You are on page 1of 85

www.cizgiliforum.

com
Şâir ve Patron
Patrimonyal Devlet ve Sanat
Üzerinde Sosyolojik
Bir İnceleme

Halil İnalcık

www.cizgiliforum.com
HALİL İNALCIK

Osmanlı tarihinin duayenlerinden İnalcık, 26 Mayıs


1916 yılında İstanbul'da doğdu. 1942-1972 tarihleri
arasında DTCF'de Osmanlı ve Avrupa Tarihi okuttu,
1956-1972 döneminde Siyasal Bilgiler Fakültesinde
İdari Teşkilat Tarihi ve Devrim Tarihi derslerini
verdi. 1972-1986 yıllarında Chicago Üniversitesi
Tarih Bölümünde Profesörlük yaptı. 1953-1993 yıllan
arasında ABD’de Columbia, Princeton, Pensylvania
ve Harvard Üniversitelerinde ziyaretçi Profesör olarak
görev aldı. Amerikan Akademisi, Ingiliz Akademisi,
Türkiye Bilimler Akademisi, The Royal Historical
Society, The Royal Asiatic Society gibi birçok yerli
ve yabancı kurumun şeref üyesidir. Bundan başka
Türkiye'de ve dışarıda yedi üniversitede fahri doktora
unvanı vardır. İnalcık bugüne kadar 17 kitap ve 300 e
yakın bilimsel makale yayınlamıştır.

© Dogu Batı 2003


Tüm yayım haklan
Dogu Batı yayınlarına aittir.
Sanat Yönelmeni: özlem Özkal
1. Basım: Nisan 2003
Basb: Cantekin Matbaacılık
(1500 Adet)
Dogu Bau Yayınlan
Selanik Cad. 23/8
Kızılay/Ankara
Tel: (0312)425 68 64-425 68 65
e-mail; dogubati@dogubati.com
www.dogubati.com
ISBN 975-8717-04-9
İÇ İN D E K İL E R

Patrim onyai Devlet ve Sanat • 9

Osmanlı Saray Kültürünün • 18


Gelişmesi ve Osmanlı
Divan Şu’arâsı

Patron ve Klasik. Şiirde • 36


Sanat Anlayışı

Ş u 'a râ Tezkirelerinde '4 1


Şâir ve Patron

Fuzûlî ve Patronaj • 54

In 'âm Defterlerinde H. 909-917 • 72


Yıllarında Bağış Alan
Şâirlerin Menşei ve Mesleği

Kaynakça • 85
I . PATRİM O NYAL DEVLET VE SANAT ’

Ma 'rifet iltifata tâbi'dir


Möşterisiz met-â*zâvidir

Genelde, bilim adamı ve sanatçı, belli bir toplumda ege­


men sosyal ilişkiler ve belli bir kültür çerçevesinde sana­
tını ifade eder. Osmanlı toplumu gibi patrimonyal türde
bir toplumda, başka deyimle, sosyal onur, statü ve merte­
belerin mutlak egemen bir hükümdar tarafından belirlen-
diği bir toplumda bu gerçek daha da belirgindir.1
Matbaanın geniş kitlelere okuma imkânı verdiği, böy-
lece edebi ve ilmi eserlerin, yazarına geçimi İçin yeterince
gelir kaynağı sağladığı dönem gelinceye kadar, bilgin ve
sanatkâr, hükümdarın ve seçkin sınıfın desteğine muhtaç
idi. "Sâhib'i Mülk" hükümdar; bilgin ve sanatkârın en
önde gelen veli-nimeti, hâmisi idi. Max Weber’in belirttiği
gibi, Orta Çag’da, Doğu’da ve Batı’da. monarşilerde devlet;
patrimonyal yapıda olup egemenlik gücü, mülk ve tebaa.

Bu yazıda tam bir transkripsiyon kullanmadık. Ancak Arapça ve


Farsça kelimelerde ayıt harfi ters virgül ( ’ard, hemze virgül (tekiri,
uzun sesliler uzatma işareti * (dans) ile gösterilmiştir. Parsça
izafetlerde «faim» (i) harfi kullanılmıştır.
1 Bak. H. İnalcık, “Comments on Sultanisen: Mas VVeber’s Typifıeaüon of
Ottoman Polity", Princeton PaperS in A’ear Eastem Studios. (Princeton.
1992), 1-22.
10 sü»r »t» Patron

mutlak biçimde hükümdar nitesine «it sanılırdı. r e yııhuz


onun lûtf ve inayetine erişenler, toplumun en şerefli ve
zengin tabakasuu oluştururdu. Hanedanlar arasında re­
kabet ve üstünlük yarışı, yalnız muhteşem saraylar,
hadem ve haşemde değil- ilim ve sanatın hâmiliğimle de
kendini gösterirdik
Patrimonyal devlette yüksek kültür, yalnız Yüksek S a ­
ray Kültürü olarak var olmuştur, Hükümdar sarayı ve
ekâbir sarayları, toplumda şeref ve itibârın, servet ve be­
cerinin tek kaynağı ve sığmağı idi. Osmanlıda. en yüksek
mimar, sarayın mimarbaşısı. en iyi kuyumcu, sarayın
kuyumcubaşısı ve en gözde şâir, padişahın ilgi ve lûtfuna
lâyık görülen sultânuş-şıı’arâ idi. Bilgin ve sanatkâr- hü­
kümdarın prestijini, sarayın nânru-şâm nı yüceltm ek icın
gerekli öğeler sayılırdı. Bilgi ve sanatın koruyucusu olan
hükümdarın, hakem sıfatını hakkıyla yerine getirebilmesi
için kendisinin de. ilim ve sanattan payı olm ak gerekirdi.
Yüksek bir estetik ve sanat felsefesine sahip Medici'Ier
olmasa idi, Floranea’mn büyük sanatkârları elbette yetiş­
mezdi.-1 Divan sahibi şâir hükümdarlar olm asa uii. Türk
edebiyatının büyük dehâları belki ortaya çıkm azdı. O d ö ­
nemde, şaheserlerin çoğu, önemli ölçüde, seçkin sınıfın
iltifatı, yüksek kültür ve duygu inceliği, sanatkârı koru­
maktaki ilgi ve heyecan ile açıklanabilir. “ Kültür Patro­
najı” . Ortaçağ İran’ı ve Orta Asya'da çok gerilere giden bir
gelenekti. Subtelny'e göre bu bölgede daha sonra Patronaj,

4 Ynİnu Dofcu'dn değil. Avnıpalı hükümdarlar karşısında da üstünlük


iddiasında bulunan Muhteyem Süleyman'ın İmparator ŞarUcen'ıı karşı
»yası rekabeti ve Avrupah artistler (işerinde patronajı hakkında bak. O.
Nnctpoglu. "Süleyman the Magniftcvnl and the Representation o f Power
in the Otloman Habubıırg-Papa) Rivalrv". The Art BtıHetin, 71 11989
Eylül). 401-427
• Özellikle bak. L Jardine. WoHdly Goodg- A N ew H istory o f the
ftenatsuancı-. Baltimore: John Hopkiıu U.l*. 1996- M H«llinxsworıh.
Patrongo in the Henau&anoi lu fy Fmm 1400 to the Kariy Yenrs o f the
Henaiumnct. New York: ttantatn Doublrday ltlüfi
Huhl Innicık \|

T ürk’ M oğol devletlerinde askeri sınıf iyin yen» medeniyeti


benim sem e süreci olm uştur/411 l,p>. yüzyılda Semerkand.
Herat, Tebriz. İstanbul ve Delhi'de ortak yüksek saray
kültürü sayesinde sanatkâr, bir memleketten ötekine git
(iği zam an aynı himaye ve anlayışı, aynı sınık ve coşkulu
karşılam ayı buluyordu. Osmanlı sultam; özellikle Orta
Asya ve Azerbaycan'da Türkçe ve Kaı-sça’ya hâkim mün­
şileri, şâirleri, âlimleri kendi payitahtına çekebilmek iyin
büyük fedakârlıklara hazırdı4. Fâtih Sultan Melımed ve II.
Bayezid, zamanın Iranlı büyük şâir ve mutasavvıf] Molla
C am iyi İstanbul'u getirmek iı;itı çok çuha harcamışlardır,
İran ve Orta Asya'yı idaresi altında tutan Timurîler
devletinin merkezi Herat; ikimi de hüyiik sanat, patronu
olan Abû Sa'îd Mirza (1458-1<U>H) ve Hüseyin Baykara
U 4ü9‘ 1509)'nm saltanat yıllarında İraıvTiırk dünyasının
görülm em iş parlak bir medeniyet merkezi olarak yuksel-
iniştir. Bu dönemde biri İran, öteki Türk kültürünü temsil
eden iki büyük edebiyat ve düşünce devi, Abdurrahman
Câm î (1414-1492) ve Ali Şir Nevâyi (9 Şubat 14413 Ocak
1501) O sm anlı edebiyatı için örnek kabul edilmişlerdir.
Fâtih ve U. Bâyezid. Hüseyin Bavkara ile mektuplaşı­
yorlardı. Sultan Bayezid, Hüseyin Baykara'ya gönderdiği
m ektupta (Feridun Bey Münşeatı, 1, İstanbul 1274, 305-
306) "m uhabbet-i kadîmî"den sözediyor ve mektuplaş-
manın devam ı arzusunu bildiriyordu. Hüseyin Baykara
cevabım la O sm anlı Sultanına “halîfetu’llah fi’l-enânı” . ve
"a l'gâ zi fi sebîlillâh” diye hitâb ediyordu ve dostluğun

M.ti. Subielny, bak. Aşağıda nol 5


1Osmnntı klasik dönem sanatının doğuşu üzerinde A . Kuran. M K ı>Rı*rs.
N. Atasoy'un bildirileri, özuliikle (.«. Necipoğln. A Kanun for the Sıat**.
A Canon for the Arts..."- SoUatHtt Ia‘ Mngıufi<tue r ( son tetnps. yay. ti.
Veınsieiıı, Pnria 1992, 195-216.
p.1 s'üill >»• l'üfh'tI

j»ı*k ı#lın lm i'«t v«» K(»ln’ rl«>?ım'tuı» m iih Uu ' u Imh ' hi .'u v u s n ı m
>tînt«» otlıyordu lu.g.y. ;i0ii;tl)7Vn
!5 yy. yııksok killim ' uunko/lort. T im u r hovujuI.iu
g«>l<’jı hiikiimdıırlıinıı payitahtları idi O aım m h v r Hint
ptuli^ııhlıın, bu bükım ulaıtarm saı-aylarnu ürın'k tul uyur,
ı>nıda yo(i#on voyıı "üıtİHitb" mfon bitkin v<* «muUİairİMn
koıuh «unylnruıa ım*k ivin bor türlü lodakarlığı
go/.»* Hİıvorlımb. Uom'saıiH Italva'tiındıi 5}t>birlor ai'tısııulu,
ıhıhı» sonra Avrupa sarayları arasım la g b n b ıg ü m ü z
ıvkabot. İslâm dılnyımmıhı da boıı/.ori bir rol oy n a m ıştır,
v*' moolıni# yiiksck sımatm gelişimi ve n iteliği üz<*rind«> on
gtıvlü etkiyi yapmıştır. O rta d o ğ u 'd a da. b ir h ü k ü m d a r
ivin on $ı>lm*tli bilgin vo »ı\ı\t\t k«\rlurı sn n ıym a
vekohtlmek, gt'rokivso oıılan -/.orla ıılıp getirm ek ulaftnu bir
^evdi. Tinnır. istilâ ettiği hor m em lekt'tt» on ş o b ıv tli bilgin
vo sımutknrlnrı toplııyıp Som eıkam l’ı» goU‘u,mu{j.'“ Y avu z
Selim Tebriz ve K a im ey i aldığında yüzlerce sm m tkû rı
İstmılnıl’a sürmüştür’1. Osmanlı pıU rim onyal saray

1 Ihı kumıda Timuritor dovri llrrat vo l’ ami iixı>riml>' ü s»«J /.V . Tt»n«<>
v«ı H. Kiıivr'm Idâıtı Aıısikh>p?ıiwîiu\'.'k\ makalt>lon. III, UY'JO vo
•Ti» 442. ihmal feUlım'ntcH; aynın. K Yurshator. "IVraian l\n‘ »ıy it> tin-
Tımund and Satnvid IVriods". Cumbriıhıp flis to ıy <>/' İm tı. V I. «•«! I’
JockıKtn nm( l. I<uekh«vt. Oaınhridgc. 1986. 9tiJv9iM'. M. Sııbtolnv. A
'l'nilo fer (hı> 'l'ıımmıl IVrıotl ‘llto IVraian l’uotry u f ılu< İ4tiv T iım ınd
İVruHl". jfA V lî. 13t> USHfi). 6tv79. İraı» ve Orln Asya «aıaylarım ln «»imi
ıçm ımlrunajın tfneıni hakkında ösellıklo, M. Stıbtelny. “ Süotoocüiuumı'
R»ı*i'H u f ( ’ H İh ıro l l'nironaKı1 «odvr the l-tıior Timuvids” . h ttı'n u ttu 'i'H İ
Joıırıı#! ıtl'rhf M ıM Ir h'.ıst Slıuiit^, 20 UÜHH), 47!)*ftOR 1,. Oolonıbı<k w
M Sublclrty, (pıtx). I'inıund A rt atui i'u ku tv. /rnn ,*m t C t'tK tıtl Aat.ı in
the h)ûtvrıth Çm iun\ l <“»!«•« 1992; una dili A««rî (Tvırknu'n' Türkc^si
olan buyuk Ulam ımtaiki ıuuariy»t<;ı*ı. ıjAıv, hallAt Atwlül Kâıl>i‘
M oralinin Turkça «iir pur^alnn hakkında hak. Uütıill A. 'I'«<kin. "Tiınıır
l)*>vnnp ait ıkı Tı»rkı,v nur'-. Ilıtrvunl Vkruinittıı Stııtluv, İU/IV 11**?!>•
|5MW). SSÜ Ht>7: Timur’un Turkçf şiirle ilgili'ndi^i Itnkktntla ıı.|;.m. 8W>.
'* H K M an/. Thr Ruı' sıırfKuleafTatı>ı>rl»m‘, ('um hriıiı;» U>89.
" Trbru’drn *ııruWnltjnıı bir liataıi ı^m hak. İ II Uuvınvnrjıh, "()>ımı>ab
Sarnymıta Khl i Hırof (S«natkirler> Üofterı'. Hffcefar, I I U5J8I ItlHti',
killUirum in ı^«-11şın«*s>mU-, jjiir ve inıjıi alanında. lıuHiıılıat
ve n ak k aşlık la , parn ve mevki valilileriyle eelb olunan
vey a "surunu" edilen Nmıııtkârların payı Im yu ktıir. Öyle
ki. yerli O sm anlı Tiırk sanatkârları, "A nıp ve A ıvın 'c
verilen im ayrıealıkl.mı dolayı yiluivet lerıııı açtkui d i İt*
l'etırn ıek leu ı;okmmemi>.derılır U»ak. a$a|'idaV Lelılı ılıyor
(Latifi. ’.'.fK'V

. '<>/ıı ‘m fit't' b i r i Aim /itim )ı i-c/ır


)'.■/ rc.-r.'i/vf r.'/ s:ıııt\‘ik ııııı.ı

Ö te y an dan , bir yerdi’ kendini uoslerım l>u İtildin m1 hu


nıılknr ila. şâ ır u yerel’ ve refahını. bıiyiık ve /ennin hıi
k ıim d n rla n n sarayında, lııtf ve inayet iıııle anırdı l ’atru
m ı j , him aye. hoyleee. iki yanlı i*len ln'in saray, hem de
H*\kiıı bildin ve .sanatkar iyin nam U'^âıı ka/.aıımaııın u-k.
yolu kabııl edilirdi.
Doğu da v e B a tıd a . pnUinumynl hanedan devletlerinde,
serv et v e n â n r u ş â n kaynağı, sarayın yanışım hükümdara
m en su p toprak salıda rteâl ve rkâbirdı Batı da. Uönesans
jtnlyft’sındıı. servet kaynağı toprak ve turun yerine ticaret
v o sa n a y i alan ların a kaymen, yeni zencin burjuva sım h
fe od a l'p a trim on y a l efendilerin yerim almaya banladı. Aşı
kâr ola ra k l>övle bir ^elignu*, Doğu da uerveklc$euıoımj$tir.!'
İtnlyn’d o kon niıi ijı'hıv devletleri böyle bir gelişm eye sahne
olu rk en , D oğu'da nu'rkı'/.iyetçi patrinıonynl devlet yapısı
Kittikye daha «üvlii durum a erişiyor, bildin ve sanatkar,

1 l'Vılih SulU ın M^hım'U. .'v'iııcı^iiını’ ıU'n Al&tddm Al» K u ^ u ’vıı


İatanİH iln ı>'Rftu-dı£ımlı> o »telifi» ikiyıı/ kadnr Ortıı A syalı v«* Iran lı âlim i
ynnıiHİu k«'tirdi t'İ’u#k(H»ri«ido, Cstk.-i'ık ı A'ij'»M Jİıi(nvı«wuın«H. M tvdı.
İsittn h u l.H . 12t>Sl. S.tHlIV
“ Kursu U'ivkt'loniK’ n<ııv yHytıfcıııı bir ;m«ştırn>:v r \ V Asır Türkiye
lktıxm)i v f İ^lınun Tııntu Kuynrtklnvı, İstanbul l'm vrrsıtvaı lk iis.it
f''nkultrxı M<\ tııuıixı, XV., Üifı.l-littJ M 'ftA im iı't^ın iunvt' 1 jjohnudf
dulıi <*ıı /.onıtiıı sınıfın, sorveti ım uı nıııiımı davamın "nskon" sınıf
oldujsumı gosiernıiftir; Ortn Aayn'd» «ym dimim kuıullamınjiıv lııtk.
M.K. HuUlv'lny. ” S»H,iwv«»noı«kı' Uiw»»''
14 Şâir ve Patron

her zamandan ziyade saraya ve ricâl-i devlete bağım lı hale


geliyordu.
İlâve etmek gerekir ki, yüksek saray kültürü ile yerel
halk kültürü arasında kopukluk üzerinde yapılan gözlem.
Doğu kültür çevresi için de mutlak bir gerçek gibi alın­
mamalıdır. İlk Osmanlı beyleri, Babai-Kalenderi dervişle­
rine, dinî-epik halk edebiyatına, bir kelime ile Türkmen
kültür çevresine bağlı idiler. Sonraki yüzyıllarda, özellikle
Fâtih Sultan Mehmed döneminde saray, O rta-D oğu koz­
mopolit kültürüne yöneldiğinde, bu Türkm en kü ltü r gele­
neği etkisini sürdürmüştür. Kahire ve Tebriz’den gelen
ulema, münşrşâir ve mutasavvıfların yanında, Osmanlı
hükümdarı her zaman popüler bir tarikat şeyhine saygı ve
bağlılığını devam ettirmiştir9. İstanbul saray ve camileri
için Uşak’ta dokunacak halılarda, bazılan Iranlı olan sa­
ray nakkaşlarının yaptıkları Örnekler işlenm iş, İran saray
halılarındaki desen ve motifler kullanılmış, böylece Uşak
saray halılarında, geometrik Türkmen-Yörük m otif ve
düzenlemeleri ile birlikte İran motif ve desenleri egemen
olmaya başlamış, halıcılıkta bir saray stili ortaya çıkm ış­
tır10. Bu olgu, sanatta saray patronajının başka bir kanıtı
olarak kaydedilmelidir.

9 Ş ak âikı Nu'mâniyy&âe ulemadan sonra tarikat meşâyihimn


biyografileri ayrı bir kategori olarak verilmiştir.
10 O. Aslanapa. Türk Hah Sanatıma Bin Yılı, İstanbul 1987; K.
Erdmann, OrientUppiche-16.19. Jahrhundert, Hannover, 1966: Saray
halı motiflerinin baik dokumalarında kullanılışı hakkında bak. B-B.
Acar, Kilim. Zili, Sumak, Türk Düz Dokuma Yaygı/an, İstanbul: Eren
Yay. 1982; J. Raby; “Court and Export", Orienta! Carpets, eds. R. Pinner
and W. B. Denny, London 1986, 177-188: W. B. Denny “The Orijin and
Development of Ottoman Court Carpets", 243-260; M. Fuad Köprülü-
zade (Köprülü),"Milli Edebiyat Cereyanının ilk Mübe#şirleri ve Divan-ı
Türki-i Basit”, İstanbul 1928 ve şu Önemli araştırma: F. Çağman ve S.
Tanındı, "OsmanlrSafavî ilişkileri Çerçevesinde Topkapı Sarayı Müzesi
Resimli El-Yaamalanna Bakış". Aslanapa Armağanı, İstanbul 1996, 37-
76; Türk halk edebiyatının devamlılığı için bak. M. Çavuşoğlu, “Fâtih
Sultan Mebroed devrine kadar Osroanlı-Türk Edebi Mahallilerinde
Halil İnalcık 15

Osm anlı sultanları belli zamanlarda topladıkları ulema


ve şu‘arâ meclislerinde hakem rolünü oynamak yetene­
ğini, şehzadelik döneminde seçkin hocalardan aldıkları
yüksek kültüre borçlu idiler11. II. Murad'dan beri sultan­
ların, şiirlerini toplayan birer divan tertib edecek kadar
şairlik yeteneği kazandığı bilinmektedir'2.
Bir kelim e ile, belli bir sanat zevki ve anlayışına sahip
patronun himayesi altında sanatkâr, ona göre eser ver­
meye özenirdi. Muhteşem Süleyman döneminde Osmanlı
klasik kültürü yüksek sanat eserleri vermişse, bunda bu
Padişah’m yüksek sanat anlayışının ötıemli bir payı var­
dır. Hatta diyebiliriz ki, sanat ve bilim eserinin kalitesini
ve sanatkârın şöhretini, çok kez hükümdar belirlerdi. Bir
eserin “makbûl ve mu'teber olması” herşeyden önce sulta­
nın iltifatına bağlı idi.13 Osmanlı’da, kimse padişahın sa­
rayından, yahut camiinden daha büyük ve şa’şaalı bir yapı
yaptıramazdı. Sultânu’ş-Şu'arâ seçilmek, ‘'in'âm1' almak
için şâirin, ilkin şu'arâ meclisine çağırılması, sultana bir
kaside sunm ası, takdir edilip bağışa lâyık görülmesi ge­
rekli idi, Öte yandan, yüksek mevkilere çıkan şâirler (me-

M uhtevanın Tekâm ülü” , Kubbealtı Akademi Mecmuası. 112 (1982), 31*


43;
" Fatih Sultan Mehmed'in Manisa'da şehzadeliğinde hocaları ünlü fıkıh
alimi Molla Hüsrev ve münşi nişancı İbrahim, askerlik’idare işlerinde
lalası, Zağanos Paşa idi.
12 Şâir padişahların bir listesi ve şiir örnekleri için bak. Tayyârzâde
Atâ, A ti Tarihi, I, İstanbul, 1291/1874; keza Şehri wde Mehmed Saİd.
M ahzenu's-Safa ve Kunz-i Dûrer, yazma nüsha. Atatürk Kitaplığı,
İstanbul, M u a llim Cevdet yazmaları no. D. 74' "Şehnameci Talıkt-
zadeye göre Osmanlı Padişahlarının Şairlikleri": Doktora Tezi, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi. 1989.
'*“Kütûb-i mezbûre-i muharrere.... makbule ve mu'tebere olmak, husn-i
nazar i pâdişâh-i dûrbin ile manzur ... olmağa mevkûfdur". Şaki’Hri
N u'm injyye Tercüm esi (995 H.), İstanbul 1269R.. 12'13.
1*5 ydır w I’ıttrvn

mmIû Nı-ciıti) kumlileri patron durumuna gelip bırv/ık hw-


ki» (jfiiri yanlarında bulundurmuşlardır,
l'dtroıuırı «zel ilenine erişenler, onun "terbiyeli" «uy»,
aindu iyi mevkiler elde ederler. onun "mür<!İ)bn>’lanı<dnn
(yetiştirmelerinden) Mtyjljrlnrdı. Y ıılm / Hanat.ı;ılıır ı<;m
deftil, «««elde, Onmmılı patrimonyal toplumlunla trrbıyct.
kulluk, irıCi/f/ibmmyBİ ilişkilerin temeli olım ış, hem pnl.ı«n
hem kul için gerekli bir «»»yal baft oluşturmuştur. Tııt roiı
için şöhretini ve mevkiini yüceltmek, kul i ç i m hı.yüita
kalııuık. ilerlemek için bu ballılık (:Hiınt.ı. Hu pat,riniony;ıl
prensip. (»atrrm-kt«l ilişkisi. Osmanlı devletinin tem el yapı
ve menşeinde görülür. Osmanlı Devleti, Osman (îo z î’ye
yoldaşlık-nökerlik yapanlarla ortaya çıkm ıştı. Devlet, O s­
man'ın devleti. Damarılı devleti idi. Osmanlı putrimonyal
toplumurıtla inliniib vo patronaj, «eçkin mnıfıtı htsr bölü
mimde, statü gruplarında, bürokraside, orduda, hatta
ilmiyyedt: sonyal ilişkilerin ve hiyerarşinin tem el prensibi
itli. İlmiyyede, yüksek düzeydeki mollaların aile fertleri ve
diirııçmendleri için yaptıkları iltimasa karşı nşa£ı derece'
deki grupların tepkini, zamanla «eniş ölçülere v arm ıştır11.
Hürokraaıde, kâtip yetiştirmede. çırak'kıılla-uKtıı »istem i,
dolayısıyla patrona; etm end i. Askerî'idfirî «istem d e tayin
ve terfıler, ancıık en yakın Amirin ar/.ı ve tavsiyesi ile
mümkiıntliıır'. Hnnatkfır da İm genul patrimonyal sistemin
dışında değildi.
Patrimonyal devlette her türlü nimet ve m ertebe, yal'
mz ve yalnız hükümdardan kaynakladığı için, bunu eriş
mek isteyen nâmretler arasında kıyasıya bir rekabet,
hftaed, **r>trık« ve yaltakçılık edemendi ve toplum un a b l» ‘
kın» yahut ahlâksızlığını oluştururdu. Osmanlı

11 H . i i t f t l t ı k . T h * f t û u ı â n v ' ’ It e ts ia h ır s o f t h n K f ir lın n k t ıf t o f K u r n il*


A ’» * / * in fHUrmun İ » | ,« fılıiıl' K r t r n .l W )H , l i J f H M
H. I n ı ı k ı k . " O n m u n l ı f t l» n ık r m ı * ır » 1 iı A k l i m vo M u ıım u lııt”, Onmam
Am^h'innlnn. J.
Ilalıi hınh ık |V

V e k ııy tu û n ıe le .ri v « ^ u 'ııri» 'IV y.kirelen b » ıt< ım ;m / rektıltvt


v e ç e k i l m e l e r i n h ik â y e le r iy le d o lu d u r . K ıı/û li. b ü y ü k le r in
yunıriii v ıırıım m n ıırıın u - Ç M - H İH İfıi, " Iu ik m I eh li'n ıU -n u zak
k a lm a k t a b ıılıır . Ilıık iiın d a rtı y a k la ş m a n ın , k im im "Im m ı i

m ı/.n n " il<- "n ıııiızıır” o lm a n ın tek y o lu , y a k ın la r ın d a n b in


itin İtijnrty«t v e a r m ılıf 'in ı «a h la m a k ta d ır. l u / ı ı l i ( F arm n
Ifıv ı ı ı ı . « . W > ) b u n u İtilir

M ı ı ^ H n n in i m n h rı'ıy ıın im
M n h - r û y ı ı ı ı h ırım ı u r ıh ım i $ ıırrı/i

(Uiz ayyüzllilerin kullarıyız


Ayyii/.lühtr ine hep Mİ/,İli kulımıızdur)

flöyleee. patronla birey arasında "intinâb” edilerek nüfuzlu


kişiler yer fi lir. Ynltaklanma ve intianbın aanatla huğda.1}'
tırılmış, kurıımhu-ımifj hiçimi fi*; kanide Minmnk.sultnm ve
pahaları en abartılı purlak ifV*<ltsl«rl«; Köklere çıkarmakta
Hörulur. l’'uy.uli, bu vs«lUU'. Kulum ftüktymuıı'n ve. ricale
kasideleriyle ötekilerden farklı delildir. O, patrona g/)yle
hitâb eder:

Ar/.ûyi dttvJvt’ipirh u n 'i hückhuırj (hımt


M rrubâym / rû% u #ab a/, di! kurur an dido hiib
(Senin kapındaki hizmet,İtilirin ayağını öpme devletine
eriyıno »r/û n u , gece-gündüz benim gönlümden huzıırıı
ve gözüm den uykuyu gidermiştir)

Patronu» ilgisini Hİirdürmek için ıjiıir, öteki kullar gibi,


uon derece dikkatli olmak, onun hızlanmayacağı ey lerd en
kaçınmak zorundadır. Bu yüzden Fâtih'in gazabına uğra
yan ve «örgü n «dilenler arasında Mevlânâ Abdülkâdir.
Nahifi, V elîyüddm oğlu Ahmed l3a*a’y» zikredebilir i-*.
II. OSMANLI SARAY KÜLTÜRÜNÜN GELİŞMESİ
VE OSMANLI DİVAN ŞÜAKÂSI

Konya Selçuklu sultanları, bütün Yakın-Doğu sarayları


gibi, seçkin şâirleri himayede geri kalmamışlardır. Sel­
çuklu devletinde resmî dil Farsça idi; fakat sarayda dahi
Türkçe konuşulduğu anlaşılıyor. 13. yy. sonlarında Sel­
çuklu Sultam III. Alâeddîn (1297-1302?) Horasanlı Hoca
Dehhânî’den (XIII yy. ikinci yarısı) Farsça bir Selçuklu
Şehnamesi yazmasını istemiştir, fakat aynı zamanda
Dehhâni’nin sultana Türkçe kasideler sunduğunu da
biliyoruz.16
15. yüzyılda Islâm dünyasında, Orta Asya ve İran’da,
Timurîlerin temsil ettiği yüksek ilim ve sanat
rönesansı.17 Osmaniı’lara örnek olmuştur. Orta Asya’da
Timurlular döneminde ortaya çıkan göz kamaştırıcı me-
denî gelişme, sanat kollarında erişilen eşsiz yaratıcılık
ve mükemmellik tarihçileri bu dönemi İtalyan Rönesansı
ile kıyaslamaya götürmüştür. Subtelny, bunun teme­

>« Dehhânfmn t. Alâeddîn (1220-123?) döneminde Anadolu’ya geldiği


tezi için bak. H. İlaydın, “Anadolu’da klasik Türk Şiirinin Başlangıcı”.
Türk Dili. 277 (Ekim 1974), 765-775.
Şimdi bak. J. Rogers, "Cencralization and Timurid Creativitiy”,
Orienco Modemo, N.S. XV (LJOCVP. 535-560.
Halil İnalcık 19

linde, o zamanda zengin patronların yükselmiş olması


olgusunu görür.>8 Bu patronların başında, bir Uygur
bahşı ailesinden gelen Ali Şir Nevâyî gelmektedir.
Nevâyî [kendisi Hüseyin Baykara’mn musahibi
(mukarrebi) olmuş] bir bürokrat sıfatıyla Divan-i Aiâ
emirleri arasına alınmış, daha önce ailesine ve kendisine
soyurgal olarak tam muafiyetle yapılan zengin toprak
bağışlarıyla elde ettiği muazzam serveti bilim, edebiyat
ve mimarî eserlerini teşvik etmek ve yaptırmakta har­
camıştır.19 Onun cömertliği dillere destan idi. Klasik
İran edebiyatı ve düşüncesinin son büyük temsilcisi
Abdurrahman Câmi (1414 1492), tüm İslâm hükümdar­
larının davette yarıştıkları İslâm dünyasının Voltaire’i
idi. Fâtih Sultan Mehmed ona 5000 altın armağan gön­
dererek İstanbul’a çağırmış, II. Bayezid onu Osmanlı
ülkesine getirmek için büyük çaba harcamıştır. Bâyezid,
Câmî’ye gönderdiği mektupta (Feridun, I, 361-362) onu
“nûru’l'hak ve hakikat” ve “nakşbend*i i'tikâd” diye anı­
yordu. Câmî cevabında, “bahşîşhây-i şeh haddi na*
dârand” (Sultanın bağışlarına sınır yok) diye bildiri­
yordu. Osmanlı sultanı, Câmi'nin gönderdiği eserleri
(“külliyât-i câmi'il-kemâlât”) (belki Nafahât) aldığını
bildirerek kendisine bin flori altın gönderdi (Feridun, 1,
363). Câmî cevabında-
Câm ikucâ ‘a tây-iŞeh-iRûm azkucâ
k ’în Jûf-jgayb mvrasidaş azreh-i'umûtn
diye Osmanlı sultanının lûtfuna şükranını ifade edi­
yordu. Kuşkusuz, Osmanlı Sultam, İran ve Orta*Asya

18Bak. yukarıda not 5’de a.g.ra. Timurlular Rönesansı tanımlamasına


karşı bak. J. Aubin, “Le mecenat timouride â Chiraz", Studia
'İslamica, 8 (1957); OsmanlIlarda Soyurgal, temliknâme olup Osmanlı
patronlanmn zenginlik kaynağı da çoğu kez vakfa çevirdikleri arazi
temliklerinden geliyordu.
19Bak. Subteln/nin yukarıda not 5’de adı geçen incelemeleri! özellikle
“Socioeconomic Bases", 490*492.
20 #»ır ve Patron

ortak yüksek kültürünün en tanınmış temsilcisi Câmî’ye


gönderdiği mektup ve bağışlarla, bu kültürün bir hâmisi,
patronu olduğunu göstermek istiyordu. Nakşbendîliğin
kurucularından alçak gönüllü İranlı mutasavvuf, bu
armağanları, “bâ-anvvâS hulûs-i dervişane ’ du’â ile kar­
şılıyordu. Osmanlı'nın Fâtih Sultan Mehmed ile başla­
yan en ileri bir İslâm imparatorluğu olma iddiası sonucu
olarak, bu bölgelerden âlim, sanatçı, münşi ve şâirler
davet ediliyor ve el üstünde tutuluyordu.20 Sehî Beg’e
göre Fâtih. “Arab'dan ve Acem'den ehl-i ma’rifet adına
olan kimseleri buldurub getürdüb fevk’al-hadd ri'âyet
ettirirdi.”21 Fâtih Yeni (Topkepı) Sarayını “Arab ve Acem
ve Rum’dan mâhir mimarlar ve mühendisler getürüp”
yaptırdı.22 Kâtiplerden Lâlî, İran’da uzun zaman kalmış,
dönüşte kendisini Acem (İranlı) diye tanıtmış. Fâtih’e
musâhib olımış, gerçek ortaya çıkınca kendisine verilen
zâviyedârlık ve maaş elinden alınmıştır. Birçok Osmanlı
şâiri (meselâ Halîmî, CâmH Rûmî) İran'a gitmiş, dö­
nüşte üstad olarak karşılanmıştır.
İtalya dışı Avrupa ülkeleri Rönesans'ında İtalyan
üstadlar nasıl örnek alınmışsa, Orta-Asya ve İran şâir­
leri, özellikle Hâfiz, Sa'dî, Hakânî, Nizâmı, Nevayı ve
Camı, Osmanlı şâirleri için birer örnek ve ilham kaynağı
olmuştur.23 Başka deyimle, nasjl bir Fransız veya Alman
Rönesans’ından söz ediyorsak, İslâm dünyasında da or­
tak saray kültürü, Orta-Asya, Osmanlı ve Hint'te ken­
dine özgü bir özellik, bir üslûp orijinalliği kazanmıştır.
Bunu minyatürde belirgin biçimde görebiliriz. Fârisî

M M. Çavuşoğlu, a.g.m; H. Sohrweide, “Dichter und Gelehrten aus


den Oslen im OsreanUchen Reich". D er İslam. 46 (1970). 263-302.
** Tezkire. H eşt Bihişt, yay. G. Kut. Cambridge: Harvard Üniversitesi.
1978, 97.
“ Tursun Beg, The Hıstory ofM ehm ed the Conçueror. yay. H. İnalcık
ve R. Murphey, ChicagoMinneapolis. 1978
15 Bak. M. Çavuşoğlu. “Kanuni Devrinin sonuna kadar Anadolu’da
Nevâyi Tesiri Üzerine Notlan, A tsız Armağanı, İstanbul. 1976. 75-90
Halii İnalcık 21

edebiyatında derin bilgisi olan Velîyüddin-oğlu Ahmed


Paşa için Latifi der ki, Farsça şiirlerden aldığı manalara
"elfâz'i Rûmîden libâs ilbâs” edip “mahbûb-i Rûmî-i
‘işve sâz” göstermiştir (.Tezkire, A. Cevdet yay. 77).
Boylece, bazılarına göre Ahmed Paşa, ancak bir
"mütercinTdi. Farsça bilmeyen, gerçek şâir sayılmazdı
(Âşık Çelebi, 277b).
Tezkirelerde, Osmanlı şâirleri İranlı şâirlere kıyas
edilmiştir. Bu gibilerin, aynı zamanda Farsça şiirler
yazma gücünde oldukları, bir üstünlük nişanesi olarak
belirtilmiştir.
Herhalde, klasik Osmanlı divan edebiyatı, daima İran
klasik edebiyatıyla karşılaştırmalı olarak incelenmelidir.
Ancak böyle bir yöntemle, Osmanlı şâirlerinin ne derece
etki altında kaldıkları, ne derece orijinalliğe sahip
oldukları ortaya çıkarılabilir.24 Latifi, ( Tezkire, 230)
bunu kısmen yapmıştır; meselâ o, İranlı üstadların
etkisinde kalmayan Nihâlî’de bir “tarz ı hâss" bulmuş,
“Rûm’da değil, belkli Arab ve Acemde ve Pehlevî dilinde
bu üslûba şiir demiş kimse yok", hükmüne varmıştır.
Şunu da belirtmek gerekir ki, Fâtih döneminde İslâm
devletleri arasında birincilik iddiasında bulunan Os­
manlI devletinde,25 b a n k şâirlere karşı bir üstünlük ve
yarışma eğilimi belirmiştir, Latîfî ( Tezkire, 157) şâir
Zâtî’yi, Câmî ve Nevâyî’den üstün bulur. 15. ve 16. yy.
Osmanlı şiirinde bilinçli, bir ”tâze”, orijinal üslûp ara­
yışları görülür. Bu şâirler, Türkçe’ye özgü deyimler ve
atasözleri kullanarak orijinal bir üslup yaratma çabası
göstermişlerdir (Latîfî, 300-301). Gerçekte, konulannı
Nizâmî’nin hamsesi gibi Farsça edebiyattan seçen büyük

24 Böyle bir araştırm aya örnek olarak bak. Gönül Alpay. “Yûsuf
Em in’nin Beng ü Cagır adlı Münazarası", Türk Dili Araştırma Yıllığı-
Bel/eten. 1972,103-125
“ Bak, “M ehmed İT , (H.İ.) İslâm Ansiklopedisi (Mflli Eğitim
Bakanlığı).
22 iü ır iv Patron

OsiTinnl» şaırlori, )m/c<ı Inıııh örneklerini goljjedi' bini


kmı orijinal yapıtlıır »rtnyu koymuşlardır: hu arada
"kudcmıidan" S^yhi'rîtn //».*«*»• ti pirini. Fuaûlî'nin
U y!A i t1 Mecmiriu oft'llikle tmtlmaljdır. St>hi. Latifi ve
Aşık tOKkin'l(*riu<l(i, bu onjinn! üslûbu, daim »,
"tarz-j )ıt W , “ta rzı ımıhınV’, "tâzt-“ diye överler.
Hu vadide ilk büyük Osmanlı $âiri, kuşkusuz. 15. yy.
baçlannria ortaya çıkım "kııdctınVdıın Şeyhi'dir.2" Şeyhî
kemlisi de. jjeııçliğinde İran'a tfilmış, tasavvufta deriır
W nuşti- Onun Hıısrev <i tfıriınıu. I.nlîfl (Tezkire, 216-
2lt>) e$sı/. bir eser olarak ”u) mertebeyt* t*rıııi^ yoktur”
di.vv Över. ve Türkçe mesnevi tarzını o yaratmıştır, der.
Ancak l'V/.ûti bile. Türkçe $>‘ r üslubumla pek rahat
delildir- iter ki‘ ( Türk\v İM ’ttn. Muk.tU ıı at. tto. X. i).
A"n/nri nâgik Türk laftıyle iyen ditşvAr o h r

Mende tevfîk ol.<a bu düşvârı »sân evle rem


Bununla beraber Fu*ûlî’mn Türkçe (Türkmen-Azeri)
deyimlerini, 16. vy. İstanbul'unda "actb" bulurlar (Latif!.
265). 1350-1450 yıllarında “kudemâ”,27 Türkçe sözcük ve
deyimleri sık sık kullanmakta idiler: 1450'den sonra
Farsça, Arabca lügat ve deyişler, şiirde “jsiver elfûz” sa­
yılarak gittikçe yaygınlaşmış. bazılarınca "kudemA”nm

* A.N Tarlan, $eyhı Divânını Trt-kifc M.ÇavuçofcUı'ııa göre la.«.m.


4J) "lrankirT (iir çığırını Şeyh! açmış.
r Fiıih döneminde şâirlerin Acem karşısında kendine güvenle yeni
ı»ama oluşturduğu hıkkırıdn bak. M. Çavuşoftlıı, “Fâtih Mehmed
Drvnne kadar Osmanlı Turk Edebi MahsuiJlerinde Muhtevanın
Tekamülü". Kuböraltı Akademi Afocmûam, X I-2 (1982). 31-32. Bu
•fithk . halta üstünlük bilinci ilkin Orta Asya'da kuvvetle belirmiştir,
bak A E Bodroglıgetı", “ Klasik Orta Asya Türk Edebiyatı" Toplum sal
Tank. M Ü992 HatirsnV r>7. H Unydın. "Anadolu'du Klasik Türk
Şiirinin Batlangıct". Türk Dili. 277 (ekim 1974). 765-774; "Divan
Edebiyatı' l»Jim Ansiklopedisi (TDV), (6. F. Akun). ;iH#-428i Âşık
Çelebiye gön , (27Ha) mesnevide.' Şeyhi, kasidede Ahmed l'aşu ve
gazelde S e cili kendilerinden ünce gelenleri unutlurmuglat-dır.
Htiiti tıuılcık 23

Türkçesi “O ğuzâne ve kûhiyâne”, “garib «Haz” gibi gö­


rünm üş: "Tiirkî ta‘bîrât” köylüye ve dağ kübiklerine
Ö z r ü sayılm ıştır. Gerçek bir edebiyat tenkitçisi olan La­

tifi (Tezkire,216), buna karşı çıkarak, ber edebî «serin


kendi dönem i içinde değerlendirilmesi gerektiğini be­
lirtm iş. “bir nev-peydâ zuhur ede, meyân-i nâsda mer i
ve m ergûb olub köhneler kadr ü rağbetten düşer” , göz­
lemini yapm ıştır. Latîfi’ye göre. Fars edebiyatım taklid
eden N izâm ı-i Karamanı, özellikle Velîyüddîn oğlu
A hm ed Faşa ite divan şiirinde yeni üslûp üstün gelmeye
başlam ıştır: Ahm ed Paşa'nın divânı, “ Divân-i Hâfız ve
Câm î gibi h er ne kadar ki okunan yine ter ü tözedir",
der. I^atifî, ondnki ve Necati'deki tazeliğin, orijinalliğin,
bir bakım a Türkçedeki “durub-i emsııli” (atasözlerini)
kullanm alardan ileri geldiğini de belirtmekten geri kal­
maz. “Zira” der. “mezkure gelince sâbıku’z-zikr olanlar
şi’ri Fürs divânlarından tetebbu’ ederlerdi. Necâtî Beg'e
gelince şi’r, musel-âmiz oldu ve herkes hasb-i hâline
müte’allik anda darb-i meael buldu".

K A S İD E S U N M A V E İŞ R E T M ECLİSLERİ

Doğu edebiyatında şâirin himaye, inayet arayışı, özel bir


düzenlem e ve kalıp içinde patrona sunduğu övgü, kas/de
nev'i içinde ifadesini bulur.28 Kasideler, başta, öbür dün­
yada T a n n 'm n rızasını, Peygamberin, velilerin şefâatini.
ve bu dünyada patrimonyal siyasî güç sahiplerinin hi­
m aye ve inayetini kazanmak için yazılırdı.

28 Kaside hakkında son zamemlarde esaslı bir eser yayınlanmıştır:


Çasida Poetry in İslnmic Asîn and Africa, l Classica! Tradjtiona and
Modem Mranings, eds. S. Sperl and C Shackle, Leiden:E.J.H. BrilU.
I99ö: eserde kaside ve patronaj için bak. S.P. Stetkevych. 35-64; M
Gliiıu. 183-204. yayınlardan beni haberdar eden değerli edebiyat
tarihilerimiz Prof.Günay Kut ve Dr, Mehmet Kalpaklıya burada
tejekkürü borç bilirim.
24 Şâir ve Patron

Her biri şehzadeliğinde seçkin hocalardan “fenn-i


şiV'de yetişen, şiirleri müretteb bir divan dolduran Os-
manlı padişahları, gerçekten, iyi şiiri heyecanla takdir
edebilen yetenekli patronlardı,29 Yalnız muşâ'ara mec­
lislerinde dinleyerek değil, elden ele dolaşan şiirleri okur
ve sahibine ihsan ve atâda bulunurlardı, Sehi’nin (77b-
78a) Sa‘yı hakkında yazdığı ilginçtir: II. Bayezid onun
“bir gazelin bulub tab‘*ı şeriflerine gayet hoş gelüb bu
gazeli diyeni bulan, deyü emr" etmiş, ve kendisine
divitdârlık hizmetini vermişti. Ama kayda değer ki, S a 'y î
“bana mansıb gerekmez” diye başlangıçta bu iltifatı red­
detmiş, ancak Sultan Selim zamanında saray içoğlanla-
rına h o c a olmayı kabul etmiştir,
En büyük iltifat, padişahın musâbibi olmaktı.
Musâhib, başka bir deyişle nedim, karin, hükümdarın
arkadaşı gibi daima yanında bulundurduğu, özel yaşa­
mına ortak yaptığı, danışmanı ve sırdaşıdır. Fâtih Sul­
tan Mehmed ile musiki ilminde {ilm-i edvâr) sivrilmiş
Mevlânâ Abdülkâdir arasındaki ilişki bu bakımdan il­
ginçtir. O, Vezirazam Mahmud Paşa’nm kıskançlığım
çekecek kadar Sultan ile yakınlık peyda etmişti. İran’da
ilnri beyânda ve özellikle musikide üstad olan Nahifi
(Mevlânâ Şemseddin), Fâtih’in yanından ayırmadığı bir
musâhibi olduğu halde bir yanlış hareketi üzerine sa-
raydan atılmış, Bursa’da uzlete çekilmiş, geçimini sağ­

*» Osmanlı şiirinde patronaj konusu W.G.Andrewa,in basılmamış


doktora tezinde ayn bir bölüm halinde incelenmiştir. Andrews,
Latifi'nm ılkın dünya görüşünü (We)tanschauung) tespit edip
eleştirilerini bu çerçevede inceleme denemesinde bulunmuştur. Latifi,
Prof. Andrews’e göre (Tez, 3, 56. 103), maddi ve apirituel değerler
arasında bir denge ister ve zamanında maddiyata önem verildiğinden
yakınır. Prof. Andrevvs Osmanlı şâirinin davranış ve ölçütlerini
(Standard) tespit ile Osmanlı şiirini analiz ve değerlendirmede yeni
bir metod denemesinde bulunmuştur. Sonuçta, Osmanlı şiirinin İran
örenklerinin bir taklidinden başka bir şey olmadığı düşüncesinde olan
eski ve yeni araştırıcıları uyarmaktadır.
Hali! İnalcık 25

lamak için büyüklere Arapça, Farsça ve Türkçe kaside*


ler göndermeye başlamıştır. Selim'in musahibi âlinrşâir
Halimi Çelebi’nin yaşamı musâhibler için iyi bir örnek­
tir. İran’da ve Arabistan’da uzun yıllar bulunmuş olan
Halîmî’yi Selim; Trabzon’da vali iken “musâhebeti
ilmiyye ve mükâleme-i ma'neviye için" yanuıa getirtti, ve
saltanat tahtına geçtikten sonra da en yakın arkadaşı
gibi yanında tuttu. “Pâdişâhın mizacına girmiş, meşrebi
alışmış ve kevkebi barışmış idi. Seferde ve hazerde
hemdem ve gamküşâr ve ismen ve reBmen münâsebeti
var idi” (Latîfî, 134). Devlet büyükleri, önemli işleri onun
aracıhğıyle padişaha arz ederlerdi. Halimi, Fârisî divan
sahibi padişah için “Fârisî ve Arabi ebyât-i müşkile ve
mu'ammâdan” ne varsa kendisine çözümlerdi. Halimi,
kendi şiirlerini gizli tutmuştur.
Kanunî Süleyman ile ulemadan şâir Baki arasında da
buna benzer bir yakınlık kurulmuştur. Hayatının ilk
döneminde güçlük çeken Bâkî, Sultan Süleyman’ın ilti­
fatına eriştikten sonra onun musâhibi olmuş, en yüksek
makamlara getirilmiştir. Süleyman, iltifat ve iltimasta
ölçüyü aşıp onu şeyhülislâmlığa getirince, ulema daya­
namamış, karşı çıkmışlardır. Onu kıskananlar, nihayet
III. M urad tahta çıktığında, medrese hiyerarşisinde en
yüksek derece olan Süleymaniye müderrisliğinden
azlettirdiler.
Saray “hâs” bahçelerinde veya kasr (köşk)larda “hal­
vette” düzenlenen geleneksel işret meclisleri şâir,
mutrib, hânende gibi sanatçıların hükümdar önünde
kendilerim göstermek fırsatım elde ettikleri bir yarışma
meydanı oluştururdu. Firdevsı, Şehnâmide (1000
tarihlerinde) kadim İranlı hükümdar Hüsrev’in verdiği
işret meclislerini uzun uzun tasvir eder (N. Lugal
çevirisi; IV, İstanbul 1994, s. 194, 275*276, 299, 330, 332,
389*390). Bir zafer veya başka vesilelerle süslenmiş
saray bahçe ve kasrlannda tertib olunan bu ziyafetler.
26 Şsır w Ibtrvn

üç gün üç gect», bazen bir hafta sürer, nahiller dikilir,


mis kokulan içinde güzel çalgıcılar çalarken peri yüzlü
sakiler misafirlere yıllanmış şarap sunar . Herkes
sarhoş olur, zafer hikâyeleri dinlenir, şâirler karşılıklı en
güzel şiirlerini söyler, muşa hra ederler. FLrdevsî, böyle
bir mecliste rakibi şâirler önünde Sultan M ahm udun
takdirini kazanır. Selçuklu sultanı Alâeddın’e kaside
sunan Hoca Dehhânİ, “şâhlar-şâhı’nm çalgılı, içkili
zengin bezmler”inden söz eder.30 Yine böyle bir işret
meclisimle Anadolu Selçuklu sultanı bir kaside için şâir
Zahireddin’e beş nefer güzel kul bağışlamış. I. İzzeddîn
Keykâvûs (1210-1220) Sinop fethi üzerine düzenlenen
bir işret meclisinde nedimlere ve şâirlere in’âmlarda
bulunmuştur.31 Osmanlı kaynaklan şâirlerin çoğukez bu
gibi işret meclislerinde hükümdarın takdir ve lûtflarına
erid ik lerin i belirtirler.32 Hükümdar hizmetindekiler
arasında patrinıonyal ilişkileri pekiştiren sosyal bir
kurum olarak işret meclisleri, şölenlervv toylar Avrasya
Türk-Moğol devletlerinde hayati sosyal bir fonksiyona
sahipti. K. Jettmar'a göre33 "en ince ayrıntılarına kadar
düzenlenmiş içki âlemleri” hükümdarın şöhret ve
prestijini yükseltmek için yapılan bir çeşit âyin (ritual)
hükmünde idi. OsmanlIlarda haftalarca süren
muhteşem sûr-i hümâyûnlar (pâdişâh düğünleri) bu

•* Ibn-i Bibi. EI-£vâm iri'IÂlâiy)-e. Tıpkıbasım A.S. E m , Ankara


1956. 439-461: İlaydın, a.jjm.. 766. onun l. Alâddin (1220 1237)
döneminde geldiğini ileri sürüyor.
11 Ibn-i Bibfden Yazıcızâde. Tarih i Âl-i Selçuk. Topkapı S.K. nüshası,
Revan 1390. 78 81. 137
** Şakaik-i Nu'maniyye. 198199, şu'arâ çevreleri üzerinde bak. H.
ipekten, T ü rk Edebiyatında Edebi Muhitler. XV-XV1. Asırlar”, İ.Ü.
Edebiyat Fak. Doçentlik Tea. 1969; İ. Pala. Şiirler. Şairler ve
Meclisler. İstanbul 1997; A A Şentürk. XVI. Asra Kadar Anadolu
Sahası Mesnevilerinde Edebi Tasvirler. İstanbul 2002: C. Rıdvan.
Türk Edebiyatında Sakınâme/er re İşretnâme. Ankara 1998; N.
Atasoy. Hâsbahçe. İstanbul 2002.
** TheAn ofthe Steppes. New York, 1967. 240.
geleneğin ne kadar önem taşıdığını kanıtlıyan »taylar
olup görkemli sûrnâmeler’dtı yaşatılmak isltnıir:ı 1 Bu
işret meclislerinin, hükümdarın ve sarayın hayat imla
nasıl hayati bir yer tuttuğunu ayrıntılı tasvirlerle llıırı
Bibî'nin tarihinde görüyoruz: Alâoddîıı Keykubad’ın
işret meclisi kuruldu.... İtil şaraplarla.... ve dürlii dür!»
nakiller tnahil) birle ârâste edüp döşediler ve mutribler
hezâr destan gibi elhân-İ câıvfezay birle surûda şuru'
kıldılar ve cân ri şarâb içmeye ve barbut ve rubâb
istimâ'ına meşgul oldular” (Ynzıcızâde çevirisi. 170, sık
sık yapılan bu işret meclisleri için keza bak. a. 140-151,
117). Bir defasında sultan meclis*! işrette "ber aelıiH
imtihan heriflere (sanatkârlara) eyitti ki, yerin adını
(Kayseri ve Aksaray) ol beyitlere telfik etsun" dedi,
münşi Şemseddin’inkini çok beğendiğinden mansıbına
ilâve yaptı.
Bu işret meclisleri bazı sultanların sarayında sık sık
toplanırdı. Bütün kaynakların "gayet mertebede 'ayyaş”
olduğunda birleştikleri divan sahibi II. Murad. herhalde
böyle bir m ecliste sarhoşken şu Hayyâmâne kıtayı
dem iştir (Sehî, 95).

S â kîgetü r g etü ryin e dünkü şarâbımı


S öyle dile g etü ry in e çeng ü rebâbımı
Ben var iken gerek bana bu zevk bu safâ
B ir gün g ele k i görm iye kim se türabımı

:M Metin And ve ö . Nutku'nun konu üzerindeki önemli eserlerinden


6 0 nra son kez, Nurhan Atasoy, Surnem e-i Hümayun, İstanbul:
Koçbank 1997. Rönesans İtalya’sında B. Castiglione’nin yüksek
sosyetede etiket ve davranışları tespit eden unlu / / Cortegiand%una
muadil bir eser, Mustafa Ali'nin Mevâ'idü'n* Nefâ'ia fi Ksvâ'idiT
Mecâlis’idir (Yay. M. Şeker. Ankara: TTK, 1997). Âli bu es*rd<*. işret
meclisi (347-349). şâirler (356). toplantı kuralları (394 > vc sultanın
ba$ış yapması (391*394) hakkında izlenecek kuralları bildirir- aynen
M. Âlî, Cami'tıl-Buhûr der M ecâlis-i Sûr. Yay. A, bttektn. Ankara
1996.
28 Şâir ve Patron

Paşalar da işret meclisleri düzenlerdi. Fâtih’in fâzıl


veziri Mahmud Paşa’nın şu brâ meclisleri ünlü idi.
Fuzûlî, hâmisi olup kasîde sunduğu Bagdad valisi Üveys
Paşa için “ehl-î ‘işret"tendi der. Sâkînâme’de (677):

Beyâ sâki âb-i âtaş-mizâc


k ’ezo cüm le dard dâred ilâç
(Sâkİ, o ateş içeren şarabı getir ki, o her derde
devadır)
derken, herhalde mistik sarhoşluğu anmıyordu. Fuzûlî,
divanlarının girişlerinde böyle görkemli saray işret
meclislerini tasvir ediyor, sultanlar ve şâirlerle
paylaşamadığı bu zevklerden yoksun, kendi “külbe'i
ahzânına” sığınıyordu. Şu’arâ oldukça serbest bir yaşam
sürerlerdi (bak. Halîlî, Melihi, Gazâîî’nin yaşamı: Latifi,
254, 315, Latifi kendisi hakkında, 298). Onlar hakkında
ulemanın görüşü Abussu tid’ıın bir fetvasında
yansımıştır (Aşık Çelebi, 16a). Şâirler için şarap, sûfîler
için haşiş mubah idi (bak. Fuzûlî. Bang u Bâde).
Bir eser veya kasîde sunan yazar sahibine, patronun
inayeti türlü biçimlerde kendini gösterir. Sultan
mesleğine göre, münşi ise kâtipliğe, ulemadan ise
müderrislik, kadılık gibi bir ilmiyye mansıbına veya
vak ıf hizmetine tayin eder! asker ise timar, zeâm et veya
hâssına terakki verir. Kasîde sunan şâirlere câ'ize, çoğu
zaman gümüş akça (nadiren altın sikke) olarak ve/veya
yünlü veya ipekli hil'at verilirdi. Divan dilinde ulem a ve
şâirlere yapılan para bağışına, in âm , câ’ize, hil’ata câm e
denir. Genelde câ’ize, 1000 ilâ 3000 akça (20*60 altın)
arasında değişirdi. Bu bağışların gene) devlet
hâzinesinden çıktığı anlaşılıyor (bak. ileride İn S m
Defterleri). Hertürlü kişisel masrafı yapm ak üzere
Padişah’ın cebine verilen para, 1567-1&68 malî yılında
31 milyon 466314 akçaya varmıştı. (Bunun 30 milyonu
Mısır’dan her yıl gönderilen irsaliye 500 bin altın, 850
Halil İnalcık 29

bin akçesi hergün hâzineden verilen ceyb-i hümâyûn


harçlığı ve 616314 akçası, saray bağ ve bahçelerinden
satılan mahsul karşılığı idi),1’
İran (çoğunlukla Azerbaycan)’dan gelen Türkçe-
Farsça konuşan ve yüksek saray kültürünü temsil eden
hüner sahiplerinin Osmanlı sarayına nasıl intisâb
ettiklerine dair ayrıntılı bir anlatımı, Hünernâme yazarı
Azerî (Türkmen) Seyyid Lokman'dan öğreniyoruz.
Sultan Süleyman’ın İran seferi için Halep’te kışladığı
sırada Lokman, babasıyla beraber memleketini bırakıp
Osmanlı ülkesinde, Hasan-Keyfte tîm âreri olan amcası
yanına gelmişti.38 Oradan Halep'e gelip Şemsi Paşa’yı
buldular. Paşa, Lokman’ın babasına büyük iltifatlar
gösterdi. Kendisi seçkin bir münş! ve şâir olan Şemsi
Paşa, “tekmîl-i kemâlâta masrûf tâ'ife*i şu&râ ve bulegâ
ile ülfeti olmağla”37 Lokman’ı muşâ&ra meclisinde
Türkçe şiir söylemeye teşvik etti. Paşa, Lokman'ın
Sultan Süleyman’ı öven bir gazelini padişaha
gösterm eye lâyık buldu. Gazelinde Lokman şöyle ihsan
ister:

Çü bi'tâb oldı cûdundan zer ü sim ü gü ber şâhâ


Sarardı zer bozardı akçe odlar düşdü mercana
956/1549 baharında Sultan, Diyarbakır tarafına geçip
Elm alu Yurdu’nda dinlenirken, Şemsî Paşa gazeli kendi­
sine sundu. Padişah çok beğendi ve yüz altın câ'ize ba*
ğışladı ve Diyarbakır evkaf “zevâyid”inden maaş (“birkaç
pâre vazife”)38 bağlanmasını emretti. Bu gelir sayesinde

“ Ö.L. Barkan. “954-955 (1547-1548) Malî Yılına ait bir Osmanlı


Bütçesi". İ.Ü. İktisat Fak. M ec.. XTX-l/4. 307.
“ Seyyid Lokman. Hünernâme. 43; eser Zekeriya Eroğtu israfından
yayma hasırlanmaktadır Yüksek Lisans Tesi. Boğaziçi Üniversitesi.
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. 1998.
** Kınalr&âde Haşan Çelebi. Tezkiretu ş’ -Şuarâ. yay. İbrahim Kutluk.
1. Ankara TTK. 1978. 422.
“ Din adamlarına verilen aylıgo vazife, cihet, veya idrar denir.
30 Şâir ve Patron

genç Lokman, kendini ilim tahsiline verme imkânı


buldu. Sultan Elmalu menzilinde, şu matlaı sefere
beraberinde gelen şâirlere gönderdi:
Ahumla nâlegulgules'ın inleyen bilür
Çeng (i çegâneyı hîlesün dinleyen bilür
Şemsi, Haydar Remmâl, Hayâlı, Sehâbı, Bîdârî ve Lok­
man herbiri bir beyitle gazeli tamamladılar. Lokman’ın
beyti şudu r:
Eyyüb kıssasın dime her dinleyen bilür
'Âşık gibi belâya düşüp inleyen bilür
Nazire Sultana arz olunduktan sonra herkese payesine
göre üçbinden onbin akçaya kadar câ’ize bağışlandı. O
mecliste bulunan bazı “tacirler” neden daha fazla veril­
mediğinden söz edince, Lokman yapılan bağışın yete­
rince büyük olduğunu söyleyerek onlan susturdu. Şemsî
Paşa, Lokman’a aferin deyip kendisine ayrıca hil'at ve
câ’ize verdi. Lokman bu olayı, kendisinin padişah hizme­
tine alınmasının başlangıcı olarak anar. Sonraları
Hünernâme'de, Mısır defterdarlığına atanması isteğini,
kapalı biçimde anlatmıştır.
Şemsi Paşa gibi büyük bir münşî ve şâir olan Nişancı
Celâl'zâde Mustafa da, birçok kabiliyetli şâiri padişaha
tanıtmak ve onların refahına yardım etmekle tanınmış­
tır. Celâl-zâde. FuzûITnirı de hâmisi görünmektedir (bak.
aşağıda Şikâyetnâme üzerindeki bölüme).
Sanatçılar, patronun gözüne girmek için başkaların­
dan daha mükemmeli ortaya koyma çabasındadırlar,
böylece patronaj sanat bakımından gerçekten olumlu bir
rol oynar. Ama yukarıda belirttiğimiz gibi, bu sonuç;
ancak patronun kendisinin sanat anlayışındaki düzeye,
sanat zevkine bağlıdır. Öbür yandan patron, padişah
olsun, devlet büyüklerinden biri olsun, musâhibini se­
çerken kamuoyunun duyarlılığını daima heaaba katmak
Halil İnalcık 31

zorundadır. Osmanlı tarihinde, işler kötüye gittiğinde,


çoğu kez padişahın kendisi değil, yakınında bulunup
yaşam tarzını etkileyen, ona önemli kararlarda öğüt
veren musâhib sorumlu tutulur.-19Padişah musahibi olan
birçok şâir tanıyoruz. Musahibin yaşam tarzı, dini
inancı, devlet ve toplumun genel ahlâk ve geleneklerine
uygun değilse, dedikodu başle.r ve bundan patronun şöh­
ret ve nüfuzu zarar görür. Şu'arâ, meşâyıh, ulema veya
tecrübeli devlet adamları arasından seçilen musâhib.
özellikle sünnî mezhebine bağlı, din kuraliarına sadık
biriyse, herkesçe iyi kabûl görür. İçki içen, batini, tasav-
vufî görüşlere sahip, namaz, oruç gibi din kurallarına
önem vermeyen, yahut genel ahlâk kurallarını çiğneyen
biriyse, hem kendisini hem patronunu güç duruma dü­
şürür; patron onu huzurundan uzaklaştırır, maaşını
keser, sürer, haps veya katlini emreder. Bu hal, birçok
şâirin başına gelmiştir.
Eşcinsel olup, ömründe hiç evlenmemiş, padişah sa*
rayındaki “ mahbûb"lara bile göz dikme cüretini göster­
miş olan usta şâir Velîyiiddîn oğlu Ahmed Paşa misâli
burada anılabilir.40 Onun kendini affettirmek için padi'
şaha sunduğu ünlü kerem redifli kasidesi Fâtih'in yüre­
ğini yumuşatmış, hem de Türk edebiyatına bir şaheser
kazandırmıştır. Her “fende ve ilimde üstad”. ince bir
sanatkâr olarak tanınan şehzâde Korkud (öl. 1512).41

39 Bu genel yaklaşım, özellikle 16. y.y. sonu ve 17. yy.da devl«*ı


idaresindeki bozuklukları düzeltme için yasılan nasîhatnâme ve
lâyihalarda, Selanik!. Âlî gibi bağımsız müverrihlerde nçıkca ifade
edilmiştir. N aahâtnim e tipindeki eserlerden en tanınmışı Koçt Bey
Risalesi, yay. A.K. Aksüt. İstanbul. 1925.
40 Onun Bursa’ya sürüldükten sonra da. Bursa hamamlarından
birinde bir tellaki satın olmak için uğraştığını gösteren bir mahkeme
sicili vardır.
41 Korkud hakkında bak İ H. Uzunçttrşılı, “II. Bayezid’in okullarından
Sultan Korkud", Belleten. 120 (1966). 539-601.
32 vM>r ve Patron

yazıları “fuhşiyâf'tan ibaret Mevlânâ G a/âli’yi42 y an ın ­


dan uzaklaştırmak zorunda kalmıştır.
Fuzuli, padişahların lûtf ve sohbetine erişm iş
musâhib şâirlerin güze 1 bahçelerde geçen mutlu hayatını
renkli çizgilerle andıktan sonra teselli olarak der W “ey
dertli şâir, sultanların sohbetinde olm an bankalarının
kıskançlığından başka yarar getirme/.; şarabın neşesi
ise. öbür dünyada ebedi azab getirir; daima nedim lerle
beraber müşabehette olman ise, kendi hayal dünyandu
olmana engel olur.”4* Gözden düşme ve kötü son, birçok
Osmanlı şâirinin başına gelmiştir. II. M urad’ ın
müşabihlerinden şâir Sun'i, Öbür şâirlerin kıskançlığı
yüzünden hapse atılmış, ancak Velîyüddin’e kaside yazıp
hapisten kurtulmuştur (Sehi. 185*5). İran’da
Abdurrahmân Câmî ile arkadaşlık edip Fâtih Sultan
Mehmed’ in musâhibliğine erişmiş şâir Melihi, ayyaşlığı
yüzünden padişahın huzuruna çağırılmış ve azledilmiş;
ömrünün son günlerini yalnızlık ve nnfalet İçinde geçir­
miştir (Sehi, 189; Mecdî, Şakâ'ik Tercümeni, 232; Âşık
Çelebi. 126b). Çeşitli sebeplerden gerçek bir patron b u ­
lamayan şâirler, sanata sırt çevirmiş (Latifi gibi, bak.
Tezkire 29H, 374), ya da kendi köşesine çekilip Bağdadi)
Ruhi gibi isyanla dünyaya yuh çekm iştir:

O! fiâhib-ikudret kani insâf u m ürüvvet


Hindin 7 m eyâşâm a niçün olmaya rağbet

Çarhm ki no ua'dmda ne tahtında beka var


Uehrin k i ne hâasmda no'Ğmmda vefâ var

A'yân i cihandan kerem umma ant sanma

« Onun bir gulimı adına yandığı açık »açık Dûfi'âHlıımûnı ve liifî'ül-


Hnmûm adlı m r r On kaMinnıiftı
« F anca Divan, T " S k ıh b a l- i S a l a t i n » a r m â y r ı h a x a d ' H » l vb n a ı j ’a ı
Ş » r ib m û e ib ı asabı abad- aat v« m u s â h a b u t- ı r ıu d a m â m â n i ’ -i
h a l - * a f ı h s y A l 'U r t . "
Halil lıtnlnk

A s A r i it in o tu n e p A ıh şu h ti m - he/fde

Y /iru h br/.c h ı r u r b u lu n u l) h im m e t e d e r u u
Yuhsn g ü n ü n n r/, b ö y le / c lA k e tle w ç c r m i

Sonra umuthuzlıık içinde kâin/ita yuh gnkur

Ç ıırh 7 fe ie k in un d ın ıı v ıi n ııh m ıu ı I h n e t
K e v k e b lu r ın ın s û b it i i H uyyûrtıut h e m y u f

Onun tfihj dünyaya kiiıwn J'uzııli, Kuhı’ rıin u.u-m-1Itrini


tahm is otnıiştir. 26 yıl Safavi'lurin hjzmtttimJf- Ş j'a i
Im âm iyye mfı/.hobim: bağlı olduktun sonra. \?>'Wdı-. l»tr-
(len »Sünnî Osmanlı sultanının U'baıım durumunu gelun
Fuzuli, Kıaılbaşiık'la mücadelenin bu un kızgın yılla*
rınd«, Onmanlı ricali araKinda bir patron bulamazdı, O
Knrbulâ’y ». ‘'P^yKamlmr noyundaıı ({elen nıa/Jûm
çehidlerin kanıyla yoğrulmuş bu beyâM na’1. bu “mihnet
beşiğinde m eşakkat mıduyle benk;nmı«f"’‘ l olduğu toprağa
çekilm iş, hemşehrini Uûhi j^ibî felefr:, padişahlara isyan
ve la'net yağdırmıştır.

Feth i k işver kılınııgıı eyler miilıeyy/ı tuşken


Yüz fesâd ıı fitn e tahrikiyle bir kişver ftiır
O l dahi Anar ı finin ü istikâm etten huri
K yleyüb ne dAnu nrz i fn/.I ıı izhâr-i hiiner
.ferm uar etm ek 'udi uııımıık nedür xu lw i narih1'1
Mukatta atından birinde''

Zulm Ho akçalar ulub z/i/iın


töy/er in'/îm halk» m innet ite
C enneti ulmuk olmaz akça He
Oirm ek olmar. b ibişte rüşvet İU’tn

M /•'arı»/ Divan, 8.
Turkçf Divan. MokaUrıtıl. no Xl.H.
34 Şâir ve Patron

Veziriazama da la 'net eder:


E y vezîr-i m ülk-perver kim nizâm-) m ülk için
Intihâb etm iş cem N halkdan sultân seni
itm iş iken efd a li halk i dhân ikbâl ile
E rzel-i eh l i cehennem eyleye sübhân seni47
Sık şık güzel Türkçe 48 deyim ve atasözleri kullanarak
renkli, orijinal bir üslûp yarattığı kabûl edilen “ müh-
teri" (yaratıcı) Priştina’lı şâir Mesihî, İranlı şâirleri
üstad saymakla beraber, Osmanlı ülkesinde Acem'den
(çoğu Azerbaycan’dan) gelenlere verilen fazla itibarı ge­
reksiz bulanlardandır.
Mesih/ gökten insen sana yok y er
Yürü var g el Arab’dan ya Acem ’den
Kendisi Arapça ve Farsça şiir yazacak kadar bu dillere
egemen olup usta bir münşi sıfatıyla veziriazam Hadım
Ali Paşa'mn divan kâtipliğini yapmış, onun ölümü üze­
rine (917/1511) Yunus Paşa ve Nişancı Cafer Çelebi’ye
intisâb etmek istemiş, fakat gerçek bir patron bulamadı­
ğından darlık içinde yaşamını bitirmiştir. İhsanın azlığı
dolayısıyla Cafer Çelebi’ye şikâyetini şu beyitle dile ge*
tirmiştnv
Ben senin bendelerin deÛerine geçm iş iken
N e revâdtr bana pâ bend ola bir cüz'/ tîmâr
Patron arayışında sultanlara, II. Bayezid’e, I. Selim’e,
özellikle divan kâtiplerinin başı olan Nişancı Câfer

«Ib id .,n o . XXXV, 493.


ı: Ibid., no. XL, 495.
“ M esihi Divanı, haz. Mine Menfi. Ankara: TTK, 1995; onun
mektupları (M esihi M ünşeatı, Sûleyroaniye Küt.. Es’ad Efendi, no-
33»1) ilginçtir; Necib Asım'ıo yüzyılın başında yazdığı şu yazı da
konumuzla ilgilidir: ‘ Mesihi Dîvânı: Divânlarımızdan Tarihçe Nasıl
istifade Edilir*. TOEM, 1.300-308.
Halil İnalcık 35

Ç elebi’ye (beş kasid e, no. 6-10), defterd arlara (Ahmed


Ç elebi, Bed reddîn Bey) kasid eler sunm u şsa da, eski
y ü k se k itib arın ı kazanam am ış, F u zû lî gibi derdini
b ey itlere dökm ü ştü r (H aşan P aşa için Ş itâ ’iyyesi, 51 *54)-
Kâinât hâli sanma ehî-iirfândan ben
Âlem in Selmânı olurdum olaydın sen Zahir
M esîh î’nin şiiri, tezkire yazarların ca divan şiirinin ruhu
sa y ıla n tasannu've tahayyülü şu beyitinde b irleştirm iş­
tir:

Süsen gibi kim uzadam medhüne ben dil


Ağzım yum ar gonca gibi bülbiil-i gûya
B u güzel kasid e, tabii, patrondan ih san dileyen şu b e­
yitle sona e re r (65/35):
Olmaya im aret ebedi hâne-i kalbim
Ger lütfün ile cûdun ana olmaya bennâ
H adım A li P a şa cenk m eydanında düşünce o, cömert
h â m isi için içli güzel b ir m ersiye yazm ak vefâkârlığm ı
gösterm iştir.
III. PATRON VE KLASİK ŞİİRDE SANAT AN LA Y IŞI

Burada önemle kaydetmek gerekir ki, divan şiirinde doğal


coşku, lirizm değil, tasannu' esastır. Saray kültürüne sa­
hip hükümdarlarla devlet büyüklerine, çeşitli “fenler”in
uygulandığı sanatkârâne eser hitab eder. Bu çeşit eserler;
sembolik, zihnî incelik isteyen, tasannu1 ürünü eserlerdir.
Buna karşı halka yönelen, meselâ Karaca Oğlan’ın şiiri
gibi, realist-naturalist nitelik gösteren şiir, sanat sayıl­
maz.49 Zâti gibi “sanâyi'i şi'rîye” denilen sanatları en iyi
kullanabilen becerili şâir, en İyi şâir sayılır. Âşık Çelebi
(278a), Zâtİ'yi “muktedâ-yi şu'arâ” sayar; çünkü o şiirinde
“kelimâtı râsıh ve rasın ve zihni şi'rde muhkem ve metin­
dir; ol-kadar ma'ânİ‘-i zarife ve hayâlât-i hâssa-i ‘acibe ve
sanâyi‘*i bedriyye” toplamıştır. Rahmetli hocalarım Fuad
Köprülü ve Abdülbaki GÖlpmarlı, Fuzûlî’nin lirizmini
Överken musanna' şiirlerine o kadar önem vermezler.
Gölpınarlı, Zâtİ'yi şâir bile saymazdı. Tezkire yazarlarına
göre." Fuzûlî dâhil, divan şiirinde seçkinleşenler, tasannu'

* Yine de, hangi divan şairinin sanatlı beyti, sevgilisine gücenen


KaracaogJan’ın 9» ince doğal yakınışı kadar şiirdir-
YeşÜ-başh ördek clsam
Sular içmem gülünüzden
Halil İnalcık 37

yaparken aynı zamanda '"zarif, "‘hayâl-engiz” buluşlar


yapan şâirlerdir.
Divan şiirini inceleyen edebiyat tarihçilerimiz, bu şiir
tarzını bugünkü estetik anlayışımız ve ölçülerimizle değil,
İslâm medeniyeti çerçevesinde gelişen "sanâyi'-i şi'riye”80
açısından değerlendirmek zorundadırlar. Nasıl ki,
Doğu’nun minyatür resmini Batı’nın naturalist-realist
resim prensipleriyle inceleyip değerlendirmek anlamsız
olur.
Tezkire yazarlarına göre, asıl divan şâiri, ilnri ma'âni,
belâgat, bedî‘ ve beyân, ‘âruz, fenn-i şi’r gibi “fünûnu"
ksndine mal etmiş, şiirlerinde edebî B&n'atlan hayâl gücü
ile bağdaştırmış, yaratıcı ( mubdi) şâirlerdir. Tezkirecile-
rin belirttiği gibi, aranan şiir, edebî sanatların beceriyle
uygulandığı, “masnu1" şiirlerdir. Ama tasannıi. sırf ta-
sannu'da kalmamalı! lâtif, nâzik, zârif ve matbtf olmalı,
garâbete kaçmamalı, hayal gücüyle bulunmuş yeni bu­
luşlarla “tâze” (orijinal) olup taklid olmamalı. Latifi (292)
LâmiTnin edebî sanatlara egemenliğini över, fakat "nazın
u inşâsında renk ve ruh yoktur", der. Hayal ve tasannu'u
bağdaştıran şiire bir misâl verelim. Cem Sultan'ın:
Dilde gamzen oku var iken gam un gönderine kim
Konmağ olmaz dostum mihmân mihmân üstüne

44 Bak. S. A. Bonebakker. Materials for the History of Arsbıc Rhetorik


From the Hilyat al-Muhadara of Hatimi, Supplemento. n.4. agli
ANNALî: vol. 35 (1975), fasciedo 3. Napoli 1975: Ali Kuşçu. .-URisâla
G'l'tsti'ara, İslâm Araştırmaları Dergisi. III. 215*234: Abdalçadir al'
Juıjâni, Âsâr alBalâgha, ed. H. Ritter, İstanbul 1954; Osmanlı şiiri
üzerinde sanâyi'-i şfriyye analizi, şerhi mutun için bak. A.N. Tarlan.
F utûli Divanı Şerhi* Ankara 1985; A. Çalışkan, Fuzuli nın Su K m d tti
v b Şerhi, Ankara: 1992: T. Ûzgör. Edebiyat Bilgileri. İstanbul: 1 9 3 3 .

Divan mukaddimelerinde Fuzuli, şiir sanatlarına ait “funûn"u etrafiyle


incelediğini ögünerek anlatır. Şiirin bir ilim ve fen konusu olarak önemi
hakkında Alî Sır Nevâyfnin M ecilısü'n-N efâ'is'i(Erzurum, 1995.1-2) ile
Fuzûli’nin Türkçe ve Farsça divanları mukaddimelerini karşılaştırınız.
38 Şâir ve Patron

Burada gamze/gam kelime oyunu ve misafir üstüne m isa­


fir olm az atasözü, şiirin sunat değeri olarak algılanm akta­
dır. Atasözlerine gönderme, erken dönem Osm anlı şiirinde
aranan bir özelliktir. "Şu‘arâ-yi Rûm’da mesel söylem ek
Sâfî (Cezerî Kasım Paşa) ile başlamış, Necati Bey’de
kemâlini bulmuştur” (Latifi. 219). Velıyüddîn oğlu Ahmed
Paşa'nın şu beyti;
Çin-i zülfün m iske benzettim hatâsın bilmedim
K 'ey perişan söyledim bu yü z karasın bilmedim
Burada, Çin'den (Hatay'dan) gelen misk ile çû vi zü lf (sa­
çın kıvırcığı) ve Hatay (Çin) ile hatâ (yanlış) kelim eleri
arasında tecnis. siyah zülf ile hata yapanın yüzkarası,
saçuı ve sözün perişanlığı teşbihi ve nihayet “tecâhül-i
'a r i f sanatı bir beyitte öyle sanatkârane ve tabii ifade
edilmiştir ki. Sehî (114) tezkiresine onu şiir sanatının e ş­
siz bir örneği olarak koymuştur. Sehı’ye göre burada, ta ­
sannu1 ile hayal gücü birleşmiştir: buradaki gizli sanat,
okuyanda, bir minyatür veya bir arabeskte bulduğu
ahenkli şekil ve renklerin ve anlamların keşfi zevkini
uyandırır. Burada, içten gelen duyguların coşku ile tabii
ifadesi değil, daha ziyade ince sanat ustalığım fark etme
nazma şiir niteliği kazandırır.
Aynı sanat zevkiyle yetişmiş patronun aradığı sanat
budur: “hayâl-âmîz tasannıf'âur. Patron, Batı natüralizmi
ve realizminde olduğu gibi, doğal, açıkça ifade edilmiş
çıplak insani duygulan ve tasvirleri değil! hayal ve sem ­
bolizm, ustalık ve zarafet libası içinde gizlenmiş ince gü­
zelliği arar.
Şâir; fasih, beliğ, ve de zarif olmalıdır. Fuzûlî. Osmanlı
şâirlerini. “Rûm zurefâsı”, "zarîfân-i Türk” diye anar, O
kendisi, Farsça ve Türkçe divanlarına yazdığı m ukaddi­
melerde gençlikteki “e ş 'â r i ’âş3kâne”yi, “ciğ e rsû z gazel­
leri" nasıl bıraktığını, ‘“andelib-i şeydâ gibi sermest” likten
vazgeçip “pirâye-i ma'ârife" nasıl yöneldiğini, “c e v a h ir i
Halil İnalcık 39

‘ilm” elde etm eye nasıl çalıştığını, “ihtirâ‘-i funûn i nazm ı,


“m uhterı'ât'i masnû‘a"yı öğrenmeye nasıl çaba gösterdi­
ğini ve sonuçta, (yüksek mevkilerdeki patronların hoşuna
gidecek) “memâlik-i fünûn-i nazm u nesr”i nasıl feth etti­
ğini belirtir. Fuzûlî, Osmanlı ülkesinde alışılmış deyimler
ve atasözlerini bilemediği için özür diler. Feyz almak için
Rûm’a (Türkiye’ye) gidemedim, ama yine de Kerbelâ gibi
kutsal bir yerde oturuyorum, diye teselli bulur. M
Farsça Divan’ı mukaddimesinde “bi-dân ki şi'r nız
■ilmıst bâ'istiklâl ve nev'îst mutabar az anwâr-i kemal'':
“fann-i şi'r-râ adawât ve âlât bisyâr ast wa bı-âlat şurü'
der san'at duşwâr ast” der. Kendisi için, fenn i şi'rde
“ham ışa tabî'atam bâ rmı'ammâ vva kasıda mayi m!*
numûd” diye ekler.82 Çünki, sanâyi' i şi’r becerisi, en iyi bu
tarz şiirde gösterilebilir. Hayal ile tasannu* yaparken
“zerâ fef’i unutmamalıdır. Tezkirecilerin “kerih” (çirkin)
diye reddettikleri bir beyti Fuzûlî’de buluruz.

D ar şabiatân tam ennâ-yihatathâsil'im an


Bar s a r i har mûja katra-i zi-hûn'i cigar-ast
Kuşkusuz, mükemmel bir divan şâiri olmak için “sanâyi‘-i
eş‘âr”ı çok iyi öğrenmek gerekir. Fuzûlî’de bugün o kadar
beğendiğim iz lirik gazeller, ona göre gençlik, şeydâlık ese­
ridir; gerçek şâir, şiir sanatlarını öğrenip uygulayabilen
şâirdir. İşte burada, patronun yüksek saray kültürüne
cevap verm eye çalışan klasik şâiri, divan şâirini buluyo­
ruz. O nun mükemmel saydığı şiir, kasidedir.
Padişah ve İstanbul’daki devlet ricalinin patronajı öte­
sinde, Rum eli’de “uc” (serhad) bölgelerinde Mihail-oğul*
ları, M alkoç-oğullan gibi güçlü ve zengin akıncı beyleri,
tarikat şeyhlerini ve sûfî şâirleri himayelerine alan ikinci

51 Türkçe Divan, yay. K. Akyüz ve başkaları, Ankara: TTK , 1958, 6-7:


Farsça Divan, yay. Hasibe Mazıoğlu. Ankara TTK, 116.
M Farsça Divan, 6-9.
40 Şâir ve Patron

bir patron kategorisi oluşturmuştur. Fuzûlî'nin dostu,®*


onun gibi İmâmiye mezhebinden Abdal Hayreti, Bosna
beyine “intisâb” etmiş görünmektedir. Onun divânından:

Kü£r ile îmânı yeksan eden abdallardanız


Gâh m escide gehİ gebrin kilîsâsmdayız 54

* ‘'Man az iklim i Arab Hayreti az mulk'i Acem”


u M. ÇavuşofJu ve Ali Tanyeri, H ayreti Divanı, İstanbul, 1981;
Padişah’tan câ’ize alan ve meclis i işretten eksik almayan saray
şâirlerinin sanatına karşı sûfi şâirlerin temsil ettiği aüfî edebiyatı
üzerinde genel olarak bak. Gönü] A. Tekin. “Turkish Literatüre'1, fsia/nic
S pirituality, yay. 9. H. Nasr. 350-361.
IV. ŞU 'A R Â TEZK İRELERİN D E ŞÂİR VE PATRON

SEH Î

Patronaj ve seçkin sınıfın sanat anlayışı üzerinde en esaslı


kaynağım ız şu'arâ tezkireleridir. Osmanlılarda ilk şu‘arâ
tezkiresi (1538’de bitirilmiş) yazan olarak kabul edilen
Sehî Beg'in tezkiresi,55 Osmanlılarda patronajın hayati
önem i üzerinde ilginç ayrıntılar vermektedı Bizzat ken­
disi eserini Sultan Süleyman’a sunarak ondan “lûtf u
‘inâyet” bekleyen Sehî, patronku l ilişkisini şöyle ifade
eder (Tezkire, 81-84):

K u l olana çoğ etti Şâh himmet

•* Heşt B ihişt, Sehi Bey Tezkiresi, Tenkitli metni bir incelemeyle


yayın layan Dr. Günay Kut, Cambridge' Harvard University. Doğu
D illeri ve Edebiyatlarının Kaynakları, 5, yay. Ş . Tekin ve G. A. Tekin.
1978. Sehî, A li Ş îr Nevâyî tertibini izlemiş görünüyor. Nevâyi
M eaâüsü'n N efa'is adlı şâirler tezkiresini {M ecihsû'n Nefâyis, yay. H,
A yan ve b aşk aları, Erzurum, 1995) sekiz Meclis’e ayırmıştır. Nevâyi.
şairin h ayatı ve karakterine ait bilgi verdikten sonra eseri hakkında
değerlendirm e yapar, ardından örnekler verir. Osmanlı tezkreciJari
genelde bu yöntemi devam ettirmişlerdir. M ecâliJin incelenmesi Orta
A sya'da da patronajın ne kadar önemli olduğunu ortaya koym aktadır.
Sultan H üseyin B ahad ır Han'a ayırdığı sekizinci Meclis’e bakınız.
42 Şâir ve Patron

N’oJa etse Sehîye dahi şefkat


Günahım R’oidu bilsem dirliğiimde
Sürüldüm Kapu'dan pirliğimde
Ne var bir himmet etse yine Sultan
Koca kul Kapu’sunda olsa derbân
Dünyâ bezendi lütfün ile güldü hâss u ’âm
Ben devletinde niçün olam böyle zâr
Sultan Süleyman'a yazdığı kasidede (Tezkire, 82):

Gani eyler ’ acâsı her fakiri


Olur her bir za ‘îfin dest-giri
Kime kim bir kez etse medh ü tahsîn
Bağışlar ana hep dünyâ haracın
Patronun bizzat şâiri dinlemesi ve takdir etmesi önemli*
dır. Sehi’ye göre Sultan Süleyman şâirler için böyle bir
patrondu ( Tezkire, 86).
Sehi kitabının bitiminde (Hatime, 313) beklentilerim
tekrar dile getirir:

Sözün cebd eyle irgür Pâdişâha


Ki Sultân-i cihân sâbib'nazardır
Hüner kadrin biiüp sâhib-hünerdir
Bilür her nakd-i kalbin ol a 'yâr/n
Ona göre eder hem i'tibâruı

II. Bayezid (1481*1512) döneminde Divân i Hümâyun kâ­


tipliği yapan, sonra yaşlılıkta, Süleyman döneminde
(1520-1566) bu mevkiden uzaklaştırılan Sehi Bey, Sul-
tan'dan ve onun kudretli veziriazamı İbrahim Paşa'dan.
■"iltifat” , “şefkat", “himmet'', “ihsan", “nakd" ve Vtibâr”
beklemektedir Onun kaside yazdığı kişiler, kadıasker
Fenâri Muhyiddln Çelebi, ikinci vezir münşi Cezeri Kasım
Paşa (Safı), veziriazamlardan İbrahim Paşa. Hersek-zâde
Hali! İnalcık 4.'i

Ahm ed Paşa, Lütfi Paşa, Piri Paşa, Ferhâd Paşa ve def­


terdar İskender Çelebi’dir.
Sehî, padişahtan Överken. Fâtih Sultan Mehmed’in sa­
nat patronluğunda eşsiz yerini belirtir: “Şu’arâ zümresine
ol ettiği i‘tibârı ve ol zamanda verdiği iştihân bir pâdişâh
etm em işdir... her birine ulu dirlikler eyleyüb her gâh hu*
zûr~ı şerife getirdüb muşâ'ara ettirirdi.” Sehi'ye göre (Tez­
kire. 99), II. Bayezid “sehâvette 'adîmül-misl 6âhib*i hayr
pâdişâhdı”. "Idrîs*i Bidlİsi'yi Acem’den getûrüb ‘âli him­
metler ve ziyâde iltifatlar edüb ta yın olunan dirlikden
gayrı pâdişâhın in 'â m i hâssı ile mugtanim olub gani
olmuşdu. Bu tarikle Tevârih-i ÂJ-i Osman yazdırıb ana
inşâ ettirdi.” (İdrîs'in aldığı olağanüstü bağışlar için bak:
ilerde In‘âm Defteri).
Biliyoruz ki. Sultan ve şehzadeler, beğendikleri münşi
ve şâirleri yanlarında musâhib (nedim) olarak tutarlardı.
Ahmedi, Saf!, Şeyhi, Süleyman Çelebinin (1402*1411)1
‘Atâyî, Şemsî, II. Murad’ın (Sehi, 169)1 Veliyüddin oğlu
Ahmed Paşa, Melihi, “Aşkı, Lâlî, Fâtih Sultan Mehmed’in;
Necâtî II. Bayezid’in musâhibi olmuşlardır. Nihâni, veziri­
azam Hadım Ali Paşa’mn musâhibi idi (Tezkire, 238). Sul­
tanlar, karşılıklı şiir okunan (muşâ‘ara) şu'arâ meclisle­
rinde bir musanna‘ beyt için cömert ihsanlarda bulunur­
lardı. Fâtih Sultan Mehmed’e hoca ve musâhib olan
Mevlânâ Abdülkâdir’in biyografisi dolayısıyle (Şakâ'ik
Tercümesi, 198-199), Fâtih’in ve büyüklerin bağçelerde
“zurefâ zümresini” toplayıp musâhebet ettikleri belirtil*
miştir. Tezkirelerde münşi, müverrih, şâirlerin katıldığı
bu çeşit meclislere ait kayıtlar, bu toplantıların sanatı
teşvik kadar patronun nâm-u-şânmı yaymaktaki temel
fonksiyonunu belirtir. Cem Sultan “sâhib-i ma'rifet ve ehl-
i fazilet şu'arâ tâi’fesine ziyâde rağbet ve iltifat ederdi... ve
bu tâi’feden yanında çok kimesne olurdu... kendüsi bı-be*
del şâ’ir" idi; onun gurbette dert ortağı olan şâir ve mün­
şilerin adlarını biliyoruz: Türâbi. L ali, Haydar. Kandi.
44 Şâir ve Patron

Sultan Bayzid de "şu'arâ ve zurefâ” ile devamlı yakın iliş­


kiler içinde bulunur, onlarla, “musâhebet ve mulâzemetf’te
olurdu. Bu dönemde, yalnız Osmanlı hanedanı mensuplan
değil, veziriazamlardan çoğu “nazma kâbil ve eş'âra kâyii"
cömert patronlar olup muşâ'ara meclisleri toplarlardı.
Nedim naaıl bir kişi olmalıdır ? Bunu Y azıcrzâde Ali
Tarih-i  l‘i Selçuk ta. şöyle anlatır (Topkapı Sarayı M. Kü­
tüphane, Revan 1390, 116b) “Padişahların yârı ve nedîmi.
bile oturup duran kişiler şunun gibi kişiler gerekdir ki,
uslu ve âkil ve görünlü ve ulu-asl ve eyü-adlu ve eri pâk-
dâmen ve höş-tab1 ve şîrîn sözlü ve cihân-görmüş ve ik­
limler gezmiş ve eyü yavuz sınamış kişi ola".
Şu'ara meclislerinde herkesi hayran eden, şairlik gücü
başkalarım gölgede bırakan veya patronun özel takdirini
çeken şâir! serâmed, em bri nazm , melikü'ş-şu'arâ,
Bültânu'ş-şu'arâ gibi ünvanlarla kutlanırdı. Şu'arâ mec­
lislerine “sâde-rû mahbûb yiğitler” de katılır, sabaha ka­
dar şarap içilir, sazlar çalınır, felekten kâm alınırdı.
Şâirler de, kendi aralarında böyle meclisler tertib
ederlerdi; “Mehâfil-i rindân ve m ecâlisi ‘irfan
cemiyetlerinde (şi‘rler) okundukça ‘uşşâk-ı pü reşvâk
naralarından tâk-i ravâk-j âfâk zem zem ei enin ile
mâlâmâl olurdu” (Tezkire, 211). Sehi, patronajın fonksi­
yonlarım sayarak der ki (Tezkire,18a), onun bir “kera­
meti” de, insanı cömert yapar; "şahsi sehi eder, belki ke­
rîm dahi eder”; “nice m arn fakirin ‘âyid-i lûtfa mevsûl
olmasına eebeb olub zamirine ol 'atâ sıla olur, meddâhla-
rın ellerinde âyine-i maskûlî (cilalı ayna) olur, mâhasal-ı
kelâm pâdişâhların nedîmi ve gedâlann yâr*i kadimi,
‘ulemânın şem‘-i şeb-i mutâle'ası, sulehânın halvet*
gâhlannda âh*i seher-gâbı lem'asıdır.”

LATİFİ
Halil İnalcık 45

Edebî tenkit ve değerlendirmede eşşiz olan Kastamonulu


Latifi, ilmiyye silkine giren birçoklan gibi, medrese öğre­
timini yanda bıraktıktan sonra kâtiplik sanatlarında, inşâ
ve muhasebede uzman olmayı denedi. Aynı zamanda, bir­
birinden ayrılmayan iki edebî dalda, inşâ ve nazımda uz­
manlaştı,” Latifi, yazdığı tezkirede (ilk versiyon:
953/1546) yeri geldikçe, ustaca beyitler eklemiş, bazı şâir­
lerin beyitlerine kıt’alar yazmıştır. Sehî, onu şâirler
listesine kor. Tabii o da, akrânı gibi, bütün hayatmea
kepdine rahat ve itibarlı bir yaşam sağlayacak bir
patron/hâmî aramıştır.67 Tezkiresinin hâtimeainde, eser
yazmak ve karşılığını görmekte zamanın ona yardımcı
olmadığından, eserini takdir edecek bir patron
bulamadığından şikâyet eder, (“a'yân-i rüzgârdan
suhandân nîk-muzhir bir mu'în’ i ehl'i hüner ve mu‘âvin-i
merd-i hünerver bulunmazdı... Nazm u inşânın defteri

H M eşâ’ir üf-şu'arâ or Tezkere of .4şık Çelebi, metni bir önsözle yay.


G.M. MeredithQwarw, London: Luzac 1971.106b-107b.
15 Latin tezkiresi üzerinde yazmaların karşılaştırılmasıyla en ı-traflı
inceleme W.G. Andrews, T h e Tezkere-i Şu’arâ of Latifi as sb Sourcc for
the Critifal Evaluation of Ottoraan Poetry". Doktora Tezi. The
University o f Michigan. 1970: bu değerli çalışmayı gönderip
kullanmama isin veren yazara burada teşekkürü borç bilirim. Dr.
Andrews 49 yazma nüshayı karşılaştırıp Latifinin H. 953(l$46)"cle
yazdığı orijinaline H. 982 (l574)‘de bazı ilâveler ve değişiklikler
yaptığını, böylece yazmaların iki değişik kategoriye ayrıldığını tespit
etmiştir. Değişiklikler sadece ü6İûp hakkımından olmayıp yeni bilgiler
içermektedir (meselâ Şükrî maddesinde). Herhalde A. Cevdet. T ezkin-i
Şu'arâ, İstanbul H. 1314, baskısından sonra eserin yeru bilimsel bir
baskısı gerekir. Biz. A- Cevdet baskısını kullandık. Şu'arâ tezkireleri
hakkında genel olarak T. Banguoğlu (1930), Ş. Oktûrk. (1946). N. Çetin
(1947-1948), ve St. Fobinsen (1959) çalışmalarında LatifTye geniş yer
verilmiştir; A. Sevgi , "Latifi, Hayatı ve Eserleri, inceleme ve metin".
Gazi Üniversitesi. Doktora Tezi. 1987; ayrıca bak. H. Aynur. "Eski Tiirk
Edebiyat Tezleri Bibhografyusı". sayı 1’ 2, İstanbul. Boğaziçi
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bolümü, 1991: Türkçe şu'arâ
tezkirelerinin tenkitli yayınlarını plânlayan Erzurum Atatürk
Üniversitesinde bir grup, ilk eser olarak Ali Şir NevâyTnin Mecâlisu n-
Nefâ'is adlı eserini yayınlamıştır (Erzurum. 1995).
W fjÂir vı> 1'nimn

<liırtjlır»ü#t0'7. Jtartan dünya hıram» ve K<tot<*riıjim< kapı!


ııu|, hhdoİ vn ilim «ibi clftflurtare Hırtını ı^virmi?, “hf'rkcum
ınnhlıfıfmTkdlftfm, lYtrhnn u dinar ve mahbub ve rnutlûbu
cnbnb-i ddnyıVyi ^iıddıır tılmıi!) idi.” Hamil. hâmilimi (jı«ıl.ro-
nııjI ı<;ırı direkli v«»ıllnr, "ktımfıli tııkdlr, tjtıfkul, m iırü vvci”
kirr>W’dn kitininim?. durumda kırgınlık vt- um uUuziuk
iı;ıml‘ < İJilıfi diyw ; "ben ilahi 'nhıi u yemin ütliın ki miu
b«'fl m/,in ıı w;ı*rdon bir rnınrn* ve fıkrn di miydin ve oıjraf i
/.nııı/uıu kıiHİtJıı vh rinAlu ıltıyüp miMiııfi1 vk ıııunûsib plimin
y«miyeıı>." "Bu «ıbobdun Lahi'ııtıı kilfll v«? kinlim ‘ariz olun
bu lıuflumln rrıurıidırmın lnt/H rmıkdıır vı; na*y-i mnıjkûr
•«lıtmi’cljfn"; linyiti «itliyim 'tavr u tur/.dıı gidem edim ” ,
l/nııırıııı ki, diye ekliyor, doHt.ıtmıın innıriyİe yazdığım hıı
kıUıln, Tt>xkiırJyi, iri'an Huhilıı dtmUıır takdir edip “ vüh'iu-İ
»■lUU' i '«jjıinılori" “bıı '«bd-i zn'îfi ya'ni 'Abdiillatîf'i"
nıhnı«l.|c ımarlıır." I.nt.ıfi'nin bu Hözk-ri (Tozkirf.
imtriMinjın OHimınlı odebiyıılındıı önemini i>ir kore dahıı
oıtııyn lınyııınktııdır.
t.MİİlV devrin birbirine rukijı cıı nüfuzlu iki dtsvlüt mili­
mimi, Hnıj-dolİm'dar takımdın1(,!ıtlolıi (iil. 1fiTH) ve Vcızina
/,nııı İl ıı n Iı ii t i 1’ıısja’yn (iil. IfıîHi) rİNÛUı ve kanideler mmanık
bir ımt.nuı unımujlır, Hu ıluvlut. «dim ilim , ikini ile. ıjnir vo
bılyiııli'r*' u/.ul lıir yakınlık KtiHİ.<ırmı«k, huyluca ymıdıış ktr
»unmıık. jübrnllnrmi yııyuınk İjuhuhundn büyük ruknbot
iı;ind" itliler. Sorumdu İlımlımı, İHkrncior’ia Ulum l'unmv
inin ııltınıyı buprm ıg, l'ııkııl çuk Ko^nırılı-ıı Ulumdur Çer
U-Uı'nm yandaşları İbrııhim aleyhinde, Hitllnııııtıı koz dikti
diyırp-k lıir bikini aftıi' Htiylı-nlilur ı,ıknrnııy. onun ılıı ida­
mımı hc1im|i olmuşlardır. Helıi gibi I,alili de, lııı iki o/ı>lı
rııkıjı ıı ııı tınıı [ıı kalıtıity yürünüyor,
ibrulnrıı hnja'ıım OfiZ:!' 15WS) yâirlnrin büyük lmım»ı.
ı;ok riim«r( bir (ınlron ııldujjıımı l<alill (IIM IIKİ) uysıııı
uzadıya iininl.ii' $ükri, Yııvua Selim üzuı-imlu yn/dıyı ki­
tabı (Si'lim milini İbrahim i'ayıı uliyle K an un iye tnluliın
••Uıjji /.Minini ÎİO.IKIU ıık<;ıı ('MU ııkın) rıı'iıto ıılmı»?. l’ aı#n dıı
ffu lıl Innktk <J7

una bir yüksek tim ar in'âm da bulunm uş. Ulu veya küçük
herkese “şâhâne h im m etler ve m elikâne ‘ inayetler” eder.
"m ulük ı frnhıka gibi la’l u güh er bağışlardı.....t-rbâlı-i hu
nere rağbetler ve eh h â b i kem âle him m etler ederdi..... Hıı
tâ'ifeniıı cem 'iyyeti anın ferhunde zam anında ve mübarek
devrânında idi” .
Latifi, ilkin patronu İskender Çelebi'nin him ayesinde
K uıneli'de Belgrnd tarafında bir kâtiplik m ansıbı elde e t ­
miş, bir «ü re orada kalm ış! 950/1543 yılında İstanbul'a
Kelmiş, o sırada ün kazanan Sehi Bey'in şu'arâ tezkiresi,
Heşt Bihişt (1538'de tam am lanm ış), la t ifi ’de ve Âşık Çe-
lebi’ılc bu vadide ener yazm ak için m alzem e toplam a a r /u ­
nunu u yandırm ış! her ikisi işe koyulm uş, Âşık Ç elebin in
rivayetine inanm ak gerekirse (M eşâ'ir, 107u), hatifi onun
l.fiHnif m etodunu taklid etm eye kalkışınca, Âşık Çelebi
giieenıp oserini yarım bırakm ış ve ancak onbeş yıl sonra
tekrar ele alm ış. Latifi, Âşık Çelebi’ye gön* bunu, “yârân
lokımiHina tarım' ettiği" için yapm ış. Bu arada Latifi ese­
rini tam am lam ış, İstanbul'da ilkin bazı önem siz dinî biz-
metler karşılığı aldığı maaşla (“cihât") geçinm eye çalışır­
ken, n ihayet Kûtih Sultan M ehm ed’in zengin föyüp vakfına
m ütevelli olan şâir Yahya Bey’in v a k ıf kâtibi olm uş; sonra
azledilip sürgün yeri olan Rodos'ta Sultan ‘ İmâreti’nı* kir
tip nlmuş. Hu biyografik not, birçok şâir ve münşinin ya*
şanım ı anım satır.
Ustu bir edebî eleştirm en olan, şâirleri meslek ve ya­
şam tarzlarına güre sınıflandırır ve şiirleriyle yaşam ları
nrnsındııki bağa işaret eder.58 Şiir, inşâ ve sohbette ta­
nınm ış, seçk in ler sınıfına girenleri, şu vasıflarla b elirler
fasih, belîg, selılset ve letâfette eşsiz, zarif, hoş'tnb', nâzik,
n ım ıl-g û y (utasözü kullanan). O nda, Uîvâne Cju/.ûIİ, M eş­

* Mo.clp, Nw-Ûti Uafi-330), Nitlişi (394). (İHtfttt <2K4-2A6>. Mıhri l;ll<t


: « A M«>lllıt < 3 U 3 lr t. Niıjftncı ColANndo fcM-337).
48 Ş ü r ** Patron

rebi. Melihi gibi ehl-i dil, ehl-i zevk, derya-dü, ayyaş, der­
viş, rind tabiath olanlar, ayrı bir kategori oluştururlar.
Şâir ulemadan ise, fâzıl, kâmil sıfatları kullanılır, a n a
ulemadan Mevlânâ Hevesi, Mevlânâ Sa'y». Mevlânâ Ga-
iâ ii gibi yolundan şaşanlar yok değildir. Askeri sınıfdan
olanların, bu arada sultanların şiirlerini merdâne,
dilirâne bulur. Şiirleri nitelendirirken, mesnû', hayâl-
engiz, eaısâl'âmiz, 'âşıkane, m stbû' gibi sıfatlar kullana*
rak üslûp özelliklerim ifade eder. Mesîhi gibi yenilik geti­
ren. öîel üslûbu olanları “tarz-i hâsa" (orijinal) olarak va­
sıflandırır- Necâtî için Sehî (214), "letâfet-i şi'r ve suhânı
çok hadd'i i'câza iletmiştir" diye onun taklit edilemezliğini
hayranlıkla ifade etmiştir. (Necâtî, Sehî Beg’in patronu
idi).

ÂŞIK ÇELEBİ

 şık Çelebi (Kadı Pır Mehemmed, öl. 1572),59 kendisi şâir


v e m ünşi olup şâirler tezkiresi Meşâ ’ırü ? Şu ‘a râ yı Sultan
Süleyman’a takdim eder ve inayet bekler. Aşık Çelebİ’ye
göre bir eserin değerini, patronun değeri belirler "Medhin
kadri mem dûb sebebiledir" (34 a). Benim der, nıedh etti­
ğim kişi, çok şükür Sultân Süleyman gibi, "hâmı-i
Harameyn”dır ve ben neden bu eserle İran’da müşrik
M oğol hanlarının ihsanlan derecesinde bir ihsana nâil
olmıyayıra. Sanat ve ilim eserlerinin patronaja bağlı ol­
duğu gerçeğini. Aşık Çelebi kitabında sık sık belirtmiştir.
Abbasî halifelerinin "şu arâya verdikleri cevâyiz ı seniyye
v e erbâb-i nazma ettikleri mevâhıb-i heniyye'yi kayd ettiği
gibi (14b) büyük imamların dahi “şâire câ'İ2e verdiği"ni
işaret eder (15a).

'»Onun hakkında bak. “Âşık Çelebi", Islâm Ansiklopedisi (M EB), (Fuad


Köprü]:!;. 6Ö5-701; M eçi ir iiş-Şu ‘arâ. yayınlayan G.M. Mergedith-
Oweıu, Preface. IX XXV
Hali! İnalcık 49

Süleyman Çelebi’ye (1402-1411) kadar Osmanlı sul­


tanları zamanında gelen şâirler, onların “b a h ş i
bahşâyişleriyle m evsûf idiler, nâmlarına olan kasâyidleri
m ecm ualarda mastûrdur"(20a). İşret meclislerine düşkün
Süleyman Çelebi’nin musâhibi Ahmedı devrindeki şâirle­
rin hâmisi idi.60 II. Murad’ın şâirlere Özel iltifatı görülmüş,
maaşlı bir görevi olmayan şâirlere bu sultan ayda biner
akça verilm esini em r etmiştir: “bu ihsan ol sultanın ih-
tirâ'ıdır. O ndan sonra gelenler dahi ba'zi mustahakkîne ol
ihsân etm ekte onların isrine gittiler". Bu sultanın kendi
şiirlerini içeren bir divan da meşhurdur (21a). Yaşamı
çoğu zam an işret meclislerinde geçen II. Murad’m ayyaş­
lığı hakkında Sehî (Tezkire, 94) şunu der: “gayet merte-
bede ayyaş ve nihayet derecede höş'tab' nâzik*nihâd”idi60“
Cem Sultan (1481-1495) kaygısında olan II. Bayezid.
şâirlere ilgi göstermekte rakibiyle yarışmıştır. Aşık Çe*
lebi’ye göre, onun zamanında ulema ve ricalin çoğu şiirle
uğraşmışlar, şâirlere bol bol ihsanlarda bulunmuşlardır.
“H engânri 'atâda ol denlü zer nisâr olurdu, ulema ve
sulehâ v e ‘alaviyyun (yüksek mevkilerde oturanlar) ve
şu'arâ cüm leden müm taz oldukları cihetten onların dahi
mecüı i pâdişâhda duâ'nâm eleri ve rakanrzede-i hâmeleri
zuhûr ederdi.” ‘A dli mahlası kullanan II. Bayezid kendisi
de iyi bir şâir idi. ü . Bayezid’in ulema, ricâl ve şâirlere
dağıttığı b ağışlara ait bir in‘âm defteri arşiv belgeleri
arasında bize kadar gelmiştir.61 I. Selim devri bir dönüm
noktasıdır. O, Arap ve Acem ülkelerini feth ettiğinde,
kendisine A rap v e Acem edipleri kasideler ve cerideler
takdim etm işlerdir. Bundan. Rûm’da (Osmanlı ülkesi)

40D ûstûrnâm e'i En veri, yay. M. Halil. İstanbul 1929. 91-


Afir SüJeym an dûn ü gün soh bet ed er
A h m ed iyie dem bedem İşret ed er
Bunu belirten öteki kaynaklar için bak. H. İnalcık. FÂtib D evri
Ü zerinde T etk ik ler ve V esikalar, Ankara^ T.T.K 1954. 59.
41 Bu in &m defterleri için bkz. İleride.
50 Şâir ve Patron

kabiliyet sahipleri, gayrete gelip on lan örnek aldılar; bu


dönem de şiir sanatı görülmem iş bir gelişm e gösterdi.
“Pâdişâh dahi eh H ‘irfân ve murebbî-i zarîfân idi,
kâm illere m urâdlannca ve kabillere isti'dâdınca envâ‘-i
bahşiş ve bahşâyişle ve bâb-i lû tf ve ihsanından küşâyışîe
telakki etdi... gerçi Rumî (Anadolu’lu T ü rk) oldukları
cihetten Türkî şi're tetebbu' etdiler... üslûb-i A cem dahi
tetebbu* etdiler, bu sebebden Türkî’den Fârisî şi‘irleri
ekser ve halk içinde eşherdir” ( Âşık Çelebi, 22a).
Süleyman dönemine ait 954-955/1547-1548 tarihli bir
Varidat ve M asârifât Defteri’nde61® tasadduk ve in'âmât
listesinde tanınmış ulema, hazîne kâtipleri, fakirler vesa­
ire para bağışları 2,653,874 akçaya varm aktadır. Bu lis­
tede hiç bir şâire rastlamıyoruz. II, M urad’m mansıpsız
ediplere tayin ettiği sâîiyâne, bu dönem de kaldırılm ıştır.02
Bunu yapan Rüstem Paşa’nın, tarihe harîs ve m ürteşî biri
olarak geçmiş olmasına şaşm amalıdır (1544-1553), (Ger­
çekte, Osmanlı mâliyesi onun döneminde en zengin düze­
yine erişmiştir). O zaman şâirlere in'âmlar, ceyb -i hüm â­
yûn veya vakıf zevâyidinden verilmiş olm alı. K anunî dö­
neminde, Koca Nişancı Celâl-zâde M ustafa’ya, yalnız ka­
sideleri İçin verilen in'âm lann 45 bin altın tuttuğu söy­
lenmiştir. Âşık Çelebi (24a). Süleyman’ı O sm an lı padr
şahlan arasında hüner sahiplerine en çok ih sanda bulu­
nan bir hükümdar olarak anar: “Arab ve A cem ’in şu'arâsı

“954-955 (1547-1548) Malî Yılma ait bir Osmanlı Bütçesi”, yay. Ö L.


Barkan, İ.O. İktisat Fakültesi Mecmuası, XIX, (1957-1958), 262 265.
bak. ilende bu kaynağı inceleyen bölüm,
98 Latifi, 205; Latifi, zamanında gerçek şiir ve şâirin takdir edilmediğine
dair eserinin başında ve hatimesinde şikâyette bulunur. Bunu esas alan
Prof. Andrews bu dönemde patronajın çöküşü (breakdown) hakkında
Latifi'nin görüşüne katılır (Tez, Chapter IV). Eserini 1646’da Rüstem
Paşa sadaretinde yazan Latifi (205) şâirlere devlet patronajının ve
maaşın kalktığım vurgular. Fakat patronajın yeni bir döneme girdiği
düşüncesini biraz abartmalı buluyoni2.Daha sonraki dönemlerde inâıa
ve teşriGyye adı altında bağışlar yapıldığını biliyoruz.
Halil İnalcık 51

ve her kande behremend olan ehl-i ma'rifet ve erbâb-ı ke­


mâlin ezkiyâsı âsitânma iltica' eylediler... Kasideler gön­
derdiler... Herbiri meddâhlan zümresine dâhil ve ulufe ve
sâlyânelerine vâsıl olmak için şi'ri pişe ve m edhi sultam
endîşe edinürlerdi”; “Herkese be-resm-i isti'dâd ve ber
vaft-i târîk-i ma'hûd ve nehvi mu‘tâd mansiben ve mâlen
ve hâlen ve me’âlen iltifatlar buyurdular ve nüvâzişlere ve
sitayişlere revâ gördüler”. Bunan sonucu, ülkedeki kabili­
yetli insanlar “terakkiler edüp kimi tahsiM kâbiliyyet ve
kimi tekmiH ehliyyet etdiler... ve niceler tarbiyetlerine
mukârin oldular ve herbirine ‘avn inayetleri ile mu'âvin
oldular. Kadâ ve dirâset ve tertıb-i kifâf-i ma'îşet vazife ve
‘ulufe ve sâlyâne-i ma'rûfa ihsân ettiler... Ol pâdişâhın
fevrî ihsânı olmuştur ki, her beyt-i ‘âşıkâneye bir dinar
düşmek sad-çendân olmuştur... bizzât iltifat buyurup”
(Âşık Çelebi, 24b).

KINALI- SÂDE HAŞAN ÇELEBİ

Şâirler tezkiresini 1586’da tamamlayıp zamanın büyük


münşisi Hoca Sa’deddin Efendi’ye sunan Kınalrzâde Ha­
şan Çelebi de, patronlardan şikâyetçidir. Der ki: "Ekâbiri
zamân ve e‘âzim-i cihânun bu makûle cevâhire rağbetleri
olmayub... kuru medh ü senadan nesne hâsıl olmaz ve
beyt ü kâsidenin eti yenmez, derisi giyilmez deyü yüzüne
bakmazlar! redifi sîm ü zer olmayacak kasideyi ele al­
mazlar..., pîşkeş tezkiresin okurlar (hediye gelen parayı
saymaya mahsus tablayı getirtirler), tezkiretü’ş-şuarâ
nedür bilmezler... Garîb vâki'adur ki, erbâb-i ma'rifete
zerrece meyi ü rağbet yoğiken, her tarafdan tîri ta‘n ve
seng-ı melâmet atılmaktadur.”63

M Tezkiretü ş-Şu'arâ, yay. İbrahim Kutluk. Ankara: TTK, 1981.199-209.


52 $ iir v e P auon

MESLEKLERİNE GÖRE ŞÂİRLER

Şu'arâ tezkirelerine alman şâirleri mesleklerine göre sı­


nıflandırırsak, medresede İslâmî ilimleri “tertib ü^ere"
görmüş ulemaya karşı medrese öğrenimini yanda bırak­
mış şâirler çoğunluktadır. Bunların çoğu, devlet bürokra­
sisinde görev almayı amaçladığından şiir ve inşâya önem
vermişler, medrese tahsili kendilerine, dil ve edebiyatta
genel bilgiler sağlamıştır.04 Bürolarda üstad kâtib yanında
çıra k k alfa u sta sisteminden gelenler (Kâtib Şevki, Kâtibi.
Mesıhi. ReÛki, Kâtib Haşan, Sun'i, Cahdi, Rumi. Sihri,
Şeriri, 'Arifi, Latifi); esnaftan sanatkâr olanlar (Sahhâf
Likâyİ, alaca dokuyan Resmi, kemankeş Garibi, çakşır
diken Şeyhi, cerrah Safiyi. Canbaz Zinciri, eczacı SubutiJ;
tarikat erbabı (Ruşenİ, Hayâli. Meşrebi): hanende ve sa­
zende (Mâkâmİ, tanburcu Râ?.î, Vâeil) ve nihayet bir
timar sipahisi Hayreti, ve bir yeniçeri 'Aşkı tezkirelere
alınmıştır. Sehi, iki hatunu, Zeyneb Hatun ve Mihri Ha-
tun'u, dini ilimlerde, edvarda (musikide) ve fenn-i şi’rdt-
yetişmiş, şiirleri halk içinde ün kazanmış şâirler olarak
tezkiresine almıştır. “Sanâyı'-i şi’re” yabancı, çoğu hece
vezniyle Türkçe şiir yazan o kadar halk şâirini, tezkire
yazanlar eserlerine almamışlar, sadece divan şâirlerini
gerçekten şâir saymışlardır.
Sehî’ye, halk şâirlerinden Türkmen CemİÎİ’yi tavsiye
etmişler. Onun için Sehî, ilimden anlamaz, ama “irticalen"
şiir söyler, demektedir. Vezirlik, beylik, defterdarlık, ni­
şancılık, müderrislik, kadılık, divan kâtipliği gibi yüksek

m S e h i. te z k ir e s in d e ş â i r le r i d e v le t p r o t o k o l ıu s d a t e e p it « d ilm iş ,
h iy e r a r ş ik 'ta b a k a la r a " göre s ır a la m ış tır , ilk in s u lta n la r ve
« e h z a d e U h f t . s o n r a v u z t r r â vır ü m e r â n ı n , d a h a M o r a k e n d i s i n d e n oncu
yu^mı* k a d i m ş â i r l e r i n , k a n d i l i n i n ffftr u p t a n ı d ı ğ ı ş i i r l e r i n , v o n i h a y e t
K«rs; ♦ e i r l e n n b i y o g r a f ile r i n i s ır a y la v e r m iş tir . S e k i* ta b a k a n ın
h tr b ın n d * ılm iy y e tU s n u la n la r ^ u n lu k ta d ır ; I>u « e ş it b ir
» m fla n c fır m a y ı Cami v e N e v i y i ' r ı i n t g a m f iy le k a r ıjjJ a .
Halil İnalcık 53

mevkilerde bulunup şiir yazanlar bir yana bırakılırsa,


patronun bir şâiri ödüllendirmesi, çoğu zaman evkaftan
imaretlerde müteveililik, evkaf kâtipliği gibi bir hizmet*
atama yoluyla gerçekleşir. Cihet, idrar, râıibe terimleriyle
ifade edilen dini vazifelere ait maaş yanında, vakıl' mas­
raflarından arta kalan ziyâde (çoğulu gevâyidi den de şâ­
ire gelir tayin edilirdi (Fuzuli için böyie bir hüküm gitmiş,
0 da Şikâyetnâme ile buna karşı çıkmıştır). Zevâyid, çoğu
zaman savaş gibi olağanüstü devlet giderleri için devlet
hazinesince zaptolunurdu. 8 Şevval 896/14 Ağustos 1491
tarihinde “emr olundu ki, şimden gerü 'amâyiri selâtinin
zevâyidinden hiç bir kimseye cihet (maaş) tayin olun­
maya",85

“ T. Gokbilgin, E dim e ve Paşa Livası, ItUnbul' 1952.302.


V. FU ZÛLÎ VE PATRONAJ

Fuzûlİ’nın Enisii’hKalb adlı kasidesinde herhangi bir pat­


rona atıf yapılmadığı gözlemlenir ve Ahmed Hamdi
Taııpınar tarafından da Fuzûlfnin bir hâmî aramadığı
düşüncesi belirtilir.66 Hâkânî'nin ünlü na'tına bir nâzıre
olan Enîsü'1-KaIUA.e, Fuzûlfnin Âl-i Resûl ve Kutsal Yer­
ler CAtebât-i ‘Aliyye) için yazdığı kasidelerde, genellikle,
bir hâmî aramaması doğaldır.
Fuzûlî. imâmiyye-i isnâ-‘aşeriyye mezhebini benim se­
miş bir Safavi şâiri olarak yaşadığı dönemde (1608'1534).
Osmanlı’yı “kâfir” ve Osmanlı ülkesini “kâfiristân" diye
anmıştır.67 I534'de birdenbire bir Osmanlı tebaası duru*
muna geldikten sonra, beklediği itibarı göremeyince, onun
sultanlar ve büyüklerden yüz çevirmesi, yalnızlığa çekil*

“ M. Kalpaklı. “Nazire Geleneği Çerçevesinde Fuzuli'nin EnisüTkalbi".


Bir. a (1996). 227-234.
47 Şâh’ırı valisi İbrahim Mueullu'ya kasidesinde Osmanlı için: “ âlâyişUı
kâfir leşken" deyimi kullanır (A. Karahun, Fuzuli. Muhiti, Hayntı vc
Şahsiyeti, İstanbul, 1949, 138: Fıtıûli, Külliyat, İstanbul 1316 H.,
Ahlâk-ı AlA’i (Bulak 1248H) sahibi Kınalızâdo Alâeddiıı Ali, Fuzûlî’yı
rafızi sayar. .Safavi döneminde Kurbelâ ve yöresine Anadolu'dan birçok
Kalenderi, Mclameti, Boklâşi, Mevlevi, Kadiri, Kızılbaş Babai gruplan
gelip yerleşmiştir.
Halil İnalcık 65

mesi anlaşılır bir şeydir. Fuzûlî sultanlara intisâbdan söz


edip der ki (Farsça Divan, s. 617. Mukatta'ât no. 7):
Ba -mülk u m âl-ki hastand zâyi! u zâhib
Esâs-i bunya-i ummîd ustuvâr ma kun
E ger tû-rasthaw â-yi fazîlat bâki
Ba-'ilm gûş wa’z tahsİI-i Hm 'âvma-kun
Bununla beraber. Fuzûlı'nin uzun yaşamının (öl.
968/1561) Osmanlı döneminde. Sultan Süleyman'a, Şeh­
zade Bayezid’e, Osmanlı ricâline ve valilere yazdığı mek-
tup ve kasideler gösterir ki, o, daima bir patron/hami ara­
yışında olm uştur (Onun kasidelerinde patron; hâmî veya
velİ-ni'met, beklenen bağış ise in'âm, Jutf, kerem, cû d ke­
limeleriyle ifade edilmiştir).
Fuzûlı’nin patron arayışı açısından, burada ünlü Şikâ-
yetnâm e'sini inceleyeceğiz.**
Fuzûlî mektubunun başında, verilen bağış aslında sizin
değil, Allah'ındır demek içini Allah'ın dünya rızkını vakıf
yapıp onun tevîiye ve idaresini hükümdarlara ısmarladı­
ğım söyler, ve hak sahiplerine ne kadar rızk verileceğinin
divanda bu işe bakanlar kalemiyle belirlendiğini işaret
eder ve der ki:

Sâkin-i gû şe-i kanâ'at iken,


Başıma düştü câh sevdası
Zevk-i eh l-i tama' temennası
istedim kim uhıvv-i kadr bulam
M azh ari lût-f-iPâdişâh olam
Bilmedim kim şikeste-hâl olurum

M “Şikâyetnam e", A. Karahan’ın yayınladığı metin; Fuzuli'nin


M ektupları, İstanbul: 19 4 8 ; 66-57; onun miln$îli|i hakkında bak. N.
Ahmet, “ Fuzuli’nin Nesri” İ.Ü.Türkiyat Enstitüsü Meauniyet Tezi, 1938.
Fuzûlî hakkında bibliyografya^ M.Cumbur, “Fuîûİİ hakkında bir
Bibliyografya Denemesi", İstanbul 1956. Hayatı için kasideleri ve
m ukatt'âtı yeniden dikkatle incelemııelidir (bak. Fursça Divan, 6 11-
642),
66 Şâir w Patron

Hased ehline pâyimâJ olurum


Murada Fuzûlî, uzun zaman bir patrona tenezzül etmediği
halde bir mevkie erişme emeliyle padişaha yaklaştığını
itiraf eder, Fuzûlî, bir lûtfa ulaşmanın ancak d«vrin hü­
kümdarına varmakla mümkün olacağını kabul eder. Yiıic
o nedenle, padişaha baş vurmamak hatadır, der,
Patrimonyal bir toplumda, Fuzuli için du rum bütün
istiğna ve gururuna rağmen- başka türlü olamazdı.
Her ne kim 'âlem ana muhtaç ol andan gani

Fuzûlîhilsn-i etvâriyle olmuş kurbuna mâ’il


Budur te ’s iri alemde hem işe hıisn •i etvirın
( Türkçe Divan, s. 48, beyt 42; 9. 53, beyt 7)
"Dokuz eflâke p â y i istiğna urur iken evkafdan doku» akça
vazifeye69 kanâbt kılub ‘arz aldum ve berâtı içün dergâh-i
'âlem-penâha irsal edüb vusulüne mutarassıd oldum...
bana bir misâl-i meymûn ve berât*i hümâyûn getürdilor...
hâtır i fâtire bir mevc-i meserret sirayet etti."
(09m anh terminolojisinde dinî maaşa vazife denir: m i­
s i l ise berât ve menşur anlamındadır). Osmanlı bürokra­
tik kurallarına göre, herhangi bir tayin 'İrz ile başlar.71’
'Arz, genelde, dilek sahibine en yakın âmir tarafından
sultana sunulan tavsiye yazısıdır. Bâbîâli’de, ilgili bü ro­
larda inceleme yapıldıktan ve büro şeflerince onay veril­
dikten sonra, sonuç veziriazamın onayına sunulur. Tayin
bürolarının başında r e ’iaülküttâb bulunur. Veziriazamın
onayından {aahfii sonra, berâtı verilmek üzere nişancı
(tevk i'i) ye ffider. Berât, nişancı tarafından sultanın tuğ­
rası çekildikten sonra dilek sahibine verilir. Fuzûlî’nin “

■» Bir duka altını bu dönemde 60 akça ödiyordu Övmek, Fuzüli'nin


•ylıfcı 4.6 altın* geliyordu. O zaman 9 ekça yaklaşık bir inhanı ustasının
gündeliği idi
14 K a n a l a . H . İ n a l c ı k . ' O s m a n l ı B ü r o k r a s i s i n d e A k l f i m v e M u / ım u lÛ t” ,
Oamnnh,Araştırmalın f)ergisi, I (1980), l-M
Halil İmılcık 57

‘arz aldım” ifadesinden anlaşıldığına göre, birisi (büyük


olasılıkla Kerbela vakftlarma bakan mütevelli) emeklilik
için ‘a r /d a bulunmuştur. Fuzulî, bernt-i tekâ'üd gelince,
çok sevindiğini belirtmekten geri kalmıyor. Padişahın be­
râtını parlak kelimelerle uzun uzadıya tasvir etmesi, sul­
tana minnetini belirtmek içindir. “Zihî kilîd-i küııûzi
merâhim ü ihsan” diye adlandırdığı berâtı alıp evkaf mü­
tevellisine gider.71 îlkin, onun huzuruna çıkma imkânı
bulamaz. Israrla, nihayet huzura çıkar. Mütevelli her­
halde maiyeti ile toplantı halindedir. Onlar Fuzulî’den,
Fuzûlî onlardan pek hoşlanmazlar (her halde onun, vak­
tiyle Şah İsmail’e bağlı “râfizrierden olduğunu biliyor­
lardı). “Selâm verdim, rüşvet degüldür deyii almadılar!
hükm gösterdüm fâidesüzdür deyü mültefit olmadılar”.
“Dedüın, benüm re'âyetüm vâcib görmüşler ve bana berât-
i tekâ'üd verm işler ki. evkafdan hemîşe behre-mend olanı,
ve Pâdişâha feragatle du‘û kılam”. Toplantıda bulunanlar
cevapla dediler ki, “zevâyiddür, husûIi mümkün olmaz...
Zarûriyât'i Asitâneden ziyâde kalursa bizden Icalur mı?'.
Bir vakfda, mütevellinin hissesi, maaşlar, imaret masraf­
ları, onarım harcamaları, câbi denilen gelir tahsildarları­
nın maaşları (vazifeleri) çıktıktan sonra kalan fazlaya
ziyâde-i vakf denir. Bu ziyâde (çoğulu zevâyid) bazen bir
tüccar ortaklığında vakf için nemâlandırıhr, çoğu zaman
gazâya harcanm ak için sultanın hâzinesine alınır; yahut
türbe ve camilerde sultan veya ordu, yahut ölenlerin ruh­
ları için dua okuyan du'a gûyâris. maaş olarak tahsis edi­
lirdi. Genellikle, zevâyidden geriye para kalmaz ve bu
kaynaktan yapılan tahsisler yerine getirilemez. Herşeyden
önce, Fuzûlî’ye bu tahsisin zevâyidden verilmiş olması
yanlış bir muamele idi. Fuzûlî kendisi de, gönderilen
arzda, bu maaşın zevâyidden verilmesi hakkında bir işaret

71 Fuzulî'nin 'Atobât-i'Aliyyo mütevellisine hitabeden bir mukaıta'ı için


bak. Farsça Divan, e. 611.
58 Şâir ve Patron

olmadığını hatırlatmaktadır. Mütevelli ve yardımcıları,


Fuzûli'ye, zevâjidden maaş almanın zorluklarını açıkla­
mışlar, fakat Fuzûlî bunu, onların kötü niyetine atf etmiş­
tir. Vakıf hesaplan yerel kadının gözetimi altında muha­
sebe ve kontrol edilirdi. Osmanlı idaresinde yaygınlaşmış
rüşvetin, idarecilere levâyid’i iç etmek imkânını verdiği de
doğrudur.'2 "Nâçâr terk-i mücâdele küdum ve me'yûs ve
mahrum gûşe-i ‘uzletime çekildüm” der. “Tâli1olan ifitâtn
mekrümet" için Nişancı Celâl zâde’ye bu mektubu yazar
ve Sultan Süleyman’dan ümidi kesmez-'
Hâşe lillih kim ferigat küncünün sükkânma
Matrah■im ekr ola dergâh'ihilâfet-dest-gâh
Hâşelillâh kim kanâ'atgencinün müştakına
E jd eri bidâdola tuğrâ-yihükm7 Pâdişâh
(Burada Tuğranın acımasız bir ejdere benzetilmesi ne gü­
zel!)
Zaten, der, ilk 'arzda, zevâyidden söz edilmemiştir. De­
vamla, zevğyid demek, vakıf hademeleri maaşları, takaüt
olanlara verilecek tahsisler (râtibelezi, hayvanlara verilen
yem vb. verildikten sonra kalan demek ise, Padişah adına
verilen emir şu demeye gelir, diyor Fuzûlî “bu berât-i
şçhâvet-âyâtı verdüm ve buyurdum ki, minba’d rütbe-i
iktidânn ve pâye*i i’tibârm cemi' gedâlardan, belki
behâyimden (hayvanlardan) ve taşdan ve toprakdan” daha
aşağıdır, mertebenden haberdar olasın.” Ama, ben ken­
dimi, diyor Fuzûlî, “ekser-i erbâb-i istihkâkdan mukad­
dem'’ bilirdim. Gerçekte bunu, çekdiğim acılar ve uğradı­
ğım zararlar yüzünden yazmıyorum; sizin (Celâl-zâde)
emeğiniz boşa gitti, onun için yazıyorum. “Nidelüm, Allâh
elbette karşılığını verir” diye tevekkül eder.

Osmanlı idaresinde rüçvet için bak H. İnalcık. “Ta* CoJlection.


Embezz!em«rfH and Bnbery in Ottorn«n Fioances*. The Turkısh Studies
A&ocûtkm Bulletin. 16(1992).
Hali! İnalcık 59

Gerçi endûh u mihnetim çokdur


Hiç kim seden şikâyetim yokdıır
TâJi'ümdür bana cefâ yecüren
H er bir ânında belâ getüren
Yoksa dergâh -i Pâdişâh -i zemân
Lûtfda m enba'dürür m ürüvvetde kân
Şikâyetname, patronun lû tf ve keremine el açan her şâi­
rin, hayat trajedisini özetlemekte. Burada, asil bir inşa*
nın, büyük bir sanatkârın, dünyanın küçüklüğü karşı­
sında duyduğu hayal kırıklığı, isyan ve istihza konuşuyor.
Burada, güçlü mevkilerde oturan patronların, alçaklarda
yaşam kavgası veren ruh zengini fakirlerle bitmez tüken­
mez karşılaşması var. Öyle bir toplumda efendiden dilen­
mek zorunda kalan şâirin çaresizliği dile getirilmekte.
Şikâyetname, patronajın gerçek yüzünü, o dönemde yaşa­
yan şâir psikolojisini, en gerçekçi biçimde yansıtan bir
belgedir.
Bununla beraber Fuzûlfnin, Hz. A li için yazdığı bir
kasidede, “id r â r i mukarrer” (dinî hizmetler için verilen
kadrolu maaş) aldığı şu beyitten anlaşılıyor.

Yâ A m îr al-Mu 'minin şod muddat-ipancâh sal


K 'azcanâb'ihak ba madh-i tû Fuzulîm ulham ast
Dâyim az h ıvân i tû idrâr'i mukarrar m rburad
Rûz u şab bâçâkarân-iâsitânatham -dast-ast
Bu beyitlerden, onun elli yıldır Hz. Ali’nin N ecefteki
“âsitâne'sinde (türbesinde), onu medh etmek görevi
karşılığı maaş aldığı anlaşılıyor (Sâkinâme, Farsça Divan,
695: “M addâh-i Paygabaram”). Kendisi için meddah-i
peygamber; m edhhw ân (övgü okuyan) sözcüğünü
kullanıyor. Kuşkusuz bu görev, kutsal yerleri ziyarete
60 Ş â ir v e P a tr o n

gelen “hanlar” için “ta ü y e" ve '‘ maktel” kasideleri okum a


şeklinde idi.13
Onun, “As-Salâm ey sakin i m ih n a fs a râ y i K arbalâ"
matlaıyla başlayan ünlü Farsça kasidesi, bu tür k aside­
lerden biri olabilir. Bir yerinde der ki:

Yâ şahid-i Karbalâ kardam ba-gird-i tawf-i tû


Ragbet-i ga yri fa zâ yi gam -fazâyi Karbalâ

H arkı andar Karbalâ az dîda hûn-i di!aa-riht


Galiba âgâh na ■şod az mâcari y i Karbalâ

Karbalâ hwân-i ‘atâ-yi tûstgerdûn dam ba dam


Mirasânad bar hama 'âlâm salâ y i Karbalâ
Har k i mrâyad ba ■kadı~i sa ’y u isti'dâd-i höd
Behreimıgirad az bahr-i 'atâ-yiKarbalâ
Fuzulî’nin doğrudan tâbi olduğu kimse, " ‘A te b â fi ‘Aliyye",
yani Kerbelâ, Necef ve bölgedeki başka kutsal yerlerin71
vakıflarına bakan mütevellidir. Fuzûlî, bu vakıflardan
öm ür boyu “mukarrer râtibe”, yani sürekli tahsisat aldı­
ğını açıkça söyler (Dîvân-i Fârisi, 612):

İran'da ta d y e ve m aktel geniş bir edebi (arza vücud vermiştir. Fuzuli.


ŞPi ziyaretçiler için herhalde taziye kasideleri okumakta idi. Osmanlı
Tüfkleri gelince, onların Farisi’yi anlamadıklarım, bu nedenle Hadikatu
i'Su'adây. yazdığını söyler: ta ziye literatürü için bak Mahmud Ayoub.
Redem pıive SuBering in İslam A Study o f the Devotional A spects o f
Ashura w T^eJver Shi'ism, Berlin: Mouton 1978; M. And, M inyatürlerle
Osman// -İslam Mıto/ogyası. İstanbul: Akbank Yay. 1978. Kastamonu'da
Candaroğlu B ayead Bey adına Yûaufi 763/1361'de Abû-Mihne'den
naklen 3000 beyitli bir M akcel-i Hüseyin adlı mesnevi yazmıştır: A-S.
Erzi. "Notlar*. Belleten 49(1949.). Hille'de çafcn imâmı için yapılan (âren
ve Anadolu’dan geian n yam çiier öterinde îbn Battuta, Travels. yay
H A R . Gıbb, n . 324-2S.
Bu yerlerin aynnlıJl bir tasviri: S. Lokman, H üoernim e. Topkspı
Sarayı Kütüphanesi, bak. yukarıda not 36 ve Kaynakça.
Halil İnalcık 61

Mâ râtiba-hörân-i dar-i  i-i Rasûlim


‘Umrîst k i in râtiba dârîm mukarrar
Masdûd na-gaşta dar in râtiba bar-mâ
Z'an rûy k i hastım badin râtiba dar-hör
Fuzuli, berâtları çıkaran büronun başı olan münşi ve şâir
Nişancı Celâl-zâde Mustafa’yı 1534‘de Bağdad'da cammış
ve herhalde aralarında dostça ilişki kurulmuştu. Fu-
zûlî’nin Celâl-zâde’ye yazdığı iki kaside bize kadar gelmiş­
tir (Dîvân i Fârisî, Kaside no.49, s. 710 712 ve Türkçe Di­
van, no. 33, s. 157).75 Türkçe kasidesi, Celâl-zâde'nin ni­
şancı atanması zamanına rastlar; onu kutlama için ka­
leme alınmıştır. Celâl-zâde, Nişancı Şeydi Bey'in irakayn
Seferi sırasında vefatı üzerine bu mevkie getirilmiştir <10
Kasım 1534). 1557 yılına kadar 23 yıl kesintisiz bu ma­
kamda kalmış olan Celâl-zâde Mustafa Çelebi (Paşa
unvanı ile de anılır) en ünlü nişancılardandır.7* Kanunî
döneminin kanunlarını düzenlemede ve divan inşâ dilinin
gelişiminde kesin bir rol oynamış olan Celâl-zâde’nin bü­
yük hizmetlerini takdir eden Sultan Süleyman, onun ni­
şancılık hâslarım (300 bin akçe veya 5000 altın) emeklili­
ğinde aynen elinde bırakmıştır. Celâl-zâde emekli olduk­
tan sonra 1566’da tekrar nişancı atanmıştır (ölümü. Ekim
1567). Arapça ve Farsça dillerini İyi bilen Celâl'zâde,
resmi yazı dili olan inşâda büyük ün sahibi olduğu gibi,
tanınmış bir şâirdir Padişaha sunduğu kasidelerden aldığı
büyük bağışlar (rivayete göre 45 bin altın), patronun tak­
dirini kazananların nasıl servet sahibi olduğuna bir kanıt­
tır (Fuzûlfye çok görülen 9 akça gündelikle karşılaştır).

’* Süleyman’ın Bağdad’da uzun ikameci sırasında Fuzûli’nin büyüklere


yazdığı kasideler île sonradan gelen Osmanlı valilerine yazdığı
kasideleri ayrıca ele ahnaralc önemli bir konudur. Kadıasker Abdülkâdır
(Kadri) efendi, Mevlânâ Fuzûlfye özellikle himayede bulunmuştur.
Bak. H. Uzunçarşıh, “Celâl-zâde Mustafa ve Salib Çelebi”. BeUezen
(1958), 391-441; “Celâl-zâde Mustafa ÇdebT, (T. Gdkbilgin) istim
Ansiklopedisi (MEB). Di, 6163.
62 $sir ve Patron

(Celâl-zâde’nin müderrislik ve kadılıkta hizmet gören kar­


deşi Salih Çelebi’ıun Leylâ ve Mecnûn adlı bir manzumesi
olduğunu da burada kaydedelim).
Fuzuli, Celâl-zâde için yazdığı kutlama kasidesinde onu
göklere çıkarır (Türkçe Divan, no. XXXII/19):
Gül-i hadîka-i ikbâl Mustafa Çelebi
Kim oldu devleti kurbiyie kâmkâr kalem
ve ondan himaye ister (beyit 32, 37, 4 l):
Arayub e h ii hüner varını yetince sâna
Cibân içinde besi çekdi intizâr kalem
Sipihr-menziletâ, ol FuzûIH zârem
Kİ hâl-i zârumı yazınca aldı zâr kalem
Sen olsan kaleme i'tibâriçiin hâmî
Sana hükümet içün ola desfyâr kalem
Dıvân-i Fârisîâe, ser levhası verilmemiş olan 11 no.lu
kaside, herhalde Celâl-zâde için yazılmıştır ( bak. beyt 5,
14).
Tûyîm uharririahkim -İkârhâne-i ‘a kl
Tûyî musawwir-i aşkâl-i kârgâh-i hayâl
B â 'lu tfi tab'mansûb hıfz-ihar kânun
Bâ bu sn-isa'yi tû marbûthalH haraşkâl
ve sonra ondan lû tf ve ihsan bekler (beyt 15, 16, 34, 35)'
Tûyîk i mvbari az lavh-i dil gubâr-i alanı
Tûyî k i mî-kunî az ahl-i dard daf-i malâl

Badin sabah ki tû az Vâsitî man az Bagdâd


Man u tûyim ziya k mülk dar hakîkat-i hâl
Sâmî-yi Ahmad-i Muhtar Mustafâ Çelebi
Gul i riyâz-i bünar sa rv i bâg-icâh u celâl

Ba dast'i yâri kilk-i tû bar hama ‘Ham


Kaşîda mâyida i vus'at i navâ va navâl
Halil İnalcık 63

B u kasidede Fuzûlî, açıkça M ustafa Ç elebiyi anmıştııS


ona, bu kasid eyi b ir dostu ile göndermektedir. Bu dostu ile
birkaç y ıl beraber olduğunu, kendisinin Bağdad'da, onun
V âsıt’ta bulunduğunu 3öyler. Onun daima kendisine y a r­
dımcı v e yak ın ark ad aş olduğunu belirtir, Sonunda onun
T ürkiye'ye h arek et ettiğini söyleyerek yardım ını ister
(beyt 15-23).
Çu ham diyâr-i man u hâJ-i man tû mi- dâni
Niyâz-mand-i höd bâ-tû mîkunam irsal
Fuzûlî’nin, Celâl-zâde’nin himayesini araması doğaldır.
Onun inşâda ustalığını en iyi devrin büyük münşîsi Ni­
şancı Celâl*zâde değerlendirebilirdi.77 Şikâyetnamede
Fuzûlî, inşâ sanatında ustalığını göstermeye özenmiş ve
bu eser örnek olarak yüzyıllarca münşeatlarda istinsah
edilmiştir.

FUZÛLÎ VE SULTAN SÜLEYMAN


Öyle görünüyor ki, Süleyman Irak fethinde kutsal mezar­
ları gezerken78 (18* 23 Mart 1534) Hille’ye gitmiş ve Fu­
zûlî onu orada görmüştür.7* Fuzûlî, çeşitli eserlerinde Sul­
tan Süleyman’a hitapla onun himaye ve lûtfunu aramıştır.
Fuzulî, Leylâ ve Mecnûn dibacesinde şâir için her dö­
nemde patronajın ne kadar gerekli olduğunu şöyle vurgu­
lar:
Rahm etk ig a rîb u derdmendim
Bî-mûnis u y â r u derdmendim
Oî bir n ice bemdem -i muvafık

~7 Âşık Çelebi’ye göre (Preface, XIV) deha önce ünlü münşiler Lâmi ‘ î
Çelebive C a 'fe r Çelebi idi.
78 Sultan Süleyman'ın bu ziyaretleri için ûynntılar bak. Lokman'm
Hünarnâmd&i (yukarıda not 36); Ferdi Tarihi, yazma, Ayasofya K. 3317,
Nasuhu's-Silâhî, Beyan-i M enâzü-i S eferi Irakeyn, yay. H. Yurdaydın,
Ankara; TTK, 1976.
78 Sıdıkî’ye göre, bak. A, Karahan, Fuzuli, 69.
64 Ş iir ye Patron

Ya ’n î şu ‘arâ -yi rûz-j sabık


Tedricile geldiler cihâna
Ta’zîmile oklular revâne
Devrân olan muazzam etti
Her devr birini mükerrem etti
Her birine h is oldu bir şih
Zevk'i suhindan oldu agâh
Türk ü Arab u Acem 'de eyyam
Her şâ'ii'e vermiş idi bir kâm

Söz ge vherine nazar kılanlar


Gencine verüp giiher alanlar

Sarf eyle riayetimde eltâf


Tenhalığımı gör eyle insâf

Tutsan elini ben fakirin


Hak ola hemişe destgirin

Mustevcib i ‘izz u câh olurdum


Şâyeate-i bârgâh olurdum
Makbul düşerdim âsitâna
Manzûr-i şehinşâh-i cihâna
Var ümmdim kim hemişe irtifâ 'ikadrile
Ola ihsânun neşât-engîz-i her kalb-ihazin
O sm anlı sultanını göklere çıkarır, onun hilâfetini ve im a­
m etini özellikle belirtmeye özen gösterir
“Bizim pâdişâhım ız ki, rütbe-i saltanatı ma'nide pâye-i
h ilâfettir ve ş e r ir i hükümeti meaned-i im am ettir” (X-99)
Pâdişâh-i bahr u bar Sultan Süleyman ki hast
Dar hilafa t câ -nîşînhâyi Nabî'râ câ -nişin
B a şk a bir yerde Şâh gibi Süleym an’ın da imametini ve
veliliğ in i belirtir:
H ftlit İn a lcık 66

Pâdişâh -i bâhr u ber Sultan Süleyman*j Veli


Hâlî ondan olmuşun yâ Rab velayet tâ-ebod
O, 1634'den önce bu sözleri Iran Şahı için kullanıyordu,
fuzûli, Sultan Süleyman'a övgü dolu sözlerle lûtf u ihsan
beklentisini Hadîkatu's'Su'adâ dibace ve hâtinıeairnle da
dıie getirmiştir.

FUZÛLÎ VE ŞEHZADE BAYEZID

Kanimî'run Osmanlı tahtma hukuken vâris olan şehzade


[erinden Bayezid, çağdaşlan tarafından “fâzıl, şâir, iyi
ahlâklı, alçak-gönüJJü v b iyilik-aaver" bir şehzâde olarak
tanınıyordu. Kendisi Şahı mahlasıyla şiir yazardı. Maiye­
tinde bulunanlara karşı çok cömert olduğu biliniyordu,*"
Sancak beyliğine gönderilen Bayezid’e Fuzûli’nin yandığı
mektup, onun bir patron arayışında olduğunu açık bir
biçimde kanıtlıyan bir belgedir.81
Hasibe Mazıoğlu’nun yayınladığı bu mektup,82 Fu-
zûlî’nin Bayezid’le uzun zamandır mektuplaşmakta oldu­
ğunu göstermektedir. Fuzûlî mektupta, şehzâdenin yanına
gitmek arzusunda olduğunu belirterek diyor ki: “Vallâhu’l-
a2îm hidmet-i şerife teveccüh etmekten gayrı murâd yok.
Ammâ killet-i me'ûnetten mevâni1 çok", Hareket için
maddi yardım beklediği, "bu zindâni mihnet ve zencir-i
ihanetten istihraç ve istihlâs murâd olunur" ifadesinde
Kerbelâ’yı bırakmayı ne kadar istediği âşikâr. ‘‘adarrri
tarbîyat-i salâtîn....... wa nafrat-i sayâhat-i akâlîm" (Fârisi
Divân. 9) dolayısıyle o kendisini Kerbelâ’ya bağlamış. Di-

80 Bak Ş. T uran. Şehzâde Bay ezil Vak'm. Ankara TTK, 1961, 47.
'' Herhalde mektup, Bayezid’in Konya’ya gönderildi^ »amanıı ait
°bnabdır; karşıla: Turan. 45-46: Bayezid Amasya sanco|ına 1558'df
oskUdılmiçlir. Dakoukı'yc göre, Fuzuli 1556‘da değil. 1561 de olmuştuk
Fusuiî al-Bagdadi el la vie culturollc en lraq au XVI e aııkle". Rcnut
‘fffislorie Mnghrebine, 67-8,69-60.
Fuzuli Üzerine Makaleler, A n k ara: 1997, 167-180.
66 Şâir w Patron

yâri Rûm'a seyahat asla gerçekleşmez, şâirimiz uzlete


çekilir .kendini şiire verir:
Uzlatam şod mûcib-i meşgûl wa kasb-i hunar

FUZÛLÎ VE MUSUL SANCAK BEYİ AHMED


Fuzüli. belki bir sancak beyi hizmetine girme şansım da
düşünmüş olabilir. Musul Sancak beyi Ahmet Bey ona bir
mektupla*3 bağışlar göndermiş, duasını istemiştir. Anla­
şılan, Ahmed Bey. Kerbelâ’yı ziyaret etmiş ve Fuzûlî ile
beraber bulunmuştur. Fuzûlî, onunla beraber olmaktan
<Jiıüiâzemet) ve ayrılışından ( mubâ'adet) sö2 etmektedir.
Mektubu alan Fuzûlî, hayalinin gerçekleşmiş olduğunu
belirterek sevincini bir kaside ile dile getirmekte:
Şükrkim re'yümce devrân etdi çarh-ı devrân
Tâli' oldu feyz borcundan sa'âdet abteri

Var ümîdiim k i cem f-i bitıevâlar üstüne


Tâ-ebed m em d û d o la z ıü 'i ’u tû fe t-g ü s te r i
Ahmed bey’in mektubunun “her satrı ‘urûc-i rütbe-i ikti­
dara bir nerdibân ve her lafzı husûl-i derece-i i'tibâra bir
miijde-resân” imiş.

FUZULİ HAKKINDA TEZKİRECİLER

Şâir olarak Fuzûlî hakkında tezkirecilerin düşüncesine


gelince, Sehİ'de (945/1538) Fuzulî’den hiç söz yoktur.
Bağdad, 1534'de, Sehi’mn eserini tamamlamasından dört
yıl önce Osmanlı ülkesine katılmıştı. Latifi (953/1546).
Fazûll’yi orijinal, takat kullandığı lehçe dolayısı ile “acîb”
bulur. Âşık Çelebi (976/1569), Fuzûlî hakkında daha et­
raflı bilgi verir ve onu, kasidelerinde usta, gazellerinde
âşıkane (lirik) bir şâir olarak büyük şâirler arasında gö­
rür. Kınalrzâde ise (994/1586) onu, şiir sanatında bir

”* Bak. A. Karatan, FunûU’nin Mektupları, 62-66.


Halil İnalcık 67

üstâd, kendi zamanında ünlü, nâmdâr bir şâir olarak se­


lâmlar. Bu kayıtlar gösterir ki, FuzûlPnin Osmanlı ülke­
sinde şöhretinin yayılması için zaman geçmesi gerekmiş-
tir.
Fuzûli’yi en iyi anlıyan Âşık Çelebi’nin, onun hakkında
yazdıklarında şu noktalan tesbit ediyoruz-84
I. Fuzûlî, Irak ve Diyanbakır bölgesi halkı, yani
Türkmen (İranlı menşe’den A zerî deyimi bence doğru gö­
rünmüyor) şâirleri arasında üstâd olarak tanınmıştır.
II. Gönlü aşk ateşiyle harâb olmuş, bu yüzden kendini
yokluğa atmış, yürekten şiirler yazmış lirik bir şâirdir.
III. Sultan Süleyman Bagdad'da kaldığı zaman ona.
veziriazam İbrahim Paşa ve Kadıasker Kadiri (Kadri)
efendiye kasideler sunmuş; Kadiri efendi Padişah'a ve
İbrahim Paşa’ya onu tavsiye etmiş, kendisine din adamla­
rına verilen kaynaklardan (idrârât) geçimi için bir râtibe
(müretteb, kadrolu bir maaş) tahsis ettirmiştir.
IV. 0 zamandan beri geçimini bununla sağlar. Kendi
halinde, sanatlı şiirler yazmakla zamanını geçirir, Nazmı
sağlam, gazelleri âşıkâne, kasideleri hayal ve edebî
sanatlar bakımından güçlü olup daha ziyade kendi
dertlerini anlatır.
V. Mesnevi dalında eserleri, özellikle L eyli ve
Mecnûriu anılmaya değeri her sözü yanan pariak bir
kandil, her noktası kıvılcım saçan bir ateş parçasıdır.
Özellikle, Hz. Peygamber için yazdığı kasidesi, edebi
sanatlar ve hayal bakımından kusursuz, yüksek bir
belagat örneğidir. Hâlâ yaşıyor mu, yoksa öldü mü
bilinmiyor (Âşık Çelebi eserini 1569'da tamamlamıştır).
VI. Kerbelâ’da Sultan Süleyman adına yapılan çeşme
üzerinde 1556 tarihli kitabesi akıcı ve pariak bir eserdir.

*' Meşi'ir üfşu'arâ or Tezkere of Âşık Çelebi, ed. G, M. Meredith-


°*en#, I98b-199a.
t i8 *'<' P a tr o n

Osmanlı tezkire yazan, Leylâ w Mecıııiridan naklettiği


(Türkçe Divan. 179):
Fuzuli t'l fvniMccnûn'dan artvk der m elâm ette
Huni) münkir değil Mecnûn dahi ma 'kale kâ 'ildir
beytinde, arttık yerine Farsça efzıtn kelimesini yeğlem iş­
tir. Tezkire sahipleri, Türkçe sözcük ve tâbirleri tercih
eden Türkmen şâiri lAızûlî'nin üslubunu aeâib. kaba bul*
inaktadırlar. Kııınh-aâda Haaan Çelebi85 Tezkire'sinde,
U u fi ve Âşık Çelebiyi tekrarlamışsa da, Fuzûlî’yi, şâ 'lri
'âlrmvniş (yüksek kalitede bir şâir) olarak anar. Eserle­
rinde estetik ve retorik (üslûb-i bedi‘, belagat, fesâhal)
bakımından onu, kendine özgü (garib. ferid) bir üstad ka­
bul eder. Şiirleri "muhkem ve rasın ve nâzik ve rengin her
vâılide iktidarı var şâ'iri nânıdârdır". H aşan Ç elebi’nin
ötekilerden çok daha övgülü sözleri, Fuzûlî’nin ölümünden
sonra Osmanlı Türkiye’sinde gerçek şöhretine kavuştu­
ğuna bir kanıt sayılabilir. Özellikle, onun L eylâ ve M ec­
nûnu bütün eserlerinden ziyade üıı kazanmıştır. Sultan
Süleyman gibi ‘Atebât-i ‘Aliyye’yi ziyarete gelenler için
Türkçe yazdığı ve Türk dünyasında çok yayılm ış eseri
HadikutusSu'ıtdâsı, aslında İranlı Hüseyin Vâ'iz'den bir
tercüme ise de. Vâ'iz’in eserini belagat ve fesahatte kat
kat geçtiğini tezkim-iier kabul eder.

FUZÛLİ VE MÜNŞİLİK

Edebiyat tarihi araştırmacılarının Fuzûlî ve öteki şâ ir


lerde buldukları Osmanlı “nesri" aslında. Osm anlı bürok­
rasisine bağlı kıittâbın özel bir hazırlık ile öğrendikleri

18 faikin-rti'fŞuarâ. yay. fbrahim Kutluk. Ankara: T T K 19 S l) s. 758'


'6 2 Kınalı-zâde. 631- şâirin biyografisini içeren ve m ünşiyân* bir es(‘r
olân K ınalı-ûd e Mikirvanin yayımlanmasını İbrahim Kutluk
hazırlamış onun ölıirnü in en n e ilkin İbrahim Olgun, sunra rah m eti
İsmet Psraı&ksnoğlu yayın içini üzerlerine alm ışlardır
Haiti İnalcık (}9

resmi in şâ ' üslûbudur.8* Bu vislûp, Bağdad ve İran’da tfe-


lişmis? bir bürokrasinin yarattığı resmî üslup olup sonraki
im paratorluk rejim leri için kaçınılmaz bir örnek olm uş­
tur.87 K üttâbm resm î yazılarda kullandıkları iıı$â’ dili,
yüksek saray kültürünün bir parçası olup lugatçesi. de'
yim leri ve üslûbu bakım ından. İran, Orta Asya Tiımıri ve
Çağatay devletleri v e H indistan Timurİlerinde ortak bir
yazı diJidir. B u dil konuşulan Türkçe değildir. Konuşulan
Türkçe'yi, halk için yazılan destao, hikâye ve ilmihal k i­
taplarında buluruz. Tim uriler dönemi Farsça
m üm şeâtlarda örnekleri verilen inşâ dili. OsmanlIlarda bu
örneklere göre 15. yüzyıl ilk yarısında meydana gelmiş.**
Fatih dönem inde Şiraz'dan Osmanlı ülkesine göçen
Cflzerî K asım P aşa (mahlası Sâfî) ve Ca ‘fer Çelebi tara­
fından geliştirilm iş89 ve Nişancı Celâl-zâde Mustafa tara­
fından klasik şekline ulaşmıştır. Fuzûlî. Türkçe nesir ya
ularım bu üsJüpta yazm ıştır. Kendisi bu inşâ üslûbunu
öğrendiğini v e başkalarının onun ‘"m ünşeat'ından l’eyz
aldıklarım vurgulam ıştır (Türkçe Divan. 5). Bununla be*

* Orta-Doğu'da genel inşa dilinin gelişimi için kısa ve özlü bir analizi.
H. R. Roemer Staatschr& ben d er Timurıtienzi'it. VViesboden Aâ2.
N ev var Ahmet. “Fuzuli'nin N esn'. Mezuniyet Tezi. Türkiyat
Enstitüsü. 1938, no. 104.
* Osmanlı resmi divan dilinin oluşumu konusunda sistemli bir «.alışma
yapılmamıştır. MenâhicüTİnşâ, bu bakımdan ilk önemli kaynak olup Ş.
Tekin tarafından yayınlanmıştır Menâfııcıı ‘i loşa. The BariieiC
O ttotaao C bancerv M an u el b y Yahya bin M ehm ed el-K n tib from th t İS **
C eoıu ry. Text in facsimile v ith Inıroduction by Şinasi Tekin. Roxbury.
MA, 1971. Mustafa Özkan'ın denemeleri için bak. "OsmanlIca Nasıl bir
Dil idi?", T ürkçe K ü ltürü, İstanbul 1994. 75'80. “ Osmanhcam n D eğişim
S ü reci..." a.g.y.. 81-86. İlk büyük münşi. Safi mahlası taşıyan U
Bayezid döneminde ikind vezirliğe kadar yükselmiş Çeten Kasım
Paşa'va Fâtih ölçüsü* itibâr göstermiştir. Sehfye (318-319) göre. Safi
İran'dan gelmiş v e “vilâyet-i Rum'a ûslübı inşâyı, ahkâm ve mûkattbâtı
evvel o) göstenniş'tir. Sâfî. şâirlerdin çok cömert bir patron olmuştur.
" Bak. S*hi Beg, fie ş t B ibişt. yay- ö . Kut, Harvard Üniversıty Printing
Office. 1978, 319-320. orada yanlış olarak Sâfi yerine Vefayı, bu sonuncu
için bak. ifat/.. 321.
70 l& irveJ’atron

raber kendisi. Türkiye ve Ona Asya’da bulunup orndnkı


belagat sahiplerinin kullandıkları “fetâ’if ve dfirb-mesej-
Itri" kullanamadığı için özür diler (Tiirkçe Divan, 7-9) vo
"kâtib-i nâ-kâbil'in tenkitlerinden çekindiğini açıklar.
Biliyoruz ki. Şah İsmail'den kaçıp Osmanlı ülkesine sı­
ğınan ve Türkmen'Azerî Türkçesi konuşan Farsça inşâ
diline hakkiyle hâkim Akkoyunlu bürokratlar (bunlardan
biri, lehçesi Azeri-Türkmen lehçesi olan Idris'i BidlîptiJ
Osmanlı küttâbı arasında şevkin bir yer almışlardır. 00
II. Bayezid. İdris'den Oamanlı tarihini Farsça yazma­
sını istemiş, Türkçe tarihin yazılmasını lbn Kemâl’e ha­
vale etmiştir. Osmanlılar, Irak'ta yerleşince Fuzulî,
Rûm’a, yani Osmanlı ülkesine gidip üslûbunu geliştirmek
arzusunu ifade eder. O. bir Osmanlı münşisi olarak her*
halde küttâb sınıfına girmeyi arzulamakta ve onların ya­
rarlandıkları ayrıcalıkları elde edememiş olmaktan
üzüntü duymakta idi.
Fuzulî ister isen izdiyid-i rütbe-i faz]
D iy iri Rûm'u gözet terk-i hâk 7 Bagdâd et
Başka bir yerde:
Fuzulî eyledi âheng-i 'ayş-tıâne-i Rûm
E siri mihnet-i Bagdâd gördüğün gönlüm
Fakat hiç bir zaman bu arzusunu yerine getirememiştir.
Türkçe Divanı başında kendisini hem şâir hem naşir ola­
rak üstad görür. sözde bir hayranı ona şöyle demiş. Tanrı
'‘memâlik-i fünûn-i nazm ve near teshirin sana müyesser
etm iştir... Sen gibi etim* lisâna kâdir câm i'i iunün'i nazm
u nesr yokdur... ahâli-i 'alemden ba'zi, le‘â ln münşeat ve
mu ammâyatından feyz almışlar” der (Türkçe Divan, b. 7.
tabiî orada konuşan kişi kendisinden başkası değildir).
Fuzuli, nesir yazılarında ağır divan inşâ üslûbuna hâkim

*• Osina.'Jı kı-ttih; Oo^ı'dan g*l*rı manıpler aratında çek em «n «zlık


vardı
H .ılıl liıu ln k VI

old uğu n u fjö aterm iıjlir. N n jn rıa m ü m j ı ( V Ü ı l /.mtı-'vv nmı


d u rcliği ş i k â y o t n â ı n ı - ’ siîNİ»- o. kem im i ! m - i m i n :, ! <j||IMılı
ku n U larn aya ç u lışm ııjtır. N n aıl kı, ıiHinrlı lin in in .
A k k o yu n lu S u ltan Ynkub h m n i't m d e ıı nyrılıjı T e b n / ıle i ,
İ s t a n b u l ' a g i t m i ş t i r . î j u h v İ K İ e B a y i ü i i ı l ' e m c k ü ı l ı ı ı t n l ; ı ıl mlı
o l u n d u ğ u ü z e r e , K ö n n u k i s t e d i ğ i "h n l ın .- l .- j ı j c r i f c " lı e rh u l d *
m Ü n sjrk fitip lik h iz m e ti o lm alıd ır.
Hurşeye rağmen, Fuzuli'nin irıijjı uhIûl>uıııln vıt/ı.lı^ı ne
»ir onerlun herhalde İstanbul'du lıtkılırli' kıırn>ıh.nıyor<lu
Musul »ancnkbeyi Mımt-ıl Ik-y'u uimrterdıiii n-vjıVuwıfn*-
başına koyduğu knmdt*nin ; W S buyıf.lnri, İrinin kııı^m ^ı.-h-
zödo Bayozid hakkında Sulum Süleyman ittıalıJiıJcnı Irurı
Şahma gönderilen nâmeye ulmuııştır.*'1

»l Bak. A. Ka rahatı. Fuzuli'nin Mektuplun, ». 'i51$-2IM>« Kftn.hu!.,


bir fllUatensih ekleme»! olabıteccfcım içar«l *d«r.
V I. İN 'Â M D E F TE R İN D E H. 909-917 Y IL L A R IN D A
B A Ğ IŞ A I A N ŞÂ İR L E R İN M E N ŞE İ VE M E S L E Ğ İ63

Yazar Mesleği, Menşei

’AJa'eddin (Sehdi) terzi. sekerci (?). A »k 0. 227b. Latifi 213


Ali Celebi Müstfhcreh'mm’dan. AsıkO. 93a
Ali Sevvid Omt*r Ofrlu
Ali Knr&mâni Mehmed Pasa oâu
‘Ahmed O k b i Müderris
'Azizi sâır. Atik C. 170a
Bas iri Şâir
Baveıid Celebi Aksemieddin birader* sâdesi
Cevheri IMehraed Şiir
C«lobı)
Derviş Mchmed kitnD vazarı
DıliH Sair
Edibi Acem, sür
Fırde vs i »Air, mttnst. Sülevmanneme vazan
Hadidi flâir. tarih vimfi
HAvdar kfltio. şehzade nökeri
Idri* Bıdlifi» Mönsi
İvânİ sâtr. Asık C. 184b
Kâtibi 6Öİr. musâherehoran’dan
Ko*ft Sair
Lâîi. Mevİânâ Sair. iİmivveden. Asık C. 105a

Ui İ. Erün&a), 'T iir k Edebiyatı T arihinin Arşiv Kaynaklan I,


fi. Bay « i d devrine ait bir In'âm ât Defteri1', Tarih Enstitüsü Dergisi, X*
XI (1979 -■ 1980). 303 - 342; İ Erünaai. “K a n u n i S u lta n Sü leym an
D e v r in e a it b ir İo 'â m â t Defteri” . O sm anlt A raştırm aları. IV (1984). ) *
17.
H a iiİ İtiû k ık ?3

MilU şâir, ulema şovundan. Asık C. U lb


Mehmed Sair, Nişancı Mehmed p&saoğlu
Mehmed Celebi sair. Kadittkeroilu
Mehmed Mısır sultanının adamı
Mihrî Hatun S a ire
Muzaffer. Mevlânâ muderns, kitap vnsmıs
Müşteri şâir. kitaD veamıs
Nâtıkî Sâır
Necati. Mevlânâ sair, şehzade Mahmud nişancısı. Asık C. 130
Nisanı şehzade Mahmud nişancını
Ömer Celebi (Beg) sair. Nişancı kâtmlftnnden
Refiki sâır. Asık C. 238a
Revani siir. siuâhioelam. Asık C. 240a
Bûhİ Sâır
Sabâvî Şâir
Sâ'ilİ sair. Asık C. 148b
Sa'di. Mevlânâ sair. ilmivveden. Asık C. 156u
Sa'vi Sâır
Sitivi Sâır
Sucûdî şâir. Asık Ç. İ4Va
Sülevraan Celebi Defterdar
Sefil Sair
Şerifi Ş âir
Sehdi hak. Alâ'eddin
Şehri sair. Tevârtlvi A H Osmân vatarı
Tâli'i sftir. Şehzâde Mahmud (idamı. Asık C, 91b
Vieâlî Ş â ir
Vasfi Sâır
Zamiri. Mevlânâ ftâir ilmivveden
Mevlânâ Yarhiaârî Şâir
eVu(7)

Manisa valiliğine gönderilen Şehzade Mahmud, Cem Sub


tan gibi, ünlü şâirleri hizmetinde toplayan devrin en önde
gelen patronlarındandı. O* bazı şâirleri divan işlerinde
kullanıyordu. Bunlardan Sehî Bey, Necat!» Şevki, Sun‘î ve
TâliYyi biliyoruz (bak. Âşık Çelebi, Index). Ünlü şâir Ne­
catı de, ilkin şehzadenin tevkfilik (nişancılık) hizmetinde
idi ve zam anla musahibi oldu. Mahmud’un ölümü üzerine :
İstanbul’a gidip bir mansıp arayan Necati'ye ayda bin
akça a y l ı k bağlanmıştır.
74 Şâir ve Patron

Divân-i Hümâyûn'da veya devlet büyüklerinin diva­


nında kâtiplik hizmeti, birçok şâir için kasîde sunup onla­
rın yakınlığını, musâhibliğini elde etmek imkânı sağlamış­
tır (Necâtî misâli için bak. Aşık Çelebi, 130b).
Âşık Çelebi’nin “muktedâ-yi şu'arâ" dediği şâir Zâtî’nin
biyografisi özellikle aydınlatıcıdır (bak. Âşık Çelebi, 277a-
284a). Bir mansıbı olmıyan Zatî, şairliği temamiyle bir
geçim kaynağı yapmış bir şâirdir. Balıkesir’de çizmecilik
yaparken “şi're heves edüp” İstanbul’a gelmiş ve devrin en
gözde şâirlerinden olmuştur.
Zâtı, ilk defa 28 Temmuz 1510 tarihinde padişaha sun­
duğu bir kasîde için 2000 akça câize almış görünmektedir
(Erünsal, 332-129). Öteki şâirler gibi bir “mansıbı ve kaydı
ve eşgâl ve a‘mâli” olmadan, sırf şiir yazmak ve câize top­
lamakla geçimini sağlamış» devrin şâirleri ile birlikte olup j
kendini yetiştirmişti. Fakirdi; şiir onun tek geçim kaynağı |
olduğundan “ekâbire kasîde ve nazîre lâzım olsa, eski ka­
sîde ve gazellerinden” yararlanırdı. Geçimi için, aşağı rüt­
beden müderris ve kadılara dahi kasîde düzerdi. Kasidele­
rinin fiyatı bir altma (60 akça) kadar inmişti. Yazdığı ka­
sidelerin sayısı dörtyüze, gazelleri bin yediyüze varıyor
muş. özetle, Zâtî, yeni tipte bir şâir olup sanatı açıkça
satılık bir meta1 haline getiı-nıiş bir şâirdir ve şiir kitabı
yazıp satan ve bununla geçinmeye çalışan modern
şâir/yazar tipinin bildiğimiz en eski temsilcisidir.
HANGİ VESİLELERLE KİMLERE İN'ÂM VE SADAKA
VERİLİRDİ
I
Bayramlarda bayramlık Cîdâne, 'iydiyye) dağıtılırdı, Bir ı
şehzâde ölümü dolayısıyle mersiye, mevsim dolayısıyle
nevrûzîye, şitâiye, Pâdişah’ın bir zaferi dolayısıyle kasîde
veya tarih sunanlara keza armağan verilirdi. Bir önemli
kişiye akrabasının ölümü dolayısıyle padişah tarafından
para ve hil'attan ta‘ziye gönderilirdi. Nüfuzlu bir âlım
veya münşinin tavsiyesi ile de bağış yapılırdı. Geçimi için
HalU İnalcık 76

m u n ta zam an k a s îd e su nanlar» da biliyoruz. Bu tip bağış


için g e n eld e in'âm terim i k u llan ılır. A ym na'ma kökünden
p atron a v e li-n tm e t den diğin i d e biliyoruz. Genelde, ulema
sın ıfın d a n o la n la r a tasadduk terim i yeğlenir, Kaside,
m ersiye, t a r ih , t e l if k ita p v e y a arm ağ a n kitap ya da bizzat
y a z a n t a r a fın d a n su n u lu r, yah u t bir aracı vasıtasıyla
gö n d erilir v e a r m a ğ a n b ağ ışlan ırd ı.
P â d iş a h ’a d o ğ ru d an su n u la n la r dışında, in'âm almnk
için b ir h â m î a r a c ılığ ıy la e s e r takdim olunabilirdi.
A m a sy a lI M e v lâ n â H a sa n ’ın kızı M ihri H atun'a, hazinedar
İsm a il A g a ’m n t a v s iy e s i ü zerin e, sunduğu eser (kasîde.
divan?) iç in 3 0 0 0 a k ç a in'âm verilm iştir (Erünsal, 310*23).
Böylece in 'â m v e t a s a d d u k . hem sosyal ilişkiler h m de
ilim v e e d e b iy a tı h im a y e am açların a hizmet eden bir
ku ru m o la r a k işle m e k te idi.
Y a z ıla n e s e r le r in to p lu m d a d ağ ılm ası sorusuna gelince,
Öyle a n la ş ılıy o r k i, ş â ir v e u lem an ın eserleri, ilkin "zurefâ
m ecâlıs v e m eh â fiÜ n d e eld en ele gezer"94 veya yazar,
eserin b ir n ü s h a s ın ı ta m d ık biri aracılığıyla sultana,
b ü y ü k le re v e y a d o s t la r ın a gön d erird i. C am i v e medrese
k ü lliy e le r in in ç o ğ u n d a h a lk a açık v a k ıf kütüphaneler
b u lu n d u ğ u u n u tu lm a m a lıd ır . B öylece v a k ıf kurumu,
k ü ltü r p a t r o n a jın d a 96 a y r ı ön em li b ir yol oluşturm uştur.
Sultanlar veya öbür vâkıfların vakıf kütüphanelere
tayin ettikleri hâfız-i kütüb, vakıf malı olan bu kitapları
saklama ödevini dinî bir vazife kaygısıyla titizlikle yerine
getirirlerdi. Zaman zaman sultanlar bu değerli hâzineleri
teftiş ettirir ve möhürleriyle muhafaza altına alırlardı.
Böylece, bugün İstanbul vakıf yazma kütüphaneleri,
dünyada İslâm medeniyetinin ilim ve edebiyat ürünlerini
kapsayan en zengin koleksiyonu oluşturmuştur.

"Mecdt, Şakâ’ik-iNu'mnniyye Tercümesi İstanbul 1269 H . 12.


Krş. Suraiya Faroqht, Kuttur ımd AJItag in Ûsmnnıst'hen Reicb.
Munchen: C.H, Beck, 1995; t. Erünsal. Kütüphanecilikle İlgili
Osmanhca Metinler ve Belgeler, İstanbul 1982.
76 Şâir ve Patron

Büyüklerin patronajı dışında şâirlerin kendi aralarında


buluşmalar» da bir iletişim çevresi oluşturmakta idi.
Donemin şâirleri, firsat düştükçe, bir mecliste bir araya
gelirler, yazdıkları şiirleri okurlardı. Şehzâde Mahmud,
Necati'yi Edirne’ye babasına bir iş için göndermiş, Neeâtî
padişaha kaside sunup hil'at ve eâ’ize almıştı. Neeâtî
dönüşte İstanbul’da “şu'arâyi vakt Revânî, Ferrûhî,
Mesihi, Şem‘î ve Ahî meclisine cenVolup" aralarında bir
toplantı yapmışlardır. Şâir, seçtiği mahlas ile kişilik
sanatım koruma altına almış olurdu.
Bir şâirin başka bir şâirin mahlasını kullanması
yasaktı ve padişah bu suçu cezalandırırdı (Aşık Çelebi,
277b).
Saray dairelerinden birinde, özellikle rehine prensler,
ulema ve bey çocuklarıyle birlikte yaşıyan imtiyazlı
m ü teferrik ler arasında şâirler de (meselâ Ruhî), belli
zamanlarda in'âm alırlardı. Divân-i Hümâyûn’da kâtib
olanlar, daima inşâ, şiir, husni-hat gibi sanatlarda beceri
sahibidirler. Defterimizde bu gibiler arasında, 914 yılı
bayramlık listelerinde, Nâtıkî, Revani. Şeffî, Edibi. Basİrî
gibi yeni şâir adlan buluyoruz. 915 yılı listelerine yeni iki
isim, Mesihi ve Sinânİ’nin adları giriyor. 916 listesinde
yeni biri ‘Iyânfnin adını buluyoruz. O yıl ilk defa, Zâti ve
Kelâm ı listeye ilâve olunmuştur.
Öyle görünüyor ki, listede adların sıralanmasında bir
hiyerarşi gözönünde tutulmaktadır. 909-917 arasındaki
listelerde daima en başta zikredilen ‘Azîzî, derece itiba*
riyle en başta olmalıdır. O, benek ipeklisinden bir câme
almıştır. Adları. 'Azîzfden sonra gelen iki şâire (Mâ’ili ve
Ruhî) Bursa munakkaş ipeklisinden câme, onlardan sonra
gelen üçüne (Kâtibi, Sâ’ili ve ŞehdÖ kırmızı kemhadan
mirahûri câme. sonda gelen beş şâire (Hamdi, Sa'yi, Şehdi,
Sabâyı ve Keşfi) büri (büri, aşağı kalitede bir yünlüden
yapılm ış biVat olmalı) verilmiştir. Câmeierin yapıldığı
kum aş çeşitleri hiyerarşi için bir kanıt kabul olunabilir.
H a lil İ m l a k 77

Benek, bir notta Bursa’nın müzehheb (altınlı) kadifesi


olarak zikredilir, herhalde çok değerli bir ipekli olmalıdır.
'AzSafye 917 listesinde o kumaştan bir hil’at verilmiştir
(Erünaal, 338-163). M ir e h û r l deyimi herhalde bir dikini,
kıyafet etili gösterir. Süleymânjıâme yazarı Firdevsi'ye
917 Ş.evvâlinde bir kat "mîrâhûri ‘an kadife-i müzelıheb-i
benek-i Bursa” bağışlanmıştır (Eriinsal, 339-167). Burun
alaca kadifesi veya kırmızı kemhasından yapılan mîrâhûri
câmeler daha az değerde olmalıdır. İkinci sırada zikredi­
len Rûhi’ye ve Mesihi’ye alacadan, dördüncü sıradaki Kâ-
tibî’ye kırmızı kemhadan mîrâhûri câme verilmiştir
(Erünsal, 335-145).
Bununla beraber ‘Azîzi’nin, 916 Şevvalinde, Kııhi.
Sabâyî, Keşfi, Refiki, Basiri’den sonra altıncı sırada yer
alması kayda değer. Daha önce daimn listenin başında
gelen ve kıymetli altııılı kadifeden hil'at «lan Azizi acaba
o dönemde meliku'ş-şu‘arâ payesinde bir şâir mi idi? Be*
□ek*i Bursa ulanlar, özel biçimde ödüllendirilen kişiler
olmalıdır. Bir kitap yazan Derviş Mahmud. (no. 93),
Süleymânnânıe yazarı şâir Firdevai, (no. 48, no. 80, no.
90), ‘Azîzî gibi benek-i Bursa'dan câmeyle ödüllendiril­
mişlerdir. Daima büri alan Sa'yî ise hiyerarşide en altta
olmalı; Sa‘y fye 915 Ramazanında verilen bağış ancak 500
akçadır. Sa'yîye daima büri verilmiştir. Sa'yi. 91t»da
listeden çıkarılmıştır. Başlangıçta onun şiirini okuyup
beğenen II. Bayezid, kendisini buldurup büyük inayet­
lerde bulunmuş (Latifi, 191), sonra Sarayi Hümayunda iç-
oğlanları hocalığına yükseltmiştir.
Selçuklu inşâ örnekleri içeren bir kitapta, meliku’f -*
şn'arânm bu payeye bir sultan berâtıyla atandığı anlaşıl*
maktadır.98 Meliku’ş-şu'arâ Muhyiddin Abu’l-Fezâ il ı* bu
ayrıcalık, Özel bazı görev ve hizmetleri dolayısıyle v«r8-

ı« Osman Turan, Türkiye SeiçukJuJa/ 1 Hakkında Resmi


Ankara: TTK, 1958, a. 57, no. 21.
78 Şâir ve Patron

miştiıS Selçuklu devletinde Nizâm eddîn Ahmed,


B ahâ’eddin Kâni’î gibi şâirlerin meliku’ş-şu'arâlığa atan­
dığını biliyoruz. Selçuklularda tespit ettiğimiz m eliku’ş-
şu'arâlık görevi Osmanlılarda devam etm iştir. Bu payeden
beklenen önemli görevler, Selçuklu şâir M uhyiddîn’e ve­
rilen beratta açık bir biçimde ifade edilm iştir: iy i eğitim
görm üş sultanın musâhibliği, onun meclisinde toplanan
âlim, edîb, şâir kişiler ve devlet ricali önünde en seçkin
şâir sıfatıyla şiir ve sözleriyle herkesin takdirini toplamak,
özellikle bayramlarda ve başka merasimlerde hazır bula­
nanlar önünde şiir okumak, güzel Bözler söylem ek ve ni­
hayet sultanın devleti için du'â etm ek (bütün kasidelerde
sonda du’â yapılması en önemli bir görevdir; m üslüm anlar
için du‘â, Allah’ın rızasını sağlamak için en güçlü yardım ­
cıdır).97
Şaşılacak bir şey, şâir ‘Azîzî’yi, Latifi tezkıre'sine al*
mamıştır. Fakat Âşık Çelebi (175a! derkenar), onu “akra­
nında mümtâz" “şi'ri gayet naûciddir” diye över. ‘A zizî İs ­
tanbul’un tanınm ış güzel kadınlan hakkında bir ş e h r
engız de yazmıştır. 909-914 yıllarında ikinci sırada adı
geçen Rûhî’yi, Âşık Çelebi Tezkire’sinde “ışıkları dünyaya
yayılm ış bir güneşe" (240) benzetir; herkesin onun yanına
üşüşdüğünü, benzerleri arasında eşsiz bir durum da bu ­
lunduğunu belirtir. Ruhî, Sultanların, özellikle Y avuz Se­
lim in yakınıdır. Bir ara sarayda m atbah em inliği gibi
yüksek bir mevkie erişm iştir (öl. 930/1524). İlk sırada ge­
len şâirlerden M â’ilî (daha doğrusu M e'âlî; L atifi ve Âşık
Çelebi’de adı Me’âlî diye zikredilir) 914 M uharrem ’inde
padişaha bir kaside sunm uş ve 3000 akça ve Bursa
m unakkaş kadifesinden bir hü'atla ödüllendirilm iştir
(Erünsal, s. 320, no. 66). O, 917 Şevval listesinde

Fuzulî. Farsça Divan (Mazıoğlu yayım, s. 6) mukaddimesinde


sultanların meclislerine katılan şâirlerin seçkinliğinden, “bft-murû’at-i
selâtîn-ı hamideahlâk ve ihtilâH akâbir-i sâhib-mazâk ve sa y fi
bâgh âyi bihiçtâsar ve naçât-i şarâbhâ-yi hoşguvâr" diye söz fcder.
Haiil İnalcık 79

muşâhere-hörân, yani sarayda aylık alan grup arasında


zikredilmektedir. Revârâ, 914 yılında üçüncü sıraya kons
muştur. O, sipahi-oğlanları bölüğünde, yani Sultanın mai­
yeti askerleri arasında olup 914 Muharrem'inde sunduğu
kasîde karşılığında 3000 akça para ve ipekli bir hil'atla
ödüllendirilmiştir (Erünsal, s. 320). Şâir olarak sultanın
özel iltifatına nail olduğunu, aaray hizmetlileri (muşâhere-
hörân) arasına katıldığını defter kaydından (Erünsal, 327,
no. 102) öğreniyoruz. Latifi 1169), Revânrnin Sultan
Bayezid ve Yavuz Selim’in hizmetinde bulunduğunu, sul­
tanların meclislerine davet edildiğini ve bayramlık ve
başka in'âmlara lâyık görüldüğünü açıklar.

ÎDÂNE- BAYRAMLIK.

‘fdâne veya 'iydiyye adıyla bayramlarda para, çoğunlukla


da ipek ve yünlü câm e (hil‘at) verilen şâirler grubu, Padi-
şâh'ın sarayına mensup bir grup olmalıdır. Bu grup, 909-
917/1503-1511 arasında uzun yıllar çoğunlukla aynı adlan
içeriyordu. Bu gruba zamanla bazı yeni adlar ilâve edil­
miş, bazıları listeden çıkarılmıştır. Öbür yandan, Saraya
mensup olup aylık maaş alanlar, muşâhere-höran-i Der1
gâh-ı Âli adı altında Enderun ve Birun’da doğrudan doğ*
rüya padişah hizmetinde olan ağalan ve kullan içermekte
olup bunlar arasında nedimler, kâtipler, nakkaşlar, halı*
dokuyanlar, mutribler ve şâirler yer almaktadır. II.
Bayezid döneminde, 900/1495 yılında, bu grup arasında
beş şâir vardı.98 ‘îdâne alanların sayıları, 909/1503 yılında
onbire, 917/1611’de on dokU2a yükselmiştir. Bunlann hep­
sinin muşâhere-horân, yani aylık alanlar arasında oldu­
ğunu bilemiyoruz. Meselâ, şehzade Mahmud
“nöker”lerinden şâir TâliTnin müteferrikalık hizmetinde
bulunduğu kaydedilmiştir (Erünsal, 306*3).

L. Barkan, "Osmanlı İmparatorluğunda Bütçelere dair notlar', t.O.


iktisat Fakültesi Mecmuası. XVII (1956), 309.
80 Şâir ve Patron

Şâirler bayram larda muntazaman elbise/kum aş bağışı


aldıkları gibi ortaya çıkan bazı yeni olaylar, meselâ şehzâ-
delerden birinin ölümü için yazdıkları mersiyeler için de
in'âm alırlardı. Vefat eden şehzâde M ehm ed için 15 Şaban
910’da mersiye sunan Şehdî, Ruhî, M â’ilî, Revânî, Cevheri
ve Sâ’ilî'ye para veya elbise in’âmları yapılmıştır.
Bayram larda ‘id in e (bayramlık) alanların listesi, belli
bir tarihte gözde olan şâirleri göstermesi bakım ından il­
ginçtir. Bunların 909-9 l l yıllarında bir listesi aşağıdadır
(Erünsal’ın yayınına göre):

909 909 Zil­ 12 Şev­ 19 Zilhicce 7 Şevval 911


Şevval hicce val 910 910
'Azizi 'Azizi 'Azizi ‘A7İ7İ Â7Î7Î
Mâ’ili Mâ’ilî Mâ’ili Mâ’ili Mâ'ili
Rûhi Rûhi Ruhî Rûhi Rûhi
Kâtibi Kâtibi Katibi Kâtibi Kâtibi
Sâ’ili Sâ'ili Sâ'ili Sâ'ili Sâ'ili
Sehdı Sehdı Sehdi Sehdl Sehdi
H&mdi Heotdİ • Hamdi -
Sa'vi Sa'vi Sa'vi Sa’vi Sa’vi
u -u LaTi La’U La'lî La’lî
Sabiyi Sabâvi Sabâvi Sabâvi Sabâvi
Kes5 Kesfi Kesfi Kesil Kesfi
Rpfikı Refiki Refiki Refiki
• Hini Hânı Hâni

İki yıl içinde bayram lık alanların listesine İki yeni şâirin.
Refiki ve Hâni’nin eklendiğini görüyoruz. Şâir Ham dî, 910
bağış listesinde görülmüyor, fakat 910 Şevvâl’inden ik i ay
sonra 19 Zilhicce 910’daki bayram da listeye alın ıyor ve
ertesi yıl listeden çıkarılıyor.
Ş evval 917de câm e (hil'at) ve/veya elbiselik, yü n lü ya"
h u ı ipekli kumaş verilenler şunlardır:
Sabâyı. ‘A zizi, M â’ili, M esîhı, Sâ’ilî, N asîbî, K eşfi, Zâtî.
Edîbî, Sinâni; bunlara çeşitli elbiseler (câm e) veya bir elbı
selik yünlü veya ipekli kumaş verilmiştir.
Halil İnalcık tji

14 ŞEVVÂL'DE İLÂVE OLUNANLAR (TETİMME):

Refîkî, ‘Iyânî, Nâtıkî, Sucûdî, Dilîri. (bunlara yalnız küçük


miktarda para, 500, 800 akça verilmiştir).
23 Şevvâl’de ilâve olunan Firdevsî’ye hem para (3000
akça) hem ipekli elbise bağışlanmıştır. Firdevsi'nin
Cem âze II, 915’de, ser-hâ2İn eliyle pâdişâha
Süleymânnâme adlı eserini sunduğunu ve 3000 akça ve
ipekli bir elbise ile ödüllendirildiğini biliyoruz (Erünsal.
328). Demek ki, Firdevsı, bu muhteşem eseri dolayısıyle
şâirlere verilen bayram lık listesine alınmış ve yeniden bir
bağış yapılmıştır.
909-917 yıllarında Kasîde veya Mersiye getiren veya
başka bir vesile ile İn’âm Alanların Listeai:

P a d i ^ a h 'a k a s i d e s u n a n s a i r i n a d ı V e r ile n h il'a t


altça
T â lt f , k a s id e 2000 B e nek câm e
M e v t a n a S a ' d ı . m ü d e r r i s . k a a id e 3000 M u r a b b a ' cuka
M e v U n â R û h î . o e l u ö lc n ü e . t a 'z iv e Benek
A l â ’e d d i n . ş â i r , k a s i d e 1500
S â ' i l i . k i t a p g e t ir d i 2000
M e v lâ n â Id r is ( B it lis i) m ü n ş i. babası B u r s a ç a tm a a ı
o l m û a . t a 'a iy e
O m e r C e le b i. k â t i p , « â i r . k a s i d e 3000 M im u k k a a
M e h m e d . k a s id e 3000
M a h m û d , k a B Îd e 2000 B e ne k
M e v l â n â S a ’d i 3000 M u r a b b a 1btt c u k a
K e s f i, k a s îd e 500
M e v l â n â R û h i , o ğ l u B lm tia . ta 'z iy e Benek
M â ’i l i , k a a i d e 3000
A h m e d C e le b i, t e lif i o l a n k it a p s u n m u ş 5000 Ç a tm a
Mey|âdİ R û h î 3000 B enek
K â t i b i, k a s id e 2000
Rûhi 2000 M unahkat
M e v lâ n â Id r is . m û n g i 10000 Ç a tm a
M e h m e d C e le b i C e v h e r i. k a a id e 3000 B enek
S a h d l , m e r s iy e 1500
R û h f , m e r s iy e 2000 M unakkat
M â ' i l İ . m e r s iy e 2000
R e v a n i , m e r s iy e 2000
C e v h e r i , m e r s iy e 2000
82 * te r ıv /t a v H W

Sâ\K. i n i r o ^ Mirahûri k»rv*>.>


kemhadan
muıtakka*
U l V î 1M W H » Mtt
İOOO
M A n H itua J000
Idns. a u b fi Ktrtnuı Aid? fıv-.,
k u m c u n nurahır
M i'J i katide 30M
K tb h i 2000
*000 MunAİtksı
4km *riC««feL KısM i Y ûsuf c * v m « 5000 Murabba
M * \ lin i S t d ! k u id e 3000
R e f ik k a a d e
M m T in h s Al-i O h u h Mİifi 50000 Tat madun
< W ri> W > ı k u îd « * 3000 Murabba cuka ile
Bük* m iM th m 2000 M unakka«
Sû kvm in nâm e * d » 3000 * Benek
2* miri 3000 M urabba' cuka ile
MâMfi karide aooo
Kârıfc k « a i* 3000
O m r kaaİd* 3000 M urabba' cuka ılv
M tİb 5000
Rrdevsİ 3000 Benek
S * 'd i kaaide 3000 M urabba' cuka »te
V a«£. kaatde 2000 Murabba' cuka ıU>
YTLS14
M iıK . kadide 3000 Mu nakkaş
R»vİTn kuMİ» 3000
M m BÛnm 4000
KitÜH k u î ^ 8000
•Ah C pW b. üplım pd Rar aciu. kaside 8000 Bntpk
K av d ır. Sultan Korkud’un «elif kitabım 5000 Murabba* çu k a İl* ' «•
fft t a is mirahtiri cam a
Rnht 2000 Munakka*
Batin. kMMk 2000
»freâtı k a s d * 2000 fan ak
H aydar Çeiabt, Şehzade Şekuiöâh'ın eski $000 Çatm adan
deftenian*
Id râ . m n u 4000
F M m S u lr a â u u n M fa ıa n 3000
Id itt, kitap verth İ0Û00 M urabba'. î^rnur
Kürkle
fcaer B e c kaaide 3000 B a ttk
K âtibi 2000
Sabâvi 300
Kaafi âOO
fiit'h {ü M ,\ A S il

ü îî.
HrisaL— tı\H) İVıiı'k
R r r t k i. k â « > l< İ.'OO
ftro e r T k m p g r tır m ı* "\şv \îu ı.tî'İM n jjû j \W
İ V r m M a h m û d . t e lr f k i m i» * n m h iiwo" İWm'k *
ş*h**«V Kortun! VVleK («»lif kitabını 2 lW «ıkkı» Altın

Kknbi J lW
MÂ'ktt. kaside MW
Rûhi *X V M»nakk«ı
K ibh t. ka*i«W ÜOOO

MevUnâ UrıVv ölen >*Atu tan ta’ıy y


F ırd evai. S u lo v m âm m ıtu* v a t a n ;ukx»
Mahhûb O lein , kaside ,UKW
Sabâyı 200O
Krafl
ŞaiL
KAcibî
S a ’d i C e le b i, kıııide Mm
Y U - 916
KAtıhi. krt»Mc
Refiki» kaaide
Rûhi 2Û0U
M T iK 3000
SefTi

Idris
I d r is v a l i d M U »
I d r is U ek rar*
M evlâ n â Y â r h is â n vilu*_k£*'dt* 2000
M evU n â M u « f l e r f u J if kitap KOOOO
Y I L S IT
Kâtibi
Sabân, kaside
R efiki, kaside
Kâtibi, kaside
Refiki, mersiye
‘ly â n i, ta rih
S e h d i, m e r s ıv e (S e h m ıâ h * ın ölü m ü n e )
Eefikı
Ş e h ri
Kâtibi
SefTi
Rûhi
S â J e jjŞ A n ^ e l^ d jn ü t a ^ 3000
KAYNAKÇA

Abdalqadir al-Juıjânî, Âsâr al-Balâgha. ed. H. Ritter. İstanbul


1954.
Acar, B.B., Kilim, Zili, Sumak, Türk Düz Dokuma Yaygıları.
İstanbul: Eren Yayınlan, 1982.
Ahmet. N., "Fuzuli'nin Nesri", Mezuniyet Tezi: Türkiyat Enstitüsü,
1938, no. 104.
Akün, ö . F., “Divan Edebiyatı”, İslâm Ansiklopedisi (TDV)- 389-
428.
Aksüt, A. K. (yay.), Koçi Bey Risâleai. İstanbul, 1925.
Ali Şır Nevâî, Mecâlisii'n .Ve/Sis,Yay. H, Ayan ve başk. Erzurum
1995.
Alpay, G., “Yusuf Emiri'nin Beng ü Çakır adb Münazarası". Türk
Dili Araştırma Yıllığı-Belleten(l972) 103-125.
Anafarta, N., Hünernâme Minyatürleri ve Sanatçıları, İstanbul
1969.
And, M., Minyatürlerle Osmanh-İslim Mitologyasıi İstanbul:
Akbank Yay. 1978.
Andrews, W.G., “ The Tezkeren Şu'ara of Latifi as as Source for tbe
Critical Evaluation of Ottoman Poetry”, Doktora Tezi, The
University o f Michigan. 1970.
Asun. Necib, "Mesih! Divanı; Divanlarımızdan Tarihçe Nasıl
İstifade Edilir?" TOEM.V 300-308.
Aalanapa, O., Türk Hah Sanatının Bin Yılı. İstanbul 1987.
86

Aşık Çelebi, Ma$â‘ir üpfiı'arâ, yay. G. Meredith'Owens, London:


Luzac, 1971.
Atasoy, Nurhan, Stımame-i Hümayun, İstanbul: Koçbank, 1997.
Atasoy, Nurhan, Hâs bağça, İstanbul 2002.
Aubin, J,, "Le m6c£nat timouride â Chiraz”, Studia Islamica, 8
(1957).
Aynur, H., "Eski Türk Edebiyatı Tezleri Bibliografyası", sayı 1-2,
Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
İstanbul 1991.
Ayoub, Mahmud., Redemptive Suffering in İslam- A Studyofthe
DevotionalAspects ofAshura in Twelver Shi’ism. Berlin:
Mouton, 1978.
Barkan, Ö. L., “954-955 (I547'1548)tA&\i Yılına ait bir Osmanlı
BUtçesi", İÜ . İk tisa t Fak. M ecmuası, XIX -1/4.
Barkan, Ö. L., ''Osmanlı İmparatorluğunda Bütçelere dair notlar" 1.
Û. İktisat FaJcülitesiMecmuası, XVII: 1956.
Bodrogligeti, A E., "Klasik Orta Asya Türk Edebiyatı” Toplumsal
Tarih, 54 (1992).
Bonebakker, S. A . "Materials for the Histoıy of Arabk Rhetorik
From the Hilyat al-Muhadara of Hatimi”, Supplemento, no. 4,
agli ANNAL1: voL 35, fascicolo 3, Napoli. 1975.
Cumbur, M., “Fuzuli hakkında bir Bibliyografya Denemesi",
İstanbul 1956.
Çağman F. ve S. Tanındı, “Osmanlı-Safavi İlişkileri çerçevesinde
Topkapı Sarayı Müzesi Resimli El-Yazmalarına Bakış”
Aalanapa Armağanı, İstanbul 1996.
Çalışkan, A., Fuzuli’nin Su Kasidesi ve Şerhi, Ankara 1992.
Çavuşoğiu M. ve Ali Tanyeri, Hayreti Divaoı. İstanbul 1981.
Çavuçoğhı, M., “Kanuni Devrinin sonuna kadar Anadolu'da Nevâyî
Tesiri Üzerinde Notlar", Atsız Armağanı, İstanbul 1976.
Çavuşoğiu, M , “Fatih Sultan Mehmed devrine kadar Osmanlı-Türk
Edebi Mahsullerinde Muhtevanın Tekâmülü”, Kubbealtı
AkademiMecmuası, 11-2 (1982): 31-43.
Dakuki,!., “Fuzulî ai-Bagdadi et la vie culturelle en Iraq au XVIe
•teele”, Benıe d’Hıstoire Maghribine.
87

Denny, W. B „ “T he O rig ia a n d Developtaetvtof O ttom anCoun


C arpets” , O riental Carpets, eds. B. Pinner ve W.B, Denny,
Londra 19 86 : 243-260.
Erdm ann, K „ O rientteppiche■16-19. Jehrhundert, HBnnover 1966.
Erzi, A-S., "Notlar", B elleten 49 -19 (1946),
Faroqhi, Su raiya., K u ltur undAültage in Osmanischen Boich,
M ünchen: C.H . Beck, 1995.
Fuzuli, Türkçe Divan, y ay. K. A kyüz ve başk., Ankara: TTK, 1958.
Fuzu li. Farsça Divan, yay. H. M azıojlu, Ankara: TTK.
Fuzûlî, K ülliyât, İstan bu l, 1 3 1 5 H.
Fuzû lî, Fuzuli'nin M ektupları, yay. A. K arahan, İstanbul 1948,
Oa 2 âlİı Dâfi'ü-1 Gumûm ve R ifI‘ü-1'Humûm, yazma.
Golombek, L . ve Subtelny, M., Timurid A rt and Culture ' Iran and
C entral A sia in th e F ifteenth Century, Leiden 1992.
Gökbilgin, T., “C elâl-zade M ustafa Çelebi", İslim Ansiklopedisi,
(M E B )lll'
61-63.
Gökbilgin, T., E dirne ve Paşa Livası. İstanbul, 1962.
Hollingsvrarth, M., Patronage in theR enaisaanceItaly:F rom 1400
to th e ea rly y ea rs o f th e Renaiss&nce, New York: Banttın
Doubleday, 1996.
Ibn Battuta. Travels. yay. H.A.R. Gibb, 11. Cambridge. 1962.
Ibn i Bibi., El-Evâmirrü l-'Aliiyye. Tıpkıbasım, A.S. Erei. Ankara-'
TTK, 1956.
ilaydın, H., "Anadoluda Kaisik Türk Şiirinin Başlangıcı", Türk D ili,
277 (1974): 765-774.
İnalcık, H„ T ax CoJlection, Embezzlement and Bribery in Ottoman
Finances", The Turkish Studies A ssociation Bulletin, 16 (1992).
İn alcık, H ., “M ehm ed II” İslim A nsiklopedisi (M EB).
İn alcık, H ., “XV. A sır T ü rkiye İktisadi ve içtimai Taril
K a y n a k la n ", İsta n bu l Ü niversitesi İktisa t Fakültesi Mecmuası, XV
(19 5 3 -19 5 4 ): 5 1-5 7 .
İnalcık, H., “Osmanlı Bürokrasisinde Aklara ve Muamelât", Osmanlı
A raştırm alar} 1 (1980): 1-14.
İnalcık, H„ "Comments on ‘Sultajûstn* Max NVeber’s Typificatioo of
88

the Ottoman Polity*. Pri/ıceton Papers in Near Eastern


Studieis No.1 (1992): 49-72.
jnw^.b H.. “The Rûznamte Registers of the Kadiaskers of Rumili..."
Essaysîo Ottoman History. İstanbul 199& Eren. 125*154.
İnalcık. H., ve R. Murphey. The Hıstur? o f Mehmed the Conqueror.
Chicago- Mmneapolis (1978).
İpekten, H.. 'Türk Edebiyatında Edebi Muhitler, XV-XVI. Asırlar",
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fak. Doçentlik Tezi. İstanbul
1969.
Jardine, L., .4 N ev History o f the Renesussance. Baltimore1John
Kopidns University, 1996.
Jettmar, K.. "T heA rtofsteppef, New York. 1967.
Ralpakh M.. "?fttTiıy Geleneği çerçevesinde Fuzuli'nin Enisü'l-
kalbi*. Bir, 3 (1995): 227-234.
Karahan. A.. Fuzulî, Muhiti Hayatı iv Şahsiyeti, İstanbul 1949.
Kınalı-zâde Haşan Çelebi.. Tezkiret'üş'Şu'arâ, yay. İbrahim Kutluk,
Ankara: TTK. 1981.
Köprülü, M. Fuad, "Aşık Çelebi." İslâm Ansiklopedisi (MEB): 695-
701.
Köprülü. M. Fuad., Milli Edebiyat Careyanı/un ilk Mubeşşirleri ve
Diraa'i Türkii Basit. İstanbul 1928.
Manz, B. F., The Rise and ünle ofTimurlane Cambridge, 1989.
Manoglu. H., Fuzuli Üzerine Makaleler, Ankara 1997.
Mecdi, H., Şakâ'ik-iNu'maaiyi’e Tercümesi, İstanbul /1269 H.
Mehmed Saİd. Mabzenu's-Safâ veKunz-iVürer, yazma nüsha,
Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet yazmaları, no. O. 74,
İstanbul.
Mesihi Divanı, haz, Mine Mengi, Ankara: TTK, 1995.
M esihiMünşeatı, Süleymaniye Küt, Es’ad Efendi 3851,
NecipoğJu, G., ’ A kanun for the state, A canon for the arts...."
Soliman le Magrüfiçue et son temps, ed. G. Veinstein,. Paris,
1992: 195-216.
Necipoğiu, G .." Süleyman the Magnificent and the represantation of
power in the Ottoman Habsburg-Papal Rjvalry". The A rt
Bulietin, 71 (1969): 401-427.
»9

Özkan. Mustafa.."Osmanlıca Nasıl bir Dil idi* Türkçe Kültürü


1994= 75-80.
Raby. J - ’ Court and Export*. OrientaJ Carpets. ed. R. Pinner and W.
B. Denny. London, 1986= 177-178.
Roemer. H. R-. Staatschreiben der Timuridenıeit VViesbaden. 1952.
Rogers, J-, “Centralization and Creativity*. Orientv .'/«fen ». 1£
533-550.
Sehî. Heşt Bihişc. Teetire, yay. G. Kut. Cambridg«: Harvard
Üniversitesi, 1978.
Seyyid Lokman, Hünentime. Topkapt Sarayı Kütüphanesi. Hazine
1524; Hünemâtneüzerinde Z. Erofclu, 'Şehnameci Lokmanın
Hünemâraesi*. Yüksek Lisans tezi. (.0. Edebiyat Fakültesi.
1998.
Sevgi. A..“Latifi, Hayatı ve Eserleri, İnceleme ve Metin’', Gazi
Üniversitesi, Doktora Tezi, 1987.
Sohrweide, H., “Dichter und GeLehrtea aus d*n Osten im
Osmanischen Rerch”, Der latam 46 (1970): 263*302.

Sperl, S. and C. Shackle (ed sJ. Çasıda Poecry in Islamie Asia and
Africa I ' Classical Tradltions and Modern Meanings. Leiden- E. J.
Brill, 1996.
Subtenly. M.. “A taste for the Timurid period: the Persianpoetryof
the late Timurid Period", ZDMO136 (1980= 56-79.
Subtenly, M,, *Socioeconomic Bases of Cultural Patronage under the
late Timurids", InternationalJournal o f Middle East Studıes 20
(1988): 479-505.

Tarlan, A. N. "Şeyhi Divanını Tetkik", İstanbul


Tarlan, A. N., Fuzuli Divanı Şerhi, Ankara. 1985.
Taşköprizade, Ahmed. Şakâ"ik-iNu‘mâni)’}-e. Tercüme Mecdi.
İstanbul, 1269 H.
Tayyârzâde Atâ, Atâ Tarihi, cilt 1, İstanbul 1291/1874.
Tekin, A. G., “ Turkish Literatüre", Islamie Spıritoality. yay. S. H. ‘
Nasr: 350-361.
Tekin, G. A.. "Timur devrine ait iki Türkçe şiir". Harvard Ukrar’S
90

S tu d ies, III/IV (19 7 9 -19 8 0 ): 850-867.


T e k in , Ş ., y a y . M enâhicû'H nşâ, T h e E a rliest O ttom an C h a n cery
M a n u el b y Yahya bin M eh m ed el-K âtıb Irom th e 15lh C entury,
T e x t in fa csim ile w ith In troduction b y Ş in a s i T ek in . R o x b u ry , M A .,
19 7 1.
T u ra n , O., T ürkiye S elçu klu la rı H akkında R esm i V esikalar,
A n k a ra : T T K , 19 58.
T u ran , Ş., Ş eh zâde B a yezit Vakası, A n k a r a : T T K , 1 9 6 1.
T u rsu n B eg, T he H istory o f M eh m ed The C ongueror, y a y . H. İn alc ık
v e R . M u rph ey, C hicago-M inneapolis, 19 7 8 .
U zu n çarşılı, İ, H-, “ II. B ayezid 'in o ğ u lla rın d an S u lt a n K o rk u d ",
B elleten , 1 2 0 (1966)'. 5 39 -6 0 1.
U zu n çarşılı, İ. H., "O sm anlı S a ra y ın d a E h l-i H ir e f (sa n a tk â rla r)
defteri", B elg eler 1 1 ( 19 8 1-19 8 6 ): 24-65,
Ü zgör, T., E debiyat B ilgileri, İstan b u l, 19 8 3 .
Y a rsh a te r, E,, "P e rsian poetry in the T im u rid a n d S a fa v id p eriod s",
C am bridge H istory o f Iran, V , ed P . Ja c k s o n an d L . L o ck h a rt,
C am brid ge: C am brid ge U n iv e rsity P re ss, 19 8 6 : 965*994.
Y a z ıc ız â d e A li, T ârİh -i I-i S elçu k, T op kap ı S a r a y ı K ü t ü p h a n e s i
R e v a n 139 0 .

You might also like