Professional Documents
Culture Documents
SAYFA
Önsöz........................................................................................................ 1
1. Liderliğin Tanımı..................................................................................... 2
2. Yönetici ve Lider Birbirinden Farklı mıdır?.............................................. 3
2.1. Liderler gerçekte ne yapar?
2.2. Yön belirleme ile plan ve bütçe hazırlama arasındaki fark
2.3. İnsanların hizaya girmesini sağlama ile örgütleme ve kadro oluşturma
arasındaki fark
2.4. İnsanları motive etme ile kontrol etme ve problem çözme arasındaki fark
6. Yöneticinin Rolleri.................................................................................... 24
7. Eğitmenin İşi............................................................................................. 24
1
ÖNSÖZ
Öncelikle bana bu projeyi hazırlama imkanı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Liderlik konusunu seçmemdeki en büyük neden liderlik hakkındaki yaygın olan yanlış
kanılardı. Genellikle herkes liderlerin diğer insanlardan farklı olduğunu düşünür. Buna göre
lider olunmaz, lider doğulur. Onun için de liderler hayranlık duyulacak insanüstü varlıklardır.
Bu inancın yanlış olduğunu en basit şekliyle şöyle izah edebiliriz. Toplumda o anki
liderden daha zeki ve daha yetenekli insanlar bulunabilir. Fakat bu insanların kendilerini
gösterebilecekleri yerler çok kısıtlıdır.
Zaten genellikle bir liderin (devlet içinde düşündüğümüzde) o devletin başkanı olduğu
aşikardır. Eğer o liderden daha yetenekli bir kişi iktidarı ele geçiremezse hiçbir zaman gerçek
anlamda o toplumun lideri olma fırsatını yakalayamaz.
Bunu en somut saltanatlarda görüyoruz. Kimi zaman iktidara çok yetenekli hükümdarlar
gelebildiği gibi basiretsiz, hatta aklî dengesi bile bozuk hükümdarlar da gelebilmektedir.
Sarayda ya da halkın içinde o tahtı hakkeden birisi olsa da ve o kişi isyan çıkarıp iktidarı
devirmek istese de çoğunlukla bunda başarılı olamayıp, üstelik kellesini de kaybetmekten
kurtulamaz.
Ben bu projeyi hazırlarken bazı kıstasları göz önünde bulundurdum. Lütfen projeyi
değerlendirirken bu kıstasları görmezden gelmeyin.
Öncelikle liderlik gibi her yana çekilebilen, somut verilere dayanmayan flû bir konuda
birbiriyle hiç alakası olamayan çalışmalar ortaya konabilir. Ben de topladığım kaynaklardan
en ilgimi çekenleri projeme dahil ettim. Bunu yapmamdaki en basit mantık; eğer bir konu
benim ilgimi çekiyorsa büyük bir olasılıkla başkalarının da ilgisini çekebilir. Aynı şekilde
beni sıkıyorsa başkalarını da sıkabilir. Bununla birlikte ödevimin basma kalıptan uzak özgün
bir çalışma olabilmesi için elimden geldiğince örnek olaylara yer verdim.
Kaynaklarım büyük çoğunlukla iş dünyasında söz sahibi Harward Business Review
dergisinin liderlik konusunda yayınlanmış ve artık klasikleşmiş makalelerinden oluşmaktadır.
Bu makalelerin yazarları kendi alanlarında bir numara olan, birçok ödüller almış saygın
kişilerden oluşmaktadır.
Beğeneceğiniz ümidiyle projemi görüşlerinize sunuyorum.
LİDERLİK
2
1. Liderliğin Tanımı: Liderlik, belli bir durumda, belli, bir anda ve belli koşullar altında
bir grup üzerindeki; insanların örgütsel hedeflere ulaşmak için gönüllü olarak çabalamasını
teşvik eden, ortak hedeflere ulaşmada yardımcı olan, deneyimleri aktaran ve uygulanan
liderlik türünden hoşnut olmalarını sağlayan etkileme süreci olarak tarif edilebilir. Bu
tanımdaki önemli hususlar şunlardır: Etkileme süreci, Belli bir durum ve belli koşullar,
İnsanların örgütsel hedeflere ulaşmak için gönüllü olarak çalışmalarını teşvik etmek, Ortak
hedeflere ulaşmada yardımcı olan deneyimleri aktarmak, Uygulanacak liderlik türünden
hoşnutluk.
2. Yönetici ve Lider Birbirinden Farklı mıdır?
2.1. Liderler gerçekte ne yapar?
Liderlik yöneticilikten farklıdır, ama birçok kişinin düşündüğü nedenlerden ötürü değil.
Liderlik gizemli ve esrarlı bir şey değildir. “Karizmaya” ya da diğer egzotik kişilik
özelliklerine sahip olmakla hiçbir ilgisi yoktur. Seçilmiş birkaç kişinin egemenlik alanı
değildir.
Daha çok, liderlik ve yöneticilik iki ayrı ve tamamlayıcı eylem sistemidir. Her birinin
kendine özgü işlevi ve karakteristik uğraşları vardır. Günümüzün iş ortamında başarı
sağlamak için her ikisi de gereklidir.
Yöneticilik karmaşıklıkla başa çıkmaya ilişkindir. Uygulama ve yöntemleri büyük ölçüde,
yirminci yüzyılda büyük, karmaşık örgütlerin ortaya çıkmasına bir tepkidir. Buna karşılık,
liderlik değişimle başa çıkmaya ilişkindir. Son yıllarda bu kadar önem kazanmasının bir
nedeni, iş dünyasının daha rekabetçi ve daha hareketli hale gelmesidir. Daha fazla değişim
her zaman daha çok liderlik ister.
Bugün çoğu ABD şirketinde fazla yöneticilik ve az liderlik söz konusudur. Bu şirketler
liderlik uygulama kapasitelerini geliştirmeye ihtiyaç duymaktadır. Başarılı şirketler liderlerin
ortaya çıkmasını beklemez. Liderlik potansiyeline sahip kişileri ciddi şekilde arar ve onları bu
potansiyellerini geliştirmek için tasarlanmış deneyimlere sokar. Gerçekten de, özenli bir
seçme, eğitme ve cesaretlendirmeyle bir firmada önemli liderlik rolleri üstlenebilecek
düzinelerce insan vardır.
Ama şirketler, bu kişilerin liderlik yeteneklerini iyileştirirken, zayıf bir yönetim eşliğindeki
güçlü bir liderliğin, bunun tam tersinden daha iyi olamadığını, hatta bazen çok daha kötü
olduğunu unutmamalıdır. Gerçek meydan okuma, güçlü liderlik ile güçlü yöneticiliği
birleştirmek ve birini diğerini dengelemek için kullanmaktır.
3
2.2. Yön Belirleme İle Plan ve Bütçe Hazırlama Arasındaki Fark
Liderliğin işlevi değişim yaratmak olduğu için, bu değişimin yönünü belirlemek liderliğin
temelidir.
Yön belirleme planlamayla, hatta uzun vadeli planlamayla bile, asla aynı değildir; ama
çoğunlukla insanlar ikisini karıştırır. Planlama bir yöneticilik sürecidir, doğası gereği
tümdengelime dayanır ve değişim üretmek için değil, düzenli sonuçlar üretmek için
tasarlanır. Yön belirleme tümevarıma daha çok dayanır. Liderler çok çeşitli veriler toplar ve
açıklayıcı kalıplar, ilişkiler ve bağlar ararlar. Hatta, liderliğin yön belirleme özelliği plan
üretmez, daha çok vizyon ve stratejiler yaratır. Bunlar, bir işi, teknolojiyi ya da şirket
kültürünü, uzun vadede olması gerekenlere göre ifade eder ve bu hedefe ulaşmanın uygun bir
yolunu dile getirirler.
Birçok vizyon tartışması gizemli bir hava kazanarak özünden sapma eğilimi gösterir. Bir
vizyonun, ölümlülerin, hatta çok yetenekli olanların bile asla sahip olmayı umamayacağı
gizemli bir şey olduğu ima edilir. Oysa iyi bir yön oluşturmanın büyüyle ilgisi yoktur. Zorlu,
bazen yıpratıcı bir enformasyon toplama ve analiz etme sürecidir. Bu tür vizyonları dile
getiren kişiler büyücü değil, risk üstlenme arzusu taşıyan, geniş tabanlı stratejik
düşünürlerdir.
Vizyon ve stratejilerin parlak buluşlar olması gerekmez; aslında, en iyilerden bazıları hiç
de böyle değildir. Normalde, etkin iş vizyonları neredeyse vasat bir kaliteye sahiptir ve
genellikle çok iyi bilinen fikirlerden oluşur. Fikirlerin birleştirilme ya da kalıplaştırılma
şekilleri yeni olabilir, ama bazen böyle bile değildir.
Örneğin, genel müdür Jan Carlzon, Scandinavian Airline Systems (SAS) şirketini sık
seyahat eden işadamları için dünyanın en iyi hava yolu şirketi haline getirme vizyonunu dile
getirdiğinde, havayolu taşımacılığında hiç kimsenin önceden bilmediği bir şeyi söylemiyordu.
İşadamları diğer gruplara oranla daha sık yolculuk yapar ve genel olarak daha yüksek bilet
ücretleri ödemeye isteklidir. Bu nedenle işadamlarına odaklanmak, bir hava yolu şirketine
yüksek kâr marjları, sürekli iş ve önemli büyüme sağlar. Ama vizyondan çok bürokrasiyle ün
kazanmış bir sektörde, daha önce hiçbir şirket bu basit fikirleri bir araya getirmiş ve kendini
bu fikirleri hayata geçirmeye adamış değildi. SAS bunu yaptı ve işe yaradı.
Bir vizyonla ilgili en önemli şey özgünlüğü değil, önemli bileşenlerinin -müşteriler,
hissedarlar, çalışanlar- çıkarlarına ne kadar hizmet edeceği ve gerçekçi bir rekabet stratejisine
ne kadar kolay dönüştürülebileceğidir. Kötü bir vizyon önemli bileşenlerinin meşru hak ve
ihtiyaçlarını göz ardı etme eğilimindedir; örneğin, müşteriler ya da hissedarlar karşısında
çalışanların tarafını tutar. Ya da stratejik açıdan dayanıksızdır. Bir sektörde zayıf bir rakip
olmaktan öteye asla geçememiş bir şirket, birden bire bir numara olmaktan söz etmeye
başlarsa, bu bir vizyon değil boş bir hayal olur.
4
Yön Belirleme: American Express’ten Lou Gerstner
Lou Gerstner 1979’da American Express’te Seyahatle İlgili hizmetler (SİH) biriminin
başkanı olduğunda, bu birim 130 yıllık şirket tarihindeki en büyük meydan okumalardan
biriyle karşı karşıyaydı. Yüzlerce banka, American Express kartıyla rekabet edebilecek olan
Visa ve MasterCard kredi kartlarını veriyor ya da vermeye hazırlanıyordu. Ayrıca iki
düzineden fazla finansal hizmet firması da seyahat işine girmek üzereydi. Gelişkin bir
piyasada bu tür bir rekabet artışı genellikle kâr marjlarını düşürür ve büyümeyi engeller.
Ama Gerstner işi böyle görmüyordu. American Express’e katılmadan önceki 5 yılını SİH’e
danışman olarak geçirmiş ve para kaybetmekte olan seyahat bölümünü ve giderek daha
rekabetçi haline gelen kart işini iyi analiz etmişti. Gerstner ve ekibi, ekonomi, piyasa ve
rekabet konusunda temel sorular yönelterek işi daha derinden anlamaya çalıştı. Süreç içinde,
hiç de gelişkin bir sektördeki 130 yıllık bir şirketin bir bölümüne benzemeyen SİH’te bir
1988’de, %28’lik bir öz sermaye getirisiyle, düşük büyümeli, ama yüksek karlı birçok
Oluşturma
Arasındaki Fark
Modern örgütlerin temel bir özelliği, hiç kimsenin tam bir özerkliğe sahip olmadığı,
çalışanların iş, teknoloji, yönetim sistemleri ve hiyerarşi bağlantısıyla birbirine bağlı olduğu
karşılıklı bir bağımlılıktır. Bu bağlantılar örgütler değişime giriştiğinde özel bir zorluk
çıkarır. İnsanların çoğu hizaya girip birlikte aynı yönde hareket etmezse, birçok kişi birbirine
takılıp yere düşecektir. Fazla yöneticilik, az liderlik eğitimi almış yöneticiler açısından
insanları aynı yönde hareket eder hale getirme fikri örgütsel bir problemdir. Oysa
yöneticilerin ihtiyacı olan şey insanları örgütlemek değil, hizaya girmelerini sağlamaktır.
Eastman Kodak, fotokopi işine yetmişli yılların başlarında, teknik açıdan gelişkin olan ve
her biri ortalama 60.000 dolara satılan makinelere yoğunlaşarak girmişti. Sonraki on yılda bu
işteki gelirlerini yaklaşık 1 milyar dolara yükseltti. Ama maliyetler yüksek, karlar az ve
problemler yaygındı. 1984’te Kodak envanterden 40 milyon dolar çıkarmak zorunda kaldı.
6
Şirketteki birçok insan problemlerin var olduğunu biliyordu, ama nasıl çözüleceği
konusunda anlaşamıyordu. Bu nedenle, Chuck Trowbridge, 1984’te kurulan yeni fotokopi
grubunun genel müdürü olarak, göreve başlamasının ilk iki ayında, kendi grubu içinde kilit
konumdaki bütün kişilerle ve şirket içinden fotokopi işi açısından önemli olabilecek hemen
herkesle toplantılar yaptı. Özellikle önemli olan alanlardan biri, Bob Crandall’ın başkanı
olduğu mühendislik ve üretim örgütüydü.
üreticisi olmak ve daha az bürokratik, daha çok ademi merkezi bir örgüt yaratmak. Ne var ki,
sadece fotokopi ürün grubunda değil, Kodak’ın bir çok bölümünde daha önce iletilenlerden
kökten farklı olan bu mesajı yaymak güçtü. Bu nedenle Crandall, yeni yönü vurgulayan ve
kendine bağlı 12 astıyla haftalık toplantılar; her ay bütün bölümlerinden değişik birer
çalışanın oluşturduğu grupla yapılan “fotokopi ürün forumları” ; daha da iyi sonuçlara
ulaşmak için son iyileştirmelere ve yeni projelere ilişkin tartışmalar ve üç ayda müdürlerin
8
İnsanları Motive Etmek: Procter & Gamble’dan Richard Nicolosi
1956’da kuruluşundan sonraki yaklaşık 20 yıl boyunca Procter & Gamble’ın kağıt ürünleri
bölümü, yüksek kaliteli, makul fiyatlı ve iyi pazarlanan tüketim mallarında oldukça düşük bir
rekabetle karşılaşmıştı. Ne var ki, yetmişli yılların sonunda, bölümün Pazar konumu değişti.
Yeni rekabet atakları şirkete zarar verdi. Örneğin, sektör analizcileri çocuk bezlerindeki Pazar
payının yetmişli yılların ortasında %75 iken, 1984’te %52’ye düştüğünü hesapladılar.
O yıl Richard Nicolosi, şirketin küçük ve hızlı gelişen meşrubat bölümünde geçirdiği üç
yılın ardından genel müdür yardımcısı olarak kağıt ürünlerinin başına geçti. Bölümlerin iç
amaç ve projeleriyle meşgul olan son derece bürokratik ve merkezi bir örgüt buldu.
Müşterilere ilişkin hemen hemen bütün enformasyon, yüksek düzeyde nicel piyasa
araştırmalarından elde ediliyordu. Teknik kadro maliyet tasarrufları için ödüllendiriliyordu,
reklam kadrosu hacim ve pazar payına odaklanmıştı ve bu iki grup neredeyse savaş
halindeydi.
1984 yazı sonlarında üst düzey yönetim, Nicolosi’nin ekim ayında kağıt ürünlerinin başına
geçeceğini ve ağustos ayından itibaren gayri resmi olarak bölümü yönetmeye başlayacağını
duyurdu. Nicolosi hemen, bölümün sadece düşük maliyetli bir üretici olmaya çalışmak
yerine, daha yaratıcı ve Pazar güdümlü olma ihtiyacını vurgulamaya başladı. Daha sonra
şöyle diyecekti: “Oyunun kurallarının değişmiş olduğunu son derece belirgin bir hale
getirmek zorundayım.”
Yeni yön, takım çalışmasına ve çoklu liderlik rollerine çok daha güçlü bir vurgu yapıyordu.
Nicolosi, bölümü ve belirli ürünleri yönetmek üzere gruplarını kullanma stratejisini uyguladı.
Ekim ayında, ekibiyle birlikte kendilerini kağıt bölümünün “yönetim kurulu” olarak atadılar
ve önce aylık, sonrada haftalık toplantılar yapmaya başladılar. Kasım ayında, temel marka
gruplarını (çocuk bezi, kağıt mendil, kağıt havlu gibi) yönetmek üzere “kategori takımları”
kurdular ve sorumluluğu bu takımlara dağıtmaya başladılar. Nicolosi şöyle diyordu:
“Marjinallikten uzak durup büyük sıçramaların peşine düşün.”
Aralık ayında Nicolosi belirli faaliyetlerle daha ayrıntılı ilgilenmeyi seçti. Reklam ajansıyla
bir toplantı yaparak kilit konumdaki yaratıcı kadroyla tanıştı. Çocuk bezleri pazarlama
müdüründen doğrudan kendine rapor vermesini isteyerek hiyerarşinin bir kademesini tasfiye
etti. Yeni ürün geliştirme projelerinde çalışan kişilerle daha sık görüşmeye başladı.
Ocak 1985’te yönetim kurulu , kategori takımlarının yanı sıra yeni marka takımlarının da
içeren yeni bir örgütsel yapıyı ilan etti. Bahar geldiğinde kurul yeni kağıt ürünleri vizyonunu
mümkün olduğunca fazla sayıda kişiye aktarmak için önemli bir motivasyon girişimini
planlamaya hazırdı. 4 Haziran 1985’te, kağıt ürünlerinde çalışan bütün personel, bölge satış
müdürleri ve kağıt tesisinin yöneticileri –toplam olarak birkaç bin kişi- Cincinnatti’de bir
toplantı yaptılar. Nicolosi ve kurul üyeleri, örgüt vizyonlarını “hepimiz birer lideriz” şeklinde
9
tanımladılar. Toplantı videoya alındı ve herkesin izlemesi için birer kopyası bütün satış
bürolarına ve tesislere gönderildi.
Bütün bu çabalar çok sayıda kişinin yeni vizyonu hayata geçirme yönünde motive olduğu
girişimci bir ortamın yaratılmasına yardımcı oldu. Yeni ürünlerle uğraşan kişilerden birçok
buluş geldi. Şubat 1985’te piyasaya sürülen yeni çocuk bezi, şirketin bütün çocuk
bezlerindeki Pazar payını %40’tan %58’e yükseltti ve karlılık başa baş noktasından artıya
geçti. Yeni bir ürünün Mayıs 1987’de piyasaya sürülmesinden yalnızca birkaç ay sonra, genel
markanın Pazar payı %150 artmış durumdaydı.
Diğer personel girişimleri daha çok işlev alanlarına yönelikti ve bazıları hiyerarşinin
tabanından geliyordu. 1986 baharında, yeni kültürle yetkilendirildiklerini hisseden birkaç
bölüm sekreteri bir sekreterler ağı oluşturdu. Bu birlik, eğitim, ödüller ve takdirler ve
“geleceğin sekreteri” konularında alt komiteler kurdu. Kağıt ürünleri bölümünden bir
sekreter, birçok meslektaşının duygularını yansıtarak şöyle diyordu: “Bölümün yeni
doğrultusuna niçin bizim de katkıda bulunamayacağımızı anlamıyorum.”
1988 yılı sonunda kağıt ürünleri bölümünün gelir artışı dört yılda %40’a ulaşmış
durumdaydı. Karlar %68 yükselmişti. Üstelik bütün bunlar, rekabetin sertleşmeyi sürdürdüğü
koşullarda gerçekleşmişti.
*Yukarıdaki yazı John P. Kotter’in Harward Business Review Dergisinin Mayıs
1990 sayısında yayınlanmış “Liderler Gerçekte Ne Yapar?” adlı makalesinden
alınmıştır.
3. Karakter Geliştirmenin Disiplini
3.1. Çalışmaya İlişkin Görüşler
Yöneticiler çalışmayı; stratejiler oluşturmak ve kararlar almak için karşılıklı etkileşim
bir süreç olarak görme eğilimindedir. Zıt yöndeki çıkarları hesaplayarak, tartışmalı konuların
olurlar. Bu kolaylaştırıcı süreçte, yöneticilerin taktikleri esnek görünür: Bir yandan müzakere
eder ve pazarlık yapar, diğer yandan ödüllere, cezalara ve diğer baskı biçimlerine başvururlar.
Alfred P.Sloan’ın General Motors’taki eylemleri, çatışma durumlarında bu sürecin nasıl
işlediğini açıklamaktadır. Yirmili yılların başlarında Ford Motor şirketi, General Motors ile
aynı geleneksel su soğutmalı motoru kullanıyordu ve otomobil endüstrisinde hala egemen
durumdaydı. Pierre du Pont’un da tam desteğini alan Charles Kettering, hava soğutmalı bakır
motor tasarımı üzerinde çalışmaya başladı. Bu tasarım, başarılı olursa General Motors için
10
büyük bir teknik ve pazarlama atılımı olacaktı. Kettering ürününe inanıyordu, ama üretim
bölümünün yöneticisi bu tasarıma iki nedenden karşı çıkıyordu: İlk olarak, teknik açıdan
güvenilmezdi ve ikinci olarak, şirket mevcut pazarlama durumuyla ilgilenmek yerine, yeni bir
ürüne yatırım yaparak bütün yumurtaları aynı sepete koymuş olacaktı.
1923 yazında bir dizi yanlış başlangıçtan ve bakır motorlu Chevrolet’leri bayilerden ve
müşterilerden geri toplama kararından sonra, şirket yönetimi projeyi rafa kaldırdı. Kettering,
şirketin motoru reddetmiş olduğunu anladığında büyük bir düş kırıklığı yaşadı ve Sloan’a,
karşısında “örgütlü bir direniş” olmasa projenin başarılı olacağını ve proje kurtarılmazsa
şirketten ayrılacağını yazdı.
Alfred Sloan, Kettering’in mutsuz ve şirketten ayrılmaya gerçekten niyetli olduğunu çok
iyi biliyordu. Ayrıca, üretim bölümü yeni motora şiddetle karşıyken, Pierre du Pont’un
Kettering’i desteklediğini de biliyordu. Hatta, iki yıl kadar önce Kettering’e tam güvenini
belirten bir mektup yazarak kayıtlara da geçirmişti. Sloan’ın problemi; kararını neye
dayandıracağını, Kettering’i örgütte nasıl tutacağını (çünkü kendisi vazgeçilmeyecek kadar
değerliydi), du Pont’la çatışmaktan nasıl kaçınacağını ve bölüm yöneticilerini geleneksel su
soğutmalı motorları kullanarak ürün hatlarını geliştirmeyi sürdürme konusunda nasıl
cesaretlendireceğini belirlemekti.
Sloan’ın bu çatışma karşısında giriştiği eylemler, yöneticilerin nasıl çalıştığı konusunda
birçok şeyi açığa çıkarmaktadır. İlk olarak, problemi son derece muğlak bir biçimde sunarak,
yönetim kuruluyla birlikte yanında olduklarını, ama bölümlerin karşı çıktıkları bir şeyi
yapmaya zorlamanın kolay olmadığını öne sürerek Kettering’i ikna etmeye çalıştı. Problemi,
üründen değil insanlardan kaynaklanıyormuş gibi gösterdi. İkinci olarak, yeni motorun
tasarım, üretim ve pazarlamasından sorumlu olacak bütün işlevleri birleştiren yeni bir bölüm
kurmayı önerdi. Bu çözümde Kettering’i yatıştırma çabaları kadar muğlaktı. Sonradan şöyle
diyecekti: “Planım, yalnızca Bay Kettering’in yönetiminde olacak bir bakır soğutmalı
otomobil bölümüyle bağımsız bir deneme birimi yaratmaktı. Bay Kettering, üretimin teknik
problemlerini çözmek için baş mühendisi ve üretim personelini kendisi atayacaktı.”
Sloan, bir mucide yöneticilik sorumluluğu yüklemeyi içeren bu çözümün pratik değerini
tartışmıyordu; aslında bu plana Pierre du Pont’la olası çatışmaları sınırlamak için
başvurmuştu.
Gerçekte Sloan’ın getirdiği yönetim çözümü, diğer kişilerin seçeneklerini sınırlamıştı.
Yapısal çözüm seçenekleri daraltmış, hatta kilit konumdaki kişilere kabul etmekten başka bir
seçenek bırakmayarak duygusal tepkileri de sınırlamıştı. Aynı zamanda Du Pont’a gönderdiği
notta Sloan şunları söyleme olanağı elde etmişti: “Bu sabah konuyu Bay Kettering ile de
kısmen görüştük; kendisi her noktada bizimle mutlak anlaşma halindedir. Öneriyi hevesle
kabul etmiş durumdadır ve bu şekilde uygulamaya konulabileceği konusunda güveni tamdır.”
11
Sloan, bir şey vaat ediyormuş gibi görünen, ama sadece sınırlı seçenekler sunan yapısal bir
çözüm bularak karşıt görüşlü kişileri yatıştırmıştı. Artık otomobil bölümünün temelde
anlaşma halinde olduğu genel müdürünü, acil piyasa talebini karşılamak üzere su soğutmalı
otomobiller tasarımına hız vermek konusunda yetkilendirilebilirdi.
Yıllar sonra şunları yazarken Sloan’ın bıyık altından gülümsediği kesindir: “Bakır
soğutmalı motor bir daha asla büyük bir atılım olarak ortaya çıkmadı. Öylece yok oldu;
nedenini ise hiç bilemiyorum.”
Yöneticiler, problemlerin çözümlerini insanlara kabul ettirmek için, karşıt görüşler
arasında sürekli eşgüdüm sağlamak ve denge kurmak zorundadırlar. Bu tip çalışmanın, Henry
Kissinger’in çarpıcı bir örneğini oluşturduğu diplomatların ve arabulucuların yaptıklarıyla
çok fazla ortak noktası olması son derece ilginçtir. Yöneticiler güç dengelerini, çatışan
değerler arasındaki uzlaşmalar olarak kabul edilebilecek olan çözümlere doğru kaydırmayı
hedeflerler.
Liderler ise tam tersi yönde çalışır. Yöneticilerin seçenekleri sınırlamak için eylem yaptığı
noktada, liderler uzun süreli problemlere yeni yaklaşımlar getirir ve sorunları yeni
seçeneklere açarlar. Liderler etkili olmak için, fikirlerini insanlara heyecan veren imgeler
üzerinden yansıtır ve ancak ondan sonra bu imgelere bir öz kazandıran seçenekleri
geliştirirler.
John F.Kennedy’nin kısa süren başkanlığı, liderlerin çalışmayla yarattığı heyecanla ilgili
güçlü yanlar kadar zayıf yanları da göstermektedir. Kennedy göreve başlarken şöyle demişti:
“İster iyiliğimizi isterse kötülüğümüzü istiyor olsun, her ulus, özgürlüğün sürmesini ve
başarılı olmasını sağlamak için her türlü bedeli ödeyeceğimizi, bütün düşmanlara karşı
koyacağımızı bilmelidir."
Sık sık atıfta bulunulan bu açıklama, insanları anlık kaygıların ötesinde tepki vermeye,
kendilerini Kennedy ile ve önemli ortak ideallerle özdeşleştirmeye zorladı. Ne var ki,daha
yakından incelendiğinde bu açıklama saçmadır; çünkü, bir konum vaat etmektedir ve bu
konum, benimsendiğinde, Vietnam Savaşında olduğu gibi, feci sonuçlar üretebilir. Fakat
beklentiler yükseltilip harekete geçirilmeden, arzuların yükseltilmesinin getireceği bütün o
hüsran tehlikesine rağmen, yeni düşünüş ve yeni tercihler asla gün ışığına çıkamaz.
uzak durmaya çalışırlar. Birkaç yıl önce mesleklerin psikolojik özelliklerine ilişkin bazı
ihtiyacı, yöneticilerin önemli bir özelliği olarak göze çarpmaktaydı. Örneğin yöneticiler,
12
kendilerinden üzerinde tek bir figür (bir keman düşünen bir çocuk ya da bir erkek siluetinin
yansıması) olan bir resme bakarak hayali öyküler yazmaları istendiğinde, öykülerinde çok
sayıda insana yer vermektedirler. Aşağıda bir yöneticinin keman düşünen bir çocuk hakkında
13
3.3. Benlik Duyguları
William James, The Varieties of Religious Experiences (Dinsel Deneyim Çeşitlilikleri) adlı
kitabında “bir kez doğmuş” ve “iki kez doğmuş” şeklinde iki temel kişilik tasvir eder. Bir kez
doğmuş kişilik tipindeki insanların yaşama uyum sağlamaları kolaydır ve yaşamları
doğumdan başlayarak barışçıl gelişir. İki kez doğmuş kişilikler ise bu konuda zorluklar yaşar.
Yaşamları belirli bir düzen duygusu elde etmek uğruna verilen sürekli bir mücadeleyle
örülüdür. Bir kez doğmuşların aksine, hiçbir şeyi doğru varsaymazlar. James’e göre bu iki
kişilik tamamen farklı dünya görüşlerine sahiptir. Bir kez doğmuş tipteki bir kişilik için bir
tutum ve davranış kılavuzu olarak benlik duygusu, kendini evinde gibi hissetme ve çevresiyle
uyum içinde olma duygusundan kaynaklanır. İki kez doğmuş tipten biri için benlik duygusu
derin bir ayrı olma duygusundan doğar.
Ait ya da ayrı olma duygusu yöneticilerin ve liderlerin kariyerlerine yaptıkları yatırım
türleri açısından pratik bir değer taşır. Yöneticiler kendilerini, kişisel olarak özdeşleştikleri ve
ödül kazandıkları mevcut iş düzeninin koruyucu ve düzenleyicisi olarak görürler. Bir
yöneticinin öz değer duygusu, var olan kurumları sürdürerek ve güçlendirerek artar: O, görev
ve sorumluluk idealleriyle uyum içindeki bir rolü oynamaktadır. William James’in bir kez
doğmuş kişiliği tanımlarken düşündüğü bu uyumdu –dış dünyadan içeriye ve içeriden dış
dünyaya kolaylıkla akabilen- bu benlik duygusuydu.
Liderler iki kez doğmuş, kendilerini çevrelerinden ayrı hisseden kişilikler olma
eğilimindedir. Örgütlerde çalışabilirler, ama asla örgütlere ait olmazlar. Kim oldukları
duygusu üyelik, çalışma rolleri ya da diğer toplumsal kimlik göstergelerine bağlı değildir. Bu
kimlik algılaması, niçin belirli bireylerin değişim fırsatları aradığını açıklamanın teorik
temelini oluşturabilir. Değişim yaratma yöntemleri teknolojik, politik ya da ideolojik olabilir,
ama amaç aynıdır: İnsani, ekonomik ve politik ilişkileri derinlemesine değiştirmek.
Liderliğin gelişimi göz önüne alındığında, yaşam tarihinin iki farklı yönünü incelememiz
gerekir: (1) Toplumsallaşma yoluyla gelişim; bu, bireyi kurumlara kılavuzluk etmeye ve
toplumsal ilişkiler arasındaki mevcut dengeyi korumaya hazırlar ve (2) Kişisel ustalaşma
yoluyla gelişim; bu, bireyi psikolojik ve toplumsal değişim için mücadele etmeye sürükler.
Toplum yöneticilik yeteneğini birinci gelişim hattı üzerinde üretir; liderler ise ikinciden
doğar.
14
Büyük yeteneklere sahip kişilerin çoğunlukla kayıtsız öğrenciler olduklarına ilişkin yaygın
gözlemler vardır. Örneğin hiç kimse, okuldaki vasat notlarına bakarak Einstein’ın büyük
başarılar elde edeceğini öngöremezdi. Vasatlığın nedeni elbette yetenek eksikliği değildir.
Vasatlık, kişinin kendi düşüncelerine dalıp gitmesinden ötürü elindeki günlük işlere dikkat
vermemesinden kaynaklanıyor olabilir. Kişinin, zihnini hayal kuruyormuşçasına meşgul
etmeye ve kendi düşüncelerine dalmaya ara verebilmesinin tek güvenilir yolu, yetenekli
kişileri anlayan ve onlara iletişim kurma becerisine sahip büyük bir öğretmenle ya da başka
bir kişiyle derin bir bağ kurmasıdır.
Dwight Eisenhower’ı düşünün. Ordudaki kariyerinin ilk zamanlarında, gelecekteki
gelişimine ilişkin pek az işaret vardı. 1.Dünya savaşı sırasında West Point Harp Okulu’ndan
bazı sınıf arkadaşları Fransa’da savaşı ilk elden yaşarken, Eisenhower kendini, “tahammül
edilmez bir ceza olan ....geri hizmetin bedava güvenlik ve monotonluğuna gömülmüş”
durumda hissediyordu.
1.Dünya Savaşından kısa bir süre sonra, o zamanlar kariyer fırsatları konusunda oldukça
karamsar genç bir subay olan Eisenhower, hayran olduğu General Fox Conner komutasında
çalışmak için Panama’ya atanmasını talep etti. Ordu bu isteği geri çevirdi. Bu hüsranın
Eisenhower’ın zihnini fazlasıyla meşgul ettiği bir sırada, ilk oğlu Ikey gribe yenik düştü.
Ordu o zaman, bir tür sorumluluk duygusuyla Eisenhower’ı Panama’ya atadı ve Eisenhower
oğlunu kaybetmenin üzüntüsü altında General Conner komutasındaki görevine başladı.
Eisenhower, kendisinin olmak istediği türden bir baba tipiyle olan bu ilişkisinde, kaybettiği
oğul rolüne geçti. Bu duygu yüklü bir durumda, öğretmeninden bir şeyler öğrenmeye başladı.
General Connor sundu ve Eisenhower memnuniyetle aldı; bu, ordudaki muhteşem bir
eğitimdi. Bu ilişkinin Eisenhower üzerindeki etkisi nicel olarak ölçülemez, ama bu noktadan
sonraki kariyeri incelendiğinde, bunun önemini hiç kimse yadsıyamaz.
Eisenhower daha sonra Conner hakkında şunları yazacaktı: “General Conner’la birlikte
yaşamak, askeri konular ve insanlıkla ilgili, temel insan ve davranışları konusunda deneyimli
ve bilgili birisi tarafından atılmış bir tür üniversiteye devam etmek gibiydi. Bu beyefendiye
minnettarlığımı asla yeterince ifade edemem... O, büyük ve insanlarla geçiş olan ömrümde
pek öne çıkmayan, ama kendisine sınırsız ölçüde borçlu olduğum bir kişiliktir.”
Eisenhower’ın atılımı General Conner’ın komutasında çalışmasından bir süre sonra
gerçekleşti. Ordunun en rekabetçi okullarından biri olan Fort Leavenworth’daki komuta ve
genelkurmay okuluna katılma emri aldı. Bu, imrenilen bir atamaydı ve Eisenhower’da bu
fırsattan yararlandı. Lisedeki ve West Point’teki performansının aksine, bu okuldaki çalışması
mükemmeldi; sınıf birincisi olarak mezun oldu.
Yetenekli insanların psikolojik biyografileri, bireyin gelişiminde öğretmenin oynadığı
önemli rolü tekrar tekrar sergilemektedir. Büyük öğretmenler riskler üstlenirler. Önce
15
gençlerde algıladıkları yetenek üzerine bahse girerler. Sonra, gençlerle yakın ilişki halinde
çalışmaktan kaynaklanan duygusal ilişki riskini üstlenirler. Riskler her zaman karşılık
getirmez; ama risk üstlenme istekliği, lider geliştirmede çok önemli görünmektedir.
16
ihracatının işyerlerinden ibaret olması gibi tüyler ürpertici bir olguyla karşı karşıyayız.
Know-how denilen uzmanlık deposunun küçülmüş olması gibi katı bir gerçeklikle birlikte
yaşıyoruz. Belki de –en kasvet verici olan budur– çocuklarımız ve torunlarımız, bırakın
önceki kuşakların mirası olarak daha yüksek bir yaşam standardının keyfini sürmeyi, elde
etmek için bu kadar çok çabaladığımız bugünkü yaşamın standardına bile sahip
olamayacaktır.
Yetenek piyasada sürekli başarı açısından kritiktir. Ama günümüzde birçok örgüt, lider
değil, yönetici yetiştirmeyi sürdürmede ısrar etmektedir. Neyse ki, bir uyanış mümkün
olabilir gibi görünüyor. IBM yönetim kurulu başkanı John Akers, IBM’in, işlerini büyük bir
şirket olarak sürdürmek şeklindeki yılların anlayışını terk etmeye niyetli olduğunu
açıklayarak iş dünyasını şaşırttı. Akers, IBM’i bir dizi şirket haline getirmeyi amaçlıyor.
Şirket, birçok standart açısından büyük olmayı sürdürecek olsa da, işletmeler yönetim
anlayışıyla değil, liderlik altında çalışacaklar. Şirket artık ölçek ekonomisinin sahte
arkasında yer alacak; güç, yaratıcı ve her şeyden önce atak yöneticilere akacak. Eğer diğer
büyük şirketler de bu yolu izlerse, Amerikan şirketleri yeniden hız kazanabilir ve rekabet
değil, iki geçerli perspektif arasındaki doğal bir gerilim olarak bakmakla işe başlarlar. Bu
çatışma içine giriyor? Etik adlı klasik eserinde Aristo’nun da savunduğu gibi, insanların
17
anlamalarına ve ne tür riskler barındırdığını görmelerine yardımcı olur. Diğer bir değişle,
duygu ve sezgilerimiz hem bir haber alma biçimi hem de bir iç görü kaynağıdır.
Örnek olarak, Manhattan’daki ünlü bir yatırım bankasında çalışan genç bir analizcinin –
diyelim ki Steve Lewis’in – durumunu düşünün. Afrika kökenli bir Amerikalı olan Lewis bir
sabah masasında bir mesaj bulur. Mesajda, önemli bir olası müşteriye bir sunuş yapılmasına
yardımcı olmak için iki gün içinde St. Louis’e gidip gidemeyeceği sorulmaktadır. Bu mesaj
Lewis için bir sürprizdir. Şirketin sunuşlarda ya da müşteri toplantılarında analizci
bulundurmamak gibi açık bir politikası vardır. Üstelik Lewis, yerel yönetim finansmanının
özel bir alanıyla ilgili olan toplantı konusu hakkında pek bir şey bilmemektedir. Kendisinin,
kamu finansman grubundan birçok üst düzey yöneticiye tercih edildiğini öğrendiğinde ise
daha çok şaşırır.
Lewis hemen kendisi gibi Afrika kökenli bir Amerikalı olan arkadaşının ofisine giderek bu
duruma ilişkin bir şey bilip bilmediğini sorar. Şirketin partnerlerinden biri olan dostu şöyle
yanıt verir: “Gel anlatayım Steve. Bir kendine bak bir de bana. Ortak noktamız ne? St.
Louis’deki yeni eyalet maliye bakanının da siyah olduğunu biliyor muydun? Daha bu kadar
yeniyken işin böyle bir yönü de olduğunu öğrenmenden hiç hoşlanmıyorum, ama maliye
bakanı toplantıda en az bir siyah profesyonel görmek istiyor, yoksa şirketin bu kredi işinde
hiç şansı olmayacak.”
Lewis bu noktada bir adım geriye giderek durumu duygu ve sezgileri açısından yeni bir
çerçeveye oturtursa ne olur? Bir tarafta, Lewis öz saygısını korumak için şirkette – ve
yaşamın diğer alanlarında – ilerlemesini bileğinin hakkıyla kazanmak zorunda olduğuna
derinden inanmaktadır. Başarı merdivenini, her şeyi onaylayan bir tavırla tırmanmak ya da
şirketin “eldeki” bir mensubu olmak onu tatmin etmeyecektir. Bu nedenle, bulunduğu
konumu hak etmiş olduğunu her zaman çalışmasıyla göstermek istemektedir. Öte yandan,
eski bir sporcu olarak, her zaman bir takım oyuncusu olmakla gurur duymuş ve takım
arkadaşlarını yarı yolda bırakmaktan kaçınmıştır. Lewis, bu duruma ilişkin duygu ve
sezgilerini incelediğinde, söz konusu sorunun sunuşa gidip gitmemekten daha karmaşık
olduğunu gördü. çok derinlerinde beslediği iki inanç arasında bir çatışma söz konusuydu.
19
5. YÖNETİCİLİĞE İLİŞKİN İNANÇLAR VE OLGULAR
20
oturan kişi olarak gören klasik görüşe uygun olarak, literatürdeki yönetici bütün önemli
enformasyonu dev ve kapsamlı bir MIS'ten almalıydı.
Ama son zamanlarda bu dev MIS sistemleri işlemiyor, çünkü yöneticiler onları
kullanmıyor. Heves azaldı. Yöneticilerin enformasyonu gerçekte nasıl işlediğine şöyle bir
bakmak, bu durumun nedenini açığa çıkaracaktır.
Olgu: Yöneticiler belgeleri değil, daha çok sözlü iletişimi, telefon konuşmalarını ve
toplantıları tercih ederler. Şu örnekleri değerlendirin:
Büyük Britanya’da yapılan iki çalışmaya göre, yöneticiler zamanlarının ortalama % 66 ve
% 80'ini sözlü iletişime harcamaktadır. Benim beş Amerikalı genel müdürle yaptığım
araştırmada ise bu oran % 78'di.
Bu beş yönetici, yazışmaları katlanılması gereken bir yük olarak görüyordu. İçlerinden
biri, üç saatten fazla bir süre harcayarak 142 yazıyı işleme koymak ve "bütün bu yığından
kurtulmak" için bir cumartesi sabahı işe gelmişti. Aynı yönetici, bütün hafta boyunca aldığı
tek "sert" yazı olan standart bir maliyet raporunu, ilk bölümüne bir göz attıktan sonra,
"Bunlara asla bakmam" diyerek bir kenara koydu.
Söz konusu beş genel müdür, beş haftalık araştırma süresi içinde aldıkları 40 rutin raporun
2’sine ve 104 süreli yazışmanın 4’üne hemen yanıt verdi. Bu süreli yazışmaların çoğu,
neredeyse bir ayin havasında birkaç saniyede gözden geçirildi. Büyük sayılabilecek bu
örgütlerin genel müdürleri, kendilerini izlediğim 25 gün boyunca, sadece 25 yazışmayı kendi
başlarına. -yani, herhangi bir şeye yanıt olarak değil-başlattılar. Yöneticilerin aldığı yazıların
analizi ilginç bir tablo ortaya çıkardı: Bunların yalnızca % 13'ü özgül ve acildi. Böylece yap
bozun bir parçası daha belirginleşmiş oluyor: Bu yazıların çoğu, canlı ve günlük
enformasyon-bir rakibin eylemi, bir idari makamın yaklaşımı ya da bir gece önceki
televizyon şovunun izlenme oranı-sağlamamaktadır. Ne var ki toplantılarını kesintiye
uğratarak ve çalışma saatlerini yeniden programlayarak yöneticileri yönlendiren enformasyon
budur.
Bir başka ilginç bulguyu düşünün. Yöneticiler özellikle dedikodu söylenti ve spekülasyon
şeklindeki “yumuşak" enformasyonu fazla önemsiyor gibi görünmektedir. Niçin? Neden,bu
enformasyonun zamanlamasındadır. Bugünün dedikodusu yarının enformasyonu olabilir.
Şirketin en büyük müşterisinin, en büyük rakiple golf oynarken görüldüğünü haber verecek
bir telefon konuşmasını kaçıran yönetici, bir sonraki üç aylık raporda satışların ciddi oranda
düştüğünü okuyabilir. Ama o zaman çok geç olmuş olur.
Tarihsel, bütünsel ve "sert" MIS enformasyonun değerini belirlemek açısından, yöneticinin
enformasyonu başlıca iki amaçla kullandığını hatırlamak gerekir: Problem ve fırsatları
21
belirlemek ve zihinsel modeller oluşturmak (Örn. örgütün bütçe sistemi nasıl çalışıyor,
müşteriler ürünleri nasıl satın alıyor, ekonomideki değişiklikler örgütü nasıl etkiliyor?).
Bulgular yöneticinin, bir MIS'in sağladığı birleştirilmiş soyutlamalarla değil, özgül veri
parçacıklarıyla karar durumlarını belirlediğini ve model oluşturduğunu göstermektedir.
ABD Başkanları Roosevelt, Truman ve Eisenhower'ın enformasyon toplama alışkanlıklarını
araştırmış olan Richard Neustadt'ın şu sözlerini değerlendirin: "Bir başkanın kişisel payını
görmesine yardımcı olan, genel türde enformasyon değildir; özetler değildir, anketler
değildir, sıkıcı yığışımlar değildir. Daha çok önüne konan sorunların altında yatan şeyleri
aydınlatmak üzere zihninde bir araya gelen somut ayrıntı parçacıklarıdır. Başkan olarak kendi
çıkarlarını ve ilişkilerini ilgilendiren her olgu, fikir ve dedikodu kırıntısına mümkün
olduğunca uzanmak zorundadır. Kendi merkezi haber alma örgütünün bizzat direktörü olmak
zorundadır.”
Yöneticinin bu sözlü iletişim araçlarına vurgu yapması iki önemli noktayı ortaya
çıkarmaktadır. İlk olarak, sözlü enformasyon insanların beyinlerinde depolanır. Bu
enformasyon, ancak bu insanlar tarafından kaleme alınırsa örgüt dosyalarında-metal
kalıplarda ya da manyetik bantlarda saklanabilir ve elbette yöneticiler işittiklerinin çoğunu
yazılı hale getirmeyecektir. Özetle, örgütlerin stratejik veri bankası. bilgisayarlarının
belleğinde değil, yöneticilerin zihnindedir.
22
İkinci olarak, yöneticilerin sözlü iletişimi yoğun olarak kullanması, yetki devri konusunda
niçin gönülsüz olduklarının açıklanmasına yardımcı olmaktadır. Bu, astlarına bir dosya
vermelerine benzemez; "belleği boşaltmak" için, yani astlarına konu hakkında her şeyi
anlatmak için zaman harcamak zorundadırlar. Bu çok uzun sürebileceği için görevleri bizzat
yerine getirmeyi daha kolay bulabilirler. Böylece kendi enformasyon sistemleri onları bir
"yetki devri ikilemi"ne mahkûm eder--çok fazla iş üstlenmek ile yetersiz brifinglerle astlarına
yetki devretmek arasında bir tercih yapmak zorunda kalırlar.
6. YÖNETİCİNİN ROLLERİ
Resmi Otorite ve
Statü
7. Eğitmenin İşi
Beceri eğitimi bilişsel öğrenmenin yanında ciddi bir yer edindiği zaman, yöneticilik
okulları yöneticileri ciddi olarak eğitmeye başlayacaktır. Bilişsel öğrenme, kitap okumak ya
da ders dinlemek gibi, nesnel ve bilgilendiricidir. Elbette bu denli önemli olan bilişsel
gereçler geleceğin yöneticisi tarafından özümsenmelidir. Ama bilişsel öğrenme bir
yöneticiye, bir yüzücüye verdiğinden daha fazlasını veremez. Yüzücü, eğer öğretmeni onu
sınıftan dışarı hiç çıkarmadıysa, hiç ıslatmadıysa ve ona performansına ilişkin hiçbir
geribildirim vermediyse, suya ilk atlayışında boğulacaktır.
Diğer bir deyişle, bir beceri, gerçek bir ortamda ya da bir tıpkı yapım ortamında uygulama
ve geribildirimin birleşmesiyle öğrenilir. Yöneticilik okullarımızın; yöneticilerin kullandığı
becerileri belirlemesi, bu becerilerde potansiyeli olan öğrencileri seçmesi, öğrencileri bu
becerilerini kullanabilecekleri ve geliştirebilecekleri ortamlara sokması ve onlara
performanslarına ilişkin sistemli geribildirimler sağlaması gerekmektedir. Benim yöneticilik
tarifim bir dizi önemli yönetim becerisine işaret etmektedir: Eşitlerle ilişkileri geliştirmek,
24
görüşmeler yürütmek, astları motive etmek, çatışmaları çözmek, enformasyon ağlarını
kurmak ve ardından enformasyon yaymak, son derece muğlak koşullarda kararlar almak ve
kaynakları dağıtmak. Hepsinden önemlisi yönetici, işi öğrenmeyi sürdürmek için iç gözlemci
olmak zorundadır.
Toplumumuzda yöneticilikten daha yaşamsal bir iş yoktur. Toplumsal kurumlarımızın bize
iyi hizmetler verip vermeyeceğini, yeteneklerimizi ve kaynaklarımızı çarçur edip
etmeyeceğini belirleyecek olan yöneticidir. Yöneticilik performansını önemli ölçüde
iyileştirme şeklindeki güç görevi ele alabilmek için, söz konusu inançları bir kenara bırakıp
yöneticilik işini gerçekçi bir şekilde araştırmanın zamanı gelmiştir.
3. Enformasyon sahibi olmadan eyleme geçme eğilimi taşıyor muyum? Yoksa bütün
enformasyon gelsin diye çok uzun süre bekleyip fırsatların kaçmasına mı yol açıyorum?
5. Astların önerilerine ilişkin yargıda bulunacak derecede bilgili miyim? Daha fazla sayıda
önerinin nihai onayını astlara bırakabilir miyim? Astların çok sayıda kararı bağımsız olarak
alması eşgüdüm problemlerine yol açıyor mu?
6. Benim bu örgüte ilişkin vizyonum ne? Bu planlar, esasta benim zihnimde dağınık biçimde
mi bulunuyor? Diğer kişilerin kararlarının daha iyi olmasına rehberlik etmek için, bu planları
25
açık bir hale mi getirmeliyim? Yoksa onları istendiğinde değiştirebilmek için esnekliğe mi
gerek duyuyorum?
7. Astlarım benim yönetim tarzıma nasıl bir tepki veriyor? Eylemlerimin etki gücü konusunda
yeterince duyarlı mıyım? Astlarımın eylemlerime gösterdiği tepkileri tam olarak anlıyor
muyum? Cesaretlendirme ile baskı arasında uygun bir denge kurabiliyor muyum? Onların
inisiyatifini engelliyor muyum?
8. Ne tür dış ilişkileri, nasıl kurmalıyım? Zamanımın çok büyük bir bölümünü bu ilişkileri
kurmak için mi harcıyorum? Daha çok bilgilendirmem gereken belirli insanlar var mı?
9. Zamanımı programlamamı sağlayan bir sistem var mı, yoksa sadece anlık baskılara mı
yanıt veriyorum? Uygun bir faaliyet karması oluşturuyor muyum, yoksa sadece ilginç
bulduğum için belirli bir işlev ya da problem üzerinde mi yoğunlaşıyorum? Belirli iş
türlerinde, günün ya da haftanın belirli zamanlarında daha mı verimliyim? Programım bunu
yansıtıyor mu? Başka bir kişi (sekreterimden başka bir kişi) zamanımı programlayabilir mi?
10. Çok mu çalışıyorum? İş yükümün verimliliğim üzerindeki etkisi ne? Kendimi molalar
almaya mı zorlamalıyım, yoksa çabalarımın hızını mı düşürmeliyim?
11. Yaptığım işlerde aşırı yüzeysel miyim? Gerçekten de ruh durumumu, işimin gerektirdiği
kadar çabuk ve sık değiştirebiliyor muyum? İşimdeki parçalanma ve kesintiye uğrama
miktarını azaltmalı mıyım?
12. Günlük, somut faaliyetlere aşırı zaman mı harcıyorum? Sorunlara yoğunlaşamayacak
derecede, işimin eylem ve heyecanına tutsak mı oluyorum? Temel problemlere hak ettikleri
dikkati ayırıyor muyum? Belirli sorunları daha derin okuyup incelemeye daha çok zaman mı
harcamalıyım? Daha ayrıntılı düşünen biri olabilir miyim? Olmalı mıyım?
13. Farklı araçları uygun bir şekilde kullanabiliyor muyum? Yazılı iletişimin büyük bir
bölümünü nasıl yapacağımı biliyor muyum? Yüz yüze iletişime aşırı şekilde dayanıyor ve
böylece birkaç kişi dışında bütün astlarımın enformasyon üstünlüğüne sahip olmasına engel
mi oluyorum? Toplantılarımın yeterli bir bölümünü düzenli bir temelde programlıyor
muyum? Faaliyetleri ilk elden gözlemek için yeterince zaman harcıyor muyum, yoksa
örgütümün faaliyet merkezinden uzak mıyım?
14. Kişisel hak ve görevlerimi nasıl harmanlıyorum? Yükümlülüklerim bütün zamanımı
tüketiyor mu? Bu kuruluşu istediğim yere ulaştırabilmek için yükümlülüklerimden sıyrılıp
kendimi özgür bırakabiliyor muyum? Yükümlülüklerimi nasıl üstünlük haline getirebilirim?
26
*Yukarıdaki yazı Henry Mintzberg’in Harward Business Review
Dergisinin Temmuz 1975 sayısında yayınlanmış “Yöneticinin İşi–
İnançlar ve Olgular” adlı makalesinden alınmıştır.
9.1. Strateji Yaklaşımı: Bu yaklaşımı kullanan genel müdürler en önemli işlerinin, uzun
vadeli-bazı durumlarda uzak geleceğe kadar uzanan- bir stratejinin yaratılması, sınanması ve
yürütülmesinin tasarlanması olduğuna inanırlar. Kendi açıklamalarına göre, şirketin bütün
alanlarına yukarıdan bakabilmeleri, kendilerine örgütlerinin kaynak dağılımını ve optimal
yönünü belirtmek gibi eşsiz bir yetenek sağlamaktadır.
9.2. İnsan varlıkları Yaklaşımı: Yukarıdaki gruba giren genel müdürlerin tam aksine, bu
yaklaşımı benimseyen genel müdürler, strateji belirlemenin piyasaların yakınında olan firma
birimlerinin işi olduğuna inanırlar. Kendilerine göre, temel işleri, bireylerin gelişimini
yakından yöneterek belirli değer, davranış ve tutumları örgütlerine kazandırmaktır.
9.4. Kutu yaklaşımı: Bu kategorideki genel müdürler örgütlerinde en çok değeri, müşteriler
ve çalışanlar için bir örnek ve öngörülebilir davranış ve deneyimler sağlayan belirgin bir
kontrol kümesi-finansal, kültürel ya da ikisi birden-oluşturarak, ileterek ve izleyerek
yaratacaklarına inanırlar. Bu yaklaşımı kullanan genel müdürler, şirketlerinin başarısının,
müşterilerine tutarlı ve risksiz deneyimler sunabilmeye bağlarlar. Bunun sonucu olarak da
günlerini, beklentilerin altında kalan üç aylık sonuçlar ya da planlanan bitiş tarihinde
27
yetiştirilemeyen projeler gibi, örgüt kontrollerindeki olağandışı durumlara dikkat vererek
geçirirler. Ayrıca arzulanan davranışları pekiştirmeye yönelik ayrıntılı reçeteler sunan
politika, yöntem ve ödüller geliştirmeye, diğer genel müdürlerden daha çok zaman ayırırlar.
Son olarak, bu yöneticiler örgüt içinde kıdeme değer verir, çoğunlukla şirkete yıllarca hizmet
vermiş kişileri terfi ettirir ve ender olarak dışarıdan üst düzey yönetici alırlar.
29
yapamaz? En düşük maliyeti, en yüksek kalitesi ve en hızlı teslim süresi ne kadardır? Yani,
strateji yönelimli liderler kendilerini şirketin kalkış noktasını anlamaya, varış noktasını
seçmeye ve belki daha da önemlisi, bu iki nokta arasındaki yolu çizmeye adarlar.
30
Bütün bunları nasıl başarırlar? Diğer kategorilerde yer alan genel müdürlere oranla,
strateji yönelimli genel müdürler stratejik senaryoları sınayan rapor ve planı
sistemlerini ve kapsamlı analizleri daha fazla kullanır ve şirketteki takımların
çalışmalarını çoğunlukla bu sistemler çevresinde düzenlerler. Örneğin Coca-Cola
genel müdürü Roberto Goizueta’nın uyguladığı programda, ülke müdürleri altı ayda
bir üç günü şirketin üst yönetim takımıyla birlikte planlama yapmaya ve işlerinin
bütün yönlerini gözden geçirmeye ayırmaktadır. Şirketin uluslararası faaliyetlerinden
sorumlu yönetim kurulu başkan yardımcısı olan John Hunter şöyle demektedir: "Neyi
doğru yaptığımızı, neyin işe yaradığını ve neyi yanlış yaptığımızı tartışırız. Gelecek
yılın ve gelecek üç yılın stratejilerini konuşuruz. `Müşterimiz, piyasamız, pazar
ortamı, rakipler ve şişeleme sistemimiz açısından neler değişebilir' sorusunun
yanıtlarını araştırıp inceleriz ve sonra da `Üç yıl sonra nerede olmamız ve oraya
varmak için ne yapmamız gerekiyor' sorusunu ortaya atarız. Bu toplantılardan birkaç
hafta sonra, ülke müdürleri, bir ve üç yıllık strateji planlarını ve işletme bütçelerini
sunmak için şirketin Georgia Atlanta'daki genel merkezinde toplanarak başka bir zorlu
tartışma, sınama ve planlama süreci yaşarlar. Strateji yönelimli genel müdürler
tarafından yönetilen birçok şirkette olduğu gibi, bu oturumlar yıl boyunca strateji
analizine ve geliştirmeye ayrılan forumlarla desteklenir.
Dell Computer şirketinden Michael Dell, şirketinin kısa ve uzun vadeli stratejik hattını,
büyük miktarlarda veri toplayarak planlayan başka bir genel müdürdür. Kişisel
bilgisayar montajı yapan şirket, her gün müşterilerden 50.000 telefon alan, onların
yorumlarını belge haline getirip düzenleyen ve daha sonra da müdürlere dağıtan özel
eğitilmiş personele sahiptir. Ayrıca her cuma, dünyanın farklı yerlerindeki bütün tesis
ve ofislerdeki bütün bölümlerin müdürleri müşteri-savunma toplantıları yapar; bu
toplantılarda şirketin hizmetlerinden şikâyetçi olan bir müşteri telefonla müdürlere
hitap eder.
31
Dell şöyle diyor: "Amaç örgütün bütününü müşteriye duyarlı hale getirmek. Herkesin
müşterinin sesini, ürünlerimizin kullanımını güçleştiren bir şey yaptığımızda doğan
hayal kırıklığını gerçekten duymasını istiyoruz.” Müşterilerden gelen telefonlardan
yeni ürün ve hizmet projelerinde de yararlanılır. Örneğin, Dell'in küçük ve güçlü bir
diz üstü bilgisayar yapıp yapamayacağını merak eden insanlardan gelen birçok telefon
sonucunda, şirket 100 megahertz Pentium işlemcili modelin montaj ve dağıtımını
yaptı. Dell bu ürünü piyasaya ilk süren şirketler arasındaydı: Michael Dell de her gün
internete girerek ve sektör çalışanlarıyla bilgisayar meraklılarının en sık kullandığı
sohbet bölümlerini ve duyuruları tarayarak pazar eğilimlerine ilişkin enformasyon ve
görüşleri, kendi şirketinin-ve rakip şirketlerin-ürünlerinin aldığı tepkileri
öğrenmektedir.
Bir genel müdür niçin baş stratejici rolünü üstlenmeye karar verir? Araştırmalarımız, ne
sektör tipinin ne de şirketin ulusal kökeninin belirleyici bir etken olduğunu
göstermektedir. Daha çok, teknoloji, coğrafya ya da örgütsel yapı açısından şirket ya
da sektördeki karmaşıklık düzeyinin belirleyici olduğu görülmektedir. Örneğin Coca-
Cola dünyanın yaklaşık 200 ülkesinde 32.000 çalışana sahiptir. Hacim ve değişim hızı
da aynı şekilde ilgili görünmektedir. Durum ne kadar istikrarsızsa, genel müdürün,
hem gözetmen hem de kılavuz olması gerektiğini düşünme olasılığı da o kadar
artmaktadır. Bu rolleri iyi bir şekilde oynayabilmek için genel müdürün bu liderlik
yaklaşımının yarattığı bütün veri kaynaklı iç görülere gerek duyduğunu gördük. Son
olarak, strateji yaklaşımının, sık sık muazzam sonuçları olan kararlar almak zorunda
kalan genel müdürler tarafından daha çok tercih edildiğini bulduk. Ayrıca bu yaklaşım
iyi hesaplanmış riskler üstlenmek için gerekli olan türden enformasyon, sınama ve
planlama sağlamaktadır.
34
Uzmanlık Yaklaşımı: Bilginin Şampiyonluğu
Görüştüğümüz genel müdürlerin % 15'ten daha küçük, ama farklı bir grubu, temel rolünün
rekabet gücüne sahip bir uzmanlığı seçip yetiştirmek ve bunu kuruluşun bütün iş birimlerinde
bütün yönlerde yaygınlaştırmak olduğunu belirtiyor. Farklı bir şekilde söylemek gerekirse, bu
genel müdürler örgütün rakiplerinden` farklılaşmasını sağlayacak ve böylece şirketi
sürdürülebilir bir rekabet üstünlüğüne ulaştıracak belirli bir yeteneği yaratmak zorunda
olduklarına inanıyorlar. Biz, uzmanlığın bir süreç olabileceğini gördük. Güney Afrikalı
madencilik şirketi Anglo American'ın yönetim kurulu başkanı Julian Ogilvie Thompson,
zamanının büyük bölümünü, şirketin derin madencilik teknolojilerindeki benzersiz
yetkinliğini geliştirmeye ve yaygınlaştırmaya ayırıyor. Uluslararası reklam ajansı Ogilvy &
Mather'ın genel müdürü Charlotte Beers örneğinde ise, liderliği yönlendiren marka-müşteri
ilişkisi üzerinde odaklanmaktır. Görüldüğü gibi uzmanlık fikir ve tekniklerin bir bileşimi
olabilir. Uzmanlık bir kavram da olabilir. Motorola’da genel müdürün sarsılmaz kaliteye
bağlılığı, şirketin çalışmasını tanımlamaktadır: Bir genel müdür uzmanlık yaklaşımını
kullanmaya ne zaman karar verir? İyi kavranmış ve özenle geliştirilmiş bir yetkinlik alanının,
rekabet üstünlüğünü elde etmek ve sürdürmek için en emin yol olduğuna ne zaman inanır?
Uzmanlık yönelimli bir genel müdür, zamanının büyük bir bölümünü örgütün uzmanlık
alanına odaklamasını sağlamaya ve şirket önceliklerine ilişkin güçlü mesajlar iletmeye ayırır.
Örneğin Motorola'da, eski genel müdür Robert Galvin, iş birimlerinin performans
35
toplantılarında, kalite rakamları görüşüldükten sonra toplantıdan ayrılır ve böylece bir
numaralı kaygısını ve şirketin tek yetkinliğini canlı bir şekilde ifade etmiş olurdu. Ne var ki,
bu şekilde yöneticilik yapan genel müdürler, sadece seçmiş oldukları uzmanlığa övgü
düzmekle yetinmez, onu pekiştirecek program ve sistemler geliştirmede de üstün olmaya
çalışırlar. Düşük teknolojili temel imalatta uzmanlaşmış olan Houston’daki Cooper Industries
şirketinin genel müdürü Robert Cizik, şirket içinde bölümleri gezerek fabrika uygulama ve
donanımlarını araştıran ve geliştiren üretim uzmanlarından oluşan "Özel Takımlar"
görevlendirir. Bu takımlar etkilidir: Raporlan doğrudan genel müdürün ofisine gider ve
örgütte ilerlemek isteyen yöneticilerin bir yıllarını bu takımlardan birinde geçirmesi
zorunludur. Anglo American şirketinde Ogilvie Thompson, vasıflı kadın erkeklerden
"danışman mühendisler" olarak adlandırılan bir kadro oluşturmuştur; bu kadro dünyanın
değişik yerlerindeki işletmeleri dolaşmakta ve gittiği her yerde hat yöneticisi olarak
çalışmaktadır. Thompson'a göre danışman mühendisler, "Premier elmas madenini mükemmel
çalıştıran kişilerden bir fikir alır ve fikri DeBeers grubunun Namibya ya da Botswana'daki
madenlerine aktarırlar. Böylece bunlara bedelsiz olarak değer eklemiş olurlar." Kimlerin
danışman mühendis olacağına çoğunlukla kişisel olarak karar veren ve her birinin nereye
atanacağını belirleyen Ogilvie Thompson'ın bu gruba gösterdiği bağlılık, şirket uzmanlığına
bağlanmasını yansıtmaktadır.
Kutu yönelimli genel müdürler çoğunlukla insan varlıkları yönelimli genel müdürlere
şaşırtıcı ölçüde benzerler. Her iki kategorideki liderler de her bir bireyin her koşulda tıpkı
genel müdür gibi davrandığı örgütler oluşturmaya çalıştıklarını söylerler. Ama kutu yönelimli
genel müdürler personel geliştirme ve değer aşılama yerine, araç olarak kontrol sistemlerini
kullanırlar. Bu yöneticilerin çoğu, temel sorumluluklarının "çerçeve oluşturmak" ve "sınır
çizmek" olduğunu söylerler. Diğer bir deyişle, onaylanabilir davranış ve sonuçlarla ilgili
belirgin kural ve ödüller oluştururlar. Kutu yönelimli genel müdürler bu tür kontroller
yüzünden zamanlarının büyük bölümünü istisnalara yetiştirilemeyen teslimlerin, beklenmedik
kayıpların ya da bölüm ve çalışanların ortalamanın altında kalan performanslarının
nedenlerini bulmaya-harcarlar. Bu genel müdürler sık sık: incelemelere ve
dış denetimlere, personel puan ölçeklerine, kesin politikalara ve finansal
raporlara başvururlar. Günlerini genellikle şirket merkezinde, iş
birimlerinden sorumlu müdürlerle ya yönetim ekibinin diğer üyeleriyle
toplantılar yaparak veya program önerilerini ya da kaynak dağılım
taleplerini inceleyerek geçirirler. Performansla ilgili raporları inceler,
çoğunlukla ek veriler ister, gördükleri ve işittikleri her şeyi şevkle
sorgularlar. Son olarak, kutu yönelimli genel müdürler, şirketin iç ve dış
iletişimiyle yoğun şekilde ilgilenirler. Belçika'daki uluslararası bir finansal
hizmet şirketi olan Fortis'in yönetim kurulu başkanı Maurice Lippens, en
önemli rolünü "Ortodoksluğun baskısını şirkete uygulamak" olarak tarif
ederek bütün bu faaliyetleri bir bütün halinde ifade etti. Bu deyiş, bu
yaklaşımının özünü yakalamıştır.
Görüştüğümüz genel müdürlerin % 30'u zaman ve dikkatlerinin yeterli
bir bölümünü, yukarıda sözü edilen tekniklere ayırırlar. Örneğin Lippens,
38
Kontrol sistemlerine dikkat göstermelerine ragmen, hemen hemen bütün kutu yönelimli
genel müdürler, yaklaşımlarının normalde ödüllendirmediği, konformist-olmayan türden
yaratıcı davranışları, küçük dozlarda da olsa, geliştirmeye zaman ayırırlar. Örneğin,
BankAmerica'nın yönetim kurulu başkanı Richard Rosenberg, örgütüne aktarabileceği taze ve
yenilikçi pazarlama fıkirleri-ve düsünürleri-bulabilmek için düzinelerce yerel gazeteyi
okumaktadır. Ingiltere'nin en büyük bankalarından biri olan NatWest Group'ta genel müdür
Derek Wanless, bireyleri son derece yapılandırılmış olan rollerinin dışına çekmeye ve ya-
ratıcılıklarını çeşitlilik ya da yeni ürün ve hizmetler gibi konulara katmaya cesaretlendiren
takımları yönetmektedir. British Airways'de yönetim kuıulu başkanı Colin Marshall, sık sık
havaalanlarına ve şirket bürolarına giderek küçük personel gruplarıyla, "sızlanmaları
dinlemek" adını verdiği oturumlar düzenlemektedir. Marshall, bazen şirket otoritesindeki asın
merkezileşme konusunda şikâyetler aldığını kabul etmektedir. Ama işgörenlerin büyük
bölümünün, aslında örgütün uyguladığı sıkı kontrollerin amacını anlamış olduğunu da
vurgulamaktadır. Bu kategoriye giren birçok genel müdür adına konuşarak, bütün liderlik
yaklaşımları içinde kutu yaklaşımının, müşterinin en çok istediği şeyi, sürprizle
karşılaşmamayı sağlamanın en iyi yolu olduğunu öne sürmektedir.
Bugün değişimin öneminden söz etmeyen bir genel müdür pek yoktur. Değişimin basında
gördüğü büyük ilgiden ötürü, hissedarlardan çalışanlara, hemen hemen bütün söz sahibi
gruplar, değişimin başladığını ya da en azından yakın gelecek için plânlandığını duymak
istemektedir. Gerçekten de bizim araştırmamızdaki genel müdürlerin çoğunluğu, hatta kutu
yönelimli olanlar bile, değişimi başlatmaktan, başarmaktan ya da denetlemekten söz
etmektedir. Ama ancak toplamın yaklaşık %15'i kadar küçük bir grup, değişim aktörleri
kategorisine girmektedir. Bu genel müdürler başlıca rollerini, en temel ilkelere kadar
şirketlerine ilişkin her şeyin tam anlamıyla elden geçirilmesini sağlamak olarak tanım-
lamaktadır.
Strateji yönelimli genel müdürlerin aksine, değişim aktörleri sadece örgütün varacağı
noktaya değil, oraya nasıl ulaşacağına da odaklanır. Bu genel müdürler, sorgulamanın ve risk
üstlenmenin sürekli gündemde olduğu, işletme uygulamalarının ve ürünlerinin sık sık yeniden
yaratıldığı bir ortamı beşlerler. Bu genel müdürlerin açıklamasına göre değişim, sürekli
olağanüstü sonuçlar üretmenin en iyi yoludur. Bizim değişim aktörleri olarak belirlediğimiz
genel müdürlerin tümünün kârlı örgütleri yönetiyor olması da önemlidir. Ama gene de bu
yöneticiler, derinlemesine kök salmış iş yapma tarzlarının, şirketin sonu olacağına inanırlar.
39
İşlerini, bir sürekli yenilenme ortamı yaratmak olarak görürler. Gerçekten de, bu tür üst düzey
yöneticilerle yaptığımız konuşmaların ana teması, sadece daha iyi örgütler değil, muğlaklığı,
belirsizliği ve devrimi şevkle benimseyen örgütler oluşturma amaçlarıydı.
Diğer kategorilerdeki genel müdürlerle karşılaştırıldığında, değişim aktörü finans ya da
usul kontrolleri, yazılı raporlar, planlama çevrimleri ve kılavuz ilkelerle fazla ilgilenmez.
Günlerini, değişime öncülük etmek ve diğer kişilerle de aynı konuda –ya da hiç değilse
değişim yol alırken sabırlı olmaya--cesaretlendirmek için çalışanlar, müşteriler, tedarikçiler
ve hissedarlarla görüşerek geçirir. Neredeyse hiç kimse göz ardı edilmez. Değişim aktörü;
üretim hattındaki işçilerle konuşmak için fabrikaları ziyaret eder, şirket pikniklerine katılır ve
elektronik posta ve telefonla aldığı mesajlara günü gününe yanıt verir.
Şirket politikasının bütün alanları, görece eşit düzeylerde, değişim aktörünün ilgisini
çeker. Ama özel bir ilgi alanı varsa o da ücretlendirmedir; bunun nedeni belki de insanların
çoğunun yeni ve öngörülemez olandan kaçınmak istemesiyle başa çıkmanın en güçlü iki
aracının ücret ve terfi olmasıdır. Gerçekten de birçok değişim aktörünün ilk resmi eylemi,
şirketin performans değerlendirme ve ödül sistemini yenilemektir. Örneğin, eleman alımından
sorumlu yöneticilere, konformist-olmayan ve risk üstlenen kişileri işe alma talimatı verilir ve
bu yöneticiler böyle yaptıklarında prim alırlar. AR-GE bölümündeki mühendis ve bilimciler,
ürün uzantılarından çok, devrim yaratan yeni ürünler için ödül alırlar. Yatırım bankası
Goldman Sachs'ın eski yönetici partnerlerinden Stephan Friedman, şirketin değişimi
desteklemek üzere ödülleri nasıl yeniden düzenlediğini bir örnekle anlatmaktadır. Lider
takımı, rekabet konumunu koruyabilmesi için bankanın uluslararası planda genişlemek
zorunda olduğuna ilk karar verdiğinde, dış ülkelerdeki ofisler için ancak birkaç kişi gönüllü
olmuştu. Friedman o günleri söyle hatırlıyor: "ABD'deki personelimizin çoğu bunu çekici bir
kariyer fırsatı olarak görmedi, eşler gitmek istemedi ve köpekler de Tokyo'da yaşamaya
muhtemelen dayanamazdı. Sonuçta, son derece yetenekli genç bir bankacıyı aldık ve büyük
bir kişisel özveriyle Asya'ya gittiği için, onu aynı konumda olanlardan iki yıl önce partnerlige
terfi ettirdik."
Friedman’ın aktardığı bir başka deneyim, değişim aktörlerinin en önemli tekniklerinden
birinin mutabakat oluşturduğunu göstermektedir. Değişim, bir kuruluşun üyelerini fazlasıyla
kafa karışıklığına sürükleyebildiği için, değişim aktörleri çoğu zaman engebeli bölgelerde
yeni fikirlerin çobanlığını yapmak zorundadır. Öreğin, seksenli yılların başlarında, bir
değişim aktörü olarak Friedman'ın ilk adımlarından biri, yatırım bankacılığı bölümünde bir
stratejik planlama komitesi oluşturmak olmuştu: "Komiteyi, üst yönetim düzeylerinin
altındaki, tabulara karşı çıkan genç ve parlak insanlardan oluşturduk, böylece kendilerini
statükoyu korumak gibi bir baskı altında hissetmeyeceklerdi." Bu komitenin birkaç üyesi
Goldman Sachs'ın çürük tahvil işine girmesini önerdi. Friedman bu fikri destekliyor, ama
40
kendi coşkusunun uzun yıllardır tutuculuğun kalesi olan banka içinde ağır basamayacağını da
biliyordu. Banka içindeki en zeki ve tedbirli kişi olarak bilinen deneyimli bir partnerden,
bankanın çürük tahvil işine girmesinin gerekip gerekmediğini ve eğer girecekse nasıl girmesi
gerektiğini belirlemek üzere bir araştırma yaptırmasını istedi. Friedman sonucu söyle
anlatıyor: "O da bizimle aynı sonuca ulaştı, ama çok daha fazla belgeye dayanıyordu ve bazı
faydalı düzeltmeler yapmıştı. Böylece kendisi de taraftar oldu ve planın arkasında yer aldı.
Plan, yerleşik düzenin onayını almış oldu."
Çoğunlukla değişim aktörleri mutabakat oluşturma işlemini biraz çelişen bir başka teknikle
birleştirirler; bu, yeni iş yapma tarzlarına üst yönetimin verdiği güçlü desteğin bazen açık ve
dramatik bir şekilde herkese gösterilmesidir. Terıneco'da genel müdür Dana Mead, iş
birimleri için neredeyse ulaşılamaz düzeyde finansal hedefler belirler ve daha sonra bu
hedefleri gerçekten bütçeye de koyar. Şirketteki beş bölüm müdüründen, bu hedeflerdeki
performanslarına ilişkin olarak, açık bir forum halinde aylık sunuşlar yapmalarını ister. Mead
bu konuda şunları anlatıyor: "Yarattığı baskı müthiş ve işe yarıyor." Mead bu kategorideki
diğer birçok yönetici gibi iletişimde şirket bültenlerinden fazlasıyla yararlanmaktadır. Birçok
değişim aktörü de şirketin yenilkçi ürün ya da program geliştiren kısımlarını öven aylık ya da
üç aylık videolar hazırlamaktadır. Ayrıca bu kategorideki genel müdürler eylemleriyle de
iletişim kurarlar; değişimi yeterince hızlı gerçekleştirmedikleri için yüksek profilli
yöneticilerin işine son verir ya da aynı nedenle bütün bir bölümü dağıtırlar. W. R. Grace'in
eski genel müdürü J. P Bolduc, kendişinin "yeniden yaratılmış" yeni vizyonuna uymadığı
için, şirketin en iyi iştiraklerinden biri olan Belçika'daki yatak imalatçısını sattığını hatırlat-
maktadır. Söylediğine göre bu hamle, W. R. Grace'i "kültürel şok"a sokmuştur. Ama sunu da
eklemektedir: "Hiç kimse yapmak istediğimiz şeye inanmıyordu, bu nedenle bu güçlü engeli
yıkmamız gerekiyordu." Bu tür bir hamle değişim aktörünün mutabakat oluşturmaktan
yararlanmasının tam tersi olarak görünmektedir, ama ikisi birlikte yaklaşımın toplamını ve
özünü oluşturmaktadır.
Son olarak, değişim aktörleri diğer tip örgütlerde çoğunlukla hoş karşılanmayan özelliklere
sahip elemanlara duydukları ilgi açısından da farklıdırlar. Bu genel müdürler, Dana Mead'in
sözleriyle, "inatçı, sorun yaratan ya da ısrarcı kişilere" değer verirler. Mead, bu tür kişilerle
toplantıların her zaman sorunsuz olmadığını kabul ediyor, ama bunların önemli değişiklere
yol açabilen sorular yönelttiklerini ve planlar başlattıklarını da söylemektedir. Örnek olarak
da genel müdürlüğe atanmasından kısa bir süre sonra işe aldığı bir elemanı gösteriyor. Bu
kişi, ABD'ye göçmen olarak gelmiş, Stanford Üniversitesi'nde kendi çabasıyla okumuş ve
Beyaz Saray'da çalışmaya başlamıştı. Mead, kendisinin bu kişinin amirlerini birkaç kez
yatıştırmak zorunda kaldığını vurgulayarak, "Görebileceğiniz en atak, en akıllı kişidir, ama
ortalığı karıştırır ve birilerini gücendirir. Ama tam da burada olmasından hoşlandığımız türde
41
biridir. Bize bazı çok heyecan verici projeler getirdi ve sonuç da elde etti" diye anlatıyor.
Araştırmamızın, değişim aktörlüğü rolünü üstlenen bir genel müdürün, beş liderlik
yaklaşımının belki de en zorlayıcı ve külfetli olanını üstlenmiş olduğu sonucuna varması, hiç
de şaşırtıcı değildir. Değişime, hemen hemen her zaman karşıtlıklar, huzursuzluk ve direniş
eşlik eder. Araştırmamızda yer alan bütün değişim aktörleri bu moral bozucu gerçeklikten söz
etmiştir. Ayrıca bu yaklaşımın nasıl kendilerini çoğu zaman doğal eğilimlerinin tersine daha
yavaş hareket etmeye ya da insanlara daha çok manevra alanı tanımaya zorladığını da
anlatmışlardır. Kısaca, değişim yaklaşımı bazen insanların kişiliklerine uymayan bir yöneti-
cilik sergilemesini gerektirmektedir. Ama Stephan Friedman, bu yaklaşımı bir yönetim stili
olmaktan çok bir çağn olarak tarif ederken birçok değişim aktörü adına konuşmaktadır:
"Değişim için değişim elbette anlamlı değil. Ama eğer yapıcı stratejik değişim için
çalışmıyorsanız, tanımı gereği, aşılmak zorunda olan bir şeye bekçilik ediyorsunuz demektir.
Rakipler sizi geride bırakacak, müşteriler işe yetersiz bulacaktır. Eğer yaklaşımınız buysa, o
zaman bu işi niçin istediniz?"
Araştırmamızdan ortaya çıkan beş yaklaşım elbette, ne kesin başarı reçeteleri ne de her
genel müdürün içine girebileceği sağlam rol kalıplarıdır. İş dünyası, bu tür basit analizler
yapmaya izin vermeyecek ölçüde karmaşıktır. Ama bu beş yaklaşım genel müdürlerin, sonsuz
işlerine nasıl yapı ve anlam kazandırdıklarını, nasıl yol aldıkça öğrendiklerini anlamak için
bir çerçeve sunmaktadır.
Bilimciler liderlik için de bir gen bulunduğunu keşfedene-ve bunun politikada değil de iş
hayatındaki sonuçlarını düsünene-kadar, kişilik konusundaki tartışmalar sürecektir. Bilimciler
liderliğin doğadan çok, yetişmenin ürünü olduğunu bulsalar bile, yalnızca klasik General
Patton tiplerinin bir örgütü başarıya götürebileceğini düşünenler gene de olacaktır. Bizim
araştırmamız, liderliğin bundan daha kapsamlı olduğunu, yönünü kişinin içsel özelliklerinden
çok dış taleplerden aldığını göstermektedir.
45
bir düşünün. Iyi yönetim mucizeler yaratır.
Gene de, vasat yöneticiliğin norm olması gibi bir sorunla karşı karşıyayız. Bunun nedeni,
bazı insanların yöneticilik geninden yoksun olarak dünyaya gelmesi, yanlış kişilerin terfi
ettirilmesi ya da sistemin kötüye kullanılabilir olması değildir. Böyle şeyler her zaman söz
konusudur, ama en yaygın açıklama çok daha basittir: Yetenekli yöneticilik o kadar
olaganüstü zor bir şeydir ki, insan ne kadar çok çaba gösterse de ancak az sayıda kişi iyi gö-
rünür. Hepimizin yakındığı o donuk görünümlü yöneticilerin çoğu, aslında iyi bir yönetici
olmak için elinden geleni yapmaktadır.
Şu ya da bu biçimde yöneticilik dünyanın en yaygın işlerinden biri haline gelmiş
durumdadır ve bu nedenle yöneticilerden neredeyse olanaksız taleplerde bulunuruz. Yeni
başlayanlardan; finansta, maliyet kontrolünde, kaynak dağılımında, ürün geliştirmede,
pazarlamada, üretimde, teknolojide ve düzinelerce diğer alanda az çok gelenekselleşmiş
birçok yöneticilik becerisine sahip olmalarını isteriz. Yönetim tekniklerinde-strateji, ikna,
müzakere, yazma, konuşma, dinleme-ustalaşmış olmalarını isteriz. Örgütsel başarı için
sorumluluk üstlenmelerini, büyük paralar kazanmalarını ve bunu cömertçe paylaşmalarını
isteriz. Liderliği. dürüstlüğü ve karakteri tanımlayan nitelikleri--vizyon, sebat., tutku,
duyarlılık. bağlanma. içgörü. zekâ. ahlak standartları, karizma, talih, cesaret, kararlılık, hatta
zaman zaman alçakgönüllülük-sergilemelerini isteriz. Sürekli bizim çıkarlanmızı gözetecek
dostlanmız, danışmanlarımız ve kılavuzlarımız olmaları gerektiğinde ısrar ederiz. Diğer bir
deyişle, bu yaygın mesleği yeterli bir şekilde yapabilmek için insanın Aziz Petrus, Büyük
Pelro ve Büyük Houdini'nin becerilerini kendi kişiliğinde birleştirerek günlük bir temelde
sergilemesi gerekir. Birçok yöneticinin bu performansı gösterememesi hiç de garip değildir.
Ama gene de bunu başarabilenler vardır. Vasat yöneticilere rastlamak daha kolay olsa da-
ortalama bir işyerinde en az birkaç adet vardır-hemen herkes kariyeri sırasında birkaç örnek
yönetici tanımıştır. Bu kişiler iki kategoriye ayrılır. İlk kategoride, insani-olmayan yeterlilik
gereklerini gerçekten karşıladıkları için iyi ya da çok iyi olan ve son derece ender rastlanan
yöneticiler bulunur. Ikinci kategoride ise, büyük yöneticiler ya da normal koşullarda ısrarla
talep ettiğimiz (ve belki iş tanımının da gerektirdiği) birçok beceri ve erdemi taşımıyor
olmalarına rağmen, büyük yönetici olarak adlandırmaktan çekinmediğimiz bazı yöneticiler
yer alır. Büyük yöneticilerin yer aldığı ikinci kategoriye daha yakından bakmamız gerekir;
çünkü bu yöneticiler, az sayıda olsalar da, çevrelerindeki insanların yaşamların da oldukça
büyük bir önem taşıyor olabilirler.
Büyük yöneticilerin az sayıda olmasının bir nedeni, yöneticilerin eğitim ve
yetiştirilmesinde teknik üstünlük üzerinde çok fazla, karakter üzerinde ise çok az
odaklanmamızdır. Yönetim bilimleri-istatistik, veri analizi, üretkenlik, finansal kontroller,
hizmet sunma-günümüzde neredeyse kesin sayabileceğimiz şeylerdir. Bunlar, nasıl
46
öğretileceğimi bildiğimiz konulardır. Ama iş insanlara büyük yöneticiler gibi davranmayı
öğretmeye-öğretilmesi olanaksız olan cesaret ve dürüstlük gibi kapasiteleri bir şekilde
aşılamaya- geldiğinde hala Karanlık Çağ’da yaşıyor gibiyiz. Belki de bunun sonucu olarak,
yöneticilikte insani unsurun önemini hafife almak gibi bir eğilim gelişirdik. Yöneticilerin
diğer insanların mutluluğundan sorumlu olmadığını söylüyoruz. Işyeri bir anaokulu değildir,
diyoruz. Endişelenmemiz gereken pazar payı var, büyüme var, kârlılık var; hem zaten güç,
ilişkilere harcamaya değmeyecek kadar faydalı ve eğlendiricidir: Doldurmamız gereken
küplerimiz var. Ancak yöneticiliğin sadece bir mekanik görevler dizisi olmadığını, bir insani
etkileşimler kümesi olduğunu içgüdüleriyle anlayan insanlar büyük yönetici olur.
Bu dergide geçirdiğim yedi yıl içinde, şaşırtıcı sayıda büyük yöneticiyle temasa
geçebilmek gibi bir sansım oldu. Birinci Adam olarak adlandırdığımız bir bölümün editörü
olarak, bu tür kişilerin-çoğu girişimci ya da genel müdürdü-karşılaştığı, analiz ettiği,
boğuştuğu ve her zaman olmasa da bazen çözdüğü kritik problemlere ilişkin anlattıkları
öyküleri dinleyebilecek bir konumdaydım. Bu öykülerin hepsi mutlu sonla bitmiyordu, ama
hepsi de birinci sınıf yöneticiliğin ne kadar olağanüstü zor bir şey olduğunu gösteriyordu.
Bunlar bana bir şey daha gösterdi: Yöneticilik son derece insani bir faaliyettir ve
yöneticilerden talep ettiğimiz bütün o akıl almaz şeyler arasında karakterin bizim için niçin
eğitimden daha büyük bir anlam taşıdığının açıklaması bu olguda yatmaktadır. Bilgisayarlara
ya da pazarlamaya ilişkin çok az şey bilen, ama iyi bir insan olan bir yöneticiyi sevebilir ve
onun için çok çalışabiliriz. Büyük teknik yeteneklere sahip olmasına rağmen cimri ve huysuz
karakterli yöneticilerden hiçbir zaman hoşlanmaz ve onlara her zaman karşı çıkarız. Üç
paragraf önce yer alan o uzun gerekler listesine tekrar bakın. Edinilebilir becerilerden temel
erdemlere doğru kaydıkça, listedeki her madde giderek daha az vazgeçilebilir olmaktadır.
Örneğin, cesaret ya da kararlılığa sahip olmadan, bir yönetici büyük olmayı umamaz. Diğer
mutlak ön koşullardan birkaçını daha düşünelim.
47
Amaçlan bilet düzenleyip satmakla sınırlı olan rakiplerinin aksine o, göçmenlerle çalışmaya
başladı. Yoksul Avrupalılara, 50 dolar karşılığında buharlı gemi biletleri sattı, Ellis
Adası'ndaki giriş engellerini asmalarına ve Philadelphia'ya ulasmalarına yardımcı oldu. Bu
noktada da durmadı. Göçmenlik genellikle bireysel bir olay olmadığından ve bütün aileyi
ilgilendirdiğinden, Marcus Rosenbluth göçmenler için bir tür bankacılık hizmeti vermeye
başladı. Yerleşip iş sahibi olan göçmenlerin beş-on sentlik tasarruflarını taksit taksit toplayıp
biriktirerek ailelerin ikinci, üçüncü, dördüncü üyesinin ve sonunda da bütününün güvenli bir
şekilde Amerika'ya ulaşmasına yardımcı oldu. Rosenbluth Travel kurulduğu günden
başlayarak hayal gücünün rekabet üstünlüğüne sahipti.
Rosenbluth şirketi, yıllar sonra göç yavaşladığında (ve seyahat ya da bankacılık
lisanslarından birini terk etmeye zorlandığında) tatil gezileri düzenlemeye başladı. Şirketin
kurulusundan yaklaşık 90 yıl sonra, 1970'li yılların sonunda, Hal Rosenbluth işi devraldı ve
bir kez daha yeniden yarattı. Devlet düzenlemelerinin azaltılması, düzen ve istikrarı
kargasaya dönüstürmüştü. İki kent arasında uçuş için iki –üç satandart tarifesi varken,
birdenbire yeni hatlar, uçuş planları ve tarifeler ortaya çıkmış, üstelik herşey hiçbir bildirim
olmaksızın değiştirilebilir hale gelmişti. Müşteriler, bilet ücretlerini hesaplamaya çalışırken
hayal kırıklığı ve kızgınlık yaşıyor, karışıklığı çözme ya da anlama konusunda başarısız olan
seyahat acenteleri ise ümitsizliğe kapılıyordu. Hal Rosenbluth bütün bunları büyük bir fırsat
olarak değerlendirdi, çünkü çözümün yeni bir buluşla, bilgisayarla ilgili olacağını görmüştü.
Bütün havayolu şirketlerinin elektronik rezervasyon ağlarına abone oldu (o günlerde
havayolları bu erişim karşılığında ücret alıyordu) ve bütün bilet fiyatlarını kendi bilgisayar
sisteminde birleştirdi. Temsilcileri için terminaller satın aldı. Coşku yaratarak ve özendiriciler
kullanarak yeni bir takım çalışması ruhu ortaya çıkardı. Elemanlarının çıkarlarını gözetmede
gösterdiği kararlılık, onların bütün dikkatlerini müşteri çıkarlarına yöneltmesini sağladı.
Müşterilere bütün hatlarda en düşük bilet fiyatı garantisi verdi ve bulabildiği bütün kurumsal
müşterileri sisteme katmaya başladı. Hal söyle diyor: "En büyük rekabet üstünlüğümüzün,
devlet düzenlemelerinin azalması sonucunda kurallar değişince, artık seyahat işi kadar
enformasyon işinde de bulunduğumuzu anlamış olmakta yattığını düşünüyorum." Rosenbluth
hayal gücü, dört kuşak ve yaklaşık 100 yıl sonra hâlâ iş basındaydı.
Şirket Eğitimi
Eğitilen kişi sayısı 33,5 milyon 40,9 milyon 22
Toplam eğitim saati 1,1 milyar 1,3 milyar 18
Toplam şirket harcamaları 10 milyar$ 45 milyar$ 350
Ekonomi Basını
İşletme öykülerinin sayısı 125000 680000 444
Yeni işletme kitaplarının sayısı 1327 1831 38
İşletme kitaplarının satış geliri 225 milyon$ 490 milyon$ 118
49
“Yeni” fikirleri benimsemek, şirketler için ilerici olduklarını, geçmişteki hatalarının
bilincine varıp kendilerini değişime adadıklarını dünyaya göstermenin bir yolu haline geldi.
Kaldı ki, yapılabilecek en kötü şey statükoya yapışmaktı.
Bazı firmalar açısından yeni fikirler işe yaradı. Düşüşü yavaşlatmalarını ve yabancı
rakiplerine meydan okuyabilir hale gelmelerini mümkün kıldı. Ama çoğu durumda, araştırma
sonuçlarının da gösterdiği gibi, son onbeş yılın yöneticilik modaları vaat ettikleri sonuçları
üretemediler.
1980 ile 1990 yılları arasında ABD’de kilit konumdaki birçok sektör 1970’lerde olduğu
kadar ya da daha fazla pazar payı kaybetti (bkz. “ABD sektörleri,nin rekabet gücündeki
düşüş” başlıklı tablo). Harward işletmecilik okulu, McKinsey&Company,Ernest&Young ve
Amerikan Kalite Vakfının son araştırmaları, yöneticilerinde yeni yönetim programlarından
memnun olmadığını göstermektedir. Harward İşletmecilik Okulunda 1993’te yürüttüğümüz
bir araştırmada, yaklaşık 100 şirketin yöneticisiyle 21 farklı program konusunda görüştük ve
bu yöneticilerin %75’inin örgütlerindeki sonuçlardan hoşnut olmadığını bulduk.
Bu kadar feci sonuçlardan kim sorumludur? Biz sorunun ABD yöneticiliğinin en ciddi
problemini, pragmatik hüküm vermedeki eksikliğini ele almadaki başarısızlığından
kaynaklandığını düşünüyoruz. Seksenli yıllarda moda olan yönetim tekniklerinin geniş ölçüde
benimsenmesi, yöneticilerin yaratıcı çözümler aramak yerine hazır yanıtlara dayanmasını
getirdi. Bazı şirketlerin çabuk çözümlere duyulan bu güveni sorgulamaya başlamasına
rağmen, raflardaki hazır buluşların benimsenmesi endişe verici bir hızla sürmektedir.
Eğer yöneticiler bu gidişi tersine çevirmek istiyorlarsa, işe yöneticilik sorumluluğunu
yeniden üstlenmekle başlamak zorundadırlar. İçgüdüsel olarak modalara kapılmak yerine,
yarar vaat eden yönetim fikirlerini dikkatle seçmeleri, gerekiyor. Ayrıca bu fikirleri kendi
şirketlerinin bağlamına özenle uyarlamayı kesinlikle ihmal etmemelidirler.
Yeni fikirlere bütünüyle direnmek ve eldeki malzemeyle yetinmek çoğu zaman en çok
50
yararı sağlar. Ne kadar eski moda görünse de, olması gereken de tam da budur. Yöneticinin
işi yenilik aramak değil, şirketin sonuç elde etmesini sağlamaktır. Başlamak için en iyi yer
pragmatizmdir.
*Yukarıdaki yazı Thomas Teal’in Harward Business Review
Dergisinin Mayıs 1994 sayısında yayınlanmış “Yöneticiliğin İnsani
Yönü” adlı makalesinden alınmıştır.
56