Professional Documents
Culture Documents
(r.a.)
~ Alıntılar ~
Derleme: http://jonasclean.blogspot.com
...Dağların da üstündeki yüce zirvelere olan teceliyat-ı ilâhiyeye bir bak!. Bil
ki!..O görenlerin, daima nazarları o zirvelerdeki tecelliyata olur. Alçalmada yücelik
olmasaydı, yüzlerimiz, görüneni gözler ile aramakla alçalmazdı...
Đşte bundan dolayı Allah bize, secde etmemizi emr etti...
Allah, Muhammed ve al-i Muhammed hakkı için bizi dünya ve ahirette onun
ilimlerinden faydalandırsın. Hamdolsun Allah'a, uygun kılmasının güzelliğinden
dolayı. O'ndan diliyorum; Yoluna salik olmayı nasip etmesini, Bu yolu tah-kik ehli biri
olarak kat etmemi ilham etmesini,Yolunu tasdik etmekten dolayı huzura ermiş
mutmain bir kalp bahşetmesini, Önce geçmesini sağlayan özelliklerle donattığı
aydınlık bir akıl vermesini, Şereflendirmesinin makamına huzur veren bir sururla
koşmayı, Cehaletten uzaklığın mutmainliğini yaşayan bir nefis, fikrin kıvılcım ve
şuleleriyle parlayan bir anlayış,Fethin pınarından ve halis şarabından zahir olan bir
sır, Neşenin genişliği ve enginliğiyle açılmış bir lisan vermesini, Fani dünyanın çekici
süslerinden ve zevk veren cazibesinden beri, yüksek bir düşünce bahşetmesini,
Kevnin batışında ve doğuşunda varlığın sırrını gözlemleyen bir basiret nasip
etmesini, Huzur rüzgarının arındırması neticesi her türlü bozukluktan beri duyular
vermesini, Noksanlığın taşkınlığından ve tatbikinden uzak tertemiz bir fıtrat vermesini,
Şeriatın egemenliğine ve güvencelerine uyan bir huy, Toplayıp ayırmaya elverişli bir
vakit bahşetmesini...
Sen ve ben biriz, tekiz. Aramızda hiç fark yoktur, içimde olanı acil olarak
açıklamamdan başka. Sen ise içindekini bir sır olarak saklarsın. Fakat gizlerinde bir
çeşit erdem vardır.
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ı severiz, çünkü Allah güzeldir. O da bizi ve tüm yaratıkları sever, çünkü
bu da güzeli sevmektir. Allah'ın güzelliği bütün güzellik türlerinin kaynağıdır. O, fikri
ve manevi güzellikler kadar şekil güzelliğinin de kaynağıdır.
Her seven, sevdiğine kavuşmuş olsa da özlem duyar…
Sana,”ben hakkım” diyen bir şey gördüğün zaman, ona de ki: Sen Hak ile
varsın.
…Bu yüzden bu anlamı bilen muhakkiklerden biri şöyle demiştir: "Bu döşeğin
üzerine otur, ama sakın uzanma. Çünkü Onun, bizim içimizdeki celâli, huzurda
edebsizlik etmemizi engeller." Tıpkı Onun cemâli ve açılması karşısında ürpermemiz,
heybete kapılmamız, edebsizlik etmemize engel olması gibi. O halde bizim ashabın
keşfi doğrudur, ama celâl içlerine kapanmalarına, cemâl ise açılmalarına neden
oluyor, hükmünde bulunmaları ise yanlıştır. Keşif doğru olduktan sonra gerisine
aldırmamak gerekir. Đşte hakikatlerin anlattığı kadarıyla celâl budur. Bil ki, Kur'an
cemâlin celâlini ve cemâli ihtiva eder. Mutlak cemâle gelince hiçbir mahluk onu
bilmeye nüfuz edemez, onu müşahede edemez. O sadece Hakka has bir alandır.
Burası yüce Allah'ın kendisini olduğu gibi gösterdiği huzurdur. Eğer bu huzura ve bu
huzurda sergilenen mutlak celâle müdahale imkanımız olsaydı, o zaman bilgi olarak
Allah'ı ve Onun katında olan şeyleri ihata etmiş olurduk ki, bu imkansızdır…
Sözgelişi bir insanın "eğer ona şunu demeseydim, şu olurdu." "eğer ben
olmasaydım, çoluk çocuk helak olurdu." demesi bu türden bir iddiadır ve bu, uluhiyet
mertebesinin en aşağısıdır. Hatta bu tarikattaki bir Şeyh şöyle demiştir: "Eğer benim
himmetim falancaya eşlik etmeseydi,mutlaka helak olurdu." Bu sözlerin tümü uluhiyet
sırrı hastalığından kaynaklanan illetler ve marazlardır. Bu sözleri söyleyenlerin, bu
iddiada bulunanların her biri iddiasının oranında ceza görecektir. Ya en büyük cezaya
çarptırılır, ya da nasip eksilmesine uğrar. Ama mutlaka ceza görür. Bu yüzden bize
göre fena (yokluk) anlayışı üzere kalmak en yücedir. Bizden önceki kuşaktan
arkadaşlarımız bu hakikatin farkına varamadılar. Ey dostum! Sen bunu bil!
..O halde bizden güçlü ve yetkin kimse, kendisiyle Rabbi arasındaki büyük
genel topluluk sır perdesini yırtıp, kendisinin değil Rabbinin uluhiyetini müşahede
eden ve ona kulluk eden kimsedir. Bunu gerçekleştirince alemin en güçlüsü ve en
şiddetlisi olur. Çünkü bu en büyük perdeyi kaldırmıştır...
Eğer kendi benliğinle desen, bu sensin, O değil. Eğer O’nun benliğiyle desen,
diyen sen değilsin. Dolayısıyla ne anlam yoluyla ne de sekil yoluyla kesinlikle
birleşme olmaz.
Hallerin lezzetlerinden kaçın.
Bu dünya evi Alim ve Aziz Allah’ın takdir ettiği ölçüde, tutarsız gerçeklerle ve
perdelerle örtülüdür. Allah öte dünyayı yaratmış ve bizi oraya doğru götürmektedir.
Kadim dediğinde de, sonradan var olan silinirken Allah dediğinde alem yok
olur.
Hak şöyle der: Seni güçlükten feraha erdirmek için, sana inmeye niyetlendim,
böylece meşakkat olmaksızın sana veririz ve ihsan ederiz.
“O” Yaratan, var edendir.(Haşr-23) . Bu ayetlerde görüldüğü gibi, “O” dan
sonra yer alan isimler, “O” nu ve alemde özel olarak meydana getirilmesi istenen
hadiseleri açıklamaktadır. Dolayısıyla isimlerin tümü “O” nun tercümanıdır.
Ama O’nu O’nun için zikret. Çünkü zikir Allah için, dua ise Allah katındaki
nimetler içindir.
Allah'ı bir neden için arayan kişi, talep ettiği şeye aittir ve Allah'tan aradığından
başka bir şeyi elde edemez.
Dua ibadettir, zikir efendiliktir. Dua eden, Ona ulaşır, yanına girer. Zikredense,
onun yanındadır. Dua seslenmektir. Seslenmek ise uzaklığı ifade eder.
Süslenmeye, güzel görünmeye dikkat et. Çünkü bu başlı başına bir ibadettir.
Đşlediğin hiçbir ameli hakir görme. Çünkü Allah bu ameli yaratırken ve bizim
üzerimize vacip kılarken küçümsememiştir.
Hiç kimse Hakk'ı bilemedi. Bu itibarla insanlar biribirinden farklı ve mertebeleri
değişik oldu.
Hakk'ı bir kayd ile bağlamayıp O'na mutlak olarak iman eden kimse, O'nun her
bir surette değişik bir tecelli gösterdiğini inkar etmeyip gerçekler. O kimse, Hakk'ın
bitmez tükenmez tecellilerindeki suretlerini yine Hakk'tan bilir.
Bize Ahmed b. Muhammed b. Ahmed anlattı; ona Hüseyin b. Ali et-Taberi, ona
Abdu'lgafir el-Farisi, ona el-Celudi, ona Süfyan, ona Müslim b. Haccac, ona Yahya b.
Yahya, ona Malik, ona Salih b. Keysan, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona
Zeyd b.Halid el-Cuheni şöyle rivayet etmiş:
Mizandan akrep zuhur etmiş, Allah'ın onda vahyettiği ilahi emir meydana
gelmiştir. Böylece yay, oğlak, kova, balık, boğa, yengeç, aslan, başak, koç ve ikizler
meydana gelmiştir.
“Allah yücedir.” Sonsuz yücelik ve azamet sahibidir. Öyle ki yüceliğinin ve
azametinin ölçüsünü bilmek, bir ölçüyle sınırlandırmak mümkün değildir. Mülkünde
işini bozacak kimse yoktur. O her şeyden yücedir, mülkünde iradesi ve kudreti
doğrultusunda tasarrufta bulunur. Kimse O’nun adaletini de etkisiz kılamaz. O her
şeye hakkını, hikmeti doğrultusunda eksiksiz verir. “Acele etme…” zevkin son sınırına
ulaşmak maksadıyla heyecanla uyanan şevkten dolayı ledünni ilmi cem
mahzeninden almak için acele etme. “Önce…” onun sana varit olmasına
hükmedilmesinden ve sana ulaşmasından önce acele etme. Çünkü ilim ve hikmetin
nüzulü, senin kabiliyet açısından kaydettiğin yükseliş mertebelerinin terettübüne
bağlıdır. Đstemekte, feyizlenme hususunda aşırı talepkâr olma. Çünkü feyiz
tükenmez. Arınma, yükseliş ve güzelliklerle bezenme hususunda artış kaydetmek
suretiyle feyizde artışı talep et.
Daha fazlasını istemek, ancak hal duasıyla ve istidat diliyle olur; kabul imkânı
oluşmadan bir an önce istemekle, talep etmekle olmaz. Her öğrendiğin, bildiğin şeyle
birlikte, ondan daha yüce ve daha gizli olanını kabul etme yeteneğin artar. Adem (a.s)
kıssası ve bu kıssanın tevili daha önce birkaç kere geçti. “Şimdi burada senin için ne
acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak.” Çünkü ruhani âlemde maddi giysilerden arınma
esnasında zıtların çatışması söz konusu olamaz. Aynı şekilde, fesada yol açan
bezenme de gerçekleşmez. Bilakis nefis, tükenmesinden ve yok olmasından endişe
duymadan, emin olarak maksadın gerçekleşmiş olmasıyla lezzet alır.
Allah Celle ve Alâ; «Ben, kâinatı, arşı, insanı ve bütün varlıkları yarattım»
diyor. Hayır efendim, "âlemde hiçbir şey yoktur, yalnızca ALLAH mevcuttur..." veya
"Allah âlem'in bâtınında ve zahirinde görünmektedir.." denilebilir mi?.. Tâbi ki Hayır!.
Ancak, >>varlık Allah'ın sıfatlarının gölgesidir<<.. >>Dolayısıyla<<, âlemde Allah'ın
"El- Bâtın" isminin tecellisi batini ve "Ez-Zâhir" isminin tecellisi zahiri olmak yönüyle,
âlem'in batini ve zahiri özellikleri >>o isimlerin hakikâtlarinde<< >>sabit olan<<
hakikâtlarıdır. Ayrıyetten şunu da belirtmekte fâide vardır. Zira Esmalar Uluhiyet
Makamında her birisi diğerinin aynıdır. Đşte bu cihetle "Vahdet-i Vücûd" denmektedir.
Yani, Esma ve Sıfatlar, >>Zât-i Đlâhinin varlığında<< her biri bir >>diğerinin aynıdır.<<
Orada isimlerde taaddüt yoktur. Ve Zâtta bütün Esmalar birbirinin aynıdır. Âlemde ki
tecellilere gelince, bu varlıkların istidadına göre açığa çıkmaktadır. Öyle ise, varlıkta
açığa çıkan isim ve Sıfatların özellikleri Hak'kın isim ve Sıfatlarının aynı değildir.
Meselâ; insanda açığa çıkan ilim Hakkın Đlim Sıfatının tecellisidir, fakat Hak'kın ilmi,
diğer bütün Sıfatların aynı olduğu gibi Ezelî ve Ebedi'dir, >>fikir yoluyla elde edilmiş
değildir.<< Bizim ilmimiz ise, sonradan olma olduğundan Ezelî ve Ebedî değildir.
Ayrıca bizde açığa çıkan ilim, bizim diğer sıfatların aynı da değildir. Şayet, "bizden
açığa çıkan sıfatlar ve özellikler Hakkın Sıfat ve özellikleridir" dersek Hakkı kayıt
altına sokmuş oluruz.. Bu da apaçık olarak Tevhîd'e aykırıdır. Zât-ı Đlâhî'yi kayıt altına
aldıktan sonra tenzîh'in ne anlamı kalır...???!!!
Akıllı kimse, nefsini kendisi için gerekli olan şeylerle uğraştırır, ötesine
geçmez. Çünkü insanın ömür süresi kısa ve nefesleri de sayılıdır. Geçen zaman bir
daha geri gelmez. Bil ki, Allah, Tek Đlâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. Bundan sonra
da O'nun mahiyetine, kemiyetine ve keyfiyetine dalmaya kalkma. Đman yolundan
ayrılma. Allah'ın sana farz kıldığı şeylerle amel et. Sabah akşam Rabbini, O'nun
senin için belirlediği zikirlerle an. Allah'tan korkup sakın. Eğer Hak teala, kendisini
bilmeyi sana bahşederse, bu, yararlı nurdur ki, kalbin onunla hayat bulur, onun
sayesinde fikirlerin ürettiği şüphe ve kararsızlık karanlıklarından kurtulursun. Bütün
Resuller ve Nebiler, Resullerin takipçileri muttaki keşif ehli zatlar Allah ile ilgili ilimleri
hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Çünkü aynı kaynaktan gelen nurlardır. "Eğer o,
Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı." (Nisa,
82)
Đlim hakkında niye bu kadar çok beyanatta bulunduk. Zira, ilmin makamı
hakkında kendilerinde cehaletin gâlib geldiği ve heva-ı nefsin kendileriyle oyun
oynadığı adedleri sayılmayacak kadar kimseler bu zamanda türemeye başladılar.
Hattâ onlar; ilmin perde olduğunu söylerler. And olsun!..Onlar, söylemiş oldukları bu
şeye inanıyorlarsa farkında olmadan doğru söylemişlerdir. Evet!. Đlim, kalbi gafletten,
cehaletten ve ilmin zıttı şeylerden engelleyen büyük bir perdedir. Öyle ise, ilim
hakikâte ulaşmaya kesinlikle engel değildir. Ancak, Đlimle gururlanılmadığı müddetçe.
“Onlar, boş söz işittikleri zaman…” kemalatı kabul etmeye engel fuzuli sözler
işittikleri zaman onu dinlemekte ısrar etmezler, dönüp giderler. Çünkü onlar muvahhid
velilerdirler, enbiya değildirler. “Size selam olsun.” Allah, sizi hakkı kabul etmeye
engel olan hastalıklardan, afetlerden korusun, selamette kılsın. “Đstemeyiz” sohbetini
“kendini bilmezlerin.” beyinsizlikle ve katmerleşmiş cehaletle kendilerini
kaybedenlerin arkadaşlığını arzu etmeyiz. Çünkü onlar bizim arkadaşlığımızdan
faydalanmazlar, bizim yol göstericiliğimizi kabul etmezler. “Sen sevdiğini hidayete
erdiremezsin.” Hidayete ermesini istediğin kişiyi doğru yola iletemezsin. Çünkü sen
sevdiğin kimsenin haliyle ilgilenirken onun istidadına muttali değilsin. Sadece
aranızda hemcinslik ya da bedensel akrabalık vardır. Bu asli bir akrabalık, yakınlık
değildir. Ya da aranızda hakiki ruhsal bir arkadaşlık yoktur, sadece arızi bir
arkadaşlığınız vardır. “Bilakis, Allah dilediğine hidayet verir.” Đnayet ehlinden dilediği
kimseyi doğru yola iletir “ve hidayete girecek olanları en iyi o bilir.” Hidayete yatkın
kimseleri O bilir. Çünkü onların istidatlarından haberdardır, onların kalplerinin üzerine
mühür vurulmadığını ancak O bilir. “Đşte o gün onlara bütün haberler körleşmiştir.”
Küçük kıyamette hakikâtler onlardan gizlenmiş ve karışmıştır. Çünkü onlar
perdelenmişlerdir ve körler gibi başkalarının yanında yer almışlardır. Bu köklü cehalet
her iki hayatı da kuşatmıştır. Nitekim, “Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür.”
(Đsra, 72) buyrulmuştur. “Onlar birbirlerine de soramayacaklardır.” Çünkü
konuşmaktan aciz olacaklardır, ağızlarının üzerine mühür vurulmuş olacaktır.“Fakat
tevbe eden…” gözünü bağlayan, kalbinin ve istidadının üzerini örten nefsinin
sıfatlarından uzaklaşan ve ilim yoluyla gaybe iman edip “ … yapan …” erdemlere
bürünmek, hayır ve faziletler edinmek için “ iyi işler” salih ameller işleyen kimseye
gelince “onun kurtuluşa erenler arasında olması umulur.” Kalp makamı aracılığıyla
nefis makamından arınmak ve hayat perdesinden sıyrılıp fıtrata dönmek suretiyle
kurtuluşa erenlerden olması ümit edilir.
Bu gün seninle Allah için arkadaşlık edecek çok az kişi bulunur. Senin bu zamanında
arkadaşlıkların çoğu şu amaçlar yüzünden ve de arzuların hakimiyetinin iyice
pekişmesinden dolayı maluldür. Allah'ın kulları o kadar az ki! Bu anlamda kaleme
aldığım beyitler var. Onları aşağıda sunuyorum:
Şu muhkem varlığa bak
Bizim varlığımız ise işaretlenmiş bir rida gibidir.
Halifelerine bak, mülklerinde
Kiminin dili açık, fasih konuşur, kiminin anlaşılmaz
Onlardan Đlahını seven yok;
Ancak dirhem sevgisine bulaştırarak severler.
Bu yüzden: şu marifetin kuludur, şu
Cennetin, şu da cehennemin kuludur, denir.
Çok çok azı müstesna. Onlar
Vehim türünden olmaksızın Onunla sarhoşturlar
Onlar Allah'ın kullarıdır, onları bilemez
Ondan başka hiç kimse.
Nimetin kulları değildirler...
Allah için arkadaşlık ettiğinin belirtisi sana nasihat etmesi ve açıklandığı zaman
hakkı kabul etmesidir. Şayet kabalığı varsa dahi, bunun, ona veya sana mutlaka bir
faydası vardır.
Sana, yerine getirmen durumunda mutlu olacağın bir şeyi tavsiye eden kişi
Allah tarafından sana gönderilmiş bir elçidir.
Furkan (hak ile batılı ayırma) ile sonuçlanmayan takvaya itibar edilmez.
Yine de sen bu şekil ve kalıp ulemasını taklit etme; ama ona muhalefet de
etme.
...Ve hiç kimsede Allah’tan bir şey yoktur. Ve herbir kimsede, suretler ne kadar
çeşitli olursa olsun, kendi nefsinden gelenden başka bir şey yoktur...
...Ya Rabb, beni bağışla [gafr]!.. Yani, beni ört; ve benden dolayı ört! Ve senin,
Allahın kadrini hakkıyla bilmediler [Enam Suresi, 6/91] sözünde kadrin bilinmediği
gibi, benim de makamım ve kadrim bilinmesin!..Ve ana-babamı da ört.. ki ben onların
sonucuyum; ve onlar akıl ve tabiattır ..Ve benim evime.. yani kalbime ..giren kimseyi
de mümin olarak ört.. yani nefslerin içeriden söyledikleri olan kalbime gelen ilahi
haberleri tasdik edici olarak gireni ört. Ve akıllar olan ..mümin erkekleri.. ve nefsler
olan ..mümin kadınları.. da ört.Ve karanlık örtülerin arkasında gizlenen ve gayb ehli
olan ..zalimlerin ancak helakını artır...
Bazen kimi guruplar uluhiyeti mutlak olarak onlara nispet etme anlayışından
sıyrılarak gizli yönü düşünmeye başlamış ve bunlara, sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar
diye kulluk ediyoruz, demişlerdir. Böylece onları perdeler ve vezirler gibi görmüşlerdir.
Allah’a sığınırız bu tür anlayışlardan… Eğer bu guruplar, bu yönü onların nefsinde
görebilmiş olsalardı, uluhiyete bir dıs varlığın şahsında kulluk sunmazlardı. Bilakis
uluhiyetin kendisine kulluk ederlerdi.
Bizim dediğimizin özü şudur: Kulluk sunulan mutlak varlık uluhiyettir, varlıklar
değil.
(Halis kul:) Kul Allah'tan başka birisine ibadet etmezse, sadece Allah'a kul
olmuştur.
Bil ki, rububiyete iman hidayeti artırır. Uluhiyete iman ise hidayetin kendisidir.
Bir gün senin ağladığını görmüş. O ve orada bulunup ağladığına tanık olan
başkaları, ağlamanın sebebini sormuşlar. Sen su cevabı vermişsin:
…“Otuz seneden beri inandığım bir mesele vardı. Biraz önce karsıma çıkan bir
delil sayesinde bu meselenin benim inandığım gibi olmadığını anladım. Bu yüzden
ağlıyorum. Simdi oluşan kanaatimin de önceki gibi olmasından korkuyorum!..”
"Biz, tek cümleden fikre karşı çıkıyoruz. Çünkü fikir, karışıklık ve doğruluktan
uzaklaşma şeklinde sonuç verir. Geride tek şey kalıyor, o da ilme ancak keşif ve
varlık yoluyla ulaşılmasıdır. Fikirle meşgul olmak perdedir. Bizden başkaları buna
karşı çıkar. Ama >>Allah'ın tarikatının ehli<< olanlardan hiç kimse buna karşı çıkmaz.
Tersine karşı çıkanlar, hallerle ilgili zevkleri olmayan şekil ulemasından oluşan nazar
ve istidlal ehli olanlardır. Eğer Eflatun-i ilahi gibi filozoflarınkine benzer hal zevkleri
olsaydı, böyle davranmazlardı. Eflatun gibiler ise pek nadirdirler. Onun da tıpkı keşif
ve vücut ehlinin çıkış yerine benzer bir çıkış yerinden hareket ettiğini görürsün.
Müslümanlar içinde ondan hoşlanmayanların bu tutumlarının nedeni, felsefeye nispet
edilmiş olmasıdır. Çünkü bu Müslümanlar felsefe kelimesinin anlamını bilmiyorlar.
Hukema, gerçek anlamda Allah'ı bilen, şeyleri ve bu bilinen şeylerin menzillerini
kavrayan kimselerdir (…) Filozofun anlamı "hikmeti seven" demektir. Çünkü "sofiya"
Yunancada hikmet demektir. "Filo" ise sevgi demektir. Dolayısıyla felsefenin anlamı,
hikmet sevgisidir. Aklı olan herkes hikmeti sever. Ancak fikir ehlinin ilahi hakikatlerle
ilgili yanlışları doğrularından daha fazladır. Đster filozof olsun, ister mutezili olsun, ister
eşari olsun, ister nazar ehli gruplarından birine mensup olsun. Dolayısıyla filozofları
sadece isimlerinden dolayı yerilmiş değildirler. Bilakis, kişisel görüşlerine hüküm
verdikleri için, ilahi ilimler alanında yaptıkları hatalardan, Resullerin (a.s) getirdikleri
bilgilere muhalif şeyler söylemelerinden dolayı yerilmişlerdir. Çünkü bozuk fikirleri
nübüvvet ve risaletin aslına dair yanlış kanaatlere sahip olmalarına sebep olmuştur.
Neticede dayandıkları temel yüzünden mesele zihinlerinde karmaşık bir hal almıştır.
Eğer hikmeti sevdikleri sırada, onu Allah'tan isteselerdi, fikir yoluyla hikmet elde
etmeye kalkmasalardı, her hususta doğruyu bulabilirlerdi. Felsefecilerin dışında kalan
mutezililer ve eşariler gibi Müslüman fikir ehline gelince, bunlar Đslami geçmişe
sahiptirler, onlar hakkında verilecek hüküm de Müslümanlıkları yönündedir. Sonra
kendi anlayışlarına göre islamdan uzaklaşmaya başladılar. Bu yüzden temelde
isabetli, ama tevillerine göre açıkladıkları teferruatlarda ise hatalıdırlar…"
…Burada sayıların bir olduğunu görürsün; ama mertebelerde bir seyre çıkmış
olarak. Bu yolculukta sayıların objeleri belirginleşir. Bu makamda birlikten söz eden
kişinin ayağı kaymıştır. Çünkü birin vehmi mertebelerde yolculuğa çıktığını ve
mertebelerin farklılığına bağlı olarak farklı isimlerle anıldığını görmüştür. Bu yüzden
sayıların ancak bir olduğunu düşünür. Bu yüzden birlikten söz eder. Oysa sayı
ismiyle zahir olduğu zaman zatıyla zahir olmaz; kendine özgü mertebesi hariç. Bu
mertebe, vahdaniyet makamıdır. Bu makamın dışındaki bir mertebede zatiyle zahir
olduğunda, ismiyle zahir olmaz. O zaman bu mertebenin hakikatine uygun bir isimle
anılır ve ismiyle fena bulur. Ama zati ile bakî kalır. Bir dediğin zaman, bu ismin
hakikatiyle başka her şey yok olur. Đki dediğin zaman, bu mertebede bir zatın
varlığıyla zahir olur, ismiyle değil. Ve ismi de zatının bu mertebesinin varlığıyla çelişir.
Keşfin ve ilmin bu dalını insanların büyük kısmından gizlemek gerekir. Çünkü yüksek
seviyesi nedeniyle ona bütünüyle dalmak uzak bir ihtimal ve dalıp da mahvolmak
yakın bir ihtimaldir.
O’nu bilme hususunda ruhunun payına düşeni verdiğin gibi, O’na ibadet etme
hususunda bedeninin payına düseni de ver.
Et-Telvin: Kulun hallerinde intikal edişi. Bir çoğuna göre bu eksik bir makamdır.
Bize göre makamların en mükemmelidir. Kulun bu makamdaki hali yüce Allah'ın şu
sözünde işaret ettiği hal gibidir: "Külle yevmin huve fi şe'n: O her gün yaratma
halindedir."
Allah ilmi sadece sevdiğine, hali sevdiğine ve sevmediğine verir. Çünkü ilim
sabit, hal gidicidir.
Senin halka dönük bir zahirin, hakka dönük bir batının vardır. Hak ne zaman
senin zahirinde zuhur ederse, halk nezdinde ki saygınlığın ortadan kalkar.
Bu senin için mutluluktur. Çünkü seni hak ile baş başa bırakmış olurlar.
Kul Hakkın nezdinden ayrıldığında, ona hizmet edilir ve saygı gösterilir. Hakkın
yanına girdiğinde, çok özel kişilerden başka kimse onu bilmez, saygı göstermez.
Hak onu terbiye etmiş, halk da onu yalnız bırakmıştı. Ay’ı tutulmuş, kaderi
sinmişti.
Kimse ona bakmıyor, aldırmıyordu. Sevenleri onu terk etmiş, arkadaşları ona
öfke besliyorlardı. Allah dilerse bu, onun için bir arınma ve temizlenme vesilesiydi, ki
her şeyi bilen ve her şeyden haberdar Allah’ın yardımıyla varoluşunu gerçekleştirsin.
Bedbaht insan ahirette gariptir, mutlu insan da dünyada gariptir. Ne mutlu
gariplere. Aslından ayrılıp çıkan gariptir.
Üç diyen değil, Allah üçün üçüncüsüdür diyen kafir olmuştur. Şayet Allah ikinin
üçüncüsüdür demiş olsaydı doğru söylemiş olurdu. Allah'ın üçüncüleri olduğu iki kişi
hakkında ne düşünebilirsin ki? Allah onların üçüncüsü olmakla, hicret ederken
mağarada onları koruduğunu kast etmiştir.
Göz yaşlarını döker, kalp hüzünlenir; ama biz rabbimizin razı olduğundan
başka bir şey söylemeyiz. Allah’a yemin ederim ey Đbrahim! Biz senin ayrılığından
dolayı üzülüyoruz. (Hadis) Sa’d O’na: -Ya Rasûlullah bu nedir? Dedi. Buyurdular ki:
-Bu Allah’ın kullarının kalplerine yerleştirdiği rahmettir. Allah ancak merhametli
kullarına merhamet eder.
O halde ölüye ağlamak mubahtır; bağırıp çağırmadan, feryat etmeden. Bunları
kız kardeş olarak sana aktarıyorum ki, günah olmadığını ve sorguya çekilmeyeceğini
bilerek göz yaşını akıtıp yüreğini ferahlatsın. Eğer sevabını Allah’tan umarak
sabredersen, ecrini Allah verecektir ve büyük bir ödül kazanacaksın.
Biz aşktan sudur ettik
Ah bir bilseydim, bir bilebilseydim. Hangi kalbe sahipler acaba biliyorlar mı? Ah
gönlüm bir bilseydi, bir bilebilseydi. Hangi yollara düştüler,nasıl aştılar dağları. Sen
sağ salim mi görüyorsun onları? Ya da helak olmuş yok olmuş gibi mi onları? Hayrete
düştüler o aşıklar geçtiler kendilerinden. Aşk içinde yanıp yıkıldılar, şaşırdılar yolları.
Ey Oğul!.
Ey Oğul!. Senin fiilini de, âlemde olup biten herşeyi icâd eden faili hakîki
'O'dur. Böyle olmasına rağmen, Hakka karşı hep edebini takın ve hazret-i ilâhinin
iktiza ettiği tâ'zîm ve saygıda kusur etmemeye gayret sarf et. Bil ki; Ey Oğul!.
Đnsanların işledikleri fiillerin tamamını Allah Subhânehû yarattı. O fiilleri Mahmud ve
Mazmum olmak üzere ikiye ayrıdı. Mahmud ilâhî övgüye mazhar olan fiillerdir.
Mazmum da ilâhî yermeye müstehâk olan fiillerdir. Öyle ise bulunduğun an içinde
işlemekte olduğun amellere bak, eğer o amel mazmum ise, bil ki sen o anda gazaba
uğramışlardansın. Ve Allah'a yönelerek nasuh tövbe et. Eğer işlemek arzusunda
olduğun amel Mahmud ise, bil ki sen Mahbub'sun ve buna şükürle mukabelede
bulun.
Ey Oğul!. Hakkın razı olmadığı bir amel işlemek işlediğinde kendi nefsine zem
etmek ve taksirlikte bulunmakla sorgula. Zira sen böyle davranmakla Hakk tarafından
mükâfatlandırılırsın. Bilâkis bu davranış Tevhidin de hakikâtidir. Zira edebli olmayı
gerektirmeyen Tevhîd Tevhîd değildir. Eğer kusurların senden türediğini görmezsen,
o kusurlardan dolayı nefsini yadırgamazsan ve işlemiş olduğun o kötülüklerden
pişman olmazsan senin tevben sahih değildir. Tevbe etmediğin zaman da sen
Mahbub olamazsın. Ve bu hakikâtlerden de dünyada ne de âhırette sana hiçbir fâide
vermez.
Ey Oğul!. Okumakla tâbir ettiğimiz fiilîn Billâhî Mertebesiyle sudur ederse, sen
Mahv sahibi müşahade edicisin. Fiilin Ma'llâhi Mertebesiyle zahîr olursa sen hâl
sahîbi muridsin. Fiilin Fillâhî mertebesiyle mevcûd olursa, sen Đsbât sahibisin. Fiilin
Đllâllahi Mertebesiyle vaki olursa, Himmet sahibi Arifsin. Bu makamları Allah
Subhânehû bize ve sizlere müyesser kılsın. Hepimizi bütün afatlardan muhafaza
eylesin. AMĐN.
"...Artık beni kendinde arayıp yorulma! Beni dışarıda arayıp rahatını kaçırma!
Aramaktan da vazgeçme, yoksa bedbaht olursun. Bana kavuşuncaya kadar beni ara,
böylece yükselirsin. Fakat beni arayışında edepli davran. Yoluna girerken, bilinçli ol.
Beni ve seni ayırt et. Çünkü sen beni göremezsin, sadece kendini görürsün..."
Dediğimizi anlayamaz
Himmet sahibi olandan başkası
Vehmin tasallutuna uğrayan adamın durumu, iki yüksek duvarın üstüne bir
karış enindeki tahtayı koyup bir duvardan diğerine geçmek isteyen şahsın haline
benzer.
Bu adam iki duvar arasına koyduğu tahtanın üstüne çıktığında altına bakar ki
çok yüksekte olduğunu anlar. Ve hep hayâlinde şimdi düşerim diyerek hayâl kurar...
Artık öyle bir hâle giriftar olur ki o yükseklikten yere çarpı verir. Halbuki bu adam daha
önceleri bir parmak kalınlığındaki bir nesnenin üstünde o yüksekliklerde yürürdü. Ve
onun düşmesi vakî değildi. Vehim, olmamış bir şeyi olmuş gibi kabullenmektir. Bu
adam mevhum düşmeyi hayâline sokup sonunda gerçekleştirdi.
Müridlere araz olan haller de bu bölümdendir.
O’na dua ettiğin zaman, O’ndan duanın kabulünü iste; çünkü O, kendisinden
icabet istemeyenlerin duasına icabet etmez. Eğer icabet istemeden sadece dua
ederse, bu dua, dua etmemiş olmaktan farksızdır.
Konuşma kudreti varken kişinin bildiği bir şeyi söylemekten kaçınması nefse
en ağır gelen şeylerden biridir.
Đki iş arasında mütereddit kaldığın zaman nefse daha ağır gelenini tercih et.
Zira nefse haktan gayrısı ağır gelmez.
Yahudi bilginlerinden birisi bize şöyle dedi: ‘Sizin birlikte bir nasibiniz yok!
Kitabınızın sureleri B ile başlıyor.’ Ben de şöyle yanıt verdim: ‘Sizin ki de öyle! Çünkü
Tevrat’ın ilk harfi de Ba’dır.’
Bunun üzerine sustu kaldı ve başka bir şey söyleyemedi. Çünkü Elif ile asla
başlanamaz.
Zahir ve batın, birbirinden ayrılmayan ikiz kardeşlerdir.
Yüce şari (kanun koyucu-Hz Peygamber) bize kaza ve kadere razı olmamızı
emretmiştir, takdir edilene, hükme bağlanana değil. Bu ise Hak tealayı seçmektir,
seçtiğini değil.
Şunu diyemezsin: Allah’ın benim için takdir ettiği günahlara razı oldum.
Allah'ın kazasından razı olan kimsenin kazanın gereğinden de razı olması şart
değildir. Kaza Allah'ın hükmü ve hoşnut olmamızı emrettiği şeydir. Onun gereği ise
hakkında hüküm verilen şeydir ve dolayısıyla ondan hoşnut olmamız şart değildir.
..Oysa gerekli çaba sarfedildikten sonra ulu huzura yaraşır şekilde kusuru itiraf
etmek gerekir. Sarhoşluk (sekr) hali galip geldiği için " Eğer sonradan olma varlık
görüşünün kirliliğiyle görürse, ben kadim cemale hücum ediyorum" diyenin
safahatından uzak dur. Bu sözün Allah erleriyle bir ilgisi yoktur. Bu bir şatahat-tır ve
onu söyleyen o sırada bu halde bulunmuştur. Hakikatler kesinlikle reddeder bunu. Ya
da "cehde ile vasıl olacağını sanan kendini boşuna yorar" diyenin sözüne de
aldanma. Bu adam bir keresinde de şöyle demiştir: "Cehdsiz vasıl olacağını sanan,
kuruntuda bulunmuştur." Burada seni teşvik ettiğimiz çaba sarfetmeye, iyi niyetle
amel etmeye işaret ediliyor, ki vasil olmak ancak Allah'ın rahmetiyle olabilir.Nitekim
yüce Allah kuruntu edenler hakkında şöyle buyurmuştur: " Ve ğarretkumu'l emaniyye
/ Kuruntular sizi aldattı."(Hadid, 14) çaba sarfedip yorulanlar hakkında da şöyle
buyurmuştur:
"ve ni'me'l ecru'l amilin /Đyi amelde bulunanların mükafatı ne güzelmiş!"
(Zümer, 74) " vellezine cahedu fina lenehdiyennehum subulena/ Ama bizim
uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz." (Ankebut, 69)
Burada çaba sarfedip yorulanlara yönelik bir övgü vardır. Yorulmak, ibadet etmek için
çaba sarfetmek kaçınılmaz olduğuna göre, böylesi daha evladır.
Allah'tan bağışlanma dile, tevbe et, ihlaslı ol ve bir daha bu kusur ve aşırılığı
işlememeye azmet. Eğer bu bağlamda sakınırsan, seni inciten bu varlık, seninle
konuşacaktır ve buna da sen keramet adını verirsin. Oysa bu gerçekte keramet
değildir. Sadece bu gerçeğin farkına varmandan, tevbe etmenden ve varlıklarla uyum
mekanına kaçıp sığınmandan ibarettir.
Arif alemde himmet ile tasarruf ederse, bunun nedeni, kendi iradesi değil, ilahi
bir emir ve zorlamadır.
En iyisi; insanın teslim olması, Hakka teslim olmayı dilemesi ve sırf nefsiyle
meşgul olması, onu bulunduğu mertebeden daha iyi bir mertebeye yükseltmeye
çalışmasıdır. Đşte varlığın hakikatlerine ulaşmış said/mutlu insan budur. Bu sırları
lafızlara dökme-yip gizleyenler, yabancılar farkına varmasın diye onları saklayanlar,
himmet neticesinde bir takım eserlerin meydana geldiğini söyleyenler, her zaman bu
metotlarını devam ettirirler. Tâ ki fehvanı (anlamsal) makamlardan yakınlığa
erişmişlerin mertebesindeki yüce ruhaniler kendi elleriyle parlak alametleri onlara
gösterinceye kadar. Bu makamda ise yazılı kutsal kitablar vardır. Böylece bu sırların
sahipleri bildikleri hakikatlere dair gerçek şahidler görmüş olurlar. Bu vasıftan başka
bir vasfa intikalin ne büyük bir aşama olduğunu anlarlar. Bu intikalin ayırıcı özelliği,
sırrı gizleyenin sırrının artık ortaya çıkması, düğümün çözülmesidir. Kilidinin açılması,
bağının çözülmesidir. Böylece bu diğerinin himmetleri de aynı noktada birleşir. Çünkü
teklik hakikatini görmüştür. Her ikisi tekten başka bir şey görmezler. Bütün etkiler ve
eserler hakikate dayanır böylece. Bazen döndürmek şeklinde tezahür ederken,
bazen de bu himmetler doğrudan O'ndan gelmiş gibi belirginleşir. Çünkü hakikate
bütün yönleriyle yönelmiştir, bilmese de. Her himmeti istemiştir, bizzat ulaşmasa da.
Telaffuz edemese de bütün lisânlarla konuşmuştur. Bu ne dehşetli bir hayret ve ne
çetin bir hasrettir! Perde açıldığı zaman, gözle bütünleştiği zaman. Ay ve güneş bir
araya geldiği, eser sahibi eserde zuhur ettiği ve de çıplak gözle görüldüğü zaman!
Onlara suretlerde belirdiği, tuzağı kuran tuzağa düştüğü, iman edenin kazandığı,
inkar edenin de kaybettiği zaman! Đlâhî hitap, en kutsal lisânla ve ihlâs diye ifade
edilen bir ibareyle yönelmiştir. Dolayısıyla alacağı ödül için değil, ibadetini ihlâsla
sunan, her türlü sapıklıktan uzak hanîf yolunu izleyen, ilâhî yakınlık mezhebine
intisab eden kimse, emri yerine getirme sorumluluğunu gerçekleştirmiş olur. Böyle bir
kimse nur alemine mensub olur, ücret alemine değil. "Allahu nuru'ssemavati ve'l ardi /
Allah göklerin ve yerin nurudur." (Nûr, 35) "Lehum ecruhum ve nuruhum /Onların
ücretleri ve nurları verilir." (Hadid, 19) "Nuruhum yes'a beyne eydihim / Onların
önlerinden nurları gider." (Tahrirn, 8) Nur, "Ben sizin rabbinizim",der, onlar da Ona
tabi olurlar.