You are on page 1of 11

21.

YÜZYiL TÜRK SINEMASINDA MEVLANA FILMLERI

Mesut YAZiCi
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arapça Okutmani

(ÖZET)
Biz bu tebligimizde ögretileriyle, eylemleriyle diyalogu ve iletisimi yasam tarzi olarak
takdim etmis, sosyal barisin usta mimari, sabir ve hakkaniyet medeniyetinin temsilcisi, diplomasi
uzmani eelaleddin-i Rumi'nin hayati ve eserlerinden hareketle yapilacak bir sinema filminin iç bansa
ve dünya barisina ne tUr katkilar saglayabilecegini ortaya koymaya çalisacagiz. Inancimiz odur ki
böyle bir film Türkiye Cumhuriyeti devletinin olumlu bir kimlik belgesi, olumlu bir kartviziti
hükmünde olacaktir. Sözde Ermeni soykinm iddialariyla ve aynlikçi teröristlerle ugrasan Türkiye
Cumhuriyeti devletinin bu tUr sinema filmleri kanaliyla da sesini duyurabilecegini, kendi tezlerini ve
21. asir vizyonunu bu kanalla da sergileyebilecegini, dahasi sergilemesi gerektigini düsünüyoruz.

(ABSTRACT)
MA WLANA MOVIES IN THE CONTEXT
OF THE TWENTY FIFTH CENTURY TURKISH CINEMA
In this paper, what has been adduced is the movies to be made on Mawlana should be
concentrating on his teachings, praxes, dialogues and communications along with his cooperative
means in the social arena, representing perseverance and justice in civilization and his professional
ability in his time's diplomacy. Through this method, his modes of love and mutuality will contribute
to our war-torn world. By this, a new identity mould and presentation for the Turkish state would be
enhanced in the face of internal and external skirmishes, such as divisive terror surgents and Armanian
claims. Through this manifestation of love and tolerance emphasized in these movies on Mawlana in
the 21. century, Türkiye may able to defeat all intrusive claims and thus enhance its source of being
and justification.

Dünyada eski devirlerde kiyamet alametlerinden sayilmis olan görkemli doga olayi günes
tutulmasinin yasandigi 29 Mart 2006 günü, Istanbul'da bizim sosyo-ekonomik bir kiyametin alameti
sayabilecegimiz aile içi siddeti ve okul içi siddeti konu edinen "Siddet Sempozyumu" vardi. Bu
sempozyumda ortaögrenim gençligi arasinda gittikçe artan, hatta cinayetlere varan siddet olaylarina
deginilirken televizyon, sinema ve internet gibi ortamlarda kaldiklari için siddet bagimlisi haline
gelerek ürettikleri siddetle gurur duyan bunalimli bir genç kusakla karsi karsiya bulundugumuz uyarisi
yapiliyordu. Egitimbilimciler tarafindan sorunun çözümüne yönelik öneriler arasinda, gerilimlerin aza
indirilmesi ve kayiplarin azaltilmasi için gençlerimize bir sekilde kendilerini denetleyebilme, istek ve
beklentilerini erteleyebilme yetisi kazandiolmasinin geregi üzerinde durulmasi ilgi çekiciydi.
Bugün bizler 2000'li yillarin baslarinda, siyasal çalkantilarin ve sosyo-ekonomik buhranlarin yipratip
durdugu, bitmek bilmeyen bölgesel savaslarin arasinda sikisip kalmis zor bir jeo-politik içinde,
gözünü Avrupa Birligi üyeligine dikmis Müslüman bir ülkede, laik ve demokratik bir hukuk
devletinde yasamaktayiz. Ayni zamanda yine bu yUzyil içinde, bir taraftan Türkiye Cumhuriyeti ulus
devlet olarak üniter yapisini güçlendirerek sürdürmeyi hedeflerken bir taraftan da Türk milleti
Anadolu'yu yurt edinisinin 1000. yilini kutlamaya hazirlanmaktadir. Dolayisiyla Türk kültür ve
medeniyetinin yapi taslari olan Ahmet Yesevi, Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Yunus Emre gibi
sahsiyetlerimizin tarihte oynadiklari rolleri ve Türk varligina sagladiklari katkilari çok iyi
degerlendirmemiz gerekmektedir. Bu milli degerlerimiz bir taraftan Anadolu'da bir Türk birligini
saglamaya hizmet ederlerken bir taraftan da geçmis yillarda Türk-Islam sentezi olarak tabir edilen
evrensel bir hümanist anlayisin da mümessilleri olmuslardir.
Bilindigi üzere bu anlayis Yunus Emre'de ete kemige bürünen, yetmis iki millete ayni
nazarla bakma, onlari kardes bilme esasina dayalidir.l Çünkü gerçek düsmanimiz, kin ve nefret hisleri
besliyor olmamiz, tarihsel husumetleri uzatip büyütmemizdir. Zira tarih okumak baskadir, düsmanlik
ve intikam üzere siyaset yapmak ya da pire için yorgan yakmak bambaskadir. Türk-Islam anlayisi, ki

1 Faruk Kadri Timurtas, Yunus Emre Divani, IsI. 1972, s. 74


"Hakk'i gerçek sevenlere cümle alem kardas gelUc"
buna Islam'in Türk milleti nezdinde ulastigi insancil ve barissever nokta demek de mümkündür,
özelligini ve önemini son 25-30 yildaki bölgesel gelismelerde daha da belirginlestirmis
bulunmaktadir. Baska bir deyisle yakin çevremizde bugünlerde, medeniyet mayalarinda "dinleme
kültürü"nün mensubu Celaleddin-i Rumi gibi sahsiyetleri olan uluslarla bu gibi diplomat
sahsiyetlerden yoksun olan uluslar arasinda yasam kalitesi bakimindan ne denli büyük farkliliklar
bulundugunu kanitlayan gelismelere tanik olmaktayiz. Allah dinleyendir.2 Allah'in elçisi muzdaripleri
dinlemistir. Dinlemis ve geregini yapmistir, duaya icabet etmistir. Kavga ve savas hususunda ilk
baslatan olmayacagini, hatta cehaletle satasilsa bile fevri bir cevap vermeyecegini deklare etmistir.3
Tartismali durumlarda iki taraf da dinlenmeli,4kanitlara ve taniklara müracaat edilmelidir.s
Kiymetini belki henüz tam idrak edemedigimiz diyalog ve tolerans gibi kavramlar bu noktada
son derece büyük ve hayati önemi haizdir. Bu kavramlarin telaffuzu kolayolmakla birlikte bunlarin
basarili uygulamalari yüzyillar içinde rayina oturmus ve olumlu sonuçlarina yine yüzyillar içindeki bir
takim deneyimlerle ulasilmistir. Diyalog, uzlasma kültürü ve tolerans dedigimiz bu olgular ancak
toplumsal kabul gördükten sonra uygulanabilmektedir. Dolayisiyla bireyleri bunlarla yetistirmek,
bunlarla hayata hazirlamak büyük emekler, büyük fedakarliklar istemektedir. Uluslarin bagli
bulundugu dinsel ve düsünsel altyapilarin yeniden düzenlenmesi, degistirilmesi ve çaga uygun hale
getirilmesi son derece zor ve karmasik bir sosyal degisim programini gerektirmektedir. Daha açik bir
ifadeyle böylesi bir sosyal degisim bir dizi kültür devrimini, büyük bir sosyo-ekonomik dönüsüm
hamlesi yapilmasini zorunlu kilmaktadir.Bunlar ise yerlesik sistemde kolay kabul edilebilir, kolay
hazmedilebilir seyler degildirler. Deha seviyesinde büyük kahramanlara, çok cesur büyük sahsiyetlere
ihtiyaç duyulmaktadir. Bu sahsiyetler hareket noktasi akil ve ilim olan ask dedikleri kolektif bir suur
olusturmakta, bu kolektif suur ile de uluslarina zamanda ve mekanda hatin sayilir siçramalar
yaptirmaktadirlar. Öyleyse Türk tarihinde egitirnci kisiligiyle çok büyük bir roloynamis büyük
mutasavvif ve sairimiz Celaleddin-i Rumi'yi basyapiti Mesnevi-i Ma'nevi'deki çehresiyle, iletisim ve
diyalogdaki ustaligi yönüyle insanliga sunmamiz hayati önem tasimaktadir.
Kusku yok ki ünlü sahsiyetierin dogum ve ölüm yildönümleri, ünlü tarihselolaylar ideal birer
anma vesilesi olduklari gibi, kültürel ve sanatsal etkinlikler bakimindan da verimli ve bereketli bir
atmosfer teskil etmekte, hatta bir endüstri kolu olusturabilmektedirler. Bilim adamlari ve sanatçilar
böylesi iklimler münasebetiyle o konuyla ilgili birbiri ardina çesitli ürünler vermeye baslariar. Sonra
bu ürünler festivalIere, senliklere, fuarlara, sempozyumlara tasinir ve oralarda sergilenir. Böylece
bizler o ünlü sahsiyetleri ve tarihselolaylari teknolojik gelismelerin esliginde yakindan tanima firsati
buluruz. Mesela sinema dalinda Hicret'in 1400. yili münasebetiyle 1980'lerde Mustafa Akkad
tarafindan çekilen ve "çagri" adiyla gösterilen "The Message" ve Hz. Isa'nin dogumunun 2000. yili
münasebetiyle Mel Gibson tarafindan çekilen ve "Tutku" adiyla gösterilen "The Passion of The
Christ" bu tür uzun metrajli dramalardir. Tartismalara ve elestirilere ragmen her iki film de seyirciden
çok büyük bir ilgi görmüstür.
Mukadderat bizi bugün 2007 yilina, "Mevlana 800 Yasinda" Kutlama Projesi etkinlikleri
kapsaminda bir Mevlana filmi çekilmesi asamasina getirmis bulunuyor.6 Gelibolu Mevlevihanesi'nin
tanitimi için 26-28 Kasim 2004 tarihleri arasinda Gelibolu' da yapilan Mevlana konferanslariyla start
alan bu kutlama projesi, iki yil sonra Konya Tüketiciler Birligi'nin de tesvikiyle 7 Ekim 2006'da
Konya Büyüksehir Belediyesi, Kültür Bakanligi ve Selçuk Üniversitesi koordinasyonuyla artik
senaryo yazimi noktasina gelmistir. Konunun uzmanlari yavas yavas çesitli panellerde bir Türk
yapimi Mevlana filmine dair farkli bakis açilarini seslendirmeye basladilar. Sinema tarihimizin yüz
aki olmasini temenni ettigimiz bu yapima, biz de bu sempozyum vesilesiyle naçizane birkaç tavsiye
ile görüs bildirerek katkida bulunmanin onurunu ve gururunu yasiyoruz. Önümüzdeki bes yil

2 Kur'an-i Kerim, Mücadile Suresi i-io. ayetler


3 Kur'an-i Kerim, Maide Suresi 28-29. ayetler
4 Kur'an-i Kerim, Sad Suresi 21-26. ayetler
s Kur'an-i Kerim, Yusuf Suresi 25-29. ayetler
6 Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinin yetistirdigi bu büyük sahsiyet için Kültür ve Turizm
Bakanligi'nin Unesco nezdindeki girisimiyle 2007'nin uluslar arasi Celaleddin-i Rumi'yi anma yili
olmasini saglamistir. Kararda Iran'in tesebbüsü ya da imzasinin olmamasi Rumi'nin bir "Türk"
oldugunu ikrarina dair bir kanittir. Mesnevi'deki Muaviye ve Ömer lehindeki tavirlari, Sia'nin kin ve
nefret kültürü olan Asure törenlerini kinamasi gibi unsurlar (Mesnevi C.VI i 777-805) zaten onun
Iranli sayilmasina engel teskil etmektedir. Bunu bilen Iran tarafi, Türkiye'deki sema törenleri ve
Konya'daki Mevlana türbesi ziyareti hususunda da ciddi ve samimi bir destekçi olamamaktadir. Iran
kin ve nefret üreten Asure mitinglerini ve Kerbela matemini tercih etmektedir. Oysa Mesnevi'de Hz.
Ömer uykusundayken bile Rum elçisine korku veren bir zat, Hz. Muaviye ise ask ehli, seytanin
tuzagina düsmeyen, gönlü uyanik biri olarak takdim edilmistir.
604
içerisinde Türk sinemasi adina yapilacak Mevlana filmlerinin senaryo yazarlarina yol göstermek
maksadiyla birkaç hususa dikkat çekmeyi amaçliyoruz. Bir taraftan sa~ikli bir Rumi imaji
olusturmayi tasarlarken, öte yandan da Rumi'nin eserlerini Farsça orijinalinden okuma firsati bulmus
acimasiz bir sinema elestirmeni edasiyla yerli bir Rumi filminden asgari taleplerimizi arz edece~z.
Pesinen vurgolamakta fayda görüyoruz ki bütün sanat eserleri gibi sinema filmlerinin de
etkisi zaman ve mekanla mukayyettir. Baska bir deyisle aslinda onlarin da bir ömrü ve miadi vardir.
Bugün yazilmis bir senaryoyu mesela 15-20 yil sonra ve de~smis sosyo-ekonomik kosullarda aynen
çekemeyiz. Daha 15-20 yil önce çekilmis bir filmi de bu gün bastan sona zevkle izlemek çogu kez
imkansiz olabilmektedir. Hele o filmlerin gise hasilati yapmasi hiç mümkün gözükmemektedir. Çünkü
teknolojik imkanlarin ve seyircinin bakis açilarinin de~smesi filmleri çok çabuk tüketebilmektedir.
Daha önemlisi, bu çok pahaliya mal olan yapimlar konjonktürden bagimsiz de~ldirler. Çizgi filmler
bile politik ve ekonomik kosullardan etkilenmekte, bir parça da bu kosullara yön vermeyi
hedeflemektedirler.7 Amerikan sinemasindaki Ikinci Dünya Savasi'ni konu alan filmlerde ya da
Avrupa sinemasinin klasik Avrupa romanlarini sinemaya uyarlamalarinda bu tür örtme ve çarpitma
olaylarini görmek mümkündür.8 Tevrat ve Incil'de adi geçen Israilo~u peygamberleriyle ilgili
yapilmis filmlerde, kaynak metinler olan Tevrat ve Incil'le birebir örtüsmeyen, metinle uyusmayan
açilimlara, zararsiz saydiklari kaydirma ve abartmalara rastlanmaktadir. Filmlerin baslangiç
karelerinde her ne kadar dini metinlere sadik kalindigi, bu konuda otoritelerden icazet alindigi ve
duyarli davranildigi yaziyla vurgulansa bile, sinema sanatinin genel yapisi ve o günün siyasal
ihtiyaçlari kaçinilmaz olarak daha belirleyici gözükmektedir. Sosyo-kültürel ve hatta diplomatik
mesajlarin biraz da bu kanalla verilmeye çalisildigi gözlerden kaçmamaktadir.
Türk sinemasinda ise Mevlana Celaleddin-i Rumi'yi konu edinerek yapilabilmis 1956 yapimi
"Asiklar Kabesi Mevlana" ve 1973 yapimi "Gönüller Sultani Mevlana" gibi toplam iki-üç film ile
1989 TRT yapimi Mevlana dizi filmi mevcuttur. Sansürlü dönemlerin çok sinirli imkanlariyla
çekilmis bu yerli filmlerde, son zamanlarda çekilmis bol semazenli Mevlana belgesellerinde, ya da
"Rumi, Poet of the Heart" gibi yabancilarca tasarlanmis Iran, Hindistan ve Amerika gibi yurtdisi
yapimlarda Mevlana gerçegini bulmak neredeyse imkansizdir. Kanaatimizce, Yesilçam'in yetmisli
yillarda mukallidane yaptigi kovboy filmleri ne kadar "kovboy filmi" ise, Türkiye disinda yapilan
Mevlana filmleri de o kadar Mevlana filmidir.
Peki o halde, yeni nesil bir Mevlana filminde neler olmalidir, nasil bir film öngörüyoruz?
Mevlana'nin hayatini kronolojik olarak ortaya koymak "bir Mevlana filmi" için elzem
gözükmektedir. Zira Mevlana kendi ülkesi Türkiye'de henüz ne yazik ki bastan sona okunabilmis ve
dogru anlasilmis de~ldir. Bugün bile üzülerek ifade ediyoruz ki bizler skolastik ve statükocu din
anlayisimizi savunac~ diye, Peygamberimiz Hz. Muhammed'i 13. Yüzyil Anadolusu'na en iyi
sekilde tasiyabilen bu gönül adamini dislamaya, disarida birakmaya devam ediyoruz. Siyasetçisinden
bilim adamina, sanatçisindan esnafina, göstermelik, dostlar alisveriste görsün misali ikiyüzlü tavirlarla
Mevlana'yi hiç okumadan, hiç dinlemeden, onu hiç konusturmadan ve hiç anlamadan hakkinda
yazabiliyor, aleyhinde konusabiliyoruz. O'nu anlamaya de~l, kendi egomozu O'nun sirtindan
pazarlamaya çalisiyoruz. Iste bütün bu kafa karisikligi ortaminda Türk yapimi bir Mevlana filmi
çikarmak gibi bir sorun ile karsi karsiya kalmis durumdayiz. Kanaatimiz odur ki 2006-2010 arasinda
bir-iki tane yerli yapim Mevlana filmi ya da dizi filmi izleme firsati bulabilece~z.
Dogumunun 800. yildönümü anisina çekilecek bir ya da bir kaç Mevlana filminden seyircinin
büyük beklentileri olacagi kuskusuzdur. Dolayisiyla dag fare dogurmamali, insanlar hayal kirikligina
ugramamalidir. O halde bu film, sairimizin Mesnevi-yi Manevi adli eserindeki ana temalar üzerine
oturmak mecburiyetindedir. Zira bu eser, simgesel de olsa kendi yasam öyküsünü ve düsüncelerini
anlattigi bir nevi otobiyograflsi mesabesindedir. Bu eser Mevlana kronolojisi, Divan-i Kebir,
Mektuplari ve Menakibu'l-Arifin gibi eserlerle saglamasi yapildiginda son derece tutarli
bulunmaktadir. Demek oluyor ki hem Mevlana'nin hayatini hem de Mesnevi kissalarini ayni film
içinde kurgulayabilmek mümkündür. Böyle bakildiginda son derece zengin bir hammadde yiginina
sahip oldugumuzu görürüz. Zira Mevlana'da müzik ve raks vardir, ask ve trajedi vardir, aynliklar,
arayislar, yolculuklar vardir. Açikcasi onun efsanevi yasantisinda bir ask ve kahramanlik filminde
olmasi gereken bütün ögeler fazlasiyla mevcuttur.
O siradan bir din adami ya da siradan bir tasavvuf ehli degildir, mukallit bir statükocu ise hiç
degildir. Daha ziyade bir egitimci, bir müstesar görünümündedir. Hiç kuskusuz romantik bir adamdir,
heyecanlidir, cesur ve cömerttir, bir parça Nasrettin Hoca, bir parça Karagözdür. Kaygisiz ve
korkusuzdur. Askin tadini ve zevkini bilen bir gönül adamidir. Insan düskünü, insan dostudur. Çünkü

7 Hz. Musa'yi konu alan "Misir Prensi" ve Hz. Yusuru konu alan "Joseph Rüyalarin Krali" vb.
8 "Sefiller" gibi
605
ona göre dünyada mutlak kötü yoktur.9 Sarapçi bir beyden öyle bir bahseder ki o beyin elini öpesiniz
gelir. "Güzel gönüllü, sarapçi, her mahmurun ve her çaresizin siginagi bir bey vardi. Sefkatli, yoksul
gözeten, adaletli, degerli, altin dagitan, derya gönüllü bir beydi. Yigitlerin sahi, müminlerin emiri, yol
koruyucusu, sir bilir ve dostu gören biriydi. Isa dönemi ve Mesih günleriydi, halka merhametli,
incitmeyen ve tatli biriydi. Ansizin bir gece ona bir misafir geldi, yine bir beydi, ona denk ve güzel
dinliydi.. .,,10
O bir muzdariptir. Dertli biridir, gamzededir. Dolayisiyla bir "daru'l-hikmet" sayilsa yeridir.
Mevlana'daki daru'l-hikmet bir nevi beseri ilimler külliyesidir ki içinde filoloji, teoloji, tarih,
cografya, edebiyat, felsefe, sosyoloji, tip, müzik ve astronomi gibi disiplinleri barindirmakta olup,
günümüzün siyasal bilgiler, fen-edebiyat, ilahiyat, egitim, güzel sanatlar ve iletisim gibi fakültelerin
çekirdegi ve prototipidir. Baska bir deyisle, benlikten ve bencillikten kurtulmasini bilmis, sosyo-
ekonomik ve jeo-politik sorunlari dert edinmesini bilmis bir devlet adamidir Mevlana. Bu manada da
I.P. Sartre'de somutlasan varolusçulugun, Nurettin Topçu'da somutlasa isyan ahlakinin, Sabri
Ülgener' de somutlasan darlik iktisadinin bir prototipidir. Dinamik bir adamdir, hareket ve eylem
insanidir. Degisime ve gelismeye açiktir. Dinin sosyal hayata yönelik inceliklerini bilen ve onlari öne
çikaran bir aydin kisidir. Mesnevi adli eserinde gözümüze çarpan birkaç noktaya deginmek suretiyle
bunlari açmaya çalisalim.
Celaleddin-i Rumi din temasini ve dini kavramlari isledigi, Hz. Muhammed Mustafa'nin
savundugu Islam dininin unutulmaya yüz tutmus hakikatlerini dile getirdigi Mesnevi'de enteresan bir
üslup kullanmaktadir. Kuru nakillere karsi akli, kitap materyaline karsi "ehil insanlarla oturmayi" ileri
sürmektedir. O'na göre, su varken teyemmüm etmek nasil sakat bir yaklasim olursa, ehil insan varken
kullanma klavuzuyla tamire kalkismak da öyle sakattir. Insan-i kamil varken mukallit maymuna ve
mukallit papagana mi müracaat edilecektir? Ask adini verdigi bu mezhebe göre kuru kavramlar degil,
özneler belirleyicidir. Dinin kendisi degil "uygulayicilarinin kemal derecesi" esastir. Insanlari,
ansiklopedik bilgi kivaminda olan din kurumu degil, o yüce ahlaki ve yüce prensipleri
gerçeklestirmekte olan insanlar kurtarmaktadir. Bu noktada Hz. Isa'nin, zulmün aktörü olup çikmis
statükocu / seriatçi Yahudi din adamlarina karsi yeniden dogmak ve yeni bir hayat sözleriyle "öze
dönüs" bayragini açmasi seklindeki tarihsel misyonunu da hatirlayacak olursak, Rumi'nin bu elestirel
çizginin bir devami oldugunu rahatlikla söyleyebiliriz. il Nitekim Kur'an'in kurtulus telakkisi de
böyledir. Din iyidir, müsriklerin din telakkisi iyi degildir.12 Mescid iyidir, münafiklarin insa ettigi
Dirar Mescidi iyi degildir. 13 Rumi duayi, tevekkülü ve sabn uzun uzun isler, tedbiri ve çalismanin
önemini, aramanin gerekliligini konu edinir ve bunlari savunur. Bununla birlikte bu güzel ve faydali
kavramlarin nasil kötü ve zararli hale getirilebilecegine dair örnekler arz ederek dinleyiciyi
uykusundan uyandinr, rehavetten kurtarir, mukallidane eylemlerin bu nedenle kurtarmak söyle dursun
yikici olabilecegine dikkat çeker.
Örnegin Mesnevi'deki aslan ile tavsan öyküsünde çalisip kazanmayi, kendi isini kendinin
görmesi gerektigini, umuda sarilmayi, aklini kullanmayi, arayip bulmayi anlatacaktir. Aslan da zaten
böyle yapmaktadir. Fakat bir tavsan çikip, kendi menfaatine geldigi için aslana "tevekkül" empoze
etmekte, avlanmasina ve yorulmasina gerek kalmadan nzkinin ayagina getirilecegi sözüyle aslani
kandirmakta, onu rehavete sevk etmektedir. Sonuçta mütevekkil aslan çaliskan tavsana yenik
düsmüstür. Zira bu dini kavram, yani tevekkül ve sabir yanlis eller tarafindan kötüye
kullanilabilmistir. Demek ki kurtarici olan ehil insandir, salt iyi kavram degiL.14 Rumi gülü ve gül
kokusunu, gül yagini çok sever, dikenin varligini da sever ve dogalligindan dolayi hosgörür. Fakat
gülü degil de dikeni sulayani hosgörmez. IS Bahçivan yani avam, kamil insani aramali ve kilavuz
olarak onu görevlendirmelidir. Baska bir deyisle, bahçivan yani kamil insan o kimsedir ki çali çirpiyi
ve otlari, dikenleri degil, öncelikle ve özellikle gülleri sulamali, gül yetistirmelidir. Keza hirsiz ve
bekçi kelimeleri Mesnevi'de siklikla kullanilmaktadir. Hirsizin pesine düsmek ve yakalamak gerekir.
Oysa bekçi görevine ehil ve layik degilse sorumlulugunu yerine getiremeyecektir. Bekçi cesur, çevik
ve uyanik olmalidir. Korkak, ahmak ve uyurgezer bir bekçiye baglari, bostanlari ya da dükkaniari
emanet edemezsiniz, etmemelisiniz. Demek oluyor ki isten ziyade, o is için kimi düsündügünüz, kimi
görevlendireceginiz çok daha büyük ve hayati önem tasimaktadir. Mesela Ayaz gibi adamlariniz

9 Mevlana, Mesnevi (Haz. Adnan Karaismailoglu), Ankara 2004, C.IV / 65-80


LO Mesnevi, C.V / 3437-3470
il Kutsal Kitap, Matta 23/1-39,25/31-46, Romalilar 2/1-29,3/1-31, Yakub'un Mektubu 1/19-27,2/1-
26,3/1-18,4/1-17,5/1-20
12 Kur'an-i Kerim, Maun Suresi 1-7. ayetler; Kafirun Suresi 1-6. ayetler
13 Kur'an-i Kerim, Tevbe Suresi 107-110. ayetler
14 Mesnevi, C.I / 901-1373
IS Mesnevi, C.V/ 1089

606
ona göre dünyada mutlak kötü yoktur.9 Sarapçi bir beyden öyle bir bahseder ki o beyin elini öpesiniz
gelir. "Güzel gönüllü, sarapçi, her mahmurun ve her çaresizin siginagi bir bey vardi. Sefkatli, yoksul
gözeten, adaletli, degerli, altin dagitan, derya gönüllü bir beydi. Yigitlerin sahi, müminlerin emiri, yol
koruyucusu, sir bilir ve dostu gören biriydi. Isa dönemi ve Mesih günleriydi, halka merhametli,
incitmeyen ve tatli biriydi. Ansizin bir gece ona bir misafir geldi, yine bir beydi, ona denk ve güzel
dinliydi.. .,,10
O bir muzdariptir. Dertli biridir, gamzededir. Dolayisiyla bir "daru'l-hikmet" sayilsa yeridir.
Mevlana'daki daru'l-hikmet bir nevi beseri ilimler külliyesidir ki içinde filoloji, teoloji, tarih,
cografya, edebiyat, felsefe, sosyoloji, tip, müzik ve astronomi gibi disiplinleri barindirmakta olup,
günümüzün siyasal bilgiler, fen-edebiyat, ilahiyat, egitim, güzel sanatlar ve iletisim gibi fakültelerin
çekirdegi ve prototipidir. Baska bir deyisle, benlikten ve bencillikten kurtulmasini bilmis, sosyo-
ekonomik ve jeo-politik sorunlari dert edinmesini bilmis bir devlet adamidir Mevlana. Bu manada da
I.P. Sartre'de somutlasan varolusçulugun, Nurettin Topçu'da somutlasa isyan ahlakinin, Sabri
Ülgener' de somutlasan darlik iktisadinin bir prototipidir. Dinamik bir adamdir, hareket ve eylem
insanidir. Degisime ve gelismeye açiktir. Dinin sosyal hayata yönelik inceliklerini bilen ve onlari öne
çikaran bir aydin kisidir. Mesnevi adli eserinde gözümüze çarpan birkaç noktaya deginmek suretiyle
bunlari açmaya çalisalim.
Celaleddin-i Rumi din temasini ve dini kavramlari isledigi, Hz. Muhammed Mustafa'nin
savundugu Islam dininin unutulmaya yüz tutmus hakikatlerini dile getirdigi Mesnevi'de enteresan bir
üslup kullanmaktadir. Kuru nakillere karsi akli, kitap materyaline karsi "ehil insanlarla oturmayi" ileri
sürmektedir. O'na göre, su varken teyemmüm etmek nasil sakat bir yaklasim olursa, ehil insan varken
kullanma klavuzuyla tamire kalkismak da öyle sakattir. Insan-i kamil varken mukallit maymuna ve
mukallit papagana mi müracaat edilecektir? Ask adini verdigi bu mezhebe göre kuru kavramlar degil,
özneler belirleyicidir. Dinin kendisi degil "uygulayicilarinin kemal derecesi" esastir. Insanlari,
ansiklopedik bilgi kivaminda olan din kurumu degil, o yüce ahlaki ve yüce prensipleri
gerçeklestirmekte olan insanlar kurtarmaktadir. Bu noktada Hz. Isa'nin, zulmün aktörü olup çikmis
statükocu / seriatçi Yahudi din adamlarina karsi yeniden dogmak ve yeni bir hayat sözleriyle "öze
dönüs" bayragini açmasi seklindeki tarihsel misyonunu da hatirlayacak olursak, Rumi'nin bu elestirel
çizginin bir devami oldugunu rahatlikla söyleyebiliriz. il Nitekim Kur'an'in kurtulus telakkisi de
böyledir. Din iyidir, müsriklerin din telakkisi iyi degildir.12 Mescid iyidir, münafiklarin insa ettigi
Dirar Mescidi iyi degildir. 13 Rumi duayi, tevekkülü ve sabn uzun uzun isler, tedbiri ve çalismanin
önemini, aramanin gerekliligini konu edinir ve bunlari savunur. Bununla birlikte bu güzel ve faydali
kavramlarin nasil kötü ve zararli hale getirilebilecegine dair örnekler arz ederek dinleyiciyi
uykusundan uyandinr, rehavetten kurtarir, mukallidane eylemlerin bu nedenle kurtarmak söyle dursun
yikici olabilecegine dikkat çeker.
Örnegin Mesnevi'deki aslan ile tavsan öyküsünde çalisip kazanmayi, kendi isini kendinin
görmesi gerektigini, umuda sarilmayi, aklini kullanmayi, arayip bulmayi anlatacaktir. Aslan da zaten
böyle yapmaktadir. Fakat bir tavsan çikip, kendi menfaatine geldigi için aslana "tevekkül" empoze
etmekte, avlanmasina ve yorulmasina gerek kalmadan nzkinin ayagina getirilecegi sözüyle aslani
kandirmakta, onu rehavete sevk etmektedir. Sonuçta mütevekkil aslan çaliskan tavsana yenik
düsmüstür. Zira bu dini kavram, yani tevekkül ve sabir yanlis eller tarafindan kötüye
kullanilabilmistir. Demek ki kurtarici olan ehil insandir, salt iyi kavram degiL.14 Rumi gülü ve gül
kokusunu, gül yagini çok sever, dikenin varligini da sever ve dogalligindan dolayi hosgörür. Fakat
gülü degil de dikeni sulayani hosgörmez. IS Bahçivan yani avam, kamil insani aramali ve kilavuz
olarak onu görevlendirmelidir. Baska bir deyisle, bahçivan yani kamil insan o kimsedir ki çali çirpiyi
ve otlari, dikenleri degil, öncelikle ve özellikle gülleri sulamali, gül yetistirmelidir. Keza hirsiz ve
bekçi kelimeleri Mesnevi'de siklikla kullanilmaktadir. Hirsizin pesine düsmek ve yakalamak gerekir.
Oysa bekçi görevine ehil ve layik degilse sorumlulugunu yerine getiremeyecektir. Bekçi cesur, çevik
ve uyanik olmalidir. Korkak, ahmak ve uyurgezer bir bekçiye baglari, bostanlari ya da dükkaniari
emanet edemezsiniz, etmemelisiniz. Demek oluyor ki isten ziyade, o is için kimi düsündügünüz, kimi
görevlendireceginiz çok daha büyük ve hayati önem tasimaktadir. Mesela Ayaz gibi adamlariniz

9 Mevlana, Mesnevi (Haz. Adnan Karaismailoglu), Ankara 2004, C.IV / 65-80


LO Mesnevi, C.V / 3437-3470
il Kutsal Kitap, Matta 23/1-39,25/31-46, Romalilar 2/1-29,3/1-31, Yakub'un Mektubu 1/19-27,2/1-
26,3/1-18,4/1-17,5/1-20
12 Kur'an-i Kerim, Maun Suresi 1-7. ayetler; Kafirun Suresi 1-6. ayetler
13 Kur'an-i Kerim, Tevbe Suresi 107-110. ayetler
14 Mesnevi, C.I / 901-1373
IS Mesnevi, C.V/ 1089

606
olmalidir, otuz kisinin yaptigi isi yafabilen biriyle çalismalisiniz. Fakat ona da otuz kisinin maasini
vermelisiniz. Esitlik adalet de~ildir.1
Rumi bu tür insanlarin nadir bulundu~u, viranelerde ve gözden uzak bulunduklarini söyler.
Mütevazi kosullarda yasadiklarini söyler. Gün isi~da, çarsida, elinde fenerle "adam ariyorum,
sehvet ve gazabina ma~up olmamis yi~t birini ariyorum" demektedirP Bir padisaha halki Rafizi
olan bir memlekette Ebu Bekir adim tasiyan birini aratir Rumi, bir öyküsünde. Bulup getirdikleri Ebu
Bekir adli adam yari ölü, kendine hayri olamayan zavalli biridir. Nerede Hz. Ebu Bekir Siddik ve
cömertli~, nerede bu zavalli, sadece adi Ebu Bekir olan adam. Piyasadaki bu Ebu Bekir herhalde
esref-i mahlukat olan insanin dünyadaki hilafetine layik de~ldir, o bir yüzkarasidir. Zira piyasadaki
Ebu Bekir o sefil haliyle kimi kurtarabilecektir.18Burada o insanin o hale getirilmis olmasi, o halde
birakilmis olmasi da elestirilmekle birlikte ada, ünvana ve kuru iddiaya de~l içe, öze, cevhere
bakmak, o cevher-i ferdi israrla aramaya devam etmek gere~ vurgulanmaktadir. Ehliyetli ve liyakatli
birer kilavuz, birer komutan bulunamaz da mukallit papa~an misali, mukallit maymunlarla yetinilirse
akibet hüsran olmaktadir. Islam dost kazanma sanatidir, düsmandan dost elde etme kimyasidir.19Tatli
dil yilani deli~inden çikaracaktir.2OOysa daha sirtina aslan resmi dövmesi yaptirmaya dayanamayan21,
daha eli ba~i bir kölenin altinda kalan beceriksiz heveslilerle Selçuklu devleti idare edilemezdi,22Zira
Hz. Ömer'i tanimayanlar Zalim Haccac'i adaletli saniyorlardi.23 Misirli Hz. Yusuf neredeydi, o
simdiki Yahudi Yusuf nerede. Hatta mezarlik ve türbe ziyaretlerinden bahisle, bu hayattan göçüp
gitmis nice zatlarin mevcut dirilerden, geride biraktiklari kültür miraslariyla çok daha verimli ve
bereketli olduklarini söyler.
Mesnevi'nin ikinci cildinde geçen sufi öyküsü de benzer mesajlari içerir. Bir sufi yolculuk
esnasinda bir dergaha u~yip dinlenmek ister. Esegini ahira ba~ar, içeri girer, dergahdaki sohbeti
dinlemeye koyulur. Önüne yemek getirilince, daha önce de~il, aç kalmis esegini de hatirlar ve bizzat
ilgilenmek yerine vasat bir hizmetçiye talimatlar ya~dirarak ese~yle ilgilenmesini ister. Hizmetçi bu
güzelim talimatlari "La Havle! La Havle!" laflariyla sufinin a~ina tikar, bas üstüne der. Sufi ikna
olur. Fakat hizmetçi hiç orali olmaz. Sabah oldu~nda esek aç, uykusuz ve hastadir. Ikide bir yere
kapaklanmaktadir. Sufi artik pazarda ese~ni satamayacaktir. Çünkü kendi isini kendi yapmamistir.
Kendisini konusturmayan ve dinlemeyen hizmetçiye güvenmistir. Hizmetçi onu kuru laflarla, dinsel
sloganlarla kendine inandirabilmistir.24
Sagirin hasta ziyaret adli öyküde de durum aynidir. Hasta ziyareti bir insanlik ödevidir ve
güzeldir. Gidilecek, onun sikayet ve izdirabi can kulagiyla dinlenecek ve bu suretle bir nebze de olsa
derdine derman olunacaktir. Fakat ziyaretçi sagir gibi olursa, ya da sagir kesilir ve hastanin sikintisini
dinlemez, sadece adet yerini bulsun diye asksiz bir sekilde ziyaret etmisse, hastayi konusturmamis ve
onu dinler gibi yapmis ise hasta daha iyi olmayacak, hatta belki izdirabina kulak verilmedi~ için daha
da sinirlenebilecektir.25 Iste o hastadan kasit halktir, vatandastir. Ziyaretçiden kasit bazen o~uyla
konustu~nu sanan baba ya da halka indindi~ni sanan devlet ricalidir. Sayet baba ya da devlet ricali
halkin sikinti ve izdirabina kulak vermiyorsa ziyaret verimli olmuyor, yeni sikintilara yol açiyor
demektir. Biz bugün buna modem tabirle, iletisim engellerini ortadan kaldirma yolunda "etkin
dinleme, katilimli dinleme" diyoruz.26 Derdini anlatabilmek ve dert dinleyebilmek insanin en hayati
isleridir. Öyle anlasiliyor ki bir insan kendi derdini edep ve hürmet dairesinde anlatiyor ve
anlatabiliyorsa, ya da bir takim dertleri can kulagiyla dinleyip çözüm üretebiliyorsa o zaman olgun
insan sayilmaktadir.
Baska bir öyküde bu sefer sufi ese~yle ilgilenmis, sonra dergaha girip e~lenceye dalmistir.
Ne var ki bu sefer de ese~ni dergahta açliktan kirilan dervisler pazarda satip parasini dergahtaki
yeme~e ve e~enceye sarfetmislerdir. Bunlardan habersiz ve gafil sufi de onlara uymus, içinde nefis
ese~nden kurtulduk "esek gitti, esek gitti" sözleri geçen bir mUZiAemukallidane eslik etmektedir.
Bilmemektedir ki giden kendi ese~dir. Bu sefer hizmetçi durumu haber vermek için bir-iki kez gelirse

16Mesnevi, C.VII385-400
17Mesnevi, C.V/2886-291O
18Mesnevi, C.VI 845-905
19 Kur'an-i Kerim, Fussilet Suresi 34-35. ayetler
20 Mesnevi, C.V/1132
21 Mesnevi, C. 1/2980-3011
22 Mesnevi, C.V/3736-3779
23 Mesnevi, C.V/3595
24 Mesnevi, C. 11/155-320
25 Mesnevi, C. 1/ 3359-3394
26Do~an Cücelo~u, Yeniden Insan Insana, Ist 1992, s. 167-194, Baba Destek Programi Egitici El
Kitabi, s.12
607
de bakar ki sufi herkesten daha coskulu olarak "esek gitti" demektedir. Bunun üzerine sufinin
durumun farkinda olduguna hükmeder ve bildirmekten geri durur. Ertesi gün gürültü kopar. Sufi
sikayetçidir. Oysa yoksul dervisler uzun zamandir açtirlar ve sabirlari tükenmistir. Esegi satip parasini
yemisler ve gitmislerdir. Sufi hizmetçinin yakasina yapisir ve emanete ihanetle suçlar. Hizmetçi ise,
sufinin sarkiya mukallidane eslik ederken telaffuz ettigi "esek gitti" ibaresine istinaden durumun
farkinda oldugunu zannettigini, yoksa bildirmek üzere yanina kadar kaç kez gelmis oldugunu söyler?7
Demek oluyor ki yoksullari gözetmek, onlari dikkate almak lazimdir. Kuru kuru sabir telkin
etmek bir yere kadardir. Yoksa o yoksullar hirsizliktan çekinmeyecekleri bir hale gelebilmektedirler.
Enteresandir, Çehov ya da Necip Mahfuz'un eserlerinde de görüldügü üzere, Mevlana bu durumlarda
yoksullari pek suçlamamakta, onlara dönüp yaziktir, haramdir dememekte, daha ziyade
sorumluluklarini ihmal ederek insanlari o durumlara düsüren zenginleri kinamaktadir.28 Mukallidane
konusmak kurtarici olmak söyle dursun, kurtarilmaya engel teskil edebilir. Buradan, bilmedigin halde
bilir gözükme ki sana bildirilebilsin mesaji çikmaktadir. Aç iken biyigina yag sürüp kendini et yedi
gösterirsen gerçek etten mahrum kalirsin. Zira bir çakal boyaci küpüne düsmekle tavus kusu 01maz.29
Bu durumda, bir kisi salt dinsel metinlerle mesguloldu ya da salt dinsel muhitlere devam etti diye
"dindar" sayilmamaktadir. Öyleyse bir Mevlana filmi, kati kurallari uygulayarak ya da uyguluyor
gözükerek namuslu tavir takinan bireyi degil, isyan ahlakini konu edinecektir. Çünkü, namuslu adam
mevcut nizami takip etmekten ve ödevini yapmaktan dolayi iftihar ederken aslinda bu nizam ve bu
ödevin insanligin büyük bir kisminin zararina hareket edenlere menfaat sagiamak için kurulmus ve
konulmus 0labilmektedir.3O Baskalarinin izdirabinin dindirilmesi gerektigine hükmetmek için,
önceden aciyi çekmek lazimdir. Merhameti sadece bilmekle kalmayip gerçekten harekete geçmek
isteniyorsa merhamet tecrübesini yasamak gerekir.3l
Baska bir yerde "cemaat rahmettir" kavramini ele alir. Bu söz güzeldir, fakat nerede o güzel
cemaat? Kurbaga farenin israrli talepleri ve asikane tutumu yüzünden fare ile cemaat olmustur. Fakat
bir gün bir karga bu fareyi kapinca, fareye iple bagli bulunan kurbaga da av olmustur. Hani cemaat
rahmet idi? Demek ki her cemaat her zaman rahmet degilmis noktasina varir.32O nedenle çogu kez
mihrap ve halvet kelimesini kullanir.33Teenni ile davranmayi, halvete çekilip kalp huzuruyla niyaz
etmeyi, istihareyi, teke tek kalmayi tavsiye eder.34Mevlana hazretleri zenginin lehine isletilen salt
ceza kanununun degil, ayni kanun zimninda fokaranin ve kimsesizin lehine olan insaf ve merhamet
kanununun da isletilmesini savunmaktadir.
Celaleddin-i Rumi, o celalli konusmalariyla aslinda bir dinleme kültürü mayalamak ister
gibidir. Mesnevi'nin ilk kelimesi olan "Dinle!" sözü tesadüfi degildir. Doktor olanlar, saglikli olanlar,
varlikli olanlar hastalara, yoksullara ve onlarin sikayetlerine kulak vermeli, taleplerini can kulagiyla
dinleyip dikkate almalidir. Rumi bizzat kendisi de muzdarip idi. Bu dünyadaarayis içindeki bir
muzdarip yolcu idi. Hasta ve yorgundu, kimsesizdi. Sikayetleri ve talepleri vardi. Her türlü aynliktan,
ikilikten, aynmciliktan, uzakliktan sikayetçi idi. Dolayisiyla "birlik dükkani" açti, birlesmek ve
birlestirmek istedi. Bekçiyi hirsiza ulastirmak, varlikliyi yoksula, seveni sevdigine, yolcuyu evine ve
hastayi sagligina kavusturmak istedi. Ses ürününe kulak müsterisi aradi. Kendisi gibi baska
muzdaripler aradi ki anlasinlar derdini, izdirabim. Diyalogdan yana oldu. Dinlemek, konusani
dinlemek, dinlemek suretiyle konusturmak istedi. Kendisi de dinleyen biri oldukça konustu da
konustu. Bir muzdarip kisi olgun bir büyügüne sikayetini anlatmayacakti, ona niyaz ve dua
etmeyecekti, ondan medet ummayacakti da ne yapacakti?
Mesnevi-yi Ma'nevi adli muhtesem eser Rumi'nin can dostu Semseddin-i Tebrizi'den ayn
kalmasinin akabinde, Hüsamettin Çelebi'nin Rumi'yi konusturmasiyla ortaya çikmisti. Mesnevi'deki
ilk öyküde bir padisahin cariyeye asik olmasi, cariyenin Semerkantli kuyumcudan aynlmis olmakla
hastalanmasi, bir velinin tavsiyesiyle kuyumcunun dil dökülerek Semerkant'tan getirtilmesi, cariyenin

27 Mesnevi, C. W 512-581
28 Açliktan dolayi baskasinin esegini satip parasini yiyen dervislere (C. II / 548-549) ya da uzun
zamandir yoksulluk çekmekteyken baskasina ait olup evine toslayan bir inegi sahiplenen adama
(C.II112388-2568) takindigi tavir gibi.
29 Mesnevi, C.IW 721-777
30 Nurettin Topçu, Isyan Ahlaki, Ist 1995, s.26
3i a.e., S.28
32 Mesnevi, C. VII 2632-2971
33Mesnevi, C. IILI3855
34 Mesnevi, C. 1/55-61; 144-146.
Aynca, Cenab-i Hakk Zü'l-Celal'le bulunmanin, bir kamil insanla sohbet etmenin önemini ve
degerini su sekilde formüle etmistir. "Herkesleysen, fakat bensiz isen, kimsesizsin. Kimsesizsen,
fakat benimleysen, herkeslesin" (C.1II11613)
608
de bakar ki sufi herkesten daha coskulu olarak "esek gitti" demektedir. Bunun üzerine sufinin
durumun farkinda olduguna hükmeder ve bildirmekten geri durur. Ertesi gün gürültü kopar. Sufi
sikayetçidir. Oysa yoksul dervisler uzun zamandir açtirlar ve sabirlari tükenmistir. Esegi satip parasini
yemisler ve gitmislerdir. Sufi hizmetçinin yakasina yapisir ve emanete ihanetle suçlar. Hizmetçi ise,
sufinin sarkiya mukallidane eslik ederken telaffuz ettigi "esek gitti" ibaresine istinaden durumun
farkinda oldugunu zannettigini, yoksa bildirmek üzere yanina kadar kaç kez gelmis oldugunu söyler?7
Demek oluyor ki yoksullari gözetmek, onlari dikkate almak lazimdir. Kuru kuru sabir telkin
etmek bir yere kadardir. Yoksa o yoksullar hirsizliktan çekinmeyecekleri bir hale gelebilmektedirler.
Enteresandir, Çehov ya da Necip Mahfuz'un eserlerinde de görüldügü üzere, Mevlana bu durumlarda
yoksullari pek suçlamamakta, onlara dönüp yaziktir, haramdir dememekte, daha ziyade
sorumluluklarini ihmal ederek insanlari o durumlara düsüren zenginleri kinamaktadir.28 Mukallidane
konusmak kurtarici olmak söyle dursun, kurtarilmaya engel teskil edebilir. Buradan, bilmedigin halde
bilir gözükme ki sana bildirilebilsin mesaji çikmaktadir. Aç iken biyigina yag sürüp kendini et yedi
gösterirsen gerçek etten mahrum kalirsin. Zira bir çakal boyaci küpüne düsmekle tavus kusu 01maz.29
Bu durumda, bir kisi salt dinsel metinlerle mesguloldu ya da salt dinsel muhitlere devam etti diye
"dindar" sayilmamaktadir. Öyleyse bir Mevlana filmi, kati kurallari uygulayarak ya da uyguluyor
gözükerek namuslu tavir takinan bireyi degil, isyan ahlakini konu edinecektir. Çünkü, namuslu adam
mevcut nizami takip etmekten ve ödevini yapmaktan dolayi iftihar ederken aslinda bu nizam ve bu
ödevin insanligin büyük bir kisminin zararina hareket edenlere menfaat sagiamak için kurulmus ve
konulmus 0labilmektedir.3O Baskalarinin izdirabinin dindirilmesi gerektigine hükmetmek için,
önceden aciyi çekmek lazimdir. Merhameti sadece bilmekle kalmayip gerçekten harekete geçmek
isteniyorsa merhamet tecrübesini yasamak gerekir.3l
Baska bir yerde "cemaat rahmettir" kavramini ele alir. Bu söz güzeldir, fakat nerede o güzel
cemaat? Kurbaga farenin israrli talepleri ve asikane tutumu yüzünden fare ile cemaat olmustur. Fakat
bir gün bir karga bu fareyi kapinca, fareye iple bagli bulunan kurbaga da av olmustur. Hani cemaat
rahmet idi? Demek ki her cemaat her zaman rahmet degilmis noktasina varir.32O nedenle çogu kez
mihrap ve halvet kelimesini kullanir.33Teenni ile davranmayi, halvete çekilip kalp huzuruyla niyaz
etmeyi, istihareyi, teke tek kalmayi tavsiye eder.34Mevlana hazretleri zenginin lehine isletilen salt
ceza kanununun degil, ayni kanun zimninda fokaranin ve kimsesizin lehine olan insaf ve merhamet
kanununun da isletilmesini savunmaktadir.
Celaleddin-i Rumi, o celalli konusmalariyla aslinda bir dinleme kültürü mayalamak ister
gibidir. Mesnevi'nin ilk kelimesi olan "Dinle!" sözü tesadüfi degildir. Doktor olanlar, saglikli olanlar,
varlikli olanlar hastalara, yoksullara ve onlarin sikayetlerine kulak vermeli, taleplerini can kulagiyla
dinleyip dikkate almalidir. Rumi bizzat kendisi de muzdarip idi. Bu dünyadaarayis içindeki bir
muzdarip yolcu idi. Hasta ve yorgundu, kimsesizdi. Sikayetleri ve talepleri vardi. Her türlü aynliktan,
ikilikten, aynmciliktan, uzakliktan sikayetçi idi. Dolayisiyla "birlik dükkani" açti, birlesmek ve
birlestirmek istedi. Bekçiyi hirsiza ulastirmak, varlikliyi yoksula, seveni sevdigine, yolcuyu evine ve
hastayi sagligina kavusturmak istedi. Ses ürününe kulak müsterisi aradi. Kendisi gibi baska
muzdaripler aradi ki anlasinlar derdini, izdirabim. Diyalogdan yana oldu. Dinlemek, konusani
dinlemek, dinlemek suretiyle konusturmak istedi. Kendisi de dinleyen biri oldukça konustu da
konustu. Bir muzdarip kisi olgun bir büyügüne sikayetini anlatmayacakti, ona niyaz ve dua
etmeyecekti, ondan medet ummayacakti da ne yapacakti?
Mesnevi-yi Ma'nevi adli muhtesem eser Rumi'nin can dostu Semseddin-i Tebrizi'den ayn
kalmasinin akabinde, Hüsamettin Çelebi'nin Rumi'yi konusturmasiyla ortaya çikmisti. Mesnevi'deki
ilk öyküde bir padisahin cariyeye asik olmasi, cariyenin Semerkantli kuyumcudan aynlmis olmakla
hastalanmasi, bir velinin tavsiyesiyle kuyumcunun dil dökülerek Semerkant'tan getirtilmesi, cariyenin

27 Mesnevi, C. W 512-581
28 Açliktan dolayi baskasinin esegini satip parasini yiyen dervislere (C. II / 548-549) ya da uzun
zamandir yoksulluk çekmekteyken baskasina ait olup evine toslayan bir inegi sahiplenen adama
(C.II112388-2568) takindigi tavir gibi.
29 Mesnevi, C.IW 721-777
30 Nurettin Topçu, Isyan Ahlaki, Ist 1995, s.26
3i a.e., S.28
32 Mesnevi, C. VII 2632-2971
33Mesnevi, C. IILI3855
34 Mesnevi, C. 1/55-61; 144-146.
Aynca, Cenab-i Hakk Zü'l-Celal'le bulunmanin, bir kamil insanla sohbet etmenin önemini ve
degerini su sekilde formüle etmistir. "Herkesleysen, fakat bensiz isen, kimsesizsin. Kimsesizsen,
fakat benimleysen, herkeslesin" (C.1II11613)
608
onunla evlendirilip iyilestirilmesi, alb ay sonra kuyumcunun hasta edilip öldürülmesi ve cariyenin
kuyumcu askindan soguyarak padisaha kalmasi, muhtelif serhler bir yana, bize Padisab olan Allah'in
sevgili kulu Mevlana'yi kendisine yakinlastirmak için Mevlana'nin dünyevi dostu olan Sems'i
Sam'dan getirtip Mevlana ile alti aylik sohbetine izin verdikten sonra Sems'i öldürtmesiyle
Mevlana'yi ikilikten birlige, iki sevgililikten tek sevgililige getirdigini söylemektedir. Iste burasi son
derece görkemli bir hareket noktasidir. Mevlana'nin hayati, kendi anlatbgi simgesel bir öykü içinde
belirivermektedir.J5
Yukaridaki öykünün unsurlarini maddeler halinde sunarak hem Celaleddin-i Rumi'nin bakis
açisini hem de senaristimizin üzerine vurgu yapmasini tavsiye ettigimiz noktalari göstermis olalim.
Padisahin cariyeye aski, Allah'in Mevlana özelinde sevgili kullarini kendine ayirdigina isaret eder. O
sevgili kullarin her birinin farkli zevkleri ve kanaatleri olacaktir. Dolayisiyla hemen ve derhal gerçek
sevitmesi gereken Allah' i idrak edemeyebilirler. Semerkantli kuyumcu örnegindeki gibi dünyevi bir
sevgili sebebiyle "ask hastasi" olarak gözükebilirler. Oysa bu bir yanilsamadir, çünkü geçici ve iIletli
bir sevgidir. Para ve güzellik gibi illetler ortadan kalkinca sevgi de kalmayacakbr. Gözde cariye
konumundaki Mevlana ve öteki sevgili kullarin bu sevgiliye kavusmalarindan ve akabinde hayal
kinkligina ugratilmalarindan baska ilaçlari yoktur. Ancak bu yolla, o sevgiliden sogutulduktan sonra,
gerçek sevgiliyle bas basa kalinabilecek, cariye ise kaçip durmakta oldugu padisabin sevgisini o
zaman görebilecektir. Semerkantli kuyumcu bin bir rica minnetle, hediyeler ve vaadlerle, edeplice
ikna edilerek getirilecektir. Bunda biraz kuyumcunun kendini begenmis ve tamahkar olmasi da etken
olacaktir.
Dikkatten uzak tutulmamalidir ki padisah "gerçek asik" idi. Cariyeyi gerçek bir ask ile
sevmisti. Kuyumcu gibi menfaatleri ugluna yollara düsüp gelmis degildi. Padisah mihrapta, halvette,
secdede gözyaslari dökmüstü. Ruyasindaki veliyi beklemis, o veli gelince kendisini ona teslim etmis,
tavsiyelerini can kulagiyla dinlemis ve uygulamistir. Padisah kendisini Hz. Ömer, o veliyi ise Hz.
Mustafa olarak nitelemistir. Bu tevazu ile yola çikmistir. Veli ise hem padisahi hem de cariyeyi çok
iyi dinlemis, onlari yakindan gözlemlemis, bu durum muvacehesinde ise koyulmustur. Gerek padisah
gerekse cariye o velinin her dedigine azami riayet etmislerdir. Sonuçta böylesi bir diyalog meyvesini
vermis, sevenler kavusmustur.
Benzer bir öykü eserin son cildindeki Imadülmülk karakteriyle verilir. Bir beyin çok sevdigi
atina bir padisab önce göz koyar, sonra el koyar. Cani yanan bey solugu Imadülmülk adli bir velinin
yaninda alir. Sikayetini, mariizatini aktarir. O da aglar, Imadülmülk de. Imadülmülk de bilir ki yardim
Allah'tan istenir, fakat Allah dostu bir veliye siginildiginda o veli nasil uzak durabilir ki? Edeplice
padisahin yanina gider, saygiyla susup bekler. Padisah yeni atinin güzelliginden dem vurunca ve onun
da fikrini sorunca der ki "gerçekten çok güzel bir at, fakat basi biraz öküze mi benziyor sanki". Bu
vehme düsürme tarikiyle padisah altan sogur, at gerçek seveni olan o mütevazi beye iade olunur.
Böylece saygi, edep, diyalog, dinleme ve konusma adabi, taraflarca güvenilir olmak, sözü dinlenir
olmak gibi vasiflar tüm taraflara mutlu bir son getirebilmektedir. Yine seven sevdigine usta bir
arabulucu ile kavusmaktadir.36
Mevlana bu tip romantik örneklerle bir taraftan beseri aski yüceltirken, bir taraftan da devlet
mekanizmasinda da bu veli tiplernelerindeki usta müstesarlara, usta liderlere olan ihtiyaci
vurgulamakta, bir peygamber edasiyla kendisinin ilim ve hikmet erbabi olmasi hasebiyle bu tip bir
müstesarligin en uygun adaylarindan biri oldugunu da hatirlatir. Bu bir görev talebinden ziyade,
devletin görevlendirmelerdeki kriterinin ehliyet ve liyakat olmasi gerektigine bir vurgu
mahiyetindedir.
Bu noktada özellikle ihtiyarligin zemmi hususuna da deginmemizde yarar vardir.
Mevlana'nin veli derken ihtiyarligi kastetmesi söyle dursun, tam tersine ihtiyarligi zemmettigi
anlasilmaktadir. Din ve devlet makamlarinda salt ihtiyarligin bir saygi ve güven ölçütü olamayacagini,
böyle olmamasi gerektigini söyler. Din ve devlet isleri genç ve dinç, zinde insanlar ister. Ehliyet ve
liyakat daha ziyade gençlerdedir. Yaslilar bir parça yorgun ve hastadir. Kararlari da hastalikli ve
ihtirasli olabilmektedir. Dolayisiyla genç yeteneklere sans taninmali, onlar görevlendirilmelidir.
Liderlikler gençlere birakilmalidir. Kudretsiz ihtiyarlarla din ve devlet isleri yürütülemeyecektir. Nice
ihtirasi olmayan, mütevazi, kendini öne çikarmamis, kiyida kösede kalmis, dikkatlerden kaçmis,
kiymetli, ileri görüslü, uzagi gören, yoksullukla mücadele edecek, kuzulara iyi çoban olacak,
hirsizlardan korkup kaçmayacak delikanlilar vardir. Onlari arayip bulmak, onlari görebilmek, onlari
bulup rica minnetle göreve getirtmek lazimdir. Yoksa kurttan bekçilik isternek uygun degildir.37

35 i
Mesnevi, C. i 35-245
36 Mesnevi, C. VI/3343-3515
37 Mesnevi~CIV11973

609
Mevlana filmi bu unsurlan banndiran bir erdem filmi olmalidir. Öfkesini ve sehvetini
dizginleyenlerin, mütevazi ve kanaatkar olanlann, cömert ve cesur olanlann, kisacasi sabredenlerin,
edeple ve hünnetle istemesini bilenlerin kazandigini göstennelidir. Gönlü duru ve berrak insanlar
göstennelidir. Kin, nefret ve husumetlerden, çocuksu cimriliklerden ve kiskançliklardan, kibir ve
tamahtan uzak olanlan anlatmalidir. Örnek olacak sabirli, edepli, hünnetkar, kanaatkar, mütevazi,
sakin, cömert, cesur ve adaletli, ileri görüslü insanlardan bahsetmelidir.

You might also like