Professional Documents
Culture Documents
Kaynak: Anlama ve Yorum: Doğan Özlem Armağan Kitabı (60. yaşı anısına), Yay. A. Kadir Çüçen,
Hatice Nur Erkızan, Güçlü Ateşoğlu (İstanbul: İnkılâp Kitapevi, 2004): 283-296. [yayınlandıktan sonra
bazı eklemelerle]
Bundan bir süre önce yayınlanan bir kaç yazımda ele aldığım konulardan biri de ‘sıkıntı’
1
olmuştu ve bekleneceği üzere, okumalarımda sürekli göze çarpan bir husus da, değişik
tarihsel dönemlerde bu konuya ciddi eğilen tüm düşünürlerin insana özgü bu hali hep
‘zaman’ sorusuyla bağlıyor olmalarıydı. Ama ne tür bir zaman algısı, deneyimi ve
kavramlaştırmasıyla? Bu bakımdan bir Seneca ve Cicero’yu bir Baudelaire’le ya da
Schopenhauer’le aynı kefeye koyabilir miyiz? Hele zaman ve mekânın doğrusal ve
tekdüze genelgeçer kavramlar olarak teknobilim tarafından hemen her şeye uygulandığı
modern zamanlarda? Bu düşünürler arasında sözkonusu ilişkiyi en belirgin biçimde
gündeme getirenin, sıkıntıyı (Langweile), kendi deyişiyle insan varlığının temel halleri,
kökteki salınımları, titreşimleri (Grundstimmungen) arasında sayanın Heidegger
olduğunu hepimiz biliyoruz.
yürüttüğü, buna bağlı olarak da çağdaş insanın zamanı tüketişi ile çağdaş Dasein’ın temel
“Tekno-bilim Pazarında ‘Bilgi’ Üzerine Bazı Aykırı Görüşler,” Uluslararası Bilim, Teknoloji ve
Toplum Sempozyumu [Science, Technology and Society International Symposium] 14-15 April/Nisan
1999, der. Hacer Ansal and Deniz Çalışır (İstanbul: İstanbul Teknik University/Institute of Social Sciences,
1999): 169-173 “Teknoloji, Sıkıntı ve Öteki Şeyler” Defter, No. 42 (Kış 2001): 53-79; “Kracauer ve
‘Sıkıntı’ Yazısı İçin” [Siegfried Kracauer’in “Sıkıntı” başlıklı yazısının çevirisine Giriş] Defter, No. 45
(Kış 2002): 169-176; “Modern Çağda Zaman Tüketimi ve Sıkıntı” Göstergebilim Tartışmaları, yay. haz.
Esen Onat ve Sercan Özgencil Yıldırım (İstanbul: Multilingual, 2001): 158-164; “Time-Consumption and
Boredom in the Modern Times” “S”- European Journal for Semiotic Studies (Institute for Socio-
Semiotic Studies,Vienna, Austria) 13 (1) 2003 [Special Issue on “Semiotics in Turkey,” Eds Jeff Bernard,
Fatma Erkman-Akerson, Zeynep Onur, Sercan Özgencil Yildirim]: 87-100.
2
Özellikle bkz. “Teknoloji, Sıkıntı ve Öteki Şeyler”: 53-79.
3
Die Grundbegriffe der Metaphysik: Welt-Endlichkeit-Einsamkeit, Frankfurt am Main: V.
Klostermann, 1983: 111-272. / The Fundamental Concepts of Metaphysics: World-Finitude-Solitude,
tr. by W. McNeill and N. Walker, Bloomington: Indiana 1929-30 University Press, 1995: 74-184.
2
(kökteki) bir başka salınımı olan ‘sıkıntı’nın üç türü ve bunların her birinin zamanla olan
ilişkisini örneklerle irdelediği göze çarpıyordu. Bu üç türü Heidegger şöyle
sıfatlandırıyordu: 1. “bir şey[ler]in sıkıntı vermesi” ya da “yüzeyde cansıkıntısı” [das
Gelangweiltwerden von etwas]; 2. “nedeni belirsiz sıkıntılanış,” ya da diyelim, “sinsi
sıkıntı” [das Sichlangweilen bei etwas]; 3. “derinde arısıkıntı” [die tiefe Langeweile als
das »es ist einem langweilig« Aslında derine birden inmek, dibe vurmak için içinden
sırayla geçilmesi asla gerekmeyen bu türlerin ilk ikisi sanki, daha temel ve bir sis gibi
çağdaş özneyi dışardan saran üçüncünün sanki bir türevi, belirtisi gibi ele alınmaktaydı.
Bir yerde de yazdığım gibi, modern insan zaman geçirir, harcar, tüketirken, farklı
cansıkıntısı kiplerinde boğuşmakta, seyrek olarak içinde arı bir kayıtsızlığa düşülen ve
Heidegger’in çağdaş Dasein’ın temel, hakiki salınımlarından tek değil, ama biri olarak
nitelediği, en derindeki “hakiki (arı)sıkıntı” (Die eigentliche Langeweile) içine
çekilivermekteydi birden. Küçük bir ayrıntı verecek olursak, “derindeki sıkıntı” [Die tiefe
Langeweile] dediği işte bu “hakiki, asıl sıkıntı”ydı ve yakalanıldığında kişinin olan, ama
hiçbir şekilde onun istenciyle ortaya çıkmayan bu asıl sıkıntı, kısmen öznel, ama büyük
ölçüde de nesnel, renksiz ve kokusuz, görünmeyen, hissedilmeyen bir bulut gibiydi. Aynı
noktanın daha önce de Heidegger tarafından vurgulanmış olması, bu köksalınımın
öneminin altını yeterince çizmektedir. 4
Peki ama Heidegger’in gözünde insandaki sıradan duygulardan (Die Gefühle), ruh halleri,
duyumsayışlar, uyarlanışlardan (Die Stimmungen) daha önemli olan, onun insandaki Da-
sein’a özgü saydığı öteki temel ruh halleri, temelduyular, köksalınımlar (Die
Grundstimmungen) neler? Hatta, fazla hesaplamacı sayılmayacaksa, kaç tane bunlar?
Akla takılan bu soruya Heidegger pek bir açıklık getirmiyor. 5
5Kendisi örneğin sonraki bir dersinde (1936), uzak geçmişte, başlangıçta felsefenin orataya çıkışında da rol
oynamasına karşın, günümüzde artık gerçek anlamda yaşanamadığını öne sürdüğü, ve insan istenciyle
açıklanamayacak “hayret”i [das Erstaunen] Dasein’ın diğer bir köksalınımı olarak nitelemekte. Bkz.
Martin Heidegger, Grundfragen der Philosophie: Ausgewählte »Probleme« der »Logik«, (Frankfurt am
Main: Vittorio Klostermann, 1984): 180; ayrıca, 154-180. / Basic Questions of Philosophy: Selected
“Problems” of “Logic”, tr. by R. Rojcewicz and A. Schuwer (Bloomington and Indianapolis: Indiana
3
kendini kurabilme, ‘Ben’ (Ich) diyebilme şansı gitgide elinden alınanan, ve yalnızca
kalabalıktaki ‘biri’ (Man) olmasına izin verilen insanın bir düşüş (Verfallen)
sergilediğini, işevuruk, yarar sağlayıcı şeyler (Zuhandene) başta gelmek üzere, şu ya da
bu var-olana (Seiend) ya da hakiki olmaktan uzak bir biçimde kendi ‘ego’suna tutunmaya
çalıştığını, ve bu kaçış nedeniyle de, neyin ne olduğu hakkında kararlılık (die
University Press, 1992): 133-156. Özellikle şu ifadede olduğu gibi: »Diese Grundstimmung ist das Er-
staunen.«,Grundfragen der Philosophie: Ausgewählte »Probleme« der »Logik«: § 38. Das Wesen des
Er-staunens, Wiederholung, 172. Antik Yunan dilinde ‘thaumázein’ olarak ifade edilen ‘hayret’ (das Er-
staunen) ile bu sözcüğün hem zamanla Almanca’da kendiliğinden oluşmuş türevleri hem de Almanca’dan
Heidegger’in kendisinin yaptığı türetmeler, üstelik Heidegger’in çabasının gerisindeki esas dert bu yazının
kapsamında tartışılmayacaktır. Gene de, şimdilik bu sözcüklerin bazılarını, düzeltmeye açık
Türkçeleştirmelerimle birlikte burada vermiş olalım: das Er-staunen: hayret (bir anda, birden süreçte
çıkan); das Staunen: çarpılma, şaşıp kalakalma (daha somut şeyler karşısında); das Bestaunen: şaşkınlıkla
bakış (sürpriz karşısında ve yargısız); das Wunderliche: müthiş (nerdeyse büyüleyici); das Sichwundern:
şaşırma (beğeni yok); das Verwundern: şaşırtıcı; das Bewundern: hayranlık (uzun süreli, kalıcı). Bu
temanın önemini yeterince vurgulamak için, şimdilik Gadamer’in şu yazdıklarını düşünebiliriz: “Kendisini
tümüyle sanatın oyununa teslim eden izleyici ile sırf merakı niteleyen arzu arasında özden gelen bir fark
bulunduğu açıktır. Gördüğünün sözgelimi kendini alıp götürmesi, gördüğü şeyde kendini unutuvermesi ve
ondan kurtulamaması merakın da bir özelliğidir. Ama merak nesnesinin ayrıklığı, onun temelde kimseyi
ilgilendirmeyişi ve etkilemeyişidir. Gözleyen için bir anlamı yoktur onun. Kendisini toparlamak için
gerçekten geri gelmesine yol açacak hiçbir şey yoktur nesnede. Çünkü burada imgenin çekimini yerleştiren
şey sadece biçimsel bir yenilik yani soyut bir başkalıktır [die formale Qualität der Neuheit, d. h. der
abstrakten Andersheit]. Çekimin diyalektik tamamlayıcısının sıkıntı ve duyarsızlaşma olması gerçeği de
burada kendini gösterir [Das zeigt sich darin, daß ihm als dialektisches Komplement das
Langweiligwerden und die Abstumpfung zukommen]. Buna karşıt durumda ise, izleyicisine kendini sanatın
oyunu olarak sunan her ne ise, o andaki kopuşumuzda kendini bitirivermez; tersine, kendi için kalıcılık
talep ettiği kadar [kendiyle gelen] bu talebin kalıcılığını da saklı tutar kendinde [sondern schließt einen
Anspruch auf Dauer und die Dauer eines Anspruches ein].” Hans-Georg Gadamer, Wahrheit und
Methode [Hermeneutik I], Gesammelte Werke, Bd. 1 (Tübingen: J.C.B. Mohr, 1990): 131. / Truth and
Method, tr. by William Glen-Doepel, ed. by John Cumming and Garrett Barden (London: Sheed and
Ward, 1975): 111-112.
6
Was ist Metaphysik?’in ilk Türkçe çevirisinde [Heidegger, Metafizik nedir?, Türkçe’ye çevirenler
Mazhar Şevket and Suut Kemal Yetkin (İstanbul: Vakit Matbaası, 1935)] Angst’ın karşılığı olarak artık
sözlüklerimize pek girmeyen ‘havf’ sözcüğü kullanılmıştır. Daha sonraları sözcüğe karşılık olarak Prof.
Nusret Hızır’ın değişimli kullandığı ‘tasa’ ya da ‘endişe’ sözcüklerini ihtiyatla kullanabiliriz. Heidegger’de
‘yeryüzü’ (die Erde) karşısında yanızca insan ve onu saran dille sınırlanan ‘dünya’ (die Welt) kavramı için
de ‘acun’ sözcüğünü kullanmaktadır. Örneğin, bkz. Nusret Hızır, Felsefe Yazıları (İstanbul: Çağdaş
Yayınları, 1976): “Varoluşçuluk Bir Felsefe Mi?,” 106-107; “Martin Heidegger,” 78-80. Arapça kökenli
olup, Heidegger’in ilk Türkçe çevirisinde Angst’ı karşılamada kullanılan ‘havf’ sözcüğü aslında XIX.
Yüzyılda hekimlik alanlarında Fransızca phobie karşılığı kullanılmış olup, esas anlamı ‘korku’dur (havf-i
füshat=agoraphobie; havf-i mehat=claustrophobie gibi; arapça ‘havfen min Allah’ deyişi de ‘Allah
korkusu’ demektir. Heidegger’in daha Varlık ve Zaman’da belirttiği gibi, Angst’ın ‘korku’ (Die Furcht) ile
nasıl bir ilişkisi bulunduğu ontolojik olarak yeterince açık değildir. Ama bilinen bir şey varsa, o da iki
görüngü arasında bir akrabalık bulunmaktadır [»Offensichtlich besteht eine phänomenale
Verwandtschaft«]. Martin Heidegger, Sein und Zeit (Tübingen: Max Niemeyer Verlag, 1979 [1927]]): §
40. Die Grundbefindlichkeit der Angst als eine ausgezeichnete Erschlossenheit des Daseins: 185. Angst
konusuna daha ayrıntıda eğildiği Was ist Metaphysik?’de ise bu görüngünün korkudan daha kesin çizgilerle
4
Entschlossenheit) sergileyen, sahih, hakiki bir karşılaşma yaşama şansını büyük ölçüde
yitirdiğini yazıyordu. Bu durumda ancak ender zamanlarda ve çok kısa sürelerde belirli
temel ruh durumlarının, köktesalınımların (Die Grundstimmungen) insanı ‘Hiçlik’ (Das
Nichts) ile yüzyüze bırakmak suretiyle, şeylerin tüm dünyasını (Welt), var-olanların
tümünü (die Seiende im Ganzen), yani ‘Varlık’ (Das Sein) sorusunu yeniden düşünme
olanağı sağladığına dikkatleri çekiyordu Heidegger. Burada, Hans-Georg Gadamer’in
haklı saptamasıyla, Heidegger’in Angst tartışmasında, onun insan Dasein’ını (Das
Dasein des Menschen) tümüyle olumsuz düşünmesi rol oynamış değildir. “Esas doğru
olan,” diye yazmaktadır Gadamer, “Varlık ve Hiçliğin anlamının ne olduğu sorusunun
yepyeni bir biçimde görünmesine yol açan şey, onların [temel ruhhalinin, temel
bulunumunun (Die Befindlichkeit)] Angst yüklü bir temelduruş (Angstbefindlichkeit des
Menschen) olmasıdır. Budur Heidegger’in felsefi çıkış noktası ve Angst’a öylesine
derinlik ve olağanüstü rezonansını veren. İşte, Heidegger bu anlamda Angst’ı insan
Dasein’ının temel ruhhali (Grundbefindlichkeit des Daseins) olarak sunmaktadır.” 9
Sonradan Was ist Metaphysik? (1929) konuşmasında daha da inceltip, daha uygun
bulduğu deyişlerle zenginleştireceği tartışmanın bu aşamasında, Heidegger amacının
“yapısal [bir] bütüne özgü tümün varlığına” (zum Sein der Ganzheit der Strukturganzen)
yöneldiğini açıklamaktadır ki, sonradan bunu “var-olanların tümü” (Die Seiende im
10
Bu konuda Varlık ve Zaman (1927) ile Metafizik Nedir? (1929)in tek başlarına ve
birbirleri karşısında iç örgülerini ince ayrıntılarıyla tartışmayı olası bir başka yazıya
bırakarak önce, ‘endişe/tasa’yı (Die Angst) sadece birey öznelliğinden kaynaklı
‘endişelilik/tasalılık’ (Die Angstlichkeit) diye basitçe nesneleştiren indirgemecilikler
karşısında, Heidegger’in sonradan Angst’ın bazı temel özelliklerini ve insan Da-Sein’ında
oynadığı temel işlevi nasıl ele aldığına kısaca değinelim
Yakın bir örnek için bkz. Doğu-Batı Dergisi “Kaygı özel sayısı” Yıl 2, Sayı 6 (Şubat-Mart-Nisan 1999)
da çıkan çeşitli yazılar.
8
Martin Heidegger, Sein und Zeit: § 40. Die Grundbefindlichkeit der Angst als eine ausgezeichnete
Erschlossenheit des Daseins: 184-191.
9
Hans-Georg Gadamer, »Angst und Ängste«, Über die Verborgenheit der Gesundheit: Aufsätze und
Vorträge (Frankfurt am Main: Suhrkamp Verlag), 1993: 189-190.
10
Martin Heidegger, Sein und Zeit: § 40., 184.
5
Çünkü Heidegger’in de, kitabı üzerine sonradan ‘özgürlük’le ilgili çok önemli bir ders
(1936 yaz yarıyılı) gerçekleştireceği, Schelling’den dolaylı bir alıntıda bulunacak olursak:
“yaşamın endişesi, yaratığı [Die Kreatur] kendi merkezinin dışına sürükler.” 12
Yaşanan bu özgünolay (Das Ereignis), yani kaynağında hiçleşme (Die Nichtung) olan
Hiçlik bizi sonuçta hep kaçtığımız Da-sein’ımızla yüzyüze bırakır, bizi ona dönüştürür.
Hiçlik’in kaynaktan gelen bu açılışı içine yuvarlanarak, boşlukta bir an için asılı
kalmasaydık, kendimiz dahil uzaklaşan, uzaklaşırken de yüzünü bize dönen ‘tüm var-
olanlar’ (Die Seiende im Ganzen) ortasında, tam da bizdeki Da-sein’ın uçurumunda (Der
Abgrund) bu anlık, berrak gece uçuşu olmasaydı, ne ‘kendivarlığımız’ (Das Selbstsein)
olurdu, ne de ‘özgürlük (Die Freiheit).’ Modern çağın (Das moderne Weltalter) insanı
13
ise ‘kendi’ni bu gibi bir durumu yaşayarak kurmak yerine, ‘herhangi biri’ (man) olmanın
kolay anonimliğine özgü ‘düşüş’ (Verfallen) içinde yaşamayı seçmiştir. Aslında bu bir
seçiş bile sayılamaz. Batı metafiziği’nin ve onu belirleyen ‘varlık’ sorusunun çağımızdaki
‘yazgıdüzeneği’dir (Das Geschick) bu durumu ortaya çıkaran.
Şimdilik daha fazla ayrıntıya inmeden, Was ist Metaphysik? metninde Heidegger’in
‘endişe/tasa’ ile ‘sıkıntı’ arasında ne gibi bir ilişki düşünmüş olabileceği hakkında kafama
takılan bir iki soruyu paylaşmalıyım. Biliyoruz ki, kendi de bir “var-olan” (das Seiende;
(ama özel bir türü=Da-sein) dememiz gereken insan tüm parçalılığına rağmen gündelik
11
Nusret Hızır da aynı ifadeyi alıntıladıktan sonra şu önemli yorumu getirmektedir: “İşte «endişe»ye
varlıkbilim [ontoloji] bakımından anlam ve önemini veren budur. Çünkü varoluş, (Latince existere),
fırlatmak fışkırtmaktır. Nereden? Hiç’ten! Bizi varlığa götüren varoluşçu atlama, Heidegger’e göre Hiç’in
görgüsüdür, yaşantısıdır. Bunu bize veren de «endişe»dir. Hiç’i varlığın nedeni olarak almamak gerekir. O,
varlığın belirlediği fon –biricik fon- dur. O, mutlak sıfır da değildir, etkindir, varlığı meydana vurur.” Bkz.
Nusret Hızır, “Varoluşçuluk Bir Felsefe Mi?,” Felsefe Yazıları: 106-107.
12 »Die Angst des Lebens treibt die Kreatur aus ihrem Zentrum«. Schelling’in »Vom Wesen der
menschlichen Freiheit« başlıklı yazısındaki bu cümlenin yorumu için bkz. Hans-Georg Gadamer, »Angst
und Ängste«: 191. Heidegger’in söz konusu dersi için, bkz. Martin Heidegger, Schellings Abhandlung
Über das Wesen der menschlichen Freiheit (1809) (Tübingen: Max Niemeyer, 1971): 111.
13
Heidegger’in sözcükleriyle: »Ohne ursprüngliche Offenbarkeit des Nichts kein Selbstsein und keine
Freiheit«. »Was ist Metaphysik?« Wegmarken: 111.
6
yaşamında, kendisinin de var-olan sıfatıyla aralarında yer aldığı ‘var-olanların tümü’ (Die
Seiende im Ganzen) içindeki şu ya da bu var-olanla sürekli haşır neşirdir. Yukarıda
özetlediğim gibi, Angst’ın bizi tanıştırıp içine itiverdiği Hiçlik’i yaşadıktan sonraki anda
bana “Neden var-olanlar var da, Hiçlik hiçmiyor.” [»Warum ist überhaupt Seiendes und
nicht vielmehr Nichts?«] sorusunu sordurtan şey de Hiçlik’in öbür yüzü yani Varlık’dan
14
(Das Sein) başka bir şey olmayan bu bütündür (Die Seiende im Ganzen). Heidegger bu
‘bütün’le ortasında tanışmamızın farklı koşulları arasında, bir şeylerle ve hatta
kendimizle hiç uğraşmadığımız anda geliveren ve şu ya da bu kitaptan ya da radyo
programından sıkılmaya hiç benzemeyen ‘gerçek sıkıntı’ (‘Sıkıntı bastırdı’: »Es ist einem
langweilig«) durumunu sayıyor ki, ‘tüm’ ile yüzyüze kalıp yukarıdaki soruyu içimizden
sormamıza yol açan durumlar sadece Dasein’ın uçurumlarını ileri geri giden bir sis gibi
kaplayan bu tür sıkıntıya özgü, her şey karşısında tamkayıtsızlıkla sınırlı değil. Bazı
‘arısevinç,’ ‘mutluluk’ durumları da bizi Die Seiende im Ganzen ile yüzyüze
getirtebiliyor Heidegger’e göre. 15
Başta ‘sıkıntı’yla ilgili değinmiş olduğum 1929-30 dersinde göze çarpan başlıca ilginç
değişiklik ise, nerdeyse bir yıl içinde onun yankı yaratan bitmemiş Sein und Zeit’da
(1927), ardından da Was ist Metaphysik? (1929) konuşmasında temel bir uyarlanış, bir
köksalınım (Grundstimmung) olarak öne çıkardığı Angst yerine nerdeyse tümüyle
“sıkıntı”nın (Langeweile) geçmiş görünmesidir. Bu değişikliği, Heidegger’in Angst’a
ilişkin tüm uyarısına rağmen, bu kavramın başkalarınca onun hiç de istemediği biçimde
hâlâ ‘ruhsal’ bir duruma, Angstlichkeit’a indirgenişi karşısındaki haklı tepkisinin bir diğer
yüzü diye de görebiliriz. Heidegger’in Varlık ve Zaman’daki tüm çabasının tam tersine,
bu eserin bir felsefi antropoloji abidesine döndürülüşü yanında bir de kitapta işlenen
görüngülerin psikolojikleştirilmesi, bunun doğal bir uzantısı olarak Angst’ın da bu
saptırmadan payını alması; örneğin, psikoanalizciler dahil birçoklarınca salt psikolojik bir
olguymuşçasına dar disiplin kafalılığa özgü indirgemeciliğe kurban edilerek,
Angstlichkeit olarak nitelenişi karşısında duyduğu rahatsızlık akla getirildiğinde, bu
durum anlaşılabilir. Çağımızın anonimleşen ‘psikolojikleş(tiril)miş birey’inin
16
14
»Was ist Metaphysik?«in ilk (1929) ve ana metnini bitiren bu cümle onun 1935 yaz yarıyılı dersini de
başlatan ve metafiziğin temelsorusu (Grundfrage) olarak konuşladığı cümledir. Bkz. Martin Heidegger,
Einführung in die Metaphysik, (Tübingen: Max Niemeyer, 1953): 1.
15
Kendisi sonradan “Neden var-olanlar var da, hiçlik hiçmiyor” sorusunu sordurtan sevinç (»In einem Jubel
des Herzens ist die Frage da,..«) ve sıkıntı (»In einer Langweile ist die Frage da,. «) anlarına, hatta
onlardan önce ‘büyük umutsuzluk anları’nı da [»In einer groβen Verzweiflung, z. B.,..steht die Frage auf.«]
ekleyecektir. Bkz. Einführung in die Metaphysik: 1.
16
Heidegger’in çıkış noktasını çok sonraları aynı konuda kendi yazısında benimseyen Hans-Georg
Gadamer’in şu yazdıkları da bunu doğruluyor: “Heidegger’in Varlık ve Zaman’ı, eserin tüm amacının
tersine, sanki [felsefi] antropolojinin temel bir eseriymiş gibi okundu. Heidegger’in bizzat kendisi, eserin
antropolojik sezgi bakımından epeyce zengin olduğunu söylemişti; ama niyeti hiçbir zaman antropolojiye
doğrudan bir katkıda bulunmak değildi. Onun esas amacı, Batı felsefesini öteden beri metafizik olarak
nitelemiş bulunan varlık sorusunu [die Frage nach dem Sein] yeni ve daha geniş bir ufuk çizgisine
kavuşturmaktı.” »Angst und Ängste«, Über die Verborgenheit der Gesundheit: 189.
7
Angst sözcüğünü seyrek de olsa, sonraları, örneğin »Die Überwindung der Metaphysik«
başlıklı 1938/39 tarihli önçalışmasında, ardından Was ist Metaphysik?’in Sonsöz’ü
[Nachwort zu »Was ist Metaphysik?«] olarak bilinen 1943 tarihli yazısında, ardından da
aynı esere bu kez geç bir Önsöz olarak ve “Metafiziğin Dipzeminine Geri Düşüş”
altbaşlığıyla [Einleitung zu »Was ist Metaphysik?«:Der Rückgang in den Grund der
Metaphysik] 1949 yılında eklediği yazıda hâlâ kullanıyor olması, belki de kendisinin bu
sözcüğü tümüyle terketmek istemeyişinin işareti sayılmalıdır. Son olarak da, İsviçre’de
18
kitabı Varlık ve Zaman üzerinden nerdeyse bir Daseinanalyse ekolü başlatan Ludwig
Binswanger’in izindeki doktorların çağrısını kabul ederek, küçük bir grupla yıllar boyu
sürdürdüğü seminerlerde Heidegger bir kez daha Angst konusuna dönüyor. Benim de 19
amacım, Angst’la ilgili bu son noktayı biraz ayrıntısıyla irdeleyerek soruyu şimdilik ucu
açık bırakmaktan ibaret.
Örneğin, ‘Yarın bir yürüyüş için zamanınız var mı?’ ya da ‘Şu anda vaktiniz var mı?’
diye sorduğumuzda, buradaki zamana sahip olmanın anlamı nedir? Bu, kullansak da
kullanmasak da, otursak da oturmasak da bir araba ya da ev sahibi olmaya benzemez.
Benzer şekilde, bugün havanın iyi olduğunu yani iyi hava koşullarına sahip olduğumuzu
17
Doğrudan Angst’a bir göndermede bulunmasa da, bkz. William J. Richardson’a Nisan 1962 tarihli mektup:
“Preface” by Martin Heidegger to William J. Richardson, Heidegger: Through Phenomenology to
Thought, Third Edition, (The Hague: Martinus Nijhoff, 1974): VIII-XXIII, özellikle XVIII-XXIII.
18
Bkz. Martin Heidegger, Metaphysik und Nihilismus, Gesamtausgabe, Band 67 (Frankfurt am Main:
Vittorio Klostermann, 1999), “IV. Metaphysik und »Weltanschauung«” başlıklı kısım, s. 114. ve
»Nachwort zu Was ist Metaphysik?«, Wegmarken: 312: »Eine der Wesenstätten der Sprachlosigkeit ist die
Angst im Sinne des Schreckens, in den der Abgrund des Nichts den Menschen stimmt. Das Nichts als
andere zum Seienden ist der Schleier des Seins. Im Sein hat sich anfänglich jedes Geschick des Seienden
schon vollendet.«. Önsözde de Heidegger’in psikoloji ve psikoanalizle de ilgili olarak gene Angst üzerine
şunları yazdığını görüyoruz: »Ob jedoch ein Denken dies vermöchte, solange ihm die so zugeschickte
Angst nur eine gedrückte Stimmung wäre? Was hat Seinsgeschick dieser Angst mit Psychologie und
Psychoanalyse zu tun?«. »Einleitung zu Was ist Metaphysik?: Der Rückgang in den Grund der
Metaphysik«, Wegmarken: 371
19
Martin Heidegger, Zollikoner Seminare: Protokolle-Zwiegespräche-Briefe, Hrsg. von Medard Boss, 2.
Auflage (Frankfurt am Main: Vittorio Klostermann, 1994 [1987]): 80-83. / Zollikon Seminars: Protocols-
Conversations-Letters, ed. by Medard Boss, tr. from German with notes and afterwords by Franz Mayr
and Richard Askay (Evanston, Illinois: Northwestern University Press, 2001): 62-64.
8
ifade ettiğimizde de, havanın bizden, Dasein’ımıza ait, gene de ondan ayrı oluşundan da
farklıdır zamanı sahiplenişimiz. “Zamanımız olması bir eylem değildir. Özel olarak
yaptığımız bir şey yoktur. Gene de bu sahiplenişe katılmaktayızdır.” Zaman etkilenmez
20
Diyelim ki, birisi ‘Endişe içindeyim [Endişeliyim]’ (Ich habe Angst) dedi. Angst’la
ilişkisi mülkü olan araba ya da mülk edinemeyeceği atmosferik koşullarla aynı şey midir?
Bir kent ile ora sâkinlerinin birbirinden ayrı şeyler olması ama gene de birbirine aidiyeti
gibi bir şeyden de farklıdır bu durum.
Diyelim ki kolumuz kırık, kulağımız uğulduyor, endişe, tasa bürümüş beni, bu ayrı
durumların her birinde ‘neyimiz varsa’ ona göre farklı bir ontolojik bulunum, ruh durumu
(Die Befindlichkeit) içinde olsak da, temelde aynı şeyden söz ediyoruz diyebilir miyiz?
Heidegger, bunun yanlış olduğunu, bu yanlışı göstermek için de Angst’a daha yakından
bakmamız gerektiğini ileri sürüyor.
Endişedeyim (Ich habe Angst) dediğimde, tehdit eden ya da öyle sandığım, ama ne
olduğunu söyleyemeyeceğim belirsiz bir şey karşısında endişe içindeyimdir (Ich lebe in
20»Unser Zeit-haben ist keine Aktion, kein besonderes Tun unsererseits. Dennoch sind wir an diesem
Haben beteiligt.«, Zollikoner Seminare: 79. / Zollikon Seminars: 61.
9
Peki, bu tasalı olmada sahiplenilen şey nedir? Araba, hava, zaman gibi mi, yoksa apayrı
mı bu benim olan şey? Burada sahip olmanın, ‘benim’ oluşun bizzat kendisi endişe yüklü
(angstvoll) ve endişe de tam da bu sahiplenişin içinde oturuyor, diyebilir miyiz? Ya da bir
başka deyişle, ‘Sahibi olmak’ bir endişe durumu içinde kendini buluvermek midir?
Angst üzerine bu ön açıklama ne gösteriyor bizlere? Sahip oluş (Bir şeyi olma, “Neyi var
onun, endişeli mi?” sorusundaki gibi) bu durumda bizde olana karşı bir kayıtsızlık
sergilemez. Olsa olsa sahip olunduğu sanılan (genannte Gehabte) karşısında bir
kayıtsızlık söz konusudur burada. Kısacası endişe sahip olunan değil, sahip olma
sürecinin kendisidir (.., die Angst, gerade nicht das Gehabte, sondern eigentlich das
Haben selbst ist). Birinin sahibi olacağı bir ‘endişe’den söz edilemez; buradaki sahip oluş
sadece şu ya da bu durumda, ruh halinde kendini bulmadan (sich so und so Befinden)
ibaret olup, örneğimizde de bu varoluşsal-ontolojik bulunum (Die Befindlichkeit)
‘endişe’dir. ‘Endişe’ sadece kendimizi nasılsa öyle buluverdiğimiz alanda yer alan temel
bir ‘bulunumdur’ ve kendi özgezamanıyla gelen bir uyarlanmışlık hali (als jeweilige
Gestimmtheit) olarak da yorumlanabilir. 23
Ama tam da bu noktada Heidegger -belki de bile bile- bazı soruları tartışmaya açık
bırakarak gene ‘zaman’ sorusunu düşünmeye dönüyor. Ama bu arada sanki artık
yeterince açık olduğunu düşündüğü bir ipucu da vermeden ‘zaman’ konusuna dönmüyor.
Kendisinin nerdeyse retorik olarak sorup yanıtını aramayı başkalarına bıraktığı sorular
şunlar: ‘havaya, ruh haline, ‘mood’a giriş (das Stimmen) ile ‘uyarlanış’ı (das Bestimmen)
nasıl düşünmek gerekir? Bu açık bir soru. Ontolojik ‘bulunum’ (Die Befindlichkeit)
21
»Eine Angst oder eine Furcht ist kein Gegenstand. Ich kann sie höchstens zum Thema machen.«, A.g.e.:
173. / 132.
22
Bu cümleye dek ‘endişe’yle ilgili söylenenleri de özgün dilinde verelim: »Ich habe Angst. Ich lebe in der
Angst vor Bedrohlichem, von dem ich nicht sagen kann, was es ist. Ich ängstige mich, oder noch genauer,
weil nicht ich mir die Angst verschaffe, sondern weil sie über mich kommt, sagen wir, mir ist Angst, es
ängstigt mich. Wie steht es mit dem Haben in solchem Angsthaben? Das Haben selbst und gerade dieses ist
angstvoll. Die Angst sitzt gerade in diesem haben. Das Haben ist das Sichbefinden in der Angst. Nein, die
Angst ist selber dieses Sichbefinden.«, A.g.e.: 81. / 62.
23
»Es gibt nicht Angst, die man haben kann, sondern es gibt ein Haben, als sich so und so Befinden. welche
Befindlichkeit hier Angst heißt. Angst findet sich nur im Bereich des Sichbefindens, hat den Grundzug der
Befindlichkeit, die als jeweilige Gestimmtheit ausgelegt werden kann.«, A.g.e.: 82. / 63.
10
Heidegger’in ‘zaman’ı tartışıyoruz derken, Angst (ve bu arada belki de zamanla özgül bir
ilişki içeren ‘sıkıntı’) hakkında yaptığı saptamaya, bıraktığı ipucuna gelince...
özelliklerini zamanı olmak gibi bir görüngüye uygulayamayız. Bizi etkisi altına alan
görüngüler aynı ya da benzer biçimde ifade ediliyor (Die gleiche Redeweise) olsa bile,
her görüngü kendi biricik özellikleriyle (örn. Angst) ayrı düşünülmeli ve açımlanmalıdır,
ama bu açımlama bir başkasının (örn. ‘zaman’) oluşumunu açıklamada
kullanılmamalıdır. Yoksa fenomenolojik yorumun temel kuralını (die Grundregel der
phänomenologischen Interpretation) ihlâl etmiş oluruz. Fenomenolojik yorumda ne
sonuçlara ulaşmak derdi vardır ne de diyalektik dolayımlara izin verilir; tek önemli şey,
onun kendisini açmasına izin veren, görüngüyü anlamaya açık bir düşünsel bakıştır (»Es
gilt nur, den denkenden Blick auf das Phänomen offen zu halten.«).
Angst’ı araya sokan bu örnekleyiş doyurucu mu, bilmem; ama bu ara tartışmadan, Angst
hakkında öğrenilen ek bir şey daha var gibi. O da, az yukarıda fenomenolojinin temel
kuralı, metodolojik gözetmelerinden dem vururken, Heidegger’in şu ifadeyi araya
sıkıştırması:
“...‘endişe,’zamanın sürekli ve kaçınılmaz olarak üstümüze geldiği gibi her daim gelmez
insanın üstüne.” 25
Bu durumda, en azından üç şey önem kazanıyor: birincisi, ‘zaman’ın, Angst’gibi bir ‘ruh
hali’ (Die Stimmung) ve de ‘uyarlanmışlık’ (Die Gestimmtheit) olmadığı; ikincisi ise,
Angst’ın, ‘yabancı’ görüp de yüzleşmekten sürekli kaçtığımız bizdeki Da-sein’la ille de
24
»denn die Zeit ist keine Stimmung und Gestimmtheit wie die Angst. Zu sagen, ein Mensch sei zeitlich
gestimmt, scheint offenkundig sinnlos zu sein.«, Aynı yer.
25
»Von dieser grundsätzlichen methodischen Überlegung abgesehen, könnte man überdies geltend machen,
daß die Angst uns nicht überall und jederzeit so befällt, wie die Zeit uns ständig und unausweiclich
angeht.«, A.g.e.: 82-83. / 63-64.
11
tanışmamıza vesile olacak diye modern uykumuzu bölmek üzere her zaman
yanıbaşımızda durmadığı; üçüncüsü ise, Da-sein’ın pek seyrek olarak zeminindeki
uykusundan kalkıp gelerek bizi gönderiverdiği Hiçliğin aydınlık gecesinden (In der
hellen Nacht des Nichts der Angst ) döndüğümüzde bizim ne yapacağımız.
26
26
»Was ist Metaphysik?«, Wegmarken: 114.