
uğruna kurtarıcı olmaktan çekiliyorum. İşte iksirimin mayalanması ta
mamlandı. İçkiye kendimden bir parça katmadım ama insanlıktan /ıir
dilim ekledim ve bakın, karanlık, köpüklü iksir berraklaştı.
247. Jııng'ıın kaligrafi cildindeki sayfa kenarına aldığı not: “29/11/1922.” Bu parçanın yazıya
geçirildiği tarih olabilir.
B ir in biçimi
çift oluyor.
Kuzey, yüksel ve git,
Batı, yerine çekil,
Doğu, kendini yay,
Güney, yok ol bit.
Aradaki rüzgârlar
çarmıha gerilmişi çözüyor. / 134/135
/ [İmge 135] /248 135/136
Açıklanamaz olan meydana geliyor. Kendini terk edip her bir ço
ğul olasılığa sığınmayı ne de çok istersin. Değişimle dolu olanın gize
mini kendin için çalmak uğruna bütün suçları göze almayı ne de çok
istersin. Oysa yolun sonu yok.
248. Yazıt: “25Nasını 1922’detamamlanmıştır. Muspilli'dençıkanateşyaşamağacını
sarıyor. Çembertamamlanıyoramabudünyayumurtanıniçindeki çember. Tuhaf
birTanrı, yalnızlığınisimsizTanrısı kuluçkayayatmışüzerinde. Dumanveküllerden
yeniyaratıklaroluşuyor.”İskandinavmitolojisindeMuspilli(yadaMuspelheirn) Ateş
tanrılarınikametyeridir.
Haçın Yolu
Cap. :x.249
bizi yukarı ve uzağa fırlatmasına neden olur çünkü tekerin bu parçasıyla hep yukarı
çıkacağımızı zannederiz. Oysa yukarı değil, daha derine gideceğiz; en sonunda da
dibe ulaşacağız. Öyleyse durağanı övün çünkü o size İksion gibi tekerin oklarına bağlı
olmadığınızı, yol boyunca size anlamı yorumlayan sürücünün yanında oturduğunuzu
gösteriyor” (s. 469-70). İksion, Yunan mitolojisinde Ares’in oğludur. Hera’yı baştan
çıkarmaya çalışmış ve Zeus onu hiç durmadan dönen kızgın bir tekere bağlayarak
cezalandırmıştır.
26 ı. Her şeyin yeniden döndüğü düşüncesi Stoacılık ve Pitagorascılık gibi çeşitli
geleneklerde bulunur ve Nietzsche’nin eserlerinde önemli bir yer tutar. Nietzsche
üzerine çalışmalarda bunun etik bir buyruk mu yoksa kozmolojik bir öğreti mi olduğu
önemli bir tartışma konusudur. Jung bu kavramı 1934'de Nietzsche’nin Zerdüşt’ü, cilt
1, s. 191-92'de ele alır.
Büyücü262
Cap. xxi.
[HI: 139] {I} [ı] 263Uzun bir arayıştan sonra önünde büyükbir lale bah
çesi olan kırdaki küçük evi buldum. <l>IAHM!1 N [Filemon] ve karısı
BAYKIZ [Baucis] burada yaşıyor. <l>IAHMON henüz yaşlılığa hükmetme
yi sağlayamamış büyücülerden biri ama mütevazı bir yaşamı tercih edi
yor ve karısına da aynı şeyi yapmaktan başka bir şey kalmıyor.264Öyle
görülüyor ki ilgi alanları daralmış, hatta çocuksulaşmış. Lale bahçesini
suluyorlar ve yeni biten çiçeklerden bahsediyorlar birbirlerine. Günleri
geçmişin ışığının aydınlattığı ve gelecek olanın karanlığından yalnızca
birazkorkan, bocalayan, solukbir gölge oyununun alacakaranlığında.
<l>IAHMON neden bir büyücü?265 Kendisi için ölümsüzlük, ölümün
ötesinde bir yaşam mı çağırıyor? Herhalde büyücülükyalnızca mesle
262. El Yazması Taslakta bunun yerine: “Onuncu Macera” (s. 1061).
263. 27 Ocak 1914.
264. Ovid, Metamorfozlarda Filemon ile Baucis’in öyküsünü anlatır. Jüpiter veMerkür
ölümlü kılığına girerek dağlık Frigya’da dolaşmaya başlar. Dinlenecek bir yer ararlar bin
evden geri çevrilirler. En sonunda yaşlı bir çift onları kabul eder. Çift gençlik yıllarında
yine bu kulübede evlenmiş, birlikte yaşlanmış ve yoksulluklarını memnuniyetle
kabullenmiştir. Konukları için yemek hazırlarlar. Yemek yendiği sırada sürahinin
boşaldıkça kendiliğinden dolduğunu görürler. Ev sahipleri konuklarının onuruna tek
kazlarını kesmeyi önerir. Tanrılar bunu kabul etmeyip kazı kurtarır. Daha sonra Jüpiter
ve Merkür kimliklerini açıklar ve çifte mahallelerinin cezalandırılacağını ama onlara
dokunulmayacağını söyler. Çifte onlarla gelerek dağlara tırmanmalarını söylerler.
“Doruğa ulaştıklarında çift kulübelerinin çevresindeki köyün sele kapıldığını ve yalnızca
kendi kulübelerinin ayakta kaldığını görür. Kulübe mermer sütunları ve altın çatısıyla
bir tapınağa dönüşmüştür. Tanrılar çifte ne dilediklerini sorar. Filemon onların rahibi
olmak, onların tapınağında hizmet etmek ve eşiyle aynı zamanda ölmek istediğini söyler.
Bu dilekleri yerine getirilir ve öldüklerinde yan yana iki ağaca dönüşürler. Goethe’nin
yazdığı Faust 2 Sahne 5’te daha önce Filemon ve Baucis sayesinde kurtulan bir gezgin
onlara seslenir. Faust bu sırada denizden alınan bir toprak üzerine bir şehir kurmaktadır.
Faust, Mefıstofelese Filemon ve Baucis’in evinin taşınmasını istediğini söyler. Mefıstofeb
ve üç güçlü adam gidip Filemon ve Baucis de içindeyken kulübeyi yakarlar. Faust sadece
evlerini değiştirmek istediğini söyler. Eckermanna göre Goethe şöyle der: “Benim
Filemon ve Baucis’imin... meşhur antik çiftle ve onlarla ilgili gelenekle bir alakası yok.
Onlara bu isimleri vermemin nedeni karakterlerini yükseltmek istememdir. Kişiler ve
ilişkileri benzer ve böylece isimler iyi bir etki yaratıyor” (6 Haziran 1 83 1, Goethe, Fausl,
çev. W Arndt [New York: Norton Critical Edition, 1976], s. 428’deki alıntı).
265. Psikolojik Tiplerde (1921) Faust’u ele alırken Jung şöyle der: “Büyücü ilksel paganlıktan
bir iz taşır kendinde, Hristiyan ayrımından etkilenmemiş bir doğası vardır hâlâ ve bu
da hâlâ pagan olan ve karşıtların hâlâ kendi özgün durumlarında, tüm günahkârlığın
ötesinde olduğu bilinçdışına erişebileceği anlamına gelir ancak bunlar bilinçli yaşamda
özümsendiklerinde aynı ilksel ve sonuç olarak iblis gücüyle iyi ve kötüyü yaratırlar...
İşte bu yüzden o kurtarıcı olduğu kadaryokedicidir de. Bu figür de dolayısıyla birlcşınc
çabası için bir simge taşıyıcı olmaya son derece uygundur.” (TE 6, §316).
ğiydi ve şimdi emekliye ayrılmış bir büyücü gibi görünüyor. Arzusu ve
yaratıcı dürtüsütükenmiş, lale ekmekten ve işte buyetersizliğindendo
layı, küçük bahçesini sulamaktanbaşka elinden bir şey gelmeyen yaşlı
bir adamgibi hak ettiği dinlenmeye çekilmiş. Sihirli asasını bir dolaba,
Musa’nın altıncı ve yedinci kitaplarının266ve EPMHI: TPIZM E n ZTYZ
[Hermes Trismegitsus]267bilgeliğininyanına kaldırmış. <I>IAHMON yaş
lanmış ve zihni biraz zayıflamış. Az bir para ya da mutfağına bir arma
ğankarşılığında büyülenmiş sığırların iyileşmesi için hâlâbirkaç büyü
lü tılsımsöylüyor ama bu tılsımlar ne kadar doğru, anlamlarını nereye
kadar anlıyor, kuşkulu. Ayrıca ne mırıldandığı da önemli değil çünkü
sığırlar / kendiliklerinden de iyileşebiliyor. İşte ihtiyar OIAHMON bah 139/140
çesine gidiyor iki büklümve titreyen elinde bir su kovası. Baucis mut
fak penceresinde durmuş sakin ve kayıtsız onu izliyor. Bu görüntüyü
binlerce kez görmüş ama her seferinde biraz daha çelimsiz, biraz daha
güçten düşmüş. Üstelik kendi gözleri de he geçen gün zayıfladığı için
bu görüntüyü de gittikçe daha bulanıkgörebiliyor/68
Bahçe kapısında duruyorum. Henüz bu yabancıyı fark etmediler.
“ OIAHMON, yaşlı büyücü, nasılsın?” diye sesleniyorum. Beni duymu
yor, sanki büsbütün sağırlaşmış. Yanına gidip kolunu tutuyorum. Be
ceriksizce ve titreyerek dönüyor ve beni selamlıyor. Ak bir sakalı ve
ak saçları var, kırış kırış yüzüne bir şeyler olmuş gibi. Gözleri gri ve
ihtiyar. İçlerinde tuhaf bir şey var, insanın canlı olduklarını düşünesi
geliyor. “Ben iyiyimyabancı,” diyor, “da senburada ne yapıyorsun?”
B: “Kara sanattan anladığın söyleniyor. Ben de ilgileniyorumbu sa
natla. Banabiraz anlatabilir misin?”
<l>: “Ne anlatayımki? Anlatacak bir şey yok.”
B: “Huysuzluk etme, yaşlı adam, öğrenmek istiyorum.”
<l>:“Bendendahabilgili olduğunkesin. Bensananeöğretebilirimki?”
266. Musa’nın altıncı ve yedinci kitapları (Tevrat’taki beş kitaba ek olarak) ı849 yılında Johan
Schiebel tarafından yayımlandı. Schiebel'e göre metinler eski Talmut kaynaklarından
geliyordu. Çalışma Kabbala büyüsü üzerine özet niteliğindedir ve popülaritesini
yitirmemiştir.
267. Hermes Trismegistus figürü Hermes ile Mısır Tanrısı Tot’un birleştirilmesiyle ortaya
çıkmıştır. Simya ve büyü üzerine geniş bir kaynak olan ve başlangıçta daha eski olduğu
düşünülse de Hristiyanlığın erken dönemine ait olan Corpus Hermeticum ona atfedilir.
268. Goethe’nin Fausf’unda Filemon çökmekte olan güçlerden söz eder: “Yaşlılıkta yardım
edemedim [bendin yapılmasına] /eskidense çok yardımım dokunurdu / gücüm
azaldıkça / sular geri itildi.”
B: “Katı yürekli olma. Sanarakip olmakgibi bir niyetimyok. Sadece
yaptıklarınlave uyguladığınbüyülerle ilgileniyorum.”
<D:“Ne istiyorsun?Eskiden çeşitli yerlerde hastave engelli insanlara
yardımetmişliğimvar.”
B: “Tam olarak ne yaptın?”
<D:“Ne yaptıysamduygudaşlıkla yaptım, oldukça basit.”
B: “Yaşlı adam, bu kulağa gülünç ve belirsiz geliyor.”
<D:“Nedenmiş o?”
B: “İnsanlara sevecenlik göstererek yardımettiğin anlamına da ge
lebilir, batıl, duygudaş araçlarla da.”
<D:“Kuşkusuz her ikisi de oldu.”
B: “Yani bütün bundan mı ibaretti?”
<D:“Dahası vardı.”
B: “Neydi, anlat bana.”
<D:“Orası seni ilgilendirmez. Saygısız işgüzarın tekisin sen.”
B: “Lütfen, merakımı kötüyeyorma. Kısazaman öncebüyü üzerine
duyduklarım, bu eski uygulamayla ilgilenmemi sağladı. Sonra da sana
geldim çünkü kara sanattan anladığını duydum. Bugün üniversiteler
de hâlâ büyü okutuluyor olsaydı o bölüme giderdim. Oysa son büyü
okulu da uzun zaman önce kapandı. Artık büyü konusunda bir şeyler
bilen profesörler yok. Öyleyse hassas davranıp cimrilik etme, sanatın
dan biraz olsun söz et bana. Herhalde mezara sırlarınlabirlikte gitmek
istemiyorsun, değil mi?”
<D:“Yapacağın şey gülmek olacak zaten. Öyleyse neden bir şey an
latayım sana? Her şey benimle birlikte gömülse daha iyi olur. Sonra
bir kez daha keşfedilebilir. İnsanlık onu asla yitirmez çünkü büyü hor
birimizle birlikte bir kez daha doğar.”
B: “Ne demek istiyorsun? Büyünün insana doğuştan geldiğine ıııi
inanıyorsun gerçekten?”
<D:“Eğer yapabilsem, evet, elbette, öyle derdim. Oysa bunu gülünt,
bulacaksın.”
B: “Hayır, bu kez gülmeyeceğim çünkü tüm çağlarda her yerdi'
bütün halkların aynı büyü gelenekleri olması üzerine sık sık dii
şünmüşümdür. Gördüğün gibi buna benzer şeyleri zaten daha öner
düşünmüştüm.”
<D:“Büyü hakkında ne düşünüyorsun?”
B: “Açıkkonuşmakgerekirse hiçbir şeyya da çok az. Bana öyle geli
yor ki büyü doğadan aşağı olan insanın kullandığı boş araçlardan biri.
Büyüde başka bir somut anlamgöremiyorum.”
<D:“Herhalde profesörlerin de bu kadarını biliyordur ancak.”
B: “Evet, ama sen ne biliyorsun?”
<D:“Söylememeyi tercih ederim.”
B: “Bu kadar ketum olma, yaşlı adam, yoksa benim bildiğimden
fazlasını bilmediğini düşüneceğim.”
<D:“Nasıl istersen öyle düşün.”
B: “Verdiğinyanıtabakılırsabaşkalarındandahaçokanladığınkesin.”
<D:“Gülünç adam, ne kadar da inatçısın! Usunun seni yıldırmasına
göz yummamanı sevdimyine de.”
B: “Evet, gerçekten öyle. Bir şeyi öğrenmekve anlamak istediğimde
sözde usumu evde bırakırımve ne kadar kuşkulu da olsa anlamaya ça
lıştığımşeye açık görüşlü yaklaşırım. Bunu zamanla öğrendim çünkü
songünlerde bilimdünyası bunun korkutucukarşıt örnekleriyle dolu.”
<D:“Ohalde kendibaşına gerisini getirebilirsin.”
B: “Umarım. Şimdi, büyü konusundan uzaklaşmayalım.”
<D:“Usunu evde bıraktığını söylüyorsun. O zaman büyü hakkında
daha çok şey öğrenmeye neden bu kadar kararlısın? Yoksa tutarlılığı
usun bir parçası olarak görmüyor musun?”
B: “Evet, öyle, görüyorum, aslında senbecerikli bir sofistsinve beni
ustacaevin çevresinde dolandırıpyeniden kapıya getiriyorsun.”
<D: “Sana öyle geliyor çünkü her şeyi aklının bakış açısıyla yargı
lıyorsun. Mantığını bir an bile bıraksan tutarlılığı da onunla birlikte
bırakırsın.”
B: “Bu zorlu bir sınav. Yine de bir noktada usta olmak istediğimde
sanırımisteğine uymamgerekecek. Tamam, dinliyorum.”
<D:“Ne duymak istiyorsun?
B: “Beni konuşmaya çekemezsin. Ben sadece senin konuşmanı
bekliyorum.”
<D:“Hiçbir şey söylemezsemne olacak?”
B: “Ozamanbiraz dautanç içindeçekilirve <DIAHMON’un kesinlikle
bana öğretecek bir şeyleri olan kurnaz bir tilki olduğunu düşünürüm.”
<l>: “Böylece, oğlum, büyü hakkında bir şey öğrenmiş oluyorsun.”
B: “Bununüzerinekafayormamgerek. Bunun birazşaşırtıcı olduğunu
kabul etmeliyim. Büyünün biraz daha farklı olacağını düşünmüştüm.”
<l>: “Bu da büyüyü ne kadar az anladığını ve düşündüklerinin ne
kadar yanlış olduğunugösteriyor.”
B: “Eğer gerçekten öyle olduysa ya da öyleyse soruna bütünüyle
yanlış yaklaştığımı kabul etmeliyim. Söylediklerinden bu konuların
bildik anlayışa uymadığını çıkarıyorum.”
<l>: “Büyü de öyle.”
B: “Yine de beni caydıramadın. Tam tersine, şimdi daha da çok
duymak istiyorum. Bugüne dek bildiklerimhep olumsuzdu.”
<l>: “Böylece ikinci önemli noktayı görmüş oluyorsun. Her şeyden
önce büyünün bilinebileceklerin olumsuzu olduğunu anlamalısın.”
B: “Bu da sevgili <l>IAHMON, sindirmesi zor bir bilgi ve bana verdiği
acı az değil. Bilinebileceklerin olumsuzu mu? Sanırım bilinemeyeceği
ni söylemek istiyorsun, değil mi? Bu da anlayışımı aşıyor.”
<l>: “Bu da temel alacağın üçüncü nokta. Yani anlayabileceğin hiçbir
şey yok.”
B: “Bunun yeni ve tuhaf bir şey olduğunu söylemeliyim. Büyüyle
ilgili hiçbir şey anlaşılamaz mı yani?”
<l>: “Aynen öyle. Büyü, tamolarak, kavranamayandır.”
B: “Ozaman büyü nasıl öğrenilebilir ve öğretilebilir?”
<l>: “Büyü ne öğrenilir ne de öğretilir. Büyüyü öğrenmek istemen
aptalca.”
B: “Öyleyse büyü aldatmacadan başka bir şey değil.”
<l>: “Dikkat et, yine usavurmaya başladın. “
B: “Us olmadan var olmak kolay değil.”
<l>: “İşte büyü de o kadar zordur.”
B: “Demekgerçekten zor. Buradandayetenekliler için usubütünüyle
tersine öğrenmenin kaçınılmaz bir koşul olduğu sonucuna varıyorum.”
<l>: “Korkarımsonuç budur.”
B: “Ah tanrılar, bu ciddi.”
<l>: “Zannettiğin kadar ciddi değil. İnsan yaşlandıkça us geri çekilir
çünkü us gençlikte yaşlılığa oranla çokdahayoğun olan dürtülerin kar
şıtıdır. Sen hiç genç büyücü gördün mü?”
B:“Hayır, büyücüler yaşlı olmalarıyla tanınır.”
<D:“Görüyorsun, haklıyım.”
B: “Öyleyse yetenekliler için pek de umut yok. Büyünün gizemleri
ni yaşamak için yaşlanmayı beklemekgerekiyor.”
<D:“Usunu daha önce bırakırsa daha önce de yararlı bir şeyler ya
şayabilir.”
B: “Bu bana tehlikeli bir deney gibi geliyor. İnsan usunu öylece bı
rakamaz.”
<D:“İnsan öylece / büyücü de olamaz.” 141/142
B: “Ne lanet kapanlar kuruyorsun.”
<D:“Ne istiyorsun? Büyü böyledir.”
B: “Yaşlı şeytan, ussuzyaşlılığı kıskanmamı sağladın.”
<D:“Vay vay vay, yaşlı bir adamolmak isteyen bir genç! Hemde ne
için? Büyü öğrenmek istiyor ama gençliğini feda etmeyi göze alamı-
yor.”»
B: “Ne korkunç bir ağ atıyorsun, yaşlı tuzakçı.”
<D: “Belki de büyü için saçların ağarmaya başlayana ve usun biraz
çekilene dek birkaç yıl beklemek istersin.”
B: “Senin alaycı sözlerini dinlemekistemiyorum. Aptal hikâyelerini
yeterince dinledim. Söylediklerini anlamıyorum.”
<D:“Yine de aptallıkbüyüye giden yolda bir ilerleme olabilir.”
B: “Bu arada, büyüyle ne elde etmeyi umuyorsun, Tanrı aşkına?”
<D:“Gördüğün gibi, hayattayım.”
B: “Hayatta olan başka yaşlılar da var.”
<D:“Evet, ama nasıl olduğunu gördün mü?”
B: “Eh, peh de hoş bir görüntü olmadığını kabul etmeliyim. Yine de
geçen zaman seni de değiştirmiş.”
<D:“Biliyorum.”
B: “Sana ne yararı oldu o zaman?”
<D:“Gözle görülebilecekbirşey olduğunu söyleyemem.”
B: “Nasıl bir yarar gözle görülemez?”
<D:“Ben buna büyü diyorum.”
B: “Bubir kısır döngü. Senin hakkından şeytan gelir ancak.”
<D: “Büyünün bir yararı da bu işte. Şeytan bile benim hakkımdan
gelemez. Büyüyü anlamaya başladın, demek ki bu konuya yeteneğin
olduğunu kabul etmeliyim.”
B: “ T eşek kü r ederim .”
OIAHMON: “ B u k ad a r yeter, başım d ön m eye başladı. G ü le g ü le !”
K ü çü k bahçeden çıkıp sokakta y ü rü m eye b aşlıyoru m . Ç evred e d u
ran insan gru pları gizliden gizliye b an a bakıyor. A rk am d an fısıldaş-
tıklarını d uyuyo rum : “ Bak, işte orada, ih tiyar OIAHMON’un öğrencisi.
Y a şlı ad am la uzun süre k on u ştu . B ir şeyler öğrendi. G izem leri biliyor.
K eşke on un şim di y a p a b ild ik le rin i ben de yap ab ilseyd im .” “ Susun, sizi
aptallar,” diye bağırm ak istiyoru m am a yap am am çünkü gerçekten bir
şey öğren ip ö ğ ren m ed iğim i bilm iyo ru m . Sessizliğim i k o ru d u ğ u m için
de şim di OIAHMON’dan bir şeyler öğren d iğim e daha çok inanıyorlar.
269. Jung’un kaligrafi cildinde sayfa boşluğuna aldığı not: “Ocak 1924.” Bu parçanın kaligrafi
cildinde yazıya aktarıldığı tarih olabilir. Bu noktada yazı büyüyor ve sözcüklerin
arasındaki boşluk artıyor. Bu dönemde Cary Baynes yazı işine başlamıştı.
270. Psikolojik Tiplerde (192ı) Jung şöyle diyor: “Kişinin usu zaten dengeleyici bir organ
olduğunda us ancak bir denklik verebilir. .. Kural olarak, insan ortadaki yerini bulmak
için mevcııt durumunun karşıtına gereksinim duyar” (TE 6, §386).
Oysa içinde kaosu açan için durum farklıdır. Haberciyi çağırmak
ve kavranamaz olandan haber almak için büyüye gerek duyarız. Dün
yanın us ve usdışını içerdiğini gördük ve yolumuzda yalnızca usun
değil, usdışının da gerekli olduğunu anladık. Bu gereksiz bir ayrımve
kavrayış düzeyine bağlı. Yine de dünyanın büyükbölümünün anlayışı
mızın ötesinde kaldığından emin olabiliriz. Kendi içlerinde illa da eşit
olmasalar bile kavrayış-dışı ve usdışı olana eşit oranda değer vermeli
yiz. Bununla birlikte, kavrayış-dışı olanın bir bölümü ancak şu an için
kavranamazdır ve yarın usauygun olabilir. Öte yandan, anlaşılamadığı
sürece usdışı kalır. Kavranamaz olan usauyduğu sürece insan onu ba
şarılı bir şekilde düşünebilir. Oysa, usdışı olduğu sürece / onu açmak 143/144
için büyüsel uygulamalara gerek duyulur.
Büyü, anlaşılmamış olanı kavranamaz bir şekilde anlaşılabilir kıl
maktır. Büyünün yolu gelişigüzel değildir çünkü bu anlaşılabilir olur
du, ancakbüyününyolu tersine kavranamaz temellerden doğar. Ayrıca,
temellerden söz etmek deyalnış çünkü temel usla uyuşur. Temelsizden
de söz edilemez çünkü bukonuda da pekbir şeysöylenemez. Büyünün
yolu kendi içinden doğar. İnsan kaosu açarsa büyü de doğacaktır.
Kaosa giden yol öğretilebilir ama büyü öğretilemez. Büyü konu
sunda ancak sessiz kalınabilir ve bunun en iyi yolu da çıraklıktır. Bu
insanın aklını karıştıran bir görüş ama büyü işte böyledir. Us düzen
ve netlikoluşturur, büyü ise düzensizlikve bulanıklık.271 Anlaşılmamış
olanın anlaşılabilire büyüsel tercümesi için usa gerek duyulur çünkü
anlaşılabilir olan ancak us yoluyla yaratılabilir. Usun nasıl kullanılaca
ğı söylenemez ancak insan kaosun açılmasının anlamı dile getirilmeye
çalışıldığında ortaya çıkar.272
Büyü bir yaşamtarzıdır. İnsan arabayı yönlendirmekiçin elinden ge
leni yapar ve asıl yön verenin daha büyük olan öteki olduğunu görürse
büyüselişleyiş gerçekleşir. Büyünün nasıl biretki yaratacağı söylenemez,
onu önceden bilmek olanaksızdır çünkü büyü yasasızdır, bir anlamda
27ı. Taslak şöyle devam ediyor: “Dolayısıyla büyü uygulamaları iki kısıma ayrılır. Birincisi,
kaos anlayışının geliştirilmesi, ikincisi de özün anlaşılabilecek olana tercüme edilmesi”
(s. 484).
272. Taslak şöyle devam ediyor: “Usun büyüdeki payı çok küçüktür. Bu sizi gücendirecek.
Yaşa ve deneyime gerek duyulur. Gençliğin aceleci istekliliği ve korkusu, zorunlu
erdemliliği gibi Tanrı ile şeytanın gizli etkileşimini bozar. O zaman da insan hemen şu ya
da bu yana savrulur, körleşir ve kötürümleşir” (s. 484).
kurallar olm adan, rastlantısal b ir şekilde gerçekleşir. Ö te yand an koşul.
bütünüyle kabullenilm esi, y a d sın m a m a sıve böylece her şeyin ağacın bü
yüyüşüne aktarılm asıdır. H erkeste b ir hayli bulunan aptallık da bunun
bir parçasıdır, bü yü k olasılıkla en sıkıntı verici şey olan zevksizlik de.
İşte bu nedenle belirli b ir yaln ızlık ve tecrit b irin in ve ötekin in esen
liği için yaşam ın kaçın ılm az k oşu llarıd ır, y o k s a insan / yeterin ce kendi
si olam az. Y aşam d a d u rgu n lu ğa ben zer belirli b ir y a v a şlık kaçın ılm az
olacaktır. B öyle b ir ya şam d ak i b elirsizlik b ü y ü k olasılıkla bu yaşam ın
en b ü y ü k y ü k ü olacaktır am a y in e de ru h u m d ak i ik i çatışan gücü bir
leştirm em v e yaşam ım ın sonu n a d ek gerçek b ir evlilik içinde tutm am
g e re k iy o r çü n k ü b ü yü cü n ü n adı OIAHMON ve k arısın ın adı BAYKIL.
İs a ’n ın kendinde v e b aşkaların daki örneğind e ayırd ığın ı ben b ir arada
tu tuyorum çünkü varlığım ın b ir y a n s ı ne kad ar iy iy i isterse d iğer yarısı
d a o k ad ar C eh en n em ’e yön eliyor.
İkizler a yı sona erdiğinde insanlar gölgelerine şöyle dedi: “ Sen Ben
sin ,” çü n k ü önceden tinleri ikinci b ir kişi olarak yan ların d ayd ı. Böylece
iki bir old u ve bu çakışm adan h eybetli olan, kü ltü r denen ve İsa'nııı
çağın a d e k süren bilinç p ın a rı fışk ırd ı.273 O ysa b a lık birleşm iş olanın
karşıtlar yasası d oğrultu su nd a ü st v e a lt dü nyaya ayrılacağı a n ı göster
di. B üyüm en in gücü azalm aya başlarsa birleşm iş olan karşıtlara ayrılır.
İsa alttakini C eh ennem e gönderdi çü n kü iy iy e ulaşm aya çabalıyordu.
B u olm ak zorundaydı. Y in e d e ayrılm ış olan sonsuza d ek ayrı kalam az.
Y in e birleşecek v e balık ayı y a k ın d a sona erecek.274 G elişim için ikisi
nin de gerekli olacağın ı d ü şü n ü y o r ve anlıyoruz ve bu yü zd en de iyi
ile kötüyü birbirin e y a k ın tutuyoruz. İyin in içine çok fazla girm eniıı
kötünün içine çok fazla girm ekle ayn ı olduğunu b ild iğim iz için ikisini
de b ir arada tu tu yo ru z.^5
273. Burada ekinoksların devinimine dayanan balık burcunun Platonik ayı aeon’la ilgili
astrolojik kavrama gönderme yapıyor. Her Platonik ay bir burçtan oluşur ve yaklaşık
2300 yıl sürer. Jung Aion’da (1951) bununla ilgili simgeleri ele alır (TE 6, böl. 6).
274. Burada Platonik Balık ayının bitişine ve Platonik Kova ayının başlamasına gönderme
yapıyor. Bunun kesin tarihi bilinmiyor. Aion'da (1951) Jung şöyle yazıyor: ‘‘Astrolojik
olarak bir sonraki aeon’un başlangıcı, seçtiğiniz başlangıç noktasına göre, İ.S. 2000 ile
2200 yılları arasına düşüyor (TE 9,2, §149, dipnot 88).
275. Aionda (1951) Jung şöyle yazıyor: “ö yle görülüyor ki Balık burcunun aeon’u arketip
‘düşman kardeşler’ motifi tarafından yönetiliyor, daha sonra bir onraki Platonik ayın,
yani Kovanın yaklaşması karşıtların birliği sorununu ortaya çıkarıyor. O zaman kötülıiflıı
sadece bir privatio boni silip atmak mümkün olmayacak; gerçek varlığını kabul etmek
gerekecek” (te 9, §142).
Oysa bu şekilde yönümüzü yitiriyoruz ve artık dağdan vadiye ak
mıyor şeyler, vadiden dağa doğru sessizce büyüyor. Artık önleyeme
diğimiz ya da gizleyemediğimiz şey bizim meyvemiz. Akıntı çıkışı ol
mayan bir / göl oluyor, okyanus oluyor suyubuharlaşıp göğe çıkanave
yağmur olup bulutlardan düşene dek. Deniz ölü olsa da aynı zamanda
yükselişin yeridir. Bahçesine bakan <DIAHMONda öyle. Ellerimiz bağlı
ve yerimizde sessizce oturmamız gerekiyor her birimizin. Görünme
den yükseliyor ve uzak topraklara yağmur olup düşüyor.276Yerdeki su
yağması gereken bulut değil. Yalnızca gebe kadınlar doğurabilir, henüz
gebe kalmamışlar değil/77
[ÖH 146] N asıl bir gizemi demeye getiriyorsun adınla, Ey
OIAHMDN? Kuşkusuz sen bir zamanlar yeryüzünde dolaştıklarında
hiç kimsenin konuk etmediği tanrılara kapısını açan sevgilisin. Hiç
sakınmadan tanrıları konuk edensin sen. Onlar da evini altın bir ta
pınağa dönüştürerek teşekkür ettiler sana, oysa diğerlerinin evini sel
aldı. Kaos patlak verdiğinde sen hayatta kaldın. Uluslar tanrılara na
file yakarırken sen kutsal yerde hizmet ediyordun. Kuşkusuz, seven
hayatta kalır. Neden göremedik bunu? Tanrılar tamolarak ne zaman
gösterdi? BAYKIL saygıdeğer konuklarına o kutsanmış aptallıktaki tek
kazını sunmak istediğinde, hayvan tanrılara kaçtı ve onlar da ellerin
deki son şeyi onlara sunan yoksul ev sahiplerine kendilerini gösterdi.
Böylece sevenin kurtulduğunu ve onun farkında olmadan tanrılara
ev sahipliği yaptığını gördüm.278
276. Taslak şöyle devam ediyor: “ Kış yağmurları İsa’yla birlikte başladı. O insanlara
Cennet’in yolunu öğretti. Biz de dünyanın yolunu öğretiyoruz. Öyleyse Incil'den bir şey
çıkartılmadı, yalnızca eklendi” (s. 486).
277. Taslak şöyle devam ediyor: “Bizim çabamız sağgörü ve entelektüel üstünlüğe odaklandı
ve böylece bütün zekâmızı geliştirdir. Oysa tüm insanlardaki olağan dışı aptallığın
boyutları göz ardı edildi ve yadsındı. Oysa içimizdeki ötekini kabul edersek aynı
zamanda doğamızın kendine özgü aptallığını da uyandırırız. Aptallık insanlığın tuhaf
at başlı değneklerinden biridir. Onda tanrısal bir şeylervar, aynı zamanda dünyanın
megalomanyaklığından da. İşte bu yüzden aptallık bu denli geniş. Bizi zekâya
yönlendirebilecek her şeyi bizden uzak tutuyor. Doğal olarak anlayışı gerektimediği
düşünülen her şeyin anlaşılmamış kalmasına neden oluyor. Bu kendine özgü aptallık
düşüncede ve yaşamda ortaya çıkıyor. Biraz sağır biraz kör, zorunlu yazgıyı doğuruyor ve
ussallıkla birleşen erdemi bizden saklıyor. Yaşamın karışık tohumlarını ayıran ve yalıtan,
böylece bize iyi ve kötünün ve usa! olanın ve olmayanın daha açık bir görüntüsünü
sunan budur. Oysa birçok insan ustan yoksunluğunda mantıklıdır” (s. 487).
278. Bu paragrafta Jung, Filemon ve Baucis’in Metamorfozlardaki klasik öyküsüne atıfta
bulunuyor.
Gerçekten, Ey <l>IAHM!1N, kulübenin bir tapınakolduğunuve sizin,
yani OIAHMHNve BAYKIl’ın tapınakta hizmet ettiğinizi göremedim. /
Bu büyüsel güç ne öğretilmeye ne öğrenilmeye izin veriyor. Biri ona
ya sahiptir ya da değildir. Son gizemini biliyorum artık; sen sevensin.
Kopmuşu birleştirmeyi başardın, yani Alt ile Üstü birbirine bağladın.
Bunu uzun zamandır bilmiyor muyduk? Evet, biliyorduk, hayır, bil
miyorduk. Hep böyle olmuştu ve asla böyle olmadı. Madem yüzyıl
lardır bilinen bir şeyi bana öğretecekti <l>IAHM£1N’a gelmek için bunca
uzun yollar aşmam neden gerekti? Ah, her şeyi çok eskilerden beri
biliyorduk ama tamamlanana kadar asla bilemeyeceğiz. Kim sevginin
gizemini tüketebilir?
[HI 147] Hangi maskenin ardına gizleniyorsun, E y <l>IAHM!1 N? Se
nin bir seven olduğunu göremedim. Şimdi gözlerimaçıldı ve ruhunun
sevgilisi olduğunu, hazinesini kaygıylave kıskançlıkla koruduğunu gö
rebiliyorum. İnsanları sevenler var, insanların ruhlarını sevenler var,
bir de kendi ruhlarını sevenler var. Tanrıların ev sahibi <l>IAHM!1 Nişte
böyle biri.
Güneşte yatıyorsun, Ey <DIAHM ON, kıvrılıp dolanmış bir yılan gibi.
Bilgeliğin yılanların bilgeliği, soğuk, bir damla zehirli ama bir parça
sı iyileştirici. Zehirin felç ediyor, kendilerini kendilerinden kopararak
güçlü insanlar yaratıyor. Peki, onlar seni seviyor mu, sana minnet du
yuyorlar mı, ruhunu seviyorlar mı? Yoksa büyülü yılan zehirin yüzün
den sana lanet mi ediyorlar? Uzakta durup başlarını sallıyorlar ve ara
larında fısıldaşıyorlar.
147/148 Sen hâlâ bir insan mısın OIAHMfiN, yoksa /kendini ruhunu sevme
yen henüz insan olamaz mı? Konukseversin, <l>IAHMON, kirli gezginleri
kimolduklarını bilmeden kulübene aldın. Evin de altın bir tapınağa dö
nüştü, gerçekten masandan doymadanmı kalktım? Bananeverdin? Beni
bir yemeğe mi davet ettin? Birçok renkle karmakarışık ışıldadın, kendini
hiçbir yerde bana av olarak sunmadın. Elimden kaçtın. Seni hiçbir yerde
bulmadım. Hâlâ bir insan mısın? Senin türün yılana dahayakın.
Seni tutup yakalamaya ve onu içinden söküp çıkarmaya çalıştım
çünkü Hristiyanlar Tanrılarını yemeyi öğrendi. Tanrı‘ya olanın insa
na da olması için daha ne kadar zaman geçecek? Enginlere bakıyo
rum ve feryatlardan başka bir şey işitmiyorum, insanların birbirini
yediğini görüyorum.
Ey <l>IAHMON, sen Hristiyan değilsin. Seni yutmama izinvermedin,
sen de beni yutmadın. İşte sırf bu yüzden ne ders salonların var ne de
hocalarından bahsedip sözlerini sanki yaşam iksiriymiş gibi özümse
yenöğrencilerle dolup taşansütunlu hollerin. Sen ne Hristiyan ne put
perestsin. Konuksever bir konuk-sevmez, tanrıların ev sahibi, hayatta
kalan, sonrasız olan, sonrasız bilgeliğin babasısın.
Peki, yanından gerçekten de doymadan mı ayrıldım? Hayır, yanın
dan ayrıldım çünkü gerçekten doymuştum. Peki, ama ne yemiştim?
Sözlerin bana hiçbir şey vermedi. Sözlerin beni kendimle ve kuşkula
rımlabaşbaşa bıraktı. Bu yüzden de kendimi yedim. İşte bu yüzden, Ey
tl>IAHMON, sen Hristiyan değilsin çünkü kendini kendinle besliyorsun
ve insanları da aynı şeyi yapmaya zorluyorsun. En çok da bu hoşla
rına gitmiyor çünkü hiçbir şey insan hayvanını kendinden daha çok
iğrendirmez. İşte bu yüzden de kendilerini kemirmeden önce sürünen,
sıçrayan, yüzen ve uçan bütün canlıları, evet, hatta kendi türdaşlarını
yerler. Oysa bu etkili bir besindir ve insanı kısa sürede doyurur. İşte bu
yüzden, Ey OIAHMON, masandan doymuş kalkıyoruz.
Senin yolun, Ey <l>IAHMON, öğretici. Beni görebileceğimya da ba
kabileceğimhiçbir şeyolmayanyararlı bir karanlıkta bırakıyorsun. Sen
karanlıkta parlayan bir ışık değilsin,279sonrasız doğruyu kurup insan
anlayışının / gece karanlığını yok eden kurtarıcı değilsin. Aptallığa 148/149
ve başkalarının şakalarına izin veriyorsun. Başkasından hiçbir şey is
temiyorsun, Ey Kutsal, bahçendeki çiçeklerle ilgileniyorsun. Sana ge
reksinim duyan sana soruyor, Ey zeki OIAHMON ve öyle sanıyorum
ki bir gereksinimin olduğunda sen de onlardan istiyorsun ve aldığının
karşılığını ödüyorsun. İsa insanları hevesli yaptı çünkü o gün bugün
dür karşılığında hiçbir hizmet sunmadan kurtarıcılarından armağan
lar bekliyorlar. Vermek güç gibi çocukça. Veren kendini güçlü sanı
yor. Vermenin erdemi zorbanın gök mavisi yeleği. Sen bilgesin, Ey
OIAHMON, sen vermiyorsun. Sen bahçenin çiçek açmasını ve her şeyin
kendi içinden büyümesini istiyorsun.
Bir kurtarıcı gibi davranmadığın için seni övüyorum, Ey <l>IAHMON;
sen yoldan çıkmış koyunların peşinde koşan bir çoban değilsin çünkü
279. İsa'nın“Okaranlıktaparlayanışıkamakaranlıkonuanlamadı” şeklindebetimlendiği
Yuhanna1:5ilekarşılaştırın.
illa da birer koyun olmayan insanların onuruna inanıyorsun. Biri ko
yunsa, onundakoyunlukhakkını ve onurunuveriyorsun çünkükoyunu
insanyapmaya ne gerekvar? İnsanların sayısı hâlâ gereğindenbile fazla.
Olacakların bilgeliğini biliyorsun, Ey OIAHMON. Bu yüzden de yaş
lısın, ey eskilerden gelen, yaşadığınyıllar nasıl benden üstünse gelecek
te de bugünden üstünsün ve geçmişinin uzunluğu ölçüsüz. Söylencesel
ve ulaşılamazsın. Vardın, olacaksın, döngüsel olarak dönerek. Bilgeli
ğin görünmez, doğrun bilinmez, her çağda baştan aşağı asılsız, yine de
sonrasızca doğru ama can suyunu, yıldızlı suyu, gecenin çiy damlaları
nı döküyorsun ve böylece bahçende çiçekler açıyor.
Neye gereksiniyorsun, Ey <l>IAHMON? Küçük şeyler için insanlara
gerekduyuyorsun çünküdahabüyükleri ve enbüyüğü senin içinde. İsa
insanları şımarttı çünkü onları yalnızca birinin, yani O’nun, Tanrı’nın
Oğlu’nun kurtarabileceğini öğretti ve o gün bugündür insanlar başka
larından dahabüyükşeyler, özellikle dekurtuluşlarınıbekliyor. Bir ko-
149/150 yun bir yerlerde yolunu yitirdiğinde / çobanı suçluyor. Ey OIAHMON,
sen bir insansın ve insanların koyun olmadığını kanıtlıyorsun çünkü
içindeki en büyüğü koruyorsun ve böylece bereketli sular dökülüyor
bahçene tükenmez testilerden.
[ÖH 150] Yalnız mısın, Ey <I>IAHMON,yanında arkadaş, yoldaş görmü
yorum; yalnız BAYKU öteki yarın. Çiçeklerle, ağaçlarla, kuşlarla yaşı
yorsun, insanlarla değil. İnsanlarla yaşaman gerekmez mi? Hâlâ insan
mısın? İnsanlardan hiçbir şey istemiyor musun? Nasıl bir araya gelip
hakkında dedikodular, çocukça masallar uyduruyorlar, görmüyor mu
sun? Onlara gidip bir insan olduğunu, onlar gibi ölümlü olduğunu ve
onları sevmek istediğini söylemek istemiyor musun? Ey <l>IAHMON,
gülüyor musun? Seni anlıyorum. Bahçene daha şimdi girdimve kendi
içimden anlamamgerekeni senden koparmaya çalışıyorum.
Ey OIAHMON, anlıyorum. Seni hemen kendini sofrayakoyan ve ar
mağanlarla dolu olan bir kurtarıcıya dönüştürdüm. İnsanlar böyledir,
diye düşünüyorsun; hepsi hâlâ Hristiyan. Oysa daha da fazlasını isti
yorlar; seni olduğun gibi istiyorlar, yoksa <l>IAHMONolmazdın ve söy
lencelerini taşıyacak birini bulamadıklarında üzüntülerini dindirmek
olanaksız. İşte bu yüzden de onlara gidip onlar gibi ölümlü olduğunu
ve onları sevmek istediğini söylesen de sana güleceklerdi. Bunu yap
saydın OIAHMDNolmazdın. Onlar seni istiyor, OIAHMDN, onlarla aynı
dertleri çeken başka bir ölümlü değil.
Anlıyorum seni, Ey OIAHMON, sen gerçek bir / sevensin. Çünkü
insanlar uğruna ruhunu seviyorsun, çünkü kendinden yaşayan ve ya
şamı için kimseye minneti olmayan bir krala gereksinim duyuyorlar.
Sana böyle sahip olmakistiyorlar. İnsanların dileğini yerine getirip yok
oluyorsun. Sen fabllarla dolu bir kazansın. İnsanlara bir insan olarak
gitseydinkendini lekelemiş olurdun çünkü sana güler, OIAHMONinsan
olmadığı için senin bir yalancı, dolandırıcı olduğunu söylerlerdi.
Yüzündeki o çizgiyi gördüm, Ey OIAHMON: Bir zamanlar gençtin
ve insanlar arasında insan olmak istedin. Oysa Hristiyan hayvanlar
senin putperest insanlığını sevmedi çünkü sende gereksinim duyduk
larını hissettiler. Damgalanmış olanı aradılar hep ve onu bir yerde öz
gür yakaladıklarında onu altın kafese kapattılar ve ondan erkekliğinin
gücünü aldılar, o zaman da kötürümoldu ve sessizce oturdu. Şimdi de
onu kutlayıp hakkında fabllar uyduruyorlar. Biliyorum, buna yüceltme
diyorlar. Gerçek olanı bulamadıklarında da en azından bir Papa’ları
var; onun işi de ilahi komedyayı temsil etmek. Oysa gerçekolan kendi
ni hepyadsıyor çünkü insanlıktan daha yücesini bilmiyor.
Gülüyor musun, Ey OIAHMDN? Seni anlıyorum, diğerleri gibi in
san olmak seni bıktırmış. İnsan olmayı gerçekten sevdiğin için de onu
isteyerek kilit altına aldın ki en azından insanlar için senden almak
istedikleri olabilesin. Bu yüzden, Ey OIAHMON, seni insanlarla değil,
bütünüyle çiçeklerle, ağaçlarla ve kuşlarla ve akan ama insanlığını le
kelemeyen sularlagörüyorumçünkü sençiçekler, ağaçlar ve kuşlar için
OIAHMDNdeğil, bir insansın. Yine de ne yalnızlık, ne insan dışılık! / 15l/l52
280. Jung’un 1 Haziran ı9i6 tarihli İsa’nın Filemon’a konuk olduğu fantezisiyle karşılaştırın
(bkz. s. 480).
28ı. Jung’un kaligrafi cildinde sayfa boşluğuna aldığı not: “ Bhagavadgita şöyle der: Yasa
zayıfladığında ve haksızlık arttığında dindarları kurtarmak ve günahkârları yok etnH"k
için kendimi ortaya koyarım; yasanın kurulması için her çağda doğarım.” Bhagavad
Gita bölüm 4, ayet 7-8’den alıntı. Krishna Arhuna’ya doğruluğun doğasını öğretiyor.
282. İmgedeki metin: “Peygamberin babası, sevgili Filemon.” Jung sonradan Bollingendcki
yatak odalarının birinde bu resmin farklı bir versiyonunu yapmış, Rosarium
Yoluma devam ediyorum. Yanımda güzelce parlatılmış, on ateşte
sertleştirilmiş bir çelik parçası, güvenli bir şekilde kaftanıma yerleştirdi
ğim. Paltomunaltındabir zinciryelekgiyiyorumgizlice. Bir gecedeyılan
düşkünü oldum ve bilmecelerini çözdüm. Yolun yanında duran sıcak
taşların üzerinde onlarla birlikte oturuyorum. Birden topuğunu kapı-
veren bu soğuk şeytanların nasıl kurnazca ve acımasızca yakalanacağını
biliyorum. Onların dostu oldum ve yumuşak sesli bir flüt çaldım ama
mağaramı onlarınparıldayan derileriyle süslüyorum. Yolumdayürürken
kırmızı bir taşın üzerinde yatan büyük yanardöner bir yılan gördüm.
ct>lAHMON'danbüyüyüöğrendiğimiçin yineflütümüçıkardımve ruhum
olduğuna inandırmak için ona tatlı, büyülü bir şarkı çaldım. Yeterince
büyülendiğinde [İmge 155P833 {2} [I]184/ ona şöyle dedim: “Kızkarde- 154/155
[2] [ÖH 158] Doğrulukve inanç nerede? Nerede sıcak güven? Tüm
bunları insanlar arasında görebilirsiniz ama insanlarla yılanlar ara
292. Bu cümle Kara Kitap 4 "teyok.
293. Bu cümle Kara Kitap 4le yok.
sında göremezsiniz, söz konusu yılan ruhları olsa bile. Oysa nerede
sevgi varsa orada yılan-benzeri de vardır. İsa da kendini yılanla karşı-
laştırmıştı.294Şeytan kardeşi, Deccal de yaşlı ejderhanın kendisiydi.^
İnsanın ötesinde olan, sevgide beliren her şeyde vardır yılan ve kuşun
doğası. Genellikle yılan kuşu büyüler ve bazen de kuş yılanı alır götü
rür. İnsan ikisinin arasında durur. Sana kuş gibi görünen başkası için
yılandır sana yılan gibi görünen başkası için kuştur. İşte bu yüzden
öteki ile yalnızca insan biçiminde karşılaşacaksın. Oluşu istediğinde
yılan ile kuş savaşa tutuşur. Yalnızca olmak istediğinde de kendine ve
başkalarınakarşı insan olursun. Oluştaki çöleya dakodese aittir çünkü
insanın ötesindedir. İnsanlar oluşu istediklerinde hayvanlar gibi dav
ranırlar. Cehennem'den geçmek istemediğimiz sürece hiç kimse bizi
oluşunkötülüğünden kurtaramaz.
Neden o yılan ruhummuş gibi davrandım? Bunun tek nedeni, an
laşılan, ruhumun bir yılan olmasıydı. Bunu bilmek ruhuma yeni bir
yüz verdi ve ondan sonra onu kendim büyülemeye ve gücüme tâbi
kılmaya karar verdim. Yılanlar bilgedir ve ben de yılan ruhumun bil
geliğini bana aktarmasını istedim. Yaşamdaha önce hiç bu kadar kuş
kulu olmamıştı; amaçsız gerilimli bir gece, birbirine karşı yönelmede
bir olma. Hiçbir şeyhareket etmiyor; ne Tanrı ne de şeytan. Buyüzden
yaklaştım güneşte düşünüyormuş gibi yatan yılana. Güneşte parılda
yan gözleri görünmüyordu ve /[İmge 159]”6/ {3} ona şöyle dedim: 158/160
294. JungLibidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) İsaileyılanarasındaki
karşılaştırmayıyorumlar.
295. Karş. JungLibidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912).
296. Resimyazısı: “9Ocak1927. DostumHermannSigg52yaşındaöldü."Jungbunuşöyle
anlatıyor: “Merkezdeparlayanveçevresindeyıldızlardönenbirçiçek. Çiçeği sekiz
kapılı duvarlarçevreliyor. Bütün, saydambirpencereolarakanlaşılıyor” Bumandala
2Ocak’tanotolarakyazılanbirdüşedayanıyor(bkz. yukarıdas. 79). Haritadandüş
ileresimarasındaki bağlantı açıkçagörülüyor(bkz. EkA). Jungbumandalayı 1930da
“'AltınÇiçeğinSırrı’ ÜzerineYorum”daisimvermedenelealmıştı veanlatımda
buradanalındı. Yine1952yılındaisimvermedendeğinmişveşuyorumueklemişti:
“Merkezdekiçiçekyakutolarakresmedilmiş, dışhalkabirtekeryadakapılıbir
duvarolarakgörülüyor(böyleceiçtendışahiçbirşeyçıkamazdıştandaiçegiremez).
Mandalaerkekbirhastanınanalizindensonrakendiliğindenortayaçıkmıştır.”
DüşüanlattıktansonraJungşöyleekliyor: “Düşdevametti: ‘Budüşüresmetmeye
çalıştım.amasıklıklaolduğugibifarklı birşeyortayaçıktı. Manolyayakutrenkli
camdanyapılmışbirçeşitgüledönüştü. Dörtışınlıbiryıldızgibi parlıyordu. Kare
parkınduvarını temsil ediyor, aynı zamandaparkınçevresindenbirmeydanaçıkan
biryol. Buradansekizanayol çıkıyorvebusokaklarınherbirindensekizyanyol
çıkıyorvehepsiparlayankırmızı birmerkeznoktasındabirleşiyor, Paris’teki Etoile
297“Tanrı ile şeytan bir olduğuna göre şimdi nasıl olacak? Hayatı dur
gun kılmaya mı karar verdiler birlikte? Karşıtların çatışması yaşamın
kaçınılmaz koşullarından mı? Karşıtların birliğini kabul eden ve ya
şayan durgunlaşacak mı? O bütünüyle asıl yaşamın tarafında oldu ve
artık bir tarafa aitmiş ve karşı tarafa karşı savaşması gerekiyormuş gibi
değil, her ikisiymiş ve anlaşmazlıklarına son vermiş gibi davranıyor.
Yaşamın bu yükünü alarak gücünü de mi almış oldu?”^
Yılan döndü ve tersleyerek şöyle dedi: “Gerçekten başımın belası
oldun sen. Benimiçin karşıtlar elbette yaşamın bir ögesiydi. Herhalde
bunu sen de görmüş olacaksın. Buluşların beni bu güç kaynağından
yoksun bırakıyor. Seni ne patosla cezbedebilirim ne de bayağılıkla ra
hatsız edebilirim. Şaşkına döndümneredeyse.”
B: “Şaşkına döndüysen öğüt vermem mi gerekiyor? Senin yerinde
olsam toprağın derinliklerine dalardım, ne de olsa bunu yapabilirsin.
Hades’e ya da tanrısal olanlara sorardımve onlardan öğüt beklerdim.”
Y: “Zorbalaştın.”
B: “Zorunluluk benden daha da zorbadır. Yaşamamve hareket ede
bilmemgerekiyor.”
Y: “Bütün dünya önünde. Ötesinden istediğin nedir ki?”
gibi. Düşte bahsedilen tanıdık bu yıldızların birinin köşesindeki bir evde oturuyordu.’
Mandala böylece klasik çiçek, yıldız, çember, çevre (temenos) motiflerini ve hisarlarla
dörde bölünmüş bir şehir planını bir araya getiriyor. Bütünü sonsuza açılan bir
pencere gibi görünüyor’ yazmış düşü gören” (Mandala Sembolizmi Üzerine, te 9, 1,
§654-55). 1955/56’da benliği tasviretmek için aynı anlatımı kullanmıştı (Mysterium
Coniunctionis, te 14, §763). 7 Ekim 1932’de Jung bu mandalayı bir seminerde
göstermiş ve ertesi gün yorumlamıştı. Buna göre mandalanın resmedilişi bir düşten
önce olmuştu: “Herhalde dün akşam gösterdiğim resmi anımsıyorsunuz, merkezdeki
taş ve çevresindeki küçük mücevherler. Belki bununla ilgili düş ilginizi çekebilir. Bu
mandalanın faili bendim veo zaman daha mandalanın ne olduğundan haberim yoktu
ve bütün alçakgönüllülüğümle benim merkezdeki mücevher olduğumu düşünmüştü,
çevredekiler de yine mücevher olduklarına inanan kuşkusuz çok hoş, ancak benden
daha küçük insanlardı... Kendimle ilgili düşüncelerim bu ifadeyi düşünecek kadar
iyiydi: Muhteşem merkezim burada ve ben tam kalbindeyim.” Başlangıçta parkın
resmettiği madalayla aynı olduğunu fark etmediğini de söylemi ve şu yorumu
getirmişti: “Şimdi Liverpool yaşamın merkezi -karaciğer yaşamın merkezi- ve ben
merkez değilim, ben karanlık bir yerlerde yaşayan bir budalayım ve ben o küçük
ışıklardan biriyim. Böylece mandalanın merkezi, herşey, gösterinin kalbi, kral, Tanrı
olduğuma dair Batıya özgü önyargı düzeltilmiş oldu” (Kundalini Yoga Psikolojisi, s.
ıoo) Jung Anı/arda buna başka ayrıntılar da ekler (s. 223-24).
297. 1 Şubat 1914.
298. Kara Kitap 4'te ayrıca: “Bu soruları önüne koyuyorum bugün, ruhum” (s. 91). Burada
ruh yılanın yerini almış.
B: “Beni merak değil, zorunluluk itekliyor. Teslimolmayacağım.”
Y: “Söz dinleyeceğimama gönülsüzce. Bu benimiçin yeni ve alışık
olmadığımbir tarz.”
B: “Üzgünüm, ama acil bir gereklilikbu. Derinlere, geleceğin bizim
için çok da iyi görünmediğini çünkü yaşamın önemli bir organını ke
sip attığımızı söyle. Bildiğin gibi suçlu olan ben değilim, beni bu yola
özenle yönelten sendin.”
Y: *"“Elmayı geri çevirebilirdin.”
B: “Dalga geçmeyi bırakartık. Oöyküyü benden dahaiyi biliyorsun
sen. Ben ciddiyim. Biraz hava almamız lazım. Yola çık ve ateşi al getir.
Çok uzun zamandır çevremkaranlıkta. Tembel misin, yoksa korkuyor
musun?”
Y: “işe koyuluyorum. Getirdiğimi benden al.”3°o
[ÖH 160] Tanrı'nın tahtı yavaşça boş uzaya alçalıyor ve onu kutsal
üçleme, bütün Cennet ve en sonra da şeytanın ta kendisi izliyor. Direni
yor ve ötesine tutunuyor. Bırakmıyor. / Üstdünya onun için çok soğuk. 160/161
Y: “Sıkıca tuttun mu onu?”301
B: “Hoş geldin karanlıklardan gelen sıcak! Herhalde ruhum seni
sertçe çekmiş olacak yukarıya.”
Ş: 3o2“Ne bu gürültü? Bu çekip çıkarmayı kabul etmiyorum!”
B: “Sakin ol. Seni beklemiyordum. En son sen geldin. Anlaşılan en
zorlu kısmı sensin.”
Ş: “Benden ne istiyorsun? Sana ihtiyacımyokküstah adanı.”
B: “Seni ele geçirdiğimiz iyi oldu. Bütün dogmanın en canlı parça-
sısın sen.”303
Ş: “Senin gevezeliklerinden bana ne! Elini çabuktut. Donuyorum.”
B: “Dinle. Başımıza bir iş geldi. Karşıtları birleştirdik. Diğerleri bir
yana, seni Tanrı’ya bağladık.’^
299. Kara Kitap 4: “Benim Adem ile Havva’yı oynuyorsun” (s. 93).
300. Jung’un kaligrafi cildinde sayfa kenarına düştüğü not: “Visio.”
30ı. Kara Kitap 4: “Şeytan boynuzları ve kuyruğuyla karanlık bir delikten çıkıyor, ellerinden
tutup yukarı çekiyorum onu” (s. 94).
302. Burada şeytanla konuşuyor.
303. Jung’un şeytanın önemi üzerine düşünceleri için bkz. Eyyuba Yanıt (1952), te II.
304. Jung karşıtların birleştirilmesi konusunu kapsamlı olarak Psikolojik Tipler (1921) bölüm
6'da (“Şiir sanatında tip sorunu”) ele almıştır. Karşıtların birleştirilmesi uzlaştırıcı
simgenin üretilmesi yoluyla gerçekleşir.
Ş: “Tanrı aşkına, nedir bu umarsız yaygara? Nedir bu saçmalık?”
B: “Lütfen, o kadar da aptalca değildi. Bu birleşme önemli bir ilke.
Sonu gelmeyen dalaşa bir son vermemiz ve en sonunda gerçek yaşam
için ellerimizi boşaltmamız gerekiyordu.’
Ş: “Monizmden bahsediyorsun sanırım. Bu adamların bir kısmını
defterimeyazdımbile ben. Onlar için özel odalar ısıtılıyor.’
B: “Yanılıyorsun. Bizimiçin her şeygöründüğü kadar usa uygun de
ğil.3'” Bizde de tekbir doğru yok. Tersine, çok ilginç, tuhafbir şey oldu:
Karşıtlar birleştikten sonra, beklenmedik ve anlaşılmadık bir şekilde,
başka hiçbir şey olmadı. Her şey yerli yerinde kaldı, huzur içinde, yine
de bütünüyle devinimsiz ve yaşambütünüyle durgunlaştı.”
Ş: “Evet, aptallar, her şeyi birbirine karıştırdınız.’
B: “Alay etmenin gereği yok, biz niyetimizde ciddiydik.’
Ş: “Sizin ciddiyetiniz bize eziyet ediyor. Ötenin düzeni temellerin
den sarsıldı.’
B: “Öyleyse bunun ciddi olduğunu kabul ediyorsun. Soruma bir ya
nıt bekliyorum, bu koşullar altında ne olacak? Artık ne yapacağımızı
bilmiyoruz.’
Ş: “Ne yapılacağını bilmem ve istesem bile öğüt verebilmem zor.
Siz kör ve aptalsınız, yüzsüz, küstah insanlarsınız. Neden beladan uzak
durmadınız? Dünyanın düzenini anladığınızı nasıl düşünürsünüz?”
B: “Atıp tuttuğuna bakılırsa iyiden iyiye öfkelenmişsin. Bak, kutsal
üçleme her şeyi sakinlikle karşılıyor. Yenilikten hoşnut değilmiş gibi
görünmüyor.’
161/162 Ş: “Üçleme o kadar usdışı ki I tepkilerine güvenmek olanaksız. Bu
simgeleri kesinlikle ciddiye almamamöneririm sana.’306
B: “Bu iyi niyetli öğüt için teşekkürler. Konuyla ilgileniyor gibi
görünüyorsun. Geleneksel zekânla tarafsız bir yargıya varman bek
lenirdi senden.’
Ş: “Ben mi tarafsız olacakmışım! Bir yargıyavaracaksankendinyap
bunu. Bu saltıklığı bütünüyle cansız ağırbaşlılığı içinde düşünürsen
cüretkârlığının yarattığı durumun ve durgunluğun saltığa yakından
305. Kara Kitap 4'te bu cümle yerine: “Bize mesele Monizm'de olduğu kadar entelektüel
ve genel olarak etik ele alınmıyor” (s. 96). Burada Jung’un eleştirdiği Ernst Haeckel’in
Monizm'de sistemine gönderme var.
306. Karş. Jung, “üçleme Dogmasını Psikolojik Açıdan Yorumlama Denemesi” (1940), t e II.
benzediğini göreceksin. San a tavsiye vereceksem d e sen in yan ın d a yer
alırım çü n k ü bu d urgunluk sana dayanılm az geliyor:’
B: “Ne? B en im yanım da m ı yer alacaksın ? İşte bu t u h a f ’
Ş: “ O kad ar d a tu h a f değil. Saltık h er zam an canlının k arşıtı olm u ş
tur. Yaşam ın g erçek efendisi h âlâ b e n im :’
B: “K uşkulu. V erdiğin tepki çok kişisel.”
Ş: “ V erdiğim tepki hiç de kişisel değil. B en baştan aşağı y erin d e d u
ram ayan, aceleci davranan yaşam ım . A sla yetin m em , so ğ u k k an lı ola
m am . H er şeyi yerle b ir eder, aceleyle yen id en kurarım . Ben hırsım ,
şöh ret hırsı, eylem tutkusuyum ; yen i düşünceler ve eylem ler fışkırır
bende. Saltık ise sıkıcıdır, b itkiseld ir:’
B: “ Tam am , sana inanıyorum . Ö yleyse ne öğü t ve riyo rsu n ?”
Ş: “ Sana verebileceğim en iyi öğü t şu: B u baştan aşağı zararlı y e n i
liğini geri a l:’
B: “ B u n u n ne y a ra rı olacak? H er şeyi silbaştan alacağız ve k açın ıl
m az o la rak ik in c i kez yin e a y n ı sonu ca varacağız. İnsan b ir kez k av ra d ı
ğını k asten yin e bilm eyip tersine çevirem ez. V erd iğin öğüt, öğü t d eğ il:’
Ş: “İyi de bölün m üşlük ve a y rılm ışlık olm adan va r olabilir m isiniz?
Yaşam ak istiyorsanız bir şeylere kapılm anız, b ir tarafı tem sil etm eniz,
karşıtları alt etm eniz gerekir:’
B: “ Bunun faydası yok. A yn ı zam anda b irb irim izi de karşıt gö rü yo
ruz. B u oyundan bıktık a rtık :’
Ş: “ Y aşam dan d a bık tın ız:’
B: “ B an a kalırsa bu neye yaşam dediğine bağlı. Senin yaşam an layı
şın y u k a rı tırm anm a, aşağı çekm e, iddia etm e ve kuşku duym a, sabır
sızca dolanm a, /[İm ge 1 6 3 ] 3°7/ telaşlı tutku. Saltıktan ve onun d ayanıklı 162/164
307. Resim yazısı: “1928. Altınla güçlendirilmiş şatonun görüldüğü bu imgeyi resmederken
Richard Wilhelm altın şato, ölümsüz bedenin cenini üzerine bin yıllık Çin metnini
Frankfurt’tan bana göndermişti. Ecclesia catholic et protestantes et seclusi in secreto.
Aeon flnitus. (Sır perdesinin gizlediği hem katolik hem protestan bir kilise. Aeon’un
sonu.) Jung şöyle anlatıyor: Duvarları ve kale hendeği ile korunaklı bir şato. On altı
kulesi ve içte yine bir hendeği olan surların çevresinde geniş bir kale hendeği. Bu
hendeğin merkezinde altın çatıları, merkezinde altın tapınağı olan bir şato. Jung bu
imgeyi i93o'da Altın Çiçeğin Sırrı Üzerine’de isimsiz olarak ele almıştı. 1952 yılında
Mandala Sembolizmi Ozerinede yine bu imgeye değinmiş ve şu yorumu eklemişti:
“Surları ve hendeği, sokakları ve kiliseleri ile dörtgen olarak tasarlanmış bir Orta Çağ
şehrinin resmi. İçteki şehrin çevresinde Pekindeki İmparatorluk Şehri'nde olduğu gibi
duvarlar ve hendekler var. Bütün binalar içe, merkeze doğru açılıyor ve bunu altın çatılı
bir şato temsil ediyor. Onun da çevresinde bir hendekvar. Şatonun çevresinde yere
karşıtların birlikteliğini simgeleyen siyah ve beyaz karolar döşenmiş. Bu mandalayı
sabrından yoksunsun:’
Ş: “Bu doğru olabilir. Benim yaşamım çalkantılı, köpüklü, fokur
dayan dalgalar yaratır, yakalamaktan ve fırlatmaktan, coşkulu istek ve
yerinde duramamadan oluşur. Yaşam budur, değil mi?”
B: “iyi de saltık da yaşıyor.”
Ş: “Oyaşamakdeğil. Durgunlukya da durgunlukgibi bir şey, daha
dadoğrusu: Sonsuzbir yavaşlıktayaşıyor vebinlerceyılı harcıyor, tıpkı
senin yarattığın sefil koşul gibi.”
B: “Beni aydınlatıyorsun. Sen kişisel yaşamsın, oysa görünürdeki
durgunluk sonrasızlığın dayanıklı yaşamı, tanrısallığın yaşamı! Bu kez
iyi bir öğüt verdin bana. Gitmene izin veriyorum. Elveda.”
[ÖH 164] Şeytan bir köstebek gibi deliğine giriyor yeniden. Üçle
menin simgesi ve çevresindekiler huzurla ve ağırbaşlılıkla yine göğe
yükseliyor. Teşekkür ederim sana yılan, alıp getirdiğin doğru seçimdi.
Kişisel olduğu için söylediklerini herkes anlıyor. Yeniden, uzun bir ha
yat yaşayabiliriz. Binlerce yıl harcayabiliriz.”
311[HI 166] “Bana öyle geliyor ki size uzun bir süre verdim. Ne ya
nınıza indimne çalışmanızı böldüm. Gün ışığında yaşadımve gündiiı
işlerini yaptım. Siz ne yaptınız?”
K: “Çıkardık, kurduk. Taş üstüne taş koyduk. Şimdi sağlam bir
zemindesin.”
Samothrace [1815], giriş veönsöz R. F. Brown [Missoula, MT: Scholars Press, 1977]).
Bu kitaplar Jung'un kütüphanesinde de vardı. Jung, Kabeiroi’yi Libidonun Dönüşümleri
ve Simge/erınde (1912) ele alır (TE B §209-II). Jung 194o’ta şöyleyazmıştı: “Kabeiroi
aslında gizemli yaratıcı güçler, bize uğurlu düşünceler vermek için yeryüzünün, yani
bilinç eşiğinin altında çalışan cinlerdir. Öte yandan, küçük şeytanlar ve gulyabaniler
gibi birçok yaramaz oyunları vardır, ‘dilin ucuna geleni* adları ve tarihleri yakalarlar
ve yanlış şeyler söylememize vs. neden olurlar. Bilincin ve emrindeki işlevlerin
henüz öngörmediği her şeye göz verirler... daha derin bir kavrayış aşağı işlevin ilksel
niteliklerinin her çeşit önemli ilişkiyi ve simgesel anlamı gizlediğini gösterecek ve
Kaberiroi‘ye saçma parmak çocuklar deyip gülmek yerine, onların gizli bilgeliğin hazinr
dairesi olarak düşünülebilir belki:’
311. Jung’un kaligrafi cildindeki sayfa boşluğuna düştüğü not: “Bunun üzerine bu konuyu i'ıı
haftalığına bir kenara bıraktım:’
B: “Zeminin daha sağlamolduğunu hissediyorum. Yukarıya doğru
uzanıyorum.”
K: “Senin için şimşekler çakan / bir kılıç dövdük ki seni bağlayan
düğümleri onunla çözebilesin.”
B: “Kılıcı sıkıca tutuyorumve indirmek için kaldırıyorum.’
K: “Seni bağlayan ve mühürleyen şeytanca, ustaca atılmış düğümü
de önüne koyuyoruz. İndir kılıcını, onu ancakkeskinlikle çözebilirsin.’
B: “Göreyimşudüğümü, tamkördüğümü! Tambir usta işi. Çılgınca
birbirinin içine geçmiş köklerin anlaşılmaz doğası! Yalnızca doğa ana,
kör dokumacı, böyle bir düğüm atabilirdi! Ustaca atılmış bin küçük
düğümden oluşan karman çorman bir top, iç içe geçmiş, tambir insan
beyni! Doğru mu görüyorum? Ne yaptınız siz? Beynimi önüme koydu
nuz! Şimşekler saçan keskinliği dilimlere ayırsın diye ana bir kılıç mı
verdiniz? Ne düşünüyordunuz?”312
K: “Doğanın rahmi beyni dokudu, yeryüzünün rahmi kılıcı verdi.
Böylece Ana sana her ikisini de verdi; karmaşıklıkve kesip atma.’
B: “Gizemli! Gerçekten kendi beynimin celladı olmamı mı istiyor
sunuz?”
K: “Aşağı doğanın efendisi olarakbununyararını göreceksin. İnsan,
beyninde düğümlenmiştir ve bu düğümü kesip atması için de ona bir
kılıç verilmiştir.’
B: “Nedir bu sözünü ettiğiniz düğüm?”
K: “Düğümsenindeliliğin, kılıç dadeliliğininüstesindengelmen.’^
B: “Şeytanın evlatları, size kim söyledi deli olduğumu? Yeryüzü tin
leri, balçık ve pisliğin kökleri, beynimin kök lifleri sizler değil misiniz?
Polip kıskaçlı süprüntüler, birbirine düğümlenmiş özsu kanalları, asalak
üzerineasalaklar, emilmiş vealdatılmış, geceleri gizlicebirbirinintepesine
tırmananlar, kılıcımın şimşekler çakankeskinliği asıl sizelayık. Sizi kesip
atmaya mı ikna etmeye çalışıyorsunuz beni? Özyıkımı mı düşünüyorsu
nuz? Nasıl oluyor da doğayoketmekistediği yaratıklar doğurabiliyor?”
312. Jung “Ayinde dönüşüm sembolizmi"nde (1941) kılıç motifinin simyada önemlibir rol
oynadığına değinir ve bu motifi bir adama aracıolarakayırt edici ve ayırıcı işlevleriyle
ele alır: “Simyasal kılıç solutio ya da separatio elementorum’u ortaya koyar. Böylece
özgün kaos durumunu geri getirir ki yeni bir impressio formae ya da imaginatio ile yeni
ve daha kusursuz bir bünye oluşturulabilsin (TE II, §357).
313. Burada deliliğin üstesinden gelme düşüncesi Schelling'deki deliliğin alt ettiği insan ile
deliliği yönetmeyi başaran insan ayrımına yakın (bkz. dipnot 89, s. 124).
K: “Tereddüt etme. Bize gerek çünkü biz kendimiz düğümüz.
167/168 Yeni bir ülkefethetmekisteyen/ardındaki köprüleri yakar. Artıkvar olma
yalım. Biz her şeyinaynı zamandayine kendi kökenine aktığı binkanalız.”
B: “Kendi köklerimi mi keseyim? Kralı olduğum halkımı mı öldüre
yim? Kendi ağacımı mı kurutayım? Siz gerçektenşeytanınoğullarısınız:’
K: “Vur kılıcını, biz efendisi için ölmek isteyen uşaklarız.’
B: “Vurursamne olacak?”
K: “Ozamanbeyninolmayacaksınartık, deliliğininötesindevar ola
caksın. Deliliğinin beynin olduğunu, köklerin bağlarındaki, kanalların
ağındaki korkunç karışmışlık ve dolanma, liflerin karmaşası olduğunu
görmüyor musun? Vur kılıcını! Yolu bulan beyninin üzerine yükselir.
Beyinde bir parmak çocuksun sen, beyninin ötesinde dev biçimini alır
sın. Elbette şeytanın oğullarıyız biz amabizi sıcakve karanlıktan dövüp
biçimlendiren sen değil misin? Bu yüzden bizde onun doğasından da
senin doğandan dabir şeyler var. Şeytanvar olan her şey, aynı zamanda
yok olduğu için değerlidir, diyor. Şeytanın oğulları olarakyıkımı istiyo
ruz ama senin yaratıkların olarakkendi yıkımımızı istiyoruz. Ölümden
geçereksende yükselmek istiyoruz. Biz her yandan emen kökleriz. Ar
tık gerek duyduğun her şeye sahipsin, öyleyse kes at bizi.”
B: “Sizi, uşaklarımı özlemeyecek miyim? Bir efendi olarak kölelere
ihtiyacımyok mu?”
K: “Efendi kendine hizmet eder.”
B: “Şeytanın hırslı çocukları, bu sözler sizinyıkımınız. Kılıcıminsin
üzerinize, bu vuruş sonsuza dek geçerli olsun:’
K: “Eyvah, eyvah! İstediğimiz, korktuğumuz oldu işte!”
168/171 / [İmge 169] / [ÖH 171] Yeni bir ülkeye ayak bastım. Getirilen hiç-
bir şey geri akmamalı. Kurduğumu hiç kimse yıkamayacak. Kulemde
mirden ve tek parça. Temellerinde şeytan dövüldü. Kabeiroiler kurdu
onu ve kulenin mazgallarında usta kurucular kılıçla kurban edildi. Bir
kale nasıl doruğuna oturduğu dağın üzerinde yükselirsebende içinden
doğduğum beynimin üzerinde duruyorum. Katılaştım ve artık yıkıl
Artıkgeri a^nıyorum. Kendibenliğimin efendisiyim. Efendiliği1
hayranlık duyuyorum. Güçlü, güzel ve zenginim. Geniş topraklar vı
mavi gökyüzü önüme serildi ve efendiliğimönünde boyun eğdi. Ne ben
kimseye hizmet ediyorum ne de kimse bana. Kendime hizmet ediyo
rumve kendimhizmet ediyorum. İşte buyüzden istediğime sahibim. ,14
Bozulmaz kalem birkaç bin yılda yükseldi. Artık küçülmez ama
üzerine inşa edilir ve edilecek. Kulemi çok azı kavrayabilir çünkü yük
sek bir dağın tepesinde. Yine de birçokları görecek onu / ve kavraya
mayacak. İşte bu yüzden kalem kullanılmadan kalacak. Kimse onun
pürüzsüz duvarlarından tırmanamaz. Kimse sivri çatısına konamaz.
Ancak dağdaki gizli girişini bulan ve iç organlarındaki labirentlerden
geçerek tırmanan ve şeyleri oradan tarayan ve kendi içinden yaşayanın
mutluluğu kaleye ulaşabilir. Bu elde edildi ve yaratıldı. İnsanların dü
şünce yapbozlarından yükselmedi, iç organların parıldayan sıcaklığın
da dövüldü; maddeyi dağa Kabeiroiler taşıdı ve doğuşunun gizemini
saklayan biricik koruyucular olarak yapıyı kendi kanlarıyla kutsadılar.
Onu dünyanın yüzeyinden değil, ötenin aşağısından ve yukarısından
kurdum. İşte bu yüzden yeni, tuhaf ve insanların yaşadığı düzlüklerin
üzerinde yükseliyor. Sağlamve başlangıç olan bu.115
mek için sürünüp gitmesini söyledim tatlı dille. Oysa yılan yorgundu
ve bunu yapmak istemediğini söyledi.
318. Goethe’nin Fausf’unda Mephistopheles Faust’la bir antlaşma yapar ve Faustun öteki
dünyada onun hizmetine girmesi karşılığında yaşarken ona hizmet edeceğini söyler.
319. Düzeltilmiş Tas/ak’ta: “ben ve yılanla'’ (s. 251)
lerin isteklerini kabul edip yerine getirince önceki kişisel uğraşımdan
vazgeçmem gerekiyordu ve dünyanın gözünde ölü olacaktımartık. Ki
şisel çabasını aşıpölülerin isteklerini tanıyanve onları yerine getirmeye
çalışanın üzerine büyükbir soğuk iner.
Okişisel ilişkilerininyaşayan niteliğini gizemli bir zehirin kötürüm
bıraktığını düşünürken, ötesindeki ölülerin sesleri hâlâ kısıktır. Tehdit,
korku ve huzursuzluk son bulur çünkü önceden içinde pusuya yatmış
olan her şey artık gününde yaşamıyordur. Kendi içinde olduğu için
günü güzel ve zengindir.
Oysa hepyalnızca diğerlerinin talihini isteyen çirkindir çünkü ken
dini / kötürüm bırakmıştır. Katil diğerlerini kutsanmaya zorlayandır 178/179
çünkü kendi gelişimini öldürür. Aşk uğruna kendi aşkını öldüren bu
daladır. Böyle biri diğer kişi için kişiseldir. Ötesi gri ve kişilik-dışıdır.
Kendini başkalarına dayatır; bu yüzden de soğuk bir hiçlikte kendini
kendine dayatmaya lanetlenir. Ölülerin isteklerini tanıyansa çirkinliği
ni öteye sürgün eder. Kendini açgözlülükle başkalarına dayatmazartık,
güzellik içinde yalnız yaşar ve ölülerle konuşur. Gün gelir ölülerin is
tekleri de yerine getirilir ama o hâlâ yalnızlık içinde kalırsa güzellik de
ötede kaybolur, bu yana ıssızlık gelir. Beyazdan sonra kara aşama gelir
ve Cennet ile Cehennemhep oradadır. •■“
326. Kaligrafi cildinde öykülü ilk harf yerine bir boşluk var.
{6}327 [ı] Salome’nin hâlâ ağladığını duyuyorum. Ne istiyor ya da
ben ne istiyorumhâlâ? Bana yaptığın bu ödeme lanetli, insan kurban
vermeden alamıyor bu ödemeyi. Bir kez dokunduktan sonra da daha
büyükbir özveri istiyor.
Yılan:328Özverisiz mi yaşamak istiyorsun? Yaşamın sana bir bedeli
olmalı, değil mi?
Ben: “Ben ödediğime inanıyorum. Salome’yi geri çevirdim. Bu öz
veri yeterli değil mi?”
Y: “Bu senin için çok küçük bir bedel. Duymadın mı, kendinden
isteyebilirsin.’
B: “Lanetli mantığın ne de iyi niyetli: Özveriyi istemek, öyle mi?
Ben / öyle anlamamıştım. Anlaşılan bu hatam benim yararıma oldu. 188/189
Söyle bana, duygumu arkaya atmamyetmez mi?”
Y: “Senin duygunu arkaya attığın falan yok; Salome konusunda
daha fazla ıstırap çekmemek işine geliyor aslında.”
B: “Eğer doğruyu söylüyorsan, bu hayli fena. Salome bu yüzden mi
hâlâ ağlıyor?”
Y: “Evet, öyle.’
B: “Peki, ama yapacak bir şeyvar mı?”
Y: “Eyleme mi geçmek istiyorsun. Düşünebilirsin de.’
B: “İyi de düşünecek ne var? İtiraf edeyim, ne düşüneceğimi bilmi
yorum. Belki bir önerin vardır. Kendi başımın üzerinde süzülmemge
rekiyormuş gibi bir his var içimde. Bunuyapamam. Ne düşünüyorsun?”
Y: “Hiçbir şey düşünmüyorum, önerimde yok.”
B: “Ohalde öteye sor, Cennete ya da Cehennem’e git, belki orada bir
öneri bulunur.’
Y: “Yukarıya çekiliyorum:’
Böylece yılan küçük, beyaz bir kuşa dönüştüve süzülerekbulutların
arasında gözdenyitti. Onu uzun süre bakışlarımla izledim.”329
Kuş: “Beni duyuyor musun? Şimdi uzaklardayım. Cennet çok
uzak. Cehennem yeryüzüne çok daha yakın. Senin için bir şey bul
dum, bırakılmış bir taç. Cennet’in sınırsız genişliğindeki bir sokakta
duran altın bir taç.”
327. 1iŞubat1914.
328. KaraKitap4‘tebufigür“ruh”olaraktanımlanıyor(s. 131).
329. BucümleTas/afc’taeklenmiş, s. 533.
İşte elime330/ geçti bile, altın kraliyet tacı, içinde yazılar var, ne
diyor? “Sevgi asla bitmez.””1 Cennet’ten bir armağan. Peki, ne anla
ma geliyor?
K: “İşte geldim, memnun oldun mu?”
B: “Kısmen. Ne olursa olsun, bu anlamlı armağaniçin teşekkür ede
rim sana. Yine de gizemli ve getirdiğin armağan beni neredeyse kuş
kulandırdı.’
K: “Bu cennetten bir armağan oysa, biliyorsun.”
B: “Kesinlikle çok güzel ama Cennet ve Cehenneme dair neyi kav
radığımızı biliyorsun.’
K: “Abartma. Sonuçta Cennet ile Cehennem arasında bir ayrımvar.
Gördüklerime dayanarak kesinlikle inanıyorum ki Cennet’te de Ce-
hennem'den daha fazlası olupbitmiyor ancakbüyük ihtimalle farklı bir
şekilde oluyordur. Yine de gerçekleşmeyen bir şey, belirli bir şekilde
gerçekleşemez.’
B: “Bilmeceli sözlerin kulak vereni hasta eder. Söyle bana, taç hak
kında ne düşünüyorsun?”
K: “Ne mi düşünüyorum? Hiçbir şey. Kendi adınakonuşuyor zaten.”
B: “Üzerindeki yazıları mı kastediyorsun?”
K: “Elbette, senin için bir anlamı olmalı bunların.’
B: “Bir yere kadar, evet, sanırım. Yine de soru olduğu gibi asılı du
ruyor.’
K: “Öyle de olması gerekiyor zaten.’
Şimdi kuş birdenbire yeniden yılana dönüşüyor”2
B: “İnsanın asabını bozuyorsun.’
Yılan333: “Yalnızca benimle aynı fikirde olmayan insanların.’
B: “Ben de kesinlikle seninle aynı fikirde değilim. Tersi nasıl olabi
lirdi ki? Öylece havada asılı durmak ürkütücü bir şey.’
Y: “Bu senin için çok zorlu bir özveri mi? Sorunları çözmek istiyor
san havada asılı durabilmelisin. Salome’ye bak!”
330. LiberNovus un kaligrafi cildinin yazıya geçirilmesi burada sona eriyor. Bundan sonraki
bölüm Taslaktan (s. 533-536) yazıya geçirilmiş.
33ı. Bu alıntı ı. Korintliler 13:8'den. Jung hayatının sonlarına doğru bu parçayı Anı/arın
sonundaki aşk üzerine düşüncelerinde birkezdaha anacaktı (s. 387). Kara Kitap 4'te
yazı ilk olarak Yunan harfleriyle veriliyor (s. 134).
332. Bu cümle Tas/ak’ta eklenmiş (s. 534).
333. Kara Kitap 4'te bu figür yılan olarak tanımlanmıyor.
Ben, Salome’ye: “Hâlâ ağladığını görüyorum, Salome. Hâlâ kendine
gelememişsin. Ben havada salınıyorumve buna da lanet ediyorum. Se
nin ve benim uğrumuza asılıyorum. Önce çarmıha gerildim, şimdiyse
sadece asıldım. Soyluca değil ama ızdırabı da daha az değil” 4 Seni yo
rup hırpalamak istediğimiçin beni bağışla; özverimlekörlüğünüiyileş
tirdiğim zaman olduğu gibi seni kurtardığımı sandım. Belki de senin
uğruna, üçüncü kez, kafam uçurulmalı, bize ızdırabın İsa’sını getiren
eski dostun Yahya’ya olduğu gibi. Doymaz mısın sen? Hâlâ makul ol
manın bir yolunu bulamadın mı?”
S: “Sevdiğim, senin için ne yapabilirim? Seni tamamen terk ettim.’
B: “O zaman niye hâlâ ağlıyorsun? Seni gözyaşları içinde görmeye
dayanamadığımı biliyorsun.”
S: “Karayılan asasına sahip olduğuniçin senin incinemez olduğunu
sanmıştım.’
B: “Ben asanın etkisinden kuşkuluyum. Yine de bir açıdan yardı
mı oluyor bana: İpe çekilmiş olmama karşın havasızlıktan boğulmu
yorum. Anlaşılan büyülü asa asılmaya dayanmamı sağlıyor. Gerçek
ten ürkütücü bir iyilik ve yardım bu. En azından şu urganı kesmek
istemez misin?”
S: “Nasıl keseyim? Çok yükseğe asılmışsın.335 Yaşam ağacının te
pesinde asılısın ve oraya ulaşamıyorum. Kendin yapamaz mısın, yılan
bilgeliğinin sahibi?”
B: “Uzun süre mi asılı kalacağımböyle?”
S: “Kendini kurtarmanın bir yolunu bulana dek.’
B: “Öyleyse en azından ruhumun kuşunun benim için Cennet’ten
alıp getirdiği taç hakkında ne düşünüyorsun, onu söyle.’
S: “Ne diyorsun? Taç mı? Taç sende mi? Ne şanslısın, bir de hâlâ
yakınıyorsun.’
B: “Asılmış bir kral, köy yollarında el açmış ama asılmamış bütün
dilencilerle yer değiştirmek için can atar.’
S (kendinden geçerek): “Taç! Taç sende!”
B: “Salome, acı bana. Nedir butacın sırrı?”
334. Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912) Jung folklor ve mitolojideki asılma
motifiniyorumlar (TE B, §358).
335. Kara Kitap 4’te bu konuşmanın sonunu vebirsonraki paragrafı içeren bireksik var.
S (kendinden geçerek): “Taç! Sen taçlandırılacaksın! Nekutlu bana
ve sana!”
B: “Ah, ne istersin bu taçtan? Anlayamıyorumve anlatılmaz bir acı
çekiyorum^’
S (acımasızca): ‘'Anlayana kadar asılı kal:’
Sessizce yerden çok yüksekte, ilk atalarımızın uğruna ilk günahtan
kaçınamadığı tanrısal ağacın sallanan dalında asılı kalıyorum. Ellerim
bağlı ve bütünüyle çaresizim. Öylece üç gün üç gece asılı kalıyorum.
Yardım nereden gelecek? Giydiği beyaz tüylü elbisesiyle kuşum, yılan
işte şuracıkta oturuyor.
Kuş: “Eğer hiçbir yerden yardım gelmezse yukarıda salman beyaz
buluttan sana yardımgetireceğiz:’
Ben: “Bulutlardanyardımgetirmekmi istiyorsunuz?Nasıl olacakbu?”
K: “Bir deneyeceğim:’
Kuşyükselen bir tarlakuşugibi süzülüyorve gittikçeküçülerekgöğü
kaplayan kalın gri bulutların örtüsü ardında gözden yitiyor. Özlemle
izliyorumonu bakışlarımlave yukarıdaki sonsuzgri bulutlu gökyüzün
de, geçit vermez grilikte, uyumlu ve okunamaz grilikte bir şey seçemi
yorum. Yine de taçtaki yazı okunaklı: “Sevgi asla bitmez:’ Bunun anla
mı sonsuza dek asılı kalmak mı? Kuşumtacı, sonrasız yaşamın tacını,
şehitliğintacını getirdiğinde kuşkulanmaktahaklıydım, tehlikeli birçok
anlamlılıktaşıyan uğursuz şeylerdi bunlar.
Yorgunum, yalnızca asılı kalmaktan değil, sınırsızın ardında koş
maktan yoruldum. Gizemli taç, ışıldayan altın, ayaklarımdan çok aşa
ğılarda, yerde duruyor. Havada süzülmüyorum, hayır, asılı duruyorum,
daha da kötüsü, gökyüzü ile yeryüzü arasınaasıldımve asılı kalmaktan
bıkmıyorumçünkü sonsuza deksallanabilirimböyle ama sevgi aslabit
mez. Gerçekten doğru mu bu? Sevgi asla bitmeyecek mi? Bu onlar için
kutlu bir haberse benimiçin nedir?
“Bu bütünüyle görüşe bağlı bir şey;’ diyor birdenbire benden pek
uzakta olmayan bir dala tünemiş yaşlı kuzgun. Felsefeye dalmış cenaze
yemeğini bekliyor.
Ben: “Neden bütünüyle görüşe bağlıymış?”
Kuzgun: “Sevgiye ve ötekine dair görüşüne bağlı:’
B: “Biliyorum, talihsiz ihtiyar kuş, göksel ve yersel sevgiden söz edi
yorsun.336 Göksel sevgi bütünüyle güzel olacaktır. Oysa biz insanız ve
işte insan olduğumuz için tam da bütün ve bütünüyle olgunlaşmış bir
insan olmayı koydumben de aklıma:’
Ku: “Sen bir ideologsun:’
B: “Ahmak kuzgun, çekil git!”
Orada, yüzüme çok yakın bir dal kıpırdıyor, dala siyah bir yılan
dolanmış, gözlerindeki kör edici inci parıltısıyla bana bakıyor. Benim
yılanımdeğil mi bu?
B: “Kızkardeşim, büyülü kara asa, nereden geliyorsun? Senin kuş
olup Cennete uçtuğunu gördüm ama şimdi burada mısın? Yardım mı
getirdin?”
Y: “Ben yalnızca kendimin yarısıyım; bir bir değil, ikiyim; ben biri
ve ötekiyim. Burada ancak yılansı, büyüsel olarak varım. Oysa burada
büyü bir işe yaramaz. Olacaları aylak aylak beklemek için kendimi bu
dala doladım. Beni yaşamda kullanabilirsin ama askıda değil. En kötü
olasılıkla, sana Hadese giden yolda öncülük edeceğim. Oraya çıkan
yolu biliyorum.’
Önümde havada kara bir belirti yoğunlaşıyor. Küçümseyen kah
kahasıyla şeytan bu. Bana sesleniyor: “Karşıtlar uzlaşınca ne oluyor
muş gördün mü? Yaptığını geri alır almaz yemyeşil yeryüzüne inecek
sin yeniden:’
B: “Geri almayacağım. Aptal değilimben. Her şeyin sonucu buysa,
son da bu olsun:’
Y: “Tutarsızlığın nerede? Yaşam tarzının bu önemli kuralını unut
ma, lütfen.’
B: “Burada asılı olmamyeterince tutarsız zaten. Midemi bulandıra
cak derecede tutarsız yaşadımzaten. Daha ne istiyorsun?”
Y: “Belki de doğruyerde tutarsızlık?”
B: “Bırak! Doğru yeri yanlış yeri nasıl bilebilirimben?”
Ş: “Karşıtlarla birlikte egemen bir biçimde doğrulan kişi doğruyu
yanlıştan ayırt edebilir:’
336. Swedenborg göksel aşkı şöyle tanımlar: “Kilise, ülke, insan topluluğu ve yurttaşlar söz
konusu olduğunda faydaları faydalar için, iyileri iyiler için sevmek” ve bunu özsevgiden
ve dünya sevgisinden ayırır (Heaven and Its Wonders and Heli: From ThingsHeard and
Seen, çev. J. Rendeli [Londra: Swedenborg Society; 19 20]. §554f).
B: “Sen sus, senin bunda çıkarınvar. Beyaz kuşumgelip yardımge-
tireydi; zayıf düştüm, korkarım.”
Y: “Aptallaşma, zayıflık da bir yoldur; büyü hatayı iyi eder.’
Ş: “Ne, zayıflığınverdiği yürekliliği hiç tatmadın mı sen? Bütünüyle
insan olmak istiyorsun; insanlar güçlü mü?”
B: “Beyaz kuşum, herhalde yolunu yitirdin. Yoksa benimle yaşaya
madığın için mi kalkıp gittin? Ah, Salome! İşte geliyor. Bana gel, Salo
me! Bir gece dahageçti. Ağladığını duymadımama benasıldımve hâlâ
da öyleyim.’
S: “Artık ağlamadımçünkü talih ve talihsizlik içimde dengelendi.’
B: “Beyaz kuşumgitti ve dönmedi. Hiçbir şeybilmiyorumve hiçbir
şey anlamıyorum. Bununtaçla bir ilgisi var mı? Söyle!”
S: “Ben ne diyeyim? Kendine sor.’
B: “Yapamıyorum. Beynim kurşun gibi. Ancak yardım için sızla
nabiliyorum. Her şey düşüyor mu, yoksa durağan mı, bilmemolanak
sız. Umudumbeyaz kuş. Ah, hayır, yoksa kuş ve asılmak aynı anlama
mı geliyor?”
Ş: “Zıtların uzlaşması! Herkese eşit haklar! Budalalar!”
B: “Bir kuş cıvıltısı duyuyorum! Sen misin? Döndün mü?”
Kuş: “Yeryüzünü seversen asılırsın; gökyüzünü seversen salınırsın."'
B: “Yeryüzü nedir, gökyüzü nedir?”
K: “Altındaki her eyyeryüzüdür, üstündeki her şey de gökyüzü. Üs
tündeki için çabalarsan uçarsın; altındaki için çabalarsan asılırsın.’
B: “Üstümdeki nedir, altımdaki nedir?”
K: “Üstündeki önünde ve senden yukarıda olandır; altındaki ise
senden aşağıda sana dönendir.’
B: “Peki, ya taç? Tacın bilmecesini çöz benimiçin!”
K: “Taç ve yılan karşıt ve bir. Çarmıha gerilenin başına taç olan yı
lanı görmedin mi?”
B: “Ne, anlamıyorumseni.”
K: “Tacın sana getirdiği sözler neydi? “Sevgi asla bitmez.’ İşte tacııı
ve yılanın gizemi bu.’
B: “Peki, ya Salome? Salome’ye ne olacak?”
K: “Görüyorsun, Salome sen ne isen o. Sen uçarsan onun kanat
lan çıkar.’
Bulutlar ayrılıyor, gökyüzü tamamlanan üçüncü günün batımıyla
kızarıyor.337Güneş denizebatıyor veben de onunla birlikte ağacın tepe
sindenyeryüzüne doğru kayıyorum. Huzurlu bir gece çöküyor usulca.
[2] İçimi korku kaplıyor. Daha kimi taşıdınız, Kabeiroi? Sizde kimi
kurban ettim? Beni kendinizeyığdınızve erişilmez yalçın bir kayalığa,
kendi kiliseme, manastırıma, infaz yerime, hapsime çevirdiniz beni.
Kendimde tutsak oldum ve hüküm giydim. Kendi rahibim ve cemaa
tim, yargıcımve yargılananım, Tanrımve insan kurbanımoldum.
Nasıl bir iş yaptınız, Kabeiroi! Geri alanamayacak, katı bir yasa do
ğurdunuz kaostan. Anlaşıldı ve kabul edildi.
Gizli harekatın tamamlanması yakın. Gördüklerimi elimden geldi
ğince sözcüklerleanlattım. Sözcükler yoksul ve güzellikonlara katılmı
yor. Peki, ya doğruluk güzel mi, güzel doğru mu?338
İnsan sevgiyi güzel sözlerle anlatabilir. Ya yaşamı? Yaşam sevginin
üzerinde duruyor. Sevgiyse yaşamın kaçınılmaz anası. Sevgi yaşama
dayatılmalı, asla yaşamsevgiye değil. Sevgi ızdıraba konu olsun, yaşam
değil. Sevgi yaşamagebe olduğu sürece, onasaygı duyulmalı amayaşamı
kendi içindendoğurduysa, boş bir kılıfadönmüştürve geçiciliktetükenir.
Beni doğuran anayla konuşuyorum, kendimi beni taşıyan rahim
den ayırıyorum.339Sevgi uğruna konuşmuyorum artık, yaşam uğruna
konuşuyorum.
Söz benim için ağırlaştı ve kendini ruhtan azat etmek için pek de
uğraşmıyor. Bronz kapılar kapandı, ateşler söndü ve küle döndü. Ku
yular kurudu ve bir zamanlar denizin olduğuyerde çorak topraklar var
artık. Kulemçölde. Kendi çölünde keşiş olana ne mutlu. Okurtulur.
{7} [I] Ben yağm ur bu lu tlarının ve çökm ekte olan gecenin k ap lad ı
ğı yeryü zü n d e yaln ız otururken y ıla n ım 344 b an a geldi sü rün erek ve bir
öykü anlattı bana:
343. İskandinav mitolojisinde Odin bir mızrakla yaralanmış ve dünya ağacı Yggdrasife
asılmıştı. Burada dokuz gün asılı kaldıktan sonra ona güç verecek runik harfleri bulacaktı.
344. 23 Şuba 1914. Kara Kitap 4 te bu konuşma ruhla ve bu parça Jung’un yeniden çalışmaya
başlamasını engelleyenin ne olduğunu sormasıyla başlıyor. Ruh hırsının onu engellediğini
söylüyor: Üstesinden geldiğini sanmıştı ama ruhu ona sadece yoksadığını söyledi ve
sonra da şu öyküyü anlattı (s. 171). 13 Şubat 1914’te Jung Zürih Psikanaliz Derneğinde
“Düş sembolizmi” konulu bir konuşma yapmıştı. 30 Mart - 13 Nisan tarihleri arsında da
İtalya'da tatil yapmıştı.
“ B ir zamanlar, çocuğu olm ayan b ir kral varm ış. O ysa bir erkek çocuk
istiyorm uş kral. Bu yüzd en de orm anda cadı o larak yaşayan bilge kadına
gitm iş ve o Tanrı tarafından görevlendirilm iş bir rahipm iş gibi, bütün gü
nahlarını ona itiraf etmiş. Bunun üzerine kadın şöyle dem iş: ‘Sevgili Kral,
yapm am an gerekeni yaptın am a bunlar geçmişte k ald ığ ı için geçmişte
kalm ası gerektiği için geçmişte kaldı ve biz artık bun u gelecekte nasıl iyi
leştireceğine bakm ak zorundayız. Bir okka su sam uru y ağı al, yere göm
ve d ok uz aybekle. Son ra bu yeri yeniden kaz bak bakalım ne bulacaksın.
B öylece kral, kendini orm andaki cadının önünde k üçü k düşürdüğü için
utanm ış ve üzgün bir şekilde evine dönm üş. Y in e de söylediklerini yap
mış. G eceleyin bahçesinde bir çukur açm ış, zar zor bulduğu bir kap su
sam uru yağın ı çukura yerleştirm iş. Sonra da dokuz aybeklem iş.
“D o ku z ay geçtikten sonra kabı göm d ü ğü yere gitm iş yine b ir gece ve
kazıp çıkarm ış. K abın içindeki yağın yerinde yeller estiğini, onun yeri
ne kapta bir bebeğin uyuduğunu görünce şaşırıp kalmış. B ebeği hemen
kaptan çıkarıp sevinçli bir şekilde karısının yan ın a gitm iş. K a d ın hemen
bebeğe m em e verm iş v e bir de ne görsün; sü tü gelm eye başlam ış. B öyle
ce ç o cu k serpilm iş, büyüm üş ve güçlenm iş. Bütün erkekler arasında en
büyüğü ve en güçlüsü olm uş. K ralın oğlu y ir m iy a ş ın a basınca babasının
yanına gitm iş ve şöyle dem iş: ‘B en i büyüyle yaptığını ve insanlardan biri
olarak d oğm ad ığım ı biliyorum . B e n i günahlarından doğduğun pişman
lıkla yaptın ve bu da beni güçlü kıldı. B ir k ad ın d an d oğm adığım için di'
akıllıyım . G ü ç lü v e akıllıyım ve b u y ü z d e n de krallığın ın tacını istiyorum
senden.’ O ğlunun olanları bilm esi kralı şaşırtm ış am a krallığın gücüne
sahip olm ayı bu kadar tez can lı istem esi on u daha d a şaşırtm ış. Ses et
m em iş ve şöyle düşünm üş: ‘Sen neden oldun? Su sam uru yağından. Seni
k im doğurdu? Toprağın rahm i. Sen i b ir kaptan çekip çıkardım , ca d ı ben i
aşağıladı.’ Bunun üzerine oğlunun gizlice öldürülm esine k arar verm iş.
“Y in e de oğlu diğer herkesten güçlü olduğu için ondan korkuyorm uş
ve bir hileye başvurm aya karar verm iş. Y ine gidip orm andaki büyücüye
danışm ış. K ad ın şöyle dem iş: ‘Sevgili Kral, bu kez bana bir günahını iti
ra f etm iyorsun çünkü şim di bir günah işlem ek istiyorsun. Sana tavsiyem,
yine toprağa su sam uru yağı dolu bir kap göm ve dokuz ay bekle. Soıı ra
kabı ç ık a r v e bak bakalım ne olm uş.’ K ral büyücünün söylediklerini yap
mış. O saatten sonra oğlu gittikçe güçten düşm üş. D okuz ay sonra kral
yine kabı gömdüğüve aynı zamanda oğlunun mezarını da kazacağı yere
gitmiş. Ölüyü boş kabın yanındaki çukura yerleştirmiş.
“Buna rağmen kralın içini keder kaplamış. Üzüntüsü artık dayanıl
maz olunca bir gece yine danışmak için büyücüye gitmiş. Kadın ona
şöyle demiş: ‘Sevgili Kral, sen bir oğul istedin ama oğlun da kral olmak
istedi, üstelik bunun için gücü ve zekâsı da vardı. Sonra da oğlunu iste
mez oldun. Bu nedenle de oğlunu kaybettin. Neden yakınıyorsun? İste
diğin her şeye sahip oldun, sevgili Kral: Kralsa şöyle demiş: ‘Haklısın.
Öyle olsun istedim ama bu kederi istemedim. Pişmanlık için bir ilacın
var mı?’ Büyücü şöyle demiş: ‘Sevgili Kral, oğlunun mezarına git, kabı
yine su samuru yağı ile doldur ve dokuz ay sonra git bak bakalımkabın
içinde ne var. Kral söyleneni yapmış ve böylece mutlu olmuş ama nede
nini bilmiyormuş.
“Dokuz ay geçtikten sonrakabı gömdüğü yerden yine çıkarmış. Ölü
nün bedeni ortadan kaybolmuş ama kabın içinde bir bebek uyuyormuş
ve bu bebeğin ölen oğlu olduğunu fark etmiş. Bebeği yanında götürmüş
ve bebek bir hafta içinde diğer bebeklerin bir yılda büyüdüğü kadar bü
yümüş. Yirmi hafta geçtikten sonra oğluyine babasının yanına gitmiş ve
krallığını istemiş. Oysa babası daha önce yaşadığı için olacakları biliyor
muş ve uzun zamandır bunun yaşanmasını bekliyormuş. Oğlu isteğini
dile getirince kral tahtından kalkmış ve sevinç gözyaşlarıyla oğlunu ku
caklamışvetacını oğlunadevretmiş. Böylecekral olanoğlubabasınamin
nettarolmuş vebabası yaşadığı sürece onabüyükbir saygıylayaklaşmış.”
[2] Söylence başlıyor, söylenm esi değil, yaln ızca yaşan m ası gereken,
kendi türküsünü söyleyen söylence. B ü yü nü n yaptığı, d oğal olm ayaıı
yollard an doğan oğula, kurb ağaların oğluna, s u k ıyısın d a duran ve
b ab alarıyla konuşan ve on ların gece şarkıların ı d inleyen oğu la boyu ıı
eğiyorum . O gerçekten gizem lerle d olu ve gücü bütün insanların gi'ı
cünden üstün. O b ir erkekten olm adı, b ir kad ın dan doğm adı.
T a n rı nerede?
N e oldu?
N e kadar boş, ne kadar bom boş! N asıl gözden yittiğini insanlara duyu
rayım mı? Tanrı'nın yokluğundaki yalnızlığı anlatan İncil’i m i vaaz edeyim?
T a n rı bizi terk ettiğine göre h ep im iz çöle gidip başım ıza kü ller mi
serpelim ?
T a n rı’n ın 349 benden b aşk a b ir şey o ld u ğ u n u k ab u l e d iyo ru m , buna
inanıyorum .
K u tlu neşesiyle salındı o.
B en acı gecesinde kaldım .
A rtık T an rı350 ile değil, kendi başınayım .
ı. 19Nisan1914.
2. “Bütünbaşlangıçlarzordur.”Talmud'danbirözdeyiş.
3. “Tanrınınbüyükzaferine.”Cizvitlerinsloganı.
Y o k sa sevm eyi ya d a sevm ek diye bilinen h er n e ise on u m u isti
yo rsu n ? D arbelerin yararı olm azsa sevgi de öğretilebilir. Ö yleyse seni
sevm eli m iyim ? Seni sevecenlikle b ağrım a m ı basm alıyım ?
B an a öyle g eliyo r ki esn iyorsu n sen.
N asıl, şim d i m i k o n u şm ak istiyorsu n? B un a izin verem em , yo k sa en
sonun da benim ruh um old u ğu nu söylem eye başlarsın. B enim ru h u m
ateş solucanıyla, yu k arılard aki göklere, üst kayn ak lara uçtu gitti k u r
bağanın oğlu yla birlikte. O rad a ne y a p tığ ın ı b iliyo r m u yum ? İy i ama
sen b en im ruh um değilsin. Sen ben im çıp lak , h iç-B en ’im sin , kendini
d eğersiz görm e hakkının bile yad sın am ayacağı nah oş varlık.
İnsan senin için um utsuzluğa kapılabilir: D u yarlılığın ve istekliliğin
bütün m akul ölçüleri aşıyor. D iğer herkes du rurken, benim de seninle
yaşam am gerekiyor, öyle m i? Evet, öyle çünkü tu h a fb ir talihsizlik bana
bir oğu l ve rd i ve aldı on u benden.
B u gerçekleri sana anlatm aktan p işm a n lık d u yu yoru m . Evet, gü
lünç b ir d u ya rlılığın , bilgiçliğin, serkeşliğin var. G ü ven siz, kötüm ser,
ödleksin, kendin e k arşı dü rüst değilsin, kinle, öçle dolu su n; çocuksu
gu ru ru n u , güce olan açlığını, itibar isteğini, gü lü n esi hırsın ı, şöhrete
d u yd u ğu n açlığı m id esi bu lanm ad an k im an latab ilir? Y a p m a cık lık ve
k en d in i beğenm işlikle d o lu su n ve olabildiğince k u llan ıyorsu n bunları.
Seninle yaşam an ın yıld ırıcı değil de h o ş m u old u ğu n u d ü şü nü yor
sun? H ayır, üç kere hayır! Sana söz veriyo ru m , seni saran m engeneyi
d aha da sık acağım ve d erin i y a v a ş y a v a ş yüzeceğim . S an a k ab u k değiş
tirm e olanağı vereceğim .
H erkes b ir yan a d uru rken sen m i söyleyeceksin in san lara ne yapa
caklarını?
G el buraya, sana yeni bir deri d ikeyim de etkisini hissedebilesin.
B aşkaların d an yakın m ak , b irin in sana h a k sız lık ettiğini, seni anla
m ad ığını, yan lış anladığını, in cittiğini, görm ezden geldiğin i, tanım adı
ğını, y o k yere suçladığını, d ah a neler neler söylem ek istiyorsun. Bunun
ne kadar boş old uğunu, k ib rin in nasıl d a gülünesi, sonrasızca boş ol
d u ğu n u g ö rm ü yo r m usun?
Ç ektiğin eziyet bitm ed i d iye m i yakın ıyo rsu n ?
Sana söyleyeyim ; d ah a ye n i başladı. N e sabrın ne ciddiyetin var.
Y aln ızca zevkin sö z kon u su o ld u ğu n d a sab rın ı yüceltiyorsu n. Çektiğin
eziyeti ik i k atın a çık arayım d a sabrı öğren.
A c ıy a k atlanam ıyorsu n. O ysa insanın canını çok daha fazla yakan
şeyler va r ve sen bu acıları en bü yü k saflığınla başka insanlara çektirip
her şeyden habersiz kendin i aklayabiliyorsu n.
Ş im d i susm ayı öğreneceksin çünkü alaya alm ak, kutsala k ü fretm ek
-d a h a da k ö tü sü - şaka yap m ak için ku llan d ığın dilini sökeceğim . K ötü
sözlerin in sa n a nasıl saplan d ığını öğrenesin diye bütün h aksız ve ah
laksız lafların ı iğnelerle bedenine tu tturacağım .
B u eziyetten sen de z ev k alıyo rsu n , b u n u kabu l ed iyor m usu n?
K en d in e eziyet etm ekten haz d u ym an ın ne d em ek o ld u ğ u n u öğrenesin
d iye zevkten k u san a d ek arttıracağım bu hazzı.
B an a baş m ı k ald ırıyo rsu n ? M en geneyi biraz daha sıkarım olu r b i
ter. İçinde k atılığ ın izi k alm a y an a d ek kırarım kem iklerin i.
Seninle iy i geçin m ek istiyo ru m ve seni lan etlem eliyim bu nu n için.
Sen B enim sin ve seni m ezara k ad ar ya n ım d a gö tü rm em gerekiyor. B ü
tün h ayatım bo yu n ca bu bu d alalığı çekm ek istediğim i m i sanıyorsu n?
B en ’im olm asayd ın çoktan seni p aram p arça etm iştim .
O ysa seni a ra fb o y u n c a çekm em g e re k iy o r ve bu da benim lanetim .
T a n rı'y ı m ı ça ğırıy o rsu n yard ım ına?
Sevgili ihtiyar T an rı öldü,4iy i de oldu, yoksa tövbekâr günahkârlığın a
acır ve seni affederdi. Ben de senin cezanı verem ezdim . Bilm en gerek, ne
sevginin Tanrısı ne de seven bir Tanrı doğm adı daha. Ateşten bir solu
can tırm andı yu k arıya, yeryüzüne ateş, feryat figan yağdıran m uhteşem ,
korkunç bir varlık.5 Şim di y a k a r Tanrı'ya ki günah larının bağışlanm ası
için ateşe boğsun seni. D olan kendine ki kan aksın terinden. N e zam an
dır böyle bir ilaç gerek sana. E ve t -b aşk aları hep yanlış ya p ıy o r- peki,
ya sen? Sen suçsuzsun, doğrusun, iy i h akkını savunm alısın, yan ın d a da
sevgi d olu bir Tanrı, acıyarak bütün günahları bağışlayan. Başkalarının
içgörüye erişm esi gerekir am a sen tekeline alm ışsın içgö rü yü ve her za
m an haklı olduğundan eminsin. Yakar o zam an sevgili Tanrına; o seni
işitecek ve tepene ateş yağdıracak. Tanrı'nın yassı kafatasıyla yeryüzünde
sürünen, köze dönm üş kızgın bir solucan olduğunu görem edin mi?
D em ek üstün olm ak istedin! N e gülünç. A şağ ıy d ın ve h âlâ d a ö y le
sin. K im sin sen o zam an? Beni iğren d iren bir pislik.
6. 20 Nisan 1914. Jung aynı gün Uluslararası Psikanaliz Derneğfnden istifa etmişti (The
Freud Jung Letters, s. 613).
in san lığa karşı sorum lusun . D üşü nm ekle ya p m a k arasın d a ayrım o l
d uğun u sanm a. Sen sadece h ak etm ediğin öndeliğine, d üşü n d ü ğü n ü ve
d u yd u ğu n u sö ylem ek ya d a y a p m a k zoru n d a o lm am an a güveniyorsu n .
O y sa gözlerden ırak o ld u ğ u n d a ar d a m a rın çatlıyor. B iri bu nu sana
söylese alınganlığınd an ölü rsü n am a h a k lı old u ğu n u da biliyorsun.
Eksikleri için b aşk aların ı a z arlam a k m ı istiyorsu n ? B öylece k en d ilerin i
g eliştirirler m i d iyo rsu n ? Peki, itira f et, sen k en d in i geliştird in m i? B aş
k a la rı hakkınd a fikir yü rü tm e h a k k ın ı nereden b u lu y o rsu n kendin de?
K end inle ilgili ne d ü şü n ü yo rsu n ? B u n u destekleyen h a k lı gerekçeler
nerede? Senin gerekçelerin yalan lard an örd üğü n bir ağ kirli bir köşede.
B aşkaların ı y a rgılıyo r ve o n ları yap m aları gereken ler ile suçluyorsun.
B un u y a p m a n ın nedeni de için de düzen o lm am ası, sen m undarsın.
B ir de gerçekte nasıl d ü şü n ü yorsu n ? B an a ö y le g e liy o r ki sen in
sanlarla d ü şü n ü yo rsu n , insan on u ru n a b akm ad an ; on ları ku llan arak
d üşünm eye cüret ediyorsu n ve onları, sanki onlar sen on ları nasıl k a v
rıyorsan öylelerm iş gibi, sahnendeki figü rler gibi k u llan ıyorsun , değil
mi? İnsanları seviyorm u ş gibi görünen am a on ları kendi am açları u ğ
run a ku llanan insanları suçluyorsun . Peki, senin yaptığın d a o kad ar
kötü d eğil m i? Y ap tığın ın ne k ad ar utanç verici bir güç eylem i old u ğ u
nu h iç d üşün m ed in m i? G ü n ah ın gözlerden u zakta serp iliyo r am a bir
o kad ar b ü yü k , b ir o kad ar vicd an sız ve kaba.
İçinde gizlediğin şeyi çekip gün yüzüne çıkaracağım , seni hayasız!
Ü stün lüğün ü ayaklarım ın altın da çiğneyeceğim .
B ana sevginden söz etme. Senin sevgi d ediğin şey çıkarlarınla ve tut
kularınla k irlen m iş am a sen b ü y ü k laflar ediyorsun o k on u d a da. S ö y le
diklerin ne k ad ar büyük olu rsa sözde sevgin de o k ad ar acınası oluyor.
Sakın bana sevginden söz etme, ağzını bile açm a. Y alan söylüyor.
B ü yü k sözler etm eni değil, u tan cını anlat istiyoru m , saygısın ı k a
zanm ak istediklerin önünde çatlak sesler çıkar istiyorum . Sen saygı du
yu lm aya değil, a lay edilm eye layıksın.
İçindeki o gurur duyduğun şeyleri yakacağım senin, tam takır kuru b a
kır kalacaksın. Senin boşluğundan ve sefilliğinden başka gurur duyacak
bir şeyin yok. Senin yaşam la dolu olm an gerekir, öyleyse öldür putlarını.
San a ait olan ö z g ü rlü k d eğil, b iç im ; güç değil acı çek m e ve gebe
kalm a.
K en d in i hor görm enden erdem çıkarm an gerek ve ben bu nu insanla
rın önüne bir halı gibi sereceğim . Ü zerinde kirli ayaklarıyla yürüyecekler
ve sen üzerinde tepinen ayaklardan daha kirli olduğunu göreceksin.
7Sen i evcilleştirebilirsem , seni yabani, başkaları için de kendi ya
ban ilerin i evcilleştirm e olanağı doğar. Evcilleştirm e sende başlıyor,
B en’im , başka bir yerde değil. Ö yle çok da yabani olduğundan değil,
aptal kardeşim , Ben'im . Senden d ah a yab an i olanlar v a r am a sen baş -
kalarının yabaniliğine katlanabilene dek kırbaçlam alıyım seni. İşte o
zam an seninle yaşayabilirim . B iri san a yan lış d avrand ığınd a, bu yanlışı
bağışlayana d ek ölü m ün e eziyet edeceğim sana am a ö y le lafta k a lm a
yacak bu; iğrenç d u yarlılığıyla ağırlaşm ış o kalbinde bağışlayacaksın.
Senin d uyarlılığın sana özgü b ir şiddet.
D in le öyleyse, yaln ızlığım d ak i k ardeşim , h er tü rlü işkenceyi hazır
lad ım senin için, duyarlı o lm ak yin e ak lın d an geçerse diye. K endini
aşağı hissetm elisin. A n lığ ın a pislik denm esine ve k irlen m en i istem elc
rine, savurgan lığın ın eli sıkılık, açgözlü lü ğü nü n erdem olarak yüceltil
m esine katlanabilm elisin.
B eh erini boyun eğm enin acı içkisiyle d old u r çü n k ü sen ru h u n değil -
sin. R uhun alevler içinde göklerin tepesine çıkan kızgın T a n rı ile birlikte.
7. 21 Nisan 1914.
8. Jung bu açılış bölümündeki özeleştiriyi sonradan gölge ile yüzleşme olarak tanımlar.
1934’te şöyle yazmış: “Sudaki aynaya bakan ilk önce kendi imgesini görür. Kendine
giden kendisiyle yüzleşmeyi göze alır. Ayna titremez, ona bakanı, yani persona ile,
{2} B e n ’im e bö yle bir sürü ö fk eli söz sö y le d ik te n so n ra k en d im le
y a ln ız o lm a y a d a y a n a b ild iğ im i fa rk ettim . Y in e de a lın g a n lık sık sık
m u sa lla t o lu y o rd u ve k e n d im i y in e sık sık k ırb a ç la m a m g e re k iy o r
du. K en d im e eziyet etm enin h azzı bile silin ip gidine d ek de d ev am
ettim b u n a .9
“ S on ra o gece bir ses duydum ; uzaklardan geliyordu ve ruhum un
sesiydi. Şöyle dedi: “N e k ad ar d a u zaksın !”
B: “R uh um , sen m isin ? N ic e yü kseklerden ve uzaklardan k o n u şu
yorsun?
R: “Senden yukarıd ayım . B en a y rı bir dünyadayım . G ü neş gib i o l
dum . A teşin toh um larını aldım . Sen neredesin? Sislerinin arasın d a seni
zar zor seçebiliyorum .
B: A şağıd a, loş yeryü zü n d eyim . A teşin bize bıraktığı k aran lık d u
m an d a yım ve seni görem iyoru m . Y in e de sesin y a k ın d an geliyor.’
R: “H issed iyorum . Y eryüzü nü n ağırlığı içim e işliyor, ıslak soğuk ke
fen gibi sarıyor beni, geçm iş acıların kasvetli üzüntüsüyle e ziliyo ru m .’
B: “ Yeryüzünün dum anlarına, k aran lığın a inme. Ü zerinde çalış
m aya d evam ed iyo ru m ve gün eş gibi kalm an ı isterim . Y oksa aşağıda,
yeryü z ü n ü n k aran lığın d a yaşam a yü rek liliğin i yitiririm . Sesini işiteyim
yeter. Seni bir d ah a ete kem iğe bü rü n m ü ş görm ek istem iyorum . B ir şey
söyle! D erin liklerd en , belki de kork u n u n içim e aktığı y e rd en .’
R: “ Yapam am çünkü yaratıcı k ayn ağın oradan akıp geliyor.’
B: “ B elirsizliğim i görüyorsun.”
R: “ B elirsiz yo l iyi yoldur. O lasılıklar orada uzanır. S arsılm az ol
ve y a ra t.’
K anat çırp m a sesleri duydum . K u şun yü k seld iğin i, T an rılığın y a y ıl
dığı kızgın parlaklıktaki bulutların ü zerine çıktığını biliyordum .
eyleyenin maskesiyle dünyadan gizlediğimiz yüzü olduğu gibi gösterir. Ayna maskenin
ardındadır ve gerçek yüzü gösterir. Bu yüzleşme iç yoldaki ilk cesaret sınavıdır; bu sınav
çoğunu korkutmaya yeter çünkü kendimizle karşılaşmak her olumsuz şeyi çevreye
yansıtarak kaçınabileceğimiz nahoş şeylere aittir. Oysa kendi gölgemizi görebildiğimiz
ve onu bilmeye katlanabildiğimiz zaman sorunun küçük bir bölümü zaten çözülmüş
olur: en sonunda kişisel bilinçdışımızla karşılaşmış oluruz" (“Kolektifbilinçdışının
arketipleri üzerine,” te 9, 1, §§43-44).
9. Bu paragraf Kara Kitap s’te yok. Jung 30 Nisan 1914’te Zürih Üniversitesi Tıp
Fakültesi”ndeki eğitim üyeliğinden istifa etti.
ıo. 8 Mayıs i9i4.Kara Kitap s’te 21 Nisan ile 8 Mayıs tarihleri arasında bir boşluk var,
dolayısıyla öyle görülüyor ki önceki paragraftaki tartışmalar kaydedilmemiş.
“ K ardeşim e, Bene döndüm ; ked erli duruyor, yere bakıp iç g e çiri
yo rd u , büyük izd ırabın ın altın da ö lm eyi yeğliyordu. B ir ses benim le
konuştu v e şöyle dedi:
“ Z o r -k u rb a n edilenler ö lü y o r h er y a n d a - ve yaşam u ğru n a ç a rm ı
ha gerileceksin .”
Ben de Ben’im e şöyle dedim: “Kardeşim , bu konuşm aya ne diyorsun?”
O ise d erin d erin iç geçirdi ve inledi: “ Ç o k acı ve ızdırabım b ü yü k."
B un un üzerine şöyle dedim : “ B iliyo ru m am a bu değiştirilem ez.”
Y in e de ne old u ğu n u bilm iyo rd u m çü n k ü gelecekte o lacak ları b ilm i
yo rd u m henüz (b u 2 1 M ayıs 1 9 1 4 tarihinde oldu). B u aşırı ızdırapla
bulutlara baktım ve ru h u m a seslenip o n a sordum . Sesini işittim , mutlu
v e neşeli, şöyle ded i:”
“ N e m utlu bana. D ah a y ü k seliyo ru m , kanatlarım b ü y ü y o r.”
B u sözler b a n a a cı ve rd i ve h aykırd ım : “ Sen insan kalbinden akan
kanla ya şıyo rsu n .”
G ü ld ü ğü n ü d uyd um , yo ksa g ü lm ü yo r m uydu? “ K ız ıl kand an daha
çok sevdiğim bir içki y o k tu r.”
G ü çsü z öfke sa rd ı beni ve h aykırd ım : ‘‘T an rın ın peşinden krallığı
na giden ru h u m olm asayd ın insanlığın başına gelen en bü yü k felaket
old uğunu söylerd im senin. îy i de kim harekete geçiriyo r seni? Tanrısa
lın insanca o lm ad ığın ı b iliyoru m . T an rısal olan insanı tüketir. Bunun
şiddet olduğunu, b u n u n acım asızlık old u ğu nu b iliyoru m ; seni elleriyle
hisseden elindeki kanı asla arın dıram az. B en senin kölen o ld u m .”
O da şöyle dedi: “ Ö fk elen m e, yakın m a. K a n lı k u rb an lar sen in ya
n ın d a düşsü n. B u sen in şiddetin d eğil, bu sen in acım asızlığın d eğil, bu
b ir zorunluluk. Y a şa m ın y o lu düşenlerle ekilir.”
B: “ E vet anlıyorum . B ir savaş alanı. K ardeşim , neyin var. İn liyorsun .”
B u n u n üzerine B e n ’im şu yan ıtı verdi: “ N ed en inleyeyim , sızlana
yım ? K en d im i ölü lerle yü k lü y o ru m ve sayısın ı tu tam ıyo ru m .”
B en ’im i an layam ad ım ve o n a şöyle d ed im : “ Sen b ir putperestsin,
dostum ! Ö lüleri ölü ler gö m sü n, derler, hiç işitm edin m i?12 N eden ölü
lerle yü k len m ek istiyorsun? O nları taşım anın on lara yararı yok.”
11. 21 Mayıs1914.
12. Matta8:21-22: “Vehavarilerindenbirionaşöylededi. ‘Raböndengitmemevebabamı
gömmemeizinver.’ Amaİsaona, ‘Beni izle,’ dediveölününölüyügömmesineizinverdi.1'
B unun üzerine Ben'im h ayıflandı: “ D ü şen o zavallılara acıyorum ,
ışığa erişem iyorlar. B elki ben o n ları yüklenirsem ..
B: “Bu d a ne dem ek? R uh ları yapabileceklerin i yaptı. Sonra d a y a z
g ıyla yüzleştiler. Bize de aynısı olacak. M erh am etin h astalıklı.”
R u h u m sa uzaklardan seslendi: “ M erh am eti o n a bırak, m erham et
yaşam ı ve ölü m ü bağlar.”
R uh um un bu sözleri içim i sızlattı. Peşi sıra yü kselip m erham et o l
m ad an T a n rı’y ı izleyen ru h u m m erh am et d iyord u . “ N ed en yaptın b u
n u ?” 13 diye sordum ona.
İnsanın duyarlılığı o saatin çirk in liğin i k avrayam azdı çünkü.
“ Sizin dünyanızda o lm ak bana göre değil. D ün yanızın pisliğinde
kend im i lekeliyo ru m .’
B: “ B en d ü n y a d eğil m iyim ? Ben pis d eğil m iyim ? T a n rı’y ı yu k arı
âlem lerde izlem ene yaptığım bir hata m ı neden o ld u ?”
R: “ H ayır, bu içten gelen bir zoru nlu lu ktu. B en Y u k a rı’y a a id im .”
B: “ G itm en kim se için y eri d o ld u ru lam az b ir yitim olm ad ı m ı?”
R: “ T a m tersine. E n ço k san a ya ra rı o ld u .”
B: “ B u k on u d a insan ca d u y gu larım a k u lak versem k u şk u larım a y e
n ilird im .”
R: “ N ey i a y ırt ettin? N ed en gö rd ü klerin hep y a n lış olsun ki? K e n
dini bud ala d u ru m u n a d üşü rü p d urm an sana özgü b ir hata. B ir kere
olsun yo lu n d a k alam az m ısın ?”
B: “ İn sanlara o lan sevgim yüzünden kuşku d uyduğum u b iliyorsu n .”
R: “ H ayır, zayıflığın u ğru na, kuşk u n ve in ançsızlığın uğruna. Y o
lundan çık m a ve kend in den kaçm a. T an rısal yö n elm işlik var, in sanca
y ö n elm işlik var. B u ikisi, k im i zam an senin de içlerind en b iri old u ğu n
aptal ve terk edilm iş in san lard a ç a k ışır.”
R u h u m u n söyledikleri görebildiğim h içbir şeyden söz etm iyordu.
Ben’im in ne çektiğini de görem iyord u m (çü nkü bunlar savaşın patlak
verm esinden iki ay önce oldu). Ben de bütün bunları içim deki kişisel
deneyim ler olarak anlam ak istedim ve dolayısıyla inancım z a y ıf olduğu
için ne anlayabildim ne de inanabildim . Ç ağım ızd a inancın z a y ıf o lm a
sının da daha iy i old uğun a in an ıyoru m . İn sanı iy i ve usa uygun olana
getirm ek için en iy i yo lu n tek başına inanç old uğu çocukluk dönem i
14. Bu son ikiparagraf Kara Kitap 5’te yok: Libidonun Dönüşümleri ve Simgelerinde (1912)
Jung şöyle diyor: “Sanırım inancın yerine anlayışı koymak gerek (te B, §356). 5 Ekim
1945’te de Victor White'a şöyle yazmış: “Meslek hayatıma inanca benzeyen her şeyi
reddederek başladım” (Ann Conrad Lammers ve Adrian Cunningham, ed., The ]ung-
White Letters [Pilemon Series, Londra: Routledge, 2007], s. 6).
“ B u senin inançsızlığın, ku şku n. G erek li özverin in bü yüklü ğü ne
inanm ak istem iyorsun am a en acı so n u n a d ek gidecek. B ü y ü k lü k için
b ü yü k lü k gerekir. Sense h âlâ cim rilik yap ıyorsu n . San a vazgeçm ekten,
olu run a bırakm aktan söz etm edim m i? D iğer insanlardan daha iyisin i
m i istiyorsu n ?”
“ H ayır,” dedim , “ H a y ır, öyle d eğ il. K e n d i y o lu m a gittiğim de in sa n
lara h aksızlık etm iş olm aktan k o rk u y o ru m .”
“ K açın d ığın n ed ir?” dedi, “ k a ç ış yok. D iğerlerin i, iy i m i k ö tü m ü
o ld u k ların ı d ü şünm ed en kendi y o lu n a gitm elisin. Sen d iğerlerinde o l
m ayan T an rısallığ a tu tu n d u n .”
B u söylenenleri k ab u l ed em ezd im ç ü n k ü aldanm aktan k o rk u y o r
dum . B u yü zd en de ben i ru h u m la k o n u şm ay a zorlayan b u yo lu d a k a
bul etm ek istem iyord um . Ben in sa n la rla k on u şm ayı yeğliyo rd u m . Y in e
de yaln ızlığa m ecbur o ld u ğu m u h issed iyo r, a y n ı zam an d a alıştığım
yo llard an uzaklaşan düşünm em in yaln ızlığın d an k o rk u y o rd u m .15 B en
b u n u n üzerine düşünürken ru h u m b an a seslendi: “ Senin için k aran lık
yaln ızlığı ön görm ed im m i?”
“ B iliy o ru m .’ d ed im . “Y in e de b u n u n gerçekten olacağın ı d ü şü n m e
m iştim . B öyle m i o lm alı?”
15. 24 Mayıs 1914. Paragrafın başından itibaren verilen mısralar Kara Kitap 4‘te yok.
16. Kara Kitap 4 şöyle devam ediyor: “Eski ermişlerden, çölde yaşayan ilk Hristiyanlardan
biri gibi” (s. 77).
17. Sınamalar'ın el yazısı taslağında burada bir not dahavar: “27/11/17. Öyle görülüyor ki
bu taslağın yazılış tarihini gösteriyor.
“ D ü n nasılsa bugü n için d e ay n ı şey geçerli. İnsan olduğunu ve in
sanlığın hedefi iç in k an ın ın akm ası gerektiğini unutm a. H o m u rd an m a
dan, tüm gayretinle yaln ız lığ ı u ygu la ki her şey zam an ın da h azır olsun.
C id d i olm alısın ve bilim den ayrılm alısın . O n d ak i çocu k su lu k ç o k fazla.
Senin yo lu n derinlere gidiyor. Bilim se çok yüzeysel, yaln ızca dil, y a ln ız
ca araçlar. O ysa senin çalışm aya koyu lm an gerek iyo r."8
İşim in ne olduğunu bilm iyo rd u m çünkü her şey çok karanlıktı. H er
şey ağırlaştı, k u şk u ya bürü nd ü ve uzun gü n ler bo yu n ca süren b ir ü zü n
tü sardı beni. S o n ra bir gece yaşlı b ir ad am ın sesin i duydum . Yavaş ve
ağır konuşuyordu. B irb irin d en k o p u k şeyler söylüyor, söyled ikleri k u
lağa çok saçm a geliyordu. O zam an y in e d elilik k ork u su sardı beni.19 Şu
sö zleri söyledi bana:
18. Kara Kitap 5 şöyle devam ediyor: “[Ben]: Skolastik miyim, benmi?” [Ruh]: Hayır,
bilimselsin ama bilim skolatiğin yeni hali. Onun da aşılması gerekiyor” [Ben]: “Yetmez
mi hâlâ? Kendimi bilimden ayırırsam çağın tinine karşı gelmiş olmaz mıyım?" [Ruh]:
“Kendini ayırman değil, bilimi yalnızca dilin olarak düşünmen gerekiyor.’ [Ben]: “Hangi
derinliklere ilerlememi istiyorsun?” [Ruh]: “Hep kendinle ve şu anla ilgili olan.” / [Ben]:
“İstiyorum ama ne olması gerekiyor? Çok zaman artık yapamacağımı hissediyorum.”
[Ruh]: Fazladan çalışmalısın. Zaman tanımalısın. Zamanını alan çok şey var.” / [Ben]:
“Bu özveri de yükselecek mi?” [Ruh]: “Yapmalısın, yapmalısın” (s. 79-80).
19. Bu paragraf Kara Kitap s'te yok.
20. 25 Mayıs 1914.
21. Kara Kitap 5 şöyle devam ediyor: “Hah, bu kitap! İşte yine elimdesin; bayağı ve hastalıklı,
deli ve tanrısal, yazılmamış bilinçdışım! Yine diz çöktürdün bana! Buradayım işte, söyle ne
söyleyeceksen!” (s. 82). 2i:ien iye Kara Kitaplarda “biliçdışı”na yapılan tek gönderme budur.
{3} O ndan son ra d erinliklerin sesleri b ir y ıl bo yu n ca sustu. Y in e bir
yaz günü sud a yalnızken benden u zak olm ayan bir b alık kartalın ın d a
lış yap tığın ı gördüm ; bü yü k b ir b a lık yak alad ı ve pençesiyle k avrayarak
yine göğe yükseldi. 22 R u h u m u n sesini d u ydum , şöyle dedi: “Bu aşağıda
olanın yu k arıya yükseleceğine d air bir işaret.’
Bundan kısa bir süre son ra bir sonbahar gecesi de yaşlı bir adam ın
sesini d uydum (ve bu kez on un <I>IAHMON olduğunu b iliy o rd u m .)23
Şöyle d e d i:'4 “Seni d ön d ü rm ek istiyoru m . E fen d in olm ak istiyorum .
B ir sikke gibi işlem ek istiyoru m seni. Seninle iş yap m ak istiyorum . Seni
alıp satm ak ge re k .25 Eld en ele geçm elisin. B en lik-istem i sana göre değil.
Sen bü tü n ü n istem isin. A ltın k en d i istem iyle efen di olm az d a yin e de
bütünü yönetir, h or görülen, açgözlülükle istenen am ansız bir h ü kü m
dardır; yatar ve bekler. O nu gören onu ister. İnsanın p eşin d en gitm ez
o, sessizce yatar, p arlak ışıltılar saçan yüzüyle, kendin e yeten, gücü n ü
kanıtlam ası gerekm eyen bir k rald ır o. H erkes onun p eşin d ed ir am a çok
azı bulur onu, yin e de en k ü çü k p arçasın a b ü y ü k b ir d eğer verilir. O ne
v e rir ne k en d in i savurur. H erkes on u bulduğu y e rd e alır ve en u fak bir
22. 3 Haziran 1915. Bu arada Jung Liber Novus’un sonraki kitaplarının taslağını yazmıştı.
28 Temmuz 1914’te de Aberdeende İngiliz Tıp Derneği'nin toplantısında “Bilinçdışının
psikopatolojideki önemi" üzerine bir konuşma yapmıştı. 9 Ağustos ile 22 Ağustos
tarihleri arasında Luzern'de 14 gün askerlik hizmeti yapmıştı. 1 Ocak ila 8 Mart 1915
dolaylarında Olten'de 64 gün boyunca askerlik hizmeti için bulunmuştu. 10-12 Mart
tarihleri arasında da ulaştırma görevindeydi (Jungun askerlikdefterleri, JFA).
23. Bu cümle Kara Kitap 4’te yok.
24. 14 Eylül 1915. Jung 1915 yılı yaz aylarının sonlarında ve sonbaharda Hans Schmid ile
psikolojik tipler konusunda yazışmıştı. Schmide yazdığı 6 Kasım tarihli sonuç mektubu
Kara Kitaplarda fantezilerini değerlendirmeye dönüşün sinyallerini veren bir değişiklik
olduğunu gösteriyor: “Anlamak korkunç derecede bağlayıcı bir güç ve kavrandığında
ölüyor: Simgelerin sırlarını korumak istemesinin bir nedeni de işte bu, gizemli
olmalarının tek nedeni temellerinde ne olduğunu göremememiz değil. .. Genel bakış
açılarıyla bütünleşme olarak anlayış da bu bakımdan şeytani elementi içinde taşıyor ve
öldürüyor. .. İşte bu yüzden, analizin ileri aşamalarında diğerinin bu gizli ve açılmayan
simgelere gelmesine yardım etmeliyiz. Yaşamın tohumu, sert bir kabuğun içindeki nazik
tohum gibi burada korunur gizlice. Aslında bu konuda bir anlayış ve anlaşma olmamalı,
bunun olanağı ne olursa olsun. Oysa bu konudaki anlayışve anlaşma genelleştirilirse
ve bariz bir şekilde olanaklı hale gelirse simge yok edilmeye hazır demektir çünkü artık
kabuğunu kırmak üzere olan tohumu örtmez. Bir zamanlar gördüğüm ve beni çok
etkileyen bir düşü şimdi anlıyorum: Bir bahçede ayakta duruyordum ve görkemli bir
şekilde fışkıran zengin bir pınar açmıştım. Daha sonra da bu suyu toplamak ve yeniden
yeryüzünün derinliklerine akmasını sağlamak için bir set çekmem ve derin bir çukur
açmam gerekti. Kurtuluş bize bu şekilde açılamaz ve söylenemez simgede verilir çünkü
şeytanın yaşam tohumunu yutmasını engelleyerek bizi korur" (John Beebe ve Ernst
Falzeder, ed., The Question of Psychological Types, baskıda.
25. Kara Kitap 5 şöyle devam ediyor: “Hermes’tir senin iblisin” (s. 87).
p arçasın ı bile yitirm em ek için bü yü k kayg ıyla sakınır. O na b ağlı o ld u
ğu n u y ad sır h erk es am a y in e de istek li elini o n a d o ğ ru u zatır gizlice.
G erekli olduğunu kanıtlam ası gerekir m i altının? B u n u n k an ıtı insanın
isteğidir. Sor ona: K im alır beni? O nun sahibi onu alandır. A ltın k ıp ır
damaz. U yu r ve ışıldar. P arlaklığı insanın d u yu ların ı sersem letir. Tek
b ir söz etm eden insanın istenir bulduğu her şeyi vaat eder. Ç ökecek
olanın çöküşü, yü k selm ek için kalkanın yard ım cısıd ır.26
Parıltılı bir define toplanm ış, onu alacak olan ı bekliyor. A ltın u ğru
na ne sıkıntılara katlanm az ki insan? O ise bekler ve sıkıntının süresini
azaltm az; sıkıntı ne k ad ar bü yü k olursa, dert ne kad ar b ü yü k olu rsa o
kad ar çok değer ve rilir ona. Yeraltından, erim iş lavlard an doğar. M aden
d am arların d a ve kayalard a yavaşça yayılır. O nu çık arm ak ve k ald ırm ak
için bütün k u rn azlığın ı kullanır in san .’
S ık ın tıyla seslendim : “E y <DIAHMO.N, ne h ırslı b ir k on u şm ad ır b u !”
27<DIAHMO.Nise sözüne devam etti: “Y alnızca öğretm ek için değil,
aynı zam anda yad sım ak için, y o k sa neden öğretm iş olayım ? Ö ğret
m ezsem yad sım am gerekm ez am a öğrettim m i on dan son ra yad sım am
gerekir. Ö ğrettiğim de başkaların a alm aları gerekenleri verm eliyim .
E d inilm iş olan iyid ir am a edinilm em iş olan arm ağan kötüdür. İnsanın
kend in i h arcam ası şu anlam a gelir; b irçok ların ı bastırm ayı istem ek. V e
reni ald an m a sarar çünkü kendi girişim i aldatıcıdır. A rm a ğ a n ın ı geri
alm ak ve erd em ini yad sım ak zoru n d a bırakılır.
Suskunluğun yü k ü sana y ü k lem ek istediğim ben liğim d en daha ağır
değil. B u yüzd en k on uşuyo ru m ve öğretiyorum . D in leyici on a y ü k le
d iklerim i k u llan arak ü çkâğıd ım a karşı çıksın.
E n iy i d o ğ ru lu k d a o den li usta bir aldatıcıdır ki b aşarılı b ir ü çkâğı
dın değerini an layam ad ığım sürece ben de o n a d olan ır kalırım .
Y in e bunald ım ve h ayk ırd ım : “E y <DIAHMO.N, in san lar sen inle il
gili ald an m ış, d em ek ki sen ald atm ışsın on ları. O y sa sen i kavrayan
ken d in i k av ra r.’
28<DIAHMO.Nise suskunluğa g ö m ü ld ü ve b elirsizliğin ışıldayan b u lu
tuna çekild i. B en i düşüncelerim e b ıraktı. A n la d ım ki in san ların arasına
26. Jung simyadaki altın simgesini Mysterium Coniunctionisde ele alır (1955/56, te 14,
§353).
27. 15 Eylül 1915.
28. 17 Eylül 1915.
bü yü k setler çekm ek gerek, b irb irilerin in yü k lerin d en çok, b irb irle ri
nin erdem lerinden k o ru n m a la rı için. B u gün ün sözde H ristiyan ahlakı
bana k arşılık lı büyülenm e için yapılm ış gibi geldi. İn san nasıl bir d iğe
rin in yü k ü n ü taşıyabilir, bu insandan beklenebilecek en yü k sek şeyse,
en azından kendi yükün ü taşır.
Y in e de günah herhalde büyülen m ede barınır. K en d in i unutm anın
erdem olduğunu kabul edersem , b ir başkasın ın bencil tiran ı olurum
ve yin e b ir başkasını d a kendi efendim ya p m a k için k end im i teslim et
m ek zorun d a k a lırım ve bu da bende hep k ö tü b ir izlen im b ıra k ır ve
bir başkasının d a ya rarın a olm az. K abu l etm eli, bu etkileşim toplum u
destekler am a insan kendin den değil, hep bir başkasına d ayan arak y a
şam ak zorunda k ald ığ ı için b irey hasar alır. Bana öyle geliyor ki insan
yeterliyse teslim olm am alı çü n k ü bu d iğerin i de a y n ı şeyi yap m aya teş
v ik eder, h atta zorlar. H erkes teslim olu rsa ne olur? Tam bir m askaralık.
İnsanın kendiyle yaşam ası güzel y a d a hoş bir şey olduğundan d a de
ğil am a bu benliğin kurtuluşun a hizm et eder. Bu arada, insan kendinden
vazgeçebilir m i? B öylece insan kendi kölesi olur. B u insanın kendin i k a
bul etm esinin karşıtıdır. İnsan kendin in kölesi olu rsa ki bu kendini teslim
herkeste olur, kendiyle yaşar. İnsan kendini yaşayam az; o kendin i yaşar.29
K en d in i-un u tm a erdem i insanın d oğal olm ayan bir şekilde kendi
ne yabancılaşm ası ve böylece gelişm eden yoksun kalm asıdır. İn sanın
k en d i erdem i aracılığıyla, örn eğin, yü kü n ü sırtlan m ası yo lu yla ötekini
kendine yabancılaştırm ası bir günahtır. B u günah bize geri yansır.30
K en d im izi k en d i b enliklerim ize b o y u n eğd irm em iz yeterli teslim i
yettir, h em de fazlasıyla. B öyle b ü y ü k b ir söz sö ylem ek göze alın abilir
se kurtu lu ş için her zam an ilk o larak kend im izd e çalışm am ız gerekir.
34. Jung 19211de benlik üzerine şöyle yazmış: “Ben her ne kadar bilinç alanımın tek
merkezi olsa da psişemin bütünüyle özdeşi değildir çünkü diğer karmaşalar arasında
bir karmaşadan ibarettir. Böylece Ben ile benliği ayırt ederim çünkü Ben bilincimin
tek öznesi, benlik ise bütün psişemin öznesidir ve bu bilinçdışını da içerir” (Psikolojik
Tipler, t e 6 §706). Jung bireyselleşme sürecini 1928'de “benlik-olma” ve “benliği-
gerçekleştirme” olarak tanımlar (“Ben HeBilinçdışı arasındaki İlişkiler, t e 7, §266). Jung
benliği düzen arketipi olaraktanımlar ve benlik temsillerinin Tanrı-imgelerinden ayırt
edilemez olduğunu yazar (böl. 4, “Benlik,” Aion: Benlik Sembolizmine Katkılar, t e 9, 2).
1944’te bu terimi seçmesinin nedenini bu kavramın “bir yandan insan bütünlüğünün
toplamını aktarmaya yetecek kadar kesin ve diğer yandan bu bütünlüğün açıklanamaz ve
belirlenemez doğasını ifade etmeye yetecek kadar belirsiz olması” olarak açıklar: “Bilinısd
kullanımı ile ‘benlik’ Isa ya da Budanın değil, eşiti olan figürlerin toplamına karşılık gelir
vebu figürlerin her biri benliğin simgesidir” (Psikoloji veSimya, te 12, §20).
35. Aşağıdaki parça Kara Kitap 5’tek.i parçadan alınmış ve ayırt edilmesi zor bir şekilde
yeniden işlenmiş.
36. Jung 1929'da şöyle yazmıştı: “Tanrılar salgın hastalığa dönüştü, Zeus artık Olimpos’un
değil güneş ağının hakimi ve doktorun muayene odası için tuhaf numuneler üretiyor”
(Altın Çiçeğin Sırrı üzerine Yorumlar, te 13, §54).
B u yüzden de Tanrı bize göründüğü nde ilk başta güçsüz, büyülen
m iş, bölünm üş, hasta, en güçlü ağıyla zehirlenm iş o lm akla birlikte faz
laca d a sarhoşuzdur.
O ysa bu durum da kalam ayız çü n kü b ed en im izd eki bütün güç ateş
teki ya ğ gibi erir gider. Ö yleyse ben liği T anrı’d an kurtarm am ız gerekir
ki yaşayabilelim .37
38T an rı’y ı y a d sım a k ve yaln ızca hastalıktan söz etm ek usum uz a çı
sından elbette olası, hatta oldukça kolaydır. B ö y le ce hasta p arça y ı k a
bullenip iyileştirebiliriz de. Y in e de bu iyileşm ed e bir şeyler, yaşam ın
bir p arçasın ı yitiririz . Yaşam aya devam ederiz am a Tanrı'nın kötürüm
bıraktığı insanlar olarak. A teşin y an d ığı yerd e ölü kü ller yatar.
B en bir seçeneğim iz old u ğu na in an ıyoru m : Ben Tanrı'n ın yaşayan
m ucizelerin i seçtim . Bütün yaşam ım ı tartıyo ru m hergü n ve T anrı’nın
y ak ıcı ışıltısını ussallığın kü lleri k arşısın d a d ah a y ü k se k ve daha dolu
b ir yaşam o larak gö rü yo ru m hâlâ. K ü ller benim için b ir özkıyım . Belki
ateşi söndürebilirim am a Tanrı den eyim in i y o k sayam am . K en d im i bu
den eyim den de koparam am . İstem iyo rum da bunu çünkü yaşam ak is
tiyorum . Yaşam ım bü tü n o lm a k istiyor.
Ö yleyse benliğime hizm et etm eliyim . O nu bu yoldan kazanm alıyım .
Yaşam ım ın bütün olm ası için kazanm alıyım onu. Yaşam ı tam yaşam a ola
nağı varken, biçim ini bozm ak bana kalırsa günahkârlıktır. İşte bu yüzden
de benliğe hizmet tanrısala ve insanoğluna hizmettir. K endim i taşırsam
insanoğlunu kendim den kurtarırım ve kendim i Tanrı’d an iyileştiririm .
K e n d im i T a n rı’ dan azat e tm e liy im / 9 ç ü n k ü b e n im y a ş a d ığ ım
T a n rı se v g id e n faz la sı; a y n ı za m a n d a n efret, g ü z e llik te n fazlası, a yn ı
37. Kara Kitap 5 şöyle devam ediyor: “Tanrı'nın gücü var, benliğin değil. Öyleyse güçsüzlüğe
değil, katlanılması gereken duruma hayıflanmak gerek. / Tanrı kendi içinden eyler. Bu
ona bırakılmalı. Benliğe yaptığımızı Tanrı'ya yaparız. I Benliği çarpıtırsak Tanrı'yı da
çarpıtırız. Kendine hizmet tanrısal hizmettir. Böylece insanlığı kendimizden kurtarırız.
Bir başkasının yükünü taşıyan ahlâksızlığa dönüşür. Herkesin kendi yükünü taşıması, en
azından bu istenebilir. Yapabileceğimiz en iyi şey bir başkasına yükünü nasıl taşıyacağını
göstermektir. I Birisinin bütün mallarını yoksula vermek onları aylaklık eğitimi vermek
demektir. / Acıma bir başkasının yükünü taşımamalı, kendisi katı bir eğitimci olmalı
bunun yerine. Kendimizle yalnızlığın ereği yoktur. Henüz yeni başladı” (s. 92-93).
38. Aşağıdaki dört paragraf Kara Kitaplarda yok.
39. Echart'ın Jung'daki Schriften und Predigten kitabında “ruhun da Tanrı'yı kaybetmesinin
gerekmesi” ifadesinin altı çizilmiş ve bir kâğıdın üzerine şöyle yazılmış: “Ruh Tanrı’yı
kaybetmeli” (Meister Eckhart, Schriften und Predigten. Aus dem Mittelhochdeutschen
übersetzt und herausgegeben von Herman Buttner, 2 cilt [Eugen Diederichs, 1912], s. 222).
z a m a n d a ç irk in lik , erd em d en fa z la sı, a y n ı z a m a n d a a n la m sız lık ,
g ü ç te n faz la sı, ay n ı z a m a n d a g ü ç sü z lü k , m u tla k v a r lık t a n faz la sı,
a y n ı z a m a n d a b e n im y a ra tım .
44. Kara Kitap 5’te bu paragrafyerine: “Bir fallus mu?” (s. 95). Kara Kitap 5’te HAP geçmiyor.
Bir önceki gönderme buna yapılmış olabilir. Wallis Budge The Egyptian Heaven and Hellde
şöyle diyor: “Pepi’nin Fallus’u Haptır” (Cilt ı, s. ııo). Hap“ın Horusun oğlu olduğunu
belirtiyor (s. 491 -Jung’taki kitapta sayfa boşluğu işaretlenmiş). Ayrıca “Ölüler kitabında
Horus'un bu dört çocuğu önemli rol oynar ve ölenler onların yardımını almak, korumasına
girmek için adaklarve dualarla ne gerekiyorsa yapardı. .. Horusun dörtçocuğu ölülerin
korunması işini bölüşmüşlerdi ve henüz 5. hanedanda alt dünyada yaşamını yönettiklerini
görüyoruz (a.g.e.) [Londra: Kegan Paul, Trench and Trubner, 1905]).
45. Kara Kitap 5’te: “butanrısal gönder” (s. 95).
“Evet, kan iç,” dedi, “em onu, cesetle d oyu r kendini, özsu yu va r iç in
de, evet, iğren ç, am a besleyici. A n la m a n gerekm iyor, e m !”
“ Lanetli dehşet! H ayır, ü ç kere hayır/’ diye b ağırd ım öfkeyle.
O ysa şöyle dedi: “ Bu öfkelendirm esin seni, bu besin, in san ların y a
şam özsuyu gerek bize, çünkü y aşam ın ı p aylaşm ak istiyoruz. B öylece
sana yaklaşabiliriz. B ilm en gereken h aberleri verm ek istiyoruz sa n a ”
“ N e korkunç b ir saçm alık bu! N e d iyo rsu n sen ?”
46O nu can lılar arasınd a son görd ü ğü m d e ve M ısırlıların geride b ı
raktığı gizem den an la m ın ı b ilm ed iği b ir şeyler gösterdiğinde baktığı
gibi baktı bana ve şöyle dedi: “ B en im için, bizim için y ap bunu. K a
lıtımı, k ırm ızı güneş diskini, altın kanatları, yaşam ve öm ü r çelengini
an ım sıyor m usun? Ö lüm süzlük, bu nu n üzerine b ilinecekler var.”
“Bu bilgiye giden yol Cehennem dir.”
47D ah a so n ra kara k ara d ü şü n m eye b aşlad ım çü n k ü bu yo lu n ağır,
k avran am az ve sın ırsız y a ln ız lık la dolu old u ğ u n d an k u şk u la n ıy o r
dum. İçim d eki zayıflık ve öd leklikle u zu n süre boğuştuktan sonra
kutsal hatanın ve so n ra sızca geçerli d o ğru lu ğu n y aln ızlığın ı ü stle n
m eye k arar v e rd im .48
Ü çüncü gece ölü sevgilim e seslendim ve şöyle dedim : “Solucanların,
sürünen yaratıkların bilgisini öğret bana, tin lerin karan lığın ı aç bana.”
Fısıldadı: “K a n ve r ki içeyim ve konuşabileyim . G ü cü oğu la bıraka
cağını söyled iğinde yatıyor m u yd u n ?”
“H ayır, yatm ıyord um . Y in e de an layam ad ığım b ir ş e y söyledim .”
Şöyle dedi: ‘'A nlayam adığın b ir şeyi söyleyeb iliyo rsan talihlisin d e
m ektir. D in le öyleyse! h a p 49 h â lâ b a tık o la n K ilise'nin tem eli değil, d o
ruğudur. B u K ilise'ye gereksin im duyu yoru z çü n kü o ra d a oturabilir ve
y aşam ın a katılabiliriz. B iz i dışlam an kendi zararına oldu.”
“ Söyle bana, h a p senin için canlılarla birlikte olabileceğin K ilise’nin
göstergesi m i? K onuşsana, neden d u rak sıyorsu n ?”
İn led i ve z a y ıf b ir sesle fısıldadı: “ K an ver, k an a ih tiyacım var.” 50
51. Roma‘da on dördüncü yüzyılın sonunda ortaya çıkan Hecate gizemlerini Jung 1912’de
ele almıştır: Hecate, büyü ve sihir tanrıçası yeraltını korurdu ve deliliği yeryüzüne
gönderdiği düşünülürdü. Ölüm Tanrıçası Brimo ile özdeşleştirilirdi (Libidonun
Dönüşümleri ve Simgeleri, te B, §586).
52. Libidonun Dönüşümleri veSimgeleri'nde (1912) Jung dünyanın üzerinde kemer oluşturan
ve her gün Güneş Tanrıyı doğuran Mısır Gök Tanrısı Nut’a atıfta bulunur (t e B, §364).
sona erdi. G ü n ü n ışığı alçalıyor ve gölgeyi aydınlatıyor, kendisi d e gü n e
şin gölgesi. Y a şa m gölgeye dön üşü yor ve gölge k en d in i canlandırıyor,
senden bü yü k olan gölge. G ölgenin oğlun olduğunu m u düşünüyorsun?
O öğlen küçüktür, gece yarısı ise gökyüzünü d old u ru r.”53
B en se bitkin ve um utsuzdum . D aha fazla d in leyem iyo rd u m ve ölü
ye şöyle dedim :
54“ B en im altım da yaşayan, su d ak i ağaçların altın d a olan m üthiş
oğulu böyle m i tanıştırıyorsun? G öklerden yağan tin m i o, yo ksa top
rağın d oğurd uğu ruhsuz solucan m ı? Ey, Cennet; e y en uğursuz rahim !
G ö lgen in uğru n a içim deki canı m ı em m ek istiyorsu n? B öylece ta n rı
sa llık uğru n a bütün in san lık heba m ı olm alı?55 C a n lıla r yerin e gölgeler
le m i yaşam alıyım ? Yaşam özlem i bütünüyle sizin m i olm alı ey ölüler?
Siz zam anında yaşam ad ın ız m ı? B u zam anı ku llan m ad ın ız m ı? Yaşayan
u ğru n u za yaşam ın ı m ı verm eli, e y sonsuza dek yaşam ayanlar? Konu
şun, k ap ım d a durup benim le konuşan dilsiz gölgeler!”
Ö lü kadın ın gölgesi sesini yükseltti ve şöyle dedi: “ Yaşayanların ha
yatlarına ne yaptığın ı gö rü yo rsun ; belki de h âlâ görem edin. B o şa harcı
yo rlar onu. O ysa benim le k end in i yaşarsın çünkü ben sana aidim . Ben
senin gö rü n m ez cam iana ve cem aatine aidim. Yaşayanların seni gördü
ğüne m i inanıyorsun ? O nlar y aln ızca gölgeni görüyor senin, seni değil.
seni uşak, seni taşıyıcı, seni araç...”
“N asıl d a nutuk çekiyorsun! Sizin m erham etinize m i kaldım ? A rtık
gün ışığını görm eyecek m iyim ? C an lı b ir bedenle gölgeye m i dönüşe
ceğim ? Biçim siz, k avranam azsınız ve m ezarın soğukluğu , boşluğun ya
y ılıy o r soluğunuzdan. D iri diri göm ü lm em e izin m i vereceğim ; aklınız
dan neler geçiyor? B an a öyle g eliyo r ki hen üz çok erken, önce ölm em
gerekir. Y ü re ğ im i h oşnut edecek bal, ellerim i ısıtacak ateş v a r m ı sizde?
N esiniz siz y a slı gö lgeler? Ç o c u k la rın hayaletleri! K a n ım la ne yapm ak
istiyorsunuz? D o ğru su siz in san lard an da kötüsünüz. İn san lar az veriı
de siz ne veriyorsu n u z? Y a şa y a n la rı siz m i yaptınız? S ıcak güzelliği?
N eşeyi belki de? Y o k sa bunların hepsi sizin kasvetli C ehennem inize
m i gitsin? K arşılığın d a ne ö n eriyo rsu n u z? G izem ler m i? Y aşayan lar
56. Jung Hristiyan misyonerlere eleştirel yaklaşıyordu. bkz. “The problems of the soul of
modern men [Modern insanın ruhundaki sorunlar]” (1931), te ıo §185.
57. Kara Kitap 5 şöyle devam ediyor: [Ölü:] “şeytan senden önce geldikten sonra. Şimdi sevgi
değil amel zamanı.” [Ben:] “Neden amellerden bahsediyorsun? Hangi ameller?” [Ölü:]
“Seninişin” [Ben:] “Ne demek istiyorsun, benim işim mi? Bilim mi, kitabım mı?" [Ölü:]
“Osenin kitabın değil, o ‘kitap. Bilim yaptığın şey. Duraksamadan yap. Geriye dönüş
yok, yalnızca ilerisi var. Sevgin oraya ait. Gülünç; sevgin! Ölümün ortaya çıkmasına izin
vermelisin.” [Ben:] “En azından bırak ölüler kalsın çevremde.” [Ölü:] “Ölüleryeter, çevren
sarıldı.’ [Ben:] “Ben hiçbir şey fark etmiyorum” [Ölü:] “Onları fark etmen gerek” [Ben:]
“Nasıl? Nasıl fark edebilirim?” [Ölü:] “Devam et. Herşeysana doğru gelecek. Bugün değil,
ama yarın” (s. 116-117).
“ Ö zgü rlü k bu m u?” diye bağırdım .
“ E n yü k se k özgü rlü k . Senden y u k a rıd a y aln ızca T a n rı var, senin
aracılığınla. B u n u n la teselli bul, bulab ild iğin kadar. T a n rı açam aya-
cağın kap ıları sürgü lü yor. D u yg u ların k ö p ek y a vru la rı gibi sızlansın.
K u la k la r yüksekte sağırd ır.”
“ İn sa n lık ad ın a hiç ö fk e y o k m u p ek i?” d iye sordum .
“ Ö fke m i? Senin ö fk en e gü ler geçerim . T a n rı y a ln ız ca gücü ve y a
ra tm a yı bilir. O b uyurur, sen yaparsın. K ayg ıların gülünç. T e k b ir yo l
var, T an rılığın asker yolu .”
Ö lü k ad ın b u n ları söyledi b an a sözünü sakın m ad an .58 H iç k im se
ye b o yu n eğm ek istem ed iğim için bu sese b o yu n eğm ek zorundaydım .
Tanrı'nın gücü üzerine de sözünü sakın m adı. B u sözleri kab u l etm ek
zoru n d ayd ım .59 Yeni b ir ışığı, kan k ırm ızısı güneşi, acı ve rici bir m u
ciz e yi selam lam am ız gerekiyor. B u n a ben i kim se zorlam ıyor; y aln ızca
içim d eki yaban cı istem b u yu ru yor ve bun d an k açam am çü n k ü bunun
için b ir neden görem iyoru m .
B ana görünen güneş kan denizinde y ü z ü y o rd u ve in liyordu; bu y ü z
den ölü k ad ın a şöyle dedim :
“N eşe m i k u rb an edilm eli bunun iç in ?”
Ö lü kad ın sa şöyle d ed i: “ B ütün neşe kurb an edilm eli, bütünüyle se
n in yapm an koşuluyla. N eşe ne yap m aya ne peşinden k o şm aya gelir;
gelm esi gerekiyorsa o kendi gelir. H izm etini istiyoru m senden. K işi
sel şeytanına hizm et edem ezsin. B u gereğinden fazla a cıy a neden olur.
G erçek neşe yalın d ır: K en d in d en gelir ve va r olur, orad a bu rad a ara n
m az. K ara geceyle k arşılaşm a teh likesini göze alıp k en d in i b an a ada-
m alı ve neşe arayışın d a olm am alısın. N eşe asla ve asla hazırlanam az, y a
k en d i isteğiyle va r olur y a d a hiç v a r olm az. Senin tek yapm an gereken
ödevin i yapm ak, b aşka b ir şey değil. N eşe tam am lan m ayla gelir, özlem
den değil. B end e güç var. Ben b u yu ru ru m , sen b u yru ğa uyarsın.”
“ B en i y o k etm enden korkuyorum .”
O ysa şö yle dedi: “ Ben y a ln ız c a tu tunam ayanı y o k eden yaşam ım .
Ö yleyse işe ya ra m az b ir alet o lm am aya özen göster. K en d i k en d in i m i
58. Stnamalar'ın el yazısı taslağında: “Soul” (s. 49) ve bu parçada konuşmadaki diğer kişi
ruhtan ölüye değiştirilmiş.
59. 20 Aralık ı915.
yö n etm ek istiyorsun? Sen gem ini kum sala çıkarırsın. Taş üstüne taş
koy, k öp rün ü k u r am a düm ene geçm ek istediğini düşünm e bile. H iz
m etim den k açm ak istersen yold an çıkarsın. Bensiz kurtu lu ş yok. N e
den düş görüyor, d u rak sıyorsu n ?”
“ G ö rü y o rsu n ” dedim , “ ben körü m ve n ered en başlayacağım ı b il
m iy o ru m .’
“ H er zam an kom şu d a başlar. K ilise nerede, cem aat nerede?”
“ B u delilikten b aşk a bir şey d e ğ il;’ diye bağırd ım kızgın lıkla, “ neden
K ilise’d en söz ediyorsun? Peygam ber m iyim ben? N a sıl söyleyebilirim
k end im için böyle bir şey? D iğerlerinden daha iyisin i bilm eye hakkı
olm ayan bir adam dan başka b ir şey d eğ ilim .’
O ysa şöyle dedi: “ K ilise'y i istiyoru m , senin için ve başkaları için iyi
olan bu. Y oksa seni ayağına gelm eye zo rlayacaklarım la ne yapacaksın ?
G üzel v e d oğal korkunç ve k aran lıkta y u v a k u racak ve yo lu gösterecek.
K ilise d oğal bir şey. Kutsal tören dağılm alı ve tinleşm eli. K ö p rü in san
lığın ötesine çıkm alı,60 dokunulm az, uzak, havanın. D ış im ler üzerine
sağlam b ir anlam la kurulm u ş tinlerden oluşan b ir toplulu k va r.’
“ D in le .’ diye bağırd ım , “ bu nu düşünce kald ırm az, kavranabilecek
bir şey değil b u .’
Y in e de d ev am etti: “ Ö lülerle to p lan m aya sen de g e re k sin im d u y u
yo rsu n , ölü ler de. Ö lülerin arasın a karışm a, on lardan a yrı dur ve her
birinin h akk ın ı ver. Ö lüler senden gü n ah lard an a rın m a d u aları istiyo r.”
B un ları sö yled iği sırad a sesini yü k seltti ve benim ad ım a ölü leri
çağırdı:
“ E y ölüler, size sesleniyorum .
“E y göçüp gitm işlerin, yaşam ızdırabını ard ın d a b ırakm ışların g ö l
geleri, b u raya gelin!
“ K an ım , ya şam ım ın ö z su y u sizin yiyeceğin iz ve içeceğin iz olacak.
“B ana asılın ki yaşam ve k onu şm a sizin olsun.
“ G e lin k a ra n lık ve h u zu rsu zlar, sizi k an ım la, y a şa y a n ın k an ıyla
ca n lan d ıra cağ ım k i bende ve b e n im a ra cılığ ım la k o n u şm a ve yaşam
kazanasınız.
“Y a şa m a gelm eniz için bu k o n u şm ayı ya p m a y a T a n rı zorluyor
beni. Sizi çok uzun süre yalnız bıraktık.
62. İsa Getsemani bahçesinde şöyle demişti: “Baba, mümkünse bu kâse benden
uzaklaştırılsın. Yine de benim değil senin istediğin olsun,” (Matta 26:39).
63. Karş. Eyüp 25:6: “Nerede kaldı bir kurtçuk olan insan, Birböcek olan insanoğlu!”
64“E y insan, Tanrı’yı d a çıkar ruhundan, elinden geldiğince. Senin üze
rinden tanrısal güç atfettiği sürece ne şeytanca bir m askaralığı sürdürü
yo r seninle birlikte! A ynı anda hem ele avuca sığm az bir çocuk hem de
kana susam ış bir iblis, insanların eşi benzeri görülm em iş işkencecisi. Bu
nun tek nedeni de tanrısallık. Neden? Nereden? O na hürm et ediyorsun
çünkü. Ölüler de aynı şeyi istiyor. N eden huzursuzlar? Öte yana geçem e
dikleri için. N eden kurban istiyorlar? Yaşayabilsinler diye. Peki, am a ne
den h âlâ insanlarla birlikte yaşam ak istiyorlar? H ükm etm ek istedikleri
için. G üç için uğraşm aları henüz son bulm adı çünkü öldüklerinde hâlâ
gücü arzuluyorlardı. B ir çocuk, yaşlı bir adam , kötü bir kadın, ölülerin
tini ve bir şeytan, bunlar gönlü hoş tutulm ası gereken varlıklardır. Ruhtan
kork, hor gör onu, sev, tıpkı tanrılar gibi. Bizden uzak olsunlar! H epsinden
öte, onları asla yitirm e! Yitirildiklerinde yılan kadar kem, farkında olm a
dan ardından atılan kana susam ış kaplan gibi olurlar. Yolunu yitiren insan
hayvanlaşır, yitik bir ruh şeytanlaşır. Sevgiyle tutun ruha, korkuyla, aşağı
lam ayla ve nefretle ve gözünün önünden ayrılm asına izin verm e. O dem ir
duvarların ve en derin kasanın içinde saklanm ası gereken cehennem -tan-
rısal hazinedir. H ep d ışa rıç ık m a k v e ışıldayan güzelliği yaym ak ister. D ik
katli ol, zaten bir kez ihanete uğradın! Ruhundan daha vefasız, daha sinsi
ve hain bir kadın bulam azsın. O nun güzelliğinin ve kusursuzluğunun ha
rikalarını nasıl öveyim ? Ö lüm süz gençliğin ışıltısında durm uyor m u? Sev
gisi sarhoş eden şarap, bilgeliği yılan ların ilksel zekâsı değil mi?
“İn san ları on dan koru, onu d a insanlardan. K od esteki sızlanışını,
söyled iği şarkıyı dinle am a k açm asın a izin verm e çü n k ü kaçar kaçm az
bir fahişe olur. K o cası olarak on u n aracılığ ıyla kutsandın, d olayısıy
la da lanetlendin. O cücelerin ve devlerin iblis ırkından ve insana a n
cak uzaktan akraba. O nu in san ca kavrarsan k en d in i yitirirsin . D u y d u
ğun öfkenin, kuşkunun ve sevgin in fazlası on a ait am a yalnızca fazla
sı. O na bu fazlalığı verirsen in sanlık karabasandan ku rtu lu r çün kü ru
hunu görm ezsen onu diğer insan larda gö rü rsü n ve bu şeytanca gizem i
ve cehennem h o rtlağın ı güç bela gö rebild iğin için bu da seni çıldırtır.
“Sefaleti ve ızdırabı içindeki, tanrıların av olarak seçtiği insana bak.
Y itik ruhun insanın çevresinde d okud u ğu k an lı örtüyü , ölü m -getirenin
örd ü ğü acım asız ağları p aram p arça et ve cennetten düşüşünden beri
66. ıı (Ocü1916.
öğrenecek m isin? İnsan olm asa siz ru h lar ve tan rılar ne isterdiniz? O na
olan ö zlem in iz nedendir? K o n u ş, fah işe!”
A ğ la m a y a b a ş la d ı, “ K o n u ş a m ıy o ru m . S u ç la m a la rd a n y ılg ıy a
k a p ıld ım .”
“C iddileşecek m isin? Kuşkuya m ı kapılacaksın? A lçakgönüllüğü ya
da belki de başka bir insan erdem ini öğrenecek m isin ey ruhsuz ruh-var-
lık? Evet, senin ruhun yok, çünkü sen kendisisin, seni gulyabani. B ir in
san ruhu ister m iydin? R uhun olsun diye senin yeryü zü ruhun olm am ı
ister m iydin? G örüyorsun, ben de senin okuluna gittim. N asıl ruh gibi
kusursuz hırsla, gizem li yalan ve ikiyüzlü davranılacağını öğrendim .”
Ben ruhum la böyle konuşurken <DIAHMON az ötede sessizce d u ru
yo rd u . Şim d iyse bir ad ım öne çıkm ış elini om zu m a k o yarak ben im a d ı
m a k onuşm aya başlam ıştı:
“ Sen kutlusun, bakire ruh, adın kutsansın. Sen kad ın lar arasın d a
seçilm iş olansın. Sen Tanrı'yı taşıyansın. N e k u tlu sana! O nur ve ün
sonsuza dek senin olsun!
“A ltın tapınakta yaşıyorsun. H alk lar uzaklardan gelip seni kutsuyor.
“ Senin aracın olan bizlerse sözüne bakıyoruz.
“ K ırm ızı şarap içiyoruz, bizim le ku tlad ığın kan yem eğin in anısına
kurbanlık içki hazırlıyoruz.
“Seni besleyen adam ın anısına kurban yem eği için siyah b ir tavu k
hazırlıyoruz.
“Ü zgün uşaklarına ve hizm etçilerine ved a etm en anısına sarm aşık
çelenkleri ve güller taşıyan d ostları kurb an yem eğin e davet ediyoruz.
“ B u gü n neşe ve yaşam ı kutlayan b ir şen lik olsun; ru h o lm a y ı öğ ren
diğin insanların ülkesind en dönüş yolcu lu ğu nu n başlad ığı gü n anılsın
bugün ey kutsanm ış olan.
“Yükselip öteye geçen oğulu izliyo rsu n sen.
“ B iz i ru h u n olarak yu k arı taşıyo r ve ruhsal b ir varlık olm and an ge
len ölü m süz h a k k ın ı k o ru yarak T anrı’nın oğlun un ön üne çıkıyorsun.
“N eşeliyiz, seni iy i şeyler izleyecek. Sana güç v e riy o ru z . B iz in san lar
ülkesindeyiz ve canlıyız.
<DIAHMON sözünü bitirdikten son ra ru h u m üzgün ve m em nun, te
reddütlü ve telaşlıydı bizden ayrılıp yenid en yü k selm ek için. Yeniden
kazandığı özgürlüğüyle m u tlu yd u . Bense b ir sırrı old u ğu n d an , benden
b ir şeyler gizlem eye çalıştığından k u şku lan d ım . O yüzden ayrılm asın a
izin verm ed im ve konuştum on unla:67
“ N eden duraksıyorsun? G izled iğin nedir? H erhalde altın b ir kap,
insanlardan çaldığın bir m ücevher, öyle mi? K aftanın dan ışıltısı y a y ı
lan değerli bir taş, b ir altın parçası değil mi? İnsanın kan ın ı içerken ve
kutsal eti yerken çaldığın güzel şey ned ir? D o ğru yu söyle çünkü yalanı
yüzünden o k u ru m .’
“H içbir şey a lm ad ım .’ dedi canı sıkkın.
“Yalan söylüyorsun, sen y o k k en beni k u şk u lu d u ru m a düşürm ek
istiyorsun. İn sanlardan çalıp cezasız k ald ığın gü n ler geçti artık. Kutsal
k alıtı olan ve arsızca çaldığın her şeyi geri ver. U şaktan ve dilenciden
çaldın. Tanrı varsıl ve güçlü, çalacaksan on dan çal. O n un krallığın da
eksik olm az. U tanm az yalancı, insanlığına m usallat olm aktan, on u so y
m aktan ne zam an vazgeçeceksin?”
O ysa b an a b ir g ü v e rc in gib i su çsu z g ö zlerle b ak tı ve u y s a lc a ş ö y
le dedi:
“ Sen d en kuşk u lan m ıyoru m . Sen in iç in iyi şeyler d iliyoru m . H ak
kın a saygı d u yu yo ru m . İn san lığın ı tanıyorum . Senden hiçbir şey alıp
götürm üyorum . Senden hiçbir şeyi alık oym u yoru m . Sen h er şeye sa
hipsin, benim hiçbir şeyim yok.”
“Y ine de çekilm ez yalan lar söylü yo rsu n ,” dedim. “ B a n a ait olan o
m uhteşem şeyin sende olm ası bir yana, tanrılara ve sonrasız doluluğa
da erişebiliyorsun. Ö yleyse çaldığını geri ve r seni yalan cı.”
Ş im d i gücenm işti, şöyle dedi:
“ B un u nasıl sö ylersin ? A rtık seni tanıyam ıyoru m . D elirm işsin,
dahası, gülün çsün , p arıld ay an h er şeye p ençesini uzatan çocu k su bir
m ay m u n olm uşsun. Y in e de b an a ait olan ın benden alın m asın a izin
vereceğim .”
O zam an öfkeyle h aykırd ım : “ Y a la n söylüyo rsu n , yalan sö ylü yo r
su n . A ltın gö rd ü m , m ücevh erin p arlak ışıltısını gördüm . B a n a a it o ld u
ğu n u b iliyorum . O n u ben d en alam azsın. V e r on u g e ri!”
O zam an gö zyaşların a h âkim olam adı ve şöyle dedi: “ O n d an ayrıl
m ak istem iyorum , ben im için çok değerli. Beni son süsten de m i etmek
istiyorsu n ?”
“etkili ve etkisiz,
doluluk ve boşluk,
canlı ve ölü,
ayrı ve aynı,
85. PrincipiumindividuationisArthurSchopenhauer’infelsefesindekullandığıbir
kavramdır. Schopenhauerzamanveuzayıprincipiumindividuationisolaraktanımlar
vebuterimiSkolastiklerdenödünçaldığınıbelirtir. Principiumindividuationisçokluk
olasılığıdır(İstençveTasarımOlarakDünya). EduardvonHartmannbuterimin
kaynağınınbilinçdışı olduğunusöyler.Herbirbireyin“eşsizliğini”“tüm-birbilinçdışı”
karşısınakoyar(Philosophie des Unbewussten: Versuch einer Weltanschauung [Berlin: C.
Dunker], 1869, s. 519). Jung1912'deşöyleyazıyor: “Farklılıkbireyselleşmedençıkar. Bu
olgudaShopenhauerveHartmannınfelsefesinisağlampsikolojikterimlertemelinde
büyükorandadoğruluyor.”(Libidonun Dönüşümleri ve Simgeleri, te B, §289). Jung
dahasonra, 1916'dabirdizimakalevesunumlabireselleşmekavramınıgeliştirmiştir
(“Bilinçdışınınyapısı,” te 7 ve“Bireyselleşmevekolektiflik,”te 18). 1921'dedeşutanımı
getiriyor: “Bireyselleşmekavramınınpsikolojimizdeoynadığırolküçümsenemez.
Bireyselleşmegenelolarakbireyselvarlıklarınoluşmaveayrıntılarınınbelirmesürecidir,
özellikledegenelden,kolektifpsikolojidenayrıolarakpsikolojikbireyingelişme
sürecidir. Öyleyse, bireyselleşmebirayrımlaşmasürecidirvehedefibireysel kişiliğin
gelişmesidir” (Psikolojik Tipler, te 7, §758).
aydınlıkve karanlık,
sıcak ve soğuk,
kuvvet ve madde,
zaman ve uzay,
iyi ve kötü,
güzel ve çirkin,
tekve çok, vs.
“Karşıt çiftler Pleroma’nın var olmayan nitelikleridir çünkü birbir
lerini sıfırlarlar. Biz Pleroma'nın kendisi olduğumuz için tüm bu ni
telikler bizde de bulunur. Doğamız ayrımlaşmaya dayandığı için bu
nitelikler bizde ayrımlaşma adına ve ayrımlaşma imi altındadır, yani:
“Bir: bu nitelikler ayrımlaşmıştır ve içimizde ayrıdır; bu nedenle de
birbirlerini sıfırlamazlar, etkilidirler. Bu yüzden de karşıt çiftlerin kur
banı oluruz. Pleroma içimizde bölünür.
“İki: bunitelikler Pleroma'yaaittirvebizimonlarayalnızcaayrımlaşma
adına ve ayrımlaşma imi altında sahip olmamız ve bu şekilde yaşamamız
gerekir. Kendimizi bu niteliklerdenayırt etmeliyiz. Pleroma’da birbirlerini
sıfırlarlar, bizde değil. Bizi onlardanayırt edilmiş olmamız kurtarır.
“İyilik ya da güzellik için uğraştığımızda özümüzü, ayrımlaşmayı
unuturuz ve Pleroma’nın niteliklerinin, yani karşıt çiftlerin büyüsüne
kapılırız. İyi ve güzeli elde etmeye çabalarız ama aynı zamanda kötü
ve çirkini de alırız çünkü Pleroma’da bunlar iyi ve güzelle birdir. Oysa
özümüze, yani ayrımlaşmaya sadık kalırsak kendimizi iyi ve kötüden
ve böylece kötü ve çirkinden ayırt ederiz. Böylece Pleroma'nın büyü
süne, yani hiçlik ve çözülmeye kapılmayız.86
“Karşı çıkıyorsunuz: Ayrılık ve aynılığın da Pleroma'nın nitelik
leri olduğunu söylemiştin. Ayırt edilmişlik için çabaladığımızda ne
olur? Bunu yaptığımızda doğamıza sadık değil miyiz? Ayırt edilmiş
lik için çabaladığımızda da aynılığa düşmüş olmuyor muyuz?
“Pleroma'nın nitelikleri olduğunu unutmamalısınız. Biz bunları
düşünme yoluyla yaratırız. Öyleyse, ayırt edilmişlik ya da aynılık ya
86. Yaşamın ve doğanın karşıtlar ve kutulaşmalar tarafından oluşturulması düşüncesi
Shelling’in doğa felsefesinin temellerinden biridir. Psişik çatışmanın karşıtların çatışması
biçimini alması ve iyileşmenin bunun çözümlenmesi olduğu düşüncesi özellikle Jung’un
sonraki çalışmalarında ortaya çıkar; bkz. Psikolojik Tipler, 1921 t e 6, böl. 5 ve Mysterium
Coniunctionis, 1955/56, te 14.
da herhangi bir nitelik için çabaladığınızda Pleroma’dan size akan
düşüncelerin peşinden gidersiniz: Yani Pleroma’nın var olmayan ni
telikleri ile ilgili düşünceler. Bu düşüncelerin peşinden koştuğunuz
sürece yine Pleroma’ya düşersiniz ve aynı anda hem ayrılığı hem de
aynılığı elde edersiniz. Ayrımlaşma düşünceniz değil, özünüzdür.
Öyleyse ayrımlaşma olarak düşündüğünüz şey için değil, kendi özü
nüz için çabalamalısınız. O halde temelde yalnızca tek bir çaba var
ve bu da insanın özüne ulaşma çabası. Bu özleme sahip olsaydınız
Pleroma ve nitelikleri üzerine hiçbir şey bilmeniz gerekmezdi ve
buna karşın kendi özünüz sayesinde doğru hedefe ulaşırdınız. Oysa
düşünce bizi özümüzden yabancılaştırdığı için düşüncelerinizi nasıl
dizginleyeceğinizin bilgisini öğretmemgerekiyor size.’
s7Ölüler homurdanarak ve sızlanarak gözden kayboldular ve hay
kırışları uzakta kayboldu.
88Bense <I>lAHMON’a döndümve şöyle dedim: “Baba, tuhafdersler
veriyorsun. Eskilerin de benzer öğretileri yok muydu? Bunlar hem
sevgiden hem de doğrudan eşit oranda kopmuş istenmeyen sapkın
lıklar değil miydi? Rüzgârın Batı'nın karanlık kan tarlalarından ko
parıp getirdiği bu yağmacılara neden böyle bir öğretiyi veriyorsun?
“Oğul,” dedi <l>IAHMON, “bu ölüler yaşamlarına çok erken son ver
diler. Onlar arayıştaydı ve bu yüzden de hâlâ mezarlarının üzerinde
salınıyorlar. Yaşamları tamamlanmamıştı çünkü inancın onlara terk
ettiğinin ötesine giden bir yol bilmiyorlardı. Onlara kimse öğretmediği
için bunu ben yapmalıyım. Sevgi bunu gerektirir çünkü homurdan-
salar bile duymak istiyorlardı. Peki, ama eskilerin bu öğretisini neden
paylaşıyorum? Böyle öğretiyorumçünkü onların Hristiyan dini bir za
manlar tam da bu öğretiyi bir köşeye atmış, damgalamıştı. Oysa onlar
Hristiyanlık inancını geri çevirdiler ve bu yüzden de bu inanç onları
reddetti. Bunu bilmiyorlar ve bu yüzden de onlara öğretmemgerekiyor
ki yaşamlarını tamamlayıp ölüme girebilsinler.”
“Evet, ama Eybilge OIAHMON, senbuöğrettiklerine inanıyor musun?”
87. Aşağıda parçanın sonuna dek olan paragraflar Kara Kitap 6da yok.
88. Vaazların yayımlanmış versiyonunda herbirvaazdan sonra yerverilen bu yorumlar ve
Filemon yoktur. Vaaz verenin Basilides olduğu varsayılmıştır. Bu yorumlar Sınamalarda
eklenmiştir.
“Oğul.’ dedi <I>IAHMON, “neden soruyorsun bu soruyu? İnandığım
şeyi nasıl öğretebilirim? Kimbanaböyleinancınhakkınıverir? Bunusöy
lemeyi biliyorum, inandığımiçindeğil, bildiğimiçin. Daha iyi bilseydim,
daha iyi öğretirdim. Oysa daha fazla inanmak benimiçinkolay olurdu.
İnancı bırakmışlara inancı mı öğretmeliyimyine de? Sorarımsana, insan
daha iyisini bilmiyorsa bir şeye daha fazla inanması yeğ midir?”8’
Karşılık verdim: “Evet, ama söylediğin gibi olduğundan emin
misin?”
<I>IAHMON bunu şöyle yanıtladı: “Bilinebileceklerin en iyisi olup ol
madığını bilmiyorum. Yine de daha iyisini bilmiyorumve bu yüzden
de söylediğimgibi olduğundan eminim. Başka türlü olsaydı farklı şey
ler söylerdimçünkü başka türlü olduklarını bilirdim. Oysa onları nasıl
biliyorsamöyleler çünkü benimbilgimtamolarak onların kendisi.”
“Baba, yanılmadığının güvencesi bu mu?”
“Bunlarda yanılma yok.’ diye yanıtladı <I>IAHMON, “yalnızca ayrı
bilgi düzeyleri var. Bunlar onları bildiğin gibidir. Yalnızca senin dün
yanda her zaman olduklarından farklıdırlar ve bu yüzden de yalnızca
senin dünyanda yanılma var.”
<I>IAHMON bunları söyledikten sonra eğildi ve elleriyle toprağa do
kunduktan sonra gözden kayboldu.
123. Jung 29 Şubat 1919'da Joan Corrie’ye bir mektup yazarak Vaazları yorumlamış ve
özellikle sonuncusu üzerinde durmuştu: “Dünyanın ilksel yaratıcısı, kör yaratıcı
libido, bireyselleşme yoluyla insanın içinde dönüşür ve gebelik gibi olan bu süreçten
tanrısal çocuk, yeniden doğan Tanrı ortaya çıkar. Artık milyonlarca yaratıya dağılmış
değil tektir ve birey ve aynı zamanda bütün bireyler, sende ve bende aynı olandır. Dr.
L[ong]'un küçük bir kitabı var: VII sermones ad mortuous. Burada yaratılarına dağılan
Yaratıcı'nın tanımı var ve son vaazda tanrısal çocuğu ortaya çıkaran bireyselleşmenin
başlangıcı bulunuyor. .. Çocuk yeni bir Tanrı'dır, aslında birçok bireyde doğar ancak
onlar bunu bilmez. O tinsel bir Tanrı'dır. Birçok insandaki tindir ama birdir ve her yerde
aynıdır. Zamanına uyarsan Onun niteliklerini yaşarsın” (Constance Long’un günlüğüne
aktarılmış, Countway Library ofMedicine, s. 21-22).
124. Parçanın sonuna kadar olan paragraflar Kara Kitap 6'da yok.
bir ağırlık kalktı ve gece sürüsünü izleyen bir çobanın ateşinden yükse
len dumanlar gibi yükseldiler.
156. Kara Kitap 6'da bu cümle: “Çölde sana o baştan çıkartıcı sesiyle öğüt verdiğinde
başından savdığın kardeşin senden önce geldi, Ey Efendi, korkunç solucan” (s. 86).
157. Yani şeytan.
158. Kara Kitap 6 şöyle devam ediyor: “Senin ölümsüz kardeşin olduğu için” (s. 86).
159. Jung Aion’da (1952, t e 9, 2, §§369, 385, and 390) yılanı İsa’nın alegorisi olarak
yorumluyor.
160. Yukarıda bkz. s. 13 -7.
Sonsöz
161. Liber Novus elyazması ciltte sayfa 190. Transkripsiyon sayfa 189'da bir cümlenin
ortasında birdenbire kesiliyor ve bir sonraki sayfada Jung’un kendi el yazısıyla yazdığı bu
sonsöz bulunuyor. Bu sonsöz de ortasında birdenbire kesiliyor.
482
Ek A
t
^ c = God of the Frogs = Abraxas
Kurbağaların Tanrısı = Abraksas
O = The Fullness / Doluluk
• = The Emptiness / Boşluk
J = Flame, Fire / Alev, Ateş
lı Love
> = Eros,
1 a daiınon / Sevgisayısız
Tanrılar, = Eros, bir iblis
yıldızlar
= Gods, stars without numbers /
Orta noktayine Pleroma. Bununiçindeki Tanrı Abraksas, onubir iblisler
dünyası çevreliyor ve yine bir ortanoktadainsanlık, başlangıç ve sonvar.
Liber Secundus’un ilk sayfa eskizi (bkz. s. 1). (38,7 cmx 27,3 cm). El
yazısı metin bir Babil söylencesi ve Jung Libidonun Dönüşümleri ve
Simgelerinde (1912, t e B, §383) Hugo Gressman (ed.), Altorienta-
lische Texte und Bilder zum Alten Testamente, cilt I (Tübingen: J.
Mohr, 1909), s. 4’ten alıntı yapmış. Metinde şöyle diyor: “Her şeye
biçim veren Ana Huber / sivri dişleri olan dev bir yılan yüklenince
karşı konulmaz bir silah verdi / her bakımdan amansız. Bedenini ze
hirle değil, kanla doldurdu / ve kızgın dev semenderleri doğurgan
lıkla doldurdu. Korkutucu bir parlaklıkla ışıldamalarını sağladı / ve
onları yükseltti. Onları gören dehşete kapılacaktı güçsüz düşecekti /
bedenleri onlar kaçamadan.”
System a M u n dito tiu s. (30 cm x 34 cm ). System e M u n d itotiu s 19 5 5
y ılın d a E ran o s k o n feran sları için çıkarılan D u ’n u n özel b ir sayısında
isim siz olarak yayım lan dı. Jung, W alter C o rti’ye yazd ığı ı ı Şubat 19 5 5
tarihli m ektupta adının gö rü lm esin i istem ediğini açıkça belirtm işti.
A y rıc a şöyle d iyord u: “ B ü y ü k evrenin ve b un un zıtlıkları içinde k ü çü k
evrenin zıtlıklarını betim liyor. E n y u k arıd a kanatlı yu m u rtan ın içinde
genç b ir erkek ç o cu k figü rü var. B u E rikapaios y a da Phanes olarak
adlandırılır ve böylece O rfeus tanrılarının tinsel figürlerin i anım satır.
O nun derinliklerd eki k a ra n lık antitezi b urad a A b ra k sa s o la rak resm e
d iliy o r. O da dom inus m u n d iy i, fiziksel d ü n y a n ın efen d isin i tem sil
eder ve k ararsız bir d oğası olan bir d ü n ya-yaratıcıd ır. Y aşam ağacının
on dan filiz verd iğ in i ve vita (yaşam ) olarak ad landırıldığını, aynı za
m an da üst b ö lüm d eki k arşılığın d ak i y e d i dallı şam dan b içim in d ek i ışık
ağacının ignis (ateş) ve Eros (sevgi) olarak adlandırıldığını görüyoruz.
Işığı tanrısal çocuğun tinsel dünyasını işaret ediyor. Sanat ve bilim de
bu tinsel âleme aittir ve sanat kanatlı bir yılan, bilimde (delikler açma
uğraşısı olduğu için) kanatlı bir fare olarak resmedilmiş. Şamdan tin
sel üç sayısının ilkesine dayanıyor (ortada büyük bir alev, iki yanda
üçer alev). Buna karşılık Abraksas’ın daha aşağı dünyasını, doğal in
sanın sayısı olan beş nitelendiriyor (yıldızındaki beşer çift ışık). Doğal
dünyanın eşlik eden hayvanları şeytansı bir canavar ve bir larva. Bu
ölümü ve yeniden doğumu gösteriyor. Mandala ayrıca yatay olarak da
bölünüyor. Solda bedeni ya da kanı gösteren bir çember görüyoruz ve
bundan da üretici ilke olarak fallusun çevresine dolanan yılan çıkıyor.
Yılan koyu ve açık, bu da dünyanın karanlık âlemini, ayı ve boşluğu
gösteriyor (bu yüzden de Satanas olarak adlandırılıyor). Varsıl dolulu
ğun aydınlık alemi sağda, burada aydınlık çemberdenfrigus sive amor
dei [soğukya da Tanrı’nın sevgisi] Kutsal Ruh’un kuşu kanatlanıyor ve
bilgelik (Sophia) çift yönlü beherden sağa ve sola dökülüyor. Bu küre
içinde büyük evren yineleniyor ancak üst ve alt satıhlar bir aynada gö
rülür gibi tersine çevrilmiş. Bu yinelemeler eniçteki çekirdeğe, asıl kü
çük evrene ulaşılana dek gittikçe küçülen, sayıda sonsuz yinelemeler
olarak düşünülmeli. © The Foundation of the Works of C. G. Jung,
Foundation ve Robert Hinshaw’ın izniyle basılmıştır.
Ek B
Yorum lar
s. 86— 89'
Yaş
Erkek
Yaşam-tipin kutupluluğu
s. 1 0 3 - 1 1 9 3
Eylemin sahnesi ilk imgedeki ile aynı yerdir. Krater göndermesi dün
yanın daha da içine ulaşan geniş bir boşluk izlenimini arttırır; bu de
rinlik edilgin değildir, şiddetli bir şekilde her türlü maddeyi püskürtür.
Eros enbaşta en ciddi sorunu teşkil ettiği için sahneye Salome çıkar. El
yordamıyla soladoğruilerler. Bu tipgörümsel imgelerde enufakayrın
tılar bile önemli görünür. Sol meşumolan yandır. Bu da Eros’un bilin
cin, bilinçli istenç ve bilinçli seçimin yanı olan sağadeğil, bilinçli isten
ce daha az tâbi olan sola, kalbin olduğu yana meylettiğini akla getirir.
Yılanın da aynı yöne doğru hareket etmesi bu devinimi vurgular. Yılan
3. Bus. 156-164^karşılıkgeliyor.
büyülü gücü temsil eder ve aynı zamanda içimizde algılanmadan da
olsa yükselen hayvan dürtülerinde belirir. Bunlar Eros’un devinimine
bize büyülü gelen tekinsiz bir vurgu katar. Büyü etkisi, hayvan do
ğasının karanlık içgüdüsel itkileri yoluyla düşünce ve duygularımızın
güçlenmesi ve vurgulanmasıdır.
Sola doğru olan bu devinimkördür, yani amacı ve yönelimi yok
tur. Bu nedenle yol gösterilmesi gerekir ama bilinçli yönelim tarafın
dan değil, Logos tarafından. İlyas Salome’yi geri çağırır. Körlük Salo
me’nin ızdırabıdır ve bunun da iyileştirilmesi gerekir. Daha yakından
bakıldığında onakarşı önyargı kısmen de olsa geçerliliğini yitirir. Suç
suz görünür ve belki de kötülüğükörlüğüne atfedilmelidir.
Logos Salome’yi geri çağırarak Eros üzerinde iktidarını gösterir.
Yılan da Logos’a itaat eder. Bu imgenin gücünü ve önemini vurgula
mak için Logos ve Eros’la birlikte kalır. Bir çocuksuluk duygusunda
ifade bulan Ben’in güçlü bir şekilde hissedilen küçüklüğü ve önem
sizliği Logos ile Eros’un birleştiği bu büyülü, güçlü manzaranın doğal
bir sonucudur.
Kör Eros’un peşinde sola yönelik devinim Logos’un müdahale
si olmadan mümkün değilmiş gibi -ya da etkin olarak engellenmiş-
görünür. Logos’un bakış açısıyla, bir devinimi körü körüne izlemek
günahtır çünkü tek yönlüdür ve insanın her zaman bilincin en üst
derecesine ulaşmaya çabalaması gerektiğine yönelik yasaya aykırıdır.
İnsanlığı burada yatar. Öteki, hayvanlarla ortak yönüdür. İsa da şöyle
der: “Ne yaptığını biliyorsan kutlusun; ne yaptığını bilmiyorsan lanet
lisin.’^ Sola dönükdevinimancakbilinçli, gören bir yönüvar olduğun
da mümkündür ve ancak o zaman buna izin verilir. Böyle bir yönün
tanımlanması da Logos’un müdahalesi olmadan mümkün değildir.
Böyle bir kavramı yaratmanın ilk adımı devinimin hedefinin ya
da yöneliminin bilincine varmaktır. İşte bu yüzden sorar İlyas Ben’in
yönelimini. Ayrıca körlüğünü, yani yönelimini bilmediğini de kabul
etmesi gerekir. Tek fark edilebilecek şey bir özlemdir, ilk imgenin ya
rattığı karışıklığı çözme isteğidir.
4. Bu Lukas 6:4e Codex Bezae’den yapılan doğruluğu şüpheli bir ekleme: “insan ne
yaptığını gerçekten biliyorsa ne mutlu ona; bilmiyorsa lanetlidir ve yasayı çiğnemiştir” K.
Elliot, ed., 7heApocryphalNew Testament, s. 68. Jung 1952’de bu alıntıya Eyyub'a Yanıtta
yer vermiştir (TE §696).
Bu tip bir bilinçlendirme Salome’de belirsiz bir mutluluk hissi ya
ratır. Bu da anlaşılabilir bir şeydir çünkü bilinç içgörü demektir, yani
körlüğünün iyileşmesidir. Böylece Eros’un iyileşmesini sağlamayayö
nelikbir adımatılmış olur.
Ben ilk başta aşağı konumunda kalır çünkü bilgisizliği sorununun
ilerleyen gelişimini araştırmasını engeller. Hangi yöne gideceğini de
bilemez çünkü bakışını hiçbir zaman psişik altyapısının derinliklerine
çevirmemiş, yalnızca göze görüneni görmüş, yalnızca bilincin güçleri
ni ve etkin güçler olarak bilinci fark etmiş, iç itkilerini yarı bilinçli bir
şekilde yadsımıştır. Böyle bir Ben kendi derinlikleriyle karşılaştığında
ancak utanabilir. Bilinçli üst dünyaya olan inancı o kadar sağlam ol
muştur ki benliğin derinliklerine gitmek onda bir suçluluk duygusu,
bilincin ideallerine ihanet ettiği hissi yaratır.
Öteyandan karışıklığı çözmeisteği kendi aşağılığındanduyduğutik
sinmeden daha güçlü olduğu için Ben de Logos’un rehberliğine bırakır
kendini. Sorulan soruyuyanıtlayabilecek hiçbir şey görünürde olmadığı
için daha da büyük derinliklerin açılması gerekir besbelli. Bu da krista
lin, yani bekleyiş içindeki dikkatin enüst düzeydeyoğunlaşması ile olur.
Kristalde belirecekilkimge çocuğuyla Tanrı’nın annesi olacaktır.
Kuşkusuz bu imge ilk imgedeki Havva görümü ile ilişkili ve buna
karşıttır. Nasıl Havva tensel baştan çıkarmayı ve tensel anneliği temsil
ediyorsa Tanrı’mn annesi de tensel bekareti ve tinsel anneliği temsil
eder. İlkyön Eros’un tene devinimi, sonraki de tine yönelmesi olacak
tır. Havva tensel yanın ifadesidir, Meryem ise Eros’un tinsel yönünü
ifade eder. Ben yalnızca Havva’yı gördüğü sürece kördür. Farkındalı-
ğın çağırılması ise Eros’un tinsel görünüşünü getirir. İlk durumda Ben
bir serüven yolculuğunda Odysseus olmuştur ve bu yolculukyaşlanan
adamın anne kadın Penelope’ye dönmesi ile sonlanır.
İkinci durumda ise Ben Kilise’nin üzerindeyükseleceği seçilmiş taş
Petrus olarak betimlenir. Bağlama ve çözme gücünün simgesi olarak
anahtar bu düşünceyi destekler ve üç köşeli tacı ile Papa’nın Tanrı’nın
dünyadaki valisi olduğu imgesine çıkar.
Kuşkusuz devinimin tekyanlılığının gösterdiği gibi, Ben tinsel güce
yönelik bir devinimiçine girmiştir. Havva görümü yoldan çıkar ve se
rüvenci Odysseus’a, Kirke’ye, Kalipso’ya döner. Öte yandan, Tanrı’nın
annesi görümü isteği tenden alıp tinin alçakgönüllü yüceltilişine çevi
rir. Eros tende hata yapabilir ama tinde tenin ve tensel hatanın üzerine
çıkar. Dolayısıyla neredeyse algılanamadan tine dönüşür, sevgi görü
nümüyle ten üzerindeki güç olur ve böylece tinsel güç sevginin örtüsü
nü kaldırır; birincisi her ne kadar tini sevdiğine inansa da aslında teni
yönetir ve nekadar güçlenirse okadar azsever. Tini nekadar az severse
de o kadar tensel güç olur. Tin sevgisi, ten üzerindeki gücü dolayısıyla
da tinsel görünüme bürünmüş bir dünyevi güç-dürtüsü olur.
İsa acılarını yüklenerek üstesinden gelmişti dünyanın. Buda dün
yevi acı ve zevki reddederekher ikisinin de üstesinden gelmişti. Böyle-
ce dönüşü olmayan bir koşul olan varlık olmayana girmişti. Buda teni
denetlemekten haz çıkarmayan daha da üstün bir tinsel güçtür çünkü
hemhazzın hem de acının ötesine geçmiştir. İsa’nın durumunda fet
hedilmesi hâlâ sürekli ve daha büyük ölçüde çok büyük bir çaba ge
rektiren haz Buda’yı terk etmiştir ve bir ateş gibi sarmıştır onu. O ise
bundan etkilenmez ve dokunulmazdır.
Oysa yaşayan Ben bu koşula yaklaşırsa tutkusu onu terk edebilir
ama yine de ölmeyecektir. Yoksa tutkumuz değil miyiz? Ve Ben’i terk
ettiğinde ne olur tutkuya? Ben yalnızca önde gözleri olan bilinçtir. Ar
kasında olanı hiç görmez. Oysa önündeyken üstesinden geldiği tutku
oradayeniden gruplanır. Usun gözü rehber olmaz, insanlıkhafifletmez,
böylece ateş yıkıcı, kana susamış Kali’ye dönüşür, insanın yaşamını iç
ten içe kemirir. Kurban töreninin mantrasında dendiği gibi: "Selam
sana ey Kali, dehşetli yönün üç gözlü Tanrıçası, boynunda insan kafa-
taslarından bir kolye olan. Bu kan seni onurlandırsın!” Eros’u muhte
melen tine dönüştürecek olan bu son elbette Salome’yi dehşete düşür-
melidir çünkü ten olmazsa Eros var olamaz. Tenin aşağılığına direnen
Ben böylece bilinci bastırmaya çalışan her şeyi temsil eden, tine karşı
dişi ruhuna direnmiş olur. Böylece buyolda bir karşıtlıkta sonbulur. Bu
nedenle de Ben çatışmasını somutlaştıran figürlere bakmaktan döner.
Logos ve Eros, tinileten arasındaki çatışmanın statüsünden gelmiş
ler gibi yeniden birleşirler. Çözümü biliyor gibi görünürler. İmgenin
başında Eros’tan başlayan sola doğru devinimşimdi Logos’tan başlar.
Körlükte başlayanı görengözlerletamamlamakiçin soladoğru hareket
etmeye başlar. Başta bu hareket karanlığın daha da artmasına neden
olur ve daha sonra kırmızımsı bir ışıkla biraz olsun aydınlanır. Kırmızı
renk Eros’u gösterir. Parlak bir ışık saçmasa da Eros en azından bir
şeyin fark edilmesini sağlar belki de sadece, Logos’un da yardımıyla
insanın bir şey fark edebilmesini sağlayacakbir durumyaratarak.
İlyas mermer aslana yaslanır. Soylu aslan gücü simgeler. Taş sarsıl-
mazlığını akla getirir ve böylece Logos’un gücünü ve sağlamlığını ifade
eder. Yine önce farkındalıkbaşlar ancakbukezdahaderindedir veçevre
si yenilenmiştir. Burada Benküçükolma deneyimini daha dafazlayaşar
çünkü değerinin ve anlamının bilincinde olduğu bildiği dünyadan daha
da uzaklaşmıştır. Bu yeni çevrede ona anlamını anımsatacak hiçbir şey
yoktur. Bu yüzden de kendi sağduyusundan bu denli bütün sıyrılabilen
buötekiliğinaltındaezilir. Artan farkındalığın denetimini yine İlyas alır.
Kristal görümlerin gösterdiği gibi bilince iletilmesi gereken düşün
cebir tinsel güç düşüncesidir, yani Benkendine peygamberlikatfetme
ye ayartılır. Öte yandan bu düşünce öyle bir direnç hissiyle karşılaşır
ki kendini bilince kabul ettiremez. Bu yüzden de perdenin ardında
kalmıştır. Oysa Ben Eros'un peşinden körü körüne gidemediği için
bu kayba karşılık en azından tini değiş tokuş etmeye çalışmıştır; insan
hayatında bu ne çok görülür! Eros’ta olduğu gibi bu denli büyük bir
kaybın insanı en azından güç sahasında bunun yerine bir şey koyma
arayışına itmesi kaçınılmazdır. Bu o denli tekinsiz, kurnazcabir şekilde
olur ki Ben hileyi neredeyse fark edemez. Bu da kural olarak Ben’in
kendi gücünün sefasını neden süremediğini açıklıyor çünkü o gücün
sahibi değildir, güç-şeytan onun sahibidir. Bu durumda Ben'in şu ger
çeği kavraması kolay olurdu: İlyas kendini böyle canlı bir gerçeklikle
dayatır ve kendi içinde değerli bir kişilik olarak bu figür üzerinde hak
iddia eder. Oysa farkındalık bu aldatmacadan daha erken davranır.
Açık bir şekilde sorumluluklarını üstlenme eğilimi olsa da yaşayan
figürlerin görünmesi kişisel alınmamalı. Gerçekte bu tip figürler ancak
ellerimize ya da ayaklarımıza ait oldukları kadar kişiliklerimize aittir.
Ellerinya da ayakların olması kişiliğin karakteristik özelliği değildir tek
başına: Karakteristik bir yönleri varsa o da bireysel karakterlerinden
ibarettir. Ohaldeyaşlı adamınve genç bakirenin İlyas ve Salome olarak
adlandırılması Ben’in karakteristiközelliğidir; Simon Magus ya da He-
lena olarak da adlandırılabilirlerdi pekâlâ. Oysa önemli olan bunların
Incil’den alınmış figürler olmasıdır. Daha sonradakanıtlandığı gibi bu
da şuanaait psişikkarmaşıklıkların tuhafyönlerinden biridir.
Çekici tinsel güç düşüncesinin farkında olmakEros sorusunu yeni
den ön plana çıkarır ve bir kez daha yeni bir biçimde; hemHavva’nın
işaret ettiği hemde Meryem’in temsil ettiği olasılıkgeçerliliğini yitirir.
Böylece üçüncü olasılık, yani iki uç nokta olan tenve tindenuzakduran
evlat ilişkisi kalır geriye; İlyas baba, Salome kız, Ben de oğul ve erkek
kardeştir. Bu çözümHristiyanlık’taki Tanrı’da çocukluk düşüncesinin
karşılığıdır. Salome -Meryem olarak- tüyler ürpertici bir tuzakla he-
nüz-orada-olmayan anneninyerini doldurur. Bu da Ben üzerinde kar
şılık bulan bir etki yaratır. Hristiyanlık’taki çözümde bulunan katarsiz
etkisi yadsınamaz; çünkü bütünüyle olası görünmektedir. Hepimizin
içinde bir çocuk var; hatta yaşlılarda bu canlı olan tek şeydir. İnsan
bitmek tükenmek bilmeyen tazeliğine ve bağlılığına dayanarak her an
çocuksuluğa sığınabilir. Her şey, en uğursuz şeyler bile çocuksuya ye
niden tercüme edilerek zararsız kılınabilir.
Sonuçta bunu gündelik hayatımızda oldukça sık yapıyoruz. Hatta
bir tutkuyu çocuksuluğa döndürerek evcilleştirebiliyoruz ve belki de
tutkunun ateşi çocuksu bir yasa çok daha sık düşüyor. Öyleyse çocuk-
suluğun yeterli bir çare gibi görünmesinin birçok yolu var ve yüzlerce
mantra ve ilahi ile çocuksuluk düşüncesini içimize çakan Hristiyanlık
eğitiminin uzunvadeli etkileri debuna dahildir. Salome’nin Meryem’in
anneleri olduğunusöylemesi işte buyüzden daha da yıkıcı görünüyor.
Çocuksu çözümün gelişmesini engellediği için bu da hemen başka bir
düşünceyi doğuruyor: Meryem anne ise o halde benim İsa olmam da
kaçınılmazdır. Çocuksu çözümbütün çekinceleri ortadankaldıracaktı:
Salome artık bir tehdit olmayacaktı çünkü yalnızca küçük kız kardeş
olacaktı. İlyas ilgili baba olacaktı ve erdemi ve öngörüsü Ben’i çocuksu
güveni ile kendi başına bırakacaktı.
Oysa bu çözüm olarak kurulan çocukluğun talihsiz kusurudur;
bütün çocuklar büyümek ister. Çocuk olmak gelecekteki yetişkinliğe
ateşli bir tutkuve sabırsızlıkduymakdemektir. Eros’un tehlikelerinden
korkaran çocukluğa dönersek çocuk tinsel güce doğru büyümek ister.
Tinin tehlikelerindenkorkarakçocukluğakaçarsakda Eros’un gücünü
kendimize atfetmiş buluruz kendimizi.
Tinsel çocukluk durumu herkesin içinde kalamayacağı bir geçiş
oluşturur. Bu durumda Eros’un Ben’e çocuk olmanın olanaksızlığını
göstermesi usa dayanır. Çocukluk durumunu bırakmanın o kadar da
kötü olmadığı düşünülebilir ama bunu düşünenler sadece bu bırakma
nın sonuçlarını kavrayamayanlardır. Denenmiş ve sınanmış bir yönde
bireysel yaşamı ve düşünceyi veren eski Hristiyan görüşlerinin ve bun
ların sağladığı olasılıkların -birçoklarının çok kolay kabullendiği şekil
de—yitirilmesi değil, vazgeçilenin Hristiyanlığın bakış açısını çok aşan
derin tutuma karşılık gelmesidir. İnsan Hristiyanlığın gereklerini uzun
zamandır yerine getirmiyorve nicedir buyitimden pişmanlıkduymuyor
olsa da sezgisel olarak özgün görüşler kendi başlarına hâlâ varmış gibi
davranmayı sürdürür. Vazgeçilen bir dünya-görüşününyerini yenisinin
alması gerektiği görülmez, özellikle de Hristiyanlığın bakış açısından
vazgeçmenin günlük ahlakı aşındırdığı açık olarak görülemez. Çocuk
luktanvazgeçmekdemekbugüne dekgeçerli olan ahlakgörüşlerineduy
gusal ya da alışkanlığadayalı bağlılığın artıkvar olmaması demektir.
Tüm özgür düşünceye karşın, Eros tutumumuz, örneğin, eski
Hristiyanlık görüşü olmayı sürdürür. Artık zamanımızın gelmesini
sorgulamadan ve kuşku duymadan huzur içinde bekleyemeyiz, yoksa
çocuklukta kalırız. Dogmatik görüşü yadsıdığımızda kurulu ve yer
leşmiş olandan özgürleşmemiz yalnızca zihinsel olacaktır, oysa derin
duygularımız eski yolda kalır. Gel gör ki çoğu insan bunun onları
nasıl kendileri ile ters düşürdüğünü fark etmez. Oysa gelecek nesiller
bunu gittikçe daha çok fark edecektir. Yine de bunu görenler yeni
lenmiş çocukluktan vazgeçmenin onları çağımızdan dışarı attığını ve
artık geleneksel yolu izleyemeyeceklerini dehşet içinde anlayacaktır.
Onlar ne yolu ne de sınırı olmayan bilinmeyen topraklara girer. Tüm
yerleşmiş izleri terk ettikleri için yönleri yoktur. Oysa pek azı bunu
fark eder çünkü çoğunluk yarımölçülerle yetinir ve tinsel durumları
nın aptallığı onları rahatsız etmez. Yine de ılıklıkve gevşeklik herke
sin hoşuna gitmez. Bazıları alışkanlığa dayalı davranışlarının belirgin
yollarından bütünüyle çekilmiş bir dünya görüşüne bağlanmak ye
rine kendilerini ümitsizliğe bırakmayı yeğler. Ödlekliklerini baştan
aşağı sarsacak olsa bile yol iz olmayan, karanlık topraklara gidip ora
da yok olma tehlikesini göze almayı tercih ederler.
Salome Meryem’in anneleri olduğunu söylediğinde -bu da Ben’in
İsaolduğuanlamına gelir- bunun anlamı kısacası Ben’in Hristiyan ço
cukluk durumundan çıktığı ve İsa'nın yerini aldığıdır. Elbette Ben'in
böylece kendine aşırı bir önematfedeceğini düşünmekten daha saçma
bir şey olamaz; tam tersine kararlı bir şekilde daha aşağı bir konumu
benimser. Eskiden güçlü bir figürün peşinden giden kalabalığın bir
parçası olma avantajı vardı, şimdi ise bunu yalnızlık ve ümitsizlik
le değiştirmiş, bu büyük insanın sıradışı niteliklerine sahip olmadan
İsa nasıl kendi dünyasındayabancı ve yalnızsa kendi dünyasında öyle
kılmıştır. Dünyayla zıtlaşmak için büyüklük gerekir ama Ben bunun
neredeyse gülünç zayıflığını yaşar. Bu da Salome’nin esinleri karşısında
duyduğu dehşeti açıklıyor.
Hristiyanlık bakış açısının ötesine adım atan her kimse, yine de
bunu kesin bir şekilde yapar, görünüşte dipsiz bir boşluğa, en büyük
yalnızlığa düşer ve gerçeği saklamasının da herhangi bir yolu yoktur.
Elbette insan kendini bunun o kadar da kötü olmadığına ikna etmeye
çalışır ama öyledir. Terk edilmişlik, bununla yüklendiğimiz yıldırıcı
ödev bir yana, insanın sürü içgüdüsü için olabilecek en kötü şeydir.
Yok etmek kolaydır, yeniden kurmak ise zor.
Böylece imge karşıt duran bir kasvet duygusuyla sonlanır ancakyı
lan sessizceyananyüksekbir ateşi sarmalamıştır. Bu görüntü adanmış-
lığı ve bununla birlikte yılanın ifade ettiği büyüsel zorlamayı gösterir.
Böylece insanı huzursuz eden kuşku ve korku duygusunun karşısına
etkili bir benzeri çıkar, adetabiri şöyle demektedir: “Elbette Ben’in hu
zursuzluk ve kuşkuyla dolu ama sönmeyen adanma ateşi içinde daha
güçlüyanıyor ve yazgının zorunluluğu daha güçlü.”
s. 127-1505
İkinci imgenin uzaklara erişen uyarıları Ben’in içine kuşkunun kao
sunu sokar. Böylece daha büyük berraklığa ulaşmak için karmaşanın
üzerine çıkma isteği doğar ve imgede çıkıntı yapan dağ sırtı da bunu
ifade eder. Logos yol gösteriyor gibi görünür. Daha sonra da iki yıla
nın ve gün ile gecenin ayrılmasının simgelediği iki karşıt imgesi gelir.
5. Bus. 165-i76"yakarşılıkgeliyor.
Gün ışığı iyiliği, karanlıkkötülüğü gösterir. Zorlayıcı güçler olarak her
ikisi de yılan figürünü benimsemiştir. Burada sonuçta büyükbir önem
atfedilen bir fikir gizlidir: Kara bir yılanla karşılaşan beyaz bir yılanla
karşılaşmaktan daha fazla şaşırmamalıdır. Renk korkuyu gidermez. Bu
da belki de iyiliğin içinde de kötülüktekine eşit oranda tehlikeli, büyü
leyici bir gücün olduğunu akla getirir. Temelde iyi kendi içinde kötü
lükten daha-az-tehlikeli olmayan bir ilke olarak görülmelidir. Sonuç
olarak, Ben her ne kadar iyiye kötüden daha fazla güvenebileceğine ya
da güvenmesi gerektiğine inansa da beyaz yılana da ancak kara yılan
kadar yaklaşmaya karar verebilir. Yine de Ben yarı yolda kök salmış,
sabitlenmiştirve iki ilke arasındaki mücadeleyi kendi içinde gözlemler.
Ben’in bu orta konumda kalması kötülüğün ilerlemesi anlamına
gelir çünkü iyiye koşulsuzteslimiyet ona zarar verir. Bu dakarayılanın
saldırısında ifade bulur ama Ben'in kötülüğe katılmaması iyiliğin zafe
ridir. Karayılanda çıkan beyaz baş bunuifade eder.
Yılanın görünürden kaybolması iyi ile kötünün karşıtlığının etkisiz
hale geldiğini gösterir, yani yakın önemini yitirmiştir. Ben için bunun
anlamı da o ana dekkalıcı ahlakbakış açısınınkoşulsuzgücünden kur
tulma ve bunun yerini karşıtlar çiftinden özgürleşmiş bir orta konu
mun almasıdır. Bununlabirlikte, böylece neaçıklıkne de açıkbir görüş
kazanılmış olur çünkü yükselişin son noktasına çıkış devametmekte
dir ve özlenen bakış açısını da bu getirebilir.
Ek C
Kara Kitap 5’ten alınan aşağıdaki parça Vaazlar’ın kozmolojisine giriş
niteliğindedir.
r6. I. R6.
Tanrı’nın gücükorkutucudur.
“Onu daha da fazla yaşayacaksın. İkinci çağdasın. İlk çağın üste
sinden gelindi. Kurbağa Tanrı olarak adlandıracağın oğulun hakimi
yetinin çağıdır bu. Bunu üçüncü çağ izleyecek, paylaştırma ve ahenkli
güç çağı.”
Ruhum, nereye gittin? Hayvanlara mı gittin?
Yukarıyı Aşağı ile bağlıyorum. Tanrı'yı hayvan ile bağlıyorum.
İçimde bir şey kısmen hayvan, bir şey kısmen Tanrı ve üçüncü par
ça kısmen insan. Altında yılan, içinde insan ve üstünde Tanrı. Yılanın
ötesinde fallus geliyor, sonra yeryüzü, sonra ay ve en son da dış uzayın
soğukluğu ve boşluğu. Üzerinde güvercinya da göksel ruh geliyor, için
de sevgi ve öngörüşbirleşmiş, nasıl ki zehir ve kurnazlıkyılanda birleş
mişse. Kurnazlık şeytanın anlayışıdır, hep daha küçük şeyleri saptar ve
hiç beklemediğinyerlerde yarıklar bulur.
Yukarı ile Aşağı'nın birleşmesi yoluyla bağlanmamışsam üç parça
ya ayrılırım: Yılan, onda ya da başka bir hayvan biçiminde gezinirim,
doğayı iblisçe yaşarım, korku ve özlem yaratırım. İnsan ruhu, daima
içindeyaşayan. Göksel ruh, tanrıların içinde, sana uzakve yabancı olan,
bir kuş biçiminde görünen. Bu üç parça da birbirinden bağımsızdır.
Ötemde göksel anne durur. Onun karşıtı fallustur. Onun annesi
yeryüzüdür, onun hedefi göksel annedir. Göksel anne göksel dünyanın
kızıdır. Karşıtı yeryüzüdür.
Tinsel güneş göksel anneyi aydınlatır. Onun karşıtı aydır. Nasıl ki
ay uzayın ölülüğüne geçitse tinsel güneş de Pleroma’ya, doluluğun üst
dünyasına geçittir. Nasıl ki Tanrı’nın doluluk gözü güneşse ay da Tan-
rı’nın boşluk gözüdür. Gördüğün ay simgedir, gördüğün güneş gibi.
Güneş ve ay, yani simgeleri, tanrılardır. Yine başka tanrılar da bulunur
ve onların simgeleri de gezegenlerdir.
G öksel anne tanrılar kadem esinde bir iblistir, göksel dünyada oturur.
T a n rılar lehte ve aleyhtedir, kişisel değildir, yıldızların ruhları, et
kileri, güçleri, ruh ların b ü yü k babaları, göksel d ü n yad ak i yöneticiler,
hem u zayd a hem de kuvvette. N e tehlikeli ne de m üşfiktir, güçlü, am a
alçakgönüllü, P lerom a ve sonrasız boşluğun açıklam aları, sonrasız ni
teliklerin biçim lenim leri.
S ay ıları sayılam ayacak k ad ar b ü yü k tü r ve yü ce tem ele ç ık a r ve orası
tüm n itelikleri kendin de b a rın d ırır ve ken d isi n iteliksizd ir, hiç ve her-
şey , in sa n ın tam çözülm esi, ölü m ve sonrasız hayat.
İn san prinsipium individuationis ile olur. Salt b irey se llik için ça
balar ve bu yo ld a P le ro m a ’nın salt çö zü lü şü n ü gittikçe daha ço k y o
ğu n la ştırır sürekli. B öylece P le ro m a ’y ı en b ü y ü k g e rilim i b a rın d ıra n
n o k ta y a p a r ve k en d isi p a rla y a n b ir y ıld ız d ır, ölçü sü zce k ü çü k, tıpkı
P le ro m a ’n ın ölçüsüzce b ü y ü k olm ası gibi. P le ro m a ne denli y o ğ u n
la şırsa b ireyin yıld ız ı o d en li güçlenir. Işıld ayan y ıld ız la r sarar on u,
olu şm a k ta olan gö ksel b ir bed en, k ü çü k b ir gü n eşle k arşıla ştırıla b i
lecek. A te ş saçar. İşte bu y ü zd en de on a eyw [ei|ii] au|irr\ava(u |iiv
a o n ^ p 1 [Sen inle gezinen y ıld ız ım ben !] den ir. R u h la rın T an rısı ve
bü yü k b ab ası olan ve yin e ayn ı zam an d a b ir y ıld ız olan gün eş gibi b i
reyin yıld ız ı d a gün eş gün eş gibid ir, ru h la rın T an rısı ve b ü y ü k b ab ası
dır. Z a m a n zam an görün ür, tıp k ı on u b etim led iğim gibi. Işığı m avid ir,
u zak bir yıld ızın ki gibi. U zayda uzaklarda, so ğ u k ve y a ln ız d ır çü n k ü
o ölü m ü n ötesindedir. B ire y sellik k azan m ak için ölüm den b ü y ü k b ir
p ay a lm am ız gerekir. İşte bu y ü zd en de o n a eı eoı e m e 2 [Siz ta n rıla rsı
nız!] d en ir çü n k ü y e ryü z ü n e n a sıl sa y ısız in san h ü k m e d iy o rsa göksel
d ü n ya ya sayısız yıld ız ve T an rı h ükm eder.
K u şk u su z bu insanın ölü m ünden k u rtu la n T a n rı’dır. Y a ln ız lık k i
m in için C ennetse, o C e n n e t’e gider, k im in için C eh ennem se, o C ehen-
nem ’e gider. Principium individuationis’i ereğin e d ek izlem eyen T a n rı
olm az ç ü n k ü bireyselliği kaldıram az.
ı. “Seninle gezinen yıldızım ben!” Mithras Liturgy’den bir alıntı (Albrecht Dieterich, Eine
Mithrasliturgie [Leipzig: B. G. Teubner, 1903], s. 8, satır 5). Jung bu cümlenin devamını
Bollingen’deki taşının üzerine kazımıştı.
2. “Siz tanrılarsınız!” Juhanna 10:34ten alıntı: “Yahudiler şöyle cevap verdiler: ‘Seni
iyi işlerden ötürü değil, küfür ettiğin için taşlıyoruz. İnsan olduğun halde Tanrı
olduğunu ileri sürüyorsun.’ İsa şu karşılığı verdi: ‘Yasanızda, ‘Siz ilahlarsınız, dedim’
diye yazılı değil mi?”
Bizi kuşatan ruhlar principium individuationis'i tamamlamamış
ruhlardır, yoksa uzak yıldızlar olurlardı. Ölümü tamamlamadığımız
sürece ölüm üzerimizde hak iddia eder, bizi kuşatır ve ondan kaça
mayız [İmge].3
Kurbağaların ya da yer kurbağalarının Tanrısı, beyinsiz, Hristiyan
Tanrı ile şeytanın birleşmesidir. Doğası ateş gibidir, Eros'a benzer ama
Tanrı'dır, Eros ise yalnızca bir iblistir.
Tapılması gereken tek Tanrı ortada olandır.
Yalnızca tek Tanrıya tapınmalısınız. Diğer tanrılar önemsizdir. Ab-
raksas alevlendirilmelidir. Bu yüzden kendini benden ayırdığında bu
benimiçin bir kurtuluştu. Onu aramanıza gerekyok. Tıpkı Eros gibi, o
sizi bulacaktır. Okozmosun Tanrısıdır, aşırı güçlü ve korkutucu. Oya
ratıcı dürtüdür, biçimve biçimlenmedir, tıpkı madde ve kuvvet gibi. Bu
yüzden de bütün aydınlıkve karanlıktanrıların üzerindedir. Oruhları
koparır ve meydana getirmeye fırlatır onları. Oyaratıcı ve yaratılandır.
Okendini günlerde, aylarda, yıllarda, insan yaşamında, çağlarda, halk
larda, yaşayanda, göksel cisimlerde sürekli yenileyen Tanrı'dır. Zorlar,
esirgemez. Ona taparsan senin üzerindeki gücünü arttırırsın. Böyle-
ce dayanılmaz olur. Ondan kurtulmakta korkunç bir güçlük yaşarsın.
Kendini ondan ne kadar kurtarırsan ölüme o kadar yaklaşırsın çünkü
o evreninyaşamıdır. Aynı zamanda da evrensel ölümdür. Buyüzden de
yine onunkurbanı olursun, yaşamda değil ölümde. Öylese hatırla onu,
ona tapma ama ondankaçabileceğini dehayal etme çünküo her yanın
da. Her yanını ölümler çevirmiş yaşamın ortasında olmalısın. Çarmıha
gerilen gibi gerilmiş asılı duruyor onda, o korkutucu, gücü ezici.
Oysa içinde tek Tanrı var, harika güzelliği ve müşfikliğiyle, yanlız,
yıldız gibi, hareketsiz, o ki babadan daha yaşlı ve daha bilge, onun gü
venli eli ve okaranlıktave korkunç Abraksas’ınölümkorkuları arasın
da yol gösterir sana. Neşe ve huzur verir o çünkü ölümün ötesindedir
ve değişime tâbi olanın ötesindedir. Abraksas’ın hizmetçisi ve dostu de
ğildir. Okendisi bir Abraksas’tır ama sana değil, kendi içinde ve kendi
uzak dünyasında çünkü sen kendin bir Tanrısın uzak âlemlerde yaşa
yan ve kendini kendi çağlarında ve yaratılarında ve halklarında yenile
yen onlara Abraksas’ın sana olduğu kadar güçlüdür.
3. SystemaMunditoiuseskizi, bkz.EkA.
Sen kendin dünyaların yaratıcısısın ve yaratılmış bir varlıksın.
Tek Tanrı’ya sahipsin sen ve sayısız tanrılar içinde sen kendi tek
Tanrın olursun.
Tanrı olarak, kendi dünyanda sensin büyük Abraksas. İnsan ola-
raksa bu dünyaya büyük Abraksas olarak görünen, korkulan, güçlü,
delilik veren, yaşamsuyunu dağıtan, yaşam ağacının tini, kanın iblisi,
ölümgetiren tek Tanrı’nınkalbisin.
DünyasınaAbraksas olan, senintekyıldız Tanrı'nınacı çekenkalbisin.
İşte bu yüzden, Tanrı’nınkalbi olduğun için özlemin ona, onu sevi
yor, onun için yaşıyorsun. İnsan dünyasını yöneten Abraksas’tankork.
Sana dayattığını kabul et çünkü bu dünyanın yaşamının efendisi o ve
kimse ondan kaçamaz. Kabul etmezsen sana ölümüne işkence ender ve
senin Tanrı’nın kalbi acı çeker tıpkı İsa'nın tek Tanrısının ölümünde
çektiği en ağır acılar gibi.
İnsanoğlunun acısı sonsuzdur çünküyaşamı sonsuzdur. Çünkü son
görülmeyenyerde sonyoktur. İnsanoğlu sona geldiyse sonunu görecek
kimse yoktur ve insanoğlunun sona geldiğini söylecek kimse yoktur.
Buyüzden de kendi için sonuyoktur ama tanrılar için kesinlikle vardır.
İsa’nın ölümü dünyadan acıyı almadı hiçbir şekilde, ama yaşamı
bize çok şey öğretti; bize bireyin hayatını Abraksas’ın gücüne karşı ya
şamasınıntekTanrıyı hoşnut ettiğini öğretti. Böylece tekTanrı kendini
yeryüzününacısındankurtarırve onubudünyayakendi Eros’uatmıştır
çünkütekTanrı yeryüzünü gördüğünde onu çoğaltmaya çalıştı ve için
de Abraksas olduğu bir dünyanın ona zaten verilmiş olduğunu unuttu.
Böylece tek Tanrı insan oldu. Bu yüzden de tek buna karşılık insanı
kendine ve kendi içine çeker ki bir yeniden tamamlansın.
Oysa insanın Abraksas’m gücünden kurtulması insanın Abrak-
sas’ın gücünden çekilmesinin sonucu değildir; kimse ondan uzaklaşa
maz. Ona boyun eğmekle olur bu. İsa bile Abraksas’ın gücüne boyun
eğmek zorundaydı ve Abraksas onu korkunç bir şekilde öldürdü.
Ancakhayatı yaşayarakkendini ondan özgürleştirebilirsin. Öyleyse
sana yaraşan neyse o kadar yaşa hayatı. Hayatı ne kadar yaşarsan Ab-
raksas’ın gücüne ve korkunç aldatmacalarına o kadar kurban olursun.
İçindeki yıldız Tanrı’nın özlemi ve gücü de ne kadar artarsa aldanı
şın meyvesi ve insanın düş kırıklığı da ona gelir. Acı ve düş kırıklığı
Abraksas’ın dünyasını soğuklukla doldurur, yaşamının bütün sıcaklığı
yavaşça ruhunun derinliklerine, insanın orta noktasına batar ve senin
tekTanrı’nın uzaklardaki mavi yıldız ışığı orada parlar.
Abraksas’tan korkudan kaçarsan acı ve düş kırıklığından kaçar ama
dehşet içinde kalırsın, yani bilinçdışı bir sevgi ile Abraksas’a bağlı ka
lırsın ve tek Tanrın ateş alamaz. Oysa acı ve düş kırıklığı ile kendi kefa
retini ödersin çünkü o zaman özlemin yerçekimine kapılan, Tanrı'nın
mavi ışığının yükseldiği ortanoktayı arayan olgunbir meyve gibi kendi
kendine derinliklere düşer.
Öyleyse Abraksas’tan kaçma, ara onu. Onun zorlamasını hisseder
sin, onakarşıkoyma ki yaşayıp fidyeni ödeyebilesin.
Abraksas’ın işleri tamamlanmalı çünkü kendi dünyanda bizzat se
nin Abraksas olduğunu ve yaratımsenin işini tamamlamaya zorladığı
nı da düşün. Burada, Abraksas’a boyun eğen yaratı olduğun yerde ya
şam işini tamamlamayı öğrenmelisin. Orada, Abraksas olduğun yerde
sen kendi yaratılarını zorlarsın.
Bütün bunlar nedenböyle, diye sorarsın. Bunların sana kuşkulu gel
mesini anlıyorum. Dünyakuşkuludur. Tanrılarınbitmeyensonsuzbuda
lalığıdır ve sen sonsuz bilgelikte olduğunu bilirsin. Elbette bu da bir suç,
bağışlanamaz bir günahve buyüzden de enyüce sevgi ve erdem.
Öyleyse hayatı yaşa, Abraksas'tan kaçma, seni zorlaması ve onun
gerekliliğini görmen koşuluyla. Bir anlamda sana şöyle diyorum: on
dan korkma, onu sevme. Bir başka anlamda şöyle diyorum; kork on
dan, sev onu. Oyeryüzünün yaşamı, bunu söylemekyeter.
Tanrıların çokluğunu görmen gerekiyor. Her şeyi tek bir varlıkta
birleştiremezsin. Sen onca insan içinde bir olarak ne kadar küçüksen
Tanrı da tanrıların çokluğu içinde o kadar küçük. Bu tekTanrı müşfik
tir, sever, yol gösterir, şifa verir. Bütün sevgin ve tapınman onadır. Ona
dua etmelisin, onunla birsin sen, sana yakın o, ruhundan dayakın.
Ben, senin ruhun, senin annenim seni sevecenlikle ve korkuyla sa
ran, seni besleyen ve kirleten; senin için iyi şeyler ve zehir hazırlarım.
Ben Abraksas’la senin aranda arabulucuyum. Sana seni Abraksas’tan
koruyacak sanatlar öğretirim. Seninle her şeyi saran Abraksas arasında
dururum. Ben seninbedenin, gölgen, budünyadaki etkin, tanrılar dün
yasındaki görünüşün, görkemin, soluğun, kokun, büyülü gücünüm. İn
sanlarla yaşamak istiyorsan bana seslenmelisin ama insan dünyasının
üstüne, yıldızın sonrasız yalnızlığına çıkmak istiyorsan tekTanrı'ya.
■ < T U » ? •
m p - m *
^r>V* M$*tA'-ıA*ljlw»-k«
Wi ’J’ KVT>^v('ti)''L»«İ« w
-hm'’ v,-*t'<’ «yırtlu.-' Wi«l
t» ^ *v VrT*^***7«V«
|î ^ -*k f «W 5» « « -
*'AHİw4rt^< *„
«t*^r W \«m» b*iMİSfk ftioıt> &k. fl(^rjC'\,n
jHÜr mt’ tUİ .
IttUİ /İH -V cr^ > 5^|fe Jîy»<t^c»eWrr
t«wf*l# W<*t. VrCfcfîr v ttJa ro ^ A A 'ıv r-'r jâ «vlli'-k*# • ^ - > • '5 ’*'
U ^ ^ İ â r .y j S -
UM-^rt^ (♦* w » t T t e r a f v t *r r ^ « e t f^ /î r «*• »tU-v? « W »»**'■>-»
i-\v<ı *Mpti>ap> V * p "? ' to d T « rjv' Jti ı| > ın ^ -mit «£
» ~fwcta tViVf^ne*^r^> 2>4» t^fcrtvt"ivm?.- nwA .' «
woll$i-»»>etT>~'c»ott ye-bA»-'' iö^rw»^ \t>«lÜi Ik>Jİ- . vvc.-x>A<»«“ S»« wlU ^b& 0 ~>*/â
5 urvr\> |7 ’ A<^İ>A0r« w ^ lccn Çcitaff*", iw tevSS^^»*^ • wtJı>*~<>•*.
’ I^Vk^Fr-W Jtc^n-^oü j^>ti>c t -»v - viOts/ı»i»4» f j > w ^ . 52*tnrlM
m e vemrrjbutenılttyr-
(ümır?uung,Öırmfrttni^|tni*Meyetrmül'
h ım ııım 't o m t â v e f f i 'm a ğ e ır g e t ffc '
kornean ım /M m rti’evnuroMagen-’leıtv-
rx m f t a t t l 'U ı a t e - j g|
Jfe*\ ronfıağl-irttıfifl- \
4 İ||/ tvfrjfagtttfmfr /V
■ŞŞr ımrJhyt'î-müıD- H"
wfr)ûfW'ftrbnûl*t^llmTi• M
ımrjîu^t*to’tmoll'ftinuır• ^
ttnrfud^&t’bnûll'ntnf* •
mfuı^r'öi’üıunjhmplflfrk^fr
v - .V ___ W
N ^ ‘* €<*• " ö . \ u s {•* * > * j * * * k A & « ^ / p W ) J U ^ u » r r ^ 9 a ^ ^ , , v ^