You are on page 1of 93

Bu kitabın yayın haklan

A naliz Basım Y ayın T asarım U ygulam a Ltd. Şti.nindir.

Bu çalışm a, ilk olarak "O sm anlı İm paratorluğu'nun Etnik


M enşei M eseleleri" adıyla Belleten, 1. T eşrin 1943, sayı 28,
c.V II, s.219-303'te yayım lanm ıştır.

Birinci Basım! Nisfin 1999


T e k ifk lİâ z îrlık : A naliz B c ^ ıp .Yayın
Baskı: Sistem Ofset

.IS B N : 975-343-262-3

K A Y N A K Y A YIN LARI: 277

A N A L İZ BA SIM Y A Y IN T A SA RIM U Y G U L A M A LTD. ŞTÎ.


İstiklal Caddesi No: 184/4 80070 B eyoğlu / İstanbul
Tel: (0212) 252 21 5 6 -2 5 2 21 99 Faks: (0212) 249 28 92
FUAD KOPRULU
OsmanlI'nın
Etnik Kökeni
(Boş sayfa)
İÇ İN D EK İLER

B irinci Bölüm
J. M arquaıt'ın "O sm anlılarm M oğolluğu"
Teorisi ve K ay=K ayı B irleştirm esi

İkinci Bölüm
M arquart Teorisinin E leştirisi:
K ay= K ayı B irleştirm esin in Y anlışlığı

Ü çüncü Bölüm
M arquart T eorisinin D üzeltilm iş Y eni Şekli:
Z.V. T ogan'ın O rtaya A ttığı Y eni Teorisi

D ördüncü Bölüm
Z.V . T ogan'ın O rtaya A ttığı Y eni Teorisinin Ö zeti

B eşinci B ölüm
B u T eorinin E leştirisi: K ay=K ayı B irleştirm esinin ve
"12. Y üzyılda M averaünnehir'de K ay'ların V arlığı"
İddiasının E sassızlığı

A ltıncı B ölüm
B u T eorinin Eleştirisine D evam : "K ayı'ların A nadolu'ya
13. Y üzyılda G eldikleri" İddiasını Ç ürüten D ilbilim sel,
T oponim ik ve Tarihi Ç eşitli D eliller
Y edinci Bölüm
M oğolistan'daki Kay K abilesinin
Etnik Ö zelliği ve T arihi Rolü 45

Sekizinci Bölüm
O ğuz Boylarından K ayığ=K ayı K abilesinin
Göçü ve Tarihi Rolü 56

D okuzuncu Bölüm
P. W ittek’in, "O sm anlIların K ayı'lardan O lm adığı"
T eorisi ve Bu T eorinin Eleştirisi 74

O nuncu Bölüm
Bu İncelem elerden Elde Edilen Sonuçlar 91
BİRİN Cİ BÖ LÜ M

J. M A RQUARTIN "OSMANLILARIN MOĞOLLUĞU"


TEO R İSİ V E K A Y =K A Y I BİRLEŞTİRM ESİ

M eşhur Alman bilim adamı J. M arquait, I914'te, W. Bang ile b e­


raber çıkardığı Konıanlar'a ait önem li eserde,1 al-Bîrûnî ve A vfi'ye d a­
yanarak, bunlarda adı geçen Kay kavim veya kabilesinin, OsmanlIların
m ensup olduğu d a y ıla rd a n başka bir kavim olm adığını ve b a y la rın
esasen Türk değil, M oğol olmaları sebebiyle K a y ıla n d a T ürkleşm iş
bir M oğol kabilesi saym ak gerektiğini ileri sürmüş ve Osmanlılcırm
aslı hakkındaki ekinde de "K ayıların A nadolu'ya göçleri" hakkında
eski Osmanlı kroniklerindeki rivayetleri, az çok eleştirel bir şekilde,
diğer bazı İslam kaynaklarının bilgisiyle de karşılaştırarak, K om anlar
hakkındaki bu önem li incelem eye eklem işti.2
Ç ok geniş bir érudition sahibi olan ve ara sıra yeni ve önemli
buluşları ve görüşleriyle bilim dünyasında haklı bir şöhret kazanan
büyük bilim adamının, zaman zaman çok cüretli ve hatta hayali var­
sayımlar ortaya attığı ve kendisini bütünüyle hissi birtakım préju­
gé lerden kurtaramadığı da bilinmektedir: örneğin, bu büyük ve değerli
eserinde Osmanlılar hakkında yürüttüğü görüşler, bir bilim adamına
yakışm ayacak kadar şahsi ve hissi olduğu için, ilmi bir eleştiri konusu
olm aya bile değmez. İlimle ilgisi olmayan bu yönleri bir tarafa bırakacak

1 W . Baııg-J. M arquait, O sttürkische D ialektstudien (A bhandt. der. K. G esellsch. der


W iss. zu G öttingen, phil.-hist. Kl.. N .F., 1.13, N .l), Berlin, 1914. Ç eşitli yazılardan
o lu şan bu cilt içinde W . B ang'ın T ü rkçede p alatalisation olayı d olay ısıy la C odex Co-
m a n ieu s hakkında dilbilim sel önem li bir incelem esi (s.1-12), yine onun, bu eski Türk
m etnindeki b ir ilahi hakkındaki önem li m akalesi (s .2 4 1-276) ve nihayet J. M arquart'in
K o m a n la r hakkındaki asıl b ü y ü k eseri (s.25-238) ve so n ra d a b azı e k le r vardır.
2 A y n ı eser, s.3 9-4 0 ve ek 2, s. 187-194.

7
olursak, J. M arquart'in bu eserinde OsmanlIların kökeni hakkında ileri
sürdüğü teoriyi şöyle özetleyebiliriz: O, bir taraftan Kay=Kayı birleştir­
mesini (identification) artık bir gerçek gibi kabul ederek, K a y ıl arın
"Türkleşmiş Moğollar" olduğunu iddia ediyor; diğer taraftan da, bir
kısım eski O sm anlı kronikçilerinin ve genellikle sonraki Doğu ve Batı
tarihçilerinin "OsmanlIların 13. yüzyılda Anadolu'ya göçleri" hakkındaki
klasik teorilerini -kendisi bu konuya bütünüyle yabancı olduğundan-,
hiçbir ciddi eleştiriye tabi tutmadan, olduğu gibi alıp tekrarlıyordu.3
Komanlar hakkındaki bu önem li eser, ilim dünyasında, layık olduğu
önem le karşılandı: F. Giese, yazdığı küçük bir özetle, bundan çıkan
yeni sonuçlan Türk ilim dünyasına tanıttığı gibi,4 J. M iskolczi,5 P. Pel-
liot,6 W . Barthold,7 burada ileri sürülen birtakım m eseleler hakkında,
bazen çok önem li eleştirilerde bulundular; fakat, Doğu'nun ve Batı'nın
birçok dilinde yazılm ış bir yığın eserden yararlanm ış olan büyük bilim
adamının ilmi yetkisi ve ezici érudition’u, ortaya attığı bu yeni te­
orilerden bazılarına derhal ilmi bir gerçek niteliği verdi ki, işte
K a y -K a y ı birleştirmesi de bunlar arasında bulunuyordu. Kıymetli
Türkolog Prof. J. Németh, 1921'de çıkan küçük bir makalesinde
"Kay=Kayı1ar]a onların kom şusu ve akrabası olan Kun=Komanların
(Kuman) lehçeleri arasındaki benzeyişlerin, bu teoriyle tarihi bakımdan
m ükem m el şekilde açıklam ış olduğunu, hatta O sm anlıcada önceleri
olup da sonra yavaş yavaş kaybolan bazı dil özelliklerinin kaybolmasını
Selçuklu etkilerine atfetmek gerektiğini ve ancak yazı diline hâkim olan
yüksek yerlerde bu Kayı geleneğinin devam ettiğini" söyledi.8 Büyük or-
3 E ski O sm an lı k ro n ik çilerin in m a salların ı h iç b ir e le ştiriy e ta b i tu tm ad an k u l­
lanm ak tak i bu ç o cu k ç a safd illiğin so ru m lu luğ u, M arq u art'a d eğ il, kendisinden önce
"O sm anlı ta rih in d e uzm an g eçinen " D o ğu ve B atı y a za rların a aittir. Bu m esele
b ü tü n ü y le u zm a n lığ ın ın d ışm d a o ld u ğ u için, bu bü y ü k b ilg in , b u k o n u d a "en büy ü k
yetki sah ib i" say ılan yazarlara b a şv u rm ak ta v e o n la ra in a n m a k ta m azurdu.
4 F. G iese, “T ü rk E lsine ve T arihine A it B azı Y eni A lm an N eşriy atı” , E debiyat Fakültesi
M ecm uası, sayı 3, T em m uz 1332, s.286-294. B u özette, M arq uart'm "Kayı la rm etnik
özelliği, K a y= K a yı birleştirm esi, b u n ların 13. yü zy ılda H orasan'dan A nadolu'ya
göçleri" gibi, O sm an lı tarihiyle ço k 'ilg ili m eselelerden hiç bahsedilm em iştir.
5 T ürtén eti Szem le, 1918.
6 P au l P ellio t, J o u rn a l A sia tiqu e, O n zièm e série, “ A p ro po s des C om ans’’, N isan-
H aziran 1920, N .2, c . 15, s . 125-185.
7 R u sskij Îsto riçe skij Z urnal, 1921, c.7, s. 138-156. A y rıca b kz. J. M arquart, W ehrot und
A r a n g ’m ön sö zü .
8 Z e itsch rift d er D e u tschen M org en län d isch en G esellsch aft, 1921, N .57, s.278.
yantalist (doğubilimci) ve Türkolog Prof. C. Brockelmann da, 1920'de,
"OsmanlIların atası olan Kay=Kayı ların Türkleşm iş M oğollar olduğu
hakkında M arquart tarafından ileri sürülen fikrin, M ahm ûd Kaşgari'nin
ifadesiyle de doğrulandığını" söylemişti.9
İşte bu şekilde Türkologlar arasında kolayca taraftarlar kazanm aya
başlayan bu "OsmanlIların M oğol aslından geldiği" teorisine karşı,
yalnız, Çin ve Moğol incelemelerinin büyük üstadı Prof. Paul Pelliot
şüpheli davrandı: OsmanlIların mensup oldukları K a y ıların, tarihçi
Reşîdeddîn tarafından "yirmi dört Oğuz boyunun başında" anıldığı
halde, al-Bîrûnî'nin eserinde Kay ların Kırgız ve D okuz-O ğuzların
doğusunda gösterilmesi, onu, bu K ay=Kayı birleştirm esi hakkında çok
haklı bir şüpheye düşürdü; ve göçleri hakkında henüz açık ve doğru bil­
gilere sahip olam adığım ız bu Kayı kabilesi hakkındaki hükümlerin, pek
"inanılacak nitelikte olmadığını" çok haklı olarak, ileri sürdü.10 Büyük
bilim adamı, her zamanki derin görüşüyle bu varsayımın çürüklüğünü
hisseder gibi olmuş, fakat bu kitaba ait ileri sürdüğü diğer birçok kuv­
vetli eleştiri arasında, bu meseleyi daha fazla derinleştirm em işti. Bu
sırada henüz M ahm ûd K aşgari'nin eserinden yararlanm am ış olan P. Pel-
liot'nun eleştirisini daha ileri götürmemesi kolaylıkla anlaşılabilir; fakat
bu eser üzerinde büyük bir dikkatle çalışm ış olduğu, o sıralardaki
yayınından açıkça anlaşılan C. Brockelm ann'ın, bu "O sm anlIların
M oğolluğu" teorisini bu kadar kolaylıkla ve hararetle kabul etmesinin
nedenini, ancak J. M arquart’ın geniş ilmi şöhretinde ve genellikle kabul
edilen büyük yetkisinde aramak gerekir sanıyorum .11

9 C. B rockelm ann, A ltturkestanische Volkspoesie I, A sia M ajör, 1920 (Prof. H irth şerefine
çık arılan Hirtlı A n n iversa ıy Volüm e'de), ayrı basını, s. 14; bu m akalenin T ürkçe çevirisi,
E d ebiyat F akültesi M ecm uası, A ğ ustos-E kim 1339, s. 128. A ynı fikir, onun şu risalesinde
d e ileri sürülm üştür: D as N ationalgefülıl des Türken im licht der G eschichte, s.17.
M ahm ûd K aşgari'nin eseri üzerinde ciddi incelem elerde bulunan bu değerli bilginin,
o rad a K av ların dilleri hakkındaki ifadenin M arquart'ı doğruladığını söylem esi, çok
m antıksaldır; nitekim ben de, ondan daha önce, Türk Edebiyatında İlk M ıılasavvıflar'da
aynı şeyi söylem iştim . F akat, yine M ahm ûd'un K a yı\s.n onlardan tam am ıyla ayırdığına
dik k at etm em iş olm ası, ço k garip ve gerçekten anlaşılm az b ir şeydir.
10 Paul P ellio t, a y n ı m akale, s . 136.
11 M arq u art'ın , hiç yetkili o lm a d ığ ı b ir sah ada ileri sü rd ü ğ ü y e n i b ir teorinin böyle
e le ştirisiz c e k abulü, ilm i ih tiy a ta hiç uygu n o lm ay an b ir h arekettir. P. P ellio t'n u n bu
h u su stak i şüpheli h arek etiy se, b u b ü y ü k b ilgin in n e ince b ir ele ştiri ö z elliğ in e sah ip
o ld u ğ u n u b ir d aha g ö sterm ekted ir.

9
İK İN Cİ BÖLÜM

M A R Q U A R T T E O R İSİN İN ELEŞTİRİSİ:
KAY=KAYI BİRLEŞTİRM ESİNİN YANLIŞLIĞI

J. M arquart’ın, dilbilim ve tarih sahalarında çok yanlış düşünüşlere


ve çıkarım lara neden olan ve Türkologlar arasında adeta "ispat edilmiş
bir gerçek" gibi kabul edilm eye başlanan bu görüşü hakkındaki ilk
eleştiri, bu makalenin yazan tarafından ortaya sürüldü: 1919'da
yayım lanan Türk Edebiyatında İlk M utasavvıflar adlı kitabımda,
M ahm ud Kaşgari'nin eserinden yararlanarak, 11. yüzyılda Türk
dünyasının doğu sınırlarında bulunan /Cavların "esasen Türk olmamakla
beraber, Türklerle uzun ve sıkı karışıp kaynaşm aları sonucunda dil
bakım ından Türkleşm iş, fakat hususi dilleri de daha büsbütün kay­
bolmamış bir kavim olduğunu" ve bu kavim ile M ahm ûd Kaşgari'nin
O ğuz boyları arasında andığı, Kayığ, yani Kay A arın birbirine
karıştırılmaması gerektiğini ve M arquart'ın bu iki ayrı etnik zümreyi
birleştirm ekle tam am ıyla yanıldığını açıkladım .1 Büyük bir cildin
küçük bir dipnotunda ileri sürülen bu eleştiriden sonra, Marquart'ın bu
kıym etli eseri hakkında yukarıda açıklanan birtakım eleştiriler
yayım landıysa da, Kay~K ayı birleştirmesi ve buna dayanan "Os­
m a n lIla rın M oğol kökeni" görüşü hakkında, yukarıda söylediğim iz gibi,
P. Pelliot'nun kuşku duyarak söylediklerinden başka, hiçbir itirazda bu­
lunulmadı; hatta J. Nemeth ve C. Brockelmann gibi Türkologlar buna
katıldılar. Bunun üzerine 1922’de çıkan bir m akalem de tekrar bu

1 M . Fuad K ö p rü lü , T ürk E d e b iy a tın d a İlk M u tasavvıfla r. İstanbul. 1919. s . 145-147.

10
yanlışlığı düzeltm eye çalıştım 2 ve nihayet, 1925’te çıkan bir m a­
kalemde, bu teorinin yanlışlığı üzerinde özellikle ısrar etm ek gereğini
duydum ve meseleyi daha etraflı bir şekilde tahlil edip, açıkladım .3
M ahm ûd K aşgari, 11. yüzyılda henüz göçebe hayatı süren Cumul,
Kay, Yabaku, Basmil, T atar kavim lerinin ayrı dilleri olm akla beraber,
aynı zam anda T ürkçe bildiklerini söylediği gibi, bunların coğrafi sa­
haları hakkında da bilgiler vererek, T ürk dünyasının en doğu
uçlarında y aşadıklarını, C aın u lîm ın C aruklarla U ygurlar ve diğer
dört kabilenin de Y em ak, B aşkuıtlarla K ırgızlar arasında b u ­
lunduklarını söyler. al-B irunî ve bu hususta ona dayanan Yakut-ı Ha-
m aw i ile Taba-i, al-H ayavan yazarı Marvvazî’nin verdiği bilgilere d a­
yanan Cewami'al-Hikaycit yazarı A vfî ise, Afiyi arın ve Kun"\ arın
sahasını K ırgız, K im ak (Y em ak) ve D okuz-O ğuz 1arın (Toguz-G uz)
daha doğusunda gösterirler.4
J. M arquart'm dayandığı bütün bu m etinlerin, şüphesiz 11. yüzyılın
ilk yarısına ait olan bu ortak ifadeleriyle M ahm ûd Kaşgari'nin yine o
yüzyılın ikinci yansı ortalarına ait ifadesi arasındaki göze çarpan

2 M . Fuad K öp rülü , “A n a d o lu 'd a İslam iyet", E d e b iy a t F akü ltesi M ecm uası, 1922, ayrı
b asım , s.7 9 -81 . O sm an lIların , yan i K a yı b oyunun g ö ç ü h a k k ın d a b u ra d a ileri sürülen
fik ir, so m ak i y a zılarım d a d ü z eltilm iştir. O zam an, 13. y ü zy ıld ak i g ü ç hak k ın d ak i
k lasik teo riyi büsbütün in k â r ed em em ek le berab er, K ayı la ra m ensup önem li
k ütlelerin , S elç u k lu la r d e v rin d e , d iğ er O ğ u z z ü m re le riy le b e ra b e r A n a d o lu 'y a g elm iş
o ld u k la rın ı ve O sm an 'ın y ö n e tim i altın d a , b a şk a u n su rla ra m ensup in san ların d a to p ­
la n m ış b u lu n d u ğ u n u s ö y lem iştim .
3 M. Fuad K ö p rü lü , “ O ğuz E tn o lo jisin e A it T arihi N o tla r” , T ü rk iya t M ecm uası, 1925,
c .l , s . 185; ayrı basım , s .5-9. Bu m ak aled e K ay= K ayı b irle ştirm e sin in e sa ssız lığ ı
üzerin d e d u ru larak m eselen in k ısa b ir tarih i y a p ılm ış v e b u n a ek o larak, M o ğ o lla r ve
B a şk u rtla r a ra sın d a k i K ay k a lın tıla rıy la H azar-ö tesi T ü rk m e n leri arasın d ak i K ayı
k a lın tıla rın d a n ve A n a d o lu 'n u n bazı s a h a la rın d a K a yı a d ın ı ta şıy a n y e r a d la rın d a n
b a h se d ilm iştir. B urada, d a y ıla r ın A n ad o lu 'y a "ilk b ü y ü k O ğ u z göçü zam an ın d a g e l­
d ik le ri” ö n e m le b e lirtilm iştir; çünkü, bu n u y a zd ığ ım sırada, 1922'den beri in ­
celem ek te o ld u ğ u m "13. y ü z y ıld a /T ay tla rın H o rasan 'd an A n ad o lu 'y a geldikleri" ri­
v ay etin in , h iç b ir tarih i değ eri o lm a d ığ ı son u cu na v a rm ış b ulu n u y o rd u m .
4 B ütün bu m e se le le r h a k k ın d a M arquart'm k itab ın a ve P. P elliot ile B aıthold'uıı bunu
bazı y ö n lerd en d ü zelten ve ta m a m la y an m ak alelerin e b ak ın ız. Türk E deb iya tın d a ilk
M ııta s a n ıfla r 'd a d a bu ç eşitli T ü rk k avim lcri h ak k ın d a, M ah m ûd K aşgari'nin verdiği
y en i bilgiyi de içeren, o ld u k ç a geniş b ir açık lam a v a rd ır. B u n u n la beraber, en toplu
ve açık b ir şekilde bilg i a lm a k için bkz. W . B arth o ld , O lta A sya Tiirk Tarihi
H a k kın d a D ersler, İstanbul. 1927. A y rıc a bkz. on u n İsla m A n sik la p e d isi'n d e k i "Türk"
m ad desin d e b u lunan e tn o g ra fık özeti. *

11
başlıca fark, bu sonuncusunun Kırgız'ları daha doğuda gösterm esinden
ibarettir ki, bu farkın da, ya bir yanlışlıktan ileri geldiği, yahut o
yüzyılda d o jla r ın batıya doğru herhangi bir hareketini ifade ettiği
düşünülebilir. M ahm ûd K aşgaıi'nin verdiği bilgiler, görülüyor ki, Mar-
quart'ın "d a v la rın etnik bakım dan M oğol oldukları" hakkındaki te­
orisini pekiştirm ekte ve yalnız, bunların 11. yüzyılda Türkler arasında
yaşayan diğer bazı kabileler gibi, Türkçe de bildiklerini; yani iki dilli
olduklarını da anlatm aktadır ve bu hadise, yani onların iki dilliliği,
Türkleşm ekte olduklarının açık bir belirtisidir.
İşte bu açıklam alardan da pek iyi anlaşılabilir ki, J. M arquart'ın 11.
asırda Türk dünyasının en doğusunda bulunan bu d a y la rın M oğolluğu
hakkındaki görüşü, M ahm ûd Kaşgari'nin verdiği bu yeni bilgiler sa­
yesinde güçlenm iştir ve C. Brockelm ann'ın bu husustaki ifadesi de, bu
bakım dan doğrudur. Ancak, cüretli varsayım lardan pek çok hoşlanan
bilgin profesör, bu d a lla r la , O ğuz boylarından olup, genellikle O s­
m a n l I l a r ı n atası olarak kabul edilen K ayığ= K oyı la n "aynı etnik
züm re" sayarak birleştirm ekle aldanm ıştır. Çünkü, coğrafi sahaları bir­
birinden tam am ıyla ayrı olan bu iki ayrı etnik zümreyi, M ahmûd
Kaşgari, çok haklı olarak, birbirinden ayırm akta ve d a j la r ı, Türk
dünyasının doğusundaki henüz M üslüm an olm am ış diğer birtakım
M oğol-Türk züm releri arasında saydığı halde, K a yığ = K a yı1 m , 11.
yüzyılda B üyük Selçuklu sülalesini yetiştiren M üslüm an O ğuz boy­
larından biri olarak gösterm ektedir. D aha M ahm ûd Kaşgari'nin eseri
m eydana çıkm adan evvel de, elde bulunan bir yığın tarihi kaynaklar sa­
yesinde, M arquart'ın - s ır f bir sessel benzeyişe d ay a n an - bu Kay=Kayı
birleştirm esinin esassızlığını ortaya koymak zor değildi; fakat 11.
yüzyılda yalnız Kayığ=Kayı'\i\rd<ın değil, K a ylardan da bahseden ve bu
iki züm renin her bakım dan ayrılığını kesin şekilde m eydana koyan
M ahm ûd Kaşgari sayesinde, M arquart teorisinin esassızlığı, büsbütün
kesin bir şekilde m eydana çıkm ış oldu.
İşte, 1919, 1922 ve 1925'te bu m esele hakkında yazdığım
eleştirilerde, yukarıdaki dikkatli bakışa dayanarak, M arquart'ın ne kadar
aldandığını gösterm iş ve P. Pelliot'nun bu husustaki şüphelerinde ne
kadar haklı olduğunu m eydana koymuştum. Bundan sonra, büyük or­
yantalist ve tarihçi Prof. W. Barthold, 1925 yılının sonlarında İslam A n ­

12
siklopedisi'ndt çıkan "Kay" maddesinde, M ahm ûd Kaşgari'ye d a­
yanarak, bu Kayığ= Kayı'larm asla K a ylar olamayacağını, al-B im nî ve
Avfî'nin Uzakdoğu'da gösterdikleri /fayların etnik bakımdan M oğol ol­
maları pek muhtemel olm akla beraber, O ğuz boylarından olan
Kayığ=Kayı larm bunlardan tam am ıyla başka bir kavim olduğunu
söyleyerek, benim eleştirilerim i harfi harfine tekrar etmiş oldu. M a­
kalesinde açıklanmamakla beraber, Barthold'un bu hususta benim
eleştirilerim i okuduğunu ve onlara katıldığını söyleyebilirim: 1925
A ğustos'unda kendisiyle Leningrad'daki devam lı buluşm alarım ızda,
bana bunu söylemişti. M arquart'm kitabı hakkında 1921'de yazdığı m a­
kalede bu meseleden hiç bahsetmediği halde sonradan bu eleştiride bu­
lunması ve delil olarak sadece benim görüşlerim i tekrar etmesi de buna
yeter bir işarettir. Nitekim, 1926'da, İstanbul'da Türkiyat Enstitüsü'nde
verdiği konferanslarda, M arquart teorisi'rim, M ahm ûd Kaşgari'nin
verdiği bilgi sayesinde, "şimdiki Türk ilmi eserlerinde esaslıca ispat edil­
diği gibi" çürütülmüş olduğunu kesin şekilde ifade etti ki,5 büyük bil­
ginin burada im a ettiği eserler, benim eleştirilerimi içeren ve yukarıda
adları geçen yazılanındır. W. Barthold, büyük Alm an oryantalistinin bu
teorisini kabul etmem ek noktasında bana katıldığını, daha sonra yine
İslam Ansiklopedisi'nde çıkan "Türk" m addesinde tekrarlamış ve benim
TürkiyatM ecm uası'ndakı m akalem i anm ıştır.6
İşte bu şekilde, benim Kay=Kayı birleştirm esi hakkındaki eleşti­
rilerim e W. Barthold gibi yetkili, büyük bir bilginin de katılması so­
nucunda, "Osm anlılann Moğol aslından olduğu" hakkındaki M arquart
teorisi'nm esassızlığı anlaşılmış oldu ve bundan sonra Osmanlı tarih ve
dilbilimiyle uğraşan uzmanlardan hiçbiri tarafından konu edilmedi.
Y alnız-ben, 1934'te, Paris Üniversitesi’nde Osmanlı İmparatorluğu'nun
kökenleri hakkında verdiğim serbest derslerde, O sm anlılann mensup ol­

5 A yn ı eser, s.96. "M arquart, K ayı uyruğunun adını, B îrû n î vd. bazı kaynaklara atfen,
D o ğ u n u n p ek uzak taraflarında oturan K ay k avm in in ism iyle b irleştirm ey e ç alışm ış,
h atta bu esasa dayanarak O sm an lılan n M oğ ol aslından olduğu h akkında b ir teori icat
etm iştir. Ş im diki Türk ilmi eserlerinde esaslıca kanıtlandığı gibi, M arquart'm bu fikri,
M ahm ûd K aşgari'nin verdiği bilgiyle çürütülm üştür. G erçi M ahm ûd, halis T ürk ol­
m ayan k avim ler arasında K ay k avm ini de anıyor; fakat bunun, yine M ahm ûd'un eserinde
O ğuz kabilesi olm ak üzere anılan K a yığ (K ayı) ism iyle herhalde hiçbir ilgisi y oktur”.
6 B u m ad d ey i içeren A n sik lo p e d i b ö lüm ü , 1931 'd e y a y ım la n m ış tır (F ra n sız c a y a y ın ,
c .4 , s.952, b irinci sütunda).

13
dukları Kayı boyundan söz ederken, artık yanlışlığı ispat edilmiş ve ta­
raftarı da kalmam ış olan bu eski teoriyi kısaca hatırlatm akla yetindim.7
Ve nihayet V. Minorsky de, İslam coğrafyacılığının en eski yadigârla­
rından olup "M. 982"de yazılm ış bulunan Hudud al-Âlam adlı m eşhur
eserin -değerli ve geniş notlar ve açıklamalar ilavesiyle yaptığı-
İngilizce çevirisinde, M arquart tarafından ortaya atılan Kay=Kcıyı
birleştirm esine karşı ilk eleştirinin benim tarafımdan ileri sürüldüğünü
kaydederek, buna katıldığını anlattı.8

7 F. K ö prü lü, L e s O rig ines d e ¡'E m pire ottom an, Paris, 1935, s .84.
8 H u d û d al-Âtam., tran sl. an d ex p lain , by. V . M in orsk y, G M N S ., L ondon, 1937, c. 11,
Ü Ç Ü N C Ü BÖ LÜ M

M A R Q U A R T T E O R İSİN İN D Ü ZELTİLM İŞ YENİ ŞEKLİ:


Z.V. TOGAN'IN O RTA Y A ATTIĞI YENİ TEORİSİ

Benim ve bana katılan W . Barthold'un, eleştirilerimizin üzerinden


uzun yıllar geçtikten sonra, Prof. Zeki Velidi Togan, 194l'de
yayım ladığı Osnüınlıların Orta Asya'daki Cedleri adlı küçük bir m a­
kalesinde,1 M arquait teorisini yeniden -fakat, biraz düzeltilmiş bir
şekilde- savundu. B aıthold’un, "K aylarla K ayığla r arasında hiçbir etnik
ilişki olmadığı" iddiasına karşı eleştirilerde bulunarak, tıpkı M arquart
gibi, O sm anlIların Kayığ Oğuz kabilesine değil, Uzakdoğu sahasında
varlıkları 10. yüzyıl İslam yazarları tarafından ifade edilen A 'ojlara men­
sup olduklarını ve hatta bugünkü Hazar-ötesi Türkmenleri arasındaki
G a y-K a y isimli bir oymağın da yine bunlardan olduğunu ve bunların 12.
yüzyılda Kara-Hıtaylar devleti tarafından Horasan sınırlarına askeri bir
kıta olarak getirildiğini iddia etti ve genellikle Kay kabilesinin eski tarihi
hakkında da, birtakım yeni malzemeye dayanarak bilgi verdi.
Bugün "Orta Asya Türk tarihi" meselelerinin en yetkili uz­
manlarından biri olan Z.V. Togan’ın yıllardan beri artık önemini yitirmiş
sayılan M arquait teorisini böyle yeniden ve birtakım yeni malzemeye
dayanarak bazı düzeltmelerle tekrar ortaya atması, bu meselelerle
uğraşanlar için, büyük ilgi ve m emnuniyetle karşılanacak önemli bir ilmi
hadisedir. Büyük Alman bilgini tarafından ortaya sürülerek ilkin bazı ta­
raftarlar da kazanm ış olan bu teori, ilkönce benim tarafımdan eleştirilere
uğratılmış olduğu için, Z.V. Togan'ın bu makalesi, doğrudan doğruya
beni hedef tutan bir eleştiriden başka bir şey sayılamaz. Bilgin ar-

1 D ie Vorfahren d e r O sm m ıen in M ittel-u sien, Z D M G , B and 95, H eft 3, L eipzig, 1941,


s.3 67-373; aktaran Z eki V elid i T og an .

15
kadaşım ın, bu makalesinde, beni değil de, sadece W. Barthold’u anması,
herhalde bir dalgınlık eseri olsa gerektir; çünkü, yukarıda anlattığım gibi,
büyük Rus bilgini, bu meselede bana katılmaktan ve benim eleştirilerimi
tekrarlam aktan başka bir şey yapm amıştı. İşte bundan dolayı, M arquart
teorisini az çok düzeltilm iş bir şekilde yeniden canlandırm ak am acını
güden bu küçük ve önemli savunmaya karşı, olumlu ya da olumsuz açık
bir tavır almak, yani oldukça zengin yeni malzemeye dayanan bu
araştırmanın sonuçlarını kabul yahut reddetmek vazife ve sorumluluğu,
doğrudan doğruya bana düşmektedir.
H er şeyden önce şunu açıkça söylemeliyim ki, ilk kez bundan 25 yıl
önce ileri sürdüğüm bir fikri, sırf kendi tarafımdan ileri sürülmüş olduğu
için, körü körüne bir inat ile savunmak, tabiatıma ve tutum uma uymayan
bir şeydir. Özellikle tarihi meselelerde, yeni m eydana çıkacak herhangi
bir belge ya da belgeler, o hususta daha önce ileri sürülmüş fikirleri ve te­
orileri birdenbire çürütebilir. Vazifesini ve sorumluluğunu bilen her
tarihçi, meydana çıkarılan yeni malzeme kendisinin herhangi bir fikrini
onarıp düzelttiği yahut büsbütün çürütüp önem den düşürdüğü zaman,
bunu samimiyet ve memnuniyetle itiraf etm ek zorunluluğundadır.
G erçek bilim adamı, yeni deliller karşısında, saçma yorumlarla eski id­
dialarını savunmaya çalışan bir inatçı değildir; bunun tam tersine olarak,
yalnız gerçekliği arayan ve bilgilerinin göreli olduğuna inandığı için,
yanlışlarını derhal itiraf eden adamdır.
İşte ben, bu değişm ez ana prensibe tam am ıyla sadık kalarak, Z.V.
T ogan'ın m akalesini, büyük b ir m em nunlukla ve tam am ıyla tarafsız
bir okuyucu gibi inceledim . D eğerli arkadaşım ın ortaya attığı yeni
deliller, 25 yıl önceki fikirlerim i değiştirecek ve M arquart teorisini
kabule beni ikna edecek nitelikte olsaydı, milli tarihim izin önem li bir
m eselesi hakkında yeni bir gerçek ortaya koyduğundan dolayı, eski
fikrim i düzeltm ekten büyük bir sevinç duyacaktım . Fakat ne yazık ki,
geniş érudition ürünü olan bu küçük m akale, vardığı sonuçlar
bakım ından, bana çok belirsiz ve çok yanlış göründü ve M arquart te­
orisinin, burada ileri sürülen yeni delillere ve bazı düzeltilere rağmen,
savunulam ayacak kadar çürük ve hayali olduğu, bence, bir defa daha
sabit oldu. Bu husustaki düşüncelerim i ve delillerim i anlatm adan
önce, okuyucuların m eseleyi daha açık ve daha tarafsız olarak kav-

16
rayabilm eleri için, Z.V. Togan'ın delillerini ve vardığı sonuçları,,
m üm kün olduğu kadar açık, doğru ve özellikle sınıflandırarak
özetlem eye çalışacağım . Bu yedi sayfalık küçük m akale, -b ilm em
n e d e n - çok karışık ve sınıflandırılm am ış olduğu için, bunu anlaşılır
bir şekilde özetlem ekte çok büyük sıkıntı çektiğim i de itiraf etmeliyim.
B unu söylemekle, pek tahmin etm em ekle beraber, buradaki özette bazı
küçük yanlışlıklar olm uşsa, bu husustaki m azeretim i şim diden an­
latm ak istiyorum. Bu küçük özetteki bütün fikirlerin Z.V. T ogan'a ait
olduğunu, herhangi bir yanlışlığa yer verm em ek için tekrar edeyim.

17
D Ö R D Ü N C Ü BÖLÜM

Z.V. TOGAN'IN ORTAYA ATTIĞI


Y EN İ TEO R İSİN İN Ö ZETİ

Z.V. Togan, şu son yıllarda K onya'da bulunm uş olan K aram anlılar


tarihine ait -b iri 756-1355, diğeri de 925-1517 yıllarında y azılm ış- iki
kaynağa dayanarak,1 O sm anlIların atası olan Ertuğrul'un, yönetimi
altındaki Kayı kabilesiyle beraber Alaeddin K eykobad ve Celaleddin
H aıezm şah arasındaki m ücadele sırasında 1230'da R u m ’a, yani A na­
dolu’ya geldiğini söylüyor ve bu Kayı kabilesinin "Merv civarında
M ahan'dan göç ettikleri" rivayetinin, tarihi olaylara uygun olup, bugün
Am u-D arya civarında yaşayan A li ili Türkm enlerinden Gay—K a y ların
bunların bir kalıntısı sayılabileceğini kabul ediyor. Eski İslam me­
tinlerinde Gay j \c î K ayık ; Kayığ Kayı j Ş i şekillerinde
rastlanan bu isim, eski devirlerde ve zam anım ızda çeşitli Türk ve
M oğol kabile kuruluşları içine girm iş, bağım sız bir kabileyi ifade et-

1 Bu e serlerd en biri de (H . 756-M . 1355) A ksaray'd a M üderris İsm ail bin M oham m ed
Ş e rif ta ra fın d a n y a z ılm ış T e zkira t a l-İb a r w a 'l-Â şâ r j î B a h t a l-U m a m w a'l-A m sâ r
adlı A rap ça k itap, d iğeri de (H . 925 -M . 1517) A b d ü lk â d ir al-E fesu sî'n in yazdığı
Târîh-i A l-i K aram an adlı F a rsç a k itap tır. Şu son y ılla rd a d a h a bu gibi bazı eserlerle
b irlik te, a d eta esrarlı b ir şek ild e m e y d a n a çıkan ve iç le rin d e n y a ln ız b ir tanesi, yani
F a rsça Ü n sî Ş a h n a m esi b a sılm ış o la n bu k ita p la rın a u tlte n tik (otantik) o lm aları
h ak k ın d a, b u n ları g ö rm ü ş o la n M . H ali! Y inaııç şü p h eli b ir ifadede b u lu n m u ştu ; ben
d e , b a sılm ış o lan Selçu klu Ş a h n a m e si'ni in celed ik ten so n ra , bu n u n h iç b ir şekilde
in a n ılm a y a layık b ir k a y n a k -olm ay ıp , sonradan ve ace m ic e uyd u ru lm u ş b ir e se r
(a p u c ryp h e ) o ld u ğ u so n u cu n a v a rm ıştım (bu k o n u d a a çık la m a için bkz. M . Fuat
K ö p rü lü . “ A n ad olu S e lçu k luları T a rih in in Yerli K a y n ak la n ", Belleten, sayı 27, 1943,
c .7 , s .381, 392). Z.V , T o g an , b a h se ttiğ i iki eseri b a şlıca k a y n a k o larak k u llandığı
için, h e rh a ld e , b u n la rın in a n ılm a y a lay ık o ld uk ları k a n aa tin e v arm ış dem ektir. M .H .
Y in a n ç 'ın şü p h e si ve b a sılm ış S e lç u klu Ş a lm a m esi'n in iç e riğ i k a rşısın d a , bu o lum lu
k an aatin n ed en lerin i ve k a n ıtların ] b ild irm esin i k en d isin d en b e k lem ekteyiz.

18
inektedir. Bu kabilenin doğudaki bir grubu, daha 11. yüzyıldan önce,
M oğolistan'ın kuzeyinde Angara suyu civarında, Y enisey K ırgızlarının
doğusunda oturuyordu; 11. yüzyılın başlarındaysa, M oğolistan'da bu­
lunuyordu. Batı'daki diğer bir grup ise, M ahm ûd K aşgari'de O ğuzlar'ın
bir kısm ı olarak Kayığ şeklinde gösterilm iştir. İşte bütün bu şekiller,
aynı kabile isminin "çeşitli lehçelere göre aldığı çeşitli telaffuz
şe k ille rin d e n başka bir şey değildir.
Z.V. T ogan'a göre, bir Kayı grubunun H orasan'da daha İslam lığın
ortaya çıkm asından önce bulunduğu da tahm in olunabilir. Sind'dc b u ­
lunan ve okçuluktaki becerileriyle m eşhur olan K a y k a n ların 2 (veya
Kıy kan) E m eviler devrinde Ön A sya'da İslam ordularında bu­
lunduklarını ve H iuen T sang'da adı geçen K i-K iang ların da bunlar
olduğunu ve eğer bunlar T ürk idiyseler K ayı-H anlılar, yani Kayı 1ar
olduğunu söyleyen Z.V. Togan, Tabari gibi eski İslam kaynaklarında
anılan j â » - j j yani "Kay meliki Türk H akan" ile Avesta'daki
Ç ay'ların ve Çin yıllıklarındaki G /yay'ların (veya Gey) ve A bbasiler
devrindeki K ayıglıg (?) adlı bir kum andanın bunlarla ilgili
olduğunu ileri sürüyor ve bunların yine K ayığ adı altında A bbasiler
devrinde Ö n-A sya'da bulunduklarını da ayrıca iddia ediyor.
Kayığ ların daha Selçuklular devrinde, yani 1230 göçünden önce Ön-
A.sy«'da bulunup bulunmadıklarını araştıran Z.V. Togan, İbn Bîbî'nin asıl
Farsça nüshasında bu konuda hiçbir kayıt bulunmadığı halde, yine buna
dayanan Yazıcıoğlu'nun yaptığı ekler arasında Kayı kabile ismine rast­
lanmasının -b aşk a kaynaklar tarafından pekiştirilm edikçe- hiçbir değeri
olamayacağını şöyleyerek, 1230'dan önce bunların gerek Harezmlilere,
gerek Selçuklulara yabancı olduklarını ifade ediyor. al-Birunî'ye ve Çin
kaynaklarına dayanan Z.V. Togan, bunların 11. yüzyılda Çungarycı'ya.
geldiklerini ve 12. yüzyılda ise, bazı /fayların, T atarlarla birlikte H o­
rasan'daki bazı askeri olaylara katıldıklarını iddia ediyor.

2 Z .V . T o gan . b u n ların 5 ıW d e k i esk i b ir T ü rk kolonisi old u k la rın a d a ir Sir A uıel


S tein 'in salahiy etin e d a y an m ak ta d ır ("A n arch eo lo giacal to u r in VVaziristan” , M e-
m o ires o f rlıe A rc h eo lo g icu l S u rve y o f İndin, N .37 , 1929, s 36). Eski T ürkleı in ok k u l­
la n m ak tak i y eten ek leri, y a ln ız İslam k a y n ak ların d a değil, g e n ellik le B izans ve L atin
kay n ak ların d a d a d o ğ ru lan nıaktadır.

19
Bundan sonra, Şeref uz-Zaman'ın -A v fi ve İbn M uhannâ'daki bazı
kayıtlar sayesinde varlığı bilinmekle beraber- nüshası ancak şu son
yıllarda meydana çıkan ve Avfî'm n "11. yüzyılda Türk kabilelerinin
batıya doğru hareketleri" hakkındaki önem li parçasının kaynağı olan
Tabâ'ı-cıl-Hayavan adlı önem li eseri hakkında V. M inorsky tarafından
yayımlanan özetin3 buna ait parçalarını tercüme eden Z.V. Togan,
Â'avların M ahm ûd Kaşgari zam anında Yabaku, Basm il ve Tatarlar ile
kom şu olarak Çungarya'âa oturduklarını ve K ara-H anlılar İm para­
torluğu içinde de bulunduklarını söylüyor ve A vfînin Lubâb al-
Albâb'ında ve H amdullah Müstevfî'nin N uzhat al-Kulâb'unda bulunan
Farsça küçük bir m anzum enin yol gösterm esiyle 12. yüzyılda Kara-
H ıtaylar ordusunda Tatarlarla birlikte Â'avların da bulunduğunu ve B u ­
hara, Sem erkand gibi büyük merkezlerde Kara-H ıtaylar tarafından ko­
nulm uş m uhafaza kıtaları olarak hizm et ettiklerini ve bu şekilde 12.
yüzyıl ortalarında B üyük Selçuklular İm paratorluğu sınırlarına kadar
ilerlemiş olduklarını ileri sürüyor. Böylece, sonradan Horasan'a geçerek
Mâhân civarlarında yerleşen ve 1230’da da Anadolu'ya gelen K ayılaı,
Z.V. Togan'a göre, bunlar -y an i önceleri Ç ungarya'da yaşayan doğu
grubuna mensup Kay la v- olması gerekiyor.
İşte, Z.V. Togan ın, "O sm anlıların Orta A sya'daki ataları" olarak
kabul ettiği K ay= K ayı kabilesi hakkında verdiği bilginin özeti bundan
ibarettir. B urada ileri sürülen birtakım şüpheli birleştirm eler (iden­
tification) bir tarafa bırakılsa bile, Âfaylarla K a y ıl arı aynı kavim den
gelm e topluluk olarak kabul eden yazarın m eydana koyduğu şu iki
düşünüş özellikle incelenm eye layıktır:
1) Büyük Selçuklular ve özellikle A nadolu Selçukluları zam anında
Ö n-A sya'da Kay= Kayı kabile ism ine hiç rastlanm az. D olayısıyla bu k a­
bile 1230’daki göçünden önce, onlarca asla tanınmıyordu.
2) Y azarın andığı Farsça m anzum eye göre, O sm anlıların atası
olan A'aylar, 12. yüzyılda K ara-H ıtaylar tarafından M averaünnehir
şehirlerine yerleştirilerek, ancak bu şekilde H orasan sın ırların a
kadar yaklaşabilm işlerdi. F akat bunlar, J. M arq u art’in sandığı gibi
aslen M oğol değil, Türktürler.

3 V. M in o rsky , “U n e n o u v e lle so u rce m u sulm an e su r l'A sie centrale au 11. sièc le ”,


C o m p tes-R en d u s de ¡'A cadém ie d e s In scription s et B elles-L ettres, Paris, 1937, s.317-
324.

20
J. M arquart'ın, K ay= K ayığ birleştirm esi hakkında benim ileri
sürdüğüm çeşitli eleştirilere karşı da, Z.V. T ogan, sadece şu iki delili
gösterm ekle yetinm ektedir:
1) K endilerinin Kayı (yahut K ayı-H atı) aslından gelen O s­
m an lIlarla akraba olduklarını iddia eden bir kısım A m u-D erya
T ürkm enlerinin eski G a y -K a y ism ini taşım aları.
2) O sm anlılar hakkındaki bütün kaynakların, bunların m ensup o l­
dukları kabile ism ini hiçbir zaman K ayığ şeklinde anm ayıp, g e­
nellikle Kayı şeklini kullanm aları. O sm anlIların K ayığ ism i altında
O ğuzlar arasına girm iş olan batılı Kay grubuna m ensup olm adığına
bu da bir delildir.
Z.V. Togan'ın eski M arquart teorisini, elde ettiği yeni m alzem e sa­
yesinde, bazı yönlerden oldukça değiştirilm iş bir şekilde savunan
m akalesinin bu özetinden sonra, burada ileri sürülen görüşlerin ve
dayanılan yeni delillerin tahlil ve eleştirisine girişebiliriz.

21
BEŞİN C İ BÖ LÜ M

B U T E O R İN İN ELEŞTİRİSİ:
K A Y =K A Y I B İR L EŞTİR M ESİN İN V E "12. Y Ü ZY ILD A
M AV ERA ÜN N EH İR'D E RA Y LARIN VARLIĞI"
İDDİASININ ESASSIZLIĞI

Ç in kaynaklarının ve A vesta'nın verdikleri isim lerle Kay ismi


arasında kurulm ak istenen ilişkilerin kıym et derecesi hakkında fikir
yürütm ek tam am ıyla yetkim in dışında olm akla beraber, açıkça itiraf
edeyim ki, Z.V. T ogan'ın ileri sürdüğü bu birleştirm e tekliflerinin hiç
olm azsa büyük bir kısm ı, bana, inandırıcı bir nitelikte görünm üyor.
Sind'deki K aykâ n\zx hakkında İslam kaynaklarının verdiği bilgi de,
bunların Kay veya K a y ığ la rla ilgisi hakkında bir fikir verecek kadar
açık değildir. A rap alfabesinin bilinen yetersizliği, birtakım harf
şekillerinin yakınlığı ve noktalı harflerin çokluğu nedeniyle, kop­
yalayarak kitap çoğaltanların elinde değişe değişe her türlü okun­
m aya uygun türlü türlü şekiller alan has isimler'e. dayanılarak kurulan
varsayım lar, kuvvetli tarihi delillerle doğrulanm adıkça, nihayet bir
fantaziden ileri geçem ez kanaatindeyim . N itekim , Z.V. Togan da, bu
gibi birtakım m eselelerde şüpheli ve tem kinli davranarak, kesin
hüküm ler verm ekten çekinm ektedir. A ncak, bu gibi çok şüpheli ko­
nuların dışında olarak, onun dah a şim diden kesinlik yüklediği ve ilmi
bir g erçek olarak kazanılm ış saydığı birtakım sonuçlar daha var ki,
bunlara katılm ak da bana bütünüyle im kânsız görünüyor.
B unların başında, M arquart'ın eski teorisini, yani K a y -K a y ığ
birleştirm esini anacağım : 11. yüzyılda M ahm ûd K aşgaıi'nin Oğuz
b oylan arasındaki d t/j/ğ la rd a n tam am ıyla ayırdığı ve coğrafi sa-

22
halarını -d a h a eski diğer İslam kaynaklarına aşağı yukarı uygun
şe k ild e - onların çok doğusunda olarak tespit ettiği "iki dilli" /f a r la r ı,
aynı kavim sel züm renin biri doğuda kalm ış, diğeri batıya -d a h a
İslam iyetin ortaya çıkm asından önce H orasan sın ırla rın a - gelm iş iki
şubesi saym ak konusunda arkadaşım ızın ileri sürdüğü yeni deliller,
bana çok zayıf göründü. N e tarihi, ne de dilbilim sel hiçbir belgeye,
hiçbir olum lu esasa dayanm ayan bu varsayım , M ahm ûd K aşgaıi'nin
açık ifadesi karşısında, sadece sessel bir benzeyişe dayanan bu
Kay= K ayığ birleştirm esini yorum lam a ve açıklam a am acıyla uy­
durulm uş bir ihtim al olm aktan fazla bir değer taşıyam az. Hazar-
ötesindeki G öklen T üıkm enleri arasında G ay= Kay adını taşıy an bir
aşiretin bulunm ası ve bunların kendilerini O sm anlIlarla akraba say­
m aları, sonra, O sm anlılar hakkındaki kaynaklarda K ayığ şe k lin e
değil, Kayı şekline rastlanm ası, böyle bir birleştirm e için, tarihi
bakım dan asla bir esas teşkil edem ez. O ğuz lehçesinde birçok
örneğine rastladığım ız genel bir sessel olay olarak, kelim e sonundaki
g sesinin düşm esiyle, eski K ayığ şekli, sonradan Kayı şek lin i
alm ıştır. G öklen ler arasında Kayı ism inin G ay= K ay şekline girm esi
de, O ğuz lehçesinin sessel esaslarıyla çok kolay açıklanabilecek dilsel
b ir olaydır; ve bütün bunlar M aıquart'ın ve Z.V. Togan'ın birleştirm e
teorilerini pekiştirecek dilbilim sel bir delil olm aktan çok uzaktırlar.
Esasen, M arquart gibi, Z.V. Togan'ın da bu birleştirm e m eselesi
hakkında ileri sürdüğü bütün deliller, çok zayıf ve açıklıktan yoksun
bulunuyor: 10. yüzyıldaki d e y 1ar ile M ahm ûd K aşgari'de anılan
O ğuzlara m ensup K a y ığ la r, aynı etnik züm renin iki şubesiyseler,
bunun tarihi veya dilbilim sel delilleri nedir? Bunlar ne zam an bir­
birlerinden ayrıldılar? D aha İslam iyetin ortaya çıkm asından önce, H o ­
rasan sınırlarında bulunan ve önce E m eviler sonra d a A bbasiler dev ­
rinde Ö ıı-Asya'ya gelen K ayığ 1ar, sonra neden ortadan kayboldular?
Z.V. Togan, Selçuklular zam anında bunların artık bilinm ediğini
söylerken acaba aldanm ıyor m u? O halde M ahm ûd K aşgari’nin bah­
settiği Oğuz d a y ı l a r ı n a ne diyebileceğiz? E ğer bu birleştirm e
doğruysa, 10. yüzyıl kaynaklarında sadece Kay ism iyle anılan U zak­
doğu'daki kabile, sonradan niçin K ayığ adıyla O ğuzlar arasına

23
karıştı? D ilbilim sel bakım dan Kay ism inin K ayığ şekline girm esine
im kân var m ıdır? İşte bir yığın sorular ki, J. M arquart gibi, Z.V.
T ogan da, bunlara inandırıcı cevaplar bulacak yerde, bütün bu m e­
seleleri sessizlikle geçiştirm eyi tercih etm ektedir.
Gerek ben ve gerek W. Barthold, büyük Alman bilgininin bu birleş­
tirmesini kesinlikle reddederken, tıpkı M arquart gibi, Uzakdoğu'daki
K avların aslen Moğol olmaları ihtimalini kabul etmiştik. Hatta ben,
M ahm ûd Kaşgari'nin açık ifadesine ve bazı Rus etnograflarının ver­
dikleri bilgiye dayanarak, bunların Türkleşm iş M oğollar olması ih­
timalini ileri sürdükten başka, bu kabilenin kalıntıları olabilecek bazı
etnik zümrelerden de bahsetm iştim .1 Z.V. Togan, "eskiden beri çeşitli
Türk ve M oğol kabile kuruluşları içine girmiş olan" bu /Toyların aslen
Türk oldukları fikrinde bulunarak Marquart'tan ve bizden ayrılıyor.
Fakat, bunların, komşuları olan Cumul, Yabaku, Basnıil, Tatar zümreleri
gibi, Türkçe bilmekle beraber ayrı bir dilleri de olduğu hakkında M ah­
mûd Kaşgari’nin açık ifadesinin nasıl açıklanması gerektiğini hiç konu
etmiyor. İşte görülüyor ki, Z.V. Togan, /Toyların aslen Türk olduklarım
iddia ederken bile bu konuda hiçbir delil göstermeye gerek görmemiştir.
Z.V. Togan'ın bu m akalesinde en yeni ve orijinal kısım, /'a v la rın
12. yüzyılda M averaiinnehir ve H orasan’da kalabalık ve kuvvetlice bir
züm re olarak varlığı ve rolleri hakkında etraflı açıklam alar sunan
satırlardır. Eğer bu bilgi doğru olsaydı, şim diye kadar tarihi kay­
naklarda hiç bahsedilmeyen önem li bir olayı, küçük bir edebi belge sa­
yesinde öğrenm iş olacaktık. Y ukarıda açıklam ış olduğum uz gibi, Z.V.
Togan, A vfî ve H. M üstevfı'de mevcut ve 12. yüzyıl Horasan
şairlerinden H akim K ûşkakî’ye ait bir m anzum eye dayanarak,
K a y larm 12. yüzyıl ortalarında Kara-H ıtay ordularıyla beraber Ma-
veraiinnehir'e, Büyük Selçuklu İm paratorluğu sınırlarına geldiklerini,
Buhara ve Sem erkand'da m uhafız kıtaları vazifesi gördüklerini, H o­
rasan'da. Sancar ordularıyla savaştıklarını, tarihi bir gerçek olarak
kabul ediyor ve işte buna dayanarak, 13. yüzyılda Anadolu'ya Ertuğrul
kom utasında gelen Kayı aşiretinin -gen ellikle sanıldığı gibi O ğuz

1 B kz. T ü rk E d e b iy a tın d a tik M u ta s a v v ıfla rd a ve T ü rk iya t M ecm u ası nd ak i m akalem iz


(ay rı b asım , s .8). A y rıc a bkz. bu ç alışm a n ın "7. B ö lü m ''ü .

24
day/ğ'kırından d e ğ il- bu Kay züm resi arasından ayrılm ış bir kısım
olduğu sonucuna varıyor. H albuki M arquart, O sm anlIların m ensup
olduğu dayım ların, aslen M oğol olup sonradan Oğuz boyları arasına
girm iş b ir Kay zümresi olduğunu iddia etmişti; görülüyor ki, Z.V.
Togan'ın m akalesinin esasını oluşturan ve büyük Alm an bilgininin eski
teorisini düzeltilm iş bir şekilde canlandıran yön işte budur. D iğer bir
ifadeyle bu önemli makalenin, ihtimallere ve tahminlere değil, doğrudan
doğruya çağdaş bir edebi m etne dayanan başlıca olum lu tarafı, bu nok­
tada toplanm ış bulunuyor. Osm anlıların Orta Asya'daki ataları m e­
selesini, şim diye kadar bilinenlerden büsbütün ayrı bir şekilde hal­
letm ek am acını güden ve bizim eleştirilerim iz sonucunda çoktan beri
itibardan düşm üş olan M arquart teorisini birkaç noktadan düzeltip ta­
m am lam akla beraber esas itibariyle onu yeniden kıym etlendirm ek is­
teyen bu yeni teorinin "ne derece sağlam bir esasa dayandığını" iyice
anlam ak için, üzerine kurulduğu tem el taşı'm, yani H akim Kûskakî'nin
bu küçük manzumesini inceleyelim.
10. yüzyıldan başlayarak, özellikle 11. ve 13. yüzyıllarda -h a tta
daha so n raları- yetişm iş İran şairlerinin eserlerinde, tarihi bakım dan
çok önem li birtakım kayıtlara, bir yığın kıym etli bilgiye rastlandığı bi­
linir. Tarihçiler tarafından genellikle ihmal edilen bu gibi edebi m e­
tinlerden ne büyük yararlar sağlanabileceğini, çeşitli vesilelerle göster­
m iştim .2 İşte bu edebi eserlerde, çok defa, T ürk kabile adlarına da rast­
landığını çok iyi bilen Z.V . Togan, öyle anlaşılıyor ki, diğer tarihi kay­
nakların d o y la r hakkında sessizliğini giderm ek için, edebi m etinlere de
başvurm ak gereğini duym uş ve teorisinin esasını oluşturan önem li
m anzum eyi bu şekilde ortaya çıkarm ıştır. D aim a tekrarladığım bir
görüşü burada yine tekrar ederek söyleyeyim ki, bu gibi m an­
zum elerden tarihi bir belge olarak.yararlanılm ak istenince, çok sıkı bir
tarihi eleştiri d ü şü ncesi’yle hareket etm ek sıkıntısı vardır. Çünkü, bun­
larda rastlanan kabile isim lerinden bazıları, şairin yaşadığı yerde rast­
lanan, ya da o yerle herhangi şekilde ilişkileri olan adlar olabileceği
gibi, bazen de, sosyal realite'yle hiç ilgileri olm ayıp, sırf eski bir edebi

2 M . F u a d K ö prü lü, “ A n ad o lu S elçu k lu ları T arih in in Y erli K a y n a k la n ” , B elleten, sayı


27, c.7, s .4 4 8 ve sonrası.

25
geleneğe uymak m aksadıyla kullanılm ış olabilir.3 Asıl tarihi belgelere
dayanm adan, ya da her zaman ve her yer için, diğer çağdaş şairlerin
eserlerini de incelemeden, bunlardan acele hüküm ler çıkarmak, büyük
yanlışlıklara neden olabilir. D aha doğrusu, dilbilim sel ve tarihi eleş­
tirinin bütün gereklerine uymak, bu gibi m eselelerde birinci şarttır.
Özellikle Z.V. Togan'ın yaptığı gibi, üzerine bütün bir tarihi teori ku­
rulm ak istendiği zaman, bu özeni son haddine çıkarm ak zorunluluğu
vardır. Halbuki, şim di çok açık bir şekilde ortaya koyacağım ız gibi,
Z.V. Togan, yapması kendisi için çok kolay bir dilbilim sel eleştiriyi her
nedense ihmal ettiği için, yararlandığı m anzum enin anlam ve esasını
tam am ıyla ters anlam ış ve bunun sonucu olarak da, kurmak istediği
yepyeni bir tarihi teori, şimdi açıkça ifade edeceğim iz çok basit bir dil­
bilim sel eleştiriyle kendiliğinden yıkılıverm iştir. B akınız nasıl:
1. Z.V. Togan'ın teorisine tem el taşı vazifesini gören m anzum e,
onun sandığı gibi, "Sultan Sancar'ın 9 Eylül 1141 'de K a h ’Ûın'da Kara-
H ıtaylara yenilgisi nedeniyle söylenm iş" değildir. G erçi H am dullah
M üstevfî, böyle bir iddiada bulunuyorsa da,4 onun bu iddiasının
3 G a z n e lile r ve S e lç u k lu la r d ev ri şairlerin in, m esela Yııgm a ve Ç ig il kabilelerine m e n ­
su p T ürk k ö lelerin in g ü z elliğ ind en b ah setm eleri, y ö relerin den edin d ik leri gerçek bir
iz le n im ürün üy dü . H alb uk i, y a ln ız bu k ö le le r d e ğ il, ha tta onları yetiştiren bu k a ­
b ile le rin isim leri b ile o rta d a n silind ikten so n ra da. y en i şairler, esk i ü statların -a rtık
k lişe h a lin e gelm iş o la n - bu ta b irle rin i, anla m ların ı d a h i la y ık ıy la b ilm ey erek k u l­
lan d ılar. 19. y ü z y ıld a K a ça rla r saray ı etrafın d ak i ş a irle rd e b ile rastlanan bu gibi
e d eb i k lişe lerin , a ıtık h iç b ir tarih i gerçek liğ i ifade ed em ey e c eğ i pek doğaldır. 16.
y ü z y ıld a n beri h azırlanan b irç o k F ars lü gat k ita b ın d a -ö r n e ğ in B u rlıân-ı K âtı 'd a - bu
gibi b irtak ım eski T ü rk k a b ile ad ları, m esela Yağm a ve Ç igıI kelim eleri, "T ürkistan'da
g ü z elleriy le m e şh u r b ir y e r'1 ta rz ın d a a ç ık la n ır ki, b u , b u k e lim e le rin doğru a n ­
la m la rın ın artık un utu lm u ş o ld u ğ u n u ve so nrak i şairle rin b u n la rı sad e c e b ir k liş e o la ­
rak k u lla n d ık la rın ı a n la tm ay a y e te rlid ir. O sm an lı şairleri de, o e tk i altında, a ra sıra
bu gibi k a b ile adların ı k u lla n m ışla rd ır. (B k z. aşağ ıd ak i 1 1. d ip n o t.)
4 H am d u llâh M ustaw fî, N u zh u t al-K ulûb, G M S , 23, I1. 1915, s.257:

: c**. *c— îa‘ i y »j— ^ ¿V** ^ ü s 3 •

>-tr j (Jjl e.*—i * o*V


j\ {¡rj-ş. i-«* 0^-*
¿t» ¿.
tfij:- i/* ¿t*
y j' S -t—-A' i'U-15' ¿JJM 0..Î fi—

B u m etni y ayım lay an İng iliz o ry an talisti G . L e S tran g, notta bu şiirin "A v fiııin
L u h â b a l-a lb û b 'inin ikinci cild in d e 174. sayfada bu lu n d u ğ u n u " kaydettiği h a ld e ,'

26
tam am ıyla yanlış olduğu, bu konuda ondan daha eski ve daha önemli bir
kaynak olan ve büyük bir ihtimalle ona kaynak görevi gören AvtT'nin ifa­
desinden kesinlikle anlaşılmaktadır: Avfî -g alib a bu meselede H am ­
dullah M üstevfîye de kaynak görevi görmüş o la n - L u b c ıb a l - A l b f ı b adlı
eserinde, Selçuklular devri Horasan şairleri arasında, Hakim
K uşkakî'den bahsederken, "Bu şairin /n a n e le r in in çoğunun, Sultan
Sancar'ın nim etlerine karşı nankörlükle karşılık vererek, mertlik ve in­
sanlık icabı kararlılık gösterip direnecekleri yerde, bunu yapamayan ve
bu yüzden bu saltanatın zayıflanmasına neden olan cemaatin aleyhinde
yazılm ış olduğunu" söyler. Şairin m anzumelerinden birkaç örnek ge­
tirir.5 Bu örneklerden birincisi, Hamdullah Müstevfî'nin yalnız beş bey­
tini almış olduğu o manzumenin daha tam bir şeklidir ki, Z.V. Togan'ın
teorisinin esasını oluşturan t e k b e l g e , işte budur. Gerçi AvtT'nin ifadesi,
bu manzumenin hangi tarihi olay dolayısıyla yazıldığını belirsiz
bırakıyorsa da, bunun K ara-H ıtaylaıın K c ıtv â ıı zaferi dolayısıyla değil,
548'de Horasan Oğuzlarının isyanını bastırmak isteyen Selçuklu or­
dusunun yenilgisi ve Sancar'ın esareti dolayısıyla6 söylenm iş olduğu,
metindeki birtakım açıklık ve işaretlerden hemen ve kolaylıkla
çıkartabilm ektedir:

o rad a J şek lin d e b u lu n a n bu ism i, kend i m etn in d e F ay J ş e k lin d e b ıra k m ış ve


İn g ilizc e ç ev irisin d e de, bıı b ü y ü k y a n lışlığ ı y ine te k ra rla m ıştır (G M S . 23 , 2, 1919.
s.250). Ç ev irm enin b u ra y a ek led iğ i b ir nottan, Y âkût H am aw î'nin C oğrafya
K ıhııûsu iıd a "Sogd, yani S e m e rk u n d c iv a rın d a b ir ş e h ir ism i" o la ra k g ö sterile n F ay
ism iyle bu K a y ism in i k a rış tırd ığ ı a n la ş ılıy o r ki, bu d a K a y kabile ism ini b il­
m ed iğ ine a çık b ir ö rnektir.
5 M o h am m ed A vfî, L u b â l al-A lbâb, etited by. E.G . B ro w ne. L ondon, 1903, c.2, s. 174-
175. A vfî'n in m etni şudur:

J>* & <C-.y ' r£*-


£, j' *■'j»\ j r Ai A.« J ,j.L-1 > iU*Jl
j 3 Z' I \^ U I j> f \ j Ic—1
lî jj — û1
.1 -jy—^ cJia I"
* Si * S tJuU jlOl T j

B u n dan so nra, y u k arıd a a n ılan bir m an zu m ey le, ik inci b ir m anzum e d a h a k a y ­


d ed ilm ek te ve onun, d ah a bu içerik te birço k m an zum esi bu lun du ğu, fakat bu kadarla
y e tin ild iğ i b e y an o lu n m ak tadır.
6 Y ılla rc a sü ren bu bü yü k O ğ u z isy anı h a k k ın d a g eniş b ir a n latım için bkz. M. Fuad
K öprülü, “ A nadolu S elçu k luları T arih in in Y erli K a y n a k la n ” , B elleten, sayı 27, c.7,
s.478-483.

27
jb l ^ } jllT j j jl < J jj j;
^ ’ ' t
j L i j" c ) j i j ¿+*i ) j h *^ )5 J j U J f j i dl|<£

jlrflji jl {¿*£' «ju'Uj }y~* 'i-** «bjl


j U l j j jlS ; J j , j i jj_ <&-

jU l^ lj ti\ jl y i j j* tJj. ' / ^'j ıSjt* j r


j U b j_î5"İ! jl jxL*t ¿1jS " ¿İli
j L L . V jlSx,jsi. j . ) jn j

jU l ¿ - o jl j a j j_«jjı 0~^- ¿11*j {y ^ '

jU J* jji-'J j ^ J*"»* ■

■! AıJ. f*ıjjj** ^ ^ s**'i ^*~~*

B ütün H orasan şehirlerinin O ğuz adını duyunca korkularından


nasıl titrediklerini ifade eden ve tarihi gerçekliğe de uygun olan bu
m anzum e okununca, bunun K ara-H ıtaylar sav aşın a değil, Oğuz
isyanına ait olduğu, hiçbir açıklam aya gerek kalm adan, kendiliğinden
kesin bir şekilde anlaşılıyor. A vfı'nin, yine bu şaire ait olarak ak ­
tardığı ve aynı vesileyle söylendiğini belirttiği ikinci m anzum e de,
yine bu O ğuz isyanı d olayısıyla söylenm iştir ki, burada B elh şehrinin
O ğuzlar tarafından zapt edildiği anıldığı gibi, ayrıca asi Oğuz re­
islerinden biri olduğunu bildiğim iz Tuti B ey’in ism i de geçm ektedir:

<>y jU ' fi 2 1j ,v ^5 ıS ^

J ’j! j t o 5 « iv i f^ J J

J > ) j £ cJcm jL - £ I» jl^ 0 p «aIU

f * ) v j l j l » ¿r* f \ {¿\}
r £

28
Avfı'nin ifadeleri ve söz konusu olan m anzumenin tam metni
karşısında, H. M üstevfî'nin bunu Kara-H ıtaylar S avaşı’na ait san­
m asının ne kadar yanlış olduğu kesinlikle anlaşılıyor.7 Z.V. Togan,

7 A vfî, eserinin birinci cildinde, bu dev rin şöhretli b ilgin lerin den ve nüfuzlu ricalinden
o lu p K âzî'l-K uzâtlık görevin de b u lun an ve çeşitli ese rle rin d en ba şk a M a kâm ât-ı
H am îdt'ai o devrin en parlak nesir örneklerinden sayılan B elhli H am îdeddîn Ö m e r b.
M ahm ûd'dan b ahsed erken, onun diğ er bazı m anzum eleriyle beraber, b ir kıtasını
ak tarıy o r v e bunun, S an car'ın K a ra -H ıta yla r'a yenilgisi nedeniyle söylenm iş olduğunu
a n latıyo r ki, şair b u rad a H ak îm K û şk a k fy i rüy ad a görd üğ ün ü sö y lem ek te ve m an­
zum esini g üy a ondan riv ayet etm ek tedir (A ynı eser, 1905, c. 1, s.200). M anzum e şudur:

»L-< ¿1¿jV* ¡j**' ¿ tj


* li ¿ ..»i 3 ¿i*- «£i c .îO »ji-U* j J&> ) <uJ* «Oj
j li J Jt £j.p t V* <J6j ijı
¿ C f J - i <ı / ¿ A ' j\y ~ »û jj T c—»i u-i*.j
^ jj-* «L*—
» i
«SM J l? £ u*j *¿5^j* w"**!

B u m anzum e pek açık olarak g österiy or ki, H am îdî'n in g ü y a K uşkakî'nin ağzından


söylediği bu küçük şiir, asi O ğ uzlar k arşısın d a firar ed en Sancar ordusunun "sözde k a h ­
ram an lan " aleyhindedir ve A vfî'nin bu nu K a ra -H ıta yla r sav a şın a a it sanm ası,
bütünüyle yanlıştır. B elki de, son b eyitte kâfirlerden bahsedilm esi, onu b u hususta
şaşırtm ış o lm alıd ır. E sk i iltik atçı (com pilateur) yazarların y azılarında eleştiri fikrinden
ne kadar yoksun o ld u k la n n a bu d a b ir kanıttır. B unu gördükten sonra, H. MustavvfTnin
y u k a n d a bahsettiğim iz yanlışlığını hayretle k a rşıla m ay a bir n eden kalm ıyor. B ununla
b erab er bu yanlışlık, b u esere çok değerli notlar yazan M îrzâ M oham m ed K azv în în in
gözünden k açm am ıştır. O nun bu husustaki görüşlerini olduğu gibi çevirm eyi,
yukarıdaki açık lam alarım ızı ta m am ıyla doğ ruladığ ı için, faydalı bulduk: "B u m an­
zum enin K ara-H ıtaylar'a karşı uğranılan y en ilgi d olay ısıy la y azıldığını ifade eden
A vfî ve bu husu sta o n a uyan d iğ e r tezkereciler, b ü y ü k b ir hataya düşm üşlerdir. Ç ünkü
genel olarak kabul edildiği gibi, H akîm K uşkakî'nin S ancar em irleri aleyhindeki hic­
viyeleri, tam am ıyla, O ğu z isyanı 'na aittir ki, 5 4 8 ’de başlam ıştır. K a zî H am îdeddîn b u ­
rad a yine K ûşkakî'nin ağzından Sancar'ın em irlerin i hicvetm ektedir. Bu şairin ilk
m ısrasından, bunun, K ûşkakî'nin ölü m ün den sonra söylendiği anlaşılıyor. B u itibarla,
536'da, yani O ğuz isyanından 12 sene önce m eyd an a gelen K ara-H ıtaylar'ın zaferine ait
olm asına im kân yoktur. G erçek şu du r ki. H am îdî'nin bu kıtası da, y ılla rc a süren v e H o­
rasan'ın harap olm asın a neden olan O ğuz isyanı hakk ınd a söylenm iştir; esasen bu m a n ­
zum enin b u n a ait olduğ un u anlatan açıklıklar d a vardır: Ö nce G uz ism inin belirtilm esi,
ikincisi «m jj'î c —i ü 'M ' m ısrasının ancak O ğuzlara ait olabileceği; çünkü,
ilkin Sultan'm tebaası oldukları halde nankörlük ederek ona isyanda bulunanlar onlardır;
K ara-H ıtaylar hiçbir zam an Sancar'ın nim etini yem iş, onun tebaası olm uş değillerdi ki,
nankörlükleri söz k o nu su olsun". M .M . K azvînî, bundan sonra, bu m anzum ede bah-

29
eğer yalnız Nuzhat al-Kulûb'u görmüş olsaydı, m anzum enin oradaki
eksik şekli ve H. M üstevfî'nin yanlış görüşü, kendisini şaşırtabilirdi.
Halbuki bu metni yayım layan G. Le Stıange, açıklamada, bu man­
zum enin A vfî'nin ikinci cildinin 174. sayfasında da bulunduğunu kay­
detm iştir ki, Z.V. Togan'ın galiba bunu göz önünde tutarak Lubâb al-
Albâb'a d a başvurduğu, m akalesinde m anzum enin ilk mısrasını H.
M üstevfTnin eserinden aktarırken, bunun başındaki kelimesinin
yanına Avfî'deki m etinde m evcut ^ kelimesini de yazmasından
an laşılıy o r.8 Böyle olduğu halde, A vfî’deki m anzum elerin hiç şüphe
götürm ez açık kanıtlarına rağm en, H. M üstevfî'nin yanlış görüşüne
nasıl olup da aldandığını ve bu m anzumelerin hiçbir şüpheye yer
bırakm ayan açıklığı karşısında nasıl aldandığım , hâlâ bir türlü
çözem iyorum .
2. B urada Z.V. Togan'ın yanıldığı diğer bir noktayı daha belirtmek
isterim: O, Kûskakî'nin manzumesinde anılan Kâsân, Tatar ve K a ylım
"Kara-Hıtaylar ordusunda m evcut unsurlar" gibi kabul etmiştir. Halbuki,
şim di bu şiirin Oğuz İsyanı ’na ilişkin olarak söylenmiş olduğu m ey­
dana çıkınca, Z.V. Togan'ın çevirisine göre, bu unsurların, Sancar or­
dusunu yenilgiye uğratan Horasan Oğuzlan arasında bulunmaları ge­
rekir ki, bunun da im kânsızlığı ve anlamsızlığı ortadadır. G örülüyor ki,
Z.V. T ogan, bu m anzum eyi yanlış anlam ış ve yanlış çevirmiştir.
Çünkü, bu manzumenin hangi olayla ilgili olduğunu hiç bilmesek ve eli­
mizde sadece Z.V. Togan'ın makalesine aktardığı ilk iki beyit mevcut
olsa bile, bu Kâsân, Tatar, Yay'ların "düşman tarafında" değil, "Sancar

setlilen siya h la r giyinm iş askerler ( *V- »V- > ifadesinin de O ğuzlara ait olduğunu,
çünkü onların siyah renkJİ elbise giydiklerini ekleyerek. K ûşkakî hicivlerinin de,
"O ğuzlardan kaçan Sa n car e m irle ri'nin bu firarları nedeniyle söylendiğini" tekrar ediyor
(aynı eser, c .l, s.344, 345). G öçebe O ğuzlar arasında siyah rengin bir şiar olduğuna ait
tarihi ve edebi kaynaklarda bir yığın bilgi varsa da, burada ondan bahse gerek
gö rm üyoruz (bkz. bu hususta İslam A nsiklopedisi'ne yazdığım ız "B ayrak" m addesi).
Z.V . T o g an , eğ er bu a çık lam ay a dikkat etm iş olsaydı, yapm ış olduğu hatanın niteliğini
kolayca anlardı.
8 L u b â b a l-A lb â b m etninde d o ğru o la ra k U şek lin d e y azılan bu kelim ey i, Z .V . T ogan
m ak alesin e 11 şek lind e a lm ış tır ki, vezni bo z m a k tad ır. E sasen bu küçük m akalede
bu ço k ön em siz nüsha farkını tesp it etm ey e niçin gerek gö rü ld ü ğ ü n ü de an ­
la y a m ad ım .

30
yönetimindeki ordu içinde" bulundukları ve bunların birer "kabile ku­
ruluşu" değil, "tek tek satın alınarak yetiştirilm iş köleler" olup, dev ­
letin en önemli m evkilerine çıkarılmış bulundukları, m anzum eden ko­
layca anlaşılabilirdi.
3. H. M üstevfî'nin yanlış yorum una aldanan Z.V. T ogan'ın yen i ve
çok cüretli bir tarih teorisi kurm ak için kullandığı bu biricik edebi
belgeyi, dilbilim sel ve tarihi eleştirinin en ilkel esaslarına bile uy­
m ayarak kullandığı ve hatta ilk beyti dahi yanlış anladığı, işte
böylece kesin olarak m eydana çıktıktan sonra, artık tem elsiz kalan bu
yeni teorinin, "savunulacak hiçbir tarafı bulunm adığı" güvenle
söylenebilir. Şim di, bu eleştirim izi tam am lam ak için, K ûşkakî'nin
m anzum esinde "Sancar ordusunda varlıklarından bahsedilen" Kâsân,
Tatar ve /(Tm '1ar hakkında biraz bilgi verelim:
K ûşkakî’nin açık ifadesine göre, bunlar, Sultan Sancar'ın köle­
lerinden olup teker teker Horasan'da, büyük bir özenle büyütülm üş,
maddi ve manevi nimetlere, lütuflara erdirilmiş, kendilerine Atta 1ar ve­
rilmiştir. Ö zellikle A bbasilerden başlayarak Yakındoğu'da kurulm uş
bütün İslam ve Türk devletlerinde, Samanilerde, Gaznelilerde, Büyük
Selçuklularda ve onların bütün uzantılarında gördüğümüz, eski adıyla
G ulâm ve sonraki adıyla M emlûk sistem inin mahiyeti, çeşitli şekilleri,
ortaya çıkışı ve bu sistemin doğup büyüm esinde etkin olan tarihi ve
coğrafi etkenler, şim diye kadar ciddi bir şekilde incelenmiş değildir.
Halbuki, ortaçağ İslam ve Türk devletlerinin siyasi bünyelerini ve genel
olarak bu devir tarihini, layıkıyla anlayabilmek için, bu meselelerin ciddi
bir şekilde aydınlatılması, birinci derecede ihtiyaçtır.
Bu konudaki incelemelerimizin sonuçlarını yakında yayım lam ak
ümidinde olduğumuz için, burada bu büyük meseleden söz edecek
değiliz. Yalnız, kısaca şunu söylemekle yetinelim ki, kökeni itibariyle
tribal (kabilevi) bir devlet olan Selçuklu devleti, Samanilerin ve Gaz-
nelilerin siyasi ve idari geleneklerinin etkisi altında, hızla biiyük bir
İslam imparatorluğu niteliğini almış ve bunu gerektiren tarihi zo­
runluluklar, daha ilk hükümdarlar zamanından başlayarak, gulam sis-
temi'nin bu im paratorlukta bile çok geniş bir oranda uygulanmasını
doğurm uştur. Çeşitli Selçuklu şubeleri, hâkim oldukları sahaların
coğrafi mevkilerine ve ticari ilişkilerine göre, türlü unsurlara mensup
kölelerden meydana gelen askeri kıtalar oluşturuyorlardı. İşte H orasan

31
Selçuklularında henüz İslam uygarlığı dairesine girmemiş, çeşitli Türk
ve Moğol kabilelerine mensup kölelerin önemli bir çoğunluk
oluşturmaları, bundan dolayıdır. Hükümdarların, prenslerin, büyük dev­
let adamlarının, doğrudan doğruya kendi şahıslarına bağlı m uhafaza
kıtalarını,* yani hassa kuvvetlerini oluşturan bu köleler arasından, dev­
letin en büyük askeri ricali, en yüksek vali ve kumandan ları yetişirdi 9
Çeşitli zaman ve m ekânlardaki Türk devletlerinde bu kölelerin en
çok hangi etnik züm relere m ensup olduğunu öğrenm ek için, dar anla­
m ıyla tarihi kaynakların yardım ı çok azdır. Bundan dolayı, bu eksikliği
tam am lam ak için, diğer edebi kaynaklara, tarihi hikâyelere, ahlak ve si­
yaset kitaplarına, şairlerin divanlarına başvurm ak ve bu köleler
arasından yetişm iş büyük devlet adam larının biyografilerine y a da
bazen onların isimlerine eklenerek etnik kökenlerini açıkça gösteren la­
kaplarına başvurm ak zorunluluğu doğar. Edebi fıkra ve hikâye, ahlak
ve siyaset kitaplarında, daha çok kölelerin m ensup oldukları etnik
züm relerin ortak psikolojileri hakkında bilgilere, bu sistemin nasıl uy-

9 D aha S âm ân iler zam an ın d an b a şla y a ra k G a zn e lile r ve S e lç u k lu la r d e v irle rin d e bu


k ö le le rin nasıl sağ la n d ık la rı, nasıl y e tiştirild ik leri, d e v le tin en yü k sek m ak a m ların a
g eçm ek te n asıl b ir id ari h iy e ra rşiy e tab i o ld u k ları, ç eşitli tarih i k a y n ak lard a
açık lan m ak tad ır. Islam i b ir e ğ itim e v e ta m a m ıy la ask eri, sıkı b ir d isip lin e tabi tutu lan
bu k ö le le r arasın da, az ço k ilm i v e ed ebi k ü ltü r sah ib i o la n la ra da, ara sıra rastlanırdı.
B unlar, bed en sel ve ruhi k a b iliy e tle rin e göre, la y ık o ld u k la rı m ertebelere
y ük selirlerd i. S ık ı b ir so sy al ele m e (selectio n ) so n u cu n d a m evki kazan ab ild ik leri için,
b u k ö le le r arasınd an , m a h ir k u m a n d a n lar, ku d retli id a re v e siy ase t ad am ları ve n i­
h a y et, b ü y ü k d e v let k u ru c u la rı y e tişm iştir: G a zn e lile r, D e h li T ü rk S u ltan lığ ı ve n i­
h ay et M ısır-S u riy e M em lûk İm parato rlu ğ u, e tn ik b a k ım d a n T ü rk le re ta m a m ıy la v ey a
k ısm en y ab an cı sah alarda, b ir av u ç M em lû k k u v v e tin in k u rd u ğ u ku d retli siyasi
o lu şu m lard ır. O rtaçağ T ü rk d e v le tlerin in siyasi ve id ari b ü n y e le rin e göre, büy ü k d e v ­
let a d am ların d an her b irin in , d o ğ ru d a n d o ğ ru y a 'k e n d i p a ra sıy la satın aldığı
M em lû k lerd en oluşan b ir m a iy e t b ulu n d u rm ası, zo ru n lu y d u . B üyük v e zir
N iz am ü lm ü lk 'ü n k ö leleri o k a d a r ö n em li b ir n ic e lik o lu ştu ru y o rlard ı ki, onun
ö lü m ü n d en ep ey zam an s o n ıa b ile , ask eri ve siy asi b a k ım la rd a n ön em li ro ller oy-
n ay ab ilm işlerd i. Ö ld ü rü len e m irle rin y a d a saltan a t a ile sin e m ensup prenslerin
k ö le le ri, h ü k ü m et ta ra fın d a n y a h ü k ü m d a rın h a ssa k u v v e tin e k a tılm a k , ya d a çeşitli
e m irle r v e p re n sle r a ra sın d a d a ğ ıtılm a k y o luyla, to p lu o la ra k m u h a lif b ir rol o y ­
n ay ab ilm eleri en gellen iy o rd u. E ld e m evcu t, o ld u k ç a z en g in k a y n a k la r sayesinde, bu
b ü y ü k m eselen in -ş im d iy e k a d a r y a pıld ığ ı gibi d a r b ir çerçe v e iç inde değ il, fa k a t
b ü tü n o rta ç a ğ b o y u n c a g e n el ve k a rşıla ştırm a lı b ir ş e k ild e - a ra ştırıla ra k ta m a m ıy la
a y d ın la tılm a sı m ü m k ü n old u ğ u h a ld e , e sk i g ö re n e k le rd e n a y rıla m a y an d a r görü şlü
ta rih ç ile rin şim diye k a d ar b u n u in c e lem e g e reğ ini hisse tm e m e le ri, hayretle
k a rş ıla n a c a k b ir şey d ir.

32
gulanm ası gerektiği hakkında siyasi ve idari görüşlere rastlan ır.10
D ivan lard a ise, onların genellikle hangi etnik zümrelere m ensup ol­
duklarına, sim alarının şekline, kostüm lerine ait değerli bilgiler vardır.
Gazneliler ve Selçuklular devirlerinde -h atta daha sonraki devirlerde-
yetişen şairlerin m anzum elerinde, çok defa, büyük bir çoğunluğu
çeşitli Türk - v e kısm en M o ğ o l- züm relerine m ensup olan bu kölelerin
güzelliklerinden ya da başka özelliklerinden söz edilir. Çeşitli T ü rk '
sülalelerine mensup hüküm darlara sunulan kasidelerde, Türk köle­
lerinin güzelliklerini nitelem ekle başlayan m anzum elere -d a h a G az­
neliler devri şairlerinden başlayarak- sık sık rastlanm aktadır.11 İşte
10 B ü y ü k A rap ed ib i C âh ız'm A b b asî o rd u la rın d a ö n e m li b ir ro lleri olan ç eşitli k a ­
v im le r v e o arad a T ü rk le r h a k k ın d a y azdığ ı şe y le rd e n b aşlayarak, Siya setn a m e ve
K â bu sna m e gibi birçok e se rd e , bu k o nud a çok d ik k ate d eğ er bilg iy e rastlanır. O s ­
m anlI ta rih çileri arasın d a, G elib o lu lu  lî'nin K iinh al-Ahbâr'm & a bu k o n u d a ço k
ö n em li b ir b ö lü m vardır. U z u n zam an lardan b eri h azırlam ak ta o ld u ğ u m u z "O rtaçağ
T ü rk D ü n y a sın d a M illiy e t B ilin c in in G elişm esi" a dlı in celem em izde, o rta ç a ğ d a g e ­
n ellikle İslam k av im lerin d e k a vm iy e t b ilin cin in o rta y a çıkışı m e se le sin d en d e to p lu
b ir şek ild e b a h se d ilm iştir. B u k o n u d a şim d iy e k a d a r y a zılan şey le rin ç o k b a s it ve
g en el o larak y anlış o ld u ğ u n u sö y lem ek ab artılı o lm az. Y alnız, Su'ûbîye a k ım ı
h a k k ın d a B atı o ry a n ta listle ri tarafın d an ço k cid d i in c e lem e le r y a p ılm ış o ld u ğ u n u
itira f etm ek g erek ir (bu k o n u d a bibliyog rafya bilgisi için bkz. W . B arth o ld ve F uat
K ö p rü lü , İsla m M ed en iyeti Tarihi, İstanbul, 1940, s. 168-176).
11 U n şu ri ve F arru h î gibi ilk G a zn e lile r d e v rin in b ü y ü k İran şairlerinde ra stla d ığ ım ız
bu gibi m anzu m elerin , S e lç u k lu la r dev rinde ve onları izleyen d iğ e r T ü rk sülaleleri
z am an ın d a İran, H in d ista n v e M avera ü n n eh ir'd c p e k ziyade ço ğ ald ığ ın ı g ö rü y o ru z.
12. y ü zy ıl şairlerin d en A bu 'l M a'âli al-R âzî, Ş ahâb eddîn A h m e d S e m e rk a n d î,
Z afer-i H em edânî, S û zen î-i N esefı ve d ah a b u gibi birtak ım şairlerin, ha m ile rin in
saray ların d ak i "çekik gö zlü " T ü rk kö lelerin in gü zellik lerin i ö v e re k b a şla y a n k a ­
sid eleri, b u n a b ir örn ek tir. S onraki y ü z y ıllard a d a k u v v etle dev am e d en v e n ih ay et
A c e m ş iirin d e b ir nevi e d eb i k lişele r m ey dan a g etiren bu tabii akım , y u k a rıd a
sö y led iğ im iz gibi, kökeni itib ariy le, b ir g erçek liğ e day an ıy ordu. H albuki 16.
y ü z y ıld a Ğ ab u rlu lar s aray ın d a yaşay an b ir şairin S û z e n î'y e n a zire o la ra k y azd ığ ı
b ir k asid ed e, tıp k ı onun gibi, 12. y ü z y ıld a T ü rk k ölelerin in m ensup o ld u k la rı k a ­
b ile le rd e n b ah setm esiy se, s ırf b ir edebi g elen eğ in d ev am ın d an ib a re ttir (tıpkı
S û zen î'n in eseri gibi, ara sıra T ürk çe k elip ıe ve c üm leleri de içeren bu m anzum e, bir
nevi F arsça-T ürk çe m ülem ma'dvc\ bu m anzum e için B adâvunî'nin "B ibiiotlıeca
tnd ica" k ü lliy a tın d a çık an M u n ta h a b a l-T a vâ rîh 'in e b akın ız). B u n u n la b e ra b e r 13.
ve 14. y ü zy ıl şairlerind e, p ek d oğal o la ra k d a h a ö n c ek i şairlerde rastla n m ay a n , bazı
yeni k a b ile isim lerin e de ra stlandığını ve b und an d olayı tarihi b a kım dan b u n la rd a n
d a y a ra rla n ıla b ile ce ğ i u n u tu lm a m a lıd ır. B un a b e n ze r şey lere, şü p h esiz ç o k d aha
n a d ir o larak , A rap edeb iy atı ü rü n lerin d e de rastlan ıy or: îran M oğolları devrinde,
tü rlü tü rlü nedenlerle M em lû k ler îm p a ra to rlu ğ u 'n a iltica e d erek y e rle şe n
O y ra fla rd a n b ir güzel h a k k ın d a M ak rîzî'nin a k tard ığ ı T akîy eddîn a l-S u ıû cî'n in

33
bütün bu gibi edebi belgeler sayesinde, çeşitli zaman ve mekânlardaki
Türk devletlerinde, kölelerin en çok hangi unsurlara mensup olduklarını
tespit ve tayin edebiliyoruz.
12. yüzyılda H orasan'da Sultan Sancar’ın köleleri arasında Çinli, ■
Tatar, Kâsârı, Kırgız, Yağma, Guz, Kıpçak, Kimak (Yemak) gibi un­
surlar arasında /fayların da bulunduğunu, Kûşkakî'nin yukarıdaki
küçük manzumesinden öğrenmiştik. Yine Avfî'nin eserinden aktarılan
ve Z.V , Togaıı'ın gözüne çarpm ayan diğer bir m anzum e de bunu doğru­
luyor: Yine 12. yüzyılda Selçuklular devrinde yetişm iş Reyli şair
Abu'l Ma'âli al-Râzî -A v tı'd e belirtilmemekle birlikte Sultan M es'ûd b.
M oham m ed Selçukîye verildiğini kuvvetle tahmin ettiğim - bir ka­
sidesinde, onun çeşitli unsurlara m ensup köleleri - arasında, Kırgız,
Çinli, Yağma, Tatar, Oğuz, Kıpçab lard an başka, K oyların da m evcut
olduğunu belirtm ektedir:12
A ra p ç a-T ü rk ç e m ü le m m a ’sın ın b ir k ıtası, b u n la rın M o ğ o lta değil, Türkçe
k o n u ştu k la rın ı an latm ak ba k ım ın d a n , b ü y ü k b ir tarihi ö n e m e sah ip tir (H ilal, M ıs ır
basm ası, c.2 , s .23). Edebi k a y n ak lara göre, 11. ve 12. y ü z y ılla rd a T ürk köleleri, en
çok şu k a b ile lere m en su ptu lar: Bulgar, Tatar, Çigil, K ıpçak, H alluh (K arluk), G uz
(O ğuz), Kay, Yem ak (K im ak ), Yağma, H a za r Türkm en. G enel o larak T ü rk ad ın a
d a im a rastlan ıld ığ ı gibi, n a d ir o larak d a Çin, H atay, H ırh ız (K ırgız) isim lerin e de
ra stla n ır (bkz. F uad K ö prülü, "Y eni F ariside Türk U n su rları", T ü rkiya t M ecm uası,
İstanbul, 1942, c.7-8, s.6). F ird ev sî'n in Ş a hna m e'sin d e b u a n ılan kabile isim lerinin
b a zıla rın d a n b aşk a, K ü m içi a / " ad ın a d a rastla n m ak ta d ır ki. Ş a h n a m e 'de bulunan
b ü tü n k elim elerin tam b ir dizin in i yap an F ritz W olff, bu kelim eyi, İran d ilbilim iyle
uğraşan b ü tü n d ilb ilim ciler gib i, K a m ec şek lin d e y a n lış o k u m u ş ve iç e riğ in i a n ­
la m a y arak , genel o larak , "d ü şm an " an la m ın ı v e rm iştir (G lo ssa r zu F irdosis Schah-
nam e, B erlin, 1935). H alb u k i, b ü tü n lü g a t k itap ların d a bu a n la m d a açıklanan ve
çeşitli çev irile rd e de tab ii b ir şek ild e geçen bu k elim en in , b ir sıfat değ il, H o tta id a
y aşayan b ir k a b ile adı o ld u ğ u -M a k d îsî, B ayh ak î, G a rd îz î gibi k a y n ak larla N âşır
H u srev 'in Veclı-i D în 'inde a n ılm a sı itib a riy le - G a zn e lile r tarih iy le u ğraşanlar
a ra sın d a esk iden beri b ilin m e k te d ir (V . M inorsk y, H u d û d al-Â lam , G M N S , 1937,
c . I l , s.3 6 1 -36 8; W . B arthold, T u rkesta n dow n to the M o n g o l Invasion, G M N S ,
1928, c.5, s.70, 248, 297, 298, 301. V . M inorsk y , bu T ü rk k ab ilesi h a k kında önem li
b ilg ile r verm ektedir).
12 A vfı, L ubâb al-Albâb, c.2, s.232-236. B unun, S elçuklu Sultanı M es'ûd b. M o-
h am m ed'e ait olduğunu, kasidedeki « j;ı m ısrasındaki A b u 'l Fath
lakabından çıkardım ; çünkü, bu lakap, özellikle bu sultanın ve d aha önce de
M elik şah 'ın lak ap lan n d an d ı (Ş ad redd în A li, A h b ar'ud-D ew lat is-Salcûkıyya, M . İkbâl
yay ın ı, L âhor, 1933, s .56, 200). Bu şairin yine A y fî tarafın d an anılan A bu'l H asan Ali
n am ına d iğ e r b ir kasidesi de, bunun M elikşah d ev rine m ensup olam ayacağını ve
ancak M es'û d devri şairlerinden sayılabileceğini, h iç b ir şüp h eye y e r bırakm ayacak b ir
şekilde an latm ak tad ır (bkz. M . İkbâl tarafından y ayım lanan bu e serin önsözü).

34
jlT ) Ui j ^ jb . J T < (¿Uj^
j l ii d lı.u j j jl j j s i p« ¿ j J U » - ) jl j j a !
r^ Îa j &<T~x-b- û^İ7

Genel olarak G azneliler ve Selçuklular devri şairlerinin, yukarıda adı


geçen çeşitli Türk ve M oğol züm relerinden sık sık söz ettikleri halde,
/Toylardan çok az söz etmeleri, bu züm reye m ensup kölelerin diğerlerine
oranla daha az olduklarını anlatabilir. Ben, şimdiye kadar, Gazneliler
devri şairlerinde Kay adına hiç rastlam adığım gibi, Selçuklular devri
eserlerinde de, K ûşkakî ve Râzî'nin bu iki m anzum esi dışında, başka
bir kayda rastlamadım. Bununla beraber, 10. ve 12. yüzyıllar İran
şairlerinin divanları bu bakım dan m etodik şekilde araştırılacak olursa,
daha başka kayıtlara rastlanması im kânsız değildir.13 Râzî'nin
K oylardan bahseden bu manzumesi, onların Selçuklu saraylarında köle
olarak bulunduklarını doğrulam ak yoluyla, Z.V. Togan'ın bu konudaki
teorisi aleyhine yeni bir delil daha oluşturuyor.

13 T arih çilerin , sad e c e sınırlı k ro n ik lere b ağ lı k alarak , d iğ e r h e r türlü ed eb i k a y n ağ a


hiç ö n em v erm em elerin d en d o lay ı, tarih i in c e lem e le rin ne k ad ar e k sik ka ld ığ ın ı ve
ö zellik le so sy a l ta rih a ra ştırm a ların d a bu gibi e d eb i k ay n ak ların ku ru v a ­
k ay in am elerd en d a h a önem li o ldu ğu nu , "A n ad olu S e lçu klu ları T arihinin Y erli K a y ­
n a k la n " adlı m ak alem d e, b irç o k açık ö rn e k le a n la tm a y a ç alışm ıştım .

35
A LTIN C I BÖ LÜ M

BU TEO R İN İN ELEŞTİRİSİN E D EVA M :


"KAYI L A R IN A N A D O L U 'Y A 13. Y Ü ZY ILD A G ELD İK LERİ"
İD D İA SIN I Ç Ü R Ü T E N D İLB İLİM SEL,
T O PO N İM İK V E T A R İH İ ÇEŞİTLİ D ELİL L E R

11. yüzyıl içinde. M. Kaşgari, al-Bîrûnî, Ş.T. Marvvazî gibi ya­


zarların, Uzakdoğu sahasında bulunduğundan bahsettikleri K a y ların 12.
yüzyıl ortalarında Horasan sınırlarına kadar geldikleri ve geleneğe göre
O sm anlıların atası sayılan K a y ıl arın da bunlara mensup olduğu
hakkındaki Z.V. Togan teorisinin, bir tek edebi belgenin yanlış tercüme
ve yorum una dayanm ış olduğunu anladıktan sonra, yine bu teoriyle il-
' gili bir iki mesele üzerinde biraz durm ak faydasız olmayacaktır
sanırım. Z.V. Togan, Osm anlıların daha 11. yüzyılda O ğuz boyları
arasında gösterilen Kayığ boyuna mensup olam ayacaklarını ispat etmek
için, ayrıca bazı görüşler ileri sürüp, belli çıkarım larda bulunuyor. Te­
orisini dayandırdığı tem el taşının, yani biricik olum lu kanıtının ni­
teliğini ortaya koyduktan sonra, bu konuda başka eleştirilere ihtiyaç
kalm ıyorsa da, arkadaşım ızın bu olumsuz nitelikteki çıkarım ının da
yanlışlığını gösterm ek, Osm anlı tarihine ait bu önem li m eselenin diğer
bir cepheden daha aydınlatılması için gereksiz sayılamaz.
Kayığ= K a y ıld ım , daha İslam lığın ortaya çıkışından önce, H o­
rasan sınırlarında ve A bbasiler devrinde de, B izans sınır boylarındaki
A bbasi ordularında bulunduklarını kabul eden Z.V . Togan, bunların
"Selçuklular devrinde Ö n-Asya'da bulundukları ya da Anadolu'ya gel­
dikleri hakkında ortada hiçbir kanıt bulunm adığını" söylüyor ve bu
ism e yalnız "Y azıcıoğlu A li'nin 15. yüzyılda İbn Bîbî'nin T ürkçe

36
çevirisine yaptığı ekler arasında rastlandığım " ifade ederek, buna da
tarihi bir değer yüklemiyor; ona göre "1230 yılında Ertuğrul'un idaresi
altında A nadolu1ya gelmeden önce, b ay i lar, gerek Selçuklular ve gerek
Harezmlilerce bilinmiyorlardı". Tarihi kaynaklarda b ay ı lar hakkında bir
kayda rastlanamamasından dolayı bu sonucu çıkaran Z.V. Togan,
Ertuğrul komutasındaki h a y d a rın , Oğuz K a y ığ larından değil, ancak
"12. yüzyılda Kara-Hıtaylar tarafından Horasan sınırlarına kadar ge­
tirilm iş Uzakdoğu /Taylarından" olabileceğine hükmediyor ve gerek
bugünkü Hazar-ötesi Türkmenleri arasında, gerek Anadolu kay­
naklarında Kayığ şekline değil, Gay, Kay, Kayı şekillerine rastlanm asını
da, ayrıca bir kanıt olarak kullanmak istiyor. Bu teorinin esasını
oluşturan "12. yüzyılda Uzakdoğu b ay ların ın Horasan sınırlarına gel­
meleri" iddiasının esassızlığını yukarıda etraflıca açıkladığım ız için,
şimdi ikinci sırada olm akla beraber, diğer iki iddianın içeriğini de dil­
bilim ve tarih bakımlarından inceleyelim:
I) Y ukarıda söylediğim iz gibi, K ayığ ism inin sonundaki "g" sesinin
düşerek Kayı şeklini alması, O ğuzcada genellikle rastlanan bir sessel
olaydır ve elde, örneğin M. Kaşgari gibi dil tarihine ait belgeler bu­
lunm asa bile, O ğuzcada Kayı şeklinin eski bir K ayığ şeklinden geldiği,
dilbilim bakımından açık bir durum olarak kabul edilebilir. Halbuki,
daha 10. yüzyıldan beri rastlanan Kay şeklinin doğrudan doğruya
K ayığ şeklinden gelem eyeceği ve m utlaka aradaki bir Kayı şeklinden
sonra meydana çıkabileceği, dilbilim bakım ından kesindir. Yani, dil ta­
rihi bakım ından Kayığ < Kayı < Kay silsilesindeki şekillerden bi­
rincisinin en eski ve sonuncusunun en yeni olm ası gerekir. N itekim , M.
K aşgari’de (11. yüzyıl) birinci, eski O sm anlı kroniklerinde (15. yüzyıl)
ikinci, bugünkü Am u-D arya Türkmenleri arasında da üçüncü şekle rast­
lanması, bu dilbilimsel prensibin tarihi belgelerle de doğrulandığını çok
açık olarak gösteriyor. Ertuğrul yönetim indeki Kayı 1ar, K a yığ la ra değil
de b a y la ra m ensup olsaydılar, eski kroniklerde bu son şeklin bu­
lunması gerekirdi; çünkü Türkçede Kay adının Kayı olm asını ge­
rektirecek hiçbir sessel kural yoktur ve işte bu nedenle, buna benzeyen
bir tek dilsel olay dahi gösterilem ez. İşte görülüyor ki, Z.V. Togan'ın
eski M arquart teorisi'm ve kendi iddiasını savunm ak için dayanm ak is­
tediği bu dilbilimsel kanıt, tamam ıyla bu teorisinin aleyhindedir.

37
II) Büyük Selçuklu İınparatorluğu'nun kuruluşundan önce Emevi
ve özellikle Abbasi ordularında diğer Türk züm relerine ve O ğuz
şubelerine m ensup M em lûkler arasında K a y ığ Tara m ensup kişilerin
veya küçük züm relerin de bulunduğu kabul edilebilir. Fakat, özellikle
Selçuklu İm paratorluğu'nun kuruluşundan sonra, bunların diğ er Oğuz
şubelerine m ensup züm reler gibi, büyük ve oldukça kuvvetli kütleler
halinde Ö n-Asya'ya, Suriye sın ırlarına ve A nadolu'yu geldikleri ve bu
kıtanın Türkleşm esiyle ilgili birçok askeri ve siyasi hareketlere
katılarak, küçük parçalar halinde A nadolu'nun çeşitli sahalarına
yerleştikleri, kesin olarak söylenebilir. B ugünkü A nadolu toponim i'si
hakkındaki bilgilerim iz, burada hâlâ yaşayan ve yirm i dört O ğuz bo­
yunun isim lerini taşıyan yüklerce köy ve yer ismi arasında, Kayı isimli
köylerin de varlığını gösteriyor'. Kuzey A zerbaycan'dan başlayarak
D oğu ve G üneydoğu Anadolu'da., Orta Anadolu'da ve nihayet Batı
A n a d o lu ’da ve Trakya'da birtakım Kayı köylerine rastlanm aktadır.
G örülüyor ki, yüzyıllar boyunca çeşitli aşam alar geçiren "Ana­
d o lu 'm u fethi ve Türkleşm esi" sırasında, diğer O ğuz b o y lan gibi
K a y ıl ar da doğudan batıya .doğru ilerleyerek, yavaş yavaş
yerleşm işler ve O sm anlı devletinin B alkan fethi başlayınca, kısm en
R um eli'ye geçerek orada da köyler kurm uşlardır. Bu köy adlarından
bazılarının daha ilk devirlerden kalm ış adlar olduğunu, bazı tarihi
belgelerle de doğrulayabiliyoruz: Ö rneğin, Y ıldırım B ayezid'in vaky
fiyesinde Kayı ili ismi geçtiği g ib i,1 M ehm ed I. devrinde Sultan
Ö yüğü köyleri arasında da K ayı köyüne rastlam aktayız.2 İleride, Os­
manlI hâkim iyeti devrinde Balkanlar'daki köy adları hakkında ciddi
incelem eler yapılacak olursa, bugün bildiğim iz Tekirdağı civarındaki
bir Kayı köyünden başka d ah a birtakım Kayı köylerine rastlanılm ası
da büsbütün ihtim al dışında değildir.

1 Y ıld ırım B ay e z id 'in vak fiy eleri için M . H alil Y inanç'm İsla m A n siklo p ed isi'n û e "Ba-
yezid I" m a k alesin in b ib liy o g rafy asın a bakınız.
2 A h m ed R efik, "F atih Z a m a n ın d a S ultan Ö yü ğü " ( T ürk T a rih E n cü m en i M ecm uası.
sayı 7 9). Bu ö n em li belgenin F a tih d e v rin e değil, M ehm ed 1. zam an ın a ait olduğunu,
P au l W itte k b ü y ü k b ir d ik k a tle o rta y a ç ık a rm ış v e b a n a da a ç ık lam ıştı; fakat, bu k o ­
n u d a b ir şey y a zıp y a zm ad ığ ın ı h a tırla y a m ıy o ru m . M ese ley i şim di b u ra d a a çık la ­
m ay a g erek g ö rm ey erek, sadece k ay d etm ek le yetiniy orum . '

'3 8
A nadolu'nun bu kadar geniş bir sahasına yayılm ış ve yavaş
yavaş göçebelikten çıkarak toprağa yerleşm iş olan bu h a y d a r , Z.V.
Togan ve M arquart'ın kabul ettikleri "eski vak’anüvis teorisi "ne göre,
1230'da Ertuğrul yönetiminde gelip Selçuklu sultanlarına katılan küçük
aşiretin kalıntıları m ıdır? Bu tarihi efsanenin gösterdiği göç yollan
üzerinde ve Selçuklular tarafından bunlara tayin edildiği söylenen iskân
sahasında ve nihayet Rumeli'de rastladığım ız Kayı köy adlarını bu
şekilde açıklasak bile, Anadolu'nun daha birçok sahasındaki ve Kuzey
Azerbaycan'daki Kayı adlı köylerin varlıklarını nasıl açıklayabiliriz?
Eğer Kayı adını taşıyan büttin bu köylere yalnız Ertuğrul göçü ef­
sanesinin tespit ettiği yerlerde ve ilk Osmanlı sahasında rastlanılsaydı,
ancak o zaman, bu efsanenin tarihi bir değeri olduğu kabul-edilebilirdi.
Halbuki, bugünkü Anadolu toponimisi'rim bize gösterdiği gerçek, bunun
tamam ıyla aksini ispat ediyor ve h a y d a rın diğer Oğuz, boylan gibi,
daha ilk fetih devirlerinden başlayarak, doğudan batıya doğru iler­
lediklerini öğretiyor. Bir taraftan tarihi nedenler, diğer taraftan hüküm ­
darların "büyük göçebe kabileleri küçük küçük parçalara bölerek ayrı
ayrı sahalara gönderip yerleştirmek" hususundaki siyasetleri göz önüne
alınınca, bugünkü durumu daha açık olarak anlam ak mümkündür. A na­
dolu'nun Türkleşm esinde hangi kabilelerin ve ne oranda etken olduk-
lannı ve genellikle bu kabilelerin tarihi hayatlarını anlamak hususunda,
toponimi'nm bu büyük yardımını inkâr edebilecek hiçbir tarihçi düşüne-
' miyoruz; biz bugün, ancak bu sayede, tarihi belgelerin yetersizliğini gi­
derebiliyoruz. Oğuz kabileleri hakkında uzun yıllardan beri yaptığım ız
tarihi etnoloji incelemelerine dayanarak kesinlikle söyleyebiliriz ki, ta­
rihi kaynaklarda her nasılsa adı geçen bazı T ürk kabilelerinin izlerine,
bugünkü yer adlarında, hemen istisnasız olarak rastlanmaktadır.3 İşte,
Kayı kabilesi hakkında Anadolu toponim isinin verdiği bu açık ve kesin

3 Toponim i incelem elerinin, eski kabilelerin göç ve yerleşim m eseleleri hakkında bizi ne
kadar aydınlattığına bir örnek olm ak üzere, O ğuzların en büyük kabilelerinden olup, orta
ve yeni çağlarda çok önem li tarihi rolleri olan A v la r la r hakkında İslam Arisiklope-’
efafndeki m akalem ize bakınız. A ncak, bu gibi incelem elerde, tarihi kaynaklann yardım ı­
na d aim a başvurm ak ve ço k ihtiyatlı olm ak birinci şarttır. Bu m akalem izde bu iki di-
s ip h n ’m , yani tarih ile toponiıni'nin birbirini nasıl tam am ladığı ve her ikisinden çıkan
sonuçların birbiriyle nasıl öıtüştüğü, büyü k b ir açıklıkla ve kesin olarak görülm ektedir.

39
sonuçlar karşısında, "tarihi belgelerde bu ism e rastlanmadığı için, ilk
Selçuklular devrinde, yani 1230'dan önce bunların Anadolu'ya gel­
mediklerini" iddia eden Z.V. Togan'ın bu garip görüşü, bugünkü tarih
anlayışına göre, hiçbir şekilde kabul edilem ez.
İTİ) Kabile isimlerini tespit konusunda çok az ilgi gösteren eski kro-
nikçilerin bu genel ihmallerine büyük önem vererek, buna karşılık to-
ponimi incelemelerinin sonuçlarına her nedense hiç önem vermeyen Z.V.
To-gan'ın, "K ayılan ancak Ertuğrul ile Anadolu'ya getirmek" hususunda
ıs-rar etmesindeki büyük hatayı, tamam ıyla tarihi nitelikte diğer kesin bir
delille de kanıtlayabiliriz: Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun uzantıla­
rından sayabileceğimiz Artuklular hanedanının, Kayı boyuna mensup
Oğuzlardan olduğu, diğer tarihi belgelerin bu hususta hemen hiçbir şey
söylememelerine rağmen, paraları üzerinde Kayı boyuna mahsus tam-
ganın varlığı sayesinde, kesin olarak anlaşılmaktadır.4 Büyük Selçuklu
İmparatorluğu'nun ilk kuruluş zamanlarında, büyük emirlerden önemli
bir kısmının Oğuz beylerinden, yani birtakım kabile reislerinden
olduğunu ve yönetimlerinde, doğrudan doğruya kendi şahıslarına bağlı
kabile kuruluşları bulunduğunu düşünürsek, Artuklu devletinin ku­
ruluşunda, bunların ilk askeri kuvvetlerini özellikle Kayı Oğuzlarının
oluşturduğuna kesin olarak hükmedebiliriz. Bu hanedana mensup bir
emirin "Oğuz kabileleri arasında büyük bir nüfuza sahip olduğu"
hakkında tarihi kaynaklarda rastlanan bir kayıt da, bu hanedanın "Kayı
beyleri soyundan" geldiğini ve bu kabilenin -h iç olmazsa, onun büyük ve
kuvvetli bir kısm ının- bu hanedanın çatısı altında bulunduğunu, oldukça
açık b ir şekilde anlatmaktadır.
Kabile reisleri tarafından kurulan, yani kökenleri itibariyle tribal bir
nitelik arz eden bazı Türk devletlerinin geleneklerine sadık kalarak, ka­
bilelerine mahsus tamga'ları hukuki bir sembol olarak kullandıklarını ve
paralarının üzerine bastırdıklarını,. nüm izm atik belgeler bize açıktan
açığa göstermektedir: İlk Selçuklu paralarında, m ensup oldukları Kınık

4 Bu k o n u d a bkz. M. Fuad K ö prülü , A rlu k -O ğ u lla rı (İsla m A nsiklo p ed isi'n d e). B una
ilkin  li E m irî E fen d i d ik k at e d erek . K âtip F erdî'nin M a rd in M iilûk-i A rtu kiyye T a­
rihi adlı risa le sin i b a stırırk e n , o n a y a zd ığ ı ö n sö zd e k a y d etm işti.

40
boyuna mahsus tam ga'nın varlığını gördüğüm üz gibi,5 Fars'taki Sal-
gurlar sülalesinin de Oğuzların Salgur (Salur) boyuna mensup ol­
duklarını, tarihi kaynakların az çok belirsiz ifadelerinden çok, paralan
5 G en ellik le k a b ile y e a it hay v an ların üzerine vu ru lan k abile ta m g a ların ın , tribal
k ö ken d en g elen b irta k ım T ü rk sü lalele rin d e h uk u k i b ir sem bol o larak ku llan ıld ığ ın ı.
B ü y ü k S elçu k lu lard an b a şla y a ra k görü yo ru z. T u ğ ru l B ey in sik k elerin d e b u lu n an ok
ve y a y şek lin in (A h m e d T e v h id , M eskû kâ t-ı K a d îm e-î h lâ m iy y e K ataloğu, s.58-59),
b u n la rın m ensup o ld u ğ u K ın ık bo yunun tam g ası oldu ğu tahm in olu n ab ilir. G erçi,
M ah m û d K a şg a ri’d ek i ta m g a şek li pek de o k ve y a y 'a b e n ze m e se de, b u n u n "k a rışık
ve b o z u k b ir şek li" o lm a sı d a im k ân d ışın d a d e ğ ild ir. B u n u n la b e rab er, bun u n b ü tü n
O ğ u z bo yların ı kap say an g e n e l b ir h â k im iy e t tim sali o lm ası ihtim ali de
d ü şü n ü leb ilir. T u ğ ru l'u n tevki, yani tuğra 'sının b ir ço m a k şek lin d e old u ğ u n u
R âv e n d î sö y ler (T he R a h a t ıış-Şudûr, G M S , 1921, c.2, s.98). A ncak, b u nda bir
y a n lışlık o ld u ğ u n u ve T u ğ ru l’a ait tuğra, yani b e lirtin in m utlaka ok v e y a y ’dan
olu ştu ğ u n u , tam b ir g ü v en le söy leyebiliriz: B izan s İm p aratoru, S e lç u k lu la ra e sir
d ü şen b ü y ü k b ir k u m a n d a n ın ı T u ğ ru l'u n s e rb e s t b ıra k m a sın a k arşılık , B iz an s'ta k i
eski cam iy i y en iled iğ i zam an, m ih rab ın a, on un b elirtisi olarak , b ir ok ve yay resm i
k o y d u rm u ş tu (İb n a l-A şîr, c.IO , s.455).
İrak S elçu k lu larının tu ğ ra cılık h izm etinde b ulunan büyük m evki sah ip lerin d en 'K ıv âm
a l-M ülk T uğrâ’î ’nin k asidecisi B edreddin K ıvâm î-i R âzî’nin tıttfra niteliğindeki b ir k a ­
sidesinden, S elçuklu tuğrasının, T u ğrul’dan sonraki zam anlarda d a ok ve y a y sem bolünü
k o ru d u ğ u , açık şek ild e a n la şılıy o r (L ubâb al-A lbâb, c.2, s.237):

ı*^'' ■'-** ^ j lî jl-* ¿i tJ-ST ' >


T• U - i j ' ' ı _ ı Lr j*- i J, L'o bj j üs
A ıi
R âvendî’nin ve diğer k aynakların ifadelerine göre, h er sultana ait olan 7'evkiler, b a
tuğranın üstüne yazılarak, hepsi birden sultanın resm i alam eti'ni oluşturuyordu. M esela,
S an car’m işareti hakkında B o nd ârînin verdiği kesin bilgiye göre, bu, "altta tuğra kavsi ve
üstte or/<Jiy-> idi" (Th. H outsm a yayını, s. 166; K ıvâm eddîn B uıslan'm T ürkçe
çevirisi, İstanbul, 1943, s. 155). Birbirini tam am layan bu iki önem li kayıt sayesinde, ok ve
ya y'm , y alnız T uğrul'un şahsına ait b ir arm a değil, B üyük Selçuklu sultanlarının g e ­
nellikle kullandıkları b ir işaret, yani Selçuklu hanedanının hukuki sem bolü olduğu, artık
kesin olarak m eydana çık ıy o r ki, bu, tarihçiler arasında şim diye kadar b ilinm em ekteydi.
G enel olarak ok'un, yalnız T ü rk ler değil, daha b irçok eski kavim arasındaki büyük önem i,
k ültü r etnolojisiyle uğraşanlarca bilinm ektedir. Bütün tarih boyunca okçuluktaki büyük
y etenekleriyle tanınm ış olan T ürklerde »A-'un önem i hakkında oldukça geniş ve
karşılaştırm alı b ir araştırm a h azırlam ış oldu ğu m uz için, b u rada y alnız bun u n k am u h u ­
kukundaki rolünden, yani hâkim iyet sem bolü olarak kullanıldığından kısaca bahsederek,
yukarıda verdiğim iz bilgiyi doğrulam ak ve açıklam ak istiyoruz: Sultan M ahm ûd G az-
nevî, Selçuk ailesinden İsrail'i yanında rehine olarak bulundurduğu sırada, bir konuşm a
esnasında, "Horasan 'da Selçukluların yardım ına gerek görürse, onlardan ne kadar kuvvet
alabileceğini" sordu; İsrâîl, okluğundan üç ok çıkardı. Birincisini H orasan'a gönderdiği
takdirde yüz bin, bu yetm ezse İkincisini Ballıan'a yolladığı takdirde ayrıca elli bin ve ni­
hayet üçüncüsünü Türkistan'a yolladığı takdirde de iki yüz bin kişilik süvari kuv-

41
üzerinde bu boy’a mahsus tam ga’nın bulunması sayesinde, tarihi bir
gerçek olarak ortaya koymuştum.6 Nitekim, Ak-Koyunlular devletinin
paralan üzerinde, bunlann mensup oldukları Bayıtıdur boyuna ait
vetlerinin gelip yetişeceğini söyledi (M oham m ed al-H useynî al-Y ezdî, A l-U râza f î
H ikâyat al-Selcûkiyye, K. S üssheim yayını, Leiden, 1909, s.23). B u m enkıbenin bize an­
lattığı en önem li şey, o k ’un b iı d av et aracı olm aktan çok, bir hâkim iyet sem bolü
olm asıdır. B unu doğrulayacak iki önem li kanıtı, değerli F ransız oryantalisti C. C ahen'in
vaktiyle bana özel bir m ektupla bildirm ek lütfunda bulunduğu şu olaylarda buluyoruz:
A rtuklıılar hanedanından olup H açlılar'a karşı önem li zaferler kazanan B alak (bkz. buna
ait M .H . Y inanç'ın İslam A n siklop ed isi'nt yazdığı önem li m akale). B audouin II. ile bif-
likte bazı bröton asilzadelerini de esir ettiği zam an, bunlar oir’un b ir hüküm darlık işareti
o lduğuna dikkat etm işlerdi (O rderic Vital, Le Prévost yayını, c.4, Livre 11, chap. 26);
k endisi neslen T ürk olm am akla b erab er T ürkleşm iş bulunan ve kurduğu siyasi oluşum a
sarayındaki tarihçiler tarafından bile Türk devleti adı verilen Salâhaddîn EyyûW nin de bu
S elçuklu geleneğine sadık kalarak ok'a hâkim iyet işareti o larak kullandığını görüyoruz
(İbn A b î Uşaybi'a, A. M üller yayını, K ısım 2, s. 122-123). M eviana'nın torunu E m ir  rif
Ç elebi'nin, A ydm oğlu M ehm ed B e y ’e kendi çom ağını verdiği hakkındaki m enkıbe
(AJlâkî'den aktaran Fuad Köprülü, “A nadolu Beylikleri T arihine /^it N otlar", Türkiyat
M ecm uası, c.2, s.4-5), bunun da b ir h âkim iyet tim sali olduğunu, yani  rif Ç elebi'nin b u ­
nunla A ydm oğlu'na "dünyevi b ir saltanat" verdiğini anlatm aktadır. Bu çom aklu,
R âvendî'nin Tuğrul'un tuğrasını "çom ak şeklinde" gösterm esi arasındaki benzeyiş göze
çarpm aktaysa da, biz bunun d aha çok "İslam geleneğinde başlıca hâkim iyet tim ­
sallerinden olan" A ş â ile ilgili olduğu fikrindeyiz (bkz. bu ko nuda İslam A nsiklopedisi'ne
yazm ış olduğum uz "Aşâ" m addesi). B ize göre, R âvendî, pek iyi bildiği bu İslam g e­
leneğinin etkisiyle, o k'u ç o m a k la k arıştırm ış olm alıdır. B u m esele hakkında d iğer
önem li b ir kanıt d aha analım : C elâleddîn H arezm şâh'ın, kendi ordusunu toplam ak için,
çeşitli askeri kıtaların başındaki kum and an lara kırm ızı o k gönderdiğini, onun tarihçisi
N asaw î yazm aktaysa d a (O. H o ud as yayını, A rapça m etin, s.205; F ransızca çevirisi,
s.343), bu, D 'O hsson'un sandığı gibi, sadece b ir davet aracı değil (H istoire des M ongol,
c.3, s.4 4 ), y u k arıd a a çık lad ığ ım ız g ib i, b ir h â k im iy e t sem b o lü d ü r.
6 T arihi k a y n ak lard a genellikle S a lg u rîler şeklind e yazılan ve F a rs'ta kurulup b ir buçuk
yü zyıl k a d ar y aşayan (1 1 4 7 -1 2 8 6 ) b u k ü çük T ü rk devletinin. O ğuzların Salu r b o y u n a
m en su p olduğunu, d ah a 1925'te, İsla m A n sik lo p e d isin d e çık an "Salur" m addesinde ve
y in e aynı y ılda çıkan "O ğuz etn o lo jisin e A it T arihi N otlar" adlı m akalem de y a zm ış ve
R eşîd ed d în tarih inin O ğu zlar h a k k ın d a k i k ısm ın d a verilen b ilgiyle, H. M ustaw fî'nin
Târîh-i G uzîde'sine dayanm ıştım . W . B arthold, bu delilleri y e te r d erecede k u vvetli
b u lm a m ış o la c ak ki, 1929'da çık a n R u sç a Türkm enistan adlı eserde T ürkm en tarih in e
ait y azdığ ı m ükem m el b ir özette, b u k o n u d a şüpheli davran dı. H albuki, 1938'de çıkan
"O rtazam an T ü rk D evletlerinde H u ku ki S em bollerdeki M o tifler" adlı bir m akalem de
(T ü rk H u ku k ve İktisa t Tarihi M e c m u a sı, c.2, s.50), b u sü laley e a it paraların üzerinde
b u lu n u p şim d iy e k a d ar n ü m izm atik u z m a n lan tarafınd an içeriği tayin edilem eyen
işaretin (L ane Pool, The C oins o fth e Turkm an H u uses in the B ritish M uzeum , London,
1877, s.246, 248, 249), M ah m û d K aşgari ve R eşîd e d d în 'in tespit etm iş o ld ukları
S a lu r tam g a sı'nd an b a şk a b ir şey o lm a d ığ ın ı o rta y a ko y d u m . B u şek ild e, bu k o ­
n u dak i eski teorim , tarihi bir g e rç ek şek lin e girdiği gibi, ta m g a ların hu ku ki sem b o l o la ­
rak k u lla n ıld ığ ı da, yeni b ir ö rnekle d o ğ ru la n m ış oldu.

42
tam ga'nın bulunması da, tarihi kaynakların tanıklığıyla çok iyi uy­
m ak tad ır/ Göçebe Türk kabilelerinde, ejı eski zamanlardan beri, ka­
bileye ait hayvanlara m ülkiyet işareti olarak vurulan bu tom gaların, son­
radan, bunlar tarafından oluşturulan siyasi heyetlerde d e böylece milli
bir işaret olarak kullanılm ası ve hâkim iyet sembolleri arasında bu tam-
g a la ra da rastlanılması oldukça doğaldır. İşte bütün bu gibi kanıtlara da­
yanarak, Artukluların paralarında Kayı tcımgası'nın varlığını, bu devleti
köken itibariyle tribal bir devlet saymak ve m ensup olduğu kabileyi tes­
pit etmek hususunda, belki en kesin bir belge olarak kullanabiliriz.
IV) B ir taraftan töponim i incelem elerinin sonuçlan, diğer taraftan
nüm izm atik belgelerin tanıklığı karşısında, A'aj'i'lara m ensup
O ğuzların, en önem lisi galiba A rtuklular yönetim inde olm ak üzere,
oldukça yoğun kütleler halinde, 11. yüzyıldan beri kısım kısım A n a ­
dolu'ya gelm iş olduklarından şüphe etm eye asla im kân kalm ıyor ve
böylece Z.V. T ogan’ın, bunları "ancak 1230’daki -ta rih i olm aktan çok
efsa n ev i- göç zam anında A nadolu'ya gelm iş" saym akla tam am ıyla
yanılm ış olduğu da, kendiliğinden anlaşılıyor. E ğer arkadaşım ız, Ar-
tukluların A 'aydardan olduğuna dikkat etm iş olsaydı, hiçbir şekilde
böyle yanlış bir idd iaya kalkışm azdı.
M arquart teorisi hakkında daha yirm i beş yıl önce ileri sürm üş
olduğum eleştirilerin yeterli derecede kuvvetli olduğundan emindim; ni­
tekim Prof. W. Barthold'un da bu konuda bana katılması ve büyük
Alman bilgininin bu Kay-Kayı birleştirm esine ilkin taraftar olanların
bile bu eleştirilerden sonra bu fikirden vazgeçm eleri, bu eski, kanaatim i
büsbütün artırmıştı. O rta A sya Türk tarihi hakkındaki geniş bilgisini
daim a takdir ettiğim değerli arkadaşım Z.V. Togan'ın, bu eski teoriyi,
bazı esaslı düzeltilerle yeniden ortaya atması, bana,, eski eleştirilerim i
büsbütün kuvvetlendirecek yeni ve sağlam kanıtlar ortaya sürmek
fırsatını verdiği için, milli tarihimizin bu önem li m eselesini
aydınlatm ak bakım ından, şüphesiz çok faydalı oldu ve M arçuart te­
orisini -düzeltilm iş bir şekilde b ile- canlandırm anın mümkün ola­
mayacağını ortaya koydu; nihayet, hepsinden daha önemli olarak, yeni
araştırıcıların, şimdi artık büsbütün aydınlatılm ış ve kesin .sonuca
bağlanmış olan bu mesele üzerinde bir daha durm alarına gerek ve imkân

7 A h m ed T ev h id , M eskû kâ t-ı k a d îm -i İslâm iyye K atalog u , s.475 -5 19.

43
bırakm am ış oldu. İlmi araştırm alar tarihinde, yanlışlığı kesin olarak
anlaşılan teorilerin bile büyük faydalan olması, işte bundan dolayıdır.
Şimdi bütün bu eleştirilerden ve açıklamalardan sonra, birbirinden
tam am ıyla ayrılmış olan bu iki meseleyi, yani K ayla r ve Kayı lar
(Kayıg) meselelerini, bağımsız birer konu olarak, ayrı ayn inceleyelim.

44
Y E D İN C İ BÖ LÜ M

M O ĞOLİSTAN'DAKİ KAY KABİLESİNİN


ETNİK ÖZELLİĞİ VE TARİHİ ROLÜ

10. ve 11. yüzyıllarda Asya'nın doğu sahalarında, İslam kültür dcı-


iresi'nin dışında yaşayan birtakım göçebe T ürk-M oğol kabilelerinden
biri olan b ay ların ismi açıkça, ilkin al-Bîrûnî'nin eserlerinde geçer; onun
daha 1030 yıllarına doğru yazmış olduğu Kâtıûn al-Mas'ûdî'smde, bun­
ların Kırgız, Kimak ve D okuz-O ğuzham doğusunda yaşadıkları kay­
dedildiği gibi,1 yine onun al-Tajhîm'mde, altıncı iklimdeki doğu Türk
memleketlerinden bahsedilirken, Kun, Kırgız, Kimak, D okuz-O ğuz
(Toguz-Guz) ve Türkmen'lerin en başında, b a y la rın adı geçer ki, bu
düzenlem eye göre de, coğrafi sahalarının en doğuda olduğu anlaşılır.2
Yakut'un bunlar hakkında verdiği bilgi, doğrudan doğruya al-Bîrûnî'nin
eserinden alındığından, özel bir önem e sahip değildir.3 Bu eserlerin bazı
yazm a nüshalarında bu ismin, Kayı şeklinde de yazılm ış olm ası, sırf
yazıcıların bilgisizliğinden ileri gelmiş olup, yoksa bu ismin bu şekilde
de söylendiğini göstermez.
Bundan sonra bu isme, M ahm ûd Kaşgari’nin -M . 1077’de yazdığı-
mükemmel eserinde rastlıyoruz. Türk kültürü ve çeşitli Türk şubeleri ve
lehçeleri hakkında sağlam bilgilere sahip olan bu Türk yazarının verdiği
bilgiye göre, b a y la r, Türk dünyasının doğu uçlarında, Yemak (Kimak),

1 B kz. bu h u su sta J. M arq u art’in m e şh u r k itabı ve V . M inorsky'nitı H u d û d a l-A lum


a çık lam a la rı, s.284.
2 R. W rig h t yayın ı, 1934. s. 145; Z .V . T o g an , bu e se rin bir Paris yazm asın d a K ayı
şek lin in de b u lu n d u ğ u n u söy lü y o r.
3 Y âkût. M u 'cam al-B u ld â n , c . l , s .33. O ıa d a al-B îrû n î'y e atfen verilen bu b ilginin
Tufhîm'&en a lın d ığ ı o ld u k ç a açık tır.
4 Fuad K öprülü, Türk E d e b iy a tın d a İlk M uta savvıflar, s. 145.

45
Başkurt ve K ırg ız’lar arasında yaşamaktadırlar.4 Kaşgari, bunlarr Ya-
baku, Cumul, B asm il Tatarlar gibi iki dilli olarak göstermekte, yani "ayrı
bir dilleri olmakla beraber Türkçe de bildiklerini" söylemektedir.5 Vak­
tiyle de yazmış olduğum gibi, bıı ifadeyi iki şekilde yorumlamak
mümkündür: Ya bunların diğer Türk lehçelerinden çok farklı bir lehçeleri
olmakla beraber, kendileri esasen de Türktürler; ya da, Moğol aslından
gelm ekle beraber, Türk kabileleriyle sıkı ilişkiler sonucunda Türkleş­
m eye başlamışlardı ve henüz eski dillerini de korumaktaydılar.6 Bu beş
göçebe kabileden B asm illerin halis Türk olduklarını çok iyi bildiğimiz
için,7 bunlar hakkında birinci ihtimali ileri sürmek gerekir; Yabaku 1ar,
vaktiyle de söylediğimiz gibi, eğer Çinlilerin Pa-ye-ku dedikleri büyük
Uygur şubesiyse, bunlar hakkında da aynı fikri kabul edebiliriz;8 bununla

5 A y n ı eser, s. 146-147.
6 B ir k av in in , çeşitli e tk e n ler neden iy le, kendi dilini unutup ba şk a bir dille k onuşm aya
başlam ası için, ilkin iki dilli olm ası, yani ana diliyle b eraber yeni bir dili de öğrenm esi
gerekir. Sonradan, yine b irtak ım faktö rler etkisiyle, eski dilini unutunca, tekrar tek dille
k o n u ş m a y a b a şla r ve d il d eğ iştirm e olayı böylecc tam am lanır. M ahm ûd K aşgari'nin
b ah settiğ i beş zü m red en , ancak Adaylarla T a te rla rın aslen M oğol oldukları
söylenebilir. B ütün bu k ab ileler h akkında İlk M ulasavvıflar'da biraz bilgi verilm işse de,
bun lard an b ir kısm ı hak kında İslam A n siklo pedisi'nd eki ayrı m addelere, M arquart'ın
k itabın a, M in o rsky 'n in adı g eçen eserin dek i bağım sız açık lam alara d a başvurulm alıdır.
D ah a toplu ve genel bilgi için, W . B arthold'un İslam A n siklopedisi nde Türklerin tarih •
ve etno grafy ası hakkındaki değerli özetine ve O rta A sya Türk Tarihi H akkında D e rsle r
(İstanbul, 1927) adlı kitabındaki bilgiye bakm ak d a çok faydalı olur.
7 Ç inlilerin P a-si-m i dedikleri Basm iTier, Çin kaynaklarına göre Tu-kiü'leûe akraba olup,
reisleri de onların reisleriyle aynı aileden, yani A -che-na ailesindendi. İlkin Tar-
b ag atay 'd a Ç uguçak'ın d o ğ usunda H o-pog Irmağı ken arın da yaşıyorlardı; 8. yüzyılda
g elip B eş-B alığ 'ı işgal e ttile r ve kâh Tu-kiii kâh U y g u rla rla m üttefik oldular; yahut
o nların saldırılarına uğradılar. B azen D o kuz-U ygurlar ve K arluklaıla birleşerek O n Bir-
K abile heyetini m eydana getirdiler. B unların reislerine İduk-K ut unvanı veriliyordu. 1 1,
y üzyılda, bunlar Y ab ak u larla beraber, G azi A rslan Tegin kum andasındaki M üslüm an
K ara-H aıılılara karşı savaşlarında, fena bir yenilgiye uğram ışlardı. B una göre, bunların
d ah a 8.. yü zy ılda b ir T ü rk şubesi oldukları anlaşılıyor. B arthold'un bunları -D u c a n g e 'm
eserin d e bu k elim e "kökeni k arışık insan" anlam ında, açıklandığı iç in - "halis Türk
o lm ay ıp esk i m edeni unsurlarla karışık b ir kavim " saym ası ve M ahm ûd'un ifadesini de
bu şekilde açıklam ası, türlü bakım lardan kabul ed ilem eyecek b ir iddiadır (bkz. İlk M u ­
ta savvıfla r ve O rta A sya Türk Tarihi H akkında D ersler). B u nlar hakkında aşağıda (18.
dipnot) verilen bilg iy e de başvurunuz.
8 B iz, Y a b a k u la ıın , Ç in lilerin P a-y e-k u ve eski T ürk k itabelerinin Y irbayııku ism i
a ltın d a a n d ıkları T ü rk k ab ilesi o lm ası ih tim alin i, v ak tiy le İlk M utasavvıflar'âa ileri
sü rm ü ştü k (s. 146). E ğ e r b ö y le y se , b u n la r 7. yü z y ılın ilk y a rıs ın d a U y g u rla rla b e ra b er
Ü tüken d a ğ la rın d a ve T u -k iü ’lere tabi o larak yaşıy o rlard ı; b ir isy a n la n ü zerin e o nlar

46
beraber, Tatar la n genellikle Moğol olarak kabul etmek gerektiğinden,
bunlar hakkında ikinci ihtimalin uygulanması daha doğru olur sanırız.9
Ancak, yine bu Talar ismi altında, 11. yüzyılda, Moğollarla beraber
yaşayan ve hatta onlarla birlikte siyasi kuruluşlar meydana getiren bir­
takım Türk zümrelerinin dahi bulunduğunu düşünecek olursak, bunların
ana dillerinin Türkçe olmakla beraber M oğolca da öğrenm iş olduklarını
ve Kaşgari'nin belki de bunu ifade etmek istediğini çıkarmak, pek o kadar
yanlış olm az sanırız. Cumullar hakkındaki bilgimiz pek az olduğundan,
etnik kimlikleri hakkında şimdilik kesin bir şey söylemek mümkün
değilse de, bunların da daha çok Türk olduklannı tahmin edebiliriz.10
K aşgari'de, Kay kabilesine m ensup Turum tay adlı bir kölenin
kaçırılm ası hakkında m evcut bir şiir parçasına dayanarak, "bunlardan
bazı züm relerin o sırada K ara-H anlılar im paratorluğu içinde de b u ­
lunduğuna" hükm eden Z.V . Togan'ın bu görüşü, bize pek doğru
görünm üyor; bu şiir parçasından çıkarılabilecek biricik sonuç, "K ara-
H anlılar sahasında, Kay kabilesine m ensup k ö le lerin bulunduğu"dur;
Turum tay ism ine gelince, tay gibi M oğolcaya has bir e k ’le
oluşturulm uş olm akla beraber, yalnız bu bir tek isim den bunların

tarafın d an 7 1 6 'd a T ula N eh ri y a k ın ın d a m a ğ lu p e d ilm işle rd i. G ard îzî, bu n ları H al-


l u h \ arın (K arlu k) b ir şu besi o la ra k g ö sterir y e b u n la rın k ö k e n i hak k ın d ak i b ir e f ­
san ey i anarak, ç eşitli g ö çlerin d en bahsettik ten sonra, Yabagu H a llu h \a x a m en su p k a ­
b ile le rin T ü rk istan 'd a çok old u ğ u n u sö y ler (B arth o ld ta ra fın d a n yay ım lan an m etne
bkz. M ém o ires de t'A c a d é m ie d e s S cien ces d e St. -P é te r sb u r g , série 8, C lasse hist.-
philo ., 1897, N .4, c .l , s.8 1 -8 2 ). İran şairle rin in d a im a bah settik leri bu H allulı 1ar
(K arlu k ) h a k k ın d a bk z. İlk 'M utasavvıflar, O rta A s y a T ürk Tarihi H a k kın d a D e rsle r
ve H u d û d a l-Â lam çev irisin d e V. M in o rsky 'nin açık lam a la rı (s.2 86-297).
9 D a h a 8. yüzyılda O rhon K ita b e lerin d e Otuz.-Tatar ve D o ku z-T a tar isim leriyle rastlanan
b u kavm in, M oğol aslından olduğu kesind ir ve M . K aşgari'nin ifadesi de bunu
gösterm ektedir. B unlar B a y k a iin g ü n ey b atısın d a y aşıy orlard ı. K itabelerde b ir T ürk
y u rd u olarak d aim a adı geçen Ü tüken (veya Ö tüken) sahaları, 11. yüzyılın ikinci
yan sın d a, T atarlarla m eskun idi. B unlardan b azı zü m relerin T ürklere katılarak d aha batı
sah a la ra gelip y erleştiklerini biliyoruz. H u d û d al-Âlam'As. T atarlar, D okuz-O ğuzlar h e ­
y e tin e dahil o larak gösterildiği gibi, G ard îzî de bu n ları İrtiş üzerindeki K im a k l m n
(Y em ak) b ir parçası olarak bildirir. İran şairlerinin bunlardan sık sık söz etm eleri, belki
d e bunlardan b ir kısm ının İslam sahalarına yakın y erlere gelm eleriyle de a çıklanabilir
(ayrıntı için bkz. W . B arth o ld 'u n İslam A nsiklo p ed isi ndeki "Tatar" m addesi).
10 C u m u lla n n , Ç in kaynaklarındaki T ch'u-m i'ler olduğunu ve bunların T a n g îa r zam anında
U ıu m ç ı’nm batısında M anas Nehri kıyılarında oturduklarını İlk M utasavvıflar'da
söylem iştim . O zam an ileri sürm üş olduğum bu birleştirm enin doğruluğunu, şim di daha
kuvvetle söyleyebilirim.

47
M oğol oldukları-sonucu da çık arıla m az .11 11. yüzyılda göçebe Türk
ve M oğollar arasında dil ve genellikle kültür bakım ından birçok ortak
unsur bulunduğu ve has isim lerin, yalnız akraba kavim ler arasında
değil, etnik bakım dan birbirine tam am ıyla yabancı olm akla beraber
ortak bir kültür dairesi içinde yaşayan kavim ler arasında bile ko­
laylıkla birbirinden alındığı düşünülecek olursa, bu konuda ne kadar
dikkatli davranm ak gerektiği kolayca an laşılır.12 K a y ların esasen
M oğol oldukları hakkında ilkin M arquart tarafından ileri sürülüp,
sonra benim de katılm a taraflısı olduğum g ö rü ş tarzı nasıl bir tah­
m inden ibaretse, bunların Türk oldukları hakkında Z.V. Togan
tarafından ileri sürülen fik ir de, yine aynı nitelikte bir tahm inden
başka bir şey değildir. H ele, bunların O ğuz K a y ığ ları ile hiçbir
ilişkileri olm adığı kesinlikle anlaşıldıktan sonra, bu ikinci tahm in,
kuvvetini büsbütün kaybetm ektedir.
/fay ların 12. yüzyıldaki coğrafi sahaları ve tarihi rolleri hakkında
hiçbir bilgim iz yoktur. Buna göre, bunların 11. yüzyılın ikinci
yarısında, bulundukları coğrafi sahada, yani Cungarya'da göçebe hayatı
sürmekte devam ettiklerini tahmin edebiliriz. Yalnız, bu kabileye m en­
sup bazı kölelerin bu yüzyıl ortalarında Selçuklu sultanlarının sa­
raylarında -S ancar ve Mes'ud'un köleleri arasında- bulunduğunu
yukarıda söylemiştik. K abileler arasındaki daimi mücadelelerde ya da
M üslüm an Kara-Hanlı hüküm darlarının henüz M üslüman olmamış
T ürklere karşı yaptıkları savaşlarda, esir edilen ve bir ticaret malı olarak
satılan köleler arasında, Kay kabilesine mensup bazı kölelerin de bu­
lunduğu ve 11. yüzyılda M averaünnehir'de, 12. yüzyılda da Horasan ve
İran’da bunlara ara sıra rastlandığı, edebi belgelerden anlaşılmaktadır.
1150'de düzenlenm iş bir Süryani haritasında, altıncı iklimin doğu
uçlarında yaşayan Türk ve M oğol kabileleri arasında, K ırgız ve Kun

11 Bu gibi tarihi m eselelerd e y a ln ız b irk aç ism e d ay an arak bundan genel so n u çla r


çık arm an ın , ilm i ih tiy a ta çok a y k ırı b ir h a re k et o ld u ğ u fikrindeyim . D aha ö n ce e d i­
n ilm iş h erh an g i b ir fik ri, b ir varsayım ı isp at için bun ları k an ıt gibi k u lla n m a k ve
ak la g e le b ilec e k d iğ e r ç eşitli ih tim a lle ri hiç d ü şü n m em ek , çok y anlış b ir harekettir.
12 12. ve 16. yüzyıllarda, T ü rk olm ayan M üslüm an birtakım u nsurlar arasında halis Türk
a d ını taşıyan tarihi şah siy etlere sık sık rastland ığ ı gibi, m esela E rm eniler ve G ürcüler
a ra sın d a d a M ü slü m an v e T ü rk adı taşıyan b irçok tanınm ış a d am a rastlanm aktadır.
T arihi ilişkiler ve m edeni etkiler, b u hususta h e r zam an b ü y ü k b ir rol oynar.

48
isimleriyle beraber Kay adına da rastlanm aktadır k i,13 bu bilginin 11.
yüzyıl İslam kaynaklarından alınmış olması pek olasıdır. Eğer bu bilgi,
bu yüzyıla ait daha yeni bir kaynağa -m esela Nasturi rahiplerinin
tanıklığına- dayanıyorsa, o zaman, bu kabilenin daha 11. yüzyıldaki
coğrafi sahasını koruduğu söylenebilir.
Buraya kadar verdiğim iz bilgiden öyle anlaşılıyor ki, İslam kay­
naklarının ancak 11. yüzyılda adını yazdıkları bu kabile, İslam dünya­
sıyla ilişkileri bakım ından, önem li bir rol oynam am ış olacaktır. Çeşitli
T ürk şubeleri hakkında oldukça geniş bilgi veren 9. ve 10. yüzyıl İslam
coğrafyacılarının, bunların adını bile duym am ış olm aları, ancak bu
şekilde yorumlanabilir. Avesta'da, eski Çin kaynaklarında, ilk İslam ta­
rihlerinde rastlanan bazı isimleri bu kabile adıyla birleştirmek hu­
susunda Z.V. Togan tarafından ileri sürülen varsayımlar, bence, sağlam
esaslara dayanmadığı için, uzm anlar tarafından yeni ve inandırıcı bel­
gelerle doğrulanıncaya kadar, bunları bir tarafa bırakmayı zorunlu
görüyorum.
Kay 1ar hakkında en önemli bilgiyi, A vfî'nin 1231 'de yazm ış olduğu
Cawämi al-H ikâyât adlı derleme ürünü büyük ve önem li eserindeki bir
parçada buluyoruz. 15. yüzyılda bundan alıntı yapan tarih yazarı
Şükrullâh’ın bu parçasının, 17. yüzyılda K âtip Çelebi'nin dikkatini
çektiği, Cihantıiimâ'daki küçük bir kayıttan an laşılıyor.14 Avfî'nin, Von
13 Bu harita, A. M ignana tarafından 19 M ayıs 1933 tarihli M anchester G u a rd im 'd a
yayım lanm ıştır (V. M inorsky'nin bir k ay d ına göre. H u d û d al-Alam. s. 182 ve 284).
14 A vfî ve eserleri hakkında etraflı bilgi alm ak için benim İslam Aıısiklopedist'ne yazdığım
m akaleye bakınız. O sm anlı tarihçisi Şükrullâh, 15. yüzyılda yazdığı Farsça Behcet-üt
Tevârih adlı küçük tarihinde, A vfî'nin T ü rk kabileleri hukkındaki ifadelerinden ya­
rarlanarak, K a yla r hakkında d a kısaca bilgi verm iştir (bu taıılıçi ve eseri hakkında, bu
eserin O sm anlılara ait Farsça metnini A lm anca çevirisiyle beraber yayım layan Th.
S e ifın şu m akalesine bkz. D e r A bschn tt iiber die O sm anenin Şiikrüllâlı's P ersischer
U niversalgeschichte, M itteilu ng. O sm an. G eschichte, B and 2, H annow er, 1925, s.63-
128; bu eserin önsözü ve T ürk kabilerine ait küçük parçasıyla O sm anlılara ait kısm ı,
T ürkçe olarak, yazarın hayatına ve eserlerine ait b ir önsö z ve bazı açıklam alarla birlikte
yayım lanm ıştır: A tsız, D okuzb oy T iirk le rv e O sm aıılt Sultanları Tarihi, İstanbul, 1939).
Kâtip Çelebi'nin doğrudan doğruya Şükrullâh'tan yararlandığı ve Avfî'nin eserini
görm ediği, C ihannüm a'daki şu satırlardan açıkça anlaşılıyor: "B âzı tevârihde kabâyil-i
etrâkten sahrâ-nişin ve gayri dokuz kabile yazılır. A zam i O ğuz kabilesidir; vatan-ı
aslîleri D iyar-ı H atay idi; S elçukıyân bu kabiledendir. Biri de K ayı kabilesidir ki, k es­
rette O ğuz'a galiptir; zem în-i Sarı ’dan gelip E n n en îye hududuna yayıldılar" (Ci-
hanniima. M üteferrika yayını, s .3 7 1-372). B urada, Şükrullâh'ın ve K âtip Ç elebi’nin Kun

49
Hammer'in de dikkatini çeken bu önemli parçası,15 11. yüzyılda JJzak-
doğu'daki birtakım göçebe Türk (ve M oğol) kabilelerinin batıya doğru
hareketlerini hikâye etm ektedir ki, ilkin Barthold tarafından
yayım lan m ış16 ve J. Marquart, yukarıda adı geçen Rom anlar hakkın-
daki m eşhur eserinde, hem en baştan başa bunun açıklam a ve yo­
rum uyla m eşgul olm uştur. Bu m eseleler hakkında, sonradan çeşitli bil­
ginler tarafından da birçok incelem e ve eleştiri yapıldığı bilinmektedir.
O na Asya'daki çeşitli kabilelerin birbirlerini yerlerinden oynatarak ileri
sürmeleri sonucunda, Çin sınırlarından başlayarak Tuna güneyine kadar
devam eden bu önemli göç hareketi hakkında Avfî'nin verdiği bilgi,
doğrudan doğruya Şaraf-uz-Zaman Tâhir-i Marvvazî'nin Tabâ'ı al-
H ayavân'ından alınmıştır. Selçukluların sarayında hekim lik vazifesini

( j j i ) ism ini G uz O o k u y a r a k nasıl aldandıkları görülüyor. Eski kaynaklan, hiçbir


eleştiriye tabi tutm adan ve ellerindeki bozuk yazm alara inanarak kullanan eski D oğu ya-
zarlan m n ne k ad ar aldandıklanna, bu d a güzel bir örnektir. Esasen, daha eski kaynaklar
elde bulunurken, sırf onlara dayanılarak ikinci, üçüncü elden yazılan bu gibi eserlere
d eğ er verm ek ve b u n la n eleştirisiz olarak k ullanm ak, h e r bakım dan büyük b ir hatadır.
15 V on H am nıer, büyük O sm anlı Tarihi'rim sonuna ilave ettiği birtakım ekler arasında,
çeşitli T ü rk kabileleri h a k k ın d a da k ü çük bir yazı y ay ım lam ıştır ki (H istoire de
l'em pir ottom an, J-J H eller çevirisi, Paris, 1841, c.17, s .168-178), burada R eşîdeddîıı’in
b ahsettiği yedi büyük T ü rk k abilesinin ta sa c a isim lerini saym ış ve D eguignes’ten de
yararlanm ıştır. Y azar, bu rada, 1825'te Petersburg'da yayım lanan O rigines R usses adlı
eserinden de bahsetm ektedir. T ürk dili v e tarihi hakkındaki araştırm aların çok geri b u ­
lund uğ u b ir dev irde y azılan bu şeylerin, h em en baştan b a şa yanlış olduğunu
söy lem ey e gerek bile yoktur. Ç eşitli İslam tarihçilerinin eski Türk kabileleri
hakkındaki bilgisini içeren bu O rigines R usses adlı eserde. 15. yüzyılda B ehcet-üt
Tevârîh a d ıy la Farsça k ü çük v e genel b ir İslam tarihi yazm ış o la n Şükrullâh'ın bu e se ­
rinden de yararlanılm ış olduğunu, V on H am m er sö ylüyor (bu konuda bkz. yukandaki
not). H am m er, bundan sonra, A vfî'nin C aw âm i al-H ikâyâl'm da çeşitli T ürk k a ­
b ilelerin e ait önem li b ir bahse rastladığını ve bu eserin çeşitli T ürkçe çevirileri
olduğunu ve en iyisinin C elâlzâde Salih'e ait olduğunu ekleyerek, buradan alınıp A vus­
turya elçiliği m em urlarından R aab tarafından çevrilen bahsi yayım lıyor. N e d il­
bilim sel. ne de tarihi b ir eleştiriye tabi tutulm adan ve hatta asıl m etinden değil, T ürkçe
çevirisinden yapılan bu çevirinin, A vfî'nin bu ço k önem li kaydını ilk defa ilim
d ü n y a sın a ta n ıtm ış olm aktan ba şk a h iç b ir değeri yoktur.
16 W . B arthold, y u k a n d a İngilizce çevirisinden bahsettiğim iz M oğol İstilasına K adar
Türkistan hakkındaki m eşhu r eserinin R usça y ayım ına eklediği m etin ler k ısm ın d a (Pe-
tersburg, 1898, s.99-100) bu m etni yayım lam ışsa da. tek n ü sh ay a dayandığı için,
eleştirisiz v e tab iatıyla o ld u k ç a yanlıştır. B u m etin bu ndan sonra M arquart'ın R o ­
m anlar hakkındaki m eşhu r eserind e yayım lanm ış ve onun incelenm esine de bir esas
o lu ştu rm u ştu r.

50
gören bu yazarın, ismi bilindiği halde şim diye kadar nüshası ele
geçem emiş olan bu önemli eseri, son zam anlarda Dr. Arberry tarafından
m eydana çıkarılmış ve burada bu göç hareketi hakkında verilen bilgi, V.
M inorsky tarafından kısaca yayımlanmış olduğu için,17 biz Kay 1ar
hakkında, A vffden değil, doğrudan doğruya bundan, yani asıl kaynaktan
yararlanacağız ve böylece bu kabilenin tarihte oynadığı ilk ve son
önem li rolü ortaya koyacağız.
Bazı noktalarda Avfî’yi tamamlayan bu yeni bilgiye göre, N asturî
H ıristiyanlığını kabul etm iş olan b u n la r, K ıta hanından korktukları ve
otlakları da yetmediği için, onun m emleketinden çıktılar. Fakat bunları,
arkalarından, Kay 1ar takip edip yeni otlaklarından çıkardılar; batıya
sürdüler. Bunlar, b u n la rd a n sayıca daha çok ve silah bakımından da
daha kuvvetliydiler. Bunun üzerine b u n la r Sarı memleketine (S a n la rın ,
yani M oğolca ¡sa r a =.sarıl arın yaşadıkları sahaya) girdiler; S a n la r da
Türkmen'lerin memleketine geçtiler ki, bunlar, yazanınızın belirttiğine
göre, M üslüman Oğuzlar'd ı.18 Bu hücum karşısında, Türkmen'ler Aral
17 Y u k arıd a (s.2 0, 3. dipnot), V . M inorsky tarafın dan b u k o n u d a F ransız E n stitü sü 'n e
y apılan k ü çük, fakat çok ö n e m li b ir tebliğ d en b a h se tm iştik . B u eseri k e şfed e n D r.
A rberry bu m etni y a y ım a hazırlad ığ ı gibi, V . M in o rsk y de b u e se rin Tiirkler'e,
Çin'e, H itit'e ait k ısım la rın ın a çıklam alı b ir ç ev irisin i ya p ac a k ve bu in c e lem e bu
y a y m a ek len ecek tir. E serin iç ind e ç eşitli y e rle rd e y a za rın g ö rd ü ğ ü şey lerd en b a h ­
sed ilirken , 1056, 1085, 1120 tarihlerin e rastland ığı için, yazarın uzun m ü d d et
y aşad ığ ı tah m in o lun uy or. E serin, B ab u rlu la r h a n ed a n ı k ü tü p h a n e sin d e n çık a ra k
bu g ü n India O ffice'âe b u lu n a n tam ve eski n ü sh asın ın ilk kısm ın d a, ç eşitli ka-
vim lerd en ve co ğ rafy ad an ba h se d ilm e k te d ir ki, e se rin asıl ön em i b u rad ad ır; ikinci
k ısım d ay sa, zo o lo jiden söz ediliy or. B u eser, m ey d an a çık tık ta n sonra, B ritish M u-
zeum 'Aa b ulu nan b a şsız b ir n ü shanın , bu e serin bu so n k ısm ın ı içeren ik in c i bir
y a z m a o ld u ğ u a n la şılm ıştır.
18 D ah a A vfî'nin ifadesi say esin de, bu göç hareketinin , b u n la r ın /Ç aylar ta ra fın d a n
sü rü lm esiy le b aşlad ığ ı bilin iy o rd u . F ak at, Ş a ra fu z -Z a m â n b u n a iki önem li no k ta e k ­
liyor: 1) K ım la r, N a stu ri H ıristiy an lığ ın ı kab u l e tm işlerd i; 2) O nlar, asıl ilk y u rt­
ların ı, K ıta h ü k ü m d arın ın k ork u su n d an te rk etm işlerd i. B u su retle, Kun k a b ile sin in
v a rlığ ı kesin o la ra k a n la şıld ığ ı gib i, B arth o ld ve M in o rsk y 'n in id d ia la rın ın te rsin e ,
b u n la rı K u r tla rd a n a y ırm a k g erek tiğ i de m e y d a n a ç ık ıy o r. B undan başka b a v la r ın ,
b u n la rı "asıl y u rtların ı b ıra k tık ta n so n ra g elip y e rle ştik leri" y e rd e n çık a rd ık la rı da
a n la şılıy o r. B u n d an so n ra , K u n la ı, -A vfT de, T ü rk çe bilin en a n lam ıyla S a rı
şek lin d e k a y d e d ile n - b ir k a v m e s ald ırd ıla r ki, b u y e n i m etinde bu isim a l-Ş â rîya
şek lin d e g ö steriliy or. Bu iki ism i u z la ştırm ak h u su su n d a b ir zo rlu k yoktur: Ç ünkü.
M o ğ o lcad a ş a ra "sarı" d e m e k tir ki, b u şek ild e, M arvvazî'de rastlan an ism in, bu n u n
A ra p ç a n isp et ş e k lin d en b a şk a b ir şey o lm a d ığ ı m e y d a n a ç ık ıy o r. B u ism i ta şıy an
k avm in -A v ru p a k ay n ak ların ın P olovtsi, W alw en, P a llid i gibi "solgun çehreli, yahut

51
civarındaki geniş bozkırlarda yaşayan -h en ü z M üslüm an olm am ış-
Oğuzlar'ı yerlerinden çıkardılar; bu O ğuzlar da Karadeniz kıyılarına
yakın yerlerde oturan P eçeneklen yerlerinden çıkararak oralara yerleş­
tiler ve işte böylece, Peçeneklerin batıya doğru önemli hareketleri mey­
dana geldi. Moğolistan'daki Yay'ların batıya doğru ilerlemeleri ve
önlerinde bulunan K u n la n sürmeleriyle başlayan bu kabileler göçünün
ilk hareket noktası bilinmekle beraber, bunun ne zaman başladığını ke­
sinlikle tespit etmek de, şim dilik imkânsızdır. Yalnız, bunun, K'i-tan
devletinin, yani Büyük Leao sülalesinin 1125 yılına doğru meydana
gelen düşüşünden çok zam an önce başlam ış olduğu kesin olarak
söylenebilir. Bu nedenle, bu hareketi, Batı Leaolan sülalesinin -y an i
İslam kaynaklarındaki adıyla K ara-Hıtaylar’ın - 1125'ten sonraki fe­
tihleriyle ilgili görmeye, hiçbir şekilde imkân yoktur. Esasen, Ş.T. Mar-
vvazî'nin 1056, 1058 ve en nihayet 1120 yıllarına ait bazı olaylardan bah­
setmesine bakılırsa, 1125'ten sonra meydana gelen ve herhalde uzun
yıllar sürmesi gerektiği kolaylıkla tahmin edilen bir olayı hikâye et­
mesine imkân olmayacağı derhal anlaşılır. M inorsky'nin dediği gibi, Çin
sınırlarında başlayan bu kabileler göçünün son dalgasını, 1048-1053
sarım tıra k , sarışın " a n la m ın a g elen isim le r v e rd ik le ri- K o m a n la c olduğuna
h ü k m etm ek ak la yakın g eliy or. Y ine M an v a z î'y e g ö re , bu kabilen in b ir şubesi.
K ita'lar p a y ita h tın a giden yol üstün de, S a n c u 'n u n d o ğ u ta ra fın d a on beş gün lü k b ir
m esafed e o tu ru yo rd u; bunlar, İslam d in in in m ecb u r e ttiği sünnet olm aktan k u r­
tu lm a k iç in b u ra y a sığ ın m ışlard ı ve re isle rin in ism i o la n B a sm il a d ın ı ta şıy o rla rd ı.
Bu b ilg i, İslam d inin in K a ra -H an lıla r devrind e, 1000 y ılla rın a doğru, kazandığı
ba şa rıları d a gö sterm ek ted ir" (M in o rsk y 'n in adı g e çe n m ak alesi, s.320-321).
M an v azî'n in , bu eserd e, T ürkm en leri "M ü slü m an O ğ uzlar" diye g österm esi, AvfTnin
bu k o n u d a d a b ütü n ü y le o n a d ay an d ığ ın ı a n la tıy o r ki, çok ö n em lidir: "B u
O ğ u zlar i n m em lek etin de İslam dini o rta y a çık ın ca, b u n la r M üslüm an o ld u la r v e iyi
işler g ö rd ü ler. F akat, k â firler g a lip gelin ce, m em le k etlerin d e n u zak laşarak İslam
şeh irle rin e g eld iler. B u nlara Türkm en derler. B u n la rd a n b ir kısm ı g ü ç le n erek Ç ağrı
T egin z am an ın d a m e y d a n a çık tılar, d ü n y ay ı tu ttu lar, p a d işa h o ld u lar ve S elçuk h a ­
ned an ı y ılla rc a d ü n y ay a h ük m etti" (A v fî'nin B arth old ta ra fın d a n yay ım lan an m etni,
s.99); Y irm i b eş yıl önce, M ah m ûd K a şg a ri'y e d a y an a ra k , T ürkm en ad m ın
"M ü slü m an O ğ u z lar"a verilen b ir isim o ld u ğ u n u k u v v e tli b ir ih tim alle söy lem iştim
(İlk M u ta sa vvıfla r, s. 152); y u k a rıd a k i a çık lam a la r, b u n u a rtık b ir g e rç ek şekline
so k m u ştu r. K elim en in B a y h a k î T a r ih in d e ve S iy a se tn a m e 'de k i k u lla n ılış şek li,
A vfTnin ifad esin i ta m a m ıy la d o ğ ru la d ığ ı gibi, G a z n e lile r devri şairlerinden
U n şu rî'n in de, örn eğ in şu b e y tin d e G uz ile T ü rkm en i a y ırırk en b u k avram ı k a s­
te ttiğ i k esind ir:

52
yıllarındaki Peçenek hareketi olarak kabul etmek, şüphesiz, en akla
yakın olanıdır; bu şekilde, bunun başlangıcını, yani b a y la rın ilk h a­
reketlerini de, yine 11. yüzyılın ilk on senelerine koym ak gerektiği
kendiliğinden anlaşılır.
Bu kabile adının ilkin II. yüzyılın ortalarına doğru al-Bîrûnî
tarafından işitilip kaydedilmesi de, belki Orta Asya tarihinde ilk defa
oynadığı bu önemli rol dolayısıyla olmuştur. 1026'da G azne'ye gelen bir
K'i-tan elçisinden Uzakdoğu coğrafya ve tarihine ait oldukça fazla bilgi
almış ve eserlerinde bunlardan layıkıyla yararlanmış olan al-Bîrûnî'nin,
b a y la r hakkmdaki bilgisini de yine ondan almış olması imkânsız değil­
dir. Ş.T. Marvvazî'nin bu sefaret hakkındaki açık ifadelerine bakılırsa,19
kabileler göçü -tabii, sadece başlangıcı- hakkındaki bilgisinin de dolayı­
sıyla ondan gelmiş olması imkânsız sayılamaz. Fakat Minorsky'nin
görüşüne göre, bu bilginin, Kun kabilesine mensup olup Sultan Berk-
yaruk zamanında, yani 1094 yılından sonra, H arezmşah unvanıyla Ha-
rezrn kıtasını idareyle görevlendirilen ve 1097'de Merv'âe. düşm anlan
tarafından öldürülen büyük em ir İlkinci b. Koçkar'dan sözlü olarak
alınmış olması, daha akla yakındır. Kun kabilesinden bir Türk olması ne­
deniyle, birçok kabile geleneklerine vakıf olan ve idari görevi itibariyle de
kendi il sınırlarındaki hareketlere yabancı kalamayacağı doğal olan bu
büyük emiri, M en 'd e Horasan Selçuklularının saray hekimliği görevini
yapan yazarımızın tanımaması, hemen hemen imkânsız sayılabilir.20

19 1026'da D oğu'dan G a zneliler sarayına gelen sefaret heyeti h akkında en açık bilgiyi,
yine M arw azî'de buluyoruz: Bu, Ç in im paratorundan değil, Kıta, yani K 'i-tan
hüküm darından -g a lib a L e a o sülalesine m ensup o lup 983-1031 yılları arasında sal­
tanat süren C h en g -tsu n g 'd a n - geliy o rd u ve elçinin adı K .lt.nkâ (K alı-T unka?) idi.
Fakat, koyu b ir M üslüm an olan M ahm ûd G aznevî, bu kâfir devletiyle siyasi ilişkilere
g irişm ek istem edi. Y aln ız, G azne'deki bilginler, bundan bazı y eni coğrafi bilgiler elde
ettiler ki, al-B îrûnî'nin eserlerin de bunu açıkça görüyoruz. Bu sefjr, G a zn e'ye gelirken.
D oğu Tien-Şan i/> 'g i« la rım n m em leketinden g eçm iş ve buranın hanı olan K adır-
H an, kendi elçisini de o n a k atm ıştı. T a b â'i'de h e r iki hüküm dardan gelen - v e büyük
bir ihtim alle T ürkçe o la n - m ektupların A rapça çevirileri m evcuttur ki, bu sayede,
U y g ur H am 'nın oğlu o lan Ç ağrı T egin'in b ir K ıtay pren sesiyle evlenm iş olduğu da
an laşılm aktadır (V . M in o rsky, s .319-320). 4 1 7 ’deki bu e lçilik ler hakkında G ardîzî çok
az bilgi verm ektedir (K ilût>Z aynu'l Ahbûr, M. N âzım yayını, B erlin, 1928. s .87).
2 0 A v fî m e tin lerin de tü rlü tü rlü şekillerd e yazılan bu T ü rk em irin in adını. M arquart.
m e şh u r e serin d e. İk in c i b. K u çk u r ta rz ın d a o k u m a k gerek tiğ in i söylem iş ve bunun,
d i j e r tarihi k a y n a k la rd a d a -b o z u lm u ş b ir ş e k ild e - adı g eçen e m ir o lm ası ge-

53
Ş.T. M arw azî'nin 12. yüzyılda yazılm ış eserinden alınarak 13.
yüzyılda A vfî tarafından tekrarlanan bu bilgi, görülüyor ki, kaynaklan
itibariyle 11. yüzyılın ilk yarısına aittir ve b a y la rın Orta A sya tarihinde
birinci ve sonuncu defa oynadıkları tarihi rolü aydınlatmaktadır. Buna
K aşgari'nin ifadelerini ve 12. yüzyıldaki Selçuklu sultanlarının
yönetim indeki bu kabileye m ensup kölelerin bulunduğunu da eklersek,
bu kabile hakkındaki sınırlı bilgilerim izin tam bir tablosunu
oluşturm uş oluruz. Fahreddîn M ubarekşâh'ın 1206'da yazm ış olduğu
T ârih inde çeşitli Türk kabileleri arasında andığı Kay J ve Gay
isimlerinde, bunun sonradan bir hatırasının bulunduğu tahmin olu­
nabilir.21 Bundan bir yüzyıl kadar sonra H am dullâh M üstevfı'nin Uzak­
doğu 'daki Uygur m em leketlerini nitelerken, Kasan ve Tatar'larla be­
raber b ay lard an da bahsetm esi, kısmen al-Bîrûnî'nin ve kısm en de 12.
yüzyıl edebi m etinlerinin etkileriyle olup, bize bu kabile hakkında
hiçbir yeni şey öğretm em ektedir. İşte görülüyor ki, 12. yüzyılın ilk
yarısından sonra, b a y la r hakkında İslam kaynaklarında hiçbir yéni bil­
giye rastlam lam adığı gibi, şim dilik bildiğim ize göre, 12. ve 14.
yüzyıllara ait Çin ve M oğol kaynaklarında da, bunların adı
geçmemektedir.

¡'ektiğini d e ileri sü rm ü ştü (O stturk. D ialekst, 48, 201). Z .V . T o g an , P. Pelliot, B art-


h o ld ve M in o rsk y 'n in de katıld ığ ı bu ok u y u ş tarzın ı kab u l e tm e y erek , A la k c i b.
K o ç k a r şek lin i te rc ih ed iy o r. S ırası g e lm işk en , bu isim h a k k ın d a şim d iy e k a d a r
ta rih ç ile rin gözüne ç arp m a m ış o la n e d eb i b ir b e lg e d en b a h se tm e k isterim . S elçuklu
d e v rin in tan ın m ış şairle rin d e n A b d 'ü l V âsi-i C e b e lî’nin, bu n u n ö lü m ü n d e n so n ra y e ­
rine H w â rizm şâ h o la ra k tayin e d ile n oğlu T u ğrul T eg in M oham m ed h a kkındaki b ir
k asid esin d e, o n u n d a adı g e çm ek te d ir (B adî'u z Z am ân, Suhaıı w a Suhanvarân, T a h ­
ran, 1308, h icrî-şem sî, c .l , s.330):

S ¿ I J İ* . j i l e J ^ .1 3 IS* ¿> j\ y
j—J \j j 1ijA ala
J jf' J y—C-İt fU- i>3^

T abâ'i a l-H a ya vâ n n ü sh a sın d a (A lk c i) ta rz ın d a y azılm ası d o la y ısıy la bu


şek li te rc ih e ttiği a n la şıla n Z .V . T o g a n 'ın bu o k u y u ş ta rz ı, y u k a rıd a k i m a n z u m ed e
v ezne pek u y m ad ığı için k ab u l e d ilem ez. B en, d eğ işik m e tin le rd e k i y azılış
ş ek illerin e v e y u k a rıd a k i k a sid e n in v e zn in e göre, b u ism in , şim d ilik flkin ci ta rz ın d a
o k u n m a sın ı d aha d o ğru b u lu y o ru m (bu e m ir ve o ğ lu h a k k ın d a bkz. W . B arthold,
Turkestan, s.323-324).
21 T â rth -i F a h ru d d în M u bâ rekşâh , E. D en iso n R o ss yayını, L o n d ra, 1927, s . 12.

54
Türk dünyasının en doğu uçlarında yaşayan ve 12. yüzyıldan beri
çeşitli Moğol unsurları arasında kalarak göçebe hayatının gerektirdiği
çetin mücadeleler sonucunda zayıflayan, parçalanan, başka örgütlen­
melere karışan, köle sıfatıyla M üslüman m emleketlerine -b elk i de
Uzakdoğu saraylarına- götürülüp satılan K a y lar, bağımsız bir kabile
olarak, yavaş yavaş tarih sahnesinden çekilm iş olmalıdırlar. Potanin'in
incelemelerine göre, Batı M oğollardan D urb u tla ı arasında H ayde adını
taşıyan oym ak ile M oğol menkıbelerinde geçen Hay-Tepe, Kay-Tiber
gibi bazı coğrafi adlar, Koyballa r arasındaki Haydı-Bar, Kayding gibi
isimler, belki bunların son hatıralarını saklam aktadır.22 B aşkurt Vat
arasında Kay veya Kaylı adını taşıyan bir kabile de, belki bunların bir
kalıntısıdır.23 İşte, şim dilik Kay kabilesi hakkında, az çok olum lu ola­
rak bildiğim iz şeyler bu kadardır.24

22 F u a d K öprülü, O ğ u z E n to lo jisin e D a ir Tarihi N otlar, s .8, d ip not 1.


23 A yn ı yerde. R içk o v , ilk d e fa 1762’de b a sılm ış o lan e se rin d e B aşk u rt k a b ile lerin i s a ­
y ark en , K azan ’a g id en y o lun k u z ey b a tısı yö n ü n d e, Y ü rektav-K aylı, K ır-K aylı, E dit-
K aylı, A k ıa v -K a y lı gibi b irta k ım o y m a k la rın a d la rım a n m a k tad ır ki, bu g ü n b u n la rın
k a b ile teşk ilatı b o z u lm u ş o lm a k la b e ra b e r o n la ra h â lâ K aydı (yani U =dı oldu ğ u n a
göre: K aylı) d iy o rlar (U ren b u rg V ilayeti Top o gra fyası, so n b asım , 1887, s.67-71). S.
R u d en ko d a B aşk u rtlar h a k k ın d a k i e se rin d e , b u n la rd a n b aşka, K üyiik-K ay v e S o k lı-
K a ylı isim lerin i say m a k ta d ır (B a şk ııy , 1, P etersb urg, 1916, s.28, 274). B unların, eski
M oğol K o y la rıy la ilg ileri o lu p o lm ad ığ ın ı ara m a k , d a h a çok, uzm an etn o g ra fla rın
ve m o n g o listle rin y a p ab ilec e k le ri b ir şeydir. B iz, sad ece, herhangi b ir ihtim alin
k a y d ıy la yetiniyoruz.
2 4 Z .V . T o g an'ın , K ay ve K ayı isim leriyle, bazı Ç in kaynaklarından, avestik m e ­
tin le rd e n , h atta İslam e se rle rin d e n ç ık a rılm ış b irta k ım şü pheli isim leri b irle ş tirm e k
k o n u su n d ak i te crü b eleri, b iz e ço k h ayali n itelikte görü n d ü ğ ü için, b u ra d a sadece s e s ­
se ! b ir b e n ze y iş e d a y an a n v e ta rih i k an ıtları bu lu n m a y a n bu b irleştirm elerd en b a h ­
setm eyi bile g erek siz gö rdü k .
SEK İZİN Cİ B Ö LÜ M

OĞUZ BOYLARINDAN KAYIĞ=KAYI KABİLESİNİN


GÖ ÇÜ VE T A R İH İ RO LÜ

Osmanlı devletinin ilk etnik çekirdeğini oluşturduğu hem en ge­


nellikle kabul edilen bay rların, 11. yüzyıldan beri Seyhun civarlarında,
M averaüımehir'dz, H orasan’d a İslam medeniyetiyle çok sıkı temas ha­
linde yaşayan büyük Oğuz camiasına mensup olduğunu ve bunların o
sıralarda hâlâ Moğolistan'da bulunan -bü yük bir ihtimalle M oğol
aslından- bay lard an tamam ıyla ayrı bir etnik zümre sayılması ge­
rektiğini, yukarıda bütün kanıtlarıyla göstermiş ve bu kabilenin "13.
yüzyılda Merv civarındaki Mâhân'dan Anadolu'ya geldiği" hakkındaki
eski gelenekçi görüşün belgelenebilir hiçbir tarihi esasa dayanmayan
basit bir masaldan ibaret olduğunu anlattıktan sonra diğer birtakım Oğuz
kabileleriyle birlikte olan bu Kayı göçünün gerçek niteliğini kısaca
açıklamıştık. Şimdi Osmanlıların etnik kökenleri meselesi kadar ve belki
bundan daha önemli olarak "Anadolu'nun Türkleşm esi" olayıyla da ilgili
olan bu Kayı kabilesi hakkında -tarihi ve toponimik belgelerin bıraktığı
imkân dairesinde- bilgi vermek istiyoruz.
Bu küçük tarihi özeti yaparken, Osmanlı sülalesi hakkında eski kro-
nikçilerin türlü türlü şekillerde tekrar ettikleri, birbiriyle hiç uyuşmayan
uydurma jenealojilere önem vermediğimiz gibi,1 Osmanlıların Ana-

1 Paul W ittek , "B u O sm an lı so y ağ açların m ç eşitli zam an la rd a nasıl uydurulduğu"


h a k k ın d a e le ştirel b ir tecrü b ey i 19 2 5 'te D e r İslam 'd a ç ıkan b ir m akalesinde (c.14,
s.9 4 -1 0 0 ) y a pm ıştı. G e n ellik le O ğ u z k a b ile lerin in ata ların ı v e o n la rın k a h ra m a n lık
d e sta n la rın ı içeren g e le n ek le r h a kkın d a, R eşîdeddîn, A b 'u l-G âzi, H asan B ayati gibi
y a za rların y u k a rıd a anılan eserleri, so n ra E nverî'tûn D üstû rn a m e'si gibi e se rle r elde
b u lu n u y o r. B u n ların esaslı b ir şek ild e k a rşıla ştırılm a sı v e in c e len m e si, ö z ellik le
O ğ uz D e sta m ’m n a y d ın la tılm a sı için ç o k fay d alı o lacak tır.

56
doluya, gelmeleri hakkında yine aynı kaynaklarda mevcut karışık,
çelişkili, tarihi olaylarla ve kronolojiyle uzlaştırılması imkânsız m a­
sallara da asla değer vermediğimizi özellikle belirtelim.2 Yalnız Osmanlı
tarihçilerini değil, daha eski yazarlara gitm emek için Hammer'den
başlayarak, Iorga, M arquart, Gibbons gibi birtakım Batı bilginlerini de
şaşırtan, hatta bu konuda ileri sürdüğümüz eleştirilerin ilgili Batı
tarihçileri tarafından kabulünden sonra bile,3 yukarıda gösterdiğimiz gibi,
Z.V. Togan tarafından -içerik ve değerleri her bakımdan çok şüpheli
bazı kaynaklara dayanılarak- tekrar canlandırılmak istenen bu m a­
salların, Kayı göçü meselesini aydınlatamayacağı, artık iyiden iyiye
anlaşılmıştır. Bu konuda M arquart ve G ibbons tarafından yapılan ve
değişik söylentileri az çok eleştirel bir tarzda uzlaştırm aya ve tarihi bir
kadro içine sokm aya çalışan tecrübelerin nasıl sonuçsuz kaldığını

2 O sm an lIların göçü h a k k ın d a ilk k ay n ak lard ak i ç eşitli ve ç elişik riv a y e tle r ve so n rak i


k ro n ik ç ile rin b u n ları b irb iriy le u zlaştırarak m ey d an a g etird ik leri (co m b in é) ş e k ille r
h a k k ın d a özel b ir a ra ştırm a y apılm ış d eğ ild ir. B u n u n la berab er, b u n la rd a n h iç b irin in
• ta rih i b ak ım d an in a n ılm a y a layık o lm adığı ve d ah a ço k m en k ıbe niteliğ in d e kabul
e d ilm e le ri g erek tiğ i, en b a sit b ir e leştiri so n u cu n d a o rta y a çık m aktadır. O sm an lı ta ­
rihinin doğru şekild e in celen m esi için, bu gibi m e n k ıb e lerin b ir ta ra fa bırak ılm ası g e ­
re k tiğ i” u z m a n lar a ra sın d a a rtık b ir g e rç ek şeklin i alm ıştır.
3 B unun, tarafım ızdan ileri sü rülm üş kişisel b ir iddia olm adığın ı gösterm ek için, değerli
b ir M acar bilgininin bu k o nudaki ifadesini aktaracağım : "O sm anlı tarihi başlangıcının
ve ilk gelişm e dev rin in en seçkin araştırıcısı, şü phesiz ki, Türk b ilgini Fuad
K öprülü'dür; vardığı sonuçlar D oğu tarihçiliğinde de y ayılm ıştır" (L. R âsoni, D ünya T a ­
rihinde TiirkHik, A nkara, 1942, s. 189). B ununla beraber, değerli Fransız tarihçisi F. G re-
nard, son yıllarda çıkardığı kü çük, fakat önem li eserinde, O sm anlı devletinin ilk oluşum
aşam aları hakkında benim birçok fikrim i kabul ettiği halde, g aliba eski görenekten bir­
d enb ire kurtulam adığı için. "Hvvârizmşâhlara tabi olan küçük bir K ayığ aşiretinin
1221'deki M oğol istilası karşısın da H o ra sa n 'dan göç ettiğini ve bunun Ertuğrul
yönetim indeki küçük bir parçasının Sultan A lâeddîn K eykobâd tarafından Selçuklu d e v ­
letinin batı uçlarına yerleştirildiğini" tekrar e tm ek tedir (G randeur e l décadence d e ¡'Asie,
Paris, 1939, s.38-39). B u yanlışlığın, sadece "eski b ir alışkanlıktan" ileri geldiğini
açık ça söyleyebiliriz. Sırası gelınişken şunu da ek leyeyim : O sm anlı tarihinin ç e ş itii'a n a
m eseleleri ve devletin kuruluş safhaları halikındaki incelem elerim izin sonuçlan. B atı
b ilim dünyasında genellikle kabul edildiği halde, bu k o n u y a ait olarak şu son yıllarda
m em leketim izde yazılan bazı tarih kitaplarında b u nlardan tam am ıyla habersiz
kalınm akta ve kısm en O sm anlı vakaııüvislerindeki eski m asallar, kısm en de T ürkler
h akk ın d a olum suz d ü şü n celer besleyen birtakım değersiz Batı yazarlarından a lınm ış
yanlış fikirler tekrarlanm aktadır; m em leketteki y ayınlardan bile bu kadar habersiz ka-
lan lan n , milli tarihe ve ilm i gerçeklere' karşı gösterdikleri bu korkunç ilgisizlik
karşısında, yalnız ilim değil, m em leket h esabına da hayret ve üzüntü duym am ak
m üm kün değildir sanıyoruz.

57
gördükten sonra, yukarıda tekrarladığımın gibi, "Kayılar'm ilkin 1230'da
Anadolu'ya geldikleri" iddiası gibi -tem e.leri en basit bir dilbilimsel ve
tarihi eleştiriye dayanam ayacak- masalları, artık büsbütün ortadan
kaldırmak gerekir.4 Çok şüpheli ve çürük oir tem el üzerine tamam ıyla
hayali varsayımlar kurmak yoluyla yapılmak istenen bir tarihi İ s a 'n ın
bugünkü ve yarınki araştırmacılar için, faydalı değil, tersine çok zararlı
olduğuna inandığımızdan, burada h a y d a rd a n bahsederken, bu konuda,
ancak tarih ve kronoloji kadrosu içinde kalm aya çalışacağız.
Kayı laıın tarihinin, pek doğal olarak, m ensup oldukları büyük Oğuz
camiası içinde incelenmesi gerekir. G enellikle Türk kabilelerinin etnoloji
ve tarih bakımlarından incelemeleri meselesinin ne kadar zor olduğunu,
bu zorlukları doğuran sebepleri, yanlışlıklara düşm em ek için metodoloji
bakımından ne gibi prensiplere uym ak gerektiğini, vaktiyle bir yazım da
çok genel bir şekilde gösterm iştim .5 Bu gibi incelem elere girişirken, ge­
nellikle Türk kabile kuruluşlarının niteliği, bunların dağılıp toplanm a ve
yeni kabilelerin oluşum tarzları, etnik oluşum larla siyasi oluşum ların
birbirine karıştırılmaması gereği, bu göçebe kabilelerin coğrafi sa­
halarını değiştirm ekte ve yeni isim ler altında yeni oluşum lara gir­
m ekteki kolaylıkları ve nihayet tarihi kaynakların bu türlü incelemeler
konusundaki yetersizliği asla gözden kaçırılm am alıdır ve her şeye
rağmen, birçok noktanın şüpheli veya büsbütün karanlık kalacağı

4 Z .V . T o gan , b ö y le b ir eleştiriy e hiç g erek görm ed en , sadece, yeni o rta y a ç ık a n iki


e se rd e d e bu g ö ç te n bah sed ilm esin i k esin bir k a n ıt gibi kab u l e tm iştir. H albuki, son
y ılla rd a b e n im ve P. W itte k 'in şid d etli e le ştirile rin e u ğ ra y a n göç m a sa lın ın his-
to ric ité 'sin i (tarihi g e çe rliğ in i) isp at için , ö n c elik le y ap ılan eleştirileri ç ü rü tm e k
laz ım d ı; o n d a n so n ra da, b u yeni k a y n ak ların g ü v e n ilirlik v e k ıy m e t derecelerin in te s­
p it o lu n m a sı gerek ird i. Z.V . T o g an , bu n ların h içb irin i y a p m a y arak , sad e c e M . D 'O hs-
so n 'u n bu .konuda M iin e c c im b a şı ve S a 'd e d d în ta rih le rin e d ay an arak ileri sü rd ü ğ ü r i­
v a y eti te k ra rla m ış tır (H istoire d es M ongols, T I, L a H ay, 1834, s.294-295). Z.V .
T o g a n , b u n la rın A n a d o lu 'y a gelişin in 1230'da A lâed dîn K eykobâd I. ile C elâled d în
H w â riz m şâ h a ra sın d a E rzincan c iv a rın d a m e y d a n a g e le n m uharebe sıra sın d a olduğu
h a k k ın d a , y ine a y n ı m e şh u r y a za rın Tableau g é n éra l de l'E m pire o tto m a n 'ını d a k a y ­
n ak o la ra k g ö steriy o rsa da, b u nd a da b ir d a lg ınlık old uğu, çünkü bu m uharebe
h a k k ın d a bu e se rd e değil, yine o nu n M o ğ o lla r ta rih i'nde açık lam a la r b u lu n d u ğ u b i­
lin m e k te d ir (c.3, s.45-42). G ö rü lü y o r ki, Z.V . T o gan , ç o k ta n beri "bir m enkıbeden
b a şk a b ir şey o lm a d ığ ı" a n la şılm ış b u lu n a n b ir riv a y e ti, h iç b ir y e n i k a n ıta d a ­
y a n m a d an , ta rih i b ir gerçek gibi k ab u l e tm e k le ç o k ald an m ıştır.
5 F u a d K ö prü lü , O ğuz E n to lo jisin e D a ir T a rih i N otlar, s.3 -5. B urada sadece değin ilen
bu ö n e m li m esele h a k k ın d a y a k ın d a g e n iş b ir a ra ştırm a y a y ım la m a k üm id in d ey im .

58
düşünülerek, bu boşlukların hayali varsayım larla doldurulm asından ke­
sinlikle çekinilmelidir. Oğuzlar'in, daha İslam iyetten önceki devirlerden
başlayarak, çeşitli Türk kabileleri arasında -g e re k sayılarının çokluğu,
gerek siyasi rolleri bakım larından^ önemli bir mevki tutmuş olmaları,
Türklerle ilişkilerde bulunan çeşitli kavimlerin tarihi kaynaklarında on­
lara ait birçok önem li kayda rastlanmasını müm kün kıldığı gibi, eski
'Türk kitabeleri'nde de Oğuzlardan bahsedilmesi, yabancı kaynakların
kontrolüne ve tam am lanm asına imkân bırakm aktadır. Bununla beraber,
biz burada doğrudan doğruya Oğuzlar'ın tarihlerini değil,6 sadece Kayı
kabilesinin tarihini inceleyeceğim iz için, bu kabile adına ilk kez rast­
lanan 11. yüzyıldan daha geriye gidecek değiliz.
Oğuzlar'm 11. yüzyılda Gazneli sultanlarıyla sıkı ilişkileri ve yine bu
yüzyılda, bunların K ınık şubesine mensup bir sülalenin Büyük Selçuklu
İmparatorluğu nu kurmuş olm? a, Gaznelilere ait tarihi kaynaklarda
O ğuzlar dan bahsedilmesi ne neden olduğu gibi, M ahm ûd Kaşgari'nin
eserinde de, O ğuzlara ve O ğuz şubelerine diğer T ürk zümrelerinden daha
fazla bir yer ayrılm asını doğurmuştur. V e işte biz Kayı ismine ilk kez
burada, 22 Oğuz kabilesinin başında rastlıyoruz: M ahmûd, Selçuklu sul­
tanlarının m ensup oldukları K ınık boyundan sonra Kayığ (yani Kayı) bo­
yunu anıyor ki, bundan, bu kabilenin sosyal mevki (yani kabile asaleti)
bakım ından diğerlerinin üstünde kabul edildiği anlaşılıyor. 14. yüzyıl
başlarında tarihçi Reşîdeddîn, bundan biraz farklı olarak, Oğuzların 24
kabilesini anmaktadır ki, K a y ıl ar burada en başta gelmektedir. Oğuzlar
arasında yaşayan m enkıbevi nitelikte birtakım tarihi rivayetler ve ge­

6 B u k o n u d a İlk M u ta s a v v ıfla r 'a, M in o rsk y 'y e ve ö z ellik le B arth old'un yukarıda adları
g e çe n e serlerin e b ak ın ız. B u b ü y ü k b ilg in , T ü rk m e n ta rih i h a kkındaki ö n em li in ­
celem esin in b a şın d a, bu k o n u d a e n to plu bilgiyi v erm ek ted ir. F akat b ütün b u n la ra
rağ m en , O ğ u z lar hak k ın d a, tarih i ve etn olo jik b üy ü k ve c id d i b ir m onografiye ih tiyaç
o ld u ğ u kesindir. O ğ u z k a b ile leri h a k k ınd a Th. H o u tsm a'n ın artık h içbir değeri k a l­
m a m ış olan k ü ç ü k b ir m ak alesi m ü ste sn a o larak (D ie G huzenstäm m e, W ie n er Z e ­
itsc h i. d. k ü n d e d. M o rg e n lan d e s, 2, 1888), h em en h iç b ir şey y azılm am ış, V a rn b iry
ve A risto v'un T ü rk k a b ile lerin in etn ik o luşu m ları h a k k ın d a k i g enel eserlerin d e de
O ğ u z la r k ısm ı ço k z a y ıf k a lm ıştır. B u n lard an so n ra , b e n im O ğ u z etn o lo jisin e ait
1925'te çıkan b ir m ak alem le, /U ğ ra rla r h a k kın da 1942'de İslam A n s ik lo p e d isin d e
y a y ım la n an y a zım d an b a şk a , O ğ u z k ab ileleri h a k k ın d a an ılm a y a d e ğ er h iç b ir tarih i
in c e le m e y ap ılm ış d e ğ ild ir (W . B aıth o ld 'u n Türkm en T arih i'n de O ğuz b o y larından
Y a z ır ^ n n n siyasi rolleri h a k k ın d a verdiği bilgi, çok ön em li o lm a k la beraber, ö z el b ir
in c e lem e sayılam az).

59
lenekler yine Reşîdeddîn tarafından tespit edildiği gibi,7 15. yüzyılda Os-
manlı yazan Hasan Bayatı8 ve 16. yüzyılda da Abu'l-Gâzî Bahadur Han
taraflarından yazıya geçirilmiş olduğundan,9 bu sayede çeşitli Oğuz
boyları ve bu arada K ayılar hakkmdaki bazı gelenekleri de öğrene­
biliyoruz. Bununla beraber, Reşîdeddin'in bazı kayıtlan dışında,
diğerlerinin, "bu kabile geleneklerini bazı tarihi olaylara bağlamak ve az
çok kronolojik bir esasa dayandırmak" hususundaki girişimlerinin
tam am ıyla sonuçsuz kaldığı açıkça görülmektedir. Bu menkıbe mec­
mualarını bir tarafa bırakarak sırf tarihi belgelere ve bunu geniş oranda

7 T arihçi R eşîdeddîn, m e şh u r genel tarihindeki j' o lk i j j j j i j i -¿jC


yani ”O ğuz H a n 'ın ve T ü rk le r\n tarihi ve Oğuz.'un cihangirliği hikâyeleri" adlı bir
kısım da, Türklerin ve özellik le O ğuzların kökeni. O ğuz İm paratorluğu'nun kuruluşu ve
O ğ u z d an so n ra yetişen h an lar hakkm daki m enkıbeleri kaydetm ektedir. Sonlarına
doğru biraz tarihi bir nitelik alan bu m enkıb eler m ecm u ası 'na göre, G azneli M ahm ûd'un
babası K ayt k a b ilesind en dir; H w ârizm şâhlar B egdili kabilesine m ensupturlar.
Selçukluların m ensup olduğu K ın ık kabilesi b ir tarafa bırakılırsa, O ğuz padişahlar! şu
beş k ab ileden b irin e m ensupturlar: Kayı. Begdili, Avşur, Im ur, Yazır. Fars'taki Sal-
gu rla r hanedanı, Selçu klu lardan önce b uralara gelm iş olan S u /u rla rd a n d ır; bunun d iğer
b ir şu b esi Ceyhun civ arın d a H w ârizm sın ırların d a yurt tu tm uşlardır. A nadolu T ürk-
m enleri, yani K aram anoğulları, E şrefoğ ullan ve diğerleri, Tuğrul B ey'in R um seferi
sırasında yönetim i altın d a b ulu nan 2 0 bin T ürkm en süvarisinden türem işlerdir. Tuğrul
bu seferd en d ö n d ü ğ ü zam an, onların başın da K ın ık 'ın k ard eşlerinden A rslan Sultan b u ­
lun u y o rd u. E leştirili b ir şek ild e basılm ası O ğuz destanı h akk ında yeni b ilgiler sunacak
olan bu eserden ç ıkard ığım ız bu bilgi, bu m akalem izin k onusu bakım ından b ize çok
önem li ve yeni şey ler ö ğretiyor: S ev ü k T e g in ’in G a y rla rd a n olduğu, ba şk a h iç b ir eski
k ay n ak ta bulunm adığı gibi, onun A nadolu Türkm enlerini "daha T uğrul zam anında B i­
zans sınırların a gelen OğuzlaıTn torunları" saym ası da, genellikle O ğuzların ve o arada
/¡a y ıla rın "daha S elçuklularla beraber Ana do lu 'ya geldikleri" hakkm daki eski fikrim izi
güçlendirm ekte ve 13. yüzyıldaki g öç m asalına tarihi b ir nitelik verm ek isteyenlere karşı
yeni b ir kanıt oluşturm aktadır. S a lu r la ı hakkm daki bu incelem em izde R eşîdeddîn'in bu
eserde onlara d air verdiği bilgiyi, pek tabii, sıkı b ir eleştiriye tabi tuttuktan sonra k u l­
la n m ıştık (Oğuz. E tnolojisine D a ir Tarihi Notlar, s.9-16).
8 S u ltan C em in arzu su üzerine d ü z en len m iş olan C a m - 1 C em -Â yin a dlı bu eser, k ü çük
b irje n e a lo ji ve m en k ıb e ler d erg isid ir. Ali E m irî E fendi tarafından 1332'de İstanbul'da
y a y ım la n m ış tır.
9 A b u 'l-G âz î H an ta ra fın d a n (H. 1071) y ılın d a y a zılm ış olan bu k ü ç ü k e se r de,
y u k a rıd a k ile r gibi, T ü rk m e n lerin soyağacı, y an i m enk ıbevi tarihidir. T ü rk m e n ler
arasın daki sözlü ve yazılı g elen ek lerd en y ararlan ılarak m e y d a n a g etirilen bu eserin
çeşitli y azm aları v a rd ır ki, R us T ü rk o lo g u A. S am o ilo v iç, ç eşitli y a zıların d a, bu
n ü sh ala rd a n b ah setm iştir. T u m a n sky tarafınd an R usçaya çevrilen bu e serin fena bir
y azın a n ü sh asın ın fo to ğ rafîk kopyası J 93 7'd e Tiirk D il K u ru m u tarafın d an
yay ım la n m ıştır. A b d ü lk â d ir İn an 'ın b u n a y a zd ığ ı im z a sız ön sö z 'den yararlan ılab ilir.

60
tamamlayan etnografya ve toponimi incelemelerine dayanınca, Kayı 1ar
hakkında pek az belge niteliğinde kayda rastlıyoruz ki, bunlardan
çıkabilecek başlıca tarihi sonuçlar şöyle özetlenebilir:
1. İlk kez, 11. yüzyılda adına rastladığım ız bu kabilenin, A rtuklular
devletinin- kuruluşunda tarihi bir rol oynadığı, kroniklerde bu konuda
bir açıklık bulunm am akla beraber, bunların paralarından anlaşılıyor.
D em ek oluyor ki, bu kabile, Selçuklular İm paratorluğu'nun kuruluşuna,
diğer Oğuz kabileleriyle birlikte katılmış ve 11. ve 12. yüzyıllarda Ar-
tukluların yönetim inde D oğu Anadolu sahalarında bulunm uştur.
2. B ugün H azar-ötesi Türkm enleri arasında G öklen ve Ali ili
züm releri içinde G ay veya Kay ism ini taşıyan küçük oym akların
varlığı, h a y d a rd a n küçük bir kısm ın, 11. yüzyıldan beri oralarda
kalm ış olduklarını gösteriyor.
3. 11. ve 19. yüzyıllara ait tarihi kaynaklar, M averaünnehir, Ha-
rezm ve İran sahalarında birtakım T ürk kabilelerinin ve o arada bazı
O ğuz züm relerinin yaptıkları hareketlerden bahsettikleri halde, bunlar
arasında Kayı ism ine hiç rastlanm am ası, bundan başka bugün bütün
bu sahaların toponim isi'nde diğer çeşitli T ürk ve O ğuz izlerini sak­
layan birçok yer adlarına rastlandığı halde bunlar arasında K ayı
adının hiç bulunm am ası, biraz önce andığım ız T ürkm enler arasındaki
birkaç küçük grup dışında, Kayı\& rm genellikle batıya doğru g el­
diklerini kesin olarak anlatıyor.
4. Bugün Kayı ismini taşıyan yerlere, yalnız pek sınırlı bir oranda
Kuzey Azerbaycan'da ve en fazla Anadolu'da rastlanması, bunların ne­
relerde yerleşmiş olduklarının biricik izidir. Bu yer adlarına, Ar-
tuklulann hâkim olduğu Doğu Anadolu dan çok, batı ve kısmen güney
sahalarında rastlanması, Kayı oymaklarından büyük bir kısmın, tarihi ve
iktisadi etkenler nedeniyle batıya doğru yürüm elerinden ileri gelmiş
olmalıdır. Artuklular hizmetinde kalan diğer oymakların da, askeri
görevlerle şehirler ve kasabalarda yerleşm iş ve böylece yavaş yavaş
kabile hayatını ve geleneklerini unutmuş oldukları, kuvvetle tahmin olu­
nabilir. Bunlardan bazılarının, belki daha o sıralarda veya daha sonra,
diğer O ğuz şubeleri arasına karışm ış olmaları da akla gelebilir.10

10 Ş e re f H an-ı B idlîsî, m eşhu r Şerefna m e'sinde, B itlis havalisinde, Selçuk sultanlarının


ve A tabeylerin hâkim iyeti z am anından oralarda kalm ış b ulu n an bazı k ü çük kabilelerin
m evcut olduğunu söy lem ek te ve kendi zam anında (16. yüzyıl sonlarında) Serâciyân
ad ını taşıy an bir k a b ile ism inin de Selçûkiyân 'dan g elm e olduğunu eklem ektedir:

61
5. G erek A nadolu Selçukluları, gerek O sm anlılar devrinde, 12. ve
16. yüzyıllar sırasında Anadolu'daki bazı Oğuz kabilelerinin yaptıkları
birtakım hareketlere ve bu nedenle tarihi kaynaklarda bu kabilelerin
isim lerine rastlandığı halde, Kayı adına hiç rastlam lm am ası ve 16.
yüzyıldan bugüne kadar Anadolu 'da yaşayan göçebe aşiretler arasında
da hem en hiçbir Kayı züm resine rastlam lm am ası, bunların daha ilk
A nadolu fethi devirlerinden beri, küçük parçalara bölünerek ayrı ayrı
coğrafi sahalara yerleştirildiklerini ve nihayet 17. yüzyıla kadar artık
göçebelikten çıkarak toprağa bağlanm ak yoluyla, tribal hayat şeklinden
uzaklaşm ış olduklarını gösterm ektedir. Yalnız, 16. yüzyıl ortalarında,
Saruhan eyaletinde -bugünkü M anisa vilayeti dahilinde ve galiba
Çoban İsa taraflarınd a- Kayı adını taşıyan küçük bir Türkm en
oym ağının henüz göçebe hayatını koruduğuna dair resmi bir belge
m evcuttur ki, bunlar, Kayı ların henüz yerleşik hayata geçm em iş son
kalıntıları gibi sayılabilir.11
6. Gazneli M ahm ud’un babası Sevük Tegin'in h a y d a rd a n olduğu
hakkında Reşîdeddîn'in verdiği bilgi eğer doğruysa, bu, daha 10. yüzyıl­
da Sâmânîlerin saraylarında ve ordularında h a y d a r a mensup kölelerin
bulunduğunu anlatabilir. Sâmânîlerin Oğuzlarla ilişkileri hakkındaki ta­
rihi bilgilerimize göre; bunun böyle olması hiç de uzak bir ihtimal
değildir. Bununla beraber, bu olay, Kayı kabilesinin göçü hakkındaki bil­
gilerim ize yeni bir şey eklem em iştir.12

yCdi l J ' If vv*" S~ '~ '

(Şerefnum e, M o h am m ed A li A v n î yayım , K ahire, s.480). 16. y üzyıla ait olan bu ri­


vayetin ne d erecey e k ad ar doğru olduğu, üzerinde çok d urulm ası gereken b ir konudur.
B iz, sadece, bu gib i geleneklerin daha yüzyıllarca ö nce bile m evcut olduğunu
g ö sterm ek için bu riv ay eti b uraya aktardık. B un u nla be ra b er b urada k asaba ve şehirlere
yerleşm iş aşiret parçaların d an değil, h en üz k a bile h ayatını k o ru y a n züm relerden söz
ediliyor. A ncak, A nadolu, M ezopotam ya, İran k a sa b a v e şeh irlerinde de, k a bile isim ­
lerini taşıy an b azı m ah allelerin m ev cut o ld u ğun u b ild iğim iz gibi, bazı şehirlerde b ir­
ta k ım k a b ile lerin y erleşm iş o ld u ğ u n a d air -m e s e la T â r ih -i G üzide g ib i- eski kay­
naklarda d a ö n em li k ay ıtlara rastlanm aktadır.
11 M . Ç ağ a ta y Û lu çay , Sa ru h a n -O ğ u zla rı ve E serlerin e D a ir V esikalar, İstanbul, 1940,
s.41, 42 , 170. B u b e lg e "H. 959" tarihlidir.
12 Y u k a rıd a k i 7. d ip n o ta bakınız.

62
Ç eşitli Oğuz şubelerinin 11. ve 19. yüzyıllar zarfındaki tarihine, İran
etnografyasına ve İran Türklerine, Kuzey Suriye ve Anadolu'nun
Türkleşm esine ait yapm ış olduğum incelem elerden edindiğim bilginin,
Kayı la r hakkındaki sınırlı, fakat sağlam bilgilerle karşılaştırm asından
çıkan bu sonuçlar, bence, şim diye kadar bir sır olarak kalan Kayı m e­
selesini oldukça aydınlatm ıştır sanırım. Bu O ğuz şubesinin tarihi rolü,
doğudan batıya göçü, yerleşim bölgeleri hakkındaki bu esas noktalan 'nı
böylece tespit ettikten sonra, bunların dayandıkları başlıca kanıtları ve
gereken tamamlayıcı açıklamayı sunm ak daha kolay olacaktır.
Seyhun Nehri yukarılarında ve A ral Gölü kuzeyindeki bozkırlarda
yaşayan kuvvetli Oğuz kabilelerinin, 11. yüzyılda M averaünnehir ve
Horasan'a inerek Sâmânîler, K ara-H anlılar ve G aznelilerle ilişkilerde
bulunmaları ve nihayet birdenbire Büyük Selçuklu îm paratorluğu'nun
kuruluvermesi üzerine bütün Yakındoğu İslam dünyasının Türk h e­
gem onyası altına geçmesi, yalnız siyasi bakım dan değil, etnik
bakım dan da çok büyük ve devam lı sonuçlar doğurmuştur. İlk kez bir
kabile devleti niteliğinde olan ve bunun sonucu olarak fe o d a l özellik­
lerini sonuna kadar kaybetm eyen bu siyasi oluşum , çeşitli tarihi
faktörlerin etkisiyle, çarçabuk bir İslam im paratorluğu şeklini alm akla
beraber, hüküm dar sülalesinin m ensup olduğu Oğuz Türkmenleri'nin si­
yasi ve askeri nüfuzları birdenbire kınlam adı ve m erkezi idare (Divan),
uzun müddet bu meseleyle, yani "imparatorluk idaresiyle Oğuz ka­
bileleri arasındaki ilişkilerin, bir çarpışm aya m eydan verm eyecek
şekilde halli" ile m eşgul oldu. D aha devletin kuruluşundan önce bile
kendilerini bütün Oğuzlar in m eşru reisi sayan Selçuklu hanedanının
bu iddialan, öyle görünüyor ki, ayrı ayrı reislere sahip olan bütün ka­
bileler tarafından da kabul edilm işti. A ncak, bu ilişki, “her kabilenin
yalnız kendi reisine itaat etmesi" prensibini ortadan kaldıram ıyor ve ka­
bile reisi, hüküm dara "şahsi olarak" bağlı bulunuyordu. Büyük kabile
birliklerinin başında bulunan irsi reis ile ona bağlı diğer küçük kabile
reisleri arasındaki ilişki hangi nitelikteyse, büyük reislerle hüküm dar
arasındaki ilişki de aynı nitelikteydi; yani Selçuklu hükümdarı, O ğuz
kabilelerinin geleneksel anlayışlarına göre, "mutlak şekilde hükm eden
bir imparator" değil, kendisinden daha küçük reisler gibi "kabile örf ve
geleneklerine göre hareket m ecburiyetinde olan" bir büyük reistir ve

63
diğer reislerle arasındaki fark, bir nitelik farkı değil, fakat sadece bir de­
rece fa r k ı'dır. A çıkça görülüyor ki, bu, sosyal ve siyasi bakımlardan,
tam am ıyla tribal ve fe o d a l bir anlayıştır.
12. yüzyılda Horasan'da yaşayan kalabalık bir Oğuz zümresinin Sul­
tan Sancar'a karşı büyük isyan hareketlerinde, bu anlayışı açıktan açığa
görmekteyiz: Bunlar, Selçuklu idaresini ve idari temsilcilerini tanıma­
yarak, "doğrudan doğruya Sultan'a. bağlı olduklarını" söylüyorlardı.13
Göçebe kabilelerin bu hukuki anlayışlarına rağmen, bu devleti, Ab-
basiler'de ve Gazneliler'de olduğu gibi, "hükümdara bir nevi kutsiyet ve­
rerek onu Allah'ın vekili veya -m ecazi olarak- gölgesi sayan14 ve en
büyük emirlerden en önemsiz kişilere kadar herkesi onun tebaası, sürüsü
hükmüne koyan" mutlakiyetçi bir hükümdarlık şekline sokmak isteyen
Amîd al-M ülk Kündüri ve özellikle Nizamülmülk gibi İranlı idare adam­
ları, büyük zorluklarla karşılaşm ışlardır; Siyasetname'sinde, devletin ilk
kuruluşunda büyük hizmetleri olan bu hür ruhlu Türkm enlere karşı nasıl
hareket edilmesi gerektiğini anlatan büyük vezir, onları hükümdara
bağlayacak tavsiyelerde bulunmaktadır.15 Bununla beraber, sonuçta, Sa-
13 M. F u a d K öprülü, A n a d o lu S elçu klu la rı T arihinin Yerli K aynakları, s.4 8 1 ,
14 T arihçi U tbî'nin önem li bir fık rasın a göre, M ahm ûd G aznevi j -m ■*'& yani "A llah'ın
yery üzü n d ek i gölgesi" lakabını ku llan m ıştır ki, ilkin E .G . B row ne buna dikkat
e tm iştir (ishw ari Prasad, L'İnde du 7. au 16. siècle. Paris, 1930, s.86). Sonradan bu
unvanı, bu gibi tantanalı u nvanlara çok m eraklı olan A lâeddîn H arezınşah'ın ku l­
la n d ığ ın ı d a v aktiyle g ö sterm iştik fA nadolu Selçukluları Tarihinin Yerli K aynakları,
s.479). Bu unvanın Selçu klu lar tarafından d a k ullanılm ış olduğunu, Sultan A rslan b.
T u ğrul h akk ınd a M ucîr-i B aylakânî'nin b ir kasidesin deki şu beyitten anlıyoruz
(R âvendî, Rûhal'ııs Şudur, s.302):

/ ' 1 J.ÏÜ jr * i f ¿nSsU-1 ?" ¿ I3 jO

T ü ık ve İslam dev letlerind e h â kim iyet k a v ra m ın ın o lu şu m u h a k k ın d a h a zırla d ığ ım ız


bir m onografide, bütün bu gibi m eselelerin en ince noktalarına kadar incelenm esine ve
a ç ık la n m a s ın a ç alışılm ıştır.
15 Siyasernam e'm n "T ürkm enlerin de gulâm lar, T ü rk le r ve başkaları gibi hizm ete
alın m aları" hakkm daki 26. faslında, d evletin, sayıca ç o kluk olan T ü ık m en ler
y ü z ü n d en çok z o rlu k la rla k a rşılaştığ ı b elirtilm ek le beraber, devletin k u ru lu şu n d a
b üy ü k hizm etler gören ve zah m etler çeken ve hü kü m dar ailesiyle akraba olan bu
T ü rkm en lerin m ükâfata lay ık oldukları d a itira f edilm ektedir. N izam ülm ülk’ün,
"Selçuklu h an ed an ına kırgın" olduklarını söylediği bu Türkm enleri m em nun e tm ek
ve o n ların taraftarlığını kazanm ak için te k lif ettiği çare pek basittir: Türkm en
ç o cu k ların dan bin kişi seçerek tıpkı g ulâm lar gibi onları d a askeri bir terbiyeyle ve
saray m uhitinde yetiştirm ek suretiyle h an ed an a bağ lam ak (Siyasetnam e, H alhâlî

64
sani İmparatorluğu'nu "ideal devlet tipi" olarak kabul eden Nizamülmülk,
daha doğrusu, onun temsil ettiği İranlı bürokrasi, am acına ulaşmış, dev ­
letin başlıca askeri makamları, Gazneliler'de olduğu gibi "saray
kölelerinden yetiştirilmiş" kimselere verilerek, hükümdarların ve büyük
em irlerin yönetiminde 'fesşitli unsurlara men^iKi kölelerden oluşan"
oldukça büyük hassa kuvvetleri meydana getirilmiştir.'16
Büyük kabile reislerinin merkezi idaredeki nüfuzlarını kırm aya ve
hüküm darlık otoritesinin kuvvetlenm esine neden olan bu siyasi ve idini'
ilerlem işliğe rağmen, 11. ve 12. yüzyıllardaki birtakım önemli kabile
isyanlarından da anlaşılacağı gibi, bu göçebe aşiretler meselesi, devleti
d aim a uğraştırıyordu. Selçuklu devletinin kuruluşu üzerine Seyhun
yukarılarındaki bozkırlardan İran'a inen birçok aşiret, kendilerine yay­
lak ve kışlak hizmetini görebilecek uygdn sahalar istemekteydiler. O
devirlerde yeterli derecede bir nüfus yoğunluğuna sahip olan İran
sahası, birbiri ardınca gelen bütün bu göçebe kabileleri yaşatm aya yet­
m ediği gibi, bu göçebe hareketleri, eskiden beri toprağa bağlanm ış olan
yerli halkın çıkarını da bozm aktaydı. Huzurun bozulmasını ve devlet
yay ın ı, T ahran, 1310, s.73; S ch efer tarafın dan bastırılan m etnin bu kısm ı daha tam ve
d o ğ ru olduğu için, ond an d a yararlandık). M etinde tam b ir açıklık bulunm am akla b e­
raber, saray h izm etine alın acak olan bu T ürkm en çocuklarının, kabileleri üzerinde
nüfuzları bulunan aristok rat tab ak alar arasından seçileceği pek doğaldır. H akikaten
ço k iyi düşünülm üş olan bu ted birin uyguland ığın a dair, tarihi kaynaklarda h içbir
işaret bulunm uyor. A caba, asaletleriyle m ağ ru r o lan Türkm en aristokratları,
çocu kların ın saray kö leleri gibi yetiştirilm esine razı o lm ad ılar m ı? B ence en kuvvetli
ihtim al budur. Selçuklu idaresi, kuvvetle tahm in edilebilir ki, bunu uygulam aya her­
h ald e ö nem le çalışm ış, fak at b aşarılı olam am ıştır. B u n u n la beraber. S elçuklu id a ­
resin e karşı k ırgın o lm ak la b eraber, O ğuz k abilelerinin, eski tribal geleneklere uygun
olarak, Selçuklu sultanlarını d aim a m elbu tanıdıkları, S an car'ı e sir ettikleri zam an ona
karşı gösterdikleri m u am eleden ço k iyi anlaşılıyor. S elçuklu sultanlarının da, yine
tr ib a l, geleneklerin etkisiyle, m erkezi idareye karşı türlü zorluklar çıkaran bu
T ürkm enleri yabancı saym adıkları, yin e San car'm asi O ğ u z lara karşı askeri b ir c e ­
zalan dırm a hareketi icrasına zorla razı olm asından çıkarılabilir. M ahm ûd G az-
nevî'nin, kendi to p rak larına iltic a eden O ğuzların -b a ş lıc a silahlan olan o k ku l­
lanm alarını m en iç in - parm aklarını kestirm ek tavsiyesinde bulunan devlet
adam larının bu fikrini şiddetle reddetm esi de, dikkate layıktır. A caba bunda Sevük
Tegin'in K a yı O ğu zların a m en su p oldu ğu hakk ınd a R eşîdeddîn'in rivayetini
doğrulayacak b ir nitelik yok m udur? M ahm ûd'un b u kararında, O ğuzların kendisiyle
ak rab a olm ası, yani ka vm iyet şuuru, b ir etken olm am ış m ıdır?
16 G aznelilere ve Selçuklulara ait b ütü n kaynaklar, bunu açıktan açığa gösterm ekte ve bu
k o n u d a ço k önem li açıklam aları içerm ektedir. M em lû k sistem i hakkında yakında
y a y ım la n ac a k in celem em izd e, b u m eseleler uzun uzun a raştırılm ış ve açıklanm ıştır.

65
gelirinin azalm asını doğuran bu durum karşısında, O ğuz aşiretlerinden
birçoğunu, hanedana mensup prenslerin idaresi altında, "Batı m em ­
leketlerine ve özellikle Bizans sınırlarına yollamak" siyaseti takip edil­
di. Bizans direnişinin uzun bir zaman için kırılm asını sağlayan büyük
M alazgirt zaferi ve K afkasya fethi, bu kabilelere, daha içerilere iler­
lem ek ve kendilerine yeni topraklar bulmak için, çok uygun bir zemin
hazırladı. Böylece, Selçuklu devletinin göçebe Türkmen kabilelerine
karşı takip ettiği idari siyaset, onu kabul edenlerin hiç düşünmedikleri
çok büyük bir sonucu, yani "Anadolu'nun Türkleşm esi" sonucunu
doğurm uş oldu. Azerbaycan, M ezopotamya ve Kuzey Suriye sahalarına
yoğun O ğuz kütlelerinin gelip yerleşmeleri de, yine bu yüzyılda başlar.
Bununla beraber, bu İslam sahaları'nın istilası, Selçuklu Divanı'nın
planları gereği olduğu halde, Bizans Anadolu 'sunun fethi, "Bizans di­
reniş teşkilatının içinden çürüm üş olm ası" nedeniyle, sınırlardaki
aşiretlerin, kendi kendilerine, adeta doğal bir şekilde ilerlemeleri sa­
yesinde olmuş ve merkezi idare, bu hareketi, ancak sonradan koruyarak
teşkilatlanm asına uygun davranm ıştır.17
Elde tarihi kayıtlar bulunmamasına rağmen, biz Âavi'ların H o­
rasan'dan batıya göçlerini, bu ilk fetihler dönem inde göstermek is­
tiyoruz. Nitekim, aynı düşüncenin Selçuklu hanedanının mensup bu­
lunduğu K ınık aşireti hakkında da geçerli olduğu düşüncesindeyiz. İran
toponimisi'nde hemen hiçbir izleri bulunmayan K ın ık ’lara, sonradan,
yalnız Anadolu daki aşiretler arasında ve Anadolu yer adları içinde rast­
lanması ve tarihi kaynaklarda onlardan hiç söz edilmemesi, bu hususta
çok kuvvetli bir kanıttır. Gerçekten, Selçuklular hakkındaki bütün tarihi
kaynaklar, kabile rivayetleri ve nihayet eski K ınık tam gasm ın bu
hükümdarlar tarafından Tuğra olarak kullanıldığı hakkındaki tarihi

17 Tuğrul ve A lp A rslan zam anlarınd a Selçukluların B izans İm p arato rlu ğ u n a karşı iz ­


ledikleri siyaset, bunu pek açık o larak gösterm ekte olduğu gibi, M elikşâh devrinde
dahi, B izans toprakları üzerinde -B ü y ü k Sultan'a karşı kuvvetli isyan hareketlerinde
b u lu n a b ile ce k - b ağım sız veya yan b ağ ım sız T ü rk devletlerinin kurulm ası, Selçuklu
D ivanı tarafın d an ho ş g örülm üyordu. B u h ü küm darın, am cazadesi Süleym an'ın bu
konudaki girişim lerinden m em nun olm adığı pek doğal olduğu gibi, İm parator A lexsis
K om nène ile yapm ak istediği ittifakın şartları h a k kın da A nne K om nène tarafından
yapılan açık lam a da b u n u açıkça gösterm ektedir (C. C ahen, La C am pagne de* M ant-
- zikerı d'après les sources m usulm anes, B yzantion. 1934, c,9, s.641; P. W ittek, D eux
chapitres de l'histoire d es Turcs de Roum, B yzantion, 1936, c. 11, s.294).

66
kayıtlarla paralar üzerinde bu izlerin varlığını gösteren nümizmatik
kanıtlar, bu sülalenin K ııuk kabilesine mensup olduğunu kesin olarak
gösterdiği halde, tarihi kaynaklarda bunların göçü ve yerleşme sahaları
hakkında hiçbir kayda rastlanılamanıaktadır. 11. ve 19. yüzyıllar
zarfında İran'daki Türk aşiretleri ve yer adları arasında bu isme hiç rast­
lanmayarak, yalnız Anadolu aşiretleri ve yer adlarında K ım k adına rast­
lanılması, bunlarla K a y ıl ar arasındaki alın yazısı benzerliğini açıkça
gösteriyor.18 Bayat, Salur, Yazır, A vşar (A fşar), B aym dur ve daha diğer
birtakım Oğuz aşiretlerinin İran ve M ezopotamya sahalarında
yüzyıllarca yaşadıklarını, bazılarının kuvvetli züm reler halinde büyük
askeri ve siyasi roller oynadıklarını, hatta yeni devletler kuran sülaleler
yetiştirdiklerini biliyoruz.19 Bunlardan ayrılan ve yine aynı isimleri
taşıyan diğer bazı züm relerin de Anadolu'da önem li roller oynadıklarını,
son zam anlara kadar küçük aşiretler halinde yaşadıklarını, ayrıca birçok
yer adında isimlerini bıraktıklarını görüyoruz.20 Halbuki bu andığımız
kabileler, M ahmûd Kaşgari'nin 11. yüzyılda Kınık'lar ve K a yılarla be­
raber saydığı Oğuz kabilelerindendir. A caba bunların -k ısm en A n a ­
dolu'ya da göç etmiş olm akla beraber- diğer doğu sahalarında bu kadar
önem li roller oynam alarının ve kabile şeklini yüzyıllarca korumalarının
nedeni nedir? Bunlara karşın, K ınık ve K a y ıl arın pek sönük bir tarihi
varlık göstermeleri ve sadece Anadolu'daki yer adlarında isimlerini
bırakarak çabucak ortadan kaybolmaları nasıl açıklanabilir?

18 Bu k o n u d a T ü rk iy e İç işle ri B a k a n lığ f m n ç ık a rd ığ ı K ö y A d la rı adlı cild e ve m e r­


h u m A hm et R efik'in A n a d o lu 'd a Tiirk A şiretleri (İstan b u l, 1930) adlı b e lg e ler m ec­
m u a sın a bakınız.
19 S algu rlar, K ara-K o yu nlu ve A k -K oyunlu dev letleri, İran 'd a A v şa r ve K açar
sü lalele rin in kurdukları d ev letler, g e n ellikle bilin d iğ i gib i, hep trilıal kökenden
g e le n siy asi o lu şu m lard ır. Y ine O ğuz b o y la rın d a n Y a tırla r ın k u rdukları siyasi
o lu şu m h ak k ın da, B arth o ld , Türkm en tarihi hakk ınd ak i risalesin d e ilk defa olarak
to p lu c a bilgi verm iştir. S afevilere ait tarihi k a y n ak lard a, İran dahilindeki büyük
O ğ u z aşiretlerinin ask eri faaliyetleri ve rolleri h a k k ın d a e traflı bilgiye rastlanabilir.
B ir ö ın e k o larak /iv y a/ la r h a k k ın d a İslam A n siklop ed i.si'nd eki m ak alem ize bakınız,
2 0 B kz. K ö y A dları, A n a d o lu 'd a T ürk A şiretleri, O ğu z E tn o lojisine A it Tarihi N otlar,
“ A v ş a r” m akalesi. B u n la rd a n b aşka, çeşitli y ü z y ılla rd a A na dolu'da az v ey a çok
ö n e m li ro lle r o y n am ış l \ a 1ar, O /M iı'ler gibi b irtak ım O ğ u z aşiretlerin e d a h a ra st­
la n d ığ ı gibi, İran 'da da bazı O ğuz şub elerinin b u n a b e n z e r d ah a birçok h areketine,
12. y ü z y ıld a n b a şla y a ra k 19. y ü z y ıla k a d ar d a im a ra stla n m ak ta d ır.

67
Biz bu olayı, biraz önce de kısaca söylediğimiz gibi, bunların toplu
bir şekilde ilk Selçuklu reislerinin yönetiminde bulunmalarına ve daha
ilk fetih devirlerinde yine toplu bir halde Anadolu sınırlarına sevk edil­
miş olm alarına dayandırıyoruz. Bugün Göklen ve A li ili Türkmenleri
arasındaki K ayıl ara gelince, bunların ya o devirde herhangi bir nedenle
Horasan'da kalmış, y a da daha kuvvetli bir ihtimalle, Şeyhim yukarı­
larından daha sonra inerek Horasan'a gelmiş bir parça olduğu tahmin
olunabilir. Anadolu'ya gelen asıl yoğun Kayı ve Kınık zümreleriyse,
kısmen buradaki savaşlarda büyük kayıplar vererek, kısmen de şehir ve
kasaba halkı arasına karışarak, eski yoğunluklarını kaybetmiş ola­
bilirler. Y ukarıda adlarını saydığımız diğer Oğuz kabilelerine gelince,
bunların daha sonradan belki parça parça ve değişik zamanlarda H o­
rasan'a geldikleri, İran'ın çeşitli sahalarına yerleşerek çoğaldıkları, A na­
dolu'ya da yine değişik zamanlarda küçük zümreler halinde geldikleri,
büyük zarara uğramadıkları ve belki de daha 11. yüzyılda nicelik
bakım ından K ınık ve A y 'la r d a n çok üstün oldukları tahmin olunabilir.
Y aptığım ız karşılaştırm adan çıkarılabilecek sonuçlar, şimdilik bu tah­
minlerden ibaret bulunuyor. Fakat bu tahminlerin bile, K a y ıların göçleri
ve yerleşmeleri meselesini, eskisine oranla, yepyeni bir ışık altında
aydın-lattığını söylemek, herhalde abartılı olm az sanırım.
B üyük Selçuklular devrine ait tarihi kaynaklarda, çok defa yalnız
Oğuz ya da Türkmen adıyla anılan etnik gruplar, acaba Oğuzların hangi
kabilesine veya kabilelerine mensuptular? 11. yüzyılda ve 12. yüzyıl
başlarında Arran, Anadolu, Mezopotamya, Kuzey Suriye sahalarına olan
Oğuz göçlerinden sonra, H orasan'da bulunduğunu gördüğümüz kuvvetli
Oğuz zümreleri arasında, acaba K a y ıl ar da bulunuyor muydu? Buna
cevap vermek, eldeki belgelere» göre imkânsızdır. Yalnız, Sultan San-
car'a isyan eden Oğuz kütlesinin, 22 veya 24 kabilenin Sağ ve Sol olarak
yarı yarıya ayrılmış bulunduğu iki büyük züm reye, yani Boz-Ok ve Üç-
Ok züm relerine ayrılm ış olduğu ve her iki zümrenin ayrı reisler
yönetiminde bulunduğu, tarihi belgelerden anlaşılıyor. 12. yüzyılda Kar-
luk'laıın baskısı karşısında MaveraUnnehir'den Belh civarına gelmek
zorunda kalan bu zümreler, bu isimler altında toplanmış olan bütün ka­
bilelere m ensup gruplan mı içine alıyordu? Bu konuda da açık bir şey

68
söylemeye imkân yoktur 21 Ancak, bu ihtimalin pek geçerli olmadığını
ve bunların, daha sonraki yüzyıllarda dahi H orasan'daki olaylara
katılmış birtakım O ğuz kabilelerine mensup olup, içlerinde Kayı ve
K ınık gibi İran'da izleri hızla kaybolm uş aşiretlerin kalıntıları olm adığı
söylenebilir. 12. yüzyılın ikinci yarısında, zaman zaman G orlular ve Ha-
rezm şahlarla ilişkilerde bulunm uş olan bu Horasan Oğuzları'ndan
başka, bugünkü Türkmenistan sınırı içinde Yazır O ğuzları'nın y aşad ık ­
larını,22 M averaüımehir'de ve Şeyhim civarlarında birtakım Oğuz T ürk­
menlerinin, Moğol istilası sıralarında da bulunduğunu görüyoruz 23 Bu
istilanın Horasan 'da birçok şehir ve köy halkını ortadan kaldırm asına
rağmen, göçebe Türkmenler'in burada yaşam akta devam ettikleri, hatta
13. yüzyıl sonlarında, İlhanlı hâkimiyeti altında, büyük şehir ve ka­
sabalarda ve köylerde, yerleşm iş birtakım Tiirkmenler’e rastlandığı ve
bunlar arasında İslam kültürünün ortaya çıkarak Türk diliyle mükemmel
şiirler yazan şairler de yetiştiği bilinm ektedir.24 14. yüzyılda Ho-
21 İbn al-Asir. c. 11, s. 116. "M . 1156"da H arezm şah lar D iv am 'nd an çıkm ış ö n em li bir
belgede de bun lard an söz edilm ekte ve bunlara k arşı iyi davran ıld ığı söylenm ektedir.
B ununla b erab er bu Ü c-O hlu ve B oz-O hlu isim lerine, G azza’d an D iyarbekir'e k ad ar
y ayılm ış olan T ürkm en kabilelerinden söz eden 15. yü zy ıl y azarı H alîl al-Z âhirî'nin
eserinde rastlandığı gibi (Z ubd a t K â ş f al-M am âlik, Paul R avaisse yayını, Paris, 1894,
s. 105), yin e bu etnik k ö k enden gelen B o z-O k coğrafi adı d a A n adolu'da y üzyıllarca
d evam etm iştir. O rtad a bu k ad ar kesin v e açık tarihi deliller d u ru p dururken. W . B ang
ve G .R . R ah m etin in bu ism i Buz.uk tarzında o k u m ak istem eleri ve ayrıca "böyle bir
ism e b a şk a h iç b ir y erd e rastlan m ad ığ ım " söy lem eleri, çok şaşıla c ak b ir şey d ir (D ie
Legenden von O ghuz Q aghan, Sitzungsbe. b. Preussi. A kad. d. W issenschaften, Phil-
H isto. Klasse, 1932, 25; T ü rk çe çevirisi, O ğuz K ağan D estanı, İstanbul, 1936). Tarihçi
R eşid ed d în 'in bu Boz.-Ok ism ini "bozulm uş" an lam ın d a açık lam ası, g a lib a bunları
şaşırtm ış o lacaktır. H albuki, y u k a rıd a y ap tığ ım ız açık lam a la r, R eşîd e d d în 'in b u k o ­
nuda, çok defa yap tığ ı gibi, b ir halk iştik ak çılığ ı y a p tığ ını gö sterm iştir sanırım .
22 12. yüzyılın ikinci y a rısın d a ve 13. y ü zy ıld a H arezm şah larla sıkı ilişkilerde b ulunan
ve adeta y arıba ğım sız b ir siya si h eyet şeklinde y aşay an b u kalab alık v e k u v vetli O ğuz
k abilesi hakkında, tarih i k ay naklard a etraflıca bilgi vardır. B unlar hakkında
h azırladığım ız etn o lo jik v e tarihi b ir m onografiyi ayrıca y ay ım lay acağ ım ız için,
şim dilik fazla b ir şey söy lem ey e g e re k görm üyoruz. U zun m ü d d et belirli b ir sahada
k uvvetle yerleşen kalab alık b ir kabile heyetinin ne k a d ar önem li siyasi ve askeri roller
o ynadığı o rad a görülecektir.
23 W , B arthold, Turkestan, s.439.
2 4 T arihi k a y n ak lard a b u n la ra ait birço k önem li k a y d a rastlanır. 1 3 ..yüzyılın so n ların d a
K o n ya S aray ı'n d a ço k ö n em li b ir m evki k azanan Ş a ir H w âce D ehhânî, H o ra s a n ’dan
g elm iş ve g a lib a o ld u k ç a uzun bir ik am etten son ra, te k ra r H o ra sa n 'a d ö n m e k için
h ü k ü m d arın d an izin istem işti. D aha M oğol istila sın d a n ö nce b ir kısım T ü rk m e n lerin

69
rasan’da, göçebelikten yerleşik hayata geçen bu Türkm en unsurlarının
yanında, Belh, M e n \ Mâhân, Serahs, Bâdgîs civarlarındaki otlaklarda
yaşayan oldukça kuvvetli, göçebe Oğuz kabilelerinin de varlığını,25
M enAin M oğollar tarafından tahribinden sonra o havalinin merkezi
hükmüne giren M âhân'da Sarıcan adlı bir Türkm en kabilesinin
y aşad ığ ın ı26 ve yine bu yüzyılda, İran M oğollarının çöküşünün
ardından, bugünkü Kuzey A fganistan ve İran H orasanı sahalarında
C ungurbânî devletini kuran bu isim deki kabileyle b ir müddet Buhara
civarında d a bulunm uş olan A rgun kabilesinin d e27 yine Türkm en-
lerden olduğunu söyleyebiliriz.
15. yüzyıla kadar Horasan Türkmenleri hakkında verdiğimiz bu kısa
bilgi, 11. yüzyıldan sonra artık buralarda kuvvetli bir kabile halinde
Kay A ara rastlanılm adığım ve dolayısıyla bunların büyükçe bir aşiret
olarak Anadolu'ya, gelmelerini 13. yüzyıla indirgemenin tarih bakı­
mından mümkün olm adığını anlatm ak içindir. Esasen, M oğolların Ha-
rezm şahlar sahasına saldırıları, Hareznı ve H orasan'daki olaylar, daha
sonra Sultan Celâleddîn'in bunlarla mücadeleleri, Nasavî, Cuvvaynî,
Ciizcânî ve daha diğer güvenilir kaynaklar tarafından geniş bir biçimde
anlatıldığı gibi, Celâleddîn'in ölüm ünden sonra Anadolu'ya gelerek
Selçuklu devletinin hizmetine giren birtakım büyük Türk kabile veya
zümrelerinin hareketleri hakkında da, geniş bilgiye sahip bulunuyoruz.
Bütün bu kaynakların hiçbirinde K a y ıl arın göçü m asalını doğrulayacak,
tarih ve kronoloji bakımından bu iddiayı savunmaya yarayacak hiçbir
g ö çeb elik ten çık a ra k k ö y le r k u rd u k ta n , bazı k a sa b a ve şeh irle rd e y erleştik leri ve
b u n la r a rasın da, hiç o lm a z sa 12. y ü z y ılın so n y arısın d a, İran e d eb iy atı etkisi altında,
kla sik T ürk şiirin in o rta y a ç ık tığ ı, k u v v etle sö y len e b ilir: Y a z ır la r (M ahm ûd
K aşg ari'd e g ö rd ü ğ ü m ü z esk i ş ek liy le Y azgır) h a k k m d a k i o ld u k ç a g eniş ve açık b il­
g im iz, b ö y le b ir çık a rım d a b u lu n m a m ız a ta m a m ıy la im k ân veriyor.
25 K e ıtle r sülalesi z am an ın d a B â d g îs ve H e râ t c iv a rla rın d a k u vv etli O ğ u z züm relerinin
varlığın ı b ild iğ im iz gibi (R a v za t' us-Şafû, c.4, s.2 92 ), H o ra sa n 'ın b a şk a s a ­
h a ların dak i kuv vetli T ü rk m e n z ü m releri h a k k ın d a da, ç eşitli k aynakların verdiği
o ld u k ç a g en iş b ilg iy e sahibiz.
26 W . B arthold, U luğ B e y ve Z a m an ı, T ü rk çe çevirisi, İstanbul, 1930, s. 15.
27 W . B arth o ld b u n la r h ak k ın d a, T ü rk m e n tarih ine d a ir k ü ç ü k m ak alesin d e b ira z bilgi
v e rm iştir. C u n g u rb ân îler h a k k ın d a h a zırla d ığ ım ız ö z el b ir a ra ştırm a d a, b u n la rın s i­
yasi ve ask eri faaliy etlerin d en b aşk a, 14. y ü z y ıld a H o rasan ve M averaünnehir'deki
b irtak ım T ü rk k ab ileleri - v e o a ra d a, y u k a rıd a ad la rı geçen S a n c a rîl e r ve
A rg u n l a r - h a k k ın d a d a ge n işç e bilg i ve rilm iş ve b u ra la rın y a ln ız siyasi değil, e tn ik
du ru m u d a o ld u k ç a a y d ın la tılm ıştır.

70
şey yoktur. 11. ve 13. yüzyıllarda -kelim enin o zamanki geniş anla­
mıyla, Kuzey Afganistan'ı da içine alan - Horasan, her bakımdan, bir
O ğuz vatanı olmuştu; bu saha ile Anadolu arasında, genellikle sanıldı­
ğından çok kuvvetli olan ve İlhanlılar devrindeyse -ay n ı siyasi
hâkim iyet altında birleşm ek dolayısıyla- büsbütün kuvvetlenen maddi
ve manevi bağlar, Anadolu Türkleri arasında bu geleneği bugüne kadar
yaşatm ış ve Anadolu’daki bütün kabilelerin, bütün büyük sofilerin hep
Horasan'dan geldiği rivayetlerini doğurmuştur.28 Büyük Selçuklular
devrinin ilk göç geleneklerini ve ayrıca A nadolu Selçuklularının atası
Süleyman'ın hatırasını açıkça saklayan bu Kayı göçü rivayetleri, en basit
bir dilbilimsel ve tarihi eleştiriye tabi tutulunca, bu sonuç kendiliğinden
m eydana çıkıyor. Kayılasın, "Celâleddîn'in ölümünden sonra A n a ­
dolu'ya gelen Harezmliler arasında bulunmaları" ihtimaline gelince; bun­
ların Anadolu, Suriye ve Filistin sahalarındaki sonraki hareketleri, tarihi
kaynaklar sayesinde bütünüyle bilindiğinden, ne tarihi belgelerin ne de
toponim i incelemelerinin doğrulam adığı böyle bir varsayımın sa­
vunulm asına olanak kalm am aktadır.29
Y ukarıda da söylediğim iz gibi, bugün hâlâ G öklen ve A li ili
Türkm en kabileleri arasında yaşayan ve kendilerinin O sm anlIlarla ak­
raba oldukları hatırasını saklayan Kay (G ay) oym aklarıyla30 bugün

28 B ugün b ile A n a d o lu 'd aki b irtak ım göçebe T ü rk m e n k ab ileleri, d edelerinin H o ­


rasan'dım geldiği g e len eğ in i ko ru rlar. A n a d o lu 'n u n ç eşitli y e rle rin d e H ora sa n lı
ad ın ı ta şıy an bazı k ö y le rin v a rlığ ı d a b u n a b ir k a n ıttır. H acı B ek taş V eli (bu k o ­
n u d a bkz. İslam A n sik lo p e d isi'n d e k i m ak alem iz) b a şta o lm ak ü zere, A nadolu ve R u­
m eli'de tekkeleri ve m ezarları b u lu n a n b irç o k sofin in H o ra sa n 'dan geldiği
hak k ın d aki riv ay etlerin esk iliğ i, o n la ra ait m e n a k ıb kitap ların d an ve E v liy a
Ç eleb i'n in h em en h e r s ay fasın d a ra stla n an ifa d e le rin d e n p e k iyi a nlaşılıyor.
2 9 A n ad o lu 'n u n çeşitli sah a la rın d a H orzom , H o rzo m lu gib i isim le r ta şıy an b irta k ım
k ö y le r v ard ır ki, bu nlar, 13. y ü z y ıld a A n a d o lu 'y a gelen H arezm li T ü rk a şiretlerinin
son izleridir. A n ad o lu 'd a b u ism i taşıy an bazı o y m a k la ra d a h âlâ rastlanır. B undan
b aşka, bu a şiretler a ra s ın d a b ir k ısım O ğ u z lar b u lu n sa bile, b u n la rın çok az old u ğ u
ve çoğ un lu ğ u n u n d iğ e r b irtak ım T ü rk kab ilelerin e m en su p b u lun d u ğ u k e sin gibidir.
13. y ü zy ıl b a şla rın d a, H a re zm şa h la rın o rd u la rın d a k i ç eşitli T ü rk k a b ile leri
h a k k ınd a elim izde m ev cu t bilg i d e b u n u ta m a m ıy la d oğ ru lam ak tad ır.
30 A m u-D arya'da A li ili a ta sın d a b ulunan G ay= K ay o y m a ğ ıy la (O bzor-Sakaspijskoj Ob-
lasti 1890 yılı, Petersburg, 1892, tablo 2), A trek'te G ök len kabilesi arasında bulunan
G i/)'=Â av1ar (Z apiski K a vka zska g o otdelenja Russ. G eografi. O bşçestva, c . l l , s. 10-
11), herhalde, O ğuz K u y ı=K ııyıg 1arıııın b ir k a lın tısıd ır (bu so n u n cu la r h a k k ın d a bkz.
R abino, M âzandarân a n d A starâbâd, G M N S , 1928, c.7, s. 101; ayrıca bkz. V am bery

71
Kuzey A zerbaycan'daki K ayı isim li birkaç kalıntıyı bir tarafa
bırakacak olursak,31 K a y ıl arın son izlerini özellikle Anadolu'da, az
çok dağınık bir halde buluyoruz; bu durum , bu kabilenin göçü ve
yekleşmesi hakkında yukarıdan beri savunduğum uz fikirlerin en kuv­
vetli bir kanıtını oluşturuyor. T ürkiye İçişleri B ak an lığ ı’nın
yayım lam ış olduğu K öylerim iz adlı eserde de, doğuda, Erzincan'da
R efahiye'den başlayarak, batıda T ekirdağ'a kadar "Erzincan, Çankırı,
A nkara, Eskişehir, Isparta, B urdur, N iğde, A fyon, Kütahya, Sivas,
Çorum , Zonguldak, G iresun, D enizli, Konya, B olu, K astam onu, T e­
kirdağ" illerinde 27 Kayı köyüne rastlanıyor.32 B ununla beraber bu
listenin tam olm adığı ve bugünkü T ürkiye sınırları içinde -b ira z önce
saydıklarım ıza ek o la ra k - M uğla, A ydın, Ö dem iş, Fethiye, D üzce,
M ihalıç, O rhaneli sahalarındakiler de dahil olm ak üzere, tam 58 K ayı
adının m evcut bulunduğu, bu konuda haritalar üzerinde yapılm ış bazı
araştırm alar sonucunda m eydana çık m ıştır.33 Bu ism i taşıyan
köylere Anadolu'da daha 14. ve 15. yüzyıllarda bile rastlandığı
hakkında yukarıda verilen bilgi, bütün bu isim lerin, hatta daha önceki
yüzyıllardan kalm ış olduğunu gösterebilir. K endilerine m ensup olan
A rtuk-oğulları devleti sahasında, yani D oğu A nadolu'da kalm ayarak,
daha çok b atıya ve kısm en güneye ilerlem iş olan Kayı züm relerinin,
ve A ristov). B u T ü rk m enler arasınd a, kendilerinin O sm anlIlarla akraba oldukları
hak k ın d ak i riv ay et d a im a dev am etm iştir: M eşh u r İn g iliz seyyahı B um es, Salu r k a­
bilesinden - b u gibi rivayetleri b ile n - birinin, kendisine ''O sm anlı devletini S a lurlar'ın
kurduğunu" söylediğini y azar (T ra vels inlo Bukhara, c.2, s.214, 282); V am béry de,
T ürkm enlerin, kendisine "O sm anlIlarla kardeşliklerinden" b ahsettiğini kaydeder (A.
S am oiloviç, M e rv H atıraları, R usça, Jiv ay a Starına, 1909, 4). Y alnız Salurlara v eya
K aylara değil, genellikle Türkrrienlere ait olan bu gelenek, o n lar arasında eskiden beri
m evcut o ld u ğ u n u b ild iğ im iz y azılı O ğ u z so y ağ açlan n ın v e o n lara dayanan a ğ ız ri­
vayetlerinin canlılığını g ö sterm ek ted ir (bkz. y u k arıd a 9. dipnot). Y oksa, İngiliz sey ­
yah ının ifadesini, "O sm anlIların S a lu rla r1a m ensup olduğu" tarzında yorum lam ak
y an lış o lur. N itek im , G ö k le n îe t de kendilerinin K ayı-H an soyundan geldiklerini
söylerler. Y ukarıda adı g e çe n Şecere-i Terâkim e'ds K ay= K ay'ı b oyuna m ensup bir
C aruk oym ağın d an sö z ed ilm ek ted ir ki (A . S am oiloviç, Un m anuscrit de l'A rbre
g énéalogique d e s Turkoınans p a r A bul-I-G asi-K han, C om ptes-R endus de l’A cad. d.
Sciences d e l'U R SS , 1927, N . 2, s.39-42), bunu n d ah a M ahm ûd K aşgari’de adı geçen
C aruk adlı b ir k abilenin b ir k ışını oldu ğ u kuvvetle sö y len eb ilir (bkz. İlk M utasavvıflar,
indeks).
31 M eh m ed H asan B ah arlu , A ze rb a y c a n . B akû, 1921, s.71.
32 K öylerim iz. İstanbul, 1933.
33 A vni A li C an d ar, K a yı U lusu, H â k im iye t-i M illiye g azetesi, 27 K ânunuevvel, 1933.

72
göçebelikten çıkıp köyler kurmaları, herhalde daha sonraki zam anlarda
ve belirli aşam alarla olm uş ve bu sahalardaki Türk fetihlerine paralel
gitm iştir ki, bunun son aşam asını, şim dilik bildiğim ize göre, T e­
kirdağ'daki Kayı köyünde görmekteyiz. G elecekte Balkan toponim isi
hakkında yapılacak esaslı araştırm alar, belki bu göçün daha batı ve
kuzey sahalardaki bazı izlerini de meydana çıkaracaktır.

73
D O K U Z U N C U BÖ LÜ M

P. W ITTEK'İN, "O SM A NLILARIN K A YI'LA RDA N O LM A DIĞ I”


TEO R İSİ V E B U TEO R İN İN ELEŞTİRİSİ

M akelem izin yukarıdaki kısım larında, O sm anlı resm i tarih ya­


zarları tarafından ortaya atılarak 19. ve 20. yüzyıllarda bütün D oğu ve
Batı tarihçileri tarafından genellikle kabul edilen ve fakat son yıllarda
tarafım ızdan ileri sürülen kuvvetli eleştirilerden sonra, yetkili bilim
adam larınca, "bir m asaldan ibaret olduğu" kesin o larak anlaşılan, "13.
yüzyılda K ayı'larm H orasan'dan A nadolu'ya göçleri" teorisinin, Z.V.
Togan tarafından tekrar canlandırılm ak istendiği, fakat bunun hiçbir
ciddi kanıta dayanm adığını uzun uzun gösterdik. Şimdi de, m a­
kalem izi tam am lam ak için, O sm anlı tarihçilerinin adeta resmi bir ni­
teliğe bürünm üş olan bu geleneksel teorisiyle taban tabana zıt diğer
bir teoriyi, yani Dr. Paul W ittek'in şu son yıllarda hararetle sa­
vunduğu "Osmanlı sülalesinin K ayı'lardatı olm adcğı" teorisini tahlil
etm ek ve eleştirm ek istiyoruz.
O sm anlı devletinin ilk kuruluş safhalarına ait ve tarihi olm aktan
çok m enkıbevi niteliğe sahip rivayetlere, m asallara, uydurm a soy bil­
gilerine ve bunlar arasında 13. yüzyıldaki Kayı g öçü hikâyesine pek
hâklı olarak inanm ayan bu kıym etli tarihçi, O sm anlı sülalesinin Kayı
boyuna m ensup olduğunu d a kabul etm em ektedir. O sm an G azi'nin so­
yunu -b az en Kayı H an v asıta sıy la - Oğuz Han'a kadar çıkaran çeşitli
soykütüklerinin incelem e ve karşılaştırılm ası sonucunda, "bunların
tam am ıyla uydurm a olduğu" sonucuna varan P. W ittek'e göre, O s­
m an lIların Kayı 1ardan olduğu iddiası, ilk kez M urad II. devrinde
başlayan bir nevi rom antik akım ın etkisiyle, 15. yüzyıl O sm anlı
tarihçileri tarafından uydurulm uş ve bu sonradan olm a gelenek, Os-

74
inanlı sarayında korunarak, bu hükümdarın bazı paralarına Kayı dam ­
gası vurulmuş, hatta bazı silahların üzerine de aynı dam ga konulmuştur.
Fatih devrinde bu Oğuz geleneği o kadar moda olmuştu ki, onun to­
runlarına Oğuz isimleri konmuş, hatta Sultan Cem, M ekke’de rastladığı
Hasan b. M ahmud Bayati adlı bir yazara, Oğuz geleneklerini içeren
Câm-t Cem Âyin adlı küçük bir eser yazdırm ıştı.1 İşte bütün bu
görüşleri yürüten aziz arkadaşım , benim, O sm an'ın soyağacı ve 13.
yüzyıldaki göç masalı gibi rivayetleri, pek haklı olarak, kökünden yıkıp
temizlediğim halde, devleti oluşturan ilk çekirdek olarak bir Kayı ka­
bilesini kabul etmemi, hayretle karşılamaktadır.2 OsmanlIların soy-
ağaçlarındaki zıtlıkları göz önüne alan ve en eski Osmanlı vakayinamesi
saydığı Iskendem am e'nin OsmanlIlara ait bölümünde bu Kayı ge­
leneğine hiç yer verilmemesine büyük bir önem veren P. Wittek, bu dev­
letin, herhangi bir kabile teşekkülü tarafından değil, doğrudan doğruya
"sınırlardaki Gaziler tarafından kurulduğunu" söylemekte ve işte bu te­
orisini savunmak için ayrıca uzun anlatımlara girişmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun kökenleri hakkındaki incelemelerimin
sonuçlarını, çok kısa fakat toplu ve açık bir şekilde gösteren kitabımda,
bu sınır Gazileri nden ve onların bu husustaki önem li rollerinden de bah­
settiğim için, şimdilik, ilgililerin oraya başvurularını tavsiye etmekle ye­
tineceğim. Bu önemli meselenin, yalnız Osmanlılar devrindeki değil,
bütün ortaçağ boyunca tüm İslam -Türk memleketlerindeki
görünümlerini bütün sebep ve sonuçlarıyla gösterecek ve bununla sıkı
sıkıya bağlı diğer birçok meseleyi de aydınlatabilecek geniş bir in­
celem em i yakında çıkarm ak üm idinde olduğum için, şimdilik bu ko-

1 P. W ittek, D e u x cha p itres d e l'h istoire d e s Turcs de R o um , B yzantion, 1936, c . l l ,


s.3 0 3 -3 0 4 ; y in e on u n , D e la d é fa ite d'A n ka ra à la p r ise d e C o n slantinople, R evue des
étu d es islam iqu es, 1938, n .l , c .l , s.28 (T ü rk çe çev irisi, B elleten, n.27, c.7, s.557-
5 79); yine onun, The R ise o f the^O ttom an Em pire, R .A .S , M o n ographs, L ondra, 1938,
c.2 3 , s . 10-11.
2 P. W ittek, b e n im K ayı k ö k e n i fikrine ta ra fta r o lm am ın " u y d u rm a s o y a ğ a ç lu n n a in a n ­
m ak tan değ il, fakat sadece, to p o n im i incelem elerin in so n u çla rın a d e ğ er v erm e k te n ”
ileri g e ld iğ in i d ü şü n m em iştir. B un d an b aşk a, h erh an g i b ir y a n lış a n la m ay a m eydan
v erm em ek için , bu k ö k e n m e se le sin in , "O sm anlı d e v le tin in k u ru lu şu ve siyasi
g e lişim i ü zerin d e h iç b ir e tk isi o lm a d ığ ın ı" ön e m le b e lirtm iştim . K endi yazıların d a,
"A nadolu'ya g elen O ğ u z k a b ile lerin in g a z ile r teşk ilatın a kuvvetli u n su rla r verdiğini"
kabu l e d en P.W ., O sm an 'ın h erh an g i b ir k ü çü k o y m ağ ın reisi o lduğunu d a mı kabul
e tm iy o r? Bu n o k ta o n u n y a zıla rın d a a çık o la ra k tesp it ed ilm iş değildir.

75
nuda hiçbir eleştiriye girişecek değilim; yalnız, Osnıanlı devletinin ku ­
ruluşu gibi çok karışık bir olayı, benim, her türlü etkene layık olduğu
önem i vererek açıklam aya çalışm am a karşılık, arkadaşım ın tek cepheli
bir açıklam ayla yetinmesinin doğru olmadığını ve genellikle bütün bu
gibi unilateral (tek yanlı) açıklamaların, nitelikleri itibariyle çok muğlak
olan tarihi gerçekleri ister istemez tahrif ettiğini tekrarlamaktan kendimi
alamayacağım. Bu küçük girişten sonra, şimdi, doğrudan doğruya P.
W ittek'in bana yönelttiği eleştirinin tahliline, yani Osmanlıları K a y ıl ara
mensup kabul etmemdeki birtakım nedenlerin açıklamasına geçebilirim.
Yalnız, bundan daha önce, şunu da özellikle belirtmeliyim ki, beni
bu sonuca götüren düşünceler, sonradan uydurulm uş jenealojilere
inanmak gibi basit ve ilkel bir düşünce değildir; OsmanlIların ilk d e­
virleri hakkındaki bir yığın menkıbevi rivayete asla tarihi bir nitelik
yiiklenemeyeceğini, o zam ana kadar genellikle hâkim olan ortak
görüşlere rağm en, ilk defa ileri süren bir adamın, böyle bir düşünceye
kapılam ayacağı pek doğaldır. N itekim ben de, bir zamanlar P. W ittek'in
yukarıda özetlediğim düşüncelerinden farksız düşüncelere dayanarak
"O sm anlı sultanlarının K a y ıl ardan olmadığı ve bunun sonraki yazarlar
tarafından özel bir m aksatla uydurulduğu" görüşündeydim ve daha
1925 yılında bu fikrim i k ısaca ortaya atm ıştım .3 Şimdi burada, 1934'te
Paris Ü niversitesi'nde verdiğim konferanslarda bu fikirden vazgeç­
m em in nedenlerini geniş bir biçim de açıklarken, sevgili arkadaşım ın
eleştirilerine de cevap verm iş olacağım. Gerçi o konferansları içine
alan küçük kitabım da, bu fikrin dayandığı kanıtlardan da çok kısa bir
şekilde söz edilm işti; fakat bu zorunlu kısaltılış, bu meseleyi galiba
biraz belirsiz ve şüpheli bırakm ış olacak ki, P. W ittek’i ikna ede­
mem iştir. Şimdi ileri süreceğim kanıtların ve görüşlerin, değerli ar­
kadaşım ı belki inandırabileceğini tahm in ediyorum .
D aha Şair A hm edî'den başlayarak O sm anlılar hakkında yazılm ış
olan birtakım vakayinameler, bunların sadece Oğuz lardan olduğunu
söylerler. İskendem anıe'de, anonim Târîh-i âl-i Osman ların
birçoğunda, Behcet'üt Tevârih'te, A şıkpaşazâde tarihi'nde Oruç Bey
3 ’’T a rih ve etn o lo ji sah asın d a K a yı la rın ö n e m in in he m e n biricik nedeni, O sm an lı
İm p arato rluğ u k u ru c u la rın b un lard an o lm ası, d ah a do ğrusu, sonraki ta rih ç ile r
ta ra fın d a n , s u lta n lar sü lalesin in , b ir m aksad-ı m ahsu sla, b u b o y a day an d ırılm ası
d o la y ısıy lad ır." Oğuz. E tıio lojisin e D a ir T a rih i N otlar, s.5.

76
T arihi’nde, hep bu rivayet mevcuttur; yani bunların O d l a r ı n hangi
boyuna mensup oldukları belirtilmez. Halbuki, M urad II. devrinde
yazılan Y azıcıoğlu A li'nin Selçukname'sinde, Edirneli R ûhî ta rih in d e,
Lutfi Paşa tarihi'nde ve nihayet İdris Bitlîsî'nin H eşt-Be/ıişt'm de, Os-
manlı hanedanının ve bunların yönetim indeki kabilenin Kayı 1ardan
olduğu belirtilir; D ede Korkut K itabim n O sm anlılar devrinde tespit
edilm iş nüshasında da, O sm anlIların K a tila rd a n olduğu, yukarıdaki
vakayinam elerde olduğu gibi, bu kabilenin şeref ve asaletine ait bazı ri­
vayetlerle birlikte ileri sürülür. Sultan Cem'in em riyle hazırlanan Sal-
tuknam e rom anındaysa, OsmanlIların O ğuzlardan olup Bayezîd Han ve
Korkut A ta soyundan geldikleri belirtilir.4 Îdrîs'in eserinden sonra, Os-
m anlı kronikçileri arasında, bu Kayı geleneği adeta resm i bir niteliğe
bürünm üş, sonraki Doğu ve Batı tarihçileri tarafından da, yukarıda
gösterdiğim iz gibi, genellikle kabul edilmiştir. Bu m eşhur rivayetlerin
dışında, OsmanlIların alelade bir gem icinin, ya da şöhretli bir korsanın
soyundan gelmiş oldukları,5 ya da OsmanlIların Cuk (Çığ) adlı zengin
4 S a ltu k n a m e h a k kın d a bkz. M . Fuad K öprülü, A n a d o lu S elçu klu la rı Tarihinin Yerli
K ayn akla rı, B elleten, n.27, s.4 3 0 -4 4 1 . B u rada v a k ay in am e le rd e n tam am ıy la farklı su ­
re tte , O sm anlIların atası o larak B ay ezîd H an v e K orkut A ta'm n g ö sterilm esi, bence
b un u ıı b ir T ü rk m en riv a y e tin e d a yand ığ ını a çık ça a nlatm aktadır. B a y e zîd ism inin
h erh ald e b ir k o p y alam a yanlışı o ld uğu n u sanıyorum : ¿¿A B ayezîd şekli jt.V B ayat
B ay ın d u r, y ah u t Y azır, h atta j.lî K ayı ş ek illerin d en b irin in b o z u lm u şu olabilir.
O ğ u z h ik ây elerinin , b ü y ü k riv ay etçisi K o rk u t'a gelince, bun u n "O sm anlIların atası"
o ld u ğ u n a dair, b a şk a h iç b ir riv a y e t yok tur. Y alnız, b irtak ım Şecere-i T elâ k im e
n ü sh ala rın d a (m esela b a sılm ış n ü sh ad a ve T u m an sk y çev irisin d e esa s olan n üshada),
bu n u n h a y d a r d a n o ld u ğ u b elirtilm ekted ir. B una göre, Sa ltu kn a m e y azarının, belki
b u n a b e n ze r y azılı b ir riv a y e tte n y ararlan d ığ ı ve O sm a n lıla n d a y ıla r d a n saydığı
m e y d a n a ç ık a b ilir ki, b u in anışın saray ç ev resin d e çok k u v v e tle yaşadığı b ir d e v ird e
y a zılan b ir e se r için, bu pek d o ğaldır; b u n a göre, B ayezîd'in K ay ı'd an b o z u lm u ş
o lm a sı gerekir. H alb u k i R eşîded d în 'in O ğ u z lara ait p arçasında, K orkut'un
B o y a rla rd a n olduğu belirtilm ektedir:

—' °'-*1 O U ly " j Ub 3 e. ¿1 y i c*—iulı Cı j i j y î ı>J S

5 Tim ur. Y ıldırım B ayezîd'e, tehdit ve hakaret m aksadıyla gönderdiği b ir m ektupta, onun
"gem ici b ir Türkm en neslinden geldiği keyfiyetinin kendisince bilindiğini ve bütün
M ısır, Suriye, A nadolu halkının da bunu bildiğini” ifade ed er (Şerefeddîn A li Y ezdî, Za-
fa m a m e , Bibli. İndica, C alcutta, 1888, c.2, s.259). S ırf hakaret am acını güden bu ifa­
denin tarihi b ir önem i ve değeri olam ayacağı" pek doğaldır. B izanslı tarihçi C hal-
cocondilas, O sm an'ı, "1298'de donanm asıyla M ora, Eğriboz ve D oğu Y unanistan'ı tehdit
eden O ğuz Reisi Ertuğrul'un" oğlu ve "1310'daki R odos Seferi'nin kahram anı" gibi
gösterm işse de. 18. yüzyılda H ezârfen H üseyin'in de tekrarladığı bu rivayetin

77
ve kahraman bir çobanın nesli olduğu,6 ya da D âvûd adlı zengin bir ka­
bile reisinin yönetiminde Güney Rusya bozkırlarından deniz yoluyla
A nadolu'ya geldikleri ve Osman'ın onun oğlu olduğu7 tarzında bazı ri-
esassızlığını H .A . G ibbons daha yıllarca önce o rtay a koyııı\ıştu (O sm anlı
Im parutorluğu'nun K uruluşu, T ürkçe çevirisi, İstanbul, 1928, s.30-31, 238-239). M .H .
Y inanç'm D üstürnam e girişindeki haklı eleştirileri de, bu ilk O sm anlı beylerinin d e­
nizcilikleri hakkında - b ir zam anlar Lebeau ve M uralt gibi ciddi yazarların eserlerine de
girm iş o la n - m asallar üzerinde artık h içb ir tartışm aya yer k alm adığını gösterm ektedir.
6 G ibbons, aynı eser, s.239. B urada, bu rivayeti kaydeden bütün kaynaklar gösterilm iştir.
B urada C uk kelim esinin b ir kabile adı olm ası ihtim ali de düşünülem ez. J. M aıquaı1, k o ­
num lar hakkındaki eserinde böyle b ir kabilenin varlığına inanm ışsa da (s.135), bu var­
sayım ın doğruluğu m ey d an a çıksa b ile, bununla O sm an arasında uzak yakın bir ilişki
kurulm ası, im kânsızdır. O sm anlı sülalesinin "bir çobanın çocukları olduğu" rivayeti,
öyle anlaşılıyor ki, Safeviler sarayın d a yaşam ıştır. Şah İsm ail'in oğlu Sam M îrzâ,
Tuhfe-i S û m î adlı şairler tezkeresinde, Selim ve K anuni S üleym an'dan bahsederken,
O sm an'ın adını D elü O sm an diye yazar. O nun rivayetine göre, O sm an, zengin koyun
sürülerine sahipti ve sofra kurup fakirleri doyururdu. A m acını soranlara "saltanat
hazırlığı yaptığını" söylerdi. B unu duyan Padişah, eğ lenm ek am acıyla, onu huzuruna
çağırttı ve bunun aslı olup olm adığını sordu. O sm an, am acını hiç saklam ayarak,
"yanm a yeterli bir kuvvet toplarsa, sınırdaki düşm an m em leketlerini Padişah'm ülkesine
katacağını" söyledi. P adişah bu fikri uygun buldu ve zindandan çıkarttığı 200 kişiyi
onun em rine verdi. Bu sırada sınırdaki kâfir vilayetinin h âkim i, iyi bir tesadüf eseri o la­
rak, vilayetinin başka b ir ucuna gitm işti. Bunu fırsat bilen O sm an, orayı zapt etti ve
yavaş yavaş o vilayet kâfirlerini hükm ü altına aldı; bağım sızlık kazandı. Ö lünce, yerine
oğlu J j J- j u ' Ertuğrul geçti. Şöhreti her tarafa yayıldı. Bu sırada Padişah ölünce, oğlu -
olm ad ığ ı ve padişahlığa layık başka kim se bulunm adığı için, em irler, söz birliğiyle,
onu padişah yaptılar (özel kütüphanem izdeki 989 tarihli yazm adan; bu eserin V alıîd
D astgardî tarafından 1314 hicri-şem side b ir tek fena y azm a nüshaya göre T ahran'da
yapılan yayım ında, bu bilgi m evcut değildir ve D elü O sm an yerine K ara O sm an
yazılıdır). Ç ok eski çoban hüküm dar motifini içeren ve K ara O sm an'ı Ertuğrııl'un babası
olarak gösteren bu m asalın, tarihi b ir önem i olam ayacağını söylem eye gerek yoktur;
ancak, kabile geleneklerinin çok kuvvetli olduğu Safeviler sarayında, rakipleri olan O s­
m a n lIla rı "zengin sürülere sahip b ir çoban-bey'in torunları" olarak gösteren bu türlü bir
rivayetin varlığı dikkate değerdir. Bu rivayetin, esas itibariyle Safeviler devrinde Iran 'a
gelen bazı K ızılbaş T ürkm en kabileleri tarafından getirilm iş olm ası, uzak bir ihtim al
sayılam az. Tarihi gerçekliğe büsbütün yabancı olm ayan bu rivayet, şim diye kadar hiçbir
araştırm acının dikkatini çekm ediği için bunun üzerinde biraz durm ak gereğini duydum .
7 O sm anlIların kökeni ve A nadolu'ya göçü hakkında şim diye kadar her nedense uz­
m anların dikkatini çekm em iş olan bu rivayetten, kısaca bahsetm ek isterim. H abîb'üs-
S iyer gibi, 16. yüzyıldan beri D oğu'da ve 19. yüzyılda B atı'da oryantalistler arasında
büyük rağbet kazanm ış b ir eserde ıncvcut olduğu halde hiç göze çarpm ayan bu rivayeti,
yazar, "yazılı bir k aynaktan değil, R ûm m em leketinden gelen ve oraların durum unu bilen
kim selerden" öğrendiğini kaydediyor. R ivayetin özeti şudur: A nadolu Selçuklu sul-
tanlannın sonuncusu olan A lâeddîn K eykobâd zam anında, K ıpçak sahrasında yaşayan
Tiirkm enler'dcn D âvııd adlı birinin yönetim i altında bulunan 10 bin çadır halkı, herhangi
bir nedenle, Kefe yoluyla, yani denizden A nadolu'ya geçerek uygun bir yerde yerleştiler.

78
vayetlere 16. yüzyıl İslam kaynaklarında "rastlandığı gibi, O smanlı
sülalesinin Komnen hanedanına mensup, din değiştirm iş bir prensin
çocukları olduğu8 tarzında, türlü türlü m aksatlarla uydurulm uş bir-
İki sene sonra o taraflardan geçen hüküm dar, bunları görerek, kim okluklarım öğrenm ek
istedi. Z eki ve açıksözlii biı adam olan Dâvûd, Sultaıı'ın adaletini ve galiplere, yani ya­
bancılara karşı gösterdiği lü tu f ve kerem leri duyarak K ıpçak bozkırlarından b uraya g el­
diklerini ve onun sayesinde rahat rahat yaşadıklarını söyledi ve "hüküm dar kendilerine
m isafir olm ak lutfunu esirgem ezse, bu ziyaretin kendileri için büsbütün uğurlu olacağını,
kendilerinin de kulluk şartlarını yerine getirm eye çalışacaklarını" ekledi. D avud'un bu
sözlerinden hoşlanan H üküm dar, o ray a indi. Dâvııd'la kabilenin ileri gelenleri, söz birliği
ederek, usulden olduğu üzere, Sultan'a ziyafetler çektiler ve türlü türlü değerli hediyeler
verdiler (A rap atlan, iyi cins develer ve katırlar, güzel köleler, değerli kum aşlar ve birçok
para). D âvûd bu köleler arasında oğlu O sm an’ı da hükü m dar hizm etine verdi. O sm an'ın
soyluluk ve kahram anlık parlayan yüzünde onun büyük geleceğini okuyan hüküm dar,
kendisine sunulan hediyelerin hepsini O sm an'a verdi ve D âvûd'la kabilesinin, o sıralarda
Frenk kâfirlerinin elinde bulunan Bursa ve E d im e (Izııık?) sınırlarında o turm alarını ve
oraları im ar edip ziraatle m eşgul olm alarını em retti. O sm an, Sultan ın verdiklerini k a­
bilenin gençlerine dağıtarak hepsini silahlandırdı. Birkaç defa kâfir m em leketlerine
başarılı akınlar yaptı. S u lta n la barış halinde bulunan Frenk serdarları, bundan Sultan'a
şikâyet ettiler. H iddetlenen hüküm dar, O sm an'ı yanına getirm ek için bir elçi yolladı.
O sm an bu sırada avda bulunuyordu. Bu durum dan telaşa düşen D âvûd, oğluna haber
göndererek, kendisi bu işi düzeltm eden önce bu taraflara gelm em esini bildirdi. O sm an,
sırf din uğrunda yaptığı bu g a z a lardan dolayı İslam padişahının h iddetlenm esinin ne­
denini anlayam adı ve padişahın y an ına gidip m eseleyi anlatm ak niyetiyle babasının
y an ın a geldi. Bu sırada ikinci b ir elçi gelerek, hüküm darın "O sm an'ı oğlu yerinde
tuttuğunu ve iltifatlarına m azhar olm ak üzere hem en y anına gelm esini" bildiren bir em ir
getirdi. İkinci em rin gelm esinde, Sultan'ın akıllı ve dindar zevcesi etkili olm uştu.
H üküm dar, yanına' gelen O sm an’a iltifatlarda bulunarak onu evlendirdi ve m em leketine
döneceği zam an, hâzineye girerek h e r ne beğenirse alm asını em retti. O sm an, kıym etli
şeylerden hiçbirine el sürm eyerek, bazı zorunlu eşyayla bir kılıç aldı. B undan m em nun
olan ve O sm an'da b ir padişah olm ak yeteneğini gören Sultan, ona b ir sancak verdi ki,
bunun sahibi -A n ado lu'dak i ö rf ve geleneğe g ö re - 50 bin kişiye hükm ederdi. G eri dönen
O sm an, g azalarına b aşlayarak, İznik ve diğer bazı kaleleri aldı; Bursa'yı kuşattığ ı sırada,
Sultan öldü; oğlu olm adığı için bütün em irleri O sm an’ın yanm a g eldiler ve hep birden
onu sultan yaptılar (H abîb-üs-Siyer, H int basım ı, 1847, cüz 3, c.3, s.54-55.)
O sm anlı devletinin k uru lu şu nd a k abile gen çlerind en oluşan g azilerin rolünü o rtaya
koyan bu tarihi destan'da. O sm an ’ın m ensup old uğ u kabilenin G iiııey Rusya
bo zkırlarından gelm iş gösterilm esi, tarih i bir gerçek olm am ak la birlikte, b irtakım tarihi
olayların destani bir ifadesidir. Ç ün kü , 13. yüzyılda G üney Rusya lim anlarıyla A nadolu
arasın d a çok sıkı ve sürekli ilişk iler bulunduğu ve türlü türlü g ereklerle zam an zam an
bir taraftan diğer tarafa old uk ça kalabalık insan kütlelerinin gittiği bilinm ektedir.
Ö rneğin, M oğol istilası karşısında, zengin b ir ticaret m erkezi o lan Sogdak'tan birçok
halkın -g ö ç e b e değil, şeh irli ve zengin h a lk ın - bütün m enkul s e n e tle riy le A nadolu'ya
geçtiğini İbn al-A sîr 6 18 yılı olayları arasında özellikle kayd eder (ilkönce M.
D efrim e ry ve D 'O hsson bu kayd a d ikk at etm işlerdir). B ütün bunlarla beraber, O s­
m a n lIla r hakkındaki yukarıdaki rivayetin tarihi b ir niteliği olam ayacağı ortadadır.
8 G ibboııs, O sm anlı h n p a ra to ıiu ğ ıı'n u n K uruluşu, T ü rk çe çeviri, s.239.

79
takım Hıristiyan rivayetleri de yok değildir. Bütün bunlara ek olarak,
Bezm -ü-Rezm yazarının, O sm anlılar hakkında M oğol sıfatını kul­
landığını da söyleyelim .9
Biz, bütün bu rivayetler arasında, Osmanlı kronikçileri tarafından ileri
sürülen rivayeti, yani OsmanlIların O ğuzlardan olduğu rivayetini, tarihi
olaylara en uygun buluyoruz. Çeşitli Oğuz kabileleri arasından Kayı bo­
yunu "OsmanlIların atası" olarak gösteren ikinci rivayete gelince, birinci
rivayetle zıtlık oluşturmayan ve sadece onu tamam layan ve açıklık ge­
tiren bu rivayeti, kesin olarak çürütüp atabilmek için hiçbir kanıta sahip
değiliz. Benim vaktiyle düşünmüş olduğum gibi, P. W ittek de Osmanlı
hükümdarlarının kendilerini AToydara mensup göstermelerinin nedenini,
"Oğuz boyları arasında bunların en şerefli m evkiye sahip olmalarına" da­
yandırıyor. Gerçekten, O ğuzların tribal geleneklerine göre, 11.
yüzyıldan beri, kabile hiyerarşisinde bunların birinci mevkiyi işgal et­
tikleri, M ahm ûd Kaşgari'nin ve daha sonra Reşîdeddîn'in ifadelerinden
anlaşılmaktadır: M ahm ud'un listesinde bunların K ın ıklardan sonra
anılmaları, açıkça anlaşılıyor ki, bu yazarın Selçuklu hanedanına karşı
gösterdiği zorunlu bir hürmet sonucudur ve gerçekte, Oğuzlann Sağ kol
kabilelerinin başında Kayı 1ar gelmektedir. Bunlara diğer Oğuz ka­
bilelerinin üstünde bir yer veren bu eski geleneği göz önünde bulunduran
P. W ittek, "dünyanın son gününde hakanlığın K ayllara geçeceği" hak­

9 B ezm -ü-R ezm , s.382. B urada O sm an-oğlu'nun, yani O sm anlı hüküm darının cahil ve
b asit b ir M oğol olduğunu söy leyen yazarın bu ifadesinin, m ecazi bir anlam da y o ­
ru m lan m ası gerekir. H am isi olan K âzî B urhâneddîn'e yaranm ak için, hem en bütün A n a ­
d o lu b ey leri aleyhinde a ğ ır b ir dil kullanan ve ö zellikle O sm an lılara karşı düşm anlığı
a çık ça görülen İranlı yazar, bu n u n la O sm anlIların aslen M oğol olduklarını iddia etm ek
istem em iş ve sadece onların "basit v e cahil insanlar olduğunu" anlatm ak ve d ah a çok
triba l kö k enlerini o rtay a çıkarm ak arz u su n a dü şm üştür. O sırada A n adolu'da b irtakım
T ü rk m en ve M oğol aşiretlerinin yaşadığı v e b un ların b a şın d a g enellikle birtak ım ba sit
ve cahil kabile reisleri b ulu nd uğ u -başka belgeleri g ö z önüne alm asak bile-,
A starâbâdî'nin bu önem li e serind en açık ça anlaşılm aktadır. O , O sm an-oğlu'nu "ilim ve
h ikm etten yoksun, sade b ir M o ğ o l” saym akla, Sivas S u ltam 'na o ranla onu b ir aşiret
beyi d erecesine indirm ek istem iştir. İlh a n lıla n n ortadan k alkm asından sonra, M oğol ta ­
b irin in ne k adar itibardan d üştüğüne, bu d a b ir örnektir. Y azarın bu am acını nedense
anlam ayan K ilisli Kifat Bey'in, bütün nü sh alard a kesin olarak M oğol «J*» ş e k ­
linde yazılm ış v e h atta harekelenm iş olan bu kelim eyi, A rap ça "kahram an" a n lam ına
gelen m igvel tarzın d a o k u m ak istem esi, tam a m ıy la y anlış ve anlam sızdır; herhalde
A sta râ b â d lı yazarın, O sm anlı hüküm darlarını -d a h a J. M arq uart'tan yüzyıllarca ö n c e -
M o ğ o l saydığını sanm ak, o nu n bu m ecazi ifadesini anlam am ak olur.

80
kında D ede Korkut Kitabı'nın başlangıcında bulunan rivayeti bile eski
bir gelenek olarak kabul ediyor.10 Halbuki, bu fıkrayı, bu kitaptaki ri­
vayetleri Osmanlılar devrinde toplayan meçhul toplayıcının bir ilavesi
gibi kabul etmek, bence daha doğrudur. Her ne olursa olsun, P. Wittek'in
bu düşüncelerine karşı, "O sm anlIların /ta y flard an olması" teorisini şu
kanıtlarla savunabiliriz:
I) Oğuz geleneğinde, K a yıl arın birinci m evkiyi işgal ettikleri ke­
sindir. P. W ittek'in bu konuda ileri sürdüğü kanıtlara ek olarak, eski
Türkm en menkıbelerini içeren Şecere-i Terâkime'âe, bu boya mensup
birçok -tabii, m etıkıbevi- hükamdardan söz edildiğini de söyleye­
biliriz.11 Fakat, bütün bunlara rağmen, yine Oğuz geleneğimde, "hüküm­
darların, ta y fla rd a n başka birtakım boylardan da yetiştikleri"
görüşünün varlığını, Reşîdeddın'in ifadesinden anladığım ız g ib i,12 yine
Şecere-i Terâkime'deki birtakım menkıbevi Türk hanları arasında, m e­
sela Şa lu rlardan yetişenleri de görüyoruz. Eğer Osmanlı padişahları,
kendilerine devletin kuruluşundan bir yüzyıl sonra, yalandan bir
10 P. W ittek . D eu x ch a p itres de l'h isto ire d e s Turcs de R oum , n . l , s.303. O ğ u z g e ­
len eğ in e ait d iğ e r k ay n ak lard a rastlan m ay an bu ke h an e te y a ln ız b u ra d a rastlanm ası,
O sm an lı d ev rin d e te sp it e d ilm iş olan bu riv a y e tin , s ırf h a n e d a n a hoş g ö rü n m e k için
u y d u ru lm u ş o ld u ğ u n u a ç ık ç a an latm ak tad ır. B iz b u riv a y e ti so n ra d an 15. y ü z y ıld a
E dirn eli R ûh î'n in ta rih ind e b u lu y o ru z ki, bun un d a D ed e K o rk u t K itabı'ndan
a lın m ış o lm ası p e k d o ğ a ld ır: "K o rk u t A ta ’dan nakil e d e rle r ki, d em iş im iş ki:
H a n lık O ğ u z H an v asiy eti m u cib in ce ah ir K a y H a n e v la d ın a dü şse g erek tir." R û h î
la rih i'n d en y a ra rla n d ığ ın ı a şa ğ ıd a d a sö y lem iş o ld u ğ u m u z M ü n e c c im b a ş ı d a (n.3,
s.2 9 5 ) bu riv ay eti ak tarm aktadır: "T ürkm en k ab aili b e y n in d e K orkut A ta a dlı b ir
eh l-i hal aziz vardı; b ir gün b u y u rd u ki: saltan at ak ıb e t O ğ u z H an'ın vasiy eti üzere
o ğ lu K ay H a n e v la d ın a n ak led ip ila -a h ır'ü z-za m a n b e rd e v am olur" (c.3, s.267).
R eşîd ed d în 'd e v e A b u l-G â z î'd e b ulu n m ay an b u riv a y e tin , sonradan O sm an lılar
z am an ın d a u y d u ru lm u ş o ld u ğ u n a b u n la r d a a y rıc a b ire r k a n ıt o lu ştu ra b ilir.
11 B kz. T u m an sk y çev irisi ve b a sılm ış m etin.
12 R eşîd e d d în 'in şu ifad esi i d B c — t u .'ı —j ^ ¿ U L iil j»
e'i'ı •ijJ s J j tj - î j ı t j j i ı ijpjl y a n i "O ğu z p a d işa h la rın ın , b a şta K ayı
olm ak üzere, Begdili, A vşar, Imur, Yazır kabilelerinden yetiştiği" iddiası, "tarihi
gerçeklikten çok geleneğe dayanan" bir rivayet gibi kabul edilebilir. Selçukluları
yetiştiren K ın ık kabilesinden söz ettiği gibi, yukarıdaki ifadesinden sonra Salgurlaıdan
da bahseden R eşîdeddîn'in bu ç e liş k i’sini, y uk arıda d a (n .l, s.270) söylem iş
o ld uğ um uz gibi, başka şekilde açıklam ak im kânsızdır. D aha sonra, Baharlu k a­
bilesinin Baranlı şubesinden K ara-K oyunlu ve B a y ın d u r kabilesinden de A k-K oyunlu
sülalelerinin çıkm ası, bu gibi geleneklerin fiili hiçbir değeri olm adığını açıkça
gösterm ektedir. H erhalde, O sm anlIların kendilerini -h iç aslı ve esası o lm a d a n -
Â’a v ila ra d ayandırm aları için, ortada hiçbir neden ve zorunluluk bulunm adığı kesindir.

81
soykütüğü uydurmak isteselerdi, yalnız Anadolu'da değil, bütün
Yakındoğu Türk ve İslam dünyasında Sultanlar sülalesi olarak kabul edi­
len Selçuklu hanedanını yetiştirmiş bulunan Kınık kabilesine mensup ol­
duklarım iddia etmezler m iydi?13 Bundan başka, Oğuzların menkıbevi
ataları Oğuz H an’a kadar çıkarılan ve göçebe Türkmen kabileleri arasında
-m esela Hazar-ötesi'ndeki Türkm enlerde- yüzyıllarca türlü türlü
şekillerde devam eden bu soykütiiklerinin, sanıldığı gibi sadece hüküm­
dar ailesine değil, bütün bir kabileye ait olduğu da asla unutulmamalıdır.
D em ek oluyor ki, Osmanlı sülalesinin Kayı Han'a çıkarılan jenealojisi,
yalnız bu hanedana değil, onun mensup olduğu Kayı kabilesine aittir.
Eğer Osmanlılar bunu hiç yoktan uydurmuş olsalardı, o sırada Ana­
dolu'da bulunan Kayı aşiretine mensup oymaklar, hatta diğer aşiretler
buna inanmayacaklardı. Çünkü, 15. yüzyıl başlarında Anadolu 'da, henüz
kabile geleneklerini saklayan göçebe kabileler pek çoktu ve bunlardan
yerleşik hayata geçip köyler kuranlar, hatta şehirlerde ve kasabalarda
yerleşmiş olanlar arasında da kabile gelenekleri henüz canlıydı: Sivas
Sultanı Kâzı Burhâneddîn, kaç nesilden beri şehir hayatına geçmiş bir ai­
leye m ensup olmasına rağmen, dedelerinin Solurlardan olduğunu pek iyi
biliyordu.14 Bütün bu şartlar dairesinde, eğer bir kabile geleneğine da­
yanm am ış olsa, OsmanlIların Kayı lara mensubiyet davasında bulunma­
larına hiç imkân olmadığı gibi, böyle bir imkân olduğu kabul edilse bile,
bu takdirde de mesela, Kınık'lar gibi -saltanatlarını daha fazla meşru
gösterecek- bir kabileyi seçmemelerine bir neden yoktu.
II) OsmanlIların, devletin kuruluşundan hemen bir yüzyıl sonra, ken­
dilerini Kayı lara çıkaran bir soykütüğü uydurmalarının nedenleri ne ola­
bilir? B u konuda şunlar akla gelmektedir: 1) Hâkimiyetleri altındaki sa­
halarda yaşayan Oğuz kabileleri üzerindeki saltanatlarının kabile
geleneklerine uygun olduğunu göstermek. 2) Osmanlı sınırları dışındaki
Oğuz kabileleri arasında kendilerine karşı bir sevgi yaratmak. ’3) Bütün
bu gibi pratik yarar düşüncelerinin üstünde, o sırada Osmanlı sarayında

13 S elçuklu sultanlarının, bütün O ğ u z kabileleri üzerinde hâ kim iyet iddia ettiklerini, daha
T uğrul Bey zam anından başlay arak gö rdüğüm üz gibi. O ğ u z kabilelerinin de -h a tta
S an car’a karşı başarılı b ir isyan y ap arak onu esir ettikleri sıra d a b ile - b u hâkim iyeti,
teorik olarak b ile olsa, kab ul ettiklerin i ve bunun içeriğini y u k arıd a söylem iştik (s.272
ve sonrası).
14 A ziz b. A rdşîr-i A starâbâdî, B ezm -ü-R ezm , İstanbul, 1928, s.42-43

82
ve yüksek sınıflar arasında moda olan edebi ve fikri akımların etkisiyle
kendilerini böyle asil bir kabileye mensup saydırmak. Bu ihtimallerden
hangisi veya hangileri etki etmiş olursa olsun, hemen hemen kesin olan
bir şey varsa, o da 15. yüzyıl başında A nadolu'da tribal nitelikte örf ve
geleneklerin canlılığıdır. B u devirde Osmanlı sarayında eski Oğuz ge­
leneklerine ait eserlere değer verilmesi, yani bir milli romantizmin uyan­
ması da, ancak bu şekilde açıklanabilir. Çeşitli unsurlara mensup ve ni­
celikçe daha çok Hıristiyan tebaaya sahip olan Osmanlı devletinin siyasi
bünyesi, bir taraftan -eski Gulâm, yani M emlûk sisteminin, demografik
durum a ve iktisadi gereklere büyük m aharetle uydurulmuş bir şekli
o la n - devşirm e usulünün uygulanması, diğer taraftan da, Hıristiyanlıktan
dönm e kölelerin en yüksek mevkilere geçirilerek eski Türk bey­
zadelerinin yerlerini tutmaları sayesinde, değişik unsurlara dayanan mut-
lakiyetçi bir monarşi şeklini alm aya başladığı bir sırada, eski Oğuz ge­
leneklerini canlandıran milli bir romantizmin ortaya çıkması, birdenbire
çok garip görünebilir. Fakat, gerçekte, bunu pek doğal bulmak gerekir:
A nkara hezimetinden ve şehzadeler kavgasından sonra, tıpkı babası gibi
merkeziyetçi devlet sistemini kuvvetlendirmeye çalışan M urad II., bunun
uygulanmasından memnun kalm ayan T ürk halkına ve aşiret beylerine
bir nevi taviz olmak üzere, kökeni daha 14. yüzyıl sonlarına çıkan bu ro­
mantizm hareketini koruyordu. Yazıcıoğlu'nun İbn B îbî Tarihi'nden
çevirdiği parçalar arasına, Oğuz geleneğine ait olarak -kısm en Râven-
dî’den, kısm en de Reşîdeddîn'den ald ığ ı- birtakım şeyleri koyması ve
ayrıca Selçukluların büyük ricalinden bazılarının Kayı lardan olduğunu
açıklam ası,15 bazı sikkeler üzerine Kayı tamgası konulması, hep bu
eğilimin bir sonucudur. Bu geleneğin, Osmanlı tarihçileri arasında
15 T. H o utsm a tarafından yayım lanan R ecueil de textes relatifs à l'histoire des Seld-
jo u c id e s (L eide, 1886-1902, I-1V) külliyatının ü çün cü sü olarak çıkarılan metne
bakınız. B urada, örneğin bü y ü k e m ir H üsam eddîn Ç oban B ey gibi bazı önem li
şah siy e tle rin d a y ıla rd a n olduğunun belirtilm esi, Selçuklu ordusundan bahsedilirken
b u n a dahil b irtak ım k abile ku v v etlerin in varlığının sö ylen m esi, bazı sahalarda bazı
kab ilelerin b ulunduğuna d air k ay ıtlara rastlanm ası, acaba yazarın uydurduğu şeyler
m idir? B una esas olan Ibn-B îbî'de A gaçeri ve Ç e p n i’1er hakkm daki pek sınırlı birkaç
ka y ıt b ir tarafa b ırakılırsa, ne trib al geleneklerin ne de kabile isim lerinin bulunm adığı
bilin m ek ted ir. Bu du rum k arşısın d a,'y en i belgelerle d oğ ru lan ıncay a kadar, bu ilaveler
h a k kın da şüpheli d av ran m ak zoru nlu du r. B un un la beraber, asıl Jbn-Bîbî m etninde de,
A nadolu Selçuklularının o rd ularında, "O ğuz k abilelerinin bulunduğunu" gösteren
önem li kayıtlara rastlan m ak tad ır (s.285). Y azıcıoğlu'nun, bu eseri çevirirken, A n a ­
d o lu 'ya ait d iğer bazı k ayn aklardan da y ararlanm ış o lm ası im k ân sız değildir.

83
olduğu gibi,-Osmanlı sarayında da devam ettiği, 16. yüzyılda hüküm ­
darlara mahsus hayvanlara Kayı tamgası vurulduğu hakkında Şehnameci
Lokman da rastladığım ız bir kayıttan çok iyi anlaşılıyor.16
III) 15. yüzyıl başlarında Osmanlı sarayında kuvvetle mevcut
olduğunu gördüğümüz bu Kayı geleneği, ister tiırihi bir esasa dayansın,
ister dayanmasın, bize şu gerçeği gösteriyor: Bu devirde Anadolu
Türkleri arasında ve göçebe Türkmenlerde, Oğuz gelenekleri henüz kuv­
vetini koruyarak yaşamaktadır. Göçebe Türkm enler arasında bu gibi g e ­
leneklerin ve menkıbevi nitelikte birtakım rivayetlerin ve jenealojilerin
nasıl devam ettiği, eserlerini yazmak için bu ağız' rivayetlerinden ya­
rarlanm ış olan A bu’l-G âzînin açık ifadelerinden açıkça anlaşıldığı gibi,
Türk etnografyası hakkındaki bilgilerimiz de buııu doğrulamaktadır. 15.
yüzyıl başlarında, A n adolu’nun coğrafi bakımdan bu hayat şekline
uygun sahalarında, göçebe -d ah a doğrusu yangöçebe- Türkmen ka­
bilelerinin ne kadar çok ve kuvvetli olduklarını, tarihi kaynaklar sayesin­
de pek iyi bildiğimiz gibi, bunlar arasında trihal örflerin devam ettiğine
ait kanıtlara da sahip bulunuyoruz: A bdülkadir Inan’ın bu konudaki güzel
bir incelemesi, bu önemli meseleyi oldukça aydınlatm ıştır.17
B una ek olarak, kabile je n e a lo jilerin in unutulm adığını gösteren
birtakım kanıtlar daha gösterebiliriz: Osm anlı tarihçisi Edirneli
Rûhî'nin -sonradan müneccimbaşı tarafından biraz ek yapılarak
aktarılan- bir fıkrasına göre, Sultan Gıyâseddîn Keyhusrev, 675'te Hatîr-
oğlu fitnesini bastırdıktan sonra, uç beylerinin bağlılığını sağlamak
amacıyla, onlardan rehineler almış; bu arada Ertuğrul da Osman'ın
oğullarından birini Sultan'a yollamış; bir m üddet Kahta Kalesi’nde hap­
sedilen bu çocuk, sonra oradan çıkarılmış ve kendisine Pıgı nahiyesi
tım ar olarâk verilmiş; Yıldırım Bayezîd, M alatya'ya geldiği zaman,
bunun torunlarından Halil (Haylî), Bayat ve A hmed Beyler gelip, "akraba
olduklarını" bildirm işler ve hüküm darın ihsanlanna erm işler.18

16 E ski T opkapı Sarayı K ü tüp h an esi'n d ek i m eşh ur H ünernam e nüshasında. K abile tam -
g a ların ın bu işte d e k u lla n ıld ığ ı h a k k ın d a M ahm û d K aşgari'niıı ifadesi ve genel o la ­
rak T ü rk etnografyası hakkındaki bilgim iz, b un un la y eniden doğrulanm ış oluyor.
17 "O ru n v e Ü lüş M e se lesi” , T ü rk H u ku k ve İktisa t Ta rih i M ecm u a sı, İstanbul, 1931,
c .l , s . 121-131.
18 E d irn eli R û h î ve e se ri h a k k ın d a J. H . M o rd tm an n 'ın şu ö n e m li m akalesine bkz.
“R û h î E d ren ew î” , M itteilu n g en z u r O stnanischen G eschichte, B and 2, H eft 1-2, H an
nover, 1925, s. 129-136.

84
İkinci bir kanıt daha: Osmanlı tarihçisi Sükrüllâh H. 852’de M urat II.
tarafından sefir sıfatıyla Kara-Koyunlu hüküm darı M îrza Cihanşâh'a
gönderildiği zaman, bu hükümdar, Osmanlı padişahıyla akraba olduğunu
söylemiş ve iddiasını doğrulam ak için, yönetimi altındaki (tarih-
han), yani tarih okuyucusu M evlana İsmail'i çağırtmış ve Oğuz soyuna
ait U ygur alfabesiyle yazılı bir Oğuz tarihi getirterek ona o k u tm uştu.19
Y ukarıda söylediğim iz gibi, K âzî Burhâneddîn’in S a/u rlard an
olduğunu unutm am ası, sonra  şıkpaşazâde’nin -h iç şüphesiz, ağız ri­
vayetlerine d ayan arak- Kilikya Türkm en kabilelerinin, O sm anlIların
m enkıbevi atası Süleym an Şah'ın ölüm ünden sonra, başka ka­
bilelerden ayrılarak Ç ukurova’ya geldikleri ve o zaman Y üregir'in bun­
ların başında bulunarak diğerlerine kışlaklar ayırdığı hakkındaki ifa­
desi de,20 bu fikrim izi doğrulam aktadır. Jenealojik kabile
geleneklerinin, yalnız kabile ihtiyarları değil, hatta o kabileden
yetişm iş hüküm darlar arasında bile, bu kadar canlı ve önem li olduğu
bir yüzyılda, O sm anlı padişahlarının, m ensup olm adıkları bir kabileye
ait yalan bir soy ağacı düzenlettirm elerine im kân olam ayacağı ve hatta
buna gerek de olm adığı meydandadır. Çünkü, bütün O ğuz kabileleri,
andığım ız örneklerden anlaşılacağı gibi, yalnız kendilerinin değil,
diğer kabilelerin soy ağaçlarını da pek iyi bilm ekteydiler. O ğuzlara
m ensup oldukları genel olarak kabul edilen O sm anlılann, 15. yüzyılda
Kayı geleneğine önem verm eleri, bunun birdenbire uydurulm uş
olduğuna değil, olsa olsa, eski zam anlardan beri m evcut bir geleneğin
tekrar canlandırıldığına kanıt olabilir.
IV) Elim izde "O sm anlılann hangi kabileye m ensup olduklarına" ait
14. yüzyılda m evcut rivayetleri tespit eden eski tarihi eserler bu-
.19 B u ö n em li fıkrayı, ilkin İlk M ııta savvıflar'da (N u ru o sm an iy e K ütüphanesi, N o.
3059). -F arsça B e h c e l'ü t T evârîh ıcn a k ta ra ra k - y a y ım la m ıştım (s.278). Bu e se rin
1939'da ç ık an T ü rk çe çev irisin d e, bu p arçan ın çev rilişin d e k ü ç ü k b ir y a n lışlık
vard ır. D o ğ rusu , y u k a rıd a y a zd ığ ım ız şekild ed ir. 14. ve 15. y ü z y illa rd a b irç o k
T ü rk saray ın d a "hü k ü m d arlara ta rih o ku y an ve on ların d e v rin e ait o layları k a y ­
d e d e n ” özel m e m u rla r b u lun d u ğ u n u biliyoru z. C ih a n şa h 'ıa k u v v e tli b ir ed eb i k ü ltü r
s ah ibi o ld u ğ u n u d ü şü n ü rsek , kendi sülalesin in v e gen el o larak O ğ u z ların m illi g e ­
len ek lerin e ve tarih lerin e ilg i g ö sterm esin in nedenini d a h a iyi anlarız. Bu sebeple,
T im u r'u n y ö n etim i altın da, h ü k ü m d arın o lay ların ı u yg u r y a zıs ı ile k aydetm eye
m em u r b a h r ile r (bkz. b u k elim e h a k k ın d a İslam A n s ik lo p e d isin d e k i m akalem iz)
b ulu n d u ğ u h a k k ın d a Ş e re fe d d în Y e zd fn in ifadesini hatırlatalım .
2 0 Â şık p a şa z a d e T a rih i, Â li B ey yayını, İstanbul. 1332, s.225.

85
lunmadığı için, "Kayı geleneğinin 15. yüzyılda birdenbire ortaya
çıktığı" tarzında bir görüş ileri sürmek, asla doğru değildir. Y alnız
Ahmedî'nin meşhur eserine dayanarak, 15. yüzyıldan önce böyle bir ge­
leneğin bulunmadığını kestirip atmak, elim izde 14. yüzyıla ait başka
kaynakların bulunmaması - y a da henüz ele g eçm em esi- dolayısıyla,
ilmi ihtiyata bütünüyle aykırı ve öznel bir hareket olur. Bundan başka,
biraz önce anlattığım ız gibi, Anadolu'da o sıralarda yaşadığı kesin olan
jenealojik geleneklere zıt düşecek böyle uydurm a bir soy ağacı
düzenlenm esi de, her bakım dan, imkânsız ve anlam sızdı. P. W ittek,
belki de Ahm edî'den başlayarak değişik Osm anlı kroniklerinde
K a y ıla ı yerine sadece Oğuzlar'dan bahsedilm esini, kuvvetli bir kanıt
gibi kullanm ak istiyor. H albuki, yukarıda kısaca işaret ettiğim iz gibi,
bu da doğru değildir. OsmanlIların O ğuzlardan olduğunu yazan
tarihçilerin bu ifadesi, hiçbir şekilde, bunların  b l a r d a n olm adığını
gösterm ez. Herhalde şurasını da unutm am ak gerekir ki, "Kayı kökeni"
rivayetinin çok kuvvet kazanm ış olduğu 15. yüzyılda bile, birtakım
kronikçiler bu rivayeti kayda gerek görmeyerek, sadece "OsmanlIların
Oğuzlardan olduğunu" söylem ekle yetinm işler, hatta D ü stü m a m e’de
olduğu gibi, göç meselesi hakkında da, türlü efsanelerle karışık garip
rivayetler kaydetmişlerdir. Sultan Cem'in em riyle m eydana gelen iki
önemli eserden birinde, yani Câm-ı Cem-Âyin'de bu Kayı geleneği
anıldığı halde, Saltuknam e'de büsbütün başka bir rivayete yer ve­
rilm iştir.21 Eğer Osmanlı hükümdarları, kendileri için yalan bir soy
ağacı uydursalardı, "hiç olm azsa saraya m ensup tarihçilerde aynı ri­
vayetin mevcut olm ası” gerekirdi. D em ek oluyor ki, M urad II. veya
Fatih devirlerinde resmi b ir soy ağacı uydurulduğu ihtimali, hemen
hemen geçerli değildir. İşte gerek bu düşünceler, gerek toponim i
eleştirilerinin verdiği açık sonuçlar karşısında, O sm anlıların, Kayı
aşiretinin uçlarda yaşayan küçük bir parçasına m ensup olduğu, çok
kuvvetli bir ihtimalle söylenebilir.
V) Y alnız "kaynakların dilbilim sel eleştirisi"ne değil, "H o­
rasan'dan Bizans sınırlarına kadar bütün Y akındoğu'nun 11. ve 14.
yüzyıllardaki her türlü hayat şartlarını göz önünde tutan tarihi bir
an lay ış"a ve toponim i'ye dayanarak yaptığım ız o bjek tif incelem elerin

21 Y u k a rıd a (n .l, s.2 8 7 ) y a p ıla n a çık lam a y ı hatırlay ınız.

86
sonucu, işte bundan ibarettir. Y alnız, bu incelem em ize son verm eden
önce, P. W ittek'in kısaca ortaya atıp üzerinde fazla durm adığı çok
önem li diğer bir m eseleye de değinm ek istiyorum : Bu değerli tarihçi,
yalnız "O sm anlIların ta y f la r d a n olm adığı" iddiasını ileri sürm ekle
kalm ayarak, ''O sm anlı devletinin ilk çekirdeğini bir O ğuz kabilesinin
- y a da bir kabile p a rç a sın ın - oluşturm uş olduğu" hakkındaki fikrim i
de eleştiriyor; onun bu konuda dayandığı iki kanıttan birincisi, bir­
birine aykırı O smanlı je n e a lo jile n n in 15. yüzyılda uydurulm uş
olm ası, ikincisi de A hm edî'de yalnız sınır g a zile ri’nden ve O s­
m a n lI la r ın da bunlara m ensup olm alarından bahsedilerek, herhangi bir
tribal köken'i belirtecek başka hiçbir kaydın bulunm am asıdır.
P. W ittek'in bu görüşünü tahlil ve eleştiriye girişm eden önce,
özellikle şunu söylem eliyim ki, E rtuğrul'un ve sonra O sm an'ın
yönetim inde B izans uçlarında yaşayan küçük ~ve zayıf bir aşiret
parçasının O sm anlı devleti için ilk çekirdeği oluşturduğunu ifade
ederken, bunun, sonradan, kurulan devletin siyasi bünyesi üzerinde
hiçbir şekilde etkili olm adığını, yani O sm anlı devletinin, daha siyasi
gelişim inin ilk aşam alarınd a bile, tribal bir nitelik arz etm ediğini,
açıkça söylem iştim ve bu küçük kabile parçasının rolünü "içlerinden
bir devlet kurucusu çıkarm ak ve başlangıçta on a bir destek
oluşturm ak gibi, biraz da tesadüfe bağlı bir şey" olarak nitelem iştim .
Hatta, K a y ıl arı M oğol sanan J. M arquart'ın, O sm anlıların p sikolojisi
hakkında bundan d üşm anca sonuçlar çıkarm asını ve J. N em eth ’in de
bazı dilbilim sel çık arım lard a bulunm asını şiddetle eleştirm iştim .22
B undan başka, O sm anlıların etnik kökeni ve göçleri m eselelerinin
"O sm anlı İm paratorluğu nun kuruluşunu anlam ak için esas nitelikte
m eseleler olm adığını" özellikle açıklayarak bunu anlayabilm ek için
her şeyden önce "uçlar’ın iç hayatını, oradaki sosyal şartları, dini, ik­
tisadi ve siyasi etkenleri öğrenm eye ihtiyaç olduğunu" söylem iş ve
böylece, o zam ana kadar incelenm ek şöyle dursun, hatta birer p ro b ­
lem olarak açıkça o rtaya konm am ış m eseleleri de açıklam ıştım .23
O sm an'ı, "sınırlarda yaşayan küçük bir aşiretin reisi" olarak kabul
ederken, kabileler arasında birbirinden farklı şekillerde m evcut

22 F u a d K öprülü, A n a d o lu 'd a İslam iyet, s.81.


23 Fuad K öprülü, Les O rig ines d e l'E m pire ottum an, s .85.

87
m enkıbevi jenealojilerin ve rivayetlerin, sonraki Osm anlı kıo-
nikçilerinin ellerinde aldığı şekillere, pek doğal olarak, tarihi bir ni­
telik yüklem iş olam azdım . O halde, beni bu düşünceye sevk eden asıl
nedenler neydi? K itabım ın çok dar çerçevesi içinde, başka birçok m e­
sele gibi, ayrıca açıklam aya im kân bulam adığım ve sadece
son u çların ı' anlatm akla yetindiğim bu düşünceleri, şim di burada
sırası gelm işken -y in e k ıs a c a - açıklayayım :
Kitabımda, O sm an’ın, Ertuğrul’un "asıl oğlu" olm ayıp "göçebe ol­
mayan ve Sünni İslam inançlarına bağlı bulunan yerleşik unsura m en­
sup bir şahsiyet olduğunu" ileri süren bazı garip fikirlerin bütünüyle
esassızlığını söylerken de,24 bu gibi düşüncelerin neden ileri geldiğini
tahlile im kân bulam am ıştım . Bir devlet kurm ak için yerleşik bir un­
surun göçebe bir unsurdan daha elverişli bir durum da olduğunu ve esa­
sen O sm anlı devletinin, daha başlangıcından beri, tribal bir özellik
gösterm ediğini göz önüne alan bazı tarihçiler, bu devletin kuruluşu mu-
am m asism a. böyle bir hal çaresi bulm ak istemişlerdi. P. W ittek de,
"Osmanlı devletinin tribal kökenden gelmediğini" iddia ederken, belki
aynı düşünceye kapılm ış olm alıdır. F akat,'ne bu tarihi düşüncenin, ne
de ilk kaynakların niteliği hakkında dilbilim sel eleştirilerden çıkan
sonuçların, benim ileri sürdüğüm fikri çürütm eye yetm ediğini, şimdi
ortaya koyacağım bazi kanıtlar ve düşünceler, çok açık bir şekilde
gösterecektir.
Bütün 15. yüzyıl Osm anlı kroniklerinin, OsmanlIların kökenini
yarıgöçebe küçük bir O ğuz kabilesine dayandırdıklarını düşünür ve
ortaçağda kurulan birçok Türk ve Moğol devletinin tribal kökeni
hakkındaki kesiıi bilgilerimizi de göz önüne alırsak, bunu reddetm ek
için hiçbir neden bulunm adığını derhal anlarız: Büyük Selçuklu
İm paratorluğu'ndan başlayarak, Artuk-oğulları, F ars'tak i Salur (Salgur)
devleti, Cengiz İm paratorluğu, buna en önem li örneklerdir; Anadolu'da
da, yine uçlarda yaşayan bir A v şa r şubesi tarafından oluşturulan ve
uzun zam anlar Anadolu Beylikleri’nin en güçlüsü olan K aram anlılar’ı
da, diğer bir örnek olarak gösterebiliriz. Bu siyasi oluşumlardan
bazıları, hukuki bakımdan, ilk devirlerinde gösterdikleri tribal özelliği
sonradan terk ettikleri halde, bazıları, dağılm alarına kadar, bu karakteri

24 J.H . K ram ers, W er W a r O sm an?, A cta O rientalia, 1927, c.6 , s.242-254.


korum uşlardır. B unlardan her birinin siyasi gelişm eleri üzerinde etkili
olan çeşitli tarihi etkenler gözden geçirilirse, bu ayrılıkların nedenleri
ve sonuçlan kolayca anlaşılır. O sm anlIlara gelince, bunların ilk za­
m anlarda yarıgöçebe hayatı sürdükleri, yani yaylak ve kışlakları
olduğu, Â şık p a şa za d e'm n B ilecik fethi hakkındaki uzun anlatım ından
pek iyi çıkarılm aktadır.25 A ncak, hem en ekleyeyim ki, bu rivayetin
tarihi olm aktan çok m enkıbevi bir niteliği olduğunu, hatta bunun
özünü oluşturan "herhangi bir kaleye hileyle asker sokarak, bir baskın
sonucunda orayı zapt etm ek" motifinin, D oğu’da ve Batı'da türlü türlü
şek illeri' (variante) bulunan ve 17. yüzyıl İslam yazarlarına kadar
birçok kroniklerde rastlanan çok eski ve çok yayılm ış bir m asal ko ­
nusu olduğunu bilm ez değilim .26 B ununla beraber, 14. yüzyıl Os-
maıılı geleneklerini çok iyi bildiği kesin olan  şıkp a şa za d e'm n büyük
bir yalınlıkla anlattığı bu m asal'dan, "O sm an G azi'nin, yarıgöçebe
hayatı süren küçük bir aşiretin başında bulunduğu" sonucunu
çıkarm ak, hiç de hatalı bir çıkarım sayılam az.
İşte ben O sm an G azi’yi, diğer birtakım küçük uç beyleri gibi "Bi­
zans sınırlarında yaşayan önem siz bir Kayı oym ağının beyi" olarak
kabul ederken, bütün bu gibi kanıtlara dayanıyordum. Fakat, vaktiyle de
ısrarla söylem iş olduğum gibi, devletin kuruluşunda, bunun hemen
hiçbir etkisi olm am ış ve Osmanlı Beyliği'nin siyasi gelişm esinde, hatta
ilk aşam alarda bile, hiçbir tribal etki kendini gösterm em iştir. İşte bun­
dan dolayıdır ki, im paratorluğun kuruluşundaki maddi ve manevi her
türlü etkeni birer birer incelerken, bu büyük olayda hiçbir rolü olmayan
bu tribal koketi meselesinin önem sizliğini açıkça ortaya koym aktan hiç
çekinm em iştim . B u küçük incelemenin yayım lanm asından sonra, Os-
matılı İmparatorluğu ’nun etnik kökeni hususunda hâlâ anlaşm azlık ko­
nusu olan birtakım meselelerin ve birtakım hayali teorilerin içerikleri ve
tarihi değerleri artık bütünüyle aydınlanm ıştır ümidindeyim.

25 A şık p a şa z a d e Tarihi, A li B ey yay ın ı, s . 15-16. O sm anlIların k ö k en leri hakkındaki


türlü tü rlü riv ay etlerd en , b u n la rın y arıgö çeb e h ayatı gaçirm ekte o ld u k la rı pek açık
o la ra k a n la şılm a k ta d ır.
2 6 T arih i b ir m esele o lm ak tan çok, eski b ir destan m otifi o larak d ikkate d e ğ e r olan bu
k o n u h a k kın d a ay rı b ir k ü ç ü k in celem e y ay ım lay acağ ım için, b u ra d a bunun
ü zerin d e d u rm ay a gerek g ö rm ed im .

89
Son bir görüş daha: OsmanlIların m ensup oldukları Oğuz k a­
bilesinin "Moğol istilası önünde 12. yüzyılda Horasan'dan Anadolu'ya
göçü" hakkm daki eski m enkıbevi rivayete tarihi bir nitelik yükleyerek,
bunu, H arezm şahlar devletinin son yıkılm a aşam alarıyla ilgili bulan
bazı Batı yazarlarının, OsmanlIları -H arezm şahlar ordusunda çok
önemli bir unsur o la n - Kanglt kabilesine m ensup saymalarının, hiçbir
tarihi esasa dayanm adığını ayrıca açıklam aya hiç gerek görmüyorum .
Çünkü, OsmanlIların kökeni hakkında eski kroniklerde anılan türlü
türlü rivayetler arasında böyle bir şeye hiç rastlanılm adığı gibi, O s­
manlI tarihinin ciddi uzm anlan arasında da hiçbir zaman böyle bir id­
diada bulunan olmamış, hatta H.A. G ibbons "Osm anlIların Harezm-
şahlarla ilişkileri hakkında tarihi kaynaklarda hiçbir kayda rast­
lanm adığım " daha yıllarca önce, pek haklı olarak söylem iştir.27

27 H .A . G ibbons, O sm anh Im pa ra lorlu ğu 'nu n Kuruluşu, T ürkçe çevirisi, s.241. O s­


m anlIları, K anglı kabilesine m ensup saym ak isteyenlerin, nasıl çocukça bir çıkarım
son ucu nd a bu iddiayı ileri sürdüklerini yu karıda söyledim . H albuki, G ibbons'un
yap tığ ı gibi, b asit b ir eleştiri, yan i N a sa w fn in F ran sızcay a ç evrilm iş olan C elaleddin
H a re zm şa h T a rih i’rim incelenm esi b ile, H arezm şahlarla O sm anlılar arasın d a h içbir
ilişki bu lu n m ad ığ ını ispat e d eb ilirdi (bkz. bu k on ud a y u k a rıd a s.70-71'de yaptığım ız
açıklam a). O sm anlıları K a n g îardan saym ak isteyenler, D oğu dillerini bilm edikleri
için O sm anlı tarihi hak kın da asıl kaynaklardan y ararlanam ayan ve ancak "sınırlı ve
ço ğ u n lu k la yanlış" çeviriler üzerinde çalışan -m e s e la L é o n C ahun g ib i- alelade y a ­
zarlardır. Son y ıllarda bu iddianın, uzm an bir tarihçi değil, fakat çok zeki ve derlem eci
bir y azar olan R ené G ıo usset tarafın dan ileri sürüldüğünü gördük (H istoire de l ’A sie,
Paris, 1920, c .l, s.273-274; c.3, s.423). Ferdinand L o t gibi büyük bir ortaçağ
u zm anın ın -m e s e la İslam A n siklo pedisi ya d a b en im O sm a n h Im paralorluğu'nun
K ö ken leri gibi en yeni ve en sağlam kayn aklar m ey danda d u ru rk e n - kendisine
ta m a m ıy la yabancı olan bu m eselede R. G rousset'ye a ld a n arak aynı yanlışlığı te k ­
rarlam ası çok gariptir (L es Inva sio ns B arbares, Paris, 1937, c.2, s . 121). F. G renard,
"O sm anlIların K a y ığ la ld a n olduğunu" benim adı geçen kitabım a dayanarak
söylem ekle beraber, yine bu e sk i inanıştan bü tün üy le ay rılanıayarak, K a y ı ğ ı m "H a-
rezm şah lara m ensup" saym ak ta d ev am e tm iştir ki (G ra n d eu r et décadence de l'Asie,
Paris, 1939, s.3 9 ), bunun y an lışlığ ı y u k arıd a gösterilm iştir.

90
O N U N CU BÖ LÜ M

B U İN C ELE M E L E R D E N EL D E ED İLEN SO N U ÇLA R

O sm anlıların etnik kökenleri ve Osmanlı devletinin ilk kuruluş


aşam alarıyla uğraşan uzm anların dışında, genel olarak okuyucular için
oldukça uzun ve yorucu bir nitelik alan ve ara sıra, konuyla yakından il­
gili olm asına rağmen şim diye kadar hiç düşünülm em iş birtakım esaslı
tarihi m eselelere de değinm ek zorunluluğunda kalan bu yazımızı bi­
tirirken, bütün bu tahlillerden, eleştirilerden, tartışm alardan elde edilen
olum lu sonuçlan, bir defa daha genel olarak özetlemeyi faydalı bu­
luyoruz, V ardığım ız başlıca sonuçlar, şim dilik şunlardır:
1. Osm anlı sülalesi, O ğuzlar'ın Kayı boyuna m ensup küçük bir
aşiret parçasının başında bulunan O sm an tarafından ku ru lm u ştu r ve
bunu reddetm ek için (P. W ittek teorisi) ortada hiçbir tarihi neden yok­
tur. Bu t a k l a r ı n , 11. yüzyılda T ürk dünyasının doğu uçlarında
yaşayan M oğol cinsinden to y la r la aynı etnik züm reye m ensup
olm ası iddiası (M arguart teorisi) bütünüyle esassız olduğu gibi, bu
t a y l a r ı n 12. yüzyılda K ara-H ıtayların hâkim iyetleri sırasında Ma-
veraiirınehir'e gelerek sonradan H orasan'a geçtikleri ve O sm anlıların
m ensup bulundukları K a y ıla rın işte bunlar olduğu iddiası da (Z.V.
Togan teorisi) hiçbir esasa dayanm az.
2. t a y f l a r , Anadolu'nun ilk fethi sıralarından başlayarak, diğer
birtakım O ğuz boylarıyla beraber buraya gelm işler ve kendilerine
m ensup olan A rtuk-oğulları devletinin kuruluşunda önem li bir rol
oynam ışlardır. B unların, sonradan, Anadolu'nun güneydoğu sa­
halarına ve özellikle m erkez ve kuzeybatı sahalarına gelip yavaş
yavaş y erleştik leri anlaşılıyor. H orasan'da bunların çok önem siz
bazı oym akları kalm ış ve küçük bir grup da Kuzey A zerbaycan'da

91
y erleşm iştir. 16. yüzyılda A nadolu'da henüz yarıgöçebe hayatı süren
küçük bir Kay t oym ağına rastlanm ası, bunların o yüzyıla kadar genel
olarak toprağa yerleşm iş olduklarına açık bir kanıttır.
3. K a ş 'la rın , 13. yüzyılın ilk on yıllarında, büyük M oğol istilası
önünde H orasan dan kaçarak A nadolu'ya geldikleri rivayeti (gelenekçi
teori), Osm anlı kronikçileıinin uydurdukları bir m asaldan ibarettir.
Türlü türlü şekilleri bulunan bu rivayette, S elçuklular devrindeki ilk
O ğuz göçlerinin hatırasını saklayan izlere de rastlanıyor.
4. Osman'ın yönetim inde Anadolu'nun Türk-Bizans uçlarında
yaşayan küçük Kayı oym ağının, 14. yüzyıl başlarında henüz
yarıgöçebe hayatı sürdüğü kesindir. Bu bakım dan. O sm an'ı "şehirli un­
surlara mensup" saymak isteyen görüş tarzının hiçbir tarihi esasa d a­
yanm adığını söyleyebiliriz.
5. K uruluşunda maddi ve manevi ne gibi kuvvetlerin ne türlü şartlar
çerçevesinde etken olduğunu, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kökenleri
adlı eserim izde gösterdiğim iz Osmanlı devletinin bu kuruluş olayında,
bu küçük etnik çekirdeğin hiçbir rol oynayamaması pek doğaldır; ve
işte bundan dolayıdır ki, O sm anlı devleti, siyasi gelişim inin ilk
aşam alarında bile, asla tribal bir nitelik gösterm em iştir.

92

You might also like