You are on page 1of 780

(yunus emre)

garip

acep şu yerde var m'ola


soyle garip bencileyin
bagrı başlı gozu yaslı
soyle garip bencileyin

gezdim urum ile şamı


yukarı illeri kamu
çok istedim bulamadım
soyle garip bencileyin

kimseler garip olmasın


hasret oduna yanmasın
hocam kimseler duymasın
soyle garip bencileyin

soyler dilim aglar gozum


gariplere goynur özüm
meger ki gokte yıldızım
soyle garip bencileyin

nice bu dert ile yanam


ecel ere bir gun olem
meger ki sinimde bulam
soyle garip bencileyin

bir garip olmuş diyeler


uç gunden sonra duyalar
soguk su ile yuyalar
soyle garip bencileyin

hey emre'm yunus bicare


bulunmaz derdine çare
var imdi gez sardan sare
soyle garip bencileyin

yunus emre

(konuşamaz hale gelir)

Allah bir kimsenin perdesini yırtmak isterse o kişiyi temiz insanları ayıplamaya sevk eder.

Ayıbını örtmek dilerse o kimse ayıplı kimseler hakkında konuşamaz hale gelir.

Yardım etmek isterse, ona dua ve yakarış kapısını açar.

mevlana
(Sen akıl gibisin, biz şu dile benzeriz)

Sen can gibisin, biz ele, ayağa benzeriz.


Elin tutup koy vermesi, can vasıtası iledir.
Sen akıl gibisin, biz şu dile benzeriz.
Bu dil, şu anlatışı akıldan alır, akıldan beller.
Sen sevinç gibisin, biz gülme gibi.
Yani sevincin sonucu güler neşeleniriz.

mevlana

(çoban)

Kul sabretmez, güzel güzel tasvirlerde bulunur.


Her an sana, canım, ayaklarının altına yayılmış bir döşemedir.
Hani o çoban gibi.
O da Yarabbi, seni arayan çobana gel.
Gel de gömleğindeki bitleri ayıklayayım, kırayım.
Çarığını dikeyim eteğini öpeyim diyordu ya.
Kimse aşk ve muhabbette ona eş olamazdı,
fakat Tanrıyı tesbih etmeyi, ona söz söylemeyi bilmiyordu.
Onun aşkı, gökyüzüne çadır kurmuştu. Köpeğe benzeyen can, o çobanın çadırı önünde bir
köpek kesilmişti.
Tanrı aşkının denizi coşunca onun gönlüne vurdu,
senin kulağına değdi.

mevlana

(Aziz Mehmet Dumlu Hazretleri)

"Yer ve gök Allah'ın nurudur." (Nûr Suresi, ayet 35) buyrulur.

Yer ve gök arasında bilinen bilinmeyen her ne varsa nurdur.


Bir kedi, köpek de nur mudur? diye sorarsanız derim ki: Sen kediyi kedi, köpeği köpek
görürsen yanlıştır. Sen kediyi, köpeği bırak! Bir karınca. Onu da bırak! Bir solucan düşün.
Uzun, incecik bir et parçası. Ne ağzı ne gözü görünür. Ne de eli ayağı vardır. Hiçbir şey yok
ama bir şey var.
Onda bir hayat var.
Nafakasını, rızkını temin ediyor. Düşmanından korunuyor ve neslini devam ettiriyor.

(imam ı rabbani - dünyaya üzülmek)

Bu mektûb, molla Abdülvâhid-i Lâhorîye yazilmisdir. Kalbin selâmeti, mâ-sivâyi unutmakda


oldugu bildirilmekdedir:

Kiymetli kardesimin mektûbu geldi. Kalbin selâmeti için yazdiklariniz anlasildi. Evet, kalbin
selâmeti, onun mâ-sivâyi unutmasina baglidir. Öyle ki, zorla hâtirlatmak isteseler,
hâtirlayamamalidir. [Allahü teâlâdan baska herseye, ya'nî mahlûklarin hepsine (Mâ-sivâ)
denir.] Bu hâle (Fenâ-i kalb) denir. Bu yolun birinci basamagi, bu Fenâya kavusmakdir. Bu
Fenâ vilâyet derecelerine kavusulacaginin müjdecisidir. Sâlikler, yaradilislarindaki
uygunluklara göre, çesidli derecelere yükselirler. Çok yükselmek istemeli, bunun için çok
çalismalidir. Çocuklar gibi, yolda önüne çikan kozalaklara, cam parçalarina baglanip
kalmamalidir. Hadîs-i serîfde, (Allahü teâlâ, yüksek seylere kavusmak istiyenleri sever)
buyuruldu. Dünyâ isleri ile çok ugrasmakda, dünyâ islerine gönül baglamak korkusu vardir.
Kalbin selâmete kavusmasina da sakin aldanmayiniz! Yine geri dönebilir. Dünyâ isleri ile,
elden geldigi kadar az ugrasiniz ki, dünyâya gönül baglamak tehlükesine düsmeyesiniz!
Dünyâya düskün olmak felâketinden Allahü teâlâya siginiriz. Dünyâya gönül baglamamis
olan fakîr bir çöpcü, gönlünü dünyâya kapdirmis olan koltukdaki zenginden katkat dahâ
kiymetlidir. Birkaç günlük yasamakda dünyâya gönül vermemek, hiçbirseye düskün olmamak
için çok ugrasiniz! Dünyâya düskün olmakdan ve dünyâya düskün olanlardan, aslandan
kaçmakdan dahâ çok kaçmalidir.

imam ı rabbani

(hz muhammed (s.a.v)

Bunu bil de belki peygamberlerin sonuncusunun yolu hürmetine ağızdan o kuvvetli mühür
kaldırılır.

165. Peygamberlerden kalan mühürleri, Ahmed’in dini hürmetine kaldırdılar. Açılmamış


kilitleri vardı; onlar, “İnna fettehna” eliyle açıldı. O, bu dünyada da şefaatçidir, o dünyada da,
bu dünyada insanı dine götürür, o dünyada cennetlere. Bu dünyada “Sen onlara yol göster”
der; o dünyada “Sen onlara ay gibi yüzünü göster” der. Onun gizli, aşikâr işi, daima “Yarabbi,
sen kavmime doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar” demektir.

170. Onun nefesiyle iki kapı da açıktır. Duası, iki âlemde de müstecap olur. Ona benzer ne
gelmiştir, ne de gelecek. Bu yüzden son peygamber olmuştur. Sanatında son derece ileri
gitmiş bir üstadı görünce bu sanat, sende bitmiştir demez misin? Ey peygamber, mühürleri
kaldırmak, kapalı kapıları açmaktasın, Hatem’sin, bu iş, seninle ve sende bitmiştir. Can
bağışlayanlar âleminde bir Hatem’sin sen. Hâsılı mühürleri kaldırma ve kapıları açmada
Muhammed’in işaretleri, tamamiyle açıklık içinde açıklıktır, açılık içinde açıklıktır,açıklık
içinde açıklık.

mesneviden

(dua)

210. Ey yüce Tanrı, önce bendeki bu çekiliş ve yükselip geliş senden meydana geldi, yoksa bu
deniz, sakindi Yarabbi. Bana bu tereddüdü, o makamdan verdin, kereminle yine beni
tereddütsüz bir hale getir. Medet ey feryada yetişen Tanrım, sen beni dertlere müptelâ
etmektesin. Senin verdiğin dertlerle erler bile kadınlara döner. Bu derde uğratış niceye dek,
yapma Yarabbi. Bana bir yol bağışla, on yol verme bana. Sırtı yaralı arık bir deveyim;
sırtımda bir semere benzeyen ihtiyar yüzünden sırtım yaralandı.

215. Arkamdaki bu mahfe, gâh ağır gelip beni bu yana çekmede, gâh öbür tarafa yanlayıp
beni o yana sürüklemede. Bu uygunsuz yükü sırtımdan al da iyi kişilerin bahçelerini göreyim.
Uyanık olarak değil de Ashabı Kehf gibi uykuda olarak cömertlik bahçesinde yayılayım.
Sağıma, soluma yatıp uyuyayım, fakat ancak top gibi ihtiyarsız olarak yuvarlanayım. Ey din
Tanrısı, sağıma da dönersem senin döndürmenle döneyim, soluma da dönersem senin
döndürmenle.
hz mevlana

(kendinden geçmek)

Bütün âlem, kendi ihtiyarından, kendi varlığından sarhoşluk âlemine kaçmaktadır.

225. Bu suretle herkes, şarap, çalgı gibi şeylere düşer de kendi aklından bir an olsun
kurtulmaya çalışır. Herkes bilir ki bu varlık tuzaktır. İnsanın kendi ihtiyarı ile bir şeyi
düşünmesi, bir şeyi anması cehennemdir âdeta. Onun için herkes varlığından, kendiliğinden
geçme âlemine, yahut sarhoşluğa kaçar, yahut da bir işe koyulup kendini unutur. Fakat yine
bu âlemden kendini çeker, varlık âlemine gelirsin. Çünkü o kendini unutma âlemine Tanrı
fermanı olmadan gitmiştik. Ne cin, zaman kaydının hapsinden kurtulabilir, ne insan.

Mevlana Hazretleri
Mesneviden

(Evet çok bilimsel bi yaklaşım oldu bu yok yoktur (tebessüm)

BURHAN- elbette...elbette bir bilimsel bir açıklaması var


Amca hiç sarsılmamıştır öylece daimi huzurdadır
Burhan yere çöker
amca yanın da ayakta yavaş adımlarla anlatmaya başlar
AMCA- Var yavrum… evet her yarattığı şeyin bir bilimsel açıklaması var… her yaptığı işi bir
hikmetle yapıyor. Haklısın anlamak gerçekten zor çünkü çelişkiyi, anlamsızlığı hatta yoku
yaratan da “O”.Ve aslında yok diye bir şey de yok
Burhan amcaya bakmadan yerde toparlanmaya çalışırken
BURHAN- Moruk ne ayaksın bilmiyorum ama evet yok diye bişi yoktur
AMCA- Evet çok bilimsel bi yaklaşım oldu bu yok yoktur(tebessüm)
BURHAN- Evet bilimsel tabi ki hiçbişi yoktan var olmaz varken de yok olmaz! Tabi
bilmiyorum burada internet var mı araştırdın mı? gerçi burası neresi onu da bilemiyorum ya
amına koyiyim
Amca burhan konuşurken durur konuşmaya başladığında tekrar yavaş adım etrafında
yürüyerek anlatmaya devam eder
AMCA- Anlıyorum evladım(tebessüm)Biz devam edelim. Hiçbir şey yoktan var olamaz
varken de yok olamaz dedik
BURHAN- Evet ihtiyar öyle
AMCA- Evren de bir dış etkenle oluşturulmadığı için sonsuzdur. Yani evrenden başka ilah
yoktur demiş oluyorsun böylece? Yani bilimsel olarak (tebessüm)
Burhanı gördüğümüzde amcanın gölgesi çerçevenin kenarından uzar.
BURHAN- Evet babalık aynen öyle de sen tahmin ettiğimden de saçma bi durumdaymışsın
ne diyim
Amca durur
AMCA- Bu gerçekten önemli bi nokta yavrum aferin bu kadarını bile görmüş olman övgüye
değer.
Burhan aşağıda ki lafını söylerken yerden onun gözünden amcayı görürüz
güneş arkada parlamaktadır amcayı karanlık olarak görür
güneş gözlerini alır tekrar yorgun başı önde devam eder sözüne
BURHAN- ya amca sen manyak mısın acaba tanrı bu işte diyorum bundan daha ötesi yok ki
hala ukalalık yapıyorsun bana
Bu arada amca burhanın hizasında yere yanına çöker
şefkatle yanından konuşur
AMCA- (tebessüm) fakat yanıldığın bi nokta var yavrum. Evren tanrının kendisi değil
tanrının sıfatlarıdır
Burhan amcanın yüzüne sessiz bakar
BURHAN- …
AMCA- Çünkü bu evren başlangıca bakıldığında bu haliyle yok. Sadece saf tek bir enerji
var.? Bilemediğiniz laboratuarda inceleyememeniz sebebiyle de tanıyamadığınız.
BURHAN- Ee.
AMCA- İşte o enerji sonradan farklı formlara düzenlere dönüşüyor ve evreni ve boyutları
oluşturuyor… Fakat aynı enerji sonradan başka formlarda düzenlerde görünür olsa da kendi
varlığı o her an dönüştüğü şekiller ardında devam ediyor. Ve siz o dönüştüğü formları
tamamen görmezlikten gelerek tüm varlığa tanrı diyorsunuz…
burhanın yüzünü görürüz nötrdür
AMCA- Bak şunu düşün. Denizden bir bardak su alsak ve dışarıya çıkarsak (es) bu bardaktaki
suya deniz diyebilir miyiz?
Yine burhanın durgun fakat dinleyen yüzü
… …Diyemeyiz değil mi. ? Ancak denizden diyebiliriz. İşte böyle de bu evren tanrı değil
tanrıdandır…
Aşağıdaki konuşmalar altına müzik başlar
… …Hiç bir kavramı ondan önde tutma ki o şeyler seni bir gün aşağı çektiğin de O seni o
kadar incitmeden onların arasından çeksin çıkarsın. Buna bilim de dahildir din de. Çünkü
Allah dini de bilimi de senin kalbine göre açar. Onun yarattığı her şey üstün olmasına rağmen
sen onları görecek kadar onlarla ilgili olamayabilirsin.
BURHAN- Peki kuranda Allah her şeyi yoktan var etti demiyor mu öyle biliyorum ben
AMCA- evet ama oradaki yok manası onunla beraber başka hiçbir şey yoktu anlamında yoksa
var olan bir şey vardı… Kendisi.
Burhanın dinleyen bakışı
AMCA- Yani sıfır değil bir vardı.

(Allah ve peygamberleri)

imam ı rabbani

mektubat

167. mektub

Bu mektûb, Herdîram-ı Hinde yazılmışdır. Allahü teâlâya ibâdet etmeği ve kendi yapdığı
tanrılara tapınmakdan sakınmağı dilemekdedir:

İki mektûbunuz geldi. İkisinde de, bu fakîrleri sevdiğiniz, bunlara sığındığınız yazılı idi. Bir
kimseye bu devleti ihsân ederlerse ne büyük ni’met olur. Fârisî beyt tercemesi:

Bildirmesi lâzım olanı söyledim sana!


İster kıymetini bil, istersen darıl bana.

İyi dinle ve iyi anla ki, bizim ve sizin ve hattâ herşeyin, yerlerin, göklerin, yüksekliklerin,
alçaklıkların yaratanı, varlıkda durduranı birdir. Nasıl olduğu anlaşılamaz. Benzeri ve ortağı
yokdur. Şekli ve görünüşü olmaz. Baba, çocuk değildir. Onun gibi, Ona benzer birşey
düşünülemez. Onun birşey ile birleşmesi, bir şeyde bulunmasını düşünmek çok çirkin olur.
Bir yerde bulunması, bir yerde görünmesi olamaz. Onda zemân yokdur. Zemânı O
yaratmışdır. Bir yerde değildir. Heryeri O yaratmışdır. Hep var idi. Varlığının başlangıcı
yokdur. Hep vardır. Varlığının sonu olmaz. Her iyilik ve yükseklik Onda vardır. Hiçbir kusûr
ve aşağılık Onda olamaz. İşte bunun için, ma’bûd olmağa, tapınmağa hakkı olan yalnız Odur.
Tapınmağa lâyık olan ancak Odur. Hindûların Râm ve Kerşen denilen putları, Onun yaratdığı
şeylerden zevallı iki dânesidir. Her ikisinin de anası ve babası var idi. Râm, Ceretin oğlu ve
Leknenin kardeşi idi. Sîtanın kocası idi. Râm, kendi çoluk çocuğunu koruyamamışdı.
Başkalarını nasıl koruyabilir? İyi düşünmek lâzımdır. Câhillere uymamalıdır. Yerleri gökleri
yaratana, Râm ve Kerşen gibi ismler takanlara milyonlarca yazıklar olsun! Bunların hâli,
büyük bir pâdişâha, aşağı bir çöpçünün ismini takanlara benzemekdedir. Râm ile Rahmanı
aynı şey sanmak, ne aklsızlıkdır? Yaratan, yaratdığı ile bir olur mu? Anlaşılamayan birşey,
bilinen şeylere benzetilemez. Onlarla birleşemez. Râm ve Kerşen yaratılmadan önce,
âlemlerin yaratanına Râm ve Kerşen denilmiyordu. Bunlar yaratıldıkdan sonra, ne oldu ki, o
eşsiz olan ulu Allaha, Râm ve Kerşen denildi? Râm ve Kerşenin ismleri, yerlerin, göklerin
sâhibinin adı sanıldı! Olamaz, olamaz, hiç olamaz! Gelip geçmiş olan, yüzyirmidörtbine yakın
Peygamberlerin hepsi “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” insanları, yalnız bir yaratana ibâdet
etmeğe çağırdılar. Ondan başkasına tapınmağı yasak etdiler. Bütün Peygamberler,
kendilerinin âciz birer mahlûk olduklarını söylediler. Allahü teâlânın büyüklüğünden,
kuvvetinden korkarlar ve titrerlerdi. Hindûların tapındıkları kimseler ise, herkesin, kendilerine
tapınmasını istediler. Kendilerini ma’bûd olarak tanıtdılar. Bir yaratanın varlığına
inanıyorlardı. Fekat, Onu kendilerine hulûl etmiş, kendileri ile birleşmiş sanıyorlardı. Bunun
için, herkesin kendilerine tapınmasını istiyorlardı. Kendilerine tanrı diyorlardı. Her kötülüğü
yapıyorlardı. Tanrı, her istediğini yapar ve yaratdığı şeyleri istediği gibi kullanır diyorlardı.
Bunlar gibi, dahâ nice bozuk ve saçma sözleri vardı. Kendileri sapıtmış, başkalarını da
sapdırmışlardı. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” böyle değildiler. Başkalarına
yasak etdikleri kötülüklerden kendileri de ençok sakınırlardı. Kendilerinin de, herkes gibi
insan olduklarını söylerlerdi. Fârisî mısra’ tercemesi:

Yollardaki ayrılığı gör! Nerden nereye?

(iptila ve nimet)

Hz Abdulkadir Geylani

İnsanları iki şahıs olarak görürüz. Biri iyilik içindedir..


Nimet içindeki adam sıkıntıdan ve kederden kurtulamaz. Sebebi, nimetin bolluğu ve bunların
icabı maddi sıkıntıdır. Mal, mülk, her zaman iyilik getirmez, her parçasının ayrı derdi vardır.
Evladı olur hastalanır, kaza olur, mal mülk telef olur. Bunlar tabii afetler olduğu halde o insan
normal karşılamaz, haliyle elindeki nimetin tadını bulamaz.
Eğer zenginlik; nimet, rahatlık, mal, şöhret, hizmetçi ve uşakla olacaksa bunlar o zatta vardır
ve ayrıca düşmandan emin bir durumdadır. Azıcık sıkıntılarla bu nimetleri unutmak yerinde
olmaz. Haddizatında, o adam için darlık yok demektir. Bunları kendi mütalâasına göre bela
saysa bile, yalnız Allah’ı (CC) bulamayışına ve dünya halini sezemeyişine bağlamak yerinde
olur. Bu zat Allah-ü Teala’yı (CC) “İstediğini yapar, değiştirir, güzellik verir. Sonra hepsini
götürür. Zengin eder, fakir eder, alçaltır, yükseltir, öldürür, diriltir. Önce verir veya sonraya
bırakır.” bir zat olduğunu bilseydi, elindeki nimetin hiçbirisine aldanmazdı…
Zaman olur, bu genişlik içinde yüzen adam cehaleti yüzünden bu hale iyice bağlanır. Aslında
az olan ve esasa taallûk etmeyen darlığın giderilmesi için çalışmaya başlar. Bu kere de sıkıntı
birse beşe yükselir. Bunun nedeni yine dünyayı bilmeyişidir. Halbuki dünya; bela, keder,
hasret ve bir sürü teklif ve tekdirle doludur. Bunlar her ne kadar zahirde bela gibi görünseler
de aslında nimet sayılırlar. Burada sabır meyvesini misal vermek doğru olur. Bu meyve
evvela acıdır sonra tatlı olduğu anlaşılır. Bunun tadına, insan ancak acı çektikten sonra
kavuşur. Acısını tatmayan ve ona tahammül edemeyen tad bulamaz. Belaya sabreden kimseye
iyilikler kendiliğinden gelir. Şunu da diyelim ki; bir işçi ancak ekmeğini alın terinden sonra
alır. Ve ruhen, bedenen bitap düşüp, ayrıca bir sürü gönül darlığı çekip kuvvetten düştükten
sonra ücretini alır. Dahasını söylemek lazım gelirse, kendi gibi birisine hizmet edip manevi
bir çöküntüye uğrar, benliği söner, bunun mukabili ücretini alır. Fakat yine de bu para tatlı
gelir. Sonu malum. Bu kadar güç işlerden sonra alınan para güzel yemek olur. Hoş katık, tatlı
meyve ve sevilen elbise haline gelir. Tabii olarak sevinç ve rahat başlar.
Azın azı dahi olsa, dünyanın evveli, üst makama erinceye kadar acıdır. Şunu misal verelim:
İnce ve acı tabaka ile sarılı bala benzer. Bala ermek için acıyı tatmak asıldır, ancak bu halden
sonra tada erilir ve asıl aranan bulunur.
Her şey sırası ile olduğu gibi acı ve tatlı karışık da olur. Bunun için acıya sabır, tatlıya da razı
olmak gerekir. Kul sabrını ilâhi emirlere uymakla göstermelidir.
Yasaklardan çekilmek, kaderin akışına boyun eğmek yerinde olur. Böylece her şey hoş geçer,
bilhassa ilâhi emirlerin gereğini yapar, nefsine ve şahsi arzularına karşı olursa ömrünün ilk
demleri hoş geçtiği gibi, sonu da tamamen iyiye döner. Gençlik temiz olunca ihtiyarlık da
herkes tarafından saygı ile karşılanır. Herkes sever, hürmet eder. Böyle olanın en büyük
arzusu dahi yerine gelir. İradesiz süt çocuğuna yapılan karşılıksız hizmet gibi, hiç kimse bir
şey beklemeden hizmet eder. Dünyası böyle geçtiği gibi, ahireti daha üstün, daha farklı olur.
Çünkü işin acılı tarafı geçmiş ve her darlığı yenmiştir.
Burada hatırlatmak istediğimiz bir durum vardır ki; bu: Nimetlere aldanmamak ve daima
şükür etmektir. Aksi halde insan Hakk’ı (CC) gücendirmiş olur. Elindeki nimetleri kaçırır.
Peygamber (SAV) Efendimiz buna işareten:
- “Nimet ehlî değildir. Onu şükürle bağlayınız.”
Buyurdu. Nimetin şükrü, vereni itiraf etmektir. Nimetin sahibi ise Allah’tır (CC). Bu durumu
her halde görmek lazım.
Her yerde haddi aşmayarak, İlâhi emirler dahilinde hakkı ödemek gerekir. Zekât, yemin
kefareti, adak, fakir ve düşkünlere yardım gibi şeyleri esirgememekle beraber, gerek borçlu
olanlara ve gerekse zaman zaman, çeşitli hadiseler karşısında çaresiz kalanlara yardım etmek
yerinde olur. Bilhassa bir hatanın sonunda bir iyilik yapmak, bolluğa, genişliğe kavuşmaya
vesile sayılır…
Her nimetin kendine göre şükrü vardır. Mesela: Vücud sağlığının şükrü, zayıflara yardım ve
ayrıca bol ibadet yapmak olmalıdır. Sonra kötü şeylere bakmamak, kötü yerlere gitmemek,
günahtan sakınmaktır. Sıhhatin ayrıca mal ve mülkün elden gitmemesi için de bir çaredir.
Hakkını gözeterek çaresizlere elindekinden vermelidir. Aksi halde: Ağaç sulu meyvesini
vermez, yaprakları düşer, tadı kaybolur, sanki yokmuş gibi olur. Hakkı gözetilmediği için de
her şey bereketini kaybeder. İlâhi emirlere uyulduğu takdirde daima iyilik zuhur eder. Her
şeyde bolluk olur. Dünya işleri yoluna girer. Ahirete gelince: Peygamberler (AS), şehidler,
sıddıklar ve salihlerle beraber olunur. Ayet:
- “Bunların arkadaşlığı hoş olur.”
Eğer dünya zinetine aldanır ve geçici zevklerin peşinde olursan her iyilik kaybolur. Hiçbir
şeyin sade olmaz. Herşey gözünde küçük görünür.
İnsan, hoşlandığı hiçbir şeyi bulamaz, fakat yine de dünyayı bırakamaz.
Her kim dışı süslü, içi öldürücü zehirlerle dolu olan işlere kapılırsa, onun için söylenecek şey;
belanın yaklaşmış olduğu ve az zamanda geleceği olur. Dünyada böyle olduğu gibi, öbür
alemde de en güç azaba düçar olur.
Her bela bir suçun cezasıdır ve her darlık işlenen bir suçun karşılığıdır. Buna; bir deneme, bir
tenbih denilebilir. Günahlara kefaret demek de yerinde olur, günahkar için bu hüküm verilir.
Büyük insanlara gelince, onlara bela, yükselme sebebi olsa gerek. Çünkü her belanın sonunda
yüksek makam ve ulu dereceler vardır. Zaman aşımıyla, bela gibi görünen şeyler aslında bir
lütuf olduğu anlaşılır. Her hareket ve adımda yükselme kaydedilir. Çünkü büyüklerin darlığı
perişanlık için olmaz, bilakis daha yüksek makamlara ermek için bir imtihan sayılır. İmanın
hakikatına ve güzelliğine erip ermedikleri, darlık zamanında çeşitli sebeplere baş vurmamaları
ile meydana çıkar. Böylece Allah (CC) onların sağlam iman sahibi olduklarını kullara
anlatmak ister.
İşte bir Hadis-i Şerif:
- “Sabırlı ihtiyaç sahipleri, kıyamet günü Hakk’ın (CC) misafiridir. Dünya ve ahirette
Hakk’tan (CC) uzak olmazlar.”
Dünyada kalpleri hoştur, ahirette ise rahatları artar.
Balâ onların kalplerini temizler. Halkın ve sebeplerin tesiri olamayacağını bildikleri için,
Allah’a (CC) çok bağlanırlar. O’na (CC) varmak için benlikleri ve şahsi hevesleri bir tuzak
olduğu kanaatine sahip olduklarından yalnız Hakk’a (CC) bağlanırlar. İyi bilirler ki, her şey
Hakk’tan (CC) ve Hakk’ındır (CC).
Son şunu diyelim: Bela onlar için nimet demektir…
Belanın gelişi iki sebebe bağlanır. Birincisi, yukarıda da belirtildiği gibi sabırsızlığın ve kötü
yolların tutumu neticesinde olur. İkincisine gelince, yine anlatıldığı gibi günahlardan
temizlenmek için olur. Her iki halde iyi sabreden için netice hayırlıdır. Bela ne kadar
çoğalırsa çoğalsın sabretmek, taatı ve ibadeti bırakmamak yerinde olur…
Hal, sabırla devam ederse görülecektir ki; insan iyilikler ve hoşluklar içindedir. Yani sabır
devam ettikçe ilâhi fiiller zuhura gelir ve her kötülük iyiliğe çevrilir.
İşte… Günler ve aylar devam ettikçe her halde sabretmek daha hayırlı olur, durumun inkişafı
için daha yararlı olur…

(gamsız)

Gamsız yaptı dünya beni


Kadere razıyım ben
Yorgun ve şikayetsiz
Her şeye hazırım ben
Ekmeksiz, soğansız hayatın tadı yok
Benim olmayan güzelin adı yok
Olsun varsın biz yine de memnunuz.
Bu dünyada olmazsa ahrette huzur buluruz
Yolsuz yaptı dünya beni
Yolları görmez oldum
En sonunda anladım
Sus oldum, sus pus oldum
Gaddar dünya arsız mı yaptın bizi
Hep beraber bulduk mertebemizi
Olsun varsın biz yine de memnunuz.
Bu dünyada olmazsa ahrette huzur buluruz.

Söz: Orhan Atasoy - Istvan Leel Össy

(uykusunda gülümseyen bir çocuğu hatırla)


Yoğun bir acıyla titrediğinde
ve artık gözyaşların akmadığında
yağmurdan sonra harelenen çimenleri düşün

Ne zaman duru bir gökyüzüyle çılgına dönüp, sonsuz bir gecenin dünyaya çökmesini dilersen
uykusunda gülümseyen bir çocuğu hatırla

Ömer Hayyam

(ayetler)

Birbirinizin kusurunu araştırmayınız.


Hucurat 12

O (Allah'tan hakkıyla korka)nlar, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar,
insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever.
Ali imran 134

Biz gökleri, yeri ve aralarındaki varlıkları ancak hak ve hikmetle yarattık ve elbette ki,
kıyamet kopacaktır. Şimdi sen onlara yumuşak davran ve güzel muamele et.
Hicr 85

Kötü sözlerin iman edenler içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler yok mu? Dünyada ve
ahrette onla için pek acıklı bir azap vardır.
Nur 19

Merak etmeyiniz. Kimsenin özel halini araştırıp durmayınız.


Hucurat 12

Kendinizi beğenip temize çıkarmayınız.


Necm 32

(bir hadis)

”İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız”

hz muhammed s.a.v.

(barış manço)

Bu akşam yine garip bir hüzün çöktü üstüme


Hücrem soğuk bir tek sen varsın düşlerimde
Demir kapı yine kapandı ağır ağır üzerime
Kelepçeler yine vuruldu kilit kilit yüreğime
Derin derin soluyorum seni gecelerce
Duvarlara kazıdım ismini her köşeye
Dudakların şeker gibiydi
Baldan öte baldan ziyade
Pembe pembe yanakların
Gülden öte gülden ziyade
Sabret gönül sabret
Sakın isyan etme
Bir gün elbet bitecek bu çile
İsyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze
Orda öyle bir isim var ki
Kuldan öte kuldan ziyade
O'nu düşün o'na sığın
O senden öte benden ziyade
Bir sabah elbet güneş de doğacak penceremde
Ama bil ki ateşin hala yanacak yüreğimde
Gözyaşlarım akıp gidecek
Selden öte selden ziyade
Bir canım var vereceğim
Baldan öte baldan ziyade
Sabret gönül sabret
Sakın isyan etme
Bir gün elbet bitecek bu çile
İsyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze
Orda öyle bir isim var ki
Kuldan öte kuldan ziyade
O'nu düşün o'na sığın
O senden öte benden ziyade
Bir ben var ki benim içimde
Benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde
Senden öte senden ziyade
Bir ben var ki benim içimde
Benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde
Senden öte senden ziyade

barış manço

(bir topacık suç oldum)

Nerden çıktın karşıma?


Uçurdun uzaklara
Baharda yazda kış olunca
Uçtum uçtum uç oldum
Bir topacık suç oldum

Ben ben oldum


bizler oldum
Bizden de geçtim hiç oldum
Öldürmedim bak kendimi
Uslandır tenezzül eyle
İnanmayanlar elendiler
Ben hep seni düşündüm
Baharda yazda kış olunca
Uçtum uçtum uç oldum
Bir topacık suç oldum

Sevmeyenler elendiler
Ben hep seni düşündüm
Baharda yazda kıştı
Düşün düşün düş oldum
Seni gördüm aşık oldum

Söz : Mazhar Alanson


Müzik : Fuat Güner

(şimdi feryatlarım azaldı)

Sevgilimin aşkına tutulduğum ilk zamanlar feryatlarım


komşularımı uyutmuyordu
şimdi feryatlarım azaldı

aşkım arttı

zira ateş alevlendiği zaman dumanı kalmaz

mevlana hazretleri
rubailerden

(aşık ile zahit)

Aşık sevgilisinin izini takip ile onun oturmuş ve gezmiş olduğu yerlerin etrafını dolaşır
zahit de tesbihiyle rükü ve secdesiyle uğraşır

aşık susamış ve zahit acıkmış olduklarından


biri su kenarında diğeri ekmek arkasında koşar

mevlana hazretleri
rubailerden

(kargadan kurtulduk:)

Bağa bülbül geldi


kargadan kurtulduk
ey gözümün nuru sevgilim
seninle bağa gidelim
ve gül ve susam gibi açalım
Akan sular gibi bağdan bağa revan olalım
akalım ve hiç durmayalım
mevlana hazretleri
rubailerden

(ben gene sana tutuldum)

Senin sözünü söyleyip mütemadiyen seni anmak


beni sükuta mecbur etti
seninle meşgul olmaktaki zevk ve lezzet beni işsiz bıraktı

senin tuzağından gönlüm evine kaçtım


halbuki gönlüm tuzak oldu ve ben gene sana tutuldum.

mevlana hazretleri
rubailerden

(bizar)

Bana sıtk ile ikrar verdiği halde beni aleme oyuncak eden kimselerden bizarım (bıkkın)
çünkü benim alemle alışverişim yoktur
bu türlü ikrar edenlerden ziyade ben
beni inkar edenlerin bendesiyim

mevlana hazretleri
rubailerden

(bahtiyar bir gece ve latif bir mihrap)

Ey sevgili
herkesin kalbinde senin aşkından bir pırıltı vardır

ve her mihraptan sana yalvarışlar yükselir

seninle oturup çektiğim elemleri sana söylemek için

bahtiyar bir gece

ve latif bir mihrap lazımdır

mevlana hazretleri
rubailer

(yalnız sen olsaydın)

Bu gece gönlüme uygun bir arkadaşla çayırda bir bezm kurduk


Şarap meze ışık sazlar ve okuyanlar
hepsi tamamdı

Ah
keşke ey sevgili
bütün bunların hiçbiri olmasaydı da
yalnız sen olsaydın

mevlana hazretleri
rubailerden

(hz ali vasiyeti)

OĞLU İMAM HASAN (A.S)'A YAZDIKLARI VASİYETNAME

Zaman(ın kahrını) ikrâr eden, ömrü sönmeğe yüz tutan, kadere boyun eğen, dünyayı yeren,
ölüler mahallinde yurt edinen, yarın da oradan göçüp gidecek olan fâni babadan;
erişilmeyecek şeyleri arzulayan, yok olup gidenlerin yolunu tutmuş olan, zamanın rehini,
musibet oklarının hedefi, dünyanın kulu, gurur taciri, ölümün esiri, gam ve hüzünlerin
arkadaşı, hastalıklara ve afetlere maruz olan, arzularına mağlup düşen ve ölenlerin yerine
halife olan oğluna.

Dünyanın benden yüz çevirip zamanın bana karşı serkeşlik etmesi, ahiretin ise bana
yönelmesi; beni, başkasını düşünmekten ve ardımda kalanları hatırlamaktan ve onları
önemsemekten alıkoydu. Halkın dertleri değil, yalnızca kendi derdim beni sarınca, artık fikir
ve isteğim değişti ve işimin gerçeği bana aydınlandı, bu ise beni şakası olmayan bir ciddiyete
ve yalan lekesi dokunmayan bir doğruluğa sevketti. Senin, vücudumun bir parçası, hatta
vücudumun bütünü olduğunu gördüm; sana bir musibet gelse bana gelmiş olur, sana ölüm
gelip çatsa bana çatmış olur. Bu sebeple, senin işlerin (sorunların), kendi işlerim gibi beni
ilgilendirmeğe başladı; onun için ölsem de, kalsam da, yardımcın olsun diye sana bu
vasiyetnameyi yazdım.

Oğlum, ben sana Allah'tan çekinmeyi (ilahî takvayı), devamlı olarak Allah'ın emirlerine itaat
etmeyi, O'nu anmakla kalbini onarmayı ve O'nun ipine (Kur'an'a) sarılmayı tavsiye ederim.
Eğer ona (Kur’an’a) sarılırsan, artık seninle Allah arasında ondan daha sağlam bir bağ
olamaz!

Kalbini öğütle dirilt; zahitlikle öldür; yakinle (tam inançla) kuvvetlendir; ölümü anmakla
alçalt; fani oluşuna ikrar ettir; dünyanın feci olaylarıyla basiret sahibi kıl; zamanın
saldırısından, gecelerin ve gündüzlerin kötü geçişinden çekindir. Göçüp gidenlerin haberlerini
ona sun, senden öncekilerin başlarına gelenleri hatırlat; onların yurtlarında ve bıraktıkları
eserler arasında gez ve ne yaptıklarına, nereye konduklarına ve nereden göçtüklerine bak.
Göreceksin ki, onlar dostlarından ayrılmış, gurbet diyarına inmişlerdir. Onların yurduna
(geldin mi) şöyle seslen: Ey ıssız diyar, ehlin nerede? Sonra onların kabirlerinin başına git ve
şöyle hitap et: Ey çürümüş cesetler ve birbirinden dağılmış organlar, içinde bulunduğunuz bu
diyarı nasıl buldunuz?

Ey aziz oğlum, yakında sen de onlardan biri gibi olacaksın; öyleyse konağını ıslah et, ahiretini
dünyana satma.

Bilmediğin şey hakkında konuşmayı ve üzerine düşmediği halde söz söylemeyi terket.
Sapıklık olacağından korktuğun bir yola girme; çünkü sapıklık şaşkınlığından sakınmak,
korkunç belalara duçar olmaktan daha iyidir. Marufu emret ki, maruf ehlinden (iyilerden)
olasın. Kötülüğü elinle, dilinle önle ve kötü iş yapanlardan bütün çabanla uzaklaş. Allah
yolunda hakkıyla cihat et; bu uğurda hiç bir kınayıcının kınaması seni tutmasın (yolundan
alıkoymasın). Nerede olursa olsun, hakka ermek için güçlüklerin en şiddetlilerine korkusuzca
atıl. Dinde fakih (anlayış ve kavrayış sahibi) ol; nefsini sabretmeye alıştır. Bütün işlerde
Allah'a sığın ki, tam koruyan bir koruyucuya ve tam güçlü bir savunucuya sığınmış olursun.
Rabbinden bir şey dilerken ihlaslı ol; çünkü vermek de vermemek de O’nun elindedir. Hayrı
çok dile; vasiyetimi iyice anla; önemsemeyerek yanından geçme. Çünkü sözün hayırlısı fayda
verenidir. Bil ki, fayda vermeyen bilgide hayır yoktur; neşredilemeyen(3) bilgiden de
faydalanılmaz.

Ey oğlum, senin olgun bir yaşa ulaştığını, benim ise zaafımın (günden güne) arttığını görünce,
gönlümdekileri sana söylemeden ecelim gelir, yahut bedenimin zayıfladığı gibi görüşümde de
bir zayıflık olur, yahut da bazı galip gelen heva ve hevesler veya dünya fitneleri benden önce
sana gelip çatar da sen de buyruk dinlemez serkeş deve gibi olursun endişesiyle sana birtakım
hasletleri vasiyet etmeye koyuldum. Çünkü gencin kalbi ekilmemiş alana benzer; oraya ne
ekilirse tutar, boy atar. Ben de kalbin katılaşmadan ve aklın meşgul olmadan seni
edeplendirmeye çalıştım ki, tecrübe edenlerin senin yerine arama ve sınamasını yüklendikleri
gerçekleri tam kesin bir kararla karşılayasın. Böylece arama zahmetinden kurtulur, deneme
zorluğundan da muaf olursun. İşte bizlerin, peşi sıra gittiğimiz şeylerin (bilgilerin) kendisi
sana gelmiş; bazen bize karanlık (ve gizli) olan şeyler sana apaçık ve gün ışığına çıkmıştır.

Ey oğlum, ben her ne kadar öncekiler gibi ömür sürmediysem de, onların yaptıklarına baktım,
haberleri hakkında düşündüm, geriye kalan eserlerini gezip gördüm. Öyle ki onlardan biri gibi
oldum; hatta onların yaşayışlarından bana ulaşan haberler bakımından onların ilkinden
sonuncusuna kadar, onlarla ömür sürmüşe döndüm. Sonuçta, hallerinin durusunu
bulanığından, faydalısını zararlısından ayırt ettim; senin için ise her işin en seçkinini, en
güzelini seçtim; açık olmayanını senden uzaklaştırdım; senin durumunun şefkatli bir baba
olarak beni de ilgilendirdiğini görünce daha genç olup tertemiz bir kalbe ve iyi niyete sahip
olduğun bir vakitte seni terbiye etmeye (eğitmeye) karar verdim. Bu uğurda önce Allah'ın
kitabını ve te’vilini, İslam şeriatını ve hükümlerini, helal ve haramını sana öğretmekle
başlayıp bundan öteye (başka bir konuya) geçmemeye karar verdim. Sonra insanların, ihtilafa
düşmelerine sebep olan heva ve heveslere, onların kapıldığı gibi senin de kapılmandan
korktum. İstemediğim halde seni tembih ederek bu konuda da senin işini sağlamlaştırmak,
seni helak olmayacağından emin olmadığım bir işe bırakmaktan daha sevimli geldi bana.
Allah Teâla'nın seni doğru yolu bulmanda ve maksadına ermende başarıya ulaştırmasını
dilerim. Bu nedenle bu vasiyetimi senin için yazdım ve bununla birlikte bu konuyu
sağlamlaştırmaya koyuldum.

Ey aziz oğlum, vasiyetimden uyacağın şeylerin bence en sevimlisi, Allah'tan çekinmen, ilahi
farizaları eda etmekle yetinmen ve senden önce gelip geçen atalarının ve dindaşlarından salih
kişilerin yolunu tutmandır. Çünkü senin bakıp durumunu gözden geçirdiğin gibi onlar da
kendi durumlarına bakıp dikkat ettiler; senin düşündüğün gibi onlar da düşündüler; sonra
aldıkları netice onları, bildiklerini almaya ve mükellef olmadıkları şeylerden kaçınmaya
sürükledi. Ama eğer nefsin, onların bildikleri gibi bilmeden onların sünnetini kabul etmeye
hazır olmazsa, bu ilimleri anlama ve öğrenme yoluyla talep et, şüphelere düşerek, husumetleri
çoğaltarak değil. Böyle bir işe girişmeden önce Allah'tan bu uğurda yardım iste; seni
muvaffak kılması için O'na yönel; seni şüpheye sokacak ve sapıklığa sevk edecek her şüpheli
işi terket. Gönlünün arılığa ulaşıp da kabul etmeye hazır bulunduğuna, düşüncenin kâmil olup
toplanarak bu yolda tek bir amaca sahip olduğuna yakin ettiğinde sana açıkladığım şeylere
bak; eğer sevdiğin şekilde düşüncen henüz halisleşmemişse bilmelisin ki, geceleyin gözü
görmeyen kimse gibi bilmeden adım atmaktasın. Bilmeden adım atan ve hakla bâtılı birbirine
karıştıran birisi dini dileyen olamaz. Bu durumda el çekip durmak daha doğrudur. Bu konuda
ilk ve son sözüm şudur:

Sana kendi ilahımı, senin ilahını, senin ilk ve son babalarının ilahını, göklerin ve yeryüzü
ehlinin Rabbini layık olduğu ve sevdiği bir şekilde (makamına layık olan hamt ile) övüp hamt
ediyor ve Allah-u Teâla'dan bizim tarafımızdan Peygamber’e, onun Ehl-i Beyt’ine ve bütün
peygamberlere, tüm salavat gönderenlerin salavatınca salavat göndermesini niyaz eder ve
O'ndan bizi dua etmeye muvaffak kıldığı şeylerde bize olan nimetini, icabetiyle kâmil
etmesini dilerim. Çünkü salih işler O'nun nimeti ile tamamlanır.

Ey oğlum, tavsiyelerimi iyice anla. Bil ki, ölümün sahibi yaşayışın da sahibidir; yaratan
öldürendir; yok eden tekrar diriltendir; dert veren derdi giderendir. Dünya, Allah'ın nimetler
verip ve sınamalara uğratarak, ahirette karşılık vermesi veya Allah Tebareke ve Teâlâ'nın
bizim bilmediğimiz diğer birtakım şeyleri takdir etmesinden başka bir şey değildir. Bunlardan
biri sana ağır gelirse (iyice tasdik edemediğin takdirde) onu kendi cehaletine hamlet; çünkü
sen önce cahil (bilgisiz) olarak yaratıldın; sonra bilgi sahibi oldun. Nice şeyler vardır ki
bilemezsin; o konuda şaşkınlığa düşersin; gözün görmez olur da sonra görür, anlarsın. Seni
yaratana, sana rızk verene, senin yaratılışını düzgün bir hale getirene sığın, ümidin ve ilgin
O’na ve korkun da O’ndan olsun.

Bil ki, ey aziz oğlum, hiç bir kimse noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'tan, bizim
Peygamber’imizin salla'llâhu aleyhi ve alih haber getirdiği gibi haber getirmemiştir. Buna
göre, bir önder ve bir kurtuluş kılavuzu olarak ona razı ol ve gönül ver.

Ben sana öğüt vermede kusur etmiyorum; sen de her ne kadar dikkat edersen et, benim kadar
hayrını görüp anlayamazsın.

Şunu bil ki, ey aziz oğlum, eğer Allah'ın ortağı olsaydı, O'nun da peygamberleri gelirdi sana;
O'nun da tasarruf ve kudret eserlerini görürdün; O'nun da sıfatlarını ve işlerini tanırdın. Fakat
kendisini vasıflandırdığı gibi O bir Allah'tır; kudretinde ve ilahlığında O'nunla zıddiyet ve
husumet edecek bir varlık yoktur; her varlığın yaratıcısı O'dur, rabblik makamı, gönülle veya
gözle kavranmaktan çok yücedir. Bunu böyle bildiğinde (Allah'ı böyle tanıdığında) o zaman
da senin gibi kadri küçük, kudreti az, aczi çok, Rabbine ihtiyacı fazla olan kişinin nasıl
hareket etmesi gerekiyorsa, O'na itaat etmekte, O'ndan korkup gazabından çekinmek
hususunda öyle davran. Çünkü O, seni güzel şeylerden başka bir şeye emretmemiş, çirkin
şeylerden başka bir şeyden de men etmemiştir.

Ey oğlum, sana dünyaya, dünya ahvaline, onun zevaline, ehlinin ebedi olmayışına (halden
hale girişine) dair haberler verdim; ahiretten, ahiret ehli için hazırlanan şeylerden de seni
haberdar edip bu konuda örnekler getirdim.

Dünyaya basiretle bakan (ve dünya halini bilen) kimseler yıkık dökük, kıtlık ve darlık içinde
olan bir yerden, bayındır ve iklimi iyi olan bir yeri kasdedip yola düşen topluluğa benzerler;
onlar sonunda yerleşecekleri geniş, hoş mu hoş olan evlerine varmak için yolun zahmetine
katlanırlar, dostların ayrılığına dayanırlar, yolculuğun uyku ve yiyecek sıkıntısı gibi birçok
güçlüklerine sabrederler; onlar bunların hiç birisinden herhangi bir acı duymaz ve bu
yolculuğun masrafını zarar ve ziyan olarak kabul etmezler. Onlar için kendilerini konaklarına
yaklaştıracak şeyden daha sevimli bir şey yoktur.
Dünyaya aldanan kimseler ise verimli, nimeti bol, mâmur bir konaktan, kıtlık ve kupkuru bir
yere göç ettirilen topluluğa benzerler. Onlara, önce bulundukları yerden ayrılmak ve ansızın
öyle bir yere gelmekten daha korkunç ve kötü bir şey olamaz.

Ben seni çeşitli bilgisizliklerden dolayı, kendini alim bilmemen için daha önceden kınadım ki,
bildiğin bir şeyle karşılaştığında onu büyük saymayasın. Çünkü alim bir kimse bildiğini,
bilmedikleri şeyler karşısında pek az görür. Bu yüzden kendisini cahil bilip, neticede ilim
tahsil etmede daha çok çaba gösterir; daima onu ister, ona ilgi duyar, onu arar durur. İlim
ehlinin karşısında mütevazı olup ona yönelir. Susmaya sarılıp, hata yapmaktan çekinir, ondan
utanır. Bilmediği bir meseleyle karşılaştığında da onu inkâr etmez; çünkü önceden nefsi kendi
cehaletine ikrar etmiştir. Cahil kimseyse bütün cehaletiyle birlikte kendisini alim sayar; reyini
yeterli görür; daima alimlerden uzaklaşır; onları ayıplayıp durur; onunla muhalefet edenleri,
hata ettin diyerek dışlar; bilmediği her şeyi sapıklık sayar; bilmediği bir meseleyle
karşılaştığında onu inkâr ve tekzip eder; cehaleti yüzünden: Ben onu böyle bilmiyorum, böyle
olduğuna inanmıyorum, böyle olduğunu sanmıyorum, bu söz de nereden çıktı? der durur. (Bu
sözlerle onun batıl olduğunu söylemek ister.) Bütün bunlar kendi görüşüne (yersiz olarak)
itimat ettiğinden ve kendi cehaletini pek az tanıdığından ileri gelir. Böylece, bilmediği
konularda yanılgıya düştüğü için, sürekli cahilliklerle başbaşa kalır ve (yeni) cahillikler arar;
hakkı inkâr edip, cehalet içinde şaşırıp kalır; ilim talep etmekten böbürlenerek kaçınır.

Ey oğlum, vasiyetimi iyice anla ve nefsini, kendinle başkaları arasında bir tartı (ölçü) haline
getir; kendin için sevdiğin, dilediğin şeyi başkaları için de sev, dile; kendin için istemediğin
şeyi onlar için de isteme. Nasıl zulme uğramayı istemezsen, sen de kimseye zulmetme. Nasıl
sana iyilik yapılmasını istiyorsan, sen de iyilik et. Başkasında çirkin bulduğun şeyi kendin için
de çirkin bul. Diğerlerine davrandığın gibi onların da sana davranmasına razı ol. Bilmediğin
şeyi söyleme; hatta bildiğin şeylerin de hepsini açığa vurma. Sana söylenmesini istemediğin
şeyi, sen de başkalarına söyleme. Bil ki, kendini beğenmek, hakka ters düştüğü gibi aynı
zamanda akılların da afetidir. Doğru yola hidayet edildin mi, Rabbine karşı daha da fazla eğil,
huşu et.

Bil ki, önünde uzak mı uzak, çetin mi çetin, korkunç mu korkunç bir yol var; o yol için
hazırlıklı olmaktan başka çaren yok. Gücün yettiği kadar azık al ve sırtındaki yükünü hafiflet.
Gücünün üstünde olan yükü yüklenme. Yüklenirsen sana ağırlık verir, vebal getirir. Senin
azığını yüklenecek ve muhtaç olduğunda sana geri verecek yoksul birisini buldun mu bunu
ganimet bil. Durumun iyiyken senden borç isteyen bir kimseyi ganimet bil; ödeme vaktini de
darlığa düştüğün zamana bırak.

Bil ki, önünde sarp bir geçit var; istesen de istemesen de o geçitten ya cennete doğru
gideceksin ya da cehennemi boylayacaksın. Bu geçitte yükü hafif olanın hali, yükü ağır
olandan çok daha iyidir; öyleyse konmadan önce kendine konak hazırla.

(aşk)

İnsaf et ki aşk iyi bir iştir


fakat fena tabiat onun saffetini (saflığını) bozar

Sen şehvetinin adını aşk koymuşsun


halbuki şehvetle aşk arasında ne uzun mesafe vardır...
mevlana
rubailerden

(göze muhtaç olmaksızın)

Hakkın muhabbeti sabah gibi aşikar olmaya başlayınca yaşayanların teninden canları uçmak
ister

insan öyle bir makama erişir ki her nefeste göze muhtaç olmaksızın sevgiliyi görmeye
muktedir olabilir

hz mevlana (Allahın rahmeti onun üzerine olsun)


rubailerden

(uykusuz)

Divane oldum:divane hiç uyku uyur mu?


Mecnun uykunun nerede olduğunu bilir mi?

Zira Allah uyumaz


uykudan münezzehtir (beridir,uzaktır,arıdır)

Bil ki Allahın divanesi de uyumakta onunla beraberdir

mevlana hazretleri
rubailerden

(türkiye)

Yükseldi mi aklıyla yahut ilmi mi var?

Darlıklara düşmüştür o, rızkını arar

Çok kimsede yok amma akıldan nasip

Akl yerleri malla dolmuş olmuş anbar!

mevlana
rubailerden

(hüsn-ü zan)

“Allah’a hüsn-ü zan ibadettir.”


s.a

Allahın hakkımızda bize davranışlarında iyi olacağını düşünmemizdir


diğer dünyevi hadiselerde de ne olursa olsun yine irade eden izin veren vermeyen o olduğu
için yine aynı şekilde güzel düşünmeliyiz
geçmiş geçmişte kaldı fakat hüsn ü zan etmek öyle bir şeydirki Allah yazdığı şeyi bu
halimizden dolayı bozar
kaderi bir de dua değiştirir
fakat hüsn ü zan anlıktır her an her neyin içinde bulunursak bulunalım devam edebilen bir
davranıştır hal boyutundadır üst derecedir

"ben kulumun zannına göreyim"


kutsi hadis

hüsn ü zan devam ettikçe Allaha güven artık asla sarsılmaz


duruma gelir
hüsn ü zanna gayret ederseniz olacak şeyler
mucize gibi bir hale gelir yakınlık doğar

Allah güzellikler nasib etsin

(lütfunda hoş kahrında)

"lütfunda hoş kahrında"


sözü çok değerli bi sözdür aklından çıkarma
ve zannetme ki sen Allahın sevmediği bir kulsun da hep belalar seni bulur

düşün ki o seçkin kadın meryem bile iftiraya uğradı


fakat bu iftira ona işlediği bir günah sebebiyle ilişmedi
dikkat et

aksine Allahın ona verdiği en büyük hediyeydi


sen isayı bilirsin o karnında öyle bir güzellik taşıyordu ki o sebeple ve şerefle iftiraya mağruz
kaldı

zulüm başkadır kahır başka


kahır KAHHAR olan Allahtan gelir
zulüm ise kendi hakikatini bilemeyenlerden

kulun kahrı hüznünün derinliklerinden Allah ile dost olmasından gelir


bu sebeple de müslümanın kahrı sadece cahillerin bilmeyenlerin haline üzülmesidir onların
yaptıkları zulümden dolayı Allaha sığınmasıdır yalvarmasıdır

bu kafirlere karşı asla aşağı durumda olduğunu göstermez dikkat et


senin Allaha yakınlığını gösterir

efendimizin zulme uğrayıp "bilmiyorlar sen onları affet yarab" demesi de gördüğü zulümden
değil kahhar olan Allahımızla muhabbetindendir

o insanların uğrayacağı akibete üzülür ama elden ne gelir


onlar azmışlardır bilmezler

ve Allah hakedene hakettiği cezayı en güzel şekilde verendir


onlar dünyadaki bu zulümlerinin farkına belki de ancak ahirette varacaklar fakat bu
ettiklerinden doğan üzüntü onların yakasını bırakmayacaktır
nefsin bugün sana hesap görücü olarak yeter
ayet

kahhar ismi bu yönüyle bize hem Allahın kudretini hem de


kafirlerin hazin sonunu hatırlatır

Allah güzellikler nasib etsin

Allah en doğrusunu bilir

(Artık bir fısıltıdan başka bir ses işitemezsin)

“O gün insanlar, hiçbir tarafa sapmadan Hakkın davetçisine uyarlar. Gözler Rahman’ın
heybetinden ‘huşu’ içerisine girmiş(kısılmıştır). Artık bir fısıltıdan başka bir ses işitemezsin”

(Ta Ha, 20/108)

(Güneş olmak)

Güneş olmak ve altın ışıklar halinde


Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim....

mevlana hazretleri

(Mevlana hazretlerinin vasiyetinden)

Ben size; Gizli ve âşikâr olarak Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim.


Az yemenizi, az uyumanızı, az söylemenizi,
Allah’ın buyruğuna boyun eğmenizi,
Kötülük etmemenizi,
Oruca ve namaza devam etmenizi,
Şehvetten uzak durmanızı,
İnsanlardan gelecek ezâya ve cefâya tahammül etmenizi,
Mallarını beyhûde yere harcayanlarla, ayak takımı ile oturup kalkmamanızı,
Kerem sahibi ve sâlihlerle beraber olmanızı tavsiye ederim,
İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.
Sözün en hayırlısı da az ve öz olandır.
Hamd yalnız tek olan Allah’a mahsustur.
Tevhîd ehline selâm olsun...

(nefs-abdulkadir geylani)

Ey evlad, önce nefsine öğüt ver


, onu yola getir, sonra da başkalarını...
Senin henüz ıslaha muhtaç hallerin var, bunu sen de biliyorsun. Bunu bildiğin halde
başkalarının islâhı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin?
Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasın...
abdulkadir geylani

(Sanat yapanı sakladı)

…Allah zatını sıfatlarla gizlemiştir. Sıfatlarını da işlerle örtmüştür. İlim, irade ile olur.
İradeyse hareketlerle ortaya çıkar.Sanat yapanı sakladı.sanat irade ile belirdi. O gizliliği içinde
saklıdır. Nimetleri yer yüzünde zahirdir. Kudreti açıktır. Hiç bir şey ona benzemez. O görür
ve işitir.

ibn-i abbas hazretleri burada marifet sırlarını açıklıyor. bunları hiçbir yerde görmek mümkün
değildir; bu gibi sözlere kolay rastlanılmaz. bu büyük insana peygamber S.A.
şöyle dua etmiştir:

-yarabbi sen onu dinde fakih yap,tevil yollarını ona öğret..

Allah bizi onların hayrına erdirsin; onlar arasında toplasın.

abdulkadır geylani hazretleri(selam olsun)


fütuh'ül gayb kitabından

(İbn-i Arabi-Şeytanın hileleri)

ŞEYTANIN HİLELERİ Muhyiddin’i Arabî

Bu cep kitabı, Muhyiddin-i Arabi'nin "Seceret'ül Kevn" adlı eserinden iktibas edilmiştir.
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun... Salat ve selam, efendimiz Emin Peygamber
Muhammed'e... Sonra, onun ak aline... ve ashabının tümüne olsun.

İbn-i Abbas (r.a.) Hz.'inden naklen Mu-az b. Cebel rivayet ediyor

- Bir gün Resülullah (s.a.v.) ile beraberdik. Ensardan birinin evinde toplanmıştık... Tam bir
cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi;

- Ev sahibi... İçerdekiler.. Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim
var. Görülecek bir işim var.

Bunun üzerine, herkes Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her
zaman büyük oydu... izin ondan çıkacaktı. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, duruma vakıf oldu
ve:

- "Bu seslenen kimdir, bilirmisiniz?.." Buyurdu... Biz hep birden şöyle dedik:

- En iyi bilen Allah ve Resulüdür. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz:

- "O, laîn İblistir. -Şeytandır-. Allah'ın laneti onun üzerine olsun..."

Buyurunca; hemen Hz. Ömer:

- Ya Resülullah, bana izin veriniz onu öldüreyim.


Dedi... Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu:

- "Dur ya Ömer, bilmiyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir.. Öldürmeyi
bırak."

Sonra şöyle buyurdu:

- "Kapıyı ona açın gelsin... O, buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya
çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz..."

*
Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani Ravi'den. Şöyle anlattı:
- Kapıyı ona açtılar, içeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki, şekli şu: Bir ihtiyar. Şaşı.
Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı
doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu.

Sonra, selam verdi, onun bu selamına Resulullah (s.a.v.) Efendimiz şu mukabelede bulundu:

- "Selam Allah'ındır ya laîn..."

Sonra ona şöyle buyurdu:

- "Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?"

Şeytan şöyle anlattı:

- Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:

- "Nedir o mecburiyet?" Şeytan anlattı:

- İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki:

- Allah-ü Teala sana emir veriyor: Muhammed'e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde.
Tevazu ile. Ona gideceksin ve ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl al-
dattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra o; sana ne sorarsa doğrusunu diyeceksin.

Sonra... Allah-ü Teala buyurdu ki:

- Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen... seni kül ederim; rüzgar savurur..
Düşmanların önünde, seni rüsvay ederim.

İşte... böyle; ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim.

Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düşmanlarım
benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey
yoktur.
*
Bundan sonra, Resüiullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle sordu:
- "Madem ki, sözlerinde doğru olacaksın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok
sevmediğin kimdir?"

Şeytan şu cevabı verdi:

- Sensin, ya Muhammed... Allah'ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse
yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki? Resulullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:

- "Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?.." Şeytan anlattı:

- Müttaki bir gence ki... varlığını Allah yoluna vermiştir.

Bundan sonra, sual cevap aşağıdaki şekilde devam etti. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu;
şeytan anlattı:

- "Sonra kimi sevmezsin?"

- Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan alimi...

-"Sonra?.."

- Temizlik işinde... yıkadığı yerleri üç defa yıkamaya devam eden kimseyi.

-"Sonra?.."

- Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz... Halinden şikayet etmez.

- "Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nereden bilirsin?.."

Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç
gün üst üste anlatırsa, Allah onu

sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı, onun sabrını; halinden,
tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.

- "Sonra kim?.."

- Şükreden zengin.

- "Peki, ama o zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın?.."

- Onu görürsem ki, aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki:

O şükreden bir zengindir.

*
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu:
- "Peki, ümmetim namaza kalkınca, senin halin nice olur?.."
- Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.

- "Neden böyle olursun; ya laîn?.."

- Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.

- "Peki, ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?.."

- O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.

- "Peki, ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?.."

- O zaman da, çıldırırım.

- "Peki, ya Kuran okudukları zaman nasıl olursun?.."

- O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm.

- "Peki, ya sadaka verdikleri zaman halin nasıldır?.."

- Ha, işte... o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni
ikiye böler.

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sebebini sordu:

- "Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya Eba mürre?"

Bunun üzerine İblis:

- Onu da anlatayım...

Dedikten sonra anlatmaya başladı:

- Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki:

1- Allah-ü Teala, sadaka verenin malına ihsan eyler.

2- O sadaka, veren kimseyi halkına sevdirir.

3- Allah-ü Teala, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasında bir perde yapar.

4- Allah-ü Teala, belayı, sıkıntıyı ve ahları ondan defeder.

*
Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efendimiz ashabı hakkında ona bazı sorular sordu:
- "Ebubekir için ne dersin?.." İblis buna şu cevabı verdi:

- O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... İslam’a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?
- "Peki, Ömer b. Hattab için ne dersin?.."

İblis buna da şu cevabı verdi:

- Allah'a yemin ederim ki, her gördüğüm yerde ondan kaçtım.

- "Peki Osman b. Affan için ne dersin?.."

- Ondan utanırım... hem de çok... Nasıl ki, Rahman'ın melekleri de ondan utanırlar. ..

- "Peki, Ali b. Ebutalib için ne dersin..."İblis onun için de şöyle dedi:

- Ah, onun elinden bir kurtulsam... O, kendi başına kalsa; ben de kendi başıma kalsam... O,
beni bıraksa... ben de onu bıraksam... Ben onu bırakırım; ama o beni bırakmaz.

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar da


kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:

- "Ümmetime saadet ihsan eden; seni de taa, belli bir vakte kadar şaki kılan Allah'a hamd
olsun."

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz o cümlesini duyan laîn İblis şöyle dedi:

- Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen
ümmetin için nasıl ferah duyarsın?..

Ben, onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi
göremez ve bilemezler, beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin
ederim ki:

Onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve alimlerini... Ümmilerini ve okumuşlarını...


Facirlerini ve abidlerini... Hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz.

Fakat... Allah'ın halis kullarını... Evet, bunları azdıramam.

Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:

- "Sana göre ihlas sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?.."

Bu suale İblis şu cevabı verdi:

- Bilmez misin? ya Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever... O Allah için bir
ihlasa sahip değildir.

Bir kimseyi görürsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, medh edilmekten
hoşlanmaz... bilirim ki o: İhlas sahibidir... Hemen onu bırakır kaçarım.

Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet, o size
vasfım yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir.
Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür.

Bilmez misin ki; ya Muhammed, baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyükleri
arasındadır.

İblis, anlatmaya devam etti:

- Ya Muhammed, bilmez misin?.. Benim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir
başka yere tayin etmişimdir. Sonra... o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan
vardır.

Onların bir kısmını ulemaya gönderdim.

Bir kısmını gençlere yolladım.

Bir kısmını da, meşayiha saldım.

Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musallat ettim.

Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaşmazlık yoldur. Onlarla gayet iyi geçiniriz.

Çocuklara gelince... onlarla da, bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar.

Bizimkilerin bir kısmını da, abidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin.

Onlar, bunların yanına girer; halden hale sokarlar. Bir tepeden öbürüne... hep dolaştırıp
dururlar. Öyle bir hal alırlar ki; başlarlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye...

İşte... böylece, onlardan ihlası alırım... Onlar, bu haller ile, yaptıkları ibadeti, ihlassız yaparlar
gayrı... Ama, bu hallerinin farkında olamazlar.

İblis, bundan sonra, aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi;

- Bilmez misin, ya Muhammed, Rahip Barsisa; tam yetmiş yıl ihlas ile Allah'a ibadet etti.

Bu ibadetleri sonunda, ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki: Her dua ettiği hasta, duası bereketi
ile şifayap oluyordu.

Onun peşine takıldım; hiç bırakmadım... Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi.

Bu o kimsedir ki; Allah-ü Teala aziz kitabında, ona şöyle anlatır:

- "... Şeytanın hali gibidir ki; o insana:

-Kafir ol...

Dedi. Vaktaki o kafir oldu; bu defa ona şöyle dedi:

- Ben, senden uzağım... Ben alemlerin


Rabbi olan Allah'tan korkarım." (59/16).

*
İblis, bundan sonra, bazı kötü huylar üzerinde durdu. Ve onların her birinden nasıl istifade
ettiğini anlattı...
YALAN:

- Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim.

Her kim yalan söylerse... o benim dostumdur.

Her kim yalan yere yemin ederse... o da benim sevgilimdir.

Bilmez misin ya Muhammed, ben Adem'e ve Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim.

- "Muhakkak, ben size nasihat ediyorum." (7/16).

Dedim... Bunu yaparım; çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.

GIYBET- KOĞUCULUK:

Gıybet ve koğuculuğa gelince... Onlar da, benim meyvelerim ve şenliğimdir.

NİKAH ÜZERİNE YEMİN ETMEK:

- Her kim, talak üzerine yemin ederse... günahkar olacağından endişe edilir. İsterse bir defa
olsun. İsterse doğru bir şey üzerine olsun.

Her kim, talakı ağzına alırsa... taa, hakikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar
bu halleri ile, kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar, hep zina çocuğu olur. Ağza
alınan o talak kelimesi yüzünden, hepsi cehenneme girer.

NAMAZ:

- Ya Muhammed, namazı an bean tehir edene gelince... onu da anlatayım.

O, her ne zaman ki, namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm.

Derim ki:

- Henüz vakit var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın.

Böylece o: Vaktinin dışında namazını kılar... Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne
atılır.

Şayet o kimse, beni mağlup ederse... ona insan şeytanlanndan birini yollarım... Böylece onu
vaktinde namaz kılmaktan alı koyar.

O, bunda da, beni mağlup ederse... bu sefer onun hesabını namazından görmeye bakarım. O
namazın içinde iken:
- Sağa bak... sola bak...

Derim... O da, bakar... O ki böyle yaptı... yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona:

— Sen, ebedi yaramaz bir iş yaptın.

Derim ve böylece onun huzurunu bozarım.

Sen de bilirsin ki ya Muhammed, her kim namazda sağa ve sola çokça bakarsa, Allah onun
namazını kabul etmez.

Bunda da ona mağlup olursam. Yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına giderim. Ve ona:
Çabuk namaz kılmasını emrederim. O da, başlar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı
horozun, gagası ile, yerden bir şeyler topladığı gibi...

Bu işi, ona yaptırmakta da, başarı kazanamazsam; bu sefer cemaatle namaz kılarken onun
yanma varırım.

Orada onun başına bir gem takarım... Başını imamdan evvel secdeden ve rukû'dan
kaldırırım... İmamdan evvel de, secde ve rukû yaptırırım.

işte... o böyle yaptığı için, kıyamet günü Allah onun başını eşek başına çevirir.

O kimse, bunda da beni yenerse... Bu defa, ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim.
Böylece o: Beni teşbih edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak
olursam.

Bunda da, ona mağlup olursam. Bu sefer ona tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna
üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye başlar.

Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa... onun içine küçük bir şeytan girer,
dünya hırsını ve dünyevî bağlarını çoğaltır.

İşte... bundan sonra o kimse: Hep bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Dediklerimizi

yapar.

*
Şeytan bundan sonra, konuşmasına devam etti:
- Sen, ümmetin hangi saadetinden ferah duyarsın ki?..

Ben onlara, ne tuzaklar kurarım... ne tuzaklar.

Miskinlerine, çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrederim. Ve


onlara derim ki:

- Namaz size göre değil... O, Allah'ın afiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir.

Sonra da hastalara giderim:


- Namaz kılmayı bırak. Derim... Çünkü Allah-ü Teala:

- "Hastalara zorluk yok..." (24/61)

Buyurdu... İyi olduğun zaman çokça kılarsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hatta küfre de
gidebilir.

Şayet o, hastalığında namazını terk ederek ölüp giderse... Allah'ın huzuruna çıkarken, .Allah-ü
Teala'yı öfkeli bulur.

Sonra şöyle dedi:

-Ya Muhammed, eğer bu sözlerime yalan kattımsa, beni akrep soksun... Sonra... eğer yalan
varsa... Allah (CC) beni kül eylesin.

İblis bundan sonra, konuşmalarına devam etti ve şöyle dedi:

-Ya Muhammed, sen ümmetin için ferah mı duyuyorsun? Halbuki ben onların altıda birini
dininden çıkardım.

*
Bundan sonra... Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ona, yani İblis'e aşağıdaki şekilde kısa kısa bazı
sorular sordu. O da bunlara cevap verdi:
- Ya laîn, senin oturma arkadaşın kim?"

- Faiz yiyen.

- "Dostun kim?"

- Zina eden.

- "Yatak arkadaşın kim?"

- Sarhoş.

- "Misafirin kim?"

- Hırsız.

- "Elçin kim?"

- Sihirbazlar.

- "Gözünün nuru nedir?"

- Karı boşamak.

- "Sevgilin kim?
- Cuma namazını bırakanlar.

*
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa başka bir mevzua geçti ve şöyle sordu:
- "Ya laîn, senin kalbini ne kırar?"

- Allah yolunda cihada koşan atların kişnemesi...

- "Peki, senin cismini ne eritir?"

- Tevbe edenlerin tevbesi.

"Peki, ciğerini ne parçalar, ne çürütür?"

- Gece ve gündüz, Allah'a yapılan bol bol istiğfar.

- "Peki, yüzünü ne buruşturur?"

- Gizli sadaka.

- "Peki, gözlerini kör eden nedir?"

- Gece namazı.

- "Peki, başını eğdiren nedir?

- Çokça kılınan cemaatle namaz.

*
Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz tekrar bir başka mevzua geçti ve şöyle sordu:
- "Sana göre insanların en saadetlisi kimdir?"

- Namazlarını bilerek kasten bırakanlar.

- "Peki, sana göre insanların en şakisi kim?"

- Cimriler.

- "Peki, seni işinden ne alı koyar?"

- Ulema meclisleri.

- "Peki, yemeğini nasıl yersin?"

- Sol elimle parmaklarımın ucu ile.

- "Peki, sam yeli estiği zaman ve ortalığı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede
gölgelendirirsin?"

- İnsanların tırnakları arasında.


*
Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz bundan sonra, bir başka mevzuu sordu. İblis de cevap verdi.
- "Rabbinden neler talep ettin?"

- On şey talep ettim.

- "Nedir onlar, ya laîn?"

- Şunlardır:

1- Allah'tan diledim ki, beni adem-oğullarının malına ve evladına ortak ede... Bu, ortaklık
talebimi yerine getirdi. Ki bu:

- "Onlara ortak ol... Mallarına ve çocuklarına. Onlara vaad et. Halbuki şeytan onlara en çok
gurur vaad eder..." (17/64) Ayet-i Celilesi ile sabittir.

Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim faiz ve haram karışan yemekten de yerim.

Şeytandan Allah'a sığınılmayan malın da ortağıyım.

Cinsi münasebet anında; Allah'a şeytandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile
birleşirim... Ve o birleşmeden hasıl olan çocuk, bize itaat eder. Sözümüzü dinler.

Her kim hayvana binerken, helal yola gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla
beraber binerim. Yol arkadaşı ve binek arkadaşı olurum.

Bu da Ayet-i Kerime ile sabittir. Allah-ü Teala bana şu emri verdi:

- "Onlar üzerine süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkart..." (17/64)

2- Allah-ü Teala'dan diledim ki: Bana bir ev vere... Bu dilediğim üzerine hamamları bana ev
olarak verdi.

3- Diledim ki; bana bir mescid vere. Pazar yerlerine bana birer mescid yaptı.

4- Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı yaptı.

5- İstedim ki; benim için bir ezan vere. Mezmurları verdi.

6- Diledim ki; bana bir yatak arkadaşı vere... Sarhoşları verdi,

7- Diledim ki; bana yardımcılar vere... Bunun için de kaderiye mensuplarını verdi.

8- İstedim ki; bana kardeşler vere. Mallarını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet
yoluna para harcayanları. Bunlar da şu Ayet-i Kerime ile sabittir:

- "O kimseler ki; mallarını boş yere harcarlar... Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlardır..."
(17/27)
Bir ara Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

- "Eğer söylediklerini, Allah'ın kitabındaki ayetlerle isbat etmeseydin. Seni tasdik etmezdim."

Bundan sonra İblis devam etti:

9- Ya Muhammed, Allah'tan diledim ki, ademoğullarını ben göreyim; ama onlar beni
göremeyeler. Bu dileğimi de yerine getirdi.

10- Diledim ki; ademoğullarının kan mecralarını bana yol yapa... Bu da oldu. Böylece ben,
onlar arasında akıp giderim... gezerim... hem nasıl istersem...

Bütün bu isteklerimi verdi.

- Hepsi sana verildi.

Buyurdu... Ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra... Şunu da ekleyelim ki; benimle
beraber olanlar, seninle beraber olanlardan daha çoktur. İşte... böylece kıyamete kadar,
ademoğullarının ekserisi benimle beraber olurlar.

Bundan sona İblis şöyle anlattı:

- Benim bir oğlum vardır... Adı: ATEME'dir. Bir kul, yatsı namazını kılmadan uyursa... gider;
onun kulağına bevl eder... Eğer böyle olmasaydı; imkan yok, insanlar, namazlarını eda
etmeden uyuyamazlardı.

Benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da; MÜTEKAZİ'dir... Bunun vazifesi de; yapılan
gizli amelleri yaymaya çalışmaktır.

Mesela: Bir kul, gizli bir taat işlerse... ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa... MÜTEKAZÎ
onu dürter... En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya muvaffak olur.
Böylece: Allah-ü Teala o amel sahibinin yüz sevabının doksan dokuzunu imha eder... biri
kalır. Çünkü, bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir.

Sonra... benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da KÜHAYL'dir. Bunun işi de insanların
gözlerini sürmelemektir. Bilhassa, ulema meclisinde ve hatip hutbe okurken.' Bu sürme
onların gözüne çekildi mi uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitemezler. Böylece hiç
sevap alamazlar.

Bundan sonra İblis şöyle anlattı:

- Hangi kadın olursa olsun... Onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra... her kadının kucağında
mutlaka bir şeytan durur... Ve onu, bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir.
Mesela:

- Elini kolunu dışarı çıkar; göster. Der... O da, bu emri tutar... Elini, kolunu açar, gösterir.
Bundan sonra, o kadının haya perdesini tırnakları ile yırtar.

iblis, bundan sonra Resûlullah (s.a.v.) Efendimize kendi durumunu anlatmaya başladı:
- Ya Muhammed, bir kimseyi delalete sürüklemek için elimde bir imkan yoktur.

Ben, ancak vesvese veririm ve bir şeyi güzel gösteririm... o kadar.

Eğer delalete sürüklemek elimde olsaydı; yeryüzünde:

- Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın resulüdür.

Diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kılanı hiç bırakmazdım. Hepsini dalalete düşürürdüm.
Nasıl ki, senin elinde de, hidayet nevinden bir şey yoktur. Sen ancak Allah'ın resûlüsün. Ve
tebliğe memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı; yeryüzünde tek kafir bırakmazdın.

Sen, Allah'ın halkı üzerinde bir huccetsin... ben de, kendisi için ezelde şekavey yazılan
kimselere bir sebebim.

Said olan kimse, taa, ana karnında iken saiddir. Şaki olan da, yine ana karnında iken şakidir.

Saadet ehli kılan Allah... Şekavet ehli kılan da Allah.

Bundan sonra... Resülullah (s.a.v.) Efendimiz şu iki Ayet-i Kerimeyi okudu:

- "Bunlar, taa, sonuna kadar böyle değişik şekilde devam edecek... Ancak Rabbın
esirgedikleri hariç..." (11/119)

- "Allah'ın emri behemehal yerini bulan bir kaderdir..." (33/38)

Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, İblis'e şöyle buyurdu:

- "Ya Ebamürre, acaba senin bir tevbe etmen ve Allah'a dönmen mümkün değil mi? Cennete
girmene kefil olurum... Söz veririm..."

Bunun üzerine İblis şöyle dedi:

- Ya Resûlullah, iş verilen hükme göre oldu... Kararı yazan kalem de kurudu... Kıyamete
kadar olacak işler olacaktır.

Seni peygamberlerin efendisi kılan, cennet ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen
ve halkı arasında bir gözde yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi
eyleyen Allah'tır. Ve o: Bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.

Ve İblis, cümlelerini şöyle tamamladı:

- İşte... bu söylediklerim, sana son sözümdür... Ve bütün söylediklerimi de doğru söyledim.

Evvel, ahir, zahir, batın, alemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun.

Efendimiz Muhammed Nebiye Allah salat eylesin. Keza onun aline de... ashabına da... Amin!

Bütün peygamberlere selam... Alemlerin Rabbı olan Allah'a da, -tekrar- hamd olsun...
(Çünkü Allah da gafûrdur, rahîmdir)

Teğâbun 14 – Ey iman edenler! Eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşman olanlar da


çıkabilir.Böyle olanlara karşı dikkatli olun!Bununla beraber müsamaha eder, kusurlarına
bakmaz, onları affederseniz bu da sizin için bir fazilettir. Çünkü Allah da gafûrdur, rahîmdir
(affı ve ihsanı boldur. Siz kusurları bağışlarsanız O da size öyle muamele eder).

(Enel Hak)

Hak yüce Allah asla "Enel Hak", yani ben Hakkım demez. Allah, her zaman beni kutlayın,
beni kutlayın! da demez. Çünkü bunlar hayret ve taaccub ifade eden sözlerdir. Hak nasıl olur
da hayret ve taaccub beyan eder? Eğer kuluna ait bir ilgi dolayısıyle taaccüp ifade eden
süphan kelimesini kullanırsa doğru olabilir.

Hz Şems
Makalat

(dua)

210. Ey yüce Tanrı, önce bendeki bu çekiliş ve yükselip geliş senden meydana geldi, yoksa bu
deniz, sakindi Yarabbi. Bana bu tereddüdü, o makamdan verdin, kereminle yine beni
tereddütsüz bir hale getir. Medet ey feryada yetişen Tanrım, sen beni dertlere müptelâ
etmektesin. Senin verdiğin dertlerle erler bile kadınlara döner. Bu derde uğratış niceye dek,
yapma Yarabbi. Bana bir yol bağışla, on yol verme bana. Sırtı yaralı arık bir deveyim;
sırtımda bir semere benzeyen ihtiyar yüzünden sırtım yaralandı.

215. Arkamdaki bu mahfe, gâh ağır gelip beni bu yana çekmede, gâh öbür tarafa yanlayıp
beni o yana sürüklemede. Bu uygunsuz yükü sırtımdan al da iyi kişilerin bahçelerini göreyim.
Uyanık olarak değil de Ashabı Kehf gibi uykuda olarak cömertlik bahçesinde yayılayım.
Sağıma, soluma yatıp uyuyayım, fakat ancak top gibi ihtiyarsız olarak yuvarlanayım. Ey din
Tanrısı, sağıma da dönersem senin döndürmenle döneyim, soluma da dönersem senin
döndürmenle.

hz mevlana

(sözlerle ilgili)

Sözlerle ilgili..

aslinda hiç bir söz kötü anlama çikmaz sadece ya söyleyen kötü niyetlidir ya da gereken
dikkat ve özen gösterilmeden söylenmis bir sözdür

onun için sen yanlis söylenenden mutlak olarak gelen çikan iyi manayi al gerisini birak

baskasinin niyetinde zaten senin sözün geçemez

dua et

o sözün sahibinin kötü niyetli oldugu senin içinde yerlesmis ise artik söz veya sözler iyice
çekilmez hale geldiyse o insanin niyetinin degismesi için dua et olur biter
söz manalarin kilifidir

sen söylenen her sözde mutlaka var olan güzelligi görmeye alis yanlis gelen söze yada kisiye
bakma

çünkü kötü görünen ya da direk kötü olan seyleride yaratmak var etmek açisindan allah
yaratmaktadir

kulagin varki sesi duyuyorsun

dua et allah her insanin sözünün kilifinida güzel yaratsin bize bu sözler nasib olsun insaallah

allah her söze (kilifa) bir güzellik koymustur iste onun koydugunu gör baskasinin
-kastettigini-degil

her söz yannis anladigin yannis söylenen düzgün olmayan süpheye düsüren her söz yada her
güzel gelen sözde

mutlaka herseyin yaratanindan seveninden gelen hitabi duy selami duy

niyetler iyi olsada kötü olsada gerçek budur

mutlaka herseyde bir iyi vardir

iyiyi göremesen bile kötünün pesinden gitme sadece zarar getirir bu sana

iyiyi anlamaya alis

kötü seyleri bilmek için illa yasamak gerekmez

perisan etme kendini

yanlis gelmeyen nice sözler nasihatler vardir onlari duy o sözleri isit o sözlerin olduu yerde ol

nasihat isteyenden baskasini düzeltmeye ugrasma

dost zaten nasihate muhtaç olmasada nasihat edilendir

böylece iki tarafta iki dostta korunur hamdolsun

nasihatini senin nasihatin olarak görüpte dostlugunu dostunun basina kakmayasin

bak denildi her söz de zaten o güzel anlam ve istedigin nasihat mutlaka vardir anladin

yaratan seni kötülüklerden muhafaza etsin o herseydeki güzel manayi çikar

gerisini birak kötüyü maksad edinende

kötüyü sana duyurmaya çikarttirmaya çalisanda kalsin


allah onlari senden uzaklastirsin

onlar boyun egmesede sen boynunu iyi anlamlara eg onnari duy kabul et misafir et misafirleri
iyi barindir

yoksa misafiri incitirsin o gider

dua et misafirlerin sana gelsinler

misafir ara bul agirlamak için

sonrada onlari dost edin ayrilma

büyük muhammed sav"insan sevdigiyle beraberdir"demis bak

gönüller öyle evlerki mekansiz mekanlardir

lüks havali dösenmesede o çagirdigin misafirler hosnut olurlar ve dört duvar degilki bu yer

ayriliklar gidisler olsun

sevenler o mekansiz mekandadirlar

onlari davet içinde güzel sözleri ara bul misafirlerini o yere onlarla çagir

allah seni bu dünya misafirhanesi kilifindaki gönül evinde agirlasin insaallah

zaten öylesin allah gözünden baska mekanlari kaldirsinda o genis gönlü gör

sana selam olsun

vallahide billahide iyi bil sen bunu

her kötü sey yanlis anlamakla…

sen güzeli dogruyu anla

"ben gönlü kiriklarla beraberim"

kutsi hadis

(depresyon)

Bu alem, bir rüyadır, zanna kapılma sen, rüyada bir el kesilse bile zararı yok. Rüyada başın
kesilse de hakikatte yine başın yerindedir, ömrün de uzun olur. Rüyada kendini ikiye biçilmiş
görsen bile kalktın mı vücudun da sağlamdır. Bir hastalığında yoktur. Hasılı rüyada vücudunu
noksan görmekten ne çıkar? Yüzlerce parçaya ayrılsan bile ne korkacaksın ki?

mesneviden hikayeler
DAĞDA HALVET EDEN DERVİŞİN HİKAYESİ
Mevlana celaleddin-i Rumi

"Ey dayanılan, güvenilen er, bir dağ gibi başını kaldır da güneşin ilk ışığı sana vursun.
Baksana o oturaklı yüce dağın tepesi de seher güneşini bekleyip durmada."

Mevlana celaleddin-i Rumi

(kıyamet)

Hadiste gelmiştir ki kıyamet günü, her bedene “kalk” diye emir gelir. Sür-ün üfürülmesi, pak
Tanrı’nın ey zerreler yerden baş kaldırın diye emretmesidir. Herkesin canı, sabahleyin
kalkınca nasıl aklımız başımıza gelirse tıpkı öyle, kendi bedenine girer. Can, kıyamet günü,
kendi bedenini tanır, define gibi kendine mahsus olan o yıkık yere girer. Her can. kendi
bedenini tanır, o bedene girer. Kuyumcunun canı, nasıl olurda terzinin bedenine girer? Bilgi
sahibinin canı, bilgi sahibinin bedenine girer, zulmedenin canı, zulmedenin bedenine.

mevlana hazretleri

(yalnizlik gurbetine maruz kalanlarin da yegane enisisin!)

Ya Rab! Gece, karanligiyla mevcudatin uzerini ortunce dosekler de seriliverdi ve sevenler


sevdikleriyle basbasa kaldilar. Sen, Senin yolunda, Sana ulasma istikametinde cehd u gayret
icinde bulunanlarin biricik sevgilisi, (benim gibi) yalnizlik gurbetine maruz kalanlarin da
yegane enisisin!

Abdulkadir geylani

(nefs)

“Senin düşmanlarının en düşmanı, en şiddetlisi, iki tarafın arasında bulunan


nefsindir.”

(s.a.v.)

(Hz. Ali’nin Mısır’a vali tayin ettiği Haris oğlu Malik Ejder’e yazdığı mektup)

Hz. ALİ’NİN MEKTUBU


Hz. Ali’nin Mısır’a vali tayin ettiği Haris oğlu Malik Ejder’e yazdığı mektup.

Rahman ve Rahim olan Allahın adı ile.

Bu, Allahın kulu Emir-ül Müminin Ali’nin vergisini toplamak, düşmanları ile savaşmak,
halkını düzene sokmak, şehirlerini onarmak için Haris – ül Eşteroğlu Malik’i Mısır’a vali
tayin etttiği zaman ona verdiği emirnamedir.

Ona, Allahtan çekinmesini, kullukta bulunmayı seçmesini, kitabında, farzlarına sünnetlerine


dair emredilenleri yerine getirmesini buyurur. Çünkü hiç bir kişi yoktur ki Allah’ın emrettiği
şeylere uymasın da kutlu olsun ve mutluluk bulsun. Onlara oymayan da yoktur ki asi olmasın,
kötülüğe düşmesin. Noksan sıfatlardan arınmış Allah kalbiyle, eliyle, diliyle yardım etmesini
buyurur. Çünkü adı ululandıkça ululansın. Allah dinine yardım edene yardım edeceğini, onu
üstün tutana üstünlük vereceğini vaad etmiştir.

Sonra şunu bil ki ey Malik, seni öyle bir yere yollamaktayım ki senden önce oradan adaletle
hükmeden, zulümle hüküm yürüten nice devletler gelip geçmiştir. Sen kendinden önceki
buyruk sahiplerinin yaptıklarını nasıl görüyor, seyrediyorsan halk da senin yaptığın işleri,
senin gibi görecek, seyredecek. Sen onlar hakkında neler diyorsan halk da senin hakkında o
çeşit sözler söyleyecek. Allah kullarının dillerinde ilham ederde onları söyletirse, temiz
kişiler, o sözlerle gerçeği anlarlar, hükümde bulunurlar.

Kendine temiz işleri zahire edin, en fazla sevdiğin azık sence bu olsun. Hevva ( cinsel arzu)
ve hevesine hakim ol, sana helal olmayan şeyleri yapma, nefsini bunlara meylettirme. Nefsini
kötülük- erden alıkoymak, sevdiğin, yahut nefret ettiğin şeylerde ona hakim olmak, ona
insafla muamelede bulunmaktır. Halka merhametle merhametle muameleyi kendine adet et.
Onları sevmeyi, onlara lütfetmeyi huy edin. Onlara karşı yiyeceklerini, içeceklerini ganimet
bilen yırtıcı bir canavar kesilme.

Çünkü halk 2 sınıftır. Bir kısmı dinde kardeştir. Sana öbür kısmı yaratılışta eştir. Sana onlar
sürçebilirler, kusur ederler, bilerek, yahut yanılarak ellerinden bazı şeyler çıkabilir.

Sen yaptıklarını Allahın bağışlamasını nasıl seviyor, istiyorsan sen de onları bağışla,
kusurlarından geç. Çünkü senin mevkiin onlardan üstün, seni bu işe memur edenin mevkii
senin mevkiinden üstün, Allah ise vali tayin edenden de üstün, onların işlerini senin emrine
vermiş.

Onlarla seni sınamaya uğratmış, Allahla savaşmaya kalkışma sakın, onun azabından
kurtulmana çaren yok, bağışlamasına, merhametine aldırış etmemene de imkân yok.

Halkın kusurlarını bağışlayınca nedamete düşme, onlara ceza verince de sevinme, seni yoldan
çıkaracak öfkeye kapılıp ceza vermekte tez davranma. Ben onlara buyruk verenim, emrime
uyulması gerek demeye kalkışma, çünkü bu gönüle gurur verir, dini gevşetir, nimeti bozar
gider. Gönlüne böyle bir düşünce geldimi, gücünün kuvvetinin üstünde olan Allahın gücünü,
kuvvetini düşün, onun kudretine karşı aczini gör. Bu başkaldıran, serkeşlik eden nefsini
yatıştırır, kibrini, gururunu giderir, yitip giden aklını başına getirir. Sakın Allahın azametiyle
boy ölçüştürmeye, O’nun kudretine kendi gücünü, kuvvetini benzetmeye girişme. Çünkü
Allah her zorbayı hor, hakir eder. Her baş çekeni, ululananı alçaltır gider.

Allaha karşı insaflı ol, insanlara, ehline, ayaline, adamlarından buyruğuna uyanlardan
hoşlandıklarına karşı da insafla muamelede bulun. Böyle yapmazsan bil ki zulmetmiş olursun.
Allah kullarına zulmedenin düşmanıysa Allahtır. Allahla düşmanlığa girişenin delilini Allah
batıl kılar. Zulümden geçinceye, tövbe edinceye dek o kişi Allahla savaşmış olur. Allahın
nimetlerini bozan, zail eden, azabının çarçabuk çatmasına sebep olan şeyler içinde zulümden
daha güçlüsü yoktur. Çünkü Allah mazlumların duasını duyar, zalimlere de zamanı gelince
azabını yollar.

Halkın valiye en ağır gelen sınıfı bela çağında ona en az yardım eden, adaletten hoşlanmayan,
isteklerinde direndikçe direnen, kendilerine ihsanda bulunulduğu zaman en az şükreden,
ihsanda bulunulmayınca özrü güç kabul eyleyen, zamanın zorluklarına az dayanan, ileri
gelenleridir. Dinin direği olan İslamın topluluğuna sebep bulunan, düşmana karşı duranları ise
halk tabakasıdır. Onları sevmelisin, onlara meyletmelisin.

İnsanların ayıplarını görüp gözeten, onlara açıp söyleyen kişiler olsun. Onları kendine
yaklaştırma. Çünkü insanlarda ayıp olabilir. Vali ise bunları örtmeye en fazla hakkı olan
kişidir. Onların bilmediğin ayıplarını açmaya, öğrenmeye kalkışma, sence bilineni, iyiliğe,
temizliğe yormaya bak. Bilmediklerin hakkında ise Allah hükmeder. Ayıpları elinden
geldikçe ört. Onların ayıplarını örtmeyi sevdikçe, bu huyla huylandıkça Allahta senin
ayıplarını örter, bağışlar.

Halka karşı duyduğun kini bırak, her suça ceza vermeye kalkışma, sence doğru olmayan
şeyleri bilmezlikten gel. Halkın kötülüğünü söyleyen kovucu, öğütçülere benzese de garez
(kin) sahibidir.

Nekes (cimri) kişi ile meşrevette (lauballi) bulunma, seni üstünlükten alıkoyar, ihsandan men
eder, yoksulluğu gösterir sana, seni yoklulluğa sevk eder. Korkakla danışma, işlerde zaafa
düşürür, yapacağın işlerden seni alıkoyar. Haris kişiyle de danışma, zulüm ile mal yığmayı
gözel gösterir sana. Nekeslik, korkaklık, hırs, ayrı ayrı huylardır ama hepsi birden Allaha kötü
zan meydana getirmede birleşir.

Vezirlerinin en kötüsü, senden önce, kişilere vezirlik edenlerdir, suçta onlarla onlarla birlik
olanlardır. Bunların yerine reisleri onlar kadar isabetli geçkin olan, fakat onlar gibi zalime
zulmünde yardımcı, suçluya suçunda ortak olmayan hayırlı kişiler bulabilirsin. Bunların yükü
sana daha hafiftir, yardımları sana daha güzeldir, sana besledikleri sevgi daha gerçektir,
senden başkaları ile ilişkileri daha azdır. Yanlızken de bunlarla düş kalk, meclislerinde de
bunları bulundur.

Sonra acı bile olsa sana gerçeği söyleyen, Allahın dostlarında bulunmasını hoş görmediğin
şeylerde sana az müsaade eden kişileri seç, onların gözleri seni gerçeğe götürür, haksızlıktan
geri kor. Takva ehliyle gerçek kişilerle dost ol. Onların seni fazla övmene sebep olmalarına
müsaade etme, çünkü fazla övülme insanı kibre götürür, faziletten düşürür.

İyilik edenle kötülükte bulunanı, katında bir görme sakın, çünkü onları bir görüş, iyilik
edenleri iyilikten vaz geçirtir, kötülük edenleri kötülüğe alıştırır, bunlara layık oldukları
muameleyi yap.

Bil ki valinin, halka lütufta, ihsanda bulunmasından, işlerini kolaylaştırmasından başka halkın
emniyetini celbedecek bir şey olamaz. Onlara lütf eder, aralarında adaletle muamelede
bulunur, işlerini kolaylaştırırsan evvelce yüreklerinde uyanmış bir nefret varsa yok olur, yerini
emniyet ve sevgi duygusu tutar. Onlara öylesine muamele etki halk senin hakkında güzel
zanna sahip olsun. Gerçekten de iyi ve güzel zan, senin ağır yükünü hafifletir, o yükü senin
sırtından alır. Şunu da bilki senin hakında iyi fikir güden, idarenden memnun olandır, kötü
fikir taşıyanlar idarenden memnun olmayandır.

Bu ümmetin ileri gelenlerinin, büyüklerinin güttükleri yolu yordamı, halkın alışıp yaptığı,
böylece de birbirleriyle uzlaştığı, işlerinin düzene girdiği şeyleri eksiltme. Koyanların icra,
sevaba nail oldukları yolu yordamı bırakıp onlara zarar verecek, yeni adetler, yeni yollar icad
etmeye girişme, onlardan eksilttiklerinin vebali sanadır.

İdaren altındaki şehirlerin düzene girmesi, halkın huzura kavuşması için daima bilginlerle
görüş, bu hususta düşünceli kişilere danış.
Bil ki halk 2 sınıfa ayrılmıştır. O sınıfların bir kısmı öbür kısmının düzene girmesiyle düzelir,
huzura erer, bir kısmının öbür kısmından müstesna kalmasına imkân yoktur.

Bu sınıflardan biri, Allah ordusudur, askerlerdir, biri umumi ve hususi işleri düzene koyan
kâtiplerdir. Biri adaletle hükmeden, devlet işlerini gören kişilerdir. Biri müslümanların emrine
girmiş ve karar merciinde olan katip ehlidir. Vergi veren müslümanlardır. Biri ticaretle
uğraşanlar ve sanat ehli olanlardır. Bir de ihtiyaç sahibi olan yoksul kişilerdir ki bunlar bu
sınıfların en aşağı (yoksul) tabakasıdır. Bunların hepsinin de adı Allah katında yeri vardır.

Kitabında, yahut Allahın selamı O’na ve soyuna olsun, peygamberimizin sünnetinde haddi
konmuş, farzı bildirilmiştir ki, bu kesim de katımızda korunmaktadır.

Askerler, Allahın izniyle halkın sığınaklarıdır, valilerin ziynetleridirler. Dinin üstünlüğü,


eminlik esen yolları onlarla korunur, halk ancak onlarla kalkınır, huzura kavuşur. Askerler
Allahın emriyle alınan vergiyle beslenebilirler, düşmanlarına karşı o sayede güç kuvvet sahibi
olurlar. Düzene girmeleri ancak o vergiye dayanılarak olur, neye ihtiyaçları varsa onunla
düzene sokulur.

Sonra bu 2 sınıf, ancak üçüncü sınıfla kadılar (hakimler), zekât ve vergi memurları ve
kâtiplerle nizama girer. Onlar halkın işlerini düzene sokarlar, faydalı şeyleri toplarlar, ileri
gidenlerin de aşağıda olanların da işleri onların sayesinde emniyete kavuşur.

Bütün bu sınıfların ayakta durmaları, tacirlerle, sanatkârlarla mümkündür. Onlar halkın


muhtaç olduğu şeyleri toplarlar, çarşılara, pazarlara dökerler. Böylece başka sınıfların
yapamayacağı işleri yaparlar.

Sonra ihtiyacı olan, yokluk içinde bulunan, aşağı tabaka gelir. Bunları görüp gözetmek,
bunlara yardım etmek gerektir.

Allah katında bu sınıfların hepsinin de genişliği vardır, hepsinin de yeri vardır. İhtiyaçlarının
giderilmesi, hallerinin düzene sokulması icap eder. Bu da valinin vazifesidir. Valinin, Allahın
emirlerini gereği gibi yapar, halkın düzenine çalışır, çabalarken Allahtan yardım dilemesi,
hakka riayet etmesi, bu işler kendisine hafif gelsin, ağır gelsin dayanması gerekir.

Orduna sence Allah için, Resülü için ve İmamı için en fazla öğüt verenlerinden, emanet ve
iffet bakımından en temiz olanlarından, bilimde en üstün bulunanlarından kumandanlar seç.
Bunları öfkelendiği zaman öfkesini yenen, ceza vermekte acele etmeyen, özrü kabul eden,
zayıfları esirgeyen, kuvvetlilere karşı gevşemeyen kişilerden seçip tayin et. Bunlar ne zora
başvuranlardan olsun, ne zaafa düşenlerden.

Sonra toplumun soy – boy bakımından şereflilerden, temiz ev bark sahibi olanlarından,
geçmişlerinde iyilik bulunanlarından, cömertlerinden asker al. Çünkü bunlarda yücelik,
büyüklük huyları toplanmıştır.

İyiliğin, adamlığın dalları, budaklarıdır bunlar. Sonra da babaların oğullarını görüp gözetmesi,
esirgemesi gibi onların işlerini gör, gözet, araştır, onlara ettiğin iyilik ve ihsan gözünde
büyümesin, onlara verdiğin şey az bile olsa aşağı görünmesin sana. Çünkü bu ihsan, sana öğüt
vermelerine, seni iyi bilmelerine, tanımalarına vesiledir. Onların büyük işlerini göreceğim
diye küçük, ehemmiyetsiz işlerinde ihmal gösterme. Az bir lütfun bile bir yerde işe yarar,
ondan faydalanırlar, çoğunun da yeri var, ondan da geri kalmazlar. Askerlerine en çok yardım
edenleri, kendilerine ihtiyaçlarını, erzaklarını tam olarak verenleri, yurdu korumak için
şehirde kalanlarla savaşa gidenlerin ihtiyaçlarını giderenleri, komutanlarının sence en itibar
görenleri olmalı. Onlara öylesine muamelede bulunmalısın ki düşmanla savaşta hepsinin de
derdi, fikri bir olsun. Onları esirgemen, sana kalpleri ile bağlanmasına sebep olur.

Valilerin gözlerini aydınlatan işlerin en üstünü şehirlerde, dosdoğru olarak adaleti yaymak,
halk arasında sevginin belirmesine sebep olmaktır. Onların sevgileri de ancak gönüllerinin
huzura ermesi ile mümkün olur. Öğütlerinin doğruluğu ancak valilerinin hizmet müddetinin
sona ermesini dilemeleriyle, idaresi kendilerine ağır gelse de bir an önce gitmesini
istememeleriyle mümkün olur. Halkın dileklerini yerine getir, iyiliklerini öv, çektikleri
zahmetleri say, dök, çünkü güzel huylarını fazla anman, onların yiğitliklerini arttırır, onları
sevindirir. Allah dilerse iyilikte geri kalanları da o yola sevkeder, iyileştirir.

Sonra herkesin denenen, bilinen derecesini tanı, birinin çektiği zahmeti başkasına maletme,
onun yerine başkasını övme. Herkese noksansız olarak hakkını ver, herkesin hakkını tanı.
Birisinin büyük oluşu yaptığı başardığı küçük bir işse, büyük görmene, gene birinin yaptığı iş
büyükse, fakat kendisi düşkünse o işi küçük görmene sebep olmasın.

Büyük ve çetin işlerde, sana şüpheli görünen hususlarda Allaha ve Resül’üne başvur. Yüce
Allah irşad etmeyi takdir buyurduğu topluma ( Ey inananlar, Allaha, Peygamber’e, ve
içinizden emredecek ve liyakata sahip olanlara itaat edin, Allaha ve ahiret gününe
inanıyorsanız, bir şeyde ihtilafa düştünüz mü o husuta Allaha ve Peygamber’e müracaat edin
buyurmuştur – Nisa Suresi, 59 Ayet-). Allaha baş vurmak, onun kitabının adil emrine uymak,
Resülüne baş vurmak da onun aykırılığa açık olmayan sünnetine tabi olmaktır.

Halka hüküm verecek kişileri, sence idaresine memur olduğun kişilerin en üstünlerinden seç.
Öyle ki işler onları daraltmasın, bir birlerine hısım olanlar, onlara üst gelmesin, ayakları
sürçüp yanlış bir işe düşmesinler. Bilmezden sonra bilip, anlamazdan sonra anlayıp hakkı
yerine getirmediklerine nadim olmasınlar. Kendilerini zanna kaptırmasınlar, azıcık bir
anlayışla hükmün sonuna araştırmaktan kalmasınlar. Şüpheli işlerde hüküm verirken
düşünsünler, dayansınlar, ap-açık delillere uysunlar. Hasmın müracaatı onları sıkmasın,
gönüllerini daraltmasın, işleri iyice açıp, yayıp anlayışta en sabırlı kişiler, hak meydana
çıkınca da en keskin (en doğru) hükmü verenler olsunlar. Övülmede ileri gidiş onları kibre
sevketmesin, aldatışa kapılmasınlar, bu çeşit kişiler de pek azdır. Sonra onların
hükümlerinden de haberdar olmaya fazlasıyla çalış, hakimin geçimini fazlasıyla temin et,
halka ihtiyacını azalt. Sakın yakın olanlara karşı küçük görünmemeleri, halkın
dedikodusundan emin olmaları, hileye kapılmamaları için onlara, katında yüksek bir mevki
sağla. Bilhassa buna çok dikkat et. Çünkü bu din, kötü kişilerin ellerine tutsak düştü. Onunla
heva (cinsel) ve hevese uyuldu, onunla dünya dilenir oldu.

Sonra vergi ve zekât memurlarına dikkat et. Onları denedikten sonra tayin et. Onları şahsi bir
tercihle ve rasgele tayin etme. Çünkü bu 2 şey cevir (boşvermişlik) ve hıyanet kollarının bir
araya toplanmasına sebep olur. Bunları temiz ailelerden, İslama eskiden girmiş olanlardan
tecrübe ve utanç sahibi kişilerden seç. Çünkü onlar ahlâkça en üstün, namusça en doğru,
kinlerden en kurtulmuş, açgözlülükleri en az, işlerin sonuçlarını gayrete en fazla gayretli
kişilerdir. Sonra da onların rızıklarını bol ver. Çünkü bu nefislerini düzeltmeye kuvvet verir
onlara. Müslümanların elleri altında bulunan malları yemekten alıkoyar onları. Aynı zamanda,
emrine uymazlar, emanetine hıyanette bulunurlarsa bu, onların elayhine delil olur sana. Sonra
işlerini teftiş et, onlara gerçek ve vefalı gözcüler gönder, hallerini, işlerini görüp, anlayıp sana
bildirsinler. Çünkü onların haberleri olmadan senin onlardan haberdar olman, emin bir surette
iş görmelerine, halka yumuşaklıkla muamele etmelerine sebep olur. Onların içinde zalimlere
yerdım edenler varsa onlardan korun. Onlardan biri, vazifesinde hıyanet eder de gözcülerin
verdikleri haber onun alehine olur, hepsinin de verdiği haber aynı bulunursa bu tanık olarak
yeter sana.

Artık ona bedeni cezayı verebilir, yaptığına karşı onu suçlu tutar, onu aşağılık bir dereceye
düşürür, onu hıyanet dağıyla dağlar, töhmet zincirini boynuna takarsın. Vergi işini de araştır,
memurlarının ahvalini (yaşamını) düzene koy, çünkü vergi işinin ve vergi memurlarının
düzene girmesi, onlardan başkalarının da düzene girmesi demektir. Onlardan başkaları ancak
onların düzeniyle düzene girebilir. Çünkü insanların hepsi de vergilerin ve vergi memurlarının
ehlidir, ahalidir (halkıdır). Ancak vergi toplamaktan ziyade memleketin kalkınmasına dikkat
etmelisin, çünkü vergi memleket kalkındıkça toplanabilir. Memleket kalkınmadıkça memur
bir hale gelmedikçe vergi isteyen, şehirleri yıkar gider, kullarıysa (tebası ise) helak eder
(mahveder), üyle bir buyruk sahibinin işi, idaresi pek ay bir müddet sürer. Vergi verenler,
verginin ağırlığından, yahut vergi verecekleri şeylere bir afet geldiğinden, yahut içecekleri,
sulayacakları suyun kesildiğinden, yahut bir bendin yıkılıp araziyi su bastığından, toprağın
kaydığından (heyelan), yahut da mahsülün mahfolduğundan şikâyet ederlerse halllerini
düzene sokacak bir derecede vergilerini azaltman gerektir. Çünkü bu yardımla, bu kolaylık
göstermenlehalk refaha kavuşur, ülke de mamur olur, bu dakdirde senin idaren bezenir
(güzelleşir), ayrıca da halkı adaletle idare ettiğin için onların saygısını, sevgisini kazanmış
olursun. Refahlarına hizmet ettiğin, adaletle muamelede bulunduğun, onları kuvvetlendirdiğin
için gerekince bu kuvvete de dayanabilirsiniz. Onları esirgeyişin, haklarında adaletle muamele
edişin, onlara yumuşak davranışın da buna sebep olur. Öyle bir an olur, öyle bir çağ gelir çatar
ki, onlara baş vurman gerekir. Onlarda dileğini seve seve kabul eder, isteğini yerine getirirler.
Çünkü ülkede vücuda gelen mamurluk (imar) ve servet, onlara yükleyeceğin yükü
çekmelerine kuvvet verir.

Bir yerin harap olması oradaki halkın yoksul düşmesinden ileri gelir, oradaki halkın
yoksulluğu ise, valilerin kendilerine mal yığmalarıdan, valilikte kalacaklarına emin
olmamalarından, ibret alınacak şeylerden az ibret almalarındandır.

Sonra kâtiplerini de teftiş et, onların da hallerine dikkat et, işlerine, onların hayırlılarını tayin
et. Düşmanlara karşı kullanacağın düzenleri, gizli tuttuğun şeyleri, kendini büyük gören, bu
yüzden de topluluğun önünde sana karşı durmaya cüret eden kişilere değil, temiz ve iyi huylu
olanlarına yazdır. Memurlarından gelen mektupları sana sunmakta gaflet etmemeleri, senden
aldıkları emri, aldıkları gibi bildirmeleri, bir ahde (antlaşma) gireceğin vakit, şartları gevşek,
zayıf bırakmamaları, gerekirse o ahdi bozmakta aciz göstermemeleri, şartları ona göre
koşmaları, işleri başarırken de hadlerini bilmeleri gerektir. Kendi haddini bilmeyen kişi,
başkasının haddini hiç bilmez.

Sonra onları, kendi anlayışına güvenerek, onlara meyline uyup haklarında iyi bir zan
besleyerek tayin etme. Çünkü insanlar yapmacıklara baş vurarak, güzel hizmetler göstererek
kendilerini valiye iyi tanıtırlar. Oysa ki bu yapmacık hareketlerin ötesinde ne öğüt vermeyi
bilirler, ne emanete riayet etmeyi, Senden önceki temiz kişilerin seçtikleri kişilere bak. Sen de
onlar seç, halka en güzel muamelede bulunmalarını, en fazla emanete riayetle tanınmış
olanları iş başına getir. Bu Allaha karşı özü doğru olduğunu, işlerine memur olduğun kişilere
de hayırlı bulunduğunu ispat eder.

Her işin başına en büyüğü kendine güç gelmeyecek, işlerin çokluğu onu şaşıtmayacak kişileri
geçir. Kâtiplerinden birinde bir ayıp görür de aldırmazsan o ayıpla sen de ayıplanırsın, sonra
cevap da veremezsin.

Bir de tacirleri, sanat ve zenaat ehlini tavsiye ederim sana, onlara karşı hayırlı ol. Onların bir
kısmı oturdukları yerlerde ticaretle meşgul olur. Bir kısmı ise bir yerden bir yere gider, mal
götürüp getirir, bir başka bölüğü de halkın muhtaç olduğu şeyleri ellerinin emekleriyle
hazırlarlar. Bunlara hayırla muamelede bulun, çünkü onlar faydalı kişilerdir. Gereken şeyleri
uzun yollar aşarak, beldelerden geçerek, ülkende ki karalarda, denizlerde, düzlüklerde,
dağlıklarda gezerek alırlar, getirirler. Oysa halkın o şeylerin bulunduğu yerlere gitmesine ne
iman vardır, ne de gücü yeter. Onlar düzene bağlıdırlar, isyanlarından korkulmaz, barış
adamlarıdır, gailelerinden (kızgınlıklarından) ürkülmez. Bulunduğun yerde de onların işlerini
gör, gözet. Uzak, yakın şehirlerde de hallerini izle, dikkat et, bir zulma uğratma onları. Ama
şunu da bil ki, bütün bunlarla beraber, bunların çoğunda aşırı hırs, kötü bir nekeslik,
bencillik,faydalı şeyleri gizleyip, saklayıp azalınca değerinden fazla satma gayreti, menfaat
düşkünlüğü vardır. Ellerinde bulunanları bildikleri gibi satmak isterler. Bu durum halkın
zararına sebep olduğu gibi valilere de buna göz yummak ayıptır, noksanlıktır. İntikârı
(karaborsayı) men et, çünkü Allahın salatı O’na ve soyuna olsun, Resülullah’da men etmiştir.
Alış veriş, güzel surette, adalet terazilerine uygun olarak, bir narh konarak yapılsın. Her iki
taraf da satan da zarar etmesin, alan da. Sen intikârı (karaborsayı) men ettikten sonra onu
yapmaya kalkışan olursa cezalandır, fakat ceza da pek de ileri gitme.

Sonra Allah için, aşağı (yoksul) tabakayı gör, gözet. Onlar başvuracakları bir düzen
bulamayan, yok yoksul, muhtaç, yokluktan bunalmış, dertlere kalmış, kazançtan aciz kalmış
kişilerdir. Bu sınıf içinde dilenenler olduğu gibi, bir şey umup bekleyenler, fakat kimseden bir
şey istemeyenler de vardır. Onların hakkına dair Allahın sana emrettiği şeyi Allah için olsun
koru. Onlara memur olduğun beytülmalden (devlet hazinesi), her şehirde, Müslümanların
ganimet olarak elde ettikleri ve devlete ait olan arazinin gelirinden, ekininden pay ayır.
Bulunduğun şehirde, o şehre yakın yerlerde olanlarıyla uzakta bulunanları aynı hükme tabidir.
Onların her biri hakkına riayet etmeni ister. Nimetler içinde bulunuş, ehemmiyetli işlere
dalışın, onları unutturmasın sana. Önemli işlere bakman, küçük sayılan işlere bakmayışına
mazeret olamaz. Böyle bir özür kabul olunamaz. Unutturmasın sana onları önemli işlere
dalışın. Yüzünü çevirme onlardan. Onların gözlere hor görünenlerini, insanlar tarafından aşağı
sayılanlarını, fakat sana gelip hallerini anlatmayanlarını sen ara, bul. Onları bulmak, hallerini
sorup anlamak için Allahtan korkan, ona karşı ululanmayan, güvendiğin kişiler yolla, onların
hallerini sana bildirsinler. Sonra haklarında öylesine harekette bulun ki Allaha ulaştığın gün
onlar hakkında özürler getirmeye kalkışmayasın. Çünkü bunlar halk içinde başkalarından
daha fazla insafa layık kişilerdir. Bütün bu sınıfların haklarını vermeye gayret et. Bilmeyerek
hakkına riayet etmediklerin için de Allahtan bağışlanmanı dile.

Yetimlerden, kocalmış kişilerden (yaşlılardan) bir düzene baş vuramayanları, kimseden bir
şey dilemeyenleri gör gözet. Bu valilere ağır bir yüktir. Fakat hakkın hepsi de ağırdır. Ancak
Allah hayırlı bir sonuca varmalarını isteyip ona dayananlara, vaad ettiklerini gerçek bilip
inananlara o yükü hafifletir.

Zamanın bir kısmını ihtiyaç sahiplerine harca. Onların hepsini huzuruna al, otur, onlarla
görüş. O mecliste seni yaratan Allaha karşı gönül alçaklığını takın. Askerinden,
yardımcılarından, koruyucularından, zaptiye erkânından hiç kimse onları korkutmasın, onlara
mani olmasın. Onlarda seninle yüz yüze korkmadan, çekinmeden konuşsunlar. Allahın salatı
ona ve soyuna olsun, Resülullah’ın bir yerde değil bir çok yerde (Zayıfın korkup çekinerek,
dili dolaşarak söz söylemeye çalıştığı, fakat kuvvetliden hakkını alamadığı toplum ne
temizliğe ulaşır, ne de kutluluğa kavuşur) buyurduğunu duymuşumdur. Onların sert
konuşmalarına, söz söylerken ağır laflar edenine tahammğl et. Daralmayı, onlarla görüşmeden
çekinip utanmayı bırak da Allah bu yğzden sana rahmetlerini yaysın. O’na itaatin yüzünden
sevaplar versin. İhsanda bulunduğun zaman minnet yükleyerek verme ki, verdiğin alana
sinsin. Vermediğin zaman da güzellikle özürler getirerek verm ki almayan, hiç olmazsa
sevinsin.

Bazı işler de vardır ki bizzat senin yapman gerektir. Bunların biri kâtiplerin yazmakta aciz
gösterdikleri hususlarda memurlarına senin cevap vermendir. Biri de halkın ihtiyacı sana
hangi gün arz edilirse hemen o gün o ihtiyaçları gidermendir ki, bu olabilir ki yardımcılarını
sıkar, vaktinde yapmazlar bu işi. Her günün işini o gün gör. Çünkü her gün yapılacak bir iş
vardır.

Vakitlerin en üstünü, en fazlasını seninle Allah arasında ki kulluğa hasret. Fakat halka sarf
ettiğin vakitlerin de hepsi, işlerde niyetin temiz oldu mu, halk bu yüzden esenliğe erişti mi,
Allaha ait olur. O’na kulluk sayılır.

Allah için dinini halis kılan farzlara bilhassa dikkat et. Gecende, gündüzünde bedeni
ibadetlerini onlarla Allaha yaklaşmak kastıyla kusur etmeden, riyaya düşmeden nasıl gerekse
o çeşit yerine getir. Halka ibadet ettirdiğin zaman ibadeti uzatıp onları usandırmadan, tez,
fakat erkânını yitirmeden yaptır. Çünkü halk içinde hasta olan vardır.

Allahın salatı O’na ve soyuna olsun, beni Yemen’e gönderdiği zaman Resülullah’a, onlara
nasıl namaz kıldırayım diye sordum. ’’ En zayıfının kıldığı namaz gibi kıldır. İnsanlara karşı
merhametli davran’’ buyurdular.

Bütün bunlardan sonra derim ki: Buyruğunun altında bulunanlara uzun müddet görünmez
olma, çünkü valilerin halka görünmemeleri darlıktan bir kısımdır. Halkı sıkar. Valilerin idare
işlerinde az bilgili olduklarına delalet eder. Onlara görünmemek, onların onların bir çok
şeyleri öğrenmelerine de engel olur. Onlarca büyük şey küçük görünür, küçük şeylerse
gözlerinde büyür. Güzel ve iyi, çirkin görünür onlara. Çirkinse güzelliğe bürünür, hakla batıl
bir birine karışır gider. Valide bir insandır ancak, halkla görüşmedikçe onların hallerini
bilemez. Kendisinden gizli kalanları göremez. Gerçeğin apaçık alametleri yoktur ki bunlarla
doğru, yalandan ayrılsın. Sen 2 kişiden birisin ancak. Birisi mutlaka hakkı yerine getirir,
herkese hakını verir. Gereken hakkı verdikten, iyi iş gördükten sonra neden gizleneceksin? O
biri, vermemeyi, hakkı eda etmemeyi adet edinmiştir. Halk senden ümit kestikten sonra
hemencecik el çeker senden, ne diye onlara görünmeyeceksin? Oysa ki halkın sana zahmet
vermeyen şikâyetlerinin çoğu, ya bir zulma uğradığındandır, yahut muamelede insaf ve adalet
istediğindendir.

Sonra valinin bazı adamları da bulunabilir ki onlar, kendi reiyleriyle (kendi başına) hareket
ederler, zulümde bulunurlar. İnsafları azdır. Muamelede adaleti gözetmezler. Bütün bunların
sebeplerini kesip ortadan kaldırırsak şerlerini insandan gizler(ler). Yakınlarına, yanında
bulunanlara arazi verme ki bazı yerleri, bazı tarlaları elde etmek tamahına düşmesinler. Aksi
halde orda ki köye zarar gelir. Bu işin, bir ırmaktan su almak ihtiyacında bulunanlara zararı
dokunur. O sudan faydalanmak, o yerden fayda sağlamak isteyenlere, araziye sahip çıkanlar
zulmederler. Bunun faydası başkasına düşer, vebali ise valinin boynuna yüklenir. Onlardan
verdiğin kişiler faydalanırlar, ayıbı ise dünyada da, ahirette de sana düşer. Yakın olsun, uzak
olsun, kime gerekse hakkını ver. Bu hususta sabırlı ol. Ecrini Allahtan iste, akraban ve yakın
adamların bile olsa haktan ayrılma, işin sonunu düşün. İsterse sana ağır gelsin bu iş, hayırlı
olduğu sence malümse yapmaktan çekinme, hakkını yerine getir. Halk bir işte zulüm var
zannına düşer, sana hayıflanırsa aslını anlatarak, özürler getirerek zannını değiştir. Bu suretle
sen adaletle iş görmüş olursun. Buyruğun altındakilere de yumuşaklıkla muamele etmiş
bulunursun. Özür dilemekle sen hakka riayet eder, muradına erersin, halkta doğruyu anlar,
işin aslını bilir.

Düşmanın, seninle barışmak isterse red etme. Barışta Allahın rızası var. Orduna huzur ve
istirahat ver, sen de sıkıntılarından kurtulmuş olursun, şehirlerinse eminliğe kavuşmuş olur.
Ama barıştıktan sonra düşmanından sakın da sakın. Çünkü çok kere düşman yaklaşır, gafil
olmanı bekler. Şu halde ihtiyatla hareket et, bu hususta iyi bir zanna düşmeyi töhmet altına al.
Seninle düşmanın arasını bir bağla bağladın, onunla bir anlaşmaya vardın, yahut da ona aman
elbisesini giydirdin mi ahdine vefa et. Verdiğin amana riayet et. Nefsini ona verdiğin söze,
anlaşmaya kalkan yap. Çünkü dilekleri birbirine aykırı, reiyleri darmadağın ve çeşit çeşit
olduğu halde insanların Allahın farz ettiği şeylerde hepsi de ahde vefa etmeyi ululadıkları gibi
ululadıkları bir farz yoktur. Hatta müslümanlar şöyle dursun, müşrikler bile bunu gerekli
saymışlar, buna riayet etmişler, ahirette, amanda durmamanın ne zararlar vereceğini
bilmişlerdir. Verdiğin amana gadretme, anlaşmanı bozma. Hıyanette bulunarak düşmanını
aldatma. Çünkü Allaha karşı bçyle bir bir cürette bulunan, çok kötü, çok ziyankâr bir
bilgisizdir ancak. Allah, anlaşmanın amanını kulları arasında bir rahmet olarak yaymıştır ki, o
bir emniyettir. Herkes orada esenleşir. Bir haremdir, herkes ona sığınır. Bölük bölük herkes
onun civarına koşar gider. Onu bozmak, ona hıyanet etmek, ona hile katmak olamaz.
Bahanelerle bozulacak anlaşma yapma, pekiştirdikten sonra yorumlara güvenme. Allah adına
verdiğin anlaşmayı bozmaya, haksız olarak ondan dönmeye kalkışma. Genişlemesi umulan,
sonunda üstünlük bekleyen darlığa dayanman, günahından korkacağın gadirden hayırlıdır.
Bozarsan Allahın gazabı gelip çatar sana, ne dünyanda berhudar olursun ne ahiretinde.

Sakın haksız olarak kan dökme. Çünkü azaba sebep olan, suç bakımından ondan daha büyük
bulunan, nimetin zevaline, devletin yitmesine sebep teşkil eden hiç bir şey yoktur ki haksız
olarak kan dökmekle kıyaslanabilsin. Kan dökenlerin hesabını kıyamet gününde bizzat noksan
sıfatları olan Allah görecek, azaplarını o verecektir. Haram olarak kan dökmekle gücünü,
kuvvetini çoğaltmaya kalkışma. Çünkü bu gücü zayıflatır, hatta yok eder gider. Bilerek kan
dökme hususunda ne Allah katında bir özrün, ne ben,m katımda katımda. Çünkü cezası
kısastır bunun. Yanlışlıkla kamçın, yahut kılıcıni yahut da elin bir kötülüğe sebep olursa,
kudretine güvenip ululanarak, öldürülen kişinin velilerine onun diyetini (bedelini) vermekten
kaçınma.

Kendini beğenmekten, seni ululuğa sevk eden şeylere uyup güvenmekten, övülmeyi
istemekten çekin. Çünkü bunlar ihsan sahiplerinin ihsanlarını yok etmek, ecirlerin,
mahveylemek için çeytanın gözettiği fırsata yol açan şeylerdir.

İdarene tabi olanlara ihsanda bulununca da onları minnet altında bırakmaya, ihsanını başlarına
kakmaya kalkışma. Yaptığını çok görmekten de çekin. Vaad edince de vaadinden dönme.
Başa kakmak, ihsanı yok eder. Yapılan iyiliği çok görmek, büyük saymak, gerçeğin ışığını
söndürür. Vaadden dönüş halkın nefretine mucip olur. Yüce Allah ’’ Allah katında en
beğenilmeyen şey, yapmadığınız şeyi söylemenizdir. -16, Saf süresi, Ayet 3- ’’ buyurur.

Zamanı gelmeden işlerde aceleye düşme. Yapmak imkanı olunca da o işte ihmal etme,
doğruluğu sence belli olmayan işe girişme, ama doğruluğu açıkça belli olan işi de savsaklama.
Her işi yerinde yap, her işi yerinde işle.
Herkesle bir ve eşit olduğun şeylerde kendi payını çoğaltmaya kalkışma, herkesin gözettiği
şeylerde gaflete düşme, çünkü sen, başkalarına da örneksin. Az bir zaman sonra işleri örten
perdeler açılır, mazlumun hakkı da senden alınır.

Öfkeni yen, kendine sahip ol. Elini, dilini gözet. Bütün bu hallerde hemencecik ceza
vermekten çekin, cezayı geriye at, öfken yatışıncaya dek elini, dilini gözet. Bu söylediklerimi
ahireti anarak, Rabbine ulaşacağına inanarak derdini, temizliğini çoğaltmadıkça yapamazsın.

Sana, senden önce adaletle hüküm sürenleri, yahut üstün yol yordamları, Allahın salatı O’na
ve soyuna olsun. Peygamberimizin eserini, yahut da Allah Kitabında ki farzları anmak, bizim
bunları anıp düşünerek nasıl hareket ettiğimizi görmek, bu ahit –nameden sana verdiğim
buyruklara kendini zorlamak gerektir. Nefsine uymak hususunda bir gevşeklik göstermemen
için bu kadar delil gösterdim sana.

Ve ben, benim ve senin, kulların en güzel anışlarına iyi ve yerinde övüşlerine sahip olmamızı,
şehirlerde iyi ve güzel eserler bırakmamızı, nimetin, hakkımızda tam ve olgun olarak, lütuf ve
ihsanıın kat kat fazlasıyla verilmesini, benim de senin de ömrümüzün kutlulukla ve şehid
olarak tamamlanmasını Allahın bol ve sayısız rahmetine, pek büyük kudretine, her dilenen
şeyi lütfedip vermesine sığınarak niyaz etmekteyim ve biz gerçekten Allahın rızasını
istemekteyiz. Selam Resülullah’a, Allahın selat ve selamı O’na tertemiz soyuna olsun.

(Eğer Tanrı’nın korumasına güveniyorsan kendini bu yapının üstünden at)

Bir Yahudi’nin,Tanrı yüzünü ulu etsin Ali’ye ‘’Eğer Tanrı’nın korumasına güveniyorsan
kendini bu yapının üstünden at’’ demesi,Müminler emîri’nin ona cevabı

Tanrı’yı ululamayı bilmeyen bir inatçı, bir gün Murtaza’ya dedi ki:
“Peki yüksek bir yapının damındasın... ey aklı başında olan, Tanrı’nın koruyacağını
biliyorsun değil mi?”

Murtaza, evet dedi... o koruyucudur, ganidir... bizim varlığımızı, bizi ta çocukluğumuzdan


adamlığımıza kadar hep o korur, o görüp gözetir!
Yahudi, peki dedi... mademki öyledir, kendini bu damdan aşağıya at... Tanrı’nın
koruyuculuğuna tamamı ile güven!
Kendini aşağıya at da ben de adamakıllı inandığını anlayayım, güzelim inanışını, deliliyle
göreyim!
Müminler emiri ona dedi ki: sus, defol git de bu cüret yüzünden canın belaya sataşmasın!
Kulun, iptilalara düşerek Tanrı’yı sınaması hiç yaraşır mı?

A nadan, a budala, kulun ne haddi vardır ki edepsizliğe kalkışıp Tanrı’yı sınamaya girişsin?
Sınama Tanrı’ya yaraşır... O, kullarını her an sınar durur.
Bu sınamayla da içimizde gizlediğimiz inanışlarımızı bize apaçık gösterir.
Âdem, bu suçla, bu hata ile Hakk’ı sınadım dedi mi hiç?
“Padişahım, senin hilmin nereye kadardır? Onu görmek istedim” gibi bir söz söyledi mi hiç?
Ah, bu mecal kimde var, kimde?

Senin aklın şaşmış, pek sersemlemişsin... özrün günahından beter!


Gök kubbeyi yücelteni sınamak ha! Sen, bunu ne bilirsin ki?
A hayrı, şerri bilmeyen, sen kendini sına, başkasını değil!
Kendini sınadın mı başkalarını sınamadanvazgeçersin.
Şeker parçası olduğunu bildin mi, şeker yapılan ve satılan yere layık olduğunu da bilirsin.

mevlana
mesneviden
http://www.halveti.net/masnawi.asp?cat=4⊂=19

incilde isa aleyhisselam da şeytan tarafından böyle bir hinliğe maruz kalmıştır

(tasavvuf ve uzakdoğu öğretileri arasındaki beyaz iplik)

tasavvufla ve ötesinde kuran ayetleriyle direk ilgili olanlar bilirler

nasıl hristiyanlık şeriatıyla biz müslümanların şeriatı arasın da ufak bir fark var ikisi de
Allahtan biliriz

bakara 62
Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiîler, bunlardan her kim Allah'a ve
ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların
ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.

işte böylede vahiy ile ilham arasında ki farkı şu örnekten rahatça görebiliriz

önce bir ayet

"bütün iyilikler Allahtandır"

dikkatle benzerlikleri inceleyiniz

lao tzu'nun Tao Te Ching'den

1. Tanımlanabilen Tao,
mutlak Tao olamaz;
kelimelendirilen isim,
mutlak bir isim olamaz.
isimsiz olan,
gökyüzü ve yeryüzünün başlangıcı,
ismi olan ise,
binbir türün anası.
Hiç arzu taşımadan,
çözülür sırlar,
sürekli arzularla ise,
ancak tezahürler...
ikisi de aynı kaynaktan,
salt isimleri farklı.

Gerçek bu,
karanlık gelir kişiye,
karanlık içinde karanlık,
tüm sırlara açılan kapı..
2. Gökyüzünün altında,
herkes güzelliği güzellik olarak görür,
çünkü çirkinlik vardır.
Herkes iyiyi iyi olarak bilir,
çünkü kötülük vardır.

Bu nedenle sahip olmak


ve olmamak beraber gider.
Zor ve kolay birbirini tamamlar.
Uzun ve kısa birbirine karşı çıkarken,
yüksek ve alçak bir diğerinin üzerinde uzanır.
Ses ve söz bir ahenk içindeyken;
ön ve arka birbiri peşisıra yol alır.
işte bu nedenle,
bilge kişi edimsiz kalır,
suskunluktadır onun öğretisi...

Binbir tür durmaksızın devinir.


Yaratmak, ama sahiplenmemek,
çalışmak, ama karşılık beklemeden.
Bir iş yapılır ve unutulursa, sonsuza dek kalır...

3. Yetenekli olanı yüceltmemek,


tartışmaları,
değerli olanı biriktirmemek
hırsızlığı önler;
arzulananları görmemek ise
kalbin karmaşasını...
işte bu nedenle bilge olan,
gönülleri boşaltıp karınları doldurarak,
hırsları zayıflatıp kemikleri güçlendirerek yönetir.
Eğer kişinin bilgisi ve arzusu yoksa,
zeki olan ona dokunmaz...
Eğer bir şey yapılmazsa, herşey mükemmel kalır...

4. Tao boş bir kanaldır;


içinden akarsın ama dolduramazsın.
O ki, binbir türün, derinliğine varılamıyan kaynağı!
Keskinliği körelt.
Düğümü çöz.
Parıltıyı gölgele.
Toz, toprakla bir ol.
O ki, derinlerde saklı, ama hep var olan!
Nereden geldiğini bilmediğim...
O ki, tüm tanrıların tanrısı...

5. Gök ile yer taraf tutmaz,


binbir türün dönüşümünde.
Bilge de duygusal değildir
her şeyin değişiminde.
Gök ile yer arası körük gibidir bomboş,
ama doldurulamaz.
Kullandıkça, çoğalır, ha çoğalır.
Açıklamaya çalışma, tüketir seni.
Bırak, olduğu gibi kalsın.

6. Vadi ruhu hiç bir zaman ölmez;


o, kadındır, anaların anası...
Eşiği, gökyüzü ve yeryüzünün kökü...
Belli belirsiz bir peçe gibidir o.
Kullan; seni yanıltmaz.

7. Gök sonsuzdur, yeryüzü ölümsüz.


Nasıl böyledir peki?
Kendileri için yaşamazlar çünkü...
Bilge de bunun gibi en sona koyar kendini ve en öncedir asıl yeri.
Yüceltmez benliğini ve sonsuzlar varlığını.
Bensizdir bilge ve dopdoludur bu alemde.

8. Bilge kişi su gibidir,


su ki, beslerken dört bir yönü,
yarışmaz, tartışmaz şunu, bunu.
Kibirsizce akar, seçmeden sağı solu,
bu yüzdendir ki, YOLa uyumludur yolu.
işte bilge kişi benzer şekilde, yaşar, doğayla içiçe...
Düşüncesinde derin, verirken tarafsız, engin.
Konuşurken doğru, ve yönetirken dürüst.
Gündelikte yeterli ve edimlerinde tutarlı.
Yeteneğince üretici, fırsatlar kadar girişimci.
Ne kimseye üstün olma çabasında,
ne de kimse ona üstün.

9. Kenara kadar doldurmaktansa biraz boş bırak,


yeğdir.
Bıçağı aşırı bile, kısa zamanda keskinliğini yitirir.
Depoya altın ve yeşim biriktir, onları kim koruyabilir?
Servet ve etiket peşinde koş ve belayı davet et.
Bunun yerine, işini tamamla ve terket,
işte yol, işte Cennet.

10. YOLa sarılırsan, sarmalanırsın.


Sakince nefes al, yeniden doğarsın.
Zihnini arındır, sen de arınırsın.
Yüreğini aç, kabul görürsün.
Dünyayı kabul et, YOLu görürsün.
Can ver ve besle. Üret ama sahiplenme.
Ver, ama beklentisizce. işte uyum bu...

22. Baş eğ ve hakkını al;


Eğil ve dosdoğru kal;
Boşal ve dopdolu ol;
Yıpran ama yeni kal;
Aza sahip ol ve kazan;
Çoğu topla ve aldan.

Bu yüzden ki bilgeler,
Bir'i kucaklarken tümden,
Örnek olurlar tüme.
Vitrine sıkışmadan,
Işıl ışıl parlarlar.
Haklılık aramadan,
Farklılık kazanırlar.
Kendilerini övmez,
Ve kabul edilirler.
Büyük söz söylemezler,
Böylece sendelemezler.
Kimseyle tartışmazlar,
Ve kimse tartışmaz onlarla.
Bu nedenle denmiştir,
"Baş eğ ve hakkını al."
Bu boş bir deyiş midir?
Sen hele tümle bir ol,
ve herşey senin olur.

58. Bir ülke anlayışla yönetildiğinde, insanları yalındır.


Ülke şiddetle yönetildiğinde ise insanları kurnazdır.
Mutluluğun kökü derdin içine gömülüdür.
Dert, mutluluğun arkasında pusuda bekler.
Geleceğin ne taşıdığını kim bilebilir ki?

Dürüstlük yoktur, dürüstlük sahtekarlaşır.


iyilik büyü şekline döner, ve insanın büyülenişi çok uzun zaman sürer.
Bu nedenle bilge, keskindir ama kesmez, incelmiştir ama delmez; direkt ama kontrolsüz değil,
parlak ama körletircesine değil...

64. Barışı korumak zor değildir; dert en kolay başlamadan engellenir. Esnemeyen kolayca
parçalanır, küçük olan hemen ufalanır, dağılır.
Olaylara önceden çare gerekir, düzeni, karmaşa gelmeden önce getir.

Bir insanın sevgisi kadar yüce bir ağaç, önce küçük bir filizdir ya; dokuz kat yüksek bir
taraça, bir avuç topraktır başta; ve bin millik bir yolculuk, başlar, tek bir adımla...

Çabalayan kendi amacına yenilir.


Yakalamaya çalışan ise, yitirir. Bilge kişi çabalamaz ve bu yüzden yenilmez. Hiçbir şeyi
yakalamaya çalışmaz, ve hiçbir şeyi yitirmez.

insan genelde kaybeder kazanmak üzereyken, öyleyse, başlangıç kadar sona da özenirsen,
başarısızlığı yok edebilirsin, temelden.

Bilge arzulardan özgür olmayı diler.


Ne değerli şeyleri biriktirmeyi ister, ne de fikirlerin tutsaklığını seçer.
insanları kaybettiklerine geri götürür, onbinlerce şeyi doğasına döndürür, ama bir şey yapmak
gerektiğinde, durur.

( kişisel uyarı...Vahiy direk özel ismiyle yukarıda da bahsedilen O'nun Zatından


peygamberleriyle gönderilmiş umumi kanunlarıdır. Kur'anda O'nun en çok geçen ismi
O'dur..Dikkat et..Fark gördüğün şey Tek'in kendisidir...
ilham ise insanlığa umumi emirler değil kulun o herşeyden arı duru yüce yaratıcıya yakınlığı
derecesinde özel bahşedilmiş hissettirilmiş öze ait bilgilerdir. Zaman ve şartlar sonsuza doğru
akar..Sonuncu Bilge geleli çok oldu..Peygamber Tek'in bilgisi değil..Tek'in yüzüdür..)

(meryem suresinden)

1-9...

meryem suresinden

1 Kaf. Ha. Ya. Ayn. Sad.

2 (Bu,) Rabbinin, Zekeriyya kuluna rahmetinin anılmasıdır.

3 Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmişti:

4 Rabbim! dedi, benden (vücudumdan), kemiklerim zayıfladı, saçım başım ağardı. Ve ben,
Rabbim, sana (ettiğim) dua sayesinde hiç bedbaht olmadım.

5 Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da
kısırdır. Tarafından bana bir veli (oğul) ver.

6 Ki o bana varis olsun; Ya'kub hanedanına da varis olsun. Rabbim, onu rızana layık kıl!

7 (Allah şöyle buyurdu:) Ey Zekeriyya! Biz sana bir oğul müjdeleriz ki, onun adı Yahya'dır.
Daha önce ona kimseyi adaş yapmadık. *

8 Zekeriyya: Rabbim! dedi, karım kısır olduğu, ben de ihtiyarlığın son sınırına vardığım
halde, benim nasıl oğlum olabilir?

9 Allah: Öyledir, dedi; Rabbin: O bana kolaydır. Daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de
yaratmıştım, buyurdu.

(tesadüf)

tesadüfün anlamı kafanıza pisleyen kuşun neden pislediğini anlayamamamızdan ötürü o an


sıkışıp anlamsız bir rastlantı olduğunu düşünmemizden kaynaklanır

insanın acizliğini mutlak olarak gösteren fakat aslında asılsız bir kavramdır

çünkü kuşun pislemesinin ardından hayatımızda yarattığı etkiyi ya da başkasının hayatında


yarattığı
ve hayatta yarattığı zincirleme etkiyi tam olarak göremeyiz

örneğin kafamıza düşen damla sebebiyle durakladığımız an da duraklamış oluruz ve bu iyi ya


da kötü mutlaka bir değişiklik gerçekleştirmiş olur hayatımızda
fakat biz bilemeyiz
iyi kötü arası normal bir etki yaratması da yine anlamlı olduğunu tesadüf olmadığını gösterir
çünkü normali göstermiştir

bilemediğimizden düşünemediğimizden dolayı da buna anlamsız bir fiildir dememiz ne kadar


doğru olur düşününüz

bütün olarak baktığımızda ise asıl bu tip bilemediğimiz çıkışlar bize hayatın anlamsız olduğnu
tesadüf olduğunu söyletir

halbuki o sırada kuşların hayvanların yaptıkları fiillerden bir sorumluluk sahibi olmadığını
tekrar düşünsek zikretsek
belki bir arkadaşımıza senin azna sıçarım demez kafasını ve kalbini kırmaz küfür etmez
daha anlayışlı olabilirdik

anlayış/farkındalık manayı görür


mana mutlaka vardır çünkü yok diyen yok manasını göstermiş olur
fakat yok ne kadar manalı bişey olabilir?
acı halinde belki olabilir fakat sadece acı halinde böyledir
neşe sevinç mutluluk halindeyken bunların yok olması yokun anlamsız bişi olduğunu
bildirmektedir
ve bir anlam olmaması olaylara anlam yüklememek zaten imkansızdır çünkü mana sen
vermesen de kendisi oluşmaktadır
oluşmaması zaten yokluk demektir
bunun için de deneyim gerekir
yani bir manayı yok edin bakalım nasıl bir şey oluyor
insan yaşayabiliyor mu
acı mı hissediyor yoksa huzura mı eriyor görülür
ilk baraj acıdan sonra huzura erdiği gerçektir
fakat bunu deneyimlememiş olanlar varlığa döndüklerinde bişilere yok demekte ısrar
etmektedirler
halbuki bu huzuru vardan öğrenmişlerdi hala da kendileri var ve varlık vardır
diyeyim belki bi idrak oluşur

küfür ve kavga belki hayvanlarda tek mümkün yol olmaktayken


insanda yıkıma yol açar

ve insan kendine ve başkasına verdiği zararların zararını giderebilmek kudretinde ve


engelleyebilecek bir bilinçte olmasına rağmen kendine bir yol tutup
engellemiyor çabalamıyor hayvan idrakindeki "mana" gibi fakat insan olduğu gerçeğinden
ötürü daha anlamsız bir dille hayat bir tesadüftür diyor ve manayı düşünmemekte diretiyor

hatta aklını da bunun bilimsel olduğuna herşeyin yok olucu olduğuna belki de zararların iyiye
dönebileceği gerçeğine
bağlıyor
halbuki bu işin sonrasıdır

öncesinde acaba verdiği zararların giderilebilmesi için bir yol tutmuş mudur aramış mıdır
bunu kendi ve etrafı için en önemli şey olduğunu bilmiş midir
engelleyebileceğinin mümkün olduğuna dair bir inanca sahip midir

örneğin evrim teorisine inanıyorsa tesadüfe de inanıyor olduğunu ve aslında mana verirken
varlığa manasız demekte olduğunu görebiliyor mudur

yoksa varlığı ancak bildiği kadarıyla bildiği halde! bütünüyle varlığa doğru sallamış bütün bir
hüküm mü giydirmiştir onu herkes kendisi bilir

(elhuznürrefiigı...)

elhuznürrefiigı..

'hüzün benim arkadaşımdır'

s.a

"Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın
kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal
olmaz."

s.a

Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.

s.a

zorlaştırmayınız kolaylaştırınız

s.a

"İki müslüman kılıçlarıyla birbirlerinin üzerine yürürlerse öldüren de ölen de ateştedir!"

Bu söz üzerine Rasûl-i Ekrem'e: "Ey Allah'ın Rasûlü! Katili anladık ama maktûl niye ateşte?"
diye sorulmuştu.

-"Çünkü o da kardeşini öldürme hırsı taşıyordu!" cevabını verdi. -Bir başka rivayette ise: "O
da kardeşini öldürmek istemişti" demiştir.

s.a
Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre şöyle demiştir:

Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana:

“Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın buyruklarını
gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın (rızâsını) her işte önde tut, Allah’ı önünde
bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki,
bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir
ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak
Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem
yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.

s.a

(yumuşaklık)

Kim bir ayıbı örterse sanki kabrine diri gömülmüş yavruyu kurtarmış olur.

s.a.v

Kim ilim öğrenmek isterse geçmiş zamanlardaki cahillik hatalarına kefaret olur. (Suçu
bağışlayana vesile olur)

s.a.v

İnsanların hayırlısı, insanlığa hayırlı olandır.

s.a.v

Din kardeşinin ayıbını utanç verici halini görüp de bunu örten, gizleyen kimse islamiyetten
önce Arapların yaptığı gibi, diri gömülen kızı mezardan çıkarmış, ölümden kurtarmış gibi
olur.

s.a.v

Mümin müminin aynasıdır.

s.a.v

Yumuşak davranmayan kişi hayır yapmamıştır.

s.a.v

Yumuşak davran. Sertlikten ve çirkin şeylerden sakın.

s.a.v

Yumuşaklık insanı süsler, çirkinliği giderir.

s.a.v
Kendisine yumuşaklık verilen kimseye, dünya ve ahrette iyilikleri verilmiştir.

s.a.v

İçinizde en sevdiğim kimse, huyu en güzel olanınızdır.

s.a.v

Her kim bir topluluğun duyulmasını hoşlanmadıkları bir haberini işitmeye çalışırsa, kıyamet
gününde onun iki kulağına kurşun dökülür.

s.a.v

Ey dili ile iman edip imanları kalplerine yerleşmemiş olan topluluk! Müslümanları
çekiştirmeyin. Gizli hallerini araştırmayın. Çünkü din kardeşini araştıran kimsenin gizli
hallerini Allahu teala araştırır. Evinin içindede olsa kusurlarını ortaya çıkararak onu rezil eder.

s.a.v

İyilik güzel ahlaktır. Kötülük vicdan tırmalayan ve halkın duymasını hoş görmediğim
şeylerdir.

s.a.v

İki kişi konuşurken birbirlerine güvenerek konuşurlar, artık bunlardan birinin diğerini
sevmediği şeyleri açıklaması ve yayması helal değildir.

s.a.v

Eğer sen insanların kusurlarını ve gizli hallerini araştırırsan onları kargaşaya sebep olursun.

s.a.v

Bir kul, dünyada bir kulun ayıbını örterse Allah da onun ayıbını kıyamet günü örter.

s.a.v

Kendi kusuru varken başkalarının kusurlarını araştırmaktan kendisini alıkoyana ne mutlu. Ona
müjdeler olsun.

s.a.v

Şayet sen Müslümanların ayıplarını takip ederek araştırırsan bozgunculuğa veya kargaşaya
yaklaşmış olursun.

s.a.v

Her kim din kardeşini bir suçla ayıplarsa o suçu kendiside işlemeden ölmez.
s.a.v

Her kim Müslüman kardeşinin ayıplarını kusurlarını, kimsenin görmesini ve işitmesini


istemediği şeyleri örterse Allahu Teala’da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim
Müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği bir şeyini ortaya çıkarır ve dile verirse
Allahu Teala da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır. Bu
surette kendi evi içinde de rüsva eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü
diriltmiş gibidir.....

s.a.v

(özür dilemek)

(Aleyhisselâtü Vesselâm) buyurdu ki:

– Hiç kimse, Allah kadar özür kabul etmeyi sevemez.


Bu sebeple, Allah Kitap indirmiş, Peygamber göndermiş, insanlara özür dileme yollarını
bildirmiştir.

s.a.v.

Tasavvuf

Yazın içilen serin bir sudan sonra, cennete gönderilen bir ince şükürdür.

(anadolu)

"Hak Teâlâ'nın Anadolu halkı hakkında büyük inayeti vardır ve Sıddîk-ı Ekber Hazretlerinin
duâsıyla da bu halk bütün ümmetin en merhamete lâyık olanıdır. En iyi ülke Anadolu
ülkesidir; fakat bu ülkenin insanları mülk sahibi Allah'ın aşk âleminden ve derûnî zevkten çok
habersizdirler. Sebeplerin hakîkî yaratıcısı Allah, hoş bir lutufta bulundu, sebepsizlik
âleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilâyetine çekip getirdi.

Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünnî (Allah bilgisine ve sırlarına
ait) iksirimizden (altın yapma hassamızdan) onların bakır gibi vücutlarına saçalım da onlar
tamamiyle kimya (bakışıyla, baktığı kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan âleminin
mahremi ve dünyâ ariflerinin hemdemi (canciğer arkadaşı) olsunlar."

mevlana hazretleri

(Fihi Ma Fih)

Bu dünyada gördüğün herşey, o dünyada da tıpkı-tıpkısına var; hattâ bütün bunlar, o


dünyadan birer örnek.
Bu dünyadaki herşeyi o dünyadan getirmişlerdir.
"Hiçbir şey yoktur ki hazineleri katımızda olmasın; ancak onu, bilinen bir miktarda indiririz"
Aktar, çeşit-çeşit tablaların, ilâçların üstüne bir tas kor.
Her ambardan bir avuç şey vardır tasta; bir avuç biber, bir avuç sakız. Ambarların sonu
yoktur; fakat tablasına bundan fazlası sığmaz.
İşte insan da bu tas gibidir; yahut da bir aktar dükkânıdır ki orda Tanrı sıfatlarının
hazinelerinden avuç-avuç, parça-parça şeyler vardır.
Bu dünyada, lâyığınca, alış-verişte bulunsun diye onları kaplara, tablalara koymuşlardır;
duymaktan bir parça, görmekten bir parça, söylemekten bir parça, akıldan bir parça,
keremden-ihsandan bir parça, bilgiden bir parça.

Şu halde insanlar, Tanrının gezip dolaşan satıcılarıdır, dönüp dururlar.

Gece-gündüz tablaları o doldurur, sen boşaltırsın; yahut da yitirirsin, yahut da onunla bir
kazanç elde edersin.
Gündüz boşaltırsın; yahut da gece gene doldururlar, kuvvet verirler. Meselâ gözün aydınlığını
görüyorsun ya; o dünyada da gözler var, bakışlar var, görüşler var; hem de çeşit-çeşit.
Sana ondan bir örnektir, yolladılar ki dünyayı seyredesin. Yoksa görüş, bu kadar değildir;
fakat insan, bundan fazlasına tahammül edemez.
"Hiçbir şey yoktur ki onun hazineleri katımızda olmasın."
Bu sıfatlar da sonsuz olarak katımızdadır bizim; bilinen bir parçasını göndeririz sana.
Artık bir düşün; bu kadar binlerce yüzyıllar, bunca soylar-boylar geldiler; bu denizden
doldular, derken gene boşaldılar; bir seyret de gör. ne ambardır bu.

Şimdi kimin gönlü, o denizi daha fazla anladıysa onun gönlü, tabladan o kadar soğur. Şu
halde bütün dünya, para basılan yerden çıkıp geliyor; gene dönüp para basılan yere gidiyor.
"Gerçekten de Tanrınınız biz ve gerçekten gene dönüp ona varanlarız."
Gerçekten de biz, yâni bizim bütün parça-buçuklarımız oradan gelmiştir; oranın örnekleridir;
küçük-büyük, canlı-cansız herşey, dönüp gene oraya gider.
Fakat bu, şu tablada hemencecik görünür; tabla olmadıkça görünmez.

Neden şaşıyorsun, neden tuhaf geliyor sana?

Görmüyor musun bahar yelini?


Esti mi ağaçlar yeşerir, çayırlar-çimenler biter, gül bahçeleri bezenir, çiçekler açar; baharın
güzelliğini onlarla seyredersin.
Fakat bahar yelinin kendisine bakarsan bunların birini bile göremezsin. Fakat bu, bu görülesi
şeyler, bu gül bahçeleri onda yok demek değildir. Hepsi de onun ışığından değil mi?
Hattâ onda dalga-dalga gül bahçeleri, dalga-dalga çiçekler vardır; fakat lâtif dalgalar
olduğundan vasıtasız göze görünmezler; lâtif olduklarından belirmezler.

Tıpkı bunun gibi insanda da gizli vasıflar vardır; fakat birinin sözü, birinin zarara uğrayışı,
birinin savaşması, barışması gibi içten, yahut dıştan bir vasıta olmadıkça görünmez; insandaki
sıfatlar ancak bunlarla meydana çıkar.
Görmüyor musun? Kendi kendine bir düşünceye dalsan hiçbir şey görmezsin, kendini, bu
sıfatlardan bom-boş sanırsın.
Sen neysen gene osun; değişmiş değilsin; fakat onlar sende gizlidir.
Denizdeki suya benzer onlar; su, denizden ancak bir bulut vasıtasıyla ayrılır; ancak dalga
vasıtasıyla belirir, görünür.

Dalga, dıştan bir sebep olmadan içten coşup köpürmendir senin. Fakat deniz süt-limansa hiç
mi, hiç görmezsin; bedenin deniz kıyısındadır, canınsa bir deniz.
Görmüyor musun, o denizden bu kadar bin yılanlar, balıklar, kuşlar, çeşit-çeşit, renk-renk
yaratıklar çıkıyor, kendilerini gösteriyor da gene denize dalıp gidiyor.

Öfke, haset, imrenip özleyiş bunlardan başka sıfatların da denizden baş çıkarır.
Şu halde sıfatların, Tanrı âşıklarıdır

amma lâtiftir; bu yüzden de dil elbisesine bürünmedikçe görmek mümkün değildir onları;
soyundular mı, lâtif olduklarından göze görünmezler.

Fihi Ma Fih
Mevlana Celaleddin Rumi Hz

(Fihi Ma Fih'den)

...

"Hiçbir şey yoktur ki hazineleri katımızda olmasın, fakat onu, ancak bilinen bir miktarda
indiririz."

Hikmet yağmura benzer. Madeninde sonsuzdur, fakat ne kadar gerekse o kadar yağar. Kışın,
baharın, yazın, güzün, miktarınca; baharın biraz daha çok, yahut az.

Amma geldiği yerde sonsuzdur o. Şekerciler şekeri, eczacılar ilâcı kâğıda korlar.
Fakat şeker, kâğıtta olduğu kadar değildir.
Şekerin madenleri, ilâçların madenleri sonsuzdur; kâğıda nerden sığacak?
Hani kınamışlardı da Tanrı esenlik versin ona, Kur'ân Muhammed'e neden âyet-âyet iniyor da
sûre-sûre inmiyor demişlerdi.
Tanrı rahmet etsin, esenlik versin ona, Mustafâ buyurdu ki: Bu ahmaklar ne söylüyorlar?
Bana tam olarak birden inseydi yanar-giderdim., kalmazdım ki.
Çünkü bilip anlayan, azdan çoğu anlar, birşeyden birçok şeyleri, bir satırdan defterleri.
Bu, şuna benzer: Bir topluluk oturmuş, bir hikâye dinliyordu. İçlerinden biri, anlatılanı tam
olarak biliyordu, olayın içinde bulunmuştu o. Bir işaretten olayın hepsini anlıyordu.
Sararıyordu, kızarıyordu, halden hale giriyordu. Başkaları, duydukları kadar anlıyordu, çünkü
o hallerin hepsini bilmiyorlardı ki. Fakat bilen, o kadarından pek çok şey anlamıştı.

Geldik sözümüze: Evet, aktarın yanına geldin mi, şekeri çoktur amma kaç parayla geldin, ona
bakar, o kadar şeker verir.
Burada da gümüş para, himmettir, inançtır. İnanç ve himmet miktarınca artar-durur söz.
Şeker almaya geldin mi çuvalına bakarlar, ne kadarsa o kadar tartarlar; bir kile, yahut iki kile
verirler.
Fakat adam, tutmuş da deve katarları getirmişse, birçok çuvallarla gelmişse kilecilerin
gelmelerini buyururlar. Çünkü bu iş uzun sürecek, çabuk savulmayacak, kileci gerek derler;
kilecileri getirirler.
Böylece bir insan vardır; ona denizler bile yetmez; bir insan da vardır, birkaç katre yeter ona;
fazlası ziyan verir.
Bu, yalnız anlam, bilgiler, hikmet âleminde böyle değildir. Mallarda-mülklerde, altınlarda,
madenlerde hep böyledir. Hepsi de sınırsızdır, sonsuzdur; fakat adamına göre sunulur.
Çünkü insan, fazlasına dayanamaz; deli-divâne olur. Görmez misin Mecnun'u, Ferhat'ı,
onlardan başka âşıkları? Bir kadının aşkı yüzünden dağlara-ovalara düştüler. Çünkü onlara,
dayanamayacakları kadar istek sunuldu.
Görmez misin Firavun'u? Ona fazla mal-mülk sunuldu, Tanrılık dâvasına girişti.

"Hiçbir şey yoktur ki onun hazineleri katımızda olmasın."


İyiden-kötüden hiçbir şey yoktur ki katımızda, haznemizde sonsuz defineleri bulunmasın;
fakat herkese, dayanacağı kadar göndeririz, çünkü uygun olanı da budur.
Evet, bu adam inanmıştır, fakat inanç nedir, onu bilmez. Çocuk da ekmeğe inanmıştır amma
inandığı nedir, onu bilmez ya, tıpkı onun gibi işte.
Bitkiler de böyledir. Ağaç,susuzluktan sararır-solar, kurur; fakat susuzluk nedir, bilmez.
İnsanın varlığı bir bayrağa benzer. Önce bayrağı dikerler; sonra akıl, anlayış, kızış, öfke,
yumuşaklık, lûtfediş, korku, umut gibi sayısını ancak Tanrının bildiği sonsuz huylardan
meydana gelmiş orduları, her yandan, o bayrağın altına gönderirler.
Uzaktan bakan, yalnız bayrağı görür; fakat yakından bakan, bayrağın altındaki topluluğu da
görür.
Yâni gaflette olan, ancak şu bedeni görür, bilense bakınca onda ne inciler-mücevherler var, ne
anlamlar var, anlayıverir.

Fihi Ma Fih
Mevlana Celaleddin Rumi Hz

(münakaşa)

Ebu Ümameden (Radiyallahü Anh):

Efendimiz (Aleyhisselâtü Vesselâm) buyurdular ki:

" Kim haksız olduğunu anladığı bir münakaşayı (hakka teslim olmayı düşünerek) terkederse,
kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur.

Kimde haklı olduğunu bildiği bir münakaşayı sırf barışı ve uzlaşmayı sağlamak düşüncesiyle
terkederse, ona da cennetin ortasında bir ev inşa edilir."

(neml 10)

Asanı at! Musa (asayı atıp) onu yılan gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı.
Ey Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz.

(işte bu elbette azmedilecek işlerdendir)

Şûrâ 42: Yol ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler
aleyhinedir. İşte onlar için acı bir azap vardır.

Şûrâ 43: Her kim de sabreder ve kusuru bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir.

(ve sakın umursamaz kimselerden olma)

Ve sen, (ey Peygamber), gönül alçaltarak, korku ve duyarlık içinde, sesini yükseltmeden
sabah akşam Rabbini an ve sakın umursamaz kimselerden olma.

A’râf 205

(yüreğinizin ta derinlerinden)
Rabbinize alçak gönüllüce ve yüreğinizin ta derinlerinden seslenin. Doğrusu O, çizgiyi
aşanları sevmez.

A’râf 55

(bir ayet)

Gönül alıcı bir söz ve başkasının eksiğini gizlemek,

peşinden incitmenin geldiği bir yardımdan daha hayırlıdır;

ve Allah Müstağnidir(Kimseye muhtaç olmayan), tahammül (hilm) Sahibidir.

Bakara 263

(cennet)

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:


Bir bedevi gelerek Resûlullaha şöyle dedi:
"Ya Resûlallah! Cennette elbiselerimizi bizler kendi ellerimizle mi dokuyacağız?"
Bu suâl üzerine oradakiler güldüler.
Resûlullah (s.a.v.), "Niçin gülüyorsunuz? Câhil olan bir âlime suâl sorabilir" buyurdu.

Sonra o zâtın suâlini şöyle cevaplandırdı:

"Hayır ey Arabî. Fakat oradaki elbiseler Cennet meyvelerinin arasından çıkar."

------------------------------------------

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Allahü Teâla her gün Cennete şöyle buyurur:


"Sana girecek olanlar için güzelleş!" Ardından Cennetin güzelliği daha da artar. İşte seher
vaktinde insanların hissettikleri serinliğin sebebi budur.

s.a.v

Mirat-ül İrfan (İbn-i Arabi (allahın zatını anlayabilmek adına)

Mirat-ül İrfan
Muhyiddin Arâbi

1. Bölüm
Hamd Allah'a aittir...
Şu sebepten:
O'nun vahdaniyetine gölge düşürecek bir KABL ;
yani EVVEL yoktu.
Çünkü KABL ; yani EVVEL, o idi.
Keza bir BAAD de ; yani : Onun zatına ve sıfatına
leke sürecek bir BAAD; yani SON da yoktu..
Çünkü son dahi o idi..
Aynı şekilde onu , bir evveliyet ile tavsif etmek
mümkün olamaz . Keza ; onu bir baadiyet ; yani :
son ile de tavsif etmek mümkün değildir.
Ve.. ne üst ; ne de alt.. Bu vasıflar da onun şanına
yakışmaz.
Onun zatı için: Bir yakınlık düşünülemez.
Uzaklık da öyle.
Hele bir şekil.. asla!..
Ondan , bir zaman mefhumu ile haber sormak da
imkansızdır.
Hasıl-ı kelam : Onun için ne vaktin , ne zamanların
, ne yerin , ne altın , ne de üstün , ne de onunla
beraber bir mevcudun varlığı düşünülebilir.
Onu istiab edecek ; yani : içine alacak ve
barındıracak bir mekan da düşünülemez..
***
Evet.. O , yukarıda anlatıldığı gibi idi . El'an ; yani ,
şu anda dahi öyledir .
Yüce Allah , öyle bir varlık idi ki: Onunla beraber
bir şey yok idi..
El'an : yani , şu anda dahi öyledir .
Yani : VAHİD..Yani Birinci.. Ama sayı ve hesap
ile değil..
***
Yüce Allah , zatında ve sıfatında münferittir.. Ama
, bir ferdaniyet mefhumunu düşündürecek belirti
olmadan..
O , isim ve müsemmadan terkib edilip bir araya
gelmiş de değildir .
Çünkü : isim de müsemma da odur..
İsim onun gayrına mal edilemez..
Çünkü : Onun gayrı diye bir şey yoktur . İşbu
sebepten : isim de müsemma da odur..
Evvel odur. Amma bu evveliyet için bir başlangıç
düşünülemez..
Keza ahir de odur . Ama bu ahir için bir bitiş
tevehhüm eylenmesin.. Yani : Bitiş diye bir şey
yoktur..
Aynı şekilde zahir de odur . Ama şöyle veya böyle
; diye bir zuhur vasfını tabir de mümkün değildir .
Keza batın da odur . Yani : Gizli . Ne var ki ; bu
gizliliği de anlatmak için herhangi bir vasfa
büründürmek mümkün değildir.
Taayyünatın , yani : Herhangi bir şeyin kendi
başına oluşu ve başkasına benzeyiş şekillerinin
tümü odur.
Varlığın ilk harfi , keza odur . Yani Varlığın
başlangıcı .
Keza sırrın başlangıcı da ona varır..
Aynı şekilde ahirin , yani : Sonun harfi de yine
odur.. Onunla başlar . Yani : Onun baş harfi ile..
Böylece ahirin de sırrı o olmuş olur .
***
ZAHİR harflerinin tüm varlığı onunladır . Yani :
Onun ismidir . İsmi ise , onun zatına çıkar .
BATIN harlerinin varlığı da onunla vücud buldu .
Çünkü bu da onun bir ismidir.. Sıfatıdır..
Hasıl-ı kelam : Evvel , ahir , zahir , batın yoktur ;
ancak , o vardır .
Şunu da unutmamalı ki ; sayılan harflerin hiç biri
onun varlığına kayıp gitmemiştir.
Keza , onun varlığı da bu harflere kayıp
gelmemiştir .
Ne gelmek vardır ; ne de gitmek .
Bütün bu manaları , anlattığımız şekli ile anla ki :
Hululiye mezhebinin düştükleri hataya düşmeyesin
.
***
O , eşyalardan her hangi bir şeyde olamaz . Aynı
şekilde , herhangi bir şey de onda değildir .
Yani : ne bir giriş var ; ne de bir çıkış..
***
Bu durumda , anlatılan manaya uyan odur ki : Onu
anlattığımız vasıfla anlayasın .
İşe anlatılan manaların dışında hiç bir şeyi
karıştırma.. Şöyle ki :
İlmin delaletini bu manada kabul etme..
Aklın , yararlı olacağını sanmayasın .
Fehim , bu makamda hiç bir iş göremez..
Hele vehmin bu durakta sözü dahi edilmez ..
His , yani Duygu ; ancak dış alemde sözünü
geçirebilir . Yüce o , atıl batıl kalır .
Dış göz nedir ki ?.. O da bir iş göremez. Keza,
batın gözü de..
İdraki de bırak.. Onu bir kalem geç..
Şunu unutma ki :
Onu , ancak o görebilir..
Onu , ancak o idrak edebilir..
Onu , ancak o bilebilir..
***
Yani : Yüce Allah , kendisini kendi özü ile
anlayabilir .
***
Burada ; özet olarak anlatılmak istenen mana şudur
: Onu , ondan gayrısı göremez.. Onu , ondan gayrısı
idrak edemez..
öyle ki : Tek kişi.. tek kişi dahi bu mananın dışında
bir şeye sahip olamaz..
***
Yanlış anlaşılmasın..
Onun zatında bir hicabı vardır ; yani perdesi..
Ne var ki bu perde onun vahdaniyetidir .Yani:
Birliği.. tekliği.. Başka değil..
Kendi hicabından başka bir şey onu perdeliye- mez
.
Şöyle ki: Onun varlığı vahdaniyeti ile gizlenir.
Ama şekilsiz.. keyfiyetsiz..
Onu hiç kimse göremez..
Ama hiç kimse.. Ne , yeni bir şeriatle gelen mürsel
peygamber ; ne bir veli.. Allah dostu..
Ne de , ona yakınlığı olan bir melek.. Bu da , ona
karşı , kendiliğinden bir marifete sahib olamaz.
2. Bölüm
Onun peygamberi , odur .. Yani : Kendisi , onun
risaleti odur .. Yani : Elçisi odur . Yani , kendisi..
O , bir elçi gönderdi : Kendisinden.. Kendisiyle ,
kendisine..
Ne sebep , ne vasıta .. Bunlar yok.. Çıkar bunları
aklından..
Elçiyi gönderen.. elçinin getirdikleri.. elçinin
kendisi.. Ve elçinin geldiği kimse..
Bunların hepsi aynı varlıktır ; tek şeydir .
Aralarında hiç bir fark , değişiklik ve ayrılık yoktur
.
Bir beka vücudunun harflerini düşünün.. Bu onun
varlığıdır ; vücududur .. Başka yok..
Onun gayrı için bir vücud düşünülemez.. Hatta
yokluğu da ; yani : fenası da Hatta ne ismi , ne de
müsemması düşünülebilir .
Sakın ha .. çok sakın ..
Bu manaları inkara kalkmayasın ; sonra.. yanarsın..
Çünkü delilimiz kesindir ; sağlamdır .
Çünkü Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu :
"Bir kimse ki , nefsini bildi ; gerçekten Rabbını
bilen o oldu .."
Çünkü Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu :
"Rabbımı , Rabbım'la bildim.."
Ona , Allah-ü Taala salat ve selam eylesin..
***
Durum anlatıldığı gibi olunca : Düşün..
Sen nesin ?
Şüphesiz ; sen , sen değilsin..
Sen osun.. Ama sen , sen olaraktan değil..
O , bir giriş şekli ile sana dahil değildir . Ama, bir
çıkış şekli ile de , senden hariç değildir .. Keza ;
sen de onun haricinde değilsin .
Bu anlattığım mana ile : Senin mevcud olduğunu
kasd etmiyorum.. Keza sıfatını da..
Şunu anlatmak istiyorum : sen hiç bir zaman var
olmadın . Olman da mümkün değil..
Her şeyi bir yana at..
Hiç bir şeyle olma.. Hatta sen , sen olma.. Hele
nefsinle hiç olma..
Onunla , yani : Hak'la da olma . Hatta , onda da
olma . Onunla birlikte de olma..
Fakat , şunu da unutma ki : Sen ,ne bir fanisin; ne
de bir mevcud.. Sen osun ; o da sen..
Bu arada şu manayı da anla : Allah-ü Taala
alemlerden hiç birine muhtaç değildir ; ganidir..
Bunun böyle olması için ne bir illet lazım gelir; ne
de bir sebep..
***
Şimdi.. Varlığını ki , anlatılan manada anladın..
Yani varlığına karşı bir irfan duygusuna sahib
oldun : Şüphesiz varlık yönü ile Allah-ü Taala'yı
anladın sayılır..
Yani : Ona karşı bir irfan duygusuna sahib oldun
demektir .
Anlatılan bu mananın dışında her şey , boşuna
sayılır .
Yani : Faydasız.. sıfır..
***
Bu manada , arif zatların pek çoğu : yüce Allah'a
karşı marifet duygusunu , varlığın yokluğa geçişi
ile hasıl olacağına kail oldular .
Yani : Marifet duygusunu fena haline izafe ettiler ..
Sonra .. Fena dan da geçtiler ; fenanın , yani
Yokluğun da ötesinde aradılar ..
Kanaatları buydu ..
Halbuki bu duygu ; açıktan bir yanlıştır ve bir
yanılmadır .
Sebebine gelince : Allah'a karşı marifet duygusu
;ne varlığın fenasına ,ne de bu fenanın da fenaya
varmasına bağlıdır .
Yani : Ne Mevcud varlığın yok olmasına , ne de bu
yok olmanın da yok olmasına bağlıdır..
Hiç bir zaman irfan duygusu ; anlatılan hallerle
elde edilemez .
O şey ki , hiç bir şey değildir ; ona bir vücud , yani
varlık verilemez ..
Sonra.. o şey ki varlıktan yana bir nasibi yoktur ;
onun için de bir fena hali olamaz..
Ancak fena hali ; bu varlığın isbatından sonra
gelebilir . Ki , fenaya müncer olacak bu varlık, bir
yönüyle mevhumdur..
Şimdi kendine gelmek zamanıdır .
Sen ki : kendini ne bir varlığa sahip , ne de bir fena
haline varacak biri bildin.. Ve bu manada bir
marifet duygusuna sahip oldun.. İşte o zaman :
Yüce Allah'ı gerçekten anladın sayılır..
Yani : Marifet sahibi oldun ; demektir..
Bu mananın dışında bir şey ummak boşunadır..
***
Şimdi.. Marifeti , yani : Allah-u Taala'ya karşı irfan
sahibi olmayı vücudun yokluğa gitmesinde
beklemek üzerine bir sözümüz var..
Keza , fenanın da fena bulması üzerine..
Kısaca diyelim : Bu , şirkin ; yani ; Hak varlığa
ortaklığın bir isbatıdır..
Yani : Arada bir yabancı varlığı kabul etmektir..
Halbuki : Resulüllah S.A. efendimiz :
"Bir kimse ki , nefsini bildi ; gerçekten Rabbını
bilen o oldu .."
Buyurdu.. Ki , bu manadaki inceliği anlamak
gerek..
***
Bu arada hiç bir yabancı görmemek gerek.. Zira ,
bir yabancının isbatı neticede onun yok edilmesini
güçleştirir..
Sebebine gelince :
"Bir şeyin sübutu gerekmeyince onun fenası da
gerekmez."
Kaidesi esastır..
Bu durumda sana düşen odur ki : Ne bir şeyi yok
göresin ; ne de var..
***
Senin bu mevhum varlığın bir şey olma , vasfına
dahi haiz değildir..
Madem ki , o varlığın böyledir ; yani : Bir şey
değildir ; o halde o : hiç bir şeye izafe edilemez..
Yani : Bağlanamaz.. Ne bir faniye ; ne de bir
faninin gayrına.. Ne mevcuda ; ne de maduma..
Yani : Ne varlığa .. ne de yokluğa .
İşte.. Resulüllah S.A. efendimiz gerçekten de bu
manaya işaret etmektedir .
3. Bölüm
Şöyle ki : Sen şu anda madumsun . Yani : Yoksun..
Nasıl ki daha önce de yoktun.. Yani :
"Ol.."
Emri gelmeden evvel..
***
Şu manaları da unutma : Ezel şu andır.. Ebed , şu
andır.. Kıdem , şu andır..
Yani : Ezel , ebed , kıdem şu içinde bulunduğumuz
ve göz açıp kapayacak kadar bir zaman içinde
elden çıkardığımız vakte sığdırılmıştır .
İşbu vaktin içinde , kendini ara .
Unutma ki : Bütün bu gelip geçen anlarda Hakkın
gayrısı yoktur..
***
Şimdi anlatacaklarımızı da iyi anlamaya çalış..
Allah : Ezelin vücudu odur ; yani , varlığı..
Allah : Ebedin vücudu odur ; yani , varlığı..
Allah : Kıdemin vücudu odur ; yani , varlığı..
Bütün bunları anlamaya çalışırken , sakın ; ezele ,
ebede ve kıdeme kendiliğinden bir varlık
vermeyesin..
Anlatmaya çalıştığımız bu mana doğrudur .
Eğer doğru olmasaydı ; Allah-ü Taala tek ve
saltanatında ortaksız olamazdı .
Halbuki , onun şanına yakışan tek olması ve
varlığında ortağı olmamasıdır..
***
Muhal olarak ona bir ortak düşünülürse.. şöyle
olması gerekirdi : Onun ortağı o olurdu ki ; kendine
has bir varlığı var.. Ama Allah'ın varlığı ile var
değil..
Bir kimsenin veya her hangi bir şeyin böyle
olduğunu düşünün : Bu takdirde o , Allah'a muhtaç
olmaz ; ikinci bir Rabb olur.. Yani : Allah :
İşbu oluş , muhaldir .
Allah-ü Taala'nın , mülkünde ve saltanatında ortağı
yoktur . Benzeri yoktur. Dengi yoktur .
***
Bu manalar açısından bakılınca..
Her kim ; Allah ile beraber , Allah'tan bir parça
veya Allah'ta herhangi bir şeyi görürse.. halbuki o
şey , bir Rabb olması yüzünden Allah'a muhtaçdır..
Şüp hesiz anlatıldığı gibi görülen bir şey , Allah'a
ortak edilmiş olur . Halbuki o şey , her hali ile
Allla'a muhtaçtır..
Bu arada ; herhangi bir şey için , aslında iyi
olmayan şöyle bir cevaz yolu akla gelebilir..
Mesela : Herhangi bir şey , Allah ile beraberdir
.Kıyamı ; yani , durumu kendisiyledir ; yahut Hak
iledir..
Bu şekilde değil de Kendi varlığından geçmiştir ;
yani , fena bulmuştur . Yahut Allah ile olduğuna
göre onun varlığında fena bulmuştur ; yani ,
yokluğa ermiştir .
İşbu düşüncelerin tümü , çok çok uzaktır . Bilhassa
, marifet ; yani : kendini bilme kokusu alanlar için
...
Sebebine gelince : Her kim Hakkın gayrı bir şeyin
mevcut olduğuna yol verir ; somra da onunla kaim
olduğuna kail olursa... Sonra fena bulacağına ,
sonra fenasından da fena bularak kendinden
geçeceğine inanırsa...
İşbu durum çok tehlikelidir...
Çünkü , bu fena halini zincirleme devam etmiş
olur...
O şekilde devam ettirmiş olur ki : Haşa Hakkın
yokluğuna kadar gider .
Bu düşüncenin sonucunu kısaca diyelim : Peşpeşe
şirk içinde şirktir .
Hele nefsini bilmek yönünden hiç faydası yoktur .
Bu düşüncenin sahibi Müşriktir . Ne Allah'a karşı
bir irfan duygusuna sahip olabilir ; ne de nefsini
anlayabilir .
***
Şimdi ... Anlatılan bu manalar karşısında , bazı
sorular sorulabilir...
Mesela , biri çıkar ; şöyle sorar :
"Bu , birbirine giren mana yolları arasında ; nefsi
bilmenin ve Allah'a arif olmanın tam yolu nasıl
bulunur!.."
Bu sorunun cevabı şu olur :
"Yol birdir ...Nefsi ve yüce Allah'ı anlamaya
götüren yol ise... Bilesin ki : Allah var idi ; onunla
ikili bir şey yok idi..."
Burada :
"-idi..."
Şeklinde kullanılan edat mefhumundan bir zaman
manası çıkarmamalı...
Yüce Allah şu anda dahi öyledir...
Yani : Yüce Allah var ve onunla ikili bir şey yok...
***
Bu arada ; bir başkası da şöyle diyebilir :
"Görüşüm odor ki : Nefsim , Allah'ın gayrıdır..
Yine görüşüm odur ki : Allah nefsim değildir..."
Bu sorunun cevabını ; yukarıda geçen Hadis-i
Şerifteki NEFS kelimesinin kısa bir tarifini yaparak
vermek mümkündür...
Orada sözü geçen nefsi ; başka manada almak
gerek... Ki o : Senin öz varlığındır ; hakikatındır...
Yoksa : O ; levvame , emmare ve mutmainne
isimleri ile anılan nefis değildir..
Belki de ; orada NEFS kelimesi ile işaret edilen
mana , zat-ı ilahi'nin tüm olarak yabancısı
olanlardır..
İşbu manayı Resulallah S.A. efendimizin şu
münacaatından da anlayabiliriz :
"Allah'ım , eşyayı bana olduğu gibi göster ."
Burada eşyadan , yani , şeylerden murad : Zat-ı
ilahi'den gayrı olan şeylerdir..
Bu manayı açıklamak gerekirse ; şöyle diyebiliriz :
"Allahım , masivanı ; yani , zatına yabancı olan
şeyleri bana anlat ki : Bileyim.. Eşya , nasıl şeydir ?
.. tanıyayım.. O sen misin Yoksa gayrın mı ?..
Ve o şeyler kadim midir ?. Baki midir. Yoksa.. fani
mi ?..."
Şüphesiz , Allah-ü Teala , ona nefsini gösterdi..
yani : öz varlığını .. Ama , masivaya, yani , zatına
yabancı herhangi bir şeyin varlığı olmadan..
İşte bundan sonradır ki : Resulüllah S.A. efendimiz
eşyayı olduğu gibi gördü..
Yani : Eşyanın hakikatını.. özünü..
Gördü ki : Onların özü , zat-ı ilahi'nin ta
kendisidir.. Ama , bu manada ne bir şekil var ; ne
de , bir zaman ve mekan mefhumu.
4. Bölüm
Eşya, yani şeyler; adı nefse de verilebilir ; nefsin
gayrı olan herhangi birşeye de..
Çünkü : Nefsin varlığı ve eşyanın varlığı ; bir şey
olma yönünden iki şeyden ibarettir.. Ama , aslında
ikisi birbirine bağlıdır..
Her ne zaman ki eşya bilinir ; dolayısiyle yüce
Rabb , bilinmiş olur .
Bu manayı şu cümle ile bağlayabiliriz : Bir kimse
vardır ; kendisini Allah'ın gayrı sanır.. Halbuki o ,
Allah'ın gayrı değildir..
Sana gelince :
Öyle bir haldesin ki ; ona , yani Allah'a karşı bir
irfanın yok.. Bilemiyor ve anlayamıyorsun..
Halbuki , onu görmektesin..
Sonra .. Onu gördüğünü de bilemiyorsun..
***
Önce bir keşif lazım..
Ve sen : Bu keşfe sahib olmalısın..
İşbu keşiften sonradır ki , bileceksin : Sen Allah'ın
zatına yabancı değilsin..
Yine bileceksin ki : Maksudun sensin..
Ve sen : Fena bulmaya muhtaç değilsin..
Ve sen : ne gelensin , ne de giden .. Bulunduğu
yerde kalansın.. Ama , zamansız ve mekansız ..
Hatta , an mefhumu bile siinmiş..
İşbu mana daha önce de anlatıldı..
Sonra..
Yine o keşiften sonradır ki anlayacaksın : Onun
bütün sıfatları sana sıfat olmuş..
Böylece..
Dışına baktığın zaman onun dışını göreceksin..
İçine baktığın zaman da ; içini göreceksin..
Yani senin zahirin ,onun zahiri ; senin batının ,
onun batını olacak..
Keza ..
Evvelini , onun evveli olmuş bulacaksın.. Ahirini ,
onun ahiri olmuş bulacaksın..
Bütün bu manalarda en ufak bir şek ve şüphe
yoktur..
Sıfatınla , onun sıfatını göreceksin ; zatınla da onun
zatını göreceksin..
Ama , bütün bu manalarda senin o olmaya en ufak
bir yakınlığın yoktur . Keza , onun da sen olmaya
bir yakınlığı yoktur.. Ne az , ne çok..
Hasıl-ı kelam : Her şey , bir şey olmama
yönündedir ; ancak , onun pak yüzünden gayrı..
Zahirde de böyle ; batında da böyle ..
Yani mevcud varlık yoktur ; ancak : O vardır..
Hatta , onun gayrı için bir varlık düşünülemez ki ;
yok olabilsin..
O halde , helak de yok ; çünkü , yabancı yok..
Bu durumda ortada sadece onun yüzü kalmaktadır .
Yani : Eşya.. Eşya ise , ancak onun yüzüdür ; pak
vechidir..
***
Burada bir misalle işe tekrar girmek gerek..
Şimdi.. Bir kimseyi düşünün ; bir şeyi bilmiyor ;
sonra , o şeyi biliyor..
Şüphesiz ; böyle bir kimse , o , sonradan bildiği şey
yolunda varlığını yokluğa gömüyor.. Ancak ,
cehlini eritiyor . Yani : Bilgisizliğini..
Varlığına gelince ; o bakidir.. Hem de değişiksiz..
İşbu bilgi sonunda ; varlığı bir başka varlığa
dönüyor.. Bir başka varlıkla var oluyor..
Ama bu oluş ne bir terkipdir ; ne de bu çeşitten bir
başka şey..
Buraya kadar anlatılan manayı , bir inkarcının
varlığı da değiştiremez.. Bir inkarcı bulun ; bir de
irfan sahibi getirin : Aynı varlıkla vücud sahibi
bulacaksınız..
Bu durumda ; ne inkarcıdan bir çıkış vardır ; ne de
irfan sahibine bir giriş..
İkisi arasındaki fark : Sadece bir cehlin ortadan
kalkması veya kalmasıdır..
Başka yolu yok..
***
Hiç sanmayasın ki ; bir fena bulmaya , yani yok
olmaya ihtiyacın var..
Fena haline , yani , yok olmaya muhtaç olduğunu
düşün.. Bu , olmaz ya ; neyse ..
Bu durumda sen , Hakka bir hicab ve bir perde
olursun ..
İşbu perde ise ; Allah'ın gayrı olmuş olur.. Bu
durumda ; o perde haline , galip gelecek ve onu
atacak bir şey lazım gelir..
Böyle olacak ki ; Hakkı görmek mümkün ola..
Bu mana , yani : perdeye ihtiyaç hali ve onun
giderilmesi için aranacak çareler boşunadır..
Sebebine gelince : bu tayin edilen yön ; yalandır ve
yalnıştır .
Çünkü biz hicap durumuna işaret ettik ve dedik:
"Onun varlığı , vahdaniyeti ile gizlenir . Ama ,
şekilsiz.. keyfiyetsiz..
Bu yönde başka bir mana düşünülemez ; yoktur
da..
***
Anlatılan halin bir icabıdır ki; hakikate eren bir
kimsenin :
"Ben Hakk'ım.."
Demesi , caiz olur..
Keza , o hakikate eren kimsenin :
"Özümü takdis ederim ; şanım ne kadar yüce.."
Demesi de caiz olur.
5. Bölüm
Anlatılan hakiki hale vasıl olan birini düşünün..
Vasıl olduğu anda görecektir ki ; Kendi sıfatları ,
ancak Allah'ın sıfatlarıdır.. Zatı da , Allah'ın zatı..
Ama , hiç bir yeni oluş yok.. Ne zatta ; ne de
sıfatta.. Yani : Allah'a duhul yönünden.. Yani :
Ondan huruç yönünden..
Kısacası : Ne giriş var ; ne de çıkış..
Ama , hiç mi hiç..
Sonra.. O vasıl olan kimse Allah'ta fena bulmuş da
değildir ; keza beka bulmuş da değildir .
O , kendisini görecektir ki ; hiç olucu bir şey değil..
Keza , olmadı da.. Sonra , fena hali de böyle.. Yani
: fenası da yok..
Sebebine gelince : Nefs , diye bir şey yok ; anca
onun nefsi vardır .
Yani : Onun nefsi.. Varlığın özü..
Aynı şekilde vücud diye bir şey de yok ; ancak
onun vücud varlığı vardır .
Anlatılan bu manaya işaret olarak Resulüllah S.A.
efendimiz şöyle buyurdu :
" Dehre -zaman'a- sövmeyiniz ; çünkü Allah-ü
Taala ,o dehr'dir.. "
Burada işaret edilen mana şudur : Dehrin vücudu
Allah'ın vücududur..
Allah-ü Taala ; kendisine bir ortak , dengi ve
benzeri bulunmasından yana yücedir , paktır..
***
Mana hedefimizi tayin yolunda ,bize çok yarayacak
bir rivayet vardır..
Şöyle ki ; Allah-ü Taala kuluna buyurdu :
" Ey kulum , hasta oldum ; ziyaretime gelmedin..
Sana dilendim ; vermedin.. "
İşte.. Bu manada işaret ediliyor ki : Hakkın vücudu
dilencinin vücududur . Hastanın vücudu da ; yine
Hakkın vücududur .
Kısa keselim : Hepsi aynı varlık..
Şimdi.. Bu mana kapısından içeri girebiliriz..
Hakkın vücudu , hastanın vücudu nasıl oluyorsa..
Dilencinin vücudu Hakkın vücudu nasıl oluyorsa..
Evet.. Bu mana , nasıl caiz ise.. Yine caizdir ki :
Senin vücudun da , onun vücudu ola.. Ve.. bütün
eşyanın vücudu da , yine Hakkın vücudu ola..
***
Araz.. cevher.. ne varsa ;yani : Öz çekirdek ve bu
çekirdeklerin sonradan meydana getirdikleri.. Ki
bunlara :
" Mükevvenat.. "
Tabir edilir.. Bütün bunlar Hakkın vücududur;
varlığıdır..
Bütün bunların sırrı , bir zerrenin sırrında saklıdır..
Zerrelerden , herhangi birinin sırrı çözülsün : İşte o
zaman görülecektir ki ; bütün mükevvenatın sırrı
meydanda..
Zahiri yönden de böyle , batıni yönden de böyle ..
Yani : içeride de böyle ; dışarıda da böyle ..
Hulasa : Değişen hiç bir şey yok ..
***
Ne bu alemde ; ne de bu alemin bitişiyle
başlayacak olan ebedi alemde , Allah-ü Taalanın
gayrını göremzsin..
İsmi ve müsemması ile ; her iki alemin vücududur ;
varlığıdır ..
Bu , bir gerçektir.. Elbette öyle olması lazım gelir..
Anlatılmak istenen mana odur ki : Her iki alemin
ismi , müsemması , görünen çehreleri ile hep
Allah-ü Taala'dır..
Bu manada , şek ve şüphe izi aranmamalı..
***
Bu açıdan bakılınca : Allah-ü Taala'nın hiç bir şeyi
yaratmış olduğunu göremezsin..
Bu , kesin bir hükümdür..
Ancak , onun için şöyle bir görüşe sahip olabilirsin
: O , an mefhumu ile anılan zamanların her birinde
; biri diğerine benzemeyen , başka şan ve bir başka
şekil almaktadır .
Şöyle ki : Varlığını izhar eder , sonra gizler ..
Ama ne izharında , yani , açığa çıkmasında ; ne de
gizlemesinde bir şekil ve keyfiyet vardır..
İşbu hal , onun şanına layıktır..
Çünkü : Evvel , ahir , zahir , batın hep odur.
6. Bölüm
O , birliği ile zahir oldu.. Açığa çıktı..
O , tekliği ile batın oldu.. Gizlendi..
O , zatı ve kayyumiyet sıfatı ile , evveldir .
O , deyumiyet sıfatı ile de ahirdir..
***
Evvel , harflerinin varlığı odur..
Ahir , harflerinin varlığı odur..
Zahir , harflerinin varlığı odur..
Batın , harflerinin varlığı odur..
Hasıl-ı : İsmi ve müsemması ile , anlatılanların
tümü odur..
***
Anlatılanların hiç biri garipsenmemeli ..
Alışılmalı.. Bu arada şu kıyas bir yardımcı olabilir..
Mesela :
Mademki , onun varlığı mutlaka gereklidir ; arada ,
ona yabancı bulunmaması da gerekli olur ..
***
Bir kimse vardır ; sanır ki Kendisi Hakkın gayrıdır
; ama bu olamaz ..
Sebebine gelince : Allah-ü Teala bir gayrı olmaktan
yana tenzih edilir .
Gayrı ne demek ?. Elbet gayrı da odur.. Ama , bir
gayrı şeyin varlığı onunla olmadan..
" Gayrı.. "
Olarak anılan şeyin de varlığı şüphesiz odur.. Hem
içte , hem dışta.. Yani : Hem zahirde , hem de
batında..
***
İrfan yoluna giren herkesin anlatılan aleme ayak
uydurması gerekir ; sonrası kolay.. Ki orada ;
çeşitli sıfatlar alacaktır..
***
Her kim , anlatılan sıfatlarla kendisini bezerse..
Onun için sıfatlar olur.. Ki onların , ne haddi vardır
; ne de nihayeti..
***
Şu manayı da iyi düşünmek gerek.. Bir kimse ,
kendisini tanımadan , bilmeden belli şekliyle
ölünce ; iyi ve kötü vasıfları da onunla beraber ölür
gider..
Bu misal , zahirdeki belli ölümün bir sonucudur..
Bir de , manevi ölümle öleni düşünelim.. Yani:
Ölmeden evvel öleni..
Tıpkı yukarıdaki gibi , bundan da iyi ve kötü
sıfatlar kalkar..
Fakat.. Öyle bir hal alır ki ; yukarıda anlatılana hiç
benzemez..
Allah-ü Taala , onu kendi makamına oturtur.. Ama
bütün hallerde..
Zatı makamına oturtur ; Allah'ın zatı olur..
Sıfatları makamına oturtur ; Allah'ın sıfatları olur..
İşbu manaya cidden ermek gerek..
Çook önemlidir..
İşte bu mana icabıdır ki ; Resulüllah S.A.
efendimiz şöyle buyurdu :
" Ölmeden evvel ölünüz.. "
Bu hadis-i Şerifin şerhi şöyle olabilir :
" Belli ölümle ölmeden evvel kendinizi anlayınız..
İrfan sahibi olunuz.. "
Aşağıda anlatacağımız kudsi hadis de aynı manayı
teyid eder..
Rasulüllah S.A. efendimiz şöyle anlatıyor :
" Allah-ü Taala şöyle buyurdu :
- Kul nafile ibadetlerle bana yaklaşır..
Öyle bir hal alır ki ; ben onu severim..
Onu sevdiğim işbu vakitte : Onun kulağı olurum ,
gözü olurum ve eli olurum.... "
***
Yukarıda anlatılan kudsi hadiste irfan sahibine bir
işaret vardır.. İrfan sahibi , anlatılan manaya
erdikten sonra , özünde görecektir ki ; tüm varlığı ,
Hakkın varlığıdır..
Fakat.. Onun zatında ve sıfatında hiç bir değişiklik
görmeden..
Kaldı ki ; aslında böyle bir değişikliğe ihtiyaç da
yoktur..
Çünkü kendisine ait bir varlığı yoktur..
Yok olan bir şeyin nasıl değişir ki ?. Bu arada
kendisi , sadece cehlini giderdi.. Yani : marifet yolu
ile..
Bir varlık sahibi idi , bilmiyordu ;şimdi bildi..
Şimdi sıra sende..
Dinle ve anlamaya çalış.. Her ne zaman ki ; nefsini
anlayıp , özünü bildin ; işte o zaman kendi mevhum
varlığın ortadan kalkar.. Ve.. anlarsın ki ; sen ,
Allah'ın gayrı değilsin..
Bu mana da bir hakikattır .
Bir an için olsun ; anlatılan mananın tersini ele
alalım.. Ki onda Kendine has bir varlığın vardır ; o
varlığın fenaya da ihtiyacı yoktur . Hatta marifete
de ..
Böyle olduğunu düşün : Sen Allah'tan başka bir
Rabb olursun..
Ama , asıl hakikat şudur ki : Allah-ü Taala
kendisinden başka bir Rabb yaratmaz..
Bu , olmaz ve olamaz..
Allah-ü Taala bu gibi bir manaya karşı , yücedir ;
tenzih edilir .
***
Bu arada , biraz da malumat vermek iyi olacak..
Vereceğimiz bu malumat ; bir yönüyle yoldur..
Yani : Nefsi bilme yolu ..
Bu durumu ki , bildin ; dinle ve anlamaya çalış..
Bilmelisin.. sadece bilmek de , yeterli değil.. tahkik
makamına çıkmalısın..
Hulasa : Bildiğin şeyin hakikatını bulmalısın..
Bilmen gereken ve hakikatına varman icab eden
husus şudur : Vücudun.. Varlığın..
Aslında , senin kendine mal ettiğin vücudun , var
olmuş bir şey hiç olmadı..
Onun yokluğu da böyle.. Ama ,zamanların
hiçbirinde..
Olucu şey de değilsin..
Ama , hiç mi ? hiç..
Bu manayı ; hem gelecek için , hem de geçmiş için
kullanabilirsin..
***
Yukarıda anlatılan manadaki hakikatı ki , bilip
buldun.. İşte o zaman sana :
" LA İLAHE İLLALLAH IİLAH YOKTUR
SADECE ALLAH "
Cümlesindeki mana zahir olur..
Hakikaten ilah yoktur O vardır.. Gayrı Vücud bile
yoktur O vardır..
Hasıl-ı : Aşağıdaki cümleleri tekrar oku , özünü
onlara alıştır..
Ondan başka hiç bir şey yoktur .
İlah yoktur ; ancak o vardır..
***
Bu arada şöyle bir şey denebilir :
" Arada yabancı kalmadı . Bu durumda , Rububiyet
sıfatı yok oldu.. Onu hiçe saydın ?.
Bu , yanlış bir anlayıştır..
Ben , öyle bir şeyi söyleyemem.. Hem ne
haddime?.. Sonra nasıl yapabilirim ki ?..
Bir defa düşün ki o :
Henüz ortada Rabba ihtiyaç duyan bir mahluk
yokken , yine bir Rabb idi..
Yaratılmaya ihityaç duyan bir mahluk yokken , o
yine bir Halik idi..
Yani , ezeldeki durum bu idi..
Şimdi de , eslisinden bir farkı yoktur.. O : yine bir
Rabb'dır ; yine bir Halik..
Mahluk , mefhumunu sil ; ortada o kalır..
Hasıl-ı , değişen hiç bir şey yoktur..
O : Ezelde ne idiyse .. şimdi , şu anda yine öyledir..
Onun halikıyeti , bir mahlukun bulunmasına ihtiyaç
duymaz..
Onun rububiyeti , keza bir merbub aramaz.. buna
ihtiyacı yoktur..
***
Hele bir düşün..
O : Vardı.. Yani : Mükevvenat yaratılmadan..
Ve o.. işbu varlığı içinde , eksiksiz bütün sıfatlarını
zatında toplamıştı..
Şimdiye kadar , hiç bir değişiklik olmadı.. Olamaz
da..
Şu anda , ilk andaki gibidir.
7. Bölüm
Yüce Hakkın tekliğinde ;varlıkla yokluk arasında ,
hiç bir değişiklik yoktur..
Yani : Bize göre varlık ve bize göre yokluk.. Zira
ona göre, ne var , bir meseledir ; ne de yok..
Her şey yerindedir.. Değişiklik , sadece onun
zatından zatınadır..
Mesela : Bir varlık mı var ?. Bir mevcud mu var ?..
O halde onun hükmü şudur : Zahiriyet , sıfatının
iktizası..
Yani : Onun , zahir sıfatının bir gereği..
Yani : Açığa çıkma arzusunun bir sonucu..
Mesela : Bir yokluk mu var ?.. Bir adem mi var ?.
Bunun için verilmesi gereken hüküm de şudur :
Batıniyet sıfatının iktizası..
Yani : Onun , batın sıfatının bir gereği..
Yani : Gizlenme arzusunun bir sonucu..
***
Yukarıdaki mana anlatılırken : Zahirin ayrı ,
batının ayrı bir şey olduğu düşünülmesin..
Çünkü ayrılık , diye bir şey yoktur..
Sebebine gelince : Onun zahiri , batınıdır..
Sebebine gelince : Onun batını zahiridir..
Sebebine gelince : Onun evveli , ahiridir..
Sebebine gelince : Onun ahiri , evvelidir..
Hasıl-ı kelam : Hepsi o birde toplanır.. Yani : Ne
varsa ..
Ve.. toptan her şey , birdir..
Ve.. bir , herşeydir..
İşbu manadaki inceliğe dikkat gerek..
***
Yüce Allah'ın zatına bağlı sıfatları her an bir
değişik şekil almaktadır..
Bunun aksi iddia edilemez.. İddia edilse dahi isbat
edilemez..
Ondan başka bir şey yoktur..
Bunun da aksi iddia edilemez.. Bu da iddia edilse
dahi isbat edilemez..
O , şu anda ve her anda öyledir..
Onun varlığından gayrı bir varlık yoktur..
Gerçekten söylenecek söz budur..
Başka yok..
Nasıl ki , ezelde ve kıdem halinde böyle idi..
Yani : Her anda ; zatı ve sıfatı ile bir başka şan
alırdı.. Tecelli değiştirirdi.. Ki o zaman , yine bir
yabancı mevcud yoktu..
Geçmişi andıran terimlerin de yeri yok..
Çünkü , şu anda ; ezelin ve kıdemin hiç bir farkı
yoktur..
Yine öyledir.. Yine öyle olacaktır .
Sebebine gelince.. Ne bir şey var.. Ne de an..
Nasıl ki , kıdem , yani ezel halinde ; öyle , bir şey
ve öyle bir an , hatta gün yoktur..
Şunu anlatmak icab eder ki..
Bu varlığın vücudu ile yokluğu , Hak için hiç bir
mana ifade etmez..
Aksi halde , onun vahdaniyetine arız olan bir şey
gerekir ki... bu onun için bir noksanlık olur..
Halbuki , onun varlığı böyle bir şeye ihtiyaç
duymaktan çok uzaktır..
O yücedir.. Zatına arız olan bir noksan ona yakın
olamaz..
***
Yukarıda , pek çok şeyler anlatıldı..
O anlatılanların hemen hepsi , nefsini , özünü
anlamaya dairdi..
Seni bu yola çekmek üzerine idi..
Orada ; sana özetle şu manalar anlatılmak istendi :
" Yok olsan da varsın ; var olsan da.. Her iki hal de
eşittir.. Esasa taalluk eden bir değişiklik yoktur..
İşte.. yukarıda sayılan vasıflardan çıkan özet mana
budur..
Sıfatın , vasfın , aslın ve özün odur.. Kendini böyle
bilmen gerek..
Nefsini anlatıldığı şekilde anlaman icab eder..
Hasıl-ı kelam : Her ne zaman ki ; anlatılan vasıflar
çemberi içinde nefsini bildin...
Yani : Eşsiz , benzersiz.. Dengi olmayan bir
şekilde..
Yani : Allah-ü Taala'ya karşı olan bir varlığa sahib
olmadan..
İşte.. o zamandır ki : Nefsini , özünü , gerçek
manada bildin..
Aksi halde asla bir anlayışa sahib olman kabil
değildir..
İşbu mana açısındandır ki ; Resulüllah S.A.
efendimiz :
"Bir kimse ki ; nefsini bildi , gerçekten Rabbını
bilen o oldu.."
Buyurdu..
İşbu mana , sözümüzün delilidir.. Bu durum
kesindir..
Aksi halde Rasulüllah S.A. efendimiz , başka türlü
anlatırdı..
Mesela şöyle buyururdu :
"Bir kimse ki , nefsini yok etti ; gerçekten Rabbını
bilen o oldu .."
Halbuki böyle buyurmadı..
Çünkü böyle bir manayı anlatmak , manasızlık
olurdu..
Çünkü o bilip gördü ki : Ondan , yani : Zatından ve
sıfatından gayrı hiç bir şey yok ..
Bunu böyle bilip gören , aksine bir ifade nasıl
kullanabilir?..
Rasulüllah S.A. efendimizin işareti şuydu : Nefsi
bilip anlamak, doğruca Hakkı bilip anlamaktır..
Burada sana yapacağımız kısa bir tavsiyemiz
olacak :
"Önce nefsini bil.."
Yani : Varlığını.. özünü..
Bil ki : Sen , iddia ettiğin gibi sen değilsin..
Bir başka sensin.. Aklına hayaline gelmeyecek
şekilde sensin..
Ne var ki , sen bunu anlayamıyorsun.. Anlamaya
çalış..
Özet mana bundan gayrı olamaz.
8. Bölüm
Yukarıda , pek çok şeyler anlatıldı..
O anlatılanların hemen hepsi , nefsini , özünü
anlamaya dairdi..
Seni bu yola çekmek üzerine idi..
Orada ; sana özetle şu manalar anlatılmak istendi :
" Yok olsan da varsın ; var olsan da.. Her iki hal de
eşittir.. Esasa taalluk eden bir değişiklik yoktur..
İşte.. yukarıda sayılan vasıflardan çıkan özet mana
budur..
Sıfatın , vasfın , aslın ve özün odur.. Kendini böyle
bilmen gerek..
Nefsini anlatıldığı şekilde anlaman icab eder..
Hasıl-ı kelam : Her ne zaman ki ; anlatılan vasıflar
çemberi içinde nefsini bildin...
Yani : Eşsiz , benzersiz.. Dengi olmayan bir
şekilde..
Yani : Allah-ü Taala'ya karşı olan bir varlığa sahib
olmadan..
İşte.. o zamandır ki : Nefsini , özünü , gerçek
manada bildin..
Aksi halde asla bir anlayışa sahib olman kabil
değildir..
İşbu mana açısındandır ki ; Resulüllah S.A.
efendimiz :
"Bir kimse ki ; nefsini bildi , gerçekten Rabbını
bilen o oldu.."
Buyurdu..
İşbu mana , sözümüzün delilidir.. Bu durum
kesindir..
Aksi halde Rasulüllah S.A. efendimiz , başka türlü
anlatırdı..
Mesela şöyle buyururdu :
"Bir kimse ki , nefsini yok etti ; gerçekten Rabbını
bilen o oldu .."
Halbuki böyle buyurmadı..
Çünkü böyle bir manayı anlatmak , manasızlık
olurdu..
Çünkü o bilip gördü ki : Ondan , yani : Zatından ve
sıfatından gayrı hiç bir şey yok ..
Bunu böyle bilip gören , aksine bir ifade nasıl
kullanabilir?..
Rasulüllah S.A. efendimizin işareti şuydu : Nefsi
bilip anlamak , doğruca Hakkı bilip anlamaktır..
Burada sana yapacağımız kısa bir tavsiyemiz
olacak :
"Önce nefsini bil.."
Yani : Varlığını.. özünü..
Bil ki : Sen , iddia ettiğin gibi sen değilsin..
Bir başka sensin.. Aklına hayaline gelmeyecek
şekilde sensin..
Ne var ki , sen bunu anlayamıyorsun.. Anlamaya
çalış..
Özet mana bundan gayrı olamaz..
***
Yine anla ki : Varlığın senin sandığın gibi ,varlığın
değildir..
Ama başka bir varlığın da değildir..
Sen mevcud değilsin.. Madum da değilsin.. Yani :
Ne var olmuşsun.. Ne de yok..
Kısacası : Ne varsın ; ne de yok..
Varlığın da , yokluğun da , bu varlığındır.. Hepsi
odur.. Ama bir varlık iddiası olmadan.. Bir yokluk
düşünülmeden..
Sakın ha.. Bu arada , onun varlığının aynını , senin
bu varlığın sanmayasın.. Yokluğun da saymayasın..
Arada daha nice perdeler var ki.. Onları , safiyet
yolu ile açmak gerek..
***
Şu anda , sana gereken ; Allah ile birlikte , diğer bir
varlık vücudu tanımamaktır..
Hatta , yüce Alah'ın zatı ve sıfatı içinde dahi bir
şeyin varlığını düşünmeyesin..
Bu durumu ki , iyi kavradın ; nefsini bilip anladın
sayılır..
Zira , anlatılan mana çerçevesi içinde nefsi bilmek
ve anlamak , Allah'ı bilmenin taa , kendisidir .
İşbu manada şüphe izi yoktur.. Şek yoktur ..
Sonra.. Nefsin öyle bir hal alışı , bir terkip ve bir
yapma sonucu değildir ..
Haşa ki , kadim ve ezeli , ebedi bir zatta sonradan
olma ve sonradan yapılma bir şeyin sözü edile.
9. Bölüm
Anlattığımız bu yüce manalar karşısında ; şüphesi
kısmen zail olan, fakat gayeyi tam anlamayan biri ,
bize şöyle bir soru tevcih edebilir :
"Anlatılan manalarla sabit olan odur ki : Hakka
yabancı bir şey yok ..
Ortada tek bir şey var.. Yani : Bir varlık.. Bir şey
de , kendi kendine bağlanamaz ; birleşemez..
O halde ; ona vüsul yolu nasıldır ?. Ve nasıl olmalı
?. "
Bu soruya cevap vermek kolaydır.. Ancak
anlatabilmek biraz güç olsa gerek ..
Zira karşıdaki şahıs anlama kabiliyetinden
yoksunsa , ona anlatmak nasıl mümkün olur ?.
Ama çaresiz ; anlatacağız.. Biri anlamazsa ; bir
başkası anlar ..
Şimdi dinle ..
Şüphesiz , hakiki halde ; ne birleşme var ; ne de
ayrılmak ..
Şüphesiz , hakiki halde ; ne bir yakınlık vardır ; ne
de uzaklık ..
Sebebine gelince.. Sorucunun da işaret ettiği gibi :
Birleşmek veya ayrılmak , yakınlık ya da uzaklık
ancak iki şey arasında olur ..
Ortada , ancak bir varlık olduğuna göre : Ne
birleşmek var; ne de ayrılmak ..
Bunun aksi , imkan dışıdır .
Vüsulün ; yani : Birleşmenin manasının tahakkuku
,ancak iki eşit şey arasında olur .. Ya da eşit
olmayan iki şey ..
Sonra.. cins olaraktan da , birbirine benzemesi icab
eder ..
İki şey , birbirine benzemediği takdirde ; arada bir
zıdlık meydana gelir ..
Halbuki , Allah-ü Taala , her iki halden de
münezzehtir ..
Kendisinin bir zıddı veya benzeri olamaz ..
***
İyi bilmeli ki : Visal , bir başka visaldir.. Yakınlık ,
bir başka yakınlıktır .. Uzaklık , bir başka uzaklıktır
..
Hulasa : Visal , yakınlık , uzaklık.. bütün bunlar
zahirde bilinen hallerin dışında düşünülecek ..
Haşa ki , Hakka vasıl olmak , uzak durmak ve
yakınlaşmak dıştan görünen iki şeyin birbirine
yaklaşması , uzaklaşması veya birleşmesine
benzemeye ..
Şüphesiz , vuslat yok değildir .. Fakat vuslat dışı
bir vuslat vardır ..
Yani : Zahirdeki manası dışında ..
Şüphesiz , yakınlık yok değildir .. Ancak yakınlık
dışı bir yakınlıktır ..
Yani : Dıştan anlaşılan ve anlatılan şekil dışında ..
Şüphesiz , bir uzaklık da vardır . Ama , uzaklık
mefhumu anılmayan bir manada uzaklık vardır ..
Yani : Dıştan bilinen uzaklığın , hiç benzeri olamaz
..
***
Şimdi ..
Yukarıdaki sorunun cevabını verip bazı çeşitli
halleri , manaları anlattıktan sonra.. bir başka soru
ile karşılaşmamız mümkündür ..
Mesela , o soru şöyle olabilir :
"Vaslın manası oldu.. Durum anlattığınız gibi
vuslatsız bir vüsuldan ibaret kalıyor.. Yani Buud ile
kurb .."
Ayrıca :
Yakınlık olmadan bir yakınlık , uzaklık olmadan
bir uzaklık ..
Mefhumunu andıran bir cümle geçti ..
Şimdi.. Bunların manası ne ola ?."
Bu sorunun cevabı da verilebilir ..
Bu soruyu sorduğuna göre , muhatap sen oldun.. O
halde dinle ..
O manadan ; yani : Yakınlıksız yakınlıktan ,
uzaklıksız uzaklıktan kasdım odur ki : Sen ; an ,
mefhumu ile anılan zamanların hepsinde , yakınlık
ve uzaklık içindesin ..
Ama , Allah'tan başka bir şey olmadan ..
Ne var ki ; sen bu manayı ,anlamak irfanına sahip
değilsin ..
İşbu irfan mahrumiyetin , nefsinedir ; özünedir ..
Ve sen : Kendini bilmiyorsun ki ; osun..
Ama sensiz.. senliksiz ..
Dikkat et şu cümleye : Vuslat marifettir ..
Her ne zaman ki ; vasıl oldun ; yani , özünün arifi..
Hakka vasıl oldun ; sayılır ..
Ne var ki ; bu irfan duygusunda ; İRFAN
harflerinin varlığı da olmayacak.
10. Bölüm
Yüce Hakkın tekliğinde ;varlıkla yokluk arasında ,
hiç bir değişiklik yoktur..
Yani : Bize göre varlık ve bize göre yokluk.. Zira
ona göre, ne var , bir meseledir ; ne de yok..
Her şey yerindedir.. Değişiklik , sadece onun
zatından zatınadır..
Mesela : Bir varlık mı var ?. Bir mevcud mu var ?..
O halde onun hükmü şudur : Zahiriyet , sıfatının
iktizası..
Yani : Onun , zahir sıfatının bir gereği..
Yani : Açığa çıkma arzusunun bir sonucu..
Mesela : Bir yokluk mu var ?.. Bir adem mi var ?.
Bunun için verilmesi gereken hüküm de şudur :
Batıniyet sıfatının iktizası..
Yani : Onun , batın sıfatının bir gereği..
Yani : Gizlenme arzusunun bir sonucu..
***
Yukarıdaki mana anlatılırken : Zahirin ayrı ,
batının ayrı bir şey olduğu düşünülmesin..
Çünkü ayrılık , diye bir şey yoktur..
Sebebine gelince : Onun zahiri , batınıdır..
Sebebine gelince : Onun batını zahiridir..
Sebebine gelince : Onun evveli , ahiridir..
Sebebine gelince : Onun ahiri , evvelidir..
Hasıl-ı kelam : Hepsi o birde toplanır.. Yani : Ne
varsa ..
Ve.. toptan her şey , birdir..
Ve.. bir , herşeydir..
İşbu manadaki inceliğe dikkat gerek..
***
Yüce Allah'ın zatına bağlı sıfatları her an bir
değişik şekil almaktadır..
Bunun aksi iddia edilemez.. İddia edilse dahi isbat
edilemez..
Ondan başka bir şey yoktur..
Bunun da aksi iddia edilemez.. Bu da iddia edilse
dahi isbat edilemez..
O , şu anda ve her anda öyledir..
Onun varlığından gayrı bir varlık yoktur..
Gerçekten söylenecek söz budur..
Başka yok..
Nasıl ki , ezelde ve kıdem halinde böyle idi..
Yani : Her anda ; zatı ve sıfatı ile bir başka şan
alırdı.. Tecelli değiştirirdi.. Ki o zaman , yine bir
yabancı mevcud yoktu..
Geçmişi andıran terimlerin de yeri yok..
Çünkü , şu anda ; ezelin ve kıdemin hiç bir farkı
yoktur..
Yine öyledir.. Yine öyle olacaktır .
Sebebine gelince.. Ne bir şey var.. Ne de an..
Nasıl ki , kıdem , yani ezel halinde ; öyle , bir şey
ve öyle bir an , hatta gün yoktur..
Şunu anlatmak icab eder ki..
Bu varlığın vücudu ile yokluğu , Hak için hiç bir
mana ifade etmez..
Aksi halde , onun vahdaniyetine arız olan bir şey
gerekir ki... bu onun için bir noksanlık olur..
Halbuki , onun varlığı böyle bir şeye ihtiyaç
duymaktan çok uzaktır..
O yücedir.. Zatına arız olan bir noksan ona yakın
olamaz..
***
Yukarıda , pek çok şeyler anlatıldı..
O anlatılanların hemen hepsi , nefsini , özünü
anlamaya dairdi..
Seni bu yola çekmek üzerine idi..
Orada ; sana özetle şu manalar anlatılmak istendi :
" Yok olsan da varsın ; var olsan da.. Her iki hal de
eşittir.. Esasa taalluk eden bir değişiklik yoktur..
İşte.. yukarıda sayılan vasıflardan çıkan özet mana
budur..
Sıfatın , vasfın , aslın ve özün odur.. Kendini böyle
bilmen gerek..
Nefsini anlatıldığı şekilde anlaman icab eder..
Hasıl-ı kelam : Her ne zaman ki ; anlatılan vasıflar
çemberi içinde nefsini bildin...
Yani : Eşsiz , benzersiz.. Dengi olmayan bir
şekilde..
Yani : Allah-ü Taala'ya karşı olan bir varlığa sahib
olmadan..
İşte.. o zamandır ki : Nefsini , özünü , gerçek
manada bildin..
Aksi halde asla bir anlayışa sahib olman kabil
değildir..
İşbu mana açısındandır ki ; Resulüllah S.A.
efendimiz :
"Bir kimse ki ; nefsini bildi , gerçekten Rabbını
bilen o oldu.."
Buyurdu..
İşbu mana , sözümüzün delilidir.. Bu durum
kesindir..
Aksi halde Rasulüllah S.A. efendimiz , başka türlü
anlatırdı..
Mesela şöyle buyururdu :
"Bir kimse ki , nefsini yok etti ; gerçekten Rabbını
bilen o oldu .."
Halbuki böyle buyurmadı..
Çünkü böyle bir manayı anlatmak , manasızlık
olurdu..
Çünkü o bilip gördü ki : Ondan , yani : Zatından ve
sıfatından gayrı hiç bir şey yok ..
Bunu böyle bilip gören , aksine bir ifade nasıl
kullanabilir?..
Rasulüllah S.A. efendimizin işareti şuydu : Nefsi
bilip anlamak , doğruca Hakkı bilip anlamaktır..
Burada sana yapacağımız kısa bir tavsiyemiz
olacak :
"Önce nefsini bil.."
Yani : Varlığını.. özünü..
Bil ki : Sen , iddia ettiğin gibi sen değilsin..
Bir başka sensin.. Aklına hayaline gelmeyecek
şekilde sensin..
Ne var ki , sen bunu anlayamıyorsun.. Anlamaya
çalış..
Özet mana bundan gayrı olamaz.
11. Bölüm
Yine anla ki : Varlığın senin sandığın gibi ,varlığın
değildir..
Ama başka bir varlığın da değildir..
Sen mevcud değilsin.. Madum da değilsin.. Yani :
Ne var olmuşsun.. Ne de yok..
Kısacası : Ne varsın ; ne de yok..
Varlığın da , yokluğun da , bu varlığındır.. Hepsi
odur.. Ama bir varlık iddiası olmadan.. Bir yokluk
düşünülmeden..
Sakın ha.. Bu arada , onun varlığının aynını , senin
bu varlığın sanmayasın.. Yokluğun da saymayasın..
Arada daha nice perdeler var ki.. Onları , safiyet
yolu ile açmak gerek..
***
Şu anda , sana gereken ; Allah ile birlikte , diğer bir
varlık vücudu tanımamaktır..
Hatta , yüce Alah'ın zatı ve sıfatı içinde dahi bir
şeyin varlığını düşünmeyesin..
Bu durumu ki , iyi kavradın ; nefsini bilip anladın
sayılır..
Zira , anlatılan mana çerçevesi içinde nefsi bilmek
ve anlamak , Allah'ı bilmenin taa , kendisidir .
İşbu manada şüphe izi yoktur.. Şek yoktur ..
Sonra.. Nefsin öyle bir hal alışı , bir terkip ve bir
yapma sonucu değildir ..
Haşa ki , kadim ve ezeli , ebedi bir zatta sonradan
olma ve sonradan yapılma bir şeyin sözü edile ..
***
Anlattığımız bu yüce manalar karşısında ; şüphesi
kısmen zail olan , fakat gayeyi tam anlamayan biri ,
bize şöyle bir soru tevcih edebilir :
"Anlatılan manalarla sabit olan odur ki : Hakka
yabancı bir şey yok ..
Ortada tek bir şey var.. Yani : Bir varlık.. Bir şey
de , kendi kendine bağlanamaz ; birleşemez..
O halde ; ona vüsul yolu nasıldır ?. Ve nasıl olmalı
?. "
Bu soruya cevap vermek kolaydır.. Ancak
anlatabilmek biraz güç olsa gerek ..
Zira karşıdaki şahıs anlama kabiliyetinden
yoksunsa , ona anlatmak nasıl mümkün olur ?.
Ama çaresiz ; anlatacağız.. Biri anlamazsa ; bir
başkası anlar ..
Şimdi dinle ..
Şüphesiz , hakiki halde ; ne birleşme var ; ne de
ayrılmak ..
Şüphesiz , hakiki halde ; ne bir yakınlık vardır ; ne
de uzaklık ..
Sebebine gelince.. Sorucunun da işaret ettiği gibi :
Birleşmek veya ayrılmak , yakınlık ya da uzaklık
ancak iki şey arasında olur ..
Ortada , ancak bir varlık olduğuna göre : Ne
birleşmek var; ne de ayrılmak ..
Bunun aksi , imkan dışıdır .
Vüsulün ; yani : Birleşmenin manasının tahakkuku
,ancak iki eşit şey arasında olur .. Ya da eşit
olmayan iki şey ..
Sonra.. cins olaraktan da , birbirine benzemesi icab
eder ..
İki şey , birbirine benzemediği takdirde ; arada bir
zıdlık meydana gelir ..
Halbuki , Allah-ü Taala , her iki halden de
münezzehtir ..
Kendisinin bir zıddı veya benzeri olamaz ..
***
İyi bilmeli ki : Visal , bir başka visaldir.. Yakınlık ,
bir başka yakınlıktır .. Uzaklık , bir başka uzaklıktır
..
Hulasa : Visal , yakınlık , uzaklık.. bütün bunlar
zahirde bilinen hallerin dışında düşünülecek ..
Haşa ki , Hakka vasıl olmak , uzak durmak ve
yakınlaşmak dıştan görünen iki şeyin birbirine
yaklaşması , uzaklaşması veya birleşmesine
benzemeye ..
Şüphesiz , vuslat yok değildir .. Fakat vuslat dışı
bir vuslat vardır ..
Yani : Zahirdeki manası dışında ..
Şüphesiz , yakınlık yok değildir .. Ancak yakınlık
dışı bir yakınlıktır ..
Yani : Dıştan anlaşılan ve anlatılan şekil dışında ..
Şüphesiz , bir uzaklık da vardır . Ama , uzaklık
mefhumu anılmayan bir manada uzaklık vardır ..
Yani : Dıştan bilinen uzaklığın , hiç benzeri olamaz
..
***
Şimdi ..
Yukarıdaki sorunun cevabını verip bazı çeşitli
halleri , manaları anlattıktan sonra.. bir başka soru
ile karşılaşmamız mümkündür ..
Mesela , o soru şöyle olabilir :
"Vaslın manası oldu.. Durum anlattığınız gibi
vuslatsız bir vüsuldan ibaret kalıyor.. Yani Buud ile
kurb .."
Ayrıca :
Yakınlık olmadan bir yakınlık , uzaklık olmadan
bir uzaklık ..
Mefhumunu andıran bir cümle geçti ..
Şimdi.. Bunların manası ne ola ?."
Bu sorunun cevabı da verilebilir ..
Bu soruyu sorduğuna göre , muhatap sen oldun.. O
halde dinle ..
O manadan ; yani : Yakınlıksız yakınlıktan ,
uzaklıksız uzaklıktan kasdım odur ki : Sen ; an ,
mefhumu ile anılan zamanların hepsinde , yakınlık
ve uzaklık içindesin ..
Ama , Allah'tan başka bir şey olmadan ..
Ne var ki ; sen bu manayı ,anlamak irfanına sahip
değilsin ..
İşbu irfan mahrumiyetin , nefsinedir ; özünedir ..
Ve sen : Kendini bilmiyorsun ki ; osun..
Ama sensiz.. senliksiz ..
Dikkat et şu cümleye : Vuslat marifettir ..
Her ne zaman ki ; vasıl oldun ; yani , özünün arifi..
Hakka vasıl oldun ; sayılır ..
Ne var ki ; bu irfan duygusunda ; İRFAN
harflerinin varlığı da olmayacak.
12. Bölüm
İşte.. böyle bir irfana ki sahib oldun ; bileceksin ki ,
sen o olmuşsun.. olmuşu da geç.. osun..
Ne var ki ; sen daha önce , bunu bilmiyordun..
O olduğunu anlayacak bir marifete sahip değildin..
Hatta , düşünmüyordun bile : O musun ?. Yoksa ,
gayrı mı?.
İşbu anlatılan marifet hali ki , sana nasib oldu ; bu
defa başka bir hale geleceksin..
Bileceksin ki: Allah'ı , Allah ile bildin.. Nefsinle
değil..
Şüphesiz , böyle bir merhale kat ettikten sonra..
Yakınlığı da , uzaklığı da bırakırsın..
Ne yakınlığı ?.. Ne uzaklığı ?..
Bütün bunları bir kalem geç..
Geç.. geç de.. aşağıda vereceğimiz misali dinle..
Dinlemek yetmez ; anlamaya çalış..
***
Şimdi..
Kendini ele al.. Çünkü bu misalde sade sen varsın..
İsmin ve müsemman.. Aslında , bunların ikisi de
aynı manaya gelir..
Ya , sana bir isim verilmiş ; ya da , sen bir isim
almışsın..
Mahmud, adını almışsın ; ya da sana Mahmud adı
konmuş..
Halbuki sen , kendi adını Muhammed biliyorsun..
Aradan bir zaman geçiyor..
İşbu zaman , uzundur , veya kısadır.. İkisi de
farksız..
İşbu aradan geçen zamandan sonra anlıyorsun ve
biliyorsun ki : İsmin Muhammed değil de ,
Mahmud imiş..
Şimdi n'oldu ?.. Vücudunda bir değişiklik oldu mu
?.
Hayır , hiçbir değişiklik olmadı..
Araya, sadece bir marifet oyunu girdi..
Ve sen, kendin elde ettiğin marifetinle, Muhammed
ismi kalktı..
Ve sen : Mahmud oldun..
" Nasıl oldu bu iş ?. "
Diyerek düşünmeye ne hacet ?.. Şöyle oldu : Sen
ancak Muhammed sandığın ismini özünden
sildikten sonra oldu..
İşbu manadan , fena halinin de nasıl olduğunu
anladın..
***
Şüphesiz fena hali , bir şeyin vücudunu ispattan
sonra olur..
Yani : Zahirde kullanıldığı manadaki fena hali .
Ama , yukarıda anlatılan misalde fena hali öyle mi
?.. Hiç de değil..
Zahirde alışılan manada bir fena halinin olması için
, bir başkasının varlığı olmalı..
Bu , hiç yakışık alır mı ?. Hem , hiç caiz mi ?.
Şüphesiz ; her kim yüce Allah'ın zatından gayri
birine , bir varlık isbatlarsa.. müşrik olur..
Yani : Allah'a bir ortak bulmuş olur .
Halbuki , Allah-ü Taala , yücedir ; sübhandır..
Çook çok büyüktür..
***
Yine , yukarıdaki misale dönelim..
Arada bir isim değişti.. Muhammed Mahmud oldu..
Ama , ne Mahmud'dan bir şey eksildi ; ne de
Muhammed'den..
Mahmud'dan bir kısılma , bir eksilme olmadı..
Sonra.. Muhammed de , Mahmud içinde bir yok
değildi.. Fena bulmadı..
Sonra.. Onun içine de girmiş değildi.. Bir çıkış da
olmadı..
Bir anlama sonunda , Muhammed eridi.. Silindi .
Mahmud'un içine de girmedi..
Hulasa : Ortada , sadece bir mana değişmesi oldu..
Sonra.. Önce , Mahmud olan kimse.. kendisinin ,
Muhammed değil de ; Mahmud olduğunu nasıl
anladı dersiniz?..
Kendi kendine anladı.. Muhammed ismi ile değil..
Çünkü , Muhammed yoktu..
Olmayan bir şeyle , olmakta olan bir şey nasıl
anlaşılır?..
***
Dikkatli olursan ; yukarıdaki misalle pek çok şey
elde edebilirsin..
Sonra.. Aşağıda anlatacaklarımızı da aynı misali
nazara alarak oku..
Özet olarak , tekrar edelim : Tek varlık düşün.. Her
şeyi , ama her şeyi o tek varlık içinde gör..
Durum bu olunca.. Bak : Arif kim ? Maruf kim?..
Her ikisi de aynı şeydir..
Sonra.. Vasıl kim?. Mevsul kim?..
Her ikisi de aynı varlıktır..
Evet.. aynı manada bak : Gören kim?. Görülen
kim?..
Hiç bir zaman , bunları birbirinden ayırmak , kabil
olamaz.
13. Bölüm
Üstteki mana biraz daha açılmalıdır.. Ki , öyle
olacak..
Arif , Hakkın sıfatıdır ; Maruf ise.. zatı..
Vasıl , Hakkın sıfatıdır ; mevsul ise.. zatı..
Diğerleri de aynı kıyasa tabidir..
Sonra.. sıfatı , mevsufdan ayırmak da olmaz..
Zira , sıfat ve mevsuf aynı şeydir.. İkisi de aynı
köke bağlıdır..
***
Yetmez mi?. Bu kadar anlatılanlar , sana henüz bir
şey anlatmadıysa.. yazık..
Dikkatli ol ve bak ; dönüp dolaşıp aynı yere
geliyoruz..
Mana duvarlarını yıka yıka , önüne bir hazine
açıyoruz..
Dikkatli ol ; oradan içeri atlamak bir an
meselesidir..
O anı yakala ve içeri atıl..
Orada bir tılsım çözeceksin..
İşbu tılsımın anahtarı :
" Bir kimse ki , nefsini bildi ; gerçekten Rabbını
bilen o oldu.."
Mealine gelen Hadis-i Şeriftir..
Bu eser de o tılsımı çözmek yolunda.. Bütün bu
beyanlar , onun için..
Misaller , teşbihler , hep onun için..
***
Anlatmak istediğimiz mana yolunda , yukarıdaki
misal çok önemlidir .
Vaziyet , anlatıldığı gibi olunca.. daha önce sorulan
ve ve bilinmek istenen ayrılmanın ve birleşmenin
manası kalmaz..
Sebebine gelince.. Herkim , anlatılan misalle
yolunu bulur ve bir fehme sahib olursa.. Bilir ki :
Ne ayrılmak vardır ; ne de birleşmek..
Yine bilir ki : Ârif de maruf da odur..
Yine bilir ki : Gören de , görülen de odur..
Yine bilir ki : Vâsıl da , mevsul da odur.. Yani :
Birleşen de , birleşilen de odur..
Ona ondan başkası , vasıl olamaz..
Ve.. bir ayrılma mevzuu varsa.. Bu da , onun gayrı
olamaz..
İşte.. Şirkten kurtulmanın çaresi..
Herkim , anlatılan mana çemberi içine girerse..
Şirkten halâs bulur.. Yani : Kurtulur..
Aksi halde.. yani : Anlatılan mana yolunun dışına
çıkılınca.. Bu , kimden olursa olsun.. Nereye olursa
olsun. Hatta , çıkan kim olursa olsun.. şirken
kurtulma kokusunu alamaz..
***
İrfan sahibi geçinen pek çoğu kimseler , anlatılan
manadan yana yanlış zanna kapılmışlardır..
Onlar , kendi buldukları zannî yoldan ; kendi
nefislerini anladıklarını ; Rablarını bildiklerini ,
varlık bağından kurtulduklarını sandılar..
Ve.. dediler ki :
"Böyle bir hal için yegâne yol : Ancak fena , yani :
Yokluk ile elde edilir.. Hatta , fenadan da , fena
bulmak yolu ile..
Bütün deyişleri , bu yoldaki indî kanaatleri;
Resulüllah S.A. efendimizin Hadis-i Şerifindeki
ince manayı , anlamadıklarından ileri geliyor..
Onlarınki , bir yanlış zandan ibarettir .
Onların , şirki imhaları , varlığın yokluğa
atılmasına bağlıdır..
Özet olarak , işaret ettikleri mana budur..
Varlığı yok görmelerini , bir çok şekillere
bağlarlar..
Bir bakarsın ki : Fenanın da fena bulması yoluna
giderler..
Bir bakarsın ki : Tam manası ile Hakka teslim
yolunu anlatırlar..
İşbu anlatılanlar , onların anlattığımız manaya
varmak için, tarif ettikleri yoldur..
Mana canibine , onların işaretleri bunlardır..
Ne var ki ; gerçek onların sandığından çok daha
başkadır..
Onların bütün tarif ve işaretleri halis (!) şirktir..
Bir defa onlar , bu sözleri ile ; ikinci bir varlığa
işaret etmektedirler ..
.. ve .. böyle bir yolun varlığına cevaz
vermektedirler ..
Ama , aslında her kim , Haktan gayrı bir şeyin
varlığına hak tanırsa..
Sonra da , o tanıdığı varlığın ifnası cihetine girmiş
olur..
Böyle bir durum sonunda , Haktan gayrı bir şeyin
varlığını şüphesiz isbat etmiş olur .
Ondan gayrı bir varlığın isbatı yoluna giden ise..
gerçekten Allah'a bir ortak bulmuş olur..
Dileğimiz odur ki : Allah-ü Taâlâ ; onları da , bizi
de doğru yola irşad eyleye.
14. Bölüm
Bir zanna sahip oldun, seni sen sandın;
Halbuki sen olamazsın.. hiç olmadın..
Sen, sen olunca.. şüphesiz bir rab kaldın;
Geç bu zannı: İki şeyin biri kaldın..
Varlıkta hiç fark yok, ikiniz de aydın;
Ne senden ayrılan, ne ondan ayrıldın..
Sen ki cehlen yabancılık sözü attın;
Serteldin, cehlin gidince narin kaldın..
Ayrılığın vuslat, vuslatın ayrılık;
Böyle hoş oldun: Yakınlığın uzaklık..
Aklı at, keşfin nur anlayışla bak..
Sakın ha.. Allah'a ortak kılmayasın;
Ki, düşmeyesin.. şirkle düşük kalırsın..
***
Şimdi..
Bir soru daha karşımıza çıkar..
Ve .. Biri, şöyle diyebilir:
-Yaptığınız işarete göre:
-İrfanın kendinsin.. Yani: Nefsin.. Ki o, Allah'a
karşı irfan sahibi olmanın taa, kendisidir.
Diyorsunuz.. Halbuki irfan sahibi, nefsi ile kalınca
Allah'ın gayrıdır.
O, Allah'ın gayrı olduğuna göre, Allah'a karşı nasıl
bir irfan sahibi olabilir?
İşbu soruya verilecek cevap, kısmen yukarıda
geçen cümlelerdeki cevabın aynıdır.
Ama yine de bir cevap verilmesi yerinde olur..
Şöyle ki: Bir kimse nefsine; yani: Özüne karşı tam
ârif olursa.. bilir ki: Varlığı, kendi varlığı değildir.
Ama, başka bir varlığa da sahip değildir..
Yani: Kendisinden başka varlık yoktur..
İşbu mananın bir icabı olarak: Elbette kendi
vücudu; yani varlığı Allah'ın vücududur. Yani:
Varlığı..
Ama, kendi varlığı, bir olma sonucu, Allah'ın
varlığı olmadan..
Kendi vücudunun Allah'ın varlığına dahil olması,
gibi bir durum da yok..
Hatta, kendi varlığının, ondan çıkışı diye bir
mesele de yok..
Hatta; kendi varlığı onunla, yani: Hak'la da
olamaz..
Hatta; Hakkın varlığında da olamaz..
***
Şüphesiz, bu arada değişen hiç birşey yoktur. Yani:
Bütün bu olup biten işler arasında: Her şey haliyle
olmaktadır. Yani: Olduğu gibi..
İşte.. O irfan sahibi, kendisini, bu halet içinde
görür.. Yani: Varlığını böyle sezer..
Kısacası: Onun görüşü ve bilişi;hiçbir olan şeyin
yeniden olacağı, sonradan birşey olduğu fikrine
sahip olmadan, kendisini olduğu halde görür ve
bilir..
İşbu manada, fena hali yoktur..
Yokluğa gitmek, diye bir mesele mevzu bahis
değildir.
Mahiv, diye birşey yoktur.
Sonra.. Fena halinin de fena bulması ile de bu
durum hasıl olmaz..Yani: Yokluğu da yokluğa
gömmek, diye birşey yoktur..
Birşeyin yok olduğunu düşünelim.. Yani : fena
halini..
Onun böyle olması.. Yani: Birşeyin fenaya varması
demek, o şeyin daha önceden var olması demektir..
Durum, böyle iktiza eder.. Önce, durum budur..
Fena bulmak kabul edildiğine göre, bunu da kabul
gerekir..
Bu ki kabul edildi: onun, yani: o fena bulan şeyin
kendi başına bir varlık olması da kabul edilir..
Böyle olması gerekir..
Yani: Allah'ın kudreti ile değil de, kendi kendine
var olması..
Bu ise, muhaldir.. Olamaz..
Nedenini izaha lüzum bile yok.. Açık..
***
Buraya kadar hayli şeyler anlatıldı.. ve birçok
muamma olan manalar da çözüldü..
Bütün bu anlatılanlardan anlaşılan odur ki: Bir ârif
kişinin nefsine karşı olan irfan duygusu; şüphesiz,
Allah-ü Taâlâ'nın nefsini bilmesi sayılır..
Öyle değil mi?..
Arada bir yabancı düşünülmediğine göre, başka
nasıl olabilir ki?..
Olamaz..
Çünkü, irfan sahibinin nefsi, özü, varlığı: Allah-ü
Taâlâ'nın nefsidir... Özüdür..Varlığıdır..
Kısacası: Allah-ü Taâlâ'dır..
NEFS'ten murad: Varlıktır.. Vücuddur..
***
Şimdi.. bütün mesele.. anlatılan mana derinliğine
erebilmektedir.
Her kim bu anlatılan makama vâsıl olursa onun
kendisine mal edeceği bir varlığı olmaz..
Ne zâhirde kendine mal edeceği bir varlığı olur: ne
de batında..
Yani: Ne içte, ne de dışta.. Hiçbir halde kendisine
has bir vücud tanımaz..
Şüphesiz, bir vücudu varsa.. Allah'ın vücududur;
varlığıdır.
Şüphesiz, onun kelâmı, Allah'ın kelâmıdır.
Fiili, yani işi, Allah'ın işidir..
O esas varlığa kavuşan kimsenin de bir davası
vardır: Marifetullah.. Yani: Yüce Allah'ı anlamak..
İşbu davası da: Doğrudan doğruya nefsini
bilmesidir.
Bu arada ey cahil kimse.. Sen: O eren kişiden bir
iddia işitirsin.. Haliyle ne olduğunu da
anlayamazsın..
Yani: Anlatılan mana yolunda..
. Ve onun varlığına bakınca.. Allah-ü Taâlâ'dan
başkası sanırsın..
Tıpkı sen, özünü; Allah-ü Taâlâ'nın gayrı sandığın
gibi..
Şüphesiz; bu halin, hakiki halle bir çelişme
meydana getirir..
İşbu çelişme ise.. sen, kendi nefsini bilmediğindir..
Onun ne olduğunu anlayabilseydin; hiç böyle bir
yanlış duruma girer miydin?..
***
Düşün ki: Mümin, müminin aynasıdır.
Her iki halde de mümin Allah'ın sıfatıdır.. Her iki
halde de, mümin zatın gayrı değildir..
Aynıyla, o odur. Yani: Allah..
O müminin baktığını gör: Allah'ın gözü ile bakar.
Çünkü onun gözü Allah'ın gözüdür.
Yani: Onun nazarı Allah'ın nazarıdır..
Yani: İnanan müminin nazarı..
Yani: Anlatılan manaya vasıl olan müminin nazarı..
Ne var ki: Bu mana, zahire çekilmez.. dile
düşürülemez..
Senin bu kısa bakışınla; o, olamaz..
Senin, bu kısır ilminle de olamaz..
Senin, bu eksik anlayışınla da olamaz..
Hele vehminle.. hele zannınla hiç olamaz..
zahirdeki görüşünle de olamaz..
O, daima odur.. Ama nasıl?. Geç ötelere.. nasıl
olduğunu anla..
O, aynıyla ve görüşüyle odur..
***
İşin sonuna geldik sayılır.
Böyle olunca, biraz daha açık konuşacağız.
Şimdi diyeceklerimizi, buraya kadar anlattıklarımız
açısından dinlemelisin..
Bu hali ki, kendinde buldun; biri sana:
- Ben Allah'ım..
Derse. Onu duy.. ama candan duy.. çünkü Allah:
- Ben Allah'ım..
Diyor.. O sözü diyen kimse değil..
Yani: O kimse söylemiyor.. Hak söylüyor..
Belki burada bir şaşırma olabilir.. Yani: Sende..
Çünkü sen: O sözü edenin vâsıl olduğu makama
vâsıl olmadın..
Şayet, onun vâsıl olduğu makama vâsıl olsaydın;
onun dediğini anlardın..
Sonra.. Onun gördüğünü, sen de görürdün..
***
Biraz öz konuşalım..
Hulâsa: Cümle eşyanın varlığı, Hakkın varlığıdır..
Ama, onların bir varlığı olmadan..
Sakın ha.. bu anlatılan manalarda bir şüpheye
kapılmayasın..
Sonra.. Yanlış bir vehim yoluna da sapmayasın..
Meselâ demiyesin ki:
- Allah-ü Taâlâ, mahluktur..
Yani: Bu gördüğün yaratılmışlar.
15. Bölüm
Bazı irfan sahipleri dedi ki:
- Tam bir sofi vasfını alan kimse, mahluk olamaz..
Yani: Yaratılmış birşey değildir..
Şüphesiz bu tabir doğrudur. Bizim anlatmak
istediğimiz de bundan başkası değildir..
Ancak, dikkat gerek.. Bu vasıf, rastgele herkese
verilemez..
Bir sofi'nin öyle bir vasfa lâyık olması için; tam bir
keşif gerek..
Sonra.. cümle şeklerin(şüphe) eriyip gitmesi gerek..
Sonra.. bütün vehim kırıntıları da silinmelidir..
İşte.. bundan sonradır ki; yukarıdaki vasfı almaya,
o sofi lâyık olur..
Bu vasfı ki; aldı.. Onda, daha başka şeyler
aranmaya başlanır.
Öyle seciyeye sahip olmalıdır ki; gerek bu âlem,
gerekse, bu âlemin bitişi ile başlayan ebedi âlem,
onun gönül evinde çok ufak kalsın..
Hatta, bir yer bile tutmuş olmamalı..
Sadece, dünya ve âhiret kadar; yani, o ende bir
gönül genişliğine sahip olan için; yukarıdaki:
- Mahluk değildir..
Tabiri yaraşmaz..
Sebebine gelince: Hakiki hulk yani seciye, cümle
âlemlerden çook çok daha geniştir..
Bu bapta söylenecek söz, özet olarak bundan
ibarettir..
Şimdi..
Anlatılmadık, bir şey kalmadı..
Ne var ki; biraz daha ilerlemek icap eder..
Buraya kadar anlatılanları, daha iyi anlamaya çalış..
Ve bil ki:
Gören ve görülen..
Var olmuş olan ve var eden..
Anlayan, anlaşılan.. bilinen ve bilen.. Yani: Ârif ve
maruf..
Vücud ve mevcud..
İdrâk edilen ve idrâk eden..
Bütün bu anlatılanlar, bir şeydir. Aynıdır.. tek
şeydir.
Başka yol arama.
***
Şüphesiz o.. Yani, Allah-ü Taâlâ: Vücudu ile,
vücudunu görür..
Açıkçası: Varlığı ile, varlığına bakar; görür..
Vücudu ile, vücudunu anlar.. Ârif olur..
Vücudu ile vücudunu idrâk eder..
Ama.. sakın ha.. çok sakın; bu olanların hiçbirine
bir şekil çizmeye kalkma:
- Şöyle görür; veya böyle görür..
Deme..
Onun; ne marifetinde bir şekil vardır; ne
görüşünde, bakışında bir şekil vardır; ne de idrak
edişinde..
Hatta.. Öyle ki: İdrâk, rüyet(görme), marifet
kelimelerinin harfleri bile yoktur..
Yüce Allah'ın, nasıl varlığı için bir şekil ve bir
biçim yoksa.. Tıpkı bunun gibi:
Onun, kendi nefsini görmesi için de bir biçilmiş
şekil yoktur..
Onun, nefsini idrâki için de, bir belli biçim yoktur..
Onun, nefsini marifet babında, yapılan bir tarif de
yoktur.
***
Şimdi..
Önemli bir soru ile karşılaşabiliriz..
Meselâ biri şöyle diyebilir:
Kainattaki iyilik ve kötülüklere hangi nazarla
bakacağız?.. Anlatılan manalar açısından bir
tezeğe, ya da bir cifeye baktığımız zaman ona:
Allah diyoruz.. Bu mananın da açılması gerekmez
mi?..
Şüphesiz bu soru önemlidir.. Ama bizim
sözümüzde böyle bir mana yok ki..
Dıştan bakılınca belki olabilir.. Ama derinlemesine
açılınca sözümüzün aslı kolay anlaşılır.
Ortada bir cife mi vardır?.. Bir tezek ve pislik mi
vardır?..
Şüphesiz yoktur.. Onlar zahire göredir.. Hakikatte
onlar bir başkadır..
Bu sözümüz onadır ki:
Cifeyi bir cife olarak görmez.. göremez..
Pisliği pislik olarak görmez.. göremez..
Çünkü onunbir basireti vardır. Bir mana gözü
vardır..
Elbette ki, sözümüz, böyle bir basiret sahibi, yani:
Mana gözü sahibi içindir..
Elbette ki, anadan doğma gözsüzler, işaret ettiğimiz
hedefi göremez; sözümüzü anlayamaz..
Anadan doğma kör tabirimiz, o kimseler içindir ki:
Nefsine karşı bir irfan duygusuna karşı bir irfan
duygusuna sahip değildir.
Gerçek manada asıl kör, bu zümredir.
Bir kimsenin ki, temelli körlüğü ve gözsüzlüğü
gitmemiştir.. O bizim kelâmımızı nasıl anlayabilir?
Sonra.. Anlattığımızmana derinliğine vâsıl olmak,
onun için değildir..
Kısaca diyelim: Bütün bu konuşmalarımız Allah
iledir..
Onun gayrı ile.. onun gayrı ile.. Ve mana gözünden
yana yoksun olanlara değildir..
Bütün bu incelikler, çok dikkat ister..
***
Kısa bir cümle:
Her kim anlatılan bu makama vâsıl olursa ..
Kendisini bilir: Allah'ın gayrı değildir..
***
Hülâsa..
Bütün hitabımız onadır ki: Bu yolda bir azmi,
gayreti, aldığı bir himmeti vardır..
Yani: Allah-ü Taâlâ'yı bilmek için, nefsini bilmek
yolunda bir talebin sahibidir..
Şüphesiz, vasfını anlattığımız kimsenin kalbinde,
bir tuluat.. Bir doğuş vardır..
Yukarıda anlatılan talep, onun kalbinde parlar..
İş bu talep, sonunda: yanan tutuşan bir iştiyak olur..
İş bu iştiyak, doğruca, Allah'a vüsul yolundadır.. ki,
bu vüsulün şekli, daha önce anlatıldı..
Kalbinde, yanan bir nuru olmayan, maksatsız,
iştiyaksız.. Hatta, aşksız, sevgisiz biri ile bizim
sözleşmemiz yoktur..
***
Bu arada, yine bir soru ile karşılaşabiliriz...
Biri çıkar ve şöyle sorar:
-Allah-ü Taâlâ buyurdu ki:
- << Gözler ona erişemez.. İdrâk edemez.. Ama o, bütün gözleri ihata eder..>> (6/103)
Halbuki, bunun aksini iddia ediyorsun?. Sözündeki
hakikî mana ne ola ki?.
İş bu soru da, diğer soruların bazıları gibi,
anlattığımız manalar anlaşılmadan soruldu..
Eğer hakikaten söylediklerimiz anlaşılmış olsaydı;
bu soruya yer kalmazdı..
Kısaca diyelim: İş bu Âyet-i Kerime, tam bizim
anlattığımız manaya işaret etmektedir..
O Âyet-i Kerimede işaret edilen asıl mana şudur:
- Onu görecek, onu ihata edip bakabilecek; ne bir
göz vardır.. Ne de böyle bir şeye sahip olan kimse..
Çünkü varlıkta ondan gayrısı yoktur.. Ondan gayrı
bir varlık olsaydı; kendi gayrını görebilirdi..
İş bu manada, yalnız Allah-ü Taâlâ vardır; başkası
yoktur..
Şüphesiz Allah-ü Taâlâ:
- <>
Buyurmakla, öyle bir yabancının olmadığını
anlattı..
Yani: Zatından başkası yoktur; dolayısıyla idrak
edecek kimse de yoktur.. Yani: Arada bir yabancı
bir varlık yoktur..
Yani: Bir idrak eden varsa.. O da, Allah'tır..
Başka yoktur; ancak o vardır..
Zatını idrak eden odur: başkası değil..
Elbette gözleri, o idrak eder.. Çünkü: gözler ancak
onun varlığıdır..
***
Şayet biri çıkar derse ki:
Elbette onu gözler göremez.. Çünkü gözler
sonradan yaratılmıştır.. Böyle yaratılmış bir şey de,
ezeli ve ebedi varlığı göremez.. Sizin iddianız
değil; bu doğru olsa gerek..
Bu soru da bizi esas manadan uzaklaştırır..
Sonradan olma ve sonra yaratılma ne demektir?.
Biz bütün bunları daha önce anlattık..
Yukarıdaki söz, kendini bilmeyenin bir sözüdür..
Daha önce de anlattığımız gibi:
Arada yabancı hiçbir şey yoktur.. Gözler de yoktur.
O vardır..
Varlığını; o, zatı ile idrak eder.
Fakat.. Bir idrak varlığı da düşünülmeden.. Keza
onun idrakı için bir şekil de olmadan..
Hasılı: O vardır; başkası yoktur..
***
Rabbı, daima Rab'la anladım;
Sonra da şeksiz, şüphesiz kaldım..
Dahası, zatı, zatım oldu hak;
Ne noksan, ne ayıp hele bir bak..
Arada, ne terazi ne mizan;
Nefsim oldu gayba mazhar olan..
Ne zamn ki özümü anladım,
Hem de katıksız, içkisiz kaldım..
Mahbubun vaslına dahi erdim;
Ne yakınlık, ne uzaklık bildim...
Feyz sahibinden ihsana erdim;
Ne minnet, ne de alınma gördüm..
Nefsimden de olmadım uğruna;
Hiçbir libas da kalmadı ona..
***
Sözün sonuna geldik sayılır. Ama daha bitmedi.
Bu arada yine bir soru ile karşılaşabiliriz..
Mesela, biri şöyle sorabilir:
-Şimdi, sen bütün bu anlattıklarınla, sabir bir varlık
olarak, Allah-ü Taâlâ'yı bıraktın.. Ve herşeyi de
yok ettin..
Durum böyle olunca.. Bu dış gözle gördüğümüz
şeyler nedir?..
Bu sorunun cevabını gayet kolay verebiliriz..
Deriz ki:
-Söylediklerimiz, yazdıklarımız, varlık olarak,
Allah-ü Taâlâ'nın gayrını görmeyen içindir..
Biz sözümüzü, sohpetimizi böylesi ile yaparız..
Ama, o kimse ki, Allah-ü Taâlâ'dan gayrı bir varlık
görür; onunla hiçbir işimiz yoktur..
Hatta, böylesine verecek bir cevap bile yoktur.
Hatta, öyle bir kimseye; bir soru da sormayız..
Sorusunu da nazara almayız..
Bu şekilde, yanlış bir anlayışa sahip olan kimse.. O,
sadece, zahirde gördüğünü görür.. Başka bir şey
göremez..
Hali anlatıldığı gibi olana ne gösterebiliriz?.
Hasıl-ı kelâm: Her kim, anlattığımız şekilde, özünü
anlarsa.. Allah'ın gayrını göremez..
Nefsini bilmeyen, anlamayan kimse.. O da, Allah'ı
göremez..
Kısa bir cümle:
-Her kap, içinde ne varsa, onu dışa sızdırır.
Analtılan mana, hepten bir cümleye sığabilir.. Ama
biz, anlatabilmek için; mevzuu, açtıkça açtık..
Anlayan anladı..
Anlamayan için bunun birkaç mislini yazsak; yine
faydası olmaz..
O kimse ki; özünden bir şey göremiyor; ona ne bir
şey anlatılabilir.. Ne de o, bir şeyi anlar ve idrâk
eder..
Ama, bunun aksine; bir kimse ki, içten özlü bir
görgü sahibidir..
İşte.. anlatılanları o anlar ve idrâk eder..
***
O kimse ki, anlatılan manada bir vuslat haline
ermiştir.. Ona: Bir işaret yeter..
Vuslat ne şeydir; bilmeyen vâsıl olamaz..
Öğretilmek, anlatılmakla, bir şeye erdirelemez..
***
Sonra..
Bu işler, ikrar ve takrirle de olmaz.. Hatta, akılla da
olmaz..
Ancak fazileti tam, ermişliği sabit bir zata teslimle
olur..
İş bu zat, kendisine gelen gönül hastalarına karşı
bir hazakat sahibi olmalıdır.
İşte.. hali böyle olan bir zat; saliki, nuru ile
hidayete erdirebilir..
Ancak bunun himmeti ile salik yetişir..
Allah-ü Taâlâ, teslim olan salikin vaslını dilerse..
Vasfını kısaca anlattığımız zat, iyi bir delil olabilir..
Allah-ü Taâlâ'dan başarı dileriz..
Ta ki, sevip hoşlandığını bize iletsin..
Sözde.. işte.. ilimde.. nurda.. hidayette.. Bütün bu
işlerde, ondan başarı dileriz..
Çünkü o, her şeye kadirdir.. Dualara icabet onun
hakkıdır..
***
Allah-ü Taâlâ; efendimiz,
Muhammed'e salât
eylesin.. ki o, bize bir müjdecidir.. Yanlıştan
sakındırandır..
Keza onun âline de, ashabına da ; Allah-ü
Taâlâ'dan salât dileriz.
Çünkü bunlar, değerli ilimlerin sahibidir.

(kız)

Nubeyt bin Şenyt (r.a.) rivayet ediyor:


Bir adamın kızı doğduğunda, Allah o eve melekler gönderir. Onlar, "Ey ev halkı, Allah´ın
selâmı üzerinize olsun"derler

s.a.v

(gözünden akan yaşlara ab-ı hayat gıpta eder)


Ben o sevgilinin bendesiyim ki (kuluyum,kölesiyim) akıl onun mecnunudur

Ondan pürhun (kanrevan) olan bir gönül yüz can kıymetindedir

Yemin ederim ki aşıkların gözünden akan yaşlara ab-ı hayat gıpta eder

mevlana celaleddin rumi


rubailer

(Yabancı bellemeyin)

Yabancı bellemeyin
ben de bu eldenim
sizin diyarınızda kendi ocağımı aramaktayım

Düşman gibi görünüyorsam da düşman değilim


Hintçe söylüyorum ama aslım türktür

mevlana hazretleri
rubailerden

kaynak: hasan ali yücel - klasikler dizisi - farsça aslından çeviren: hasan ali yücel
(can yücelin babası)

(yalnız ve asıl maksut hep odur)

Başımı koyduğum her yerde secde edilen odur


Dört köşe altı bucakta tapılan hep odur

Bağ,gül,bülbül,sema,sevgili...
bütün bunlar hep bahanedir
yalnız ve asıl maksut (amaç,sebep) hep odur

mevlana celaleddin rumi


rubailerden

(ebu zamzam)

Abdurrahman İbn Aclan (Radiyallahü Anh) rivayet ediyor:

"Allah Resûlü (Aleyhisselâtü Vesselâm) bir gün, sahabilerine şöyle buyurdu:

– Sizden biriniz Ebu Zamzam gibi olmaya güç yetiremez mi?

Sahabiler sordular:– Ebu Zamzam kimdir, ya Resûlallah? Peygamberimiz (Aleyhisselâtü


Vesselâm) şöyle cevap verdiler:

– Ebu Zamzam, sizden önce yaşamış kişilerden biridir (Her sabah şöyle dua ederdi:)
"Allah’ım! Bana söven (gıybetimi yapan, aleyhimde bulunan) kullara hakkımı bağışladım..."
(onda biri)

Siz, öyle bir zemânda geldiniz ki, Allahü teâlânin emrlerinin ve yasaklarinin onda birini
yapmaz iseniz, helâk olur, Cehenneme gidersiniz. Sizden sonra öyle müslimânlar gelecek ki,
Allahü teâlânin emrlerinin ve yasaklarinin onda birini yapabilseler, Cehennemden kurtulurlar

hz muhammed s.a.v

Furkân 21
Bizimle karşılaşmayı (bir gün huzurumuza geleceklerini) ummayanlar: Bize ya melekler
indirilmeliydi ya da Rabbimizi görmeliydik, dediler. Andolsun ki onlar kendileri hakkında
kibire kapılmışlar ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir.

A’râf 206
Kuşkusuz Rabbin katındakiler O'na kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder ve
yalnız O'na secde ederler.

A’râf 88
Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: "Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber inananları
memleketimizden kesinlikle çıkaracağız veya dinimize döneceksiniz" (Şuayb): İstemesek de
mi? dedi.

Nisâ 18
Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim"
diyenler ile kafir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap
hazırlamışızdır.

Nisâ 17
Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin
tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.

İnşirâh

İnşirâh 1 Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?

İnşirâh 2 Yükünü senden alıp atmadık mı?

İnşirâh 3 O senin belini büken yükü .

İnşirâh 4 Senin şanını ve ününü yüceltmedik mi?

İnşirâh 5 Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır.

İnşirâh 6 Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.


İnşirâh 7 Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul,

İnşirâh 8 Yalnız Rabbine yönel.

Nahl 14 İçinden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi
emrinize veren O'dur. Gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsun. (Bütün
bunlar) onun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.

(imam ı rabbani hazretleri 287.mektub)

Bu mektûb, hakîkatleri bilen, kardeşi meyân gulâm Muhammed hazretlerine yazılmıştır.


Cezbe ve sulûk ve bunların marifetleri bildirilmektedir:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Bize doğru yolu gösteren Allahü teâlâya hamd olsun! Allahü teâlâ,
bize doğru yolu göstermeseydi, biz doğru yolu bulamazdık. Peygamberlerin hepsi doğru
olarak gelmiştir. Onların sonuncusu ve en üstünü olan Muhammed hep doğru söylemiştir.
Tâliblerin, gevşek ve yaradılışları aşağı olduklarından ve kâmil ve mükemmil olan bir Rehber
bulamadıklarından, uzun yolu kısalttıkları ve yüksekleri bırakıp, aşağı şeyler arkasında
koştukları görülmektedir. Yolda ellerine geçen en değersiz şeyleri bile birşey sanıp, onlara
bağlanıp kalmakta ve onları aranılan şey sanarak, yolun sonuna vardık, kâmil ve müntehî
olduk demektedirler. Yolun sonuna varanların ve aranılana kavuşanların, yolun sonundan ve
vardıkları yüksek makamlardan bildirdiklerini, bu aşağı yaradılışlı olanlar, hayâlleri geniş
olduğu için, kendi bozuk hâllerine benzetmektedirler. Fârisî mısra' tercemesi:
Fâre, rü'yâda deve olmuş!
Büyük denizden bir damlaya, hattâ damlanın görüntüsüne ve okyânusdan bir sızıntıya, hattâ
bunun görüntüsüne kavuşunca, doyuvermişlerdir. Maddeden olanları maddesiz, anlaşılamıyan
şey bilmişler. Bunları görünce, Ona kavuştuklarını sanmışlardır. Benzeri olanı, benzeri
olmıyana benzetmişler, onu bırakıp, buna sarılmışlar. Anlaşılamıyana, başkalarından
öğrenerek inananlar ve anlaşılamıyanı arayanlar, sülûk yolunu temâmlamıyan bu tâliblerden
ve serâb ile avunan bu susuzlardan katkat daha iyidirler. Haklı ile haksız arasında ve doğru
yolda gidenle yoldan sapan arasındaki ayrılık pekçoktur. Aradıklarına kavuşamıyarak,
mahlûku sonsuz bilen tâliblere yazıklar olsun! Anlaşılabilen şeyleri anlaşılamıyan sanıyorlar.
Suçları, keşflerinin yanlış olmasına bağışlanmayıp da, hesâba çekilirlerse, vay hâllerine! Yâ
Rabbî! Unuttuklarımızdan, yanıldıklarımızdan bizleri sorumlu tutma! Bir kimse, hacca gitmek
istiyor. Sevinerek yola çıkıyor. Yolda, Kâbeye benzer bir ev görüyor. Yalnız şekli benziyor
ise de, onu Kâbe sanıyor. Orada kalıyor. Bir başkası, hacca gitmiş olanlardan duyarak Kâbeyi
öğreniyor. Onu seviyor. Hacca gitmek istiyor. Fakat yola çıkmamış, bir adım atmamıştır.
Bununla berâber, başka birşeye Kâbe dememiş, yalnız Kâbeye, doğru olarak inanmıştır. Bu
kimse, yanılmış olan birincisinden daha iyidir. Evet, Kâbeye varmamış, fakat başka bir binâyı
da Kâbe sanmamış olan üçüncü bir hac yolcusu, doğru inanan, fakat yola çıkmamış olandan
elbette daha iyidir. Çünki bu, hem inanmakta, hem de, kavuşmak için yolculuk yapmaktadır.
Bunun daha üstün olduğu meydandadır.
Bunlardan birçoğu da, kendilerini ermiş sanarak ve kavuştuklarını hayâl ederek, şeyhlik
yapmakta, herkese yol göstermeğe kalkışmaktadırlar. Kendileri bozuk oldukları için,
yaradılışı yüksek, bu yola uygun olan çoklarını da bozmaktadırlar. Sohbetleri, kalbleri
kararttığı için, tâliblerin isteklerini, çalışmalarını yok etmektedirler. Kendileri sapıttıkları gibi,
başkalarını da, doğru yoldan saptırmışlardır. Kendileri yıkıldıkları gibi, başkalarını da
yıkmışlardır.
Kemâle geldiğini, kavuştuğunu sanmak, sülûk yapmamış meczûblarda, cezb edilmiyen
sâliklerden daha çok olmaktadır. Çünki, mübtedîdeki ve müntehîdeki cezbeler, görünüşte
ortaktır. Aşk ve muhabbetleri, görünüşte eşiddir. İşin içyüzü böyle değildir. Hâlleri başkadır:
Fârisî mısra' tercemesi:
Toprak başkadır, temiz âlem başkadır.
Başlangıcda bulunan herşey bozuktur. Nefsin istekleri karışıktır. Sonda, Hak ile olduğu için,
herşey Hak içindir. Bunu biraz sonra, inşâallahü teâlâ açıklıyacağız. Görünüşteki bu benzerlik
ve bağlılık, yanlış hayâllere yol açmıştır. Ebû Bekr-i Sıddîktan gelen yolda cezbe sülûkten
önce olduğu için, bu yolda, sülûk nîmetine kavuşmamış olan meczûblarda, böyle hayâller ve
bu gibi vehmler çok olur. Bunlardan birçoğuna, cezbe makamında, çeşidli hâller hâsıl olur.
Bir hâlden, başka bir hâle dönerler. Bunları, sülûk konaklarında ilerlemek ve (Seyr-i ilallah)
yolculuğu sanırlar. Bu değişmeleri görünce, kendilerini (Meczûb-i sâlik) bilirler.
Bunun için, kısa aklımla düşündüm ki, cezbe ve sülûkün ne olduklarını, bu iki makam
arasındaki ayrılıkları, herbirinin, kendisini diğerinden ayırmaya yarayan hâssalarını ve
mübtedî ile müntehînin cezbleri arasındaki farkları ve tekmîl ve irşâd makamlarının ne
olduğunu ve bu makama bağlı olan bilgileri yazayım. Böylece, doğruyu açığa çıkarayım.
Yanlış olanların bozukluğunu göstereyim. Suçlular, beğenmeseler de, bu hizmeti yapmaya,
Allahü teâlânın yardımı ile başladım. Doğru yolu gösteren ancak Odur. O, çok iyi bir sahip ve
çok iyi vekîldir.
Bu mektûbda, iki maksadla bir hâtime vardır:
Birinci maksadda, cezbe makamındaki marifetler bildirilmektedir.
İkinci maksadda, sülûk bilgileri vardır.
Hâtimede, tâliblere çok lüzûmlu ve faydalı olan çeşidli bilgiler vardır.
BİRİNCİ MAKSAD: Sülûkü bitirmemiş olan meczûblar, çok çekilseler de ve hangi yoldan
çekilseler de, (Erbâb-i kulûb)dandırlar. Sülûk yapmadan ve (Tezkiye-i nefs) olmadan, kalb
makamından ileri geçilemez. Kalbin sahibine varılamaz. Onların çekilmeleri, kalbe olan
çekilmedir. Onların sevgileri kendilerinden değildir, dışardandır. Kendileri içindir. Sevilen
için değildir. Çünki bu makamda, nefs ruh ile birleşmiştir. Zulmet, nûr ile bir aradadır. Kalb
makamından kurtulmak ve kalbin sahibine kavuşmak ve ruhun aranılana çekilmesi, ruh
nefsden kurtulup aranılana dönmedikce ve nefs ruhdan ayrılarak kulluk makamına inmedikce,
olamaz. Bu ikisi, bir arada kaldıkca, (Hakîkat-i câmia-i kalbiyye) sağlamdır ve ayaktadır.
Yalnız ruhun çekilmesi düşünülemez. Ruhun nefsden kurtulması ancak, sülûk konaklarını
geçdikten ve Seyr-i ilallah yolculuğunu bitirdikten ve Seyr-i fillah başladıktan ve belki de,
(Seyr-i anillah-i billah) yolculuğundaki (Fark-ı ba'delcem') makamına kavuştuktan sonra hâsıl
olabilir. Fârisî beyt tercemesi:
Her dilenci, olur mu bir kahraman?
nerede sivri sinek, nerede Süleymân?
Müntehî ile mübtedînin cezbleri arasındaki fark anlaşılmış oldu. Erbâb-i kulûb meczûblarının
şühûdları, kesret yâni mahlûklar perdesi arkasında olur. Anlasalar da, anlamasalar da böyledir.
Bu kesrette gördükleri de, yalnız Âlem-i ervâhdır. Ruhların âlemi, letâfet, ihâta ve sereyân
bakımlarından, görünüşte, kendini yaratana benzer. (Allahü teâlâ, Âdemi kendi sûretinde
yarattı) hadis-i şerifi, böyle olduğunu bildirmektedir. Bunun için, ruhun şühûdünü, Hakkın
şühûdü sanırlar. İhâta, sereyân, kurb ve mâıyyet de böyledir. Çünki sâlik, bulunduğu makamın
bir üstünü görebilir. Daha üst makamları göremez. Bunların bulunduğu makamın üstü, (Ruh
makamı)dır. Bunun için, ruh makamından yukarısını göremezler. Ruhun şühûdünden başka,
şühûdleri olmaz. Ruhun üstünü görebilmek için, ruh makamına kavuşmak lâzımdır. Muhabbet
ve çekilmek de, şühûd gibidir. Hak teâlânın şühûdü için, belki Ona muhabbet ve çekilmek
için, Seyr-i ilallahın sonundaki Fenânın hâsıl olması lâzımdır. Fârisî beyt tercemesi:
Bir kimsede hâsıl olmazsa Fenâ,
Hak teâlâya yol bulamaz aslâ!
Başka söz bulunamadığı için şühûd diyoruz. Yoksa, bu büyüklerin işi, başkalarının dedikleri
şühûdün çok ilerisindedir. Bunların aradıkları, anlaşılamıyan bir varlık olduğu gibi, Ona
kavuşmaları da, anlaşılamıyan bir kavuşmaktır. Maddeli, ölçülü olan, Ona yol bulamaz.
Sultânın hediyyelerini, ancak onun hayvanları taşıyabilir. Fârisî beyt tercemesi:
Anlaşılmaz, ölçülmez bağlantılar,
Hak ile ruhumuz arasında var!
Sülûk sahiplerinden hakîkate varmış olanlara göre, Hak teâlânın ihâta, sereyân, kurb ve
mâıyyeti ilim yolu ile anlaşılmaktadır. Doğru yolun âlimleri de böyle söylemişlerdir. Allahü
teâlâ, bu âlimlerin çalışmalarına bolbol mükâfât versin! O büyüklere göre, Allahü teâlânın
kendisi bu âleme yakındır, sereyân etmiştir sanmak, birşeye kavuşmamış olmağı, uzakta
kalmış olmağı gösterir. Yaklaşmış olanlar, Allahü teâlâ yakındır demezler. Büyüklerden biri
buyurdu ki, (Yakın olduğunu söyliyen, uzaktadır. Uzaktayım diyen yakındır. Tesavvuf da
budur). (Tevhîd-i vücûd) bilgileri, kalbin çekilmesinden ve muhabbetten hâsıl olmaktadır.
Cezb edilmiyen, sülûk yolunda ilerliyen (Erbâb-i kulûb) bu bilgilere yakalanmaz. Sülûk ile
kalbden büsbütün ayrılıp, kalbin sahibine dönmüş olan meczûblar da, bu bilgilerden
uzaklaşırlar. Tevbe ederler. Meczûblardan birçoğu, sülûk yoluna girdikleri ve bu yolun
konaklarında ilerledikleri hâlde, eski makamlarını unutmazlar. Yukarı makamlara bakmazlar.
Tevhîd bilgileri, bunları bırakmaz. Bu tehlikeden kurtulamazlar. Bunun için, yakınlık
konaklarına ve mukaddes makamlara yükselmezler. Yâ Rabbî! Bu zâlimlerin şehrinden bizi
çıkar. Senden bize bir sahip gönder. Senden bize bir yardımcı ihsân eyle!
Aranılana kavuşmak, bu bilgilerden kurtulmakla belli olur. Çünki, hiçbirşeye benzemiyene
yaklaştıkça âlem, yaratandan o kadar uzak bulunur. Bu zaman âlemi yaratandan başka
bilmemek ve yaratanı, âlemi çevirmiş sanmak gibi şeyler olmaz. Arabî mısra' tercemesi:
Toprağa düşen nerede?
Herşeyin sahibine olan nerede?
MARİFET 1: Hâce Nakşibend hazretleri, (Nihâyeti, başlangıcda yerleştirdik) buyurdu. Bu
söz, müntehîlerde olan cezb ve muhabbet, bu yolda, başlangıcda olanlara olan cezb ve
muhabbette yerleştirilmiştir demektir. Çünki müntehînin çekilmesi, ruhun çekilmesidir.
Mübtedînin cezbi ise, kalbin çekilmesidir. Kalb, ruh ile nefs arasında geçid gibi olduğundan,
kalb çekilirken, ruh da cezb olunmaktadır. Başlangıcda bu yerleşmenin, yalnız bu tarîkte
olması, büyüklerin bu yolu, bunun hâsıl olması için, koymuş olduklarındandır. Bu yolu, buna
kavuşmak için, kurdukları içindir. Yoksa, bütün cezblerde de, bu yerleşmek vardır. Fakat,
başka tarîkatlerde, rastgele hâsıl olabilmektedir. Buna kavuşmaları için, belli bir yolları
yoktur. Bundan başka, bu büyüklerin yolundaki cezbe makamı çok şânlıdır. Başkaları böyle
değildir. Olsa da, çok azdır. Bunun için, bunların bir çoğuna, bu makamda, sülûk konaklarını
aşmamış olsalar bile, sülûk edenlerin karıştıkları Fenâ ve Bekâya benzeyen Fenâ ve Bekâ
hâsıl olur. (Tekmîl), yâni başkalarını yetiştirebilmek makamından birşeylere kavuşurlar ki,
(Seyr-i anillah-i billah) yolculuğu makamına benzemektedir. Böylece uygun yaradılışlı
olanları yetiştirebilirler. Aşağıda, bunu daha açıklıyacağız. İnşâallahü teâlâ.
Burada bir incelik vardır: Şöyle ki, ruh bu bedene gelmeden önce, mukaddes âlemi biraz
biliyordu. Bedene gelince, bu bilgisi kalmadı. Bu yolun büyükleri, ruha eski bilgisini
hâtırlatacak bir yol buldular. Fakat ruh, bedene bağlı kaldıkca, o mukaddes makama dönen
kalb oluyor. Kalbin dönmesi, nefsin ve ruhun da dönmeleri demektir. Ruhun maksada
dönmesi, kalbin dönmesinde yerleştirilmiştir. Müntehîlerde, ruh Fenâ bulduktan ve hakkânî
vücûdle Bekâ bulduktan sonra, ruh maksada dönmektedir. Ruhun o Bekâsına (Bekâ-billah)
denir. Kalbin teveccühü içinde bulunan, ruhun teveccühü ve belki ruhun bedene gelmeden
önceki teveccühü, ruhun varlığı ile birlikte olan teveccühüdür. Ruh daha fânî olmamıştır.
Ruhun varlığı ile olan teveccühü ile, ruhun Fenâsı ile olan teveccühü başka başkadır. Kalbin
teveccühü içinde olan ruhun teveccühüne nihâyet denilmesi, nihâyette yalnız ruhun teveccühü
kaldığı içindir. Nihâyetin, bidâyette yerleştirilmesi demek, nihâyetin görüntüsünün bidâyette
yerleştirilmesidir. Kendisinin yerleştirilmesi demek değildir. O bidâyette yerleştirilemez.
Görüntünün yerleştirildiğini açıkça söylememeleri, belki, bu (Tarîka-i aliyye) talebesini
çalıştırmak için olabilir. İşin doğrusu, Allahü teâlânın yardımı ile, bizim bildirdiğimizdir.
Sâbıkların çekilmeleri, çalışmakla, uğraşmakla değildir. Rehberin teveccühü ve huzuru iledir.
Onlarınki de, kalbin çekilmesidir. Ruhun bedene gelmeden önce olan teveccühünden de, biraz
kalmıştır. Ruhun bedene gelmeden önceki teveccühünün meydana çıkması için uğraşmak,
bedene gelince, teveccühü unutanlar için lâzımdır. Çalışmaları, sanki önceki teveccühü
hâtırlatmak içindir. O kaçırılmış olan nîmeti bulmak içindir. Eski teveccühü unutanlar, adı
geçen sâbıklardan daha latîf yaradılışlıdırlar. Çünki eski teveccühün hepsini unutmak,
teveccühün tâm olduğunu ve onda yok olmuş olduğunu gösterir. Teveccühü unutmamak,
böyle değildir. Böyle olmakla berâber, sâbıkların teveccühleri, bütün varlıklarına yayılmış,
işlemiştir. Bedenleri de, ruhları gibi olmuştur. Sevilmiş ve seçilmiş olanlar da böyledir. Fakat,
sevilmişlerdeki yayılış ile sâbıklardaki yayılış, başkadır. Birşeyin kendisi ile görüntüsünün
başka olmaları gibidir. Buna kavuşanlar, böyle olduğunu iyi bilirler. Evet, kavuşan
muhiblerde ve olgunlaşan mürîdlerde de bu yayılış vardır. Fakat, şimşek gibi gelip geçicidir,
sürekli değildir. Devamlı yayılma, ancak sevilmiş olanlar içindir.
MARİFET 2: Erbâb-ı kulûb meczûbları, kalb makamında yerleşince ve o makamın marifetine
ve şü'ûruna kavuşunca, tâliblere faydalı olabilirler. Bunların yanında bulunanlarda, kalbin
çekilmesi ve muhabbeti hâsıl olabilir. Fakat kendileri, kemâle yetişmiş olmadıkları için,
yanında bulunanlar da olgunlaşamazlar. (Nâkısdan kâmil gelmez) demişlerdir. Bunlar,
yanındakileri kavuşturamaz iseler de, sülûk erbâbından daha faydalı olurlar. Çünki, sülûkün
sonuna varsalar ve müntehîlerin cezbine kavuşsalar da, (Seyr-i anillah-i billah) ile, kalb
makamına indirilmemişlerdir. Bu âleme döndürülmemiş olan müntehî, başkalarını
yetiştirmek, onlara fayda vermek makamına mâlik olmaz. Onun âleme teveccühü, bağlılığı
kalmamıştır ki, fayda verebilsin. Kendisine uyulan kimse, bir geçiddir. Çünki, geçid makamı
olan, kalb makamına inmiştir. Ruhdan ve nefsden faydalanmaktadır. Ruh yolu ile, yukarıdan
istifâde etmekte, nefs yolu ile aşağıya fayda vermektedir. Onun Allahü teâlâya teveccühü ile
insanlara teveccühü bir aradadır. İkisinden biri, ikincisine perde olmaz. İfâdeyi ve istifâdeyi
birlikte yapmaktadır. Tesavvuf büyüklerinden birkaçı şeyhin bir geçid olmasına, Hak ile halk
arasında aracı olmasıdır diyorlar. Teşbîhi ve tenzîhi kendinde toplamıştır diyorlar. İyi
bilmelidir ki, geçid olmağı böyle anlamak sekrden ileri gelmektedir. Rehberlik ise, sahv
hâlidir. Şü'ûrlu olmaktır. Öyle sözler, bu makamına yakışmaz. Çünki bu makamda, onların
nefsleri, ruhun her tarafı kaplayan nûrları içindedir. Nûrların içinde bulunması, sekre sebeb
olmuştur. Kalbin geçid olması makamında ise, nefs ve ruh birbirinden ayrılmıştır. Bundan
dolayı, burada sekr olamaz. Burada, davet makamına uygun olan sahv vardır.
Olgun olan zatı kalb makamına indirdikleri zaman, geçid gibi olduğu için, âlemle bağlılık
hâsıl eder. Yaradılışı uygun olanları yetiştirir. Hâlleri değişmiyen meczûbun da, kalb
makamında bulunduğu zaman, âlemle bağlılığı vardır. Tâliblere teveccüh eder. Kalbin
çekilmesi ve muhabbeti olsa bile, çekilmeğe ve muhabbete kavuşmuştur. Bundan dolayı,
tâliblere faydalı olur. Şunu da bildirelim ki, hâli değişmeyen meczûbun verdiği fayda miktarı,
geri dönmüş müntehînin yaptığı faydadan daha çoktur. Müntehînin Faydası ise, meczûbun
faydasından daha kıymetlidir. Çünki geri dönmüş müntehînin âlem ile bağlılığı var ise de, bu
bağlılık, görünüştedir. Doğrusuna bakılırsa, âlemden ayrıdır. Asla doğrudur. Onunla bâkîdir.
Meczûb ise, âleme sıkı bağlıdır. Âlemin bir parçasıdır. Âlemin bâkî olduğu bekâ ile bâkîdir.
İşte bunun için, tâlibler, meczûba tâm yakındırlar. Bunun için, ondan daha çok fayda hâsıl
ederler. Geri dönen müntehîden ise, daha az istifâde ederler. Fakat vilâyet kemâllerinin
mertebelerine yükselmek, ancak müntehînin yardımı ile olur. Bundan dolayı, müntehîden
istifâde etmek daha kıymetlidir. Bundan başka, müntehînin hakîkatte himmeti ve teveccühü
yoktur. Meczûbun ise, himmet ve teveccühü vardır. Himmet ve teveccüh ile tâlibi ilerletir ise
de, kemâle ulaştıramaz. Şunu da bildirelim ki, tâliblerin meczûblardan edinecekleri
teveccühün sonu, ruhun unutmuş olduğu eski teveccühüdür. Bunların sohbetinde, ruh eski
teveccühünü hâtırlar. Kalbin teveccühünde, eski teveccüh de birlikte hâsıl olur. Müntehîlerin
sohbetinde hâsıl olan teveccüh böyle değildir. Eskiden bulunmıyan yeni bir teveccühdür.
Ruhun fenâsından belki de (Hakkânî vücûd) ile Bekâsından sonra hâsıl olan bir teveccühdür.
Bundan dolayı, birinci teveccüh kolay hâsıl olur. İkinci teveccüh güc hâsıl olur. Kolay olan,
çok olur. Güç olan, daha az olur. Bunun için, demişlerdir ki, cezbe hâsıl etmek için şeyhin
Faydası olmaz. Çünki, o bağlılık önceden var idi. Ruh bedene gelince unutuldu. Hâtırlatmak,
uyandırmak lâzım oldu. Bunu hâtırlatan zata, (Öğretici) denir. (Yetiştirici) denmez. Sülûk
konaklarında ilerletmek için yetiştirici şeyh lâzımdır. Onun yetiştirmesi lâzımdır.
Yetiştiricilerin, hâli değişmiyen böyle meczûblara, tâlibleri yetiştirmek için izn vermesi uygun
değildir. Bunları kemâle erdirmek, yetiştirmek için bırakması doğru olmaz. Çünki, tâlibler
arasında yüksek yaradılışlı olanlar vardır. Olgunlaşacak ve başkalarını da yetiştirebilecek
yükseklikte yaradılmışlardır. Bunlar, böyle bir meczûbun eline düşerse, yaradılışlarındaki
olgunlaşma kuvvetleri yok olabilir. Yükselmez olurlar. Buğday yetiştirmeğe elverişli bir
toprağa, iyi buğdayın sağlam tohumu ekilirse, toprağın kuvvetine göre iyi buğday elde edilir.
Kötü buğday tohumu veya nohud ekilirse, iyi buğday vermek şöyle dursun, toprağın
yetiştirme kuvveti bozulur. Eğer bir meczûba izn vermekte fayda görür ve onun tâliblere
faydalı olacağını anlarsa, onun tâlibleri yetiştirmesini birkaç şarta bağlar. Bunlardan biri, tâlib
onun yetiştirme yoluna uygun olmalıdır. Onun yanında tâlibin yaradılışındaki kuvvet
bozulmamalıdır. Kendi nefsi de, bu başkanlıktan dolayı taşkınlık yapmamalıdır. Çünki nefsi
tezkiye bulmamış, kötü isteklerden vazgeçmemiştir. Bundan başka, tâlibin kendisinden
herşeyi aldığını ve daha da alacak kuvvette olduğunu anlarsa, bunu ona bildirmeli, başka
Rehbere giderek onun yanında işini bitirmesini söylemelidir. Kendini müntehî olarak
tanıtmamalı, başkalarını aldatarak, herkesin yolunu kesmemelidir. İşte, meczûbun hâline ve
zamana göre, bu şartlardan uygun olanı bildirmeli, bunları gözetmesini sıkıca söyliyerek izn
vermelidir. Geri dönmüş olan müntehînin tâlibleri yetiştirmesi için, böyle şartlar lâzım
değildir. Çünki o, Hakka teveccüh ile halka teveccühü kendisinde toplamış olduğundan, her
tarîka ve her yaradılıştaki tâlibe uygundur. Herkes, yaradılışındaki kuvvet kadar ve ona
bağlılığı kadar, ondan istifâde edebilir. Her ne kadar, şeyhlerin sohbetinde, onlara bağlılığın
az veya çok olmasından dolayı, çabuk ve yavaş ilerlemek ayrılıkları olabilir. Fakat hepsinin
yetiştirme kuvvetleri birdir. Tâlibleri yetiştirirken, hâsıl olacak şöhretin Allahü teâlânın bir
hîlesi, aldatması olmasından korkması, bunun için Hak teâlâya sığınması ve Onun
merhametine sarılması lâzımdır. Çünki, bu işte ve bütün işlerinde ve bütün zamanlarında Hak
teâlâya sığınması, ona ihsân edilmiştir. Hiçbir vakt, hiçbir işinde ondan ayrılmaz. Bu, Allahü
teâlânın öyle bir ihsânıdır ki, dilediğine verir. Allahü teâlâ, büyük ihsân sahibidir.
İKİNCİ MAKSAD: Burada sülûk anlatılacaktır.
Bir tâlib, sülûk yolu ile yükselmek istediği zaman, kendi rabbi, yetiştiricisi olan isme varır ve
bu ismde fânî, yok olursa, (Fenâ makamı)na kavuşmuş olur. Bu ism ile bekâ bulduktan sonra,
(Bekâ makamı)na kavuşmuş olur. Bu Fenâ ve Bekâ ile, vilâyetin birinci mertebesine
yükselmekle şereflenmiş olur. Bu sözümüzü açıklamak ve incelemek lâzımdır.
AÇIKLAMA: Allahü teâlâdan gelen feyz iki dürlüdür: Birincisi, var etmek, varlıkta
durdurmak, yaratmak, rızk vermek, hayat vermek, öldürmek gibi nîmetlerdir.
İkincisi, îman, marifet ve vilâyet ile Peygamberlik mertebelerinin başka başka kemâlleridir.
Birinci feyzler, ihsânlar, Allahü teâlânın sıfatlarından gelir. İkinci feyzlerin bir çoğu, yine
sıfatlardan ve başka bir çoğu da, şü'ûnlardan gelir. Sıfatlar ile şü'ûnlar arasında çok ince
ayrılık vardır. Bu başkalıklar, ancak Muhammed aleyhisselâmın vilâyetine kavuşanlardan
pekaz kimselere bildirilir. Bunları bildiren hiç kimse yoktur. Kısaca söyleriz ki: Sıfatlar,
Allahü teâlânın zatından ayrı olarak dışarda vardır. Şü'ûnlar ise, Zat-i ilâhîde var denilen
şeylerdir. Meselâ, su öyle yaratılmıştır ki, yukardan aşağı düşer. Onun bu düşmesi,
kendisinde, hayat, ilim, kudret ve irâde varlığını düşündürür. Çünki ilim sahipleri, ağır
oldukları için ve bildikleri için yukardan aşağı inerler. Yukarıya bakmazlar. İlim ise, diri
olanda bulunur. İrâde, ilme bağlı olur. Kudretin de var olması lâzım gelir. Çünki irâde, gücü
yeten iki şeyden birini seçmektir. Suda bunları düşünmek, şü'ûnlara benzer. Bu şü'ûnlar var
iken, suyun başka sıfatları da olabilir. Bu sıfatlar, sudan ayrı olarak var olur. Yukarıdaki
düşüncelerle, yâni şü'ûnlarla, su diridir, âlimdir, kâdirdir ve dileyicidir denilemez. Bunları
söyleyebilmek için, ayrıca sıfatların bulunması lâzımdır. Âlimlerden birkaçı, su için bu
ismleri söylemişler ise de, sözleri, şü'ûn ile sıfatları birbirlerinden ayıramadıkları için
olmuştur. Sıfatların yokluğunu söyliyenler de, bu ikisini ayıramıyanlardır. Sıfatlar ile şü'ûnlar
arasında ikinci bir ayrılık daha vardır: Şü'ûnların bulunduğu makam, dalgalanan şanlı bir
makamdır. Sıfatların makamı böyle değildir. Muhammed Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi
ve âlihi ve sellem” ve Onun gölgesinde bulunan Evliyâsına, ikinci feyz, şü'ûnlardan gelir.
Başka Peygamberlere “salevâtullahi teâlâ ve berekâtühü alâ nebiyyinâ ve aleyhim ve alâ
cemî'i etbâ'ihim” ve onların gölgesinde bulunan Evliyâya bu feyz, hattâ birinci feyz de
sıfatlardan gelir.
Resûlullahın rabbi olan ve ikinci feyzin gelmesine vâsıta olan ism, ilmin şânının zıllidir. İlim
şânı, toplu olan ve birbirinden ayrılmış olan bütün şü'ûnları kendinde toplamaktadır. İlim
şânının bu görüntüsüne (Kâbiliyyet-i zat) denir. İlim şânı ve bunun kendinde toplamış olduğu
bütün şü'ûnlar, Zat-i teâlânın kâbiliyyetidir. Bu kâbiliyyet, Zat-i teâlâ ile ilim şânı arasında bir
geçid ise de, bunun Zat-i teâlâ tarafı anlaşılamaz olduğundan, bu geçid yalnız ilim şânına
karşı olan tarafı ile anlaşılabilmektedir. Bunun için, bu kâbiliyyete ilim şânının zılli
denilmiştir. Bir şeyin zılli, o şeyin ikinci bir mertebede görüntüsüdür. Onun kendisi değildir,
benzeridir. Bu kâbiliyyetin hâsıl olması, iki tarafının hâsıl olması demektir. Bundan dolayı, bu
geçid, mükâşefede, ilim şânının altında görünmektedir. Bu şândan sonra ve onun altında
göründüğü için, onun zılli demek uygun olmuştur. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve
selleme ve bâreke” gölgesinde bulunan Evliyânın rableri olan, onlara ikinci feyzin gelmesinde
geçid olan ismler, bu kâbiliyyetin zılleridir. Bu toplu olan kâbiliyyetin açılmış, dağılmış
parçalarıdır. Başka Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ ve teslîmatühü alâ nebiyyina ve
aleyhim” rableri ve hem birinci, hem ikinci feyzlerin gelmesine geçid olan, ayrıca dışarda
bulunan sekiz sıfatın Zat-i teâlâdaki kâbiliyyetidir. O Peygamberlerin görüntüsü altında
bulunan Evliyânın rableri, hem birinci ve hem ikinci feyzin gelmesinde geçid olan bu sekiz
sıfattır. Resûlullaha birinci feyzin gelmesinde geçid olan, Allahü teâlânın sıfatlarının, Zat-i
teâlâdaki kâbiliyyetidir. Sanki, başka Peygamberlere “salevâtüllahi ve berekâtühü alâ
nebiyyinâ ve aleyhim” feyzlerin gelmesinde geçid gibi olan kâbiliyyetler, bu toplu olan
kâbiliyyetin zılleri, açılıp yayılmış şeklidir. Resûlullahın görüntüsü üzerinde bulunan Evliyâya
birinci feyzin gelmesinde geçid gibi olanlar da başkadır. Çünki bunlar, sıfattırlar. Görülüyor
ki, Muhammedî olan Evliyâya birinci feyzin gelmesindeki geçidler, ikinci feyzin
gelmesindeki geçidlerden başkadır. Başka Evliyâda ise, bu geçidler başka değildir. Tesavvuf
büyüklerinden birkaçı, (Muhammed aleyhisselâmın rabbi, yâni feyz gelmesinde geçid olan,
sıfatların zattaki kâbiliyyetidir) dediler. Bu sözleri, şü'ûn ile sıfatları birbirinden
ayıramadıklarını göstermektedir. Hattâ şü'ûn makamını bilmediklerini göstermektedir.
Doğruyu meydana çıkaran, ancak Allahü teâlâdır. Doğru yolu gösteren Odur. Resûlullahın
rabbi, yâni her iki feyzin de gelmesine geçid olan, hem şü'ûn makamındaki ve hem sıfatların
makamındaki rabbi, bütün rablerin rabbidir. Yâni ana geçid, ana yol olduğu iyi anlaşıldı.
Bundan başka, Resûlullahın vilâyetinin kemâlleri mertebelerine feyz, doğrudan doğruya geçid
olmaksızın, Zat-i ilâhîden gelmekte olduğu da anlaşılmış oldu. Çünki şü'ûnlar, zattan başka
değildirler. Zattan başkalıkları, yalnız akıl iledir. Bundan dolayı, (Tecellî-i zatî), yalnız
Resûlullah için oldu. Onun izinde gidenlerin büyükleri, Onun yolundan feyz aldıkları için,
bunlar da, o makamdan birşeye kavuşmuşlardır. Başkalarının feyz almalarına, sıfatlar geçid
olmaktadır. Sıfatlar, ayrı bir varlıkta dışarda mevcut oldukları için, arada sağlam perdedirler.
Bunlar (Tecellî-i sıfâtî)ye kavuşurlar. Sıfatların Zattaki kâbiliyyeti, akıl ile, düşünce ile vardır.
Dışarda varlığı yoktur. Sıfatlar, dışarda vardırlar. Bunların kâbiliyyetleri ise, dışarda yoktur.
Fakat kâbiliyyetler, Zat ile sıfatlar arasında geçid gibidirler. Belki de şü'ûnlarla sıfatlar
arasındadırlar. Geçidin iki ucu, iki tarafındakine benzer. Bunun için, kâbiliyyetler de, sıfatlar
gibi olarak, perdelik yapmışlardır. Fârisî beyt tercemesi:
Dostun ayrılığı, az olsa da, az değildir.
Gözde yarım kıl olsa, çok görünür.
Yukardaki bildirilenlerden anlaşıldı ki, Zat-i teâlânın perdesiz olarak görünmesi, (Tecellî-i
şühûdî)de olabilir. Fakat (Tecellî-i vücûdî)de olamaz. Bunun için, Resûlullaha, vilâyet
kemâllerinin feyzinin gelmesinde hiçbirşey perde olmamaktadır. Vücûdün feyzinin
gelmesinde ise, sıfatların Zattaki kâbiliyyetleri perde olmaktadır. Bu, yukarda bildirildi.
Süâl: Şü'ûn ve bunların kâbiliyyetleri, akıl ile düşünülür şeyler olunca, zihnde var olurlar.
İlim, bunlara perde olur. Bununla berâber, sıfatların perdeleri dışarda, şü'ûnun perdeleri
ilimde olmaz mı?
Cevâb: Zihnde var olan şey, dışarda var olan iki şey arasında perde olamaz. Dışarda var olan
şeye, yine dışarda var olan şey perde olur. Zihnde var olan şey, perde olsa bile, bazı marifetler
hâsıl olunca, bu perde aradan kalkar. Dışarda var olan perde ise, aradan hiç kalkmaz.
Yukardaki bilgilerden anlaşılıyor ki, Muhammedî olan kimsenin (Seyr-i ilallah) denilen
yolculuğunun sonu, onun rabbi olan isme kadardır. Bu ism de, şânın zıllidir. Bu ismde fenâ
bulduktan sonra (Fenâ-fillah) makamına kavuşmakla şereflenir. Eğer bu ismde bâkî olursa
(Bekâ-billah) makamına kavuşur. Bu Fenâya ve Bekâya kavuşmakla (Vilâyet-i hâssa-i
Muhammediyye) “alâ sahibihessalâtü vesselâmü vettehıyye” vilâyetinin birinci mertebesine
ayak basmış olur. Muhammedî olmıyan bir Velî, rabbi olan sıfata ve o sıfatın kâbiliyyetine
yetişir. Eğer kavuşmuş olduğu bu ismde, yâni sıfatta ve kâbiliyyette fânî oldu ise, ona (Fânî-
fillah) denilemez. Bunun gibi, bu ismde bekâ bulunca da, (Bâkî-billah) değildir. Çünki (Allah)
ismi bütün şü'ûnları ve sıfatları bulunan bir mertebenin ismidir. Şü'ûnun Zattan başka olması,
akıl ile olduğundan, şü'ûn Zattan ve birbirlerinden başka değildir. Bundan dolayı şü'ûnda bir
bakımdan Fenâ bulmak, her bakımdan Fenâ bulmak olur. Belki de, Zat-i teâlâda Fenâ bulmak
olur. Bunun gibi, şü'ûnda bir bakımdan Bekâ bulmak, her bakımdan Bekâ bulmak olur.
Bundan dolayı, böyle olunca (Fânî-fillah) ve (Bâkî-billah) demek doğru olur. Hâlbuki
sıfatlarda böyle değildir. Çünki sıfatlar, Zattan ayrı olarak dışarda vardır. Bunlar, Zat-i
teâlâdan ve birbirlerinden başkadırlar. Bir sıfatta Fenâ bulmakla, her sıfatta Fenâ bulmuş
olmaz. Sıfatlarda Bekâ bulmak da böyledir. Bunun için, böyle fânî olana, Fânî-fillah
denilemez. Belki, yalnız fânî ve yalnız bâkî denilebilir. Yâhud, sıfatın ismi söylenerek denilir.
İlm sıfatında fânî veya bu sıfatla bâkî gibi denilir. Bundan anlaşılıyor ki, Muhammedî olan
Evliyânın Fenâsı tâmdır. Bekâsı da kâmildir.
Muhammedî olan Velî, şü'ûna doğru yükselir. Şü'ûnun bu âlemle hiç ilgisi yoktur. Çünki
âlem, sıfatların zıllidir. Şü'ûnun görüntüsü değildir. Bundan dolayı sâlikin şânda Fenâsı, onun
tâm Fenâsı olur. Öyle olur ki, sâlikin varlığı ve eseri, izi hiç kalmaz. Bekâsında da, bütün
varlığı, o şân ile bâkî olur. Sıfatta fânî olan böyle değildir. Kendisi ve eseri büsbütün yok
olmaz. Çünki, sâlikin varlığı o sıfattandır ve o sıfatın zıllidir. Aslın görünmesi, kendi zıllini
büsbütün yok etmez. Hâsıl olan Bekâ da, Fenâsı kadardır. Bundan dolayı, Muhammedî olan
Velî insanlık sıfatlarına geri dönmez. Koğulmak korkusundan mahfûzdur. Çünki, kendisinden
büsbütün geçmiştir. Hak teâlâ ile bâkî olmuştur. Bu makamdan geri dönmek olamaz.
Sıfatlarda Fenâ bulmak, böyle değildir. Çünki bu Fenâda, sâlikin varlığının eseri izi yok
olmadığı için geri dönebilir. Vâsıl olan Velînin insanlık sıfatlarına dönmesi câiz olur diyen ve
olmaz diyen âlimler vardır. Böyle başka söylemeleri, yukarda bildirdiğimiz ayrılıktan ileri
gelebilir. Bu sözün doğrusu, Muhammedî olan, geri dönmekten korunmuştur. Başkaları için
bu korku vardır. Sâlik fenâya kavuştuktan sonra, varlığının eseri de yok olur denildiği gibi,
yalnız varlığı yok olur, eseri yok olmaz diyenler de olmuştur. Bu sözün doğrusunu, biraz
açıklamak ister. Şöyle ki, Muhammedî olan sâlik fânî olunca, hem kendi, hem de eseri yok
olur. Başkalarının ise, eseri yok olmaz. Çünki, sâlikin aslı olan sıfat yok olmamıştır. Bunun
zılli de yok olmaz. Burada bir incelik vardır, şöyle ki:
Aynın ve eserin yok olması demek, görünmemeleri demektir. Varlıkları yok olmak değildir.
Varlıkların yok olması ilhâda ve zındıklığa yol açar. Tesavvuf büyüklerinden bir çoğu,
kendisi yok olur dedi. Eser yok olmaz dediler. Eseri yok bilmek, eserin yok olacağını
söylemek, ilhâd ve zındıklık olur dediler. Burada da, sözün doğrusu, Allahü teâlânın
bildirmesi ile bizim söylediğimizdir. Ne kadar şaşılır ki, vücûd yok olur dedikleri hâlde,
kendisi de yok olur demişlerdir. Çünki, vücûdünün kendisi yok olur demek de, eser yok olur
demek gibi, ilhâd ve zındıklık olur. Sözün kısası, kendisinin de ve eserinin de vücûdü yok
olamaz. Aynın ve eserin de şühûdleri yok olabilir. Yok olmuştur da. Fakat, yalnız
Muhammedî olanlarda yok olmuştur.
Muhammedî olan Evliyâ, kalb makamından büsbütün kurtulmuşlar, kalbin sahibine
kavuşmuşlardır. Hâlleri değişmez. Mâsivâya köle olmaktan tâm âzâd olmuşlardır. Başka
Evliyâda eserlerin vücûdü bulunduğundan, hâlden hâle dönerler. Kalb makamından dışarı
çıkamazlar. Çünki, eserlerin varlığı ve hâllerin değişmesi (Hakîkat-i câmia-i kalbiyye)den
olur. Başka Evliyânın şühûdleri, perde arkasında olur. Çünki, sâlikin varlığı ne kadar çoksa,
aranılanın perdeleri de o kadar çok olur. Eser kaldıkca, perde de bu eserdir.
MARİFET 3: Eğer sâlik, bilinen sülûkten başka bir sülûk yolu ile, yüksek mertebelerden bir
mertebede, rabbi olan isme yetişirse veya bu isme yetişmiyerek, bu mertebede fânî olursa,
buna da, (Fenâ-fillah) demek doğru olur. Bu mertebede (Bekâ) da böyledir. Fenâ-fillahı bu
ism için söylemek, bu fenâ, başka fenâların mertebelerinin birinci mertebesi olduğu içindir.
MARİFET 4: Sülûkün çeşidleri vardır. Birçoğunda önce, cezbe yoktur. Birçoğunda ise, önce
cezbe vardır. Birçoğunda da, sülûk yolundaki konakları geçerken, cezbe hâsıl olur. Bir
başkaları, sülûk konaklarını geçer. Fakat cezbe hâsıl olmaz. Sevilmişlerde, cezbe önce olur.
Öteki çeşidleri, sevenler içindir. Muhiblerin, yâni sevenlerin sülûkü, bilinen on makamı
geçmektir. Sıra ile, birer birer geçilir. Mahbûbların, yâni sevilmişlerin sülûkünde, on makam,
toptan hâsıl olur. Sıra ile, birer birer geçmelerine lüzûm kalmaz. (Vahdet-i vücûd) bilgisi ve
buna benzer olan, ihâta, sereyân, Zat-i ilâhînin mâıyyeti gibi şeyler, önce olan veya ortada
hâsıl olan cezbelerde olur. Cezbesiz olan sülûkte ve müntehîlerin cezbelerinde, böyle bilgiler
hâsıl olmaz. Bunu yukarıda bildirmiştik. Müntehîlerde hâsıl olan (Hakk-ul-yakîn)in de,
tevhîd-i vücûdîye bağlı olan bilgilerle bir ilgisi yoktur. Her nerede, tevhîd-i vücûdî
sâliklerinin makamlarına uygun olan hakk-ul-yakîn bildirilmiş ise, bu, mübtedî olan veya
ortada olan meczûbların hakk-ul-yakînidir.
MARİFET 5: Tesavvuf büyüklerinden birkaçı buyurdu ki, (Tâlibde cezbe hâsıl olunca,
bundan sonra, onun yol göstericisi, artık bu cezbedir. Başka yol gösterici istemez. Bu cezbe
ona yetişir). Bu cezbe sözü ile, eğer Seyr-i fillahın cezbesini demek istiyorlarsa, evet öyledir,
yetişir. Fakat, yol gösterici demeleri, bu isteklerine uygun olmaz. Çünki, Seyr-i fillahdan
sonra, yol kalmamıştır ki, yol gösterici lâzım olsun. Sülûktan önce olan cezbe de olamaz.
Sözlerinden de, bunun olmadığı anlaşılmaktadır. Geriye ortadaki cezbeyi dilemiş olmaları
kalıyor. Bunun yalnız başına, tâlibi aradığına kavuşturabileceği bilinememektedir. Çünki
ortada bulunanlardan çoğu, bu cezbe hâsıl olduğu zaman, yukarıya yükselmekten
vazgeçmektedirler. Bu cezbeyi, müntehîlerin cezbesi sanmaktadırlar. Yolda hâsıl olan cezbe,
eğer yol göstermek için yetişseydi, bunları yolda bırakmazdı. Evet, başlangıcdaki cezbe,
sevilenlerde hâsıl olduğu için, buna yetişir denilirse, yeri vardır. Mahbûbları ihsân çengeli ile
çekerler. Bunları yolda bırakmazlar. Fakat, başlangıcda hâsıl olan her cezbenin de yetişeceği
söylenemez. Arkasından sülûk gelen cezb, yol göstermek için yetişir. Sülûke kavuşmazsa,
kısır bir meczûbdur. Sevilmişlerden değildir.
SON: Tesavvuf büyüklerinden birçoğu, (Tecellî-i zatî) şü'ûrü giderir ve hissi yok eder dediler.
Bunlardan birkaçı, kendi hâllerini şöyle anlattı: Tecellî-i zatî hâsıl olunca, uzun zaman hissiz,
hareketsiz düşmüşüm. Herkes, beni öldü zannetmiş. Birkaçı da, Tecellî-i zatî üzerinde
konuşmağı ve başka şeyleri yasak ettiler. Sözün doğrusu ise, bu Tecellî-i zatî, ismlerden bir
ismin perdesi arkasından olmaktadır. Perdenin arada kalması, tecellîye kavuşanın, varlığında
kalan eserin çokluğu kadar uzun sürer. Şü'ûrun gitmesi de, kalan bu eserden ileri gelmektedir.
Eğer tam fânî olup da, (Bekâ billah) ile şereflenirse, bu tecellî onun şü'ûrunu hiç gidermez.
Arabî beyt tercemesi:
Ateş, içine düşen kimseyi yakar,
Ateş olmuş kimse ise, nasıl yanar?
Bir kimse ateşe düşerse yanar, kül olur. Bir kimse, yanıp ateş olmuş ise, ateş artık onu
yakamaz.
Perde arkasında olan tecellî, (Tecellî-i zat) değildir. (Tecellî-i sıfât) demektir. Resûlullah için
olan Tecellî-i zat, perdesiz olan tecellîdir. Perde bulunması, şü'ûrsuzluk olması ile anlaşılır.
Şü'ûrsuzluk, uzaklığı gösterir. Şü'ûr, perdesizliği gösterir. Şü'ûr, tâm olan huzurda olur.
Büyüklerden biri, perdesiz olan tecellînin biricik sahibi olan Muhammed aleyhisselâmın
hâlini şöyle anlatıyor. Fârisî nazm tercemesi:
Mûsâ , sıfatlardan,
Bir ışık görüp, aklı gitti temâm.
Sen ise Muhammed !
Zâtına bakar ve gülerdin müdâm.
Perdesiz olan bu tecellî-i zatî, sevilmişler için aralıksızdır. Sevenler için ise, şimşek gibi gelip
geçicidir. Çünki mahbûbların bedenleri, ruhları gibi olmuştur. Bu benzerlik bütün bedenlerine
işlemiştir. Sevenlerde, bedenin bu benzeyişi çok az olur. Hadis-i şerifde, (Allahü teâlâ ile öyle
vaktim vardır ki...) buyuruldu. Burada bildirilen vakt, şimşek gibi gelip geçen tecellîler
değildir. Çünki O Server, sevilmişlerin şâhıdır. O tecellî, O Server için süreklidir. Belki bu
aralıksız tecellîde bulunan şeylerden biri bildirilmiştir ki, bu şey az zaman hâsıl olmaktadır.
Tadını tadanlar, bunu iyi anlar.
MARİFET 6: (Allahü teâlâ ile öyle vaktim vardır ki, o zaman hiçbir melek ve hiçbir
Peygamber bana ortak olamaz) hadis-i şerifini anlatırken, tesavvuf büyükleri ikiye ayrılmıştır:
Birçoğu, burada bildirilen vakt, sürekli, kesiksiz vakttir dedi. Başkaları ise, arasıra olan vakttir
dedi. Sözün doğrusu şöyledir ki, sürekli olmakla berâber, bunun arasıra olan yerleri de vardır.
Yukarıda buna işaret etmiştik. Bu fakire göre, arasıra olan vakt, namazda olmaktadır. Belki,
bunun içindir ki, hadis-i şerifde, (Namaz, gözümün bebeğidir) buyurularak, buna işaret
olunmuştur. Başka bir hadis-i şerifde, (Kulun Rabbine en yakîn olduğu zaman, namazdadır)
buyuruldu. Alak sûresinin ondokuzuncu [19] âyetinde, (Secde et ve yaklaş!) buyuruldu.
Allahü teâlâya yakınlık ne kadar çok olursa, başka şeylerin araya karışması o kadar az olur.
Süâl: Tesavvuf büyüklerinden birkaçı kendi hâllerinin kuvvetini, sürekli olduğunu bildirmek
için, (Namazdaki hâlim, namazdan önceki hâlim gibidir) diyor. Yukarıdaki hadis-i şerif, hattâ
âyet-i kerime ise, hâlin sürekli olmadığını bildirmektedir. Bu nasıl olur?
Cevâb: Zamanın sürekli olduğu meydandadır. Söz konusu olan, bu sürekli zaman içinde
ayrıca az bulunan zamanların da olup olmamasıdır. Bu az zamanların bulunduğunu
anlamıyanlar, buna yok demişlerdir. Bu makama kavuşturulanlar ise, varlığını bildirmişlerdir.
Sözün doğrusu şudur ki, Resûlullahın artıklarını toplamakla şereflendirilen bir kimse,
namazda gönlünü toparlayıp, namazdaki o ni'metten biraz tadabilir. Fakat namazda
Resûlullaha mahsûs olan nîmetim artıklarını toplamakla şereflenenler pekazdır. Allahü teâlâ,
sonsuz olan ihsânı ile ve Muhammed aleyhissalâtü vesselâm hurmetine bu makama bizleri de
kavuştursun!
MARİFET 7: Sıfatların sahiplerinden olan müntehîler, bilgiler ve marifetler bakımından
meczûblara yakındırlar. Her ikisinin şühûdleri birbirine benzer. Çünki, ikisi de (Erbâb-i
kulûb)dendirler. Bununla berâber, sıfatların sahipleri, bilgilerin ve marifetlerin inceliklerini
anlarlar. Meczûblar böyle değildir. Bundan başka, sıfatların erbâbı, sülûk etmekle ve yukarı
yükselmekle, yükselmemiş meczûblardan daha çok yaklaşırlar. Lâkin aslın sevgisi meczûbları
sarmıştır. Arada perdeler varsa da, (Kişi, sevdiği ile berâberdir) hadis-i şerifine göre
meczûblar da, asla yakın ve berâber sayılır. Meczûblar, sevgi bakımından, Muhammedî olan
Evliyâya benzerler. Çünki, arada perdeler bulunsa bile, meczûblarda da aslın sevgisi vardır.
MARİFET 8: Tesavvuf büyüklerinden birkaçı, (Kutblar Tecellî-i sıfâta, Fertler Tecellî-i zata
kavuşur) demişlerdir. Bu sözleri üzerinde biraz düşünmek lâzımdır. Çünki, kutb yaradılışta
Muhammedîdir. Muhammedî olanlar, Tecellî-i zata kavuşur. Evet, bu tecellînin de çeşidleri
vardır. (Efrâd)ın kavuştuğu kurba, (Aktâb) kavuşamaz. Fakat ikisi de, zatın tecellîsine
kavuşur. Bunlar belki kutb demekle, (Kutb-i ebdâl) demek istemişlerdi. Çünki bu kutb, İsrâfîl
aleyhisselâmın zılli üzerindedir. Muhammed aleyhisselâmın zılli üzerinde değildir.
MARİFET 9: Hadis-i şerifde, (Allahü teâlâ, Âdemi kendi sûretinde yarattı) buyurdu. Allahü
teâlâ, madde değildir. Benzeri yoktur. Nasıldır denilemez. Âdemin ruhu, kendi hulâsası,
özüdür. Allahü teâlâ, Âdemin ruhunu bilinemez, nasıldır denilemez olarak yarattı. Allahü
teâlâ mekânsız olduğu gibi, ruh da mekânsızdır. Ruh da madde değildir. Ruhun bedene
bağlılığı, Allahü teâlânın âlem ile olması gibidir. Ne içindedir, ne dışındadır. Ne bitişiktir, ne
ayrıdır. Yalnız onu varlıkta durdurmaktadır. Bedenin her zerresini diri tutan ruhdur. Bunun
gibi, âlemi varlıkta durduran, Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, bedeni ruh vâsıtası ile diri
tutmaktadır. İnsana gelen her feyz, önce ruha gelir. Ruhdan bedene yayılır. Ruh nasıl olduğu
anlaşılmaz olarak yaratılmış olduğu için, hiç anlaşılamıyacak olan Allahü teâlâ onda
yerleşmektedir. Hadis-i kudsîde, (Yere ve göke sığmam. Fakat mümin kulumun kalbine
sığarım) buyurdu. Çünki, yer ve gök çok geniş olmakla berâber maddedirler. Mekânlıdırlar.
Birşeye benzetilebilirler. Nasıl oldukları anlaşılır. Mekânsız olan, nasıl olduğu bilinmiyen
mukaddes varlık, bunlarda yerleşemez. Mekânsız olan, mekânda yerleşmez. Benzeri olmıyan,
benzeri olanla bir arada bulunmaz. Mümin kulun kalbi ise, mekânsızdır. Nasıl olduğu
anlaşılamaz. Bunun için, burada yerleşir. Müminin kalbi denildi. Çünki kâmil, olgun
müminlerden başkasının kalbi mekânsızlık derecesinden aşağı düşmüştür. Mekânlı ve
maddeli şeylere karışmıştır. Onlar gibi olmuştur. Böyle düşmekle ve maddeli varlıklar gibi
olmakla, onlardan sayılmıştır. Anlaşılacak hâle gelmiştir. Anlaşılamıyanı yerleştirmek gücü
kalmamıştır. A'râf sûresinin yüzyetmişsekizinci âyetinde meâlen, (Onlar, hayvan gibidir.
Belki hayvandan daha sapıktır) buyuruldu. Tesavvuf büyükleri arasında kalbinin geniş
olduğunu söyliyenler, kalbinin mekânsız olduğunu anlatmışlardır. Çünki, mekânlı ne kadar
geniş olsa da, yine dardır. Arş, madde âleminin en büyüğü, en genişidir. Fakat, mekânlı
olduğundan, mekânsız olan ruha göre, hardal dânesi gibi kalır. Belki daha da küçüktür. Şunu
da söyleriz ki, müminin kalbi, sonsuz olan nûrların tecellî yeridir. Belki, sonsuz olanla bâkî
olmuştur. Arş, içindekilerle birlikte, bu kalbin içinde, yok gibi kalırlar. Eserleri, izleri bile
kalmaz. Seyyid-üt-tâife Cüneyd-i Bağdâdî, bunu anlatırken, (Hâdis, kadîme yaklaşınca, izi,
eseri bile kalmaz) buyurdu. Bu, ruh için dikilmiş bir elbisedir. Melekler de, buna kavuşamaz.
Melekler de maddedir. Mekânlıdır. Nasıl olduğu anlaşılabilir. Bu bilgilerden insanın nasıl
(Halîfe-i Rahmân) olduğu anlaşılır. Birşeyin sûreti, onun halîfesidir, vekîlidir. Birşey onun
sûretinde yaratılmazsa, onun halîfesi olamaz. Halîfe olmaya yakışmıyan, emânet yükünü
taşıyamaz. Sultânın hediyyelerini, ancak onun hayvanları taşır. Ahzâb sûresinin yetmişikinci
âyetinde meâlen, (Emâneti göklere ve yere ve dağlara bildirdik, yüklenmek istemediler.
Ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. İnsan zâlim oldu. Câhil oldu) buyuruldu.
İnsan kendine çok zulmetti. Varlığından ve kendi ile birlikte var olanlardan bir iz, bir eser
kalmadı. Çok câhil oldu. Çünki, maksadı kavrıyamadı. Aranılandan bilgi edinemedi. O
mekânda, anlayamamak, anlamaktır. Bilmediğini söylemek, bilmektir. Allahü teâlâyı
bilmemek, şaşıp kalmak, Onu tanımaktır.
TENBÎH: Yazılar arasında, Allahü teâlânın yerleşmesi veya Onda birşeyin yerleşmesi, Ona
yaklaşmak anlaşılan kelimeler bulunursa, başka kelime bulunamadığı için olduğunu anlamalı.
Böyle sözleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak anlamalıdır.
MARİFET 10: İnsan, (Âlem-i sagîr)dir. İnsandan başka olan herşey (Âlem-i kebîr)dir. Âlem-i
sagîr ve Âlem-i kebîr, Allahü teâlânın ismlerinin ve sıfatlarının görüntüleridir. Zâtındaki
kemâllerin ve şü'ûnün aynalarıdır. Âlemler kapalı bir hazîne idi. Gizli bir defîne idi. Bunları
meydana çıkarmak diledi. Toplu iken açmak, yaymak istedi. Aslını göstermek için, özünü
belli etmek için, âlemi yarattı. Âlemin, kendi yaratanı ile biricik bağlılığı, Onun mahlûku
olmasıdır. Başka hiçbir ilgisi yoktur. Onun büyüklüğünü, yüksekliğini, kemâllerini
göstermektedir. Bundan başka bağlılık söylemek, meselâ birleşmek, benzemek, etrâfını
kuşatmak, berâber olmak gibi sözler, hep sekrden ve hâllerin kaplamasındandır. Hâlleri doğru
olan büyükler , sekrden kurtulmuş, sahve, şü'ûra kavuşmuşlardır. Böyle şeyler söylemezler.
Söylemiş iseler, tevbe ve istigfâr ederler. Yolda ilerlerken, bunlardan birçoğuna böyle bilgiler
hâsıl olur ise de, nihâyete kavuşunca, bu bilgiler yok olur. İslâmiyyete uygun olan ledünnî
bilgiler ihsân olunur. Bunu iyi anlatabilmek için, şöyle benzetebiliriz: Fen sahibi, derin bir
âlim, bilgilerini, fenlerini dışarı çıkarmak, anlatmak isterse, harfler ve sesler kullanır. Bu
harflerin ve seslerin içinde bilgilerini ortaya döker. Bu harfler ve sesler, bilgileri
göstermektedir. Âlimle hiçbir bağlılıkları yoktur. Yalnız, âlim bu harflerin sahibidir. Bunlar
da, onun yüksekliğini gösteren işaretlerdir. Harflere ve seslere, âlimin kendisidir, yâhud
bilgilerin kendisidir denemez. Harfler ve sesler, bu bilgileri kaplamıştır, berâberdir gibi şeyler
de söylenemez. Bilgiler, âlimin kafasında olduğu gibidir. Hiçbir değişikliğe uğramamışlardır.
Evet, harflerle sesler, bunları göstermekte, bunlar da onlar ile gösterilmektedir. Bu kadarcık
bağlılık, aslı olmıyan birkaç şey hayâle getirir. Bu şeylerin âlimle ve bilgilerle hiçbir ilgisi
yoktur. Bu harfler ve sesler dışarda vardırlar, âlim ve onun bilgileri dışarda vardır, harfler,
sesler ise, vehm ve hayâldir demek yanlıştır. Bunun gibi (Mâ-sivâ) adı da verilen âlem,
dışarda vardır. Bu varlık, bir görüntü ve asla bağlı olan bir varlık ise de, dışarda vardır. Âlem
vehm ve hayâldir demek yanlıştır. Eski Yunan felsefecilerinden Sofistâî denilen birkaçı böyle
söylemiştir. Böyle söyliyenlerin, âlem için bir hakîkat vardır demeleri, âlemi vehm ve hayâl
olmaktan kurtarmaz. O zaman, hakîkat var olmuş olur, âlem değil. Çünki, âlemi o hakîkatten
başka bilmektedirler.
[Allahü teâlâdan başka herşeye, yâni her mahlûka, (Âlem) veya (Mâsivâ) denir].
TENBÎH: Âlemin ismlere ve sıfatlara ayna olması demek, ismlerin ve sıfatların sûretlerine,
görüntülerine ayna olması demektir. Âlem, ismlerin ve sıfatların kendilerine ayna değildir.
Çünki ism de, ismin sahibi gibi, hiç bir mertebe ile çevrilemez. Sıfat da, sıfatın sahibi gibi
hiçbir aynada görülemez. Fârisî beyt tercemesi:
Dar olan şekil ve sûret kabına manâ nasıl sığar?
Dilencinin kulübesinde, sultânın ne işi var?
MARİFET 11: O Serverin izinde gidenlerin büyükleri, Ona uydukları için, Onun için olan
Tecellî-i zatîden pay alırlar. Başka Peygamberlere ise Tecellî-i sıfât vardır. Tecellî-i zat,
Tecellî-i sıfâttan daha şereflidir. Fakat, şunu da bilmelidir ki, Peygamberlere Tecellî-i sıfâtta,
kurb mertebeleri hâsıl olmaktadır. Bu ümmetin büyüklerine, Tecellî-i zattan bir pay düştüğü
hâlde, bu mertebeler hâsıl olmaz. Bunun benzeri şöyledir ki, bir kimse, güneşe âşık olarak,
güneşe doğru yükselse ve yaklaşsa, güneşle arasında ince bir perdeden başka uzaklık kalmasa,
başka birisi de, güneşi çok sevse, fakat ona yaklaşmasa, güneşle arasında hiçbir perde olmasa,
birincinin güneşe daha yakın olduğu ve onun üstünlüğünü daha iyi anlıyacağı meydandadır.
Daha yakın olan ve marifeti daha çok olan, elbette daha üstündür. Bunun içindir ki,
ümmetlerin en hayrlısı olan bu ümmetin Evliyâsından hiçbiri Peygamberleri en üstün ise de,
hiçbir Peygamberin derecesine yetişemez. Bu Velîye, kendi Peygamberini en üstün yapan
üstünlüklerden, Ona uyduğu için, verilmiş ise de, Peygamberler, her bakımdan üstündürler.
Evliyâ, artık toplayıcıdırlar. Sözümüz burada temâm oldu. Bundan dolayı ve bütün
nîmetlerinden dolayı, Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstününe ve hepsine ve
mukarreb meleklere ve Sıddîklara ve şehitlere ve sâlihlere salât ve selâm olsun!
Hakka bırak her işini, esbâba yapış yeter,
Bu sözüm olsun sana, ârif isen, her an rehber.

(imam ı rabbani hazretleri 290.mektub)

Bu mektûb, molla Muhammed Hâşime yazılmıştır. Allahü teâlânın, İmâm-ı Rabbânî


hazretlerine başlangıcda ihsân etmiş olduğu yolu bildirmektedir:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin
en üstününe ve Onun temiz olan Âlinin ve Eshâbının hepsine salât ve selâm olsun ! Tesavvuf
âlimlerinin yolları arasında en kısa, en uygun, en sağlam, en sâlim, en kuvvetli, en doğru, en
iyi, en yüksek ve en olgun olanı Ebû Bekr-i Sıddîktan gelen yoldur. Bu yolda bulunanların
ruhlarını ve sahiplerinin sırlarını, Allahü teâlâ taktîs eylesin! Bu yolun bütün bu üstünlükleri
ve bu yolda yetişenlerin şânlarının üstün olması, sünnet-i seniyyeye yapıştıkları ve
bid'atlerden sakındıkları içindir. Eshâb-ı kirâmda olduğu gibi “aleyhimürrıdvan
minelmelikilmennân”, bu büyüklerin de, bidâyetlerinde, nihâyetlerinin kazancı
yerleştirilmiştir. Yüksek dereceye kavuştuktan sonra, huzurları devamlı olmuştur.
Başkalarının huzuru geçicidir.
Kardeşim! Allahü teâlâ, seni doğru yola ulaştırsın! Bu fakir, bu yola özendiğim zaman,
Allahü teâlâ, işimi kolaylaştırdı. Vilâyet kaynağı, hakîkatin mütehassısı, nihâyetin başlangıcda
yerleştirilmiş olduğu yolun kılavuzu, vilâyet derecelerine kavuşturan caddenin sürücüsü, dînin
koruyucusu, şeyhimiz ve imamımız, şeyh Muhammed Bâkî hazretlerine kavuşturdu. Bu
yoldaki büyüklerin seçkinlerinden olan bu yüksek zat, Allahü teâlânın ismini zikr etmeği
öğretti. Teveccüh buyurdu. Bu fakirde, zikrin tadı tâm hâsıl oldu. Sevincimin çokluğundan
ağladım. Birgün sonra, bu büyüklerin kıymet verdikleri ve (Gaybet) dedikleri, şü'ûrsuzluk
hâsıl oldu. Kendimden geçince, büyük bir deniz gördüm. Dünyadaki şeklleri, sûretleri, bu
deniz içinde gölge gibi gördüm. Şü'ûrsuzluğum çoğaldı. Bir sâ'at, iki sâ'at sürdüğü günler
oldu. Bütün geceyi kaplamaya başladı. Olanları, kendilerine arz ettim. (Fenâ)dan biraz hâsıl
olmuş buyurdu. Zikr etmeği yasakladı. (Bu huzuru elden kaçırma!) dedi. İki gün sonra,
bilinen (Fenâ) hâsıl oldu. Arz eyleyince, (Vazîfeni yap!) buyurdu. Fenânın Fenâsı hâsıl oldu.
Arz eyledim. (Bütün âlemi bir birleşmiş topluluk olarak görüyor musun?) buyurdu. (Evet)
dedim. (Fenânın Fenâsında, âlemi böyle birleşik görmekle birlikte, şü'ûrsuzluk da hâsıl olur)
buyurdu. Hemen o gece, buyurduğu gibi, Fenâ hâsıl oldu. Bunu ve bundan sonra olanı arz
eyledim ve Allahü teâlâyı, ilm-i huzurî ile bildiğimi ve kendisinde bulunmıyan sıfatlarla
birlikte bildim dedim. Bundan sonra, bütün eşyayı kaplıyan bir nûr göründü. Onu Hak teâlâ
sandım. Bu nûr siyah idi. Arz eyledim. (Nûr perdesi arkasında Hak teâlâ görülmüştür. Bu
nûrdaki genişlik, ilimdedir. Zat-i teâlâ herşeyle ilgili olduğu için, geniş görünmektedir. Bunu
yok etmek lâzımdır) buyurdu. Sonra, bu nûr küçülmeğe başladı. Darlaştı. Nokta gibi oldu.
(Noktayı da yok etmek, hayrete gelmek lâzımdır) buyurdu. Öyle yaptım. Hayâl olan nokta da
yok oldu. Hayrete daldım. Hak teâlâ, kendini kendi görür gibi göründü. Arz eyledim. (İşte,
Nakşibendiyyenin huzuru, bu huzurdur) buyurdu. Bu yoldakilerin nisbeti, bu huzur demektir.
Bu huzura, gayb olmıyan huzur da denir. Nihâyetin bidâyette yerleşmesi, burada olur. Bu
yolda, tâlibe bu nisbetin hâsıl olması, başka yollarda, tâlibin maksada kavuşmak için,
çalışılacak zikrleri ve vazîfeleri rehberlerinden almalarına benzer. Fârisî mısra' tercemesi:
Gül bağçemi gör de, behârımı anla!
Bu fakirde bu nisbetin hâsıl olması, zikr öğrendiğim günden, iki ay ve birkaç gün sonra
başladı. Bu nisbet hâsıl olduktan sonra, (Fenâ-i hakîkî) denilen, başka bir fenâ hâsıl oldu.
Kalb o kadar genişledi ki, yer küresinin ortasından Arşa kadar, bütün âlem, bu genişlik
yanında, hardal dânesi kadar bile değildi. Bundan sonra, kendimi ve âlemin her parçasını,
hattâ her zerreyi, Hak teâlâ olarak gördüm. Bundan sonra âlemin her zerresini birer birer hep
kendim gördüm. Kendimi onların herbiri olarak gördüm. Sonra, bütün âlemi, bir zerrede yok
buldum. Sonra, kendimi ve her zerreyi, o kadar geniş gördüm ki, bütün âlemi hattâ âlemin
birkaç katını içimde gördüm. Kendimi ve her zerreyi, her zerreye yayılmış, sızmış olan nûr
gördüm. Âlemdeki şekller, sûretler, bu nûrda yok oldular. Sonra kendimi ve hattâ her zerreyi,
bütün âlemi tutuyor, varlıkta durduruyor gördüm. Arz eyledim. Tevhîdde (hakk-ul-yakîn)
mertebesi işte budur. (Cem'ul-Cem') bu makamdır, buyurdu. Önce, âlemin şekillerini,
sûretlerini hep Hak teâlâ bulmuş olduğum gibi, bunlardan sonra, hepsini hayâl gördüm. Önce,
Hak bulduğum her zerreyi, şimdi hep vehm ve hayâl buldum. Çok şaşırdım. Bu sırada,
(Füsûs) kitabındaki, kıymetli babamdan işittiğim, (Bu âleme isterseniz Hak deyiniz, isterseniz
mahlûk deyiniz. İsterseniz, bir bakımdan Hak deyiniz ve başka bir bakımdan, mahlûk deyiniz.
İsterseniz, ikisi arasını ayıramıyarak şaşkına döndüğünüzü söyleyiniz!) sözünü hâtırladım. Bu
söz sıkıntımı giderdi. Bundan sonra yanlarına giderek arz eyledim. (Huzurun daha sâf
olmamıştır. Vazîfene devam et de, var ile yok birbirinden tâm ayrılsınlar) buyurdu.
Ayrılamıyacağını anlatan, (Füsûs)ün yazısını okudum. (Şeyh Muhyiddîn-i arabî
“kaddesallahü sirrehül'azîz”, olgun bir Velînin hâlini bildirmemiş. Birçoklarına göre de
ayrılamazlar) buyurdu. Emrlerine uyarak, verdikleri vazîfeye devam ettim. Onların çok
kıymetli yardımları ile, Allahü teâlâ, iki gün sonra, var ile yokun ayrıldığını gösterdi. Hakîkî
varlığı, hayâl olandan ayrı buldum. Dışarda, bir varlıktan başka, hiçbir var görmedim.
Kendilerine bunu bildirince, (Fark-ı ba'del-cem') mertebesi, işte budur. Çalışmakla, buraya
kadar varılabilir. Bundan ilerisi herkesin yaradılışında bulunana uygun olarak ihsân olunur.
Tesavvuf büyükleri, bu mertebeye (Tekmîl makamı) demişlerdir buyurdu.
Bu fakiri ilk olarak, sekrden sahva ve Fenâdan Bekâya getirdikleri zaman, kendi bedenimin
her zerresine baktığım zaman, Hak teâlâdan başka birşey bulamadım. Her zerremi, Onu
gösteren bir ayna gibi gördüm. Bu makamdan, yine hayrete götürdüler. Kendime
getirdiklerinde, Hak teâlâyı kendi vücûdümün, her zerresinde değil, her zerresi ile buldum.
Önceki makamı, ikinci makamdan aşağı gördüm. Yine hayrete daldırdılar. Kendime gelince,
Hak teâlâyı, âlemle ne bitişik, ne ayrı, ne içinde, ne de dışında bulamadım. Önce bulmuş
olduğum, berâberlik, etrâfını çevirmek ve içine işlemek gibi şeylerin hepsi, şimdi yok oldu.
Böyle olmakla berâber, yine öyle görüldü. Sanki his olunuyordu. Âlem de, o ânda görülmekte
idi. Fakat, bu bağlantıların hiçbiri, Allahü teâlâda yoktu. Yine hayrete daldırdılar. Sahva
getirdikleri zaman, Allahü teâlânın, âlem ile, önce görülen bağlılıklardan başka bir bağlılığı
olduğu anlaşıldı. Bu, hiç anlaşılamıyan bir bağlılıktır. Hak teâlâ, hiç anlaşılamıyan bir nisbet
ile görüldü. Yine hayrete daldırdılar. Bu mertebede biraz kabz, sıkıntı hâsıl oldu. Yine
kendime getirdiklerinde, Hak teâlâ, o anlaşılamaz nisbetten başka olarak göründü. Bu âlemle,
anlaşılan ve anlaşılamıyan hiçbir nisbeti, bağlılığı yok idi. Âlem de böylece görülmekte idi. O
ânda, öyle bir ilim ihsân olundu ki, bu ilim, Hak teâlâ ile mahlûklar arasında hiçbir bağlılık
bırakmadı. Her iki şühûd var iken, bildirdiler ki, böylece, hiçbir bağlılık olmadan görülen,
Hak teâlânın kendi değildir. Tekvîn sıfatının âlemle olan bağının, Âlem-i misâlde olan
sûretidir. Çünki, Onun zâtı, mahlûklarla bir ilgisi olmaktan çok uzaktır. Anlaşılabilen veya
anlaşılamıyan hiçbir bağlantısı yoktur. Arabî beyt tercemesi:
Sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acaba?
yüksek dağlar ve korkunç tehlikeler var arada.
Kıymetli kardeşim! Hâllerin hepsini açıklamaya ve marifetleri anlatmaya kalkışırsam, çok
uzun sürer. Dinliyenleri usandırabilir. Hele (Tevhîd-i vücûd) marifetleri, herşeyin zıl, görüntü
olduğu anlatılırsa, sonu gelmez. Bütün ömürlerini tevhîd-i vücûd marifetlerinde geçirenler, bu
sonsuz deryadan bir damla ele geçirememişlerdir. Şuna da, çok şaşılır ki, onlar, bu fakiri,
tevhîd-i vücûd sahiplerinden saymazlar. Tevhîd bilgilerine inanmıyan âlimlerden sanırlar.
Görüşleri kısa olduğu için, tevhîd marifetleri üzerinde durmağı olgunluk bilirler. Bu
bilgilerden ilerlemeği, gerilemek sanırlar. Fârisî beyt tercemesi:
Câhildirler, kendilerini de bilmezler,
hüner sanmaktan aybları çekinmezler.
Bunların dayandıkları birinci senet, eski tesavvufcuların tevhîd-i vücûdî üzerindeki sözleridir.
Allahü teâlâ, bunlara insâf versin! O büyüklerin, bu makamlardan ilerlemediklerini, o
makamda bağlanıp kaldıklarını nerden biliyorlar? Biz, tevhîd-i vücûdî marifetleri yoktur
demiyoruz. Var olduğunu, fakat bu makamdan daha yüksek makamlara ilerleneceğini de
söyliyoruz. Eğer, bu makamları aşanlara, bu bilgilere inanmıyor adını takıyorlarsa, ona bir
diyeceğimiz yoktur.
Yine sözümüze dönelim. Birşeyin örneği, o şeyi tanıtır. Bir damla sızıntı, bir su menba'ını
buldurur. Biz de az bildirdik. Bir damla ile haber veriyoruz.
Kardeşim! Kıymetli hocamız, beni yetişti ve yetiştirebilir görerek, tarîkati öğretmek için izn
verince ve tâliblerden çoğunu, bu yana gönderince, kemâle gelmiş olduğuma ve tâlibleri
yetiştirebileceğime inanamıyordum. (Bu işte duraklama! Büyüklerimiz, bu makamların,
kemâl ve tekmîl makamı olduğunu bildirmişlerdir) buyurdu. (Bu makama inanmamak, o
büyüklerin yüksekliğine inanmamak olur) dedi. Emrlerine uyarak, tarîkati talim etmeğe
başladım. Tâliblere çalışmalarına yardımcı olmaya uğraştım. Bu uğraşmalarımın tâliblere çok
faydalı olduğu görüldü. Öyle oldu ki, senelerce çalışarak kavuşulabilenler, birkaç saatte ele
geçiyordu. Birkaç zaman uğraştım. Sonra, yine noksân olduğumu, aşağıda kaldığımı anladım.
Tesavvuf büyüklerinin, son mertebe dedikleri, gelip geçici (Tecellî-i zatî)ler, bu yolda hiç
hâsıl olmamıştı. (Seyr-i ilallah) ve (Seyr-i fillah) ne demek olduğunu bilmiyordum. Bu
kemâllere de kavuşmak lâzımdı. Bunları düşündükce, aşağıda kalmış olduğumu iyi anladım.
Yanımda bulunan tâlibleri toplıyarak, geride olduğumu, hepsine bildirdim. Dağılmalarını
söyledim. Fakat bu sözlerimi aşağı gönüllülük, bir incelik sandılar. Yanımdan ayrılmadılar.
Az zaman sonra, Allahü teâlâ, umduklarıma kavuşturdu. Sevgili Peygamberinin sadakası
olarak ihsânda bulundu.
FASL - Büyüklerimizin yolunun temeli, Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimlerinin îtikatına uygun
olarak inanmak ve sünnet-i seniyyeye yapışmaktır “alâ sahibihessalâtü vesselâmü vettehıyye”.
Bid'atlerden ve nefsin isteklerinden de sakınmak ve işleri, elden geldiği kadar azîmetle
yapmak, ruhsat ile hareketten kaçınmaktır.
[(Azîmet), helâl olduğu belli olmıyan şübheli şeyleri de yapmamak, haram ve mekruhlardan
herhâlde kaçmaktır. (Ruhsât), islâmiyetin izin verdiği, câiz olur dediklerinden
sakınmamaktır].
Önce, cezbe hâsıl olup kendinden geçer. Buna (Adem) denir. Bundan sonra (Bekâ) bulup
kendine gelir. Buna (Vücûd-i adem) denir. Bu adem ve kendinden geçmek, hissi gayb etmek,
duygusuz olmak değildir. Az kimsede, his de gidebilir. Bu bekâ sahibi, insanlık isteklerine
dönebilir. Nefsin huylarına uyabilir. Fenâdan sonra hâsıl olan Bekâda ise, geri dönmek câiz
değildir. Behâüddîn-i Buhârî, (Vücûd-i adem, insanlık arzularına döner. Fakat, Vücûd-i fenâ,
geriye hiç dönmez) sözünü, belki bunun için söylemiştir. Çünki, birinci Bekânın sahibi, daha
yoldadır. Yolda olan geri dönebilir. İkincisi, müntehîdir, kavuşmuştur. Kavuşan, geri dönmez.
Büyüklerden biri, (Yolda olan döner. Kavuşmuş olan dönmez) buyurdu. Vücûd-i adem sahibi,
her ne kadar yolda ise de, nihâyet, bidâyette yerleştirilmiş olduğu için, nihâyette olanları bilir.
Müntehînin, yolun sonunda kavuştukları, buna topluca tattırılır. Bu nisbet, müntehîde bol
olduğundan, ruhuna da, bedenine de yayılır. Vücûd-i adem sahibinde ise, yalnız kalbindedir.
Müntehîde yayılmış, dağılmıştır. O, insanlık sıfatlarına dönmez. Çünki, bu nisbetin, onun
bedeninin her mertebesine yayılması, onun sıfatlarını yok etmiş, fânî yapmıştır. Bu (Fenâ),
Allahü teâlânın büyük bir nîmetidir. Allahü teâlâ, azmıyan kulundan, nîmetini geri almaz.
Vücûd-i adem sahibi, böyle değildir. Bu nisbet, onun bedenine geçmemiştir. Böyle olmakla
berâber, bedenin mertebeleri kalbe bağlı olduğu için, bu nisbet kalb yolu ile, bütün bedene de,
toplu, kısa olarak geçer. Bedenin isteklerini azaltır. Fakat, tâm yok edemez. Bunun için geri
dönebilir. Çünki azalmış, yok olmamıştır. Yok olan, geri dönmez. Bu yüksek zincirin
büyüklerinden birkaçı, bidâyetteki kendinden geçmeğe ve bundan sonra hâsıl olan bekâya
(Fenâ) ve (Bekâ) demişlerdir. Bu mertebede, (Tecellî-i zatî) olur. Hak teâlânın zatı görünür de
demişlerdir. Bu Bekânın sahibine, (Vâsıl), kavuşmuş demişlerdir. Devamlı huzur, müşâhede
demek olan (Yâd-i dâşt) de, bu mertebede hâsıl olur sanmışlardır. Bütün böyle sözler,
nihâyetin bidâyette yerleştirilmiş olmasından ileri gelmektedir. Çünki, Fenâ ve Bekâ, yalnız
müntehîye hâsıl olur. Ancak, müntehî kavuşmuştur. Tecellî-i zatî, yalnız buna olur. Allahü
teâlânın devamlı huzuru, ancak müntehî içindir. Çünki, o hiç geri dönmez. Fakat, birinci söz
de, bu bakımdan doğrudur. Sağlam bir görüşe dayanmaktadır. Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr
hazretlerinin (Fıkarât) kitabındaki Fenâ ve Bekâ ve Tecellî-i zatî ve Zat-i ilâhînin şühûdü ve
vasl ve Yâd-i dâşt yazıları da, bunlar gibidir. Büyüklerden biri buyurdu ki, Hâce hazretlerinin,
sevdiklerinden birkaçına yazmış olduğu mektûblardan ve risâlelerden meydana gelmiş olan
bu Kitap, başlangıcda olan marifetleri mübtedîlere anlatmak için yazılmıştır. (İnsanlara,
aklları erdiği kadar söyleyiniz!) gözetilerek yazılmıştır. (Risâle-i silsiletil-ahrâr) kitabı da
böyledir. Hâce-i Ahrâr hazretlerinin sözlerine uygun olarak yazılmıştır. Dînin
kuvvetlendiricisi, yüksek hocamız mevlânâ Muhammed Bâkî hazretlerinin, (Rubâ'ıyyât şerhı)
kitabı da böyledir. Bu Bekâ, hattâ Cezbede hâsıl olan her Bekâ, (Tevhîd-i vücûdî) ile
karışıktır. Bunun içindir ki, büyüklerden birçoğu, Hakk-ul-yakîni anlatırken tevhîd-i vücûdî
ile karıştırmıştır. Birçoğu da bu sözlerden şübheye düşmüşler. Bunların Hakk-ul-yakîni,
cezbede olmuştur demişlerdir. Çünki böyle marifetler, o makamda hâsıl olur. (Tecellî-i sûrî)
başka şeydir. Ne olduğunu, kavuşanlar bilir. Kesret aynasında vahdeti görürken, ayna belli
olmaz, yalnız sonsuz var olan görünürse, bu makama (Yâd-i dâşt) demişlerdir. Yâd-i dâşt bu
mertebenin adıdır demişlerdir. Buna, (Tecellî-i zatî) ve (Şühûd-i zatî) de demişlerdir. Bu
makama, (İhsân makamı) demişlerdir. Bu yok olmaklığa (Vasl) demişlerdir. Fârisî mısra'
tercemesi:
Sen onda yok ol! Kavuşmak budur.
Bu ismleri koyan, dînin yardımcısı, hâce Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleridir. Daha önce gelen
büyüklerden hiçbiri böyle ismler hiç söylememişlerdir. Fârisî mısra' tercemesi:
Güzellerin yaptığı, güzel olur!
O büyük zat buyuruyor ki, (Dil kalbin aynasıdır. Gönül de, ruhun aynasıdır. Ruh, insanın
hakîkatinin aynasıdır. İnsanın hakîkati de, Hak teâlânın aynasıdır. Bilinmiyen hakîkatler,
bilinmiyen zattan çıkıp, bu uzun yollardan geçerek, dile gelir. Söz hâlini alarak, hakîkatlere
uygun yaradılışlı olanların kulaklarına gelir). Yine buyuruyor ki, (Büyüklerden birkaçının
hizmetinde bulundum. Bana iki şey ihsân ettiler. Birisi şudur ki, herne yazsam yenilik olur.
Eski birşey söylemem. İkincisi de, her ne söylesem beğenilir, red edilmez). Bu mukaddes
kelimeler, söyliyenin büyüklüğünü göstermektedir. Bunları söylerken, kendisinin arada
olmadığı anlaşılmaktadır. Ayna olmaktan başka birşey değildir. Onların içyüzlerini ve
derecelerinin yüksekliğini, ancak Allahü teâlâ bilir. Kendi hâllerine uygun olarak, bu
mesnevîleri söylerdi. Fârisî iki beyt tercemesi:
Herkes, birşey sanarak sevdi beni;
gel de, içimden dinle esrârımı!
Sırlarım, iniltimden ayrı değil,
fakat, anlıyacak göz, kulak var mı?
Bu fakir, o büyük Velînin bilgilerinden ve marifetlerinden, bir parça, bu mektûbun sonunda,
kısa anlayışıma göre yazmaya çalışacağım. Her iş, Allahü teâlânın dilediği gibi olur.
Allahü teâlâ, bir kimseyi, cezbe hâsıl olduktan ve temâm olduktan sonra, sülûk nîmeti ile
şereflendirirse, bu kimse cezbenin yardımı ile çok uzun bir yolu, çok kısa bir zamanda geçer.
Bu yolun, ellibin senelik olduğunu bildirmişlerdir. Me'âric sûresinin dördüncü âyetinin,
(Melekler ve Ruh, ellibin sene uzunluğundaki bir günde, ona çıkarlar) meâl-i şerifindeki
uzunluk bunu gösteriyor demişlerdir. Böylece, Fenâ-fillah ve Bekâ-billah makamının
kendisine kavuşur. Sülûkün sonu, Seyr-i ilallah yolculuğunun sonuna kadardır. Buraya (Fenâ-
i mutlak) denir. Bu makamdan sonra, cezbe başlar. Buna, Seyr-i fillah ve Bekâ-billah denir.
Seyr-i ilallah, sâlikin ismine kadar olan yolculuktur. Seyr-i fillah, bu ismde olan seyrdir.
Çünki her ismde sonsuz ismler bulunur. Bunun için, bu ismdeki yolculuk sonsuz olur. Bu
fakirin bu makamda, ayrıca bir marifeti vardır. Biraz sonra, inşâallahü teâlâ bildirilecektir.
Yükselirken, bu ism, (Ayn-i sâbite)nin üstündedir. Çünki, sâlikin ayn-i sâbitesi, bu ismin
zıllidir. Onun ilimdeki sûretidir. Allahü teâlânın lutf ederek seçdikleri, bu ismden de ileri
yükselirler. Allahü teâlânın dilediği kadar, sonsuz ilerlerler. Arabî beyt tercemesi:
Bundan sonrasını anlatmak çok incedir,
anlatmamak daha iyi olan da vardır.
Başka yollardan vâsıl olanlar da, ikincisinde, bunlarla ortak iseler de ve Fenâ-fillah ile Bekâ-
billaha kavuşmuşlarsa da, onların riyâzetler çekerek ve mücâhedeler yaparak, çok uzun
zamanda sonuna varabildikleri yolu, bu yolun büyükleri, tadını alarak ve şühûd nîmeti ve
maksûda kavuşmanın zevkı ile, çok kısa bir zamanda geçer, aradıklarına kavuşurlar.
Kavuştuktan sonra da, sonsuz ilerlerler. Sülûk ile sona varanlar arasında, böyle ilerlemeğe ve
yakînliğe kavuşan pekazdır. Çünki, cezbenin sülûkten önce olması için, biraz sevilmiş olmak
lâzımdır. İstenmedikce çekilmek olmaz. Çekilirse, daha yakîn olur. İstenilen ile isteyen
arasında çok ayrılık vardır. Bu, Allahü teâlânın öyle bir ihsânıdır ki, dilediğine verir. Allahü
teâlâ, büyük ihsân sahibidir. Fârisî iki beyt tercemesi:
Sevilenlerin aşkı, gizli ve keskindir.
Sevenlerin aşkı, davul zurna iledir.
Sevenler, aşk ateşi ile erir, biter,
Sevilen, hem semizler, hem de dâim güler.
Süâl: Başka silsilelerdeki sevilenler de, böyle ilerliyor ve yaklaşıyorlar. Onlarda da cezbe,
sülûkten önce oluyor. Böyle olunca, bu yolun, başkalarından üstünlüğü ne olur? Niçin daha
yakın olur?
Cevâb: Başka tarîkler, bu işi elde etmek için kurulmamıştır. Bunlarda bulunan pekaz kimseyi,
rastgele bu nîmetle şereflendirirler. Bu yol ise, bu nîmeti elde etmek için kurulmuştur. Bu
yolun büyüklerinin sözleri arasında yer alan (Yâd-i dâşt), cezbe ve sülûkün her ikisi de hâsıl
olduktan sonra ele geçebilir. Buna nihâyet demek şühûd ve huzur mertebelerinin ötesidir.
Bunu şöyle açıklıyalım: Şühûd, yâ sûret aynasında, veya manâ aynasında olur. Yâhud da,
sûretin ve manânın ötesinde olur. Bu perdesiz olan şühûde (Berkî), yâni şimşek gibi
demişlerdir. Yâni, bu şühûd şimşek çakar gibi hâsıl olup, sonra hemen araya perde girer.
Allahü teâlânın büyük nîmeti olarak, bu şühûd, perdelenmeyip, devam ederse, buna (Yâd-i
dâşt) demişlerdir ki, gayb olmıyan huzur demektir. Çünki şühûd, perdelenirse, gayb olur.
Perdelenmeden devamlı olmadıkca, Yâd-i dâşt denilmez. Burada bir incelik vardır: Her
kavuşan, geriye döner. Fakat huzuru devam eder. Fakat, bu nisbetin onda bulunması, şimşek
çakar gibi olur. Mahbûblarda ise, böyle değildir. Çünki bunlarda, cezbe, sülûkten öncedir.
Huzurun bunlarda bulunması, devamlıdır. Bütün varlıkları bu nisbet olmuştur. Yukarıda buna
işaret eyledik. Bedenleri, ruhları gibi olmuştur. Bâtınları, zâhirleri gibi ve zâhirleri, bâtınları
gibi olmuştur. Bunun için, bunların huzurları süreklidir. Nisbetleri, bütün nisbetlerden üstün
olmuştur. Kitaplarında ve risâlelerinde, böyle olduğu bildirilmektedir. Çünki (Nisbet), huzur
demektir. Huzurun son mertebesi de, perdesiz devamlı olmasıdır. Bu yolun büyüklerinin, bu
nisbet yalnız bizimdir demeleri, bu yolu, bu nîmeti elde etmek için kurdukları bakımındandır.
Böyle olduğunu biraz önce bildirmiştik. Yoksa, başka silsilelerin büyüklerinden birkaçına
hâsıl olması da câizdir ve hâsıl olmuştur. Evliyânın büyüklerinden şeyh Ebû Sa'îd-i Ebül-Hayr
“kaddesallahü sirreh” bu huzura işaret etmekte ve üstâdından bunu açıklamasını istemektedir.
Bu iş devamlı mıdır demiş. Üstâdı ise, hayır devamsızdır demiştir. Tekrar sormuş. Tekrar bu
cevâbı almış. Üçüncü soruşunda, üstâdı, devamlı olabilir. Fakat, çok az kimselere nasip olur
buyurmuştur. Şeyh bunu işitince raks ederek, bu, o çok az rastlananlardan biridir demiştir.
Mutlak nihâyet, ötelerin ötesidir demiştik. Bunu açıklıyalım. Bu huzur hâsıl olduktan sonra,
ilerlenirse, hayret girdâbına düşülür. Bu huzur da, başka mertebeler gibi, arkada kalır. Bu
hayrete, (Hayret-i kübrâ) denir. Büyüklerin büyükleri içindir. Böyle olduğu, kitaplarında
bildirilmektedir. Büyüklerden biri, bu makamda şöyle bildiriyor. Fârisî beyt tercemesi:
Güzelliğin beni alt üst etti.
Birşey bilmiyorum, aklım gitti.
Bir başkası buyuruyor. Fârisî beytler tercemesi:
Aşk, küfürden, dinden yüksek oldu.
Îmandan, inkârdan üstün oldu.
Aklı koyup, yüz âlem dolaştım,
küfür ve din ortadan gayb oldu.
Küfür, din, şek ve yakîn, herbiri,
akıl ile şimdi berâber oldu.
Her varlık, yol kesicidir sana!
hepsi bir, Sedd-i İskender oldu.
Bir başkası buyuruyor ki, fârisî beyt tercemesi:
Hiç yok, yalnız O var dediler, yükseldiler.
yüce serâydan, hepsi eli boş döndüler.
Bu hayret hâsıl olduktan sonra, (Marifet makamı) vardır. Acaba kimi bu nîmete
kavuştururlar? Hayret makamı olan (Küfr-i hakîkî)den sonra, (Îman-ı hakîkî)ye kavuştururlar.
İşin iç yüzünü bilenlere göre, aranılan en son makam budur. Davet makamı ve islâmiyetin
sahibine tâm uymak burasıdır. Yûsüf sûresinin yüzsekizinci âyetinin, (Ben herkesi ve bana
tâbi olanları, Allahü teâlâya davet ederim) meâl-i şerifinde bildirilen davet, bu makamda
yapılır. O, dînin ve dünyanın efendisi , (Yâ Rabbî! Bana, doğru îman ve sonu küfür olmıyan
yakîn ihsân eyle!) diyerek, bu îmanı istemiştir. Hayret makamı olan (Küfr-i hakîkî)den Allahü
teâlâya sığınmış, (Fakrden ve küfürden sana sığınırım) buyurmuştur. Bu mertebe, Hakk-ul-
yakîn mertebelerinin son mertebesidir. Bu makamda, bilmek ve görmek, birbirlerine perde
olmazlar. Arabî beyt tercemesi:
Nîmete kavuşanlara âfiyet olsun?
zevallı âşık, birkaç damla ile doysun!
İyi dinle! Allahü teâlâ, anlayışını arttırsın! Bu büyüklerin cezbeleri iki dürlüdür: Birincisi,
hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîktan gelmektedir. Bu bakımdan, yolları, bu hazrete bağlıdır”
radıyallahü anh”. Buna kavuşmak, husûsî bir teveccüh ile olur. Bütün varlıkları, varlıkta
durduran budur. Kendinden geçmek ve kendini yok bilmek bu cezbede olur. Bu yolun ikinci
cezbesi, Behâüddîn-i Buhârîden gelmektedir. [O zaman başlamıştır.] Zat-i ilâhî ile olmaktan
hâsıl olur. Bu cezbe, Hâce hazretlerinden, birinci talebesi olan, hâce Alâ'üddîn hazretlerine
geldi. Kendisi, zamanının kutb-i irşâdı olduğundan, bu cezbeyi elde etmek için de bir yol
kurdu. Bu yola, bu Silsile-i aliyyede, (Alâiyye yolu) denildi. Büyükler buyuruyor ki, en kısa
yol, (Alâiyye yolu)dur. Bu cezbe, Behâüddîn-i Buhârî hazretlerinden gelmekte ise de, bu elde
etmek yolunu bulan, hâce Alâ'üddîn-i Attâr hazretleridir. Doğrusu, bu yolu çok bereketlidir.
Bu yolda az ilerlemek, başka yollarda çok ilerlemekten daha faydalıdır. Zamanımıza gelinciye
kadar, Alâiyye Ahrâriyye silsilesinin büyükleri, bu nîmete kavuşmuşlardır. Tâlibleri bu yolda
yetiştirmişlerdir. Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri, bu büyük nîmeti, Ya'kûb-i Çerhî
hazretlerinden aldı. Ya'kûb-i Çerhî “aleyhimürrıdvân”, hâce Alâ'üddîn hazretlerinin
halîfelerinden idi.
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîktan gelen cezbeyi elde etmek için de, başka bir yol kurulmuştur. Bu
yol (Vukûf-i adedî)dir.
Cezbeden sonra hâsıl olan sülûk de, iki dürlüdür, hattâ çok dürlüdür: Birisi, Ebû Bekr-i Sıddîk
hazretlerini maksada kavuşturan yoldur. Peygamberlerin sonuncusu de bu cezbe ve bu sülûk
ile vâsıl olmuştur. Eshâb-ı kirâm arasında Resûlullaha en çok ihlâsı olan ve Resûlullahda fânî
olan, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk olduğu için bu yola kavuştu. Bu cezbe ve sülûk, imam-ı
Câfer-i Sâdık hazretlerine olduğu gibi ulaştı. İmâmın annesi, hazret-i Sıddîkın soyundan
olduğu için, imam-ı Câfer-i Sâdık, (Ebû Bekr, beni iki kerre meydana getirdi) buyurmuştur.
[Böylece, Sıddîktan gelen cezbeyi ve onun soyundan olduğunu bildirmiştir.] İmâm hazretleri,
yüksek babalarından da, başka bir nisbet almış ve bu iki yolu kendisinde toplamıştı. Bu
cezbeyi, onlardan gelen sülûk ile birleştirdi. Bu sülûk ile maksada vardı. İki sülûk arasındaki
ayrılık şöyledir ki, hazret-i Emîr “kerremallahü vecheh”, (Seyr-i âfâkî) ile ilerlemiştir. Hazret-
i Sıddîkın sülûkü, âfâka o kadar bağlı kalmaz. Cezbe odasının dıvârı delinerek maksada
yetiştirmeğe benzer. Birinci sülûkte marifetler hâsıl olur. İkincisinde, tâlibi muhabbet kaplar.
Bunun için, hazret-i Emîr, ilim şehrinin kapısı oldu. Hazret-i Sıddîk ise, O Serverin
hılletinden pay aldı. Hadis-i şerifde, (Halîl edinseydim, Ebû Bekri halîl edinirdim) buyuruldu.
Hazret-i imam-ı Câfer-i Sâdık cezbe ile sülûk-i âfâkîyi topladığı için, muhabbetten ve
marifetten çok pay aldı. Çünki, cezbesi muhabbete, sülûki ise ilimlere ve marifetlere kaynak
idi. İmâm-ı Câfer-i Sâdık bu birleşik nisbeti, sultan-ül'ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine
emânet olarak bıraktı. Bu emânet, sanki onun sırtında kalmıştır. Yavaş yavaş, elverişli
olanlara ulaştıracaktır. Bu emâneti yüklenmeden önce, başka tarafa bakıyordu. Bu nisbetle
ilgisi yoktu. Bunu yüklenmesinde nice hikmetler vardır. Bu nisbeti taşıyanlara, her ne kadar
bundan az pay düşer ise de, bu nisbette büyüklerin nûrları çok bulunur. Şöyle ki, bu nisbette
bulunan az bir sekr, Sultan-ül'ârifînin nûrlarından bulaşmıştır. Bu sekr, mübtedîlerin hissini
giderir. Aklını dağıtır. Sonra kendisi, yavaş yavaş yok olur. Sahv kaplar. Bu nisbet, sahv
mertebelerinde de bulunur. Görünüşte sahvdır. İçi ise, sekrdir. Şu beyt bunların hâlini
anlatmaktadır. Fârisî beyt tercemesi:
İçerden âşinâ ol, dışardan yabancı,
Böyle güzel yürüyüş az bulunur cihânda!
Bunun gibi, her büyükten bir nûr alarak, elverişli olanlara ulaşmıştır. Ârif-i Rabbânî hâce
Abdülhâlık-i Goncdevânî hazretleri, Hâcelerimiz zincirinin baş halkasıdır. Bunun zamanında,
bu nisbet yeniden tâzelendi. Meydana çıktı. Bundan sonra, bu yolda (Sülûk-i âfâkî), yine
örtüldü. Cezbe hâsıl olduktan sonra, sülûk başka yollarla yapılarak yükseldiler. Hâce
Behâüddîn-i Buhârî “kaddesallahü sirrehül aktes” dünyaya gelinceye kadar böyle kaldı.
Bunun zamanında, bu nisbet, bu cezbe ve Sülûk-i âfâkî ile birlikte yine meydana çıktı. Her
ikisi ile, marifeti ve muhabbeti bir araya topladı. Bununla birlikte, hazret-i Sıddîktan gelen
başka bir cezbeyi de, Şâh hazretlerine ihsân ettiler. Bunu yukarıda bildirmiştik. Hâce
Alâ'üddîn-i Attâr hazretleri, halîfesi olunca, Şâh hazretlerinin kemâllerinden çok pay aldı. Her
iki cezbe ve Sülûk-i âfâkî ile şereflendi. Kutb-i irşâd makamına ulaştı. Hâce Muhammed
Pârisâ hazretleri de, Şâh hazretlerinin kemâllerinden tâm pay aldı. Şâh hazretleri, son
günlerinde, (Beni görmek isteyen Muhammed Pârisâyı görsün!) buyurdu. Bir kerre de,
(Behâüddînin var olması, Muhammed Pârisânın meydana gelmesi içindir), buyurduğunu
kendisi haber vermiştir. Muhammed Pârisâ hazretlerine, (Ferdiyet) nisbetinin kemâllerini,
mevlânâ Ârif-i Kerânî hazretleri son günlerinde ihsân eylemiştir. Bu nisbet kendisini
kapladığı için şeyhlik yapamadı ve talebeyi kemâle kavuşturamadı. Yoksa, kemâlin ve kemâle
erdirmenin en yüksek derecesinde idi. Hâce Behâüddîn-i Buhârî Muhammed Pârisâ için,
(Eğer o şeyhlik yapsaydı, âlem nûrla dolardı) buyurmuştu. Mevlânâ Ârif, bu ferdiyet nisbetini
zevcesinin pederi Mevlânâ Behâeddîn [Kışlâkî] hazretlerinden almıştı.
Ferdiyet nisbetinde yüz, Hak teâlâya karşıdır. Şeyhlikle, talebe yetiştirmekle, öğretmekle
ilgisi yoktur.
Eğer bu nisbet, davet makamı olan ve tâlibleri kemâle kavuşturan (Kutb-i irşâd) nisbeti ile
birleşirse, ferdiyet nisbeti ağır basınca, irşâd etmek ve kemâle kavuşturmak az olur. Eğer iki
nisbet de tâm ise, görünüşte halk iledir. İçi ise, hep Hak teâlâ iledir. İnsanları yetiştirmekte, en
yüksek derece, bu iki nisbeti taşıyan zâtın makamıdır. (Kutbiyyet-i irşâd) nisbeti de, yalnız
başına insanları kemâle erdirmeğe yetişir. Fakat bu büyüklerin bu makamda ayrı bir
mertebeleri vardır. Bakışları, kalb hastalıklarına şifâdır. Onların yanında bulunmak, kötü
huyları yok eder. Seyyid-üt-tâife Cüneyd-i Bağdâdî, bu büyük devlete kavuşmuştu. Bu yüksek
makamla şereflenmişti. Kutbiyyet nisbeti, kendisine Sırrî-i Sekâtîden gelmişti. Ferdiyet
nisbeti de, Muhammed Kassâbdan hâsıl olmuştu. Cüneyd hazretleri buyurdu ki, (Herkes beni
Sırrînin mürîdi sanır. Ben Muhammed Kassâbın mürîdiyim). Bu sözü, (Ferdiyet nisbeti)nin
çok olduğunu, (Kutbiyyet nisbeti)ni, onun yanında yok bildiğini göstermektedir.
Behâüddîn-i Buhârî hazretlerinin talebelerinden sonra, bu yüksek zincirin büyük halkası,
hâce-i Ahrâr hazretleridir. Hâcelerin cezbesini temâmladıktan sonra, (Seyr-i âfâkî)ye başladı.
Seyrini isme kadar ulaştırdı. İsme girmeden önce, Fenâ hâsıl oldu. Sonra yine cezbeye döndü.
Böylece, ayrı bir Fenâ sahibi oldu. Ayrıca bunun Bekâsına da kavuştu. Bu makamda büyük
şân sahibi oldu. Fenâ ve Bekâ bilgileri ve marifetleri, kendisine bu makamda verildi.
Makamlar ayrı olduğundan, bilgileri de başkadır. Birisinde tevhîd-i vücûd vardır. Ötekinde
yoktur. Tevhîd ile ilgileri olan ihâta, sereyân, Zat-i ilâhî ile berâberlik, kesrette vahdeti
görmek, kesretin, [yâni mahlûkların hepsinin] gayb olması, öyle ki, sâlik kendisine (Ben)
diyemez gibi bilgiler de hep böyledir. Mutlak Fenâdan sonra hâsıl olan bilgiler böyle değildir.
Bunların hepsi, islâmiyet bilgilerine uygundur. Hiçbirini islâmiyete uydurmak için sıkıntı
çekilmez. Soruya cevâba yer kalmaz. Fakat, hangi cezbe olursa olsun, cezbede olan Bekâ,
sekrden kurtulmaz. Tâm sahv olmaz. Bâkî olduğu hâlde, kendisine ben diyemez. Hiçbir
kelime ile kendisine işaret edemez. Çünki, cezbede muhabbet kaplar. Muhabbet kaplayınca,
sekr lâzım olur. Bunun için, hiçbir zaman sekrden kurtulamaz. Bilgileri de sekrle karışık olur.
Vahdet-i vücûdü anlatır. Çünki vahdet-i vücûd, sekrden ileri gelir. Muhabbetin kaplamasından
hâsıl olur. Mâ-sivâ görünmez. Sahva gelirse, mahbûbu görmek başka olur. Mâ-sivâyı görmek
başka olur. Vahdet-i vücûde inanmaz olur. Mutlak Fenâdan sonra olan Bekâ, sülûkün
sonudur. Sahvın ve marifetin başlangıcıdır. Bu makamda sekr bulunmaz. Fenâ hâlinde,
sâlikten gayb olan şeylerin hepsi geri gelir. Fakat şimdi, asl olarak gelmişlerdir. (Bekâ-billah)
da, bu demektir. Buradaki bilgilerde sekr olmaz. Bütün bilgileri, Peygamberlerin bilgilerine
uygundur.
Büyüklerden birisinden işittiğime göre, hace-i Ahrâr hazretleri, annesinin babasından da bir
nisbet almıştır. Büyük babası şaşılacak hâllere ve kuvvetli cezbelere sahipti. Hâce hazretleri,
oniki kutbun makamından da çok pay almıştır. Dîni kuvvetlendirmek, bu kutblara bağlıdır.
Muhabbette büyük şânları vardır. Hâce-i Ahrârın islâmiyeti kuvvetlendirmesi ve dîne yardım
etmesi, aldığı bu paydan ileri gelmektedir. Mubârek hâllerinden birazı, yukarıda bildirilmişti.
Hâce-i Ahrârdan sonra bu büyüklerin yolunu canlandıran, edeblerini her yere ve en çok,
bunların kemâllerinden hiç haberleri olmayan Hindistân memleketlerine yayan âriflerin
büyüğü ve marifetlerin kaynağı ve Allahü teâlânın râzı olduğu dînin bekçisi, üstâdımız ve
efendimiz Muhammed Bâkî “sellemehüllâhü teâlâ” olduğu, güneş gibi meydandadır.
Kemâllerinden az birşey mektûbuma eklemek istedim. Buna râzı oldukları anlaşılamıyarak,
bu işe cesaret olunamadı.

(vahiy)

gerçek (cenabı hak) ta noksanlıklar bulunmakla birlikte


bu sadece bizim için geçerlidir

çünkü noksanlığın yaratılması da bir kemaldir

çünkü başta yaratmak bir kemaldir


yaratmak oluş anlamına da gelir

Allahda noksanlık yoktur


yaratışında noksanlık yoktur

herşey tamdır
eğer yaratılışta noksanlık olsaydı noksan ya da tamın bizce bilinmesi mümkün olmazdı

tam olana ve eksik olana karşı bir idrakimiz olmazdı

örneğin bir ressamın sürrealist tarzda yaptığı eğri büğrü


figürleri
o ressamın yeteneğindeki noksanlığı göstermez
o onun verdiği eserin ve tarzının bir ürünüdür
hatta bize yeteneğinin ne kadar ileri düzeyde olduğunu
gösterir

işte burada aynen bu örnekteki gibi noksanlık


yaratmakta değil
izleyicinin eserin tarzını anlamayıp
ressam hakkında ne kadar yeteneksiz ressam diye
hükümde bulunmasıyla ilgilidir

bu izleyicinin kendi cahilliği olur


ve ressamla sanatla bağlantıyı kuramamış olur
dolayısıyla da işin gerçeğine varamamış olur

halbuki o eğri büğrülüğün,noksanlığın


ressamın kemalatıyla ve eserin tarzının gereğiyle ilgili
olduğunu bilseydi
hem ressamı lekelemez yakınlığını kurmuş olurdu
hem de eseri anlayabilir ve belki seyirden tarifsiz tadlar
alabilirdi

Allah noksanlıktan münezzehtir


bizlerin noksanlıktan kurtulması da ressamı gereği gibi takdir etmemiz
ve eserlerinin bir bilinçle gereği gibi mükemmel bir biçimde noksan
ve yine gereği gibi mükemmel bir biçimde tam yapıldığını anlamamızla ilgilidir

Allahımız en doğrusunu bilir


bu ince bilgileri bize ileten peygamberlerimize selam olsun
Allah bize yakınlığını nasib etsin

Resûlullah (Aleyhisselâtü Vesselâm) buyurdu ki:

"Müminde imanın yeri, at ile bağlandığı kazığın haline benzer.

At yayıldığı yerde dönüp dolaşıp bağlı olduğu kazığa yaklaştığı gibi, mü’min de gafletle bazı
hatalar işler, sonra tövbe ile bağlı olduğu imana geri döner."

eğer noksanlıklardan tamamen temizlerse baya bildiğin yanar insan


onun için noksanlıklar için dahi şükretmek razı olmak lazımdır
günahlar dahi bilerek inat ederek olmamak kaydıyla illa günah işlemek istememek kaydıyla
bir rahatlatmadır tövbe vesilesidir
(Sabır)

bazen insan sadece sorunlarına bulduğu çözümler,


çözümsüz şeylere ürettiği fikirler olarak algılayabiliyor sabrı

ama özünde beyinle ilgili değil ruhla ilgilidir


yani iyi ya da kötü
ya da çözümü gelmeyen güç bir şeye karşı
insanın ruhundan ulaştığı dayanıklılık kaynağıdır

sadece fikirler olarak beyinle ilgili bir şey zannedilirse öyle karışık durumlar olur ki insan
içinden çıkamaz
o zamanda sabra ulaşması gereken benliğini iyice içinden çıkılamaz bilmecelere daldırabilir
bu da yalnızca sıkıntı ve çelişikiler yaratır

halbuki sabra sığınılsa cevap/çözüm zaten zaman içinde mutlaka gelecektir

Allah'ın bir ismi/sıfatı da "es sabr" dır


O'nu bu ismi ile çağıran kendi ruhunda büyük bir sabra ulaşır ve rahatlamadan dolayı beyni de
çözülür düşünceler berraklaşır

(Kader)

bkz: http://jonasclean.blogspot.com/2009/07/kader-devam.html

Bir tartışma sırasında ya da sevdiğin biriyle konuşurken


kendini ifade edemediysen tam söylenmesi gereken yerde içindeki sözü söyleyemediysen
sıkılma buna

Çünkü ancak "O" dilerse bir istek kaderde yerini bulabilir

İnsanlar ne kadar isteseler de


ister kötü niyetli olsunlar ister iyi niyetli
İster inançlı ister inançsız
istedikleri şeyler ancak Allah dilediği takdirde gerçekleşebilir

eğer O dilemezse ister söyleyeceğin söz büyük bir sevgiyi aşkı ifade etsin
ister bir kuran ayeti olsun
yine de onu dile getiremene izin vermeyeblir
çünkü senin planından uygun gördüğün senaryondan önce Onun bir planı ve kaderi vardır
çok iyi bilir insan aslında kendinden daha iyi ve üstün olan irade ediciyi

hiç bi Allah'ın kulu inkar edemez aslında Onu


ancak inkar etmeyi arzular ve inkar ettiğini zanneder

Güneş ne senin arzuladığın bir iş için bir dakika evvvel doğar ne de senin arzulamadığın bir iş
olmasın diye bir dakika geç

Kötü ile iyinin yani hayatın


bir insanların arzu ettikleri hayal ettikleri kısmı vardır
bir de Allah'ın irade ettiği kısmı
insanlar arzu ettikleri hayal ettikleri kısımlar için ceza veya sevap görürler

ne kadar bilmesek de daima iyiyi Allah'ın istediği yazdığı gerçek kaderi istemek gerekir
çünkü bilirsin sana kötü gelen bir şey belkide iyidir
iyi gelen şey de belki kötü
onun için başına gelenlere gelmeyenlere mızmızlanma
bütün insanların isteklerini gerçekleştirme gerçekleştirmeme kudreti tek başına elinde olan
Allah'a güvenerek yaşa

insanlar kaderde yani gerçekte (hak'da) bulunabilmek için yaptıkları şey kötü bile olsa o şeyi
yapmaktan çekinmeyebilirler
mesela susmak iyi bile olsa zırvalamayı tercih edebilirler
hatta belki bi yere kadar zırvalamalarına izin verir "O"
ama bir yere kadar elbette
çünkü her insan acizliği yaşamış olarak iyi bilir ki
hakaret ve zorlama
ve olmadığı halde kendini başkasından üstün görmek iyi şeyler değildir

(Aksakallı amca)

AMCA- Sakin ol… Sen bilimsel derken mutlaka doğru söylüyorsun evet; bütün oluşlar
mantıklı bir biçimde varlar; gök gürültüsü iki bulutun havayla birbirine çarpışmasından
oluyor evet. Bunu herkes görüyor. Fakat asıl sorman gerekenler bunlar değil burhan. Evrenin
ayakta durabilmesi için gereken bu oluşlar nasıl bu kadar akıllılar?

Burhanın gergin dinleyişi

AMCA- Görüyoruz öylesine olmuyor hiçbiri. Bir akıl ve iradeyle hareket ediyorlar fakat bu
akıl ve irade nasıl o cansız maddelerden olabilir? Madem o maddelerde akıl ve irade yok o
halde bu en küçük varlıklardan en büyüklerine hakim olan akıl ve irade nedir? Bu bilinç
ondan başka neyde olabilir? Etrafına bak bu kadar düzenli akıl almayacak derecede incelikli
hem de çok güzel olan bu yapı nasıl olurda Ondan başka bir şeye işaret eder? Her gün her an
hep aynı şeyler olurken bunun başlangıcı nasıl tesadüf olabilir? Sonrasındaki hiçbir şeyin
başlangıcı tesadüf değilken bu büyük bilincin başlangıcının tesadüf olduğunu nasıl
düşünürsün? Evrene ezeli diyorsan bu büyük bilinç ve irade cansız maddelerde nasıl olabilir?
Her şey bir bilinçle olmuyorsa o halde nasıl her gün farklı şeyler olmuyor neden bir gün olsun
güneş batıdan doğmuyor? Bu kadar büyük bir yapı Allah’a işaret etmiyorsa neye işaret
edebilir? Yine aynı bilincin ve aklın hayatın iradesinde olan başka bir varlık veya varlıklara
mı?

(Quantum fiziği,klasik fizik ve yoktan yaratma üzerine(devam)...)

Uzakdoğu öğretilerinde tanrı anlayışı vahiyle değil de ilhamla idrak ettirildiği için (ki belki de
kaynak olarak bilemesek de onlarada bir peygamber gelmiş olabilir çünkü her kavme bir
peygamber gelmiş olması mümkünüdr daha eskiye bakarsak da bir zamanlar kurandan
öğrendiğimize göre insanlar tek bir ümmetmiş yani böyle bir bağıntıda mümkündür) ahiret
bilgileri eksiktir ve zandan ibarettir.

Fakat onlar bile Allah'ın zatı (varlık) hususunda bilim adamlarından daha rahat sonuca
ulaşmışlar ve Allah'a "yok varlık" demişlerdir.Bu gerçekten bilen için çok şaşırtıcı bir keşiftir.
Yani vahiy almadıkları halde (dediğim gibi zamanında peygamber gönderilmediğini
bilmiyoruz) yaratıcının kendisine/zatına "yok varlık" tespitlerine sanki kesin bir bilgileri var
gibi inanmışlardır.

Bilim adamlarının ateist ya da pagan/panteist görüşlerinden


kurtulamamamalarının bir sebebi de görmedikleri şeye inanmamalarıdır.Yani uzak doğu
öğretileri kadar bile cesaretli değillerdir...

not:Bu tespitler genel olarak bilimden değil bilim adamlarının şahsi ve görünürde olan
görüşleri üzerine tespitlerdir

...Halbuki kendileride görmektedir ki bilimin sonu yoktur ve bir şey bilinse bile hep muğlak
kalmaktadır. Yani sistemin bulunan kadarına hükmetmeyi başarsalarda sistemin tümüne sahip
olamayacaklarını görürler. Çünkü kendi buldukları şeyler ne olursa olsun ne kadar geniş
olursa olsun sistemde daha önceden kayıtlıdır...
Yani bir şey yoktu da kendileri bulmadılar ne buldularsa sistemde daha önceden mevcuttu
tıpkı "hiçbişey yoktan varolmaz varken de yokolmaz" sözlerindeki gibi.
hatırlatma:Hemen uzak doğu öğretilerindeki "yok varlık" kavramını düşünelim.Evet yok
yoktur ama görünüyor ki bir "yok varlık" vardır

islamdan örnek verirsek efendimizin en yakın arkadaşı ebu bekir hazretlerinin (selam olsun)
şu sözü de bilim adamlarının o anlayamadığı ve anlayamadığı içinde yoksaydığı (ki tek
sebepleri budur) şeye çok güzel bir örnek teşkil eder "Allah`ı idrâk, ancak O`nun idrak
edilemeyeceğini idraktir"...

Hatta öyledir ki dediğim gibi bazı bilim adamları hem anlayamadıklarını yok sayar hem de
varlığa sanki dalga geçer gibi tanrı yakıştırması yaparlar.
Elbette dalga geçmezler fakat durumları mutlak olarak komiktir.
Çünkü hem tanrıya inanmazlar hem de varlığın görebildiklerini zannettikleri kısımlarına tanrı
demekten çekinmeyip göremedikleri ama bütünü görmelerine sebep olacak kısımlarına da bir
kalemde yok der geçerler.

Aptallığa bakar mısınız...Ya bir gün sistemin bütününe ulaştığınızda "yok varlık" la
karşılaşırsanız ne olacak saygıdeğer bilim adamları ? :)
Çünkü bilimsel olmasa da bütün uzakdoğu öğretileri ve vahiy Allah'ın zatının hiç bir şeye
benzemeyen olarak bilimin adı anılmazken haber vermişlerdir...

Şimdi soruyorum hiç bir şeye benzemeyen bir şeyi biz görebilirmiyiz ?
Bize hiç bir şeye benzemeyen "O" varlık görünse "yok" gibi ama "var" olmaz mı ?

Bazı saygıdeğer bilim adamları :) Siz çalışmalarınıza devam ede durun fakat Tanrıya dilinizi
uzatmayınız ve karıştırmayınız
çünkü varlığı (Onun davranışlarını) incelerken tamamını göremediğiniz halde bulduğunuz
kısmına tanrı demeniz ve varlığın bütününü göremediğiniz sonucuna ulaşamadığınız
ulaşamayacağınız ulaşsanızda aynı yere varacağınız halde tanrı yoktur demeniz komik
olmaktadır.

Bu gidişle varlığın sonuna geldiğinizde "yok varlık/hiçbir şeye benzemeyen tek varlık"a
ulaştığınızda(kıyamet)da "O"nu tanıyamadığınızdan dolayı "yok":) diyecek ve bir sürü
kuruntuya ve teoriye boğulacak kendi cehenneminizin içine düşecek ve "yok varlık/hiçbir
şeye benzemeyen"i kabul etmediğiniz için gerçek cehennemden de kurtulamayacaksınız...

Not: Bakın bu kadar anlattım ama tekrar ana fikri belirteyim yok zannettikleri varlık vücud
itibariyle yok
varlık itibariyle vardır (yok varlık)
ve herşey ondan geldiği için (evren)
ulaştığınız son noktada da karşınıza çıkacak olan yok ama var olan şey yine "O" olacaktır
Çünkü evren yoktan var olmuştur (bak uyanık ol) ve olmaktadır ve ne varsa görüdüğün varlık
"O" "yok varlık"ın var etmesidir.
geçen blogumda bahsetttiğim gibi yersiz ve göksüz bir su düşünün ve bir kısmının buza
dönüştüğünü düşünün...o şekilde bir varetme...yoksa "yok" var da ordan var etme değil.
Ama biz gördüğümüzde yok gibi gelecek "var" olan..

neyse uzattım:) ama önemlidir

not: Şimdi bazı çok bilmiş ama anlayamamış bilim adamları arkadaşlarımız:)şunu soracaktır
-E ya ulaştığımızda yok değilde görünen bir kaynak bulursak ne olacak haliniz?

:)
el cevap- Şu an "O" kaynak "yok" yani öyle mi ? ve "O" şu an "yok" olan ama "var" olan
kaynaktan gelmiş olacak şu ana kadar gelmiş olan ve geliyor olan herşey öyle mi :)?ve şu an o
kaynak göremediğimiz için "yok" ama aslında görünmediği halde "var" öyle mi ?

(Quantum fiziği,klasik fizik ve yoktan yaratma üzerine...)

Bütün ateist ya da putperest (yani maddeye ya da enerjiye maddede ve enerjide olmayan


zaman üstü akıl ve irade veren) bilim adamlarının temelde Allah'dan koptuğu nokta "hiç bir
şey yoktan varolmaz varkende yok olmaz" görüşüdür

Onlar bunu bilimsel olarak gördükleri için ya ateist olmuşlar ya da Allah'ı idrak
edemediklerinden dolayı maddeye/enerjiye ilahi vasıflar yüklemek durumunda kalmışlardır

genelde hristiyan kültürde yetişmiş olan bu bilim adamları


aslında kendi dinlerinde ki tanrı/Allah kavramını da tam olarak anlayamamış olmalarından bu
sınırda kalırlar.

Çünkü öyledir tanrıyı/Allah'ı tümüyle idrak edebilmek zaten mümkün değildir. İdrak
ettiklerinde de "O" hiçbir şeye benzemediği için zaten ona bilimsel bir gözle baktıklarından
onlara "O" yok gibi gelecektir...

Sahib olduğu varlığın (zat) aşkınlığını bilen ve bu yönüyle verileri (sıfat) bilimsel olarak
değerlendirmiş olan bilim adamları ise elbette "O"nu yarattıklarından ayırd edebilecek ve
ondan olan madde/enerji onların imanına engel olmayacaktır.
Gördüklerine saplanıp kalmayacak ve bi de üstüne bunlara tanrı yakıştırması
yapmayacaklardır.
Zaten bu şekilde gerçek kamil imana ulaşmış bilim adamları da mevcuttur.
Yani panteist olmayan bilim adamları.

Şimdi bilinmesi gereken en önemli şeye gelelim...


Yoktan yaratmanın anlamı kuranda da geçtiği üzere
bize göre yokluktur.
Yoksa var olan bir şey vardır Allah'ın kendisi...

nasıl senin bir benliğin var herşey atom olduğu halde sen heryerde değilsin ve sınırlı olarak
atomları hareket ettirebiliyorsun?...

işte öyle "O"nun bir kendisi var heryerde...


ve kendisinden ayrı olmayan sıfatları bize görünüyor heryerde...
nasıl sen varsın ve sıfatların var fakat sen sadece sıfatların değilsin öyle...

kolaylaştırmak için işin dini boyutunu şöyle bir örnekle izah edebilrim..
sen bu örneği bilimsel düşün:)...

yeri göğü olmayan bir su düşün... sadece su...

bu su kendi içinde (ki kendinden başka bir yer yok düşün sadece su)
bir sürü "su" meydana getiriyor (ruh)...
ama onlar suyu anlayamıyorlar çünkü kendileride su...

su kendi içinde yarattığı o bir sürü suların etrafında onları sınırlayan tek tek buzlar
oluşturuyor (vücud ve buzu yaratmasını düşün)
ve su,onları yine buzdan meydana getirdiği topluca rahat hareket edebilecekleri
salınabilecekleri daha büyük bir bedenin içine alıyor (evren)...
o sulardan bazıları bu buzdan bedenlerine ve buzdan evrenlerine sığmayarak
eski "O" sınırsız suya kavuşmak hasretiyle yanıp tutuşarak
ya da sıkıntılarından
o buzdan bedenlerini ve buzdan evrenlerini eritmeye çalışıyorlar...
halbuki o buzdan bedenleri ve evrenleri onlara yabancı değildir..
"O" büyük suyun bir yeteneği yani sıfatlarıdır...

(klasik fizikden kuantum fiziğine)

klasik fizik biraz aristo geleneğine bağlı olduğu için sanıyorum


sistemin matematik gibi kesin sonuçlar içerdiğini
yani evrenin saat gibi (makina) işlediğine inanmışlar

kuantum fiziği ise bunun tam aksi olarak evrenin mekanik bir yapı değil de belirsizlik üzerine
kurulu olduğunu söylüyorlar

ama şöyle bir şey geliyor benim aklıma

sistemin belirsiz bir yapıdan çıkması tanrının zar attığını değilde


anlık olarak iş başında olduğunu ve dilediğini yapabileceği halde (yani kaos olabilecekken)
hayatın var olması için devamlı mükemmel kararlar verdiğini göstermez mi?
çünkü altyapı öyle olduğu halde görüyoruz ki görünen yüzde fiziksel bir belirsizlik ya da kaos
yok

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


-Bizim için sahih gün, bütün saatleri eşit olan gündür.

-Her Şeyin gölgesi vardır. Allah’ın gölgesi de Arş’tır.

Zahir arş rahmanın gölgesidir. İnsani arş, Allah’ın gölgesidir.

-Esmalar/İsimler açısından Allah, sıfatların taşıdığı anlamlar açısından zat konumundadır.

-Varlık aleminde ne varsa canlıdır. Çünkü varlık aleminde bulunan her şey Allah’ı hamd ile
tesbih eder. Bir canlı da ancak tesbih edebilir. O halde hayat sırrı bütün varlıklarda mevcuttur.

-O olmasaydı biz olmazdık. Ama bizim olmamamız yüce Allah’ın olmamasını gerektirmez.

-O’ndan başkası “O” nu teklikte göremez.

-Eger ulûhiyet sırrını, her ibadet eden kişi, mabudunda, yani, mabuduna ibadet ettiği esnada
görmeseydi, O’na ibadet etmezdi.

Sapık kimsenin sapmasının nedeni, ulûhiyeti ilah olmayana nispet etmesidir. O söz konusu
mabuda ibadet ederken ulûhiyet sırrına ibadet etmiştir ve bu da sadece yüce Allah’a ait bir
niteliktir. Çünkü yüce rabbimiz bu sırrın etkisini o mabuda yansıtmamıştır.

İlahınız tek bir ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur. Bakara Sûresi-163

-Musa as. İçin Harun as., Hz. Muhammed’in sav. dünyadan ayrılmasından sonra onun yerine
geçen naibleri konumundadır. O halde varis, kime varis olduğuna, kimin naibi olarak tayin
edildiğine baksın.

-Sabretme veya durumu Allah’a şikayet etme arasında aslında bir çelişki yoktur. Eyyüb,
gösterdiği sabırla Allah’ın kudretine, yapabilirliğine direnmemiştir, Allah, bu özelliği
sebebiyle de Eyyub’a önce sıhhatini sonra ailesini ve onlarla birlikte (elinden çıkanların)
benzerini verdi.

-Allah katında din İslam’dır. İslam’ın anlamı ise boyun eğmektir.


-Amel mekana ( yere), ilim ise mekanete (makama) yöneliktir.

-O’nu bilmek, hadis (sonradan olma) özelliklerden O’nu tenzih etmek demektir.

-El-Bari (Yaratıcı) kendisiyle mevcuttur (vardır), vücudunu (varlığını) hiç kimseden


almamıştır. “O” Subhanehu “AHAD” Tek’dir. Yani; O’ndan başka bir şey yoktur. Alem ise
onunla vardır, varlığını O’ndan almıştır. Alem zati ile mümkün, başkasıyla da vacibül
vücuttur. Çünkü başkasından edinmiştir varlığını. Yaratıcı ise vacibül vücuttur, varlığını
başka bir şeyden edinmemiştir.

-Muhakkiklere gelince, ezel kavramı, onlara göre, kadimlik hükmündedir ve öncesinin


olmasının nefyedilmesi anlamınadır. Dolayısıyla selbi bir sıfattır, temel bir sıfat değildir.

-Yedi kat göğün ve yedi kat yerin günleri yoktur; günler, yörüngelerinde sabit olan yıldızların
feleklerine aittir.

-Eğer kendi benliğinle desen, bu sensin, O değil. Eğer O’nun benliğiyle desen, diyen sen
değilsin. Dolayısıyla ne anlam yoluyla ne de sekil yoluyla kesinlikle birleşme olmaz.

-“O” Yaratan, var edendir.(Haşr-23) . Bu ayetlerde görüldüğü gibi, “O” dan sonra yer alan
isimler, “O” nu ve alemde özel olarak meydana getirilmesi istenen hadiseleri açıklamaktadır.
Dolayısıyla isimlerin tümü “O” nun tercümanıdır.

-Salat ve selam basiretler makamından davet eden Hz. Muhammed’in ve önceki ve sonraki
ehlibeytinin üzerine olsun.

-Bil ki insan, berzahta gölge ile güneş ışığı arasındaki çizgi gibi mevcut bir varlıktır.

Berzah; iki denizin birlestiği noktada ikisini bir birinden ayıran mevhum çizgi gibidir.

-İman kalplerin amelidir.


-Acıkan biri, ey Rezzak (rızık veren) der. Fakat bazen bu ismi bırakıp; Ey Allah! dediğini
görüyoruz. Bu sırada Rezzak ismi, ben ikinci mertebeyim demektedir . Ama bu bağlamda, ey
Rabbim! Dese bunun anlamı; ey Rezzak! Değildir. Anlamı: Ey terbiye eden, ey besleyen veya
ey ıslah edendir.

-Yiyeceğin az olması gıdadır.

-Sevgi her şeyin tabi olduğu bir sultandır.

-Marifet Allah’ı bilmektir.

-Velayet ve marifet mertebesinin varlığı daimidir. Risalet mertebesi ise sürelidir; tebliğ ile
birlikte son bulur.

-Yine de sen bu şekil ve kalıp ulemasını taklit etme; ama ona muhalefet de etme.

-Oluş (kevn) cennette hep olacaktır, somut olarak hissedilecektir, müşahede edilecektir.
Çünkü cennet somuttur.

-Şeriatın emrettiği bir amelin islenmesi ve terk edilmesi, mükellefte bu emrin gerektirdiği üç
hakkı, yani Allah’ın bu ameldeki hakkını, mükellefin kendisinin bu ameldeki hakkını ve kendi
içindeki hakkını hatırlamıyorsa, bu amele itibar edilmez.

-Suda boğulmakta olan bir kimse “Ya Allah” dediği zaman, bu “Ya Gayyas=yardım eden”
veya “Ya Munci=Kurtarıcı” veya “Ya Munkiz=Kurtarıcı” demektir. Ağrıları olan birisi “Ya
Allah” dedigi zaman bunun anlamı “Ya Safi=Sifa veren” veya “Ya Muafi=Sağlık bahseden”
ve benzeridir.

-Allah ismi bütün isimleri(esmaları) kapsamaktadır.


-Bir gün senin ağladığını görmüş. O ve orada bulunup ağladığına tanık olan başkaları,
ağlamanın sebebini sormuşlar. Sen su cevabı vermişsin:

“Otuz seneden beri inandığım bir mesele vardı. Biraz önce karsıma çıkan bir delil sayesinde
bu meselenin benim inandığım gibi olmadığını anladım. Bu yüzden ağlıyorum. Simdi oluşan
kanaatimin de önceki gibi olmasından korkuyorum!..”

Bu senin sözündür. Aklın ve fikrin mertebesini bilen bir kimsenin sükunet bulması veya rahat
etmesi imkansızdır. Özellikle Allah’ı bilme hususunda. Kişinin Allah’ın mahiyetini gözlemle,
ilmi nazarla bilmesi imkansızdır.

-Fikir var oldukça, kişinin mutmain olması, sükunete kavuşması imkansızdır.

-Kemali ancak başkasına bağlı olan şey yoksuldur. Allah’tan başka her şeyin durumu da
budur.

-Allah, aklın fikri ve nazarıyla kendisini bilmesinden münezzehtir.

-Ebu Said el- Harraz’a sorulmuş:

-Allah’ı ne ile bildin?..

-İki zıttı bir arada bulundurmasıyla, diye cevap vermiş.

-Zahir iki nehir, kitabı okumak ve sünnete sarılmak, Batın iki nehir ise tevhit ve minnetti

-Sırrın sırrı sana yükseltildiği, çift tekle buluştuğu zaman, O’dur, sen değilsin. Hak ortaya
çıktı, sen gizlendin …

-Kişinin Müslümanlığının güzelliğinin göstergelerinden biri de kendisin ilgilendirmeyen


şeyleri terk etmesidir.
-Zahir oldun, hiç kimseye gizli değilsin Sadece yaratıcıyı bilmeyene gizli olursun.

-Yaşamak için ye, rabbine itaat etmek için yaşa.

-Elinden geldiğince ihtilaflardan, tartışmalardan uzak dur.

-Sana, yerine getirmen durumunda mutlu olacağın bir şeyi tavsiye eden kişi Allah tarafından
sana gönderilmiş bir elçidir.

-Adı sanı bilinmeyen silik bir kişi olmaktan ayrılma.

-Sadece Allah’a yönelmek gerekir. İnsanlar sebeplere dayandıkları sırada Allah onlara azap
eder, çünkü sebepler her zaman yitip gidebilecek olgulardır.

-Süslenmeye, güzel görünmeye dikkat et. Çünkü bu başlı başına bir ibadettir.

-Dilenciye yedir, içir. Çünkü o, senden dilenmesi sebebiyle seni, kullarına yediren ve içiren
hakkın menziline çıkarmıştır.

(böyle büyük bi ilim çok zor bulunuyor yazılı olarak vallahi Allahın selamı ibn arabi
hazretlerinin üzerine olsun selam olsun)

-İşlediğin hiçbir ameli hakir görme. Çünkü Allah bu ameli yaratırken ve bizim üzerimize
vacip kılarken küçümsememiştir.

-Zahir ve batın, birbirinden ayrılmayan ikiz kardeşlerdir.

-Dua ibadettir, zikir efendiliktir. Dua eden, Ona ulaşır, yanına girer. Zikredense, onun
yanındadır. Dua seslenmektir. Seslenmek ise uzaklığı ifade eder.
Ama O’nu O’nun için zikret. Çünkü zikir Allah için, dua ise Allah katındaki nimetler içindir.

-Bir şeyi seven onu kıskanır. Kıskanan sevgiyle beraberdir, sevgiliyle değil. Hakkı seven ve
onu kıskanan, onu ancak hayal huzurunda sevmiştir. Hak ise vehmin ve hayalin hakimiyeti
altına girmez.

-İsteyen de kazanın dışına çıkamaz, istemeyi terk eden de.

-Her seven, sevdiğine kavuşmuş olsa da özlem duyar.…

“Haydin namaza” diye seslenildiği zaman zatına haber ver.

İlim talep eden cahildir, ilmi terk eden de.

İlmin malumu varlıktır. Görmenin görüneni ise zattır.

İlim, içinde zulüm olmayan bir karanlıktır.

-Yokluğuna dön; çünkü yokluk senin kadimliğinin niteliğidir ve Allah onda senden razıdır.
Hakka itaat edip de ölen kimse ölmemiştir.

-Bil ki, rububiyete iman hidayeti artırır. Uluhiyete iman ise hidayetin kendisidir.

-Hakkı unuttuğun zaman, sana onu kimin unutturduğuna bak; eğer hakkı sana unutturan şey,
onun sana emrettiği bir şeyse, bil ki hak seninle beraberdir ve sen de onun emriyle berabersin,
onunla değil. Eğer hakkı sana unutturan şey, onun nehyettiği bir şeyse, ne sen onunla
berabersin, ne de O seninle beraberdir.

-O’nu bilme hususunda ruhunun payına düşeni verdiğin gibi, O’na ibadet etme hususunda
bedeninin payına düseni de ver.
-Bir kimse isimlerin ilminin kendisine verildiğini sanıyorsa, ama kendinde etki gücünü
bulamıyorsa, bu bağısa itibar edilmez.

-Furkan (hak ile batılı ayırma) ile sonuçlanmayan takvaya itibar edilmez.

-Allah için arkadaşlık ettiğinin belirtisi sana nasihat etmesi ve açıklandığı zaman hakkı kabul
etmesidir. Şayet kabalığı varsa dahi, bunun, ona veya sana mutlaka bir faydası vardır.

-Korkunun sebebi zat değilse, ona itibar edilmez.

-Allah’ın takdir ettiği her şeye rıza göstermeye itibar edilmez.

-O namazında yolculuğa çıkmış, sen de zihninde onun peşinden gittiği yere gitmişsin.

Aranızda ne fark var? Nerede Allah!...

Sana zahirini göstermeyen batına itibar etme!..

-Tahkik makamı, çoklukta teklik düşüncesini vermiyorsa, ona itibar edilmez.

Hizmetsiz hürmete itibar edilmez.

Hürmetsiz hizmete de itibar edilmez.

Azıksız yolcunun peşinden gidilmez.

-Ahlaktan yoksun tasavvufa itibar edilmez.

-Bir özgürlük seni Allah’a köle olmaktan müstağni kılıyorsa, ona itibar edilmez.
-Bir şükür beraberinde daha fazla şükrü doğurmuyorsa ona itibar edilmez.

-Musibete karsı sabretme, seni, bu belayı kaldırması için Allah’a dua etmeye yöneltmiyorsa,
ona itibar edilmez.

-İnsan burada halifedir, ahirette ise sadece insandır.

-Kim Allah’a gerçekten secde ederse, ebediyen basını secdeden kaldıramaz.

-Senin halka dönük bir zahirin, hakka dönük bir batının vardır. Hak ne zaman senin zahirinde
zuhur ederse, halk nezdinde ki saygınlığın ortadan kalkar.

Bu senin için mutluluktur. Çünkü seni hak ile baş başa bırakmış olurlar.

Kul Hakkın nezdinden ayrıldığında, ona hizmet edilir ve saygı gösterilir. Hakkın yanına
girdiğinde, çok özel kişilerden başka kimse onu bilmez, saygı göstermez.

-Aslından ayrılıp çıkan gariptir. Gurbetin acısı da şiddetlidir.

Bedbaht insan ahirette gariptir, mutlu insan da dünyada gariptir. Ne mutlu gariplere. Aslından
ayrılıp çıkan gariptir.

-“Rabbim Allah’tır” deme, düşmanlarına senin aleyhine fırsat vermiş olursun; ama “Allah
Rabbimdir” de; Allah ismi düşmanlarını kahreder, senin aleyhine bir imkan bulamazlar.

-Ölümden önce ilim aracılığıyla kendi nefsini idrak et.

-Aynalar adedince suretler ortaya çıkar.

-Gölgen senin suretindir, sen de suret üzeresin. Su halde sen bir gölgesin.
-Müşrik Hakkı ispat eden, fazladan olarak ortağın varlığını da kabul eden kimsedir.

-Hakkı arayan O’nu bulur; O’ndan isteyene, verir. Ama isteyen O’nu bulamaz

-Alem fena ile beka arasında durmaktadır.

-İblis Allah’ın emrine uymanın gerekli olduğunu biliyordu, ama emre uymadı ve
muvaffakiyetten mahrum kaldı.

İlme aldanma. İlim cehaleti ortadan kaldırır ama mutluluğu, saadeti sağlamaz. İlme, imanın
eşlik etmesini sağla, o zaman nur üstüne nur olur.

İlmin niçin en büyük perde olduğunu biliyor musun?.. Çünkü ilim sahibi kimse malumu ilmi
oranında görmek ister…

-Hakkı idrak etmeyi engelleyen perdeler büyüktürler. Bunların en büyüğü de ilimdir.

Çünkü ilim sahibi olunca, O’nu elde ettim, dersin. Herakliyüs peygamberlik bilgisine sahipti,
ancak imanı yoktu, bu bilgisi ona fayda sağlamadı. Yahudiler Hz. Muhammed’in sav. gerçek
Nebi olduğunu biliyorlardı. Ama bilmeleri onlara fayda vermedi.

-Dedim ki, Ya Rab!.. Ne ile sana yaklaşayım?..

Dedi ki, Bende olmayanla.

Dedim ki, Sende olmayan nedir?..

Dedi ki, Zillet ve muhtaçlık!...

-O’na dua ettiğin zaman, O’ndan duanın kabulünü iste; çünkü O, kendisinden icabet
istemeyenlerin duasına icabet etmez. Eğer icabet istemeden sadece dua ederse, bu dua, da
etmemiş olmaktan farksızdır.
-Hakka uyana da muhalefet edene de merhamet et. Çünkü bu durumu taksim eden O’ dur.
Kafir, mü’mine merhamet ettiği zaman, Allah, onun azabını hafifletir. Mümin kafire
merhamet ettiği zaman, Allah onun ödülünü eksiksiz verir.

-İlim malum değildir. Çünkü insan bir şeyi bilir, ama bu bilme o şeyin kendisi değildir.

İlim bazen malumun kendisi de olur. Çünkü ilimle ilim bilinir.

-Bak, üfleyen biri, bir tek nefesi ile kandili söndürürken, tutuşmuş kuru otları da
alevlendiriyor.

-Allah’a karsı kibirlilik edenin karsısında kibirlen, çünkü senin mütevazılığın budur.
Kibirlenenlerin büyüklenmeleri karsısında, bunun Allah’tan olduğunu bilsen de tevazu
gösterme. Çünkü büyüklük O’nun bir sıfatıdır; ancak imkansız için de O’nun bir hükmü
vardır.

Tevazu, bası öne eğmek veya hizmet etmek yahut falanca hakkı eda etmek değildir.

Bu saydıklarımızın tümü reislere karsı dalkavukluk etmenin, onların nezdinde mevki edinmek
için hoş görünmeye çalışmanın göstergeleridir. Asıl tevazu, Allah’ı bilmenle arkadaşlık
etmendir. Kendini bildiğin tanıdığın zaman rabbini bilir, tanırsın. Rabbini bildiğin zaman,
O’nun katında olup da sana ait olan şeyleri ve de sende olup O’na ait olan şeyleri de bilirsin.

-Cansız varlıklar senden daha iyi kulluk etmektedirler; onların ibadeti zatidir

-Allah’ın sizin dualarınızı kabul etmesini, sizin O’nun davetine icabet etmenize bağlamıştır

-Göz yaşlarını döker, kalp hüzünlenir; ama biz rabbimizin razı olduğundan başka bir şey
söylemeyiz. Allah’a yemin ederim ey İbrahim! Biz senin ayrılığından dolayı üzülüyoruz.
(Hadis)

Sa’d O’na:

-Ya Rasûlullah bu nedir? Dedi. Buyurdular ki:

-Bu Allah’ın kullarının kalplerine yerleştirdiği rahmettir. Allah ancak merhametli kullarına
merhamet eder.
O halde ölüye ağlamak mubahtır; bağırıp çağırmadan, feryat etmeden. Bunları kız kardeş
olarak sana aktarıyorum ki, günah olmadığını ve sorguya çekilmeyeceğini bilerek göz yaşını
akıtıp yüreğini ferahlatsın. Eğer sevabını Allah’tan umarak sabredersen, ecrini Allah
verecektir ve büyük bir ödül kazanacaksın.

-Zevkimizin putuna tapınmaya devam ettik. Şehvetlerimizin dizginlerini sonuna kadar


salıverdik. Allah’ın hudutlarıyla ilgili olarak alabildiğine aşırı gittik; sanki Allah tarafından
bir güvencemiz varmış, sanki tehditlerinin bizi kapsamayacağına ilişkin olarak Allah bize söz
vermiş gibi.

-Allah varlığı çift yaratmıştır. Ama kendisi teklikte yalnız kalmıştır.

-Kralların kapısında nöbetçiler vardır, Allah’ın kapısının avlusunda ise bahşişler dağıtılır.

-Allah’ın ötesinde bir son yoktur.

-Hak onu terbiye etmiş, halk da onu yalnız bırakmıştı. Ay’ı tutulmuş, kaderi sinmişti.

Kimse ona bakmıyor, aldırmıyordu. Sevenleri onu terk etmiş, arkadaşları ona öfke
besliyorlardı. Allah dilerse bu, onun için bir arınma ve temizlenme vesilesiydi, ki her şeyi
bilen ve her şeyden haberdar Allah’ın yardımıyla varoluşunu gerçekleştirsin.

-Soruyu soran kişi ya yeni başlamış bir ümmidir, ya da ilimle haşir nesir olmuş, ilmi bir
tarafından edinmeye başlamıştır.

-Allah’ın kitabında, her yerde gece gündüzden önce zikredilir.

Peygamberlerin isrası (gece yolculuğu/miracı) onda gerçekleşmiştir. Faydalar gece elde edilir.
Hak gece vakti kullarına tecelli eder. Gece, takdirlerin akısı altında yaşanan bir sükut vaktidir.

Gece gayedir. Çünkü gece iddianın yokluğudur; ne varlık kalır, ne sekil.

-Konuşma kudreti varken kişinin bildiği bir şeyi söylemekten kaçınması nefse en ağır gelen
şeylerden biridir.
-Alemde insandan başka hiçbir varlık rablık iddiasında bulunmamıştır. İnsanın bu iddiada
bulunmasının nedeni de içinde bulunan bazı güçlerdir.

-Her seven, kavuşmuş olsa bile özlem duyar.

-Kim amaçlarından soyutlanırsa, hastalığının şiddetinden emin olur.

-Senin hakkı görmen, hakkın senin üzerine serdiği bir perdedir.

-İsteme; çünkü istemek yazılanı değiştirmez. Ancak isteğin yazılanla ilgili olması başka.

-Arkadaştan korun, çünkü o, senden ayrılmayan düşmandır. Onun Hakka boyun eğmesini
sağla ve hak ile meşgul et. Çünkü o, Allah katında bundan dolayı sana teşekkür edecektir.
Arkadaşlarından sana en yakın olanı nefsindir.

-Çorak araziye ekin eken, hasat zamanı pişman olur.

-Sana,”ben hakkım” diyen bir şey gördüğün zaman, ona de ki: Sen Hak ile varsın

-Hakkı hak ile bulusun; onu kendinle arama, kendinden başka bir şey bulamazsın.

-Göç yurdu vatan değildir.

-Hallerin lezzetlerinden kaçın.


-İnsan bütün varlıkların kapsayıcı bir nüshası olduğu için her varlıktan bir hakikati de içinde
taşır.

-Öte yandan Hak ile başkası arasında hiçbir açıdan gerçek olarak bir ortaklık yoktur.

-Bütün varlıklar, Allah’tan başkası olsa da kendi içinde hiç kuskusuz haktır. Ancak varlığı
kendi zatından kaynaklanmayan bir varlık yok hükmündedir, batıldır.

-Mahlukat içinde akıl erbabına özgü olaylar aklın sınırı doğrultusunda gelişir. Allah’ a bağlı
kimselere özgü olaylar da imanın sınırı doğrultusunda cereyan eder.

-Yüce kanun koyucu (sari) bize kaza ve kadere razı olmamızı emretmiştir, takdir edilene,
hükme bağlanana değil. Bu ise Hak tealayı seçmektir, seçtiğini değil. Şunu diyemezsin:
Allah’ın benim için takdir ettiği günahlara razı oldum.

-Aslında gerçek anlamda bir icat söz konusu değildir.

-Muhtar (seçme hakkına sahip), bir isi istediği zaman yapan, istediği zaman yapmayan
kimseye denir. Bir isi yapmaya ya da yapmamaya dair ön bilgi, hakkında ön bilgi olmayan
isin vaki olusunun tahayyülünden ibarettir. Bu yüzden ihtiyar imkansızdır.

Zorunlu olmaksa bir ise zorlanmak demektir. Ama zorlama da yoktur. Yani ne zorlama vardır,
ne de serbestlik.

-Bazen kimi guruplar uluhiyeti mutlak olarak onlara nispet etme anlayışından sıyrılarak gizli
yönü düşünmeye başlamıs ve bunlara, sırf bizi Allah’a yaklastırşınlar diye kulluk ediyoruz,
demişlerdir. Böylece onları perdeler ve vezirler gibi görmüşlerdir. Allah’a sığınırız bu tür
anlayışlardan… Eğer bu guruplar, bu yönü onların nefsinde görebilmiş olsalardı, uluhiyete bir
dıs varlığın sahsında kulluk sunmazlardı. Bilakis uluhiyetin kendisine kulluk ederlerdi.

Bizim dediğimizin özü sudur: Kulluk sunulan mutlak varlık uluhiyettir, varlıklar değil.

-Alemin tümü suret üzeredir. İnsan da alemin bir parçası olarak alemin sureti üzeredir.
Yani insan da suret üzeredir. Ruhanî varlıklar mükemmel istidatları nedeniyle cisimler
alemine göre kemale erme noktasında daha güçlü ve daha yatkındırlar. Bu yüzden beser,
doğal bir dürtü neticesinde ruhani bir güç elde etme arzusu duyar.

-İlk ortaya çıkan varlık kayıtlı ve muhtaçtır.

-Seni isteyen de ancak seninle sana ulaşabilir.

-Sadıkların kalplerinden en son liderlik sevgisi çıkar.

-Senin gördüğün senin içindedir ve senin suretindir. Ama onu ancak içinde görebilirsin.

-Bütün gözler kayıtlı ve sınırlıdır.

-Şeyler arasında üstünlük nereden geliyor? Evet, senin açından üstünlük, senin kendinle ilgili
bilgine göre belirginleşir.

-Kulluk beraberlikten daha yüksektir. Beraberlik bir yoldur ve varacağı son nokta da
kulluktur.

-Sınama amaçlı belalar, insanın Allah katındaki mertebesine göre inerler. Peygamber
Efendimizin sav. söyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Allah bana verdiği belaları başka hiçbir Nebi’ye vermemiştir.” Bu hadis bir alime sorulmuş
ve denilmiş ki:

-Eyyub ve Zekeriyya gibi Nebiler (Selam üzerlerine olsun) çok daha büyük musibetlerle
sınanmışlardır. Rasûlullah sav. bu tür belalardan hiç biriyle sınanmamış. O halde Hz.
Peygamber sav. in uğradığını belirttiği bu musibet hangisidir?

Bu alim şu cevabı vermiş:

-Hangi bela Rasûlullah sav. in basına gelen beladan daha büyük olabilir? Allah O’nu; “Kabe
kavseyn ev edna” makamına yükseltip vasıtasız konuşarak vahye muhatap ettikten sonra su
aşağı aleme hitap etmesi için indirmesinden daha büyük bela var mı?

Hiçbir Nebi, Hz. Rasûlullah’ın sav. uğradığı bu belanın benzeri görülmemiştir.

-Ayrıca bu musibetler aracılığıyla kendinizin, Allah’ın inayet gösterdiği ve sınadığı


kimselerden olduğunuzu öğrenmiş olursunuz. Çünkü dünyadaki belalar, Allah’ın mümin
kullarına verdiği çabuklaştırılmış nimetlerdir.

-Şayet başınıza gelen musibet, cezalandırma mahiyetinde olmayıp, Allah’ın takdiri ile size
yöneltilmiş ise, bu takdirde de büyük bir sevaba nail olursunuz.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


"Risaleler'inden"

Canın Sıkıldığında

Canın sıkıldığında de
Allahım senin rızan için
Kalbin genişlediğinde de
Allahım senin rızan için
Çokça de sık sık de
Hep her zaman de
Allahım senin rızan için yaşıyorum

***

De ki: «Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve >>ölümüm<< kesinlikle hep o alemlerin


Rabbı olan Allah içindir.

En'am 162

İbn-i Arabi Özel Duası “HİZB-ÜL DEVR-İ A’L” (Büyük Dua)

“ALLAH” C.C. için, Hazreti Fahri Kâinât Efendimizin, âl’i’nin, Ashabının, Ehli beytinin,
Annelerimizin, Cümle Resûllerin, Enbiyâların pâk rûhlarına, Hz. Abdulkadir Geylâni’nin, Hz.
Şeyh-ı Ekber’in ve Onların Şahsında tüm Evliyâullahın ve Onların Muhibbi Olanların, ve bu
duâ’nın şâmil olduğu bütün Ümmeti Muhammedin, yakınlarımızın ruhları ve kendi ruhumuz
için 3 El-Fatihâ-ı Şerif, 12 İhlas-ı Şerif.
ALLAH kabul eyleye… AMİN

BÜYÜK DUA “HİZB-ÜL DEVR-İ A’L”


BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİYM
1) Ey sonsuz dirilik, canlılık sahibi Hayy olan, Ey kendi varlığı ile kâim olup, mevcûtadı
varlığı
ile var kılan Kayyum olan Allah’ım, Seninle korundum lütfen beni koru. Bismillâh, zırhıyla
hakikâtiyle, korunmasıyla, kifâyesiyle de bunu ikrâm eyle Yâ Rabbi.

2) Ey başlangıcı olmayan Evvel olan, Ey sonu olmayan Ahir olan Allah’ım, Mâşâallah lâ
kuvvete illâ billâh; hazinesinin dairesinin içindeki gaybî sırlarla, o kıymetli dâirenin içerisine
lütfen
beni de sok Yâ Rabbi.

3) Ey hoşgörülü Haliym olan, Ey her türlü şeyi örten, kapayan gizleyen Settâr olan Rabbim,
Ve’tesimû bihablîllâhi âyetinin sırrıyla, tesettürü, hicâbi korunma ve kurtulma vesilesiyle
lütfen
bana da korunmayı, örtünmeyi nasip eyle.

4) Ey her şey’i ihâta eden, kuşatan Muhît olan, ey kudreti her şey’e yeten Kâdir olan
Allah’ım, Zâlike hayrûn zâlike min âyâtîllâh âyetinin bereketiyle, emniyet sûrûruyla,
giysilerin en
hayırlısı olan takvâ libasından giyinenlerden olmayı, âziz ve güçlü kuvvetinle lütfen nasip
elye Yâ
Rabbi.

5) Ey Kârib, Ey Mucîb, Ve mahüm bi darrine bihî min ehadin illâ biiznîllâhi âyetinin
mânâsıyla, korunmasıyla, hürmetiyle lütfen beni, nefsimi, ailemi, dinimi, malımı, evlatlarımı,
evimi
icâbet eyle, koru ve kurtar Yâ Rabbelâlemiyn.

6) Ey belâları reddeden Mâni olan, Ey faydaları veren Nafi olan Allah’ım, Ehâzetuhû
ğâşiyetün min a’zâbîllah âyetlerinle, Esmâlarınla, kelimelerinle, şeytanın şerrinden, sultanın
şerrinden ve herhangi bir zalimin veyâ haklarımı gasb etmek isteyen zorbanın şerrinden lütfen
beni koru Yâ Rabbi.

7) Ey zillete düşüren, değersiz kılan Muzill olan, Ey zarar vereni yaptığının karşılığıyla
ödeştiren Muntakim olan Allah’ım, zulmedici kulların ve onların yardımcıları eğer bana kötü
tuzak
hazırlamışlarsa onların işitmelerine kalplerine, basiretlerine Femen yehdîyhî min ba’dillâh
âyetindeki gibi bir perde koyarak, kurtarıcım ol lütfen Yâ Rabbi.

8) Ey izhâr ettiklerini geri alan ve her şey’i kudreti altında tutan Kâbız olan, Ey dilediği her
şeyi
ortadan kaldıran Kahhâr olan Allah’ım bana tuzak kuranların mekirlerine, hilelerine,
azaplarına
karşı Fe mâ kâne lehû min fi’etin yensurûnehû min dûn’îllâhi âyetinin sırrıyla, mânâsıyla,
yardımcı olduğun kullarının arasına beni de lütfen dahil eyle, tuzakçıları da rezil, mağlup ve
perişan olarak reddet, kifâyet eyle onları Sana havâle ediyorum Yâ Rabbi.

9) Ey Zâtına ve Sıfâtlarına fenâlık, noksanlık, sınırlılık ve hiçbir şekilde kusur bulunmayan


Subbûh olan, Ey, mukaddes ve arı Kuddûs olan Allah’ım, Akbil velâ tehaf inneke min’el
âminîne” bi fadzlîllâhi âyetinde ki münacâtın lezzetini lütfen bana tattır ve bu âyetin fazlıyla,
sırrıyla emniyet içersinde bulunanlardan olmayı da lütfen nasip eyle Yâ Rabbi.
10) Ey zarara uğratan, her şer kabul edilenin mutlak var edicisi Dârr olan, Ey ölümü tattıran
ve
dilediğine dönüştüren Mumit olan Rabbim, Fe kuti’a dâbir’ul kavm’illezîne zalemû,
velhamdülillâhi rabb’il â’lemîyn âyetinin sırrıyla, zulme saplanan kavimlerin kökü kesilmiştir
çok
şükürler olsun Sana. Lütfen yine zalimlere (âyette bahs olunanlar misâli) vebâlini, nikâlini,
zevâlini
tattır Yâ Rabbi.

11) Ey yakîn hâlini yaratan Selâm olan, Ey gaybın sonsuz sırlarına açık idrâkı oluşturan
Mü’min olan Allah’ım, düşmanların devletine karşı Lehüm’ül büşrâ fi’l hayâtiddünyâ ve fi’l
âhiretî lâ tebdîle likelimâtillâh âyetinle dünya hayatı için müjdeler verdiğin, dünya ve âhiret
hayatı için ise sözlerinde, vaadlerinde bir değişiklik bulunmayan Rabbim.. Bu âyetin sırrıyla
lütfen
beni de huzurlu eyle Yâ Rabbi.

12) Ey sonsuzluğuyla azamet sahibi A’zîm olan, ey izzet bahşeden ve dileğince değerli kılan
Muizz olan Allah’ım, Ve lâ yahzünke kavlühüm inn’el İ’zzete lillâhi âyetinde ki sırrınla,
celâllik
sultanlığının, saltanatının ve gururunun verdiği azametli, korkutucu tacınla beni taçlandır
lütfen Yâ
Rabbi.

13) Ey Zâtıyla tüm kemâl sıfatlarına sahip ve tek hükümran Celîl olan, ey sonsuz mânâlara
sahip, yeğane üstünlük sahibi ve üstünlüğünü de ancak kendi kendiyle değerlendiren Kebîr
olan
Allah’ım, Felemmâ ra’eynehû ekbernehûnne ve kataâ’ne eydiyehünne ve kulne hâşalillâhî
âyetinin sırrıyla verdiğin celâllik, mükemmellik, ikbâllik, yüce azâmet ihtivâ eden cübbeyi
bana da
giydir Yâ Rabbi.

14) Ey eşi benzeri olmayan A’zîz olan, Ey Aşk kaynağı, sevilen gerçek ve Tek mutlak varlık
Vedûd olan Allah’ım, Yühibbûnehüm kehubbîllâh, vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh
âyetinin sırrıyla, lütfuyla, ülfetiyle, yakînlığıyla bana karşı kullarının kalplerine sevgi,
sadakat,
meveddet eyle.. ki böylece bu kullarının gönülleri itaat etsinler ve boyun eğsinler Yâ Rabbi.

15) Ey apaçık ortada, algılanabilen Zâhir olan, Ey gizli, ortada olmayan, algılanamayan, Bâtın
olan Rabb’im lütfen Yühibbuhum ve yühibbunehû ezilleten a’lâ’l mü’minîne ei’zzeten a’lâ’l
kâfirîne yücâhidûne fî sebilillâhi âyetinin sırlarının ve nûr’unun verdiği gücü benim üstüme
de
gönder, bana da ikrâm ve ihsân eyle, o kulların gibi sevilmeyi, sevmeyi, mü’minlere karşı
yufka
yürekli olmayı, gerçeği örtenlere karşı da senin yolunda cihâd ehlî olmayı lütfen nasip eyle Ya
Rabbi.

16) Ey varlığına bir şeyin girmesi, çıkması imkânsız, ihtiyaçtan, beri Samed olan, ey açığa
çıkaran idrâk ettiren, kendisiyle irşâd olunan Nûr olan, sermedî olan Allah’ım, Fein hâccûke
fekul eslemtü vechiye’lillâh âyetinin sırrıyla vechimi (Yüzümü) işrâk, ünsiyet ve cemâlinin
nûruyla lütfen aydınlat Yâ Rabbi.
fekul eslemtü vechiye’lillâh âyetinin sırrıyla vechimi (Yüzümü) işrâk, ünsiyet ve cemâlinin
nûruyla lütfen aydınlat Yâ Rabbi.

17) Yâ Bedîa’s semâvative’l arz Yâ Zelcelâli ve’l ikrâm, Ey Tek, varlığında benzeri
olmayan, şey’leri icâd eden, göklerin ve yerin Nûr’u Cemâli, Ey Celâl ve mutlak hüküm ve
ikrâm
sahibi Allah, vehlul u’kdeten min lisânî yefkahû kavlî (Hz. Musa’nın duası) âyetinin sırrıyla,
mânâsıyla (Musâ Aleyhisselâm’ın dilini çözdüğün gibi) lütfen bana da üstünlüğümü,
belâgatimi ve
fasihliğimi ikrâm eyle Yâ Rabbi.

18) Allah’ım «Sümme telînü cülûduühüm ve kulûbühüm lî zikrîllâhi» âyetinin sırrıyla, yüzü
suyu hürmetine lütfen Senden korkan, derileri ürperen ve sonra, derileri ve yürekleri Allah’ın
zikri
için yumuşayanlara nasip ettiğin gibi bana da Rahmetinle inceliğinle lütfen acı Yâ Rabbi.

19) Ey hükmünü zorunlu olarak, ister istemez kabul ettiren Cebbar olan, Ey dilediği her şey’i
ortadan kaldıran Kahhar olan Allah’ım, Ve me’nnasru illâ min i’ndi’llâhi âyetinin sırrıyla,
lütfen
beni heybetinin kılıcıyla, gücüyle, şiddetiyle, dayanıklığıyla, düşmanlarının zorbalığına ve
güçüne
karşı bana heybetini ve yüceliğini zırh gibi giydir Yâ Rabbi.

20) Ey açan, yayan, genişlik veren Bâsit olan, Ey sürekli aşama (feth) kapıları açan, tüm
kapanıklıkları geçiren, Fettâh olan Allah’ım, lütfen Rabbişrah lî sadrîy ve yessirlîy emrî
âyetinin
sırrıyla bana da bu âyetin verdiği meserresi (bilinç aydınlığını) kolaylaştırır ve sevinci lütfen
dâim
ikram eyle Yâ Rabbi.

21) Kolaylık verici, hoş tutucu Rabb’im, lütfen Elem neşrahleke sadrak âyetinin sırrıyla,
bereketiyle, benim de lütfen kalbime, (bilincime) genişlik, açıklık, aydınlık (nûr) ikrâm eyle

Rabbi.

22) Yâ Rabbî, Yevmeizin yefrahul mü’minûne bi nasrîllâh âyetinin sırrıyla, müjdeleriyle,


sevindirdiğin, yardım ettiğin ve galip getirerek, feraha kavuşturduğun mü’min kulların gibi
lütfen
bizi de müjdele, sevindir, galip eyle, feraha çıkar.

23) Ey lutûf sâhibi, birimin özünde ve yapısında yer alır biçimde mevcût Lâtîf olan, Ey son
derece merhametli Raûf olan Rabb’im, Ve tatmainnu kulûbühüm bizikr’îllah âyitinin sırrıyla,
kalpleri seni zikretmekle huzurlu olan, imân nasip ettiğin kulların gibi benim kalbime de
lütfen
imân, huzur ve sukûnet ikram eyle…

24) Ey sabırla, rızâsı olmayan şeylerin neticesini bekleyen Sabûr olan, Ey ikrâm ettiklerinin
değerini bilene, şükredene fazlasıyla karşılık veren Şekûr olan Allah’ım, Kem min fietin
kalîletin
ğalebet fieten kesîreten biiznîllâhi âyetinin sırrıyla ve izninle, sabırlı olan sabitliğinin,
sadâkatinin güçleri gibi bize de aynı gücü lutf eyle, ikram eyle Yâ Rabbi.

25) Ey koruyan, muhâfaza eden, ayakta tutan, hıfz eyleyen Hâfiz olan, ey vekîl tutanların işini
en mükemmel biçimde sonuçlandıran Vekîl olan Allah’ım, Lehû mua’kibâtun min beyn’î
yedeyhî ve min halfiîhi yahfizûnehû min emrîllâh âyetinin sırrıyla, şâhidleriyle, tanıklarıyla,
askerleriyle, lütfen beni de önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan, üstümden ve altımdan,
(her yönden) koru, koruyucum ve vekilîm olan Allah’ım.

26) Ey kendi varlığı ile mevcûdatı varlığıyla var kılan Kaim olan ve Ey Dâim olan Allah’ım,
Ve
keyfe ehâfu mâ eşrektüm ve lâ tehâfûne ennekûm eşrektüm billâh, âyetinde sözü geçen,
burhân sâhibi kimselerin, (şirk ehlî olmayan) dayandığı gibi benim de ayaklarımı yolunda
sâbit
eyle lütfen Yâ Rabbi.

27) Ey güzel Mevlâm, Ey güzel Kurtarıcı, E’tet’ethizünâ hüzûven kâle eûzu billâh âyetinin
sahibi olan kimseyi gâlib kıldığın gibi beni de düşmanlarıma karşı gâlip eyle lütfen Yâ Rabbi.

28) Ey talep ettiren Tâlib olan, Ey talep ettirdiğine de talebini ikrâm eden yeğane Gâlib olan
Allah’ım, İnnâ erseinâke şâhiden mubeşşiren ve nezîren litu’minû billâh âyetinin sırrıyla,
imânıyla, bereketiyle, tanıklıkla, uyarıcı ve müjdeci olarak Rasûlün Muhammed Sallallahû
Aleyhi ve Sellem Efendimizi âzizlikle, heybetlikle, desteklediğin gibi beni de lütfen destekle

Rabbi.

29) Ey kifâyet eden, yeten, yetişen, el veren Kâfi olan, ey şefaat eden, şifâ veren Şâfî olan
Allah’ım, lütfen beni «Lev enzelnâ hâz’el Kur’âne a’lâ cebelin lareeytehû hâşia’an
mutesaddian min haşyet’illâh» âyetinin sırrıyla, verdiğin faydaların ve birikintilerin yüzüsuyu
hürmetine düşmanlara, kötülere karşı destekle, kifâyet eyle, yardımcım ol lütfen Yâ Rabbi.

30) Ey karşılıksız olarak ihsânda bulunan Vahhab olan bağışlayıcı, Ey sonsuz mânâlarıyla
sürekli rızık verici Rezzâk olan Allah’ım, Kulû veşrebû min rizkîllahî âyetinin sırrıyla
rızıklarda
sağladığın kolaylığı, musahhar kılmasını kabul edilmesini bana indinden lûtfet Yâ Rabbi.

31) Ey Tek, yardımcı, hâmi, dost, dilediğine arka çıkıp onları kemâle ulaştıran Velî olan, Ey
yüce fevkalâde yüksek A’lîy olan Allah’ım, Zalike min fadzlîlâh âyetinin sırrıyla inâyetiyle,
medediyle, mutluluğuyla ve fazla fazla devamıyla, selâmetle korumakla, sahip çıkmakla bana
Velîlik yap (sahîp çık), imdâd eyle lütfen Yâ Rabbî.

32) Ey sınırsız cömertlik Kerim sahibi, Ey yeğane zenginlik sahibi Gâniy olan Allah’ım İzâ
fea’lû fâhişeten ev zalemû enfüsehüm zeker’ûllâhe festağferû lizünûbîhim ve men
yağfir’uzzunûbe illâllah âyetinde zikrolan Rasûlünün yanında seslerini alçaltmış olan
kimseleri,
affederek ikrâm ittiğin gibi lütfen bu vesileyle bana da affınla, saadetle ikrâm eyle..
Ey Tek, hüküm sahibi, hükmü kayıtsız şartsız yerine gelen Hakîm olan, Ey Tek, tövbeleri
kabul edici Tevvâb olan ve Ey Tek, va’adinde sadık, sözünde duran, nimetleri herkese ihsân
eden, muhsin Berr olan Allah’ım, onların bilinçlerine nasûh tevbeleri ikrâm ederek nasûh
tevbesinin oluşmasını sağladığın, ikrâm ettiğin gibi bana da lütfen nasûh tövbesi ikrâm eyle

Rabbi.

33) Cüzlerden, parçalardan meydana gelmemiş “TEK” Vâhid, Ahad, olan ALLAH, Fea’lem
ennehû lâilâheilâllâh, Senin sözün ve takvâ olan bu âyetinle sevgilin Rasulûn Muhammed
Sallallahû Aleyhi Vessellem Efendimizi bağladığın gibi lütfen bizleri de bu âyetin sırrıyla,
mânâsıyla bağla Yâ Rabbi.

34) Ey Rahman ve Rahiym olan Allah’ım, Kul Yâ i’bâdiyellezîne esrefû a’lâ enfusihîm lâ
taknetû min rahmet’îllâh âyetinin verdiği ni’metle ümit edenler ve kurtulmuş olan ve sonları
güzel olan kimselere bağışladığın gibi lütfen benim de sonumu iyi ve hoş eyle Yâ Rabbi.

35) Ey yaratıklarının hitâplarını her hâliyle algılayan Semî olan, ey yarattıklarına mekânca
yâkin Kârib olan, Allah’ım, Da’vâhum fihâ subhâneke allahumme ve tahiyyatehum fihâ
selam ve âhiru da’vâhum enil’hamdu lillâhi rabbilâlemiyn yüce âyetinin hürmetiyle, takvâ
sahibi, selâmlanan, barış ve şükür sahibi olan mü’minlere hazırlanmış olan A’dn
Cennetleri’ne
onları yerleştirdiğin gibi beni de lütfen oralarda yerleştir ve barındır Yâ Rabbel’âlemiyn.

---

Yâ Allah, Yâ Allah, Yâ Allah, Yâ Rabbim,


Ey Fayda verici, Ey kötülükleri geri çevirici, Ey Rahman ve Rahiym olan Allah, bu
Âyetlerin sözlerin ve Esmâlarının yüzüsuyu hürmetine kazandırıcı bir güç ikrâm eyle..
bizlere bereketli, bol rızıklar, huzurlu yürekler, aydınlanmış kabirler kolay verilen hesap ve
büyük ecirler ikrâm eyle Yâ Rabbi.
Allah’ım Efendimiz Muhammed Sallallahû Aleyhi ve Sellem’ Â’lîsine, Sahabesine çok
selâm ver. Öyle selâmlar ve duâlar ver ki, Senin halkının sayısı kadar, Senin kelimelerin ve
sözlerin tükettiği mürekkepler kadar ve rahmetin en son zirvesine kadar.
Allah’ım Sana sığındım ki, bu sığınmam aynen güçlü ve çetin köşelere sığınanların hâli
gibidir.
Allah Rasûllerine selâmlar olsun, âlemlerin Rabbîne şükürler olsun.
İnşirâh Sûresinin Mânâsı: Senin göğsünü geniş kılmadık mı? Biz, belini büken ağırlığı
üzerinden kaldırdık. Namını yükselttik. Her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Bir işi
bitirince başka bir işle meşgûl ol. Her işinde ancak Rabbine niyâz eyle.
Salavât-ı Şerife’nin Mânâsı: Allah’ım salâtın ve duâların Efendimiz olan Muhammed
Sallâllahû Aleyhi ve Sellem’e öyle selâmlar olsun ki bu selâmlarla ve duâlarla ukdelerimiz
beşeri zafiyetlerimiz, zulmetlerimiz çözülsün, dertlerimiz yok olsun, gönüllerimiz ferah
olsun, ayrıca dünya da ve ahırette olan meselelerimiz kolaylıkla çözülsün Yâ Rabbi.
Allahümme Salli âlâ seyyidînâ Muhammed ve â’lâ âlîhi ve sahbîhî ve sellîm. AMİN.
Hazreti Fahri Kâinât Efendimizin, Âl’i’nin, Ashabının, Ehli Beytinin, Annelerimizin Cümle
Resullerin, Enbiyâların, Hz. Şeyh-i Ekber’in, onun muhibbi olanların, cümle evliyâaların,
Rical Ehlinin ve bu duâ’nın şâmil olduğu bütün Ümmeti Muhammedin ruhları ve ALLAH
için El Fatihâ-ı Şerif.
NOT: Çok kıymetli adeta hazine diyebileceğimiz bu dua Abdürkadir Geylâni
Hazretliri’nin manevi evladı olan Hz. Şeyh’ül Ekber’in Şam’da bulunan türbelerinde sabah
ve akşam okunmaktadır.
Büyük dua Hiz’b’ul devril alâ’da anılan âyetlerin bilgi verilmesi için hangi surede
bulundukları parantez içersinde verilmiştir. Ayrıca rahatlıkla manasına bakılabilmesi için
duaların paragraf başlarına da numara konulmuştur aslında numara bulunmamaktadır.
Dolayısıyla dua okunurken numaraların okunmasına da gerek yoktur. Allah C.C. daim
faydalanmayı nasip eyleye. Amin.

Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki

İnsan, ana karnındayken kan emer, varlığı kanladır, bedenin nesçi kanla vücut bulur. Kandan
kesilince gıdası süt olur, sütten kesilince lokma yemeğe başlar. Lokmadan kesildi mi Lokman
kesilir, gizli matlûba talip olur. Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki: Dışarda pek düzgün, pek
güzel bir âlem var… Boyuna, enine geniş bir yeryüzü… orada nice nimetler var, nice sonsuz
yiyecek şeyler.

Dağlar ,denizler, ovalar, bostanlar, bağlar, çayırlar…


Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü… güneş,ay ışığı, yüzlerce süha yıldızı. Yıldızdan,
poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller… bağlar bahçeler gelin gibi süslenmekte,
bezenmekte. O âlemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki… sen, neden bu kapkaranlık yerde
mihnetler içindesin? Bu daracık çarmıhta kan yemektesin; hapis içinde, pislikler içinde,
sıkıntılar içindesin.

Çocuk, kendi haline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz çevirir, kâfir olur. Olmayacak
şey, hileden, yalandan başka bir şey değil, der. Kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar
uzak! Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz. İşte cihandaki
halk da buna benzer. Abdâl, onlara öbür âlemden bahsetti mi, “Bu dünya kapkaranlık,
dapdaracık bir kuyudur… bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir âlem var” dedi mi.

Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez.


Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir. Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez,
gözü kapar adama bir şey anlatmaz. Nitekim o ana karnındaki çocuk da kana tamah
ettiğinden, o aşağılık yurtlara kan, onun gıdası olduğundan. Tamah ona bu âleme sözü
duyurmaz. Bedendeki kanı, gönlüne sevdirir. *Sende bu âlemin güzelliğine tamah etmektesin
de bu tamah, o ebedî âlemin güzelliğine perde oluyor. *Gururla dopdolu olan bu hayatın zevki
seni doğruluk hayatından uzaklaştırmakta. *İyi bil ki tamah seni kör eder… şüphe yok.
Senden yakînı örter. *Tamah yüzünden Hak, sana bâtıl görünür…tamah yüzünden sende
yüzlerce körlükler artar durur. *Doğrular gibi tamahtan çekinde ayağını o eşiğin üstüne bas.
*O kapıdan girdin mi kurtulursun. Gamdan da dışarıya ayak atmış olursun neşeden de. *Can
gözün aydınlanır Hakk’ı görür; küfür karanlığından kurtulur, din nuru kesilir. *Erlerin
öğüdünü canla, başla dinle de korkudan kurtulup emniyete eriş.

mevlana hazretleri
mesneviden

Tasavvuf İslama uygun mudur

An o zamanı da, hani İbrahim, Rabbim demişti, ölüyü nasıl diriltirsin? Allah, inanmıyor
musun demişti de İbrahim, evet, inanıyorum ama kalbim tam yatışsın, iyice anlayayım
demişti. Allah da demişti ki: Dört kuş al, onları kesip paramparça et, parçalarını birbirine kat,
sonra o karışık parçalardan her birini bir dağın üstüne koy, sonra da onları çağır, koşarak sana
gelecekler. Bil ki Allah, şüphe yok ki pek yücedir, hikmet sahibidir.

Bakara / 260
...

Kalbin mutmain olmasını istemek görülüyor ki küfür değildir


bu manadada Tasavvuf İslamdır
Tasavvuf, kulların özel ve fazl-adan yakınlık istemesi de demek oluyor böylece
Fakat her kul o ilgiden farklı farklı derecelerde nasipleniyor
Ama sonuç aynıdır, kulluktur
En üstün makam da kulluktur

Elbeette ki peygamberlerin mutmain edilmesiyle bizim ki farklı olur onu da unutmamak


gerekir

Ama mana olarak aynıdır çünkü istenilen ilim sonucu ayetteki gibi bir şekilde gösterilmese de
Allah'ın işleri akla mantığa uygun hale mutlaka gelmektedir
Kalp de yükseltilmektedir

Tasavvuf büyüklerinden

Ey nefsim niye korkuyorsun? Aç kalacağım diye mi? Hiç korkma, senin Allah katında o kadar
değerin yok. Allah ancak Muhammed'i (s.a.v.) ve ashabını aç bırakır.

...

Vaiz isteyen gece ile gündüzün değişmesine baksın.

...

İzzetine ant olsun ki, beni cehenneme soksan, orada kül olsam yine Sen'den ümit kesmem.

...

Allah'tan korkunda nasıl isterseniz öyle olun, bilin ki , insan herkese iyilik yapsa da yalnızca
tavuğuna kötülük yapsa yine iyilerden olamaz.

...

Allah'a aşık olan mutlaka O na kavuşacağından emindir,şuraya buraya yönelerek telaşa


kapılmaz.

Çünkü bilir ki Allah zamanla ve mekanla kayıtlı değildir ki bu yüzden oraya buraya yönelsin.

Tasavvuf büyükleri neden büyüktür niye büyüktür nasıl büyüktür

Şeyh Sadi-i Şirazi hazretleri (selam olsun) bostan ve gülistan adlı eserinde şöyle anlatıyor...
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Abdülkadir Geylani hazretlerini Kabe'nin hareminde gördüm.Yüzünü çakıl taşları üzerine


koymuş, muttasıl böyle diyordu:

"ilahi! Beni affet. Eğer azaba düçar olacaksam, kıyamet günü beni kör olarak dirilt, mezardan
beni gözüm görmez olarak çıkar da ,iyilerin karşısında mahcup olmayayaım."

;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;

Allah'ım...

imam ı rabbani hazretleri mektubat 46.mektub

Bu mektûb, mevlânâ Hamîd-i Bengâlîye gönderilmiş olup, Kelime-i tevhîdin üstünlüklerini


ve islâmiyyetsiz Evliyâlık olamıyacağını bildirmekdedir:

Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah. Bu güzel kelime, zılleri, hakîkati ve islâmiyyeti


içinde taşımakdadır. Sâlik, nefy [ya’nî (Lâ)] makâmında bulundukca, tâlib [yolcu]
mertebesindedir. (Lâ)yı temâmlayıp, Allahü teâlâdan başka hiçbirşey görmeyince, yolu
temâmlamış ve (Fenâ) makâmına yetişmiş olur. Nefyden sonra, isbât makâmına [Ya’nî
(İllallah) diyerek sülûkden cezbeye geçince, hakîkat mertebesine gelir ve (Bekâ) hâsıl olur.
Bu nefy ve isbât ile [(Lâ ilâhe) ve (İllallah) demekle] ve yolculuk ve hakîkat ile ve bu Fenâ ve
Bekâ ile ve bu sülûk ve cezbe ile, (Vilâyet) [Evliyâlık] ismine kavuşur. Nefs, emmârelikden
kurtulup, itmînâna kavuşur. Müzekkâ ve mutahhar olur [temizlenir]. Demek ki, Evliyâlık, bu
güzel kelimenin ilk yarısı olan (Nefy ve isbât) sâyesinde ele geçmekdedir. Bu kelimenin
ikinci kısmı, Peygamberlerin “aleyhi ve aleyhimüssalevât” sonuncusunun, Peygamber
olduğunu göstermekdedir. Bu ikinci kısm, islâmiyyeti hâsıl etmekde ve kemâle getirmekdedir.
Seyrin başlangıcında ve ortasında hâsıl olan islâmiyyet, islâmiyyetin sûretidir. İsm ve şeklden
başka birşey değildir. İslâmiyyetin aslı, özü, vilâyet hâsıl oldukdan sonra ele geçer. Bu zemân,
Peygamberlerin “aleyhimüssalevât” tam izinde gidenlere, onlara mahsûs olan (Kemâlât-i
nübüvvet) hâsıl olur. Vilâyetin iki parçası olan, yolculuk ve hakîkat, islâmiyyetin hakîkatini
ele geçirebilmek için ve Kemâlat-i nübüvvete kavuşabilmek için, sanki iki şart gibidir.
Vilâyet, sanki, nemâzın abdesti ve islâmiyyet, nemâz gibidir. İbtidâda, sanki hakîkî [görünen,
maddî] necâsetler temizlenmekde, hakîkatde ise, hükmî [maddeli değil, görünmez] necâsetler
temizlenmekdedir. Böyle tam tahâret sâyesinde, ahkâm-ı islâmiyyeyi yapmağa elverişli olur.
İnsanı Allahü teâlâya yaklaşdıran mertebelerin en sonu olan nemâzı kılabilecek bir hâl alır.
Nemâz dînin direğidir ve mü’minin mi’râcıdır. Nemâz kılabilecek şekle girer.

Bu güzel kelimenin, bu ikinci kısmını, sonsuz bir deniz gibi gördüm. Bunun yanında, birinci
kısmı, bir damla gibi görünüyor. Elbet, Peygamberlik kemâlâtı yanında, Evliyâlık kemâlâtı
hiçbirşey değildir. Sübhânallah! Ba’zıları, şaşı gibi iğri görerek, Evliyâlığı, Peygamberlikden
üstün sanmış ve özün özü olan islâmiyyeti, kabuk gibi görmüş. Ne yapsınlar, islâmiyyetin
yalnız sûretini, dışardan görebilmişler. Özü, kabuk sanmışlar. Peygamberlerin halk ile meşgûl
olmalarını, noksânlık bilmişler. Bu meşgûllüğü, insanların birbiri ile görüşmeleri gibi
sanmışlar. Evliyâlığı, Allahü teâlâya doğru ilerlemek olduğundan, dahâ üstün görmüşler.
Vilâyet, nübüvvetden dahâ üstündür demişler. Bunlar bilmiyor ki, kemâlât-i nübüvvetde de
yükselirken, vilâyetde olduğu gibi, Allahü teâlâya doğru ilerlemek vardır. Hattâ, vilâyetdeki
ilerleme, nübüvvetdeki ilerlemenin bir sûreti, görünüşüdür. Nüzûl ederken [ya’nî geri
inerken], vilâyetde de, nübüvvetde de, halk ile [mahlûklar ile] meşgûl olmak vardır. Fekat, bu
meşgûl olmaklar birbirine benzemez. Vilâyetde, (Zâhir), [ya’nî beden ve his uzvları] halk ile
olup, (Bâtın) [kalb, rûh ve diğer latîfeler] Allahü teâlâ iledir. Hâlbuki, Peygamberlikde, nüzûl
ederken, zâhir de, bâtın da, hep halk ile meşgûl olur. Bütün varlığı ile, kulları Allahü teâlâya
çağırmakdadır. Bu nüzûl, vilâyetdeki nüzûlden, dahâ tam ve kâmildir.

Bu büyüklerin halka teveccühleri, ya’nî halk ile görüşmeleri, halkın birbiri ile görüşmesi gibi
değildir. Halk, birbiri ile görüşürken, birbirlerine, ya’nî Allahü teâlâdan başkasına, düşkün,
bağlı bir hâldedir. Bu büyükler ise, halk ile görüşürken, bunlara bağlı değildir. Çünki, bu
büyükler, dahâ ilk adımda, Allahü teâlâdan başka şeylere bağlı olmakdan kurtulmuş, halkın
Hâlıkına bağlanmışlardır. Bunların halk ile görüşmesi, halkı, Hakka doğru çekmek içindir.
Allahü teâlânın beğendiği yola getirmek içindir. İnsanları, Allahü teâlâdan başka şeylere kul,
köle olmakdan kurtarmak için, onlarla görüşmek, kendini Hak ile bulundurmak için olan
görüşmekden elbet dahâ üstün, dahâ kıymetlidir. Meselâ, bir kimse, Allahü teâlânın ismini
söylerken, bir kör geçse ve önünde kuyu olsa ve bir adım atınca kuyuya düşecek olsa, bu
kimsenin, Allahü teâlânın ismini söylemeğe devâm etmesi mi efdaldir, yoksa söylemeği
bırakıp, körü kuyudan kurtarması mı kıymetlidir? Şübhesiz körü kurtarması, zikr-i ilâhîden
dahâ iyidir. Çünki, Allahü teâlânın, ona ve onun zikrine ihtiyâcı yokdur. Kör ise muhtâc bir
kuldur. Bunu zarardan kurtarmak lâzımdır. Hele, kurtarmağı islâmiyyet de emr etdiği için,
onu kurtarmak, zikrden dahâ mühimdir. Çünki, emre de uyulmuş olur. Zikr etmekde, yalnız
Hak teâlânın hakkı vardır. Onun emri ile körü kurtarmakda, iki hak yerine getirilmiş
olmakdadır. Biri kul hakkı, biri de Yaratanın hakkı. Hattâ bu hâlde zikre devâm etmek, belki
günâh olur. Çünki zikr, her vakt iyi olmaz. Ba’zan, zikr etmemek güzel olur. Yasak edilen
günlerde ve harâm olan vaktlerde oruc tutmamak ve nemâz kılmamak, oruc tutmakdan ve
nemâz kılmakdan dahâ iyidir.

[Din düşmanları, müslimânlar egoist, hodbîn olur sanıyor. Cennet ni’metlerine kavuşmağı
düşünür. Başkalarına iyilik etmeği düşünmez, diye iftirâ ediyor. Yukarıdaki yazı, bu
sözlerinin, yalan ve iftirâ olduğunu açıkca göstermekdedir].

(Zikr) demek, kendini gafletden kurtarmak demekdir. [(Gaflet), Allahü teâlâyı unutmak
demekdir.] Zikr, yalnız (Kelime-i tevhîdi) söylemek ve tekrâr tekrâr (Allah) demek değildir.
Her ne şeklde olursa olsun, kendini gafletden kurtarmak, zikr olur. O hâlde, islâmiyyetin
emrlerini yapmak ve yasaklarından sakınmak, hep zikrdir. İslâmiyyetin emrlerini gözeterek
yapılan alışveriş zikrdir. İslâmiyyete uygun olarak yapılan nikâh, talâk [boşanma] zikr olur.
Çünki, bunları yaparken, emrlerin, yasakların sâhibi hep hâtırlanmakdadır. Ya’nî gaflet
gitmekdedir. Şu kadar var ki, Allahü teâlânın ismleri ve sıfatları ile yapılan zikr, çabuk te’sîr
eder ve sevgisini hâsıl eder ve çabuk kavuşdurur. Emrlere, yasaklara yapışmakla hâsıl olan
zikr, böyle değildir. Bununla berâber, böyle zikrlerden ba’zısının da, çabuk netîce verdiği, pek
az olarak görülmüşdür. Muhammed Behâeddîn-i Buhârî buyurdu ki, (Mevlânâ Zeyn-üd-dîn-i
Taybâdî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” ilm ile Allahü teâlâya vâsıl olmuşdur). Bundan
başka, ism ve sıfat ile yapılan zikr, islâmiyyete uymakla olan zikre sebeb olur. Çünki, dînin
sâhibini tam sevmedikce, her işde islâmiyyeti gözetmek çok güc olur. Tam muhabbeti elde
etmek için de, ism ve sıfatla olan zikr lâzımdır. O hâlde, islâmiyyete uyarak zikr ile
şereflenmek için, önce ism ve sıfatla olan zikr lâzımdır. Evet, cenâb-ı Hakkın lutfü ve ihsânı
ayrıdır. Hiç sebeb olmadan, dilediğini, dilediğine ihsân eder. Nitekim Şûrâ sûresinde,
onüçüncü âyet-i kerîmede meâlen, (Allahü teâlâ, dilediğini seçerek kendine kavuşdurur)
buyruldu.

[Mazher-i Cân-ı Cânân “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”, (Makâmât-i Mazheriyye)deki


onbirinci mektûbunda buyuruyor ki, (Üç dürlü zikr vardır:
1— Kalb karışmadan, yalnız dil ile söylemekdir. Bunun fâidesi yokdur.

2— Ağızla söylemeyip, yalnız kalb ile yapılan zikrdir. Zikrin nasıl yapılacağı (Mektûbât-ı
Ma’sûmiyye) c.2, sh.113 de yazılıdır. Buna, tesavvufda (Zikr-i hafî) denir. Bu da, yalnız Zât-ı
ilâhiyeyi zikrdir. Yâhud, sıfatlarını düşünerek yapılır. Ni’metleri de düşünülürse, buna
(Tefekkür) denir.

3— Kalb ile ve dil ile birlikde zikrdir. Dil ile kendi işitecek kadar söylenirse, islâmiyyetde
(Zikr-i hafî) denir. Âyet-i kerîmede emr olunan, bu zikr-i hafîdir. Başkası da işitirse (Zikr-i
cehrî) denir. Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, zikr-i hafînin zikr-i cehrîden efdâl olduğunu
gösteriyor. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, hazret-i Alîye öğretdiği zikr-i cehrî,
kendi işitecek kadar olan zikrdir ki, hakîkatde, zikr-i hafî demekdir. Zikrden önce kapıyı
kapatdırması da, böyle olduğunu gösteriyor). (Tefsîr-i azîzî) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”,
Dehr sûresini açıklarken diyor ki, (Zikr etmek, Allahdan başka şeylerin sevgisini, onlara
düşkün olmağı kalbden çıkarmak içindir. Kalbin mahlûklara bağlılığını yok etmek için en iyi
ilâcın zikr olduğu tecribelerle anlaşılmışdır. Hadîs-i şerîfde, (Zikr ederek, kalblerinin yükünü
hafîfletenlerin yolunda olunuz!) buyuruldu. Bunun için, (Allaha, Allahü teâlânın sevgisine
kavuşmak için, kalbin mahlûklara olan bağlantılarını kesmek, onu dünyâ zevklerine düşkün
olmakdan kurtarmak lâzımdır. Kalbi kurtarmak için de, zikrden dahâ fâideli bir ilâc yokdur)
demişlerdir). [Tesavvuf ehlinde meşhûr olan simâ’ ve raks iki nev’dir: Birincisi, kalbin ve
nefsin fânî olmasından sonra, cemâl veyâ celâl sıfatlarının tecellîsinde hâsıl olur ki, bunda
aklın ve nefsin müdâhalesi yokdur. Celâleddîn-i rûmînin ve Sünbül Sinân efendinin zikr,
simâ’ ve raksları böyle idi. Şâh-ı Nakşibend “rahmetullahi aleyh” (Biz, bunu inkâr etmeyiz)
buyurdu. İkincisi, ba’zı câhil ve gâfil tarîkatcıların, noksan akllarına ve azgın nefslerine
uyarak, bağırmaları ve zıplamalarıdır. (Biz, bunları yapmayız) buyurdu.]

Ra’d sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen, (Biliniz ki kalbler, ancak Allahı zikr etmekle
itmînâna kavuşur) buyuruldu. İtmînân, sükûn, râhat demekdir. Harf-i cerli olan zikr
kelimesinin fi’lden evvel söylenmesi, hasrı ifâde eder. Ya’nî, itmînâna ancak, yalnız zikr ile
kavuşulur denildi. Zikr, hâtırlamak demekdir. Allahü teâlâyı hâtırlamak, Onun ismini
söylemekle veyâ çok sevdiği bir Velîsini görmekle olur. Çünki, hadîs-i şerîfde, (Onlar
görüldüğü vakt, Allah hâtırlanır) buyuruldu. İsmini işitirken, söylerken, başka şey
düşünülebilir. Onu hâtırlamak şübheli olur. Onu devâmlı hâtırlamak için, hergün binlerce
söylemek lâzım olur. Evliyâyı severek, inanarak görünce, muhakkak hâtırlanacağı
müjdelendi. Görmek göz ile olduğu gibi, Velînin şeklini, sûretini, kalbine, hayâline
getirmekle de, görmüş gibi olup, Allahü teâlâyı hâtırlamağa sebeb olur. Böyle, kalb ile
görmeğe (Râbıta) denir ki, kalbi, Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmekden, onları
düşünmekden kurtaran vâsıtadır. Yukarıdaki âyet-i kerîmede ve hadîs-i şerîfde bildirilen
temiz kalbe, ihlâsa kavuşduran yoldur. Evet, islâmiyyete yapışmak, ya’nî emrleri yapmak ve
harâmlardan sakınmak, insanı Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşdurur ise de, bunları
ihlâs ile yapmak şartdır. Hem islâmiyyete uymalı, hem de, ihlâs elde etmelidir.]

Yine sözümüze dönelim! Bu üçünün, ya’nî tarîkat, hakîkat ve islâmiyyetin dışında başka şey
de vardır ve bunun yanında, o üçünün hiç kıymeti yokdur. Hakîkat mertebesinde, (İllallah)
deyince hâsıl olan şey, bunun bir görünüşü, [hayâlidir] ve bu, o görünenlerin, hakîkati, aslıdır.
Nitekim, önce herkesde, islâmiyyetin sûreti vardır. Tarîkat ve hakîkat hâsıl oldukdan sonra bu
sûretin hakîkati hâsıl olur. İyi düşünmeli, öyle bir hakîkat ki, onun sûreti [görünüşü] hakîkat
oluyor ve başlangıcı vilâyet oluyor. Bu hakîkat, kelime ile anlatılabilir mi? Eğer anlatılabilmiş
olsa, kim ve ne anlıyabilir? Bu hakîkat, ancak ülül’azm [din sâhibi Peygamberler içinden, altı
dâne, en büyükleri] Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât vettehıyyât velberekât”
pek az, hem de pek çok az bulunan vârislerine ihsân olunan bir hakîkatdir. Ülül’azm
Peygamberler az olunca, bunların vârisleri dahâ az olur.

Süâl: Yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, bu hakîkate kavuşan ârif, islâmiyyetden dışarı
çıkmakdadır. Çünki, islâmiyyetin üstüne yükselmişdir.

Cevâb: Ahkâm-ı islâmiyye, zâhirin [görünen uzvların] yapacağı ibâdetlerdir. Bu hakîkat ise,
bu dünyâda bâtına [kalbe ve rûha] nasîb olmakdadır. Zâhir, her zemân, ahkâm-ı islâmiyyeyi
yapmağa mecbûrdur. Bâtın da, o hakîkatin işleri ile meşgûl olur. Bu dünyâda, amel, ibâdet
lâzımdır. Bu amellerin, bâtına çok yardımı vardır. Ya’nî, bâtının ilerlemesi, zâhirin ahkâm-ı
islâmiyyeye uymasına bağlıdır. O hâlde, bu dünyâda, her zemân, zâhir de, bâtın da ahkâm-ı
islâmiyyeye muhtâcdır. Zâhirin işi, islâmiyyeye uymak, bâtının işi de, islâmiyyetin
meyvelerini, fâidelerini toplamakdır. İslâmiyyet, bütün kemâlâtın kaynağı, bütün makâmların
temelidir. İslâmiyyetin, fâide, meyve vermesi, bu dünyâya mahsûs değildir. Âhıretin kemâlâtı
ve sonsuz ni’metleri de, islâmiyyetin netîceleri, meyveleridir. Görülüyor ki, islâmiyyet öyle
bir (Şecere-i tayyibe) [mubârek ağac]dir ki, onun meyveleri ile, bütün âlem, dünyâda da,
âhıretde de fâidelenmekdedir.

Süâl: Demek ki, kemâlât-i nübüvvetde de, bâtın Hak ile, zâhir halk iledir. Başka mektûblarda,
Peygamberlik makâmında, zâhir de, bâtın da halk iledir ve insanları bu sûretle da’vet
etmekdedir deniyor. Bu iki sözü birleşdirmek nasıl olur?

Cevâb: Kemâlât-i nübüvvet dediğimiz, urûcda, yükselirken erişilen kemâlâtdır. Peygamberlik


makâmı ise, inişdedir. Yükselirken, bâtın Hak iledir. Zâhir halk ile olup, halkın hakları,
islâmiyyete uygun olarak ödenir. Nüzûlde ise, zâhir de, bâtın da halk ile olup, zâhiri ve bâtını
ile, onları Allahü teâlâya çağırmakdadır. O hâlde, iki sözün arasında uygunsuzluk yokdur.
Halkla olmak, Hak ile olmak demekdir. Bekara sûresi, yüzonbeşinci âyetinde meâlen, (Nereye
dönerseniz, orada Allahü teâlâyı bulursunuz!) buyuruldu. Fekat bu, mahlûklar Allah olur veyâ
Allahü teâlânın aynalarıdır demek değildir. Mümkin, hiç Vâcib olur mu? Mahlûk, hiç Hâlık
olur mu, Ona ayna olabilir mi? Belki, Vâcib, Mümkine ayna olur denebilir. Evet, nüzûl
ederken [geri inerken] eşyâ, sıfât-ı ilâhiyyenin sûretlerine ayna olabilir. Çünki, mahlûkların
aynasında görülen, meselâ sem’, basar, ilm ve kudret, bu mahlûkların aynası olan sem’, basar,
ilm ve kudret sıfatlarının sûretleridir. Bunlar, aynanın sıfatlarıdır ki, görünen mahlûklarda
zuhûr etmekdedir. Aynada görülen hayâller de aynanın sıfatlarının, eserlerinin aynalarıdır.
Meselâ, ayna uzun ise, hayâller uzun görünür ve aynanın uzunluğunu gösteren ayna olurlar.
Ayna küçük ise, hayâller, aynanın küçüklüğünü gösteren birer ayna gibidir.

Urûc ederken, yükselirken, Allahü teâlânın aynasında, eşyâ görünüyor sanılır. Eşyâ aynada
bulunuyor sanıldığı gibi olur. Hâlbuki, eşyânın hayâlleri, aynanın içinde değildir. Bunun gibi,
mahlûklar, Allahü teâlânın aynasında değildir. Aynada birşey yokdur. Hayâller, aynada değil,
hayâlimizdedir. Aynada hayâl yokdur. Hayâllerin bulunduğu yerde de ayna olamaz. Hayâller,
vehm ve hayâlimizdedir. Yerleri varsa, vehm mertebesindedir. Zemânları varsa, hayâl
mertebesindedir. Fekat, mahlûkların vücûdsüz olan bu görünüşü, Allahü teâlânın kudreti ile
olduğundan, devâmlıdır. Âhıretin sonsuz azâb ve ni’metleri bunlara olacakdır.

Dünyâ aynalarında, önce hayâller görünür. Aynayı görmek için, ayrıca dikkat etmek lâzımdır.
Allahü teâlânın aynasında ise, görülen önce aynadır. Mahlûkları görmek için, ayrıca dikkat
etmek lâzımdır. Velî, rücû’ etmeğe başlayınca, mahlûkların sıfât-ı ilâhî aynalarındaki
hayâlleri görünmeğe başlar. Rücû’ ve nüzûl temâm olup, (Seyr der eşyâ) eşyâda seyr, hareket
edince, şühûd-i ilâhî kalmaz, gayb hâlini alır. Îmân-ı şühûdî, îmân-ı gaybî hâlini alır. Da’vet
vazîfesi temâm olup, vefât edince, gayb kalmaz. Yine şühûd hâsıl olur. Fekat, bu şühûd,
rücû’dan önceki şühûdden kuvvetli, kâmildir. Âhıretdeki şühûd, dünyâdakinden kuvvetlidir.

Demek ki, bir aynada görülen hayâller, aynada değildir. Varlıkları yalnız hayâldir. Ayna, bu
hayâlleri ihâta etmiş, kaplamış denilebilir. Bu hayâllerle berâberdir deriz. Fekat, bu kurb
[yakınlık], bu ihâta ve ma’ıyyet [berâberlik] cismin cisme olan veyâ cismin, kendi sıfatına
[meselâ rengine] olan kurbu, ihâtası ve ma’ıyyeti gibi değildir. İnsan aklı, hayâllerin aynaya
olan kurb, ihâta ve ma’ıyyetini düşünemiyor, kavrıyamıyor. Hayâllerin aynaya karîb, berâber
ve ihâta edilmiş oldukları muhakkakdır. Fekat, nasıl olduğu anlatılamıyor. İşte Allahü teâlânın
mahlûklara olan kurbu, ihâtası ve ma’ıyyeti de böyledir. Elbette vardırlar. Fekat, nasıl
oldukları bilinmez. Bunlara inanırız. Fekat, nasıl olduklarını bilemeyiz. Çünki, Allahü
teâlânın bu sıfatları, cismlerin sıfatlarına benzemiyor, mahlûkların sıfatları gibi değildir.
Hakîkatin nümûnesi olan bu âlemde, bu sıfatlara misâl olarak, hayâller ile aynayı söyledik ki,
aklı olan, bundan onu anlıyabilsin! Allahü teâlâ, doğru yolda olanlara selâmet versin! Âmîn.

Kıl Allaha beş nemâzı,


boş geçirme, kış ve yâzı!
Hakka yaklaşmak istersen,
temâm et, sünnet ve farzı!

Öyleyse namazın rütbesinin yüceliğine ve namaz kılanı nereye götürdüğüne


bir bak!

Kendi iç alemine ve kendisiyle birlikte namaz kılan meleklere imamlık ettiğinde –ki sahih bir
hadiste belirtildiğine göre, namaz kılan kişinin arkasında melekler namaza durduklarından,
namaz kılan herkes imamdır– bu kişi için resul rütbesi hasıl olur ve bu rütbe Allah’ın vekili
olmaktır [niyabet]. “Semi Allahu limen hamideh” (Allah hamdedeni işitir) dediğinde, kendi
nefsine ve arkasındaki meleklere, Allah’ın işitmiş olduğunu haber verir ve kendisiyle birlikte
orada bulunanlar, “Rabbena ve lekel hamd” (Ey Rabbimiz, hamd sana mahsustur) karşılığını
verirler. Çünkü hiç kuşkusuz Allahu Teala, kulunun diliyle, “Semi Allahu limen hamideh”
buyurmuştur. Öyleyse namazın rütbesinin yüceliğine ve namaz kılanı nereye götürdüğüne bir
bak!

İbn-i Arabi hazretleri

Yardım Edenden Tavsiyeler

Eğer Allah insanın her duasını her an gerçekleştirseydi insan onu makine gibi emrine amade
bir başka cansız varlık zannederdi. Ki bulursun bi çok gafil öyle zannederek sapmıştır. Onun
için kolay yollara başvurmuşlar Allah'ı düşünmeden direk zevklerini tanrı edinmişlerdir.
Duanın kabulünün belli bir süre ve takdiri vardır ki nefs Allah'ı gerçekte olduğu gibi tek
hakim olarak bilsin hizmetçi zannetmesin. Hayallere kapılmasın. Duanın böyle bu şekilde
makbul olması "O"nu yanlış tanımamak "O"nu tanımak içindir.

Eğer Allah sana özel olarak yönelirse bir kafirin sözleri bile seni görür. Kafir (hakikati örten,
bilmeyen) O'nun ilgisini o sırada göremese de sen Allah'ın sana yönelişini çok net görürsün.
Unutma ki bir kabahat işlediğinde de eğer O sana çok kızarsa yine bu böyledir. O'nun için sen
hep Allah'a yönel, vesilelerle olması gerektiğinden fazla ilgilenme. Gerçekten her yaratılan
şey çeşit çeşit O'nu zikretmektedir. Bu manada herşey O'nun kuludur, kölesidir. O'nun vücudu
yoksa da yaratması var ya..

Bir çayı karıştırabilmen bile gerçekte güç iştir. Bu gibi işleri aşağı görme. Sonra Allah'ın sana
yakınlığını tam hissedemezsin. Biliyorsun Allah bir sivrisineğin kanadını dahi aşağı görmez.
Bil. Hisset. Duy. Bir ufak çayı karıştırman dahi O'nun kudretiyledir. İlahi kudretledir.

Allah Rahman ve Rahim sıfatlarıyla sana tecelli ettiğinde şeytanın bile affedileceğini sanırsın.
Allah'ımızın Celal sıfatının tecellisini de unutma ki Hakkı eksiksiz olarak görebilesin..

Her bilenden bir daha çok bilen vardır ama Allahtan başka ilah yoktur.

Lüzumsuz şeylerden arınıp


Kötülüklerinden arınıp
O'nun aşkını görmeye gayret et
Yoksa bu dünya elbette eninde sonunda boştur
Dün kaç yaşındaydın bugün kaç yaşındasın düşün
Her "Aşki" şey elinden kaçıp gidiyor mu kontrol et
Bi geliyor bir gidiyor mu iyi bak
O aşka sahip çık
Sahip çıkmayanlar senin meleklerini kaçıramasınlar
Ama sen meleklerini muhafaza edemezsen nasıl olur
Onlardan ayrı kalmaya tahammül etme
Başka şeylere onları satma
Sen onlara öyle sahip ol ki başkası onların kanatlarını yerinden oynatamasın
Kalbinden bi an olsun çıkmalarına izin verme
Ahirete onlarla birlikte geçebil

Dünya ise gidip gelsin hiç düşünme


İşini görsün ne yapıyorsa yapsın
İlla ölecek
Allah onu un ufak edecek

Allah'a yakınlaşmak demek sıfatlarına yakınlaşmak demektir


Yoksa Allah bize hep en yakındır
Dualara icabet edendir
Dualarında hep "O"na daha yakın olmayı dile
Özel bir yakınlık elde etmeye çalış
Allah'a yakın olmak Onun Aşkına karşılık vermek demektir
*

Allah'a yakınlaşmak için gösterilen bütün çabaların bir süresi vardır


Bu niyetle her ibadete Allah'ın takdir ettiği tecrübe süreleri vardır
O süreler geçilince artık hangi şey için gayret ettiysen o şeylerin bağlantılarından sana
bağımsızlıklar verilir

Mesela sabır için ne kadar çalıştıysan sonunda artık sabır göstereceğin kötü şeyler senden o
kadar veya tümüyle uzaklaştırılır
Emekliye ayrılmak gibi

Ne kadar sıkı çalışırsan sonuç o kadar kısa zamanda gelir


Ama süreyi uzatır ve ara ara çalışırsan sonucunda gelmesi uzun sürer
Sonucunda elbette kötü şeyler tamamen kalkmazlar çünkü dünyadayız
Ama o sabrettiğin kötü şeyler artık çok uzun süren aralıklarla uğrarlar ve ancak çok kısa süre
ve bir sivrisinek rahatsızlığıyla dokunur geçerler
Nefsini ancak o kadar rahatsız edebilirler

Kim olursa olsun sana ne kötülük ederse etsin ne haksızlık ederse etsin
affedebilirsen örtebilirsen
Allah sana zararından inanamayacağın kadar çok fazlasıyla fayda verir

Kaldıramazsan da hakkını yine güzellikle almaya gayret et


Çünkü kimileri vardır bundan faydalanırlar ama ders almazlar

Ama aklında olsun onlara karşı bile ne kadar çok sabredersen Allah sana o kadar çok ve kat
kat fazlasıyla özel olarak ilgilenir

Bir şeyi tam olarak yapamıyorsun diye bütünüyle bırakmak olmaz

Hadislere sahih değildir diye girmemezlik etme


En azından sana doğru gelenleri al uygula
Hadisler uydurmadır diyerek peygamberin (s.a.v)yardımından mahrum kalma
Kutsal kitaplar için de böyledir
Tasavvuf büyüklerinin sözleri içinde bu böyledir
Kimi şeyler vardır onlar sana ağır gelir alamazsın ama doğrudur
Sakın tasavvuf ehline şirk yapıyorlar gibisinden suçlamalarda bulunma
En azından hüküm verme
Hiç bir şeye doğru veya yanlış diye hüküm vermek durumunda da değilsin
Bu sorumluluğunda değildir
Onlarda çok geniş ve ince yollar, çok büyük duygular vardır
Zamanı gelir utanırsın
*

İhtiyaçlarını şikayet dışında ve canlılığının dışında benlik gösterme


Ben! deme
Çünkü aslında işleri yalnız Allah yaratır
Herşeyin sorumluluğu ona aittir
Eğer sürekli ben ben deyip araya girersen bu sefer kaldıramayacağın
yükleri de yüklenmiş olursun

Gerekten de bütün kötülükler nefsinden bütün iyilikler Allahtandır


Sen nefsine uyduysan ve düştüysen ve çıkamaz yardım dilersen belki Allah o zaman kötüden
sana iyilik yaratır
Yoksa ondan daima kesin olarak sadece iyilik gelir
Nefsde bir sonradan kötülük çıkar günahlarından vücud bulur bu tövbeyle açlışmayla
temizlenir
Bir de yapı olarak Allah'ın mutlak olarak varlığımıza koyduğu
yani gen gibisinden kötülükler vardır
Ama o genlerin açılmasına izin vermezsen onlarla meşgul olmazsan (yani nefsine uymazsan)
ya da başkaları bi şekilde kötülük ederek açılmasına sebep olmaz ise açılmazlar (onlar sebep
olursa da aynıdır sen nefsine uymazsan açılmazlar)

Başkalarından duyduğun gibi Bismillah başkalarından duyduğun gibi Allahuekber deme


Sen kendi söyleşinle bismillah kendi içinden geldiği gibi Allahuekber de

Kötü karışık rüyaları hiç mi hiç üzerinde düşünmeden dalmadan geç


İyileriyle ise ilgilen, mutlaka ilgi göster.

Yorumlaman şart değil sadece Allah için onlara ilgi göster..

...

Secde etmenin yüceliği

...Dağların da üstündeki yüce zirvelere olan teceliyat-ı ilâhiyeye bir bak!.


Bil ki!..
O görenlerin, daima nazarları o zirvelerdeki tecelliyata olur.
Alçalmada yücelik olmasaydı, yüzlerimiz, görüneni gözler ile aramakla alçalmazdı...

İşte bundan dolayı Allah bize, secde etmemizi emr etti...

İbn-i arabi hazretleri

Materyalizm Maddecilik Putperestlik Darvinizm ve bilimum sapık yolların


bilinmesi gereken yönlerinin konsantresi...
Materyalistlerin ve hepsinin dayandığı o büyük putperestlik vesvesesinin sen de oluşturacağı
batıl ve zalim fakat mantıklı gelebilecek yani seni Allah’dan ayırabilecek öz fikirlerini
toparlayacağım. Başka bir yerde de bu kadar net göremeyeceksin okuyamıyacaksın onun için
dikkatli oku iyi öğren yoksa eğer bu vesveseye ilimsiz dalarsan mutlaka senin imanına zarar
verecektir,bu da Allah’ın azabını celbeder. Çünkü Allah gerçekten kendisi ve yarattıkları
hakkında asla bilinemeyeceği halde büyük konuşulmasını sevmez. Bu gibi konuşmaların
olduğu alanlarda çok bulunursan öfkesinden sen de etkilenirsin. Onlar etkilenmez çünkü
Allah onların azabını kendi aleyhlerine çeker yani asla haberdar etmez ki doğru yolu
bulsunlarda o maddenin çekiminden kurtulabilsinler. Sen rahatsız olursun ki doğru yoldan
ayrılmayasın. Allah bu gibi fikir sahibi olan insanları da doğru yola iletsin elbette fakat onlar
gerçekten Allah’ı saymazlar. Saymazlar ki O’nu anlasınlar da sevdiklerini sevmediklerini
görebilsinler. Yazıklar olsun onlara bilmedikleri halde bilmiş gibi büyüklük taslarlar. Şimdi
bu fikirleri sıkıştırarak anlatacağım iyi oku.
Onlar Allah’a kesin olarak inanmadıkları halde yaratılan hakkında kendi kafalarınca
konuştukları ahkam kestikleri için sen onların varlık hakkında ki bu fikirlerine bakınca sana
sanki Allah’dan bahsediyorlar gibi gelir. Mesela herşeyin aslı Maddedir dediklerinde sen
iman sahibi olduğun için hele bi de şefkatli ve akıllı ve az da ilim sahibi isen herşeyin aslının
ve yaratıcısının Allah olduğunu bildiğin için bu Madde dediklerini sen Allah olarak algılarsın.
Halbu ki çok iyi bil ki onlar Allah’a inanmazlar ve gerçekten de tıpkı putperestler gibi o
yaratılmışa yaratılana yani Maddeye bir hakimiyet yani farkında olmasalarda ilahlık verirler.
Bir ilaha inanmazlar reddederler evet bilirsin. Sözleri tavırları hep bu yöndedir. Fakat
söyledikleri yani o Maddeyi tek hakim görmeleri zavallılar anlamasalarda bir “ilah” kabul
ettiklerini gösterir. Bu manada şu garip ateistler bile onlardan daha çok Allah’a kul olmaya
hem yakın hem de layıktır.
Evet onlar bütün hakimiyeti Maddeye yüklerler yani bilmeselerde Maddeyi ilah sayarlar. Yani
kendileriyle çelişmektedirler. Ateistlerin bir çoğuda özellikle de insani baskılar yüzünden
Allah’ı tanıyamayan ateistler insanlardan gördükleri kabalıklar yüzünden Allah’ı inkar
ederler. Yani askıya alırlar kendilerini. Ama ateistlerin içinde de tıpkı bu materyalistler
maddeye tapanlar gibi ilah kabul etmeyenler vardır. Fakat işte bu kadar mantık yoksunu ve
sapıtmışlardır ki Allah’dan yani tek ilahtan kaçarken farkında olmadan kendilerine Madde
dedikleri başka bir ilah yaratırlar ve hayatlarını o hayali ilaha kul olarak geçirirler. Bu
zavalılık onlara en güzel derstir Allah’dan gelen. Halbu ki azcık dürüst olsalardı da Allah’ın
kafalarında ki gibi bir tepeden bakan insanları aşağılayan bir ilah ve tanrı olmadığını
görebilselerdi. Sen düşün ki Allah insana kendi ruhundan üflemiştir ve halifesi kılmıştır.
Halife kılması bile yine bir başkasına veya kendisine zorbalık yapması için değil sadece kendi
ruhunun kimden olduğunun farkına varması içindir. Böyle büyük bir değeri farketmesi
içindir.
“Ben gizli bir hazine idim bilinmeyi murad ettim ve insanı muhabbetle bana kulluk etmesi
için yarattım”
Mealen kudsi hadis
Bak kulluğu onlar aynı ilah anlayışları gibi uygunsuz aslında olmadığı gibi görmektedirler.
Muhabbeti aşkı farkedememektedirler. Ne ilah anladıkları gibi onları aşağılayan bir mana
içerir ne de kulluk onların aşağılandıklarını zannettikleri gibi bir mana içerir. Hiç oralı
olmazlar ki tüm bu manaları anlayabilsinler okuyabilsinler. Dinin adını dahi aşağılık sayarlar
ki nasıl dinin insana bildirdiği bu öz bilgileri gerçekleri haber alabilsinler de kendilerini
hayvanlardan ayırabilsinler. Aynen büyüklerindikleri ve bir çok şeyi aşağıladıkları gibi
aslında kendileri aşağılanmaktadırlar. Bu gerçekten layık oldukları bir durumdur. Asla onlara
böyle büyüklendikleri hallerde bir şefkat gösterme çünkü kendilerini hayvanlardan ayrı
tutmadıkları için senin o bildiğin yakın olduğun maneviyatı da anlayamazlar ve tıpkı bir vahşi
hayvan gibi seni manen öldürürler ve bu umurlarında olmaz. Çünkü onlara göre herşey zaten
hayvanlarda olduğu gibi doğaldır ve bir sorumlulukları yoktur. Allah onlara sorumluluklarını
bildirsin insanın hakikatleriyle hayvanın hakikatlerinin bir olmadığını göstersin. Bil ki bi
insan Allah’a inanmıyorsa maddeye inanır.Maddeye inanması demek sadece zevklere
tapınması demektir.Çünkü maneviyatı elde etmek zordur ama madde olan vücudunu kolayca
kullanarak her türlü maddeden kendini tatmin etmek kolaydır. Zaten bu yüzden maddeye
taparlar.Hiç bir maneviyatı alamaz çünkü kabul etmezler.Mesela cinselliği yüceltirler çünkü
en kolay tatmin ve mutlu olma yoludur.Hem kendi maddiyatlarından hem de dünyanın
maddiyatından beslenirler.Paraya tapar cinsel organına tapar vesaire.Hep bunlar maddedir.İşin
kolayını bulduğunu zanneder.Hatta bu yolu insanlığın özü zanneder.
Evet ilah kabul etmedikleri halde Maddeyi ilah sayarlar yani “tek hakim”. Mesela aklın
Maddeden çıktığını söylerler. Yani yüce dinimizdeki gibi önce akıl yaratılmış değildir onlara
göre. Bak burda söyledikleri batıllığı iyi gör hem herşey Maddedir derler hem de aklı sanki
kendileri öyle görmüyorlarmış gibi ayırarak ayrı bir anlamda değerlendirirler. Kendi
söyledikleri herşeyin Madde olduğudur. Birbirinden farklı olduğu bariz olan iki şey nasıl
olurda tümüyle Madde adıyla zikredilebilir? Madde demelerinin manası aslında anladıkları
gibi Madde demek değildi yani bak akılsızlıkları ve vesveseleri iyi gör.
Sonraki dönemlerde bilim ilerledikçe bu sefer Madde yerine Enerji ismini kullanarak bu
akılsızlıklarını sürdürmüşler bu sefer de herşey Enerjidir demişlerdir. Zaten zamanında da
yine putlara yani Maddeye tapıyorlardı. Sonra varlıkta azcık birşeyler görmeye
başladıklarında enerji kaybolmuyor dönüşüyor ve herşey enerjiden enerjiye olmak suretiyle
var oluyor diyerek yine varlığa Allah ve yarattığından başka bir açıklama getirmeye çalıştılar.
Bu sefer kullandıkları Madde ismini değiştirmişler ve Enerji diyerek güya daha bilimsel
olmuşlar. Halbu ki Enerji dedikleri de tam olarak idda ettikleri gibi VARLIĞI açıklamaya her
yönden yetmez. Nasıl ki akıl Madde ismi altına girecek bir kavram değilse aynı şekilde Enerji
de varlığı tümden kavrayabilecek bir isim değildir. Çünkü mesela kömür bir Madde olduğu
kadar aynı zamanda Enerjidirde. Ve tüm bu isimlerden ayrı olarak bütün bu varlıkların
kendilerine ait özellikleri de var. E o halde nasıl Madde ya da Enerji yok olmaz veya herşey
enerjidir denebiliyor? Mesela benim geçen hafta yediğim Madde olan elma bu hafta
yediğimden farklı. O geçen hafta yediğim elma yok olmadı mı? Aynı elmayı mı yedim?
Hayır.
Bak gör kullandıkları isimler nasıl varlığı açıklamada yetersiz kalıyor ama sanki yeterliymiş
gibi büyüklük taslıyorlar ve herşey açık diyorlar. Peki soruyoruz şimdi onlara enerji enerjiye
dönüşüyorsa herşey enerjiyse ve yok olmuyorsa ezeliyse geçen hafta yediğim o elma nerede?
Demek ki bak varlığın tümüne Madde demeleri herşeyin aslının Madde olduğunu söylemeleri
asla yeterli değildir ve bu Allah’ı saymaz tavırlarıyla O’nun yerine koymaya çabaladıkları
şeyler hakkında da yeterli bilgi sahibi değiller. Eğer hadi diyelim herşey enerjiyse hani herşey
enerji ya ve enerji kaybolmuyor ya o geçen hafta yediğim tek olan elma ve enerjisi nerede a
ahmaklar? Kullandıkları manalar asla Varlığı açıklamaya yetmiyor iyi gör. Ki nasıl olur da
bunlar Allah’dan bahsediyor olabilirler düşün. Ve nasıl O’nun yarattığı Maddeyi ve Enerjiyi
sanki O yokmuş gibi tamamen hakim olarak görebilirler.
Daha o işin aslı olarak kabul ettikleri Madde ve Enerji isimlerinin varlığı açıklamakda yeterli
olmadığını göremiyorlar! Körler! Ama bak öyle olmasına rağmen büyüklenerek yani
kibirleriyle büyülenerek nasıl da çok biliyormuş gibi “TÜM VARLIĞA” değişik değişik ama
tek-bütün-kavrayıcı isimler takıyorlar “VARLIK”ın özünü açıklanmış çözülmüş gibi
göstermeye çalışıyorlar .
Daha bu gibi iftiralarının o kadar çok saçma batıl yönleri vardır ki inan o kadar
saçmalamışlardır ki 100 cild kitap yazılsa yine tam temizlenemez. Şeytanı iyi gör. Alah’a kul
olmayı kabul etmeyenler işte böyle şeytanlarına nefslerine ve değişik türlü türlü ilah olmayan
uydurdukları tanrılarına kul olurlar. Ömürlerini o uydurdukları ilahların hükmünde heba
ederler. Bir de güya dinsiz ateist tanrıtanımaz insanlardır. İlahi! Tüm varlığa o taptıkları
uydurdukları tanrılarıyla ilahlarıyla anlam vermeye çalışırlar ama hayatı anlamlandırma
klavuzu olan “DİN” kavramını kabul etmezler.Bütün bu cahilce anlam verme çalışmaları
tamamen kendi dinleri haline gelmiştir ibadet eder dururlar ama din kavramını reddederler...
Beni huzursuz sanma. Asıl huzur böyle uyduruk tanrılar ilahlar terkedildiğinde gerçekten
yıkıldığında bulunur.Ve Allah öyle bir ilahdır ki asla bunların yetersiz hayali tanrıları gibi
varlığı açıklamada yetersiz kalmaz.Bizzat kendisi zaten bunların tümünü yaratmaktadır. Eller
ayaklar akıllar O’nun yararttıklarıdır nasıl olurda Allah’a kul olunmaz? O nasıl olurda
hayaller dışında bir yolla reddedilebilir. O’nu reddetmek aslında O’nun onların amellerini
reddetmesidir iyi gör. Allah herşeye kadirdir. Bak şunların haline sapıtmaları Allah’ı
görememeleri nasıl da mucize gibi. Mümkün mü ki gerçek bir cesaretle elinde hiç bir yeterli
delil olmadığı halde O bildirilen Allah’ı inkar etmek. O’na kulluğu reddeden bak nasıl da
akıllı olduğunu iddia ettiği halde en akılsız oluyor.
Allah tek gerçek ilahtır. İlahlar zaten yoktur tek ilah O’dur. Zaten ilah kavramının manası tek
olmasını gerektirir eğer bir şey tek değilse zaten yaratılmıştır. Benzersiz olandan elbette ki
benzersiz işler çıkar. Çünkü tektir. O halde nasıl olurda biz o bildirilen merhametliler
merhametlisi Allah’ı inkar edelim ve böyle bunlar gibi kendinden habersiz saçma saçma türlü
türlü ilahlara tapalım?
Allah seni zavallı yaratmadı kendi ruhundan üfledi düşün. Ve sana duayı verdi senden
kendisiyle ilişki ve muhabbet istedi. Elini kolunu tüm maddeyi ve enerjiyi o yaratmaktadır.
Seni O’ndan başka hiç bir varlık tam olarak bilemez
“Allah sinelerin özündekini bilir”
Mealen ayet
Sana bu varlığı tüm yönleriyle yeterli olarak sadece o anlatabilir bak gördün Allah’a kul
olmayanların halini. Nasıl da uydurduklarını sanki ilahlarmış gibi yüceltiyorlar.
O’ndan kork çünkü O’ndan korkmazsan O’nu tek hakim olarak göremezsin O’senin biricik
ilahındır. O’nun sana olan üstünlüğünü bildirmesi seni aşağılaması demek değil bilakis
yüceltmesidir.
“..Dağların da üstündeki yüce zirvelere olan teceliyat-ı ilâhiyeye bir bak!.
Bil ki!..
O görenlerin, daima nazarları o zirvelerdeki tecelliyata olur.
Alçalmada yücelik olmasaydı, yüzlerimiz, görüneni gözler ile aramakla alçalmazdı...
İşte bundan dolayı Allah bize, secde etmemizi emr etti...“
İbn-i arabi hazretleri

Çünkü gerçekten tek olan ilahı görmez O’ndan çekinmezsen O senin için ilah olmaz herhangi
bir varlık gibi olur. O zamanda işte bunlar gibi O’nu göremezsin. Ve sana herhangi bir
üstünlüğü olduğunu gördüğün ama O’nun kontrolünde olan yine O’nun yarattığı bir başka
varlıktan korkarsın. Çünkü aciziz. Herşeyden korkabilir insan. Allah’dan gönül hoşluğuyla ve
saygıyla kork ki başka hiç bir şeyden korkun olmasın. O şeylerden kurtulabilesin. O’ndan
korkmak zaten bildiğin gibi aşağılık bir korkuya benzemez. Bil ki insan en çok sevdiğini
kaybetmekten korkar. Eğer sen Allah’ı başka uyduruk hayali ilahlardan ve yaratılmışlardan
ayrı üstün tutmazsan O’nun ilahlık hakikatini görmezsen tıpkı bunlar gibi hiç bir şeyin
hakkını veremez hale gelirsin. Ki bütün iyilikler Allahtandır,övgü yalnızca O’na mahsustur.
Sana nasib ettiği yaşattıığı iyilikte O’nundur,sana yaşatmadığı sadece kendisinin yaratmakta
olduğu nice iyiliklerde O’nundur. Gün batımını,gün doğuşunu ve şu yıldızları düşün ve bu
muhteşem şeylerin yaratıcısının bir de cennetini hayal et nasıl olacak. Allah sonsuz cömertlik
sahibidir...
Annen ile seni ezse ruhu duymayacak bir fil hiç aynı olur mu?:) E nasıl olur da o zaman
darvinistlerin dediği gibi insanın özü hayvan olur. Hadi diyelim hayvan demiyorlar peki
örneği adem, insan, peygamber değil de maymunlar hayvanlar ve tesadüfler olanın hali nasıl
olur? Düşün tüm insanlar kardeştir mi güzeldir tüm insanlar hayvandır mı? Eğer şu hayat
tesadüfen olduysa nasıl oluyor da güneş veya vücudumuz her gün hiç bir tesadüfe uğramadan
düzenli çalışıyor? Bu büyük bilinç nasıl olur da o kendisinde hiç bir akıl olmayan Maddede
olur?Öyle ya akıl maddeden çıktı diyorlar. Sen bunlardan uzak dur tamamen
saçmalamaktadırlar.Yani inanılmaz saçmalamaktadırlar. Allah onları doğru yola iletsin. Ki
görürsün yaşları ilerledikçe nefslerini hatırlarlar ve dinin kıymetini görmeye başlarlar. Keşke
o kadar geç öğrenmeselerdi de şu hayatta erdemlice akıllıca özlerini vücudlarını akıllarını
koruyarak güzelce yaşasalardı.
Hûd ; 3:”Ve Rabbiniz.den mağfiret dileyesiniz, sonra O’na tevbe edesiniz ki, sizi belirtilmiş
bir süreye kadar güzelce yaşatsın ve her lütuf sahibine lütfetsin. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben
sizin için büyük bir günün azabından korkarım.”
İnsan aziz bir varlıktır. Eğer bu azizliğini ve Allah’ın halifesi olduğunu unutursa Alah’dan
korkmaz sevmez yani saygı duymazsa işte o zaman asıl hayvan olur. Hatta hayvandan daha
aşağı olur çünkü kendisi insanken öyle olmuştur. Neden böyle oldukalrını da iyi gör. Çünkü
bu insani değerleri koruyan “DİN”den başka yeterli güçlü hiç bir sistem yoktur. Bu DİNi
Allah’ın göndermiş olduğunun kanıtı değildirde nedir? Kuran gibi bir kitap asla yoktur ve
gerçekten yapamadılarda. Düşünsene bu akılsızlar insanı hayvandan ayıramıyorlar bunların
gösterdiği yoldan ne hayır gelebilir? Bana namaz kıldığı halde kötülük eden insanları örnek
vererek DİN hakikatini göremediğini söyleme. Eğer öyle olsaydı domuzun eti değil kendisi
haram olurdu. Allah’a kul ol. Hem zaten Allah senin zannettiğinden daha yakındır ama O’nu
hiç bir kavram ne Madde ne Enerji tam olarak ifade edemez. O’ nu ancak yine kendisi
anlatabilir. O’nun tek ismi Allah’dır. Ezeli olarak hissettikleri ama göremedikleri ispat
istedikleri içn Madde enerji falan filan diyerek zavalılıklarını sergiledikleri O varlığın aslı ve
ismi başka değil “Allah”tır. Ama onların görebildikleri sadece Madde ve Enerjidir. Ve
koydukları isimlerin hiç birisi ne mana olarak ne isim olarak O’nu anlatmaya yetmez. Zaten
bu onların işi de değildir.
Allah hiç bir şeye benzemez. Varlığı isterse enerjiyle açığa çıkarır isterse zatıyla açığa çıkarır.
Zatı ve yarattığının ayrı olması senin ruhun ve bedenin misalidir. O’nun yarattığı O’ndan
bağlantısız olarak yine O’nda çıkan senin bedenin ve görünen görünmeyen tüm varlıktır.
Yarattığı şey yine O’nun yaratmış olduğu varlıkta ne kadar yer kaplıyor görünse de O’nun
zatında herhangi bir yer kaplamaz.Yani zatının görünmez olması elektrik gibi değildir
gerçekten hiç bir şekilde görünmez ve mevcuttur. Hiç bir şekilde vücudu olmayan tek
Varlıktır.(kalp gözüyle gerçekten görünmesi dışında ki görmenin asıl manası zaten odur
çünkü madde görmez! Yani gözün görmez sen görürsün. Dışarda bir göz düşün görebilir mi?
Onların bilmediği için reddettiği ruhun varlığının ispatı da budur. Gözün görmez! Abarttıkları
gibi Madde ya da Enerji asıl olsaydı vücudunun diğer parçalarıda görürdü sadece gözün değil!
Demek ki Madde ya da Enerjinin abarttıkları gibi bir iradesi yok eğer bir hikmetli bilinç
olmazsa Madde kör bir Madedir! Asıl olan O’nun hikmeti ve uyguladığı bir iradesi var O’Nu
görmek istemiyorlar. Asıl gören O’dur. Hani nerde o herşeyin aslı olan Maddenin ilahlığı ve
hikmeti? O herşeye kadirdir dilerse bütün vücudun görmesi de mümkündür birazdan
anlatıcam, fakat onlar Madde-Enerji bunu yapıyor diyorlar hani nerde Madde ve enerji olan
kolumun görmesi? Bu eller nasıl oldu da kollara uygun oldu? Bu hikmet nasıl olur Maddede
Enerjide olur a yavrum!? Hiç mi insafınız yok? Allah’dan haberleri yok zavallıların Maddeyi
öyle olmadığı halde ilah gibi yüceltiyorlar. Hemen arkasında ki o yüce Allah’ı göremiyorlar.
Düşünsene bir yapboz bile tesadüfen birleşemez hani nerde o ilahlaştırdıkları Maddenin ve
Enerjinin kudreti nerde, tesadüfün kudreti nerede? Ki bu pazılın birleşmesi için gerekli olan
parçaların nasıl var olduğuna girmiyorum. İşte burda Maddeye ezeli diyorlar ilahi! Bunca
ayrıntılı işi düşünmeyen ve bu varlığın Madde ve Enerji olarak tesadüfen bir araya geldiğine
inanacak olan nasıl olurda tutar ezeli olan Allah’ı inanılmaz görür ve Maddeye ezeli diye
iman eder? Bu adam nasıl bilim adamı olur? Nasıl saptırıldıklarını gör! Allah’a kul olmayı
aşağılanma olarak gören işte böyle saçma bir işe inanır ve kendi düşüncelerine kul köle olur!
Ve düşün o ilahlar onu Allah’tan uzaklaştırır saçma işlerle hayatını mahvederler. Elinde
sadece böyle saçma bir sebepler zinciri ve sonucu olan bir insan nasıl olurda Allah’ı inkar
edebilir! Allah’ın gerçekten vücudu yok sana daha nasıl kendini gösterecek! ispat edecek? O
hikmet sahibidir. Bunlar ise hikmeti bile göremiyorlar. Çünkü akılları Maddeye yani O’nun
yararttıklarına takımış kalmış, doymuyorlar.Başlarını yemekten kaldırıp sofranın sahibine
bakamıyorlar o yiyecekleri O’ndan üstün tutuyorlar bir de bu sofranın sahibi nerde diye
soruyorlar. Senin inkarının göbeği O’nu görmene engel! Şişmiş şişmiş patlayacak öleceksin!
Allah ile doy... İşte bunların durumları bu. Asla dedikleri hiç bir şey mantıklı ve bilimsel
değil. Allah’ın ezeli olduğuna inanmazlar da bilmediği ispatlayamadığı halde bu tercihi
yaparak (kaçacağı yer kalmaz çünkü) Maddenin ezeli olduğuna inanır! Maddeyi ilah edinir!
Sorarsın e bu bilinç nedir diye nasıl böyle düzenli ve güzel herşey? Tesadüf derler. Sorarsın e
nasıl bugün burda tesadüf olmuyor? Hem dersin başında bu halinin nasıl olacağı belli
olmasaydı nasıl bugünlere geldi bu Madde? Dersin başı nasıl tesadüf yani sonu tesadüf değil?
Hemen kavram kaydırma ilahına sığınır zavallıcık “tesadüf ama bu zaten”der. E hani kaos o
zaman a ahmak?
Güya bilimden ispattan bahsederler! Yuh onlara nan :) Gördükleri bu işlerden daha büyük
ispat mı olur! Allah işte zamandan münezzeh, evvel, ahir, madde, enerji ve Zatıyla ve
yarattığıyla karşılarında duruyor!
“İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı”
Hz Ali’ye selam olsun
O İsterse herhangi bir yarattığında gözle görünür hale gelebilir. Ama bunu devamlı olarak
yapmadığı için! o göründüğü yaratık (yarattığı O’ndan çıkan herhangi bir şey) sadece o
sürelik tecellisine bir vasıta olur suret olur başka bi ilah olmaz. Bu sıfatlarıyla olduğu gibi Zati
de olabilir. Zat tecellisi küçük bir alanda olabileceği gibi alemlere sığmaz şekilde de olabilir
çünkü Allah mekanlı değildir (Eğer O görürse yani zat tecellisi dışarda değil içerde senden
yine O’na olursa heryerin görebilir çünkü O’nun gözü yine kendisidir-yani sen göze bağlı
görürsün O’nun hiç bir şeye ihtiyacı yoktur-vücuda ihtiyacı yoktur-eğer bu derece bir Zat
tecellisi olursa(ki bu dünyada pek mümkün değil) bütün vücudun göz olabilir) Bir de unutma
ki Allah sana göre her yerdedir hareket etmez. Mekanın mekanı O’dur. Fakat sen O’nu
farkedesin diye sana bir şeyden tecelli eder. Çünkü insan O’nun tekliğini tam olarak göremez.
Sıfat tecellisi ise senin uzağında olan sevdiğin bir kişiye onu sevdiğini söz ya da harekete
sokmadan mana olarak bildirebilmen gibi olur. Zatı ise sana’da üflemiş olduğu ruhdur.
Tümüyle su içinde su olduğunu bilen bir su gibiyiz...vücudun yani madde (yani yarattığı) de
tıpkı su içinde suyu çevreleyen buz gibidir...Yani yaratması O’ndan uzak değildir suyun buza
dönüşmesi gibidir.. Beynin ve düşüncelerin arasında ki fark da buna misal olabilir.Eğer
düşüncelerin sadece düşünürken madde gibi sana etki etse O’nun varlığını tanıman anlaman
daha kolay olurdu. Ruhunu ise yaratmadı sadece üfledi. Yani bak nefes al nefesin kendi
kendine değmez.
Eğer sana ruhundan üflemeyip sadece onların dediği gibi yarattığı bir madde ya da enerji
olsaydın ancak şu bilgisayar kadar kendini ve diğer yarattıklarını bilebilirdin. Halbu ki sen bir
taş gibi değilsin ve taştan daha çok şey yaşıyorsun daha çok etki görüyorsun.
Şimdi bi ayetle tekrar başa dönmek istiyorum.
Allah yerlere ve göklere isteyerek veya istemeyek geliniz buyurdu. Onlar “isteyerek geldik”
dediler
Burda cansız şeylerin canlı olması onların iddia ettikleri putperestlik ve herşeyin Madde oluşu
gibi değildir çünkü Maddeye kendisinde olmayan bir yaratıcılık vermez ve bizim ki gibi bir
bilinç de yüklemez. Sadece o cansız şeylerinde tek bir hakim tarafından irade edildiğini
gösterir. Bu gibi şeylere dikkat et. Mesela bir kadın nasıl doğuracağını bilmez kendisini bu
yaratılışın içinde bulur.
Onlar tamamen Maddenin yaratıcı olduğunu iddia ettiler ve dediğim gibi sapıttılar. Hem
mucizelere inanmazlar hem de bu kadar saçma bir iddiayı son derece uygun görürler.
Bilmedikleri halde Madde ezeli derler. Halbu ki tüm madde ve enerji sadece tek bir bilinç
üzere hareket ederler kendi başlarına bir sonuç meydana getiremezler. Yani yine Allah ilahtır
yarattıklarının herhangi bir şekilde canlı olması onları hakim yapmaz. Hepsi işte O tek hakim
tarafından irade edilirler. Eğer Madede bir ilahlık iradesi olsa dediğim gibi tek bir madde
yoktur farklı farklıdır o halde tıpkı insanlarda ki gibi farklı farklı iradelerin olması yani
karışıklığın olması icab ederdi fakat bakıyoruz ki her Madde kendisine emredildiği tek bir
doğrultuda o emirle hareket ediyor yani tek bir iradeci var ki böyle tek bir yönde hareket
edebiliyor tüm madde. İnsan ise O’nun ruhundan bir ruh olduğu için iradesi farklı ve
karışıklık meydana getirebiliyor. Yani Allah nasıl istediğini istediği gibi Maddeleri tek bir
bilinçle farklı yönlendiriyorsa insan da sınırlı olmak şartıyla (çünkü herşeyi Allah irade eder
gördüğün gibi ve bu başka bir varlığın robot olmasını gerektirmez Allah örneksiz yaratandır
ve bu yaratmasınında örneği yoktur) cüzzi iradesiyle o yaratıkları irade edebilir. Ama o asıl
tek iradeden bilinçten yani Allah’ın iradesinden hiç bir yaratılmış çıkmaz eğer çıkmış olsa
hayat olamaz. Mesela güneş bir gün doğar bi gün doğmaz,bu hayatın olamaması demek olur.
Demek ki Madde islamda olduğu gibi canlı olsa da Allah’ın yaratığıdır kendi bilinciyle
hareket edemez ilah olamaz.İnsan ise O’nun ruhundan olmasına rağmen yine ilah olamaz
çünkü sınırlıdır ve başlangıcı vardır (Burda aslında madde ezeli derken Allah’ı hissettiklerini
tekrar belirtmek isterim.Allah kalben hiisedilebilir fakat vahiy olmadan tam olarak tanınamaz)
var olmak için yaşamak için tıpkı Madde gibi O bilince ve iradeye muhtaçtır. Hiç bir şeye
muhtaç olmayan sadece Allahtır.
O bilinç insanın özünde olduğu gibi Allah sonradan dinlerle de o bilinci her zaman her vakit
geliştirmeye devam eder.Tek tek bütün insanlara bütün zamanlarda her an anlatır tecrübe
ettirir. Mesela bir yamyam kabilenin başka bir kabileyi yemesi kendi kabilesinden kimseyi
yememesi onlarda bir bilincin olduğunu gösterir. Yani Allah iradesini özlerine koymuştur
emretmiştir ki böyle kendilerini yiyip bitirmeyecek bir bilince sahipler. İşte herkese öz olarak
böylece bir çok emrini bildirmiştir. Kendileri bir toteme taparsa bu Allah iradesini
anlayabildikleri fakat O iradeyi yanlış tanıdıklarını gösterir. Fakat Allah bu aşamada da onları
bilgisiz bırakmaz ve mutlaka tıpkı kendi özlerinde kuralları bildirdiği gibi dış alemde de o
iradeyi içlerinden bir elçi seçip vahyiyle onlara bildirir.O elçi onlara toteme değil bilemeseler
görmeselerde yine özlerinde ki bilgilerle bu elleriyle yaptıklarının tanrı olmadığını söyler
çünkü zaten o totemin ilah olmadıını kendileri yaptıkları için bilirler ama aşamazlar. Çünkü
Allah’ı göremedikleri için illa bir gördükleri şeye ihtiyaç duyarlar. İşte o elçi gerçekten vahiy
alıyorsa Allah’ı onlara bildirir ki böyle olmuştur. Dışardan bilinmese de zaten o insanlar
mutlaka o totemin ilah olmadığını özlerinden bilirler. Bunlar olduğu kadar Allah’ın bildirdiği
kadar ve sınavlarının sonucu kadar Allah’ı bilirler ki bilmediklerinden yükümlü
tutulmazlar.Ki bu örnek muhaldir. Bizim bilmediğimiz şekilde her kabileye mutlaka bir
peygamber gönderilmiştir, bu kuranda bize bildirilmiştir. O kabile bunu kabul eder veya
etmez veya cahil kalır bunlar hep Allah’ın bileceği işlerdir. Ama eğer Allah o elçiyi tam
yetkili olarak tüm insanlığa gönderirse ki peygamber efendimiz s.a.v böyledir işte o zaman o
insanlar putperestlik ve ilahlık hakkında tam bilgilendirilirler ve yalnızca gerçekten zat olarak
Allah’a ibadete çağırılırlar.Tüm ayrıntılar anlatılır ve peygamber aracılığıyla günlük hayatta
yaşattırılır, bildirilir. Burda işte tebliğ edilenlerin sorumlulukları vardır çünkü yamyam
değillerdir.(Her insan yamyam olsa da üstündür fakat her insan bir diğerinden daha üstündür
ki bu haksızlık değil bir lütuftur. İnsan ancak hased sahibi olursa bu ona batar.Yoksa bu
lütuflar başkasına haksızlık olmaz. Öz aynıdır.) Ve tüm insanlığın bütün öz bilgilerini bilen
bir peygamber geldiği için artık ilahi tüm bilgiler bildirilmiştir. Bu başta anlattığım maddeci
darvinist filan cahiller ise hala yamyam kabileleri gibi ya toteme tapmaktadırlar ya da
tamamen yetersiz fikirlerle zırvalayıp boylarından büyük konuşmaktadırlar.
İslam demek Allah’a teslim olmak demektir ve asıl din budur.
Müslümanlık,hristiyanlık,yahudilik ve ilk olarak hanif dini islamın şubeleridir. İslam olan bir
insan Allah’a ibadet eder ki bu ibadetin aslının namaz olduğu çok açıktır.Secde etmek cahil
kabile dinlerinde ve putperestlikte bile varken namazdan başka bir şekli asıl kabul etmek
mantıklı olmaz. Dinler arasında ayrılık ancak peygamber inkar edilirse vardır.Müslümanlar
tüm peygamberlere inanırlar fakat hristiyanların ve yahudilerin içinde Hz Muhammed
efendimize s.a.v inanmayanlar vardır zaten sorunda burdadır. Halbu ki efendimizin de
peygamber olduğu çok çok açıktır. Efendimizi inkar eden henüz peygamberlikten haber
almamış olmalıdır kendi zamanının dininin peygamberini dahi tanıyamamış demektir.Dinler
zamanla gönderilmiştir yoksa aralarında bir başka şekilde zıtlık yoktur. Yani o zamanın
koşulları değiştiyse eski dönemde gönderilmiş bir din illa ki batın olarak yükümlülerine
zorluk çıkaracaktır. Müslümanlık ise her açıdan zamana uygun fakat zaman müslümanlığa
uygun olmayabilir ki bu da ahir zaman olarak dinde haber verildiği için yine zamana uygun
bilgilerdir.
Ademden bu yana Allah yani “ilah” bilinmektedir“din” olarak. O yamyam kabileler toteme
tapıyorlar görünse de aslında ilaha tapmakta oldukları için sanki bir başka din ve ilah varmış
gibi görülür. Halbu ki sadece cahil oldukları ve Allah’ı tam olarak bilmedikleri için
öyleydiler. Ve Allah o zamanda da onlarla ilgiliydi.
Bazıları da insanlığın böyle bir gelişmeyle tek tanrılı dinlere geçtiğini zanneder. Halbu ki
cahillik bakidir. Hakikatte bakidir. İnsan aciz olduğu için her zaman ilaha muhtaç olacaktır.
Çünkü bilir ki çok büyük bir kudret var. Nefsine bakar o kudret nefsinde de vardır fakat yine
de acizliğide vardır.İşte böylece nefsini bilince işte anlatılan hakikatleri araştırmaya başlar
Allah yoluna girer.Bu hep böyle olmuştur. Bilim de asıl olarak böyledir fakat O’nunla değil
dolaylı olarak yarattıklarıyla ilgilidir.
Bazıları öyle hayaller kuruyorlar ki tahmin edemezsin. İnsanlık gelişiyor ve tek tanrılı
dinlerde bitecek ve insan özgür olacak :) İlahi! Halbu ki ne insan Allah’a inanmakla aciz olur
ne de Allah öyle değişen bir hakikattir. İşte sana anlattım bunları diyenler hala bu varlığı çeşit
çeşit isimlerle yetersiz olarak algılayıp hayatlarını o cahil oldukları halde tanıdıklarını
zannettikleri Allah’la ilgisi olmayan uydurdukları ama taptıklarını da anlamadıkları ilahlar
hükmünde heba etmektedirler. Güya ilah reddedip özgür olacaklar. Allah’ı tanımadan O’nu
kendi kafanda tepede oturan bir zalim zannedersen dost bilmezsen ve din olgusunu da böyle
zannederek kendini kapatırsan tabi ki böyle cahil kalırsın ve kendini özgürleştiremezsin.
Allah daima geliştirendir.Ki öyledir ki o yamyam kabileler yerliler içinde de o totemlere
inananlar ve inanmyanlar oldu. İşte o inanmayanlar Allah’ı buldukları için o tanrılara
inanmıyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki o insanlar o kudret bu totemde değil. Ki tekrar
hatırlatayım her kavme o kavime uygun bir peygamber gelmiştir.Budizmin özünde ve
kökeninde de bu hakikat yatar.
Peki bu bilge kişilerle peygamberleri yani vahiyle ilhamı nasıl ayırdedeceğiz dersek bu en
açık şeydir. Çık ortaya ben peygamberim de bak bakalım ne kadar bir başarı elde
ediyorsun? :) Peygamberlerimizin isimlerini biliyorsun ve tüm insanlık biliyor ve hayata yön
vermişler.Ki işte vahiy böyledir. Allah’ın hayata yön vermesidir.Hangi felsefeci ya da lider
tüm insanlığı bu şekilde etkileyebilmiştir? Elbette o peygamberler
peygamberdir.Peygamberlik bir hakikattir taa işte o özden gelen. Madem hakikat neden peki
bundan sonra başka peygamber gelmeyecek dersek artık kavimlerin ayrı ayrı birbirinden
habersiz olmadığını ve kalabalıklaşma ve teknoloji sayesinde insanlığın tek bir ümmet
olduğunu yeni çıkan bir haberin nasıl hemen yayıldığını iyi gör. Artık zamanında bildirildiği
gibi son peygamber olduğu ve tebliğinin tüm insanlığa olduğu gün gibi ispatlanmış oldu.
Peygamberlerin bildirdikleri tam anlamıyla tüm insanlığa yayılmış oldu. Efendimiz s.a.v son
peygamber olarak tüm insanlığa hitap etti çünkü Allah biliyordu ayrı ayrı peygamber
gönderilmesi gerekmeyecek kadar insanların arasınında haberleşmeyi kolaylaştıracaktı.
Bunun bir mucize olduğunu bil. Bak son din bu taa o zamandan. Buna çok sevin. Eğer
peygamberlik die bir şey gerçek olmasaydı şu hayat devam edemezdi çünkü insanlar kendi
başlarına gerekli olan bilgileri edinemezler ve mutlaka yoldan çıkarkar bozguncu olurlardı.
Onları yani o bozgunculuk yapabilecek insanları tutabilecek tek gücün de din olması onun
Allahdan geldiğinin ve Allah’ın var olduğununun ispatlarındandır. Allah mutlaka o yükü
kaldırabilecek insanları yaratır ve vahyi bildirir.
Sana anlattığım gibi o cahil insanları düşün hala içlerinde takıldıkları çelişkilerden
kurtulamamışlar varlık hakkında vahyi dinlemeyip atıp tutuyorlar.ilah reddederken
kendileriyle çelişip farkında olmadan başka ilahlar ediniyorlar ve ne varlığı ne de onun aslı
olan herşeyin O’ndan geldiği Allah’ı tanıyamıyorlar,düşün işte peygamberlerin
bildirdikleriyle bu tip felsefecilerin bilim adamlarının ve diğerlerinin halini. Hala varlık
hakkında bildirilen hakikatleri ısrarla kabul etmeyip vahiy gibi kendi akıllarına uyuyorlar ve
daha da çok batıyorlar.
Sen herşeyin yaratıcısı Allah ile dost ol da en yakınına (s.a.v) gönderdiği zamanın o büyük
vahyi kuranı sen de alabilesin...
Bil ki felsefeciler tanrıyı düşünürlerken peygamberler onunla dosttular...

Ateist bir bilim adamının samimiyeti...

Ben inançsız bir insanım..Ateist diyebilirsiniz. Ama kafir sözünden hoşlanmıyorum. Hiç bi
zaman kuranda anlatılan tipler gibi hissetmedim kendimi. Bi insanı Tanrıya inanıyor diye
aşağılayamam. İnançlı insanlara saygım var. Ne kadar anlamsız gelse de ineğe tapanlara bile
saygı duyuyorum. Bir çok iyi dindar insan tanıdım ve artık dini de suçlu bulamıyorum. Bence
kötülük tamamen insanın seçimlerine bağlı. Akıl ise zaten tamamen başa bela..İnanın artık
neye inanacağımı bilemiyorum.. Evet komik. İnançsız bir insan olarak bunu söylemiş olmam
mantıksız gelebilir size. Fakat inanın hayatta hiç bir şeye inanamamak ve anlam verememek
çok sıkıntı verici. Ki düşünün bir bilim adamı olarak artık bilime de inanmıyorum.
Düşünsenize ben eski çağlarda yaşamış bir bilim adamı olsaydım ve bana gelecekte ”
mikrodalga fırın” diye bir şey icad edilecek denseydi bunun için mutlu olamazdım.. Çünkü
kesin kanıt yoktu.. Bu söylediklerim de mantıksız ve saçma geldi biliyorum ve evet gerçekten
bana da manasız geliyor. Evet evet kesinlikle saçmalıyorum sakın halime acıyıp beni
anlamaya çalışmayınız.. Hele kuantum fiziğinden! aman diyeyim uzak durun...Bazen
gerçekten bir maymun olsaydım diyorum..Yo yo hayır daha da insana benzemeyen bir
hayvan..Mesela bir koala.. Hayır o da çok düşünceli gözüküyor...Bir kerkentele. Evet! Bir
kertenkele olsaydım keşke. Hem de Kürek burunlu kertenkele.

not: yazdığım bir şeyden bir bölüm...

Bi belgesel ile ilgili

Etrarfta gizliden bir belgesel dolaşıyor ve bu belgeselde Hz isanın ( ve diğer


peygamberlerimizin) aslında var olmadığını onun hayali mitolojik bir karakter olduğunu
söylüyorlar ve bunu kendilerince göz alıcı ama sahte yollarla akla uydurmaya çalışıyorlar.
Aynı zamanda bütün dinlerinde eski uygarlıklardan devşirme olduğunu yine kendilerince
kanıt saydıkları birçok delillerle iddia ediyorlar.

Hristiyan olsun müslüman olsun inançlı bir kimseyi insani bir şüpheye düşürebilecek kadar
etkili bir belgeseldir. Çünkü duygu sömürüsüde yapılıyor. İddialar iyi bilen akıllı bir kimse
için tamamen çürüktür. Zaten hedefleride saf kimseleri ve gençleri şüpheye düşürmektir.
Çürük oluşunu ancak onların kendi yakışıksız üslubuna göre anlatmak zorunda olduğum için
daha önce bu konuyla ilgili bir tartışmada yaptığım konuşmadan bir kesit sunacağım lütfen
dikkatle okuyunuz ve mümkün olduğunca gerçekten inanan genç insanları haberdar ediniz.
Üslubumun kusuruna bakılmasın.

“ Dini metinler eski astro-mitolojik şeylere benziyor diye tek tanrılı dinlerin onlardan
devşirme olduğunu iddia ediyorsun! Bir de üstüne o koşullanmış kapanmış yetersiz
aklınla diyorsun ki peygamberler aslında yoktu hayali süper karakterlerdi. E peki bu
kitaplar kimin tarafından basıldı yavru kuş?-----O ilk çıkışını diyorum o ilk yayılışını
diyorum bunu yayan kimdi?----- bilimsel olduğunu iddia ettiğin kendi teorini ben mi
sana izah edeyim? Yani diyorum ki ! Bizim mahallede birden bi kitap veya söylenti
gökten indi de birisi dedi ki “isa die biri geldi dün bu kitabı buraya bırakıp gitti” ?
Bunu mu iddia ediyorsun? Böyle mi oldu diyorsun olay? Yani peygambere dayandırılan
bir kitap vardı ama peygamber orta da yoktu uyduruldu? Sen aptal mısın?------Bu
kitaplar ve hz isa halk tarafından ya da bir konsey tarafından uydurulduysa bu dinin ve
metinlerin çıkışı yayılışı nasıl oldu bi kafanı toplayıp annatsana bana lütfen bilim
adamı ! -----Hem halktan çıktı da o dönemde isa diye biri yoktu da---- (hani yokmuşya
tarihçilere göre o dönemde) ---------o kitabın içinde bulunan ! o kitabın yayıcısı
peygamber! O yaşadığı günleri anlatılan peygamber !----- ortada olmadığı halde---------
halk “bu nasıl iştir biz bu kitabın içinde anlatılan peygamberi görmedik ama kitabın
içinde dün burada olduğu yazıyor kendisi nerededir, bu bahsedilen peygamber nerede?”
diye sormadı mı? A ahmaklar! Siz gerçekten insanları maymun kendinizi insan mı
zannediyorsunuz bu akıllarınızla? Bir iddia ancak bu kadar zavallı ya da insana
yakışmayacak kadar düşmanca olabilir. Ve Allah siz böyle sahtekar ve akılsızken ve
insanları şüpheye düşürmek isterken... neden sizi sevsin?... neden sizi cehennemde
bırakmasın?”

Daha söylenecek çok şey vardır fakat bu kadarı onlar için yeter ve artar bile. Allah aklını
kullanmayanları böyle kendi elleriyle rezil eder. Unutmayın ki
“Onlar ki, başka degil, sirf ‘Rabbimiz Allah’tır.’ dedikleri için haksız yere yurtlarından
çıkarılmışlardır.

Şüphesiz ki Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile bertaraf edip savmasaydı; manastırlar,
kiliseler, havralar ve içlerinde Allah’ın ismi çok çok anılan mescidler yıkılır giderdi.

Allah kendisine yardım edenlere elbette yardım eder, şüphesiz ki Allah pek kuvvetlidir, aziz
olandır.” (Hacc: 40)

Şirk, Vahdet-i vücud ve Tasavvuf büyükleri üzerine

Gönül rahatlaması ve şüphelerden zarar olmasın için


""inşa""allah...Bir zararım dokunursa hakkını helal et niyetim budur ondan açıkladım...

Neyi ifade ettiği ancak yaşandığında anlaşılan bir hakikat olduğu için vahdeti vücud anlamını
yaşamamış olan kardeşlerimiz konuyu bilmedikleri halde sadece önyargıyla hareket edip
tasavvuf büyüklerini ve Allah için ilim yapmak isteyen bir çok kardeşimizi ağır bir zan altında
bırakmaktadırlar.
Böylece hem günaha girmiş hem de iftira etmiş oluyorlar.
Ben müslümanım diyen ve namazını kılan bir insana şirkte olduğu iddiasında bulunmak
müslümanlığa yakışmayan şeylerdir.

Bazı fakih olarak isimlendirilen müslüman araştırmacılar "vahdeti vücud"dan kardeşlerimi


koruyacağım derken şirke düşürmektedirler haberleri yoktur.
Ve bunu yaparken gayette rahattırlar.
Halbuki şirkte diyerek iftiraya düştükleri o bazı tasavvuf büyüklerine belki hiç
öğrenemeyecekleri bir şekilde İslam ve Allah hesabına borçlulardır.

Örneğin Allah'ın selamı onun üzerine olsun ibni arabi hazretleri bu kardeşlerimiz tarafından
şirkle ilgili bi bildiri yaptıklarında en başta yer alır.

Çok büyük konuşmaktadırlar.


Onları üzmektedirler.

Başta yaptıkları bazı hatalar/günahlar şunlardır.

Allah olmadığımızı!!!anlatmaya çalışırlarken "O"nu herhangi bir mekanlı varlıkmış gibi uzak
bir mesafeye atmak..
Bazı ayetleri (tıpkı kafirlerin kurana yaptığı gibi bi kısmını görmek suretiyle) vahdeti vücudun
sapkınlığına delil göstereyim derken zihinlerde Allahımızın sadece gökteymiş gibi
algılanmasına yol açmak.

Bu yolla kardeşlerini şirkten koruyayım derken onları Allahtan uzak hissetttirmek.


Çünkü Allah ile ne şekilde olursa olsun mesafe düşünmek ve düşündürmek kalpde dahi
mesafe yaratır!

Bunun farkında değillerdir.

Ama evliyaya dil uzatmaktan çekinmeyip bir de şirkte olduklarını iddia etmeyi çok iyi bilirler.
Bu konuda ustadırlar.
Çünkü evliya değillerdir.
Ve evliyanın / ilim ehlinin tokadıda uzak değildir.

Bunuda bilmezler.

Aslında şahdamarından yakın olduğunu kendi bildirdiği halde Allah'a ilim öğretmek.

Hz Muhammed efendimizin ayağıının tozuyum dedikleri halde kendileri üç tane insanın


kalbini islama ısındıramamışken Tasavvuf büyükleri dünyanın dört bir yanından yüzyıllardır
hala insanların kalplerini Allaha yaklaştırmaktalar ama şirktedirler öyle mi?
Bu nasıl hesaptır ki şirk ehliler?

Ahireti dünyada yaşayacak kadar ölmeden önce ölmüşlerken nasıl olurda onlara "panteist"
yakıştırması yapılır? Kendileri islamın dışında olan hiçbir inanca mensup gösterilememişken
"panteizm" nedir?

Musaya Allahımız bir yanan çalıdan görünmüşken (Konuştu evet ama nasıl olurdu bi hayal
et ) bu da kuranda bildirilmişken onların Allahı kendi pak nefislerinde ve zaten Allahdan olan
"ruh"da görmesi nasıl olurda panteizm olur? Hiç yakışıyor mu o büyüklere böyle
yakıştırmalar?

Eğer ruh Allahdan ise ve Allah mekandan münezzeh ise vücudun dahil bütün mekanlar
gözünden kalktığında sen (yani üflediği ruh) nerede neyle olursun? O şu anda da mekandan
münezzeh ise ve senin ruhun ondan ise kiminle birliktesin? Hiç aynı mı olursun yoksa sadece
birlikte mi olursun? Bunu gözsüz göremez misin? Mekanı o yarattıysa O mekandan münezzeh
olduğuna göre o mekan "O"na engel olabilir mi? O kuranda "yarattıklarından bağımsız"
olduğunu bildirdi sen onunla birlikte olduğunu bildiğinde hiç o senin hükmüne girer mi? O
herşeye kadir olduğunu bildirdi. Herşeye kadir olan bir şey kendine sonradan bildirilenle bir
olur mu? Bilimsel olarak bilmek ne kadar farklı olsa da herşeyi sayısıda dahil bilmek sadece
"O"na mahsus belli değil mi? Birliğin sadece vücudda olması nasıl şirk olur "ruh" "O"ndan
iken?

Vahdeti vücudu bilmemek konusunda elbetteki kabahatli değillerdir (bir açıdan) fakat bütün
tasavvuf ehlini şirkte görmek nasıl savunulabilir.

Böyle yapmakla o büyüklerden akan islam yolunuda kesmektedirler.


Hele bazı büyükler vardır ki onlar konuşmamış yazmamış bir şeyleri yaşamamış olsaydı
bugün daha "yazık" durumda olurduk.

Allah kimin şirkte olduğunu isim isim beyan etmemişken ve böyle yapın diye bir emride
yokken bu konularda bilmediği halde konuşmak hiç doğru olabilir mi?

Onlardan anladığınız bir olmak birleşmek gibi derin kalbi hadiselerle firavunun kendini tanrı
ilan etmesi arasında bizim her birimizle peygamber efendimiz (s.a.v) arasındaki hayat
tecrübesi kadar fark vardır.

Diyorlarki bu kadar konuşmak bu kadar yazmak nedir yani kuran yok mu ? kuran var da
okuyan varmı ? Anlayan var mı ? Madem yok neden tanımadığın insanları bir de şirkle
kafirlikle suçluyorsun! Gerçekten kafirim diyen başka. Var mı öyle diyebilen? Varsa işte
onlardır kafirler.

Vahdeti vücuda gelince herkesin anlayabileceği şekilde kısaca tarifini yapmak istiyorum. Ben
küçükken uzun yol otobüslerinde en önde oturup yolu seyretmek isterdim. Koltuğun
kolçaklarını tutup sağa sola güç vererek otobüsü kullanırdım. İnan buna bak kullanıyordum.
Şoförü görmezdim. Ben kullanıyordum sanki otobüsü ama gerçekten oyun değil. Sen
dilenciye para verirken sen mi veriyorsun zannediyorsun. Böyle bir şey işte vahdeti vücud.
İşte bunu bilmeyenler ancak vahdeti vücudu şirk olarak görürler ve gösterirler. Halbuki
gerçek "O"dur. Kafayla değil kalple ilgilidir. Kuranda kalp sana bilgi olarak verildi. Bildirdi
"şahdamarından daha yakınım". Peki yaşadın mı o yakınlığı ? yoksa sadece bildin mi? Allah
yaşamayı nasib etsin cümlemize. Hem de her an. Her saniye. İşte o zaman anlarsın "ben
hakkım" demekle "ben Allahım" diyebilmek arasındaki farkı.

Benim yardıma ihtiyacı olan bir insana yardım etmemle nasıl efendimizin tüm insanlığa ettiği
yardım farklıysa işte Allahın yakınlığını hissedip kendini kaybetmenin farkıda öyledir.

Kimisi dilenciye para verirken sevap alır kimi ise ona verdiği rızkı başkasına da veren rezzakı
görür.
Rezzakı görenle kendi amelini gören bir olmaz.
Allah öyle bir aşktır ki sen sen olmadığını belki gerçekten alev alev yandığını görürsün.
Bunların ikisini de gören işte Allah ile bir olduğunu görür. Allah ile birim derken senin
anladığın birliği kastetmez.
Sen peki nasıl o kişiye kast edersin. Edemezsin.
"Ben Allahım" diyen firavunun derken ki hissi amacı başkadır "biz hakkız" derken diğerinin
hissettiği ve amacı başkadır.
Bütün iyilikler Allahtandır derken ne demek istedi Allahımız? Allah bir şeyi demek ister mi?
Yoksa dedi mi bile? Akılla olmaz. ilkokuldaki akıl başkadır üniversitedeki akıl başkadır.
Onun için ne kendini ne başkasını şirkte gör. Ve şirkin olmadığını sadece zannedildiğini iyi
anla.
Nasıl yusuf aleyhisselam kardeşi için kardeşinin eşyasını çalarken hırsız olmadı işte öyle de
tasavvuf ehli şirkte değildir. Ve yaptıkları ettikleri doğrudur.
Ama hırsızlık eden ne kadar yusuf aleyhisselama benziyor iyi bakmalısın. Biz onlar kadar
geniş olamayız. Onlar Allahımızın ahiret üç sınıftır biri cahennemlikler biri cennetlikler biri
de Allaha yakın olanlar dedikleri kısımdadırlar.
Seni boğulmaktan kurtaran kıyıdaki bir adamla Abdulkadir geylaninin (selam olsun) farkını
iyi görmelisin.

Düşün ki efendimizin ismi anılsa bile kalpler temizleniyor Onlar onsuz tek bir adım
atmamışlar elbetteki onların Allah'ın katında müslümanlara özel bir himmetleri olacaktır ve
bizim birbirimize olan korumamızdan daha büyük ve farklı olacaktır.
Hatta onların Allah'ın Rahman sıfatından nasibleri vardır ki kafirler bile onlardan
nasiplenebilirler. Yoksa onların başkalarının dillerinde dolaşmaları başka bir şeklde mi
zannediliyor?

Hesabını iyi yap. Elbeteki Allahtan başka ilah yok. Amma kendini tanrı zannedenler var. Ama
onların ilah ile işleri yok. Eğer haramı helal göstermiyorlarsa ki asla böyle bir şey
görülmemiştir hepsi manevi anlamda ya da kalpleri ısındırmak içindir elbette büyüklerin
bizden daha çok bildikleri var. Onlara şirk iddiasında bulunanlar kitapta kehf suresini
okumadılar mı? Hiç herkes o Musanın kendisine ilim gösterdiği bizim hızır olarak bildiğimiz
büyük ile bir olabilirler mi? İşte o büyüklerin hızırlıktanda nasibi vardır elbette. Bir
yaşadıkları var. Kartal senden iyi görür ama o da bir zamanlar şimdi ki kadar iyi göremiyordu.
Ama her zaman her şeyi bir gören sonsuz cömertlik sahibi var. Sen ne kadar görürsen o kadar
kartallıktan nasibin olur. Serçeyken kartallığa laf etme. Ne kartal ne serçe ne sen ne ben
gerçekten "O" olabiliriz.

Eğer anlatılamayan bir şeyi anlatmak için bir söz edersen o sözü ederken dikkat et. Kimisi
başkaları o yakınlığı bilsin için canını vermeye razıdır kimisi de aşkından canını çoktan
vermiştir. Kimisi gerçekten ölmüştür kimisi kalben ölmüştür. Artık o bir şey söylemez "O"
demiştir.
Benim mansurun haklı olup olmadığını söylediğim yok onu Allah bilir. Fakat insanların "ben
hakkım" desin ya da demesin kendilerini ne uğurda hırpaladıklarını iyi gör. Ayrıca örnek
gösterilen mansur değildir. Veysel karaniyi biliyor muyuz...Var mı onu örnek alan bir sufi ?

Kuranı iyi oku kimden geldiğini ve kime geldiğini aklından çıkarma yoksa yaşamadıkları
halde pek çok şeyler iddia eden pek çok sufi vardır...

Kim gerçekten kartal gibi olabilir? İnsan olmaya razı değil miyiz, o çoktan öyle
buyurmuşken? Yakınlık başka..
Gibi olmak da başka..
Bak daha neler neler var Allahın işlerinden. O tasavvuf büyüklerine nasib olmayacaktı da
kime biz ahir zaman acizlerine mi nasib olacaktı? İnşaallah nasib olsun bize de utanalım
onlara bir günah kondurmaktan. Bak neler var..

Kıyamette Allahü teâlâ meleklerine, müminlerin çocukları için, (Bunları Cennete götürün)
buyurur. Melekler, çocukların Cennete girmesini söylerler. Çocuklar girmek istemeyip, (Ana-
babamız nerede?) diye sorarlar. Melekler, (Onlar sizin gibi günahsız değildir. Görülecek
hesapları vardır) derler. Çocuklar ağlaşır ve (Ana-babamızı almadan Cennete girmeyiz)
derler. Cenab-ı Hak buyurur ki:
(Ey yavrular, haydi gidin, ana-babanızı da alıp Cennete girin!)
s.a.v.

«Allah, kendisine ortak koşanları bağışlamaz. Bundan öte


dilediğine, dilediği kimse için bağışlar. Her kim Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir
iftira da bulunmuştur»
(Nisa, 48).

Örneğin kendileri 4-5 yaşlarından beri kuranı ezbere bilirlerken bu ayeti bilmemektemiydiler?

Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten
(kayyum)dir. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.
İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne
varsa hepsini bilir. Onlar ise, O’nun dilediği
kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri
kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O’na bir ağırlık vermez. O çok yücedir,
çok büyüktür.

bakara 255

Kim Allahtan -"başka"- bir ilahım derse onu cehennemle cezalandırırz.

mealen ayet

Bak şu ayette neden Allah bu şekilde bildirmiştir ve ganidir denmiştir?

"Bir tatlı dil, bir bağışlama, arkasından incitmenin geldiği sadakadan daha hayırlıdır. "Allah,
ganidir, halimdir."

BAKARA suresi 263. ayet

Çünkü kuldan önde Allah vardır bazen görülemese de..Ve kuldan önce Allahın böyle yapılan
bir iyiliğe ihtiyacı yoktur! Nasıl Allah kuranda başka bir çok ayette mesela "Allah'a güzel bir
borç vermek isteyen yok mudur" diyorsa tasavvuf büyüklerininde sözleri bu manadandır.
Yoksa büyüklere kendilerinin anlamadıkları o sözlerinden dolayı şirk iddiasında bulunanlar
bu ayetleride mi uygunsuz buluyorlar? İşte büyüklerin bahsettikleri öyle değil böyledir.
Onlara boyundan büyük konuşarak şirk iddiasında bulunmak çok ayıptır hiç
yakışmamakatadır...

Anlayamadıkları bazı sözleri yüzünden kendisine şirk iddiasında bulundukları "ibni arabi"
hazretleri nin şu sözlerinide mi anlamadılar, görmediler? Belki onlarda gerçekten kardeşlerini
düşündüler ama bunu onlara şirk iddiasında bulunarak yapmak çok yanlıştır. Allah rızası için
okuyunuz bakın bunları söyleyen şirkte olduğu için mi o sözleri etmiştir yoksa anlattığım gibi
çok başka bir yakınlığı bulunduğu için mi?

Bütün varlıklar, Allah’tan başkası olsa da kendi içinde hiç kuskusuz haktır. Ancak varlığı
kendi zatından kaynaklanmayan bir varlık yok hükmündedir, batıldır.
Öte yandan Hak ile başkası arasında hiçbir açıdan gerçek olarak bir ortaklık yoktur.

Mahlukat içinde akıl erbabına özgü olaylar aklın sınırı doğrultusunda gelişir. Allah’ a bağlı
kimselere özgü olaylar da imanın sınırı doğrultusunda cereyan eder.

Yüce kanun koyucu (sari) bize kaza ve kadere razı olmamızı emretmiştir, takdir edilene,
hükme bağlanana değil. Bu ise Hak tealayı seçmektir, seçtiğini değil. Şunu diyemezsin:
Allah’ın benim için takdir ettiği günahlara razı oldum.

Bazen kimi guruplar uluhiyeti mutlak olarak onlara nispet etme anlayışından sıyrılarak gizli
yönü düşünmeye başlamıs ve bunlara, sırf bizi Allah’a yaklastırşınlar diye kulluk ediyoruz,
demişlerdir. Böylece onları perdeler ve vezirler gibi görmüşlerdir. Allah’a sığınırız bu tür
anlayışlardan… Eğer bu guruplar, bu yönü onların nefsinde görebilmiş olsalardı, uluhiyete bir
dıs varlığın sahsında kulluk sunmazlardı. Bilakis uluhiyetin kendisine kulluk ederlerdi.
Bizim dediğimizin özü sudur: Kulluk sunulan mutlak varlık uluhiyettir, varlıklar değil.

Kulluk beraberlikten daha yüksektir. Beraberlik bir yoldur ve varacağı son nokta da kulluktur.

Allah varlığı çift yaratmıştır. Ama kendisi teklikte yalnız kalmıştır.

Zevkimizin putuna tapınmaya devam ettik. Şehvetlerimizin dizginlerini sonuna kadar


salıverdik. Allah’ın hudutlarıyla ilgili olarak alabildiğine aşırı gittik; sanki Allah tarafından
bir güvencemiz varmış, sanki tehditlerinin bizi kapsamayacağına ilişkin olarak Allah bize söz
vermiş gibi.

Alemde insandan başka hiçbir varlık rablık iddiasında bulunmamıştır. İnsanın bu iddiada
bulunmasının nedeni de içinde bulunan bazı güçlerdir.

Her seven, kavuşmuş olsa bile özlem duyar.

Arkadaştan korun, çünkü o, senden ayrılmayan düşmandır. Onun Hakka boyun eğmesini
sağla ve hak ile meşgul et. Çünkü o, Allah katında bundan dolayı sana teşekkür edecektir.
Arkadaşlarından sana en yakın olanı nefsindir.

Sana,”ben hakkım” diyen bir şey gördüğün zaman, ona de ki: Sen Hak ile varsın

Bunlar sadece onun sözlerinden bir kısımdır ama "el insaf için" yeterlidir. Şirkte olmaları için
karşılarındakileri kul olarak görmeleri gerekirdi. Halbu ki onlar karşılarındakini
değil..suretleri değil..gelip geçici olanı değil yalnızca Allah'ı gördüler ve onlar " Korkma !
Ben Kureyş'ten kurutulmuş et yiyen kadının oğluyum " diyen bir peygambere tüm hayatlarını
verdiler. Bazı hanif kardeşlerde var onlarda her gördükleri sakallıyı dedeleri zannediyorlar.
Siz bu büyüklerin hayatlarına bi bakın bakalım halktan neler çekmişler? Abdulkadir
geylani'nin hanifliği acaba kimde vardır ? Allah herkese onlara verdiği yakınlık gibi bir
yakınlığın kokusunu koklatsın herşey yerli yerine oturacaktır. Yanan çalıdan "ben Allahım"
diyen Onun aşkıyla yanıp tutuşan (hikaye değil bu) bir kalpten elbetteki öyle bir yakınlığı
esirgemez. O kalbi elbetteki kendisinden başka şahıslarla uğraşan kalpden daha çok
serinletir... Ama var mı öyle bir kalp? Kalpler hep meşgul çalıyor...Allahın selamı tüm Allah
diyenlerin üzerine olsun...Suçlu değiliz sadece Ondan başkalarıyla çok meşgulüz ve aciziz..
Allahımız bize yakınlığını göster. Bizi doğru olmayan sözden koru. Başkalarına söz
söylemektense bize nefsimizi bildir. Biz çok hatalıları Affet..Hepimizi affet.

kader(devam)

Hak'kın yaptıklarını da gör,


bizim yaptıklarımızı da.
Her ikisini de gör ve bizim yaptığımız işler olduğunu bil, zaten bu meydanda.
Ortada halkın yaptığı işler yoksa, her şeyi Hak yapıyorsa, şu halde kimseye "bunu niye böyle
yaptın" deme!

Allah'ın yaratması, bizim yaptığımız işleri meydana getirmektedir. Bizim işlerimiz Allah
işinin eseridir.

mevlana hazretleri
mesneviden

bugün bi akrabam bunu sorduda anlattım


buraya da koymam gerektiğini hissettim

Mevlana hazretlerinin nefs üzerinde Allah'tan gelen bir yeteneği vardır.


Onda öyle bilgiler öyle bir Aşk vardır ki hem hırpalar hem bırakmaz hakka sapasağlam
bırakır.
hiç bi işini sözünü eksik bırakmamıştır ki bu ona yakışmazdı da
bu alıntının devamında ve aslında alıntının içinde de ne kadar garip ve gizli görünse de apaçık
olanı bildirmiştir
Ama biz yeterli aşkı alamamış gönüller onun aşkından ilk önce bir perişan olur sallanabiliriz
mutlaka
Çünkü zaten hem hakkın kendisi (Allah) hem de Allah'ın işlerinin eserleri öyle kolay
anlaşılacak işler değildir.

şimdi kendimce açıklamaya çalışayım alıntının bizi sarstığı noktaları

"Hak'kın yaptıklarını da gör,


bizim yaptıklarımızı da.
Her ikisini de gör ve bizim yaptığımız işler olduğunu bil,"

hak Allah'ın işlerinin eserlerinin bizce görülen resmidir...


mesela hakkı gözlerken birinin birini öldürdüğünü görsek
evet bir insan birini öldürmüştür
bu açıktır
yani o birisi diğerini öldürmüştür Allah değil...
ya da azrailde görünmez ama o işin çok derin kısmı olduğu için şimdi girmeyeceğim.
evet hakka(gerçeğe) baktığımızda durum böyledir Allah değil o biri diğerini öldürmüştür.
O halde biri birini öldürdü diye suçu o birine değil de Allah'a atmanın manası nedir?
şimdi burda başka bir soruda gelir şöyleki...
Eğer Allah o birini öldürüyorsa sen neden öldürdün?
Çünkü eğer o ötekini öldürmeseydi de Allah onun canını eceliyle ya da kaza yoluyla alırdı
sen neden araya girdin?
Öyle değil mi mesela anne karnında ölen bir çocuğu ya da kazara ölen bir kişiyi sen mi
öldürüyorsun irade ederek?
O halde neden o kişiyi sen neden kasıtlı olarak öldürdün?
Allah bunu soracaktır
yani hak!..

bir başka açıdan da durum şöyledir

Eğer sen bir şeyin Allah izin vermeden olamayacağını biliyorsan neden Allah'ın izin verdiği
bir şeye gönlün bu kadar kırık ve halkı sanki bütün güç ellerindeymiş bütün irade
ellerindeymiş gibi büyük görüyorsun?
örneğin ölüm Allah'ın işidir
eğer Allah ölümü yaratmış olmasaydı o kişi kast etsin ya da etmesin diğerinin canını alabilir
miydi?
örneğin belediye suyu kesti belediyeye kızdın demediğini bırakmadın:)ya da elektrik idaresine
kızdın bağırdın elektriği kesti diye
eğer Allah bir şeyin kesintisiz olmasını dileseydi o elektrik ya da su kesilirmiydi?
O halde nefsine hakim ol her işin bir hikmeti her işin bir başlangıcı ve sonu vardır
her işin bir Allah'ın irade ettiği bir de bizim irade ettiğimiz kısmı vardır
ne hak tamamen halkın yazdığı bir şeydir ne de tamamen Allah'ın istediği bir şeydir
Allah yaptığından sorumlu değil çünkü her işinde bir iki taraf bırakmıştır.
ölüm ve hayat gibi
ama o kişi tek taraflı bir iş yaptı ve diğerini öldürdü
peki bir bebeğe hayat verebildi mi?
ya da bir insanı öldürürken madem o işi tek hakim olarak yaptı
peki diğer bir eceliyle ölmüş insanın canını geri çevirebildi mi?...
işte sen bu yüzden sorumlusun.
Allah dilediğini yapabilir
ama Allah ölümü yaratıyor diye sen gidip birisinin nasıl canını alabilirsin?
hem yapabileceğine emin misin bunu?
Allah güneşi doğudan doğuruyor diye
sen doğurabiliyor musun?
ya da sen bir doktorsun diyelim bir hastanın canını kurtarabiliyorken diğer ölen hastanın
canını geri çevirebiliyor musun?

yaptıklarımıza dikkat etmek ve Allah'ın bizim için yarattığı bu dünya da haddimizi ve


sorumluluğumuzu bilmeliyiz
zira Allah bunu istemekde ve bunun için bizi her gün sorguya çekmektedir.
hesap günü gelmeden önce yaptıklarını yapmadıklarını sorgula
yoksa o gün yaptıkların sana sorulduğunda cevap verememek ya da herşeyi sen yaptın demek
ya da madem güçlüydün yapsaydın demek yeterli olmayacaktır
Allah'ın senin için hazırladığı işlere uyanık ol Onunla ol O sana yapman gerekenleri nasıl her
gün güneşi doğuruyorsa öyle bildirecek ve yardım edecektir...

mevlana hazretlerine selam olsun


onun söylediklerini ne kadar açsan açılır işin sonu gelmez
çünkü o işlerini Ona teslim etmiş ve ettiği gibi de ona çok işler teslim edilmiştir
kendini teslim ettiği yerden gelecek olanlar nasıl denizler mürekkep ağaçlar kalem olsa
bitirilemezse
ondan gelenler de elbette öyle olmuştur...

manastırlar kiliseler havralar

“Onlar ki, başka degil, sirf ‘Rabbimiz Allah’tır.’ dedikleri için haksız yere yurtlarından
çıkarılmışlardır.

Şüphesiz ki Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile bertaraf edip savmasaydı; manastırlar,
kiliseler, havralar ve içlerinde Allah’ın ismi çok çok anılan mescidler yıkılır giderdi.

Allah kendisine yardım edenlere elbette yardım eder, şüphesiz ki Allah pek kuvvetlidir, aziz
olandır.” (Hacc: 40)

İmam-ı Rabbani (k.s.)/Tenzih

(Yoktur) ve (odur) gibi sözler,


O makamdan geri dönerler.

***

Çok cilve var, aranan sevgilide,


Kavuştum sanma, bir cilve görünce!

***

Pâdişâh, koca-karı kapısına,


gelirse, ey yeğit, sen buna şaşma!

İmam-ı Rabbani Hazretleri Simâ', raks ve vecd ile İlgili mektubu

imam-i Rabbani - mektubat 285.mektub

[1.285] Bu mektûb, mîr seyyid Muhibbullah-i Mankpûrîye yazilmisdir. Simâ', raks ve vecd
üzerinde bilgi vermekde, rûhdan açiklama yapmakdadir:

Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdigi kullarina selâm olsun!
Allahü teâlâ, sana herseyin dogrusunu düsünen ve dogrusunu bulan akl versin ve herseyin
dogrusunu bildirsin! Vecd ve simâ' [ya'nî kasîde, ilâhî dinliyerek kendinden geçmek, kimlere
fâidelidir? Bunlar], hâlleri degisen, her zemânda baska dürlü olan, bir zemân sü'ûrlu, bir
zemân sü'ûrsuz olan kimseler için fâidelidir. Bunlara (Erbâb-i kulûb) denir. Bunlara Allahü
teâlânin sifatlari tecellî eder. Her sifatin tecellîsinde baska bir hâl alirlar. Sonsuz olan
sifatlarin ve ismlerin tecellîleri, te'sîrleri altinda hâlden hâle dönerler. Hâlleri degisir, dilekleri
hep degisir. Bunlar devâmli bir hâlde kalamaz. Zemânlari degismeden olamaz. Bir zemân
(Kabz) ya'nî sikinti, baska zemân (Bast) sevinç içindedirler. Bunlara (Ibn-ül-vakt) de denir.
Hâllerin te'sîri altinda maglûbdurlar. Bir zemân yükselirler. Baska zemân, asagi derecelere
düserler.

Tecelliyât-i zâtiyyeye kavusanlar kalb makâmindan yukari çikmislar, kalbin sâhibine


varmislardir. Hâllere köle olmakdan kurtulmuslar, hâlleri verene ulasmislardir. Bunlarin vecd
ve simâ'a ihtiyâclari yokdur. Çünki, zemânlari degismez. Hâlleri devâmlidir. Dahâ dogrusu
vaktleri ve hâlleri yokdur. Bunlara (Ebül-vakt) ve (Erbâb-üt-temkîn) denir. Bunlar
kavusmuslardir. Hiç geri dönmezler. Birsey gayb etmezler. Birsey gayb etmiyen, birsey
bulmaz. Evet, sona kavusanlar arasinda, vaktleri devâmli oldugu hâlde, simâ'dan fâidelenenler
de vardir. Bunlari biraz asagida açiklayacagiz. Insâallahü teâlâ.

Süâl: Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem", (Allahü teâlâ ile öyle vaktim olur ki, o ânda
hiçbir melek ve hiçbir Peygamber bana yaklasamaz) buyurdu. Bu hadîs-i serîf vaktin devâmli
olmadigini göstermiyor mu?

Cevâb: Bu hadîs dogru ise, âlimlerin çogu, burada bildirilen vaktin devâmli oldugunu
anlamislardir. Söyle de deriz ki, devâmli olan vaktde arasira husûsî hâller de olur. Bu hadîs-i
serîf, bu hâlleri bildirmekdedir.

Süâl: Tegannî dinlemek, bu hâllerin bulundugu zemân belki fâideli olur. Böyle olunca,
nihâyete kavusanlar da, bu hâlleri elde etmek için simâ'a muhtâc olur.

Cevâb: Bu hâller, nemâz kilarken hâsil olmakdadir. Nemâzin disinda da hâsil olursa, nemâzin
te'sîri iledir. Hadîs-i serîfde, (Gözümün nûru nemâzdadir) buyuruldu. Bu hadîs-i serîf, belki
çok seyrek olan bu hâlleri göstermekdedir. Baska bir hadîs-i serîfde, (Kulun Rabbine en yakin
oldugu zemân, nemâzdaki zemânidir) buyuruldu. Alak sûresi ondokuzuncu son âyetinde
meâlen, (Secde et, Rabbine yaklas!) buyuruldu. Allahü teâlâya yakinlik çok oldugu zemân,
baskalarinin bulunmasi, araya karismalari da o kadar azalir. Bu hadîs-i serîf ve bu âyet-i
kerîme gösteriyor ki, o vakt, nemâzda olan vaktdir. Vaktin devâmli ve kavusmanin araliksiz
oldugu, tesavvuf büyüklerinin söz birliginden de anlasilmakdadir. Zünnûn-i Misrî buyuruyor
ki, (Geri dönen, yalniz yoldan dönmüsdür. Kavusan, geri dönmez).

(Yâd-i dâst), devâmli huzûr demekdir. Her ân Allahü teâlânin huzûrunda olmakdir. Bu ni'met,
bu yolun büyükleri olan, Hâcegân "kaddesallahü teâlâ ervâhahüm ve esrârehüm" hazretlerinin
yolunda çalisanlarin eline geçmekdedir. Vaktin devâmli oldugunu inkâr etmek, sona
varamamayi gösterir. Büyüklerden birkaçi, meselâ ibni Atâ ve benzerleri "rahmetullahi teâlâ
aleyhim ecma'în", (Allahü teâlâya kavusdukdan sonra, beseriyyet hâllerine dönülebilir)
demisdir. Bu sözden, vaktin devâmsizligi anlasilir. Fekat, sözlerine dikkat edilirse,
(Dönülebilir) diyorlar. (Dönenler vardir) demiyorlar. Çünki, insanlik sifatlarina dönen hiç
olmamisdir. Böyle oldugunu erbâbi iyi bilir. Buradan anlasildi ki, tesavvuf büyükleri, vâsil
olanin geriye dönmiyecegini sözbirligi ile bildirmisdir. Bu sözbirliginden ayrilan birkaç kisi,
dönmek câizdir demisdir.

Sona varanlardan birçoklari yüksek derecelerden bir dereceye kavusdukdan ve (Cemâl-i


ilâhî)yi müsâhede hâsil oldukdan sonra, kendilerine sogukluk ve gevseklik hâsil oluyor.
Böylece kavusdurucu mertebelere yükselmeleri duruyor. Bunlarin dahâ kavusduracak
konaklari asmasi lâzimdi. Yaklasdiran derecelerin hepsini geçmemislerdi. Bu soguklukla
berâber, yükselmek, yaklasmak arzûsundadirlar. Iste bu vakt simâ' bunlara fâide verir.
Harâretlerini, enerjilerini artdirir. Simâ' yardimi ile yaklasdirici mertebelere yükselir. Sükûnet
buldukdan sonra, bu mertebelerden geri dönerler. Fekat inerken, o makâmlardaki hâllerini
gayb etmezler. Bu vecd, bu bulus, gayb etdikden sonra olan bulus degildir. Çünki vuslati,
huzûru hiç gayb etmezler. Her ân kavusmus olduklari hâlde, kavusdurucu konaklara
yükselmeleri içindir. Sona gelenlerden vâsil olanlarin simâ'lari, vecdleri de böyledir. Fenâ ve
Bekâya kavusanlara cezbe verirler. Lâkin sogukluklari, gevseklikleri oldugu için, yüksek
konaklara çikabilmek için, yalniz cezbe is göremez. Simâ' da lâzim olur.

Tesavvuf büyüklerinden birçoklari da "kaddesallahü teâlâ esrârehüm", vilâyet derecesine


kavusdukdan sonra, nefsleri kulluk makâmina iner. Rûhlari, kendi makâmlarinda cenâb-i
Hakka karsidir. Kulluk makâminda bulunan nefs-i mutmeinneden her zemân rûha yardim
gelir. Rûh bu yardimi ile matlûba âsina olur. Bu büyükler, ibâdetle râhat ederler. Kulluk
vazîfelerini görmekle sükûnet bulurlar. Yükselmek arzûlari azdir. Islâmiyyete uymak nûru ile
parlamislardir. Kalb gözleri, sünnete uymak sürmesi ile kuvvet bulmusdur. Bunun için, keskin
görüslüdürler. Uzakdan öyle seyler görürler ki, yakinda olanlar onlari göremez. Yükselmeleri
az ise de, nûrlari çokdur. Aslin nûrlari ile aydinlanmislardir. Bu makâmlarinda iken sânlari,
kiymetleri büyükdür. Simâ'a, vecde ihtiyâclari yokdur. Simâ' yerine ibâdetlerden istifâde
ederler. Asldan aldiklari nûrlar, yüksek makâmlara çikmis gibi fâide verir. Simâ' ve vecde
düskün olan taklîdciler, bunlarin yüksek sânlarini bilmedikleri için kendilerini âsik, bunlari
zâhid sanirlar. Ask ve muhabbet yalniz raksda, vecdde bulunur derler.

Sona kavusanlardan birçoklari da vardir ki, (Seyr-i ilallah) yolculugundan ve (Bekâ-billah)


makâmina kavusdukdan sonra, bunlara kuvvetli cezbe ihsân ederler. Kanca takip çeker gibi
sürüklerler. Orada sogukluk bulasmaz. Gevseklik gelmez. Yükselmek için, sasilacak seylere
ihtiyâclari yokdur. Bunlarin dar olan halvetlerine simâ' ve nagme yanasamaz. Vecd ve
tevâcüd ile ilisikleri yokdur. Yetisebilecek en son mertebeye çekilir, ulasdirilirlar. O Servere
"aleyhissalevâtü vetteslîmât vettehiyyât" uymak sâyesinde, O Servere "sallallahü aleyhi ve
sellem" mahsûs olan makâmdan pay alirlar. Böyle kavusmak ancak (Efrâd) denilen
seçilmislere nasîb olur. (Kutb)lar da, bu makâmdan pay alir. Ancak Allahü teâlânin ihsâni ile,
sonun sonuna kavusan bir seçilmisi, bu âleme geri çevirirlerse ve yaradilisda uygun olanlari
yetisdirmek vazîfesi buna verilirse, nefsini kulluk makâmina indirirler. Rûhu, nefsden ayri
olarak, Allahü teâlâya dogru olur. Iste bu, ferdiyyet kemâllerine sâhibdir. Kutblarin yetisdirme
yetkisine mâlikdir. Burada, Kutb dedigimiz, (Kutb-i irsâd)dir. (Kutb-i evtâd) degildir. Zil
makâmlarinin bilgileri ve asl makâmlarinin ma'rifetleri kendisine verilmisdir. Dahâ dogrusu,
onun makâminda, ne zil vardir, ne de asl vardir. Zilden, asldan ileri geçmisdir. Böyle bir
kâmil ve mükemmil çok ender yetisir. Asrlardan, uzun yillardan sonra, bir dâne bulunursa,
yine büyük ni'metdir. Hersey onunla nûrlanir. Onun bir bakisi, kalb hastaliklarini giderir. Bir
teveccühü, begenilmiyen kötü huylari silip süpürür. Urûc makâmlarinin hepsinden dahâ
yukariya çikmis kulluk makâmina inmisdir. Ibâdet etmekde râhat bulmusdur. Vilâyet
makâmlarinin en üstünü olan (Abdiyyet) makâminda yerlesen seçilmisleri de vardir.
(Mahbûbiyyet mansabi)na kâbiliyyet de buna verilir. Bu ise, Vilâyet mertebesinin bütün
kemâllerini tasimakda ve da'vet derecesi makâmlarinin hepsini içine almakdadir. (Vilâyet-i
hâssa)dan ve (Nübüvvet makâmi)ndan pay almakdadir. Onun sânini su misra' kisaca
bildirmekdedir. Fârisî misra' tercemesi:

Bütün güzellerde bulunan, yalniz sende vardir!

Baslangicda olanlara, vecd ve simâ' zararlidir. Yükselmesine engel olur. Sartlarina uygun
olsalar da zararlidirlar. Simâ'in sartlari, bu mektûbun sonunda, insâallah bildirilecekdir.
Bunun vecdi bozukdur. Hâl kaplamasi suçdur. Hareketleri tabî'îdir. Isteklerine, nefsinin
sehvetleri karismisdir. Baslangicda olan, mübtedî denilenler, (Erbâb-i kulûb) olmiyanlardir.
Erbâb-i kulûb olanlar yoldakilerdir. Mübtedî ile müntehî arasinda bulunanlardir. Müntehî
demek, sona varmis, (Fânî-fillah) ve (Bâkî-billah) olmus demekdir. Bunun da dereceleri
vardir. Kavusmanin da mertebeleri vardir. Her derece, her mertebe, birbirinin üstündedir. Bu
mertebeler sonsuzdur. Kavusmakla bitmez, tükenmez. Simâ', yoldakilere ve müntehîlerin
birkaçina fâidelidir. Bunu, yukarida bildirmisdik. Sunu da bildirelim ki, Erbâb-i kulûb,
simâ'siz olamaz demek istemiyoruz. Cezb olunmiyanlar, [çekilmekle sereflenmiyenler], siki
riyâzetler, agir mücâhedeler yardimi ile ilerliyebilirler. Simâ' ve vecd, yalniz bunlara yardimci
olur. Erbâb-i kulûb, meczûblardan ise, cezbe yardimi ile ilerlerler. Simâ' bunlara lâzim
degildir. Sunu da söyliyelim ki, cezb edilmiyen Erbâb-i kulûb için, simâ' her zemân fâideli
olmaz. Bundan yardim görebilmek için sartlar vardir. Bu sartlar gözetilmezse zararli olur.

Simâ'in sartlarindan biri, kendini yüksek bilmemekdir. Temâm oldugunu sanirsa ilerliyemez.
Evet, simâ' bunu da biraz ilerletirse de sükûn buldukdan sonra, o makâmdan geri iner. Simâ'in
bundan baska sartlari, tesavvuf büyüklerinin kitâblarinda, (Avârif-ül-me'ârif) ve benzerlerinde
yazilidir. Zemânimiz tarîkatcilerinin çogunda, bu sartlar yokdur. Simdi yapilmakda olan simâ'
ve rakslarin ve toplantilarin zararli oldugu açikdir. Bunlarin ilerletmeleri nerede? Hiç
ilerletmezler. Yardim etmekden çok uzakdirlar. Fâide yerine zarar verirler.

TENBÎH 1: [(Simâ'), ilâhî, mevlid ve kasîde ve Kur'ân-i kerîmi tegannî ile okuyanlari
dinlemek demekdir. (Raks), eli, ayaklari tempo ile oynatmak ve dans demekdir.] Simâ' ve
raks, müntehîlerden birkaçina da lâzimdir dedik. Çünki yükselecek çok mertebeleri
bulundugu için, yolda sayilirlar. Erisilebilecek mertebelere yükselmedikce müntehî olmaz,
sona varmis sayilmazlar. Seyr-i ilallah sonuna vardiklari için, bunlara müntehî denilmisdir.
Bu seyrin sonu, sâlikin mazhar oldugu isme kadardir. Fekat, bu seyrden sonra, bu ismde ve
isme bagli seylerde de seyr vardir. Bu ismdeki ve kavusanlarin bildikleri seylerdeki seyrden
sonra, ismin sâhibine varip, burada Fenâ ve Bekâ hâsil edince, tâm müntehî olur. Seyr-i
ilallahin dogrusu da budur. Isme kadar olan seyre de, (Seyr-i ilallah) denilmis, o mertebede
olan Fenâya ve Bekâya da, (Vilâyet) adi verilmisdir. (Seyr-i fillah) sonsuzdur denilmesi,
Bekâdaki seyr içindir. Bütün konaklari geçdikden sonradir. Bu seyrin sonsuz olmasi demek, o
ismde seyr olunursa ve bu ismdeki sü'ûnlarin herbiri ile ayri ayri ahlâklanirsa, sonuna
varilmaz demekdir. Çünki, her ismde sonsuz sü'ûnlar bulunmakdadir. Eger yükselirken, onu
bu ismden geçirirlerse, bir adimda geçebilir ve sonun sonuna varabilir. Eger orada yok olursa,
çok serefli olur. Yok eger insanlari yetisdirmek için, geri indirirlerse, çok büyük üstünlük
olur. Bu isme kavusmanin kolay bir sey olacagini sanmamalidir. Bu ni'mete kavusabilmek
için, cân fedâ etmek lâzimdir. Acabâ kimi bu büyük ni'mete kavusdurmakla sereflendirirler?

Tenzîh ve takdîs sanilan mertebe çok olur ki, tesbîh ve tenkîsdir. Hattâ çok mertebeler vardir
ki, tenzîh sanilirlar. Hâlbuki, rûh makâmindan da asagidirlar. Arsin üstündeki tenzîh gibi
görünen de, tesbîh dâiresinin içinde olabilir. Münezzeh olarak [ya'nî mahlûklarla ilgisi
olmiyarak] görünen sey, rûh âleminden olabilir. Çünki Ars, maddeli, cihetli, ölçülü seylerin
sonudur. Rûh âlemi, cihetli, ölçülü âlemin disindadir. Çünki rûh, [madde degildir]
mekânsizdir. Bir yere sigmaz. Rûhun, Arsin disinda oldugunu söylemek, seni sasirtmasin.
Rûhu kendinden uzak sanma! Araniz çok açik zan etme! Öyle degildir. Rûh mekânsiz
olmakla berâber, onun için her yer birdir. Arsin disinda demekle, baska sey anlatilmakdadir.
Oraya varamiyana anlatilamaz.

Tesavvuf büyüklerinden birçogu, rûh makâmina varinca, onu Arsin üstünde buluyorlar.
Rûhun tenzîhini [ya'nî, maddelere benzememesini], Allahü teâlânin tenzîhi saniyorlar. Rûh
makâminin bilgilerini, ma'rifetlerini, ince, gizli seyler zan ediyorlar. Allahü teâlânin Ars
üstünde istivâsini anladik diyorlar. Hâlbuki onlarin gördükleri nûr, rûhun nûrudur. Bu fakîr
"kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz"de, bu makâm hâsil olunca, sasirip kalmisdim. Bereket
versin, Allahü teâlânin yardimi imdâdima yetiserek, bu tehlükeden kurtarilmisdim. O nûrun,
rûhun nûru oldugunu, Allahü teâlânin nûru olmadigini anlamisdim. Bize bu dogru yolu
gösteren Allahü teâlâya hamd olsun! Allahü teâlâ, bize dogru yolu göstermeseydi biz onu
bulamazdik. Rûh, mekânsiz oldugu için, anlasilamiyacak bir mahlûk oldugu için, insani
sasirtmakdadir. Dogruyu açiga çikaran Allahü teâlâdir. Dogru yolu gösteren ancak Odur.

Bunlardan birkaçi, Arsin üstündeki rûhun nûru ile nûrlanarak geri dönerler ve onunla Bekâ
hâsil ederler. Kendilerini, tesbîh ile tenzîhi birlikde tasiyor sanirlar. Bu nûru kendilerinden
ayri bulurlarsa, cem'den sonra fark, ya'nî birlesdikden sonra ayrilmak makâmina
kavusduklarini sanirlar. Tesavvufcularin böyle yanilmalari çok olmusdur. Insani böyle
yanilmakdan ve korkulu yerlerden koruyan ancak Allahü teâlâdir.

Rûh, bu madde âlemine göre, her ne kadar maddesiz ve anlasilamiyacak ise de, hiç
anlasilamiyana göre anlasilir olmakdadir. Sanki bu madde âlemi ile, hiç maddesiz olan
mukaddes varlik arasinda bir geçid gibidir. Bunun için, her ikisine de yakinligi vardir. Her iki
bakimdan da incelenebilir. Hiçbirseye hiç benzemiyen varlik ise böyle degildir. Maddeli
varliklarin, aklin, anlayisin, Ona hiçbir bagliligi yokdur. Bundan dolayi sâlik, rûhun bütün
makâmlarini geçmedikce, o isme varamaz. Görülüyor ki, önce göklerin her tabakasini ve Arsi
geçmek lâzimdir. Madde âleminden büsbütün çikmalidir. Bundan sonra mekânsiz, maddesiz
olan (Âlem-i ervâh) mertebeleri de asilmalidir. Bundan sonra bu isme varilabilir. Fârisî beyt
tercemesi:

Efendi, yükseldim, kavusdum saniyor,


Kendini begenmis, yerinde sayiyor.

Allahü teâlâ, mahlûklara benzemekden çok uzakdir. O ötelerin ötesi, dahâ ötesidir. Bu (Âlem-
i halk) denilen madde, ölçü âleminin ötesi (Âlem-i emr)dir. Âlem-i emrin ötesi, ismlerin ve
sü'ûnlarin zillerinin ve asllarinin topluca ve ayri ayri mertebeleridir. Bu zil ve asl ve
mahlûklar ve ilâhî ve toplu ve ayri ayri bütün mertebelerin ötesinde hakîkî matlûbu
aramalidir. Böyle aramak ni'metini acabâ kime ihsân ederler? Hangi tâli'liyi bu se'âdetle
sereflendirirler? Bu Allahü teâlânin öyle bir ihsânidir ki, diledigine verir. Allahü teâlâ, büyük
ihsân sâhibidir. Çok yüksekleri istemelidir. Yolda ele geçenlerle oyalanmamalidir. Bunlarin
ötesini aramalidir. Arabî beyt tercemesi:

Sevgiliye kavusmak, ele geçer mi acabâ?


Yüksek daglar ve korkunç tehlükeler var arada!

TENBÎH 2: Sonsuz kavusmak ve devâmli vakt, ancak mutlak Fenâdan sonra, Bekâ-billah ile
sereflenen kimseye nasîb olur. Bunun (Ilm-i husûlî)si, (Ilm-i huzûrî)ye dönmüsdür. Bu
sözümüzü dahâ açikliyalim: Bir kimsenin, kendi disinda bulunan birseyi bilmesi için, o seyin
görüntüsünün zihnde hâsil olmasi lâzimdir. Görüntü hâsil olmaksizin bilmege, (Ilm-i huzûrî)
denir. Insan kendisini, ilm-i huzûrî ile bilir. Çünki kendisi, kendi zihninde vardir. (Ilm-i
husûlî)de, bilinen seyin görüntüsü zihnde bulundukca, o sey bilinir. Zihndeki sûret yok
olunca, o sey unutulur. Bundan dolayi, ilm-i husûlî devâmli olamaz. Ilm-i huzûrî böyle
degildir. Bilinen sey, hiç unutulmaz. Insan kendisini, ilm-i huzûrî ile bilmekdedir. Kendisi
zihnde hep var oldugundan, insan kendini hiç unutmaz. Bekâ-billah, ilm-i huzûrî ile olur. Hiç
unutulmaz. Bunu yanlis anlamamalidir. Bekâ-billah, kendini Hak bulmakdir sanmamalidir.
Tesavvufculardan birkaçi burada yanildi. (Hakk-ul-yakîn)in böyle oldugunu sandi. Öyle
degildir. Tâm Fenâdan sonra hâsil olan Bekâ-billahin böyle bilgileri yokdur. Onlarin
söyledikleri hakk-ul-yakîn, cezbede hâsil olan Bekâ-billah ile uygundur. Bizim bildirdigimiz
Bekâ ise baskadir. Fârisî misra' tercemesi:
Bu serâbi tatmadikca, tadini anliyamazsin!

Görülüyor ki, Bekâ-billah devâmlidir. Burada unutmak hiç olmaz. Bekâ-billah hâsil
olmadikca devâm olamaz. Çoklarina ve hele Ebû Bekr-i Siddîkdan gelen yolda olanlara, bu
makâma yetismeden önce, devâmli görünür ise de dogrusu, bizim bildigimizdir. Isin içyüzü,
bize bildirilen gibidir. Herseyin dogrusunu ancak Allahü teâlâ bilir. Herkesin dönüsü Onadir.
Geçmisde ve gelecekde her hamd, âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâ içindir. Onun Resûlüne
devâmli ve sonsuz düâlar ve selâmlar olsun!

Hz Mevlana "O geliyor"

Yollara sular dökün,

bahçelere müjdeler edin, bahar kokulari geliyor

O geliyor O!

Ay parçamiz, sevgilimiz, yarimiz geliyor.

Yol verin, açilin, savulun beri durun beri,

yüzü apaydinlik ak pak,bastigi yeri ardinda gündüzler gibi birakarak

O geliyor O!

Ay parçamiz, sevgilimiz, yarimiz geliyor.

Gökler yeryüzünü kapladi örttü bir anda

Bir anda dört yanim misk gibi bir koku sardi

Bir anda bir velvele bir kiyamet koptu cihanda

O geliyor O!

Ay parçamiz, sevgilimiz, yarimiz geliyor.

Bir anda can geldi baglara , baglar isidi

Bir anda açildi bakti baglarda gözler

Bir anda bizde ne dert kaldi ne gam ne keder

O geliyor O!

Ay parçamiz, sevgilimiz , yarimiz geliyor.

Yayindan firladi ok, hedefe ha vardi ha varacak


Bahçeler selama durdu, selviler ayaga kalkti

Çayir çimen yollara düstü.

Iste gonca ata binmis geliyor, biz ne duruyoruz.

O geliyor O!

Ay parçamiz, sevgilimiz , yarimiz geliyor.

Sen bizim çevremize gelirsen göreceksin ey Sems

Huyumuz sadece susmak olmus bizim, susmak

Senin güzel gözlerin için iste canim pusuda

Rahatim kaçti benim, geceleri uykum kalmadi gitti ama

Bak iste o güzel gözler yola çikmis geliyor.

Eşrefoğlu Rumi

Alim midir ol ilmine layik ameli yok

Cahil midir ol satar aska iki cihani...

İhlas suresi

Bismillahirrahmanirrahim.

1. DE KI: "O, Tek Allah'tir:

2. Allah, Öncesiz ve Sonrasiz, Bütün Evrenin Asil Sebebi.

3. O dogurmamistir, dogurulmamistir;

4. ve hiçbir sey O'na denk tutulamaz.

Ben de Allahınım

Bi sabah namazdan sonra günes doguyo böyle her sey güzel kuslar agaçlar
günes.

cik cik cik hisir hisir hisir güneste böle sanki vvvvvu vuuuu diye sesleniyor :)

Allahim dedim bunlarin hepsi hersey sana ait ne kadar güzel sonra kendimi de düsündüm ben
de ona aitim dedim sora devam etti bu her seyle birlikte ben de O na aitim ben de Allahinim
dedim

Ben de Allahinim
Ben de Allahinim

Ben de Allahinim

Ben de Allahinim

:)

Içinden tekrar et bak o na ait oldugunu

söyle ben Allahinim de

ne gizlemis bak duy bu hitabina karsilik olarak hisset .)

ben Allahinim

ben Allahinim

ben Allahinim

ben Allahinim

ben Allahinim

ben Allahinim

:)

"SURA SURESI 51.AYET

VE BIR INSAN IÇIN DOGRU DEGILDIR KI, ALLAH ONUNLA KONUSSUN. ANCAK
VAHY ILE VEYA -BIR PERDE ARKASINDAN –SÖZLE- VEYAHUT BIR ELÇI
GÖNDEREREK KENDI IZNIYLE DILEDIGINI VAHY ETTIRMESI ILE -OLAN
KONUSMA- MÜSTESNÂ. SÜPHE YOK KI, O, PEK YÜCEDIR, ÇOK HIKMET
SAHIBIDIR ."

Abdulkâdir Geylânî Hazretleri'nin Sirrü'l Esrâr kitabından

"Herkim, bazi hikmet tasiyan isleri düsünür, onun bir parçasindan birçok parçalar oldugunu,
onlardan dahi nice seyler husule geldigini düsünürse, ki buna tefekkür denir, yaptigi bu
tefekkür bir yillik ibadete bedel olur. "
" Allah-ü Teala'nin (CC) sifatina karsi arif olmakta dünya ve ahirette cismin alacagi tad
vardir. Ama O'nun (CC) zatina karsi irfan duygusunda, öbür alemde mukaddes ruhun alacagi
haz vardir. "

" Insan, önce ser'i bilgilere (imanin sartlari farz ibadetler gibi)muhtaçtir. Bu ilimle; sifatlar
aleminde Hakk Teala'nin (CC) zatina ait bilgiler tahsil edilir. Bundan sonradir ki, batin ilmine
sira gelir. Bu ilimle de marifet aleminde Hakk'a (CC) irfanin tam kendisi elde edilir.

Buna erebilmek için, dinin emirlerine uymayan isleri birakmak gerekir. Hatta, tarikat adabina
uymayan hatalari da birakmak icab eder. Bu anlatilan halin husulü için de, nefse ve ruha agir
ve güçlü gelen vazifeleri yaptirmali. Bunlar yapilirken yalniz Hakk'in (CC) rizasi gözetilmeli.
Görsünler veya isitsinler için is yapilmamali. Allah-ü Teala (CC) anlattigimiz hale su Ayet-i
Kerime ile isaret eder:

"Her kim, yaradanina kavusmayi diliyorsa yarar is görsün; yaradanina yaptigi ibadete,
kimseyi ortak etmesin."

Marifet alemi, seklinde tabir edilen alem; Lahût alemidir. Orasi ise, asli vatandir; ki, yukarida
anlatilan kudsî ruhun yaratildigi alemdir. Hakiki insanlik oradadir, ki o hakikat, kalbin özüne
emanet olarak kondu. Onun varligi tevbe ve telkinle meydana çikar. Ve; La Ilahe Illallah
kelime-i tevhidine devamla kendini açiga vurur.

Kelime-i tevhide önce dille devam edilir. Kalb hayati bulununca da, kalb ile söylenir. "

" O insanligin hakiki yönü; öyle birseydir ki, ona göre, ne cisim, ne de cismani olmak var…

Onun varligi; Hakk'in (CC) zatina karsi bir mahrem teskil etmez. Bunu Peygamber (SAV)
Efendimizin su Hadis-i Serifi anlatir:

"Allah (CC) ile öyle bir zamanim olur ki; o anda, ne -Melek'ül mukarreb- Hakk'a (CC)yakin
Melek, ne de -Nebi Mürsel- bir Peygamber (SAV) girebilir." "

" O alemi anlatirken Peygamber (SAV) Efendimiz, bir Hadis-i Serifinde söyle buyurur:

"Allah'in (CC) bir cenneti vardir; orada köskler olmaz. Bal lafi edilmez. Süt bulunmaz. Orada
yalniz ilahi yüze nazar kilinir."

Bu durumu su Ayet-i Kerime teyid eder:

"Yüzler vardir, tazedir, parlar o günde…"

Bir Hadis-i Serif de, bu hali baska yönden teyid eder:

"Rabbinizi seyre dalacak, mehtaba bakar gibi bakacaksiniz."

O öyle bir alemdir ki, oraya melek veya cismiyet ugrayacak olsa, derhal yanar.

Burada, bir Kudsî Hadis anlatmak yerinde olacaktir:


"Sayet; celâl yüzümden perdeyi aralayacak olsaydim; gözümün aldigi yerlere kadar olan her
sey yanardi."

Keza, Cibril'in de (AS) bu hususta Peygamberimize (SAV) bir sözü vardi; onu da zikredelim:

"Bir karinca boyu, öteye geçecek olsam derhal yanarim."

...

Edeble İlgili

Ebû Muhammed Harirî kuddise sirruh buyurur:

- Yirmi senedir ayagimi uzatip oturmadim. Dedim ki Rabbime karsi edebli olmak, benim için
daha evlâdir.

Ebussûd b. Ebuasâir buyurdu ki:

-Allah'in sevgili kullari, yani veliler, vasil olduklarina ancak edeble vâsil oldular. Yoksa ne
çok amel, ne de baska benzerleri ile degil.

"Din edebdir"

Hz. Muhammed (sav)

"-Onlar ayakta iken, otururlarken ve yanlari üstüne yatarken Allah'i zikrederler." (Al-i imran:
191)

Bir din büyügü Hoca Ali Râmiteni -kuddise sirruh-'a soruyor:

- "Allah'i çok çok zikrediniz!" emrinin belirtildigi zikir, lisan zikri midir? Gönül zikri mi?

Buyuruyorlar:

- Basda olan dil, sonda olan gönül zikridir. Basda olan tekellüf ve zahmetle canindan serfeder;
fakat sonda olan, zikir gönlüne isledigi için bütün uzuvlari ve zerreleriyle denizin hakikatina
ve çok zikretmek sirrina erismisdir. Böylesinin bir günlük kâri, baskalarinin bir yillik
kazancina esittir.

*
- kudsi hadis-:

Kim benim zikrimle mesgul olur ve bu mesguliyet yüzünden benden bir sey istemege vakit
bulamazsa, ben ona isteyenlere verdigimden daha fazîletlisini veririm.

Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurur: (Ebu'd-Derdâ r. anh'den)

-Ey ümmet ve ashâbim! Size amellerinizin hayirlisini, Allah yolunda amellerinizin en


temizini, derecelerinizin en yüksegini, altin ve gümüs sadaka vermekden ve düsmanlarinizla
karsilasib sizin onlarin, onlarin da sizin boyunlarinizi vurmalarindan (cihaddan) daha hayirli
olani haber vereyim mi?

Sahabe sordu:

-Nedir o ey Allah'in Rasûlü?

Rasûl-i Ekrem Efendimiz buyurdu:

-Devamli Allah'i zikretmek.

Peygamber Efendimiz bir hadis-i seriflerinde:

"Allah sizin maddî varliginiza ve sûretlerinize degil, kalblerinize bakar." buyurmustur.

"O gün ne mal, ne evlat, fayda verir. Ancak Allah'a temiz bir kalble gelenler (kurtulurlar)"
Suarâ sûresi, ayet: 89.

"-Rabbini gönlünden, korkarak, içinden hafif bir sesle sabah aksam an (zikret), gafillerden
olma." (A'raf: 205)

"Gündüzün iki yaninda ve gecenin gündüze yakin saatlerinde namaz kil. Süphesiz iyilikler
kötülükleri giderir" [Hûd sûresi (11)

Mevlâna Sadeddin Kasgarî -kuddise sirruh- buyurur:

-Allah ile mesgul olmak âlemde herseyden kolaydir. Zira insanlar, mevcudlar arasinda bir sey
bulmak istediler mi? Evvela onu isterler, sonra da bulurlar. Allah'i ise evvelâ bulurlar, sonra
isterler. Eger bulmasalardi nasil isteyebilirlerdi?
*

Seyh Ebû Ali Sakatî buyurur:

- Edeb yolunu tutmadan büyüklerin sohbetinde bulunan onlardaki faydalardan, nazarlarinda


mevcud olan feyz ve bereketlerden mahrum olur. Onlardaki nurlardan kendisinde hiç bir sey
zuhur etmez.

Ibn-i Atâ kuddise sirruh:

- Edeb nedir? sorusuna:

- Güzeldir, denilen seyleri kollamakdir.

- Bu nasil olur? denilince, buyurdular ki:

- Gerek âsikâr, gerek gizli, Yüce Allah'la olan muamelenin edebe dayanmasidir. Böyle oldun
mu (arabcayi hiç bilmeyen bir) âcemi de olsan edibsin.

- Yirmi sene bile çalisilsa, edeb ögrenilmeden ilim ögrenilmez.

Hayri Nisabûri kuddise sirruh, edebe çok önem verirlerdi.

- Muhabbet ehli, sevgi isinde, iyi niyete sahib oldukça edebleri artmaga baslar.

Abdülkadir Geylâni kuddise sirruh buyurur:

- Hizmet eden sonunda kendisi de hizmet edilen durumuna gelir. Itâat eden sonunda kendisi
de itâat olunan kisi seviyesine yükselir. Ikram eden sonunda ikram olunan kisi durumuna
gelir. Allah'a yaklasan yakinlasdirilir. Tevâzu gösteren yüceltilir. Kerem ve ihsan sahibi
olmaga gayret eden sereflendirilir. Güzel edeb sahibi olan, Allah'a yakinlasir. Güzel edeb,
seni Allah'a yakinlasdirir. Güzel edeb, Allah'a tâatdir. Çirkin davranislar ise ona karsi
günahkârlikdir.

Muzaffer Ozak Aşki Hazretleri

"- Ne kadarsa, ister az olsun ister çok olsun hepsi Ask-i Ilahi' dir. Hatta platonik askklarda, ve
sair, bir kadinin bir erkege olan askinda ,bu da Ask-i Ilahi' dir.Fakat sevdigi ona perde
olmustur.Birgün o perde aralanacak,Matluba, Maksuda ve Masuk-u Hakiki'ye nail
olunacaktir. Is ki sevsin, sevgi hissiyati bulunsun.Sevilsin. Sevmek kolay, sevilmek güçtür.
Asik olursa o ask atesiyle yanarsa, bir gün mutlaka masukuna erecektir."

"- Seher vakti kalkmis idim,bir ilkbahar sabahiydi,Bursa'nin gül bahçelerinde


bulunuyordum.Bülbüller gül dalina konmus, ilkbahar olmak münasebetiyle güle karsi
asklarini ilan ediyorlardi.Her sevilen naz ettigi gibi gül de bülbüle naz etmekteydi.Çünkü
masuk daima asika naz eder.Bazen kul da Allah'a naz eder,Allah da kula naz eder.Bunu böyle
görünce Allah'a dur,kiyam et,ve ona namazda hamdet dedim. Çünkü bu hakikati
görmüstüm,hakikati görünce buna karsi sükretmek lazimdi.ve sükrün de ancak bunun karsiligi
ibadet olabilirdi. Namaz bütün zikrin cemiiydi ve sükrün ifadesiydi.Onun için söyle namazda
Elhamdülillah dedim, sükret Allah'a hamdeyle dedim.Mücerred sükür ya Rabbi demek,bu
zikirdir. Lisanen, kelamdir bu,bunu fiilen göstermek lazimdi,güzelligin sükrünü nasil ifade
ederiz,iste Kur'an 'i hifz etmekle.Bize verilen malin sükrü nasil ifade edilir Allah'a karsi? Açi
doyurmakla, çiplagi giydirmekle olurdu bu is. Ask'in ifadesi neydi? Bunun sükrü neydi?
Böyle ilahi söylemekti. Bu hallen sükrümü ifade etmistim Allah'a."...

"Baktim herkes kosusuyorlar,asagi yukari herkes islerine gidiyor,çocuklari mektebe


gidiyor.Civil civil kuslar agaçlarda ötüyor,her sesten Alah'a hamdetmek duyulmakta,Allah'i
zikrediyor her nefes.Ama bu hamdin kimisi farkinda kimi degildi ama her nefes Allah'a
hamdediyordu ve Allah'a dogru kosuyorlardi.Bütün kainatta kosanlar, çalisanlar,
çabalayanlar, herkes, herkes herkes Allah'a kosmaktadir."

"Kur'an, kafirleri münkirleri korkutur, Allah'in azabinin oldugunu, Allah'in celali'nin


oldugunu haber verir ve tehdit eder. Tehdit etmesinin altinda da yine rahmet vardir.Bir baba
çocuguna "Senin gözünü çikaririm" dese, buna kendisi razi midir? Babanin ogluna olan
muhabbeti ve sefkati mahduttur.Allah'in Rahmeti'ne nihayet yoktur. Böyle rahmetlerin
rahmetine malik olan Allah hiç kuluna karsi bu sekilde muamele yapar mi? O bir Merhamet-i
Ilahidir ki onlari dogru yola getirir bu tehditle. Allah müminleri, iman edenleri, asik-i
sadiklari Kur'an müjdeler, tebrik eder, tesfik eder. Kainatta Hak'tan gayri bir nesne
yoktur.*Tebsirat-i Kur'an da kula rahmet, tenzil-i Kur'an da, yani Kur'an 'nin korkutmasi da
kula rahmet, ve ayni zaman da tebsirati da kula rahmettir.Allah güzeldir, daima O'ndan
güzellik gelir. Kerim'den kerem olunur zira Allah Kerim'dir,Allah Gafur'dur,kendine rücu
edenleri affeder,Allah Settar'dir; kullarin suçlarini örter,"

..."Ey güzeller güzeli olan Allah ve güzeli seven Allah; Askini bize sun. Askinla kalplerimizi
nurlandir.Yüzlerimizi sürurlandir, bize askini tattir, cemalini göster. Her taraf senin
cemalinden baska birsey degildir. Ama cemalinden hicabi gider ki görelim; sana erelim, seni
bulalim, seninle bulusalim, mazhar-i zat olalim, seviselim Seninle ya Rab! Sen istedigini
istedigne verir, istedigini istediginden alirsin. Galip Sensin, bu alemde Müstakil ile Malik
gene Sensin. Seni zikredeni sen zikredersin.Seni seveni Sen seversin. Sana yürüyerek gelene,
sen kosarak gidersin, istegini verirsin,mahrum etmezsin. Biz kul iken evimize gelene ikram
ederiz, Sen padisahlar padisahisin; Rahmansin, Rahimsin, Gaffarsin, Cemilsin,
Latifsin...Hasa! Senin kapina iltica edeni kapindan bos çevirir misin? Elbet çevirmezsin. Ya
Rab! Kapina geldik. Boyunumuzu büktük..Insanligi tevhid altinda cem eyle. Adaveti,
gider,düsmanligi muhabbete çevir. Ancak Kadir olan Sensin. Sana açilan elleri, Seni zikreden
dilleri Seni seven gönülleri mahrum etmezsin. Kapina geldik, boyunumuzu büktük, elimizi
açtik... Ey Sevgili! Ey Mahbub! Ey Maksud! Ey Allah! Bizi Askinla taltif et. Basimiza
muhabbet tacini, kalbimize ask ilacini, gönlümüze askin tacini baz et ve gönlümüzden askini
çikarma. Ask bizim rizkimiz. Onsuz yasayamayiz. Bizi mahrum etme ya Rab! Bizi kapindan
mahrum çevirme! Amin.

- Amin!"

"- Hilkat itibari ile ve ailemin de dindar bir aile olmak münasebetiyle, babamin vefatinda
babanmin arkadasi olan bir mürside babam beni vasiyet etti. O zatin terbiyesinde yetistim.Alti
yasindayken Kur'an-i Kerim'i okumasini ögrendim.Yedi yasina vardigim vakit daha birçok
sureleri ezberledim bu arada da o zat-i akdes'in yani mürsidim olan o zatin terbiyesini
gözlerimle görüyor onun bana yapmis oldugu muameleden ders aliyordum fakat bu ders
aldigimin farkinda degildim.Kur'an-i Kerim lisan bakimindan fesahat belagat bakimindan
arapçadir,arabi lisandir fakat mana bakimindan Allah'cadir.Bütün kütübüs semavi yani semavi
kitaplar da ayni durumdadir.Zahirde lisanen, fesahat, belagat bakimindan ibranicedir mesela
Tevrat fakat mana bakimindan Allah'cadir,Incil de böyledir. Allah ile aralari iyi olanlar
semavi kitaplari anlayabilirler, eger kalplersinde Hak korkusu Hak muhabbeti olmazsa o
kitaplar onlara söylemez.Bu kitabi da ögrenmek için biraz o lisandan çalismak lazim
geliyordu, arapçaya çalistim.Bir taraftan da medeni mekteplere devam ediyordum.Bu aralik
askeri mektebe girmeyi tasavvur ettim,düsündü.Annem beni asker yapmak istiyordu.Zira
sülalemiz iki tarafa yürüyordu; ana tarafim seyhti,Halveti seyhiydi Bulgaristan,Yanbolu
vilayetinin Halveti seyhi Seyyid Hüseyin Efendiydi.Bulgaristan,Osmanli Imparatorlugu
dahilinde iken dedelerimiz orada halki irsad etmislerdi.Baba tarafim da askerdi.Annem beni
asker yapmak istiyordu çünkü fakir haldeydik,bu aralik karsima bir efendi çikti, bu efendi
anneme rüyada göründü dedi ki. "Bunu asker yapma bunu manevi asker yap." Ve bu zat
benimlen mesgul oldu;ben dersten kaçsam,çocukluk hasebiyle, beni kovalar,beni takip eder ve
beni bulur, muhakkak surette gündüz ve gecede mutlaka birsey bana ögretmeye
çalisirdi.Zaten benim terbiyemle mesgul olan zat ölmüstü.Bu zat benimlen mesgul oldu ve
bana arapçayi,Kur'an 'iin manasini ve hadisleri talim etti ve Ibn-i Arabi'den kitaplar okuttu.
Gecelerden bir gece bir rüya gördüm,o rüya içerisinde bir zat-i mübareki gördüm fakat ben bu
zati hiç tanimiyordum.Ertesi günü bu zat benim ticarethanemin önünden geçti.Ben o zati
görünce, "Bu adami ben bu gece rüyamda gördüm, bunda bir is var dedim fakat dedim ki eger
bu bir manevi bir bagliliksa, o zat bana müracaat etsin ." Bu niyeti yaptim.Iki gün sonra gene
bir rüya gördüm gene ayni zati gördüm.Iki gün sonra baska bir rüya gördüm,gene o zat benim
dükkanim önünden geçti.Gene dedim ki bu zata ben teslim olmayacagim ancak o bana gelip
müracaat ederse teslim olacagim.Sonra o zat asagi dogru gidiyordu, ben dükkanin camindan
onu takip ettim,dükkandan iki yüz adim kadar ayrildiktan sonra durdu ve ters yöne döndü,
dükkanima geldi, dükkanimdan içeri basini soktu, Hala iman etmeyecek misin diye bana
söyledi. Derhal ellerine yapistim ve onu dükkanima aldim ellerini öptüm bana inabe etti yani
beni dervislige kabul etti. Artik nazariyle gördügüm dersleri Ilm-el Yakin, Ayn-el Yakin,
Hakk-el Yakin görmeye basladim.Insanlarin ne gizli bir hazine oldugunu nice, Allah'in
esrariyla yüklü oldugunu ögrendim. Bu zatla temasimiz on üç sene gibi bir zaman oldu. On üç
sene sonra bu zat göçtü. Tabii benim gibi nice ihvan-i yarani vardi ki ben istihare ettim bunun
yerine kim kaim olacak, ona ibtida edeyim diye, beni Nureddin Cerrahi Seyhi Seyyid Ibrahim
Fahreddin Efendi'ye rüya aleminde gönderdiler,oraya git dediler. Halbuki Istanbul
Kadirhanesi beni oraya halife yapmak istiyordu. Ben rüya alemiyle,mana alemiyle Fahreddin
Efendi'ye gittim, dervis oldum.Bir tarafta halife olacaktim,halifeligi, rüyayla oldugu için
emirle, maneviyatta gittim Fahreddin Efendi' ye dervis oldum.Bir müddet sonra da seyhimin
gördügü seyr-i süluku bende zuhura geldiginden dolayi, seyhim beni hayatindayken kendisine
halife tayin etti. Vefatindan sekiz ay evvel postuna beni oturttu. En büyük kerametinden bir
tanesi de "Dil agah ile bütün cihanda bilinesin" diye bana dua etti ki, beni bes kitada
tanirlar .Duasinin müstecab oldugunu görmekteyim, kerametini riza etmekteyim.

"- Amerika halkinin Allah'a karsi muhabbeti bizi mesrur etti. Hayatimin en güzel günlerini, en
güzel demlerini yasamaktayim. Bu zikirlerin insanligi necata götüren bir vasita olmasini
Allah'tan temenni ediyorum. Insanlarin birbirine nefretini kaldirmasini, insanlari
tevhidte,darlikta, birlikte toplamasini ve tevhid sarabini nus etmelerini Allah' tan niyaz
ediyorum."
(Allah iki cihanda beraber eylesin)

*Muzaffer Ozak - Video

http://video.google.com/videoplay?docid=3270291770871921882

http://video.google.com/videoplay?docid=-1957451040544880690

Bir çok mealden ve tefsirden seçilmiş ayetler

*
VARLIGI HER TÜRLÜ SÜPHENIN ÜSTÜNDEDIR
(burada kiyamet gününe isaret edilmistir
fakat Allahin varligi içinde ayni sey geçerlidir "Allah vardir" ayeti gibi…)
*
NEREDE OLURSANIZ ALLAH SIZINLE BERABERDIR
*
BÜTÜN IYILIKLER ALLAHTANDIR
*
KÖTÜLÜGÜDE IYILIGIDE YARATANDIR
*
BÜTÜN IYILIKLER ALLAHTAN BÜTÜN KÖTÜLÜKLERDE NEFSINIZDENDIR
*
NEFSINIZE UYMAYINIZ
*
ALLAHIN GÜNAHLARI BILMESI YETMEZMI
*
ALLAH AZABINI INDIRSE YA DERLER.BAK IYILIKTEN ÖNCE KÖTÜLÜGÜ
ISTIYORLAR.
*
ALLAH MELEKLERI PEYGAMBERLERI VE ILIM SAHIPLERI ONUN TEK BIR ILAH
OLDUGUNA SAHITTIRLER
*
ÇOKÇA BAGISLAYANDIR
*
ALLAH ÇOGU GÜNAHLARI BAGISLAR ÇOGUNU YOK SAYAR BAZISININDA
CEZASINI VERIRKI ANLASINLAR
*
O GÜN INSANLAR ÜÇE AYRILIR CENNETLIKLER CEHENNEMLIKLER VE
ALLAHA YAKIN OLANLAR
*
MUSA ALLAHA SENI GÖREYIM DEDI ALLAHDA SEN BENI GÖREMEZSIN SU
DAGA BAK DEDI.ALLAH O DAGA TECELLI EDINCE DAG PARAMPARÇA OLDU
MUSA BAYILDI.
*
AYILINCA BEN SENI NOKSANLIKTAN TENZIH EDERIM DEDI.
*
ONLAR BÜTÜN INSANLARI AFFEDERLER
*
KISAS SIZE FARZ KILINDI.FAKAT BAGISLARSANIZ BU SIZIN IÇIN DAHA
HAYIRLIDIR.
*
SARHOS EDICI SEYLERDE SIZIN IÇIN FAYDALAR VARDIR.FAKAT ZARARI
FAYDASINDAN ÇOKTUR
*
ONLAR CENNETE YAKINDIRLAR
*
VE O KIMSELER KI, IMAN ETILER VE IYI ISLER YAPTILAR ELBETTE ONLARIN
KÖTÜLÜKLERINI -AF ILE- ÖRTERIZ VE ELBETTE ONLARI ISLEMIS OLDUKLARI
SEYIN EN GÜZELI ILE MÜKÂFATLANDIRIRIZ.
*
DE KI: EY NEFISLERI ALEYHINE HADDI ASAN KULLARIM!. ALLAH'IN
RAHMETINDEN ÜMIT KESMEYINIZ. SÜPHE YOK KI, ALLAH BÜTÜN GÜNÂHLARI
BAGISLAR. MUHAKKAK KI, O -EVET..- O, ÇOK BAGISLAYICIDIR, ÇOK
ESIRGEYICIDIR.
*
VE O, O) KERIM ZAT (TIR KI: RÜZGÂRLARI RAHMETININ ÖNÜNDE MÜJDECI
OLARAK GÖNDERDI VE GÖKTEN TERTEMIZ BIR SU INDIRDIK.
*
IMDI ALLAH TEÂLÂ'DAN BIR RAHMET SEBEBIYLEDIR KI, ONLARA YUMUSAK
DAVRANDIN, VE EGER SEN ÇIRKIN HUYLU, KATI YÜREKLI OLSAYDIN,
ELBETTE ETRAFINDAN DAGILIRLARDI. ARTIK ONLARI AFFET, ONLAR IÇIN AF
TALEBINDE BULUN, VE ONLAR ILE EMR HUSUSUNDA MÜSAVERE YAP. SONRA
AZMETTIGIN ZAMAN DA ALLAH TEÂLÂ'YA TEVEKKÜL ET. SÜPHE YOK KI,
ALLAH TEÂLÂ TEVEKKÜL EDENLERI SEVER.
*
NE ZAMAN KI, IBRAHIM'DEN KORKU GIDIVERDI VE KENDISINE MÜJDE GELDI.
LÛT KAVMI HAKKINDA BIZIMLE MÜCADELEDE BULUNUR OLDU.
*
SÜPHE YOK KI. IBRÂHIM ELBETDE PEK YUMUSAK HUYLU, ÇOK BAGRI YANIK,
VE KENDISINI ALLAH'A VERMIS BIRI IDI.
*
EY IBRAHIM!. BU MÜCADELEDEN VAZ GEÇ. SÜPHE YOK KI, ARTIK RAB'BIN
EMRI GELMISTIR. VE MUHAKKAK KI, ONLARA GERI ÇEVRILMEZ BIR AZAP
MUTLAKA GELECEKTIR.
*
ARTIK SENINLE MÜCADELEDE BULUNURLARSA DE KI: BEN NEFSIMI ALLAH
TEÂLÂ'YA TESLIM ETTIM, BANA TABI OLANLAR DA. VE KENDILERINE KITAP
VERILMIS OLANLAR ILE ÜMMÎLERE DE DE KI: ISLÂMIYETI KABUL ETTINIZ MI?
EGER ISLÂMIYETI KABUL ETMISLER ISE SÜPHESIZ HIDAYETE ERMISLERDIR
VE EGER KAÇINIRLARSA SENIN ÜZERINE LÂZIM GELEN ANCAK TEBLIGDIR.
ALLAH TEÂLÂ ISE KULLARI BÜSBÜTÜN GÖRÜCÜDÜR.
*
VE EHLI KITAP ILE EN GÜZEL YOLDAN BASKASIYLA MÜCADELE ETMEYIN.
ONLARDAN ZULMEDENLER ISE MÜSTESNÂ, VE DEYINIZ KI: BIZE INDIRILMIS
OLANA VE SIZE INDIRILMIS OLANA BIZ ÎMÂN ETTIK VE BIZIM ILÂHIMIZ ILE
SIZIN ILAHINIZ BIRDIR VE BIZ ANCAK ONA TESLIM OLMUS OLANLARIZ.
*
BUYURUR KI: HUZURUMDA ÇEKISMEYIN, BEN SIZE ÖNCEDEN VEÎD
GÖNDERMIS IKEN
*
ANCAK O KIMSELER KI: IMAN ETTILER, VE SÂLIH SÂLIH AMELLERDE
BULUNDULAR VE BIRBIRLERINE HAKKI TAVSIYEDE VE SABRI TAVSIYEDE
BULUNDULAR, ONLAR MÜSTESNÂ.
*
SONRA DA ÎMAN ETMIS OLANLARDAN VE BIRBIRLERINE SABIR TAVSIYE
EDENLERDEN VE MERHAMETI TAVSIYEDE BULUNANLARDAN OLMAKTIR.
*
DE KI: GELINIZ, RAB'BINIZIN, ÜZERINIZE NELERI HARAM KILMIS OLDUGUNU
OKUYAYIM: ONA HIÇBIR SEYI SERIK KOSMAYINIZ, VE ANA ILE BABAYA
IYILIK EDINIZ. VE ÇOCUKLARINIZI YOKSULLUKTAN DOLAYI ÖLDÜRMEYINIZ.
SIZI DE ONLARI DA BIZ RIZIKLANDIRIRIZ. VE KÖTÜLÜKLERE, ONLARDAN
AÇIKÇA OLANA DA, GIZLICE OLANA DA YAKLASMAYINIZ, VE ALLAH
TEÂLÂ'NIN HARAM KILDIGI HERHANGI KIMSEYI DE ÖLDÜRMEYINIZ, HAK ILE
OLAN MÜSTESNÂ. ISTE BUNLAR ILE SIZE TAVSIYEDE BULUNMUSTUR. TÂKI
AKILLICA DÜSÜNESINIZ.
*
ALLAH TEÂLÂ KI, ONDAN BASKA BIR MABUT YOKTUR. HAYY VE KAYYUM
OLAN ODUR. ONU NE UYUKLAMA NE DE UYKU TUTMAZ. GÖKLERDE NE
VARSA YERDE NE VARSA HEP ONUNDUR. ONUN IZNI OLMAKSIZIN ONUN
YANINDA SEFAAT EDECEK OLAN KIMDIR?. O YARATIKLARININ GEÇMISLERI
VE GELECEKLERI NE VARSA HEPSINI BILIR. VE ONUN YARATIKLARI ONUN
DILEDIGINDEN BASKA ONUN MALUMATINDAN BIR SEYI KAVRAYAMAZLAR.
ONUN KÜRSÜSÜ GÖKLERDEN VE YERDEN DAHA GENISTIR. GÖKLERIN VE
YERIN KORUNMASI ONA AGIR GELMEZ. VE EN YÜCE VE EN ULU OLAN DA
ANCAK ODUR...
*
O -YÜCE ALLAH- ONLARIN DEDIKLERINDEN ÇOK MÜNEZZEHTIR, ULUDUR. VE
SON DERECE YÜCEDIR, BÜYÜKTÜR.
*
VE ALLAH TEÂLÂ IÇIN CINLERI ORTAK KILDILAR. HALBUKI, ONLARI DA O
YARATMISTIR. VE CENAB'I HAK'KA BILGISIZCE OGULLAR VE KIZLAR
UYDURDULAR, ONUN ILÂHÎ VARLIGI ISE VASF ETTIKLERINDEN UZAKTIR,
YÜCEDIR.
*
GÖKLERDE NE VARSA VE YERDE NE VARSA O'NUN IÇINDIR. VE O, ÇOK
YÜCEDIR, ÇOK BÜYÜKTÜR.
*
O- GÖKLERI VE YERI YARATAN, SIZIN IÇIN KENDI CINSINIZDEN ESLER
KILMISTIR, HAYVANLARDAN DA ÇIFTLER -YARATMISTIR- BU SÛRETLE
ÇOGALMANIZI SAGLAMISTIR. ONUN MISLI GIBI BIR SEY YOKTUR VE O
HAKKIYLA ISITICIDIR, GÖRÜCÜDÜR.
*
VE BIR INSAN IÇIN DOGRU DEGILDIR KI, ALLAH ONUNLA KONUSSUN. ANCAK
VAHY ILE VEYA BIR PERDE ARKASINDAN -SÖZLE- VEYAHUT BIR ELÇI
GÖNDEREREK KENDI IZNIYLE DILEDIGINI VAHY ETTIRMESI ILE -OLAN
KONUSMA- MÜSTESNÂ. SÜPHE YOK KI, O, PEK YÜCEDIR, ÇOK HIKMET
SAHIBIDIR.
*
ARTIK AZIM RABB'ININ ISMIYLE TESBIHTE BULUN.
*
ALLAH TEÂLÂ, KENDISINDEN BASKA BIR ILÂH BULUNMADIGINA ADÂLETLE
KAIM OLARAK SAHITLIK ETMISTIR. MELEKLER DE, ILIM SÂHIPLERI DE -
SAHITLIKTE BULUNMUSLARDIR.- O AZIZ, HAKÎMDEN BASKA ASLA BIR ILÂH
YOKTUR.
*
isa-EGER ONLARA AZAP EDERSEN SÜPHE YOK KI, ONLAR SENIN KULLARINDIR.
VE EGER ONLARI BAGISLARSAN YINE SÜPHESIZ KI, AZIZ OLAN, HAKIM OLAN
ANCAK SENSIN.
*
VE MUHAKKAK O'DUR KI, GÜLDÜRDÜ VE AGLATTI.
*
VE YEMEK YEDIRIRLER, ONU SEVDIKLERI HALDE YOKSULLARA VE
YETIMLERE VE ESIR OLANLARA.
*
SÜPHE YOK BIZ, ALLAH RIZASI IÇIN YEDIRIYORUZ, SIZDEN NE BIR MÜKÂFAT
VE NE DE BIR TESEKKÜR ISTEMIYORUZ -DERLER-.
*
ARTIK ALLAH, ONLARI O GÜNÜN SERRINDEN KORUMUSTUR. VE ONLARA BIR
GÜZELLIK VE BIR SEVINÇ, VERMISTIR.
*
VE SIZ DILEYEMEZSINIZ, MEGER KI: ALLAH DILEYECEK OLSUN. SÜPHE YOK
KI, HAKKIYLA BILEN, HAKÎM OLAN, ANCAK ALLAH'TIR.
*
DOYURANDIR DOYMAYANDIR
*
GÖZLER ONU- GÖRÜP- IDRÂK EDEMEZ. O ISE BÜTÜN GÖZLERI IDRÂK EDER. VE
ESYAYI PEK IYI BILEN, HERSEYDEN HABERDARDIR.
*
VE ÜÇ KISIYE DE KI: GERI BIRAKILMISLARDI, HATTÂ YERYÜZÜ GENISLIGIYLE
BERABER ONLARIN ÜZERINE DAR GELMISTI. KALPLERI KENDILERINE
DARLASMISTI VE ALLAH TEÂLÂ'YA SIGINMADAN BASKA ONDAN SIGINACAK
BIR SEY BULUNMADIGINI ANLADILAR. SONRA ONLARA TÖVBEKÂR
OLMALARI IÇIN TÖVBE NASIP BUYURDU. SÜPHE YOK KI, ALLAH TEÂLÂ'DIR,
TÖVBELERI EN ÇOK KABUL EDEN, ÇOK MERHAMETLI OLAN ANCAK, O'DUR.
*
VE SONRAKILER ARASINDA BENIM IÇIN IYILIKLE ANILMAYI NASIP KIL.
*
SEN KÖTÜLÜGÜ EN GÜZEL SEKILDE SAV GÖRÜRSÜNKI ARANDA KÖTÜLÜK
OLAN KISI SANKI YAKIN BIR DOST KESILIVERMIS
*
SONRA -O KADINLAR:- IDDETLERINI DOLDURMAYA YAKLASTIKLARI VAKIT
ARTIK ONLARI GÜZELLIKLE TUTUN VEYA GÜZELLIKLE ONLARDAN AYRILIN
VE SIZDEN IKI ADALET SAHIBINI DE SAHIT TUTUN VE SAHADETI ALLAH IÇIN
DOGRUCA ÎFA EDIN, ISTE SIZE BU -BILDIRILEN, BIR SEYDIR KI- BUNUNLA
ALLAH'A VE ÂHIRET GÜNÜNE ÎMAN EDEN KIMSEYE ÖGÜT VERILIR VE HER
KIM ALLAH'TAN KORKARSA ONUN IÇIN BIR ÇIKIS YERI NASIP EDER.
*
IÇINIZDEKI BAZI MÜNAFIKLARADA IMANI NASIP EDECEGIZ
*
HENÜZ AFDILEYEBILECEKLERI BIR ZAMAN VARKEN ALLAH ONLARA AZAP
EDECEK DEGILDIR
*
ALLAH ONLARIN IÇINDE IYILIGE KARSI BIR MEYIL GÖRSEYDI AZAP EDECEK
DEGILDI
*
ALLAHIN RAHMETINDEN SAPITMISLARDAN BASKASI ÜMIDINI KESMEZ
*
IYILIK -TAKVA- YÜZLERINIZI DOGU VE BATI TARAFINA ÇEVIRMENIZ
DEGILDIR. FAKAT, IYILIK, O KIMSENIN IYILIGIDIR KI: ALLAH'A, AHIRET
GÜNÜNE, MELEKLERE, KITAPLARA, PEYGAMBERLERE ÎMAN ETMIS OLUR. VE
MALINI SEVE SEVE AKRABALARA, YETIMLERE, YOKSULLARA, YOLCULARA,
DILENENLERE VERIR. VE KÖLELERI AZAT ETMEK HUSUSUNDA SARFEDER. VE
NAMAZINI KILAR, ZEKÂTINI VERIR. BIR DE ANLASMA YAPTIKLARI ZAMAN
AHIDLERINI YERINE GETIRIRLER VE IHTIYAÇ, HASTALIK, VE SIDDETLI SAVAS
HALLERINDE DE SABIRLI BULUNURLAR. ISTE SADIK OLANLAR ONLARDIR.
TAKVA SAHIBI OLANLAR DA ONLARDAN IBARETTIR.
*
VE ALLAH YOLUNDA HARCAYINIZ. VE KENDI NEFISLERINIZI TEHLIKEYE
DÜSÜRMEYINIZ. VE IYILIKTE BULUNUNUZ. SÜPHE YOK KI ALLAH TEÂLÂ
IYILIK EDENLERI SEVER.
*
ALLAH TEÂLÂ BIR KIMSEYE GÜCÜNDEN BASKASINI TEKLIF BUYURMAZ.
HERKESIN KAZANDIGI IYILIK KENDI LEHINEDÎR. VE KAZANDIGI KÖTÜLÜK DE
KENDI ALEYHINEDIR. EY RABBIMIZ!.. EGER UNUTTUK ISE VEYA HATÂ ETTIK
ISE BIZI SORUMLU TUTMA. EY RABBIMIZ!. VE BIZE BIZDEN EVVELKILERE
YÜKLEMIS OLDUGUN GIBI AGIR YÜK YÜKLEME. EY RABBIMIZ!. BIZIM IÇIN
KENDISINE TAKAT BULUNMAYAN BIR SEY DE YÜKLEME. VE BIZDEN AF
BUYUR VE BIZIM IÇIN MAGFIRET BUYUR VE BIZLERE MERHAMET KIL, SEN
BIZIM MEVLÂMIZSIN. ARTIK KÂFIRLER OLAN KAVIM ÜZERINE BIZLERE
YARDIM ET.
*
SÜPHE YOK KI, ALLAH TEÂLÂ ZERRE KADAR ZULUM ETMEZ. VE EGER BIR
IYILIK OLURSA ONU KAT KAT ARTTIRIR VE KENDI TARAFINDAN BÜYÜK BIR
MÜKÂFAT DA VERIR.
*
SONRA YEMINLERINI BOZMALARI SEBEBIYLE ONLARA LÂNET ETTIK, VE
KALBLERINI KASKATI YAPTIK, ONLAR KELIMELERI YERLERINDEN
DEGISTIRIYORLAR. VE KENDILERINE ÖGRETILEN SEYLERDEN BIR NASIB
ALMAYI DA UNUTMUS BULUNURLAR. VE ONLARDAN BIR AZI MÜSTESNÂ
OLMAK ÜZERE DAIMA BIR HAINLIK GÖRÜRSÜN. BUNUNLA BERABER
ONLARDAN AFFET, ALDIRIS ETME. SÜPHE YOK KI, ALLAH TEÂLÂ IYILIK
EDENLERI SEVER.
*
HER KIM BIR IYILIK ILE GELIRSE KENDISI IÇIN ONUN ON MISLI VARDIR. VE
HER KIM BIR KÖTÜLÜK ILE GELIRSE O ANCAK ONUN MISLI ILE
CEZALANDIRILIR. VE ONLAR ZULME UGRAMAZLAR.
*
VE ONLARI YERYÜZÜNDE GURUP GURUP ÜMMETLER KILDIK. ONLARDAN IYI
KIMSELER VARDIR. VE ONLARDAN BUNDAN ASAGIDA OLAN KIMSELER DE
VARDIR. VE ONLARI IYILIKLERLE VE KÖTÜLÜKLERLE IMTIHAN ETTIK, TÂKI
-KÖTÜLÜKLERINDEN- DÖNÜVERSINLER.
*
VE NAMAZI GÜNDÜZÜN IKI TARAFINDA VE GECEDEN VE GÜNDÜZE YAKIN
SAATLERDE DOSDOGRU KIL. SÜPHE YOK KI, IYILIKLER, KÖTÜLÜKLERI
GIDERIR. BU, GÜZELCE DÜSÜNENLER IÇIN IYI BIR ÖGÜTDÜR.
*
VE ONLAR KI, RAB'LERININ RIZASINI ISTEYEREK SABRETMISLERDIR VE
NAMAZI DOGRUCA KILMISLARDIR VE KENDILERINE RIZIKLANDIRDIGIMIZ
SEYLERDEN GIZLICE VE AÇIK OLARAK HARCAMADA BULUNMUSLARDIR VE
KÖTÜLÜGÜ IYILIK ILE SAVARLAR, ISTE ONLAR IÇIN BU DÜNYADA IYI BIR
ÂKIBET VARDIR.
*
VE SAKINANLARA DENILDI KI: RAB'BINIZ HANGI SEYI INDIRMISTIR?. DEDILER
KI: HAYIR, BU DÜNYADA IYILIK EDENLER IÇIN IYILIK VARDIR VE AHIRET
YURDU ISE ELBETTE DAHA HAYIRLIDIR VE TAKVA SAHIPLERININ YURDU ISE
NE GÜZELDIR!.
*
DEDI KI: EY KAVMIM!. NE IÇIN IYILIKTEN EVVEL KÖTÜLÜGÜ ACELE
ISTIYORSUNUZ?. ALLAH'TAN AF DILEMELI DEGIL MISINIZ?. OLABILIR KI,
RAHMETE KAVUSURSUNUZ.
*
ONLAR IÇIN RAB'LERININ KATINDA DILEDIKLERI VARDIR. BU ISE IYILIK
EDENLERIN MÜKÂFATIDIR.
*
RAB'LERININ KENDILERINE VERDIGINI ALICIDIRLAR. MUHAKKAK KI, ONLAR
BUNDAN EVVEL IYILIK EDEN ZÂTLAR OLMUSLARDIR.
*
ALLAH, SIZINLE DIN HUSUSUNDA SAVASTA BULUNMAMIS VE SIZI
YURDUNUZDAN ÇIKARMAMIS KIMSELERE IYILIK ETMENIZDEN VE ONLARA
ADALETTE BULUNMANIZDAN SIZI MENETMEZ. SÜPHE YOK KI: ALLAH,
ADALETTE BULUNANLARI SEVER.
*
KIMDIR O KIMSE KI. ALLAH IÇIN GÜZEL BIR ÖDÜNÇ ILE ÖDÜNÇTE BU-LUNUR,
ALLAH TEÂLÂ DA ONA KAT KAT FAZLASIYLA IHSAN BUYURUR. VE ALLAH
TEÂLÂ SIKAR VE AÇAR VE ONA DÖNDÜRÜLECEKSINIZDIR.
*
ISTE ONLARIN MÜKÂFATLARI BAGISLANMADIR. VE ALTLARINDAN
IRMAKLAR AKAR CENNETLERDIR. ONLAR ORADA EBEDÎ KALICILARDIR. VE
NE GÜZELDIR BÖYLE AMEL EDENLERIN MÜKÂFATI!.
*
ARTIK ALLAH TEÂLÂ DA ONLARA HEM DÜNYA NÎMETINI, HEM DE AHIRET
SEVABININ GÜZELLIGINI VERDI. VE ALLAH TEÂLÂ GÜZEL DAVRANANLARI
SEVER..
*
ONLAR KI, INSANLAR ONLARA: HALK SIZIN IÇIN -KUVVET, TOPLADILAR,
ARTIK O DÜSMANLARDAN KORKUNUZ DEDILER DE BU ONLARIN IMÂNINI
ARTTIRDI VE ALLAH TEÂLÂ BIZLERE KÂFIDIR VE NE GÜZEL VEKILIDIR,
DEDILER.
*
ARTIK RABBI KERIMLERI ONLARA SÖYLE KARSILIK VERDI KI! BEN SIZDEN
GEREK ERKEK VE GEREK KADIN BIR AMEL EDININ AMELINI ZAYI KILMAM.
BAZINIZ BAZINIZDANSINIZ. IMDI HICRET ETMIS OLANLAR VE YURTLARINDAN
ÇIKARILMIS BULUNANLAR VE BENIM YOLUMDA EZIYETE UGRAYANLAR VE
SAVASTA BULUNAN VE ÖLDÜRÜLENLER YOK MU, ELBETTE ALLAH KATINDA
BIR SEVAP OLMAK ÜZERE ONLARIN SUÇLARINI ÖRTECEGINI VE ELBETTE
ONLARI ALTLARINDAN IRMAKLAR AKAN CENNETLERE SOKACAGINI VE
GÜZEL MÜKÂFAT ISE ALLAH TEÂLÂ KATINDADIR.
*
DINDE ZORLAMA YOKTUR. DOGRULUK, SAPIKLIKTAN IYICE AYRILMISTIR.
ARTIK HER KIM SEYTANA KÜFREDER. ALLAH TEÂLÂ'YA ÎMANDA BULUNURSA
KOPMASI BULUNMAYAN BIR KULPA YAPISMIS OLUR VE ALLAH TEÂLÂ
ISITENDIR, BILENDIR...
*
ARTIK SENINLE MÜCADELEDE BULUNURLARSA DE KI: BEN NEFSIMI ALLAH
TEÂLÂ'YA TESLIM ETTIM, BANA TABI OLANLAR DA. VE KENDILERINE KITAP
VERILMIS OLANLAR ILE ÜMMÎLERE DE DE KI: ISLÂMIYETI KABUL ETTINIZ MI?
EGER ISLÂMIYETI KABUL ETMISLER ISE SÜPHESIZ HIDAYETE ERMISLERDIR
VE EGER KAÇINIRLARSA SENIN ÜZERINE LÂZIM GELEN ANCAK TEBLIGDIR.
ALLAH TEÂLÂ ISE KULLARI BÜSBÜTÜN GÖRÜCÜDÜR.
*
VE HEPINIZ ALLAH TEÂLÂ'NIN IPINE SIMSIKI SARILINIZ VE BIRBIRINIZDEN
AYRILMAYINIZ. VE ALLAH TEÂLÂ'NIN ÜZERINIZDE OLAN NÎMETINI DE
HATIRLAYINIZ KI, SIZ BIRBIRINIZE DÜSMANLAR IKEN SONRA ALLAH TEÂLÂ
KALPLERINIZI BIRLESTIRDI DE ONU NÎMETI SEBEBIYLE KARDESLER
OLUVERDINIZ VE SIZLER ATESTEN BIR ÇUKUR KENARINDA IKEN SIZI ONDAN
ÇEKIP KURTARDI. ISTE ALLAH TEÂLÂ ÂYETLERINI SIZLERE AÇIKLAR, TÂKI
HIDAYETE EREBILESINIZ.
*
VE RAB'BINIZDEN SIZIN IÇIN INDIRILMIS OLANIN EN GÜZELINE TÂBI OLUNUZ,
SIZE, SIZ FARKINDA OLMADIGINIZ HÂLDE ANSIZIN AZAP GELMEDEN EVVEL.
*
O GÜNDE KI, BU YER BASKA BIR YERE DEGISTIRILIR, GÖKLERDE. BIR VE
GÜCÜNE KARSI DURULMAZ OLAN ALLAH TEÂLÂ'NIN HUZURUNA ÇIKMIS
OLURLAR.
*
EGER ALLAH ÇOCUK EDINMEK ISTESE IDI, ELBETTE YARATTIGINDAN
DILEDIGINI SEÇIVERIRDI. O BUNDAN UZAKTIR, O TEK VE KAHHAR OLAN
ALAH'TIR.
*
VE ÇIMEN VE AGAÇ SECDE EDERLER.
*
VE ONLAR KI, RAB'LERININ RIZASINI ISTEYEREK SABRETMISLERDIR VE
NAMAZI DOGRUCA KILMISLARDIR VE KENDILERINE RIZIKLANDIRDIGIMIZ
SEYLERDEN GIZLICE VE AÇIK OLARAK HARCAMADA BULUNMUSLARDIR VE
KÖTÜLÜGÜ IYILIK ILE SAVARLAR, ISTE ONLAR IÇIN BU DÜNYADA IYI BIR
ÂKIBET VARDIR.
*
ISTE AHIRET YURDU, BIZ ONU YERYÜZÜNDE NE BÖBÜRLENMEK VE NE DE
BOZGUNCULUK ÇIKARMAK ISTEMEYEN KIMSELERE VERIRIZ VE ÂKIBET,
TAKVA SAHIPLERI IÇINDIR.
*
ALLAH TEÂLÂ MÜMINLERI DÜNYA HAYATINDA DA, AHIRETTE DE SAGLAM
SÖZLE SAPASAGLAM TUTAR VE ALLAH TEÂLÂ ZÂLIMLERI SAPIKLIGA
DÜSÜRÜR VE ALLAH TEÂLÂ DILEDIGINI YAPAR.
*
DE KI: YERDE YÜRÜYÜNÜZ DE BIR BAKINIZ KI: YARATMAYA NASIL
BASLAMIS. ALLAH TEÂLÂ SONRA DA AHIRET HAYATINI MEYDANA
GETIRECEKTIR. SÜPHE YOK KI ALLAH TEÂLÂ, HER SEY ÜZERINE FAZLASIYLA
KADIRDIR.
*
VE O GÜNKI, ONLARI HEP TOPLANILMIS OLDUKLARI HÂLDE HASREDECEKTIR,
SONRA MELEKLERE DERKI: YA SUNLAR SIZE MI TAPAR OLMUSLARDIR?.
*
MELEKLER DE -DIYECEKLERDIR KI, YARABBI!.- SENI TENZÎH EDERIZ. BIZIM
VELÎMIZ, ONLAR DEGIL SENSIN. HAYIR.. ONLAR CINLERE TAPAR
OLMUSLARDI. ONLARIN BIRÇOKLARI ONLARI IMÂN EDICILER IDI.
*
EVLENMEGE -ÇARE- BULAMAYANLAR DA ALLAH KENDILERINI LÜTUFUNDAN
ZENGIN KILINCAYA DEGIN IFFETLERINI KORUSUNLAR VE ELLERINIZIN SAHIP
OLDUGU KIMSELERDEN MÜKATEBE YAPMAK ISTEYENLER OLUNCA DA EGER
ONLAR DA BIR HAYIR BILMIS ISENIZ ONLARI KITABETE KAYDEDIVERIN VE
ALLAH'IN SIZE VERDIGI MALLARDAN ONLARA VERINIZ. VE GENÇ
CARIYELERINIZ IFFETLERINI KORUMAK ISTERLERSE DÜNYA HAYATININ
GEÇICI METAINI DILEYEREK FUHSA SEVKETMEYINIZ. VE HER KIM ONLARI
ZORLARSA SÜPHE YOK KI, ALLAH ONLARIN ZORLANMALARINDAN SONRA DA
ÇOK BAGISLAYAN, PEK ESIRGEYENDIR.
*
DE KI: RABBIM ANCAK KÖTÜ SEYLERI, ONLARDAN AÇIK OLANI DA GIZLICE
YAPILANI DA VE HER TÜRLÜ GÜNAHI VE HAKSIZ YERE TECÂVÜZÜ VE ORTAK
KOSMAYA DÂIR HIÇBIR DELIL INDIRMEMIS IKEN ALLAH TEÂLÂ'YA ORTAK
KOSMAYI VE BILMEDIGINIZ SEYLERI ALLAH TEÂLÂ'YA KARSI SÖYLEMENIZI
HARAM KILMISTIR.

Mevlana Hazretleri "tevekkül mü ? çalismak mi?" hikayesinden

Akil diyarinda nice alimler vardir! Bu akil denizi ne kadar engindir. Bizim su seklimiz bu tatli
denizde su üzerinde kaseler gibi yüzer. Içi dolu olmadikça kap, suyun yüzündedir. Dolunca
denize batar. Akil gizlidir ortada bir alem görünüp durur. Bizim seklimiz; o denizin
dalgasindan yahut islakligindan ibarettir.....

Süret o denize ulasmak için neyi vesile ederse etsin, deniz; süreti, o vesile yüzünden daha
uzaga atar.

Gönül, kendisine sir vereni; ok, kendisini uzaga atani görmedikçe. Atimi kaybettim sanir,
bindigi ati inat ve hirçinlikla yolda hizli hizli kosturur! O yigit atini kaybolmus sanir. At ise
onu yel gibi kosturmustur!

O sersem bagirir, arar, tarar kapi kapi dolasir, her tarafi arar sorar:
"Atimi çalan nerede, kimdir?" Efendi, su uylugunun altindaki mahluk ne?
Evet, bu attir; fakat bu at nerede? Ey at arayan yigit binici, kendine gel!

Can, apaçik oldugundan, pek yakin bulundugundan görünmez. Insan, içi su ile dolu, disi
kupkuru küp gibidir. Kirmizi, yesil ve sari... bu üç renkten önce ziyayi görmezsen bunlari
nasil görürsün?

Fakat senin aklin renkler içinde kayboldugundan dolayi o renkler senin nuru görmene perde
olur. Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan oldugunu görüp anladin.
Harici nur olmadikça rengin görünmesi mümkün degildir. Içteki hayal rengi de böyledir. Dis
renkleri günes ve Süha yildizinin nuruyla görünür. Iç renkleri ise yüce nurlarin aksiyle
görünür.

Gözünün nurunun nuru da gönül nurudur. Göz nuru gönüllerin nurundan meydana gelir.
Gönül nurunun nuru da, akil ve duygu nurundan olmayan, onlardan ayri bulunan Tanri
nurudur. Geceleyin nur yoktu, renkleri görmedin. Nurun ziddiyla sana sabit oldu ki, önce nur
görünür, sonra renk. Bunu da nurun ziddiyla tereddütsüz olarak bilirsin.

Tanri; bu ziddiyetle gönül hoslugu meydana gelsin, her sey iyice anlasilsin diye hastaligi ve
kederi yaratti. Su halde gizli olan seyler, ziddiyetle ortaya çikar. Hak'kin ziddi olmadigindan
gizlidir.

Evvela nura bakilir, sonra renge. Çünkü beyaz ve zenci, birbirine zit oldugu için meydana
çikar. Sen nuru ziddiyla bildin. Zit, ziddi meydana çikarir gösterir. Varlik aleminde Hak
nurunun ziddi yoktur ki açikça görünebilsin.
Hulasa gözlerimiz onu idrak edemez; o, bizi görür, idrak eder. Sen bunu, Musa ile Tur
kisasinda gör!

------MUSA ALLAHA SENI GÖREYIM DEDI ALLAHDA SEN BENI GÖREMEZSIN SU


DAGA BAK DEDI.ALLAH O DAGA TECELLI EDINCE DAG PARAMPARÇA OLDU
MUSA BAYILDI.

AYILINCA BEN SENI NOKSANLIKTAN TENZIH EDERIM DEDI.-------

Süretle manayi; aslanla orman, yahut ses ve sözle düsünce gibi bil. Bu söz, bu ses,
düsünceden meydana geldi. Fakat düsünce denizi nerede? Onu bilemezsin. Ama latif bir söz
dalgasi görünce onun denizinin de kadri yüce bir deniz olacagini anlarsin.

Bilgiden düsünce dalgasi zuhura gelince mana, söz ve sesten bir süret düzdü. Sözden bir sekil
dogdu, yine öldü. Dalga kendini yine denize iletti.Süret süretsizlikten çikti, yine süretsizlige
döndü. Zira biz yine Tanri'ya dönecegiz.
Su halde sen her göz açip kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa "dünya bir andan ibarettir"
buyurdu.

Bizim fikrimiz havada bir oktur. Havada nasil durur? Tanri'ya gelir. Her nefeste dünya
yinelenir. Fakat biz, dünyayi öylece durur gördügümüzden bu yenilenmeden haberdar degiliz.
Ömür su gibi yeniden yeniye akip gider. Fakat cesette bir daimilik gösterir.

Elinde hizli hizli oynattigin ucu atesli bir sopa nasil upuzun ve tek bir ates hatti gibi görünürse
de pek çabuk akip geçtiginden daimi bir sekilde görünür.
Atesli çöpü sallasan ates gözüne upuzun görünür. Bu ömür uzunlugu da Tanri'nin tez tez halk
etmesindendir. Tanri'nin yeniden yeniye ve süratle halk etmesi ömrü öyle uzun ve daimi
gösterir.

Bu sirri bilmek isteyen, pek büyük ve derin bir alim olsa bile kendiliginden bilemez, ona de
ki: iste Hüsamettin buraciktadir. O ,yüce bir kitaptir. (ondan ögren)

Aşık Veysel

Sen Varsin Orda

Saklarim gözümde güzelligini

Her neye bakarsam sen varsin orda

Kalbimde gizlerim muhabbetini

Koymam yabanciyi sen varsin orda

Askimin temeli sen bir alemsin

Sevgi muhabbetsin dilde kelamsin

Merhabasin dosttan gelen selamsin

Duyarak alirim sen varsin orda

Çesitli çiçekler yesil yapraklar

Renklerin içinde naksini saklar

Karanlik geceler aydin safaklar

Uyanir cümlâlem sen varsin orda

Mevcudiyette olan kudreti kuvvet

Senden hasil oldu sen verdin hayat

Yoktur senden baska ilânihayet

Inanip kanmisim sen varsin orda

Hu çeker iniler çalinan sazlar

Kükremis dalgalar cosar denizler

Günes dogar perdelenir yildizlar


Saçar kivilcimlar sen varsin orda

Veysel'i söyleten sen oldun mutlak

Gezer daldan dala yorulur ahmak

Sen agaç misali biz dalda yaprak

Meyva çekirdeksin sen varsin orda

(Allah rahmet eylesin)

Müzikle ilgili

Hakkında haram veya helal, mekruh veya mübah gibi değişik hükümler verilmiş bulunan
şarkı ve enstrumanlar konusunda mutlak bir hükme varmak doğru değildir.

İnayat Khan'in Hz Muhammed s.a.v. i andığı duası

SALAVAT (SALAT)

merhametli efendimiz, üstadimiz,

mesihimiz ve insanligin kurtaricisi,

SENI tüm tevazumuzla selamlariz.

SEN yaratilisin ilk sebebi ve son neticesi,

ilahi isik ve Nur-i Muhammediyesin, alfa ve omegasin.

Isigin her sekil ve formda, sevgin her yaratikta mevcuttur; sevgi dolu bir annede, müsfik bir
babada, masum bir çocukta, yardimsever bir arkadasta, ilham dou bir hocada.

Seni tüm kutsal isim ve sekil olarak tanimamiza izin ver : Rama, Krisna, }iva, Buda olarak.

Seni Ibrahim, Süleyman, Zerdus, Musa, Isa ve Muhammmed peygamber olarak ve bu


dünyada bilinen ve bilinmiyen diger bir çok isim ve sekiller olarak bilmemize izin ver.

Ey, hazreti peygamber, Mesih, Nebi, Alah´in Resulü ! Senin geçmisine tapariz;

senin huzurun varligimizi derin sekilde aydinlatir ve

gelecekte senin bereketini arariz.

Ey kalbi sürekli yükselen,


ilahi vazife unutuldugunda, gökten inen bir güvercin gibi yeryüzüne bir ilahi haberle gelen ve
tipki isigin ayi doldurdugu gibi, agzina konmus kelimeyi konusan.

Izin ver ki, senin kalbini isitan ilahi isigin yildizi, sana sadik olanlarin kalblerinde de parlasin.

Allah´in mesaji uzak ve yakin her yere yayilsin,

tüm insanligi aydinlatsin ve tüm insanlari Tanri´nin kardeslik ve babalik sifatlarinda


birlestirsin, Insaallah. AMIN.

....Inayat Khan zaman içersinde en çok sevdigi müzikten de vaz geçer. Avrupa ve Amerika´da
dolasarak sayisiz konferanslar verir. Cenevrede merkezi olan „Sufi Mouvement" cemiyetini
kurar. Her gittigi sehirde bir Sufi Merkezi açilir. Inayat Khan vasitasiyla dünyanin çesitli
ülkelerinden çok sayida insan Sufizme ilgi duyar, Sufiligi ögrenmeye çalisir. 1926 Yilinda
kardeslerinden ayri olarak Hindistan´a dönen Inayat Khan 1927 yilinda hayata gözlerini
yumar....

Hz Muhammed s.a.v

Ben babam Ibrahim'in duasi, kardesim Isa'nin müjdesi ve annem Âmine'nin rüyasiyim.
Annem bana hamile iken kendisinden bir nur çikip Sam'in kösklerini aydinlatmisti."

Resulullah (sav) buyurdular: "Peygamberlerden birini digerine üstün kilmayin."

Hz. Ibrahim a.s., neslinden gelecek olan Hz. Rasulullah s.a.v. için hep su duayi yapiyordu:

"Rabbim, zürriyetimden onlara senin ayetlerini okuyacak, kitabi ve hikmeti ögretecek,


kendilerini temizleyecek bir peygamber gönder." (Bakara, 129)

Hz. Ibrahim'in zürriyetinden gelmesini istedigi peygamber, Efendimiz s.a.v. idi. Bunun için
O'na "Bize kendinizden ve peygamberliginizin baslangicindan bahseder misiniz?" diye
sorulunca su cevabi vermistir:

"Adem daha yaratilis çamuru içinde yogrulurken, Ümmü'l-Kitap'ta 'peygamberlerin


sonuncusu' olarak ben yazilmistim (ve Melekût Âlemi'nde ilan edilip tanitilmistim).

Hz. Peygamber (sav) söyle buyurdular: "Kim Allah'tan baska ilah olmadigina Allah'in bir ve
seriksiz olduguna ve Muhammed'in onun kulu ve Resulü (elçisi) olduguna, keza Hz. Isa'nin
da Allah'in kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attigi bir kelimesi ve kendinden bir ruh
olduguna, keza cennet ve cehennemin hak olduguna sehadet ederse, her ne amel üzere olursa
olsun Allah onu cennetine koyacaktir."

*
Resulullah (sav) bana, avucum avuçlarinin içinde oldugu halde, Kur'an'dan sure ögretir gibi
tesehhüd'ü ögretti. "Tahiyyat, tayyibat ve salavat Allah içindir. Ey Nebi, selam, Allah'in
rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah'in salih kullari
üzerine de olsun. Sehadet ederim ki Allah'tan baska ilah yoktur, yine sehadet ederim ki
Muhammed Allah'in Resulüdür." (Bir rivayette "Allah'in salih kullari" ibaresinden sonra söyle
denmistir: "Siz bu tesehhüdü yaptiniz mi sema ve arzdaki bütün salih kullara selam vermis
olursunuz.")

...

İncil

eski antlasma

Yunus

1 RAB bir gün Amittay oglu Yunus'a, "Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve halki uyar" diye
seslendi, "Çünkü kötülükleri önüme kadar yükseldi."

3 Ne var ki, Yunus RAB'bin huzurundan Tarsis'e kaçmaya kalkisti. Yafa'ya inip Tarsis'e giden
bir gemi buldu. Ücretini ödeyip gemiye bindi, RAB'den uzaklasmak için Tarsis'e dogru yola
çikti.

4 Yolda RAB siddetli bir rüzgar gönderdi denize. Öyle bir firtina koptu ki, gemi neredeyse
parçalanacakti.

5 Gemiciler korkuya kapildi, her biri kendi ilahina yalvarmaya basladi. Gemiyi hafifletmek
için yükleri denize attilar. Yunus ise teknenin ambarina inmis, yatip derin bir uykuya dalmisti.

6 Gemi kaptani Yunus'un yanina gidip, "Hey! Nasil uyursun sen?" dedi, "Kalk, tanrina yalvar,
belki halimizi görür de yok olmayiz."

7 Sonra denizciler birbirlerine, "Gelin, kur'a çekelim" dediler, "Bakalim, bu bela kimin
yüzünden basimiza geldi." Kur'a çektiler, kur'a Yunus'a düstü.

8 Bunun üzerine Yunus'a, "Söyle bize!" dediler, "Bu bela kimin yüzünden basimiza geldi? Ne
is yapiyorsun sen, nereden geliyorsun, nerelisin, hangi halka mensupsun?"

9 Yunus, "Ibrani'yim" diye karsilik verdi, "Denizi ve karayi yaratan göklerin Tanrisi RAB'be
taparim."

10 Denizciler bu yanit karsisinda dehsete düstüler. "Neden yaptin bunu?" diye sordular.
Yunus'un RAB'den uzaklasmak için kaçtigini biliyorlardi. Daha önce onlara anlatmisti.

11 Deniz gittikçe kuduruyordu. Yunus'a, "Denizin dinmesi için sana ne yapalim?" diye
sordular.

12 Yunus, "Beni kaldirip denize atin" diye yanit verdi, "O zaman sular durulur. Çünkü
biliyorum, bu siddetli firtinaya benim yüzümden yakalandiniz."
13 Denizciler karaya dönmek için küreklere asildilar, ama basaramadilar. Çünkü deniz
gittikçe kuduruyordu.

14 RAB'be seslenerek, "Ya RAB, yalvariyoruz" dediler, "Bu adamin cani yüzünden yok
olmayalim. Suçsuz bir adamin ölümünden bizi sorumlu tutma. Çünkü sen kendi istedigini
yaptin, ya RAB."

15 Sonra Yunus'u kaldirip denize attilar, kuduran deniz sakinlesti.

16 Bu olaydan ötürü denizciler RAB'den öyle korktular ki, O'na kurbanlar sundular, adaklar
adadilar.

17 Bu arada RAB Yunus'u yutacak büyük bir balik sagladi. Yunus üç gün üç gece bu baligin
karninda kaldi.

2 Yunus baligin karnindan Tanrisi RAB'be söyle dua etti:

2 "Ya RAB, sikinti içinde sana yakardim,

Yanit verdin bana.

Yardim istedim ölüler diyarinin bagrindan,

Kulak verdin sesime.

3 Beni engine, denizin ta dibine firlattin.

Sular sardi çevremi.

Azgin dalgalar geçti üzerimden.

4 'Huzurundan kovuldum' dedim,

'Yine de bakacagim kutsal tapinagina.'

5 Sular bogacak kadar kusatti beni,

Çevremi enginler sardi,

Yosunlar dolasti basima.

6 Daglarin köklerine kadar battim,

Dünya sonsuza dek sürgülendi arkamdan;

Ama, ya RAB, Tanrim,


Canimi sen kurtardin çukurdan.

7 Solugum tükenince seni andim, ya RAB,

Duam sana, kutsal tapinagina eristi.

8 Degersiz putlara tapanlar,

Nankörlük etmis olurlar.

9 Ama sükranla kurban sunacagim sana,

Adagimi yerine getirecegim.

Kurtulus senden gelir, ya RAB!"

10 RAB baliga buyruk verdi ve balik Yunus'u karaya kustu.

3 RAB Yunus'a ikinci kez söyle seslendi:

2 "Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve sana söyleyeceklerimi halka bildir."

3 Yunus RAB'bin sözü uyarinca kalkip Ninova'ya gitti. Ninova öyle büyük bir kentti ki, ancak
üç günde dolasilabilirdi.

4 Yunus kente girip dolasmaya basladi. Bir gün geçince, "Kirk gün sonra Ninova yikilacak!"
diye ilan etti.

5 Ninova halki Tanri'ya inandi. Oruç ilan ederek büyügünden küçügüne hepsi çula sarindi.

6 Ninova Krali olanlari duyunca, tahtindan kalkip kaftanini çikardi; çula sarinarak küle
oturdu.

7 Ardindan Ninova'da su buyrugu yayimladi:

"Kral ve soylularin buyrugudur: Hiçbir insan ya da hayvan - ister sigir, ister davar olsun -
agzina bir sey koymayacak, otlamayacak, içmeyecek.

8 Bütün insanlar ve hayvanlar çula sarinsin. Herkes var gücüyle Tanri'ya yakararak kötü
yoldan, zorbaliktan vazgeçsin.

9 Belki o zaman Tanri fikrini degistirip bize acir, kizgin öfkesinden döner de yok olmayiz."

10 Tanri Ninovalilar'in yaptiklarini, kötü yoldan döndüklerini görünce, onlara acidi,


yapacagini söyledigi kötülükten vazgeçti.
4 Yunus buna çok gücenip öfkelendi.

2 RAB'be söyle dua etti: "Ah, ya RAB, ben daha ülkemdeyken böyle olacagini söylemedim
mi? Bu yüzden Tarsis'e kaçmaya kalkistim. Biliyordum, sen lütfeden, aciyan, tez
öfkelenmeyen, sevgisi engin, yapacagi kötülükten vazgeçen bir Tanrisin.

3 Ya RAB, lütfen simdi canimi al. Çünkü benim için ölmek yasamaktan iyidir."

4 RAB, "Ne hakla öfkeleniyorsun?" diye karsilik verdi.

5 Yunus kentten çikti, kentin dogusundaki bir yerde durdu. Kendisine bir çardak yapti,
gölgesinde oturup kentin basina neler gelecegini görmek için beklemeye basladi.

6 RAB Tanri Yunus'un üzerine gölge salacak, sikintisini giderecek bir keneotu sagladi. Yunus
buna çok sevindi.

7 Ama ertesi gün safak sökerken, Tanri'nin sagladigi bir bitki kurdu keneotunu kemirip
kuruttu.

8 Günes dogunca Tanri yakici bir dogu rüzgari estirdi. Yunus basina vuran günesten bayilmak
üzereydi. Ölümü dileyerek, "Benim için ölmek yasamaktan iyidir" dedi.

9 Ama Tanri, "Keneotu yüzünden öfkelenmeye hakkin var mi?" dedi. Yunus, "Elbette hakkim
var, ölesiye öfkeliyim" diye karsilik verdi.

10 RAB, "Keneotu bir gecede çikti ve bir gecede yok oldu" dedi, "Sen emek vermedigin,
büyütmedigin bir keneotuna aciyorsun da,

11 ben Ninova'ya, o koca kente acimayayim mi? O kentte sagini solundan ayirt edemeyen yüz
yirmi bini askin insan, çok sayida hayvan var."

...

Peygamber efendimiz s.a.v

Bir yolculuk esnasinda Resulullah - sallallahu aleyhi ve sellem-'le birlikte bulunuyorduk.


Medineli bir hanim, bindigi devesinden sikilarak ona lanet etti.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kadinin sozunu duyunca:

"- Uzerindekileri alin, deveyi salin gitsin. Cunku o deve lanetlenmistir" buyurdu.

imran der ki: O deve hala gozumun onundedir, insanlarin arasinda gezinirdi de kimse ona
ilismezdi. (Muslim, Birr, 80)

Amir -radiyallahu anh-'dan nakledildigine gore Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir
gun ashabiyla birlikte otururken elinde uzeri sarili bir sey bulunan bir adam gelir ve
Efendimiz'e soyle der:
- Ey Allah'in Resulu seni gorunce buraya geldim. Gelirken bir agac kumesinin yanina
ugradim. Orada bir kusun yavrularinin seslerini isittim de hemen onlari alip elbisemin arasina
sardim. Derken anneleri gelip basimin uzerinde donmeye basladi. Neticede ben yavrularinin
uzerini actim, anne kus gelip onlarin uzerine kondu. Ben tekrar uzerlerini orttum. Simdi onlar
iste burada benimle beraberdir.

Nebiyy-i Muhterem -sallallahu aleyhi ve sellem-:

"- Onlari hemen birak" diye emretti.

Adam da birakti. Ama anneleri yavrularini terk etmedi.

Bunun uzerine Fahr-i Kainat -sallallahu aleyhi ve sellem- ashabina sordu:

"- Su annenin yavrularina sefkatine hayret ediyorsunuz degil mi?"

Ashap:

- Evet ya Resulallah, dediler.

Bunun uzerine Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:

"- Beni hak ile gonderen Zat-i Zulcelal'e yemin olsun ki, Allah'in kullarina karsi rahmeti, su
anne kusun yavrularina karsi tasidigi sefkatten daha fazladir. Onlari gotur, aldigin yere koy,
anneleri de beraber olsun" buyurdu. Adam da onlari tekrar geri goturdu. (Ebu Davud, Cenaiz,
1)

Bir keresinde de Hz. Aise annemiz hircin bir deveye binmisti. Hayvani sakinlestirmek icin
onu sert bir sekilde ileri geri goturmeye basladi. Nebiyy-i Muhterem - sallallahu aleyhi ve
sellem- Hz. Aise'ye:

"- Hayvana yumusak davran! Cunku yumusaklik nerede bulunursa orayi guzellestirir.
Yumusakligin bulunmadigi her davranis cirkindir." buyurdu. (Muslim, Birr, 78, 79).

"Bir kadin, olunceye kadar hapsettigi bir kedi yuzunden azaba ugradi ve bu sebeple
cehenneme girdi. Hayvani hapsettiginde ona bir sey yedirmemis, icirmemis, yerdeki
hasereleri yemesine bile izin ve imkan vermemisti." (Buhari, Enbiya, 54; Muslim, Selam,
151)

Resullullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Ensar'dan bir kimsenin bahcesine ugramis, orada bir
deve gormustu. Deve, Peygamber - sallallahu aleyhi ve sellem-'i gorunce inledi ve gozleri
yasardi. Efendimiz devenin yanina gitti, kulaklarinin arkasini sefkatle oksadi. Deve sakinlesti.
Bunun uzerine Hz. Peygamber:

"- Bu devenin sahibi kimdir? Bu deve kimindir?" diye sordu. Medinelilerden bir delikanli
cikageldi ve:

- Bu deve benimdir, Ey Allah'in Resulu, dedi.

Fahr-i Kainat - sallallahu aleyhi ve sellem-:

"- Seni sahip kildigi su hayvan hakkinda Allah'tan korkmuyor musun? O, senin kendisini ac
biraktigini ve cok yordugunu bana sikayet ediyor" buyurdu. (Ebu Davud, Cihad, 44)

"Hayvanlarinizin sirtini minberler olarak kullanmaktan sakinin. Zira tek basiniza guclukle
gidebileceginiz bir yere sizi goturmeleri icin Allah onlari sizlere musahhar kildi (emrinize
verdi) . Arzi da sizin (durma yeriniz) kildi, oyleyse ihtiyaclarinizi arz uzerinde gorun." (Ebu
Davud, Cihad, 55)

Peygamberimiz hayvanlari dovusturmek maksadiyla onlari tahrik etmeyi yasaklamistir. (Ebu


Davud, Cihad, 51; Tirmizi, Cihad, 30)

Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- ashabini canli hayvanlarin atis hedefi yapilmasindan
da siddetle sakindirmistir. ibn-i Omer - radiyallahu anhuma-'dan rivayet edildigine gore
kendisi birgun, bir kusu hedef olarak dikip ona ok atan Kureysli genclerin yanina ugramisti.
Hedefe isabet etmeyen her ok icin kus sahibine bir odeme yapiyorlardi. Gencler, ibn-i
Omer'in geldigini gorunce etrafa dagildilar.

ibn-i Omer arkalarindan soyle seslendi:

- Bunu yapan kim? Allah ona lanet etsin. Nitekim Resullullah - sallallahu aleyhi ve sellem- de
canli bir hayvani hedef olarak dikip ona atis yapana lanet okumustu. (Buhari, Zebaih, 25;
Muslim, Sayd, 59)

Peygamberimiz hayvanlarin yuzunun daglanarak tabii gorunumlerinin bozulmasini da


yasaklamistir. ibn-i Abbas -radiyallahu anhuma-' dan rivayet edildigine gore Nebi - sallallahu
aleyhi ve sellem-, yuzune damga vurulmus bir merkebin yanindan gecti. Bunun uzerine:

"- Bu hayvanin yuzunu daglayana Allah lanet etsin!" buyurdu. (Muslim, Libas, 107)

Utbe bin Abdillah es-Sulemi -radiyallahu anh- anlatiyor:


Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:

"Atin alnindaki tuyleri kesmeyin, yeleleri de kesmeyin, kuyrugundaki tuyleri de. Cunku
kuyrugu sinekleri vs. kovalar, yeleleri onu isitan elbisesidir, alni ise orada hayir baglidir."
(Ebu Davud, Cihad, 41)

Enes -radiyallahu anh-'dan nakledildigine gore birgun Resulullah -sallallahu aleyhi ve


sellem-'in ridasi ile atinin alnini oksadigi goruldu. Bunun sebebi sorulunca:

"- Ben bu gece at mevzuunda azarlandim." diye mukabelede bulundu. (Muvatta, Cihad, 47)

Mevlana Celaleddin Rumi

Dostlar bizi, dunya perdelerinde karagozler gibi cok oynattilar. Bu dunyada, cesitli
merhalelerde oynayip durdunuz. Simdi vakit gecirmeden, o hakikat cihaninda, oteki
dunyadaki oyuna, oynamaya hazirlanin.

Dogmadan once, daha ana rahminde iken, o daracik yerde canlandigimiza, can bagislandigina
sukretmek icin, rahimlerin kara kilitlerinde cok tepindik oynadik

Fakat insan olan kisi, yemedigi, tatmadigi halde o nimetleri gorup bazi kere dilini isirir, susar;
bazi kere de agzini acar. Onlari butun canlilara vereni metheder, over.

Balciktan yaratilmis bir sevgilisi olan, bir gun ona kavusur, sukun bulur, rahatlar. 0 kimse ne
acayip, ne sasilacak nadir bir kimsedir ki, su balcik be-deninden disari cikar, kendi kirli maddi
varligindan kurtulur da, senin gibi essiz bir sevgilinin muhabbetine duser, nadir bir sultanin
sevgisini kazanir.

Yarattigi eserlerini kendine perde yaparak kendini gizlemis olan, essiz guzeli mana gozuyle
goren gonul, nasil olur da, gelip gecici olan dunya mulkune bakar? Ben ecel gununde bile,
gizli sevgilinin yuzunu birakip da, canini dusunen ve canini goren gozden memnun olmam.

Ramazan ayinda geregi gibi oruc tutarsan, senin vucut topragmi altinj ederier. Senin fani
varligini tas gibi ezerler de goge surme yaparlar. iftar vaktinde yedigin yemek lokmasinin her
biri, birer mana incisi olur. Ramazan'da, yemekte, icmekte, kotu soz soylemekte, kotu is
islemekte sabirli oldugun icin, bu sabir, senin manevi gorusunu artirir, gonlunun gozunu acar.
*

Dunyada yarim ekmegi olanin, oturmak icin bir de yuvasi bulunanin iyi bir hali vardir. 0,
kimseyi dilemez, istemez. Kimse de onu istemez, dilemez. Boyle bir kisiye: "Nese ile yasa!"
de! Cunku, o isteklerden, arzulardan kurtulmus, mutlu olmustur. Onun kendine gore hos bir
alemi vardir.

Her ne kadar soz, agizda donup dolasiyor ve biz dilimizin, dudaklarimizin hatta dislerimizin
yardimi ile konusabiliyorsak da, sasilacak bir halde, sozun, sozumuzun etrafinda donup
dolasmasidir. Soz bize demek istiyor ki: "Benim, kendi cevremde dolastigima ve soz
soyledigime saskin saskin bakma! Benim cevremde donup dolasani, bana bu sozleri soyleteni
dusun, bul!"

Her gonul ki, sevgilinin, o guzel dudaklarinin hasretiyle yikilmis, harab olmustur. 0, bahar
mevsiminde baglarda, bahcelerde, irmak kenarlarmda ne-den dolassin dursun? Kucuk dallar,
birbiri ardinca Hakk'a secde etsinler diye, ruzgar, agacin dali etrafinda donup dolasmakta...

Seviniyorum ki, gamin gonlume sigiyor. Cunku senin gamin, aydinlik bir yere sigar. Goklere
ve yere sigmayan o gam bir igne gozu gibi olan bir gonu-lun icine sigar.

"Buradaki gam, ilahi tecellinin, ilahi sevginin semboludur. Bu ruba'ide "Ben, yere, goge
agmam, mumin kulumun gonlune siganm kudsi hadisine isaret var."

Varligin, yoklugun mahiyetini anlayan ve bu gorusun derinliklerine inen bir kisi icin, artik
varlik, yokluk inanci onun Hakk yolunda yurumesine engel olamaz. Boyle bir kisi. sifatlara ve
yaratilan seylere, yapilan islere takilip kalir tni? 0 Allah'in guzel eserlerinin, sanatinin disina
cikarak, yaradani bulmaz mi? ona hayran olup kalmaz mi?

Benim gonlumle, gozumle hic bir isim yok. Ancak sevgilimle bulusunca¦ gonlume, gozume
isim duser. 0 zaman gozum onun guzel yuzune bakincai nurlanir, gonlum de bulusma
zevkiyle heyecana kapilir, sevinir, oyalanir. Gonul kaniyla gozyasimi yagmur gibi akittigim
zamanlar, benim gonlum ve gozum olan, sevgilimin kucagima dustugunu sanirim.

Zamanede serefsizlik ragbet bulursa, serefli erlerin, iyi insanlarin adlari kotuye cikarsa, boyle
insanlarin ilahi takdire boyun egmeyerek kendilerini iyiye cikarmaya ugrasmalari, ada, sana,
nama dusmeye kalkismalari, onlarin sereflerini busbutun dusurur. inci ariyorsan, denizin
dibinde ara! Kiyiya vuran ancak kopuktur.

Bu bir sasilacak seydir ki yar, benim gonlume sigiyor. Binlerce tenin cani, bir tene sigiyor. Bir
bugday tanesinin icinde binlerce harman bulunuyor. Bir igne gozune de, yuzlerce alem
sigmis.

Ask sarabi icmek, bir bas belasi olan akildan kurtulmak ve utanmanm nerdesini yirtmak icin
insanin asik olmasi lazimdir. Benim sarap icmeme lu-zurn var mi? icsem bile, basimda zaten
akil kalmadi ki, sarap neyi alip goture- cek?

Senin askin, felegin beyninde yer tutunca, arsa kadar, butun alemi fitne-ler kaplar, alem
kavgalarla dolar. Senin askin, yukselen ruhu yakalayinca, ci-hanin ustu de, alti da bastan basa
ruh olur.

Calgici, terennumlerini alcalttikca irak makaminda olan perdelerle birles-r tirir. 0 zaman
gonul, akli bir tarafa atar, akildan kurtulur, tenden de kacar gider. Boylece, gonul bu alemden
kurtulur, otelere gider. Gonul demek ister ki: "Ben atesim, bu nagmeler de birer nefestir.
Calgici, bu nefeslerle bana uf-leyince, ben alevlenirim. Cunku her ates uflenince alevlenir."

Gonlii bir an "Ben Hakk'im" diye carpan kisi bugun, su ask ipinin us-tunde asilip
durmaktadir. Gozleriyle mutlak buyuler yapip herkesi buyuleyen de senin gaminla kendisi
icin inceliyecek bin turlu hakikat sirlari bulur.

Senin bulundugun yerden, senin havandan gelen tozu, topragi istiyorum. Olur ya, belki
ayaklarinin bastigi yerden, gozlerime, ruzgar toz getirir. Canim cefaya da sevinir, neselenir.
Zira ben cefadan da senin vefa kokunu alirim.

Gonuller alan o buyuk, o essiz varligin yakinligi, sanmam ki canda bile bulunsun. 0 bize
canimizdan daha yakindir. Vallahi ben onu asla anmam. Cunku insanin yaninda
bulunmayanlar anilir.

Eger isitmeye gucun varsa bana kulak ver. Sunu bil ki, ona ulasmak kendinden gecmektir.
Sezis ve goriis cihanina varinca sakin konusma, sus, hicbir sey soyleme! Cunku, kamil
insanlann soylemeleri hep gorustur.
*

Askta ne asagilik, suflilik vardir, ne ustunluk. Askta, ne kendinden gecis vardir, ne de akli
basinda olus vardir. Askta, hafizlik, seyhlik, muridlik de yoktur. Askta duskunluk,
kalenderlik, rindlik vardir.

Caninda senin ask havalarindan bir feryad, bir sikayet bulunmaktadir. Ruhumun muratlardan
ote bir muradi, isteklerden baska bir istegi vardir. Bu ask sarabiyla, kendimi bir kuru yaprak
misali, senin sevgi ruzgarinin onune atmisim. Cunku, bu ask sarabinda senin sevdandan esip
gelen bir hava, bir sevgi kokusu var.

Cani, Hakk'a, Hakk'in huzuruna tertemiz bir halde, hic bir seye bagli olmadan, mahrem olarak
goturmelidir. Gonlu, sahte neselerden, zoraki kahkahalardan arinmis, fakat ask gamiyla,
ahlarla, izdirapla dolu olarak goturmelidir. Sen kendinden, kendi varligindan kurtulmadikca,
bize asla yol bulamazsin. Bize yol bulmak icin, kendi benliginden vazgecerek, bizden bize
dogru

Askin gonlunun dunyaya bakmasin; dunyaya kapilmasina imkan yoktur. Hasa bu olamaz.
Zaten asktan baska bakilacak, gorulecek ne vardir? Ecel gunu aski birakip da, korkudan, can
derdine dusen, cana bakan gozden bikmisim, usanmisim.

"0 ebedi diri oldu." diyen kimdir? "Umut gunesi sondu." diyen kimdir? gunes dusmani dama
cikti, iki gozunu yumdu, gunesi gormez oldu da: iunes sondu."

Bir adamin bircok hunerler, fenler, bilgiler, sahibi olduguna bakma! irdigi sozde, ahdinde
duruyor mu? Vefasi var mi? Asil ona bak. Hakk ile ;igi ahdi yerine getiriyor, insanlara verdigi
sozde duruyorsa, vefali ise, onu fidigin kadar ov, onun iyi vasiflanni bir bir say! 0 senin
ovgunden, saydigin sziyetlerinden de daha ustun bir kisidir.

Elmalılı Hamdi Yazır

…insanlarin Rabbine. Butun insanlarin kendilerine ve islerine sahip, terbiye edici sahibine,
yani halk ve emriyle insanlar yaratan ve sanat ve kudretiyle o gasik, kara topraktan o
duygusuz, karanlik maddeden tan gibi parlayan duygulu insanlar yetistiren, onlara yaramaz
seyleri atip yarar seyleri suze suze akitarak lutuf ve terbiyesiyle tavirdan tavira, halden hale
kemale erdirerek buyute buyute akil ve iz'an verip insanlik gereklerini, insanlik vazifelerini
duyurarak butun yaratiklar icinde seckin bir halde kendi cinsiyle birlikte, toplum halinde
yasayacak hale getiren ve getirmekte bulunan ve bu sekilde onlara terbiye fikriyle rububiyet
anlayisini ogreterek kendi varligini sezdirip hak ve hayir ugrunda calismak yolunu gosteren
Mevlasina,…

Zatını yarattıklarıyla düşünmek

Bir önce ki konuyla bağlantılı olarak bir uyarıyı unutmamak gerekir.


Peygamber efendimiz(s.a.v)in bir uyarısı var Zatı zat olarak direk düşünmeyiniz
diyor.Yarattıkları ve sıfatlar ve isimler olarak bütünüyle düşünün diyor.Yani bunlardan ayrı
olarak zata yoğunlaşmayın.Çünkü gerçekten tümüyle bir ayrılık vardır.O ayrılıkta çok
durulunca hayattan yani Allahın hay sıfatından ayrılık hissedilebilir bu da iyi olmaz.Çünkü
Allahımızın hay sıfatını bize verdiği bize lütfettiği hayatı ile düşünmeden sadece Allahın
hayatını düşünürsek bu bize ölüm gibidir Allah ile bağlantıyı kuramayız. Çünkü Allahın zat
olarak hayatı bizim hayatımız gibi değildir.Mesela Allah hayat için nefes almaya muhtaç
değildir nefese bağlı değildir ama biz Ona muhtaç olduğumuz için nefessiz yaşamayı
düşünemeyiz aklın ötesindedir.Mesela biz bir şeyle meşgulken o şeyler bizi o an meşgul
edebilir ama Allah herşeyle meşgulken o şeyler Allahı meşgul etmez.Onun için efendimizin
dediği gibi Ondan zuhur edenlerin Ondan olduğunu bilerek Onu yaşamalıyız.

örnek biz perspektifle görürüz uzağa baktığımızda bütün çizgiler bi yerde son bulur.Halbu ki
aslında öyle bir şey gerçekte yoktur.Allahın görme sıfatını zat olarak düşündüğümüzde
gerçeğin öyle olmadıını biliriz fakat Zattan o şekilde bakamayız..O çizgiler orda bitmez hayat
ordada devam eder gibi.

la ilahe illallah:)

hadisin orjinali mealen şöyledir

Allahü teâlânın yarattıklarını düşününüz, Onun zatını düşünmeyiniz Çünkü siz Onun kadrini
takdir edemez, Onu anlamaya güç yetiremezsiniz
s.a.v

yine bir başka hadiste Allah'ı sıfatlarıyla değilde sırf Zatıyla düşünürken dikkat etmemiz
gerekeni efendimiz şöyle bildiriyor

Allahü teâlâ, hatıra gelen her şeyden uzaktır


s.a.v

ve ebu bekr efendimiz(selam olsun)

Allah'ı idrak O'nun idrak edilemeyeceğini idraktir..

Zat-ül Baht ve Yad-ı Daşt

İnsan dünyada Allah'a yürüdükçe Allah'ı herşeyden bütün gördüklerinden


(bildiklerinden)tenzih etmeye başlar.
Bilgilerine ilahi bilgileri ekler ve görür ki O yüce Allah'ın zatı hayalinde bütün
gördüklerinden ayrı ve ötededir.Onun zatını hayal ettiğinde aklında sadece uçsuz bucaksız bir
siyahlık olur çünkü O hiçbir şeye benzemez. Aslında O siyahta değildir fakat tahayyül görüş
olarak bundan ötesine geçemez ve Allah'I herşeyden ayrı olarak ancak böyle yok gibi bir
siyahlık olarak bulur.
Bu mertebede işte "siyah renk" doğal olarak yoldaki kişiye bir peygamber gibi olur ve O'nu
ona hatırlatır. Siyah tasavvufta peygamberlik rengidir...Bu mertebe işte ZAT-ÜL
BAHTtır.Yani herşey yoklandıkça tahayyül edilebilen siyahlık (zat).
Allah hiç bir şeyi yaratmamışken ve hali hazırda zat olarak tahayyül edilmek istenirse ancak
işte böyle bir tahayyülle görülebilir...
Fakat bu geçilince yani Allah siyahlıktanda tenzih edilince artık gözsüz şekilde görülür hale
gelir ve varlıkta seyredilmeye başlar ama hiç bir yaratılan Onun görülmesine engel olmaz.
Kul devamlı Onun yakın olduğunu anlar herşeyin Ondan olduğunu bunun içinde Ondan hiç
bir şekilde ayrı olamayacağını idrak eder.Yani önce sonra ve devamlı olarak hem "O"nun
huzurunda olur hem de huzurda olur. Bu da YAD-I DAŞTtır..

şems i tebrizi hazretleri ve felsefeciler

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini
bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun
yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl
yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i
Tebrîzî; "Sorun!" buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı.
Sormaya başladı: "Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım." Şems-i Tebrîzî
hazretleri; "Öbür sorunu da sor!" buyurdu. O; "Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz,
sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi. Şems-i Tebrîzî;
"Peki öbürünü de sor!" buyurdu. O; "Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını
çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!" dedi. Bunun
üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu.Soru sormaya gelen
felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu. Ve; "Ben, soru sordum, o başıma kerpiç
vurdu." dedi.Şems-i Tebrîzî; "Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu. Kâdı bu işin
açıklamasını istedi.Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı: "Efendim, banaAllahü teâlâyı göster de
inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim." O kimse şaşırarak;
"Ağrıyor ama gösteremem." dedi. Şems-i Tebrîzî; "İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat
görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum.
Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana; "Bırakın
herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun
başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda
küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?"
buyurdu. Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü.

yardım edenden tavsiyeler(devam)

İnsana teşekkür etmeyen Allah'a şükretmez


Çünkü Allah'ı ancak tüm hakimiyetiyle insan anlayabilir
İşte o insanı Allah halife kılmıştır
insan varlıkta bir mertebedir
ne zaman insan kavramını idrak edebilrse o zaman insan olur yani halife
yoksa insan nedir bilemez ki Allah'ı nasıl anlasın
yoksa tamamen yok hükmündedir
varlıkta mertebelerin sonu kulluk sonsuzu ise Allahtır

***

Allah alemlerin rabbidir. O halde karıncalarla bizim göklerimiz aynıdır.


***

Ruh yürümez, hareket etmez. Beden yani kainat hareket eder yürür.

***

Seni kendinden geçirenin de, kendine getirenin de yakınlar yakını yüce Allah olduğunu
unutma..Herkez Onunla Onda kendinden geçer ve yine Onunla Onda kendine gelir..Onun her
an bizimle olduğunu idrak eder unutmazsan "haller" sana tesir etmez, ruhuna varırsın..
Böylece kendine geldiğinde yabancılık hissin de ortadan kalkar.. Her zaman asıl kiminle
olunduğunun farkına varırsın. Allah aklın ötesinde öyle yüksek bir dirilik sahibidir ki halden
hale geçerek Onunla olamazsın.

Allah kelamı (alıntı)

Dedim ki: 'Çok yalnızım.'


Dedi ki: ... ‫ب‬
ٌ ‫' َفِإّني َقِري‬Ben ki sana çok yakınım.' Bakara-186

Dedim ki: 'Evet biliyorum, sen bana yakınsın ama ben senden uzağım, keşke ben de sana
yakın olabilseydim.
Dedi ki:
َ ‫خيَفًة َو ُدو‬
‫ن‬ ِ ‫ضّرعًا َو‬َ ‫ك َت‬ َ‫س‬ ِ ‫ك ِفي َنْف‬َ ‫َواْذُكر ّرّب‬
ِ ‫صا‬
‫ل‬ َ ‫ل ِباْلُغُدّو َوال‬ِ ‫ن اْلَقْو‬
َ ‫جْهِر ِم‬َ ‫اْل‬
'Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve
için için zikret.' Araf-205

Dedim ki: 'Bu da senin yardımını ister.'


Dedi ki: ‫ل َلُكْم‬
ُّ ‫ن َأن َيْغِفَر ا‬
َ ‫حّبو‬
ِ ‫ل ُت‬
َ ‫' َأ‬ALLAH'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?' Nur-22

Dedim ki: 'Tabii ki, beni affetmeni çok isterim.'


Dedi ki: ‫سَتْغِفُروْا َرّبُكْم ُثّم ُتوُبوْا ِإَلْيِه‬
ْ ‫(' َوا‬Öyleyse) Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tövbe
edin. Gerçekten benim rabbim, esirgeyendir, sevendir.' Hud-90

Dedim ki: 'Çok günahkârım, bu kadar günahla ben ne yaparım?'


Dedi ki:
'ALLAH'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini ve ALLAH'ın tövbeyi çok kabul eden ve pek
esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi?' Tevbe-104.

Dedim ki: 'Defalarca tövbe edip tövbemi bozdum, artık yüzüm kalmadı.'
Dedi ki: ‫ب‬
ِ ‫للّتْو‬
ِ ‫ب َوَقاِب‬
ِ ‫غاِفِر الّذن‬
َ ‫ل اْلَعِزيِز اْلَعِليِم‬
ِّ ‫ا‬
'ALLAH aziz ve bilendir, o günahları bağışlayan ve
kullarının tövbesini kabul edendir.' Ğafir-2/3.

Dedim ki: 'Bunca günahım var, hangisinin tövbesini yapayım?!'


Dedi ki: ‫جِميًعا‬
َ ‫ب‬
َ ‫ل َيْغِفُر الّذُنو‬
َّ ‫ن ا‬
ّ ‫' ِإ‬ALLAH bütün günahları bağışlayandır.' Zümer-53.

Dedim ki: 'Yani, yine gelsem, yine beni bağışlar mısın?'


Dedi ki: ‫ل‬
ّ ‫لا‬
ّ ‫ب ِإ‬
َ ‫َو َمن َيْغِفُر الّذُنو‬
'ALLAH'tan başka günahları bağışlayacak olan yoktur.' Ali İmran-135.
Dedim ki: 'Ne kadar güzelsin ALLAH'ım! Bilmiyorum bu sözlerin karşısında niçin böylesine
içim içime sığmıyor ve erimeye başlıyorum, seni çok seviyorum.'
Dedi ki: ‫ن‬ َ ‫طّهِري‬ َ ‫حّباْلُمَت‬ِ ‫ن َو ُي‬َ ‫ب الّتّواِبي‬ ّ ‫ح‬ ِ ‫ل ُي‬
ّ ‫نا‬ ّ ‫ِإ‬
'Şüphesiz ki ALLAH tövbe edenleri ve temizlenenleri sever.' Bir de 'İlahım ve Rabbim, benim
senden başka kimim var' dedim.
Rabbim de: ‫عْبَدُه‬ َ ‫ف‬ ٍ ‫ل ِبَكا‬ ُّ ‫س ا‬َ ‫َأَلْي‬
'ALLAH kuluna yetmez mi?' (Zümer-36) dedi
Dedim ki: 'Sen ki, beni bu kadar çok seviyorsun ve bana karşı bu kadar iyisin ben ne
yapabilirim?
Dedi ki: ‫ل ِذْكًراَكِثيًرا‬ َّ ‫ن آَمُنوا اْذُكُروا ا‬ َ ‫َيا َأّيَها اّلِذي‬
‫صّليَعَلْيُكْم‬
َ ‫ل ُهَو اّلِذي ُي‬ ً ‫صي‬ ِ ‫حوهُ ُبْكَرةً َوَأ‬ ُ ‫سّب‬
َ ‫َو‬
‫ت ِإَلى الّنوِر‬ ِ ‫ظُلَما‬ّ ‫ن ال‬ َ ‫جُكم ّم‬ َ ‫خِر‬ْ ‫لِئَكُتُه ِلُي‬
َ ‫َوَم‬
‫حيًما‬ ِ ‫ن َر‬ َ ‫َوَكاَنِباْلُمْؤِمِني‬
'Ey iman edenler!
ALLAH'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah - akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa
çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen Odur.
Melekleri de, size istiğfar eder. ALLAH, müminlere karşı çok merhametlidir.' Ahzap-41/43.

ibn-i arabi hazretleri için verilmiş fetva

en meşhur Osmanlı şeyhü’l İslâm'larından ibni Kemal'in fetvası:

Bismillahirrahmanirrahim..
Kullarından bir kısmını ilim ve ihsana mümtaz ve enbiya ve murselîne vâris eden Cenab-ı
Hakka hamd ve sena ve ehl-i dalâl-ı ıslâha meb'ûs olan (gönderilen) Nebiy-yi zîşân ile şer'i
metini (sağlam şeriatı) icraya ced ve gayret eden âl ve ashabına edayı selât ve selam bî intiha
(sonsuz selât ve selam) olunduktan sonra; ma'lum olsun ki hakikât ehlinin uyduğu; Hazret-i
Şeyh Âzam Kutb-ul Arifin Muhyiddîn Âlî al-Arabî at-Tâi al-Hatemî
al-Endülüs-i hazretleri muctehid-i kâmil ve mürşid-i fâzıldır. Hayret veren menâkıbında
mevcud olan harikulade kerametleri müridler, alimler ve fâzıl kişiler tarafından kabul ve
tasdik edilmiştir. İnkâr edenlerin, çok büyük hata edecekleri ve inkârda ısrar edenlerin ise çok
dalâlete duçar olacakları aşikârdır. Emr-i bil ma'ruf ve nehyi anil münker'le me'mur
hakimlerin, işbu batıl inanç sahihlerinin hallerini düzeltmelerine ve itikâdlarmı
değiştirmelerine teşvik ve te'dîb (uslandırma) eylemeleri boyunlarına borçdur. İbn-i Arabi
hazretleri birçok kitab ve resâil te'lif buyurmuşlardır. Fusus'ul Hikem, Fütuhatı Mekiyye diğer
te'lif ettiklerinin yanında meşhurdur. Hazreti Şeyh'in kitablarında ve risalelerinde bulunan
bazı ibârelerinn lafzları ve manâları ilâh-i emre ve şer'i nebeviye yakın yani anlaşılır olması
yönüyle itiraz edilmemektedir. Ancak bazı ibarelerin derecâtının yüksek olması yani keşf ve
tevhîd ehlinden olmayanların idrâklarının fevkinde olması, amaçlanan manâyı idrâk
edemeyenlerin ve tasavvuf ehli olmayanların "Sakın bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu
kulak, göz ve kalp bunların hepsi o şeyden sorumlu olur"
(İsra/36) âyetine uyarak sükût etmeleri ve itirazdan kaçınmaları vaciptir. Büyüklerden birisi
şöyle buyurmuştur: Kim tasauvujı hakikatlerin ehli ile beraber oturursa ve onların ortaya
koydukları hakikatlerin bazısını inkâr ederse, Allah iman nurunu onun kalbinden söküp alır."
İbn-i Arabi (k.s) hâlen, ilmen, tarikat şeyhi ve hakikat ehlinin büyüğü olduğu gibi; ilim
müessesesi teşkilatının kurucusudur. Cenab-ı Şeyh, öyle ucu bucağı olmayan bir denizdir ki
sahilini görmeğe beşer gözü, dalgalarının çalkalanırken çıkardığı sesi işitmeğe; beşer kulağı
acizdir. İnci taneleri olan sözleri ise yâr'dan uzak olanların ellerine ulaşıp ziyan
olmaktan korunmuş ve gönül ehline neş'e bahş olacak feyizler ile dopdoludur. İbn-i Arabîye
mensub olan tâife-i nâciye doğru yola girmiş mümtaz bir kavimdir. Sözleri ve diğer tasavvuf!
ıstılahları diğer tasavvuf ehli gibidir. Hatırdan çıkarılmamalıdır ki, hilali görmeye, kusurlu
gözler nasıl müsaid değilse hazreti herkesin idrâk etmesi mümkün olmayabilir.
Allah'a yeminle beraber beyân olunur ki şübhesiz Şeyh'ul Azam b. Arabi ilminin ihata
etmediği şeyi yazmamıştır ve ilmi ise; malumatın şekillerini hakikati vechle, ru'yetle hasıl
olmuş ilm-i şuhûddur. Hak Subhanehû tealâ hazretleri bazı kullarını nübüvvetle bazısını da
velayetle seçmiştir. Durum şudur ki, bir şeyi bilmemek, görmemek o şeyin yok olduğunu
gerektirmez. Bulup görmemekle de o şeyin varlığını inkâr lâzım gelmez. Örneğin; yarasanın
güneşi görmeyerek inkâr etmesi, güneşin olmadığı anlamına gelmez. Taassubun zarardan
başkaca faydası yoktur. Hususiyle Ricâl-ul Gayb hakkında hadis-i şerif vârid olmuştur.
Onların çaresiz kalanlara Allah'ın emriyle yardımları meşhurdur. Şu satırları yazan ben dahi
bu ruhanî yardımlarına mazhar olmuşumdur. Muna-sib olan budur ki her zaman mukaddes
mevcudiyed-lerini ikrar edib özellikle Şeyh'ul Ekber Muhyiddin ibni Arabî ve Şeyh
Abdulkadir Geylânî hazretlerini uygun tabirlerle yâd etmek lüzumludur. Setr ettikleri ve
gizledikleri ibareleri idrâk edememek sebebiyle inkâr uygun değildir. Cifir, Nucûm ve İksir
ilmi gibi konuları avamdan gizlemişlerdir. Ekseriya sözleri vicdanidir, tatmayan bilmez
kabilindendir. Onların yolu sırat-ı müstakimdir,muhabbetullahtır. Onlar "Muhammedî"dirler.
Bilinmelidir ki, Allah'ın dostları ile Allah'tan bize haber getiren herkes, TEK görüş
üzeredirler. Allah'dan getirdikleri bilgiye ne bir şey eklerler, ne noksan söylerler, ne de
birbirlerine muhalefet ederler. Aksine onlar; birbirlerini doğrularlar. Tıbkı buluttaki yağmur
suyunun yere inmesi halinde özünde değişiklik olmaması gibi onların kelâmlarının özleri
BİR'dir manâsı BİR'dir. Bizlere düşen "Bilmiyorsanız bir bilene sorunuz" ilâhi hükmüne
riayet etmektir ki bu hüküm İslamın şartlarındandır. "Hak teâla cümlemize tevfîk ve basiret
ihsan eyleye"
Inanırız.. Hazreti Şeyhin buyurduğu gibi...
O, Allah Hakkı söyler ve O, doğru yola iletir.

Muftîyu's sekaleyn ibn-i Kemâl

******************************************************************

Bir de manen sorumlu hissederek naçizane şu ayeti de çok bağlantılı görüyorum.


Zira kuran okurken ya da namaz kılarken dahi türlü türlü vesveseler gelebildiğini düşünürsek
büyükler ikisinden de ayrılmadıkları için tedbir onların söyledikleri için de yine aynı olmalıdır

isra suresi 53. ayet - Eğer şeytandan kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen ALLAH,a
sığın. çünkü o işitendir, bilendir.

Bak önemli bu

Allah'ın yakınlığı kişi henüz tam ilimle yakın değilse o kişiye biraz ağır veya anlayışsızsa
sapıklık gibi gelebilir

ama öğrendikçe yakınlık ilerledikçe yakınlıkta hiç bi sorun olmadıını görür

ama bazıları vardır ki o yakınlığı yanlış şekilde aktarırlar


eksik ya da abartılı göz alıcı anlatırlar
işte bu yanlıştır

bi örnek gördüm de onu paylaşmak istedim


bi site de mevlana hazretlerinin bir şiirini şöyle yazmışlar

"Ne dilersen kendinden dile, kendinde bul"

Şimdi bunu bu şekilde gören ve ilmi yetmeyen birisi aa bu ne demek diyebilir belki
görüşünde haklı olabilir
halbu ki bu söz aslında böyle değildir

mevlana hazretlerinin şiiri şu şekildedir

“Sen ki o kutsal kitabın nüshasısın.


Yaradılıştaki sanatın aynasısın.
Ne dilersen kendinden dile, kendinde bul.
Ne ararsan işte o sensin sen. ”

bakın anlam tamamen değişti


önceki eksik olarak alınmış ama tam sanki öyleymiş öyle söylemiş gibiydi

Buna dikkat etmek lazımdır


mutlaka eserlerin kendilerine müracaat etmek lazımdır

eğer gerçekten yazılanlar kaldırılacak gibi değilse henüz o mutlaka yine başka bir ilmi
eksiklikten kaynaklanır
yani araştıran kişi hem bu yazıları okumakta hem de yeterince okumamaktadır
yani bir suç kabahat bulmak için okumaktadır

Onun için mesela tasavvufla ilgili olarak en dikkat edilmesi gereken şey şudur

Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim


Ben Hz.Muhammed'in ayağının tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse Ondan da bizarım, o sözden de
bizarım,şikayetçiyim...

Hz.Mevlana Muhammed Celaleddin Rumi

O böyle derken okuyan kişi bir paranoyak gibi aklında olanları o söze yoruyorsa hele kişinin
kendisi öyle olmadıını söylerken bunu yapıyorsa
O çok açık olarak kendi kabahatidir
kendi ilminin ya da eksikliğinin işaretidir

ve dikkat edilmesi gerekir ki "mistisizm" ayrıdır tasavvuf ayrıdır


aynı olduğu ne kadar söylenirse söylensin çok farklıdır
çünkü temeli farklıdır
biri ilhama biri vahye dayanır

Bu ikisi mistisizm adı altında okunamaz


mesela bu manada sufizm de aslında mistisizm değildir

Çünkü tekrar edeyim biri sadece vahye biri ilhama dayanır


Bunu böyle ayırmayan ise mutlaka bi şekilde vahyin mistisizm adı altına giremeyecek
derecede ayrı bir husus olduunu idrak edememiştir

Mesela örnek

"ben hakkım"

Bu tasavvuftur ve "ayet" olmasa da temeli vahye dayanır

bu mistik olarak söylendiğinde mesela panteizm temelli söylenirse şöyle olur

"hak değil ben varım"

Yani çok çok farklıdır


mesela hz ibrahim efendimizle ilgili olarak kuranı kerimimize bakalım

74- Hani İbrahim, babası Azer'e dedi ki; "Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten
gerek senin ve gerekse kavminin açık bir sapıklık içinde olduğunuzu görüyorum.

75- Biz İbrahim'e göklerin ve yerin görkemli egemenlik mekanizmasını böylece


gösteriyorduk ki, o kesin inançlılardan olsun.

76- Gece karanlık basınca bir yıldız gördü ve "Rabbim budur" dedi. Fakat yıldız batınca
"Batanları sevmem " dedi.

77- Arkasından ayı doğarken görünce "Rabbim budur dedi. Fakat o da batınca "Eğer Rabbim
beni doğru yola iletmeseydi, kuşkusuz sapıklardan biri olurdum " dedi.

78- Daha sonra güneşi doğarken görünce "Rabbim budur, bu daha büyüktür" dedi. Fakat o da
batınca "Ey kavmim, ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz putlardan uzağım. "

79- Ben yüzümü, dosdoğru bir şekilde, gökleri ve yeri yoktan var edene yönelttim, ben O'na
ortak koşanlardan değilim.

----

Gördüğün gibi burda hz ibrahim batan çıkan giden gelen yok olan var olan şeyleri değil
hepsinin varedicisini hak olarak görüyor
yani panteizmdeki gibi ayı güneşi doğayı kendisini yani görünürde ki gerçeği değil hepsinin
ötesinde ki HAKkı görüyor yani Allah'ı

İşte hz ibrahim efendimizin buraya kadar ki olan yolu ne kadar mistik olarak adlandırılırsa
adlandırılsın aslında tasavvuftur çünkü kendisi hak olarak bütün görünenleri değil
görünmeyen değişmeyen kaybolmayan batmayan çıkmayan gerçeği yani HAKKı müşahede
ediyor

Bak tasavvuf hem bu yönüyle gördüğün gibi tamamen diğer yollardan ayrılır hem de alınan
bilginin kaynağı olarak ayrılır
mesela budizm vahye çok yaklaşmış olsa da yine bilgisini görünenler üzerinden almıştır yani
düşünce ve var olanlar yoluyla kaynağa ulaşmıştır

halbu ki tasavvuf peygamberlere direk olarak kaynaktan bildirilmiş olan bilgilerden


oluşmaktadır

peygamberlerimiz tasavvuf yoluyla eğitilmiş bi yere getirilmişler ordan ötesine geçirilip


bilgileri direk olarak zattan almışlardır
diğerleri hiç bir şekilde bunu yapamazlar
çünkü "kaynak" peygamberleri kendilerinden önce kendisine ulaştırır kendileri kaynağa
ulaşmak için bir yola başvurmazlar

Yani bilge değil gerçekten peygamberlerdir

hem önceki yolları hem sonraki yolları HAKtandır


evet direkt olarak Hakktan yani
puslu gerçeklerden değil

farkı sanıyorum anlatabildim

Onun için de zaten "DİN" öğreti olmaktan çok bildiridir

Aşk

mealen
"Allah'ı çokça zikrediniz"

mealen
"Allah'ı istediğiniz ismiyle çağırınız.Bütün güzel isimler O'na aittir"

Bu iki ayetten yola çıkarak mesela "el vedud" ismiyle Allahımızı çağırırsak ve o ismi çokça
zikretmiş olursak
Sevginin çokça olması "AŞK"tır

Arif olanın anlayacağı gibi

Allah "zan" eder fakat bildiği halde "zan" eder

sen bilmediği için "zan" edersin!

çünkü bilmezse bilemezsin

***

Yani Allah bilme eylemini kulda gerçekleştirmezse kul ilim sıfatına yükselemez

***

mealen
Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz

ayetinde bildirildiği gibi kul dilek edileni Allahın dilemesiyle bilir fakat bütün eylemler
Allah'a aittir
buna la faile illallah denir
yani Allahtan başka fail yoktur
Fakat Allah hem diler hem dilemez
Kulun bu iki eylem arasında yaptığı bir eylem değil sadece sessiz sözsüz ve eylemsiz yani
fiilsiz ruhen yine Onda olarak Ona yönelmedir
Kul eğer dileğe yönelirse Allah kendisine gelen yolu dizi dizi eylemler fiillerle gösterir ve
kendisine yöneltir
Bütün fiiller Allah'a ait olur

Mesela mealen

Allah göğe yöneldi

ayetindeki eylemi de bu tür fiilsiz yönelmedir


yani Allah haşa bir yerden bir yere fiilen fiziken yönelmez çünkü şekilden münezzehtir
yarattıklarına bağlı değildir bütün yönlerde Faildir
fakat yöneldiği alanda mesela göklerde değişiklik görülür
Aynı şekilde aslında her yönde de fiilleri devam
eder
atomlar titreşirler
fakat biz sınırlı olduğumuzdan dolayı Onu sadece o işaret ettiği yöneldiği alanda yarattığı
şekillerde failken görürüz
fiillerini o alanda görürüz

Fakat Onu iman ile ruhen seyrederiz

Yani biz Onunla belli alanlarda birlikteyken O bize bütün herşeyden sabit olarak yakındır

Allah neden cehenneme gidecek varliklari yaratti (Bir Deist'in hesabı)

Deist bir arkadaş bi tartışmada böyle bir soru sorduda cevabıyla birlikte blog yapayım dedim

Soru ve verdiğim cevap şeklinde direk kopyalıyorum


Üslubumu hoş karşılayın kibirle söylenmiş şeyler değil karşımdakinin çocukçalığından dolayı
aynı şekilde bir sevimlilikle esprili bir biçimde konuştum
Allah kusurlarımızı affetsin

-----------------------------------------------------------------------

Sorusu

tum yazdiklariniz okudum, bir de hosgoru diye ortaligi ayaga kaldirirsiniz, neymis tasavvuf
mevlena, . saygi cercevesinde yazmis oldugum bir yazi icn saygisizca yanitlar vermissiniz.
sizin gibi tahammulu bilmeyen fikir tartismayi bilmeyen biriyle yazisacak bir seyim yok.
cikartin veya silin beni bu gruptan sayin hosgorulu tasavvuf ehhli beser. fakat size sorumu
sorayim o halde: her seyi bilen Allah ve sonsuz merhameti olan Allah neden cehenneme
gidecek varliklari yaratti. mdem her seyi biliyor ve merhameti sonsuz, cehenneme gidecek
varliklari yaratmadan once onlarin cehenneme gideceklerini de biliyordu. sonsuz merhamet ve
ilim sahibi bu yaratici bile bile nasil olurda cehennemlik varliklari yoktan vareder. Allah
yaratirken merhametli miydi, degilmiydi? Mesela Seytan(varsa eger) soyle sorsa Ey Allahim
beni neden yoktan var ettin. sen herseyin bilgisine sahipsin. Benim itaat etmiyecegimi ve
yarattigin cehenneme gidecegimi biliyordun. madem merhametlisin o halde beni neden
yarattin. oyleyse sen sonsuz merhamet sahibi degilsin. ya da sonsuz ilim sahibi degilsin.?
Hadi bunu cevapla. cuzzi irade diyeceksin bunu bilemeyiz diyeceksin yada biz onun
mallariyiz ne isterse onu yapar diyeceksin peki ama Kurani Kerim de ki bu sonsuz merhamet
ve ilim sifatlari birbiriyle cakismiyor mu? madem merhameti ustelik sonsuz madem alim
ustelik sonsuz o hallde bile bile cehennemlik varliklari yaratirken merhametli miydi
degilmiydi.? cevaplayamazssan ki cevap veremessiniz, o halde tanrinin bize din yollayip
yollamadigini bilemeyiz, neden yarattigini da bilemeyiz. oyleyse islam yada herhangi bir dine
gore inanmam mumkun degil.

--------------------------------------------------------------

Ve cevap

he şöle açıl ya nedir öyle o tripler bana özelden yazın açıklıycam filan çok da bilmediğimiz
şeyler değilmiş yani öyle değil mi?

Şimdi bak iyi dinle çok bilmiş beşer seni:)


Sana bir soru sorucam direk
Bir çok soru soracağım ama tek bir soru var altında görürsen
bunun cevabını düşünerek hayatını geçir akıllı ol:)

Sen! Allahın seni cehenneme göndereceğini biliyor musun?

Ya da aynı sen olan başkası!


Allahın kendisini cehenneme göndereceğini biiliyor mu?

Madem bilmiyorsun!
bu kötü niyet nerden kaynaklanıyor daha ortada hiç bişi yokken !?

Yoksa var mı bi kötü fikirlerin ki!


onun için mi bu kötü niyetin?

Dinin yani Allah'ın hesabının ne olduğunu iyi gör! yoksa yaptığın o kötü hesap aynen sana
iade edilecektir ne az ne fazla hiç bir haksızlık yapılmadan!

:)
Hadi bakım şimdi tıpış tıpış islam dairesine
fazla uzaklarda dolaşma tepemi attırma benim
Fazla uzaklarda dolaşma ki niyetlerin bozulmasın

Hele din gününün hesap gününün kötü niyetlerin tek tek sorgulanacağı günün sahibi Allaha
karşı kötü niyet insanı meleği cini şeytan yapar
Sen kim olasın ki o hesaptan böyle kaçarak kurtulabileceğini düşünüyorsun?
daha da açayım

Yani sen o sonsuz rahmet ve mermamet sahibi Allah hakkında O Allah hakkında KÖTÜ ZAN
sahibisin! Beni cehenneme attı diyorsun! Bana kötülük edecek diyorsun! Ediyor diyorsun!

düşün bakalım bir insan hakkında bile kötü zan sahibi olmak nelere yol açar ya da sen
merhametsizsen insafsızsan sana merhamet neden edilsin? Daha çok merhametsiz ve daha çok
insafsız olasın diye mi? Cennette dahi kötüler bize rahat vermesinler diye mi o gibi zalim
kişiler oraya alınsın?

bi de bu kötü zannınla o sonsuz ilim sahibi Allaha diyorsun ki

ben halimi değiştirmeyeyim ama sen benim bu kötü zannımı zorla değiştir

sonrada Allah zorba olur


bitmiyor ki kardeşim nefsin kaprisleri

http://jonasclean.blogspot.com/2009/07/allah-cehennemi-neden-yaratt.html

Ahmed hulusi hoca ile ilgili(devam)

Bi önceki yazdığımda belirttiğim mananın örneğini genişleterek ilgili kişilere yöneltmek


istiyorum (ilgili olmayan ilgilenmesin)onlarda Allah rızası için değerlendirirlerse kendi
amellerinin sonucunu görecekler ve değerlendirebileceklerdir

Kuranda Hz meryem annemizle ilgili ayetlerde haber verildiği üzere Allahımız hz meryem
annemize durumunu açıklamamasını ve iftiracılara karşı susmasını tembihliyor, çünkü
anlatacağı kimseler hem zaten "amellerinin sonucu olarak kaba"lar hem de anlattığı şeyi
doğrusuyla anlayacak durumda ilim sahibi değiller..

Şimdi kendimizi o kaba insanların yerine koyalım ama ilmimiz dursun..

Ne düşüneceğiz acaba bize bildirdiğiniz ilim sonucunda takip etmeye çalışalım

- Gökte bir tanrı yok! melek de bizim anladığımız gibi olmadığına göre gökten yere inip böle
bi iş yapmış olamaz çünkü böyle bir şey söz konusu değil..ilmimize ve hocamızın bize
anlattığına göre Allahdan gayrısı da olmadığına göre Allah bize ne demek istiyor "Biz" böyle
bir iş yapmayız, yapmadık..

Anlatmak istediğim anlaşılmıştır sanıyorum

Siz kişilere yanlış ameller yaptığı ve sonuçlarını hayatlarında gördüklerini ısrarla


söylediğinizde gökte tanrı yok ve meleklerde bizim anladığımız gibi Allahtan gayrı varlıklar
değil dediğinizde Allah'ın kesin olarak temiz bildirdiği Hz meryem annemiz hakkında nasıl
düşünmelidir ilim yolunda olan bir kişiye bunu nasıl açıklayabiliyorsunuz ilminizle gerçekten
merak ediyorum?

Ayrıca Hz meryem annemizin çektiği bu sıkıntının uğradığı bu iftiranın Kehf suresinde ilim
verilmiş kişiyle de bağlantısı olabileceği fikri akla geldiğinde gerçekten sizden gördüğüm
ilmin, anlayışınızın ne olduğunu daha anlaşılır bir şekilde anlatabilmenizi yüce Allahtan
diliyorum..Çünkü bir kişiyi açık olarak öldürmekle o kişiyi iftiraya uğratmak aynı şeyler
değildir! Aynı yere koyabilmenin hem kurandan kanıt olarak hem efendimizden s.a.v. kanıt
olarak hem tasavvuf büyüklerimizden kanıt olarak tek bir olay dahi örnek gösterilemez! O
halde nasıl anlamalıyız? Bundan başka ilminizden çıkardığımız sonuçları nasıl tefekkür
etmeliyiz çünkü ayrıntıda kişi bu gösterdiğiniz yoldan tefekkür ettiğinde kesinlikle zulme
uğramış oluyor..Bunu sizin istediğinizide düşünmüyorum...Yani eğer kişi sizin ilminizden bu
örneğe göre bir temiz yola çıkmakta zorlanırsa sonuca varamaz ise ve size kaba bir şekilde
dönerse o kişiye açık şirktedir ya da gizli şirktedir demek nasıl mümkün olabilir? Yani ben mi
bu örneğe göre sizin ilminize baktığımda bir şeyleri anlayamıyor ve Allahın ilmine elverişli
olamıyorum anlayamıyorum..Buna göre eğer bir bahis ilminize göre yanlış sonuçlar
doğuruyorsa (bu derece yanlış!)tasavvuf büyüklerimizin gösterdiği yoldan dışarı çıkmak (bazı
yerlerde zaman öne sürülebilir olsa dahi) hem şekil olarak hem içerik olarak bu şekilde
değiştirmek haklı bir iş olamıyor..yani Allah katında mübah görülmesi imkansız hale geliyor
bunu kalben bildirmek istiyorum..Kesinlikle zulüm oluyor yani anlatabiliyor muyum
bilmiyorum..

ilgili diğer blogum

http://jonasclean.blogspot.com/2008/11/ahmed-hulusi-hoca-ile-ilgili.html

Allah'ın düşmanı olabilir mi?

Hiç Allah'ın düşmanı olabilir mi?


Ona bir şey nasıl engel olabilir ki düşmanı olsun?
Allah münezzehken;
Sinek nasıl düşman olabilir?
Allah elbette ufacık sineği ile koca ruhu alır
Sineğin ve öküzün;
Bu ince işlerden ne kadar haberleri olabilir?
O dosta hiç yardım ettin mı ki bilesin;
Kimse O'ya düşmanlık edemez,
Herşey ancak dostudur.

Bekle gözetle sabret Zamanlı zamansız ansızın değerli bir sürme gibi o azîz
varlık o eşsiz varlık gözümüze gelir

Ben ölmüş olsam da, beni mezara koysalar, bu haldeyken sevgilimizden bir haber gelse,
hemen Diri de, ölü de ondan bir şey elde edince neler yapmaz? Dağ bile onu görse yerinden
sıçrar kalkar, daha ileri, daha yakına gelir. Seni sevdiğim için beni çekiştirirlerse, kınarlarsa,
ben bu kınanmaktan kaçmam, kaçınmam. Senden gelen acılık cana şekerden daha tatlı gelir.
Akıp giden bir ırmaktan su içtikçe arkası gelir.
Hakk'ın yaratma gücüne, güzel sanatına bak, gönüllere gelen vahyi seyret! Baştan başa görüş
nüru ol! Çünkü bütün zevkler, bakış ve görüşten gelir.
Ömrüm geldi, geçti de sevgiliye kavuşamadım diye ümitsizliğe kapılma, o vakitli, vakitsiz,
ansızın gelebilir, her şey seher vaktinde gelmez.
Bekle, gözetle, sabret! Zamanlı zamansız, ansızın değerli bir sürme gibi o azîz varlık, o eşsiz
varlık gözümüze gelir.
Mevlana hazretlerim

Senin kapında kul köle olmak, bütün Dünya'ya sultan olmaktan daha büyük
bir mutluluktur

Dünya'nın şânını, şerefini, mevkiini ben şöyle anlayıp kavradım ki;


senin kapında kul köle olmak, bütün Dünya'ya sultan olmaktan daha büyük bir mutluluktur.

Süleyman Tevfik

O büyük peygamberlerine selam olsun

hiç kimseyi anlamak zorunda değilsin


hiç kimseyi dinlemek zorunda değilsin
hiç kimseye bir şey anlatmak zorunda değilsin
hiç kimseler seni zorlamak hakkına sahip değildir
hiç kimselerin eğlendiği gibi eğlenmek zorunda değilsin
hiç kimselerin iyi olduğu gibi iyi olmak zorunda değilsin
hiç kimsenin bildiklerini bilmek zorunda değilsin
hiç kimseden daha üstün ya da daha aşağıda olmak durumunda değilsin
hiç kimseler onun adına bildiklerini sana zorlamak hakkına sahip değildir
herkes ona muhtaçtır
herkes ondan aşağıdadır
herkes ancak tek tek ona hesap verir
her bilenden daha çok bilen birisi vardır
her anlayışlıdan daha anlayışlı birisi vardır
herkes adem ve havvadan birer adem ve havvadır
herkes biraz haklı herkes biraz noksandır
O hiçbi yerde bulunmaz
O herşeyde bulunur
O heryerdedir tek bi yerde değil
Mekanın mekanı O dur
O her türlü mekandan bağımsızdır
herşey onun kuludur
Ona saygılı olmak zorundayız
Ona sevgili olmak zorundayız
O duaları kabul edendir
Herkeze hakkı olanı verir
O dur hiçbir şeye ihtiyacı olmayan
O dur bir görünen bir görünmeyen
O dur görülemez olan
Ruhuna uyan!
sevendir sevilendir
Çok affedici çok merhametlidir
tek gerçek sığınaktır
mekansızların mekanıdır
terbiyesizlerin tek terbiyecisi
zalimlerin tek kahredicisidir
intikamını alır
dilerse affeder
her şey ona yükselir her şey ondan iner
hiç bir işi tam anlamıyla idrak edilemez
kendisi hiç bir zaman tam olarak kavranılamayacak kadar yüce olandır
tekdir
birdir
güzeldir güzeli sever
güzelleri o yaratır
tüm insanların rabbidir
herşeyin rabbidir
herşeyin aslıdır
herşeyin arkasında ve önündedir
her işini bir hikmetle yapar
tek ümid kesilmeyendir
herşey yokolucudur
herşeyi varedicidir
Akıllar onu idrak edemez
vardır
tek gerçek olandır

Ondan başka ilah yoktur

Kendisinden bizi haberdar etmek için gönderdiği peygamberleri(s.a.v)hiç kimsenin


kaldıramayacağı çileleri çekmiş hiç kimsenin göremediği şeyleri görmüş ve görevlerini tam
olarak eksiksiz yerine getirmiş o büyük peygamberlerine selam olsun Onu bizden daha çok
sevmiş hayatlarını sadece ona vermiş bizden çok çok ince şeylere ulaşabilmiş evliyalarına
selam olsun onu seven onu anlayan anlatmaya çalışan onun için sabreden onun için düşünen
onun için kahrolan kullarına selam olsun Sebep O'dur! Allah ona inanmayanlara inanç,
anlayış versin onları bilgilendirsin kalplerine görünmeyenleri göstersin onları da
nasiplendirsin inşaallah Sonsuz şükürler sonsuz övgüler içinde ol

Hayat Devam Eder...

Başa gelen bir kazaya "ucuz atlattık!" derken...


Ay güneşe nasıl çarpmaz da tutulur...
Ve buna nasıl şaşılmaz ...
Kazalar tesadüf..kaderler keder olur...
Hayat devam eder...

O'ndan ve birbirimizden uzak olduğumuzu zannetmememiz için...

Ayaklarına bak.Gözlerin altında uzanan yeryüzünü seyderek başını mutlaka


kaldıracaktır..Gözlerin denize açılacak ferahlayacaksın.Ordan da daha geniş olan gökyüzüne
geleceksin. Bak! açık! Yüzümüz sonsuza açık! Gözlerinin bu seyrinin sana gösterdiği
görülmez gerçeği unutmamak zorundasın, aşağılardan başını kaldırıp sonsuz geniş olana bak!
Aslında bizden ayrı olmayan evrene verdiği bu karmaşıklık, sonsuzluk hissi ve herşeye
rağmen açık bırakılan ümit kapısı ve kudret; O'nun herhangi bir şekilde bir bedeni olmadığı
halde ne kadar kudretli ve sonsuz yücelik sahibi olduğunu bilmemiz, farketmemiz ve devamlı
hissetmemiz içindir.Ve bizim sürekli olarak bu Alemi görüyor olduğumuz halde, kendimizi
göremiyor oluşumuz da yine bil! kendisini göremiyor oluşumuzdan dolayı Ondan ve
birbirimizden uzak olduğumuzu zannetmememiz içindir...

Ahmed Hulusi hoca ile ilgili

Allahü teâlâ, bizi ve sizi te'assubdan, ya'nî başkasını çekememekden ve doğru yoldan
ayrılmakdan korusun ve insanların en üstünü o temiz Peygamberi hürmetine (aleyhi ve alâ
âlihi minessalevâti etemmühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ)pişmân olacak, üzülecek şeyleri
yapmakdan kurtarsın

Bir sitede yaptığım sohbetten direk aktarıyorum

***

--Oysa, “ALLAH”ın “AHAD” oluşunun manâsını anlayabilsek, gökte bir TANRI olmadığını
kavrayabilsek, herkesin kendi amellerinin karşılığına ulaşacağını idrâk etsek, bütün
yaşamımız değişecektir!..---

Sevgili kardeşim, yazından aldığım şu yukardaki bölüm hakkında bişiler söylemek istiyorum.

Eğer "yukarda bir tanrı yoktur" diye ısrar edilirse bunun üzerine çok gidilirse "yukarı"
manasının içinde kopmayacak şekilde varolan
"yücelik" manasıda zedelenmiş olur
Allah asla "aşağı" tabiriyle ifade olunamayacağı için yukarıda oluşuna bu kadar saplantılı
şekilde şiddetle düşman olmak bazı ilim sahibi olmayan kişilere Allah'ın yüce olmadığı
fikrinide getirecektir ki bu tamamen saf bir imana sahib olan kişiye zulümdür..
ve arkasından bunu yapan alim kişiye de "zorlayıcı","oyuncu" gibi iftiraları getirir..
Zira peygamber efendimizin duyurduğu ve açıkladığı Allah'ımızın kelamında şöyle
denmektedir

mealen
O yerde de ve gökte de tek ilahtır
mealen
Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı)
kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları
sıfatlardan münezzehtir.

Yani Allah yerde de gökte de Allahtır sadece gökte ya da sadece yerde değil
Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki insanların kafalarındaki tanrıya tapınıyor olmaları
Allah'ın ilah olmadığını göstermez
Allah'ın evet! kafalardaki tanrı anlayışı gibi sadece gökte olmadığı ifade edilirken "İLAH"
olmadığı fikri uyanıyorsa bu İlimde noksanlıktır..
Aynı şekilde ısrarla ve ısrarla "yukarda tapınılan bi tanrı yok herkez kendi amelinin karşılığını
görür"demek de herşey insanın ameliyle oluyor demek olur bu da insana aşırı yükleme olur
tevekkülü imandan men etmek gibi olur ve yine amele dayalı olarak bütün herşey kişinin
elinde demek gibi olur bu da anlatımda bir noksanlıktır

Çünkü nasıl Meryem annemiz yaptığı bir amel neticesinde iftiraya uğramadıysa bazı saf iman
sahiblerinede kötülükler kendi amelleri sonucunda gelmez
Allah'ın takdiri sonucunda gelir çünkü Allah dilediğini takdir edendir çünkü ilah Allahtır
ve iman sahipleri bazı ilmi konuları idrak edemeseler de amellerini ve niyetlerini o herşeyden
yukarıda herşeyin üstünde olan yüce Allah'a emanet ederler ve yalnızca "O"na tevekkül
ederler ne başka bir tanrıya ne de kendi nefislerine..
Çünkü Ondan başka hiç bir ilahı kabul etmezler..
O kabul ettikleri tanrı ise sadece yerde ya da sadece gökte değildir hem gökte hem yerde tek
ilah olan yüce Allahımızdır

Bunları sakın size ya da Ahmed hulusi hocaya söylediğimi zannetmeyin çok üzülürüm
bu söylediklerim sadece alınması gereken önlemlerdir çünkü bizim düşmanımız şeytandan
ondan bundan çok kendi nefsimizdir

"Senin düşmanlarının en düşmanı iki taraf arasında bulunan nefsindir"

Hz Muhammed s.a.v.

http://jonasclean.blogspot.com/2008/10/yani-btn-mevcdat-bir-araya-gelince-tanr.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/11/ahmed-hulusi-hoca-ile-ilgilidevam.html

http://jonasclean.blogspot.com/2009/02/onu-gonlunde-bulmaya-cals.html

http://jonasclean.blogspot.com/2009/01/noktandaki-kudretahmed-hulusi.html

Bu ağlama neden

Gözyaşı damarları (yağmur gibi) yağmaktaydı, kendisi de şaşırmıştı. Bu katralar, cömertlik ve


kerem denizinin sebepsiz akan katralarıydı.
O ağlarken aklı diyordu ki: “Bu ağlama neden? Seninle eğlenen o çeşit bir kavme ağlamak
reva mı?
Neye ağlıyorsun, söyle. Yaptıkları işlere mi? O gidişleri kötü kin askerine mi?
Onların paslı karanlık gönüllerine mi, yılan gibi zehirli dillerine mi?
Onların Segsar’larınkine benzeyen nefes ve dişlerine mi? Akrep yatağı olan ağız ve gözlerine
mi?

İnatlarına mı, alaylarına mı, kınamalarına mı? Şükret; bak, Tanrı onları nasıl hapsetti, helâk
eyledi!
Elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri, savaşları eğri, öfkeleri eğri...
Onlar, geçmişleri taklit edip naklettikleri reylere uyduklarından bu akıl pîrinin başına ayak
bastılar.
Birbirlerine görünmek ve duyulmak kaygısı ile hür ihtiyar olmadılar, kart eşek oldular.
Tanrı cehennemlikleri göstermek üzere dünyaya cennetten kullar getirdi...”

mesnevi şerif

Yani, bütün mevcûdat bir araya gelince "tanrı" denen varlık ortaya çıkar
görüşü...

"ONLAR ALLAH`I AYAKTA İKEN, OTURURLARKEN ve YANLARI ÜZERE UZANIP


YATARLARKEN ZİKREDERLER...." (3-191)
Âyeti insanların dahi, her an ve her pozisyonda zikir halinde olduğunu; zikir halinde olması
gerektiğini vurgular...

Ancak, "O"nun varlığından meydana gelmiş bilinçli şeylerin toplamı olan tümel akıl Tanrıdır,
görüşü de tümüyle yanlıştır!...

Evet... "Kâinat, ALLAH`tır" görüşü bütünü ile bâtıldır ve yanlıştır!. Bu Panteist görüştür!.

Yani, bütün mevcûdat bir araya gelince "tanrı" denen varlık ortaya çıkar görüşü... Bu
yanlıştır!. Çünkü, gerçekte mevcûdat "yok"tur "ALLAH" vardır!.

"ALLAH" her an (bize göre) kendi mânâlarını seyreder ve her şey bundan ibarettir... Bu
yüzdendir ki, mevcûdatın varlığı yoktur; "ALLAH"ın varlığı vardır.

Bu sebepledir ki, mevcûdat "ALLAH"tır, görüşü bâtıldır, ilkeldir!. Beş duyu kaydından
kendini kurtaramayan dar görüşlü beyinlerin, 30 derecelik perspektifi olan kişilerin
görüşüdür, mevcudat "ALLAH"tır görüşü!...

İşte yaşamda, bütün olup ve bitenler ve bunlarda mevcut bilinçler hep bu melekî güçlerle,
melekî şuurla meydana gelmektedir.

Dışarıdan bakılan bu insan bedeninde, atomların yeri neyse; bir türü itibariyle, algılanan ve
algılanacak olan tüm varlıkların temelinde "meleklerin" yeri de odur!..

Bunun için eğer sen, işin özüne gerçeğine ve hakikatına inmek ve "görenler"den olmak
istiyorsan, çıkış noktası olarak önce meleklere iman etmek zorundasın.

Eğer "melekleri" inkâr edersen, işin özüne gitme yolları sana kapanmış olur!. Hakikate
ermekten mahrum kalırsın!.

Madde boyutunda beş duyu ile yaşarsın ve öylece de geçip gidersin bu dünya yaşamından!..
Ancak bundan dolayı da biz seni kınamayız, seni küçük görmeyiz!... Çünkü sen de o
kapasiteyle yaşamak için varolmuşsun; ve de var oluş gayeni yerine getirmektesin!.

Ama senin bu varoluş gayeni yerine getirirken, geçireceğin aşamalar, sende belli üzüntü,
sıkıntı ve azapları da meydana getirir... Bunu da hiç aklından çıkarma!.

Evet "meleklere iman" denen olayı da bu kadarıyla anlayabildiysek, bilelim ki; vahiyden,
yediğin yemeğin vücutta yararlı hale gelmesine; bunların beyinde değerlendirilip, madde
beden ötesi ruh bedeninin yani, halogramik dalga(wave) bedeninin oluşturulması dahi hep
meleki güçlerledir.

Varlığında, özünde meleki güçler vardır!.

Eğer ki sen meleklerin ne olduğunu anlayıp, -ki bunun için de imanla yola çıkacaksın- daha
sonra da idrak edersen; şayet cehennemden de kendini kurtarabilmiş isen; kademe kademe
arınmalar neticesinde, bu meleki boyutta yerini alıp; insan kemaline sahip melek olarak
yaşamına sonsuza dek devam edersin, cennet diye târif olunan ortamda!.
Yok eğer kendindeki bu meleki özelliklere ve güçlere rağmen, gerekli arınmayı
sağlayamamışsan; o zaman dalga(wave) beden boyutunda kalırsın; ki bu boyutta cinlerin
boyutudur!... Bu cehennem diye bahsedilen âlemde sonsuza dek yaşarsın...

Sonuç olarak ölümden ve kıyâmetten sonraki yaşamda insanın mutlak akıbeti ikiden biridir...

Ya "cin" denen, "şeytan" denilen; bugünün insanını "uzaylıyız diye kandıran" varlıkların
boyutunda yer almak; ya da belli arınmalardan geçmek suretiyle "melek" denilen varlıkların
boyutunda insani şuur ve kemâlâta sahip olarak yaşamını devam ettirmek.

İşte bunun için de meleklere iman çok önemlidir...

ahmedbaki
ahmedhulusi

Ben senin emrine kul olmuş bir zavallıyım

Ben ölü idim, dirildim; ağlardım, güldüm. Aşkın devleti geldi, ben ebedî devlet oldum.

Benim tok gözüm vardır, cesaretli canım vardır, arslan yüreği gibi bir yüreğim var. Ben parlak
Zühre yıldızı oldum.

Dedi ki: "Sen divane değilsin. Bu eve layık değilsin." Ben de gittim divane olup zinciriyle
bağlandım.

Dedi ki: "Sen sermest değilsin, git!" Ben de gittim sermest olup neşe ile doldum.

Dedi ki: "Sen öldürülmemişsin, neşe ve müzik ilgin yok!" Can bağışlayan yüzüne karşı şehid
oldum.

Dedi ki: "Sen zeki bir kişisin, hayal ve şüphenin sarhoşusun." Ben hemen abdallaştım, hayal
ve şüpheden sıyrıldım.

Dedi ki: "Sen mum oldun, meclisin kıblesi oldun." Ben mum değilim!" dedim, yandım,
yakıldım, duman oldum.

Dedi ki: "Sen şeyhsin, önde gidenlerdensin, yol gösterensin." "Hayır! Ben şeyh değilim!"
dedim. "Önde gidenlerden de değilim. Kimseye de yol gösterdiğim yok. Ben senin emrine kul
olmuş bir zavallıyım."

Sen güneşin kaynağısın, ben söğüt ağacının gölgesi düşen yerim. Sen benim başucuma
gelince, alçalır, erir, yok olur giderim.

Gönlüm canın parıltısını buldu. Dünyanın nuruna nail oldu. Gönlüm yeni bir atlas buldu da bu
hırkaya düşman kesildi.

HZ.MEVLÂNÂ (K.S) - DİVAN-I KEBİR (c. III, 1393)


Buna şahit olarak da Allah yeter

(Ey insanoğlu!) sana gelen her iyilik Allahtandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Ey
Muhammed! Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah
yeter.(Nisa Suresi,Ayet 79)

Böylece anlaşılıyor ki sen ben iyiysek (yani ayetteki manada Allahdansak) Allahdanız
kendiliğimizden değiliz

Benlik gösteren, yalnız "ben!ben!ben!" diyen Allahtan değildir


çünkü Evvel Allahtır
çünkü seni yaratan O'dur
senin yapamadığın iyilikleri de inşa eden Allahtır
varı var eden Allahtır
sen bunu unuttunsa sen iyi değilsin
dolayısyla Allahtan değilsin
o halde bu benlik ne için?
"Ben Allah'ım! biz Allah'ız!" desen ne fayda; bunu "O" söylemedikten sonra?

Ne zaman yaptığın iyiliği kendinden bilmedin Allahtan olduğunu bildin, işte sen de Allahtan
oldun, "ben" olmadın...
Zira insanı insan eden Allahtır..
Gayrı insanı insana ve şeytana kul eder..

İnsanın var kılınması saf iyiliktir..

yardım edenden tavsiyeler(devam..)

Allahtan başkasını sevmemek Ondan başkasından buğzetmek nefret etmek demek değildir.
Bilakis aşk ve sevgi bütünüyle Ondandır senden benden değil.
Eğer birileri seni bir sevip bir kötülüyorsa
bu onların Allah'ı yeterince tanımadıklarındandır. Cahilliklerindendir.
Onun için sen sevginin aşkın asıl kaynağına ve sahibine bağlan.
Seven ve sevilen ol.
Kendini sevginin aşkın hakimi sananlara bağlanma.
İyiliklerini başa kakanlara bağlanma.
Eğer bütün sevginin aşkın kendilerinden değil Allahtan olduğunu bilselerdi o sevgilerini sanki
kendilerininmiş gibi senden esirgemezlerdi.
Sen onlara merhamet et.
Olur ki onlar da anlarlar ve ellerindekinden dolayı kibirlenmezler.
Aşkta yok olup giderler...

***

Allah'ımızın DEYYAN ismiyle tecelli etmesi dünya yoluyla olur.


Yani nefsine uyduğunda cezalandırır salih bi amel işlediğinde mükafatlandırır.
HÂFID (Alçaltan, zillete düşüren) RÂFİ' (Yücelten, izzet ve şeref veren) isimleriyle tecelli
ettiğinde ise bunu ruhundan yapar.
Aradaki farkı ve dereceyi iyi gör.
Dünyevi , nefsi alçalma ve yükselmeyle ruhani yükselme ve alçalma bir değildir.
Ruhani olan tecelliyi hissetmek herkeze nasib olmaz..
Ruhani olarak bariz yükselir ve alçalırsan bu ikisi de senin Allah'a yakınlığının sonucudur.
Kötü amellerinin sonucu değil.
Çünkü gerçekten yükselten ve alçaltanın kim olduğunu ayır edersin..Şirkin aslında
olamayacağını anlarsın.. ki bu kurtuluştur.
DEYYAN tecellisi ise dünyada herkeze olur.
Dünya yoluyla olur.

***

İnsan bilmez ; bilgiyle beraberdir


Allah ise bildiklerinin üzerindedir
İnsan sevemez ;sevgiyle beraberdir
Allahımız ise sevgisinden üstündür;aşktır..

bağlanıyorsun

...-"Kimi sevsem aramız açılıyor. Ya ölüyor, ya kayboluyor. Yahut aramıza düşmanlık giriyor.
Çoğu zaman malım kayboluyor, param elimden çıkıyor. Bu yüzden dostlarımla
bozuşuyorum."

Ey Allah'ın sevgili kulu, Allah gayyurdur.Sevgisine kimsenin ortak olmasını istemez;


sevgilisine bakılmaya bile razı olmaz.Allah, bulunan sevgisini ister.Kendi sevdiği kulu
başkasına vermez. Hal böyle iken sen başkasına bağlanıyorsun..

Abdulkadir Geylani Hazretleri

Kim, Allah'a kavuşmak isterse

Allah'ın Resulü (s.a.s), "Kim, Allah'a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister. Kim de
Allah ile karşılaşmak istemezse, Allah da onunla karşılaşmak istemez'' buyurmuştur

zeburdan

121. MezmurHac ilahisi

BÖLÜM 121

Mez.121: 1 Gözlerimi dağlara kaldırıyorum, Nereden yardım gelecek?

Mez.121: 2 Yeri göğü yaratan RAB'den gelecek yardım.

Mez.121: 3 O ayaklarının kaymasına izin vermez, Seni koruyan uyuklamaz.

Mez.121: 4 İsrail'in koruyucusu ne uyur ne uyuklar.

Mez.121: 5 Senin koruyucun RAB'dir, O sağ yanında sana gölgedir.

Mez.121: 6 Gündüz güneş, Gece ay sana zarar vermez.


Mez.121: 7 RAB her kötülükten seni korur, Esirger canını.

Mez.121: 8 Şimdiden sonsuza dek RAB koruyacak gidişini, gelişini.

Allahı imdada çağırmak

Naklederler ki ,vaktiyle sefere çıkmış olan bir cemaat ona "Ey şeyh! Yol korkulu,
karşılaştığımız bir belayı savuşturmak için bize bir dua öğret," demişlerdi. Şeyhde, "Bela yüz
gösterdiğinde Ebu Hasan'ı (Beni) anınız (ve ondan medet umunuz!)" dedi. Ama bu söz o
cemaatin hoşuna gitmedi, yola düşüp giderken vurguncular yollarını kesip kendilerine
kastetti.
Onlardan birisi derhal şeyhi hatırlayıp onların gözlerinde kayboldu, ayyarlar ve
haramiler,"Burada birisi vardı, nereye gitti? Ne onu ne de eşeğini ve yükünü göremiyoruz!"
diye bağırıp çağırmaya başladılar. Bu yüzden ona da kumaşlarına da hiçbir zarar gelmemişti.
Diğerleriyse çıplak ve malları soyulmuş bir halde ortada kaldılar. Öbür adamı selamette ermiş
bir halde görünce şaşkınlık içinde kaldılar.O da bunun nedenini anlattı.

Şeyhin yanına döndüklerinde,"Allah hakkı için bunun nedeninin ne olduğunu açıkla! Biz hep
Allah'ı andık (ve Onu imdada çağırdık), ama işimiz yoluna girmedi, o tek başına seni andı (ve
imdada çağırdı) onların gözünden kayboldu,"dediler.

Şeyh dedi ki: "Siz Allah'ı mecazi olarak (imdada) çağırdınız, Ebu'l Hasan ise hakikat olarak
çağırdı. Siz Ebu'l-Hasan'ı zikrediniz Ebu'l Hasan da sizin için Allah'ı zikreder, böylece işiniz
görülür. Şayet mecazi olarak ve adet yerini bulsun diye Allah'ı zikrederseniz, bunun faydası
olmaz!"

Feridüddin Attar
Evliya Tezkireleri kitabı
Şeyh Ebu Hasan Harakani hazretlerine ayrılmış bölümden

Ömerül Faruk (r.a.)

...Resul Ekrem de onu (Faruk)(Fark eden) diye isimlendirdi.

"Ey Peygamber, sana Allah ve sana uyan mü'minler yeter"


ayeti o vakit nazil oldu.

Hicret zamanında bütün eshap gizlice Mekkeden çıkarak Medineye geldiler.

Yalnız Ömerül Faruk serbest hicret etti.

Şöyle ki: Kılıcını kuşanarak yayını omuzuna astı, oklarını eline aldı.

Kureyşin resileri, Kabenin avlusunda halka halka oturmaktayken haremi şerife gitti.

Beyti şerifi yedi defa tavaf etti ve iki rekat namaz kıldı. Sonra: "Yüzleriniz kara olsun" diye
Kureyş reislerine beddua ederek yanlarından geçerken
"Anasını ağlatmak ve evladını öksüz, karısını dul bırakmak isteyen kimse şu vadinin öte
tarafında bana kavuşsun" deyip Mekkeden çıktı ve Medineye hicret etti. Arkasına kimse
düşmedi

Kısas-ı Enbiya
Ahmet Cevdet Paşa

Aziz dostum sen yüzünü hakka çevir halkı bırak ne derlerse desinler

-Aziz dostum! Sen yüzünü Hakk'a çevir halkı bırak, ne derlerse desinler. Allah, kulundan
hoşnud olduktan sonra halk senden ister memnun kalsın ister kalmasın. Bunun ne ehemmiyeti
var?-

...Bir kmse halvete çekilip kendi aleminde insan arasına karışmadan yaşasa onun için:

"Bu iki yüzlünün birisidir.Numara yapıyor...İnsandan sanki şeytandan kaçarmış gibi


kaçıyor!"derler.

Güzel yüzlü ve sıcak kanlı ise, o zaman da onu namus ve takva sahiblerinden saymayıp
"iffetsizdir" derler.

Zengini çekiştirerek derisini yüzerler : "Eğer bu alemde bir firavun varsa işte budur", derler
Şayet biri de fakir ise ve zaruretten sızlanıp kıvranıyorsa onun içinde: "Uğursuz sefil",
derler.Ve ilave ederler:
"Bu hal onun beceriksizliğindendir.Kabahat kendisinindir..."

Varlıklı bir adam, insanlık hali düşecek olsa sevinerek ve bunu fırsat bilerek derler ki",
"Oh olsun! Allah ne güzel yaptı...Kibirinden yanına varılmıyordu. Malına, mevkiine
güveniyor, her yükselişin bir düşüşü olacağını aklına getirmiyordu”.
Bir fakirin işi yoluna girer, hali vakti iyileşirse, zehirli dişlerini gıcırdatarak:
“Alçak felek böyle alçakların elinden tutar” derler.
İşinle meşgul görürler:
“Aman ne kadar haris adam. Gözü bir türlü doymuyor.Para delisi...”derler.
Biraz tembelliık etsen:
“Dilenci huylu, lüpçü, bedavacı..”adlarını takarlar.
Güzel konuşsan: “Hezeyanla dolu davul”,güzel konuşmayı beceremiyorsan: “Cahil”,derler.
Tahammülü olanlara:”Korkusundan sesini çıkaramıyor”.derler.Yiğit ve şecaatli olandan
”Herif keçileri kaçırmış!”,diye kaçarlar.

Az yiyen için:”Mirasçılarına saklıyor”, helalinden yeyip içene:”Pisboğaz,mideci”,derler.

Biri zengin olduğu halde basit ve sade mi giyiniyor?:”Akılsız,kendi parasını kendisinden


esirgiyor”, diye kılıç gibi dil uzatırlar. Fakat adam,mesela bir köşk yaptırıp kemerini
nakışlatsa veya güzel süslü giyinse, bu sefer de:
“Şeddad gibi binalar yaptırıyor;kadın gibi süsleniyor”,diye onu canından bezdirirler.

Seyahate çıkmamış olanları, seyahat edenler adam yerine koymayıp:


“Karının koynundan çıkmayan adamda hiç ilim, hüner ve marifet olur mu?”,derler. Bir seyyah
görseler,bu sefer de:” Avare serseri! İyi bir şey olsa zaten şehirden şehire sürünüp
durmazdı...”diye adamın derisini yüzerler.

“Bunlardan yatıp kalktıkları yer bile incinir”,diye bekarları kınarlar. Evlenirse de: ”Gönlü
yüzünden eşek gibi boynuna kadar çamura battı”,derler.

Öfkeli ve asabi olan için: ”Daha nefsine hakim olamıyor!”.derler. Sabırlı, halim, selim
olanlardan ise, ”Haysiyetsiz,izzeti nefissiz”, diye bahsederler.
Bir adam cömert ise:
“Ayol! Ne diye saçıp savuruyorsun? Yarın namahrem yerini öretecek bez parçası bile
bulamayacaksın. Bir elinle önünü, öbür elinle arkanı kapatmak zorunda kalacaksın!”,diye onu
ayıplarlar.
Birisi kanaatkar ise tutumluluğuna laf ederek:
“Bu alçak da babası gibi olacak. O da bunun gibi yemedi, içmedi, yığdı, biriktirdi ve sonunda
hasret gitti”.derler.

Çirkine çirkindir, güzele güzeldir diye dil uzatırlar, cefa ederler.

Selamet köşesinde kim rahat oturabilir ve başı dinç kalabilir?

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) bile kötülerin dillerinden kurtulamadı.

Eşi ; ortağı, zevcesi ve oğlu olmayan Allahu Teala için bile Hıristiyanların neler söylediklerin
işitmedin mi?

Hulasa insanların elinden kurtulmaya imkan yoktur. Dile düşen için bir tek çare vardır ; o da
sabretmek...

-Halkın kötülüğünü düşünenler,Hakk Teala'dan habersizdirler. Çünkü onlar halkla


uğraşmaktan Hakk'ı düşünmeye vakit bulamazlar.-

Şeyh Sadi-i Şirazi


Bostan ve Gülistan eserinden

İmam-ı Rabbani hazretlerinin Abdulkadir Geylani hazretleriyle ilgili mektubu

imam ı rabbani hazretleri


mektubattan

Sunun da bilinmesi yerinde olur ki..

Bir sahsin, kurb-ü velayet yolundan kurb-ü nübüvvete ulasmasi sahih olur.. Bu durumda, her
iki muameleye de ortakligi olur.. Enbiyaya uydulugu ile kendisine, orada bir mahal ihsan
edilir.. Onlara salât ve selâm olsun.. Bu durumda, her iki yolun muamelesi dahi, ona bagli
olur..

Bir siir:

Allah'a ne zorlugu olur; Alemi bîr sahsa oldurur..

Bir âyet-i kerime meali:

«Bu, Allah'in fazlidir; onu diledigine verir.. Ve.. Allah büyük fazlin sahibidir..» (62/4)
cennetten bir hikaye (inşaallah)

gel aşkım gel


gel canım kardeşim bir tanem
gel dinlenelim şu uçsuz bucaksız ağacın gölgesinde
güneşte ısınan yaprakların hışırtısını dinleyelim serinleyelim
bak yapraklarda serinliyorlar
istersen susalım kepçe kulaklarımızı dinleyelim
istersen konuşalım uçsuz bucaksız yaşayacağımız güzelliklerden
denize de gideriz
sıcacık kayalara yatarız
yüzmeyi severim biliyorsun
çok eskide kaldı cahil dünyanın uğultusu bir daha hiç duymayacağız oh hamdolsun
sen ben varız bi de bizim gibi aynı sen ve benler
yabancı yok hiç oh
Allahımız ne güzel yaratmış bak seni beni
az çekmedik o cahil dünyanın zırıltısını sen de ben de pek yorulduk
Allah rahmet etti de şükür bak güzelliklere kavuşturdu
hatırlıyor musun nasıl sınadı bizi türlü türlü belalarla
nerdeyse Onu unutuyorduk
ne komik şeyler vardı yahu öle nerdeyse birbirimize düşüyorduk ahmaklık işte
yok materyalizm yok anarşizm yok kafirler yok maymunlar filan haha ulan ne acayip
dünyaydı yahu
düşünsene hiçbirimiz kendini göremiyordu aynalar olmadan
ama adamlar göremedikleri için Onu inkar ediyorlardı
ah Allah korusun yahu çok şükür cehenneme gideceklerinden korktuğumuz safları kurtardı
bak şükür bize ne kadar vefalı olduğumuzu gösterdi de Ona ihanet etmedik
devamlı olanı gösterdi bize
Allahım sana şükürler olsun
efendimizi gördün di mi üf tahmin ettiğimizden daha büyükmüş o neydi öyle yahu of Allahım
şimdi çektiği çileleri daha iyi anlıyorum of Allahım ne büyük bir adam
onu da görmeye gidicez inşaallah gel ama önce başka bir şey takdir edilmiş bize onu bi
yaşayalım cennet cennet dedikleri evet huri gılman ama o huriler gılmanlar hiç de dünyadaki
hurilere benzemiyor yahu haha
rahibe teresanın gılmanını gördün mü uy ne biçim bi erkek o ya haha kendisi hele ne olmuş
öyle
karısı olanların kadınları hurilerden daha güzel
evlenememekle hata mı yaptık ne haha
demek kadın hristiyandı filan ama efendimize de inanıyormuş
zaten belliydi hristiyanlarında suskunları vardı ben biliyordum gördüm hakkaten düzgün
imanlıları vardı yani
neyse dünyayı aklına getirmeyeyim bırakalım şimdi bunları da gel takdir edileni yaşayalım
ben de efendimiz gibi namazı sadece emir olarak yapmadım onun için burda da namaz
kılacağım istersen sen de gel kıl farklı oluyor biliyorsun namaz gibisi yok benim gibi
düşünenler çokmuş cemaati bi görsen bak şu büyük bulut var ya orada toplanıyoruz imamımız
kim tahmin et
neyse çok konuştum özür dilerim vaktini aldım şimdi sen kendi başına gez burda
dünyayı çok hatırlama cehennemin duvarlarından uzak dur ordakilerin seslerini arada
duyacaksın dalga geçmemeni tavsiye ederim kızıyor Allah bi yerden sonra
hem biliyorsun orada bizden olanlarda var hepsi gelicek inşaallah
zaten bi süre sonra cehennem aklına bile gelmeyecek
Allah bizi dünyada bırakmadı cehennemde bırakır mı hiç
inşaallah
inşaallah
inşaallah
oh Allahım sana şükürler olsun
hadi selametle

Allah(c.c)ve adem

AMCA- O vardı ve onunla beraber başka hiç bir şey yoktu şimdi olduğu gibi
görülemeyendi.Tekdi. Sıfatlarının olması nasıl seni parçalara bölmüyorsa bir benliğin iraden
varsa öylece sıfatlarıyla birdi tekdi. yaratıcı sıfatından maddeyi oluşturdu ama şimdi gördüğün
gibi birbirine dönüşen iç dış farklı formlarıyla değil. o yaratılan ilk madde bir ressamın
yapacağı resmi önceden çok güçlü bir biçimde hayal etmesindeki gibidir öyle ki yapacağı
resim sanki yoksa da vardır. insanı o ilk halinde de yaşatabilirdi fakat maddeyi insanın ilk
yaratılacağı aleme dönüştürdü ve ademin vücuduna şekil verdi. Sonra ona ruhundan üfledi
hayat sahibi kıldı. Bunları ihtiyacı olduğu için yapmadı Ademin onu bilebilmesi için kainata
ele ayağa uzuvlara kendisine ihtiyacı vardı; maddeyi ademin ihtiyacı için verdi. Bilinmeyi
murad etti. Neden tümüyle insana açılmadı bilinmek için aşamalar yarattı denirse onun
kudreti anlaşılamamış demektir zira sonsuz olan sıfatlar ancak sınırlı bir biçimde idrak
edilebilir. Eğer bir şekilde aşamalı değil de direk temas olsa idi güneş görülemeden
bilinemeden göreni yakıp yok ederdi.

Allah'ı görmek

Imam-i Rabbani 456. mektub

MEVZUU: Uhrevi rüyeti inkâr edenlerin süphelerini atmak hakkindadir.

NOT: Imam-i Rabbani Hz. bu mektubu, Mir Abdürrahman b. Mir Muhammed Nu'man'a
yazmistir.

***

Rahman Rahim Allah'in adi ile...

Rüyet meselesi, (yani ahirette yüce Allah'i görmek) hakkinda irad ettikleri itiraz, hatta rüyetin
nefyi için ikame ettikleri delil sudur: Gözle görmek iktiza eder ki; görülen ayni hizada buluna
ve görenin mukabilinde dura... Böyle bir sey ise, Vacib Teala hakkinda yoktur. Zira böyle bir
seyin olmasi ciheti gerektirir. Bu cihet ise; ihata, tahdid, nihayeti getirir. Böyle bir durum da,
üluhiyete münafi olan noksani gerektirir.

Halbuki yüce Allah, anlatilan manadan yana, tam bir yücelige sahiptir.

Üstte ileri sürülen itiraza cevap sudur:

Kemal üzere kudret sahibi olan yüce Sultan, iki parça içi bos, histen ve hareketten uzak
damara; bu zayif fani dünya hayatinda, hiza ve mukabil durma sarti ile esyayi görüp hissetme
kuvvetini verdikten sonra, ahiretin kuvvetli ve baki hayatinda o iki parça damara neden bir
kuvvet vermesi mümkün olmasin ki; hizasiz ve mukabelesiz olarak görülecek olani o kuvvetle
göre... Bu durumda o görülecek olani ister bütün cihetlerde bulunsun; isterse hiçbir cihette
bulunmasin. Bu isin uzak görülmesine sebep nedir ve muhal olusu nereden gelir?

Zira, Fail-i Muhtar olan yüce Zat, iktitarin en yüce mertebesindedir. Bir istidadli için kabul
eder ki, görme ve hissetme manalari ona taalluk etsin.

Bu manada asil söz su ki:

Yüce Allah bazi yerlerde, yararli olacaklari dolayisi ile, hiza sartini ve cihet tayinini gözlerin
görmesi için koyar. Ondan baska, bazi yerlerde ve zamanlarda ise, bu sarti itibardan düser.
Anlatilan sart olmadan da, gözlerin görmesi takarrür eder. Aralarinda tam ziddiyetin,
degisikligin bulunmasina ragmen; o yeri bu yerle kiyas etmek insaftan uzaktir. Böyle bir
iddia, mülk ve sehadet alemi kesiflerinde kisa görüse sahip olmaktir. Melekût aleminin
acaiplerini dahi inkârdir.

Burada söyle bir soru sorulabilir:

-Sübhan Hak, görülecegine göre; gerekir ki, gözle idrak edilip kavrana... Böyle bir sey ise,
haddi ve nihayeti gerektirir.

Halbuki, Allahu Teala, böyle bir manadan yana çok çok üstünlüge sahiptir.

Bunun için su cevabi veririm:

-Mümkündür ki; görüle... Fakat gözle idrak edilip kavranmaya... Bu manada, Allahu Teala
söyle buyurdu:

"Gözler onu idrak edemez; ama o, gözleri idrak eder. Lâtif Habir odur."(6/103)

Müminler, Sübhan Hakki ahirette göreceklerdir. Vicdani bir yakinle de, o sani yüce Zat'i
gördüklerini anlayacaklardir. Bu görmeye terettüb eden lezzeti dahi kemal üzere kendilerinde
bulacaklardir. Lâkin, görülen onlarca asla idrak edilmis olmayacak, o manadan yana
kendilerine kesin olarak bir sey hasil olmayacak. Yalniz görmeyi bulmak ve onunla lezzet
almak baska.

Bir siir:

Rahat ol, hiç anka avlanir sanma;

Yoksa tuzaklar tasirsin daima...

Görülenin kavranip idrak edilmesi manasinda tevehhüm edilen rüyetteki noksan o yerde
yoktur.

Cihetsiz olarak görmenin sübutu oldugu gibi, görene dahi bu rüyetten hasil olan lezzet için ne
noksan vardir; ne de kusur.

Hatta görülen yüce Zat'in tam in'amindan ve ihsanindandir ki, mahabbet atesi ile yananlara
kâmil cemalini açar ve rüyetinin zülâlinden kana kana onlara içirir.
Onlari visali ile sereflendirmesi, yüce mukaddes Zat'ina hiçbir kusur ve noksan gelmeden
olur. O Sübhan Zat'in üns makaminda dahi cihet ve ihata sübutu olmaz.

Bir siir:

Gelmez noksan saniniza bu yandan;

Olsa bende bir keramet sanindan...

Bu manada söyle de diyebiliriz:

Rüyetin husulünde, hiza ve mukabele sart olunca, gören tarafinda dahi, ayni sekilde sart
olmasi gerekir. Çünkü, görülen tarafinda sarttir. Sonra, mukabele bir nisbet olup iki mütakabil
tarafta da vardir. Yani gören ve görülende...

Üstte anlatilan manadan lâzim gelir ki, Sübhan Hak esyayi göremeye... Görme sifati dahi, o
yüce mukaddes Zat için sabit olmaya... Halbuki, böyle bir mana, Kur'an'in kafi hükümlerine
aykiridir. Bu manalarda su ayet-i kerimeler sarihtir:

"Allah, yaptiklarinizi görür..."(54/4)

"Gören ve duyan odur..."(42/11)

"Allah amellerinizi görecektir..."(9/94)

Sonra öyle bir manayi almak, o yüce Zat'tan kâmil bir sifati için noksan ve olmamaktir.

Burada söyle bir soru da çikabilir:

-Vacib Teala hakkinda görmek, esyayi bilmekten ibarettir. Ilmin disinda görmek, ciheti icab
ettiren manadan baska bir sey degildir.

Bunun için su cevabi veririm:

-Hiç süphe yok ki, rüyet (görmek) kâmil sifatlardan olup, Vacib Sübhan için sabittir. Hem de
istiklâl ile... Bu mana, Kur'an'in kesin hükmü ile anlatilmistir. Bu durumda rüyeti ilme
döndürmek, zahir olan mananin hilâfina irtikap etmektir.

Öyle bir mana kabul edilse dahi, yani rüyetin ilim kisimlarindan oldugu, yine de bundan,
hizanin sart olmamasi lâzim gelmez. Yani ilimde. Zira, ilim iki kisimdir:

a) Bir kisim ilim var ki, bunda bilinen seylerin hizada olmasi sart degildir.

b) Bir kisim ilim de vardir ki, bunda hiza sarttir. Bu, ikinci kisma:

-Rüyet... (Görmek) ismi verilmistir. Bu kisim ise, mümkinatta ilim kisimlarinin en alâsidir;
kalbin itminan mertebesinde hasil olur.

Makulatta, yani akilla idrak edilen seylerde, vehmin ariz olmasindan kurtulus yoktur. Bu
muarazadan kurtulan, ancak hissedilen (yani görülüp tutulan) seydir.

Üstte anlatilan mana icabi olarak, Ibrahim Halil (as) Peygamber ölülerin dirilisini görmeyi
taleb etti. Buna imani ve yakini oldugu halde, görmekle kalbinin tatmin olmasini istedi.

Sunun da bilinmesi gerekir ki, sifat-i kâmilden olan rüyet, sayet Vacib Teala'dan olmayaydi;
mümkine nereden gelecekti? Zira, mümküne hasil olan her kemal, yüce mukaddes Vacib
mertebesindeki kemalin bir aksidir. Hasa ki, Vacib Taala'da olmayan bir sey mümkinde
buluna... Zira mümkin, haddizatinda aynen noksandir; eger onda bir kemal var ise, yüce
mukaddes Hazret-i Vücub mertebesinden gelen bir emanettir. O makam, her hayrin ve
kemalin kaynagidir.

Bir siir:

Getirmedim ki, evimden hiçbir sey, ancak;

Verdin bendekini, nefsim ondan olacak...

Sualin aslina bir baska cevap da sudur:

-Bu itiraz, yüce mukaddes Vacib Zat'in varligina da yürümektedir. Rüyeti nefyettigi gibi, yüce
mukaddes Zat'tan varligi dahi nefyetmektedir. Dolayisi ile, böyle bir itiraz varid degildir.
Sunun için ki, aklen muhal olan bir seyi getirir. O itirazin daha açik beyani sudur:

-Sübhan Vacib Zat madem mevcuttur; alem cihetlerinden bir cihette olmasi gerekir. Meselâ
altta, üstte, önde, arkada, sagda ve solda.

Halbuki, öyle bir sey ihatayi, tahdidi gerektirir ki, bunlarin hepsi de, üluhiyeti nefyeden
noksandir. Allahu Teala, böyle bir manadan yana pek temizdir.

Burada söyle bir soru da çikabilir:

-Mümkündür ki, bütün cihetlerde buluna; ama bundan ihata ve tahdid lâzim gelmeye.

Bunun için su cevabi veririm:

-Onun bütün cihetlerde olmasi ve ihata ve tahdidi nefyetmez. Bu takdire göre o, elbette
alemin ötesindedir. Bu durumda ikilik olur ki, baska baska olmayi gerektirir. Zira:

-Iki sey, birbirinden baskadir. Kaziyesi, akil erbabi katinda mukarrerdir. Bu da, tahdidi
gerektirir,

***

Su mana gizli kalmamalidir:

Bu gibi, süslü gösterilen haksiz süphelerden kurtulma yolu odur ki, gaybe ait hükümlerle,
sehadete ait hükümlerin arasi fark edile... Gayb dahi, sahide kiyas edilmeye. Zira mümkündür
ki, sahidde bazi hükümler dogru olurken, gaibde yalan çikar. Sahidde kemal olan dahi, gaibde
noksan bulunur. Zira hükümlerin ayriligi sabittir. Bilhassa iki yer arasinda, uzun bir ayrilik
olursa...

Toprak nerede Rabbü'l-erbab nerede!..

Allahu Teala, onlara insaf versin ki, Kur'an'in saglam hükümlerini inkâr etmeyenler... Hem bu
karisik tevehhüm ve hayalât ile sahih hadis-i nebevileri dahi yalana çikarmayalar...

Inzal olunan bu gibi hükümlere iman etmek gerek. Hem de, keyfiyetini, keyfiyeti belli
olmayan ilme havale ederek. Onu anlamaktan yana da kusuru itiraf etmek gerek, idrak
edilemedigi için, o hükümleri nefyetmek yerinde bir hareket olmaz. Zira, böyle bir sey,
selâmetten ve dogruluktan uzaktir.

Su da mümkündür ki, pek çok seyler aslinda dogru olduklari halde, bizim kisa akillarimiza
göre uzak bulunurlar.

Eger akil yeterli olsaydi; Ebu Sina gibi birine olurdu. Ki o, isi akilla bulmaya çalisan akil
erbabina mukteda idi. Bütün akla dayali hükümlerde hakli idi; onlarda yanilmadi. Halbuki o,
bir meselede hata etti; o da su hükme varmasiydi:

-Birden ancak bir sudur eder.

Bunun böyle olmadigi da, en küçük bir teemmülle insafla bakana açiktir. Bu makamda, Imam
Fahr-i Razi ona taan edip su ibareyi kullanmistir.

-Asil sasirtici mana, o kimseden gelmektedir ki; bütün ömrünü hatadan koruyan bir âleti
ögrenmek ve ögretmekle tüketmistir. Sonra, en büyük matluba gelince; çocuklari dahi
güldürecek seyler kendisinden sadir olmustur.

Allah çalismalarini sükrana lâyik eylesin; ehl-i sünnet ulemasi, bütün ser'i hükümleri isbat
etmislerdir. Amma, bunlarin manasi ister aklen bilinsin; isterse bilinmesin. Onlarin
keyfiyetinin idrak edilemeyisi sebebi ile nef-yi cihetine de gitmezler.

Misal olarak, burada kabir azabini, Münkir Nekir sualini, sirati mizani ve benzerlerini
alabiliriz. Ki bunlar, noksan akillarimizin, idrakten yana kusurlu oldugu seylerdendir.

Bu büyüklerin iktida ettikleri Kur'an ve hadistir; akillarini da onlara tabi kilmislardir. Sayet
onlari idrak zaferine ererlerse ne âlâ... Aksi halde, ser'i hükümleri kabul ederler. Idrak
edemeyisi dahi, anlayislarindaki kusura yorarlar. Bunlar baskalari gibi, akillarinin idrak edip
kabul ettigini kabul ve akillarinin idrakten aciz kaldigini da reddedenler degildir. Hiç
bilmezler mi ki, peygamberlerin gönderilmesi, ancak Sübhan Mevlâ'nin razi oldugu bazi
matluplari idrak etmekten yana akillar kusurlu oldugu içindir. Akil da, her ne kadar hüccet ise,
lâkin kâmil manada hüccet degildir. Asil kâmil hüccet, peygamberlerin biseti ile tamam
olmustur. Onlara salât ve selâm olsun. Bu manada, Allahu Teala, söyle buyurdu:

"Biz, bir resul gönderinceye kadar azab ediciler degiliz..."(13/15)

***

Biz, yine esas sözümüze dönelim. Deriz ki:


-Hiza ve mukabele, her ne kadar sahidin (hazirin) görülmesinde sart olsa da, lâkin
mümkündür ki, gaibin görülmesinde bunlar sart olmaya...

Galib mevcuttur; ancak mevcudat cihetlerinden herhangi bir cihette asla degildir.

Görenin görmesi olmasa dahi, o bütün cihetlerden münezzeh oldugu gibi; gördükten sonra da,
ona bir cihet sabit olmaz.

Orada mukabele ve hiza yoktur; burada anlatilan mananin uzak görülmesi ve muhal sayilmasi
neden? Sekli belli olmayan görüsün sekli belli degildir. Sekli belli olmayan, sekli belli olanin
yolu yoktur.

Sultanin ihsanini ancak onun tasiyicilari alabilir.

Keyfiyetten münezzeh görüsü; keyfiyeti belli görüse göre, görülen seylere taalluk eden
keyfiyetle kiyaslamak münasip düsmez. Böyle bir sey, insaftan da uzaktir.

Dogruda basan ihsan eden Sübhan Allah'tir.

***

Zira, her ne.sey ki, icmal ciheti ile daha siki, cem'iyet itibari ile daha çok olur; yüce Allah'in
zatina daha yakindir.

Insanda bulunan, ya halk alemindendir, yahut emir aleminden. Kalbe gelince, bu iki alem
arasinda berzahtir.

Yükselis, mertebelerinde ise, o mertebelerin tazammun ettigi seylerden insan letaifi, asillarina
kadar yükselir. Meselâ, önce suya yükselir; sonra havaya, sonra atese, sonra letaifin asillarina,
sonra kendisinin terbiyesine gelen cüz'i isme. Daha sonra da, onun küllisine. Daha sonra da
Allah'in diledigi yere kadar yükselir. Amma kalb, böyle degildir. Zira, onun yükselecegi bir
asli yoktur. Elbet kalbden yükselisi, evvelâ yüce Zat'adir.

Sonra kalb, gayb hüviyetinin kapisidir. Ne var ki, anlatilan tafsil olmadan yalniz kalb
yolundan vuslat, zordur. Ancak o tafsili itmam ettikten sonra, vuslat meyesser olur.

Görmez misin ki, onda bulunan bu cemiiyet ve vüs'at, anlatilan tafsilli mertebeleri astiktan
sonra olmaktadir.

Burada:

-Kalb... demekten murad, genis manasi ile (basit) cami olan kalbdir. Bilinen bu et parçasi
degildir.

***

Hadisler

Hz. Peygamber (sav) söyle buyurdular: "Kim Allah'tan baska ilah olmadigina Allah'in bir ve
seriksiz olduguna ve Muhammed'in onun kulu ve Resulü (elçisi) olduguna, keza Hz. Isa'nin
da Allah'in kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attigi bir kelimesi ve kendinden bir ruh
olduguna, keza cennet ve cehennemin hak olduguna sehadet ederse, her ne amel üzere olursa
olsun Allah onu cennetine koyacaktir."

Hz. Peygamber (sav) "Ey Allah'in Resulü, kiyamet günü senin sefaatinle en ziyade saadete
erecek olan kimdir?" diye sormustum. Bana: "Hadis'e karsi sende olan aski görünce, bu
hususta senden önce bana bir baskasinin sualde bulunmayacagini tahmin etmistim"
açiklamasini yaptiktan sonra su cevabi verdi: "Kiyamet günü benim sefaatimle en ziyade
saadete erecek olan kimse, samimi olarak ve içinden gelerek "La ilahe illallah" diyen
kimsedir"

"Ey Allah'in Resulü", dedim, "annem bana, kendisi adina mü'mine bir cariye azad etmenü
vasiyet etti. Benim yanimda, Sudanli (nübi) siyah bir cariye var, onu azad edeyim mi?" Hz.
Peygamber (sav): "Çagir, onu (göreyim)" dedi. Çagirdim ve geldi. Cariyeye sordu: "Rabbin
kim?" Cariye: "Allah!" dedi, tekrar sordu: "Ben kimim?" Cariye: "Allah'in elçisisin!" cevabini
verince Hz. Peygamber (sav): "Bunu azad et, zira mü'minedir" buyurdu.

Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: "Iman, yetmis küsur - bir rivayette de altmis küsur - subedir.
Haya imandan bir subedir." Bir rivayette su ziyade vardir: "Bu subelerden en üstünü "La
ilfihe illallah" sözüdür, en asagi mertebede olani da yolda bulunan rahatsiz edici bir seyi
kenara çikarmaktir."

Resulullah (sav) dedi ki: "Üç sey vardir ki imanin aslindandir: 1. Lailahe illallah diyene
saldirmamak: Isledigi herhangi bir günahi sebebiyle bu kimseyi tekfir etme, herhangi bir
ameli sebebiyle de Islam'dan disari atma. 2. Cihad, bu Allah'in beni peygamber olarak
gönderdigi günden, bu ümmetin Deccal'e karsi savasacak en son ferdine kadar cereyan
edecektir, onu, ne imamin zalim olmasi, ne de adil olmasi ortadan kaldiramayacaktir. 3.
"Kadere iman".

Hz. Peygamber (sav)'in ashabindan bir kismi ona sordular: "Bazilarimizin aklindan bir kisim
vesveseler geçiyor, normalde bunu söylemenin günah olacagina kaniyiz." Hz. Peygamber
(sav): "Gerçekten böyle bir korku duyuyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler Evet! deyince:
"Iste bu (korku) imandan gelir (vesvese zarar vermez) dedi." Diger bir rivayette: "(Seytanin)
hilesini vesveseye dönüstüren Allah'a hamdolsun" demistir. (Müslim'in Ibnu Mes'ud (ra)'dan
kaydettigi bir rivayet söyledir: "Dediler ki: "Ey Allah'in Resulü, bazilarimiz içinden öyle
sesler isitiyor ki, onu (bilerek) söylemektense kömür kesilinceye kadar yanmayi veya gökten
yere atilmayi tercih eder. (Bu vesveseler bize zarar verir mi?)". Hz. Peygamber (sav): "Hayir
bu (korkunuz) gerçek imanin ifadesidir" cevabini verdi.")

*
Biz Hz. Peygamber (sav)'e kulak vermek ve itaat etmek sartiyla biat ederken "Gücünüzün
yettigi seylerde" diyordu.

Hz. Peygamber (sav) söyle buyurmustu: "Mü'min, yapragini hiç dökmeyen yesil bir agaca
benzer." Halk falanca agaç, fismekanca agaç diye taliminde bulundular, (fakat isabet
ettiremediler). Ben, "Bu, hurma agacidir" demek istedim, ancak (yasim küçük oldugu için)
utandim. Sonra Hz. Peygamber (sav): Bu hurma agacidir" diye açikladi.

Bir adam Resulullah (sav)'a bir adam getirip: "Bu adam kardesimi öldürdü!" diye sikayette
bulundu. Resulullah da: "Git sen de onu öldür, tipki kardesini öldürdügü gibi" buyurdular.
Adamcagiz sikayetçiye: "Allah'tan kork, beni affet! Çünkü af senin için büyük bir ücrete
sebeptir. Senin için de, kardesin için de kiyamet günü daha hayirlidir!" dedi. Adam da onu
saliverdi. Durum Resulullah (sav)'a haber verildi. Resulullah (onu çagirtip) sordu. Adam
(caninin) kendisine söylediklerini haber verdi. (Ravi devamla) der ki: "[Resulullah (sav)]:
"Onu azat et! Aslinda onu azat etmen, onun için, kiyamet günü onun sana yapacagindan daha
hayirliydi. O gün: "Ey Rabbim diyecek, suna sor bakalim, beni niye öldürmüstü?"

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Maktulün kisas talep eden velilerine, (katillerden) birini
affederek kisastan kaçinmalari gerekir. Kadin dahi olsa, en yakin olan baslasin."

Resulullah (sav) buyurdular: "Peygamberlerden birini digerine üstün kilmayin."

Resulullah (sav) cenabetten gusledince önce ellerini yikamaktan baslardi, sonra namaz abdesti
gibi abdest alirdi. Sonra parmaklarini suya batirir, onlarla saç diplerim hilallerdi. Deriyi
islattigi kanaati hasil olunca tepesinden üç kere su dökerdi. Sonra da bedeninin geri kalan
kisimlarini yikardi. En sonra da ayaklarini yikardi.

Resulullah (sav) Medine sokaklarindan birinde kendisine rastlamistir. Ebu Hüreyre bu sirada
cünüb oldugu için, Aleyhissalatu vesselam'in nazarindan sivisarak gidip yikanir gelir. Gelince
Aleyhissalatu vesselam: "Ey Ebu Hüreyre neredeydin ?" diye sorar. "Ben cunübtüm, pis pis
sizinle oturmak istemedim" cevabinda bulunur. Aleyhissalatu vesselam: "Sübhanallah!
(bilmez misin ki) müslüman pis olmaz!" ferman eder.

Nesai'nin rivayetinde hadis söyledir: "Resulullah (sav) Ashabindan bir erkekle karsilasinca
onu mesheder ve ona dua ediverirdi. Bir gün erken vakitte Aleyhisalatu vesselam'i (sokakta)
gördüm. Hemen yolumu ondan çevirdim. (Eve gidip yikandiktan sonra) günes yükselince
yanina geldim. Bana: "(Sabahleyin) seni görmüstüm, hemen yolunu benden çevirdin"
buyurdular. Ben de açikladim: "Çünkü ben cünübtüm (bu halde) bana dokunmanizdan
korktum." "Surasi muhakkak ki" dedi Aleyhissalatu vesselam, "mü'min necis olmaz."

Resulullah (sav), sabah namazini kildirmak üzere (mescide) girmisti. Eliyle "Yerinizde
durun!" diye isaret buyurdu (ve çikti). Sonra basindan su damladigi halde geri geldi ve
cemaate namazlarini kildirdi.

Bir rivayette: "...Namazi tamamlayinca: "Ben de bir insanim. (Ilk geldigimde) cünübtüm"
buyurdu" denmistir.

"Ey Allah'in Rasulü", dedim, "cahiliye devrinde yaptigim hayirlar var: Dua, köle azad etme,
sadaka vermek gibi, bana bunlardan bir sevab gelecek mi?" "Sen" dedi, "zaten,daha önce
yaptigin bu iyiliklerin hayrina Müslüman olmussun."

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Yapilan hayirdan (ma'ruf) hiçbir seyi küçük bulup hakir
görme, kardesini güler yüzle karsilaman bile olsa (bunu ehemmiyetsiz görüp ihmal etme)"

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizden herkese Rabbi, aralarinda bir tercüman olmaksizin,
dogrudan dogruya hitab edecektir. Kisi o zaman (atese karsi bir kurtulus yolu bulmak üzere
sagina bakar, hayatta iken gönderdigi (hayir) amellerden baska birsey göremez. Soluna bakar,
orada da hayatta iken isledigi (kötü) amellerden baska birsey göremez. Ön cihetine bakar,
Karsisinda (kendini beklemekte olan) atesi görür, (Ey bu dehsetli güne inanan mü'minler!)
yarim hurma ile de olsa kendinizi atesten koruyun. Bunu da bulamazsaniz güzel bir sözle
koruyun"

Bilin ki, bir ev halkina, sütünden ve yününden istifade etmeleri için, aksam ve sabah bol süt
veren devesini geçici olarak bagislayan kimsenin ecri cidden büyüktür."

Resulullah (sav) bir dolunay gecesi, aya bakti ve: "Siz su ayi gördügünüz gibi, Rabbinizi de
böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu görmede bir sikisikliga düsmeyeceksiniz (herkes rahatça
görecek). Artik, günesin dogma ve batmasindan önce hiç bir namaz hususunda size galebe
çalinmamasina gücünüz yeterse bunu yapin (namazlari vaktinde kilin, vaktini geçirmeyin)."
Cerir der ki: "Resulullah, sonra su ayeti okudu: "Rabbini günesin dogmasindan ve
batmasindan önce hamd ile tesbih et!"(Ta-ha 130).
*

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Cennetlikler cennete girince Allah Teala hazretleri: "Bir sey
daha istiyorsaniz söyleyin, onu da ilaveten vereyim!" buyurur. Cennetlikler: "Sen bizim
yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete koymadin mi? Sen bizi cehennemden
kurtarmadin mi (daha ne isteyecegiz?)" derler. Derken perde açilir. Onlara, yüce Rablerine
bakmaktan daha sevimli bir sey verilmemistir." Süheyb der ki: "Resulullah bu sözlerinden
sonra su ayeti tilavet buyurdular. (Mealen): "Iyi is, güzel amel yapanlara, daha güzel iyilik bir
de ziyade vardir" (Yunus 26).

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ben, uzun tutmak arzusuyla namaza baslarim. (Namazi
kildirirken) bir çocuk aglamasi kulagina gelir. Çocugun aglamasindan annesinin duyacagi
elemi bildigim için namazi uzatmaktan vazgeçerim."

Resulullah (sav) bana, avucum avuçlarinin içinde oldugu halde, Kur'an'dan sure ögretir gibi
tesehhüd'ü ögretti. "Tahiyyat, tayyibat ve salavat Allah içindir. Ey Nebi, selam, Allah'in
rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah'in salih kullari
üzerine de olsun. Sehadet ederim ki Allah'tan baska ilah yoktur, yine sehadet ederim ki
Muhammed Allah'in Resulüdür." (Bir rivayette "Allah'in salih kullari" ibaresinden sonra söyle
denmistir: "Siz bu tesehhüdü yaptiniz mi sema ve arzdaki bütün salih kullara selam vermis
olursunuz.")

Resulullah (sav), kizi Zeyneb'in kerimesi olan torunu Ümame'yi omuzunda tasidigi halde
halka namaz kildirirdi. Secdeye varinca çocugu (yana) birakir, kiyam için dogrulunca tekrar
omuzuna alirdi.

Resulullah (sav)'in hastaligi agirlasip, agrilari artinca, benim odamda tedavi edilmesi için
diger zevcelerinden müsaade istedi. Onlar kendisine izin verdiler, iki kisinin arasinda çikti.
Bunlardan biri amcasi Abbas Ibnu Abdilmuttalib idi, bir baskasi daha vardi. Ayaklari yerde
sürünüyordu. Odama girince izdirabi daha da artti. "Agizlarindaki baglari açilmamis yedi
kirbadan üzerime su dökün, belki (iyilesir), insanlara bir vasiyette bulunurum!" buyurdular.
Hz. Hafsa'ya ait bir legene oturttuk. Sonra bu kirbalardan üzerine su dökmeye basladik. (Bir
müddet sonra) "yeterince döktünüz" diye isaret edinceye kadar dökmeye devam ettik. Sonra
(iyileserek) halka çikip namaz kildirdi ve bir hitabede bulundu."

Resulullah (sav)'a bir içecek getirilmisti. Ondan, önce kendisi içti. Saginda bir oglan, solunda
da yaslilar vardi. Oglana: "Bardagi su yaslilara vermem için bana izin verir misin?" dedi.
Oglan da: "Ey Allah'in Resulü, Allah'a yemin olsun bana sizden gelecek nasibime baskasini
asla tercih edemem!" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resulullah (sav) bardagi onun eline
koyduk. (Rezin sunu ilave etti: "Zikri geçen oglan el-Fadl Ibnu Abbas idi.")

Resulullah (sav) hastalandigi zaman kadinlarini çagirdi, yaninda toplandik. "Ben sizleri teker
teker dolasacak durumda degilim. Uygun görürseniz Aise'nin yaninda kalmama müsaade
edin, orada kalayim" buyurdular. Kadinlar da kendisine izin verdiler.

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hiçbir Arabi at yoktur ki, her seher vaktinde su kelimelerle
dua etmesine izin verilmesin: "Ya Rabbi, Beni insanoglundan diledigine temlik ettin, beni
onun mali kildin. Öyleyse beni, ona onun en sevgili mali, en sevgili ehli kil" veya "Beni ona,
onun en sevgili malindan ve ehlinden biri kil."

Resulullah (sav) bizi, evimizde ziyaret etti. Ve: "Esselamü aleyküm ve rahmetullah!" dedi.
Babam, çok hafif bir sesle mukabelede bulundu. Babama: "Resulullah'a izin vermiyor
musun?" dedim. O: "Birak, bize çokça selam okusun!" dedi. Resulullah (sav) tekrar:
"Esselamü aleyküm ve rahmetullah" dedi. Sa'd yine hafif bir sesle mukabele etti. Sonra
Resulullah (sav) tekrar: "Esselamü aleyküm ve rahmetullah" dediler ve döndüler. Sa'd pesine
düstü ve: "Ey Allah'in Resulü, ben senin selamini isitiyordum. Ancak, bize daha fazla selam
vermen için alçak sesle mukabele ediyorum" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam
onunla birlikte geri döndü. Ondan su isteyip gusletti. Sonra Sa'd, zaferan veya versle
boyanmis bir havlu verdi, Aleyhissalatu vesselam onu sarindi. Sonra ellerini kaldirip:
"Allah'im, Sa'd Ibnu Ubade ailesine magfiret ve rahmet buyur!"diye dua etti. Sonra yemek
yedi. Geri dönmek isteyince Sa'd, bir merkeb yaklastirdi. Üzerine kadife bir örtü yaymisti.
Resulullah (sav) merkebe bindi. Sa'd, bana: "Ey Kays, Resulullah'a refakat et!" dedi. Ben de
refakat ettim. Yolda Aleyhissalatu vesselam bana: "Benimle sen de bin!" dedi, ben imtina
edince: "Ya binersin, ya dönersin!" buyurdular. Ben de geri döndüm.

Resulullah (sav) bana: "Allah'in meleklerinden olan Ars'in tasiyicilarindan bir melek hakkinda
rivayette bulunmam için bana izin verildi" dedi ve ilave etti: "Onun kulak yumusagi ile ensesi
arasindaki uzaklik yedi yüz senelik mesafedir"

Hz.Ebu Bekr (ra), Resulullah (sav)'in yanina girmek üzere izin istedi. Bu sirada Aleyhissalatu
vesselam yatagi üzerinde yatmakta idi. Üzerinde benim bürgüm vardi. Resulullah halini
bozmadan izin verdi. (Konustular), meselelerini hallettiler. Hz. Ebu Bekr gitti. Bir müddet
sonra Hz. Ömer girmek için izin istedi. Resulullah (sav) ayni halini hiç degistirmeden ona da
izin verdi. Ömer'in ihtiyacini da gördü. Sonra da gitti. Bir müddet sonra Osman izin istedi. Bu
sefer (sav) yataginda dogrulup oturdu. Üstünü basini düzeltti. Bana da: "Elbiseni üzerine
toplar emretti. Ve ona da girmesi için izin verdi. Onun da ihtiyacini gördü. Osman da gitti. O
gidince ben dayanamayip: "Ey Allah'in Resulü! Ebu Bekir ve Ömer gelince istifini
bozmadigin halde Osman gelince kendine çekidüzen verdin. Sebebi nedir?" diye sordum.
Dedi ki: "Osman çok utangaç birisidir. Ben istifimi hiç bozmadan eski halimde iken içeri
aldigim takdirde arzusunu açmadan gideceginden korktum." [Bir rivayette: "Kendisinden
meleklerin haya duyduklari bir kimseden ben haya duymayayim mi?" demistir.]

Hz. Peygamber (sav)'la birlikte gazveye katildim. Ben su tasimada kullandigimiz devemizin
üzerinde giderken Resulullah (sav) bana kavustu. Devem yorgundu ve bu yüzden gerilerden
yürüyordu. Durumu görünce Hz. Peygamber (sav) de geride kalarak deveyi sürdü ve ona dua
buyurdu. Bunun üzerine bütün develerin önünden gitmeye basladi. Bana: "Deveni nasil
görüyorsun?" diye sordu. "Çok iyi görüyorum, bereketiniz degdi" dedim. "Onu bana satar
misin?" buyurdu. Ben utandim, bundan baska su tasiyan devemiz yoktu. Yine de "evet" dedim
ve Medine'ye varincaya kadar sirti benim olmak sartiyla deveyi kendilerine sattim. Ona: "Ey
Allah'in Rasülü yeni evliyim" diyerek izin istedim. Bana izin verdiler. Bunun üzerine,
Medine'ye gelince beni dayim karsiladi. Deveden sordu. Deve ile ilgili yaptiklarimi anlatinca
beni ayipladi. Izin istedigim sirada Hz. Peygamber (sav): "Bakire ile mi, dulla mi evlendin?"
diye sormustu. Ben "dul biriyle" dedim. "Niye bakire ile degil, o seninle sen de onunla
sakalasirdiniz" buyurdu. Ben: "Ey Allah'in Resulü, babam vefat etti. Bir çok kiz kardesim var,
hepsi de küçük. Onlarla ayni yasta, onlarin terbiyeleriyle mesgul olamayacak, onlara
bakamiyacak çok genç biriyle evlenmeyi uygun bulmadim. Bu sebeple onlara bakip
terbiyelerini yapacak bir dulla evlendim" dedim. Resulullah (sav) Medine'ye gelince deveyi
vermek üzere yanlarina gittim. Bana parasini verdi ve deveyi de iade etti.

Hz. Ebu Bekr (ra) gelip (Hz. Peygamber'in huzuruna girmek için) izin istedi. Kapida oturmus
bekleyen insanlar vardi. Onlara izin verilmemisti. Hz. Ebu Bekr'e izin verildi, o da girdi.
Girince, Aleyhissalatu vesselami etrafinda zevceleri toplamis oldugu halde sessiz oturuyor
buldu. Derken Hz. Ömer de izin istedi, ona da ayni halde iken izin verdi. Hz. Ebu Bekr "Ben
Resulullah (sav)'i güldürecek bir sey söyleyecegim!"dedi ve sordu: "Ey Allah'in Resulü!
Harice'nin kizi benden nafaka istese ben de kalkip bogazini kessem ne dersiniz?" dedi.
Resulullah (sav) güldü ve: "Su etrafinda gördüklerinin hepsi benden nafaka istiyorlar!" dedi.
Ömer, hemen kalkip bogazini kesmek üzere Hafsa'ya yöneldi. Hz. Ebu Bekr de kalkip
bogazini kesmek üzere Aise'ye yöneldi. Her ikisi de: "Demek siz Resulullah'tan onda olmayan
seyi istiyorsunuz ha!" diyordu. Onlar: "Allah'a yemin olsun! Biz ondan asla olmayan seyi
istemiyoruz!" dediler. Sonra Resulullah (sav) onlardan bir ay ayri durdu. Arkadan su ayet
nazil oldu. (Mealen); "Ey Peygamber! Hanimlarina de ki: "Eger dünya hayatini ve zevkini
istiyorsaniz, gelin bosanma bedelini verip sizi güzellikle serbest birakayim. Eger Allah'i,
Resulü'nü ve ahiret yurdunu istiyorsaniz, süphesiz ki, sizden iyilik yapan ve iyi kullukta
bulunanlar için Allah pek büyük bir mükafaat hazirlamistir" (Ahzab 28-29). Hz. Cabir
devamla der ki: "Bunun üzerine Resulullah (sav) Hz. Aise (ra)'den baslayarak söyle dedi:
"Ben sana bir husus arzedecegim. Cevap vermede acele etmemeni dilerim, ebeveyninle de
istisare ettikten sonra cevap ver." "O husus nedir ey Allah'in Resulü?" diye Aise sorunca,
Aleyhissalatu vesselam ayeti tilavet buyurdu. Bunun üzerine Hz. Aise hemen: "Yani sizi
tercih meselesinde mi ailemle istisare edecegim? Asla! Ben Allah'i ve Resulü'nü ve ahiret
yurdunu tercih ediyorum. Senden ricam, kadinlarindan hiçbirine benim su söyledigimi haber
vermemendir!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Onlardan biri sormaya görsün, ben hemen
cevap veririm. Zira Allah; beni zorlastirici ve sasirtici olarak degil, ögretici ve kolaylastirici
olarak gönderdi!" buyurdular.

*
Günes battigi sirada Mescid'e girmistim. Resulullah (sav) bana: "Ey Ebu Zerr!" buyurdular.
"Su (günes batinca) nereye gidiyor, biliyor musun?" "Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dedim.
"O, Rabbinden secde etmek için izin istemeye gider. Ona izin verilir ve sanki kendisine söyle
denir: "Git geldigin yerden tekrar dog." O da battigi yerden dogar." Sonra (Ebu Zerr dedi ki:
Aleyhissalatu vesselam söyle kiraat etti:... (Yasin 38). (Ebu Zerr ilaveten dedi ki: "Bu Ibnu
Mes'ud kiraatidir."

...

İmam-ı Rabbani Hazretleri "Allah'ı hiçbir ân unutmamak"

imam-i rabbani 99.mektub

Bu mektûb, molla Hasen-i Kismîrîye, cevâb olarak yazilmis olup, Allahü teâlâyi hiçbir ân
unutmamak nasil olacagi, insanin kendini bilmedigi uyku zemâninda da, Onun
unutulmiyacagi bildirilmekdedir:

Kiymetli mektûbunuzu okumakla sereflendik. Bu yolun büyüklerinden ba'zisi ?rahmetullahi


aleyhim ecma'în" Allahü teâlâya her ân âgâh olduklarini ve uyku zemâninda da, her ân, Onu
hâtirladiklarini haber vermisdir. Bunun nasil olacagini soruyorsunuz. Kiymetli efendim! Bunu
anlatabilmek için, önce birkaç seyi bildirmek lâzimdir. Kisaca yaziyorum. Dikkatli okuyunuz!

Insanin rûhu, bu gördügümüz cesed ile birlesmeden önce, terakkî edemez, ilerliyemezdi.
Kendine mahsûs makâmda, derecede bagli ve mahbûs gibi idi. Fekat, bu cesede indikden
sonra, yükselebilmek hâssasi ve kuvveti ona verilmisdir. Bu hâssasi, onu melekden üstün ve
serefli yapmisdir. Allahü teâlâ lutf ederek, ihsân ederek, rûhu, bu hissiz, hareketsiz olan,
hiçbir seye yaramiyan, karanlik cesed ile birlesdirdi. Rûh isigini, karanlik cesed ile
birlesdiren, madde olmiyan, zemânli, mekânli olmiyan rûhu, maddeden yapilan cesed ile bir
arada bulunduran, Allahü teâlâ, çok büyükdür. Bütün büyüklük, üstünlükler, yalniz Ona
mahsûsdur. Onda hiç kusûr olamaz. Bu sözün ma'nâsini iyi kavramak lâzimdir. Rûh ile cesed,
her bakimdan, birbirinin aksi, ziddi oldugundan, bunlarin bir arada kalabilmesi için, Allahü
teâlâ, rûhu nefse âsik etdi. Bu sevgi, bunlarin bir arada kalmasina sebeb oldu. Kur'ân-i kerîm,
bu hâli bize haber veriyor. Vettîn sûresinin bir âyetinde meâlen, (Biz insanin rûhunu, güzel bir
sûretde yaratip, sonra en asagi dereceye indirdik) buyuruldu. Rûhun bu dereceye düsürülmesi
ve bu aska tutulmasi, kötülemege benzeyen bir medhdir. Iste rûh, nefse karsi olan bu aski,
sevgisi sebebi ile, kendini nefs âlemine atdi ve nefse tâbi', esîr oldu. Hattâ, kendinden geçdi.
Kendisini unutdu. Nefs-i emmâre hâlini aldi. Sanki nefs-i emmâre oldu. Rûh, her seyden dahâ
latîf, [maddenin en hafîfi olan hidrogen gazindan, hattâ bir elektrondan da dahâ hafîf]
oldugundan, madde bile olmadigindan, her ne ile birlesirse onun hâline, sekline ve rengine
girer. Kendini unutdugu için, evvelâ kendi âleminde, derecesinde iken, Allahü teâlâya olan
bilgisini de unutdu. Câhil ve gâfil oldu. Nefs gibi cehâlet karanligi ile karardi. Allahü teâlâ,
çok merhametli oldugu, çok acidigi için, Peygamberler ?aleyhimüssalevâtü vetteslîmât"
gönderip, bu büyükler vâsitasi ile rûhu kendine çagirdi ve ma'sûku, sevgilisi olan nefse
uymamasini, nefsi dinlememesini ona emr etdi. Rûh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan
yüz çevirir ise, felâketden kurtulur. Yok eger, basini kaldirmaz, nefsle berâber kalmak, bu
dünyâdan ayrilmamak isterse, yolunu sasirir, se'âdetden uzaklasir. Bu sözümüzden, rûhun,
nefsle birlesmis oldugu, hattâ kendisini unutup, nefs hâlini almis oldugu anlasildi. Iste rûh, bu
hâlde kaldikca, nefsin gafleti, câhilligi, rûhun da gafleti, cehâleti olur. Yok eger, rûh, nefsden
yüz çevirir, ondan sogur, onun yerine Allahü teâlâyi severse ve kendi gibi, bir mahlûku
sevmekden kurtulup, sonsuz var olan, hakîkî Bâkîye âsik olup, bu ask ile kendinden geçerse,
zâhirin, ya'nî nefsin gafleti, cehâleti, bâtina, ya'nî rûha sirâyet etmez. O, Allahü teâlâyi bir ân
unutmaz. Nefsin gafleti, ona nasil te'sîr etsin ki, o nefsden, temâmen ayrilmisdir. Zâhirden,
bâtina hiçbir sey geçmemisdir. Iste bu vakt, zâhir gafletde iken, bâtin âgâhdir, uyanikdir. Her
ân Rabbi iledir. Meselâ, bâdem yagi, bâdem çekirdeginde bulundugu müddetce ikisi de ayni
birsey gibidir. Yag, posadan ayrilinca, her ikisinin hâssalari baskadir ve her bakimdan ayri iki
sey olurlar. Iste, bu hâle yükselmis olan, bir mes'ûd, bir bahtiyâr kimseyi, ba'zan, tekrâr bu
âleme indirirler. Allahü teâlâya ârif ve âlim oldugu hâlde, bu âleme döndürüp, onun mubârek,
serefli varligi vâsitasi ile, âlemi nefslerin karanligindan, cehâletinden kurtarirlar. Böyle
mubârek bir kimse, insanlarin arasinda bulunur. Görünüsde herkes gibidir, fekat rûhu hiçbir
seye bagli degildir. Allahü teâlâya olan bilgisi ve sevgisi iledir. Istemedigi hâlde, onu bu
âleme döndürmüslerdir. Böyle bir müntehî, hakîkate erisen biri, görünüsde, baskalari gibi,
Allahü teâlâyi unutmus, mahlûklarin sevgisine tutulmus sanilir. Hâlbuki, hakîkatde, kendisi,
bunlara hiç benzememekdedir. Birseyin sevgisine tutulmakla, ondan soguyup, yüz çevirmek
arasinda çok fark vardir. Sunu da bildirelim ki, böyle bir müntehînin, mahlûklara olan alâkasi
ve sevgisi, kendi ihtiyârinda, elinde degildir. Dünyâya ragbet etmez. Hattâ, Allahü teâlâ, bu
alâkayi istemekde ve begenmekdedir. Baskalarinin alâkasi, sevgisi ise, kendilerindendir,
dünyâya sarilirlar. Allahü teâlâ bu alâkalarindan râzi degildir, begenmez. Baska bir fark da,
baskalari bu âlemden yüz çevirip, Allahü teâlâyi tanimaga ve sevmege kavusabilirler.
Müntehînin, halkdan yüz çevirmesine ise, imkân yokdur. Onun halk ile olmasi, vazîfesidir.
Ancak, vazîfesi biterse, o zemân onu, bu geçici dünyâdan, ebedî, sonsuz âleme nakl ederler.
Hakîkî makâmina kavusur.

Tesavvuf büyükleri, da'vet makâmini, irsâd derecesini, baska baska anlatmislardir. Çoklari,
(Halk arasinda, Hak ile olmakdir) dedi. Sözlerin baskalasmasi, söz sâhiblerinin hâlleri,
dereceleri baska baska oldugu içindir. Herkes, kendi makâmina göre, söylemisdir. Herseyin
dogrusunu Allahü teâlâ bilir. Seyyid-üt-tâife Cüneyd-i Bagdâdînin ?kuddise sirruh",
(Nihâyete varmak, baslangica dönmekdir) buyurmasi iste, yukarda bildirdigimiz da'vet
makâmina uygun bir ta'rifdir. Çünki, baslangicda, hep mahlûkât görülmekde ve
sevilmekdedir. Nitekim, (Iki gözüm uyur, fekat kalbim uyumaz) hadîs-i serîfi, kendilerinin
Allahü teâlâya olan dâimî baglilik ve uyanikligini bildirmiyor; belki, kendi hâllerine ve
ümmetinin hâllerine uyanik olup, gâfil olmadigini haber vermekdedir. Bunun içindir ki,
Peygamberimizin ?sallallahü aleyhi ve sellem" uyumasi, abdestini bozmaz idi. Peygamber,
ümmetini korumakda, bir sürünün çobani gibi oldugu için, ümmetini bir ân unutmasi,
Peygamberlik makâmina uygun olmaz. Bunun gibi, (Allahü teâlâ ile öyle vaktlerim oluyor ki,
o zemânlarda, aramiza hiçbir üstün melek ve Peygamber giremez) hadîs-i serîfi de, her zemân
degil, ba'zandir. Bu zemânlarda da, mahlûklardan yüz çevirip, ayrilmasi îcâb etmez. Çünki,
Allahü teâlâ, ona tecellî etmekde, görünmekdedir. Yoksa O, mahlûklari unutup, tecellîleri
aramakda degildir. Ma'sûkun, âsika cilvesi gibi olup, âsik ma'sûkun pesinde degildir. Fârisî
beyt tercemesi:

Sûret aynasinda sefer, hareket olmaz,


Çünki onda nûrânî olmiyan sûret olmaz.

Hulâsa, mahlûklara dönülünce, önce kalkmis olan perdeler, geri gelmez. Arada perde
olmadigi hâlde, onu mahlûklar arasina salip, mahlûklarin kurtulmasina, uyandirilmasina sebeb
ve vâsita kilarlar. Böyle bir kimse, böyle bir pâdisâha çok yakin olan, bir devlet adami gibidir.
Bununla berâber, kendisine milletin islerini görmek, dertlerini çözmek vazîfesi de verilmisdir.
Sona gelip, geri dönmüs olanlar ile henüz baslangiçda olanlar arasindaki farklardan biri de
budur. Çünki, basda olanlar, perdelerin arkasindadir. Geri dönmüs olanlardan ise, perdeler
kalkmisdir. Allahü teâlâ size ve dogru yolda olanlara selâmet versin! Âmîn.

Kıymetsiz Yazılardan

Imâm-i Rabbânî Müceddîd-i Elf-i sânî Ahmed Fârûkî Serhendi hazretlerinin üç cild
(MEKTÛBÂT) kitâbindan ve ogullari Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretlerinin de üç cild
(MEKTÛBÂT) kitâbindan, uzun bir çalisma sonunda çikarilan kiymetli cümleler, Elif-ba
sirasina göre tanzîm edilmis, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerine okunmusdur. Dikkat ile
dinledikden sonra, bunun adi (Kiymetsiz Yazilar) olsun demisdir. Okuyanin hayreti üzere,
anlamadin mi, (Bunun kiymetine karsilik olabilecek birsey bulunabilir mi?) buyurmusdur.

Esbâb [sebebler] ve vesâil [vesîleler] cimâddir. [Cansizdirlar.] Kendileri gibi bir gayri de te'sîr
ederek onu meydâna getiremezler. Onlarin ötesinde bir kâdir vardir ki, ani buyurur. Akllilar,
cimâdda gördükleri fi'lden, fâil [yapan] ve muharrik [hareket etdirici] den haberdâr olur.
Cimâdin fi'li, akllilar indinde, fâili hakîkî fi'line perde olmaz. Belki fâile delîl olur. Aklsizlar,
fi'l cimâdâtin isidir, der. 1/266 [Müjdeci Mektûblar: 399.]

Esbâbin [sebeblerin] te'sîrine râzi olmak lâzimdir. Bu te'sîri de, o sebebin vücûdi gibi, Allahü
teâlânin yaratmasi ile bilmelidir. 1/266 [Müjdeci Mektûblar: 399.]

Ahvâl ve mevâcîd [hâller ve vecdler]

ve müsâhedât [Aklin duyu organlariyla verdigi hükümlerdir. "Günes, aydinlaticidir", "Ates,


yakicidir"]

ve tecelliyât, [belirmeler,görünmeler] baslangiçda ve arada meydâna gelir. 1/284 [Müjdeci


Mektûblar: 480.]

Ahvâl ve mevâcîd [hâller ve vecdler] matlûbun, ele geçirilmek istenilenin baslangiçlaridir.


Maksad degildir. 1/172 [Müjdeci Mektûblar: 225.]

Ahvâl ve mevâcîdin [hâllerin ve vecdlerin] meydâna gelmesine sebeb, zâtin zikrinde, ismleri
ve sifatlari düsünmekdir. 1/264 [Müjdeci Mektûblar: 396.]

Ahvâlden bir hâl hâsil olursa, üzülmege ve sevinmege degmez. Maksûd [ele geçirilmek
istenilen] bîçûn ve bîçûnenin [ötelerin ötesi, anlasilamaz olanin] hâsil olmasidir. 1/130
[Müjdeci Mektûblar: 177.]

*
Ahvâl [hâller] bâtin içindir. O hâlleri bilmek ise zâhir içindir. 1/284 [Müjdeci Mektûblar:
480.]

Islâmin asli, ehl-i sünnetin bildirdigi gibi i'tikâdi düzeltmek ve ahkâm-i islâmiyyenin
yapilmasidir. Islâmin kemâli, ehl-i sünnetden olan sofiyyenin sülûk-i tabakinca [uyarinca]
tasfiye ve tezkiyeye baglidir. Bu üç erkâna muhâlif olan mesakkatli riyâzet [nefsin arzûlarini
yapmamak] ve sikintili mücâhedeler [nefsin istemediklerini yapmak] ma'siyyetdir. 1/157
[Müjdeci Mektûblar: 199.]

Ism-i zâhir ile ism-i bâtin arasindaki fark, ilm ve âlim arasindaki fark gibidir. 1/160 [Müjdeci
Mektûblar: 202.]

Esyâ esbâba [sebeblere] terettüb ederse de hiçbir seyde sebeb-i mu'ayyen yokdur. [Esyânin
degismesi sebeblerle olur.]1/149 [Müjdeci Mektûblar: 192.]

Eflâtûn Îsâ aleyhisselâma meyl etmedi. Bir sahs ki, ölüleri diriltse [ki Eflâtunun fennine bu
aykiridir.], Onu görüp, hâllerini inceleyip, sonra cevâb vermesi lâzim idi. Müsâhede etmeden
cevâb, büyük bir inâd ve aklsizlikdir. [Eflâtûn böyle yapdi.] 3/117

Hak teâlâ sebebleri kendi yaratmasina örtü ve koruma kilmisdir. 2/44 [Se'âdet-i Ebediyye:
943.]

---"MUSA ALLAHA SENI GÖREYIM DEDI ALLAHDA SEN BENI GÖREMEZSIN SU


DAGA BAK DEDI.

ALLAH O DAGA TECELLI EDINCE DAG PARAMPARÇA OLDU MUSA BAYILDI.

AYILINCA BEN SENI NOKSANLIKTAN TENZIH EDERIM DEDI."----

Esyâyi, Hak sübhânehu, mertebe-i vehmde [vehm mertebesinde] yaratmisdir. Ya'nî esyâyi bir
mertebede îcâd buyurmusdur ki, o mertebenin husûl ve sübûtu ancak hiss-i vehmdedir.
Meselâ bir oyuncunun eglence mahallinde gösterdigi seyler gibi ve âyinede görülen suver-i
esyâ gibidir. [Aynada görülen esyânin sûretleri gibidir]. 2/99 [Se'âdet-i Ebediyye: 515.]

Esyânin mebde-i [kök] vücûdu, Hak teâlâ ve tekaddesdir. [yüce ve noksan sifatlardan
münezzeh (uzak, temiz)"]2/44 [Se'âdet-i Ebediyye: 943.]

Asla kavusmak, ahkâm-i islâmiyyeye tâbi' olmak iledir. Aslin aslina kavusmak vâsitasiz vâki'
olur.3/117

...

Bazı İslâm filozoflari'nin küfre düştükleri noktalar

Imam-ı Gazâlî, 'Tehâfüt-ül Felâsife' isimli eserinde Islâm Filozoflari'nin 20 meselede haktan
sapma gösterdiklerini, bu 20'den su 3 meselede küfre düstüklerini söyler:

1- Âlemi ezelî kabul etmeleri.


2- 'Allah cüz'iyyati bilmez' demeleri.
3- Hasrin rûhânî olacagini iddia edip cismânî hasri inkârlari

s.a.v.

- "Mümin yumusaktir. O kadar ki onu yumusakligindan dolayi ahmak zannedersin."

Hz.Muhammed s.a.v

- "Tasavvuf, bila-alaka (hiçbir bag olmadan) tamamiyle Allah ile olmandir."

Cüneyd-i Bagdadi

- "Ben, Insanoglunun geride biraktigi devirler içinden çaglar boyu seçile seçile geldim ve
içinde bulundugum çagda ortaya çikarildim."

Hz.Muhammed s.a.v

- "Deniz, kendi dalgasindan daha eski degildir."

Hizir (a.s)

- "Sual de bilgiden dogar, cevap da..."

Mevlâna

- "Kim, Allah'in kullarinin, kendisi için ayakta dikilmesine sevinirse, atesten bir eve
hazirlansin."

Hz.Muhammed s.a.v

- "Tas avi öldürmez ve düsmani helak etmez, ancak göz çikarir ve dis kirar."

Hz.Muhammed s.a.v
- "Ugursuzluk yorma, sirktir ve bizden hiçbir kimse yoktur ki bu sirkten ona bir sey yaklasmis
olmasin. Ancak tevekkül ile Allah onu giderir.

Hz.Muhammed s.a.v

- "Oturma yerlerinin en hayirlisi, en genis olanidir."

Hz. Muhammed s.a.v

- "Yeryüzünün dogu ucunda bir insanin ayagina batan dikenin acisini, bati ucundaki
duyacaktir."

Hz.Muhammed s.a.v

- "Kimden kaçiyoruz kendimizden mi? Ne olmayacak sey! Kimden kapip kurtariyoruz?


Hak'tan mi? Ne bos zahmet!"

Mevlâna

- "Daha sadaka, isteyenin eline düsmeden Rahman'in eline deger."

Hz.Muhammed s.a.v

- "Allah vardi, O'nunla beraber hiçbir sey yoktu."

Hz.Muhammed s.a.v

- "Ben Rahman'in nefesini Yemen istikametinde buluyorum."

Hz.Muhammed s.a.v

- "Selamet ül-insan fi hifz il-lisan. (Insanin selameti dilini tutmasidir.)"

Hz.Muhammed s.a.v

- "El-aceletü min es-seytan. (Acele ise seytan karisir.)"

Hz.Muhammed s.a.v

- "Selamet, muhalefeti ve ilmin, ayrilmayi gerektirdigi seye girmeyi terketmek suretiyle


selameti arayanin arkadasidir..."

Cüneyd-i Bagdadi

- "Arz, Adem ogluna der ki; Sen benimle bizim aramiza bir örtü koyuyorsun, halbuki sen
yarin benim karnima gireceksin.."

Hz.Muhammed s.a.v

- "Herkes ne için yaratilmissa o, kendisine kolaylastirilacaktir.."


Hz.Muhammed s.a.v

- "Insan, sevdigi kimse ile beraberdir.."

Hz.Muhammed s.a.v

- "Sizden hiçbiriniz, nefsini hakir (küçük) yapmasin"

Hz. Muhammed s.a.v

- "Cevizin kabugunu kirip özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder."

Gazâli

"Ey Allah'im senin dininin gayretiyle ve senin hosnutlugunu saglamak için beni katletmek
üzere toplanan kullarini afveyle! ve merhamet eyle!. Çünkü asikardir ki, eger bana ilham
ettigini onlara ilham etseydin, onlar yaptiklarini yapmayacaklardi; eger sen onlardan gizlemis
oldugun seyi benden gizlemis olsaydin, ben bu elemlerle muzdarip olmayacaktim."

Hallac-i Mansur

"Sana emanet edilen seyi iyi sakla, birinin hiyanetine ugradigin zaman hosgör. Ve hiyanete
hiyanetle karsilik verme.."

Hz. Muhammed s.a.v

"Kadrini bilen, haddini asmayan, diline sahip olan, ömrünü bosa sarfetmeyen kimseye Allah
Rahmet eylesin."

Hz. Ali

"En büyük düsmanin, iki kaburga kemiginin arasinda olan düsmandir."

Hz. Muhammed s.a.v

"Hatalari, bilhassa kötü huylari tam birakan kimse, kopardigi otu kökten keser. Süphesiz o bir
daha dallanmaz."

Abdülkâdir Geylâni (Hz.)

"Her kim kirk gününü ihlâs ile sabahlarsa, hikmet kaynaklari kalbinden diline akar."

Hz. Muhammed s.a.v

"Erdemin en büyügü, seninle iliskilerini kesene iyilik etmen, senden esirgeyene vermen, sana
kötülük edeni bagislayip, dost elini uzatmandir."

Hz. Muhammed s.a.v


"Her ise besmele ile basla!

Temiz ol daima iyiligi adet edin!

Dünyanin mutluluguna magrur olma!

Kimseye kizma eziyet ve cefa etme!

Ömrün uzun olsun istersen, kimsenin nimetine haset etme!

Kimseyi kötüleyip, atip tutma!

Senden üstün kimsenin önünden yürüme!

Disin ile tirnagini kesme!

Çok uyumak kazancin azalmasina sebep olur!

Akilli isen yanliz yolculuga çikma!

Seher vakti Kur'an-i Kerim oku!

Daima Allah-ü Teâlâ'yi zikret!

Kendini baskalarina medhetme!

Namahreme bakma, harama bakmak gaflet veririr.

Kimsenin kalbini kirip, viran eyleme!

Edepli, mütevazi ve cömert ol!

Yanliz bir evde yatmaktan sakin!

Velî, insanlardan gelen sikintilara tahammül edip katlanan kimsedir. O, toprak gibidir.

Topraga hertürlü kötü sey atilir.

Fakat topraktan hep güzel seyler biter..."

Aksemseddin Hazretleri

"Kim Allah'a kavusmayi severse, Allah da ona kavusmayi sever."

Hz. Muhammed s.a.v

"Karinca, güzelim harmanlari görmezde bir tanecik bugdayin üstüne titrer."

Mevlâna
"Evlat kokusu cennet kokusudur."

Hz. Muhammed s.a.v

"Cennete ilk çagirilicak olanlar, bollukta darlikta hep Allah'a sükür eden hamdçilardir."

Hz. Muhammed s.a.v

"Tuzaga saçtigin taneler cömertlik sayilmaz ki."

Mevlâna

"Ey müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizligine
katlanmaktir."

Mevlâna

"Sayet siz, bir ip sarkitmis olsaydiniz, mutlaka Allah'in üzerine düserdi."

Hz. Muhammed s.a.v

"Görünen zatidir, gayri ne hacatidir."

Sems-i Tebrizi

"Beni güçsüz olanlarinizin yaninda arayiniz, çünkü siz güçsüzleriniz sayesinde zafere
kavusturulup riziklandiriliyorsunuz."

Hz. Muhammed s.a.v

"Allah bir kulu sevdi mi ona dünya islerini kapar, ahiret islerini açar."

Hz. Muhammed s.a.v

"Eger hakkiyla Allah'i tanimis olsaydiniz, mutlaka su üzerinde yürürdünüz ve daglar size
geçit verirdi."

Hz. Muhammed s.a.v

"Alimin zellesinden korkun; onun hatasindan ötürü edecegi tevbeyi bekleyin."

Hz. Muhammed s.a.v

"Allah bir kulu sevince, onu denemeye tabi tutar. Kul sabrederse onu seçkin kilar, sükrederse
(onu) temize çikarir (istifaya tabi tutar)."

Hz. Muhammed s.a.v

"Ben müminlere kendi nefislerinden daha alâyim. Kim borçlu ölürse, onun borcunu ödemek
bana aittir. Mal birakirsa, varislerinin olur."
Hz. Muhammed s.a.v

"Bu ilim, tevil yapan cahillerin, tahrif eden azginlarin, iptalci müfterilerin, düsman olan her
neslin elinden muhafaza olunacaktir."

Hz. Muhammed s.a.v

"Bütün ülkeler Allah'in ülkeleri, kullarda Allah'in kullaridir. Öyle ise neresi daha iyi isine
geliyorsa orada otur."

Hz. Muhammed s.a.v

"Allah için sevisen iki adamin en faziletlisi, muhakkak ki arkadasina sevgisi daha çok
olandir."

Hz. Muhammed s.a.v

"Hallac Ene'l Hak dedi astilar. O da bizim bildigimizi bilse idi, o da bizi katlederdi."

Mevlâna

"Hediyelesin ki sevismis olursunuz."

Hz. Muhammed s.a.v

"Haya, bulundugu bir seyi süsler, kötü söz de bulundugu bir seyi ayip kilar."

Hz. Muhammed s.a.v

"Allah ümmetimi, içlerinden geçirdiklerini, konusmadikça ve onlari yürülüge koymadikça


bagislamistir."

Hz. Muhammed s.a.v

"Kimseden vefa görmesem de vefa göstermeye devam edecegim."

Hz. Ali

"Dua edenler üç kisimdir. Ya istedikleri hemen karsilanir, ya istediginden daha efdali sonraya
birakilir, ya da istediginin karsiliginda bir kötülük kendisinden uzaklastirilir.

Hz. Muhammed s.a.v

"Allah kiyamet günü ruhlari bedenlerine gönderince mü'minlerin ruhlari da yesil renkli
kuslarin vücutlarina asilarak, cennet agaçlarinin meyvalarindan yerler."

Hz. Muhammed s.a.v

"Kiyamet günü Allah, insanlari, çiplak, sünnetsiz ve dilleri tutulmus olarak hasreder."
Hz.Muhammed s.a.v

"Allah'in gönderdigi her Nebi-Resûl mutlaka koyun gütmüs, çobanlik etmistir. Ben de
Mekke'nin Karârit mevkiinde koyun güderdim."

Hz. Muhammed s.a.v

"Allah'a yemin olsun ki; ben, hem gökte Emin'im hem de yeryüzünde Emin'im."

Hz. Muhammed s.a.v

"Aldatan bizden degildir."

Hz. Muhammed s.a.v

"Dilenci at üzerinde de gelse, ona sadaka verin."

Hz. Muhammed s.a.v

"Hud, Vâkia, Mürselât, Nebe ve Tekvir sureleri beni ihtiyarlatti."

Hz. Muhammed s.a.v

Ve yanlizca rabbine ragbet et

Rahman Rahim olan Allahin adiyla

1-Biz gogsunu yarip genisletmedik mi

2-Ve yukunu indirip atmadik mi

3-Ki o senin belini bukmustu

4-Senin zikrini(sanini) yuceltmedik mi

5-Demek ki gercekten zorlukla beraber kolaylik vardir

6-Gercekten guclukle beraber kolaylik vardir

7-Su halde boskaldigin zaman durmaksizin(dua ve ibadetle)yorulmaya devam et

8-Ve yanlizca rabbine ragbet et

Abdulkadir Geylani Hazretleri Münacaatı

Münacaata besmele çekip tek ilâhin adi ile baslayip ve yine müracaati Onu hamd etmekle
süslendirip son verecegim.
Kendisinden baska ilâh olmadigina sehadet eder ve kemalat bakimindan akillarin ihata
edemeyecegi kadar eksik ve noksanlardan münezzehtir.
O ilâh ki, kendisine uyulmak üzere Ahmed'i (a.s) bizlere hak peygamber olarak gönderdi. O
Ahmed ki, cismi gittigi halde hakikati Muhammediyesi devam etmektedir.
O Peygamber ki, bütün hayirlari teyit ederek bizlere bildirdi. Aramizda ilmi, hilmi ve Allah'a
yaklastiracak ameli açikladi.
Ey Allah'tan izzet ve yükseklik hazinesine ulasmak isteyen talip O'nun yüce isimleriyle dua
ve münacatta bulun.
Mütevazi bir kalple taharetlenip namazdan sonra de ki: Allah'im esma-i hüsna hakki için
acilen yardim dilerim.

Ya Rahmân: (Ey kullarina aciyip dünyada merhamet eden Allah'im) bana aciyip merhamet
eyle.
Ya Rahîm: (Ey ahiret hayatinda yalniz müminlere sonsuz merhamet eden Allah'im) bana
merhamet ederek halimi güzellestir.
Ya Mâlik: (Ey âlemlerin tek sahibi ve maliki.)
Ya Kuddüs: (Ey bütün noksan sifatlardan, ayiplardan, kusurlardan, hatadan münezzeh olan
Allah'im) kalbimi bütün kötü sifatlardan temizleyerek mukaddes kil.
Ya Selâm: (Ey kullarini tehlikelerden, sikintilardan, selâmet ve huzura eristiren Allah'im)
zatimi ayiplardan, sifatimi noksanlardan, islerimi serden koru ve vücuduma selâmet verip,
belâ ve musibetlerden muhafaza eyle.
Ya Mü'min: (Ey mümin kullarini ahirette gazap ve azaptan emin kilan Allah'im) gazabindan
ve azabindan emniyet ihsan eyle.
Ya Müheymin: (Ey kullarini devamli gözetleyen ve himayesi altinda bulunduran Allah'im)
beni himaye edip, her türlü tehlikeden muhafaza eyle.
Ya Azîz: (Ey maglûbiyet bilmeyen daima galip ve güçlü olan Allah'im) nefsimdeki zilleti
giderip aziz eyle.
Ya Cebbâr: (Ey hükmünü ve diledigini hakkiyla yerine getiren Allah'im) iyilesmesi zor,
çözülmesi müskül, tedavisi olmayan her sikintidan koru.
Ya Mütekebbir: (Ey izzet, seref ve saltanatindan dolayi ihtisam ve büyüklügünde tek olan
Allah'im) kibirlenip din ve din ehline düsmanlik edenleri zelil eyle.
Ya Hâlik: (Ey bütün mahlûkati yoktan var edip yaratan Allah'im) serrin her çesidinden
uzaklastirarak muhafaza eyle.
Ya Bâri: (Ey esyayi örneksiz yaratan, icat edip var eden Allah'im) fazlini, keremini ve
nimetlerini bize ihsan eyle.
Ya Musavvir: (Ey her seye diledigi sekilde suret ve sekil veren Allah'im) suretimi
güzellestirdigin gibi siretimi de güzel eyle.
Ya Gaffâr: (Ey kullarin günahlarini bagislayan magfireti çok olan Allah'im) günahlarimi
bagislayarak tövbemi kabul eyle.
Ya Kahhâr: (Ey bütün güçleri yenen, isyankârlari kahreden, maglup eden Allah'im) seytanimi
maglup ederek kahreyle.
Ya Vehhâb: (Ey nimetlerini karsiliksiz veren, bagista bulunan Allah'im) bagista bulunarak
ilim ve hikmeti ihsan eyle.
Ya Rezzâk: (Ey mahlûkata ve kullarina ihtiyaçlari olan rizki veren Allah'im) kolaylikla helâl
rizk ihsan eyle.
Ya Fettâh: (Ey kullarina rahmet, hayir, ilim, rizk ve sir kapilarini açan Allah'im) basiretimi
açarak hayir kapilarinin açilmasini ihsan eyle.
Ya Alîm: (Ey her seyin basini ve sonunu, açik ve gizlisini hakkiyla bilen Allah'im) ilimle
sereflendirerek faziletleri ikram eyle. (Faziletlere ulastir.)
Ya Kâbid: (Ey dilediginin nefsini, rizkini ve feyzini alan ve tutan, sikan ve daraltan Allah'im)
her muanidin (inatçinin) kalbini gögsünü daraltarak din ve din ehline saldirmasini engelle.
Ya Bâsit: (Ey dilediginin nefsini rizkini, ilmini onlara veren, onu açan, rahatlandiran ve
genislendiren Allah'im) nefsimi rahatlat, ilmimi çogalt, feyzinle kalbimi nurlandir, gögsümü
genisleterek rahatliga kavustur.
Ya Hâfid: (Ey diledigi seyi alçaltan, en yukari dereceden en asagi dereceye indiren Allah'im)
münafiklarin (nifak ehlinin) kadir ve kiymetini düsürerek en asagi dereceye indir.
Ya Râfi: (Ey diledigi seyi yükselten, en asagi dereceden en yukari dereceye kaldiran Allah'im)
esrarinla derecemi âli ve yüksek kil.
Ya Mu'iz: (Ey diledigini aziz, güçlü kilip sereflendiren Allah'im) beni ve müminleri buna ehil
yaparak aziz eyle.
Ya Muzill: (Ey diledigini zelil, hor, hakir kilan ve makamlarini en asagiya indiren Allah'im)
zalimlerin cümlesini (tümünü) zelil, hor ve hakir eyle.
Ya Semi': (Ey her seyi, gizli açik söylenenleri en iyi bir sekilde isiten, duyan, dua ve
ibadetleri kabul eden Allah'im) dua ve ibadetlerimi dergâhinda kabul eyle.
Ya Basîr: (Ey her seyi en ince teferruatina kadar en iyi bir sekilde gören Allah'im) islah
olunan, kabul görülen kullarindan eyle.
Ya Hakem: (Ey hükmü red edilmeyen tek hâkim, hükmünde hakki yerine getiren Allah'im.)
Ya Adl: (Ey verdigi hüküm ve kararlarda hiçbir sekilde adaletsizlik yapmayan tek adil.)
Ya Latîf: (Ey sonsuz lütufkar olan, âlemlerde olan islerin en ince islerin sirlarini ve
hassasiyetini bilen ve ilahi bir gizlilikte bulunan Allah'im) Hakem, Adl ve Latif isimlerinin
hakki için lütuf ve ihsanlarda bulun.
Ya Habîr: (Ey tüm esyanin hakikatine vakif her seyden tam olarak haberdar olan Allah'im)
Sen sir ve sirrin ötesini bilensin.
Ya Halîm: (Ey hilm sahibi, bekleyisi genis ve yumusak, suçlulari hemen cezalandirmayan
Allah'im) Senden hilm ister ve tek dayanagim da hilmindir.
Ya Azîm: (Ey akil ve idrakin erisemeyecegi derecede büyük ve azamet sahibi Allah'im)
büyük kerem ve ihsanindan bize nasip eyle.
Ya Gafûr: (Ey kullarini çok bagislayan, magfireti ve yargilamasi çok olan Allah'im)
günahkârlarin günahlarini bagislayarak af eyle.
Ya Sekûr: (Ey kendisine itaatkâr olan kullarindan razi olan, verdigi nimetleri onlara karsi
daha çok artiran Allah'im) bana ve sevdiklerine, nimetlerini artirarak ulastir.
Ya Aliy: (Ey derecesinin ve yüksekliginin sonu olmayan Allah'im) benim ve sevdiklerinin
makamlarini âli kil.
Ya Kebîr: (Ey ululuk ve kibriyasi hiç kimsenin erisemeyecegi büyüklükte olan Allah'im)
hayir ve kereminle bizi mükâfatlandir.
Ya Hafîz: (Ey semalari ve arzin içindekileri koruyan muhafaza ve hifz edip hiçbir seyi
unutmayan Allah'im) bizleri arazi ve semavî afetlerden muhafaza eyle.
Ya Mukît: (Ey yarattiklarini geçindiren, barindiran, her canlinin rizkini veren Allah'im) zahiri
ve manevî riziklarinla bizleri riziklandir.
Ya Hasîb: (Ey cümle mahlûkatin ihtiyacini gören, herkesi hakkiyla hesaba çeken Allah'im)
ihtiyaçlarimi giderip bana kâfi ol.
Ya Celîl: (Ey büyük, ululuk, yüce, azamet ve celalet sahibi olan günahkâr kullarina kizan
Allah'im) düsmanlik ve mücadele ettigim seytani korkutarak çekindir ve kaçindir.
Ya Kerîm: (Ey kullarina çok cömert, keremi ve ihsani bol olan Allah'im) mevhibelerinden bol
bol ihsan eyle.
Ya Rakîb: (Ey bütün kullarini tek tek gözeten, bütün varliklar üzerinde görücü olan Allah'im)
düsmanlarima karsi gözcü ve koruyucu ol.
Ya Mucîb: (Ey dualari kabul eden, kendisine yalvaranin duasini kabul eden Allah'im) duada
bulunanlarin duasini kabul eyle.
Ya Vâsi: (Ey nimeti bol, rahmeti ve ilmi kusatmis olan, yarattigi âlemlerin ve kudretinin
sonuna erisilmeyen Allah'im) bana ikramda bulunacagin zahiri ve manevî riziklari genis eyle.
Ya Hakîm: ( Ey hikmet sahibi her seyi yerli yerinde ve en iyi bir sekilde yapan Allah'im)
varacagim yeri, meclisi en iyi bir sekilde yapmani dilerim.
Ya Vedûd: ( Ey iyi kullarini seven bu sevgiyi gönüllere koyan, kendisi de sevilmeye en lâyik
olan Allah'im) Sen bizleri sev, kendini bizlere sevdir.
Ya Mecîd: ( Ey sani çok yüksek, deger ve seref sahibi Allah'im) Senden seref, saadet, yardim
ve sevgi isterim.
Ya Bâis: ( Ey kullarina elçi gönderen, ölümden sonra dirilten Allah'im) nefsimdeki
düsmanlari gidermeye yardim askerini gönder.
Ya Sehîd: ( Ey mülkünde olan her seye sahid olan, her yerde hazir bulunan, kendi yolunda
ölenlere de edebi hayat veren Allah'im) dirilip varilacak yeri güzellestir.
Ya Hakk: ( Ey gerçekten var olan âlemleri hak olarak yaratan, varligi hiçbir zaman
degismeyen Allah'im) hakikat mesrebine ulastirip içenlerden eyle.
Ya Vekîl: ( Ey kullarinin islerini gören, onlarin menfaatlerine kafi olan Allah'im)
ihtiyaçlarimi gidermek için sen vekil ol.
Ya Kaviy: (Ey zaafa ve zayifliga ugramayan çok güçlü ve kuvvetli Allah'im) Senin gibi
birinin vekil olmasi elbette yeterlidir, vekil ol ya Rab.
Ya Metîn: (Ey çok saglam ve mukkavim olan, hiç bir zaman sarsilmayan Allah'im) zafiyetimi
giderip yardimini göndererek kuvvetli kil ya Rab.
Ya Veliy: (Ey sevdigi kullarina yardim eden, iyi kullarina gerçek dost olan Allah'im) Seni
severek duada bulunan kullarina yardim ederek, sen de sev ve yardimlarinda bulun.
Ya Hamîd: (Ey her âlemde, her lisanda, her varligin dilinde hamd ile övgü ve sena edilen
Allah'im) Senin varligina birligine inanarak hamd ederim.
Ya Muhsi: (Ey bütün esyayi kavrayan yarattigi her seyin sayisini bir bir bilen Allah'im)
kullarinin hatalarini adil bir sekilde sayildigi günde adaletle degil rahmetinle muamele eyle.
Ya Mubdi: (Ey bütün esyayi ilk kez var edip, yaratan Allah'im) kereminle hidayet ve rahmet
kapilarini aç.
Ya Muîd: (Ey bütün esyayi hayattan sonra ölüme ve ölümden sonra hayata çeviren ve buna
devam eden Allah'im.)
Ya Muhyi: ( Ey kullarini dirilten hayat veren, ömür bagislayan, yasamalari için saglik veren
Allah'im) afiyet içinde güzel bir yasam ihsan eyle.
Ya Mumît: ( Ey kullarini öldüren, canlarini alan, ölümü yaratip kullarina ölüm acisini tattiran
Allah'im) din-i mübine düsmanlik edenleri acilen öldürüp helak eyle.
Ya Hay: (Ey daima diri olan, gerçek olarak yasayan, sonsuz hayat sahibi olan Allah'im) ölü
kalplerimizi sana zikrederek dirilt.
Ya Kayyûm: (Ey bütün varliklari, gökleri, yeri ve her seyi ayakta tutan Allah'im) sirlarimi
muhafaza ederek kendine ulastir.
Ya Vâcid: (Ey hazinelerinde hiç bir sey eksilmeyen, diledigini dilegi vakit bulan Allah'im)
beni sevindirecek seyler ihdas eyle.
Ya Mâcid: (Ey san ve seref sahibi, san ve serefi akillarin alamayacagi kadar muhtesem olan
Allah'im) sen bana islerimde yardimci ve vekil ol.
Ya Vâhid: (Ey tek olan, zatinda ulûhiyet sifatlarinda ve yaptigi islerinde tek olan Allah'im)
Ya Samed: (Ey bütün mahlûkati için basvurdugu tek merci, kendisi ise hiçbir ihtiyaç ve talebi
olmayan Allah'im.)
Ya Kâdir: (Ey kadiri mutlak olan hiç bir mahlûkatin yapma güç ve kudreti gösteremedigi
seyleri ve imkânlari var edip yerine getiren Allah'im) düsmanlarimizi helâk ederek yok eyle.
Ya Muktedir: (Ey iktidar sahibi, her seyi üzerinde istedigini yapma kuvvet ve kudretine sahip
olan Allah'im) bize hasetlikte bulunanlara azap eyle.
Ya Mukaddim: (Ey diledigini öne geçiren, istedigini ileri alan Allah'im) sirlarimi yücelterek
öne al.
Ya Muahhir: (Ey diledigini geri birakan, istedigini arkaya alan Allah'im) beni geri seylerden
koruyup afiyet ihsan eyle.
Ya Evvel: (Ey baslangici olmayan tek varlik olan Allah'im) hayir ve hasenat yapip
gönderenlerden eyle.
Ya Âhir: (Ey nihayeti olmayan, ezelden ebede kadar var olan Allah'im) kelime-i sahadeti
getire getire ömrüme son verip ruhumu al.
Ya Zâhir: (Ey varligi asikâr olan, yarattigi eserleri ile günes gibi varligini kabul ettiren
Allah'im) açik ve zahiri nimetlerinden bize ihsan eyle.
Ya Bâtin: (Ey varligini gizli tutan, sifat ve eser tecellileri ile zati ilâhîsini gizleyen Allah'im)
Seni bilin ve taniya ariflerden eyle.
Ya Vâli: (Ey bütün esyada tasarruf sahibi olan, tek basina bütün âlemlerde olanlari idare eden
Allah'im) bizlere aciyip nasihat edecek kisileri basimiza getir.
Ya Müteâlî: (Ey her seye tam kudreti ile faik, mahlûkat sifatlarindan âli ve münezzeh olan
Allah'im) basimizdakileri islah edip dogru yola ilet.
Ya Ber: (Ey kullarina karsi ikrami ve iyiligi bol, mahlûkata karsi çok kayirici olan Allah'im)
vergilerinden, nimetlerinden bize de ihsan eyle.
Ya Tevvâb (Ey kullarinin tövbelerini kabul eden günahlarini bagislayan Allah'im)
günahlardan tevbe etmeyi nasip edip tövbemi kabul eyle.
Ya Muntakim: (Ey düsmanlarindan öç ve intikam alan mücrimleri cezalandiran Allah'im)
Ya Afuv: (Ey affi bol olan bagislamasi ve affetmesi çok olan Allah'im) bize aciyarak fazl ve
kereminle günahlarimizi affet.
Ya Raûf: (Ey son derece merhametli, acimasi ve sefkati bol olan Allah'im) dua ederek sana
siginan kullarina sefkat ederek dualarini kabul eyle.
Ya Mâlike'l-Mülk: (Ey mülkün ve bütün varligin tek sahibi ve devamli maliki olan Allah'im)
San ihtiyaçlarini arz edenlerin ihtiyaçlarini giderirsin.
Ya Zü'l-Celâli ve'l-Ikrâm: (Ey celal, büyüklük, azamet, ikram ve iyilik sahibi Allah'im)
yagmur gibi yagan iyilik ve ikramlarindan nasiplendirerek istifade edenlerden eyle.
Ya Muksit: (Ey adaletten sasmayan âdil, tüm islerini denk, uygun, yerli yerinde yapan
Allah'im) Görüs ve yönümü hak üzerine sabit kil.
Ya Cami': (Ey mahlûkati toplayan, bir araya getiren, diledigini istedigi yerde toplayan
Allah'im) mahlûkatini topladigin kiyamet gününde kemalatlari toplayarak sana gelmeyi nasip
eyle.
Ya Ganiy: (Ey her seyden müstagni olan, hiç bir seye muhtaç olmayan tek zengin) fakirligimi
gidererek, zenginlik ihsan eyle.
Ya Mugni: (Ey kullarina zenginlik veren, istedigini diledigi kadar zengin eden Allah'im)
hayirlardan yoksun, müflis, nefsimi iflâstan kurtarip zengin eyle.
Ya Mâni: (Ey öne geçmis fiiliyatlari önleyen, bir seyin olmasini istedigi zaman mani olan
Allah'im) nefsimi günah hastaligindan kurtarip sifa ihsan eyle.
Ya Dar: (Ey zarara ugratan, elem, keder ve zarar veren seyleri yaratan Allah'im) bize bilerek
kasten hasetlik edenleri kina.
Ya Nâfi: (Ey kullarinin menfaatine uygun olan seyleri veren, faydali ve yararli seyleri yaratan
Allah'im) öyle bir ruhla menfaatlendir ki, o her türlü kemalati tahsil etsin.
YA nurlandir.
Ya Hâdi: (Ey sapitmis olan kullarina yol gösteren, diledigi kullarini hidayete erdirerek sirati
müstakime yönlendiren Allah'im) kalbimi nurlandirarak hidayete erdir.
Ya Bedi': (Ey numune ve emsali bulunmayan, hayret verici seyler yaratan ve icat eden
Allah'im) feyz ve keremini dileriz.
Ya Bâki: (Ey varliginda devamli olan, fani olmayan, varliginin sonu olmayan Allah'im.)
Ya Vâris: (Ey bütün varligi devam ettiren servetlerin ve mülkün gerçek sahibi Alllahim) beni
Kur'an ilmine varis eyle.
Ya Resîd: (Ey kullarini irsad edip kurtulus ve hidayet yollarini onlara gösteren Allah'im) irsad
edip kendi yoluna ilet.
Ya Sabûr: (Ey çok sabirli olan, günah isleyen kullarina ceza vermekte acele etmeyen, sonucu
bekleyen Allah'im)

Allah'im; ayetlerini vesile ederek en güzel isimlerinle müracaatta bulundum.


Allah'in bu güzel isimlerin hakki ve fazileti için Senden kemalat dilerim.
Allah'im; Senden gelen riza ile rica ve dualarimi kabul edip içinde yasayacagim zaman dilimi
içinde bana kâfi ol.
Allah'im nefsimdeki hastaligi giderip yardim eyle. Beni hayra ulastirip aklima zarar verecek
seylerden koru.
Allah'im ana-babami, müslüman kardeslerimi ve bu isimlerle dua ve müracaatta bulunanlara
merhamet eyle.
Ben aslen Hz. Hasan'in soyundan olup Kadir olan Allah'in kuluyum. Büyük soy agacinda
(secere) Muhyiddin diye çagirilirim.
Allah'im sevgili dedem Hz. Muhammed'e (a.s) âline ashabinin tümüne salât ve selâmin en
güzeli ve en mükemmeli ile salât (rahmet) eyle.

Bu yüzden bize göre fena anlayışı üzere kalmak en yücedir

Sözgelişi bir insanın "eğer ona şunu demeseydim, şu olurdu." "eğer ben olmasaydım, çoluk
çocuk helak olurdu." demesi bu türden bir iddiadır ve bu, uluhiyet mertebesinin en aşağısıdır.
Hatta bu tarikattaki bir Şeyh şöyle demiştir: "Eğer benim himmetim falancaya eşlik
etmeseydi,mutlaka helak olurdu." Bu sözlerin tümü uluhiyet sırrı hastalığından kaynaklanan
illetler ve marazlardır. Bu sözleri söyleyenlerin, bu iddiada bulunanların her biri iddiasının
oranında ceza görecektir. Ya en büyük cezaya çarptırılır, ya da nasip eksilmesine uğrar. Ama
mutlaka ceza görür. Bu yüzden bize göre fena (yokluk) anlayışı üzere kalmak en yücedir.
Bizden önceki kuşaktan arkadaşlarımız bu hakikatin farkına varamadılar. Ey dostum! Sen
bunu bil!

..O halde bizden güçlü ve yetkin kimse, kendisiyle Rabbi arasındaki büyük
genel topluluk sır perdesini yırtıp, kendisinin değil Rabbinin uluhiyetini müşahede eden ve
ona kulluk eden kimsedir. Bunu gerçekleştirince alemin en güçlüsü ve en şiddetlisi olur.
Çünkü bu en büyük perdeyi kaldırmıştır...

..Alemin tavırlarına ortaklığından dolayı, onlarla birlikte ibadetlerinde büyük toplayıcılığı


ikame etme yükümlülüğüne muhatap olduğun gibi, senin için sabit olan büyük toplayıcı
sırdan dolayı, mahlukatma karşı icra ettiği gibi bu sırrı icra etme yükümlülüğüne de
muhatapsın. Allah kullarına karşı latiftir, sen de öyle ol. Allah esirgeyen, bağışlayandır, sen
de öyle ol. Nitekim yüce ALLAH, Nebisini (s.a.v) bu şekilde nitelendirmiştir: "bt'l mü'minine
reufun rahim / Müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." (Tevbe, 128) şu halde,
perdeyi yırttıktan
sonra uluhiyet sırrı senin için daha bereketli sonuçlar doğurur. Ama perdeyi yırtmadan önce
bu sır, büyüklük taslayan zorbalarınkine benzer sonuçlar doğurur senin için...

Muhyiddin İbn-i Arabi

Sallallahu aleyhi vessellem


Gülümseyen bir çehre ama kederli,
Saygılı ama dimdik,
Mütevazı ama vakarlı,
Yorgun ama kararlı,
Bitkin ama mücadeleci,
Mutlu ama sakin,
Mutsuz ama ümitli,
Sessiz ama çığlık çığlığa,
Öfkeli ama müşfik,
Sevinçli ama mutedil,
Ağlayan ama sessiz,
Sahipli ama kimsesiz,
Gözü yaşlı ama içli,
Zayıf ama güçlü,
Kral ama taçsız,
Mağdur ama suçsuz,
Önder ama yurtsuz,
Yürüyen ama koşar adım,
Herkesle ama yalnız,
Yalnız ama herkesle,
Övgü dolu ama sitemkar,
Sade ama içten,
Fakir ama zengin,
Zengin ama yoksul,
Hükümdar ama halk,
Birisi ama baştacı,
Darda ama bölüşen,
Zorda ama yetişen,
Bağışlanmış ama af dileyen,
Güvende ama tedbirli,
Korunmuş ama temkinli,
Kudretli ama dertli,
Yaralı ama doktor,
Muhalif ama dosttur,
Müeddip ama zarif,
Meskun ama garip,
Muhacir ama fatih,
Mükedder ama mutlu,
Soylu ama kutlu,
Beşer ama seçkin,
Mübelliğ ama yetkin,
Muzaffer ama kuşkusuz,
Hatalı ama kusursuz,
Müstakil ama makbul,
Peygamber ama kul...

Hz. MUHAMMED MUSTAFA (Sallallahu aleyhi vessellem)

not: bir arkadaşımdan


ilk zeitgeist ile ilgili (devam)

Sen zamanında kapitalizmin putperestlik yoluyla uygulandığnı

ve bu sistemi kimin değneğiyle tek tek tümden yıktığını biliyor musun ?

Şimdi o yıkanlara yok denmeye çalışıldığını?

Zamanında kapitalizmin uygulaması olan o putperestliği yıkan tek şeyin ne olduğunu çok iyi
bilerek şimdi onların özüne yok denmeye çalışıldığı oyunundan haberin oldu mu ?

Allahtan başka bişilere tapanlar çok sever bu kapitalizmi:)

özellikle egoya tapanlar

o egosuna nefsine tapanlar da maşaallah her kesimde bol bol vardır

münafıklar ya da kafirler deniyor onlarada dinde...

Zeitgeist (devam)

http://jonasclean.blogspot.com/2008/07/bi-belgesel-ile-ilgili.html

işte ego kabarık olunca mantık elbette devre dışı kalıyor bu da istenileni gerçekleştiriyor
memnun oldum

şimdi başka bi yöntemle anlatayım bakalım ego çıkabilecek mi devreden ona göre
anlayacağız mantık ne kadar önde

diyorum ki düşünün biz şimdi bir kasabadayız ve dünya bu kasabadan ibaret..bu kasabanın
muhtarı gelip diyor ki bakın bu kasabanın di ni artık bu kitap..kasabalı kitabı açıp
okuyor..kitapta deniyor ki bir yıldır içimizde olan isa tanrının oğludur ve...dün
öldürdüler...kasabalı da soruyor - Alla Alla bu kasabada hiç İsa diye birisi yaşamadı..böyle
olaylar da olmadı..ama biz inanalım evet demek ki biz görmedik..hıı evet..

buna kim inanır? bakın inanılacak şeyden bahsetmiyorum...bu yöntem nasıl işe yaramış
olabilir? bi denediniz mi?

Ve bu yöntemin işe yarayacağını düşünen bunun olabileceğine inanan elbette İsa'ya da yok
der diyorum geçiyorum..başka çare yok çünkü..

Batmanin son bölümünde jokerin karakterini tahlil edebilen bu dediğimi de anlar diye ümid
ediyorum..

Namaz

Hz Peygamber, namazın kılınış şekliyle ilgili bir soruya şöyle cevap vermiştir: "Namazı
ayakta kıl. Buna gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üstüne yatarak kıl".
Nesâî'de Hadis-i şerife şu ilâve vardır: "Buna da gücün yetmezse sırt üstü yatarak kıl. Allah
hiçbir kimseye gücünün yereceğinden fazlasını yüklemez" (Buhârî, Taksir, 19; Tirmizî,
Mevâkît, 157; Ebû Dâvud, Salât, 175; Zeylaî, Nasbu'r-Raye, II, 175; ayrıca bk. el-Bakara,
2/286).

Sonsuz küvet

Sehl diyor ki: "Abdal'dan bir er bana geldi, kendisiyle sohbet ettim. Hakikate dair bana
sorduğu meseleleri cevaplandırdım. Sabaha kadar böyle devam etti. Adam sabah namazını
kıldıktan sonra suya dalıp öğlene kadar suyun dibinde oturdu. Kardeşim İbrahim ezan
okuyunca dışarı çıktı. Bir tek kılının ucu bile ıslanmamıştı. Öğle namazını eda ettikten sonra
tekrar vardı, suya girip dibine oturdu. Namaz vakitleri dışında bu sudan dışarı çıkmıyordu,
kesinlikle hiçbir şey yememek ve kimseyle oturmamak üzere bir süre benimle bulundu, sonra
geçip gitti."

Sehl Bin Abdullah Tüsteri (r.a.)

Hazreti Şems-i Tebrizi (r.a.)

“Henüz ergenlik çağına girmemiştim. Aşk deryasına daldım mı otuz kırk gün hiçbir şey
yiyemezdim; istekten kesilirdim. Günlerce açlığa susuzluğa katlanırdım. Bir gün babam bana
çıkıştı : ’ Oğlum’, dedi ‘ben senin bu halinden bir şey anlamıyorum. Bunun sonu nereye
varacak?‘ ben ona şu cevabı verdim:

‘Baba, seninle benim babalık ve evlatlık ilişkimiz neye benzer bilir misin? Bir tavuğun altına
tavuk yumurtalarıyla bir de kaz yumurtası koymuşlar. Vakti gelip de civcivler çıktığı zaman,
bunlar hep birlikte analarının ardına düşerler, bir göl kenarına gelirler. Kaz yumurtasından
çıkan civciv hemen kendini suya atar, bunu gören ana tavuk, eyvah yavrum boğulacak der.
Çırpınmaya başlar. Halbuki kaz yavrusu, neşe içinde suda yüzmektedir. İşte, seninle benim
aramdaki fark da böyledir.”

Gökler gözünün gördüğü yerden itibarendir..

Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa'dan, bunun
daha büyüğünü istemişler de, "Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümleri sebebiyle
hemen onları yıldırım çarptı. Bilahare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı)
edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa'ya apaçık delil (ve yetki) verdik.

Nisâ 153

O kâfir olanlar, görmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir halde iken biz onları ayırdık. Hayatı
olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?

Enbiyâ 30

***

Semâ, yükseklik anlamını taşır. Araplar tavana, atın sırtına hatta yerden yükselen ota bile
semâ derler. (Mekâyisü'l-Luğa)

***
Gökler gözünün gördüğü yerden itibarendir..

Biz de o zannettiği şeyi kendisine bağışladık

17.Onların söylediklerine sabret, kulumuz Davud'u, o kuvvet sahibi zatı hatırla. O, hep
Allah'a yönelirdi.

------------------------------****----------------------------------------

21.Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mabedin duvarına tırmanmışlardı.

22. Davud'un yanına girmişlerdi de Davud onlardan ürkmüştü. “Korkma! Biz, iki davacıyız.
Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola
ilet” dediler.

23. Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz dişi koyunu var. Benimse bir tek dişi koyunum var.
Böyle iken "Onu da bana bırak" dedi ve tartışmada beni bastırdı.”

24. Dedi ki: doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına istemesiyle sana zulmetmiş ve
zaten yakınların çoğu da birbirlerine aynı şeyi yaparlar. Ancak iman edip, erdemli davrananlar
bunun dışındadır.Onlar ise sayıca ne kadar az!" Davud, biz, kendisini sınadık zannederek
hemen rabbine istiğfar etti, eğilerek yere kapandı, Allah'a döndü.

25. Biz de o zannettiği şeyi kendisine bağışladık. Şüphesiz yanımızda onun bir yakınlığı ve
güzel bir dönüş yeri vardır.

...

Sad suresi

17-21-22-23-24-25

1 hadis

Kıyamet günü olduğunda şehidlerin kanı alimlerin mürekkebi ile tartılır da alimlerin
mürekkebi, şehidlerin kanından ağır basar.
(Ramuz, 59/6)

s.a.v.

Huuu

Şerler def ola hayırlar feth ola Hu nun adı ile görenlere ve görme yolunda olanlara. O na aşık
olanlara..

Talip olan "İNSAN"


"HU"yu elbette ilk başta işaret olunan "HU" olarak görür
Yani "O" olarak
Yani bu anlamda işaret "O"ya olur
Yani bir anlamda "DIŞARıDA OLANA"

Hakikatte bu dışarıdalık izafi de olsa bu böyledir dışarıdadır

Çünkü "O"dur

Ve yine izafi olarak "DIŞARIDA" olur

aslında "ÖTEDE"dir

yani dışarıdalık mekansal değil "VARLIKSAL"dır


Çünkü "HU" kavranılamaz bir ÖNCELİKte olarak "BİLEN"dir ve "VAR"dır

İşte başlangıçta ÖTEDE ve DIŞARIDA olan "HU" kişinin çalışması ve elbette "HU" nun bir
lütfu olarak "İÇERİ"ye alınır...

İçeriye alınan kişi eğer önceden "HU"nun "ÖTEDE OLDUĞUNU" iyice bilmiş, takdir etmiş
fakat "MEKANSIZ" olduğunu iyice bilmemiş, takdir etmemişse "MEKAN" ona engel
olur...Hatta "TANRI" olur...

"Hu" yu her ne şekilde olursa olsun "VÜCUT/MEKAN-MEKAN/VÜCUT" olarak algılar..

Çünkü "HU" izafi de olsa ona göre dışarıdaydı ve kişi "DIŞARI"ya geçti...Ya da ALINDI..

Halbu ki "HU" mekansız olarak hiç bir kesit olmadan hem "ÖTE/DIŞARI" hem
"ÖZ/İÇERİ"dedir..

Çünkü "O" "HU" dur...

En doğrusunu bilen Aşkın sahibi "BİZ" için "HU" olmuş, yüce "ALLAH"dır...

Evliya Tezkireleri

http://www.facebook.com/group.php?gid=51521661565&ref=mf#/group.php?
gid=51521661565

yardım edenden tavsiyeler (devam)

Olur ki Allahla şımaran kimseler görürsün


Bil Allah şımaranları sevmez

***

Bunca harikuladelikleri devamlı olarak yaratırken O asla meşgul olmaz


Onu hiç bir yaratması meşgul etmez
Bunu da bil.
Sen de öyle olmaya gayret et.
Başını yastığa koy...
Bu da Allah'ın ahlakındandır..
Zülfün yüzüne düştüğünü görmeyen ahali

...Eğer âşık isen, bunca haceti ne yapacaksın, terket. Aşka düşmüş olan mala sevdalanmaz.
Zülfün yüzüne düştüğünü görmeyen ahali, güneş tutuldu diye yanlış fikre kapıldılar...

Nesimi

2012

Dünya foton kuşağına girmiş, 4. 5. boyuta geçilecekmiş, insanlar birbirlerinin düşüncelerini


okuyacaklarmış, cennet, cehennem başka başkaymışmış..vay vay vay...Allah var bu hiç ilginç
gelmedi sana! Hiç ilgini çekmedi Allah da..Sen foton yağmurlarında yıkanmayı düşün...sen
5.boyutu hayal et.İnsanların içlerindekini bil, bildir..Allah değil bilen bildiren uzaylılar var
murdar galaksisindeya ordan onlar bildiriyor ..Oturdukları yerden hem de ya..bu derece ilahlar
ya!...Sen vücudu yokken bunu yapanı bırak..Onun vücudu yok ya bunu nası yapabilir ki ya?
Pazuları yok yaa nası ilah olsun O yaa!...Sen başka ilahlar ara...Düşünceleri oku. Başkaları
seninkini okusun. Kalbiniz tertemiz, dedikodu yapın bol bol.. Beyin gücünüzü kullanın
şimdide..Böylece beraberce elele kardeşçe 2012de kibrin altın çayırlarına yükselin..2012de bu
dünyadan yine bu dünyaya, cennet boyutuna sıçrayın hop diye ..mezardaki kurtlar da aç
kalsın, ölsün gebersin toprağa karışsın..Senden kim hesap sorabilir ki hem Ahiret olsun di mi
ya. bunlar eskilerin masalları, hayal.. Dünya biter mi hiç..Zevk senin, dünya senin, sen senin!
herşey senin! kralsın sen!...Sen sinelerin özünü bilensin yahu! Sen kalpleri bilensin yahu.
Senden başka hesap kesebilecek biri olabilir mi ya.. Sen cehennemlik, cennetlik kulları
seçensin. Allah ilah olur mu , senden başka ilah mı var ki ya.. Foton yağmurlarında yıkanın
siz.. Koşun koşun, dünya cennetine koşun! 5.boyutta aşağıya atlayın.. Alır sizi cennetine bu
aşkınızla bu dünyanın o ahiretin sahibi..Allah ne ya cennet varken di mi yaa...Unut sen Allahı
unut.. Nası olsa ilahsın sen sana günah mı ,sende hiç hata kusur olur mu ya...Koş sen
koş...Elindeki dünyanın cennetine cehennemine hayran ol! Tap! Tap sen o ışıklara, parıltılara,
acayipliklere de, seni varlığında var eden o koca Allah'ı arkanda bırak.. Geç sen Onu.. Bilen
bildiren O değil! bilen bildiren sensin! Sen herşeyi bilensin, sen başka bir şeysin ya!..
Uzaylıların çocuğusun sen ya!.. sen başka İlahların yarattığısın,süpersin sen ya! Sen onlarla
övün, onlara tap...onların yanına koş.. Koş da Aşkın sahibi Aşkın kendisi o koca Allahtan yüz
çevir..Aferin..Seni, ananı babanı uzaylılar büyüttü, başka ilahlar bezledi senin o özel
altını...Yoga yap sen.. Secde etmek kibrine dokunmasın..İlah ilaha secde eder mi hem
ya!...hatta bunları unut, direk sensin asıl ilah ya..

Şüphedeki müzisyen için

Seslere bir kulak ver.. Hayattaki bütün seslerin akışına bi kulak ver.
Uzan gözlerini kapa. Kulaklarını etrafındaki seslere dik.
Doğal olarak birbiri ardına gelecek ve birbirine karışacak olan sesleri dinle bi.. takip et...
Tek bir atonal mezur duyabiliyor musun?..
Yan dairede Atonal klasik ve caz müziğine kastıran bir grup yoksa eğer :) ..
Bu hayattaki seslerin kendiliğinden ardarda gelişinde ve birbirine mix olmasında tek bir
atonal bölüm nasıl olmuyor?
...ve bilmiyorum sen bunu neye yoruyorsun.. Ona nasıl hayran olmuyorsun..ya da bu hani
nasıl tesadüf oluyor..ya da bunu uzaylılar mı yapıyor..mitoloji, panteizm, materyalizm filan
bilmiyorum bu bilince sen nasıl bir ehemmiyet vereceksin ne isim takıyorsun...Buna hangi
isim layıktır..
bak ben şöle diyorum "tekbiiir atonal mezur"..
İnsan niçin sorumlu tutuluyor onu da burdan anlarsın..

şuraya buraya yönelerek telaşa kapılmaz

Allah'a aşık olan mutlaka O'na kavuşacağından emindir; şuraya buraya yönelerek telaşa
kapılmaz

Çünkü bilir ki Allah zamanla ve mekanla kayıtlı değildir ki bu yüzden oraya buraya yönelsin.

Muhyiddin İbn-i Arabi (k.s.) Hazretleri

Halbu ki cenabı peygamberin yetim olmasında büyük esrarı ilahi vardır

..Kafirler onunla alay etmek istediler, yanına geldiler dediler "-Sen peygamber misin ya
Muhammed?". "-Evet Allah'ın resulüyüm. Sizi Hakka ve necata çağırıyorum.".
"-Nasıl peygambersin? Hani senin paran? Sen yetimsin?"...sanki bi kabahatmiş gibi.

Halbu ki cenabı peygamberin yetim olmasında büyük esrarı ilahi vardır..Allahu teala ve
takeddes hazretleri daha annesinin karnındayken, cenabı peygamberin pederi olan hz
Abdullah'ın ruhunu kabzeyledi. Sonra dünyaya teşrif buyurdular bir müddet sonra da altı
yaşında Hz Amineyi kaybetti..Peygamber anadan babadan hür yetim kaldı.
Bunun sırrı şu idi..Melekler sordular bunu cenabı hakka.."-Yarabbi habibim mahbubum
Muhammedim(s.a.v.)dedin, anadan babadan hür yetim bıraktın, hem babadan yetim hem
anadan öksüz oldu. Bundaki sır nedir?" dediler.

Cenabı Hakk buyurduki "- Eziyet cefa gördüğü vakıtta, anası babası sağ olsaydı onlara
seslenecekti..Onları aldım ki bana seslensin" dedi Cenabı hakk celle ve tekaddas hazretleri...

he şimdi bu bi kabahatmiş gibi peygambere gelip diyorlar ki senin okuman yazman yok
mektebe gitmedin ders görmedin hocadan, nası peygamber olursun?..halbu ki okumak ve
yazmak kasanın anahtarına benzer kasada bulunan defineyi almak için anahtar lazımdır. İlim
öğrenmek için bi adamın tahsil etmesi lazımdır. ilmi tahsil anahtar gibidir, ilmin cevahiri
kasadadır. Peygamber cevahire malik olmuş.. peygamber(s.a.v) Allah mektebinde okumuş..ve
peygamberin hocası Allahu Subhanu ve teala olmuş..

Aşki Muzaffer Ozak Hazretlerinden

Allah a aşık olanın gönlü böyle olacak

Hz Allah İbrahim Aleyhisselam efendimizin malını mülkünü daha çok verdi, evladını da
öldürtmedi, kendini de yakmadı.. Yalnız!.. denedi.. İmtihan etti. O da teslim oldu, "bin tane
canım olsa yarabbi sana feda" dedi... dedi ama... Allah'a aşık olanın gönlü böyle olacak.. o
zaman kolay..

Muhibbi Safer Dal Hazretlerinden

Zorlanıyorum
Bu zaman ahir zaman zorlanıyorum diyorsan; betonlardan başını uzatmış çiçekleri düşün..
Senin Şeyhin çiçekler olsun.

Peygamber Aşkı

Ebu Hüseyn Nuri'nin köre söylediğinin altındaki o gizli peygamber aşkını farkettin mi?
Hep kusurları mı göreceksin? Hal bu ki Allah kusurları örtendir..

Ki atın ibadeti çok ilginçtir

Bu durumda ahiret yolunda kendilerinden istifade ettiğimiz şeyhlerimiz arasında


sözünü ettiğimiz ümmetlerden de kimseler vardır. Örneğin Fas şehrinde bir duvarın
üzerinde bir oluk gördüm. Oluktan yere su akıyordu, tıpkı Ka'be'nin oluğu gibi. Onun
ibadetini fark ettim. Onunla birlikte bu ibadeti yerine getiririm diye kendimi
zorladım.Bunlardan biri de kendi gölgemdir. Gölgemden iki ibadet türünü aldım, ki bu iki
ibadeti yerine getiriyordu. Bunun gibi bir çok örnek vardır. Hayvanlara gelince; onlardan da
şeyhler vardır, dedik. Onlardan güvendiğim şeyhlerimiz arasında at vardır. Ki atın ibadeti çok
ilginçtir. Şahin, kedi, köpek, pars ve balansı da bu şeyhlerdendir. Ne kadar uğraştıysam,
onların ibadetlerini onların düzeyinde yerine getirmeye güç yetiremedim.
Sadece kimi zaman onlar düzeyinde bu ibadeti yapabilirken, kimi zaman da yapamadım.
Ama onlar her an bu düzeyde ibadetlerini gerçekleştirirler. Üstelik benim kendilerinin
efendileri olduğuma da inanarak beni ayıplıyor, kınıyorlardı.
Onlara özgü ibadeti yerine getirme hususunda eksik kaldığımı gördüklerinde bana
karşı sert davranırlardı. Hatta bazıları bana öfkeleniyordu. Öyle ki bu öfkesi Allah'ın dinine
ilişkin gayretini perdeleyecek düzeyde olurdu. Bunun sebebi de onların ibadeti ile ilgili
eksikliğimdi. Asiliğim ve Allah'a karşı sergilediğim kötü muamele yüzünden üzerlerindeki
efendiliğim de kaybolurdu. Üzerlerindeki itaatim de zail olurdu. Ben de onları bu hususta
mazur görür ve ihdaslarından dolayı onların ihlasını teslim ederdim. Çünkü Hz. Ebubekir(r.a)
halife olduğu zaman şöyle demiştir: "Allah ve resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat edin.
Eğer isyan edersem, bana itaat etmeniz gerekmez." Hiç kuşkusuz Ebubekir (r.a)
gerçeği söylemiştir.
Ey dostum! Köpek, sürüngen ve yırtıcı hayvan ümmetlerinden biri sana eziyet ederse
veya bitki ümmetinden bir odun ya da yaprak seni incitirse yahut üzerine tökezlemen, bir
duvardan üzerine düşmesi veya bir çocuk yahut bir adamın bir şeyden dolayı sana atması
sonucu bir taştan sana eziyet ilişirse ve taş sana yönelirse öfkelenme, insaflı davran ve içinde
bulunduğun o hal ekseninde kendi nefsine bak. Allah'ın nefsi denetleme ve sürekli olarak
huzurda tutma hususunda emrettiği adalet terazisini onun için kur. O zaman mutlaka kendinde
sana yöneltilen ve bu esasa göre gerçekleştirdiğin ibadetle ilgili bir kusur veya aşırılık
bulacaksın. İşte bu kusur ya da aşırılıktan dolayı hayvandan, bitkiden veya taştan eziyet
görmüşsündür.
Allah'tan bağışlanma dile, tevbe et, ihlash ol ve bir daha bu kusur ve aşırılığı
işlememeye azmet. Eğer bu bağlamda sakınırsan, seni inciten bu varlık, seninle
konuşacaktır ve buna da sen keramet adını verirsin. Oysa bu gerçekte keramet değildir.
Sadece bu gerçeğin farkına varmandan, tevbe etmenden ve varlıklarla uyum mekanına
kaçıp sığınmandan ibarettir.

İbn-i Arabi Hazretleri

Çaba Sarfedildikten Sonra


..Oysa gerekli çaba sarfedildikten sonra ulu huzura yaraşır şekilde kusuru itiraf etmek gerekir.
Sarhoşluk (sekr) hali galip geldiği için " Eğer sonradan olma varlık görüşünün kirliliğiyle
görürse, ben kadim cemale hücum ediyorum" diyenin safahatından uzak dur. Bu sözün Allah
erleriyle bir ilgisi yoktur. Bu bir şatahat-tır ve onu söyleyen o sırada bu halde bulunmuştur.
Hakikatler kesinlikle reddeder bunu. Ya da "cehde ile vasıl olacağını sanan kendini boşuna
yorar" diyenin sözüne de aldanma. Bu adam bir keresinde de şöyle demiştir: "Cehdsiz vasıl
olacağını sanan, kuruntuda bulunmuştur." Burada seni teşvik ettiğimiz çaba sarfetmeye, iyi
niyetle amel etmeye işaret ediliyor, ki vasil olmak ancak Allah'ın rahmetiyle olabilir.Nitekim
yüce Allah kuruntu edenler hakkında şöyle buyurmuştur: " Ve ğarretkumu'l emaniyye /
Kuruntular sizi aldattı."(Hadid, 14) çaba sarfedip yorulanlar hakkında da şöyle buyurmuştur:
"/e ni'me'l ecru'l amilin /İyi amelde bulunanların mükafatı ne güzelmiş!" (Zümer, 74) "
vellezine cahedu fina
lenehdiyennehum subulena/ Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi
yollarımıza eriştireceğiz." (Ankebut, 69) Burada çaba sarfedip yorulanlara yönelik bir övgü
vardır. Yorulmak, ibadet etmek için çaba sarfetmek kaçınılmaz olduğuna göre, böylesi daha
evladır.
Eğer kişide cehdden kaynaklanan yorgunluk var ise ve kendisi de iddiasından
vazgeçip cehdin sonuçlarına önem vermiyorsa, bu bakımdan bütün amellerinden bu
duyguyu hali kılıyorsa, o rabbani nefha-lardan birine maruz kalır. Çünkü boyun eğdirmenin
etkisiyle yapılan ibadetler genel Fakihlerin özelliğidir. Allah onları hakikatlere karşı kör
kılmış ve onlara denilmiştir ki: Bu dünyada önceden salih ameller gönderin ki onları ahirette
karşınızda bulaşınız... Bunlar bize göre cahildirler. Bu gibi kimselere yükümlülük ismine
uygun olarak yöneltilir. Bu yüzden ibadetleri eda ederlerken, ancak Allah' ın bildiği bir ağırlık
ve yüksünme çöker üzerlerine. Çünkü mabudlarım hakkıyla bilmezler.
Nefislerinin şehevi arzularıyla, kısa ve uzun vadeli hazlarıyla meşguldürler. Ama gerçek
sufiler dediğimiz bu zümrenin ibadet etmeleri, ilahi boyun eğdirmenin bir sonucu değildir.
Aksine, amele ve sonuçlarına fena olgusunun hakim olduğunu müşahede eder biçimde şükür
mahiyetinde ibadet ederler. İleride sevap olarak karşılarına çıksın, kendilerine ödül olarak
verilsin diye amel etmezler. Aksine onların amel etmelerinin sebebi, efendinin onlara: "Amel
edin!" demesidir. Onlar, amel ederler ve amellerini takdim ederler. Kabul veya reddetmek
Efendiye aittir. Teklif bunlara yönelik değildir. Teklifin anlamı bunlardan kaldırılmıştır. Yani
onlar ibadet ederken, salih amellerini sunarken bir ağırlık, bir yüksünme
hissetmezler. Çünkü ma-budlarını irfan derecesinde bilirler, kendi nefislerinin hakları yerine
Onun haklarını eda etmekle meşguldürler. Kendileri için bir ecir talep etmeleri tasavvur
edilemez.

Muhyiddin Ibn Arabî Hazretleri /"Ruhul kuds"den

İbn Arabi hazretleriyle ilgili bir başka sohbetten

Sohbet ettiğim -

Aşağıda yaptığım alıntıyı özellikle doğru yol üzerinde olma ve sapkınlığa düşme açısından
tartışmaya ve paylaşıma açmak isterim.

Hud'un hikmeti '' Hiçbir canlı mahluk yoktur ki Allah onun tepesinden yakalayıp da hükmü
altına almasın. Muhakkak Rabb'ım doğru yol üzerindedir '' mealindeki ayete dayanır.

O halde yürüyen her mahluk Rabb'ın doğru yolu üzerinde yürür. Buna göre onlar gadaba
uğramış ve sapkınlığa düşmüş sayılmazlar. Sapkınlık nasıl geçici bir hal ise Allah'ın öfke ve
gadabı da böyle geçicidir. Asıl olan şey ise herşeyi kaplayan rahmettir. Rahmet ise gadaptan
ileri ve geniştir.

FÜSUS'ÜL HİKEM X. FASS

***

Bendeniz-

Hud'un hikmeti '' Hiçbir canlı mahluk yoktur ki Allah onun tepesinden yakalayıp da hükmü
altına almasın. Muhakkak Rabb'ım doğru yol üzerindedir '' mealindeki ayete dayanır.

O halde yürüyen her mahluk Rabb'ın doğru yolu üzerinde yürür. Buna göre onlar gadaba
uğramış ve sapkınlığa düşmüş sayılmazlar. Sapkınlık nasıl geçici bir hal ise Allah'ın öfke ve
gadabı da böyle geçicidir. Asıl olan şey ise herşeyi kaplayan rahmettir. Rahmet ise gadaptan
ileri ve geniştir.

FÜSUS'ÜL HİKEM X. FASS


------------------------------

Her kelimesi dikkate alınması gereken bir büyük olduğu için kullandığı "buna göre" ifadesi
çok önemlidir.
Her var oluş her tecelli kendi katmanında değerlendirilir.
Örneğin bir cemal tecellisi aynı an içinde bir başkasına celal tecellisi olarak görünebilir.
İşte "buna göre" hazretin anlattığı makam dikkate alındığında görülür ki Allah katında herşey
doğru yol üzerindedir..

Bir de alıntı yaptığı ayetteki şu ifadeyi esgeçmesi mümkün olmayan bir büyüğümüz olduğu
için çok dikkatli olmak lazımdır

"...Muhakkak Rabb'ım doğru yol üzerindedir ''

Yani eğer kişi Allah katında bu tecelliye muhattap olursa evet o rabbi katında bulunduğu için
herşey doğru yol üzerindedir ve Allah'ın rahmeti gazabını geçmiştir,artık bu katmanda hiç bir
şey! sapkın bir yolda ilerliyor olamaz..

hazretin kalplere ilettiği bu husus rabbin şu ayetiylede yakından ilişkilidir

mealen
..rabbimden sapıtmışlardan başkası ümidini kesmez

görünürde herşey yolunda gitmemiş en kötü şeyler başa gelmiş yüzde yüz sapıtılmış küfre
girilmiş Allah o kişiyi en dibe batırmış olsa dahi işte

Allah'ın rahmeti gazabını geçmiştir..

çünkü

mealen
..rabbimden sapıtmışlardan başkası ümidini kesmez
***

Sohbet ettiğim -

Burada dikkatimi çeken bir konu hakkında görüşlerinizi rica ediyorum. Yukarıdaki alıntıda
ayetin sırrı açıklanırken Rabb ifadesinin kullanılmasının özel bir anlam taşıdığını
düşünüyorum.Tıpkı '' Nefsini bilen Allah'ı bilir '' değil de '' Nefsini bile Rabbını bilir ''
ayırımında olduğu gibi.

***

Bendeniz-

Nefsler çokça olup tek isim altında "nefs" olarak anılabilir olmasına rağmen Rab tektir
çokluğu yoktur denilebilir sanıyorum o konu hakkında

ama nefs ibni arabi hazretlerinin makamındaki nefs olunca tabi ki "nefsini bilen rabbini
bilir"hadisi (s.a.v.) asıl anlamına tam işaretlenebilir daha açık şekilde yani özel olarak "nefsini
bilen Allah'ı bilir"şeklinde alınabilir

şimdi alıntılayamayacağım fakat ibni arabi hazretleri öyle bir alimdir ki kuranda Allah'ımızın
kendisini sıfatlar olarak anlatmayıp sıfatlarını isimleri olarak sunmasına dikkat etmiş ve o
konuda da son derece dikkatle edeb göstererek bize de Allah'ın sıfatlarını isimleri olarak
almamızı işaret etmiştir

Çünkü sıfatlar ayrıntıda çok geniş manalar içerdiği için insan onları direk tanımlamaya kalksa
çok abes sonuçlar edebe uymayan sıfat tanımlamaları ortaya çıkabilir

örneğin kafayı kaşımakta bir sıfattır fakat "kafayı kaşıyan" diye sıfat ismi elbette edebe uygun
olmaz; ancak yine Allah'ımızın kurandan İbni arabi hazretlerine keşfen bildirdii gibi "HİLM"
ismiyle ya da belki daha uygun başka bir isimle işaretlenmesi gerekir

İşte "nefsini bilen rabbini bilir"(s.a.v.) denmesindeki inceikte budur.. "nefsini bilen Allah'ı
tam olarak bilir/bilidi" hem edep olarak hem de ilmen denilmez çünkü Allah o nefse kendisini
"RAB" ismiyle bildirmiştir direkt "zat" olarak değil.

Efendimizin s.a.v. "biz seni hakkıyla bilemedik" hadisinde bildirdiiği üzere zaten O'nu direkt
olarak tamamıyla bilmek mümkün değildir.

En doğrusunu Allah bilir...

***

Sohbet ettiğim -

Kainatın esmayı ilahiyyenin tecellisinden ibaret olduğunu ve her insanın ana varoluş nedenini
tanımlayan baskın bir esmanın mazharı olduğunu göz önüne aldığımızda, bu alıntıda ve
Hazret-i Şeyh'in açıklamasında geçen rab kelimesi Hazret-i Şeyh'in sık sık dile getirdiği
Rabb-ı Hassı kast ediyor olabilir mi sizce ? Bunları yazarken okuyanların kafasınıı
karıştırmak da istemiyorum ama bir yandan da özelilikle Füsus'ül Hikemin ana yapısını
oluşturan bazı kavramlara bu sorularımla girilmesi, aklımızın ve ezeli istidadımızın elverdiği
ölçüde anlamaya çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Haddimi aşıyorsam tüm grup
üyelerinin de mazur görmesini rica ediyorum.

***

Bendeniz-

Rabb-ı Hassı kendi cümlelerinizle ya da alıntı yaparak özetleyebilir açarsanız inşaallah güzel
olur istifade ederiz

***

Sohbet ettiğim-

Men Arefe Nefsehu, fekad Arefe Rabbehu

Nefsini bilen, Rabbini bilir manasını taşıyan bu söz, Nefsim dediğinin Rabbınla aynı şey
olduğunu vurgular. Ancak İnsanlar arasında bariz bir fark bulunduğundan, senin Rabbin ile
benim Rabbim hem aynıdır, hem farklıdır. Bu Esma terkibine dayanır.

Bir Rabbül Erbab, bir de Rabbi Has vardır. Rabbül Erbab Rabların Rabbı, Rabbi Has ise senin
terkibiyetini oluşturan esma karışımıdır.( Alıntı )

Kendi kelimelerimle ifade edersem de şöyle yapabilirim ( hatadan Allah'a sığınıyorum) :


Kişiliğimizin baskın özeliği veya özellikleri ne ise ona tekabül eden esma Rabı Has'dır.Ve
herkes kendi rabb-ı hassının kemaline doğru yürümektedir. Şöyle bir açlım da yapabailiriz.
Zahiren dalalet içinde bulunan Firavun'un Hadi esmasının mazharı olduğunu söylemek
imkansızdır. Olsa olsa Mudil esmasının mazharıdır ve bu kendisinin Rabb-ı Hassıdır.

***

Bendeniz-

Bazen kimi guruplar uluhiyeti mutlak olarak onlara nispet etme anlayışından sıyrılarak gizli
yönü düşünmeye başlamıs ve bunlara, sırf bizi Allah’a yaklastırşınlar diye kulluk ediyoruz,
demişlerdir. Böylece onları perdeler ve vezirler gibi görmüşlerdir. Allah’a sığınırız bu tür
anlayışlardan… Eğer bu guruplar, bu yönü onların nefsinde görebilmiş olsalardı, uluhiyete bir
dıs varlığın sahsında kulluk sunmazlardı. Bilakis uluhiyetin kendisine kulluk ederlerdi.
Bizim dediğimizin özü sudur: Kulluk sunulan mutlak varlık uluhiyettir, varlıklar değil.

İbni Arabi hazretleri


"risaleler"den

Ben sevginin sevgilisiyim, ah bir bilseniz


Sevgi de bizim sevgilimiz ,ah bir anlasanız
Eğer benim niyetimi anlarsanız
Yüce Allah a hamd ediniz
Biliniz , niçin çevremdekiler sözlerimden yüz çevirdiler
Çünkü benim sözlerimi anlamaktan çok uzaktılar onlar.

Fütuhat , 178
İbn Arabi (k.s)

***

Sohbet ettiğim-

FÜSUS'ÜL HİKEM X.FASS ALINTILAR....

1-Her Rabb'ın yani her ismin kendi doğru yolu üzerinde olan canlı mahlukları kendi eliyle
başlarından yakalaması hikmetindeki bu görüşü, ancak zevki bilgilerden olan bu fen verebilir.
2-O hert görende görür ve her görünende görünür. Demek ki alem onun suretidir o da alemin
ruhu olup onu sevk ve idare eder. Bu suretle Adem, İnsan-ı Kebir'dir.
3- Şu halde sen kimsin. Hakikati ve yolunu öğren. Bu takdirde mesele onun tercümanı ve
peygamberi dilinden sana açıklandı. Eğer anladınsa o Hak dilidir. O dili, anlayışı doğru
olanlar anladılar.

Şu ana kadarki sabrınız ve ışık tutan yaklaşımınız için teşekkür ederim. Fakat sınırlarını bilen
ama zaman zaman aşan biri olarak bu konuyu daha fazla uzatırsak bizleri okuyanların
fikirlerini ifsad etmekten korkuyorum. Şüphesiz ki herkesin anlayışı ezeli istidadına, nasibi ve
meşrebine göredir...Sevgiler

***

Bendeniz-

Rabbi has noktasında Allaha sığınarak ve korumasını dileyerek biraz daha derine dalmak
istiyorum
okuyanlarında okurken aynı hassasiyet içinde olmalarını Allahtan dilerim.
Konuya yabancı olanın okumaması ise daha hayırlıdır..

"Rabbi has" kavramına bir örnekle mesela Rabbimizin "Sani" "sanatçı" ismi aslında sadece
kendisinindir.
"Övgü yalnızca Allah'a mahsustur"ayeti gereğince ve ilmen baktığımızda da aslında sanatçı
yani "Sani" yanızca Allahtır
çünkü kulların hiçbirisi "sanat" ve "sanatçı" kavramlarını tam olarak taşıyamazlar.
Örneğin bir insan rabbimizin bu isminin belli bir kısmını yaşayıp "ressam" olur başka bir
insanda
yine sınırlı başka bir bölümünü alıp "müzisyen" olur.
İbni arabi hazretlerinin sıfatları değil isimleri dikkate almamızı söylemesinin bir sebebi de
budur.
Yani Allah'ımızda "Sani"ismi yani sıfatı vardır fakat o isim/sıfat sınırlanamaz çünkü varıkta
her insan bu ismin ayrı tecellisi
ile sınırlanır ve ressam,müzisyenler,hattat kullar yetişir, fakat ALlah'a sadece "ressam"
denilemez.
Kulların sanatçı ismini alması O'nun kullara bir lütfu ve halife kılması sebebiyledir.
Örneğin "Rab" ismi ,yani "terbiye edici,yetiştirici vs"öğrencisini yetiştiren bir ressamda da
görülür
fakat o ressam ancak kendi sınırlılığı içinde mesela örneğin "sürrealist" ise "sürrealizm"
dalında yetiştirici ve terbiye edici olabilir..
Ancak Allah bütünüyle ve asıl anlamıyla tek olan "Rab"dir. Tek olduğunuda insan eğer
halifeliğini "ben" olarak değilde "O"nun halifesi
olarak görüp varlığa o şekilde bakabilirse görür ki "Sani"ismi varlıkta tek olarak bütünüyle
bulunmaktadır..
Halife olan insan ise bilindiği üzere zaten halife olduğu için sıfatları konusunda sınırlıdır.
Yani tam olarak bakamayabilir ama bölüm bölüm sınırlı olarak ama misallerle bütüne veya
sonuca varabilir..
Vardığı sonuç konusunda tamamıyla haklı olmayabilir..
Fakat "Vahiy" gerçekten tam anlamıyla vahiy olduğu için sınır kabul etmez.
Zaten böyle sınırsız ve kesin olduğu için o "vahiy"dir.
Örneğin arıya gelen vahiy de vahiydir, ama sadece yapacağı işi ortaya çıkarması içindir.
İnsana ise sadece yapacağı işi ortaya çıkarmak için gelmez direkt olarak insanı da muhattab
alır!
Çünkü insan isim terkipleriyle sınırlı olsa da tekil olarak "Zatı" nın farkındadır.
İşte burda insan sorumlu olmaktadır..
Ya kendisine verilmiş olan "Zat"ı kemal yönüyle değerlinderecektir ya da sadece "Ben"
diyecektir.
Sadece "Ben" dediğinde ne kendisini tanıyabilecek ne de dolayısıyla başkasının hakkını
gözetebilecektir.
Ama "Zat" olarak kendisini değerlendirir kemal yönüyle kendisini değerlendirebilirse Allah'ın
zatının farkına varacak
ve hak verecek hem de insanların "zat"ının farkına varabilecek ve hakkını verebilecektir..
Yani İnsan hem genel anlamıyla "İnsan" ismine muhattap olduğu gibi hem de özel anlamıyla
"insan" ismiyle muhattaptır.
Örneğin kuranda geçen bütün hayvanlar "Mümin" isminin farkındadırlar.
Ama bazı insanlar "mümin" isminin bilincinde olmasalar bile mutlaka başka isimlere "zat" ve
"ben" olarak muhattap oldukları için
bu ismin hakkını vermek zorundadırlar..

En doğrusunu Allah bilir.

Bu arada İbni arabi hazretlerinin firavun ile ilgili bildirdikleri, büyüğümüzün "mümin" ismine
son derece mazhar oluşuyla da
alakalıdır. Çünkü o Allah'a sonsuz güvenerek bu yüksek ilimlere nefsiyle yükselmiştir. Bu
yüzden Allah'ın katında O'na olan aşkı
ve insanlara o aşktan haber vermek istemesi son derece yüksek ve şiddetli olmuştur.Kendisi
kuranı da bir an olsun bırakmadıı için
bizim dikkat edemediğimiz bir çok şeyi ilim yoluyla bilir ve Allah katındaki yüksek aşkı
neticesinde de bizim göremediğimiz
bir çok şeyi Allahdan arzu edebilir. Mesela kuranda firavun ile ilgili "ebu leheb" kadar kesin
ifadeler yoktur.
Firavunun vahyinin musa aleyhisselam olması(efendimiz s.a.v. olmaması!!),firavunun
ölmeden önce Musa'nın Rabbine
(yani aslında direkt Allah'a) sığınmış olması,Allah'ımızın musa aleyhisselamı bebekken ona
göndermiş olması gibi
daha bir çok "aşki" konu elbette onun ilim derecesine bakıldıında (hiç mi hiç kolay değil) ve
kendisininde dediği gibi
Allah'a sonsuz güvenerek nefsini yok etmeden Allah ilmine çıkmış olması (ki bu mucize gibi
bir durumdur ve onun şefaatiyle olur,tabi ki
farkında olan için) gerçeği düşünüldüğünde, onun hakkında olarak farklı düşünmemizi ve ona
hak vermemizi gerektirir.
Allah aşkı ve "mümin" isminin gereği olarak da kesinlikle bu böyledir..Ve kendisi de Allah
ondan razı olsun
bunun farkındadır...Biz de Allah aşkı ve "mümin" isminin gereği olarak inşaallah onu
anlayabilmiş olalım.

kısaca şöyle de açıklanabilir

Rabbi has sonuç değil başlangıçtır


Rabbi has sonuç olabileceği gibi başlangıçta olabilir
Bilinmesi rabbin o kişiye nasıl davrandığını gösterir..
En genel anlamıyla kimisi "cemal" kimisi "celal" ismine muhattaptır hayatı boyunca

Fakat cemal ismine muhattab olması şehit olmasına sebep olabileceği gibi aynı zamanda
intihar etmesine de sebep olabilir

kişi tercihini rabbi hassına göre değil rabbini bilişine göre yapar.. Yani rabbi has kişinin
kaderi ve onu sınırlayıcı olabileceği gibi kendi"y"i bildirici de olabilir..

Burda da ibni Arabi hazretlerinin aşkını görmek hususunda dikkatli olunmalıdır..

***

Sohbet ettiğim-

Bu konuda fikir yürütmek için istidadım ve kabiliyetimin yeterli olmadığını belirtmek istesem
de kişilerin idrak ve zevkine bıraktığım yaşadığım bir örneği ''Fakat cemal ismine muhattab
olması şehit olmasına sebep olabileceği gibi aynı zamanda intihar etmesine de sebep olabilir''
cümlenize istinaden aktarmak isterim.

'' Bir gün üstadıma izlediğim bir filmi anlattım. Filmde son derece malum birine en inanılmaz
kötülükleri yapan bir oyuncu Oscar almış, ama mazlum olan ise aday bile gösterilmemişti.
Oscar alan o kadar inandırıcıydı ve rolünün hakkını o kadar iyi vermişti ki, en büyük ödülü
almıştı. Üstadım '' İşte hakikat de böyledir '' buyurmuştu.Kişilerin rabb-ı hassın kemaline
ulaşmakla mükellef olduklarından kastım budur. Rabbını bilmek...Ne olduğunu bilme, ne için
olduğunu bilmek.Ve âayan-ı sabite mertebesinde kendi seçtiği rolü en iyi şekilde oynamak.

RİCA : Açıklamalarınızda alıntı mı yaptığınızı kendi görüşlerinizi mi yansıttığınızı


belirtirseniz, hem bizler hatadan korunmuş oluruz hem de daha fazla istifade ederiz.
Teşekkürler

***

Bendeniz -

Kendi ifadelerim olduğunu belirttim ..Özellikle "Allah aşkı ve "mümin" isminin gereği
olarak" demem de bu sebepten..Büyüğümüzün "risleler"i ve "Ruhül kuds"ü okunursa daha net
ve hataya düşmeden tam anlaşılmış olacaktır ifadelerim.
inşaallah cümlemiz o oscar alan oyuncu gibi hakikati gereği gibi idrak edip samimi olarak
yaşayabilelim..Allah yardımcımız olsun

***

Sohbet ettiğim-

Hasıl-ı kelâm: Bizim sözümüz pisliği pislik lâşeyi lâşe olarak görmeyen kimseyedir. Belki
hitabımız kalp gözü açık olup kör olmayanlaradır.FÜSUS'ÜL HİKEM FASS-I İDRİS....

Dileriz ALlah'tan ki, Hazret-i Şeyh'in ve pirânın himmetiyle kalp gözü açık olanlardan
bulunalım, evham ve kuru bilgi girdabında bocalayanlardan değil.

***

Bendeniz-

Çok güzel bir örnekle son bir gönderi daha yazmak istedim Allah göze batmaktan korusun
inşaallah bizi

"Kur'ân hüzünle nazil oldu, onu okurken ağlayınız. Ağlayamıyorsanız, ağlar gibi okuyunuz
(veya kendinizi ağlamaya zorlayınız."

s.a.v.

Efendimizin bu hadisi aklıma düştü konunun devamında çok güzel bir örnek olduğunu
düşündüm. En güzel bir örnek..

Burda mesela kuran okurken ağlayamayan hayatını "celal" ismi etkisinde geçirmiş bir insan
düşünelim..Efendimizin bu hadisini bildikten sonra samimiyetle ağlamaya çalışsa da
ağlayamadığını farketse ve kendisini muhteşem bir idrak ve samimiyetle okurken ağlamaya
zorlasa ama yine de başaramasa ve ağlar gibi okumayı da güzel yapamasa..Özellikle şu
zamanımızda onun bu samimiyeti..dışardan dinleyen gözleyenler tarafından belki ne kadar
rahatsız edici ve samimiyetsizlik gibi görünür öyle değil mi?..Tabi efendimizin bu hadisini
bilmediğini varsayarak konuşuyorum..
Eminiz ki o okumayı abartılı,itici bulacak ve rahatsız olacaktır dinleyen kişi..

Halbu ki o okuyan hem kendisi ne kadar güzel bir cemal tecellisi içine gimiştir..Hem de onu
dinleyen kişinin bu hadisi bildiğini ve durumu kavradığını düşünelim..ne kadar neşelenecektir
okuyanın ağlayamamasına rağmen o samimi gayretini gördüğünde:)

***

Sohbet ettiğim-

Son bir gönderi de benden diyorum ama sonu gelmiyor.

O gayreti gösteren kişi gerçekten samimiyetle istemesine karşın henüz ağlayamadığının


farkına varmayıp da ağlama taklidini gerçek zannetmeye başlarsa ve ''ne de güzel ağlıyorum
vehmine kapılırsa'' o zaman durum vahim demektir:)

***

Bendeniz-

Hepimiz Allah'ın huzurunda derece derece zaten öyle olduğumuz ve daima öyle olacağımız
için çok da dert etmesek olur bu misali:)

***

Sohbet ettiğim-

Evham...Evham...Evham....Kendimize nispet ettiğimiz varlık bile vehimken, evhamdan


uzağım demek ne mümkün...

Bu konuya burada artık kesinlikle noktayı koyarken paylaşımlarınız için bir kez daha teşekkür
ediyorum. Kimbilir belki gönlümüze bir şey düşer de yine burada dillendiririz.

Tercüman'ül Eşvak'dan bir alıntıyla son veriyorum:

Ey efendiler, hiç duydunuz mu ? Hiç gördünüz mü ?


İki zıt şeyin biraraya gelmesi hiç mümkün mü?
Ah bir görseydiniz siz bizi Ramet tepelerinde
Aşk kadehlerini elsiz parmaksız birbirimize sunduğumuzu.

İbn Arabi hazretlerinin bir sözü ile ilgili sohbetten

(Kitap olmadığı için,>>bazı yazdılarım<< sohbet havasında,kendimce yazıveriyorum, mazur


görün düzeltme yapmam çok zor olur, hatta mümkün değil. Ona göre faydalanınız, içinizden
düzeltirsiniz veyahut Allah marifet eder.Allah Settardır.O ne güzel vekildir.Allah'ımızın
selamı üzerimize olsun..)

En güzel selam efendimiz s.a.v. e aline ashabına büyüklerimize ve müminlerin üzerine olsun
Allah hata etmekten korusun günahlarımızı iyiliğe çevirsin

Aslında büyüklerin sözleri yine kendi sözleriyle eserlerinde karşılanır fakat biz hem zikir hem
ilim yolunda olmak adına sohbet halinde olmamız için inşaallah tefekkür edelim ve
tecrübelerimizi anlatalım.

"Bil ki, hakikat erbabının nazarında Allah'ı tenzih , onu sınırlandırmak ve kayıtlandırmak
demektir."

Allah'ı tenzih etmek çabası aslında "hakikatte" boş bir iştir.


Çünkü zaten Allah Subhandır (Kusurun, eksikliğin, çirkinliğin her türlüsünden her
derecesinden münezzeh) tenzihdedir.
Yüce Allah'ı bizim tenzih etme çabamız yine O'nun rahmeti dolyısıyla aslında nefsimizi
arındırmamızdır.
Çünkü nefs ya da şimdi anlatabilmek için ona "göz" diyelim, eğer temiz değilse, elbette
gördüğünüde temiz göremez.
Burda nefsin yani gözün doğası yaratılışı itibariyle zaten "nankör ve zalim" olduğunu da
unutmamalıdır.
Çünkü varlıkta tek tertemiz ve kusursuz olan sadece Subhan Allahdır.
Yannız Rabbimizin Subhan oluşu diğer herşeyin tümüyle aşağı, kirli olduğunu göstermez
çünkü herşey yine yüce Allahtandır.
Fakat O'na göre temiz ve kusursuz olan herşey bize göre tam anlamıyla temiz olamaz.
Örneğin kimi kereviz sevmez veya bamya ona itici gelir fakat bu ne bamyanın "pis" olduğunu
gösterir ne de kerevizin faydasız olduğunu.
İbni arabi hazretlerinin burda inanılmaz güzel örnekleri vardır elbette ki bizim sohbetimiz
onun ki gibi olmaz fakat kendi adıma faydasız asılsız bilgiler sunmadığımın
idrakindeyim..Ancak büyüklerimize göre belki bamya ve kereviz gibi gelebilirim ve öyleyim
Allah günahlarımızı afetsin doğru yoldan ayırmasın.

Konumuzdan ayrı kalmamış olarak devam edersek bu hakikate göre örneğin insana kesin
olarak "pis" olan şeyler de başka varlıklara göre temiz olabilmektedir. Yüce rabbimize bütün
varlıkların muhattab olduğunu sadece Ondan faydalandığını farkedersek o halde aslında
herşey kendi derecesine göre tümüyle faydalı ve temizdir..Yani Allah hakikatte evet kesinlikle
"Subhan"dır

Buraya kadar olan anlattıklarım genel varlıkla ilgili olan tenzih idi.

Şimdi asıl noktaya dönersek yani aslında "kısıtlanırsak" :) devam edelim..Aslında elbette
genilşliyoruz ve devamlı tenihte oluyoruz :)
Devam edelim

"Bil ki, hakikat erbabının nazarında Allah'ı tenzih , onu sınırlandırmak ve kayıtlandırmak
demektir."

İşte burda büyüklerin Allah'ı bize tenzih edişi, bildirileri aslında bizim faydamıza
olarak korunmamız için olsa da Allah'ın katından bakıldığında anlattığım gibi aslında
sınırlamadır..Allah'ı tenzih yolunda, o aşamayı yoğunlukla yaşayan bir kul "nefsine zorunlu
olarak kusurlu gelen" bazı şeyleri nefsinden çıkarması,uzak olması gerekir...Büyüklerimizin
burda uyguladığı iki yöntem var.
Allah yolunda olan kişi ya nefsini tümüyle "Allah yolunda" bulunan rahatsız edici şeylerden
beri tutar(halvet).. Ya da Allah'a nefsiyle ilerler ve nefsini inanılmaz derece bir azimle
yorarak,taşları doğru yerlerine oturtmak zorunda olur..

Aslında iki yol da hakikattir


İikinci yol İbni Arabi hazretlerinde açık olarak görülebilir

İki yol da doğrudur iki yol da esastır, biri kolay biri zor biri daha az yorucu daha az mükafatlı
gibi çıkarımlar tamamen abestir.
Burda islamın ve tasavvuf büyüklerimizin çok büyük marifetleri mucizeleri vardır hepimizie
lütuf olarak.. fakat anlatabilmek her zaman mümkün olamıyor Allah izin verirse inşaalah
açılırlar..

(Şimdi şükür geldi o sırlardan bir tanesi söyleyeyim Allah aşırılıklarırmızı ,günahlarımızı
bağışlasın)
İbni Arabi hazretlerinin de hakikat erbabı olduğunu akıldan çıkarmaz isek durum anlaşılmış
olur sanıyorum..

Elbette Allah en doğrusunu bilir ve yol büyüklerimizin yoludur..

Kitap yazmadığımız için:) sohbet havasında kendimce yazıyorum düzeltme yapmam çok zor
olur hatta mümkün değil ona göre okuyunuz okurken içinizden düzeltirsiniz Allah'ımızın
selamı üzerimize olsun

Allah'ın yüceliğinin ve bağımzsızlığının bizim lisanımızla dillendirilmesi bi yere kadar geçerli


sadece..O yerden sorası ya Hakkın hakkını verememek ya da kendi varlığımızı inkar etmek
olur ki kendi varlığımızı inkar etmek de bu anlamda tam o olacak şeyin manasını
veremiyor.Çünkü o olacak şey olduğunda inkar edecek bir zihinde kalmaz görecek bir göz de
kalmaz tıpkı Musa aleyhisselama gösterildiği gibi mutlaka bi yerden sonra ya insani bir
sınırda tenzih ya da şehit olmak var..

Yani gerçek manasıyla enel hak demek de mümkün değildir en üst derece yaşanabilecek Hakk
yakınlığı da ancak "teşbih" olablir.

Fakat burda işte insan eğer nefisini bilirse Rabbi bilebiliyor..Yani burda dediğim Rab "Rabbi
has" değil Alemlerin Rabbi olan Allah yani "Varlığın Rabbi" elbette..

Sözün sonu yine kopmamak için O alemlerin Rabbinin sözüne sığınmak gerekir

..Allah bir sivrisineği dahi misal getirmekten çekinmez..

Bunu tüm sivrisinekler adına söylüyorum:) Allah günahlarımızı affetsin doğru yoldan
ayırmasın, Rabbimizden sapıtmışlardan başkası ümid kesmez.

kendisi için secde edilen değil

...Pek aziz kardeş Eşrefin gönderdiği mektup geldi. Ona derc edilen keyfiyetler dahi anlaşıldı.
Hace Muhammed Eşref, rabıta nisbetinin devamından yazıp demiş ki:

Rabıta nisbeti, beni o kadar istilâ etti ki, namazda onu kendime mescud görmekteyim. Eğer
onu atmak istesem, asla atılmıyor.

Bunun cevabı şudur:

Ey Muhib,

Bu devlet, taliplerin temenni ettikleri bir şeydir. Ve bu: Ancak binde bir kimseye verilir. Bu
muamelenin sahibi, istidadlı, tam münasebeti olandır. İhtimal ki: Kendisine iktida eden zatın
az sohbetinden bütün kemalât, cezbediliyor.
Rabıta nasıl atılır ki: O, kendisine doğru secde edilendir; ama kendisi için secde edilen değil..
Mihraplar ve mescidler dahi bu manadan atılmazlar.

Bu gibi devletin zuhuru, ancak saidler zümresine müyesser olur. Ta ki, rabıta sahibi bütün
hallerde, vasıtasını bile.. ona müteveccih ola.. Amma her vakitte.
Ne var ki, anlatılan devletten mahrum olan kimseye gelmez. Onlar, kendilerini, bu manadan
müstağni sayıp şeyhlerinden yana, teveccüh kıblelerini tahrif etmişlerdir; muamelelerini dahi
zay etmişlerdir...

***

İmam-ı Rabbani hazretleri

Zerrelerin ne mecali vardır ki, o Ce-mal'e aynalar olalar

337. MEKTUP

MEVZUU: Kabz ve bast, celâl ve cemal.

NOT: İmam-ı Rabbani Hz.leri bu mektubu, Hacı Muhammed Firketi'ye yazmıştır.

Allah'a hamd olsun. Onun seçmiş olduğu kullara da selâm. Tam ihlâs ve sevgi ile yazılan
mübarek mektubunuzun gelmesi çokça ferahı mucib oldu.

Rabıta nisbetini, daima rabıta sahibi ile yapabilmeniz, in'ikâsi yoldan gelecek feyizlere vesile
olmaktadır. Nasıl yerinde olursa, bu büyük nimetin şükrünü öyle eda etmek uygun düşer.

Kabz ve bast, bu Tarikat-ı Aliyye'de iki uçuş kanadıdır. Ne kabz haline hüzün duymalı; ne de
bast haline sevinmelidir.

Bütün zerrelerde, Cemal-i Lâyezali müşahedesinin husulünü temenni etmişsin.

Ey Muhib,

Kul kim, temenni ne? Zira onun temenni ettiği, mutlaka kendi kısa anlayışına göre olacaktır.
Lâyezali Cemal müşahedesini bütün zerrelerde aramak, onun kusurlu görünüşündendir.
Zerrelerin ne mecali vardır ki, o Ce-mal'e aynalar olalar. Zerrelerin aynalarında müşahede
edilen ancak, o nihnayetsiz Cemal'in zılâlinden bir zildir. Yerinde olur ki, o yüce Zat, ötelerin
de ötesinde taleb edile. O Sübhan Zat, afak ve enfüs dairelerinin ötesinde arana.

Şu anda sende olan intisap durumu, temenni etmek olduğun mananın da üstündedir. Olmaya
ki, insanlan taklid ederek, daha aşağıya meyledesin.

Bilhassa, yüksekten alçağa inme temennisinden sakın. Çünkü, büyüklerin muamelesi


yüksektir. Sübhan Allah ise, üstün himmetli olanları sever.

Sübhan Allah'tan temenni edilen suni ve manevi birlik içinde olmanızdır.

Vesselam.

***

Allah kifayet eder


5829 - Hz. Muâviye radıyallahu anh'ın anlattığına göre, Hz. Aişe radıyallahu anhâ'ya: "Bana
bir mektupla vasiyetini yaz, fakat çok şey yazma!" diye bir mektup yolladı. Hz. Aişe de
cevaben şöyle yazdı:

"Selam üzerine olsun! Emmâ ba'd: Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Kim halkın
öfkesini dinlemeden Allah'ın rızasını ararsa insanların sıkıntısına karşı Allah kifayet eder.
Kim de Allah'ın öfkesini dinlemeden halkın rızasını ararsa, Allah onu insanlara havale eder"
dediğini işittim; selâm üzerine olsun!"

Tirmizi, Zühd 65, (2416).

Şaşma

Hz İbrahim (selam olsun) babamızın yaptığını bi hatırla..Hani o bütün putları kırmış en


büyüğünü bırakmış sonra baltasını o büyük putun boynuna asmış; onu cezalandırmak için
toplanan putperestlere de " İşte! inanmıyor musunuz ? bunu o büyük putunuz yaptı " demiştir.
Yüce Allah kendini bilmeyenlere bazen böyle muamele edebilir. Sen müslümansın! Şimdi
orda olduğunu bir hayal et..Hz İbrahim babamızın bu güzel had bildirmesini anlamayıp hiç
"acaba onu bu put yapmış olabilir mi" diye imanından tereddüte düşer misin?...

Ebu Hüseyn Nuri'nin kıskançlığı... :)

Naklederler ki bir gün bir ama Allah!Allah! diyordu. Yanına varan Nuri,"Sen Onu ne bilirsin?
Şayet bilmiş olsaydın hayatta kalmazdın;" deyip kendinden geçti, şevkinden sahralara düştü,
yeni kesilmiş kamışlığa girip burada dolaşmaya başladı.Yerdeki kesik kamışlar ayağına,
yanına ve yöresine bata bata yürüyordu, kan revan olmuştu. Vücudundan akan kan
damlalarının Allah, Allah kelimelerini nakşettiği görülüyordu. Ebu Nasr Serrac'ın (r.a.)
anlattıığına göre Nuriyi buradan alıp evine götürdüklerinde "La ilahe illallah" demesi telkin
edildi. "Zaten Ona gidiyoruz ya", deyip canını teslim etti.

***

Allah'ın selamı üzerlerine olsun

Allah göğsünüzü, içinizi ısıtsın sımsıcak yapsın inşaallah kardeşlerim

***

Ey İnsan ! O kerim Rabbine karşı seni aldatan nedir?

(İnfitar suresi; ayet 6)

Yine o vakti hatırla ki biz, meleklere: "Âdem'e secde edin!" demiştik. İblis hariç olmak üzere
onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi, Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz beni
bırakıp da İblis'i ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır.
Zalimler için bu ne kötü bir değişmedir.

(Kehf 18)

***
Ebu Hüseyn Nuri evliya tezkireleri kitabında şöyle takdim edilir...

Ebu Hüseyn Nuri (k.s.)


(Ö,295/907)

Vahdetin meczubu , izzete vurulan nurlar kıblesi , sırlar noktası, hicran derdinin kurbanı,
alemin latifi Ebu Hüseyn Nuri (r.a.) çağının biriciği, zamanının rehberi, tasavvuf ehlinin zarif
siması ve muhabbet ehlinin şerefli bir kişiliğiydi. Acayip bir riyazeti, makbul bir muamelesi,
değerli nükteleri, hoş rumuzları, isabetli fikirleri, şaşmaz bir firaseti, mükemel bir aşkı ve
nihayetsiz bir şevki vardı. Onun herkese takdim edilmesinde karar kılan şeyhler ona Kalplerin
Komutanı ve Sufilerin Ayı adını vermişlerdi. Ser-i Sakati'nin müridi ve Cüneyd'in akranı olup
Ahmed bin Ebu Havari'nin sohbetinde de bulunmuştu...

düyanın süsü ve debdebesiyle meşgul olmazsın

.."Ey üstad! Söylediğin sözler canıma işledi ve beni dünyadan soğuttu, istiyorum ki, halktan
ayrılıp inzivaya çekileyim ve dünyadan el etek çekeyim!Bana saliklerin yolunu beyan et"
dedi.
Seri, "Tarikat yolunu mu istiyorsun,şeriat yolunu mu? Avamın yolunu mu dilersin havasın
mı?"
Ahmed,"İkisini de açıkla."
Seri,"Halkın yolu şudur:Sürekli olarak beş vakit namazı imamın ardında kılma esasına
uyar,malın varsa zekat verirsin. Hususun yolu da şudur: Bütün dünyayı ayağının altına alıp
çiğnersin, düyanın süsü ve debdebesiyle meşgul olmazsın,dünyayı sana verecek olsalar, kabul
etmezsin. İşte iki yol budur!"..

Feridüddin Attar
Evliya Tezkirelerinden

marifetindeki nur

..sufinin marifetindeki nur takvasındaki nuru söndürmez..

Ser-i Sakati (r.a.)

"NOKTA"NDAKİ KUDRET_Ahmed Hulusi

Sır, “nokta”ndaki kudrette!

Sende bunu açığa çıkarttığında yağmur gibi üzerine düşmeğe başlar çevrenden iftiralar,
yalanlar saptırmalar, karalamalar! Belâlar iner üzerine!

Seni ve senden açığa çıkanı ÖRTMEK için! Lâyık olmayanlar, senden açığa çıkandan uzak
dursun diye!

“Nokta”ndaki kudret, yeryüzünde insana bahşedilmiş tek ve en değerli şeydir! Ancak pek az
kişide açığa çıkartılan bir değerdir.

“Değerlidir bu şey” dendiğinde, onun için yaratılmamış olanlar da bir anda o değerli şeyi elde
etmek için ona yönelirler...

Oysa korunması ve lâyık olmayan ellere geçmemesi gerekir onun!

Bu yüzden de birileri harekete geçirilir ve ehil olmayan insanların o çok değerli ilimden
uzaklaşmaları için, ilim kaynağına her türlü çamur, iftira atılmaya, yalanlar uydurulmaya
başlanır!

Yaradılışı dedikodu ile ömür tüketmek veya evcilik oynayarak senaryodaki kulluklarını
tamamlamak üzere olanlar, konunun bu yönüne eğilerek, esastan, ilimden koparlar ve böylece
dünyaya dönük yaşantılarına devam ederler!

“Nokta”sındaki kudrete ermiş olanları, dışardan bakanlar, ateşe atılmış olarak görürler! Oysa
ateş içinde selâmettedir onlar! Çünkü “hasbiyallahu...” sırrı vardır onlarda! Ateş onlara
ulaşmaz!

Bilirler kendilerine ateş atanları, nedenlerini; bilgileri belgeleri vardır ellerinde, ama dönüp
bakmazlar bile geriye!

Onlar “nokta”larındaki sırrın getirisiyle, seyr hâlindedirler olup biteni!

Onlarda “M” kalkmıştır! “N” ile seyrederler âlemi!

Atılan ateşler “M”ye ulaşır ancak! “M”si kalmamışların azabı kalmaz!

Kudret nazarıyla seyrederler hikmet yurdunu!

Belânın da, yalanın da, iftiranın da, saptırmanın da hikmetlerini!

“Nokta”sındaki kudretin ehli olarak yaratılmış olanlar, yalan, dedikodu, iftira, gıybet gibi
şeylerle uğraşmazlar; bunun yerine kendi hakikat noktalarına ermek yolunda mücahede edip,
nefslerini tezkiye etmeye, arınmaya, takvaya ağırlık verirler!

Bu sırrın ehli olarak yaşamak üzere yaratılmamış olanlara ise dedikodu, yalan, iftira, gıybet,
kısaca dünyalarına dönük her şey kolaylaştırılmıştır. Ömürleri başkalarının hâlleriyle
uğraşmakla son bulur; kendi hakikatlerinden ve getirisinden mahrum olarak! İftiraları
yayanlar aynen iftirayı atanlar gibidirler.

Tarihte, kim insanlara hakikatin ilmini açmak üzere gelmişse, hemen onun getirdiğini örtmek
ve ehli olmayan insanları o hakikatten alakoymak için faaliyete geçen birileri de yaratılmıştır!
Onlar hakikatlerinden örtülü bir şekilde yaşarlar ve başkalarının da o hakikatten perdeli
kalması için ne gerekiyorsa yaparlar.

Zira kullukları, ehil olmayan insanları “nokta”larındaki kudretten mahrum bırakmak üzere ne
gerekirse onu yapmaktır! Böylece Deccaliyete hizmet verirler... Akı kara, karayı ak olarak
tanıtmak üzere!

Onların kullukları gereği bu hâl üzere olduklarını seyreden, hakikat ehli ise onlarla muhatap
olmazlar ve gocunmazlar dahi! Çünkü bilirler ki, ehil olmayanların o muhteşem nurdan,
“nokta”daki kudretten uzaklaşmaları için sistemde bu gibilerine gerek vardır!
“Selam üzerinize olsun”, derler ve “nokta”larındaki kudretle seyirlerine devam ederler!

Ne muhteşem olaydır “nokta”daki kudretle, “M”siz, “N”lileri seyretmek!

“M”si olmayan şöyle demişti:

“Dünya-N-ızdan bana üç şey sevdirildi”!

Cehennem ateşinin yakmaması, kişinin “M”sinden arınmasıyla mümkündür!

“Nokta”sındaki kudreti yaşaması “M”sizliğiyle başlar!

“EviM”, “arabaM”, “bedeniM” türü bilinci bürümüş tüm “M”ler sayısız perdelerden bir
perdedir!.

“M”lilerin dünyası ise yalnızca bir “oyun ve eğlence” ortamından başka bir şey değildir
“nokta”larındaki kudret ile yaşayanlar için...

Bu yüzden de, “dünyaN” vardır onlar için...

Sayısız esma özelliklerinin açığa çıkması için yaratılmış “M” kullukları!

Elbette örtülmeli “Nokta”daki kudret bunu yaşama amaçlı yaratılmamışlara!.. Bunun için de
elbirliği yapmalı “M” kullukları!

Ta ki, “nokta”daki kudretin yaşamı için var olmamış olanlar, o hazineden uzaklaşana kadar!

“Kullarından bir kısmını yaratmıştır cehennem için.” Onlar hakikati örtmenin sonuçlarını
yaşayacaklardır dünyalarıNda... Ebeden!

“Kullarından bir kısmını yaratmıştır cennet için”!.. Onlar hakikate iman etmiş olmalarının ve
bu imanın gereği olan yaşantıyı açığa çıkarmanın sonuçlarını yaşayacaklardır dünyalarında...
Ebeden!

“Ulâikel Mukarrebûn”!.. “Allah” adıyla işaret olunanın esmâsının özelliklerini


“Nokta”larındaki kudret ile seyir hâlinde olanlardır onlar! “Onlar senin kullarındır; ne dilersen
onu yaparsın” diyerek.

Bilim yollu, “nokta”daki kudretin kokusunu alanlar, “secret” adı altında insanlara bunu
pazarlamaya kalkmışlar...

Tasavvuf yollu bunun kokusunu alanlar, bu kokuyla “M”lerini besleyip, kokunun


ayrıcalığıyla kendilerini başkalarından üstün görme gafletine düşerek, onlara hor gözle
bakmaya başlamışlar; böylece de “nokta”larındaki kudretten perdeliliği yaşamaya
başlamışlardır!

Evcilik oynamaktan kendini kurtaramadığı için, hakikatin ilmine hizmet edenlere sırt
çevirenlerin basiretlerine geçirmiş olduğu perdeyi, başkasının kaldırması asla mümkün olmaz!
Işık varken zulmeti seçip; sonsuzluğa kanat açmak varken yarasa misali karanlık bir “M”de
yaşamak kimine göre ne hüzün verici bir yaşam şekli!

Hakikatin olan “nokta”ndaki kudrete iman hâlinin senden açığa çıkması, “M”lerin olduğu
sürece asla mümkün olmaz! “N” gözün asla açılmaz!

Stringler âleminde farkedilmeyen gerçek, bu boyutta “olabilirlik”in asla mümkün


olmadığıdır! Çünkü, “NOKTA”daki şuur, yani “ilim” âlemlerin yani stringlerin hakikatidir!

“HASÎB” isminin işaret ettiği anlam, sünnetullah’da “olabilirlik-ihtimal”in asla söz konusu
olmadığı gerçeğidir!

“Nokta” olan “Mutlak BEN”, insan adı altında, beyin ile “M”e bürünmüş ve böylece dünyası
oluşmuştur!

“Esma terkibi” diye geçmişte adlandırdığımız, beyin kabiliyet ve istidadı ile “M”lenen
“nokta”, buradan, yapı elverdiğince, kendindeki kudreti açığa çıkartmaktadır her an!

Bu yüzdendir ki, “M”lilerin dünyası bellidir! Değiştirilemez!

Evcilik oynamak için yaratılmış olanı baskıyla hakikat ehli yapamazsın! Baskı kalktığında
kendi “M”sinin gereklerini ortaya koyacaktır!

Onun için demiştir ki sahabe, “Ya Rasûlullah, senin yanındayken neredeyse melekleri
hissedeceğiz ama yanından uzaklaşınca dünyamıza dönüyoruz”!

Dünyasından geçemeyenin hakikat ilmi dedikodudan öteye geçmez! Dedikodu sohpetleriyle


de hakikat yaşanmaz!

“Nokta”ndaki kudret için yaratılmışsan, sana, evcilik oynamaktan vazgeçip, “M”nden arınıp;
dedikodu, gıybet, yalan, dolan, iftira dünyasından uzaklaşıp, Hakikat ilminin kemaliyle
âlemleri ve Allah kullarını seyretmek kolaylaşacaktır.

Bu amaçla var olmamış isen, “M”li dünyanda, her an bir önceki senden açığa çıkanların
sonuçlarını yaşamakla ömrün basiret körü olarak devam edecektir!

“M”lerin dünyası yüzünden “nokta”daki kudretten mahrum kalmayanlara ne mutlu...

AHMED HULÛSİ
15 Kasım 2007

DERVÎŞ-İ HAKKÂNÎ'nin duası

Ey Yucelerden Yuce Rabbim! Butun mal ve mansip sahipleri kapilarini surmelediler. Senin
yuce dergahinin kapisi ise asla kapanmaz ve dilekte bulunanlara her zaman aciktir.
Ya Rabbi, Ya ilahi! Yildizlar gaybubet alemine, gozler de uykuya daldilar. Sen ise, ey
Rabbim, Hayysin, Kayyum;sun; uykudan, uyuklamadan sonsuz defa munezzeh ve
muberrasin.
Ya Rab! Gece, karanligiyla mevcudatin uzerini ortunce dosekler de seriliverdi ve sevenler
sevdikleriyle basbasa kaldilar. Sen, Sen;in yolunda, Sana ulasma istikametinde cehd u gayret
icinde bulunanlarin biricik sevgilisi, (benim gibi) yalnizlik gurbetine maruz kalanlarin da
yegane enisisin!
Ya ilahi! Ulu dergahina siginan bu kimsesiz kulunu kapindan kovacak olursan ben gidip hangi
kapiya iltica edebilirim ki! ilahi! Yakinligindan mahrum edersen beni, o zaman ben kimin
yakinligini umabilirim ki! ilahi! Sayet Sen bana azap etmeyi murad buyurursan, ben
biliyorum ki, cezalandirilmaya fazlasiyla mustehakim! Fakat affinla sarip sarmalarsan, o da
Sen in lutfun ve keremindir.
Ya Seyyidi, ya ilahi! Marifet erbabi kullarin Sen;i bulduklarinda Sen;den baska ne varsa
hepsinden yuz cevirmislerdir. Salih kullarin Sen;in fazlinla necata ermislerdir. Taksirati pek
cok gunahkarlar da ;Tevbe, ya Rabbi!; deyip yine Senin kapina yonelmislerdir.
Ey affi guzel Rabbim! Ne olur, affinin serinligini ve marifetinin halavetini benim ruhuma da
duyur ve beni onlarla doyur! Her ne kadar ben bunlara layik olmasam bile, hasyetle onunde
iki buklum olup ikabindan sakinilmaya layik olan da, mucrimlerin gunahlarini bagislama
sanina yarasan da yalniz Sen;sin!

DERVÎŞ-İ HAKKÂNÎ Abdulkadir Geylani Hazretleri

Tasavvuf/Yok Olma/Fena

Onun varlığına baktım, bana benim yokluğumu gösterdi. Kendi yokluğuma baktım, bana
kendini gösterdi. Bu halde üzüntü içinde kaldım. Derken hala var olan kalbe
Haktan ,"Varlığımı ikrar et",diye nida geldi. O zaman dedim ki: "Senden başka senin varlığını
kim ikrar edebilir? 'Allah ikrar etti ,kendisinden başka ilah olmadığını'[AL-İ İMRAN
3:19]dememiş misin?"

Şeyh Ebu Hasan Harakani Hazretleri

Feridüttin Attar "evliya tezkireleri" eserinden

Şirk

Bu ayet müslüman kardeşlerime ve islam büyüklerine Şirk iddiasında bulunan kardeşlerimize


armağan olsun

Yoksa siz hep kendi halinize terk olunacağınızı mı sandınız? ----Allah'ın, içinizden cihad
edenleri ve Allah'tan, Resulü'nden, müminlerden başka----- kimseye sığınmayan ve başkaca
sığınacak bir yer aramayanları görmediğini mi (zannediyorsunuz)? Allah bütün
yaptıklarınızdan haberdardır.

(TEVBE suresi 16. ayet)

Eğer müminler öldü deniyorsa efendim,insan ölünce bedeni yok olur, maneviyatı "yine
Allah'ın katındadır"..Bi insanın annesi ölmüştür ama, o kişi annesinin sevgisini şefkatini
daima hissedebilir; yeter ki Allah'ın rahmetinin genişliğini takdir etmiş olsun.Bu, rahmete
ermiş bir kulun güzel amelleri neticesinde Allahın ona vereceği bir tasarruftur..O tasarufu da
Allah gerçekleştirir; rahmeti isteyen kişiye ulaştırma işini.İster hayatta ister rahmete ermiş
olsun..Dünyada da Rahmete erilir..

Yardım edenden tavsiyeler,


Her nefes alışından sonra verişlerinde Allah de kalbinden..Sonu gelmez böylece zikrinin ve
yorulmazsında.

Alırken HU verirken ALLAH de...Duygularını zorlamadan..Sadece o düşünce sesini


okuyarak..

***

Bak hristiyan olduklarını söyleyen toplum peygamberlerinin doğum gününde neler


yapıyorlar...Sana kendi kıymetini bilme demiyorum ama farkı gör. yaşadığın halkın haklarını
teslim et, şefkatle muamele et..Sonuçta elbette, evet; "bilenle bilmeyen bir olmaz"...

Hu

"Hu" dayken "var" olmadığı gibi "yok" da yok evet..Fakat unutulmaması gereken Hu'da
"hiç"de yok..Yalnız "O" var..Kelimeler, anlamlar yok..düşünceler yok..Belki rahmet var ama
rahmet olarak değil..Rahmet de yok O makamda...Hiç de yok ..O makamda yalnız "Hu" var..

De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin


Rabbi olan Allah içinidir."

Kim bir iyilik ile gelirse, ona on katı verilir. Kim de bir kötülük ile gelirse, yalnızca onun
karşılığı ile cezalandırılır ve hiçbirine haksızlık edilmez.

EN'ÂM suresi 160. ayet

De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan
Allah içindir."

EN'ÂM suresi 162. ayet

***

Eğer sözünün eriysen yaptığın en ufak bir amelin değerini bilmemezlik etme
Bil ki, imanının hakkını vermiş olasın

Sözünün eri olasın

Aşk içinde yanıp yıkıldılar şaşırdılar yolları

Ah bir bilseydim, bir bilebilseydim. Hangi kalbe sahipler acaba biliyorlar mı? Ah gönlüm bir
bilseydi, bir bilebilseydi. Hangi yollara düştüler,nasıl aştılar dağları. Sen sağ salim mi
görüyorsun onları? Ya da helak olmuş yok olmuş gibi mi onları? Hayrete düştüler o aşıklar
geçtiler kendilerinden. Aşk içinde yanıp yıkıldılar, şaşırdılar yolları.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Peki o büyük aşk nerede o unutulmaz dert


Allah'ın bana verdiği rahmete şaştım kaldım,
Umarım siz de şaşar kalırsınız.

Sevme zamanı varolma zamanıdır


Kavuşma zamanıdır, yiyiniz içiniz
Peki o büyük aşk nerede, o unutulmaz dert ?
O büyük tutku? Kafanız karışmadı mı, aklınız nerede ?

Giysisi tertemiz sevgili öylesine örtülü ki


Hiç kimseye hiçbir şeye benzetilemez ki O.

Muhyiddin ibn arabi (k.s.)

Sadece "Sanat" ile mi sanatı görüyorsun?

Sadece "Sanat" ile mi Sanatı görüyorsun?


Her bakışının sadece "Sanat" görmesini istemez misin?
Hem de hiç kesilmeyen bir ilhamla her gördüğünün, her duyduğunun sanat olmasını istemez
misin?
Yoksa sanatı sadece "sanat" ile görüp gerisini boş bir madde yığını ve tesadüf mü sayacaksın?
Bu ne kadar büyük bi cahillik, ne büyük kayıp olur..

O öyle bir sanatçıdır ki ah bir bilsen...O'nun performansını farkedip, an be an seyre


dalsan..işte artık kendini bir daha bulamazsın..yok oldun..Bu ne güzel bir kendinden geçmek,
bu ne güzel bir kaybolmak..İşte "yok" olmak "fena bulmak" nedir anlasana!...

***

Abdulkadir Geylani Hazretleri Futuhul Gayb eserinde bi bölüm ekliyorum aşağıya...

------

...Allah zatını sıfatlarla gizlemiştir. Sıfatlarını da işlerle örtmüştür. İlim, irade ile olur.
İradeyse hareketlerle ortaya çıkar.

Sanat yapanı sakladı.

sanat irade ile belirdi. O gizliliği içinde saklıdır. Nimetleri yer yüzünde zahirdir. Kudreti
açıktır. Hiç bir şey ona benzemez. O görür ve işitir.>>

İbn-i Abbas Hazretleri burada marifet sırlarını açıklıyor.Bunları hiçbir yerde görmek mümkün
değildir; Bu gibi sözlere kolay rastlanmaz. Bu büyük insana Peyamber S.A. şöyle dua
etmiştir:

"-Yarabbi,sen onu dinde fakih yap, tevil yollarını ona öğret.."

Allah bizi onların hayrına erdirsin; onlar arasında toplasın.


Yardım edenden tavsiyeler (devam..)

Yolda gözüne çarpan her insan için dua et içinden..


"Allah'ım güzelikler nasib et buna.. Allah'ım afet..hayırlar ver buna da.." de.

***

Bir topluluktayken, insanların arasındayken, kendi nefsini ve onlarınkini de Allah'a teslim


et.Lüzumsuz düşüncelere dalacağına "Allah'ım bütün nefsleri sana teslim ediyorum" demen
daha hayırlıdır..

Çıktım erik dalına

ÇIKTIM ERİK DALINA

Çıktım erik dalına


Anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp
Der ne yersin kozumu

Uğruluk yaptı bana


Bühtan eyledim ona
Çerçi de geldi aydır
Hani aldın gözgünü

Kerpiç koydum kazana


Poyraz ile kaynattım
Nedir diye sorana
Bandım verdim özünü

İplik verdim cullaha


Sarıp yumak etmemiş
Becid becid ısmarlar
Gelsin alsın bezini

Bir serçenin kanadın


Kırk katıra yüklettim
Çift dahi çekemedi
Şöyle kaldı kazını

Bir sinek bir kartalı


Salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir
Ben de gördüm tozunu

Bir küt ile güreştim


Elsiz ayağım aldı
Güreşip basamadım
Gövündürdü özümü
Kafdağı'ndan bir taşı
Şöyle attılar bana
Öylelik yola düştü
Bozayazdı yüzümü

Balık kavağa çıkmış


Zift turşusun yemeğe
Leylek koduk doğurmuş
Baka şunun sözünü

Gözsüze fısıldadım
Sağır sözüm işitmiş
Dilsiz çağırıp söyler
Dilimdeki sözümü

Bir öküz boğazladım


Kakladım sere kodum
Öküz ıssı geldi der
Boğazladım kazımı

Bundan da kurtulmadım
Nideyim bilemedim
Bir çerçi de geldi der
Kanı aldın gözgümü

Tosbağaya sataştım
Gözsüz sepek yoldaşı
Sordum sefer nereye
Kayseri'ye âzimi

Yunus bir söz söylemiş


Hiçbir söze benzemez
Münafıklar elinden
Örter mâ'na yüzünü

bir hatıra

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi asan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o
olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptim. Bunlardan 1976 yılında
yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.

Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam
göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine ragmen, bazi
formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına
aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm.

Ancak Serap'in da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi
gerekiyordu. Bir iş kadını olan
Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için
uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim.
Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat
kadar mahsur kalmış.

Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak
kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü
sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını
o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle
konuşarak:

--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.''

-- ''Niçin?" diye sordum.

--"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildigim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım.
O'nu üzmemeye çalışarak:

--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak
iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konusmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladi. Artık
ümitsiz bir tıbbi tedavinin yani sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz
başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlerini bütün
ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.

Vefatına bir hafta kala:


--"Doktor bey'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"

--"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Sahadet sana uzun gelir. O anı fark edince
''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin
yapıyor ve O'nu uyutmaya
çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim.

Dönüşümde annesi telefon ederek:


--"Serap, bir haftadir morfin yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap
çekiyor."

Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasinin sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor
ve hatırladıkça ürperiyorum.

"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanir ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha
ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim
olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'in acizliği hürmetine
sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair bir işaret sezdim.
Ertesi gün O'na:
--"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin."

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:


--"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"

--"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi
gelecektir."

Salı günü Serap'in ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim. Ancak vefatına
yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar
bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:

-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:

--Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine
rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve
kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:

--"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!.

Onk. Dr. Halûk Nurbaki'den gerçek bir hatıra..

Sessiz zikir ol

..Lafsız amel ol. Riyasız ihlas ol. Lafını edeceğine amel işle. insanlara gösteriş yapacağına
Allah için yap. şirksiz tevhid ol. Sessiz zikir ol.

Tasavvuf kelimesi, safa’dan türemedir. Yani bu kelimenin aslı, safadır ki bu, halis, safî, temiz
demektir...

Mahbub-i Subhani Abdulkadir Geylani Hazretleri

Hep O söz konusudur eğer anlarsan

Şimşekler çaktı, gök gürültüleri duyuldu, esti sabâ rüzgarı/ Ya da kuzey rüzgarları güney
rüzgarları, koptu şimal fırtınaları/Yollardan, akik taşlarında söz ettiysem tertemiz/Ya da
dağlardan, hayallerden, yankılardan, kumlardan/Ya da samimi dostlardan,
göçlerden,sazlıklardan,geçitlerden/Ya da verimli topraklardan, verimsiz topraklardan,
yüklerden/Ökçeleri üzerinde kıvrak kıvrak yürüyen zarif kadınlardan/Al gibi doğan, güneş
gibi parlayan al yanaklı kızlardan/Her ne zaman onun adının geçtiği yerleri andıysam, ya da
ona benzer şeyleri/ Hep O söz konusudur eğer anlarsan.

Ibn Arabi Hz

Kalbinde arpa tanesi ağırlığında iman bulunan


Enes bin Malik’ten (Radiyallahu Anh.):

– Allah Resûlü (Aleyhissalâtü Vesselâm) buyurdu ki:

Allah Teala (âhirette) şöyle buyurur:

"Kalbinde arpa tanesi ağırlığında iman bulunan kimseyi cehennemden çıkarın."

Ardından da şöyle buyurur:

"İzzet ve celâlime yemin ederim ki, bana gecenin veya gündüzün bir anında olsun iman
edenleri, Bana hiç iman etmeyenlerle bir tutmayacağım."

(Mu’cemussagîr)

Hayır ve şer iki meyvedir

Abdulkadir Geylani hazretleri


futuhu'l gayb
27. Makale
"HAYIR VE ŞER, İKİ MEYVEDİR"
HADİS-İ ŞERİFİ ÜZERİNE

Peygamber Efendimiz, bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

- < Hiç kimse ameli ile cenneti kazanamaz.>

Buna karşılık sahabe:

Diye sorunca, cevaben:

Buyurdu ve elini başı üzerine koydu. Bu Hadis-i Şerifi Hz. Aişe R.A rivayet etmiştir.

Sen, ilâhi emre uyduğun, kötü yollardan korktuğun müddet korkma, en doğrulukla Hakka
teslim ol, şerden korunursun. Hayır ve fazilet seni bulur. Din ve dünya yönünden ilâhi bir
muhafaza içinde olursun.

Dünyadaki kâlin şu ilâhi sözle anlatılır:

- “Böylece ondan kötülükleri geri çevirdik; çünkü o, bizim ihlas sahibi kullarımızdandı.

Dini bakımdan mahfuz olmak, yina şu ilâhi kelamla anlatılıyor:

- “Siz, Allah’a iman eder, ona şükredersiniz, neden size azap etsin? Allah şükredenleri, iman
edenleri bilir.”
Aşksız!

Tek bir nefesinin dahi karşılığını hesaplayamazken sen amellerinin karşılığını nasıl hesaba
vurabilrsin ?! Dua ettim vermedi, namaz kıldım olmadı, iyilik yaptım kötülük gördüm..
Depresyondayım, unutuldum, aldatıldım... Sen nasıl karşılıklar bekliyor da Aşksız
durabiliyorsun? Sadece Allah'ın rızasını umup, bütün amellerinin ötesine geçirdiğin zaman bir
şey bekle Allahtan! Çünkü O'nun sevgisi karşılıksızdır! O'nun senin amellerine vereceği
karşılık ne olabilir? Aşk duy Aşk! İmanından ancak o zaman emin olabilirsin! Ancak o zaman
hesapsız olan Allah'ın Aşkına ulaşırsın! Başını dünyaya ettiğin secdeden kaldır da bi cevap
ver Allah aşkına! Sevginin karşılığı sevgiden başka ne olabilir ? Hala imanının amelinin
karşılığını düşüneceksen ameline değil imanına baksana! Soruyorum sana! Aşkın karşılığı
Aşktan başka ne olabilir ?!

De ki: Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar

84- De ki: "Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar. Bu durumda kimin en doğru
yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir."

Tefsir

84- De ki hepsi, iman edenler de etmeyenler de kendi hal ve niyetine göre iş yapar.

"ŞÂKİLE" kelimesi tabiat, âdet, din, ahlâk, niyet, mizaç ve yaratılış, birbirine benzeyen yollar
gibi değişik ve fakat birbirine yakın mânâlarla tefsir edilmiş ise de en kapsamlı mânâsı
sonuncusudur. Yani herkes kendi durum ve mizacına uygun olan yolda hareket eder. Başka
bir ifade ile özel hislerine göre iş yapar. Bu durumda en doğru yola gideni Rabbiniz en iyi
bilendir.

Yani herkes kendi mizacına göre hareket ederek hoşuna giden yolu tutmakla doğru yol tutmuş
olmaz.

--Araya girerek bir örnek vereceğim--

Bir kimsenin mizacı serttir bir kimsenin mizacı yumuşaktır


amelleri de elbette yaratılışındaki bu kalıplara göre çıkar
fakat bu sert kimsenin de yumuşak kimsenin de imanlarının sahih olduğunu göstermez, çünkü
doğru yolda olanı ancak Allah bilebilir..

Rab isminin Allah'a ait olduğunu ve O'nun, hakedeni terbiye edeceğini belirtmem gerekmez...

Burda bir önemli diğer nokta da yaratılışın önceki bir zamanda olup bitmiş bir iş
olmadığıdır..Yaratılış halen kişilerin amellerine göre devam eder..Şu ayet buna en iyi örnektir

"bir toplum özünde olanı-kendini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez"

Elbette ki merhamet etmesi, lütfetmesi, başka

--Devam--

Bir din veya mezheb herhangi bir kişinin veya toplumun mizaç ve duygularına uygun
gelmekle hemen doğru olamaz. Hak din, Allah'ın kitap ve Resulü ile bildirdiğidir.

Elmalılı Hamdi Yazır'ın (Allah'ın Selamı Üzerine olsun) Tefsirinden

***

Diyanet

De ki: “Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi
bilir.”

Elmalılı Orj.

De ki: her biri kendi uyarına göre hareket ediyor, o halde yolca en doğru olan kim olduğunu
daha ziyade rabbınız bilir

Ö.N. Bilmen

De ki: «Herkes kendi kabiliyetine göre amelde bulunur. Rabbin ise doğru yolu takib edenleri
daha ziyâde bilendir.»

C. Yıldırım

De ki: Herkes mizacına ve inancına göre amel eder. O halde kimin daha doğru yolda
bulunduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.

A.F. Yavuz

De ki: “- Herkes bulunduğu hal ve niyyetine göre iş yapar. O halde, kimin yolca daha doğru
olduğunu, Rabbin daha iyi bilir.

H.B. Çantay

De ki: «Her biri kendi aslî tabıy'atına göre hareket eder. O halde kimin daha doğru yolda
bulunduğunu Rabbin daha iyi bilicidir.

M. Esed

De ki: "Herkes kendi yapısına göre davranmaktadır; ve bunun içindir ki Rabbiniz kimin en iyi
yolu seçtiğini çok iyi bilmektedir".

A. Bulaç

De ki: "Herkes kendi yaratılışına (fıtrat tarzına) göre davranır. Şu halde kimin daha doğru
yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir."

Y.N. Öztürk

De ki: "Herkes, kendi varlık yapısına uygun iş görür. Yolca daha doğru gidenin kim olduğunu
Rabbiniz daha iyi bilir."
Diyanet Vakfı

De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol
tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.

Elmalılı S1

De ki: «Herkes kendi uyarına (temayülüne) göre hareket ediyor. O halde kimin en doğru
yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.»

Elmalılı S2

De ki: «Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar. Bu durumda kimin en doğru yolda
olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.»

TefhimulKuran

De ki: «Herkes kendi yaratılışına (fıtrat tarzına) göre davranır. Şu halde kimin daha doğru
yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir.»

F. Kuran

De ki; «Herkes kendi kişiliği ve inancı uyarınca hareket eder. Rabbiniz kimin daha doğru
yolda olduğunu herkesten daha iyi bilir.»

A. Gölpınarlı

De ki: Herkes huylandığı huya göre hareket eder. Gerçekten de Rabbiniz, en doğru yolu kim
bulmuştur, pek iyi bilir onu.

S. Ateş

De ki: "Herkes kendi karakterine göre hareket eder. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu
daha iyi bilir."

S. yıldırım

De ki: Her insan kendi seciye ve karakterine göre davranır. Kimin daha isabetli olduğunu ise
asıl Rabbiniz bilir.

A. Uğur

De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol
tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.

G. Onan

De ki: "Herkes kendi yaratılışına (fitrat tarzına) göre davranır. Şu halde kimin daha doğru
yolda olduğunu rabbin daha iyi bilir."
Ş. Piriş

De ki: -Herkes aldığı şekle göre hareket eder. Hanginizin en doğru yolda olduğunu Rabbiniz
daha iyi bilir.

A.Y. Ali

Say: everyone acts according to his own disposition: but your Lord knows best who it is that
is best guided on the way.

M.M. Pickthall

Say: Each one doth according to his rule of conduct, and thy Lord is Best Aware of him
whose way is right.

M.H. Şakir

Say: Every one acts according to his manner; but yourLord best knows who is best guided in
the path.

Sarhoşluk (şuursuzluk) hali ve ayıklık/ Sekr-Sahv

"...Bunların hepsi de, Peygamberliğin ne olduğunu anlıyamamışlardır. Anlamadan


konuşmuşlardır. Sekr, [ya'nî şü'ûrsuz, dalgınlık hâlini] sahv, ya'nî uyanıklıkdan üstün
görenleri de böyledir. Sahvın ne olduğunu bilmiş olsalardı, sahvın yanında sekri dillerine bile
almazlardı. Fârisî mısra' tercemesi:

Toprak nerede, temiz âlem nerede?

Bunlar yüksek insanların sahvını, câhillerin sahvları gibi sanmış olacaklar ki, sekri sahvdan
üstün tutmuşlar. Keşki, câhillerin sekrini de, yükseklerin sekri gibi bilselerdi de, öyle
söylemeselerdi. Çünki aklı olan herkes bilir ki, sahv, sekrden, ya'nî ayıklık serhoşlukdan
elbette iyidir. Câhillerin sahvları da böyledir. Büyüklerin sahvları da böyledir. Evliyâlığı
Peygamberlikden ve sekri sahvdan üstün tutmak, kâfirliği, müslimânlıkdan üstün tutmağa ve
bilgisizliği ilmden dahâ üstün tutmağa benzer. Çünki küfr ve cehl, evliyâlığa benzer. İslâm ve
ma'rifet ise, Peygamberlikde olur. Hallâc-ı Mensûr "kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" diyor ki,
Arabî beyt tercemesi:

Allahın dînine inanmıyorum, küfr lâzımdır,


müslimânlar beğenmeseler de, bence böyledir!

Muhammed "aleyhisselâm" küfrden sakınmış, Allahü teâlâya sığınmışdır. İsrâ sûresinin


seksendördüncü âyetinde meâlen, (Onlara de ki, herkes, yaradılışında bulunanı yapar!)
buyuruldu. İslâmiyyetde, islâm küfrden iyi olduğu gibi, hakîkatde de, islâmın küfrden iyi
olduğunu bilmek lâzımdır. Çünki islâmiyyet, hakîkatin sûretidir..."

İmam-ı Rabbani hazretleri


mektubat
Rızık Endişesi

Büyük alimlerden Şakik Belhi (VIII. yy) bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü
bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin kıtlığı önemsemeyerek eğlendiğine şahit oldu.
Yanına yaklaştı ve sordu:

- Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle
eğlenebiliyorsun? Köle cevap verdi:

- Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil. Benim efendimin 7-8 tane köyü
var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor.

Bu açıklama Şakik'i adeta bir şamar gibi sarstı. Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe
içindeydi. Ama köle onu uyandırdı ve kendi kendine şöyle dedi:

- Hey Şakik kendine gel! Şu köle nihayet bir insan olan efendisine bunca güveniyor, kendini
emniyet içinde hissediyor. Sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden Allah'a inanıyor,
tevekkül ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin…

Yardım edenden tavsiyeler (devam.)

Gerçeklerle yüzleştiğin zaman sana


"ne diyorsun?" denir.
"Ne diyorsun bu konu hakkında" der gibi..

Korkma endişe etme..


yumuşakça de ki
Allahtan başka ilah yoktur
Allahtan başka beni yargılayacak yoktur
ve peygamberleri insanları korumak için göndermiştir

***

Allah'ımızı hiç olmadığın, düşünmediğin kadar yakın hissedersen


korkman ve geri adım atman normaldir
çünkü gerçekten çok yakın ve çok yücedir
O'nun yüceliğinden gerçekten sakınılır
ve başta nefsin geri adım atması sıhhatlidir
Bu bahsettiğim Zat ve Sıfat yakınlığı içinde geçerlidir
Allah, zat ve sıfat olarak dünya şartlarında
farkedilir olduğunda
O'nun bilişi
O'nun duyuşu
elbette ağır gelir ve karışıklığa da sebep olabilir.
Unutma ki devamlı yüksek yakınlık
korkudan dolayı mümkün olmaz
...ve olur.
ve ayeti aklından çıkarma

"O'nun katında en değerliniz, O'ndan en çok korkanınızdır"


Eğer benim niyetimi anlarsanız Yüce Allah a hamd ediniz

Sen ve ben biriz, tekiz..Aramızda hiç fark yoktur, içimde olanı acil olarak açıklamamdan
başka. Sen ise içindekini bir sır olarak saklarsın.Fakat gizlerinde bir çeşit erdem vardır..

***

Sen sen değilsin...


Sen O'sun; ama sen olaraktan değil!..

***

Ben sevginin sevgilisiyim, ah bir bilseniz


Sevgi de bizim sevgilimiz ,ah bir anlasanız
Eğer benim niyetimi anlarsanız
Yüce Allah'a hamd ediniz
Biliniz , niçin çevremdekiler sözlerimden yüz çevirdiler
Çünkü benim sözlerimi anlamaktan çok uzaktılar onlar.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Depresyon/Halvet

Halvet bildiğin gibi sadece tarikatlarda uygulanan bir tasarlanmış sistem değil.
Unutma ki İslam hayatın ta kendisidir.Zamanı sana hangi biçim maskelerse maskelesin
aslında yaşam yine Allah'ın sağ elindedir.Sen vesilelere sebeplere aldanıp, dünyadan elinin
ayağının çekilişini, başkalarının koyduğu isimlerle "hayattan kopmak" belki de "depresyon"
olarak biliyorsun.Hele ki "depresyon" olarak bilmek, şeytanın insanın kalbine soktuğu ne
büyük bir fitne.Halbu ki işte o süreler senin halvetindir.Azcık kalbinle düşünürsen Allah'ın
her insanı düzenli olarak halvete
aldığını görürsün.Kendi nefsin de buna şahittir.Düşün kaybı ki Allah'ın insanıyla başbaşa
kalmak istemesi depresyon oluyor!Düşün sefilliği ki insanın Allah ile başbaşa kalmak
istemesi depresyon oldu..Hayattan koptuğun zamanları fırsat olarak bil.. Ki depresyona girmiş
olmayasın..Allah her insanı işte bildiğin gibi mutlaka o süreler içinde kendisine alır. Ona
insani değerlerini hatırlatmak, bildirmek, muhabbet etmek ister, sonra tekrar başka
güzellikleri için dünyaya bırakır.
Allahtan bu herkeze açık sunulmuş lütfun tarikatlara alınması ve sistemleştirilmiş
olarak uygulanması, özele alınması!! da bir çok dünya düşkününün, cahillikleri sebebiyle o
doğal halvet sürelerini oyuncak şeyler icad ederek zamandan çıkarmaya çalışmaları
sebebiyledir.Normalde tanrılarıyla eğlendikleri için, o sürelerde Allah ile olduklarını
akıllarına getiremediler.O halvet zamanlarını böylece boş eğlence icatlarıyla geçiştirmeye
doldurmaya çalışmaları elbette yine kendi zararlarına olarak o zamanları sadece ve sadece
"depresyon" ismiyle adlandırmalarına sebeb oldu...Kendi kazdıkları şu kısır döngüye bir
bak..Zamanını ne kadar doldurmaya çalışırsan çalış mutlaka o halvet süresi gelir..Eğlence icat
etmek o süreyi asılsız bişilere kasarak doldurmaya çalışmak faydasızdır,ve farkedemeden de
hayatını anlamsızlaştırmış!! olursun..Bu da söz meclisten dışarı,şeytan efendinin
"depresyon"dan bir önceki hilesiydi..Nefs ne kadar zaman alıcı şeylerle oyalanmaya çalışırsa
çalışsın, Allah insana o boşluğu, yani aslında o değerli halvet sürelerini mutlaka ama mutaka
sunar..Bunu bilene ne mutlu.Ki insanı o sürede nefsine tekrar bir baksın..aslında kiminle
beraber olduğunu farketsin,bilsin...
onarsın..

o unutkan nefs O'nun Aziz Ruhuna bir şahit olsun...

***

Bu gece, gönlüme uygun bir


arkadaşla çayırda bir bezm kurduk.
Şarap,meze,ışık,sazlar ve okuyanlar...
Hepsi tamamdı.

Ah!.. Keşke ey sevgili bütün bunların hiçbiri olmayaydı da


yalnız sen olsaydın!..

Mevlana Hazretleri
Rubailerinden

Unutma ki...

Unutma ki Hakkı bulacağın tecelliyatın bir kısmı ((bir kısmı)) senin amellerine ve etrafındaki
kulların amellerine göre gelecektir.

"Ve hiç kimsede Allah'tan bir şey yoktur.Ve her bir kimsede,suretler ne kadar çeşitli olursa
olsun, >>kendi nefsinden gelenden<< başka bir şey yoktur." Muhyiddîn ibn Arabî (k.s.)
“Hanginizin daha iyi amel işleyeceğinizi denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” İyice
düşünürsen öyle evliyalar vardır ki o amelleri yüzünden onların tek bir bakışı Hakkı bulmana
vesile olabilir. Çünkü onlar nefs gözüyle bakmazlar... Fakat unutma ki ahir zamandayız ve o
evliyalar aramakla bulunmuyor. Evliya olmayan bir kişiden gelen tecelli de o kişinin ameli
doğrultusunda olacağı için tecelliyat yolunda çok zorlanabilirsin. O yüzden sen, Allah'ın Zat
ve Sıfat tecelliyatını Allah'da ararsın. Sadece başka kullardan değil kendinden gelecek
tecelliyatlara da güvenme; çünkü aynı zaman içinde bulunmaktasın.. Şunu da Unutma "İnsan
sevdiğiyle beraberdir" s.a.v. O artık pek bulunmayan bakışlar uzaklardan da gelebilir; inkar
etme!.. «O 'nu ancak "O" görür. O'nu ancak "O" idrâk eder. O'nu ancak "O" bilir. Kendi
zâtını, kendi zâtı ile görür ve bilir. O'nu kendinden gayrı kimse göremez. Bir kimse idrâk
edemez. Zâtını bilmek ancak esmâ ve tecellîyatı iledir. Hüner, Allah'ı... ALLAH ile
bilebilmektir.» Gavs'ül-Âzâm Abdülkâdîr Gaylânî (k.s.) — «Öyle zaman gelecektir ki, hasbel
icâb ve zaman zahir olamayan mü'minler, bu gibi tasavvuf! eserleri okuyarak, ALLAH'ın
sevdiklerinden olabileceklerdir.» Muhyiddîn ibn Arabî (r.a.) Onlar Allah adına konuşabilen
kişilerdir; buna inan! Çünkü amelleri niyetlerine tam olarak uyum sağlamış ve yolları
efendimizden s.a.v. başkasına uğramamıştır.. Ben sana bu bloğumda, o özel bakışlardan en
önemli nurları özel olarak seçtim, kolaylaştırdım, duanı eksik etme. Kendi yazdıklarımdan
bazılarını((bazılarını)) sapkın yollara karşılık olarak yazdığım için karışıktır; ve dolayısıyla
senin yolunslayık olmayabilirler. Onun için kendi yazdıklarımı bunu hatırlatmamın hakkını
vererek, bilerek oku fakat büyüklerden seçtiklerimi bil ki çok özel olarak seçtim.Ben onlardan
en temzileyici ve ulaştırıcı ne gördüysem onları aktardım. Beni ikaz etme ve onlar gibisini
etrafında arama; bulamayacaksın! Elbette istisnalar vardır. O halde sana ne mutlu. Fakat onlar
gibisi mümkün değildir!.. Sen beni ikaz ediyorsan emin ol dünyadan habersiz köyünde
yaşıyorsun! Allah'ın merhametini de daraltmışsın! Tekrar söylüyorum bu zaman ahir
zamandır ve ameller müslümanlar razı olmasa da bulanıktır! "Şeyhi olmayanın şeyhi
şeytandır" sözünü hiç karıştırma..Düşün ki eğer bu söz bütünüyle doğru olsaydı Allah
yolunun büyükleri arkalarında neden eserler bıraktılar? Etraftakiler çok az
düşünüyorlar!...Gördükleri rahmet onların şımarmalarına sebep olmuştur. "...Hoşnût oldu mu
korunmayı unutur gider. Korkuya kapılınca korunmaya başlar. Esenleştiğini sanınca gaflete
düşer..." Hz Ali (r.a.) Ve zannediyorlar ki bu formalitede biatlı kardeşlerimin bazıları..Sahte
şeyhlik yalnızca kadınlaradır...Öyle duydum ki kardeşlerim..biatlı ve icazetli oldukları halde
marifetleri >>İnkar üzere<< olanlar vardır...Bu paragrafta sadece >>formalitede<< olan biatlı
biatsız tartışmasından dem vurdum ki..kalın kafalı kardeşlerim hadlerini bilsinler de
köylerinde küçük prenslik heybetiyle racon kesip >>ümmetin genişliğini<< unutmasınlar!...

Şunu da unutma ki zaten efendimizin peygamberliği gibi bir "şeyhlik" olmaz!..

Şimdi geçelim bu magazin Alemlerini...

Ey Aşklı kardeşim..Veysel Karani hazretleri (selam olsun) gibi, efendimizi göremediğine


ağla!

En yüksek ameli sergilemiş olursun...

O büyüklerden çok üstün Himmet sahibi bazıları şunlardır

Abdulkadir Geylani hazretleri


İmam-ı Rabbani hazretleri
Muhyiddîn ibn'ül Arabî hazretleri
Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri

***

Tekrar söylüyorum bu blogda onlardan, zorluklarını kolaylaştırıcı, en önemli ve en ulaştırıcı


noktaları seçtim.. Ve gerektiğine inandığımda zamana göre kendim yazdım..
Oku ve kendine katmış ol, içinde dursunlar lazım olacaklar,kıymetli olacak..Tekrar tekrar
oku..Yorumda bulunma, zaten zamanı geldikçe Allah'ın izniyle bazı şeylere karşılık
gelecektir..

***

Herşey Allahtan olması sebebiyle aslında herşey tecelliyattır biliyorsun.. Fakat onların
bulundukları menzil bil ki bildiğin gibi değildir..Çünkü onlar gerçekten ilerdedir! Dosdoğru
olanlardır ve en önemlisi gerçekten Allah'ın dostlarıdırlar. Asaleten değil...Eğer gözlerin
açıksa..onların gözlerini göz edinmekte gecikme!

Eğer uyuşturucu kullanıyorsan((çünkü mümkündür))sakın sanma ki tecelliyat öyle bir şeydir!


Onu kulanmadan oldu; he evet belki biraz öyledir! Bu benzetme hiç uygun olmasa, bir çok
Ağa'ya garip gelse de, neler olmaktadır Alemde neler!

Alemlerin Rabbinin iki parmağında!

Hu
s.a.v.

Sufilere zulmetmek

Sûfiler âhirete nisbetle akıllı, dünyâya nİsbetle delidirler. Kalp açısından akıllı, nefis
açısından
delidirler. Onları hakir görmeyin. Onlara eziyet etmeyin. Onlara zulmetmeyin.
Onlara yardım eden onlardandır.

Mü'minin zaferi geç gelir. Mü'mİn kendisine zulmedeni yere sermedikçe, ona karşı zafer
kazanmadıkça,onun cenâzesini, malının talan edildiğini, mevkîsinin düşmanlarının eline
geçtigİni,yasaklarının câiz olduğunu görmedikçe ölmez.

Hz. Peygamber'den şöyle rivâyet edilmiştir: "Allâhü Teâlâ 'dan başka yardımcısı olmayan
kişiye
zulmedildiğinde Allâhü Teâlâ şöyle buyurur İzzetim ve celâlim hakkı için, daha sonra da olsa,
sana mutlakâ yardım edeceğim.

Hakk'ı bulursan eşyâyı ondan gÖrürsün. Ne düşmanın kalır, ne üzerinde hakkın olan biri.
Hakkını aramada Allâhü Teâlâ'ya sığınırsan, kalbin cevher olur, sırrın da safa bulur.
Allâhü Teâlâ için amel, O'na itâat ve O'nu hakîkî tevhîd eden kimseyi O, amelde sebeplere
sanlmaktan
ve sebeplerle ilgilenmekten kurtarır, Bütün ahvâlinde hayırdan başka bir şeyle karşılaşmaz.

Allâh'ım! işlerimizi üstlen! Bizi ne nefsimize, ne de yarattıklarından her hangi birisine


dayandır.
"Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.

Cilau'l Hatır

Abdülkâdir Geylanî hazretleri

Ruh

inen,çıkan,bişilerin farkında olmak zorunda


olan,korkan,sevinen,bakan,görmeyen,göremeyen,kaçan,diklenen,
heyecanlı,gösteriş yapan,haberi olmayan,haberlerin geldiği,isteyen,iddia eden,tümüyle
dünyaya bağlı nefstir nefs...

"Allah vardı ve beraberinde hiç bir şey yoktu" s.a.v. efendimizin haber verdiği Allah'ımızın
bu yüceliği halen ancak bize de üflemiş olduğu "ruh"da mevcuttur..Nefsin içinde hala haklı
olan sadece "ruh"tur..Rahat etmek istiyorsan nefsinden,nefslerden beri olan dimdik duran ve
sadece Allah ile olan mekanı Allah olan o güzelim ruhuna uy nefsine değil..Ruhtur insanların
rahat ettiği ve aslı Allah ile yalnız bağımsız olan varlık, nefs değil!..Daimi namazda olan
ruhtur ruh. Herşeyden hakkıyla bağımsız olan sadece ruhtur ruh. Nefsine uyma ruhunun
farkına var..Allah'ın yarattığı bütün yaratmayı bağımsız seyredebilen O'nun en farkında olan
ruhtur sadece..Allah seni nefs kılmadı ruh kıldı ruh.. ruh olarak nefsine kattı seni ama nerde
nefsden başını kaldırabilecek bir "kendin".. Ümitsiz olan nefstir nefs..Devamlı dimdik duran
ruhundur,dalan çıkan bilmeyen asla bilemeyecek olan nefsindir nefsin!..

Sad 72- "Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye
kapanın."

Bu saygınlık kutsallık eğer nefsinden başını kaldırır da bir bakarsan ruhun kendisinde vardır
kendisinde! Kutsallık kendisinde çünkü halis olarak hereşeyden beri olan kendi kendine
yeterli Alemlerin rabbindendir, sahibi "O" dur O!
Ruh rabbiyle birlikte olmakdan memnundur kendi iradesi yoktur nefsi yoktur yapacağı bir şey
yoktur bir şey yapmaya ihtiyacı yoktur çünkü rabbinin emridir O!

Tahrim 12-Irzını korumuş olan, İmrân kızı Meryem'i de Allah örnek gösterdi. Biz, ona
ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O, gönülden itaat
edenlerdendi.

Hiç sesini duydun mu o meryem'in!O öyle asildir öyle temizdir öyle beridir çünkü
Ruhundadır ruhunda!

Neden insanların en mükemmeli efendimiz neden?!


Çünkü nefse en hakim dolayısıyla ruhunun en farkında o dur o!
Öyle bir nefsini biliş Ruhunu biliş ki okyanuslardan geniş olan nefsi ruhunda ancak denizde
yayılan halka kadar etkili..

Uyma nefsine uyma Allah'ın o has ruhundan üflediği (sadece üflediği) ruhun farkına var
nefstir inen,çıkan,bişilerin farkında olmak zorunda
olan,korkan,sevinen,bakan,görmeyen,göremeyen,kaçan,diklenen,
heyecanlı,gösteriş yapan,haberi olmayan,haberlerin geldiği,isteyen,iddia eden,tümüyle
dünyaya bağlı olan nefstir nefs...Rahat etmek istiyorsan! Ruhun ile Allah'ın huzuruna var!
Ancak ruh O'nun yanında tam rahat edebilir!Bir rahatlığın varsa bu yine ruhun sayesindedir!
Kötü insanlar, tüm insanlar ruhlarının kıymetini bilirler ümidiyle melekler hala secde ederler!
Öyle ya Alahtan ümid kesilir mi? Ruhunun nerden ve nerede olduğunun farkında olmayan
neyin değerini bilebilir de nefsine batmaz? Bak ahirette mahşer günü rabbimiz ne diyecek o
nefsin zalimliği ve nankörlüğü hakkında

mealen
Bugün sana nefsin hesap görücü olarak yeter

Ruh ol ruh! Nefs olma..Neyle meşgul olursa o oluyor insan unutma.

Rahat etmek istiyorsan bırak düşünceler geçsin kendinden,nefsin konuşsun dursun, dalma!
Ruhun asildir ruhun!Ruhunda kal.
Nerden olduğunun farkına var Ruhunun! Ruhunun kimin yanında olduğunun farkında ol!
O zaman ancak dünyadan ve içindekilerden bağımsız olursun! O zaman dünya ehli seni
bilemez,nefs ise zaten bilinir ne mal olduğu! Ama bilinmez ruhunun farkında olanın kendi
nasıl temizdir nasıl! Nefsinden nasıl beridir nasıl hem de!

O kişi nefsini hayır için kullanır,affedici olur nefsi.Ruhu yorulmaz bilir yıpranmaz bilir onun
için nefsini hırpalamaktan çekinmez.Nefsine sarılmaz bilir çünkü ruhunu kime ait,
kiminledir?..Nefsinin derdinde değildir ki dünyaya dalsın oynasın. Kendisi ruhuyla
kibirlenmez ki bilir çünkü nefsdir kibirlenen! Halbu ki değerli olan ruhtur..Başkasının nefsine
bulaşmaz ki bilir kendisindeki ve başkasındaki nefs ne zalimdir ne nankördür..Acır nefse
affeder rahat bırakır..Yeter ki o kişi ruhunun farkında olsun! Nefsinin farkında olsun, nefsinin
haddini yerini değerinin ne kadar olduğunu bilsin ki Allah kendisine ruhunu unutturmasın
Allah korusun!

melaen
O'nun katında en değerliniz O'ndan en çok korkanınızdır.

Çünkü nefs zalimdir nankördür üç beş dakka eğlence için ruhunu satar..Aslında nefsini! fakat
o kendisi bunu nereden bilsin! Ki nefsine uymasın! Nerden bilecek nefsini ki ruhunu bilsin!
Nerden bilecek bütün iyilikler Alahtandır nefsinden değil,nefs de Allahtandır, şeytan da, asıl
irade Allahtandır Allahtan fakat nerden bilecek nefsi olmuşken sadece!kendini kaybetmişken
nerden bilecek?
Allah cümlemizi nefsimizden korusun..Allah nefsimizin haddini bildirsin...

Allah'ım sen affedicisin affetmeyi seversin bizleri de affeyle

Bize bizim için hayırlı olanı ver, bilip bilmeden işlediğimiz günahlarımızı ,yaptığımız
yapacağımız günahlarımızı affet, her göz kırpışımızı sana bin rekat namaz kılıyormuşuz gibi
her kalp atışımızı senden bin defa af diliyormuşuz gibi kabul et, annemi babamı beni ve bütün
müminleri kıyamet gününde azaptan kurtar, iman etmeyenlere iman nasib et, hidayet nasib
etmediklerine hidayet nasib et. Bizleri koru, bizleri affet, efendimize selam olsun, a'line o
değerli ashabına selam olsun büyüklerimize selam olsun. Bizleri onlarla komşu eyle Allah'ım,
bizleri güzelleştir, Allah'ım cümlemize güzellikler nasib et

Ama Allah başka türlü emretmiş ise bir şey denemez

...ÜÇÜNCÜSÜ: Kalb sahibidir, ama dili yoktur. Halbuki o Allah’a tam inanmıştır. Allah da
onu halkından gizlemiştir. Onun üzerine manevi bir örtü çekmiştir. Gözünü halktan
kapatmıştır. Bu insan yalnız kendi ayıbını görür ve onu gidermeğe çalışır. Kalbi tevhid nuru
ile doludur. Bu nur, insanlar arasına karışmanın güçlüğünü, onların ağzından çıkan sözün
boşluğunu gösterir. O insan, selametin; sükütta, sessizlikte ve yalnızlıkta olduğunu bilir.
Peygamber efendimizin şu hadisi-i Şerifini candan duymuştur.

-“ Susan kurtulur.”

O muhterem insan her şeyi can kulağı ile diler, bu dinledikleri arasında şu da vardır:

- “ İbadet on bölümdür, bunun dokuzu sükûttadır.”

Bu zat velidir. Allah onu kötülüklerden esirgemiştir. Daima selamet içinde olur. Akıl ve fikir
sahibidir. Allah’ın rahman sıfatı onda tecelli etmiştir. Hayırlı insanlar arasında, bu gibileri
seçilir. Bu gibilerden hem hayır umulur, hem de arkadaşlık edilir. Hak onun işini gördürür.
Hak onu sever. Sen de sev, ona yaklaş... Böyle yaparsan, Allah da seni sever. Bu gibi seçkin
kulları ara, onların hürmetiyle yüce Allah seni sevgili kulları ve salih kişiler arasına katar.

DÖRDÜNCÜSÜ: En yüksek derece buna verilmiş ve melekût aleminde kendisine:


- AZİM

Adı verilmiştir. İşte Hazter-i Nebi bu büyük zatın şanını tarif ederken şöyle buyurmuştur:

- “ Bir kimse öğrenir öğretirse... Ayrıca bildiği, öğrettiği ile âmil olursa melekût aleminde
ona, AZİM ismi verilir.

Bu zat, alim-i billah’tır. Mertebeler ölçülürse en yüksek derece onun olduğu ortaya çıkar.
Dinin hikmet yönünü en iyi bilen odur. Allah-ü Taâla birçok bilinmeyen ilimleri onun kalbine
yerleştirmiştir. Hiç kimsenin erişemiyeceği sırları ona sezdirmiştir. Bu saf ve temiz kul, Allah
tarafından seçilmiş, sevilmiş ve Hakka cezbedilmiştir. İlâhi hikmetleri çözüldüğü kapıya
yalnız bu insan yetişmiştir. Hidayet yolları buna açıktır. Bunda istidat çok büyüktür. Ve bütün
sırları anlamak kabiliyeti vardır. Bunda bilgi sonsuz, hikmet ölçüsüzdür. Bu zat, Allah
yolunda bir şahtır. Hak yola o çağırır, kötülükleri onlara o gösterir, kıyamet günü şefaatçi,
dünyada temiz, Allah indinde herşeyi makbul ve merguptur. Doğrudur, doğruluğu tastiklidir.
Resul ve nebilerin vekilidir. İşte peygamberler, bunları vekil etmiştir.

İşte son had buraya kadar... İnsan oğlunun son durağı bu makama varır. Buradan öte
Peygamberlik başlar. Sana bu insan lazım. Bunu ara, bulunca muhalefet etme, sözlerine
darılma, uzak kalmaktan hoşlanma. Onu sev ve sözlerine bağlan, her nereye varsan böyle
birini ara ve zihninde onu gezdir. Şunu bil ki: O ne söylerse selamet ondadır. Helak, bataklık
başkadadır. Allah’tan onu iste, yol bundan başkaya varmaz. Himmet başkalarında yoktur.
Yolunu bu ülkeye vardırmayan kurtulamaz. >>Ama Allah başka türlü emretmiş ise bir şey
denemez. Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselere kimse şaşmaz.<<

Ey iman sahibi; insanları sana bölüm bölüm gösterdim. Kendini düşün, eğer gözün varsa bak.
Bu sayılanlara basiret gözünü gezdir ve kendine bir sığınak ara. Eğer kendine acıyorsan bunu
yap ve kurtul.

Allah, bize ve sana verdiği ve razı olduğu yolları göstersin... Amin!..

Abdulkadir Geylani hazretleri

EZ-ZAHİR

İlmi suretler "EZ-ZAHİR" ' den geridedir..

İbn Arabi hazretlerimin ruhaniyetinden feyzle; acizane müşahedem.

"EZ-ZAHİR" den.."EL-BATIN" dan..

Sevgi zahir değilya hani.."EZ-ZAHİR" olandan..


Sevgi batın değilya hani.."EL-BATIN" olandan..

Güneş Oradaydı ya...

Bulutlar utancından çekilmeseydi de..Bilmiyor musun güneş oradaydı...

Hazreti Mevlana
Bana bak, bana dikkat et ki, senin, mezarında en yakın dostun, candan arkadaşın benim!
Dükkandan, evden, bütün seni sevenlerden ayrıldığın zaman seni, ben karşıladım; yapayalnız
kaldığın vakit, seninle ben düşer kalkarım!

Yanlış anlama! sözlerimi dikkatli OKU!

Allah'ı seçmek mümkün değildir çünkü Tek dir.


Küfür yalnızca "seçmemek" ten doğar.
Seçmemek de Tek olan için düşünülemez olduğuna göre..
Yalnızca Birlik halinde olmak istemeyen küfre düşer..
Allah Tek olması yönüyle herşeyden münezzehtir evet!
Fakat yaratmasının Birlik içinde olduğu net olduğuna göre
yarattıklarıyla beraber olmak istemeyi seçmesi kesindir..

Peki birey "bir-ey" olarak "TEK" mi dersen.


Hayır..çünkü acı ve saadet TEK..
İnsanlar birey olarak da bir olarak da aynı TEK acıyı ve saadeti yaşıyorlar.
Yani insan ancak TEK ile Bir ve birey olabiliyor..
Allah "ÖRNEKSİZ YARATAN" dır..
TEK ve BİR dir.
İnsan yalnızca BİR dir..TEK ile..
Allah TEK olarak BİR dir.. ve birlik istemiştir.
Ki insan TEK ve BİR olanı yani "KENDİ"sini bilebilsin..bulabilsin.
Bu arada kendini çok yorma çünkü seninle bir olmak isteyen
"SONSUZ" ve "SINIRSIZ" olandır...
Yani hem çok vaktin var..Hem de derecelerinin sınırı yok..
Herkez kendi nasibinince..ve çalışmasına göre..
O'na ne kadar yakın olmak istemesine göre..

TEK in bilincine gelince..Hani budistlerin bazı yanlış itikatta olanlarının söylediği gibi değil
olay..
O DİRİ-HAYYdır..
Bilinçli olmayı bi kenara bırak bir kere O herşeyden münezzehtir!
Sen "yok"tun O vardı.. "Bilinçli mi" demek ne demek?
Sen yok iken o bir idi zaten.
Sen bilinçlisin de O nasıl bilinçli olmuyor?
Bir şeyin bilinçli olmamasından onun rüya olmasını kastediyorsun!
Sen tümüyle buna rüya diyorsan daha rüya ne demek bilemedin demektir..
Eğer O bilinçli olmasaydı "sen" de "rüya" da "yok"tu..
Ne kendin..Ne varlığın!
O işte öyle TEK tir..parçalanmayan..parçalanmamış..Seninle bir olmak istemesini muhtaçlık
sanmayasın!Tamamen lütuftur.
Bir olmak istemesini bırak zaten TEK olan olmasıyla O eşsiz BİR dir..
Seninle bir olmak istemesi başka!
Çünkü bilirsen "bir" 2 olsa da bir olarak kalır..Bak 1 bir..iki tane 1 = 2..
Yani 1 iki tane 1 olup "2" olsa da bir kalır..

İşte bir inanç vahiy değilse o hüsrana götürür..


Takipçilerinide kibre düşürmemesi imkansız olur!..
Bak ben sana burda kesin olarak Allah'ın birliğini ve tekliğini delilliyorum..şirki yok
ediyorum..ama sen belki beni şirkte göreceksin..Bu da ilim yolunda olanın kaderidir..ne
yaparsın...Allah sabredenlerle beraberdir...

"Allah'a hamd olsun ki; bunu bize hidayet eyledi. Allah bize hidayet eylemeseydi;
kendiliğimizden bunun yolunu bulamazdık. Rabbımızın resulleri gerçeği getirdi."(7/43)

Allah'ın zikrini nefsine GALİP kılmalısın

ALLAH zikrini düşmanlarının en düşmanı olan nefsine GALİP kılmalısın!

Nefsine daldığını farkettiğinde dilini damağına değdir Allah de! Toparlan!

Eğer nefsine dalıp gidiyorsan Allah'ın zikrini nefsine GALİP kılamadın demektir!

Sesli sessiz! nefsine daldığını farkettiğinde Allah de! nefsine Allah'ı galip kıl!

Ruhunu böylece Allah ile kılmış olursun, uyanık olursun,diri olursun..

Geçici yıkıcı diriliklere aldanma!

Uyanık olmazsan zikri nefsine GALİP kılamazsan bilirsin çok çok oyunları var..her zaman
Allah gibi cömert değildir nefsin, kanma! Biliyorsun tatlı tatlı gider sonra işin içinden
çıkamazsın!..sana kendini aptal hissettirir..zorluklara karşı yeterince DİRİ olamazsın..Sonra
mazeretler gelir ardından yerin dibinden başını kaldıramazsın..Dünyan hoş gidiyor diye
aldanma..Dünya nefs üzere kurulu!..Kanma nefsine sonra kendi gafilliğinden doğan bir bela
başına geldiğinde altından kalkamazsın..çünkü tembel oldun..Allah'ı unuttun..Nefsin zannettin
şaşırdın! Bütün akış kimden geliyor unuttun!..iyiliklerin nerden geldiğini unuttun..nefsine
dalıp nefsin zannettin o çeşitli hoşluklar vereni! es Sabr'ı unuttun, geçiştirmeyi ANDIN!
Nefsin nankördür unutma! Dünyaya aldanma, aynı şeydir farketmezsin! Bütün bu kabahatler
nefsine ait aldanma! Ruhunu nefsine bırakma!

Dalma nefsine dalma!


Nefsini anacağına "O" DİRİ oluşu hiç değişmeyeni! Kudreti için hiç bir şeye muhtaç
olmayanı AN! Daima DİRİ olanın zikrini nefsine GALİP kılmalısın!!

Derin uykulara dalma! Sonra kendi başına getireceğin felaketlere karşı savaşmak için
uyandırması zorlukla olur!! Bilirsin uykudan uyanmak çok zordur! Uyanman gerekiyorsa da
uyanamıyorsan annen'e kardeşine, abine, ablana hiç olmayacak şeyler dersin! O zaman
anlarsın işte nefsin mi GALİP olmalıydı ruhuna yoksa Allah'ın zikrimi? Hiç yakışır mı bu
gelecek pişmanlık sana! Bilmiyor muydun sanki nimet vereni sen! Nimetlerin nerden
geldiğini kimin gönderdiğini bilmiyor muydun! Kimi unuttun da neleri andın durdun!
Biliyordun ve biliyorsun!

O zaman işte uyuma da Allah rızası için kendine iyilik et..Allah de uykuya dalmadan sesli,
sessiz.. Allah de ve ALLAH'IN ZİKRİNİ NEFSİNE GALİP KIL!..Allah!..ve rızası için!..
Allah rızası için!

Onlar birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederler


1- Asra yemin olsun ki,
2- Şüphesiz insan zarardadır.
3- Ancak, iman edip ameli sâlih işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler
müstesnadırlar.

ASR SÛRESİ

Sen O'na ne kadar yakınsın

Allah sana yakın..bunu bildin..şimdi asıl mesela sen O'na ne kadar yakınsın?..bunu
değerlendirmelisin!

Allah-u Teala zorluğu ve şiddeti izale eder

İmam-ı rabbani hazretleri 429.mektuptan

Allah'a hamd olsun, öyle yüce Zat'tır ki, bize in'am eyleyip-İslâm hidayetini nasip etti. Ve bizi
Seyyidü'l-enam Muhammed ümmetinden kıldı. Ona ve âline salât ve selâm olsun.
Bilinmesi yerinde olur ki, Sübhan Hak, mutlak surette in'am eyleyendir.
Eğer bir vücud varsa, onun yüce mukaddes Zat'ından hibe edilmiştir.
Eğer bir beka ise, onun yüce Sultan Hazreti'nden bir ihsandır.
Eğer kâmil sıfatlar ise, onun şümullü rahmetindendir.
İlim, kudret, basar, semi, nutk... (bilgi, güç, görmek, duymak, konuşmak) bütün bunlar onun
şanı büyük Hazret'inden istifade yollu gelmektedir.
Nimetlerin nevileri, keremlerin sınıfları ki, haddi hesabı yoktur; hemen hepsi onun yüce
mukaddes Zat'ından feyiz yollu gelmiştir.
Allah-u Teala, zorluğu ve şiddeti izale eder.
Dualara icabet edip belâları def eder.
Onun bir ismi de Rezzak olup, kullarının rızıklarına mani olmaz. Yani onların günahları
sebebi ile... Bu da onun tam manası ile kâmil şefkatindendir.
Affının ve vazgeçmesinin bolluğundandır ki, Seyyiat irtikâpları dolayısı ile, kulların hürmet
perdelerini açmaz. Zira, Settardır. Onları, ayıpları dolayısı ile, rüsvay etmez.
Halimdir, onları muaheze edip ceza vermekte acele etmez.
Kerimdir, kereminin şümulü, dostlara ve düşmanlara ulaşmaktan geri kalmaz.
Bütün bu nimetlerinin en üstünü, en büyüğü, en azizi, en ikramlısı İslâm'a davet ve dar-ı
selâma hidayettir. Seyyidü'l-enam Resulullah (sav) Efendimize de mutabaattır. Ona ve âline
salât ve selâm olsun.

Muhyiddîn-i Arabî Hazretlerinin hayatından

...Tasavvufta, Ebû Midyen Magribî, Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ, Ebû Abdullah Temim,
Ebü'l-Hasan ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin rûhâniyetinden feyz aldı, yüksek
derecelere kavuşup, meşhûr oldu. Mekke'de bulunduğu sırada Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserini
yazdı

Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretleri, bir gün en önde gelen talebelerinden
Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ'yı yanına çağırarak; "Benden sonra, benim künyem olan
Muhyiddîn isminde, Allahü teâlânın çok sevdiği evliyâsından bir kimse gelecektir. Bu
hırkamı ona teslim edersin." buyurdu.
Yûnus bin Yahyâ, uzun yıllar sonra talebesi olan Muhyiddîn-iArabî'ye, hocasının vasiyeti
olan o hırkayı teslim etti...

***

...Bir kimse, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin büyüklüğüne inanmaz, ona buğzederdi.Her


namazının sonunda da, ona on defâ lânet etmeyi kendisine büyük bir vazife kabûl ederdi.
Aradan aylar geçti, adam öldü. Cenâzesinde Muhyiddîn-i Arabî de bulundu. Cenâzenin
affedilmesi için cenâb-ı Hakk'a yalvardı. Definden sonra arkadaşlarından biri, Muhyiddîn-i
Arabî'yi evine dâvet etti. O evde bir müddet murâkabe hâlinde bekledi. Bu arada yemekler
gelmiş, soğumuştu. Ancak saatler sonra murâkabeden gülümseyerek ayrıldı ve yemeğin
başına gelip buyurdu ki: "Bana her gün namazlarının sonunda on defâ lânet okuyan bu kimse,
af ve magfiret edilinceye kadar Allahü teâlâya hiçbir şey yememek ve içmemek üzere
ahdetmiştim. Onun için bu hâlde bekledim. Yetmiş bin Kelime-i tevhîd okuyarak rûhuna
bağışladım. Elhamdülillah, Rabbim dileğimi kabûl buyurdu. Artık yemek yiyebilirim...

***

Nasıl yokluk

Bir sitede yaptığım sohbetten alıntıladım,inşaallah temize çekeceğim

--------------------------------------------------------------------

--bu olurken yapilabileceklerin hepsini kapsamalidir ki hersey olabilsin. yani hersey olabilsin
ki yapan yapabileceklerini istedigi yonde yapabilsin--

Böyle demişsin ama "herşey dediğin şey"i yapmak için herşeyi yapman ya da o herşeyin
bilgisi sende mevcut olmak durumunda değil..çünkü o herşeyin içinde sen de (birey) sadece
bir şeysin..diğer herşey de "bir şey"..yani şu sonuç çıkıyor..o kısımda akıl zeka kar etmez
sadece görev birey olarak "göz" olabilmek..ama herşeyden kopmamak..o zaman işte büyük
resme ulaşılabilir..ulaşılınca da yapıcı değil sadece "kullanılan" olduğunu idrak edersin ki bu
kulluktur..burda şimdi politik filan olaylar bilmemneler sokulacaktır red olarak fakat işte yine
bir şeye takılınılmış "göz" olamamış olmak demektir bu..yani sadece "birey" olunabilmiş
"göz" olunamamıştır..eğer göz olunursa emin ol hani var ya bir kelebeğin kanatı kainatta boş
deildir gibi..ona varırsın..anca ona varırsan zaten seninle bir şey olabildiinin farkında olur ve
huzura erersin yoksa ya ölürsün ya da huzursuz yaşarsın...çünkü asla ulaşamayacağın ve hiç
bir bireyin ulaşamadığı bi yere gözünü dikmiş olursun..kibirli olmamak lazım

Bu konuya bakın bir tasavuf büyüğü şöyle değiniyor..

..Alemin tavırlarına ortaklığından dolayı, onlarla birlikte ibadetlerinde büyük toplayıcılığı


ikame etme
yükümlülüğüne muhatap olduğun gibi, senin için sabit olan büyük toplayıcı sırdan
dolayı,mahlukatma karşı icra ettiği gibi bu sırrı icra etme yükümlülüğüne de muhatapsın.
Allah kullarına karşı latiftir, sen de öyle ol. Allah esirgeyen, bağışlayandır, sen de öyle ol.
Nitekim
yüce ALLAH, Nebisini (s.a.v) bu şekilde nitelendirmiştir: "bt'l mü'minine reufun rahim /
Müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." (Tevbe, 128) şu halde, perdeyi yırttıktan
sonra uluhiyet sırrı senin için daha bereketli sonuçlar doğurur. Ama perdeyi yırtmadan önce
bu sır, büyüklük taslayan zorbalarınkine benzer sonuçlar doğurur senin için...

..O halde bizden güçlü ve yetkin kimse, kendisiyle Rabbi arasındaki büyük
genel topluluk sır perdesini yırtıp, kendisinin değil Rabbinin uluhiyetini müşahede eden ve
ona kulluk eden kimsedir. Bunu gerçekleştirince alemin en güçlüsü ve en şiddetlisi olur.
Çünkü bu en büyük perdeyi kaldırmıştır...

Sözgelişi bir insanın "eğer ona şunu demeseydim, şu olurdu." "eğer ben olmasaydım, çoluk
çocuk helak olurdu." demesi bu türden bir iddiadır ve bu, uluhiyet mertebesinin en aşağısıdır.
Hatta bu tarikattaki bir Şeyh şöyle demiştir: "Eğer benim himmetim falancaya eşlik
etmeseydi,mutlaka helak olurdu." Bu sözlerin tümü uluhiyet sırrı hastalığından kaynaklanan
illetler ve
marazlardır. Bu sözleri söyleyenlerin, bu iddiada bulunanların her biri iddiasının oranında
ceza görecektir. Ya en büyük cezaya çarptırılır, ya da nasip eksilmesine uğrar. Ama mutlaka
ceza görür. Bu yüzden bize göre fena (kendini yok billmek) anlayışı üzere kalmak en yücedir.
Bizden
önceki kuşaktan arkadaşlarımız bu hakikatin farkına varamadılar. Ey dostum! Sen bunu
bil!

Muhyiddin arabi k.s.

yani dikkat edersen o cakı sokmak ya da sokmamak da sistemin bir parçası..senin elinde olan
bir şey değil..o cak girse de girmese de bir şey vücuda geliyor çünkü..herhangi bir durumda
sen cakı sokayım sokmayayım telaşında olsan bile bu dahi sadece seni bağlar..eğer bilirsen ki
soksan da sokmasan da o şey olacak ya da olmayacak telaşında olmaz ve daha uyumlu
olursun..kurtulmuş olursun..yoksa cakı soktum heyt ya da tüh cakı sokamadım ne aptlaım gibi
durumlar oluşur mazallah aptal bir insan olursun..bu da bırak genel sistemi kendi iç
sisteminden bile bi haber aval (ukala)olduğunu gösterir..

yani tekrar söyleyeyim yapanın yapabileceklerini yapması için ne sana ne de başka bir şeye
muhtaç ... bu manada tamamen yoksun haberin olsun..evet zeka ve akıl mantık filan o
bahsettiğin noktada tamamen formalitedir haberin olsun :) öyle de öte bir yapan ve sistemi
var..tabi farkedebilirsen..

geliyorken daha da açayım güzel olucak..

mesela bir doğuştan akli dengesi bozuk birisini düşünelim..o insan hiçbir çaba göstermeden
ya da akıl zeka mantık ne dersen de hiç bir şeye sahip olmadan da sistemde varlğı sebebiyle
belki senden benden daha çok şey yapmış olur..fakat burda biri çıksa dese ki e o zaman
hiçbişey yapmasak da olur..hayır çünkü hiç bi şey yapmadan zaten duramazsın fos bir
mantık..ya da tam tersi hereşyi yapabiliriz biz şöyleyiz ben şöleyim ben böyleyim herşeyi ben
yaptım..boş laf...olay yerini bilmekten öteye geçmez... sorumluluğunda bu iki kanadın
saçmalığını farkedene kadardır...bu iki şey arasında ortada bulunmak durumundasın..yani
denge...İslam dengedir..yani sebepsin ama "ben"lik olarak "yok"tan başka bir asalet sebebin
yok :) çünkü o iki tepkiyi gösterdiin zaman ya hiçbirşey yapamazsın ya da yaptığını
zannederek asalak olursun..bu ikisini gördüğünde ise olandan öte birşey değilsin..varlığın su
gibi akar gider

"işimiz Allaha kaldı" aslında ne salakça bi laftır ah :)


Allahı zamanın dışında ya da tam tersi içinde düşünmek değil olay eğer böyle olursa işte o
göz dışarda kalır..Allah zamanın dışında ya da ötesinde değil "münezzeh" münezzeh ..

bi de şöyle bir şey denmiş yukarıda

---yani oyle bir yapi dusun ki: tum olasiliklarin oldugu bir yapiyi zortlatsin ve hemen
arkasindan bir tane daha ve boyle gidiyor---

bu ayrım nası oluyor ?


yani zorlayan ve zorlanan yapı :)

Noksanlıktan "m ü n e z z e h"

dış ve iç yok..sana göre var.. zorlanan zorlayan yok...sana göre var..

sistemle değil problem ordakini tanıyamamakta..ordaki tanınsa Ona uymuş oluyorsun sistem
kalmıyor...

peki bu kadar bir TEK lik durumu söz konusu ben neden benim dersen..sen sen değilsin ki sen
"yok" sun..O var..sistem de yok yani..sen ben o bu şu yok..O var...ama eğer bilirsen bu
böyle...yoksa istediğin kadar kendini bir şey zannet ya da istediğin kadar sistemde oyalan..Hiç
bir şekilde O'na değemezsin..

Yani düşün mesela ölene kadar bir tavşanın kanatlarını koparmaya uğraşıyor
didniyorsun...ömrün yeter mi buna ?

:) yok ki öyle bir kanat

Tavşan var bak..ama kanat yok..tavşan da sisteme dahil değil..

Yokluksun yokluk..Onun da yok görülmesi - gibi olması o yüzden...ruhundan üflemiş...

ama tabi bu bilgiler olmayınca bi benlikte..


anlat dur ne fayda :) ..kişi "kendi" yi bilmedikten sonra

Bütün yazdıklarım okunursa sorun olmaz..parça parça okunursa olabilir dikkat :!


:)

De ki: Ey kendi -- nefisleri -- aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit
kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok
esirgeyendir.” (Zümer 39/53)

Zatı ve yarattıklarıyla bize göre "O" , Odur

O'nu yarattıklarıyla kendisinden zuhura gelenlerle yaşamak gerekir..Çünkü zatı için gerçekten
acıyla ölmek gerekebilir..Bizim ruhumuzda bizim olduğunu zannettiğimiz ben dediğimiz
kuvveler Ona ait..Ondan.. O yüzden tümüyle zati bir karşılaşma mümkün olmaz...İnsanın
kendisini görememesi de bu sırdandır.İşte bu şekilde sıfatlarıyla!.. yarattıklarıyla(bize göre
varlığıyla)zatına yönelmemiz icab eder..O isimlerini sıfatlarını Onun Bunun Benim
zannetmekten zaten o açıdan ölüp ölüp dirilmek zorunda kalıyoruz..

Halbu ki Ona ait sıfatlar ve isimler olduğu gibi duruyor..Başkalarında çekindiğimiz kaçtığımız
o yakıştıramadığımız şeyler sadece o isimlerinin sıfatlarının bir sureti..Tercihli
suretleri..Asılları değil..Eğer bilirsen Allah celal dir ama küfretmez..Allah celal dir ama iftira
etmez..O Hayat sahibidir ama nefes almaz..
O ayrıca sıfatsız da durabilir..Yani bizim Onun sıfatlarına iyi ya da kötü düşük ya da yüksek
ihtiyaç halinde olmamız gibi O kendi sıfatlarına ihtiyaç halinde olmaz..İşte bu için biz Onun
sıfatlarından ne şekilde olursa olsun uzak duramayız ama O zatında hiçbir şey tecelli etmeden
durabilir..O zatında HAYYdır biz nefesiz..

"Allah'a hamd olsun ki; bunu bize hidayet eyledi. Allah bize hidayet eylemeseydi;
kendiliğimizden bunun yolunu bulamazdık. Rabbımızın resulleri gerçeği getirdi."
(7/43)

Tercihte hür oluşun O'ndan..

Allah diyen mahrum olmaz!

Bak dikkat et Allahımız, şirk ehli için "onlar kendilerine ilahlar edindiler" dedi.

Onların yaptığı için "edinme" demesi, kendisinin edinilecek türde "bir şey" olmadığına
işarettir...

Felsefe değildir O'nunla şöhret yapasın.. Ya da süper kahraman değildir O , yardıma ihtiyacın
olduğunda bi yerden bi yere gelsin, havadan yanına insin..

Hava atılamaz O'nunla ki..O'na gönülden dönsünler, o kendine yazık edenler..

Eğer bunun aksi var diye düşünürsen, ibret gözüyle bir bak bakalım kendisine kimse O'nu
edinebilmiş midir?

Moda yapılamaz...

Beğenilemez..

Ancak işte O'nu bilmeyen O'nu beğenme kibrine düşebilir!..

Ya da beğenmeme..

Bu da en güzel karşılıktır onlar için..


Yeterli cezadır bu yüzden Allahsız olmaları!..

İşte bak "edinilemez" olandır O!..

Düşüncesi dahi akılda tutulamazken! nerde bir cahilin Allah hakkında bir şeyleri doğru
konuşabilmesi?! Ki haline rağbet olsun..

İman edenler müstesna..Çünkü Allah onları kendine dost edinmiştir.


Hem "herşeyden önce" olması.Hem de Hayy/diri, yani canlı olması sebebiyle bu böyledir..

Akıllı ol..Bu yüzden kibirli olmamalısın..

Yaratıcı nasıl "edinilebilir"? O yaratıcıyken..

"Tanrı" kavramına sığmaması da işte bu yüzden..

O'nu ancak yine kendisi kavrayabilir!...

İnsanların imtihan hakikati de o yüzden..


Ne büyük kendini bilmezliktir O'nun bir put gibi edinilebileceğini zannetmek!

Yarattıklarını bile hiç kimse kendine edinemezken "Ben beendim, bunu kendime alayım,
edineyim" tavrıyla olur mu hiç !..

Ey kafirlik kibrine düşmüş zavallı..Ya da kendini gizleyen! Allah de gönlünden bir.


Yukarıdan düşündüğün şey yukarıyı yaratıyor!
Yazık etme kendine!..Kendi kendini aşağılıyorsun! Allah de gönlünden bir! Allah diyen
mahrum olmaz!

...Sabrediniz, sızlanmayınız...

...>>Sabrediniz,>>sızlanmayınız<<...

Abdulkadir Geylani

kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder

...Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste

Sakın; "Ben istiyorum Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra
>>istemeyeceğim<<" deme Duaya devam et Eğer istediğin şey ezelde senin için >>takdir
edilmiş ise<<, Allahü teâlâdan >>istedikten sonra<<, Allahü teâlâ onu sana gönderir.

Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise,

Allahü teâlâ >>seni o şeye muhtaç kılmaz<<


ve
>>kendinden gelenlere rıza gösterme >>nimetini<< ihsan eder

---------devamında babamızın verdiği örneklerden biri şöyle--------------

...Eğer, >>ezelde borçlu olmak takdir edilmişse<< ve sen de >>borçtan kurtulmak için dua
edersen<<,

Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vaz geçirir

Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir ...


Abdulkadir Geylani hazretlerinden

Sır

Sırrın tasavvuftaki manası: Yakın olsan da bilemeyeceğin, içinde hissetsen, bilsen de


anlayamadığın, bilemediğin...

ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİNDEN

* Allah’ın muhabbetinde samimi olan, ne ayıp işitir, ne de kulağına ayıp gider


* Müminin adeti önce düşünüp sonra konuşmaktır Münafık ise önce konuşur, sonra düşünür
* Kendine bir ağırlık veren kimsenin hiçbir ağırlığı yoktur
* Hüzünsüz bir neşe ve darlıksız bir bolluk olmaz
* İnsan Allah’a kalıbıyla değil, kalbiyle ibadet eder
* Kalp Kitab ve Sünnete göre amel ederse kurbiyet (yakınlık) kazanır Bunu kazanınca da
neyin kendi lehine ve aleyhine, neyin Allah için veya başkası için, neyin de hak ve batıl
olduğunu bilir ve görür
* Tasavvuf yolu zâhirî ve bâtınî hükümlere riayet etmeyi ve her şeyden fânî olmayı gerektirir
* Yerini bilmeyene kader yerini öğretir
* Sahte rabler boyundan çıkarılıp atılmadıkça, sebeplerle ilişik kesilmedikçe, fayda ve zararı
insanlardan bilmeyi terketmedikçe kurtuluş mümkün değildir
* Kur’an’dan, hakkında tartışarak değil, içindekilerle amel ederek faydalanın
* Sûfî bâtınını ve zâhirini Allah’ın Kitabına ve Resulünün sünnetine uyarak arıtandır O,
sâfiyeti arttıkça vücud denizinden çıkar; iradesini, dilek ve ihtiyarını terkeder
* Kalp sâlih olunca dâimî zikir elde edilir ve kalbin her tarafına Hakk’ın zikri yazılır Böyle
bir kalbin sahibinin gözleri uyuyabilir ama kalbi Rabbini zikreder
* Sabır, hayrın temelidir
* Sağlam bir kalp tevhid, tevekkül, yakîn, tevfik, ilim, iman ve kurbiyet ile dolar
* Mürid tevbesinin gölgesinde, murâd ise Rabbinin inayetinin gölgesinde kâimdir
* İnanan kimse Allah’tan başka kimseden korkmaz ve başkasından hiçbir şey beklemez
* Zâhir fıkhını öğren, sonra bâtın fıkhına yönel
* Zâhir ilimleri görünen kısmın ışığıdır Bâtın ilimleri ise görünmeyen kısmın
* Bâtın bilgisi, seninle Rabbin arasındaki ışıktır
* Kaderin gelmesinden rahatsız olma, onu kimse döndüremez ve kimse engel olamaz Takdir
olunan şey mutlaka gerçekleşir
* Bidâyetin zorluklarına sabrederseniz nihayetin rahatı size ulaşır
* Bidâyet sıkıntıdır, nihâyet ise sükûn
* Sâlihlerin kalpleri faydayı da zararı da Rablerinden bilir
* Zühd ve tevhidi sağlam olan kişi, halkın elini ve varlığını görmez Allah’tan başka veren ve
üstün kılan görmez
* Sıddîk gözünün, güneş ve ayın değil, Allah’ın nuruyla bakar
* Hayânın hakikati, yalnızlıkta ve toplulukta Rab’dan utanmaktır
* Kalp sırra, sır da Hakk’a itimat ederek sükûn bulur
* Her çeşit hayır Allah katında, her çeşit şer de başkalarının yanındadır
* İnsanlar arasında zenginle fakir ayırımı yapan kurtuluşa eremez
* Bütün insanlar seni kendi menfaati için ister, Allah ise seni senin menfaatin için ister
* Geçim yollarının yaratıcısını unutup geçim yollarına takılıp kalan, bakiyi unutup fani ile
sevinen kimse ne kadar da cahildir!
* Dünya bir topluluğa, ahiret bir topluluğa, Hak (cc) da bir topluluğa aittir
* Tasavvuf yolu sâlihleri görüp onların sohbetlerini ezberlemekle katedilmez
* Resulullah hariç her mahluk perdedir; Resulullah ise kapıdır
* Hak’tan korkanın korkusu arttıkça kalbi ona korkuyu unutmayı öğretir Onu Hakk’a
yakınlaştırır Ona müjdeler verir
* Sûfîlerden biri demiş ki: “Fâsığın yüzüne ancak ârif kullar güler”
* Bir şeyi hatırlamak Allah’ı unutturuyorsa, o şey o kişi için uğursuzdur
* Kulun kalbi Rabbine erince Rabbi onu kimseye muhtaç etmez
* Sûfîlerin geceleri gece, gündüzleri de gündüz değildir
* Sûfîler ‘niçin’i, ‘nasıl’ı, ‘yap’-‘yapma’yı unutarak, kendilerini Rablerinin önüne atmışlardır
* Sûfîler ahirete göre akıllı, dünyaya göre delidirler
* Hakk’ı bulursan eşyayı ondan görürsün Ne düşmanın kalır, ne üzerinde hakkın olan biri
* Allah’ı bilen kimsenin O’na karşı iradesi kalmaz
* Allah’tan başka herşey puttur
* Allah’a ancak, O’ndan başka herşeyi terkeden kimseler yaklaşabilir
* Eğer O’nu bilseydiniz başkasını inkar eder, sonra da O’nun gayrısını O’nun vasıtasıyla
bilirdiniz
* Teslim ol, rahat bul
* Allah’ı arayan O’nu bulur
* Faydayı ve zararı Allah’ın dışındakilerden bilenler Allah’ın kulu değildir
* Tövbe, yönetim değişikliğidir
* Sûfîlerden biri demiş ki: “İnsanlar hakkında Allah’a uy, Allah hakkında insanlara uyma!”
* O’nun uğrunda mücahede edene O hidayet yollarını gösterir
* Veliliğin şartı gizlenmek, nebiliğin şartı açıklamaktır
* Nasibin olanı kaybetmezsin, onu senden başkası yiyemez O başkasının nasibi olmaz
Nasibini ona hırs göstermekle elde edemezsin
* Günahların kötü bir kokusu vardır Allah’ın nuru ile bakanlar bunu anlar, fakat halktan
gizler, onları rezil etmezler
* Akıllı kimse ölümü düşünen ve kaderin getirdiğine razı olandır
* Allah Teâlâ rızıkların taksimini bitirmiştir Rızıkta zerre miktarı artma ve eksilme
olmayacaktır
* Dünya herkesi boğacak kadar engin bir denizdir
* Şöyle denilmiştir: “Şeriatın şahitlik etmediği her hakikat zındıklıktır”
* Allah’ı tanıyan O’nu sever O’nu seven O’na uyar
* Zâhid olan kalptir, ceset değil
* İlim kılıç, amel el gibidir El olmadan kılıç kesmez Kılıç olmadan da el kesmez
* Kur’an’ın iki yönü vardır: O’nun elinde olan yönü, bizim elimizde olan yönü
* Belâlar kula Cenab-ı Hakk’ın kapısını çalmayı öğretir
* Derdi de yaratan O’dur, devayı da O kendisini öğretmek için belâya mübtela kılar Böylece
hem belâ verebileceğini, hem de bunu kaldırabileceğini gösterir
* Rabbinizin kereminden dileyin, icabet etse de etmese de O’ndan isteyin Çünkü O’ndan
istemek ibadettir
* O’nu tanısaydınız, O’nun önünde dilleriniz lâl kesilirdi; kalpleriniz ve diğer uzuvlarınız her
halinde edepli olurdu
* Sâlihlerden birisine “Neyi arzu ediyorsun?” diye sorulduğunda, “Arzu etmemeyi arzu
ediyorum” diye cevap verdi
* Sûfîlerin yolculukları Hakk’a kurbiyet ülkesinde son bulur
* Yolculuk, kalbin yolculuğudur Vuslat, sırların vuslatıdır
* Allah’ın takdirini O’nun aleyhine delil yapmayın; çalışın, çabalayın
* Kader üzerinde durup onu delil göstermemiz uygun değildir Bilakis biz çalışır, çabalar ve ne
itiraz, ne de tembellik etmeyiz
* Sûfîler Allah Teâlâ’nın Kendisinden başka bir şey istemezler Onlar nimeti değil, nimet
bahşedeni, halkı değil Hâlık’ı isterler
* Sevenle sevmeyen rıza halinde değil, hoşnutsuzluk halinde belli olur
* Marifet ve ilim, öz ile kabuğu birbirinden ayırır
* Akıllı kişi, işlerin başlangıcına değil, sonucuna bakar
* İnsanların çoğunun helaki, küçük günahları sebebiyledir
* İlim öyle bir şeydir ki sen bütün varlığını ona adadığın zaman o sana ancak bir parçasını
verir
* Bilgi hayat, bilgisizlik ölümdür
* Bu ilim [tasavvuf ilmi], kitap sayfalarından değil, Allah erlerinin ağzından alınır
* Dünya hikmettir, ahiret ise kudret Hikmet alet ve sebeplere ihtiyaç duyar, kudret ise duymaz
* Mümin dünyada, zâhid ahirette gariptir Ârif ise Allah’ın dışındaki her yerde gariptir
* Dünya nefslerin, ahiret kalplerin, Allah ise sırların sevgilisidir
* Ârif, Allah’a her an bir öncekine göre daha yakındır
* Ârif hem dünyada, hem de ahirette yabancıdır
* Bu işin başı Allah’tan başka tanrı olmadığına şehadet etmek, son noktası ise bütün nesneler
ve davranışların birbirinin aynı olmasıdır
* Nefsine hiçbir hâli ve makamı nispet etme!
* Ademoğlunun başına gelen her türlü belâ, Rabbinden şikayet etmesi yüzündendir
* Amelinin karşılığında ödüllendirilmeyi bekleyen, muhlis değildir
* Ahireti isteyene dünyada zühd gerekir; Allah’ı isteyene ise ahirette zühd gerekir
* Kazayı engelleyen dua, yine kazayı önlemesi mukadder olan duadır
* Herşeyde O’nun isimlerinden bir isim mevcuttur, herşeyin ismi O’nun ismindendir

Geylani hazretlerinden

O’nu tanısaydınız, O’nun önünde dilleriniz lâl kesilirdi; kalpleriniz ve diğer uzuvlarınız her
halinde edepli olurdu.

Geylani hazretlerinden

Abdulkadir Geylani hazretleri

Büyük islam âlimlerinden ve evliyanın meşhurlarındandır Künyesi, Ebu Muhammed'dir


Muhyiddin, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbani, Sultan-ul-evliya, Kutb-i a'zam gibi lakabları
vardır İran'ın Geylan şehrinde 1078 (H471)de doğdu Babası Ebu Salih bin Musa
Cengidost'tur Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı Müsenna'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır
Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir Bunun için Abdülkadir Geylani,
hem seyyid, hem şerifdir Abdülkadir Geylani hazretleri 1166 (H561)'da Bağdad'da vefat etti
Türbesi Bağdad'dadır
İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturan yol ikidir: Birisi (Nübüvvet yolu) olup, aslın
aslına kavuşturur Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu yoldan vâsıl oldular Sonra gelenlerden pekaz
zevât da, bu yoldan ermiştir Bu yolda sebebe, vasıtaya lüzum yoktur Bir kâmil ve
mükemmilin sohbetinde kemâle geldikten sonra, feyzi asıldan alıp ilerlerler İkinci yol,
(Vilâyet yolu)dur Kutblar, Evtâd, Nücebâ, Büdelâ ve bütün Evliyâ bu yoldan vâsıl olmuştur
Bu yola, (Sülûk yolu) da denir Bu yolda, vasıta, aracı lazımdır Her iki yolun reisi ve rehberi
Resûlullahdır Vilâyet yolunun imâmı, feyz kaynağı, hazret-i Alîdir Bu yolda, Resûlullah onu
vekil etmiştir Hz Fâtıma ve Hz Hasan ile Hz Hüseyin onunla ortaktırlar Bu yolda gidenlerin
hepsine feyz ve hidâyet, hazret-i Alînin aracılığı ile gelir Ondan sonra hazret-i Hasan ve
Hüseyin bu vazifeyi teslim aldı Bunlardan sonra, sıra ile, oniki imâmın evlâdına verildi
Sonları olan Muhammed Mehdîden sonra, başkasına verilmedi Bütün Evliyâya feyz ve
hidâyet bunlardan gelmeye devam etti Abdülkâdir-i Geylânî kemâle gelince, bu mansıb, ona
verildi Bundan sonra da, kimseye verilmediği keşf ve müşâhede ile anlaşılmaktadır
Vefâtından sonra da, kıyâmete kadar, herkese, feyz, rüşd ve hidâyet, onun rûhâniyetinden
gelmektedir Her asırda gelen müceddidler, onun vekîlleridir İmâm-ı Rabbânî hazretleri
(Nübüvvet yolu) ile vâsıl olduğundan, vasıtaya ihtiyaçları yoktur Hz Ebû Bekr-i Sıddîk,
nübüvvet yolunda Resûlullahın vekilidir

Abdülkadir Geylani hazretleri daha doğmadan, ilerde büyük bir zat olacağına dair alametler,
işaretler görülmüştü Babası rüyasında Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem,
Eshab-ı kiramı radıyallahü anhüm ve evliyayı gördü Peygamber efendimiz kendisine; "Ey
Ebu Salih! Allahü teâlâ bu gece sana kamil, olgun ve derecesi yüksek bir erkek evlad ihsan
etti O benim oğlum ve sevdiğimdir Evliya arasında derecesi yüksek olacak" buyurdu

Doğduktan sonra yüksek halleri ile dikkatleri çekti Ramazan-ı şerifte gün boyunca süt emmez,
iftar olunca emerdi Bu halini şu beyti ile anlatır:
Başlangıcım şöyleydi, dillerde söylenirdi
Beşikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi
Doğduğu senenin ramazan-ı şerif ayının sonunda havalar bulutlu geçmişti Bunun için
ramazanın çıkıp çıkmadığında tereddüt edildi Halk annesine çocuğun süt emip emmediğini
sordular Emmediğini öğrenince, ramazan-ı şerifin henüz çıkmadığını anlayıp oruca devam
ettiler
Bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerine, "Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda,
temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?" diye
sordular Buyurdu ki:
"Temeli sıdk ve doğruluk üzerine attım Asla yalan söylemedim Yalanı kağıda bile yazmadım
ve hiç yalan düşünmedim İçim ile dışımı bir yaptım Bunun için işlerim hep rast gitti Çocuk
iken maksadım, niyetim, ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı
Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün kuyruğundan tutunup,
arkasından gidiyordum Hayvan dile geldi ve dönüp bana; "Sen bunun için yaratılmadın ve
bununla emrolunmadın" dedi Korktum, geri döndüm Evimizin d----- çıktım Gözüme, hacılar
gözüktü Arafat'ta vakfeye durmuşlardı Anneme gidip; "Beni Allahü teâlânın yolunda
bulundur İzin ver, Bağdad'a gidip ilim öğreneyim Salih zatları ve evliyayı bulup ziyaret
edeyim" dedim Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım Ağladı, kalkıp babamdan miras
kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı Kalanını bana verip, altınları elbisemin
koltuğunun altına dikti Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı
söyleyip, benden söz aldı "Haydi Allah selamet versin oğlum Allahü teâlâ için ayrıldım Artık
kıyamete kadar bir daha yüzünü göremem" dedi Küçük bir kafile ile Bağdad'a gitmek üzere
yola çıktım Hemedan'ı geçince, altmış atlı eşkıya çıka geldi Kafilemizi bastılar Kervanı
soydular İçlerinden biri benim yanıma geldi "Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?" diye
sordu "Kırk altınım var" dedim "Nerededir?" dedi "Koltuğumun altında dikili" dedim Alay
ediyorum zannetti Beni bırakıp gitti Bir başkası geldi, o da sordu Fakat, o da bırakıp gitti İkisi
birden reislerine gidip, bu durumu söylediler Reisleri beni çağırttı Bir yerde, kafileden
aldıkları malları taksim ediyorlardı Yanına gittim "Altının var mı?" dedi "Kırk altınım var"
dedim Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi Söküp, altınları çıkardılar "Neden bunu
söyledin?" dediler "Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih etti Doğruluktan
ayrılmayacağıma söz verdim Verdiğim sözde durmam lazım" dedim Eşkıya reisi, ağlamaya
başladı ve; "Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü
bozuyorum" dedi Bu pişmanlığından sonra tövbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi
Yanındakiler de, "İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tövbe
etmekte de reisimiz ol" dediler Sonra, hepsi tövbe ettiler Kafileden aldıkları malları
sahiplerine geri verdiler İlk defa benim vesilemle tövbe edenler, bu altmış kişidir"

Abdülkadir Geylani efendi, Bağdad'a geldi Buradaki meşhur âlimlerden ders almak suretiyle
hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetişti
İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaaz ve ders vermeye başladı Hocası Ebu Said
Mahzumi'nin medresesinde verdiği ders ve vaazlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara
taşardı Bu sebeple, çevresinde bulunan evler de ilave edilmek suretiyle medrese genişletildi
Bu iş için Bağdad halkı çok yardımcı oldu Zenginler para vererek, fakirler çalışarak yardım
ettiler Derslerine devam edenler arasında pek çok âlim yetişti

Abdülkadir-i Geylani hazretleri, bir müddet ders verip insanları irşad ettikten, hak ve hakikatı
anlattıkdan sonra, ders ve vaaz vermeyi bıraktı İnzivaya çekilip, yalnızlığı seçti Sonra
sahralara çıktı Bağdad'ın Kerh harabelerinde yaşamaya başladı Bütün vaktini ibadet, riyazet
ve mücahede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye
başladı Buyurdu ki:
Irak'ın sahra ve harabelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım Benim kimseden, kimsenin
benden haberi yoktu Bazan uzun müddet yemezdim ve "açım açım" diye içimin feryadını
duyardım Bazan üzerime öyle ağırlıklar gelirdi ki, bunlar bir dağın üstüne konsa, tahammül
edemeyip, paramparça olurdu Bu sırada; "Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır,
şüphesiz zorlukla beraber kolaylık vardır" mealindeki İnşirah suresinin beşinci ve altıncı ayet-
i kerimelerini okuduğumda üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi"
Şeytanlar çeşitli kılık ve kıyafetlere bürünüp toplu halde yanıma gelir, beni yolumdan
çevirmek için uğraşırlardı Kalbimde büyük bir azim ve direnç hissederdim İçimden bir ses;
"Ey Abdülkadir! Onlarla mücadele et, onlara galip geleceksin" derdi İçlerinde bir şeytan
durmadan bana gelir; "Buradan git, şöyle yaparım, böyle yaparım" diye beni tehdit ederdi
Canu gönülden, "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" okuyunca, onun tamamen
yandığını görürdüm
Bir kere Abdülkadir Geylani hazretleri şöyle bir ses işitti: "Ey Abdülkadir! Ben senin
Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım” Bunun üzerine Abdülkadir Geylani Euzü
çekti "Kovulmuş şeytandan Allahü teâlâya sığınırım Sus ey mel'un!" diye bağırdı Bunun
üzerine aynı ses; "Ey Abdülkadir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak,
şerrimden, kötülüğümden kurtuldun Halbuki ben bu yolda yetmiş kişiyi yoldan çıkardım"
dedi Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; "Sana haramları helal ettim,
sözünden anladım Çünkü Allahü teâlâ böyle şeyleri emretmez" buyurdu
Başka bir kere gayet çirkin ve pis kokulu birisi geldi "Ben iblisim, şeytanım Sana hizmet
etmeye geldim, beni ve yardımcılarımı çok yordun" dedi "Sana inanmıyorum, buradan
uzaklaş" dedim Bana vuracak oldu ise de onu perişan ettim İkinci defa elinde büyük bir ateş
kıvılcımı ile hücum etmeye başladı Bu esnada elinde kılıç bulunan atlı birisi bana yardıma
geldi Yine onu mağlub ettim Üçüncü olarak iblisi çok uzakta ağlar gördüm Gayet üzgün
olarak; "Senden ümidimi kestim Galiba seni yoldan çıkaramayacağım" dedi "Sus ey mel'un!"
dedim ve kovdum Allahü teâlâ her seferinde beni onlara karşı üstün kıldı
Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli süslü ve parlak şeyler göründü "Bunlar
nedir?" dedim; "Dünya zevkleri ve zinetleridir" denildi Dünya ve onun göz kamaştırıcı lezzeti
ve çabuk tükenen nimetleri kendine çekmek istedi fakat Allahü teâlâ beni onlardan da korudu
Onlara hiç kıymet vermedim Bunun için kaybolup gittiler Sonra Allahü teâlânın rızasına
kavuşma yolunda insanın önüne çıkan manileri, engelleri gördüm "Bunlar nedir?" dedim
"Senin içinde bulunan manilerdir" denildi Bunlara üstün gelebilmek için bir sene uğraştım
Sonra içimi seyrettim Kalbimin birçok şeylere bağlandığını boş hayaller kurduğunu, kendini
saraylarda sandığını gördüm "Bunlar nedir?" dedim "Arzu ve isteklerindir" denildi Tam bir yıl
uğraştıktan sonra kalbimi onlardan temizleyebildim
Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine dost olmam için yalvarırdı Yüz vermeyince
zor kullanmak isterdi Bir kere onu, bütün hastalıkları üzerinde, arzu ve istekleri dipdiri,
şeytanları emrine hazır olarak gördüm Bir sene mücadele ettim Allahü teâlânın izni ile
hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum Kısaca nefsimle
tedricen, safha safha mücadele ettim Onu iki elimle sımsıkı yakaladım Yıllarca ıssız, sessiz,
sadasız yerlerde kalmaya mecbur ettim Kerh harabelerinde yıllarca kaldım Yiyecekler malum;
otlar, ağaç yaprakları Dünya sevgisinden kurtulabilmek, nefse üstün gelebilmek için her
çareye başvurdum Gördüğüm her yokuşa tırmandım Nefsime hiç fırsat vermedim Bir gece
merdivende kitap mütalaa ediyordum Nefsim; "Biraz uyu, sonra kalkarsın" dedi Ona
muhalefet olsun diye tek ayağım üzerinde durdum Kur'an-ı kerimi hatmedinceye kadar
uyumadım
Bütün bunlara rağmen, henüz matluba, maksada ve asıl istediğime varamamıştım Bunun için,
tevekkül, şükür ve zenginlik gibi kapıları denedim Aradığımı fakirlik kapısında buldum
Burada büyük bir şerefe kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hürriyete ulaştım Bütün arzu
ve isteklerim buz gibi eridi Bütün beşeri sıfatlarım kayboldu Gönülden Allahü teâlâdan başka
her şeyi çıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr" mertebesine ulaştım"
Nihayet bütün varlıklardan yüz çevirdim Her şeyim Allah için oldu
Sahralarda dolaşırken "Ol" sözü ile ihsan olundum Allahü teâlânın izni ile istediğim olurdu
Bunun için çok yiyecek buldum Dağdan bir parça koparırdım, helva olur, yerdim Kuma deniz
suyu dökerdim, tatlı su olurdu Sonra böyle yapmaktan haya ettim Allahü teâlâya karşı edebi
gözeterek hepsini terk ettim
Nihayet Abdülkadir Geylani hazretleri Bağdad'da insanları irşada, Allahü teâlânın beğendiği
yolda bulunmaya davete ve nasihat etmeye başladı Bir gün kendini nurların kapladığını gördü
Bu hal nedir diye sorunca, Resulullah efendimiz Allahü teâlânın sana verdiği yüksek dereceyi
tebrik etmeye geliyor, denildi Nurun git-gide çoğaldığı bir anda Resulullah efendimiz
görünerek bir elbise verdiler Sonra; "Bu, kutubluk denilen velilere ait evliyalık elbisesidir"
buyurdular
Abdülkadir Geylani hazretleri tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu
Peygamber efendimizin bereketiyle sözleri gayet tatlı ve tesirli idi
Birgün, minberde oturmuş vaaz ediyordu Birden süratle en son basamağa indi Ayakta, elini
elinin üstüne koyarak, mütevazi bir şekilde durdu Bir müddet sonra minbere çıktı Eski yerine
oturdu ve vaazına devam etti Oradakilerden birisi, ne oldu diye sual edince; "Ceddim
Resulullah'ı gördüm Geldi ve minber önünde durdu Haya edip, son basamağa indim Kalkıp,
gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve insanlara vaaz etmemi emr etti, dedi
Sohbetlerinde bazan birkaç kişi coşarak kendinden geçerdi Haftada üç gün, cuma, salı ve
pazartesi gecesi halka vaaz ederdi Vaazında, âlim ve evliyadan zatlar da bulunur, hepsi büyük
bir huzur içerisinde dinlerlerdi Kırk sene böyle devam etti Ders ve fetva vermeye yirmi sekiz
yaşında başlamış olup, bu hal altmış yaşına kadar devam etti Huzurunda Kur'an-ı kerim
tegannisiz gayet sade, tecvide riayetle okunurdu Dört yüz âlim onun anlattıklarından notlar
tutar, izdiham, kalabalık sebebiyle birbirlerinin sırtlarında yazarlardı Sorulan suallere gayet
açık ve doyurucu cevaplar verirdi
Derin ilim sahibi idi On üç çeşit ilimde ders verirdi
Önce lazım olan din bilgilerini öğrenmeyi tavsiye ederdi Cubbai ismindeki bir zat anlatır:
Evliyanın hayatından ve sözlerinden bahseden arabi Hilyet-ül-Evliya kitabını birisinden
dinlemiştim Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp yalnız ibadetle meşgul olmak istedim
Gidip Abdülkadir Geylani'nin arkasında namaz kıldıktan sonra huzurunda oturdum Bana
bakıp; "Eğer inzivaya çekilmek istersen, önce ilim, sonra da yetişmiş ve yetiştirebilen rehber
zatların, yani mürşid-i kamillerin huzurunda edeb öğren Daha sonra inzivaya, yalnız ibadete
başla Yoksa, ibadet ederken dinde bilmediğin bir şeyi öğrenmek icabeder de, yerinden
ayrılmak durumunda kalırsın" buyurdu
Bağdad'ın ileri gelen âlimleri, herbiri bir mesele sorup imtihan etmek için huzuruna gelip
oturdular Bu esnada Abdülkadir Geylani hazretlerinin göğsünden ancak kalb gözü açık
olanların görebildiği bir nur çıktı ve âlimlerin göğsünden geçip gitti Âlimleri bir hal kaplayıp,
Abdülkadir Geylani hazretlerinin ayaklarına kapandılar Bunun üzerine onları tek tek bağrına
bastı ve şimdi suallerinizi sorun buyurdu Her biri suallerini sorup, hemen cevabını aldı
Onlara; "Size ne oldu böyle?" denildiğinde; "Huzurunda oturduğumuzda, bütün bildiklerimizi
unuttuk Bizi bağrına basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık Suallerimizi sorunca, öyle
cevaplar aldık ki, hayrette kaldık" dediler
Ebu Sa'id Kilevi şöyle anlatmıştır:
Ben, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin meclisinde iken, Resulullah efendimizi ve enbiyayı
gördüm Melekler onun meclisine gelmek için bölük bölük gök yüzünden inerlerdi Bir
defasında da Hızır aleyhisselamı görmüştüm "Her kim dünyada kurtuluşa ermek ve saadete
kavuşmak isterse, Şeyh Abdülkadir'in meclisine devam etsin!" buyurmuştu
İbn-i Kudame şöyle söylemiştir:
"1166 (H561) yılında Bağdad'a girdiğimizde, Abdülkadir-i Geylani hazretlerini ilmin
zirvesine yükselmiş gördük O, ilmi ile amel eder, kendisine sorulan çetin sorulara doyurucu
cevaplar verirdi Bütün güzel huylara ve üstün vasıflara sahipti Onun gibi bir zata daha hiç
rastlamadık"
Abdülkadir Geylani hazretleri felsefe ile meşgul olmayı hoş görmezdi, ondan men ederdi
Felsefenin kaynağı akıldır Filozof, çeşitli bilgileri düzene koyarak madde, hayat, yaratılış,
dünya ruh, alem, ölüm ve sonrası gibi konulara aklına dayanarak cevaplar bulmaya çalışır
Bunu yaparken bulduğu cevapların Allahü teâlâ tarafından gönderilen dinlere uyup
uymamasına bakmaz Bu sebeple doğru yoldan ayrılırlar Felsefecilerin ortaya koyduğu
bilgiler, gerek fen bilgilerinin değişmesi, gerekse sonra gelen filozofların öncekilerden farklı
düşünmesi sebebiyle ya kısmen yahut tamamen değişir Bu itibarla sonra gelenler önce
gelenleri daima tenkid etmekle veya onların felsefelerini yıkmakla işe başlarlar Akıl yalnız
başına yol gösterici değildir Dinin rehberliğine muhtaçtır Yoksa sapıtır Bunun için din
büyükleri itikadın bozulabileceğini bildikleri için, felsefe ile uğraşmaktan men etmişlerdir
Nitekim İbn-i Sina ve Farabi gibi zatlar felsefecilerin kitapları ile çok meşgul olduklarından
sapıtmışlardır
Çok sabırlı idi Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç anlayanlara sabırla
anlatırdı Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı Bir gün ders sırasında İbn-
üs-Semhal isminde bir zat gelmişti Abdülkadir Geylani hazretlerinin onun dersi geç
anlamasına karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı O talebe dersini alıp çıktıktan sonra,
gösterdiği sabra hayret ettiğini söyleyince, Abdülkadir Geylani hazretleri; "Bir hafta daha
yorulacağım, ondan sonra vefat edeceğim" buyurdu Dediği gibi bir hafta sonunda vefat etti
Abdülkadir Geylani hazretleri heybetli idi Az konuşur, çok sükut eder, konuştuğunda gayet
cazib, açık ve net konuşurdu Şahsı için kızmaz Din hususunda asla taviz vermezdi Misafirsiz
gece geçirmezdi Zayıflara yardım eder, fakirleri doyururdu İsteyeni geri çevirmez, iki elbisesi
varsa, mutlaka birini isteyene verirdi Yanında oturanlarda; "Ondan daha kerim ve lütufkar
kimse olamaz" kanaati hakim olurdu Sevdiklerinden biri gurbete çıksa, ondan haber sorar,
sevgi ve alakasını muhafaza ederdi Kendisine kötü davrananları affederdi Kötülüklere dalmış
çok kimse, hırsız ve eşkıya onun vasıtasıyla tövbe etti Köleleri satın alıp, azad ederdi Verdiği
sözü tutar,kimseye karşı kötülük düşünmezdi Ambarında helalden kazandığı buğday
bulunurdu Hizmetçisi, kapıda ekmek elinde durur ve halka şöyle seslenirdi:
"Yemek isteyen, ekmek isteyen, yatmak isteyen kimse yok mu? Gelsin!"
Kendisine hediye gelse, yanındakilere dağıtır, bir kısmını da, kendisine ayırırdı Hediyeye,
mutlaka karşılık verirdi
Fakirlerin ve dervişlerin nafakasını satın almak için, vazifeli hizmetçilerinin, bir başka işi
olsa, yahut hastalansalar, kendisi çarşıya çıkar, ceddi Resulullah efendimize sallallahü aleyhi
ve sellem uyarak, ev için lüzumlu şeyleri satın alırdı Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir
yerde konaklasalar, kendi eliyle, el değirmeninde buğday öğütür, hamur yapar, ekmek pişirir,
hepsine taksim ederdi Kendini ziyarete gelenlere saygı gösterir, tevazu ederdi Çok günler, et
ve yağ yemezdi Bir gün yedi çocuk, ellerinde yarımşar dirhem ile gelip, her biri yarım
dirhemini eline koydu ve satın aldırmak istedikleri şeyleri söylediler Çarşıya gidip, istedikleri
şeyleri satın alarak getirip çocuklara verdi Gönüllerini hoş etti
Sıkıntısı ve dileği olanlar onu vesile ederek, araya koyarak Allahü teâlâya dua ettiklerinde
dileklerine kavuşurlardı Buyururdu ki:
"Sıkıntıda olan bir kimse beni vesile edip Allahü teâlâya yalvarsa derhal sıkıntısı gider Şiddet
anında her kim benim ismimi ansa derhal rahata kavuşur Abdülkadir Geylani’nin hürmetine
diyerek, her kim Allahü teâlâdan dilekte bulunursa, derhal işi görülür"
Bir defasında; "İyi müridlerin hali malum, ya kötülerinki ne olacak?" diye sorduklarında; "İyi
olanlar kendilerini bize adamışlardır Kötülere gelince biz de kendimizi onları kurtarmak için
adadık" buyurdular
Cinler de kendisinden çekinir, itaat edip sözünü dinlerlerdi
Duası makbul idi Bağdad halkından biri ona gelerek; "Babamı rüyada azab içerisinde gördüm
Bana Şeyh Abdülkadir'e git, bana dua etsin Belki Allahü teâlâ beni azapdan kurtarır" dedi
Bunun için sana geldim Babama dua ediverin de azaptan kurtulsun" dedi Abdülkadir Geylani
hazretleri sükut buyurdu Bir şey söylemedi O şahıs ikinci gece babasını rüyasında yeşil bir
cübbe içerisinde neşeli neşeli görünce hayret edip; "Baba, dün azab içindeydin, bugün ise
neşelisin Sebebi nedir?" diye sordu Babası; "Şeyh Abdülkadir bana dua etti Allahü teâlâ onun
duası hürmetine beni azaptan kurtardı" dedi
Onu gören tesiri altında kalır, mübarek biri olduğunu hisseder, kalbi katı ise, yumuşardı Cuma
günleri camiye giderken, halk onu görmek için sokakları doldururdu
Kendisi hakkında kötülük düşünene merhamet eder, onun iyiliğini isterdi
Çilesini çekmeden yüksek mertebelere ulaşılamayacağını söylerdi
Bir kadın, çocuğunu Abdülkadir-i Geylani hazretlerine getirip; "Oğlumun kalbini size
tutulmuş gördüm; bana hizmetinden onu azad edip, size getirdim" dedi Şeyh hazretleri bu
genci yanına aldı Ona nefsin istemediklerini yapmasını emretti Tarikatta süluke başlattı Bu
şekilde devam ederken, bir gün annesi çıka geldi Oğlunu, az yemek ve uyumak sebebiyle,
zayıf ve sararmış, arpa ekmeği yer halde buldu Bu hal ona dokundu Çocuğunu bırakıp,
Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin yanına girdi Şeyh hazretleri oturmuş, tavuk yiyordu
"Efendim, siz burada tavuk yersiniz, benim oğlum ise, arpa ekmeği yer" dedi Şeyh bunu
duyunca, elini, tavuk kemiklerinin üzerine koyup; "Kum bi-iznillah!" yani Allahü teâlânın
izni ile kalk, diril! buyurdu Tavuk hemen dirildi Şeyh, kadına hitaben; "Senin oğlun böyle
olduğu zaman, dilediğini yesin!" buyurdu
Ebü'l-Hacer Hamid Hirani anlatıyor:
Bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerinin medresesine gittim ve huzurunda oturdum Bana;
"Ey Hamid! Bir gün gelecek meliklerin, sultanların minderinde oturacaksın" buyurdu Aradan
epeyce zaman geçip, Hiran'a dönünce, Sultan Nureddin beni çağırıp yanına oturttu ve evkaf
bakanı yaptı O günden beri devamlı Abdülkadir Geylani hazretlerinin o sözünü hatırlarım
Her zaman gizli açık kerametleri görülürdü Abdülkadir Geylani hazretleri buyurur ki:
"Kerametler ancak bir hayır, hikmet için gösterilir Kerametini gizlemeyen dünyaya düşkündür
Bana talebe olan yahut evladımdan ve halifelerime bağlı olup, keramet derecesine ulaşıp,
maksatsız keramet izhar edenin yüzü iki dünyada kara olur"
Abdülkadir Geylani hazretlerinin insanları gafletten uyaran, kendilerine gelmesine vesile olan
pekçok sözü vardır Bunlardan bazıları şunlardır:
"İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz Kusurları
örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması,
iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misafirperver ve geceleri insanlar uyurken
ibadet edici olması, âlim ve cesur olması"
"Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalb ile itiraf etmek ve dille söylemektir"
"Büyük âlimlere tabi olunuz; bid'at yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan şeylere
sapmayınız İtaat ediniz, muhalefet etmeyiniz Sabrediniz, sızlanmayınız Sabit kalınız, ayrılıp
dağılmayınız Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz Özünüzü günahdan temizleyiniz, kirletmeyiniz
Hele Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız"
"Kalb dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp
gittiği müddetçe, imkanı yok, ahireti sevmiş olamaz"
"Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir Fakat kendi mahzundur
Peygamber efendimiz; "Müminin sevinci yüzündedir Halbuki kalbi mahzundur"
buyurmaktadır Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır Tebessümü ile
kalbindeki hüznü gizler Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini
anmakla meşguldür Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir"
"İnsanlara gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul etmesini istemek
yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak Sevincini ve neşeni
biraz azalt Biraz hüzünlü ol Peygamber efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için
tebessüm buyururlardı"
İlk önce yapılması lazım olan şeyler hususunda:
"Mü'minin, en önce farzları yapması lazımdır Farzları bitirdikten sonra, vacib ve sünnetleri
yapar Ondan sonra, nafilelerle meşgul olur Farz borcu varken sünnet ile meşgul olmak,
ahmaklıktır Farz borcu olanın, sünnetleri kabul olmaz Hz Ali'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte,
Resulullah efendimiz buyuruyor ki: "Üzerinde farz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile
kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun
nafile namazlarını kabul etmez" Mümin, bir tüccara benzer Farzlar onun sermayesi, nafileler
de kazancıdır Sermaye kurtarılmadıkça, kazancı olamaz" buyurdu
Kötü arkadaşlardan uzak olmayı tavsiye eder, şöyle buyururdu:
"Kötü arkadaşları terket Onlara sevgi duyma, salihleri sev Yakının bile olsa, kötü arkadaştan
uzak dur Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla beraber ol Kimi seversen, seninle onun arasında bir
yakınlık hasıl olur Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak
Ey oğul! Kötü kimselerle düşüp kalkman, seni, iyi kimseler hakkında kötü zanna düşürür
Allahü teâlânın kitabının ve Resulünün sünnet-i seniyyesinin gölgeleri altında yürü, felah
bulur kurtuluşa erersin"
Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünya lezzetleri olmasın Bütün bunlar,
nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir Kalbin düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın
istekleri nerede? Kalbin düşüncesi Allahü teâlâdır Senin düşüncen, Rabbin ve O'nun katında
bulunan nimetler olmalıdır Dünyadan (haram ve şüphelilerden) ne terkedersen, mutlaka
bunun karşılığında ahirette ondan daha hayırlısı vardır Ömründe sadece şu içerisinde
bulunduğun günün kaldığını farz et de ahiret için hazırlık yap"
Faydasız şeyleri bırakmak hususunda:
"Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak Dünya ve ahirette sana
fayda verecek işlerle uğraş Boş işlerle uğraşmayı bırak Kalbinden dünya düşüncelerini çıkar
Çünkü yakında dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin Dünyada rahat ve hoş bir hayat
arama Resul-i ekrem; "Hayat, ahiret hayatıdır" buyurdu"
İyi zan sahibi olmak hakkında:
"Müslümanlar hakkında iyi zan sahibi ol Onlar hakkında niyetini düzelt Her türlü hayır işi
yapmaya koş Bilmediğin hususlarda ahireti düşünen âlimlere sor"
Dua hakkında:
"Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste Sakın; "Ben istiyorum Fakat Allahü teâlâ
vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim" deme Duaya devam et Eğer istediğin şey
ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana
gönderir Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye
muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder Eğer Allahü teâlâ
senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan
kurtulman için yalvarırsın O zaman Allahü teâlâ sana razı ve memnun olacağın bir hal verir
Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen,
Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vaz geçirir Hatta borcundan azaltma
veya hepsini bağışlama haline çevirir Eğer dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık
sana bol sevap verir
Ahiret işlerini önce yapmak hususunda:
"Ahireti sermayen, dünyayı bu sermayenin kazancı yap Zamanını, önce ahireti elde etmek için
sarf et Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca Sakın dünyanı sermaye, ahiretini onun
kârı şeklinde yapma Böyle yaparsan, dünyadan artan zamanını, ahiretin için sarf edersin Bu
zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riayet
etmezsin Sonra dünya işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin Geceleri kaza namazı
kılmaya fırsat bulamazsın Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun Nefsine,
heva ve isteğine hatta şeytana tabi olursun Ahiretini dünyaya karşılık satarsın Nefsinin kölesi
ve onun bineği olursun Halbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selamet
yoluna sokmakla emrolunmuşsun Bunlar ahiret yolu, Rabbine taat yoludur Sen, nefsinden
gelen istekleri kabul etmekle, kendine zulmettin İpini onun eline verdin İsteklerinde,
lezzetlerinde, hevasında ona uydun Sonunda dünya ve ahiretin hayırlısını kaçırdın Dünya ve
ahiretini zarara soktun Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünya bakımından insanların en
müflisi ve en zararlısı olursun Nefsine uymakla, dünyadan fazla bir şeye ulaşamadın Eğer
nefsini ahiret yoluna çekseydin, ahiretini esas ve sermaye kabul etseydin, dünya ve ahiretini
kazanırdın Nefsin kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun Eğer dünyaya rağbet etmeyerek,
kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itaat edersen, Allahü teâlânın has kullarından
olursun"
Yapılan nasihatı kabul etmek hakkında:
"Kardeşinin sana yaptığı nasihatı kabul et Ona muhalefet etme Çünkü o, senin kendinde
göremediğin şeyleri görür Bunun için Resul-i ekrem; "Mümin, müminin aynasıdır"
buyurmuştur Mümin, din kardeşine yapmış olduğu nasihatlerde samimidir Onun göremediği
şeyleri bildirir Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir Ona, lehinde veya
aleyhinde olan şeyleri anlatır"
Acele etmemek hususunda:
"Acele etme Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur Ağır ve temkinli hareket
eden, o işte ya isabet kaydeder veya isabet etmeye yaklaşır Acele şeytandandır Ağır ve
temkinli hareket etmek Allahü teâlâdandır Umumiyetle aceleye sebep, dünyalık toplama
hırsıdır Kanaat sahibi ol Kanaat bitmeyen bir hazinedir"
Gaflet hakkında:
"Allahü teâlâdan hakkıyla haya ediniz Gaflette olmayınız Zamanınız, zayi olup gidiyor
Halbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak, ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak,
oturamayacağınız binaları kurmakla meşgul oluyorsunuz Bütün bunlar size, Rabbinizin
huzurunda hesap vermek için duracağınızı unutturuyor Halbuki Allahü teâlâyı anmak,
ariflerin kalblerinde yerleşir Onların kalblerini kuşatır Onlara, Allahü teâlâyı hatırlamaya
mani olan her şeyi unutturur"
Allah için yapılmayan işler hakkında:
"Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hali
nasıl? Cemaat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın?
Göründüğün gibi değilsin Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer
bunları sırf Allahü teâlânın rızasını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allahü teâlâdan uzak
olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, adi ve
bayağı niyetlerin için tövbe et
İnsanlara gösteriş için, onların rızalarını almak için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın
kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak
Sevincini ve neşeni biraz azalt Biraz hüzünlü ol Çünkü sen, hüzün evinde ve dünya
hapishanesindesin Resul-i ekrem daima tefekkür ederdi Sevinçleri az, hüzünleri çoktu Az
gülerdi Sadece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı"
Allahü teâlânın sevgisinde samimiyetin nasıl belli olduğu hususunda:
"Kulun Allahü teâlâyı sevmesinde samimi olup olmadığı, başına bela ve musibet geldiği
zaman ortaya çıkar Bela ve musibet geldiğinde sabır ve sükun halini muhafaza edebiliyorsa, o
gerçekten Allahü teâlâyı seviyor demektir Musibet ve fakirlik zamanında sebat gösterebilmek
bu sevgiye delil ve alamet yapıldı Birisi Peygamber efendimize; "Ben seni seviyorum"
deyince; "Fakirlik için bir elbise hazırla" buyurdu Bir başkası gelip Peygamber efendimize;
"Ben Allahü teâlâyı seviyorum" deyince; "Bela için elbise hazırla" buyurdu"
Sabır ve tahammüllerin karşılıksız kalmayacağına dair:
"Halinizden şikayette bulunmayın Sabredin, feryat etmeyin Doğruluk üzere devam edin
İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin İçinde bulunduğunuz istenmeyen hallerden dolayı
ümitsizliğe düşmeyin Daima ümitli olun Birbirinize düşman değil, kardeş olun Birbirinize
buğz etmeyin
Allahü teâlâya, rızası için yapılan sabırlar ve tahammüller, asla karşılıksız kalmaz Onun için
bir an olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükafatını görürsünüz Ömrü boyunca
kahraman lakabıyla meşhur olan, bu lakabı, bir anlık cesareti neticesinde kazanmıştır Allahü
teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen; "Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle beraberdir" buyuruyor
(Bekara suresi: 153)
Hayatı fırsat bilmeye dair:
"Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak,
bu dünyadan ayrılacaksınız Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganimet biliniz
Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkan varken bunu fırsat biliniz Tövbe ediniz Dua
etmeye imkanınız varken, dua ediniz Salih kimselerle beraber olmayı fırsat biliniz"
Kabir ziyaretine dair:
"Kabirleri ziyaret ediniz Salih kimseleri de ziyaret ediniz Hayırlı işler yapınız Böyle
yaparsanız, her şeyiniz düzelir"
Günahlardan sakınmak hususunda:
"Mümin kimse küçük günahları da büyük görür Peygamber efendimiz; "Mümin kimse,
günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar Münafık ise, günahını burnu
üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür" buyurdu"

Hasedin, Allahü teâlânın gazabına sebep olacağı hususunda:


Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, komşunu; yemede, içmede, giymede ve başka şeylerde
kıskanır görüyorum Bu nasıl iş? Bilmiyor musun ki, bu senin imanını zayıflatır Mevlanın
yanında kıymetin kalmaz Seni, Allahü teâlânın gazabına uğratır Peygamber efendimiz;
"Allahü teâlâ, hasetçi kimse nimetimin düşmanıdır," buyurdu" diye bildirmiştir Resul-i ekrem
bir hadis-i şerifte; "Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer" buyurdu Sen, haset
ettiğin kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun Onun kısmeti için mi, yoksa kendi
kısmetin hususunda mı haset ediyorsun? Eğer onu, Allahü teâlânın ona kısmet olarak verdiği
şeyde haset ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun Haset ettiğin kimse, Allahü teâlânın
kendisi için takdir ve taksim ettiği nimetin içerisinde bulunmaktadır Sen onu, Allahü teâlânın
bu ihsanından dolayı haset etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar
akılsızlık ettiğini biliyor musun? Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline geçeceğinden
endişe ederek kıskanıyorsan, bu senin çok cahil olduğunu gösterir Çünkü senin kısmetini
başkası yiyemez Muhakkak ki Allahü teâlâ sana zulmetmez Allahü teâlâ senin için takdir
ettiğini, sana nasip olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez..

//Yardım edenden tavsiyeler..

Bak bir şu marifetli harflerin rableri huzurunda hiç sesleri çıkıyor mu..

Sen de işte onlar gibi ol rabbin huzurunda..

Allah'ın huzurunda bir sükut et bak nefsin sana nasıl da özenecek...


Susacak..

Daha soracak mısın huzur nerede diye?

Bilmedin mi Allah bize şahdamarımızdan yakın.

Sükut et O'nun huzurunda..

Neyi sorup duruyorsun nefsine..


O Vekil değil mi herşeye?..

Neyi merak ediyorsun?..


Nefsinle tartışıyor, ona uyuyorsun..

O'nun huzurunda şu harfler gibi ol da sükut et lütfen...

Bak göreceksin o zaman huzur nedir..Kimindir?


Kimin huzurundasın..

//İbn-i arabi hazretlerinin sözüne başka bir şerhim

Ancak Ondan baskasını gören kimse O'na tevekkul eder.

- O'nu gören kimse gözün görmesinin de Ondan olduğunu yine O'nunla görünce artık görmeyi
bırakır.. aynen böyle de herşeyi Ona teslim eder yani Hakk olanı teslim eder.Tevekkülünde
O'ndan olduğunu bildiği için tevekül etmez tevekkülle olur..Tevekkülle olan varlık Onun
üflediği ruhudur..O'nu da Ona teslim eder..Zaten öyledir..

Allahı tanıyan biri nasıl ona ibadet eder, hayret ediyorum?

-Halbu ki O ibadet Ona yine Ondandır..Herşeyin Ondan olduğunu bilen nasıl bir şeyi kendine
ait görebilir ki günah işlesin...Bu şeyi bilen günah işleyen olmaya nasıl cesaret eder?..Allah
hiç günah işler mi? Bunun cevabını bilen günaha değil sevab işlemeye nasıl kudret
bulur...Bulursa yine Onunla bulur..Onunla bunu hakikaten bulan sadece ağlar durur..

ibadet eden rabbi hakkında kötü zan besler,

-Kendinden yaptığına inandığı ibadet nasıl Ona layık olabilir..Kimi zaman uyuklar kimi
zaman ibadetten gafil olur hiç bi zaman mükemmel ibadet edemez de nasıl olur bu ibadeti
Ona layık görür..
günah işleyen rabbi hakkında iyi zan besler.

-Herşeyin Ondan olduğunu görebilen günah içinde bulursa kendini mağrifetine sığınır Allah
affedici Allah boş iş yapmaz bilir

ibadet nura götürür, günah ise atese götürür.

-Allah hidayet edendir..Allah hesap görendir

Nur atesten daha yakıcıdır.

-Allah batındır tümden zahir olup gözleri ve şeyleri o nurunun parlamasında yok etmez.

bildiklerinin bildirdiklerinin en doğrusunu bilen ancak Allahtır..Varım diyen kendini


göstersin..

//"SEN" de! yakın ol

Zünnun'u (Yunus'u) da. Hani öfkelenerek gitmişti de Bizim kendisini asla


sıkıştırmayacağımızı sanmıştı; derken karanlıklar içinde: «Senden başka ilah yoktur, seni
tenzih ederim, ben gerçekten zalimlerden oldum diye.» seslendi.

ENBİYÂ - 87

O halkın ilgisizliğinden Allah'ın emrini dinlemedi ve kaçtı..Allah onu denizde fırtınaya maruz
bıraktı..sonra kendi isteğiyle onu denize attılar..düşün fırtınalı denizde herkez tarafından
terkedilmiş ve yalnız olarak kaldı ve onu bir de bir balık yuttu..Düşün onu kaçıranlar
halktı..ama Allah onların bu zulmüne ve yunus aleyhisselamın bu kaçışıyla hem kendine hem
de onlara etmiş olacağı..yani herkezin kendine yapmış olacağı zulme müsade etmedi..Ama
herkez kaçtığı için onlara, bilhassa öncelikle görevli olana, "Yakin"i tecrübe ettirdi..Ve işlerin
ne olursa olsun aslında kimin elinde olduğunu kimin esas tesir sahibi olduğunu, esas varlık
sahibinin kim olduğunu yakınen bildirdi..ve artık görevli olan Yunus aleyhisselam "Hu" (O)
demedi.. "SEN" dedi..

O , dertli dertli Rabbine niyaz etmişti .

Kalem 48

Yunus’un kavmi müstesna, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı, keşke
(kendilerine azap gelmeden) iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus’un
kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir
süre (dünya nimetlerinden) faydalandırdık.

Yunus 98

"Ondan başka ilah yok" ile "Senden başka ilah yok" zikirleri arasındaki farkı
bilmelisin..Yakın sahibi olmalısın. Yoksa hem kendine hem de başkalarının kendi kendilerine
ve sana zulmetmelerine sebep olursun.. Fırtınalı denizlerde karanlıklar içinde kalıp, kendimize
zulmetmeden önce "Sen" zikrine ulaşmamız için Allah bize öğüt veriyor..O büyükler bize
bunu öğretmek için asla dayanamayacağın mahrumiyetleri yükleniyorlar.. bunun için ölümü
göze alıyorlar..Seni zorluyorlar..Fırtınalara bırakıyorlar...Kendine ve başkalarına
zulmetmemen için sana "yakın"ı açıklıyorlar..Şahdamarından yakın olanı bil!..Başkalarına
"O!O!" deyip kendini paralayacağına..İftiralarda bulunacağına! Asıl sen önce "O"nu bil de
"SEN" diyebil..

//Ya ben söylemeyim de öleyim mi?

Bak İbn-i arabi hazretleri ne diyor..

...Allahı tanıyan biri nasıl ona ibadet eder, hayret ediyorum? ibadet eden rabbi hakkında kötü
zan besler, günah işleyen rabbi hakkında iyi zan besler. ibadet nura götürür, günah ise atese
götürür. Nur atesten daha yakıcıdır.

Muhyiddın ibn Arabi (r.a.)

İlk önce İbadet ne demektir onu bilmelisin..

"Göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez Allah'a secde ederler" (Ra'd: 15)

Bu sırra değinen pek çok ayetten sadece bunu ele alalım..Bak isteyerek ya da istemeyerek
"secde" eder diyor. Yani demek ki İbadet kurana göre sadece namazdaki secde değimiş! evet..
Bu arada O halde dikkat ettiysen namazdaki "secde" bundan nasıl ayrı oluyor?..Çünkü ister
istemez "secde eder" deniliyor..Yani sen şöyle desen "ben sizin bildiğiniz gibi secde
etmiyorum ama siz bilmiyorsunuz aslında ben de secde ediyorum!" bu sözünde yanılmış
olursun. Nedeni de şu ki "Sen bu ayrım yaptığın sözünün hakikatine göre istesen de istemesen
ha öle ha böyle mutlaka secde ediyorsun!" Böylece bunu bizim alnımızla yaptığımız secdeden
ayrı tutman manasız oluyor..ve kendi sözünde gerçeğinle çelişmiş oluyorsun. Yani ibadetinin
tam olduğunu söylemeye çalışsan da bak görülüyor ki ibadetin eksikmiş!..İbadet
etmiyormuşsun aslında.. Nasıl oluyor peki?

Sen, kötünün ve iyinin , yani "alemdeki her varlığın her başka bir varlığı "hayra" ve
"doğru"ya eriştirebildiklerinin farkındayken" ! Nasıl oluyor da sen bunlardan ayrı bir üslupta
böyle hepsinin üstünde onları inkar ederek konuşabiliyorsun ? Yani demem o ki senin (ya da
benzerlerinin) kendini diğerlerinden ayrı kılmanıza sebep olan bu üstünlük nedir ? Bu
üstünlük hakkını sen nereden buluyorsun ? Bu bize idrak ettirmeye çalıştığın hakikati bildiğin
halde!

Bak ben bir üstünlük göstermiyorum sana sadece bilgi olarak soruyorum ; madem sen bu
dediğinin kastettiğinin farkındasın! o halde sen neye dayanarak kendini alemdeki diğer bir
varlıktan bu açıdan üstün görebiliyorsun? Senin ayrılığın nasıl oluyor bu ortaklıkta ?

Ya da böyle bi ortaklık nasıl oluyor?

Sen de topraktan ve bu alemden yaratılmadın mı ?

Ruhundan kaynaklı bir üstünlükse..Senin ruhun Alemlerin tek ve bir olmayan başka bir tanrısı
var da ondan mı geliyor ?
Bunlar kendini hayırlı olarak diğerlerinden ayırman sebebiyle alemin varlığından benliğine
gelen sorulardır...Ve inanıyorum sen bu soruları kibrini aşarak ölmeden önce güzelce
cevaplandırıp karşılık vereceksin..İnşaAllah..

"Göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez Allah'a secde ederler" (Ra'd: 15)

Bu arada baştaki söze biraz daha dikkatli bakmalısın..Çok çok dikkatli bakmalısın..Sevgiyle
bakmalısın..Secdeyle bakmalısın..Yoksa şeytan gibi Allah'ı ve emrini istemeyip boş bir kibirle
ömrünü toprakla!, alemle! üstünlük yarışında harcayabilirsin..Halbu ki senin bir ruhun
vardır...Alemlerin çok özel bir ve tek olan rabbi vardır..O'na isteyerek secde etmen duasıyla...

Veysel

Karenliler Küfe'den döndükleri zaman Veysel kavmi arasında saygı görmeye başladı.Ama o
bunu istemiyordu. Bu nedenle kaçıp tekrar Küfe'ye geldi. Bundan sonra Harem bin Heyyan
dışında kimse onu bir daha görmedi. Harem diyor ki, Veysel'in şefaatta hangi dereceye
ulaştığını işitince onu görme arzusu bana galebe çaldı. Küfe'ye giderek onu aramaya
koyuldum. Tesadüfen Fırat sahilinde abdest alıp elbise yıkarken buldum. Onu tanıdım. Tıpkı
işittiğim sıfatlara sahip biri olarak buldum. Selam verdim, selamımı aldı ve bana baktı, Allah
seni bağışlasın nasılsın dedim. Halinin zayıf olması ve ona olan mahabbet ve merhameti"n"
nedeniyle beni bir ağlama tuttu.

O da ağladı ve: "Ey Heyyan'ın oğlu Herem! Allah ömürler versin, nasılsın, seni bana kim
klavuzladı?" "Benim ve babamın ismini nereden bildin, beni hiç görmediğin halde nasıl
tanıdın?" "Hiçbir şey ilminin dışında kalmayan ve herşeyden haberdar olan bildirdi ve ruhum
ruhunu tanıdı,zira müminlerin ruhları birbilerine aşinadır."

"Bana Resulullahtan (s.a.v.) bir hadis rivayet et." "Ben onunla görüşemedim, ama hadislerini
başkalarından dinledim. Ancak muhaddis, müftü ve müzekkir (vaiz) olmak istemem. Zira
benim işim nefsimledir, bundan vazgeçemem."

"Okuyacağın bir ayeti dinlemeyi arzuluyorum." Veysel bunun üzerine eüzüyü çekti,
hıçkırarak ağladı ve, 'İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.'[ZARİYAT
51:56] 'Biz yeri, göğü ikisi arasındaki şeyleri oyun olsun diye yaratmadık, bunları ancak hak
ile yarattık. Lakin insanların çoğu bunu bilmezler' [DUHAN 44:34-48] mealindeki ayetleri
okudu. Ve öyle bir nara attı ki,az kalsın aklı başından gitti. Sonra bana dönüp sordu: Ey
Heyyan'ın oğlu,seni buraya getiren nedir?" "Seninle huzur ve dinginlik bulmak." "Ulu ve yüce
Allah'ı tanıyıp da Ondan başkasıyla huzur ve dinginlik bulan birini hiç görmedim,
tanımadım!"

"Bana öğüt ver."Yattığında, ölümü yastığın altına koy, kalktığında göz önüne getir. Günahın
küçüklüğüne bakma, kendisine karşı günah işlediğin zatın büyüklüğüne bak. Eğer günahı
küçük görürsen Allah'ı küçük görmüş olursun."

"Nerede oturmamı emir buyurursun?" "Şam'da." "Orada geçimimi nasıl sağlayacağım?"


"Üzerinde şirk galip olan ve öğüt kabul etmeyen gönüllerden elaman!" "Başka bir nasihat
daha lütfeder misin?" "Ey Heyyan'ın oğlu! Baban öldü. Adem,Havva,
Nuh,İbrahim,Musa,Davud,Muhammed de (s.a.v.) vefat etti.Resulullah'ın halifesi Ebu Bekir
ahirete göçtü, kardeşim Ömer de öldü. Vah Vah Ömer'im." "Allah'ın rahmeti senin üzerine
olsun, henüz Ömer ölmedi." "Hak Teala bana Ömer'in acı haberini vermiştir. Sonra ben ve sen
de öleceğiz," dedi ve salavat getirdi, dua etti. "Benim sana nasihatim şu olsun," dedi:

"Ulu ve yüce Allah'ın Kitabında gösterilen ve salihlerce tutulan yola sıkı bir şekilde sarıl,
ölümü hatırlamaktan bir an gafil olma, kavmine varınca onlara nasihat et, Allah'ın
mahlukatına öğüt vermekten geri durma, ümmetin cemaatine (ve ehl-i sünnete) uyma
halinden bir adım bile geri atma, yoksa farkına varmadan derhal dinden çıkar, cehenneme
yuvarlanır gidersin."

Sonra biraz dua etti. Ve: "Ey Heyyan'ın oğlu, haydi şimdi buradan git, ne sen beni göreceksin,
ne de ben seni! Seni hayır duayla anacağım. Sen de beni duadan unutma. Sen şu taraftan git,
ben de bu taraftan gideyim." dedi. Bir süre onunla gitmek istedim, ama bana izin vermedi ve
ağladı, beni de bir ağlama tuttu. Bana anlattıkları sözlerin çoğu Ömer ve Ali'ye (r.a.) dairdir.
Sonra ardı sıra ağladım ağladım...Nihayet gözden kayboldu, bundan sonra bir daha ondan
haber alamadım.

hicbir şey yoktan varolmaz varken de yok olmaz

hani yağmurun inmesi için o su yok oluyor ya


ya da o yağmur duruyor "YOK" oluyor ya

O hep enerjiler maddeler yok oluyor var oluyor ya !

Ki düşün bak evren zaten yokmuş..

Kim var orda ?!

İzafi olan O yoklukta! Görünen, görünmeyen yaratmasıyla !...

O Seven-Sevilen zatıyla..

kim var o yoklukta...

O'nu GÖNLÜNDE bulmaya çalış

Gökte ve ötende sandığın TANRI'nı terket, sonsuz - sınırsız ALLAH'a yönel; O'nun, her
noktada ve zerrede mevcût olduğunu farket ve O'nu GÖNLÜNDE bulmaya çalış!.

Ahmed Hulusi

Allah'a emanet ol

Vallahi de billahi de cahilin sözünden bir an olsun içerleme


Hangi kesimden olsun kim olursa olsun ister arılar gibi etrafını sarıp seni soksalar isterse
ölümle tehdit etseler yine incinme onlara öfke duyarak kalbinin nurunu söndürme

Onlara öfke duyarda kalbinde bir karalık görürsen bil ki bu Allah'ın seni huzurundan ayırmak
istememesindendir...Yoksa eğer düşünsene onlardan ne farkın kalır? Sen kendine Allah'ı vekil
kıl! Seni Allah bilsin yeter!

Cahilin tehditinden korkma boştur..Onlara aldırış etme yoksa nefsinin eline düşersin şeytanlar
seninle oynarlar..Onları susturmak cahilleri susturmaktan daha zordur, vallahi de billahi de
sen cahillere kulak asma sabret, mücadele etme...Allah zaten onların cezasını vermiştir..bak
yaptıklarından dönmemeleri rahatsız edici tavırları sadece kendilerinin azabını arttırır da
farketmezler onlar..Onlara acı şefkat duy başka bir şekilde fevri olarak onlarla mücadele
etmen senin de onlar gibi olmana ya da bağışlanabilecekleri yerde senin elinle daha çok
batmalarına sebep olur..Bunu kalbine soruyorum! ister misin?!

Nefsine uyma onlar nefslerine uydular bak hoş mu hiç davranışları? Kendilerini göremiyorlar
yoksa kavganın nesi güzeldir? Karışıklık çıkarmanın sataşmanın manası nedir? Bir insana
eziyet etmenin evet eziyet etmenin nesi iyidir nesi akıldandır nesi güzeldir? Bunu bilmeyen
insanların ettiği zulümle neden kendini meşgul ediyorsun, bırak geçsinler bırak
gitsinler..Yaptıklarının kendi başlarına da gelebileceğini bir an düşünmüyorlar bundan daha
büyük bir ceza olabilir mi onlara neyin cezasını sen vermekle uğraşıyorsun da kendini
yıpratıyorsun!

Bırak sen doğrularla ol güzelliklerle ol, doğru yoldan ayrılma peygamberlerin yolundan
ayrılma.istersen seni sokağa atsınlar isterseler işsiz yurtsuz güçsüz bıraksınlar bulaşma!
baksana görmüyor musun ne kadar zavallılar! Düşün işte nefse uymak ne kötü bir şey gör bak
savaşlar oluyor dünyada sen öyle insansın ki ister misin hiç savaş olsun da masumlar ölsün!
İşte bunlar bu kadar kör bu kadar bilgiye muhtaç zavallılar onlarla neden aşık atıyorsun! Daha
insan olduklarından! herşeyin kendi başlarına da gelebileceğinden haberleri yokken sen neden
onların sözleriyle meşgul oluyorsun içini daraltıyorsun ? Herkez Allah'ın elindedir hiç bir
zaman zulüm ebediyete kadar sürmez hiç bir zaman kötülük masuma hakim olamaz bil bunu!
Bak O peygamberi taşladılar kendi çocuklarına taşlattılar! Sen hem kendine yapılan zulmü
görme cahilinde cahili var Allah'a çok şükret! Bu dünya ne zalimlikler gördü ne cahillikler
gördü hani nerdeler o zalimler o cahiller? Yenileri geldi akıllanan senin gibi olur ya
akıllanmayanlar hani nerdeler o yüzyıl önceki cahiller? Kim onları iyileri andığı gibi anıyor?
Hani nerde o beşyüzyıl önceki cahiller bin yıl önceki cahiller nerdeler? Sen bu dünyada yine
güzelce yaşa güzelliklerle meşgul ol sabret sabretmekde bak görüyorsun büyük bir yücelik
büyük bir güzellik var. Sabırlı ol cahillik etme! Laflarına kulak asma! iyileri masumları
büyükleri bu dünya nasıl güzellikle ahiret yurduna selamladıysa Allah onları nasıl güzel
andıysa seni de öyle güzelliklerle ansın! Yalnız değilsin! Yalnız olan cahillerdir bak onlar
kendi aralarında dahi anlaşamazlar seninle hele niye anlaşabilsinler cahilliklerini
sürdürürlerken! Sen sabret güzelliklerle ol cahillere dahi erdemlice davran ki Allah seni
korusun iyilerin arasında ansın. Şu sözün güzelliğini farkettin mi hiç?

Allah'a emanet ol!

Evliyaullah...

...Onların anılmasıyla inen rahmet ise iliklerde müşahede edilir ve etkileri de dışarılardan
zuhur eder. Bu rahmet, onların ailelerinden ve memleketlerinden ayrılmaları; sahillerde,
çöllerde, yollarda ve vadi içlerinde, dağlarda ve tepelerde yaşamaları; dünya ve dünya ile ilgili
haberlerle ilişkilerini kesmeleri sebebiyle; onlar anıldıklarında, haberleri aktarıldığında; Allah
ile olan halleri, söyleşmeleriyle, ünsiyetleriyle ve halvetleriyle kanıtlandığında; insanın içinde
hissettiği incelik ve gönül kırıklığıdır. İşte bu anma esnasında, dinleyenlerin gönüllerinde
Rablerine karşı bir hasret duyulur, üns yaygısında, O’nunla söyleşmenin ve O’nunla tek
kalmanın lezzeti hissedilir. Allah’ın onlar için seçmiş olduğu güzel hallere ulaşma arzusuyla;
ağlamaktan gözleri yaşarır ve bu kutsal ve eşsiz özelliklerin kalplerinde tecelli etmesine
sevinirler. İşte bunların hepsi, onlar anıldıklarında Allah katından gönüllere indirilmiş olan
rahmettir..

Muhyiddin ibn-i arabi hazretleri

Onlar tek başına kaldıklarında, ağlayanlardandırlar. Kendileriyle ilişki kurulduğunda ise, son
derece utangaç oldukları görülür. Öğrenildiklerinde (konuştuklarında), hikmet ehli oldukları
anlaşılır. Kendilerine bir şey sorulduğunda, ilim ehli oldukları fark edilir. Cehaletle
küçümsendiklerinde, tepkileri hilim erbabınınki gibidir.

Onları fark ettiğinde, sanki utancından içeri kaçan bakirelermiş gibi olduklarını sanırsın.
Onların gönüllerindeki mahabbet, üzerlerinde nurun parıldadığı suretlerin güzelliği ile
harekete geçmektedir. Kalplerinin üzeri açıldığında, onların kalplerinin yumuşak ve kırık,
zikirle nurlu, sevgili ile söyleşmekle mamur olduğunu görürsün. Kalplerini O’ndan gayrısıyla
meşgul etmezler. O’ndan başkasının etrafında da dolaşmazlar. Allah mahabbeti, sadırlarını
doldurduğundan, O’ndan başkalarının ve üns ehli olmayanların kelamına iştahları yoktur.
Çünkü, Allah ile söyleşmede gerçek lezzet vardır.

Gerçek ve sâdık kardeşler, hayâlı, vekarlı, vera’lı, takvalı, marifet ehli ve dindar olanlar;
vadileri, çöllerde kaybolmadan aşmışlar, hiçbir zaman Hak’tan ayrılmadan, yaygın ahlaki
bozulma ve çürümeye sabırla göğüs germişler, ve batıl karşısında daima Hakk’a
sığınmışlardır. Ve onlara delili (el-hucce) Hak açıklamış ve gerçek yolu da O göstermiştir.
Böylece onlar, tehlikeli yolları reddetmişler ve yolların en iyisine suluk etmişlerdir.

Yüryüzünün direkleri (el-Evtâd) işte bunlardır. Onların (varlığı ve duaları) sebebiyle, ilahi
bağışlar dağıtılır, (maddi-manevi) fetihler olur, (yağmur ve rahmet) bulutları oluşur,
(yeryüzündeki) azab kalkar ve tüm mahlûkat (yaşam nedeni olan) suya kavuşur. Allah’ın
rahmeti hem bizlerin hem de onların üzerine olsun!

Zunnûn-i Mısrî Hazretleri

İnnâ lillah Eğer bu çocuk yakîne ermişse iyi fakat değilse helak olur

İsrailoğullarının çölünde (Paran Çölü, et-Tih) bulunuyordum. Hacca gitmek istiyordum.


Yolda, henüz sakalları bile çıkmamış bir gencin, Beyt-i Atîk’e doğru, azıksız ve bineksiz bir
biçimde yürüdüğünü gördüm.

Yanımdaki arkadaşıma dedim ki:


“İnnâ lillah! Eğer bu çocuk yakîne ermişse iyi fakat değilse helak olur.”

Ve onun yanına vardım, şöyle dedim:

“Ey delikanlı!”

Şöyle cevap verdi:

“Hizmetindeyim (lebbeyke).”

Şöyle sordum:

“Böyle bir yerde, bu vakitte, azıksız ve bineksiz olunur mu?”

Bana bir nazar etti ve şöyle dedi:

“Ya Şeyh! Kaldır başını ve bir bak! Acaba O’ndan başkasını görecek misin?”

Ben de ona şöyle dedim:

“Sevgili dostum! Dilediğin yere git!”

İbn Arabi hazretleri

Zunnûn-i Mısrî Hazretlerinden

Mahabbet ehli birinin gözü, sevdiğinin mülkünde bulunan hangi şeye değerse, orada
sevgilisinin sevgisi mevcuttur
Asla kendine kendinle yardım etmeye kalkma ki, Allah seni nefsinle baş başa bırakmasın

Allah’a en fazla arif olan kişi, Allah konusunda hayreti en şiddetli olan kişidir.

Biliniz ki, Allah için seven kişiye, Allah için, başkalarını kendisine tercih etmek ağır gelmez.
Çünkü onun katında, Allah’tan daha üstün bir şey yoktur.

Zunnûn-i Mısrî Hazretleri

----------------------------------------------------------------------------

Gece yarısı, Zunnûn’un mescidinin ortasında uyuyordum. Zunnûn’un şu şiiri okuduğunu


işittim:

Kaçırdı uykumu sevgin, arttı hastalık kalbimde

Gizledim onu, gönlümde ve içimde gizlensin diye

Fâş etme ne olur, sırrımdaki elbiseni ikram olarak

Kaybettim kendimi, döndür efendim, ikram olarak

Sonra şöyle dedi:

Allah bu topluluğun ruhlarını umutlarla sulamıştır. Eğer onlar Allah’ı zikrederlerse, kendi
nefislerini unuturlar ve Allah’tan başka hiçbir şeyi hatırlamazlar.

Sonra şu sözlerle devam etti:

Onlar, Allah’a yemin olsun ki…

Seçildiler, arındılar ve temizlenenlerden oldular, murâttır çünkü onlar;

Kadri en yüce bir mertebede, Allah’ın hayat bahşedici rahmetiyle yaşadılar.

İbn Arabi
zaten seni bunun için yarattı

Allah insanın bedenini bileşik âlemdeki bütün hakikatlerden oluşturdu. Sonra feleklerin ve
unsurlar âleminin güçlerini ona yerleştirdi. Böyle yapmasının gayesi, ruhsal feyzi kabul
etmesini sağlamaktı. Ardından insana ruh üfledi. Böylece Allah’a hamd-ü sena etti. Fakat bu,
nurun kendisine yayılmasından sonraydı. Söz konusu nur, insanın karanlık dehlizlerine
yayılınca insan hapşırmış, hapşırınca Allah’a hamd etmiş, Allah da ona şöyle karşılık
vermişti: “Ey Âdem! Allah da sana merhamet ediyor, zaten seni bunun için yarattı”

İbn Arabi
Allah Kimleri Sever

Abdulkadir Geylani hazretleri için fakirden

Bir dağa bak..bir ona bak


Fark görülmez..
Zannetme ki öven benim..
Yamaçlarında koşarsın, ağaçlarının altında gölgelenirsin.. seni uçurumlarından atar...toprağını
babanmış gibi öpersin..şehrinde dolaşırsın..şehirindeyken başını döndürdüğünde aynen
görülür.. sesinide duyarsın..ama konuşmaz..üzerindeki taşlar ve putlar Allah korkusundan ve
heybetinden aşağılarına yuvarlanırlar..kıyamet onu sarsmaz...ölümsüz bir vefa duyarsın..
(Düşün) o günü ki, dağları yerinden götürürüz ve yeryüzünün çırılçıplak olduğunu -görürsün-.
Hiçbirini bırakmaksızın onları (tüm ölüleri) mahşerde toplamış olacağız.
Kehf 47

KUTBU'L MUAZZAM

...Nefs, Allah ile kullar arasnda bir perdedir...

SEYYİDİNÂ, EBÛ MUHAMMED, MUHYİDDİN, HAZRET-İ PÎR, GAVSU'L A'ZAM,


GAVSU'S SAKALEYN, SÂHİBÜ'Z ZAMAN, KUTBU'L MUAZZAM, SAHİB-İ MAKAM-
I FERDİYYET, ŞÎR-İ YEZDÂNÎ, KANDİL-İ NURÂNÎ, KUTBU'R-RABBÂNÎ, DESTGÎR-İ
ALEM, SULTÂNU'L EVLİYÂ, KUTB-İ A'ZAM, EL-BÂZU'L EŞHEB, MAHBÛB-İ
SÜBHANÎ, DERVÎŞ-İ HAKKÂNÎ, AL-HASANÎ VE'L HÜSEYNÎ, PÎR-İ PİRÂN, EŞ-
ŞEYH, ES-SEYYİD

ABDÜLKADİR GEYLANİ (RA)

şu kız şu oğlana yanmış desinler

kesik çayır biçilir mi


soğuk sular içilir mi
bana yardan geçti derler
seven yardan geçilir mi

aman desinler desinler


şeker yesinler
şu kız şu oğlana
yanmış desinler
ankaranın tren yolu
gahi eğri gahi doğru
canım benim anadolu
gideyim mi senden gayrı

aman ben yandım


yandım yandım yandım
ellerin melmeketinde
eylendim kaldım

ey aşkımın saffeti

Ey Allah ın kullarına rahmeti,


Allah seni cemadat aleminde yerleştirdi.
Ey Allah ın evi, kalbimin nuru !
Ey gözümün aydınlığı, ey kalbim !
Ey aslında varlığın kalbinin sırrı olan,
Ey mabedim, ey aşkımın saffeti !

Ey Allah ın Kabe si, ey hayatım !

Futuhat ı Mekkiye
İbn Arabi (k.s)

Tek ve Bir olan

Akıllı ve şüpheli olan bak sana ne göstereceğim güzel bak..

BİR göz BİR göz daha İKİ eder

bu İKİ si de GÖZ di mi

yani BİR..

Peki bu BİR ler

TEK mi

değillLER

yalnızca BİR ler

TEK olsalardı İKİ tane BİR nasıl olurlardı

nasıl bir GÖZ olurdu

TEK değil BİR LER

Peki TEK nerde bana gösterebilir misin?


Yok mu ?

Yoksa peki TEK nedir?

KAİNAT mı ?

EVRENin tanımını bana yapabilir misin

EVRENin bana TEK olduğunu ispatlayabilir misin ?

Ya da bu EVREN dediğini bana TEK ise...gösterebilir misin nerdedir?

Yani gösterdiğin TEK ise sen onu nasıl gösterebiliyorsun bana ?

ya da EVREN TEK ise sen nesin ?

bak iki oldunuz ?

hani TEKti

tek değil bak EVREN de BİR..

İnsan bir

insanlar bir ,

evren bak yine seninle olarak BİR..

Peki TEK nedir ?

Nerdedir gösterebilir misin bana ?

Yok mu TEK sence ?

Sadece gösteremediğin için mi yok ?

Yoksa hiç mi yok ?

Yok olan şey nasıl da VAR peki

Sakın TEK olduğu halde BİR olmasın O TEK ?

O yüzden gösteremiyor olmayasın EVREN gibi..

EVREN var mı ki ?

TEK mi ki ?

EVREN KAİNAT eğer bir TOPLAMın ismiyse eğer


bu TEK ne ola ki acaba ?

TEK de yok EVRENde yok mu sence ?

Peki TEK yoktuysa sen nasıl İNSAN olarak BİR iken insanLAR olarak da BİR sin

TEK yoktuysa sen insanLAR iken İNSAN olduğunu nereden bilecektin ?

insanLAR ve İNSAN...TEK yoktu ise nasıl da İNSAN ve insanLAR olarak ayrılabildiler ? ya


da birleşebildiler ?

O TEK olan başka bir TEK olmadığı halde BİR olabilip...yine de TEK ve BİR kalabiliyor
olmasın ? ...

Şüphedekine not: Şüphe içinde olan arkadaşlar bol bol içlerini dökebilirler bu
bloğumda..kaldırır çünkü bu anlattığım bütün cerahatı..bi rahatlayın..temizlenin..Yalnız bu
blog elbette yine düşünenler için...TEK in kucağında hayırlı gelecekler dilerim..O pek şefkatli
çok merhametlidir,bilendir. Şah damarından yakındır..BİRdir.

İlim

Sen ilim yolunda olursan küfre düşmen normaldir, paniğe kapılma..

Çünkü ilim yolunda olmak bilmek demektir..gerçekten bilmek demektir.

Sen nefsinin ilmini yapmaya başlayınca onun yaratılış olarak zalim ve nankör olduğunu
göreceksin.. Çünkü sen gerçek ilmin "hayat ilmi"nin talibi oldun..Hakikatte dış-iç yoktur.
Ancak "hikmet" vardır. Eğer "bilim" yaparsan iç-dış olur..Yani kollara ayırılan "İLİM",
"bilim" ismiyle isimlendirilir. Bilim değil de ısrarla İlim denmesinin sebebi budur.Yani bilim
ayrı ayrı alanlarda bilgidir "İLİM" ise bütün bilgiden kayıtlanandır..

İşte sen ilim yolunda olunca bilimdeki gibi kendini dışarıda bırakamazsın..Dolayısıyla da
Benliğinde olanları olduğu gibi göreceksin..

Nefs cahil ve zalimdir..Bunu ayetten bilirsin..Allah sana bunu bilgi olarak verdi..İlim olarak
verirse senin kendine zalim ve nankör dememen mümkün olmaz..Fark ettiysen zalimlik ve
cahillik kafirliktendir..İşte burda senin bunu "ilmen" bilmen gerekir ki bu hakikatinde
"kafir"lik olduğuna da çıkar..

"Nefsini bilen rabbini bilir"..

İşte bak sen nefsini bilirsen...ama bilirsen gerçekten..işte rabbini bilirsin..Eğer bilmezsen
rabbini bilemezsin ki...

“O kimseler gibi olmayın ki, onlar Allah'ı unuttular, Allah da ceza olarak nefislerini onlara
unutturdu.” (Haşr, 19).

Sen nefsini bilmez de unutursan.. işte dolayısıyla o zalimlikten ve cahillikten


kurtulamazsın..dolayısıyla da rabbini bilemezsin..Rabbini bil"e"meyince, nefsini bilemezsin
ki rabbini bilip nefsini arındırasın..

Onun için "ilim" önemlidir..Allah'ın sana tecrübe ettirmeden bildirdikleri elbette seni
korur..Fakat mesela burda nefsinin böyle olduğunu bildirdiği gibi bilirsen korur..Ona göre
haddini bilir, nefsini unutmazsan korur.. yoksa hangi bilgiyle olursa olsun, sen nefsinin bu
hakikatini arkaya atar unutur ve kendinin zalim ve cahil olduğunu kabul etmezsen...hem
nefsini unutur hem Allahı unutursun..ki işte kafir olmuş olursun.. Kafir kelimesinin anlamı
"Hakikati örten" demektir..Sen eğer ilim yolundaysan nefsinin bu hakikatini unutma ki
zalimlikten, cahillikten kendini korumuş ol, Allah'ımızı unutma..

Böylece ilerlersen nefsinin bu hakikatinden geçer, halifelik hakikatine ulaşırsın..Ondan sonra


"Nefsini bilen rabbini bilir" (s.a.v.) manasının bir başka anlamına ulaşırsın..ki buna diğer
anlattıım boyutunu görmezden gelerek ulaşman imkansızdır.. "O" anlamını inkar ederek ilim
sahibi olduğunu düşünüyorsan, sen belirttiğim ikinci anlamıyla da "nefsini" unuttun demektir
ki ne yazıktır boşa debelenmek..bir şeyler iddia etmek.. ya da nefsini ilahlaştırmak..ya da
iftiralar da bulunmak..

Eğer dersen ki "Nefs madem cahil ve zalimdir; kafir tabiatlıdır? O halde nasıl her doğan
bebek müslüman olarak doğuyor?"..

Cevabım şu ki: Sen "fıtrat" ile "nefs" kelimelerini birbirine karıştıyorsun!

Fıtrat bütün olarak Allah'ın "yaratış/hikmet hakikati", "nefs" ise "insan isminin hakikatini"
ifade eder..

Rabbin meleklere "Ben yeryüzünde bir -halife- var edeceğim" demişti; melekler, "Orada
-bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak- birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek
yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz" dediler; Allah "-Ben şüphesiz sizin
bilmediklerinizi bilirim-" dedi.

Bakara / 30

Dolayısıyla nefsin'in hakikatini (her boyutunda) bilmek sana düşer ki.. Allah'ın
"yaratış/hikmet hakikatini" farketmiş,bilmiş olasın...

Bak yine gördüğün gibi iş "nefsini bilmek"liğe vardı..Ben sana bunu burda bilgi olarak
verdim.. Tecrübesini elde etmek müslüman olmanın vazifelerindendir.Yani sen yeter ki ilim
yolunda olursan Allah işini kolaylaştıracaktır..ya da dersen ki benim kuvvetim yok..O zaman
nefsini bil ki işte nefsin cahil ve zalimdir, nefsini unutma ki Allah'ı unutmayasın..böylece de
nefsinin hakikatinde bulunan cahillik ve zalimlikten korunmuş olasın..ama sen belki hem ilim
yolunda değilsin tecrüben eksik..hem de dilin Allahdan başkasını söylüyor, nefsini unuttun da
başkalarının nefsini söylüyorsun..Başka söylüyorsun...eğer samimiysen/ihlas sahibiysen! ya
da gerçekten kuvvetin yoksa dedikoduyu bırak da!

"Allah de ötesini bırak"

En’âm-91

Asıl amaç ilim değil en önce Allah'ı unutmamandır bunu da bil..Asıl ilim Odur..
Allah en doğrusunu bilendir..Peygamber efendimize, peygamberlerimize, aline ,ashabına,
büyüklerimize ve müminlere selam olsun..

Asıl hayret edilecek şey, sen bu hayret edilecek şeyin sevdasında değilsin

"Eğer dostun yoksa, niçin aramıyorsun? Eğer yarine ulaştınsa niçin sevinmiyor, lakayit
oturuyorsun? Bu acayip iştir. Asıl hayret edilecek şey, sen bu hayret edilecek şeyin
sevdasında değilsin, ilah..."

Hz Mevlana Celaleddin Rumi

The Day the Earth Stood Still filmi üzerine..

Rabbin meleklere "Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti; melekler, "Orada
bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek
yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz" dediler; Allah "Ben şüphesiz sizin
bilmediklerinizi bilirim" dedi.

Bakara / 30

O kadar ilerideki bazıları

Melekleri uzaylı yaptılar


melekler yakışmadı çünkü onlara..
sonra
yetmedi
o uzaylıları Allahsız yaptılar
çok çok zorlandılar; yumurta dayandı... güya evrildiler bişileri anladılar..

özgür oldular..

ama güya öyle özgür oldular ki Allah'a yer yok o dünyalarında

o kadar genişlediler ki "O" na yer kalmadı..

sanki Allah onlara dar geldi..

Geldi..

daha da gelecek..

Çok yüceldiler çok


o kadar ki hiçbir şeye benzemedi.. halleri..

Öyle ki O Allah onlara dar geldi

ne dost olabildiler ne düşman..

Çok yüceldiler çok..


Öyle yüceldiler ki Allah'ı aştılar..
Allah'ı bilmişlerdi ya..

aştılar..

uzak oldular..

ne dostluk ne de düşmanlık..
sadece boşluk..yücelik değil..

ta ki "O" nu ikrar edinceye , benlikleri yerlere eğilinceye , toprağı öpünceye kadar...

Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
(Allah'ın verdiği nimete şükredecekleri yerde nankörlük ettiler, böylece kendilerine
zulmettiler. Yüce Allah da yeryüzünü onların zulüm ve küfürlerinden temizlemek için onları
helâk etti.

EN'ÂM Sûresi 45

O, Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi. Allah'ın nimetini saymak isterseniz
sayamazsınız! Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür

İBRÂHİM Sûresi 34

Size hayatı veren de odur, sonra sizi öldürür, sonra sizi yine diriltir, hakikat insan çok
nankördür.

HAC Sûresi 66

Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise:


Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını)
yanı başına yerleşmiş olarak görünce:
Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere
Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük
edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.

NEML Sûresi 40

Andolsun, biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra bunu kendisinden çekip-alsak,
kuşkusuz o, (artık) umudunu kesmiş bir nankördür

HÛD Sûresi 9

Ve düşünün ki Rabbiniz şöyle buyurmuştu:


«Andolsun ki, şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım ve eğer nankörlük ederseniz
haberiniz olsun ki, azabım çok şiddetlidir!

İBRÂHİM Sûresi 7
Musa dedi ki: «Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz, şu bir gerçek ki,
Allah hepinizden müstağni ve zatında övgüye layıktır

İBRÂHİM Sûresi 8

Nankör: Tuz ve ekmek hakkı bilmeyen,İyiliğe karşı duygusuzluk ve kötülük gösteren

Kişi imanının kuvvet derecesine göre imtihana çekilir

Resûlü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdular ki:

"Kişi, imanının kuvvet derecesine göre, imtihana çekilir."

(İbn-i Ebiddünya, İbn-i Mace, Tirmizi)

İmam-ı Rabbani Hazretlerinden bir uyarı

Şeyh-i ekberi [yani İbni Arabiyi] caiz olmayan bazı bilgileri ile, yine makbuller arasında
görüyorum. Evliya arasında bulunuyor. Onu reddeden, beğenmeyen tehlikededir.) [c.3, m.77]

İmam-ı Rabbani Hazretleri (selam olsun)

İsrailoğullarından iki kardeş tenhalarda ibadet etmek üzere birlikte yola


çıktılar

Ey Kardeşim! Bu, kendime ve sana yaptığım bir nasihattir. Çünkü seni de kendim gibi
gördüm ve Allah için seni sevdim. İnsaflı tutumunu beğendim, seninle birlikte olmayı
tutkuyla arzu ettim. Bu gün de senin yanında olmayı, sana nasihat etmeyi, senin beni
kınamanı, benim de seni kınamamı, böylece Allah için iki dost olup ölünceye kadar
birbirimizi sevmeyi arzu ettim. Seni ne çok seviyorum! Ne kadar derin bir şefkat besliyorum
sana karşı! Allah senden razı olsun. Gerçekten senin yanında olmayı istedim. Nitekim Ebu
Muhammed Yahya b. Ebu'l Hasan (r.a) bize şöyle rivayet etti: bize Ebu'l Feth Abdulbaki
b.Ahmed b. Selman anlattı, ona Ebu'l Fadl Ahmed b. Hüseyin b. Hayrun anlatmış. O, Ebu Ali
el-Hasan b. Ahmed b. İbrahim b. Şazan'dan duymuş. Ona Ebu'l Hasan b. Abdulaziz el- Harazi
anlatmış. O, Ebu'l Hafs et-Tunisi'den duymuş. O na da Ebu Ma'bed anlatmış ki: Bilal b.
Said'in şöyle dediğini duydum: İsrailoğullarından iki kardeş tenhalarda ibadet etmek üzere
birlikte yola çıktılar. Yolun bir yerinde ayrılmaları gerekti. Biri diğerine dedi ki:
Sen şu yolu tut, ben de şu yolu tutayım. Bir senemiz dolunca, burada buluşalım. Böylece
ibadet etmek üzere yola çıktılar. Ertesi sene söyledikleri yerde buluştular. Biri diğerine dedi
ki: İşlediklerin içinde en büyük günah hangisidir? Şöyle cevap verdi: Yolda yürürken bir
başak gördüm. Sağımda ve solumda iki tarla vardı. Başağı tarlalardan birine attım. Ama
başağın, attığım tarlaya mı yoksa diğerine mi ait olduğunu bilmiyorum. Sonra diğeri soruyu
soran kişiye sordu: Peki senin işlediklerin için en büyük günah hangisidir? Şu karşılığı verdi:
Bilmiyorum; ama namazda bazen şu ayağıma bazen de şu ayağıma ağırlığımı veriyorum. İki
ayak arasında adil davranıyor muyum, davranmıyorum, bilmiyorum? Evde bulunan babaları
konuştuklarını duydu. Şöyle dua etti: Allah'ım! Eğer doğru söylüyorlarsa, hemen şimdi
canlarını al. Sonra dışarı çıktığında iki oğlunun ölmüş olduklarını gördü.

İşte böyle, ey dostum! Allah ehlinin buluşmaları ve konuşmaları kusurlarını zikretme ve


kendilerine karşı insaflı, dürüst davranma şeklinde olur. Birbirini övme hususunda insaflı
davranma şeklinde değil. Hapishanede ancak oranın havasına uygun şeylerden söz edilir.
Vefat edip rahmet mekanına yerleştiğin ve amellerinin semeresini devşirdiğin zaman, bu
güzellikler yurduna uygun şeylerden ve kendi güzelliklerinden söz edersin. Ama burada değil.
Çünkü burası imtihan, kazanma ve edinme yurdudur. Burada insan, Nebi olsun veya olmasın
kanının mahkumudur. Kanı da ancak öldürülme ile çıkar. Eğer sana karşı nazik davranma
gereğini duymasaydım, konuşmalarımız, değişmez ve çıplak hakikatler ışığında, zindanın ve
mahkumların mertebeleri ile ilgili olurdu. Aramızda geçen bu konuşma yeter. Allah biliyor;
eğer sana duyduğum sevgi ve içimde sana karşı beslediğim saygı olmasaydı,
bunların hiçbirini sana söylemezdim, adını anmazdım ve seni Allah'ın diğer kulları arasında
ihmal edilmiş bırakırdım. Ama Allah beni ve seni ruh, beden, mana ve şekil olarak tanıştırdı.
Bu yüzden sana, ancak açık sevginin, saf ve sahih dinin gerektirdiği biçimde hitap
edebiliyorum. Fakat senin faziletin, kendi tarikatında ileri oluşun benim nazarımda
meşhurdur.

Her bilenden daha üstün bir bilen vardır.


O, dilediğini rahmetine özgü kılar.
Allah büyük lütuf sahibidir.

Bu gün seninle Allah için arkadaşlık edecek çok az kişi bulunur. Senin bu zamanında
arkadaşlıkların çoğu şu amaçlar yüzünden ve de arzuların hakimiyetinin iyice
pekişmesinden dolayı maluldür. Allah'ın kulları o kadar az ki! Bu anlamda kaleme aldığım
beyitler var. Onları aşağıda sunuyorum:

Şu muhkem varlığa bak


Bizim varlığımız ise işaretlenmiş bir rida gibidir.
Halifelerine bak, mülklerinde
Kiminin dili açık, fasih konuşur, kiminin anlaşılmaz
Onlardan İlahını seven yok;
Ancak dirhem sevgisine bulaştırarak severler.
Bu yüzden: şu marifetin kuludur, şu
Cennetin, şu da cehennemin kuludur, denir.
Çok çok azı müstesna. Onlar
Vehim türünden olmaksızın Onunla sarhoşturlar
Onlar Allah'ın kullarıdır, onları bilemez
Ondan başka hiç kimse.
Nimetin kulları değildirler...

Muhyiddin ibn-i Arabi

Bilim Gafleti (Alıntı)

"Not : Başlık bana ait, içerik gazeteden alıntı."

Beynimizin her geçen gün yeni bir fonksiyonu daha keşfediliyor. Ama hala daha muamma
olarak bilinen 10 fonksiyonu var olduğu iddia ediliyor.İşte bu fonksiyonlar...

Kafamızda taşıdığımız 1 kilo 350 gramlık koca bir labirent. Her gün tepemizde ve bizi o
yönetiyor. En güzel duyguların da, şeytani emellerin de planlayıcısı o... Sırlarla dolu, kapalı
ve karanlık bir kutu gibidir beynimiz. İşte beynin çözülemeyen 10 sırrı!

1. Bilgi nöronlarda nasıl kodlanıyor?

Beynin en karışık işlemlerinden bir tanesi, bilginin kodlanması. Bu süreçte beyindeki


nöronlar, yani sinir hücreleri, zarlarının dışında elektrik akımı oluşturuyor. Bu elektrik
akımları, ‘akson’ adı verilen uzantılara ulaşarak, onlar vasıtasıyla gerekli olan kimyasal
sinyallerin açığa çıkmasını sağlıyor.

Bu akımlar sayesinde dünyayla, çevremizde olup bitenle ilgili bilgiler beynimize aktarılıyor.
“Ne görüyorum?”, “Aç mıyım?”, “Hangi sokağa sapayım?” gibi sorulara yanıt işte böyle
bulunuyor.

2. Anılar beyinde nasıl saklanıyor ve nasıl tekrar hatırlanıyor?

Bir kişinin ismi gibi, yeni bir şey öğrendiğinizde beynin yapısında birtakım fiziksel
değişiklikler meydana geliyor. Ancak bu değişikliklerin hâlâ ne tür değişiklikler olduğunu,
nerelerde meydana geldiğini, bilginin nasıl depolandığını ya da yıllar sonra tekrar hatırlanarak
tekrar nasıl gündeme getirildiğini anlayamıyoruz.

Beyinde çeşit çeşit hatıralar var. Ancak beyin, ‘kısa dönem anılarla’ (yeni öğrenilen bir
telefon numarasını hatırlamak gibi), ‘uzun dönem anıları’ (geçen yıl doğum gününüzde
yaptıklarınız gibi) birbirinden bir şekilde ayırıyor. Beyin travması ya da beynin zarar görmesi
ise bu yetenekleri bozabiliyor.

3. Beyin, geleceği nasıl öngörüyor?

Çoğu zaman gelecekle ilgili birtakım planlarımız ve öngörülerimiz olur. Geleceğin nasıl
şekilleneceğini düşünürüz. Beynimizde, gelecekle ilgili bir şekil vardır. Ancak beynin bu
‘gelecek simülasyonunu’ nasıl yaptığı henüz anlaşılmış değil. Beyin, dünyayla ilgili
öngörülerde nasıl bulunabiliyor? Bilim adamları hâlâ bunun yanıtını arıyor.

4. ‘Duygu’ ne demek?

Beyin, sadece bilgi biriktiren bir organ değil; aynı zamanda duygu, motivasyon, korku ve
umutları barındıran bir organ. Bütün bunlar bilinçaltında olan şeyler aslında...

Örneğin beynin duygularla ilgili bölümü sinirli yüzlere, o yüzleri görmeden de tepki
verebiliyor. Kültürler arasında da temel duyguların dışa vurulması, aslında birbirine benziyor.
Hatta Darwin’in de gözlemlediği gibi, temel duyguların ifade edilmesi bütün memelilerde
benzer.
Bilim adamları, insanların fiziksel tepkilerinin sürüngenlerin ve kuşların tepkilerine çok ciddi
bir şekilde benzediğine dikkat çekiyorlar.

5. Zekâ nedir?

Zekâ farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Ancak ‘biyolojik’ açıdan zekânın ne anlama geldiği
henüz bilinmiyor. Milyarlarca nöron, bilgiyi ‘harekete geçirmek’ için nasıl birlikte çalışıyor?
Gereksiz bilgi beyinden nasıl siliniyor? İki kavram ‘birbirine uyunca’ ve böylece bir soruna
çözüm bulduğunuzda, beyinde neler oluyor? Zeki insanlar bilgiyi beyinlerinde ‘hatırlaması
kolay’, ayrı bir bölgede mi muhafaza ediyorlar?

Beyin fonksiyonlarının temel işleyişiyle ve nöronlar arasındaki bağlantılarla ilgili, bilim


adamlarının elinde hâlâ çok az bilgi var. Ancak zekânın, beynin tek bir alanıyla değil, pek çok
bölgesiyle ilgili olduğu üzerinde duruluyor. İnsan beyninin diğer canlılardan farkı hâlâ
araştırılıyor.

6. Beyin, ‘zamanı’ nasıl algılıyor?

Alkışladığınızda ya da parmağınızı ‘şıklattığınızda’ sesi mi daha önce duyarsınız, hareketi mi


daha önce görürsünüz?

Her ne kadar duyma yeteneği, görme yeteneğinden daha hızlı çalışsa da, parmakların
görüntüsüyle, çıkarılan ses aynı anda gerçekleşiyormuş hissi doğuyor. Yani beyin pek çok
olayın aynı anda gerçekleştiği ‘hissi’ yaratarak aslında bizi ‘kandırıyor’. Beynin zamanla
‘oynadığını’ aslında çok kolay anlayabilirsiniz.

Aynanın karşısında sol gözünüze bakın. Daha sonra bakışınızı sağ gözünüze kaydırın.
Gözlerinizi diğer tarafa çevirmek bir zaman alıyor elbette. Ancak siz gözlerinizin hareket
ettiğini görmüyorsunuz. Gözlerinizi kırpıştırdığınızda da aslında gözleriniz çok kısa süreliğine
de olsa karanlıkta kalıyor. Ancak bu karanlığı da görmüyorsunuz.

7. Nasıl uyuyor ve rüya görüyoruz?

Zamanımızın üçte birini uyuyarak geçiriyoruz. Araştırmalara göre, az uyumak sinir


sisteminde bozukluğa yol açıyor. Canlılar uyuduklarında beynin bir bölümü de uyuyor, ama
uykunun mekanizması, işleyişi hâlâ bilinmiyor.

Uykuda nöronların aşırı derecede hareket halinde oldukları biliniyor.

Ayrıca önemli bir sorunu çözmeden önce uyumanın, o sorunu çözebilmek açısından yararlı
olduğu da düşünülüyor. Düzenli uykunun, öğrenme kapasitesini de artırdığı söyleniyor.
Özetle, uyku sayesinde beyin bir şekilde gerekli bilgileri depoluyor, gereksizleri ise ekarte
edebiliyor.

8. Beynin ayrı ayrı olan sistemleri, birbirleriyle nasıl bütünleşiyor?

Gözle bakıldığında, aslında beynin her bölgesi aynı görünüyor. Ancak aktivitelerini,
işlevlerini ölçtüğümüzde, her nöron bölgesinde farklı bilgilerin kayıtlı olduğunu görüyoruz.

Örneğin görme yeteneğini ilgilendiren bölgenin içindeki alanlarda hareketler, yüzler, köşeler
ve renklerle ilgili çeşit çeşit bilgiler bulunuyor. Yetişkin bir insanın beynini, çeşitli ülkelerin
bulunduğu bir dünya haritasına benzetebiliriz. Beynin içinde koku, açlık, acı, hedef koyma,
sıcaklık, öngörü ve daha pek çok şeyle ilgili ‘beyin ağları’ var. Farklı işlevlerine rağmen bu
sistemler birbirleriyle bir şekilde bütünleşerek çok iyi bir işbirliğine giriyorlar.

9. ‘Bilinç’ nedir?

İlk öpücüğünüzü düşünün. Bu, hafızanızdan hiç çıkmaz. Peki bu hafıza, bu deneyimi
yaşamadan, bu deneyimin bilincinde olmadan önce neredeydi?
Modern bilimde, ‘bilinç’ çözülememiş olan en önemli sırlardan biri. Bilinç, tek bir fenomen
değil. Peki ne? Bilinç, beyindeki hangi sistemlerle ilgili? Bilim adamlarının bu konuda da
hiçbir fikri yok...
Şimdiye kadar yapılan araştırmalara göre, bilinç konusunda, büyük bir ihtimalle yine bir grup
aktif nöron iletişim içinde.

Bilincin altında yatan mekanizmanın moleküllerle ya da hücrelerle ilgili olabileceği üzerinde


de duruluyor. Belki de mekanizma, bu sistemlerin etkileşimleriyle oluşuyor. Bilim adamları
bu sıralar bilincin, beynin hangi bölgeleriyle ilgili olduğunu araştırıyorlar.

10. Bilgisayara karşı beyin...

Beyindeki elektrik akımlarının hızının, bilgisayarlardaki sinyal hızından 100 milyon kat daha
fazla olduğunu biliyor muydunuz?

Bir insan, arkadaşını hemen tanırken, bir bilgisayarın bir yüzü tanıması genellikle çok zor
oluyor. Beynin pek çok işlemi aynı anda yaptığını söyleyen bilim adamları, beynin bütün
bölgelerinden gelen bilgilerin tek bir bölgede birleşmediğini, ancak bu farklı bölgelerin kendi
aralarında güzel bir ‘işbirliğine’ girdiklerini ve bir ağ, yani ‘network’ oluşturduklarını
belirtiyorlar. Bizim de dünyaya olan bakış açımız işte bu karmaşık network sayesinde
oluşuyor.

Günahlardan/ından

Günahlardan/ından da yüce Allah'a sığın..

Yetmez mi ?

Allah'ın, günahları / nı bilmesi yetmez mi ! / ? ...

Şeytanın Dediği

Şeytanın dediği ancak bir replik...rolüne kandı..

Uzak Sanma

Kendini Yüceden uzak sanmayasın !..

"Muhakkak ki Allah bir sivri sineği, hatta daha üstününü misal getirmekten çekinmez. İman
edenler bilirler ki, o şüphesiz haktır, Rabb'lerindendir. Ama küfre saplananlar: «Allah böyle
bir misal ile ne demek istedi?» derler. Allah onunla birçoklarını şaşırtır, yine onunla
birçoklarını yola getirir. Onunla ancak o fasıkları şaşırtır."

Bakara 26

Kaderin ve Kaderinin Dışında


Filmin içinde olduğunu bilip senaryoya sadık kalır
doğaçlama yapmaya kasmaz,
Rolüne kanmaz isen..
Kaderden ve kaderinden etkilenmeden
Hırpalanmadan,
Kaderin ve kaderinin dışında
yaptığınla yapmadığınla
Yalnızca Yaradanlasın..
O'nunlasın...

Hz Nuh

Ve andolsun ki Biz, Nuh'u kavmine gönderdik. Böylece onların arasında 1000 seneden 50 yıl
eksik olarak (950 yıl) kaldı. Sonra onları tufan aldı. Ve onlar zalimlerdi.

Ankebut 14

Hava da dahil bütün doğal besinlerin eksiksiz alındığını ve kör, zehirli teknolojinin olmadığını
biraz tefekkür edebilirsen o kadar uzun yaşamalarına inanmamak kafirlik (hakikati
örtmek)olur gerçekten..

Tesbih

Sevap taneleri birbiri ardına gelir


Çekilir tesbih, sevaplar çekilir bir bir
Zıplar kuzu güvenli sevap çitinde.
Günah taneleri de aynı bir ip üzerinde
Çekilirse gelir ardı ardına bir bir..

Senden Lütuftan başka ne gelir?

İlahi!

Bana nimet verdin, şükretmedim.

Üzerime bela gönderdin sabretmedim;

Şükretmediğim için verdiğin nimeti almadın,

sabretmediğim için belayı sürekli kılmadın.

İlahi!

Senden Lütuftan başka ne gelir?

Hasan-ı Basri

OKUmayacak mısın !
Bebektin
ne görür ne duyardın ama gören duyan vardı
Hem ileride Ben diyeceğin Sende hem de görmenin her türlüsünde

Biraz büyüdün
Varlığını görür duyar oldun Ben i anlamaya başladın
Halbu ki Benim demeden önce de görüp duyuyordu varlığın fakat Sen neredeydin

Dilin mi O ?

Ben diyebildin ?

Gözün mü O ?

Ben diyebildin ?

Hayır hepsi aynen Ben in gibi varlık bulup yokluğa karışıyorlar


Sen in gibi O na dirilp Onda yok oluyorlar

O ise hiç biri ama hepsinin varlık kaynağı ! An be an !

Senin O varken Ben diyemediğin göremediğin duyamadığın gibi O na doğup Onda var bulup
Onda yok oluyorlar göremiyor musun Onu gözsüz?

Ne Sen bir tanesin ne senin gözün kulağın bir tane hep diller gözler Sen ler Ben ler varlık
bulup yokluğa karışıyorlar

Alem dediğin sade bir ses O ise sesin bile varlık kaynağı !

Kaybolmayan ne ?

OKUmayacak mısın !

Sesli veya Sessiz OKUmayacak mısın !

Gözsüz göremeyecek misin ?

Din Ondan olmasa var mı zekattan başka bütün açları doyuracak bir EMİR !

Din Ondan olmasa var mı Onun yasaklarından daha HAYIRLI bir yasak !

OKUmayacak mısın !

Gözsüz göremeyecek misin asıl GÖRÜneni !

Sıyrıl her an yokluğa karışan Sen den Ben den dillerden gözlerden !

Görmeyecek misin VARıyla GÖRÜneni !

Bilim
Havada dolaşan sözlü harfler var olduktan sonra onlara ölüm ulaşamaz; yazılı harfler böyle
değildir; çünkü yazılı bir harfin veya bir kelimenin şekli değişikliğe uğrayabilir ve yok
olabilir, çünkü onlar değişikliği ve yok oluşu kabul eden bir yerde bulunurlar.

Sözlü şekiller ise, değişikliği ve yok oluşu kabul etmeyen bir yerde bulunurlar. İşte bu
nedenle, sözlü harfler için "beka", daimîlik ve ebedîlik söz konusudur. Dolayısıyla hava,
gökyüzü bütünüyle âlemin sözüyle dopdoludur. "Keşf" sahibi kimseler onları daimî duran
suretler olarak görürler.

Harflerin İlmi
Muhyiddin Ibn 'Arabi ( 1165 -1240 )

Güzel sözler O'na yükselir, onları Allah'a salih amel ulaştırır.

Kur'an ı Kerim , Fatır, 35

Mertebelerden Bir Gün-2

Farkında değildim suretindeyken

Onlar sevilcek kadar Aşk olduğunun

Cahildim suretde

Aşkının tevbesinden

Merhametinden

Sonra derin derin çektin ya içimize Aşkını

Kalbimiz suretinde

Anladım işte o zaman

Aşkının ne kadar Sadık

ve onları sevebilecek kadar Kudretli olduğunu

Sana yalvarıyorum

Onlara da en az bizi sevicek kadar Kudretinden

ve en az bizi sevecek kadar Sıdkından ver

Sana yalvarıyoruz

Onları geçici suretlerinden emin kıl

Onlar da yalnız senin sevgilin olsunlar


Amin

Mertebelerden Bir Gün-1

Sana bakmak istedim

Gözümü alamadım

Suretinden geçtim

Kadınlar erkekler senden bahsediyordu duydum

Düşmanlar mı, dostlar mı bilemedim

Öyle geçtim ki suretinden

Kadınlar mı erkekler mi ?

Bilemedim..

Aşk

Aşk,bir dağın en yüksek noktası anlamına gelen -Işk- kelimesinden mehsüdur,bu durumda
aşkı şöyle tanımlamak icab eder : bir kişi sevginin en son noktasina geldiginde aşık olmuş
demektir.Bu durumda da Allah´a olan aşk sevginin en son derecesidir

***

Bir arkadaşımdan gelen e mail

İlk Türk Devletinin Kuruluşu (Gazneli Mahmud)

~Feridüddin Attar "Evliya Tezkireleri" Şeyh Ebu Hasan Harakani Hazretlerine ayrılmış
bölümden ~

Vaktiyle sultan Mahmud, İyaz'a, "Kendi hil'atimi sana giydirip yalın kılıçı kölelerimin
yaptıkları tarzda başının üstünde tutacağım (seni padişah, kendimi köle kıyafetine
sokacağım)" diye vaat etmişti. Mahmud şeyhi ziyarete geldiğinde, bir elçi aracılığıyla, "Sultan
senin için Gazne'den buraya geldi, sen de onun için hangahtan çıkıp çadırına gel," diye şeyhe
haber salmış, "Eğer gelmezse kendisine Hak Teala'nın "Allah'a itaat ediniz, resule ve sizden
olan ulülemre de itaat ediniz" {NİSA 4.59] sözünü okuyunuz," demişti. Elçi haberi ulaştırınca
şeyh, "Beni mazur görün," dedi. O zaman ayeti okudular. Şeyh, "Gidin ve Mahmud'a deyin
ki :'Allah'a itaat ediniz'e öylesine batmışım ki,! Resul'e ediniz'de bulunmaktan dahi hicap
ediyorum. Ulülemr ibaresine nereden ulaşırım?" dedi.Elçi geri dönüp Mahmud'a şeyhin
sözlerini nakletti.Bu sözler Mahmud'un yüreğine dokundu ve, "Haydi kalkınız, zira o bizim
sandığımız kimselerden değildir," dedi.Sonra kendi elbisesini İyaz'a verip giydirdi ve on tane
cariyeyi de erkek kölelerin kıyafetine soktu, kendisi de silahtar olarak İyaz'ın önüne düştü,
niyeti şeyhi imtihan etmekti.Şeyhin zaviyesinin yolunu tuttu, savmaanın kapısından içeri
girince selam verdi. Şeyh aleykümselam dedi, ama ayağa kalkmadı, sonra yüzünü Mahmud'a
çevirdi, İyaz'a hiç bakmadı. Mahmud, "Sultan için ayağa kalkmadınız? Bütün bunlar bir tuzak
mı oluyor?" dedi. Şeyh, "Evet, tuzaktır, ama bu tuzakla avlanacak kuş sen değilsin," dedi.
Sonra Mahmud'un elinden tutup, "Madem seni öne geçirmişler, şöyle öne gel," bakalım dedi.
Mahmud,"Bana söz söyle, öğüt ver," dedi. Şeyh," Şu namahremleri dışarı gönder," dedi.
Bunun üzerine Mahmud işaret etti, namahremlerin hepsi dışarı çıktı. Mahmud, "Bana
Bayezıd'dan bir hikaye söyle," dedi. Şeyh,"Bayezıd demiştir ki, her kim beni görürse alnına
bedbahtlık yazısı yazılmaktan emin olur,"dedi. Mahmud, "İyi, ama onun rütbesi
peygamberinkinden daha mı büyüktür? Ebu Cehil, Ebu Leheb ve başka bir sürü inkarcı onu
gördükleri halde yine de cehennemlik olan talihsizlerden oldular,"dedi. Şeyh, Mahmud'a,
"Edebe dikkat et, kendi vilayetinden tasarrufta bulun, zira hakikatte Mustafa'yı (s.a.v.) onun
dört dostundan ve ashabından başkası görmemiştir. Bunun delili nedir, bilir misin?
'Görüyorsun ki, onlar sana bakıyorlar, ama (seni olduğun gibi) görmüyorlar' [A'RAF 7:198]
ayeti." Bu söz Mahmud'un hoşuna gitti ve, "Bana öğüt ver," dedi.[el-Hani, 106] Şeyh, "Şu
dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın, namazı cemaatle kıl, cömert ol, Allah'ın yarattıklarına
şefkat göster,"dedi. Mahmud, "Bana dua et," dedi. Şeyh,"'Allah'Im, iman sahibi erkek ve
kadınları affet"[İBRAHİM 14:41] derken sana da dua etmiş oluyorum," dedi. Mahmud," Özel
olarak dua et," dedi. Şeyh, "Ey Mahmud;sonun mahmud (makbul) olsun," dedi. Sonra
Mahmud şeyhin önüne bir kese altın koydu, şeyh de onun önüne arpadan yapılmış bir yufka
koydu ve, "Buyur, ye,"dedi. Mahmud ekmeği çiğniyor, ama ekmek boğazından geçmiyordu.
Şeyh, "Galiba boğazına durdu," dedi. Mahmud, "Evet öyle," dedi. Şeyh, "İster misin ki, bu
altın kese de bizim boğazımıza dursun? Kaldır şunu, zira biz onu üç defa boşamışızdır," dedi.
Mahmud, "Mutlaka bir şey yapmalısın, (bu parayı bir yere harcamalısın) dedi. Şeyh,
"Kesinlikle olmaz," dedi. Mahmud, "Şu halde bana senden bir hatıra ver," dedi. Şeyh de
kendisinden bir yadigar olmak üzere haki gömleğini ona verdi. Mahmud geri dönerken, "Ey
şeyh! Zaviyen de hoşmuş," dedi. Şeyh, "Bunca şeylerin var! Sana bu da mı gerek?"
dedi.Sonra Mahmud oradan ayrılacağı zaman şeyh ayağa kalktı. Mahmud, "İlk defa
geldiğimde iltifat etmemiştin, şimdiyse ayağa kalkıyorsun. O hal neydi, bu ikram nedir?" diye
sordu. Şeyh, "Önce sultanlık gururu ve imtihan için geldin, şimdi gönül kırıklığı ve dervişlik
haliyle gidiyorsun ve dervişlik devletinin güneşi üzerinde ışıldamaya başladı. Daha önce
sultan olduğun için kalkmadım, şimdi derviş olduğun için kalkıyorum," dedi. Sonra sultan
gazaya gitmek üzere oradan ayrıldı, sevmenat'a geldi. İçine mağlup olma korkusu düşmüştü.
Birden atından inip bir köşeye çekildi, yüzünü toprağa koydu ve şeyhin gömleğini eline alıp,
"Ya ilahi! Şu hırkanın sahibinin yüzü suyu hürmetine şu kafirlere karşı bize zafer verirsen
ganimet olarak ele geçireceğim her şeyi dervişlere vereceğim," diye dua eder etmez kafirlerin
tarafında bir toz ve duman koptu. Karanlıkta kılıçlarını birbirine saplayıp birbirlerini
katlettiler ve dağılıp gittiler. Böylece islam askeri zaferi kazandı. O gece Mahmud bir rüya
gördü. Şeyh diyordu ki: "Hırkamızın yüzü suyu hürmetine Hakkın dergahında muzaffer
oldun, eğer o anda isteseydin kafirlerin tümüne İslamı nasib ederdin."
...

Tek başına Yalnız

Sen
Ben
Anam
Babam
Sultan
Paşa
Müslüman
Gavur
En önce İnsan
Tek başına
Yalnız
Haberi olmadığı bedenine doğdu buna şahit oldun
Aynı öyle de işte
Adem de bedenine açtı gözlerini senden daha hazır bigi ile gözlerini ovuşturmadan
Tek başına
Yalnız
Belki ölümün kardeşinden uyanırken anlarsın dediğimi
Anlamazsan da anlatıcaklar orta yaşlı bir bedene doğunca
Öncekinden hızlı ve hazır bilgiyle
Huzuru mahşerde
O zaman anlarsın şu evren/beden sureti
ve Ruha varan ruhunu
O zaman anlarsın Tek ve Bir kimmiş
Kim kimin elindeymiş
Din ney Peygamber ney lagaluga neymiş
Eline verirler Furkanı
Fark eder okursun daha önce OKUmadıklarını

Kimmiş paylaşanların en yalnızı ?

Yalnız kulları yalnız !

Tek'in kulları Tek başına ! Tek...

Cennetliklere Allah'ı anlatmakla tüketme kendini...

Sana bugüne kadar demediğim bir sırrı diyeceğim ki bu sır da diğerleri gibi paylaşılsa da sır
kalır..

Ama bu çok farklı, çok yakın !

Onun için iyi kulak ver bana..ve gönlüne...

Allah kuranda açıkladı, sınıflar hakkında vereceği hükmü.

Ahirette insanlar üç sınıftır.


Cennetlikler, cehennemlikler ve Allah'a yakın olanlar..

Takdir olunacak olanı bildin ! o halde anlamamazlık etme !

Cennetliklere Allah'ı anlatmakla tüketme kendini !

Sen dilinle ancak Hakkı ve Sabrı tavsiye et..


Ötesi kalbinde işte..

Bunu ancak sen bilrsin ve anladın...

Uçarsın pervanelikte
Uçarsın divanelikte çakılırsın sorar sana kuş !
Sen mi ? Ben mi ?
Sen ! Sen ! dersin divanelikte !
Ben ! Ben ! der sana kuş !
Uçarsın pervanelikte !

Uçar Sıdk ismi pervanelikte !

-------------------------------****-------------------------------------

"Allah'ı idrak O'nun idrak edilemeyeceğini idraktır."

Sıddık-ı Ekber Hazreti Ebu Bekir

Sen nefsin nefsliğiyle ilgilenme

Sen nefsin nefsliğiyle ilgilenme bir öyle bir böyle yaratılır o, bölünürsün !..
Sen daim Allah'a bak ki O değişmez, Allahlığıyla Allahtır !

Konsantre oluşun kendisinde...

Konsantre olduğun şeyde ! sıfatları ilesin...Fakat Zatına perdelenirsin...


"Konsantre oluşun kendisinde" isen perdeli değilsin... Şahdamarından yakin !...
Zatı ve sıfatlarına birlikte teslim ol !..
Elbette güven içinde olacaksın ! O'nun bir ismi de Mümin değil mi ya !

Allah'dan gelen Allah'a dönerken an be an...

Allah'dan gelen Allah'a dönerken an be an ; gazap ve sapkınlık ve iman ve huzur zuhur eder..

Gazaba ve sapkınlığa inanmayanlar ancak hakikati örtenler!..

İnanırlar ve işte ancak o zaman iman ile gazaptan ve sapkınlıktan korunmuş olurlar Allah'a
sığınmışlar...

Bilgi

Baba boyna topuk basmasa idi mutlaka baba olmayanlar basardı da nefes alamazdık..

***

Karışıklık hızırın işi değil yüküdür..

***

Bilmeyene anlatılmaz bildirilir...


Anlamayana anlatılmaz bildirilir...
Ademe isimler bildirildi...
Şimdi ise anlatılıyor..
"Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti"

İşte gör ! Sen kendi kendini bile O'nun halifesi olman sebebiyle ya iyiye götürür ya
saptırırsın !

Çünkü "İnsan" sın !

Ne zaman ki "İnsan"lığın hakikatini bilerek doğruyu yanlışı O'na teslim ettin ! benliğinden
buyurmadın ! işte ancak o zaman sen Allah'a döndün ve başkasından ve kendinden "Hür"
sün !

Çünkü halifesisin !

Bilsen de bilmesen de, farkında olsan da olmasan da ya kendini ya başkasını hayra ve şerre
yönlendiriyorsun !

Aslında doğruyu yanlışı tam bilemeyeceğimizden ve görürsün kendimize bile bi hayrımız


olmadığından ! yalnızca Allah'ı göstermeli insan ama nerede o " ben ! ben ! " demekten
kurtuluş !

***

Ey Allah'ım ! Birini delalete düşürmekten veya delalete düşürülmekten ,birini yanıltmaktan


veya birinin beni yanıltmasından , birine zulmetmekten veya birinin bana zulmetmesinden
cahilce davranmaktan veya birinin bana cahilce davranmasından sana sığınırım.

s.a.v.

Ebu Davud Edeb 103;Tirmizi Daavat 34;İbn Mace Dua 18

Aşığın sevgisi

Varlıklar gelir, ilahi isimlere ayna olur,görünür ve yiterler...

İbn Arabi (k.s)

Aşığın sevgisi, Sevgilinin ihsanıyla, iyilikleriyle artmamalı, Sevgilinin cefalarıyla de


azalmamalıdır.

Fütühat ül Mekkiyye, 178. Bölüm


İbn Arabi (k.s)

OKU

Cahildim dünyanın rengine kandım Hayale aldandım boşuna yandım Seni ilelebet benimsin
sandım Ölürüm sevdiğim zehirim sensin Evvelim sen oldun ahirim sensin Sözüm yok şu
benden kırıldığına Gidip başka dala sarıldığıma Gönülüm inanmıyor ayrıldığıma Gözyaşım
sen oldun kadirim sensin Evvelim sen oldun ahirim sensin Garibim can yakıp gönül kırmadım
Senden ayrı ben bir mekan kurmadım Daha bir gönüle ikrar vermedim Batınım sen oldun
zahirim sensin Evvelim sen oldun ahirim sensin

O halde Ona iman etmemek niye

En güzel rüyanı düşün


Ve kendindesin
Ama rüya
Fakat suretler gerçekten daha gerçek olarak sınırsız suretleniyor
Ve ilmi suretler de öyle
Sıfatlar da öyle
Fakat düzenli bir biçimde suretleniyor herşey
Yani kalbinde ümit ettiğin gibi
Tabi kalbini ya da aklını ne kadar temizlediysen

Burda bunun olamayacağını bildin


Fakat olabileceğini de açıkça idrak ettin di mi
O halde Ona iman etmemek niye ?

Sana kalsaydı iş görmedin mi bugün neydin yarın ne olacaksın


Ama kalbini temizlememek neden ?
Bu benlik hırsı niye ?

Allah ve suretler

Sen, uzağa, ufka doğru baktığında gördüğün görüntü nedir ?


Tam manasıyla gerçek mi ?..

Hayır o uzaktaki mekan da aslında bulunduğun mekan gibi bir mekan öyle değil mi ?

Ama olduğun yerden baktığın da farklı bir durum söz konusu.

İşte buna "Suret" denir.


Resim değil...hayal de değil..
Ve idrak edemesek de işte her görünen aslında aynen persfektifin varlığı gibi birer "suret" tir.

"Suret" tek başına Hakkın kendisi değil "Hakikati" dir.

Yani O'nun yaratması "suret"-ler-ledir.

Ne zaman ki işte bu "Suret"lerden geçip (yani sınırlı olanı idrak edip)öze/Hakikate doğru
gözsüz bakabilirsen o zaman Allah'a yakınlık elde etmiş olursun.

Çoğumuz, suretler ve bu suretlerden oluşan kasıtlı kasıtsız çıkartılmış veya oluşmuş (sınırlı)
kanaatler yüzünden Hakkı tam olarak olduğu suretsizliğiyle idrak edemeyiz.

Çünkü Onun asli bir sureti yoktur, "Suret" lerle sadece "zuhur" etmektedir.

Hiç bir suretin Tek olarak "O" zannedilmemesi için de tek bir surette tümüyle zuhur etmez.
Örneğin Hz musa aleyhiseelama Allahımızın yanan bir çalıdan seslenmesi durumu Onun Zati
suretsizliğinin idrak edilememesi sonucu algılatmak istediğini tek bir sureti kendi Zatına bir
"nokta" yani zuhur yeri seçmesindendir.

Özelleştikçe yani kendi zatına yaklaştıkça en kemal zuhur yeri başta peygamberler sonra
"insan"-ı kamillerdir.

Sıfatları ve süresi açısından çok şiddetli fakat karmaşıklık ve çokluk içermesi bakımından
Zatına en uzak olan sureti ise "Alem" dir. (Tabi ki yine bu da surete takılmakla alakalı bir
uzaklıktır)

Büyük Alem, küçüğü olan insanı da içerir.

İşte bu suretlerden O'nun zatını en iyi "Teslim" eden gerçekten "İnsan" suretidir.
"İnsan" derken yani genel anlamda "birlenen" insan "İsmi" ve sureti. Özel manada da
yukarıda bahsettiğim insanlardır.

Suret kavramı sadece görüntüyü içermez.

Örneğin "İsim"ler "İlmi" Surettir.

Ve "Ses" de bir "Suret" tir.

Suretler hangisi olursa olsun hepsi de aslında bi yandan Onu yansıtırken bir yandan kısıtlar.

Suretlerin tümünün öz itibariyle tek bir suret olarak göründüğü bir mertebede bile insan O'nu
kendi haliyle bilmiş olmaz.
Çünkü "O", "O"dur...ve Hep "O"ydu yani "Kendi"si..

İslam ve Evrim

Kurandan evrime örnekler verilirken bazı ayetler seçilip bazıları seçilmeyince yani yine
bütünsel düşünülmeyince, ortaya sanki "ayetler tamamen misaller üzere kurulu" fikri
( vesvese de diyebiliriz ) çıkıyor..Ne yazık ki iş bu duruma geliyor...

Halbu ki örneğin şu ayetlere de bakılınca

Tin 4 - Gerçekten de biz, insanı, en güzel bir sûrete sâhip olarak yarattık.

Tin 5 - Sonra da onu döndürdük, aşağıların en aşağısına attık.

Fazla söze gerek yok sanırım, eğer niyet saf olarak illa bir din-bilim bütünlüğünü göstermek
ise, idrak eden edecektir...

Selam olsun

"ALLAH`ı idrâk, ancak O`nun idrak edilemeyeceğini idraktir"

Sıddık`ı ekber Hazreti Ebu Bekr`


İnsan, kendi nefsinden durumun böyle olduğunu bilir...

...Hükümler birbirinden farklı olsa da, ayn birdir; ve durumun böyle olduğunun bilinmemesi
söz konusu değildir, çünkü Hakkın sureti olan insan, kendi nefsinden durumun böyle
olduğunu (yani, söyleyen ve işitenin bir olduğunu) bilir...

İbn Arabi (k.s)

Cenabı Hakkın adını bazıları hayat koymuş geçmiş...

Geçen demiştim

"bi sürü insan konuşuyor, içlerini görüyorlar birbirlerinin güya, okuyorlar düşüncelerini güya,
hepsi bir sürü acayiplikler yapıyorlar 'peki kim yapıyor bunları' diye hiç akıllarına gelmiyor."

Cenabı Hakkın adını bazıları hayat koymuş geçmiş; ama benliklerinden bahsediyorlar..

Bazısı da işte o ne güzel..hayat bilmiş,(Hayy) Hakk yaşıyor...

"Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, oysa hakkınızda o bir hayırdır ve olur ki bir şeyi
seversiniz, oysa o hakkınızda bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz."

Nur 19

Kendilerini unutup Yusuf’un yüzünü görenler, o güzelliğe dalıp kalanlar

Kendilerini unutup Yusuf’un yüzünü görenler, o güzelliğe dalıp kalanlar... bu yüzden ellerini
doğrayanlar yok mu işte onlar aptaldır! Aklı, dost aşkında kurban et...akılların hepside o
taraftandır, odur! Akıllılar akıllarını o tarafa göndermişlerdir. Yalnız sevgili olmayan ahmak,
bu tarafta kalmıştır!

Hz Mevlana (k.s.)

Zahir

Evveli yoktu.. Öyle bir evvel ki evvelin anlamına sığmıyordu.. evvelin sınırsızlığı ahiri nasıl
sınırlandıracaktı ki , sınırlandırmadı da..

O öyle bir sırdı ki çokluğun gözlerindeki perdelerde sır olarak saklı kaldı. Öyle bir sır ki ;
kendi kendini taşıyan bir sır, görebileni kendisinde aşikar eden bir sır.. Yeter ki görünmesi
dilensin..

Dilendi… Dua ile istendi.Düşünceyle belirlendi..AŞİKAR dı artık…Binlerce milyonlarca


gözle görüldü binlerce milyonlarca elle tutuldu ayakla yürüdü yapanla yaptı rahmet oldu
hayat oldu semadan yağdı ışıklar saçarak bereket oldu ekin verdi hayat verdi ..Her yerde
kendisiyle BİRleşti. Birleştikleriyle çok sanıldı..

Su ile toprak karıştı, hava ile ateş bir oldu, şekil oldu, ışık oldu , renk oldu, varlık oldu, Hiçbir
şey o değildi ..
Her şey O’ndandı..
Sevgili arkadaşım NİL'den..

Sıdk

Eğer doğruyu seviyor yalandan hoşlanmıyorsan belki söylediklerin doğru değil yalandır onun
için söylüyorsundur ki böylece doğruyu yine de ortaya koymuş olasın...Çünkü anlatımlar
değişebilir ama esas öz doğruluk yani hakikat hiç bir yanlışa göre değişmez.İşte buna, yani
Hakikate, ancak doğruya olan inancınla ulaşabilirsin...

Emrine Amade...

Kalbindeki rüzgar ferah ferah esiyor...


Hayalinin almayacağı yerlere götürüyor seni.

Emrine verilmiş sanki...

Konuyorsun istediğin yere kuş.

İstediğin yere..

Emrine amade..

Ama kesiliyor ya bazen hani

Hani emrin ?

Nasıl kala kalıyorsun öyle olduğun yerde ?

Tekrar esiyor Rahmet rüzgarları...

Esiyor feraah ferah..


Ah
İstediğin yere yine hemde !

Esiyor feraah ferah..

Emrine amade...

Nasıl kaldın ki sen ?

Nerede kaldı emrin ?

O rüzgar yağmurları getiriyor sana.

Rahmet yağmurları...

Sonra ya sen ?
Yine emrine amade..

Nereye ?

Nereye esiyorsun yine öyle rüzgar emrine amade, sen emrine amade..

Hani kırık kanatların ?

Emrin neye ?

Kasırgaya dönüşmeden önce !

Düşünmelisin artık, nereye götürüyor seni o rüzgar !

Emrine amade !

Nereye emrin ?

Neye ?

ve nedir işte O..

Herşeyi emrine amade...

Kimin Hakkıymış Aşk ! Kim ilim sahibiymiş ?

Sen ey "ben hakkım" diyen güzel kardeşim !


Sen ey "tasavvuf aşırılıktır, şirktir" diyen güzel kardeşim !

Kendi adına ya da başkaları adına ağzına aldığın Allah adı için bana bir kulak ver

Biliyor muydun bu ayeti ?

Gördünüz mü o akıttığınız meniyi ? Siz mi onu yaratıyorsunuz, yoksa biz mi yaratıyoruz?

VÂKIA - 58

Söyle bana Allah aşkına!

Annenin karnında seni besleyen kimdi ?

Söyle bana Allah aşkına!

Sen dünyaya geldiğinde beslenmen için annenin haberi olmadan vücudundan sana tertemiz o
sütü gönderen kimdi ?

Rızk kimdendir ?!

Beynini kim düşündürüyor ?


Elin ayağın kime ait ?

Sana iyiyi de kötüyü de ilham eden kimdir ?

Yaratan kim ?

Sen nasıl ne şekilde kendinde bir şey gördün de aşktan sevgiden tasavvuftan öyle ileri geri
konuşuyorsun ?

Sen bildin öyle değil mi herşeyi yaratan Allahtır ?!


O'na nasıl aşık olunmaz Onda nasıl kendin kaybedilmez ?!

"Allahtan başka kim kuvvet sahibi ki tasarruf ediyormuş !" diyorsun ?

Allahtan başka kim "Ben" diyebilir ki sen "Hakkım" diyorsun ?!

Sen tasavvuf büyüklerini nasıl kendinle bir tutuyorsun ya da ne bildin ki "Ben" diyorsun ?

Sana şimdi bir işaret vereceğim de bir sınav et kendini bakalım kim şirktedir? kim hakktır?
kim tasarruf edebilir ?

Sen iman etmişsin di mi Tek yaratıcı Allahtır!


Sen iman etmişsin di mi Tek hakim Allahtır !
Sen iman etmişsin di mi herşey idrak etsen de etmesen de Allahtandır !

Madem öyle hadi o zaman ! O Tek yaratıcı olanın her yaratışının üzerine rabbimizin ismini
an, Allah de!

Doğru ya bunun neresi aşırı gitmek !

Bak bakalım o zaman göreceksin "tasavvuf" ne demektir !

Neden onlar büyük !

Kimin ne demeye ne yapmaya Hakkı vardır!

Kimmiş şirkte olan !

Madem inanıyorsun ya ! işte an o zaman Allah'ın adını her yaratışı üzerine!

Yoksa haşa başka yaratan mı var ?!

Bakalım ne kadardır imanın ! Nedir senin ilmin Allah adına konuşacak! Bak bakalım kimmiş
aşırı giden ! Kimmiş geri kalan !

Kimin Hakkı varmış ileri gitmeye !


Kimin Hakkıymış Aşk !
Kim ilim sahibiymiş ?
Hani konuşuyorsun, Allah adına hüküm veriyorsun ya ?!

Kimin Hakkıymış tasavvuf !

Bir mü'min hakkında kalbine kötü bir şey gelmişse

Kalbini murakabe et. Bir mü'min hakkında kalbine kötü bir şey gelmişse, hemen onu izale et
ve hüsnü zan eyle.

Muhyiddin'i Arâbi Hz.'lerinden

izle bi ara

Göklerde ve yerde nice AYETLER vardır ki yanlarına uğrarlar da onlardan yüzlerini


çevirerek geçerler.

***

Şüphesiz gece ve gündüzün ardarda değişmesinde, Allah'ın göklerde ve yeryüzünde yarattığı


şeylerde, Allah'a karşı gelmekten sakınan bir toplum için pek çok AYETLER vardır

Halbu ki bilse kendisi bir şekerdir

Bir çocuk elinden şekeri düşünce ağlamaya zırlamaya başlar


Halbu ki bilse kendisi bir şekerdir..

Bu dargınlığın neden? Duan kabul olmadı diye Allah’a mı darılacaksın?

Bu dargınlığın neden? Duan kabul olmadı diye Allah’a mı (CC) darılacaksın? Duanı kabul
eder, ama biraz geç kalabilir. Geç kalınca darılmak yerinde bir iş olur mu?

Bazen işitiliyor:

- “Doğruyu istedim vermedi, istediğimi vermiyor”, hem de:

- “ ‘Duanın yapılması lazım.’ diye emir veriyor.” diyorsun:

- “Bu sözün yerinde değil, hatalıdır.”

Bu sözünden ötürü sana sormak icap eder:

- “Sen kendi başına buyruk musun? Yoksa bir sahibin ve bir efendin mi var?…”

Eğer bu söze karşı hür olduğunu, her istediğini yapmaya güçlü olduğunu iddiaya yeltenirsen
sana ilk vurulacak damga:
- “Sen kafirsin. Hakk’ı (CC) inkar ediyorsun.”

Olur. Aksi halde bir kul olduğunu ve bir sahibin, efendin olduğunu söylersen o zaman sana
yine birçok sorular sorarlar:

- “Duanın kabulü geç kaldığı için efendini töhmet altına mı alıyorsun? Onun hikmetinden
şüphe mi ediyorsun? Halbuki O (CC), seni ve bütün yarattıklarını iyi bilir. Sana ve onlara ne
gerekse güzellerini seçer.”

İtham etme. O’nun (CC) hikmetini sez. Hissini bu yolda terbiye et. Söylenenleri yaparsan
sana düşecek vazife şükretmektir. Çünkü O (CC) , sana yarayanı daha iyi bilir. Haline uygun
nimeti senden daha güzel seçer.

Şayet ithamlarına devam edersen yine sana verilecek hüküm şu olur:

- “Sen kâfirsin, hakikati gizliyorsun.”

Çünkü Allah’a (CC) zulüm isnadında bulunmuş oluyorsun. Halbuki Allah (CC), kullarına
zulmetmez. Zulüm sözünü de kabul etmez. Bu sözün Hakk (CC) için kullanılması muhaldir;
olamaz. Sebebine gelince, bütün mülk O’nundur (CC) . Zulüm ancak başkasının hakkına
tecavüz vaki olunca olur. Hakk’a (CC) darılma yolunu kendine kapa; bu yoldan ayrıl.

Şüphesiz senin Hakk’a (CC) darılman, bazı işine gelmeyen hadiselerden ileri geliyor. Nefsin
bazı şeylerden hoşlanmıyor. O’nun (CC) emrini yerine getirebilmek için işin güçleşiyor…
Haliyle nefis darılıyor; sen de ona uyarak Hakk’ı (CC) töhmet altında bırakıyorsun.

Dış alemine ait bir şey olursa dua et. Sabırlı ol. İlahî emirlere uymaya bak. Hakk’a (CC)
darılma. Nefsin isteğini yerine getirmeye bakma. Onun boynunu eğdir. Boş şeylere uyma;
çünkü boş şeyler insanı Allah (CC) yolundan alıkoyar. Allah (CC) için iyi düşün. O’nun (CC)
sözlerini doğrula. Ve böylece işin sonunu bekle.

Eğer birisini mutlaka kötülemen gerekse önce kabahati kendinde gör. Daima isyan bayrağını
elinde tutan nefsini itham et; onu kötüle. Nefse darılman Hakk’a (CC) darılmandan daha
iyidir. Nefsine:

- “Zalim…”

Demen Allah’a (CC) zulüm isnad etmenden daha uygundur. Bütün işlerinde nefse uymaya
yanaşma, yaptığı işlere boyun eğme. Çünkü nefis Allah’a (CC) düşmandır. Nefis, şeytan;
bunlar ilahi ve kudsi varlıkların yokluğunu isterler. Bir gizli düşman gibi senin manevî
değerini bitirmeye gayret ederler.

Allah’a (CC) sığın. Kurtuluş yollarını ara. Daima onlara:

- “Siz benim ruhumu karartıyorsunuz, sizi bağışlamam.”

De. Allah’ın (CC) şu ayetini daima onlara oku:

- “Eğer şükrederseniz ve iman sahibi olursanız Allah (CC) size niçin azap etsin?”
Şunu da nefsinin kulağına oku:

- “Allah (CC) hiçbir şeyde insanlara zulmetmez, lakin insanlar kendilerine zulmederler.”

Bunlara benzer birçok ayet-i kerime ve Hadis-i Şerif vardır; onları ara, bul, oku. Allah (CC)
için nefsine hasım ol. Nefse karşı bir ilahi asker ol. Çünkü ilahi kuvvetlerin en büyük düşmanı
nefistir. Hz. Resul (SAV), Hz. Davud’a (AS) yapılan bir hitabı bize bildirmiştir. Onun burada
söylenmesini yerinde buluyoruz:

- “Ya Davud (AS); hevanı, nefsini bırak. Çünkü saltanatım içinde nefis ve hevadan başka
benimle çekişen yoktur.”

Abdulkadir Geylani Hazretleri

Hz Muhammed s.a.v.

Allah’ım !
kuvvetimin tükendiğini Sana arzediyorum
gücümün azaldığını,
insanların gözünde küçük düştüğümü Sana şikayet ediyorum
Ey Merhametlilerin En Merhametlisi!
Sensin ezilmişlerin Rabbi!
Sensin benim Rabbim!
beni kimlerin eline bıraktın_?
bana gaddarlık yapan yabancıların eline mi_?
yoksa, davamı ipotek edecek bir düşmana mı_?
eğer Sen bana gücenmedinse,
kesinlikle bunlara aldırmıyorum
lakin iyiliğin beni rahatlatacaktır
Senin nuruna sığınırım;
karanlıkları aydınlatan nuruna,
dünya ve ahiretimi kurtaracak nuruna
gelecek gazabın, bana ulaşacak öfkenden
kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum
Sana sığındım, yeter ki razı ol
güç ve kuvvet Sendendir,
yalnız Senden.

Efendimizin Taif’de yaptığı sabır duası..

Bu huyu ilkbaharda uyanan ter ü taze ağaçtan öğrenelim

Allah'ın bize lütfettiği, içimizdeki nimet dükkanını açalım. Gösterişsiz, sessiz sedasız o
nimetten yararlanalım. Bu huyu ilkbaharda uyanan ter ü taze ağaçtan öğrenelim.

HZ.MEVLÂNÂ (K.S) - DİVAN-I KEBİR

Bir yaratmış Allah


Bir yaratmış Allah tüm insanları
Ayrılık insanın sözünden olur
Ayrı görme gel şu insanoğlunu
Her niyet kişinin özünden olur

Güneşi bir kuvvet karartır mı hiç


Allah sevmediğini yaratır mı hiç
İnsan olan insan darıltır mı hiç
Haksızlık haksızın yüzünden olur

İnsana aşığın hak özündedir


Garibin hem özünde hem sözündedir
Ruhunun aynası bak yüzündedir
Hakikat insanın gözünden olur

"İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttılar"

"İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttılar"

Hz Ali (r.a.)

yalandan nokta değil


gerçekten noktanın da ötesinde salt yaratılandır nokta

o nokta ne maddedir ne hayal


ama görünen kısmı madde ve mana ve hayal olur
" yaratı " dır

eğer bu yaratının sahibi gözükürse aslında "nur" da denilir o görülür ve görülmez olan
noktasına...

sonra onu cahiller çoğalttılar..


bilenler de toplamaya çalışanlardır...

yani bir noktada


sen madde
başkası mana
başkası da hayal olabilir

bunnarın hepsini gördüysen o nokta nur oldu...


gösterebiliyorsan (yansıtabiliyorsan) sen de nur oldun...yani "yaratı"..

sen keyfine göre noktayı uzatıp çekmeye çoğaltmaya çalıştıkça sen noktanın uzadıını
çoğaldığını zannedersin

halbu ki çizgi ve karalama ve madde ve artık uzattıktan sonra çoğalttıktan sonra ne dersen de
o tek noktayı uzattın
Yaratan ve o tek noktası "yaratısı"...

Bu noktada şu söze dikkatini çekerim.

"Yaratılanı severim yaratandan ötürü"

Yunus Emre (selam olsun)

İnanç,Ümitsizlik,İntihar

Sen eğer intiharı düşünüyorsan hakikatte (bi bakıma hayatta) başka çare olmadıına
inanıyorsun demektir...Bu kendi inancının (itikat) doğurduğu yargıdan dolayı sen intihar
etmiş ,canına kıymış olursun...Yoksa hakikat bu inancın gibi değildir...Çünkü bir çok insan
uçurumun kenarına geldiği halde kendini ya da başkasını öldürmeyebiliyor... işte demek
hakikat öyle değil (subhanallah) fakat senin zannına, yargına, yönelişine göre öyle gözüktü...
Hakikat o kadar da kötü ya da çaresiz değil ki birileri senin yapacağını yapmaktan
vazgeçti..Ve hakikate yürekten inandı, boyun eğdi, teslim oldu. Sen de kalbini temizle ve
kötüden uzak tut..günahı kalbine sokma..Kalbini zanlarınla veya başkalarının zanlarıyla
kötülüğe bulaştırıp kalbine sen sen olmadan yerleştirilmiş O hakikate olan saf inancını
bozma...Kimin cennete kimin cehenneme gittiğini kimse bilemez elbette..Mazlum
mazlumdur..ve hakikat hakikattir..

Yûsuf Suresi

87.“Ey oğullarım! Gidin Yûsuf’u ve kardeşini araştırın. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.
Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.”

Şuara Suresi

209.Bu bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz.


210.O Kur’an’ı şeytanlar indirmemiştir.
211.Zaten bu onların harcı değildir, buna güçleri de yetmez.
212.Çünkü onlar (vahyi) işitmekten uzaklaştırılmışlardır.
213.Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan
olursun!

İradenin yalnızca Ona ait olmasına örnek

Mesela sen öfkelenmeye yönelirsin öfkelenmeyi irade eder "öfkeli hale gelirsin" ama
sonrasında mesela dışarı atmaya yönelirsin eğer dilini irade etmezse öyle kalırsın...Mesela sen
birine kinlenmeye yönelirsin tuzak kurmaya yönelirsin..seni kinlendirir.. tuzağı kurmayı irade
eder..kurar..ama bakmışsın ki senin başına dönmüş kurduğun tuzak...gibi..Bak irade eden
O'dur...Sen irade edene irade etmesi için yönelirsin..İster O irade eden Allah'ı tanı! İster
tanıma!..Herşeyin bilip bilmeden istenildiği makamın sahibi O'dur...Bu durumda işte
anladıysan Allah'tan istediklerine dikkat et!...O isteyenin kendi başına dönüp cezasını tam
görmesi için o kişinin o hayırsız isteğini de yerine getirebilir!...
O dilemeden hiçkimse hiçbirşey dileyemeyeceği gibi!
Hiçkimsenin de o dilediği O dilemeden gerçekleşemez!...

Esnemeyle ilgili

Efendimizin s.a.v. "esnemeyi gidermeye çalışınız" hadisini duyduğumda bunu hemen


uygulamaya almıştım. Buna dikkat ede ede gördüm ki esneme henüz gelmeden esnememin
geleceğini hissediyordum. Tabi ben söyleneni yine aşktan tesirle aşkla tefsir etmiştim...
Sonunda öyle oldu ki "an" a ulaşdım.

Beni ört; ve benden dolayı ört

...Ya Rabb, beni bağışla [gafr]!.. Yani, beni ört; ve benden dolayı
ört! Ve senin, Allahın kadrini hakkıyla bilmediler [Enam Suresi, 6/91]
sözünde kadrin bilinmediği gibi, benim de makamım ve kadrim bilinmesin!
..Ve ana-babamı da ört.. ki ben onların sonucuyum; ve onlar akıl ve
tabiattır ..Ve benim evime.. yani kalbime ..giren kimseyi de mümin
olarak ört.. yani nefslerin içeriden söyledikleri olan kalbime gelen
ilahi haberleri tasdik edici olarak gireni ört. Ve akıllar olan ..mümin
erkekleri.. ve nefsler olan ..mümin kadınları.. da ört.Ve karanlık
örtülerin arkasında gizlenen ve gayb ehli olan ..zalimlerin ancak
helakını artır...

İbn Arabi (k.s)

Subhanallah zikri

Köpeğimi öldürmede kötülük kastı yoktu..Subhanallah...Köpekle beraber de


ölmedi...Subhanallah...

Aşık Veysel (video)

http://www.myspace.com/cleanbluepassage

Sen Varsın Orda

Saklarim gözümde güzelligini

Her neye bakarsam sen varsin orda

Kalbimde gizlerim muhabbetini

Koymam yabanciyi sen varsin orda

Askimin temeli sen bir alemsin

Sevgi muhabbetsin dilde kelamsin


Merhabasin dosttan gelen selamsin

Duyarak alirim sen varsin orda

Çesitli çiçekler yesil yapraklar

Renklerin içinde naksini saklar

Karanlik geceler aydin safaklar

Uyanir cümlâlem sen varsin orda

Mevcudiyette olan kudreti kuvvet

Senden hasil oldu sen verdin hayat

Yoktur senden baska ilâh nihayet

Inanip kanmisim sen varsin orda

Hu çeker iniler çalinan sazlar

Kükremis dalgalar cosar denizler

Günes dogar perdelenir yildizlar

Saçar kivilcimlar sen varsin orda

Veysel'i söyleten sen oldun mutlak

Gezer daldan dala yorulur ahmak

Sen agaç misali biz dalda yaprak

Meyva çekirdeksin sen varsin orda

Aşık Veysel

(Allah rahmet eylesin cümlesine)

Bırak nefsinin sana ve başkasına söylediğini

Sadi şirazi hazretleri ne güzel tam Halkın hallerini söylediklerini anlatıyor okudun...İşte o
senin benim nefsimin tanımıdır o halk...Bu nefs kendine de başkasına da öööle konuşur...haklı
haksız laf yapar devamlı...İşte o nefsine uyma..sana dediklerine de uyma..başkasına
dediklerine de..duyma !..Sen Allah'a bak! Noksan sıfatlardan beri olanla ol..herşeyi hakkıyla
yapan, yaratan..herşeyin kendisine kaldığı Allah'a bak ! Nefsini bırak ! Dinleme onu ! Uyma
ona...Sen Allahın huzurunda olduğunun idrakine var ! bırak nefsinin sana ve başkasına
söylediğini, nefsine takılma o öööle doğru yanlış bilmeden tartmadan Allah da dahil herşey
hakkında konuşur da konuşur...bırak cahili sen ! doğrulukda kal ! Nefsinin dedikodusuna
dalma...Huzurda kal huzurda..

Sistem

Sistemin hakikati "sistem" değil, "O" "Tek" ve "Bir" olan alemlerin "rabbi" Allah ve iğne
deliğinden ince yaratısı...

Aziz dostum sen yüzünü hakka çevir halkı bırak ne derlerse desinler...
(Tekrar-Zikr)

-Aziz dostum! Sen yüzünü Hakk'a çevir halkı bırak, ne derlerse desinler. Allah, kulundan
hoşnud olduktan sonra halk senden ister memnun kalsın ister kalmasın. Bunun ne ehemmiyeti
var?-

...Bir kmse halvete çekilip kendi aleminde insan arasına karışmadan yaşasa onun için:

"Bu iki yüzlünün birisidir.Numara yapıyor...İnsandan sanki şeytandan kaçarmış gibi


kaçıyor!"derler.

Güzel yüzlü ve sıcak kanlı ise, o zaman da onu namus ve takva sahiblerinden saymayıp
"iffetsizdir" derler.

Zengini çekiştirerek derisini yüzerler : "Eğer bu alemde bir firavun varsa işte budur", derler
Şayet biri de fakir ise ve zaruretten sızlanıp kıvranıyorsa onun içinde: "Uğursuz sefil",
derler.Ve ilave ederler:
"Bu hal onun beceriksizliğindendir.Kabahat kendisinindir..."

Varlıklı bir adam, insanlık hali düşecek olsa sevinerek ve bunu fırsat bilerek derler ki",
"Oh olsun! Allah ne güzel yaptı...Kibirinden yanına varılmıyordu. Malına, mevkiine
güveniyor, her yükselişin bir düşüşü olacağını aklına getirmiyordu”.
Bir fakirin işi yoluna girer, hali vakti iyileşirse, zehirli dişlerini gıcırdatarak:
“Alçak felek böyle alçakların elinden tutar” derler.
İşinle meşgul görürler:
“Aman ne kadar haris adam. Gözü bir türlü doymuyor.Para delisi...”derler.
Biraz tembelliık etsen:
“Dilenci huylu, lüpçü, bedavacı..”adlarını takarlar.
Güzel konuşsan: “Hezeyanla dolu davul”,güzel konuşmayı beceremiyorsan: “Cahil”,derler.
Tahammülü olanlara:”Korkusundan sesini çıkaramıyor”.derler.Yiğit ve şecaatli olandan
”Herif keçileri kaçırmış!”,diye kaçarlar.

Az yiyen için:”Mirasçılarına saklıyor”, helalinden yeyip içene:”Pisboğaz,mideci”,derler.

Biri zengin olduğu halde basit ve sade mi giyiniyor?:”Akılsız,kendi parasını kendisinden


esirgiyor”, diye kılıç gibi dil uzatırlar. Fakat adam,mesela bir köşk yaptırıp kemerini
nakışlatsa veya güzel süslü giyinse, bu sefer de:
“Şeddad gibi binalar yaptırıyor;kadın gibi süsleniyor”,diye onu canından bezdirirler.

Seyahate çıkmamış olanları, seyahat edenler adam yerine koymayıp:


“Karının koynundan çıkmayan adamda hiç ilim, hüner ve marifet olur mu?”,derler. Bir seyyah
görseler,bu sefer de:” Avare serseri! İyi bir şey olsa zaten şehirden şehire sürünüp
durmazdı...”diye adamın derisini yüzerler.

“Bunlardan yatıp kalktıkları yer bile incinir”,diye bekarları kınarlar. Evlenirse de: ”Gönlü
yüzünden eşek gibi boynuna kadar çamura battı”,derler.

Öfkeli ve asabi olan için: ”Daha nefsine hakim olamıyor!”.derler. Sabırlı, halim, selim
olanlardan ise, ”Haysiyetsiz,izzeti nefissiz”, diye bahsederler.
Bir adam cömert ise:
“Ayol! Ne diye saçıp savuruyorsun? Yarın namahrem yerini öretecek bez parçası bile
bulamayacaksın. Bir elinle önünü, öbür elinle arkanı kapatmak zorunda kalacaksın!”,diye onu
ayıplarlar.
Birisi kanaatkar ise tutumluluğuna laf ederek:
“Bu alçak da babası gibi olacak. O da bunun gibi yemedi, içmedi, yığdı, biriktirdi ve sonunda
hasret gitti”.derler.

Çirkine çirkindir, güzele güzeldir diye dil uzatırlar, cefa ederler.

Selamet köşesinde kim rahat oturabilir ve başı dinç kalabilir?

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) bile kötülerin dillerinden kurtulamadı.

Eşi ; ortağı, zevcesi ve oğlu olmayan Allahu Teala için bile Hıristiyanların neler söylediklerin
işitmedin mi?

Hulasa insanların elinden kurtulmaya imkan yoktur. Dile düşen için bir tek çare vardır ; o da
sabretmek...

-Halkın kötülüğünü düşünenler,Hakk Teala'dan habersizdirler. Çünkü onlar halkla


uğraşmaktan Hakk'ı düşünmeye vakit bulamazlar.-

Şeyh Sadi-i Şirazi


Bostan ve Gülistan eserinden

Tesadüf mü ? (b)ilim mi ?

Tesadüf mü ? (b)ilim mi ? Bi karar verseler... Mucize ?... O da mı olmadı ?...Hiç mi ?... Hiç
ya hiç...Ne bu hayretin, bik bikin nan o zaman ? Hiç de ?
He ?...Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi nan ?... Mucize ?... Kedi ?..

Sen varsin orda

Saklarim gözümde güzelligini

Her neye bakarsam sen varsin orda

Kalbimde gizlerim muhabbetini

Koymam yabanciyi sen varsin orda


Askimin temeli sen bir alemsin

Sevgi muhabbetsin dilde kelamsin

Merhabasin dosttan gelen selamsin

Duyarak alirim sen varsin orda

Çesitli çiçekler yesil yapraklar

Renklerin içinde naksini saklar

Karanlik geceler aydin safaklar

Uyanir cümlâlem sen varsin orda

Mevcudiyette olan kudreti kuvvet

Senden hasil oldu sen verdin hayat

Yoktur senden baska ilânihayet

Inanip kanmisim sen varsin orda

Hu çeker iniler çalinan sazlar

Kükremis dalgalar cosar denizler

Günes dogar perdelenir yildizlar

Saçar kivilcimlar sen varsin orda

Veysel'i söyleten sen oldun mutlak

Gezer daldan dala yorulur ahmak

Sen agaç misali biz dalda yaprak

Meyva çekirdeksin sen varsin orda

Aşık Veysel

(Allah rahmet eylesin cümlesine)

Bu akşam yine garip bir hüzün çöktü üstüme...

Bu akşam yine garip bir hüzün çöktü üstüme


Hücrem soğuk bir tek sen varsın düşlerimde
Demir kapı yine kapandı ağır ağır üzerime
Kelepçeler yine vuruldu kilit kilit yüreğime
Derin derin soluyorum seni gecelerce
Duvarlara kazıdım ismini her köşeye
Dudakların şeker gibiydi
Baldan öte baldan ziyade
Pembe pembe yanakların
Gülden öte gülden ziyade
Sabret gönül sabret
Sakın isyan etme
Bir gün elbet bitecek bu çile
İsyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze
Orda öyle bir isim var ki
Kuldan öte kuldan ziyade
O'nu düşün o'na sığın
O senden öte benden ziyade
Bir sabah elbet güneş de doğacak penceremde
Ama bil ki ateşin hala yanacak yüreğimde
Gözyaşlarım akıp gidecek
Selden öte selden ziyade
Bir canım var vereceğim
Baldan öte baldan ziyade
Sabret gönül sabret
Sakın isyan etme
Bir gün elbet bitecek bu çile
İsyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze
Orda öyle bir isim var ki
Kuldan öte kuldan ziyade
O'nu düşün o'na sığın
O senden öte benden ziyade
Bir ben var ki benim içimde
Benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde
Senden öte senden ziyade
Bir ben var ki benim içimde
Benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde
Senden öte senden ziyade

Barış manço

Garip (tekrar-Zikr)

acep şu yerde var m'ola


soyle garip bencileyin
bagrı başlı gozu yaslı
soyle garip bencileyin
gezdim urum ile şamı
yukarı illeri kamu
çok istedim bulamadım
soyle garip bencileyin

kimseler garip olmasın


hasret oduna yanmasın
hocam kimseler duymasın
soyle garip bencileyin

soyler dilim aglar gozum


gariplere goynur özüm
meger ki gokte yıldızım
soyle garip bencileyin

nice bu dert ile yanam


ecel ere bir gun olem
meger ki sinimde bulam
soyle garip bencileyin

bir garip olmuş diyeler


uç gunden sonra duyalar
soguk su ile yuyalar
soyle garip bencileyin

hey emre'm yunus bicare


bulunmaz derdine çare
var imdi gez sardan sare
soyle garip bencileyin

yunus emre

O öyle bir yazar öyle bir yönetmen ki...

Sana verdiği rolü oynarken repliklerinin idrakine varsan gerçek kendine yabancılaşırsın...
Öyle bir senaryo ki kendini O yönetmene bırakmazsan belki oynayamaz hale gelirsin...
O filmini öyle yönetir ki izleyiciler gerçekle senaryo arasında kalırlar...
Senaryosunun içinde senaryo vardır "İki film Birden" izliyorsun olur...
Öyle yazmış yönetir ki oyuncular varla yok arası...
Öyle film ki yönetmen filmi...
Sana verdiği rolün kötülüğünden en profesyonel oyuncu olsan iflahın kesilir rolünü
bırakırsın...
Sana verdiği rolün iyiliğinden en profesyonel oyuncu olsan iflahın kesilir filmi bırakırsın...

Öyle film ki rolden role girersin...

Öyle gerçek çeker ki filmi bırakman senaryoya dahildir...

O direk sana bakar...işine değil...


Öyle yönetmen ki oyuncularına zulmetmez...

Öyle film ki oyuncular perişan... izleyenler perişan...

Öyle cömert
bir yönetmen ki
tüm filmi oyun dahil tek başına yapabilecekken
başkası da
kazansın
ister...

mektup=324...mektup=487

insan, hayret edilecek şekilde bir varlıktır. Hilâfete liyakat peydan eylemiş; emanet ağırlığını
dahi yüklenmiştir. Sana anlatılacak olan, insanın duyulmamış hususiyetlerini dinle... İnsan
muamelesi, o mertebeye ulaşmıştır ki; onun için, mücerred ehadiyet aynalığı hasıl olmuştur.
Böylece de, Zat-ı Ehadiyete bir zuhur mahalli oluyor. Hem de, sıfatların ve şüunatın iktiranı
olmadan... Halbuki Hazreti Zat, bütün vakitlerde sıfatları ve şüunatı özünde toplamaktadır.
Asla aralarında ayrılmak yoktur. Hem de vakitlerin hiçbirinde... Üstte anlatılan cümlenin daha
açık manası şöyledir: İnsan-ı kâmil, Yüce Mukaddes Hazret-i Zat'tan gayrının esaretinden
halâs olduğu zaman; onun için Zat-ı hadiyet ile alâka meydana gelir. Bu durumda; sıfatlardan,
şüundan hiçbir şeyin mülâhazası, nazara alınması, maksud ve matlub olması onun için yoktur.
"İnsan sevdiği ile beraberdir."

mektup=324

Zati tecelli üzerine ne diyebilirim ki?.. Hem yazmaya nasıl gücüm yeter? Zira o, zevke dayalı
bir şeydir. Her kim tadarsa bilir; tatmayan da bilmez.

Bir mısra:

Kalem oraya ulaştı; sonra kırıldı...

Ancak, izhar edilmesi mümkün olan şudur:

Zati tecelli, varmış olduğu fena hali daha önce anlatılan irfan sahibi hakkında daimidir.
Başkaları hakkında şimşek gibi çakıp geçer; amma bu tecelli onun için devam edip gider.
Hatta, şimşek gibi çakıp geçen tecelli (tecelli-i berki...) hakikatta zati tecelli dahi sayılmaz.
Onun için:

-Zati tecellidir demişlerse de, değildir; belki de, zat şanlarından bir şandır. Çakması ile
kapanması bir olur. Ne zaman ki, şuun ve itibarların mülahazası olmadan, zati tecelli hasıl
olur; onun devamı lâzımdır, onda kapanma dahi tasavvur edilemez. Tecellilerin telvinatı,
sıfatlardan ve şunaattan haber verir. Hazret-i Zat telvinattan münezzeh ve müberradır. Orada
kapanma mecali de yoktur.

"Bu Allah'ın fazlıdır; onu dilediğine verir. Ve Allah büyük fazlın sahibidir."

mektup=487
İmam-ı Rabbani Müceddid-i elf-i sani Şeyh Ahmed-i Faruki Serhendi hazretleri

39:29

Allah, şöyle bir misal vermiştir: Bir adam ve birtakım ortakları var, hırçın hırçın çekişip
duruyorlar. Bir de yalnız bir kişiye bağlı selamet içinde olan bir adam var. Bu ikisinin hali hiç
bir olur mu? Hamd Allah'ındır, fakat pek çokları bilmezler.

39:29

18:110

De ki: "Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ne var ki, bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu
vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse iyi amel işlesin ve Rabbine
yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin."

18:110

Hiç bunlar eşit olur mu

Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile, kendisine güzel bir rızık
verilen ve o rızıkdan gizli ve açık olarak harcayan hür bir insanı misal verdi. Hiç bunlar eşit
olur mu? Bütün hamd Allah'a mahsustur. Doğrusu insanların çoğu bilmezler.

16:75

O halde beni kınamayın, kendi kendinizi kınayın

İş bitince şeytan onlara şöyle diyecek: "Şüphesiz ki Allah size gerçek olanı vaad etti, ben de
size vaad ettim, ama sonra caydım! Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi
(küfür ve isyana) çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni kınamayın, kendi kendinizi kınayın!
Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Ben, önceden -- beni Allah'a ortak
koşmanızı da kabul etmemiştim."-- Doğrusu zalimler için acı bir azab vardır!

14:22 -

İblis'i görmeyi arzu ediyordum...

Şöyle dediği rivayet edilir: İblis'i görmeyi arzu ediyordum. Bir gün bir mescitte dururken
uzaktan bir ihtiyarın geldiğini gördüm ve onu görür görmez içimde bir sıkıntı belirdi. "Sen
kimsin?" diye sordum. "Görmek istediğin kişi!" "Ey melun! Ademe'e secde etmene engel olan
neydi?" "Ey Cüneyd! Sen ne sanıyorsun? Ben Ondan başkasına hiç secde eder miyim? (sen
hiç Ondan başkasına secde ettin mi? ) "Cüneyd, "İbils'in bu sözü beni hayrete düşürdü," diyor.
O sırada ona şunu söylemem için ruhuma nida geldi. "Yalan söylüyorsun! Şayet Onun kulu
olsaydın emrine boyun eğip iradesinin dışına çıkmaz ve yasakladığı şeye yaklaşmazdın!" İblis
bunu işitince esefinden bir "Hey!" çekti ve "Billah yaktın beni!" deyip kayıplara karıştı.

Feridüddin Attar "Evliya Tezkireleri"


Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine ayrılan bölümden

--------------------------------------------------------------------------

İnsanlardan kimi de Allah'tan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da onları, Allah'ı sever gibi
seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı
görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten çok
şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.

2:165

---------------------------------------------------------------------------

Allah, şöyle bir misal vermiştir: Bir adam ve birtakım ortakları var, hırçın hırçın çekişip
duruyorlar. Bir de yalnız bir kişiye bağlı selamet içinde olan bir adam var. Bu ikisinin hali hiç
bir olur mu? Hamd Allah'ındır, fakat pek çokları bilmezler.

39:29

Gel ! Ne olursan ol gel be angut kuşu !

Vaktiyle bir eli yağda bir eli balda bir adam varmış
Pek zengin, hanımı güzel, sevgilisi çokmuş
Çocukları da dünya güzeliymiş
Müslüman bir ailede yetiştiği için ahlakı da güzelmiş
Ama tabi dünya işleri ne olacak
bir türlü Tanrısına vakit bulamıyormuş
Milletini çok seven bir laikmiş karanlıklarla mücadelesi hiç bitmezmiş
Gel zaman git zaman bir gün başına öyle bir bela gelmiş ki
Bütün tadı kaçmış
İflas etmiş tüm mal varlığını yitirmiş
Sevgili dostları borç isteyecek diye ondan kaçmışlar
Karısı da onu terketmiş

Sen daha bul işte aynı adam da olmayabilir


Olmayacak şeyler olmuş başına neler neler gelmiş
Bu da geçmemiş...

Artık sığınacak tek bir yeri kalmamış


Yapayalnız kalmış...

Yalnızlık Allah'a mahsus...ya

Aklına en son çare Tanrısı gelmiş

Gitmiş bir camiye


Namaz bilmez niyaz bilmez
Çekine çekine sanki bir münafıkmış gibi terler döküyor
Ve her insandan bakışlarını kaçırarak titriyormuş
Namaza duran birini seçip ardına geçmiş
Ona hissettirmeden utana utana yan gözle bakarak
Namaza başlamış

Komikmiş bu kısmı gerçekten

Neyse biz işin gerçeğine bakalım

Camiye ilk girdiğinden beri şeyhülislamlardan bir görevli yobaz onu takip ediyormuş
Bu yobazın gözü böyle hep dışarda kendi nefsine kurban arıyormuş zaten
Bizim adamımızda tam onun dişine göre ya
Başlamış heyecanla takibe
Kim bu
Yoksa Allahın dinine karşı mı gelen bir deyyus mu diyormuş o kalbinden
Adamımızın namazdaki o hatalarını gördükçe de pek keyiflenmiş
Çok eğlenmiş

Bizimki namazını böyle kör topal kılmış


Girdiğine bin pişman duasını bile edemeden bin endişeyle koşmuş kapıya
Panik atak hastası olmaması mümkün mü
Neler gelmiş zaten başına
Kimden medet umacak
Göğe nasıl çıksın o halde

Bizim bu yobaz da hemen peşinden avına yattığı pusudan hızla kalkan aslan gibi düşmüş
ardına

Adamımız yazık nerdeyse bayılacak


Eğilmiş ayakkabılarını giymeye çalışırken
Kalmış öyle
Ellerini dayamış başına
Etrafı tutamıyor...
Herşey üzerine geliyormuş
Yobaz başına dikilmiş
Yobaza bakmış ama o halde ne görecek
Bir karaltı sadece...

Yobaz ayakkabılarını giyerken bıyık altından gülerek


ona şöyle demiş

- Sen bunca sene alemlerde karılar kızlar gez toz sora benim kapıma gel tövbe et he...oooh ne
güzel..ben de boşu boşuna yatıp kalkayım he var mı öyle yağma ya

demiş gülerek
Ve öylece oradan ayrılmış

Bizim adam zaten kaymış vaziyette cehennemin hemen kenarındayken bu sözleri duyunca
iyice dağılmış
Sanki o sözleri Allah demiş gibi gelmiş
Cahil ya işte ne yapsın
Olduğu yerden zor bela kalkmış
Bazı müslümanlar onun kötüleştiğini anlayınca yardım etmek istemişler ama ne fayda
Adamın durumu öyle bir hale gelmiş ki
Sanki herkez ona eziyet ediyor
Sanki onlar da ona düşman
Yardım değil de eziyet ediyorlar
Öyle geliyormuş ona ne yapsın
Önyargıları o an herşeyi ona çok çok kötü gösteriyormuş

Herkezi iterek koşmuş ordan kaçmış


Yalpalaya yalpalaya duvarlarda sürünerek
Kendini bilmez halde kaçıyormuş
Herşeyden korku içindeyken nereye kaçacak

Sanki herşey ona düşman


Sanki herşey Tanrı olmuş da onu yargılıyor

Sonra birden içinde bulunduğu durumun saçmalığını farketmiş


Babannesinden kalma olan eski bi sözü anımsamış
- La ilahe illallah

Oturrmuş çökmüş babannesini dedesini hatırlamış


Çocukken namaz kılarmış
Bayramları da hatırlamış
Biraz yatışmış hali
Ne kadar saçma şeyler düşündüğünü düşünmüş demin

Düşününce tekrar karanlığa boğulmuş...

Uzanmış ordaki yeşilliklere sığınmış soluk soluğa...

Saklanmış biricik yalnızına...


Tekrar bir parlamayla
- La ilahe illallah
demiş
Tekrar tekrar
Ağlayarak dua etmeye başlamış sonra son gücüyle

Sonra bir söz daha duymuş içinden

Gel ne olursan ol gel !

Diyormuş o ses devamlı içinden

Ağlamış ağladıkça ağlamış


Ağladıkça ağlamış

Ağladıkça ağlamış
Neler neler düşünmüş rengarenk...
Kurtulmuş kendi cehenneminden...
Herşey birden güzelleşmeye başlamış
Bu hikayede burda bitmiş

Ahirette de güzelleşmek duasıyla...

nan aptal herif!

bak bu üzerinde koştuğun zıpladıın içtiğin sıçtığın dünya dönüyor


Şu ısıtan güneş aydınlatan ay da tıpkı bu dünya gibi hem kendi etrafında hem de birbirleri
etrafında dönüyorlar

Ve sen başın dönmediği halde kalkıp diyorsun ki bu bir sistem değildir tesadüftür

Bunun tesadüf olduğuna inanıyorsun ama bilime inanıyorsun! ama bir de aşağılardan
aşağılardan diyorsun ki bu sistemi belki bizim gibi uzaylılar yaptı!

Bütün bu parıltılı düşüncelerden o beynini alamıyor bunlara inanıyorsun fakat! bu sistemde


tıpkı senin gibi öksüz ve yetim olan bir insana vahiy gelebileceğine kesin olarak
inanmıyorsun! Yani diyorsun ki bana vahiysiz vahiy geldi biliyorum ya herşeyi!

Peki senin bu kadar eminlik sağlayan vahyin nedir?


barlarda şarap içerken söylediğin şarkılar mı?
yalnızlıktan derisi yüzülmüş insanlara ilettiğin vahiy tesadüf bilimin mi?
Tecavüze uğrayanlara vahiy olarak sex ve rock n roll mu öneriyorsun?
Bu dünyadan intihar ederek ayrılmak isteyen bir insana reenkarnasyonu mu vahyediyorsun?
reykini .ikiyim ben senin? Zekat verme reykiyle buradan yemek gönder afrikaya!
Hayal kur sen hayal. dinin olmadığı bi dünya hayali kur çok .ikime yarıyor o hayaller!daha
güzel kafa yapıyor sağol!
Sen de şimdi yattığın yerden daha rahat bir yer hayali kur

Ne büyükmüşsün sen arkadaş ya!


Peygamber gibi adammışsın sen ya!

Senin yerin cennet tabi ya!


seni bu ihtişamınla cehenneme almaları en büyük zulüm olur tabi ya!

Ben sizin uzaylınızı da zannınızı da yalanlarınızı da..

neyse iftar..

Şeytanla Bir Konuşma

Rüya gördüm.. Büyük bir topluluk içindeydim.. Şeytan da orada idi.. Onu öldürmek istedim,
bana şöyle söyledi :

- << Beni neden öldürmek istiyorsun?..Benim ne günahım var ?..Eğer bir şey şer olacaksa,onu
hayra çeviremem..Yine bir şey hayır olarak kalacaksa, onu da şer yapmağa gücüm
yetmez..Benim elimde ne var ?..>>

Tipi erkekle kadın arası haldeydi. Güzel konuşması (!) vardı..Yüzü buruşuktu..Çenesinde
biraz kıl vardı..Görünüşü çirkindi. Biçimi sevilecek gibi değildi.

Sonra, yüzüme baktı, hafifçe, utanarak gülümsedi.

Bu vak'a: Hicri, 12 Zilhiccenin 516.pazar gecesi oldu..

Abdulkadir Geylani hazretleri


Futuhul Gayb eserinden

Nalet Olsun Şu İçimizdeki Şeytan Sevgisine

Ya bizden gördüğün üstünlük bizden değil diyorum niye inanmıyorsun sen bana ?

Benden değil benden gördüğün hayır diyorum niye bırakmıyorsun sen peşimi ?

Bizden değil diyorum bizden gördüğün üstünlük niye hased ediyorsun sen bize ?

Hem bizdekinden hased ediyorsun bize de neden sana bırakıyoruz kendimizi de bize bi hayrın
dokunmuyor sade kavga gürültü zulüm çıkarıyorsun ?

Abamın gazı gibi yediriyorsun içiriyorsun doymuyorsun huzurumuzu kaçırıyorsun çaldırıyor


öldürüyorsun
tecavüz ediyorsun !

Ne yani senin bizde gördüğün üstünlük bu mu yani ?

Hayır sen bizdeki hayırdan bize hased etmiyorsun !

Sen sadece hased ediyorsun !

Görmüyor musun işte biz aciziz cahiliz kendimize hayrımız yok bizde hiç bi hayır yok niye
niye peşimizi bırakmıyorsun ?

Bize inanmıyorsun da bari Allah'a inan ne diye bizim yakamıza yapışıyorsun ?

Onun büyük halini, söyledikleri ile ölçmek yerinde olmaz

...Allah sırrının kudsiyetini artırsın; şayet Şeyh (Muhyiddin b. Arabi), o zillin aslına ulaşmış
olsaydı, daha yukarıya terakkiden korkmadığı gibi korkutmazdı da... Lâkin hüsn-ü zan iktiza
eder ki, yüce Sultan Allah'ın fazlı ile, bu Şeyh-i Muazzam bu makamdan terakki edip
yükselmiştir; işin hakikatini da idrak etmiştir. - Onun büyük halini, söyledikleri ile ölçmek
yerinde olmaz - ...

imam ı rabbani ahmedi faruki serhendi hazretleri


mektubat- 487. mektuptan bir bölüm

Bir İnsanın yanışı

Bir İnsanın yanışı, vücudunun yanmasından üstündür.


İstek, Seçim ve İrade

Biz örneğin bilgisayarın yapılmasını bilgisayar yapılmadan önce bilmiyoruz biz sadece Onun
var ettiklerinden olanları biliyor ve o bilinenlerden bilinmeyen (henüz irade etmediği ) bişiler
görüyoruz...devamındaki isteklerimize (yöneliş) göre de , o gördüğümüz şeylerden yeni
oluşan isteklerimize göre bişiler oluşturuluyor/irade ediliyor ...bazen de oluşturulmuyor/irade
edilmiyor ..takdir -i ilahi.. ve iradenin biz de olmadığına delil.. İstek irade değildir.. O özün
olan üflediği ruhun ( yani senin ) O'na ya da yaratışından herhangi bir şeye
yönelmesidir...Seçim irade değildir.. Çünkü sen O'nun yaratışından herhangi bir seçim yapsan
da eğer o seçtiğin irade edilmezse eline geçmez, ya da oluşmaz... İman ise zaten senin sadece
O'na yönelerek yaşamandır.. İman seçim ve irade olsa idi sen ( haşa ) İlahlardan birini seçip !
sonra da onu irade etmen ! gerekirdi ki bu zaten baştan çelişki ve ilah kavramını bilmediğine
işarettir... Halbu ki Allahdan başka ne İlah var ne de Allah... ya inanırsın ya da inanmazsın...
He senin ilahların varsa ok !!! ... Aralarından birini seçersin..sonra da irade edersin...neyi
irade edebiliyorsan artık ! onu da edersin... o açıdan Allah'ı istersen yalnızca bulmuş
olacaksın...Ondan başka irade eden yok çünkü...sen Allah'ı kalbinden bulmak istersin
sadece..ve bulman irade olunur...Allah bütün dilekleri yapmış, bu dilediklerinden de senin
dilemene göre irade etmeyi bekliyor...Hiç sen İman etmeyi dilersin de o kabul etmez mi ?
Yaratışından bir şeyi dilemen ve kabul etmemesi başka... Belki kabul etmiştir de dünyada
değil ahiretde irade eder ne bilirsin...

Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak
koştuklarından münezzehtir ve şanı yücedir.

28:68

"Kendine yönelenleri hidayetlendirir.."

42-13

Tek karşı konulamaz gerçek arzunun kaynağı "O" dur

tek karşı konulamaz gerçek arzunun kaynağı "O" dur...hiçlik de bu arzudan kaynaklanır,
varlıkta bu arzudan kaynaklanır, hayal de !..."O" tek karşı durulamaz sabrın da kaynağıdır !...

O zaman İsa dedi: «Hiç balla karışık gübre gördünüz mü?

O zaman İsa dedi: «Hiç balla karışık gübre gördünüz mü?

Barnabas İncili

Gübre : Verimini artırmak için toprağa dökülen her türlü hayvan dışkısı,kimyasal veya
bitkisel madde,kemre.

( Yani bir şeyin doğal olmayan biçimde daha fazla fayda vermesi için "doğasında gözleneni"
taklit edilerek kurulmuş yapay işlem )

"Ben" ve "Kendi"
"Ben" demen mümkün...fakat "Kendim" dediğinde bir düşün...hangi "Kendin" ?
Hangi zaman "Ben" ?...
"Kendim"lerin toplanırken, bak bakalım "O", "Kendin" misin ? ...

Yoksa "Kendi" mi ?...

Yalanda isen..."Ben" demeler çok...ama "Kendi" yok...

Hakikatte isen "Kendi"sinden başka "Ben" diyebilecek yok..

Bunu da ancak zamanla "O"nun "Kendi" "Ben"i ile olursan ayırabilir...anlayabilirsin...

Kiminle biliyorsun sen "Ben" i .."Kendin"le mi.. Yoksa "O" nun zamansız "Kendi" "Ben"iyle
mi ?

Şeytan melek midir ?

Andolsun ki, mü’minlere düşmanlık bakımından, yahudi ve müşrikleri insanların en azgını


bulacaksın. Mü’minlere sevgi bakımından en yakın olarak da: “Biz hıristiyanlarız.” diyenleri
bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler (yol gösterici bilginler) ve rahipler vardır. Onlar
(hak ve gerçeği kabul etmekte) büyüklük taslamazlar.

(Maide Suresi, 82.Ayeti Kerime)

Müslüman kardeşlerimizin arasında öyleleri vardır ki Allah adına değil de kendi nefsleriyle
hareket ederler..Bu ayet gibi pek çok ayeti gördüklerinde de neredeyse imanları sarsılır..

Bir de müslümanım demiyen müslüman kardeşlerimiz var ki onlar da aynı şekilde kurandan
bazı ayetleri görünce imanları sarsılır..Mesela şu ayet

"Hani biz meleklere: Adem'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde
ettiler. --İblis cinlerdendi;-- ...."

İblis, 'Ben ondan hayırlıyım! Beni - ateşten - yarattın, onu çamurdan yarattın', dedi."

"Cinleri de --daha önce-- zehirli --ateşten-- yaratmıştık."

Yani hüküm vermek bilgiye dayanıyorsa insan bilginin aslına başvurmalı..."Baş" vurmadan
önce..Bu tüm insanlar için geçerlidir..Yoksa işte karışıklıktan başka birşey olmuyor
sonuçta...herkez ali kıran baş kesen..ama neye göre,niye ? Allaha göreyse Allah neye ne yapar
? Şeytana göreyse şeytan neye ne yapar ?

tuzak kuranların en hayırlısıdır

"Küfre sapanlar, seni tutup bağlamaları yahut öldürmeleri ya da yurdundan çıkarmaları için
sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlar, Allah da tuzak kurar. Ama Allah, --tuzak
kuranların en hayırlısıdır.--"

Enfal / 30
Şu "benlik hırsı" ne boş bir hayaldir ki bazen insan kendi yaptığının dahi kendi düşüncesiyle
sınırlı olduğunu zanneder...

zatı ve sıfatları üzerine bazı bilgiler (ek..düzenleme)

Allah ruhundan üfledi demek Allah'ın bir vücudu var da RUHu onda demek değil..Sadece ruh
ve ruhunun da bir vücudu yani şekli yok..Yani mekandan ve zamandan münezzeh oluşu bir
ODAda olmaması yanında nasıl bizim vücudumuz mekanımız ise ODAmız ise işte o manada
dahi mekandan münezzeh...Eğer onun ruhuna ruhtur deyip kendi ruhun gibi sınırlı düşünürsen
Allah'a haşa bir şekil verme yoluna düşersin ki bu tamamen putperest bir anlayıştır..Allah'ın
zatı kesinlikle bir şekilde değildir... her anlamda hem bizim alemimiz olan mekandan hem de
vücudumuz olan mekandan münezzehtir..Zaten iyice düşünürsen eğer bir şey mekandan ve
zamandan münezzeh ise onun herhangi bir anlamda şekli ve sınırlanması da olmaz..Yani
Allah bir vücud sahibide o şekilde mekandan zamandan münezzeh değil..Onun zatı yani ruhu
her şekilde şekilden münezzehtir..Yani ruh denilen şey duman ya da teknoloji gerektiren
aletler olmadan görünmeyen varlıklar gibi de değildir..Herhangi bir şeyin direkt ya da bir
araçla görülmüş olsun herhangi bir şekli varsa bu o şeyin zamana ve mekana bağlı olduğunu
gösterir..Mesela bizim ruhumuzda ondan olması açısından şekilli değildir fakat Allah onu
sınırlandırmıştır...Bunu da ruhumdan üfledim demesinden anlıyoruz..Yani vücuda tam olarak
şekillemedi sadece vücuda üfledi..Üflemek bir varlık vermek anlamına da gelmez..Onun ruhu
yanında biz bir nefes gibiyiz her an fanilikle karşı karşıyayız..Çünkü sonradan olduk..Fakat
Onun ruhu yani zatı Ondan başka bir şey tarafından verilmediği için sınırlamaya hiç bi şekilde
gelemez..Çünkü tesir eden kendisinden başka bir mutlak varlık yoktur..Yaratıcı sadece
kendisi olan bir varlığa kim bir şey yaratabilir de onu bağlayabilir..Tektir..Tekliği dahi
yanında birileri var da o onların içinde tek kalıyor demek değildir..Böyle olunca tek olması
gerçekten tek olması demektir bir zıta muhtaç olmadan..Ve bu tekliğini sonradan yarattığı ve
bir benlik verdiği yaratıklarda bozamaz çünkü hepsinin aslı Odur..Ondan başka varlıklar
değillerdir varlıkları Ona muhtaçtır ve Ondandır...Ondan herhangi bir şekilde dışarda
olmadıkları gibi içinde de değillerdir...Zira Allah iç ve dışla bağlantılı değildir fakat bizim
bildiğimiz iç ve dış Ona aittir..Ve Ondandır..Tıpkı ruhun Ondan olması gibi her varolan da
Onu bildiği idrak ettiği zaman böyledir...Çünkü herşeyin özünü yani yaratıcısını anlamış
olur..Ancak Ona bağlı olarak Onda herşeyden özgür olur kendinde olaraktan değil..Çünkü
Allahtan başka bir varlık insanın gözüyle bakıldıında yoktur..Hepsi Ondandır..Ondan gelir ki
gelmek fiili de Ondan başka bir varlıktan olmadıı için yine aslında bir yerden bir yere gelmek
demek değildir..Herşey Ondan gelir Ona döner..Bu mana da işte Allah dilediğini yaratır ve
yoktan yaratır..Yani yarattıklarının vücudu ancak Onun dilemesiyle bir varlık kazanır..Fakat
öz olarak tek olmadıkları için varlıkları kendilerinden değil başka bir varlıktandır yani tek
olan Allahdandır..Mesela Madde denilen varlık sert olmak özelliğindedir fakat varlığı kendi
başına olmadığı için Allah onu istediği hale getirebilir..Örneğin demir demir olmasını ona
veren özellikleriyle demirdir..Ama Allah onu mesela eriterek demir olması özelliklerini alır ve
demiri yok eder..Demir artık demir olmaz..Ve mesela artık demir olmaması itibariyle de artık
yoktur..Ki daha önceden de o demir demir olaraktan yoktu Allah onu sıfatıları itibariyle demir
yaptı..Herşey böylece yok gibi olandan yani Allah'ın ruhundan yine Allah'a
dönmektedir..Kendisi dediğimiz gibi şekilden ve mekandan her şekilde münezzeh olduu için
yok gibidir ama vardır..Ki burda bir yanılgıya düşmememiz için Allah'ımız kuranı keriminde
şöyle diyor

mealen
Allah vardır..
Vardır fakat hiç bir şekilde şekillenmez..Ne isim olarak ne vücud olarak bu böyledir..Mesela
enerji desek enerji de yok olur..Mesela elektirik enerjidir yok olur kömür enerjidir yok
olur..Bunlardan yayılan enerji de yok olur..Ama Allah yok olmaz çünkü Allah işte bu şeyleri
var ve yok edendir..Kendisi ise gerçek vardır..İşte bunu yapan ama asla hiç bi şekilde hiç bir
şekle kısıtlanmayan kudret ve zat Odur..Göze gelen ya da ruhen hissedilen her var sadece
Onun o şeyi var etmesiyle vardır ve ancak Ondan gelirler..Ona dönerler..Bu kendisinin o
varlarla şekillendiğini göstermez ancak o var olan şeyler şekiller olarak yaratılır..Yani O
şekilenmez o şeyler şekiilenir..Bu sen ve düşüncelerinin ayrılması gibidir..Sen sadece
düşüncelerin değilsin ama düşünecelerinde senden ayrı değildir..Fakat sen bir şekil
düşündüğünde o şekil olmazsın..Sen sensindir sadece o şekil şekillenir..Ne kadar düşündüğün
şekille kendini özdeşleştirsen özdeşleştir yine sen sen olarak varsındır (Ruhun) o şeklin
kendisi olmazsın..Şimdi işte bu anlattığımla bağlantılı olarak düşün ki seni de o düşündüğün
ve özdeşleştiğin şekli de Allah yaratmaktadır..Ve bunnarın hepsi de herşey de Ondandır..
Ve işte kendisi şekillenmez..Fakat vardır..

Allahı idrak Onun idrak edilemeyeceğini idraktir..


Hz ebu bekr sıddık
selam olsun

İbni arabi hazretlerinden de(selam olsun)bir alıntı yapmam iyi olacak..

Allah, alemin varlığı ve her nefeste yok olup yeniden tazelendiği hakkında ne güzel
buyurdu.Bir kesim, belki bir çok kimseler hakkında "Belki onlar her an yeni yaratılıştan
şüphededirler" dedi.

Fusus ül Hikem , XII Fass


İbn Arabi (k.s)

İnşaallah yalnızca yaratışına şahit olmak bile yetecektir..


En önemli şahitlik efendimiz s.a.v. in yaratılışıdır..

yardım edenden tavsiyeler (devam)..

Eğer kıyas edip durursan..Allah'dan razı olman nasıl mümkün olsun?..

S.a.v.

Abdurrahman b. Semüre der ki: "Biz Hz. Peygamber’in (s.a) yanında iken kendileri şöyle
buyurdu:

"Ben dün akşam acaip birşey gördüm. Ümmetimden biri diz çökerek oturmuştu. Onunla Allah
arasında perde vardı. Bu esnada güzel ahlâkı geldi (perdeyi kaldırıp) onu Allah’ın huzuruna
soktu" (Harâitî).

Enes (r.a) Hz. Peygamber’in şöyle dediğini rivayet eder:


"Muhakkak ki kul, güzel ahlâkının sayesinde âhirette en büyük dereceye ulaşır, konakların en
güzeline girer. Oysa ibâdette kendisi zayıftır" (Taberânî, Harâitî).

Sadaka inancın içine doğru bir lütf ' a dua


FEYZ

Rahman ' la , Rahman dır işimiz ,

Merhametli sevmek , sonra beklemek yardan .

Sanmayın yemek , içmek , yatmaktır işimiz ,

Biz feyz alırız , doğru dürüst soyulmuş hıyardan .

İçeriz yağmur suyu , yatarız secde de her an ,

Sanmayın işimiz göçmektir bu diyardan .

Ölüp ölüp , diriliriz biz kendimize ,

Şeytana galiptir işimiz , yanık kandille her gelişimiz de .

Atmazsanız yüzüne taş üstüne taş o körün , an be an ,

Yer içer eğlenir , yatar gecelereniz de her an .

Demekliğimiz sadaka , inancın içine doğru , bir lütf ' a dua ,

Göndermedir , cümle alemin imanına .

Dışımız da bilinen hırka , İçimizde Allah ' lı bir içlik ,

Sonunda candan çıkar bir can , gelir bizlere de bir ölüm ,

Durak olur ruhumuza , o anlamlı hiçlik , ..

Hc . Emirizade Ö.Cüneyd \ Öden

Ben sana HAYVAN demişsem çok mu ağrına gitti?

Sen hiç bi ayrım gözetmeden bilimden uydurduklarınla insanın kendisine HAYVAN! derken
ve felsefenle de onu HAYVANLAŞTIRIRKEN!
Ben sana HAYVAN demişsem çok mu ağrına gitti ?

Bilime dayanarak dini yalanlayabileceğini düşünüyorsan

Gerçek: Bilimde, tekrar tekrar doğrulanan bir


gözlem pratik olarak "doğru" kabul edilir. Ancak
bilimdeki "doğru"luk hiç bir zaman son değildir.
Bugün için doğru kabul edilen yarın bir değişime
uğrayabilir ya da tümüyle yanlış olduğu
gösterilebilir.
* A.B.D. Ulusal Bilimler Akademisi tarafından hazırlanan "Teaching About Evolution and
the Nature of Science" (Washinton, D.C.: National Academy Press, 1998) adlı" kitaptan

-----------------------------------------------------------------------------------

Yani dikkat edersen bilimin dini geçersiz hale getirmesi bilim adamlarının kendi yaptıkları
"gerçek" tanımına göre hangi "kuram" ya da yine bilimsel gözlem ve pıratiğe dayalı ortaya
çıkarılan "Kanun" olursa olsun bu "son görüşü ifade etmez"-
"yarın değişime uğrayabilir" ya da "tümüyle yanlışlanabilir"...Bak olay baştan kopuyor
farkındaysan..Ona göre..Yani bilime güvenerek bilim yoluyla ortaya atılmış herhangi bir
kurama göre eğer dini yalanlayabileceğini düşünüyorsan bu tavrın tamamen dayandığın
görüşe göre açık olarak bir gün gelir yanlışlanabilir... Ben kendi gerçeğiNe göre uyarımı
yapayım da sen istersen git puta tap :)

Bilim adamlarına göre gerçek neymiş okudun

Şimdi BİZ e göre ( yani belki bilmesen inanmasan da dahil olarak ) biricik gerçeğimiz nedir
diye sorarsan..Bize göre biricik gerçek işte "O"..

Allah, başka tanrı yok ancak O, daima yaşıyan, daima duran, bütün varlıkları ayakta tutan , ne
gaflet basar onu ne uyku, göklerdeki ve yerdeki hep onun, kimin haddine ki onun izni
olmaksızın huzurunda şafaat edecek? Onların önlerinde ne var arkalarında ne var hepsini bilir,
onlar ise onun dilediği kadarından başka ilm-i ilahîsinden hiç bir şey kavrıyamazlar, onun
kürsîsi bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Her ikisini görüb gözetmek ona bir ağırlık da
vermez. O öyle ulu, öyle büyük azametlidir.

Bakara 225

Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma.

Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz.


Suyu başına döksen, başı kırılmaz.
Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan,
toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.
-----
Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana,
içinde inci vardır.
------
Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek,
inciyle denizin varlığından da şüphe eder.
-------
Şu deredeki su,kaç kere değişti,yıldızların akisleri hep yerinde.
-------
İman, namazdan daha iyidir. Çünkü namaz beş vakitte,
iman ise her zaman farzdır.
-------
Gübre olup bostanın gönlüne giren pislik, yok olur gider de pislikten kurtulur, kavunun,
karpuzun lezzetini arttırır.
-------
İkiyüz batman bala, bir okka sirke döksen, balın içinde erir, gider.
Balı tattın mı sirkenin tadını bulamazsın fakat tartarsan bir okka fazla gelir. Demek ki sirke,
hem yok olmuştur, hem vardır.
-------
Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma.
Çünkü bize, kırıkları sarıp onarmak, sırları örtmek yaraşır.

Hz Mevlana

O bilir kendisini ki Adem ve Alem ancak var olabilsin

Eğer O herşeyi var kılmasını temelde "icad" denilebilecek biçimde "sabit" leyip
"çerçevelemeseydi" ve bu sabitler arasında "bağıntılar" ı "bilinciyle" kurup yine bilinciyle
"seyrettirmese"ydi (beyin,vücud,ışık,madde,kadın,erkek,anne,baba/yani aklına gelen her türlü
şeyi) sen O'ndan önce bir kere "kendin" i bu yaratmaların içinde bulamazdın ki O'nun "kendi"
sini bulabilesin...Bu sabitler olmadan insan "O"nun o "Tek"liğini nasıl "Bir" olarak
bulabilsin ? Ondan önce O bunları böyle varetmeseydi herşey birbirine geçseydi mesela
betonun kara, bedenin betona dönüşmemesini engelleyecek O'nun bilinci olmasa idi sen
bilinçli nasıl olacaktın ? kendini nasıl bulacaktın ? Eğer O ademe yaratmasını isimler olarak
ayırmayıp ademin kendisi de dahil bu sabitler arasında bağıntılar kurmasa Adem bi kere nasıl
kendisi olsun ? da O'na kavuşabilsin ? kendisini bulabilsin ? Bunu herşeyden önce mevcut (el-
evvel)O bilinciyle yapmadıysa ve herşeyi dağılmaktan koruyan (el-Kayyum) bi zatihi kendisi
olmasaydı! sen şimdi-yani sonra (el-Ahir) nasıl bir bilince kavuşabildin ? Bir olanı ama
kendisi Tek ve bilinçli olanı Adem "Adem" olarak yok iken, yaratma dağınık iken nasıl
bulabilsin ? Adem nihayet bilinçlenip halife olabilsin ki yaratma değiştiğinde (ahiret) de helak
olmasın!!! Kayyum'un varlığına, DİRİ olanın varlığına ! önceden bilinçlenmeli (EL HAYY -
EL KAYYUM) "ruh"unu farketmeli ki vücudunun dahil olduğu alemin yaratılmasındaki
önce-sonra olan bütün değişimlerden yani Kudretten ve suretten helak olmasın!!! O'nun
bilinci herşeyden önce vardı ve yaratıcı diri ve kayyum ki sen "sen"sin...Yani O'ndansın..ve
işte O'nunlasın!...Sözün kısası O bilir kendisini ki Adem ve Alem ancak var olabilsin...ve O
aklı bulabilsin...ve bilince kavuşabilsin! , o halifesi Adem biricik "kendi"!! sine varabilsin...

"...Allah'a hamd olsun ki; bunu bize hidayet eyledi. Allah bize hidayet eylemeseydi;
kendiliğimizden bunun yolunu bulamazdık. Rabbımızın resulleri gerçeği getirdi..."(7/43)
Ahmed er Rufai Hz. (k.s.)

Yolda çocuklar oyun oynarken yanlarından geçti. Bir kaç çocuk, Ahmed Rufâî hazretlerinin
heybetinden korkup kaçtı. Arkalarından koştu ve:

-Hakkınızı helal edin, sizi korkuttum. Gelin oyununuza devam edin, diye onlardan özür
dilemişti

cemal

cemal

:)

Cemal

Cemal
Cemal
Cemal
s.a.v.

Aldılar aleminde padişahın sarayına bir fakiri


Şaşkın şaşkın bakınırken, gördü ki birden sultan geçti Ez-Zâhirinden
Sultan bu sefer bu fakirine tam bakmıştı ama
Bu fakir yine zannetti ki doyurmadı onu Bâtınından
Uyanınca şaştı kaldı bu fakir bu rüyaya
Çünkü sultan aynı sultan değildi Ez-Zâhirde
Sonra baktı ; gözü de gönlü de Ez-Zâhir zikri etmeye başlamış
O an anladı ki fakir minnetle elhamdülillah diyerek
O sultandan içeri O sultan..
O sultanına..
Sadece suretini değil..
Hem de belki tümden..
Zahirini de vermiştir...

Hep Allah yapar bunnarı baştan uyan

Benlik olarak başlar "ben" der hep!


Sonra O'nu gösterir!
Hep Allah yapar bunnarı baştan uyan!

"Allah'ın mekrinden emîn mi oldular? Hüsrâna uğrayanlardan (küfür yâni îmansızlık ve


günâhlar sebebi ile, ibret almamak ve tefekkürü terk etmek sûretiyle zararda olanlardan)
başkası Allah'ın mekrinden (tuzak) emîn olmaz." (A'râf sûresi: 99)

Hiç olmazsa

Gördüysen şehveti bari onu aşka çevir

İsterler miydi?

istermiydiniz ki Allah size kendinden hiç haber etmediği bir hayat vermiş olsun

Bir öneri

Bloğum büyüklerimizden aktardıklarım, bazen dostlarım yakınlarımdan aktardıklarım ve


kendi yazdıklarımdan oluşuyor..Arkadaşlarımdan aktardıklarımı kendilerinden özel izin
alarak ve yazının altına bir notla belirterek yayınlıyorum buna dikkat edilmesini tavsiye
ederim..bir de asıl önemli olan şu..bloğumda kendi yazdıklarım var onlarıda altına isim
yazılmamış olmasından ayırd edersiniz..ve şunu tavsiye ediyorum bir yere alıntı yaparken
kendi yazdıklarımın altına mutlaka bloğun adresini yazın..bunu bir hak talebi olarak
görme...kendi yazdıklarım belli bir alan için geçerli olan yazılardır...yani bu bloğu bulmuş
olan birileri içindir..genele yayılması yani benim tasarrufum olmayan bir yerde yayınlanması
uygun olmaz!..bunun için bir açıklama gereği duymuyorum bu böyledir..bunun bir sebebi
büyüklerimizden zannedilme olasılığıdır ki çok önenmli!..Onun için ismimi vermeniz değil
ama altına link vermenizi tavsiye ediyorum Allah rızası için..asla kendim için değil!..öyle
daha uygun ..Allah'a emanet olun sevgilerim saygılarımla..Allahın selamı peygamber
efendimiz ailesi ashabı peygamberlerimiz büyüklerimiz ve müminlerin üzerine olsun

Baksana şuna bi
Bak bilim dünyası daha yeni yeni akıllı tasarım filan diye bi teoriye geçti..düşün bak..şunu
görüyorlardı..ama daha yeni akıllarına geldi bu..şu tonlara bak kanatların arkada
birleşmesine..vücudunun bölümlerine ve renklere ayrılmasına bak..düşün bunun tesadüf
olduğunu düşünüyor bazıları..düşünebiliyor musun?..bu evrimle oldu diyorlar bazıları ama
herhangi bir bilinç olmadan bu olmuş..babam yaptı bunu babam..uzaylılar yaptı bunu..kendi
kendilerini de uzaylılar yaptı..ama bu tesadüfen oldu..ya da bunu yapan herhangi bir şey
olabilir..tesadüf gibi mesela..ya da zeus filan..çünkü çok var bunnardan sürüyle var herkez
yapıyor bunnardan..vay ki ne vay..İşte ondan diyorum düşünme diye..ne günahı ne bir başka
şeyi..Ondan başka..Ondan ayrı..çünkü O sanatçı sanatını çok sürreal de icra edebilir...tıpkı
şunu görüp de tesadüf diyebilen sürreal insan eserleri gibi..dönemleri gibi..Ustalığına delil
göstermesi gerekmez..O herşeyde zahirdir..herşeyden önce zahirdir..

Sükûnet cennetlerinde

Acziyetine sığınarak..günahları ve sevaplarıyla birlikte bütün kulları Rahman Allah'a teslim


et..

Yine acziyetine sığınarak...günahlarıyla ve sevaplarıyla.. o çok konuşan...hoyrat...çelişkili


nefsini de Rahim olan Allah'a teslim et...

Bütün dünyayı kargaşasıyla, çelişkileriyle, boğuşmalarıyla..bütünüyle...herşeyiyle noksan


sıfatlardan münezzeh olan O Subhan'a teslim et..

Göreceksin ki sorgusuz sualsiz olan ruhunla... Her bir düşünceden her şeyden hür...

Allah ile birlikteyiz... Sükûnet cennetlerinde...

Görüyor musun ?
Görüyor musun ?

Doyuranı ama doymayanı

Acı vereni fakat acı çekmeyeni

Bir olanı fakat Tek olanı

Tek olanı fakat ayrı olmayanı

Bezdireni ama bezmeyeni

Eğer ateş Tek olaydı sırf Ateş vardı bunu bildin mi ?

Başkasının ancak kendisiyle başka olabildiğini gördün mü ?

O ayırmayan fakat ayrı olanı görüyor musun ?

O ayrılmayan fakat Bir olanı sezdin mi ?

O "hem görünen hem görünmeyen olan yalnızca kendisi olanı" görüyor musun?

Yarattıklarıyla Bir fakat kendisi Tek olanı

Hissediyor musun irade etmeden kimsenin irade edemediğini ?

Hissettin mi şahdamarından yakın olanı?

Kudret yalnızca kendisine ait olanı görüyor musun?


Büyük balığın küçük balığı yutacak kudretinin ona ait olduğunu ve bir başka büyük balığın da
onu yuttuğunu ve sonunda hepsinin birden ölümün ve yokluğun kudretine yenik düştüğünü de
gördün mü?

Kudret neye aitti neye ait kaldı gördün mü?

Bilginin yoktan çıktığını ancak O istediği zaman var kılındığını bildin mi?

Yoku var varı yok edeni gördün mü?

Herşeyin ancak kendisinde varolabildiğini görüyor musun ?

Herşeyden bağımsız olabildiğini görüyor musun ?

Unutturanı, hatırlatanı bu iksini de yapabilenin hiçbir şeyi unutmayacağını bildin mi?

Herşeyin aslında yalnızca kendi elinde olduğunu gördün mü?

Herşeyden daha zahir herşeyden daha batın olanı

Herşeyi yaptıranın ancak kendisi olduğunu farkettin mi?


Seni sana kendisini de sana bildireni görüyor musun?

Ateşi söndüreni, kötüyü iyiye iyiyi kötüye çevirebileni

İsterse batıranı istemezse çıkamayacağın şeyi gördün mü?

Seni duyanı sana istekler vereni, sana istemeden de vereni, sana ve herşeye varlığını vereni
bildin mi?

Herşeyin kendisine rağbet ettiğini gördün mü?

Herşeyin kendisini sorduğunu bildin mi?

Herşeyi yok edeni herşeyi var edeni, herşeyi zelil herşeyi aziz kılanı gördün mü?

Herşeyin bilinse de bilinmese de yalnızca kendisine yalvardığını bildin mi?

Herşeyden önce ve herşeyden sonra ve anında olanı gördün mü?

Aciz bırakanı, acizliği kudretiyle yaratanı fakat bunları yapanın aciz olamayacağını ve yok
olmadığını ve olamayacağını hissettin mi ?

Gizleneni ve açılanı görüyor musun ?

Çok büyük eşsiz ve benzersiz olanın yalnızca kendisi olduğunu görüyor musun ?

O'nunla olduğunu ?

O'nsuz olamayacağını anlıyor musun ?

Yok etmeyeni var olmanı isteyeni görüyor musun ?

Tek büyüklük taslama hakkının kime ait olduğunu gördün mü ?

Tek merhamet edeni...Tek yalnız bırakmayanı..Tek cömert olanı...Tek haksızlık etmeyeni


görüyor musun ?

Görmemezlikten gelirsen, neyi görmemezlikten geleceğini bildin mi ?

Burun kıvırırsan anında kimin burnunu kıvıracağını gördün mü ?

Dini gördün mü ? Peygamberleri ? Kitapları ? Melekleri ?

Daha O'nu görmeden bunları görebileceğini düşünüyor musun gerçekten ?

Rahmetini ?

Merhametini ?
Seni kendinden sakınanı gördün mü ?

"Allah'a hamd olsun ki; bunu bize hidayet eyledi. Allah bize hidayet eylemeseydi;
kendiliğimizden bunun yolunu bulamazdık. Rabbımızın resulleri gerçeği getirdi."(7/43)

Boğulmayasın Diye..

Balık o'nu kötülükten mi kaptı yuttu ?


Boğulmasın diye mi ?..

gizli gizli o kadar çok dua et, geceleri, o kadar çok ağla, inle ki

O, seni bazen yaratılışına, kötü tabiatına bırakır, seni gümüş, altın, kadın sevdasına düşürür.
Bazen de canına Hz. Mustafa'yı hayal etmenin nürunu verir de içini aydınlatır.

Seni bazen bu tarafa çeker, iyi adamlara katar, bazen de o tarafa çeker, seni kötülere ulaştırır.
Kurtuluş gemisini korkunç dalgalarla hırpalar, onu kırar, parçalar.

Ey zavallı insan, bu düşüşlerden, bu hallerden sakın ye'se kapılma; gizli gizli o kadar çok dua
et, geceleri, o kadar çok ağla, inle ki; sonunda yedi kat gökten kulağına kurtuluş sesleri gelsin.

Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri

sen O'nun rızasına bak

Allahın yaptığına bakarsan işin içinden çıkamaz hale gelir ince şeyleri anlayamamaktan
yorgun düşer bir balığın karnına kapalı kalırsın...Onun için sen O'nun rızasına bak.. O zaman
yaptıklarındaki niyeti görebilirsin..

Ağlayamıyorsan niçin ağlayamıyorum diye ağla

"Ağlayamıyorsan, niçin ağlayamıyorum diye ağla."


Aşki Muzaffer Ozak Hazretleri

bir tecelli

Bak işte şu gölge namazda yaşanılan O'na yakınlığın bir tecellisidir..Kimi zaman farkında
olmasak da durum hep budur..

Mevlana hazretleriyle ilgili..bir arkadaşımdan

Mevlana Hz. sevda ateşini hiç azaltmadan, gönüllere yaya yaya yedi asrı aşıp günümüze kadar
ulaşır. çünü ilhamını en yüce kaynaktan, Allah'ın kitabı kurandan alır.

öylesine bağlıdır ki Rabbine, o yolda hiçliği ile şeref bilir. her kul azad olmak için çırpınır
ama o kullukta ebedi kurtuluşu bulmuş olandır. kul olmuş da kurtulmuştur. dünya, elindedir,
gözü ve gönlü ebediyettedir.

"kul oldum kul oldum kul oldum


ben sana hizmette iki büklüm oldum
kullar azad olunca şaad olur
ben sana kulluğumdan dolayı şaad oldum" (Hz.Mevlana)

aşk makamına yaklaştırmaz maddeyi...dünya ayağının altındadır hep. gemiyi yüzdüren su,
geminin altında gerekir.zira su geminin içine dolarsa gemiyi batırır. dünya da insaın denizidir.
gönüle dolarsa insanı batırır.

son hastalığında başında ağlayıp duran hanımı "mevlanamız keşke 400 sene yaşasa da alemi
hakikat ve marifetlerle donatsaydı" der. mevlana bu dilek karşısında "niçin yüzlerce yıllık
ömür? bizi ne sandın? biz ne firavunuz ne nemrud. biz başkalarına faydalı olalım diye bu
dünya zindanında kaldık. yoksa kimin malını çalmışız ki, bu fani alemde mahpus olalım?"
demiştir.
mevlana, yüreğindekini paylaşmak için sınır tanımaz. bir ayağı dinin merkezinde sapasağlam
iken,diğer ayağı ile yetmişiki milleti dolaşır. muhtacına bir iman kıvılcımı sıçratmak için
durmadan vazife çıkarır.

"sen hocalarında hocasısın, ne öğrendin şems'ten ki, ondan vazgeçemiyorsun? diyenlere, şu


irfan dersini verir mevlana:

-ben şems'ten hissetmeyi öğrendim. onu tanımadan önce sokaktaki fakirler zemheri soğukta
titrerken ben ocak başında ısınıyordum. ama şimdi artık ısınamıyorum.kapımın önünde açlar
dolaşırken ben soframın başındaydım. şimdi bütün açlar doymadan doyamaz oldum.
çıplakların hepsi giyinmedikçe en harlı alevler karşısında bile üşür oldum. çünkü şems bana
bir şey öğretti:
yeryüzünde bir tek mümin üşüyorsa ısınma hakkına sahip değilim. ben biliyorum ki,
yeryüzünde üşüyen müminler var. eskiden açken bir çorba içince doyuyordum. şimdi
hiçbirşey bana besin hazzı vermiyor. çünkü biliyorum ki açlar var.
hissetmediğin bilginin sadece bir yük olduğunu öğretti şems bana..."

AŞK ve DUA ile ...

Enel Hak/Vecd/Ayıklık/Yakınlık/Tasavvuf/

Yüce ve şahdamarından yakın Hayy Allah senin gibi vecdine uyup yaratışına uygunsuz
hareket etse de, "Ayık", (bi manada Kayyum) olmasa idi! bu alem ne kuran bilirdi! ne
peygamber! ne de tasavvuf!...Uyanıpta kimin cübbesi(bi manada kabzası),kimin iki eli, kimin
kanatları altında; kimin olduğunu! Ve o "cübbenin dahi" kime ait olduğunu bilecek! Sadece
Lailaheillallah diyecek misin?!, yoksa O bir sarhoşluğuna gelip seni ikiye ve daha pek çok
parçalara ayırsın mı!

Oysa, (anlamıyorlar ki,) göklerde ve yerde Allah'tan başka ilahlar olsaydı, bu iki alem de
kargaşalık içinde yıkılıp giderdi! Bunun içindir ki, O mutlak hükümranlık tahtının Efendisi, O
sınırsız kudret ve yücelik sahibi Allah, insanların tanımlama ve tasvir yoluyla kendisine
yakıştırdığı her şeyin ötesinde, her şeyin üstündedir!

Enbiya 22

Unutma ki peygamberlerimizinki "YOL", Hızırınki "İŞ" tir. Mansur'un(k.s.)ki de ancak İŞ tir!


Geylani hazretlerinin ya da Ahmed-er Rufai hazretlerinin (hepsine selam olsun) ya da hazreti
Şemsin (k.s.)onun hakkında söylediklerinden sofuluk mu çıkar! yoksa Settar ismindeki
mazhariyetlerinden midir bu, onu sen anla! madem ilmin var! Madem aşkın var!

Şimdi sen ayık olacak mısın, O'nun kendisine açtığı "YOL"unun feneri İmam-ı
Rabbani(k.s.)gibi! Yoksa baltayı boynuna assın mı İbrahim halilullah!

Sen bunları bi anla da! sonra ben sofu muyum ya da tam zıttı aşkımdan aylak mıyım!
Yoksa Hak olan ayıklığımı tavsiye ediyorum şah damarından yakın olan için! İdrak edersin
canım kardeşim...

Hucurat 10
Mü'minler "ANCAK" "kardeş"tirler. Onun için iki kardeşinizin aralarını düzeltin ve Allahdan
korkun ki rahmete şayan olasınız.

Eğer anlarsan kardeşin sana Hakikati "söyledi, ANCAK" "O"!


Eğer İŞ in altına girmeye kalkarsan böyle bir sorumluluk (ayıklık) altına girmiş olursun iyi bil

Ey iman edenler, Allah'ın ve peygamberinin önüne geçmeyin ve Allah'tan korkun, çünkü


Allah işitir, bilir.

Hucurat 1

Muharrem Ayı

Âşura Gününde ilk akla gelen ibadet ise, oruç tutmaktır. Muharrem ayı ve Âşura Günü, Ehl-i
Kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler tarafından da mukaddes sayılırdı. Nitekim, Peygamberimiz
Aleyhissalâtü Vesselam Medine'ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin
oruçlu olduklarını öğrendi.
"Bu ne orucudur?" diye sordu.
Yahudiler, "Bugün ALLAH'ın Musa'yı düşmanlarından kurtardığı Firavun'u boğdurduğu
gündür. Hz. Musa (a.s.) şükür olarak bugün oruç tutmuştur" dediler.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam da, "Biz, Musa'nın sünnetini ihyaya sizden
daha çok yakın ve hak sahibiyiz" buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.(3)

***

Hazret-i Âişe validemiz şöyle demektedir:


"Âşûrâ, Kureyş kabilesinin Cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Resulullah da buna
uygun hareket ediyordu. Medine'ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da
emretti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca kendisi Âşûrâ gününde oruç tutmayı bıraktı.
Bundan sonra Müslümanlardan isteyen bugünde oruç tuttu, isteyen tutmadı." 'Buhari, Savm:
69.

***

Bi forumdan alıntı

Hicrî Senenin ilk ayı olan Muharrem ayının 10. günü Âşura Günüdür.
Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı
Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir. Bu ikramlar şöyle
belirtilmektedir:

ALLAH, Hz. Musa'ya (a.s.) Âşura Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile
ordusunu sulara gömmüştür.
Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşura Gününde demirlemiştir.
Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından Âşura Günü kurtulmuştur.
Hz. Âdem'in (a.s.) tevbesi Âşura Günü kabul edilmiştir.
Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşura Günü çıkarılmıştır.
Hz. İsa (a-s.) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
Hz. Davud'un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
Hz. İbrahim'in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
Hz. Yakub'un (a.s.), oğlu Hz.Yusuf'un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye
başlamıştır.
Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.

Einstein'ın Hocasına Verdiği Cevap Üzerine/ Sevgili Einstein Hocam

Herşeyin zıttıyla yaratılmış/yaratılıyor olması temelde varlık ve yokluk a götürür ki yokluk


varlığın zıttı, varlık da yokluğun zıttı olur. Bu hakikat, derin bir düşünüşle düşünen bir kimse
için varlığın yokluğa ya da yokluğun varlığa muhtaç olduğunu değil bilakis ikisinin de tek bir
varlığa ihtiyacı olduğunu gösterir ki O varlık bu ikisi cinsinden de olmamalıdır.. Yani varlığa
ulaşan her ne ise o şeyin önceden ya da sonradan olmaması "yok"luk ise bu sadece o "var"
şeyler için geçerli olur demekdir ki bu da "yok"luk ve "var"lık sonradan olmuş/oluyor demek
olur... Ve bu iki şey o bağımsız ön neyse ondan sonra OLmakta/OLuşmaktadır!... Akıl ile
ulaşılan bilgi bundan ibarettir... Bundan sonrası ya iplerin koptuğu Kadir-i Mutlak herşeyi
hakkıyla yapan Allah'dan gelmiş vahiyden ya da birilerinin aklıyla fikriNe uydurmasından
olacaktır.. Şimdi Einstein hocam soruma gelirsek...başta söylendiği gibi "yok" da "var"ın
olmaması hali diye tanımlanıyorsa; yokluğun da dahil olduğu içinden çıkamadığı, bu ulaşılan
en son akli bütünlemeden çıkan yaşadığımız varlığın zıttı ne olmalıdır ki bu varlık sadece
ondan çıkmaktadır? Ki anlayacağınız gibi yaşadığımız bu gerçek sorunun cevabı olan "var"
aslında bu varlığın zıttı da olmayacak sadece herşeyden münezzeh/bağımsız olacaktır...Evet
bekliyorum efendim.. Yannız aklınız idrak edemeyeceği için lütfen uyduracağınız şey
fikrinizle uydurup inandığınız bir tanrı olmasın efendim çünkü çok şükür peygamberlerimiz
ve onun varisleri olan alimlerimiz bize Allah'ı bildirdi.. Sizin aklınızla uydurduğunuz fikri
tanrınıza ya da uyduracağınız bir tanrınıza ihtiyacımız yok yormayın bizi bi zahmet...He bu
arada herşey enerjiden ibaret ve hiç bi şey yoktan var olmaz vardan da yok olmazsa
müridlerinize analarının karınlarından belli bir zamanda doğduklarını ve her gece ölümün
kardeşi uykuda yok olduklarını hatırlatırım

Muhibbi

Yaa, yaa...

Muhibbi

El Kahhar

Bir gün olur da Kahhar'ı görürsen Aziz dostum..


O büyük peygamberini de görenlerden ol sen inşaallah..
Aşk olsun ha ya.. Şu fakiri de gör inşaallah.
Ki o kahroldu insanların ve karıncaların Rabbi adına..
Onu sevenler de kahredildi hiç şüphesiz..
Aşkın ve sevginin Rabbi adına..
Kahrolmayan ne bilsin ya Kahhar'ı ...
Görürsün..
Kahrolmamış bin pişmandır kahr olmamışlığına..
Gel gör ki ne fayda o pişmanlığından.. o Kahr edilmemişliğine...
Ya, canım dostum..
Gel gör ne fayda..
O hiç kahr olmayandan, o hiç Kahr olmamışa...
Hayret Makamından

BİR GÜN bir adam, Hz. Ömer’e şöyle dedi: “Şu satranca hayret ederim. Satranç tahtasının
uzunluk ve genişliği birkaç karıştan ibaretken, insan onun üzerinde binlerce oyun oynasa, her
oyunu mutlaka öbüründen farklı olur. Hiçbiri diğerine benzemez.”

Hz. Ömer de ona şu cevabı verdi:

“Bundan daha çok hayrete ve dikkate şayan olanı vardır. O da şudur ki, insanın uzunluk ve
genişlik itibarıyla bir karıştan ibaret olan şu yüzünde, kaşlar, gözler, burun, ağız gibi
organların yerleri değişmediği halde, yine de, dünyanın dört bir yanında, yüzleri birbirinin
tıpatıp aynı iki kişi bulamazsın. Şu ufacık, el ayası kadar bir yerde, böyle sonsuz farklılıklar
yaratan Allah’ın kudret ve hikmeti ne kadar büyüktür.”

Razi, IV, 179-180, El-Bakara, 164. ayetinin tefsirinden.

El-Hallâk

Zatında "El-Halik"...Yani yaratan; yaratıcı.


Sıfatında "El-Hallâk"...Yani "yaratıyor" oluşu..

Onun Durumunu Sana Göstermiştir

Bir kimsenin muhtaç ve muzdarip olduğunu görürsen ve sen de onun ihtiyacını ve sıkıntısını
giderecek güce sahip isen, o zaman senin malında onun da hakkı olduğunu bilmen gerekir.

Çünkü, Allah onun hakkını veresin diye onun durumunu sana göstermiştir.Eğer o hakkı
vermezsen, o zaman sorumlu olursun.

İbn Arabi (k.s)


Fütühat ül Mekkiyye, 560. Bab

Gözsüz Gören

İhlâs, insanların görmesini hâtıra getirmeyip, yaradanın dâimâ gördüğünü unutmamaktır....


Sebeplerde Allah’a dil uzatma. Her hâlde Allah’dan gelene râzı ve sükûn üzere ol.

Geylani

Zikri En Güzelin

Peygamber efendimizin zikrinden duy istidatını!!


O'nun zikri gibi bir zikir gördün mü!
Bu O'nun zikrinin zahir olanı!
Bizim varlığımıza kadar taşıp yükselen!
Ya onun batınındaki zikir nasıldır?
Geliyor kapını çalıyor mu arada o zikir?
Zikri en güzelin, o en büyük zikri?!
Kumru Zikri

Kumrular gıdılarını şişirip o çıkardıkları sesle "heybetlenirlerken";


"kendi istidatlarınca" kimi zikrederler?...
Senin istidadın bu kadar mı ki; bunu görmeyipte, kumrunun nefsine dikeceksin "ruhunu"?..

Daimi Zikir

Herşey O'nu övgüyle tesbih ediyor, aralıksız devamlı zikrediyorken...


Sen bazen "tam bir halifeye yakışır şekilde" en yetkili halde
bu zikre biz"zat" varlığınla katılırsın.
Bazen de "Bismillahirrahmanirrahim" diyip kalkarsın yatağından
ve tüm varlığını halis olarak"bu niyetle" yüce Allah'a teslim eder,
öyle katılırsın bu zikre. Böylece.. Ne unutmuş olursun..
Ne de hatırlamış...

Ümitsizlik Hatası

Andolsun ki, biz, insana tarafımızdan bir rahmet tattırır da sonra onu ondan çekip alırsak,
muhakkak o, çok ümitsiz ve çok nankör bir kimse olur.

Hud Suresi 9

Hasedin Kötülüğü

Ey iman sahibi, seni bir tuhaf görüyorum. Komşuna hasetli bir haldesin. Onun yemesini
çekemiyorsun. İçmesinden hoşlanmıyorsun. Onun giydiği sana tuhaf geliyor. Evi gözünde
büyüyor. Hanımı dahi senin için çekilmez bir dert oluyor. O mevla nimeti içinde zengin
olmuştur. Onun zenginliğinde bir türlü hoşluk bulamıyorsun. Bu hallerin neden oluyor.

Bilmiş olman gerekir ki, bu halin iman zafiyetinden ileri geliyor. Bu hal seni Allah’ın rahmet
nazarından uzaklaştırır. İlahi gazabı üzerine çeker. Peygamber efendimiz kudsi hadisi ile
hasedi şöyle anlatmıştır:

- “ Hased eden nimetimin düşmanıdır.

Ayrıca; peygamberimiz bir Hadis-i Şerifinde buyurdu:

-“ Hased, iyilikleri yer. Ateş odunu yaktığı gibi iyilikleri bitirir.

Zavallı!.. neye hased ediyorsun. Sen mi verdin o nimetleri? Onları sen değil, Allah verdi...
Allah’ın verdiği nimete nasıl hased edersin. Allah-ü Taâla:

- “ Onların dünya geçimlerini aralarında dağıttık.. “

Diye haber vermiştir.

İlahi nimetlerle beslenen o adamı hor görme. Ona karşı hased etme. Onun nimeti için de
kimse hak iddia edemez. Herkese Allah nasibince verir, herkes nasibini bulur.
Bu halinle o akılsız bir duruma düşmektesin ki, senden daha akılsız daha cahil, bahil ve cahil
görülemez. Acaba o adamdakileri senin mi zannediyorsun. Bu o kadar cahilliktir ki, tarifi
imkansız. Eğer sana gelecek bir şey varsa başkasına gidemez. “ HAŞA “ Allah’a mı kin
tutuyorsun. Halbuki Allah-ü Taâla:

- “ Emrim değiştirilemez. Ben kullara zulum etmem.”

Buyuruyor. Allah sana zulmetmez. Senin kısmetini başkasına vermez. Bunu böyle bil. Aksini
düşünme, cahillik etme.

Allah’ın verdiği nimete karşı durmak hıyanettir. Kendine zulumdur. Sonra bir nevi yere hased
etmektir. Çünki, o hased ettiğin insanın nimeti yerden çıkar. Altın, gümüş yerden gelir. Bunlar
miras olarak gelir. Geçmiş ümmetlerden. Ad, Semud, Kisra, Katser’lerin elinden geldi. Bir
zamanlar bu mallar, bu mülkler onlarındı. Asıl onlara hased etmek lazım. Çünkü komşunun
malı onların malının milyonda biri olur.

Senin bu hasedine bir misal vardır:

Bir insan koca bir sultanı askeri, mülkü, tacı, tahtı ve bütün saltanatı ile görüyor. Onun çeşitli
nimetlerini her an seyrediyor. Buna hased etmiyor. Beri yanda padişahın köpeklerinde birine
hizmet eden bir yabancı köpek görüyor. Yabancı köpek ile yerli köpek oturuyor, kalkıyor. Her
türlü geçimini onun sayesinde sağlıyor. O zavallı adam bu hale tahammül edemiyor. O
yabancı köpeğin ölmesini yerine kendinin geçmesini temenni ediyor.

Bu hal alçaklığın ve hasisliğin en büyüğüdür. Böyle düşünen bir adam için, zühd, inanç diye
bir şey olmadığı gibi, ondan daha ahmak, daha bilgisiz kimse de olamaz.

Zavallı, eğer kıyamet gününde o hased ettiğin komşunun başına gelecekleri bir bilsen, hiç
hased etmezsin. Eğer, o adam Allah’ın emrine uymuyorsa, nimetlerin hakkını ödemiyorsa
onun başına gelecekleri yalnız Allah bilir. Allah, nimetleri kendi yoluna sarf edilsin diye
verir, aksi halde nimet felaket olur.

Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

- “ Kıyamet gününde bir takım insanlar etlerinin makasla kesilmiş olmasını isterler. Buna
sebep, zavallı kimselerin dünyada çektikleri bela yüzünden orada aldıkları sevabı görüp,
imrenmeleridir. “

O gün, senin zengin komşun bir fakir olmayı ister. Kıyamet günü bir sürü hesabın görülmesi
ve münakaşası onu yorar. Güneşin sıcaklığı altında beyni pişer. Böyle günlerce bekler. Oranın
bir günü, buraya nisbetle elli bin senedir. İşte o dünyadaki nimet hesabını böyle verir. Halbuki
sen, eğer hased etmeden sabırlı durursun. Dünyada güçlüklere sabredenler orada rahat eder.
Sıkıntılara göğüs gerenler, orada mesud olur. Sen de dünyada iken kazaya, kadere iman edip,
kaderine razı olduğundan orada en büyük nimete mazhar oldun. Başkasının zenginliğine göz
dikmediğin için, orada tam afiyet buldun.

İşte dünyada kendi hastalığını, başkasının iyiliğine,darlığını başkasını genişliğine,


düşkünlüğünü başkasının iyiliğine tercih edenler öbür alemde arşın gölgesine sığınırlar..

Sana en büyük tavsiye: Belaya sabret, nimelere şükret ve her işini ulvi gök kubbesini
yaradana ısmarla...

Abdülkadir- i Geylani (K.S)


(Neler dedi neler dedi..Nasıl dedi)

Sana da Aşk olsun!

Aşk diyor ki

Görmen yetmez!
Her an düşünmelisin Aşkını!

Yetmez!

Yanında olmalısın!

Yanında olmak da yetmez ki!


Ona sarılmalısın!

Yetmez ki!

Canını vermelisin!

Akıl da der ki

Onu düşünmediğin an seni bırakır ki Aşkın!

Yanında olsan da bir an yüzünü döndün!

İşte yine yok!

Terketti bak seni Aşkın!

Hem nereden biliyorsun ki?

O sana Aşık değil belki!

Ah akıl!

Rezil akıl!

Yalancısın yalancı!

Yalancının dik alası!

Vefasızsın!

Aşk!

Sana da Aşk olsun!


Sen de Aşkından bi habersin!

Es-Settâr (Örten)

Elif

Sıradan İnsanlar da Hayda Hayda Unutmuşlardır

Kıyamet günü nesebini bilerek, akrabalarını göstererek, rahmi aracılığıyla Rahman'a ulaşmış
olarak gelen bir adamla, bütün bunları bilmeden, yabancılığa ve münasebetlerin uzaklığına
inanarak gelen bir adam arasında ne büyük bir fark vardır. Eğer bu kimse, hayrı bilseydi,
babası onun yanında Adem menzilinde, kendisi de Adem'in oğlu konumunda olurdu. Yani
babasını Adem gibi görürdü. Ama böyle kimselere bu akrabalık mutluluk vermez. Ama yanlış
bir tutumdur bu. Bana göre bu, bir zevktir ve ben bunu Mekke'de babamız Adem adına
yaptığım bir Umre’de tattım. Bu husus bana bir müjde olarak zahir oldu ki, bazı insanlar da
hem bizim hem de o gece benimle beraber Adem adına Umre etmelerini emrettiğim cemaat
ile ilgili olarak müşahede ettiler. Burada ilahi yakınlık, göklerin kapılarının açılması, bu
cemaatin yükselişi, mele-i a'lada ağırlanıp konuk edilmeleri gibi haller yaşandı. Ki gördükleri
karşısında dilleri tutuldu, akılları başlarından gitti. Çünkü Adem ile aramızdaki akrabalık,
ehlullah olan bir çok insan tarafından unutulmuştur. Sıradan insanlar da hayda hayda
unutmuşlardır. Allah'a hamdolsun, Adem'e karşı akrabalık görevimi yerine getirdim.
Sebebimle bağımı kurdum ve bu geleneği ben başlattım. Kuşkusuz bu, ilahi bir tevfiktir. Daha
önce kimsenin böyle bir yol izlediğini görmemiştim ki onun yolunu izleyeyim. Nimetlerinden
dolayı hamdettim. Ancak ilahi neseb sayesinde bu gerçeği keşfedebildim…

Muhyiddin İbn-i Arabi Hazretleri

İbn-i Arabi Hazretleri ve Tanıdığı Evliya Hanımlar

Bu salih ve arif kadınlardan biri Nune Fatıma bint ibni el-Müsenna'dır.


Şeyh bu kadını şöyle vasfeder:

- "Babası Kurtuba'lıydı. Genç bir kız iken tarikata girdi. Cüzam hastalığına yakalanmış
muttaki bir adamla evlendi. Bu adam ölünceye kadar 24 sene boyunca ona hizmet etti.
Allah'tan başka her şeyle ilgisini keserek kendini ibadete verdi. Allah mülkünü ona sundu,
ama o bu mülkten hiçbir şeye bağlanmadı. Allah için seven, Allah'ı bilen, Allah aşkıyla dolu
biriydi. Onu gören biri "ahmak!"derdi. o ise "Ahmak, Rabbini bilmeyene denir" cevabını
verirdi. Daima Allah'ı
zikreder, onunla tarifsiz bir coşku yaşardı. Cinlerin mümin olanları onun meclisine
katılırlardı. Çok az yerdi. İşbiliye'de onun sohbetinde bulundum, ondan yararlandım. Bir çok
kerametini
gördüm. Bu kerametlerden biri şudur: herhangi bir şey istediği zaman, Allah'a Fatiha suresini
okuyarak dua ederdi, anında duası kabul olurdu. Alemler için bir rahmetti.
Onu tanıdığım zaman 95 yaşındaydı. Ama nazikliğinden, letafetinden dolayı onu on dört
yaşında sanırdın. Yıllarca ona hizmet ettim. Boyu yüksekliğinde kamıştan bir ev yaptım
ona. Manevi derecelere yükselinceye kadar durmadan Allah'a kulluk ederdi. Bana şöyle derdi:
"Ben senin ilahi annenim. Nur ise senin topraktan annendir." Annem onu ziyarete geldiğinde,
ona şöyle derdi: "Ey Nur! Bu benim oğlumdur. Senin de babandır. Ona iyi davran, sakın
serkeşlik
etme." Meclisine katılanlara hitaben şunları söylerdi:
"Hepiniz benim yanıma varlığınızın bir kısmıyla gelirsiniz, bir kısmını ise evinizde, ailenizde,
başka gayeleriniz için bırakırsınız. Ama oğlum, gözümün aydınlığı Muhammed b. Arabi
hariç. O, benim yanıma gelince, bütün varlığıyla gelir, kalkınca bütün varlığıyla kalkar,
oturunca bütün varlığıyla oturur. Arkasında nefsi namına bir şey bırakmaz. Tarikte böyle
olmak gerekir."

Şeyhin yirmili yaşlarda iken tanıştığı arif kadınlardan biri de Yasmine Şems Ümmül
fukara'dır. Şeyh onun hakkında özetle şunları söylüyor

-"Onu tanıdığımda 80 yaşındaydı. Merşanetu'z Zeytun'da defalarca yanına gittim. Burası


İşbiliye'ye uzak olmayan bir yerdi. Abdullah el-Mururi ile birlikte onu ziyarete giderdik. Salih
bir kadındı. Çok içli ve yufka yürekliydi. Ağırlık hali rıza ile karışık korkuydu. Nefsine
yüklenmek
hususunda sergilediği kararlılığı erkeklerde bile görmedim. Muamele ve keşiflerde büyük
özellikler sergilerdi. Defalarca onu keşif hususunda denedim, sonunda onun bu makamda
temkin düzeyinde olduğunu gördüm. Hallerini özenle gizlerdi. Onun bir çok bereketini
gördüm."

Şeyhin tanıştığı salih kadınlardan biri de, önce İşbiliye'de sonra Mekke'de karşılaştığı ve
Mekke'den birlikte Kudüs'e yolculuk ettiği Zeynep el-Kaleiye'dir. Şeyh, onun hakkında özetle
şunları söylüyor

- "Aslen Benu Hammad Kalesindendir. Kur'an ehliydi. Zamanının en zahidiydi. Göz


kamaştırıcı güzelliğine ve büyük servetine rağmen dünyadan el etek çekerek Mekke'ye
yerleşti. Büyük şeyhlerin sohbetinde bulundu. Bunlar arasında, İbni Kasum, eş-Şeberbuli,
Meymun el-
Kırmızı, luhaddis, zahid Ebu'l Hüseyin es-Saiğ, Ebu's Sabr Eyyub el-Fihri gibi isimler yer
alır. Namaz vakitlerine onun kadar özen gösteren birini görmedim. İnsanların en
zekilerindendi.
Allah'ı zikrettiği zaman, yerinden yukarı yükselirdi ve zikir sona ermeden yere inmezdi."

Mekke'de yaşıyan ve şeyhin karşılaştığı salih kadınlardan biri de Emetu Emirülmüminin'dir.


Şeyh onu özetle şöyle vasfeder:

-"Ahlak, erdem, yoksullara hizmet ve tarikatta doğruluk bakımında zamanının biricik


kadınıydı. Nefsine karşı amansız bir cihad verir, rabbini çokça tazim ederdi. Kesintisiz oruç
tutardı. Halleri çok güçlüydü. Tayy-i mekan makamına nail olmuştu. Uzak mesafeleri en kısa
zamanda kat edebiliyordu."

Bunlardan biri de şeyhin, hakkında şu değerlendirmeyi yaptığı kadındır:

- "Mekke'de salih bir kadın gördüm. Fatıma bint et-Tac. Hiçbir kabahati olmadığı halde,
babası onu incitici şekilde dövmüştü. Ama o hiçbir şey hissetmemişti. Sırtı ile kamçı izleri
arasında giren şeyleri ise hissederdi. (…) Başlangıçta bizim de başımızda böyle şeyler geçti
ve bu uzun bir
hikayedir."

Şeyhin annesi Nur vefat ettiğinde, ana oğul birbirleri için göz aydınlığı mesabesindeydi.
Annesi, şeyhin babasından, yani eşinden birkaç ay sonra vefat etti. Vefat ettiğinde şeyh
30 yaşındaydı. Şeyh, anne ve babasına yönelik iyi tutumunu onların ölümünden sonra da
sürdürdü. Bazı ibadetlerinin sevabını onlara ve atalarına ithaf ederdi. Böylece bir çok
insanın kulak ardı ettiği sıla-ı rahmi (Akrabalık bağı/ziyareti) unutmazdı. Nitekim Futuhat'ın
454. babında şunları söylemiştir:

- "Nesebin ispatı için iki yol vardır: En yücesi nisbi olanıdır. Yani, Allah nesebi olan takvadır.
Biri de rahim yoludur. Rahim ise, Rahman'dan bir daldır. "Çocuk babasının sırrıdır." sözünün
anlamı budur. Kıyamet günü nesebini bilerek, akrabalarını göstererek, rahmi aracılığıyla
Rahman'a ulaşmış olarak gelen bir adamla, bütün bunları bilmeden, yabancılığa ve
münasebetlerin uzaklığına inanarak gelen bir adam arasında ne büyük bir fark vardır.
Rahman Suresi 6-13

Rahman Suresi 6-13

Ve çimen ve ağaç secde eder.

Bak şu güzel göğe, onu yükseltti, dengeyi koydu.

Ki asla ölçüsünden şaşmayasınız.

Ve doğru tartın, eksik tartmayın.

Yere gelince, onu da mahlukatı için serdi döşedi.

Orada türlü türlü meyvalar, salkımlı hurma ağaçları var.

Ve filizlenip dal veren tohumları ve hoş kokulu bitkiler.

Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Allah'a Yakınlık

Manevi bir hal içinde bulunduğun zaman başkasını isteme. İser daha altını, ister daha üstünü.
Hiçbir makam arzu etme...

Padişahın kapısına geldiğinde hemen içeri girmeği isteme Zorla içeri alınıncaya kadar bekle.
Kendi isteğinle değil zorla içeri alınmalısın. Tekrar, takrar istemelisin. Pek nazlı da olma...

İçeri girmek için mücerret izinle de yetinme. Seni tecrübe için olabilir, belki de padişah
tarafından deneniyorsundur... Koşma; bekle. Ta ki seni zorla içeri alsınlar. Bu şekilde içeri
alınman senin için bir fazilet olur. Saraya bu şekilde girdikten sonra, seni kimse tekdir etmez.
Tekdir ancak yapacağın kusurdan sonra gelir. O, seni bizzat içeri aldıktan sonra, korku da
olmaz. Padişahın yaptığından mes’ul olmazsın. Ancak kendi isteğinle yaptığın şey sonunda
mes’ul duruma düşersin. Yaptığın hareket neticesi, sana taarruz vaki olur.

Bu makamda senin için iyi olmayan şey kendi arzunla hareket etmendir... Sabrın azlığı, edebe
riayetsizliğin, bulunduğun hale rıza göstermemen senin için hiç de iyi olmayan hareketlerdir...

Abdulkadir Geylani Hazretleri

Not: Himmetidir sözleri...Allah yakınlığımızın mertebelerini O'nun hürmetine her gün


yükseltsin inşaallah..Amin...Bunları okuyabilmenin kıymetini anlıyorsan bil ki işte bu
haberleri onlar aktardı ve son derece cömert ve son derece dikkatli davrandılar..Kolay
zannetme..Haklarını takdir etmeyi,anmayı,dua etmeyi eksik etme..

Allah'a yakınlık üzerine

Rüya gördüm, bir ihtiyar bana sordu:


- “Kul için Allah’a (CC) yakınlık nasıl olur?” Cevap olarak:

- “Bunun ilki ve sonu var.” Dedim ve sonra devam ettim:

- “İlki var; fani, kötü işleri bırakmak; sonu ise Allah’tan (CC) razı olmak. O’na (CC) teslim
olup candan bağlanmaktır.”

Abdulkadir Geylani

Ancak tevekkül ile Allah Onu Giderir

Uğursuzluk yorma, şirktir ve bizden hiçbir kimse yoktur ki bu şirkten ona bir şey yaklaşmış
olmasın. Ancak tevekkül ile Allah onu giderir.

s.a.v.

Allah'ın iradesi dışında bir şey isteme!

>>Allah'ın iradesi dışında<< >>Ondan başka bir şey istemek, >>boş bir temennidir<<..

<((Parantez: Yani kişinin O'nun herşeyin yaratıcısı olduğuna iman ettiği ve bildiği halde
Allah'tan, O'nun iradesi dışında başka [Gayrı veya Nefsi] bir irade beklemesi))>

Akılsızlıktır. >>Sakın böyle bir hevese düşme!<< >>Telef olursun<<..>>Helak olursun!<<..


Hakkın merhametinden uzak kalırsın..

Sonuna kadar Allah'ın emirlerini tut!..Sonuna kadar yasak ettiği şeylerden kaç!..Sonuna kadar
onun kaderine teslim ol!..Yarattığı şeylerden hiçbirini ona ortak yapma.. Şirk koşma!..

Abdulkadir Geylani Hazretlerinden

Kopyala yapıştır ->> http://jonasclean.blogspot.com/2009/05/sizden-herkes-ihtiyaclarnn-


tamamn.html

İsa Aleyhisselam

Ben onlara (söylememi) emrettiğin şeyden başkasını söylemedim: 'Benim Rabbim ve sizin
Rabbiniz (olan) Allaha kulluk edin (dedim). Ve onların arasında yaşadığım sürece
yaptıklarına şahitlik ettim: Ama Sen bana ölümü verdikten sonra onların koruyucusu yalnız
Sen oldun ve Sen her şeyi hakkıyle görensin.

Maide 117

Durmuşlar da Seni O'ndan Başkalarıyla Korkutuyorlar

Allah, buyurmuştur ki: İki ilâh edinmeyin. O, ancak bir ilâhdır. Onun için yalnız benden
korkun.

Nahl-51
Allah, kuluna kâfi değil midir? Durmuşlar da seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Her
kimi ki Allah şaşırtırsa, artık ona hidayet edecek yoktur.

Zümer-36

Zatından Başka Herşey Yok Olucudur Helak Olucudur

Ve Zekeriya(yı da an ki o'nu da böyle kurtarmıştık;) hani, o da Rabbine seslenerek: "Ey


Rabbim!" demişti, "Beni çocuksuz bırakma; fakat, (beni varissiz bıraksan bile, biliyorum ki)
herkes göçüp gittikten sonra kalıcı olan biricik varlık Sensin!"

Enbiya-89

Yani, Allah'la beraber tutup başka bir tanrıya yalvarmaya kalkma! (Çünkü) O'ndan başka tanrı
yok; (çünkü) O'nun (ebedi) Zatı'ndan başka her şey, herkes, yok olmaya mahkumdur; hüküm
bütünüyle O'nun elindedir ve sonunda O'na döndürüleceksiniz.

Kasas-88

Zatında Övgüye Layıktır

Musa dedi ki: «Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz, şu bir gerçek ki,
Allah hepinizden müstağni ve zatında övgüye layıktır.»

İbrahim - 8

Haberin var mı?

Sen kendinden nefret etsen Allah senden nefret etmez


Sen Allah'a kızsan Allah sana kızmıştır
Aşk derken kimin aşkından bahsediyorsun sen
Haberin var mı?

Mumin Suresi, 2-3

Bismillahirrahmanirrahim.

Bu Kitab’ın indirilmesi, mutlak galip ve (her şeyi) hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi
kabul eden, azabı şiddetli olan, hem de lütuf sahibi olan Allah tarafındandır. O’ndan başka
hiçbir ilâh yoktur, dönüş ancak O’nadır.

Sevgi Hiç Karşılık Beklemek Olur mu

Sevgi hiç karşılık beklemek olur mu

Ya Allah ne bekliyor bizden

Namaz nasıl sevgisiz olsun


Aşk'a dalıp kime Aşık olunuyor unutma sen

Bu işte O karşılıksız olan Aşk

Allah'ın İlminden

Gelişim derken ademin cennetten indirildiğini unutma


Teknoloji gelişimdir derken doğanın mahvedildiğini unutma!
Eski zamanlardakilerin doğayı teknolojiyle bozamadıkları için çok çok uzun yaşadıklarını
unutma!
Ademin cennetten indirilişindeki sebebin sendeki iyi ya da kötü sırrını unutup
Allah'a benim ne suçum var deme!
Sırrın manasının söylenenden hariç aynı zamanda "anlaşılamayan" olduğunu unutma!
Allah'ın rızasının cennetten üstün olduğunu unutma!
Asıl cennetin ahirette olduğunu ve orda kulağına tek bir boş laf gelmeyeceğini aklından
çıkarma!
Gelişimdi teknolojiydi derken O'ndan O'na döneceğimizi unutma!
Kardeşin hakkında hüsn-ü zan etmenin ibadet olduğunu unutup kendini boşu boşuna günaha
atma!
Kötü zanda bulunmamak güzelliğine ve özgürlüğüne sahip olduğunu unutma!
Allahtan başkasından hür olduğunu bilirken bütün iyiliklerin de O'ndan olduğunu aklından
çıkarma!
Her konuda kul hakkını gözetmeyi unutma!
Allahtan gelen "çok büyük iyiliklerin" kolaylıkla elde edildiğini zannetme!
Allah'ın bedeni yoksa da yaratması olduğunu aklından çıkarma!
Ruhumuzun Allahımızın ruhundan bir nefes ve bedenimizin O'nun yaratmasıyla "OL"duğunu
unutma!
Kendini sadece beden zannedip de o ruhunu vücudun gibi toprak olacak sanma!
Öylece de yaratmanın sadece O'na ait olduğunu unutma!
Hikmetin sadece O'na ait olduğunu unutma!
Uyutulduğunda "YOK" olduğunu unutup da uyandığında yoktan yaratanın hiç uyumadığını
unutma!
Allah'ın çok yumuşak olduğunu bilirken, çirkin ve doğru olmayan şeylere asla göz
yummayacağını unutma!
Allah'ın çok affedici ve çok rahmet edici ve Settar ve Rahim bulunduğunu unutma!
Vedud olanın Allah olduğunu unutma!

Evliyadan Abdulkadir Geylani'den Yardım İstemek

Sen olsam

Senin senden daha büyük olduğunu görsem

Yine seni överim

Yine de senin seni övmeni överim

Benim senden yardım istemem ne haddime !

Yardım eden sensin !


Ah cümle canların canı

Ah Yunusu Bî-Huş eyleyen Alemlerin sultanı !

Sen "Var" iken !

Hiç bulunmaz, Haktasın !

Ya ben kime yalvarayım !

Ah Alemlerin sultanı sen var iken !

Hayyül-Hak !

Allahın arslanı !

Ya ben kime yalvarayım !

AbdulKadir Geylani Cümle Canların Canı Alemlerin Sultanı

Sen olsam

Senin senden daha büyük olduğunu görsem

Yine seni överim

Yine de senin seni övmeni överim

Benim senden yardım istemem ne haddime !

Yardım eden sensin !

Ah cümle canların canı

Ah Yunusu Bî-Huş eyleyen Alemlerin sultanı !

Sen "Var" iken !

Hiç bulunmaz, Haktasın !

Ya ben kime yalvarayım !

Ah Alemlerin sultanı sen var iken !

Hayyül-Hak !

Allahın arslanı !

Ya ben kime yalvarayım !


hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar

Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin, hatta kopan ayakkabı bağına
varıncaya kadar istesin.

s.a.v

Ne İstiyorsan Mutlaka O Şeyi Allahımızın Lütfundan İste

Elbette sen Allah'ın yardımı olmadan kendi amelinle kurtulamazsın

Ne istiyorsan mutlaka o şeyi sadece Allah'ın lütfundan istemelisin!

Amelinin karşılığını amelinden değil Allah'ın lütfundan gör

Kulluğumuz elbette Allah'ı hoşnut eder ve rızasına kavuşuruz

Fakat örneğin sen namazda duaları okurken sadece Allah'ı hoşnut etmek için okursan

Yani hiç o duaların anlamlarını hissetmeden okursan

Ya da kuranı sadece harflerinden okuyup hiç o güzelim anlamları tefekkür etmezsen

Bu doğru olur mu ?

Elbette ne gelirse Allahımızın lütfundan gelir!

Ama hiç namaz kılmamak mesela ya da hiç bir şey okumamak, anlayarak hissetmeye gayret
etmemek doğru olur mu ?

Sonrayı Bırak

Sonrayı bırak

Baban seni doğmadan annenin karnından aldırır !

Annen seni büyümeden caminin önüne koyuverir

Annenin babanın haklarını takdir et !

Ve düşün az !

Kim peygamberlerinden ve O'ndan başka bizi hakkıyla sevdi !

İnsan Sevdiğiyle Beraberdir (s.a.v)

"İnsan sevdiğiyle beraberdir"

s.a.v
Sen yarattıklarından çok Allah'ı seviyorsun değil mi ?

Her İşte Bi Hayır Var

Her işte bir hayır varsa; seni ne çıkartabilir O'nun huzurundan! Bir fitneye maruz kaldığında
sen o fitneye gözünü dikip huzurundan olacağına, seni ondan haberdar etmiş, sakındırmışa
baksana! Kuran okuyor musun?

Allah öte dünyayı yaratmış ve bizi oraya doğru götürmektedir

Bu dünya evi Alim ve Aziz Allah ın takdir ettiği ölçüde ,tutarsız gerçeklerle ve perdelerle
örtülüdür. Allah öte dünyayı yaratmış ve bizi oraya doğru götürmektedir.

Yalancı iddiaların,sahte davaların kabul edilmediği bir yurttur orası.

İlahi Aşk , s. 42
Ibn Arabi (k.s.)

Nefs Terbiyesi

Nefsinde gözüne batan her bir düşüş, her bir erememek, her bir yetersizlik; her bir düşüşünde
O'nu hatırlayıp yükselmen, her bir erememek O'nu hatırlayıp ermen, her bir yetersizlik O'nu
hatırlayıp yetişmen için! Hakim olamadığın her şey sana O'nu hatırlatmıyorsa O'nu nasıl
bilipte yükseleceksin! Uyanık ol! Nefsi bu şekilde inişli çıkışlı yaratması Hakim olanı
hatırlaman ve böylece O'nun hakimiyetini hissetmen için! Ve ötesinde de tam olarak O'nu
daimi hakim bilebilmen için var! Yoksa başka neye yarar nefsin! Hakim olan kim! Benim
dersen Allah'ı unuttun! Bil ki nefsine düştün! Hakim olan O'ndan başka kimdir? O düşüşü
yarattı ki yüksek olanı bil! Yaratıcı kim! Güldüren, ağlatan kim! Sen düşürenin tamamen
nefsin olduğunu sanar da nefsine bir hakimiyet verirsen daimi Hakim olanı nereden
bileceksin! Herşeyi Yaratan kim? Hayyul Kayyum olan kim? Değiştiren dönüştüren kim?
Nefsini her bir görüşün hemen tekrar O'na sıçramaktan başka ne için? Herşey O'nu bilmekten
başka ne için!

Tasavvuf

Şeytanın ayrıntıda gizlendiğini isteyerek istemeyerek bilmiş olanlar, Allahı


kıldan ince kılıçtan keskin görürler...

Bilirim! Sen Üzülecek Şeyler Olmadan Hüzünlü Olmayı İstersin...


Bilirim
Sen dertler olmadan dertli olmak
Üzülecek şeyler olmadan hüzünlü olmayı istersin
Mutlaka düşünmen gereken bir şey söyledim sana
Anladıysan, sebeplere tapınmayı bırak.
İnan; biliyorum!
Gelen sebepsiz de geliyor; sebeple geldiği yerden!
İnan; biliyorum!
Sen üzülecek şeyler olmadan hüzünlü olmak dilersin
Dertleri istemeden dertli olmayı dilersin
O halde sebeplere tapınmayı bırak!
Mutlaka düşünmen gereken bir şey söyledim sana!
Derdimi anla!
Aşk olmak için ayrılıkları mübah saymış olma!
Dertli olmak için ölümleri istemiş olma!
Gelen sebepsiz de gelir; sebeple geldiği yerden
İnan; biliyorum!
Sebepleri mübah saymayı bırak!
Sebeplere tapınmayı bırak!

Tevekkül

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Siz Allah`a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de,
kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırıdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz."

s.a.v

Tevekkül: O'nu vekil edinmek, işini O'na bırakmak, işi yalnız O'na ısmarlamak, O'na
güvenmek...

Ekberiyye

Ekberiye
Hz. Şeyh Muhyiddin Arabi ( K.S )

Bismihi Teala:

Muhyiddin İbnil Arabi (k.s) birçok şeyhle görüşmüş, onların telkini ve tavsiyelerinden
faldalanmış, hatta kendilerinden hırka giymiş, bunları üstatları ve şeyhleri olarak saygıyla
anmış olmakla beraber bir şeyhe intisap edip sülukünü tamamlamış bir mutasavvıf değildir.
Bu husus, doğuştan sahip bulunduğu mânevi istidadın ve kendi ifadesiyle "hâtemü l-velâye"
(velliğin mührü) oluşunun ona verdiği bir istisnâ hali olarak değerlendirilebilir. Nitekim
İbnü'I-Arabi yirmi yaşında tasavvuf yoluna girdiğini ve bütün makamların kendisine çok kısa
bir sürede açıldığını belirtir. (El-Fütuhat, II, 425)
Hz. Peygamber'in ve ayrıca birçok velinin ruhaniyetinden feyiz aldığını söyleyen İbnü I-
Arabi,
ilim ve mârifet, ağırlıklı bir tasavvuf anlayışını savunduğu ve tasavvufa yeni yorumlar
getirdiği gibi
el-Fütuhâtü'l-Mekkiyye, Kitâbü'I-Künh fîmâ labüdde li'l-mürîd minh, el-Emrü'I-muhkem,
el-Halvetü'I-mutlaka, Teıtîbü's-süluk gibi eserlerinde tasavvufi hayatın usulü ve uygulama
şekli üzerinde de durmuştur. Sağlığında çevresinde toplanan Sadreddin Konevî ve Abdullah
Bedr el-Habeşi gibi talebeleri onun sohbetlerine devam etmişler, eserlerinden
faydalanmışlardır.
İbnü'I-Arabi'nin hırka giydirdiği mânevi oğlu Sadreddin Konevi şeyhin vefatından sonra bir
anlamda onun irşad postuna oturmuş ve fikirlerini istidadı olan tâliplere şerhetmiştir. Onun
irşad tarzı ilim ve irfan yolu olduğundan kitaplarındaki sırlar da takipçileri için çok büyük
önem taşımıştır. Müridlerine, kendisinin ve İbnü'I-Arabi'nin eserlerindeki derin ve kapalı
yerlerin üzerinde fazla durmamalarını, Kur'an ve Sünnet'e sarılıp "zikr-i dâimi"ye riayet
etmelerini tavsiye eden Sadreddin Konevi(k.s) kitaplarının Afifüddin et-TilimSânî ye
verilmesini vasiyet etmiştir. İbnü'I-Arabî nin bugüne ulaşan eserlerinin birçoğunda görülen
sema' kayıtları, bunların birer mânevi emanet gibi elden ele geçerek günümüze geldiğini
göstermektedir.
Önemli bir husus da ruhani irtibat yoluyla kendisinden feyiz alınması, onun da eserlerinde yer
alan kapalı hususları şerhetmesidir. Sadreddin Konevi başta olmak üzere bugüne gelinceye
kadar pek çok kişi İbnü'l-Arabi ile böyle bir irtibatta olduğunu ifade etmiştir. (Lâmii s. 633)
Nitekim kendisi de birçok defa Hz. Peygamber (SAV)'in ruhaniyetiyle görüştüğünü ve tarikatı
doğrudan doğruya ondan aldığını söylemiştir (Haririzâde, Tibyan, I, vr.101a). Bu husus onun
yolunun bir bakıma Üveysi bir karakter taşıdığını göstermektedir.

Muhyiddin İbnü'l-Arabi ye "Şeyh-i Ekber" unvanı dolayısıyla Ekberiyye, soy nisbetinden


ötürü Hâtemiyye ve Arabiyye, mahlası Muhyiddin'e nisbetle de Muhyiyye adlarıyla anılan bir
tarikat nisbet edilmiştir. Ancak böyle bir tarikatın mevcudiyeti ve mahiyeti konusunda gerek
tasavvuf ehli gerekse tasavvuf tarihçileri degişik görüşler ileri sürmüşlerdir. İbnü l-Arabi'nin
talebeleriyle ilişkilerine ve bu talebelerin ifadelerine bakılarak ortada adı konulmamış bir
irşad faaliyetinin mevcut
olduğu düşünülebilirse de bu faaliyetin diğer tarikatlardaki gibi müteselsil olarak nereye kadar
devam ettiği bilinmemektedir. Sadreddin Konevi'nin vasiyetinde, "Benimle bu yol seddedildi"
derken kendisinden sonra gelen bazı meşhur sufiler arasında "hırka-i Hâtemiyye"yi giydikleri
iddiasında bulunanlar olmuştur. Suyuti, Şâ râni, İbn Hacer el-Heytemi, Zekeriyyâ el-Ensâri,
Kuşâşi, Gümüşhanevi, Emir Abdülkâdir elCeziri ve Murtazâ ez-Zebid bunlar arasında
zikredilebilir.
(Chodkiewicz, s. I5). Ayrıca "müşabâke' tarzı bir yolla ondan kendilerine ulaşan bir silsile
olduğunu ileri sürenler de vardır. (Osman Yahya, s. 544).
Bunun yanında bazı tarikatların kolları (özellikle Şâzeliyye, Senüsiyye, Nakşibendiyye,
Ni'metullâhiyye, Yâfiiye ve bazı Kâdiriyye kolları) kendi silsilelerinde İbnü I-Arabi'nin de
adını zikrederler. Bazılanna göre Ekberiyye adıyla müstakil bir tarikat yoktur. Bu adla meşhur
olan tarikat aslında Kâdiriyye'nin bir şubesidir. İbni'l-Arabi de bu tarikatın ikinci piridir
(Teftâzâni. s. 308).
Rivayete göre Abdülkadir-i GeyIani, "Hırkamı vefatımdan sonra Mağrib'den zuhur edecek
olan Muhyiddin'e giydirin" diyerek müridlerine vasiyette bulunmuş ve bu hırka Şeyh
Cemâleddin Yünus b. Yahyâ el-Hâşimi vasıtasıyla İbnü'I-Arabi ye giydirilmiştir. Çok
istemesine rağmen göremediği ve kendisinden "şeyhü'l-meşâyih" diye bahsettiği Ebü Medyen
el-Mağribi'nin de İbnü l-Arabi üzerinde büyük tesiri vardır. Bu durum, bazılarının onun
tarikatının Medyeniyye'nin bir kolu olduğu kanaatine varmasına sebep olmuştur.
Ayrıca Ekberiyye'yi Enesiyye'nin ve Mehdeviyye'nin bir şubesi olarak görenler bulunduğu
gibi (Haririzâde, Tibyan, I, vr. 102b) İbn Meserre'nin takipçisi olarak görenler de vardır
(Palacios, s. 128). Ancak bütün bunlar birer yakıştırmadan öteye geçmemektedir.

Diğer bir görüş, Ekberiyye adı verilen tarikatın Abdülgani en-Nablusi (ö. 1143/ 1731 )
tarafından kurulduğu şeklindedir. Birçok tarikattan icâzet alan ve aynı zamanda İbnü'l-
Arabi'nin fikirlerine bağlı bir sufi olan Abdülgani en-Nablusi, tarikatının esaslarını anlattığı
bir mektubunda bunlardan birincisinin "esmâ yolu", ikincisinin de "ilim yolu" olduğunu ve bu
ikinci esasta üstadının İbnü l-Arabi olduğunu söyler (Haririzâde, Tibyan, I, vr. 95b-98b).
Nablusi, tarikatını Kâdiriyye'nin bir şubesi olarak görür. Kaynaklarda Ekberiyye-i Ganiyye-i
Kadiriyye diye geçen bu tarikat zamanla Ekberiyye şeklinde anılmaya başlanmış ve bu
şekilde meşhur olmuştur (Tomar-i Kâdiriy ye, s. 44-47). Bu tarikatın yedi şubesi olduğu da
rivayet edilir (Haririzâde, Tibyan, I. vr. 976-1016).
Nakşi şeyhlerinden Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevi'nin şeyhi Ahmed b. Süleyman el-Ervadi
de rüyasında İbnü l-Arabi'yi gördüğünü ve kendisinden tarikat aldığını söyler. Bunun üzerine
isim zincirinin sonuna "el-Ekberi nisbesini ilâve eden ve bu tarikatın esaslarını anlatan en-
Nûrü'1-mazhar tî tarîkati Seyyidi'ş-Şeyhi'1-Ekber (Kahire 1948) adlı bir eser yazan Ervadi,
tarikatlarda esas olan nefsin yedi tabakasını katetme keyfiyetini anlatırken bunun Ekberilik'te
şeyhin müride teveccühüyle gerçekleştiğini söyler (bk. M. Zâhid Kevseri. s. 86).
Gümüşhânevi de tarikatların usul ve esaslarına dair kaleme aldığı Câmi`u'1-ıışul adlı eserinde
(s. 4 vd.) Ekberiyye tarikatının özelliklerini anlatırken büyük ölçüde üstadının eserinden
istifade etmiştir. Ervâdi nin diğer bir halifesi Şeyh Cevdet İbrâhim de Mısır'da bu tarikatı
yaymaya çalışmıştır.
Bazı Osmanlı sûfîleri kendilerinin Ekberi silsilesi içinde yer aldıklarını söylemişlerdir. Meselâ
üçüncü devre Melâmiliğinin piri Muhammed Nûr el-Arabî'nin (Gölpınarlı, s. 241 ) ve Uşşâki
şeyhi Abdurrahman Sâmi nin (Hüseyin Vassâf, IV, 86) böyle birer nisbetleri vardır.
Ekberiyye adı altında İbnü'1-Arabî'ye nisbet edilen kurumlaşmış bir tarikatın bulunmadığı
kanaatinde olanlara göre onun yolu tarikatlar üstü bir irfan yoludur. Hatta İbnü'1-Arabi
"berzahî yol" dediği bazı tarikatları eksik bulur (el-Fütühât, Ill, 323). Kalbinde İbnü'1-
Arabi'nin fikirlerine bir meyil ve muhabbet duyan herkes onun yolundan sayılır. Onların bu
adla anılan bir zâviye veya dergâhları da yoktur. Nitekim İsmâil Hakkı Bursevî, İbnü'I-
Arabî'nin yolunun bütün tarikatları ihtiva ettiğini, zevki eksik, yolculukta sebatsız olanlar
dışında onun yolundan gitmeyen, ilminden istifade etmeyen hiçbir Allah yolcusunun
bulunmadığını ve istidat sahiplerinden himmetini esirgemediğini söyler. Hangi tarikata
mensup ve hangi neşveye sahip olursa olsun herkesin ondan feyiz alması mümkündür.

Öte yandan İbnü'I-Arabi tarikinin gizli bir yol olduğu da söylenir. Atpazarî Osman Fazlı,
kendisinin dostlarıyla Şeyh-i Ekber'in Fusûsü'l-hikem'ini müzakere ettiği duyulunca, "Şeyh-i
Ekber'in yolunda imiş" diye kınandığını, bir gece gâibden, "Ceddinin sır yolunu tut" hitabıyla
uyandığını, bunun üzerine hakikat kapısını kapatıp fıkıh, kelâm, hadis okutmaya başladığını
söyler. lbnü'l Arabî'nin vahdet-i vücûd, merâtibü'1-vücûd, hakikat-i Muhammediyye, velâyet,
tecellî-i zât, tecelli-i sıfât ve tecelli-i ef'âl, müşâhede, dâiretü' l- vücûd, seyr gibi konulardaki
fikirlerini kabul eden kişiler onun yolundan sayılır. Bu durumda Ekberiyye'yi entellektüel
veya felsefî tasavvuf olarak görenler ve tarikat adı yerine "mektep" adıyla tanımlayanlar da
olmuştur ki doğrusu budur (Chodkiewicz, s. 15).
Melâmet ve fütüvvet gibi Ekberilik de bir neşve ve zevk hali, bir irfan yoludur. Sadreddin
Konevi, Müeyyidüddin Cendi, Afifüddin et-Tilimsânî, Abdürrezzâk el-Kâşânî, Saîdüddin el-
Fergânî, Fahreddîn-i Irâki, Dâvûd-i Kayserî gibi isimlerle başlayan bu mektep Osmanlı
muhitinde Molla Fenârî, Niyâzî-i Mısrî, Ömer Gürâni, Bedreddin Simâvî, Selâhaddin Uşşaki,
İsmail Hakkı Bursevi, Muhammed Nur el-Arabi gibi büyük şeyhler devam etmitir.
(K.Esrarahum Ecmain)

(İslam Ansiklopedisi, c 10 s.544)

Batın İsmi

Tümünü seç>> Siyah üzerine bu siyah harfler gibi

Bir Önceki Bloğumla İlgili Gelen Bir Yoruma Cevap

Yorum/soru - aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakatühü ebeden ve daima...


ve fakat şunu unutuyorsunuz ki idrak edemeyen bir beyin algılayamaz ve algılayamadığı bir
varlığa inanması mümkün olamaz. yaratanın bireyde tam olarak algınamaması mümkün
olabilir fakat onun varlıgını sorgulamadan inandığını öne süren her beyin aslında bağnazlık
dışında birşey kazanmış değildir.
toplum olarak doğuşumuzla birlikte cenneti garantilediğimizi düşündüğümüz için başka
birşey düşünme gereği duymuyoruz yazık oluyor....

Cevap - Bağnazlık olarak genellemen hakkında sana bir söz söyleyeceğim inşaallah idrak
edersin

Cahil bir şeyleri bilememe konusunda muaf olabilir


fakat zulmetmesi konusunda muaf değildir
ki
Bir şeyleri bildiğini iddia edip idrak etmemişler kesinlikle onlardan daha zalim olurlar
Bu açıdan bağnazlık kavramına biraz merhamet gözüyle bak ve kıyasla mutlaka idrak edersin
asıl problem olan zulmü

Çünkü inanan idrak etmese de birşeyleri bildiği, ona bildirileni tevazuyla kabul ettiği için
mutlaka had bilir
Hiç inanmayan ise hem bildiğini inkar eder hem de had bilmezlikte sınır tanımasına neden
bulamaz

Yani inanç idrak olsa da olmasa da her zaman için idrak etse de inanmayandan daha
merhamete anlayışa layıktır

Bir de had bilip erdemlere sahip çıkıp varoluşundan gelen iyilik özünü tutmuş ama
inanmayanlar vardır ki mutlaka onlar bir gün gelir inanırlar..Çünkü hayatı idrak edebilen
birisinin öz olarak inanmamasına hiçbir makul sebep yoktur...Eğer bağnazlık yüzünden bu
kinle inat edip inanmıyorsa zaten o herşeyden bağımsız olan özü idrak edememiş demektir..

Umarım bildirebildim
Da hani nerede o imanını idrakın?

Yok luğun Zatını, yokluğun/noksanlığın çokluğundan ayırır mutlaka hakkıyla birlersin,


bilirsin de
O Yok luğun Zatını ne mümkün; varlığını akıl almaz, idrak edemezsin!
Hakkı bilirsen tam söyledimdi sana zahmet sözü
Çünkü bilirim nurun güzelce tasdik edicidir nurunu
O Zatın sıfatlarını ise ne hakkıyla bilebilirsin!
Ne de hakkıyla idrak etmen mümkün zaten
Çünkü sonsuzdur O biliyordun!?!
Da hani neredeydi idrakın?
Bilirim imanının yüceliğini ki O'ndandır!
Hakkıyla bilirsin!?!
Da hani nerede o imanını idrakın?!
Bilirim imanının güzelliğini ki O'ndandır.
Da hani nerede bak amelinden idrakın!
Yunus sen cahile kısa kes özü!
Bilen bilir O'nu, İdrak edemeyenlere selam olsun.

O'ndan Sakınsa, Saygı Duyarak Sevse de; Hiç Huzur Kesilmese ya...

Kendini ve başkalarını düşünmediğin kadar O'nu yaratıcı olarak bulursun. Araya giren
düşüncelerini, şuyu buyu da aynı şekilde yaratılıyor olarak görebilirsen bu daha da güzel.
Keşke diğerleri de O'ndan sakınsa, saygı duyarak sevse de; hiç huzur kesilmese ya...Allah
kusurları örten ve affedici olarak bulunuyor...

Noksanlıklar Seni Devamlı Sıçratarak Yükseltmek İçin

Noksanlıklar seni devamlı sıçratarak yükseltmek için!


Hep kusur görüp, devamlı egonu şişirmen için değil!
Kaldığın yere bak!
İşin gücün aşağı görmek olmuşsa, bu nice yükseklik?
Meşgul etme sana göre aşağılık vereni!
Sen nereyesin; O'na bak!

Devamlı Olarak Tenzih Sıfatıyla Zahirdir

Allah, senin O'na bakıp değerlendiren nefsine, yine senin için, devamlı olarak Tenzih sıfatıyla
zahirdir. Her yaratışında kendisini bilip, devamlı olarak sana yüce Zatıyla olma güvenini,
sonsuz güzelliğini ve şerefini vermek için O böyle yapar.
Bunu bize nefsimizin her algıladığında bir noksanlık göstererek yaptığı gibi, her yaratışından
daha güzel bir yaratışı olduğunu göstererek veya hatırlatarak da yapar.

Ki; her mevcut yaratışına nankörlük etmeden, o an yaratılandan tatmin olalım ya da


sabredelim...fakat daha güzeli olduğunu da bilip, farkedip, orda sahiplenip daralıp kalmadan,
(sıçramak)devamlı yükselme halinde, hep O'ndan ve O'na doğru O'nda olduğumuzu
bilebilelim...

Efendimiz s.a.v. in “İki günü birbirine eşit olan zarardadır” dediğini hatırla ve nefsinde
olanlara bir bak. Tenzih sıfatına nasıl bir karşılık veriyorsun?
Devamlı kazanç mı?

Yoksa yaratışında devamlı noksan görüp, O Tam olanı, Subhan olanı hatırlamadan gayrısıyla
meşgul olan nankörlükle mi?

Allah seni iki cihanda muzaffer kılsın.

Dönüp Bakmaksızın Kaçmaya Başladı :)

"Asanı bırak." (Attıktan hemen sonra) onun şimdi bir yılan gibi hareket ettiğini görünce,
arkasına dönüp bakmaksızın kaçmaya başladı. "Ey Musa, dön ve korkuya kapılma. Şüphesiz
güvendesin."

Kasas 31

Allah İse Biliyordu Ne Yapacaklar

Bir de gömleğinin üzerinde yalan bir kan getirdiler, yok, dedi: nefisleriniz sizi aldatmış bir işe
sevketmiş, artık bir sabrı cemîl ve Allahdır ancak yardımına sığınılacak, söylediklerinize
karşı

Öteden bir kafile gelmiş, sucularını göndermişlerdi, vardı koğasını saldı,


â... müjde bu bir gulâm dedi ve tuttular onu ticaret için gizlediler, Allah ise biliyordu ne
yapacaklar

değersiz bir baha ile onu bir kaç dirheme sattılar, hakkında rağbetsiz bulunuyorlardı

Mısırdan onu satın alan ise haremine dedi ki: buna güzel bak, umulur ki bize faidesi olacaktır,
yâhud evlâd ediniriz, bu suretle Yusüfü orada yerleştirdik; hem de ona hâdisatın mealini
istihraca dair ılimler öğretelim diye, öyleya Allah, emrine galibdir velâkin insanların ekserisi
bilmezler

Vaktâ ki kıvamına irdi biz ana bir huküm ve bir ılim bahşettik ve işte muhsinlere böyle
karşılık veririz

Derken hânesinde bulunduğu hanım bunun nefsinden kam almak istedi ve kapıları kilidledi,
haydi seninim dedi, o, Allaha sığınırım, dedi: doğrusu o benim Efendim, bana güzel baktı,
hakıkat bu ki, zalimler felâh bulmaz

Hanım cidden ona niyyeti kurmuştu, o da ona kurmuş gitmişti amma rabbının bürhanını
görmese idi, ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf edelim için öyle oldu, hakıkat o bizim ıhlâsa
mazhar edilmiş has kullarımızdandır

Yusuf Suresi 19-24

Andolsun, biz size açıklayıcı âyetler, sizden önce gelip geçenlerden bir misal ve Allah’a karşı
gelmekten sakınanlar için bir öğüt indirdik.
Nur Suresi 34

An...Asırlarca An...Asırlardır An

An...Saniye...An...Saniyeler...An...

Dakikalar oldu...An...Saatler..An...

Yıllar...An..

Asırlar oldu...

Asırlardır An...

An!..

An.

Dön bak; yıllar oldu!...Aylar oldu...

Dakikalar oldu...

O'na gelirler hepsi isteyerek...

Daha da münezzeh An..

Sözü bırak..

Şiiri bırak...

Müziği bırak.

O'nda hepsi yok oldu.Nokta!

Lafı bırak.

Asırlarca An...

Asırlardır An...

Dakikalar oldu, saatler oldu, asırlar oldu;

O; An...

Zamanla bilndi ya; O...

An!
S.a.v...

Dakikalar oldu...An...Saatler..An...

Yıllar...An..

Asırlardır An...

Asırlarca An....

O An..

Sözü bırak..

Ses bile sükut eder...

Mutlak Rahim sadece O...Bak cenin bile sükut eder...

Bir ismi de An-ı Daim..

Bir ismi Rahman...

An.

An!

An

Asırlarca An...

Asırlardır An...

Asırlardır an...

Asırlarca an...

Allah'ı İdrak Onun idrak Edilemeyeceğini İdraktir

Hz. Ebu Bekir efendimizin (selam olsun) 'Allah'ı idrak Onun idrak edilemeyeceğini idraktir'
sözü, dikkatli okuduğun gibi, Allah'ın "idrak edilememesini" haber verir..

Yoksa, "bilinemeyeceğini" değil!

Efendimiz (s.a.v.) in 'Seni Hakkıyla bilemedik' sözündeki "Hakkıyla" kısmı da bize bir tenbih
olması yanında yine o "idrak edilemezliğine" işarettir. Yoksa o (s.a.v.) bildiğimiz gibi O'nun
hakkını bilmiştir ve en güzel şekilde bildirmiştir! İşte işaret yine "idrak edilemezliğine" işaret,
bunu çok iyi bil! O'nu hakkıyla bilmek veyahut işte idrak edebilmek mümkün değildir. O yine
hakkıyla olmasa da ancak O'nunla bilinir veya yine hakkıyla olmasa da ancak O'nunla idrak
edilir!
Eğer Hakkıyla idrak veya biliş diye bir şey Allah hakkında bizim için mümkün olsa "insan"
çerçeveli bir yaratma olmazdı! Hiçbir an olmazdı!

İşte O, "insan"ı yaratmaya razı olduysa, Allah'ı hakkıyla bilmek veya hakkıyla idrak etmek
konusunda haddini bilmelisin!

Ne 'ben hakkıyla ulaştım' de!, ne de! "haddini bilemeden!" 'O'na ulaşmak ne mümkün ki'
deyip O'nun yolunda uyuşukluk göster,O'nun yolundan vazgeçiver!

Bu ikisini de yapma ki, kulluğunu hakkıyla yerine getirebilmiş ol ey canım kardeşim...

O Göründüğü Şeye de Can Gelir Muhakkak

O asıl Can neyden görünürse o göründüğü şeye de can gelir muhakkak...

Böcekten Korkup Bana Arslan Kesiliyorsun

Böcekten korkup bana aslan kesiliyorsun


Sivrisineği hal lenerek öldürüyorsun
Bok sineğini çişinle boğuyorsun umurunda olmuyor
Arı desen kıpraşmadan duramıyorsun
Sonra ettiğim lafı din lemiyorsun
Ya bu nice had bilmektir ki yol yordam gösteriyor
Bi de üstüne akıl veriyorsun
Aklıma mukayyet sen ol!
Ey alemlerin Rabbi Allahım

Öyle Bir İnme ki

Öyle bir yükselmek ki imansız yükselemezsin

Öyle bir inme; imansız çıkamazsın

Boşuna peak yapıyorsun diyorum bak

Öyle bir normal ki kıvırarak anormal olamazsın

Allah Celle Celâlûhu

Allah, başka tanrı yok ancak O, daima yaşıyan, daima duran, bütün varlıkları ayakta tutan , ne
gaflet basar onu ne uyku, göklerdeki ve yerdeki hep onun, kimin haddine ki onun izni
olmaksızın huzurunda şafaat edecek? Onların önlerinde ne var arkalarında ne var hepsini bilir,
onlar ise onun dilediği kadarından başka ilm-i ilahîsinden hiç bir şey kavrıyamazlar, onun
kürsîsi bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Her ikisini görüb gözetmek ona bir ağırlık da
vermez. O öyle ulu, öyle büyük azametlidir.

Sonsuzluk ve Edeb
Daha sonra şeytan edep yerlerini kendilerine göstermek için onların kafasına girdi ve
“Rabbiniz sırf melek olup da sonsuz kalıcılardan olmayasınız diye sizi bu ağaçtan men
etti.Başka sebepten değil” dedi .

Araf.20

Kandırılışa bak, kanışa bak! Edebin asıl Allah'a olduğunu gör. Hiç Allah, cimrilik eder mi ki?
Ya da varolan rahmeti yetmiyormuydu da sahiplenmeye kandılar? Hayır! Kanma gayrıya
düşenin dediğine; o sadece bizim zannettiği iktidarımızı kıskandı! O'nun sonsuz iktidarı hiç
gayrından gördüğün iktidara benzer mi ki? Sonsuz iktidarından rahatsız olunsun? Allah Aziz
ve Celil bulunuyor. O sonsuz cömertlik sahibi. Hem sonsuzluğu O'nun rızasından başka ne
doyurabilir ki o tercih edilsin rızasına? Edeb farz hakikaten. Neyi neden istediğine, niçin
istediğine bak.Edebten önce hiçbir şey isteme O'ndan. Edepsizlik farkında olunmadan bir
çirkinliktir. Şahdamarından yakın olana edep et! Edebsiz olarak bir ayıp yapacağına Edebli
olarak yap ondan daha faydalıdır...

İlim Kerametlerin En Yücesidir

"...Bunda sadece yakınlaştırılmış meleklerin ve Allah'ın seçkin kullarının katkısı vardır.


Bunlar kendilerinde genel-maddi bir keramet zahir olduğunu fark ettikleri anda, ondan
kaçınıp Allah'a sığınırlar. Allah'tan bu kerameti normal adetlerle örtmesini dilerler. Ki halkın
genelinden, kendilerini ayrıcalıklı kılan bir farklılıkla belirginleşmesinler.
İlim hariç.
Çünkü ilimle temayüz etmek istenen bir şeydir. İlimle temayüz etmek insanlık için yararlıdır.
İlim kerametlerin en yücesidir."

Muhyiddin İbn Arabi

Hz.Ali (K.v)

*Affetmekten utanmayın. Cezalandırmakta acele etmeyin.

*Akıl, gurbette yakın bulmaktır; ahmaklık vatanda gurbete düşmektir.

*Akıl gibi zenginlik, cehalet gibi yoksulluk yoktur.

*Edebe uymak bir kazanç, danışmak bir güçtür.

*Akıllı bir insan fakir olabilir, fakat o hiç kimsenin sadakasına muhtaç değildir.

*Akıllı kişi, tecrübelerden ibret alan kimsedir.

*Akil kişi, kemal talep eder.

*Aşağılık insanlarla yakınlaşmaktan kaçın, onlar ki yapmacık sevgilerini gösterip içlerinde


kötülüğü saklarlar. Onları hoşnut tuttuğun sürece sana sevgi duyarlar, verili olmaktan geri
kalırsan sana zehirlerini akıtırlar.

*Ayıbın en büyüğü, ona benzer bir ayıp sende de varken, başkasını ayıplamandır.
*Azgınlığın sonu ya rezil veyahut yok olmaktır.

*Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edep gibi miras, ilim gibi şeref olmaz.

Anlayana En güzel Öğretmen (Köle,Cariye Ne Demektir)

Hadis No : 4141
Ravi: İbnu Ömer
Tanım: Bir adam Resulullah (sav)'a gelerek: "Hizmetçiyi ne kadar affedeyim?" diye sordu.
Aleyhissalatu vesselam susup cevap vermedi. Adam tekrar: "Ey Allah'ın Resulü! Hizmetçimi
ne kadar affedeyim?" diye sordu. Bu sefer: "Her gün yetmiş kere affet." cevabını verdi.

Kaynak: Ebu Davud, Edeb 133, (5164); Tirmizi, Birr 31, (1950)

***

Hadis No : 4146
Ravi: Ebu Mes'ud el-Bedri
Tanım: Ben köleme kamçıyla vuruyordum. Arkamdan bir ses işittim. "Ebu Mes'ud, bil!"
diyordu. Öfkeden sesi tanıyamadım. Bana yaklaşınca onun Resulullah (sav) olduğunu
gördüm. "Ebu Mes'ud bil! Ebu Mes'ud bil!" diyordu. Kamçıyı elimden attım. "Ebu Mes'ud
bil! Allah senin üzerinde senin bunun üzerindekinden daha fazla muktedir" dedi. Ben:
"Bundan sonra ebediyen köle dövmeyeceğim" dedim.

***

Hadis No : 4148
Ravi: Ebu Hüreyre
Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizden kimse "kölem", "cariyem" demesin. Köle de
Rabbi (sahibim), rabbeti (sahibem) demesin. Malik (efendi) "Oğlum" "kızım" desin, Memluk
(köle) de Seyyidi (efendim), seyyideti desin. Zira hepiniz memluklersiniz. Rabb de aziz ve
celil olan Allah'tır."

Kaynak: Buhari, Itk 17; Müslim, Elfaz 14, (2249); Ebu Davud, Edeb 83, (4975, 4976)

***

Hadis No : 4149
Ravi:
Tanım: Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hiç kimse "Rabbini (efendini) doyur; "Rabbine abdest
suyu dok"; "Rabbine su ver" demesin. Bilakis "Seyidim"; "efendim" desin. Sizden kimse abdi
(kulum), emeti (cariyem) de demesin. Bilakis "oğlum", "kızım", "yavrum" desin."

Kaynak: Müslim, Elfaz 15, (2249)

***

Hadis No : 4151
Ravi: Cerir
Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hangi köle kaçarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti)
kalkmıştır, dönünceye kadar namazı kabul edilmez."

Kaynak: Müslim, İman 122-124, (68, 69, 70); Ebu Davud, Hudud 1, (4360); Nesai,
Tahrimu'd-Dem 12, (7, 102)

Bir Sivrisineği Bile, Sevgisiz, Saygısız Anmadı...

1. inne : muhakkak ki, hiç şüphesiz


2. allâhe : Allah
3. lâ yestahyî : çekinmez
4. en yadribe meselen : darbı mesel, misal, örnek vermek
5. mâ : şey
6. beûdaten : sivrisinek
7. fe : fakat, hatta
8. mâ : şey
9. fevka-hâ : onun üstünde
10. fe emmâ : fakat, ama, ise
11. ellezîne âmenû : âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
12. fe : artık, bundan sonra, böylece
13. ya'lemûne : bilirler
14. enne-hû : onun olduğu
15. el hakk : hak
16. min rabbi-him : Rab'lerinden
17. ve emmâ : ve fakat, ama
18. ellezîne : onlar
19. keferû : inkâr ettiler, kâfir oldular
20. fe : o zaman, böylece
21. yekûlûne : derler
22. mâzâ : ne
23. erâde : diledi
24. allâhu : Allah
25. bi hâzâ : bununla
26. meselen : misal, örnek
27. yudıllu : dalâlette bırakır
28. bi-hi kesîran : onunla çoğunu
29. ve yehdî : ve hidayete erdirir
30. bi-hi kesîran : onunla çoğunu
31. ve mâ yudıllu : ve dalâlette bırakmaz
32. bi-hi : onunla
33. illâ : ancak, sadece, den başka
34. el fâsıkîne : fasıklar, fıska düşenler

BAKARA - 26

Bilmeli ki Allah bir sivrisineği hattâ daha üstününü bir mesel yapmaktan sıkılmaz, iman
edenler bilirler ki o şüphesiz hakdır, rablarındandır, amma küfre saplananlar Allah böyle bir
mesel ile ne murad etmiş? derler, evet Allah onunla bir çoklarını şaşırtır, yine onunla bir
çoklarını yola getirir, hem onunla ancak o fasıkları şaşırtır

***
Bir sivrisineği bile, sevgisiz, saygısız anmadı...

Sevgililer Bildi mi?

Sevgiden çekilince, insan nereden sevilir bildi mi acaba sevgililer?...

Onun Sayesinde Fikirlerin Ürettiği Şüphe Ve Kararsızlık Karanlıklarından


Kurtulursun

Akıllı kimse, nefsini kendisi için gerekli olan şeylerle uğraştırır, ötesine geçmez. Çünkü
insanın ömür süresi kısa ve nefesleri de sayılıdır. Geçen zaman bir daha geri gelmez. Bil ki,
Allah, Tek İlâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. Bundan sonra da O'nun mahiyetine, kemiyetine
ve keyfiyetine dalmaya kalkma. İman yolundan ayrılma. Allah'ın sana farz kıldığı şeylerle
amel et. Sabah akşam Rabbini, O'nun senin için belirlediği zikirlerle an. Allah'tan korkup
sakın. Eğer Hak teala, kendisini bilmeyi sana bahşederse, bu, yararlı nurdur ki, kalbin onunla
hayat bulur, onun sayesinde fikirlerin ürettiği şüphe ve kararsızlık karanlıklarından
kurtulursun. Bütün Resuller ve Nebiler, Resullerin takipçileri muttaki keşif ehli zatlar Allah
ile ilgili ilimleri hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Çünkü aynı kaynaktan gelen nurlardır.
"Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı." (Nisa,
82)

İbn Arabi Hazretleri


"Kuran Mührü"nden

http://jonasclean.blogspot.com/2009/01/uraya-buraya-ynelerek-telaa-kaplmaz.html

O Kadir-i Mutlak mıdır Ve Başka Bir O Yaratabilir mi?

İnsanlar sizlere ilimden sormaya devam ederken şunu demeye kadar gelirler: "Anladık, Allah
herşeyin yaratıcısıdır, pekiyi Allah'ın yaratıcısı kimdir?" Bunu söyledikleri zaman siz: "Allah
birdir, Allah sameddir (ne bir yaratıcıya ne de bir başka şeye muhtaç değildir), doğurmadı,
doğurulmadı da. O'nun bir dengi de yoktur" deyin, sonra solunuza 3 kez tükürüp istiâze ile
şeytandan Allah'a sığının. (Ebu Davud, Sünnet 19)

s.a.v.

***

Kadir-i Mutlak = Herşeyi yapmaya gücü yetmek..

Yapılanı yapmaya gücü yeten..

Hayal de bir "yapılan" olduğu için hayale de mutlak kadir olan..

Gerçeğe de..

Hayal de bir bakımdan "gerçek" "yapıldığına" göre

Demek ki bazı şeyler "hayalde" gerçek yapılıyor..


Bazı şeyler de "gerçekde" hayal yapılıyor..

Yani Kadir-i Mutlak olan gerçekte de, hayalde de Kadir-i Mutlak..

Peki kendisi "yapılan" mı ?

Değil..

O halde O'nun kendisine yapacağı bir şey yok...Çünkü yapılan değil..

Yapılan üzerinde Kadir-i Mutlak mı ?

Elbette..

Çünkü

"Tam" olmasa "Noksan" olmaz..

Tam yapılan bir şey olmasa idi "noksan"dan da "tam"dan da söz edilemezdi...

Yani "tam"a bizzat şahit olunamasa da "Var" olduğu aşikar..

Yani bir "Tam" var, mevcut (=Var) ama şahit olunamıyor..

Bir de "Tam" "yapılmakta" olan noksan var..

Bir şey demek ki hem "Tam" hem de "Yapılmakta" olabiliyor..

Bir şey demek ki hem "Tam yapılmış" hem de "Yapılmakta" olabiliyor..

O halde ya biliyorsun !

Ya bilmiyorsun !

Yani bunu bildiğini söylemen "doğru" oluyor..

Fakat bilmediğini söylemen "yanlış"..

Çünkü "biliniyor" bu..

"Tam olarak bilmiyorum" demen doğru olabilir o zaman..

Fakat "hiç böyle bir şey yok" demen mümkün olmadığı (gerçekte mümkün olmadığı) gibi...

"Şöyle oluyor" demen de mümkün değil (gerçekte)

Çünkü "Tam olarak" bilmiyorsun...

Ama öyle bir şey kesin olarak "Var" ki, hem "Tam" hem de "Yapılmakta"..
"Yapılmak" kavramına gelince

Mesela vücudundan örnek vereyim

Vücudun hem "Var" hem de "yapılıyor"

"Tam" olmasa ise ne "Var" olması mümkün..ne de "Yapılması"..

Noksan olduğu ise aşikar..

Fakat denildiği gibi "Tam"a şahit olunamasa da "Mevcut"..

O "Tam/Var" "mevcut" olmasa idi "Noksan"da olmazdı çünkü..

Mesela düşünce..

Düşünce "Var"...Hem de "Yapılmakta"..Fakat düşüncenin varlığı "Tam" (Kemal) olmasa da


"Tam" mevcut olmalı ki bunu düşünebiliyor bilebiliyorsun...

'"Tam" Mutlak olarak mevcut değil!' dediğin anda bu söylediğin hayalde gerçek olur evet..

Fakat gerçekte hayal bile olamaz çünkü denildiği gibi Mutlak bir Tam olmasa noksanın "n"si
bile olamazdı..

Ama noksansız bir Mutlak Tam ve dolayısıyla "Mutlak Gerçek" var ki bunların hepsi Onda
Mevcut..

Hayal de olsa gerçek de olsa Mevcut fakat ancak O Tam ve noksansız Mutlak gerçekte
bulunuyor...

Yoksa ne "bu" olabilirdi ne de "şu"...

İşte "şu"nun "bu"nun "o"nda olduğu bir "O" var ki bu ikisi de ve "o" da hem "Tam" hem de
"Noksan" olarak "O"nda mevcut...

Demek "şu", "bu", ve "o" şeklinde kesinlikle Kadir-i Mutlak olan bir "O" var...

Ve herşey kendi "O"sunda "yapılmakta" olup hem de "yapıyor"...

Çünkü bu,şu ve o "O" olmasa zaten "olamaz" hem de "yapılamaz"...Hem de "olamazdı" ve


"yapılamazdı"...

Demek ki Allah kendisinden daha büyük bir taş yapabilir ama "hayal"in "gerçeğinde"...

Hayalin gerçeğinde çünkü kendisi "yapılan" değil..

Hatta hayal bile edilemez gerçekte...Çünkü bu fikir bir "zan"dır...

Yukarıda izah edildiği gibi...


Başka bir "zan"na ve "hayal" e gelirsek..

Evet Allah başka bir Allah yaratabilir/yapabilir...Fakat "zan"nın ve "Hayalin" gerçeğinde...

Hatta bu zan hayalde bile "gerçekleşemez"...Çünkü soruda bir "sonra"lık mevcuttur...

Ve Allah sadece Kadir-i Mutlak değil Evvel ve Ahirdir de!...

Yani soru "noksan"dır...

"Tam" olduğu halde şöyledir soru..

Allah'a sıfatları bakımından şahit olunabilir mi ?...

Evet olunabilir...Fakat bahsedilen kavram "sonsuzluğu içerdiği için" cevabı hem "Tam"
olarak evet hem de "Tam" olarak hayırdır...

Yani eğer hakkında sorulan "O" (Allah(c.c.)) sadece Kadir-i Mutlak olsa idi bu sorunun net
bir cevabı olurdu..Fakat sadece Kadir-i Mutlak olmadığı daha pek çok "Zat"i özelliği olduğu
için soru sadece hayalde ya da zanda bir gerçeklik bulabiliyor...Kendisinde değil..

Çünkü Kadir-i Mutlak olan "O" sıfatları (bi anlamda yaptıkları) üzerinde Kadir-i Mutlak..
Kendisi ise yapılmakta değil çünkü yapan kendisi...Daha önce de anlatıldığı gibi mesela "Sen"
de "Ses" mevcuttur (bir sen varsın ki demek ki) hem de "Seslenirsin"...

İşte bütün bunların kendisinde "Tam/noksansız" olarak bulunduğu ve "yapmakta/yapılmakta"


olduğu bir "O" var ki işte "O" da Allah (c.c.)...

Baştan beri izah edildiği gibi...

Sen o "O"nun "Ruh"usun...Yani "Var"ının "Var"ısın..."O"nun "O"su...Ve "O"nda


yapmakta/yapılmaktasın her biçimde bir şekilde hep O'nun tarafından...

Yukarıda İlmi olarak izah edildiği gibi Mutlak gerçek olarak bilinendir "O"...

Fakat idrak mümkün olmaz...Zati özelliğiyle sıfatlarında Mutlak tasarruf sahibi olan
Tek...Yani Zatıyla başlangıçsız ve sonsuz...Sonsuz olarak idrak üzere bulunulan, elbette
sonsuza kadar devamlı olarak idrak edilemez olandır..

"Allah'ı idrak O'nun idrak edilemeyeceğini idraktir.."

Hz Ebu Bekir
(selam olsun,can feda olsun)

Nahl (Bal Arısı) Suresi (devam)

"...Meselâ Nahl suresinin 67. âyeti... "Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden de şerbet,
şıra ve güzel rızık edinirsiniz. Muhakkak ki, bunda aklı olup düşünen bir topluluk için bir
alâmet var." Enteresan olan husus, bütün temel aminoasitleri eksiksiz ihtiva eden hurma ile
kan yapıcı üzümün birlikte zikredilerek, insanlara, tıbbî ilimlerin bugüne göre çok zayıf
olduğu bir çağda tavsiye edilmesidir. Diğer taraftan Efendimiz (sas)'in de "Üzüm yiyiniz.
Yorgunluğu giderir, sinirleri kuvvetlendirir, öfkeyi durdurur." şeklindeki Tıbbı Nebevî
kitaplarına geçen tavsiyesi, sanki kansızlığa karşı korunmanın anahtarını vermektedir. Çünkü,
yorgunluk ve sinirlilik gibi hâller kansızlığın bir göstergesi gibidir.
Yükseklerde basınç ve oksijen miktarı azaldığı için oksijenin kana geçişi de azalır. Buna
karşılık insanların yeryüzünün çeşitli bölgelerine yerleşip yaşamaları için, Sonsuz İlim Sahibi
Rabbimiz'in vücudumuza koyduğu çok hassas bir mekanizma, oksijen basıncının azlığına
bağlı olarak harekete geçer ve eritropoietin yapımı artırılır. Neticede kan yapımı çoğalır. Bu
yüzden dağlarda ve yaylalarda yaşamanın kansızlığa iyi geldiği ve kan yapımını artırdığı
bilinmektedir..."

Alıntı..

Zikir

Allah AzizRahim bulunuyor..


Arama

Allah AzizRahim bulunuyor..


Düşünme..

Allah AzizRahim bulunuyor..


Nefsinin değişkenliğine bakma!

Allah AzizRahim bulunuyor..


Üç günlük dünyanın üç saatlik oyununa kanmışlara dalıp unutma!

Zikret! Unutma!

Allah Aziz ve Rahim bulunuyor!

Daima!

Zikret! Unutma!

Evrim Teorisi ne İnanıp da Hala Evrilemeyenlere

Allah evrim teorisi filan bakmaz akıllı ol güzel kardeşim tırtıldan kelebeğe geçişe bir bak o da
olmadı pipi ile kukunun uyumuna bak Allah'a bir yaratma biçimi icad etmeye çalışma aptal
olma aklın almaz dilediği gibi yaratır O almıyo mu aklın ?
Almıyo işte onu diyorum evet..Allah'ı daraltabileceğini zannediyor o sefil aklın; akılla olmaz
canım kardeşim kasma da aptal olma! Feleğini şaşırırsın kimi anlamaya kasıyorsun farkında
değilsin! Kalple anlaşılır O kalple! Kalbinle..

O kadar anlatıyoruz daha sen şunu bi anla da sonra neyi anlamaya kasıyorsun onu bi anla

"Tam"da Noksan var şüphesiz "Tam"dan gelip "Tam"a dönen / "Tam"da şüphe olsa "Noksan"
nereden bilinsin ?! / "Tam" var o zaman şüphesiz "Noksan"dan şüphe yoksa ! / "Tam"da
"Kusur" bulana geldi o zaman "Şüphe"; "Tam"a dair / Razı olan "Noksan", "Tam"dan Razı
oldu da "Tam" oldu / "Tam"da Kusur bulan "Noksan"dan nasıl razı olacak ki kendi kusurunu
bilsin de "Tam"a dönsün ! / Hadi sen Evril şimdi...

Kıçından dinsizlik uydurma komik oluyorsun rezil oluyorsun haberin yok akıllı ol...Akıllı ol!

Vasi

Ey güzeller güzeli Vasi olan Allahımız


Şu beden şu ruh senden bize kaldı
Hem bu dünyada
Hem bu dünyadan geçtikten sonra
Sen Vasi olansın
Ey güzeller güzeli rabbimiz
Senden daha güzel Vasi yoktur
Senden gelen tüm varlığımızı yine sana vasiyet ediyoruz
Tüm vasiyetimizi sana emanet ediyoruz
Kabul buyur güzeller güzeli rabbimiz

Amin

*****

Zekeriya'yı da an ki, Rabbine niyaz ederek 'Rabbim, beni yalnız bırakma; Sen vârislerin en
hayırlısısın' demişti.[Enbiya:89]

*******

“Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, “Beni ve anamı, Allah’tan başka iki İlah bilin” diye
sen mi dedin, buyurduğu zaman o, “Haşa! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek
bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini
bilirsin, halbuki ben senin zatında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.
Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan
Allah’a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şahit idim. Sen
beni Vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkiyle
görensin.” [Maide:116-117]

Ve Rabb'in, Arıya Vahyetti ki

Ve Rabb'in, arıya vahyetti ki:


"Dağlardan, ağaçlardan, insanların yaptıkları çardaklardan evler edin. Sonra her türlü
meyvelerden ye. Rabb'inin sana kolaylaştırdığı yollara gir. " İşte o arının karnından değişik
renkli bir şerbet çıkıyor; onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum
için önemli bir âyet (İbret, delil, mesaj) vardır. (Nahl 68-69)

Bak alttaki alıntıyı oku şimdi..

***

Arılar Yok Olursa, İnsanların Yalnızca Dört Yıl Ömrü Kalır


Endüstriyel tarım; tarım ilaçları, kimyasal gübreler vb. sanayi girdilerinin yoğun kullanıldığı
tarım sistemidir. Bu tarım sistemi ülkemizde ve her yerde çiftçiyi pahalılaşan girdilerle
soyarken, aynı zamanda artık hayatı kökünden denebilecek şekilde yok etme gücünü de
kazanmaya başlamıştır.

Tayfun ÖZKAYA Ege Üni. Ziraat Fak.

Başlıktaki sözü meşhur bilim insanı Albert Einstein söylemiş. Sözün gerisi şöyle: “Arı
olmazsa, tozlanma olmaz, bitki olmaz, hayvan olmaz, sonunda da insan olmaz.”
Geçen yıl ülkemizde arılarda kitlesel ölümler olmuş idi. Ancak asıl büyük kayıplar ABD ve
benzeri ülkelerde oldu.
Arı sayısı ABD’de 2006’da yüzde 32 düştü. 2007’de ise düşüş yüzde 36 oldu.
Koloni çöküş hastalığı denen bu olay 2007/2008 kışında İngiltere’de yüzde 30 arı kaybına yol
açmış idi. 1. Uluslararası Muğla Arıcılık ve Çam Balı Kongresi 2008’de Muğla’da yapıldı.
Burada yerli, yabancı bilim insanları bu sorun hakkında fikirlerini açıkladılar.
Değişik nedenler ileri sürülmektedir. Varroa denilen ve arı üzerinde yaşayan parazitlerin
dayanıklılık kazanması, virüsler, tarım ilaçlarının kullanımı gibi nedenler ileri sürülmüştür.
Seedling denilen derginin Ocak 2009 sayısında bu konu incelenmiştir. (www.grain.org)
Koloni çöküş hastalığı şu veya bu şekilde endüstriyel tarımın hızlı gelişimi ile ilgili
bulunmaktadır. Çöküşün en fazla olduğu ülkelerin ABD ve İngiltere olması da bu ilişkiyi
desteklemektedir.
Endüstriyel tarım; tarım ilaçları, kimyasal gübreler vb. sanayi girdilerinin yoğun kullanıldığı
tarım sistemidir. Bu tarım sistemi ülkemizde ve her yerde çiftçiyi pahalılaşan girdilerle
soyarken, aynı zamanda artık hayatı kökünden denebilecek şekilde yok etme gücünü de
kazanmaya başlamıştır.
Sanayiye dayalı girdiler olmaksızın veya çok az kullanarak tarım yapma imkânı vardır. Ancak
bunun için de çaba göstermek gerekiyor.
Kısmen doğal alanların sürekli azalması nedeniyle arı yemleri giderek daha çok
hazırlanmaktadır. Bunlar yapay katkılar, protein ve glikoz/ fruktoz şuruplarından yapılıyor.
Grain adlı kuruluşun iddiası bu yapay diyetin arıların bağışıklık sistemini zayıflattığı
yönündedir.
Ürünlerde yaygın olarak kullanılan tarım ilaçları da arıları etkilemektedir.
İmidacloprid içeren tarım ilaçlarının arıların kovanlarını bulmasını engellediği ileri
sürülmektedir.
ABD’de mısır alanlarının yarısından fazlasını kaplayan GDO’lu mısırın da etkili olduğu
yönünde şüpheler yoğunlaşmaktadır.
Ecologist adlı dergi bundan 18 ay önce bütün bu teorilerin temelinde arıların bağışıklık
sisteminin bozulması olduğunu yazmıştır.
Dünyada endüstriyel tarımın az geliştiği yerlerde çöküş hastalığının görülmemesi sanırım bu
açıklamayı da desteklemektedir.

Cumhuriyet 27.04.2009

Ne OLmadı Diledi de

Sen patronsun ya da eskiden hani bir sultan olduğunu düşün


Bir şey diliyor emrediyorsun
O şey dilediğin gibi ya oluyor ya da
Olmuyor
Evet neyse işte o şey olmayıveriyor
Ne yaparsın işte
O-la-mı-yor..

Bak bakım hayata şimdi bi düşün, O ne diledi de olmamış

Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona sadece ol deriz, o da, hemen oluverir
[Nahl 40]
O, gökleri ve yeri hak ve hikmet ile yaratandır “Ol” dediği gün her şey oluverir
[Enam73]

Elma Ağacının Altında

Elma ağacının altında


Huzurda gölgeleniyordu
Nefsinin elma isteğini işitti
Tek avucu dua eder gibi sakince yanına uzanırken
Elma da tam o anda dalından kopuverdi
Avucuyla buluştu
Ne tesadüfdü ki başına gelsin
Ne de kerametdi imanı artsın

O yalnızca, tam olarak biliyordu

Yardım edenden tavsiyeler Devam

Günahın veya ihmalin olunca, mazeretlere sarılma artık. Hemen "Allah Gafur Rahim
bulunuyor" diyiver de Allah'ın zikrine sarılmış ol. Korkarsan "Allah korkmaz" diyiver mesela.
Hep öylece Allah'ın zikrine sarıl. Düşünceler zikirden başka neye yarar. Her oluşta, her gelen
düşüncede böylece yükselirsin. Mazerette kalman ne verdi. Böylece yaptığın zikirle
günahların ihmallerin de zamanla gidiverir; Allah'a uyanık olursun. Uyanık ol, işte Diri ol
böylece ! Çok kolay ve çok çabuk kavuşturucu şey dedim sana, uyuşuk olma, uyuma ..

Bir Ayet Üzerine Tefekkür

Baksana ona: O, kendine Allah meliklik verdi diye İbrahime rabbı hakkında huccet yarışına
kalkana, İbrahim ona «benim rabbım o kadirı kayyumdur ki hem diriltir hem öldürür» dediği
vakit «ben diriltirim ve öldürürüm» demişti, İbrahim: «Allah güneşi Meşrıktan getiriyor,
haydi sen onu Mağribden getir» deyiverince o küfreden herif dona kaldı, öyle ya: Allah
zalimler güruhunu muvaffak etmez

Bakara 258

Allah'ı yok sayanların hepsinin saftirik masumlar olduğunu zannetme. Şimdiye bakma şimdi
herkez herşeyden gafil. Hele eskiden neler çektirdiler o zalimler.
Halk peygamberlerin hakkını asla ödeyemez.
Bak izle şu filmi de gör zalimler kimlerdir bi teşhis et, peygamberler yoksa neler olur bak.

http://www.amazon.com/Caligula-Three-Disc-Imperial-Malcolm-
McDowell/dp/B000TEUSJU
Hepimizin içinde olan o nefs öyle bir zalimdir ki kendi gibi bir insana ekmek verir ya da ne
verirse işte, ona alıştırır da sonra o sahip olduklarına nereden sahip olduğunu hiç düşünmeden
ve hiç düşündürtmeden verdiği kişinin kendisine kul olmasını bekler ve kul eder, onunla
oynar çünkü hakikatinde olan İlahı tanımaz kendi gibi zalim zanneder, hatta kendi
zanneder..Halbu ki böyle yapmasa da dinlese peygamberleri görecek İlah kimdir ne yapar ne
yapmaz..Nasıl kurmuştur düzeni. Ahiret ve zaman nedir ölüm neden kötü olsun, Allah durup
duruken keyfince mi öldürür, yoksa hikmetleri nelerdir ?

Bu ayetteki zalim hükümdar bak öyle cahil ki donup kaldı söylenen karşısında. Halbu ki o
zannetti ki ibrahim hayal kuruyor İbrahimin Rabbi kendi gibi atar tutar da onun için
kendisinin öldürmesine diriltmesine inanmıyor ya da farklı görüyor. Belki de düşünüyor ki
İbrahim Rablık iddia ediyor. Onun bu soruya hayret etmesi belki de yine nefsine tapmasıyla
ilgili. Yani zannedecek ki herşeyi kendi yapıyor diriltiyor öldürüyor güneşi de sanki o
doğudan çıkarıyor da batıdan çıkaramıycak, zannettiği ilahlığı elden gidecek !

İbrahim aleyhisselam tefekkür eder; kendisine verildiği kadarıyla da vahyi aktarır. Burda bir
tefekkür var ve olabildiği kadar sohbet yapılıyor peygamber ile hükümdar arasında. Ve
bilebildiği kadarını söylüyor İbrahim aleyhisselam. Allah güneşi doğudan getirmektedir bu
ona ve herkeze açık olan kudreti. Şimdi daha derinlemesine bize bildirilen ve Kendisine
tefekkür etmemizi istediği ise şu : Göklerdeki ! her cisim belli bir düzende birbirlerine
doğuyor...Dikkat et dünya göktedir a canım, tefekkür ettin mi? Fakat olduğun yerinde bir
göğü var, elbette ona da gök denir.

Düşünenler için herşey açıktır. Düşünmeyenler için ise şeytanda pek çok iftira bulunur.

En doğrusunu bilen Allahdır. O'nun peygamberlerine selam olsun.

İnsanın Doğasını Bildiğini İddia Eden Çok Bilmişlere

İnsanın doğasını bildiğini iddia eden çok bilmişler var

İnsanın doğasında yalvarmak var

Size mi yalvarsınlar ?

Kuraklık yağmura, acizlik kudrete yalvarırken

İnsan ekmeğe mi yalvarsın ?

İşçi patronuna mı ?

İnsan devletine mi ?

Kendi aciz evrenine mi ?

Kim verir emeği olana Hakkını ?

Kimin hakkıdır vermek ?


Kimin hakkıdır hesap sormak ?
Kimin hakkı Rablik ?

Emeğine mi yalvarsın işçi ?


Herkezin emeğini kim verir ?

Hiçkimse hiçbir şey veremezken kimseye ?

Hiçkimse hiçbir şey vermezken kimseye ?

Kimse hakkı sormazken Hakk'tan ?

İnsan kime yalvarır ?

İnsanın doğası kime yalvarır ?

Size mi ey acizler ! Size mi ey çok bilmişler !

İnsanın hakkı nedir ?

Doğanın doğasında yalvarmak var !

Her ne varsa hepsi aciz; yalvarır !

Kuraklık yağmura, acizlik kudrete ağlarken !

Size mi yalvarır her şey ey çok bilmiş cahiller ?

Herşeyin Hakkını kim verir ?

Herşeyin emeği nedir ?

Doğa kime yalvarır ey çok bilmişler ? Neye ?

Siz mi vereceksiniz Hakk'a hakkını ?

Siz mi veriyorsunuz hakka hakkını

Size mi yalvarır Hakk ey kara cahiller !

Hakk nedir ?

Emek nedir ?

Kimin Hakkıdır ilahlık ey acizler !

Kim dağıtabilir hakları ?

Kim dağıtıyor hakları ?

İnsanın doğası kime yalvarır !


Doğa kime yalvarır !

Siz mi buldunuz Hakkı ey kara cahiller ?

Daha kul hakkını tanımazken siz mi !

Kim verdi "YAŞAM"a HAYAT hakkını !

Kim "Ol" dedi de oluyor !

Siz mi ?

Siz mi ey yüzünü karartmış cahiller !

Siz mi ey yüzünüzü karartmış acizler !

Şah Damarından Yakın Olan (1)

Saf davranır; bilmediğinden değil,


Yalnız bırakmaz; her bir kıpırtı bunu anlaman için,
Darılmaz; bilir,
Gönül alır; pişman olduğundan değil,
Kaba davranmaz; sonsuz Kudretlidir,
Uyarır; kaba davrandığından değil,
Tuzaktır; hile yapmaz,
Tuzak kurar; avlayamadığından değil,
Düşünmez; yapar,
Kibirlenmez; yücedir
Lutfeder; kibrinden değil,
Büyüklüğünü bildirir; gözükmediğinden değil,
Aynı şeyleri tekrar tekrar, tekrar eder; şöhreti için değil,

"'Eğer kullarım, Beni, Senden sorarlarsa...."


(Bakara, 186)

Şems-i Tebrizi Hazretleri ve felseficeler (İzahlı Tekrar)

GİRİŞGAH / İZAH

Şems-i Tebrizi Hazretleri aşağıdaki olayda Allah'ı ispat maksatlı konuşmamış felsefi sorulan
sorulara yine tam da istenildiği gibi felsefik olarak karşılık vermiştir.

Allah'ın görülmek istenmesi felsefi olarak (dini değil) sorulmuştur ve nasıl baş ağrısı
ispatlanamıyor değil görülemiyor olduğu halde hissediliyorsa Allahın da sırf görülemez
olduğu için inkar edilemeyeceğini göstermiştir ; çünkü hisseden hissediyor... Fakat gel gör ki
hisseden gösteremiyor tıpkı baş ağrısı gibi.

Şeytanın ateşten yaratıldığı halde ateşte yanması sorusu da aslında cevabı gayet bilimsel
olduğu halde o günlerde bilinmediği için felsefik olarak sorulmuş ona göre de istenildiği gibi
felsefik cevaplanmıştır fakat ancak şu zamanda bu cevabın hem DİNİ hem de BİLİMSEL
olduğu ortaya çıkmıştır (selam olsun Şems-i Tebrizi hazretlerine )

ALINTI : incelemeler sonucunda insan vücudunun içerdiği maddeler ile toprağın içerdiği
maddelerin tamamen aynı olduğu anlaşıldı. alüminyum, demir, kalsiyum, oksijen, silikon,
sodyum, potasyum, magnezyum, hidrojen, klor, iyot, manganez, kurşun, fosfor, bakır, gümüş,
karbon, çinko, kükürt ve azottur.

* Ayrıca DİNİ bilgide insanın sadece toprak değil SU ile karışık yaratıldığı da yine vahiy
yoluyla bildirilmiştir

Üçüncü soruyu her aklı başında olan insanın izaha gerek olmadan idrak edeceğini
düşündüğüm için izaha gerek duymuyorum. Aklın başında değilse de koyarım kafana kerpici
anlarsın :)

Şimdi bilindik olaya geçelim..

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini
bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun
yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl
yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i
Tebrîzî; "Sorun!" buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı.
Sormaya başladı: "Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım." Şems-i Tebrîzî
hazretleri; "Öbür sorunu da sor!" buyurdu. O; "Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz,
sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi. Şems-i Tebrîzî;
"Peki öbürünü de sor!" buyurdu. O; "Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını
çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!" dedi. Bunun
üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu.Soru sormaya gelen
felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu. Ve; "Ben, soru sordum, o başıma kerpiç
vurdu." dedi.Şems-i Tebrîzî; "Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu. Kâdı bu işin
açıklamasını istedi.Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı: "Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de
inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim." O kimse şaşırarak;
"Ağrıyor ama gösteremem." dedi. Şems-i Tebrîzî; "İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat
görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum.
Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana; "Bırakın
herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun
başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda
küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?"
buyurdu. Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü.

Selam olsun

Kimisi de vardır onu başka bir şey çarpar da ancak öyle anlar Hakikati...

Şüphe

Mantıksal felsefi şüpheler sadece batıdan gelirler ve sonra Muhyiddin İbn Arabi'nin (k.s.)
ruhaniyetine çarpıp yüzleri buruşuk halde geri dönerler...

"Son"un başa giydirilmesi


www.youtube.com/watch?v=mh4qEGEJgDc

Aynen şunun gibi olmayı beceremiyorsan yazıktır!


Varın yoğunla sadece şu gördüğünü elde etmeye çalış.
Elde etmeden de ölme!

Herşey Madde ve Enerjiden İbaret Yok yok

Herşey "Madde Enerji sadece birbirine dönüşüyor ve Yok yok" dan ibaretse o zaman bu
rüyadan önce Yok olan Madde Enerjiden ibaret Sen ne oluyor arada Ruhi bi söylesene
bana...Ruhi? Ruhi?!...Ruhi ölmedi bayıldı da Yok oldu birden...:)

Ben Razı olmam küfürden

Ben Razı olmam küfürden


Şüphen varsa ta en baştan al
Ya da sen Razı ol Hüdadan
Hem de Cabbar olandan

Hadi Sen Evril Şimdi...

"Tam"da Noksan var şüphesiz "Tam"dan gelip "Tam"a dönen / "Tam"da şüphe olsa "Noksan"
nereden bilinsin ?! / "Tam" var o zaman şüphesiz "Noksan"dan şüphe yoksa ! / "Tam"da
"Kusur" bulana geldi o zaman "Şüphe"; "Tam"a dair / Razı olan "Noksan", "Tam"dan Razı
oldu da "Tam" oldu / "Tam"da Kusur bulan "Noksan"dan nasıl razı olacak ki kendi kusurunu
bilsin de "Tam"a dönsün ! / Hadi sen Evril şimdi...

Şeyh Ebu Bekir Şibli (r.a.)

Naklederler ki, bir defa bir kaç gün bir ağacın dibinde "hu, hu" diye raksetmişti. Bu ne hal
böyle diyenlere dedi ki: "Bakın şu ağacın üzerine konmuş bir kumru 'ku, ku!' diye ötmekte ve
ben ona uyup 'hu,hu!" demekteyim." Derler ki, kumru susmadan Şibli susmamıştı.

Onlar peygamber de değiller !

Altı gün yirmi dört saat siz uyudunuz tvleriniz radyolarınız bilboardlarınız gazeteleriniz
uyumadı

Sizin o süper egolarınızdan ne kulaklar ne gözler kaçabildi

Sonra o sizin pek altyazılı, çok renkli gerçek dünyalarınızı görenlere "şizofren" ve O hiç
susmayan benliklerinizi duyanlara "gayipten sesler duyuyor", "ruh hastası kendini peygamber
sanıyor" , "bencil" teşhisi mi koydunuz ?

Yo, yo !
Üzülmeyin !
Onlar sizin duymadıklarınızı duydukları için öyle olmadılar

Yo, yo ! Hiç öyle olur mu !

Onlar sizin görmediklerinizi gördükleri için öyle olmadılar

Yo, yo !

Tam aksine !

Onlar sizin asla göremeyeceğiniz bir ruhu gördülerde öyle oldular !

Evet !

Tam aksine !

Onlar sizin asla duyamayacağınız bir sesi duydularda öyle oldular !

Evet, evet !

Yo, hayır. .Siz niye üzülesiniz !

Siz onlar gibi uyuşturucu batağına da düşmeyeceksiniz !

Ve evet !
Sizi öyle bir bataktan Kurtaran da olmayacak !

Aman ağız tadınız bozulmasın sizin !

Onlar peygamber de değiller !

Korkmayın !
Korktuğunuz peygamberler geldiler geçtiler !
Rahat olun bunların putlarınızı kıracak güçleri de yok !
Onlarla oynayıp daldığınız oyundan sizi kimse uyandıramayacak !

Hem budist bunlar !

Hiç budistten zarar gelir mi ya insana !

Yo, yo korkmayın !

Hem Allah bize rağmen size pek cömert çok şefkatli !

Size bir şey olacağı yok !

Herşeyi yalnızca bunlar görecek !

Herşeyi yalnızca bunlar duyacak !


Herşey onlara olacak !

Siz ise aman keyfiniz kaçmasın !

Siz hiç bir şey göremeyeceksiniz !

Topraklarınıza ektiğiniz dükkanlarınız bereket versin size !

Ticaretiniz kar getirdi mi ?

Toprağınız bol olsun !

Ektiğinizi biçtiniz mi ?

Yardım edenden tavsiyeler ( Devam )

Allah seni bir süre


veya bir çok defa aralıklarla
mutlaka sonucunda Kendisine güvenme dereceni ortaya çıkaracak belirleyecek şekilde
deneyecektir...
Uyanık ol..
O zamanlarda O'na kesinlikle aşırı derecede güvendiğini belirtmelisin...

Namazda dikkat etmen gereken bir nokt

İlk Tekbir getirirken ve sonrakileri hareket esnasında söyle


fakat diğer hareketleri mutlaka duaları ve tesbihlerı tam olarak seslendirip bitirdikten sonra
yap.
Yani okuyacaklarını tam olarak oku bitir öyle rükü yap ya da secdeden kalk.
Daha duan, tesbihin bitmeden ya da biterken rükuya hareketlenme
ya da secdeden kalkma..

Düşünce "Sokulması" !

Eğer kavramlar ve düşünceler zihninden kaçıyorsa Korkma ! Senin Ruhun kavramlara


düşüncelere muhtaç değil !
Sen düşüncesiz kavrayabilen kelimesiz OKUyabilensin !
Sessiz duyabilensin ! Korkma ! Ruhundan Korkma ! Ruhunun yörüngesindedir herşey ! Ve
hiç bir şey o yörüngeden çıkacak değil ! Sen bir küçük alemisin alemlerin Rabbinin ! Hiç bir
şey O'nun emrinden çıkıcı hesabından kurtulucu değil ! Korkuyla sarılma yitip gidenlere !
Seni kurtaracak olanlar helak olup yokluğa karışanlar seni terkedenler değil ! Hiç bir şey
senin aciz emrinle dengede değil ! Korkup paniğe kapılma küçüğünden ders al büyüğünden
kork ! Ümitli ol Allah yakın ! Büyüğünü koparıp sana cennetin büyüğünü de verecek Ondan
başkası değil ! Bu alem senin düşüncende ! ve değil ! Büyük kıyamete hazırlan ruhun O'ndan
başkasından değil ! O'ndan başkasız olan yok ! Bedenine beş duyuna güvenme ! Sen O'nun
ruhuna Aşık ol suretine değil ! Sana Zatında zat verdi O asla hiç bir şeye muhtaç değil !
Haddini bil de ruhunu yakma ! Sen Ondan başkasına muhtaç değilsin herşeyin nereden
geldiğini bil ! Dengeyi koyanın Zatının yörüngesinden çıkma ! Bu hayat dersten imtihandan
başka bir şey değil ! Herşey istese de istemese de O'na secde eder düşüncelere kavramlara
değil !
İsteyerek secde et, istemeyerek değil !
Zatına Aşık ol suretine değil !

***

Kıyamet Günü Ayetleri

Ve: "Eğer gerçekçiyseniz bu vaad ne zaman olacak?" diyorlar.

De ki: "Size vaad edilen öyle bir gündür ki, ondan ne bir an geri kalabilirsiniz, ne de ileri
geçebilirsiniz." (SEBE/29-30)

Yaklaşan yaklaştı. Onu Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur. (NECM/57-58)

(Onlar): "Doğru iseniz bu tehdit ne zaman olacak?" diyorlar

De ki: "(O'na ait) bilgi, Allah'ın yanındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım." (MÜLK/25-
26)

Sana o kıyameti soruyorlar, ne zaman kopacak diye.

Sen nerde, onu anlatmak nerde?

Onun son ilmi Rabbine aittir. (NAZİ'AT/42-44)

İnsanlar sana kıyamet saaatini soruyorlar. De ki: "Onun ilmi ancak Allah'ın nezdindedir. Ne
bilirsin belki kıyamet yakında olur." (AHZAB/63)

Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah'ın şanı
yücedir. Kıyâmet saatinin bilgisi de yalnız onun yanındadır. Siz sadece O'na
döndürüleceksiniz. (ZUHRUF/85)

Sana, ne zaman kopacak diye kıyamet vaktini soruyorlar. De ki; onun bilgisi yalnızca
Rabbimin katındadır. Onu tam vaktinde koparacak olan O'ndan başkası değildir. Onun
ağırlığına göklerde ve yerde dayanacak bir kimse yoktur. O size ansızın gelecektir. Sanki sen
onu çok iyi biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki, onun bilgisi Allah katındadır. Fakat
insanların çoğu bunu bilmezler. (A'RAF/187)

Şüphesiz ki, kıyamet saatinin bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde ne
varsa (erkek veya dişi oluşunu, renk ve özelliklerini) O bilir. Hiçbir kimse yarın ne
kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allah her
şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır. (LOKMAN/34)

Kuşkusuz o hüküm günü kararlaştırılmış bir vakit olmuştur. (NEBE/17)

Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah'a aittir. Kıyametin kopuşu yalnız bir göz kırpması
veya daha az bir zamandan başkası değildir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. (NAHL/77)
Göğü, kitab dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi, katımızdan
verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz bunları yaparız. (ENBİYA/104)

(Ey Muhammed!) De ki: "Allah sizi diriltir. Sonra sizi o öldürür, sonra da geleceğinde şüphe
olmayan kıyamet gününde (diriltip) bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler.
(CASİYE/26)

Onun oluşunu yalanlayacak kimse yoktur. (VAKİ'A/1-2)

Herhalde size vaad olunan kesinlikle olacaktır. (MÜRSELAT/7)

Günahkârlar ateşi görmüşler de artık ona düşeceklerini anlamışlardır. Fakat ondan kaçıp
sığınacak bir yer bulamazlar. (KEHF/53)

Bu kitabı ve ölçüyü hakla indiren Allah'tır. Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır!
(ŞURA/17)

İnsanların hesab (görme) zamanı yaklaştı. Onlar ise hâlâ gaflet içinde, yan çizip aldırmıyorlar.
(ENBİYA/1)

Yaklaşan yaklaştı. (NECM/57)

Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini
yakalayıverir.

O zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ailelerine de dönemezler. (YASİN/49-50)

Doğrusu bu azap onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşırtacaktır. Artık ne geri çevrilmesine
güçleri yetecek, ne de kendilerine mühlet verilecektir. (ENBİYA/40)

Artık onlar, kıyamet saatinin kendilerine ansızın gelivermesine mi bakıyorlar? Şüphesiz onun
alametleri gelmiştir. Artık kıyamet kendilerine gelip çatınca anlamaları neye yarar?
(MUHAMMED/18)

Onlar kendileri farkına varmadan ansızın kıyâmetin başlarına gelmesini mi bekliyorlar?


(ZUHRUF/66)

Çünkü O (sura üfürmek) zorlu bir kumandadan ibarettir ki, derhal onların gözleri açılıverir.
(SAFFAT/19)

Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini
yakalayıverir. (YASİN/49)

Sen de onlardan yüz çevir ki, o gün çağırıcı, görülmedik müthiş bir şeye çağırır. (KAMER/6)

Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı,

Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı,

Ve insan: "Ona ne oluyor?" dediği zaman.


O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır. (ZİLZAL/1-5)

Sûr'a bir tek üfleme üflendiği,

Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman,

İşte o gün olacak olur.

O gün gök yarılmış, sarkmıştır. (HAKKA/13-16)

O gün Sûr'a üflenir, bölük bölük gelirsiniz.

Gök de açılmış, kapı kapı olmuştur.

Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur. (NEBE/18-20)

Dağlar serpildikçe serpildiği

Dağılıp toz duman haline geldiği (VAKİ'A/5-6)

O gün gök erimiş bir maden gibi olur.

Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. (MEARİC/8-9)

Göğü, kitab dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi, katımızdan
verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz bunları yaparız. (ENBİYA/104)

(Ey Muhammed!) Sana dağlar(ın kıyametteki durumunu) sorarlar, de ki: "Rabbim onları
ufalayıp savuracak."

"Böylece yerlerini dümdüz boş bir halde bırakacak."

"Orada ne bir çukur, ne de bir tümsek göreceksin." (TAHA/105-107)

Biz o gün (kıyamet günü) onları bırakıvermişizdir. Dalgalar halinde birbirlerine girerler, Sûr'a
da üfürülmüştür. Böylece onların hepsini bir araya toplamışızdır. (KEHF/99)

Sûr'a üfürülmüştür, bir de ne baksınlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.


(YASİN/51)

Sûr'a üfürüldüğü gün Allah'ın diledikleri müstesna göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete
kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O'na gelirler. (NEML/87)

Suçlular simalarından tanınır, alınlarından ve ayaklarından tutulur. (RAHMAN/41)

Gözleri düşük bir halde kendilerini bir zillet kaplar. Oysa onlar sapasağlam iken de secdeye
davet ediliyorlardı. (KALEM/43)

Sûr'a üfürüleceği gün ki biz suçluları o gün, (gözleri korkudan) göğermiş olarak mahşerde
toplayacağız. (TAHA/102)

Hem o kıyamet günü görürsün ki, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzleri kararmıştır.
Kibirlenenlerin yeri cehennem değil mi? (ZÜMER/60)

Ey Peygamber! Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah'ın gâfil olduğunu sanma! Ancak Allah,
onların cezalarını, gözlerin dışa fırlayacağı güne erteler.

O gün, başlarını dikerek koşacaklar, gözleri kendilerine bile dönmeyecek ve gönülleri bomboş
kalacaktır. (İBRAHİM/42-43)

O gün inanan erkekleri ve inanan kadınları görürsün ki nurları, önlerinde ve sağlarında


koşuyor. (Kendilerine): "Bugün müjdeniz altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi
kalacağınız cennetlerdir." (denilir) İşte büyük kurtuluş budur!

O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar o iman edenlere şöyle diyeceklerdir: "Bize bakın
da sizin nurunuzdan alalım?" Onlara: "Arkanıza dönün de nur arayın!" denilir. Aralarına
kapılı bir sur çekilir ki, onun içinde rahmet, dışında da azap vardır. (HADİD/12-13)

Yüzler var ki, o gün parıl parıl,

Güler, sevinir. (ABESE/38-39)

O gün gelince Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onların kimi bedbaht, kimi de
mutludur. (HUD/105)

O gün, hiçbir tarafa sapmadan o davetçiye (Sûr'a üfleyenin çağrısına) uyarlar. Öyleki,
Rahmân'ın heybetinden sesler kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka hiçbir şey işitemezsin.
(TAHA/108)

Allah'a ortak koştuklarından, kendilerine şefaat edecekler de bulunmaz. Onlar, o zaman


Allah'a koştukları ortakları inkâr ederler. (RUM/12-13)

O gün ki, hepsini mahşere toplayacağız, sonra da o şirk koşanlara "Haydi yerlerinize! Siz de,
ortak koştuklarınız da!" diyeceğiz. Artık aralarını iyice açmışız. O ortak koştukları şeyler,
"Siz bize tapmıyordunuz ki." diyecekler.

"Şimdi sizinle bizim aramızda şahit olarak Allah yeter. Sizin bize ibadet ettiğinizden bizim
haberimiz yoktur" (diyecekler). (YUNUS/28-29)

Ve hele o gün Allah onları çağırarak: "Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani,
nerede?" diyecektir. (KASAS/74)

Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen! Rableri onlara şöyle der: "Bu,
bir gerçek değil midir?". Onlar da: "Rabbimize yemin ederiz ki gerçektir" derler. Rableri de
onlara: "Öyleyse inkârınız sebebiyle azabı tadın!" der. (EN'AM/30)

Ve o Allah'a ortak koşanlar, ortak koştuklarını (putları) gördükleri zaman: "Rabbimiz! İşte
bunlar, seni bırakıp da kendilerine taptığımız ortaklarımızdır" diyecekler. Koştukları ortaklar
da onlara; "Siz mutlaka yalancılarsınız" diye söz atarlar.
O gün Allah'a teslim bayrağını çekerler, bütün o uydurdukları şeyler kendilerini bırakıp
kaybolup gitmişlerdir. (NAHL/86-87)

Ve o (kıyamet) günü Allah kâfirlere şöyle buyuracak: "Ortaklarım ve şefaatçılarınız diye


zannettiğiniz putlarınızı çağırın." Müşrikler onları çağırırlar, fakat kendilerine cevap
vermezler. Biz, kâfirlerle ilâhları arasına ateşten bir engel koymuşuzdur. (KEHF/52)

Ve durdurun onları, çünkü sorguya çekilecekler. (SAFFAT/24)

O gün hepsini mahşere toplayacağız. Sonra Allah'a ortak koşanlara: " Hani nerede o Allah'a
ortak saydığınız ortaklarınız?" diyeceğiz.

Sonra, (Onlar): "Rabbimiz, Allah'a yemin ederiz ki, biz müşriklerden değildik" demekten
başka bir özür bulamayacaklar.

Bak, vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler! O uydurdukları putlar da kendilerinden


kaybolup gitti. (EN'AM/22-24)

O gün Allah onları çağırarak, "Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz, hani nerede?"
diyecektir.

(O gün) haklarında azaba itilme, hükmü gerçekleşen kimseler, "Rabbimiz! Biz nasıl azmışsak,
işte bu azmışları da öylece azdırdık. (Onların suçlarından) beri olduğumuzu sana arzederiz.
Zaten onlar aslında bizlere tapmıyorlardı." derler.

"(Allah'a koştuğunuz) ortaklarınızı çağırın!" denir, onlar da çağırırlar; fakat kendilerine cevap
vermezler ve (karşılarında) azabı görürler. Ne olurdu (dünyada iken) doğru yola girselerdi!

O gün Allah onları çağırıp "Peygamberlere ne cevap verdiniz?" diyecektir. (KASAS/62-65)

Kıyamet günü onların herbiri Allah'ın huzuruna tek başına çıkacaktır. (MERYEM/95)

İnsanlar üç sınıf olacaktır

Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman

Sağın adamları (var ya) ne mutludurlar onlar!

Solun adamları ise ne uğursuzdurlar onlar!

Önde olanlar (var ya), onlar öncüdürler.

İşte o yaklaştırılanlar, (VAKİ'A/7-11)

Müminlerin kitabı sağdan verilir

Kitabı sağından verilen, "alın okuyun kitabımı.."

"Çünkü ben hesabıma kavuşacağımı sezmiştim" der.


Artık o hoşnut bir hayattadır.

Yüksek bir cennettedir. (HAKA/19-22)

Kafir olanların kitabı soldan verilir


Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke kitabım verilmeseydi de,

Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim,

Ne olurdu o ölüm, iş bitirici olsaydı. (HAKKA/25-27)

Rabbine andolsun ki biz onları (öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kâfirleri) şeytanları ile
beraber elbette ve elbette mahşerde toplayacağız. Sonra onları muhakkak cehennemin
etrafında dizleri üstü hazır bulunduracağız (ki cennetlikleri görüp hasret çeksinler)
(MERYEM/68)

Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz.
Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya koyarız.). Hesap
görenler olarak da biz kâfiyiz. (ENBİYA/47)

Muhyiddin İbn-i Arabi (Devam)-Tevfik-i İlahi-...

Bu said yıldızın hilalinde İnşaallahû Teâla tevfîk'in lâfza-ı celâle


isnadındaki güzel hikmetlere işaret edeceğiz.

BİRİNCİ FELEK
Ey necib ve hür oğlum!..
ALLAH sana muvaffakiyet versin. Şimdi, Tevffki sana izah
edeceğim..
Tevffk; ebedi sa'detin anahtarı, Nebî-ı Zişânin yolunda sülûka kulu
vâsıl edici ve ilâhî ahlâkla ahlâklanmasına rehberdir.
Tevfîk-i ilâhi'ye nail olan kişi, büyük ganimeti eide etmiştir.
Tevfik-i ilâhiden mahrum kalan kimse de hayrın tamamını yitirmiştir.
Ey Azîz!..
Tevfîk; kulun çalışarak elde edeceği bir şey değildir.
TevfTk, Allah'ın kendi huzuruna seçtiği hâs kullarının kalblerine
ilkâ ettiği bir nûr-u ilâhidir.
Kulun kurtuluşu ancak Tevfîk-i İlâhî ile gerçekleşir. Kul yüce
derece ve mertebelere de ancak Allah'ın yardımıyla ulaşabilir.
Tevfîk hibe edilen bir sırr ve kulun kalbinede kondurulmuş bir nurdur.
Kulun İrâdesi tevfîk'in özelliklerini ve hakikâtlarını bilmesi itibariyle, tevfîkle
vasıflanması ve tevfîkin kulda peyda olmasında Allah'ın İrâdesinin
bağlantısı vardır. Böylece de, kul için bu irâde hâsıl olur ve o irâdeyi kendi
kesbi olduğunu tahayyül eder.
Halbuki kulun tevfîkle vasıflanmasında ki gerçek sebeb; Allah
Subhânehû'nun iradesidir. Fakat kul, kendisini tevfîkin talebine sevk
eden irâdesinin, İlâhi Tevfîkin eseri olduğunu bilemedi.
Evet!., ilâhi Tevfîk olmamış olsaydı kulun irâdesi gerçekleşemezdi.
Zira, kulun tevfîki irâde etmeside İlâhi Tevfîkdendir. Ancak insanların çoğu
bunu bilincinde değildir.
Şimdi tevfîki anlattığımız tarzda isbât ettiğimizde, insanlar, ancak
Hakîm, bağışlar yapan ve kula muaffakiyeti veren Zöt'tan tevfîk'in kemâlini
taleb edebilirler.
Tevfîk'in kemâli ne mânâya geidiğini şöyle izah edebiliriz: Kulun
bütün fiil ve hâllerinde tevfîki ilâhinin kula arkadaşlık etmesidir.

Kulun hâlleri şöyle taksîm edilmiştir.


1- İtikâd,
2- Kalb’e gelen ilhâmlar,
3- Akıl ve kalbinde doğan nûrlar,
4- Müşahedeler,
6- Mükâşafeler,
7- Zahiri ve batini bütün fiiller.
Netice-i Kelâm:
Kul, bütün hâllerinde İlâhi Tevfîk'in kendisine devamlı surette
arkadaş olmasını taleb etmesi, tevfîkin kemâl mânâsıdır.
Öyle ise, kul zâten kendisine verilen muvaffakiyetin artmasını tâleb
eder. Yoksa tevfîk bölünmeyi kabul eden bir şey değildir. Zira, tevfîk
insanla kâim olan mânâlardan bir mânâdır. Mânâ ise bölünmeyi kabul
etmez. Tevfîke nisbet edilen noksanlık ise, Tevfîk-i İlâhinin kulun her hangi
bir fiilinde kul ile kâim olması ve diğer bir fiilinde kul ile kâim olmaması
itibariyledir.
Tevfîk-i İlâhinin kulun bütün fiillerine olan beraberliği de aynı
anlattığımız gibidir.
Artık bu izahlarımızda kulun tevfîki Allah'tan istemesinin hikmeti
de zahir oldu.
İlerde şunu da izah edeceğiz:
— Kul Allah'tan tevfîki istediği vakitte kulda Tevfîk-i İlâhin yoktu
denilemez. Zira kulun isteme fiilinde yine ilâhi muvaffakiyet vardır.
Tevfîk lâfzı Arap dilinde muvafakat babından Tefti babına intikâl etmek
suretiyle türetilmiştir. Tevfîk de kulda sudur eden fiillerin peyda olması
esnasında zâten kulda kâim bir mânâdır. Dolayısıyla kulla kâim bulunan o
Tevfîk-i İlâhi kulu, kuldan sudur edecek fiili hakkındaki islâm
ölçülerine muhalefet etmesinden engeller. Fakat bu engellemesi sadece
kendisinde sudur edecek olan fiilde gerçekleşir. Diğer fiilleriyle alâkası
olmayabilir. Öyle ise hükmü böyle olan her mânâya tevfîk ismi verilir.
Ey Oğulcuğum!..
Günahkarı kendisi için meşru olan her hangi bir ameli yapmaya
muvafık olursa o günahkar olmaz.
Fakat meşru haklarından herhangi birisine muvafakati
gerçekleşmezse, o zaman İslâm'a muhalefet etmiş olur. Zira kaidedir bir
mahal şeyden veya onun zıtından boş kalmaz. Tabiatın boşluğu kabul

etmediği gibi. Kulda yapacağı fiilinin mahalidir. Dolayısıyla ya o fiil


İslâm'a muvafak veya muhalif olması zaruridir.
Bazen bir zamanda, kulun yaptığı bir fiilinde, tevfîk kendisiyle kâim
olduğu gibi, aynı o anda diğer bir fiilinde kendisiyle kâim olmayabilir. Buna
misâl: Gasb edilen bir evde namazı edâ eden musallidir. Zira o salâtı edâ
etme fiiliyle tevfîk kendisiyle kâim olmuştur. Fakat aynı anda salâtı
kendisinde edâ ettiği yeri gasb etmesinden ötürü tevfîk kendisiyle kâim
değildir. Öyle ise aynı anda kulda hem tevfîk hem de hizlan kâim
olabilir.
Hizlan ise; Allah'ın razı olmadığı bir fiili kulun talebi üzere Allah'ın
kulda muvaffakiyet vermesine denir.
İşte bu anlattığımız sebebden dolayı kul, Mevtasından tevfîk'in
kemâlini ister.. Böylece de kul, İlâhi Tevfîk'in kendisine bütün
hâllerinde arkadaşlığını istemiş olur. Tâki kul, hiçbir fiilinde şeriat
ölçülerine muhalefet etmesin.
Açıkladığımız tarz üzere kulla kâim olan Tevfîk-i İlâhi tam ve kâmil
olursa, artık o tevfîk; Hıfz-ı İlâhi ve ismet diye ta'bir edilir. Yani, böyle
olan kul, ALLAH'ın koruması altında olur.
Allah Tealâ vakitlerin aleyhimizde geçip gitmesinden ve gafletin
neticelerinden cümlemizi muhafaza etsin.
ALLAH, hayırlarla cömertlik yapan Cevâd-ı Mutlakdır.
Ey Oğulcuğum!..
Tevfîk: Kul yaratılmadan önce, Allah'ın katında kul için olan
inâyet-i ilâhi'dir.
Tevfîk: Allah kulu icâd ve hitâb ettiği esnada kulun üzerine olan
en yüce ihsanıdır.
Tevfîk'in İlâhi bir inayet ve ihsan olduğuna, Allah'ın şu buyruğu delâlet
etmektedir.
«İmân edenlere Rab'leri indinde kendileri için muhakkak bir
kadem-i sıdk olduğunu müjdele.»
(Yunus sûresi, âyet: 2)
İmân edenler daha yaratılmadan önce kendileri için bu kadem İlmi
İlâhide gerçekleşmiştir. Bu kadem de Allah'ın kendi Zâtına yazdığı
Rahmeti İlâhidir.
Vakta ki Allah Tealâ, Kerem sıfatıyla Ayân-ı Sabiteleri icâd etti ve
onların varlığını açığa çıkardı, lûtfuyla onların ihtiyaçlarını üstlendi.
Artık, Allah Azze ve Celle onları tevfîk'in hakikâtlarıyla donattı ve
onlara, O'na ulaştırıcı yolları açıkladı.

Enbiyâ'ya melekler, Evliyaya da Enbiyâ'lar ve meleklere de yaratılışları


vasıtasıyla açıkladığı gibi.. Böylece onlar güneşe giden aydınlık yolu üzere
hidâyeti kabullendiler. Ve Mi'raca vesile olan yükseliş kanatlarına binerek
uruc ettiler. Artık Tevfîk, bütün hâllerinde onları yalnız bırakmayan sadık
bir arkadaş olmuştur. Tevfîk onları Allah'a yaklaştıran amellere yön
vermekten de geri kalmadı.
Allah'ın rızasına vesile olacak ameller; kalbî, nefsi ve duyu
organlarına mütevecih muamelattan ibarettir.
Tevfîk-i İlâhi onları himmetlerinin fevkine varıncaya değin
yönlendirdi..
Tevfîk-i İlâhi onları hazreti Cud ve Kerem Makamına indirdi.
Onlar o ni'metler deryasında ve Cennet nimetleri içinde gark
oldular. Ve Tevfîk-i İlâhi onları istivaya benzer bir makama çıkardı.. O
makamda Allah'ın onlara, vermeyi takdir kıldığı nimetleri bağışladı.
Bütün bu olan bitenlerin esnasında, Hak'kın onların işlerini
üstlendiğini bildiler. Halbuki daha "İNSAN" namıyla yâd edilen bir şey
değildiler..
Sonra, onlar için duâ etme mahallinde Allah'a sözlü yakınlıkları, o
işlerden uzak olduklarını gösterdi. Zira, Allah'ın ihsan ettiği bunca
cesim ve lâtif nimetlere karşı şükür etmeyi irâde ettiler. Halbuki Şâkir
meşkûr ve Zâkir mezkûr idi. Dolayısıyla bu hakikât onları, irâde
ettikleri sözlü Şükür'den engelledi.. Artık kul, bütün gücünü sarf
etmesine rağmen, Allah'a hamd ve sena etmekten aciz oldu. Ve, bu
hâlin senanın fevkinde olduğunu gördüklerinden, şaşkınlık ve hayret
makamında durakladılar... Sonra, insanlar kendilerinden açığa çıkan
Allah'ı övmeleri sena etmeleri, ancak Allah'ın kendi fiiliyle Zâtını sena
etmesi olduğunu bildiler.
İnsanların böyle idrâk etmelerinin lüzûmiyetini yazacağımız âyet
delâlet etmektedir.
«Zaten size az bir ilimden başkası verilmemiştir.» (İsrâ Suresi,
Âyet: 84)
Öyle ise, az bir ilim de Allah'ın inâyetiyle bize bağışladığı bir terazidir.
Çok ilme ulaşmamız ise bizim için mümkün değildir. Öyle ise ilimde çokluk
iddia edebileceğimiz şeylerden değildir.
Muhakkik şeyh, herşeyi inceleyip yontandır. Fakat o, yaptığı işlerde
samimidir.
İddia sahibi ise, o da herşeyi inceleyip yontar.. Fakat o, yaptığı
işlerde samimi değildir. Bu makamda Allah Rasûlü Aleyhisselâtu
vesselam şöyle buyurdu;

«Senin med ve senanı sayamam, sen kendini övdüğün gibisin.»


(Ebû Davud ve Tirmizi)
Ve Sıddık-ı Ekber'de - Allah ondan razı olsun- bu makamda şöyle
buyurdu;
— "Allah'ı idrâk, idrâk edilemeyeceğini idrâk etmektir."
Yaratıcısını idrâk etmeyi kasd edene şöyle söyle!..
— "Allah'ı idrâk, idrâk edilemeyeceğini idrâk etmektir. Kim Allah'a
hayretle kulluk
ederek yaklaşırsa, işte o nihayet Rahmanı idrâk edendir. Gerçekten
Allah'ı idrâk etmemek nusuk semâsında cevelan eden feleklerin
doğuş sebebi olan duha vaktindeki Güneş'tir.
Tevfîk'in başlangıcı, ortası ve gayesi vardır.
Ey Oğulcuğum!..
Tevfîk, her fazilete yönlendirici, temiz sıfatlara uiaştıncı ve gözleri
cilalayan, sırlan islah eden ve kalbe hulûsiyeti veren bütün güzel
ahlâklarıda celb edici olduğunu bii.
Tevfîk kalbde ki kilitleri açan, kalblerde ki şek ve şüpheleri gideren,
kalblerin varlık hikmetini bağışlayan ve azâmet-i İlâhiyeyi öğretendir.
Tevfîk, kulun istikâmeti taleb etmesine sevk eden, esas muharrik ve
kulu selâmet yoluna ulaştırıcıdır.
Tevfîkle vasıflanan her kul, hidâyete erip doğruluk üzere olur.
Tevfıkden mahrum kalan da rezil ve rusva olur..
ALLAH emirlerine muhalif olmaktan ALLAH a sığınırız.
Tevfîkin başlangıcı İslâmı, ortası imânı ve nihayeti ihsanı sana
verir.
Tevfîkin başlangıcı olan İslâm, kan ve malı korur.
Tevfîkin ortası olan imân, nefisleri sapıtma ve saptırma
zulmünden muhafaza eder.
Tevfîk'in sonu olan ihsan, ruhu Allah'tan başkasına bakmaktan
engellediği gibi rûh'a murakabe ve Allah'tan utanmayı bağışlar.
Öyle ise...
Nefis, Cennette şehvetlerini yerine getirmekle mutlu olur.
Göz, Rahmanı görmekle huzur bulur.
Ruh, nimetlerin hakikâtlarından lezzet alır.
Ey Oğulcuk!..

Tevfîkin ulaştırdıklarında tefekkür et!..


Öyle ise, bütün hâllerinde seni tevfîk'e davet eden, hiçbir iyilik yoktur ki
Allah sana vermesin. Artık sana düşen, onları geri çevirmemektir.
Tevfîkin mebdei, sana ilim ve ameli ihsan eder. Ortası, seni pis
hedeflerden temizler. Sonu, varlık ve ezelin sırrlarım verir.
Tevfîkin başlangıcı seni hislerinden, ortası nefsinden uzaklaştırır
ve sonu sana senin güneşinle cömertlikte bulunur.
Tevfîkin başlangıcı sana kerametleri ihsan eder.. Ortası, seni
sıfatlardan fâni kılar.. Sonu, seni Zâtla mutlu eder.
Tevfîkin başlangıcı sana Cennetle, ortası varlıkla ve sonu varlığın
fenasıyla şahidlikte bulunur.
ALLAH'tan başka umutlarımızı
bağlayabileceğimiz bir varlık mevcûd değildir.
Menân ve bütün nimetleri bağışlayan ALLAH bütün noksan
sıfatlardan münezzehtir.
TEVFÎK İN KISIMLARI
Ey Oğulcuğum!..
ALLAH seni muvaffak kılsın.
Tevfîk. GENEL ve ÖZEL olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır..
1) GENEL TEVFÎK; bütün insanların kendisinde müşterek
oldukları tevfîkdir. Müslüman ve müslüman olmayanlar eşittir. Genel
tevfîkde iki kısma ayrılmaktadır.
a) Hikmete muvafak olan tevfîk. Bu tevfîk, hikmetle eşyanın
yaratılışında ki sırları bilmekle gerçekleşir,
b) Şahsın maksadına muvafık olan tevfîkdir.
Bu tevfîkde;
1) Maksada muvafık olan,
2) Hikmete muvafık olan, diye ikiye ayrılır.
1) Maksada muvafık olan tevfîki şöyle izah ederiz: Su bulunmayan
bir yerde hangi dinde olursa olsun bir kimsenin kuyu kazıp su çıkarması
oradan gelip geçen kimselerin maksadına o suyun çıkması muvafıkıdır,
2) Hikmete muvafık olan tevfîki de şöyle açıklayabiliriz: Nesnelerin
arasındaki mesafeyi ve onların asıllarını bildiği için nesneleri birbirinden
ayıran kimsenin tevfîkidir. Zira, bu tür bir çalışmaya her hak sahibine

hakkını vermek denir.


Meselâ; eşyanın hikmetini bilen bir adam elekle su içmeye ve bardakla
un elemeye teşebbüs eden bir şahsı gördüğünde, derhal unu eleğe ve
suyu bardağa boşaltır.. Ve o şahsa da şöyle der; "Bu elek un elemek ve
bardak su için yapılmıştır." Görüldüğü gibi nesnelerin hikmetini bilen
şahıs, ilmi ve ameli olarak bütün nesnelerin yaratılış gayesine riayet
ederek muamele eder. İşte bu hikmet tevfîkidir.
2) ÖZEL TEVFÎK; seni zulumattan nura çıkaran ve bütün
mertebeleriyle ebedî saadete velev ateşe girsende seni ulaştıran
tevfîkdir.
Bu Özel tevfîkde; ÖZEL ve GENEL olmak üzere iki kısma ayrılır.
a) Özel Tevfik'in Genel kısmı: Allah'a, Rasûllere ve Allah'ın
katından gelenlere
imân etmekten ibarettir.
b) Özel Tevfîk'in Özel kısmı: Meşru olan ilimlerle amel etmekten
ibarettir.
Şöyle de açıklayabiliriz...
1) Genel olan Özel Tevfîk ki sadece Farzların edasından ibarettir.
«Zümman ibnu Sa'lebe Allah Rasûlü Aleyhisselatu Vesselama;
- "Farz ibâdetler nelerdir?" diye sorduğunda Allah Rasûlü
Aleyhisselâtu Vesselam da ona cevap verdikten sonra Zümmam;
- "Saydıklarının dışında üzerine başka Farzlar var mıdır?" diye
sordu. Allah Rasûlü
Aleyhisselâtu Vesselam;
- "Hayır yoktur. Yalnız dilersen nafilelerle meşgul olursun."
buyurunca
Zümmame;
"Allah'a yemin ederim üzerime farz olanlardan ne noksanlık ve ne
de fazlalık yaparım.." dedi. Allah Rasûlü Aleyhisselâtu Vesselam o
gittikten sonra;
- "Söylediklerinde sadık olursa kurtuluşa erdi." buyurdu.»
İşte bu Hadis'te Özel Tevfîk'in Genel bölümünü böylece ğrenmiş
bulunmaktayız.
2) Özel Tevfîk'in Özel bölümüne gelince, o da kalbi tasfiyeye,
marifete, boş şeylerden arınmaya, riyâzat ve mücâhedeye seni
ulaştırandır.
Bu kısımda a) Genel ve b) Özel olmak üzere iki kısma

ayrılmaktadır.
Bu kısmın a) Genel tevfîki; senin için bütün ulvi ahlâkları ve
Rabbani sıfatları meyve verendir.
Bu kısmın b) Özel tevfîki ise, tahkik etmek mânâsını ve ahlâk
sırlarını senin için meyve verir.
Tahkik etmek mânâsı ve ahlâk sırları da 1) Özel ve 2) Genel olmak
üzere iki kısma ayrılmaktadır.
1) Genel kısmı, sana ahlâklanacağın hususları ve o ahlâkların
sırlarını ihsan eder.
2) Özel kısmı da, seni muhtaç olmak mülâhazasından musteğni
kılar.
Öyleyse, kulun zahiri ve kalbi bütün hareketlerinde ve
durgunluklarında kula arkadaşlık eden tevfîk, ilmiyle âmil ve veresatu
enbiyâ olan Ariflerin tevfîkidir.
Hareket ve durgunluğun bazısında kulla arkadaşlık eden tevfîkde o
ba'za nisbet edilir ve özellikle o kula varlık mertebelerinden verdiği şeye
muzafdır. İşte bu da, sadece Arif, Zahid, Abid ve bunlardan başka suluk ve
makamat erbabından olanların tevfîkidir.
Tevfîkin peyda olması da muhakkikin ulema katında, iki kısma
ayrılmaktadır.
1) Allah'ın vasıtalı sende var ettiği tevfîk,
2) Allah'ın vasıtasız olarak sende icâd ettiği Tevfîk.
Bunları da şöyle açıklarız:
Vasıtalı sende icâd edilen tevfîk; ana ve babanın telkin ettikleri İslâm
Dinini kabul etmen gibidir. Zira, her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Anne
ve babası onu ya Yahudi ya Mecûsi ya da Hıristiyan yaparlar.
Bu anlattıklarımız Allah Rasûlü’nden rivayet edilen bir Hadis'in
mefhumudur.
Veya hiç ummadığın bir anda yoluna, seni çirkin ameller işlemekten
engelleyen nasihâtlarda bulunan bir şahsın çıkması gibi, Yapılan
nasihâttan ötürü sen gaflet uykusundan uyanırsan, Allah Subhânehû,
senin kalbine tevfîk nurunu ilkâ eder... O şahsın vasıtasıyla gönlüne İlkâ
edilen tevfîk nuru, seni nefsin hilelerinden kurtulmaya ve sai'dler
zümresine girmeye sevk eden ilâhi bir rehber olur.
2) Vasıtasız olarak sende hâsıl olan ilâhi tevffk'e gelince; o da
kimsenin yardımı olmaksızın Allah'ın senin ayıblannı görme duygusunu
sana bahş etmesidir, öyle duygu ki işlemiş olduğun çirkin amellerinden
ötürü nefsin ve hâlin sana buğz ettiğini idrâk edersin...

Bu duygun güçlendikçe kurtuluş yoluna ve senin için ezeli olarak takdir


edilen güzel amellere seni süratle sevk eden ilâhi bir rehber olur.
Özel Tevfîk'in makamlarının ilki hiç şüphesiz Allah'ın sana tahsil
etmeni emrettiği şer'i ilimlerle iştigâl etmendir.
Özel tevfîk'in seninle arkadaşlık etmesi yönüyle son makamı da, şayet
özel tevfîk'in bütün makamları tamamlanırsa, aklı hiçbir şeyin kendisiyle
oluşması mümkün olmayan Tevhîd-i Zât sende kendi Tevhîdiyle hâsıl
olmasıdır.
Velev ki bazı huzûr-u vücûdiye ve kerem-i lûtûfiye sende noksan olsa
da bu durum değişmez.
Netice-i Kelâm; cehaletle birlikte ne hayat ne de makam söz
konusu olmaz.. Yani, şer-i ilimlerden cahil olan bir şahsın ne hayatının ne
de makamının hiçbir kıymeti harbisi yoktur.

Muhyiddin İbn-i Arabi

BİRİNCİ MERTEBE
Birinci Mertebe, inâyet-i ilâhiye vesile kılınan tevfîk-i İlâhî
hakkındadır.
İslâm-i Feleklerden ilki kutbun kalbinden doğan İnayet Yıldızıdır.
İslâm ve imânın ilk kelimesi LÂlLÂHEİLLÂLLAHdır.
BİSMİLLÂHİRRAHMANİRRAHİYM
Ve Sallallahû a'lâ Seyyidenâ Muhammedîn ve Âtihî ve Sahbîhi ve
Selleme teslîman kesîran.
Ey Bedr Munâdi'nin çağrısına süratle yönel ki kendini kötülüklerden koruyasın.
Seni Hak'ka, ulaştıran ni'metlerden ötürü nankörlerin yapamadığı şükr vazifesini ifâ et.
Sana gelen Hak'kın nûr'undan (hikmeti) al. (Bundan sonra) boş
fısıltılara meyi etme.
Her kim ki kazâ-i ilâhi kendisini rızâ-ı ilâhi'den geri bırakmışsa o
murekkeble yazı yazmayı terk etsin.
(Madem öyle) öyle ise İlâhi Sıfatlarla ahlakını güzelleştirmeye çalış ve
(sebeblere güvenmeyi kalben terk ederek) bütün nesnelerde (tecelli eden) Allah'ın Sıfatlarına
nazır ol.
Dâ'vet-i ilâhiyeye muhatap olduğun vakit de kulaklarını (O'nun
dışındaki çağrılardan) muhafaza et.

Sen ilâhi dâ'vaya çağrıcı olduğun zaman sözlerinde samimi ol.


Cevvad ve Vâhibin ikrâmlarıyla hâz almak diliyorsan, Mevlâ'nın rızâsı için fakr elbisesini
kendine giysi edin.
Ve, Mevlâ'nın huzuruna fakîr (zelîl) olarak çıktığında "Ey Padişâh'ım (senden başkasına olan)
güvenimi kalbimden kaldır.
Ve, "Visal şarâbını bana kana kana içir, öyle şarâb ki devamlı
suda uzak kalanlar şekva ederler ondan.." de.
(Öyle uzak kimseler ki) ay çiçeğinden başka yiyecek görmediklerinden ötürü uzun bir müddet
azıksız olarak şaşkın kalmışlar..
Tâ ki çok kınayanlar acı ve ızdıraplarla ölünceye ve düşmanlık ateş sönünceye değin.. Sen
onlara Rahmet azığı olmaya devam et.
insanlar dalâlet ehli olup da inayeti ilâhi ile: hidâyete geldikten sonra, mürşid olmalarına
şaşırırlar.
Ölü olup da dirilenler hiç şüphesiz yok olmaktan uzaklaşırlar.
Musa'dan başkası Tür dağının eteklerinde ki Eymen vadisinde nâleyn'i (ayakkabılarını)
çıkarmadı. Evet, (ayakkabısı) nâleyn'i çıkartılan kimsenin sözleri doğruluk rütbesine ulaşır.
Eğer sen Haşemi'nin vârisi isen, o verasetle doğruluk yolundan git. Ve, papuçlarını giyin..
Zira, papuçlarını giyinmeyen kimse çukurlu bozuk yollarda kalır.
Ve papuçlarını giyin.. Zira, çukurlu yerlerde papucunu giyinmeyen
kimse nasıl yolculuk edebilir..
Dikilmiş elbise ile dikilmemiş kumaş acaba eşit olabilir mi..???
Hak'kın Kudret eserlerini bu âlemde müşahede edemeyen kimse
heiâktadır.
Kalb de vâki olan kudsî bineklerde (ilhamlarda) (nefs ve şeytan'ın)
hilelerini gördüğün anda, o hileleri İlhâm-i Rahmâni'den temyiz et.
İlhamların ilk gelişin de sırr'ın sırrlarla gizlice konuştuğu anlarda (ilham eseri olan) ilimleri
tertible,
Ve heran gelmek ve gitmek özelliği bulunan her sırrın vehminde ilimleri gözet.
Ve kâlb'e gelen ilhamları sekr hâlinde iken meclisinde bulunanlar ve bulunmayanlara hemen
dağıtma!.

Eğer sekir hâlinden intibah ederek dönüşün sana bağışlanırsa, hazır ve gâib olanlar arasında
ayrım yap.
Küheylan ile vahşi eşeklerin birlikte olduğu zamanda develere
binmekten sakın. Yani, sür'âtle gelip giden bir takım ilhamlar ile ısrarla tekrar tekrar aynı
gelen ilhamların ikisini bırakıp nefsin hoşlanacağı, kıymettar surette gelen Şeytan'ın hilelerine
binmekten sakın.
Seni, o yarışın yükseklikleri, hedefine ulaşmandan alıkoymasın. Ve, o yarışı güçlükle elde
edebilen mühimmatını kazanmaya sabırla çalışarak elde et.
Ve (Omühimmatlara ulaşmak için) baş gözünü, gönül gözüne
bağlayarak sana hikmetleri bağışlayan Zât'ın kereminde tefekkür et.
Ve o hikmetlerin kabul görülmesindeki hükmü de, O Zât'a nisbet et ki, dayanağı olan kimse
olasın. Yani, olan biteni kendine nisbet etme.
Bu makamla alâkalı açıkladıklarım hususunda, başkalarının sözleri, seni aldatmasın. Zira
Hak, karmakarışık duruma giren kalbe nida etmiş.
Yani, hakikâte ermek; Tevhîd-i Kıble etmek lüzûmiyetiyle gerçekleşir.
Tevhid-i Kıble ise, itimâd edilen zatlardan birisinin sözleriyle amel
etmek suretiyle oluşur. Amma bir ondan, bir bundan seyr-u suluk
hususunda ihtilâfı gerektirecek tarzda Hakk'ın nidasını anlamaya engeller oluşur. Ve bu
makam derûnidir. Nasıl ki, küheylanın olmadığı yerde hiç kimse o asil atı, emsali
bulunmadığından dolayı tanıyamaz...
Öyle ise şiddetli rüzgârların getirdiği ilim ve hâlle Hak'la ol. erken
Hak'kın sıfatlarıyla vasıflan.
Amma, Hak'kın zatiyle Hak'la olmaya kalkışma!..
Zira, varlığını Hakk'ın varlığına mukayese etmek bizzat mûhâl bir
kıyaslamadır.
"O"nun Zât'ını bilmek arzu ve sevgisini taşıma. Zira, muhiblerin
kalblerinin susuzluğu şiddetlidir.
Hasret gerektirecek bir şeye aşık olan kimseye kalbin harareti dâima o şeyden şikâyetçi olur.

Muhabbet ettiğin Zât'a ayrılık gözüyle bakarsan, kulluk hikmetini


bilirsin.
Ve hazm etmenin, tembellik, sulhun ve celladın hikmetini de bilirsin. Âlemde ki zıtlık
hikmetini, sayıları az olan hikmet sahiblerinden başkası göremez.
Şüphenin büyük düz kayalarını ağaçla vurana bak!. Ve, böyle yapan genç adam diyet alandır.
O genci müşkülen çözümleyen dost edinirsen, ateşlemekte kendine onu tetik gibi bulursun..
Su, rûh için ilim azığıdır.. Cisim, ateş için azık gibidir..
Su dünya yurdundan gelip geçerse, âhıretin için onu bulamazsın.
Velevki onun ateşi yatakta ölen kimsenin sertleşmesi gibi, geceye değin devam etmede.
Sen hür irâde sahibi isen, ben sana öyle sırlar açıkladım ki, o sırlarla tetiği ateşleye bilirsin.
Her kim ki Hak'kı ilmi zevk ile bilirse onda tuğyanla hidâyet birleşmez.
Öyle ise habîb-i keşf cihetiyle kendisine gelen kimse, uyku lezzetinin ne olduğunu bilemez.
Allah Rasûlü Aleyhisselâm gibi. Zira, o Rasûl'ün kalbinde uyku denen şey mevcûd değildi.
Şayet ekin tarlada olgunlaşırsa, insanlar o ekinin hasadıyla meşgul olurlar..
Veyahud düşman orduları bir kal'aya girse o ahali cihada süratle
başlar..
Allah için söyle ey halilim!. Hiç halis ipekten yapılan döşek ceviz
ağacına benzer mi?
Hayır! Aynen öylede kendisine yönelmemiz emredilen Zât'ın katında iyilikler kötülükler gibi
değildir.
Senası yüce ve esmaları mukaddes Rabbimiz şöyle buyurdu:
«Benim muvaffakatiyyetim ancak Allah'ın yardtmıyladır.»
(Hûd Sûresi, Âyet: 88)
Allah Subhanehû bu âyette kula verdiği tevfîk-i, Zât'ının esma, sıfat ve fiilleriyle bağlantısı
olan İsm-i Azam "ALLAH" lafza-ı celâline nisbet etti..
Niye?.
Zira, Lafzâ-ı Celâl taalluk içindir, tehalluk için değildir. Yani, lâfza-ı celâl kul baz alarak
belirli bir ahlâk elde edemez. Fakat Esmâ-ı Hüsna'nın her birisinde işaret edilen ahlâkla kul
ahlâklanabilir.

Bu said yıldızın hilalinde İnşaallahû Teâla tevfîk'in lâfza-ı celâle


isnadındaki güzel hikmetlere işaret edeceğiz.

.......

-Yıldızların Mevki-
Muhyiddin İbn-i Arabi

Allah Cehennemi Neden Yarattı?....

Mesela; arşı vücuda getirmesindeki hikmet, kudretini izhardır.. Zâtına bir mahal olsun, diye
değil.

Sonra, mevcudatı yaratmasındaki hikmet de; bir ihtiyaca mebni değildir.Ancak, isim ve
sıfatlarının izharı içindir..

Düşün ki, O'nun bir adı da "Gafûr" dur. Elbette bu isme bir zuhur yeri gerek.. Dolayısıyla
mağfirete uğrayacak bir varlık lazım..

Muhyiddin İbn-i Arabi

***

Bendeniz : Burada marifetullah niyetiyle nefsin fısıltısına kulak verirsek nefslerimiz bize der
ki:

- Demek cehenneme gidecek olanlar da sırf O'nun Gazab eden özelliğinin, isminin, açığa
çıkması için O'nun tarafından kurban edildiler!...

Hayır!... Çünkü O'nun Gazabının açığa çıkması bir gökgürültüsüyle de malüm olur...Ya da
ufak bir kaza ile.. Ya da bir hastalık, bir musibet ile.. Ya da daha büyükleri.. Had bilmezlik!..
Kibir...

Yani bir insanın O'nun Gazabını bilmesi için illa ki cehennem şart olmaz anlayacağın gibi..
Yalnızca işte o saydığımız şeyler şart olmuştur ki Allah her zorlukla bir kolaylık da
yaratmıştır..Ve her amelin bir makul karşılığı!...

Cehennemin varlık sebebi tamamen kulun Allah'a gösterdiği inat ve ısrarıyla alakalı bir
sonuçtur..Ve bu davranışı (inan!) O apaçık kendisini o kula bildirse de geçmez!.. O büyük ve
kıymetli peygamberlerine bildirdiği gibi mesela (Bak şeytana ve nefsine kulak verme
mesela)... Kibir öyle bir şeydir.. Ne hakkı hak sahibine verir ne de kendisi o hakkı bilir!
Yalnızca sadece kendisi ilah olsun ister! Hem de kendisiyle de kalmaz! Herkez üstüne de tek
ilah olmak ister!

Halbu ki ilah olunmaz! VARDIR!...

Cehennemin varlık sebebi tamamen kulun Allah'a gösterdiği inat ve ısrarıyla alakalı bir
sonuçtur... Ve bu sonuç da Allah'ımızın kimseye dayatmadığı bir karşılıktır ...

Çünkü Allah ısrar ve inat gibi noksan sıfatlardan münezzehdir!...


Ve cehenneme gidecek olanın artık bu zaten batıl olan "HAK olmayan!, hikmetli olmayan!"
tavrından, öldükten sonra vazgeçmesi de bir şey ifade etmez ki!

Zaten yaptığı tamamen boş idi!..

İşte öylede, bu yaptığının tam karşılığı olarak! aynı karşılıkla! makul bir şekilde! "boş yere!!!"
tıpkı kendi ameli gibi! orada ateşte sonsuza kadar kalır!..

Allah'ın diledikleri müstesna!!..

Neden orada Allah'ın tek ilah olduğunu görünce ona bir fayda olsun ki? Burda da gayet net
görülmüyormuydu O Allah'ın Allah olduğu?... Allah O insana herşeyin bir hikmeti olduğunu
bilmesini ve tanıyabildiği kadarıyla, basitçe...sadece!..en azından! "-La ilahe illallah"
demesini yani kendisinden başka ilah olmadığını ikrar etmesini istemedi mi..

Ki bunda zorlanacak ne vardır! İnat yoksa! Bunda kabul edilmeyecek ne vardır? Ve bir
hakkın yerine gelmesini istemesi neden Allah'a lüzumsuz bir şey olsun?.. O hakkıyla
övülmeye layık tek ilah değil midir?...Ya da O'ndan başka bir ilah mı var? İlahlar mı var ?...

Hiç bir şey O'na benzemez..

Ve şart olarak istediği de çok az bir şeydir..

Bak oku..

Bize Ebu'l Velid b. Ahmed el- Maafiri anlattı; ona Ebu'l Hasan Şureyh b. Muhammed er-
Raini, ona İbn Manzur el-kaysi, ona Ebu Zer, ona İbni Mekki el-Kuşmiheni, el
Hamevi ve el-Mustemli, onlara Şu'be, ona İmran el-Cuveyni, ona Enes (merfu olarak) şöyle
rivayet etmiş:

ALLAH, cehennemde en hafif azabı çeken birine şöyle der:


- Dünyadaki her şey senin olsaydı, şu an tümünü vererek kendini bu azaptan kurtarmayı
dilerdin değil mi?
O da: Evet, der.
Bunun üzerine yüce ALLAH ona şöyle der:
- Fakat sen Adem'in sulbünde iken bundan daha kolayını, yani Bana hiçbir şeyi ortak
koşmamanı senden istedim, ama sen bu isteği kabul etmeyip Bana ortak koştun.

İbn-i Arabi (k.s.) "Mişkat'ul Envar" (101 kutsi hadisi seçtiği) adlı eserinden

Hatta bak daha da kolayı..

“Onun varlığına baktım, bana benim yokluğumu gösterdi. Kendi yokluğuma baktım, bana
kendini gösterdi. Bu halde üzüntü içinde kaldım. Derken hala var olan kalbe
Haktan ,”Varlığımı ikrar et”,diye nida geldi. O zaman dedim ki: “Senden başka senin varlığını
kim ikrar edebilir? ‘Allah ikrar etti ,kendisinden başka ilah olmadığını’[AL-İ İMRAN
3:19]dememiş misin?”

Şeyh Ebu Hasan Harakani Hazretleri


Feridüttin Attar “evliya tezkireleri” eserinden
İşte böyle.. Şimdi bu halde, O Allah'a ne gibi bir mazeret sunulabilir.. O'nun KİBRİYASINI
tam olarak göstereceği o günde... Ha bu dünyada ha ötekinde ne gibi bir mazeret sunulabilir
O'na.. Burun kıvırmaya hak mazeret! ne olabilir..

Artık bu gibi sorular daha sorma.. Nefsinin fısıltılarına kulak verme..Allah'a kulak
ver..Senden gönül rahatlığıyla yapmanı istediği o emirleri de en hayırlı emirler..Yasakları da
yine herkez için en hayırlı yasaklardır..Başkası da o yasak ve emirleri ne koyabilmiştir.. Ne
yazabilmiştir.. Ne de ilan edebilmiştir... İnsaf et.. Nefsine.. Uyma o şuursuza.. Uyma o
nefsine..

Allah hizmet eder.. Fakat hizmetçi değildir..

Bu dünyadaki o örnek cehennem ise; o büyük marifetullah için!...

Zulmeden ancak kendi nefsine zulmeder..

Allah çok yumuşak ve merhametli, ve çokça bağışlayıcıdır...

Tasavvuf/Quantum Fiziğinin Temelleri/Quantum Fiziğinin Manası

Mealen Kutsi Hadis

"Ben kulumun zannına göreyim"

(Benim kendisi hakkındaki "zannına" göre muamele ederim)

***

Mealen Hadis

"Hüsn-ü zan ibadettir"

(Güzel,iyi "zan" ibadettir)

Hz Muhammed s.a.v.

***

http://jonasclean.blogspot.com/2008/04/klasik-fizikden-kuantum-fiziine.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/04/quantum-fiziiklasik-fizik-ve-yoktan.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/04/quantum-fiziiklasik-fizik-ve-yoktan_01.html

Elhamdülillahirabbilalemin

Annelerin Babaların Çocukların yaratıcısına şükrü zahmet görüp de; diline dolanan bir
şarkıyı! gönülden hakkıyla coşa coşa gelen, nimetlerin artmasına sebep! tozu dumanı
kaldıran! alemi tertemiz eden yağmurlar gibi olan, bir "elhamdülillahirabbilalemin" demeye
değişme!

Allah'a..Teslim Olmak...

İnsan O'nun Aşkını bilir mi ki; her uykuya çekilişinde, hiç korkmadan, hiç düşünmeden;
canını teslim eder..emanet eder...

İnsan O'ndan başka ilahlar "vehmeder"... Anlasa, bilse, tek duyduğu kelam 'La ilahe illallah'
dır...

Aziz-Cabbar-Kuddüs

Aziz olan, zorlayıcı olan, temiz olan O...

Dünyalık Toplamak..

Sadık sevgi sahibi,herhangi bir şeye sahip olamaz.Her şeyini sevgilisine bırakır.Sevgi ve
dünyalık toplamak,bunların ikisi, bir kalbe sığmaz.Hakk Taala'yı seven de böyle olur.Madem
ki yalnız O'nun sevgisini kalbinde taşıyor, o halde nefsini,malını,sonunu, O'na bırakır, ne
kendisine ne de başkasına seçtiği bir şey olur.İman sahibi bilir ki, kendisinin ve başkasının
sahibi Allah'tır.O halde ne ister?Bir şey yapılacaksa Hakk Teala en iyisini yapar.

Geylani Hazretleri

İnançlar hakikat düşmanları olarak, yalanlardan daha tehlikelidir SÖZÜ....

İnançların hakikat düşmanlarından olduğunu düşünmek = Yıkanmaya üşenmek...

"Ben"siz "Sen"siz Saf Tefekkür...

Nefslerdeki kuvvet gösterisinden ibaret olan, tartışma mı?... Yoksa "Ben"siz ve "Sen"siz; saf
Tefekkür mü?...

...Bulanmadan, donmadan Akmak ne hoş...

Cevabı Nedir? Tefekkür Et..

Dengede, hassaslık mı var?.. Kudret mi var?...

Ed-Dar İsmi/Şirk/Tesirleri Halk Eden/Rağbet Ettiğin..

Yüzündeki çizgiler.
Allah kimi kulunun kaşlarını ışıktan çatar..
Kimi kulunun öfkeden.
Gök bazen sana haşyet için gürlüyor olur
Bazen düşmanlara, kaba gafillere tehdit...
O'nu ancak yine kendisi hakkıyla zikredebilir..
O yüzden herşey ancak kendi dillerince O'nu zikredebilir..
Daha ben ingilzce bilmem..
Ki O sebeplerin sebebidir..
Bilsen, sana dar gelen ve geniş gelen ancak O'dur..
Yoksa O'ndan başka tesir yaratabilen bir varlık mı var?
Sebepler mi yoksa yine o sebeplerin sebebi mi senin bu kadar rağbet ettiğin?
O'nun bir ismi de ed-dar..
Sebeplere tapmayı bırak da Ed-dar olanı zikret hemen...
Yoksa O'ndan başkasına bir tesir gücü veriyorsun da!
O sebepten daralman kalkmıyor olmasın?!
Yoksa O'ndan başka ikrar edilmeye, zikredilmeye, anılmaya layık Tek ve Bir(r) ilah mı var
sanıyorsun?...
Allah'ı çok mu seviyorsun?...

Rabbimizin Ferd İsmi

Allah'ın "Ferd" ismi var..Eğer Allah'ın Ferd ismini nefsaniyetini karıştırmadan kendi
varlığında görebilir, zikredebilirsen ne mutlu!...

Aşkın Özünden...ve İlahi Neşe..

Ya Allah! Dediğim zaman , niçin çağırıyorsun dedi.


Şayet çağırmasam, bu sefer, çağırsana, diyor.

İbn-i Arabi hazretleri(Allah'ın selamı üzerine olsun)

Not: Kıymetini O büyük Allah'ımızdan bildiğim şu bloğuma, en çekinerek, utanarak aldığım


yazı bu oldu..Sen de ona göre oku..

Düşünen/Akleden Kalp

Onların kalbleri olur, onunla akıl erdirirler..» (22/46)

***

- «Kalbler paslanabilir, tıpkı bir demirin paslandığı gibi...»


Soruldu:
- Onun pasının giderilmesi ne ile olur.. ??
Buyurdu:
- «Allah zikri... bir de Kur'an okumak...»

s.a.v.

Nefsin Tezkiyesi ...Kalbin Safiyeti..

Esas makamlara kavuşmak, ancak nefsin tezkiyesi, kalbin safiyeti, ruhun parlatılması ile
olur...
Ne var ki...
- Asıl gaye, ruhun parlatılmasıdır...
Ruhun, mana halinde tam bir şekilde nurla parlaması için, kalb, safiyetini bulması gereklidir.
Bu iş, kalbin bütün yabancı unsurlardan temizlenmesine bağlıdır.
Kalbin anlatıldığı gibi olması ise...
Bilesin ki!..
Ancak nefsin tezkiye yolu ile temizlenmesi sonunda olur....
İşbu nefsin tezkiyesi ile... gerekli olan bir iş için mukaddime sayılır...
*
Meşayihten bazı zatlar, şu fikirdedir:
- Nefsin tezkiyesi, ancak kalbin safiyeti bulmasının bir sonucu olarak hâsıl olur..
Çünkü: Bir kimse, her şeyi bırakıp nefsinin temizlenmesi işi için uğraşırsa...
Ki... bunu tam ve kemalli bir şekilde elde edemez...
Olması mümkün olsa dahi...uzun bir zamana bağlıdır ki, ömür yetersizdir..
Amma, bir kimse, nefsinden çok kendini kalbinin safiyetini elde etmeye verirse... bunu kısa
bir süre içinde elde eder...
Nefis de, kalbe tabi olarak hemen ıslah olup temizlerin... Tezkiye halini bulur...

İbn Arabi k.s.

Kız çocuklarını Toprağa Gömenlerle İlgili...

Diyanet İşleri : Kendisine verilen kötü müjde (!) yüzünden halktan gizlenir. Şimdi onu,
aşağılanmış olarak yanında tutacak mı, yoksa toprağa mı gömecek? Bak, ne kötü hüküm
veriyorlar!

Abdulbaki Gölpınarlı : Müjdelendiği kötü şey yüzünden, kavminden gizlenir; onu horlukla
yaşatacak mı, yoksa toprağa mı gömecek, buna dalar. Bilin ki hükmettikleri şey, ne de
kötüdür.

Adem Uğur : Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu,
aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri
hüküm ne kadar kötüdür!

Ali Bulaç : Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir; onu
aşağılanarak tutacak mı, yoksa toprağa gömecek mi? Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür?

Ali Fikri Yavuz : Verilen müjdenin bıraktığı kötü tesirle utanıp kavminden gizleniyor; acaba o
çocuğu zillet ve horluğa katlanarak saklayacak mı, yoksa toprağa mı gömecek? Bak ki,
hüküm verdikleri şeyler ne kötü!...

Bekir Sadak : Kendisine verilen kotu mujde yuzunden, halktan gizlenmeye calisir; onu utana
utana tutsun mu, yoksa tapraga mi gomsun? Ne kotu hukmediyorlar!

Celal Yıldırım : Kendisine verilen o kötü müjdeden dolayı kavminden gizlenmeye çalışır:
Ancak (gönüllü) görünmeye katlanıp onu tutacak mı, yoksa toprağa gömerek gizleyecek mi ?
(Bir bak) ne fena yargıda bulunuyorlar!

Diyanet İşleri (eski) : Kendisine verilen kötü müjde yüzünden, halktan gizlenmeye çalışır; onu
utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Ne kötü hükmediyorlar!

Diyanet Vakfi : Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu,
aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri
hüküm ne kadar kötüdür!
Edip Yüksel : Kendisine müjdelenen 'kötülükten' utanarak halkından kendini gizlemeye
çalışır. Şimdi onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün! Ne kötü yargıda
bulunuyorlar.

Elmalılı Hamdi Yazır : Verilen müjdenin sui te'siriyle kavminden gizleniyor, hakaret üzere
onu tutacak mı? Yoksa toprağa mı gömecek? Bak ne fena hukümler veriyorlar

Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Verilen müjdenin kötü etkisiyle kavminden gizleniyor. Onu,


hakarete katlanıp sağ mı bırakacak, yoksa toprağa mı gömecek? Bak, ne fena hükümler
veriyorlar!

Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Kendisine verilen müjdenin kötülüğü, dolayısıyla kavminden


gizlenir. Şimdi acaba o çocuğu zillet ve horluğa katlanarak saklayacak mı? Yoksa toprağa mı
gömecek? Dikkat edin verdikleri hüküm ne kötüdür!

Fizilal-il Kuran : Aldığı kara haberden dolayı tanıdıklarına görünmekten kaçınır.


Aşağılanmaya katlanarak onu alıkoysun mu, yoksa toprağa mı gömsün diye düşünür.
Baksana, ne kötü hüküm veriyorlar!

Gültekin Onan : Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir; onu
aşağılanarak tutacak mı, yoksa toprağa gömecek mi? Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür?

Hasan Basri Çantay : Verilen müjdenin te'siriyle kavmden gizlenir. O (doğa) nı (sağ bırakıb)
hakaaretle mi tutacak, yoksa onu toprağa mı gömecek (kendi kendine düşünür) Bak,
hükmedegeldikleri (bu) şey ne kötüdür!

İbni Kesir : Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalışır. Utana utana
onu tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Bakın ne kötü hükmediyorlar.

Muhammed Esed : kendisine verilen bu kötü müjdeden ötürü -bu zillete/bu küçük düşmeye
rağmen, şimdi onu acaba tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün (diye düşünerek)- kıyı bucak
insanlardan kaçar. Yazıklar olsun, izledikleri düşünce tarzı ne kadar kötü!

Ömer Nasuhi Bilmen : Müjdelendiği şeyin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu
zillet üzere tutacak mı, yoksa onu toprağa mı gömecek? diye düşünürdü. Bak ne fena şey ile
hükmediyorlar!

Şaban Piriş : Kendisine verilen kötü müjdeden dolayı halktan gizlenmeye çalışır. Utana utana
onu tutsun/yaşatsın mı; yoksa toprağa mı gömsün? Dikkat et, verdikleri hüküm ne kötüdür!

Suat Yıldırım : Müjdelendiği bu kötü haberin etkisiyle utanıp eşinden dostundan saklanmaya
çalışır.Şimdi ne yapsın:Hor, hakir, itilip kakılan bir bela olarak onu hayatta mı bıraksın, yoksa
toprağa mı gömsün, ne yapsın? diye kara kara düşünür!Dikkat ediniz, ne fena hükümlerdi
verdikleri bu hükümler!

Süleyman Ateş : Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. (Şimdi
ne yapsın) onu, hakaretle tutsun mu yoksa onu toprağa mı gömsün! Bak, ne kötü hüküm
veriyorlar!
Tefhim-ul Kuran : Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir; onu
aşağılanarak tutacak mı, yoksa toprağa gömecek mi? Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür?

Ümit Şimşek : Kendisine verilen müjdenin utancıyla kavminden saklanır. Zilletine katlanıp
onu elinde mi tutsun, yoksa toprağa mı gömsün? Bakın, ne kötü birşeye hükmediyorlar!

Yaşar Nuri Öztürk : Kendisine muştulananın utancından ötürü toplumdan gizlenir.


Hakaret/eziklik üzere tutsun mu onu yoksa toprağın bağrına mı gömsün onu. Bakın ne kötü
hüküm veriyorlar!

Kuranda, Baskıdan/İmkansızlıktan Dolayı İmanını Gereği Gibi


Yaşayamayanlar...

Ve Allah, imân etmiş olanlara, Fir'avun'un hanımını örnek verir. Hani o şöyle demişti:
«Rabbim ! Benim için kendi katında Cennet'te bir ev yap ve beni Firavun'dan ve kötü
amelinden ve şu zâlim kavmden kurtar!"

Tahrim suresi 11. ayet

O anda, inancını (o güne kadar) gizlemiş olan Firavun ailesinden bir mümin (şöyle) haykırdı:
"'Rabbim Allah'tır dediği için adam mı öldüreceksiniz? Oysa o, size Rabbinizden kanıtlar
getirmiştir. Eğer o, bir yalancı ise yalanı kendi aleyhine dönecektir; ama gerçeği söylüyorsa,
sizi uyardığı (azabın) bir kısmı başınıza gelecek, çünkü Allah, (kendileri hakkında) yalan
söyleyerek kendi kişiliklerini harcayanları doğru yola ulaştırmaz.

Mü'min suresi 28. ayet

Not: Allah, Kuranda bu kişiler için, imanlarını açıklamadıkları, gizlendikleri için bir
kınamada bulunmadı...Örnek gösterdi..

(Bilin ki ey insanlar,) inançlarınızı ister gizleyin ister açığa vurun, şüphe yok ki o, gönüllerde
olanı bilir.

Mülk suresi 13. ayet

Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.

Mülk suresi 14. ayet

Eğer nankörlük yaparsanız bilin ki Allah size, hiç birinize muhtaç değildir; fakat O, yine de
kullarının nankörlüğüne razı olmaz ama eğer şükrederseniz size rıza gösterir. Hiç kimse
kimsenin yükünü taşıyacak değildir. Sonra tümünüz Rabbinize döneceksiniz ve o zaman
(hayatta iken) yaptıklarınız(ın anlamın)ı size gösterecektir, çünkü O, (insanların) kalplerinde
olan her şeye hakkıyla vakıftır.

Zümer suresi 7. ayet


Bir de: «yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız.» dediler. Sen onlara de ki:
«Hayır! Hanif olarak hakka tapan İbrahim'in dinine (uyarız) ki, o hiçbir zaman müşriklerden
olmadı.»

Bakara 135. ayet

"Allah, Meryemin oğlu Mesihtir!" diyenler hakikati inkar ederler. De ki: "Eğer Meryem oğlu
İsayı ve onun annesini ve yeryüzündeki herkesi -onların tümünü- helak etmek isteseydi kim
Allaha mani olabilirdi? Zira, göklerin ve yerin onlar arasında bulunan her şeyin hükümranlığı
Allaha aittir; O dilediğini yaratır: ve Allah dilediğini yapmaya kadirdir!"

MÂİDE suresi 17. ayet

(Bir de) yahudiler ve hıristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız” dediler. De ki:
“Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Hayır, siz de O’nun
yarattıklarından bir beşersiniz.” (Allah) dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin,
yerin ve bunların arasında bulunanların da hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak O’nadır.

MÂİDE suresi 18. ayet

(Onlara dedik ki:) Artık İncil'e bağlı olanlar, Allah'ın onda indirdiğiyle hükmetsin. Kim
Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar Hak yolunu ve ilâhî sınırları aşan
günahkârlardır.

MÂİDE suresi 47. ayet

Bütün insanlar içinde (bu ilahi kelama) inananlara en çok düşmanlık yapanların Yahudiler ve
Allahtan başkasına ilahlık yakıştırmaya şartlanmış olanlar olduğunu kesinlikle göreceksin; ve
bütün insanlar içinde (bu ilahi kelama) inananlara en çok şefkat gösterenlerin ise "Biz
Hıristiyanız" diyenler olduğunu göreceksin: böyledir, çünkü onlar arasında öyle keşişler ve
rahipler var ki bunlar kibre kapılmamışlardır.

MÂİDE suresi 82. ayet

İman edip iyi iyi işler yapanlar ve Muhammed'e indirilene iman edenlere gelince -ki
Rablerinden gelen gerçek te odur- Allah, onların kötülüklerini silmekte ve durumlarını
düzeltmektedir.

Muhammed suresi 2. ayet

Estağfirullah..Subhanallah Zikri...

Allah'ın huzurunda devamlı bulunabilmenin bir yolu da, bil; "Estağfirullah" zikridir.
Gerek kalbinde; duygu düşüncelerinde, gerekse dışarıdan o huzura mani şeylerin
her biri için Estağfirullah de kalbinden. Yani, bu şey veya bu şeyler O'nun huzurunda
bulunmaz! O bunlardan münezzehtir..ve yücedir; Allah Subhan dır.. De.. Bunu sadece bariz
kötü olan şeyler için söylemiyorum dikkat et. Güzel bir şeyin daha güzeli için de bi altı
hakkında diyebilirsin. Böyle zikretmeye devam edersen Artık Allah'ın Subhan ismine ve
sıfatına; noksanlıklardan; dolayısıyla noksan sıfatlardan münezzeh oluşuna Aynel yakin şahit
olursun!... Subhanallah zikri dir Estağfirullah demenin daha güzeli ki "daha kıymetli" ve
Yakınlık için daha uygundur.. Estağfirullah dediğime Estağfirullah dedim şimdi..
Estağfirullah haller için geçerlidir.. Subhanallah zikri Zati yakınlık içindir...Şu anlatışımdan
duy..

Ah zikretsen ya böyle, gönül! O şahdamarından yakın Sübhâne'l-ferdi's-samed'i...

Nokta/Yaratış/Madde/Hayal/Öz

Allah'ın "yaratması"'nın (özünün) maddesi olmadığı gibi, gerçeği ve hayali de olmaz..Bu


yüzden O'nun yaratmasının özünü kurcalama.. Zatındandır ve özünde üçü de değildir..
(O hiç bir şeye benzemez)Nasıl ki oluyor da rüyayla gerçeği ayırd edemiyorsun.. Aynı
öyledir..Zatındandır..Zatındadır. Fakat insan'a (Adem'e)isimleri öğretti ki O'na ruhen veya
kalben ulaşana kadar, yaratılışta kendi varlığını
"misallerle"(Madde[gibi]Enerji[gibi]Rüya[gibi]) ayırabilsin, farkedebilsin, öğrenebilsin.. Eğer
isimleri öğretmese bildirmese gerçekle hayali ayırd edemeyeceğin gibi kendi varlığını da
baştan farkedemezdin..Bu yüzden O'nun yaratısını idrak edebileceğini sanma! Fakat maddeye
ya da hayale de tapma...Yoksa Zatından olan herşeyin özü o saf yaratısını kaçırırsın..Herşeyi
madde ya da hayal(sonuç=Misal=Hiç)zannedersin(Ki O hiç bir şeye benzemez)Elbette o
şekilde de(Tam manasıyla hayal ve gerçeğin özü olmadan)yaşaman imkansız olacağı
gibi(Misal=Stay filmi-[Rüya=Kabus]ewan mcgregor)fikir olarak da(öz hakkında) sadece
saçmalamış olursun...O yaratması, herşeyiyle tahayyülün ötesinde bir "gerçektir"! Senin
değerlendirmen olmaksızın yaşayabildiğin tek mutlak "gerçeğin"/"Hakikatin"dir.. Noktadır...
Zatında hareket yoktur; yaratmasından öyle ayırd edersin...Ki bu da O'nun sana kendinden
üflediği ruhunu buldun demektir..O şahdamarından yakındır...

Bak uyarıya/farka..

Allah’ı unuttuklarından dolayı, (Allah’ın da) kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler


gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkan kimselerdir

Haşr 19

Tesettür

Gerçekten Allah katında >>en<< değerliniz >>O'ndan<< >>en<< çok korkanınızdır

Hucurat 13

Bütün sorular için de söylenecek ancak budur..


Ey peygamberin hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz; eğer Allah'tan
korkuyorsanız, konuşurken kırıtmayın ki, kalbinde bir hastalık bulunan, kötü bir ümide
kapılmasın. Güpgüzel, dosdoğru söz söyleyin!

Ahzab Sûresi 32

“Andolsun ki, Allah'ın Resûlünde sizin için; Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve
Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır”

Ahzab Sûresi 21

http://fredg.deviantart.com/art/Manue-46835454

""<<...gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz


Allah'a tevbe edin ki, mutluluğu bulabilesiniz.

Nur 31

Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar.


Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.
(s.a.v.)
Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9;
Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539

Cahil ve Ahmak ne demektir..

Cahil ve ahmak, sana ettiği kelamın, yaptığı hareketin karşılığında ancak küfür şansı bırakıp,
sonra da "-aaa bak küfür etti belliydi zaten ne olduğu" diye arkadaşlarının yanına dönüp dedi-
kodu yapandır. Hatta bunların bazı "HAMARAT" olanları kendilerini "imtihan MELEĞİ" ve
"ZEBANİ" zannederler...

"Buna rağmen onların Allah'tan başka taptıklarına sövmeyin ki, onlar da cahillikle Allah'a
sövmesinler...>>>

Enam 108
Allah razı olsun Allah günahlarımızı affetsin Hayırlı yarınlar versin O kullarını her zaman
koruyan gözetendir Hayırlı kandiller

Kardeşleri, Yusuf'u kuyuya attılar da; ne oldu?...

Kardeşleri, Yusuf'u kuyuya attılar da; ne oldu?...Şu hayatta cahiller,ahmaklar varsa da; ne
olmuş?..

http://jonasclean.blogspot.com/2009/05/allah-ise-biliyordu-ne-yapacaklar.html

Yüce Allah Asla İlahlık Davasında Değildir..O En Güzel ve Her Bir Canlının
En Yakın Tek Dostudur..

Yüce Allah asla ilahlık davasında değildir; Allah çok büyük bir dosttur
Eğer insan kendisine Allah'ın vermiş olduğu varlığıyla bir başka insana bir başka canlıya
ilahlık davasında bulunmasaydı Allah asla senin ürkeceğin bir manada kimliğini dayatmazdı
Yani Allah'ın insanları kendisine küfür etsin diye yarattığını düşünmek hakikaten çok
mantıksız ve saçma bir düşünce değil mi?
Hür irade gelir akla burada.
Örneğin Einstein atom bombası patlatılsın ve insanlar ölsün diye mi o buluşu gerçekleştirdi?
Şimdi bunun anlamı ne ise? İşte O'nun da açıklaması elbette o ...
Madem bilimselsin bak güzel bi örnek oldu di mi?
Şimdi gelelim İlahlık davasına.

Herşey Allah vergisidir diyorum ve bak izah edicem sana

İnsanın resim yapabilme yeteneğini düşün. Ben kendimden bilyorum resim yeteneğinin ne
olduğunu ve öyle bir şeydir ki eğer karşıdaki insanda da o yoksa sadece teknik bilgi vermekle
asla öğretilemez. Yani mesela bak en temel resim yapabilme tekniğini söyleyeyim sana. Her
şey geometrik şekillerden ibarettir. Mesela en basitinden bir yuvarlak çiz. Üzerine de bir kaç
tane beşgen çiz. Bak futbol topu çizdin..İnsan bedeninin parçalarını da böyle gör mesela
gövde üçgen üstünde yuvarlak..ve elini serbest bırakarak şekilleri birleştir bir insan çizmiş
olursun...Bak mesela çok daha basit bir teknik..6 ve 2 sayılarıyla tavşan çizebiliyorsun..

Peki şimdi bu tekniklerle sen van gogh gibi, insan vücudu..Ya da tavşan çizebilir misin? Hayır
di mi? İşte ben resim yeteneği olan birisi olarak daha kesin biliyorum ki bu tekniklerle olacak
bir iş değil..

Şimdi ben ya da van gogh bu bizdeki varlıktan dolayı Tanrı mı oluyoruz?

Görme koklama duyma yürüme konuşma say say bitmez bütün bu varlıklar işte öylece
tamamen Allah vergisidir; ki alemdeki tüm canlı cansız varlıklar tıpkı resim yeteneğinde
anlattığım gibi kendilerine verilmiş ve verilmemiş yeteneklerden ibarettir.. Yani Alem
kendindeki bu yeteneklerden habersizdir..

Zaten alem dediğin canlı cansız varlıklar toğluluğunun toplamını ifade eden sadece bir
isimdir.. Durum bunların biri için neyi ifade ediyorsa hepsi içinde aynı şeyi ifade eder..Yani
mesela hayvanlar alemi, ormanlar alemi gibi..
İşte böylece herşey ilah değil fakat hepsindeki bu varlık Allah vergisi olduğu için hepsi Allah!
Allah! der sana... Bütün varlıkların böyle açık veya işte gizli birbirlerine Allah! Allah!
demeleri elbetteki kendilerinin tanrı oldukları için değildir.. Çünkü hiç biri kendindeki o
Allah! Allah! diyen varlıklarını içlerindeki başka bir aynı varlıktan almadığı gibi kendi
kendilerinden de almadılar...Yalnızca o varlıklarıyla var oldular...Yani herşey Allah vergisi
olduğu gibi herşey de gerçekten kendi varlığıyla veya topluca (Alem) Allah demektedir...

Ama bak dikkat et biz Allahız ya da ben Allah'ım demiyorlar anlattığım gibi..Kendilerindeki
varlık ancak Allah diyor...Yani işte aslında onların hepsine kendisindeki (Zatındaki)sonsuz
varlık kaynağından yeterlice güzellikler bahşetmiş olan Allah "Allah" demiş oluyor...

Fakat bak dikkat et özel olarak kendi kimliğiyle söylemiyor bunu..Var ettiği varlıklar yoluyla
yine o varlıklara kendi varlığında geri çekilerek yine O söylüyor... Ki buradaki bu söyleyiş
işte en basit anlamıyla vahiydir...

Fakat özel ve gerçek anlamıyla vahiy -Yani O Allah'ın kendisinin, peygamberine ve


dolayısıyla tüm anlayışlı insanlara direkt olarak zatıyla ilahlığını bildirmesi gerçeği- sadece ve
sadece o insanların içlerinden bazılarının bazılarına herşeyin Allah vergisi olduğu (Ondan ve
O) hakikatini unutup o kendilerine kendilerinden habersizken verilen üstün varlıklarıyla
ilahlık taslamaması (yani zulmetmemesi) içindir.. Ya da elbette bu şekilde zulme uğrayanlara
da o ezlişleriyle o ilahlık taslayanları ilah zannetmemeleri için...Çünkü öylece dengeleri
bozularak o zulmedenlerin ilah olduğunu zannederlerse (ki herşeyin Allah' demesi sebebiyle
bu doğaldır) gerçekten sapmış, bu sapma doğrultusunda da daha büyük bir zulme uğramış
olurlar ki bu bir kötülük olduğu için bunu O Allah elbette kesinlikle istemez...
Çünkü iyilikle yarattığı o varlıklar artık Allah! Allah! diyemezse onlara zulmetmiş olur ki bu
şekilde de razı olmaz...

İşte o yüzden de o yüce ve kahredici zatını göstermek durumunda kalır...Ve artık İlahlığını
peygamberleri vasitasıyla bildirir ki o peygamberler işte diğer dengeleri bozulmuş hakikatten
sapmışları uyarsın ve doğru yolu bularak tekrar Allah! Allah! diyebilsinler...

Bak şimdi ey akıllı kardeş!...

Eğer Allah'ın kendisi Zatıyla kendi Zatında Allah! Allah! demiş olaydı elbette ki ne "BEN" ne
"SEN" ne de işte "O'NDA" "VAR" olurduk! Tıpkı uykudaki gibi "YOK" hem de doğmadan
önceki gibi "HİÇ" olurduk...Ki ne kadar idrak olunamasa da! bak yukarıda sana >>sadece
peygamberlerin bildirmiş olduğu!!!<< o çok büyük hakikati aktardım!

Allah! Allah! dedim!

O'ndan, O'nu anlattım!

Yalnızca O'nun bilgisiyle ve vergisiyle!

Cennette değilsin ve Allah! Allah! diyor/dedirtiyor diye ne bir ağacı ne bir kadını ne bir
ressamı ilah zannet!

Ne de ormanlar alemini!

Elbette anlasan da idrak edemeyeceğin gibi!


Yalnızca ve yalnızca O Allah!tır

Ve yalnızca Allah! Allah'tır!...

Üzerine tıkla

Asla Ameline Güvenme

Asla ameline şanına rütbene güvenme


Ancak kalpten gelen bir sıcak gözyaşınla
O Subhan Allah'a güven

Övgü Yalnızca Allah'a Mahsustur

Azazil olmasaydı şanına mağrur ve müstekbir.


Der divan-ı Mevla’dan acep matrud olur muydu

İbn Atâullah El-iskenderî

Düşünürsün gönlünle

Düşünürsün gönlünle de;..o gözünün iğne ucundan yaş gelir

O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. (Hadid, 3)


Nasıl bi maddemiymiş! ki bu ki; devamlı yok oluyor da bir türlü yok olmuyor;.. enerjisi
tükenivermiyor...

http://jonasclean.blogspot.com/2009/07/tek-tek-varlk.html
http://jonasclean.blogspot.com/2009/03/ask-veysel.html

Allah'ın Kuşu...

"İnanmayan bir gönül, içinde kuş bulunmayan bir kafese benzer."

Abdulkadir Geylani

Hak onda açıklığı itibâriyle gizlidir...Şeyh Mahmud Şebüsteri

94. Eğer güneş bir hâlde olsaydı.


Işığı da bir minvalde olurdu.
95. Hiç kimse; bunun, onun ışığı olduğunu bilmezdi;
Öz'le kabuğun farkı olmazdı.
96. Hak'kın Nûr'u taşınma ve dönüşme nedir, bilmediğinden,
Değişim ve başkalaşımı da olmaz.
97. Âlemi baştan başa Hak'kın nurunun aydınlığı bil!.
Hak onda açıklığı itibâriyle gizlidir.
98. Sen sanırsın ki, âlem kendiliğinden devam ediyor...
Kendi zâtiyle sürekli kâimdir.
99. Akıl sahibi ve derin düşünceli kimse,
Baş döndüren nelerle karşılaşır neler!..
100. Aklın bu gereksiz derin düşünceleri yüzünden.
Biri felsefeye daldı, bir başkası hulûla saptı...

Şeyh Mahmud Şebüsteri (Gülşen-i Raz)

Allah Sana Kibrini Gösterirse

Allah sana kibrini gösterirse


Vallahi kafir olursun!
Allah sana kibrini gösterirse
Vallahi müslüman olursun!
Allah sana kibrini gösterirse
Vallahi afrikalı senden daha toktur!
Allah sana kibrini gösterirse
Vallahi yediğin içtiğin boğazına durur!
Allah sana kibrini gösterirse
Vallahi bacaksız senden hızlı koşar!
Allah sana kibrini gösterirse
Vallahi bütün güzellikler sadece O'na ait kalır, bütün çirkinlikler sana!
Allah sana kibrini gösterirse
Vallahi en güzel sensin!
Allah sana kibrini gösterirse
Vallahi en aptalı en akıllı, en akıllıyı en aptal bulursun!
Allah sana kibrini gösterirse
Vallahi Alem içindekileri dışarı! dışındakileri içine çıkarır!
Allah sana kibrini gösterirse
Vallahi helak olursun!
Ve dikkat et!
Vallahi Allah'ın kibri senin üzeriNDE!
Vallahi Allah'ın kibri senin üzeriNE!
Kibirlenme O'na veya gayrısına!
Bilmiyorsun!
Vallahi Allah sana büyüklüğünü ve yüceliğini gösterirse müslüman olsan, kafir olsan hiç
faydası yok!
Helak olursun!
Dayanamazsın!
Dayanamaman dahi O'nun elinde! Ne diyorsun!
Vallahi kibirlenme O'na veya gayrısına!
Vallahi bilmiyorsun!
Vallahi hakkıyla olsa da azcık bir görsen!
YOK olursun!
Günahınla! sevabınla!
Kafiye olsun diye değil!
Ancak O'nunla VAR olursun!
Ve bak!
Gör O'nun peygamberlerini ve alemini!
Allah asla bir böceğe dahi zulmetmek istemez!
Haksızlık etmek istemez!
Kibirlenme O'na!
İsmiyle göremiyorsan isimsiz gör!
Hiç bir şey O'nun varlığından başkasıyla değil!
Kibirlenme O'na ve gayrısına!
Günahınla! Sevabınla!
Vallahi ancak ve yalnızca! O'nun Varlığındasın!
Yemin etmesem ne fayda etmesem ne?!
Sen O'nun dilemesinin farkında olmadıktan sonra!
Sen ancak O'nun herşeyi hakkıyla bilen! olduğunu kabul etmedikten sonra!
Ah bunun da nedeni nedir bi bilsen!
Bir hakkıyla bilebilsen!
Alem içindekileri dışarı..dışındakileri içine çıkarır..

Dağlar etrafa uçuşmuş.rengarenk yün gibi...

El-Hac Muzaffer Ozak İRŞAD Eserinden DUA (Amin)

... Lisanını zikr-i ilahi ile süsle.. Daima tevhid eyle.. Nefsini ve insanları iyiliğe, iymana,
Allahü telala'ya ta'ate sevkeyle.. İyilik yapamıyorsan, hiç olmazsa fenalık da yapma.. Güzel
konuşamıyorsan, hiç değilse çirkin ve kötü sözler de söyleme ve sus.. Nefsini islah
edemedinse, evlatlarını ve aileni islah eyle.. Bunu yapabilirsen, yanan muma benzersin..
Kendin yanar ve erirsin amma, etrafındakiler ışığından faydalanırlar. Bütün bunlar, Allahü
teala'nın istemesi, dilemesi ile olur, onun tevfikine bağlıdır. Onun için, hep Allah ile ol, ondan
iste.. Her hayrı, her güzelliği, her iyiliği ondan bil.. Her şerri, her çirkinliği ve kötülüğü de
kendinden bil.. Yüz bin günah etsen bile, Allahü teala'dan ümidini kesme.. O rahiymdir, o
kerimdir, o afuv, o gafur, o settar, o gaffardır. Yolculuk günün yakındır. Cansız at, ergeç
kapıya gelecektir.

... Bunu unutma!. Hazırlığını buna göre yap.. Beraberinde götüreceklerin hazır bulunsun.. İlle
iyman, ille iyman.. İymanın kemali, Resül-i ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimizi, her
şeyinden ziyade sevmektir. Onu her şeyden ziyade sevmedikçe bu kemale ve makama
erişemezsin.. Kendini, mümkün olabildiği kadar ona benzetmeye çalış, onun suretine ve onun
siyretine uy.. Seven, sevdiğinin yolundan, onun izinden gider.

Ey yerleri altımıza döşeyen ve gökleri üstümüze ref'eyleyen Allah.. Bizi, Habibinden ayırma..
Daima rizanda bulunan zümre-i salihiyne ilhak eyle.. Burada, Habibine ümmet etmek şeref ve
saadetini müyesser kıldığın gibi, yarın kıyamet gününde Rahmeten lil'alemiyn olan Habibin
civarında iskan eyle.. Bizleri, ta'atına mahkum eyle.. Bizlere ta'atinden zevk ver.. Ta'at e
mağrur etme.. Mü'min olarak yaşat ve mü'min olarak öldür.. Salihlere ilhak eyle.. El el ile,
ayak ayakla, bütün azalarımız birbiriyle veda ederek el-firak dediklerinde, ecel yastığında
başımız, gözümüzden akan hasret yaşımız. Doktorlar birbirlerine bakıp hayat ümidi kalmadı
dediklerinde, ölüm emmareleri belirdiğinde bizleri korkutma.. O mühlik anda rahmet
meleklerinin güle güle dediklerini duyur da, ölüm acılarını duyurma.. Kabir korkusu
gösterme.. Mahşer günü, Enbiya ve evliya huzurunda, ehl-i iyman önünde irtikap ettiğimiz
suçları ortaya çıkararak ehl-i narı bizlere güldürme.. Bizleri narına koyup yakma.. Kafirlerin
ve dinsizlerin: (Sen iyman ettin, namaz kıldın, oruç tuttun, zekat verdin, hac ettin de, yine
azaptan kurtulamadın mı? Neden sen de bizim gibi nardasın?..) sözlerini bizlere duyurma..
Bizlere, adaletinle değil, affınla muamele eyle.. Meccanen yarattığın gibi, meccanen cennetine
ithal eyle.. Firdevs-i a'lada ol Mustafayı pür vefaya ve sahibi safaya komşu eyle.. Hükümet-i
Cumhuriyemizi, din-i islama ve ehl-iymana hadim eyle.. Türk büyüklerinin ve türk
münevverlerinin kalplerini nur-u Kur'an ve tevhid-i sübhan ile pür-nur ve ma'mur eyle.. Asi
ehl-i islamı islah ve affeyle.. Ordularımızı daima mansur ve muzaffer düşmanlarımızı her
zaman perişan ve muzmahil eyle..

Ya Rabbi.. Yazdırma kudreti bahşettiğin bu risaleciği, ind-i ilahinde ve ind-i Resülde mergup
ve makbul eyle... Okuyanları, okutanları ve dinleyenleri iki cihanda aziz eyle. Kıyametin
şiddet ve dehşetinden koru. Okudukları ile amel etmeği, ihlas üzere bulunmağı nasib ve
müyesser eyle.. Rizayı ilahiyyene muhalif bir beyanımız ve ifademiz olmuşsa,, Kasden
olmadığı sence malüm bulunduğundan affeyle.. Umulan ve beklenen tesiri halk eyle.. Bi-
hürmeti seyyid-il mürseliyn ve alihim ecma'iyn EL-FATİHA..

El-Hac
MUZAFFER OZAK
Allah'ın Birliği

Sen bir insanı gördüğünde veya düşünüp hatrına getirdiğinde o insanın vücudu
hareketlerinden, manaları kimliğinden ayrı ayrı gelmez di mi hayaline..Bir birlik var...Her ne
hatrına gelse veya gözünle görsen işte Allah'ın bedeni yoksa da onların yaratıcısıdır..Ya o her
an devam eden yaratışının manaları O'nun kimliğinden nasıl ayrı olur...Bir şeyi hayal
ettiğinde yanında veya gördüğünde içinde olmasa, yaratılış hem içinde hem dışında her an
akıp geçiyor...Ve O'nun bir bedeni yoktur ki görünen görünmeyen herşeyin yaratıcısı
yaratışından bir santim, bir an ayrı olsun...O'nun kimliğini unutursan da! Hatırla! Her an bir
yaratılışa şahitsin! Bir oluşa dahilsin!...

'Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin şeyleri, fenalık
ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.' (Nahl, 16/90)

Canım Benim

Kalbin ferah olsun...Senin hamalın olmak, Aşkımızın borcudur O yüce Allah'a..

Namaz Kılanların Vay Hallerine

"Ben hep namazdayım zaten" deyip "Şeklen namaz kılıyorlar bunlar vay hallerine" filan
diyorsun ya hani...e bari sen kalbinin eri ol da, bi aşkla secde et be canım kardeşim..

Dostlar Bizi, Dunya Perdelerinde Karagozler Gibi Çok Oynattilar


Dostlar bizi, dunya perdelerinde karagozler gibi cok oynattilar. Bu dunyada, cesitli
merhalelerde oynayip durdunuz. Simdi vakit gecirmeden, o hakikat cihaninda, oteki
dunyadaki oyuna, oynamaya hazirlanin.

Hazreti Mevlânâ Muhammed Celâleddin-i Rûmî(k.s.)

http://jonasclean.blogspot.com/2008/10/mevlana-celaleddin-rumi.html

Gelin bakalım manyaklar ne istiyorsunuz

Hz. Şems:
— Gelin bakalım manyaklar, ne istiyorsunuz'?, dedi. Tabiî büyük bir panik oldu onlarda. Hz.
Şems'in böyle "ne istiyorsunuz siz?" dediğinde, işte siz de bizler gibi geldiniz idâmı
seyrettiniz diyecek oldular.
Hz. Şems:
— Ben siz değilim! Ben sizin suratınıza tükürebilsem hepiniz mü'min olursunuz, eğer sırtınızı
okşasam velî olurdunuz, bunu biliyor muydunuz? Haydi defolun! dedi. Halk panik içerisinde,
ilerde intikam almak üzere dağıldılar.

http://www.nurbaki.com/hz-mevlana/

Hayır, söylediklerim ne idi ki!

Geçen gün hayalini karşıma getirdim, onunla tartışmaya koyuldum. Niçin bunların karşılığını
açıkça ve olduğu gibi vermiyorsun, dedim. Hayalin bana şu cevabı verdi: Onlardan
utanıyorum; istemiyorum ki incinsinler. Ben de buna karşılık verdim. Derken tartışma uzadı.
Söylemediğim ne kaldı ki! Hayır, söylediklerim ne idi ki! Sanki hiç bir şey konuşmadık. Yani
irfanı eksik insanların sözlerine nispetle herşeyi söyledik, ama kendi söyleyeceğime göre hiç
bir şey söyleyemedik.

Hz Şems
Makalat

http://jonasclean.blogspot.com/2008/03/enel-hak.html

Hz Şems, Hz Mevlana....Aşkın şeriati nedir Aşkın şeriati

Hz. Şems Mevlana'yı harabat ehli yapmak için değil...Sonrasını gör ki o'nunda o'nu
evlendirmek isterken ki niyeti "doğru yola girer, kendine gelir" diye değil...Şems Musa
şeriatine gelsin diye mi ki Allah o'nu tavuk yumurtaları arasına koyuverdi.... Aşkın şeriati
nedir Aşkın şeriati...Aşık-ı Sadıklar kimler Aşık-ı Sadıklar...

Tasavvuf Nefs Ruh Matrix Budizm Din

'Matrix mi Kaldı Hikmet?' Deyip de Nasibinden Olmaman Dileğiyle...

2. Dakikadan sonra ekranlarda görülen neo'lar, neo'nun >>nefs<>katmanlarının<< matrix


tarafından yapılan bir dökümü...Aynen >>senin benim >>nefsimin<< >>işleyişi<< nasılsa işte
tıpkısının aynısını göstermiş orda elin gevuru:)...Yani >>nefs nedir?<< , >>Nefse uymamak
nedir?<< diye sorarsan işte aynen orada sadece bir neo'da(nefste)gördüğün tüm neo'ların
(nefsin hallerinin) toplamı olan; herkezin içinde bulunan >>işleyiş mekanizması/program!!!
<<... >>Ruh nedir?<< diye sorarsan da filmin bu bölümü üzerinden olmak sınırlılığıyla tüm
neoların (nefs katmanlarının/hallerinin)içinden tek bir en yüksek neo'nun >>çıkmasına
>>rehber<< sebep olan<< O >>şey<< dir işte... Yani aslında filmde söylendiği gibi "seçim"
değil >>ruh<< tur kök sebep... Fakat neo >>nefsinin hallerinden/katmanlarından<<
>>seçimleri doğrultusunda<< en son vardığı noktaya yani ruhuna vardığından kendisinde ruh
>>açık<<...ruh açık olması sebebiyle de nefsindeki hiç bir >>hal<< onu ruhundan (bi
anlamda hakikatten/batın manasıyla Hakk'tan) koparmayıp, tekrar tekrar dirilmesine sebep
oluyor. Bak dikkat et ne çıkıyor bu hakikatten!! Eğer ruh olmasaydı ortada sen olmadan
sadece yaratışlar vardı bir...İki, o ruh sana >>kendiliğindenmiş gibi yol gösterici olmasaydı<<
o seçimler ve getirdiği değişken haller arasından sürünür, ruhunun varlığı mevcut bulunduğu
halde nefsinin hallerine kul olman sebebiyle >>ona asla çıkamaz/yol bulamaz!!!<< ve bir ruh
olduğun halde bunu inkar etmiş olman sebebiyle! o >>nefsin<< perişan olmuş başını
kaldıramaz halde ebediyen rüzgardaki bir çöp poşeti gibi savrulur dururdu!!! Şimdi OKU ve
bana nefsinin hallerine! kapılmadan!! (nefsinin hallerine/katmanlarına) kapılmadan hakikati
söyle, >>nefsine<< tanıdık geliyor mu? Sonra onu (vücudu) düzenli bir şekle sokup, kendi
ruhundan üfledi ve sizin için işitmeyi, o görmeleri ve gönülleri yaptı. Siz çok az
şükrediyorsunuz! (Secde Suresi, 9) Burda Mimar neyi sembolize ediyor diye sorarsan >>ruh
bulunmayan,"yapay" nefs<< i sembolize ediyor...(Matrixin neo'lara kıl olup güdememesi
sebebiyle delirmesi fakat hiç bi şekilde yok edememesi de bu yüzden) Ki işte insanın ruhuna
değil nefsine uyması sebebiyle film konusu içinde teknolojiyi kendisine köle yapmaya
çalışırken tam aksine (ruhu olmaması sebebiyle imkan olmasa da film olarak)teknolojinin
bilinçlenip, insanın nefsini köle haline getirmesidir... Yani aslında insanın kendi nefsine tapıp
doğal olarak şirk ile kendi nefsine kul olması haliyle de zulme uğraması... Çıkan sonuç ise
>>nefsine uyma güzel kardeşim<<...Yoksa ruh diyerek nefsine kul köle olur sonucunda da
illaki kasırgalar arasında öle şap gibi kalırsın... Son olarak yalnızca bir film olduğunu..fakat
temellerini Tevrattan, İncilden, felsefeden ve uzakdoğu öğretisi olan budizmin mirengi
noktalarından aldığını.. kızılderililerin doğaya daha yakın bir sosyal hayat içinde
olduklarından elbette budistlerden daha üstün olduklarını..Ve hiç bir öğretiyi ya da zannını
Allah'ın vahyiyle kıyaslamamanı hatırlatır, tavsiye ederim... "Senin düşmanlarının en düşmanı
iki taraf arasında bulunan nefsindir." Hz.Muhammed s.a.v. Anlayabilecek olan için bir
hatırlatma daha yapayım..Budizmde varılan son nokta tasavvuftaki (abartmış
olmayacağım)ilk basamaktır... Ve filmde görülen o sarı şey O'nun evrende görülen
>>Kudreti<< (enerji diyelim hadi) dir, sadece...

Gücünüzün Yettiği Şeylerde

Fasıl: İMAN VE İSLAM HAKKINDA


Konu: Biat Ahkamı
Kaynak: Buhari, Ahkam 42; Müslim, İmaret 90, (1867); Nesai, Bey'at 18, (7, 148); Tirmizi,
Siyer 37, (1597); Muvatta, Bey'at 1, (2, 982); İbnu Mace, Cihad 43, (2874)

Ravi (r.a.):İbnu Ömer

Hadis: Biz Hz. Peygamber (sav)'e kulak vermek ve itaat etmek şartıyla biat ederken
"Gücünüzün yettiği şeylerde" diyordu.

Kayıt No.: 42
Onun Gibisi Gerçekten Yoktur S.A.V.

Habeşistan Necaşisine Gönderilen Mektup

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,


Allah Resulü Muhammed'den Habeş Necaşisi Ashama'ya. Kendisi'nden başka İlah
bulunmayan gerçek Hükümdar, Mukaddes, Selam, Koruyucu, Kurtarıcı olan Allah'ın
övgüsünü sana iletirim. Tasdik edip şehadet ederim ki; Meryem oğlu İsa Allah'ın Ruhu ve
Kelimesi'dir. Kendisine dokunulmamış Meryem'e nasib edilmiştir. Böylece Meryem İsa'ya
hamile kalmış, Allah Teala da Ruh ve Nefesi'nden olmak üzere Adem'i nasıl yarattıysa onu da
öylece yaratmıştır. Seni Tek olan ve Eşi bulunmayan Allah'a çağırıyorum. O'na itaat
konusunda karşılıklı yardıma çağırıyorum. Beni takib et, bana uy ve bana gelen şeye iman et.
Muhakkak ki ben, Allah'ın Resuluyüm. Bu nedenle seni ve etrafında bulunan askerlerini
Allah'a iman etmeye davet ediyorum. Nasihat ve sözlerim size ulaşınca kabul etmenizi tavsiye
ederim. Amca tarafından yeğenim olan Cafer'i yanında az sayıda Müslüman grubuyla beraber
sana doğru yola çıkarıyorum. Selam gerçek hidayet yolu üzerinde bulunanlara olsun.

Peygamberimiz (sav)'in Mısır'da Mukavkıs'a Gönderdiği Mektup

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, Allah'ın kulu ve Resulü Muhammed'den, Kıbtilerin
Büyüğü Mukavkıs'a. Allah'ın Selamı; hidayet yoluna girmiş bulunanların üzerine olsun. Buna
göre Ben, Seni tam bir İslam daveti ile çağırıyorum. İslam'a gir. Sonunda emniyet ve selamet
içinde olursun. Bunun karşılığında Allah sana iki defa sevab verecektir. Şayet bundan
kaçınacak olursan bütün Kıbtilerin günahı senin üzerinde toplanacaktır.

Bizans İmparatoru Heraklius'a Gönderilen Mektup

Bismillahirrahmanirrahim,
Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'den, Bizanslıların büyük reisi Herakliyus'a: Selam hakikat
yolunu izleyene (olsun)! İlave edeyim ki, seni bütün olarak İslam'a davet ediyorum. İslam'ı
kabul et ki felah bulasın. İslam'ı kabul et ki Allah değerini iki kat artırsın. Ama eğer
kaçınırsan, tebeanın günahı da senin üzerine yüklenecektir. Ve siz, ey Kitab-ı Mukaddes'in
insanları (Ey Ehl-i Kitab!) sizinle bizim aramızda aynı olan bir söze doğru geliniz; ki biz
ancak Allah'a taparız, Ona hiçbir şeyi ortak koşmayız ve aramızda kimse kimseyi, Allah'ın
dışında sahib (Rab) edinmez. Şimdi, eğer kaçınırlarsa, şöyle deyiniz: Şahit olun biz
Müslümanlardanız (Allah'a teslim olanlarız).

İran İmparatoru Kisra'ya Gönderilen Mektup


Bismillahirrahmanirrahim,
Allah Resulü Muhammed'den, İranlıların büyüğü Kisra'ya: Selam, hakikat yolunu izleyip
Allah'a ve Resulüne iman edenlerin ve Allah'tan başka İlah olmadığına, O'nun bir ve ortaksız
olduğuna ve Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna şehadet edenlerin üzerine olsun!
Seni İslam'ı kabule çağırıyorum. Zira Ben, Allah'ın, canlı olan herkesi uyarmak ve ilahi
kelamın kafirlere karşı hükmünü tamamlaması için tüm insanlara gönderdiği elçisiyim. Şimdi
İslam'a teslim ol ve felaha er. Ama eğer reddedersen, o zaman Mecusilerin günahları da senin
üzerine olacaktır.

Uman Melikleri Ceyfer ve Abd'e Gönderilen Mektup

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,


Allah Resulu Muhammed'den, Culanda'nın iki oğulları Ceyfer ve Abd'e: Selam, hakikat
yoluna tabi olanlar üzerine olsun! Sizin her ikinizi İslam'ın davetine çağırıyorum. İslam'a tabi
olun ve kurtuluşa erin. Zira ben, Allah'ın tüm canlıları uyarmak üzere ve vaadini kafirler
üzerine tamamlaması için tüm insanlığa gönderdiği elçisiyim. Şimdi, eğer her ikiniz de İslam'ı
tanırsanız, her ikinize de iktidar vereceğim. Ama ikiniz de (İslam'ı) kabul etmeyi
reddederseniz, ikinizin de krallığı sizden uzaklara yok olup gidecektir, süvarilerim, ülkenizde
ordugah kuracaklar ve peygamberlik vasfım krallığınıza galip gelecektir.

El Ahsa Valisi El Münzir'e Gönderilen Mektup

Bismillahirrahmanirrahim.
Allah Resulü Muhammed'den, El-Münzir b. Sava'ya! Selam üzerine olsun. Seni, kendisi
dışında hiçbir ilah olmayan tek bir Allah'a hamd etmeye çağırıyorum ve ilan ediyorum ki,
O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur ve Muhammed O'nun kulu ve Resulüdür. Sana Kadir-i
Mutlak ve Şanı Yüce Allah'ı hatırlatırım ki; zira kim iyi bir nasihate kulak verirse kendi iyiliği
içindir; ve kim benim elçilerime itaat eder ve emirlerine uyarsa bizzat bana itaat etmiş olur.
Ayrıca, kim onlar hakkında iyi düşünürse benim hakkımda iyi düşünmüş olur. Muhakkak
benim elçilerim seni övmüşlerdir. Ben de senin halkına şefaatini kabul ediyorum. Şimdi,
Müslüman olmadan evvel sahip oldukları şeyleri Müslümanların elinde bırak. Ve ben
suçluları affediyorum. Şimdi sen de onların pişmanlıklarını kabul et. Biz ise, sen iyi
davrandığın sürece seni görevden azletmeyeceğiz. Aksine, kim ki Yahudilik ya da
Mecusilikte ısrar ederse cizyeye tabi olacaktır.

s.a.v.

(Ek Olarak)

Peygamberimiz, hicretin 7. senesinde, basta Dogu Roma (Bizans) imparatorlugu olmak üzere
dünyanin en büyük devletlerine teblig mektuplari göndermis ve kendilerini islâmiyete dâvet
etmisti. Efendimizin tesebbüsü, sonunda beklenen neticeyi verdi ve insanlar, akin akin
müslüman olmaya basladi. Bu gâye ile Medine'ye gelen Benî Hanife kabilesinin temsilcileri
arasinda, Müseylime adinda birisi vardi. Edebî yönü oldukça kuvvetli olan bu sahis,
Müslümanlari gördükten sonra onlara karsi duydugu kiskançligi, kendisini büyük bir felâkete
sürükleyecek sekilde izhâr etti ve peygamber oldugunu ileri sürerek, kavminin Efendimize
degil de kendisine tâbi olmasini istedi.
Müseylime'nin bu iddiasi bazi münâfiklarin da yardimiyla kuvvet buldu ve Benî Hanife
kabilesinin birçogunu dininden döndürdü. Yalanci Peygamber Müseylime, sonralari daha da
ileri giderek Efendimiz'e (S.A.V.) su meâlde bir mektup yazdi:

"Allah'in Resulü Müseylime'den, yine Allah'in Resulü Muhammed'e, Sana selam olsun. Ben,
seninle biriíkte peygamberlik vazifesine ortagim. Yeryüzünün yarisi bize, yarisi da Kureys
Kabilesine âittir. Ancak Kureys haddini asan bir kavimdir."

Peygamber efendimizin s.a.v. ona gönderdiği mektub ise şöyle

Peygamberimiz bu satirlari okuyunca, onu getiren elçilere:


"Eger elçilerin öldürülmeyecegine dâir bir kâide olmasaydi, sizin boynunuzu vurdururdum"
demis ve Ubeyy bin Kaab'a yazdirdigi asagidaki mektubu, Müseylime'ye göndermistir.
(Mektubun son cümlesi, tam olarak okunamamistir.)
"Rahman ve Rahim olan Allah' in adiyla; Allah'in Resulü Muhammed'den, yalanci peygamber
Müseylime-tül-Kezzab'a . Selâm, hidayete tâbi kimseler üzerine olsun. Bundan sonra bilesin
ki, yeryüzü Allah' indir. Onu, kullarindan diledigine ihsan eder. Hüsn-ü akibet ise,
müttakilerindir.(Allah'tan korkan mümin kullara aittir.) Sen ve beraberindekiler eger tövbe
eder seniz, Allah da seni ve seninle beraber tövbe edenleri affeder."

s.a.v.

Mübarek Vücudunuzdan Bir Parça Kesilip Benim Kucağıma Bırakılmıştı

Bir gün Ümmü'l-Fazl, Allah Resulünün nur bağışlayan huzuruna geldi: - Ey Allah 'ın Resulü!
Korkunç bir rüya gördüm! dedi.
Kâinatın Fahri: - Gördüğün hayırdır, buyurdular.Ümmü 'l-Fazl çırpına çırpına anlatmaya
devam etti: - Ey Allah'ın Resulü, mübarek vücudunuzdan bir parça kesilip benim kucağıma
bırakılmıştı... O anlattıkça Allah 'ın Resulü tebessüm ediyorlardı:
- Ey Ümmü 'l-Fazl! Yakında Fâtıma bir çocuk doğurur da sen onu kucağına alırsın, buyurdu.
Nitekim Peygamber kızı Hazret-i Fâtıma (r.anha) az zaman sonra Hazret-i Hasanı dünyaya
getirdi ve Ümmü'l-Fazl o güzellik cihanını kucağına aldı...

Kalbi Kırıklar Tarikatı...

Sana O şefkatin nurunu nasıl gösterebilirim ki...Hamza şehit...Vahşi'nin kalbi kırık...Sen


düşünüyorsun...Sen bana çok haksızlık ediyorsun da; bakma.. bakma...ben Yunus'um..sen
Emre'm...

Aynen Bunun gibi, Allah’ı da Görebilir

Nasıl ki bu kul uykuda iken, gözleri kapalı olduğu halde gördüğü rüyada kendi kendisini
görüyorsa, aynen bunun gibi, Allah’ı da görebilir. Gerçekten insan rüyada, o anda gözleri
kapalı bulunduğu halde, kendi kendisini aynen ve birçok şekillerde görebiliyor. Tıpkı bunun
gibi, Allah o kuluna öyle bir mânâ ihsan eder ki, onunla Rabbini görür.

Kulun kalbi bütün fanilerden boşaldığı ve orada Allah’tan başka hiçbir şey kalmadığı zaman,
Allah dilediği şekilde kendisini ona gösterir. Nasıl ki başkalarını zahiren gösteriyorsa,
kendisini de bâtınen gösterir. Nasıl ki Mirac gecesinde Peygamber Efendimiz’e gösterdiyse,
tıpkı bunun gibi, o kuluna da gösterir.

Abdulkadir Geylani (k.s.)

(Bak bir tecrübesiyle de şöyle bir tenbih yapıyor)

"Karada bazı seyahatlarımı yapmaya çıkmıştım, fena halde susamıştım. Fakat etrafta su
denilen bir şey yoktu. Biraz sonra, semada bir bulut belirdi. Beni güneşten korumaya
başladığı gibi, üzerime çığa benzeyen bir şey yağdırdı. Ondan kana kana içtim, derken bir nur
belirdi. O nurun canibinden çağırıldım.

"Ey Abdulkadir! Sen senin Rabbinim. Sana haram olan şeyleri mubah kıldım, senden
başkasına yasak ettiğim şeyleri sana helal kıldım." dedi.

Gavsul Azam (KSA) Hz.leri: "Ben Allah (CC) Hz.leri'nin huzurundan kovulmuş olan
şeytandan Allah'a (CC) sığınırım. Sus ey lain.'"diye bağırınca baktım ki, o nur karanlık, o
surat da duman oluverdi.

Aynı ses bana hitab etti: "Ey Abdulkadir! Sen, ilminin sayesinde Rabbinin hükmü ile, çeşitli
oyunuma gelmeyerek kurtuldun. Halbuki ben bu gibi ahvalde ehli tarikten yetmiş kişiyi
yoldan çıkarmışımdır." dedi.

Hz. Pir'e (KSA) sordular: "Onun şeytan olduğunu nasıl anladın?"

O da (KSA) cevaben buyurdu: "Sana haram olan şeyleri helal ettim sözünden... Çünkü Allah
(CC) Hz.Ieri hiçbir zaman böyle çirkin tekliflerde bulunmaz ve benim Rabbim (CC) tek
cihetten değil, bütün cihetlerden hitab eder."

Cafer-i Sadık Hazretleri/Kibriya

Nakledilir ki, Sadık'a: "Züht, batıni kerem, nübüvvet hanedanının gözbebeği olma gibi bir çok
hünerin var;ancak çok kibirlisin,"dediler. O şöyle dedi:"Kibirli olan ben değilim,ancak kibrin
kökü kibriyadır [ulu, yüce]. Ben kendi kibrimi üzerimden atınca Onun kibriyası gelmekte ve
benim kibrimin yerine yerleşmektedir. Bana kendi kibrimle kibirlenmek yakışmaz, Onun
kibriyasıyla kibirlenmek yakışır!"

Feridüddin Attar hazretleri


Evliya Tezkireleri - Cafer-i Sadık (r.a.) Hazretlerine ayrılmış bölümden

Bir Kimse Rüyasında Rabbini Görür mü?

Rivayet edilir ki: Resûl-i Ekrem (s.a.v.) sahabilerine hitaben şöyle buyurmuşlardır:
- Sizin birinizin rüyasında gördüğü şeylerin en hayırlısı o kimsenin, Allah'ını,
Peygamberini ya da Müslüman ana ve babasını görmesidir.
Sahabiler:
- Ey Allah'ın Resulü, dediler. Bir kimse rüyasında Rabbini görür mü?
Buyurdular ki:
- Sultanı görür, Sultan da Allah Teâlâ'dır!

s.a.v.

Terk-i Terk/Ölmeden Önce Ölmek

O "Çok sabreden"'e ancak o çok sabredenler sabredebilir... Çünkü sabr edenin kendileri
olmadığına yakinen şahit olurlar. Çirkin şeyleri terk edebilenin de ancak Allah olduğunu
yakinen bilirler ki onun için terk etme eylemini de O'na teslim ederler.
İşte Allah böyle böyle teslim alır...Sadece o seyreden ruhun kalır... O ruhun da ancak O'ndan
bir Hak olduğunu iyi bilmişlerdir!... Herşey olup bitiverir.. Olup geçiverir... Batıl ölür, yıkılır,
helak olur gider (Ölüm yok olmak değildir) .. Hak'dan ayrışır (Es-Settar/Örten)...
Hakikatler ise O'ndan olduğu için böylece ayrılarak baki kalır...
Ve Baki olan ve kalacak olan ancak O'dur...
Ve O Hakim! ve O Hakem!...

***
Bu dünya evi Alim ve Aziz Allah ın takdir ettiği ölçüde ,tutarsız gerçeklerle ve perdelerle
örtülüdür. Allah öte dünyayı yaratmış ve bizi oraya doğru götürmektedir.

Yalancı iddiaların,sahte davaların kabul edilmediği bir yurttur orası.

İlahi Aşk , s. 42
Ibn Arabi (k.s.)

İnancının Samimi Olduğunu Gördüğümde

"Alim-i rabbani Ata-i Horasani hazretleri de Vehb bin Münebbih radıyallahuanh hazretleriyle
görüşerek ezberlemek için bir hadis-i şerif talep ettiğinde, o kimse Davud aleyhisselama vahy
olunan şu kudsi sözleri söylediğini hikaye buyurdu. “Ya Davud! İzzet ve Celalim hakkı için
bir insanın mahluku bırakıp da benden yardım istediğini ve inancının samimi olduğunu
gördüğümde, ona bütün kainat hile ve düşmanlık etse de ben ona kurtuluş ihsan ederim.
Yahut! Azamet ve Kemalim hakkı için bir kimse de benim İzzet divanhanemi terk edip de
gayrının kapısına sığınırsa, ona gelen bütün yardım yollarını keserek onu helak vadisine
uğratıp perişan eylerim."

İbn Atâullah El-iskenderî

O'nundur

De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel
isimler O'nundur."

İsra Suresi 110

Hikmet

Kedi bile karın ağrısından kaçıyor da...


Sen isyanından O'na kaçmıyorsun..

***

El-Hakîm: Hikmet sahibi, her şeyi yerli yerinde yapan.


El-Hakem: Hükmeden, iyiyi kötüden ayırt eden.

Zikrini Unutmak

Hangi Hikmet? İnsan olan bizim ayı hikmeti mi diyorsun? Yoksa insan olmayan o herşeydeki
Hikmeti mi?...

Edit:

Hangi Hikmet? İnsan olan bizim unutkan hikmeti mi diyorsun? Yoksa insan olmayan o
herşeydeki Hikmeti mi?...

***
El-Hakîm: Hikmet sahibi, her şeyi yerli yerinde yapan.
El-Hakem: Hükmeden, iyiyi kötüden ayırt eden.

İhsan Makamından

Allah, o kimsenin bulunmadığı çöllerinde ve ormanlarında dahi sanatını icra ediyorken;


kimseden alkış bekliyor mu?...Sen işte ne yapıyorsan öylece karşılık beklemeden
yap. Allah'ın seyretmesi yaptığın o güzel şeyin takdiri için sana yeter! Hangi işi yapıyorsan
yap asla O'ndan başka bir izleyici arama...Ve bil ki O'nun senin üzerinde yaptığı pek çok iş
vardır ki sen sadece benliğine zannedersin fakat O sanatını icra ediyordur...İşte bundan dolayı
ki sen O'ndan açık bir tecelli istediğin zaman o tecellinin sadece nefsinden gelmesini
bekleme! Sadece sende ve sadece sana yönelik bekleme!

Madde/Bilinç

Eğer O dilerse eşyayı O'nun hareket etmesi ve durması olarak seyredebilirsin..

Fakat O'nun bilincini görmek istersen elbette hareketsiz olacağını bil...O bilnçle
bilinçlenemezdin..

Fark edersin..

Kendini soyutla
Yatağına uzan
Sonra parmak uçlarından başlayarak baldırların, dizlerin, göbeğin ve böyle tek tek yukarı
kadar gel..

O beyninden çıkan bu tarayıcı ışın mı desek ne desek :) Böyle parça parça görür...Ne zaman
ki teslim edersin o an belki O bilinci seyredebilirsin...Fakat gel gör ki devamlı olması
imkansızdır...ve bu kadarı bile imkansızdı...Çünkü O öyle bir tek tir...O tek i seyredebilen de
yine ancak O'nun ruhuyla O'nda kalabilir....Ki yine O'nun bilincinde daimi kalamaz(teslim
alır/edersin)..Yoksa ne madde ne de bilinçli/insan die bir şey olamazdı...

Madde de neymiş a şaşkın :)


Sen algıyı kastediyorsun ki o bile maddeyle belirlenmiyor...Herşeyi belirleyen ancak işte
O'nun bilinci!..Derme çatma cümlelerle daraltma hakikati; daralan ancak sen
olursun...Varlığıyla daralan fakat kendisi daralmayan ise ancak O'dur!...

Eğer madde belirleseydi bilinci..Daimi şaşkoloz olurdun ey kainat! :)..O'na göre Allah'a
teslim olanlardan ol..Bir bilinçli varlık olarak (halife olarak) o bilincini Allah'a teslim et...El
an herşey o bilince öylece teslim çünkü...

Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?

"Neden böyle yaratmış?" ya da "Kendi gibi bir başka varlık yaratabilir mi?"..ya da
"Kendinden büyük bir taş yapıp kaldırabilir mi" diyerek soran nefsin, hakikaten Allah'ın
yakınlığından haberi yoktur.

Rabbimizin Es-Sabr İsmi/Sıfatı


Tüm varlıktan bezdiğinde!
Öfkelenip, daha da bezeceğine!
Allah'ımızı Es-Sabr(Çok sabreden)ismiyle çağır!
O ismin sahibi, işte o sıfatıyla geldiğinde!
Seni sabrıyla sarmış olan ya kim!
Uyuyorsun!
Uyuma!
Ancak O'nunla olmuş olacaksın!
Devamlı olarak her an varlığa sabret!
Her an, ne varsa sabret!
Nefsinden her an ne duyuyorsan!
Sabret!
Sabret ki ancak O'nunla olmuş olacaksın'
Uyuma!
Ayık ol!

***

"Sabır imanın yarısıdır."


Sallahu Aleyhi Vesellem

Niçin YaşıyoRUM?/Niçin yaşıyoRUZ?

Annenin sütü, senden de! Annenden de habersiz gelmişken! "YaşıyoRUM" demek ne büyük
iddia!...Yaşatan ve öldüren "ancak" O!... Ya bu sırra ermiş şaşkın kişi? Hiç haksız yere yanına
alır mı O! Hesap soran! Yaşatan ve öldüren ancak O!...

Mekandan Münezzeh

Ey Aşk iddiasında olan kişi!


Nerede olursan ol; olduğun yerden şikayet etme!
Çünkü sevdiğin mekandan münezzehtir!

Ey Aşk iddiasında olan şaşkın!

Ey Aşk iddiasında olan şaşkın!


Nerede olursan ol; olduğun yerden şikayet etme!
Çünkü sevdiğin! Oralardaki Aşıklardan da!
Buralardaki Aşıklardan da münezzehtir!

Her Ne Fikir Varsa Yitip Gitmesi...

Her ne fikir varsa yitip gitmesi...her ne var ise yokluğa karışması...ancak O'nun..
Sadece O'nun Hakk olmasından...ve O yakın...Çok yakın...Şahdamarından da yakın..

(Allah, kuluna kâfi değil midir? Durmuşlar da seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Her
kimi ki Allah şaşırtırsa, artık ona hidayet edecek yoktur.(Zümer-36)

Perdenin Gerisinde Seni Beni Bir Konuşturan Var


“Ezel sırlarını ne sen bilirsin ne de ben

Bu muammâyı ne sen çözersin ne de ben

Perdenin gerisinde seni beni bir konuşturan var

Perde kalkarsa ne sen kalırsın ne de ben”

Ebu’l-Hasan Harakani Hazretleri

Fakat Sen Doğru Olmasan da, Kötülük Yollarında Yürüsen

“Senin bulunduğun yerde hep gam vardır,

savaş vardır, cefâ vardır, dert vardır, elem vardır.

Fakat sen kendinden geçer, Hakk'ta yok olursan,

hep 'lütuf vardır, ihsan vardır, vefâ vardır.

Doğru olursan, neyimiz varsa senin olur.

Fakat sen doğru olmasan da, kötülük yollarında yürüsen,

ben senin kötülüklerini bile iyilik sayarım.”

Mevlânâ Celâleddin Rûmî

Ah bir yudum suyun kıymetini takdir edebilsen...

Ah, bir yudum suyun kıymetini takdir edebilsen!...O suyun rabbinin de ancak Allah olduğunu
takdir edebilecektin!.. Ve O Rabbin ne kadar yakın olduğunu da!... Fakat gel gör ki! Tanrılar
bir bardak suda fırtınalar koparıyorlarken! Ya orucun kıymetini nasıl takdir edebilirler?

Ki Onlar, Sözü İşitirler Ve En Güzeline Uyarlar

Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği
kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.

Zümer Suresi 18

Sonra göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere: «İkiniz de ister istemez gelin!» dedi.
İkisi de: «isteye isteye geldik.» dediler.

Fussilet Suresi 11

En-Nûr İsmi ((neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir))


35. Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir
kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız
gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden
tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. Bu nûr üstüne
nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle)temsiller getirir.
Allah her şeyi bilir.

***

35. >>Allah<<, >göklerin ve yerin< >>nûrudur<<. >>O'nun nûrunun<< >>temsili<<, içinde


lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki
inciye benzer bir yıldız gibidir ki, >doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen< mübarek bir
ağaçtan, yani zeytinden tutuşturulur. Onun yağı,((>>neredeyse, kendisine ateş değmese dahi
>>ışık verir<<. >>Bu nûr üstüne nûrdur<<)). Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah
insanlara (işte böyle)temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.

Şu dünyada "Varolmaktansa"! "Yok" ol da! Allah'ın rızasını bul!

Şu dünyada "Varolmaktansa"! "Yok" ol da! Allah'ın rızasını bul!


Allah'ın rızasını bul ki! Dünyasının tuzaklarından kurtul!

Tasavvuf/Benlik/Yok olmak/Fena

Düşün sen tuzakları,düşün...


Şu dünyada!"Varolmaktansa"!
O yok gibi!
Yok ol da!
Kibirlenme!
Gör O Ekber'i!

Yüreğinin Ta Derinliklerinden

“Rabbiniz buyuruyor ki, bana dua edin, duanızı kabul edeyim…”

Mü’min 60

“Rabbinize alçak gönüllü olarak ve yüreğinizin ta derinliklerinden için için yalvarıp gizlice,
sessizce dua edin, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.”

A’raf 55

“Eğer kullarım sana beni sorarlarsa, şüphesiz ki ben onlara çok yakınım. Dua edinin duasına
her zaman karşılık veririm. Öyleyse kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar
ki, doğru yolu bulabilsinler!”

Bakara 186

“Peki kimdir, darda kalıp dua ettiğinde dua edinin duasına olumlu cevap veren, üzüntü ve
sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünde, öncekilerin yerine geçirip söz sahibi kılan? Allah’la
beraber başka ilah öyle mi? Ne kıt düşünüyorsunuz?”
Neml 62

ilim en üstün şerefi taşımakta, en yüce mertebeye sahip olmakta, en pahalı


ziynet olmakta manen en üstün ticareti getirmektedir

Gerçekten ilim; değeri anlatılanlar arasında en üstün şerefi taşımakta, en yüce mertebeye
sahip olmakta, en pahalı ziynet olmakta, manen en üstün ticareti getirmektedir.

Çünkü âlemlerin Rabbı olan Allah’ın (c.c) tevhidine ilimle erilir.

Nebileri, resûlleri tasdik edebilmek ilimle olur. Onlara salât ve selâm olsun...

Âlimler, Allah’ın has kullarıdır; onları dinî ilimleri için seçti.Taşıdıkları fazilet meziyeti icabı
ilim nûrunu onlara verdi.Onları halk arasından tercihle ayırdı.

Çünkü onlar, nebilerin varisi, halifesi ve resûllerin halka efendi kıldığı kimselerdir.Aynı
zamanda peygamberler için, en iyi irfan duygusunu onlar taşır.

Hakk Teâlâ ilim sahiplerini överken şöyle buyurur.

-“Sonra, kitabı öyle kimselere bıraktık ki, onları kullarımız arasından ayırdık... Onların bir
kısmı nefsine zulmeder, bir kısmı orta halli gider- hataları ile sevapları eşit geçer- Bir kısmı
da hayra koşar.”(Fatır,32)

Sonra... Peygamber S.A. efendimiz de o zatları överken şöyle buyuruyor:

-“İlim sahipleri; peygamberlerin varisleridir.Sema ehli onları sever.Denizdeki balıklar,


kıyamete kadar onlar için bağış diler.”

Allah-ü Teâlâ, bir başka Âyet-i Kerimede ilim sahiplerini şöyle tavsif eder:

-“Ancak, Allah’tan âlim kulları korkar.(Fatır, 28) (S.14)

Geylani Hazretleri
Sırrul Esrar'dan

Artık da Deme!

"-Şu şöyle oluyor şöyle oluyor sonra da şöyle oluyor da şöyle oluyor..." deme, Ah! Deme!
Yoksa sen hakkını helal etmeyenlerden misin? Yoksa sen yüceleri bırakıp sana hakkını helal
etmeyenlerle misin?! Ah, deme! Ah! "Şu şöyle oluyor şöyle oluyor sonra da şöyle oluyor da
şöyle oluyor" deme!

Sen Zatından İstemiş Olacaksın Bunu İyice Fark Et !

"El-Vedud seven sevilen Allah'ım sev beni" diye dua et..Yapacağın bu..Sonra bak duanın
gerçekleşmesine, yavaş yavaş..Gelince de zikretmeye başla hemen sessizce..El-vedud..El-
vedud..El-vedud..Allah beni zaten seviyor deme!..Kalma öyle..Daha önce denildiği gibi O
hem Halik (Yaratıcı)hem de Hallak (devamlı yaratıcı)! O elbette zaten sevendir Zatında!.. Bir
de sevi"YOR"!seni! Bunu farket de sonradan yine dersin öyle! Daha bi güzelce..Çünkü sen
bildin Allah zaten O Zatında seven-sevilen!Yani bunu biliyorsun elbette farkın bu senin!
O'nun sevgisini sen nefsinde göremesen de O zaten Zatında seven! İkrar edensin bunu sen!
Bundan sonra da öyle elbette!Fakat O'nun lütfundan iste de gör lütfunu derince sıfatında!
Allah'a kul olmak bu ya! Kalma öyle! Köle ol! Kul ol!
Hür ol! Sen zatından istiyorsun bak! Bunu fark et!

Ayrı Ayrı Bir Sürü Hediyeler Gibi

Kendi yazdığım ve büyüklerimizden aktardığım bunca bilgiden gözüken bunca yol kesinlikle
birbirleriyle çelişmez! Aralarında düşmanlık da yoktur! Bunca yol sadece mertebe olarak
birbirinden farklılık gösterir! Yoksa hepsinin vardığı hepimizin varacağı sonuç sınırsız ilim
sahibi olan yüce Allah'ımız ve peygamberinin s.a.v. başarabildiğimiz kadarıyla sünnetidir!
Yol tek bir yol fakat hepsi de her bir iman etmişe, kendi çalışmasına ya da O'nun lütfuna bağlı
olarak açılmış verilmiş birbirinden ayrı ayrı bir sürü hediyeler gibidir! Ayette de söylediği
gibi sen bilmesen de! bunca hediyeden, önceden sana gelmiş!, meşrebine uygun "Rabbine
varan bir yol tut"! O yolu bul!! Bul ki gizli hazineyi bul!! Ki sana verilecek olan hediye hangi
tecrübeyle hangi yolla ya da o yolların bütünüyle!! verilmiş olursa olsun yine alemlerin rabbi
olan Allahımıza çıkacaksın! Allah sana bana cümlemize başarılar ve güzellikler nasib etsin.
Allah bizlerden razı olsun. Hepsine selam olsun. Amin.

Geylani Hazretlerinin Akidesi (Oku Mutlaka)

"Hamd o Allah'a ki, nicelik ve niteliği O nitelemiş ve kendisi nicelik ve nitelikten pak ve
münezzeh kalmıştır. Zaman ve mekanı O yaratıp meydana getirmiş ve kendisi zaman ve
mekan kaydından pak kalıp izzet ve şerefle saltanatım kurmuştur, her şeyde mevcud olmuş ve
fakat zarfiyetten münezzeh ve mukaddes kalmıştır. Her şeyin yanında hazır olmuş ve fakat bir
şeyin yanında mekan tutmaktan çok yüce kalmıştır.

"Allâh nerede"dir, dersen, onu mekanla talep etmiş olursun. "Allâh nasıldır ve nicedir" dersen,
Onu nitelik ve nicelikle talep etmiş olursun. Onun hakkında "ne zaman?" dersen, Onu zaman
kavramiyle kayıtlamış olursun! O'nun hakkında "değil" tabirim kulla.mrsan, O'nu var
oluşluktan ta'tîl etmiş olursun. O'nun hakkında "niçin" tabirim kullanacak olursan,
melekütiyyet konusunda O'nunla çatışmış olursun. O'nu tenzih ederiz; öncelik O'na hastır,
hiçbir şey O'nun önüne geçemez. Sonralık da O'na hastır; sonralığa ilhak edilemez.
Benzerlikle kıyas olunmaz; hiçbir şekil yakınlığıyla nitelenmez. Eşlik ve çiftlikle vasıflanmaz
ve ayıplanmaz. Cisimlikle tanıtlanmaz. O'nu tenzih ederiz, O'nun sam yücedir; eğer O, bir
şahıs olmuş olsaydı, kemiyyeti bilinmiş olurdu. Cisim olmuş olsaydı, bir takım organlardan
meydana gelmiş olurdu. Putperestleri reddederek deriz ki: Allâh Bir'dir; hiç bir şeye muhtaç
değildir; bütün eşya O'na muhtaç bulunuyor, çünkü O SAMED'dir. O'nun dengi ve benzeri
yoktur; O'na benzerlik koşanları reddederiz. Gizli, açık, karada/denizde hayır olsun şer olsun
hiç bir şey O'nun iradesi dışında hareket edemez, her şey O'nun yüksek iradesiyle hareket
eder. Böylece Kaderiyye Mezhebi mensuplarım reddediyoruz. O'nun yüksek kudreti hiç bir
şeye benzemez; hikmetine bir son ve sınır olmaz; böylece Hüzeliy Mezhebi mensuplarım
reddediyoruz. O'nun koymuş olduğu hukuk vacibdir. Delil ve hücceti doruğuna yükselmiştir.
Hiç kimsenin O'nun üzerinde bir hakkı yoktur. Bu bakımdan hiç kimse Ondan bir hak iddia
edemez. Bununla Nezzamiyye Mezhebi mensuplarım reddediyoruz.

Allâh adil'dir, hükümlerinde asla zulmetmez. Sadık'dır, haber verdiği hiç bir şeyde döneklik
yapmaz. Öncesi olmayan bir söz ile konuşucudur. Onun sözünün başka hiç bir yaratıcısı
yoktur. Kur'anı indirip en güzel konuşanlan acze düşürmüş ve böylece Muradiyye Mezhebinin
hüccetlerini çürüğe çıkarmıştır. Rabbimiz ayıpları gizler; günahlan bağışlar, tevbe edenlerin
tevbesini kabul buyurur. Bir kişi günahına dönecek olursa, geçmişteki günahlan (eğer tevbe
edip bağışlanmışsa) tekrar dönmez. O, bağışladığı şeyi geri döndürmekten münezzehtir;
haksızlık ve zulümden uzak, her türlü adaletsizlikten mukaddestir.

Biz inanıyoruz ki, Allâh, mü'minlerin kalblerini bir araya getirip uyumlu kılmıştır. Kafirleri
de sapıklıklarıyle başbaşa bırakıp akl-ı selîm ve iradenin kapısını açık bırakmıştır. Bununla
Hişamiyye Mezhebini reddediyoruz.

Biz tasdîk ediyoruz ki, bu ümmetin fasıklan, Yahudi, Hıristiyan ve Ateşperestlerden


hayırlıdır. Bununla da Ca'feriyye Mezhebini reddediyoruz. Ve biz ikrar ediyoruz ki, O, hem
kendini, hem de başkasını görüyor ve O her sesi duyuyor. En gizli hal ve düşünceleri görüyor.
Bununla Ka'biyye Mezhebini reddediyoruz. Halkı (yaratıkları) en güzel fıtrat üzere
yaratmıştır. Onları kabir çukurunun karanlığına birer fani olarak çevirmiş ve ilk yarattığı gibi
onları tekrar diriltip hayata döndürecektir. Bununla Dehriyye Mezhebini reddediyoruz.

Hesap günü insanları ve diğer, canlıları bir araya toplayacağı gün, dostlanna (rahmet ve
mağfiretle) tecellî eder. Dostları da O'nu dolunayı görür gibi görürler. O, o gün perde
gerisinde kalmıyacak. Mu'tezile'den rü'yeti inkar edenleri reddediyoruz. O, nasıl olur da
dostlanna görünmez, perde gerisinde durup onlan hesap alanında bekletir? Bu hususta O'nun
kadim ve ezelî va'dleri vardır. Va'dlerini mutlaka yerine getiricidir.

"Ey itmi'nane ermiş ruh, dön Rabbine, sen O'ndan razı, O senden razı olarak; haydi gir
kullarınım içine, gir cennetime!" Fecr süresi, Ayet: 28

Sen cennetlerden huri nîmetiyle hoşnud olacağım mı zannediyorsun? Cennet bahçelerinde


sündüsten yapılmış bir giy-siye kanaat getireceğim mi sanıyorsun? Mecnun Leyla'sız nasıl
ferah bulup huzura kavusabilir? Amber kokusunu almadan onu sevenler nasıl eğlenip rahat
edebilirler? Bir takım cesetler ki, ubudiyyet tahkîkinde erimişlerdir. Allâh katında yer almakla
nasıl nîmetlenmiş olmazlar? Karanlık gecelerde uykusuz kalmış bir takım gözler, Allâh ile
ünsiyet müşahedesine erişince nasıl lezzet almazlar? Bir takım gönüller ki, sevgi sütleriyle
gıdalanmışlar, nasıl olur da Rabbanî şerbetle sulanmazlar? Bir takım ruhlar ki, beden şehrinde
hapsedilmişlerdir; nasıl olur da kudsî bahçelerde gezip tozmazlar? Oranın yüce yerlerinde
eğlenmezler? Oranın susuzluğu giderici sulanndan içmezler?

O günü nasıl tasvîr edelim, aşın derecede olan aşk ve şevki nasıl anlatalun? Aşıklar hakimi o
gün arz-i endam edecek, açıktan kendini gösterecek ve bu davayı O halledip hükme
bağlıyacaktır.

O gün Mevlasmın hitabına mazhar olan, tahiyyat ile söze başlayacak; Mevlası da onu Cennet-
i Adn'e buyur edecek. Ama bir takım kimseler Cennete girmek istemiyecek, Rablerinden
başkasına bakmıyacaklanna and verecekler ve Ondan başka-sına niyet bağlamıyacaklar; varlık
aleminden hiç bir şeye razı olmayacaklar; hem onların arzulan aşağı nesneler de olma yacak.
Onlar hayatın lezzetinden ancak, övgüdeğer vuslatın hazzını almak için hicret etmişlerdi. Bu
yüzden onlara ebedî rahatın kadehim sunucular şerbetler sunacak, öyle şerbetler ki hem
katıksızdır, hem de yumuşak. Buna hasret olanlar üze-rinde çevrilip açıktan açığa takdim
edilince, sabah akşam onları çepçevre kuşatanca, onların şadilik ve iştiyaklarım arttıracak, göz
ve gönül doldurucu nürlanna doğru heveslerim çekecek. Rabbim Senin Hakk ismine andolsun
ki Senin cemali-ni görmeyen bir göz herhalde sakıydir (bedbahttır). Rabbim, kendi
güzelliğinle Sen bütün aşıkları öldürdün. Sana olan gönül arzusu hakkı için senin emrin
altında bulunanlara merhamet ve şefkat et! öyle gönüller ki, şevk ve istekle Sana yö-nelip
eriyorlar. Sana olan aşkları sebebiyle onlarda bir bakiyye kalmadı.
Şüphesiz ki, Rabbim ben Senin aşkından yana bir vasiyet üzere bulunuyorum; Sana
kavuştuğum gün asla umutsuzluktan endişe etmiyorum. Ya ilahî! Senin atıfetlerin hatalanmızı
silsin! Red nasıl olabilir kardeşlerim? Seher vakitlerinde rabbanî anlar ve dakikalar vardır.
Semavî işaretler, melekler aleminden nefhalar vardır!

Bu mesele ve önermenin doğruluğuna delîl, kuşların ağaçlar üzerinde davudî nağmelerle


ötmeleridir. Ayrıca bağ bahçe aralannda kıvnla kıvnla akan suların çağlayan sesleri, esen
rüzgarların dokunup raksettirdiği ağaç dallannın sündüs giysilere bürünerek çıkardığı gönül
çekici nağmeleri de buna delildir. Çünkü bunların, evet bu saydıklanmızın hepsi Allâh'ın
birliğini dile getirip ifade etmektedirler.

Haberiniz olsun ey muhabbet ehli! Şüphesiz ki Cenab-ı Hak seher vakti tecellî ederek şöyle
seslenir: "Tevbe eden kimse varmıdır? onun tevbesini kabul edeyim! Günahının
bağışlanmasını arzu eden bir kimse var mıdır? onun bütün hatalarım bağışlayayım. Benden bir
bağış isteyen var mıdır, ona nîmet ve bağışlarım! bolca vereyim!"

Uyanık olun ki, ruhlar kir ve pastan arınıp safileşince, olanca güzelliğiyle ışık saçar, aydınlık
verir; bir nice hallerde basma gelen dert ve musibetler eşit bir doğrultuda ona çok kolay gelir.
Hiç şüphe yok ki, o ruhların gözlerinden akan yaşlann kokusu, manevî ufuklarda misk kokuşu
neşreder. Onlar (fena aleminde) bir takım ayrılıkların hasretine sabrettikleri için, yüksek
mertebelerdeki vuslata hak kazanmışlardır. Yine onların sözlerinin ve haberlerinin sıhhati
dostlar tabakasında sened ve rivayet kabul edilir. Onlar sualsiz uçup gittiler; ihtiyaçtan yerine
getirilir. Sevgi hediyesi, apaçık sabahlamıştır. Artık ,onun için güzel kafiyeler neredesiniz?
Onların akidesi, Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezheplerinin usulü üzere idi.

Allâh bizi ve sizi dinde ayrılık meydana getirip parçalanan, dağılan kimselerden korusun.
Ayrılığa düşenler, okun hedefi delip geçtiği gibi dinden öylece gelip geçtiler; üzerlerinde
dinden hiç bir eser görünmemektedir. Cenab-ı Hak beni de, sizi de kendilerine cennette
yüksek menziller verilen altlarında ve üstlerinde ilahî füyuzatın eserleri görülen kullarından
eylesin!

Allâhım, rahmet ve afiyetim, halkın en şereflisi Muhammed'e ve onun hanedan ve


arkadaşlanna indir! Onları saygı ve ta'zîmin en şereflisine has kıl! Onları çokça ve ebediyen,
ardarda, yeni yeni esenliğe her sabah ve her akşam mazhar eyle!.
Amin!.. Amin!..

Benim söylediklerimi anlamaya çalışınız

Benim söylediklerimi anlamaya çalışınız.Onları arkanıza atmayınız.


Ben,hak içinde hakkı söylüyorum.Tecrübelere dayanarak konuşuyorum.
Birçoğunuz müslümanlık iddiasında. Fakat yanlarında,İslam’ın hakikatinden
eser bile yok.

Abdülkadir Geylani (ks)

Gerçekten Çok Yumuşak Huylu, Yanık Kalpli Ve Sığınandı


Hud Suresi 74-75-76

İbrahim'in korkusu gidip kendisine müjde gelince, Lut kavmi hakkında bizimle mücadeleye
girişti.

Çünkü İbrahim, gerçekten çok yumuşak huylu, yanık kalpli ve sığınandı.

Elçiler:"Ey İbrahim, vazgeç bundan, çünkü Rabbinin buyruğu geldi ve kesinlikle onlara geri
döndürülemeyecek bir azap gelecektir.

Bu onun fıtratıdır, yaratılışıdır, tabiatıdır.

Nefs, daima kötülüğe meyillidir. Bu onun fıtratıdır,


yaratılışıdır, tabiatıdır. Nefsle bütün hallerde
mücahede et. Nefsi mücahede ile yumuşat, erit.
Zira o, eridiği ve serkeşliğini yitirdiği zaman, akl-ı
selime ve kalbe teslim olur. Sonra kalp, sırr’a, öze
teslim olur. Öz de, İzzet ve Celâl sahibi Hakk’a
teslim olur. Böylece hepsinin kaynağı, oraya
dayanır. Nefsi yumuşatıp eritme işini tamamladığın
zaman, sana --kalbin yönünden-- şöyle seslenilir:
“Nefslerinizi öldürmeyiniz. Hiç şüphe yok ki,
Allah ziyadesiyle merhametlidir,” (Nisa, 4:29).

Abdülkadir Geylani (ks)

O İki Kapak Arasında Mürekkep Değil Allah'ın Kelamı Var Uyuma

Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.

Hicr 9

***

İnşaallah şu ayetteki manayı en geniş anlamıyla idrak edenlerden olursun.İsterse yahudiler ya


da hristiyanların geçmişte yaptığı gibi kelimelerin yerlerini manalarını değiştirdiklerini
zannetsinler ister ordan kırpsınlar burdan kırpsınlar o halde bile geçerlidir bu hüküm kuran
için. Bak olacağından demiyorum orasını bırak. Olsa bile ancak o değiştirenler kendi
nefislerinden bir şeyleri değiştirmiş oldukları halde manaları değiştirdiklerini zannederler.
Halbu ki sadece kendi yerlerini ateşe doğru değiştirmiş olurlar. Aç o iki kapak arasında
Allah'ın kelamı var uyuma! Anlıyor musun bu dediğimi? Allah'ın kelamı kıblesizdir! Senin
gözünün kulağının kıblesi mürekkep ya da pikseller değil! O iki kapak arasıdır! O iki kapak
arasında Allah'ın kelamı var uyuma! Vahyi var uyuma! Bakarsın görürsün pek çok kişi işin
dedikodusundadır. O büyük peygambere verilen s.a.v. kuran ise tümüyle hakikattir. Ve bu o
peygamberimizin s.a.v. hürmetine bu zaman için bu hükümle indi! Şahdamarından yakın olan
O Allahtan! Unutmaki ahir zaman efendimizle birlikte başlamış olan zaman dilimidir!

Bak o iki kapak arasında yerde gökte olan ayetler de var!

"Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki onlar, o alâmetlerin üstüne basıp geçerler ve
onlardan yüz çevirirler."

Yusuf 105

İyi İle Kötüyü Ayırdedecek Bir Anlayış Verir

Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış
verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.

Enfal 29

Allahımızın El-Vedud İsmi

Sevdiğin kişideki sevgi şüphesiz sevgi..

Sen seversin ki demek sende de sevgi var..

O kişi de seni seviyor ki demek kendisinde de sevgi var..

Sevgi işte kuşatıcı bak öyle

Ve işte bak bir sıfattır sevgi..

Ve kuşatıyor herşeyden bağımsız olarak her şeyi

Sevilendeki sevgi..

Sevendeki sevgi..

Sevdikleri de sevgi..

Bunda hiç şüphe yok o sevgi sıfatıdır bedenlerin birbirine sarılarak kuşatması için bilmeden
yalvardıkları

Ve okudun

Fark et!

İşte O'dur bu sıfatıyla sevilen zat

İşte O'dur bu sıfatıyla seven zat

İşte ancak O'dur o sevgisiyle kuşatan zat!

Ve parmağının kıvrılışında sevgi var sıfat ilahi !

Ayaklarının yere basışında sevgi var sıfat ilahi !

Bebeklerin kokusunda sevgi var ilahi !


Baharda yazda sevgi var sıfat ilahi !

Karda yağmurda rüzgarda sevgi var ilahi !

Kuşların ötüşünde sevgi var ilahi !

Teninde sevgi, nefesinde sevgi, hareketinde sevgi!

Sevdiğin sevgi! sevdiği sevgi! kuşatan sevgi! sevildiğiniz sevgi!

Zikret el-vedud ismini O'nun ki şüphesiz sevgi sıfatına sahib zat ancak O!

Zikret el-vedud ismini O'nun ki şüphesiz sevgi sıfatına sahib zat ancak O!

Senin sevdiğindeki sevgi ve sevdiğinin seni sevmesindeki o sevgi kimin sevgisi ki "ben
seviyorum" diyebilirsin ilahi!

Yetmedi mi ki bolca o sıfatından vermişken görmek istemiyorsun O zatından sevgisini de


"ben seviyorum" diyebiliyorsun ilahi!

Sana ait olmadığı açık bir sıfatı bari sahibinden neden görmüyorsun iahi!

Seven ve sevilen zat işte okudun seni kuşattığı sıfatıyla!

El-Vedud zat ancak O!

Hakkıyla Aziz Hakim tek O

Üslubumdaki kusurda kalma sen benim


Hem sen benim nefsimden layıkını nasıl beklersin
Ya kendi nefsinden nasıl beklersin?
Allah zaten nefslerimizi böyle yaratır!
Ki sen ben hep O'na koşalım!
Kıble yalnızca O!
Hayy Alim!, gerçek; O!
Güldüren, ağlatan; şüphesiz O!
Nefsimize düşen laflarımızı kurcalamayı bırakalım!
Hep sözün en güzeline uy!
Aziz Rahim gerçek O!
Hakkıyla Aziz Hakim elbette tek O!

Hakk ın tecelisine ait imgelerde O nu fark etmekse

Insan idrakinin akıl olarak bilinen ikinci ve tamamlayıcı bir boyutu vardır.Akli kuvvenin
misallerin (imge) ötesini görmede göreceli bir kabiliyeti vardır.Eğer hayalin görevi Hakk ın
tecelisine ait imgelerde O nu fark etmekse, aklın görevi bu misallerin asla hak olamıyacağını
kavramaktır.

O nun benzeri hiçbir şey yoktur.


Fütuhat ül Mekkiyye
İbn Arabi(k.s)

Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır

5. Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır.


6. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.

İnşirah Suresi

Hatta bir ufak taşa isabet edecek olsa

Mü'min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık bir üzüntü hatta bir ufak taşa isabet edecek
olsa, Allah onun sebebiyle mü'minin günahından bir kısmını mağfiret buyurur.

s.a.v.

Cevşen...

1-Allah’ım Senden şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvarıyorum.

1-Ey her şeyin Gerçek Mâbudu olan Allah


2-Ey dünyada dost ve düşman ayırt etmeden bütün mahlukatını rızıklandıran Rahman
3-Ey âhirette sadece dostlarına rahmet edecek olan Rahim
4-Ey herseyi hakkıyla bilen Alîm
5-Ey yarattıklarına son derece yumuşak muamele eden Halîm
6-Ey sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Azîm
7-Ey herşeyi yerli yerinde yapan Hakîm
8-Ey varlığının başlangıcı olmayan Kadîm
9-Ey herşeyi ayakta tutan Mukîm
10-Ey iyilik ve ikrami bol olan Kerîm Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

2-
1-Ey efendilerin efendisi
2-Ey dualara cevap veren
3-Ey iyiliklerin sahibi
4-Ey dereceleri yükselten
5-Ey bereketleri büyük olan
6-Ey hataları bağışlayan
7-Ey belaları def eden
8-Ey sesleri işiten
9-Ey dilekleri veren
10-Ey sır ve gizlilikleri bilen

3-
1-Ey Bağışlayanların en hayırlısı
2-Ey yardım edenlerin en hayırlısı
3-Ey hükmedenlerin en hayırlısı
4-Ey herşeyi hikmetle açanların en hayırlısı
5-Ey kendisini zikredenlerin en hayırlısı
6-Ey varislerin en hayırlısı
7-Ey övenlerin en hayırlısı
8-Ey rızk verenlerin en hayırlısı
9-Ey müşkil meseleleri hal ve fasl edenlerin en hayırlısı
10-Ey ihsan edenlerin en hayırlısı

4-
1-Ey izzet ve güzelligin gerçek sahibi
2-Ey saltanat ve celalin gerçek sahibi
3-Ey kudret ve kemalin gerçek sahibi
4-Ey büyük ve yüce olan
5-Ey kudret ve azabı şiddetli olan
6-Ey ikâbi siddetli olan
7-Ey hesabı süratli gören
8-Ey katında güzel ve mükafatı bulunan
9-Ey katında Ümmü’l-Kitap bulunan
10-Ey yüklü bulutları yoktan var eden

5-
1-Ey sonsuz merhamet sahibi olan Hannân
2-Ey hakiki iyilik ve ihsan sahibi Mennân
3-Ey kullarının hiçbir amelini zayi etmeden karşılığı veren Deyyân
4-Ey bağışlaması bol olan Gufran
5-Ey kullarına yol gösteren Burhân
6-Ey gerçek saltanat sahibi Sultân
7-Ey bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Sübhân
8-Ey kendisinden yardım istenen Müsteân
9-Ey nîmet ve beyan sahibi
10-Ey emnü eman sahibi

6-
1-Ey azametine herşeyin boyun egdiği
2-Ey kudretine her şeyin teslim olduğu
3-Ey izzetine karşı her seyin zelîl olduğu
4-Ey heybetine her seyin itaat ettigi
5-Ey Saltanatına karşı her şeyin inkiyad ettigi
6-Ey korkusundan her şeyin kendisine boyun egdiği
7-Ey korkusundan dağların yarıldığı ve parçalandığı
8-Ey emriyle göklerin ayakta durduğu
9-Ey izniyle yerin karar kıldığı
10-Ey memleketinin ahalisine zulmetmeyen

7-
1-Ey hataları mağfiret eden
2-Ey belalari kaldıran
3-Ey ümitler Kendisinde son bulan
4-Ey ihsani bol veren
5-Ey hediyeleri geniş olan
6-Ey mahlukata rızk veren
7-Ey ölümlere karar veren
8-Ey şikayetleri işiten
9-Ey askerleri gönderen
10-Ey esirleri salıveren

8-
1-Ey hamd ve senâ sahibi
2-Ey şeref ve yücelik sahibi
3-Ey fahr ve bahâa sahibi
4-Ey ahd ve vefâ sahibi
5-Ey af ve rızâ sahibi
6-Ey iyilik ve bağış sahibi
7-Ey kesin söz ve hüküm sahibi
8-Ey izzet ve sonsuzluk sahibi
9-Ey cömertlik ve nimetler sahibi
10-Ey karşılıksız iyilik ve nimetler sahibi

9-
1-Ey olmamasını istedigi meydana gelmesine engel olan Mânî
2-Ey zararlı şeyleri ve manileri defeden Dâfi
3-Ey faydalı şeyleri yapan Nafî
4-Ey bütün sesleri işiten Sem’î
5-Ey dilediklerinin mertebesini yükselten Rafî
6-Ey herşeyi san’atla yapan Sânî
7-Ey kullarına şefaat eden Safî
8-Ey istediğini istediği şekilde toplayan Camî
9-Ey ilim ve ihsanı herşeyi içine alan Vasî
10-Ey istediği şeyi istedigi şekilde genişletip bollastıran Mûsî

10-
1-Ey bütün sanatlarin sanatkârı
2-Ey bütün mahsulatların yaratıcısı
3-Ey bütün rızıklananların rızık vericisi
4-Ey bütün sahip olunanların sahibi
5-Ey bütün sıkıntıya düşenlerin ferahlatıcısı
6-Ey bütün üzüntüye düşenlerin sevindiricisi
7-Ey bütün merhamet olunanların merhamet edicisi
8-Ey bütün yardımcısız kalanların yardımcısı
9-Ey bütün ayıplıların ayıbını örten
10-Ey bütün zulme uğrayanların sığınagı

11-
1-Ey sıkıntım anında hazırlığım
2-Ey musibetim anında ümidim
3-Ey yalnızlığım anında arkadaşım
4-Ey gurbetliğimde dostum
5-Ey nimetlendiğim anda sahibim,
6-Ey kederim anında ferahlatıcım
7-Ey ihtiyacım anında yardımıma koşan,
8-Ey zor durumumda sığınagım,
9-Ey korkum anında yardımcım,
10-Ey şaşkınlığım anında yol göstericim,

12-
1-Ey gayblari bilen,
2-Ey günahlari bağışlayan,
3-Ey ayıblari örten,
4-Ey sıkıntıları kaldıran,
5-Ey kalpleri değiştiren,
6-Ey kalpleri süsleyen,
7-Ey kalpleri nurlandıran,
8-Ey kalplerin tabibi,
9-Ey kalplerin sevgilisi,
10-Ey kalplerin dostu,

13-
1-Ey yücelik ve ululuk sahibi Celil
2-Ey gerçek güzellik sahibi Cemil,
3-Ey kendine güvenen kullarının işini en iyi yoluna koyan Vekil,
4-Ey kullarının takatını aşan işlerini üzerine alan kefil,
5-Ey kullarına yol gösteren delil,
6-Ey kullarının hata ve yanlışlarını bağışlayan Mukil,
7-Ey her şeyden haberdar olan Habir,
8-Ey lütuf u keremi bol olan latif,
9-Ey sonsuz izzet sahibi Aziz,
10-Ey bütün mevcudatın gerçek sahibi ve hükümdarı olan Melik,

14-
1-Ey şaşkınlarin yol göstericisi,
2-Ey yardım isteyenlerin yardımcısı,
3-Ey medet isteyenlerin imdat edicisi,
4-Ey korunmak isteyenlerin koruyucusu,
5-Ey asilerin sığınagı,
6-Ey günahkarların bağışlayıcısı,
7-Ey korkanlara emniyet veren,
8-Ey miskinlere merhamet eden,
9-Ey yalnızlık duyanların dostu,
10-Ey darda kalanların dualarina cevap veren,

15-
1-Ey cömertlik ve ihsan sahibi,
2-Ey fazl ve iyilik sahibi,
3-Ey emniyet ve eman sahibi,
4-Ey kudsiyet ve kemalat sahibi
5-Ey hikmet ve beyan sahibi
6-Ey rahmet ve rıdvan sahibi,
7-Ey kesin delil ve bürhan sahibi,
8-Ey azamet ve saltanat sahibi,
9-Ey af ve mağfiret sahibi,
10-Ey kendisinden yardim istenen şefkat sahibi,

16-
1-Ey her şeyin Rabbi,
2-Ey her şeyin ilahı,
3-Ey her şeyin yaratıcısı,
4-Ey her şeyin üzerinde olan,
5-Ey her şeyden önce olan,
6-Ey her şeyden sonra olan
7-Ey her şeyi bilen,
8-Ey her şeye gücü yeten
9-Ey her şeyin Sanii
10-Ey her şey fenâ bulup, Kendisi bâkî kalan

17-
1-Ey kalplerde iman nurunu yakan ve kullarına huzur ve güven veren mümin
2-Ey bütün varlıkları ilim ve kontrolü altında tutan Müheymin,
3-Ey bütün mahlukatı yoktan meydana getiren Mükevvin,
4-Ey bütün yaratıklarına dünyadaki vazifelerini ögretip telkin eden Mülakkin,
5-Ey kulları için açıklanması gereken her şeyi beyan eden Mübeyyin,
6-Ey musibetleri hafifleten ve zorluklari kolaylaştıran Mühevvin,
7-Ey her seyi münasip şekilde süsleyen Müzeyyin,
8-Ey diledigini yücelten ve kullarına büyüklügünü gösteren Muazzim,
9-Ey muhtaçlarin yardımına koşan Mavvin,
10-Ey her şeyi çesit çesit renklerle bezeyen Melevvin,

18-
1-Ey mülkünde daim olan,
2-Ey celalinde azim olan,
3-Ey saltanatında kadim olan,
4-Ey kullarına rahmet eden,
5-Ey her şeyi bilen,
6-Ey emirlerine uymayana halim olan,
7-Ey kendisine ümit bağlayana kerim olan,
8-Ey ölçülerinde hikmetli olan,
9-Ey hükmünde lütuf sahibi olan,
10-Ey lütfunda kadir olan

19-
1-Ey fazlından başka bir şey ümit edilmeyen,
2-Ey adâletinden başka bir şeyden korkulmayan,
3-Ey iyiliğinden başka birşey beklenmeyen,
4-Ey affından başka bir şey istenmeyen,
5-Ey mülkünden başkası devam etmeyen,
6-Ey saltanatından başka saltanat bulunmayan,
7-Ey bürhanlarından başka bürhan bulunmayan,
8-Ey rahmeti her şeyi kuşatmış olan,
9-Ey rahmeti gazabını geçmiş olan,
10-Ey ilmiyle her şeyi kuşatmış olan,

20-
1-Ey tasayı kaldıran,
2-Ey gamı gideren,
3-Ey günahı affeden,
4-Ey tevbeyi kabul eden,
5-Ey yaratılmışların yaratıcısı,
6-Ey vaadinde sadık olan,
7-Ey yavrulara rızık veren,
8-Ey sözünü yerine getiren,
9-Ey gizliyi bilen,
10-Ey tohumu yarıp sümbüllendiren,

21-
1-Ey her şeyiyle yüce olan Åli,
2-Ey sözünde vefalı olan ve vaadinden dönmeyen Vefî,
3-Ey Müminlerin dostu olan Veli,
4-Ey gerçek zenginlik sahibi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Gani,
5-Ey sonsuz servet ve tükenmez hazineler sahibi Meli,
6-Ey her cihetten temiz ve pak olan Zeki,
7-Ey kendisine kulluk edenlerden hosnut olan Razi,
8-Ey eser ve ihsanlarıyla varlığı apaçık görünen Bedi,
9-Ey siddet-i zuhurundan gizlenen Hafi,
10-Ey güç ve kuvveti sonsuz olan Kavi,

22-
1-Ey güzeli açıga çıkaran,
2-Ey çirkinin üzerini örten,
3-Ey suç sebebiyle hemen azarlamayan,
4-Ey ayıpların üzerindeki perdeyi yırtmayan,
5-Ey affı büyük olan,
6-Ey günahkarları cezalandırmaktan vazgeçmesi güzel olan,
7-Ey mağfireti geniş olan,
8-Ey rahmeti bol veren,
9-Ey bütün sessiz yalvarışların sahibi,
10-Ey bütün şikayetler kendisinde son bulan,

23-
1-Ey bol nimet sahibi,
2-Ey geniş rahmet sahibi,
3-Ey tam hikmet sahibi,
4-Ey kamil kudret sahibi,
5-Ey kesin hüccet sahibi,
6-Ey açık ikram sahibi,
7-Ey yüce sıfat sahibi,
8-Ey daim izzet sahibi,
9-Ey metin kuvvet sahibi,
10-Ey geçmiş minnet sahibi,
24-
1-Ey hükmedenlerin en hükmedicisi,
2-Ey adillerin en adaletlisi,
3-Ey doğruların en doğrusu,
4-Ey varlığı açık olanların en açıgı,
5-Ey temiz olanların en temizi,
6-Ey yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan,
7-Ey hesaba çekenlerin en süratlisi,
8-Ey işitenlerin en iyi işiticisi,
9-Ey ikram edenlerin en iyi ikram edicisi,
10-Ey merhamet edenlerin en merhametlisi,

25-
1 Ey semaları yoktan yaratan,
2-Ey karanlıkları meydana getiren,
3-Ey gizlilikleri bilen,
4-Ey için için üzülenlere acıyan,
5-Ey utanılacak şeyleri örten,
6-Ey belaları defeden,
7-Ey ölüleri dirilten,
8-Ey sevapları kat kat yazan,
9-Ey bereketleri indiren,
10-Ey cezaları şiddetli olan,

26-
1-Ey her varlığa münasip şekil giydiren Musavvir,
2-Ey her şeyin plan ve programını ölçülü yapan Mukaddir,
3-Ey her şeyi maddi ve manevi kirlerden temizleyen Mutahhir,
4-Ey nuruyla her şeyi nurlandıran Münevvir,
5-Ey dilediğini öne geçiren Mukaddim,
6-Ey istediğini arkaya bırakan Muahhir,
7-Ey hayirli isleri kolaylaştıran Müyessir,
8-Ey kullarını azabıyla korkutan Münzir,
9-Ey kullarını Cennet ve diğer mükafatlarla müjdeleyen Mübessir,
10-Ey bütün kainati tam bir nizam içinde idare eden Müdebbir,

27-
1-Ey Beyt’l-Haramin Rabbi,
2-Ey haram ayların sahibi,
3-Ey Mescidü’l Haramın Rabbi,
4-Ey haram belde olan Mekke’nin Rabbi,
5-Ey Rükn-u Hacerü’l-Esved ve Makam-ı İbrahim’in Rabbi,
6-Ey Mes’arü’l Haramın Rabbi,
7-Ey helal ve haramın Rabbi,
8-Ey nur ve karanlığın Rabbi,
9-Ey tahiyyat ve selamın Rabbi,
10-Ey celal ve ikramin Rabbi,

28-
1-Ey desteği olmayanların desteği,
2-Ey dayanağı olmayanların dayanağı,
3-Ey övünülecek bir şeyi olmayanların övüncü,
4-Ey imdat'a koşacak kimsesi olmayanların imdadı,
5-Ey korunacak yeri olmayanların koruyucusu,
6-Ey iftihar edecek kimsesi olmayanların iftihari,
7-Ey izzeti olmayanların izzeti,
8-Ey yardımcısı olmayanların yardımcısı,
9-Ey dostu olmayanların dostu,
10-Ey zenginliği olmayanların zenginliği,

29-
1-Ey varlığında başkasına muhtaç olmayan Kaim,
2-Ey varlığının sonu olmayan Daim,
3-Ey mahlukatına merhamet eden Rahim,
4-Ey mevcudatına hükmeden Hakim,
5-Ey her şeyi bilen Alim,
6-Ey yarattıklarını koruyan Asim,
7-Ey her şeyi adaletle taksim eden Kasım,
8-Ey ayıp ve kusur kendisine ariz olmayan Salim,
9-Ey istediğinin maddi ve manevi rızkını daraltan Kabid,
10-Ey istediğinin maddi ve manevi rızkını genişleten Basit,

30-
1-Ey kendisine sığınmak isteyenleri koruyan,
2-Ey kendisinden merhamet isteyenlere merhamet eden,
3-Ey kendisinden yardım isteyenlere yardım eden,
4-Ey korunmak isteyenleri muhafaza eden,
5-Ey kendisinden ikram isteyenlere ikram eden,
6-Ey kendisinden irşad edilmeyi isteyenleri irşad eden,
7-Ey kendisinden inayet isteyenlere inayet eden,
8-Ey kendisinden imdat isteyenlere imdat eden,
9-Ey feryat edenlerin feryadına koşan,
10-Ey kendisinden mağfiret isteyenleri bağışlayan,

31-
1- Ey affı bol olan
2-Ey iyiliği büyük olan,
3-Ey hayıi çok olan
4-Ey fazlı kadim olan,
5-Ey sanatı güzel olan,
6-Ey lütfu daim olan,
7-Ey sıkıntıyı gideren,
8-Ey zararı kaldıran
9-Ey mülkün sahibi,
10-Ey hak ile hükmeden,

32-
1-Ey mağlup edilmeyen Aziz,
2-Ey kendisinden uzaklaşılmayan Latif,
3-Ey uyumayan gözetleyici,
4-Ey yok olmayan Mevcud,
5-Ey ölmeyen Hayy,
6-Ey yok olmayan Melik,
7-Ey fena bulmayan Baki,
8-Ey cehalet ariz olmayan Alim,
9-Ey taama muhtaç olmayan Samed,
10-Ey zaafa uğratılmayan Kavi,

33-
1-Ey isimlerinde, sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olmayan Vahid,
2-Ey istedigini bulan Vacid,
3-Ey her yerde hazir ve nazir olan Sahid,
4-Ey sonsuz şan ve yücelik sahibi Macid,
5-Ey bütün işlerini ezeli hikmetine göre neticeye ulaştıran Rasid,
6-Ey peygamberler gönderen ve ölüleri dirilten Bais,
7-Ey bütün mülk ve servetlerin hakiki sahibi Varis,
8-Ey hikmeti gereği elem ve zarar verici şeyleri yaratan Darr,
9-Ey hayır ve menfaatli şeyleri yaratan Nafi,
10-Ey kullarına hidayet veren Hadi,

34-
1-Ey bütün azimlerden daha Azim,
2-Ey bütün cömertlerden daha Kerim,
3-Ey bütün merhametlilerden daha Rahim,
4-Ey bütün hikmet sahiplerinden daha Hakim,
5-Ey bütün alimlerden daha Alim,
6-Ey bütün izzet sahiplerinden daha Aziz,
7-Ey bütün büyüklerden daha büyük,
8-Ey bütün yücelerden daha Celil,
9-Ey bütün izzet sahiplerinden daha Aziz,
10-Ey bütün lütuf sahiplerinden daha Latif,

35-
1-Ey ahdinde vefalı,
2-Ey vefasında kuvvetli,
3-Ey kuvvetinde yüce,
4-Ey yüceliğinde yakın,
5-Ey yakınlığında latif,
6-Ey lütfunda şerif,
7-Ey şerefinde aziz,
8-Ey izzetinde azim,
9-Ey azametinde mecid,
10-Ey yüceliginde Hamid,

36-
1-Ey her şeyin kendisine boyun egdiği,
2-Ey her şey kendisi için var olan,
3-Ey her şey kendisi için mevcut olan,
4-Ey her şeyin kendisine döndüğü,
5-Ey her şeyin kendisinden korktuğu,
6-Ey her şeyin kendisini tesbih ettiği,
7-Ey her şey onunla ayakta olan,
8-Ey her şeyin kendisine itaat ettiği,
9-Ey her şeyin kendisine yöneldiği,
10-Ey ona bakan yüzü müstesna her şeyin helak olduğu,

37-
1- Ey kullarına yeten Kafi,
2-Ey her türlü derde deva veren Safi,
3-Ey vaadinde duran Vafi,
4-Ey maddi ve manevi dertlere afiyet veren Muafi,
5-Ey her şeyiyle yüce olan Ali,
6-Ey kullarını iyiliğe ve Cennete davet eden Dai,
7-Ey iyi kullarından hoşnut olan Razi,
8-Ey hikmet ve adaletle hükmeden Kadi,
9-Ey varlığının sonu olmayan Baki,
10-Ey dilediğini doğru yola ulaştıran Hadi,

38-
1- Ey kendisinden başka kaçacak yer olmayan,
2-Ey kendisinden başka sığınılacak yer olmayan,
3-Ey kendisinden başka iltica edilecek yer olmayan,
4-Ey kendisinden başka tevekkül edilecek kimse olmayan,
5-Ey kendisinden başka maksud olmayan,
6-Ey kendisinden başka kurtuluş yeri olmayan,
7-Ey kendisinden baskaşına rağbet edilmeyen,
8-Ey kendisinden başkasına ibadet edilmeyen,
9-Ey kendisinden başkasından yardım istenilmeyen,
10-Ey kendisinden başka güç ve kuvvet sahibi bulunmayan,

39-
1- Ey kendisine kaçılanların en hayırlısı,
2-Ey matlubların en hayırlısı,
3-Ey rağbet edilenlerin en hayırlısı,
4-Ey kendisinden dilekte bulunulanların en hayırlısı,
5-Ey maksud olanların en hayırlısı,
6-Ey zikredilenlerin en hayırlısı,
7-Ey şükredilenlerin en hayırlısı,
8-Ey sevilenlerin en hayırlısı,
9-Ey indirenlerin en hayırlısı,
10-Ey kendisine ünsiyet edilenlerin en hayırlısı,

40-
1- Ey yaratıp düzene koyan,
2-Ey takdir edip hedefe götüren,
3-Ey belayı kaldıran,
4-Ey gizli yakarışı işiten,
5-Ey batmışı kurtaran,
6-Ey helak olana necat veren,
7-Ey hastaya şifa veren,
8-Ey öldüren ve dirilten,
9-Ey güldüren ve ağlatan,
10-Ey saptıran ve hidayete erdiren,

41-
1-Ey dilediği kullarının günahlarını bağışlayan Gafir,
2-Ey ayıp ve kusurları örten Satir,
3-Ey düşmanlarını mağlup eden Kahir,
4-Ey her şeye gücü yeten Kadir,
5-Ey bütün mahlukatının hallerini gören Nazir,
6-Ey bütün mahlukatı yoktan var eden Fatir,
7-Ey kendisine yapılan ibadet ve şükürlere bol mükafat veren Sakir,
8-Ey kendisini zikredenleri yad eden Zakir,
9-Ey dostlarına yardim eden Nasir,
10-Ey dilediğini zorla yaptıran Cabir,

42-
1- Ey karada ve denizde yolu olan,
2-Ey dış alemde ayetlerı bulunan,
3-Ey ayetlerınde delili olan,
4-Ey ölümlerde kudreti tecelli eden,
5-Ey kabirlerde izzeti olan,
6-Ey Kıyamette saltanatı olan,
7-Ey hisapta heybeti olan,
8-Ey Mizanda hükmü olan,
9-Ey Cennette rahmeti olan,
10-Ey ateşte azabı olan,

43-
1- Ey korkanların kendisine kaçtığı,
2-Ey günahkarların kendisine sığındığı,
3-Ey tövbe edenlerin kendisine yöneldiği,
4-Ey asilerin kendisine iltica ettiği,
5-Ey zahidlerin kendisine rağbet ettiği,
6-Ey hatalılarin kendisinden ümit beslediği,
7-Ey kendisini arzulayanların onunla ünsiyet bulduğu,
8-Ey iyilik yapanların kendisiyle iftihar ettiği,
9-Ey tevekkül edenlerin kendisine güvendiği,
10-Ey kuvvetler iman edenlerin kendisiyle huzur bulduğu,

44-
1- Ey bütün yakınlardan daha yakın,
2-Ey bütün sevilenlerden daha sevgili,
3-Ey bütün büyüklerden daha büyük,
4-Ey bütün izzet sahiplerinden daha aziz,
5-Ey bütün kuvvetlilerden daha kavi,
6-Ey bütün zenginlerden daha zengin,
7-Ey bütün cömertlerden daha cömert,
8-Ey bütün şefkatlilerden daha Rauf,
9-Ey bütün merhametlilerden daha Rahim,
10-Ey bütün yücelerden daha yüce,

45-
1-Ey herşeye herşeyden daha yakın olan Karîb,
2-Ey bütün mahlukatını gözetleyen Rakîb,
3-Ey müminlerin sevgilisi olan Habib,
4-Ey kullarının dualarına cevap veren Mucib,
5-Ey kullarının bütün fiillerinin hesabını gören Hasib,
6-Ey bütün dertlere deva veren Tabib,
7-Ey her şeyi bütün incelikleriyle gören Basir,
8-Ey her şeyden haberdar olan Habir,
9-Ey her şeyi nuruyla aydınlatan Münir,
10-Ey kullarına gerekli her şeyi açıklayan Mübin,

46-
1- Ey mağlup olmayan Galib,
2-Ey yaratılmış olmayan Sanatkar,
3-Ey mahluk olmayan Yaratıcı,
4-Ey sahip olunamayan Mülk Sahibi,
5-Ey kendisine üstün gelinemeyen Kahir,
6-Ey yükseltilmekten münezzeh Yükseltici,
7-Ey korunmayan Koruyucu,
8-Ey yardın edilmeyen Yardın Edici,
9-Ey gaib olmayan Şahid,
10-Ey uzak olmayan yakın,

47-
1-Ey nurların nuru,
2-Ey nurları nurlandıran,
3-Ey nurlara suret ve şekil veren,
4-Ey nurları yaratan,
5-Ey nurları takdir eden,
6-Ey nurları idare eden,
7-Ey bütün nurlardan evvel olan Nur,
8-Ey bütün nurlardan sonra da var olan nur,
9-Ey bütün nurların üstünde olan nur,
10-Ey hiçbir nurun kendisine benzemediği nur,

48-
1 Ey bağış ve ihsani şerefli olan,
2-Ey fiili latif olan,
3-Ey lütfu daim olan,
4-Ey ihsani kadim olan,
5-Ey sözü hak olan,
6-Ey vaadi doğru olan,
7-Ey affı fazla olan,
8-Ey azabı adalet olan,
9-Ey zikri tatlı olan,
10-Ey dostluğu lezzetli olan,
49-
1 Ey kullarına nimet ihsan eden Münevvil,
2-Ey bütün müşkilleri halleden ve hak ile batılın arasını ayıran Mufassil,
3-Ey istediğini istediği şekilde değiştiren Mübeddil,
4-Ey zorlukları kolaylaştıran Müsehhil,
5-Ey istediğini zelil kılan ve mahlukatına boyun eğdiren Müzellil,
6-Ey kitaplar ve bereketler indiren dilediğinin rütbesini alçaltan Münezzil,
7-Ey kainatta bütün işleri döndüren ve kullarını halden hale sevkeden Mühavvil,
8-Ey her şeyi münasip şekilde güzelleştiren Mücemmil,
9-Ey her şeyi kemale erdiren Mükemmil,
10-Ey istediğini istediğine üstün Müfatti,

50-
1-Ey her şeyi gören fakat kendisi görülmeyen,
2-Ey her şeyi yaratan fakat kendisi yaratılmayan,
3-Ey her şeye yol gösteren fakat kendisi yol gösterilmeye muhtaç olmayan,
4-Ey hayat veren fakat kendisi hayat verilmeye muhtaç olmayan,
5-Ey her şeyi doyuran fakat kendisi doyurulmaktan münezzeh olan,
6-Ey her şeyi koruyan fakat kendisi korunmaya muhtaç olmayan,
7-Ey her şey hakkında karar veren fakat kendisi hakkında hüküm verilmeyen,
8-Ey hüküm veren fakat kendisi hakkında hüküm verilmeyen,
9-Ey doğurmayan ve doğmayan,
10-Ey hiçbir sey kendisine denk olmayan,

51-
1- Ey en güzel Sevgili,
2-Ey en güzel Tabib,
3-Ey en güzel Hesap Gören,
4-Ey en güzel Yakin,
5-Ey en güzel Gözetleyici,
6-Ey en güzel Cevap veren,
7-Ey en güzel Dost,
8-Ey en güzel Vekil,
9-Ey en güzel Efendi,
10-Ey en güzel yardımcı,

52-
1-Ey kendisini tanıyanların sevinci,
2-Ey kendisini arzulayanların dostu,
3-Ey kendisine müstak olanların imdadına koşan,
4-Ey tövbekarların sevgilisi,
5-Ey ihtiyaç sahiplerine rızık veren,
6-Ey günahkarların ümidi,
7-Ey sıkıntıda olanların ferahlatıcısı,
8-Ey gamlılara nefes aldıran,
9-Ey mahzunlara kurtuluş yolu gösteren,
10-Ey evvel ve ahirlerin ilahi,

53-
1-Ey Cennet ve Cehennemin Rabbi,
2-Peygamberlerin ve hayırlıların Rabbi
3-Ey Sıddıkların ve iyilerin Rabbi,
4-Ey küçüklerin ve büyüklerin Rabbi,
5-Ey danelerin ve meyvelerin Rabbi,
6-Ey nehirlerin ve ağaçların Rabbi,
7-Ey sahraların ve çöllerin Rabbi,
8-Ey kölelerin ve hürlerin Rabbi,
9-Ey açığa çıkan ve gizlemelerin Rabbi,
10-Ey gece ve gündüzün Rabbi,

54-
1- Ey ilmi her şeye ulasan,
2-Ey basarı her şeye nüfus eden,
3-Ey kudreti her şeye bali olan,
4-Ey nimetleri sayılamayan,
5-Ey mahlukatın gerçek şükrüne erişemediği,
6-Ey zihinlerin yüceliğini idrak edemediği,
7-Ey hayallerin hakikatına erişemediği,
8-Ey azamet ve kibriya örtüsü olan,
9-Ey heybet ve saltanat güzelliği olan,
10-Ey bekası izzetle izzetlenen,

55-

1-Ey en yüce misaller kendisine ait olan,


2-Ey en yüce sıfatlar kendisine ait olan,
3-Ey ahiret ve dünya kendisine ait olan,
4-Ey cennetül me’vanın sahibi,
5-Ey cehennem ve ateşin sahibi,
6-Ey en büyük ayetler sahibi,
7-Ey en güzel isimler sahibi,
8-Ey hüküm ve kaza sahibi,
9-Ey yüce göklerin sahibi,
10-Ey arş ve yerin sahibi,

56-
1- Ey kullarını çok çok affeden Afüvv,
2-Ey kullarının günahlarını bağışlayan Gafur,
3-Ey itaatkar kullarını çok seven Vedud,
4-Ey rızası için yapılan işleri bol sevapla karşılayan Sekür,
5-Ey asileri hemen cezalandırmayıp çok sabreden Sabür,
6-Ey kullarına çok şefkat edip esirgeyen Rauf,
7-Ey kullarına karşı pek merhametli olan Atüf,
8-Ey bütün mahlukatın maddi ve manevi kirlerden arındıran Kuddüs,
9-Ey gerçek hayat sahibi olan Hayy,
10-Ey gökleri yeri ve bütün mahlukatı yerinde tutan Kayyum,

57-
1-Ey semada azameti görülen,
2-Ey yerde ayetleri tecelli eden,
3-Ey her şeyde delilleri bulunan,
4-Ey denizde acayip sanatları bulunan,
5-Ey mahlukatı ilk defa yaratıp öldükten sonra tekrar dirilten,
6-Ey dağlarda hazineleri bulunan,
7-Ey yarattığı her şeyi en güzel yapan,
8-Ey bütün işler kendisine dönen,
9-Ey her şeyde lütfu açıkca görünen,
10-Ey mahlukatına kudretini tanıtan,

58-
1-Ey sevgilisi olmayanların sevgilisi,
2-Ey tabibi olmayanların tabibi,
3-Ey isteklerini dinleyip cevap verecek kimsesi olmayanların nasibi,
4-Ey sefkat edecek kimsesi olmayanların şefkat edicisi,
5-Ey arkadaşı olmayanların arkadaşı,
6-Ey şefkat edecek kimsesi olmayanların şefiği,
7-Ey imdadına koşacak kimsesi olmayanların imdad edicisi,
8-Ey yol gösterecek kimsesi olmayanların yol göstericisi,
9-Ey rehberi olmayanların rehberi,
10-Ey merhamet edecek kimsesi olmayanların merhamet edicisi,

59-
1-Ey kendisine her şeye bedel yeter görenlerin kafisi,
2-Ey kendisinden hidayet isteyenlerin hidayet edicisi,
3-Ey gizlenecek yer arayanların üstünü örten,
4-Ey kendisini çağıranları cennetine davet eden,
5-Ey kendisinden şifa isteyenlere şifa veren,
6-Ey kendisine hükmetmesini isteyenler hakkında hükmeden,
7-Ey maddi ve manevi zenginlik isteyenleri zenginleştiren,
8-Ey kendisinden her ihtiyacını yerine getirilmesini isteyenlerin ihtiyaçlarına yeterli cevap
veren,
9-Ey kuvvet ve güç isteyenlere kafi kuvvet veren,
10-Ey kendisinden dostluk ve sahiplik isteyenlerin dost ve sahibi,

60-
1-Ey her şeyden önce olan evvel,
2-Ey her şeyden sonra olan Ahir,
3-Ey varlığı apaçık görünen Zahir
4-Ey her şeyin içyüzünden haberdar olan Batın,
5-Ey her şeyi yoktan yaratan Halik,
6-Ey her şeyi münasip bir sekilde riziklandiran Razik,
7-Ey her işi doğru olan ve sözünü yerine getiren Sadik,
8-Ey varlığı her şeyden önce olan Sabik,
9-Ey her şeyi mukadder hedefine sevk eden Saik,
10-Ey tohum ve çekirdekleri yarıp sünbüllendiren Falik,

61-
1-Ey gece ve gündüzü peş peşe değiştiren,
2-Ey karanlıkları ve nuru yaratan,
3-Ey gölgeleri ve harareti meydana getiren,
4-Ey günes ve ay'a boyun eğdiren,
5-Ey ölümü ve hayatı yaratan,
6-Ey yaratmak ve emretmek kendisine ait olan,
7-Ey eş ve evlat edinmeyen,
8-Ey mülkünde hiçbir şeriki olmayan,
9-Ey zilletten münezzeh olduğu için dosta ihtiyacı olmayan,
10-Ey havi kuvvet kendisine ait olan,

62-
1-Ey kendisini arzulayanların muradını bilen,
2-Ey kendisinden dilekte bulunanların ihtiyaç duyduklarına sahip olan,
3-Ey üzüntüsünden kendinden geçenlerın inlemelerini işiten,
4-Ey kendisinden korkarak ağlayanların ağlayışını gören,
5-Ey suskunların içinden geçenleri bilen,
6-Ey günahlarından pişmanlik duyanların nedametini gören,
7-Ey tövbekarların özürünü kabul eden,
8-Ey fesatçılarin işini düzeltmeyen,
9-Ey iyilik yapanların mükafatını zayi etmeyen,
10-Ey kendisini tanıyanların kalplerinden uzaklaşmayan

63-
1-Ey bekası daim olan,
2-Ey hataları bağışlayan,
3-Ey duaları işiten,
4-Ey ihsanı geniş olan,
5-Ey gökleri yükselten,
6-Ey belaları defeden,
7-Ey medh ü şenasi büyük olan,
8-Ey varlığının parıltısı kadim olan,
9-Ey vefası çok olan,
10-Ey mükafati şerefli olan,

64-
1-Ey çok affeden Gaffar,
2-Ey bütün ayıpları örten Settar,
3-Ey her şeye galip gelen ve bütün düşmanlarını kahreden Kahhar,
4-Ey istediğini zorla yaptıran Cebbar,
5-Ey çok sabreden ve kullarına sabır gücü veren Sabbar,
6-Ey bütün rızka muhtaç olanları rızıklandıran Rezzak,
7-Ey her şeyi hikmetle açan Fettah,
8-Ey her şeyi çok iyi bilen Ahham,
9-Ey bol bol hediyeler veren Vehhab,
10-Ey bütün tevbeleri kabul eden Tevvab,

65-
1-Ey beni yaratıp azalarımı düzene koyan,
2-Ey bana rızk veren ve terbiye eden,
3-Ey beni yedirip içiren,
4-Ey beni kendisine yaklaştırıp yakın kılan,
5-Ey beni günah tehlikelerinden koruyup bana kafi gelen,
6-Ey beni muhafaza edip ayıplarımı örten,
7-Ey bana tevfik edip hidayet eden,
8-Ey beni aziz kılıp ihtiyaçlarımı gideren,
9-Ey beni öldürüp dirilten,
10-Ey bana ünsiyet verip rızıklandıran,

66-
1-Ey kelimeleriyle hakkın hak oldugunu gösteren,
2-Ey hükmünü geri bıraktıracak kimse olmayan,
3-Ey kazasını geri çevirecek kimse olmayan,
4-Ey kişiye kalbinden daha yakın olan,
5-Ey kullarından tevbeyi kabul eden,
6-Ey izni olmadan hiçbir şefaat fayda vermeyen,
7-Ey bütün gökler kudretiyle dürülmüş olan,
8-Ey yolundan sapanların en iyi bilen,
9-Ey gök gürültüsünün hamdederek, meleklerin de korkusuyla kendisini tesbih ettiği,
10-Ey rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci gönderen,

67-
1-Ey yeri beşik yapan,
2-Ey dağları direk yapan,
3-Ey güneşi kandil kılan,
4-Ey ay'ı nur kılan,
5-Ey geceyi örtü yapan,
6-Ey gündüzü maişet zamanı yapan,
7-Ey uykuyu huzur ve sükun vasıtası kılan,
8-Ey semayı bına kılan,
9-Ey eşyayı çift çift yaratan,
10-Ey ateşi gözcü kılan,

68-

1-Ey gerçek şefaat sahibi Sefi,


2-Ey gizli açık her sesi işiten Semi,
3-Ey istediğini yükselten Rafi,
4-Ey istediğini engelleyen Meni,
5-Ey kainatı en güzel bir şekilde yoktan yaratan Bedi,
6-Ey hesabı en süratli bir şekilde gören Seri,
7-Ey sevdiklerini Cennet ve çeşitli mükafatlarla müjdeleyen Besir,
8-Ey kullarını itaate sevk etmek için azabıyla korkutan Nezir,
9-Ey sonsuz kudret sahibi olan Kadir,
10-Ey her şeye gücü yeten Muktedir.

69-
1-Ey bütün dirilerden önce var olan gerçek hayat sahibi,
2-Ey bütün dirilerden sonra baki kalacak gerçek hayat sahibi,
3-Ey hiçbir şeyin kendisine benzemediği gerçek hayat sahibi,
4-Ey hiçbir dirinin misli gibi olmadığı gerçek hayat sahibi,
5-Ey hiçbir dirinin kendisine ortak olmadığı gerçek hayat sahibi,
6-Ey hiçbir diriye muhtaç olmayan gerçek hayat sahibi,
7-Ey bütün dirileri öldüren gerçek hayat sahibi,
8-Ey bütün dirileri rızıklandıran gerçek hayat sahibi,
9-Ey ölüleri dirilten gerçek hayat sahibi,
10-Ey hiç ölmeyecek olan gerçek hayat sahibi

70-
1- Ey unutulmayan ve unutturulmayan zikrin sahibi,
2-Ey söndürülemeyen nurun sahibi,
3-Ey hadd ü hesaba gelmeyen medh ü sena sahibi
4-Ey hiçbir şekilde değiştirilemeyen vasıflar sahibi,
5-Ey sayılamayan nimetler sahibi,
6-Ey zeval bulmayan saltanat sahibi,
7-Ey gerçek keyfiyeti anlaşılamayan celal sahibi,
8-Ey reddedilemeyen hüküm sahibi,
9-Ey tebdil edilemeyen sıfatlar sahibi,
10-Ey tam idrak edilemeyen kemal sahibi.

71-
1-Ey alemlerin Rabbi,
2-Ey amellerin karşılıklarının verildiği kıyamet gününün sahibi,
3-Ey sabredenleri seven,
4-Ey tevbe edenleri seven,
5-Ey maddi ve manevi kirlerden temizlenenleri seven,
6-Ey Allah i görür gibi ibadet edenleri ve iyilik yapanları seven,
7-Ey yardım edenlerin en hayırlısı,
8-Ey müşkil meseleleri halledip hükme bağlayanların en hayırlısı,
9-Ey iyi mallara bol karşılık verenlerin en hayırlısı,
10-Ey ifsat edenleri en iyi bilen,

72-
1-Ey mahlukati örneksiz ve yoktan yaratan Mübdi,
2-Ey mahlukati öldükten sonra yeniden dirilten Muid,
3-Ey herseyi muhafaza eden Hafiz,
4-Ey herseyi ilim ve kudretiyle kusatan Muhit,
5-Ey hamd ve senaya en çok layik olan ve çok övülen Hamid,
6-Ey azamet, seref ve hakimiyeti sonsuz Mecid,
7-Ey her türlü mahlukata münasip rizik veren Mukit,
8-Ey darda kalan çaresizlerin imdadina kosan Mugis,
9-Ey istedigine izzet veren ve sereflendiren Muizz,
10-Ey istedigini zelil kilan Müzill,

73-
1-Ey ziddi olmayan Ehad,
2-Ey dengi bulunmayan Ferd,
3-Ey kusur ve ihtiyaçtan münezzeh olan Samed,
4-Ey çifti bulunmayan Vitr,
5-Ey veziri bulunmayan Rab,
6-Ey fakirligi bulunmayan Gani,
7-Ey azledilemeyen Sultan,
8-Ey aczden münezzeh olan Melik,
9-Ey benzeri olmayan Mevcud,

74-
1-Ey zikri kendisine zikredenlere büyük seref olan,
2-Ey sükrü kendisine sükredenlere büyük kurtulus olan,
3-Ey hamdi kendisine övenlere büyük iftihar vesilesi olan,
4-Ey taati, kendisine itaat edenlere necat olan,
5-Ey kapisi kendisini arayanlara açik olan,
6-Ey yolu müminlere zahir ve belli olan,
7-Ey ayetleri bakanlar için kesin delil olan,
8-Ey kitabi kuvvetli Iman sahipleri için ögüt olan,
9-Ey affi günahkarlar için siginak olan,
10-Ey rahmeti Muhsinler için yakin olan,

75-
1-Ey ismi yüce ve mübarek olan,
2-Ey san ve makami yüksek olan,
3-Ey sena ve övgüsü büyük olan,
4-Ey kendisinden baska ilah olmayan,
5-Ey isimleri mukaddes olan,
6-Ey bekasi devam eden,
7-Ey azameti, baha ve kadri olan,
8-Ey büyüklük perdesi olan,
9-Ey gizli nimetleri grup grup bile sayilamayan,
10-Ey ihsan ve nimeti hesap ve sayiya gelmeyen,

76-
1-Ey kullarina yardim eden Muin,
2-Ey açiklanmasi gereken herseyi beyan eden Mübin,
3-Ey kullarina emniyet ve huzur veren Emin,
4-Ey saltanati muhkem, nüfuz ve iktidar sahibi Mekin,
5-Ey hiçbir sey hükmünü sarsmayan ve kendisine güvenilen Metin,
6-Ey azap ve ikabi siddetli olan Sedid,
7-Ey kullarinin her yaptigini gören Sehid,
8-Ey bütün islerini ezeli takdirine göre en güzel bir sekilde neticeye ulastiran Rasid,
9-Ey en çok övülen ve en çok övgüye layik olan Hamid,
10-Ey sonsuz seref sahibi Mecid,

77-
1-Ey yüce arsin sahibi,
2-Ey dos dogru sözün sahibi,
3-Ey yerli yerince yapilan fazl-ü kerem sahibi,
4-Ey kis kivrak yakalayan siddetli azap sahibi,
5-Ey vaad ve tehdit sahibi,
6-Ey uzak olmayan yakin,
7-Ey en fazla övgüye layik olan dost,
8-Ey herseyi mühadesi altinda tutan,
9-Ey kullarina hiçbir sekilde zulmedici olmayan,
10-Ey kuluna sah damarindan daha yakin olan,
78-
1-Ey hiçbir ortak ve veziri olmayan,
2-Ey hiçbir benzeri ve dengi olmayan,
3-Ey günes ve nurlu ayin yar
4-Ey siddetli sikintiya düsmüs fakirleri zenginlestiren,
5-Ey küçük yavrulara rizik veren,
6-Ey düskün ihtiyarlara merhamet eden,
7-Ey korku için kurtulus isteyenlerin siginagi,
8-Ey kullarinin her halini gören,
9-Ey kullarinin ihtiyaçlarindan haberdar olan,
10-Ey herseye gücü yeten,

79-
1-Ey cömertlik ve nimetler sahibi,
2-Ey fazl ve kerem sahibi,
3-Ey siddetli bela ve çetin azaplar sahibi,
4-Ey Levh-i Mahfuz ve Kalemi yaratan,
5-Ey zerreyi, hos rüzgarlari ve nefesleri yaratan,
6-Ey bütün kullarina ilhamda bulunan,
7-Ey zarar ve elemi gideren,
8-Ey gizli sir ve kaygilari bilen,
9-Ey Kabe-i Muazzama ve Harem-i Serifin sahibi,
10-Ey esyayi yoktan yaratan,

80-
1-Ey gerçek adalet sahibi Adil,
2-Ey rizasi için yapilan isleri kabul eden Kabil,
3-Ey herseyden üstün ve yüce olan Fadil,
4-Ey her isin hakiki yapicisi olan Fail,
5-Ey yaratiklarin her isini üzerine alan Kafil,
6-Ey herseyi meydana getiren Cail,
7-Ey her bakimdan eksiksiz olan Kamil,
8-Ey mahlukati yokluk karanliklarindan varlik nuruna çikaran Fatir,
9-Ey kullari için hayir murad eden ve onlari dergahina çagiran Talib,
10-Ey kullarini, rizasina ermek ve cemalini görmek için can attigi Matlub,

81-
1-Ey güç ve havliyle nimet veren,
2-Ey genis ve bol imkanlariyla ikram eden,
3-Ey tekrar tekrar lütufta bulunan,
4-Ey kudretiyle her yerde izzetini gösteren,
5-Ey herseyi hikmetiyle ölçüp biçen,
6-Ey tedbiriyle hükmeden,
7-Ey ilmiyle herseyi idare eden,
8-Ey hilim ve yumusakligiyla kullarini cezalandirmaktan vazgeçen,
9-Ey yüceligiyle beraber kullarina yakin olan,
10-Ey yakinliginda yüceligi tezahür eden,

82-
1-Ey diledigini yaratan,
2-Ey diledigini yapan,
3-Ey diledigine hidayet eden,
4-Ey diledigini saptiran,
5-Ey diledigini bagislayan,
6-Ey diledigine azap eden,
7-Ey dilediginin tevbesini kabul eden,
8-Ey anne rahimlerindeki yavrulari diledigi gibi sekillendiren,
9-Ey yaratiklarinda diledigi seyi ziyade kilan,
10-Ey rahmetini diledigine tahsis eden,

83-
1-Ey hiçbir es ve evlat edinmeyen,
2-Ey kimseyi hükmüne ortak kilmayan,
3-Ey herseye bir plan ve miktar tayin eden,
4-Ey sefkat ve merhameti zeval bulmayip devam eden,
5-Ey melekleri elçi kilan,
6-Ey semada burçlar meydana getiren,
7-Ey yeryüzünü kararli ve barinmaya müsait kilan,
8-Ey insani bir damla sudan yaratan,
9-Ey herseyi sayarak hesabini yapan,
10-Ey herseyi ilmiyle kusatan,

84-
1-Ey esi ve benzeri olmayan Ferd,
2-Ey zat, sifat ve fiilerinde çifti olmayan Vitr,
3-Ey herbir seyde birligini gösteren Ehad,
4-Ey hiçbir seye muhtaç olmayan ve herseyin kendisine muhtaç oldugunu Samed,
5-Ey san, seref ve yüceligi en büyük olan Emced,
6-Ey izzet ve galibiyeti mukayeseye gelmeyen Eazz,
7-Ey sonsuz azamet ve celal sahibi Ecell,
8-Ey bütün gerçeklerden daha gerçek ve ibadete en çok layik olan El-hakk,
9-Ey herkesten fazla iyilik yapan Eberr,
10-Ey varliginin sonu olmayan Ebed,

85-
1-Ey kendisini tanimak isteyenlerin marufu,
2-Ey kendisine ibadet edenlerin mabudu,
3-Ey kendisine sükredenlerin meskuru,
4-Ey Kendisini zikredenlerin mezkuru,
5-Ey Kendisini övenlerin mahmudu,
6-Ey Kendisini arayanlar için mevcut olan,
7-Ey Kendisini bir taniyanlarin mevsufu,
8-Ey Kendisini sevenlerin sevgilisi,
9-Ey Kendisini arzulayanlarin mergubu,
10-Ey dergahina dönenlerin maksudu,

86-
1-Ey saltanatindan baska gerçek saltanat olmayan,
2-Ey kullarin senasini saymakla bitiremedigi,
3-Ey mahlukatin celalini vasfedemedigi,
4-Ey gözlerin kemalini idrak ve ihata edemedigi,
5-Ey zekalarin, sifatlarina ulasmaktan aciz kaldigi,
6-Ey fikirlerin kibriyasinin hakikatine ulasamadigi,
7-Ey insanlarin, sifatlarini güzelce tavsif edemedigi,
8-Ey kullarin, hükmünü geri çevrimedigi,
9-Ey herseyde kendisini tanitan deliller açikça görülen,

87-
1-Ey günahlari için ve kendisine olan ask ve muhabbetten dolayi aglayanlarin sevgilisi,
2-Ey kendisine tevekkül edenlerin dayanagi,
3-Ey hak yoldan sapanlari hidayete erdiren,
4-Ey mü `minlerin dost ve sahibi,
5-Ey kendisini zikredenlerin can yoldasi,
6-Ey bütün güçlülerden daha güçlü,
7-Ey bütün bakanlardan daha iyi gören,
8-Ey bütün ilim sahiplerinden daha alim,
9-Ey kederli biçarelerin kaçip sigindigi,
10-Ey bütün yardim edenlerden daha çok yardim eden,.

88-
1-Ey gerçek ikram sahibi Mükrim,
2-Ey diledigini büyüten v eserleriyle büyüklügünü gösteren Muazzim,
3-Ey mahlukatini çesit çesit nimetlere gark eden Müna im,
4-Ey mahlukatina lazim olan herseyi veren Muti,
5-Ey mahlukatinin ihtiyacini giderip zengin kilan Mugni,
6-Ey canlilara hayat veren Muhyi,
7-Ey mahlukati maddesiz ve örneksiz ilk defa yaratan Mübdi,
8-Ey mahlukatini nimetleriyle hosnut kilan Murzi,
9-Ey mahlukati her türlü tehlikeden kurtaran Münci,
10-Ey bol bol iyilikte bulunan Muhsin,

89-
1-Ey her seye kafi,
2-Ey herseyi idare eden kaim,
3-Ey hiçbirsey kendisine benzemeyen,
4-Ey mülkünde, iradesi disinda hiçbir sey artmayan,
5-Ey hazinelerinden hiçbir sey eksik olmayan,
6-Ey hiçbir sey Kendisine gizli bulunmayan,
7-Ey misli ve benzeri hiçbir sey bulunmayan,
8-Ey her seyin anahtari elinde olan,
9-Ey rahmeti herseyi kusatan,
10-Ey her sey fani oldugu halde kendisi baki kalan,

90-
1-Ey gaybi kendisinden baska kimse bilemeyen,
2-Ey kullarindan kötülügü kendisinden baska kimse defedemeyen,
3-Ey isleri Kendisinden baska kimse idare edemeyen,
4-Ey günahlari Kendisinden baska kimse magfiret edemeyen,
5-Ey kalbleri Kendisinden baskasi degistiremeyen,
6-Ey mahlukati kendisinden baskasi yaratamayan,
7-Ey nimetleri Kendisinden baskasi tamamlayamayan,
8-Ey yagmuru Kendisinden baskasi yagdiramayan,
9-Ey ölüleri Kendisinden baskasi diriltemeyen,
10-Ey kullarini Kendisinden baskasi gerçek zengin kilamayan,

91-
1-Ey belalari kaldiran ve güzellikleri açiga çikaran Kasif,
2-Ey keder ve tasadan kurtarip ferahlatan Faric,
3-Ey her mevcuda münasip bir suret açan ve fetihler müyesser kilan Fatih,
4-Ey kullarina yardim eden Nasir,
5-Ey yaratiklarin her türlü ihtiyacini üzerine alan Damin,
6-Ey her seye fitratinin gayesini emreden amir,
7-Ey her türlü kötülükten sakindiran Nahi,
8-Ey kullarinin ümidi olan Reca,
9-Ey kullarinin ümid besledigi Mürteca,
10-Ey kendisine büyük ümitler beslenen Azimü`r Reca

92-
1-Ey zayiflarin yardimcisi,
2-Ey fakirlerin hazinesi,
3-Ey gariplerin sahibi,
4-Ey dostlarin yardimcisi,
5-Ey düsmanlarin kahredicisi,
6-Ey gökleri yükselten,
7-Ey belalari kaldiran,
8-Ey dostlarin can yoldasi,
9-Ey takva sahiplerinin sevgilisi,
10-Ey zenginlerin ma`budu,

93-
1-Ey her seyin evveli ve ahiri,
2-Ey her seyin ilahi ve sanatkari,
3-Ey her seyin raziki ve haliki,
4-Ey her seyin yaraticisi ve sultani,
5-Ey herseyi daraltan ve genisleten,
6-Ey herseyi ilk defa yaratan ve öldükten sonra tekrar iade eden,
7-Ey her seye gerekli sebepleri yaratan ve bir ölçü takdir eden,
8-Ey herseyi terbiye ve idare eden,
9-Ey herseyi döndüren ve degistiren,
10-Ey herseyi dirilten ve öldüren,

94-
1-Ey yad edenlerin ve yad edilenlerin en hayirlisi,
2-Ey sükrü kabul edenlerin ve sükredilenlerin en hayirlisi,
3-Ey övenlerin ve övülenlerin en hayirlisi,
4-Ey görenlerin ve görülenlerin en hayirlisi,
5-Ey çagiranlarin ve çagrilanlarin en hayirlisi,
6-Ey cevap verenlerin ve cevap verilenlerin en hayirlisi,
7-Ey ünsiyet verenlerin ve Kendisiyle ünsiyet edilenlerin en hayirlisi,
8-Ey bütün dostlarin ve meclis arkadaslarinin en hayirlisi,
9-Ey bütün maksud ve matlublarin en hayirlisi,
10-Ey sevenlerin ve sevilenlerin en hayirlisi,

95-
1-Ey kendisini çagiranlara cevap veren,
2-Ey kendisine itaat edenleri seven,
3-Ey kendisini sevenlere yakin olan,
4-Ey kendisini arzulayanlari çok iyi bilen,
5-Ey kendisine ümit besleyenlere iyilik eden,
6-Ey kendisine isyan edenlere yumusak davranip hemen cezalandirmayan,
7-Ey yumusakliginda hikmetli davranan,
8-Ey hükmünde büyük olan,
9-Ey azametinde merhametli olan,
10-Ey ihsaninda kadim olan,

96-
1-Ey sebepleri takdir eden Müsebbib,
2-itaatkar kullarini kendisine yaklastiran Mukarrib,
3-Ey esyayi hikmetle pes pese getiren Muakkib,
4-Ey kullarinin kalblerini halden hale degistiren mukallib,
5-Ey her seye bir miktar tespit eden Mukaddir.
6-Ey herseyi düzene koyan Mürettib,
7-Ey kullarini iyilige tesvik eden Muraggib.
8-Ey kullarina ögüt veren Müzekkir,
9-Ey mahlukati var eden Mükevvin,
10-Ey sonsuz büyüklük ve azamet sahibi Mütekebbir.

97-
1-Ey bir isitme, kendisini diger bir isitmeden ali koymayan,
2-Ey kendisi için bir is diger bir ise mani olmayan,
3-Ey bir söz, kendisini diger bir sözden oyalamayan,
4-Ey kullarinin bir istegi digerine cevap vermekte kendisini karışıklığa sevk etmeyen,
5-Ey israrla istekte bulunanlarin israri kendisini usandirmayan,
6-Ey müminlerin kalplerini islamla genisleten,
7-Ey zikriyle mütevazi ve husu sahiplerinin kalplerini hos eden,
8-Ey kendisine istiyak duyanlarin kalblerinden kaybolmayan,
9-Ey kendisini arzulayanlarin son arzusu,
10-Ey alemde hiçbir sey kendisine gizli olmayan,

98-
1-Ey herseyi var olmadan bilen,
2-Ey vaadi dogru olan,
3-Ey lütfu açik olan,
4-Ey emri üstün ve galip olan,
5-Ey kitabi saglan olan,
6-Ey kaza ve hükmü var olan,
7-Ey Kur`ani yüce olan,
8-Ey saltanati kadim olan,
9-Ey fazl ü keremi daim olan,
10-Ey Arsi büyük olan,
99-
1-Ey rablik iddia edenlerin ve bütün terbiyecilerin Rabbi,
2-Ey bütün kapilari açan,
3-Ey sebepler tasarrufunda bulunan,
4-Ey sevaplari veren,
5-Ey dogrulari ilham eden,
6-Ey bulutlari yoktan yaratan,
7-Ey azab ve ikabi siddetli olan,
8-Ey hesabi sür’atli gören,
9-Ey dönüs kendisine olan,
10-Ey bagislayan ve tövbeleri kabul eden,

100-
1-Ey Rabbimiz,
2-Ey Ilahimiz,
3-Ey Seyyidimiz,
4-Ey Mevla’miz,
5-Ey Yardimcimiz,
6-Ey Koruyucumuz,
7-Ey Kadirimiz,
8-Ey Razikimiz,
9-Ey Delilimiz,
10-Ey Meded karimiz,

Sen bütün kusur ve noksan sifatlardan münezzehsin, Senden baska Ilah yok ki bize imdat
etsin. Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

Vekil ve Kefil olan

Ey kendine güvenen kullarının işini en iyi yoluna koyan Vekil...

Ey kullarının takatını aşan işlerini üzerine alan Kefil...

Kendilerini Hamarat Zanneden Bazı Dinsizlere....

He sen gerçekliği algılayabileceğini (İdrak) mi düşünmüştün yoksa?...

Mesela : Ses olmadan kafanda bunu duyuyor olabildiğin gerçeği ile sağır olduğunda sesle
aynı şeyi anlayamıyor olduğun gerçeğinin, doğal bir yoldan (halbu ki gerçeklik yoluyla doğal
oluyor diyorsun) gerçeklik olduğu?...

Ya da şöyle sorayım... Bu sayamayacağın kadar çok varlıklar (mekan dediğini oluşturan


varlıklar da dahil)...nerede duruyorlar?...diye soracağımı zannetme!
İki..Nerede sıkışıyorlar?..Diye soracağımı da zannetme!...

A güzel arkadaşım bunları bir arada tutan şey nedir? Diye soruyorum...Çekomastik mi? Ya da
Kara şovalye mi?.. Doğallık mı?..Gerçeklik mi? ...

Ona da bi alakasız isim uyduruverirsiniz artık.. İsimsiz olur mu? aa?..


Evrim filan hiç oldu tabi bu arada...Tabi gerçeklik haber verirse bunu sana.. Yoksa işin yaş;
kendi doğallığında...

Ve ben varlığa bu hayretimden ötürü doğal olmamakla ve gerçeklikten uzak olmakla


suçlanıyorum işe bak sen...Hem de çeşit çeşit dangalak tarafından...

Gerçeklik dediğin! başına gelmiş ve gelecek olandır!

Yani herşey o gerçeklikte olur! Fakat sonucu sanadır!

Bildiğini sanma! Bilmediğin bir şeyi inkar ediyorsun!

Gerçeklik dediğinde! ancak başına gelmiş ve bilmediğin, gelecek olanı diyorsun!

Henüz daha başına gelmeyen şeyler varken! gerçeklikten bahsediyor olmakla büyük bir
cahillik sergiliyorsun!

Dua et de! başına küfürden sonra iman gelmiş olanlardan ol!...

Tasavvuf/Gayb/Vehim...

"Bildiğin var da sanki Gayb'a gözünü dikiyorsun" dedim.. anlatamadım..."İnsan olmak baştan
aşağı Gayb dı bizim için ; bildirdi de çok şükür bak insanız az"..."e..bak hala Gayb"..dedim...
anlatamadım... O cinler, firavunlar, uzaylılar, tanrılar peşinde..."O Vehim aleminin de
Rabbidir"... "O her daim zaten yok tan var edicidir" dedim... anlatamadım...

o, O'nun arda arda var ettiği düşüncelere O'ndan habersiz öylece daldı gitti...

Ondan Bir Ruh...

İsa Allah'ın kelimesi, hem de Ondan bir Ruh...Söyleceğin de illa kelime olacak değil
ya...Ruhunla da konuşursun...Kelimelerinle ruhunu gösterdin..bir de ruhunla göster
görüneni...Kelimelerin erişemediği, olur ya...Öyle görünmez mi?

Ahir Zaman...

Elektrik teline konan güvercin asfalta kakasını yaptı...Asfaltta bunu gören bi genç, kuşun
kakasından iğrendi.. Bi sürü şeyler düşündü.. Halbu ki konacağı yerde bir ağacın dalı olsa..ve
kakası bir toprağa düşseydi...herşey tahmin edemeyeceğin kadar çok farklıydı... Bu hakikatin
yanında, şartlar ne olursa olsun...şımarık yine şımarıktır...

Rahman suresi 6. ayet : Ve çimen ve ağaç secde ederler.

Bakara suresi 124. ayet : Ve şunu da unutmayın ki, Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle
denemiş, o da onları tamamlayıp yerine getirince, (Allah) ona : «Seni insanlara bir önder
yapacağım» demişti. İbrahim : «Benim neslimden de...» deyince, Allah : «Benim ahdim
zâlimlere erişmez,» buyurdu.

Hallac-ı Mansur/Kereminle Bu Ayrılığı Benden Al...


- Aramızda ayrılık, bana zahmetten başka bir şey getirmiyor... Kereminle bu ayrılığı benden
al...

Hallac-ı Mansur (k.s.)

Not: Duaya ve niyete dikkat et..Duayı ve niyeti gör..Söylenmemiş başka bir şeye; kötü
zannına değil.. Nefsine veya sarhoşluğa uyarak söylenen bir söz değil bu! Rahmetten başka
bir mana arama...

***

"Ey insan, hakikat sen durmayıp didineceksin. En sonunda Rabbine kavuşacaksın."

İnşikak Suresi 6. ayet

Mektubat-ı Rabbani'den/İmam-ı Rabbani Hazretleri....

Besmeleyle başlıyalım kitâba!

Allah adı en iyi bir sığnakdır.

Ni’metleri sığmaz, ölçü hisâba.

Çok acıyan, afvı seven bir Rabdır!

---------

Hep seni düşünürüm, haccım ve ömrem sanadır.

Herkes taş toprak düşünür, kalbim senden yanadır.

--------

Bir kimse ki, bu duâya âmîn diye,

Hak teâlâ, o kula rahmet eyleye!

--------
Arabistândan doğan, Muhammed

İki cihânda, üstün Odur, hemân!

Kara toprak altında kalsın, her an,

Onun kapısında, toprak olmıyan!

--------

Mâlu mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi!

Bir muhâlif yel eser, savurur harman gibi.

---------

Niçin küfrân eder insân, Hudâ nîmet verir iken,

Utanmayıp eder isyân, kamûyu ol görür iken.

Beher an hamdü şükretmez, dahî ihsânı fikretmez,

Hergün Hakkı zikretmez, bedende cân durur iken?

--------

Dostun ayrılığı az olsa da, az değildir;

Eğer gözde yarım kıl olsa da, çok görünür.

--------

Bir câhil bu büyüklere dil uzatırsa,


Cevap vermeye değmez dersem iyi olur.

Hep aslanlar, bu zincire bağlanmışlardır,

Kurnaz tilki bu zinciri nasıl koparır?

--------

Sultan birşey beklerse köleden,

Kanaat kalksın artık ortadan.

--------

Az söyledim, dikkat ettim kalbini kırmamaya,

Bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çoktur sana

--------

Çok iyi veya çok fena olsa da bir zerre,

Ömrünce dolaşsa, gezer kendi âleminde!

-------

Anlaşılmaz, ölçülemez bağlılıktır,

Nâsın Rabbi, kuluna böyle bağlıdır!

İnsan bu bağlılığı anlamaz aslâ,

Herşeyi bilir, cânını bilen Mevlâ!


-------

Daha söylersem sonu gelmez.

-------

Her şekil dardır, mâna, nasıl sığar?

dilenci kulübesinde, sultânın ne işi var?

Şekle bakan gâfil, mânadan ne anlar?

cemâli görmeyince, cânânla ne işi var?

-------

Rahat gece, tatlı mehtâb bul bana,

Her şeyden anlatayım, o zaman sana.

-------

Ruhul-kudsün feyzine kavuşursan eğer;

Mesîhin yaptıkları, senden de hâsıl olur.

-------

Her zevallı merd-i meydan olamaz;


Sivri sinek de Süleymân olamaz.

-------

Bu büyük devleti bugün kime verirler.

-------

Nîmet sahiplerine nîmetler âfiyet olsun.

-------

Perde ardındaki esrârı açmak, uygun değildir,

yoksa, rindler meclisinde, verilmiyecek haber yoktur.

-------

Kalem buraya gelince ucu kırıldı.

-------

Her ne varsa güzel, Onu anmaktan başka,

Hepsi câna zehirdir, şeker dahî olsa!

-------
İş budur, bundan başkası hiçtir!

--------

Fena makamına varmıyan kimse,

oraya yol bulamaz, çok şey de bilse.

--------

Feryâdı, boşuna değildir Hâfızın,

Şaşılacak şey çok, dili altında ânın.

--------

İnsanların rabbinin insanların ruhuyla,

Bir bağlılığı vardır, söz ile anlatılmaz.

İnsan için diyorum, işim yoktur maymunla.

Ruhsuz olan bir kimse, elbet ruhu tanımaz.

-------

Kendinden haberi olmıyan zevallıya,

yakışır mı, ince bilgileri diline ala?


-------

Bilmiyenler, tanıyamaz bileni,

o hâlde, sözü kısa kesmeli.

-------

Herkesi, bir iş için yaratmışlardır.

-------

Bu büyük nîmeti, acaba kime verirler?

-------

Niçin kılmazsın, farz-ı sünneti?

Değil misin Muhammedin ümmeti? (Aleyhisselâm)

Anmazmısın, Cehennemi, Cenneti?

Îman sahibi kul böyle mi olur?

--------

Olsa da o, mutmeinne,

sıfatları gitmez yine.


------

İnsana sadâkat yakışır, görse de ikrâh,

Yardımcısıdır doğruların Hz. Allah.

------

Muhammed aleyhisselâmı medh edemiyorum,

Onunla, yazılarımı kıymetlendiriyorum.

------

Günah işlese de, çekilmez hesaba,

böyle bir seyyidin izindeki kimse.

------

Muhammed, yüzü suyudur cihânın,

kapısının toprağı olmıyan, toprak altında kalsın!

------

Mahlûkların en üstünü insandır,

yüksek makamdan mahrum da odur.


Eğer, toparlanıp, geri dönmezse,

ondan daha mahrum, yoktur kimse.

------

Haramları istemekten, kesilmedikçe nefis,

kalb ilâhî nûrlara, ayna olamaz hiç!

-------

Bir kimse, kör ise, güneşin suçu ne?

-------

Din adamı görünüp, dünyaya tapan kimse,

kendi yoldan sapmıştır, gayra nasıl göstere?

-------

Her kabdan, içinde olan, dışarı sızar!

-------

Bana gönül ver ve cesareti gör,

Tilkini çağır, bak aslan oluyor.


-------

Allaha kulluk ederim, taptığım dergâh bir,

Bir lahza ayrılmadım tevhîdden, Allah bir.

-------

İş budur, bundan başkası hiçtir!

------

(Lâ) süpürgesi ile, yolu temizlemezsen,

(İllallah) sarayına varamazsın!

------

Din adamı görünüp, dünya toplıyan kimse,

kendi sapıtmış yolu, gayra nasıl göstere?

------

Vücûdümün her kılı, dile gelse de,

Şükretmiş olamam, nîmetlerine!


------

Ciğerleri yakan bu düşünce, uykumu kaçırdı her gün,

ki, kimin âğûşuna düştün, rü'yâda kimi gördün?

------

Gül bahçemi gör de behârımı anla!

------

Dil uzatırsa, bunlara, eğer bir câhil,

Allah korusun! Ağza almam sözlerini,

Cihân arslanları, bu zincire bağlıdır,

Kurnaz tilki, nasıl koparır bu zinciri?

------

Bu büyük nîmeti, bakalım kime verirler?

------

Masal diye okuyan için, masaldır.

Kıymetini anlıyana, tükenmez hazînedir.


Nil nehri çingeneye kan göründü.

Mûsâ aleyhisselâma ise, sâf sudur.

-------

Hak teâlâ, intikâmını yine kul ile alır.

Bilmiyen (ilm-i ledünnî) anı kul yaptı sanır.

Cümle eşya Hâlıkındır, kul elîle işlenir.

Emr-i Bârî olmayınca, sanma bir çöp deprenir!

-------

Senenin nasıl mahsûl vereceği, behârından belli olur.

-------

Mahlûkların en yükseği insandır.

O makamdan mahrum kalan da, odur.

Bu yoldan, eğer geri dönmezse,

Ondan daha mahrum, olmaz kimse.

------
Kavuşmak için, bu lezzet ve sevince,

Can çıkıncaya dek, çalış, gündüz ve gece!

------

Peri yanaklarını saklamış, şeytan nâz ediyor,

şaşırdım kaldım, hayretten aklım gidiyor.

------

Nîmete kavuşanlara, nîmetler âfiyet olsun,

zevallı âşık da, birkaç damla ile doysun!

-------

Aranan hazînenin yolunu gösterdim sana,

belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da!

-------

Îmanıma saldırdıklarından, söğüd yaprağı gibi titriyorum!

-------

Âlimin bir nazarı, bulunmaz hazînedir,


Bir sohbeti, yıllarca, bitmez kütübhânedir.

-------

Gül bahçemi gör de, behârımı anla!

-------

Senenin bereketi, behârından belli olur.

------

Bildirilmesi lâzım olanı söyledim sana,

Yâ faydalanırsın, yâ da çarpar kulağına.

------

Az söyledim, dikkat ettim kalbini kırmamaya,

Bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çoktur sana.

-------

Mahlûkların en üstünü insandır,

o makamdan, mahrum kalan da odur.


Bu yoldan eğer, geri dönmezse,

ondan daha mahrum olmaz kimse.

------

Umarım, kabûl ede, göz yaşımı,

O ki, inci yapar, su damlasını.

------

Söyledim sana, işin özünü,

İster sıkıl, ister dinle sözümü.

------

İncilerin ağırlığı sağır etmiş kulağını,

duymaz olmuş, ne yapayım, ağlamamı, sızlamamı.

------

Âkıl isen kıl namazı, çün saadet tâcıdır.

Sen namazı öyle bil ki, müminin mîracıdır.

------
Cânım, yavrum! Sana sözüm, yalnız şudur:

körpeciksin, yolun da çok korkuludur.

------

Aşk öyle bir ateştir ki, yanarsa eğer,

Mâşuktan başka herşeyi yakar, kül eder.

Haktan gayrıyı katl için (LÂ) kılıncı çek,

(LÂ) dedikten sonra, birşey kaldımı bir bak.

(İLLALLAH)dan başka ne varsa, hepsi gitti;

Sevin ey aşk! Hakka ortak kalmadı bitti.

--------

Sorulur o gün işlerden, sözlerden,

Kalbi titrer Nebîlerin korkudan.

Enbiyânın şaşırdığı bir yerde,

Günahlara özr bulmak nerede?

-------

İş budur, bundan başkası hiçtir.

-------
Allahdan başkasına tapınmak hiçtir,

Hiç ile uğraşmak ise deliliktir.

-------

Arzularının ardında koştukça sen.

âşıkım deyince, yalan söylersin!

-------

Bu büyük nîmeti, bakalım kime verirler?

-------

Nîmete kavuşanlara âfiyet olsun,

Zevallı fakir âşık, birkaç damlayla doysun.

-------

Kurtulurum sanma sakın, ey Sa'dî hoca!

Muhammed aleyhisselâma uymadıkca.

-------

Arabistânda doğan, Muhammed,


Dünya ve âhiretin efendisi Odur hemân!

Toprak altında kalsın, ezilsin, batsın her zaman,

Onun kapısında toz, toprak olmak istemiyen!

-------

İş budur. Bundan başkası hiçtir.

------

Sevdiklerimin ayrılığından ruhum kan ağlıyor.

Onların firâkından, kemiklerimin ilikleri yanıyor.

------

Nîmete kavuşanlara nîmetler âfiyet olsun.

zevallı fakir âşık, birkaç damla ile doysun.

------

Herne ki güzeldir, Allah sevgisinden başka,

Hepsi câna zehirdir, şeker gibi de olsa!

-------
Ne olursa olsun, dosttan konuşmak daha tatlı!

-------

Sôfî denince, ibn-ül vakit anlaşılır.

Fakat sâfî vakti ve hâli aşmıştır.

-------

Ne bahtiyâr, ol kişi kim,

okuduğu, Kur'an ola!

Ezan, ikâmet duyunca,

gönlü dolu, îman ola!

------

Ne ki kılmış Habîbullah, bize teblig-i ahkâmı

Kabûl ettim anı, âmentü billâh ve hükm-illah.

-------

Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben hâlime.

Titrerim mücrim gibi, baktıkca istikbâlime!


-------

Âfet-i gamdan aceb, dünyada kim âzâdedir?

Herkesin bir derdi var, madem ki, âdem-zadedir.

Bir hûmâ-yı zevki bin sayyâd-ı gam tâkîb eder,

Böyle bir mevhûma bilmem, halk neden üftâdedir?

-------

Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani, bunun ilk sahibi?

-------

Herşeyi akıl ile çözmek istiyen kişi,

Tahta ayak takmış bacaksızlara benzer.

Kısa aklına uydurmak ister her işi,

Dün yaptığını, bugün değiştirmek ister.

-------

Zikret zikir, bedende iken cânın,

Kalb temizliği, zikrîledir Rahmânın.

------
Bir kefendir âkıbet, sermâye-i bey ve fakir,

Varlığa mağrur olan, mecnûn değil de, yâ nedir?

------

Kurtulurum sanma, ey Sa'dî hoca,

Muhammed aleyhisselâma uymadıkca!

------

Eğer içerde kimse varsa, bir söz de yetişir!

------

Sûret aynasında sefer, hareket olmaz,

Çünkü onda nûrânî olmıyan sûret olmaz.

------

Kendinden haberi olmıyan kimse,

Nerde kaldı, başka şeyleri bile?

------
Seslendi ol müezzin, durdu kâmet eyledi,

Kâbeye döndü yüzün, hem de niyet eyledi.

Duyunca ehl-i îman, hurmet ile dinledi,

Sonra, namaza durup, Rabbe kulluk eyledi.

-------

Hastanın yidiği hastalığı arttırır!

-------

İçerde kimse varsa, bir söz yetişir!

-------

Hakkın ve hak adamlarının yardımı olmadan,

Melek de olsa, kurtulamaz yüz karalığından.

-------

Kör göremezse, güneşin kabahati ne?

-------

Elbet bulunur, bir güzellik çirkinde;


İnci gibi görünür dişler, zencîde.

-------

Söyle ona, neden kötülük yapıyor?

Bana değil, kendi kendine ediyor.

-------

Zâhidâ! Aç gözün, sahraya bak da ibret al!

Şu direksiz kubbe-i semaya bak da ibret al.

Görmek istersen, Cenâb-ı kibriyânın kudretin,

Her sabah, seher vakti, dünyaya bak da, ibret al!

-------

Nîmete kavuşanlara âfiyet olsun!

------

Bir kimsede hâsıl olmazsa Fena,

Hak teâlâya yol bulamaz aslâ!

-------
Allahdan başka herneye tapınsa, hepsi hiçtir.

Yazıklar olsun ol kimseye ki, bir hiç iledir.

-------

Bir kimseye, nasip olmazsa Fena,

bulamaz yol, o makama aslâ!

-------

Her ne olursa olsun, dosttan konuşmak daha tatlı!

-------

Korkarım ki, derdlilere gülenler,

Tard olurlar, îmanı gayb ederler.

-------

Dostun ayrılığı, az olsa da, az değildir!

-------

İskender, âb-ı hayata kavuşamadı,

Nîmete kavuşmak zorla, zerle olmadı.


-------

Cihânı parlatan nûra varmak için adım attık.

Batıyı, yıldızı, lâmbaları arkada bıraktık.

-------

Sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba?

Yüksek dağlar ve korkunç tehlikeler var arada!

--------

Allaha kulluk ederim, taptığım dergâh bir,

Bir lahza ayrılmadım tevhîdden Allah bir!

-------

Sevgilinin ayrılığı, az da olsa, çok acıdır,

Ufak bir kıl bile kaçsa, nâzik gözü pek acıtır.

-------

Onu önceden anlayınca sen,

kendini o yana tâm bağlarsın.


Kimin zılli olduğunu bilsen,

gam yimezsin, kalsan veya ölsen!

-------

Ankâ avlanılmaz, tuzağı topla!

Tuzağa giren, olur yalnız hava.

-------

Onlar büyüklerdir, ben de böyleyim yâ Rab!

-------

Herne ki güzeldir, Allah sevgisinden başka,

Hepsi câna zehirdir, şeker gibi de olsa!

-------

Haramdan sakın, farzı yapmaya bak!

Farzı yapmazsan, olur hâlin harap!

-------

Güneşin kölesiyim, yalnız onu anarım.


Geceyi, rü'yâları, hep arkaya atarım.

-------

Bir câhil, bu büyüklere dil uzatırsa,

Cevap vermeye değmez desem iyi olur.

-------

Az söyledim. Dikkat ettim, kalbini kırmamaya,

Bilirim incinirsin, yoksa sözüm çoktur sana!

------

Nîmete kavuşanlara âfiyet olsun!

-------

Kerimlerin sofrasından toprağa da pay düşer.

-------

Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ,

Göz yaşının seher vakti yaptığını,

Düşman kaçıran süngüleri çok defa,


Toz gibi yapar, bir müminin duâsı.

-------

Bu iş, büyük nîmettir. Acaba kime verirler?

-------

Bâri kalbimize bir tesellî olsun.

-------

İnsan beşer, durmaz şaşar,

Eyler hatâ, üçer beşer.

Düz ovada yürür iken,

Ayağı sürter, düşer!

-------

Din ve dünya bir araya gelirse, güzel olmaz!

-------

İstediğin gibi yaşa, birgün öleceksin!

İstediğini topla, birgün ayrılacaksın!


-------

Bildirilmesi lâzım olanı söyledim sana,

Yâ faydalanırsın, yâ da çarpar kulağına.

-------

Seni sevmek, dert ve gam tatmak içindir,

Yoksa, rahat ettirecek şeyler çoktur.

-------

Me'ârif ehlini bul, onu dinle!

Böylece Haktan ire sana eltaf!

-------

Onun hayâlinin bir ân görünmesi,

Güzellerle bulunmaktan daha tatlı.

-------

Gülbağçemi gör de, behârımı anla!


-------

Her ne olursa olsun, sevgiliden konuşmak daha tatlı!

-------

İş budur, bundan başkası hiçtir!

-------

Allaha tevekkül edenin yâveri Haktır.

Nâ-şâd gönül, birgün olur, şâd olacaktır.

-------

Sana söyliyeceğim hep şudur:

Çocuksun, yol ise korkuludur.

-------

Bağırdım iki kere, içerde kimse varsa!

-------

İlâhî nedir bu aşk, yaktı cismü cânımı?


Bundaki zevk başkadır, duyulur izhâr olmaz.

Ne tarafa giderim, bırakıp sultânımı,

Seni sevdi bu gönül, ölse ele yâr olmaz!

-------

Bir kapı kapanırsa, üzülme ey gönül, başkası açılır!

-------

Bu nîmeti bakalım kime verirler?

-------

Küfür olsa da, îman olsa da, her dilek,

Dosta kavuşmaya engel olurlar hep!

-------

Sevgili râzı olunca, herşey râzı olmuş demektir.

-------

Yanağım burda iken, sen güle bakıyorsun.


------

Kendini bırakmak, pek hoş olur ve rahat!

-------

Her ne varsa sendedir, yok sanma!

Kör gibi, her yana el uzatma.

-------

Burda hulûl, birleşmek, küfür olur, iyi bil!

-------

Dost ayrılığı, az olsa da, az değildir!

Gözde kıl parçası da olsa, çok görünür.

-------

Dinle! Namaz kılmıyanın hakkında Allah, ne demiş,

Çıksın yer ile gökümden, başka mâbut, bulsun demiş.

Getirdi Kur'anı Resûl, etmedi bazısı kabûl.

Bir vakit namazı kılmıyan, Cehennemde yansın demiş.


-------

Kendinden haberi olmayan kimse,

Nerede kaldı başka şeyleri bile?

-------

Toprak ol toprak ki, gül bitsin sende,

Topraktan başka yok, kavuşan güle.

-------

Herşeyin sahibine gelen ne, toprağa düşen ne?

-------

Yolların nerden ayrıldıklarını iyi gör!

-------

Hâşâ zulmetmez hiç, kullarına Hüdâsı!

Herkesin çektiği, kendi işinin cezâsı!

--------
Çalış, lokmayı kıymetlendir önce!

Ondan sonra, hiç korkma yi, doyunca!

-------

Zavallı câhil, sanır ki, din adamıdır;

din ile ilgisi, yalnız böyle sanmasıdır.

-------

Kâfirlerin azalması, İslâma kuvvet verir.

-------

Beni bu yoldan ayırma yâ Rabbî!

-------

Gök, Arşa nazaran pek aşağıdır,

Toprağa göre ise, çok yüksektir.

-------

Ortalık aydınlanınca olur belli,

herkesin geceyi, kimle geçirdiği!


-------

Muhammed, yüzü suyudur cihânın,

kapısının toprağı olmıyan toprak altında kalsın!

-------

Sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba?

yüksek dağlar ve korkunç tehlikeler var arada!

-------

Az söyledim sana, incitmekten sakındım,

sözüm çok ise de, anlatmaktan sıkıldım.

--------

Masal sanana, masal gibi olur,

kıymet bilene, çok faydalı olur.

--------

Bildirmesi lâzım olanı söyledim sana!

İster kıymetini bil, istersen darıl bana.


-------

Yollardaki ayrılığı gör! Nerden nereye?

-------

Sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acaba?

Yüksek dağlar ve korkunç tehlikeler var arada.

-------

Nakşibend büyükleri öyle, kılavuzdur,

ki, yolcularını gizlice kavuşturur.

Kuvvetli miknâtıs gibi, sevdiklerinden,

halvet ve çile fikrini çeker, attırır.

-------

Ciğeri yakan düşünceden gözüme uyku girmedi:

Acaba o sevgilim, geceyi kimin ile geçirdi?

-------

Sakındım lâfı uzatmaktan, iki gözüm!


kalbini kırmıyayım, yoksa, çoktur sözüm.

-------

Vücûd, lutf-i ilâhî, hayat, rahmet-i Kerim,

Ağız, atıyye-i Rahmân, kelâm fadl-ı Kadîm!

Beden, binâ-yı Hudâ, ruh, nefha-i tekrîm,

Kuvvet, ihsân-ı kudret, duygular, Vaazı Hakîm,

Bu dünyada bilseydim, ben neyim, hem neyim var?

-------

Seviyorum diyenin, güzel olsa da pek,

nâzlılığı bırakıp, nâz çekmesi gerek!

-------

Pâdişâh olsan da derler, “er kişi niyetine”

Var, musallâda yatan mevtâya bak da ibret al!

Bir kefendir âkıbet, sermâye-i bey ve fakir,

Varlığa mağrur olan, mecnûn değil de, yâ nedir?

-------

Görmezmisin ki, Peygamber gibi bir sultan,


o fakr ile eremedi, uğraşma, hemân!

-------

Âşıkın gönlü bir güzele takılınca,

rahat eder mi, başkasına kavuşunca?

Yüz demet fesleğen verseler bir bülbüle,

koklamaz hiç onu, yine gider bir güle.

Nilüfer otu, güneşe olunca âşık,

ondördüncü ayı görmek ister mi artık?

Ciğeri yanan, arar hep suyun tadını,

çok şeker verseler de, hiç beğenmez anı.

-------

Kuşumdan nasıl haber vereyim sana?

Ankâ ile yaşar hep, gitmez bir yana.

Ankâ diye ismini duymuş insanlar,

kuşumun isminiyse, hiç bilmez onlar!

-------
Herkes, bir iş için yaratılmıştır!

-------

Benim deliliğim, usta bir sevgilidir.

-------

Ömr geçti anlatmadan, derdimi, elemimi,

artık sabah oluyor, keseyim hikâyemi.

-------

Bu sonsuz okyânûsta kurbağa gibi,

el ayak oynat, zîrâ derindir dibi!

-------

Ders verecek, keşşâf tefsîri okuyacak zaman değil!

-------

Gece gündüz dilimde salât-ü selâm,

O mübârek ruhuna, ey Fahr-ul-enâm!


-------

Aranılan hazîneyi gösterdim sana!

-------

Öyle yakın olduk ki, birbirimize,

Sen bir güneş, biz de sanki birer gölge.

Ne olur ey, kimsesizlerin kimsesi,

Lutfüne kavuşsa, komşuların hepsi!

-------

Merd isen, kendine baba ol!

-------

Yetiştirdikleri gibi yürüyoruz!

-------

Ey İnsan! Evin, tarlan, bak sana zindân olmuş!

ardında koştukların hep, sana düşman olmuş!


-------

Allah sevgisinden başka, her ne güzelse,

zehirdir cânına billâh, şeker de olsa!

-------

Ciğeri yakan düşünceden, gözüme uyku girmedi,

acaba o sevgilim, geceyi kiminle geçirdi?

-------

Önderin görüntüsü, Hakkın zikrinden daha faydalıdır!

-------

Buna fânî dünya derler, durmayıp dâim döner,

Âdemoğlu, bir fenerdir, nihâyet birgün söner.

-------

İncilerin ağırlığı, sağır etmiş kulağını,

Ne yapayım, duymaz olmuş, ağlamamı, sızlamamı.

-------
Namaz kalbi temizler, kötülükten men eder.

Münevver olamazsın, namazın kılmadıkça!

-------

Saadet topu ortaya kondu.

Topu kapan yok, erlere n'oldu?

-------

Ömür geçti, derdimi anlatmak bitmedi,

bitireyim artık, gece devam etmedi.

-------

Elimden gideni, Süleymân kaptırsaydı,

hem Süleymân, hem peri, hem Ehrimen ağlarlardı.

-------

Her ne olursa olsun, dosttan konuşmak, daha tatlı!

-------
Bu, ele az geçen büyük nîmettir. Acaba kime verilir?

-------

Şekerin yalnız adını duymak bile,

daha iyidir zehir koymaktan dile!

-------

(Yoktur) ve (odur) gibi sözler,

O makamdan geri dönerler.

-------

Kapıcının incinmesi olmasaydı,

Açardım bütün cihân kapılarını.

-------

Çok cilve var, aranan sevgilide,

Kavuştum sanma, bir cilve görünce!

-------

Aşk sarhoşlarîle bulun, mey yoksa da, koku geçer.


Koku da bulunmaz ammâ, onları görmek de yeter.

-------

Vefâsızdır, ey denî dünya senin her nîmetim!

Ecel fırtınaları, mahv eyliyor her rif'atın.

-------

Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz!

-------

Masal sanana, masal gibi olur,

Kıymet bilene, çok faydalı olur.

-------

Zikret zikir, bedende iken cânın,

Kalb temizliği, zikrîledir Rahmânın.

-------

Nîmete kavuşana âfiyet olsun!

Zevallı âşık, bir damla ile doysun!


-------

Yine gelseydi eğer feyz, Ruhülkudsten,

Îsâ mucizesi, görünürdü herkesten.

-------

Topraktan çıkan, gökleri aştı.

Yer ile zaman, geride kaldı.

-------

Kapı önünde akan su, bulanık görünür!

-------

İşitmek, görmek gibi olabilir mi?

-------

Kur'an ile hadise, inanmazsa bir kişi,

ona hiç cevap verme, konuşma bitir işi!

-------
Varlığım bir görünüş, ruhum bir emânettir,

Ben demek bile, Ona, pek çirkin bir şirkettir,

Kula düşen vazîfe, sahibe itaattir,

Bana (kulum!) demesi lutuftür, inayettir,

Bu dünyada bilseydim, ben neyim, hem neyim var?

-------

Canım yavrum! Sana sözüm, yalnız şudur:

körpeciksin, yolun da çok korkuludur.

-------

Aranılan hazînenin nişânını verdim sana,

belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da.

-------

Bir kimse kör ise, güneşin suçu ne?

-------

Anlaşılamıyan bir bağlılık hep,

Rabla insan arasında var elbet!


-------

Pâdişâh, koca-karı kapısına,

gelirse, ey yeğit, sen buna şaşma!

-------

Öyle usta sürücüdür ki Nakşibendiyye;

yolcuları götürür gizli yoldan evlerine.

-------

Aranılan hazîneyi gösterdim sana!

-------

İslâmiyyet enbiyânın sünnetidir,

Cümlenin ihtidâsıdır, islâmiyet.

Hudânın, leyle-i mîraç içinde,

Habîbine atâsıdır islâmiyet.

-------

Bildirilmesi lâzım olanı söyledim sana,


Yâ faydalanırsın, yâ da çarpar kulağına.

-------

Her dilenci, olur mu bir kahramân,

Nerde sivrisinek, nerde Süleymân?

-------

Utanmalı, binlerle utanmalı!

-------

Kamış boşum dedi, şekerlendi,

Ağaç yükseldi, baltayı yedi.

-------

Sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba?

yüksek dağlar ve korkunç tehlikeler var arada.

-------

Evliyâya kim bakarsa, ten gözü ile serseri,


Bî basardır, cânı yoktur, ölüdür, değil diri.

Evliyâ candır, gerektir can gözîle bakıla,

Zîrâ ki, canlı kişiler, câna olur, müşteri.

-------

Nazlı yârim, esen havadan incinir,

gül gibi, sabah rüzgârından incinir.

-------

Hâfız, senin vazîfen, yalnız bir düâ,

duyar mı, hiç duymaz mı düşünme aslâ!

------

Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben hâlime,

titrerim mücrim gibi, baktıkca istikbâlime!

-------

Ruhül-kudsün yardımı, imdâda yetişirse,

Mesîhin yaptıkları, nasip olur herkese.

-------
İhsâna en uygun olan, günâh işleyenlerdir!

-------

Sana söyliyeceğim hep budur:

Çocuksun, yol ise korkuludur!

-------

Ben o toprağım ki, ilk behâr bulutu,

lutf eder, verir bereketli yağmuru.

Vücûdümün her kılı, dile gelse de,

şükr edemem nîmetlerinin hiçbirine.

-------

Kim bulur, zor ile, maksûduna her zaman zafer?

Gelir elbet zuhûra, ne ise, hükm-i kader.

-------

Habercinin işi, yalnız haber vermekdir.

-------
Aşkta böyle şaşılacak şeyler olur!

-------

Sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acaba?

yüksek dağlar ve korkunç tehlikeler var arada.

-------

Ey, insan adını taşıyan varlık,

Kendine gel, uyan gafletten artık!

Saadet yolun, göremezsen nâdân,

Niye vermiş sana, bu aklı Yezdân?

-------

Dost ayrılığı, az olsa da, az değildir.

Gözde, kıl parçası da olsa, çok görünür.

-------

Kötülerse, anlamayan bu büyükleri eğer,

Hâşâ! Bu iftirâdır; cevâb vermesem değer.


-------

Yazık olur açıklamak onu,

gizli kalsın gönül aşkı gibi.

Fakat gösterdim ki, yol bulalar,

bulmayıp üzülmeden yeğitler.

-------

Dosttan seni geri bırakmasın,

o şey, küfür veya îman olsa da,

seni bu yolda oyalamasın,

hiçbirşey, mâh-i cihân olsa da!

-------

Yüzbin ok ve kılınc yapamaz aslâ,

Göz yaşının seher vakti yaptığını.

Düşmanı kaçıran, süngüleri, çok def'a,

Toz hâline getirir, bir müminin düâsı.

-------

Ayna arkasındaki papağan gibiyim,


ezelî üstâd ne derse, onu söylerim.

-------

Seslerini uzaktan işitmek de büyük nîmettir.

-------

Gör ki, yollar arasındaki fark ne kadar çoktur.

-------

Bir göz ki, nazarında, ibret olmasa anın,

Başının üzerinde düşmanıdır insanın.

Kulak ki, öğüt almaz, her dinlediği şeyden,

Akıtsan yeri vardır, kurşunu deliğinden.

-------

Gelin namaz kılalım, kalbden pası silelim,

Allaha yaklaşılmaz, namaz kılınmadıkça!

Nerde namaz kılınır, günâhlar hep dökülür,

İnsan kâmil olamaz, namazı kılmadıkça!

-------
Kerimlerle yapılan işlerde güçlük yoktur!

-------

Onun güzelliği bitmez, Sa'dînin sözü tükenmez,

İstiskali susuz ölür, denizin suyu eksilmez.

-------

Ankâ avlanılmaz tuzağı topla!

tuzağa giren, olur yalnız hava!

--------

Hiç noksanı olmıyan çok uzaktır,

ona yetişiriz sanmak tuhafdır!

-------

Dostun ayrılığı az olsa da, az değildir.

göz içinde yarım kıl olsa da çok görünür.

-------
Afva kavuşan, günâhkârlardır

-------

Eğer söylersem, sonu gelmez!

-------

Herkesin işini bitirmek için, birini seçer.

-------

Kıldan ince manâlar var, kulağını eyle yakın!

her kürsîde nutk çekeni, birşey bilir sanma sakın!

-------

Susdum artık, zekîlere bu yeter,

çok bağırdım, dinleyen varsa eğer.

-------

Doğru yolu göremeyince, çöle saptılar.

-------
Ruhul kudsün feyzine eğer kavuşursan,

Mesîhin yaptıkları senden de meydana gelir.

-------

Beni sultan tutup kaldırsa topraktan,

Yakışır başımı yüksek görsem göklerden.

Ben o toprağım ki, nisân bulutu,

Acıyıp üzerime serper bereketli yağmuru.

Yüzlerle dile mâlik olsa, eğer vücûdüm,

Lutfünün şükrünü, nasıl yapabilirim?

-------

Ey mavi sema! İnsâf et de öyle söyle!

Bu ikisinden hangisi, daha hoştur şöyle:

Işık saçan güneşinin, çıkışımı şarktan,

Cihân dolaşan ayımın, doğuşu mu Şâmdan?

-------

Dünyada, çok şey var, cana tatlıdır.


Ya dosttan konuşmak, daha tatlıdır.

-------

Yabancıdan uzlet et, dosttan değil!

-------

Sevdiklerimin ayrılığından ruhum kan ağlıyor.

Onların firâkından kemiklerimin ilikleri yanıyor.

-------

Vücûdümün her zerresi dile gelse de;

Şükrünün binde birini yapamam yine!

-------

Dar olan, şekil ve sûret kabına manâ nasıl sığar?

Dilenci kulübesinde sultânın ne işi var?

-------

Anka kuşu avlanamaz, tuzağını topla!

Bu avlanmada, giren yalnız havadır tuzağa.


-------

Gidilecek yol uzundur pek,

Uygun olmaz kavuştum demek.

-------

Akıl ve düşünce ile, sıfatlar başkadır.

Hakîkatte ise, hepsi tâm kendisidir.

-------

İnsan tedbîr alır, sebeblere yapışır, takdiri bilmez,

Allahın takdiri, kulun tedbîri ile değişmez!

-------

Îman sahipleri, Cennette Allahü teâlâyı keyfiyyetsiz görecektir.

Bu görmeği anlatmak, mümkin değildir.

-------

Eğer hâkimin sopası olmasaydı,

Serhoş kâfir, Kâbe içine kusardı.


-------

Düşmânlık etmedikce, dostluk olamaz!

-------

Hâfızın feryâdı boşuna değil,

şaşacak şey çoktur onda, iyi bil!

-------

Güneş doğar, aydınlanır memleket,

sabah yıldızı görünemez elbet.

-------

Toprak nerede, temiz âlem nerede?

-------

Hallâc-ı Mensûr “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” diyor ki, Arabî beyt tercemesi:

Allahın dînine inanmıyorum, küfür lâzımdır,

müslümanlar beğenmeseler de, bence böyledir!


-------

İyiliğe elverişli olmıyan kimse,

faydalanamaz, Peygamberi de görse.

-------

Onlar, onlardır, ben de böyleyim yâ Rab!

-------

Nîmete kavuşanlara âfiyet olsun,

Zevallı âşık, birkaç damla ile doysun!

-------

Sevgilinin istediği ayrılık, bana,

Binlerce daha tatlıdır, kavuşmaktansa!

-------

Kavuşmak, nefsinin dileğidir,

ayrılık, efendinin emridir.

Her ân dost ile berâber olmak,


nefse uymaktan daha sevgilidir!

-------

Taş içindeki böcek sanır,

Yer ve gök hep orasıdır.

-------

Gidilecek yol uzundur pek;

Uygun olmaz kavuştuk demek.

-------

Varmadıkca bir kimse Fenâya,

Yol bulamaz hiç o, Kibriyâya.

-------

Ömür boyu yol alsa, hep seyr eder kendinde,

Ömür boyu yol alsa, hep seyr eder kendinde.

-------

Ey dost! Seni her yerde ararım,


Her an senden haberler sorarım.

------

Bir kimsede hâsıl olmazsa Fenâ,

Hak teâlâya yol bulamaz aslâ!

-------

Behâiyye, ne güzel götürücüdür!

Yolcuları gizlice yerine götürür.

Sözlerinin tadı sâliklerin kalbinden,

Halvette çile çekmek fikrini süpürür.

Bir câhil bu büyüklere dil uzatırsa,

Cevâb vermeğe değmez dersem iyi olur.

Hep arslanlar, bu zincire bağlanmışlardır,

Kurnaz tilki bu zinciri nasıl koparır?

-------

Kuşumdan nasıl haber vereyim sana?

Ankâ ile birlikte yaşar dâimâ!


Ankânın adını herkes bilir ammâ,

Kuşumun adını kimse bilmez aslâ.

-------

Ey, yerin gökün sahibi, ey vasfı Allahüssamed!

Sayısız isyânla geldim kapına, beni kılma red!

--------

Korkarım ki, ey câhil, Kâbeye varamazsın!

Kâbeyi sayıklama, Türkistân yolundasın!

-------

Zikr et zikr, bedende iken cânın!

Kalbin temizliği zikr iledir Rahmânın!

-------

Herkesin işi için, yaratır bir kulunu.

-------
Bütün güzellerde bulunan, yalnız sende vardır!

-------

Efendi, yükseldim, kavuştum sanıyor,

Kendini beğenmiş, yerinde sayıyor.

-------

Sevgiliye kavuşmak, ele geçer mi acaba?

Yüksek dağlar ve korkunç tehlikeler var arada!

-------

Bu şarapı tatmadıkca, tadını anlıyamazsın!

-------

Fâre, rü'yâda deve olmuş!

-------

Toprak başkadır, temiz âlem başkadır.

-------
Her dilenci, olur mu bir kahraman?

nerede sivri sinek, nerede Süleymân?

-------

Bir kimsede hâsıl olmazsa Fenâ,

Hak teâlâya yol bulamaz aslâ!

-------

Anlaşılmaz, ölçülmez bağlantılar,

Hak ile ruhumuz arasında var!

-------

Toprağa düşen nerede?

Herşeyin sahibine olan nerede?

-------

Dostun ayrılığı, az olsa da, az değildir.

Gözde yarım kıl olsa, çok görünür.

-------
Ateş, içine düşen kimseyi yakar,

Ateş olmuş kimse ise, nasıl yanar?

-------

Mûsâ , “aleyhisselâm”, sıfatlardan,

Bir ışık görüp, aklı gitti temâm.

Sen ise Muhammed! “aleyhisselâm”!

Zâtına bakar ve gülerdin müdâm.

-------

Dar olan şekil ve sûret kabına manâ nasıl sığar?

Dilencinin kulübesinde, sultânın ne işi var?

-------

Hakka bırak her işini, esbâba yapış yeter,

Bu sözüm olsun sana, ârif isen, her an rehber.

-------

Tâ önceden âdet oldu, kim ekerse, o biçer,

Pek aldandı, ziyân etti, ekmeden buğday uman!


Yetmişüç fırkadan ancak (Ehl-i Sünnet) kurtulan.

Resûlullahın yolunu onlardır bize sunan!

-------

Câhildirler, kendilerini de bilmezler,

hüner sanmaktan aybları çekinmezler.

-------

Sen onda yok ol! Kavuşmak budur.

-------

Güzellerin yaptığı, güzel olur!

-------

Herkes, birşey sanarak sevdi beni;

gel de, içimden dinle esrârımı!

Sırlarım, iniltimden ayrı değil,

fakat, anlıyacak göz, kulak var mı?

-------
Bundan sonrasını anlatmak çok incedir,

anlatmamak daha iyi olan da vardır.

-------

Sevilenlerin aşkı, gizli ve keskindir.

Sevenlerin aşkı, davul zurna iledir.

Sevenler, aşk ateşi ile erir, biter,

Sevilen, hem semizler, hem de dâim güler.

-------

Güzelliğin beni alt üst etti.

Birşey bilmiyorum, aklım gitti.

-------

Aşk, küfürden, dinden yüksek oldu.

Îmandan, inkârdan üstün oldu.

Aklı koyup, yüz âlem dolaştım,

küfür ve din ortadan gayb oldu.

Küfür, din, şek ve yakîn, herbiri,

akıl ile şimdi berâber oldu.


Her varlık, yol kesicidir sana!

hepsi bir, Sedd-i İskender oldu.

-------

Hiç yok, yalnız O var dediler, yükseldiler.

yüce serâydan, hepsi eli boş döndüler.

-------

İçerden âşinâ ol, dışardan yabancı,

Böyle güzel yürüyüş az bulunur cihânda!

-------

O pâdişâhın ihsânı boldur.

İki âlemi bir fakire verir.

Pâdişâh, bir fakir kapısına,

Gelirse şaşma, büyüklük budur!

-------

Kolay olur şehrin kapısını kapamak.

Mümkin olmaz, düşmânın ağzını kapamak.


-------

Bir güzelin yanında bulunsa kişi,

Bağ ve bostân ve güllerle olmaz işi.

-------

Mucizeden maksad, düşmanı kırmaktır.

Nebîyi sevmek demek, ona uymaktır.

Îmana gelmez herkes, mucize ile,

Îmana kavuşur insân muhabbetle.

-------

Saadet yazılmamışsa bir kimseye,

faydalanmaz Peygamberi görse de.

-------

Önce çalışmak, sonra düâ, dînin esası!

Boş durup da rahat bekliyen kulun fenâsı!

-------
Melek yüzünü örtmüş, şeytan naz yapıyor:

Şaşırdım kaldım, hayretten aklım gidiyor.

--------

Câmî! Dünya ve âhıret, ikisi birdir.

Ortada görünen bu çokluk, hep hayâldir!

-------

Hâfızın bağırması boşuna değildir;

Söylenecek, şaşılacak sözlerin yeridir!

-------

Bu âdem dedikleri, el ayakla, baş değil,

Âdem ruha denilir, surat ile kaş değil.

Beden et ve deridir, ruh bunun serveridir;

Hakkın kudret sırrıdır, ruhsuz kalıp hoş değil.

-------

Karpuzun Ebû Cehl karpuzu ile ne ilgisi var?

-------
Çalışmakta, yükselmektedir, Hakkın rızası!

Tenbel olanın elbet gelir, bir gün belâsı.

-------

Beni incitirsen çok, senden dönmem aslâ.

Hoş olur dayanmak, sevgilinin nazına.

-------

Görmezmisin, boş durdu mu hiç, insin a'lası,

Hep uğraştı, vaat etmiş iken fethi Mevlâsı.

-------

Hâfızın bağırması boşuna değildir;

söylenecek, şaşılacak sözlerin yeridir!

-------

Buraya gelince, kalemin ucu kırıldı.

-------
Dilenci evine, gelirse sultan,

ey hoca, sen bu işe şaşma hemân!

-------

Bundan sonrasını anlatmak çok incedir,

anlatmamak daha iyi olan da vardır.

-------

Bir kulunu, herkesin işine sebeb kılar.

-------

Taş içindeki böcek sanır.

Yer ve gökler, hep orasıdır.

-------

Senenin bereketi, behârından belli olur.

-------

Azıcık müslümanlığı et merak,

Din büyüklerinin sözüne bir bak!


Okusan, anlarsın sen de, o zaman,

Ne diyor Muhammed aleyhisselâm?

-------

Toprağın temiz âlem ile ne ilgisi var?

-------

Geçdi, isyân ile ömrüm, neye hâlim varacak?

Sızlıyor yaralı gönlüm, onu yoktur saracak.

Mahşer yerinde, zebânîler elinden, yâ Rab!

Eğer etmezsen, inayet, beni kim kurtaracak?

-------

Beni ne kadar incitsen, dönmem senden yine,

Dayanmak tatlı olur sevgili elemine.

-------

Müntezamdır cümle ef'âlin senin,

Aklı ermez, hikmetine kimsenin!


-------

Gel aldanma bu dünyaya, sonu vîrân olur, birgün,

Senin bu sürdüğün demler, elbet yalan olur, birgün.

-------

Toprak nerede, temiz âlemler nerede?

-------

(He) harfi bizi yetiştirendir.

(Elif) ise rabb-i Habîbullahdır.

(Lâm) Halîlullahı yetiştirmiştir.

(Mîm) kelîmullahı bildirmektedir.

-------

Gel kardeşim, inkâr etme, kıl insâf!

Kıymetli ömrünü eyleme isrâf!

Kalbini nefsin arzusundan koru,

Dışın gibi için dahî olsun sâf!

-------
Ebû Ali Sînâ kalenderlik yapsaydı,

kalenderlerin hepsi sofî olurlardı.

-------

Ağzından taşacak kadar çok yime,

açlıktan ölecek kadar az yime!

-------

Büyük ihsân, kerimlere güc gelmez!

-------

Vücûdümün her zerresi dile gelse de;

Şükrünün binde birini yapamam yine!

-------

Bu hâllerin, zevklerin, tercümânı Mektûbât,

kitabıdır ki, ondan neşroluyor füyûzât.

İlâhî nûrlar ondan yayılıyor cihâna,

er ne müşkilin varsa, yalnız sen başvur ona.


Onu çok oku dostum, bak nûrla dolacaksın,

bizzat musannifinden, feyizyâb olacaksın.

öyle kitaptır ki o, misli islâmiyette,

ne mâzîde yazılmış, ne yazılır âtîde.

Kur'andan, hadislerden sonra gelir bu Kitap,

herkese var içinde, kendine göre hitâb.

İlm, ihlâs menba'ı, hârikalar diyârı,

onda bulur arayan, eşi olmıyan yârı.

Kayyûm-i âlem [Kayyûm-i âlem, Muhammed Mâsum-i Fârûkî hazretleridir.] diyor, her
mektûbu babamın,

bir derya-yı muhîttir, sonu görünmez ânın.

Tarîkat ve şeriat, vasl olmuştur burada,

Saadet menbaıdır, dünyada ve ukbâda.

Budur Tabîb-i hâzık, budur her derde devâ,

budur kalblere şifâ, budur ruhlara gıdâ.

Budur Hakkın sevdiği, sevgililerin sözü,

budur islâmın aslı, hem de irfânın özü.

Budur Evliyâların, çeşid çeşid lisanı,


Ehl-i sünnet yolunun, gayet açık beyanı!

Aşkla yanan tâlibe, en iyi haber budur,

bilinmiyen yollarda, sâlike rehber budur.

Gece gündüz dâimâ, oku bu Mektûbâtı,

gayret et duymak için, o lezzeti, o tadı.

Oku, gülen gözlerin yaş doluncaya kadar,

oku, hakîkî aşka, kavuşuncaya kadar.

Oku, elbet o güzel, birgün rû-nümâ olur,

muhabbetle okuyan mâsivâdan kurtulur.

Saatlerce, günlerce, hep onunla meşgûl ol,

bu sözler te'sîriyle, açılır kalbe bir yol.

Bir kalb ki, meşgûl olur, bu manâyla her zaman,

elbet imdâda gelir, birgün bunları yazan.

****

Bu alıntılardan bazıları Mektubatta yerilen sözler olarak da geçer(bazı açılardan) fakat


ayıklamak mümkün olmaz şimdi..Orjinalini okumak lazım gelebilir. Şüpheli gibi olanlar
mutlaka büyüğümüzün bazı fikirleri yermek için kullandığı sözlerdir. Fakat burada hepsi onun
ilmiyle bir arada bulunduğu için sorun çıkmaz..

Mektubata buradan ulaşabilirsiniz- yanda site içi arama yazıyor oradan da kelime kelime
arayabilrsiniz mektubatı seçip
http://www.farukinet.com/kitab_mektubat.asp

Bazı sözlerde site tarafından sanırım diğer sözler yeterli görülerek koruma maksadıyla
çıkartılmış..

Mektubatın kitap halinde bulunuyorlar..

Necip Fazıl'ın da mektubat için bir sadeleştirmesi vardır

Reenkarnasyon/Tasavvuf..

Fatır / Ayet 37: Onlar, orada şöyle feryat ederler: “Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapa
geldiklerimizden başka Salih bir amel yapalım.” (Onlara): “Size düşünecek olanın düşüneceği
kadar bir ömür vermedik mi?>>>...."

Bak bu Reenkarnasyonun iptalidir..

Allah hem adaletlidir...hem de haşa gevşek değildir ki işini ertelesin..O noksan sıfatlardan
münezzehtir..

Sadık Yarim...

Sordum sarı çiçeğe: - Anen baban var mıdır ......


Dedi; benim sadık yarim kara topraktır....

...Ve hiç kimsede Allah’tan bir şey yoktur. Ve herbir kimsede, suretler ne
kadar çeşitli olursa olsun, kendi nefsinden gelenden başka bir şey
yoktur..

..Sözlerimi dikkatle dinle. Çünkü garip, alışılmamış şeyler söylüyorum. Ben kıskanç
biriyim; hem açıklamak isterim, hem de gizlemek isterim...

Ruhul Kuds'den
İbn-i Arabi Hazretleri (k.s.)

***

Euzubillahimineşşeytanirracim..

***

...Ve hiç kimsede Allah’tan bir şey yoktur. Ve herbir kimsede, suretler ne kadar çeşitli olursa
olsun, kendi nefsinden gelenden başka bir şey yoktur...

Şit Kelimesindeki Hikmeti Nefesiyye


İbn-i Arabi Hazretleri (k.s.)

***
(Sana gelen her iyilik, Allah'ın [bir ihsanı olarak] gelmekte, her kötülük de [günahlarına
karşılık olarak] kendinden gelmektedir )

[Nisa 79]

***

:)

***

Ya Allah! Dediğim zaman , niçin çağırıyorsun dedi.


Şayet çağırmasam, bu sefer, çağırsana, diyor.

İbn-i Arabi hazretleri(Allah'ın selamı üzerine olsun)

Tam Hürriyet Kulluktur

"Tam hürriyet kulluktur, hakiki kullukta da tam hürriyet vardır."

Ahmed Bin Hadraveyh

Muhyiddin İbn Arabi k.s.

..Sözlerimi dikkatle dinle. Çünkü garip, alışılmamış şeyler söylüyorum. Ben kıskanç
biriyim; hem açıklamak isterim, hem de gizlemek isterim...

Ruhul Kuds'den
İbn-i Arabi Hazretleri (k.s.)

Algıda seçicilik ne ki acep

Beyin çağrışı çağrışı duru..Algıda seçicilik ne ki acep.. Bak bu işlere de gör o ruhunun
gözlerini... Kalbine kabul ettin bu okumayı; ruhun hür..hata yapan nefsin ardına düşme..ancak
o ruhun hatadan hür...nefsin olma; içine çökersin... Ancak o ruhun hür... her harfi yediyüzbin
sevap olan bir kitabın o toplayıcı kavramları ne sevaplardır kim bilir..

Mevlana Hazretleri ve Felsefe

Dinin felsefesi;dinin ilkelerinin özünü, anlamanı temellendirmeyi,ilmi yönden izaha çalışan


bir felsefe bölümü olabilir.Fakat Hakka akıl ile ,mantıkla,bilgi ile değil de,gönül yolu ile,sevgi
ile varılacağına inanan bir sufinin felsefesi olur mu ?

(Divan-ı Kebir ,c.I,s.187)

''Felsefi düşünceleri gönlümden sürdüm,çıkardım,gönlümü tertemiz bir hale


getirdim.Gözümde de Yusuf'a ait güzelliklere yer verdim..''

(Mesnevi, c.II,s.3201-3203)
''Sende bulunan haydutluğun,mutsuzluğun azalmasını istiyorsan,çalış.Sendeki hikmet yani
felsefe azalsın.
Tabiatten ve hayalden doğan felsefe ,Allah'ın nurunu feyzinden nasibini alamamış bir
hikmettir.
Dünya hikmeti yani felsefe zannı,şüpheyi artırır.Dinin hikmeti ise,insanı göklerin üstüne
yükseltir''...

Bu beyitlerde geçen hikmet kelimesi üzerinde biraz durmamız,düşünmemiz


gerekiyor.Fransızların sagesse,İngilizlerin wisdom ,yeni Türkçemizde bilgelik diye
adlandırılan hikmet kelimesinin çeşitli anlamları var.Bu anlamlar arasında :ilahi sırlar,bizi
Hakka ulaştıran ilahi bilgiler anlamına geldiği gibi;akıl,hayal ve zan üzerine kurulan felsefe
ilmi manasına da gelmektedir.Nitekim Cami Hazrtleri şu beytinde filozofların hikmeti
ile,iman ehlinin hikmetini ayırmıştır: ''Yunan filozoflarının hikmeti,nefsin ve hevanın verdiği
vesvesedir.Allaha inanların hikmeti ,Hazreti Peygamberin buyurduklarıdır..
(Mesnevi,c.VI,S.2370-2374)
''Filozoflar şerlerinden kurtulmak için,Cennetliklerin çoğu ahmak kişilerdir.Sen de kendini
luzumsuz düşüncelerden,bilgi gururundan,kendini beğenmekten kurtar.Fazla şeyleri üstünden
at da, her an sana Haktan ilahi rahmetler yağsın.Akıllılık kendini birşey zannetmek ,alçak
gönüllü ve kırık kalpli olmanın zıttıdır.Anlayışlı olmayı bırak,ahmaklığı kendini huy
edin.Akıllı ve zeki olmayı hırs ve tama tuzağı bil.Temiz kişi ne diye şeytan gibi zeki olmayı
dilesin?Akıllı ve zeki kişiler bir sanatla iktifa etmişler,yetinmişler,halbuki Hak aşkıyla
ahmaklaşan kişiler,gördükleri sanatta kalmamışlar,sanattan sanatı yaradana yol bulmuşalrdır)
(Mesnevi,c.I,s.3283-3288)
''Felsefeci şeytanı inkar eder.Fakat inkar ettiği anda bile,şeytanın maskarası olur.
Ey filizof,eğer şeytanı görmedinse kendine bak,kendini gör.Şeytan çarpmasaydı,sende şeytani
bir delilik olmasaydı,alnın böyle göğerir mi idi?Alnında imansızlığın ve şüphenin izleri
görülü rmü idi?
Her kimin gönlünde şüphe varsa,vesvese varsa ,o kimse gizli felsefecidir.Yani
imansizdır.Kendini felsefeye kaptırmış kişi ,bazan dine inanır mümin görünür,bazende
filizofluk damarı tutar,imansızlık yüzünü karartır.
Ey Allah'a inananlar,aklınızı başınıza alınız.O filozofluk damarı ,o felsefeye inanış sizde de
vardır.Sizde daha bilmediğiniz nice sonsuz alemler vardır.
Dünyada görülen yetmiş iki din,yetmiş iki fırka,bunların hepsi sende gizlidir.Bir gün bu sapık
inançlardan birisi elini kaldırır ,açığa çıkarsa ,vay haline......'''

Yukaradaki MESNEVİ beyitlerinin son beyitinde geçen ,yetmiş iki fıkra ile peygamber
efendimizin şu mealdeki hadislerine işaret vardır.(Müslümanlar yetmişüç fırkaya
ayrılcaklar,bunların yetmiş ikisi sapıklık içinde kalacak yalnız bir fırka Muhammedi yolda
olan gerçek müslümanlar kurtulacaklardır) diye buyurmuşlardır.
Bu sepeple Hazretİ M evlana felsefeye kapılmamamızı,Muhammedi yoldan,Kur'an yolundan
ayrılmamamızı bizi tavsiye ediyor.Mevlana filozof olsaydı,felsefeden sakının der miydi?

MEVLANA (Hayatı,Şahsiyeti ve Fikirleri) Yazan=Şefik CAN ( ÖTÜKEN YAYIN)

Abdulkadir Geylani Hazretleri/ Saidi Nursi hz.

Hazret-i Gavs, o derece yüksek bir mertebeye mâlik ve o derece hârika bir keramete
mazhardır ki, kâfirlerin bir kısmı demiş: “Biz İslâmiyeti kabul edemiyoruz; fakat Abdülkadir-i
Geylanî’yi de inkâr edemiyoruz.” Hem evliyayı inkâr eden Vehhabî’nin müfrit kısmı dahi,
Hazret-i Şeyh’i inkâr edemiyorlar. Evliya onun derece-i celaletine yetişmediği, bütün ehl-i
tarîkatça teslim edilmiştir.

Saidi Nursi hz.

Kötü sözleri söyleyen O değil..

Kötülüğü yapan O değil.. Kötülüğe bırakan O olur ki, sende bir asillik var; ortaya çıksın..
Yoksa sen saklanıp dururdun, dünyadan bi haber olurdun.. O çocuklar gibi...

Abdulkadir Geylani Hazretleri *İlahi Armağan*

O büyükler, uykuyu yenmek için uyurlar. Nefse karşı çarpışmak için yerler. Zaruret olmadan
konuşmazlar. Onlara âdet, susmaktır. Ancak Rabb’lerinin kaderi onları konuşturur. İlâhî fiiller
onları konuşturur; onlar bunun farkına varmazlar. Benlikleri ölmüştür. Yarın kıyamet
olduğunda duyular nasıl konuşursa, burada onlar öyle konuşur. Onları Allah konuşturur, Allah
herkesi konuşturmaya güçlüdür. Sebepler yaratılır; onlar da konuşurlar. Herhangi bir iş için
onların kullanılması gerekince, sebepler hazır olur.

Allah'ın dileği üstündür. Arzu ettiği şeyi yapar. O büyüklerin bu şekilde konuşmaları bir
hikmete dayanır. Peygamberlerin vefatı sonunda, yerlerini bu büyükler aldı. Bir hüccet olarak
konuşurlar. Her konuşmaları bir hükme dayanır. Yarın kıyamet günü olunca, halkın özrü
kalmaz. Çünkü müjde ve çekinme mevzuunda, her sözü bu büyükler beyan etmiştir.

Peygamberlerden sonra halk, yararını onlardan öğrenecektir. Peygamberimiz:

“Bilginler, Peygamberlere vâristir.” buyuruyor.

Asıl veraset, yukarıda anlattığımız ve daha anlatacağımız huyları benimsedikten sonra başlar.

***

Ey cemaat! Allah'ın nimetlerine şükredin. Sizde bulunan nimetleri O'ndan görün. Çünkü
yaratanımız buyurdu:

“Sizde bir nimet varsa, o Allah'tandır.” (en-Nahl, 16/53)

Hani O'nun nimetlerine şükrünüz? Hâlbuki O'nun iyilikleri sizi sarmıştır. Nimetleri içinde
dönüp duruyorsunuz.

Hâlin nicedir, iyiliği başkasından gören çaresiz! Bir taraftan iyiliği Allah'tan başkasına mal
edersin, beri yana döner, nimeti az bulursun! Size gerekmeyeni, yaramazı neden beklersiniz?
Allah'ın verdiği kuvvet ve kudreti O'na isyanda harcamanıza sebep ne?

***
Ey evlat! Yalnız kaldığın zaman, seni kötü işten koruyacak duyguya muhtaçsın. Ayak
kaymasını önleyecek tedbirin olmalı. Hakk’ın her an seni kontrol ettiğini içinden sezmelisin.
Bu düşünceler varlığını sarmalı. Anlattıklarımıza şiddetle ihtiyacın vardır. Benliğini bu
öğütlerle donattıktan sonra nefisle cenge çıkman kabil olur.

Halk arasında büyük olarak tanınan kimseleri ufak bir hata yıkabilir; zahidleri şehvetler
perişan eder. Ebdâlleri, maddî varlığını manevî varlığa katmak isteyenleri, yersiz düşünce
süründürür. Bilhassa yalnızlık hâllerinde, kötü fikirlerden kendilerini korumaları gerektir.

Doğruların yıkılışı bir an işidir. Çünkü bunlar şahın kapısında beklerler. Tek tek halkı Hakk'a
çağırmaya memur edilmişlerdir. Onlar, mahlûkata şöyle hitap ederler:

“Ey kalpler! Ey Ruhlar! Ey insanlar ve cinler! Hak yolunu istiyorsanız bana gelin! Gelişiniz
kalp adımı ile olsun. Takva ve vera' caddesinden aşın, gelin. Dünyayı bırakın. Âhireti bir yana
atın. Mevlâ’nızdan başkasını düşünmeyin. Bana bu duygularla dolarak gelin!

İşte, bize uyanlar böyle olur. Gayretleri sayesinde yerle gök arasındaki boşluk dolar.

Abdulkadir Geylani Hazretleri


*İlahi Armağan*

http://www.darulkitap.com/oku/tasavvuf/v3/ilahiarmagan/

Artık yaşadığımız zaman, son demlerini geçirmektedir. Ortalığı yalan, nifak tohumlan
kapladı. İçi dışına uymayan kimselere yanaşmayın. Yalancı ve insanları doğru yoldan saptıran
kişilerden uzak durun. Onların kılığı deccal kılığıdır. Tipleri şeytana benzer. Bu vasfı onların,
yalnız dış cephelerinde aramayın. İçlerini biraz sezecek olursanız, onların fenalığını hemen
anlarsınız. Kendi iç bünyende de bulabilirsin. Nefsin de şeytan kılığına girip seni azdırabilir.
Onun da bir vasfı, deccal'dır. Onları da ıslaha çalış. Kötü arzularını da yenmeye gayret et.
Nefsin fenalığını düşünmeden başkasını kötülersen, “sana yazıklar olsun!”, derim. Varlığında
her cins kötülük saklı; münafıklık, aldatıcılık, daha birçok fenalık onda varken başkasına
sataşman ne gerek? O ayrıca Allah'a şirk de koşuyor; bunu bildiğin hâlde neden göz
yumuyorsun?

Nefsine muhalif ol. Ona uyma. Onu kuvvetle bağla, çözme. Onu hapset. Yalnız hakkı kadar
ver. Fazla verme, sonra azar, baş edemezsin. Her zaman onunla mücadele et ve onu yenmeye
çabala.

Şahsî arzularına bin. Onlar sana yük olmasınlar; işte buna meydan verme. Tabiî hevâyı yık,
yeniden yap. Onun aklı yoktur. Küçücük çocuğa benzer. Gözleri de kördür. Gideceği yolu sen
göster. Ondan bir şey de öğrenmen mümkün değildir; kendi bildiklerinden ona belki
öğretebilirsin. Öğrenmek istemez, ama hissen iyiye yanaşabilir. Aksi hâlde ondan kabul
edeceğin her hareket, senin ebedî yıkılıp gitmene sebep olur.

Şeytana nasıl yakın oluyorsun? O, senin düşmanındır. Aranıza bir kan davası girmiştir.
Babanı öldürdü. Anneni kandırdı. Âdem Baba ile Havva Ana'ya neler etti. Bilirsin, ama yine
ondan ayrı olmuyorsun. Kork, sonra onlara yaptığını, sana da yapar.

Elindeki silah takva ve tevhid olsun. Yalnız hâlinde şüpheli iş tutma. Allah'tan yardım dile.
Doğru olmak ve yardım dilemek, senin askerlerindir, işte silâh, işte asker, kumanda
edebilirsen ne âlâ; yoksa yanarsın. Bunlar sana yeter. Gayret et, şeytanı da, nefsi de, kötü
duyguları da yenebilirsin. Hak’tan yardım diledikçe, O seninledir. Bu olduktan sonra nasıl
başarı elde edemezsin ki?

***

Ey evlat! Bir eline dünyayı, öbür eline de âhireti al. İkisini yan yana getir. Bir yere yerleştir.
Aralarından çık. Mevlâ’na yönel. Tek olarak Hakk’a yönel. Kalbin çıplak olsun; onda ne
dünya; ne de âhiret bulunsun. Hiç biri olmamalı.

Mevlâ’ya yöneldiğinde, sivâdan -Hak’tan gayrı işlerden- soyun. Yaratan ile yaratılmışları
karıştırma. Hâlık'ı bırakıp halk ile olma. Bütün sebeplerden kesil. Yaratıcılık iddia edenleri
yere vur. Bunları yap, sonra dünya ile âhireti bıraktığın yere git; dünyayı nefsine ver. Âhireti
kalbine koy, Mevlâ’yı da sırrında sakla.

***

Ey evlat! Nefisle olma. Kötü arzuyla olma. Dünya ile olma. Âhireti de bırak. Hakk'ın gayrı
bildiğin her şeyden silkin. Bunları yapabildiğin an, tükenmez hazineye erersin, sonsuz hazine
dedikleri budur. Hidayet bu yolda olur; oraya erersen ölmek senin için muhal sayılır.

Günahtan dön. Koşar adımla efendine git. Tevbe edeceğin zaman dışını ve içini temizle.
Tevbe ilk defa kalple olur.

Tam ve pürüzsüz dönüşle Mevlâ'na sarıl; günah libasından çık. Mecazî mânada değil, hakikî
mânada Allah'tan utan. Bunlar kalp işidir; olması için kalbin temiz olması şarttır.
Peygamber’in göstermiş olduğu yola girmek gerekir.

Kalıbın kendine has işi vardır. Kalbe de has olan bazı işler bulunur. Sebep kisvesinden
soyunmak, kullara dayanmamak, kalbin yapması gereken şeydir. Kalp, tevekkül denizinde
yüzer. Allah bilgisini varlığına sindirir. O’nun sonsuz ilim denizine dalar. Sebebi bırakır.
Sebebin asıl sahibini arar. Bu durumda vasat hâlde bulununcaya kadar zahmet çeker. Sonra
içine döner ve şöyle der:

“Bizi yaratan, doğru yolu gösterir.” (eş-Şuârâ, 26/78)

Sonra yoluna devam eder. Yerleri aşar. Sahilleri dolaşır. Sonra... Sonra, doğruyu bulur.
Yolunu aydınlık kaplar. Allah'a hakiki mânasıyla inanır. Yolunu kesen engeller yok olur.

Hakk'ı arayanın kalbi, mesafeleri aşar. Her adımda görüşü ötelere geçer. Yürüdüğü yolda
korkulu bir şey gelse, îman kalkanı onu saklar; ona şecaat duygusu verir. Korku buharı
kalmaz, ateş korları yok olur, emniyet nuru gelir; yakınlık sevgisini benliğinde bulur.

***

Zat/Sıfat/Fiil/Tevhid/Tecelli/Tasavvuf/(Aslında bir ağrı,sızı dahi O'nun kudret


sıfatının bir fiillenmesidir

Bismillahirrahmanirrahim.

Hiç bir şeye benzemez..

Yarattıklarından bağımsızdır..

Herşey Ona aittir..

Yaratması, kendi ruhundan olan ruhlarını derecelerle (o sıfatların gizlendiği sınırsız olan
Zatından) perdelemiş olduğundan ötürü, O'nun, gördüğümüz görmediğimiz her türlü sıfatının
bize göre açığa çıkması, yani fiillenmesi, demektir aslında... Mesela O'nun kudret sıfatının
açığa çıkışı bize göre bir şeyin yükseltilmesi, kaldırılması, indirilmesi, alçaltılması veya
herhangi gördüğümüz bir başka fiildir... Bunun aslında fiil, fakat bize göre yaratma oluşu,
sadece gözlerimizle algıladığımız zannından (sınırlılığından) dolayıdır...
Bir görme engellinin bu fiilleri hissedişini tahayyül edince, aslında görülen her kımıldanışın,
O'nun, sıfatlarının derecelenerek açığa çıkışı yani fiillenmesi olduğu idrak edilir.. Yani
Rabbimizin sıfatları bize derecelenerek fiiller boyutunda zahir olmaktadır... Oysa O zatında
Tek ve sınırsız olandır... Dolayısıyla sıfatları sonsuz derecededir...Yüce Allah'ın sıfatlarını
derecelendirmesinin sebebi de sıfatlarının sınırsız, sonsuz şiddette oluşundandır..
Derecelendirir ki böylece biz mesela dünyanın dönüşünden ya da okyanusun büyüklüğünden,
uzayın büyüklüğünden rahatsızlık duymayalım... Rahatsız olduğumuzda ise işte ancak asli
itibariyle O'ndan korkmuş oluruz...Bi çokları bilmeseler de.. O Zatının sıfatlarını bu yüzden
bize gizler. Örter (Settar). Zatı ise nasıl anlatılır.. Yokdan daha görünmez. Vardan daha var..

Musa, miykatımız’a (tayin ettiğimiz vakt’e, yer’e) geldiğinde ve Rabbi de ona konuşunca,
(şöyle) dedi: “Rabbim rü’yet ettir/göster bana (kendini), nazar edeyim sana!”… (Rabbi)
buyurdu: “Beni, asla göremeyeceksin!.. Fakat şu dağa (teşbih dağı) nazar et… Şayet o (dağ)
mekanında istikrar eder ise, beni göreceksin!”… (Musa’nın) Rabbi dağa tecelli edince, onu
darmadağın-dümdüz (yok) etti… Musa da baygın (şuursuz; varlıksız) olarak düştü… (Musa
fena’dan sonra) ayılınca: “Subhansın sen (Seni tenzih ederim) !.. Sana tevbe (rücu’) ettim…
Ve ben mü’minlerin ilkiyim” dedi. (A’raf 7/143)

Ve açığa çıkan mutlaka derecelendirilir... Böylece anlaşılmış olur ki herşey O'ndandır. Ve O


şahdamarından yakındır.. O'nun dilemiş olduklarından dileyebiliriz biz ancak, ve bir şeyi
dilediğimizde yine O'nun bize göre derecelendireceği sıfatlarından O yine bizim için
fiillendirir takdir ettiğini.. Ruhumuz O'ndandır.. Yani O'nun bize üflediği ruh, zat, O'nun zatı
olan ruhundan.. Her şey Onun kudretiyledir.. Kudretidir..Sevgisidir..Gazabıdır.. Yani o yüce
Sıfatlarıdır.. Bütün kuvvet yalnızca O'na aittir.. Aslında bir ağrı,sızı dahi O'nun kudret
sıfatının bir fiillenmesidir.. Aşk, O'nun Vedud (seven,sevilen) ismi sıfatının derecelenerek
fiillenmesidir... Aslında Aşkı severiz ve seviliriz Aşk ile ya.. Ve işte aslen, dolayısıyla Zatıdır
sevilen...Bir çokları bilmeseler de...

Cennet ve katları, bu gizlenmenin, Ahirette yine derecelenerek olması yanında, sınırsıza


doğru kalkması demektir...Çünkü anlarsan "O" sıfatlarında sonsuz/sınırsız dır. Nasıl olur da
O'nun bu sıfatlarında nihayete erilsin..Zatında Tektir..

Peygamberimizin (s.a.v.) miracını tahayyül etmek imkansızdır..Ahirette dahi..Fakat Allah


bizim kalplerimizi bu dünyada ve ahirette tatmin eder...ki O'nun Zatı yeter.. Sıfatlarıyla tecelli
etmese bile...Ölsek, hiç bizi var etmese bile, O'nun Zatı yine övülmeye layıktır.. Ki o halde
bile, O bize, lütfedeceğine dair sözler vermiştir ve yapacaktır.. Çünkü Allah sözünden
dönmez. Pek çokları bilmeseler de...

Biz hareketin sırf maddi olduğunu düşünürüz...Suretler bile fiildir oysa... Hareketsizliğin de
bir hareket olması gibi.. Çünkü orda da aslında bir hareket etmeme hareketi vardır... Bir
çokları bilmeselerde...

Bir çokları O Zatını ve sıfatlarını takdir edemiyor olsalar bile..O Alemlerden


Ganidir...Yarattıklarından bağımsızdır... Hiç bir açığa çıkışına benzemez..O'nun gibisi zaten
yoktur...Dilediğini hakkıyla yapandır... Aziz.. Hakimdir... İşte O Rab.. Sevendir..sevilendir...

Yabancılaşma...

Yabancılaşma mı? Hiç bir şeye benzememesi mi...

İbn-i Arabi KAFİR! Vahdet-i Vücud KÜFÜR! Diyen KARDEŞLERE!!!..

Sonra onları siz öldürmediniz ve lâkin onları Allah öldürdü, attığın vakıt da sen atmadın ve
lâkin Allah attı, hem de mü'minlere güzel bir imtihan geçirtmek için, hakikat Allah semi'dir,
alîmdir

Enfal 17

Vahdet-i vücud'u bırak canım kardeşim!


Sen bu ayeti okuyunca içinden geçeni söyle açıkça!

-Hayır Allah'ım sen atmadın efendimiz attı

mı diyorsun!...Ne diyorsun!
Ya da buna bezner herhangi bir şey diyorsan!

NİYE DİYORSUN ? NİYE ?

...Sonra onları siz öldürmediniz ve lâkin onları Allah öldürdü, attığın vakıt da sen atmadın ve
lâkin Allah attı...

Bırak vahdet-i vücudu bırak İbn-i Arabi'ye iftira atmayı; "SEN" ne diyorsun!
- Hayır! Orada onu Allah atmadı peygamber efendimiz attı!

mı diyorsun! Ne diyorsun?

...hem de mü'minlere güzel bir imtihan geçirtmek için...

İmtihanda olduğunun farkında mısın ?

Bırak vahdet-i vücudu bırak İbn-i Arabi'ye iftira atmayı;

"SEN" ne diyeceksin Allah'a !!!

Mealen - Bütün kötülükler nefsinizden bütün iyilikler Allahtandır!

NE DİYORSUN ? NE DİYECEKSİN !

Yoksa - Hayır bütün iyilikler BENden! Bütün kötülükler de benden DEĞİL!

mi diyorsun! mi diyeceksin?

Sen eğer müslümansan kimin dediğine iman ediyorsun?

Ayet; Allah öyle derken sen ne düşünüyorsun!!!

Bırak vahdet-i vücudu bırak İbn-i Arabi'yi!

BU SENİN İMTİHANIN !

Sonra onları siz öldürmediniz ve lâkin onları Allah öldürdü, attığın vakıt da sen atmadın ve
lâkin Allah attı, hem de mü'minlere güzel bir imtihan geçirtmek için, hakikat Allah semi'dir,
alîmdir

Enfal 17

NE DİYORSUN ? HAYIR RABBİM SEN ÖLDÜRMEDİN ! SEN ATMADIN! MI


DİYORSUN ?

NE DİYORSUN ! NE DİYECEKSİN ONDAN BAŞKA İLAH OLMAYAN ALLAH'A !!!

Bırak vahdet-i vücudu bırak İbn-i Arabi'yi ! İMTİHANDAN KAÇMA !

O BÜYÜKLER BİR YERE KADAR SENİN İFTİRALARINI ÜSTLENECEK !

Allahtan başkası sana notunu vermeyecek !

Sen de Allah'tan başkasına hiçbir şekilde ne iyi ne kötü sığınamayacaksın !

Allah kafire açmaz yaptığını ! Açmaz kendini ki o kendi yaptı zanneder yaptığını!

DİNLE ! DİNLE ! KULAK VER ! KALP VER !


ALLAH'ıN YAPTIĞINI BİLEN ANCAK SAKINIR GÜNAH İŞLEMEKTEN !
ÇÜNKÜ RABBİNİN İSTEDİĞİ GİBİ İMAN ETMİŞTİR O!
BU BİR İMTİHANDIR !
İSTEMEZ RABBİ ONA KÖTÜLÜK YAZSIN !
ÇÜNKÜ BİLİR RABBİ ONA KÖTÜLÜK ETMEK İSTEMEZ !
BU YÜZDEN SAKINIR GÜNAHTAN !
İŞLEYEMEZ BİLE BİLE GÜNAHI !
ÇÜNKÜ BİLİR EĞER KÖTÜLÜK EDERSE BU ONA ALLAH'IN CEZASIDIR!
NE İYİLİK YAPTI GÖRDÜYSE DE BU ALLAH'IN LÜTFUDUR ONA !
KAFİR BİLMEZ ALLAH'IN NELER YAPTIĞINI !
NE YAPIYORSA KENDİ YAPTI SANIR !
BU YÜZDEN HERŞEY BAŞINA KALACAKTIR !
HERŞEYİ RABBİNİN YAPTIĞINI BİLEN İSE SAKINACAKTIR GÜNAHTAN !
ÇÜNKÜ BİLECEKTİR O YAPTIĞI MUTLAKA NEFSİNDEN SORULACAK !
O MÜMİN İŞTE BUNU BİLİR DE SALMAZ KENDİNİ GÜNAHLARA !
ÇÜNKÜ BİLİR YARATILAN GÜNAHLAR O'NA YAZILACAK !

Sonra onları siz öldürmediniz ve lâkin onları Allah öldürdü, attığın vakıt da sen atmadın ve
lâkin Allah attı, hem de mü'minlere güzel bir imtihan geçirtmek için, hakikat Allah semi'dir,
alîmdir

Enfal 17

NE DİYORSUN ? HAYIR RABBİM SEN ÖLDÜRMEDİN !


SEN ATMADIN! MI DİYORSUN ?

...

Telaş...

sen bir şey istiyorsun/ eğer istediğin şeyi sen vereceksen ver, hiç bekletme/ yok eğer istediğini
anladıysan; o halde, bi dur da/ verilsin

Zihninin Göğünü Tespihle Doldur..

Allah'ın ismini zihninden tespih olarak geçir ki nefsine uymamış ol.. Eğer Allah'ın bu
tespihinin ipini, uzun, yani gevşek bırakırsan, nefs, düşüncelerle o aralardan çıkıp zihnini
işgal eder.. Tespih taneleri dağılınca toplamak, ve tekrar Allah'ın ipine dizmek boş bir
zahmettir.. Nefsine zulmetme ki, o da o şekilde ruhuna zulmetmesin...Vedud Allah...Vedud
Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Tesiri sen halketmediğine
göre; göklere tırmanmayada zorlama kendini..Sonuçta, yer de, gökler de ve ikisi arasında
bulunanlar de ancak Allah'a aittir... Düşünceler gibi, duygulanmayı beklemeden, hemen bir
karşılığa bir sonuca göz koymadan, sadece bilgi olarak, zihnine diz tespihini...Vedud
Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Vedud
Allah...Vedud Allah...Meydanı boş bırakma...Bırakma ki, şimdi çok esneyen nefs, sonra çok
daralmasın... Nefsine zulmetme ki, o da o şekilde ruhuna zulmetmesin...

Allah'ın ismini zihninden tespih olarak geçir ki nefsine uymamış ol.. Eğer Allah'ın bu
tespihinin ipini, uzun, yani gevşek bırakırsan, nefs, düşüncelerle o aralardan çıkıp zihnini
işgal eder.. Tespih taneleri dağılınca toplamak, ve tekrar Allah'ın ipine dizmek boş bir
zahmettir.. Nefsine zulmetme ki, o da o şekilde ruhuna zulmetmesin... Vedud Allah...Vedud
Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Tesiri sen halketmediğine
göre; göklere tırmanmayada zorlama kendini.. Sonuçta, yer de, gökler de ve ikisi arasında
bulunanlar de ancak Allah'a aittir... Düşünceler gibi, duygulanmayı beklemeden, hemen bir
karşılığa bir sonuca göz koymadan, sadece bilgi olarak, zihnine diz tespihini... Vedud
Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Vedud Allah...Vedud
Allah...Vedud Allah...Meydanı boş bırakma...Bırakma ki, şimdi çok esneyen nefs, sonra çok
daralmasın... Nefsine zulmetme ki, o da o şekilde ruhuna zulmetmesin...

O boş, batıl düşüncelerle, zihnini işgal edecek nefsin yeri aşağıdadır.. Tespihi gevşek bırakma,
göklere ihtiyaç duyduğun zaman, "sana yer kalmadı, ey ruh" hitabını duyarsın... Zihninin
göğünü tespihle doldur..

Sonra orada Vedud Allah'tan başkalarının seslerini duymayasın...

Rasûlullah'ın huzuruna çıktığınızda

Yarın Rasûlullah'ın huzuruna çıktığınızda,"sana imanım dolayısıyla elimden gelen her seyi
yaptım"diyebilecek yüzümüz var mı?

Ahmed Hulûsi

Selametle...

Nasıl olduğunu gördü diye herşeyi sıradan karşılayan kaybetmiş bilim adamına..Aklı sadece
kendi başında kabul eden zavallı felsefeciye..Güzellikleri teraziye eksik koyup en büyük
kötülüğü kendine eden sabırsıza...Zekatı kabul etmeyen hümanist'e..... Namazı kendine
yakıştıramayan egocu'ya..Tanrısını seven deist'e...

Selametle..

http://www.youtube.com/watch?v=iY4APDrl66s

Zat-ı İlahi..

MİSÂL: İnsanda gülme ve ağlama gibi bir çok şe’nler (fiiller) vardır. İnsan gülmediği ve
ağlamadığı vakitler, bu şe’nler (fiiller) bi’l-kuvve (kuvvet, potansiyel olarak) mevcûd ve bi’l-
fiil (fiil olarak) ma’dûmdur (yoktur).Ağlaması ve gülmesi, fiilen zuhûr ettiği (meydana
çıktığı) vakit bu zuhûrât (meydana çıkışlar) , irâdesi ve ca’li (yaratması) ve te’sîri ile vâki
olmaz (gerçekleşmez) , belki iktizâ-yı zâtîsi (zatının gereği) olarak bilâ-meşiyyet
(istememeksizin) ve bilâ-ca’l (etki yapmamaksızın) ve te’sîr (etki) vâki’ olur (gerçekleşir) .
Ya’nî insan, henüz gülmeden ve ağlamadan evvel, gülmeğe ve ağlamaya hazırlanmaz ve
gülme ve ağlama şe’niyyet (fiiller) i’tibâriyle ma’nâ-yı insânîde (insanın manâsında) müttehid
(birleşmiş) iseler de, zuhûrda (açığa çıkışlarında) yekdîğerinden (birbirlerinden) ayrılırlar.
Çünki gülme, ağlamanın aynı değildir. İmdi bunlar, insanın şahsında mevcûd ve bi’l-fiil
ma’dûm (fiil olarak yok) iken, bu ma’dûm (yok) olan şe’nlerin (fiillerin) şahs-ı mevcûd
(mevcût olan şahıs) üzerinde te’sîrleri görülür. Binâenaleyh (nitekim), şahs-ı mevcûd (var
olan şahıs) bunların te’sîri (etkisi) ile zâhir oldukda, (meydana çıktıkça) ya’nî güldükde ve
ağladıkda, bu şe’nler (işler) dahi, fiilen mevcûd olurlar ve onların mevcûdiyetleri şahs-ı
mevcûda muzâfen (şahsa bağlı olarak) vâki’ (var) olur. Ve mâdemki şahs-ı insânî mevcûddur,
elbette bu şe’nler (fiiller) dahi onunla berâber bi’l-kuvve (potansiyel olarak) mevcûddurlar ve
bir sebeb tahtında (bir sebep altında) da iktizâ-yı zâtî (zatının gereği) olarak, bilâ-meşiyyet
(istemeksizin) ve bilâ ca’l (yapmamaksızın) ve te’sîr (etki olmamaksızın) fiilen zâhir olurlar
(fiil olarak görülürler) . İşte bunun gibi mevcûd-i hakîkî (tek gerçek vücût) olan Zât-ı
Ulûhiyyet’te fiilen ma’dûm (yok) olan şuûnâtın (fiillerin) te’sîri ile, Zâtullah (Allah’ın Zât’ı)
bu şuûnâtı (fiilleri) hasebiyle tecelli eder (oluşur) . Zîrâ a’yân-ı sâbite (esma terkipleri)
zuhûrun (açığa çıkmanın) illeti (sebebi) ve Zâtullah (Allah’ın Zâtı) ise, onların ma’lûlüdür
(sebebi kabûl eden, isteğini yerine getirendir) . Ve illetin (sebebin) ma’lûl (sebebi kabûl eden)
üzerinde te’sîri (etkisi) gayr-ı kabil-i (imkânsız) red ve cerhdir (çürüktür) .>>Kendi Notum:
Yani insan kasıtsız olarak üzerinde fiiller olarak açığa çıkan sıfatları ile kasıtlı olarak varlığa
çıkarmak istediği fiillerinin sıfatlarını, mutlaka özü olan, isteklerini kabul edici ayrı bir
varlıktan almaktadır..Yani burada özü olmasına rağmen ayrılık getiren nokta, insanın kendi
özündeki varlığından, bazı şeyler kasıtsız geldiği halde bazı gelmeyen şeyleri, diretmesiyle
kasıtlı (inat) olarak o özündeki varlıktan istemesindendir..Dolayısıyla özü olan istenilen O
varlıktan ayrı olduğu çok açık olduğu gibi, kastetmesiyle, niyet olarak da ayrı düşmüş olur<<
Nitekim iliyyet (sebep olmak) ve ma’lûliyyet (sebebi kabûl etmek) mes’elesi, misâl-i kevnî
îrâdı ile (misalde açıklandığı gibi) bâlâda (yukarıda) zikrolundu. Bu te’sîr (tesir) ve teessür
(tesirden etkilenme) ve illiyyet (var olma sebebi) ve ma’lûliyyet (bu sebebi kabûl etmek)
mes’eleleri, Vücûd-ı Vâhid-i Hakk’ın (tek vücûd sahibi olan Hakk’ın) niseb-i Zâtiyyesinden
(Zât’ının sıfatlarından) ibâret olup meydanda bir gayr (başka) olmadığından, şân-ı ulûhiyyette
yakışmayacak bir hüküm (emir) kabîlinde (türünde) telâkkî (kabûl) olunamaz.

Bir Fusus ül-Hikem Şerhi alıntısı >>ve ara notum<<

Allah kendisi gibi bir Allah yaratabilir mi? (Devam)

Sen olsan Aynı bir Sen mi isterdin yoksa farklı bir Sen mi...

Aynı Sen, zaten Sen olursun...Farklı olmanın adaletsizlik olduğuna hükmettiysen başka...

İşi olmayan, işi olana neden hased etsin? İşi olan, işi olmayanı neden aşağılasın?...İşi yer,
gökler ve ikisi arası olan kimdir?...Biri diğerine neden kötü olur?...Düşman değiller ise biri
diğerine niye dost olmasın...
Eli olan eli olmayana el verse neleri eksik kalır ki; eli olan eli olmayana niye düşman olsun?...

O, kendisinin yine kendisi olacağını bildiğinden.. Farklı istedi..

Yeri gökleri ve ikisi arasındakileri kavrayan ellerinden el verdi o o'suna...

O'da O'nun gibi güzel yapsın diye...

Fakat farklı eller verdiği bir başka O'su.. bu farklı O'suna verdiği ellere hased edince..

Ve ikisi de bu saçmalığa göz koyunca...

Yer, gökler ve ikisi arasında bulunanlar ateşe verildi...

Kimi O'su için aşk .. Kimi o'su için cehennem ateşi olur...
http://jonasclean.blogspot.com/2009/05/o-kadir-i-mutlak-mdr-ve-baska-bir-o.html

Felsefe ve Tasavvuf/ İbn-i Arabi (k.s)....

Şeyh bu gibi kimseler hakkında şöyle der (IV:94): - "Akılcılardan bir topluluk, görüşlerini
şekillendirirken şeriatı tamamen devre dışı bırakırlar (…) Şeriattan sadece görüşlerine uyanı
alırlar ve bunun dışındaki hükümleri ya bir kenara atarlar veya genele yönelik hitaplar olarak
değerlendirirler (…) Oysa yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına
inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?" (Bakara, 85) Şeyh, bu görüşlere sahip bazı
kimselerle bir araya gelmiş, onlarla tartışmış ve neticede tevbe etmişler. Görüş sahiplerinin
fikri miracı ile Resule tabi olanların ruhi miracını karşılaştırdığı 167. babda (II:284) gerçek
ilmin Resulün getirdiklerine iman etmek, gerçek cehalet ve ebedi bedbahtlığın da Resulden
yüz çevirip kişisel fikri takip 152 etmek, böylece Allah'ın vahyinden yüz çevirmek olduğunu
vurgular, sonra şöyle der: - " Bu mesele ile ilgili olarak acayip bir olay yaşadım. Felsefe
âlimlerinden biri benim bu sözlerimi işitmiş. Belki de kafasında değişikliğe uğratmış ya da
kendi kendine benim aklımın ne kadar zayıf olduğunu düşünmüş. Derken yüce Allah,
kendisinin şüphe etmeyeceği bir keşfe onu muttali kılmış ki, meselenin bizim söylediğimiz
gibi olduğunu anlamış. Nefsine uymaktan ve aşırı fikirlerinden pişmanlık duymuş bir halde
yanıma geldi. Kendisiyle zaman zaman sohbet ederdik. Olayı bana anlattı, pişman olduğunu
belirtti. Geçmiş hatalarından dolayı tevbe etti ve iman getirdi. Bana dedi ki: En çok hasret
çektiğim şey, şu ayetin benim hakkımda tahakkuk etmiş olmasıdır: "Ben sana cahillerden
olmamanı tavsiye ederim." (Hud, 46)…" Şeyh, bir başka filozofla da karşılaşır ve sonunda bu
filozof da, Nebilerin mucizelerini inkâr etmekten vazgeçerek tevbe eder. Bu konuda şunları
söyler (II:371): - "586 yılında bir yerde toplanmıştık. Toplantıda filozof bir kişi de vardı. Bu
adam. Müslümanların inandığı şekliyle nübüvveti inkâr ediyordu. Nebilerin gösterdikleri
mucizeleri kabul etmiyor ve hakikatler değişmez diyordu. Mevsim kıştı. Ortada yanar
vaziyette bir mangal duruyordu. Nübüvveti inkar edip yalanlayan bu adam dedi ki: Avam
diyor ki, İbrahim (a.s) ateşe atılmış ve ateş onu yakmamış. Oysa ateş doğası gereği yanma
özelliğine sahip cisimleri yakar. İbrahim Halil'in (a.s) kıssasında sözü edilen ateşten maksat,
Nemrut'un ona yönelik öfkesi ve kinidir. Yani öfke ateşi kast edilmiştir. İbrahim'in (a.s) ateşe
atılması ise, Nemrut'un öfkesinin onun üzerinde olması anlamındadır. Bu ateşin onu
yakmaması da, zorbanın öfkesinin ona etki etmemesi demektir. Çünkü İbrahim (a.s)
gösterdiği delillerle onu bir şey yapamaz hale getirmişti. Işık saçan gök cisimlerinin bat- 153
masını göstererek, eğer ilah olsalardı batmazlardı, demiş ve bunu bir delil olarak onun önüne
koymuştu… Adam sözlerini tamamlayınca mecliste bulunanlardan ve makama (Şari'nin
doğruluğunu kanıtlamak maksadıyla delil göstermek dışında, keramet göstermeyi terk etme
makamına) sahip olan biri dedi ki: Eğer sana Allah'ın söylediğinin doğruluğunu göstersem,
ateşin aslında İbrahim'i yakacağını, Allah'ın “serin ve selametli ol” diye emretmesi üzerine
onu yakmadığını ispat etsem, hemen şimdi burada kendime ait bir keramet göstermek için
değil, ama İbrahim'i savunmak için bu olayı kanıtlasam, ne dersin? İnkârcı adam dedi ki:
Böyle bir şey olamaz. Dedi ki: Şu yakıcı ateş değil mi? Evet, dedi. Dedi ki: Bu ateşin
yakmayacağını kendi üzerinde göreceksin. Sonra mangaldan bir parça ateş alarak inkârcının
kucağına attı. Ateş elbisesinin üzerinde bir süre durdu, adam eliyle çevirip duruyordu. Ateşin
yakmadığını görünce hayretten dona kaldı. Sonra öbürü ateşi mangala attı ve dedi ki: Elini
yaklaştır ateşe. Elini uzatınca, ateş elini yaktı. Ona dedi ki: İşte o olayda böyle olmuştur. Ateş
memurdur, emir üzerine yakar, emir üzerine yakmaz. Allah dilediğini yapar… Bunun üzerine
bu inkârcı filozof Müslüman oldu ve hatasını kabul etti." Şeyh, kerametlerden söz ederken
özetle şunları söylüyor (II:369): - "Hak keramet iki kısma ayrılır: Maddi ve manevi. Avam
tabakası, sadece maddi kerametleri algılar, olağanüstü hadiseler gibi. Manevi kerametleri ise,
sadece Allah'ın has kulları bilir. Bu ise, şeriatın adabını muhafaza etmek, güzel ahlak, mutlak
olarak farzları vakitlerinde eda etmek, hayırlara koşmak, göğsünde insanlara karşı kin ve
nefreti, kıskançlık ve suizannı söküp atmak, kalbi her türlü kötü sıfattan temizlemek, kalbi
nefesleri murakabe etmek, kendisinde ve eşyada Allah'ın hukukunu gözetmek gibi özellik-
154 lerle süslemek, kalbinde rabbinin izlerini araştırmak. Nefes alış verişini denetlemek,
nefesi edeple alıp, ilahi huzuru hissederek vermekten ibarettir. İşte bu, hile ve istidracın
karışmadığı keramettir. Bunda sadece yakınlaştırılmış meleklerin ve Allah'ın seçkin kullarının
katkısı vardır. Bunlar kendilerinde genel-maddi bir keramet zahir olduğunu fark ettikleri anda,
ondan kaçınıp Allah'a sığınırlar. Allah'tan bu kerameti normal adetlerle örtmesini dilerler. Ki
halkın genelinden, kendilerini ayrıcalıklı kılan bir farklılıkla belirginleşmesinler. İlim hariç.
Çünkü ilimle temayüz etmek istenen bir şeydir. İlimle temayüz etmek insanlık için yararlıdır.
İlim kerametlerin en yücesidir." Üçüncü sınıf: Bunlar, Resullere saygı gösteren, ilahi
şeriatlara iman eden, onların zahiriyle ve batınıyla amel eden hikmet ve felsefe ehli
kimselerdir. Şeyh'e göre bunlar, her türlü saygıyı ve hüsnü kabulü hak eden kimselerdir.
Futuhat'ın 66. babında (I:324-325) onların hallerini, üzerinde bulundukları hikmet esaslı
siyaseti ele almıştır. Babın sonunda şunları söylüyor: - "…Akıl erbabı derken, günümüzde
hikmet hakkında konuşanları kast etmiyorum. Bilakis akıl erbabı derken, kendi nefsiyle
meşgul olmak, riyazet, cehd, halvet, kalplerini arındırdıktan sonra semavattan vahyedilen ulvi
ilimlere hazırlanmak şeklinde onların yollarını izleyen kimseleri kast ediyorum. Akıl erbabı
derken bunları kast ediyorum. Çünkü vakitlerini laklaka, kelam ve cedel ile geçiren,
fikirlerini, ilk kuşaklardan sadır olan lafızların maddeleriyle uğraşarak harcayan, ama onların
bu lafızları aldıkları kaynaktan habersiz olan kimseler, gerçek anlamda akıl erbabı olamazlar.
Bu gün gördüğümüz kimselerin gibileri ise, hiçbir akıl sahibi kişi yanında bir değer ifade
etmezler. Çünkü bunlar Din’le alay ediyorlar, Allah'ın kullarını küçümsüyorlar, sadece kendi-
155 leriyle beraber olan, kendilerinin yolunu izleyen kimselere saygı gösterirler. Bunların
kalplerini dünya sevgisi, makam ve riyaset arzusu bürümüştür. Böyle olunca da sultanlar ve
valiler onları aşağılarlar. Böyle kimselerin sözlerine itibar edilmez. Çünkü Allah onların
kalplerini mühürlemiştir, onları sağırlaştırmış, kör etmiştir. Buna karşın her tarafta tafra
satarak, kendi zanlarınca insanların en üstünleri olduklarını iddia etmekten de geri durmazlar.
Bu yüzden, takva sahibi olmadığı halde Allah'ın dini hakkında fetva veren fakih bile, her
bakımdan bunlardan daha iyi bir durumdadır. Çünkü iman sahibi, bu imanını taklidi olarak
elde etmiş olsa da, kendilerine akıl erbabı diyen bu kimselerden daha iyidir. Aslında akıl
sahibi birini, böyle bir duruma düşmekten tenzih etmek gerekir. Gerçek anlamda akıl erbabı
olan, bir ölçüde onların hali üzere olan bazı kişilerle karşılaştık. Bunlar insanlar içinde
Resullerin değerini en iyi bilenlerdi. Hz. Resulullah'ın (s.a.v) sünnetine en fazla tabi olan,
onları en çok muhafaza eden kimselerdi. Hakkın celaline yakışan saygıyı biliyorlardı.
Allah'ın, Nebî kullarına ve onların bağlıları velilere verdiği hususiyetlerin, ilâhi, harici ve özel
feyiz yoluyla, ders ve içtihat gibi geleneksel yolların dışında bahşedilen meziyetlerin
farkındaydılar. Ki akıl düşünce melekesi itibariyle bu ilâhi feyiz ve bağışlara ulaşamaz. Bir
gün bunların büyüklerinden birini dinlemiştim. Benim, talep etmeksizin, araştırma ve okuma
yoluyla değil, Allah ile halvetim sonucu bana bahşedilen ilâhi fetihleri görmüştü ve şöyle
demişti: "Allah'ın katından bir rahmet verdiği, ilmi ledünnünden bahşettiği birini görebildiğim
bir zamanda yaşadığım için Allah'a hamdolsun. Allah dilediğini rahmetine has kılar, Allah
büyük lütuf sahibidir." Akıl ve fazilet erbabının ileri gelenlerinden olan bu adam İbn
Rüşd'dür. Şeyh, onunla karşılaşmasını Futuhat'ın 15. babında anlatır. Burada "Yaraları tedavi
eden"in (veya İdris 156 (a.s)in) kendisine ilka ettiği hutbeyi zikreder. Şöyle denmektedir bu
hutbede: - "Cennet ve dünya, süt ve bina içermek bakımından ortaktırlar. Ama biri çamur ve
samandan, öbürü ise altın ve gümüşten meydana gelmiştir. Bu, oğluna yaptığı vasiyetin bir
bölümüdür. Kuşkusuz bu büyük bir meseledir ki remz yoluyla anlatıp gitmiştir. Bunu anlayan
rahat etmiştir." Burada, ahiretteki yeniden diriliş ve hesabın hissi, manevi, maddi ve ruhani
olduğuna işaret edilmektedir, tıpkı dünyadaki hayat gibi. Ama bu başka bir alemde
gerçekleşecek bir hayattır. Bu ise, ahirette maddi cezanın gerçekleşmesini kabul etmeyen bir
çok felsefecinin inkar ettiği bir şeydir. (Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Tehfatu'l felasife,
Gazali, tah:Süleyman dünya-daru'l maarif, mısır, s. 16-21-280-289/risaletu emri'l mead, ibn
sina, s. 55-56-57, daru'l fikri'l Arabi, 1949/ el-yevakit ve'l cevahir, eş-şa'rani, bab:66)
Bedenlerin maddi olarak ahirette tekrar dirileceği, haşredileceği meselesi, kitaplarından
anlaşıldığı kadarıyla İbn Rüşd'ün kabul etmekte zorlandığı bir husustur. Çünkü masum
şari'nin açık nassları ile sadece ruhani haşri kabul eden filozofların mesnetsiz görüşleri
arasında tereddüt ettiğini yansıtan bir düşünceye sahipti. Şeyh, hem cennet ehlinin, hem
cehennem ehlinin, şeri nasslarda açıkça belirtildiği gibi, ahirette amellerinin karşılıklarını
maddi olarak alacaklarını sık sık vurgular. Resule tabi olan velinin miracı ile hekim filozofun
miracının karşılaştırdığı Futuhat'ın 167. babında (II:283), filozofun nasıl sonunda tutumundan
vazgeçtiğini, Resule tabi olduğunu, Resulün bildirdiklerinin tümüne tevilsiz iman ettiğini
açıklar ve sözlerini şöyle tamamlar: "Bedenlerin, hüküm ve devir farklılığıyla beraber
tavırdan tavıra geçmek suretiyle haşredildiklerini gördü."Şu halde ruhlar, bedenlerin
tedbirinin ayrılmaz parçalarıdır. Dünyada maddi ve unsuri 157 bedenleri yönetip tedbir
ederken, berzahta, uyuyan kimsenin gördüğü rüya gibi berzahi bedenleri tedbir etmektedir.
Ahiret ateşinde ise, tabii, unsuri, maddi ve zülmani bedenleri, cennette de tabii, maddi, latif ve
nurani bedenleri tedbir etmektedir. İşte ileri yaşlardaki Ebu'l Velid İbn Rüşd ile henüz küçük
bir çocuk olan, ama fetihlere nail olan Muhyiddin b. Arabî arasındaki konuşmanın konusu
budur. Şeyh, bu buluşmayı şöyle anlatır (I:152-153): - "Bir gün Kurtuba'da şehrin kadısı Ebu'l
Velid İbn Rüşd'ün yanına gittim. Halvet halimde Allah'ın bana fetih yoluyla ulaştırdığı
hakikatleri duyduğu için beni görmek istemişti. Çünkü duyduğu şeyler karşısında hayrete
düşmüştü. Babam, önceden hazırladığı bir plan gereği beni bir ihtiyacı için ona gönderdi.
Maksadı, onunla buluşmamı sağlamaktı. İbn Rüşd babamın arkadaşıydı. Ben o sırada henüz
çocuktum. Sakallarım çıkmamış, bıyıklarım terlememişti. Yanına girdiğim zaman, sevgi ve
saygısının bir ifadesi olarak ayağa kalktı. Beni kucakladı ve bana " Evet" dedi. Ben de "Evet"
diye karşılık verdim. Ne demek istediğini anladığım için sevinci daha da arttı. Sonra ben, bu
cevabım karşısında sevindiğini fark edince, "Hayır" dedim. Hemen kasıldı, yüzünün rengi
değişti ve içine bir kuşku düştü. Ardından şöyle dedi: Keşif ve ilahi feyizle hakikatleri nasıl
aldınız? Bize verilen düşünce gibi mi? Dedim ki: Evet, hayır… Bu evet ile hayır arasında
ruhların maddelerin ayrılıp uçtukları, boyunların bedenlerinden koptukları kadar uzun bir
mesafe vardır. Hemen rengi sarardı, titremeye ve "la havle…" demeye başladı. Ne demek
istediğimi anlamıştı. Bu, imam, kutup "Yaraları tedavi eden"in (İdris'in), sözünü ettiği
meselenin aynısıydı. Bundan sonra yanındaki bilgileri bize anlatmak için babamdan
buluşmayı istedi. Bildiklerinin benim ulaştığım hakikatlere uyup uymadığını öğrenmek
istiyordu. Çünkü fikir ve akli nazar ehliydi. Allah ile 158 halvete cahil olarak girip, ders
almadan, araştırma yapmadan, mütalaa etmeden ve okumadan bu şekilde hakikatlere vakıf
olarak çıkan birini gördüğü bir zamanda yaşadığı için Allah'a şükretti. Dedi ki: Bu, akıl erbabı
olarak ispat ettiğimiz, ama somut olarak bir kimse üzerinde gözlemleyemediğimiz bur
durumdur. Allah'a hamdolsun ki ben, kapalı kapıların üzerine açıldığı birini gördüğüm bir
zamanda yaşıyorum. Beni böyle birini görmeye has kılan Allah'a hamdolsun. Sonra onunla bir
kez daha buluşmak istedim. Bir rüyada (Allah rahmet etsin) bana göründü. Benimle onun
arasında ince bir perde vardı. Ben onu görüyordum, ama o beni ve yerimi göremiyordu. Nefsi
onu benden alıkoymuştu. Dedim ki: Üzerinde bulunduğumuz hal itibariyle bu istenen bir şey
değildir. 595 senesinde Marakeş şehrinde vefat edinceye kadar bir daha onunla görüşmedim.
Oradan Kurtuba'ya nakledildi. Mezarı Kurtuba'dadır. İçinde bulunduğu tabut hayvanın sırtına
konulduğu zaman, telif ettiği eserler yükün öbür tarafına konularak yükün dengesi sağlandı.
Ben de orada durmuştum. Yanımda da seyyid Ebu Said'in katibi edip fakih Ebu'l Hüseyin
Muhammed b. Cübeyr ile arkadaşım Ebu'l Hakem Amr b. Serrac en-Nasih vardı. Ebu'l
Hakem bize döndü ve şöyle dedi: İmam Rüşd'ü yükte neyin dengelediğini görüyor musunuz?
Bu imamdır, bunlar da onun amelleri. Teliflerini kast ediyordu. İbn Cübeyr ona dedi ki: Evet,
oğlum, gördüğün şey, ağzının kırıntısı değildir. Hemen bu sözü bir öğüt ve uyarı olarak
kaydettim. Allah hepsine rahmet etsin. Bu topluluktan benden başka hayatta kalan kimse yok.
Bununla ilgili olarak şu beyitleri söylemiştik: İşte imam ve işte amelleri Ne olurdu bileydim,
emellerini gerçekleştirdi mi?

Ateşin yanmadığı gibi../Allah'ın Zatı/Sıfatları/Tasavvuf/Yok/Hiç.

Ateşin yanmadığı gibi..


Yok' a ne kadar yok desen de Yok olmayacak.
Ve şu Yok' lar, senin iradenle Var olmazlar..
Ve Hiç bir Yok da kendi iradesiyle Var olmaz.
Ki Hiç olsunlar !...
Dostum bil!
O değerli Aklın kıyısı ve yücesi, peygamberlerin imanına
İman ise kusurları örten O kusursuz Tek İlah'a...

Allah'ı hatıra getirmeden çok konuşmak..

Allah'ı anmanın dışında fazla konuşmayın. Çünkü Allah'ı hatıra getirmeden çok konuşmak
kalbi katılaştırır. Allah'ın rahmetinden en uzak insan ise kalbi katı insandır.

s.a.v.

...o bana hamd eder ben ona hamd ederim...İbn-i Arabi k.s...

...o bana hamd eder ben ona hamd ederim... ---(Devamında İbadetin manası...)--

İbn-i Arabi k.s.

***

De ki: "Hamd Allah'a! Bir de selam ıstıfa buyurduğu kullarına!" Allah mı hayırlı, yoksa
müşriklerin şirk koştukları mı?

Neml suresi 59

Fusûsu'l-Hikem-İdris Fassından

"....Her ikisi de bir-olan-ayn’dandır. Belki de, tersine


(hakikat itibarıyla) bir ayn’dır ve (taayyün ve zuhur itibarıyla) çoğul aynlardır. Neyi görüyor
olduğuna bak!"

Fusûsu'l-Hikem-İdris Fassından

***

Hakikaten çok güzel bir bölüm...Her "1" (Örnek şu harfler) HALK (=yaratılmış) olarak ayrı
ayrı 1 ve BİR ler olduğu halde.. HALİK(=Esma-Yaratan İsmi)ismini müşahede (bilerek
bilmeyerek) ederken hem suret olarak "BİR"..hem İlmi suret olarak "BİR"..hem hiç bize
kalmadan 1 ve BİR ve Bir ler olarak algılanıyorlar...Asla da ayrı olmalarına rağmen ayrı
olmuyorlar...Fakat mutlaka ayrı oldukları halde asla ayrı değiller...Ve tümden toptan görünen
de 1 ve BİR...

***

“Hikmetleri kelimelerin kalplerine indiren Allah’a hamd olsun.''

Muhyiddin İbn-i Arabi k.s.

Tek/Vahdet-i Vücud/Varlığın Birliği/Tevhid/Tasavvuf....

Yansıma ne enteresan bir şeydir..Her bir varlık mutlaka başka bir varlıkta ya ayna gibi, ya
suyun yansımasındaki gibi ya da karşısında etten kemikten hakiki bir suret olarak başka bir
candan kendi varlığını seyredebilir..Bu yansıtma sırf ilim olarak da mevcut..mesela başka bir
varlıktan kendi varlığını düşünmek gibi..Ki ne hoş ilim de bir suret demek ki..Ve insan kendi
varlığını asla yansıma olmadan göremiyor ne hayret edilecek şey..Ben der ben der ama o ruhu
kendi varlığını bir kere bile kendi varlığı dediği gözleriyle tümden görmedi..Hem şu göz nedir
ki görsün..Her bir varlık tek tek ancak başka bir varlığa bakarak kendi varlıkları dediklerini
görebiliyorlar..Her bir varlık..tek tek..ancak başka bir varlığa bakarak..kendi varlıkları
dediklerini..görebiliyorlar..(Yansıma-Suret-İlmi Suret-Kendilerini Göremiyorlar Sırrı)...

VARLIK kelimesi de ne acayip..Benim varlığım bu ellerim gözlerim vücudum ve göremesem


de yine ruhum..O ruhu da ancak yine başka bir varlık haber verdi bana..Öyle bir varlık ki
Tekti..hala da Tek..Bilinmek istedi..Ve kendisini bilecek bir varlık yarattı..Kendi varlığından
şüphesiz..Başka bir varlık yoktu..Olan da O'nun varından.. Başka yaratıcı olan yoktu..Yok ki..
Denildiği gibi o Tektir..Bir dir..Ve bilinmek istedi..Ruhundan üfledi...O'nu bilecek bir
ruh...Hala da O tanınmak istenenin varlığından başka bir varlıktan alamaz o başka bir varlık
kendi varlığım dediğini...Her varlık ancak O'na ait..O'ndan...Ne varsa Tek sahip..Tek
yaratıcı...Bilinmek istedi..Tek olan ruhundan üfledi.. Varından var etti...'Ol!' dedi...oldu...

Allah'ı idrak, O'nun idrak edilemeyeceğini idraktir...


Hz Ebubekir Sıdk r.a.

***

De ki: " Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan
Allah'ındır."

enam 162

Cemal/Vech/Cemalullah/Dost Yüzü Bakmasa/Dost Yüzü Olmasa

Dostun yüzü bakmasa et neye yarar. Dostun yüzü olmasa niye ölmeyeyim.

Şeytan o Ali hakkında dedi ki: Ah! Bir Elinden Kurtulsam!

Alim ismini bilirsen fısıltılarının sıkıntılarını nefsinin kendisinden olduğunu bilirsin


Nefsi düşman yarattı Allah bu hakikati bilirsen es-Sabr ismine erersin
Veya savaşırsın o nefsle de Allah'ın zikrini bulursun
Nefsine Alim olmazsan ne derse eksik olduğunu farketmezsin
Ne ki yanlış dese sanki doğruyu bilmezmişsin gibi sıkıntıya düşersin
Her sözü sana kamçı olur zehir olur
Bilirsen Bilalin göğsündeki taş olur!
Ne derse inanırsın da sanki irkilirsin
Sabrı bilirsen mükafatı bilirsin, Muhsinlerden olursun
İlim bilirsen her fısıltının yanlışlığını bir bekçi gibi ruhunun kapısından tek tek doğrulara
çevirirsin
Bir Alim gibi!
Allah doğrularla beraberdir
Sabredenlerin mükafatı sınırsızdır
Onun katında en değerli Ondan en çok korkandır
Alimler Ondan en çok korkanlardır
Bilirsen nefsin ve şeytanlar usanır senden
Bu sefer sen onlardan usanmazsın
Allah için bilirsen işte onların yakalarını bırakmazsın
Düşman değil mi ya elbet uyur mu
Sen de az uyursun!
Bilirsen Allah için!
İki tatlı seslenişine kanıp başını uzatmazsan Allahtan ey Ruh!
Seni göremez ki o kör nefsin!
Allahı bırakıp da o tatlı sözlere nasıl itibar edersin
Bu devleti kime verirler
Sabredenlere verirler
Bilenlere verirler
Niyaz sahiplerine verirler
Bunları bilmediysen bir şey bildim deme!
Ruhuna er de nefsini ve şeytanları perde arkasından bir seyret ibret al
Nasıl da çalışıyorlar;
Bilmeseler de!
Allah için!
Rahat yok mu deme de hemen
gör bak bu isteği sen seslendirmeden içine fısıldayan nedir!
Niçin diyor! Nedir!
Rahat var da o rahat nefsinin bildiği üç günlük geçici dünya değil!
OKU da bil ey ruh o sonsuz rahatlık nedir!

İbn-i Arabî hazretlerinin Fahreddin Râzî’ye yazmış olduğu mektup..

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Her şeye yeten Allâh’a hamd olsun!
Salât ve selâm, onun seçtiği bütün peygamberlerin üzerine olsun!
Benim Allâh yolundaki dostum Fahreddin Muhammed Râzî’ye de selâm olsun ve Allâh onun
himmetini yüceltsin!

Bundan sonra:
Senin için biz, kendinden başka tanrı olmayan Allâh’a övgüde bulunuruz (seni Allâh’a
medhederiz).
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:
“Biriniz kardeşini severse, bunu ona bildirsin: «Ben seni seviyorum.» desin!”
Zâten yüce Allâh da:
“Birbirinize hakkı/gerçeği tavsiye ediniz” (el-Asr, 3) buyurmaktadır.
Ben, senin bazı telif eserlerine ve (bu eserlerde) yüce Allâh’ın, seni tahayyül kudreti ve
mükemmel düşünce bakımından desteklediğine vâkıf oldum.
Nefs, ne zaman sadece bedeninin taleplerinden lezzet ve haz almaya başlarsa ilâhî cömertlik
ve mevhibenin (ilâhî bağışların) tadını alamaz. Böylece yalnız ayakları altından beslenen gâfil
kimselerden olur. Fakat esaslı bir adam, üstten beslenendir. Allâh Teâlâ’nın buyurduğu gibi:
“Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden kendilerine indirilen Kur’ân’ı lâyıkıyla tatbik
etselerdi, her yönden (hem ayakları altındakinden/yeryüzünden hem de yukarıdan/göklerden)
nimete ermiş olurlardı…” (el-Mâide, 66)

Allâh’ın, onu muvaffak etmesini istediğim benim dostum bilsin ki, (Hazret-i Peygamber
-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e) kâmil mânâda vârislik, sadece bir vecihle değil, bütün
yönleriyle olandır. Zaten: “Âlimler, peygamberlerin (her yönüyle) vârisleridir.” Bu itibarla
akıllı olana gereken, bütün yönleriyle (Hazret-i Peygamber’e) vâris olmaya çalışmak ve bu
hususta gayret noksanlığına düşmemektir.

Allâh’tan, onu muvaffak kılmasını temennî ettiğim değerli dostum bilir ki; insan tabiatının
güzelliği, ancak ilâhî bilgilerle donatılmasının semeresidir ve çirkinliği de o ilâhî bilgilerden
mahrumiyet neticesidir. Yüksek ve yüce himmetli kimse için gerekli olan, ömrünü, sonradan
meydana gelmiş boş şeylerle ve onların boş ayrıntılarıyla geçirmemektir. Eğer buna dikkat
etmezse, Allah’tan gelecek olan ilâhî ve ebedî nasip ve hazlardan mahrum kalır. Yine bu
kimse için gerekli olan, kendi fikrinin delîlinden gönlünü iç huzûra erdirmesidir. Şüphesiz ki
(kendine ait) fikrin doğuş sebebi bellidir; istenilen hak ise böyle değildir. Çünkü Allâh’ı
tanımak, onu varlığı sebebiyle tanımanın tersidir. Çünkü akıllar, Allâh’ı, delil vesilesiyle değil
inkâr açısından var olması (inkâr edilememesi) sebebiyle tanır. Bu ise akılcı geçinenlerle
kelâmcıların hilâfınadır. Bu meselede onların görüşlerine katılmayan Seyyidimiz İmam
Gazâlî de, bizimle aynı görüştedir.
(Demek istiyorum ki) akıl, sübhan olan (her türlü noksan sıfatlardan ve beşerî îzahlardan
münezzeh ve her türlü kemâl sıfatlarıyla muttasıf olan) Allah’ı, kendi düşünce ve görüşü
kapasitesince bilir. Öyleyse müşâhede yoluyla Allâh’ı tanımak isteyen akıllı kimseye gerekli
olan, kalbini (kendisine ait her türlü) fikirden boşaltmasıdır.

Yâni yüksek ve yüce himmetli kimseye gerekli olan, görüntü dünyâsında aklî düşünceye bağlı
kalmamasıdır. Çünkü görüntüler âlemi, arkasındaki mânâya delâlet eden cisme bürünmüş
nurlardır. Çünkü görüntüler âlemi, yâni hayâl, aklî mânâları hissî kalıplara indirir. İlmi süt
şeklinde, Kur’ân’ı (ilâhî) ip sûretinde, dînî de kayıt sûretinde sergiler.

Yine yüksek ve yüce himmetli kimseye gerekli olan, öğreticisinin, küllî nefisten almaya
bağlanmış bir kişi olmamasıdır. Tıpkı, kişinin, aslâ bir fakirden almaya muhtaç kalmaması
gerektiği gibi… Fakir, başkası olmadan kemâl sahibi olamayandır.

Azîz ve Celîl olan Allâh’ın dışındaki her varlığın hâli böyledir, (hepsi fakirdir). Bu itibarla
sen, ilmi, ancak sübhân olan Allâh’tan keşif yoluyla almak hususunda gayret ve himmetini
artır! Muhakkıklar (Hakk’a ve hakîkate ulaşmış olanlar) bilirler ki, Allâh’tan başka fâil
yoktur. Dolayısıyla onlar, ilmi, Allah’tan başkasından almazlar. Allah’tan alışları da, akıl
yoluyla değil, keşifledir. Çünkü ehl-i himmet, ancak ilme’l-yakîni aşmak ve ayne’l-yakîne
ulaşmak sûretiyle kurtulmuşlardır.
Bil ki, mütefekkirler, herhangi bir konuda fikrî gâyelerine göre en zirveye ulaştıkları zaman,
elde ettikleri düşünceler, kendilerini azimli bir taklitçi konumuna getirir. Mesele ise fikrin o
noktada duraklamasından daha büyüktür. Fikir var olduğu müddetçe, onun bir meselede emîn
olması ve orada çakılıp kalması mümkün değildir. Fikrî sahada akılların güç bakımından
durduğu bir sınır vardır. Bir de akıllar, kabul sıfatına sahiptir ki, bu da, yüce Allâh’ın bir
hibesidir. Öyleyse akıllı kişi için gerekli olan husus, kendisini ilâhî esintilere açması, şahsî
görüşü ve kendi kazancının dar kalıplı esiri olmamasıdır. Çünkü kişi, sırf şahsî fikirleriyle
vardığı noktada şüpheyle karşı karşıyadır. Bana dostlarından ve senin hakkında güzel ve iyi
düşüncesi olan, aynı zamanda benim de güvendiğim bir şahsın anlattığına göre; bir gün sen
ağlıyordun. O şahıs ve senin etrafındakiler ağlama sebebini sordular. Sen de: “Otuz sene önce
düşündüğüm bir mesele sebebiyle ağlıyorum. Çünkü şu an o mesele hakkında yeni bir delile
ulaştım ve işin özünün önceki fikrimden tamamen farklı olduğunu anladım ve (yapmış
olduğum hatâ dolayısıyla) ağladım.”

(O hâlde değerli dostum!) Bu itibarla diyorum ki, bugün ulaşmış olduğun delil de belki bir
müddet sonra ilk meseledeki gibi olacaktır. Çünkü fikir ve ifade sana aittir.
Akıl ve fikir mertebesinde ârif olan kişiye, fikirde konaklama ve huzur bulma mümkün
değildir. Bu husus, özellikle yüce Allâh’ı tanıma ve bilmede daha geçerlidir. Kulun, yüce
Allâh’ın mâhiyetini, kendi bakış açısıyla bilmesi mümkün değildir.

Sana ne oluyor? Kardeşim, hâlâ niye bu vartada kalakalıyorsun da Hazret-i Peygamber


-sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in başlattığı nefsî - kalbî eğitim ve Allâh ile halvet yoluna
girmiyorsun. Fakat o yola girsen, Sübhân olan yüce Allâh’ın:
“Kullarımızdan bir kul… Ona katımızdan bir rahmet bağışladık. Nezdimizde bulunan özel bir
ilimden bilgiler verdik…” (el-Kehf, 65) diye buyurduğu insanların erdiği lutfa mazhar
olursun.
Senin gibi bir kimseye yakışan, bu şerefli lutuf dolu yola, yüce ve büyük mertebeye
yönelmektir.
Dostum bilsin ki, her mevcut (var edilmiş olan), sebep yanında o sebebin kendisi gibi
muhdestir/sonradan yaratılmıştır. Mevcudun iki yönü vardır. Biri, kendi sebebine dönüktür.
Diğeri de, mûcidine/kendisini var edene bakar. Var eden de yüce Allâh’tır. Fakat bütün
insanlar, kendi sebeplerinin yönüne bakarlar. Hikmet erbâbı olanlar, filozoflar ve onlar gibi
akıl meydanında dolaşanların tamamı da böyle yaparlar. Ancak peygamberler, velîler ve
melekler gibi Allâh ehli olan muhakkıklar/hakîkate erenler müstesnâdırlar. Onlar, bir taraftan
sebep vâsıtasıyla bilgileriyle beraberken diğer taraftan da mûcidlerine / yaratan Allâh’a nazar
ederler.
Onlardan bazıları, Rablarına, kendi yönüyle değil, kendi sebebi yönüyle bakmış ve şöyle
demiştir: “Kalbim, bana Rabbimi anlattı.” Kâmil bir kimse de şöyle dedi: “Rabbim bana
konuştu.”

Bu görüşe de ârif dostumuz (Bâyezîd-i Bistâmî) şöyle diyerek işâret eder: “Siz ilminizi
resimlerden (harflerden) ve ölülerden ölü olarak aldınız. Bizse, ilmimizi, hayat kaynağı olan
ve hiç ölmeyecek olandan, yâni Allâh’tan aldık!”
Kendi varlığı, başkasından istifade ile var olanın hükmü, bizce, hiçbir şeydir. Ârif kişi için
Allâh’tan başka dayanak kesinlikle yoktur.

Bundan sonra dostum bilsin ki, Hak, her ne kadar bir taneyse de onun, bize yönelen çeşitli ve
birçok yönü vardır. Dolayısıyla ilâhî ilhamlar ve onların tecellîleri, bu yönler kanalıyla olursa
onlardan sakın (kesrete aldanma)! Sana göre, Hakk’ın Rab olması, onun Müheymin
(hükümranlığını her tarafa yayıcı) olması hükmü gibi değildir. Yine onun Rahîm, yâni ebedî
rahmet kaynağı olması hükmü de, onun Muntakim (intikam alıcı) hükmü gibi değildir.
Allâh’ın diğer isimleri de böyle değerlendirilmelidir.

Bil ki, bütün sıfatları kendisinde toplayan zât olarak; Rab, Kadîr, Şekûr ve diğerleri gibi bütün
isimleri câmî bir isim mâhiyetiyle Allâh lafzı, ilâhî vecheyi ifâde eder. Yâni Allâh ismi, bütün
isimleri kendisinde toplar. Onu müşâhede ânında sen (Allah ismini) hâfızanda bulursun.
Ancak mutlak sûrette onu aslâ müşâhede edemezsin. Cenâb-ı Hak, bütün isimleri kendisinde
toplayan Allâh ismi ile sana bir dâvette bulunursa, seni neye çağırdığına dikkat et! Bu dâvet
ve müşâhedenin yönelttiği makâma iyi bak! Ve ilâhî isimlerden Allâh’ın nazarının tecellî
ettiği isme nazar kıl; çünkü sana hitap eden ve senin de müşâhede ettiğin isim odur. O da,
ifadede dönüşümlü tecellîlerle tâbir edilir. Tıpkı suda boğulan kişinin: «Yâ Gayyâs (Ey
kurtarıcı)» yahut: «Yâ Müncî (Ey ferahlatıcı)» yahut da: «Yâ Munkız (Ey dardan kurtaran)»
mânâsında sadece «Yâ Allâh!» demesi gibi… Acı çeken bir hasta da: «Yâ Allâh!» dediği
zaman, bu: «Yâ Şâfî (Ey şifa veren)» yahut: «Yâ Muâfî (Ey âfiyet veren)» mânâsınadır. Diğer
ilâhî isimlerle Allâh lafzının münâsebeti de buna benzer. Sana benim dönüşümlü dediğim
ifade, İmâm Müslim’in Sahîh’inde bahsettiği şu hadistir: “Yaratıcı tecellî eder, fakat inkâr
edilir ve ondan kaçınılır. Bunun üzerine tecellîsini, Allâh, inkâr eden ve kaçınanlar için
kendisini tanıdıkları bir sûrete dönüştürür. Böylece insanlar, önce inkâr ettiklerini sonra ikrâr
ederler.” İşte burada Rabbânî hitaplar, dâvetler ve müşâhedenin mânâsı budur.

Akıllı kişi; ilimlerden, ancak kendisini tamamlayacak ve her hâlükârda kendisiyle (öbür
dünyâya da) intikâl edecek ilimleri talep etmelidir. Bu da ancak yüce Allâh’ı, vehb ile, yâni
onun insana ihsan ettiği özel lutuflarla ve müşâhede yoluyla bilmek ve tanımakla olur. Meselâ
sendeki tıp ilmine hiç şüphesiz ki ancak çeşitli hastalıklar dünyâsında ihtiyaç duyulur. Fakat
sen hiçbir hastalığın bulunmadığı bir dünyâya intikâl ettiğin vakit orada tıp ilmiyle kimi
tedâvî edeceksin? Onun için akıllı kişi, bu dünyâda kalacak olan bilgileri, peygamberlerin tıp
bilgisi(1) gibi vehbî yolla, yâni Allah vergisi yoluyla olsa bile elde etmek husûsunda özel bir
çaba göstermez. Sen de onlara takılı kalma. Aklın ve gönlün öncelikle Allah ilmini istesin.

Mühendislik bilgisi de böyledir. Ona, ancak ölçüm alanında ihtiyaç duyulur. Sen öbür
dünyâya intikâl ettiğinde bu ilmi dünyâda bırakırsın. Her nefis, basit bir şekilde, yâni yanında
bu dünyâya âit hiçbir şey olmaksızın göçüp gider. O hâlde nefsin, âhiret âlemine göçüş
esnasında burada terk ettiği ilimlerle uğraşmayı böyle değerlendir.

Akıllı kişi, ilimden, ancak kendisinin zarûrî olarak ihtiyaç duyduğu bilgileri almalıdır. Bu
istikamette o, kendisinin taşınacağı âleme taşınacak olanı tahsîl etmeye özellikle gayret etsin!
Bu da yalnızca iki ilimden ibarettir:
1. Allâh ilmi
2. Âhiret yolculuğundaki durakların ilmi. Ki bu ilmi; âhiret merhaleleri, âdetâ evinde yürür
gibi hiçbir şeyi inkâr etmeyecek ve oradaki hiçbir şey kendisine yabancı gelmeyecek şekilde
bilmeyi gerektirir.

Şüphesiz bu iki ilmi bilen kişi, inkâr ehlinden değil irfan ehlinden olur.
O yerler (âhiret merhaleleri), imtizac (kötüyle iyinin karıştığı) yerler değil, temyiz (doğru ile
yanlışı birbirinden ayırma) yerleridir. Bu yerler, (insana) galatı da doğruyu da gösterirler. Bu
da, bu makamda bir topluluk hakkında temyiz meselesi ortaya çıktığında netleşir. O topluluk
ki, Rableri kendilerine tecellî ettiğinde: «Senden Allâh’a sığınırız. Sen Rabbimiz değilsin.
Bizler, Rabbimiz bize gelinceye kadar bekleyeceğiz.» derler. Rableri onlara, ancak onların
bildikleri şekilde tecellî ettiğinde onu ikrar ederler. Böyle bir durum ne kadar esef vericidir!
Akıllı kimseye, bu iki ilimden (Allâh ve âhiret ilminden) tarîkatteki usul üzere riyâzet,
mücâhede ve halvet yoluyla keşifler gerekir.

Ben sana halveti ve onun şartlarını ve halvet esnasında tertibine göre adım adım neler tecellî
edeceğini anlatırdım. Ancak içinde bulunduğumuz şu zaman beni bundan menediyor.
Zamanla kastettiğim de, bilmediği ve anlamadığı konularda inkâr yolunu tercih eden kötü
âlimlerdir. Onları, Hakk’ı iz’andan ve ona teslim olmaktan çelmeyen, şâyet ona îmân değil
ise; taassup, görüntü sevgisi ve riyâset sevdâsıdır.
Doğruları en iyi bilen Allâh’tır. Dönüş de O’nadır.

Tasavvuf/OL/Bu Sesler Bu Sözler...

Bak gör herşey nasıl da an be an oluşturuluyor...Bu sesler bu sözler başka kimin ki onun
seslerine sözlerine itibar edilsin...

O'nu bırakıp, O'nsuz zannettiğin hangi sese, söze, itibar ettin de; kime, kimlere böyle
öfkelendin?...

Nefsine ve nefslere itibar etme!..


Nefsine ve nefslere itibar ederek Sabr edeceğine!
Bu ikisine itibar etmemek için Sabr et!...

Ey Ateist...

Yok işte O'nun bir vücudu neye şaşkınsın bu kadar


Vücudu yoksa da yaratması var
Öyle yaratma ki canlısı var cansızı var
Aradığın nasıl bir tür ki senin; vücudsuz can yetmedi
Cansız vücuttan ne fayda göreceksin

Kader/Cüzzi İrade/Özgür İrade(Devam)

Eğer doğduğun ev, okulu olan bir mahalledeyse sen elbette o okulda okursun..Bu kaderdir..
Senin ahirette veya dünyada mutlu ya da mutsuz olmanı belirleyen bu kaderindeki olaylar
değildir... Allah ile ilişkini belirleyen; kaderine razı olman veya şükretmen.. veya az
şükretmen!... ya da isyan etmendir...Bir çok insan vardır ki kaderindeki olaylar mutsuz (Şaki)
olduğu halde kendileri mutludur (Said) ...

O Allah ki herşeye kadir olandır..Bilirsen ne mutlu sana.. İsterse kaderinde eziyet verici
olaylar olsun.. Zalimlerin yaptıklarından haberdardır...O Allah ki sınırsız merhamet
sahibir!...Bilirsen!..

http://jonasclean.blogspot.com/2009/03/iradenin-yalnzca-ona-ait-olmasna-ornek.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/04/kader.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/04/kaderdevam.html

http://jonasclean.blogspot.com/2009/04/kaderin-ve-kaderinin-dsnda.html

yardım edenden tavsiyeler..(Devam)


Eğer beraber olduğun kimseler senin gösterdiğin sevginin karşılığını göstermiyorlarsa kendi
nefsine hüzünle kapanma...Yine sev fakat fiilen bunu onlara gösterme..Sendeki sevgiye değer
bir sevgi gösterdiklerinde karşılığını vermekten de çekilme..Böylece dengeli ol..Onlar sendeki
sevgiye ulaşmak hassasiyetinde değillerse..Sen Allah'ın sana gösterdiği sevgiyi onlarla
paylaşmak zorunda olmazsın..Böylece içine dön.. Rabbinle ol..

http://jonasclean.blogspot.com/2009/04/yardm-edenden-tavsiyeler-devam.html

http://jonasclean.blogspot.com/2009/03/yardm-edenden-tavsiyeler-devam.html

http://jonasclean.blogspot.com/2009/01/yardm-edenden-tavsiyeler-devam.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/12/yardm-edenden-tavsiyeler.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/12/yardm-edenden-tavsiyeler-devam.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/11/yardm-edenden-tavsiyeler-devam.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/10/yardm-edenden-tavsiyelerdevam.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/09/yardm-edenden-tavsiyelerdevam.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/08/yardm-edenden-tavsiyeler.html

http://jonasclean.blogspot.com/2009/04/yardm-edenden-tavsiyeler-devam_22.html

Tasavvuf/Halk/Hak..

Tasavvufa yakin olmayan kimselerin düştüğü bir hata da her geçen "HALK" kavramını genel
bilinen üzere toplum=Halk manasına almalarıdır...Halbu ki tasavvuf eserlerinde geçen HALK
kavramının büyük kısmı YARATILIŞ-YARATIŞ=HALK etmek manasınadır...Kimi zaman
toplum=halk manasına kullanılırken kimi zamanda ikisi bir manada!..ya da dendiği gibi
sadece YARATIŞ-YARATILIŞ=HALK etmek manasına kullanılmıştır...

Allah herşeyin HALK edicisidir...Rabbimizin bir ismi de HALLAK tır ki daha önce de
denildiği gibi bu isim an üzere yaratışı ifade eder..Yani SANİ'nin (SANATÇI) sanatını yapar
üzere olduğu haldeki ismidir HALLAK...

Yani HALİK=yaratıcı..HALLAK=YARATAN(fiil üzere)...HALK=Yaratılmış/yaratılıyor


olan..

İşte bu da o İlmin önemine işaret eder..Ki bu anlatılan ilmi konu da hem marifet ilmini hem o
perde olduğunu zannettikleri ilmi kavrar...

Anlaşılmak o derecede hakikaten çok zor olduğu için onlar halka karşı şefkatli olmayı nasihat
ederler..yoksa >>onların kötü zan ederek<>marifeti kapsayan << ilim...

Bilenler bilirler ki rabbimizin HALİK ismini zikretmekle HALLAK ismini zikretmek


kıyaslama yapmamak şartıyla birbirinden çok farklı yakınlaşmaları hissettirir...
Öyleyse nazdan usandıran kimdir?...Kimin cefası çekilir? Kimin zahmeti!...

Şimdi şu ilme bakınız ki Allah onun açığa çıkartıp gizlediği sevgisinden ayırmasın...

***

Hiç kimse Hakk'ı bilemedi.Bu itibarla insanlar biribirinden farklı ve mertebeleri değişik oldu.

İbn Arabi (k.s)


Fusus ül Hikem, X. Fass

***

Yine sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratması ve aranızda bir sevgi
ve bir esirgeme yapması da O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim
için ibretler vardır.

Rum 21

***

http://jonasclean.blogspot.com/2009/02/sr.html

Hattâ onlar; ilmin perde olduğunu söylerler...

--ilim hakkında niye bu kadar çok beyanatta bulunduk. Zira, ilmin


makamı hakkında kendilerinde cehaletin gâlib geldiği ve heva-ı nefsin
kendileriyle oyun oynadığı adedleri sayılmayacak kadar kimseler bu
zamanda türemeye başladılar. Hattâ onlar; ilmin perde olduğunu söylerler.
And olsun!..
Onlar, söylemiş oldukları bu şeye inanıyorlarsa farkında olmadan
doğru söylemişlerdir.
Evet!.
İlim, kalbi gafletten, cehaletten ve ilmin zıttı şeylerden engelleyen
büyük bir perdedir.
Öyle ise, ilim hakikâte ulaşmaya kesinlikle engel değildir. Ancak,
İlimle gururlanılmadığı müddetçe.--

İbn-i Arabi (k.s.)

Çok Önemli En Önemli...Tasavvuf/İlim/Muşahede

İKİNCİ MERTEBE
İkinci Mertebe: HİDÂYET MERTEBESldir
İlmi olan ikinci mevkinin unvanı Âlem-i Şehâdete müdebbir olan
imamın kalbine gelen hidâyet yıldızıdır.
Bu yıldız hidâyetin kabulüne sebebdir. Bu da islâmi Feleklerden
dördüncüsüdür.
«Allah, şu hakikâti: Kendisinden başka hiçbir Tanrı olmadığını,
adaleti ayakda tutarak (delilleriyle, Âyetleriyle) açıkladı. Melekler
(bunu ikrar etti, hakîkî) ilim sâhibleri (Nebîler, Alimle)de (böylece
inandı). Ondan başka hiçbir Tanrı yoktur. "O" mutlak ğalibdir, yegane
hüküm ve hikmet sahibidir.»
(Al-i İmrân Sûresi, Âyet: 18)
Bu Âyette Allah Subhânehu, kullarına ilmin şerefini kendi Zât'ını ilimle
vasıflayarak bildirmektedir. Öyle ise, Ey muvaffak ve said oğlum!, ilmin
şerefi kâmille sahib olduğunu itikad et.
ilim sıfatı varlığı vacib, varlığı caiz ve varlığı muhal olan her şeye
bağlantısı bulunduğundan ötürü, sıfatların en kapsamlısıdır. İlmin dışındaki
hiçbir sıfat, varlığı vacib, varlığı caiz ve varlığı muhal olan şeylerin
tamamına taalluk etmez. Belki ilmin dışındaki sıfatlar ya varlığı caiz olan
şeylere veya varlığı vacib ve caiz olanlara bağlantısı olur.
Ey Aziz!.
İlim için iki şeref vardır.
Bu şereflerden birincisi; ilmin kendisi itibariyle,
İkincisi; bilinen şeyler yönüyledir.
Bunların açıklaması:
İlmin kendisi itibariyle olan şerefi, üç şeyden dolayı hâsıl
olmaktadır.
1- ilmin, eşyanın nefs-ul emir (realite)de bulundukları hakikâtlarına seni
ulaştırması,
2- Bilmek istediğin şeylerle alâkalı sende bilgisizlik varsa ilim o
bilgisizliği senden gidermesi,
- 34 -
3- ilim, zanni, şüpheli, ilmi gerçeklerle ters düşen bilgileri ve gaflet
edilen meselelerdeki gafleti izâle etmesi itibariyle, ilmin bizzat kendisinde
büyük bir şeref vardır.
Bilinen şeyler yönüyle ilimdeki şerefe gelince.. O şerefi ma'lumu
elde etme itibariyle hâsıl olan şereftir.
Yani, ma'lumatların bir kısmı, bazı kısımlarına nazaran daha şerefli ve
üstün olduğu gibi, bazı ilimlerde bazısından daha üstün olur. Meselâ;
Hak'kın Sıfat ve Fiillerini bilmekten ötürü Hak'kı bilme vasfı kendisinde
bulunan şahısla Zeyd'in evde olmaklığını bilmekten ötürü kendisinde
Zeyd'in evde oluşunu bilme vasfı.. Bulunan şahıs arasında şeref
bakımından çok büyük fark vardır. Nasıl ki bu iki malum arasında şeref
bakımından hiçbir münasebet yoktur.. Aynen öyle de o iki ilmin arasında
da şeref cihetinde hiçbir alâka mevcûd değildir, öyle ise bu ikinci şeref
malumdan ilme arız olan üstünlük ve şerefdir.
Allah Tealâ, Kurân-ı Kerîm'in birçok yerinde alimlerden övgüyle
bahsetmektedir. Birçok Âyette de kendisini ilimle vasıfladığı gibi, kullarını
da ilimle vasıflıyor. O Âyetlerden biri de mevzunun başlangıcında zikr
ettiğimiz Al-i imrân Sûresinin 18. Âyetidir. Bu Âyette Allah Subhanehu
kendisini Melekleri ve insanları ilimle vasıflamıştır. Zira şahidlik bir şeyi
görüp onu itiraf etmektir. Dolayısıyla burada ki itirafda ancak bilmekle
oluşur. Öyle ise bilinmeyen bir mevzuda şahidlik yapılmaz.
Bu Âyetin işaretiyle şöyle bir netice zuhura gelmektedir. Hakikâtte
Tevhîd Ehlî ancak Ulemâ'dır. Ve böyle olduğunu bu âyetle Allah
Subhanehu Celle, bil'işâre ile bizlere bildirmektedir.
Tevhid kendisine ulaşabilen makamların en şereflisidir. Tevhidin
ötesinde hiçbir makam yoktur. Fakat ikilik vardır.
Öyle ise Tevhîd yolunda itikâd veya hâl yönüyle bir kimsenin
ayakları kayarsa hiç kuşkusuz o kimse şirkin içine düşer. Artık her
kim ki ayağı inançta (itikâtda) kayarsa, o ebedi olarak şakilerden olur.
Ve onu ebedi ateşten ne şefaatçıların şefaati ne de başka bir şey
çıkaramaz.
Her kim de hâl de (yani ameli konularda) ayağı kayarsa o da gaflet
sahibidir. Öyle gaflet ki Zikrullah onu giderir. Veya tevbe eder ve terk
ettiği şeyleri yapabilir. Zira bu gafletten ötürü Allah'ın emirlerine ve
yasaklarına riâyet etmeyen şahısta imân billah bakîdir. İmânı kaldığı
müddetçe umulur ki Allah ona lûtfuyia afveder.
Öyle ise Allah'ın Rasûlü Aleyhisselâm'ın vasıtasıyla bizlere dinen
inanılması zaruri olan şeylere inanmayan insanlar ebedi olarak ateşte
kalacaklardır.
Ancak dinen inanılması zaruri olan şeylere inandığı halde,
- 35 -
gereğince yaşayamayan insanlar ise, onların hâli Allah'ın dileğine
bağlıdır, isterse onları afveder Cennete koyar ve isterse amellerinden
dolayı cezalarını çektikten sonra Cennete dahil eder.
ilmin faziletine delâlet eden âyetlerden birisi de Allah Tealâ'nın hazreti
Musa'nın arkadaşı hakkında ki buyruğudur:
«Derken kullarımızdan (öyle) bir kul buldular ki biz ona
tarafımızdan bir Rahmet vermiş, kendisine nezdimizden (haas) bir ilim
öğretmiştik.» (Kehf Sûresi, Âyet: 65)
Burada ki ilim, ilhamla öğrenilen ilimdir. Öyle ise âlim, ilmi kesbiye
sâhib olduğu gibi ilham ve hikmete de sâhibdir.
İlmin faziletine delâlet eden âyetlerden biri de şu âyettir:
«Allah'tan, kulları içinde, ancak alimler korkar.» (Fatır Sûresi, Âyet:
28)
öyle ise ulema; ilim, ilham ve hikmete sâhib oldukları gibi haşyete de
sâhibdirler, ilmin faziletine delâlet eden âyetlerden biri de:
«İşte misâller!. Biz onları insanlar için irâd ediyoruz. Âlim
olanlardan başkası onları anlamaz.» (Ankebut Sûresi, Âyet: 43)
öyle ise âlimler Allah'ın âyetlerinin hükümlerini ve tafsilatlarını
gereğince anlarlar, ilmin faziletine delâlet eden âyetlerden biri de;
«ilimde yüksek payeye erenler ise; "Biz "O"na inandık. Hepsi
Rabb'imizin katındadır" derler.» (Al-i imran Sûresi, Âyet: 7)
Öyle ise; âlimler, ilimde kök saldıkları için şüphe, şek gibi şeyler asla
onları, ilimle müşahede ettikleri hakikâtlerden saptıramaz.
ilmin faziletine delâlet eden âyetlerden biri de;
«İsrail oğulları bilginlerinin bunu bilmesi de onlar için bir âyet (bir
delîl) değil miydi?» (Şuarâ Sûresi, Âyet: 197)
Öyle ise ulema nesnelerin varlığı açığa çıkmadan önce onların
oluşumlarını bilirler ve onlar husûla gelmeden oluşacaklarını
bildirirler.
ALLAH Tealâ, Nebîsine -Allah'ın Salât ve Selâmı onun üzerine
olsun- ilimde ziyâdeliği tâleb etmesini emrederek ilim sıfatının yüksek
şerefini bildirmektedir.
Rabbi zidnîilmâ.
«"Rabbim, ilmimi artır" de.»
(Tahâ Sûresi, Âyet: 114)
- 36 -
Ey Aziz!.
Cenab-ı Hak, Rasûlüne ilmi sıfatının dışındaki sıfatlar hakkında
böyle bir talebi emretmemiştir. Bu da bize ilmin Allah katındaki
şerefini izah etmektedir.
ilim hakkında niye bu kadar çok beyanatta bulunduk. Zira, ilmin
makamı hakkında kendilerinde cehaletin gâlib geldiği ve heva-ı nefsin
kendileriyle oyun oynadığı adedleri sayılmayacak kadar kimseler bu
zamanda türemeye başladılar. Hattâ onlar; ilmin perde olduğunu söylerler.
And olsun!..
Onlar, söylemiş oldukları bu şeye inanıyorlarsa farkında olmadan
doğru söylemişlerdir.
Evet!.
İlim, kalbi gafletten, cehaletten ve ilmin zıttı şeylerden engelleyen
büyük bir perdedir.
Öyle ise, ilim hakikâte ulaşmaya kesinlikle engel değildir. Ancak,
İlimle gururlamlmadığı müddetçe.
İlim ne şerefli bir sıfattır ki; Allah Subhanehû bizlere, ondan lezzet ve
hâz almakla ihsanda bulundu. Nasıl olur da insan ilimden ötürü sevinmez.
İlim, öyle bir sıfattır ki onu elde etmek için her şey terk edilebilir.
İlim için iki yüce şeref vardır. Şöyle ki:
1- Allah Tealâ, kendi Zâtını ilimle vasıflamıştır.
2- Kur'an'da Enbiyâ ve Melekler ilimle övülmeye mazhar olmuşlardır.
Dolayısıyla Ulemâ, Enbiyâ'nın varisleridir.
Ey Aziz!.
Allah Tealâ, bizleri ilimde Enbiyâya varis kılmakla bize en büyük
nimetle ihsandan bulunmuştur.
Bu ihsana nail olmamızı da Allah Rasûlü Aleyhisselâtu Vesselam
şöyle beyân etmiştir:
«Enbiyâ ne bir dinar, ne de bir dirhem miras bırakmışlardır.
Onların bıraktığı miras, ancak ilimdir. Kim ilme nail olursa büyük bir
nasibe, yüksek bir dereceye ulaşır.» (Tirmizi)
Ey insanlar!.
Allah ve Rasûlü'nün bizler hakkında kullandıkları ismi niçin değiştirip
yerine Arif diyorsunuz? Bu yaptığınız, nefsin yaratılışında asi olan
muhalefet etme özelliğinden peyda olmaktadır. Zira nefis Allah'ın emir
ettiklerine muhalif hareket etmek üzere yaratılmıştır. Ve sen halâ
- 37 -
"Âlim" demekten kaçınıp "Arif" istimal etmekte ısrar ediyorsun..
Allah'a muhalefet etmekten hâsıl olacak mahrumiyetten Allah'a
sığınırız.
Marifet, Arap lisânında ilmin derecesinden haddi zatında düşüktür.
Zira marifet tek mefu'le geçiş yaptığı için onunla tek bir fâide hâsıl olur.
ilim ise, iki mef'ule geçiş sağladığı için onunla iki fâide vücûda gelir.
Zikr edeceğimiz âyette ilim, marifetin yerinde kullanılmıştır. Şöyle ki: «Hem
de sizin bilmediğiniz..» (Enfâl Sûresi, Âyet: 60)
Aslında ilim, iki mef'ule tesir edendir.. Fakat burada marifet yerinde
niyâbeten istimal edildiğinden ötürü tek mef'ule tesirde bulunmakta esas
anlamına bir noksanlık peyda olmuştur, ilim ve marifete her ne kadar bir
şeyin hakikâtini olduğu gibi idrâk etmekte birdirler.
Bize ne oluyor ki, biz Allah'ın kullandığı ismi terk edip yerine başka bir
şeyi zikr ediyoruz!!!
İlimle marifet arasında çok ince bir fark vardır. O da ilim;
külliyatlara taalluk eder. Marifet ise cüzivatlara.
Öyle ise, ilmin muteallak külliyatlara nazaren cûziyatlara olan
muteallakı itibariyle küllileri kapsamına almaz, işte bu farka binaen
Allah'a "Âlim" denir. "Arif" denilmesi caiz değildir.
ilmin kendisinde vaaz edilmesi gerekli olan makamda marifeti kullanan
şahıslar, Verasat-ı Nebevide tahkik sahibi olsaydılar o makama ilim ve
makam sahibine de Âlim ismini verirlerdi. Böylece onlar, adâb-ı ilâhiye ile
hareket etmiş olurlardı.
Sehl bin Abdullah -Allah ondan razı olsun- bu makamda alâkalı
söylemiş olduğu şu cümleleri, işin hakikâtini ne güzel izah etmektedir.
— "Kişinin Ârif-i Billâh olması; ilim ile ALLAH'I bilmesine bağlıdır.
Âlim olması da mahlukata Rahmet ile muamele etmesiyle
gerçekleşir."
Sehl - Allah ondan razı olsun - böyle dedikten sonra da;
— "Semâlar yeryüzü için, yerin içi yerin üstündekiler için, âhıret
dünya için, ulemâ cahiller için ve Nebî-i Zişân - Allah'ın Salât ve
Selâmı onun üzerine olsun - bütün mahlûkat için Rahmet'tir." dedi.
Ey Aziz!.
Allah seni muvaffak kılsın!.
Düşün, bak!.. Sehl, âlimi hangi makama koydu ve kime benzetti!!!..
Bu yüce imâmın idrâk ettiklerini bize de idrâk ettiren Allah'a hamd
olsun. Öyle imâm ki muhakkikin sofîlere karşı Allah'ın hüccetidir. Zira Ebu-I
- 38 -
Kasım Cüneyd onun hakkında şöyle söylemiştir:
— "Hz. Süleyman, meliklere karşı, Hazreti Eyyub belâlara duçar
olanlara karşı, Hazreti MUHAMMED Aleyhisselâm fukaraya karşı ve
Sehl bin Abdullah da sofîlere karşı Allah'ın hüccet ve delilidir."
Cüneyd, Enbiyâ'yı bir takım şeyleri iddia edenlerin her bir grubuna
karşı Allah'ın hüccet ve delilleri olduğunu söylüyor. Bu söz Cüneyd'in Sehl
bin Abdullah'ın makamı için yaptığı şâhidlik vesikasıdır.
imâm Kuseyri "Risâle-i Kuşeyri"de Cüneyd için; "O Seyyidu-I
taifedir." Yani, "Sofilerin önderlerinden biridir." diyor, imâm Kuseyri'de
sofilerin önderlerinden biridir.
Öyle ise söylediğimiz bu hükümde onlara muvafık oluşumuzdan ötürü
Allah'a hamd ederiz.
Sehl'in söylediği bu cümlede şu sonuca varıyoruz..
Kişinin Ârif-i billâh olması ancak kendisinden önce yaşamış
muhakkiklerin usûl ve kaidelerinde, söylediği şeylerin denk olması ve
bu husus da onlar gibi İlâhi ahlâkla ahlâklanmasıyla gerçekleşir. İşte
bu ahlâk gereği zahiri ve batini ilme sahib olanlara "Âlim" derler.
Ebû Tâlib-i Mekkî "Kut" adlı kitabında Sehl bin Abdullah'ın ilim sahibleri
hakkında şöyle dediğini nakleder:
— Â'limimiz ve büyüğümüz olan Sehl bin Abdullah; "Âlimin üç tür
ilmi vardır.
1) Zahir ehline öğrettiği ilmi zahirisi,
2) Ehlinden başkasına öğretmediği ilm-i bâtınî,
3) Allah ile ilim sahibi arasında sırr olan ilim ki, bu da onun imân
hakikâtidir. Ne zahir ehline ne de bâtın ehline söylemez." dedi.
Görüldüğü gibi Sehl üç tür ilim sıfatıyla mevsuf olan şahsı, âlim ve
bildiklerine de ilim ismi vermiştir, işte Sehl'i böyle söylemeye yönlendiren
tek unsurun Ahlâk-ı ilâhi ile ahlâklanmasıdır.
Bu şerif makamdan dereceleri düşük olanlar ve himmetleri ya
Rab'lerine veya nefislerine taalluk edenlere, bulundukları makam
kendilerine Arif demelerine sebeb olmuştur. Zira muhakkikin sofilerin
katında Bekâ-ı Resm" diye tâbir edilen kemâl-ı hakikî; ancak Rab'lerini
ve nefislerini birlikte müşahede edenlerde gerçekleşir.
Şehrzurîve başkaları;
— "Hâli itibariyle yalnız Rabbisini müşahede eden kimsenin
kemâlat dereceleri noksandır, ve o kişi fâideden beridir" demişlerdir.
Kulun, hem nefsini hem de Rabbisini müşâhade etmekiiğinde,
- 39 -
Hakkın kendisini kendisiyle muşâhadesi gerçekleşir. Ve bu durumda
Rabb'in Ganî, Kadir ve bütün kemâlatlara sahib ve nefsinin aciz, fakir
ve bütün noksanlıklara sahib olduğunu müşâhade etmekle iki fâide
elde etmiştir.
Ancak hâli itibariyle yalnız Rabbisini müşâhade ettiğine inanan
kimse, kendi nefsini müşâhadesizliğinden ötürü, kendisinden geçip
giden fâideleri kazandığını ZAN eder. Halbuki bu kimse, varlığı
kesinlikle gerçekleşmeyen bir müşahedeyi iddia etmiştir. Bu da
müşahede makamında bir şeyleri birbirine karıştırmaktan ibarettir.
Kendisine nefsi duygulardan arınmaktık bu müşahede de onun
işlerini üstlendiğini zan etmesidir. Artık böyle bir kimse, hâli ile beşeri
özelliklerden arınarak ilâhi ahlâklarla ahlâklandığını hayâl eder..
Halbuki bu durum sahibi olan şahıs, bütün işlerini ve nefsini gark
eden derin bir uykuya dalan şahsın hâli gibidir. Öyle uyku ki uyuyan
şahıs o hâlde ne hisleri ne de nefsiyle birlikte olamaz.. Aynen bu makamı
iddia eden şahısda, bulunduğu müşahede de ne nefsiyle ne de Rabbisiyle
beraber değildir.
His ve nefsinden alâkasını kesen uykuya dalan kimseyi o şahsın hâlini
izah etmek için örnek vermemiz mevzûyu daha iyi idrâk etmen içindir.
Bu uykuda ki adam uyandığında ona şöyle denilecek; "Sen
uyuduktan sonra his âleminde bizlere peyda olan nice ilimlerden sen
mahrum kaldın. Peki hayâl âleminden senin için hâsıl olan bir fâide
var mı? " o da; "Hayır!. Bir şey görmedim, bir şey bilmedim" diyecek.
Ona bu cevâptan sonra şöyle diyecekler; "And olsun ki, sen ne bizimle
ne de nefsinle birlikte bir fâide elde etmedin. Sen bu suretle vaktini
boşa harcamaktan başka bir şey yapmamışsın."
işte bu durum gerçekleşmeyen bir müşahedeyi iddia eden şahsın
hâlidir. Bu hâli de sofilerin usûl ve kaidelerini bilmeyen ve kıyâs-ı fâsidle
meseleleri ölçen kimseden başkası konuşmamıştır.
Veyahud hâl ilmi, kendisine iltibas eden kimsenin söylemleridir, Eğer
bu şahıs iddia ettiği o müşahedesinde bir fâide ile gelse ve Bekâ-ı Resmi
hâl ile inkâr etse bu adam Fena- Resme Arif olmayan ve vaktin fenasını
bilendir. Müşahedesi bu surette gerçekdir. Fakat ona müşahedesinde ilim
hâl ile ilTibâs etmiştir. Öyle ise bu kimse açıkladığımız gibi noksanlık
sahibidir. Kemâl ehli değildir.
Buraya kadar hâlini izah ettiğimiz kimse, yalnız Rabbini müşâhade
ettiğini söyleyenin durumudur. Aynen onun gibidir, ikincisinin hâlide. Bu
ikincisi yalnız nefsini müşahede eden kimsedir. Bu da gaflet, iddia ve şirk
sahibidir. Böyle olan muallimlerden ALLAH'a sığınırız.
Gerçekten kâmil olan şu kimsedir ki, kemâlat ondan başkasında
mecazen bulunur. Zira gerçekten kâmil olanlar Rabbisini hem ilmen
- 40 -
hem de hâlen ve nefsini yalnız ilmen müşahede edenlerdir.
Burada işaret edilen malûm kesinlikle mevcûd olmayan
YOK'luktur.
Ebûl Abbâs Kasım ibn-ul Kasım El Seyyarı, bu Makama şöyle "Akıllı
olanlardan hiç kimse müşahedeyle lezzet almamışlardır. Zira Hakkın
müşahedesi kendisinde lezzet bulunmayan yokluktur. Ancak bu
müşâhadeyi eden kimseye, ilim müşahedesi hâl müşahedesine
galabet etmiştir. Velevki her iki müşahede bir anda hâsıl olsa da.."
diyerek işaret etmektedir.
Bu zât; "Akıllı olanlardan hiç kimse müşahede ile lezzet
almamışlardır.." sözüyle Bekâ-ı Resm'in hükmünü ifâde etmiştir.
öyle ise, Bekâ-ı Resm şöyle tanımlayabiliriz; "Nefs'in arzu ve
isteklerinden arınmak." Nefs'in arzularından arınmakta Hakkın arzu
ve isteklerin de YOK olmakla gerçekleşir. Hak'kın arzu ve isteklerinde
YOK olmakta, beşeri duygu ve ahlâklardan arınmaktır.
Öyle ise, müşahede de lezzet edinmek nefsin hâz duymasıdır. Nefs'in
hâz aldığın bir şeyin Rabbanî olması düşünülemez. Eğer bu kimse
hakkında şöyle dersek “Rabbisini hem ilmen hem de hâlen müşâhade
ettiği gibi, nefsini de ilmen ve hâlen müşahede etti.” o zaman o
kimsenin müşahedesi tamamen mevcûd olmaya yokluğa taalluk etmiş
olur. Yani o kimse, Bekâ-ı Resm ve Fenâ-ı Resm ile vasıflanmış olur.
Bütün bu izahatlarımızda şu gerçek sabit oluyor: Bu müşahede sahibi
İM fâide elde edendir. Biri zahmet çekmek diğeri de lezzet almak
fâidesidir. Zahmet fâidesinin hâsıl olması esnasında Bekâ-ı Resm ile
müşahede de hâsıl olan marifete lezzet denir.
İlmin iki mefule geçiş yapmasından ötürü iki fâideyeye
sâhib olana "Âlim denir. Âlim için hâsıl olan fâidelerden
birisini kazanana "Arif" denir. Çünkü o, Âlim'in ulaştığı ilim
Makamına ulaşmamıştır.
inayet yıldızı mebhasında açıkladığımız gibi, eğer o kişinin Âlem- i
Misâl'de Hak'la olan muvafakatiyeti gerçekleşmişse Âlem-i Şehâdet'te
Tevfîk-i İlâhi onun hakkında vakî olur.
Biz, ilmin marifetten üstün olduğunu söylediğimiz gibi Âlim de
Ârif'den üstündür deriz.
TENBİH
Sehl bin Abdullah Allahondan razı olsun- nakl ettiğimiz kelâmı Ebû
Abdullah Hüseyin bin Musa En Nişâburî "İzâhât-ı Tarik fî Usûli Ehli
Tahkik" Melâmiye'lerin usûl ve kaidelerini izah eden kitabda rivayet
etmiştir.
- 41 -
Cüneyd-i Bağdadî'nin Sehi'den nakl ettiği kelâm da; "Kitab Muhtehab
il Esrar fî Sıfatıssıddıkin vel Ebrar" adlı kitapta zikr edilmiştir.
Ebû'l Abbâs El yessâri'den nakl ettiğimiz kelâm da; "Risâle-i
Kûşeyri"de mevcuttur.
İbn-i Arabi (k.s.)
-Yıldızların Mevki-den

Tek, TEK Varlık...

Yüce Allah, sadece takliden dil ile söylendiği gibi değil.. şahit olunan, müşahede edilenler
içinde de, bir olan-olabilen, tek "Tek" varlıktır...

***

O, ilk (Evvel)ve sondur(Ahir); görünen (Zahir)ve görünmeyendir(Batın). Hem O her şeyi


bilendir!

Hadid 3

Semaların, yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin Rabbidir. Öyleyse O'na kul ol! O'nun
kulluğunda sabırlı ol! Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun?

Meryem 65

“Leyse ke mislihi şey’a”(42 ŞURA-11)

“O’nun misli hiç bir şey yoktur.”

Gökleri ve yeri yaratan, sizin nefslerinizden eşler kıldı ve hayvanlardan da eşler kıldı. Orada
sizi çoğaltır, yayar. Hiçbir şey, O'nun gibi değildir. Ve O, işitendir, görendir.

***

http://jonasclean.blogspot.com/2009/02/tek-ve-bir-olan.html

Tasavvuf ve Evrim Teorisi...

Hey Evrimcan...Benim ruhum, görmek istediği için iskeletinde çukurlar açtı.. İçine eriyen
derim aktı..;Gözlerim doldu..Görmek için!.. Desem...İnanır mısın Kadir inanıra?...Sen böyle
gidersen bil ki!..Görmek istemeyen Ruhunun çukurlarını..birleşmek istemeyen yağmur
damlaları..Şelale olup dolduracak!...

http://jonasclean.blogspot.com/2009/04/hadi-sen-evril-simdi.html

http://jonasclean.blogspot.com/2009/03/islam-ve-evrim.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/03/tesadf.html

Hayatın Gerçekleri...

"Hayatın Gerçekleri" yoktur!.


İnsanların Allah'a ve Resulüne ne kadar uydukları,
ne kadar uymadıkları vardır...
Cehennem Azabı....

Zalime zalim olması yeter..Ne üzül onun haline ne de kine karış da kendini perişan et.. Allah
onu doğru yola iletmez. Bu onun yaptıklarının en güzel bir sonucudur..İsterse sana en ağır
işkenceyi yapsınlar yine de doğru yolu bulamayacak olmaları onlara karşılık olarak
yeter..İnsanlığı bilmemeleri onlar için en ağır bir karşılıktır.. Vallahi billahi ne kadar zulüm
görürsen gör onların hayvanlardan daha aşağıda olmaları ve bunu hiçbir zaman idrak
edemeyecek olmaları onlara yeter..Cahile cahil kalması yeter...Sabret..Tat acıyı çektirdikleri
sonuna kadar...Hiç ses etmesen gıkını çıkarmasan bu onlara en ağır karşılık olarak
yeter...Senin sıkıntın ve acın Allah'ın onlara gazabıdır...İster zulmeden müslüman olsun ister
kafir olsun zalim olmaları onlara yeter...İnsanlıklarını kaybetmiş olmaları onlara
yeter..Gülüşlerine eğleşmelerine kanma...Sureten insanken hayvan olmaları hayvandan
böylece daha aşağı ve asla da insan olamayacakları onlara yeter...Ve cehennemi asla senin
kadar görmediler...Bu onlara yeter.. Gördüklerinde iş işten geçmiş olacak.. Anlayacak
olmaları ve geç kalmış olacakları onlara yeter.. Seni anlayamıyor olmaları onlara yeter...Sen
ne kadar hırslansan da bir şeyleri onlara göstermek için Allah asla onlara onu göstermeyecek..
Bu onlara yeter.. Yo yo saflık edip de bişi biliyorlar sanma.. Onlar eğer bilselerdi aşağılık
olmayı ne olursa olsun istemezlerdi..Ölseler de yine o yapacaklarını yapmazlardı.. Yo yo
sakın Allah'ın onlara doğru yolu göstereceğini zannetme.. Onlar için çok kolay bir paha olur
bu yaptıkları karşılığında.. Onlara hayvandan daha aşağı olmaları yeter.. Bir de üstüne henüz
hiç mi hiç farkında olmadıkları bir somut cehennem var ki onlar yaptıklarını güya işkence
zannederler.. Yakıtı insanlar ve taşlar olan somuttan da somut bir cehennem...Azap taşlardan
alev gibi yüzlerini yalayacak bir cehennem...Onlara karşılık olarak bu yeter..Bundan cahil
olmaları onlara yeter... Öyle bir cehennem ki orada yalnızca Allah azab eder..ve oradan
çıkartılmazlar... Azapları bitecek.. Sonsuz zamanlar sonra.. Sonra her türlü manevi maddi
rızıklardan mahrumiyetin anlaşılması kalacak.. O his hiç kalkmayacak olan bir gırtlak
düğümlenmesidir...Öyle bir "ah" çekmek ki keşke zulmettiklerinin "ah" ından duysalardı... Yo
yo asla bilemeyecekler... Bu onlara da.. sana da yeter... Sen ben istemeyiz elbette bunu onlar
için.. Ama bunu onlar asla bilemeyecek.. Sen zalimlerin yaptıklarından safsın... ama hiç
şüphen olmasın.. Bu olacak... Sen cahilin soyutuna bakma...Hem de öyle bir somut olacak
ki..O tertemiz kalbinde artık hiç bir şüphe kalmayacak...

Sakın, Allah'ı zalimlerin edip eylediği şeylerden habersiz sanma; O sadece, onlara, gözlerin
dehşetle bakakalacağı Gün'e kadar zaman tanımaktadır.

İbrahim 42

107- "Ey Rabb'imiz, bizi buradan çıkar, eğer eski tutumumuza dönersek biz gerçekten zalim
oluruz."

108- (Fakat Allah onlara:) "Kalın kaldığınız yerde (bu bayağılığınızla)! Ve Benimle bir daha
asla konuşmayın!" diyecek.

Padişah tebdili kıyafet olunca elbisesine...

Evliyasını tebdili mekan edip...Padişah tebdili kıyafet olunca elbisesine...Kıyamet kopmuş


say...

Ruhun Kalbi
Allah'ın rızası, Ruhun Kalbinin çırpınışlarına..
Duygu karıştırmadığın düşüncelerin ile iner...

Bundan önce belki yalnız şehvet zannettiğin nefs..


Bundan sonra artık "güzel duygular" elbisesine giydirilir...

Halbu ki bu mertebeden seni Allah'ın huzuruna çıkartıcak olan şey..


O güzel elbiseler değil..

O karışmış duygulardan arındıracağın kalbinin..


İstemsiz olarak akan "düşüncelerinden" tesir alma-masıdır...

Ya da tersi..

O karışmış düşüncelerden arındıracağın kalbinin..


İstemsiz olarak akan "duygularından", tesir alma-masıdır...

Çünkü o nefsin elbiseleri hep eskir, yıpranır, gider.. yenisi gelir..

O nefs bir öyle.. bir öyledir..

Buna bir örnek namaz kılarken aklına gelen düşüncelerin seni huzurdan alıkoymasıdır.

Halbu ki Allah'ın yapılmasını emrettiği bir iyilikten asla karşılık beklenilmez..

Burada ruhunun kalbine gereken

yaptığın amelden herhangi bir karşılık beklemeden

o hayırlı emri

ne olursa olsun yerine getirmiş olduğundur..

Allah için yapacağın her amel için de elbette bu böyledir..

Akleden bir kalbin olmaz ise


duygun düşüncelerine karışmış

ya o amelden ümitsizliğe düşersin..

ya da o amelden soğuyarak vezgeçersin...

O nefse verilen mükafatlar.. bu dünya ve zamanı şartlarında böyle olur...

Nefs zaten tabiatı itiberiyle de bir öyle bir böyledir ya...

İşte ancak duygularının hiçbir şekilde düşüncelerine karışmadığı..

Akleden bir kalp ile daimi huzura kavuşabilirsin..


O Ruhun kalbinin huzurudur...

Ki bu huzur, kişinin daima Allah'ın huzurunda olmak dileğinden doğduğu için


daimi olur...

Duygularının karıştığı düşüncelerin, düşüncelerin karıştığı duyguların içine düşme..

Eğer ruhun kalbinin gözü huzurda bunlara değil, Allah'a bakarsa..

O mertebedeki nefsin dalgalarının üzerinden uçarak o daimi huzura varır...

Gemin denizin dalgaların içinde olursa..

Alt üst olur.. mutlaka batar...

Duygular düşünceleri, düşünceler duyguları ayartarak..

Oysa O Zat denizin üzerindedir...

Duygularına uyma!..

Şu da ruhun kalbi için, o nefsine güzel bir örnektir..

Arının vahşi hayvan cinsinden olmadığını unutmadan


etrafında dönüp vızıldadığı sürece bu bilgide şüphe etmeyip
sadık kalırsan
yani seni saracak bir duyguyu düşüncelerine karıştırmaz
düşüncelerini de duygularına karıştırmaz isen

Ne o arı seni sokup rahatsız eder

Ne de sen o arının da huzurunda bulunduğu Rabbinin huzurundan uzak kalmış olursun..

O şahdamarından yakının huzurunda olduğunu hiçbir an unutmamak ile..

O'nu hatırlamanın saadetini bir zannetme...

Nietzsche'yi Sevene...

Allah'ın üzerine aldığı anlaşılmama riski ile..


Resulünün üzerindeki anlaşılmama riski aynıdır!...

Bunun ne demek olduğunu ağlarsan...

Ki ağlamadan anlattım!

Ya Nietzsche'ye Meçhul! olan! o tasavvufu tanı!

Ya da nefs tanrını öldürebildiğin kadar müslüman ol!


Ya müslüman olarak öl!..

Ya müslüman olarak öl...

Haniflere(İnternetteki Haniflere)

İşte bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delilimizdir. >>Biz dilediğimizin mertebesini
yükseltiriz.<< Şüphesiz ki Rabbin >>her işi hikmetle yapan,<< herşeyi >>hakkıyla
bilendir.<<

En'am-83

De ki: Rabbim, beni doğru yola iletti. Dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine. O,
ortak koşanlardan değildi.

En'am-161

İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim eden ve İbrahim'in dinine dosdoğru olarak tâbi olan
kimseden, >>din bakımından daha iyi<< kim olabilir? Allah, İbrahim'i dost edinmişti.

Nisa-125

***

Ben >>internetteki Haniflerde<< şu şirkte bu şirkte demekten başka bi hikmetli iş göremedim


açıkçası >>şüphesiz<<...

Bir sofra kurulmuş ki Halil İbrahim adına...Buyurun dostlar buyurun..

Ahir Zaman/Tasavvuf/Türkiye

Bana sıtk ile ikrar verdiği halde beni aleme oyuncak eden kimselerden bizarım (bıkkın) çünkü
benim alemle alışverişim yoktur.Bu türlü ikrar edenlerden ziyade ben beni inkar edenlerin
bendesiyim.

***

Başımı koyduğum her yerde secde edilen odur


Dört köşe altı bucakta tapılan hep odur

Bağ,gül,bülbül,sema,sevgili...
bütün bunlar hep bahanedir
yalnız ve asıl maksut (amaç,sebep) hep odur

***

Bu gece gönlüme uygun bir arkadaşla çayırda bir bezm kurduk


Şarap meze ışık sazlar ve okuyanlar
hepsi tamamdı
Ah
keşke ey sevgili
bütün bunların hiçbiri olmasaydı da
yalnız sen olsaydın

***

Sevgilimin aşkına tutulduğum ilk zamanlar feryatlarım


komşularımı uyutmuyordu
şimdi feryatlarım azaldı

aşkım arttı

zira ateş alevlendiği zaman dumanı kalmaz

***

Senin sözünü söyleyip mütemadiyen seni anmak


beni sükuta mecbur etti
seninle meşgul olmaktaki zevk ve lezzet beni işsiz bıraktı

senin tuzağından gönlüm evine kaçtım


halbuki gönlüm tuzak oldu ve ben gene sana tutuldum.

***

Yabancı bellemeyin
ben de bu eldenim
sizin diyarınızda kendi ocağımı aramaktayım

Düşman gibi görünüyorsam da düşman değilim


Hintçe söylüyorum ama aslım türktür

***

Dostlar bizi, dunya perdelerinde karagozler gibi cok oynattilar. Bu dunyada, cesitli
merhalelerde oynayip durdunuz. Simdi vakit gecirmeden, o hakikat cihaninda, oteki
dunyadaki oyuna, oynamaya hazirlanin.

Hazreti Mevlânâ Muhammed Celâleddin-i Rûmî(k.s.)

kaynak: hasan ali yücel - klasikler dizisi - farsça aslından

çeviren: hasan ali yücel

(can yücelin babası)


***

Ben peygamberin ayağının tozuyum, canım tenimde oldukça Kuran'ın sadık kölesiyim' benim
hakkımda bundan başka söz söyleyen olursa, söyleyenden de sözden de şikayetçiyim!...

Mevlânâ Muhammed Celâleddin-i Rûmî(k.s.)

Seherde Doğan Yıldızların Vaktinde...(Ahir Zaman/Tasavvuf)

Yazıklar olsun!!! Yazıklar olsun!!! İnsanla oyun oynayacak.

Artık böyle asırların kendisini oyuncak yaptığı kimseyi seherde doğan


yıldızların vaktinde riâyet etmesi gereken amellerinden, bakirelerle
oynaşması, güzel kokulu çiçeklerin kokusunu koklaması, mevyelerin
özlerinden lezzet alması, kuşların nağmelerini dinlemesi ve makyaj yapan
kızlarla müzik yaparak dönüşüm yapması, hakikâtten meşgul ederek onu
her şey'den engeller. Böylece böyle olan herkes sapıtarak şaşkın hâlde
kalır.
Herkes kaçmaktan şikâyetçi oldu.. Hakîm-i Mutlak'ın san'atının ve
Cebbarının sibğasının nuruyla parlayan İftar hilâli gözüktü. Öyle hilâl ki
parlayan bileziğin yansı gibidir. Hilâl ve Dolunay'ın devranı ve onların
çizdiği çizgileri feleğin ortasıdır.
Asıllarının kuvvet yerlerinde gelip-gitmeleri karşı karşıya gelir, O
asıllarında ki güç tek yönlüdür. Ve Dolunay ve Hilâl Ay'ın ortasında
varlıklarında asıl olan yerde bir hizaya gelip birleşirler,
Dolunay ve Hilâl ateş ve sudur. Ateş ve Su ise, ancak merkezlerinde
aslî unsurlarda ehemmiyetli bir şe'nden ötürü karşılaşıp birleşirler. Onların
birleşimleri büyük bir hükümdür.
Ateş harb için alevlendi. Eserleri taleb etmek için alevleri sür'atlendi.
Ve, alevler, bazen mağaranın sağ bazen de sol taraflarına meyi ederek
mağrada mazinin tercübesizlikleriden oluşan boş nesneleri gösterdi. Orada
esareti kabul edenleri sağlam bir tarzda bağladı.. Helak olmak kâfirlerin
sahasına bu sebebden ötürü kondu. Ehlinin zilletinden ötürü paraya
karşılık kendisinde sulh yapılan yurdun akibeti ne kötü akibettir.
İmân ışıklar yayarak o yeri aydınlattı. Israrın düğümleri bu vesile ile
çözüldü. Aslan ve ceylan imân nuru ile dostlaştılar. Öyle nûr ki, onun
tesiriyle ceylan kurttan uzaklaşmıyor. Kurt'da onun tesiriyle ceylan'a karşı
komşuluk hukukuna riâyet etti.
İmân nurunun tesiriyle muhsin kullar, maddi ve ma'nevi faideleri elde
etmekte başkalarını kendi üstlerine tercih etmek ahlakıyla ahlâklandılar.
İmân nurunun bu tesirleri itibariyle Mukarribinin seyiati Ebrar'ın
hasenatı olmaya intikâl etmiştir.
Evet!. Evet!.
Sebat, seçilenlerin yüksek zirvelerde ki en hayırlı evleridir, öyle
seçkinler ki, onlar arınma vadisinin ortasında otururlar.
Peyderpey nadir vaki olan olaylar ve yaygın haberler sağlamlaştı..
Duraklamanın kendisine meşakkatli gelmeyen seyyarlardan bir hatib
- 32 -
emr-ı ilâhi ile kâim oldu. Hürlük ve köleliğin sırlarını açıklayıcı olarak bizleri
da'vet etti.
Tefekkür edenler ve herşeye ibretle bakanlar nerede?
Sabah olunca ayan ve ağyarın karanlıkları kayb olup nurlar belirtir.
Artık o karanlıkları çirkin serlere konar.
Ay, ne zaman bilezik gibi yusyuvarlaklaşır ondan nice sırrlar zahir olur.,
öyle sırlar ki, çizilmiş olan eserlerin tamamını siler, öyle çizilmiş eserler ki,
onlar görüş ve yeşermek için ölçüdür. Öyle ölçüler ki yükseklerde sabah
akşam ışık yayan büyük bir fenerdir..
Abd-ı Muhtar, inkârı istimal etti.. Düşünceler onu seyyar ve mukim
olmak arasında sevk etti..
Bu hâl üzere intizarı uzadı. Artık ihbarlar o halde hibe edildi. Hibe
edilen ihbarlardan bir azı güneşin yükseliş vaktinde nuzûl eder etmez
hemen âlemde inkâr vaki olup perdeler kaldırıldı.
insanla Hak arasında vaki olan varlık perdeleri kaldırılınca insanın
teslim olmasını iltizam eden Dolunay nûr'lanarak doğdu. Böylece varlık
âleminde olanların tamamı müjde hilâlini ve Melik-ı Kahhar'ın Resullerini
iza'n ettiler.

Yıldızların Mevki
Muhyiddin İbn'ül Arabi
-Kitsan-

***

http://jonasclean.blogspot.com/2008/03/bizar.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/03/yalnz-ve-asl-maksut-hep-odur.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/03/yalnz-sen-olsaydn.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/03/imdi-feryatlarm-azald.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/03/ben-gene-sana-tutuldum.html

http://jonasclean.blogspot.com/2008/03/yabanc-bellemeyin.html

http://jonasclean.blogspot.com/2009/06/dostlar-bizi-dunya-perdelerinde.html

Kimse Seni Anlamasa da Allah Seni Anlıyor....

Kimse seni anlamasa da Allah seni anlıyor..


Kayıtsız, şartsız anlıyor!..
Sen O'nun seni anladığını anlıyor musun?
Yoksa bunu anlamak yerine! sadece yakınıyor musun?..

Yaratan yarattığını bilmez mi!

Ne zaman Allah'ın seni anladığını unuttun!


Bil ki o zaman faydasız çabalara gömüldün!...

Pencere, o durumda ne yapılıyor?/Espri Türünde Hakikat/Tefekkür....


Pencere, o durumda ne yapılıyor?

a-Kısılıyor
b-Örtülüyor
c-Kapanıyor
d-Hiçbiri
e-Hepsi
f-Bi iş var bu işte ama
g-Hiçbişi anlamadım
h-Hiçbişi bilmiyorum
ı-Herşeyi biliyorum
i-İşimize bakalım
j-Gider misin

:) Kafam ağrıyor..b- başım ağrıyor..beynim ağrıyor :))

İbn-i Arabi Hazretlerinin "Kul Rab'dır, Rab kuldur" Sözü Üzerine...

Kul Rab'dır, Rab kuldur


Bir bilebilsem mükellef kimdir
Mükellef kuldur desem yoktur/ölüyor
Mükellef Rab'dır desem Rab Nasıl Mükellef Oluyor?

İlmen açıklamaya gerek olmadan da büyüğümüzün bu sözü Hayret Makamındandır..Kişi


Allah yolunda yürürken öyle şeyler görür öyle haller yaşar ki aslında söze gelmezdirler..fakat
nefs mutlaka taşar bu hayretten..eğer aşık-ı sadıklardan ise işte hali ancak böyle dile
gelebilir...

***

Ve şunu da unutmayın ki, Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemiş, o da onları


tamamlayıp yerine getirince, (Allah) ona : «Seni insanlara imam bir önder yapacağım»
demişti. İbrahim : «Benim neslimden de...» deyince,
Allah : «Benim ahdim zâlimlere erişmez,» buyurdu.

Bakara 124

***

Gönül alıcı bir söz ve başkasının eksiğini gizlemek, peşinden incitmenin geldiği bir
yardımdan daha hayırlıdır; ve >>Allah hiçbir şeye muhtaç değildir<<, tahammül (hilm)
Sahibidir.

Bakara 263

***

...Hükümler birbirinden farklı olsa da, ayn birdir; ve durumun böyle olduğunun bilinmemesi
söz konusu değildir, çünkü Hakkın sureti olan insan, kendi nefsinden durumun böyle
olduğunu (yani, söyleyen ve işitenin bir olduğunu) bilir...
İbn Arabi (k.s)

Amerikali Vaiz'in İslamı Bulma Hikayesi...

http://www.dailymotion.com/video/x91352_amerikaly-bir-vaizin-yslamy-bulma-h_lifestyle

http://www.dailymotion.com/video/x914ha_amerikaly-bir-vaizin-yslamy-bulma-h_lifestyle

http://www.dailymotion.com/video/x9155j_amerikaly-bir-vaizin-yslamy-bulma-h_lifestyle

Müşahede'de Fena "Yok" Olma Kitabı..

KİTABU’L FENÂ FÎ’L MÜŞAHEDE

MÜŞAHEDE’DE FENÂ “YOK” OLMA KİTABI

Şeyhu’l Ekber
MUHYİDDİN İBN. ARABÎ K.S.

MÜŞAHEDE’DE FENÂ “YOK” OLMA KİTABI

Bismillahirrahmanirrahim

Değiştirme ve Kuvvet O'ndandır.


Takdir edip tasarlayan, hükmedip uygulayan, razı olup razı olunan, azameti ve
ululuğuyla münezzeh olan, münezzeh olduğu şeylere bedel olmaktan uzak olan, cevher
veya araz olmayan Allah'a hamdolsun. O seçtiği kullarının kalplerini arındırmıştır, onların
kalplerinden kuşku illetlerini ve hastalık şüphelerini söküp atmıştır. Onları tartışma ve
hasımlaşma oklarının hedefi haline getirmemiştir. Kalplerini bu sayede aydınlatmış,
önlerine kesin ve çıplak bir hidayet rehberi koymuştur, fezayı onlar için daraltmıştır.
Dolayısıyla kimisi giyinir, kimisi soyunur, kimisi suları bol nehirler gibi akar, kimisi
cömertliğin doruklarına çıkar. Giysilerini giyinen kimse, Onun kendisine bahşettiklerini bir
borç gibi algılar. Elbisesini çıkaran ise sünnetini farza dönüştürür. Allah, kullarını Mele-i
A'lânın övünç yarışlarının hedefi kılmıştır. Onları yüce ve aşağı alemlere hakim kılmış,
onla-rı göklerin ve yerin mirasçıları yapmıştır. Bu yüzden cesur ve seri adımlarla semayı ve
arzı enine boyuna dolaşırlar. Bazen uygulamak bazen nakzetmek şeklinde kurallar
hükmederler. Salât ve selâm kendisi hakkında "Ve lesevfe yu'tike rabbume Jeterda/Pek.
yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın." (Duhâ, 5} denilenin üzerine olsun.
Allah O'nu "Ve aciltu ileyke rabbi literda / Ben, memnun olasın diye sana acele ile geldim
Rabbim." (Tâ-hâ, 84) diyenden ayırmıştır. En kadim lisânlarla salât ve selâm Onun üzerine
olsun ve bu dilek hiç kesilmeden devamlı sürüp gitsin. Onun ehlibeytinin, ilahî rızaya özgü
kılınmış ashabının, yüce ve razı olunmuş makamda onu tasdik eden kardeşlerinin üzerine
de salât ve selâm olsun.
İmdi...İlahî hakikat, işi görmek olan göz tarafından müşahede edilmekten yücedir.
Varlığın, gözlemleyen göz üzerinde bir etkisi vardır. Fani olduğu için olmayan şey yok
olduğunda ve baki olduğu için daima var olan da bakî olduğunda, o zaman kesin delil
güneşi gözlerin idrâkinin üzerine doğar. Ve mutlak cemalde gerçek ve mutlak münezzehlik
gerçekleşir. Bu, birleşme ve varlık gözüdür, duruş ve donuş makamıdır. Burada sayıların
bir olduğunu görürsün; ama mertebelerde bir seyre çıkmış olarak. Bu yolculukta sayıların
objeleri belirginleşir. Bu makamda birlikten söz eden kişinin ayağı kaymıştır. Çünkü birin
vehmi mertebelerde yolculuğa çıktığını ve mertebelerin farklılığına bağlı olarak farklı
isimlerle anıldığını görmüştür. Bu yüzden sayıların ancak bir olduğunu düşünür. Bu yüzden
birlikten söz eder. Oysa sayı ismiyle zahir olduğu zaman zatıyla zahir olmaz; kendine özgü
mertebesi hariç. Bu mertebe, vahdaniyet makamıdır. Bu makamın dışındaki bir mertebede
zatiyle zahir olduğunda , ismiyle zahir olmaz. O zaman bu mertebenin hakikatine uygun bir
isimle anılır ve ismiyle fena bulur. Ama zati ile bakî kalır. Bir dediğin zaman, bu ismin
hakikatiyle başka her şey yok olur. İki dediğin zaman, bu mertebede bir zatın varlığıyla
zahir olur, ismiyle değil. Ve ismi de zatının bu mertebesinin varlığıyla çelişir.
Keşfin ve ilmin bu dalını insanların büyük kısmından gizlemek gerekir. Çünkü yüksek
seviyesi nedeniyle ona bütünüyle dalmak uzak bir ihtimal ve dalıp da mahvolmak yakın bir
ihtimaldir. Dolayısıyla bu hakikatlere dair marifete sahip olmayan, bu inceliklerin nerelere
kadar uzandığından habersiz, sadece ehl-i tahkik olan arkadaşının dilinden dökülen
sahneyi algılayıp ötesine geçemeyen, bunun zevkine varamayan bir kimse "Ben yukar ıdan
aşağıya düşenim, yukarıdan aşağıya düşen benim." diye bilir. Bu yüzden bu keşif ve ilim
dalını gizliyoruz, saklıyoruz.
Hasan el-Basrî (r.a.), bu yolu bilmeyen kimselerin vâkıf olmamaları gereken bu gibi
sırlarla ilgili konuşmak istediği zaman Ferkad es-Subhî, Malik b. Dinar gibi bu zevke
varmış kimseleri çağırır, kapısını diğer insanlara kapatırdı. Onların ortasına oturur bu gibi
meseleler hakkında konuşurdu. Eğer bu sırları gizlemesi zorunlu olmasaydı, böyle bir şey
yapmazdı. Buharî'nin sahihinde belirttiğine göre Ebu Hureyre (r.) şöyle demiştir:
"Resûlullah'tan (s.a.u) iki kap aldım. Birinin içindekilerini size dağıttım. Diğerini dağıtmaya
kalksam şu boynumu keserler." İbn Ab-bas (r.a.) "Ellezi halake seb'a semauatin ve mine'l
ardı mislehunne yetenezzelu'l emru beynehunne / Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o
kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasından inip durmaktadır." (Talâk, 12) ayetiyle ilgili
olarak şöyle demiştir: "Eğer bu ayetin tefsirini açıklasaydım, mutlaka beni taşa tutardınız
ve benim için "kafirdir" derdiniz." Rivayet edilir ki, Ali b. Ebûtalib (a.s.) elini göğsüne
vurarak, "Ah!.." derdi, "burada ne çok ilim vardır. Keşke bunları taşıyacak birilerini
bulabüseydim." Resûlullah (s.a.v) bir hadiste şöyle buyurmuştur: "Ebübekir'in sizden
üstünlüğü kıldığı namazdan, tuttuğu oruçtan dolayı değildir. Fakat göğsüne düşen bir
şeyden dolayı sizden üstündür." Hz. Resûlullah (s.a.v) bu şeyin ne olduğunu açıklamamış,
onu gizlemiştir. Bir alimin her ilmi açıklaması zorunlu değildir. Hz. Resûlullah (s.a.v.)
"İnsanlara, onların akıllarının kapasitesini gözeterek hitap ediniz." buyurmuştur. Dolayısıyla
bir kimsenin eline, bilmediği, yolunu yordamını izlemediği, içindekilerini açıkça anlamadığı,
defalarca incelemediği bir ilme dair bir kitap geçse, onu hemen ehline götürmeli, hemen
inanmak veya inkar etmek yoluna gitmemeli ve kesinlikle bu ilme dalmamal ıdır. Nice fıkıh
ilmi taşıyıcısı vardır ki, fâkih (derin kavrayış sahibi) değildir. "Bel kezzebu bima lem yuhitu
bi ilmihi /Bilakis, onlar ilmini kavrayamadıklarını... yalanlamışlardır." (Yunus, 39) "Fe lime
tuhaccune fima leyse lekum bihi Umun / Bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin
tartışıyorsunuz?" Bu metinlerde, yolunu yordamını bilmedikleri, yöntemini izlemedikleri
meseleler
hakkında konuşmuş oldukları için bir takım kimseler yerilmişlerdir. Bütün bunları
sunmamızın nedeni şudur: Bizim tarikatımıza mensup olanların kaleme aldıkları eserler bu
gibi sırlarla doludur, fikir sahihleri fikirleriyle bu sırları incelemeye alırken, zahir ehli olanlar,
sözün akla getirdiği ilk ihtimali esas alarak bu sırların arasına dalıyorlar. Halbuki bunlara
sadece bu eserleri yazan kimselerin kullandıkları terimlerin anlamları sorulsa, kesinlikle
bilmeyeceklerdir.
O halde aslını, temelini muhkem bir bilgiyle kavrayamadıkları bu gibi ilimler
hakkında nasıl konuşabiliyorlar?!..
Bazen, bu gibi sırlara sahib kimselerle beraber olduklarında veya buldukları bazı
gerçekleri arkadaşlarıyla paylaştıklarında, bu kimseler, onlar için "bu kapalı bir dindir,
bulanık bir dindir." derler. Halbuki dinin nice cihetlerinin olduğunu bilmezler. Bunlarsa
sadece dini gizlemezler, dinin neticelerini, Hakka itaat ederlerken Hakkın kendilerine bu
itaatin karşılığı olarak bahşettiklerini de gizlerler. Hükümlerle ilgili nice hadisler vardır ki,
bunların zayıflıkları ve ravilerinin kusurlu oldukları hususunda ittifak edildiği halde, onlar bu
hadisi bizzat keşif yoluyla asıl söyleyeninden sahih olarak alırlar ve ulemanın esas aldığı
törenlerden farklı bir şekilde ibadetlerinde bu hadisleri izlerler. Sonra bu alimler çıkıp onları
dinden çıkmakla suçlarlar. Bu suçlamalarında hiç de insaflı değildirler. Çünkü Hakkın bir
çok vechi/yüzü vardır, bu vechlerden/yüzlerden birine de bu yolla varılabilir. Nice hadis de
vardır ki, alimler sahih olduğu hususunda görüş birliğine vardıkları halde, sır ehli nazarında
bu hadisler sahih değildir. Çünkü keşif yoluyla bunu öğrenmişlerdir. Bu yüzden bu tür
hadislere göre amel etmeyi terk ederler. Buna daha bir çok örnek vermek mümkündür. En
iyisi; insanın teslim olması, Hakka teslim olmayı dilemesi ve sırf nefsiyle meşgul olması,
onu bulunduğu mertebeden daha iyi bir mertebeye yükseltmeye çalışmasıdır. İşte varlığın
hakikatlerine ulaşmış said/mutlu insan budur. Bu sırları lafızlara dökme-yip gizleyenler,
yabancılar farkına varmasın diye onları saklayanlar, himmet neticesinde bir takım eserlerin
meydana geldiğini söyleyenler, her zaman bu metotlarını devam ettirirler. Tâ ki fehvanı
(anlamsal) makamlardan yakınlığa erişmişlerin mertebesindeki yüce ruhaniler kendi
elleriyle parlak alametleri onlara gösterinceye kadar. Bu makamda ise yazılı kutsal kitablar
vardır. Böylece bu sırların sahipleri bildikleri hakikatlere dair gerçek şahidler görmüş
olurlar. Bu vasıftan başka bir vasfa intikalin ne büyük bir aşama olduğunu anlarlar. Bu
intikalin ayırıcı özelliği, sırrı gizleyenin sırrının artık ortaya çıkması, düğümün çözülmesidir.
Kilidinin açılması, bağının çözülmesidir. Böylece bu diğerinin himmetleri de aynı noktada
birleşir. Çünkü teklik hakikatini görmüştür. Her ikisi tekten başka bir şey görmezler. Bütün
etkiler ve eserler hakikate dayanır böylece. Bazen döndürmek şeklinde tezahür ederken,
bazen de bu himmetler doğrudan O'ndan gelmiş gibi belirginleşir. Çünkü hakikate bütün
yönleriyle yönelmiştir, bilmese de. Her himmeti istemiştir, bizzat ulaşmasa da. Telaffuz
edemese de bütün lisânlarla konuşmuştur. Bu ne dehşetli bir hayret ve ne çetin bir
hasrettir! Perde açıldığı zaman, gözle bütünleştiği zaman. Ay ve güneş bir araya geldiği,
eser sahibi eserde zuhur ettiği ve de çıplak gözle görüldüğü zaman! Onlara suretlerde
belirdiği, tuzağı kuran tuzağa düştüğü, iman edenin kazandığı, inkar edenin de kaybettiği
zaman!
İlâhî hitap, en kutsal lisânla ve ihlâs diye ifade edilen bir ibareyle yönelmiştir.
Dolayısıyla alacağı ödül için değil, ibadetini ihlâsla sunan, her türlü sapıklıktan uzak hanîf
yolunu izleyen, ilâhî yakınlık mezhebine intisab eden kimse, emri yerine getirme
sorumluluğunu gerçekleştirmiş olur. Böyle bir kimse nur alemine mensub olur, ücret
alemine değil. "Aüa-hu nuru'ssemavati ue'l ardi / Allah göklerin ve yerin nurudur." (Nûr, 35)
"Lehum ecruhum ve nuruhum /Onların ücretleri ve nurları verilir." (Hadid, 19) "Nuruhum
yes'a beyne eydihim / Onların önlerinden nurları gider." (Tahrirn, 8) Nur, "Ben sizin
rabbinizim",
der, onlar da Ona tabi olurlar.
Hakikat ehli nazarında ücret, ceza Allah'a döndürülmüştür. Vakitlerinin darlığından ve
Allah ile meşgul olmalarından dolayı ücrete yönelik bir talepleri yoktur. Onlar için Allah ile
meşgul olmak her şeyden daha önemlidir. Kim Allah ile ilgili payını ka-çırırsa, işte büyük
hüsrana uğrayan odur. Bir farzı veya sünneti ikame eden bir kimsenin bu ameli yerine
getirmesinin sebebi, sevab taleb etmekse, sen nefsini böyle bir amelle meşgul etme.
Çünkü bedenlerin hareketlerinin sonuçlarının da somut olması zorunludur. Bizzat yerine
getirdiğin hareketlerle bir şey isteme. Yoksa vaktini boşa harcamış olursun. Nitekim yüce
Allah şöyle buyurmuştur. "Kullu yevmin huve fi şa'n / O, her an (gün) yaratma halindedir."
(Rahman, 19) Gün, bir zaman dilimidir. Bu zaman dilimindeki faaliyeti seninle ilgilidir.
Senin için vücûda getiriyordur, kendisi için değil. Çünkü O, amaçlardan münezzehtir.
Yarattığı bir şeyin yararı da O'na dönmez. Ya da daha önce kendisinde olmayan bir şeyi
kendisi için yaratmaz. O halde yarattığını senin için yaratır. O halde sen de bu emrin
karşısında
dur.
Onunla meşgul ol. Sen de her gün Rab-binle ilgilen. Tıpkı Rabbin her gün senin
için yaratma halinde olduğu gibi. Çünkü O seni, sırf kendisine ibadet edesin, Onunla
kendini gerçekleştiresin diye yarattı. Senden ve O'ndan başkasıyla meşguliyeti ise kendin
için bir rızık olmak üzere taleb etmelisin. Bu da sana ulaşır kuşkusuz. "Ma uridu minhum
min rızkın ve ma uridu en yut'imun. İnnellahe huve'rrez-zak I Ben onlardan rızık
istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz rızık veren ancak Allah'tır."
(Zâriyât, 57-58) Sana "al" dediği zaman, "sen al" de. Sana "dön" dediği zaman, "senden
sana" de. Eğer sana "Ben sana "al" dediğim zaman, nasıl bana "sen al" diyebiliyor sun,
ben almam ki?" dese, O'na de ki, "ben de gerçekte almıyorum. Çünkü almak bir fiildir.
Oysa benim fiilim olamaz. Dolayısıyla alan sensin. Çünkü fail sensin. Dolayısıyla sen,
bana verdiklerini benim için al. Ey almayan, bana al, deme. Almayı benimle arana perde
olarak koyma. Benim almam yoktur ve sen de benim için değilsin. Benim almam olmaz.
Yokluktan hasıl et, ki yokluk serlerin en kötüsüdür. Yoksa asıl feshetme, akdi bozma bu
helak edici hitaptan gelir, ey idrâk eden ve idrâk edilmeyen, sahib olan ama sahib
olunmayan!"
Bu aşamaların bazısında, karşına hikmet esaslı, nebevi, has kılınmış ve halis din ile
birlikte dosdoğru olmayan, fikir ve akıl karışımı bir din çıkar. Bunları birbirinden ayırman
gerekir. Bir de şunu göreceksin: bunların her birinin gayesi haktır, maksat senin
mutluluğundur, mutsuzluğun değil. Sen has kılınmış, halis nebevi dini izle. Çünkü o daha
yüksek ve daha faydalıdır. Öbürünün aydınlığı daha parlak olsa da. Ama bu diğerinin
varlığıyla resmi dağılır. Bir açıdan hak olsa da bu böyledir. Hatta o dinin kurucusu,
yaşayanlar aleminde hazır olsaydı, onun da has kılınmış nebevi dine döndüğünü görürdün.
Ya da daha önceki has kılınmış dinin sonraki has kılınmış nebevi dine döndüğünü
görürdün, bu bir tür nesihtir. Musa ve İsa (a.s.) peygamberlerin ümmetleri gibi önceki
ümmetlerin üzerinde bulundukları şeriatlar bazı açılardan Muhammed (s.a.v) şeriatı
tarafından neshedilmediler mi? Nitekim Hz. Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Eğer Musa
yaşasaydı, bana uymaktan başka bir seçeneği olmazdı." Dolayısıyla hükmi, fikri donanımlı
bir şeriatın, daha önce söylediğimiz gibi bazı açılardan hak olsa da kaldırılması daha
uygundur.
Bedbahtların en bedbahtı, bir kitaba sahib olduğu halde sapan, hevasına tabi olan,
kitabına iman ettiği halde arzularının peşinden koşan kimsedir.
Burada açıklamak istediğim bir nükte vardır ve bir çok kimse bunun farkına
varmamıştır. Bir topluluk da mümkün nitelikli varlığın olabilirliği hususunda büyük bir
yanılgı içine düşmüştür. Varlık, mümkünlüğün iki zıt ucu açısından kanıtlanmıştır. Bunu
değiştirmenin, tersine çevirmenin imkanı yoktur. Şöyle ki: Hak teala bir şeye tecellî ettiği
zaman ondan asla gizlenmez. Bir kalbe de iman yazdığında, onu bir daha silmez. Bir
kimse, "bana tecellî ettikten sonra benden gizlendi" diyorsa, ona kesinlikle tecellî
etmemiştir. Fakat ona bir tecellî görünmüştür, o da bu tecellîyi O sanmıştır. Böyle bir
tecellînin de sebatı olmaz, bir halde durmaz, dolayısıyla onun açısından durumda
değişiklik yaşanmıştır. İman yazılması da öyle. Ayetlerin ve apaçık belgelerin gelmesi gibi
olağanüstü kanıtlar kalplere bahsedildiği zaman, buna dair şahidler de gösterildiği zaman,
bunlar ebediyen yok olmazlar. Bir adamın kalbinden bunlar silinip gidiyorlarsa, bil ki
kalbinin levhasına kesinlikle yazılmamışlardır ve bir daha da ona dönmeyeceklerdir.
Sadece kalbine bir örtü gibi bir zaman bürümüş, bunların ibareleri ve lisânları verilmiş,
varlıkları ve a'yanları verilmemiştir. Böyle bir bağış da geri alınır ve yok edilir. Bu yüzden
bir ayette şöyle denilmiştir: "Utlu aleyhim nebeellezi ateynahu ayatina fenseleha minha /
Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan kimselerin
haberini oku." (A'raf, 175) Ayetin orijinalinde geçen "inselahe" fiili, bir insanın üzerindeki
elbiseyi çıkarması veya yılanın deri atması anlamındadır. Bu elbise ve deri bir örtü işlevini
görür, yukarıda vurguladığımız gibi gerçeklikle bir ilgisi yoktur. Böyle bir kimsede sadece
lisân olur. Konuştuğu zaman ismin gizliliklerini açığa vurur, etkilerini özellikle aktırır,
yansıtır. Bu anlamda tek kalan havas için arındırma, tenzih etme, huzur ve birleşme ve de
iman ve küfür şart değildir. Sadece o belli harflerle konuşur. Konuşan kişi konuştuğunun
farkında değilse bile sonuçlarını izhar eder. Bazı arkadaşlarımız arasında da böyle kimseler
görülmüştür. Örneğin Kuran okur, bir ayete gelince orada üzerinde bir etkilenme
hisseder ve buna şaşırır, ama sebebini bilemez. Bu sefer önceki ayetleri bir kez daha okur.
O belli ayete gelince aynı etkilenmeyi bir kez daha görür. Her tekrarladığında aynı
etkilenmeyi hisseder. O zaman anlar ki, ayet, havastan kimseler üzerindeki etkinliğini
gösterdiği mahalle tesadüf etmiştir. Onu kendisi için bir isim kılmıştır. İstediği zaman aynı
etkiyi göstermektedir. Muhakkik bir kimse bu gibi etkilenmelere aldanmaz, bunlara itibar
etmez. Sadece böyle bir durumla karşılaştığı zaman sevinir. Nitekim Ebu Yezid'e: "Allah'ın
ism-i azamı (en büyük ismi) hangisidir?" diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Önce
tasdik et, sonra istediğin ismi al, o'nu gerçekten hisset, konuşma ve lafız olarak değil."
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ulaike ketebe fi kulubihimu'l iman / İşte onların kalbine
Allah, iman yazmıştır." (Mücâdele, 22)
Kalbin iki yönü vardır; biri zahir biri de batın. Kalbin batını silinmeyi kabul etmez.
Aksine kalbin batını sırf ispat ve gerçekliktir. Zahiri ise silinmeyi kabul eder, çünkü mahv ve
ispat (silme ve yerinde bırakma) levhidir. Kalbin zahirinde bir şey bir vakit yerinde bırakılır,
sonra "Yemhullahu ma yeşau ve yusbitu ve indehu ummu'l kitab / Allah dilediğini siler,
sabit bırakır. Bütün kitabların aslı Onun yanındadır." (Ra'd, 39) Eğer kitab sahibi, bütün
kitablara inanan biriyse ebediyen sapmaz. Ama bazı kitablara inanan, bazısını da inkar
eden biriyse, o, gerçek kafirdir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ve yekulune nu'minu
biba'din ve nekfuru biba'din ve yuridune en yettehizu beyne zalike sebila / Bir kısmına
iman ederiz ama bir kısmına inanmayız, diyenler ve bunlar arasında bir yol tutmak
isteyenler..." (Nisa, 150) "Ulaike humu'l kafirune hakka / İşte gerçekten kafirler onlardır."
(Nisa, 151) "İnnellezine keferu min eh-li'l kitabi ulaike hum şerru'l beriye / Ehli kitabtan...
olan inkarcılar... İşte halkın en şerlileri onlardır." (Beyyine, 6) Bu anlayışlarından
dolayı onlar şekilsel, törensel kalıpların ehlidir. Filozoflardan düşünsel bakış sahibi
kimselerin ve kelâm ehlinin büyük kısmı, Allah'ın velilerinin/evliyaullah'm sergiledikleri
vecdlerin, görüp buldukları sırların bir kısmını tasdik ederler. Kendi görüşlerine ve ilimlerine
uyanı doğrularlar, görüşlerine ve ilimlerine uymayanı da reddedip inkar ederler ve
kanıtlarımıza aykırı olduğu için batıldır, derler. Kim bilir; belki de bu miskinin kanıtının
temelleri tamamlanmamıştır; ama o, kamil olduğunu sanmaktadır! Oysa Allah'ın velilerinin
söylediklerini onlar açısından tasdik edip, kendisini böyle bir tasdikin mecburiyetinden
bırakmasay-di da sırf sahibinin sözünü teslim etmesinin semeresini devşirseydi olmaz
mıydı! Ben, Allah'a yemin ederim, bu taifeyi inkar edenlerin durumundan endişe ediyorum.
Hakikat ehlinden biri şöyle demiştir:
- Kim onlarla, tasavvufî hakikatlerin ehli ile beraber oturursa ve onların ortaya
koydukları hakikatlerin bazısını inkar ederse, Allah iman nurunu Onun kalbinden söküp
alır.
Kendinde hikmet olduğunu iddia eden münazara ehlinden biri, vahdet-i vücût
anlayışına sahib muhakkiklerden birine bir soru sordu. Ben de orada bulunuyordum.
Talebeler de etrafını sarmış oturuyorlardı. Muhakkik adam konuyla ilgili konuşmaya başladı.
Bu münazaracı o'na dedi ki: "Bu söylediklerin benim nazarımda sahih değildir. Bunu
benim için biraz daha açıkla. Belki de ben bu hususta yanlış bir anlayışa
sahibim."Muhakkik adam münazaracının sözlerinin boş olduğunu anladı ve sustu. Çünkü
bundan sonrası cedel ve tartışma olurdu. Muhakkikler ise edebe aykırı olan ve bereketin
kalkmasına neden olan tartışma ve cedeli uygun görmezler. Efendimiz(s.a.v.)in yanında
ashab arasında tartışma çıkar. Hz. Resulullah (s.a.v) "benim yanımda tartışma olmaz."
der. Bir hadiste de şöyle buyurmuştur: " Bana kadir gecesi gösterildi. İki adam saç baş
olup kavga ettiler. Bunun üzerine kadir gecesi kaldırıldı."
Dolayısıyla keşif ve şühûd yöntemi tartışmayı kaldırmaz. Bu yöntemi esas alan
muhakkikleri reddetmek, sonunda münkirin kendisine dönen bir reddiyedir. Vecd sahibi,
tahsil ettiği hakikatlerden dolayı mutludur. Nitekim sözünü ettiğimiz şeyhin talebelerinden
biri kalktı ve meseleyi tartışanlara dedi ki, "efendimizin biraz önce gayet açık bir şekilde
ortaya koyduğu izah sahihtir. Ancak ben bunları ifade edecek, dile getirecek gücü
kendimde bulamıyorum". Bunun üzerine fıkıhçı şöyle dedi: "Bunlar süslü ve tatlı sözlerdir,
ahenkli bir şekilde ifade edilmişlerdir. Akıl, ilk anda kabul eder ama münazara mihengine
vurduğunda, delillerle irdelediğinde yok olup gider, geride hiçbir izi kalmaz. Sırf batıl
olduğu görülür. Tıpkı efendimizin az önce dile getirdiği şeyler gibi..." Bunun üzerine Şeyh
bu konuyla ilgili sözlerini kesti.Münazaracı ise onun dediğini, onun lisânından dökülenleri
anlayamadı. Bu, muhakkike, münazaracı-mn içindeki duyguları göstermekten ibaret bir
tavırdı ki, bu gibi meselelerde böyle münazaracılarla konuşmaya son versin.
Sonra bilesin ki, salih amelle pekiştirilmiş iman mukaddes huzurun elindedir. Bu
imanın bu mukaddes huzurda ikame edilmesi esnasında ilim, irfan, hikmet ve sır
nehirlerinin parmaklarının arasından fışkırdığı ve bu elin Muhammedi makamlara sahib
kimseleri nelere mâlik kıldığı da görülür ve bu huzurda sakin olan kişinin ruhaniyeti
beslenir. Bu makamın sakini derken dört kişilik huzurun dördüncüsünü kast ediyoruz.
Bunların her biri bu kutsal makama ortaktır. Bu sözünü ettiğimiz ikamet huzurudur, ikincisi
nur huzuru, üçüncüsü akıl huzuru ve dördüncüsü insan huzurudur.
İnsan huzuru varlık bakımından huzurların en tamamıdır. Kul ikamet huzuruna
konakladığı zaman, devamlılık nehrinin suyundan içer ve bu huzurda ikamet etmek ona
rabbani haşyet, ilâhî rıza makamını kazandırır. İlâhî haşyet ise o'na bundan ayrı bir
huzurun kapısını açar. Ki "el-Futûhatu'1-Mekkiye" menzilleri kapsamında bunlarrele
alacağız. Öte yandan hüviyet haşyetinden de "el-Futûhatu'1-Mekki-ye"de söz edilecektir.
Bu yüzden burada açıklama gereğini duymuyoruz.
Bu kitapta üzerinde durduğumuz menzil "fena" (yokluk) ve "güneşin doğması"
menzilidir. Bunun da ihsan mertebesi vardır ki, bu, seni O'na gösteren ihsandır, O'nu sana
gösteren ihsan değildir. Cebrail (a) Hz. Nebiye (s.a.v.): "İhsan nedir?" diye sordu. Hz. Nebî
(s.a.v.): "İhsan, Allah'ı görüyormuşsun gibi O'na ibadet etmendir", dedi. Bu arada
Hz. Resulullah (s.a.v.) işaret ehline de bu açıklaması kapsamında şu işareti vermiştir:
Eğer sen O'nu göremezsen, O seni görür. Yani Onun seni görmesi, mutlaka senin kendinden
yok olmanı gerektirmez.
"O'nu görmen" ifadesinin orijinali olan "terahu" ifadesinde "elif" harfine yer
verilmesinin nedeni, görmenin taalluk ettiği şeye işaret etmesinin gayet açık olmasıdır.
Eğer "elif" harfi hazfedilseydi ve "terehu" denilseydi, görme sahih olmazdı. Çünkü "terahu"
ifadesinin sonundaki "ha" gâib (üçüncü şahıs)ten kinayedir. Gâib ise görülmez. "Elif" harfi
hazfedildiğinde görmesiz görme söz konusu olurdu. Bu ise doğru değildir. Bu nedenle
ifadede "elife yer verilmiştir.
İfadede "ha" harfinin yer almasının hikmetine gelince; "eğer sen Onu göremezsen"
ifadesinin anlamında şuna yönelik bir işaret vardır: Eğer sen ifadede "elifin varlığından
dolayı O'nu görmüş olsan da O'nu bütünüyle ihata ettim, deme. Çünkü Allah ihata
edilmekten yücedir, üstündür. Allah ihata edilmediğine göre, sözünü ettiğimiz "ha" zamiri
görme esnasında senden gâib olan Hakkın hakikatine işaret etmiş olur ve senin O'nu
bütünüyle ihata etmediğine tanıklık eder.
Vallahu yekulu'l Hakka ve Huve yehdi's sebile.
Gerçeği Allah söyler ve doğru yola iletir.
Nimetler bahşedici "Vahhab" Melikin lütfüyle kitab tamamlandı.

Kaçma; aramaya da kalkma...

Kimden kaçıyorsunuz, varlıkta "O"ndan başkası yok ki?


"O"ndan başkasına "O" demek caiz olur mu?
Eğer "O" desem, gözün görmesi inkar eder
Ya da "nedir O?" desem, "O"ndan başkası olmaz.
Kaçma; aramaya da kalkma;
Çünkü gördüğün her şey Allah vechidir.

Muhyiddin İbn. Arabi (k.s.)

***

Rabbinden sana vahyolunanı oku! O'nun sözlerini değiştirecek yoktur. O'ndan başka bir
sığınak da bulamazsın!

Kehf 27

***

O üç kişiye de ki giri bırakılmışlardı, nihayet o derece bunalmışlardı ki yeryüzü bütün


genişliğile başlarına dar geldi vicdanları da kendilerini tazyık etti ve Allahdan yine Allaha
sığınmaktan başka çare olmadığını anladılar, evet, tam o vakıt tevbelerinin kabulile tekrar
iltifat buyurdu ki o tevbekârlar miyanına rucu' etsinler, hakıkat, Allah, odur öyle tevvab, öyle
rahîm

Tevba 118

Mürid

Mürid, istediği her şeyi Kur'an'da bulmadıkça mürid olamaz.

Muhyiddin İbn. Arabi (k.s.)

Gül...

Gül kat kat sarar birbirini..

Aleyhissalâtu vesselâm...

2193 - Seleme İbnu'l-Ekva' (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)


çarşıda ok yarışı yapan Benî Eslem'den bir grupla karşılaşmıştı. Onlara: "Ey İsmailoğulları
atın, zîra atalarınız atıcı idiler. Atın, ben falan kabileyi tutuyorum" dedi.
Bu söz üzerine bir grup atıştan vazgeçti. Efendimiz:

"Ne oldu, niye atmıyorsunuz?" diye sordu. Şöyle cevap verdiler:

"Nasıl atalım, siz öbür tarafı tutuyorsunuz!" Bunun üzerine:

"Atın! dedi, ben hepinizi, her iki tarafı da tutuyorum."

Buhârî, Cihâd 78, Enbiyâ 12, Menâkıb 4.

***

3319 - Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Allah'ın kulları arasında bir grup var ki, onlar ne peygamberlerdir ne şehidlerdir. Üstelik
Kıyamet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler de, şehidler de
onlara gıbta ederler."

Orada bulunanlar sordu:

"Ey Allah'ın Resulü! Onlar kim, bize haber ver!"

"Onlar aralarında ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde, Allah'ın
ruhu (Kur'an) adına birbirlerini sevenlerdir. Allah'a yemin ederim, onların yüzleri mutlaka
nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Halk korkarken, onlar korkmazlar. İnsanlar üzülürken, onlar
üzülmezler.

Ve şu ayeti okudu: "Haberiniz olsun Allah'ın dostları var ya! Onlara ne korku var ne de onlar
üzülecekler" (Yunus 62).

Ebu Davud, Büyü 78, (3527).

Her kim diler ise benim Ol dostumdan ayrıldığım Gözlerinden hicap gitsin
Dizar ıyan olsun ona.

Her kim bana ağyar ise


Hak Tanrı yar olsun ona
Her kancaru varır ise
Bağ u bahar olsun ona.

Bana ağu sunan kişi


Şehd ü şeker olsun işi
Kolay gele müşkül işi
Eli erer olsun ona.

Acı dirliğim isteyen


Tatlı dirilsin dünyada
Kim ölümüm ister ise
Bin yıl ömür olsun ona.
Her kim diler ben har olam
Düşman elinde zar olam
Dostları şad u düşmanı
Dost maşuk yar olsun ona.

Ardımca taşlar atanı


Hak tahta ağdırsın onu
Önüme kuyu kazanı
Güller nisar olsun ona.

Her kim diler ise benim


Ol dostumdan ayrıldığım
Gözlerinden hicap gitsin
Dizar ıyan olsun ona.

Bu Muhlis oğlu Paşa'nın


Güldüğün istemiyenin
Ağladığım istiyenin
Gözüm pınar olsun ona.

Aşık Paşa

Akıl/Tasavvuf

Bunca akıl hastalığı varken ve delileri de görürken, kişi nasıl sadece aklını tek dayanak kabul
eder.. O bunca yol göstermişken kişi nasıl olur da akletmez...

Tek/Budizm/Teklik/2012...

O Tek'in peygamberi, o putları ortadan kaldırmasaydı, şimdinin Aşıkları nasıl Tek'den dem
vurabilirlerdi..

Rahman...

Hiçbişeyimiz kalmayıncaya kadar sar bizi

Halk da hastadır, hummalıdır, çaresizdir. Şeytanın igvasıyla böyle sille vurur


durur.

1335.
Silleyi aşk edince sofinin kellesinden şırrak diye bir ses çıktı. Sofi, hey asi kaltaban diye
bağırdı.
Ona iki üç yumruk vurmak, sakalını, bıyığını yolmak istedi ama vazgeçti.
Halk da hastadır, hummalıdır, çaresizdir. Şeytanın igvasıyla böyle sille vurur durur.
Hepside suçsuzları incitmeye haristir. Birbirlerinin kafasını noksan görürler
Ey suçsuzların kafasına vuran, bunun cezasını kendi kafanda görmüyor musun?

1340.
Ey hava ve hevesini hekimlik sanıp zayıfları tokatlamaya kalkışan!
Sana bu ilâçtır diyen, seninle alay etmiş, sana gülmüştür. O, Âdem’e de buğdaya kılavuzluk
ettiydi ya!
Ey Tanrı yardımını dileyen Âdem ve Havva, ilâç için bunu yiyin, “Ebedi olarak yaşarsınız”
demişti ya!
Şeytan, Âdem’in ayağını titretti, sürçtürdü, onun kafasına vurdu. Fakat o sille döndü, şeytanın
kafasına geldi, ona ceza oldu.
Şeytan, Âdem’i adam akıllı sürçtürdü ama Âdem’in arkası Tanrı idi, elini tutan Haktı.

1345.
Âdem bir dağdı, yılanla dolsa ne çıkar? Tiryak madeniydi, ona hiçbir zarar gelmedi.
Sende tiryakten bir zerre bile yok, kurtulacağını nasıl umuyor, nasıl aldanıyorsun?
Nerede sen de Halil’cesine Tanrıya dayanma, nerede sende Kelîm’deki keramet?
Nerede o Tanrıya dayanma ki kılıcın İsmail’i kesmesin, nerede o keramet ki Nil’in dibini ana
cadde yapasın?
Kutlu bir adam, minareden düşse elbisesine rüzgâr dolar, onu yere yavaş indirir, kurtulur.

1350.
Ey güzel adam, o bahta inanmıyorsan neden kendini yele veriyorsun ya?
Bu minareden Âd gibi yüz binlercesi tepesi üstüne düştü, başlarını da yele verdiler, canlarını
da.
Bu minareden tepesi üstüne düşen milyonlarca kişiye bak.
İp üstünde oynamayı bilmiyorsan ayaklarına şükret, yeryüzünde yürü.
Kendine kâğıttan kanat yapıp dağdan uçmaya kalkışma. Bu sevdada niceler başından oldu.

Mevlana Celaledin-i Rumi hazretleri

O seni bir yetîm iken barındırmadı mı....

O seni bir yetîm iken barındırmadı mı? / Ve seni yol bilmez iken yola koymadı mı?/ Ve seni
bir yoksul iken zengin etmedi mi? / Öyle ise amma yetîme kahretme / Yardım isteyeni asla
geri çevirme / Yalnizca Rabbinin nimetini anlat.

Duha 6-11

Hele, dedi: sizin rabbınız kim ya Musâ?“ / Rabbim, her şeyi yaratan ve her şeye yaratılışının
gereği hakkını veren ve onları hayra sevk edendir” dedi. / Firavun o zaman şöyle dedi: “Peki
öncekilerin durumu ne olacak?”

Taha 49-50-51

Bir insan Kuran'ı Kerime'e bakarsa, ona bakmakla Peygambere bakmak


arasında hiçbir fark yoktur.

Allah, Kuranı'ı azim diye nitelediği gibi, Hz Peygamber'in yaratılışını da azamet özelliğiyle
nitelemiş, bu nedenle Kuran Hz peygamber'in ahlakı olmuştur. Bu yüzden ümmetinden
kendisine yetişememiş kimselerden onu görmek isteyenler, Kuran'a bakmalıdır. Bir insan
Kuran'ı Kerime'e bakarsa, ona bakmakla Peygambere bakmak arasında hiçbir fark yoktur.
Böylece Kuran-ı Kerim adeta bir beden suretinde inşa edilmiş de ona Abdulmuttalib oğlu
Abdullah'ın oğlu Muhammed denmiştir. Kuran-ı Kerim, Allah'ın kelamı, kelam ise O'nun
niteliğidir. Böylece Muhammed (a.s.) de Allah'ın sıfatı olmuştur. (FÜTUHAT,IV:61)
A dostum, Rahmaniyet gaflete gelir mi hiç....

A dostum, Rahmaniyet gaflete gelir mi hiç.


Bi hallenip de gafili münafık, münafığı kafir eder mi hiç.

A dostum, O Rahman hallenir mi hiç.


Bi haline gelip de kafiri cennete, müslümanı cehenneme atar mı hiç.

Hepside nefsinde pazar kurmuştur senin.


Aşık canı alanı gördün mü sen hiç.

Nefs

Bir gün unuttuğunu hatra getiremeyince, burnundaki gözlüğü farkedemeyince, o zaman


anlarsın kibre kapılmadan : neden "cahil ve nankördür; nefsine uyma" denildi...

ve cahiller kendilerine lâf attığı vakıt selâmetle... derler

...Bir de Yehudîler «Allahın eli bağlı» dediler, ve dedikleriyle dilediği gibi bahşediyor...

Ve o Rahmânın kulları: onlar ki Arzın üzerinde mülayemetle yürürler ve cahiller kendilerine


lâf attığı vakıt selâmetle... derler

Vahdet-i Vücud / İbn-i Arabi / Tevhid / Örnekler / (Devam)

Hakk'ın varlığı kendisine uğramış değildir ki, sonluluk ve sonsuzlukla nitelensin, çünkü O
varlığın aynısıdır. Mevcut ise varlığın uğradığı diye nitelenen şeydir.
Yaratılmışların mahiyetini, gök kuşağı ve onda renklerin yaratılmışların suretleri gibi
farklılaşmalarını gören bilebilir. Gerçekte gök kuşağında ne renklenen, ne de renk
bulunmadığını bilirsin, bununla birlikte rengi de görmektesin. Varlık'tan ibaret Hakk'ın
varlığında sonradan var olanların suretlerini müşahede etmen de böyledir.

***
Bütün mevcutlar kudret güneşinin nurlarından bir nurdur. Güneş karşısında güneş ışığı,
onunla beraber olan değil, adeta bir mumdur. Bu meselenin gerçeğini öğrendiğinde, herşeyin
hali hazırda yok olucu olduğunu görürsün. Eşyanın var olurken yok olması, tutuştuğu esnada
mumun ateşinin tükenmesine benzer. Bu örnek, yola yeni katılana anlatmak içindir; çünkü bir
şeyin varlığı esnasında yok olması yadırganır. Hakta kendisini kaybetmiş kimsenin gözünde,
eşyanın yok oluşuna gelince bunun anlamı, çok incedir ve gözle görülmez. Ehli onu remiz,
ima ve zevk yoluyla bilebilir.

***

Hak bana varlığın nurunu ve müşahede yıldızının doğuşunu göstermiştir ve o yıldız bana
şöyle demiştir:Sen kimsin? Dedim ki: zuhur eden yokluk. Bunun üzerine şöyle sormuştur:
Yokluk nasıl varlığa dönüşür? Mevcut değil idiysen, var olman geçerli olmazdı. Cevap
verdim: İşte bu sebeple 'zuhur eden yokluk' dedim.'Batın kalan yokluk'a gelince, onun var
olması mümkün değildir.

İbn-i Arabi (k.s.)


Allah ondan razı olsun..

De ki hamd Allaha, bir de selâm ıstıfa buyurduğu kullarına Allah mı hayırlı yoksa müşriklerin
şirk koştukları mı?

Neml 59

Fütûhât-ı Mekkiyye

Hak şöyle der: Seni güçlükten feraha erdirmek için, sana inmeye niyetlendim, böylece
meşakkat olmasksızın sana veririz ve ihsan ederiz. (Fütuhat,III:155)

İbn-i Arabi (k.s.)

Severim ben seni candan içeri / Dinin terkedenin küfürdür işi

Severim ben seni candan içeri


Yolum vardır bu erkândan içeri.

Beni bende demen bende değilim


Bir ben vardır bende benden içeri.

Nereye bakar isem dopdolusun


Seni nere koyam benden içeri.

O bir dilberdürür yoktur nisâni


Nisan olur mu nisandan içeri.

Beni sorma bana bende değilim


Sûretim hoş yürür don'dan içeri.

Beni benden alana ermez elim


Kadem kimbasa sultandan içeri.

Tecelliden nâsib erdi kimine


Kiminin maksudu bundan içeri.

Kime dîdar gününden sûle deyse


Onun sû'lesi var günden içeri.

Senin aşkın beni benden aliptir


Ne sirin dert bu dermandan içeri.

Seriat, tarikat yoldur varana


Hakikat mârifet andan içeri..

Süleyman kuş dilin bilir dediler


Süleyman var Süleyman'dan içeri..
Unuttum din diyânet kaldı benden
Bu ne mezhepdürür dinden içeri..

Dinin terkedenin küfürdür işi


Bu ne küfürdür îmandan içeri..

Geçer iken Yunus sas oldu dosta


Ki kaldi kapida andan içeri....

Yakin...

...ve huve yut’ımu ve lâ yut’am(yut’amu)...

En-am-14

...ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi.

Kaf-16

Yakine eremeyişin sebebi Allah'ın seni yazık edeceğinden korkmandır.


Halbu ki takva Allah'ın sana zarar vereceğinden korkmak değil; kötülük etmeyeceğinden
emin olmakta gösterdiğin edebtir.
Allah'a yakın kılan bu edeb ancak büyüklerin geçtiği yollarda vardır ki merhametten öte
şefaatleridir.
Bu hüsn-ü zan değildir.
Çünkü Hüsn-ü Zanda merhametten verilmiş olan yakinin suistimali olan gevşeklik görülmez.

Sad-24 : (Davud) Dedi ki: "Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle
sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu,
birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da
ne kadar azdır." Davud, gerçekten Bizim onu imtihan ettiğimizi sandı, böylece Rabbinden
bağışlanma diledi ve rüku ederek yere kapandı ve (Bize gönülden) yönelip-döndü.

Allah'a yakınlığın mertebeleri olduğu gibi çeşitleri de vardır.

İlgili diğer ayetlerden bazıları

Araf suresinden

Araf-155. Bir de Musa tayin ettiğimiz vakitte huzurumuzda bulunmak üzere kavminden
yetmiş er seçmişti. Ne zaman ki bunları o sarsıntı yakaladı. Musa dedi ki: «Rabbim,
dileseydin bunları ve beni daha önce helak ederdin. Şimdi bizi, içimizdeki o beyinsizlerin
yaptıkları yüzünden helak mı edeceksin? O da sırf Senin imtihanın; Sen bununla dilediğini
sapıklığa bırakır, dilediğine hidayet kılarsın! Bizim velimiz Sensin; artık bizi bağışla, bize
merhamet eyle; bağışlayanların en hayırlısı Sensin!

Sad suresinden

Sad -31. Hani bir gün ikindi vakti ona, durduğunda sakin, koştuğu zaman ise süratli safkan
koşu atları gösterilmişti.
32, 33. Onlarla ilgilenip >>"Ben Rabbimi hatırlattıkları için güzel şeyleri severim."<< dedi ve
onlar >>gözden kayboluncaya dek<< onları seyredip durdu. Sonra: >>"Onları tekrar bana
getirin!"<< deyip bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı. 34. Biz Süleyman'ı
>>sınamaya tâbi tuttuk<< ve tahtının üzerine bir >>cesed bıraktık.<< Sonra o, >>Allah'a
sığınıp >>tekrar<<>> tahtına döndü.<< Yine Sad suresinden şöyle.. 17.Onların söylediklerine
sabret, kulumuz Davud'u, o kuvvet sahibi zatı hatırla. O, hep Allah'a yönelirdi. 21.Sana
davacıların haberi ulaştı mı? Mabedin duvarına tırmanmışlardı. 22. Davud'un yanına
girmişlerdi de Davud onlardan ürkmüştü. “Korkma! Biz, iki davacıyız. Birimiz diğerine
haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet” dediler. 23. Bu,
kardeşimdir. Onun doksan dokuz dişi koyunu var. Benimse bir tek dişi koyunum var. Böyle
iken "Onu da bana bırak" dedi ve tartışmada beni bastırdı.” 24. Dedi ki: doğrusu senin bir
koyununu kendi koyunlarına istemesiyle sana zulmetmiş ve zaten yakınların çoğu da
birbirlerine aynı şeyi yaparlar. Ancak iman edip, erdemli davrananlar bunun dışındadır.Onlar
ise sayıca ne kadar az!" Davud, biz, kendisini >>sınadık<< >>zannederek<< hemen rabbine
istiğfar etti, eğilerek yere kapandı, Allah'a döndü. 25. Biz de o >>zannettiği şeyi<< kendisine
>>bağışladık<<. Şüphesiz yanımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir dönüş yeri vardır.

...

Tevhid/Vahdet-i Vücud/Panteizm

E fe reeytum mâ tumnûn (tumnûne). E entum tahlukûnehû em nahnul hâlikûn (hâlikûne).

Bu ayeti kerimeye kimisi meninin yaratılması açısından bakar..Yani sadece meni..Halbu ki


beden de dahil hatta düşüncenin öz yapısı bile yaratılan şeylerdir..Yaratmak bir manada
maddi kullanılır ki düşüncenin öz yapısı ne ise aynı özün yoğunlaşmış hali maddedir..Yani
yaratmak aslında bilinmeyen bir özdür... Ruhtur...Fakat yaratılmayan (yani yoktan
varedilmemiş) olan şeyler vardır ki bunlar da o öz den yani Allahın sıfatlarındandır..Allah
mekandan ve bir şekille şekillenmekten münezzehdir ki aslında onun yaratması denilen fiilleri
de kendi özündendir..Dolayısıyla sıfatları da mekandan münezzehtir..Bu bilgiler kuranda aynı
bu biçimdedir...Elbette bilen için. Elbette ilimde derinleşmiş, tecrübe geçirmiş olanlar için...

Büyüklerin, kimi zaman tasavuftan uzak durun demelerinin sebebi herkesin ilimde
derinleşmemiş olduğundan ve Allah'a yakınlığın herkez için ağır bir imtihan kolay bir şey
olmadığından dolayıdır.Yoksa söylenenlerin hepsinin söylendiği gibi olduğundan değil.
Yardımcımız Allahtır...

Allah mekandan münezzeh olduğuna göre ki hepsi açık ayetlerdir. Mekan bizim maddi
manada mekanda olmamızdan dolayı kullanılmış bir isimdir. Yoksa zaten düşünceler bir
mekanda değillerdir. Fakat o oldukları şeye mekan diyoruz. Yani bir maddi alana sıkışmadan
en yakın olan şeydir düşüncenin özü. Ki gözün görmesi de bu şekildedir.Şu maddi
gözlerimize bağlı olması bi anlamda onun mekanıdır. Fakat hatırlarsak biliriz ki rüyada da
görürüz. Hatta körler de görürler fakat bizim bildiğimiz gibi değil. İşte bu ilimde
derinleşmedir. Teşbihte...Tenzihdir...Çünkü herşey Allahtan olduğu halde, zatı (Kendisi/ruh)
bunlardan bağımsızdır. Bu da teşbihle anlaşılır ki herşey O'ndandır.

O'na ait mekan, bizim bildiğimiz manada mekan (gök) değil yarattığı varlıkları kendi zatına
yakınlaştırıp uzaklaştırmasııyladır. Örneğin namaza durduğumuzda işte Allaha yakın oldum
dediğin zamana kadar ne kadar süre geçiyorsa; işte o yol o mekana (isim) varan yolun
uzunluğudur. Ve insana has olmak üzere bu yol uzar veya kısalır. Meleklerde de kendilerine
has olarak bu mesafe vardır.Yani uzaklık ve yakınlık. İşte ayetler üzerinden derin tefekkür
edince çıkanlar bunlar gibidir. Sıfatlara yakınlık ve Zata yakınlık da bir ilim gerektirir. Bazen
birşeylerden uzaklık bazen de birşeylere yakınlık gerektirir gibi anlaşılması zor anlatılması
zor KOLAY geçilmeyecek yollardır.Panteizm ise tamamen alakasız cahil cüheylanın
hükmüdür. Allah şöyledir böyledir tamam oldu bitti demek gibi.

Başına gelenler ve gelmeyenler..

Başına gelenler ve gelmeyenler..

Kötü şeyleri senden savan ve savmış ve savıcak olan O'ndan başka kim olabilir ki ?

Yağmur

Daha ne yapıcaktı..

Damlaları

Hayat bi mucize değil mi..

Birbirine değmiyor.

Değiyor ki bak değmediğini anladın..

Yoksa sadece harfler

O yüksek harfler

Ne yapmalı o huzur için..

A !...deyip kalabilmek için

O hem de tek Samed

Başına gelenler düşüncelerinden geldiyse hiç düşünme o zaman...

Ya başkalarının düşünceleri ne olacak...

Allah bunu bilmez mi ?

Bilmekle oluyor mu ?

Bilmediğini bilmek ?

Ne yapmalı o huzur için ? ; O'nun için...

O'nsuz ne var da ayırdın huzuru...

Yanlış bağlantılar..Kafanda..Belki bazen iyi..


Yoksa O'na can dayanır mı...

Ya o güç nereden ki ?

Hemen de uyuyuverirsin...Ölüm uykunun kardeşi değil mi ya..

Belki uyarıcı belki müjdeleyici rüyalar görürsün..

Sade iyi kötü mü hayat..

Ya bi de o Samed var...

Nimetler Gani mi ?

Gerçekten yetiyor mu nimetler...O'ndan bağımsız ne var...

Allah'ın bağımlısı olmazsan ne geçer ele ?

Gani mi ? Samed mi ?

Ya Allah ismi ?

Bugün nimetler yetmiyor...Ya yarın..

Arayı hoş tut sen anladın...

Ne de olsa yoruldun... Ne için ?

Allah bir zevk mi ?..Bir nimet...

Sen yoranları düşün..Onlar da nimet peşindeler...

Yukarıda da dendiği gibi; O'ndan bağımsız ne var ?

O nimetlerde var mı O Samed...

O'nun bağımlısı ol...Kimin yarattığısın sen..ve nimetler..

Şükret şükret...Şükret de meyvelerin özü ol...

Mevlam neyler ?

Neylerse güzel eyler.....

Evrim Teorisi (Devam)

Adam bilimsel olarak maymun olduğuna inanıyor...O kadar açık ki bilimsel olarak insan
olduğu...Evrim teorisi filan :)
“Biz onlara aşağılık maymunlar olun dedik.” (Bakara, 2/65)

Ol dediği şey oluverir..Bunu bilen bilir..Bilimsel olarak...

Bak inkarın mümkün olmadığı bi gün gelicek..Evrim desem anlar mısın?...Şimdi anla
inşaallah..Yoksa o gün de Ol dediği olacak.. Bilimsel olarak..ve yine aklının almayacağı
çapta..Fakat bilimsel...Kendi yaptıkların doğrultusunda..

Ol diyecek ve olacak..Sen kendini neye hazırladıysan..


Sende ne varsa o kadar..Bilimsel olarak..

İnsan olduğunu kabul etmeyen hayvan olur...Aşağılıklar mı değiller mi artık orasını sen iyice
düşün...

İnsan olarak..

Hayvan olan düşünmez tabi...

Fakat Olur...
https://download.yousendit.com/Y1RyaXRBUzhQb0t4dnc9PQ

Tıpkı Onun Cemâli Ve Açılması Karşısında Ürpermemiz, Heybete


Kapılmamız, Edebsizlik Etmemize Engel Olması Gibi.

Bu yüzden bu anlamı bilen muhakkiklerden biri şöyle demiştir: "Bu döşeğin üzerine otur, ama
sakın uzanma. Çünkü Onun, bizim içimizdeki celâli, huzurda edebsizlik etmemizi engeller."
Tıpkı Onun cemâli ve açılması karşısında ürpermemiz, heybete kapılmamız, edebsizlik
etmemize engel olması gibi. O halde bizim ashabın keşfi doğrudur, ama celâl içlerine
kapanmalarına, cemâl ise açılmalarına neden oluyor, hükmünde bulunmaları ise yanlıştır.
Keşif doğru olduktan sonra gerisine aldırmamak gerekir. İşte hakikatlerin anlattığı kadarıyla
celâl budur.Bil ki, Kur'an cemâlin celâlini ve cemâli ihtiva eder. Mutlak cemâle gelince hiçbir
mahluk onu bilmeye nüfuz edemez, onu müşahede edemez. O sadece Hakka has bir alandır.
Burası yüce Allah'ın kendisini olduğu gibi gösterdiği huzurdur. Eğer bu huzura ve bu huzurda
sergilenen mutlak celâle müdahale imkanımız olsaydı, o zaman bilgi olarak Allah'ı ve Onun
katında olan şeyleri ihata etmiş olurduk ki, bu imkansızdır.

Muhyiddin İbn-i Arabi (k.s.)

Allah'ın Dışında Birtakım Veliler Edinenler

5.Gökler, neredeyse üstlerinden çatlayıp-parçalanacaklar; melekler de Rablerini hamd ile


tesbih ederler ve yerde olanlara mağfiret dilerler. Haberiniz olsun; gerçekten Allah,
bağışlayan ve esirgeyen O'dur.

6.Allah'ın >>dışında<< (( Yani Allahtan ayrıca kendi başına veya Ondan başkasına ait olduğu
düşünülen , Allahtan başka/dışında kendi nefsinde uluhiyet sahibi olduğu
düşünülen/varsayılan putlar veya öyle olduğu varsayılan insanlardan [örnek: Firavun veya
putlar] )) birtakım veliler edinenler ise; Allah, onların üzerinde gözetleyicidir. Sen onların
üzerinde bir vekil değilsin.
13. O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet
ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de
teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah,
dilediğini buna seçer ve içten Kendisi'ne yöneleni hidayete erdirir.

17.Ki Allah, hak olmak üzere kitabı ve mizanı indirdi. Ne bilirsin; belki kıyamet-saati pek
yakındır.

18.Onda acele edenler, (gerçekte) ona inanmayanlardır. İman edenler ise, ona karşı bir korku
içindedirler ve onun gerçekten hak olduğunu bilirler. Haberiniz olsun; kıyamet-saati
konusunda tartışanlar, gerçekte uzak bir sapıklık içindedirler.

24.Yoksa onlar: "Allah'a karşı yalan düzüp-uydurdu"mu diyorlar? Oysa eğer Allah dilerse
senin de kalbini mühürler. Allah, batılı yok edip-ortadan kaldırır ve Kendi kelimeleriyle hakkı
hak olarak pekiştirir (gerçekleştirir). Çünkü O, sinelerin özünde olanı bilendir.

25.Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve işlediklerinizi bilen O'dur.

26.O, iman edip salih amellerde bulunanlara icabet eder ve onlara Kendi fazlından arttırır.
Kafirlere gelince; onlara şiddetli bir azap vardır.

28. O'dur ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini serip-yayar. O,
Veli'dir, Hamid'dir.

30.Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu
da affeder.

31.Siz yeryüzünde (O'nu) aciz bırakacak değilsiniz. Ve sizin Allah'ın dışında ne bir veliniz
vardır, ne bir yardımcınız.

32.Denizde yüksek dağlar gibi seyreden gemiler O'nun ayetlerindendir.

33.Eğer dileyecek olsa, rüzgarı durdurur, böylece onun üstünde kalakalırlar. Şüphesiz, bunda
çokça sabreden, çokça şükreden kimse için gerçekten ayetler vardır.

34.Ya da kazandıkları dolayısıyla onları yok eder, bir çoğunu da affeder.

36.Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaı (kısa süreli faydalanması)dır. Allah
Katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da) iman edip Rablerine tevekkül
edenler içindir;

37.(Bunlar,) Büyük günahlardan ve çirkin -utanmazlıklardan kaçınanlar ve gazablandıkları


zaman bağışlayanlar,

40. Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse
(dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah'a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez.

41.Kim zulme uğradıktan sonra nusret bulur (hakkını alır)sa, artık onlar için aleyhlerinde bir
yol yoktur.
42.Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta
bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azap vardır.

43.Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir.

47. Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden evvel, Rabbinize icabet edin. O gün,
sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne sizin için inkar (etmeye bir imkan).

48.Şayet onlar, sırt çevirecek olurlarsa, artık Biz seni onların üzerine bir gözetleyici olarak
göndermiş değiliz. Sana düşen, yalnızca tebliğdir. Gerçek şu ki, Biz insana tarafımızdan bir
rahmet taddırdığımız zaman, ona sevinir. Eğer onlara kendi ellerinin takdim ettikleri
dolayısıyla bir kötülük isabet ederse, bu durumda insan bir nankör kesiliverir.

51. Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya
da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu)
başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

53.Göklerde ve yerde bulunanların tümü Kendisi'ne ait olan Allah'ın yoluna. Haberiniz olsun;
işler Allah'a döner

Şûrâ Sûresinden

MUHYİDDİN İBN.ARABÎ K.S.

Bismillahirrahmanirrahim

Değiştirme ve Kudret " O"ndandır.

Cemâli zahir olduğu için celâli ulu, yaklaşmasında yakın ve yüceliğinde mürakebe eden
Allah'a hamd olsun. O, izzet, göz kamaştırıcı parlaklık, azamet ve büyüklük sahibidir. O'nun
zatı başka zatlara benzemekten yücedir, hareketlerden, duruşlardan, sağa sola dönmelerden,
işaret ve ibareleri algılamak gibi beşeri olgulardan beridir. Nitelenmekten, sınırlardan, hareket
olarak inip çıkmaktan, istiva edilen şeye temas etmek anlamında istiva etmekten, oturmaktan,
bir maksadı olsa bile maksat peşinde koşuşturup seğirtmekten, yitik bir şeyle karşılaşmaktan
dolayı coşkuyla kahkaha atmaktan yücedir. Tafsilatlı olarak izah edilmekten, toplanmaktan,
damgalanmaktan, milletlerin değişmesiyle değişmekten, lezzet almaktan, bir amelden dolayı
acı duymaktan veya ezeli olmamakla nitelenmekten münezzehtir. Yer kaplamaktan,
bölünmekten ya da cisimlerin niteliklerini almaktan, anlayışların hakikatinin künhünü ihata
etmesinden ya da vehimlerin şekillendirdikleri gibi olmaktan, yahut uyanıklık veya uyku
halinde olduğu gibi kavranmaktan, mekanlarla ve günlerle kayıtlandırılmaktan, varlığının
devamlılığının üzerinden ayların ve yılların geçmesine bağlı olmasından, üstünün, altının,
sağının, solunun, arkasının veya önünün olmasından, akılların veya düşlerin celâlini
kavramasından uludur. Kapasitelerinin yüksekliğine rağmen akılların fikirleriyle, keşif ehlinin
zikirleriy-le, gerçek ariflerin sırlarıyla, gözdelerin gözleriyle idrâk etmelerinden beridir. Hicâb
ve perdelerin gerisinde noksan bir varlık olmaktan da münezzehtir. O, ancak nurlarında idrak
edilebilir. İnsan suretinde olmaktan da beridir. Objelerin varlıklarından uzak olmaktan, ya da
daha önce yok iken sonradan onlara dönmekten, varlıkları yarattıktan sonra kendisinde daha
önce olmayan bir halin meydana gelmesinden kalbin habbesi ve özü tarafından dilsiz bir
şekilde sınırlandırılmaktan, ya da O'na bu mahiyette inanılmasından, objelere tecelli etmesiyle
bir mekan edinmekten, mazi, gelecek veya şimdiki zaman dilimlerine tabi olmaktan yücedir.
Duyularla kaim olmaktan, şüpheye düşmekten, olayların kendisine karışık gelmesinden,
misâllerle veya kıyasla idrâk edilmekten ya da cinsler gibi çeşitlenmekten, ünsiyet kurmak
için alemi yaratmış olmaktan, oturan üç kişinin üçüncüsü olmaktan münezzehtir. Eş ve çocuk
edinmekten, bir kimsenin kendisine denk olmasından, varlığından önce yokluğun olmasından,
el, dirsek ve ayak gibi organlarla nitelenmekten, öncesizlikte bir başkasıyla beraber olmaktan,
kulların tevbe etmelerinden dolayı insanlarda bilindiği şekilde gülmekten ve sevinmekten,
öteden beri biline gelen öfke ve şaşırmaktan, insanlarda olduğu gibi suretten surete girmekten
yücedir. Ululuğunda üstün iradeli ve heybetinde azamet sahibi Allah yücedir. "Leyse kemisli-
hi şeyun ve huve's semi'ul basir / O'nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir."
(Şûra, 11)

Eş-Şeyhu’l Ekber MUHYİDDİN İBN.ARABÎ K.S.

Celal ve Cemal Kitabından

İbnü'l Arabi Sözlüğü/ Suad el-Hakim

İbnü'l-Arabi'ye göre her kul bir,ilahi ismin mazharıdır, böylece kullar arasında farklılık
meydana gelir, Söz gelişi Abdullah (Hz. Muhammed s.a.v) bütün ilahi isimleri kendinde
toplayan Allah isminin mazharı olması yönünden yaratıkların en kamilidir. Bkz.el- Futuhatü'l
Mekkiye, c. IV, s. 196-326. Bu bölümde İbnü'l Arabi ilahi isimlerin her bir mazharını genişçe
açıklar.

-İbnü'l Arabi Sözlüğü-


Suad el-Hakim
Kabalcı Yayınevi

Tasavvuf/Ben Sizin Rabbiniz Değil miyim/Kâlû


Belâ/İlim/Hatırlamak/Bilmek/Bilgi/Alim

Hatırlamakla* bilmek tamamen birbirinden farklı şeylerdir.

Eğer bilseydik hatırlamazdık.

İnananlar arasında hayasızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve
ahirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Nûr 19

Bir şeyin bilinmesi için hatırlama diye birşeyin olmaması gerekirdi.Halbuki bizdeki o işlem
tümüyle hatırlamaktan ibarettir. Bildirilenleri (bilgiyi) hatırlamak. Bilmek asla değil. En
yüksek noktada da bilmeklik hatırlama işleminin sürekli olmasıdır. Yani "devamlı bildirilme".
Alim olanın hatrı yüksektir. Bilgi kendisinde olduğu için değil. Devamlı bildirildiği /
hatırladığı için yüksektir. Bilen olsaydı veya nankör.. hatırlamazdı bildirileni...

Bakınız değerli kardeşlerim...

“Rabbimi Rabbimle bildim”

s.a.v.
.....................................................

Not: Hatırlamak(la) / Hatırlamak ile

-----------------------------------------------------

(Ey Peygamber insanlara şu zamanı hatırlat ki) hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından
zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: «Ben sizin Rabbiniz
değil miyim?» (demişti de) onlar: «Evet (Rabbimizsin), şahit olduk» demişlerdi. (Bu,)
Kıyamet günü: «Biz bundan habersizlerdik» dememeniz içindir.

Araf 172

Tasavvufta Benlik/İrade/Yokluk/Hiçlik/Tecelli/Felsefe/Akıl

mustafa -:
yunusm bı dınle ayeti sesi
mustafa -:
:)
yunus:
şura yı okudum bende mustafam bugün evt
yunus:
çok güzel Allaha şükür evt okunma
mustafa - (00:57):
Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine
destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de Allah'ın kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz
ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
lokman süresi
yunus (00:57):
:)
mustafa - (00:57):
:)
mustafa - (01:02):
yunum geçende guneşi belgeselını ızlerdım
mustafa - (01:02):
bı patlaması
mustafa - (01:03):
dewamlı patlıyo ya hanı o küçük bi patlama amerıca kıtasının enerjısını 1000 yıl
karşılıyormuş
yunus (01:03):
:)
yunus (01:03):
Allahu ekber
mustafa - (01:03):
:)
yunus (01:03):
ya kainatın büyüklüğünü düşünsene mustafam
yunus (01:04):
:)
mustafa - (01:04):
düşenemıomkı bu akıl çekmıo
mustafa - (01:04):
:)
yunus (01:04):
bizim güneş gibi bir milyon tane güneşin toplamında gezegenler var
yunus (01:04):
aah
yunus (01:04):
:)
mustafa - (01:04):
anca onu bilim adamları düşünsün onlar olçup biçiyorlarya
yunus (01:04):
:)
mustafa - (01:05):
onlarla ılgılı ayetlerde var yunusm
mustafa - (01:05):
ey sanat icraat edenler dıyo
mustafa - (01:05):
sızın yaptıklarınız amellerınız boşa dıyo
mustafa - (01:06):
yerınız cehennemın dıbı
mustafa - (01:06):
rab
yunus (01:06):
pek olmadı bu üslupla ama olsun
yunus (01:06):
aah
yunus (01:06):
:)
mustafa - (01:06):
:)
mustafa - (01:06):
ewt olmadı
yunus (01:06):
:)
mustafa - (01:06):
yunusm ama işte bırden çıkdı
mustafa - (01:06):
:)
yunus (01:07):
:)
yunus (01:07):
:)
mustafa - (01:07):
ben allahın ayetlerıyle acizane çıkarı bu ani olarak yani ben caka satarım yani du tam olmadı
mustafa - (01:07):
herhalde
mustafa - (01:07):
daha farklı bı duygu bu
mustafa - (01:08):
caka kelımesı olmadı yoksa oldumu
mustafa - (01:08):
du bi
yunus (01:08):
:)
yunus (01:08):
doğrusu ne ?
yunus (01:08):
bul bakım
yunus (01:08):
o duygunun
mustafa - (01:09):
yani anca dilden çıkar yani allahın ayetlerını taşımayı yazmayı
mustafa - (01:09):
yoksa nefsmı var nan işin ucunda
yunus (01:09):
yok o caka yerine doğrusu ne o olayın
yunus (01:09):
yaşanılan
yunus (01:09):
yaşadıın
yunus (01:09):
kelime
yunus (01:09):
kavram
mustafa - (01:10):
he bılmıom yani yoksa boburlenmemı
mustafa - (01:10):
nan
yunus (01:10):
yok bak doğrusu
yunus (01:10):
şereflenmek
mustafa - (01:10):
ama nıye oyle olsunkı boburlenerım allahın ayetlerıyle
mustafa - (01:10):
demı ama
yunus (01:10):
Allah şereflendiriyor seni
yunus (01:10):
kelamıyla
yunus (01:10):
hal o yani
yunus (01:10):
ismi
mustafa - (01:10):
:)
yunus (01:11):
o kitapda sizin şerefiniz vardır
mustafa - (01:11):
of şerefe bak sen yunusm hoppa
yunus (01:11):
bi ayet bak mealen
mustafa - (01:11):
feyze gel sen
mustafa - (01:11):
:)
yunus (01:11):
bi de başka had bildirmek için
yunus (01:11):
şeref yalnızca Allaha aittir var
mustafa - (01:12):
yani gururlanmak yanı benım rabbım bu gıbı he yunusm
mustafa - (01:12):
yanı o duygu demı
mustafa - (01:12):
yanlışlık yok he yunusm
yunus (01:12):
gurur deil işte
yunus (01:12):
şeref o
yunus (01:13):
gurur kendine ait gördüğün şeyle övünmek gibi
yunus (01:13):
bu Allahtan olan
mustafa - (01:13):
he tabı yunusm ınsan acızlığını bılıosa zatı o uyguya ne dıye kapılcak
mustafa - (01:14):
yani allah karşısında acızlık bılcen yoksa onun dışında dımdık olcan
mustafa - (01:14):
yanı onun dışında derken
mustafa - (01:14):
du tam toparlayaödım eksıklık var karışdım
mustafa - (01:14):
ha
mustafa - (01:15):
:)
yunus (01:15):
evt
yunus (01:15):
hamdolsun
mustafa - (01:15):
bombardımandayım şimdi
yunus (01:15):
mesela hamd ne demek
mustafa - (01:15):
:)
yunus (01:15):
hamd olsun derken
yunus (01:15):
ya da hamd Allaha aittir derken
mustafa - (01:16):
hamd şükür değilmi açılımı yunusm
mustafa - (01:17):
yani allahın verdiği şükrü geri iade etmek
mustafa - (01:17):
yani
yunus (01:17):
yok
yunus (01:17):
şükür yalnız Allaha aittir
yunus (01:17):
olmaz
yunus (01:17):
:)
yunus (01:17):
birinci anlamı övgü
yunus (01:17):
ikinci anlamı değerlendirmek
yunus (01:18):
ikisi birlikte de kullanıldıı yerelr var tek tek kullanıldıı yerlerde var
yunus (01:18):
ve bağlantılı
yunus (01:18):
çünkü değerlendiremeyen övemez de
yunus (01:18):
hamd Allaha mahsustur derken ondan işte
mustafa - (01:18):
ewt yunusm övgü ınsana tabi değil şüphesiz
mustafa - (01:18):
ewt ewt
yunus (01:18):
yani değerlendirmeyi kendi hakkında ancak o yapar
yunus (01:18):
dolayısıyla da övgüyü
yunus (01:19):
:)
yunus (01:19):
dolaysıyla da hamd Ona mahsustur elbette
yunus (01:19):
bize de onu tembihliyor işte
yunus (01:19):
yani zaten yapamayacağınız için
yunus (01:19):
hem de ancak ben yapabilirim zahmet etmeyin
yunus (01:19):
gibi
mustafa - (01:19):
görünen o açığa işte o şekılde çıkıo demı ha yunusm
mustafa - (01:20):
yani bütünleşmmeı oluo doğruus
yunus (01:20):
ya da övebileceğinizi değerlendirebileceğinizi zannetmeyin
yunus (01:20):
evet
yunus (01:20):
yoksa ne övebiliriz ne de değerlendirebiliriz
mustafa - (01:20):
ama edeplilik şart ha demı yunusm burda
yunus (01:20):
ki övemiyorlar işte değerlendiremiyorlarda
mustafa - (01:20):
içde tutmak he
mustafa - (01:20):
yunusm
yunus (01:20):
biz de ancak o bize bahşettiği kadar övebiliyor değerlendirebiliyoruz
yunus (01:21):
yoksa ne mümkün Allahı değerlendirebilmekte övebilmek
yunus (01:21):
evet
yunus (01:21):
di mi mustafam
yunus (01:21):
:)
mustafa - (01:21):
ewt benım yazdığıma dedın he yunusm
yunus (01:21):
evt
mustafa - (01:22):
o olayı kavrayıp içde tutmak dışarıda yaşarsan nefs vs olayı dağıtır yani kalpe vurmak işi
mustafa - (01:22):
gbi bir olay he yunusm
yunus (01:22):
evet mustafam
mustafa - (01:22):
analdım yunusm
yunus (01:22):
yni olmaz çünkü
yunus (01:22):
başka türlü
mustafa - (01:23):
ewt yunusm zaten nefsını tanıyıosan bılıosan olay kopuo orda
mustafa - (01:23):
zaten dışarı vurumda hıısedıon nefse tabı olduğunu
mustafa - (01:24):
acaıp bır durum bu
yunus (01:24):
:)
mustafa - (01:25):
ee yunusm de bana başka dıceğin varmı
yunus (01:25):
:)
yunus (01:25):
yok mustafam
yunus (01:26):
:)
mustafa - (01:28):
yunusm
mustafa - (01:28):
Sonra onları siz öldürmediniz ve lâkin onları Allah öldürdü, attığın vakıt da sen atmadın ve
lâkin Allah attı, hem de mü'minlere güzel bir imtihan geçirtmek için, hakikat Allah semi'dir,
alîmdir

mustafa - (01:28):
bana açsana şunu yani daha açılımlı
mustafa - (01:28):
aslında açıkda
mustafa - (01:29):
bana daha farklı anlat
yunus (01:29):
şimdi di mi
mustafa - (01:29):
işin varsa sonra
yunus (01:29):
yok
yunus (01:29):
tamm
yunus (01:30):
şimdi bak bi hadis var önce
yunus (01:30):
onu diyeyim bi bağlantı var orada ince
mustafa - (01:30):
tam
yunus (01:30):
attığın taş ya da ok hayvanı öldürmez Allah o hayvanın canını alır
yunus (01:30):
s.a.v.
yunus (01:31):
mealen böle bi hadis
yunus (01:31):
var
yunus (01:31):
yançok ince bak
yunus (01:31):
i
yunus (01:31):
o ok girdiğinde kan kaybettiğinde filan deil
yunus (01:31):
bu sebeple görünür ama
yunus (01:31):
aslında Allah alır canı orada
yunus (01:31):
direk olarak
yunus (01:32):
fakat akıl için gerekli olduu için o sebepler var
yunus (01:32):
yani biz kendi hayatımızı İNSAN yaşayabilelim die
yunus (01:32):
yani bize özgü bir hayat takdir etmiş Allah
yunus (01:32):
dolayısıyla da bunun bir sebepler zinciri olması lazım
yunus (01:33):
yani yoksa Allah sebeblerden münezzeh olarak vardır
mustafa - (01:33):
yani benim bakışım bir mümin olarak olaya yaşayışım davranışım akıl yonuyle olmucak he
yunusm
yunus (01:33):
ama insan onu anlamak için sebeblere ihtiyaç duyar
yunus (01:33):
önemli ama işte akıl hem yetmiyor hakikate
yunus (01:33):
yani Akllaha
yunus (01:34):
hem de bi sınır oluyor Allaha
yunus (01:34):
mesela işte biliyoruz felsefeciler
yunus (01:34):
hem akılla izah edilemeyecek bir kudret var
yunus (01:34):
bu açık
yunus (01:34):
yani akıldan öte bişi yaşadıımız
yunus (01:35):
fakat sırf akıl olunca hem o akılla olan yaşayışın idrakine varamıyorsun
yunus (01:35):
hem de ötesine geçemiyorsun
yunus (01:35):
işte oradaki imtihan denilen o
yunus (01:35):
yani Allah öteye geçirecek
yunus (01:35):
akıldan
yunus (01:35):
müminleri
mustafa - (01:35):
iman yani demı bu
mustafa - (01:35):
açığa çıkan
yunus (01:35):
evet
yunus (01:36):
heh şimdi bak orada bi dercelendirme var yine
yunus (01:36):
Sonra onları siz öldürmediniz ve lâkin onları Allah öldürdü, attığın vakıt da sen atmadın ve
lâkin Allah attı,
yunus (01:36):
bak müminler için ayrı hitap başlangılçta
yunus (01:36):
dikkat ettin mi
yunus (01:36):
efendimize ayrı
yunus (01:36):
ilki o hadisteki gibi
yunus (01:37):
yani siz öldürmediniz
yunus (01:37):
attığınızda Allah öldürdü
yunus (01:37):
:)
yunus (01:37):
şimdi bu müminlere
yunus (01:37):
:)
yunus (01:37):
tecrübe ettirilen
yunus (01:37):
şimdi efendimize hitaba bak
yunus (01:37):
ne diyor
yunus (01:37):
:)
yunus (01:37):
ona yaşatılan ntecrübe
yunus (01:37):
ne
yunus (01:37):
:)
yunus (01:38):
nan başka şeyle ilgilenme bak
yunus (01:38):
ayıp
mustafa - (01:38):
yok ınceyı yakalamaya çalışıom
mustafa - (01:38):
anladım yunusm
yunus (01:38):
yani müminler için attığınızda demiyor
yunus (01:39):
efendimiz için attığında diyor
yunus (01:39):
:)
mustafa - (01:39):
of
mustafa - (01:39):
of
yunus (01:39):
ikisi de aynı aslında da derefce farkı var
yunus (01:39):
:)
yunus (01:39):
müminler sonuçlar dahilinde Allahın tecellisi alıyor bu imtihanda tecrübede
yunus (01:40):
efendimiz direk atma eylemi de dahil olarak can alınması
yunus (01:40):
:)
yunus (01:40):
s.a.v.
yunus (01:40):
şimdi bu yannız bizim yaşadıımız gibi bilgi olarak değil
yunus (01:40):
o savaşta yaşanılan şeyden bahsediliyor dikkat et
yunus (01:40):
karşıdakilerde savaşta oldukları halde aynı tecrübe değil yani
yunus (01:41):
direk tecelli biri
yunus (01:41):
:)
yunus (01:41):
yaşadıkları o
yunus (01:41):
yani bi haller yaşıyorlar
yunus (01:41):
öyleki hani ellerinden kollarından habersizler mesela düşün
yunus (01:41):
çünkü Allah öldürüyor
yunus (01:42):
ama bunun öldürme kısmını yaşayıp idrak kısmını yaşamıyorlar
yunus (01:42):
kendilerinden geçme söz konusu
yunus (01:42):
o makamda ama he
yunus (01:42):
,bizim bildiğimiz kendinden geçme değil
yunus (01:42):
düşün zaten savaş ne biçim bi durum
yunus (01:42):
bi de o halde neler
yunus (01:43):
şimdi işte efendimize olan hem elleri ondan ayrı hem de bunun idrakinde
yunus (01:43):
çünkü peygamber
yunus (01:43):
:)
yunus (01:43):
ama tecrübe ettiriliyor
yunus (01:43):
fakat bilgi sora geliyor
yunus (01:43):
hani şöle şöle oldu ya
yunus (01:43):
işte o buydu
yunus (01:43):
:)
yunus (01:44):
imtihan olması da
yunus (01:44):
hem tecrübe olması yönüyle
yunus (01:44):
hem de sorasında hani had bilicekler mi bilmeyecekler mi
yunus (01:44):
hani biz öldürdük biz yaptık diyecekler mi
yunus (01:44):
yoksa Allaha mı verecekler
yunus (01:44):
içlerinde
yunus (01:44):
:)
yunus (01:45):
annadın
mustafa - (01:45):
:)
yunus (01:45):
oldu di mi annatabildim
mustafa - (01:45):
ewt ewt
mustafa - (01:45):
daha ıyı anladım
yunus (01:45):
mesela bi savaşta hani uhudaydı di mi kazandık diye seviniyorlar
yunus (01:45):
:)
yunus (01:45):
kaybediyorlar
yunus (01:45):
bak o kadar ince
yunus (01:46):
gevşiyolar ya
yunus (01:46):
:)
yunus (01:46):
bunu yazacaktım iyi oldu şimdi temize çekmek gibi
mustafa - (01:46):
o zaman bır mumının sepepleri kaldırcak gormucek çıkan sonucu allaha dauyandarcak hep he
yunsum yanı bakışımız boyle olcak
mustafa - (01:47):
yanı boyle bır durum gıbı he yunusm
yunus (01:47):
ilmen öle
yunus (01:47):
ama tecrübe farklı
yunus (01:47):
yani bi de onu yaşamak var
yunus (01:47):
asıl iş zaten yaşadıında oluyor
yunus (01:47):
tam imtihan
yunus (01:47):
evt öle
mustafa - (01:47):
ewt değerlendırme
mustafa - (01:47):
kavramı nasıl ilıo yanı
mustafa - (01:47):
olayın duruma gore
yunus (01:48):
yani işte tasavvuf büyüklerimiz benlikten bahsetmesi bu yüzden
yunus (01:48):
ben deme benliğini yok et gibi
mustafa - (01:48):
ewt
mustafa - (01:49):
şimdi adam dıokı bırısı tecavuze ugradı bunu allahmı yaptırıo dıo veya nebılım bu tur çırkın
şeyler
yunus (01:49):
evet
mustafa - (01:49):
sonuçda allah yaratamdımı dıo
mustafa - (01:49):
nedıcen bu adama
yunus (01:50):
işte tecavüz eden Allah adına tecavüz edebilir mi
yunus (01:50):
edemez
yunus (01:50):
hem de etmez
yunus (01:50):
dolayısıyla tamamen ayrılıyo olaylar
yunus (01:50):
yani yaratma Allaha mahsus
yunus (01:50):
ama neyi yaratacağı var
yunus (01:51):
Allah durup duruken yaratmaz
yunus (01:51):
çünkü
yunus (01:51):
mesela durup duruken tecavüz yaratmaz
yunus (01:51):
tecavüze gelmesi için işin mutlaka kişinin gayreti var
yunus (01:51):
yani Allahı unutma gayreti olmalı ki o işi yapabilsin
yunus (01:52):
yoksa Allah o işi direk zaten yaratmıyor
yunus (01:52):
yani mesela duyma görme dokunma bunnarı daimi yaratıyor
yunus (01:52):
ya da diğer devamlı yarattığı şeyler belli
yunus (01:52):
bizim dahlimiz olmadan
yunus (01:52):
ama Allah durup duruken günahları yaratmıyor
yunus (01:53):
işte o hale gelirsen
yunus (01:53):
Allahla olursun
yunus (01:53):
yani bunu bildin şimdi bak
yunus (01:53):
Allah normalde bir başka varlık işin içine girmeden yarattıklarıyla işin içinde olan olunca
yarattıkları ne kadar ayrı
yunus (01:54):
işte o bir dahl olmadan yarattıklarıyla kalırsan cennettesin
yunus (01:54):
diebilirsin
yunus (01:54):
ama sen ya da başkası işin içine girerse
yunus (01:54):
ki anlaşılır bu
yunus (01:54):
direk
yunus (01:55):
yani Allahın yapmasıyla kişinin yapması arasında niyet farkı olduu gibi
yunus (01:55):
sein o işe baktıında da niyetin farklı olabilir
yunus (01:55):
halbu ki karşıdaki o niyette olmayabilir,gibi
mustafa - (01:56):
işte ben nası algılıom bılıonmu yunusm yanı şimdi bu tecavüz allah yasaklıo pek çirkin dıo
yani allahın olağan daim bir kanunu var o kanuna ters gelen herşey zıtlık oluo yani şeytanın
çıkışı benden ayrılan kavramda şeytana tabi olur dıo benım olağan kanunum bu diyor yani
çirkin işlerde
yunus (01:56):
evet
mustafa - (01:56):
olurunda çirkinlik yok yunusm yani ılk ve son olan rabda yok boyle bışey
yunus (01:56):
işte zaten nefs olan herşey de o dışa çıkış var
yunus (01:56):
evet mustafam kesinlikle yok
yunus (01:56):
bu aklından çıkmasın
yunus (01:57):
çok önemli bak bu
yunus (01:57):
tahmin edemeyeceğin kadar önemli
yunus (01:57):
yaşamın için
yunus (01:57):
yaşamımız için
yunus (01:57):
yakınlığımız için Allaha
yunus (01:57):
mesela bak
yunus (01:57):
bi ayet
yunus (01:57):
burdan anlaşılıyor tam
yunus (01:57):
Allah sizi farklı ümmetler kıldı ki tanışıp kaynaşasınız die
yunus (01:58):
bak şimdi bu işte onun niyeti
yunus (01:58):
başka bi niyet yok kesinlikle
mustafa - (01:58):
allahın niyeti he yunusm
yunus (01:58):
yani Allah kuddüs işte mustafam
mustafa - (01:58):
:)
yunus (01:58):
yani öle denebilir
yunus (01:58):
evt
yunus (01:58):
ya da mesela subhan ismi
mustafa - (01:58):
zaten bızdekı nıyet sıfatı guzelde ondan zaten
mustafa - (01:58):
demı yunusm
yunus (01:58):
noksanlıktan münezzeh
yunus (01:59):
evet
yunus (01:59):
bütün iyilikler Allahtan bütün kötülükler nefsinizden ayeti işte
mustafa - (01:59):
ewt yunusm yani benden otesi çirkinlik dıyor rab bu kaçınılmaz dıyor ben guzelım dıyor
mustafa - (01:59):
:)
yunus (02:00):
:)
mustafa - (02:00):
of of demı he yunsum
yunus (02:00):
yani aslında ben bile demiyor da
mustafa - (02:00):
acaıps oldum ha
yunus (02:00):
:)
yunus (02:00):
niye biz dediini anla bak o temzilikten
yunus (02:00):
:)
yunus (02:00):
kuddusiyet işte o
yunus (02:00):
tertemiz olmak ama hani Allah olunca aziz kuddüs
yunus (02:00):
saf gibi değil
mustafa - (02:01):
of ben bu duyguyla bakamdım hiç biz yani allah ve ınsan biz
yunus (02:01):
ama bi boyutuyla bizde zahir olan boyutunda saflık evet
mustafa - (02:01):
he yunusm
mustafa - (02:01):
he demı yunusm
yunus (02:01):
:)
yunus (02:01):
yani çünkü yaratmış mustafam
mustafa - (02:01):
yakaladım şükür bışeyler yunusm
yunus (02:01):
o yüzden gerek olmadıkça ben demez
mustafa - (02:01):
allah razı olsun
mustafa - (02:01):
senden
yunus (02:01):
cümlemizden mustafam
yunus (02:01):
kadir gecesi tabi
mustafa - (02:01):
:)
yunus (02:02):
yani o demiyor düşün verdiği hak sebebiyle
yunus (02:02):
:)
yunus (02:02):
ben die
mustafa - (02:02):
yanı yunusm guzellıler rabdan çirkinlikler nefsden
yunus (02:02):
evt mustafam
yunus (02:02):
hamdolsun
yunus (02:03):
yani bu da Onun hakkı olduu için öle
yunus (02:03):
yani hakikat olduu için öle
mustafa - (02:03):
yunusm du şurası kaldı bi orayıda anlarsam tam kalbım daha guzel olcak .
yunus (02:03):
yoksa bizim gibi düşünerek değil mustafam
yunus (02:03):
:)
yunus (02:03):
yani orada ben demesi gerçek olduu için
yunus (02:03):
büyüklenme içindeğil
yunus (02:04):
:)
mustafa - (02:04):
nefs yani nefsı o zaman rab yaratmıo yanı yaratmıo derken duzende işleyen bu nefs du nasıl
anlatsam du karışdım yıne
yunus (02:04):
Hak olarak öyle
yunus (02:04):
işte nef zaten bilgisayar gibi
yunus (02:04):
bu bilgisyarın bi işleyişi olucak illa ki
yunus (02:04):
o işleyişte elbbette farklı olucak
yunus (02:05):
yani akıl gibi
yunus (02:05):
şimdi bi bizim aklımız var
yunus (02:05):
yani bize devam ettirdiği
yunus (02:05):
bak du geliyom
yunus (02:05):
annatıcam tam
mustafa - (02:05):
tam bende bı çay kouyım
mustafa - (02:05):
:)
yunus (02:08):
geldim
mustafa - (02:09):
:)
yunus (02:09):
şimdi derinden giricez
yunus (02:09):
bu noktadan
mustafa - (02:10):
gır yunusm anlat bana
mustafa - (02:10):
yanı ayır edım
mustafa - (02:10):
nokta vurmam lazım
yunus (02:10):
Allah kadr gecemizi mübarek kılsın
yunus (02:10):
evet
mustafa - (02:10):
amin yunusm
yunus (02:10):
şimdi BEN dediinde insan neyi kastediyor
yunus (02:11):
mesela elini görsek sadece bi insanın
yunus (02:11):
bu O mudur
yunus (02:11):
ben dediği şey midir
yunus (02:11):
değil
yunus (02:11):
bu el BENim der çünkü
yunus (02:11):
BEN diyemez
mustafa - (02:11):
of
yunus (02:11):
o halde el BEN denilen şeyden ayrı demek
mustafa - (02:11):
of
yunus (02:12):
göz
yunus (02:12):
gözüm
yunus (02:12):
el elim
yunus (02:12):
Yani el ayrı bir varlık aslında
yunus (02:12):
eğer ayrı olmasaydı el denmezdi
yunus (02:12):
mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi
yunus (02:13):
şimdi sonrasındaki sahibi de o aslında
yunus (02:13):
çünkü sonrasında da BEn diyemediin gibi kontrolünü de BEN dediin yapamıyor
yunus (02:13):
eğer BEN dediğin kontrolü yapabilseydi hiç şüphesiz o SEN olurdun
yunus (02:13):
:)
yunus (02:14):
annadın mı?
yunus (02:14):
:)
yunus (02:14):
SEN mesela elin uyuştuğu zaman madem SENinse uyuşmamasını irade etmen gerekir ki
yunus (02:15):
kontrol BENim diyebil
yunus (02:15):
ya da bu el BEN diyebil
yunus (02:15):
dolayısıyla ne o el BEN ne de BEN dediğin senin
yunus (02:15):
:)
mustafa - (02:15):
anaa of of du bı hale gırdım şimdi ıdrak edıom ama akılda dondu kaldı sankı
yunus (02:16):
çünkü BEN dediğin senin olsan el de senin olması lazım
yunus (02:16):
halbu ki ikisininde kontrolü sen de değil ki ne BEN diyebilirsin ne de BENim
mustafa - (02:17):
açıl açıl yunusm açılabıldığın kadar ver kardeşim ver
yunus (02:17):
şimdi bak düşün bu aklen böyle
yunus (02:17):
:)
yunus (02:17):
aklen he bak
yunus (02:17):
dikkat
yunus (02:17):
şimdi o halde bunnarın sahibi kim
yunus (02:17):
ve neden BEN diyoruz
yunus (02:17):
:)
yunus (02:18):
ve BEN dediğimiz biz değiliz şüphesiz
yunus (02:18):
:)
yunus (02:18):
BENim dediğimiz de bizim değil bi de
yunus (02:18):
bak bu hiçlik ve yok luk boyutu
mustafa - (02:18):
yunusm burda edepi korucaz demı
yunus (02:19):
yok daha akıldayız bak du
yunus (02:19):
gelicez oraya sen bırak
yunus (02:19):
şimdi aklen ne BEN diyebilriiz aslında
yunus (02:19):
ne de BENim diyebiliriz
yunus (02:19):
bu şüphesiz böyle
yunus (02:20):
ve şimdi aklen BEN dediimiz ve BENim dediğimiz şey de YOK ve HİÇ olmuş oluyor
yunus (02:20):
yani biz de dahil
yunus (02:20):
fakat varız di mi
yunus (02:20):
bak aklen yokuz
yunus (02:20):
o kesin
yunus (02:20):
ama varız
yunus (02:20):
aah
yunus (02:20):
:)
yunus (02:20):
demek var dediğimiz şey aklen gelmiyor
yunus (02:21):
fakat bildiğimiz şey aklen yok
yunus (02:21):
hiçlik ve yokluk
yunus (02:21):
fakat VARız
yunus (02:21):
ve BEN diyoruz BENim diyoruz
mustafa - (02:21):
:)
yunus (02:22):
ama BEN ve BENim derken BEN de BENim değil BENim dediğimizde bizim değil ve hepsi
yok hükmünde
yunus (02:22):
ama tümü de var
yunus (02:22):
yani bak ne geliyo şimdi
yunus (02:22):
sanki herşey emanet gibi
yunus (02:22):
:)
yunus (02:23):
yani herşey tümden dahil olmak üzere ve özelde de emanet
yunus (02:23):
bu BEN ve BENimlerin hepsi emanet
yunus (02:23):
çünkü hepsi ve hiçbiri bizim değil
yunus (02:23):
ve yok oldukları halde varlar
yunus (02:24):
şimdi neden Allah bizden iman istiyor
yunus (02:24):
:)
yunus (02:24):
kendisine
yunus (02:24):
çünkü yok gibi
yunus (02:24):
ama var
yunus (02:24):
:)
yunus (02:24):
bak kopmadıysan eğer öle bişi dedim ki
yunus (02:24):
komple bağlantılı ve açık
mustafa - (02:24):
yok yunusm kayıt edıom
mustafa - (02:25):
:)
yunus (02:25):
şimdi bu BEN dediğimize bi alttan bakalım
yunus (02:25):
elimiz BEN diyebiliyor mu
yunus (02:25):
bizim olmadıı açık
yunus (02:26):
yani BENim DİYEMİYORUZ
yunus (02:26):
fakat o asla BEN diyemiyor
yunus (02:26):
bu açık bi fark
yunus (02:26):
mesela bu bilgisayar bi varlık di mi
yunus (02:26):
bak bişiler yapıyor
yunus (02:26):
beyin gibi
yunus (02:27):
ama BEN yok
yunus (02:27):
halbu ki BEN diyebilecek özellikler onda da var
yunus (02:27):
ya da mesela dağlar gökler yerler
mustafa - (02:27):
:)
yunus (02:27):
canlı gibiler ama hiçbiri ben demiyor
yunus (02:27):
halbu ki faaliyetleri var
yunus (02:27):
bizim BEN dediğimiz gibi
yunus (02:28):
hepsi de bizim emrimizde
yunus (02:28):
sanki bizim gibi
yunus (02:28):
ya da BENim gibi
yunus (02:28):
ama bi yere kadar
yunus (02:28):
neden
yunus (02:28):
çünkü işte onnarda ne BENimler ne de KENDİlerininler bizim
yunus (02:28):
gibi
yunus (02:29):
şimdi biz nasıl BEN diyoruz
yunus (02:29):
bu durumda
yunus (02:29):
bak şimdi
yunus (02:29):
Allah dedi ki ben yeryüzünde bir halife yaratacağım
yunus (02:29):
bir bu
yunus (02:30):
Ona ruhundan üfledi
yunus (02:30):
iki
yunus (02:30):
biz emaneti dağlara verdik onlar kabullenmedi fakat çok zalim ve cahil olan insan yüklendi
yunus (02:30):
:)
yunus (02:31):
şimdi bu BEN diyebilmemiz RUH sebebiyle
yunus (02:31):
yani TEK olan varlığın
yunus (02:31):
yüce ALlahın
yunus (02:31):
ruhundan üflemesiyle BEN diyebildiğimiz şey
yunus (02:32):
bilgisyarda RUH yok o yüzden BEN diyemiyor
yunus (02:32):
BEN diyebileceği şey yok
yunus (02:32):
ve tasarrufu yok
yunus (02:32):
çünkü Allahın ruhu yok onda
mustafa - (02:32):
of of yunusm
yunus (02:32):
hem de halife olmaması sebebiyle BEN diyemiyor
yunus (02:32):
:)
mustafa - (02:32):
ana
yunus (02:33):
çünkü halife olsa ruhu olur
yunus (02:33):
ruhu olsa BEN diyebilir
yunus (02:33):
fakat canlı şüphesiz
yunus (02:33):
bi mana da
yunus (02:33):
çünkü faaliyeti var
yunus (02:33):
fakat ben diyemiyor çünkü ruhu yok
yunus (02:33):
ona faaliyeti veren kim
yunus (02:33):

yunus (02:34):
şimdi bu durumda
yunus (02:34):
BEN desen
yunus (02:34):
olur mu
yunus (02:34):
BENin senin değil
yunus (02:34):
BENim dediklerinde senin değil hiç şüphesiz
yunus (02:34):
:)
yunus (02:34):
fakat tasarrufun var
yunus (02:35):
Allahın sendeki tasarrufu gibi
yunus (02:35):
halife de bir şeylere tasarruf edebiliyor
yunus (02:35):
ve ruh verebiliyor
yunus (02:35):
:)
yunus (02:35):
kendinden
yunus (02:35):
:)
yunus (02:35):
ama kendi dediği beni kendinin değil
yunus (02:35):
o halde birinin halifesi ki bişiler yapabiliyor
yunus (02:35):
daha doğrusu yaptırılıyor
yunus (02:36):
şimdi bizi ayıran şey RUH
yunus (02:36):
çünkü O Allah HAYAT sahibi
yunus (02:36):
bilgisayara vermedi
yunus (02:36):
ben diyemez
yunus (02:37):
fakat insana verdi BEN diyor
yunus (02:37):
ama onun BENi olmadıı açık
yunus (02:37):
hiç şüphesiz
yunus (02:37):
emanet
yunus (02:37):
bak bunnar aklen he
mustafa - (02:37):
ana
yunus (02:37):
felsefe filan diyoruz düşün daha bunnarı akledemeyenlere
mustafa - (02:37):

yunus (02:37):
:)
yunus (02:38):
ki çok açık
yunus (02:38):
çok çok açık
yunus (02:38):
fakat aklen baktıkları için
yunus (02:38):
sadece
yunus (02:38):
:)
yunus (02:38):
bu aklı bilemiyorlar
yunus (02:38):
bu kadar basit olmasına rağmen
yunus (02:38):
ve bu akıl normalde bulunamıyor
yunus (02:38):
peygamberlerden geliyor sadece
yunus (02:38):
:)
yunus (02:38):
s.a.v.
yunus (02:38):
sadece onlarda var bu akıl
yunus (02:39):
tarihen de açık olarak
yunus (02:39):
fakat bildirdikleri halde hem bilinemiyor
yunus (02:39):
hem de akledilemiyor
yunus (02:39):
o bildirdikleri
yunus (02:39):
neden
yunus (02:39):
çünkü onnarda bilmiyor
yunus (02:39):
:)
yunus (02:39):
bildiriliyor
yunus (02:39):
sadece peygamberelere
yunus (02:40):
ve ordan da ümmetlerine
yunus (02:40):
iman şartı var çünkü ne Allah bilinebiliyor aklen
yunus (02:40):
ne de yaptıkları
yunus (02:40):
fakat öle bir sır ki
yunus (02:40):
iman edince akledebiliyorsun
yunus (02:40):
:)
yunus (02:41):
bu noktada iman=akıl
yunus (02:41):
evet
yunus (02:41):
fakat iman olunca akıl sınırlanmıyor
yunus (02:41):
akıl olunca akıl sınırlı
yunus (02:41):
iman hiç olamıyor
yunus (02:41):
:)
yunus (02:41):
iman olamıyınca hakikat bilinemiyor
yunus (02:42):
o yüzden de aklen ancak yokluk ve hiçliğe düşülüyor
yunus (02:42):
:)
yunus (02:42):
halbu ki aklen olmasa da varız
yunus (02:42):
hiç şüphesiz
yunus (02:42):
:)
mustafa - (02:42):
aa
yunus (02:42):
:)
mustafa - (02:42):
:)
yunus (02:42):
kadir gecesi hürmetine he mustafam
yunus (02:42):
:)
yunus (02:42):
Allah kabul etsin
yunus (02:43):
işte nefs ne oluyor burda anlamışsındır
mustafa - (02:43):
yunusm vallah çıkışa bak şüphesiz faydalandım ben nota aldım okumam lazım tekrar tekrar
yunus (02:43):
hakikatin tersi tamamen
mustafa - (02:43):
ewt ewt
mustafa - (02:43):
nefs hakkıktın tam tersı
yunus (02:43):
yani inat ya da bilgisayarın işleyişi gibi
yunus (02:43):
tümden yok
yunus (02:43):
evt
yunus (02:44):
fakat tam aksine olarak benlik iddia ediyor
yunus (02:44):
yani hem de hakikat olmadıı halde
yunus (02:44):
yani halife olan aslında BEN değil
yunus (02:44):
ruh
yunus (02:45):
işte ruh değilde ben deyince nefs oluyor
mustafa - (02:45):
yunusm ruh işi gerçekden anlaşılması çok güç rab kuranda bıle sıze az ılım verdık dıo
yunus (02:45):
dolayısıyla hakikatin muhalifi
yunus (02:45):
yani tam olarak gerçeğin
yunus (02:45):
evet
yunus (02:45):
ama işte açık
yunus (02:45):
yani aklen gidilemiyor diğer şeyler gibi
yunus (02:45):
ama hiç şüphesiz var
yunus (02:46):
şimdi bi de şu var mustafam
yunus (02:46):
bizim ruh iradesiz
yunus (02:46):
sadece hayat sahibi zat olan şey ruh
yunus (02:46):
var ve ben diyebildiğimiz
yunus (02:46):
fakat irade Allahtan
yunus (02:46):
yani Allah yapıyor
yunus (02:47):
o ruh Allahın yaptıına yöneliyor
yunus (02:47):
yani temelde Allahın yaptıklarına bakıyor
yunus (02:47):
ve bir şeye yöneliyor
yunus (02:47):
Allah da o hem halife seçtiği için hem de hak verdiği için yani o şeyi yapıyor
yunus (02:48):
istediğini ama Allahın yaptıkları sınırlarında istediğini yapıyor
yunus (02:48):
Bu da işte Allahın sınırkları oluyor
yunus (02:48):
halifeye koyduu
yunus (02:48):
ve işte imtihan bu oluyor
yunus (02:49):
yani yöneldiği şeyler gösteriliyor tattırılıyor
yunus (02:49):
Allah yapıyor bunu direk ilk
yunus (02:50):
sora bu yapılanlar içinde insan yöneldiği şeyin peşine götürülüyor yine Allah tarafından
yunus (02:50):
mesela zarar yaşatılıyor asgari düzeyde
yunus (02:50):
ve fayda
yunus (02:50):
Allahın takdir ettiği kadar
yunus (02:50):
o ruh bunu ruhen hissediyor
yunus (02:50):
çünkü yaşattırılıyor
yunus (02:51):
sonra o şeylere kendi zararına ya da faydasına olduu halde yöneliyor
yunus (02:51):
işte bu yönelme hayat sahibi olması yüzünden yani BEN dediği ruhu var
yunus (02:51):
mesela bilgisayar yönelemiyor
yunus (02:51):
çünkü işte o ruh yok hayat sahipliğisi yok
yunus (02:51):
ve bilmiyor
yunus (02:51):
hayvanlarda böyle
yunus (02:52):
bizden bi düşük boyutta olarak
yunus (02:52):
onnarın yaşadıklarında da yöneliş var
yunus (02:52):
ve yönelişe göre Allahın iardesi
yunus (02:52):
zahir oluyor
yunus (02:52):
ama kendi yaşantılarınca
yunus (02:53):
takdir edilen sınırlar doğrultusunda
yunus (02:53):
onlara yaşatılanlar sınırınca
yunus (02:53):
fakat insanın boyutu çok farklı
mustafa - (02:53):
:)
yunus (02:53):
mesela aklına hiç düşünce gelmese
yunus (02:54):
ki bu kolunun hareket etmemesiyle aynı şey oluyor
yunus (02:54):
sen önceden orada bir irade faaliyet gördüğün için
yunus (02:54):
o şeye yöneliyorsun
yunus (02:54):
:)
mustafa - (02:54):
:)
yunus (02:54):
bak iyi örnek oldu
mustafa - (02:54):
he ya yunusm ıyı çıkışı var
mustafa - (02:54):
bak bunun
mustafa - (02:54):
:)
yunus (02:54):
sora işte o yöneliş barız olan fakat bilinmeyen ruh
yunus (02:55):
ve iradesi olmadıı açık
yunus (02:55):
yani o yöneliş irade değil
yunus (02:55):
çünkü yöneldiği her şey olmuyor
yunus (02:55):
:)
yunus (02:55):
ancak irade edilen gerçekleşiyor
yunus (02:55):
yani kolun kalktıı için daha önce kolun kalkmadıında kalksın istiyorsun
yunus (02:55):
istemek bile değil
yunus (02:56):
bi bakış o ruhun yaptıı
yunus (02:56):
:)
yunus (02:56):
sora o yönelişe göre düşünceler manalar geliyor
yunus (02:56):
yine bir yöneliş var
yunus (02:56):
ve hep bu yönelişe göre irade oluyor tüm üstümüzdeki manalar faaliyetler
yunus (02:56):
kimisi de direk zaten ola şeyler
yunus (02:56):
:)
yunus (02:57):
işte sorumlu tutulması o yönelişine göre
yunus (02:57):
yoksa yapacağının sonucunu tümden bilmeswi şartı yok
yunus (02:57):
mesela bir şeyin nahoş olduunu anlıyor
yunus (02:57):
seziyor
yunus (02:57):
yaratılan daha önvceki örneklerden
yunus (02:57):
ki bunlarda ona yaşattırılan irade edilenler bak dikkat et
yunus (02:57):
:)
yunus (02:58):
fakat o şuna yönelmiyor da buna yöneliyor
mustafa - (02:58):
tecrube gıbı demı
yunus (02:59):
yani işte başta ona birşeyin kötülüğü kendi üstünde yaşattırılıyor
yunus (02:59):
ya da burası bak çok acayip
yunus (02:59):
bildiriliyor
yunus (02:59):
:)
yunus (02:59):
yani tecrübe etmese de bildirilmesi de bir sorumluluk sebebi
yunus (02:59):
çünkü yaşaması şart değil
yunus (02:59):
manayı anlayabiliyor o ruh
yunus (02:59):
tecrübe ettirildiklerinden ise direk sorumlu
yunus (03:00):
yani Allah ona kendi yönelişine göre yaratmadan önce
yunus (03:00):
bir bakıyor
yunus (03:00):
ve bildiriyor
yunus (03:00):
hissettiriyor
yunus (03:00):
ki bu his de Ondan
yunus (03:00):
sonra işte o ruh ya da artık nefs boyutuna inmişse ne tecrübeyi dinliyor ne bildirileni
yunus (03:01):
işte akıl bundan da öenmli bi yerde
yunus (03:01):
yani akletmeyince akla yönelmeyince Allah sounucunu ona yaşattırıyor
yunus (03:01):
çünkü hem bildiriyor hem de yaşattırmış zaten
yunus (03:02):
şimdi burda demek yöneldiğin şeyin sonuçları irade ediliyor
yunus (03:02):
o halde en üst boyutta demek neye yönelmek gerekir aklen
yunus (03:02):
:)
yunus (03:02):
O tek irade sahibine
yunus (03:02):
ol dediğinde olan Zata
yunus (03:02):
:)
mustafa - (03:02):
akıl tampon gorevı işte aklın guzellığı bu demı he yunusm
mustafa - (03:02):
ayır etme
yunus (03:02):
evet
yunus (03:03):
ama işte en ince ayar olarak o da Allahın yaşattırdıı bir şey
yunus (03:03):
yoksa bizde ayrı bizim olarak değil
yunus (03:03):
hiçbişeyde öyle değil
mustafa - (03:03):
yunusm mesela bunu orneklemelerlede vurgula yanı bı alkol içion gıbı
yunus (03:03):
Allah yaparsa yapar yapmazsa yok
mustafa - (03:03):
vs
mustafa - (03:03):
yanı fiili açıkla ornekle
yunus (03:03):
işte alkolde ve imani şeylerde bildirme var
yunus (03:04):
yani zararı bildiriyor
yunus (03:04):
önceden
yunus (03:04):
Allahın şakası yok yani mustafam
yunus (03:04):
çünkü hakikat O
yunus (03:04):
yani içkinin zararlarını ya da diğer herşeyin zararlarını hep bildiriyor
yunus (03:04):
ya direk zatından hiisettirerek
yunus (03:04):
ya da peygamberleriyle bildirerek
yunus (03:05):
bu sınırı geçtikten sonrada merhameti zahir oluyor işte rabbimizin
yunus (03:05):
yani bir ufak hissettiriyor zararı
yunus (03:05):
sora duruyor
mustafa - (03:05):
:)
yunus (03:05):
imtihan işte bu yani
mustafa - (03:06):
yunusm du du
yunus (03:06):
sove bak şu var
mustafa - (03:06):
yıne ederız corba ıccem cagırıler
yunus (03:06):
cehenneme ancak inatçı azgın kafirler girer
mustafa - (03:06):
son sozunude soyle
yunus (03:06):
yani öle
mustafa - (03:06):
:)
yunus (03:06):
inat meselesi insanın başını yakan şey
mustafa - (03:06):
ewt ya hıısedıo zaten ınsan
mustafa - (03:06):
yanı yunusm
yunus (03:06):
yoksa imtihan değil mustafam
mustafa - (03:06):
ınatçılar
mustafa - (03:06):
yanı ınat acaıp bışey ya
mustafa - (03:06):
bu olayda
yunus (03:06):
imtihan tamamen Onun bir lütfu aslen
yunus (03:06):
hamdolsun
mustafa - (03:07):
dırek yanı nefsın en ust mertebsısı
yunus (03:07):
evet
yunus (03:07):
halbu ki yöneleceği güzel şeyler de mevcut
yunus (03:07):
ya da tecrübe ettirilmeiş olsa bile
yunus (03:07):
işte iman var
yunus (03:07):
bildirmiş mustafam
yunus (03:07):
:)
yunus (03:07):
afiyet olsun
yunus (03:07):
namazları kılaım
yunus (03:07):
sora olursa devam ederiz
mustafa - (03:07):
:)
yunus (03:07):
ben de kaydedicem bunu
yunus (03:07):
temizeçekicem
mustafa - (03:08):
yunusm arara şırıngayı yokla bana
yunus (03:08):
sade hem dolu oldu
mustafa - (03:08):
sade şekılde
yunus (03:08):
işte sen yönel Allah yaratır ikmize de
mustafa - (03:08):
he yunusm
yunus (03:08):
:)
yunus (03:08):
:)
yunus (03:08):
:)
mustafa - (03:08):
ewt sade ve dolu oldu yanı sadelık arıom ben bazen kelımelere aklım yatmıo
mustafa - (03:08):
anlam yuklemıom
mustafa - (03:08):
aklen
yunus (03:08):
evt
yunus (03:08):
hamd olsun Allaha şükür halimize
yunus (03:09):
:)
mustafa - (03:09):
:)
mustafa - (03:09):
yunusm he ıbadet yaptık yınede
mustafa - (03:09):
ha demı yunusm
yunus (03:09):
evet mustafam kesinlikle
yunus (03:09):
gerçekten kadir gecesi oldu yani
yunus (03:09):
valla bak
yunus (03:09):
:)
yunus (03:09):
hamdolsun
mustafa - (03:09):
:)
mustafa - (03:10):
harbıden ha hakk oldu
mustafa - (03:10):
yanı
yunus (03:10):
ama sahura kadar namaz kılıcam ibadet edicem ben
yunus (03:10):
evt
mustafa - (03:10):
tam kardeşim
mustafa - (03:10):
hadı
yunus (03:10):
görüşürüz mustafam
mustafa - (03:10):
:)
yunus (03:10):
:)
Ne hayvan ne çocuk ne bahçe ne pınar..Ne de sonsuzluk ağacının elması.. Yeter O kuluna
rızası...

Yusuf Fassı

“Sen Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? Dileseydi, onu sakin kılardı..” [Furkan
Suresi, 25/45] — yani, açığa çıkmamış olarak O’nda olurdu. Ve bu, şu demeye gelir: Hak
Teala gölgeyi zahir kılmadan önce, mümkün varlıklara tecelli etmeseydi, bu gölge, varlıkta
ayn’ı zahir olmayan mümkün varlıklar gibi (yoklukta) kalırdı. “..Sonra, güneşi gölgeye delil
kıldık..” Ve güneş, daha önce sözünü ettiğimiz, Allah’ın Nur İsmi’dir. Ve his, gölgenin
varlığının güneş yoluyla olduğuna tanıklık eder. “..Ondan sonra, gölgeyi Kendimize
kolaylıkla çektik” [Furkan Suresi, 25/46]. Onu Kendisine çekmesi, Kendi gölgesi olmasından
dolayıdır. Nasıl ki O’ndan zahir olduysa, bütün her şey yine O’na döner.

İbn-i Arabi k.s.

-----------------------------------------

Karanlık bir odada bizden başka bir varlığın mevcut olup olmadığını bilebilmek için eğer o
ses çıkarmazsa bir faaliyette bulunmazsa bilemeyiz..Eğer ışık gelirse odadaki varlıklar belli
olur ki bu yine o odada bulunmayan ışığın nurundan olur. Aynı zamanda elektrik düğmesinin
yerinin önceden bilinmesi veya aramak da bu NURa dahildir. İkisi de NURdur. Arama
yapabileceğin varlığın da bu durumda NURdur..Çünkü elin ayağın ve dahi dokunma duyun
olmasa idi NUR olamazdın..Ve bunlarda senin kendine verdiğin NURlar değildir..Ve bunları
kimse de kimseye veremez. Ancak herkez bunları kendinde var bulur.

Sonra onu tesviye edib içine ruhundan nefh buyurdu ve sizin için o işitmeyi, o görmeleri ve
gönülleri yaptı, siz pek az şükrediyorsunuz

Secde 9

Şimdi başa dönersek karanlık içindeki sen >RUH


varlığa dair bir şuurun olamazdı. Bu olumsuz değildir. Olumlu da değildir. Fakat varlık için
gerekli olan RUHun budur. Ve sendeki bu görmeler işitmeler ve hatta bilmeler MÜLK tür. Bu
mülk sen de içinde bulunmak üzere temel olarak özünde senin değiller fakat seninle birlikte
irade olunanlardır. Yani bir faaliyet ve bu faaliyetlerin bulunduğu bir karanlık mevcut. Işığın
zahir olduğu herşey de bu NUR a muhtaçtır.

Şimdi eğer herşey bir NURa mutaçsa ve kendi NURları dahi kendilerinin değilse NURun
tesiri nereden gelmektedir.. Bu sorunun sorulması bir yana idrak edilmesi de NUR dur ki
hepsi bizden ve kendilerinden habersizler. Haberleri olsaydı mutlak manada ne soru ne de
idrak var olabilirdi..Yani ihtiyaç var olmazdı..Fakat görmeler işitmeler olabilirdi..İhitayaçsız
olarak faaliyette bulunabilirlerdi. Ama böyle değil. Ve değildi. Çünkü bu görülenlerin
hepsinde görüldüğü üzere tek bir tesir edici var ve o tesire muhtaçlar ki O herşeyden daha
bilinmez olan tesirdir. Fakat herşeyden daha VAR ve açıktır. Senin o karanlık oda içinde
kendi vücudunun varlığını aramayacak kadar biliyor olman durumu kadar açık olarak VAR.

Ve bu halde o tesir edici kendisinin aranması için değil bilinmesi için (Görmeler işitmeler
gönüller) NURlar yaptı. Çünkü Onun varlığı aranmayacak kadar aşikar fakat tanınması
gerekecek kadar komplekstir.

O bilinmezin varlığı bu kadar açıksa ve bilinmez ise; biz Onun için oluruz. Çünkü Ondan
başka bir tesir asıl olamaz. Ve bu bir oyun değildir. Oyunu da var kılmıştır. Gönülleri de o var
kılmıştır. Temelde fayda ve zarar da bu durumda eşit olarak NUR olur. Çünkü bildirmeye
doğrulardır.

Fakat asıl olan NUR; NURun varlığının kendisi olmalıdır...Çünkü fayda ve zarar kendileri
olarak değil NURa dayalı olarak vardırlar.Yani bu herşeyin temeli olsa bile kendi
mevcudiyetleri -başka-ya muhtaçtırlar..
Peki hiçbi şekilde sebepler olmayan ve sebeplerin hepsinin kendisine muhtaç olduğu bu asıl
NUR nasıl bilinir.......

Sonra onu tesviye edib içine ruhundan nefh buyurdu ve sizin için o işitmeyi, o görmeleri ve
gönülleri yaptı, siz pek az şükrediyorsunuz

Secde 9

***

Bakınız değerli kardeşlerim...

“Rabbimi Rabbimle bildim”

s.a.v.

Kibir/İddia Arayanlara....

Çocukla çocuk olur..Fakat o çocukla çocuk olan azcık aklı olan anlar çocuk değildir..Kendini
biliyor olanla bilmiyor olan arasında aşkın değil, ancak tasavvufun farzlarının kapatacağı bir
açık vardır..Yoksa nefsini bilen O'dur >>kişi<< değil..O kendini bildirir..Sen bil diye..Her
daim O'nun kendini biliyor olduğunu...Senden yaşamaz..SENİN İÇİN; YAŞAR
>>GÖRÜNÜR<< ..SEN >>ANLA DİYE<<..Yakınlığı...Lütfen ya canınızı verin konuşun ya
da sırf karşınızdakinde kibir var zannettiğinizden konuşmayın..Çünkü o yapacağınızda kibir
olucak..Bildirilse en azından olmaz..Bildirilmesi için isabet etmek gerekir..İsabet etmedi
mesela şimdi..gibi..
Hakikaten kolay zannediliyor ama..İki taraf içinde kolay değildir yani..

Bak şimdi iki tarafa ..

"Senin düşmanlarının en düşmanı iki taraf arasındaki nefsindir"

s.a.v.

Yani kendinize bakın..yeter..kardeşim..Farz bu..Sonra beni uyarırsın nafile olarak..İhtiyaç


varsa...

Ve o taraftan konuşmak öyle olmuyor...

Satarlar canlarını alan bulunmaz..

Ateşi yandıran

Ateşi yandıran kimse ? O'ndan söylüyorum..

Evvel Zahir bilinmez..

Batındır kimisiye Evvel Zahir bilinmez.. Zahirdir kimisiye Evvel Batın bilir...
Namazda dikkat etmen gereken bir nokta..(Devam)

Kendi sesini; okuduğun duayı dinle..Takip et..Tespihlerini de duy; dinle..

Efendimizin (s.a.v.) dizi dibinde..

4117 - Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Bir adam vardı, (günah işleyerek nefsine zulmetmekte) çok ileri idi. Ölüm
gelip çatınca oğullarına dedi ki: "Ben ölünce, cesedimi yakın, külümü iyice ezin ve rüzgarın
önünde saçın. Allah'a yemin olsun, eğer Rabbim beni bir yakalarsa hiç kimseye vermediği
azabı verir!"

Ölünce, bu söylediği ona yapıldı. Allah da arz'a emrederek:

"Sende ondan ne varsa bana toplayıver!" dedi. Arz da topladı. Adam ayakta duruyordu. "Sen
böyle bir vasiyeti niye yaptın?" diye Rabb Teâla sordu.

"Senden korktuğum için ey Rabbim!" cevabını verdi. Allah Teâla Hazretleri bu cevap üzerine
onu affetti."

Buhari, Tevhid 35, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 25, (2756); Muvatta, Cenaiz 51, (1, 240);
Nesai, Cenaiz 117, (4, 113).

***

4230 - Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor: "(Hendek kazarken) Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ı gördüm, bizimle birlikte omuzunda O da toprak taşıyordu. Karnının beyazlığını
toprak bürümüştü. (Bu esnada, ashabı şevke getirmek için zaman zaman) şöyle terennüm
ediyordu:

"Vallahi Allah olmasaydı hidayeti bulamazdık,

Ne sadaka verir ne namaz kılardık.

Üzerimize sekinet indir Allahım!

Ayaklarımıza sebat ver Allahım!

Müşrikler bize karşı azdılar,

Fitne çıkarmak dilerler ama yandılar"

Resülullah bunları söylerken sesini yükseltiyordu."

Buhari, Megazi 29, Cihad 34, 161, Kader 16, Temenni 7; Müslim, Cihad 125, (1803).

***
4236 - Urve İbnu Zübeyr, Misver İbnu Mahreme ve Mervan'dan almış. Misver ve Mervan her
ikisi de birbirlerinin sözünü tasdik etmişlerdir. Derler ki:

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hudeybiye senesinde Medine'den çıktı. Yolda bir yerlere
ulaşınca Aleyhissalatu vesselam:

"Halid İbnu'l-Velid, Kureyş'e ait gözcülük yapan bir grup atlının başında olarak el-
Gamim'dedir, siz sağ tarafı takib edin!" dedi. Vallahi, Halid müslümanların varlığını
sezemedi. Ne zaman ki müslüman askerlerin kaldırdığı toz bulutunu görünce, (müslümanların
geldiğini) Kureyş'e haber vermek üzere hayvanını koşturarak gitti.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yoluna devam etti. Seniyye nam mevkiye gelindi. Oradan
(devam edildiği takdirde) Kureyşlilerin bulunduğu yere inmek mümkündü. Ama devesi orada
ıhıverdi. Halk:

"Kalk, kalk, yürü, yürü!" dedi ise, de deve kalkmamakta ısrar etti. Halk bu sefer:

"(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın devesi) Kasva çöküp kaldı. Kasva çöküp kaldı!"
dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:

"Hayır! Kasvâ çöküp kalmadı. Onun böyle bir huyu da yok. Ancak onu, "Fil'i (Mekke'ye
girmekten alıkoyan) Zat" dourdurmuştur!" buyurdu. Sonra ilave etti:

"Nefsimi kudret eliyle tutan o Zat'a yemin olsun. (Kureyş, Mekke'de) Allah'ın haram kıldığı
şeyleri tazim sadedinde her ne taviz isterlerse onlara vereceğim!" Sonra deveyi zorladı, deve
sıçrayıp kalktı. Ravi dedi ki: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Kureyş tarafından saptı, suyu
az olan Semed Kuyusunun yanına indi. Burası Hudeybiye mevkiinin en uç noktasında idi.
(Mezkur kuyunun suyu azdı. Öyle ki) insanlar ondan suyu avuç avuç toplarlardı. Çok
geçmeden suyu kurudu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a susuzluktan şikayette bulundular.
Aleyhissalatu vesselam sadağından bir ok çıkardı, onu kuyuya koymalarını söyledi. Allah'a
yemin olsun çok geçmeden, su coşmaya başladı ve ashab oradan ayrılıncaya kadar onlara
yetecek kadar akmaya devam etti.

Onlar bu halde iken Büdeyl İbnu Verka' el-Kuza'i, Huza'a kabilesinden bir grupla çıkageldi.
Huza'alılar (Mekke civarında tavattun etmiş bulunan) Tihâme kabileleri arasında Resulullah'ın
sırdaşı ve dostu olagelmişlerdi. Dedi ki:

"Ben (Mekke'nin) Ka'b İbnu Lüeyy ve Amir İbnu Lüeyy kabilelerini birçok Hudeybiye
sularının başına, beraberlerinde sütlü ve yavrulu develeri olduğu halde konaklıyorlar gördüm.
Onlar seninle savaşacak. Beytullah'ı ziyaretine mani olacak olmasınlar!

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm dedi ki:

"Biz kimseyle savaşa gelmedik. Biz sadece umre yapmaya geldik! Mamafih Harb Kureyş'in
(iliğine işlemiş). Halbuki çok da zarar gördüler. Eğer onlar dilerse ben (onlarla sulh yapar)
kendilerine müddet tanırım, onlar da benimle diğer insanların arasından çekilirler. Eğer ben
öbürlerine galebe çalarsam, Kureyşliler de dilerlerse onlarla yapacağım sulha (kendi
rızalarıyla) girerler. Şayet ben galebe çalamazsam (Kureyşliler benimle savaşmak
zahmetinden kurtulup) rahata ererler. Şurası da var ki, eğer Kureyşliler bu teklifime itiraz
ederlerse, ruhumu elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, bu davam için, ölünceye kadar
onlarla savaşacağım. O zaman Allah, (bana olan emrini (gerçekleştirme hususundaki vaadini
mutlaka) yerine getirecektir."

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bu sözü üzerine Büdeyl:

"Senin bu sözlerini Kureyş'e mutlaka duyuracağım!" dedi ve gitti. Kurayşlilere gelince:

"Ben, size şu adamın yanından geliyorum. Onun bazı sözlerini işittik. Eğer dilerseniz size
söyleriz" dedi. Onların serseri takımı:

"Ondan herhangi bir haber söylemene ihtiyacımız yok!" dedi ise de aklı başında olanlar:

"Hele şu işittiğini söyle!" dediler. Büdeyl:

"Ben Muhammed'in şöyle şöyle söylediğini işittim!" diyerek Aleyhissalatu vesselam'ın


söylediklerini bir bir nakletti. Bunun üzerine Urve İbnu Mes'ud kalkıp:

"Ey kavm! Siz benim babam değil misiniz?" dedi. Hepsi:

"Evet!" dediler.

"Benim hakkımda bir (itimatsızlığınız), ithamınız var mı?" dedi.

"Hayır!" dediler.

"Biliyorsunuz ki ben Ukaz halkını toptan sizin yardımınıza çağırmış, onlar yanaşmayınca
ailem, çocuklarım ve bana itaat edenlerle kendim gelmiştim değil mi?" diye sordu.

(Kureyşliler, hep bir ağızdan buna da "evet!" deyince Urve (bu tasdikleri aldıktan sonra):

"Bu adam size uygun bir şey teklif ediyor. Onu kabul edin ve benim ona (anlaşmak üzere)
gitmeme izin verin!" dedi. Kureyşliler:

"Pekala git!" dediler. Urve, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldi, Onunla konuştu.
Aleyhissalâtu vesselâm Budeyl'e söylediklerine yakın şeyler söyledi. Urve bu esnada:

"Ey Muhammed! Kavminin kökünü kazıdığını farzedelim, (eline ne geçecek). Senden önce,
Araplardan kavmini toptan helak eden birini işittin mi? Durum aksi olursa (başınıza geleceği,
Kureyş'in size neler yapacağını tahmin edebilirsin. Üstelik bu daha kavi bir ihtimal) zira ben,
aranızda ileri gelenlerden bazı kimseler görüyorum, halktan toplanmış, seni terkedip kaçmaya
mütemayil kimseler de görüyorum" dedi. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh (onun bu sözüne
dayanamayıp):

"(Halt etmişsin, git!) Lât putunun fercini yala! Demek biz Resûlullah'ı terkedip yalnız
bırakacakmışız ha!" (diye şiddetle çıkıştı). Urve:

"Bu da kim?" dedi. Kendisine onun Ebu Bekr olduğu söylendi. -Urve: "Nesfimi elinde tutan
Zâta yemin olsun! Eğer senin bende, henüz ödeyemediğim bir yardımın bulunmamış olsaydı
ben sana (layık olduğun) cevabı verirdim" dedi. Ravi der ki: "Urve, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'la konuşmaya devam etti. Her konuşmasında (cahiliye adeti üzere) Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın sakalından tutuyordu. Bu sırada Muğire İbnu Şu'be, üzerinde
miğfer, elinde kılıç Aleyhissalatu vesselam'ın yanında ayakta (muhafız gibi) bekliyordu.
Urve, tutmak üzere, elini Resûlullah'ın sakalına her uzatışında, kılıncın demiriyle eline
vuruyor:

"Elini Resûlullah'ın sakalından çek!" diyordu. Urve, (bir ara) başını kaldırıp ona baktı.

"Bu da kim?" dedi. Kendisine:

"Bu Muğire İbnu Şube'dir!" dendi. Bunun üzerine Urve:

"Ey zalim! Ben hala senin (geçmişteki) gadr ve ihanetini ödemekle meşgul değil miyim?"
dedi. (Onu bu söze sevkeden şey şu idi:) "Cahiliyede Muğire İbnu Şu'be bir grup kimse ile
yolculuk yapmış, yolda arkadaşlarını öldürüp mallarını almıştı. Sonra gelip müslüman olmuş.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da: "Müslüman olmanı kabul ediyorum, ancak malları
kabul etmiyorum, (bu ihânet malıdır)" demişti.

Urve bu esneda göz ucuyla Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Ashabını tedkikten


geçiriyordu. (Bilahare gördüklerini şöyle anlatacaktır:)

"Vallahi (öylesine hürmet hiç görmedim). Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yere bir kerecik
tükürmeye görsün, mutlaka onlardan bir adamın eline düşüyordu. Onu alıp yüzlerine,
derilerine (teberrüken, bir tiyb gibi) sürüyorlardı. Bir şey söyleyecek olsa emrine hepsi birden
koşuşuyordu. Abdest alacak olsa, abdest suyundan kapabilmek için nerdeyse (itişip-kakışıp)
kavga ediyorlardı. Konuşsalar onun yanında seslerini kısıyorlardı. Saygıları sebebiyle O'na
dikkatle bakamıyorlardı bile."

Urve arkadaşlarının yanına dönünce dedi ki:

"Ey kavm dinleyin! Vallahi ben muhtelif kıralların huzuruna çıktım. Kisra'nin, Kayser'in,
Necaşi'nin yanlarına girdim. Vallahi, Muhammed'in ashabının, Muhammed'e gösterdiği
saygıya, hiç bir kralın ashabında rastlamadım. Vallahi tükürecek olsa mutlaka onlardan birinin
eline düşüyor, bunu alıp yüzlerine bedenlerine sürüyorlar. Bir şey emretse hepsi birden
koşuşuyorlar. Abdest alsa, abdest suyu(ndan kapmak) için nerdeyse kavga ediyorlar.
Konuşsalar onun yanında seslerini kısıyorlar. Ona hürmeten dikkatle yüzüne bakmıyorlar. Bu
adam size makul bir teklifte bulunuyor, onu kabul edin!"

Urve'nin bu açıklaması üzerine, Beni Kinane'den bir adam:

"Beni bırakın, ona bir de ben gideyim!" dedi. Ona da müsaade ettiler, "git!" dediler.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve ashabına yaklaşınca, Aleyhissalatu vesselam:

"İşte falan! Bu, hacc ve umre için ayrılan kurbanlık develere saygı gösteren bir kavimdendir.
Kurbanlıklarınızı önüne salıverin görsün!" buyurdu. Ashab o zatı telbiyelerle karşıladı. Adam
bu manzarayı görünce:

"Sübhanallah!" Bu kimselere Beytullah'ın yolunu kapamak münasip düşmez!" dedi.


Arkedaşlarının yanına dönünce:

"Ben kurbanlık develer gördüm, takıları boyunlarına takılmış, gerekli işaretler vurulmuş,
onlara Beytullah'ı yasaklamayı uygun görmüyorum!" dedi. Onun kavminden Mikrez İbnu
Hafs denen bir zat kalkıp:

"Bırakın, bir de ben gideyim!" dedi. Ona da müsaade edip "git!" dediler.

Müslümanlara yaklaşınca, Aleyhissalatu vesselam:

"Bu gelen Mikrez'dir, fâcir birisidir" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la konuşmaya
başladı. Onlar konuşurken Süheyl İbnu Amr çıkageldi, Aleyhissalatu vesselam:

"İşiniz artık size kolaylaştırıldı, size Süheyl İbnu Amr geldi."

Resûlullah'a:

"Gel! seninle aramızda bir antlaşma (metni) yazalım!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
kâtibini çağırdı ve emretti:

"Yaz: Bismillahirrahmanirrahim."

Süheyl itiraz etti:

"Rahmân ne demek? Vallahi onun ne olduğunu bilmiyorum. Fakat: Bismikallahümme yaz,


vaktiyle senin de yazdığın gibi" dedi.

Müslümanlar da ona itiraz ettiler:

"Biz onu değil, bismillahirrahmanirrahim'i yazarız!" dediler.

Ama Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm emreder:

"Bismikallahümme yaz! ve devam et: "Bu Allah Resulü ve Süheyl'in üzerinde mutabık
kaldıkları hususlardır..."

Süheyl yine itiraz eder:

"Vallahi, eğer bilsek ki sen Allah'ın Resulüsün, sana Beytullah'ı kapamazdık, seninle
savaşmazdık da. Şöyle yaz: Muhammed İbnu Abdillah."

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

"Vallahi siz beni tekzib etseniz de ben kesinlikle Allah'ın Resûlüyüm. Bununla beraber,
Muhammed İbnu Abdillah yaz!" buyurur ve devam eder:

"Bizimle Beytullah arasında çekilmeniz ve onu tavaf etmemiz şartıyla."

Süheyl itiraz eder:

"Vallahi hayır, (Biz size bu yıl tavafa izin versek), Araplar "bizim âniden emrivakiye
geldiğimiz" hususunda dedikodu yapar. Ancak ziyareti gelecek yıl yapacaksınız" der. Böyle
yazılır. Süheyl ilâve eder:
"Senin dinine de girse, bizden hiç bir erkeğin sana gelmemesi, gelirse iâde etmen şartıyla."

Müslümanlar bu şarta itiraz ederek:

"Sübhanallah! Bize iltica eden bir müslüman, müşriklere nasıl iade edilir?" derler. Bu halde
iken Ebu Cendel İbnu Süheyl İbni Amr zincirleri arasında seke seke geldi. Mekke'nin
aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış, kendini müslümanların arasına atmıştı.

Süheyl:

"Ey Muhammed, bu, seninle üzerine anlaştığımız maddelerin ilk uygulaması olacak, bunu
bana iade edeceksin!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

"Biz henüz anlaşmayı yazıp bitirmedik" buyurdu. Süheyl:

"Öyleyse, vallahi ben seninle hiç bir madde üzerine sulh yapamam!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam:

"Öyleyse şu Ebu Cendel'i bana bağışla da imza et!" buyurdu. Fakat Süheyl:

"Asla ben bunu sana bağışlamam" diye direndi. Aleyhissalatu vesselam:

"Hayır, hatırım için yap!" ricasında bulundu. Süheyl direndi:

"Asla yapmam!"

Mikrez İbnu Hafs atılıp:

"Biz onu sana müsaade ettik!" dedi. (Ancak imza yetkisine sahip olmadığı için Süheyl onu
dinlemedi. Ebu Cendel teslim edilecekti.) Ebu Cendel radıyallahu anh:

"Ey müslümanlar, (nasıl olur?) Ben size müslüman olarak sığınmışım. Beni müşriklere teslim
mi ediyorsunuz? Bana yaptıklarını görmüyor musunuz?" dedi. Ebu Cendel'e Allah yolunda
çok işkenceler yapılmıştı.

Ömer İbnu'l-Hattab der ki: "(O gün, bu cereyan eden hadiseleri çok alçaltıcı bularak)
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelip:

"Sen Allah'ın hak peygamberi değil misin?" dedim.

"Evet!" dedi.

"Biz hak üzere düşmanlarımızda batıl üzere değiller mi?" dedim.

"Evet" dedi.

"Öyleyse biz niye dinimiz uğrunda alçaklığı kabul ediyoruz" dedim.

"Ben Resûlullah'ım; (bu anlaşmayı imzalamakla) Allah'a asi olmuş da değilim. Allah
yardımcımızdır!" dedi.

"Sen, bize (Medine'den çıkarken) Beytullaha gideceğiz, onu tavaf edeceğiz demedin mi?"
dedim.

"Pek tabii, ama, sana bu yıl gideceksin dedim mi?" dedi.

"Hayır!" dedim.

"Sen mutlaka onu tavaf etmeye geleceksin!" buyurdu. Ben Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'a
geldim. "Ey Ebu Bekr! Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil mi?" dedim.

"Elbette hak peygamberi!" dedi.

"Biz hak, düşmanlarımız da batıl üzere değiller mi?" dedim.

"Elbette (onlar batıl, biz haz üzereyiz)" dedi.

"Öyleyse, niye dinimiz için alçaklığı kabul ediyoruz?" dedim.

"Be adam! O Allah'ın Resûlüdür. (Bunu kabul etmekle) Rabbine isyan etmiş olmayacak da.
Allah onun yardımcısıdır. Şu halde sen O'nun emrine sarıl. Allah'a yemin ederim o hak
üzeredir!" dedi.

"O bize: "Ka'be'ye gideceğiz, onu tavaf edeceğiz" demiyor muydu?" dedim.

"Evet ama, sana bu yıl gideceksin dedi mi?" dedi.

"Hayır!" dedim.

"Sen ona gidecek, onu tavaf edeceksin!" dedi.

(Hedisi rivayet eden Zühri) der ki: "Hz. Ömer radıyallahu anh dedi ki:

"(O günki nezaketsiz çıkışımın günahını affettirmek için nice amellerde bulundum."

Anlaşmayı yazma işinden çıkınca, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ashabına:

"Kalkın kurbanlarınızı kesin, sonra da traş olun!" buyurdu. Ancak (müşriklerle yapılan bu
antlaşmadan hiç kimse memnun değildi. Bu sebeple) kimse kalkmadı. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm, emrini üç kere tekrar etti. Yine kalkan olmayınca Ümmü Seleme
radıyallahu anha'nın çadırına girdi. Ona halktan maruz kaldığı bu hali anlattı. O, kendisine:

"Ey Allah'ın Resulü! Bunu (yani halkın kurbanını kesip, traşını olmasını) istiyor musun?
Öyleyse çık, Ashab'tan hiçbiriyle konuşma, deveni kes, berberini çağır, seni traş etsin!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam kalktı, hiç kimse ile konuşmadan bunların hepsini yaptı: Devesini
kesti, berberini çağırdı, traş oldu.

Ashab bunları görünce kalktılar, kurbanlarını kestiler, birbirlerini traş ettiler. Ancak, bu sırada
gam ve kederden birbirlerini öldüreyazdılar. Sonra bazı mü'mine kadınlar (Mekkelilerden
kaçarak) geldiler. Allah Teâla Hazretleri, (onların geri verilmemesi için) şu ayeti indirdi: "Ey
İman edenler, (kendi ifadelerince) mü'mine kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman onları
imtihan edin. Allah onların imanlarını iyi bilendir ya, fakat siz de mü'mine kadınlar
olduklarına kail olursanız onları kafirlere geri vermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da
bunlara helal olmazlar. (Kafir zevcelerinin bu kadınlara) sarfettikleri (mehri) onlara (kafirlere)
verin. sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah
yoktur..." (Mümtehine 10).

Hz. Ömer, ayet üzerine o gün cahiliye devrinde evlendiği iki hanımını boşadı. Birini Hz.
Muaviye İbnu Ebu Süfyan nikahladı, diğerini de Safvan İbnu Ümeyye.

Sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Medine'ye döndü. Kureyş'ten Ebu Basir müslüman
olarak Medine'ye iltica etti. Mekkeliler onu almak üzere arkasından iki adam gönderdiler.

"(Antlaşmada) bize verdiğin söz var, onu teslim et!" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm derhal onu onlara teslim etti. Bunlar Ebu Basir'i alıp gittiler. Yolda Zülhuleyfe nam
mevkie gelince, (azıkları olan) hurmadan yemek üzere konakladılar. Ebu Basir onlardan
birine:

"Vallahi şu kılıncı çok güzel görüyorum!" dedi. O, hemen kınından sıyırıp;

-Doğru! Vallahi pek harika! Onunla ne tecrübelerim var! dedi. Ebu Basir:

"Hele bir göster, daha yakından bakayım!" deyip kaptığıyla adama vurup öldürdü. Öbürü
kaçıp Medine'ye geldi, koşarak Mescid'e girdi.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onu görünce (yanındakilere):

"Bu adam her halde bir korku geçirmiş" dedi. Adam Aleyhissalatu vesselam'a gelince:

"Vallahi arkadaşım öldürüldü! Beni de öldürecek!" did. Ebu Basir radıyallahu anh da geldi.

"Ey Allah'ın Resûlü! Allah senin zimmetini (taahhüdünü) yerine getirdi, beni onlara iade
ettin. Allah beni onlardan tekrar kurtardı" dedi. Aleyhissalatu vesselam:

"Harbi kızıştıranın anası ağlar. Keşke ona bir kişi daha olsa!" cevabını verir. Ebu Basir bu
sözü işitince anlar ki, Aleyhissalatu vesselam onu yine iade edecek. Hemen oradan çıkıp deniz
kenarına gelir (İs denen bir yere yerleşir).

Mekkelilerin elinden Ebu Cendel İbnu Suheyl de kurtulup Ebi Basir'e iltihak eder. Derken
Kureyş'ten müslüman olan herkes Ebu Basir'e katılmaya başlar. Kısa zamanda orada bir grup
teşekkül eder. Allah'a yemin olsun, Kureyş'ten Şam'a gitmek üzere bir kervanın haberini
aldılar mı, ona saldırıp adamları öldürüyor, mallarına el koyuyorlardı.

Kureyş Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a elçi gönderip, allah'ın adını ve aralarındaki


akrabalık bağlarını hatırlatarak, Mekke'den geleceklerin emniyette olacağını, yeter ki Ebu
Basir ve arkadaşlarının yaptığı baskınların önlenmesini rica ettiler. (Bazı rivayette, bunu
temin için Medine'ye çağırdı. bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "O size Mekke'nin karnında
(hududu içinde), onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sözden, sizin ellerinizi
onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkıyla görücüdür. Onlar, küfreden, sizi Mescid-i
Haram'dan ve alıkonulmuş hediyelerin mahalline ulaşmasından men edenlerdir. Eğer
(Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek
çiğneyip de o yüzden size bir vebal isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin
verirdi). (Bunu) kimi dilerse, onu rahmetine kavuşturmak için (yaptı). Eğer onlar seçilip
ayrılmış olsalardı biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba giriptar etmiştik
bile. O küfredenler kalplerine o taassubu, o cahillik taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki
hemen Allah, Resûlünün ve mü'minlerin üzerine kuvve-i maneviyesini indirdi, onları takva
sözü üzerinde durdurdu. Onlar da buna çok layık ve buna ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla
bilendir." (Feth 24-26).

Buhari, Şurüt 15, 1, Hacc 106, Muhsar 3, Megazi 35, Tefsir, Mümtahine 2; Ebu Davud, Cihad
168, (2765, 2766), Sünnet 9, (4655).

***

3225 - Yine Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Bir adam boş bir arazide giderken bulut içinden gelen bir ses işitti:
"Falancanın bahçesini sula!" diyordu. O bulut uzaklaşarak suyunu bir ketire (kayalığa)
boşalttı. Derken oradaki sel yollarından biri bu suların tamamını akıtmaya başladı. Adam da
suyun istikametini takiben yürüdü. Bir müddet sonra, suyu bahçesine çevirmek üzere elinde
bir kürek, çalışan bir adam gördü. Ona:

"Ey Allah'ın kulu ismin ne?" diye sordu.

"Falan!" dedi. Bu isim, adamın buluttan işittiği isimdi. Bu sefer o sordu:

"Ey Allah'ın kulu, peki sen benim adımı niye sordun?"

"Ben sana şu suyu getiren buluttan bir ses işitmiştim, senin ismini söyleyerek "Falanın
bahçesini sula!" diyordu. Sen bahçede ne yapıyorsun?"

"Madem ki sordun söyleyeyim. Ben bu bahçeden çıkan mahsule nezaret ederim. Ondan çıkan
mahsulün üçte birini tasadduk ederim. Üçte birini ben ve ailem yeriz, üçte birini de bahçeye
iade ederim" dedi."

Müslim, Zühd 45, (2984).

***

4214 - Bir başka rivayette şöyle der: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yahudi Ebu Rafi'e,
Ensar'dan bir grup adam gönderip, başlarına da Abdullah İbnu Atik'i koydu.

Ebu Rafi', Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a eza veriyor ve aleyhinde çalışmalar yapıyordu.
Ebu Râfi', Hicaz bölgesindeki kendine has bir kalede oturuyordu. Kaleye yaklaştıkları zaman
güneş batmıştı. Halk artık sürüleriyle dönüyordu.

Abdullah arkadaşlarına: "Siz burada oturun ve yerinizden ayrılmayın. Ben gidip, kapıcılara
biraz iltifat edip, içeri girme imkanı arayacağım" dedi ve ilerledi. Kapıya kadar geldi. Kaza-yı
hacet yapıyormuş gibi elbisesini toparladı. İnsanlar içeri girmişti. Kapıcı seslendi:
"Ey Allah'ın kulu, girmek istiyorsan gir. Kapıyı kapatacağım (çabuk ola)" dedi.

Ben de girdim ve (bir köşeye) gizlendim. Halk tamamen girince kapıyı kapattı. Sonra da
anahtarları bir kazığa taktı.

Ben (müsait bir anda) kalkıp anahtarları alıp kapıyı açtım. Ebu Rafi evinde gece sohbeti
yapıyordu. Ve hususi bir köşkte idi.

Sohbet arkadaşları dağılınca, yanına çıktım. Her bir kapıyı açıp girdikçe içeriden üzerime
kapadım. "Eğer halkın haberi olur da beni öldürmeye azmederlerse, ben Ebu Rafi'i
öldürmeden ona ulaşamasınlar" diye böyle yaptım. Sonunda yanına kadar geldim. Köşkün
ortasında yer alan karanlık bir odadaydı. Ancak, odanın neresinde olduğunu bilemiyordum.

"Ebu Râfi" diye seslendim.

"Kim o?" dedi. Sese doğru yöneldim. Heyecan içerisinde bir kılıç darbesi indirdim, ama boşa
gitti. Adam bir çığlık attı. Hemen odadan çıktım. Azıcık bekleyip tekrar girdim. (Sesimi
değiştirip, yardıma gelmiş gibi:)

"O ses de ne? ey Ebu Râfi" dedim.

"Kahrolası, odada biri var, az önce bana kılıç vurdu" dedi.

(Yerini iyice keşfetmiştim), bir darbe daha indirdim. Yaraladım, fakat öldüremedim. Sonra
kılıcın ucunu karnına sapladım, sırtına kadar dayandı. Öldürdüğümü anladım. Geri dönüp,
kapıları teker teker açmaya başladım. Merdivene kadar geldim. Ayağımı bastım. Yere kadar
ulaştığımı zannettim. Ay ışığıyla aydınlık bir gecede düştüm. Bacağım kırıldı. Sarığımla
sardım. Sonra gidip kapının önüne oturdum. Onu gerçekten öldürdüm mü, öğreninceye kadar
bu gece kaleden dışarı çıkmayacağım" dedim.

Horozlar ötünce, surların üzerinden ölüm ilan edildi. Ölüm habercisi:

"Hicaz ahalisinin tüccarı Ebu Rafi'nin ölümünü duyuruyorum!" diye bağırıyordu. Ben hemen
arkadaşlarımın yanına gittim.

"Zafer! dedim, Allah Ebu Rafi'in canını aldı!"

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldim, olup biteni anlattım. Bana:

"Uzat ayağını!" buyurdular. Ben de ayağımı uzattım. Meshediverdi. Sanki hiçbir şey olmamış
gibi hiçbir rahatsızlık kalmadı."

Buhari, Megazi 16, Cihad 155).

***

4251 - Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
Fetih günü dört erkek iki kadın dışında, herkese (hayatını bağışladı ve) eman tanıdı. Bu
dörtler arasında İbnu Ebi Sarh da vardı. Hz. Osman'ın yanında saklandı. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm halkı, kendisine biat etmeye çağırınca, Hz. Osman radıyallahu anh onu
da getirip Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında durdurdu ve:

"Ey Allah'ın Resûlü! Abdullah'tan biat al!" dedi. Aleyhissalatu vesselam, (hiç ses çıkarmadan)
üç sefer başını kaldırıp ona baktı. Her seferinde bey'at'tan imtina ediyordu.

Üç seferden sonra, onunla da biat etti. Sonra ashabına yönelip:

"İçinizde, elimi bey'at için vermekten imtina ettiğimi görünce kalkıp öldürecek aklı başında
bir adam yok muydu?" buyurdular. Ashab:

"İçinizden geçeni nasıl bilelim. Keşke bize gözünüzle bir imada bulunsaydınız!" dediler.
Bunun üzerine:

"bir peygambere hain gözlü olmak yaraşmaz!" buyurdular.!"

Ebu Davud der ki: "Abdullah, Hz. Osman'ın süt kardeşiydi."

Ebu Davud, Cihad 127, (2683); Nesai, Tahrimu'd-Dem 14, (7, 105, 106).

***

4959 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Üç kişi dışında hiç kimse beşikte iken konuşmamıştır. Bunlar: Hz. İsa İbnu
Meryem aleyhima's-selam, Cüreyc'in arkadaşı.

Cüreyc, kendini ibâdete vermiş âbid bir kuldu. Bir manastıra çekilmiş orada ibadetle
meşguldü. Derken bir gün annesi yanına geldi, o namaz kılıyordu.

"Ey Cüreyc! (Yanıma gel, seninle konuşacağım! Ben annenim)" diye seslendi. Cüreyc:

"Allahım! Annem ve namazım (hangisini tercih edeyim?" diye düşündü). Namazına devama
karar verdi.

Annesi çağırmasını (her defasında üç kere olmak üzere) üç gün tekrarladı. (Cevap
alamayınca) üçüncü çağırmanın sonunda:

"Allahım, kötü kadınların yüzünü göstermedikçe canını alma!" diye bedduada bulundu. Beni
İsrail, aralarında Cüreyc ve onun ibadetini konuşuyorlardı. O diyarda güzelliğiyle herkesin
dilinde olan zâniye bir kadın vardı.

"Dilerseniz ben onu fitneye atarım" dedi. Gidip Cüreyc'e sataştı. Ancak Cüreyc ona iltifat
etmedi.

Kadın bir çobana gitti. Bu çoban Cüreyc'in manastırı(nın dibi)nde barınak bulmuş birisiydi.
Kadın onunla zina yaptı ve hâmile kaldı. Çocuğu doğurunca:

"Bu çocuk Cüreyc'ten!" dedi. Halk (öfkeyle) gelip Cüreyc'i manastırından çıkarıp manastırı
yıktılar, (hakaretler ettiler), kendisini de dövmeye başladılar, (linç edeceklerdi). Cüreyc
onlara:
"Derdiniz ne?" diye sordu.

"Şu fahişe ile zina yaptın ve senden bir çocuk doğurdu!" dediler. Cüreyc:

"Çocuk nerede, (getirin bana?)" dedi. Halk çocuğu ona getirdi. Cüreyc:

"Bırakın beni, namazımı kılayım!" dedi. Bıraktılar ve namazını kıldı. Namazı bitince çocuğun
yanına gitti, karnına dürttü ve:

"Ey çocuk! Baban kim?" diye sordu. Çocuk: "Falanca çoban!" dedi. Bunun üzerine halk
Cüreyc'e gelip onu öpüp okşadı ve: "senin manastırını altından yapacağız!" dedi. Cüreyc ise:

"Hayır! Eskiden olduğu gibi kerpiçten yapın!" dedi. Onlar da yaptılar.

(Üçüncüsü): Bir zamanlar bir çocuk annesini emiyordu. Oradan şahlanmış bir at üzerinde
kılık kıyafeti güzel bir adam geçti. Onu gören kadın:

"Allah'ım şu oğlumu bunun gibi yap!" diye dua etti. Çocuk memeyi bırakarak adama doğru
yönelip baktı ve:

"Allahım beni bunun gibi yapma!" diye dua etti. Sonra tekrar memesine dönüp emmeye
başladı."

Ebu Hureyre der ki: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı, şehadet parmağını ağzına
koyup emmeye başlayarak, çocuğun emişini taklid ederken görür gibiyim."

(Resulullah anlatmaya devam etti:)

"(Sonra annenin yanından) bir kalabalık geçti. Ellerinde bir câriye vardı. Onu dövüyorlar ve:

"(Seni zâni seni!) Zina yaparsın, hırsızlık yaparsın ha!" diyorlardı. Câriye ise:

"Allah bana yeter, o ne iyi vekildir!" diyordu. Çocuğun annesi:

"Allahım çocuğumu bunun gibi yapma!" dedi. Çocuk yine emmeyi bıraktı, câriyeye baktı ve:

"Allahım beni bunun gibi yap!" dedi. İşte burada anne-evlat karşılıklı konuşmaya başladılar:
(Anne dedi ki:

"Boğazı tıkanasıca! Kıyafeti güzel bir adam geçti. Ben: "Allahım, oğlumu bunun gibi yap"
dedim. sen: "Allahım! Beni bunun gibi yapma!" dedin. Yanımızdan cariyeyi döverek, zina ve
hırsızlık yaptığını söyleyerek geçenler oldu. Ben: "Allahım, oğlumu bunun gibi yapma"
dedim. sen ise: "Allahım, beni bunun gibi yap!" dedin).

Oğlu şu cevabı verdi:

"Güzel kıyafetli bir adam geçti. Sen: "Allahım, oğlumu bunun gibi yap!" dedin, ben ise:
"Allahım beni bunun gibi yapma!" dedim. Yanımızdan bu câriyeyi geçirdiler. Onu hem dövüp
hem de: "Zina ettin, hırsızlık ettin!" diyorlardı. Sen: "Allahım, oğlumu bunun gibi yapma!"
dedin. Ben ise: "Allahım, beni bunun gibi yap!" dedim. (Sebebini açıklayayım:) O atlı adam
cebbâr zalimin biriydi. Ben de: "Allahım beni böyle yapma!" dedim. "Zina ettin, hırsızlık
ettin!" dedikleri şu zavallı cariye ise ne zina yapmıştı, ne de çalmıştı! Ben de "Allahım beni
bunun gibi yap!" dedim."

Buhari, Enbuya 50, Amil fi's-Salât 7; Müslim, Birr 7, 8, (2550). Metin Müslim'den alınmadır.

***

4958 - Hz. Süheyb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:

"Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca
Kral'a: "Ben artık yaşlandım. Bana bir oğlan çocuğu gönder de sihir yapmayı öğreteyim!"
dedi. Kral da öğretmesi için ona bir oğlan gönderdi. Oğlanın geçtiği yolda bir râhip yaşıyordu.
(Bir gün giderken) rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti. Artık sihirbaza
gittikçe, râhibe uğruyor, yanında (bir müddet) oturup onu dinliyordu.

(Bir gün) delikanlıyo sihirbaz, yanına gelince dövdü. Oğlan da durumu râhibe şikayet etti.
Rahip ona:

"Eğer sihirbazdan (dövecek diye) korkarsan: "Ailem beni oyaladı!" de; ailenden korkacak
olursan, "beni sihirbaz oyaladı" de!" diye tenbihte bulundu.

O bu halde (devam eder) iken, insanlara mani olmuş bulunan büyük bir canavara rastladı.
(Kendi kendine:)

"Bugün bileceğim; sihirbaz mı efdal, rahip mi efdal!" diye mırıldandı. Bir taş aldı ve:

"Allahım! Eğer râhibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı öldür de
insanlar geçsinler!" deyip, taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler.
Delikanlı râhibe gelip durumu anlattı. Rahib ona:

"Evet! Bugün sen benden efdalsin (üstünsün)! Görüyorum ki, yüce bir mertdebedesin. Sen
imtihan geçireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden haber verme!" dedi. Oğlan anadan
doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan
da kurtarırdı. Onu kralın gözlyeri kör olan arkadaşı işitti. Birçok hediyeler alarak yanına geldi
ve: "Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir" dedi. O da:

"Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah'tır. Eğer Allah'a iman edersen, sana şifa
vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!" dedi. Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa
verdi.

Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral:

"Gözünü sana kim iade etti?" diye sordu.

"Rabbim!" dedi. Kral:

"Senin benden başka bir Rabbin mi var?" dedi. Adam:


"Benim de senin de Rabbimiz Allah'tır!" cevabını verdi. Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. O
kadar ki, (gözünü tedavi eden ve Allah'a iman etmesini sağlayan) oğlanın yerini de gösterdi.
Oğlan da oraya getirildi. Kral ona:

"Ey oğul! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye
ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!" dedi. Oğlan:

"Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah'tır!" dedi. Kral onu da tevkif ettirip
işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da râhibin yerini haber verdi. Bunun üzerine râhip
getirildi. Ona:

"Dininden dön!" denildi. O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına
konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü. Sonra oğlan getirildi. Ona da:

"Dininden dön!" denildi. O da imtina etti. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti.

"Onu falan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman (tekrar dininden
dönmesini talep edin); dönerse ne âla, aksi takdirde dağdan aşağı atın!" dedi. Gittiler onu dağa
çıkardılar. Oğlan:

"Allahım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana kifayet et!" dedi. Bunun üzerine dağ onları
salladı ve hepsi de düştüler. Oğlan yürüyerek kralın yanına geldi. Kral: "Arkadaşlarıma ne
oldu?" dedi.

"Allah, onlara karşı bana kifayet etti" cevabını verdi. Kral onu adamlarından bazılarına teslim
etti ve:

"Bunu bir gemiye götürün. denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne âla, değilse onu
denize atın!" dedi. Söylendiği şekilde adamları onu götürdü. Oğlan orada:

"Allahım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana kifayet et!" diye dua etti. Derhal gemileri
alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi. Kral:

"Arkadaşlarıma ne oldu?" diye sordu. Oğlan.

"Allah onlara karşı bana kifayet etti" dedi. Sonra Kral'a:

"benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!" dedi. Kral: "O nedir?" diye
sordu. Oğlan:

"İnsanları geniş bir düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın.
Sonra oku, yayın ortasına yerleştir ve: "Oğlanın Rabbinin adıyla" dersin. Sonra oku bana
atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!" dedi. Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte
topladı. Oğlanı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi.
Sonra:

"Oğlanın Rabbinin adıyla!" dedi ve oku fırlattı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini
şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah'ın rahmetine kavuşup öldü. Halk:

"Oğlanın Rabbine iman ettik!" dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra krala gelindi
ve:

"Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk oğlannın Rabbine iman etti!"
denildi. Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler
kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı. Kral:

"Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!" diye emir verdi. Yahut hükümdara "sen at!" diye
emir verildi.

İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın
oraya düşmekten çekinmişti, çocuğu:

"Anneciğim sabret. zira sen hak üzeresin!" dedi."

Müslim, Zühd 73, (3005); Tirmizi, Tefsir, Bürûc, (3337).

***

4957 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Hz. İbrahim beraberinde Hz. İsmail
aleyhimasselam ve onu henüz emzirmekte olan annesi olduğu halde ilerledi. Kadının yanında
bir de su tulumu vardı. Hz. İbrahim, kadını Beyt'in yanında, Devha denen büyük bir ağacın
dibine bıraktı. Burası Mescid'in yukarı tarafında ve Zemzem'in tam üstünde bir nokta idi. O
gün Mekke'de kimse yaşamıyordu, orada hiç su da yoktu. İşte Hz. İbrahim anne ve çocuğunu
buraya koydu, yanlarına, içerisinde hurma bulunan eski bir azık dağarcığı ile su bulunan bir
tuluk bıraktı.

Hz. İbrahim aleyhisselam bundan sonra(emr-i ilahi ile) arkasını dönüp (Şam'a gitmek üzere)
oradan uzaklaştı. İsmâil'in annesi, İbrahim'in peşine düştu (ve ona Kedâ'da yetişti).

"Ey İbrahim, bizi burada, hiçbir insanın hiçbir yoldaşın bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye
gidiyorsun?" diye seslendi. bu sözünü birkaç kere tekrarladı. Hz. İbrahim, (emir gereği) ona
dönüp bakmadı bile. Anne, tekrar (üçüncü kere) seslendi:

"Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?" dedi. Hz. İbrahim bunun üzerine: "Evet!" buyurdu.
Kadın:

"Öyleyse (Rabbimiz hafizimizdir), bizi burada perişan etmez!" dedi, sonra geri döndü. Hz.
İbrahim de yoluna devam etti. Kendisini göremeyecekleri Seniyye (tepesine) gelince Beyt'e
yöneldi, ellerrini kaldırdı ve şu duaları yaptı: "Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmınnı, senin
hürmetli Beyti'inin yanında, ekinsiz bir vâdide yerleştirdim -namazlarını Beyt'inin huzurunda
dosdoğru kılsınlar diye-. Ey Rabbimiz! Sen de insanlardan mü'min olanlarrın gönüllerini
onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip
şükretsinler" (İbrahim 37).

İsmail'in annesi, çocuğu emziriyor, yanlarındaki sudan içiyordu. Kaptaki su bitince susadı,
(sütü de kesildi), çocuğu da susadı (İsmail bu esnada iki yaşında idi). Kadıncağız
(susuzluktan) kıvranıp ızdırap çeken çocuğa bakıyordu. onu bu halde seyretmenin acısına
dayanamayarak oradan kalktı, kendisine en yakın bulduğu Safa tepesine gitti. Üzerine çıktı,
birilerini görebilirmiyim diye (o gün derin olan) vadiye yönelip etrafa baktı, ama kimseyi
göremedi. safa'dan indi, vadiye ulaştı, entarisinin eteğini topladı. Ciddi bir işi olan bin insanın
koşusuyla koşmaya başladı. Vadiyi geçti. Merve tepesine geldi, üzerine çıktı, oradan etrafa
baktı, bir kimse görmeye çalıştı. Ama kimseyi göremedi. bu gidip-gelişi yedi kere yaptı. İşte
(hacc esnasında) iki tepe arasında hacıların koşması buradan gelir.

Anne, (bu sefer) Merve'ye yaklaşınca bir ses işitti. Kendi kendine: "Sus" dedi ve sese kulağını
verdi. O sesi yine işitti. Bunun üzerine:

"(Ey ses sahibi!) sen sesini işittirdin, bir yardımın varsa (gecikme)!" dedi. Derken Zemzem'in
yanında bir melek (tecelli etti). Bu Cebrail'di. Cebrail kadına seslendi: "Sen kimsin?" Kadın:
"Ben Hâcer'im, İbrahim'in oğlunun annesi..."

"İbrahim sizi kime tevkil etti?"

"Allah Teâla'ya."

"her ihtiyacınızı görecek Zât'a tevkil etmiş."

Ayağının ökçesi -veya kanadıyla- yeri eşeliyordu. Nihayet su çıkmaya başladı. Kadın (boşa
akmaması için) suyu eliyle havuzluyordu. Bir taraftan da sudan kabına doldurdu. Su ise, kadın
aldıkça dipten kaynıyordu."

İbnu Abbas radıyallahu anhüma dedi ki: "Allah İsmail'in annesine rahmetini bol kılsın, keşke
zemzemi olduğu gibi akar bıraksaydı da avuçlamasaydı. Bu takdirde (zemzem, kuyu değil)
akar su olacaktı."

Kadın sudan içti, çocuğunu da emzirdi.

Melek, kadına:

"Zayi ve helak oluruz diye korkmayın! Zira, Allah Teâla Hazretleri'nin burada bir Beyt'i
olacak ve bunu da şu çocuk ve babası bina edecek. Allah Teâla Hazretleri o işin sahiplerini
zayi etmez!" dedi. Beyt yerden yüksekti, tıpkı bir tepe gibi. Gelen seller sağını solunu
aşındırmıştı.

Kadın bu şekilde yaşayıp giderken, oraya Cürhüm'den bir kâfile uğradı. Oraya Kedâ yolundan
gelmişlerdi. Mekke'nin aşağısına konakladılar. Derken orada bir kuşun gelip gittiğini
gördüler.

"Bu kuş su üzerine dönüyor olmalı, (burada su var). Halbuki biz bu vadide su olmadığını
biliyoruz!" dediler. Durumu tahkik için, yine de bir veya iki atik adam gönderdiler. Onlar
suyu görünce geri dönüp haber verdiler. Cürhümlüler oraya gelip, suyun başında İsmail'in
annesini buldular.

"Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?" dediler. Kadın:

"Evet! Ama suda hakkınız olmadığını bilin!" dedi. Onlar da:

"Pekala!" dediler. Aleyhissalâtu vesselam der ki:

"Ünsiyet istediği bir zamanda bu teklif İsmail'in annesine uygun geldi. Onlar da oraya indiler.
Sonra geride kalan adamlarına haber saldılar. Onlar da gelip burada konakladılar. Zamanla
orada çoğaldılar. Çocuk da büyüdü. Onlardan Arapça'yı öğrendi. Büyüdüğü zaman onlar
tarafından en çok sevilen, hoşlanılan bir genç oldu. Büluğa erince, kendilerinden bir kadınla
evlendirdiler. Bu sırada İsmail'in annesi vefat etti.

Derken Hz. İbrahim aleyhisselam, İsmail'in evlenmesinden sonra oraya gelip, bıraktığı
(hanımını ve oğlunu) aradı. İsmail'i bulamadı. Hanımından İsmail'i sordu. Kadın:

"Rızkımızı tedarik etmek üzere (avlanmaya) gitti" dedi. Hz. İbrahim, bu sefer geçimlerini,
hallerini sordu. Kadın:

"Halimiz fena, darlık ve sıkıntı içindeyiz!" diyerek şikayetvari konuştu. Hz. İbrahim:

"Kocan gelince, ona benden selam etve "kapısının eşiğini değiştirmesini" söyle!" dedi. İsmail
geldiği zaman, sanki bir şey sezmiş gibiydi:

"Eve herhangi bir kimse geldi mi?" diye sordu. Kadın:

"Evet şu şu evsafta bir ihtiyar geldi. senden sordu, ben de haberini verdim, yaşayışımızdan
sordu, ben de sıkıntı ve darlık içinde olduğumuzu söyledim" dedi. İsmail:

"sana bir tavsiyede bulundu mu?" dedi. Kadın:

"Evet! sana selam söylememi emretti ve kapının eşiğini değiştirmeni söyledi!" dedi. İsmail:

"Bu babamdı. seninle ayrılmamı bana emretmiş. Haydi artık ailene git!" dedi ve hanımını
boşadı. Cürhümlülerden bir başka kadınla evlendi.

Hz. İbrahim onlardan yine uzun müddet ayrı kaldı. Bilahare bir kere daha görmeye geldi.
Yine İsmail'i evde bulamadı. Hanımının yanına gelip, İsmail'i sordu. Kadın:

"Maişetimizi kazanmaya gitti!" dedi. Hz. İbrahim:

"Haliniz nasıldır?" dedi, geçimlerinden, durumlarından sordu. Kadın:

"İyiyiz, hayır üzereyiz, bolluk içindeyiz" diye Allah'a hamd ve senada bulundu.

"Ne yiyorsunuz?" diye sordu. Kadın:

"Et yiyoruz!" dedi.

"Ne içiyorsunuz?" diye sorunca da:

"Su!" dedi. Hz. İbrahim:

"Allahım, et ve suyu haklarında mübarek kıl!" diye dua ediverdi." Aleyhissalatu vesselam der
ki:

"O gün onların hububatı yoktu. Eğer olsaydı Hz. İbrahim, hububatları için de dua ediverirdi."
İbnu Abbas der ki: "Bu iki şey (et ve su) Mekke'den başka hiçbir yerde Mekke'deki kadar
sıhhata muvafık düşmez (karın sancısı yaparlar). (Bu, Hz. İbrahim'in duasının bir bereketi ve
neticesidir).

(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hz. İbrahim'den anlatmaya devam etti:)

"İbrahim (İsmail'in hanımına) dedi ki:

"Kocan geldiği zaman, benden ona selam söyle ve kapısının eşiğini sabit tutmasını emret!"
(Çünkü eşik, evin dirliğidir).

"Hz. İsmail gelince (evde babasının kokusunu buldu ve) "yanınıza bir uğrayan oldu mu?" diye
sordu. Kadın:

"Evet, bize yaşlı bir adam geldi, kılık kıyafeti düzgündü!" dedi ve (ihtiyar hakkında) bir kısım
övgülerden sonra:

"Benden seni sordu. Ben de haber verdim. Yaşayışımızın nasıl olduğunu sordu, ben de hayır
üzere olduğumuzu söyledim!" dedi. İsmail:

"Sana bir tavsiyede bulundu mu?" diye sordu. Kadın:

"Evet sana selam ediyor, kapının eşiğini sabit tutmanı emrediyor" dedi. Hz. İsmail:

"Bu babamdı. Eşik de sensin, seni tutmamı, evliliğimizin devamını emrediyor! (Sen yanımda
değerli idin, kıymetin şimdi daha da arttı" der ve kadın İsmail'e on erkek evlad doğurur.)

Sonra, Hz. İbrahim Allah'ın dilediği bir müddet onlardan ayrı kaldı. Derken bir müddet sonra
yanlarına geldi. Bu sırada Hz. İsmail Zemzem'in yanındaki Devha ağacının altında kendisine
ok yapıyordu. Babasını görünce ayağa kalkıp karşılamaya koştu. Baba-oğul karşılaşınca
yaptıklarını yaptılar (kucaklaştılar, el, yüz, göz öpüldü).

Sonra Hz. İbrahim:

"Ey İsmail! Allah Teâla Hazretleri bana ciddi bir iş emretti" dedi. İsmail de:

"Rabbinin emrettiği şeyi yap!" dedi. Hz. İbrahim:

"Bu işte bana sen yardım edecek misin?" diye sordu. O da:

"Evet sana yardım edeceğim!" diye cevap verdi. Bunnun üzerine Hz. İbrahim:

"Allah-Teâla Hazretleri, bana burada bir Beyt yapmamı emretti!" diyerek etrafına nazaran
yüksekçe bir tepeyi gösterdi."

(İbnu Abbas) dedi ki: "İsmail'le İbrahim işte orada Ka'be'nin (daha önceki) temellerini
yükselttiler. Hz. İsmail taş getiriyor, Hz. İbrahim de duvarları örüyordu. Bina yükselince, Hz.
İsmail, babası için (bugün Makam olarak bilinen) şu taşı getirdi. Yükselen duvarı örerken, Hz.
İbrahim (iskele olarak) onun üstüne çıkıyordu. İsmail de ona (aşağıdan) taş veriyordu. Bu
esnada onlar:
"Ey Rabbimiz! (Bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin!" diyorlardı."

İbnu Abbas der ki: "Hz. İsmail ve Hz. İbrahim binayı yaparken (zaman zaman) etrafında
dolaşarak: "Ey Rabbimiz (bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin!"
(Bakara 127) diye dua ediyorlardı."

Buhari, Enbiya 8.

Vahdet-i Vücud/Varlığın Birliği Ne Demektir...

Bütün bu incelikleri ancak; Allah ve Rasûlü'nün yolunda ittibâ


edenler Allah ve Rasûlü'nün bildirdiklerine çelişmeyecek tarzda
anlatanlar idrâk edebilir.

Allah Celle ve Alâ; «Ben, kâinatı, arşı, insanı ve bütün varlıkları


yarattım» diyor. Hayır efendim, "âlemde hiçbir şey yoktur, yalnızca ALLAH
mevcuttur..." veya "Allah âlem'in bâtınında ve zahirinde görünmektedir.."
denilebilir mi?.. Tâbi ki Hayır!. Ancak, >>varlık Allah'ın sıfatlarının
gölgesidir<<.. >>Dolayısıyla<<, âlemde Allah'ın "El- Bâtın" isminin tecellisi batini ve "Ez-
Zâhir" isminin tecellisi zahiri olmak yönüyle, âlem'in batini ve zahiri özellikleri >>o isimlerin
hakikâtlarinde<< >>sabit olan<< hakikâtlarıdır. ----------*** Araya girerek bir noktayı
belirtmek isterim kardeşlerim : Yani Rabbimiz alem ismi altında kendi sıfatlarını derecelemiş
ve kendi Zatında ise elbette sınırsızdır..Ve bu derecelendirmesine göre O'nun üflemesi olan
bizim Zatımız (ruhumuz) aleme dahil olan nefsimiz mertebesinde bu tecellilerden
nasiblenmekte yükselmekte veya celal yönlü isimlerinden örneğin zarar verici (ed-dar)
isminden nasiplenmektedir. Nasiplenmek dedim çünkü ed-dar ismi her ismin tecellisinde
olduğu gibi bizi (iman edenleri) ancak yine O'na yöneltir. Bir müslüman kardeşi düşünelim ki
ed-dar isminden bir insan tokadı derecesinde nasiplendi. Bu onda ancak kendi nefsinin
mertebesinde yani ilminde olarak Allah'a yaklaştırır. Fakat ed-dar isminin gölgesi koyulaşırsa
artık o kişi için tokadın nereden geldiği aşikar olacağı için Allah'a yakınlaşması da o derece
yüksek olacaktır..Ve belki işte tokadı tokat olarak deil de Allah'ın cezası olarak bilecek; bu da
elbette onda farklı bir hal meydana getirecek nefsini sorgulamaya dönüşecektir. Nefsini
sorgulayan, Allah'ın lütfu gereği sınırsız cemalinden sınırsıza doğru nasiplenecektir. Ve
yükseldikçe herşeyin Ondan ve asli itibariyle de varlığın Ondan başkasına ait olmadığını
kendi mertebesince idrak edecektir. Bu örneği Cemal ismi yönünden düşünürsek Efendimizin
s.a.v. miracını hiç aklımızdan çikarmamak gerek. Düşünelim.. Öyle bir tecelli ki artık sıfatlar
Zattan ayrı bir tecelligahta olmaz. Ve idrak artık sıfatlarda değil kesin bir iman ve ilim
neticesinde Zat'a bağlanır... Bunu şimdiden >>bilir<< ve >>bağlantıları doğru idrak eder
isek<< bizim için bu Allah'a yakınlığın ilk ve yeterli son adımı olacaktır... Ve bu adım O'nun
kendi zatından üflemesiyle var olmuş zatımızda yani ruhumuzda sabitlensin. Nefsimizde gidip
gelmesin perdelenmesin .. Nefsinden arınan O'nun ruhuna, ruhuyla sessiz ve çıplak erer..
O'nun nefsine ermek nasıl olsun? O'nun nefsi sınırsızdır.. Kendi zatımızda Allah hepimize
sıfatlarını Zatından görebilme idrakini sağlayacak tecrübeler yaşatsın.. Ki o sınırsız ilim
sahibidir.. Amin. ***------------- Ayrıyetten şunu da belirtmekte fâide vardır. Zira Esmalar
Uluhiyet Makamında her birisi diğerinin aynıdır. İşte bu cihetle "Vahdet-i Vücûd"
denmektedir. ------------*** Burada "Vahdet-i Vücûd" bir teori ve dillerde söylenen
bilinmişliğiyle değil varlığın birliği anlamında söyleniyor. ***------------ Yani, Esma ve
Sıfatlar, >>Zât-i İlâhinin varlığında<< her biri bir >>diğerinin aynıdır.<< Orada isimlerde
taaddüt yoktur. Ve Zâtta bütün Esmalar birbirinin aynıdır. Âlemde ki tecellilere gelince, bu
varlıkların istidadına göre açığa çıkmaktadır. Öyle ise, varlıkta açığa çıkan isim ve Sıfatların
özellikleri Hak'kın isim ve Sıfatlarının aynı değildir. Meselâ; insanda açığa çıkan ilim Hakkın
İlim Sıfatının tecellisidir, fakat Hak'kın ilmi, diğer bütün Sıfatların aynı olduğu gibi Ezelî ve
Ebedi'dir, >>fikir yoluyla elde edilmiş değildir.<< Bizim ilmimiz ise, sonradan olma
olduğundan Ezelî ve Ebedî değildir. Ayrıca bizde açığa çıkan ilim, bizim diğer sıfatların aynı
da değildir. Şayet, "bizden açığa çıkan sıfatlar ve özellikler Hakkın Sıfat ve özellikleridir"
dersek Hakkı kayıt altına sokmuş oluruz.. Bu da apaçık olarak Tevhîd'e aykırıdır. Zât-ı İlâhî'yi
kayıt altına aldıktan sonra tenzîh'in ne anlamı kalır...???!!! Yıldızların Mevki Muhyiddin İbn
Arabi (k.s.)
***************************************************************************
***** http://jonasclean.blogspot.com/2010/01/tasavvuftekbirvahdet-i-vucud-varlgn.html
http://jonasclean.blogspot.com/2010/02/yalnzdk-hep-huzurunda.html
http://jonasclean.blogspot.com/2009/08/tekvahdet-i-vucudvarlgn.html
http://jonasclean.blogspot.com/2008/06/vahdet-i-vcud-ve-tasavvuf-bykleri.html (şimdilik
blog içinden seçebildiklerim bu kadar. Daha pek çok var fakat toparlayıp bir araya
getiremedim şimdi. Madem ilgilisin, o halde zaten bir olanı birlemen zor olmayacaktır.)
***************************************************************************
***** -siz şimdi kainatın tamamı ALLAHIN bir parçasımı diyorsunuz bunu söyle-
DİYORSUN! Bunu cehaletinden soruyorsun..Bunun böyle olmadığını sen de gayet madem
iyi biliyorsun, madem imanın var, sorma! Eğer vahdet-i vücud nedir öğrenmek istiyorsan
kimseyi itham etmeden sor..Herşeyi bilseydi her iman eden, Allah "ilimde derinleşenler" die
bir ayrı kelam etmezdi Şimdi kardeşini iyi dinle Nefsini bi kenara koy dikkatli dinle. Allah
mekandan münezzehtir... Mekandan münezzeh demek, mekanın dışında demek derken, O'nun
bir cismi var da mekandan bağımsız hareket ediyor demek değildir.. Çünkü eğer öyle olsaydı
cinler de bizim bulunduğumuz mekandan münezzehtirler.. Allah hiçbir şeye benzemez ! Fakat
bildiğin üzere cinler bizim mekanımıza geçebiliyorlar.. Hz Süleyman'la ilgiliayetlerden veya
diğer aktarılanlardan bilirsin.. Ya da melekler örneğin kendi vücudları bulunduğu halde bizim
mekanımıza insan bedeniyle veya bizim bilmediğimiz biçimde de olsa gelebiliyorlar ve
yanımızdalar..Mekan bitişik..Ki mekanları ayrıdır..Algılarımızın acziyeti itibariyle.. Allah
hiçbir şeye benzemez ! Birde mekan kavramı senin vücuduna da işaret eder..Çünkü ruhun
vücud mekanının içinde..Yani senin birincil mekanın vücudundur.. Dikkat et Allah hiçbir şeye
benzemez ! Eğer doğru şekilde iman ediyorsan ki ediyorsun..O halde bi kere Allah'ın
hiçbişekilde herhangi bir anlamda mekanla sınırlı olmadığını idrak et ! Nefsine uymadan
dikkatli dinle ! "Kıyamet günü, insanların Allah'a en sevgili ve mekân olarak en yakın olanı,
âdil imamdır. Kıyamet günü, insanların Allah'a en menfuru O'ndan mekân olarak en uzak
olanı da zâlim sultandır." Tirmizî, Ahkâm 4, (1329). Dikkat et iyi anla ! Cennet mekandır!
Cehennem mekan! Biliyoruz ki Allah mekandan münezzehtir..O halde nasıl olur da O
şahdamarından yakın olduğu halde mekan olarak cehennem O'na uzak ve Cennette O'na yakın
olur insan ? Ve dünyada O mekandan münezzehken biz O'na nasıl yakın oluyoruz bir
mekandayken... Şimdi deniyor ki burda Vahdet-i Vücudun zıttı bir şeymiş gibi Allah Zatıyla
mekandan münezzeh sıfatlarıyla bizimledir..İlmiyle Merhametiyle Kudretiyle örneğin.. Peki
O yüceler yücesi tüm sıfatlarıyla Alemde hükümranken nasıl olur da Zatına mekan engel
olur ! O'nun bir cismi mi vardır ki O bize verdiği ölçülerle hesaba gelsin şurada burada olsun!
Belki yine anlamayacaksın ama ben Allah rızası için anlatıyorum ! Allah ne zatıyla ne de
sıfatlarıyla bize uzak değildir ! Ve O bize mekan yarattığı vücudumuza kendi söylediği gibi
Ruhundan üflemiştir ! Allahın onu çevreleyen bir vücudumu var -ki bu acziyet olur, Allah
-herşeye- gücü yetendir- Ruhu haşa o vücudun içinde olsun da dünyaya insin çıksın! Demek
O iman eden ve bildirilenler için! ENGELSİZ SINIRSIZ ! bilmeyenler için HAŞA sınırlı ! ve
uzak ! Senin ruhun Ondan bir nefes ! Dikat et ! O seni yaratışına göre değil, kendi
Allahlığıyla Allahtır ! Senin ruhun Onun üflediği ruhtur ! O halde biliyorsan, Allah'a Zati
olarak nasıl uzak nasıl ayrı olursun ! Tekrar soruyorum O bir mekanla sınırlı olabilir mi !
İlimde derinleşesin diye soruyorum ! Allah'a herhangi bir şey engel olabilir mi ! Yok olabilir
dersen bu nasıl Tenzihtir ! Allah hiçbişeye benzemez ! O ruhundan üfledi de sen sonra oldun !
ALLAH BİR CİSİM Mİ Kİ SANA ÜFLEDİĞİ RUHU CİSİM OLSUN ! YA DA O'NUN
RUHU SENİN GİBİ BİR HÜKME Mİ BAĞLI Kİ BİR CİSİMDE SIKIŞSIN! HÜKÜMRAN
KİM ! ÜFLEMEK BİR MİSAL, ORTAYA ÇIKARDIĞI VARLIĞI KENDİNE YAKIN
KILIŞINA BİR SEMBOLİK KIYAS ! Onu tanımazsan ! İSİMLERİNİ BİLMEZSEN !
Elbette O'nu bilemezsin ! Elbette O sana mekan olarak uzak olur ! Şu cisim sandığın şey de
sırf O'nun yaratmasıdır ! Başka değil ! Zaten ancak O diler de oluyorsa bir şey bu hesap neyin
hesabı ! Allah nasıl zatıyla yarattığından uzak olsun ! Sen bilmezsen uzak ! Bilirsen yakın !
BİLDİRİRSE YAKINSIN ! DİKKAT ET ! İMAN ETİĞİN KURANDA BİLDİRDİKLERİ
AÇIKTIR! BİL ! ALLAH HİÇBİR ŞEYE BENZEMEZ ! HİÇBİŞEYDEN DE UZAK
OLMAZ ! O'NA NE ENGEL OLABİLİR VÜCUDUN MU ! O'NA NASIL UZAK OLASIN !
O MAZHAR KILDIĞI CİSME RUHUNDAN ÜFLEDİ DE SENİ VAR KILMADI MI !
DİLERSE UZAK OLURSUN DİLERSE YAKIN ! O'NA NE ENGEL OLABİLİR! TA Kİ
SEN BİLMİŞ OL ! İŞTE VARLIĞIN >BİR< LİĞİ BUDUR !

Cennet ve cehennemi yaratmamış olsa bile,..

Cennet ve cehennemi yaratmamış olsa bile,


İzzet ve Celâl sahibi Allah, korkulmaya ve ümit beslenmeye lâyıktır.

Sırf zatını ve rızasını taleb ederek O’na itaat ediniz.

Üzerinizde ne O’nun lütuf ve ihsanının düşüncesi bulunsun,


ne de azabınınendişesi.

O’na kulluk; emirlerine boyun eğmek, yasaklarından kaçınmak


ve takdirlerine karşı sabırlı olmakla mümkündür.

O’na dönünüz.

Abdulkadir Geylani (r.a.)

Dış kabuğunuzu bir yana atar, özünüze bakarım.

Ben özle olurum,dış kabukla işim yoktur. Şu dış kalıp kabuktur,öz onun
içindedir.Dış cepheniz beni pek ilgilendirmez, onun gelişmesine
bakmam. Benim için önemli olan öz varlığınızdır. Dış kabuğunuzu bir yana
atar, özünüze bakarım. Peygamber kaynağına lâyık oluncaya kadar sizi
bırakmam.

İLAHİ ARMAĞAN/
HZ.PÎR Abdulkadir Geylani

Nasıl Ruhun Hayalde; bedenin yok olur.

Nasıl Ruhun Hayalde; bedenin yok olur. Aldanma..Dünyada da öyle Aziz Ruhun kardeşim..

Boşuna Diklenme Bir Şey Değilim Diyerek...


Boşuna diklenme bir şey değilim diyerek..Sen zaten şey değilsin...

Uslandır tenezzül eyle

Nerden çıktın karşıma?


Uçurdun uzaklara
Baharda yazda kış olunca
Uçtum uçtum uç oldum
Bir topacık suç oldum
Ben ben oldum bizler oldum
Bizden de geçtim hiç oldum
Öldürmedim bak kendimi
Uslandır tenezzül eyle
İnanmayanlar elendiler
Ben hep seni düşündüm
Baharda yazda kış olunca
Uçtum uçtum uç oldum
Bir topacık suç oldum
Sevmeyenler elendiler
Ben hep seni düşündüm
Baharda yazda kışta
Düşün düşün düş oldum
Seni gördüm aşık oldum

O, Batın olmasa..Settar olmasa..

senin halin ya nice olur..

Settar /Batın /Zahir...

Allahtan istediğin, yaptığındır.


Allah'ın senin için ne yaptığına bak.
Böyle yaptığında O'nu zikretmiş oldun..
O Settardır..
Senin için yapacağı en güzel şeyde sana kendisini zikrettirmektir.
O Batın...
Hangi mertebede olursan ol
O sana Settar..
ve Batın.
ve Zahir olandır...

İlim Sabit, Hal Gidicidir..

Allah ilmi sadece sevdiğine, hali sevdiğine ve sevmediğine verir. Çünkü ilim sabit, hal
gidicidir.
Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

***
Makam sahibi hüküm vermek isterse, bu inişin makamına tesir edeceğini bilmezse hale iner.
Çünkü hüküm vermek hallere aittir. Kişi gerçek bir şeyhten bu makam sahibinin (İlim ve
marifet makamı) bütün makamların sahibi olduğunu işittiğinde, onun hali değil ilmi artar.
Çünkü kamil kişi, makamda yükseldiğinde hali eksilir. Müşahede Haktan başka'yı görmekten
alıkoyduğu gibi, makam da halleri giderir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

***

(Mektubat-ı Rabbani'den bir mektuptur burdan aşağı kısmı)

487. Mektup

MEVZU: Yüce Sübhan Allah'ın ef'al tecellisi, sıfat tecellisi, zat tecellisinin beyanı.

(Bu mektup, bundan önceki mektubun devamı ve tamamlayıcısı gibidir)

NOT: İmam-ı Rabbani Hz. bu mektubu, bu Hakir Muhammed Haşim Kişemi'ye azmıştır.

***

Kardeşim Hace Muhammed Haşim Kişemi'nin malumu olsun ki,

Tecelli-i ef'al; Sübhan Hakkın, salike fiilinin zuhurundan ibarettir. O şekilde ki, kulların
fiillerini, o fiilin zılâli görür. Yine o fiili, diğer fiillerin aslı olarak bulur. Yine itikad eder ki, o
fiillerin kıyamı bu tek fiil iledir.

Üstte anlatılan tecellinin kemaline gelince, o zılâl salik nazarından tamamı ile gizlenip aslına
katılmış olur. Bu fiillerin failini dahi, hissiz ve hareketsiz cemadat gibi görür.

Tevhid erbabının ayniyete kail olup:

-Hepsi odur dedikleri mana işte bu yerdedir. Şunun için ki: Kullardan sadir olan çeşitli fiilleri,
şanı büyük Vahid Zat'tan görürler.

Burada, fiillerin yapanlara bağlanmasının gizlenip de; tek faile bağlanmasının ortaya çıkması;
fiillerin kendi gizlenişi ve aslına katılışı değildir. İki mana arasında çok fark vardır. İsterse, bu
gizleme durumu, bazılara gelir ' gibi olsun.

Gelelim sıfat tecellilierine:

Sıfat tecellisi, salike; Sübhan Hakkın sıfatlarının zuhurundan ibarettir. O şekilde ki, kulların
sıfatlarını, yüce Sultan Vacib Zat'ın sıfatlarının zılâli olarak görür. Onların kıyamını dahi,
asılları ile bulur.

Meselâ, mümkinin ilmini, Vacib Zat'ın ilminin zilli ve onunla kaim bulur. Aynı şekilde onun
kudretini dahi, yüce Zat'ın kudret zilli ve onunla kaim bulur.

Bu tecellinin kemaline gelince, o sıfatların zılâliyeti, salikin nazarında gizlenmiştir. Hem de


tamamı ile... Sonra da, asıllarına katılmasıdır. Salik dahi, bu sıfatlarla mevsuf olan nefsini, boş
bulur... Tıpkı bir cemad gibi. Ne ilim vardır; ne de hayat. Kendi nefsinde, vücuddan yana bir
eser bulamaz. Hatta, vücud kemalâtını ve tevabiini de bulamaz. O kadar ki, orada zikir,
teveccüh, hazır ve şühud dahi olmaz.

Şayet asla iltihak ettikten sonra bir teveccüh olur ise o, nefsinden nefsine teveccüh etmektedir.
Eğer huzur var ise, nefsini nefsi ile hazır etmektedir.

Bu makamdan salikin nasibi, fena hakikatinin husulüdür; izmihlaldir. Kendi zannınca nefsine
bağladığı kemalâtın yok olmasıdır. Yalan ve töhmet olarak, kendi nefsinden zannettiği
emaneti de sahibine verir.

-Ene... (Ben...) kelimesinin uğrak yeri dahi zail olup gider. O şekilde ki; beka ile müşerref
olsa dahi:

-Ene... (Ben...) kelimesinin uğrak yeri olamaz. Kendisini anlatırken:

-Ene... (Ben...) tabiri ile anlatmaya güç yetiremez. Kendisini, aslının aynı bulsa dahi, yine de:

-Ene... (Ben...) lâfzını o asla ıtlak etme mecalini bulamaz. Onun aynı olduğunu söylemeye de
gücü yetmez. Çünkü, enaniyet ondan zail olup gitmiştir.

-Enel-Hak... (Hak ben...) sözü, üstte anlatılan nisbetin husul bulmayışındandır.

-Sübhani manasının dile gelmesi, bu devlete vusul bulmayıştandır. Lâkin, şu mana yerinde
olur ki; büyüklerden bu gibi lâfızların süduru, orta hallerine yorula... Onların kemali dahi, bu
gibi sözlerin ötesinde biline...

Mahvin ve izmihlalin hakikati olan fena, her ne kadar sıfat tecellisinin müntehası olsa dahi,
lâkin onun husulü, zat tecellisinin, şualarından sayılır. Zat tecellisi olmayınca, fena devleti
müyesser olmaz. Hatta, sıfat tecellisi tam olmaz. Bulunmadıkça kurtuluş yoktur.

Zat tecellisi iledir ki, irfan sahibinin bakiyesi zail olur. Bu bakiye de, kendisini cemad gibi
görmesidir. Yine bu bakiye odur ki, bütün mümkinatın aslı bulunmaktadır. Amma onun için,
yüce mukaddes Hazret-i Vacib sıfatlarından bir in'ikâs husule gelmiştir. Böylece, bir imtiyaz
bulup şahsiyet peyda etmiştir. Burada bir ayna olma durumu elde etmiştir ki, bununla diğer
ademlerden mümtaz bir durum kazanmıştır.

Vakta ki, bu in'ikâs eden zılâl; aslına katılır; o ademler arasında bulunan imtiyaz da kalmaz
olur. Böylelikle bu has adem dahi, mutlak ademe katılır. İşte o zaman o irfan sahibinden yana
ne nam kalır; ne de nişan.

Bu manada, bir ayet-i kerime meali:

"Ne bırakın ne de vazgeçer..."(74/28)

Tıpkı vücud ve tevabiinin onu bırakıp gittiği gibi; bu adem dahi ondan ayrılır. Aslına katılıp
rahata erer.

Şunun bilinmesi yerinde olur ki,

Bu ademin, diğer ademlerden ayn olarak imtiyaz bulması; -ki bu imtiyazı, sıfat zılâlinin
kendisine husulü sebebi ile bulmuştur-, tevehhüm itibarı iledir. Hakikatta, asla onda bir zil
yoktur. Yani diğer aynalar gibi... Zira, onlarda dahi, suretlerin husulü tevehhüm itibarı iledir.
Şayet onlarda zılâl husulü var ise, tevehhüm itibarı iledir. Böylelikle onun imtiyazı dahi
tevehhüm itiban iledir.

Mümkinin vücudu tevehhüm itibarı ile olduğu gibi; onun adamı dahi tevehhüm itibarı iledir.
Onun için, vehim dairesi dışında bir basamak yeri verilmemiştir. Zira, vücud ve adem, kendi
mutlak karafetleri üzeredirler. Ne onun için bir tenezzül arazı gelmiştir; ne de öbürü için
terakki hasıl olmuştur.

Yüce Yaratıcının kudretinin kemalindendir ki, alemi şöyle veya böyle vehim mertebesinde
yarattı. Sonra ona sağlamlık verdi. Ebedi muameleyi, sonsuz mücazatı dahi ona bağlı bıraktı.
Bu manada, bir ayet-i kerime meali:

"Bu, Allah'a göre güç bir şey değildir."(14/20)

***

Yukarıda şöyle bir cümle kullanmıştım:

-Fena devletinin husulü, zat tecellisi nurlarından sayılır.

Bunun asıl manası şudur: Zat tecellisinin husulü, fena devletinin husulünden sonradır. Halis
olmayan bulamaz.

Tecellinin şuaları ile, tecellinin kendisi arasındaki fark; sabaha doğru açılan aydınlıkla,
güneşin doğusundaki aydınlık gibidir. Çünkü sabaha doğru açılan aydınlık, güneş tecellisinin
şuaları ile, tecellinin kendisi arasındaki fark; sabaha doğru açılan aydınlıkla, güneşin
doğusundaki aydınlık gibidir. Çünkü sabaha doğru açılan aydınlık, güneş tecellisinin
şualarının zuhurudur. Güneş doğduktan sonra da, güneş tecellisinin kendisi vardır.

Bazıları, tecelli şualarına ermekle beraber; tecellinin kendisi ile müşerref olamazlar. Arız olan
bazı şeyler sebebi ile o büyük devlete ulaşamazlar. Tıpkı semavi ve arzi bir arıza sebebi ile,
sabaha yakın aydınlığa erildiği, fakat güneşin doğuşuna erilmediği gibi...

Sonra, sabah aydınlığının müşahedesinde; görme kuvvetinin kemal derecede olmasına hacet
yoktur. Amma güneşin müşahedesi, görme kuvveti ve keskin nazar ister. Yarasa kurşunu
görmez misin sabah aydınlığına idrak eder; amma gündüz güneşe bakmaya gücü yetmez. Bu
hususta acizdir. Güneş görmek, bir başka göz elde etmeyi gerektirir.

Çok kere, salikte de, tecellinin şualarına istidad vardır; amma onda, tecellinin kendisine
istidadı yoktur.

Yarasa kuşunda dahi, güneşin şunları tecellisine karşı istidad vardın amma güneşin kendi
tecellisine karşı istidad yoktur.
İşte ben, üstün kelâm etmekteyim. Herhalde faydası yoktur.

Sıfat tecellilerinin kesilmesi, sıfat ve zat fenasının husulünden sonra; irfan sahibini bir tecelli
karşılar ki, zat tecellisinin dehlizi gibidir. Sanki o te

celli, sıfat tecellisi ile, zat tecellisi arasında bir berzahtır. O kimse ki, bu tecelliden yükselin
istidadı kadar zat tecellisinden nasibi vardır.

Fakir'in kanaatına göre, bu berzahi tecelli, o zati tecellinin aslıdır ki; Şeyh Muhyiddin b. Arabi
-Allah sırrının kudsiyetini artırsın- şu ibare ile anlatılmıştır:

-Zattan gelen tecelli, ancak kendisine tecelli olanın suretinden olur. Kendisine tecelli olan
dahi, hakkın aynasında kendi suretinden başkasını görmemiştir. Hakkı göremez; görmesi de
mümkün değildir.

Ayrıca, bu tecelli için:

-Tecellilerin müntehası demiş ve bunun üstünde bir makama kail olmamıştır. Sonra şöyle
demiştir:

-Bu tecelliden sonra, sırf adem vardır. Tamaha kapılma ve onun üstüne yükselmek için
kendini yorma. Zira, bu makamdan daha yüksek bir derece yoktur. Yani zati tecellide...

Şaşılacak şeydir ki, matlub-u hakikiye kavuşmak, bu tecellinin ötesindedir. Halbuki Şeyh
(Muhyiddin b. Arabi k.s.), Allahu Taala'nın şu emrine göre, çekindirip sakındırmaktadır:

"Allah, sizi zatına karşı sakındırıyor."(3/28)

Ve tehdid ediyor. Şayet o, manada bir tamaha kapılmazsak, ondan biz, şaşırıp uzaklara
düşmüş oluruz. Şayet onun husulü için yorulmazsak, başka ne yapabiliriz ki!.. O zaman
teselliyi, nefis cevher yerine, saksı parçalarında buluruz.

Bu babda netice kelâm şu ki:

Her mertebenin nasibi, o mertebeye münasip şekilde olur. Keyfiyeti belli olmayandan
müyesser olan nasip, keyfiyeti belli olmayan bir şekildedir. Keyfiyeti belli olan için keyfiyeti
belli olmayana yol çıkmaz. O mertebeye taalluk eden marifet, keyfiyeti belli olana taalluk
eden marifet gibi değildir. Zira, bu marifetin orada yeri yoktur.

Sübhan Allah'ın zatı hakkında bilgi, cehldir. Yani mümkinin bilgisine taalluku olan ilim
cinsinden bir ilim değildir. Zira o, bu keyfiyeti belli cinstendir; halbuki orada keyfiyetin yeri
yoktur.

Yüce Allah'ın zatı hakkında tefekkürden men etmeye gelince, sebebi şu ki: O, tefekkürün ve
tahayyülün de ötesindedir. Yüce Allah'ı ancak kendisi ile bulmak mümkündür; hayalle ve
tefekkürle değil...

Bir ayet-i kerime meali:


"Rabbimiz, bize katından rahmet ver; işimizde bizim için muvaffakiyet hazırla."(18/10)

Allah sırrının kudsiyetini artırsın; Şeyh şöyle deseydi, yerinde olurdu:

-Bu tecelliden sonra, sırf vücud vardır, katıksız nur vardır.

Onun:

-Bu tecelliden sonra, ancak adem vardır (yani yokluk) demesi de, ancak şu itibara göredir:
Alem sıfatların zillidir; sıfatlardan terakki edip yükselmek ise, nefsi idam (yok) etme işinde
çalışıp çabalamaktır.

Ne var ki, iş böyle değildir. Çünkü, irfan sahibi, kendi aslı olan sıfattan terakki etmedikçe, zati
olan şuunu ve itibarları aşmadıktan sonra onun fiili ne olur ki!.. Gelişi ne şey için olur!..

Fena ve beka ki, her mertebede ona müyesser olmaktadır; aslının da yukarısına çekmeye
bakarlar. Bundan sonra o, asıl beka ile, asıldan geçip aslın dahi aslına ulaşır.

Bir şiir:

Dokunursa biri ateşe yanan

O ki ateştir nesini yakar?..

Allah sırrının kudsiyetini artırsın; şayet Şeyh (Muhyiddin b. Arabi), o zillin aslına ulaşmış
olsaydı, daha yukarıya terakkiden korkmadığı gibi korkutmazdı da... Lâkin hüsn-ü zan iktiza
eder ki, yüce Sultan Allah'ın fazlı ile, bu Şeyh-i Muazzam bu makamdan terakki edip
yükselmiştir; işin hakikatini da idrak etmiştir. Onun büyük halini, söyledikleri ile ölçmek
yerinde olmaz. Herhalde o, bu dediklerini, ilk ve orta hallerinde söyleyip sonra nice merhale
onları aşıp geçmiştir. Zira, şu mana açıktır:

"İki günü müsavi geçen ziyandadır."

Başarı ihsan eden Sübhan Allah'tır.

***

Zati tecelli üzerine ne diyebilirim ki?.. Hem yazmaya nasıl gücüm yeter? Zira o, zevke dayalı
bir şeydir. Her kim tadarsa bilir; tatmayan da bilmez.

Bir mısra:

Kalem oraya ulaştı; sonra kırıldı...

Ancak, izhar edilmesi mümkün olan şudur:

Zati tecelli, varmış olduğu fena hali daha önce anlatılan irfan sahibi hakkında daimidir.
Başkaları hakkında şimşek gibi çakıp geçer; amma bu tecelli onun için devam edip gider.
Hatta, şimşek gibi çakıp geçen tecelli (tecelli-i berki...) hakikatta zati tecelli dahi sayılmaz.
Onun için:
-Zati tecellidir demişlerse de, değildir; belki de, zat şanlarından bir şandır. Çakması ile
kapanması bir olur. Ne zaman ki, şuun ve itibarların mülahazası olmadan, zati tecelli hasıl
olur; onun devamı lâzımdır, onda kapanma dahi tasavvur edilemez. Tecellilerin telvinatı,
sıfatlardan ve şunaattan haber verir. Hazret-i Zat telvinattan münezzeh ve müberradır. Orada
kapanma mecali de yoktur.

"Bu Allah'ın fazlıdır; onu dilediğine verir. Ve Allah büyük fazlın sahibidir."

***

İmam Rabbani (k.s.)

Allah'ın ahlakıyla ahlaklanınız.

"Ey inananlar! Peygamberin evlerine, yemeğe çağrılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat
davet edilirseniz girin ve yemeyi yiyince dağılın. Sohbet etmek için de gidip oturmayın. Bu
haliniz peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu.>>Allah gerçeği
söylemekten çekinmez.>>>>

Ahzab 53

***

Allah'ın ahlakıyla ahlaklanınız.

s.a.v.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


HAYY ALLAH...Hayy İsmi..Hayy sıfatı..

"yaşam değil"... O'nun HAYat sahibi olduğunu "Biz" nasıl biliyoruz...

"Ondan geldiniz, O'na döneceksiniz"...

Dünyadan (Halktan) uzaklaşmak, sigarayı bırakmak kadar zordur.


Fazla değil..
Dumandan sıyrılınca yol berraklaşır.
Düşünceler nefsin dumanı..
Dumandan sıyrılınca, Ruhunadır istikamet.
Dönüş yoluydu gitmiş olduğun.
Nefs bineğini yumuşak sür.
Meleklerin sesini duy.

"Ondan geldiniz, O'na döneceksiniz"...

Dinle...

...Bunlar, cahillerin irşadından ne zaman ümidsizleştiler işi Allah'a havale


ettiler. Ve kendileri her şeyden yüz çevirdiler. Yalnız Allah'a yakîn olmaya
vesile olacak amellerle iştigal ettiler. Böylece şer'an cahillerden yüz
çevirdiler ve hakikaten de selâmeti buldular...

***
İşitme duygusunda tahkîk sahibi gerçek bir dinleyicinin alâmeti:
Dinlemek ile alâkalı varid olan ilâhi buyruk ve yasaklara kulak
verip ve o buyruk ve yasaklara riâyet etmektir. İlim, zikir, güzel vaiz,
güzel söz ve Allah'a yapılan güzel övgüleri dinlemek gibi..

Gerçek bir dinleyici, saydığımız bu hususlarla alâkalı buyruk ve


yasakları dinlemesi gereği, o güzel şeyleri can kulağıyla dinler. Ve onların
birer emrî ilâhi olmasından ötürü derhâl uygular.

Yazacağımız hususlara riâyet etmekte gerçek bir dinleyicinin


alâmetidir: Boş söz, gıybet, iftira, bühtan, cidal ve Allah ve Rasûlü'nün
dinlenmesini yasakladığı şeyleri dinlemeyi terk etmek.

Allah Celle ve A'lâ, yüce kitabında bu sıfatlarla vasıfladığı kimseleri


övmüştür. Tâki başkalarıda onlara uysunlar.

Biz de o niteliklerle vasıflananların yoluna girdiğimizde, Allah'ın yüce


kitabında onlara olan övgülerinde bizlerinde payı olduğunu bilelim.

Allah Subhânehû onları şöyle vasıflamaktadır:

«Bunlar yaramaz lâkırdı(lar) işittikleri zaman ondan yüzçevirdiler


ve "Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aiddir. Size selâm
(olsun). Biz cahilleri aramayız." dediler.»
(Kasas Sûresi, Âyet: 55)

Bunlar, cahillerin irşadından ne zaman ümidsizleştiler işi Allah'a havale


ettiler. Ve kendileri her şeyden yüz çevirdiler. Yalnız Allah'a yakîn olmaya
vesile olacak amellerle iştigal ettiler. Böylece şer'an cahillerden yüz
çevirdiler ve hakikaten de selâmeti buldular.

Yine Allah Azze ve Celle gerçek dinleyicileri yüce kitabında şöyle yad
etmektedir.

«Rasûle indirilen (Kur'ân-ı Kerîm)i dinledikleri vakit de Hakkı


tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taşıdığını görürsün
onların, (şöyle) derler. "Ey Rabbimiz, imân ettik. Artık bizi (Hakka)
şâhid olanlarla beraber yaz.»
(Mâide Sûresi, Âyet:83)

Yıldızların Mevki
Muhyiddin Arabi Hazretleri (k.s.)

Efendimiz s.a.v. ne güzel buyurdu..

Sevgili Peygamberimiz; "İnsanlar, dilleri yüzünden Cehennem'e atılırlar." buyurdu.

s.a.v.
Efendimiz ne güzel buyurdu.. Yoksa insan Allah'a nasıl isyan edebilir ki?
O'nun hükmünden dışarı nasıl adım atmış olabilir ki başka.
Ya da şirk nasıl hakikat olsun başka.
Sırf dildedir..

Ayna/Tasavvuf...

Aynaya bakıp çekidüzen verirsin kendine..Yoksa aynadaki sen değilsin...Aynasın.. Aynanın


sırrının sırrısın.

Endişelenme..

Çok şükür iyiyim ben; endişelenme. Gördüğün Özüm gölgesi, ben değilim.

Rabbimi Rabbim ile bildim

Azimetleri kaldırarak Rabbimi tanıdım! Hayır aslında rabbim Celle ve Ala sayesinde
azimetleri kaldırmayı öğrendim. Zira Allah Subhanehu masivanın varlığının delilidir, masiva
o'nun varlığının delili değil. Zira delil, delil ile bilinen şeyden daha aşikar olmak
durumundadır. Allah Teala dan daha zahir ne olabilir ki? zira her şey O'nun sebebi ile ve
O'ndan zahir olmuştur. O bizzat kendisine ve kendisi dışındakilere delildir. Öyleyse ''Rabbimi
Rabbim ile bildim!!''demekte bir mahzur yoktur.

İmam-ı Rabbani Hazretleri


247.Mektub

Ben dost bağı bülbülüyem

Ben dost ile dost olmuşsam


Kimseler dost olmaz bana
Münkirler bakar gülüşür
Selam dahi vermez bana
Ben dost ile dost olayım
Ölmez evvel öleyim
Canimi kurban vereyim
Dünya baki kalmaz bana
Ben aşıkı biçareyim
Baştan aşağı yareyim
Ben bir deli divaneyim
Aklim da yar olmaz bana
Kimseler bilmez halimi
Aşk odu yaktı canimi
Seçmezem soldan sağımı
Namusu ar olmaz bana
Sanurlar ki ben deliyim
Ben dost bağı bülbülüyem
Mevla'nin kemter kuluyem
Kimse baha saymaz bana
Bülbül olu ben oterim
Dost bahçesinde biterim
Gül alırım satarım
Bağu ban olmaz bana
Dervis Yunus nice diyem
Ben bu cani terk idem
Yan yana DOSTA GIDEM
Perde hicap olmaz bana

el-an

Neredeydin Dostum
Ben Yoktum
Nasıl Uyandırdın
Karanlık değil el-an
Gözlerimi Nurlandırdın

Nur

...zeytinden tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir...

http://jonasclean.blogspot.com/2010/01/zamananmecaz.html

İbn Arabi ve Vahdet-i Vücud

Bütün bu incelikleri ancak; Allah ve Rasûlü'nün yolunda ittibâ


edenler Allah ve Rasûlü'nün bildirdiklerine çelişmeyecek tarzda
anlatanlar idrâk edebilir.

Allah Celle ve Alâ; «Ben, kâinatı, arşı, insanı ve bütün varlıkları


yarattım» diyor. Hayır efendim, "âlemde hiçbir şey yoktur, yalnızca ALLAH
mevcuttur..." veya "Allah âlem'in bâtınında ve zahirinde görünmektedir.."
denilebilir mi?.. Tâbi ki Hayır!. Ancak, >>varlık Allah'ın sıfatlarının
gölgesidir<<.. >>Dolayısıyla<<, âlemde Allah'ın "El- Bâtın" isminin tecellisi batini ve "Ez-
Zâhir" isminin tecellisi zahiri olmak yönüyle, âlem'in batini ve zahiri özellikleri >>o isimlerin
hakikâtlarinde<< >>sabit olan<< hakikâtlarıdır. ----------*** Araya girerek bir noktayı
belirtmek isterim kardeşlerim : Yani Rabbimiz alem ismi altında kendi sıfatlarını derecelemiş
ve kendi Zatında ise elbette sınırsızdır..Ve bu derecelendirmesine göre O'nun üflemesi olan
bizim Zatımız (ruhumuz) aleme dahil olan nefsimiz mertebesinde bu tecellilerden
nasiblenmekte yükselmekte veya celal yönlü isimlerinden örneğin zarar verici (ed-dar)
isminden nasiplenmektedir. Nasiplenmek dedim çünkü ed-dar ismi her ismin tecellisinde
olduğu gibi bizi (iman edenleri) ancak yine O'na yöneltir. Bir müslüman kardeşi düşünelim ki
ed-dar isminden bir insan tokadı derecesinde nasiplendi. Bu onda ancak kendi nefsinin
mertebesinde yani ilminde olarak Allah'a yaklaştırır. Fakat ed-dar isminin gölgesi koyulaşırsa
artık o kişi için tokadın nereden geldiği aşikar olacağı için Allah'a yakınlaşması da o derece
yüksek olacaktır..Ve belki işte tokadı tokat olarak deil de Allah'ın cezası olarak bilecek; bu da
elbette onda farklı bir hal meydana getirecek nefsini sorgulamaya dönüşecektir. Nefsini
sorgulayan, Allah'ın lütfu gereği sınırsız cemalinden sınırsıza doğru nasiplenecektir. Ve
yükseldikçe herşeyin Ondan ve asli itibariyle de varlığın Ondan başkasına ait olmadığını
kendi mertebesince idrak edecektir. Bu örneği Cemal ismi yönünden düşünürsek Efendimizin
s.a.v. miracını hiç aklımızdan çikarmamak gerek. Düşünelim.. Öyle bir tecelli ki artık sıfatlar
Zattan ayrı bir tecelligahta olmaz. Ve idrak artık sıfatlarda değil kesin bir iman ve ilim
neticesinde Zat'a bağlanır... Bunu şimdiden >>bilir<< ve >>bağlantıları doğru idrak eder
isek<< bizim için bu Allah'a yakınlığın ilk ve yeterli son adımı olacaktır... Ve bu adım O'nun
kendi zatından üflemesiyle var olmuş zatımızda yani ruhumuzda sabitlensin. Nefsimizde gidip
gelmesin perdelenmesin .. Nefsinden arınan O'nun ruhuna, ruhuyla sessiz ve çıplak erer..
O'nun nefsine ermek nasıl olsun? O'nun nefsi sınırsızdır.. Kendi zatımızda Allah hepimize
sıfatlarını Zatından görebilme idrakini sağlayacak tecrübeler yaşatsın.. Ki o sınırsız ilim
sahibidir.. Amin. ***------------- Ayrıyetten şunu da belirtmekte fâide vardır. Zira Esmalar
Uluhiyet Makamında her birisi diğerinin aynıdır. İşte bu cihetle "Vahdet-i Vücûd"
denmektedir. ------------*** Burada "Vahdet-i Vücûd" bir teori ve dillerde söylenen
bilinmişliğiyle değil varlığın birliği anlamında söyleniyor. ***------------ Yani, Esma ve
Sıfatlar, >>Zât-i İlâhinin varlığında<< her biri bir >>diğerinin aynıdır.<< Orada isimlerde
taaddüt yoktur. Ve Zâtta bütün Esmalar birbirinin aynıdır. Âlemde ki tecellilere gelince, bu
varlıkların istidadına göre açığa çıkmaktadır. Öyle ise, varlıkta açığa çıkan isim ve Sıfatların
özellikleri Hak'kın isim ve Sıfatlarının aynı değildir. Meselâ; insanda açığa çıkan ilim Hakkın
İlim Sıfatının tecellisidir, fakat Hak'kın ilmi, diğer bütün Sıfatların aynı olduğu gibi Ezelî ve
Ebedi'dir, >>fikir yoluyla elde edilmiş değildir.<< Bizim ilmimiz ise,
sonradan olma olduğundan Ezelî ve Ebedî değildir. Ayrıca bizde
açığa çıkan ilim, bizim diğer sıfatların aynı da değildir.
Şayet, "bizden açığa çıkan sıfatlar ve özellikler Hakkın Sıfat ve
özellikleridir" dersek Hakkı kayıt altına sokmuş oluruz.. Bu da apaçık
olarak Tevhîd'e aykırıdır.
Zât-ı İlâhî'yi kayıt altına aldıktan sonra tenzîh'in ne anlamı
kalır...???!!!

Yıldızların Mevki
Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

***

Bir şey daha aktarmak isterim

***

Onun büyük halini, söyledikleri ile ölçmek yerinde olmaz - ...

imam ı rabbani ahmedi faruki serhendi hazretleri


mektubat- 487. mektupdan

***

...De ki hamd Allaha, bir de selâm ıstıfa buyurduğu kullarına...

Hüsn-ü Zan (Devam)

Senin Allah'a hüsn-ü zan besleyip de, Allah'ın sana iyilikle muamele etmemesi hiç mümkün
değildir.

Zunnûn-i Mısrî
kendini keşfedemiyorsun..

Hırs atını yıldızlara doğru sürmüşsün, onlara dair bilgiler elde ediyor,mesafeler ölçüyor,yeni
yeni yıldızlar keşfediyorsun da,kendini keşfedemiyorsun.Meleklerin secde ettikleri adamı
tanımıyorsun...

(Mesnevi, c,1,s 540)

Seratonin/Endorfin/Extacy/Uyuşturucu Bağımlılığı.

Övgüler endorfinine seratoninine değil, Rabbine olsun...

Mümkün ve -OLma- /Vehim /Ruh /Nefs /Halüsinasyon - (Devam)

Örneğin tavşan uçar mı..Böyle bir şey OLmaz..Burada OLabilir mi diye sormak OLabilir bir
şeydir..OLuşa dahildir..Fakat uçması OLuşa tafsilatlı olarak baktıımızda (yani sallamadan)
mümkün değildir..Nerede mümkündür? OLuşa dahil hayalde..Rahatsız edici biçimde OLursa
Halüsinasyon.. Diğer türlü hayal..Ve bir de rüya.. Burada bir de VEHİM devreye girer.
(Halüsinasyonu oluşturan Vehim)..Yani "Ay olacak mı olacak mı ne olacak şöyle olacak
böyle olacak" gibi..Ve o şey OLuşa dahil bazı kategorilerde gerçek hale gelir kişi için.. Halbu
ki OLuşta gerçek haline gelmeyecek bir şey yoktur..OLmayan bir şey yoktur..Herşey
mümkündür..gibi..

...Halbu ki OLuşta gerçek haline gelmeyecek bir şey yoktur...

-Kaderin (OLanın) Hayır ve Şerrin >>Allah’tan<< OLduğuna İman-

Burda asıl konumuza gelirsek O OLan şeylerle değişmez.. Tıpkı ruhumuz gibi..O'nun üflediği
ruhumuz...Nefs ise tamamen OLuşa dahildir..İner çıkar her türlü şekle girer etki altındadır..
Ruh eğer nefsindeyse (yani dünyevi hayat diyelim) o mutlaka OLandan tedirgindir..Çünkü
bunu tabiatı gereği bilmez..Ruh Özü itibariyle bilir..Fakat nefsindeyse Ruhu (Mesela hani aklı
şurda burda gibi -fakat akıl deildir ruh-)o olduğu şeye hangi kategoride olursa olsun, OLan o
nefse de OLur..

İlim

İlim üçtür: Konusan kitap (Kur'an), yasanan sünnet, bir de ´bilmem' (la edri!) demektir."

s.a.v.

Kuran ve Tasavvuf

Aşağıdaki ayetleri dünyevi değil de Tasavvufi manasıyla OKUyalım

2-) (Rasûlüm) onlara misal olarak şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine üzümlerden iki bağ
verdik, bu bağların etrafını hurma ağaçlarıyla halkaladık, aralarında da ekinler oluşturduk.

33-) Bağların her ikisi de yemişlerini vermiş, ondan hiçbir şeyi noksan bırakmamış... İki
bağın ortasından bir de nehir fışkırtmışız.
34-) (Bu adamın) başka geliri de vardı... Bu nedenle arkadaşıyla (misaldeki diğer adamla)
tartıştığı bir sırada ona şöyle dedi: "Ben malca senden daha zengin ve nüfus olarak da daha
kalabalığım."

35-) Böylece nefsine zulmederek bağına girdi... Şöyle dedi: "Ebediyen bu varlığımın yok
olacağını zannetmiyorum."

36-) "Kıyametin kopacağını da zannetmiyorum! Eğer Rabbime döndürülürsem, kesinlikle


bundan daha hayırlı bir gelecek bulurum."

37-) Konuştuğu arkadaşı ona dedi ki: "Hakikatini inkâr mı ediyorsun? Seni topraktan, sonra
spermden yaratıp sonra da seni şuurlu insan kıldı!"

38-) "Bu yüzdendir ki, 'HÛ' Allah, Rabbim'dir! Rabbime (hakikatim olan El Esmâ'ya) hiçbir
şeyi eş koşmam!"

39-) "Keşke cennetine (bağına) girdiğinde 'maşâAllah {Allah dilemesinin meydana


getirdiğidir}; la kuvvete illâ billah {bende açığa çıktığı görülen} kuvvet sadece Allah'a aittir',
deseydin... Gerçi sen beni, zenginlik ve evlatça kendinden düşük de görüyorsun."

40-) "Olabilir ki Rabbim, bana senin cennetinden (bağlarından) daha hayırlısını verir; senin
bağına ise semâdan bir afet irsâl eder de, (bağın) kuru bir toprak hâline gelir."

41-) "Yahut (bağının) suyu dibe çekilir de, bir daha onu bulamazsın."

42-) Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi! Sonunda, çardakları üzerine yıkılıp kalmış
bağına yaptığı harcamaları dolayısıyla, (hüsranla) ellerini ovuşturarak şöyle diyordu: "Keşke
Rabbime (hiç) bir şeyi ortak koşmasaydım."

43-) Allah dûnunda ne bir yardımcısı vardı ne de kendi kendine yetecek gücü!

Kehf

37-) "Rabbimiz... Muhakkak ki ben, zürriyetimden bazısını senin kutsal evinin yanında, ekin
bitmez bir vadiye yerleştirdim... Rabbimiz, salâtı ikame (sana yönelişlerinin getirisini)
yaşasınlar diye! (O hâlde) insanlardan bazı hakikati idraka açık olan şuur sahiplerini, onlara
meylettir ve kendilerini ilim ve marifetlerden rızıklandır... Tâ ki değerlendirsinler,
şükretsinler."

İbrahim

Güneş üfledi; bitirdi de közümü/

Güneş üfledi; bitirdi de közümü/ Hidayet Aydadır dostum Güneşde değil/ Güneş yaktı bitirdi
de öyle Aya döndü yüz/ Anla özümü/ Anla sözümü/ Elbette Güneştendir Hidayet, Aydan
değil..

Mümkün ve -OLma-
Mümkün: 1-OLabilecek şeyler.

2- OLan şeylerinde kendisine muhtaç olduu şey.

OLan: Mümkünlerin deneyimlenmesi. Açığa çıkması.

Rüya: OLan şeylerden biri.

Hayal: OLan şeylerden biri.

Halüsinasyon: OLan şeylerden biri.

Şey: OLanların tümü.

Zaman: Şeylerin İnsan algısına göre -OLma- ları. (Mümkünden açığa çıkışları)

Garip

bir garip ölmüş diyeler


üç günden sonra duyalar
soğuk su ile yuyalar
şoyle garip bencileyin

...

Ölmüş bir bedenin yuyulduğu suyun soğuk olmasını düşünen sıcaktan daha sıcak bir kalp..

s.a.v.

Senin düşmanlarının en düşmanı en şiddetlisi,iki taraf arasında bulunan nefsindir.

.....................s.a.v......................

Yunus Emre Hazretleri

...Soğuk su ile yuyalar...

Yunus Emre Hazretleri

Allah'a emanet ol.

Allah'a emanet ol.

OL...

OLmayan bir şey gördün mü hiç..

Çünkü sen emniyette olanlardansın


Ve bırak asanı, derken onu çevik bir yılan gibi ihtizaz ediyor görüverince
dönüb geri kaçtı ve arkasından bakmadı, ya Musâ, korkma, zira benim korkmaz
yanımda Resul olanlar

Neml 10

Ve «Asânı at!» denildi. Musa (attığı) asâyı yılan gibi debrenir görünce, dönüp arkasına
bakmadan kaçtı. «Ey Musa! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın.»
(buyuruldu.)

Kasas 31

Kelimesi ile düşünce bir/ Anlayışın söylemesi ile aynı Anda

Kelimesi ile düşünce bir/ Anlayışın söylemesi ile aynı Anda/ Harfler bile anlamlı ya
kelimesinde/ O'na dönmek en güzeli...

Gerçek Aşk

Ey dostlar! Bu hikayeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir....

“Kibirlerinden Allah isterse (inşaallah ) demediler. Allah da onlara insanların acizliğini


gösterdi.”İnşaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadım, insanların yürek katılığını
ve mağrurluğunu söylemektir. Yoksa arızi bir halet olan inşaallah’ı söylemeyi unuttuklarını
anlatmak değildir. Hey gidi nice inşaallahı diliyle söylemeyen vardır ki canı “inşaallah” la eş
olmuştur.”

“Padişah, hekimlerin aciz kaldıklarını görünce yalınayak mescide koştu.Mescide gidip mihrap
tarafına yöneldi. Secde yeri göz yaşından sırsıklam oldu.Yokluk istiğrakından kendisine
gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:
“En az bahşişi dünya mülkü olan Tanrım! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.Ey
daima dileğimize penah olan Tanrı! Biz bu sefer de yolu yanıldık.Ama sen “Ben gerçi senin
gizlediğin şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin.”

“Padişah, vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları
yakınca:Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.Bir de gördü ki,
faziletli, fevkalade hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;Uzaktan hilal gibi
erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.
Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!Onların başları
da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden
ötürüdür.Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.”

“Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pirin çehresinde görünüp duruyordu.Padişah


bizzat mabeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.Her ikisi de
aşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş,
bağlanmışlardı.
Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.Ey aziz, sen bana
Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini
bağladım” dedi.
Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan
mahrumdur.Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe
vermiş olur…….”
“Her odunun kokusu dumanından meydana çıkar. İnlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır.
Vücudu afiyettedir ama o, gönüle tutulmuştur. Aşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir
hastalık gönül hastalığı gibi değildir.

Aşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, tanrı sırlarının usturlabıdır. Aşıklık ister o
cihetten olsun, ister bu cihetten... akıbet bizim için o tarafa kılavuzdur. Aşkı şerh etmek ve
anlatmak için ne söylersem söyliyeyim... asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin
tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem, yazmada
koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, aciz kalır. Aşkın şerhinde akıl, çamura
saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı , aşıklığı yine aşk şerh etti.
“Dedim ki: “O apaçık soyunur, çırılçıplak bir hale gelirse ne sen kalırsın,ne kucağın kalır, ne
belin! İste ama derecesine göre iste; bir otun bir dağı çekmeye kudreti yoktur.”
Bir adamın ayağına diken batınca ayağını dizi üstüne kor. İğne ucu ile diken başını arar durur,
bulamazsa orasını dudağı ile ıslatır. Ayağa batan dikeni bulmak bu derece müşkül olursa,
yüreğe batan diken nicedir? Cevabını sen ver! Her çer çöp (mesabesinde olan,) gönül dikenini
göreydi gamlar, kederler; herkese el uzatabilir miydi?
Bir kişi, eşeğin kuyruğu altına diken kor. Eşek onu oradan çıkarmasını bilmez, boyuna çifte
atar. Zıplar, zıpladıkça da diken daha kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam
lazım. Eşek, dikeni çıkarabilmek için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha yaralar.
O diken çıkaran hekim üstaddı .”

“Diri aşk ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur durur. O dirinin aşkını seç ki
bakidir ve canına can katan şaraptan sana sakilik eder.”

“İsmail gibi onun önüne baş koy. Kılıcının önünde sevinerek gülerek can ver. Ki Ahmed’in
pak canı, Ahad’la ebediyse senin canında ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsın.
Aşıklar, ferah kadehini, güzellerin elleri ile öldürüldükleri vakit içerler.”
“Hızır denizde gemiyi deldi ise de onun bu delişinde yüzlerce sağlamlık vardı. O kadar nur ve
hünerle beraber Musa’nın vehmi, ondan mahçuptu; artık sen kanatsız uçmaya kalkışma. O,
kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma. Onun muradı
Müslüman kanı dökmek olsaydı kafirim, onun adını ağzıma alırsam! Arş kötü kişinin
öğülmesinden titrer; suçlardan ve şüpheli şeylerden korunan kişi de kötü methedilince,
metheden kişi hakkında fena bir zanna düşer.”

Mesnevi
Mevlana Muhammed (k.s.)

lâ tahzen innallâhe meanâ...

Her >>nerede<< olursanız.. Her ne halde olursanız da buna geçerlidir.. yani çünkü haller
mekandan bağımsız olmaz.. "Korkma Allah bizimledir" s.a.v.... la tahzen, innallahe maana..
mahzun olma.. tam karşılığı mahzun olma hali... yani biz doğruyu yaptık ama ne durumdayız..
ayette ilk şöyle deniliyor: hani onlar mağaradaydı; O, arkadaşına; >>mahzun olma<<,
>>çünkü<< >>Allah bizimle beraberdir<<, diyordu.. >>Bunun üzerine<< Allah Ona (sükunet
sağlayan)
emniyetini indirdi<<...

sonra
..Onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi..

sükunet Allah bizimledir den sonra zikrediliyor..

Bunu bilmeye bağlı oluyor yani..

Çünkü o bilme olmazsa sükunet olmayacağı gibi..

Allahın yardımı hiç görülemez..

Bilsen bu bir bilgi değil.

Her Nerede Olursanız Olun O Sizinle Beraberdir (Hadid-4).. Bilsen bu bir bilgi değil;
Hakikat.. Fakat bilmiyorsun demek ki...

Müşahede'de Fena "Yok" Olma Kitabı..

KİTABU’L FENÂ FÎ’L MÜŞAHEDE

MÜŞAHEDE’DE FENÂ “YOK” OLMA KİTABI

Şeyhu’l Ekber
MUHYİDDİN İBN. ARABÎ K.S.

MÜŞAHEDE’DE FENÂ “YOK” OLMA KİTABI

Bismillahirrahmanirrahim

Değiştirme ve Kuvvet O'ndandır.


Takdir edip tasarlayan, hükmedip uygulayan, razı olup razı olunan, azameti ve
ululuğuyla münezzeh olan, münezzeh olduğu şeylere bedel olmaktan uzak olan, cevher
veya araz olmayan Allah'a hamdolsun. O seçtiği kullarının kalplerini arındırmıştır, onların
kalplerinden kuşku illetlerini ve hastalık şüphelerini söküp atmıştır. Onları tartışma ve
hasımlaşma oklarının hedefi haline getirmemiştir. Kalplerini bu sayede aydınlatmış,
önlerine kesin ve çıplak bir hidayet rehberi koymuştur, fezayı onlar için daraltmıştır.
Dolayısıyla kimisi giyinir, kimisi soyunur, kimisi suları bol nehirler gibi akar, kimisi
cömertliğin doruklarına çıkar. Giysilerini giyinen kimse, Onun kendisine bahşettiklerini bir
borç gibi algılar. Elbisesini çıkaran ise sünnetini farza dönüştürür. Allah, kullarını Mele-i
A'lânın övünç yarışlarının hedefi kılmıştır. Onları yüce ve aşağı alemlere hakim kılmış,
onla-rı göklerin ve yerin mirasçıları yapmıştır. Bu yüzden cesur ve seri adımlarla semayı ve
arzı enine boyuna dolaşırlar. Bazen uygulamak bazen nakzetmek şeklinde kurallar
hükmederler. Salât ve selâm kendisi hakkında "Ve lesevfe yu'tike rabbume Jeterda/Pek.
yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın." (Duhâ, 5} denilenin üzerine olsun.
Allah O'nu "Ve aciltu ileyke rabbi literda / Ben, memnun olasın diye sana acele ile geldim
Rabbim." (Tâ-hâ, 84) diyenden ayırmıştır. En kadim lisânlarla salât ve selâm Onun üzerine
olsun ve bu dilek hiç kesilmeden devamlı sürüp gitsin. Onun ehlibeytinin, ilahî rızaya özgü
kılınmış ashabının, yüce ve razı olunmuş makamda onu tasdik eden kardeşlerinin üzerine
de salât ve selâm olsun.
İmdi...İlahî hakikat, işi görmek olan göz tarafından müşahede edilmekten yücedir.
Varlığın, gözlemleyen göz üzerinde bir etkisi vardır. Fani olduğu için olmayan şey yok
olduğunda ve baki olduğu için daima var olan da bakî olduğunda, o zaman kesin delil
güneşi gözlerin idrâkinin üzerine doğar. Ve mutlak cemalde gerçek ve mutlak münezzehlik
gerçekleşir. Bu, birleşme ve varlık gözüdür, duruş ve donuş makamıdır. Burada sayıların
bir olduğunu görürsün; ama mertebelerde bir seyre çıkmış olarak. Bu yolculukta sayıların
objeleri belirginleşir. Bu makamda birlikten söz eden kişinin ayağı kaymıştır. Çünkü birin
vehmi mertebelerde yolculuğa çıktığını ve mertebelerin farklılığına bağlı olarak farklı
isimlerle anıldığını görmüştür. Bu yüzden sayıların ancak bir olduğunu düşünür. Bu yüzden
birlikten söz eder. Oysa sayı ismiyle zahir olduğu zaman zatıyla zahir olmaz; kendine özgü
mertebesi hariç. Bu mertebe, vahdaniyet makamıdır. Bu makamın dışındaki bir mertebede
zatiyle zahir olduğunda , ismiyle zahir olmaz. O zaman bu mertebenin hakikatine uygun bir
isimle anılır ve ismiyle fena bulur. Ama zati ile bakî kalır. Bir dediğin zaman, bu ismin
hakikatiyle başka her şey yok olur. İki dediğin zaman, bu mertebede bir zatın varlığıyla
zahir olur, ismiyle değil. Ve ismi de zatının bu mertebesinin varlığıyla çelişir.
Keşfin ve ilmin bu dalını insanların büyük kısmından gizlemek gerekir. Çünkü yüksek
seviyesi nedeniyle ona bütünüyle dalmak uzak bir ihtimal ve dalıp da mahvolmak yakın bir
ihtimaldir. Dolayısıyla bu hakikatlere dair marifete sahip olmayan, bu inceliklerin nerelere
kadar uzandığından habersiz, sadece ehl-i tahkik olan arkadaşının dilinden dökülen
sahneyi algılayıp ötesine geçemeyen, bunun zevkine varamayan bir kimse "Ben yukar ıdan
aşağıya düşenim, yukarıdan aşağıya düşen benim." diye bilir. Bu yüzden bu keşif ve ilim
dalını gizliyoruz, saklıyoruz.
Hasan el-Basrî (r.a.), bu yolu bilmeyen kimselerin vâkıf olmamaları gereken bu gibi
sırlarla ilgili konuşmak istediği zaman Ferkad es-Subhî, Malik b. Dinar gibi bu zevke
varmış kimseleri çağırır, kapısını diğer insanlara kapatırdı. Onların ortasına oturur bu gibi
meseleler hakkında konuşurdu. Eğer bu sırları gizlemesi zorunlu olmasaydı, böyle bir şey
yapmazdı. Buharî'nin sahihinde belirttiğine göre Ebu Hureyre (r.) şöyle demiştir:
"Resûlullah'tan (s.a.u) iki kap aldım. Birinin içindekilerini size dağıttım. Diğerini dağıtmaya
kalksam şu boynumu keserler." İbn Ab-bas (r.a.) "Ellezi halake seb'a semauatin ve mine'l
ardı mislehunne yetenezzelu'l emru beynehunne / Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o
kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasından inip durmaktadır." (Talâk, 12) ayetiyle ilgili
olarak şöyle demiştir: "Eğer bu ayetin tefsirini açıklasaydım, mutlaka beni taşa tutardınız
ve benim için "kafirdir" derdiniz." Rivayet edilir ki, Ali b. Ebûtalib (a.s.) elini göğsüne
vurarak, "Ah!.." derdi, "burada ne çok ilim vardır. Keşke bunları taşıyacak birilerini
bulabüseydim." Resûlullah (s.a.v) bir hadiste şöyle buyurmuştur: "Ebübekir'in sizden
üstünlüğü kıldığı namazdan, tuttuğu oruçtan dolayı değildir. Fakat göğsüne düşen bir
şeyden dolayı sizden üstündür." Hz. Resûlullah (s.a.v) bu şeyin ne olduğunu açıklamamış,
onu gizlemiştir. Bir alimin her ilmi açıklaması zorunlu değildir. Hz. Resûlullah (s.a.v.)
"İnsanlara, onların akıllarının kapasitesini gözeterek hitap ediniz." buyurmuştur. Dolayısıyla
bir kimsenin eline, bilmediği, yolunu yordamını izlemediği, içindekilerini açıkça anlamadığı,
defalarca incelemediği bir ilme dair bir kitap geçse, onu hemen ehline götürmeli, hemen
inanmak veya inkar etmek yoluna gitmemeli ve kesinlikle bu ilme dalmamal ıdır. Nice fıkıh
ilmi taşıyıcısı vardır ki, fâkih (derin kavrayış sahibi) değildir. "Bel kezzebu bima lem yuhitu
bi ilmihi /Bilakis, onlar ilmini kavrayamadıklarını... yalanlamışlardır." (Yunus, 39) "Fe lime
tuhaccune fima leyse lekum bihi Umun / Bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin
tartışıyorsunuz?" Bu metinlerde, yolunu yordamını bilmedikleri, yöntemini izlemedikleri
meseleler
hakkında konuşmuş oldukları için bir takım kimseler yerilmişlerdir. Bütün bunları
sunmamızın nedeni şudur: Bizim tarikatımıza mensup olanların kaleme aldıkları eserler bu
gibi sırlarla doludur, fikir sahihleri fikirleriyle bu sırları incelemeye alırken, zahir ehli olanlar,
sözün akla getirdiği ilk ihtimali esas alarak bu sırların arasına dalıyorlar. Halbuki bunlara
sadece bu eserleri yazan kimselerin kullandıkları terimlerin anlamları sorulsa, kesinlikle
bilmeyeceklerdir.
O halde aslını, temelini muhkem bir bilgiyle kavrayamadıkları bu gibi ilimler
hakkında nasıl konuşabiliyorlar?!..
Bazen, bu gibi sırlara sahib kimselerle beraber olduklarında veya buldukları bazı
gerçekleri arkadaşlarıyla paylaştıklarında, bu kimseler, onlar için "bu kapalı bir dindir,
bulanık bir dindir." derler. Halbuki dinin nice cihetlerinin olduğunu bilmezler. Bunlarsa
sadece dini gizlemezler, dinin neticelerini, Hakka itaat ederlerken Hakkın kendilerine bu
itaatin karşılığı olarak bahşettiklerini de gizlerler. Hükümlerle ilgili nice hadisler vardır ki,
bunların zayıflıkları ve ravilerinin kusurlu oldukları hususunda ittifak edildiği halde, onlar bu
hadisi bizzat keşif yoluyla asıl söyleyeninden sahih olarak alırlar ve ulemanın esas aldığı
törenlerden farklı bir şekilde ibadetlerinde bu hadisleri izlerler. Sonra bu alimler çıkıp onları
dinden çıkmakla suçlarlar. Bu suçlamalarında hiç de insaflı değildirler. Çünkü Hakkın bir
çok vechi/yüzü vardır, bu vechlerden/yüzlerden birine de bu yolla varılabilir. Nice hadis de
vardır ki, alimler sahih olduğu hususunda görüş birliğine vardıkları halde, sır ehli nazarında
bu hadisler sahih değildir. Çünkü keşif yoluyla bunu öğrenmişlerdir. Bu yüzden bu tür
hadislere göre amel etmeyi terk ederler. Buna daha bir çok örnek vermek mümkündür. En
iyisi; insanın teslim olması, Hakka teslim olmayı dilemesi ve sırf nefsiyle meşgul olması,
onu bulunduğu mertebeden daha iyi bir mertebeye yükseltmeye çalışmasıdır. İşte varlığın
hakikatlerine ulaşmış said/mutlu insan budur. Bu sırları lafızlara dökme-yip gizleyenler,
yabancılar farkına varmasın diye onları saklayanlar, himmet neticesinde bir takım eserlerin
meydana geldiğini söyleyenler, her zaman bu metotlarını devam ettirirler. Tâ ki fehvanı
(anlamsal) makamlardan yakınlığa erişmişlerin mertebesindeki yüce ruhaniler kendi
elleriyle parlak alametleri onlara gösterinceye kadar. Bu makamda ise yazılı kutsal kitablar
vardır. Böylece bu sırların sahipleri bildikleri hakikatlere dair gerçek şahidler görmüş
olurlar. Bu vasıftan başka bir vasfa intikalin ne büyük bir aşama olduğunu anlarlar. Bu
intikalin ayırıcı özelliği, sırrı gizleyenin sırrının artık ortaya çıkması, düğümün çözülmesidir.
Kilidinin açılması, bağının çözülmesidir. Böylece bu diğerinin himmetleri de aynı noktada
birleşir. Çünkü teklik hakikatini görmüştür. Her ikisi tekten başka bir şey görmezler. Bütün
etkiler ve eserler hakikate dayanır böylece. Bazen döndürmek şeklinde tezahür ederken,
bazen de bu himmetler doğrudan O'ndan gelmiş gibi belirginleşir. Çünkü hakikate bütün
yönleriyle yönelmiştir, bilmese de. Her himmeti istemiştir, bizzat ulaşmasa da. Telaffuz
edemese de bütün lisânlarla konuşmuştur. Bu ne dehşetli bir hayret ve ne çetin bir
hasrettir! Perde açıldığı zaman, gözle bütünleştiği zaman. Ay ve güneş bir araya geldiği,
eser sahibi eserde zuhur ettiği ve de çıplak gözle görüldüğü zaman! Onlara suretlerde
belirdiği, tuzağı kuran tuzağa düştüğü, iman edenin kazandığı, inkar edenin de kaybettiği
zaman!
İlâhî hitap, en kutsal lisânla ve ihlâs diye ifade edilen bir ibareyle yönelmiştir.
Dolayısıyla alacağı ödül için değil, ibadetini ihlâsla sunan, her türlü sapıklıktan uzak hanîf
yolunu izleyen, ilâhî yakınlık mezhebine intisab eden kimse, emri yerine getirme
sorumluluğunu gerçekleştirmiş olur. Böyle bir kimse nur alemine mensub olur, ücret
alemine değil. "Aüa-hu nuru'ssemavati ue'l ardi / Allah göklerin ve yerin nurudur." (Nûr, 35)
"Lehum ecruhum ve nuruhum /Onların ücretleri ve nurları verilir." (Hadid, 19) "Nuruhum
yes'a beyne eydihim / Onların önlerinden nurları gider." (Tahrirn, 8) Nur, "Ben sizin
rabbinizim",
der, onlar da Ona tabi olurlar.
Hakikat ehli nazarında ücret, ceza Allah'a döndürülmüştür. Vakitlerinin darlığından ve
Allah ile meşgul olmalarından dolayı ücrete yönelik bir talepleri yoktur. Onlar için Allah ile
meşgul olmak her şeyden daha önemlidir. Kim Allah ile ilgili payını ka-çırırsa, işte büyük
hüsrana uğrayan odur. Bir farzı veya sünneti ikame eden bir kimsenin bu ameli yerine
getirmesinin sebebi, sevab taleb etmekse, sen nefsini böyle bir amelle meşgul etme.
Çünkü bedenlerin hareketlerinin sonuçlarının da somut olması zorunludur. Bizzat yerine
getirdiğin hareketlerle bir şey isteme. Yoksa vaktini boşa harcamış olursun. Nitekim yüce
Allah şöyle buyurmuştur. "Kullu yevmin huve fi şa'n / O, her an (gün) yaratma halindedir."
(Rahman, 19) Gün, bir zaman dilimidir. Bu zaman dilimindeki faaliyeti seninle ilgilidir.
Senin için vücûda getiriyordur, kendisi için değil. Çünkü O, amaçlardan münezzehtir.
Yarattığı bir şeyin yararı da O'na dönmez. Ya da daha önce kendisinde olmayan bir şeyi
kendisi için yaratmaz. O halde yarattığını senin için yaratır. O halde sen de bu emrin
karşısında
dur.
Onunla meşgul ol. Sen de her gün Rab-binle ilgilen. Tıpkı Rabbin her gün senin
için yaratma halinde olduğu gibi. Çünkü O seni, sırf kendisine ibadet edesin, Onunla
kendini gerçekleştiresin diye yarattı. Senden ve O'ndan başkasıyla meşguliyeti ise kendin
için bir rızık olmak üzere taleb etmelisin. Bu da sana ulaşır kuşkusuz. "Ma uridu minhum
min rızkın ve ma uridu en yut'imun. İnnellahe huve'rrez-zak I Ben onlardan rızık
istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz rızık veren ancak Allah'tır."
(Zâriyât, 57-58) Sana "al" dediği zaman, "sen al" de. Sana "dön" dediği zaman, "senden
sana" de. Eğer sana "Ben sana "al" dediğim zaman, nasıl bana "sen al" diyebiliyor sun,
ben almam ki?" dese, O'na de ki, "ben de gerçekte almıyorum. Çünkü almak bir fiildir.
Oysa benim fiilim olamaz. Dolayısıyla alan sensin. Çünkü fail sensin. Dolayısıyla sen,
bana verdiklerini benim için al. Ey almayan, bana al, deme. Almayı benimle arana perde
olarak koyma. Benim almam yoktur ve sen de benim için değilsin. Benim almam olmaz.
Yokluktan hasıl et, ki yokluk serlerin en kötüsüdür. Yoksa asıl feshetme, akdi bozma bu
helak edici hitaptan gelir, ey idrâk eden ve idrâk edilmeyen, sahib olan ama sahib
olunmayan!"
Bu aşamaların bazısında, karşına hikmet esaslı, nebevi, has kılınmış ve halis din ile
birlikte dosdoğru olmayan, fikir ve akıl karışımı bir din çıkar. Bunları birbirinden ayırman
gerekir. Bir de şunu göreceksin: bunların her birinin gayesi haktır, maksat senin
mutluluğundur, mutsuzluğun değil. Sen has kılınmış, halis nebevi dini izle. Çünkü o daha
yüksek ve daha faydalıdır. Öbürünün aydınlığı daha parlak olsa da. Ama bu diğerinin
varlığıyla resmi dağılır. Bir açıdan hak olsa da bu böyledir. Hatta o dinin kurucusu,
yaşayanlar aleminde hazır olsaydı, onun da has kılınmış nebevi dine döndüğünü görürdün.
Ya da daha önceki has kılınmış dinin sonraki has kılınmış nebevi dine döndüğünü
görürdün, bu bir tür nesihtir. Musa ve İsa (a.s.) peygamberlerin ümmetleri gibi önceki
ümmetlerin üzerinde bulundukları şeriatlar bazı açılardan Muhammed (s.a.v) şeriatı
tarafından neshedilmediler mi? Nitekim Hz. Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Eğer Musa
yaşasaydı, bana uymaktan başka bir seçeneği olmazdı." Dolayısıyla hükmi, fikri donanımlı
bir şeriatın, daha önce söylediğimiz gibi bazı açılardan hak olsa da kaldırılması daha
uygundur.
Bedbahtların en bedbahtı, bir kitaba sahib olduğu halde sapan, hevasına tabi olan,
kitabına iman ettiği halde arzularının peşinden koşan kimsedir.
Burada açıklamak istediğim bir nükte vardır ve bir çok kimse bunun farkına
varmamıştır. Bir topluluk da mümkün nitelikli varlığın olabilirliği hususunda büyük bir
yanılgı içine düşmüştür. Varlık, mümkünlüğün iki zıt ucu açısından kanıtlanmıştır. Bunu
değiştirmenin, tersine çevirmenin imkanı yoktur. Şöyle ki: Hak teala bir şeye tecellî ettiği
zaman ondan asla gizlenmez. Bir kalbe de iman yazdığında, onu bir daha silmez. Bir
kimse, "bana tecellî ettikten sonra benden gizlendi" diyorsa, ona kesinlikle tecellî
etmemiştir. Fakat ona bir tecellî görünmüştür, o da bu tecellîyi O sanmıştır. Böyle bir
tecellînin de sebatı olmaz, bir halde durmaz, dolayısıyla onun açısından durumda
değişiklik yaşanmıştır. İman yazılması da öyle. Ayetlerin ve apaçık belgelerin gelmesi gibi
olağanüstü kanıtlar kalplere bahsedildiği zaman, buna dair şahidler de gösterildiği zaman,
bunlar ebediyen yok olmazlar. Bir adamın kalbinden bunlar silinip gidiyorlarsa, bil ki
kalbinin levhasına kesinlikle yazılmamışlardır ve bir daha da ona dönmeyeceklerdir.
Sadece kalbine bir örtü gibi bir zaman bürümüş, bunların ibareleri ve lisânları verilmiş,
varlıkları ve a'yanları verilmemiştir. Böyle bir bağış da geri alınır ve yok edilir. Bu yüzden
bir ayette şöyle denilmiştir: "Utlu aleyhim nebeellezi ateynahu ayatina fenseleha minha /
Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan kimselerin
haberini oku." (A'raf, 175) Ayetin orijinalinde geçen "inselahe" fiili, bir insanın üzerindeki
elbiseyi çıkarması veya yılanın deri atması anlamındadır. Bu elbise ve deri bir örtü işlevini
görür, yukarıda vurguladığımız gibi gerçeklikle bir ilgisi yoktur. Böyle bir kimsede sadece
lisân olur. Konuştuğu zaman ismin gizliliklerini açığa vurur, etkilerini özellikle aktırır,
yansıtır. Bu anlamda tek kalan havas için arındırma, tenzih etme, huzur ve birleşme ve de
iman ve küfür şart değildir. Sadece o belli harflerle konuşur. Konuşan kişi konuştuğunun
farkında değilse bile sonuçlarını izhar eder. Bazı arkadaşlarımız arasında da böyle kimseler
görülmüştür. Örneğin Kuran okur, bir ayete gelince orada üzerinde bir etkilenme
hisseder ve buna şaşırır, ama sebebini bilemez. Bu sefer önceki ayetleri bir kez daha okur.
O belli ayete gelince aynı etkilenmeyi bir kez daha görür. Her tekrarladığında aynı
etkilenmeyi hisseder. O zaman anlar ki, ayet, havastan kimseler üzerindeki etkinliğini
gösterdiği mahalle tesadüf etmiştir. Onu kendisi için bir isim kılmıştır. İstediği zaman aynı
etkiyi göstermektedir. Muhakkik bir kimse bu gibi etkilenmelere aldanmaz, bunlara itibar
etmez. Sadece böyle bir durumla karşılaştığı zaman sevinir. Nitekim Ebu Yezid'e: "Allah'ın
ism-i azamı (en büyük ismi) hangisidir?" diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Önce
tasdik et, sonra istediğin ismi al, o'nu gerçekten hisset, konuşma ve lafız olarak değil."
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ulaike ketebe fi kulubihimu'l iman / İşte onların kalbine
Allah, iman yazmıştır." (Mücâdele, 22)
Kalbin iki yönü vardır; biri zahir biri de batın. Kalbin batını silinmeyi kabul etmez.
Aksine kalbin batını sırf ispat ve gerçekliktir. Zahiri ise silinmeyi kabul eder, çünkü mahv ve
ispat (silme ve yerinde bırakma) levhidir. Kalbin zahirinde bir şey bir vakit yerinde bırakılır,
sonra "Yemhullahu ma yeşau ve yusbitu ve indehu ummu'l kitab / Allah dilediğini siler,
sabit bırakır. Bütün kitabların aslı Onun yanındadır." (Ra'd, 39) Eğer kitab sahibi, bütün
kitablara inanan biriyse ebediyen sapmaz. Ama bazı kitablara inanan, bazısını da inkar
eden biriyse, o, gerçek kafirdir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ve yekulune nu'minu
biba'din ve nekfuru biba'din ve yuridune en yettehizu beyne zalike sebila / Bir kısmına
iman ederiz ama bir kısmına inanmayız, diyenler ve bunlar arasında bir yol tutmak
isteyenler..." (Nisa, 150) "Ulaike humu'l kafirune hakka / İşte gerçekten kafirler onlardır."
(Nisa, 151) "İnnellezine keferu min eh-li'l kitabi ulaike hum şerru'l beriye / Ehli kitabtan...
olan inkarcılar... İşte halkın en şerlileri onlardır." (Beyyine, 6) Bu anlayışlarından
dolayı onlar şekilsel, törensel kalıpların ehlidir. Filozoflardan düşünsel bakış sahibi
kimselerin ve kelâm ehlinin büyük kısmı, Allah'ın velilerinin/evliyaullah'm sergiledikleri
vecdlerin, görüp buldukları sırların bir kısmını tasdik ederler. Kendi görüşlerine ve ilimlerine
uyanı doğrularlar, görüşlerine ve ilimlerine uymayanı da reddedip inkar ederler ve
kanıtlarımıza aykırı olduğu için batıldır, derler. Kim bilir; belki de bu miskinin kanıtının
temelleri tamamlanmamıştır; ama o, kamil olduğunu sanmaktadır! Oysa Allah'ın velilerinin
söylediklerini onlar açısından tasdik edip, kendisini böyle bir tasdikin mecburiyetinden
bırakmasay-di da sırf sahibinin sözünü teslim etmesinin semeresini devşirseydi olmaz
mıydı! Ben, Allah'a yemin ederim, bu taifeyi inkar edenlerin durumundan endişe ediyorum.
Hakikat ehlinden biri şöyle demiştir:
- Kim onlarla, tasavvufî hakikatlerin ehli ile beraber oturursa ve onların ortaya
koydukları hakikatlerin bazısını inkar ederse, Allah iman nurunu Onun kalbinden söküp
alır.
Kendinde hikmet olduğunu iddia eden münazara ehlinden biri, vahdet-i vücût
anlayışına sahib muhakkiklerden birine bir soru sordu. Ben de orada bulunuyordum.
Talebeler de etrafını sarmış oturuyorlardı. Muhakkik adam konuyla ilgili konuşmaya başladı.
Bu münazaracı o'na dedi ki: "Bu söylediklerin benim nazarımda sahih değildir. Bunu
benim için biraz daha açıkla. Belki de ben bu hususta yanlış bir anlayışa
sahibim."Muhakkik adam münazaracının sözlerinin boş olduğunu anladı ve sustu. Çünkü
bundan sonrası cedel ve tartışma olurdu. Muhakkikler ise edebe aykırı olan ve bereketin
kalkmasına neden olan tartışma ve cedeli uygun görmezler. Efendimiz(s.a.v.)in yanında
ashab arasında tartışma çıkar. Hz. Resulullah (s.a.v) "benim yanımda tartışma olmaz."
der. Bir hadiste de şöyle buyurmuştur: " Bana kadir gecesi gösterildi. İki adam saç baş
olup kavga ettiler. Bunun üzerine kadir gecesi kaldırıldı."
Dolayısıyla keşif ve şühûd yöntemi tartışmayı kaldırmaz. Bu yöntemi esas alan
muhakkikleri reddetmek, sonunda münkirin kendisine dönen bir reddiyedir. Vecd sahibi,
tahsil ettiği hakikatlerden dolayı mutludur. Nitekim sözünü ettiğimiz şeyhin talebelerinden
biri kalktı ve meseleyi tartışanlara dedi ki, "efendimizin biraz önce gayet açık bir şekilde
ortaya koyduğu izah sahihtir. Ancak ben bunları ifade edecek, dile getirecek gücü
kendimde bulamıyorum". Bunun üzerine fıkıhçı şöyle dedi: "Bunlar süslü ve tatlı sözlerdir,
ahenkli bir şekilde ifade edilmişlerdir. Akıl, ilk anda kabul eder ama münazara mihengine
vurduğunda, delillerle irdelediğinde yok olup gider, geride hiçbir izi kalmaz. Sırf batıl
olduğu görülür. Tıpkı efendimizin az önce dile getirdiği şeyler gibi..." Bunun üzerine Şeyh
bu konuyla ilgili sözlerini kesti.Münazaracı ise onun dediğini, onun lisânından dökülenleri
anlayamadı. Bu, muhakkike, münazaracı-mn içindeki duyguları göstermekten ibaret bir
tavırdı ki, bu gibi meselelerde böyle münazaracılarla konuşmaya son versin.
Sonra bilesin ki, salih amelle pekiştirilmiş iman mukaddes huzurun elindedir. Bu
imanın bu mukaddes huzurda ikame edilmesi esnasında ilim, irfan, hikmet ve sır
nehirlerinin parmaklarının arasından fışkırdığı ve bu elin Muhammedi makamlara sahib
kimseleri nelere mâlik kıldığı da görülür ve bu huzurda sakin olan kişinin ruhaniyeti
beslenir. Bu makamın sakini derken dört kişilik huzurun dördüncüsünü kast ediyoruz.
Bunların her biri bu kutsal makama ortaktır. Bu sözünü ettiğimiz ikamet huzurudur, ikincisi
nur huzuru, üçüncüsü akıl huzuru ve dördüncüsü insan huzurudur.
İnsan huzuru varlık bakımından huzurların en tamamıdır. Kul ikamet huzuruna
konakladığı zaman, devamlılık nehrinin suyundan içer ve bu huzurda ikamet etmek ona
rabbani haşyet, ilâhî rıza makamını kazandırır. İlâhî haşyet ise o'na bundan ayrı bir
huzurun kapısını açar. Ki "el-Futûhatu'1-Mekkiye" menzilleri kapsamında bunlarrele
alacağız. Öte yandan hüviyet haşyetinden de "el-Futûhatu'1-Mekki-ye"de söz edilecektir.
Bu yüzden burada açıklama gereğini duymuyoruz.
Bu kitapta üzerinde durduğumuz menzil "fena" (yokluk) ve "güneşin doğması"
menzilidir. Bunun da ihsan mertebesi vardır ki, bu, seni O'na gösteren ihsandır, O'nu sana
gösteren ihsan değildir. Cebrail (a) Hz. Nebiye (s.a.v.): "İhsan nedir?" diye sordu. Hz. Nebî
(s.a.v.): "İhsan, Allah'ı görüyormuşsun gibi O'na ibadet etmendir", dedi. Bu arada
Hz. Resulullah (s.a.v.) işaret ehline de bu açıklaması kapsamında şu işareti vermiştir:
Eğer sen O'nu göremezsen, O seni görür. Yani Onun seni görmesi, mutlaka senin kendinden
yok olmanı gerektirmez.
"O'nu görmen" ifadesinin orijinali olan "terahu" ifadesinde "elif" harfine yer
verilmesinin nedeni, görmenin taalluk ettiği şeye işaret etmesinin gayet açık olmasıdır.
Eğer "elif" harfi hazfedilseydi ve "terehu" denilseydi, görme sahih olmazdı. Çünkü "terahu"
ifadesinin sonundaki "ha" gâib (üçüncü şahıs)ten kinayedir. Gâib ise görülmez. "Elif" harfi
hazfedildiğinde görmesiz görme söz konusu olurdu. Bu ise doğru değildir. Bu nedenle
ifadede "elife yer verilmiştir.
İfadede "ha" harfinin yer almasının hikmetine gelince; "eğer sen Onu göremezsen"
ifadesinin anlamında şuna yönelik bir işaret vardır: Eğer sen ifadede "elifin varlığından
dolayı O'nu görmüş olsan da O'nu bütünüyle ihata ettim, deme. Çünkü Allah ihata
edilmekten yücedir, üstündür. Allah ihata edilmediğine göre, sözünü ettiğimiz "ha" zamiri
görme esnasında senden gâib olan Hakkın hakikatine işaret etmiş olur ve senin O'nu
bütünüyle ihata etmediğine tanıklık eder.
Vallahu yekulu'l Hakka ve Huve yehdi's sebile.
Gerçeği Allah söyler ve doğru yola iletir.
Nimetler bahşedici "Vahhab" Melikin lütfüyle kitab tamamlandı.

Zikir (Devam)

Ne kadar aklına geliyor ve hatırlıyorsun İsmiyle çağırmadan. Ve ilki ikincisinden farklı. İlki
Zat'ı, ikincisi fiil veya sıfatları yoluyla.

doğruyu söyler ve doğru yola ulaştırır

Hiçbir şey hakkında sakın “yarın şunu yapacağım” deme! Ancak, “Allah dilerse yapacağım”
de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve “Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana
ulaştırır” de. [Kehf/23-24]

"...doğruyu söyler (!) ve doğru yola ulaştırır (!) ..."

Ruh/Nefs/İmtihan (Devam)

Yaşam işte; imtihan dediği. 'Hay'at ise O: Yaşam kaynağı. İmtihandan çekmek istediği
nefessin Ruhunda; çünkü üfledi.

Ruh/Nefs/İmtihan (Devam)

Nasıl ki O kitapta bir ayette kendisi sorar başka bir ayette kendisi cevaplar, sen ise ortada
seyreden bir ruh nefsinde oluşan dalgalarda seyreder ve tercihlerde yönelişlerine göre halden
hale aşamadan aşamaya geçirilirsin.Yaşam işte; imtihan dediği. Ümit veya sabır. O
gözetleyen ve her konuda lehine ve aleyhine süreye göre yumuşaklık ve
Adaletiyle(!)Hükmedendir. Allah kendisine yönelenlerden kılsın.Amin.

İslamda Şiddet (2)

Hiç evinde aniden yabancı bir adamla karşılaştın mı. Evine izinsiz girmiş, malına canına ve
ırzına tecavüz edecek kadar korkusuz bir kimseyi bunu yapmaması için önceden nasıl
korkutabilirdin. Biliyorsundur Zekat zorunludur ve vergi gibi değil direkt ihtiyaç içinde
olanlaradır.

Başına geldiğinde anlaşılır bazı şeyler/Kendin dayanırsın zalimin zulmüne belki de/ Kendini
değil/O zaman meydana çıkar bir kuvvet bulamayanları ne kadar sevdiğin.

http://jonasclean.blogspot.com/2010/04/islamda-siddet-turan-dursun-severlere.html
Senden başka kim var?

"Herşey fanî, herşey gelip geçici.Fakat senin vahdet sofran daimîdir, daimîdir, daimî! "
Dünyada senden başka birisi var mı? " diye gözümü ovuşturup bakıyorum.Senden başka kim
var? Senden başka kim var? Senden başka kim var."

Hz.Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

Tasavvuf / Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) / Fütuhat-ı Mekkiye / Doğa-Tabiat

Hayır; Allah, inkârları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur

Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkâra sapmaları, peygamberleri
haksız yere öldürmeleri ve: 'Kalplerimiz örtülüdür' demeleri nedeniyle (onları lanetledik.)
Hayır; Allah, inkârları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında,
inanmazlar. [Nisa/155]

Zamanı geldiğinde insana mesajlarımızı (evrenin) uçsuz bucaksız ufuklarında (Dış Alem) ve
kendi öz benliklerinde (bulduklarıyla) tam olarak anlatacağız ki bu (vahy)in tartışılmaz bir
gerçek olduğu, apaçık ortaya çıksın. Rabbinin her şeye tanık olduğu(nu bilmeleri onlara) hala
yetmez mi? [Fussilet/53]

Gökten İnme

Bir de o dağları görür, onları sabit sanırsın; oysa onlar, bulut geçer gibi geçip gider. Bu,
herşeyi sapasağlam yaratmış olan Allah'ın sanatıdır. O, şüphesiz bütün yaptıklarınızdan
haberdardır.[Neml/8]

"Gökten inme" derken yeryüzünün herhangi bir yerinden bakıldığında görülen sabit bir yer
kastedilmediği ve Hz Peygamber'e (s.a.v.) vahyin bir tablet halinde inmediği biliniyordur di
mi.

Kitap ehli, (Yahudi'ler) senden kendilerine gökten bir kitap indirivermeni istiyorlar. Çok
görme: Musa'dan daha da büyüğünü istediler ve: "Allah'ı bize açıkça göster." dediler de
zulümleri yüzünden kendilerini yıldırım çarptı. Sonra kendilerine o kadar mucizeler
gelmişken tuttular danaya taptılar. Biz bunları bağışladık ve Musa'ya güçlü bir saltanat verdik.
[Nisa/153]

"...(Gelecekte) "Bir kavim var. Sünnetimden başka bir sünnet edinir; hidayetimden başka bir
hidayet arar. Bazı işlerini iyi (ma'rûf) bulursun, bazı işlerini
kötü (münker) bulursun"..." [Hadis](s.a.v.)

Hiç ve Deizm

Bir şey'e yoğunlaşmakla getireceğin delil, Hakk'ın olmadığına delil sayılamaz. Aynı şekilde
bir şey'e yoğunlaşman da o şeyin Hakk olduğuna delil sayılamaz. İki durumda da hiç bir bilgi
olmasa dahi Hakk'ın Zat'ına yoğunlaşmış olmadın çünkü. Hakk'ın zatı derken her insanın
özünde bulunan o yönsüz yönelişin hedefini kastediyorum. O eğer et yemiyor veya ot yiyorsa
sen ancak bir şey'e yöneliyordun..O hedefe değil..

Ot'un canlı olmadığına dair bir delilin varsa, et yememenle sonuç bulan yolculuğunun
gerçekten O hedefte son bulmuş olduğuna dair bir delil olabilir...

Bütün cihan halkı bir tarafa geçsin

Bütün cihan halkı bir tarafa geçsin, ben öbür tarafa geçeyim. Her ne zorlukları varsa benden
sorsunlar, hepsine cevap vereyim ve hiç kaçmayayım. Sözden, konuşmadan yüz çevirmem,
daldan dala sıçramam.

Şems-i Tebrizi (r.a.)

Her canlı ölümü tadacaktır...

Ölümün tadını ancak derman bulmuş can anlar.


Aşk

Hangi Aşk ki o yangınından kurtarır.


Ateşine sözünü geçirecek bir Aşkın yok mu senin.

Nefs

Şiddet göstermeksizin kuvvetli, zayıflık göstermeksizin yumuşak ol.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

Tasavvuf / Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) / Fütuhat-ı Mekkiye /Akıl

Vuslat

Vuslat ancak hangisini Övgüde olabilir. Sanat eserini mi.Sanat'ı mı..Sanatçı'yı mı..

****
es-Sâni.. el-Melik..

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) /Fütuhat-ı Mekkiye /Müridin Yapması Gereken


İşlerin Açıklaması
Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) /Fütuhat-ı Mekkiye /Felsefe ve Tasavvuf
Pek çokları bilmese de

Pek çokları anlamasa da, söyleyişimizin sebebi ne başkasıdır, ne de başka bir sebep :"Fatır-
10"

(Allah, Adem'i kendi suretinde yarattı.


[s.a.v.])Tasavvuf/Ayna/Sır/Tevhid/Aynaya uzun süre bakılınca

Her zaman bakılır da. Görülen'e değil. Gözlerini dik de uzunca bir bak aynada kendine.
Hangisinin sırrıdır suret. Senin mi.. Aynanın mı.. Tevhidin mi ..

***

(innallahe halake Ademe ala suretihi)


“Allah, Adem'i kendi suretinde yarattı.”

s.a.v.

İman

Nuh (a.s.) bile olsan, oğlun sana iman etmeyebilir. Sen de Nuh değilsin. Allah'ım sana ve
söylediklerinin hepsine inandım.

Ebu Yezid el-Bestami şöyle der

" Ebu Yezid el-Bestami şöyle der: 'Arif söylediğinden yukarı, alim ise, söylediğinin
altındadır.' "

[Muhyiddin İbn Arabi.(r.a.)]


Futuhat'tan/Behlül'ler (Hakkın Delileri/Akıllı Deliler)

"...Kendisine (Ebu's-Suud b. eş-Şibl el-Bağdadi'ye (r.a.) sorulmuş: 'Hakkın delilerini


başkalarından nasıl ayırt edeceğiz.' Cevap vermiş: 'Hakkın delilerinde kudretin eserleri ortaya
çıkar. Akıllılar ise, müşahedeleri ile Hakkı görür.'..."

[Muhyiddin İbn Arabi.(r.a.)]

Futuhat'tan/Vera Sahipleri

"...Bu grup, hayvan veya bitki veya cansızda abes bir hareketin olamayacağını bilir.
Hükümdarların avcılık yapması ve ihtiyacı olmadığı halde sadece dinlenmek, oyun ve eğlence
için avcılık yapanların davranışları da anlamsız hareket kısmına dahildir..."

"...onlar(o grup/ Vera sahipleri) melekleri yaralamaz. Babaları Adem hakkındaki suçlama
nedeniyle onlara sataşmadıkları gibi meleklerin karşısında saygılı davranırlar.Üstelik Hakkın
mertebesini tercih edip doğru bilgiye ulaşmaları nedeniyle melekleri mazur sayarlar..."

[Muhyiddin İbn Arabi.(r.a.)]

Zülfikâr...

Tutalım ki Ali’den zülfikâr sana miras kaldı. Sende Ali kolu ve kalbi yoksa zülfikar neye
yarar ki

Mevlana Celaleddin-i Rumi (r.a.)

Onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar

Ben istemedim, istemem. Sen diledin ne varsa. Takdirine razıyım. Takdir ettiğinin en
yükseğinden indirme. En ufak şey dahi, ancak Senden gelindiği bilinince tatmin edicidir.
Densizliğe ve Hased'e açma ecrimi.

***

Hayır, kim Allah'ı görürcesine (bir duygu taşır da ibâdet ve günlük işlerinde) kendini Allah'a
verip tam bir teslimiyet gösterirse, işte onun için Rabbi katında mükafat vardır. >>Onlar için
hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.<<

Bakara/112

bizim

Allah, bu dünyaya her insanı bir iş için getirdi ama, bizi işsizlik, hünersizlik sanatı için
getirdi!

Yani, bizim, dünyada aşktan başka bir işimiz yok;


...
Allah, bizi dünyaya kendisini sevmemiz için getirdi!

Mevlana Celaleddin-i Rumi (r.a.)

Dedi ki ona: Tabanının altındaki yeniden diriliştir...

Ayağını ölüm batağına yerleştirdi. Dedi ki ona: Tabanının altındaki yeniden diriliştir.

[Ebu's-Suud b. eş-Şibl el-Bağdadi (r.a.)]

İnsanın Allah'ın çağrısına karşılık vermesinin ise, pek çok engeli vardır

İnsanın Allah'ın çağrısına karşılık vermesinin ise, pek çok engeli vardır. Bu engeller arzu
gücü, nefs, şeytan ve dünyadır.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Kadim/Alem

Kadim dediğinde de, sonradan var olan silinirken Allah dediğinde alem yok olur.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Bilim ve Mucize

Herşey bi mucize evet. Bir de sebeplere ilişiyor olması daha da bi mucize. Bilim adamı neyi
normal karşılamamızı bekliyor ki acaba. Başlangıcımıza tesadüf, sonramıza şaşmaz bir
sebepler zinciridir demesini mi. Ayrıca sebepler, bizim etkin olmadığımız bir düzeni de işaret
ediyorken..Bu tesadüfte ısrarın anlamı Din değil de nedir ki ? Dikkat edersen İnat ve
düzenbazlık hangi taraftadır açıktır...

Sanki Din'in etkisi kaldırılınca bütün insanlar Bilim'e tam hakkını


vericek ve herkes Bilim'in, Teknolojinin ışığıyla aydınlığa kavuşmuş olacak. Mad Max'in
peygamber olmadığını ne zaman anlayacaklar acaba bunlar.

Tabi evet, ölüme de çare bulacaklar. Ölüler diriltilecek.Diğer gezegenlere gönderilecek


sığmayanlar.Ama İnanç yok Din yok Allah yok.Başka Tanrının çocuklarıyız biz.Kıyamet de
yok; hep burda sürünücez, öyle mi ?..

Azrailin kastı canadır inan, uyan ey gözlerim gafletten uyan, uyan uykusu çok gözlerim
uyan...

Kim, Allah'a kavuşmak isterse

"Kim, Allah'a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister. Kim de Allah ile karşılaşmak
istemezse, Allah da onunla karşılaşmak istemez"

s.a.v.
Aşk

Bizim başımızda başka bir himmet, başka bir iş vardır.


Bizim güzel sevgilimiz, başka güzellere benzemeyen bambaşka bir güzel.
Allah'a yemin ederm ki,biz yalniz aşk ile de kanaat etmeyiz,aşkı da yeter bulmayz
Bizim bu sonbahardan sonra gelecek başka bir baharımız vardır.

Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

Bir Sohbet

http://ilimistan.com/tasavvuf/videobak/116/yi-huylar/uelfetyuek-olmama.html

Mümin

Mümin dil uzatan değildir, lanet edici değildir, kötü iş yapan değildir, kötü söz söyleyen
değildir.

s.a.v.

Herkes senin gibi bu zamanda...

Hidayeti başka nefisleri başka davranışları sözleri yanlışlamak üzere buluyorsun. Halbuki iş
tamamen kendi nefsinle meşgul olman, gözünü sadece kendi nefsine dikmendir.
Sana bunu hatırlatacak kimseyi beğenmezsin. Hemen eksikler bulmak, aşağılamak yoluna
düşersin. Kibirli veya biatsız bulursun en çok. Bir türlü kendini bilmezsin. İşin aslını öylece
hiç göremezsin. Üzülme çok.. Herkes senin gibi nasıl olsa bu zamanda...

"Belâ"

"İki dünyada da gönlünü kötülüklerden, günahlardan temizleyen, saf, tertemiz hale gelen
insan ezeldeki "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sesine karşı "Belâ" (Evet) demenin yokluk
olduğunu görmüş, anlamıştır."

Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (k.s)

..sızlanırsa..

"Allah buyurur ki: Kim ki benim takdirime razı olmaz, başına gelenlerden dolayı sızlanırsa o,
kendine benden başka ilah arasın."

Hadis-i Kudsi

Bilinemezci

Allah yolunda ulaşılabilecek en değerli makam, O'nu bilememek ve bilememeyi bilmek


makamıdır.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


***

Bilinemezci şöyle söyler :"O şey ne ise artık, bilemiyoruz..ve bilinemez"... İşin doğrusu ise
hazretin buyurduğu gibi şöyledir: > O'nu< (O'nu) bilemiyeceğini (Tam İDRAK
edilemeyeceğini/kapsanamayacağını) bilmek..

Allah'ı bir neden için arayan

Allah'ı bir neden için arayan kişi, talep ettiği şeye aittir ve Allah'tan aradığından başka bir şeyi
elde edemez.

Muhyiddin İbn. Arabi (k.s.)

Susunuz

"Susunuz! susunuz; susmak ölümün nefesidir! Aslında susuşunuzda, yani ölümünüzde bir
dirilik vardır"

Mevlana Celaleddin-i Rumi (r.a.)

El-Alim/ Muhyiddin İbn. Arabi (r.a.)

Muhyiddin İbn. Arabi'de görülen.. İlim değil.. El-Alim... İlim deyip de geçerken, dön bir
bak..Neyi geçiyorsun ?...

"Rabbimi, Rabbimle bildim" s.a.v.

Eş-Şekur, 'çok şükür' diye seslenmene sebeb olan duygu ve aslı sıfat olduğu gibi,
El-Alim isminin aslı olan sıfatın (hissedilmesi olan kadarıyla biliş) tecellisi ise Bilinçtir. Yani
fiil olan bilişin asla yükselişinde kul Bilinc'e sahip olmuş olur,
yani o isme ulaşmıştır. Tecellilerdeki yoğunluk ise dereceleri oluşturur ki kulun bilincinin
yoğunluğu ona göre genişler vehayut mevcut kuşatışında sağlamlaşır. Örneğin bir çocuğun
sobaya yakınlaşmaması, edindiği bilginin genişliği kadar onda yoğunlaşan bilince bağlıdır.
Örneği genişletirsek: Kulun cennet cehennem hakkındaki bilgisi ondaki bilincin yani el-Alim
isminin tecellisine bağlı olur. Böylece de en yoğun bilinç, ancak Allahtan gelen bilginin
genişliğine ve Allah'a olan bilincin yoğunluğuyladır. Cennete cehenneme olan bilinç ile
Allah'a olan bilincin farklılığına bak o zaman.. Şu takva sözünün çıktığı bir bilinci tahayyül
et: "Rabbimi, Rabbimle bildim" (s.a.v.) ...

Amin

Ve de ki: "Rabbim, beni (girilecek yere) doğru bir girdirişle girdir ve (çıkarılacak yerden)
doğru bir çıkarışla çıkar ve Katından bana yardımcı bir kuvvet ver." [İsra/80]

Eş-Şekûr Allah

Eş-Şekûr: 'Çok şükür' diye seslenmene sebeb olan o duyguyu hissettiren ve o duygunun aslı
Sıfat'ın sahibi Zat'ın bir İsmi. İlmel yakinde: karışık olaylar karşısında fikren şükür vardır.
Aynel yakinde: maddi ve manevi nimetler karşısında direkt olarak duygu hissedilir. Hakkal
yakinde ise "Hamd"e (Övgü) ulaşılmıştır. Makam haricinde iniş çıkış daimidir.

kıyl u kal

Allah'ın Resulü (s.a.v.) buyurdular ki: "Kim, Allah'a kavuşmak isterse, Allah da ona
kavuşmak ister. Kim de Allah ile karşılaşmak istemezse, Allah da onunla karşılaşmak
istemez"

***

İlm'e kıyl u kal deyip Aşk'ta at koşturma !

***

"Duman çekilince görürsün bindiğin at mıdır, eşek midir." [Muhyiddin Ibn Arabi (k.s)]

O'nun Dengi hani ki..ortağı olabilsin..

O'nun Dengi hani ki..ortağı olabilsin..Söz konun "O" ise tabi..Sırf lütufdur 'payına düşen'
dediğim.. Bilirsen..."..Halbuki o besliyor da kendisi beslenmekten münezzeh bulunuyor.."
[Enam/14]

Musa (a.s.)ve Firavun/Zat/Sıfat/Felsefe/Tasavvuf

Musa, Firavun'a muhtaç değil. Firavun Musa'ya sebep olduğu gibi hem de muhtaç. Çünkü,
"Musa'nın hakikati", "Firavun'un hakikati"ne muhtaç değil...Celal, Cemal var.. Bi de "Tom ve
Jerry" var, bildiğimiz, eski çizgi film... "Tom ve Jerry alemi"nden sonra nasipse" Musa ve
Firavun alemi"ne. Sonra görmekten yüz çevirmezsen veya ağır gelmezse, Nefsine uyanırsın.
Nasıl önceden Musa ve Firavun isimleriyle görürdün şeyleri. Şimdi “Nefs” ismiyle hakikate
bir pencere daha yaklaştın.Nefsinin Firavunu veya Musa'sı olmaktan da başını
kaldırabilirsen.. Görebilirsin Celal ve Cemal'ini, “O” Zat’ın. Zat’a delil ararsan, canın, ruhun,
buhrandır O’na. Yok sen Musa veya Firavun istersen, payına düşen Sıfatlar değil, "Tom ve
jerry" olacaktır bil.

Facebook

http://www.facebook.com/group.php?gid=51521661565

http://www.facebook.com/topic.php?
topic=15062&post=102701&uid=275520752157#!/topic.php?
uid=275520752157&topic=15062

..İzzet tamamiyle Allah'ındır..

"Her kim ızzet istiyorsa bilsin ki ızzet tamamiyle Allah'ındır, ona hoş kelimeler yükselir, onu
da ameli sâlih yükseltir..."

Fatır-10
..Yeryüzünde çalım satarak yürüme..

"...Yeryüzünde çalım satarak yürüme..."

İsra-37

Başını Önüne Eğ...

...başını önüne eğ, gözlerini etrafta gezdirmekten sakın..

***

..Başını önüne eğ. Çok edepli ol...

***

...Başını önüne eğ, kork, Hakk’ın (CC) gayrına nazar etme...

***

Başını ondan başkası için eğme. Gözlerini O’ndan (CC) gayrı şeye atma. Allah-ü Teala (CC)
şöyle buyurdu:

- “Gözlerini, dünya adamlarına verdiğimiz nimetlere uzatma. Onlar geçici


şeylerdir. Dünya süsüdür. Biz onları tecrübe ediyoruz. Rabbın (CC) sana verdiği,
hem devamlı, hem de sonsuzdur.”

***

Ruhî ve derunî kuvvetler önünde başını eğ; kalb alemine dal… Utan… Utan… Allah (CC)…
Allah (CC)… Allah (CC)… Sonra yine Allah (CC)… Taa, iş sonuna varıncaya kadar böyle…

Abdulkadir Geylani (r.a.)


(Allahın selamı sonsuza dek güzelleşerek o'nun üzerine olsun)

Ateizm/Deizm/Evrim/Zeistgeist

.."bir sivrisineği (hatta) ondan daha küçük bir şeyi örnek getirmekten kaçınmaz..[Bakara/26]

http://nouvolec.tumblr.com/post/556000157/chlorophyta-yesil-algler

Sanat değil de; tesadüf, evrim..Sen bana masallar oku ortak..Yerim..

Tanrı'yı ve Dini yaşamın dışında kabul edip de o yaşam hakkında hüküm vermek ne büyük bi
kafa di mi..

Ya da Tanrı'nın bir Deist'in kulağına 'Hey ben Din filan göndermedim' diye fısıldaması..

"Uzayda hayat var mı ?" kafası.. :)


Mustafa Topaloğlu beğenmezken Amerikan bilim kafasına düşme kafası..

Zeitgeist semalarında uçarken birden Halkın göbeğine inme kafası..

İsa'yı (a.s.) gökte arayıp yerde çoktan kaybetmiş olmak kafası...

Sanat içinde yüzerken Sanattan haberi olmamak kafası...Öle bişiler işte..

Kedidir kedii...

Dünyada azabın ne olduğunu bilirken "Yok canım ne cehennemi, Tanrı melektir melek, bööle
bi ışık hüzmesidir" kafası..

***

Herşey müftekir(Muhtaç); müstağni olan yok.../ Durum budur, sözün gerçeği/ Anarsam Tek,
Müstağni olan diye/ Anlarsın kimden söz ettiğimi/ Herşey birbirine bağlı, kaçacak yer yok/
Öyleyse anlayıver sözlerimi...

[Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)]

Evrim ve Mukadderat

Yağın üzerine bıraktığın yumurtayı yuvarlayarak dağıt. Bak evren'den bir kare resim
göreceksin. Civciv çıkmaz hiç o kareden ama, atomları afiyetle yokluğa bandırıp tamamlarsın
evrimini. E, o kadar senin ki de ne yapalım. Mukadderat der geçerim haline.

Evren

Eğer bir şeyleri bir şeylerle kıyaslıyorsan; ki akıl budur..Evrenin büyüklüğüne ve mevcut
kuvvete ve mevcut iradeye bir bak..["İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı." Hz.Ali (r.a.)]
Ve "Evren" dediğininde, sadece hayalindeki bir varlığa işaret etmiş oluyorsun, unutma. ["Sen
kendini küçük bir cisim sanırsın. Ama en büyük alem sende gizlidir" Hz.Ali (r.a.)] Bilirsin ki
hayal ettiğin varlıktan ayrı değilsin. Her bir şey ölür ve her bir şey doğar. Ve "Evren"
dediğinde, sadece hayalindeki bir varlığa işaret etmiş oluyorsun...

Bişr-i Hafi (r.a.)

'Bir kul Kur'ân-ı kerîmi hatmederse, melekler onun iki gözü arasını öperler'

Bişr-i Hafi (r.a.)

'Ben, Muafa bin İmrân'dan işittim O da Süfyân-ı Sevrî'den şöyle dediğini işitmiş; insanları
memnun etmek, ulaşılamayan gayedir'

Bişr-i Hafi (r.a.)

Fakat şu cihan köpüğü


Dünya köpüktür. Tanrı sıfatlarıysa denize benzer. Fakat şu cihan köpüğü, denizin arılığına,
duruluğuna perdedir.

Hz Mevlana Celaleddin-i Rumi(r.a.)

Allah Esma'ları

‘Her şey Allah'ın İsimlerinden ibaret ve İsimlerdendir’ demek, şu gibidir. Eşek “sesi” de aslan
“sesi” de nihayetinde “Ses”tir. “Bir”den “Çok” görünenler.“Suret” de aynı böyledir. “Asıl”
olan ve Münezzeh olan “nitelik”: “Eşek sureti, aslan sureti” değil; “Suret”in kendisidir.
Suret’in aslı ise Sıfat’tır. Her sayının aslında Bir'den olması ve Bir' in o sayıları oluşturuyor
olduğu halde görülmemesi gibi. Ve 1’siz, o sayılar “Var” değildirler. Şu söylenenlerin manası
“Gölge” gibidir. O Zat’ın Sıfatlarının isimlerinin, gölgesi. Biliyorsan “doğrul”; gayrısına değil
“bakışın kendisi”.

Ya Resulullah

Arım sensin Ya Resulullah; balım sensin

Cemalinde olunca

Cemalinde olunca, 'Sen de yaşa işte güzel güzel' der geçerler. Zatından bahsedince başına
üşüşürler.Oysa bilinmek muradın. Şaşarım bu pervanelere.Cemalinin yakıcılığından gizledin
onları; da, bela kıldın Aşk'ı başımıza..

Allah Güzellikler Nasib Etsin

Her biri ayrı bir güzel..O'nundur hepsi..Sen hiç çirkin gördün mü..Her biri ayrı güzel...

nerede deyip durmaktayız

Biz sevgili ile beraber oturmuşuz da; sevgili nerede deyip durmaktayız...

Hz Mevlana (k.s.)

Ve sanki Hak hiçbir şey halketmedi...

Bir kalp, dünya varlığından açılır, Hak yakınlığına misafir olursa, kullardan bir talebde
bulunmaz. Onlardan af dilemez ve masum olduğunu onlara anlatmak ihtiyacını duymaz. Yer
zemininden yaratılmışların son durağı olan Arş'a kadar dolan halkın hiçbirinden beklediği
olmaz. Ona göre herşey Zattan ibarettir ve mahluk yoktur.
Ve sanki Hak hiçbir şey halketmedi. Varlıkta Zatından başkası yok. Bu anlayışa sahip olan
kalb vahid olan Hak için tektir. Seven ve sevilen O'dur. Talib ve matlub odur. Zakir ve
mezkur yine O...O'ndan başkasını göremez...

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Allahım, sebeplere dayanmaktan sana sığınırız


Allahım, sebeplere dayanmaktan sana sığınırız. Heveslere dalmaktan bizi koru. Boş
alışkanlıkla olmayı bize nasip etme. Bütün hallerde Senden Sana sığınırız.

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Bil ki sabır bir asalet göstergesidir...

Dert ve sıkıntının şiddetine sabır göster, bunun da sonu gelecektir. Bil ki sabır bir asalet
göstergesidir.

Hz.Ali (r.a.)

Haşyet

Bir mümin'in O'ndan sakınması Hak'tır."Yarattığı şeylerin şerrinden/Karanlığı çöktüğü zaman


gecenin şerrinden."[Felak:2/3] Fakat kimden korkmalısın sen?"..yalnız benden
korkun!"[Kasas:31] Kaçmaya ne hacet? Haşyet duy!...

Dışarıda gördüğün dehşetli bir olaya "Uuu ne fena!" demen Haşyetten bir ufak damladır.Fakat
en yakınında,canında, o şey hissedilince Haşyet duymazsın; bedbahtlığa düşersin! Neden?
Haşyettir istenilen oysa ki, ve çare de budur bedbahtlığına...

Kudsî Hadis

“Zikrimle uğraşıp benden bir talepte bulunmayan kimseye, dua ederek ihtiyaç gösteren
kimselerden daha fazla ihsan ederim.” Kudsî Hadis

***

Sadece şu kudsi hadisle tefekkür ve amel etsen, yeter...

Tasavvuf/Zat/Sıfat/İlim/Marifetullah/Aşk...

Öyle bir Celal ki, Hava irkilir.. Eziyete dönüştürme de Haşyet duy..İstenilen o muhteşem
histir; anla, başka değil..Hava korkudan kaçacak yer arar da fırtınaya bürünür...

Çivi çiviyi sökerse bu ancak Trip hop, Arabesk olur..Bu nasıl O Yüce Tanrı'nın istediği
olur?...

Öyle Cemal ki, Hava Meltem'e döner..

İlk önce ve sonra herşey İlimden ibarettir ki İlim doğru anlamaktır..Tam O'nu...

Yoksa sen hangi İlm'e kıyl ü kaal dediler sanarsın?...

Tasavvuf/Tarik/Yol

İlk, maddi şeylerle; senin olduğunu düşündüğün şeyler...Sonra duyguların; hallerinle..şeylerle


bağlantılı doğan hallerin..şeylerden bağımsız; canında olan hallerin..Sonra İsimleri..Ki Cemal
ve Celalidir..O'nun Sıfatlarıdır..Sonra Huzur..ve Biliş...Sonra Zat'ı ki, O Zat, Mülk'ü, Cennet'i
Cehennem'i, Celal'i Cemal'i olsa da olmasa da övgüye layık..ibadet edilen tek Zat'dır...

İSLAMDA ŞİDDET / TURAN DURSUN SEVERLERE İTHAFEN

TÂHÂ suresi 53. ayet : O ki size arzı bir beşik yaptı ve onda size yollar açtı ve semadan bir su
indirdi de bu sebeble muhtelif nebattan çiftler çıkarmaktayız

HUCURÂT suresi 13. ayet : Ey o bütün insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve
birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah
yanında en şerefli ve itibarlınız, (O'ndan saygı ila en çok) korkup (fenalıklardan) sakınanızdır.
Muhakkak Allah bilir ve herşeyden haberdardır.

FUSSİLET suresi 34. ayet : Hem hasene (güzellik, iyilik) de bir değildir kötülük de.
Kötülüğü, en güzel olan hasene ile önle. O zaman bakarsın ki, seninle arasında bir düşmanlık
bulunan kimse yakılgan (şefkatli) bir hısım (yakın) gibi olmuş!

>>ZARİYAT suresi 49. ayet : Ve her şeyin karşıtını yarattık, ki anlayabilesiniz.<<

NİSA suresi 94. ayet : Ey o bütün iyman edenler! Allah yolunda adım attığınız vakıt iyi
anlayın dinleyin size islâm selâmı veren kimseye -dünya hayatının geçici metaına göz
dikerek- sen mü'min değilsin demeyin, Allah yanında çok ganimetler var, önce siz de öyle
idiniz, Allah kerem buyurdu da sizleri iyman ile tanıttı onun için iyi anlayın dinleyin,
muhakkak ki Allah ne yaparsanız habîr bulunuyor.

TEVBE suresi 3. ayet : Hacc-ı ekber gününde , Allah ve Resûlünden bütün insanlara bir
bildiridir: Allah ve Resûlü, Allah’a ortak koşanlardan uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin
için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakabilecek
değilsiniz. İnkârcılara, elem dolu bir azabı müjdele!

TEVBE suresi 4. ayet : Ancak Allah’a ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış
olduğunuz, sonra da antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize
hiç kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri
bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.

ENFÂL suresi 57. ayet : Onun için, o ahdlerini bozanları harbde yakalarsan kendilerine
yapacağın ağır muamele ile arkalarındakileri dağıt. Olur ki düşünürler de ibret alıp ahdi
bozmaktan sakınırlar.

Tevbe suresi 7. ayet: Allah’a ortak koşanların Allah katında ve Resûlü yanında bir ahdi nasıl
olabilir? Ancak Mescid-i Haram’ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız başkadır.
Bunlar size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah,
kendine karşı gelmekten sakınanları sever.

ENFÂL suresi 58. ayet :(Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik etmesinden korkarsan, sen de
antlaşmayı bozduğunu aynı şekilde onlara bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez

TEVBE suresi 10. ayet: Bir mü’min hakkında ne akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma
(yükümlülüğünü) gözetirler. İşte onlar taşkınlık yapanların ta kendileridir.
TEVBE suresi 12. ayet: Ve eğer verdikleri ahidden sonra yeminlerini bozar ve dininize
taarruza kalkarlarsa o küfr öncülerini hemen öldürün, çünkü onların yeminleri yoktur, ola ki
vaz geçerler

NİSA suresi 75. ayet : Onlar, sadece “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için haksız yere
yurtlarından çıkarıldılar. Ve eğer, Allah'ın insanları birbiriyle defetmesi olmasaydı,
(rahiplerin) mabetleri, (hristiyanların) kiliseleri, (yahudilerin) havraları ve içinde Allah'ın
isminin çok zikredildiği (müslümanların) mescidleri mutlaka harap olup yıkılırdı. O'na
(Allah'a) yardım edene, Allah mutlaka yardım eder. Muhakkak ki Allah, elbette Kaviyy'dir
(kuvvetli, güçlü) Azîz'dir (yüce).

Futuhat'dan Alıntılar (4)

Tasavvuf/Melamilik/Melamiler/Evliyaullah

Allah onları serbest bırakırsa, mutlaka yaratıklarından gizlenmeyi ve Allah'a yönelmeyi


yeğlerler. Onların halleri mertebelerini kendilerinden bile gizlemek olduğuna göre-nerede
kaldı başkaları!-onların korunma menzillerini açıklamamız gerekti.
[Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)]

Din/İçki/Haramlar/Herşeyin Zıtlıkla Yaratılmış Olması/Allah'a Kaçın!

İçtiğin yediğin şeydeki zararlı maddeleri ayırman mümkün olmaz..Varlığına tecavüz eden
şeylerden korunmak ise sağlam ve kuvvetli bir iman ve yine dini ilimle mümkündür..
Garantisi olmadığı gibi; ne yapıp edip uzaklaşmaktır esas olan..

***

Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel düzenleyiciyiz!/Ve her şeyin karşıtını yarattık, ki


anlayabilesiniz./(De ki:) O halde hemen Allaha kaç, sığın! Hakikat, ben sizi O'ndan açıkça
uyaran, korkutanım. [Zariyat:48/49/50]

Tasavvuf/Mistik/Din/Fantastik/Metafizik(Devam)

Tasavvuf, Mistik olmadığı gibi; Din de Fantastik değildir..Metafizik'le Fantastik aynı


olmadığı gibi.

Şeyh/Mürid/Biat

Sen benim gönlümde oldukça, Yemen'de de olsan benim yanımdasın. Eğer sen benim
gönlümde değilsen, yanımda da olsan Yemen'de sayılırsın.

[Hz Mevlana k.s.)]

***

"İnsan sevdiğiyle beraberdir." (s.a.v.)

***

Bu Allah'ın fazlıdır; onu dilediğine verir. Ve Allah büyük fazlın sahibidir. (Ayet!)

Böyle annatınca

Bakkala gidip gelirken bazen, hiç bişi hissetmememe rağmen yarım saat kedi seviyorum..Sen
hissediyo musun bişi..Kedi hissediyo belli de bende bişi yok..Öle boşa seviyorum :)) Nan
yoksa o da mı bişi hissetmiyo... Böyle annatınca çok büyük hakikatler olsa da kapalı
kalırlar..Dini söylemin değeri bu açıdan çok çok çok büyüktür..Vazgeçilmezdir..Hakikatler
öyle farkedilmeden geçer giderdi...

Şeyh/Mürid/Biat (İşte dedi: bu, seninle benim aramın ayrılması...)[Kehf/78]

Allah'tan afiyet istemesini bilir, fakat ağzını yırtılana kadar açıp esnemekten çekinmez.
Esnerken de bana biat sorar.O arada..Sonra ben onun için biatsız olurum evt.Biatı gösterince
de kibirli..Öyle biliyorum ki, irşad edilsin diye kendisine emanet verilene >marifeti<: "Allah
yok" demek.."Yok" ne demek bildirince ben ona..kusur arıyor olurum elbet...(İşte dedi: bu,
seninle benim aramın ayrılması...)[Kehf/78]
http://jonasclean.blogspot.com/2010/01/himmet.html

İsyan

Ana – babayı ağlatmak, onlara isyan etmektir ve büyük günahlardandır.(s.a.v.)

o incelikten senin nereden haberin olacak

Psikiyatrist, Şeyhlerin son hallerini! sürdürebilmeleri için Müridlerine muhtaç olduklarına


dikkat çekti. Budist'i, Evliya ile aynı kefeye koydu. Ferrarisini satan bilge kulağına çalındı
da...dağda bi başına yaşayan Evliya'dan benim kardeşimin haberi yok! o incelikten senin
nereden haberin olacak, Ayı... http://jonasclean.blogspot.com/2009/02/evliyaullah.html

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.) PAZAR Gündüz Duası

Bismillahirrahmanirrahîym. Vucudu açıp başlatan Allah’ın adıyla. Her varlığı açığa çıkaran
Allah’a hamdolsun. Allah’dan başka ilah yoktur. Keşifle ve müşahede ile bilinen bir tevhiddir
bu. Allah Ekber’dir, emir Ondan başlar, Ona döner. Allah münezzehtir. O’ndan başka bir şey
yoktur ki görünsün. Onunla beraber ibadet edilen başka biri yoktur. O Vahid’dir (Bir’dir) ,
Ahad’dır (tek’dir), sınırların meydana gelişinden önce olduğu gibidir. Her şeyde Ona dair bir
ayet vardır; Onun birliğine, tekliğine ve varlığına delalet eder. Sırrı münezzehtir; O’nu, idrak
edilmekten, nüfuz edilmekten gizlemiştir. Kuvvet ve değiştirme gücü ancak üstün ve azamet
sahibi Allah’ındır. Bu, bize has kıldığı bir hazinedir, gayb ve cömertlik hazinelerinden.
Onunla her hayrın indirilmesini ister ve her şerrin, her zararın savılmasını dilerim. Kapalı her
menfezi Onunla açarım. Biz Allah’tan geldik ve yine Ona döneceğiz, indirdiği veya
indirmekte olduğu her emirdi. Her halde, her makamda, her düşüncede, her ilhamda, her
çıkışta ve her girişte. Her şey için ve her şeyde umut edilen Allah’dır. Umulan ve kast edilen
Odur. İlham Ondan gelir, Ondandır anlamak. Varlık Odur, ne inkar var ne de ret. Açığa
çıktığı zaman, hiçbir şey yoktur. Gizlendiği zaman her şey başkadır. Her şey teklikle
perdelenmiş, mabud ve batındır, birlikle de zahirdir. Her şeyin varlığı Ondan ve Onunladır, bu
yüzden hiçbir şey yoktur. Şu halde şey hakikatte yok ve yitiktir. O, evveldir, ahirdir, zahirdir,
batındır. O, her şeyi bilir. Bir şeyin olmasından önce de , varlığından sonra da geniş kuşatma
Onundur. Onundur kapsamlı hakikat ve daima geçerli olan sır. Daimi mülk ve ayrılmaz
hakimiyet. O övgüye ve ululuğa layıktır. O, kendini övdüğü gibidir. Hamdeden de, hamd da,
hamdedilen de Odur. Zatı tektir. İsim ve sıfatları birdir. Küllileri ve cüzileri bilir. üstleri ve
altları ihata etmiştir. Her yönden yüzler Ona yönelmiştir. Allah’ım! Ey ihata eden ve cem
eden! Ey hiç kimsenin bağışına engel olamadığı! Ey katında olanların tükenmediği! Ey
cömertliği ve bağışı bütün varlıkları kapsayan! Allah’ım! Benim için bu hazinelerin
zincirlerini aç. Bu remzlerin hakikatlerini açığa çıkar. Benim yöneldiğim, yönüm ol.
Rüyetinle beni rüyetimden perdele. Tecellinin zuhuruyla bütün sıfatlarımı sil. Benim bakışım
senden başkasına ilişmesin. Allah’ım! Bana her şeyde rahmet, inayet, koruma, riayet, ihtisas,
velayet gözüyle bak. Ta ki hiçbir şey beni seni görmekten perdelemesin ve ben, beni
desteklediğin bakışınla her şeyde sana bakıyor olayım. Beni tecelline boyun eğen, sana has
olmaya layık ve mahlukatın içinde velayetinin mahalli kıl. Senin bağışını ve fazlını onlara
bahşeden olayım. Ey mutlak zenginliğe sahip ve ey kulları muhakkak fakirlik içinde olan! Ey
her şeyden müstağni ve her şeyin muhtaç olduğu! Ey her şeyin emri elinde olan ve her şeyin
dönüş mercii! Ey mutlak varlık sahibi! Ne olduğunu Ondan başka kimse bilemez. Ona ancak
Onunla delalet edilir. Ey salih amelleri kuluna musahhar kılan! Ki yararı kendisine dönsün.
Senden başka bir maksadım yoktur benim. Ancak senin cömertliğin ve hayrın bana kafi gelir.
Ey beklentilerin ötesinde cömert olan! Ey istenmeden önce ihtiyaçları bahşeden! Ey her
isteyenin adımlarını önünde durduğu! Ey emrine güç yetiren, galip olan! Ey her şeye bağışta
bulunan ve istediğinde bağışını alan! İsteyerek sana yalvarıyorum: her durumda beni sana
kulluk eder bul. Beni dost edin ey mevlam! Senden ona benden daha layıksın. Sen ki
maksadın ötesindesin, nasıl sana kast edeyim! İstemek uzaklığın kendisi iken nasıl seni talep
edeyim! Yakın ve hazır olan ister mi? Ya da içinde kasıt şaşkın olan kimse nasıl kast eder?
Talep sana ulaşmaz ve kast etme senin için geçerli olmaz. Zahirinin tecellilerine erişilmez,
idrak edilmez. Sırlarının remzleri çözülmez, parçalanmaz. Mevcut olan kendisini var edenin
künhünü bilebilir mi? Kul, kendisini kul edinenin hakikatine varabilir mi? İstemek, kast
etmek, yakınlık ve uzaklık kulun sıfatlarıdır. Böyle iken kul bu sıfatlarıyla, zatı itibariyle
müteal ve aşkın olandan neyi kavrayabilir. Her mahluk acz mahallinde, zillet konumunda ve
izzet dergahında durmaktadır ve bu hazineyi idrak etmekten uzaktır. Seni nasıl bilebilirim ki
sen, bilinmeyen batınsın! Ve sen, her şeyde kendini bana tanıtan zahirsin. Teklik aynında
bana ait bir varlık yok iken seni nasıl birleyebilirim! Ve tevhid kulluğun sırrı iken seni
birlememem mümkün mü! Sen münezzehsin, senden başka ilah yoktur. Hiç kimse seni
birlemiş değildir. Çünkü sen ezeli geçmişte ve ebedi gelecekte olduğun gibisin. O halde
gerçek anlamda senden başka seni birleyen kimse yoktur. Kısacası, seni senden başka bilen
yoktur. Batınsın, zahirsin. Kendinden gizlenip batın olmuş değilsin ve başkası için de zahir
değilsin. Sen sensin. Senden başka ilah yoktur. Ahirin evveli ve evvelin ahiri olan bu şekilde
çözülür mü? Ey emri müphem kılan, sırrı gizleyen ve hayret yok iken hayrete düşüren!
Allah’ım! Senden tekliğin sırrını, kulluğun hakikatini, yüce huzura layık olan şekilde
rububiyetle kaim olmayı istiyorum. Ben seninle varım, sonradan olmayım, yok olucuyum.
Sen varsın, bakisin, daima dirisin, her şeye hakimsin, kadimsin, öncesizsin, bilensin,
bilinensin. Ey mahiyetini kendisinden başka kimsenin bilmediği Allah’ım! Senden,
kendimden sana kaçmayı, bütünümle sende cem olmayı istiyorum. Ki varlığım şühüduma
perde olmasın. Ey maksadım! Seni bulduğumda hiçbir şeyi kaybetmem. Seni bildiğimde
hiçbir şeyi bilmemiş olmam ve seni müşahede ettiğimde hiçbir şeyi yitirmiş olmam. Fena
bulmam sende, Beka bulmam seninledir. Müşahede ettiğim sensin. Senden başka ilah yoktur.
Sen müşahede ettiğin, bildiğin ve emrettiğin gibisin. Müşahedem varlığımın aynısıdır. Ben
fena bulurken de bekaya erişirken de kendimden başkasını müşahede etmedim. İşaret banadır,
hüküm benim için ve banadır. Nispet benim nispetimdir ve bütün bunlar benim mertebemdir.
Zuhurda, batında, korunan sırrın sirayetinde durum benim durumumdur. Sirayet eden bir
hüviyet, açık ve belirgindir. Varlık, yokluk, nur, zulmet, levh, kalem, işitme, sağırlık, cehalet,
bilme, savaş, barış, susma, konuşma, bütünlük, parçalanma, hakikat, hak, gaiplik, ezel,
daimilik ve ebed… “De ki: O, Allah Ahad’dır. O Allah Samed’dir. Doğurmamış ve
doğmamıştır. O,nun hiçbir dengi yoktur. O, Ahad’dır.” Allah’ın salât ve selam var etme ve
varlıkta ilk olanın, her şahidin fatihi, görenin ve görünenin hazırı gizli sır, zahir nurun üzerine
olsun. O, mümeyyiz maksadın aynıdır. Yaratılış aleminde öncelik kabzasıdır. Mabudun yüce
ve kutsal ruhtan, parlak ve mükemmel nurdan yarattığıdır. O, mabudun huzurunda kulluğun
kemalini gerçekleştirmiştir. Ruhaniyetinin huzurundan onun ruhuna feyiz bahşedilmiştir.
Nurani parıldayışlar onun ruhunun kandiline ulaşmıştır… O, yakınlaştırılmış resul, saadete
erişmiş velidir. Salât ve selam Onun ehlibeytinin, sırlarının hazineleri, nurlarının kaynakları,
aylarının doğuş menzilleri, hakikatlerinin hazineleri, mahlukatın yol göstericileri, izleyenlerin
rehber yıldızları olan ashabının üzerine olsun. Din gününe kadar salat ve selam onlara olsun.
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun. Allah münezzehtir ve ben müşriklerden değilim.
Allah bize yeter ve O ne güzel vekildir. Yüce ve azamet sahibi olan Allah’tan başka kudret ve
güç sahibi yoktur.

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) PAZAR Gece Duası (Amin)


Bismillahirrahmanirrahîym. İlahi! Sen her görünenin görünmezini kuşatan şahidsin. Her
zahirin batınını bürüyensin. Bütün alınların secde ettiği, bütün yüzlerin döndüğü veçhinin
nuru için, bütün gözlerin dikildiği nurun için senden beni, sırf sana has olan yoluna iletmeni
istiyorum. Bir hidayet ki beni, senden başka her şeyden sana çevirsin. Ey mutlak O! Ve ben
mukayyet O’yum. Ey O’ndan başka O olmayan! İlahi! Düşmanları kahretmek ve zalimleri
ezmek senin şanındır. Kahır isimlerinin izzetinden bir yardım istiyorum ki, benim için kötülük
dileyen herkesten beni korusun. Bu sayede kendi kendime yeteyim. Zorbalara güç yetireyim.
Zalimlerin köklerini kazıyayım. Beni nefsime öyle malik kıl ki, beni her türlü kötü ahlaktan
arındırsın, temizlesin. Beni sana hidayet ettir. Ey Hadi! Ki her şeyin dönüşü sanadır. Sen her
şeyi kuşatmışsın. O, kulları üzerinde kahredici güce sahiptir. O, hikmet sahibidir, her şeyden
haberdardır. 19 İlahi! Sen her nefisten öncesin, kadimsin. Her anlama ve hisse hakimsin.
Takdir ettin, sonra kahredici gücünle hakim oldun, bildin ve takdir ettin. Kudret ve
kahredicilik senindir. Yaratma ve emir yetkisi senin elindedir. Sen her şeyle berabersin,
yakınlığın yakını ve mevlasısın. İhata ederek onu idare eden ve hidayet ettirensin. İlahi! Senin
kahır isimlerinden yardım istiyorum ki kalbi ve bedeni kuvvetler onunla güçlensin. Ta ki
benimle karşılaşan her kalp sahibi yenik ve mağlup olarak gerisin geri gitsin İlahi! Senden
konuşan bir lisan, doğru söz, yaraşır bir anlayış, üstün bir sır, hakikate yatkın bir kalp,
düşünen bir akıl, gören bir fikir, yerinde durmayan bir şevk, kurcalayan bir merak, yakıcı bir
özlem istiyorum. Muktedir bir el, ezici bir kuvvet, mutmain bir nefis, sana itaat hususunda
uysal organlar bahşet bana. Sana gelmek için beni kutsa, temizle, sana gelmekle beni
rızıklandır. İlahi! Bana öyle bir kalp bahşet ki, onunla muhtaç olarak sana yöneleyim.
Muhtaçlık ona öncülük etsin, özlem onu sürsün, iştiyak yoldaşı olsun, korku azığı olsun,
yerinde durmayan bir tereddüt arkadaşı olsun. Ama da yakınlık ve bu kabul olsun.
Yönelenlerin yakınlığı senin katındadır. İsteyenlerin arzularının sonu sendedir. İlahi! Üzerime
sekine ve vakar indir. Büyüklenmekten ve kibirden beni uzak tut. Yönelmiş olarak kabul
makamına beni yerleştir. Sözüme icabetle karşılık ver. Rabbim! Beni ariflerin yakınlığıyla
kendine yakın kıl. Tabiat bağlarından temizle beni. Temizlenenlerden olmam için yerme(zem)
kanının pıhtısını benden gider. Efendimiz Muhammed’e, ehlibeytine ve bütün ashabına salât
et. Alemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun.

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) CUMARTESİ Gündüz Duası (Amin)

Bismillahirrahmanirrahîym. Kim Allah’a sarılırsa o dosdoğru yola iletilmiştir. Beni Allah’ın


lütfunun himayesine alan Allah’a hamdolsun. Beni Allah’ın rahmeti cennetine misafir eden
Allah’a hamdolsun. Beni Allah’ın sevgisi makamına oturtan Allah’a hamdolsun. Allah’ın
yardımları sofrasından beni rızıklandıran Allah’a hamdolsun. Beni Allah’ın seçimine layık
görülme lütfuna mazhar kılan Allah’a hamdolsun. Beni Allah’ın vefası sunumları
kaynaklarından besleyen Allah’a hamdolsun. Beni Allah’a kulluk doğruluğu hırkalarıyla
giyindiren Allah’a hamdolsun. Allah hakkında onca kusur işlememe, Allah’ın haklarını zayi
etmeme rağmen bütün bunlara nail oldum. Bu lütuf Allah’dandır. Allah’dan başka günahları
kim bağışlayabilir. İlahi! Beni var etmen şeklindeki nimetin cehdim ve çabam olmadan
gerçekleşmiştir. Keremine yönelik umudum muradın sınırına kadardır. Bunda benim bir
istihkakım ve istidadım söz konusu değildir. Birlerin teki ve şahidlerin müşahede ettiklerinin
hakkı için senden istiyorum ki kulluk mihnetinden sevgi kaynakları selametine beni ulaştır,
inat karanlığını doğruluk güneşinin ışığıyla gider, yardım eliyle doğruluk kapılarını aç. Çünkü
Allah kullara karşı lütufkardır. Rabbim! Varlığımın mekana aitliğini yok etmeni,
müşahedemin güvenliğini baki kılmanı istiyorum. Şahidimin ve meşhudumun arasındaki
ayrılığı kaldır. Varlığıma ait mevcudiyetin bütün ayniliğini gider. Efendim! Bana kulluğumu
başkasını görme vehminin körlüğünden uzak kıl. Hayırlılar arasından seçilmiş iki nebî
hakkında önceden verdiğin sözü bana ulaştır. Her tavır ve ihtiyaç karşısında iradenle benim
işime galip ol. Hareket ve duruşta tevhid ve istiva ile bana yardım et. Habibim! Senden her
hal ve durumda en hızlı vuslatı, en göz kamaştırıcı cemali, en görkemli celali, en yüksek
kemali istiyorum. Ey O olan O! Ey O! Ey O’dan başka kimse olmayan! Belirsiz gayb ve
kutsal gayn ile senden istiyorum: “Geri dönüp giden geceye, aydınlanan sabaha andolsun.
Muhakkak o kerem sahibi nebinin sözüdür. Yüce arşın yanında güçlü, orada itaat edilen ve
güvenilirdir. Apaçık arabçadır. Şüphesiz o alemlerin rabbi tarafından indirilmiştir.” İşi gizli
ruhla sağlamlaştıran hüküm istiyorum senden. Beyan sigasıyla ve sağlam bir üslupla
istiyorum. Allah’ım! Hayatımın nesimi eliyle tahiyyatım ruhlarıyla zatıma yüklemeni
istiyorum bunları. Tertemiz salâvatların, daimi selamların arasında isteklerin hasıl oluş
vesilesi kılmanı istiyorum. Sevenlere ulaşma aracı kıl. Her mertebede Ona tabi olanlara,
mensup bulunanlara selam olsun. Apaçık Hak ilah! Bizi onlara has kimselerden kıl. Amin.
Salât ve selam Muhammed’in, ehlibeytinin ve bütün ashabının üzerine olsun. İzzet sahibi
Rab, senin Rabbin onların yakıştırmalarından münezzehtir. Gönderilmiş Rasullere selam
olsun. Alemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun. Amin…

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) CUMARTESİ Gece Duası (Amin)

Bismillahirrahmanirrahîym. Efendim! Baki oluşun daimidir. Senin hükmün mahlukat içinde


geçerlidir. Yüceliğinde münezzehsin. Münezzehliğinde yücesin. Varlığı korumak seni
yormaz. Gözün gördüğü senden gizlenmez. Dilediğin kendine çağırırsın. Kendinle kendine
delalet edersin. Daimi hamd sana özgüdür. En ulu devamlılık senindir. Senden berrak bir
vakit istiyorum. Bu vakti sana yaraşır muamelelerle geçireyim. Bu vaktin gayesi sana yakınlık
olsun ve senin rızana uygun amellerle geçireyim. Bana öyle bir sır ver ki, amellerin
hakikatleri onunla benim için açığa çıksın. Bana öyle bir hikmet tahsis et ki, beraberinde
hüküm ve işaret olsun, anlama ona eşlik etsin. Çünkü sen, seni dost edinenin dostusun. Sana
dua edene icabet edensin. İlahi! Bana bahşettiğin nimetlerin kalıcılığını süreklileştir.
Yanımdaki müşahedeni kalıcı kıl. Bana benim zatımı zatım açısından değil kendi açından
göster. Ki seninle olayım, benimle değil. Bana katından öyle bir ilim ver ki, bu hususta bütün
bilen ruhlar beni örnek alsın. Çünkü sen bilensin, her şeyin bilgisi senin katındadır. Celal ve
kerem sahibi rabbinin adı yücedir. Gaiplerin anahtarları O’nun elindedir ve Ondan başkası
bunları bilemez. O, karada ve denizde olan her şeyi bilir. Rabbim! Üzerime nurundan şualar
yağdır ki, her örtülüyü benim için ortaya çıkarsın, öyle ki varlığımı kamil manada ben olarak
değil sen olarak müşahede edeyim. Sıfatımı kendimden silmiş olarak sana yaklaşayım, tıpkı
senin üzerime nurunu indirmek suretiyle bana yaklaşman gibi. Rabbim! İmkan benim sıfatım,
yokluk benim maddem, fakirlik ise benim karargahımdır. Senin varlığın benim sebebimdir.
Senin kudretin benim failimdir. Sen benim gayemsin. Senin ilmin ne kadar cahil olduğumu
anlamam için yeterlidir. Sen benim bildiğim ve benim bildiğimin ötesindeki gibisin. Sen her
şeyle berabersin. Senin beraber hiçbir şey yoktur. Menzilleri seyir için takdir ettin.
Mertebeleri de menfaat ve zarar için tertip ettin. Hayır yollarını sabitleştirdin. Bunların
tümünde biz seninle beraberiz, ama sen bizimle beraber değilsin. Sen sırf hayırsın, salt
cömertliksin ve mutlak kemalsin. Hayırları toplulukların üzerine indirdiğin, gecelerin
karanlıklarını giderdiğin ismin hakkı için senden, varlığımı her nurun maddesi ve her
matlubun gayesi olan nurundan bir nurla doldurmanı istiyorum. Ki varlığımın zerrelerine
yerleştirdiğin hiçbir şey bana gizli kalmasın. Bana doğru bir lisan bahşet ki, bu lisan hakkın
müşahedesini ifade etsin. Bana öyle kapsamlı söz ver ki, onunla açıklık ve belagat
gerçekleşsin ve konuşmamda hakkım olmayan şeyleri iddia etmekten beni koru. Beni ve bana
tabi olanları bir basiret üzere kıl. Allah’ım! Hayreti gerektiren veya fitneye sebep olan yahut
senin hakkında şüpheye yol açan sözden sana sığınırım. Söz senden alınır, hikmet senden
algılanır. Sen semavatı tutansın, isimleri öğretensin. Senden başka ilah yoktur, bir’sin, teksin,
yalnızsın, samedsin. Doğmamış, doğurulmamışsın. Sana hiç kimse denk değildir. Allah’ın
salât ve selamı efendimiz Hz. Muhammed’in, ehlibeytinin ve bütün ashabının üzerine olsun.
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) CUMA Gündüz Duası (Evrad-I Şerif )

Bismillahirrahmanirrahîym. Rabbim! Beni marifet merdivenlerinde yükselt. Beni hakikat


sırlarının kıvrımları arasında dolaştır. Beni korumanın çardakları altında, sırrının gizliliği
içinde, celalinin parıldayışlarına yaraşmayan düşüncelerin varit olmasından perdele. Rabbim!
Her şeyde beni kendinle kaim kıl. Her eksik ve aşağıda bana lütfunu göster. Tevhid meydanı
fezasında basiretimi aç ki her şey’in seninle kaim olduğunu öyle bir şekilde göreyim ki,
gözlerim başka hiçbir mevcuda bakmasın. Ey fazilet ve cömertlik sahibi! Rabbim! Kutsal Zat
elifinin tecrit denizinden üzerime lütuf yağdır, ki idrakimi bağlayan bütün ilişkilerim kopsun.
İsteklerimin kapısı gerimde kalsın. Zatının gaybının melekutundan külli ve belirgin noktasının
heyulasını üzerime aç ki burada eksiklik ve ayıptan korunmuş kevn harfleri karşısında
kendimde güç bulayım. Ey her şeyi ilim ve rahmet olarak kuşatan! Ey alemlerin Rabbi!...
Rabbim! Benim dışımı ve içimi başkası kirinden, tavırlarda çakılıp kalmaktan kutsiyetinin
zuhuru feyziyle temizle. Ünsiyetinin parıldayışlarının müşahedesiyle beni onlardan gizle.
Beni eşyanın hakikatine ve şekillerin inceliklerine muttalî kıl. Bütün alemlerde varlıkların
açık tevhidi dile getirişlerini bana işittir. Aynamı celalin ve kahrının isimlerinin cevherlerinin
tecellisine elverişli kıl. Ki insanlardan ve cinlerden bir zorbanın gözü bana iliştiği zaman, bu
cevherin şuası ona yansısın, nefsi emmaresini yaksın ve onu zelil olarak gerisin geri çevirsin.
Gözleri umutsuzca, bezmiş olarak benden uzaklaşsın. Ey yüzlerin yöneldiği, boyunların
emrine girdiği! Ey Rablerin Rabbi! Rabbim! Beni engellerden uzak tut. Beni yakınlığının
düşüncelerinden alıkoyan engellerden sıfatlarının nurlarının galip gelişinden sıfatlarıma
uygun bir giysi giydir. Zatının nurlarının parıldayışlarından birinin tecellisiyle tabiatımın ve
beşeriyetimin karanlığın yok et. Bana meleklere özgü bir kuvvet ver. Onunla beni istila eden
aşağılık tabiatları ve çirkin ahlakları kahredeyim, ezeyim. Fikrimin levhinden kevnlerin
şekillerini sileyim. İnayetinin eliyle fikrimin levhine ezeli ve “Kef” ile “Nun” arasında
saklanan yakınlığının erişilmezlik sırrını yerleştir. “Bir şey yaratmak istediği zaman Onun
yaptığı «Ol» demekten ibarettir. Hemen oluverir. Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ın
şanı ne kadar yücedir! Siz de O'na döneceksiniz.” Ey nurun nuru! Ey her şeye fazlının
feyzinden damlalar bahşeden! Ey samed! Ey Kuddus! Ey Kahhar! Ey Hafız! Ey Latif! Ey
alemlerin Rabbi! Allah’ın salât ve selamı efendimiz Muhammed’in, ehlibeytinin ve bütün
ashabının üzerine olsun. Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)
Amin

Nasihat

Senin nişanların uyarıların bana uykudaki insanın sayıklamaları gibi..Yoksa et bana nasihat,
sonsuza dek et, dinlerim; ilm ederim nakış nakış..Bilirim kim nasihat ediyor ancak!... Sakalına
beyaz gönderdi de, (r.a.) "Artık deme" dedi...Ne büyük nişanlar ne büyük nasihatler var
uykusuzlara...

Ruh (Devam)

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim. Olur ya ; Kalp durur! Akıl unutur! ...Ben
dostlarımı ruhumla severim.O ne durur, ne de unutur .

[Hz Mevlana (k.s.)]


...Ölünce Uyanırlar...

Uyanınca, "bi kendime geleyim" le ne demek istenir şu zamana kadar bilemedim daha

Allah'ın has kulu

Bir adam Nebi (s.a.v.)'e gelerek; " Size dünya ve ahiretle alakalı soracak sorularım var" dedi.
Bunun üzerine Nebi Efendimiz (s.a.v.) ona;
" Ne istiyorsan sor" buyurdular. O zat da sorularına başladı:

* Ey Allah'ın Peygamberi! Ben insanların en âlimi , en bilgilisi olmak istiyorum. Ne


yapmalıyım?"
" Allah'tan çok korkup takva dairesi içine girersen insanların en âlimi olursun."

* "İnsanların en zengini olmak istiyorum."


" Kanaatkâr olursan insanların en zengini olursun."

* "İnsanların en hayırlısı olmak istiyorum."


" İnsanların en hayırlısı, faydalı olandır. Sen de insanlara faydalı ol."

* "İnsanların en adaletlisi olmak istiyorum."


" Kendin için istediğini insanlar için de istersen insanların en adili olursun."

* "İnsanlar içinde Allah'a en yakın, O'nun has kullarından olmak istiyorum"


" Allah'ı çok zikredip anar ve hatırlarsan o zaman Allah'ın has kulu olursun."

* "Muhsinlerden, iyilik edenlerden olmak istiyorum."


" Allah'a , O'nu görüyor gibi ibadet et, her ne kadar sen O'nu görmesen de O seni görüyor."

* "İmanımı kemale erdirmek istiyorum."


" Güzel ahlaklı olursan imanın kemale erer."

* "Allah'ın emirlerine itaat eden itaakâr kullarından olmak istiyorum."


"Allah'ın farzlarını yerine getir, itaat edenlerden olursun."

* "Kıyamet günü nur içinde haşrolmak istiyorum."


" Hiç kimseye zulmetme,kıyamet günü nur içinde haşrolursun."

* "Rabb'imin bana merhamet etmesini istiyorum."


" Önce kendine ve insanlara merhamet et ki; Allah da sana merhamet etsin."

* "Günahlarımın azalmasını istiyorum."


" İstiğfar ederek günahlarının bağışlanması için Allah'a yalvarırsan günahların azalır."

* "İnsanların en kerimi olmak istiyorum."


" Allah'a kullarını şikayet etmezsen insanların en kerimi olursun."

* "Rızkımın bol olmasını istiyorum."


" Temizliğe devam edersen rızkın bol olur."
* " Allah ve Resulü tarafından sevilmek istiyorum."
" O zaman Allah ve Resulü'nün sevdiklerini sev, sevmediklerini de sevme."

* "Allah'ın bana kızmasından kendimi korumak istiyorum."


" Kimseye kızmazsan Allah'ın gazabından ve kızmasından kurtulursun."

* " Duamın kabul edilmesini istiyorum."


" Haramlardan sakınırsan duaların kabul olur."

* "Allah'ın beni başkalarının yanında rezil etmemesini istiyorum."


" Namusunu koruyup iffetli ol ki; insanlar yanında rezil olmayasın."

* "Allah'ın ayıplarımı, kusurlarımı örtmesini istiyorum."


" Kardeşlerinin ayıplarını örtersen Allah da senin ayıplarını örter."

* "Benim günahlarımı ne siler?"


" Gözyaşların, hudûun (saygıyla Allah'a kulluğun) ve hastalıklar."

* "Allah yanında hangi iyilik daha faziletlidir?"


" Güzel ahlak, tevazu, belalara sabır ve kazaya rıza."

* "Allah yanında en büyük günah hangisidir?"


" Kötü ahlak ve Allah'ın emirlerine gösterilen cimrilik."

* "Rahman Allah'ın gadabını ne dindirir*"


" Gizliden gizliye sadaka vermek ve sıla-i rahim (akrabaları ziyaret ve görüp gözetmek)."

* " Cehennem ateşini ne söndürür?"


" Oruç. "

Allah'ın Yüceliğini An

Zahmeti ancağına, Allah'ın Yüceliğini an.


Rezillikleri anacağına, Allah'ın Yüceliğini an.
Kötülüğü anacağına, Allah'ın Yüceliğini an.
Başka güzellikleri anacağına, direkt Zatının Yüceliğini an...
"Allah'ım sen Yücesin".."Allah Yücedir"..Söyle..
Ki Yüceliğini duy...

Celal'den Bir İlim !

Ey kara yüzlü! Himmetin ne olduğunu sen ne bilirsin? Git abdest al, namaz kıl tövbe et! De
ki: «Kâfir idim imana geldim. Küfürden vaz geçtim.» Git otur yerinde. Pamuğunu eğirmeye
bak! Sen kim oluyorsun? [Şems-i Tebrizi (k.s.)]
***
http://jonasclean.blogspot.com/2010/01/celalden-bir-simsek.html
***
Kaza Allah'ın hükmü ve hoşnut olmamızı emrettiği şeydir. Onun gereği ise hakkında hüküm
verilen şeydir ve dolayısıyla ondan hoşnut olmamız şart değildir.
[Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)]
****

http://jonasclean.blogspot.com/2010/04/seyhmuridtasavvuf.html

Şeyh/Mürid/Tasavvuf

Celal'ine bırakacak değil..Celal'inde de yürütebileceklerdi Onlar..Sadece Cemal'ine değil,


Celal'ine de kabullerdi Onlar...

Tasavvuf Mistisizm değildir (Devam)

Tasavvuf Mistisizm değildir.Mistisizmde ilham vardır.Tasavvufta ise vahiy ve ilham...

O, uluhiyet mertebesindeki Cemal'inde

O, uluhiyet mertebesindeki Cemal'inde, öyle rahmet eder ki, senden başkası yok sanırsın..O
mertebedeki Celal'ini görene ise yaratıklar içinde kendisinden daha kötüsü yoktur..Ne mutlu
yoldaki o sevgiliye ki herşey kendisi için rahmet ve nur kılınmıştır...

...Allah, Ganidir, Halimdir...

O'ndan başka İlah yok! O'ndan başkaya ihtiyaç yoktur o zaman ey canım! Yeter ki affı marifet
buyursun da o zanlarına göre muamele etmesin.."Bir tatlı dil, bir bağışlama, arkasından
incitmenin geldiği sadakadan daha hayırlıdır.>>Allah, Ganidir, Halimdir.<<" [Bakara/263]
"İçlerinden her kim, "Ben O'nun dışında bir ilahım" derse böylesini cehennemle
cezalandırırız..." [Enbiya/29]

Mü'min

Mü'minin baska hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O'nun her işi hayırdır. Eğer bir
genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa
(musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.

s.a.v.

İnkar/Saf Benlik

Eğer "İnat" ise İnatta ne akıl ne kalp ne de mazeret vardır. O sadece kurulmuş tuzaktır..

Kayıtlanmaktan kaçınmaktan ise Rahmanidir. Fakat bilgisizlikten de pay vardır. Gerçekten


Rahmani ilham ise, kayıtlanmamaklık, doğru bilgi geldikten sonra da devam eder.Ama edeb
gelir.O edebin mertebesi ve bilgi, ilgiye göre artırılır.

Kayıtlanmamaklık ve Kibri, birilerinin ayırt etmelerini beklemek akıl karı olmaz. Oysa evet
gayet açıktır.Kibir mutlaka başkalarına yöneliktir.Kayıtlanmamaklıkta ise yalnızca saf Benlik
vardır..Yani daha da açarsak Ruh'un nurundandır..Nefsten değil.

Saf Benlik bilgisizliğinden hakla masumdur; yoksa korunmuşluğundan dolayı saf değildir.Ki
korunmuş olsaydı aydınlığının kaynağı olan Ruh'a gelemezdi. Örneğin cinselliği olduğu gibi
saflık olarak bilir ve ikinci aşık olduğuyla hemen oracıkta birincinin gözü önünde birleşebilir.
Birinci hemencecik aklından çıkacağı gibi onun yaşayacağı duyguları da aşağılıklık olarak
görebilecektir. Dolayısıyla ne bilgilidir ne de korunmuş kalabilir.

Ta ki Ruh'una erebilsin...

Kuantum ve Mistisizm

http://www.sufizmveinsan.com/fizik/kuantumvemistisizm-6.html

Ey kara yüzlü! Himmetin ne olduğunu sen ne bilirsin?

Şeyh Ebubekr'in (Sellebâf) de hırka vermek âdeti yoktu. Onun kendi şeyhini de göremedim
ki, onda var mı yok mu anlayayım. Ancak ben de, bu istekle Tebriz'den çıktım ama
bulamadım. Gerçi âlem boş değil, belki bir şeyh vardır. Hatta
derler ki, filân şeyh hırka verdiği müridinin haberi olmadan ona hırka bağışladı; mal, mülk
verdi ve öldü. Ben şeyhimi görmedim, ancak şu kadar öğrendim ki, kendisinden bir söz
nakledene gücenirmiş. En çok incindiği kimseler, kendisinden söz
nakledenlermiş. Böyle bir kimseyi de görmedim ki, o makamda olsun da kendisinde bu sıfat
bulunsun. Sonra şeyhin kendisi için yüz bin yıllık yol olan bir kimseye de rastlayamadım.
Ancak Mevlânâ' yi bu sıfatta buldum. Şimdi Halep'ten tekrar
dönüşümde de, o yine bu sıfatta idi. Bana deselerdi ki: «Baban seni çok özlemiş, mezarından
kalkmış Telbaşir köyüne bir adımlık yerde seni görmek için
bekliyor. Seni görüp tekrar mezarına dönecek. Gel! Artık babanı görmeye gel!» «Hayır,
olsun! Ne yapayım,» derdim. Halep'ten bir adım bile dışarı çıkmazdım. Ben ancak Mevlânâ
için geldim.

***

Onu niçin bu kadar yükseltiyorlar? Ben şundan korkuyorum ki, bu saatte sen ayrılık
eleminden gafil, şefkat gölgesinde hoşça uyumaktasın. Öyle bir hareket yapıyorsun ki, şefkat
sona ersin. Sonra da bu hali rüyada görüyorsun, ama Şeyhi görmüyorsun. Çünkü Şeyhi
görmek onun isteği olmadan mümkün değildir; ne rüyada, ne de uyanıkken onu göremezsin.

***

O Şeyh diyordu ki: «Filan şeyhin güzel kokusu, Allah kokusundan da üstündür.» Dedim ki:
«Bu koku belki senin karından ve onun oynaşından geliyor.» Bu ne eşektir ki, eşekliği
yönünden söylemiştir.

***

Ey kara yüzlü! Himmetin ne olduğunu sen ne bilirsin? Git abdest al, namaz 'kıl tövbe et! De
ki: «Kâfir idim imana geldim. Küfürden vaz geçtim.» Git otur yerinde. Pamuğunu eğirmeye
bak! Sen kim oluyorsun? Erkekler içinde mert olanlar
istiyorlar ki, kapıma iki desti dolusu su getirsinler. Kuran'dan üstün kitap yoktur; Allah
kelâmından üstün söz yoktur. Ama bu Kuran ki toplum için gelmiştir, emirler ve yasaklarla,
halka yol gösteren âyetlerinde başka zevk vardır. Allah erenlerine açıklanan âyetlerinde daha
başka zevk bulunur. En doğrusunu Allah bilir.
***

Bana yaraşan, zahirde bizim hayatımızdaki dostluk ve kardeşlik hangi yolda ise onu
korumaktır. Yoksa şeyhlik müridlik gibi ilişkiler hoşuma gitmez. Hani, üstatlığı da şakirtliği
de yere batsın, derler. Bize bir söz söylemek isteyen kimse de
bizim gibi olmalıdır. Böyle açık söylemelidir. Bizim veliliğimiz bahsinde bundan incinirler.
Onlara, eşek, diyen zavallı taklitçi eşektir. Şimdi bana kendinden bir fazilet, bir üstünlük
veriyorsun. Ben onu söylemiyorum. Benim önümde bu böyledir. Sözü yorumsuz ve açık
söylüyorum. Aramızdaki ayrılığın bir sebebi varsa budur ancak. Ama o zaman sen beni
anlamıyorsun! Halbuki ben buraya bir şeyler öğretmeye geldim.

Şems-i Tebrizi (k.s.)

İyi zan dahi beklenmiyor

Senden bir ücret talep edilmedi, bir övgü de beklenmiyor.Görmediğin şeyleri göremedim
terazinde.Terazi kurmak ne işine. Kıyası bırak. İstisna kaideyi bozmaz korkma. Mücadeleden
vazgeç. Kötü zan istisnasız dolanır boğaza. İyi zan dahi beklenmiyor...

***

Mürid, istediği her şeyi Kur'an'da bulmadıkça mürid olamaz.

[Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)]

O halde anın (zikredin) beni, sizi (zikredeyim) anayım

Kalbin derin inceliklerinde büyük güzelliklerin süzülüşleri geleceğe geçmişe gözsüz gözler
kırpar...Dantel dantel işler her kalbi istisnasız..Umulur ki hatırlarlar. Seni sana Ondan başka
kim hatırlatır ya...

O halde anın (zikredin) beni, sizi (zikredeyim) anayım ve şükredin de bana nankörlük
etmeyin. [Bakara/152]

Sana güzellikten her ne ererse bil ki Allahdandır...

"Sana güzellikten her ne ererse bil ki Allahdandır..." [Nisa/79]

De ki; «Allah'ın kullarının yararına sunduğu güzellikleri ve temiz yiyecekleri kim haram etti?
De ki; Bunlar, dünya hayatında müminler içindir kıyamet günü ise sadece onlarındır, biz
ayetlerimizi bilenlere böyle ayrıntılı biçimde açıklıyoruz.» [Araf/32]

Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: «Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faydalar
vardır. Zararları ise faydalarından daha büyükdür.." [Bakara/219]

Fakat benim çağırmam, sadece onların kaçmalarını artırdı. [Nuh/6]

***
http://jonasclean.blogspot.com/2010/04/hicbiri-yoktur-ve-olmayacak-da.html

Heey Hey

Bana bak, bana dikkat et ki, senin, mezarında en yakın dostun, candan arkadaşın benim!
Dükkandan, evden, bütün seni sevenlerden ayrıldığın zaman seni, ben karşıladım; yapayalnız
kaldığın vakit, seninle ben düşer kalkarım!

[Hz Mevlana k.s.]

Göster de

Bir insanın boğçasına gizlice yol azığını koymaktan daha güzel bir iş varsa göster de bu işi
bırakıp o işte çalışayım...

Ya Dar!/Ya Şafi!/Ya Şefik!/Ya Hakim!

Allah hasta kuluna şifadan çok şefkat veriyor..Hayret O'na...

***

"Ayrıyetten şunu da belirtmekte fâide vardır. Zira Esmalar (İsimler) Uluhiyet Makamında her
birisi diğerinin aynıdır."

[Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)]

Hamd O'na/ Allah Yücedir

O, insanın mutlluluğa ihtiyacı gibi övülmeye layıktır..

O'nun övgüsünü sürdürdüğü ve arttırabildiği kadar mutluluğu sürer ve artar insanın...

***

http://onlinemesnevi.blogspot.com

***

Sen kediyi, köpeği bırak! Bir karınca. Onu da bırak! Bir solucan düşün. Uzun, incecik bir et
parçası. Ne ağzı ne gözü görünür. Ne de eli ayağı vardır. Hiçbir şey yok ama bir şey var.
Onda bir hayat var. Nafakasını, rızkını temin ediyor. Düşmanından korunuyor ve neslini
devam ettiriyor. [Aziz Mehmet Dumlu Hazretleri]

***
***

Ebu Said el-Harraz şöyle demiş: 'Allah'ı ancak iki zıddı kendinde toplaması özelliğiyle
bildim.' Sonra da şu ayeti okumuştur:'O Evveldir,Ahirdir,(İlk ve Sondur) Zahirdir ve Batındır.'
Burada, islam alimlerinden akılcıların düşündüğü gibi farklı nispetler değil, tek bir yönden
Evvel-Ahir, Zahir-Batın olma kastedilmektedir. [Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)]

***

Allah hasta kuluna şifadan çok şefkat veriyor..Hayret O'na...

***
http://jonasclean.blogspot.com/2010/02/sevgililer-gunu.html
***

"..Keşke bilselerdi." [Bakara/102]

diye

Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve >>birbirinizle tanışasınız diye<< sizi
milletlere, kabilelere ayırdık. Haberiniz olsun ki, Allah katında en şerefliniz, en
takvalınızdır.Muhakkak ki, Allah, bilendir, herşeyden haberdardır. [Hucurat/13]
Giydirsin diye

Kürklü veya tüylü yaratmadı..Giydirsin diye..

nasıl açık kalırdı ki kalplerimiz Hakk'a

Kulak, Göz'e göre daha aciz bırakılmıştır..Sadece istediğimizi duyar istediğimizi görür
olsaydık nasıl açık kalırdı ki kalplerimiz Hakk'a...Ne fark kalırdı perdelenmişlerden...

Aksine...acizliği, Hikmetin kaynağı yapmıştır..Ki O kayıtlanmışlık zannında bulunulabilecek


hiç bir tecellisiyle sınırlanmış da olmaz...Yani Hikmetten çıkan sonuç, kesin olarak kudret'in
tek sahibi ve tek Bilen, İlah'dır...Diğer herşey yazılmış (Hikmet) ve OKUyan (Kul) dır...

Burada henüz delil sahibi olamayanlar yaratılışı olmuş bitmiş gördükleri için Hakk'ı da
kayıtlanmış olarak görmeleri tehlikesi vardı..Ki bu imtihandı..Çünkü Bilenin kendileri
olmadığı açıktı..Varlığın yazılmış olduğu halde her an da yeniden yaratılıyor olduğu
OKUnunca artık elde inkara mazeret olarak yine inattan başka imkan bırakılmadı...

Allah, dilediğini ortadan kaldırır ve bırakır. Kitabın anası O'nun katındadır. [Rad/39]

Biz Kur'ân'ı senin dilin üzere kolaylaştırdık ki, onunla Allah'tan korkup sakınanları
müjdeleyesin, inat edenleri de korkutasın.
[Meryem/97]

Mezmurlar

Rab'be övgüler sun, ey gönlüm! O'nun kutsal adına övgüler sun, ey bütün varlığım!Rab'be
övgüler sun, ey canım! İyiliklerinin hiçbirini unutma! Bütün suçlarını bağışlayan, Bütün
hastalıklarını iyileştiren,Canını ölüm çukurundan kurtaran, Sana sevgi ve sevecenlik tacı
giydiren,Yaşam boyu seni iyiliklerle doyuran O'dur, .[Mezmurlar 103:1-5]

Hiçbiri yoktur! ve olmayacak da!/ Bismillah ne demektir anla!

Özellikle belirttiği amellerle/Ancak O'nunla doymayı öğren/Dvd,müzik arşivin,cep


telefonu,televizyon/Dünya olmayacak/Zikriyle doymayı öğren!/Mouse çift
tıklamıyacak!/Kumandayı koltuğa vuramıyacaksın/Hiçbiri yoktur! ve olmayacak
da!/Bismillah ne demektir anla!/Ey canım!/Ancak O'nun zikriyle doymayı öğren!...

O dostumuz, O efendimiz, lûtfeder

"O dostumuz, O efendimiz, lûtfeder, kerem buyurursa, bizi affeder. Nasıl önceden yarattıysa,
yine yaratır, bizi tekrar diriltir."

Hz. Mevlâna Celâleddin-i Rûmi (k.s.)

Bitmiş Bitmemiş Senaryom

http://www.scribd.com/full/29934430?access_key=key-ovsq4r2rfi39rmmsmgg
Kana kana

Hızır'ın işini mi görmek/O'nun işlerini mi görmek yakınından/Huzurluya O'nun işleri


görünmez ki/Bu gaflete mi sabredeyim/O merhamete mi kanayım/Kana kana/İki göz iki
kulak/Tek'i görür Tek'i duyar/Ondan bu şaşkın merakım ısrarına/Esrarına/Sen o'nu kimin
peygamberi sandın/Kimin ümmetindenim ben/Tanır mısın kimdir/Şeyhlerin şeyhi...

Huzur

Huzur varsa, estetik,zevk,keyif,neşe ve benzeri şeyler artık aranılır şeyler olmaktan çıkar..Ve
ihtiyaç halinde olman da gider..OLan OLur..Huzurdasındır...

Alemde...

Alemde mutlak güzel,ayıplanan ya da çirkin yoktur, çünkü şeylerin içinde bulunduğu yönler
ve konumlar onları belli bir kayıt altına sokar.Bunun kaynağı >>kayıtsızlık<< değil de kayıtlı
olmak olduğundan, yani varoluş kayıtlı olmayı >>gerektirdiğinden.<<

[Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)]

Hu

O'na kavuşmaya çabalıyorsun sevgili..Kimin zuhura getiriyor olduğu varlığınla...

Tefekkür

O iki et parçası..kapaklarını da Görüyor mu...Allah rahatlık versin.

Peygamber/Kadın/Evlilik/Ayşe(r.a.)/Kaç Yaşındaydı/İslam

O peygamber, kendi öz kız evlatlarını bebek oldukları halde, kız olduklarından utandıkları
için toprağa gömen bir topluluğun içinde ne iş yapmıştır bir düşün...
Ve o kız, halkının en değerlisi olmuştur, düşün..Öyle gerzekçe, öyle perdelenmiş, öyle
düşünemiyorsun ki!, sana acımamak şefkat duymamak elde değil inan..Peygamber ne iş
yapar, ondan da eleştirdiklerin, aşağıladıkların kadar, haberin yok...

Şartlardan haberin yok, kıçın rahatta, bir hukuk yokken işler nasıl halledilir bilmezsin, o işi
sana verseler ertesi gün korkudan altına sıçar dışarı adım atamazsın haberin yok,
düşmanlarından demokrasiyle korunabileceğini düşünüyorsun, herkez adına barış dediğin
demokrasi nereden gelmiştir haberin yok, geçmişten haberin yok, gelecekten haberin yok,
senin dünyadan haberin yok...

O iş nasıl mümkün olur, bir adam o baskıyla nasıl yaşar, nasıl hayatta kalmıştır! haberin
yok...O baskıyı başka kimsenin hayal dahi edemeyeceğinden de haberin yok..Okuduğun kitap
"Din Bu"..Görüp görebileceğin örnek "Hasan Mezarcı"...E sen gerizekalısın...

Bi kendi mahallene çıkıp "Bana Vahiy geldi" desene..Neler yaşıyacaksın merak ediyorum.. Ki
şartlar yine aynı olmayacak..Bak sayıyorum düşmanlarını..O zamanki Hristiyanlar o zamanki
Yahudiler o zamanki Putperestler, o zamanki Ateistler, o zamanki Münafıklar..Ve ne hukuk,
ne demokrasi...Bir baba kızını utancından dolayı bebekken toprağa gömüyor.. Sen yeterince
düşündüğüne emin misin Peygamberlik ne demektir?

Ve sen şimdi o dediklerinle, akleden, düşünen, mantıklı bir insan mı olmuş


oluyorsun?..Çağdaş modern bi insan mı oluyorsun sen şimdi...

Ben Ateistim ben Deist'im demek kolaydır!..O bahsettiğim koşullara git, o bahsettiğim
insanların olduğu bir halkın önüne çık "Bana vahiy geliyor" de ve o sözünü bu zamana kadar
yeryüzüne çak!..O çaktığın çiviyle kendi kızına merhamet etmeyen insanların içinde akıl
almaz işler yap, seni zorla arslanlara atan, biribirinle ölümüne dövüştürüp eğlenen krallara
"Allah'a teslim olun" diye mektuplar gönder!

Bana yazmak kolaydır! Önce sen kendi kendine Aklet! Peygamberlik mümkün müdür diye
düşüneceğine! Sen önce peygamberlik nasıl mümkün oluyor onu düşün!

Allah neden şöyle yaratıyor neden böyle yaratıyor...

O nasıl akıl almaz bir şefkattir ki uçmayan bir varlığı rüyasında gerçekten uçurur.Şimdi kimin
talepleri mantıklıdır.Ancak kimin istediği, istediği gibi gerçekleşebilir.O noksanlıktan çok
uzaktır inan.Fikir yürütmeyi bırak.Akıl ermez bir işe sahiptir.Mutlaka mağlup olursun...

Fikir yürüttüğün "Beyin", doğru ve gerçek olan bir habere bile "Yok canım" diyebilecek bir
işleyişe sahiptir.Gerisini düşün sen artık.

Taaccüb

"Resul-ü Ekrem´den (A.S.M.) rivayet olunuyor ki: "Taaccüb bütün taaccüb ona ki: Cenab-ı
Hakk´ın halkını görüp dururken Allah´da şek eder. Şuna taaccüb olunur ki: Neş´et-i ulâyı
tanır da neş´et-i uhrâyı inkâr eder. Şuna da taaccüb olunur ki: Her gün her gece ölüp dirilip
dururken ba´s-ü nüşuru inkâr eder. şuna da taaccüb olunur ki: Cennet´e ve naim-i Cennet´e
iman eder de yine dâr-ül gurur için çalışır. Şuna da taaccüb olunur ki: Evvelinin bulaşık bir
nutfe, âhirinin mülevves bir ciyfe olduğunu bilir de yine tekebbür ve tefâhur eder."

Allah'ı tanıma bahsi derindir

Allah'ı tanıma bahsi derindir. Ey ahmak derin sensin! Derin olan bir şey varsa, o sensin! Sen
nasıl bir dostsun ki, damarlarının içine kadar girmiş olan sevgilinin sırrını el ayası gibi açık
bilemiyorsun! Sen nasıl Allah kulusun ki, onun sırlarını ve iç yüzünü bilmiyorsun! Seninle
konuştuğum bu sözleri senin şeyhinle konuşmadım. Onu kahır içinde bıraktım gittim.

(Şems-i Tebrizi (k.s.)

Şaşarım o Aşk efe'sine!

Şaşarım o Aşk efe'sine!,aşık olduğu hakkındaki bilgiden kaçınır.Taaccüb ederim o Aşık'a!..

Et-Telvin: Kulun hallerinde intikal edişi. Bir çoğuna göre bu eksik bir
makamdır
Allah sana yardım etsin, bilmelisin ki: Sabitlik, menzilleri ortaya çıkarır. Kim sabit ise, gelişir
ve hakikati üzere her göze görünür. Hareketin hızının verdiği kuşkuyu görmez misin? Bir
şeye bakan, o şey hakkında onun bulunduğu hale aykırı hüküm verir. Böylece, genleşme
hareketi hızlandırıldığında kordaki ateş ya da fitilin başındaki ateşin uzayan bir çizgi
olduğunu iddia eder.Ya da hızla çevrildiğinde, havada bir ateş dairesi görür.Bunun nedeni,
sabitliğin olmayışıdır. Menziller sabit olduğunda ise, içermiş oldukları ilahi ilimleri
gösterirler.

[Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)-Futuhat]

Hamd, şeyleri yokluktan ve yokluğun yokluğundan izhar eden Allah'adır.

[Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)-Futuhat]

Et-Telvin: Kulun hallerinde intikal edişi. Bir çoğuna göre bu eksik bir makamdır. Bize göre
makamların en mükemmelidir. Kulun bu makamdaki hali yüce Allah'ın şu sözünde işaret
ettiği hal gibidir: "Külle yevmin huve fi şe'n: O her gün yaratma halindedir."

***
(İzahım:) Yani O yaratışında yarattıklarıyla hallenmez, ki çünkü OLan OLacak herşey zaten
ilminde sabittir; OLmuş bitmiştir..Vusul bulmak isteyen kul için de bu ilimle sabitlik esas
olmalıdır ki haller geçer giderken kul o makamdan düşmesin, sabit olabilsin..Nefste açan
Ruh..Hallenirken Aklı başında olmak..
***

Et-Temkin: Telvin halinde yerleşiklik kazanma demektir bize göre. Bazılarına göre ise vusul
ehlinin halidir.

[Muhyiddin İbn Arabi(k.s.)-Tasavvuf Istılahları]

http://jonasclean.blogspot.com/2009/10/la-tahzen-innallahe-meana.html

***
Korku Nefstendir.Hallerindendir..
***

http://jonasclean.blogspot.com/2009/11/ilim-sabit-hal-gidicidir.html

“Her kim…iyi olan işlerden yaparsa…” kötülüklerden arınarak ve güzelliklere bürünerek


salih ameller işlerse “mümin olarak…” hakiki imanla inanmış biri olarak bunları
gerçekleştirirse “korkmaz…” elde ettiği kemalattan bir şeyin eksilmesinden, bulunduğu
mertebede asli istidadının gerektirdiği hakkının kısılmasından korkmaz.

[Muhyiddin İbn Arabi (k.s.) -Kuran Tefsirinden-]

http://jonasclean.blogspot.com/2010/04/acele-etme-zevkin-son-snrna-ulasmak.html

Kulağın Ben nazarından okuduğun masallarda


Düşüncelerine hallerine, suya kanar gibi kanıp, edebsiz sözler döndürüyorsun. Vefasızlık
masalı beşiğinde, bir o yana bir bu yana, uykuya doyamıyorsun. Oysa O'nun nazarıydı ki
sabah ezanına uyandırmıştı seni; saatsiz. Ah, sen Tedbirler alıyorsun. O'nun nazarını geçici
şeylerden görüyorsun..Belki başkaları için sadece..O kadar az şükrediyorsun. Kulağın Ben
nazarından okuduğun masallarda. Vefasızlık beşiğinde uykuya doyamıyorsun...Bir o yana bir
bu yana.

HARUN KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ İMAMİYYE

Bil ki, Harun aleyhisselam’ın varlığı, “Biz ona rahmetimizden, kardeşi Harun’u nebi olarak
bağışladık” [Meryem Suresi, 19/153] ayetinde belirtildiği gibi, rahamut hazretindendi.
Dolayısıyla Harun’un nübüvveti rahamut hazretinden oldu. Harun yaş itibarıyla Musa’dan
ileri, Musa da nübüvvet itibarıyla Harun’dan ileriydi. Nübüvvetinin rahmetten olmasındandır
ki Harun, kardeşi Musa’ya –babasını değil
de annesini anarak– “Ey anamın oğlu!” [Meryem Suresi, 19/153] diye seslendi. Çünkü
rahmet, annede babadan daha çok vardır; eğer annede bu rahmet olmasaydı, çocuğu
yetiştirmeye sabredemezdi.

Sonra Harun, (kardeşine) “Sakalımı ve saçımı tutma!” ve “Düşmanlarımı güldürme!” [Taha


Suresi, 20/94] dedi. Bütün bu sözler (Musa’nın öfkesini yatıştırmaya yönelik olduğundan,
Musa için) rahmet nefeslerinden bir nefestir. Bunun (böyle olmasının) sebebi, elinden yere
attığı levhalara yeterince dikkatli bakmamış olmasıydı. Eğer yeterince dikkatli bakmış
olsaydı, bu levhalarda “Hüda” ve “Rahmet” (yazılı olduğunu) görürdü. Hüda, kendisini
öfkelendiren işin nasıl olup bittiğinin ve Harun’un bu işte hiçbir suçu olmadığının beyanıydı.
Rahmet ise Musa’nın kardeşine
yönelikti — (eğer levhada yazılanı görseydi) kendisinden yaşlı olan kardeşinin sakalını
kavminin gözü önünde çekiştirmezdi. Dolayısıyla bu (yani, Harun’un sözleri), Harun’dan
Musa’ya yönelik bir merhamet oldu. Harun’un nübüvveti Allah’ın rahmetinden olduğu için,
ondan ancak böylesi bir söz çıkar.

Sonra cenab-ı Harun, Musa’ya şöyle dedi: “Senin bana, ‘İsrailoğulları arasına ayrılık soktun’
diyerek, beni aralarındaki ayrılığın sebebi olarak görmenden korktum” [Taha Suresi, 20/94].
Çünkü, İsrailoğulları arasında, buzağıya tapma konusunda ayrılık çıkmış; kimileri Samirî’ye
uyup, onu taklit ederek buzağıya taparken, kimileri de ne yapmaları gerektiğini Musa’ya
sormak üzere buzağıya tapmaktan geri durmuşlardı. İşte, Harun aleyhisselam, onlar arasındaki
bu ayrılığın kendisine nisbet
olunmasından korktu.

Ve Musa, işin hakikatini Harun’dan daha iyi biliyordu. Çünkü Musa, Allah’ın, hiç kimsenin
Kendinden başka bir şeye kulluk edemeyeceğini hükme bağlamış olduğu [kaza] ve ancak
O’nun hükmettiği şeyin ortaya çıkabileceği konusundaki ilminden dolayı, buzağıya tapanların
(gerçekte) neye kulluk ettiklerini biliyordu. Musa’nın, kardeşini ayıplaması, kardeşinin inkarı
ve anlayamamasından dolayı idi. Arif odur ki, Hakk’ı her şeyde müşahede eder ve O’nun her
şeyin ayn’ı olduğunu görür. Böylece Musa –yaşça ondan daha küçük olsa da– kardeşini
eğitiyordu.

Ve Harun’un kendisine söylediği şeyleri söylemesinden sonra Musa, Samirî’ye dönerek şöyle
dedi: “Amacın neydi, ey Samirî?” [Taha Suresi, 20/95]. Yani, “(İlah’ı) buzağı suretine özgü
kılarak, ne diye insanların mücevherlerinden bu buzağıyı yaptın da, malları yönünden onların
kalbini çeldin?” dedi. (İnsanın kalbi, malının bulunduğu yöne eğilimli olduğundan) İsa
aleyhisselam İsrailoğulları’na şöyle dedi: “Ey İsrailoğulları, her insanın kalbi malının
bulunduğu yöndedir. O halde siz, malınızın gökte olduğunu farzedin ki, kalpleriniz gökte
olsun.” Mala, “mal” denilmesi, tabiatı gereği kalplerin ona kulluk etme eğiliminde
olmalarından [“tumilu”] dolayıdır. Ve kalbin mala duyduğu gereksinimden dolayı, mal kalbin
en çok istediği şeydir.

Ne var ki, suretler kalımlı değildirler. Ve eğer Musa buzağıyı yakmaya


davranmasaydı, bu buzağı sureti (zaten) kaçınılmaz olarak ortadan kalkacaktı. Ve Musa’da,
(buzağının Allah’tan) başka-olmaklığı (düşüncesi) baskın geldiği için, buzağıyı yakarak, bu
suretten arta kalan külleri denize savurdu ve Samirî’ye “İlahına bak!..” dedi. Tenbih yoluyla
eğitmek için, buzağıyı “ilah” olarak adlandırdı, çünkü buzağının ilahi tecelli mahallerinden bir
parça olduğunu biliyordu. Ve şöyle dedi: “..Biz onu elbette yakarız” [Taha Suresi, 20/97].

[Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)-Fusus-ul Hikem'den]

“Acele etme…” zevkin son sınırına ulaşmak maksadıyla heyecanla uyanan


şevkten dolayı ledünni ilmi cem mahzeninden almak için acele etme...

“Allah yücedir.” Sonsuz yücelik ve azamet sahibidir. Öyle ki yüceliğinin ve azametinin


ölçüsünü bilmek, bir ölçüyle sınırlandırmak mümkün değildir. Mülkünde işini bozacak kimse
yoktur. O her şeyden yücedir, mülkünde iradesi ve kudreti doğrultusunda tasarrufta bulunur.
Kimse O’nun adaletini de etkisiz kılamaz. O her şeye hakkını, hikmeti doğrultusunda eksiksiz
verir. “Acele etme…” zevkin son sınırına ulaşmak maksadıyla heyecanla uyanan şevkten
dolayı ledünni ilmi cem mahzeninden almak için acele etme. “Önce…” onun sana varit
olmasına hükmedilmesinden ve sana ulaşmasından önce acele etme. Çünkü ilim ve hikmetin
nüzulü, senin kabiliyet açısından kaydettiğin yükseliş mertebelerinin terettübüne bağlıdır.
İstemekte, feyizlenme hususunda aşırı talepkâr olma. Çünkü feyiz tükenmez. Arınma,
yükseliş ve güzelliklerle bezenme hususunda artış kaydetmek suretiyle feyizde artışı talep et.
Daha fazlasını istemek, ancak hal duasıyla ve istidat diliyle olur; kabul imkânı oluşmadan bir
an önce istemekle, talep etmekle olmaz. Her öğrendiğin, bildiğin şeyle birlikte, ondan daha
yüce ve daha gizli olanını kabul etme yeteneğin artar. Adem (a.s) kıssası ve bu kıssanın tevili
daha önce birkaç kere geçti. “Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak
kalmak.” Çünkü ruhani âlemde maddi giysilerden arınma esnasında zıtların çatışması söz
konusu olamaz. Aynı şekilde, fesada yol açan bezenme de gerçekleşmez. Bilakis nefis,
tükenmesinden ve yok olmasından endişe duymadan, emin olarak maksadın gerçekleşmiş
olmasıyla lezzet alır.

[Muhyiddin İbn Arabi (k.s.) -Kuran Tefsirinden-]

Neden yaratana değil de

Ey isteyen, ey aşık! Sana bu isteği vereni düşün; eseri yaratanı gör! Neden yaratana değil de,
onun yarattığı esere gönül veriyorsun?

Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)

O perdeyi ateşe ver


Geçmişe üzülmek, gelecekten tedirgin olmak; Allah’la arandaki perdedir. O perdeyi ateşe ver
ki; ardından Allah görünsün!

Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)

bir an için olsun, kendini görme

Yeryüzünde gökyüzünün bile göremediği şeyleri seyretmek istiyorsan, bir an için olsun,
kendini görme.

Hz Mevlana (k.s.)
Divan-ı Kebir(c.IV,2057)

Akıllı Tasarım/Tasarım Delili

http://vimeo.com/7842317

Dinle

Namazda okuduğun sana söyleniyor..Dinle..

neye tutunur neye dayanır

Bütün bu varlıklar, bu alem, neye tutunur neye dayanır düşünsene..

Ruhlarımız bedenlerimizden ürkmektedir

Ruhlarımız bedenlerimizden ürkmektedir.

Şems-i Tebrizi (r.a.)

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)

http://www.youtube.com/watch?v=sJP0Gtyll98&feature=related

Ben Kur'an ve Fatiha suresiyim


Ruhun ruhuyum, canlıların ruhu değil
Kalbim bildiğimin katında yerleşmiş
O'nu müşahede eder; dilim ise sizin yanınızda
Göz ucunla bedenime doğru bakma
Ruhunu şarkılarla beslemekten uzak dur
Zat'ın zat deryasına dal da
Gözlere açılmamış sırları gör
Ayrıca sırlar belirsizce gözükür
Manaların ruhlarıyla gizlenmiş olarak

[Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)]

"Kalbim her sureti kabul eder oldu. Meselâ": "Ceylanlara otlak, rahiblere manastır" "Putlara
tapınak, hacılara Ka'be" Tevratın sayfaları, İslâm'ın mushafi oldu." "Dinim sevgi dinidir, onun
kervanına yöneldim" "Sevgi dinidir dinim ve imanım."...

[Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)]

De ki: biz inandık Allaha iman getirdik: bize indirelene de, İbrahime ve İsmaile ve İshaka ve
Ya'kuba ve Esbata indirilene de Musaya ve İsaya ve Nebiyyuna Rablarından verilene de,
onlardan birinin arasını ayırmayız ve biz ancak ona boyun eğer müslimleriz.

[Ali İmran/84]

Celâlim hakkı için sorsan onlara(Putperestlere): o Gökleri ve Yeri kim yarattı? Her halde elbet
Allah diyecekler, «Hamd Allah'a» de, fakat pek çokları bilmezler.

[Lokman/25]

..Ceylanlara otlak...

..Ceylanlara otlak..

elhuznürrefiigı

http://www.youtube.com/watch?v=Xhd-zImzoiI&feature=related

'Hüzün benim arkadaşımdır' dedi peygamber


s.a.v...Dostum demedi..
OL der OLuverir

Hiç bir eşyanın hareketi kendisinden olamadığı gibi biribirinden de olamıyor


demektir.Hareket kendiliğinden olamadığı gibi durgunluk da kendiliğinden değil demektir.

OL der OLuverir OLacak OLan...

Aşk azmedilecek işlerdendir

Allah için sükut etmek, küsmek olmaz.Bu edebin anlaşılması Zat'en beklenmez.Aşk
azmedilecek işlerdendir.Aşık'ın mahkemesinde zıtlıklardan verilen hükme itibar olunmaz.

Bismillah/Anlamı/Manası

Yemek içmek yetmez, doyurmaz müzik; herşeyde bıkkınlık vardır, herşeyin kendisi
böyledir.Bunlara tapmadığın halde de bunlar oluverir bilirsin. Bunu bilirsen "Bismillah"a
yaklaşmışsındır.

Şüphe/Bilinç
- sende gerizekalısındır belki.
- belkide ölesindir ama..bu ihtimal hep olucak..
- belki de değilim yani di mi gerizekalı

Hamd O'nadır ve O'nundur

Huzurunda acizliği kabul ettikçe ayırd etmeksizin her kuluna nihayetsiz yükseklik veren
başka hangi sultandır.Hamd O'nadır ve O'nundur

kapısından geçen köpeğe bile cevap vermekte saygı gösterir

Gerçek Allah adamı, kapısından geçen köpeğe bile cevap vermekte saygı gösterir. Heybet,
ululuk konusuna gelince; bendeki irade kuvveti, heybete üstün gelir. İkincisi; düşünceli,
ağırbaşlı hareket eder; her iki tarafı da korur.

Şems-i Tebrizi (k.s.)(Makalat)

Elhamdülillah!

Şeyh Ali Harzani şöyle söyledi: Abdulkadir Geylani hz.leri bana şöyle buyurdu: "Cehennem
meleği Malik'e sordum. Senin elinde benim müridlerimden birisi bulunur mu? Malik "Hayır,
Allah c.c adına" dedi." Sonra Şeyh devam etti: "Benim elim müridlerim üzerinde yer
üzerindeki sema gibidir. Şayet ben tamamen iyi bir halde iken, müridlerimden bir tanesi bile
halinden tam hoşnut değilse, ayaklarım Rabbimin huzurundan beni ve tüm müridlerimi
cennete taşıyana dek ayrılmaz!"

Şeyh Abdülkadir Geylani hz.lerine "Senden ders almamış, senin elinden hırka
giymemişlerden hangilerine Kadiri dersin" diye sorduklarında, Şeyh şöyle buyurdu: "Her kim
benim ismimle isimlenirse (sorulduğunda kendini Kadiri olarak tanıtırsa), yada bana bir
yakınlık hissederse, yönü cezaya müstehak bile olsa, Allah O kişiyi kabul buyurur, zira O
benim takipçilerim arasındadır."

înanç kuvveti ve gün ışığı aşkı

İnanan kimselerin elbette inançlarının kuvvetli olması gerektir ki, dağdan aşabilsinler. Yedi
başlı aslanı görsünler, kulağına yapışsınlar, înanç kuvveti ve gün ışığı aşkı ile gam
çekmesinler.

înanç ve aşk insanları kahraman yapar, bütün korkuları giderir.

Şems-i Tebrizi (k.s.)

Tasavvuf Kitaplığı

Tasavvuf Kitaplığı (Yeniledim, düzenledim.7 gün içinde indirebilirsiniz.)

https://www.yousendit.com/download/THE1Z285RkVCMTVjR0E9PQ

«Dinde ruhbanlık yoktur!» buyurulmuştur


«Dinde ruhbanlık yoktur!» buyurulmuştur. Bu, hep halk ile birlikte otur demek değildir.
Uzaktan halkı seyret, ancak onlara, hak söz söyle, hoş ve lâtif bir dille konuş. Eğer zamanede
biri gelir de, «Sözün sırrı başkadır,» derse ona,(beşer kelâmı ile) kendisinde harf ve ses
olmayan kelâmın farkını sorarsın. Eğer doğru cevap verirse onun ayağına kapanırsın. Şayet,
«Bu kelâmın sırrı da ne oluyor? O da yabancılar içindir,» der ve deliller gösterirse, bu hususta
seni aydınlatırsa, onda heybet ululuk ve Allah kudreti görünürse, o da bizim küçük kardeşimiz
olur. Ancak o, öyle bir mert olmalı ki, kendisinde bir dert, bir aşk olsun. Her türlü vehim,
hayal ve tereddütleri yaksın, şüphe perdelerini yırtsın. [Şems-i Tebrizi (k.s.)]

Bak ben sabit ve kararlıyım

Sen kendini yenile. Ben yepyeniyim. Sen kendini isbat et. Bak ben sabit ve kararlıyım. Beni
sebatlı göremiyorsan bu senin sebatsızlığındandır. Ben eğer senin beni sebatlı kılman
sayesinde sabit olursam, bu benim için çok kuvvetli sebat olur.

Şems-i Tebrizi (k.s.)

Aciz olduğunu hatırla

Aciz olduğunu hatırla.Hep merhamet olunursun.Kul olduğunu unutma gevşemezsin.


Düşünceye haddinden fazla değer verdiğin için yakana yapışır.Bilirsen hakkını vermiş
olursun.Ve diğer herşeyde de böyledir.Ancak öylece çer çöpünden arınır nimetler.Yoksa
denge kaybolur hakları veremediğin gibi haddi de bilmezsin ve afiyetin kaçar.Aciz olduğunu
unutma.Ve Kul olduğunu unutma, gevşemezsin. Hayırlı Cumalar olsun.

Ruh/Emrindendir

Nimetinden gelen şükrü eda etme dağında, Zat'ına çarpıldım.Günahların gafletinden


yol verseydi bana O An-ı Daim, lezzet kalırdı elimde sadece kulluktan.Gizliden sesi
Abdulkadir'in ayağı boynumdayken, lezzet nedir nasıl bilirdim. Yavaş yavaş nefes kesildi.O
An'da, saflık gitti..meleklik gitti, insanlık gitti.Bir kulluk bıraktı elde, Babamın Rabbi; benim
Rabbim.O kulluk sırrı Ruhtandır.Ki o Ruh amellerden değil... Emrindendir.

Rab

O gülümseyen bir çocuğun sadece dudaklarına sahip değildir.O gülümseyişin de sahibidir. O


senin vücudunu sana sarmış bulunan bir Rabdir.

Akıllardaki Tek Soru O'dur/Tasavvuf/Lost/Din

Akıllardaki Tek Soru O'dur. Ve en zorlu en basit cevap. Hiç ilgisi yoktur gibi olan. En yüce
söz de sadece O'na aittir: "Senden evvel hiç bir Resul göndermedik ki ona şöyle vahyetmiş
olmıyalım: Hakikat bu: benden başka ilâh yoktur, onun için hep bana ibadet edin" [Enbiya/25]

http://diziport.com/lost_6_sezon-izle/9_bolum/1

Külli İrade
Yer sarsıntısı, öküzün bacağından olsaydı, bütün yeryüzünü titretirdi. Halbuki bir şehir alt üst
olurken, öteki selâmette kalır. Hakkın sözünü dinle. Kudret Allah'ın elindedir.[Şems-i Tebrizi
(k.s.)]

İslam/Cihad

Düşmanı kovalamayınız, onların yaralananlarının yarasını sarınız, esirlerini tedavi ediniz. [Hz
Ali (r.a.)]

Kerûbîler,Sâffûn,Ruhanîler,Mukarrebler

Kerûbîler takdis ederler.Sâffûn sessizce okurlar.Ruhanîler şiirler söylerler. Mukarrebler tesbîh


ederler.O'nun nuru ile her varlık öyle bir aydınlanır ki, hepsinin de varlık sırrı bu nûr
sayesinde zahir olur.Hepsi de O'nun ma'bûdluğunu ve kahhârlığını itiraf eder.

Zikirler taşınanların taşıyıcısıdır; sakinlerin sükûnet vesilesidir.Zâkiri, celâl içinde, okunan


esmanın koruyuculuğu ve sıfatların muhteşemliği otağlarına çeker. Ariflerin sırları o esmayı
tanımanın aşamaları içerisinde öyle bir değişir ki,onlar teveccühleri dairesindeki Mülk ve
Melekût âlemlerine âit varlıkların zâtlarının bıraktığı her şeyi/eseri o esma ile müşâhade
ederler.Öyle ki, kaderin malûmat (eşyaya âilt bilgiler) alemindeki sırrının akışını bizzat
gözleriyle görürler.Zîra bilinen her şeyde/ma'lûmda, kemâl ve nûr eliyle çekilmiş çok ince bir
sır vardır.

[Abdulkadir Geylani (r.a.)]

Rabbim

Yarattığını istediği gibi yaratmıştır; bunu da ne bir menfaat temin etmek, ne bir zarardan
korunmak ve ne de kendisine yapılan bir dileği veya söylenen bir fikri yerine getirmek için
yapmıştır; aksine, mahlûka âit değişme ve bozukluklardan uzak olan bir irâde ile yaratmıştır.
O, varlığı yaratma kudretinde "Tek"tir. Zararı defetmede, belâyı izâle etmede, varlıklara farklı
suretler vermede ve halleri değiştirmede "Tek"tir.

Takdir ettiği şeyi takdîr ettiği zamana sevk eder. Mülkünü idarede yardımcısı yoktur. O
Hayy'dır/diridir; ama O'nun hayâtı ne kazanılmış, ne de mukadder bir hayattır. O;
muhdes/yaratılmış olmayan, gizli olmayan ve sonuna ulaşılamayan bir ilimle Âlim'dir (ilim
sahibidir). O sınırlanamayan bir kudretle Kâdir'dir (kudret sahibidir). Muhdes ve
mütenâkız/çelişkili olmayan bir irâde ile Müdebbir'dir (işlerini gerçekleştirendir). Unutmayan
bir Hafîz'dır (koruyan ve bilen). Uyumayan bir Kayyûm'dur. Kendisini gaflet basmayan bir
Rakîb'dir/gözetleyendir.

Kabz/sıkıntı ve bast/ferahlık veren O'dur. Razı olur ve gazaplanır. Bağışlar ve merhamet eder.
Var etmiştir ve yok etmiştir; "Kadir" denmeye müstehaktır. Yarattıklarının illetlerini
(kusurlarını, sıkıntılarını) yok etmiştir ve onları mükemmel bir vasıfta yaratmıştır; "Rab"
denmeye müstehaktır. Kullarının fiillerini, onlardan istediği duruma göre yaratır; "İlâh"
denmeye müstehaktır. Kıdemdeki ilmiyle çelişecek yeni bir ilmi sâdır olmaz; gerçekten de
"Âlim"dir denmeye müstehaktır. O'nun zâtına ve sıfatlarına hiçbir şey benzemez; o halde
O'nun hakkında "O'nun benzeri gibisi yoktur"332 demek vacip olmuştur. Kâim (ayakta,
mevcut) olan her şey ancak O'nun ezelî kıyamı ile kâimdir.
Her canlı hayâtını ancak O'nun emriyle elde etmiştir.

Eğer akıl, O'nun izzeti için bir misâl getirecek olsa, ya da ilim O'nun celâli/yüceliği için bir
cedele tutuşacak olsa; bunda fehim şaşırıp kalır, fikrin dili tutulup dehşete düşer. Ancak bütün
yüceliğiyle ta'zîm ortaya çıkar. O'nun tenzihi için bir bedel/ karşılık bulunamaz.Tevhidine güç
yetirilemez.Tefrîd/tevhîd yollarına tevazu ile sülük etmiş olan takdis/ zikretme orduları
karşıdan çıkıverir!

O'nun künhünü bilmek hususunda kapılar kibriyâ örtüsü ile kapalıdır. Gözler, O'nun
ehâdiyetinin/birtekliğinin hakikatini idrâk etmekte O'nun beka nuru ile yorgun düşer. Eğer
mahlûkatın bütün ilimleri ayaklanıp bir haberin peşine düşecek olsalar, ya da bütün herkesin
bilgisi bir iz sürerek ulaşabildiği yere kadar ulaşsa, benzersizlik sebebiyle, onlara kemâl
örtüsüne sahip ancak bir şimşek/bârika parıldayabilir. Onun yüceliğini övmenin komşuluğuna
güç yetiremezler. Onların idrakleri ve bu uğurdaki kuvvetleri kıdem vasıflarına vâsıl oldukları
anda ebed sıfatları ile iptal olur. Bu, ezelde infisâl/ayrılık takdir edilmemiş bir vuslattır; bunda
infisâle dönüş yoktur.

Bu durumda, en şerefli kudsiyet canibinden illetleri (sebep ve hastalıkları) öldüren bir heybet
belirir; adedi ortadan kaldıran bir infirâd/birlik, sınırı muhal kılan bir vücûd/varlık, keyfiyeti
yok eden bir celâl/yücelik, misli/ benzerliği düşüren bir kemâl, vahdeti gerektiren bir
vasıf/sıfat, mülkü kuşatan bir kudret, hamdi/övgüyü bitiren bir mecd/şan, göklerde, yerde, bu
ikisi arasında, toprak altında ve denizlerin dibinde olanları, biten her bitkiyi ve tüyü, düşen her
yaprağı, taşların ve kumların sayısını, dağların ağırlığını, denizlerin ölçüsünü ve kulların
amellerini, eserlerini ve nefeslerinin sayısını kuşatan/bilen bir ilim...

O, yarattıklarından farklıdır. Hiçbir mekan O'nun ilminden uzak kalamaz. O, varlığını ispat
etmeleri ve tevhîd etmeleri için kendisini sıfatlarıyla mahlûkâtına tanıtmıştır; O'na, benzerler
koşmaları için değil...îmân, O'nun sıfatlarını tasdik ederek, ilme'l-yakîn ile ispat etmektedir.
Ama o sıfatların hakikatine vâkıf olmak gaybdan başka bir şey değildir; aklın O'nun sıfatlarını
idrâke mecali yoktur.

Vehim O'nun hakkında ne anlatırsa anlatsın, fehim O'nunla ilgili ne görürse görsün, akıl O'nu
nasıl hayâl ederse etsin, zihin Onu nasıl tasavvur ederse etsin, Allâhu Teâlâ'nın azameti, celâli
ve kibriyâsı onların hepsinin hilâfınadır. "O evveldir, âhirdir, zahirdir, bâtındır. O her şeyi
bilendir." 333

332 Şûra, 42/11.


333 Hadîd, 57/3.

Abdulkadir Geylani Hazretleri (k.s.)

Rabbimiz Allâhu Teâlâ, yüceliğinde yakın ve yakınlığında yücedir. Mahlûkatı kudretiyle O


yaratmıştır. İşleri hikmeti ile takdir eden O'dur. İlmiyle her şeyi kuşatmıştır. Kelimesi/sözü
tamdır. Rahmeti umûmîdir. Ondan başka ilâh yoktur.

O'na şirk/ortak koşanlar, O'nun dengi olduğunu iddia edenler, ya da O'nun benzeri veya rakibi
olduğuna inananlar yalancıdır. O; yarattıklarının sayısınca, arşının genişliğince, kendisinin
razı olduğu ölçüde, kelimelerinin mürekkepleri kadar, ilminin sonsuzluğunca, dilediği ve
yarattığı kadar sübhândır.
"Gaybda olanı ve görünürde olanı bilendir.323 "Rahman, Rahim" "Melik, Kuddûs, Aziz ve
Hakim'dir."i324 Vahid'dir, Ehad'dır, Ferd'dir, Samed'dir. "Doğmamıştır ve doğurmamıştır.
Hiçbir şey O'nun dengi değildir." 325 "O'nun benzeri gibisi yoktur. O işitendir, görendir."i326
O'nun benzeri ve dengi yoktur. Yardımcısı ve destekçisi yoktur. Ortakçısı ve veziri yoktur.
Eşi ve danışmanı yoktur.

O, cisim değildir ki dokunulsun. Cevher değildir ki hissedilsin/algılansın. Araz değildir ki


uzak/yok olsun. Bir şeylerden birleşmiş/mürekkeb değildir ki dağılsın. Âlet/araç sahibi
değildir ki temsil edilsin, benzeri yapılsın. Telif sahibi (bir şeye bitişik ve yakın) değildir ki
nitelensin. Hayâl edilebilir bir mâhiyet sahibi değildir ki sınırlansın. O, herhangi bir tabiat
(maddî karakter) sahibi değildir. O herhangi bir tâli' (güneş vs. gibi doğan bir şey) değildir. O
bir karanlık değildir ki aydınlansın. Bir nûr/ışık değildir ki ortaya çıksın. O, eşyayı ilmiyle,
ama herhangi bir karışma olmaksızın kuşatmıştır. Eşyanın içini herhangi bir temas olmaksızın
görendir/bilendir.

O Hâkim (hüküm ve hikmet sahibi) bir Kahhâr'dır. Rahim (rahmet sahibi) bir Kâdir'dir. Satir
(günahları örten) bir Gâfir'dir (günahları affeden). Fâtır (ilk var eden) bir Hâlık'tır. Ma'bûd
olan bir Ferd'dir. Ölmeyen diridir. Yok olmayan ezelîdir. Melekût âlemlerinin ebedîsidir.
Ceberut âlemlerinin sermedîsidir (sonsuzudur). Uyumayan bir Kayyûm'dur (ayakta, dimdik).
Zulüm edilemez bir Azîz'dir (güçlüdür). Râm edilemez bir Meni’dir.327 En güzel isimler
(Esmâ-i Hüsnâ), yüce sıfatlar ve sonsuz azamet O'nundur. Vehimler O'nu tasavvur edemez.
Fehimler/anlayışlar O'nu bilemez. Kıyas ile ölçülemez. İnsanlara benzetilemez. Akıllar O'nu
niteleyemez. Zihinler O'nu sınırlayamaz.

Yarattıklarına benzemekten ya da halkettiklerine bitişmekten yücedir. Nefesleri kuşatan ve


sayısını bilendir. "Herkesin yaptığını gözetleyip muhafaza edendir. 328 "O herkesi kuşatmış
ve sayısını tesbit etmiştir."329 "Kıyamet günü herkes O'nun huzuruna tek tek gelecektir."330
"O doyurandır, doyurulan değil."331 O rızık verendir; rızık verilen değil. O kurtaran ve
himaye edendir; kurtarılan ve himaye edilen değil.

323 Haşr, 59/22.


324 Haşr, 59/22-23.
325 İhlâs, 112/3-4.
326 Şûra, 42/11.
327 Menî': Başkaları tarafından zaptedilemez, ele geçirilemez, güç yetirilemez bir kuvvet
sahibi.
328 Ra'd, 13/33.
329 Meryem, 19/94.
330 Meryem, 19/95.
331 En'âm, 6/14.

Abdulkadir Geylani Hazretleri (k.s.)


***

http://deliright.blogspot.com/

Büyük Gün
Bugün, her türlü yoksul ve aciz olan, her türlü zengin ve varlık sahibi olanlara
gösterilir/Yarın, varlık sahiplerine elsiz ayaksız, sebebe muhtaç olmaksızın ihtiyaçlar nasıl
giderilir gösterileceği gün, büyük bir gündür

Hu

Seyrederiz; biribirilerini düşündürür, biribirilerini düşünürler..

Tasavvuf/Quantum Fiziği (Devam)...

Partkül: Maddenin veya enerjinin en küçük parçası; parçacık.

Evt.gördüğün ne varsa temeli olan bu küçük arkadaşın varlığını yöneten yönlendiren herhangi
bir fizik kuralı mevcut değil.."Yok" yani..Aynı şekilde varlığı da "YOK" tan..Yok ama Var
dedikleri.. İnanılmaz ama gerçek dedikleri.Ve hareketlerini belirlemek şöyle dursun...ne
yapacağı belirsiz serseri mayındır kendisi..Çarpar adamı...Fakat ne hikmetse ne yaptığı belli
olmadığı halde çok da süper iş görür..Gördüğün üzere bütün dünya hayatınız ve halk arasında
Madde denilen şey..Yani özetlemek gerekirse QUANTUM yüreklerde bir yaradır..Gülen
yüzleri soldurandır..Ne bilim bırakmıştır ne de tesadüf..Profesör kardeşimizin "Anladım
diyorsanız yanılırsınız" demesinin altındaki sır da budur...E tabi ister inanırsın ister
inanmazsın Hacım :) OKU anlarsın..Bilimin son noktası olduğu halde profesöründe belirttiği
gibi bilimsel olmadıı için, anlatınca anlaşılmıyor o yüzden böyle anlattım.. Üslubun kusuruna
bakılmasın..Başka türlü de anlatırdım da DİN'i bilgiye geçmem gerekir..

http://jonasclean.blogspot.com/2010/03/bir-gun-bilim-oyle-ilerleyecek-ki.html

bir gün Bilim öyle ilerleyecek ki, ekmekler de hap şeklinde olacak

Ölen çocuklar, savaşların durması için büyüklere yeterli bir sebep değil mi ki/ Ya da açlar,
tüm tokların Zekat vermesini zorunlu kılacak kadar çok değil mi/ O, yapılması gerekenleri
yapmada en şiddetli olan değil midir/Değilse, külahıma koy ayaklarını/ O, yaptığından
sorumlu olmaz, onlar ise sorumlu tutulacaklardır.[Enbiya/23]/ Rabbin hakkı için, Biz onların
hepsine mutlaka ve muhakkak bütün yaptıklarını soracağız.[Hicr92/93]/Ve bekle sen, bir gün
Bilim öyle ilerleyecek ki, ekmekler de hap şeklinde olacak

***

(Bir kimsenin muhtaç ve muzdarip olduğunu görürüsen ve sen de onun ihtiyacını ve


sıkıntısını giderecek güce sahip isen, o zaman senin malında onun da hakkı olduğunu bilmen
gerekir.Çünkü, Allah onun hakkını veresin diye onun durumunu sana göstermiştir.Eğer o
hakkı vermezsen, o zaman sorumlu olursun.)

[Muhyiddin İbn Arabi(r.a.)]

You might also like