You are on page 1of 29

EŞYANIN KARA KUTUSU:

İNSAN

Tüketici Davranışları Açısından İnsan-Eşya İlişkisi

©Reha BAŞOĞUL

EŞYA

Efendimiz eşya
Sabahı şerifleriniz hayırlı olsun
Afiyettesiniz inşaallah
İşte bütün hayatımız
Açık veya kapalı
Eşyaya hizmettir yaptığımız
Kitaplar çıkıyor karşımıza emrediyor okuyoruz
Kalemler geliyor kağıtlarla beraber
Emrediyorlar yazıyoruz
Yolculuğa 'çık' diyor vapurlar
merdivenler 'in' diyor.
Aynalar 'bak' demeden bakıyoruz
Camlardan geçip giriyor odamıza aydınlık
ve sonra saat diyor ki 'uyan'
Biz el pençe divan;
Esir gibiyiz, köleyiz eşyaya
ve onlardan alınan emir dairesinde de böylece
İnsanlar hükmediyor dünyaya

/Özdemir Asaf
ÖZET:

”Rengarek balon uçuruyordu bir çocuk uzaklarda, bir bankın üstüne çıkıp bir sokak
müzisyeninin akordiyonuyla ahenkle danserderken... Yaşıtı ayakkabı boyacısı yetim
çocuk onu izliyordu kıskançlıkla. Uzaktan ailesini arıyordu çocuğun gözleri. Biraz
daha çalışmalı ve bir balon almalıydı. Bir süre düşündükten sonra kendine geldi ve
taburesinden kalkarak ilk gördüğü bastonlu şık giyimi fötr şapkasından,ütülenmiş
saten pantolonundan ve düğmeleri parıldamış gömleğinin üzerine asılmış amerikan
kravatlı ortayaşlı adamın yanına sokuldu.” Boyayayım mı yakışıklı abim?” Adam,
önce ayakkabılarına baktı. Sonra cebinden köstekli saatini çıkarıp biraz düşündükten
sonra gülümseyerek çocuğun gözlerine baktı.” Tamam, zaten çamurlanmıştı, hadi
bakalım göster kendini, yoldan geçen herkes pırıl pırıl parlattığını görsün...” Hemen
banka geçtiler beraber. Adam ceketinin cebinden asil bir tutuşla mendilini çıkartıp
bankı temizleyip oturdu, çocuk da heyecanlandı adamın bu tavırlarından. Belki biraz
bahşiş koparabilirse o da bir balon alabilecek parayı ayırabilirdi kendine..”

Yaşamımızın her alanında bir çok sebep-sonuç ilişkisinde varolan eşyalarımız,


bizlerin her gün bir arzuyu,bir ihtiyacı, bir vakti, bir ilişkiyi doğurup bizi sosyal
çevremiz, evimiz ya da iş hayatımızda değişik fonksiyonlara sahip bir şekilde
insana yardımcı olarak kendini gösterir. Sinema tarihinin kült filmleri arasında
yerini alan Dövüş Klubü(Fight Club) filminde Edvard Norton’ın oynadığı Jack
karakteri, şizofrenik varlığı olarak yarattığı Brad Pitt’in canlandırdığı Tyler
karakteriyle geçen bir diyalogta, Tyler’ın ağzıyla kendi karakterini nasıl bir
yemek takımının temsil edeceğinden dolayı içsel sorgulamalara sahip,
IKEA,Microsoft gibi mobilya ve teknoloji markalarının bir esiri olarak görüyordu
Ve bunu, sahip olma isteğiyle aldığı tüm eşyalara karşı bağımlı olarak itiraf
ediyordu. Tyler ona, evi ve içindeki tüm eşyaları gibi şu ana kadar sahip
olduğu herşeyi yakmasını ve artık eşyalarının kendisine sahip olmaması
gerektiğini şartlayıp, ancak bu şekilde tüketim toplumunun bir bireyi
olmayarak, ancak bunu yapanlarca gerçekleşecek yeni bir düzeni vadederek,
bir nesneye sahip olmamanın gerçek özgürlük olduğunu savunmaktaydı.

Varolan düzene döndüğümüzde ise; tarihin başlangıcından bugüne


modernleşen toplumlarla birlikte eşyaların sayısı,anlamı, çeşidi,yeri,kullanım
alanları devamlı değişikliğe uğramış kimi zaman işlevini kaybettiği için
hurdacılara terkedilmiş, kimi zaman antika dükkanlarında özenle korunmuş ve
koleksiyoncuların övünç kaynağı olmuş bir şekilde aramızdan biri gibi duygusal
önemini koruyarak insan var olduğu sürece varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Aramızdan bir çok insan, sihirli bir lambanın içinden çıkan cinin özlemini
sürerken, birçok çocuk Noel Baba’nın getireceği oyuncak eşyalar için dileklerde
bulunmuş, bazılarımız sevgilerine pırlanta yüzük uzatarak aşkını ve bir ömür
beraberliği sembolleştirirken, o mücevheri hayata kazandıran takı tasarımcısı
aylık giderlerini bu şekilde kazanmış ya da aşkını bekleyen kadın, bu özel ana
hazırlanmak için saç fırçasıyla saçlarını tarayıp, kıyafetine en uygun çantayı
almak için alışverişe çıkmıştır. Bunun gibi nice örnekte nice zincirleme neden-
sonuç ilişkisinde insan için eşyalar olmadan yaşamı içindeki etkisini, anlamını,
renkliliğini, rahatlığını,sevincini, üzüntüsünü,güvenliğini ya da mesleğini
yitirecektir.

Eşya(objectum:gegenstand,objet,object) etimolojik olarak , dışımızda varolan,


önümüze ve/veya karşımıza konmuş, yerleştirilmiş,göze görünen, duyuları
etkileyen, algı alanımızı zorlayan, özneye karşı duran şey anlamını taşıyor.
Kültürel değerlerin, insanlararası iletişimin aracı ve yaşam tarzlarının taşıyıcısı,
inançsal ve fiziksel yatırımlarımızın nesnesi, davranışlarımızın dışavurumunda
kimi zaman aracı ve bir o kadar da doğaya ve kendimize ya da başka
insana/insanlara egemen olmanın amacı olduğu kadar da sonucu
olabilmektedir. Çalışmada aşağıdaki konulara yer verilecektir:
- Eşya Tarihteki Gelişimi
- Eşyaya Dair Düşünceler
- Eşyanın Yaşam Süreci
- Eşyanın Elde Ediliş Biçimi
- Eşyanın Kullanıldığı Zamanlar
- Eşyanın Korunması ve Bakımı
- Eşyanın Bozulması
- Eşyanın Elden Çıkarılması
- Eşya ile Kurulan Bağ
- Eşyada İstenen Özellikler
- Eşyanın Sosyal Statü Yaratmadaki Rolü
- Eşyalar ve Tutumlar
- Rol Kuramı Açısından Eşya
- Reklamların Eşya Tükemindeki Rolü
- Sonuç
EŞYANIN TARİHTEKİ GELİŞİMİ:

EŞYA

Efendimiz eşya
Sabahı şerifleriniz hayırlı olsun
Afiyettesiniz inşaallah
İşte bütün hayatımız
Açık veya kapalı
Eşyaya hizmettir yaptığımız
Kitaplar çıkıyor karşımıza emrediyor okuyoruz
Kalemler geliyor kağıtlarla beraber
Emrediyorlar yazıyoruz
Yolculuğa 'çık' diyor vapurlar
merdivenler 'in' diyor.
Aynalar 'bak' demeden bakıyoruz
Camlardan geçip giriyor odamıza aydınlık
ve sonra saat diyor ki 'uyan'
Biz el pençe divan;
Esir gibiyiz, köleyiz eşyaya
ve onlardan alınan emir dairesinde de böylece
İnsanlar hükmediyor dünyaya

/Özdemir Asaf

Eşyalardaki değişme özellikle son yüzyıl içinde ve evrensel çağda büyük bir
hıza ulaşmıştır. Mekanikten elektroniğe,elektirik enerjisinden atom
enerjisine,otomatizasyondan otomasyona geçişle birlikte, eşyaların niteliği
büyük bir oranda değişmiş ve seri üretimin kolaylıkları arttıkça , eşya evreni
de hızla kalabalıklaşmıştır. Burdan hareketle, insanın eşyalı dünyaya uyumu
yanı sıra eşyayla dünyaya uyumu da söz konusu edilebilir. Bu gelişmelere
koşut olarak eşyalarda evrimi okuma çabaları başlamıştır.

Bunlar arasında en sistematiği Simondon’un(1958) teknik eşyalar okuyuşudur.


Simondon, teknik eşyaların anlamının bilincine varmayı amaçlayan bir filozof
olarak teknik eşyada üç düzey ayırdediyor: Birincisi öğe düzeyidir. Bu düzeyde
eşya, alışkanlıklarımızla çatışmaz. İnsanda kaygı yaratmaz. Kısacası “alet”tir,
yani jesti, hareketi yaparken, eli/vücudu uzatan, tamamlayan algı aletidir. Bu
tür eşyaların,-18. yüzyıl optimizmi içinde- devamlı gelişeceği düşünülmüş ve
insan, “alet taşıyıcı” olarak tanımlanmıştır.

İkincisi teknik bireysellik düzeyidir. Burada teknik eşya, insanın rakibi


durumundadır. Sadece aletlerin varolduğu çağda, teknik bireyselliği kendinde
toplayan insanın yerini, bu düzeye gelindiğinde, makina almaktadır. Bu düzey,
güç iradesi,doğaya egemen olmak ve dünyayı fethetmek gibi değerlerin
yükseldiği termodinamik çağın düzeyidir. Üçüncüsü, teknik bütünler düzeyidir.
Termodinamik enerjetizmin yerine enformasyon kuramının aldığı 20.yy’ın
düzeyidir. Yakın zamandaki teknolojik gelişmeler sonucu, makinalar, entropiye
karşı bir mücadele aracı haline gelmiş ve başlıca sorun, üretimden kayarak “
düzenleme” ve “istikrarlı kılma”ya yönelmiştir. (“maintenance” kavramının
1970’lerden sonra önem kazanması”. Teknik bütünler ortamın, makinaların
işleyişinin “sine quo non koşulu” olduğu teknik eşyalardır. Simondon’a göre
kültür, tekniklere karşı bir savunma sistemi olarak gelişmektedir. “Teknik
eşyalar, insani bir gerçeklik kapsamıyor” varsayımıyla hareket edilerek, insan,
tekniğe karşı bir savunma içine sokulmaktadır. Oysa, tüm teknik
gerçekliklerde, insani bir gerçeklik vardır. Kültür, teknik varlıkları, bilgi ve
değer anlamları biçiminde özümsemelidir.

Çoğu kez seçmediği eşyalarla ilişkide olan günümüz insanının yabancılaşma


olgusunun önemli bir yanı ortaya çıkıyor bu çözümlemede. Simondon’dan daha
ileri giderek, aynı kopukluk/yabancılaşmışlık durumunun ortalama insanın
günlük yaşamında da gözlendiğini söyleyebiliriz.
Illıch’in ortak-yaşamsal aleti(outil convivial) yani, bireye ,dış dünyayla
ilişkilerinde büyük bir davranış özgürlüğü bırakan ve bireyin egemenliği altında
tuttuğu eşya, çağımızın bir özlemi olarak görünüyor.

Illich, aletin, uzmanların hizmetinde değil, toplumla bütünleşmiş insanın


hizmetinde olduğu bir toplumun gerekliliğini vurguluyor. O’na göre tipik Bir
Amerikalı , arabasına yılda 1500 saat harcıyor;sürme, benzin,teker,sigorta
işleri vb. Yani günde 4 saat. Buna karşılık yılda 10.000 km yapıyor. Yani
yaklaşık saat başına 6 km. Alet, kişiye egemen. “Makina insan için çalışmalı ve
insan makinayı kullanmak için eğitilmeli” diyoruz. Fakat hep başarısızlıkla
karşılaşıyoruz. İnsanın kendi yerine çalışan bir alete ihtiyacı vardır.Kendini
programlayan ve köleleştiren bir teknolojiye değil. Kitle üretiminin ileri
aşamasında, toplum kendi yıkımını hazırlıyor. Kökünden kopmuş,
yaratıcılığında iğdiş edilmiş olan insan kendi bireysel kapsülü içinde kitleniyor.
Model ve markaları sürekli yenileme kaygısı, insanın eyleminde rehber almak
üzere öncekine bakmasını, geçmişe danışmasını engelliyor. Endüstrileşme,
araçları amaçlaştırıyor.

Marcuse(1963) çağdaş endüstri toplumunun özellikle bazı sektörlerde, teknik


bir aygıy geliştirdiğini bu aygıtın insanı gerek iş araçları, gerekse sosyal
kontroller düzeyinde bağımlılıktan kurtarmasının beklendiğini, fakat endüstri
toplumunun bunu başaramadığını, bugün insanın daha çok bağımlı olduğunu
belirtiyor. Marcuse, esas olarak Marx, Simondon ve Walker’den kalkarak
makinalaşmasının sorunlarını ve teknik aygıtın totaliter özelliğini ortaya
koyuyor. “Bu aygıt, sağladığı hizmetleri ve ürettiği ürünleri etkiler, kendi
gereklerini, insanın özlemlerine ve tutumlarına empoze eder, meşru olarak
çekinilen ve arzulanan tüm şeyleri tanımlar.”

A.Toffler’in çözümlemeleri, tüketim toplumunda kısa sürede, fiziksel “ömrü


vefa etmeden” tükenip attığımız, eğretiliklerinde gücümüzün sahte tanıkları
olan eşyaların bu özlenen ilişki türünden uzaklaştığını ortaya koyuyor. İleri
toplumlarda mal ve hizmetlerin toplam üretiminin yaklaşık on beş yılda iki
katına çıkması bir “gelecek şoku”yla sonuçlanıyor. Birey, çevresiyle ilişkisinde ,
her seferinde yeni bir duruma uyum göstermek zorunda kalıyor. Bu sürekli
uyumdan, geçmişine göre her seferinde farklı bir varlık çıkıyor. Aşırı uyarılmış
ve aşırı yüklü birey, dengesini yitiriyor, yaşam koşullarını denetleyemiyor. Hızlı
tüketim, örneğin sanatta,şiirsel olana ulaşmayı engelliyor, insanı genel kültür
ve kaçış düzleminde bırakıyor. Oysa,” bireyin eşyalara bilişsel uyumu,
organizmanın çevreye biyolojik uyumunun bir parçası”(Piaget, 1967) olacak
kadar önemli. Sağlıklı bir uyum yada ilişki nasıl kurulacak. En ideal durum,
eşyasını, tasarlayan, yapan/üreten,işleyişe koyan, kullanan, bakan ve onaran
insanın durumudur. Kuşkusuz geçmişte daha yaygın ve bugün de bazı
gruplarda görülen bu durum, bir düş gibi.

İnsan-doğa mücadelesi, insan ihtiyaçları-eşya veya üretim-tüketim ilişkisine


de model olmuştur. İnsanın doğal içtepileri, fiziksel ve meta-fiziksel ihtiyaçları
tarafından üretime itildiği, bir üretme içgüdüsünün bulunduğu, tüketimin hem
bu dürtüyü, hem de eşyayı yarattığı görüşüne varılmıştır. K. Axelos(1974):
“Ürün, tüketim tarafından ve tüketimde yok olarak vardır... Ürün, gerçekten
üretilmiş ve tüketilerek gerçekten ürün haline geldiği için, tüm doğal ve ideal
ürünlerden ayrılır. İhtiyaç, üretim ve tüketimin temelidir”. Özellikle Budapeşte
Ekolü’nün mensupları, günlük yaşamın incelenmesinin önemini vurgulayarak,
Marx’ın emek, artı değer ve kullanım değeri konularında geliştirdiği görüşlerin
“ihtiyaç” kavramı üstüne temellendiğine işaret etmektedir.(A.Heller,1978):
Meta, insanın bir ihtiyacını doyurma özelliklerine sahip bir şeydir, bir kullanım
değeri olarak tanımlanır. Bir ihtiyacı doyurmak, tüm malların zorunlu var olma
koşuludur. Kullanım değeri olmadan, değişim değeri yoktur, fakat tersi olabilir.
Eşya “insan için varlık olarak, insanın nesneleştirilmiş varlığı olarak, insan için
insanın gerçekliği olarak” nitelendirilmektedir. A. Heller, Marx’ın bireysel
ihtiyaçlar sisteminin günümüz bağlamında pek çok açıdan ütopik fakat
doğurgan, verimli olduğu sonucuna varmaktadır.

Baudrillard üretim ve tüketim olgularında, ihtiyaçların ya da eşyanın kullanım


değerinin bir tür alibi durumunda bulunduğunu, ihtiyaçların, tek tek ve her biri
bir şeye karşılık olarak değil, bir sistem olarak üretildiğini ve manipüle
edildiğini öne sürmektedir.

Baudrillard, yargılarında sanki eşyanın , öznenin ve ihtiyaçların gerçekliğini


yadsımaktadır. Eşyaları “ilişkiler ve anlamlar demeti” sayarak, eşyayı salt
göstergeye indirgiyorgibi. Oysa eşya, bu anlam ve ilişkilerin kendisi değil
taşıyıcısıdır. Eşyanın çeşitli işlevleri vardır ve eşya bu işlevlerden herhangi
birinde sürekli hapsolmadan vardır. Epistemolojik gözlemin ontolojik düzlemde
belirtilmesi hatalıdır. P. Albou (1976) Baudrillard’ın Saussure ve Levi
Strauss’tan kaynaklanan bir sosyolojik totatilarizmle somut yaşantıları
unuttuğunu herşeyin temeline “yapı” yı koyduğunu belirtmektedir. “Eşya,
bizim dışımızda vardır, bize direnir. Maddi gerçekliği, bizim ondan okuduğumuz
göstergelere bağlı değildir.” Baudrillard’ın eleştirdiği Potlaç, kula ve gösterişsel
tüketim örnekleri bireysel ihtiyaçların ekonomisine bağlanmasalar bile ,
motivasyon terimleriyle daha geniş bir yorum içine oturtulabilirler...

Günümüzde insan-doğa karşıtlığının anlamı, giderek yok oluyor. Nottoi’nın


belirttiği gibi, insanın teknikle ilişkisinde yeni bir yaklaşım gerekli olmaktadır.
Teknik, insanın doğaya egemen oluşunun aracı olmaktan çok, insanın yeni
“doğal” çevresi gibi düşünülebilir. Zira, insan teknik eşyalarla donatılmış bir
çevrede doğmakta ve yaşamaktadır; bu çevre içinde doğanın yeri, hemen
hemen hiç yoktur. Büyük ölçüde “şeyleşmiş” olan bu çevre içinde günlük hayat
otomatikleşmekte, konserve kutusu açacağından mikserlere çamaşır
makinasından video cihazlarına kadar çeşitli eşyalar hayat tarzlarımızda kök
salmaktadır. İnsanın sıcağa, soğuğa, yağmura,rüzgara, toprağa, suya
v.b.(doğal olgulara uyumunun yerini bir bakıma, ulaşım araçlarına, iletişim
araçlarına, mutfak araçlarına uyumu almaktadır. Bunların bir kısmı isteyerek
seçilmiş eşyalar olmakla birlikte, büyük kısmı, kendini empoze eden eşyalar
niteliğindedir.

Eşyaların , yakın zamanlarda uğradığı semantik değişiklikler, anlam


“perversion”ları “bedava” özellikler taşıması, büyük ölçüde , tüketim toplumu
modeli ve bunun mekanizmaları ile ilgili görünüyor. Psikanalitik/felsefi bir
açıdan , Marcuse’in “desublimation” kavram eşyalara uygulanabiliyor.

Marcuse, seks ve aileye bağlanan değerlerin çökmesinin, birey


davranışlarından yansıyacağını ,örneğin baba otoritesinin yitirilmesinin
çocuğun psikolojik direncini azaltacağını, bu kavramdan hareketle açıklar.
Tıpkı bunun gibi eşyanın “aşkınlığının yokedilmesi ve eşyada “daha işlevsel”
olma bahanesiyle yapılan biçim değişiklikleri, insanlarda “imajiner” in tüm
sığınaklarını ortadan kaldırmaktadır. Yokedilmemiş, ama işaretleri yokedilmiş
eşyalar var; örneğin saatlerde “tik tak” sesinin akrep/yelkovanın veya
rakamların kaldırılması. Eski buharlı trenler yerine tek blok(monolitik) trenler
yapıldığında, çocukların artık “bu nasıl çalışıyor?” diye sormadıkları gözleniyor.
Batı kapitalizmine özgü olan bu süreç, sadece soyut değerleri yıkmıyor, en
basit eşyanın biçimsel yapısına kadar yayılıyor. Daha işlevsel olandan ne
anlaşıldığı da tartışmalı. Burada genel olarak performans sözkonusu; örneğin
arabalarda hız artışı. R. Havilland(1966) 1910 yılından itibaren 500-Miles
Indıanapolis otomobil yarışlarını inceliyor. Her yıl, yarışa katılan otomobillerin
sadecee %40’ı yarışı bitirebiliyor. Yılından yıla ortalama hız artmakla birlikte
%60 lık fire sabit kalıyor. Bu çerçevede, yarın otomobillerinin yapımında
izlenen stratejinin, dayanıklılık/sağlamlık oranını sabit tutup hız düzlemindeki
performansı arttırmak olduğu söylenebilir. Daha sağlam ve dayanıklı otomobil
yapımı olanaklı olduğu halde bu yola gidilmiyor.

Anlam kargaşası içerisinde aklımıza gelen düşünce biçimi Düzanlam


(denotasyon)- yananlam(konotasyon) tartışması çerçevesini büyütmek ve
eşyanın işlevini dahil etmek. Eşyanın bir “işe” yaradığının anladığımız düzen ne
var ki Kitsch ve Neo-Kitsch akımları da doğuruyor. Örneğin kız kulesi
minyatürleri, egzotik hediyeler, takılar, süs için kullanılan yelpazeler. M.B. de
Launay(1979) eşyayı bir gösterge biçimi dışında farzeden fikri nominalizm
penceresinden ele alarak Schopenhaur ve Berkeley’in çalışmalarını öne
çıkarmaktadır. Hegel ve Heidegger’in çalışmalarını özne-nesne ilişkileri
içerisinde yaşanan problemlerin aynasında bakarak üç farklı görüşü dile getirir.
İlki Sokrat öncesi dönemde nesne, fikrin doğru kabul edilmesi adına özleşmesi
gereken şeydir ve burada düşünceyi ortaya koyan zihin bileşenleri içine
katılmaz. Descartes’te aynı problem, düalite yöntemiyle ele alınır ve sonuca
gidilir. Romantizm penceresinden bakan Schlegel ve Schleirmacher’de özne,bir
hakikat sembolü olarak irdelenir. Nesne kendi gerçekliğini sağlayamacağından
hakikati nesnenin üzerine çekilmiştir. Nesnenin özne ile olarak bağının olmazsa
olmaz olacağı ve bireyin şeyler evreninde rasyonel ve totoloji içermeyen bir
öznenin içerisinde ona dair nesnenin algılanamayacağı ve tanımlanamayacağı
görüşü ise Hegel ile birlikte gelir.

Eşyaların tabiatında insanın doğa ile ilişkisi anglo-sakson emprimize karşıt


ancak Husserl’in fenomonolojik düşüncelerine de uyan bir şekilde
Flüsser(1973), eşyaları insan- doğa arası bir ekran rolünde görmektedir. Bu
nedenle de eşyaların hem iletişimin nesnesi hem de öznesi olduğu düşüncesi
ortaya çıkar.Bu açıdan bakıldığında Platoncu görüşteki asıl mananın içerik ve
öz olması sürecinden sonra bu düşüncenin eşyaların kullanım alanlarıyla
birlikte aşılması gerektiğini söyleyerek McLuhan’ın eşyalar ile ilgili deneyimlerin
de dahil edileceği bir görüşüne yaklaşır.

Okuduğumuz kitaplar ve onlarla ilgili anılarımız, yatağımız ve onu kimle


paylaştığımız, bardaktan kiminle beraber su içtiğimiz, ilk makaleminizi
yazdığımız dolmakalem örneğinde olduğu gibi eşyaların bizim kişiliğimizin
aynası olduğuna dair bir çözümleme ortaya çıkar. Şöyle diyor Flüsser:

“Arka yüzde pek de ilginç olmayan gümüş nitrat tabakasını görüyorum.


Aslında bu tabakaya bakarken hiçbirşey görmediğimi söyleyebilirim. Fakat
aynanın diğer yüzündeki yansımayı bu hiçbirşeyin sağladığını biliyorum. Ama
irkiliyorum. Bir sırla karşılaştığım için değil; fakat aynanın tersi o kadar düz ve
alelade ki. Ayna bir kez döndüğünde iki namuslu tutum var. Birincisi radikal
septisizmdir ve buna göre, ne düşüncenin, ne de sonucunun, yani kültürün
ardında hiçbirşey yoktur; aynanın yüzünde oluşan şey, anlamsız yapay bir
olaydır; nihayet ayna , istediğim gibi kullanmak üzere vardır. “Aydınlanmış
tepki” de denen bu tutum, çağdaş elitin tutumudur. İkinci tutum radikal ve
hedonist epikürcülüktür ve şunu der; aynanın yüzündeki olayların ardında
hiçbirşey yoksa, yapabileceğim en iyi şey, bundan kaygılanmaksızın,
yararlanmaya çalışmaktır. Bu ,aslında “tüketim toplumu” nun “kitleler” in
benimsendiği tutumdur. Aynaların tersinden büyülenmek veya yansıtan
yüzünden nefret etmek yerine; aynaların bizim çevremizi oluşturan eşyalardan
olduğu ve döndürülebileceği olgusunu kabul etmek, zor bir olgu. Ama bunu
öğrenmezsek, aynalar bizi ait olmaktan çıkar ve biz aynaların yansıttığı
nesneler oluruz.”

Ağırlıklı olarak cansız bir nesnenin verili maddi karakteri – tinsel karakterinden
ayrımlı olarak- özlü “nesne” kavramıyla tanımlanır. Örnekse Amerikan
Psikologları Mihaly Csikszentmihalyi ve Eugene Rochberg-Halton “Eşyaların
Anlamı “ üzerine çalışmalarında, nesneyi “özne “olmayan şey olarak, yani
gövdemizin dışında olduğunu saptadığımız tüm yaşantı içerikleri olarak
belirliyorlar. Bu perspektifte, gündelik eşyalar tek anlamlı ele alınmaktan
kurtulup, sık sık “ çok anlamlı ve çok işlevli etkileyen” yaşam anlatımları olarak
belirlenebilirler.

Antropoloji ile eşya tarihinin bağdaşmasına ilişkin oluşan kültür tarihi açısı için
Fernand Braudel’in sadece giysileri ya da yemekleri değil, konut, moda,
evler,evlerin iç uzamları ve donatımları gibi “geçici ve gündelik “şeyleri ve
teknik yenilemeleri de tarihin içerisinde yer alması gerektiğini düşünüyordu.
Braudel, tarihsel zamanın her biri tarihsel bir gerçekliğe denk düşen üç
düzlemni ayırd ediyordu. Bu düzlemler:

- olaylarla geçen politik zaman


- gündelik yaşamın akışını belirleyen sosyal zaman
- Ancak çok yavaş bir hızla değişiklikler gösteren yine de yaşam koşullarını
gözle görülür bir biçimde belirleyen coğrafi zaman

Diğer yandan yemek kültüründe ortaya çıkan çatal, bıçak ve mendil Elias’a
göre uygarlığın değiştiğini gösteren nesneler idi Nesnenin buna göre
tasarlanmasında insana dair hislerin sosyal ilişkileri düzenlemesi, saray
mimarisinin ve mutfağının ortaya çıkması için etken rol oynuyordu. Elias’ın
uygarlık kuramı içerisinde tarihçi Patrick Hutton, 80’lerden sonra Braudel’in ve
Foucault’un yapısal normlar içeren fikirlerine dair ““Zihniyetlerin tarihçisi,
yapılar deyince, düşünsel etkinliğin düzenlediği biçimlerin –bunlar estetik
imgeler,dilsel kodlar, dışavurumcu jestler, dinsel ritüeller ya da sosyal
görenekler olabilir- toplamını anlar” diyerek bir kültür kavramını formüle
etmiştir. Öncesine baktığımızda ise George Kubler’in önerisi, 1962 yılında
eşyalarının kültür tarihinin yazılmasıydı -ki başta önemsenmeyen bu görüş-,
görsel tasarım anlayışının kültürel yeni alanlarla birleştirerek varolan zamanın
daha iyi algılanacağını düşünmesi açısından odağa oturtulması gerektiğini
söylemesi idi. Artefaktların ve sanat eserlerinin zamana göre irdelenmesi ve
dizilmesi ile insanın eşya ile olan ilişkisinde kendine dair aynaların
okunabileceği ve çağ anlaşılabilir hale gelebilirdi.

Kültür tarihinin kuramsal olarak tam anlamıyla ele alınabilmesi yine de Kubler
döneminde olamayacaktı. Bir kurama oturtabilecek kültür tarihi için Pierre
Bourdieu’nun “ince ayrımlar” kitabı sosyal statünün, sanat ederlerinin oluşma
biçemi ve kendi tasarımı , insanların neye karşı beğeni duyduğu görüşünü
açıklamaya ön ayak olması açısından önemlidir. Bourdieu, kültürel nesneleri
anlamamız için habitus kavramını oraya atar. “öznelerin, onların gücüyle,
toplumsal yapıdaki konumlarını dile getirdiklerini aynı zamanda kendileri ve
başkaları için( kendi konumlarına olan ilişkileriyle birlikte) kurdukları ,
ayırdedici işaretler...”

Son yıllarda, kültür tarihinin yeniden formüle edilmesi yönündeki çabalar,


kuramsal aydınlatma denemeleriyle hiç kuşkusuz güç kazanmışlardır, ancak
maddi nesnelerin tarihi yine de fiilen büyük ölçüde gözardı edilmiştir.

EŞYAYA DAİR DÜŞÜNCELER:


Bilgisayarım

“En uzakları gösteren,


En yakın gözlüğüm benim.
Dünyayı önüme seren,
Okulum, kitabım, kalemim benim.”

/Mehmet Halil
Kültürel öğelerinin farklı biçimde insanda yansıması aynı zamanda insanın eşya
doğasıyla kurduğu ilişkinin de kategorilere alınabileceğini göstermiştir.
(Moles(1972))

İnsanın bazı eşyalara karşı duyduğu tutku ve onu elde etme çabası onunla
olan duygusal çaba itibariyle çilekeş bir tarz olarak kategorilenirken, erdemli
tarz,neredeyse hiç eşyaya sahip olmadan bir hayat sürülebileceğini savunur.
Hedonizm düşüneye uygun tarz ise eşya insan için bir haz nesnesidir. Eşya
çilekeş tarzda olduğu gibi elde edilmek ve ona egemen olmak için gereklidir
ancak çilekeş tarzdan ayrılan tarafı estetik bir haz taşımasıdır. Yağmalayıcı ve
kıtlık toplumlarında görülen eşyayı talan ederek eşyanın yıpranma payı gözardı
edilerek hızlı tüketim modellerine uygun bir tarz ise Saldırgan tarzdır. Burjuva
kültürüne baktığımızda iktidar ve güç sembolü olarak sermayenin devamlı
sürette arttırılması, biriktirilmesi Sahiplenici tarzın anlayışıdır ve yatırım
yapmak ana fikirlerinden biridir. İşlevsel tarzın bakış açısı ise eşyanın mutlaka
rasyonel bir işlevinin bulması gerektiğidir. Sibernetik tarz da adı verilen görüşe
göre üretmek, tamir etmek gibi eşyanın fonksiyonalist bir dayanağı mevcut
olması gerektiğinden duygudan ve arzulardan bağımsız zihnin egemen
olduğunu gösteren bir görüşü dile getirir. Sürrealist tarz ise eşyanın absürd,
sosyal yaşamdan farklı kullanılan anlamlara odaklanarak metal hamburgerler
veya bir arabanın içerisinde tablo veya dişçi koltuğu koymak gibi biçimlere
kafa yorar. İşlevsizliğe zıt olarak, oyuncaklar ve bazı araçlar hedonist ve
sürrealist öğelerle ortak ölçülerin bazılarına sahip olarak Kitsch tarzını, bir
karışım ifadesi olarak var olur.

Eşya Evreninin Şematik Görünümü(Moles,1969)


.
Fonksiyonelizm görüşü düzeyinde bir çok nedenden ötürü eşyanın hangi işleve
hizmet ettiği de araştırma alanlarından biridir. Eşyanın insanın kendisiyle,
eşyanın sosyal ortamın bir parçası olarak anlam kazanan işlevi ve eşyanın
insanlığın geleceğine ilişkin teknolojik anlam barındırması gibi işlevler dışında
da bu kategorilendirme yapılabilir. Tornavida gibi eşyanın teknik işlevi,
kullanılan araba gibi sosyal kimliği göstergeleyen eşyanın yansıtma işlevi,
telefon, asansör, hediyelik eşya gibi eşyanın iletişim işlevi, eşyadan uzaklaşma
düşüncesine sahip dini rütellerde görüldüğü gibi eşyanın açma, genişletme
işlevi, eşyaya duyulan arzu, istek ve ihtayacın belirlemesi ve doyuma
ulaştırılması açısından psikolojik işlev, fabrika makinaları, anıtlar gibi eşyanın
bütünleştirme işlevi, dekorasyon araçları ve malzemeleri gibi eşyanın ambians
yaratma işlevi ve tablo,biblo gibi süs araçlarıyla da eşyanın estetik işlevi
bunlara örnek sayılabilir.

Bu açıdan tasarımcıların, eşya üreticilerinin ve sanatçıların kültürel, sosyolojik


yapılarıyla ve halkın hafızasını da ortaya koyan eşyalar “geştalt taşıyıcı” rolünü
de oynarlar. Masalarımızın tozunu almak, elbiselerimizi kuru temizlemeye
vermek, arabalarımızı yıkamak, kıyafetlerimizi dikmek, antika veye miras
özelliği taşıyanlar, müzelik eşyalar, ambül, tencere, kalem veya masa takvimi
gibi bir çok eşyanın gerek belgesel düzeyinde gerekse günlük
konuşmalarımızda oldukça yüksek oranda yer etmesi sayesinde insanlararası
iletişimde de önemli rol oynamakta ve işlev kazanmaktadır.

İşlevlere dair farklılıklar ve zenginliklerin hiyerarşik düzeneğinde onları nasıl


algıladığımızın sistematik bir düşünce yapısı var mı dediğimizde enformasyon
kuramında semantik ve estetik mesajlarla ayrılması dışında psikolingüstik ve
semiolojik çalışmalarda dikkate alınan düzeyler denotatif ve konotatif
yapılardır. Bir çok göstergede farzedilebileceği gibi eşyanın sözlük anlamı yani
birincil anlamı ve diğer yandan da eşyanın üzerine konuçlanan ama birincil
anlamını yoketmeyen nitelikler anlamlar olarak ayırtedebileceğimiz ilgi
düzeyinde denonatif anlam eşyanın ne gibi bir amaca hizmet ettiğini
sorgularken, onun teknik özelliklerini, benzer fonksiyonlı eşyaları, aradaki yapı
farklılıklarını objektif bir şekilde inceleyen anlamdır. Konotatif anlam ise
insanın geçmişini, anılarını, sosyal kimliğini ve ait hissettiği topluluklara dair
değerlere de bakarak eşyanın etrafında oluşan anlam halesini irdeler.
Reklamcılık mesleği çoğunlukla eşyanın konotatif anlamı üzerinde oynarak
eşyayı belirginleştirmeye çalışır. Tüketim toplumuyla beraber eşyanın işlevi
değil sembolik yapısı öne çıkmaktadır. Böylece eşya bir mitos niteliği kazanır.
(Barthes,1963)

Eşyanın bu sembolik anlamla ifade edilme çabası yani “alibi” durumuna


düşmesi, bir çok düşünürün tüketim toplumundaki eleştirileri yapmasına da
sebep olmuştur. Veblen’in “gösterişçi tüketim” i tüketim toplumunu
karakterize eden bir olgu olarak görmek eğilimi oldukça yaygındır. Etnolojik
araştırmalarda , sünnet, evlilik, doğum, ölüm gibii olaylar incelendiğinde örf ve
adetlerin gösterişçi tüketime dair örnekleri perçinlediğini görmek mümkündür.
Başlık, çeyiz, kurban, adak gibi olaylar da eşyanın konotatif yapısını baskın
kılarken , denotafi yapıyı zayıflatabileceği ihtimali de doğabilir. Eşyanın
denotatif anlamı genelde değişmiyorken, konotatif anlamının her sosyal sınıfta
farklılık göstermesini anlatmak adına, mangal, çuval, yörük gibi kullanım
değerleri neredeyse yitirilmiş antika sayılabilecek eşyalarda denotatif yapıya
mahkum oluş ve antika oluşuyla da konotatif yapısı itibariyle yüceltilmiş
eşyalardır.

Yine mekanın içerisinde kullanılan çeşitlili ışıklandırma teknikleri ve böylece


sıcak/soğuk aydınlık/loş gibi iç mekanlarının kurulması insan ruhunda farklı
hislerin yaratılmasıan da olanak tanımaktadır ve eşyanın ambians işlevini
göstermektedir.
EŞYANIN YAŞAM SÜRECİ

Eşyanın da insan gibi doğum, yaşam ve ölüm anları vardır. Bu sürede


hastalanır yani arızalanırlar ve yaşlandıkça da ölüme yaklaşırlar. Bu sürecin
içinde insanın hep olduğunu da hatırlatarak eşyanın yaşam süresini
irdelediğimizde, mendil, kibrit gibi günlük, mum, kadın çorabı gibi haftalık, diş
fırçası, ampül ve pil gibi kısa ömürlü, bardak, tabak, televizyon gibi orta
ömürlü ve çamaşır makinası, araba gibi uzun ömürlü eşyaların olduğunu
görüyoruz. Bu örnekler doğrultusunda her bir eşyanın hayat süresi onun ne
için kullanıldığına göre, kullanılan malzeme ve teknik detaylarıyla
belirlenmektedir. Buna karşın eşyanın malzeme ve teknik özelliklerinin
belirlenmesi biraz önce bahsettiğimiz denotatif mi konotatif mi anlam içeriyor
sorusuyla yakinen ilişkilidir. Tüketim toplumlarında , sermayenin yinelenmesi
amacıyla eşyanın moda dışı kalması, gözden düşürülmesi ve geçicilik
değerlerinin yüceltilmesi ile (A.Tofler,1970), eşya denotatif anlamına
bırakılmadan çok öncesinde erken ölüm yaşayacaktır. Eşyanın tamirinin olup
olmaması, yedek parçasının bulunup bulunulmaması da bu ömrü belirleyen
etkenlerdendir. Çağımızda üreten ve yapan kişilerin eşyanın mutlak ömrünün
hep olacağına dair garantinin olmadığı gibi alma/kullanma ve atma gibi
bileşenler içerisinde eşyanın ömür süresinin değişkenlik göstermesi mümkün
olmaktadır.

EŞYANIN ELDE EDİLİŞ BİÇİMİ:

Çoğu insan eşyalara ulaşmak için günümüzde eşyanın sergilendiği


marketlerden faydalanır. Eşyayı elde etmek için hediye, satın alma, ikinci
elden satın alma, seyahatlerde alınan eşyalar, çeyizle gelen eşyalar, emanet
eşyalar, kendi yaptığı eşyalar, sipariş üzerine yapılan eşyalar, çalınarak elde
edilen eşyalar gibi sayısız elde ediş biçimi bulunabilir. İkinci el veya ödünç
olarak alınan eşyalar ile , aileden yadigar veya çocuklarının geleceğini
ilgilendiren eşyaların değeri bireyin gözünde aynı değerde olmayabilir.

Satın alınan eşyaların ödenme biçimleri eşyanın takas dışında taksitle veya
borçla alınabileceğini de gösteren ekonomik modelleri de doğurmuştur.
Eşyanın nereden alındığının karar verilmesine etken olarak ise bazı zamanlar
markanın güvenirliğine göre büyük mağazalar seçilirken, antika, ucuzluk,
güven gibi açılardan küçük mağaza, tanıdık kişilerden alışveriş yapmak tercih
edilebilir. Ayrıca günlük tüketilen eşyalar için köşedeki marketler tercih
edilirken ki bu eşyaya verilen değerin pahasını da (zaman ve enerji) azaltmak
için de o labilir, bir yandan sosyal psikolojide mekanda yakınlığın kişilerarası
ilişkiyi arttırmasını ifade eden coğrafı homofili kavramına bağlanarak da
açıklanabilir.(J. Masionneuve,1966)
EŞYANIN KULLANILDIĞI ZAMANLAR

“HER ŞEY YERLİ YERİNDE

Her şey yerli yerinde; havuz başında servi


Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan,
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan,
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi

Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,


Serpilen aydınlıkta dalların arasından
Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman
Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak.

Biliyorum gölgede senin uyudugunu


Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hazların aleminde yumulmuş kirpiklerin
Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu.

Belki rüyalarındır bu taze açmış güller,


Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.

Her sey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda


Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgarda.”

/Ahmet Hamdi Tanpınar

Satın alınma aşamasından sonra elde edilen eşya, eşyanın alındığı


vitrinin,deponun içinde bulunduğu fabrikasyon kimikten çıkarak, eşyayı alan
bireyin veya ailenin özel kimliğiyle özdeşleşmektedir ve sosyal bir anlam da
kazanmaya başlar.

İşlevine göre çabuk tüketilen veya saklanacak, göz önünde bulunan veya
dolaba kaldırılması uygun bulunan veya kimliğinizi sergilemek için orta yerde
bulundurulması dekoratif anlam taşıyan gibi dikotomilere göre eşyanın kimliği
de belirlenir. V. Morin(1969) eşyanın insanla yakın bağlar kurduğu bir
bütünselleşmeyle, onla kurduğu iletişimin derinliğini var kılarken, bir yandan
da teknik özellikleriyle örneğin çamaşır makinası veya elektirikli süpürge gibi
insanla yakın bağa girmeyen ama onun işlevinin kattığı avantajlara tabi olan
kimlik açısından iki birbirinizin uç eşya kimliğini niteler. İlkinde duygusal bağ
oluşurken ikincisinde bilişsel bağ mevcutur.Birinci durumda zanaatkarın ürünü
kendine özgü yanlar taşırken, elektro-mekanik eşyalar genel bir anonimlik ve
aleladelik içinde bulunmamaktadır. Philips, General Motors, Grundig, Moulinex,
Hoover, Sony gibi firmalar, kişisel özelliklerinden soyutlanmış olan ve
dünyanın çeşitli bölgelerinde bulunan ortalama tüketici için eşya
üretmektedirler. Zanaatkarla eşyayı kullanan insan arasındaki ilişkiler, bu
çerçevede yok olmaktadır. Örneğin, örgü makinalarının alınış ve kullanış
senaryolarını inceleyen bir araştırma(Bonichot,1989) bu makinaların satın
alınmasında teknisist ideolojinin önemli bir yeri olduğuna işaret etmektedir.
Teknik ilerlemenin makinada vücut bulduğuna inanan insan,makinayı sembolik
olarak yüklemekte veya yatırım objesine dönüştürmektedir. Teknik olarak
“mümkün olan herşeyin, aynı zamanda iyi olacağı” inancına varılmakta, bunun
özellikle günlük hayatı kolaylaştıracağı, bir tasarruf sağlayacağı ve kazanç
getireceği de düşünülmektedir. Bunu yok etmek için televizyonun dantelli kılıf
içine oturtulması, minibüslerin örme boncuklarla donatılması eşyaya
yabancılaşmak ve onu anonimleştirmek istemeyen insanın tutumlarını gösterir.
EŞYANIN KORUNMASI VE BAKIMI

“EŞYA GÜCÜ

Güçsüzüm eşyalara
Kırılsa, bir şey olsa
Nerde yapacak adam
Git gel yalvar!

Kırılsam insanlara
Çaresi var
Çekil yalnızlığa
Güçtür aynalar.”

/Behçet Necatigil

Eşyaya saldırgan tarzdaki gibi kısa süreli bir anlam katanlardan sakınılması
gibi eşyanın çalınarak mı yoksa antika veya miras özelliğiyle elde edildiğine
dair durumlar, eşyanın ne derecede korunacağını ve bakım alınacağını da
belirler.

Ekonomik açıdan amortisman sürelerinin hesaplanmasının sermaye


dönüşümünü sağlamak açısından önemli olduğu günümüzde, eşyaya zaman ve
mekan açısından verilen süreklilik, sahiplik arzusu onu koruma iradesiyle de
birleştirmektedir. Eşyanın aşınma özelliği nedeniyle uygarlıkların aşınmaz ve
uzun ömürlü mücdevherlere ilgi duyduğu düşünebileceği gibi bazı radikal
toplulukların eşyanın etkisinden korunmak için ritüeller geliştirdiği de
görülmüştür ve bu nedenle eşyayı kısa süreli kullanıldığı ve hayatlarının içine
dahil olmadığı sürece tercih etmişlerdir.

Verimlilk açısından teknik eşyaların büyük işletmelerde onu uzun süreli işler
halde tutmak için bakım olgusunu geliştirmesiyle meslek alanları da
genişlemiştir. 20. Yüzyılda endüstriyel devrimle beraber otomatizasyondan
otomasyona geçilerek eşyaların donanımı ve karmaşıklığı da artmıştır.
Sibernetik organizmaların işleyiş fonksiyonlarıyla onların düzenlenmesi ve
sistemin entropi olgusunu(bir sistemde enerjinin degradasyonu ve
düzensizliğinin artması) nötralize edilmesi gereken bir aygıtın yerleştirilmesi
gereğini ortaya koymuştur. Bu koşula yapısal homeostazi denmektedir ve
insanın koruyucu bakım fonksiyonunu üstlenmesi için bozulma türüne karşı
negentropik önlemler alması gerekeceği gibi, imalat hatalarına karşı kalite
kontrolü yapmalı ve gerektiğinde parça değiştirme garantisini verme
zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
EŞYANIN BOZULMASI:

Atmış Sigortalı Mum

atmış sigortalarını tamir ettim mum'un


elektrikler kesilince bir gece
karanlık bir nostalji kutusuna
dönüştü televizyon
ayrı odalarda geceleyen ev halkı
toplandı basına
atmış sigortalarını tamir ettiğim mum'un

hal hatır sorduk birbirimize


konustuk, konustuk, dinledik
gülüşlerini seyrettik cocukların
mutluydular başında
atmış sigortalarını tamir ettiğim mum'un

elektrikler geldi, acmadık


lambaları, cihazları
mutluyduk

farkettik ki,
göz göze gelemiyoruz
gözümüzün önündekilerle
yanyana sadece bedenlerimizmiş
uzaklasmısız birbirimizden

farkettik ki, cok gec olmus


bir parmak boyundaki mum kadar ilgi
ne büyük mutluluk veriyormus

ve eriyip veda ederken


ihmal etmeyın birbirinizi diyordu
atmıs sigortalarını tamir ettiğim mum

- Yasasın! elektrikler yine kesik!


diye bagıran cocukların
- Anne, biz mahsus kestik elektriği, belli etme
dedıklerını de duyuyorum

ve slogan atıyorum
-Yasasın elektriği kesenler
ve onların işbirlikçileri, yardım ve yataklık edenler..
-Yaşasın atmış sigortalarını tamir ettiğim mum!

/Rahim Taş

Eşyanın hayatı, elde edilme anından terk edilme anına kadar tekdüze bir
biçimde geçmemektedir. Her organizma gibi, eşya da bir takım bozucu
etkenlerle karşı karşıyadır. Eşya üreten bir toplum, aynı zamanda eşya onarıcı,
yenileyici bir çaba içine girmekte ve bu amaçla çeşitli mekanizmalar
öngörmektedir. Eşyayı, hayatı boyunca ayakta tutmayı amaçlayan bu destek
mekanizmalar, toplum ve işletmelere göre değişmekte ve bireylerde farklı
davranışlara yol açmaktadır.

İnsan-eşya ilişkilerinin bütününde olduğu kadar, insanın serbest zaman


çerçevesindeki eşyayla ilgili uğraşlarında da, çevrenin diğer önemli bir etken
olduğunu belirmiştik. Aynı şekilde çevrenin çeşitli durumlarıyla bireyin eşya
karşısındaki davranışları ilgili görünmektedir. Bir takım eşya ve olayların bir
düzenlemesi olarak, kendi dinamiklerine göre davranışları belirleyici bir etkiye
sahiptir.

Maslow’un ihtiyaç piramidini burada, fiziksel ve sosyal çevrenin zenginliği


açısından yorumlayarak, yeniden ele alabiliriz. Sözkonusu ihtiyaçların tümünde
eşyalar ya maddi hayat dekorunun öğeleri, ya da doyum getiren araçlar olarak
dikkate alınmak zorundadırlar. Temel biyolojik ve fizyolojik ihtiyaçlarda (yeme,
içme, uykuyla ilgili mutfak yatak takımları v.b.) dış çevrede istikrar düzenlilik
ve güvenlik ihtiyaçlarında(Tüm konut ve mağazalardaki kamuya ait yerlerdeki
eşya ve donatımlar), sosyal etkileşimde (haberleşme araçları) estetik
ihtiyaçlarda (dekoratif-estetik malzeme), dış dünyayı denetleme ve güç
ihtiyaçlarında (insan-doğa ve insan-hayat koşulları ilişkinde yeralan araç ve
gereçler) değişik ölçülerde de olsa, her zaman eşyalar bulunmaktadır.
Dolayısıyla , eşyayı iyi ve işler halde tutmayı amaçlayan, hizmete hazır

Eşyaya yönelik bakım ve onarım hizmetleri , yani eşyanın


güvenirlik,onarılabilirlik ikame ve yenileme özellikleriyle ilgili hizmetler,
standardizasyon çabaları, yedek parça ve bakım malzemesinin üretim ve
dağıtımı, satış sonrası hizmet ve bakım, garanti olanakları, kısaca eşyayı
ilgilendiren lojistik destek sistemi öğelerinin tümü, hoeostatik mekanizmalar
olarak nitelendirilebilir. Bunlar, insanın hayat dekorunun işlerliğini ve
sürekliliğini sağlamayı amaçlamaktadırlar. Bu mekanizmalar, eşyanın
aşınma,kaza,arıza , yapım ve kullanma hatası sonucu bozulmaları karşısında
insana eşyayı yeniden işler ve iyi duruma getirme ve bozulmaları önleme
olanakları vererek dış çevredeki güvenlik ve istikrarı belirli marjlar içinde
sağlamaktadırlar.

Modern gruplarda çeşitli eşyalar arasında buna benzeyen ilişkiler vardır;


çamaşır makinesi ile ütü, mikser ile mutfak ocağı, pasta takımı ile fırın
arasında olduğu gibi. Bu eşyalar arasında bğaımlılık derecesi farklı olmakla
birlikte hepsi de öğeleri seri halde bağlanmış bir yapıyı, bir başka deyişle,
zincir yapıyı andırmaktadırlar.Arızanın algılanmasında eşyalar arası ilişkinin
dışında, davranışın eşyaya bağımlılık derecesi de etkili olmaktadır. Yine bu da,
gruplara göre farklılaşmaktadır. Modern gruplarda, günlük hayat eşyaya daha
çok bağlı görünmektedir; çamaşır makinasına, ulaşım araçlarına, buzdolabına,
koltuk takımına bağımlılık bunun en göze çarpan örnekleri arasında sayılabilir.
Gelir durumu ortalamanın üstünde olanlarda, bu uğraşılar gerçek anlamda bir
serbest zaman, uğraşı niteliği taşırken , fakir kesimlerde evdeki eşya
envanterini tamamlamaya, arttırmaya ve ayakta tutmaya yarıyan işleri ifade
etmektedir. Oturulan evin durumu da bu uğraşılarda etkili olmaktadır.
Müstakil(bahçeli veya bahçesiz) tek veya çok katlı evler(ilk üç gruptaki evler)
bunlara uygun bir zemin oluştururken, apartman dairelerinde bunların büyük
kısmının yapılmasına olanak yoktur ve sahip olunan aletler çoğu kez bir
dolabın veya çantanın içinde kapalı kalmaktadır.

Esasen eşya ve yaşanan mekana ilişkin bu tür uğraşıların psikolojik açıdan


temellerinin araştırılması ve incelenmesi gereklidir. Gözlemlerimize göre
kiminin bir zorunluluk, kiminin yaratıcılık ve zevk kaynağı gördüğü,ancak her
grupta ikinci derecede uğraşılar arasında mevcut olan bu işler, bir
mikropsikoloji kurulmasını sağlıyacak kadar geniş ve zengi bir araştırma alanı
oluşturmaktadır.

EŞYANIN ELDEN ÇIKARıLMASI:

İlan! ? Satılık taht

Binmişim hakikât atına, tahta atımı alan varmı.


Varmışım cêmâle,o fırkayı Naciye ile sufi den
İmam imiş,bab’ı üçlere ,sultani nefs cihana dem.
Varisim bekâyı mülke hevayı tahtımı alan var mı.

Ne arar isek bulduk sünnet ile kur-anda.


Kalmadı hırsımız, ne malda, ne mekânda.
Can elinde kul olduk, neyleriz makamda.
Atarım ben bu aşka,tacı kaftanı, alan var mı

Pul oldu Süleyman saltanatı bir ağaç kurduna.


Sen akıl, birde, gönül isen,hazır ol ebedi yurduna.
Ayan oldu sırrı akıbet, heder etti onca bahrımı,
Kabz’ı hacz oldu Harun’un malı tahtı ile alan var mı……

/ Ali Rıza Ünal


Bir çok araştırmaya göre eşyaların ömürlerindeki kısalma erken ölümleri de
yaygınlaştırmakta ve kalıcılık ve sürekliliği temel alan tüketim değerleri
yıkılarak geçicilik ve eğretilik üstüne kurulu bir tüketim ahlakı doğmaktadır.
Eşya insan karşısında zaman ve hayat koşulları üstündeki kontrolünü ve
gücünü yitirmektedir. Bu eşyanın mitolojideki sembolü olarak doğan, hemen
ardından ölen ve kendi küllerinden yeniden dünyaya gelen “feniks” alınabilir.
Artık ,insan eşya kuşaklarının birbiri ardısıra geçişine tanık olmaktadır.
Çöplükler, teknik olarak ölmemiş canlı eşyaların mezarına dönüşmektedir.

Ancak yakın yıllara kadar, endüstri toplumunu bir alternatif olarak gösterilmek
istenen ve bazı araştırmacıların övgüsünü yaptıkları(Dichter, 1963, Ruyer
1969) tüketim toplumunun gerçekleşmediği bugun rahatlıkla kabul edilebilir.
Bunun, psikolojik ekonomik ve ekolojik düzeyde çeşitli nedenleri
mevcuttur.(Bilgin,1976 a) Fakat tüketim toplumunun değerleri, çeşitli
kesimlere sızmıştır ve tüketim davranışlarında etkisini gözlenebilmektedir.

R.Barthes’a göre “ekonomik yükselme kısmi de olsa, lüks fantazmalarında bir


gerilemeye yol açmaktadır; örneğin amerikan sineması,ortalama amerikalı
belirli bir hayat düzeyine ulaştığında , muhteşem ve zengin ev dekorlarını
göstermekten vazgeçmiştir.” Toplumumuzda, arabanın sembolik değeri, çeşitli
afiş, takvim, reklam ve benzeri yayınlarındaki araba resimlerinde açıkça
görülmektedir. Arabanın fotojenik bir değeri vardır. Endüstrileşmiş toplumların
çoğunda büyük ölçüde yıkılan araba mitolojisi, bizde canlılığını korumaktadır.
Arabanın en dayanıklı ve en pahalı tüketim mallarından birisi olmasına rağmen
en yüksek rotasyon hızına sahi olması ancak bu açıdan bakılırsa açıklık
kazanmaktadır.

Marka ve stile bağlanamayan tüketim mallarında sembolik temelli rotasyon


modayla sağlanmaktadır. Tüketici ile eşya arasında karmaşık anlam ağları
örülmektedir. Moda, bu iki bilinç arasında uyuşmazlığa, biri diğerine yabancı
iki bilincin varlığına dayanır. (R. Barthes,1967) Böylece moda hareketleri
eşyanın nerede ve nasıl satıldığı, kullanıldığı, eşyanın arz trendleri
doğrultusunda aşınma süresini de belirlemiştir. Ayrıca, başlangıçta, sadece
belirli nesneleri kasayan moda hareketleri, giderek geniş bir alana yayılmakta
ve herşey modanın konusu olabilmektedir.( König,1969) Genel bir deyişle,
eşyaların sembolik değeri arttıkça, denotatif değerinin önemi azalmaktadır.
Bunun sonucu olarak, eşya, kişisel veya sosyal değerler sistemin daha çok
bağımlı bir hale gelmekte ve işlevsel değerini kaybetmeden gözden
düşebilmektedir. Eşyanın gözden düşmesi, erken ölümüne yol açtığından, eşya
rotasyonu hızlanmaktadır. Bu ise, eşyayı kullanan insanda “hiç arıza
yapmayan bir eşya” beklentisine yol açmakta ve arızalanan veya onarılan
eşyalar değerlerini yitirmektedir.

Bu bir bakıma “yama” nın yok oluşu anlamına gelmektedir. Yama, kıtlık
dönemlerinin hikayelerinde kalmakta ve bolluk zihniyeti karşısında
gerilemektedir; söz gelimi bugun toplumumuzda, yamalı elbise, yama yapan
terzi, perçin yama yapan bakırcı, yamalı minder görülmemekte ve “yamalı
bohça” sözüyle ifade edilen kınama ve aşağılama yayınganlaşmaktadır.

Eşya aşınması, gözden düşmesi veya arızanlaması nedeniyle elden çıkarılabilir.


Bu nedenleri tercih etmek , bireyin ve topluluğun sosyoekonomik durumuna
göre değişkenlik gösterebilir. Örneğin iPhone’un bir üst sürümü kimileri için bir
lüksken, kimileri için hemen bir üst segmente geçilmesi gereken bir zaruri
alışveriştir.
Eşya elden çıkarılırken, daha önce satış mekanından alındığı gibi bir depoya,
bodruma, tavanarasına konulabileceği gibi çöpe atılabilir veya ikinci el olarak
satılığa çıkarılabilir.

EŞYA ile KURULAN BAĞ


Okul Arkadaşı

“Aynı ranzada uyumuştuk seninle


yatılı okula benzeyen bir sevdada,
üstte kim yatabilirdi ki: Elbette yeryüzü!
altta kim yatabilirdi ki: Elbette gözlerimizdeki intihar süsü!
..........
..........

“ /Küçük İskender

Bir doyum aracı olarak ise eşya sosyo kültüren topluluklarda değişimin bir
sembolü olması açısından ayrı bir önem taşır.Burada İngiliz ampirist
filozoflarında ve bazı ekonomistlerde görülen “değerler tablosu” kavramını
referans almakta yarar var. Bu kavram, bireyin zihninde , bir takım olguların
ve davranışların(dolayısıyla eşya ve hizmetlerin) belirli bir düzen içinde
örgütlendiği ve bireyin, bunların herbirine ayrı bir değer ya da ağırlık katsayısı
bağlıyarak davranışlarını düzenlediği fikrini ifade etmektedir. Günlük hayat
içinde bireyler, bu değerler bütününe referansla davranışlarında, doyum
buldukça, değerlerini pekiştirmekte ve davranışlarını bu referansla
meşrulaştırmakta ve doğrulamaktadırlar. Değerler olgusu için sosyal bilimler
alanında Parsons, Kluckholm, Strodtbeck, Piaget gibi araştırmacıların çalıştığını
görüyoruz. İnsanın doğayla olan ilişkisinde zaman ve mekana göre davranış ve
tutumlarındaki farklılıklar neticesinde bir değerler hiyerarşisi kabul
edilmektedir. (Chombart de Lauwe,1975)

Homo Economicus, üretilen bir malı herkes için aynı sayıp, bu malın arz ve
talebini fiyatın bir fonksiyonu olarak gören klasik ekonomik anlayışa uygun bir
insan modelinin ifadesidir ve değerlerin etkisinden arınmıştır. Kendisi içinde
tutarlı olan bu anlayışa göre, insan ve eşya(mal), evrensel niteliklere sahiptir.
Ne tüketici, ne de eşya planında farklılaşma yoktur. Oysa kişisel ve sosyal
değerler, eşyanın algılanmasında seçicilik faktörleri olarak(Postman, Bruner ve
Mc Ginnies, 1948) hem tüketiciler arasında, hem de bir malın tüketiciler
tarafından algılanmasında farklılaşmaya yol açmaktadır. Sosyal psikolojik
araştırmalarda da görülmektedir. Sosyal psikolojik araştırmalar, sadece
dinleyici ya da alıcı olma özelliği etrafında birleşen bir kitlenin, yani benzer
özellikler gösteren bireylerin toplamı bir kitlenin bulunmadığını, mesajların
bireye doğrudan değil, bir takım sosyal kanallardan ve süzgeçlerden geçerek
ulaştığını(kanaat liderleri v.s. aracılığıyla ) kısacası alıcı kitlenin bir yapısı
olduğunu ortaya koymaktadır. (Bilgin,1989)Dolayısıyla burada, sadece, bireyin
davranışlarının gruplara göre değiştiğini vurgulamak istiyoruz. Sonuç olarak
tüketiciler, hem bireysel , hem de sosyal düzeyde farklılaşma göstermektedir.
Ekonomik davranışların bu açıdan analizi, tasarruf , harcama ve yatırımlar
planında, ekonomik psikoloji disiplini çerçevesinde yapılmış ve yukarıdaki
düşüncelere uygun sonuçlar bulunmuştur. (Katona, 1951)
EŞYADA İSTENEN ÖZELLİKLER:

“Daha Sağlam

Hey!Gün;
Vazomu kırdım.
Derin bir nefes aldım
Bile bile,sindire sindire
Yere attım.
Kırmalıydım.
Yüreğim tuz buz olmuştu.
Oturdum ağladım.
Yenisini almak kolaydı ama;
Yere eğildim,
Parçaları özenle yapıştırdım.
Şimdi eskisinden daha sağlam.”

/ Arzu Bağrıaçık

Eşyalar, yenilik, modernlik, bakımın kolay olması, yararlı olması, ucuz olması,
farklılık hissi uyandırması, estetik olması, dayanıklı ve sağlam olması gibi
özelliklere bakılarak satın alınır. Marka ise eşyaya ilişkin bir takım kalıp
yargıların, imajların ve sembollerin ifadesi olarak, tüketicilerin satın alma
kararında etkili olmaktadır. Eşyanın teknik özelliklerini tanımaktan çoğu kez
uzak olan tüketiciler için marka, bir güvence kaynağı olmaktadır.

Endüstrilerşmiş toplumlarda, üretici firmalar, hedef tüketicilerin bilincinde açık


seçik bir yer elde etmek üzere kendi ürünlerine, ayırdedici bir kişilik vermeye
çalışmaktadırlar. Bu bağlamda tüketicilerin yaşam stilleri ile ürün veya eşyanın
kimliği arasında bir ilişki kurulması hedeflenmektedir. Üretici firmalar,
tüketicilerin ihtiyaçları , tutumları , algıları ve alışkanlıkları gibi çeşitli özellikleri
ile piyasada mevcut çeşitli alternatif markalar arasındaki ilişkiler bakımından
piyasanın biçimlenmesini saptayarak (Myers ve Tauber 1977) marka imajını ve
marka pozisyonunu belirleme yönüne gitmektedirler.Marka imajı(brand image)
kavramı, belirli bir marka konusunda tüketicilerin ürün algılarını ve tercihlerini
ifade etmektedir. Piyasada belirli bi ürün kategorisinde mevcut markalar
birbirinden belirli bir ürün kategorisinde mevcut markalar birbirinden fiyat,
ürün nitelikleri ambalaj ve diğer bazı açılardan farklılaşmaktadırlar.Marka
streotipleri, bireylerin bilişssel yapıları içinde bir tutarlılık ve harmoni
oluşturacak tarzda yer almaktadır. Bunun sonucunda tüketicilerde en uç
durumda bir marka bağımlılığı oluşmaktadır. Marka bağımlılığı, çoğu kez
mutlak bir durumdan ziyade, derecel bir boyu ifade etmekte ve örneğin marka
aşinalığı , marka tercihi ve markada ısrar gibi bazı basamaklara ayrılmaktadır.
(MCCarthy ve Perrault, 1987) Bir takım tutumlar, duygusal tepkiler ve
kanaatler istikrarlı bir şekilde markaya bağlanarak , belirli bir eşya konusunda
kalıp yargıların (Streotip) oluşmasına yol açmaktadırlar. Böylece eşya
etrafında, çeşitli duygu, düşünce, inanç ve tutumları içeren bir hale
doğmaktadır. Reklamlar, bizzat eşyadan çok markayı önplana çıkaran
stratejileriyl , bu oluşumda etkin olmaktadır. “Eşyanın satın alınması için,
kişinin diğerlerine vermek istediği kendi hakkındaki imgesi ile marka imgesi
arasında bir uygunluk vardır ve bu bir markaya bağlılığın temelidir. Reklamlar,
kişinin kendini takdimi ile marka arasındaki bağı kurmayı hedeflemektedir.
Marka olgusu, çağdaş tüketim olgularının hakim özelliğidir.” (R. Daval, 1970)

Bu düşünceler, markanın bir eşya özelliği olarak modernleşmeyle ilgili


olduğunu ortaya koymaktadır. Zaman zaman karşılaştığımız “İngiliz kumaşı”,
“Alman çeliği” gibi ifadeler , eşyayı benzer şekilde farklılaştırıcı bir eğilimin
sonuçları olarak yorumlanabilir. İstikrarlı bir markaya bağlanmış mallar, model
sayesinde , günün modasına ya da beğenilerine daha uygun bir şekle
bürünmekte ve kendini yenilemektedir. Bu sembolizm , kuşkusuz evrensel
değildir. Çeşitli mal ve eşyalar konusunda mevcut sembollerden beslenmekte
ve ayrıca bu sembolizmi geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenledir ki, tüm
reklamlarda duygusal, konotatif, sembolik ve referans veren mesajlara
rastlanmaktadır. (Peninou, 1968 ve 1972, Cathelat, 1976)

EŞYALARIN SOSYAL STATÜ YARATMADAKİ ROLÜ

KIRMIZI ARABA

“....
Ama Süleyman
Eli boş çıkar dükkandan
Sorar Cevahir hani baba
Hani kırmızı araba
Sorar hesabı bulutlar dağa
Nasıl desin Süleyman
Nasıl desin adam yüreği
Ben onu sana alamadım
Benim ona param yetmedi diye
Başlar ağlamaya Cevahir
Başlar bulutlar ağlamaya
Yanar yerin yedi arzı
Ve güvercinlerin kalbi başlar kanamaya
Ulan istanbul yanar içine Süleyman’ın
Sorar Cevahir
Hani baba hani kırmızı araba
Martıları gösterir Süleyman
Bak ne güzel uçuyor
Cevahir martılar havada
Boş ver kırmızı arabayı
Baksana martılara
Bakmaz martılara Cevahir
Bakar yangın gibi arabaya
.....”
/ İBRAHİM SADRİ

19.yy da Le Play’ın hayat düzeyleri üzerindeki çalışmalarından sonra Alman


istatistikçisi Engel, aile bütçelerinde bazı düzenlilikler ve yasalar bulmuştur. Bu
yasaların bu gün için de az çok geçerli olduğu kabul edilmektedir. İsraf,
gösteriş ve serbest zaman uğraşlarına göre statüsünü kanıtlamak ve korumak
ge gerektiğini ortaya koyan Veblen’e göre statüdeki önem, tembellikle beraber
israfı da beraberinde getirir. Böylece eşyalar hercai bir bakış açısına sahip
olacaktır. Neticede işlevini tamamlamadan kullanıp atılan eşyalar ortaya
çıkmaktadır.

Baudrillard ise burada puriten iş etiği ile tembelliğin aristokratik etiğinin


çatışmasını görmektedir. Kullanım değerini temel alan puriten bakış, tıpkı birey
gibi, eşyanın da tembel olmamasını ister; eşya, çalışmalıdır, işlemelidir ve bu
sayede salt prestij göstergesi olmayı içeren eski aristokratik statütüsünden
çıkıp demokratikleşerek kendini kanıtlamalıdır, arınmalıdır, layık olmalıdır.
Baudrillard , eşyanın anlamını, işe yaramazlığında, alet/araç olmayışında bulan
aristokratik etiğin güçlü bir şekilde sürdüğünü belirtmektedir. O’na göre tüm
eşyalar işlevsellik taklidi(imulacre fonctionnel)yaparak sosyal farklılaştırıcılık
rolü oynamaktadır. Günlük hayattaki ev eşyaları sosyal konformiye ve
hareketlilik gereklerine uymaktadır. Herkes, eşyalarında yargılandığını
hissetmektedir ve bunu tepkiyle karşılasa da itiraf etmese de, bu yargılara
göre davranmaktadır.

M. Halbwacs(1912, 1955) işçiler ve hayat düzeylerini konu alan araştırmaları


sonucunda, çeşitli sosyal kesim ve sınıfların birbirinden çalışma alanından
ziyade tüketim alanında ayrıldığı görüşüne varmaktadır. Halwbacs’a göre ,
sosyal tabakalaşmanın oluşumunda kişilerin iş dışı kollektif hayata katılım
açısından farklılaşmaları etkili olmaktadır. Bu farklılaşma, ancak, çalışma
saatlerinin kısalması ve hayat düzeylerinin yükselmesiyle azalabilecektir.
Statüyü, bir birey ya da ailenin toplumda kültürel ürünler, gelir, mamum
maddeler ve grup faaliyetlerine katılım konularında hakim standartlara göre
işgal ettiği yer olarak tanımlayan F.S. Chaplin(1933),” living-room” ve
konutların sistematik gözlemine dayalı bir statü ölçeği geliştirilmiştir. Chapin,
salon eşyalarını ayrı ayrı ele alarak ve bunları, temizlik, düzenlilik, bakım
derecelerine göre puanlayarak, her konut için genel bir skor saptamıştır. Elde
edilen toplam puanlarına göre aileleri sınıflayarak, sosyo- ekonomik statülerini
belirlemeye çalışmıştır. Sosyal tabakalaşma konusuna sosyal psikolojik açıdan
yaklaşan ve önemli çalışmalar yapan araştırmacılara örnek ise prestij, iktidar,
statü ve sınıf konularında yapılan araştırmaların sistemeatik değerlendirmesini
yapan L. Reissman(1959) diğer önemli bir araştırmacı olarak anılabilir. .
Sosyal statü, bireyin kendisi hakkındaki imgesinin ve bilincinin bir parçası
haline gelmekte ve bu anlamda, bir referans çevresi ve bir hayat tarzı
belirlemektedir. “Hiç bir kuralda olmadığı ölçüde meşru, hakiki ve bize ait,
bizim olan bir norm olarak algılanmaktadır.” (Stoetzel s. 180)

Eşya- statü ilişkisi, kişiler arasında alınıp verilen hediyelerde de ortaya


çıkmaktadır. Hediyenin anlamı, alan-veren kişilerin ilişkisine(karı-koca arası,
aile içi, aileye dıştan gelen hediye gibi) veriliş nedenlerine (bir hizmete karşılık,
ritüel ve sembolik hediyeler gibi) ve seçilen eşyaya (değişik pahada eşyalar,
işlevi farklı eşyalar gibi) göre değişmektedir. Çeşitli gruplarda hediye olarak
alınıp verilen giyim eşyaları(elbiselik, kumaşlar, iç çamaşırları, ayakkabı,
çorap, kıravat, eşarp v.b.) yiyecekler (çay, çay şekeri, şekerleme ve pasta
çeşitleri) mutfak araç ve malzemeleri (Tabak, tencere, bardak sürahi,
fırın,masa v.b.) süs ve makyaj malzmeleri(mücevher, parfüm, kolonya, sabun
v.b.) ve diğer eşyalar geniş bir yelpaze oluşturmaktadır. İlkel toplumlardaki
kula sisteminin temelinde, ticari hayat(Malinowski’nin terimiyle gimvali
sistemi) dışında mal ve eşya dolaşımını sosyal değerler ve statüye göre
düzenleyen bir sistem görmek mümkündür. Kürk, bilezik, kolye gibi çeşitli
eşyaların kabile mensupları arasındaki sembolik değişimi,eşyanın ilkekl
toplumlardan bu yana bir prestij işareti taşıdığını göstermektedir. Statü ile
eşya ilişkisi, özellikle kalite planında ortaya çıkmaktadır. Benzer eşyalar, statü
değiştikçe, marka, model ve kalite itibariyle farklılaşmaktadır. Sosyal hiyerarşi
basamaklarında yükseldikçe, formika mobilyalar yerine ağacının cinsi
sergilenen tahta mobilyalar mekanik eşyalar yerine otomatik veya elektro-
mekanik eşyalar, aynı objeyi gösteren, duvara çivilenmiş prodüksiyonlar
yerine çerçeveli tablalar geçmektedir. Chapin tarzında, eşya envanteriyle statü
belirlemenin en büyük eksiksiklerinden birisi buradadır. Farklı statüden
kişilerin eşya envarnterlerinde yer alan mobilya takımı veya arabanın aynı
olmadığı açıktır. Bir Anadol ile Mercedes arasında, düz formika mobilya ile
ceviz kaplama ya da saray tipi mobilya arasında sosyal statü değeri açısından
büyük fark vardır. Bu eşyalarda işlev, bir tür “alibi” (meşrulaştırıcı dayanak”
rolü görmektedir. Bazı hallerde tersine bir gelişme görülmekte ve statü işareti
olarak alınan eşyalar , sosyal değrini kaybettikleri anda günlük kullanıma ait
olağan eşyalar arasına girmektedir.
EŞYALAR VE TUTUMLAR:

“Onlar İçin Minibüs Şarkısı

Eşyanın konumunu biçimini rengini almışlardır


Koltuğa oturdular mı koltuğun boyuna eklenir boyları
Pat pat pat diye gülerler bir motosiklet neşesiyle
Ama zariftirler de bir bisiklet kazasında ölmeyi akıl edecek kadar,
Patatesin ağaçtan mı koparıldığını tartışacak kadar naiftirler de,
Hakçası bilmedikleri yoktur, bütün balık adlarını bilirler bir kere,
Lunapark beğenisiyle düzenlenmiştir yatak odaları,
Kadındırlar nişanlıları kendilerine ada falan armağan ederler
Dardırlar da, söz aramızda, çekecek kullanarak işlemde bulunmak
gerekir,
Bayramlarda trafik noktalarına gül lokumu kutuları bırakırlar,
Ulusçudurlar bunun kanıtı olarak viskiyi kâseyle içerler
Ama batılıdırlar da lahmacuna havyar sürecek kadar,
Hekimdirler güneş gözlüğüyle kürtaj yaparlar başarırlar da
Şapkaları güzel bir niyet gibidir, öfkeleri dört mevsim reklamı,
Lirik değillerdir olmayı da istemezler zaten isteseler de olamazlar
Ama hamarattırlar uyku hapları ve bir sürü zımbırtıyla ölümü
magazinleştirecek kadar;
Padişahtırlar ferman çıkarmışlardır: hareme patlıcan ve hıyar ancak
kıyılarak sokulabilir;
Sikke kesmişlerdir badem yaprağından ince kırağı tanesinden yeğni;
Tecimendirler yüzyıllar boyunca karılarına hükümdarların
sataşmasını ağırca bir vergi olarak kabullenmişlerdir.
Düşünürdürler de ölülerin aile albümlerinden toplumbilim
kuralları çıkaracak kadar,
Dalgalı görürler her şeyi çiçek sayrılığını omuriliklerinde
geçirmişlerdir;
Efedirler, Nazilli'de Uzunçarşı onlarındır törenlere madalyalarla
katılırlar.”

/Cemal Süreya

Hayat tarzlarının elbiseler, mobilyalar vb. Eşyalarda yansıması Bourdieu(1979)


nün işaret ettiği gibi bir yandan bu eşyaların alınmasını belirleyen ekonomik ve
kültürek gereklerin bizzat eşyanın özelliklerinde somutlaşması öte yandan
günlük eşyalarda şekillenen sosyal ilişkilerin kendilerini bireyler empoze
etmesiyle sağlamlık kazanmaktadır. Teknolojik gelişmelere paralel olaraki eşya
kuşakları birbirini izlemektedir. Tüketicilerin satın alma davranışları ve
tüketme biçimleri toplumun hayat tarzını yansıtan
olgulardandır.(E.J.Kelley,1971)

Bazı yazarlar(Engel,Blackwell ve Kollat,1978), 1969-1970 yıllarından itibaren


pazarlama bilimi literatürüne girmeye başlayan yaşam stili kavramının bir
yandan kişilik ve motivasyon alanlarındaki araştırmalardan, diğer yandan
sosyal sınıf araştırmalardan etkilendiğini belirtmekte ve kavramı,insanların
yaşamı, zamanı ve parayı değerlendirme/harcama örüntüleri(patterns) olarak
tanımlamaktadırlar. Kuramsal planda özellikle G. Kelly’nin çalışmaları temel
dayanak olarak gösterilmektedir. Örneğin benzer sosyo-demografik özelliklere
sahip kişiler, aynı bir ürüne ilişkin tutum ve davranışlarında algı ve
temsillerinde farklılıklar gösterebilmektedir. Bourdieu’de temsilcisini bulan
yapısal sosyoloji taraftarları sosyo-demografik değişkenlerde ifadesini bulan
sosyal koşullara önem vermektedir. Bourdieu(1979) endüstrileşmiş
toplumlarda bireylerin neyi ne kadar tüketebileceğini, sosyo-ekonomik düzeyin
bir fonksiyonu olarak görmektedir. O’na göre gelir, tüketim objesinin
ulaşılabilirlik derecesini ve tüketim alanının genişliğini belirleyen en önemli
etmendir. Buna karşılık ,pazarlama uzmanlarının taraf olduğu ikinci yaklaşım,
sosyal koşullardan ziyade kültürel değerlere önem vermektedir. Bu
görüştekiler, klasik nedensellik anlayışı dışında psikolojide Pygmalion Etkisi,
sosyolojide kendi kendini gerçekleştiren kehanet(Self-fulfilling prohecy)
kavramlarıyla ifade edilen yeni bir nedensellik anlayışına dayanmaktadır;
bunun temelinde “bireylerin gerçek(Reel) olarak gördükleri şey, sonuçları
bakımından gerçektir.” düşüncesi yatmaktadır. Sosyal koşullar kendini bir
zorunluluk olarak empoze etmemektedir. Herkes, kendi görüşleri, inançları ve
değerleri doğrultusunda sosyal gerçekliği kendisi kurmaktadır. Sosyal olgular,
insanların sürekli bir etkinliğin ürünüdürler.

Literatürde yaşam stilini konu alan araştırmalar farklı yaklaşımlar izlemektedir.


Bazı araştırmacılar(Le Maire, Evrard ve Douglas,1973;Comos,1982;Kapferer
1985) tüketicilerin satın aldıkları mal ve hizmetlere ve bunları kullanış tarzına
bakmaktadırlar. İkinci bir grup(Tiger,1973;Wells ve Tiger,1971;Hustad ve
Pessemier,1974) yaşam stilinin temel değişkenleri olarak tüketicilerin
etkinliklerini,ilgilerini, tutum ve kanaatlarini esas almaktadırlar. Üçüncü bir
grup(Vulpian,1974;Cathelat ve Matricon,1976), toplumda gelişen, sosyo-
kültürel akımların analizine önem vermektedir;örneğin toplumda
mozayikleşme(Çeşitleme,farklılaşma), bütünleşme Katılma,dayanışma),
değişme (Yenilik,ilerleme), hedonizm, liberalizm, işbirliği, sembolizm,
materyalizm, doğallık (sadelik,otantiklik arayışı) gibi çeşitli eğilimleri
belirlemeye çalışmaktadır. Son yıllarda gelişen bir diğer yaklaşım, değerleri
temel almaktadır.(Rokeach,1974;Becker ve Connor,1982; Valette-Florence ve
Jolibert,1983). Belirli bir yaşam tarzının veya amacının bir başkasına kıyasla
kişisel ve sosyal olarak daha iyi görülmesini ifade eden kalıcı inançlar/görüşler
şeklinde tanımlanan değerlerin, bireylerin ekonomik ve sosyal niteliklerine
göre farklılaştığı ve tüketim davranışlarını öngörmeyi sağladıkları
savunulmaktadır. Bu yaklaşım, genellikle Rokeach’in çalışmalarına(Rokeach
Value Survey) dayanmakla birlikte, son yollarda Maslow’un ihtiyaçlar
piramidini yeniden yorumlayarak yaşam stilini belirlemeyi amaçlayan başka
çalışmalar da (SRI International,1989) görülmektedir; örneğin Stanford
Üniversitesi tarafından yürütülen VALS(Values and Life Styles) programıında,
tüketiciler kaynakların bolluğu-azlığı boyutunda, ilke yönelimli, statü yönelimli
ve eylem yönelimli oluşlarına göre 9 tipe ayrılmaktadırlar. Bazı yazarlar belirli
bir bireyin enformasyon işleme bakımından (farklılaştırıcı,ayırdedici ve
bütünleştirici stiller) ve enformasyonu kontrol etme ya da belirsizliğe tolerans
düzeyi birlikte alınarak tanımlanan kognitif stili ile yaşam stili arasında anlamlı
bir ilişki kurmaktadırlar. (Pinson,Malthora ve Jain,1983)
ROL KURAMI AÇISINDAN EŞYA

“Eski Sallanan Koltuk.

Eskicinin vitrininde bir sallanan koltuk ilişiyor gözüme.


Hasırları yırtılmış, boyaları sıyrılmış yorgun bir koltuk.
Geriye doğru yatmış gövdesi, adeta dinleniyormuş gibi
Donup kaldım önünde, yardım ister gibi bakıyordu gözlerime

Çocukluğumdan beri hep bir sallanan koltuğum olsun isterdim


Nedendir bilemem, hiçbir zaman edinemedim.
Şimdi duruyor karşımda sımsıcak gülümsüyor bana
Çağırıyor beni, hadi diyor beni buradan kurtarsana

Giriyorum dükkandan içeri hiç pazarlık etmeden alıyorum


Bu kadar yaşlı bir koltuk için pazarlık etmek gelmiyor içimden
Onu inciteceğimden korkuyorum, ona fark ettirmeden parayı ödeyip
Kucaklayıp sevinçle yola koyuluyorum, koltukta ben de çok mutluyum

Benim çocukluk hayalim gerçek oldu,


Asil, mağrur ve yorgun sallanan koltuk
Köhne ve tozlu eskici dükkanından kurtuldu.
Eve varıyoruz, odamın en güzel yerine koyuyorum

Önce tozunu alıyorum, yavaş yavaş sallanıyor keyifle


Yırtık hasırlarını düzeltiyorum dikkatlice
Güzelliğini bozmadan güçlendiriyorum yorgun bedenini
Arkasına gerdiğim birkaç sıra keten iple.

Sıyrılmış boyalarına hiç dokunmuyorum


Çünkü çirkin durmuyor, tam aksine
Yaşlı bir adamın yüzündeki çizgiler gibi
Onun meydan okuduğu yılları simgeliyor

Yavaşça oturuyorum sallanan koltuğuma


Kucaklıyor beni sanki teşekkür eder gibi
Yavaş yavaş sallanıyor, fısıldarcasına gıcırdayarak
Bana hazin öyküsünü anlatıyor.

Gözlerimi huzurla kapatıyorum


Bir masal dinler gibi onu dinliyorum
İyi bir usta onu özene bezene yapmış
Bir hasır ustası dantel gibi örmüş hasırlarını

Sonra Kanlıca’da bir yalının sahibi satın almış


O yalının en değerli mobilyalarından biri olmuş
Tam otuz yıl denize karşı keyifle sefa sürmüş.
Yalının sahipleri ondan bıkınca ve epeyi yaşlanınca

Saltanatı sona ermiş, evin beyi onu bahçıvana vermiş.


Yalının salonundan bahçıvanın kulübesine taşınmış
Çok hor kullanılmış, hırpalanmış,yıpranmış, iyice aşınmış
Beş yıl sonra kapıdan geçen bir eskiciye üç milyona satılmış,

Rutubetli, tozlu, karanlık bir depoya fırlatıp atmışlar


Yılmamış,usanmamış, direnmiş, pes etmemiş, dağılmamış
Aylarca sabırla beklemiş, umudunu hiç yitirmemiş
Dükkanda mal azalınca, depodan alınmış camın önüne konmuş

Güneş ısıtmış içini, kurutmuş rutubetten şişen bedenini


Kendini toparlamış, umutla, beklemeye başlamış
Birkaç gün kimse yüzüne bile bakmamış, tam umutları tükenirken
Birden bana rastlamış, onu kurtaracağımı bakışımdan anlamış

Benim ona onun bana daha anlatacak çok şeyimiz var


Bakalım ikimize de neler gösterecek gelecek yıllar.
Ben onun kurtarıcısıyım, O benim çocukluk hayalim,
İçin rahat olsun artık hiç korkma çilen bitti
Yaşlı ve yorgun sallanan koltuğum benim.”

/ Müşfik Saltık
Sosyal etkileşim sürecinde bireyler, birbirini tanıma ihtiyacı içindedirler. Bireyler, bu
bilgiyi birbirleriyle karşılaştıkları sosyal çerçeve, eski denyimleri ve dış görünüşleri gibi
çeşitli kanallardan sağlamaya çalışırlar. Goffman’a göre en önemli bilgi(information)
kişinin bizzat kendisinin hareket ve sözleriyle diğerine sağladığı bilgidir. Bu bilgi, kişinin
kendisini göstermek istediği biçimle ilgili dolayısıyla , anahtar bir bilgi niteliğindendir. Bu
sayede birey, durumun diğerlerine yansıtır ve diğerleri ise söz konusu bireyin onlardan ne
beklediğini ve kendilerinin ondan ne bekliyebileceğini önceden kestirebilir. Genel olarak
,statü ve rol arasında, etkileşimin olduğu çerçeve görünüş ve tarzlar arasında bir tutarlılık
arama eğilimi vardır. Sosyal etki konusundaki sosyal psikolojik araştırma sonuçları,
eşyalar planında da doğrulanmaktadır. Grup üyelerinin sahip oldukları eşyalar ve eşyaya
ilişkin görüşleri konusunda belirli bir konformizm görülmektedir. Konformizm bazı
hallerde Babbitt Sendromu denilen(Babbit, Sinclair Lewis’in 1922’de yayınlanan
romanının ve roman kahramanının adı) ve grup normuna aşırı başeğmeye varan bir
şekilde ortaya çıkmaktadır. Bireylerin çeşitli konularda düşüncelerini gizleme ve kamufle
etme yoluyla yüzeysel bir konformizm gösterme imkanları, eşyalar konusunda
daralmakta ve grup normuna uyum, daha zorlayıcı bir nitelik kazanmaktadır. Reklamlar,
eşyayı “herkesin ihtiyaç duyduğu” herkesin beğendiği bir eşya olarak sunmakla bu normu
pekiştirmektedir.

Eşya konformizminin dinamikliği, modern gruplarda ve özellikle genç kuşaklar arasında


daha açıkça görülmektedir. Toplumun ve reklamların üst statüdekilere atfettiği tüketim
alışkanlıkları ve eşya alarak prestij sağlama eğilimi, gençlerde daha çok gözlenmektedir.
Nispeten yaşlı kuşakların evlilikten uzun yıllar sonra elde ettiklerini, genç kuşaklar evlilik
anından itibaren elde etmek ve zamanla aşmak düşüncesini taşımaktadırlar. Gecekondu
grupları, bu konuda en yüksek dinamizme sahip olarak nitelenebilir. Bu grupta,
geleneksel bir ekonomik davranış olan tasarruf, gelecek bir eşya satın alımı için para
biriktirmeye veya alınan bir malın taksitlerini ödemeye dönüşmektedir.
REKLAMLARIN EŞYA TÜKETİMİNDEKİ ROLÜ

“Televizyon

Bu televizyon laşkalaştı
Kumanda el el dolaştı
Bizim evde kaş göz şişti
Bu kanalların yüzünden

Evde tartışma başladı


Hanımda beni suçladı
Yüzümü çayla haşladı
Bu dizilerin yüzünden

Ninem sinemaya daldı


Sıkıştı önünde kaldı
Dedem hızlı namaz kıldı
Bu filimlerin yüzünden

Okuldan öğrenci kaçtı


Çizgi filime yetişti
Küçüğü balkondan düştü
Bu çizgilerin yüzünden

Gençler modaya uyuyor


Avrupa cazı çalıyor
Babaya kafa tutuyor
Bu popcuların yüzünden

Bebek çikolata gördü


Ağladı mama istedi
Tuttu ekranı gösterdi
Bu reklamların yüzünden

Evde bulaşık yığıldı


Çay suyu demlik soğuldu
Bardak tabaklar kırıldı
Bu yarışmanın yüzünden

Tuncay tek başına kaldı


Hanım çocuklar bir oldu
En sonunda evden kovdu
Bu televizyonun yüzünden”

/ Tuncay Akdeniz

Bu noktada çeşitli görüşler gözden geçirilerek, ihtiyaçlar ve eşyalar arasında


birebir ilişki üstüne dayalı genel bir kuramın boşluklarına işaret edilmiştir.
Ancak yine de eşyaların ihtiyaçlardan bağımsız olarak ele alınamayacağı
sonucuna varılmıştır. Eşyanın denotasyonu ve konotasyonuyla ilgili gözlemler
çerçevesinde de , aşağı yukarı benzer sonuçlar ortaya konmuştur.

Reklamların rolü ise eşyayı sattırmaktan ziyade, satışın zeminin


hazırlamaktadır. Çeşitli durum ve toplumlarda değişik ölçülerde olmak üzere,
her bireyde eşyaya bir takım duygular ve değerler yükleme eğiliminin var
olduğu söylenebilir. Bu eğilim, Freud’de “duygusal enerji yatırımı” K. Lewin’in
alan kuramında topolojik “değer(valance) atfetme” görüşüne bağlanabilir.
Bireylerin eşyaya yaptıkları, psişik ve fiziksel yatırımlar, eşyayı birtakım
imgelerin sembollerin arzu ve düşlerin odaklaştığı ve somutlaştığı bir nesne
haline getirmektedir. Bardin’e göre(1975) reklamlar, eşyayı duygusal ve
sembolik bir çerçeveye oturtma eğilimini niceliksel ve niteliksel olarak
etkilemektedir. Eşyaya yapılan yatırımlar, ekonomik (Belirli bir parayı
bağlama)mekanla ilgili (belirli bir yer ayırma), fonksiyonel(belirli işler için
eşyayı araç kılma) , sembolik ve hayati (psişik bağlılık, duygusal
yatırım)sosyal (eşyanın statü ve rol göstergesi olması) ve hatta
nevrotik(Fetişizm , fobi,saplanma) boyutlarda ortaya çıkabilmektedir. Bardin,
söz konusu yatırımları, fonksiyonel,psikolojik ve semantik olmak üzere üç
grupta toplamaktadır. İnsan- eşya ilişkilerinde , eşyaya bağlanan değerler ve
yapılan yatırımlar birbiri içine geçmekte, bazıları diğerlerinden daha ön planda
bulunmakta ve buna göre de sonuçta, sözkonusu ilişkiler değişik biçimlere
bürünmektedir. Enformason, telkin ve ikna aşamalarından geçen reklamcılık,
salt iletişim olmaya yönelmektedir.Bazen, bireyin idealleştirişmiş bir benlik
imajını (Self-image) bazen de sondajlarla saptanan ortalama bir kişi imgesini
aşılamaktadır.

Reklam konusundaki klasik görüş(Marshall), reklamların enformasyon iletme


yanını vurgulamaktadır. Buna göre reklamlar, piyasada mevcut veya yeni
ürünlerin daha iyi tanıtılması işlevini görürler. Ancak, çeşitli gözlem sonuçları,
reklamların işlevinin enformasyon vermekten ibaret olmadığını gösteriyor.
Reklam , bir malın kullanım değerini, kullanım koşullarını, teknik özelliklerini
ve diğer benzeri ürünlere görüe konumu belirten bir söylem değildir. Eğer
böyle olsaydı “yalancı reklamcılık”tan , aldatıcı reklamlardan sözetmek
mümkün olurdu. Reklamın işlevleri, doğru ve yanlışın ötesindedir. “Tıpkı
modanın , çirkin ve güzelin; modern eşyanın yararlı ve yarasızınının ötesinde”
(Baudrillard 1968) oluşu gibi. Reklam, tüketiciye eşyanın doğrularını bulmada
yardımcı olan bir rehber değildir. Aksine reklam, eşyada işlevsel olanın,
dekotatif yanın sınırlarında başlamaktadır. Bir malın ne olduğunu, nereden ve
nasıl alınacağı anlattığında bile, kısmi dolayısıyla taraftar bir konumda
bulunmaktadır. Reklamın eşyaya ilişkin söylemi, değer yargıları, yönlendirici
kalıp yargılar(Streotipler)ve imajlarla doludur.

Cathelat(1976) herbiri ayrı bir insan modeline ve psikolojik yaklaşıma dayanan


dört büyük reklam türü, ayırdetmektedir; iknacı, makinist, telkinci ve projektif
reklamlar. İknayı amaçlayan reklam anlayışı, bilimsel psikoloji öncesi bir
döneme yani 19.yy’la aittir. Tüketici, makul ve bilinçli bir varlık olaak düş
üretir. Reklam doyurulması gereken bir ihtiyacın olduğunu ve bunu sözkonusu
bir ürünün doyurabileceğini belirtir. Bu anlayışın sembolü ünlü D.I.A.S(AIDA)
mekanizmasıdır. Yani dikkat çekmek, ilgi uyandırmak, arzu yaratmak ve
Satınalmayı başlatmak. Bu geleneksel strateji, insan bilimlerinin ve özellikle
psikolojinin gelişmedi geçen yüzyılın yaklaşımıdır.

Galbraith’in(1962) üzerinde önemle durduğu taksitli satışlar ve kredi


kolaylıkları, tüketim eğilimini arttırmaktadır. Yine kişilerin içinde bulundukları
früstrasyon düzeyi, tüketime itici bir rol oynamaktadır. Ayrıca, reklamların salt
ekonomik düzenleme işlevinin karmaşık ve çok boyutlu olduğunu gözleyen
araştırmacılar vardır: 1950’lerde Kaldor, reklamların işletme ile tüketici arası
bağ kurmasının ,toptancıların muhafazakar direncini kırdığını ve dağımtıcıların
aleyhine üreticilere, piyasaya egemen olma olanağı sağlandığını
savunmaktadır. Yine, reklamların periodik ekonomik krizler üzerinde etkili
olmadığı yolunda gözlemler bulunmaktadır. (Cazeneuve, 1976)

Cathelat’ya göre(1976) reklamlar, basit namusluluğu aşan bir sorumluluk


taşırlar; kültürel bir dil olma sorumluluğu. Tüketim durumundaki sosyal özne,
onu sembol ve imgelerle besleyen reklamlara bağlıdır. Reklamlar, kültürel bir
ayna olarak düşünüldüğünde, tıpkı diğe kitle iletişim araçları gibi, belirli bir
andaki kültürel durumu, tüketici özlemlerini,ilgi merkezlerini yansıtırlar.
Reklamların ayna olması, eleştirileri çekmesinin bir nedeni olabilir. Cathelat,
aynaların suçlayıcı bir nitelik taşıdığını, hiçkimsenin ve hiçbir uygarlığın kendini
çıplak bir şekilde görmek istemediğini vurguluyor. Görülen şey, aynaya
yükleniyor. Eşyalar evreni, kullanım değerinin arka plana itildiği, sembolik ve
imgesel yanların yüceldiği, aşınarak/eskiyerek tükenmenin yerini, gözden
düşerek, kadükleşerek (obsolescence) yok olmanın aldığı, dar anlamda ihtiyaç
tüketim ilişkisinin zayıfladığı, dayanıklılık ve süreklilik değerlerinin kaybolduğu
bir evrene dönüşmektedir. Eşyalar evreni, kullanım değerinin arka plana
itildiği, sembolik ve imgesel yanların yüceldiği, aşınarak/eskiyerek tükenmenin
yerini, gözden düşerek, kadükleşerek (obsolescence) yok olmanın aldığı, dar
anlamda ihtiyaç tüketim ilişkisinin zayıfladığı, dayanıklılık ve süreklilik
değerlerinin kaybolduğu bir evrene dönüşmektedir.

Aslında reklamların işlevleri, daha arka planda yer alan pazarlama yaklaşımları
tarafından yönlendirilmektedir. Piyasa araştırmalarının başlangıcındaki anlayış,
belirli bir ürünü üretmeden önce, tüketicilerin ihtiyaçlarını, isteklerini ve
beklentilerini, bilimsel yöntemlerle saptayarak karar vermektir. Bu, tüketim
alanında “demokratik” bir anlayışın ifadesidir; çünkü üreticinin kararnı, tüketici
belirlemektedir; tüketicinin zevkleri, arzuları, ihtiyaçları merkeze alınmaktadır.
Bu anlamda tüketim alanında Kopernikçi bir tutum(Bez, 1974) sözkonusudur;
üretici firma, üretmeden önce pazarı, tüketicisini araştırmaktadır. Gerçekten
de üretici firma tüketicisiyle diyalog kurarsa kullanım testleri uygularsa,
reklam ve promosyon faaliyetlerini kontrol ederse, kararlarını tüketicilerin
iradesi yönünde alırsa, pazarlama bir ilerleme aracı olabilir. “Müşteri, kraldır”
anlayışı ancak bu durumda, geçerlilik kazanabilir.

Reklam, ürünü “doğru fiyat yerine” psikolojik fiyatla satmayı sağlamaktadır.


Bu anlamdadır ki pazarlama, bir alienasyon aracı olmaktadır. Üretici firmalar
ve reklamlar, kendi rolleri olmadığı halde, bir ideoloji oluşturmaya , bir değer
sistemi yaratmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda tüketicinin korunması sadece
reklamlar düzeyinde değil pazarlama etkinlikleri düzeyinde de düşünmeyi ve
müdahaleyi gerektirmektedir.

SONUÇ:

“Antika

Antika eşyalar
İnsanın zamana karşı
Acizliğini
Yüzüne vurmaktan başka
Ne işe yarar?

/ Nuray Özgüney

İnsanlığın gelişim sürecinde kendi kararlarının dışında kalan bir çok etkiyle
beraber eşyaya sahip olma, onun bakımı ve arızaları sosyal,hukuki ve ticari
ilişkileri düzenleyen, diğer yandan da onu bir sanat ve yaşam amacı unsuru
olarak görmüş ve sosyal kimliğini buna göre ilişkilendirecek bir rol çizmiştir.
Diğer yandan bu kimliğini dışa karşı deşifre etmek için sahip olduğu mekanın,
kullandığı eşyaların ya da giydiği kıyafetlerin ona ait kılınacak öğelerle
göstermek istemiştir. Sosyal sınıf ve temel ihtiyaç ve giderlerinin
sağlanmasıyla eşya alımını lüks bir potada değerlendiren insan, kimi zaman bu
yüzden eşyanın birincil işlevinin ötesine sosyal anlam içerisindeki ikincil yeni
bir anlam yüklemesine neden olmuştur. Bu açıdan bakıldığında beraberinde
yeni tüketim kalıpları ve eşya kullanım modelleri gelişmiş ve ister kendisine ait
ister herhangi bir sosyal bir sınıf,ırk,din veyahut başka bir grubun içindeki
davranış kuramlarına uygun olsun, eşyanın varlığı,gelişimi, bulundurulması ya
da aksi göstergeler insanın mutluluk,mutsuzluk kaynağı olarak karşımıza
çıkmıştır. Ekonomik ve felsefi düzlemde incelendiğinde bir çok çalışmanın ana
konusunun eşya düzleminde seyretmesi şaşırtıcı olmaz. Özetle eğer bir eşyayı
tanımak istiyorsak üretenine ve kullanıcılarının ona yaklaşımına, eğer bir insanı
tanımak istiyorsak kullandığı ve ürettiği eşyalara olan yaklaşımına bakmanın
yeterli halde görülmesi tüm araştırmamızı özetler niteliktedir.

Referanslar:

[1] Marvin Bartel “Aesthetics and Ethics in Everyday Life”


[2] “Carl Ratner Agency and Culture”
[3] Ahmet Turan Alkan “Ġnsan–eĢya iliĢkilerine “mekanik” bir bakıĢ”
[4] Doç. Dr. Mehmet GÜROL “AKTĠF ÖĞRENMEYĠ TEMEL ALAN OLUġTURMACI ÖĞRENME
TASARIMININUYGULANMASI ve BAġARIYA ETKĠSĠ “
[5] Adam Berninger “All We Ever Wanted”
[6] Ana Viseu “How social is the social? Rethinking the role of artifacts in
cognitive science”
[7] Ihsan Bilgin “Anadoluda Konut ve YerleĢmenin ModernleĢme Süreci”
[8] W.C. McGrew “ANIMAL BEHAVIOR: ON ADVANCED APE TECHNOLOGY”
[9] Nold Egenter “HABITAT ANTHROPOLOGY AND THE ANTHROPOLOGICAL DEFINITION OF
MATERIAL CULTURE” Department of Archaeology Ğ Gothenburg University , 1998
[10] http://www2.uiah.fi/projects/metodi/123.htm#branches
[11] Grant McCraken's “Culture and Consumption”
[12] Jonathan E. Schroeder “The Artist and the Brand”
[13] Jonathan E. Schroeder “ Literature and Material Culture From Balzac to Proust”
Cambridge University Press, 1999
[14] Ali Osman Alayoğlu “Barbarlar ve Asiler”
[15] Jennifer A. Mather “What behavior can we expect of octopuses?” Psychology
Department, The University of Lethbridge,
[16] Maxine Berg “Selling Consumption in the Eighteenth Century: Advertising and
Promotional Culture”
[17] Ġbrahim DEMĠR “TÜRKĠYE BEYAZ EġYA SANAYĠĠNĠN REKABET GÜCÜ VE GELECEĞĠ”
Uzmanlık Tezi, ġUBAT 2001
[18] Nuray Sancar “Bir Sınıfsal Mevzilenme Mekanı Olarak Kent Agora-ToplusözleĢme-
YönetiĢim”
[19] Metin Çulhaoğlu “Büyük Kentler ve Sınıf Kısa Bir Durum Tespiti”
[20] Murat Ural “Can Göknil ve Muskalar”
[21] Rıfat N.Balı “ Çılgın kalabalıktan uzak..."
[22] Donald A. Norman “Cognitive Artifacts”
[23] Frederika Shulman “The Objects of Memory: Collecting Eternal Sunshine”
[24] Jeffrey R. Young “ An Investigation of commodity Theory and Its Application to
Critical Media Studies “
[25] David Harvey and Gregory Brown “Common People and Their Material World: Free
Men and Women in the Chesapeake, 1700-1830”
[26] Carl Ratner “Outline of A Coherent, Comprehensive Concept of Culture”
[27] Dan Sperber “CONCEPTUAL TOOLS FOR A NATURAL SCIENCE OF SOCIETY AND CULTURE”
[28] Cynthia Lucas Hewitt “Limits to Conspicuous Consumption in the African
Community” Alienation, Spirituality, and Nationalism
[29] DEBORAH LYNN GUBER “MOTIVATING THE CITIZEN-CONSUMER”
[30] Eds. John Brewer and Roy Porter “Consumption and the World of Goods” New York:
Routledge, 1993
[31] Akın Erensoy “Devrimci Marksist Teorinin Yeniden Üretimi”
[32] Carl Ratner “A Cultural-Psychological Analysis of Emotions”
[33] Will Straw (Communications, McGill University)” Exhausted Commodities: The
Material Culture of Music”
[34] Prof. Katina Lillios “FETISHES, TOOLS, AND ARTIFACTS:
ANTHROPOLOGICAL PERSPECTIVES ON THE MATERIAL WORLD“
[35] Karl Marx “Historical Materialism”
[36] Douglas Kellner “Jean Baudrillard “
[37] Dr. Arzu ġENER, Prof. Dr. Müberra BABAOĞUL “KADINLARIN AYNI MARKALI
ÜRÜNLERĠ TEKRAR SATIN ALMA DAVRANIġLARININ ĠNCELENMESĠ”
[38] Tarık ġengül “Kapitalist KentleĢme Dinamikleri ve Türkiye Kentleri”
[39] Karl Marx “EKONOMĠ POLĠTĠĞĠN ELEġTĠRĠSĠNE GĠRĠġ “
[40] Dag Svanæs “Kinaesthetic Thinking: The Tacit Dimension of Interaction Design”
[41] Dr. Tom G. Svensson “Knowledge and Artifacts” Ethnographic Museum, Oslo,
Norway
[42] Maxine Berg” Selling Consumption in the Eighteenth Century: Advertising and
Promotional Culture”
[43] Leisure Consumerism and Popular Culture
[44] Karl Marx “Ücret, Fiyat ve Kâr”
[45] “Market Society: Commerce and Culture”
[46] Tamara A. Sawatzky “Material Culture”
[47] JAMES V. KAVANAUGH “Material Culture and the Study of American Life”
[48] Doç.Dr. Nasip DEMĠRKUġ “ÖĞRETĠM TEKNOLOJĠLERĠ VE MATERYAL GELĠġTĠRME”
[49] Perry Anderson “Modernlik ve Devrim”
[50] Marshall Berman “MODERNLĠK - DÜN, BUGÜN VE YARIN”
[51] Reinhold Niebuhr” The Self and the Dramas of History”
[52] Jane Katz “The Joy of Consumption” 1997
[53] Roman Material Culture
[54] Robert L. Payton “Philanthropy: Voluntary Action for the Public Good “
[55] JAMES BARON “Organizational Perspectives on Stratification”
[56] Max Weber “The Sociology of Religion”
[57] Sarah Knutslien, “Sustainability and the western object culture “
[58] Donald A. Norman “The Psychology of Everyday Things”
[59] Carl Ratner “Three Approaches to Cultural Psychology: A Critique”
[60] Thomas Wynn “Archaeology and cognitive evolution”
[61] Faruk Ataay “TÜRKĠYE KAPĠTALĠZMĠNĠN MEKANSAL DÖNÜġÜMÜ”
[62] Wolfgang Ruppert “Bisiklet Otomobil Televizyon:Gündelik eĢyaların tarihi”
Kabalcı Yayınevi
[63] Prof. Dr. Nuri Bilgin “ Ġnsan ve EĢya “ Gündoğan Yayınları
[64] Prof.Dr. NERĠMAN ENER “YENĠ YÜKSELEN PAZARLAR ( EMERGING MARKETS ) ĠÇĠN
PAZARLAMA STRATEJĠLERĠ “
[65] Fuat ERCAN “Toplum ve Birey Arası ĠliĢkilerin Dinamik Analizi”
[66] Kudret Emiroğky “Gündelik Hayatımızın Tarihi” Dost Yayınevi 3.Baskı
[67] Grant Kester “Out of Sight is Out of Mind: Virtual Reality and the
Postindustrial Working Class “University of California, San Diego, 2001
[68] Tahsin Yücel “Kumru ile Kumru” Can Yayınları, 2005

You might also like