You are on page 1of 10

SELMAN EKİCİ

TÜRK DİLİ TARİHİ


Prof . Dr. Mustafa DEMİREL

TÜRK DİLİNİN DOĞUŞU VE TÜREME MESELESİ


Türk Dili ve şiveleri Altay Dilleri grubuna dâhil edilmektedir. Türk Dili önce Fin Ugor
dilleriyle bir aileden sayılmış, sonra Ural-Altay manzumesi içerisinde tetkike layık görülmüştür.
Bu sahada çalışanların ilki İsveçli Philipp Johan Von STRAHLENBERG olmuştur. Bu zat
Sibirya yerli kavimlerinin sosyal hayat ve dillerine dair vücuda getirdiği eserle adeta Ural-Altay
mektebinin kurucusu olmuştur. Bu zat Volga ve Sibirya sahasında yaşayan Türkleri Küçük ve
Büyük Tataristan gibi adlar altında iki coğrafi gruba ayırmış ve üzerinde bulunduğu dillere de
sadece Tatar Dilleri adını vermiştir.
Philipp eserine eklediği “Tabula” cetveline Kalmuk ve Tatar dillerine ait kelimelerle beraber
Mogol ve Tunguz kelimelerinede yer vermiştir.
Tabula otuz iki Tatar(Türkçe) lehçe ve şivesinden bahseder. Burada her şiveye, her lehçeye ait
sayı rakamları ile beraber tanrı, gök, padişah gibi kelimelerede yer vermiştir.
Tabula’da zikredilen otuziki dil başlıca altı gruba ayrılmıştır:
1. Fin-Ugor Grubu: Macar, Fin, Vogol, Vodyak, Ostyak gibi.
2. Türk-Tatar Grubu: Tatar, Yakut, Çuvaş gibi.
3. Samuyet: Bunların kullandıkları dile Samuyetçe deniliyor.
4. Mogol-Mançu Grubu: Kalmuk, Mançu, Tangut dilleri gibi.
5. Tunguzlar: Bu gruba Tunguz, Arîn, Koryak, Kurin kavimlerinin dilleri girer.
6. Karadeniz Hazar Denizi Arasında Yaşayanlar: Azerice, Kırgızca, Kazakça gibi.

Philipp’in eserinde bahis konusu olan asıl Türk boyu Çuvaş, Tatar, Başkurt, Yakut, Türkmen,
Karakalpaklılar, Baraba ve Kan Türkleridir.
Bu görüşler bir teoride olsa Türk kültürüne hizmetleri olmuştur. Bu zat muhtemelen Ebu'l Gazi
Bahadır Han’ın “Şecere-i Terakime”sini ilim âlemine tanıtmayı başarmıştır.
Bu Türk Dili yadigârı, ilk defa büyük bir ihtimalle 18. Yüzyıl başlarında Rusça’ya bir rivayete
göre ise Almanca’ya çevrilerek Avrupa’ya getirilmiştir.
Philipp’in vücuda getirdiği Ural-Altay Dilleri Teorisi ibtidai olmakla beraber 19. Yüzyılın
başlarına kadar muteber sayılmıştır. Bu devirden sonra ise dilciler Leibniz’in 1713 yılında dil
değişimi hakkındaki tezi ile Türk-Tatar ve Fin Ugor dilleri arasındaki yakınlığa dair nazariyesi
açıklanınca yeni kurulan Mukayeseli Dil Araştırma Prensiplerine uymuş ve Philipp’in bahsettiği
diller kümesini yeniden incelemeye başlamışlardır.

MORFOLOJİK TASNİFDE TÜRK DİLİNİN YERİ

1
SELMAN EKİCİ

Yapı bakımında yeryüzünde diller üç gruba ayrılır.


1. Tek Heceli Diller: Bu dillerde her kelime tek hecelidir. Kelimelerin çekimli halleri yoktur.
Cümlenin manası kelime sırasından anlaşılır. Birbirine benzeyen kelimeleri ayırt etmek için çok
zengin vurgu sistemi vardır. Çin-Tibet dilleri bu gruba girer.
2. Eklemli Diller: Bu grupta tek veya çok heceli kelime kökleri ile ekleri vardır. Köklere ekler
getirilir. Bu durumda kökler değişmez. Bu gruptaki diller ön ekli veya son ekli olabilirler.
Türkçe, Macarca gibi diller eklemli dillerdendir. Türkçe son eklemli dildir.
3. Çekimli Diller: Bu dillerde de tek ve çok heceli kökler ve ekler vardır. Yeni kelime yaparken bu
çekim sırasında çok defa kökler değişikliğe uğrar. Hint-Avrupa dilleri böyledir. Bu dillerde
kelime kökü ile yeni kelime arasında belirtili iz vardır. Arapça bu gruba girer.

TÜRK DİLİNİN DEVRELERİ VE MİLATTAN ÖNCEKİ DURUMU


Türk Dilinin milattan önceki durumu şimdiye kadar bir karanlık mesele olarak kalmıştır. Bu
durumun aydınlığa kavuşması bugünkü Türk şive ve ağızlarının mukayeseli bir grameri vücuda
getirilinceye kadar bir hipotez olarak kalacaktır. Ancak biz eski vesikalara dayanarak Türk Dilinin
tabakalanması keyfiyetini ana hatlarıyla tarif edebiliriz. Bu dilin şimdiye kadar gelişme
merhalelerini şöyle bir genel düzene koyabiliriz.
1. Altay Devri: Türk-Moğol dil birliği
2. En Eski Türkçe Devri: Proto Türk dil birliği
3. İlk Türkçe Devri: Hunlar ve dilleri. Yani Hunlar dönemi.
4. Eski Türkçe Devri: Köktürk ve Uygur devri.
5. Orta Türkçe Devri
6. Yeni Türkçe Devri
7. Modern Türkçe Devri

1. Altay Devri: Bu devre Türk-Moğol dil birliği devresidir. Türk-Moğol-Tunguz dilleri en eski
Altay dilleri birliğinden ayrıldıktan sonra bir devre daha geçirerek daha sonraları birbirinden
ayrılmıştır. Yeni devrede bu iki dil birliği iki dala ayrılmış birisini Moğol diğerini ise Çuvaş-
Türk dilleri birliği teşkil etmiştir.
2. Eski Türkçe: Yani Proto Türk devri ve ilk Türkçe devri hakkında dil bilimi bakımından gereken
sağlam bir bilgi sahibi değiliz.
3. Eski Türkçe Devri: Türkçenin bu devresi hakkında bol ve kesin malumatımız var. Bu devreye
Köktürk, Uygur Türkçesi devresi diyebiliriz. Zaman itibariyle bu devre 6-9. Yüzyılları
içermektedir. Bu devre başlıca üç bölüme ayrılır.
a) Tukıyu Türklerinin kullandığı dönem: Orhon harfleri kullanılmıştır. 5-8. Yüzyıllar arasında
Tukıyu Türkleri kullanmıştır.

2
SELMAN EKİCİ

b) Eski Uygur Dönemi


c) Eski Kırgız Dönemi
1. Orta Türkçe Devri: Bu devreyi müşterek Orta Asya Türkçesiyle Selçuklu ve Osmanlıların
hâkimiyet kurdukları sahalardaki “Müşterek Anadolu” ve “Azerbaycan Türkçesi” diye
adlandırdığımız muhtelif edebi şiveleri teşkil etmektedir.
Siyasi tarih bakımından bu devre Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlıların ilk devresi ve
Azerbaycan sahasını içerisine almaktadır.
Zaman bakımından ise 10-16. Yüzyılları ihtiva etmektedir.
2. Yeni Türkçe Devresi: Bu devrede 16-20. Yüzyılları arasında zengin bir edebiyat yaratmış olan
Türkçe ile muhtelif şiveler meydana gelmiştir. Osmanlı, Çağatay, Özbek ve Azeri edebiyatları
bu devrede meydana gelmiştir.
3. Modern Türkçe Devri: Bu ifadeden bugünkü Türkçe ve edebi Türk şiveleri kastedilmektedir.
Bu dönem Türk Dilinin üslup gelişmesi bakımından en son merhalesini teşkil etmektedir.

L. Lighty Türk Dilini üç esas döneme ayırmıştır.


1. Eski Türkçe Devr i : Bu devir 6-9. Yüzyılları kapsar. Bu devre Göktürkçe ile Uygurca
devrini teşkil etmektedir. Eski Kırgız dilini de buraya ekleyebiliriz. Bu ihtimal dâhilindedir.
2. Orta Türkçe Devri : 10. Yüzyıldan 15. Yüzyıla kadar devam eder. Bu dönemde:
a) Mani ve Buda tercümeleri, Uygurca yazılan eserler görülüyor.
b) Çağatay yazı dili
c) Kıpçak ve Oğuz dili yadigârları(eserleri) görülür.
1. Yeni Türkçe Devri : Bu devir Türkçenin 16. Yüzyıldan itibaren bu günkü durumu ihtiva
eden bir dönemdir.

Her iki taksimde de kusurlar bulunabilir. Çünkü bütün dil tarihi taksimlerinde buna benzer
kurallar her zaman bulunmaktadır.
Bazı bilginlere göre Türkçe ile ilgili sayılan dillerden biride Estrüskçe’dir. Bu dil hakkında
elimizde bugün epeyice mezar kitabeleri bulunmasına rağmen hala fonetik ve morfolojik bakımdan
gereğince incelenmemiştir. Bu yüzden Estrük dilinin hangi dil grubuna alınması lazım geldiği
halledilememiştir.
Lehçe : Bir dilin ses, yapı ve söz dizini özellikleriyle ayrılan koludur.

HUNLAR

3
SELMAN EKİCİ

Sümer yazılarına göre M.Ö. 24. Yüzyıllarda Moğolistan’da Hu Türkleri oturmaktaydılar. Asıl
Hun tarihinin en parlak devri M.Ö. 3. Yüzyıl sonlarında Mete Han (Ö.174) dönemi olmuştur. Bu
devirde Hunlar geniş bir alana yayılmıştır. Hun İmparatorluğu 581’de sona ermiştir.
Esas Hunlar hakkında meydana getirilen araştırmalar bolca olmasına rağmen kâfi sayılmazlar.
Hunların diline gelince şimdiye kadar Hun Türkçesi hakkında kesin olarak bir fikir ileri sürmek
mümkün değildir. Ancak Hun Türkçesinde bulunan birkaç kelime J. Nemed tarafından ihtiyatla
olmak şartıyla tespit edilmiştir.
ORHUN HARFLERİ
5. Asırdan 9. Asıra kadar Kırgızlar ve Tukiyu Türkleri tarafından kullanılmıştır. Aslında bu
harflerin hangi asırdan beri kat’i olarak kullanıldığı tespit edilememiştir. 580 yılında Türk sefiri
tarafından İstanbul’a getirilen mektubunda bu harflerle yazılmış olması ihtimali büyüktür.
Hun Türklerinin kullandıkları harfler hakkında elimizde hiçbir vesika yoktur. Bununla beraber
Hunların kullandıkları harflerinde Yenisey-Orhun harfleri vasfında olduğu bazı delillerle elde
edilmiştir. Hatta Yakut Türklerinin de Orhun harflerini kullandıkları sanılıyor. Aslında Yenisey-
Orhun harflerinin 5.Asırdan çok önce Türkler arasında çok yaygın olduğu anlaşılmaktadır.
Orhun harfleri işaretleri Danimarkalı Thomsen’in keşfinden çok evvel Tarihçi Cüveyni’nin
keşfi Türk dünyasının dikkatini maalesef çekmemiştir.

ORHUN HARFLERİNİN MENŞEİ


1. Bu harfleri Türkler İskandinavyalılardan almışlardır. Bu teorinin kurucusu Fin bilgini Heike’dir.
2. İkinci teori Dummer tarafından ortaya sürülmüştür. Buna göre Orhun harflerinin menşei küçük
Asya kavimlerinin Frigya ve Hititlerin kullandıkları harflere dayanmaktadır.
3. Thomsen’in teorisidir. Orhun harfleri Arami yahut da Pehlevi harflerinden doğmuştur.
4. Teori I. ve III. Teoriye göre biraz değişiklikle Radloff’a aittir.
5. Teorinin kurucusu Malidski olmuştur. Bu bilgine göre bu harflerin Türklere ait olduğu, bunlarda
Türk izleri bulunduğu ifade edilmiştir.
6. Teori Sokolov tarafından ortaya atılmıştır. Orhun harfleri esas itibariyle Arami olup sonra
Türkler tarafından millileştirilmiştir.
İşte burada Orhun harfleri menşei hakkında şimdiye kadar ortaya atılan teorileri özetlemeye
çalıştık. Orhun harfleri sayı itibariyle pek çoktur. Ancak bunların 39 tanesi kullanılmış ve satırlar
sağdan sola doğru yazılmıştır. Uygur harfleri ise 18 tanedir ve bu yazıda sağdan sola doğrudur.

ORTA TÜRKÇE DEVRİ

4
SELMAN EKİCİ

840 senesinde Kırgızların hücumuna uğrayan Uygurlar Beşbalık havzasına yerleşmişlerdir.


Bugünden eski Uygur kültür sahası başka Türk boylarına bırakılmıştır. Buralarda diğer Türk
boylarına kendi medeniyet ve dillerini aşılamışlardır.
Türklük tarihinde önemli rol oynayan Karluklar Isıkgöl yöresine yerleştiler. Kırgızlar ise
Moğolistan’la Orhun havzası yöresinde bulunmaktadırlar. Karahanlılara gelince bunlarda Kaşgar’la
Çu ırmağı üzerindeki Karabalsagun’a yerleşmişlerdir.
10.yüzyıl başlarında Karahanlılar müstakil bir devlet kurmuşlar. Bu yeni Türk Devletinin
kurucusu Satuk Buğra Han’ın 950 yıllarında İslamiyeti kabulü üzerine ilk Türk İslam devleti
kurulmuş oldu. Bu devlet 1212 yılına kadar devam etti.
Küçük Uygur Hanlığının gerçek varisi olması dolayısıyla Karahanlı Devleti daha sonra Seyhun
ve Ceyhun arasında bulunan sahayı da kendi idareleri altına aldılar. İşte bu yeni kültür gelişmesi
aşamasında iki büyük Türk düşünürü yetişti. Bunlardan birisi Kaşgarlı Mahmud diğeri Balasagunlu
Yusuf Has Hacib olmuştur. Kaşgarlı dilci ve İskenderiye Mektebi üslubunda ilk Türk Gramerciliği
geleneğinin kurucusu olmuştur. Yusuf Has Hacib ise hem edip hem de Türk Nazım Edebiyatı
Mektebinin kurucusu olmuştur.

ARAP TÜRK YAKINLAŞMASI


Emeviler zamanından itibaren başlayan Arap-Türk yaklaşması bilhassa Abbasiler devrinde daha
da gelişmiştir. Abbasiler kendi Arap kuvveti pek yeteri kadar olmadığından hâkimiyetlerini Türk ve
İran unsurlarının sadakati ve bağlılığıyla devam ettirmişlerdir.
Halife Mu’tasım(833-842) kurulan bu yeni ordu ile Bizans’a, İran’a ve Mısır’a başarılı seferler
yapmıştır. Hatta Mu’tasım sırf hilafet idaresini kendi elinde tutabilmesi için bir Türk kadını ile
evlenmiştir.
Türklerin askeri zaferleri İslam âlemi için büyük bir övünme vesilesi olmuştur. Bu hüküm Cahız
ve İbn-i Ussal tarafından ifade edildiği gibi tarafsız bir tarihçi sayılan Taberi’de Türklerden
bahsederken peygambere isnad edilen bir hadis kaydetmekten kendini alamamıştır. Bu hadisler
uydurma olmalarına rağmen değerini muhafaza etmişlerdir. Bu konuda özellikle İslam edebiyatında
ilk söylenen hadis “Sizi rahat bıraktıkları müddetçe Türklere dokunmayın” hadisidir.
Arap coğrafyacılardan Bağdatlı Ebu’l-Ferec Kitabü’l-Ferec adlı eserinde bu hadisi genişl bir
yorumla yayınlamıştır. Bu hadislerin birçoğu Ebu Davud’da yer almıştır.

TÜRK DİLİNİN İSLAM DÜNYASINA GİRİŞİ

5
SELMAN EKİCİ

Türk Dilinin İslam dünyasına girmesinin en önemli sebebi Orta Asya’daki çeşitli Türk
halklarının İslam medeniyeti çevresine girmeleri ile olmuştur.
Türk bilim adamları Arapçaları ile bildikleri Orta Asya dillerinden birçok ilmi eserleri Arapçaya
çevirmişlerdir. Mesela devrin tercüme eserleri arasında İbn’ül-Mukaffa’nın Kelile ve Dimne gibi
sevilen eseri örnek sayılabilir. Bu çalışmaları yalnız ilme hizmet olarak saymamalı ve bunu bir anda
Arap istilalarına karşı kültür direnişi şeklinde telakki etmek gerekir. Bunun yanında Türkler bir
taraftan müşterek bir İslami kültür müessesine katılırken bir taraftan da İslam’ın yayılması ve
yerleşmesine canla başla çalışmış, ona gereken saygıyı göstermişlerdir.
Arap ve Farslarla beraber çalışmaya başlayan yeni Türk halkları millet olarak kendi dillerini de
bu yeni İslam medeniyetinin emrine vermiş, Türk Dilinin medeniyet dilleri arasına girmesini temin
etmişlerdir. Nitekim Karahanlılar devrine ait 1152 tarihli Özkend(Özgen) şehri türbesi yazılarında
Arap-Türk epigrafisi(yazıt bilimi) olarak vasıflandırılan bu Farisi kitabedeki unvanlar ve kelimeler
tamamıyla Türkçedir.
Karahanlı hakanları hem Arap hem de Türk adlarını taşımak mecburiyetinde olmuşlardır.

KAŞGARLI MAHMUD
Kaşgarlı Mahmud hakkında Divan’da rastladığımız malumat dışında hiçbir kayda malik değiliz.
Müellifin asıl adı ile eseri hakkında ilk malumata Keşfü’z-Zünun’da rastlamaktayız. Buna göre
müellifin asıl adı Mahmud b. Hüseyin b. Muhammed’dir. Kendi rivayetine göre babası Barsgan’lı
imiş. Türklerin en fasih konuşanlarından, en açık anlayanlarından ve nesepçe en ileride
bulunanlardan olduğunu eserinde bizzat kendisi kaydetmektedir. Bu suretle yüksek bir Türk
ailesinin çocuğu olduğu anlaşılmaktadır.
Türk illerini, Türk şive ve halk edebiyatlarını hem Türklere hem de Araplara tanıtmaya
çalışmıştır. Bu durumu o şöyle anlatmaktadır: “Türklerin hemen tekmil illerini, obalarını ve
bozkırlarını inceden inceye gezerek dolaştım. Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma, Kırgız boylarının
dillerini ve kafiyelerini zihnimde nakşettim ve bu hususta o kadar muvaffak oldum ki her taifenin
şivesi bence en mükemmel surette elde edilmiş oldu.”
Eserini akıcı bir üslupla vücuda getiren Kaşgarlı Mahmud, ona “Divanü Lügati’t-Türk” adını
vererek Abbasi halifesi Muktedi bi’l-lah’a ithaf etmiştir. Eserin telif tarihi hicri 470/ miladi 1077
dir.
Eser Ali Emirî tarafından elde edilerek Kilisli Rifat’in emeğiyle neşredilmiştir. Divan birkaç
defa Türkçeye çevrilmiş en sonunda Besim Atalay’a Türk Dil Kurumu neşriyatı arasında
tercümesini neşretmek nasip olmuştur. (15 cilt. 4 cilt de dizini var.) bilindiği gibi eser Arapçadır.
Yazarı ise bir Türk düşünürü ve filologudur.
HAKANİYE TÜRKÇESİ

6
SELMAN EKİCİ

Bu tabir yani “Hakaniye Türkçesi” tabiri Kaşgarlı tarafından kullanılmıştır. Fakat buna kesin bir
yer ayırmak mümkün değildir. Hattızatında Kaşgarlı bile bu tabir ile çağının en zarif ve ince
Türkçesine işaret etmek istemiştir. Yusuf Has Hacib dahi kendi eserini “Kutadgu Biligi”ni “han
tili”nce yazmış olduğunu söylemekle Kaşgarlı’nın Türk Dili hakkındaki tarifini bir dereceye kadar
desteklemiştir. Kısaca tarif etmek gerekirse onu doğrudan doğruya Karahanlılar devrinin resmi
devlet ve yazı dili olarak kabul etmek gerekir.
Coğrafi yayılışı bakımından ise bu Türkçe Karahanlılar Devleti hâkimiyeti altındaki sahanın
“Edebi Türkçe”si olmuştur.

OĞUZ TÜRKÇESİ
11. yüzyıl Karahanlı Devleti’nin Hakaniye Türkçesine karşı Kaşgarlı’nın zikrettiği ikinci edebi
Türkçe Oğuz Türkçesidir. Bu iki esas şive arasındaki farkı daha fazla açıklamak için Kaşgarlı’nın
bazen Oğuz Türkçesine karşılık olmak üzere Hakaniye Türkçesi ile beraber ayrıca birde Türk Dili
tabirini kullanmıştır. Mesela Divan’ın birkaç yerinde herhangi bir münasebetle “Türklerin böyle
Oğuzların ise şöyle dedikleri” şeklinde bir açıklama vardır.
Müşterek Orta Asya Edebi Türkçesini Kaşgar’lı bazen Kaşgar Türkçesi bazen de sadece Türk
Dili şeklinde ifade etmiştir. Bu Türkçe ile (Müşterek Orta Asya Türkçesi) yazılan eserlerden biri
hatta en önemlisi Kutadgu Bilig’dir.
Bir daha tekrar edecek olursak Kaşgarlı Türkçe sözü adı altında Kaşgar Edebi Türkçesini
kastetmiştir. Yine Kaşgarlı’ya göre Oğuz Türkçesi zümresine dâhil olanlar Kıpçak, Peçenek ve
Bulgar şiveleridir. Ona göre Oğuzlar Farslarla çok karıştıklarından birçok Türkçe kelimeleri unutup
yerine Farsça kelime kullanmışlardır.

KAŞGAR TÜRKÇESİ ÜRÜNLERİ


11. yüzyıldan bu yana İslam medeniyetine giren Türk kitlesinin dili yani Türkçe yavaş yavaş
çağın en ileri gelmiş Arap ve İran dilleri safında yerleşmeye başlamıştır. Arap Dilinin belağatına ve
İran Dillerinin nükteli oluşuna karşı Türk Dilinin özlü ve sadeliği ortaya çıkmaktaydı. Bu konuda
Ktadgu Bilig’i örnek verebiliriz. Bu eser çeşitli ülkelerde muhtelif adlarla anılmıştır. Mesela
Çinliler ona Edebü’l-Müluk, maşrıklılar Zinetü’l-Ümera, İranlılar Şehnameyi Türkî, Turanlılar
Kutadgu Bilig adını vermişlerdir.

KUTADGU BİLİG

7
SELMAN EKİCİ

Eserin konu itibariyle özelliği ekseriya büyüklerin küçüklere yaptıkları nasihat tarzında
olmasıdır. Eserin esasını teşkil ve münazarayı bütünü ile temin eden dört unsurla bunları temsil
eden timsali şahsiyetler:
Kün Togdı (doğruluğu temsil ediyor)
Ay Toldı (devleti, saadeti, kutlu, mutlu olmayı temsil ediyor)
Ögdülmiş ( aklı temsil ediyor)
Odgurmış (akıbeti temsil ediyor) gibi dört Türk kahramanının isimleriyle temsil
edilmiştir.
Eser besmeleyle başlıyor. Besmeleden sonra şu beyit yer alıyor:
“bayat atı birle sözüg başladım
törütgen igidgen keçürgen idim”
Tanrı adı ile söze başladım
Yaratan, besleyen, bağışlayan Rabbim.

Eser 462/1070 tarihinde imal edilmiştir. Bu tarih şu beyitte belirtilmektedir:


“yıl altmışiki erdi törtyüz bile
Bu söz söyledim men tutup can sürer”
Hayatımda bu sözleri söylediğim zaman
Yıl dört yüz almış iki idi.

KUTADGU BİLİG’İN NÜSHALARI:


Bu eserin şu anda üç nüshası vardır.
1. Viyana Nüshası
Viyana nüshası 843/1439’da Herat’ta istinsah edilen bu nüsha Uygur alfabesiyle yazılmış,
847/1445 yılında Abdürrezzak Bahşi’ye ait olmak üzere İstanbul’a getiriliyor. Daha sonraları tarihçi
Joseph Von Hammer’in eline geçerek Avrupa’ya çıkarılıyor. Bugün Viyana Kütüphanesinde
bulunmaktadır. Bundan dolayı Viyana Nüshası deniyor.
2 ve 3. Nüshalar
Bu nüshalar Arap harfleriyle yazılmıştır. Bunlardan birisi Kahire’deki Hidiv Kütüphanesindedir.
Diğeri ise 1924’de Fergana’da elde edilmiştir. Bugün Rusya’da bulunmaktadır.

MÜŞTEREK ORTA ASYA TÜRKÇESİNİN KAŞGAR ŞİVESİNDE YAZILMIŞ


ESERLERİ
Bu eserler üç merkezde yazılmıştır.

8
SELMAN EKİCİ

1. Kaşgar’da yazılan eserler:


Bu eserler Hakaniye(Karahanlı) yahut Doğu Türkçesi denen Türkçe ile verilmiştir.
2. Harezm-Altunordu’nun muhtelif merkezlerinde yazılan eserler:
Bu eserlere Harezm Türkçesi ile yazılan eserler denir. Bu sahaya 12.yüzyıl Altunordu sahası
denir.
3.Çağatay Türkçesi ile yazılan eserler:
Bu dönem Orta Asya Türkçesinin en parlak devresini teşkil eder. Mir Ali Şir Nevai, Babürşah,
Hüseyin Baykara bu Türkçe ile büyük bir edebiyat meydana getirmiştir.
Ayrı ayrı merkezlerde bulunan bu üç şive grubu arasında kat’i sınırların çizilmesine imkan
yoktur.
ATABETÜ’L-HAKAYIK
Atabetü’l-Hakayık tam bilinmemekle beraber 12. Yüzyıl mahsulü sayılmaktadır. Orta Asya
Türkçesinin Kaşgar şivesini temsil etmektedir. Konu bakımından Kutadgu Bilig tesirinde kalan
Atabetü’l-Hakayık dil ve şive yönünden bazı faklar göstermektedir.
Bu eserin yazarının adı Edip Ahmed’dir. Mir Ali İr Nevai bu zatın anadan doğma kör olduğunu
“Nesaimü’l-Mahabbe min Şemaimi’l-Fütüvve” adlı ve “Nefahatü’l-Üns” tercümesinde
söylemektedir.
Atabetü’l-Hakayık’a ait elimizde altı nüsha bulunmaktadır. Yazılış yerlerine göre ufak tefek
imla ve dil farklılıkları göstermektedir. Faksimileleri Arat neşrinde mevcuttur.

AHMED YESEVİ VE HİKMETLERİ


12. yüzyıl mutasavvıf şairlerinden Ahmed Yesevi Müşterek Orta Asya Türkçesinin karahanlı
dalında en müessir olanlarından biridir. Lakabından da anlaşılacağı gibi aslen Yesi’li olan bu Türk
şairi hakkında geniş ve değerli bilgiler veren Fuad Köprülü’den bu yana aydınlatıcı bir bilgiye
rastlanmamaktadır.
Edebi kaynaklara göre Ahmed Yesevi, 562/1166 tarihinde vefat etmiştir. Halka göre 130 yıl
yaşamıştır. Bunun tamamıyla yakıştırma olduğu söylenir.
Ahmed Yesevi’yi bütün hüviyetiyle bize tanıtan esaslı bilgi yoktur. Orta Asya fikir ve edebiyat
harekâtında üstün bir nüfuz sahibi olan Mir Ali Şir Nevai gibi bir Türk mütefekkiri de Ahmed
Yesevi hakkında sathi bir bilgi vermekle yetinmiştir.
Tarikat sahibi bir şeyh ve filozof olan Yesevi, şakirtleri tarafından uzun zaman yüceltilmiş,
büyük saygı görmüştür. Halende bu saygı devam etmektedir. Elimizde bulunan şems Şemsettin’e ait
bir gazelde Ahmed Yesevi “Şeriatın nizamı, tarikatın imamı, hakikatin tamamı” şeklinde tarif
edilmiştir. Bu surette şan ve şöhreti coğrafi hudutları aşan Ahmed Yesevi şüphesiz çağının ve Orta
Asya tasavvuf cereyanının en büyük mübeşşiri sayılmıştır.

9
SELMAN EKİCİ

DİVAN-I HİKMET
Bu esrde Ahmed Yesevi’nin şiirleri toplanmıştır. Eser dil bakımından kaynak karakteri
taşımakta, Türk Dilinin gelişmesi bakımından önemli bir yer tutmaktadır. Türk Dili tarihindeki
önemine göre Yesevi dili bu saha ile uğraşanların dikkatini çekmiş ve bu hususta birbirlerinden
farklı fikirler ileri sürmüşlerdir.

KISAU’L-ENBİYA
Rabbuzi’nin Kısau’l-Enbiya’sı 14. Yüzyıl başlangıcı Batı Türkistan mahsullerinden olup
müşterek Orta Asya Türkçesine bağlı Kaşgar şivesinin en karakteristik örneklerindendir.
Yazarın asıl adı Burhanettin oğlu Nasuriddin’dir. Daha sonra Rabbuzi lakabını almıştır. Kısau’l-
Enbiya 710/1310’da yazılmıştır. Yazılış tarihi eserde açık olarak “Yiti yüz on erdi yılda kim bitildi
bu kitap” cümlesi ile ifade edilmiştir.
Eser ilk kez 1859 yılında yayınlanmıştır. Eserin en iyi nüshası British Museum’daki yazmasıdır.
Dil, edebiyat ve tarih bakımından eserin önemli bir yeri vardır.
Eserin konusu peygamberlerin hikâyelerinden ibarettir. Yazarın şairlik tabiatı ve olgunluğu
eserin üslubuna oldukça büyük bir canlılık vermiştir. Eser nesir halinde olup birçok şiir parçalarını
da ihtiva etmektedir.

10

You might also like